You are on page 1of 604

Ersin Doğer

Aliağa Tarihi
İlk Çağ’dan 21. Yüzyıla
Aliağa Kent Kitaplığı Dizisi: 4

Aliağa Tarihi
İlk Çağ’dan 21. Yüzyıla

Yazar
Ersin Doğer

Proje Koordinatörü
Şenol Gök

ISBN: 978-975-97975-6-0

Ekim 2017/Ankara

Tasarım ve Baskı
Pelin Ofset
İvedik Organize Sanayi Bölgesi Matbaacılar Sitesi
1514.Sokak No:28 Yenimahalle/Ankara
www.pelinofset.com.tr
Tel: (0312) 395 25 80
E-mail: info@pelinofset.com.tr

Aliağa Belediyesi
Kültür Mahallesi Lozan Caddesi No: 47 Aliağa - İZMİR
Tel: (0232) 6161980
E-mail: aliagatarihi@aliaga.bel.tr

Bu eser, Aliağa Belediyesi’nin kültür hizmetidir.


Aliağa Tarihi
İlk Çağ'dan 21. Yüzyıla

Ersin Doğer

2017

Aliağa Kent Kitaplığı Dizisi: 4


İçindekiler

Önsöz . ........................................................................................................................................................................................ 15
Sunuş . ........................................................................................................................................................................................ 19
Bölgenin fiziki coğrafi yapısı ve süreç içinde değişimler............................................................ 21

Tarih Öncesi (Prehistorik) Çağlar (İÖ 6200-2000)................................................................................ 25


Neolitik Dönem (İÖ 6200-5700) ve ilk çiftçiler............................................................................... 27
Son yılların en büyük keşfi: Ege Gübre Neolitik yerleşimi................................................... 27
2000 yıllık iskân boşluğu (İÖ 5500-3500). ....................................................................................... 31
Geç Kalkolitik ve Erken Tunç Çağları (İÖ 3500-2000):
Bölgenin yeni çiftçileri ve yerleşimleri. ................................................................................................ 32
Bölgenin en eski tasviri: Helvacıköy Höyücek Steli.................................................................. 33

Orta ve Geç Tunç Çağları (İÖ 2000-1900-1200)...................................................................................... 37


Yeni etnik gruplar, yeni kültür: Pelasglar mı, Luviler mi?. ..................................................... 39
Homeros destanlarındaki Larissa (Buruncuktepe).................................................................... 40
Akhalı (Mykenli) tüccarların üssü Panaztepe................................................................................ 41
Larissalılar Troialıların safında Akhalara karşı savaşıyor..................................................... 42
İÖ 2. binde Batı Anadolu tarihine genel ve kısa bakış............................................................ 43
Efsane değil, tarihsel gerçek: Hititler'in himayesinde Seha Irmağı Ülkesi............... 44
Hitit Prensesi Massanauzzi Seha Irmağı Beyliği’ne gelin geliyor.
Massanauzzi, Amazon mu?. ...................................................................................................................... 47

Hellenlerin Yunanistan’dan Batı Anadolu kıyılarına göçü


(İÖ 1120-1050/900). .......................................................................................................................................................... 49
Hellenlerin Aiol kolu Nemrut ve Çandarlı Körfezi
kıyılarına yerleşiyor (İÖ 1120/1050-900)........................................................................................... 51
Bölgenin başkenti Kyme. .............................................................................................................................. 58
Fıkraları dile düşmüş Kymeliler................................................................................................................ 62
Kymelilerin damadı Frig Kralı Midas.................................................................................................... 67
Kymeliler uzakta ve yakında koloni kentler kuruyor. ................................................................ 67
Kral Gyges ve Lydia’nın yükselişi: Prens Ardys Kyme’de sürgün hayatı yaşıyor. ... 69
Lydia Krallığı’nın ani çöküşü (İÖ 547/6): İranlıların 200 yıllık işgali başlıyor.......... 71
İonia Ayaklanması’nda Kymeliler (İÖ 499/494)............................................................................ 72

4
Aiollerin donanması Salamis Deniz Savaşı’nda (İÖ 480). ................................................... 73
Salamis Deniz Savaşı kahramanı sürgün Themistokles Kyme ve Aigai’de............ 74
Aiolis kentleri Attika-Delos Birliği’ne vergi ödüyor...................................................................... 74
Peloponnesos Savaşları Aiolis kıyılarında....................................................................................... 75
İÖ 4. yüzyılda Aiolis’in stratejik önemi................................................................................................. 78
Büyük İskender rûzgârı Batı Anadolu’da esiyor........................................................................... 82
Hellenistik krallıkların rekabeti arasında Aiolis kentleri. ......................................................... 83
Galat akınları ve Pergamon Krallığı’nın yükselişi....................................................................... 84
Romalılar gitmemek üzere yardıma geliyor!. ................................................................................. 86
Son Pergamon Kralı’nın vasiyeti ve Aristonikos İsyanı’nda Aiolis. ................................ 87

Bölgede Roma egemenliği (İÖ 129-İS 1300)............................................................................................. 89


Provencia Asia (Asya Eyaleti) içinde Aiolis kentleri.................................................................. 91
Roma yönetimine son direnişler: Pontos Kralı Mithridates. ................................................ 92
Büyük deprem (İS 17 yılı) ve yıkılan Aiolis kentleri................................................................... 94
Aelius Aristeides’in Smyrna’dan Pergamon’a yolculuğu....................................................... 95
Goth Akınları ve Aiolis kentlerinin çöküşü........................................................................................ 96
İmparatorluğun bölünmesi ve Aiolis’de Hıristiyanlık................................................................. 97
Emevi Arapları İstanbul yolunda (8. ve 9. yüzyıllar). ................................................................ 99
Çaka Bey ve ilk Türk egemenliği (1080/1092).............................................................................. 100
Bölgede son Roma egemenliği: İznik Devleti (1210/1315)................................................. 101
Bizans Dönemi’nde Aiolis tarihi coğrafyası..................................................................................... 104

Bölgede Türk egemenliği (1300-∞).................................................................................................................. 107


Bizans’ın son direnişleri ve Asya’dan Ege Denizi’ne,
Türkler/Türkmenler yeni vatanlarında................................................................................................. 109
Saruhan Beyliği Dönemi (1300-1405)................................................................................................. 111
Saruhanoğlu’nun iki kaza merkezi: Güzelhisar ve Menemen........................................... 115
Saruhanoğlu, iktidarı Osmanlı Beyliği’ne devrediyor (1390).............................................. 118
Fetret Devri’nde Menemen ve Güzelhisar kazaları (1402-1426).................................... 119
Osmanlı şehzadeleri Manisa’da sancak beyliği görevinde. ................................................ 121
Vergi kayıtlarına göre Güzelhisar kazası (1487, 1530, 1575, 1600 ve
1654/55 yılları tapu tahrir ve vakıf defterleri)................................................................................. 122
1487 yılı tımar icmal defterinde Güzelhisar kazası (TT 152)............................................. 124
1531 yılı tımar icmal ve mufassal defterlerinde Güzelhisar kazası
(TD 165 ve TD 166).......................................................................................................................................... 126
1531 yılı vakıf defterinde Güzelhisar kazası (TT 398)............................................................ 135
1575 yılı mufassal defterde Güzelhisar kazası (TK 115)...................................................... 139
1575 yılı vakıf defterinde Güzelhisar kazası (TT 544)............................................................ 143
Azledilen Tımarlı Sipahiler, Yeni Tımarlılar ve istismarcı Yağhane Eminleri. ......... 145

5
16. yüzyılın sonlarına tarihlenen bir icmal defterinde
Güzelhisar kazası (TK 125)........................................................................................................................ 146
1654/55 yılına tarihli bir icmal defteri (MAD.D 18181)............................................................ 149
16. yüzyılda Güzelhisar kazasına genel bir bakış...................................................................... 149
Miri toprak sisteminin bozulması ve Celali İsyanları (17. yüzyıl)..................................... 153
Evliya Çelebi Güzelhisar-ı Menemen’den hızla geçiyor........................................................ 157
Bölgedeki yerel eşkiyalık hareketleri.................................................................................................... 157
Geç kalmış feodaller: Büyük ayan ailelerinin savaş alanı Güzelhisar kazası. ...... 160
Ali Ağa kimdir? Aliağa Çiftliği ne zaman kuruldu?...................................................................... 164
İzmir-Bergama yolunda ilk yabancı seyyahlar.............................................................................. 168
Yabancı seyyahlar, salgınlar, isyanlar ve reform çabaları kıskacında
Menemen ve Güzelhisar (19. yüzyıl)................................................................................................... 170
Güzelhisar yerini Aliağa Çiftliği’ne bırakırken................................................................................ 182
Aliağa Çiftliği’ndeki kilise Padişah iradesi ile yeniden inşa ediliyor............................... 185
İlk arkeologlar ve bölgedeki antik kentlerde başlayan kazılar........................................... 188
Baltazzi ailesi ve Aliağa İskelesi’nin geliri. ....................................................................................... 194
2.500 yıllık rota değişikliği: İzmir-Bergama şosesi Aliağa Çiftliği’nden geçiyor.... 195
Çekirge afeti ile mücadele........................................................................................................................... 198
1908 yılındaki seçimler. ................................................................................................................................. 200
Hastalıklar ve salgınlar................................................................................................................................... 200
Aliağa Tuzlası’nda grev tehdidi................................................................................................................ 202
Rum Köyü Aliağa Çiftliği ve asayiş sorunları................................................................................. 206
Balkan Savaşı ve 1. Dünya Savaşı sırasında bölgede iki zıt etnik merkez:
Güzelhisar ve Aliağa Çiftliği köyleri....................................................................................................... 209
Birinci Dünya Savaşı’nda Menemen kazası ve Aliağa Çiftliği........................................... 212
Yunan işgal günleri (15 Mayıs 1919-9 Eylül 1922).................................................................... 214
Kurtuluş (13 Eylül 1922)................................................................................................................................ 216

Cumhuriyet döneminde Aliağa Çiftliği nahiyesi................................................................................... 219


Hayalet bir kasaba: Aliağa Çiftliği (Eylül 1922). ........................................................................... 221
Mübadillerle şenlenen yeni Aliağa Çiftliği......................................................................................... 223
Cumhuriyetin ilk yıllarında Kyme’de yabancı arkeologlar. ................................................... 230
Bazı Manisa köyleri Aliağa nahiyesine bağlanıyor.................................................................... 233
Aliağa Çiftliği ve civarında gazete kayıtlarına geçen bazı olaylar.................................. 235
Tayyare Cemiyeti’nin Aliağalı yeni üyeleri........................................................................................ 237
Turizmde farkındalık yaratma çabaları: Aliağa plajları ön planda................................... 238
Aliağa Çiftliği’ne hasar veren depremler (1932, 1936 ve 1939)...................................... 239
İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa’nın Aliağa Çiftliği’ne ilgisi. ....................................................... 240
Gediz köprülerinin inşası.............................................................................................................................. 242
Atatürk Bergama’ya giderken Aliağa Çiftliği’nden geçiyor................................................... 245
İstanbul Üniversitesi talebeleri Aliağa Çiftliği’nde misafir...................................................... 247

6
Genç Cumhuriyet ve Aliağa Çiftliği’nde kooperatifleşme...................................................... 248
Aliağa’da ve köylerinde eğitim seferberliği...................................................................................... 250
Aliağa’da ilk sanayileşme girişimleri ve girişimci aileler
(Dönmezler, Kayralar, Sakalar)................................................................................................................ 257
Aliağa’da Köy Enstitüleri ile başlayan aydınlanma.................................................................... 260
Göç sırası Bulgaristan ve Yugoslavya’dan kaçan muhacirlere geliyor
(1933-1951)............................................................................................................................................................ 261
Gazetelerden bazı Aliağa haberleri (1938-1949)........................................................................ 265
Türk arkeologlar ilk kez bölgede
(Helvacıköy Höyücek ve Bozköy Höyücek kazıları)................................................................. 268
Aliağa Çiftliği ve çevre köylerin gençleri Kore Savaşı’nda................................................... 271

Aliağa Çiftliği nahiyesinden Aliağa ilçesine doğru............................................................................ 273


Aliağa bucak merkezinde Belediye teşkilatı kuruluyor........................................................... 275
İzmir-Çanakkale yolu üzerinde bir yerleşim yeri doğuyor: Yeni Şakran..................... 277
Şehirlerarası telefon görüşmeleri başlıyor....................................................................................... 278
Başvekil Adnan Menderes Aliağa’da. .................................................................................................. 279
1960’lı yılların ilk yarısı sakin geçiyor.................................................................................................. 279
27 Mayıs İhtilali’nin lideri Cemal Gürsel Aliağa’da..................................................................... 284
Aliağa’ya elektrik geliyor. .............................................................................................................................. 285
Aliağalı gençler 1960’ların başında üniversite yollarında..................................................... 286
Aliağa Kültür ve Turizm Derneği kuruluyor...................................................................................... 288
Helvacıköy’de Belediye kuruluyor.......................................................................................................... 290
Aliağa’nın plajları (Ön ve Arka Plajlar ile NATO Plajı)............................................................. 294
Halkoyu ile seçilen ilk Belediye Başkanı Kazım Onaran ile röportaj............................ 299
Başbakan Süleyman Demirel ilk kez Aliağa’da............................................................................ 303
İzmir Rafinerisi’ne ilişkin ilk haberler: Nerede kurulacak?.................................................... 304
Rafineri için proje ekibi İzmir’de çalışıyor......................................................................................... 306
Dördüncü rafinerinin temeli Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor...... 307
Ya Aliağa’da sanayi olmasaydı?.............................................................................................................. 313
Aliağa esnafı örgütleniyor: Esnaf Sanatkârlar Odası kuruluyor....................................... 315
1968 Yerel Seçimleri’ni yeniden Kazım Onaran kazanıyor................................................. 315
Aliağalıların başka dertleri de var........................................................................................................... 318
Eğitim-öğretim elbisesine sığmıyor (1968-1990)........................................................................ 320
Özel sektörden yatırım: Viking Kâğıt Fabrikası............................................................................ 322
Aliağa Şoförler ve Otomobilciler Derneği kuruluyor.................................................................. 324
1970’e girerken Rafineri’de montaj başlıyor, dert başlıyor! Sendikal sorunlar......... 324
Sendika Başkanı Necmettin Giritlioğlu öldürülüyor................................................................... 327
Aliağa’da sendikal gerginlik sürüyor..................................................................................................... 329
Necmettin Giritlioğlu’nun katili yargılanıyor..................................................................................... 333
Rafineri’den işçi çıkartılınca gerginlik yeniden başlıyor......................................................... 333

7
Sıkıyönetim baskısı altında sendikal örgütlenme çabaları.................................................. 335
12 Mart 1971’den sonra Rafineri haberleri yön değiştiriyor................................................ 335
Rafineri’nin açılışı ve ikinci petro-kimya tesisinin
temeli 1972 yılında atılacak........................................................................................................................ 336
Rafineri’nin açılışı gecikiyor........................................................................................................................ 337
Rafineri nihayet sessiz sedasız hizmete giriyor........................................................................... 338
Rafineri inşaatı sırasında firmalar arasındaki anlaşmazlıklar
iş bittikten sonra açıklanıyor....................................................................................................................... 338
Rafineride üretim artışının ve değişik ünitelerin devreye girmesi
sevinçle karşılanıyor. ....................................................................................................................................... 340
Rafineri’de grev yeniden kapıda. ............................................................................................................ 341
1973 Yerel Seçimleri: Başkanlık babadan oğula geçiyor...................................................... 342
Rafineri öyküleri dışında Aliağa’ya ilişkin haberler (1973-1975). .................................... 345
Ege Gübre fabrikası inşaatı sürüyor. ................................................................................................... 348
Özel ATAŞ Rafinerisi’nin alternatifi devletin Aliağa Rafinerisi oluyor. .......................... 349
Aliağa Rafinerisi’nde grevler dönemi (1974-1976).................................................................... 350
Rafineri’de Petkim-İş Sendikası ile toplu sözleşme imzalanıyor..................................... 353
Aliağa Belediye Hizmet Binası’nın temeli atılıyor....................................................................... 354
Aliağa Rafinerisi’nde sakin günler.......................................................................................................... 357
Milliyetçi Cephe Hükümeti’ne ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin
kuruluşuna karşı sendikal direniş........................................................................................................... 358
Rafineri’deki politik ve ideolojik gerginlik kasabayı etkiliyor................................................ 362
Aliağa Rafinerisi’ne ilişkin gazeteler aracılığı ile kamuoyu bilgilendiriliyor.............. 363
Aliağa’da gemi sökümü başlıyor............................................................................................................. 364
İşverene mahkemeden kötü haber: Sözleşme yetkisi Petkim-İş’e veriliyor............ 365
Rafineri’de Petrol Bilimleri Merkezi hizmete giriyor................................................................... 365
Tankerlerin karıştığı kazalar ve Gediz Çayı üzerine yeni köprü. ..................................... 366
Sıra mutfak gazında: Sıkıntı var mı, yok mu?............................................................................... 366
İkinci Petkim’in ihalesi 25 milyara yapılıyor..................................................................................... 367
Akaryakıt sıkıntısı sürüyor........................................................................................................................... 367
Aliağa Rafinerisi’nin kapasitesi genişletiliyor................................................................................. 368
Aliağa: Petrole hücum..................................................................................................................................... 368
Davud ile Golyat.................................................................................................................................................. 372
1970’lerin ikinci yarısında Aliağa’da politik atmosfer................................................................ 373
Aliağaspor’un yönetiminde yeni bir nesil: Yerli-göçmen ayrımı bitiyor........................ 374
1977 Yerel Seçimleri’nde CHP’de aday belirleme süreci:
Ayhan Bayrak Belediye Başkan Adayı oluyor............................................................................... 378
1977 Yerel Seçimleri: CHP, Ayhan Bayrak ile başkanlığı kazanıyor............................ 379
Rafineri’de sıvı gaz (FCC) üretimi başlıyor..................................................................................... 381
Ham petrol sıkıntısı Rafineri’deki üretimi etkiliyor...................................................................... 382
Belediye Başkanına saldırı ve Aliağa’da protesto yürüyüşü. ............................................. 382

8
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Deniz Baykal Aliağa’da.................................................... 384
İşten atılan işçiler Baykal’ın arabasının önünü kesiyorlar.................................................... 384
Yeni Foçalılar Ege kıyılarını kirletenleri mahkemeye vermeye kararlı........................ 385
Ham petrol yokluğu Ege Bölgesi’ni de etkiliyor............................................................................ 385
Türkiye’de ilk kez Aliağa Rafinerisi’nde parafin-wax üretiliyor.......................................... 386
Ege Gübre’den feryatlar yükseliyor....................................................................................................... 386
İzmir Demir Çelik’te uzun hadde tesisleri yatırım müjdesi................................................... 387
Sonuca ulaşmamış bir girişim: Anadolu Demir Çelik AŞ Aliağa’da............................... 387
Rafineri’de üretim ve yönetim bunalımı............................................................................................. 387
12 Eylül ve Aliağa’daki etkileri: Ayhan Bayrak görevden alınıyor ve
atanmış belediye başkanları dönemi................................................................................................... 388
Makine Kimya Endüstrisi Kurumu'nun vasıflı çelik yatırımı
yılan hikayesine dönüyor.............................................................................................................................. 395
Rafineri’de yangın.............................................................................................................................................. 398
İzmir-Aliağa elektrikli tren ve demiryolu projesi gündemde................................................. 399
Ege Gübre fabrikası tam kapasite ile çalışıyor............................................................................. 399
Petkim inşaatlarına ilişkin kamu zararı iddiaları. ......................................................................... 400
Petkim Aliağa kompleksinde neler oluyor?. .................................................................................... 401
Gazeteler Aliağa Rafinerisi haberleri arasında denge kuruyor......................................... 401

Aliağa ilçe oluyor (Çiftlikten ilçeye)................................................................................................................. 403


Aliağa’da Asliye Hukuk ve Ceza Mahkemeleri kuruluyor. .................................................... 407
Aliağa’ da sokaklara numaralar yazılıyor.......................................................................................... 407
Aliağa Rafinerisi mevzuat kurbanı......................................................................................................... 409
Adnan Kaşıkçı Aliağa’da yatırım yapmak istiyor......................................................................... 409
Yeni Şakran Belediyesi kuruluyor........................................................................................................... 409
Aliağa artık elbisesine sığmıyor............................................................................................................... 411
Aliağa’nın (ve Foça’nın) Serbest Bölge ile imtihanı.................................................................. 413
Başbakan Aliağa’da temel atıp fabrika açıyor............................................................................... 415
Gemi söküm tesislerine itirazlar. ............................................................................................................. 415
Yerel Seçim öncesi: Aliağalılar yetenekli bir Başkan bekliyor........................................... 415
1984 Seçimleri: K. İrfan Onaran yeniden Başkan...................................................................... 416
Petkim’deki yatırımlar Bakanı uykusuz bırakıyor........................................................................ 418
İzmir-Aliağa arasında demiryolu planlanıyor.................................................................................. 418
Hükümet, Aliağa’da gemi söküm tesisi kurulmasında kararlı............................................ 420
Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı Ekrem Pakdemirli Aliağa’da.......................................... 421
Yeni ilçe Aliağa’nın sorunları...................................................................................................................... 421
Makine Kimya Kurumu’nun bitmeyen lojmanları dile düşüyor.......................................... 423
Rafineri’de çalışan bir Japon mühendisin onur intiharı.......................................................... 424
Viking Kağıt Fabrikası kuruluşunun 13. yılını kutluyor............................................................ 425

9
Nemtaş Liman Tesisleri’nin temeli atılıyor ve İzdaş AŞ halka açılıyor........................ 425
Bir yıl sonra yeniden Serbest Bölge haberleri
(Büyük umutlar hayal kırıklığı ile sonlanıyor)................................................................................. 426
Sanayi demek kirlilik demek (Hava ve su kirliliğinden şikayetler başlıyor).............. 430
Petkim’de durum içler acısı......................................................................................................................... 431
Ölümlü gaz kaçağı kazası ve ham petrol kaçağı........................................................................ 432
Petkim’de üretim kıpırdamaları................................................................................................................ 432
Tüpraş, 250 milyon lira tazminata mahkum oluyor. .................................................................. 433
Petkim’de patlama............................................................................................................................................. 433
Şakranlılar deniz kirliliğinden dertli (Şakran ölüyor!)................................................................ 433
Aliağa’da yerel siyaset ısınıyor. ............................................................................................................... 434
Başbakan Turgut Özal’a göre Aliağa Rafinerisi zor durumda. .......................................... 435
Çevreciler için kötü haber: Aliağa’da termik santral kurulacak......................................... 437
Petro Kimya Kompleksi nihayet Başbakan Turgut Özal tarafından açılıyor........... 437
Başbakan Özal, İDÇ'nin Çelikhanesini açıyor. ............................................................................. 438
Hükümet, Aliağa’ya termik santral konusunda ısrarlı. ............................................................. 439
Aliağa’da kirlilik ürkütücü boyutlarda.................................................................................................... 439
Çalışmayan elektrik santrali. ...................................................................................................................... 440
Grev hakkı olmayan Tüpraş ve Petkim işçileri yeni eylem biçimleri peşinde. ....... 441
Ege Demir Çelik Fabrikası’na karşı çevrecilerden ve belediyelerden tepkiler...... 441
Bulgaristan’dan son zorunlu göç Aliağa’yı da etkiliyor............................................................ 443
İnsani iletişim ustası bir köy muhtarı: Tevfik Yıldırım............................................................... 447
Rafineri’deki yangın sabotaj kokuyor................................................................................................... 448
Alaybey Tersanesi’ne Aliağa’da yer aranıyor................................................................................. 449
KİT’lerde özelleştirme ve satış yeniden gündemde.................................................................. 449
Aliağaspor futbolda fırtına gibi.................................................................................................................. 452
Yerel Seçim öncesi Belediye’den atak: Evsizlere arsa dağıtımı ve
yeni su kuyuları.................................................................................................................................................... 452
1989 Yerel Seçimleri: SHP iktidara geliyor...................................................................................... 453
Termik santrale karşı uzun soluklu mücadele başlıyor........................................................... 455
Emek Şenlikleri başlıyor................................................................................................................................ 462
Tüpraş Rafinerisi yeniden doğuyor....................................................................................................... 463
Santrale karşı hukuk mücadelesinin başını Milletvekili Kemal Anadol çekiyor........ 464
Japonlar, çevreye zararsızlık raporu (ÇED) peşinde............................................................... 466
Petkim işçisi yeniden ayakta...................................................................................................................... 468
Aliağalıların dertleri sadece sanayi değildir
(Arkeolojik ve doğal sitlerden şikayet)................................................................................................ 468
Petkim yatırıma, Defterdarlık bunalıma giriyor............................................................................. 470
Gemi sökümde asbeste, Petkim’de kimyasala dikkat............................................................. 470
Termik santral konusunda yeni hükümet ısrarlı........................................................................... 473
Danıştay, Gencelli Termik Santrali’nin yapım kararını iptal ediyor................................. 476

10
Termik santral olmadı, yerine nükleer santral verelim............................................................. 476
Sonunda santralde doğru yakıt seçimi: Doğal gaz.................................................................... 477
Aliağa’da ticaret erbabı, sanayici ve tüccarlar örgütleniyor................................................. 479
Aliağa’nın sorunları İlçe Meclisi’nde tartışılıyor............................................................................ 480
Rafineri’de milyarlık petrol vurgunu...................................................................................................... 481
Gemi Sökümde ölümlü patlama.............................................................................................................. 481
Petkim işçileri yeniden direnişte.............................................................................................................. 483
Çukurova ve Habaş’a son bir şans veriliyor................................................................................... 484
Aliağa Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nü istiyor.................................................................................. 486
Bu demiryolu zor biter..................................................................................................................................... 487
Aliağa Rafinerisi’nde Ruslar için ham petrol işleniyor............................................................. 487
Hakkı Ülkü yeniden belediye başkanı seçiliyor............................................................................ 487
Aliağa’da arkeolojik kazılar hızlandı..................................................................................................... 488
Aliağa ve Çakmaklı halkı Ege Çelik Limanı’na karşı................................................................ 489
Petkim ile plastik sanayicileri arasında tartışma. ........................................................................ 491
Futbolda hedef gerçek oldu: Amatörden profesyonele. ......................................................... 493
Aliağa Belediyesi’nden 1995 yılı haberleri....................................................................................... 493
Aliağa, il olmaya hazır..................................................................................................................................... 495
MKE iddialı: Gemi sökmede üstümüze yok.................................................................................... 495
Petkim mucizesi. ................................................................................................................................................. 496
Belediyeler arasında hiç yoktan çıkan su kavgası..................................................................... 497
Aliağa’nın şehitleri yürekleri yaktı........................................................................................................... 500
Aşılanan çitlembikler Antep fıstığına dönüyor............................................................................... 501
Aliağalı iş adamları, kısa ömürlü Güçbirliği Holding’i kuruyor........................................... 502
İzmir-Aliağa elektrikli tren hattı nihayet tamamlanır.................................................................. 503
Aliağa’da bir UFO eksiktir. ........................................................................................................................... 504
Aliağa’da kentleşme sorunu ve gecekondu önleme çabaları............................................ 504
Belediye ile Tüpraş arasında sosyal tesisler ve plaj kavgası. ........................................... 506
Grev hakkı olmayan Petkim ve Tüpraş işçileri eylemde........................................................ 507
Başkan Hakkı Ülkü, topun ağzında....................................................................................................... 508
Aliağa Ticaret Odası Başkanı Adnan Saka’dan sitem. ........................................................... 508
Petkim işçisine cıva kontrolü...................................................................................................................... 509
Petkim’in özelleştirilmesi bekleniyor..................................................................................................... 509
Gemi söküm tesislerine çekidüzen veriliyor. .................................................................................. 510
Sonuçlanmayan Aliağa Müzesi girişimi.............................................................................................. 511
Yeni umut: Aliağa Organize Sanayi Bölgesi................................................................................... 511
Çevre Ödüllü Tüpraş’ta çevre kazası.................................................................................................. 513
Petkim ile Yeşil Barış Eylemcileri arasında “savaş”.................................................................. 513
Gözler Aliağa’nın termal kaynaklarında............................................................................................. 515
Petkim ürünleri karaborsada...................................................................................................................... 516

11
Nemrut’taki iskeleler tek limana çevrilmek isteniyor................................................................. 516
Sonuçsuz iki girişim: Ford Otomobil Fabrikası ve Üniversite. ........................................... 519
Asya Krizi demir çelik sektörünü etkiliyor......................................................................................... 519
Petkim’in 33. Kuruluş Yılı ve özelleştirme çabaları................................................................... 521
Aliağa Kent Parlamentosu deneyimi.................................................................................................... 522
Daha yeşil bir Aliağa için elele.................................................................................................................. 524
Viking Kağıt teknoloji yenileme atağında.......................................................................................... 525
Petkim’de İhtisas Organize Bölgesi kuruluyor.............................................................................. 525
Yılan hikayesi: Petkim ve Tüpraş’ın özelleştirilmesi................................................................. 526
Petkim yatırımlarda hız kesmiyor........................................................................................................... 527
Yaklaşan Yerel Seçimler Aliağa’yı hareketlendiriyor. ............................................................... 528
1999 Yerel Seçimleri: Hakkı Ülkü, 3. kez Başkan...................................................................... 529
21. yüzyıla girerken kurumların çevreyi koruma mücadelesine katkısı...................... 530
İzmir’deki hava kirliliğinin suçlusu Aliağa’da................................................................................... 531
17 Ağustos Gölcük-İzmit depremi Aliağa’da korku ve endişeye yol açıyor............. 531
Petkim’de yönetim değişiklikleri ve sanayiciler ile tartışma................................................. 532
Aliağalılar geçmişin ve kültürel hazinelerinin peşinde............................................................. 534

Yirmi birinci yüzyılda Aliağa’da neler oldu?. ........................................................................................... 537

Bibliyografya ve Kısaltmalar.................................................................................................................................. 545

Sözlü Tarih Görüşmeleri ve Röportaj listesi............................................................................................ 560

Dizin . ........................................................................................................................................................................................ 561

12
Ersin Doğer, 1951 Karşıyaka doğumludur. Çocukluğu Aliağa’da ve Arap Çiftliği’nde geçti.
İlk ve orta öğrenimini Menemen’de tamamladıktan sonra 1969’da Karşıyaka Erkek
Lisesi’ni bitirdi. 1973’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Protohis-
torya ve Önasya Arkeoloji Kürsüsü’nden mezun oldu.
İzmir Arkeoloji Müzesi’nde 2 yıl araştırmacı olarak görev yaptı. 1981’de Ege
Üniversitesi’nde (E.Ü.) uzman olarak çalışmaya başladı. 1997’de profesör oldu. E.Ü.
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Doktora ve
post-doktora sürecinde Atina Fransız Arkeoloji Okulu’nun bursunu iki dönem kazana-
rak Atina’da akademik çalışmalar yaptı.
Çok sayıda bilimsel yayına imza atan Ersin Doğer’in İzmir’in tarihi üzerine önemli ya-
yınları bulunmaktadır. Aiolis bölgesi üzerine çeşitli kitapları, Antik Çağ'da ticari ampho-
ra üretimleri, şarap-zeytinyağı üretim ve ticareti, İzmir ve çevresi ile Aiolis bölgesinde
yaptığı yüzey araştırmalarına ilişkin makale ve bildirileri bulunmaktadır. Ersin Doğer,
son olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından her cildi farklı bir temada hazırlanan
İzmir Kent Ansiklopedisi’nin “Arkeoloji” temalı 1. cildini hazırlayan heyette koordinatör
olarak bulundu.
2004’den 2016’ya kadar Aliağa yakınlarındaki Aigai antik kentinde arkeolojik kazıları
yönetti. 2017’de emekli olarak üniversiteden ayrıldı.

Kitapları
• İzmir Kent Ansiklopedisi, 1. Cilt Arkeoloji, İzmir B. Şehir Bld, 2014.
• Bilmece Antik Kentler II, Ionia Şiirleri ve Meraklısına Notlar, Ege Yayınları, 2011.
• Bilmece Antik Kentler I, Aiolis Şiirleri ve Meraklısına Notlar, Ege Yayınları, 2010.
• Roma Heykeltraşlığı, Ege Üniversitesi Yayınları, 2009.
• İzmir'in Smyrna'sı, Paleolitik Çağ’dan Türk Fethine Kadar, İletişim Yayınları, 2006.
• Antik Çağ'da Bağ ve Şarap, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.
• Menemen ya da Tarhaniyat Tarihi, Sergi Yayınevi, İzmir, 1998.
• Antik Çağ'da Amphoralar, Sergi Yayınevi, Yayınevi, İzmir, 1990.

13
14
Önsöz
Aliağa ilçesi henüz 35 yıllık bir geçmişe sahiptir. İçinde yer aldığı bölge-
nin son merkezi olarak yaklaşık sekiz bin yıllık tarihin yükünü omuzlarında
taşımaktadır ve bu sorumluluğun da bilincindedir. Bu öyle bir geçmiştir ki, ilk
yerleşim görmesinden itibaren yaşanan tüm savaşların, kırılmaların, buna-
lımların, felaketlerin ve çözülüşlerin ardından yeniden toparlanmaların tanığı
olmuştur. Son 50 yıl içinde ise sanayileşmenin ve kalkınmanın tüm etkilerini
bütün boyutlarıyla yaşayan bir kasaba olarak Türkiye’nin yakın tarihi içinde
unutulmayacak bir yer almıştır.
Elinizde tuttuğunuz bu kitap, tüm bu sekiz bin yılın günümüze kadar
ulaşmış, geçmişe ilişkin sağlam veri ve kaynaklara dayalı özetinden baş-
ka bir anlam taşımamaktadır. Kitabın yazılma amaçlarından biri de gerek
halk arasında, gerekse Aliağa ilçesine ilişkin hazırlanan internet sayfala-
rında doğru bilgiye dayanmayan efsane ve masalların Aliağa Tarihi olarak
yaygın olarak kullanılmış ve kullanılmakta olmasıdır. Yanlışlanması müm-
kün olmayan bilginin bilimsel bilgi olmadığı ilkesinden hareketle bu kitapta
çok sayıda bilgi, kaynak ve gazete haberinin künyeleri her sayfanın altında
dipnotlar halinde verilmekte ve böylece okuyucuya verilen bilgileri karşılaş-
tırma fırsatı sunulmaktadır. Örneğin, 15. yüzyılın ikinci yarısından 17. yüz-
yılın ortalarına kadar Osmanlı Devleti’nin, bölgenin o dönemdeki merkezi
Güzelhisar kazasına ilişkin tüm vergilendirme çabalarının kayıtları okunmuş
ve bunlardan bu kitapta geniş özetler halinde istifade edilmiştir. Söz konusu
vergi kayıtları, tüm ayrıntıları ve tabloları okuyup günümüze kazandıran ta-
rihçi Doç. Dr. Hilal Ortaç tarafından ayrıca 16. Yüzyılda Güzelhisar Kazası
adı altında yayına hazırlanmaktadır.
Önce Menemen kazasına bağlı sakin ve iddiasız bir tarım/hayvancılık/
balıkçı kasabası olarak yaşamını sürdüren Aliağa Çiftliği nahiyesi, kısa bir
sürede Aliağa ilçesi olarak Türkiye Sanayileşme Tarihi içinde en ön sıralarda
yer almış olması her türlü gelişmeyi, son derece hızlı yaşamasına yol açmış-
tır. Bu yolculuk bölgede göreceli bir refah sağladığı gibi, aynı zamanda sancılı
dönemlerin de yaşanmasına yol açmıştır.
Bir kitap önsözünde yazarın yaşamından söz etmesi adetten değildir.
Buna karşın, okuyucunun kafasında yazarın Aliağa kasabası ile olan ilişkisi
konusunda soru işaretlerini gidermek amacıyla birkaç cümle içinde bu ilişkiye

15
değinmenin anlamlı olacağı kanısındayım. Her şeyden önce bu kitap sade-
ce bir akademisyene verilmiş bir sipariş değildir. 1998 yılında yayınlanan İlk
İskânlardan Yunan İşgaline Kadar Menemen ya da Tarhaniyat Tarihi başlıklı
kitabımın önsözünde yazdığım gibi;
“Baba tarafından yüz, anne tarafından yetmiş beş yıllık Menemenli bir
aileye mensup, tüm çocukluğunu ve gençliğini Menemen’de yaşamış biri
tarafından yazıldı. Böylece kasabanın ve yararlandığı toprakların 7.000
yıllık tarihini, bizden veya bizden değil diye ayrım yapmadan bir araya
toplayan bir kitabın eksikliğini yıllardır hissetmiş öğretmenlerin, öğrenci-
lerin ve geçmişi öğrenmek isteyen, kasabasının tarihini merak eden tüm
hemşehrilerin istekleri kısmen yerine getirilmiş oldu.”

Benim çocukluğumda ve gençliğimde Menemenli olmak aynı zamanda


birçok nedenden dolayı biraz da Aliağalı olmak anlamına gelmekteydi. Bir-
çok Menemenli için yaz aylarını, eğer bağcı ve çiftçi değilseniz, sıcağın ve
sivrisineğin kardeş olduğu Menemen’de geçirmek akıl kârı değildi. Haziranın
sonundan itibaren kuzeye doğru göç başlar, Aliağa’da ya birinci ya da ikinci
plajlarda çadırlar, kulübeler kurulur; okullar ya da fuar açılıncaya kadar bu-
ralarda kalınırdı. Bu imkânı bulamayanlar ise Pazar günlerini iple çekerlerdi.
Minibüslerle, kamyon kasalarının arkasında kadın, çoluk, çocuk plajlara akın
edilirdi. Akşam Menemen’e dönüldüğünde güneşte kıpkırmızı yanan derilere
bakkallar yoğurt yetiştiremezdi!
Ben daha şanslı Menemenliler arasındaydım. İki halam da (Safiye İnal ve
Gülsüm Haykır) 1930-1950 yılları arasında art arda Aliağa’ya gelin gitmişlerdi.
Çocukluğum boyunca rahmetli babam (Fotoğrafçı İzzet Doğer) yaz-kış, hafta
sonları balık peşinde sürekli Aliağa’daydı. Küçük halam Gülsüm’ün eşi Halil
(Haco) Haykır Arap Çiftliği’ndeki dalyanın kıyısında tütüncülük ve balıkçılık ya-
pıyordu. İki uğraş da yoğun aile emeği isteyen işlerdi ve insana ihtiyaç vardı.
Bu yüzden küçüklükten itibaren tütün dizmeyi, paragat döşemeyi, balık yemi
olarak mamun çiğnemeyi, göztaşı ve kanca ile ahtapot yakalamayı öğrendim.
Geceleri yakalanan balıkların sabah erkenden İzmir’deki hale götürülmesi gö-
revlerimin arasındaydı. Şimdi Petkim’in lojmanlarının bulunduğu tepeyi elimde-
ki balık sepetleri ile aşar, İzmir yoluna iner, Sebat’ın ilk otobüsüne biner, balık-
ları şimdi yerinde Konak Pier’in olduğu Balık Hali’ne teslim eder, geri dönerdim.
Çocukluğumdan beri Kyme ören yerini bilirdim. Daha sonra arkeoloji ve eski
çağ tarihi mesleğini seçmemde geceleri büyüklerin Kyme (Nemrut) ve Myrina
(Kalabasar) üzerine anlattıkları hikâyelerin, tütün tarlasında gördüğüm değişik
dönemlere ait çanak çömleğin etkisi çoktur. Yıllar sonra İzmir Müzesi’nde arkeo-
log olarak çalışmaya başladığımda bir yıl boyunca Makine Kimya Endüstrisi’nin
sonuçlanamayan çelik fabrikasının temel kazılarında gözlemci olarak görev
yaptım. Definecilerin Kyme’de çalı diplerine sakladıkları kazma kürekleri top-
layıp fabrikaya getirdim ve Menemenli definecileri kızdırdım! Müze Müdürü Ar-

16
keolog Hasan Tahsin Uçankuş ile birlikte çocukluktaki hayalim Kyme’de −bir
mevsim de olsa− kazı yapma mutluluğuna ulaşmış oldum.
Ben hâlâ Petkim tesislerine baktığımda orada fabrika değil, çocukluğu-
mun dalyanını, tütün tarlasını ve kıyıdaki tek gözlü kulübeyi; Aliağa’ya bak-
tığımda ise 1950/60 yıllarındaki iki bin nüfuslu balıkçı kasabasını görürüm.
Rafinerinin, Ege Gübre ve Viking fabrikalarının kuruluşları gençlik çağıma
denk geldi. Sendika Başkanı Necmettin Giritlioğlu’nun öldürülüşünü dün gibi
hatırlarım. 1974 yılının 20 Temmuzunda Kıbrıs Çıkartmasını arkadaşlarımla
birlikte birinci plajlarda karşıladım.
Bir bölgenin tarihi sadece kütüphanede değil, aynı zamanda arazide ya-
zılır ilkesiyle Menemen tarihi araştırmaları sırasında tüm Güzelhisar vadisi ile
Dumanlı ve Karahasan dağlarının arkeolojik ve tarihsel potansiyelini tespit
etme fırsatını buldum. Bu konuda bölge köylerinin insanlarından çok yardım
gördüm. 2004 yılından bu yana da Manisa ili sınırları içinde olmasına karşın
Aliağalıların kendilerinden kabul ettiği Yunt Dağı üzerindeki Aigai antik ken-
tinde kazılar yönettim. Menemen’e borcumu 1998 yılında Menemen Tarihi
kitabını yazarak ödemiştim. Şimdi de bu kitap ile hakkın rahmetine kavuşmuş
halamın ve eniştemin gömülü olduğu, kuzenlerimin yaşadığı Aliağa Çiftliği
köyüne borcumu ödemek istedim.
Sıra bu kitabın ortaya çıkarılmasında olmazsa olmazlara borçlu olduğum
teşekkürlere geldi.
Güzelhisar ve Aliağa üzerine yazdığı iki kitap Güzelhisar, Aliağa çevre-
si ile birlikte; Aliağa Cumhuriyet Dönemi ile ufkumu aydınlatan ve rehberlik
yapan emekli Öğretmen Cevat Yıldırım’ın, yerlisi olduğu topraklara yaptığı
katkının unutulmaz olduğuna inanıyorum. Kendisi, hem benim hem de bölge
halkı tarafından çok özel bir teşekkürü hak ediyor. Çünkü marifetin iltifata tabi
olduğu sözü, en güzel deyimlerimizden biri olarak varlığını sürdürüyor.
Bu kitabın, Osmanlı dönemine ilişkin bölümünde Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hilal Ortaç’ın büyük katkısı var.
Bana sadece günümüzün Türkçesine yaptığı çevirileri bir araya toplayıp özetle-
mek düştü. Yukarıda da değindiğim gibi Osmanlı Dönemi belgelerinden çok ya-
kında bilim dünyasına önemli bir eser bırakacağından kimsenin kuşkusu olmasın.
Son teşekkürüm ise Aliağa’nın uygarlık geçmişini geleceğe taşımak için
olanaklarını seferber eden Aliağa Belediyesi’ne. Türkiye’nin geçmekte olduğu
bu zor ve acılı dönemde tarihe, kültüre önem verip geçmişin birikimini gele-
cek kuşaklara aktarma projesini gerçeğe dönüştüren Aliağa Belediye Başkanı
Serkan Acar’a teşekkürü bir borç bilirim.

Prof. Dr. Ersin Doğer


Ekim, 2017

17
18
“Tarih, geleceğe yazılır…”

Şehirler, insanlar gibi canlıdır. Dil, din, ortak geçmiş, ortak tarih bir kentin
en büyük kültürel zenginliğidir ve kentler, bu tarih ve kültür zenginliğiyle ya-
şarlar. Bu kültür birikimini geleceğe taşıyamayanlar yok olmaya mahkûmdur.
Kentleri kent yapan, geçmişten bu güne taşıdığı değerlerle oluşan kimlikle-
ridir. Çok iyi biliyoruz ki, bu topraklarda günümüze ulaşan her şey, geçmişin
mirasıdır.
Yaşadığımız coğrafyada uygarlığın tarihi 8 bin yıl öncesine gidiyor. Dün-
ya medeniyeti bu topraklarda doğdu, yayıldı. Kyme, Myrina, Gryneion, Aigai,
Elaia gibi antik kentler bu topraklarda, yanı başımızda. Güzelhisar gibi Os-
manlı İmparatorluğu’nda ticaret yolları üzerinde çok önemli bir kaza Aliağa-
mızda. Çok kültürlü, çok renkli bir geçmişi var Aliağamızın ve bölgemizin.
Biz vatanımızı çok sevdiğimiz gibi, yaşadığımız kenti de çok seviyoruz. Bu
kenti kent yapan tarihi kültürel değerlerin gelecek kuşaklara taşınması için bir
çabaya giriştik. “Tarih, geleceğe yazılır” diyor düşünür. Biz de bu eseri gele-
ceğe yazdık. Elinizdeki kitap böyle bir çabanın ürünüdür. Menemen’de doğan,
çocukluğu Aliağa’da geçen, bölgemizde hangi taşın altında ne olduğunu çok
iyi bilen Arkeolog Ersin Doğer’in iğne ile kuyu kazarcasına harcadığı emekleri
sayesinde bu eseri kent belleğimize kazandırmanın onuru ve mutluluğunu
yaşıyoruz.
Aliağa Tarihi İlk Çağ’dan 21. Yüzyıla eserimizin gerek yaşadıkları kentin
yerel tarihini öğrenmek isteyen Aliağalı hemşehrilerimiz, gerekse de Aliağa
ile ilgili araştırma yapmak isteyen akademisyenler için temel bir başvuru eseri
olacağını ümit ediyoruz.
Sevgili hemşehrilerim; Geçmişimizi bilerek geleceğe güvenle bakalım. Bu
kitapta anlatılanlar Aliağa'nın yaşanmış tarihidir. Geleceğin tarihini de siz ya-
zacaksınız.
Saygılarımla.

Serkan Acar
Aliağa Belediye Başkanı
Ekim, 2017

19
20
Bölgenin fiziki coğrafi yapısı ve süreç içinde değişimler
Günümüz Aliağa ve Menemen ilçelerinin hem idari hem de doğal sınırları
İzmir Körfezi’nden Bakırçay Ovası’na kadar uzanır. Batı sınırını Ege Deni-
zi, doğu sınırını ise Yamanlar Dağı ile başlayan ve kuzeye doğru Dumanlı,
Karahasan ve Yunt dağları ile devam eden volkanik dağ silsilesi belirler. Bu
üç büyük volkanik oluşumdan en gelişmişi 1.000 m yüksekliği ve 20 km ça-
pıyla Dumanlı Dağı’dır. Dumanlı ve Yunt dağlarının oluşturduğu bu yüksel-
tiyi kuzeyden Bakırçay, güneyden Gediz Çayı belirler ve bu akarsular Ege
Denizi’ne dökülmeden önce geniş birikinti ovalarından geçer. Menemen ve
Bergama ilçeleri bu birikinti ovaları üzerine kuruludur. Ancak bu iki büyük
çayın arasında sadece Yunt Dağı yağışlarını denize boşaltan ve daha küçük
ölçekli bir alüvyal ovayı oluşturan Kocaçay’ı (Güzelhisar Çayı) da unutma-
mak gerekir. Çünkü bu küçük tatlı su akıntısı, Aliağa ilçesinin kalbi konumun-
dadır ve günümüzde tek başına Petkim’in bile su ihtiyacını karşılamaktadır.
Sekiz bin yıl önce Aliağa ve yakın çevresinin coğrafyası günümüz-
den biraz daha farklı bir görünüme sahip olmalıdır. Yerleşmek üzere
bölgeye ilk gelen Neolitik Dönem’in çiftçi yerleşimcileri farklı bir manza-
ra ile karşılaşmış olmalılar. Bunun için bazı tahminler yapabiliriz. Örne-
ğin, Yamanlar, Dumanlı, Karahasan ve Yunt dağları daha yoğun bir bitki
örtüsü, hatta yoğun ormanlarla kaplı olmalıydı. Tüm bu yükseltilerin bir
taraftan av hayvanları, diğer taraftan da avcı hayvanlar bakımından çok
cazip ama insanlar için çok tehlikeli olduğu düşünülebilir. Nitekim baş-
langıçlarda seçilen höyük yerleşimlerin tümüyle dağlık alanların etek-
lerinden uzak ve düzlüklerin ortalarında seçilmesi vahşi hayvanlardan
duyulan endişelerden kaynaklanmış olmalıdır. Gerek nüfusun, gerekse
sahip olunan büyük ve küçükbaş hayvan varlığının az sayıda olması
dağlık alanlardaki baskıyı ve bunun sonucu olan erozyonu birkaç bin yıl
boyunca engellemiş olmalıdır.
Bölgeye ilk gelenler denize ve kıyı çizgisine ilişkin de günümüzde-
kinden farklı bir görünüm ile karşılaşmış olmalıydılar. Ama yanlış anla-
şılmasın; bazılarının ileri sürdüğü gibi deniz seviyesi Dumanlı Dağı’nın
zirvesine hiçbir zaman ulaşmadı ve Çıtak köyünün üzerindeki Halkalı’ya
gemi palamarı bağlanmadı!

21
Resim 01(a). Günümüzden 6.000 yıl önce Güzelhisar
Binlerce yıl önce bölgemizin coğrafyası günümüzden çok farklıydı. O dönemde, deni-
zin yükselmesi, depremler gibi nedenlerle Güzelhisar çayı ve Aliağa çevresinde görünü-
mün çok farklı olduğu kabul edilmektedir. (Fotoğraf: Fotomanupule tekniği kullanılarak günümüz
fotoğrafı ile 6 bin yıl önceki görünüm tasvir edilmiştir.)

Buzulların yoğun olarak eridiği ve deniz seviyelerinde önemli yük-


selmelere neden olduğu dönem günümüzden önce 16.000 ila 8.500
yılları arasıdır. Son Buzul Çağı biterken −yani 20 bin yıl önce− deniz
seviyesi günümüze göre ortalama 120 m daha alçaktı. Çünkü kuzey
yarıküredeki yüksek enlemlerde bulunan buzullar sıcaklıkların yüksel-
mesi sonucu erimeye devam ettikçe deniz seviyesi de yavaş yavaş
yükseldi.
Günümüzden 6.000 yıl önceye kadar deniz seviyesindeki görülen
yükselmeler, Ege Denizi’nin Büyük ve Küçük Menderes ile Gediz ve
Bakırçay vadilerinin içlerine kadar sokulmalarına neden oldu. Ancak
denizin suları Büyük ve Küçük Menderes vadilerinde vadiler boyun-
ca kilometrelerce ilerlerken, İzmir Körfezi ancak Menemen Ovası’nda
Seyrekköy civarına kadar sokuldu. Bununla birlikte Ege Denizi’nin ba-
tıdan Panaztepe önlerine kadar gelmesi günümüzde Gediz Çayı’nın
döküldüğü Agria olarak anılan diğer bir körfezi yaratmış ve denizin Mal-
tepe ile Gerenköy arasındaki boğazın içlerine kadar sokulmuş olması
olası gibi görünmektedir.

22
Resim 01(b). 19. yüzyılda Güzelhisar
(Kaynak: Aiolis kenti Myrina kent ve arazisini sistematik araştırma programı, Prof. Dr. Stephane
Verger, Paris, 2010)

Aliağa Körfezi ve kuzey uzantısında da manzara günümüzdekinden


oldukça değişik olmalıydı. Kocaçay (Güzelhisar Çayı) henüz oldukça do-
ğuda, iç kesimde denize döküldüğü için birinci ve ikinci plajlar bölgesi, eski
tuzla ve Güzelhisar Ovası’nın önemli bir kısmı doğuya doğru yaklaşık 2
km uzunluğunda, 1 km genişliğinde bir körfezin parçasıydı. Günümüzdeki
Aliağa Körfezi de bu geniş körfeze dahil olmalıydı.

Resim 01(c). Günümüzde Güzelhisar


(Fotoğraf: Aslıhan Güçlü)

23
24
Tarih Öncesi (Prehistorik) Çağlar
(İÖ 6200-2000)

25
26
Tarih Öncesi (Prehistorik) Çağlar (İÖ 6200-2000)

Neolitik Dönem (İÖ 6200-5700) ve ilk çiftçiler


1998 yılında basılan Menemen ya da Tarhaniyat Tarihi kitabımın ilk sa-
tırlarına şu şekilde başlamıştım:
“Menemen topraklarının ilk sakinleri, yani ilk hemşehrilerimiz, bölgeye
yaklaşık İÖ 4000-3500 yılları arasında ulaşmış olmalıdır. Bu iskân ile ilgili
kesin bir tarih vermek için gelecekte bölgede yapılacak olan bilimsel ka-
zıları ve ayrıntılı yüzey araştırmalarını beklemek gerekecektir. Tarihçiler
bu dönemlere, insanların, aletlerini yapmak için önce bakırı, daha sonra
da bakır ve kalay alışımı olan bronzu (tunç) keşfedip kullandıkları için
Kalkolitik Çağ ve Erken Tunç Çağı adlarını vermektedirler.” 1

Bu cümlelerden de anlaşıldığı üzere Menemen Tarihi kitabının yazıldığı


dönemde Ege Gübre fabrikası içindeki Neolitik Dönem yerleşimi henüz keş-
fedilmemiş ve kazılmamıştı. Dolayısıyla bu yerleşmeden elde edilen sonuç-
lar bölgemizdeki ilk yerleşimlerin tarihini en az 2.000 yıl önceye çekmiş oldu.

Son yılların en büyük keşfi: Ege Gübre Neolitik yerleşimi


Geçen 20 yıl içinde yapılan araştırma ve kazılar bölgemizin ilk yer-
leşimcilerine ilişkin bilgilerimizi genişletti. Artık gönül rahatlığı ile Aliağa
ilçesi sınırları içindeki ilk yerleşme tarihini günümüzden 8 bin yıl öncesine
kadar çıkartabiliriz.
2004-2008 yılları arasında Ege Gübre fabrikası içinde gerçekleştiri-
len kazılar Geç Neolitik Dönem'e tarihlenen ve yaklaşık 500 yıl boyunca
yaşamını sürdürmüş bir köy yerleşmesini gün yüzüne çıkardı. Bu Neolitik
Dönem köyünün geride bırakmış olduğu organik kalıntıların Karbon 14
yöntemi ile yapılan analizleri yerleşmenin İÖ 6230 ile 5720 yılları arasında
varlığını sürdürdüğünü gösterdi2.

1
Ersin Doğer, İlk İskanlardan Yunan İşgaline Kadar Menemen ya da Tarhaniyat Tarihi, Sergi Yayınevi,
İzmir, 1998.
2
Haluk Sağlamtimur, Ege Gübre Neolitik Yerleşimi, Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya
Yayılımı, Türkiye’de Neolitik Dönem, Yeni Kazılar, Yeni Bulgular, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul,
2007, 373-376; Environmental Factors in the Neolithic Settlement of Ege Gübre, Beginnings - New
Research in the Appearance of the Neolithic between Northwest Anatolia and the Carpathian Basin

27
Resim 02. Ege Gübre Neolitik yerleşimi
2004-2008 yılları arasında Ege Gübre fabrikası içinde yapılan kazılar, Aliağa’da günümüzden
8 bin yıl öncesine, Geç Neolitik Dönem'e tarihlenen ve yaklaşık 500 yıl boyunca yaşamını
sürdürmüş bir köy yerleşmesini gün yüzüne çıkardı. (Fotoğraf: Haluk Sağlamtimur)

Yakın çevredeki araştırmalar Ege Gübre fabrikası içindeki bu köy


yerleşmesinin Neolitik Dönem için yalnız olmadığını gösterdi. Yüzey
araştırmaları sırasında Helvacı Ovası’nın batı kesiminde Melengiçsekisi
Höyüğü’nde (Höyücek II) ve ovayı batıdan sınırlayan Araptepe’de yüzey-
de Neolitik Dönem'e ait çanak çömlek parçaları tespit edildi. Aynı tür ça-
nak çömlek Aliağa ilçe merkezinin kuzeyinde Kunduz Deresi’nin denize
döküldüğü noktadaki Çaltılıdere Höyüğü’nde de bulundu.
Ege Gübre yerleşiminin dışındaki diğer yerleşmelerde (Araptepe, Me-
lengiçsekisi, Çaltılıdere höyükleri) ayrıntılı kazılar yapılmadığı için bilgile-
rimiz henüz yeterli görünmüyor. İzmir Körfezi’nın kuzey kıyısı ile Çandarlı
Yarımadası arasındaki mesafe −yaklaşık 80 km− ve bölgenin verimi, ge-
nişliği göz önüne alındığında dört Neolitik Dönem yerleşiminin oldukça az
sayıda olduğu düşünülebilir. Ege Gübre fabrikası yerleşimi de tesadüfen
3 m’lik bir alüvyal dolgu altında bulundu. Bu tespit, Batı Anadolu’nun ken-
dine özgü jeolojik yapısı nedeniyle, Neolitik Dönem gibi erken dönemle-
re ait kıyıda veya bereketli ovalarda bulunan yerleşim yerlerinin büyük

(Editor Raiko Krauß), Menschen - Kulturen - Traditionen; Forschungs Cluster 1, Bd. 1, Leidorf, 2011,
77-82.;The Neolithic Settlement of Ege Gübre, The Neolithic in Turkey, New Excavations & New
Research, (Ed. M. Özdoğan, N. Başgelen, P. Kuniholm), İstanbul, 2012, 197-225.; H Sağlamtimur - A.
Ozan, Ege Gübre Neolitik Yerleşimi, (Ed.A. Çilingiroğlu, Z. Mercangöz, G. Polat), Ege Üniversitesi
Arkeoloji Kazıları, 2012, İzmir, 95-114.; Ege Gübre Neolitik Yerleşiminin Paleocoğrafya Özellikleri ve
Gelişimi, Prof. Dr. İlhan Kayan‘a Armağan, (Ed. Ertuğ Öner), E.Ü. Basımevi, (İzmir 2013), 587-597.

28
bir bölümünün alüvyonlu dolguların altında veya su altında kalabileceğini
gösteren önemli bir kanıttır. Bölgenin büyük bölümünde ve özellikle ova-
larda, kalın alüvyal dolgular biriktiğinden, akarsu vadileri ve kıyı ovaların-
da Neolitik Dönem'e ait yerleşimlerin ortaya çıkartılması, Ege Gübre fab-
rikası yerleşimi örneğinde olduğu gibi rastlantı ve biraz da şansa kalmış
durumdadır. Olasılıkla birçok Neolitik Dönem yerleşmesi yükselen deniz
seviyesinin ya da Menemen, Helvacı ve Güzelhisar ovalarındaki alüvyal
dolguların altında kalmış olmalıdır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu bölgede 8 bin yıl önce başlayan ta-
rımcı yaşamın bilimsel yöntemlerle araştırılmış ve kazılmış tek örneği Ege
Gübre Neolitik yerleşimidir. 500 yıl (İÖ 6200-5700) varlığını sürdüren bu
yerleşmenin ilk safhasında konutlar yuvarlak planlıdır ve taş temeller üze-
rinde çamur ile sıvalı ağaç dalları ve çalı çırpı duvarlardan inşa edilmiştir.
İlk safhalarda henüz kerpiç duvarlar görülmez. İkinci safhada ise konutlar
yan yana yuvarlak ve dikdörtgen planlı mekânlardan oluşur. Bu safhada
da duvar tekniği bir önceki gibidir. Bu yerleşmedeki yuvarlak planlı yapılar
Orta Anadolu’dan bildiğimiz dörtgen planlı taş ve kerpiç mimari gelenek-
ten tümüyle farklıdır. Bu yuvarlak odalı yapıların yakın benzerleri Kıbrıs
ve Güney Yunanistan’daki Neolitik Dönem yerleşmelerinde görülür. Bu da,
Orta Anadolu ve Yakın Doğu Neolitik Dönem mimari geleneklerinden farklı,
üçüncü bir oluşum bölgesinin varlığını akla getirmektedir. Bu durum Suri-
ye-Filistin bölgesinden başlayan, Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Ege Denizi kıyıları
ve Girit Adası'nda varlığını sürdüren ortak Neolitik kültür öğelerinin oluş-
masında Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nin önemli olduğunu göstermektedir.

Resim 03. Ege Gübre Neolitik Yerleşimi


Ege Gübre fabrikası sahasında yapılan kazılar, bu Neolitik Dönem köyünün geride
bırakmış olduğu organik kalıntıların Karbon 14 yöntemi ile yapılan analizleri, yerleşmenin
İÖ 6230-5720 yılları arasında varlığını sürdürdüğünü gösteriyor. (Fotoğraf: Haluk Sağlamtimur)

29
Resim 04. Ege Gübre Neolitik Yerleşimi
Erken Tunç Çağı ile birlikte tüm Anadolu’da olduğu gibi bölgemizde de nüfus artmış ve
yerleşmeler çoğalmıştır. (Fotoğraf: Haluk Sağlamtimur)

Bölgemizdeki Neolitik Dönem yerleşmelerinin ekonomik temellerini


ve yararlandıkları kaynakları da Ege Gübre fabrikası yerleşiminden öğre-
niyoruz. Yerleşimin bulunduğu doğal çevre, tarıma uygun alanlara sahiptir
ve tarım ve hayvancılık halkın temel geçim kaynakları olmalıdır. Özellikle
yerleşimin güneyinde Gediz Çayı’nın getirmiş olduğu alüvyon dolgulardan
oluşmuş Menemen Ovası, bölgenin tarımsal potansiyeli açısından önem-
liydi. Kazı alanında ortaya çıkartılan tahıllar arasında bulunan ekmeklik
buğday, karaburçak, mercimek ve nohut olasılıkla bu tarımsal alanlardan
elde edilmiştir. Kazı alanında bulunan saman kalıntıları ile çok sayıdaki
ezgi taşı, bu tahılların un ve bulgur elde etmek için yerleşim yerinde işlem-
lerden geçirildiğini göstermektedir.
Tarımın yanında hayvancılık da ikinci temel uğraş alanıdır. Ege Gübre
fabrikası yerleşiminde bulunan hayvan kemiklerinin tamamına yakınının
evcil hayvanlara ait olması, hayvan yetiştiriciliğinin önemini göstermektedir.
Hayvan kemikleri, esas olarak evcil koyun, keçi ve sığırlara aittir. Domuz
kemikleri sayıca azdır. Yerleşimde besin ekonomisinin tarım ve hayvan
yetiştiriciliğine dayanmasına rağmen avcılık ve toplayıcılık da yapılmıştır.
Geyik, yaban domuzu ve yaban sığırı gibi av hayvanlarına ait kemiklerin
bulunması avcılığın sürdüğünü göstermektedir. Diğer yandan, kıyıya yakın
olduğu için deniz ürünleri de önemli oranda tüketilmiş olmalıdır.

30
Resim 05. Ege Gübre Neolitik Yerleşimi
İnsan biçimli pişmiş toprak heykelcikler. Neolitik Dönem. (Fotoğraf: Haluk Sağlamtimur)

Ege Gübre yerleşimindeki buluntular arasında çanak çömleğin dışın-


da ikinci büyük grubu, yontma taş aletler oluşturmaktadır. Bu yerleşim-
de yaşayan halk, Çakmaklı köyü yakınlarında Karaçakmak ve Akçakmak
tepelerindeki ocaklardan elde ettikleri çakmak taşından çok sayıda alet
yapmıştır. Az miktar da olsa Ege Denizi’ndeki Melos Adası'ndan gelen ob-
sidyen aletler kullanmıştır. Bu obsidiyen aletler de günümüzden 8 bin yıl
önce Ege ve Akdeniz’de deniz ticareti yapıldığını göstermektedir.

2000 yıllık iskân boşluğu (İÖ 5500-3500)


Karbon 14 analizlerine göre Ege Gübre yerleşiminde en genç organik
buluntu İÖ 5720 yılı civarına tarihlenir. Bu tarihten sonra yerleşme ter-
kedilmiş gibi görünmektedir. Aynı yerde neredeyse 1.750-1.800 yıl sonra
kazıcıların Geç Kalkolitik Çağ’a tarihledikleri çok zayıf bir yerleşme başla-
maktadır. Bu yerleşimde ortaya çıkan bu iskân boşluğu Batı Anadolu’daki
diğer bölgelerde 1.500-2.000 yıla kadar çıkmaktadır ve bunun olası ne-
denleri hakkında çok sayıda görüş ileri sürülmektedir3. Ancak bu tartışma-
ların yeri bu kitabın konusu değildir.
3
Bkz. Ersin Doğer, İzmir’in Smyrnası, İletişim Yayınları, (İstanbul 2006), 28-29.

31
Geç Kalkolitik ve Erken Tunç Çağları (İÖ 3500-2000):

Bölgenin yeni çiftçileri ve yerleşimleri
Uzun bir iskân boşluğundan sonra Aliağa-Menemen bölgesi yeniden,
olasılıkla başka etnik bir grup tarafından yurt seçilir. Bugüne dek yapılan
yüzey araştırmalarında Aliağa ilçesi sınırları içinde saptanmış Geç Kalko-
litik Çağ’a bir, Erken Tunç Çağ’a (İÖ 3500-2000) tarihlenebilen beş yerleş-
me-höyük saptanabilmiştir.
Ege Gübre fabrikası yerleşimi kazıları sırasında saptanan ve Geç Kal-
kolitik Çağ’a tarihlenen II. Tabakadan elde edilen organik kalıntılar Kar-
bon 14 analizleri yardımı ile İÖ 4040-3950 ile 3710-3640 arasına tarih-
lenmektedir. Bu sonuçlar bölgede Geç Kalkolitik Çağ’daki insan varlığına
ilişkin gelişmiş bilimsel yöntemlerle elde edilen ilk ve tek kanıtı oluşturur-
lar. Bunlar sınırlı ve zayıf mimari kalıntılar ile dört adet mezardan ibarettir.
Ancak kazıları gerçekleştiren arkeologlar, buradaki Geç Kalkolitik Çağ
yerleşiminin kazılma fırsatı bulunamayan batı kesiminde toprağın altında
olduğunu düşünmektedirler.4
Erken Tunç Çağı ile birlikte sadece bölgemizde değil hemen he-
men tüm Anadolu’da nüfus artmış ve yerleşmeler sayıca çoğalmıştır.
Bölgemizdeki en büyük ve tek kazılarak incelenen yerleşim Helvacıköy
Höyücek’tir. Eski Foça kavşağının 1.5 km kuzeybatısında kara yolu ile
batıdaki tepeler arasındaki Helvacı Ovası’nın tam ortasında yer alan bu
höyük, özellikle Eski Foça kara yolundan kuzeye doğru bakıldığında ko-
layca görülmektedir. 1950 yılında çok kısa süreli olarak Prof. Dr. Muzaffer
Şenyürek ve arkadaşları tarafından kazılmıştır.5 Bu kazılardan, tümüyle
olmasa bile bölgemizdeki bu en büyük yerleşme hakkında bazı bilgiler
elde etmek mümkündür. Bu yerleşmede günümüzden yaklaşık 5500 (İÖ
3500) yıl önce başlayan yaşam bin yıldan fazla sürmüş ve 4300 (İÖ 2300)
yıl önce kuzeyde Çanakkale Boğazı’ndan güneyde Antakya Ovası’na ka-
dar tüm Prehistorik (tarih öncesi) yerleşmeler gibi büyük bir yangın ve
tahribat ile sona ermiştir. Bu felakete neden olanların Balkanlardan gelen
ve Hint-Avrupa kökenli bir dil konuşan istilacılar olduklarına inanılmakta-
dır.

4
Haluk Sağlamtimur, Ege Gübre Neolitik Yerleşimi, Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya
Yayılımı, Türkiye’de Neolitik Dönem, Yeni Kazılar, Yeni Bulgular, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul,
2007, 373-376.
5
M. Şenyürek ve diğerleri, Larissa civarında Höyücek’de Yapılan Sondaj, Belleten 14 (1950), 487-
504.

32
Resim 06. Helvacıköy Höyücek
(Fotoğraf: Aslıhan Güçlü)

Helvacıköy Höyücek’in boyutlarından hareketle yerleşmenin en fazla


200-300 kişilik bir nüfusu barındırdığını söylemek mümkündür. Evlerini,
son dönemlere dek köylerimizde varlığını sürdürmüş olan taş temel üstü
kerpiç duvar ve ahşap çatı tekniği ile inşa etmişlerdir. Yetersiz nüfuslarıyla
günümüzde oldukça geniş olan Helvacıköy Ovası’nın çok küçük bir kesi-
minde tarım yapmış olmalıydılar. Höyüğün 500 m batısında bulunan Bör-
celi, Düdüklühavuz ve Bekirlerçeşmesi mevkilerindeki tatlı su kaynakları,
yerleşmenin su ihtiyacını karşılamış olmalıdır.
Toplumsal örgütlenmeleri hakkında kesin bir bilgimiz olmamasına kar-
şın, kabul edilebilir bir tahmin yapmamız mümkündür. Höyüklerin boyut-
larından hareketle bir önderin yönetiminde bir veya birkaç aileden oluşan
kabileler halinde yaşamışlar; Ege adalarındaki ve yakın çevrelerindeki di-
ğer yerleşmeler ile değiş tokuş düzeyinde ticaret yapmış olmalıdırlar.
Yerleşme olasılıkla bir sur duvarı ile korunmuş olmalıdır. 30 yıl önce
höyüğün tam ortasından geçirilen bir su kanalının ortaya çıkardığı bazı
kalın duvar kalıntılarının yerleşmenin surlarına ait olmaları mümkündür.

Bölgenin en eski tasviri: Helvacıköy Höyücek Steli


1994 yılında höyüğün kıyısından geçen su kanalının içinde üzerinde
kazıma bir insan tasviri olan taş bir levha bulundu. Sadece gözleri, kaş-
ları ve ağzı gösterilen bu insan tasvirinin elleri dua eder veya bir tehlikeyi
savuşturur biçimde açılmıştır. Batı Anadolu’da bugüne kadar ele geçen
iki örnekten biri olan bu tasvirli taş levha bölgenin en eski eseri olarak

33
kabul edilmelidir6. Yerleşme içindeki işlevini ve bulunduğu yeri tam olarak
bilemesek de bu tür tasvirli taş levhalar ile ilgili varsayımlardan birisini
burada aktarmak yararlı olacaktır. Buna göre insan tasvirli taş levhalar,
iskânı çeviren sur kapısı yanına yerleştiriliyorlardı. Büyü işlevi gördükleri
için de bunların halkı ve kenti gözle görülen (saldırgan insan grupları veya
vahşi hayvanlar) ve görünmeyen (hastalıklar, yangın, deprem) tehlikeler-
den koruduklarına inanılıyordu. Ancak bu tür büyüye karşı muska-fetişle-
rin Erken Tunç Çağı’nın ikinci safhasının sonunda Batı Anadolu’daki tüm
yerleşmelerin Helvacıköy Höyücek gibi, bir yangın ve tahribat ile ortadan
kalkmalarını engelleyemediği anlaşılmaktadır.
Helvacıköy Höyücek, bölgemizdeki tek tarih öncesi yerleşme değildir.
Diğer prehistorik iskânların dağılımlarına baktığımızda, hem boyutlarının
hem de ekip biçmek için yararlandıkları düzlüklerin daha küçük ölçekte ol-
dukları görülmektedir. Bunlardan en yakını kuzeyde Helvacıköy höyücek
ile İzmir-Bergama asfaltı arasındaki Melengiçsekisi höyüğüdür. Oldukça
alçak ve üzeri düzlenerek tarla haline getirilmiş olan bu yerleşme, Helva-
cıköy höyücek ile çağdaş ve muhtemelen onun uydusu küçük bir iskân ol-
malıdır. İlçe merkezinin güneyinde ErkenTunç Çağı’ndaki ikinci yerleşme
Bozköy Höyücek’dir7. Yeni Foça yol kavşağının 750 m kuzeyinde, bugün
demir çelik fabrikaları ile Nemrut Körfezi arasındaki Biçerova’nın güney
kıyısında aşınmış hafif bir yükselti halindedir. Sanayi bölgesinin ortasında
kalmış olması, geleceği hakkında kuşkular duymamıza neden olmaktadır.
İlçe merkezinin kuzeyinde ise bugüne kadar iki Erken Tunç Çağ yer-
leşmesi saptanmıştır. Bunlardan ilki Çaltılıdere Höyüğü’dür8, diğeri ise Te-
maşalık mevkisinde Gryneion antik kentinin de yer aldığı yarımada üze-
rindedir. Antik kent tarafından tahrip edildiği anlaşılan yerleşmeden geriye
sadece bu döneme tarihlenen çanak çömlek kalmıştır.

6
Doğer Ersin, Helvacıköy Höyücek'te Bulunmuş Kazıma Figürlü Bir Stel, Arkeoloji Dergisi III, İzmir,
1995, E.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları
7
Şenyürek 1950; Doğer 1998, 5.
8
Driehaus 1957, 92; French 1969, 220, ek 29a, 29b1; TAY IV. Çaltılıdere.

34
Resim 07. Helvacıköy Höyücek Steli
(Fotoğraf: Ersin Doğer)

35
36
Orta ve Geç Tunç Çağları
(İÖ 2000-1900-1200)

37
38
Orta ve Geç Tunç Çağları (İÖ 2000-1900-1200)
Bu dönemdeki Aliağa-Menemen bölgesinin tarihi, üç bölüm olarak
sunulmaktadır. İlk bölüm, tümüyle İÖ 2000 ile İÖ 1200 yılları arasındaki
herhangi bir dönemde yerleşim gören noktalarının tespit ve tanıtılmasın-
dan oluşmaktadır. İkinci bölüm, Orta ve Geç Tunç Çağları olarak adlan-
dırılan 800 yıllık dönem hakkında daha sonra gelip bu bölgeye yerleşen
Hellenlerin ve ardıllarının günümüze ulaşan bilgileri ve farkındalıkları
−eksik ve yanlış da olsa− sergilendi. Üçüncü bölümde ise modern tarih bi-
liminin son 50 yıl içinde elde ettiği sonuçlar verildi. Bu şekildeki bir bölüm-
leme belki de bölgemiz tarihi için gerekli doğru bilgi ile efsaneyi birbirinden
ayırmaya yardım edecektir.

Yeni etnik gruplar, yeni kültür: Pelasglar mı, Luviler mi?


İÖ ikinci bin yıllarında Gediz Nehri ile ile Bakırçay arasındaki kıyı böl-
gesinde önceki dönemlere nazaran yerleşme sayısının arttığını ve yer se-
çimi konusunda bazı yeni tercihlerin olduğunu görmekteyiz. Geç Kalkolitik
ve Erken Tunç çağlarında yerleşilen ve daha sonra terkedilen höyükler
bu dönemde de yeniden daha küçük ölçeklerde iskân edilmiştir. Örneğin,
Melengiçsekisi ve Hacıyusuf Değirmeni höyüklerinde, Orta ve Geç Tunç
çağları kültürünün ürünleri olan maden taklidi, grinin değişik tonlarında ça-
nak çömlekler bulunmaktadır. Ayrıca Gediz Nehri'nin kuzey sahili boyunca
alçak tepelerin eteklerindeki Gümüşdiş kuyusu ve Karamustafa kuyusu
mevkilerinde yeni kıyı yerleşimleri ortaya çıkmaktadır. Ancak düz alan-
lardaki bu savunmasız köylerin yanında bölgeye egemen stratejik birkaç
tepe üzerinde kurulan sur duvarlı yerleşmeler dönemin siyasi ve askeri
gereklerine uygun olarak değişen yerleşim tercihlerini göstermektedir.
Bu yeni kültürün Anadolu’ya yönelen yeni bir göçün ürünü oldu-
ğu konusunda güçlü kanıtlar vardır ancak tartışmaya da kapalı değildir.
İÖ 1. binin başlarında Batı Anadolu kıyılarına göç eden Hellenlerin yeni
yurtlarında karşılaştıkları ve köleleştirdikleri ve sonradan karıştıkları böl-
genin yerliler hakkında yetersiz de olsa bilgileri vardır ve bu bilgiler üzerin-
de modern tarihçiler değişik yorumlar yapmaktadırlar. Hellenler karşılaş-

39
tıkları bu halklara toptan olarak Pelasg adını vermişler, yanlarına da daha
önemsiz ölçüde Lelegler adında çoban bir halkı da katmışlardır. Ancak
20. yüzyılın başlarından itibaren dilleri çözülen Anadolu’nun egemeni Hi-
titlerin bölgemize ilişkin verdikleri bilgiler arasında ne Pelasgların ne de
Leleglerin adları geçmektedir. Onlar aksine Luvi dili konuşan Arzawalılar-
dan, Assuvalılardan ve bölgeyi ele geçirmeye çalışan (Hellenlerin ataları)
Ahhiyawalılar'dan söz etmektedirler.

Homeros destanlarındaki Larissa (Buruncuktepe)


İÖ ikinci binde yerleşmelerin en önemlisi, bölge için çok stratejik bir ko-
numda olan Buruncuktepe’nin üzerindeki kale yerleşmedir. 1902 ve 1934
yıllarında İsveçli ve Alman ekipler tarafından kazılan bu yerleşme üzerin-
de Hellen fetihlerinden önceye tarihlenen bir sur duvarı ortaya çıkartılmış-
tır9. Bu sur duvarı, çağdaşları olan Troia ve Yunanistan’daki Miken kaleleri
surlarının çevirdiklerine göre daha geniş bir alanı çevirmekteydi. Kazılar
sırasında ele geçen çanak çömlek de bu ikinci bin dönemi yerleşmesinin
varlığını doğrulamaktadır.
Muhtemelen İÖ 2. bin yılı içinde bölgeyi idare eden yerel bir beyliğin
merkezi olarak düşünülmesi gereken Buruncuktepe Kalesi çevre için bi-
rinci derecede stratejik öneme sahipti. Güneyden Smyrna (İzmir) ve doğu-
dan Manisa Boğazı yönünden gelen yolların kuzeye gitmek üzere birleşti-
ği kavşak noktası üzerinde bulunmaktadır.

Resim 08. Larissa’dan (Buruncuktepe) Kyme’ye bakış


(Fotoğraf: Aslıhan Güçlü)

9
H. Miltner-J. Böhlau, Eski İzmir (Navluhon-Tantalis) ve Larisa Şehirleri Harabeleri, (Larisa hafriyatı
hakkında rapor), İzmir, 1934, 31-36; Bean 1995, 80-81.

40
Akhalı (Mykenli) tüccarların üssü Panaztepe
Bu dönemde bölgenin ikinci büyük ve önemli iskânı son yıllarda ya-
pılan kazılarla gün ışığına çıkartılan Panaztepe üzerinde bulunmaktadır.
Panaztepe kazıları sayesinde tepenin üzerinde tahkimatlı bir yerleşme
ile batı eteğinde İÖ 2. bin başına tarihlenen aşağı kente ait kalıntılar ile
İÖ 2. binin ikinci yarısına tarihli değişik tiplerde (sanduka, küp ve tho-
los) çok sayıda mezarlardan oluşan bir mezarlık (nekropolis-ölüler kenti)
gün ışığına çıkartılmıştır. Bu mezarlar içinde Batı Anadolu arkeolojisi için
en ilginç olanları; Yunanistan’daki Miken (Akha-Ahhiyawa) uygarlığına
özgü yalancı tholos adı verilen, bindirme tekniğinde üst üste yerleştirilen
taşlardan oluşan oda mezarlardır. Bu mezarların içine ölü hediyesi ola-
rak bırakılan Miken üretimi veya taklidi boyalı çanak çömlekler ve bronz
kılıçlar, Yunanistan ile olan kültürel ve ticari yakınlığı göstermektedir.
Panaztepe yerleşmesi ile bölgede hâkim konumu ile dikkati çeken Bu-
runcuktepe Kalesi arasındaki ilişkileri öğrenmek dönemin tarihi bakımın-
dan çok yararlı olacaktır. Panaztepe yerleşmesi de üzerinde yer aldığı
Yeditepeler ve uzantılarının o çağlarda bir ada olduğunu varsaydığımız-
da, bu yerleşmenin Akha-Miken tüccarları tarafından Batı Anadolu’daki
yerli halklar ile ticaret yapmak üzere bölgedeki egemen güçlerden izinli
kurulmuş olduğunu düşünmek mümkün gibi görünmektedir. Üçtepeler’in
ada konumunda olması ana karadan gelecek saldırılar karşısında belli
bir güvence sağlarken, kıyıya çok yakın olması ticari ilişkilerin kurulması
bakımından avantaj sağlamaktaydı. Gerçekten de kazı başkanı Prof. Dr.
Armağan Erkanal’a göre;
“Panaztepe mezarlık alanında ele geçirilen zengin buluntular ışığında
İç Anadolu, Batı Anadolu, Ege Adaları ve Kıta Yunanistan ile pek çok
ilişki saptanmış olup, bunların değerlendirilmesi ve kronoloji problem-
leri üzerindeki çalışmalar sürdürülmektedir.”10

Bölgede yapılan yüzey araştırmalarında Panaztepe yerleşmesi ve


Buruncuktepe Kalesi gibi iki önemli yerleşme dışında daha küçük ölçekli
iki tepe yerleşmesi daha saptandı. Bunlardan birincisi Panaztepe’nin he-
men kuzeyinde Gerenköy üstündeki Panayırtepe (Manastırtepe), diğeri
Menemen’in doğusunda, Yahşelli köyü sınırları içinde ve demiryolunun
kıyısında, Manisa boğazına egemen bir noktada bulunan ve daha önceki
yayınlarda Kumtepe, 1/25.000 ölçekli haritalarda Sakaltepe olarak geçen

Armağan Erkanal, 1993 Panaztepe Kazıları Sonuçları, XVI. Kazı Sonuçları Toplantısı I (Ankara
10

1995), 281-285.

41
yerleşmedir. Bu alçak tepe üzerinde İÖ 2. bine tarihli yerel çanak çömlek
parçaları ile ithal Miken seramik parçaları ele geçmiştir11.
Kuzeyde ise Güzelhisar Çayı vadisi içinde İÖ 2. binli yıllarda yerleşil-
diğine dair herhangi bir arkeolojik kanıt saptanamamıştır. Bununla birlikte
daha kuzeyde Çaltılıdere Höyüğü ile Aiol yerleşmesi Gryneion’un yer al-
dığı Temaşalık Yarımadası’nda, yüzeyde bu dönemin karakteristik çanak
çömleğine rastlanmaktadır.
Bu dönemin siyasi ve toplumsal yaşamı hakkında İÖ 1. binde bölgeye
yerleşen Aiol Hellenlerinin kendilerinden önceki döneme ilişkin bildikleri ve
günümüze aktardıkları aşağıdaki sayfalarda sergilenmektedir.
Daha sonraki bölümde de söz edeceğimiz gibi Hellenlere göre bölgeye
yerleşmek için Kyme’de (Nemrut Limanı) karaya ayak bastıklarında onlara
uzun zaman direnen ve yayılmalarını engelleyen Larissa’da oturan Pelasg-
lardı12. Bu halk bölgeyi, yerleştikleri bu hâkim tepe üzerindeki kaleden yö-
netmekteydiler. Pelasglar sadece Larissa ve civarında oturan bir halk değil-
di. Pelasglar, Hellenlere göre sadece Küçük Asya’da değil, aynı zamanda
Yunanistan’da (Hellas) ve adalarda kendilerinden önce yaşayan bir halktı.
Hellenlerin bize aktardıkları efsaneler arasında Larissa’daki efsane-
vi Pelasg krallarından birisinin de ismi korunmuştur. Efsaneye göre Kral
Piasus kendi öz kızına âşık olmuş ve ona zorla sahip olmuştu. Fakat kız
intikamını almış; bir gün babası şarap almak için eğildiğinde onu fıçıya
itmiş, ayaklarını kırbaçlayıp sonra da şarap içinde boğmuştu13.

Larissalılar Troialıların safında Akhalara karşı savaşıyor


Bazı itirazlara karşın genellikle Buruncuktepe üzerindeki yerleşme ola-
rak kabul gören Larissa, Hellenlerin gelişinden önce bölgenin en eski ve
önemli kentiydi. Ayrıca Homeros tarafından efsanevi Troia Savaşları sırasın-
da adından söz edilen ender kentlerden biri olma şerefine de sahiptir. İliada
Destanı’nda Yunanistan’dan gelen Hellen saldırganlar karşısında Troia’nın
(İlion) müttefikleri arasında, Homeros’un anlatımıyla “Toprağı bereketli
Larissa civarında oturan savaşçı Pelasglar’a komuta eden.... Larissa’dan
uzakta Troia önlerinde öldürülen liderleri Hippothoos”u okumaktayız. Kral
Hippothoos’un adının Hellence’deki anlamı Çevik At’ dır. Bu isimden hare-
ketle bölgemizin o dönemde atları ile de ünlü olduğu sonucunu çıkarmak
mümkündür.

11
Doğer 1998, 12.
12
Strabon, Geographika XIII 3.3.
13
Strabon, Geographika XIII. 3.4.

42
İÖ 2. binde Batı Anadolu tarihine genel ve kısa bakış
19. yüzyıldan itibaren başlayan modern tarih araştırmalarının sonu-
cunda bu döneme ve bölgemizin İÖ 2. bin tarihine ilişkin eski Hellenlerin
bildiklerinden farklı olarak biz ne biliyoruz?
İki farklı dalga halinde, İÖ 2300 ve İÖ 1900 tarihlerinde, Güneydoğu
Avrupa ve Balkanlar’dan gelip Boğazları aşan, diğer bir görüşe göre de
Kafkasya üzerinden Anadolu’ya geçen Hint-Avrupa dilleri konuşan gruplar
ülkenin büyük bir kısmını yakıp yıkar, Antakya Ovası’na dek inerek, kültü-
rel bakımdan yeni bir dönemi başlatırlar. Aynı kökten gelen, akraba diller
konuşan ve değişik isimler altında tanınan bu halklardan Luviler olarak
adlandırılan bir bölümü, Marmara ve Ege kıyılarından Antakya Ovası’na
dek çok geniş bir alana yayıldılar ve Hellenlerin Batı Anadolu’ya geldikleri
İÖ 1100 tarihlerine kadar ülkenin erken kültürüne ve tarihine damgalarını
vurdular. Sadece Anadolu’da değil, aynı zamanda Yunanistan’a da yerle-
şen bu halklar daha sonra Hellenler tarafından Pelasglar, Lelegler, Karlar
olarak adlandırıldı. Gerçekten de, bu geniş coğrafya içinde günümüze ka-
dar gelen birçok kentin adı Hellen dilinde açıklanamamaktadır. Örneğin,
daha sonraki bölümlerde de değineceğimiz gibi bölgemizde bulunan La-
rissa, Temnos (veya Tamnos), Palaudis, Killa (Kyllene), Myrina ve Smyrna
(İzmir) gibi kent adları Hellenlerden önce bölgede yaşayan bu halklar ta-
rafından verilmiş ve daha sonra gelen Hellenler (Yunanlar) tarafından da
kabul görüp kullanılmıştır.
İÖ 2. binli yıllar (1900-1200) içinde Anadolu hem kültürel hem de siya-
si bakımından köklü değişimlere uğradı. Luvi kökenli halklar ile yaklaşık
aynı tarihlerde İlk Çağ tarihçilerinin verdikleri isimle Hititler −kendileri için
kullandıkları ad ile Neşalılar− Hattuşaş (Boğazköy-Yozgat) başkent olmak
üzere İÖ 1600 tarihlerinde Orta Anadolu’da bir devlet kurdular. İÖ 1400’lü
yıllardan sonra da, tarih sahnesinden silindikleri İÖ 1200’e kadar güçlü
oldukları dönemlerde egemenliklerini güneyde Kıbrıs, Suriye ve Irak’a,
doğuda Fırat’a dek genişlettiler. Bu dönemlerde Mısır ve Asur imparator-
lukları ile birlikte bölgenin üçüncü süper gücü haline geldiler. Merkezi bir
devletin ihtiyaçları içinde, İÖ 2000 yıllarında Asur ticaret kolonileri aracılığı
ile Mezopotamya’dan alınan çivi yazısı ve Luvi kökenli olduğu iddia edi-
len hiyeroglif (resimsel) yazılarını kullandılar; günlük ve resmi yaşamın
her alanında birçok yasa ürettiler. Dini törenlerini ve bayramlarını en ince
ayrıntılarına dek pişmiş toprak ve bronzdan tabletlere geçirerek devlet ar-
şivlerini kurdular.

43
Dönemin batıdaki ikinci büyük gücü Ege Denizi’nin öbür yakasında Yu-
nanistan’daki (Hellas) özellikle Peloponnesos (Mora) Yarımadası’nda Mi-
ken, Tirins, Pilos, Atina gibi surlarla çevrili kalelerde yaşayan ve en büyük
kentlerinden hareketle Mikenliler olarak da anılan Akhalardı. Homeros’un
İliada Destanı’nda anlattığı, Troia’yı kuşatan Akhalar (Akhaioi) güçlü de-
nizci, korsan ve tüccar özellikleri ile İÖ 1450 yıllarında Girit’i işgal etmişler
ve Batı Anadolu kıyıları ile de ilgilenmeye başlamışlardı. Gevşek bağlarla
bağlı beyliklerden bir konfederasyon oluşturan bu halk Linear (çizgisel) B
adı verilen bir hece yazısı kullanmaktaydı.
İşte Hitit İmparatorluğu ile Yunanistan’a ve Rodos gibi Anadolu kıyıla-
rının karşısındaki adalara yerleşmiş Akhalar gibi iki gücün arasında kalan
ve Batı Anadolu’da küçük beylikler halinde yaşayan Luvili halklar ile ilgili
bilgiler yine Hitit kaynaklarından gelmektedir. Hititlerin zaman zaman Batı
Anadolu’da beylikler halinde ve gevşek bir konfederasyon içinde örgütlen-
miş bu halklar üzerine de seferler yaptıklarını kendilerinden öğreniyoruz.
Bununla birlikte Batı Anadolu kıyılarında ve iç bölgelerde konuşlanmış
halklar ve bunların siyasi örgütlenmeleri üzerine İÖ 1400 tarihlerine kadar
bilgi veren herhangi bir yazılı kaynak yoktur. Dolayısıyla bölgemizde de
bu tarihlere kadar ne olup bittiğine dair herhangi bir bilgimiz de bulunma-
maktadır. Sadece Batı Anadolu kıyılarındaki bazı yerleşmelerde rastlanan
Girit-Minos dönemi üretimi bazı çanak çömlek buluntularını, İÖ 2. binin ilk
yarısı boyunca ya Minos yönetiminin bilinçli olarak uyguladıkları bir kolo-
nizasyon politikasının sonucu ya da Minoslu tüccarların Batı Anadolu kı-
yılarındaki bazı yerleşimlerle yaptıkları ticari faaliyetlerin kalıntıları olarak
yorumlamak mümkündür.

Efsane değil, tarihsel gerçek: Hititler'in himayesinde


Seha Irmağı Ülkesi
Batı Anadolu’ya yerleşmiş olan bu halklara ilişkin yazılı kaynaklar İÖ 2.
binin ikinci yarısının başlarından itibaren bilgi vermeye başlarlar. Örneğin,
Hitit Kralı I/II. Tuthaliya (İÖ 1400) Batı Anadolu’da bulunduğu anlaşılan
Arzawa ülkelerine bir askeri sefer yapar14. Hititlerin üstünlüğüyle biten bu
savaşın sonucunda bu ülkelerden 500 çift atla birlikte birçok piyade ve
atlı araba savaşçısı tutsak alınır15. Hititlere karşı savaşan halklar arasında
Seha Irmağı Ülkesi insanları da sayılmaktadır. Bu bilgi ile Seha Irmağı
Ülkesi’nin Arzawa Konfederasyonu içinde, ancak farklı bir ülke olarak anıl-
dığı görülmektedir.

14
Trevor Bryce, The Kingdom of The Hittites, 124.
15
Adı geçen yer.

44
Harita 01. Seha Nehri ülkesi

Böylece İÖ 15. yüzyılın başından itibaren Batı Anadolu’da Seha Ir-


mağı Ülkesi olarak kayıtlara geçen bir ülkenin varlığı kesindir16. Söz ko-
nusu ülkeye ilişkin tüm yazılı kaynaklar incelendiğinde Menemen-Aliağa
ve Bergama ilçe topraklarının hemen tamamının bu beyliğin sınırları için-
de yer aldığı anlaşılmaktadır. Kısaca tanımlamak gerekirse, Seha Irmağı
Ülkesi’nin eski adlarıyla Kaikos ve Hermos, yani günümüzdeki adlarıyla
Bakırçay ve Gediz ırmakları arasındaki topraklar olduğuna ilişkin genel bir
yaklaşım birliği olduğu görülmektedir. Ancak Seha Irmağı’nın, Bakırçay ya
da Gediz nehrinden hangisinin bu dönemdeki adı olduğuna ilişkin net bir

Seha Nehri Ülkesi’nin ayrıntılı ve geniş olarak ele alındığı bir kaynak olarak bkz. Sefa Taşkın,
16

Luviya, Batı Anadolu ve Ege’nin İÖ 2. binyıl Tarihi’ne Yeni Bir Bakış, Arkeoege yayınları, İstanbul
2016, 121-217.

45
kanıt yoktur. Ama iki akarsudan birinin adı olduğuna da kuşku yoktur. Bey-
liğin güney sınırının Mira Beyliği (Küçük ve Büyük Menderes vadileri) tara-
fından belirlenen Karabel Geçidi olduğu açıktır. Buradaki Hitit üslubundaki
savaşçı kabartması üzerinde Mira Kralı Targasnawa’nın adı okunmuştur17.
Seha Irmağı Ülkesi’nin doğu sınırı konusunda bilgiden ziyade tah-
minler vardır. Olasılıkla Kula ile Uşak arasında bir çizgi Seha Irmağı
Ülkesi ile Hitit ülkesi arasındaki sınırı oluşturuyor olabilir. Kuzeyde ise
Wilusa/Tariusa ülkesi ile olasılıkla Edremit-Ayvalık-Gelenbe hattı tahmin
edilmektedir. Yazılı kaynakların verdiği bilgilere göre Laspa Adası (Les-
bos-Midilli) beyliğin kıyılarının karşısında bulunmaktadır.
Seha Irmağı Ülkesi’nde bir tek kentin, Maddunassa’nın adını biliyoruz.
Tartışmalı olsa da, kazı ve araştırmalara henüz başlanan Manisa’nın Göl-
marmara kasabasının kıyısında kurulduğu Marmara (antik Gyges) Gölü
yakınındaki Kaymakçıtepe üzerindeki ören yerinin, Seha Irmağı Ülkesi’nin
başkenti Maddunassa olma olasılığı yüksektir. Maddu-Luvice de şarap,
bal anlamına gelmektedir18.-assa ise Luvi dilinde yer adlarının oluşturul-
masında yaygın olarak kullanılan bir sonektir19. Buradan, Maddunassa,
şarabın, balın bol olduğu yer anlamına gelebilir. Kaymakçıtepe gerçekten
Maddunassa ise kentin adı ile yöredeki üzüm bağlarının genişliği uygun-
luk göstermektedir.
Yukarıda da sözünü ettiğimiz, Homeros’un İliada’da adını andığı, Pe-
lasgos halkının yaşadığını belirttiği Larissa’nın (Buruncuktepe) da, konumu
itibarıyla Ege Denizi kıyısında bir Seha Irmağı Ülkesi kenti olduğu düşünü-
lebilir. Ayrıca son yıllarda yapılan kazılarda elde edilen bulgularla gittikçe
önem kazanan Panaztepe’nin, antik adının bilinmemesine karşın konumu
nedeniyle önce Arzawa Krallığı daha sonra Seha Irmağı Ülkesi sınırları
içinde olabileceğini ileri sürmek mümkündür.
Prof. Armağan Erkanal ve ekibinin 1985 yılından beri Panaztepe’de
yaptığı sistemli kazılarda bu yerleşimin Erken Tunç Çağı’na (İÖ 3000’lere)
dek uzanan bir geçmişi olduğu ortaya çıkmıştır. Yapı katlarından ve kazı-
da çıkan çanak çömlek buluntularından20 anlaşıldığına göre Panaztepe
Orta Tunç Çağı (İÖ 2000-1550) ve Geç Tunç Çağı’nda (İÖ 1550-1200)
da Ege Denizi kıyısında etkili bir yerleşim yeri olmalıdır21. Panaztepe ka-
zılarında bulunan Miken seramiklerinin çokluğu bu kentin Yunanistan ana

17
J. D. Hawkins, Tarkasnawa King of Mira, Boğazköy sealing and Karabel, Anatolian Studies 48 (1998), 1-32.
18
H.G. Melchert, The Luwians, 198.
19
O.R. Gurney, The Hittites, s.123.
20
Armağan Erkanal, Menemen Panaztepe kazısı raporu, 2006-2007, Türk Tarih Kurumu Sitesi.
Armağan Erkanal-Nazlı Çınardalı, Panaztepe 2010 yılı Kazı Çalışmaları, 33. Yıl Kazı Sonuçları, s.
21

419-440.

46
karasındaki Mikenler ile yani Ahhiyawa Krallığı ile ilişkili olabileceğini gös-
termektedir.
Panaztepe’nin günümüzde Gediz Nehri'nin getirdiği alüvyonlarla her
yönden boğulmuş ve karasal bir özellik göstermesine karşın günümüzden
4000/3500 yıl önce kıyıya yakın bir ada veya etrafı bataklıklarla çevrili bir
yarımada konumunda olduğunu düşünmek mümkündür. Bu da İÖ 2. bin
içinde hemen doğusunda görülen Seha Irmağı Ülkesi içinde bir merkez
olan Larisa’nın (Buruncuktepe Kalesi) denetimi altında bir Akha-Miken ti-
caret kolonisi işlevi gördüğünü ileri sürmemize izin verebilir. Nitekim söz
konusu Panaztepe üzerindeki İÖ 2. bin yerleşmesinde sur sisteminin bu-
lunmamasının yerleşmenin Seha Irmağı Ülkesi yöneticileri tarafından izin-
le kurulan ve suru olmayan bir pazar yeri olması mümkündür.
Seha Irmağı Ülkesi’nin kısa tarihine gelince; adı ilk kez Hitit Kralı
I/II. Tuthaliya’nın (İÖ 1400) Arzawa Krallığı üzerine yaptığı sefer sırasında
yendiği beyliklerin arasında sayılır. Beyliğin adı, aradan geçen yüz yıla
yakın bir süre sonra yeniden Batı Anadolu'ya sefere çıkan diğer bir Hi-
tit Kralı II. Murşiliş’in (İÖ 1321-1295) bıraktığı kil tabletlerdeki kayıtlarda
görülür. Büyük Kral Şuppiluliuma’nın oğlu Murşiliş II’nin yıllıklarında Ar-
zawa Konfederasyonu'na karşı savaşıldığı anlatılmaktadır. Arzawa Kra-
lı Uhhazitis’in Milawanda (Miletos) kentini Ahhiyawa Krallığı’na verme-
si bu savaşın nedeni olarak gösterilmektedir. Hitit Kralı II. Murşiliş Batı
Anadolu’ya yaptığı sefer sonucunda Arzawa Krallığı’nı ortadan kaldırmış
ve konfederasyon içinde yer alan Seha Irmağı Ülkesi Kralı Manapa-Tar-
hunda ile bağımlılık anlaşmaları yapmıştır. Bununla birlikte Hitit metinle-
rinde adı geçen Seha Irmağı Ülkesi’nin en eski kralının adının Muwawal-
wi22 olduğu anlaşılmaktadır. Olasılıkla Muwawalwi’nin ölümünden sonra
oğullarından Ura-Tarhunda Seha Irmağı Ülkesi’nin kralı olmuştur. Önceleri
Hititler’e bağlı olan Ura-Tarhunda, bağlılık yeminini çiğnemiş; bunun üze-
rine Seha Irmağı Ülkesi halkı onu tahttan uzaklaştırmıştır. Manapa-Tar-
hunda Hitit desteğiyle tahta çıkmış ve uzun bir süre tahtta kalmıştır. Ancak
II. Murşiliş’in yerine Hitit tahtına geçen II. Muwatalli, Manapa Tarhunda’yı
tahttan indirmiş ve yerine olasılıkla oğlu Masturi’yi çıkartmıştır.

Hitit Prensesi Massanauzzi Seha Irmağı Beyliği’ne gelin geliyor.


Massanauzzi, Amazon mu?
Bu arada Hitit Krallığı ile Seha Irmağı Ülkesi Beyliği arasındaki bağ,
II. Muwatalli’nin kız kardeşi Prenses Massanauzzi ile Kral Masturi’nin ev-
lenmesiyle güçlenmiştir. Hitit sarayından gelen Prenses Massanauzzi Hitit
ve Batı Anadolu tarihinde pek üzerinde durulmayan ilginç bir kişilik olarak

22
Trevor Bryce, The Kingdom of The Hittites, 304.

47
karşımıza çıkacaktır. Hattuşaş’daki Hitit sarayından, Batı Anadolu’da Hi-
tit devletine bağımlı göreceli küçük bir beyliğe gelin gelen Massanauzzi
güçlü bir kadın olmalıdır. Ayrıca kuşkusuz bu evliliğin Hitit devletinin çı-
karlarını olasılıkla Yunanistan’daki Ahhiyawa’ya karşı bölgemizin de yer
aldığı kuzeybatı Anadolu kıyılarında korumak ve savunmak gibi bir göre-
vi de içermiş olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Evlilikleri süresince
Massanauzzi ile Masturi’nin çocukları olmamış, Hitit Kralı III. Hattuşili, kız
kardeşi ile Seha Irmağı Ülkesi Kralı Masturi’nin çocuk sahibi olması için
Firavun II. Ramses’den (İÖ 1279-1213) Mısırlı bir hekim istemiştir. Haklı
olarak Massanauzzi’nin Masturi’den bir oğula, veliahta sahip olması Hitit
devletinin Seha Irmağı Ülkesi üzerinde gelecekteki stratejik çıkarları için
hayati önemde görünmektedir.
Çocuk sahibi olamayan Kral Masturi’nin yaşlılık yıllarında Tarhunna-
radu isimli kraliyet ailesinden olmayan bir kişi Seha Irmağı Ülke’sinde is-
yan çıkardı. Tarhunnaradu, Hititlere bağlı Masturi’yi tahttan indirerek yeri-
ne kendi geçti. Bu eylemde, Tarhunnaradu’nun en büyük destekçisi Ege
Denizi’nin ötesindeki Ahhiyawa Kralıydı23.
Tarhunnaradu’nun Seha Irmağı Ülkesi tahtına oturmasıyla Batı
Anadolu’da II. Murşiliş tarafından kurulan Hitit devletine bağımlılık dü-
zeninin bozulduğu görülür. Hititler'in, kendine bağlı bir iktidarın devril-
mesini göze alamayacakları açıktır. Bunun üzerine Hitit Kralı IV. Tut ha-
liya (İÖ 1237-1209) isyanı bastırmak için batıya yürür ve başkaldıran
Tarhunnaradu’yu yenerek tahttan indirir.
Kral IV. Tuthaliya Batı Anadolu’da Hitit için kilit ülkelerden biri ol-
duğu anlaşılan Seha Irmağı Ülkesi’nin başına ülkenin ilk krallarından
Muwawalwi’nin (Manapa-Tarhunda’nın) soyundan gelen, adı kayıtlarda
bulunmayan birini kral olarak atadı24. Ancak bu Hitit kralının adı kil tab-
letin o kısmı kırık olduğundan okunamamıştır25. Demek ki Masturi ile
Massanauzzi’nin, ülkenin başına geçecek bir çocukları olmayınca tahta
yine de aynı soydan biri getirilmiş olmalıdır. Bu yıllardan sonra Seha Irma-
ğı Ülkesi’ne ilişkin tarihsel bilgiye eldeki kayıtlarda rastlanmaz. İÖ 1200
tarihleri tüm coğrafyamızı bekleyen ve Deniz Kavimleri adı verilen savaşçı
gruplar tarafından yaratılmış bir kargaşa döneminin başlangıcını oluştu-
rur. Yaklaşık 200 yıl süren bu dönemin sisleri aralandığında Batı Anadolu
kıyılarının tümüyle Yunanistan’dan gelen ve Hellen dilini konuşanlar tara-
fından iskân edildiği görülecektir.
23
Adı geçen eser, 305.
24
Adı geçen eser, 304.
Aygül Süel, Tarhunnaradu-Tarhundaradu in Ortaköy Texts Preceedings of the Eight International
25

Congress of Hititology, 933.

48
Hellenlerin Yunanistan’dan
Batı Anadolu kıyılarına göçü
(İÖ 1120-1050/900)

49
50
Hellenlerin Yunanistan’dan Batı Anadolu
kıyılarına göçü (İÖ 1120-1050/900)
Yaklaşık İÖ 1180 tarihlerinde başkenti Hattuşaş yakılıp yıkılan ve
terkedilen Hitit devleti ortadan kalkınca ardından Batı Anadolu kıyıla-
rındaki müttefikleri olan beylikler (Mira, Seha Irmağı, Wilusa, Lukka vs.)
de yavaş yavaş iç ve/veya dış saldırılar nedeniyle ortadan kalktı. Artık
ataları Ahhiyawalıların Batı Anadolu’nun verimli topraklarına yerleşme-
lerini −Miletos-Bodrum kıyısı dışında− birkaç yüzyıl boyunca engelleyen
Hitit devleti engeli ortadan kalkınca Yunanistan’dan daha verimli yeni
topraklar arayan Hellenlerin daha önceden tanıdıkları bir yakın coğraf-
yaya göçü başladı. Bu eşyanın doğasına da uygun bir durumdu ve Ege
Denizi’nin batısından doğusuna yapılan göçler 1922 yılına kadar dur-
mayacaktı. Olasılıkla Hellenlerin kafileler halindeki göçü sırasında Batı
Anadolu kıyılarında onları engelleyecek kendilerinden daha güçlü bir
yerli halk kalmamış olmalıdır. Günümüze kadar ulaşan bazı direniş ha-
berleri bu çaresizliği göstermektedir.26

Hellenlerin Aiol kolu Nemrut ve Çandarlı Körfezi


kıyılarına yerleşiyor (İÖ 1120/1050-900)
Güneyde İzmir Körfezi’nden Çandarlı Körfezi’nin kuzey kıyılarına ka-
dar Aliağa-Menemen civarının payına da Hellen dilinin değişik bir lehçesi-
ni konuşan Aiol kabileleri düştü. Önceleri bunlar Yunanistan’ın Thessalia
ve Boiotia bölgelerinde ve karşı adalarda yaşıyorlardı. İlk Çağ’da yaşa-
yan ve Pseudo Herodotos olarak tanınan bir tarihçi Homeros’un Hayatı
adlı eserinde Aioller’in Kuzeybatı Anadolu kıyılarına göçlerinin, İÖ 1140
yılında Lesbos (Midilli) Adası'nın işgaliyle başladığını yazmaktadır. Ona
göre Kyme 1120; Neonteikhos 1112; Smyrna ise 1102 yılında kurulmuştur.
Erastothenes’in daha sonraları Bizans tarihçisi Eusebios tarafından akta-
rılan kronolojisine göre bu kentlerin içinde sadece Myrina’nın kuruluş tarihi
yaklaşık yüzyıl sonraya, İÖ 1047 yılına verilmektedir.

26
Strabon, Geographika XIII 3.3 (C 621).

51
Aiollerin göçü İon göçlerinden daha önce başlamış, ancak dağınık ve
uzun süreli olmuştur. Söz konusu göçlerin gerçekleştirildiği dönemden en
erken 700 yıl sonra efsanelerle karışmış bilgiler veren İlk Çağ tarihçileri-
ne göre bu göçler iki farklı rotada ve tarihlerde gerçekleşmiştir. Amasyalı
tarihçi ve seyyah Strabon’un (İS Erken 1. yüzyıl) İÖ 5. yüzyıl’da yaşamış
tarihçi Hellanikos’dan aktardığına göre;

“Aioller’in kolonileri Kyzikene’den Kaikos (Bakırçay) çayına kadar bü-


tün ülkeye dağılmış ve daha da ileri giderek, Kaikos ve Hermos (Ge-
diz) çayları arasındaki toprakları da kaplamıştır. Gerçekten Aiol ko-
lonizasyonunun İon kolonizasyonundan dört kuşak önce olduğunu,
fakat geciktirmelerden ötürü daha uzun sürdüğünü, Orestes’in göç
seferinin ilk lideri olduğunu, fakat onun Arkadia’da öldüğünü ve oğlu
Penthilos’un onun yerine geçtiğini ve Thrakia’ya aşağı yukarı Herak-
lidlerin Peloponnesos’a dönüş tarihi olan Troia savaşlarından altmış yıl
sonra ulaştığını; ve sonra Penthilos’un oğlu Arkhelaos’un Aiol seferini
Daskyleion yakınında şimdiki Kyzikene’ye yönelttiğini ve Arkhelaos’un
küçük oğlu Gras’ın Granikos çayına kadar ilerlediğini ve daha iyi silah-
lanarak ordusunun büyük kısmını Lesbos’a geçirip burayı işgal ettiğini
söylerler ve ilave ederler; Dorus oğlu Kleus ve keza Agammemnon’un
soyundan gelen Malaos hemen hemen Penthilos’la aynı zamanda or-
dularını toplamışlar, fakat Penthilos’un donanması hemen Thrakia’dan
Asya’ya geçmiş, Kleues ve Malaos ise uzun süre Lokris ve Phrikios
dağı dolaylarında oyalandıktan sonra karşıya geçerek Lokris dağına
izafeten adlandırılan Phrikios Kyme’sini kurmuşlardır.” 27

Bu metinden de anlaşıldığı gibi Aioller en kuzeyde Kyzikos’dan (Er-


dek yakınlarında) ve Granikos (Biga) Çayı’ndan güneyde Smyrna (İzmir)
Körfezi’ne dek yayılmışlardı. Halikarnassoslu Herodotos (İÖ 5. yüzyıl) ar-
tık Hellenler tarafından Aiolis olarak adlandırılan bölgede 12 Aiol kentinin
ismini vermektedir.

“Aiol’ların kentlerine gelince, onlar da şunlardır: Phrikon’un kenti denilen


Kyme, Larissa, Neonteikhos, Temnos, Killa, Notion, Aigiroessa, Pitane,
Aigaia, Myrina, Gryneia; eski on bir Aiol sitesi bunlardır; on ikinci olan
Smyrna’yı, İon’lar konfederasyondan ayırmışlardır; zira bu siteler de, ana
karada hepsi on iki taneydiler. Aiol’ler, toprağı İon’larınkinden daha bere-
ketli, ama havası onun kadar güzel olmayan bir ülkede yerleşmişlerdir.” 28

27
Strabon, Geographika XIII 1.3 (C 582).
28
Herodotos, Historiai I. 149.

52
Harita 02. Aiolis bölgesindeki kentler

53
Harita 03. Aliağa çevresindeki antik kentler
S. Reinach ve E. Pottier'in 1887 tarihli Myrina nekropolü hakkındaki özel yazılarında
yayınlanan harita. (Kaynak: Prof. Dr. Stephane Verger, Aiolis kenti Myrina, Kent Arazisini
araştırma programı, Paris, 2010.)

Aiolis’in en büyük ve en güzel kenti Kyme, başkent konumunda idi.


Kentin kalıntıları, Aliağa ilçesi sınırları içinde Nemrut Limanı mevkisinde-
dir. Menemen-Aliağa kara yolu üzerinde eski Çakmaklı köyü yol ayrımının
batısında bulunmaktadır. Yaklaşık 20 yıldan beri İtalyan arkeologlar tara-
fından gün ışığına çıkartılmaya çalışılmaktadır29.
İlerleyen bölümlerde de ayrıntılı olarak açıklanacağı gibi Larissa’nın
konumları ile ilgili olarak bilim adamları ikiye ayrılmaktadır. Şimdilik
Larissa’nın Buruncuktepe üzerinde, Neonteikhos’un ise Yanıkköy üze-
rindeki Ceneviz Kalesi’ne yerleştirildiğini söylemekle yetinelim. Temnos
(veya halkının verdiği isimle Tamnos) yeri üzerinde uzun zamandan beri
herhangi bir kuşku yoktur. Menemen ilçesine bağlı eski Görece köyü üze-
rindeki Görece Kalesi, bu kentin harabelerini barındırmaktadır. Bölgede
söz konusu bu 12 kentten daha fazla antik yerleşme kalıntıları olmasına
karşın Killa (veya Kyllene), Notion ve Aigiroessa kentlerinin nerede olduk-
ları bugüne dek saptanamamıştır.
Pitane (veya Pitana) bugünkü Çandarlı’nın yer aldığı yarımadanın
üzerinde kurulmuştu. Myrina’nın kalıntıları, Güzelhisar (Pythikos) Çayı’nın

Sebastiana Lagona, Aiolis Kymesi, Aslantepe, Hierapolis, İasos, Kyme, Türkiye’deki İtalyan
29

Kazıları, (Ankara 1994), 143-173.

54
denize döküldüğü Kalabakhisar mevkisinde bulunmaktadır. Gryneia (veya
Gryneion) ise Yeni Şakran’a varmadan hemen önce denize doğru bir dil
gibi uzanan küçük yarımadanın (Temaşalık) üzerinde yer alıyordu. Aigai
(veya Aigaiai) 12 Aiol kenti arasında deniz kıyısından en uzakta kurulmuş
olanıdır. Harabeleri Yeni Şakran’ın 17 km doğusundaki Köseler köyü sı-
nırları içindeki Gün Dağı’nın üzerinde yer almaktadır. Günümüzde Köseler
Kalesi veya Nemrut Kalesi olarak da adlandırılmaktadır.
Başlangıçta Aioller tarafından yerli kabilelerin (Luvi-Pelasglar?) elin-
den alınan ve 12 Aiol kentinin oluşturduğu konfederasyonun en güne-
yinde ve İonia sınırında olan Smyrna (İzmir) kısa bir süre sonra kuzeye
doğru gelişen İon yayılması karşısında direnememiş ve İonlar tarafından
ele geçirilmiştir. Belki de uzun süreli bir sızma şeklinde gerçekleşmiş bu
işgal yaklaşık 400 yıl sonra Herodotos tarafından daha değişik bir şekil-
de anlatılmaktadır:

“Bakınız nasıl kaybettiler Aioller Smyrna’yı: politik karşıtlarına yenik dü-


şen ve yurtlarından göçen Kolophonlular bu kente sığınmışlardı. Bu Ko-
lophonlu sürgünler, Smyrnalılar’ın Dionysos bayramını kutlamak üzere
surların dışına çıktıkları zamanı beklediler, sonra kapıları kapatıp kenti
ele geçirdiler. Bütün Aioller yardıma koştular; bir anlaşma yapıldı. İonlar
bütün taşınabilir eşyayı geri verecekler, Aioller da bunları alıp İzmir’den
çıkacaklar. İzmirliler kabul ettiler, öbür on bir kent bunları paylaşıp kendi
yurttaşları arasına kattılar.” 30

Resim 09. Myrina ve Kocaçay (Güzelhisar Vadisi)


(Fotoğraf: Aslıhan Güçlü)

30
Herodotos, Historiai I. 150.

55
Resim 10. Myrina ve Kuzey Liman (Fotoğraf: Aslıhan Güçlü)

Böylece İlk Çağ’da yaşayan tarihçilerin efsane ile karışmış olan bilgi-
lerine göre Aiol göçmenlerin bölgemizde karaya ilk çıktıkları nokta Kyme
olmaktadır. Tarihçi Strabon bu durumu şöyle anlatmaktadır:
“Söylentiye göre Termopylai’nin üst tarafındaki Lokris dağından,
Phrikion’dan hareket eden insanlar, şimdi Kyme’nin bulunduğu yere çık-
mışlar ve Troia savaşlarından ötürü kötü durumda olan fakat Kyme’den
70 stadia uzaklıktaki Larissa’ya hâkim bulunan Pelasglarla karşılaşmış-
lar ve halen Neon Teikhos denen kaleyle sınırlarını belirlemişlerdir. Son-
ra Larissa’yı zapt ederek Kyme’yi kurmuşlar, Pelasglardan az sayıda
hayatta kalanları da buraya yerleştirmişlerdir. Kyme’ye Lokris dağından
ötürü Kyme Phrikonis denir, aynı şekilde Larissa’ya da Larissa Phriko-
nis denmektedir.” 31

Yukarıda sözü edilen İlk Çağ tarihçilerinin Aiolis’in kolonizasyonu ile il-
gili verdikleri bilgileri bir araya topladığımızda şöyle bir sonuç çıkmaktadır;
Aioller İÖ 1120 ile 1050 yılları arasında Yunanistan’dan kafilelerle gelip
önce Kyme kıyılarına çıkmışlar, bölgenin yerli halkı Pelasgların korkusuyla
burada bir kent kurmadan önce onların oturduğu Larissa’yı ele geçirmek
istemişler, ancak bu harekâtı Larissa’ya uzak olan Kyme’den yürütmek
yerine daha yakın olan bir yerde Neonteikhos’u kurmuşlardı. Aiolis’deki

31
Strabon, Geographika XIII 3.3 (C 621).

56
kent adları içinde tartışmasız Hellence olan tek isim Neonteikhos’dur ve
Hellence yeni duvar, yeni sur veya yeni kale anlamındadır. Zaman içinde
buradan yaptıkları bir baskınla da Larissa’yı ele geçirmişlerdi. Ancak bun-
dan sonra Kyme’de bir kent inşa etmişler ve Larissa’daki Pelasgları da
buraya yerleştirmişlerdi.
Efsanelerle karışmış tarihsel bilgilerden hareketle bu olayların sanki
kısa bir sürede gerçekleştiği sonucu çıkmaktadır. Ancak bölgemizdeki
Kyme ve Larissa’da gerçekleştirilen kazılar ile Neonteikhos (Yanıkköy),
Temnos (Görece), Palaudis (Emirâlem Asarlıktepe), Melanpagos (Ya-
manlar Gökkaya), Herakleia (Emirâlem-Ballıkkayası) gibi antik isimleri
bilinenlerle Boztepe (Asarlık), Küçükkale (Hatundere) gibi antik isimleri
saptanamayan yerleşmeler üzerinde yapılan yüzey araştırmaları, İlk Çağ
tarihçileri tarafından verilen kuruluş tarihlerini şimdilik doğrulamamakta-
dır. Kıyıda kurulan ilk yerleşme olan Kyme’de 1900’lerin başlarından beri
aralıklarla değişik ekipler tarafından yapılan kazılarda ele geçen buluntu-
lar İÖ 8. yüzyıldan daha erken bir döneme gitmemektedirler. Aynı şekilde
Larissa’da da yapılan kazılardan elde edilen sonuçlara göre, İÖ 2. binin
sonunda terk edilen yerleşmenin yeniden iskân edilmesi en az 500 yıl
sonra gerçekleştirilmiştir. Burada en erken Hellen çanak çömleği bugünkü
bilgilerimize göre İÖ 800 sonralarına aittir. Diğer yerleşmelerde de durum
aynı olup, elde edilen buluntular tüm Hellen dünyasının uyanışa geçtiği
ve yeni bir uygarlığın filizlendiği İÖ 8-7. yüzyıllardan daha erken değildir.

Resim 11. Temaşalık Yarımadası ve Gryneion


(Fotoğraf: Aslıhan Güçlü)

57
Resim 12. Kayacık, Neonteikhos (Yanıkköy Kalesi)
(Fotoğraf: Aslıhan Güçlü)

Bölgenin başkenti Kyme


Tüm bu kazı ve yüzey araştırmalarından çıkan arkeolojik sonuçlar
önce Kyme’de, arazilerin tarıma açılması veya mera olarak kullanılması
için oldukça yetersiz bir nüfusla başlayan Hellen-Aiol iskân hareketinin
üç yüzyıl boyunca çok ağır bir şekilde geliştiği, nüfus artışı sonucunda
kıyıda ve iç kısımlarda yeni kentlerin kurulduğu anlaşılmaktadır. Özellikle
Strabon’un bir cümlesi dikkate alındığında bu yavaş gelişen iskân politika-
sının ipuçlarını yakalamak mümkündür:
“Aiolis kentlerinin en iyisi ve en büyüğü Kyme’dir. Burasının Lesbos’la
birlikte sayıları otuza varan ve halen çoğu yok olmuş bulunan diğer
kentlerin metropolis’i [kurucu ana kenti] olduğu söylenebilir.” 32

Strabon’un bölgemiz ile ilgili verdiği bu bilgi arkeolojik verilerle de


doğrulanmaktadır. Gerçekten de İÖ 1. yüzyılın sonunda, Batı Anadolu’da
Roma egemenliğinin başlarında yaşamış olan Strabon’un (1. yüzyıl) dö-
neminde Aiolis’de daha önce kurulmuş birçok kent ortadan kalkmış veya
terk edilmeye yüz tutmuştur.
32
Strabon, Geographika XIII. 3.6. (C 622).

58
Yukarıda verilen tüm tarihsel bilgilerden de görüleceği üzere İÖ 1000
tarihlerinden itibaren bölgemizin merkezi Kyme kentiydi. Efsanelerle karı-
şık tarihsel bilgiler de çoğunlukla bu kent ile ilişkilidir. Aiollerin kuzeybatı
kıyılarına iskânı tamamlandıktan ve Kyme kenti kurulup yaşamını bir müd-
det sürdürdükten sonra Smyrna Körfezi’nin güneyi ile yetinmeyen İonlar
önce Smyrna’yı bir hile ile Aiollerin elinden aldılar. Bununla yetinmeyip
Smyrna Körfezi’nin girişini kontrol altına almak için Fokaia (Foça) bölge-
sine de yerleşmek istediler. Tüm bu ataklar, bilinçli bir politikanın sonucu
gibi görünmektedir. Bu sırada Fokaia arazisi bölgeye daha önce yerleşmiş
Aiollerin elinde olmalıydı. Bununla birlikte Aiollerin Fokaia’nın bulunduğu
stratejik olarak avantajlı noktada neden bir kent kurup kurmadığı sorgula-
nabilir bir durumdur. Nikolaos Damaskus’un (Şamlı Nikolaos) Fokaia’nın
kurulmasına ilişkin aktardığı öykü şöyledir: Yunanistan’daki Fokis kentin-
de vatandaşların gayrimeşru çocukları kentten kovalanır ve Attika’da top-
lanırlar. Buradan yola çıkıp İonlarla birlikte Asya’ya (Batı Anadolu) giderler.
Hermos (Gediz) Çayı ağzında karaya ayak bastıklarında Kyme Tiranı Me-
nes onların bölgeye yerleşmesine karşı çıkar. Ancak tiran bu sırada oğ-
lan kardeşi Ouatias ile iktidar mücadelesi içindedir. Fokislilerle birleşen ve
Kyme halkının çoğunluğunu yanına çeken Ouatias, Tiran Menes’i devirir
ve İonların Fokaia arazisine bir kent kurmasına izin verir33. Bu olayın tarihi
konusunda herhangi açık bir bilgi yoktur. Ancak olasılıkla İÖ 10. yüzyıl
içinde olmalıdır.

Resim 13. Kyme antik kenti


(Aliağa Belediye arşivi)

33
Nikolaos Damaskos, F.Gr.Hist. 90 F5; Pausanias, Periegesis VII 3, 10.

59
Resim 14. Kyme’nin mücevherleri
Kyme mücevherleri, günümüzde İngiltere’de British Museum’da bulunuyor.
(Aliağa Belediye arşivi)

60
Resim 15. Bronz atlet heykeli
1979 yılında Nemrut Körfezi'nde balıkçıların ağına bir heykel takılır. Heykel, arkeoloji
dünyasında heyecan yaratır. İzmir Arkeoloji Müzesi'ne teslim edilen bronz atlet heykelin,
Kyme’ye ait olduğu kabul edilmektedir. (Aliağa Belediye arşivi)

61
Resim 16. Kyme nekropolünde bulunan bir mezar steli
(Aliağa Belediye arşivi)

Fıkraları dile düşmüş Kymeliler


Aiolis’in resmi olmayan başkenti konumunda olan Kyme’nin halkı antik
dönemde biraz safdil olarak tanınmaktaydı. Kyme halkının günlük dav-
ranışları, olaylara karşı verdikleri tepkiler zaman içinde onlar hakkında
uydurulmuş fıkralara dönüştü. Bu konudaki ilk ima Kymeli ünlü tarihçi Ep-
horos tarafından İÖ 4. yüzyılda verilir. Daha sonra Strabon’un aktardığına
göre, Ephoros yazdığı Historia (Dünya Tarihi) içinde savaşları anlatırken
kentinin de adını geçirmek için “Kymeliler de bu sırada hiçbir şey yapmı-
yorlardı” diyerek ironi yapıyordu.

62
Strabon eserinde Kymelilerin saflıklarına ilişkin fıkralar anlatır. Bunlar-
dan birinde Kymelilerin kentin kuruluşundan ancak 300 yıl sonra limanlarına
gelen yabancı gemilerden liman vergisi almayı akıl edebildiklerini söyler.
Strabon’un aktardığı diğer bir fıkra da Kymelilerin algıları üzerinedir:
“Devletten aldıkları borca karşılık güvence olarak binalarının önündeki
revakları rehin koydurmuşlardı. Saptanan günde parayı ödeyemez du-
ruma düştüklerinde, bunların içinden geçmeleri yasaklanmıştı; yağmur
yağdığı zaman, krediyi verenler insanlık adına, bir tellâl aracılığı ile “re-
vakların altına sığınınız” çağrısında bulunarak, onlara yağışlı havalarda
revakların altına girebileceklerini bildirdiler; fakat her tarafta söylendi-
ğine göre, Kymeliler her yağmur yağışta, tellâlın çağrısını beklemeden
revaklara sığınabileceklerini bir türlü anlamamışlardı.” 34

Kahkahasever olarak da tercüme edilebilecek bir başlık taşıyan Antik


Çağ'da derlenmiş fıkralar kitabı Philogelos’da diğer kentlere ve halklara ait
fıkraların yanında Kyme kentine ve Kymelilerin maceralarına ayrılmış 29
adet fıkra derlenmiştir. Bu fıkralar 11. ve 15. yüzyıllar arasına tarihlenen
birkaç el yazmasından bilinmektedir. 4. yüzyılda Hierokles ve Philagrus
adlı iki yazar tarafından toplanmıştır.35 Türkçe’ye çevrilen söz konusu fık-
ralar aşağıda okunabilir.

Kyme’de bir memurun cenazesi kaldırılmaktadır. Yabancının


biri, cenazeyi yöneten görevliye yaklaşıp sorar: “Mevta kim-
dir?” Kymelilerden biri cevap verir: “Şurada yatmakta olan”.

Kymelinin biri, atını satmaya çalışmaktadır. Birisi ona yakla-


şıp, atın ilk dişlerini düşürüp düşürmediğini sorar. “Aslında iki
kez diş düşürdü” der Kymeli. Adam, bunu nereden bildiğini
sorunca da cevap verir: “Şey, bir kez benim, bir kez de ba-
bamın dişlerini dökmüştü”.

Kymeli, ev satmaktadır. Evin neye benzediğini göstermek için


de temel taşlarından birini yanında gezdirmektedir.

Kymeli, at satmaktadır. Atın korktuğu bir şey olup olmadığı sorulun-


ca cevap verir: “Hayatım üzerine yemin ederim ki şimdiye kadar
onu korkutan hiçbir şey olmadı! Ahırında her zaman yalnızdı”.

34
Strabon, Geographika XIII.3.6. (C 622).
Philogelos Hierocles et Philagrii facetiae, ed. Alfred Eberhard, Berlin 1869 (H. Ebeling und C.
35

Plahn); İngilizce çevirisi için bkz. R.D. Dawe, Philogelos Philagrius Hierocles, (London 2000). Walter
De Gryter. Söz konusu metin Dr. Murat Tozan tarafından dilimize çevrilmiştir.

63
Kymeli, at satmaya çalışmaktadır. Birisi gelip atın dişlerini in-
celemeye başlar. Kymeli de ona der ki: “Ne diye dişlerine
bakıyorsun? Keşke yem yediği kadar koşabilseydi de”.

Kymeli, büyük bir harman yeri yapmıştır ve bir kenarında du-


rarak, öbür taraftaki karısına seslenir: “Beni görebiliyor mu-
sun?” Karısı: “Zar zor” diye cevap verir. “Anlaşıldı” der.
Kymeli; “Bu günlerde o kadar büyük bir harman yeri yapa-
cağım ki, şimdi benim seni göremediğim gibi, sen de beni
göremeyeceksin”.

Kymeli, arkadaşını görmeye gitmiştir. Arkadaşının evinin


önünde durup, ona bağırır. O sırada bir ses “Daha yüksek
sesle çağır, seni öyle duyar” der. Kymeli: “Daha yüksek
sesle” diye bağırır.

Kymeli bir hırsız, bir tefecinin evine girer. Büyük bir meblağ
çalmayı ummaktadır. En ağır senetleri çalar!

Kymeliler kentlerini duvarla çevirirken, Lollianus isminde bir


yurttaş, kulelerden üçünü birbirine bağlayan kısmı kendi pa-
rasıyla inşa eder. Bu durum, Kymelileri öyle gücendirir ki, du-
varın o kısmını Lollianus dışında kimsenin savunmamasına
karar verirler.

Kyme halkı, kent dışından ünlü ve saygıdeğer bir konuğun gel-


mesini beklemektedirler. Konuk geldiğinde hamamda temiz sı-
cak su sunarak onu onurlandırmayı ummaktadırlar. Ancak, ha-
mamda sadece bir havuz vardır. Kymeliler havuzu sıcak suyla
doldurur ve havuzu bir parmaklıkla ikiye ayırır. Böylece en azın-
dan suyun yarısının konukları için temiz kalacağını düşünürler.

Kymelinin biri, denizde yüzerken yağmur yağmaya başlamış.


Islanmak istemeyen Kymeli, dalabildiği kadar derine dalmış.

Pencere satın almaya çıkan Kymeli, güneye bakan pencere


arıyormuş!

64
Kymelinin biri, eşeğinin üstünde, bir bahçenin yanından geç-
mektedir. Bir incir ağacının olgun yemişlerle dolu dalının ken-
disine doğru sarkmış olduğunu görünce, dalı yakalar. Tam o
sırada eşek, altından kaçar ve Kymeli dalda asılı kalır. Bahçe
sahibi gelip de öyle ağacının dalında asılı ne yaptığını sorun-
ca, Kymeli cevap verir: “Eşekten düştüm de”.

Ayakları bağlı bir koyunun kırkıldığını gören Kymeli demiş ki: “Şü-
kürler olsun, berberim beni tıraş ederken böyle bağlamıyor”.

Kymeli, babasının şehir dışında olduğu bir sırada, büyük bir


suç işlemiş ve ölüm cezasına çarptırılmış. Mahkeme salonun-
dan çıkınca, herkese yalvarmaya başlamış: “N’olur babama
söylemeyin, yoksa beni öldürür!”.

Birisi, adamımıza bağırmış: “Hey, kesemi çaldın”. Kyme-


li “Aman Yarabbi!” demiş: “Eğer keseni çaldıysam, şimdi
gittiğim yerden dönemeyeyim”.

Adamın biri, Kymeliye, dava vekili Drakontides’in evini sormuş.


Kymeli, dûkkanda tek başına olduğunu, eğer adam dûkkana göz
kulak olursa, gidip evin yerini ona gösterebileceğini söylemiş.

Babası ölen bir Kymeli, cesedi İskenderiye’deki Mısırlı mum-


yalayıcılara yollar. Sözleştikleri zamanda da mumyayı almaya
gider. Elinde pek çok ceset olan Mumyacı, Kymeliye babası-
nın belirgin bir özelliğinin olup olmadığını sorar. “Feci öksü-
rürdü” der Kymeli.

Birçok kesik ve çürüğü olan bir boksörü gören Kymeli, ona


nasıl yaralandığını sorar. Boksör, bir diğer boksörün lakabını
kastederek: “Bunları Diken yaptı” der. Kymeli karşılık verir:
“İyi de neden yerde yatıyorsun”.

Kyme’den bir adam bal satmaktadır. Birisi yanaşıp balı tadar


ve “Hey, bu çok güzel bir bal” diye haykırır. “Evet öyledir”
der Kymeli, “eğer o fare içine düşmüş olmasaydı, şimdi
satıyor olmazdım”.

65
Kymeli hastadır ve doktoru ondan ümidi keser. Ancak Kymeli
buna rağmen iyileşmeyi başarır. Artık, Kymeli doktordan köşe
bucak kaçmaktadır. Doktor bunun sebebini sorunca Kymeli
cevap verir: “Şey, siz öleceğimi söylemiştiniz, şimdi ölme-
diğim için sizden utanıyorum”.

Kymeli bir doktor, hastasının ölümcül derecede yüksek sıtma


ateşini sadece kısmen de olsa düşürmeyi başarır. Bundan do-
layı, ücretinin sadece yarısını talep eder.

Ümitsiz bir vakayla ilgilenen Kymeli doktor, hastasına lavman


yapıp, asistanından çıkanları incelemesini ister. Asistanı gelip
de hastanın öldüğünü söyleyince, doktor telaşla bağırır: “Ye-
min ederim, müshil vermemiş olsaydım nalları dikmişti”.

Kymeli doktorun ameliyat ettiği hasta, can havliyle çığlık at-


maktadır. O yüzden doktor, elindeki bıçağı daha az keskin ola-
nıyla değiştirir.

Birer çömlek kuru incir satın alan iki Kymeli, kurnazlık olsun
diye birbirlerinin çömleklerinden incir yiyorlarmış. İncirlerin
hepsi bitince, her biri kendi çömleğinden incir almaya kalkmış
ve çömleğinin boş olduğunu görmüş. İkisi de diğerini yakala-
mış ve birbirlerini yargıç huzuruna çıkarmışlar. Yargıcın kararı,
boş çömleklerin değiş tokuş edilmesi ve iki Kymelinin de diğe-
rinin incirlerinin parasını ödemesi olmuş.

Kyme'de bir meclis toplantısı öncesi, bir politikacının suçlu ol-


duğu öne sürülmektedir. “Değerli yurttaşlarım!” diye nutkuna
başlar politikacı: “Eğer bu kişilerin benim hakkımda asılsız
suçlamalarda bulunduğu açığa çıkarsa, onları mahkûm
edin. Suçlardan herhangi birini işlediysem eğer, işte siz
böyle önümde otururken bu meclis binası tepeme çöksün”.

Kymeli bir yargıç (Magistrat) bir zamanlar şunları beyan etmiş:


“Sunu ve kurban törenlerinden hemen sonra, memurlar
rahibe kendi postlarını sunsun. Meclis üyeleri, meclis bi-
nasına gelsin ve meclis toplantısı yapmaktan sakınsınlar.
Kasaplar, kendi kemiklerini şehir surlarının üstünden atsın.
Terecilere tere satılsın”.

66
Kyme halkı seçim için toplanmıştır. Çevre şehirlerden gele-
cek olanların oldukça büyük bir kısmının bozuk yollar yüzün-
den gelemediğini görürler. Kymeliler hep birlikte karar verirler:
“Biz de seneye oylamaya gelirsek enayiyiz”.

Kymeli doktor, hastasının kafasına kesi yapmaktayken, hasta-


yı sırtüstü çevirir ve ağzına su döker. Bunu yapma sebebi, he-
nüz açtığı kesikten dışarıya ne zaman su akacağını görmektir.

Kymelilerin damadı Frig Kralı Midas


Kuruluşundan itibaren başlayan uzun bir sessizlik döneminden sonra
Kyme’ye ilişkin bilgi kırıntıları İÖ 8. yüzyılın ikinci yarısında görünmeye
başlar. Örneğin, Ozan Homeros’tan bir müddet sonra yaşadığı düşünülen
Ozan Hesiodos babasının Kymeli olduğunu ve yoksulluk nedeniyle Yuna-
nistan’daki Askyra’ya göç ettiğini yazmaktadır36.
Kyme’nin bu yüzyılın ikinci yarısında da bölgenin lideri olduğu ve Es-
kişehir-Ankara bölgesinde bulunan Frig Krallığı ile iyi ilişkiler kurduğu an-
laşılmaktadır. Örneğin, hangisi olduğu tartışmalı olan ve Midas adını ta-
şıyan bir Frig kralı eş olarak Kyme Kralı Agamemnon’un kızı Demodike’yi
(veya Hermodike) alır37. Eğer bu öykünün bir gerçekliği varsa bu evliliğin
politik bir yönü de olmalıdır.
İÖ 8. yüzyılın ortalarında gerek Yunanistan’da gerekse Batı Anadolu kı-
yılarındaki İon ve Aiol kentlerinde başlayan nüfus artışı, toplumsal ve ticari
canlılık Kyme’yi de etkilemiş olmalıdır. Olasılıkla bu dönemde Telefanes adlı
bir Kyme kralı kentin sahip olduğu arazileri tarıma elverişli hale getirdi38.
Kyme bir liman kenti olmasına karşın her zaman tarım ve çiftçi ağırlıklı bir
toplumsal yapıya sahip oldu. Bu da, fıkralara kadar yansıyan dış dünyaya
biraz kapalı kırsal özellikli toplumsal bünyesinden anlaşılmaktadır.

Kymeliler uzakta ve yakında koloni kentler kuruyor


Bu yüzyıl (İÖ 8. yüzyıl) Ege Denizi’nin iki yakasındaki belli başlı
Hellen kentlerinin Batı Akdeniz, Marmara ve Karadeniz kıyılarında yeni
koloniler kurmaya başladıkları bir dönemdir ve bu hareket İÖ 6. yüzyıl
ortalarına kadar sürmüştür. Bu koloni hareketlerine Aiollerin sınırlı katılı-

Hesiodos, Hesiodos Eseri ve Kaynakları, İşler ve Günler, Sayfa 163, (635) (Çev. Sebahattin
36

Eyüboğlu-A. Erhat, T.T.K. Yayınları, (Ankara 1977).


37
Pollux, Onomastica IX. 83.; Herakleides, Politeiai XI 3 (Engelmann 1976, T 68-69’dan alıntı).
Engelmann 1976, T 70; Herakleides, Politeiai XI 3 bei Müller, FHG II (1848) 216= Aristoteles, fr.611
38

36, Rose.

67
mı tarihçilerin dikkatini çekmiştir. Miletos gibi İon kentleri uzak denizlere
yöneldiğinde kıyıdaki büyük Aiol kentlerinin (Kyme ve Myrina), ard alan-
larındaki insansız dağlık kesimlere (Yunt, Dumanlı ve Yamanlar dağla-
rı) yönelmelerini anlayışla karşılamak gerekmektedir. Nitekim Aiollerin
Batı Anadolu kıyılarına göçmeye başladıkları ilk dönemlerde Larissa’yı
ele geçirmeleri sırasında Neonteikhos’u; Kyme’den yola çıkan Theseus
adında birinin Smyrna’yı; yine Kyme’den yola çıkan Malaos’un Temnos’u
kurmaları bu kentlerin de koloni olarak kabul edilmelerini kolaylaştırmak-
tadır. Ayrıca gerek Aigai’de gerçekleştirilen kazılar, gerekse Temnos’daki
yüzey araştırmaları dağlık iç bölgedeki bu iki kentteki en erken buluntu-
ların İÖ 8. yüzyılın 3. çeyreğinden erkene tarihlenememesi, Kymelile-
rin (belki de Myrinalıların) bu dönemde ard alanlarına kentler kurmakla
meşgul olduklarını göstermektedir.
Aynı durum Herodotos’un saydığı Notion, Kyllene, Aigiroessa gibi kentler
için de geçerli olmalıdır39. Nitekim Strabon, Kyme’den söz ederken kurucu kent
(metropolis) olduğunu ve otuza yakın kent kurduğunu anlatmaktadır40. Bunun-
la birlikte Kymeliler’in az da olsa denizaşırı bölgelerde koloni kurucusu olduk-
larına ilişkin bilgiler antik kaynaklardan günümüze kadar ulaşmıştır. Örneğin,
Troas’da Kebren41, Trakya’da Meriç ağzındaki Ainos (Enez)42, Pamfylia’da
Side43, Güney İtalya’da Cumae’nin44 kurucusu olarak bilinmektedirler.
Yaklaşık İÖ 700 tarihlerinde Feidon ve Prometheus adlarında iki yö-
netici Kyme vatandaşlığı hakkını elde etmenin sınırlarını genişlettiler.
Örneğin, bir atın bakımını üstlenecek gelire sahip Kymeliler, vatandaşlık
hakkına sahip oldu. Olasılıkla Kral Telefanes’in Kyme arazisi içinde yeni
toprakları tarıma açması yeni varlıklı çiftçilerin ve dolayısıyla yeni vatan-
daşların doğmasına yol açmış gibi görünmektedir45.
Ayrıca İÖ 7. yüzyılın başında Kyme’de meydana gelen önemli bir ci-
nayet haberi günümüze kadar ulaşmıştır. Antik Çağ'ın yedi bilgesinden biri
kabul edilen Mytilene (Midilli) tiranı Pittakos’un oğullarından birisi Kyme’de
bir berber dûkkanında balta ile öldürülür. Kymeliler Tiran Pittakos’un inti-
kamından korktukları için kendisine bir özür mektubu göndermek isterler46.

39
Herodotos, Historiai I. 149.
40
Strabon, Geographika XIII 3.6. (C 622)
41
Engelmann 1976, T 76.
42
Engelmann 1976, T 77.
43
Eusebios, Chronik des Hieronymus; Arrianus, Anabasis I. 26. (Engelmann T 80-81’den alıntı)
44
Engelmann 1976, T 84.
Herakleides, Politeiai X 16, FHG (1848) II 216-7 = Aristoteles fr. 611, 39 Rose (p. 371). (Engelmann
45

1976, T 102’den alıntı)


46
Engelmann 1976, T 105. Pamphile’den Diogenes Laertios tarafından alıntı I 76.

68
Kral Gyges ve Lydia’nın yükselişi:
Prens Ardys Kyme’de sürgün hayatı yaşıyor
İÖ 8. yüzyıl sonları ile 7. yüzyıl başlarında sadece Aiolis’de değil, tüm
Batı Anadolu’da önemli bir tehlike ile karşılaşıldı. Kırım Yarımadası’nda
yaşayan ve yine kendileri gibi barbar bir halk olan İskitler tarafından Kaf-
kaslar üzerinden kovalanan Kimmer kabileleri tüm Anadolu’yu istila ettiler.
Bu atlı ve göçebe kavim özellikle Batı Anadolu’daki uygar Hellen kentleri
üzerinde 70 yıla yakın bir süre boyunca tam bir terör estirdi. Orta ve İç
Batı Anadolu’da kurulmuş olan Frig Krallığı bu istila sonucu ortadan kalktı;
efsanevi kral Midas yenilip intihar etti. Kimmerler batıya doğru ilerleyerek
yukarı Gediz havzasında yeni bir sülale (Mermnadlar) tarafından kurulan
Lydia Devleti’ne güç anlar yaşattılar. Yeni sülalenin kurucusu Kral Gyges
de bunlarla mücadele ederken hayatını kaybetti; aynı zamanda İonia ve
Aiolis kentleri de bu saldırılardan payını aldı. Ancak İÖ 605 yılında Lydia
Kralı Alyattes bunları yendi ve Anadolu’dan uzaklaştırdı47.
İonia ve Aiolis’deki kıyı kentlerinin gelişip serpilmeye başladıkları
Ege, Akdeniz ve Karadeniz’deki ülkelerle yapılan deniz ticareti ve koloni
hareketleri sonucunda zenginleştikleri İÖ 7. yüzyıl başlarında Yukarı Ge-
diz havzasında eskiden beri oturan Maion ve Lyd halklarının başına yeni
bir sülale geçti. Bir önceki sülalenin son kralı Kandaules’i öldüren Merm-
nadlar sülalesinin kurucusu Kral Gyges Lydia Krallığı’nın başına geçti.
Gyges’in kıyıdaki Hellen kentleri ile ilişkileri hakkında Herodotos’dan ay-
dınlatıcı bilgi almaktayız. Herodotos’a göre, Gyges tahta çıktıktan sonra
Miletos ve Smyrna kentlerine ordu göndermiş ve Kolophon’u ele geçir-
miştir.48
Ayrıca başka bir antik yazara göre de ülkesinin batı sınırında bulunan
Sipylos Magnesia’sını (Manisa) da ele geçirmiştir. Kral Gyges’in başta
Kyme olmak üzere kıyıdaki Aiol kentleri ile de ilgilenmiş olması beklenebi-
lir bir durumdur. Bu konuda dolaylı bir bilgi bu ilginin varlığını gösterebilir.
Gyges’in ölümünden sonra oğullarından Ardys tahta çıktı. Herodotos
onunla ilgili çok şey söylemez veya söylemek istemez gibi konuşmakta-
dır49. Ancak Damaskoslu Dionysios adlı bir başka yazar (İÖ 1. yüzyıl),
Ardys adlı bir Lydialı krala ilişkin değişik ve içinde Kyme’nin de geçtiği
ilginç bir öykü anlatmaktadır. Öykü, bu kitap içinde yer alacak değerde
görünmektedir.

47
Herodotos, Historiai I. 16.
48
Herodotos, Historiai I. 14.
49
Herodotos, Historiai I. 14.

69
Bu öyküde Ardys, Mermnadlar sülalesinden önce Lydia’yı yöneten
Herakleidler sülalesinin krallarından biridir. Kadys adlı kardeşiyle birlikte
babaları I. Adyattes’in ölümü ile ortak krallık yapmaya başlarlar. Ancak
Kadys’in karısı Damonno’nun bir komplosuna kurban gider ve tahtı bı-
rakıp karısı ve kızı ile birlikte sıradan bir aile gibi Kyme’ye gidip yerleşir-
ler. Ardys burada önce kağnı imal ederek yaşamını sürdürür, ardından
hancılık yapar. Hana gelen Lydialılarla iyi ilişkiler kurar. Ardys’in nerede
olduğunu öğrenen Damonno onu öldürmek üzere Kerses adında kiralık
bir katili Kyme’ye gönderir. Kerses planın aksine Ardys’den hoşlanır ve
kızını kendisine vermesi koşulu ile Lydia’ya dönerek Damonno ve sevgilisi
Spermos’u öldürür, ancak Kyme’ye dönerken başka biri tarafından öldü-
rülür. Böylece bütün düşmanlarından kurtulan Ardys Lydia tahtına yeniden
çıkar ve yaklaşık 49 yıl hüküm sürer50.
Lydia tahtına geçmiş en önemli kral olan Alyattes büyük dedesi
Gyges’in batı politikasını daha şiddetli olarak yürütmüş ve İÖ 600 yılında
Smyrna’yı (İzmir) ele geçirip tahrip etmiş; kent bir müddet iskân edilmeden
boş kalmıştı51. Alyattes’in İÖ 563 yılında ölmesinden sonra tahta bugün de
halkımızın Karun olarak tanıdığı Kroisos (Krezus) geçti. Bu kral da Lydia
Devleti’nin batı kıyısı ile ilgili geleneksel politikalarını uygulamayı sürdür-
dü. Bu politikanın nasıl yürütüldüğünü Herodotos’un sözlerini burada ak-
tararak görelim:
“Alyattes ölünce krallık o zaman otuz beş yaşında olan oğlu Kroisos’a
geçti. Ephesos’lulardan başladı Yunanlılara karşı saldırılarına, çevresi
kuşatılan Ephesos’luların, Artemis tapınağına kadar bir ip uzatıp tapı-
nağı kale bedenine bağlamaları, bu suretle kentlerini tapınağa adan-
mış ve onun bir parçası haline gelmiş saymaları o zaman olmuştur. İşte
Kroisos’un ilk olarak saldırdığı bunlardı, sonra öbür İon ve Aiol halkları-
na geldi sıra, bunların her birine bir çeşit suçlama yöneltiyordu, ciddisini
bulduğu zaman ciddi, bulamadığı zaman önemsiz bahaneler.” 52

Kroisos’un iktidarı döneminde Lydia Krallığı en geniş sınırlarına ulaş-


mış oldu. Lydia’daki altın madenlerinin de işletilmesi ve ticari ilişkiler sonu-
cunda, efsaneler halinde günümüze de yansıyan zenginlik doruğa ulaştı.
Bu arada İÖ 6. yüzyılın başlarında Kyme’nin de sikke basmaya başladı-
ğını görüyoruz. Kyme Atina’nın karşısındaki küçük Aigina Adası'nın oluştur-
duğu standartlarda, 12 gr ağırlığında gümüş sikke basan ilk Aiol kenti oldu53.

Engelmann 1976, T 103; Nikolaos Damaskenos, Fr.Gr.Hist.90 F44; Ardys’in Kyme kentindeki
50

konumu için ayrıca bkz. Aristoteles, fragmenta 611.36.


51
Herodotos, Historiai I. 16.
52
Herodotos, Historiai I. 26.
Engelmann 1976, T 106. Bununla birlikte Kyme’de ilk sikkenin Frig Kralı Midas’ın eşi Kymeli
53

Demodike tarafından basıldığı bilgisinin (İÖ 7. yüzyılın başları) abartılı olduğu anlaşılıyor. Bkz.
Engelmann 1976, T 68.

70
Lydia Krallığı’nın ani çöküşü (İÖ 547/6):
İranlıların 200 yıllık işgali başlıyor
Lydia Krallığı çok ani ve beklenmedik bir gelişme ile ortadan kalktı.
Bu krallığın Kızılırmak’ta sınır komşusu olan İran Devleti ile Kral Alyattes
döneminde başlayan mücadeleleri İran tahtına Pers soyundan Kyros’un
geçmesi ile yeniden başladı. Sınırlarını Kızılırmak’ın ötesine taşımak ve
Kapadokya’yı ele geçirmek isteyen Kral Kroisos İran’a sefer açtı. Ancak
Pers ordusu ile yapılan bir savaşta yenen ve yenilen belli olmadı (İÖ 547).
Bunun üzerine Kroisos başkent Sardeis’e döndü. Ancak Kyros, ordusu
ile İran’a dönmemiş, bir günlük bir mesafeden Kroisos’un ordusunu takip
ederek Sardeis önlerine dek gelmişti. Kentin önlerinde yapılan bu sürpriz
savaşta Lydialılar yenilmiş, Kroisos esir düşmüş ve güçlü Lydia Krallığı
neredeyse bir gün içinde yıkılmıştı.
Bu sürpriz gelişme o güne dek süren uzun bir mücadeleden sonra
Lydia Krallığı ile ilişkilerini belli bir dengeye ulaştırmış olan İon ve Aiol
kentlerini yeni ve daha güçlü bir düşmanla karşı karşıya getirdi. Kısa sü-
ren bir mücadeleden sonra kıyıdaki diğer tüm Hellen kentleri gibi bölge-
mizdeki Aiol kentleri de yaklaşık 200 yıl süren İran boyunduruğu altına
girdiler. İranlılar, Hellen kentlerinin başına yandaşları tiranları (diktatör)
atayarak kendi iç işlerinde serbest bıraktılar. Her yıl Hellen kentlerinden
çok büyük miktarlarda vergi alarak tüm Anadolu’yu idari bölgelere ayırdılar
ve çoğunluğu İran kökenli satraplarla (bir çeşit vali) bu bölgeleri yönettiler.
Bu dönemde Aiolis, merkezi Sardeis olan İonia (Pers dilinde Yauna veya
Yawana) satraplığı içinde yer aldı.
Kyros, Kroisos’u yendikten sonra Lydia ordusunda paralı asker
olarak görev yapan ve daha sonra kendisine katılan Mısırlı askerleri
Kyllene ve Larissa’ya yerleştirdi. Kentler bundan dolayı uzun bir süre
Mısırlıların Larissa’sı ve Mısırlıların Kyllene’si olarak anıldı ve daha
sonra da görüleceği gibi sonuna kadar İran yönetimine bağlı kaldı-
lar 54.
Pers işgalinin ilk dönemlerindeki önemli olaylar içinde Güney Aiolis
kentlerinden Kyme ve Larissa’nın adları sadece Herodotos’un bir pasajın-
da geçmektedir. Kyros, ülkesine geri dönmeden önce ele geçirdiği Lydia
hazinesini İran’a getirmesi için Paktyas adlı bir Lydialıya teslim etmiş;
Kyros ayrıldıktan sonra yanındaki hazine ile isyan eden Paktyas, üzeri-
ne bir Pers ordusu gönderilince Kyme’ye sığınmıştı55. Kymeliler kendileri-
54
Engelmann 1976, T 107. Xenophon, Kyrupaidie VII 1, 45.
55
Herodotos, Historiai I. 157-160.

71
ne sığınanı teslim etmek istememişler; ancak Pers baskısıyla onu Midilli
Adası'na göndermişlerdi. Bunun üzerine Kyros Kyme’deki yasaları orta-
dan kaldırarak kentin yönetimine kendisine bağlı bir tiran atamıştı56.
İÖ 499 yılında Pers yönetimine karşı başlayan İonia ihtilaline dek böl-
gede kayda değer herhangi bir olaydan antik kaynaklar söz etmemekte-
dir. Ancak Pers Kralı Dareios’un İÖ 512 yılında Trakya’ya, İskitler üzerine
yaptığı seferde Kyme Tiranı Aristagoras’ın kendi gemilerinden bir filo do-
nattığını ve bu sefere büyük kral ile birlikte çıktığını bilmekteyiz. Seferin
başarısız olmasına karşın İstanbul boğazını kontrol eden Kymeliler her
türlü kışkırtmaya karşı Perslere ihanet etmediler57.

Resim 17. Yukarı Şehitkemal köyü, Pers (?) anıt mezarı


(Fotoğraf: Ersin Doğer)

İonia Ayaklanması’nda Kymeliler (İÖ 499/494)


İonia ihtilalinin lideri Miletos’a gelince; İÖ 8. yüzyıldan başlayarak Mar-
mara ve Karadeniz kıyılarında kurmuş olduğu çok sayıda koloni ile ade-
ta bir deniz imparatorluğu oluşturmuştu. Ayrıca Persler’in İonia satraplığı
aracılığı ile Hellen kentlerinden topladığı ağır vergiler de kentte hoşnut-
suzluğu arttırıyordu. İÖ 499 yılında Miletos tiran vekili Aristagoras önderli-
ğinde başlayan isyan kısa sürede tüm Batı Anadolu kentlerine ve Kıbrıs’a

56
Engelmann 1976, T 111. Herakleides, Politeiai XI 5, Muller, FHG II (1848) 216 = Aristoteles fr. 611, 38.
57
Herodotos, Historiai IV. 138; V. 37.

72
dek yayıldı. Hellas’daki bazı kentlerden de yardım sağlayan isyancılar,
Hellen kentlerinin başında bulunan Pers yandaşı tiranları devirdiler. Devri-
lenler arasında Kyme Tiranı Herakleides oğlu Aristagoras da vardı58.
Başlangıçta isyancıların bazı başarılar kazanmış olmalarına karşın,
Persler yeniden güçlü bir ordu toplayarak Batı Anadolu’daki kentleri tek tek
ele geçirdiler ve sonunda İÖ 494 yılında ihtilalin lider kenti Miletos’u keli-
menin tam anlamıyla yerle bir edip isyanı bastırdılar. Larissa, Neonteikhos
ve Temnos’un İonia İhtilali sırasındaki tavırları ile ilgili bilgimizin olmaması-
na karşın, Kyme vatandaşlarının bu harekete fiilen katıldığını biliyoruz. İhti-
lalin bastırılması sırasında Sardes Valisi Artaphrenes ile General Otanes’in
ele geçirdiği kentler arasında Kyme ve Klazomenai de bulunmaktaydı59.

Aiollerin donanması Salamis Deniz Savaşı’nda (İÖ 480)


İonia ihtilalinin bastırılmasından sonra Persler bu ihtilalin gerçekleştiril-
mesine yardım eden, dolayısıyla Batı Anadolu’daki egemenlikleri için her
zaman potansiyel bir tehlike olarak gördükleri Atina ve Sparta gibi kentlerin
cezalandırılması için Yunanistan kıyılarına asker çıkardılar. Ancak İÖ 490
yılında Atina yakınlarındaki Marathon’da yenilerek geriye çekildiler60. Bu-
nun üzerine Pers tahtında bulunan Kserkhes (Serhas) 10 yıl süren büyük
bir hazırlıktan sonra −muhtemelen sayıları abartan− Herodotos’a göre bir
milyon yedi yüz bin (?) kişilik bir ordu ve 590 parça donanma ile Çanakka-
le (Hellespontos) Boğazı’nı geçti ve karadan tüm Trakya ve Makedonya’yı
aşarak Yunanistan’a girdi. Stratejik Termopylai (Sıcak Kapılar) Geçidi’ni
aşarak Hellenler tarafından boşaltılan Atina’yı ele geçirdi ve İonya İhtilali
sırasında Sardes’in yakılışına misilleme olarak Atina Akropolisi’ni tahrip
etti. Kara ordusunun başarılı olmasına karşın Salamis Adası açıklarında
Pers donanması Atina donanması karşısında yenilgiye uğrayıp yok edildi.
Çanakkale Boğazı’nda ordunun karşıya geçmesi için hazırlanmış köprü-
nün Hellen donanması tarafından yakılması korkusuyla Pers ordusu hızla
geriye dönmek zorunda kaldı61.
Pers egemenliği altındaki tüm Anadolu halklarının asker verdiği bu
muazzam askeri gücün oluşturulmasında 20 yıl önce İranlılara karşı isyan
eden Batı Anadolu’daki Hellen kentlerinin büyük katkısı olmuştu. Bu sefe-
re katılan donanmaya İonialılar 100, Aiolisliler ise 60 gemi ile katılmışlardı.
Aiolis gemilerinden on beşinin başında Kyme’nin İranlı Valisi Thamasios

58
Herodotos, Historiai V. 123.
59
Herodotos, Historiai V. 123.
60
Herodotos, Historiai VI. 111-114.
61
Herodotos, Historiai VIII. 56.

73
oğlu Sandokes vardı ve sefer sırasında Hellenlere esir düşmüştü62. Bu
büyük donanma Yunanistan seferine çıkmadan önce Kyme limanında üs-
lenmiş ve kışı bölgemizde geçirmişti63.
Bu bozgundan bir yıl sonra, İÖ 479 yılında biri Plataia’daki (Yunanis-
tan) meydan savaşında, diğeri Ephesus’un güneyindeki Mykale mevkisin-
de (Davudlar) karaya çekilmiş donanmalarının yakılması ile aldıkları iki
yenilgi sonucunda Persler Sardeis’e çekildiler. Böylece başta Kyme olmak
üzere kıyıdaki Aiolis kentleri bağımsızlıklarına kavuştu.

Salamis Deniz Savaşı kahramanı sürgün Themistokles


Kyme ve Aigai’de
Bu arada Atinalı ünlü siyasetçi, devlet adamı ve Pers donanmasını
Salamis’de yenen Themistokles Atina halkının sevgisini kaybedip kent-
ten sürgün edilince İÖ 467/6 yılında Kyme limanında karaya çıkıp gizli-
ce Aigai’ye sığındı. Burada bölgenin en varlıklı kişisi Nikogenes’e misafir
oldu64. Oradan gizlice İranlılara sığınarak onların hizmetine girdi.
Bu savaşlardan sonra donanmasız kalan Persler kıyıdan içeri çekilmiş
olmalarına karşın Hellen kentlerine karşı her zaman bir tehdit unsuru oluş-
turdular. Bu tehdidi engellemek bahanesiyle önderliğini Atina’nın yaptığı
ve zamanla Batı Anadolu kıyılarındakiler de dâhil 300 kadar Hellen ken-
tinin isteyerek veya zorla üye olduğu bir birlik kuruldu. Attika-Delos Deniz
Birliği adı verilen bu siyasi ve askeri ittifaka üye kentler, birliğin hazinesin-
de toplanmak üzere gemi ve para vermekteydiler. Vergi ödeyen kentleri
ve ödedikleri vergi tutarlarını gösteren listeler ise Atina Akropolisi’nde mer-
mer steller üzerine yazılıyordu.

Aiolis kentleri Attika-Delos Birliği’ne vergi ödüyor


Kyme, Attika-Delos Deniz Birliği’ne her yıl 9 talent ödüyordu. Bu tutar
sadece diğer tüm Aiolis kentlerinden değil; Ephesus, Miletos veya İonia’nın
diğer büyük kentlerinin ödediklerinden daha fazlaydı. Bu konfederasyona
vergi ödeyen kentlerin arasında Larissa’nın da adı geçmektedir. Ancak
Batı Anadolu’daki Larissa adını taşıyan üç kentten hangisinin bu vergiyi
ödediği belli değildir. Ayrıca tutarı bilinmeyen bir verginin tespit edilmesi-
ne karşın, bunun her zaman ödendiği konusunda bir kanıt yoktur. Bunun
dışında Aiolis’in adı bilinen diğer kentlerinden Neonteikhos’un, Temnos’un
ve Aigai’nin adlarına vergi listelerinde rastlanmaması da ilginç bir durum

62
Herodotos, Historiai VII. 194.
63
Diodoros, Bibliotheke XI. 2, 3.
64
Plutarkhos, Themistokles, 26.

74
olarak dikkati çekmektedir. Daha o dönemde deniz kıyısından içerde olan
bu kentlerin konfederasyon içinde yer almamış olduklarını düşünmek
mümkündür. Ancak Pers yandaşı olup olmadıkları hakkında da bilgimiz
yoktur. Bununla birlikte İÖ 4. yüzyılın başlarında tarihçi Ksenophon’un
Hellenika adlı kitabında geçen bir bölüm, Temnos’un ve Aigai’nin konum-
ları bakımından oldukça ilgi çekicidir. Spartalı kumandan Derkyllidas,
askerlerini Aiolis’deki Persler üzerine yürümek için ikna etmek amacıyla,
Temnos’un ve Aigai’nin İran egemenliğinin başlangıcından beri bağımsız
olduğunu söylemektedir65.

Peloponnesos Savaşları Aiolis kıyılarında


Atina’nın güçlenip Attika-Delos Deniz Birliği’ni bir imparatorluğa dö-
nüştürmesi, Yunanistan’daki Korinthos ve Megara gibi ticari rakip kentlerin
ve özellikle Atina’dan tamamen farklı bir siyasi ve toplumsal sisteme sahip
Sparta’nın tepkilerini çekmesi kaçınılmazdı. Birkaç olaydan sonra Atina ile
Sparta arasında İÖ 431-404 yılları arasında yaklaşık 27 yıl süren ve Pelo-
ponnesos Savaşı olarak bilinen çatışmalar başladı. Bu savaşın son on yılı
Batı Anadolu kıyılarında cereyan etti, kıyıdaki Hellen kentlerini de etkiledi
ve taraf tutmak zorunda bıraktı. Aiolis’deki Kyme ve çevresi de bu savaş-
lara zaman zaman sahne oldu. Örneğin, Spartalılar birkaç yıl boyunca kı-
yıdaki İon ve Aiol kentlerini Attika-Delos Deniz Birliği’nden ayırmak üzere
kentlerinden kovulan İon ve Aiol sürgünleri kullanarak Kyme’yi ele geçirip
hareket üssü yapmak istediler ancak başarılı olamadılar66.
İÖ 412 yılında Khios (Sakız) Adası'ndan hareket eden Spartalılar Kla-
zomenai (Urla İskelesi) ve Kyme’ye saldırdılar. İÖ 411 yılında ise Kymeli
50 piyade (hoplit) Atinalıların yanında Spartalılara karşı savaşmak üzere
Midilli’ye gönderildi67. Bu arada Fokaia Körfezi’ndeki Karteria Adası'nda
bulunan Sparta donanması Mindaros komutasında Kyme kıyılarından iler-
leyerek Midilli Adası'nın karşısındaki Arginoussai adaları (Kalem ve Garip
adaları) önünde demirledi68.
Hırslı Atinalı devlet adamı Alkibiades, emrindeki donanma ile İÖ 408/7
yılında Samos’dan hareket ederek Kyme açıklarına geldi. Karaya asker
çıkartarak çok sayıda Kymeliyi esir alıp gemilerine götürdü. Fakat kentin
erkekleri kalabalık bir şekilde surların dışına çıkarak aniden Alkibiades’in
kuvvetleri üzerine saldırdılar. Böylece onları esirlerini bırakmaya ve güve-
nilir bir şekilde gemilerine çekilmeye zorladılar. Bu başarısızlık üzerine Al-
65
Ksenophon, Hellenika IV.8.5.
66
Thukydides III.31; VIII.22.1; 31.2; 100.3; 101.
67
Thukydides VIII.100.
68
Thukydides VIII. 101.

75
kibiades Midilli’deki piyadelerini (hoplit) çağırarak kenti kuşattı. Kymelileri
savaşmak üzere dışarıya davet etmesine karşın kentten kimse dışarıya çık-
madı. Bunun üzerine kentin arazisini yağmalayarak Midilli Adası'na döndü.
Kyme’deki yenilgiden sonra Atina’da Alkibiades’e Pers kralından rüşvet al-
dığı ve hatta Kyme’yi almak istemediği gibi suçlamalarda bulunuldu69.
Bölgedeki en şiddetli ve sonuçları trajik olan çarpışma Dikili ile Çan-
darlı arasındaki Arginoussai adaları (Kalem ve Garip adaları) önlerinde
Atina ve Sparta donanmaları arasında gerçekleşti. İÖ 406 yılında Sparta
donanması Atina donanmasını Midilli (Mytilene) limanında abluka altına
alınca Atina’dan 110 gemilik bir destek gönderildi. İki donanma Arginous-
sai adaları önünde karşılaştı ve Atina donanması Spartalılara karşı büyük
bir zafer kazandı. Fakat savaştan kısa süre sonra kopan büyük bir fırtına-
da Atinalılar donanmanın büyük kısmını ve 400 denizci kaybettiler. Kyme
ve Fokaia kıyıları gemi kalıntıları ve Spartalı ve Atinalı denizcilerin ceset-
leri ile kaplandı70. Batmaktan kurtulan bazı Sparta ve müttefik gemilerinin
bir kısmı Kyme limanına sığındı71.
Ağabeyi büyük kral Artakserkses’e karşı isyan eden Prens Kyros’un
Kynaksa Savaşı’nda (Irak) öldürülmesinden sonra onu destekleyen Batı
Anadolu kıyılarındaki Hellen kentlerini cezalandırmak isteyen kral o kent-
lerin üzerine satrap Tisaphernes’i gönderdi. Bunun üzerine Hellen kentle-
ri Spartalılar’dan yardım istediler. Spartalılar da yardıma gelmeden önce
Tisaphernes’e elçiler göndererek saldırmaması için uyardılar. Satrap
İÖ 400 yılında ilk önce Kyme’yi işgal etmeye çalıştı fakat başarılı olamadı72.
İÖ 400 yılından Kral Barışı’nın imzalandığı İÖ 386 yılına dek Sparta
ordusu ile Persler arasındaki kara savaşlarında Gediz (Hermos) vadisinin
stratejik bir rol oynadığı anlaşılmaktadır. İÖ 401 yılında Persler arasındaki
kardeş kavgasında Kral Artakserkses’e karşı Hellen paralı askerleri ile se-
fere çıkan prens Kyros’un Kynaksa Savaşı’nda ölümü sonucunda Perslerin
intikamından korkan Batı Anadolu kıyısındaki Hellen kentlerinin Sparta’dan
yardım istemeleri üzerine Thibron komutasında bir Sparta ordusu Kuzey-
batı Anadolu kıyılarına çıktı. Bu sırada İran’dan geri dönmekte olan Yunanlı
kiralık askerlerin bir kısmını da ordusuna katıp güçlendi. Kuzey Aiolis’deki
Gongylos ailesinin mülkiyetindeki Gryneion, Myrina gibi kentlere ve olası-
lıkla Kyme’ye boyun eğdiren Spartalı Kumandan Thibron Mısırlıların Laris-
sa'sına yöneldi. Güneydeki İonia kentleri ile Aiolis bölgesini ayıran aşağı
Hermos Çayı vadisinin (Menemen Ovası), Smyrna (İzmir) Körfezi kıyılarının

69
Diodoros, Bibliotheke XIII.73.3 v.d.
70
Diodoros, Bibliotheke XIII. 97.3; 100. 3-4.
71
Diodoros, Bibliotheke XIII.99.6.
72
Diodoros, Bibliotheke XIV.35.

76
ve Kyme ile Ephesus arasındaki kara yolunun ele geçirilmesi gerekiyordu.
Bu nedenle kendi isteği ile Sparta’nın yanına geçmeyen ve olasılıkla bir Pers
garnizonu ile savunulmakta olan kuvvetli surlarla tahkim edilmiş Larissa’yı
(Buruncuktepe) ele geçirmek üzere Kyme’den hareket eden Sparta ordusu
kenti kuşattı. Menemen Ovası’na ve Smyrna (İzmir) ile Magnesia yönlerine
giden yollara hâkim bir noktada bulunan bu tahkim edilmiş kalenin alınması
Spartalılar için çok önemliydi. Burasının ele geçirilmesi ile bölgedeki diğer
Aiol kentleri, Neonteikhos (Yanıkköy Kalesi) ve Temnos’a (Görece Kale-
si) ulaşmak ve bir taraftan Smyrna’ya diğer taraftan Gediz Boğazı yoluyla
Perslerin satraplık merkezi olan Sardeis’e giden yollara hâkim olmak müm-
kün olacaktı. Ancak saldırı başarısızlıkla sonuçlandı. Spartalılar, kuşatmaya
karşı uzun süre dayanan kentin su sarnıçlarını tahrip etmek ve suyun sızıp
gitmesini sağlamak amacıyla sur duvarlarına doğru tüneller açmaya çalıştı.
Fakat kenti savunanlar zaman zaman çıkış yaparak kazılan çukurları dol-
durmayı başardılar. Neredeyse 150 yıl önce büyük kral Kyros tarafından
Larissa’ya yerleştirilen Mısırlı askerlerin neslinden gelenler Spartalılara kar-
şı başarılı bir şekilde direndiler73. Bu başarısızlık karşısında Spartalı yöneti-
ciler Thibron’u görevden alıp yerine Derkyllidas’ı gönderdiler. Bu kumandan
ise Larissa etrafındaki kuşatmayı kaldırarak savaşı tamamen farklı bir yöne,
Manyas Gölü civarına taşıdı.
İÖ 396 yılında ise Spartalılar Agesilaos komutasında Anadolu’ya,
Perslere karşı daha güçlü bir ordu gönderdiler. Ephesus’da karaya çıkan
Sparta ordusu Ephesus ile Kyme arasındaki bölgeyi kontrol altına aldı,
Kyme’de bir üs kurarak kıyıdan içeriye Sardeis’e kadar ilerledi ve burada
Pers satrabı Tisafernes’e karşı önemli bir zafer kazandı (İÖ 395). Daha
sonra İç Batı Anadolu’da birçok bölgeyi talan etti, ancak Yunanistan’da
savaşlar yeniden başlayınca ülkesine dönmek zorunda kaldı74.
İki Hellen kenti arasındaki bu yıpratıcı savaşı fırsat görerek Atina-
lılar ile 35 yıllık barış anlaşmasını bozan ve Batı Anadolu’daki Hellen
kentleri üzerinde yeniden egemenlik kurmak isteyen Persler Spartalıla-
rın bir donanma kurmasına yardım edip onların yanında Atina’ya karşı
savaşa katıldılar. Atinalılar güçlü olunca Spartalıları, Spartalılar güçle-
nince de Atinalıları destekleyen Persler sonunda amaçlarına ulaştılar.
İÖ 386 yılında imzalanan ve Kral Barışı olarak adlandırılan bir anlaşma
sonucunda Kyme de dâhil olmak üzere Batı Anadolu kıyılarındaki tüm
Hellen kentleri yeniden Pers İmparatorluğu'nun egemenliği altına giri-
yorlardı.

73
Ksenophon, Hellenika 3.1.7.
74
Diodoros, Bibliotheke XIV 79.1-3; Ksenophon, Hellenika 3.4.20.

77
İÖ 4. yüzyılın ortalarında Kymeliler İzmir Körfezi’nin güney kıyısındaki
İon kenti Klazomenai ile bir anlaşmazlığa düştüler. İÖ 383 yılında krala
isyan hazırlığında olan Pers amirali Takhos’un (?)75 körfezin kuzey giri-
şinde Üçtepeler mevkisinde kurduğu Leukai kenti kuruluşundan kısa bir
süre sonra (olasılıkla İÖ 375 yılında) sahipsiz kalmıştı. Ancak kent Aiolle-
rin arazisi içindeydi ve doğal olarak Kyme tarafından sahiplenmek istendi.
Bu sırada körfezin kuzey kıyısını kontrol eden Klazomenai güney kıyıyı da
kontrol etme isteği ile Leukai üzerinde hak iddia etti76. Çağında gelenek
olduğu üzere hakemlik yapması için Delfi’deki Apollon Tapınağı’na tanrı-
nın bu konuda ne düşündüğü soruldu ve çözüm istendi. Apollon rahipleri
Leukai’de hangi kentin halkı daha önce kurban keserse kentin ona ait
olacağını bildirdiler. Bu durumda Kyme, Leukai’ye daha yakın olduğu için
avantajlı durumdaydı. Ancak Klazomenaililer, Leukai’ye yakın bir noktaya
−olasılıkla Karşıyaka civarına− bir koloni gönderdiler ve oradan hareket
ederek kentte ilk kurbanı kestiler. Bu kurnazlık daha sonra Klazomenai’de
her yıl kutlanan bir festivale dönüştü.
Kral Barışı’ndan hemen sonra Pers kralı yeniden Kıbrıs ile ilgilenmeye
karar verdi ve bu adaya yapılacak sefer için Tiribazos ve Orontes görevlen-
dirildi. Bu seferin hazırlıkları için Kyme ve Fokaia limanları üs olarak seçildi77.
İÖ 362/361 yılındaki isyan sırasında isyancı satraplardan Autophra-
dates tarafından üs olarak Kyme seçildi. Kralın generalleri bu isyanı bas-
tırmak üzere bu satraba karşı bölgemizde operasyonlar yaptılar. İÖ 354
yılında ise büyük krala isyan eden Orontes, Kyme’den Yunan piyadelerini
Autophradetes’in süvarilerine karşı savaşmaya gönderdi78.

İÖ 4. yüzyılda Aiolis’in stratejik önemi


Aiolis bölgesindeki yerleşmelerin İÖ 4. yüzyıl içindeki bu çalkantılı ve
sancılı dönemde, Spartalılara direndiğini bildiğimiz Larissa dışında, kimin
yanında ve nasıl tavır aldıklarını bilmemekteyiz. Ancak yukarıda bir fırsat-
la belirttiğimiz gibi, Temnos’un ve Aigai’nin anahtar bir rol oynamış olma-
ları mümkündür. Zira Spartalı kumandan Derkyllidas’ın bir cümlesinin de
gösterdiği gibi bu kentlerin Perslere karşı daha başlangıçtan beri bağım-
sızlığını koruma gayreti içinde olduğu anlaşılmaktadır79. Ancak, bölgedeki
surlarla güçlendirilmiş ve stratejik noktaları tutmuş oldukları görülen diğer

Amiral Takhos ve Leukai’nin kuruluşu üzerine bir tartışma için bkz. E. Doğer, Bilmece Antik
75

Kentler I, Aiolis Şiirleri ve Meraklısına Notlar, Ege Yayınları, (İstanbul 2010), 51-54.
76
Diodoros, Bibliotheke XV.92.1; Strabon, Geographika XIV.646; Plinius, Naturalis Historia V.119.
77
Diodoros, Bibliotheke XV.2.1-2.
78
Polyaenus, Strategemata, VII 14.3.
79
Ksenophon, Hellenika, IV.8.5.

78
yerleşmelerin yanında bu iki kentin tek başına önemli bir rol oynamış ol-
duğunu düşünmek kolay değildir. Gerçekten de o dönemdeki olaylar ile
ilgili bilgi veren antik kaynaklar bu konuda suskun kalmaktadırlar. Ancak
bölgedeki diğer yerleşmelerin konumlarını ve dağılımlarını göz önüne al-
dığımızda Menemen ve Güzelhisar vadilerinin İÖ 4. yüzyıl içinde, başka
hiçbir dönemde olmadığı kadar önemli olduğunu görmekteyiz.
Güzelhisar Çayı vadisi Pers işgali döneminde, özellikle İÖ 5. yüzyılın
sonlarından itibaren Büyük İskender’in Anadolu’ya geçtiği tarihe kadar (İÖ
334) devam eden karışıklık döneminde satraplık merkezi Sardeis’e giden
geçitlere sahip olduğu için stratejik olarak önem kazandı. Kyme’den Arap
Çayı vadisi, Myrina’dan Güzelhisar Çayı kıyısı, Gryneion ve Elaia’dan Yunt
Dağı üzerinden geçen yollar Hermos (Gediz) Ovası’na iniyor ve oradan
Magnesia (Manisa) ve Sardeis (Sart) gibi Pers merkezlerine ulaşıyordu.
Bu yollar aralıklarla değişik boyutlarda kale ve karakollarla kontrol edilmek-
teydi. Örneğin, Güzelhisar Çayı vadisi içindeki Sarıkale (Tisna), Çingene
Kalesi, İvrindi Kalesi, Kocakale, Sarımsaklı Kalesi gibi askeri karakolların
kıyıdan ana karaya yapılacak askeri hareketleri gözlemek ve gerektiğinde
engellemek amaçlı görevler de yaptığını düşünmek mümkündür.

Resim 18. Tisna’dan Kocakale, Uzunhasanlar.


(Fotoğraf: Aslıhan Güçlü)

79
Menemen Ovası’nı Muradiye/Manisa Ovası’na bağlayan Gediz
Çayı’nın aktığı 15 km uzunluğundaki dar boğaz da Persler için Güney Aio-
lis’deki kentleri Sardeis’e bağlayan ve kontrol edilmesi gerekli stratejik bir
geçitti. Bu bölgede stratejik konumunu koruyan Buruncuktepe üzerindeki
Larissa’nın sur duvarlarının 4. yüzyıl içinde yenilendiğini ve güçlendirildiği-
ni bilmekteyiz. Aynı durum isimlerini bildiğimiz Neonteikhos (Yanıkköy Ka-
lesi) ve Temnos (Görece Kalesi) için de söz konusudur. Surlarla çevrili bu
üç kentin dışında bölgedeki diğer yerleşmelerde de yapılan yüzey araştır-
malarında İÖ 4. yüzyıla ait buluntular diğer dönemlere ait olanlardan daha
çok sayıdadır. Menemen Ovası’nın ve körfezin çevresindeki yollara hâkim
tepelerin bu dönemde tutulmuş olduğu anlaşılmaktadır.
Örneğin, Manisa/Muradiye’nin hemen batısında Yamanlar ile Dumanlı
dağları arasında yaklaşık 15 km derinliğindeki bir vadiye giren Hermos
(Gediz) Çayı gibi bu geçit boyunca kuzey ve güney sahilindeki bazı kont-
rol noktaları bulunmaktaydı. Geçidin kuzey yakası en büyük yerleşme
olan Temnos, vadi içindeki Mollahalil Çiftliği’nin hemen üzerinde küçük
bir gözetleme kulesi Çınarlıtepe ve geçidin doğu girişinin kuzey ucundaki
Köştepe-Kalesırtı’ndaki askeri karakol ile kontrol edilmekteydi80.
Hermos (Gediz) Boğazı'nı güney kıyısından kontrol eden tek nokta
Değirmendere köprüsünün hemen doğusundaki Asartepe üzerindeki
kaleydi. İÖ 4. yüzyıl’da inşa edilmiş sur duvarları ile çevrili kale bir
taraftan hemen altından geçen ve muhtemelen antik dönemdeki bir
yolun rotasını izleyen Menemen-Manisa kara yolunu, diğer taraftan
Değirmendere vadisi ile Yamanlar üzerinden Smyrna’ya (İzmir) inen
dağ yolunu kontrol etmekteydi. Kuzeyindeki Gediz Çayı’na biraz uzak
kalması nedeniyle doğan kontrol boşluğunu nehrin kıyısında Kocakaya
tepesi üzerinde İÖ 4. yüzyılda kurmuş olduğu yardımcı bir sur sistemi
ile doldurmuş olduğu anlaşılmaktadır. Son yıllarda Göktepe köyünün
güneydoğusunda Çetiliyaka mevkisinde bulunan bir sınır taşı üzerinde
bu yerleşmenin ismini saptamak mümkün olmuştur. Bu sınır taşının
Melanpagos (Yamanlar Gökkaya Kalesi) halkının toprakları ile Palau-
dis halkının topraklarını ayırdığı anlaşılmaktadır. Sınır taşının üzerinde
yazan Palaudis (Horia Palauditon: Palaudis halkının toprakları) adının
baktığı yönün en yakınında Asartepe Kalesi’nden başka bir yerleşim
bulunmamaktadır81.
80
Doğer 1998, 258.
81
Doğer 1995, 61-70; Doğer 1998, 283-284.

80
İÖ 4. yüzyılda bir sur sistemi ile çevrilmiş ancak bugüne dek antik adı-
nı saptayamadığımız diğer önemli bir yerleşme Asarlık köyünün hemen
kuzeyinde Boztepe üzerinde yer almaktadır. Günümüzde definecilerin
Temnos ile birlikte en çok zarar verdikleri bu yerleşim Smyrna ile Perga-
mon arasındaki kara yoluna hâkim olması ile dikkati çekmektedir. Küçük
ancak çok yoğun bir iskâna sahip bu kent geçen yüzyıldan bu yana böl-
gede araştırma yapan araştırmacıların gözünden kaçmış ve dolayısıyla
Aiolis bölgesinde henüz nerede oldukları saptanamayan Killa (Kyllene),
Aigiroessa ve Notion gibi kentlerin muhtemel yerleri ile ilgili tartışmalar
içinde yer almamıştır82. Antik adını bilmediğimiz bu yerleşme Aiolis’in gü-
ney sınırındaki son kent olarak da dikkati çekmektedir83.
Yeri saptanamayan Aiolis kentlerinden Notion’un Hellen dilinde anla-
mı güneyde kalan veya güney rûzgarına açık 'dır. Kuzey İonia’nın önemli
kentlerinden Kolophon’un (Cumaovası’nın Değirmendere köyü yakının-
da) 12 km güneyinde, Ahmetbeyli sahilindeki liman kentinin de adı antik
kaynaklarda Notion olarak geçmektedir. Bu nedenle araştırmacılar Aio-
lis’deki Notion’u bu kentle özdeşleştirmişlerdir. Kelimenin anlamının da
gösterdiği gibi birisi Aiolis’in diğeri ise Kolophon’un güneyinde aynı adı
taşıyan iki kentin aynı dönemlerde yaşamış olmaları mümkündür. Ancak
Kolophon’un iskelesi konumundaki Notion’un adı antik yazarlar tarafından
İÖ 5. yüzyılın olayları içinde daha fazla rol oynamış olması nedeniyle sık
sık zikredilmiştir.
İÖ 4. yüzyılın başlarında kurulan ve bölgemizde gelişen olaylar içinde
stratejik konumu ile dikkati çeken diğer bir yerleşme Leukai’dir (Üçtepeler-
Çamaltı Tuzlası). Antik kaynaklara göre Büyük Kral’a isyan hazırlığında
bulunan Pers amirali Takhos (daha doğrusu Tamos) tarafından İÖ 383
yılında kurulmuştur84. Antik dönemde kuzey kıyı çizgisi Menemen’e daha
yakın olan Hermos Körfezi’nin girişini kontrol eden bu kentin, kurulduğu
dönemde ada üzerinde olduğu daha sonra Menemen Ovası’nın oluşması
aşamalarında bu hüviyetini kaybettiği anlaşılmaktadır.
Batıda İÖ 4. yüzyılda tahkim edilmiş olduğu anlaşılan diğer bir yerleş-
me ise Panaztepe üzerinde bulunmaktadır. Antik adını bilemediğimiz ve
halen kazıların sürdürüldüğü bu yerleşme ile ilgili bilgilerimiz bugün için
yetersizdir. Gelecek yıllarda Panaztepe’deki bu iskânın bölgemiz tarihi ile
ilgili bilgilerimizi zenginleştireceğini ummaktayız85.

82
Doğer 1998, 282.
83
Adı geçen yer.
84
Diodoros, Bibliotheke XV.18.1-4; 92.1.
85
Bkz. Dipnot. 10-11.

81
Büyük İskender rûzgarı Batı Anadolu’da esiyor
Kral Barışı’ndan (İÖ 386) Büyük İskender’in Anadolu’ya ayak bastığı
döneme (İÖ 334) kadar bölgemizin de içinde bulunduğu Batı Anadolu, nis-
peten sakin bir dönem yaşadı. Bu dönemde dikkate değer olayların içinde
en önemlileri, Pers satraplarının birbirleriyle mücadeleleri ve bazılarının
büyük krala karşı bazı başarısız isyan hareketleridir. İmparatorluğun sınır-
larının çok genişlemesi nedeniyle satraplar ve yerel krallar genellikle kendi
toprakları içinde bağımsız davranabiliyorlar ve zaman zaman birbirleriyle
iktidar mücadelesine girişebiliyorlardı. Batı Anadolu’daki Hellen kentleri de
genellikle Pers yönetimi taraftarı oligarkhlar tarafından idare ediliyorlar ve
Büyük Kral tarafından belirlenmiş vergilerini ödedikleri sürece herhangi
bir sorunla karşılaşmıyorlardı. Bununla birlikte tüm Hellenler için yine en
büyük tehlike o dönem için yatışmış olan Pers İmparatorluğu idi. Kendi
aralarında yoğun çekişmeler yaşamalarına karşın, bu ortak düşmana kar-
şı koyabilmeleri ve onu Anadolu’dan söküp atmaları için aralarında birlik
kurmaları gerekiyordu. Panhellenizm veya Hellenlerin Birliği olarak adlan-
dırılan bu ortak davranış biçimine Hellenler arasında çok sempati olma-
sına karşın, bunu gerçekleştirecek bir Hellen kenti ufukta görünmüyordu.
Ancak bu sırada Makedonya’daki kabileleri bir araya toplayarak krallığını
güçlendiren Büyük İskender’in babası II. Filippos (İÖ 359-336) bu birli-
ği sağlayacak en önemli kişi olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Hellen
kentleri arasında bitmek tükenmek bilmeyen savaşlarda zaman zaman
arabuluculuk rolü oynayan, zaman zaman ise modern savaş taktikleri uy-
gulayan güçlü ordusu ile zor kullanan kral, sonunda kardeş kavgalarından
bıkmış olan Hellenlerin de sempatisini toplayarak tüm Hellen kentlerini
İÖ 338 yılında ulusal bir kongrede toplamayı (Korinthos Birliği) başardı.
Bu kongrede II. Filippos ve oğlu III. Aleksandros (Büyük İskender) Persle-
re karşı bir intikam savaşına girme kararı aldırdılar.
İÖ 336 yılında II. Filippos’un bir saray komplosuna kurban gitmesin-
den sonra yerine oğlu Büyük İskender geçti. Korinthos Birliği tarafından
önder ve Pers seferinin komutanı seçildikten sonra İÖ 334 yılında büyük
Pers seferine başlamak üzere Çanakkale Boğazı’nı geçerek Anadolu top-
raklarına ayak bastı. Perslerle ilk savaş Granikos (Biga) Çayı kıyısında
oldu. Bu savaşta galip gelen Makedonya ordusu kısa sürede tüm Batı
Anadolu’yu Pers egemenliğinden kurtardı. Büyük İskender Hellen kent-
lerinin yönetimine Pers yandaşı oligarkhlar yerine demokratları getirip
bu kentlerin bağımsızlıklarını tanıdı. Bununla birlikte Perslerin kurdukları
satraplık sistemini olduğu gibi koruyup başlarına güvendiği kumandanları
atadı. Hellen kentleri iç işlerinde serbest oldular ve daha önce Perslere
ödedikleri vergileri bu kez Makedonya Devleti’ne ödemeye devam ettiler.

82
Büyük İskender, Granikos Savaşı’ndan sonra Sardeis’e ulaştı. Elimiz-
deki efsanelerle karışık tarihsel bilgilerden Ephesos’a geçmeden önce
Smyrna’ya (İzmir) uğradığını ve kentin gelişmesi için uygun olmayan Bay-
raklı’daki eski mevkisinden (Tepekule) bugünkü yerine taşınmasını emret-
tiğini öğreniyoruz. Aiolis’deki kentler, Büyük İskender’in Ephesus’a ulaş-
tıktan sonra kuzeye gönderdiği generali Alkimakhos’a direnmeden teslim
oldular86. Belki de bunda, Granikos Savaşı’ndan bir yıl önce köprübaşı
tutmak amacıyla kuzeybatı Anadolu kıyılarına gönderilen Parmenion ve
Attalos’un da etkisi vardı. Bu iki kumandan Aiolis kıyısındaki Gryneion’u
(Temaşalık) ele geçirip, yakıp yıkmış ve halkını esir olarak satmıştı87.
Büyük İskender’in olasılıkla Aiollerin ve Kyme’nin gönlünü almak için
Yunanistan’daki Thebai kentinin yağması sırasında ele geçirdiği bronzdan
büyük bir şamdanı Kyme’deki Apollon Tapınağı’na hediye ettiğini bilmek-
teyiz88.
Granikos Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun batı yarısını ele geçi-
ren Büyük İskender, İÖ 333'de İssos'da (Adana - Dörtyol) ve İÖ 331'de
Gavgamela'da (Kuzey Irak) Persler ile yaptığı iki savaşı da kazanarak
İran İmparatorluğu’nun tüm topraklarına hâkim oldu. Ancak İÖ 323 yılında
Babil'de henüz 33 yaşında humma hastalığından ölünce yerine kendi gibi
yetenekli bir ardıl bırakma fırsatı bulamadı. Bu nedenle ele geçirilen tüm
topraklar üzerinde kumandanları (Halefler/Diadokhlar) arasında yaklaşık
200 yıl sürecek uzun ve kanlı bir mücadele başladı.

Hellenistik krallıkların rekabeti arasında Aiolis kentleri


İskender’in ölümünden sonra kumandanları arasındaki toprak pay-
laşımında Aiolis bölgesi Antigonos Monoftalmos’un (Tek gözlü) payı-
na düştü. Ancak İÖ 301 yılında İpsos’da (Afyon-Çay) İskender’in di-
ğer kumandanları Lysimakhos ve I. Seleukos’un birleşik ordusuna
yenilip öldürülmesinden sonra tüm Batı Anadolu, bu kez Trakya Kralı
Lysimakhos’un eline geçti. Bu kral bölgede önemli imar faaliyetlerine
girişti. Smyrna ve Ephesus’u bugünkü yerlerine taşıyarak bu kentlerin
daha sonraki gelişmelerine yol açtı. Ancak Kral Lysimakhos tarafından
9.000 talanton değerindeki (yaklaşık 27 milyar dolar) hazineyi muhafa-
za etmesi amacıyla kendisine Pergamon Kalesi teslim edilen Pergamon
hanedanının kurucusu Filetairos krala isyan etti (İÖ 282) ve Suriye Kralı
I. Seleukos Nikator'u yardımına çağırdı. Batı Anadolu’yu ele geçirmek

86
Arrianos, Anabasis, I.18.
87
Diodoros, Bibliotheke XVI.91.2.
88
Plinius, Naturalis Historia XXXIV.14.

83
için bunu fırsat bilen Seleukos’un ordusu ile Lysimakhos’un ordusu Mag-
nesia ad Sipylum (Manisa) yakınlarında Kourypedion Ovası’nda (İÖ 281)
karşılaştı. Lysimakhos yenildi ve savaş alanında öldü.
Bu dönemde Kyme, Myrina, Fokaia ve Aigai gibi kentlerin bastıkları
sikkelerin üzerinde yer alan tasvirlerden yola çıkarak bölgemizin İÖ 262-
252 yılları arasında hatta İÖ 246 yılına kadar Selevkos Krallığı’nın etkisi
altında olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. Bu yıllar arasında yu-
karıda adlarını saydığımız Aiol kentlerine ait sikkeleri üzerinde Selevkos
krallarının resimleri görülmektedir89.

Galat akınları ve Pergamon Krallığı’nın yükselişi


Bu yıllarda Batı Anadolu'nun, dolayısıyla Aiolis kentlerinin ve kırsa-
lının karşılaştığı en büyük sorun Galatlar’ın yöredeki yağma akınlarıdır.
İÖ 4. yüzyılda Orta Avrupa’dan kovulan ve Keltler olarak da tanınan bu
yağmacı ve saldırgan kavim İtalya ve Balkanlara kadar inmiş, İÖ 280
yılında Makedonya krallarının etkisi azalınca Marmara Denizi kıyıların-
da görünmüşlerdi. Anadolu’ya geçecek gemileri olmayınca Marmara ve
Boğazların Avrupa kıyılarını yağmalamışlar ve kentleri haraca bağla-
mışlardı. Ancak İÖ 278 yılında Bithynia Kralı I. Nikomedes bir iç isyanı
bastırmaya yardım etmeleri için bunları Anadolu kıyılarına geçirdi. Böy-
lece Galatların Anadolu’daki kanlı maceraları başlamış oldu. Bunların
Tolistobogoi kabilesi İonya ve Aiolis bölgelerindeki bazı Hellen kentlerini
yağmaladı ve haraç aldı. Bu dönemde Larissa da (Buruncuktepe) Ga-
lat akınlarından en çok etkilenen kentlerden biri olmalıdır. İÖ 279’da bu
yağma akınlarından sonra Larissa’nın bir daha kendini toplayamadığı ve
terkedildiği anlaşılmaktadır.
Krallığın içinde II. Selevkos ve Antiokhos Hieraks arasındaki kardeş
kavgası sırasında bölgede Pergamon Krallığı’nın etkisi artmaya başladı.
Daha I. Eumenes döneminde (İÖ 263-241) Seleukoslar’ın yönetimindeki
Suriye Krallığı ile Pergamon hanedanı arasındaki ilişkilerin bozulduğunu
görmekteyiz. I. Eumenes’in Suriye Kralı I. Antiokhos’u yenilgiye uğratması
üzerine Myrina ve Kyme gibi Aiolis kentleri Pergamon Krallığı’nın etkisi
altına girdi.
Pergamon Krallığı, I. Attalos’un tahta geçişine kadar (İÖ 241-197) Ga-
latlara haraç vermekteydi. I. Attalos ise haraç vermeyi reddeden ilk Per-
gamon kralı oldu. Bu nedenle Galatlar, Pergamon’u cezalandırmak istedi.
I. Attalos başkentin önlerinde Galatları bozguna uğrattı ve böylece Galat
tehlikesi kısa bir süre için atlatıldı. Yine bu dönemde Batı Anadolu kentleri

89
Engelmann 1975, T 140.

84
üzerindeki Suriye egemenliğini yeniden kuracak yetenekte yeni bir komu-
tan olan Akhaios ortaya çıktı. Bu komutan çok kısa bir süre içinde tüm Aio-
lis kentlerini ele geçirdi (İÖ 223-218). Ancak Batı Anadolu’da elde ettiği bu
başarılardan cesaret alarak III. Antiokhos’a isyan etti ve kendini kral ilan
etti. Suriye Krallığı içindeki bu kargaşalıktan yararlanmak isteyen Perga-
mon Kralı I. Attalos, Akhaios işgalindeki Aiolis kentleri üzerine yürüdü ve
Aigai, Myrina, Kyme, Fokaia ve Temnos’u yeniden ele geçirdi90.
I. Attalos’un ölümü ile yerine geçen oğlu II. Eumenes’in iktidarının
(İÖ 197-159) daha ilk yılında Suriye Kralı III. Antiokhos, Anadolu’daki Se-
levkos Krallığı’nın egemenliğini sağlamlaştırmak ve Pergamon Krallığı’nın
topraklarını ele geçirmek üzere bir sefer başlattı. İÖ 197 yılının kış mev-
simini Ephesus’da geçiren Suriye kralı, bölgede Smyrna (İzmir) dışındaki
tüm kentlere boyun eğdirdi. Smyrna ise, kralın baskılarına karşın Roma
Cumhuriyeti’nden yardım istedi. Pergamon Krallığı’nın da aynı isteği tek-
rarlamasıyla Romalılar, Batı Anadolu ve Yunanistan’daki Suriye egemen-
liğine karşı harekete geçmeye karar verdiler.

Resim 19. Pergamon’un Galatlarla mücadelesi


Günümüzde Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde bulunan Zeus Sunağı’nın dış cephe
kabartmalarında tasvir edilen Tanrılar ile Gigantlar’ın savaşı. Bu kabartmalar,
Pergamon’un Galatlarla olan savaşlarını işaret ediyor.
(Fotoğraf: http://www.freibeuter-reisen.org/pergamonmuseum-berlin/ )

90
Polybios, Historiai V. 77.4

85
Romalılar gitmemek üzere yardıma geliyor!
Romalılar İÖ 191 yılında III. Antiokhos’un ordusunu Yunanistan’da-
ki Termopylai’de yendi ve onu Anadolu’ya çekilmeye zorladılar. Onun
ardından birliklerini son savaş için Çanakkale Boğazı üzerinden Küçük
Asya’ya geçirdiler91. Kyme ve olasılıkla diğer Aiol kentleri bu savaşta
Pergamon-Roma ittifakı içinde kaldı. Fakat bir ara III. Antiokhos’un ami-
rali Polyksenidas komutasındaki Selevkos donanması Roma-Pergamon
müttefiki Rodoslu amiral Pausimakhos’un 20 gemiden oluşan filosunu
Kyme önlerinde yenince kent kısa bir süre için yeniden saf değiştirmek
zorunda kaldı92.
Pergamon ve Roma ordusu ile Suriye ordusu İÖ 189 yılında Magne-
sia Savaşı’nda son kez karşı karşıya geldi ve III. Antiokhos yenildi. İÖ
188 yılında yapılan barış antlaşması ile (Apameia-Dinar) Seleukoslar
Toroslar’ın güneyine çekildi. Bundan sonra sıra Batı Anadolu’nun müt-
tefikler arasındaki paylaşımına geldi. Bu paylaşımdan en büyük payı
Pergamon Krallığı’nın almasına karşın, bu paylaştırmada etkin bir rol
oynayan Romalılar kendi saflarında olan ve Pergamon Krallığı’nın sınır-
ları içinde kalan bazı kentlere özgürlük ve vergi muafiyeti verdiler. Öz-
gürlüğünü ve bağımsızlığını kazanan kentler arasında Kyme de vardı93.
Ancak Roma’ya karşı Suriyelilerin yanında yer aldığı saptanan Temnos
bağımlı hale getirildi. Bu olaylar içinde Larissa ve Neonteikhos’dan söz
edilmemesi dikkati çekmektedir. Olasılıkla bu iki kent, bu dönemde terk
edilmiş olmalıdır.
II. Eumenes’in İÖ 159 yılında ölümünden sonra kardeşi Attalos II. Fi-
ladelfos (İÖ 159-138) döneminin hemen başında Bithynia Kralı II. Prusias
Pergamon topraklarına saldırmaya niyetlendi. Bu saldırıyı önlemek iste-
yen Romalı elçilerin çabaları boşa gitti. II. Prusias güçlü bir ordu ile İzmit-
Bursa yöresinden gelip Pergamon’a saldırdı. Kaleyi ele geçirememesine
karşın aşağı kentte bazı tapınak alanlarını tahrip etti. Daha sonra ordusu
ile güneye doğru indi ve Elaia, Aigai, Kyme, Temnos ve Herakleia gibi
merkezlere saldırıp arazilerini yağmaladı. Bu arada Temnos arazisi içinde
bulunan ve bugün yeri henüz saptanamayan Apollon Kynneios Tapınağı
da bu yağmadan kurtulamadı.
Bu saldırıları durdurmak amacıyla Roma tarafından gönderilen bir ko-
misyonun da çabalarıyla İÖ 154 yılında bir antlaşma yapıldı ve dönemin

91
Livius, ab Urbe Condita 37. 11, 14.
92
Appianus, Syrian Wars 121; Livius, ab Urbe Condita 37. 11, 14.
93
Polybios, Historiai. 21, 46.; Livius, ab Urbe Condita 38, 39.

86
tarihçisi Polybios’un verdiği bilgilere göre, II. Prusias bölgemizdeki Kyme,
Temnos ve Herakleia kentlerinin zararlarını karşılamak üzere tazminat
ödemek zorunda bırakıldı94.
Attalos II’nin ölümünden sonra yerine ağabeyi Kral Eumenes II’nin
oğlu son Pergamon Kralı Attalos III Filometor (Anne düşkünü) geçti
(İÖ 138-133). Yaşamı üzerine çelişkili, ancak bol bilgi verilen bu kral bazı
kaynaklar tarafından acımasız ve zalim olarak nitelendirilirken, son yılla-
rında inzivaya çekildiği ve şifalı bitkilerle, böceklerle ilgilendiği, bağcılık
ve zeytincilik gibi tarımsal yöntemler üzerine araştırmalar yaptığı ileri sü-
rülmektedir. Ancak günümüze kadar en çok üzerinde tartışılan davranışı
da ölümünden sonra Pergamon Krallığı’nı bir vasiyet ile Roma Devleti’ne
bırakmış olmasıdır.
Kyme, İÖ 188-133 yılları arasında −Bithynia Kralı II. Prusias’ın saldırısı
dışında− nispeten sakin bir dönem geçirdi. Özerk olmasına karşın Perga-
mon Krallığı’na bağlıydı. Pers dönemi boyunca İran’dan gelen Kral Yolu’nun
denize ulaştığı noktalardan biri olmanın ayrıcalığını yaşamıştı. Bu dönem-
de ise limanı aracılığı ile Doğu Akdeniz ticaretine bağlandı. Bu dönemde
büyük miktarlarda gümüş sikke bastı. Bu sikkelerin üzerine önce Büyük
İskender’in, daha sonraları ise Amazon figürlerini bastırdı. Söz konusu sik-
kelere günümüzde birçok Anadolu kentinde yapılan kazılarda rastlanmak-
tadır.

Son Pergamon Kralı’nın vasiyeti ve Aristonikos İsyanı’nda Aiolis


III. Attalos, ölümünden hemen önce (İÖ 133) Roma Devleti’ni Per-
gamon Krallığı’nın mirasçısı ilan etti. Bunun üzerine Pergamon Krallığı
ciddi bir iç karışıklık içine düştü. Bu dönemde krallığın sınırları içinde
yaşayanlar sadece tam hukuklu vatandaşlardan oluşmuyordu. Bunların
yanında sadece tarım sektöründe değil, aynı zamanda madenlerde ve
atölyelerde de çok sayıda hiçbir hukuku olmayan köleler çalışmaktaydı.
Ayrıca yabancılar, askerler, azatlılar ve tam vatandaşlık hakkı bulunma-
yan özgür kimseler de azımsanmayacak sayıdaydı. Giderek ekonomile-
rinde ve toplumsal yaşamlarında yoğun olarak köle kullanan ve tam bir
köleci toplum haline gelmeye başlayan Roma Devleti içinde de toplumsal
huzursuzluk yüksek bir düzeyde bulunuyordu. İÖ 135 yılında Sicilya’da
başlayan ve 3 yıl süren bir köle ayaklanmasının yankıları Anadolu’ya ka-
dar yayılmıştı. İşte bu karmaşık politik ortam içinde Anadolu tarihinin en
önemli ve bilinen ilk halk ayaklanmalarından biri Aristonikos adında bir
Pergamonlu’nun önderliğinde patladı. Aristonikos’un kimliği ile ilgili bil-

94
Polybios, Historiai. 33, 13.

87
giler kesin olmaktan uzak olmasına karşın, Pergamon hanedanından bir
asil olması kuvvetle muhtemeldir. Antik yazarlar tarafından verilen bilgiler
de bu doğrultudadır.
Ayaklanma, Ephesus ve Smyrna dışında tüm Batı Anadolu’ya yayılma
eğilimi gösterdi. İsyanın merkez üssü bölgemiz sınırları içinde bulunan
Leukai (Çamaltı Tuzlası) kenti idi. Bu harekete Fokaia (Foça) donanma-
sı da katıldı. Bölgemizdeki diğer kentler Kyme, Larissa, Neonteikhos ve
Temnos’un da bu harekete katılmış olmaları mümkündür.
III. Attalos’un vasiyetindeki şartları yerine getirmek ve Pergamon
Krallığı’nın topraklarını ve zenginliklerini, o sırada oldukça zor günler ge-
çirmekte olan Roma Cumhuriyeti’ne katmak üzere senato harekete geçti.
İÖ 131 yılında Batı Anadolu’daki bu ayaklanmayı bastırmak üzere bir se-
fer hazırlığına karar verdi ve P. Licinius Crassus komutasındaki bir orduyu
Batı Anadolu’ya gönderdi. Roma donanması ayaklanmanın merkez üssü
Leukai’yi kuşattı, ancak Aristonikos’un donanmasının ani bir saldırısına
uğradı. Crassus bu yenilgi üzerine Pergamon’a doğru karadan kaçmak
zorunda kaldı. Pergamon yolu üzerinde Myrina ve Elaia arasında bir mev-
kide Aristonikos’un ordusundan bir grup Trakyalı asker tarafından esir
edildi ve öldürüldü.
Roma donanmasının Leukai açıklarındaki yenilgisini ve Crassus’un
ölümünü haber alan Romalılar, Batı Anadolu’ya İÖ 130 yılında kon-
sül olan M. Perperna’yı gönderdi. Perperna’nın ordusu, zaferi kutlayan
Aristonikos’un ordusuna ani bir baskın düzenleyerek bozguna uğrattı.
Batı Anadolu’nun içlerine çekilmek zorunda kalan Aristonikos ve ordusu
Kaikos (Bakırçay) üzerinde bulunan Stratonikeia (Siledik) kentine sığındı.
Bu kenti kuşatan Roma ordusu, Aristonikos’u teslim olmaya zorladı. Bu
arada Ephesus donanması, Aristonikos’un donanmasını Kyme önlerinde
yok etti95.
Bölgemizin tarihi için de önemli olan bu ayaklanmanın bastırılması ile
Anadolu’da kesintisiz olarak yaklaşık 700 yıl sürecek olan Roma egemen-
liği başladı.

95
Strabon, Geographika XIV 1, 38.

88
Bölgede Roma egemenliği
(İÖ 129-İS 1300)

89
90
Bölgede Roma egemenliği (İÖ 129-İS 1300)
Aristonikos ayaklanmasının bastırılmasının ardından, İS 129 yılında Batı
Anadolu’ya 10 kişilik bir komisyonla gelen konsül Manlius Aquilius’un görevi
bölgemizde tamamen Roma’ya bağlı bir eyalet kurmaktı. Asya Eyaleti (Pro-
vencia Asia) adı verilen bu eyaletin sınırları içinde adlarını antik dönemden
tanıdığımız Mysia, Lydia, güneybatı Frygia, Karia ile Aiolis ve İonia bölgeleri
kalıyordu. Romalılar bugün hemen hemen tüm Batı Anadolu bölgesini içine
alan bu eyaletin merkezi olarak Ephesus (Selçuk) kentini seçmişlerdi.
Romalılar, önceleri Asya Eyaleti’nde Hellenistik krallıkların daha önce
uygulamış oldukları temel vergi politikalarını değiştirme yoluna gitmemiş-
lerdi. Hatta Pergamon Krallığı’nın almış olduğu ek vergilerden halkı muaf
tutmuşlardı. Sadece daha önceleri de var olan ve elde edilen ürünün üze-
rinden bir sabit vergi alıyorlardı. Ondalık (dekate) adı verilen bu vergi,
halk için çok büyük bir yük oluşturmuyordu. Ancak Roma’da nakit sıkıntısı-
na düşüldüğü İÖ 123 yılında konsül Gaius Gracchus tarafından çıkartılan
bir yasa ile vergilerin toplanması görevi vergi komisyoncularına (publicani)
verilmişti. Bunlar tahmini bir hesaplama ile gelecek yıllarda toplanacak
vergileri peşin olarak Roma Devleti’ne ödüyor ve vergileri toplama hakkını
alıyorlardı. Ancak hava koşullarına doğrudan bağlı olan tarımsal üretim
istenen sonucu vermediği zaman vergisini ödemekte geciken köylüler
borç altına giriyor ve faiz yükü ile topraklarını kaybetme tehlikesi ile kar-
şı karşıya kalıyordu. Böylece bir taraftan Publicaniler, diğer taraftan tüm
Anadolu’yu ele geçirmek için ordularının ihtiyaçlarını yerlilerden karşıla-
yan Romalı komutanların istekleri sonucunda ülke Roma’nın bir sömürge-
si durumuna gelmişti. Bu durum Augustus’un (İÖ 27-İS 14) yeni bir idari
düzenleme ve vergi reformu yaptığı İÖ 27 yılına dek sürecekti.

Provencia Asia (Asya Eyaleti) içinde Aiolis kentleri


Asya Eyaleti’nin idari kuruluşunu tamamladıktan sonra Roma yöneti-
minin ilk işi Hellenistik dönemde de kullanılmış olan yolların yeniden ıslahı
oldu. Bu bayındırlık çalışmalarının bölgemizde de gerçekleştirilmiş olduğu
anlaşılmaktadır.

91
Eyaletin başkenti Ephesus’u Smyrna üzerinden Pergamon’a bağlayan
yol da Manlius Aquilius tarafından bu dönemde genişletildi ve olasılıkla
tümüyle taş döşendi. Geçen yüzyılda Menemen’de bulunan bir mil taşı bu
yolun rotası hakkında bize yaklaşık bir bilgi vermektedir96. Tekerlekli vası-
taların işlemesine elverişli ve taş döşeme olan bu kara yolunun 75, 103 ve
295-305 yıllarında onarıldığını, günümüze ulaşan tamir ve mil taşlarından
biliyoruz97. Bu ana yoldan Kyme’ye ayrılan taş döşeme tali yolun bir parça-
sı geçen yıllarda Habaş AŞ’nin sondaj kazılarında gün ışığına çıkartıldı98.
Ege Denizi kıyısına paralel giden Ephesus-Pergamon yolu, kara yolu
ticaretini geliştirmiş Kyme gibi limanların öneminin azalmasına yol açmış
olmalıdır. Strabon’un biraz daha alaycı bir şekilde aktardığı Kymelilerin
400 yıl boyunca liman vergisi almayı akıl edememeleri öyküsünün olası-
lıkla daha derin ticari nedenleri olmalıydı99. Oysa bu liman vergisi muafi-
yetini çevredeki limanlara göre Ege Denizi’ndeki gemilerin katettiği rota-
ya uzak kalan Kyme’nin limanına ticaret gemilerini çekmek için bir teşvik
olarak görmek mümkündür. Kara yolunun ıslahı Kyme’nin deniz ticaretine
darbe vurmuş, kent yönetiminin gelirlerini azaltmış olmalıdır. Nitekim yine
Strabon’un kent yönetiminin bazı inşa faaliyetleri için zenginlerden aldığı
borçları ödeyememelerinin sonuçlarını alaycı bir şekilde aktarması100 ve
Arkhippe ve L. Vaccius Labeo gibi varlıklı Kymelilerin ortaya çıkışı, bu
ekonomik zorlukların habercisi gibi görünmektedir.

Roma yönetimine son direnişler: Pontos Kralı Mithridates


Roma Devleti’nin Batı Anadolu’da Asya Eyaleti’ni kurduğu dönemde
Karadeniz kıyılarında varlığını sürdüren Pontos Krallığı’nın başına Büyük
veya Eupator (şanlı babası olan) lakapları ile anılan VI. Mithridates geçmişti
ve bir imparatorluk kurmaya çalışıyordu. Ağır vergiler karşısında ezilen ve
Roma yönetiminden memnun olmayan Batı Anadolu’daki Hellen kentlerinin
büyük bir kısmı VI. Mithridates’i bir kurtarıcı olarak gördü. İÖ 88 yılında hızla
Batı Anadolu’ya giren VI. Mithridates, Ephesus’u ele geçirdi ve Pergamon’u
krallığının yeni başkenti ilan etti. Bu sırada Asya Eyaleti’nde yaşayan İtal-
yan kökenli herkesin öldürülmesini emretti. Kesin olmayan bilgilere göre
bir gece içinde 80 bin kişinin öldürüldüğü ileri sürülmektedir. Aynı yıl içinde
Yunanistan’ı da ele geçiren krala karşı Roma konsülleri L. Cornelius Sulla ve

96
A.M. Fontrier, Le Monastère de Lembos BCH 16 (1892), 403 (dipnot 3).
97
Bean 1995, 77; Cadoux 1938, 301-302; Ramsay 1881, 52-53; Doğer 1998, 334.
98
Korkmaz-Gürman 2011, 72-73.
99
Strabon, Geographika XIII. 3.6.
100
Adı geçen yer.

92
Valerius Flaccus komutanlıklarında iki ordu gönderildi. Önce Yunanistan’da
daha sonra Anadolu’da yapılan bir seri savaştan sonra Mithridates yenildi
ve İÖ 86'da Asya Eyaleti'ni terk etmek zorunda kaldı.
İÖ 62 yılında Valerius Flaccus Asya Eyaleti yöneticisi olarak bölgede
birçok eyleme imza attı. Örneğin, Temnos’un da içinde olduğu üç kent-
ten zorla aldığı yüksek miktardaki bir haraç nedeniyle suçlandı. Temnos
olasılıkla Pontus Kralı VI. Mithridates’in yanında yer almış ve bu nedenle
cezalandırılmış olmalıdır. Valerius Flaccus’a aynı dönemde Kyme vatan-
daşı Athenagoras adında bir tahıl istifçisine bir kıtlık sırasında mısır ihraç
etmesi nedeniyle kırbaç cezası verdiği için D. Laelius tarafından dava açıl-
dı. Ünlü Romalı devlet adamı Marcus Tullius Cicero tarafından savunuldu.
Cicero’un bu savunmaya ilişkin yazdığı Pro Flaccus başlıklı eserinde bu
olaylar ayrıntısı ile anlatılmaktadır. Laelius savunmasında Athenagoras’ın
haksız yere suçlandığını ispat etmek için Kyme halkının ve meclisin onun
lehindeki kararını ortaya koydu. Cicero ise Laelius’un bu karardan önce
bölgeyi gezdiğini ve Kymelilere baskı yaptığını ileri sürerek kent meclisi
kararlarının mahkemede kanıt olarak kullanılmasının yanlışlığına ve kanıt
olarak kullanılmaması gerektiğine dikkati çekmektedir.
Yaklaşık İÖ 70-50 yılları arasında Asya Eyaleti’ni on bölgeye ayıran
Roma yönetimi sayesinde Smyrna (İzmir) bu bölgelerden birinin idare mer-
kezi oldu. Myrina, Kyme, Fokaia, Leukai, Larissa, Neonteikhos ve Temnos
gibi bölgemizde bulunan eski Aiolis kentleri de Smyrna’ya bağlandı.
Roma’da tek kişilik mutlak bir yönetim kurmak isteyen Julius Caesar’ı
İÖ 44 yılında Senato’da öldüren Cumhuriyet taraftarları Brutus ve Cassi-
us, Caesar’ın intikamını almak isteyen Marcus Antonius ve Octavianus’a
karşı yaptıkları mücadele sırasında İÖ 43'de Smyrna'da biraraya geldi.
Savaş için gerekli mali kaynakları Asya Eyaleti’deki kentleri sonuna kadar
sömürerek elde ettiler. Bu nedenle bölgemizde kendilerine karşı çıkan bir-
çok kente karşı acımasızca davrandılar.
Yaklaşık 100 yıldan beri bir taraftan dış güçlere, diğer taraftan Roma
Cumhuriyeti içindeki siyasi güçlerin birbirlerine karşı yaptıkları savaşlar
Batı Anadolu’daki Hellen kentlerinin ekonomik durumlarını kötü etkilemişti.
İÖ 30 yılında Augustus’un, Marcus Antonius ile yaptığı iktidar savaşından
galip çıkması, Roma yönetimi altındaki tüm topraklarda yeni bir dönemin
başlamasına yol açtı. Roma toprakları içinde yaşayan ve karışıklıklardan
etkilenen toplumların uzun zamandan beri bekledikleri barış ve sûkunet
isteğini akıllı politikalar ve düzenlemeler ile tatmin eden Augustus’un ikti-
darı (İÖ 27-İS 14), tüm ülkede çok uzun bir dönem hüküm sürecek olan
istikrarı sağlamış oldu. Bu uzun dönem Akdeniz’de Roma Barışı (Pax Ro-
mana) olarak adlandırılmıştır.

93
Büyük deprem (İS 17 yılı) ve yıkılan Aiolis kentleri
Aiolis’in kentleri de imparator Augustus’un idari ve ekonomik reform-
larından olumlu etkilenmiş olmalılar. Zira bu döneme kadar genellikle sa-
vaşlar, ayaklanmalar gibi sıra dışı olaylar nedeniyle tarih sahnesine çıkan
Aiolis’in kentleri (Kyme, Larissa, Aigai, Neonteikhos, Temnos, Herakleia,
Leukai) bundan sonra yaklaşık üç yüzyıl boyunca bölgemiz için her za-
man önemli bir doğal afet olan depremler nedeniyle anılmaktadır. Bunlar-
dan kayıtlara geçen ilk şiddetli deprem, imparator Tiberius’un (14-27) sal-
tanatının 3. yılında (İS 17) meydana gelmişti. Tek bir gecede Alaşehir’den
(Filadelfia) Ege Denizi kıyılarına dek Gediz Çayı (Hermos) vadisi içinde
yer alan tüm kentler yerle bir oldu. Antik yazarlar Strabon ve Tacitus’un
verdikleri bilgilere göre Sardis, Magnesia (Manisa), Apollonis, Mostene,
Hyrkanis, Tmolos (Bozdağ) gibi Lydia kentlerinin yanında, bölgemizde-
ki Myrina, Aigai, Kyme ve Temnos gibi kentler de yıkıldı. Bu geniş çaplı
felaket karşısında İmparator Tiberius, yıkılan kentlere karşı oldukça cö-
mert davrandı. İmparator büyük miktarlarda yapmış olduğu nakit yardı-
mın yanında, kentleri hazineye ödemek zorunda oldukları tüm vergilerden
5 yıl boyunca muaf tutmuştu. Kentlerin yönetimleri de imparatorun bu
cömertliği karşısında minnetlerini Roma’da Venus Tapınağı’na bir heykel
grubu diktirerek gösterdiler. Bu heykel grubunun bir kopyası da İtalya’da
Vezuv Dağı eteklerindeki Puteoli kentine dikildi101. Ayrıca Kyme İmpara-
tor Tiberius’a şükranlarını göstermek üzere adının önüne Kaisareia lakabı
alarak Kaisareia Kyme olarak anılmak istedi102.
İmparator Nerva (İS 97) döneminde basılan sikkeler üzerinde görülen
Homonia (uyum) ifadesi Kyme ile Myrina arasında bir birlik olduğunu gös-
termektedir.
Antik kaynaklara yansıyan ikinci büyük deprem, olasılıkla 105 yılın-
da oldu. Kyme’nin yanında Elaia, Myrina ve Pitane (Çandarlı) da zarar
gördü103. Bölgedeki diğer büyük bir deprem İmparator Antoninus Pius’un
(138-161) Smyrna’yı (İzmir) ziyaretinden kısa bir süre sonra meydana
geldi (152), Lesbos (Midilli) Adası'ndaki Mytilene kenti tamamen yıkıldı,
Smyrna ve Ephesus büyük ölçüde tahrip oldu. Depremlerin kısa aralıklarla
devam etmesi bölgede büyük bir paniğe yol açmış, Smyrnalılar Klaros’da-
ki Apollon Tapınağı’na başvurmuşlar; tanrı, rahipleri aracılığı (kehanet)
ile evlerde durmamalarını ve tanrı heykellerini açık alanlara çıkarmalarını

101
Tacitus, Annales II. 47.
102
Engelmann 1975, T 194.
103
Engelmann 1975 T 155.

94
bildirmişti. Bu arada kentte bulunan Kurtarıcı Zeus Tapınağı’na bir öküz
adamışlardı. Cassius Dio’dan öğrendiğimize göre Smyrnalı hatip Aelius
Aristeides’in İmparator Antoninus Pius ile olan dostluğu sayesinde kentin
yeniden imarı için yardım sağlanmıştı.
Yirmi altı yıl sonra (178 yılında) İmparator Marcus Aurelius’un döne-
minde, bir önceki depremden de şiddetli yeni bir felaket Smyrna ve çev-
resini tahrip etti. Kentteki tüm resmi yapılar ve tapınaklar yıkıldı. Daha
önceki depremlerden sonra olduğu gibi çevre kentlerden ve imparatordan
önemli yardımlar geldi. Kent bu kez de on yıl boyunca tüm vergilerden
muaf tutuldu. Antik kaynaklardan öğrendiğimize göre üç yıl içinde Smyrna
daha güzel bir şekilde yeniden inşa edildi.

Aelius Aristeides’in Smyrna’dan Pergamon’a yolculuğu


167 yılında dönemin ünlü hatiplerinden ve entelektüellerinden Aeli-
us Aristeides, Smyrna’da yaşarken midesinden rahatsızlanır ve Perga-
mon’daki Asklepeion’da derdine çare aramak için Smyrna’dan yola çıkar.
Yaklaşık günümüzdeki rotada ilerleyerek Pergamon’a varır. Çok fazla ay-
rıntı vermediği bu yolculukta rota üzerindeki bütün kentlere uğrar. Bu yol-
culuğu Hieroi Logoi adlı eserinde şu şekilde anlatır:
“Bir yaz midemden çok rahatsızlandım. Gece gündüz susuzluk çekiyor,
durmadan terliyor ve kendimi paçavra gibi halsiz hissediyordum. Ayağa
kalkmak istediğimde, iki ya da üç kişinin beni yataktan çekip çıkarması
gerekiyordu. Tanrı, o sırada bulunduğum Smyrna’dan uzaklaşmam için
bir işaret verdi, böylece hemen Pergamon’a gitmek üzere yola çıkmayı
kararlaştırdım. Arabalar hazırlanıncaya kadar öğle olmuş, sıcaklık çok
artmıştı. Bu yüzden hizmetçilerimi eşyalarla birlikte önden göndermeyi
ve öğleden sonra sıcağını kendi başıma banliyöde geçirmeyi tercih ettim.
Amacım ilk geceyi Myrina’da geçirmekti. Fakat hem banliyönün aklımı
çelen güzelliği, hem de yapmam gereken bazı işler yüzünden epey-
ce oyalandık. Öyle ki Hermos [Gediz] kıyısındaki hana ancak güneş
batarken varabildik. Ne yapacağımı bilemiyordum. Fakat içeriye girip,
odaların berbat durumunu görünce, benden önce yola çıkan hizmetçi-
lerimin de yanımda bulunmaması yüzünden, yeniden yola koyulmaya
karar verdim. Biz nehri geçene kadar ortalık iyice kararmış, serin bir
esinti çıkmıştı. Böylece yeniden canlanıp neşeme kavuştum.
Akşamın ilerlemiş saatlerinde Larisa’ya geldiğimizde önümüzdeki kon-
voya hala yetişememiş olmamızın yanı sıra, buradaki hanın öncekinden
daha iyi görünmemesi ve yolculuğun güçlüklerine katlanmaktan başka
çare kalmaması bile keyfimi kaçırmadı.

95
ece yarısı veya gece yarısından biraz sonra, Kyme’ye vardık. Her yer
G
kapalıydı. Yine de yılgınlığa düşmeden, bir çaba daha gösterip, Myrina’ya
değin yola devam etmek için yol arkadaşlarımı yüreklendirdim. Onlara
Myrina’ya gitmenin uzun sürmeyeceğini ve başlangıçtaki planımızı boz-
mamamızın daha iyi olacağını söyledim. Kent kapısından çıktığımızda,
havada nemli bir ayaz vardı ve ben çok üşüdüğümü hissettim.
Horozlar ötmeden Myrina’ya geldik. Hanlardan birinin önünde adam-
larımızı bulduk. Eşyaları açmamışlardı, çünkü söylediklerine bakılırsa
her yer kapalıydı. Hanın sundurması altında, bir ot şilte vardı. Bir süre
şilteyi bir aşağı bir yukarı taşıdık, ama koyacak uygun yer bulamadık.
Kapıyı da vurmanın bir yararı yoktu, kimse yanıtlamıyordu. En sonunda
bir tanıdığın evine sığınmayı başardık. Ne ki, kötü bir şans eseri, ka-
pıcının ateşi sönmüştü. İçeriye kör karanlıkta, hiçbir şey göremediğim
ve kendim de görünemediğim için el yordamıyla girdim. Ateş tazele-
nip, ben de karşısında bir içki alacak duruma gelinceye kadar, Sabah
Yıldızı doğmuş, tanyeri ağarmaya yüz tutmuştu. Gün ışığında yatağa
girmeye, onurum isyan etti. Bir çaba daha göstererek her geçişimde
uğrayıp kurban sunduğum, Gryneion’daki Apollon Tapınağı’na gitmeye
karar verdim.
Gryneion’a ulaşır ulaşmaz, kurbanımı sundum ve mutad biçimde oya-
landım. Sonra yola devam ederek, Elaia’ya vardım. Geceyi orda geçir-
dim. Ertesi gün Pergamon’daydım.” 104

Aelius Aristeides’in çok az topografik ayrıntı verdiği bu yolculuğu ve


rotası üzerine bilim adamları tarafından değişik yorumlar yapılmıştır105.

Goth Akınları ve Aiolis kentlerinin çöküşü


3. yüzyıl boyunca bölgenin Kyme ve Myrina kentleri gibi liman kentle-
rine ilişkin bilgiler oldukça sınırlıdır ve değişik imparatorlar adına sikkeler-
den ibarettir. Bu kentlerde yapılan kazı ve araştırmalar da 3. ve 4. yüzyıl-
lara ilişkin bilgi toplamada yetersiz kalmıştır. Bu durum bir taraftan Roma
Devleti’nin 2. yüzyılın sonlarından itibaren girdiği ciddi ekonomik ve sosyal
bunalımlar ile ilişkili olabilir. Ancak bu dönemde bölgemizden de çekirge
sürüleri gibi geçip bütün Ege dünyasını kasıp kavuran Goth akınlarını da
göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bilindiği gibi 3. yüzyılın ikinci
yarısında imparatorlar Gallienus ve ardından gelen II. Claudius dönemin-
de ana vatanları Ukrayna’dan iki kez Roma topraklarına saldıran Gothlar,
imparatorluğun doğusunda önemli hasara yol açtılar. Historia Augusta,
Zonaras, Zosimus ve Syncellus gibi antik kaynaklar tarafından aktarılan

104
Bean 1995, 75-90.
105
Aelius Aristeides’in rotası üzerine tartışmalar için bkz. Doğer 1998, 332-341.

96
bu saldırıların yayıldığı coğrafya, barbarlar tarafından ele geçirilen veya
düşürülemeyen kentler, onlara karşı alınan savunma tedbirleri, savaşılan
yer adları, sonuçları ve tarihleri üzerine tartışmalar olmasına karşın olay-
ların gelişimi şu şekilde özetlenebilir106;
Birinci Goth saldırısı bir sonrakine nazaran daha küçük ölçülerde, 267
yılının ilkbahar aylarında başladı. Karadeniz üzerinden, içlerinde en büyük
Goth kabilelerinden biri olan Herullerin de bulunduğu kalabalıklar gemiler-
le geldiler, boğazlardan geçip önce Marmara, ardından Ege kıyılarını yağ-
maladılar. Atina’yı ele geçirdiler; ancak Deuxippus önderliğinde örgütle-
nen Atinalılar tarafından Roma birliklerinin de yardımı ile Balkanlara doğru
sürüldüler ve İmparator Gallienus komutasındaki Roma ordusu tarafından
dağıtıldılar. Asıl büyük saldırı ise Gallienus Roma’ya dönüp öldürüldükten
sonra 269 yılında tahta geçen II. Claudius döneminde başladı. Kaynaklara
göre 3.000 gemi ve 350 bin gibi sayılara ulaşan Gothlar bu kez Balkan-
lardaki Naissus’da (Niş) II. Claudius’un yönettiği Roma ordusu tarafından
tümüyle yok edildi. 269 yılında gerçekleşen bu savaştan sonra İmparator
II. Claudius Gothicus unvanı aldı.
Olasılıkla bu saldırılardan Kyme, Myrina, Aigai gibi bölge kentleri de
payını almış olmalıdır. Nitekim Aigai’de son yıllarda yapılan kazılar 270
yılı civarında kentin terk edildiği, hatta konutların kapılarının taşla örüldü-
ğü, kentin bir daha önceki boyutlarına hiçbir zaman ulaşamadığını gös-
termektedir. Goth akınlarının Kyme ve Myrina’da ne gibi olumsuz etkiler
bıraktığına ilişkin herhangi bir yorum yoktur. Uzun yıllardan beri değişik
bilim heyetleri tarafından kazılan Kyme’de Gothlara ve tahribatlarına iliş-
kin yorumlar beklenmektedir.

İmparatorluğun bölünmesi ve Aiolis’de Hıristiyanlık


3. yüzyılda en geniş sınırlarına ulaşan Roma İmparatorluğu özellikle
kuzeyden, Avrasya’dan dalgalar halinde gelen barbar akınlarının darbeleri
ile büyük ekonomik, toplumsal ve sosyal çalkantılar içine girdi. Bu döne-
min imparatorları devletin daha iyi yönetilmesi için bazı idari ve ekonomik
reformlar gerçekleştirdiler. Dönemin en ünlü imparatorlarından ikisi olan
Diocletianus ve Constantinus imparatorluğun doğu bölgelerine (Balkanlar,
Anadolu) daha fazla önem verdiler. Birincisi hayatının büyük bir kısmı-
nı Nikomedia’da (İzmit) geçirdi. Diğeri İstanbul Boğazı’ndaki Byzantion’u
ikinci başkent (Yeni Roma) olarak yeniden inşa ettirdi ve böylece Roma
İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesinin temellerini atmış oldu. Doğu Roma

106
İmparator Gallienus üzerine yapılmış ayrıntılı bir monografi için bkz. John Bray, Gallienus, A Study
in Reformist and Sexual Politics, (Kent Town 1997). Goth akınlarının bir bilançosu için özellikle bkz.
Chapter XX, pp.267-288.

97
İmparatorluğu, Hellen dilini konuşan, Hıristiyanlığın zaman içinde gelişti-
rilmiş bir yorumu olan, İstanbul’daki Patriklik’e bağlı Ortodoks mezhebine
mensup bir halk çoğunluğu üzerine dayalı idi ve idari yapı olarak gelenek-
sel Roma devlet sistemine dayanıyordu. Kısaca söylememiz gerekirse,
Bizans dönemi sadece Roma tarihinin yeni bir devresi, Bizans Devleti ise
Roma Devleti’nin devamından başka bir örgüt değildir. Yöneticiler ve halk
kendilerini hiçbir zaman Bizanslı olarak tanımlamamıştır. Bu isim kendi
devletini Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu olarak adlandırmak isteyen
Kral Charles V. tarafından rakibini küçültme amacıyla kullanılmıştır. Ancak
burada biz −yanlış da olsa− okuyucunun da alışkın olduğu Bizans terimini
kullanmaya devam edeceğiz.
Anadolu’nun tüm batı kıyılarında olduğu gibi Aiolis olarak adlandırı-
lan İzmir’in kuzeyi de bin yıllık Doğu Roma egemenliği boyunca zaman
zaman mutluluğu, zenginliği ve sükûneti, zaman zaman ise felaketler ve
çöküş dönemlerini yaşadı. Bu bölgenin hareketli tarihi içinde birçok basa-
mağı ayırt etmek mümkündür. Proto Bizans (Erken Bizans) dönemi adı
verilen 4. ve 6. yüzyıllar arasında bölgemizde de ekonomik, kültürel ve
sosyal ilerlemeler görülmektedir. İmparatorlar Diocletianus ve Constanti-
nus I’in gerçekleştirdiği idari reformların ardından Asia Eyaleti daha küçük
idari bölümlere ayrıldı (Asya, Hellespontos, Lydia, Karya ve Likya). Bölge-
miz ise Asya adıyla anılan idari taksimat içinde kaldı.
Bu yüzyıllar arasında bölgemizde varlıklarını sürdüren kentler ile ilgili
bilgiler kilise tarihçisi Hierokles’in (6. yüzyıl) Synekdemos adlı eserinde
verilmektedir107. Bu yazarın verdiği liste içinde bölgedeki piskoposluk mer-
kezleri arasında Fokaia, Aigai (Apae olarak), Myrina, Kyme (Myke olarak)
ve Temnos’un adı bulunmaktadır. Belki de bunun nedeni bu eserde sade-
ce piskoposluk merkezlerinin adlarının verilmiş olmasıdır. Dolayısıyla böl-
gemizde daha önceki dönemlerden adlarını bildiğimiz Neonteikhos (Ya-
nıkköy Kalesi), Larissa (Buruncuk Kalesi), Herakleia (Ballık Kayası Eski
Emirâlem) gibi kentlerin önemlerini kaybettikleri, köy durumuna düştükleri
veya terk edildikleri anlaşılmaktadır.
5. ve 6. yüzyıllarda Kyme kenti Ege Denizi’nin doğusunda sıralanmış
kıyı kentleri arasındaki ekonomik alışveriş içinde önemli bir odak gibi gö-
rünmekte ve limanının oldukça işlek olduğu anlaşılmaktadır108. Myrina ve
Elaia’nın ise bu yüzyıllar içinde Kyme kadar işlek limanlara sahip olup
olmadığını bilmiyoruz. Bunun nedeni de henüz bu kentlerde sistemli arke-

107
Hieroclis, Synecdemus, by Parthey, Berlin, 1866; by Teubner, Leipzig 1893.
108
Vincenzo Di Giovanni, Aspect of fine ware consumption in Aeolic Kyme (I-VI A.D), Late Hellenistic
to Mediaeval fine wares of the Aegean Coast of Anatolia, Their prodution, imitation and use, (edite par
Henryk Meyza) (Varsovie 2014), 71-80.

98
olojik yüzey araştırması ve kazı ve projelerinin gerçekleştirilmemiş olma-
sıdır. Bununla birlikte kilise kaynakları bu kentlerdeki Hıristiyan cemaatle-
rinin varlığını göstermektedir109. Örneğin, 451 yılındaki Kalkhedon (Kadı-
köy) Konsili’ne Kyme’den Khrysogonos, Myrina’dan Proterios ve Elaia’dan
ise Hesaias adlı piskoposlar katıldı. 553 yılında düzenlenen II. İstanbul
Konsili’nde ise Kyme’den Anatolios, Myrina’dan Ioannes hazır bulundu110.

Emevi Arapları İstanbul yolunda (8. ve 9. yüzyıllar)


Tüm Anadolu’nun olduğu gibi, bölgenin de huzuru 7. yüzyılın ikinci
yarısında Emevi ordularının denizden ve karadan saldırıları ile bozuldu.
Arap akınları özellikle 8. yüzyılın başından 11. yüzyılın başına kadar ara-
lıklarla Anadolu kıyılarındaki kentlere rahat nefes aldırmadı. 672 yılında
bir Emevi filosu İzmir’i ve çevresini ele geçirdi, bölgede kışladı. 717 yılında
İstanbul’u kuşatmaya giden halifenin kardeşi Maslama kumandasındaki
kara ordusu ve donanması bölgemizi yağmalayarak geçti. Söz konusu
Arap akınları bölgedeki nüfusun azalmasına yol açtı. Kıyıdaki kentler ve
köyler terk edildi, halk dağlık bölgelere, tahkimatlı yerlere sığınmak zo-
runda kaldı. Anadolu Bizans egemenliğindeki tüm bölgelerde olduğu gibi
bölgemizde de bu akınlar nedeniyle büyük bir ekonomik çöküntü meyda-
na geldi111.
Arap akınlarının kıyı kentleri üzerine −olasılıkla karadaki kentler de
bu saldırılardan etkilenmiş olmalıdır− etkisi o kadar büyük olmalıdır ki bu
döneme ilişkin ne tarihsel ne de arkeolojik anlamda bir bilgi günümüze
kadar ulaşmamıştır. Özellikle kıyı kentleri sanki yok olmuş gibi görün-
mektedir. Örneğin, 553 yılındaki II. İstanbul Konsili’nden 787 yılındaki II.
İznik Konsili’ne kadar iki yüzyıl içinde kilise kayıtları da tümüyle suskun-
dur. 787 yılındaki II. İznik Konsili’ne ise Kyme’den piskopos Stratonikos,
Myrina’dan piskopos Kosmas katılmıştır112.
Arap akınlarının bitimi ile Türkmen akınlarının başlangıcı arasında
(10. ve 11. yüzyıllar) Batı Anadolu’da kısa süreli yeni bir gelişme dönemi
yaşandı. Bu kısa süren barış dönemi içinde bölgemiz için anmaya değer
iki olay vardır. Birincisi 1025 yılında bölgede büyük hasara neden olan
yer sarsıntısı, ikincisi ise nüfusunun yeniden azalmasına neden olan
kıtlıktır.113

Pascal Culerrier, Les évêchés suffragants d’Ephèse aux 5e-13e siècles, Revue des έtudes
109

byzantines 45, 1987, 139-164.


110
Adı geçen eser, 142, Tableau I ve III.
111
Bkz. Ahrweiler 1965, 124, dipnot 7.
112
Adı geçen eser, 155-157.
113
Adı geçen eser, 4-5.

99
Çaka Bey ve ilk Türk egemenliği (1080/1092)
Bu dönem 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı’ndan yaklaşık 10 yıl son-
ra, İzmir ve yöresinde egemenlik kuran Çaka Bey tarafından kesintiye
uğratıldı. Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulmasına yol açan Türkmen-
lerin Anadolu’ya kalıcı olarak yerleşmesi, Batı Anadolu tarihinde yeni
bir sayfa açtı. Türkmenler 1071 ile 1081 yılları arasında hemen hemen
tüm Anadolu’yu fethettiler. İzmir de 1080/1081 yılında Türk asıllı bir li-
derin, Çaka Bey'in eline geçti. Hakkında Ioannes Zonaras’dan ve Anna
Komnena’nın Aleksiad adlı eserinden bilgi sahibi olduğumuz Çaka’nın
(Anna Komnena’nın tabiriyle Tzakhas) 1071 yılından sonra çok genç
yaşta Bizanslılar’a esir düştüğü veya onların hizmetine gönüllü girdiği
anlaşılmaktadır. Nitekim Anna Komnena’nın eserinde Çaka Bey hasmı
Konstantin Dalassenos ile karşı karşıya geldiğinde kendini ona şu şekilde
tanıtmaktadır:
“Bilesin ki ben, bir zamanlar Asya’da, hep yiğitçe dövüşerek akınlar ya-
pan, ama deneyimsizliğinin kurbanı olup şu ünlü Alexandros Kabalikos
tarafından tutsak edilmiş olan o genç adamım. Sonra, onun tarafından,
hizmetinde bulunmam için, İmparator Nikeforos Botaniotes’e armağan
edilir edilmez bana Protonobilissimo (En soyluların birincisi) sanının ve-
rilmesiyle onurlandırıldım, değerli armağanlara boğuldum ve ona ba-
ğımlılık sözü verdim. Ne var ki, Alexios Komnenos’un devlet dizginlerini
eline geçirmesinden bu yana her işim bozuldu.” 114

1081 yılında iç savaşta yenilgiyi kabul edip Aleksios Komnenos le-


hine tahttan çekilen Nikeforos Botaniotes’in düşüşünden sonra Bizans
devlet çarkının tüm işleyişini bilen ve boşluklarını değerlendiren Çaka
Bey'in İzmir’i ele geçirdiği anlaşılmaktadır. Kentteki Rumların da yardı-
mı ile bir donanma oluşturan Çaka Bey önce körfezin her dönemdeki
kapısı Klazomenai’yi (Urla İskelesi) ele geçirdi. Ardından Khios (Sakız),
Lesbos (Midilli), Samos (Sisam), Rodos gibi önemli adaları ve adaların
karşısındaki Batı Anadolu kıyı şeridine egemen olan Çaka Bey, kısa süre
içinde (1081-1090) Rodos’dan Çanakkale Boğazına kadar geniş bir böl-
geyi yönetmeye başladı. Kendini Basileus (imparator) olarak adlandıran
ve imparator gibi giyinip, davranan Çaka Bey'in asıl hedefinin Trakya’da
bulunan Peçenekler ile ittifak içinde, denizden saldırıyla İstanbul’u ele ge-
çirmek olduğu anlaşılıyor. Ayrıca Çaka Bey birkaç küçük boyutlu deniz
çatışmasında Bizans donanmasını yendi. Tehlikenin farkında olan İmpa-
rator Aleksios Komnenos önce Kumanlar (Kıpçaklar) eliyle Peçenekleri
yok etti, ardından Çaka’ya karşı denizden ve karadan karşı saldırıya geçti.

114
Anna Komnena, Alexiad, 232 (VII.vııı.7).

100
Oluşturulan filo Konstantin Dalassenos’un komutasında bölgeye gönderil-
di. Konstantin Dalassenos, önce İzmir üzerine saldırmak yerine Midilli ve
Khios’a yöneldi. Adaların Bizanslıların eline geçmesine engel olamayan
Çaka Bey İzmir’e sığındı. Kentteki tersanede yeni bir filo donatmaya gi-
rişti ve Çanakkale Boğazı’ndaki Abydos’u kuşattı. Ancak kısa süre sonra
İznik’te Anadolu Selçuklu Devleti’nin başında olan ve damadı Kılıç Aslan,
İmparator Aleksios Komnenos’un tahrikiyle Çaka Bey’i bir ziyafet sofrasın-
da öldürdü (1092).
Bizans donanmasının ana üssü olan İzmir kenti, bölgede otoriteyi sağ-
layan ve sağlamlaştıran Dük Hyaleas’a verildi. Türkler bölgede yeniden
kesin olarak yerleşecekleri 1300 yıllarına dek Ege Denizi kıyılarından iç
kısımlara doğru çekilmek zorunda kaldılar. Daha 7. yüzyılda tüm Bizans
topraklarının Thema adı verilen eyaletlere ayrılması sırasında Edremit
(Adramyteion), Sardes ve Ephesos (Selçuk) üçgeni arasındaki tüm kıyı-
ları Thrakesion Thema’sı adı altında örgütlenmişti. Geçen yüzyıllar içinde
zaman zaman gevşeyen bu eyalet sistemi, İmparator I. Aleksios dönemin-
de yeniden düzenlendi.
Tüm bu faaliyetlere karşın, Bizans egemenliğinde kalan bölgemize
Türkmenlerin akınlarının kesilmediği görülmektedir. 12. yüzyılda gerçek-
leşen çok sayıda Türk akını bölgeyi de hedef aldı. Bu akınlardan 1133 yı-
lında gerçekleştirilmiş olanı Batı Anadolu’daki manastırlara ait kayıtlardan
bilinmektedir. Kısa süreli ancak etkili olan bu akında Pınarbaşı köyünün
hemen doğusundaki tepeler üzerinde yer alan Lembos Manastırı da tahrip
oldu. Thrakesion Theması’na yönelen diğer bir önemli saldırı da Myrio-
kefalon Savaşı’ndan (1176) önce oldu; ancak Büyük Menderes vadisini
savunan I. Manuel Komnenos tarafından durduruldu. Son büyük akın ise
I. Andronikos Komnenos’un ölümünden (1185) hemen sonra gerçekleşti.
Türkler bölgedeki iç çekişmelerden sonuna dek yararlandı. Batı Anadolu
kıyıları İmparator I. Andronikos’a karşı taht mücadeleleri veren yerel bey-
ler arasındaki yıpratıcı mücadelelere, ekonomik çöküntüye, nüfus azalma-
sına, yerel hanedanların egemenliklerine sahne oldu.

Bölgede son Roma egemenliği: İznik Devleti (1210/1315)


O güne dek hep Bizanslıların yardımı ile Anadolu’ya geçirilen ve tüm
ülkeyi birkaç kez çiğneyerek Kudüs’e saldıran Haçlı sürüleri bu kez daha
kolay bir av olarak gördükleri kendi dindaşları olan Bizanslıları yağmalama-
ya karar verdiler. Venedikliler ve birleşik Haçlı kuvvetleri, 13 Nisan 1204’de
İstanbul’a girdi. Kent üç gün boyunca yağma edildi. Dünyanın en büyük
kültür merkezi olan İstanbul’un tüm zenginlikleri Latinlerin eline geçti.

101
Bizans’ın asil ve güçlü aileleri Batı Anadolu’ya sürgüne gittiler. Bu
büyük ailelerin de yardımı ile I. Theodoros Laskaris Batı Anadolu’daki
egemenliğini pekiştirip başkent İznik olmak üzere yeni bir Bizans Devleti
kurdu. Bu imparator bölgeyi önce yerel hanedanların yaratmış olduğu par-
çalanmışlıktan kurtardı; daha sonra batıda Latin Krallığı, doğuda ise Sel-
çuklu Sultanlığı ile mücadele ederek sınırlarını güvence altına aldı. Yeni
Bizans Devleti’nin başkenti İznik olmasına karşın, yönetimin ağırlığı Mag-
nesia (Manisa), Smyrna (İzmir) ve Nymfaion’a (Nif-Kemalpaşa) kaydırıldı.
Özellikle Nymfaion devletin yazlık başkenti oldu. İmparator I. Thedoros
Laskaris’den (1210-1224) sonra tahta geçen III. Ioannes Vatatzes’in uzun
süren iktidarı (1224-1254) bölgenin ekonomik, politik bakımlardan canlan-
masına ve nüfüs artışına yol açtı. İzmir ve civarındaki topraklar yeniden
düzenlendi; tersaneler yeniden işletildi. Bölge, imparator ve karısı İmpa-
ratoriçe İrini sayesinde manastırlar merkezi haline geldi; bu tür dinsel ku-
rumların ellerindeki topraklar çoğaldı. Magnesia (Manisa) ve Nymfaion’da
(Kemalpaşa) kütüphaneler ve kültür merkezleri kuruldu. Selçuklu Sultan-
lığı ile yapılan ticaret bölgenin göreceli bir zenginliğe ulaşmasına imkân
verdi.
Tüm bu zenginlik ve mutluluk dönemi Laskarisler hanedanına son veren
ve İstanbul’u 1261 yılında yeniden ele geçiren VIII. Mikhael Palaiologos’un
İstanbul ve Balkanlar lehine Batı Anadolu’yu ihmal politikaları ile sona
erdi. İmparator, 1261 yılında Nymphaion Antlaşması (Nif-Kemalpaşa) ile
İzmir limanını Cenevizlilere teslim etti. Küçük Asya’nın savunma görevi
ihmal edildi. Bu tarihten sonra Türkmen kabileleri Gediz, Küçük ve Bü-
yük Menderes vadileri ile Muğla üzerinden dalgalar halinde nihai hedefleri
olan son önemli Bizans kentleri Smyrna (İzmir) ve Magnesia’ya (Manisa)
doğru harekete geçtiler. Konar-göçer ve silahlı Türkmenler, çoğunlukla
küçük gruplar, bazen de kalabalık halde önce Bizans toprakları içinde-
ki kırsal ve dağlık bölgelerde tutunmaya çalıştılar. Zaman zaman silahlı
güçlerini bölgede nüfuz ve iktidar mücadelesi yapan Bizanslı yöneticile-
rin hizmetine vermekten de geri durmadılar. Özellikle İstanbul’un yeniden
Bizans’ın eline geçtiği 1261 yılından sonra bölgede azalmaya başlayan
Hıristiyan-Bizanslı halkın boşluğunu doldurmaya hevesli yeni yurt peşin-
deki bu göçmenlerin baskısına dayanmak oldukça zor olmaktaydı. Laska-
ris hanedanını yıkan VIII. Mikhael Paleologos’un (1259-1282) Balkanları
ve İstanbul’u kollayan politikası Hıristiyan halk arasında hoşnutsuzluğa
ve isyanlara yol açtı. Bizans yönetimi yine de bölgede Türkmenlere karşı
mücadeleyi 1302 tarihine kadar sürdürdü.
Türklerin daha 1267 yılında bölgemizde hareket halinde olduğu an-
laşılmaktadır. Örneğin, Yeni Foça ile Eski Foça arasında Şaphane Da-

102
ğı’ndaki şap madenini işletmek isteyen Cenovalı Benedetto Zaccaria, böl-
genin kendisine verilmesi için İmparator VIII. Mikhael’i ikna etti. Amacı;
şap madenini işletmek, elde edilen şapı güvenli bir şekilde deniz yoluyla
ana üs olan Midilli Adası'na ulaştırmak ve bölgedeki Hıristiyan-Rum halkı
Türkmen akınlarına karşı korumaktı. Bu amaçla da yerli halkın da katılı-
mıyla Yeni Foça Kalesi’ni inşa ettirdi115. Bölgeye Bizans yönetiminin ikinci
seferi bu kez Büyük ve Küçük Menderes vadilerindeki Türkmenlere karşı
1280 yılında yapıldı. Bu askeri sefere Menemen Ovası’nda geniş arazile-
re sahip olan ve ilerde kurulacak olan Menemen kasabasına diğer adını
veren (Tarhaniyat) Tarkhaniotes ailesinden Mikhael Tarkhaniotes, gelece-
ğin imparatoru II. Andronikos ile birlikte katıldı. Bu seferin sonuçları kısa
vadede olumlu olmasına karşın kalıcı olmadı. Ailenin fertlerinden ve im-
paratorun kuzeni Aleksios Tarkhaniotes Filantropenos, Türklerin bölgeden
atılması planı içinde 1293 yılında Trakhesion Theması dükü oldu. Tüm
doğuda hem denizde hem de karadaki tüm Bizans kuvvetlerine kumanda
etmekteydi ve büyük yetkilerle donatılmıştı116. Büyük Menderes vadisinde
hızla kazanılan parlak zaferler ona yerel halkın nezdinde büyük bir ün
kazandırdı. Kendisine bir kurtarıcı bulduğu için rahatlamış olan halk bü-
tün benliği ile kendisini ona adamaya hazırdı. Pakhymeres onu Lydia ve
Kelbianon bölgelerinden denize kadar olduğu gibi Hermos ile Meandros
arasındaki tüm Küçük Asya’nın da hegemonu olarak nitelemekteydi117.
1294 yılında donanması ile İzmir Körfezi’nde dolaşan genç general,
övgü ve dalkavukların etkisi altında kışkırtmalara dayanamadı. 1295 yı-
lından itibaren kendi bağımsız iktidarı için başkentin bölgedeki otoritesini
ortadan kaldırmaya kararlı olarak kendi yönetimini kurmak üzere ayaklan-
dı118. Aynı yıl Giritli müttefiklerinin gevşekliği nedeniyle tahtı ele geçirme
mücadelesinde başarılı olamadı119.
Bu başkaldırıya karşın üç yıl sonra imparator II. Andronikos 1298 yı-
lında Batı Anadolu’ya yapılacak bir sefere komuta etmesi için yine Tark-
haniotes ailesinin bir ferdini seçti. Söz konusu olan Nikeforos’un sonuncu
oğlu Ioannes idi. Küçük Asya’ya hareketinin hemen öncesinde Ioannes,
azledilen Patrik Arsenos’un yandaşı olduğu için uzun yıllardan beri tutul-
duğu hapisten sonra evinde göz hapsinde bulunuyordu. Türkler karşısın-
da durumun gerçekten umutsuz olduğu görülüyordu. Durumun aciliyetini

115
Mikhael Dukas, Tarih, (Çev. Bilge Umar), Arkeoloji ve Sanat Yayınları, (İstanbul 2008), 143-144.
116
Ahrweiler 1965, 151.
117
Pakhymeres III, 237.
118
Beldiceanu-Steinherr-Ganchou 2006, 72. Dipnot.85.
119
Pakhymeres III, 236-252.

103
görerek ülkeyi toparlamak için tüm tavizlere hazır olan II. Andronikos, Io-
annes Tarkhaniotes hakkındaki önyargılarını bir kenara bıraktı. Onu ser-
best bırakmakla ve barışmakla kalmadı; üstelik bu adın Küçük Asya hal-
kının üzerindeki etkisinden ve sevilmesinden faydalanmak için onu yeni
bir askeri operasyonun başına geçirdi. Fakat Ioannes’in durumu Bizans
Devleti’nin lehine çevirmek için gerekli enerjik reformlarına askerlerinin
ayaklanması engel oldu. Ioannes 1299 yılında bölgeyi terk edip Sela-
nik’deki II. Andronikos’a sığınmak zorunda kaldı120.
Bizans ordusunun bölgemizde yürüttüğü son operasyon ise 1302 yı-
lında gerçekleşti. İmparator XI. Mikhael, aralarında Türklerin de bulun-
duğu −herhalde paralı askerler− bir ordu ile Mainomenos (Menemen)
Ovası’ndan geçti. Ancak nereden gelip hangi yöne gittiği bilinmemekte-
dir121. Seferin sonuçları hakkında da bir bilgi yoktur.
Bölgede kalıcı olarak yerleşmeye başlayan Türkmenlere karşı en
son saldırı ise Bizans Devleti tarafından kiralanan Katalan birliği tarafın-
dan 1304 yılında gerçekleşti. Saldırılarına Bandırma yöresinde kışlayan
Türkmenleri katlederek başlayan Katalanlar bölgede yaklaşık bir yıl kal-
dı. Marmara ile Tire arasında kalan bölgede sadece Türkmenleri değil,
aynı zamanda Hıristiyan Rumları da hedef aldılar ve bölgeyi yağma ettiler.
Magnesia’nın (Manisa) Bizanslı valisi onları kente sokmadı. İstanbul’daki
imparatorun maaşlarını vermemesi üzerine Trakya’ya geçerek bu kez Bi-
zans arazisi içinde cezalandırma operasyonları gerçekleştirdiler122.
Sonunda Bizans yönetiminin tüm savunma çabalarına karşın, tüm Batı
Anadolu 1314 yılında Manisa Kalesi’nin Saruhanoğulları’na 1317 yılında İz-
mir Akropolis Kalesi’nin (Kadifekale) güneyden gelen Aydınoğullarının eline
geçmesiyle Bizans Devleti’nin Batı Anadolu’daki egemenliği sona erdi.

Bizans Dönemi’nde Aiolis tarihi coğrafyası


Çok uzun bir dönem sonra, İznik Bizans Devleti zamanında Menemen
ve Aliağa bölgesinde yeniden canlanan yaşam ile ilgili bilgileri 13. yüzyılın
yazılı kaynaklarından almaktayız. Bölgemiz İznik Devleti’nin bu yüzyıl için-
deki dirlik ve düzenliğinden payını almış; Menemen Ovası tüm verimliliği
ile işletilmiş ve gerek ovanın ortasında, gerekse ovayı çevreleyen dağların
üzerinde ve yamaçlarında yeni iskân merkezleri (köyler, kentler ve ma-
nastırlar) doğmuştur.
120
Beldiceanu-Steinherr-Ganchou 2006, 73. Dipnot.89.
121
Pakhymeres IV, 343.
122
P. Lemerle, L’Emirat d’Aydın, Byzance et Occident, (Paris, 1957), 15 v.d.

104
Menemen adını ilk kez bu döneme ait doğrudan bir belge olarak de-
ğerlendirilmesi gereken Lembos Manastırı kayıtlarında bulmaktayız. Ka-
lıntıları Pınarbaşı’nın kuzeydoğusunda bir tepenin üzerinde bulunan bu
manastır, İmparator Ioannes Dukas Vatatzes tarafından yeniden canlan-
dırılmıştı. Türkler tarafından bölgenin ele geçirildiği 1300 tarihlerine kadar
manastırın çevrede değişik yollardan (bağış ve satın alma) çok sayıda
taşınmaz ve arazi sahibi olduğunu görüyoruz. Manastırın kayıtlarında bu
arazilerin bir kısmı Memaniomenos (veya Mainomenos) Ovası’nda yer al-
maktaydı. Ayrıca bu tür satış ve bağış belgelerinde Menemen Ovası’ndaki
bu arazilerin bulundukları yerler adları ile tarif edilmekte, komşu araziler,
köyler, manastırlar ile ilgili bilgiler de bulunmaktadır. Tüm bu belgelerden
hareketle Menemen Ovası’nda ve civarındaki yer isimleri ile ilgili bilgi sa-
hibiyiz. Ancak dikkati çeken bir husus bölgede Bizans dönemi boyunca
(13. yüzyıl) Menemen adında bir yerleşmenin olmamasıdır123.
Gediz’in (Hermos) kuzeyindeki Dumanlı Dağı, görünüşe göre bu dö-
nemde Yamanlar Dağı kadar iskân edilmemiş olmasına karşın, özellikle
Yanıkköy Kalesi (Neonteikhos; Ceneviz Kalesi) ile Temnos’un yer aldığı
Görece Kalesi bu dönemde, henüz Menemen kasabası kurulmadan önce,
Memaniomenos Ovası’na hâkim olan en önemli iskânlardı. Bazı araştır-
macılar 11. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar piskoposluk listelerinde Smyrna’ya
(İzmir) bağlı piskoposluk merkezi olarak yer alan Arkhangelos’un (Baş
Melek) Temnos’un (Görece Kalesi) Bizans dönemindeki adı olduğunu ile-
ri sürmektedirler124. Ancak Görece Kalesi’nde söz konusu dönemlere ait
çanak çömlek gibi küçük buluntulara çok az rastlandığı gibi, o dönemlerin
mimari özelliklerini yansıtan yapı ve sur kalıntıları mevcut değildir. Buna
karşın Yanıkköy Kalesi’nde 12. ve 14. yüzyıllar arasında dönemin tüm mi-
mari ve duvar özelliklerini gösteren ve nispeten günümüze kadar ulaşmış
sur kalıntıları ve tahkimat izleri bu dönemlerde yerleşmenin önemini gös-
termektedirler. Ayrıca tarihçi Dukas’ın Mainomenos Ovası’nda, Türkler’in
Kayacık adını verdikleri Arkhangelos ile ilgili verdiği bilgiye en fazla uyan
yer Yanıkköy Kalesi’dir125.
Güzelhisar Çayı vadisindeki Kyme, Myrina ve Elaia gibi kentlerde ya-
pılan arkeolojik kazıların, yüzey araştırmalarının sonuçları ile kilise kayıt-
ları 12. ve 13. yüzyıllarda bölgedeki yaşam hakkında yetersiz de olsa bilgi
vermektedir. Örneğin, Kyme’de kilise yaşamının 10. ve 11. yüzyıllardaki
varlığı Filotheos ve Theodoros adlı din adamlarından hareketle saptana-

Menemen kasabasının kuruluşu üzerine görüşler için bkz. Doğer 1998, 56-61 ve 290-295;
123

Beldiceanu-Steinherr-Ganchou 2006, 61-68.


124
Ahrweiler 1965, 84-88.
125
Doğer 1998, 275-277.

105
bilmektedir126. 1167 yılında toplanan Ephesus synodu listesinde görülme-
yen Kyme piskoposlarının 1216 ve 1230 yıllarında yine aynı yerde ger-
çekleştirilen synodlara katıldıkları görülmektedir127. Kyme’de gerçekleşti-
rilen İtalyan kazılarında liman yakınında gün ışığına çıkartılan kale yapısı
12. ve 13. yüzyıllarda inşa edilmiş ve olasılıkla Fatih Sultan Mehmet dö-
nemine kadar kullanılmış olmalıdır128. İstanbul’daki yapıların taş malzeme
ve mimari eleman ihtiyacı için taş ocağı olarak kullanımı da bu yüzyıllarda
başlamış gibi görünmektedir.

126
Cullerier, 156-157.
127
Adı geçen eser, 142, Tableau I.
128
Mikhael Dukas, 50.

106
Bölgede Türk egemenliği
(1300-∞)

107
108
Bizans’ın son direnişleri ve Asya’dan Ege Denizi’ne

Türkler/Türkmenler yeni vatanlarında


1261 yılında başkent İstanbul’u bir rastlantı sonucu, 57 yıllık sahip-
leri Latinlerin elinden alan sonuncu Bizans hanedanının ilk imparatoru
VIII. Mikhael Paleologos, Bizans Devleti’nin Batı Anadolu’daki toprakla-
rını, başkentin ve Balkanlardaki toprakların desteklenmesi uğruna göz-
den çıkardığı anlaşılmaktadır. İmparator yaklaşık 50 yıl önce Balkanlar
ve Yunanistan’da kaybedilen topraklar üzerinde imparatorluğun otoritesini
yeniden kurmak ve yerel hanedanların egemenliklerine son vermek isti-
yordu. Yetersiz olan mali kaynaklar, tüm bu amaçlar için büyük bir kara
ordusu ve donanma yaratmak zorunda olan imparatorluğun nefesini tü-
ketti. Aynı zamanda kendi topraklarından uzaktaki bu mücadelelerin tüm
mali ve insani yüklerini çeken Batı Anadolu’nun Hıristiyan köylülerinin
hoşnutsuzlukları en üst düzeye ulaşmıştı. Bu dönemde merkezi otoriteye
karşı köylü isyanları patladı. Buna, bölge halkının çok sevdiği bir önceki
hanedan olan Laskarisler sülalesinin son temsilcisinin öldürülerek tahtın
gasp edilmesi, Patrik Arsenios’un görevden uzaklaştırılmasından dolayı
Batı Anadolu’daki Bizanslı halkın yeni hanedandan soğuması ve sınırlara
dayanmış Türkmenlere karşı mücadele azminin yitirilmesi yol açtı129.
Moğolistan’da hızlı bir şekilde filizlenen ve tüm Asya’ya yayılan Cengiz
İmparatorluğu ordularının önünden kaçarak Anadolu’ya sığınan Türkmen
kabilelerini, Selçuklu yöneticileri, İznik Bizans Devleti ile sınır boylarına
yönlendirmekteydiler. Özellikle Moğollarla 1243 yılında yapılan Kösedağ
Savaşı’nın kaybedilmesi ile yeniden hareketlenen Türkmen oymakları ve
başlarında gaziler bulunan savaşçı derviş grupları bir taraftan Lydia bölge-
sinden (Gediz Çayı vadisi), diğer taraftan Büyük Menderes ve Fethiye-Da-
laman yönlerinden başlayarak, kıskacı İzmir Körfezi’nde kapatmak üzere
1270 tarihlerinden itibaren harekete geçtiler. 1300 tarihlerine dek yaklaşık
30 yıl boyunca Batı Anadolu’nun dağları, yaylaları ve ovalarına yayılan
konar-göçer Türkmen grupları, surlarla çevrili Bizans kentlerinin çevrele-

Bölgemizde Çaka Bey dönemi ile Saruhanoğlu Beyliği arasındaki Bizans yönetimi döneminin kısa
129

tarihi için bkz. Ahrweiler 1965.

109
rindeki kırsal alanları ele geçirdi ve Bizans kentleri arasındaki bağlantıları
tamamen kesti.
Bizans Devleti’nin son bir hamle ile 1269 yılında Ioannes Paleologos’un
Lydia bölgesinde, 1278 yılında geleceğin imparatoru II. Andronikos
Paleologos’un Büyük Menderes Çayı vadisinde, 1295/1296 yıllarında
Aleksios Filantropenos’un Lydia ve İonia bölgelerinde örgütlemeleri ve
Batı Anadolu’yu yurt tutmaya kararlı Türkmenlere karşı yaptıkları seferler,
sonuç vermedi. Bölgemizdeki son Bizans direnişlerinden biri, 1304 yılında
İmparator II. Andronikos adına ücretli bir Katalan ordusunun Türklere kar-
şı savaşmak üzere Manisa, Nif ve İzmir bölgesine gelişi ile oldu. Ancak bu
acımasız ve talancı ordu sadece Türkmenlere değil, aynı zamanda bölge-
deki Hıristiyan köylerine ve kentlerine de aynı ölçüde zarar verdi. Bu tarih-
ten sonra bölgedeki Bizans otoritesi tamamen ortadan kalktı. Kütahya/Af-
yon hattından hareketle Gediz Çayı vadisi boyunca batıya doğru ilerleyen
Saruhan Bey komutasındaki Türkmenler, 14. yüzyılın hemen başında ilk
önce Demirci’yi, en son olarak da 1313 yılında Manisa Kalesi’ni ele geçir-
di. Muhtemelen Manisa’yı ele geçirmeden çok daha önce bir taraftan Ge-
diz Çayı boyunca, diğer taraftan Yunt Dağı’nı aşarak Ege Denizi’ne doğru
ilerlemişler ve verimli Gediz ve Güzelhisar çaylarının suladıkları ovalara
ve kıyılara hâkim olmuşlardı.
Aynı tarihlerde, Büyük ve Küçük Menderes vadilerinde ilerleyen Sasa
Bey komutasındaki diğer Türkmen grupları 1304 yılında Ephesus’u (Sel-
çuk-Ayasuluk) ele geçirdi. Uzun süren bir kuşatmadan sonra, Kadifekale’nin
Aydınoğlu kuvvetleri tarafından 1317 yılında zapt edilmesi ile Bizans’ın
Batı Anadolu’daki egemenliği Filadelfia (Alaşehir) dışında sona ermiş
oldu. Ancak o dönemde Kadifekale’nin ele geçirilmesi, İzmir’e tamamen
hâkim olma anlamına gelmiyordu. Nitekim henüz 13. yüzyılın ortalarında
Bizanslılar tarafından aşağı kentte inşa edilen ve Yeni Kale (Liman Kalesi)
adı verilen güçlü savunma yapısı, ticari bakımdan Kadifekale’ye nazaran
daha stratejik bir konumda bulunuyordu. Hisarönü Camisi civarında yer
alan ve günümüze adından başka herhangi bir iz kalmayan bu kale ve
kontrol ettiği iç liman, 1261 yılındaki Nymfaion (Nif/Kemalpaşa) Antlaşma-
sı ile Cenevizlilere verilmişti. 1329 yılında Aydınoğlu Umur Bey bu kaleyi
de alarak İzmir’in tamamına hâkim oldu; ancak Hıristiyan ittifak güçleri
kaleyi 1344 yılında yeniden ele geçirdi. Böylece 1402 yılında Timur’un
İzmir’e gelişine dek kent iki ayrı kaleye kapanmış iki farklı askeri ve politik
güç tarafından yönetildi130.

130
Aydınoğulları ile ilgili genel bilgi için bkz. H. Akın, Aydınoğulları tarihi hakkında bir araştırma,
(İstanbul, 1946); İ. Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, Ak Koyunlu ve Kara Koyunlu Devleti,
(Ankara, 1984), TTK Yayınları, 104-120; T. Baykara, İzmir Şehri ve Tarihi, (İzmir 1974), 75-79.

110
Daha 1300’lü yılların hemen başlarında güneyden İzmir Körfezi’ne
ulaşan Aydınoğlu Beyliği ile körfezin kuzey sahiline dek tüm Menemen
Ovası’nı ele geçiren Saruhanoğlu Beyliği sınır komşusu oldu. Bu iki kom-
şu beylik doğu, güney ve kuzey sınırlarında Karesi, Germiyan ve Menteşe
gibi rakip Türk beylikleri olması nedeniyle genişleme imkânı bulamadılar.
Buna karşın genişleyebilecekleri tek yön batıda Ege Denizi idi. Ancak bu
yönde de oldukça güçlü rakipler bulunuyordu. 1344 yılında yeniden La-
tinlerin eline geçen İzmir Liman Kalesi ve uzun bir dönemden beri Bizans
Devleti himayesindeki Cenevizlilerin elinde bulunan Eski ve Yeni Foça ka-
leleri bu iki beyliğin denizlerdeki egemenliklerini kalıcı bir şekilde güçlen-
dirmelerine izin vermemekteydi.

Saruhan Beyliği Dönemi (1300-1405)


Manisa’nın 1313 yılında ele geçirilmesiyle Saruhan Bey’in önderliğin-
de sınırları doğuda Alaşehir’e, kuzeyde Bergama’ya, batıda ise Ege De-
nizi ve İzmir Körfezi kıyılarına dek geniş bir bölgeye yayılan Saruhanoğlu
Beyliği kuruldu131. Günümüze kadar ulaşan yazılı belgelere göre 14. yüz-
yılın başlarında Saruhan Bey’in 15 kenti, 20 kalesi, 10 bin askeri ve deniz-
de kuvvetli bir donanması; Nif (Kemalpaşa) kasabasını fetheden kardeşi
Ali Paşa’nın 8 kenti, 30 kalesi ve 8 bin süvarisi bulunuyordu.
1324 yılına kadar Hamitoğulları Beyliği’nin başındaki Dündar Bey’e
bağlı olan Saruhan Bey, onun ölümünden sonra serbest kalmış ve Ka-
resi ve Aydın beylikleri ile ittifak içinde bir donanma oluşturarak Ege De-
nizi’ndeki komşu adaları sıkıştırmaya başlamıştı. Saruhan Bey’in donan-
mayı hangi koşullarda oluşturduğu, yerli denizci Rumlardan yardım alıp
almadığı, donanmasının nerede üstlendiği henüz yanıtlanmamış sorular
arasındadır. Eski ve Yeni Foçalar'ın, Sakız (Khios) ve Midilli (Lesbos) ada-
larının hâkimi Cenevizlileri vergiye bağladı. Cenevizliler Saruhan Bey’e
yılda 100 altın duka haraç ödeyerek anlaşma yaptılar132.
Burada Bizans’ın son dönemlerinden Sultan II. Mehmet’in fethine
kadar Eski ve Yeni Foça kasabaları ve bölgede işletilen şap madeninin
stratejik önemi hakkında bilgi verilmesinde yarar vardır. Ünlü Bizans tarih-
çisi Dukas’ın anlattığına göre Bizans İmparatoru VIII. Mikhael Paleologos

Saruhanoğulları Beyliği ile ilgili daha fazla bilgi için bakınız. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu
131

Beylikleri, Ak Koyunlu ve Kara Koyunlu Devleti, (Ankara, 1984), TTK Yayınları, 84-91; Çağatay Uluçay,
Saruhanoğulları, İslam Ansiklopedisi, Cilt 10, 239-244; Saruhanoğulları ve eserlerine dair vesikalar I
ve II, (İstanbul 1940-1946); Çağatay Uluçay-İbrahim Gökçen, Manisa Tarihi, (İstanbul 1939), 22; H.
Mustafa Ervacı, Saruhan-Aydın Beylikleri Arasındaki Münasebetler, Aydınoğulları Tarihi, Uluslararası
Batı Anadolu Beylikleri Tarih Kültür ve Medeniyeti Sempozyumu 1, (Ankara 2013), 125-140.
132
Uluçay-Gökçen 1939, 24, dipnot. 4.

111
döneminde bazı İtalyanlar yıllık bir kira karşılığında Foça sınırları içinde
şap elde edilen bir dağın kendilerine verilmesini istemişler, imparator da
bu isteği kabul etmişti133. Dukas’ın sözünü ettiği şap madenini işletmek
isteyen Cenevizli Zaccaria ailesiydi ve bu ailenin üyelerinden Manuele
Zaccaria şapın çıkartıldığı Foça’yı ve arazisini 1275 yılında imparatordan
dirlik olarak almıştı. Foça’ya yerleşen Zaccaria ailesi madenlerde 50 işçi
çalıştırarak şap üretimine başlamıştı134. Bu dönemde Türkler de Batı Ana-
dolu kıyılarını ele geçirip Ege Denizi’ne açılmaktaydı. Foça’nın Türklerin
saldırısına uğrayacağından korkan Manuele Zaccaria kasabayı koruya-
cak bir kale inşa edilmesine karar verdi. Bir süre sonra da olasılıkla Andre-
olo Cattaneo döneminde (1314-1331) Eski Foça’nın kuzeyindeki bir küçük
körfezin ağzında kale ile çevrili bir kasabanın kurulmasına karar verildi ve
bu kasaba Yeni Foça adını aldı.
Yeni Foça’da üç büyük şap ocağı bulunmaktaydı. Bunlardan en önem-
lisi Martellecaio adı verilen büyük körfezin kuzey yakasındaki Rompipatti
ocağı olup, limana 1 mil uzaklıktaydı. Zaccaria ailesi başlangıçtan itibaren
şap madeninden büyük gelir elde etmekteydi. Henüz Yeni Foça çevre-
sindeki ocaklar işletilmeden önce, 1298 yılında 650 kantar şap satarak
1.5 milyon lira kazanmışlardı. 1311 yılında sadece iki kişiye satılan miktar
2.500 kantarı bulmuştu135.
Bizans imparatoru III. Andronikos 1329 yılında Sakız Adası'nı Cene-
vizli Zaccaria ailesinin elinden aldıktan sonra Foça’yı da ele geçirdi ancak
Bizans’a bağımlı olma koşuluyla iki Foça’yı da Andreolo Cattaneo’nun yö-
netimine bıraktı. Şap satışından zengin olan Eski ve Yeni Foçalar Batı
Anadolu’nun yeni hâkimleri olan Aydınoğlu ve Saruhanoğlu beyliklerinin
ilgi alanlarına girmiş bulunmaktaydı. Nitekim Saruhan Bey’in tahtta oldu-
ğu dönemde Manisa’yı ziyaret eden İbn-i Battûta’nın kölelerinin atlar ile
birlikte Eski Foça’ya kaçtıkları ortaya çıkınca seyyah Saruhan Bey’e baş-
vurmuş, köleler daha Foça’ya varmadan bölgedeki Türkmenler aracılığı
ile hem köleleri hem de atları geriye alınmıştı136. Gerçekten de Foça’daki
Ceneviz kolonisi, 14. yüzyılın başlarından itibaren eski bir anlaşma gere-
ğince Saruhan Beyliği’ne 100 duka haraç vermekteydi137.

133
Mikhael Dukas, 97. Ayrıca bkz. Şerafettin Turan, Türkiye İtalya İlişkileri I; Selçuklular’dan Bizans’ın
Sona Erişine, Metis Yayınları, (İstanbul 1990), 43-45. Zeki Arıkan, 51-71. Phokaia II Tarihsel Süreç
İçinde Foça Şap Ticaretinden Tuz Ticaretine, İstanbul, 2017.
134
Turan 1990, 44.
135
Adı geçen yer.
Ebu Abdullah Muhammed İbn Battûta Tanci, İbni Battûta Seyahatnâmesi I, 427 Yapı Kredi
136

Yayınları, (İstanbul 2000). İbn Battûta Manisa’dan Bergama’ya giderken olasılıkla Yunt Dağı'nda bir
Yörük obasında geceyi geçirir, sabah uyandığında koşumlu bir atının çalındığını anlar. Böylece iki kez
at hırsızları ile karşılaştığı, birincisinde kurtardığı atını ikincisinde kaybettiği anlaşılmaktadır.
137
Turan 1990, 175.

112
Bizans imparatoru Andronikos Paleologos, 1329 yılında Eski Foça’yı
ele geçirdiğinde Aydınoğlu Mehmet ile Saruhan Bey’i buraya davet ede-
rek rakibi Osmanlı Sultanı Orhan Gazi’ye karşı ittifak teklif etti. Antlaşma
yapıldı ancak müttefikler Osmanlılara karşı herhangi bir eylemde bulun-
madılar. Buna karşın Aydınoğlu Mehmet Bey ile Saruhan Bey güçlerini
birleştirerek donanmaları ile Rumeli ve Tesalya’ya sefer düzenlediler138.
Umur Bey 1332 yılında Saruhan Bey’in oğulları Orhan ve Timur beyleri
alıp Rumeli’ye sefere gitti139 ve büyük ganimetlerle geriye döndüler. Baba-
sının ölümü üzerine tahta çıkan Aydınoğlu Umur Bey, bir yıl sonra bu kez
Saruhanoğlu Süleyman Bey ile birlikte yeniden Ege Denizi’ndeki adalara
sefere çıktı. Geriye dönüşte büyük bir fırtınaya yakalandılar, büyük tehli-
keler atlatmalarına karşın sağ salim karaya çıkabildiler.
1335 yılında Eski ve Yeni Foça’yı kontrol eden Cenevizli Andreolo Cat-
taneo Midilli Adası'nı da ele geçirip tüm dengeleri altüst etti. Bunun üzerine
İmparator III. Andronikos, yeniden Yeni Foça önlerine geldi, kenti kuşattı
ve Saruhan Bey ile Aydınoğlu Umur Bey’den yardım istedi. Bu sıralarda
Saruhanoğlu Süleyman Bey ve yanındaki 24 kişi Cenevizliler tarafından
denizde ele geçirilerek Foça’ya götürülmüştü. Saruhan Bey 24 gemi ile
Foça Kalesi’nin kuşatmasına katıldı. İsyan bastırıldı, Süleyman Bey ve
arkadaşları kurtarıldı. Bununla birlikte Eski ve Yeni Foça’da Bizans ege-
menliği ancak 10 yıl sürdü (1336-1346). Bu kez Sakız Adası'nın hâkimi
olan Cenevizli Guistiniani ailesi Eski ve Yeni Foça’yı, şap madenlerini ele
geçirdi. Bundan sonra bu iki kent üzerinde egemenlik kurmak isteyen Ce-
neviz ve Bizans arasındaki mücadele 1360 yılına kadar sürdü. Kentler bir
iki defa el değiştirdi. 1360 yılında Sakız’daki Ceneviz yönetimi Foçaları ele
geçirerek kendi yönetimlerine bağladı. Bizanslıların sahneden çekilmesin-
den sonra Cenevizliler iki Foça ve şap madenleri ile ilgilenen Saruhan ve
Osmanlı beylikleri ile iyi geçinme ve onların güçlerinden yararlanma yo-
luna gittiler. Hatta her iki beyliğe de ayrı ayrı haraç verdiler. Hatta Ankara
Savaşı’ndan sonra 1403 yılında bölgeye hâkim olan Süleyman Çelebi’nin
yaptığı anlaşmada Cenevizliler Saruhanlılara yılda 100 altın duka, Os-
manlı hazinesine 500 altın duka ödemekteydi.
1344 yılı Batı Anadolu kıyılarındaki beylikler için dönüm noktası oldu.
İzmir Liman Kalesi Haçlılar tarafından geri alındı ve Umur Bey’in donan-
ması ile tersaneleri yakıldı. Türk beylikleri Ege Denizi üzerindeki kont-
rollerini kaybetti. Umur Bey ve kuvvetleri Saruhan Bey’in izniyle karadan

138
Enveri, Düsturname-i Enveri, (Yayınlayan; Mükrimin Halil Yinanç), (İstanbul, 1929), 25.
139
Adı geçen eser, 36.

113
Saruhan topraklarından geçerek Trakya’ya gittiler. Yanlarında Saruhan
Bey’in oğlu Süleyman Bey de vardı. Süleyman Bey burada hastalanarak
öldü, cenazesi Manisa’ya getirildi. Bir yıl sonra 1345 yılında Saruhan
Bey de vefat etti. Artık Batı Anadolu’daki beyliklerin şansları dönmüştü.
Önderlik yavaş yavaş Osmanlı Beyliği’ne geçti. Bundan sonra Trakya,
Balkanlar ve Yunanistan’ın fethinde liderlik bu beylik tarafından yükleni-
lecekti.
Saruhan Bey’in 1345/46 yılında ölümünden sonra yerine oğlu Fahrüd-
din İlyas Bey geçti. Bu yönetici döneminde Osmanlı Sultanı Orhan Bey’in
oğlu Şehzade Halil Gemlik kıyısında Cenevizli korsanlar tarafından Eski
Foça’ya kaçırılmış, Orhan Bey oğlunun kurtarılması için İmparator Ioan-
nes Paleologos’a başvurmuştu. İmparator bir donanma ile Foça’yı kuşattı-
ğında İlyas Bey’den de yardım istedi. Ancak ikisi arasında bir anlaşmazlık
nedeniyle, imparator bir hile ile İlyas Bey’i yakalatıp hapsetti, ardından
fidye alarak serbest bıraktı.
İlyas Bey’in 1362 yılında ölümünden sonra oğlu Muzafferüddin İs-
hak Bey, Saruhan Beyliği’nin başına geçti. İshak Bey, babasının iktidarı
döneminde Menemen’de sancak beyliği yapmış ve bu kasabadaki Ulu
Cami 1358 yılında kendisinin emri üzerine inşa ettirilmişti. İshak Bey
iktidarı boyunca Osmanlılar ile dostça ilişkiler yürüttü, Birinci Kosova
Savaşı’na yardımcı kuvvetler gönderdi. 1390 yılına doğru vefat eden İs-
hak Bey Saruhanlı Beyliği içinde en yoğun imar faaliyetinde bulunmuş
bir yönetici olarak bilinmektedir. İshak Bey’in yerine geçen oğlu Hızır
Şah, Yıldırım Beyazıt’ın Batı Anadolu’ya yaptığı sefer sırasında ülkesini
savaşmadan Osmanlı Beyliği’ne devretti ve kendisine Saruhan ülkesinin
doğu kesimleri verildi.
Osmanlılar tarafından savaşmadan ilhak edilen toprakların 16. yüz-
yıldaki idari taksimatının küçük değişikliklerle Saruhanoğlu Beyliği’nden
aktarılmış olduğu görülmektedir. Buna göre Saruhan Beyliği’ne ait kazalar
şunlardır: Manisa, Adala, Akhisar, Demirci, Gördes, Gördük, Ilıca, Kaya-
cık, Marmara, Menemen (nam-ı diğer Tarhaniyat), Menemen Güzelhisarı,
Mendehorya ve Nif.
Listede de görüldüğü gibi, 19. yüzyılın ikinci yarısında Menemen’e
bir köy statüsünde bağlanacak olan Güzelhisar kasabası, Saruhan Bey-
liği döneminden itibaren Menemen’in yanında Ege Denizi kıyısında ikin-
ci dereceden önemli bir kaza merkezi olmuştu. Aynı dönemdeki Aydın
Güzelhisar’dan ayırmak için bu kaza Menemen Güzelhisarı olarak ad-
landırılacaktır.

114
Saruhanoğlu’nun iki kaza merkezi: Güzelhisar ve Menemen
Saruhan Beyliği döneminin başlangıcında (14. yüzyılın ilk yarı-
sı) batı toprakları üzerinde kaza merkezleri olarak seçilen Menemen ve
Güzelhisar’ın üzerlerine yerleştikleri bir antik kent veya 13. yüzyılda varlı-
ğını sürdürmüş bir Bizans yerleşmesine ait hiçbir iz gözlenmemektedir. Bu
yüzyıl, henüz büyük kent ve kasabaların savunma ihtiyacı içinde olmadık-
ları, savunması kolay yakın bir tepe üzerinde bir kaleye sahip olmaksızın
ve düz alanlara serbestçe yayılabilecekleri güvenlikte bir dönem değildi.
Türkler bölgeye ulaştıklarında mevcut olan kaleleri ya Bizans ya da Cene-
viz kuvvetlerinin elinden almış olmalıydılar. Örneğin, Menemen Ovası’nın
13. yüzyıl boyunca en önemli kale iskânı Dumanlı Dağı eteklerindeki Ya-
nıkköy Kalesi'ydi. Bizans yazılı kaynaklarındaki Arkhangelos adındaki pis-
koposluk merkezi olduğu düşünülen bu kaleden yaklaşık 150-200 yıl sonra
tarihçi Dukas da, Çelebi Mehmet’in İzmir hâkimi Aydınoğlu Cüneyd Bey
üzerine yaptığı bir sefer dolayısıyla söz edecektir. Dukas’a göre, Çelebi
Mehmet önce Kimi Kalesi’ni (Kyme-Nemrut Limanı) almış, daha sonra Me-
nemen Ovası’na (Kampos tou Mainomenou) gelerek Türklerin Kayacık de-
dikleri, Arkhangelos Kalesi’ni ele geçirmişti140. Dikkat edilecek olursa, tarih-
çi Dukas, 1412 yılında dahi Menemen adını sadece ova için kullanmakta ve
bölgede ele geçirilmesi gerekli sadece bir kaleden (Kayacık-Arkhangelos)
söz etmektedir. Böylece kasabanın kuruluşu ile ilgili ilk ipuçlarını elde etmiş
oluyoruz. Saruhanoğlu Beyliği’nin bölgeye hâkim olduğu 1300’lü yılların
başlarından itibaren oluşmaya başlayan iskân çekirdeği, ancak yaklaşık 60
yıl sonra Saruhan Bey’in torunu İshak Bey’in Menemen’de sancakbeyi iken
inşa ettirmiş olduğu Ulu Cami (Sünbülpaşa Cami inşa tarihi Miladi 1358) ve
yanında kurulan Sünbülpaşa Medresesi ile birlikte filizlenmeye başlamıştı.
Saruhan Beyliği’nin Menemen ile birlikte batıda yarattıkları ikinci
kaza merkezi Güzelhisar idi. Saruhan kuvvetleri bölgeye ulaştıklarında,
Cenevizlilerin elinde bulunan kıyıdaki kaleler ile karşılaşmış olmalıydı.
En güçlüleri olan Eski ve Yeni Foça kaleleri daha önceki bölümlerde
ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi Cenevizli ailelerin elindeydi ve bu aileler
özellikle Yeni Foça’daki şap madenlerinin işletme tekelini ellerinde tut-
maktaydı. Saruhanoğlu Beyliği bu kalelerin Cenevizli yöneticileri ile iyi
ilişkiler kurdular. Diğer üç kaleden birisi olan Kyme limanındaki küçük
kale yukarıda da belirttiğimiz gibi 1412 yılında İzmir hâkimi Cüneyd’in
elinden Çelebi Mehmet tarafından zorla alındı ve içindeki askerler kılıç-
tan geçirildi. İkinci kale ise Güzelhisar Çayı’nın denize döküldüğü nok-

140
Mikhael Dukas 62.

115
tada Myrina antik kentinin yer aldığı Berikitepe’deki günümüze küçük
bir parçası kalan kaleydi ve olasılıkla o dönemde Kalabakhisar olarak
anılmaktaydı. Üçüncüsü ise antik Gryneion kentinin (günümüzde Hacı-
ömerli köyü/mahallesi) bulunduğu Temaşalık Yarımadası’nın üzerinde,
daha sonra Çıfıt Kalesi olarak adlandırılacak olan hisar idi141.
Batı Anadolu’yu ele geçiren Türk beyliklerinin bölgedeki kentleşme
politikaları incelendiğinde, başlangıçta ve uzun dönem boyunca denizden
gelecek tehlikelerden çekinmiş oldukları kaza merkezleri için yer seçimle-
rinden anlaşılmaktadır. Örneğin, Saruhanlı beylerinin, Cenevizlilerin elinde
bulunan Eski ve Yeni Foça kalelerinin dışında, kıyı şeridinde yeteri kadar
liman varken (örneğin Nemrut, Aliağa, Şakran körfezlerinin kıyıları), güven-
lik nedenleriyle kıyıdan uzak iki noktayı (Güzelhisar ve Menemen) yeni idari
merkezler olarak seçtiler. Örneğin, Güzelhisar kazası bir körfezin kıyısında
ve liman olanaklarına sahip Aliağa’nın bulunduğu nokta yerine, 5 km içeride
kurulmuştur. Bu mesafe, denizden gelecek herhangi bir korsan baskınını
önceden haber almak için yeterli görülmüş olmalıdır. Söz konusu kasaba
Saruhanlılar tarafından Güzelhisar Çayı’nın suladığı, Menemen Ovası’na
nazaran daha küçük olan verimli ovanın çevresine yayılmış ve giderek köy-
leşen konargöçer Türkmen cemaatlerinin Cuma günleri toplanacakları ve
ürünlerini değiş tokuş edecekleri bir pazar yeri olarak seçildi ve bu işlevini
19. yüzyılın ikinci yarısına dek sürdürdü. Kasabanın doğu ve güney yönler-
deki Yunt ve Dumanlı dağlarına açık olması, buna karşın batı ve kuzey yö-
nünden tepelerle örtülmesi deniz yönünden, çok yakına kadar gelinmesine
rağmen kasabanın fark edilmemesini sağlamaktaydı.
Güzelhisar’ın bir Saruhanoğlu Beyliği kazası olmasına karşın
Menemen’e nazaran günümüze kalan yazılı belgeler az sayıdadır. Örne-
ğin, Manisa, merkez ve diğer kazaların aksine bugüne kadar Güzelhisar
kazası sınırları içinde Saruhanoğlu dönemine ait bir yapı günümüze ulaş-
mamıştır. Buna karşın, 16. yüzyıla ait kayıtlarda Yunt Dağı köyleri ara-
sında görülen Devlet Han’ın Saruhan Bey’in maiyetinde aynı adını taşı-
yan bir kişi ile ilişkisi konusunda bir bilgi yoktur142. Olasılıkla Saruhanoğlu
Beyliği’nin eline geçişinden 16. yüzyıla kadar kadar Yunt Dağı kesimi de
dâhil olmak üzere Güzelhisar kazasının arazisi ne yerleşik ne de konar-
göçerlik bakımından çok nüfuslu bir yer olmamış gibi görünmektedir.

Kalenin harabesi 1861 yılında bölgeye bir inceleme gezisi yapan R. P. Pullan tarafından
141

görülmüştü. Kalenin kapısına ait söve taşları o dönemde ayaktaydı. Bkz. Charles Texier - R. P. Pullan,
The Principal Ruins of Asia Minor, (Londra 1865), 223.
Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, (Ankara 1989), 116 ve 215. Günümüze
142

ulaşamamış olan köyün yeri bilinmemektedir.

116
Resim 20. Güzelhisar
Saruhanoğlu Beyliği'nden bu yana bölgemizdeki en önemli yerleşimlerden biri olan
Güzelhisar’da günümüze ulaşan Osmanlı mezarlığı (Aliağa Belediye arşivi)

1300’lü yıllara kadar Bizanslı Hıristiyan köylülerinin hayvan varlığını yağ-


malamak amaçlı yapılan küçük ölçekli Türkmen talan saldırıları, kendileri
bölgeye sahip olunca kaçınılmaz olarak sona erdi. Saruhanoğlu yönetici-
leri Aydınoğlu ve Karesi beyleri ile birlikte daha kârlı olarak gördükleri Ege
adaları, Yunanistan, Balkanlar ve Trakya’ya yağma akınları düzenlediler.
Bu seferler için olasılıkla savaşçı konar-göçer Türkmen kökenli akıncıları
kullandılar143. Söz konusu iki yüzyıl içinde denizaşırı bölgelerin yağma ve
talan gelirleri, Güzelhisar kazasından elde edilecek vergi gelirinden fazla
olunca bölgenin ihmali de 15. yüzyılın sonlarına kadar kaçınılmaz oldu.
Bununla birlikte sınırlı da olsa Saruhanoğlu Beyliği yöneticilerinin bölgenin
Türkleşmesine yardımcı olan bazı din adamlarına bölgede vakıf arazile-
ri bağışladığı 16. yüzyıla ait vakıf defterlerinin incelenmesinden anlaşıl-
maktadır. Örneğin, 1575/1576 yılına ait Saruhan Livası vakıf defterinde
korunan bir belge, bölgeyi fetheden Saruhan Bey’in oğlu İshak Bey’in bu-
rada bir zaviye kurarak yeni gelenlere rehberlik yapan Hanioğlu Ahmed
Dede’ye bir mezranın tasarruf hakkına ilişkindir. Saruhanoğlu’na ait ikinci
vakıf belgesi ise Lala Kilise Çiftliği adındaki bir mezra ile ilişkilidir. Bu mez-
ra bölgenin fetih döneminde geliri Saruhanoğlu İshak Çelebi tarafından
Şeyh Mahmut ismindeki bir şahsa vakfedilmişti. 1575/1576 yılında vakıf
beratı Şeyh Mahmut’un neslinden gelenler tarafından yenilenmiş görün-
mektedir144.

143
Düsturname-i Enveri, 25-36.
144
M. Akif Erdoğdu-Ömer Bıyık, Defter-i Evkâf-ı Livâ-i Saruhan, Ankara, 2014, 149 (94. 48B2).

117
Saruhanoğlu, iktidarı Osmanlı Beyliği’ne devrediyor (1390)
Osmanlılar, Karesi Beyliği’nin son kalesi olan Bergama’yı ele geçirip
(1357 yılından sonra) beyliği ortadan kaldırdıklarında Saruhanoğlu Beyliği
ile sınır komşusu oldular. Olasılıkla iki beylik arasındaki sınır eskiden ol-
duğu gibi Bakırçay idi145.
İshak Bey zamanında (1359-1388) Saruhanlılar ile yeni komşuları Os-
manlılar arasında sorun çıkmadı. Murad Hüdavendigar’ın oğulları Yakup
ve Bayezid’in sünnet törenleri ile Yıldırım Beyazıt’ın Germiyanoğlu’nun
kızı ile evlilik törenine İshak Çelebi de davet edildi. Saruhanoğlu kuvvetleri
Birinci Kosova Savaşı’nda Sırplara karşı Osmanlı askerleri ile yan yana
savaştı.
İshak Çelebi ölünce yerine iki oğlundan biri olan Hızır Şah geçti. Bu
arada I. Murad’ın Kosova’da şehit düşmesinden yararlanmak isteyen Kara-
manoğlu Ali Bey, diğer beyleri de yanına çekerek Osmanlı’ya saldırdı. Bu-
nun üzerine Yıldırım Bayezid hızla Anadolu’ya geçerek Karamanoğlu’nun
müttefikleri Saruhan, Aydın, Menteşe ve Germiyan beyliklerini ortadan
kaldırdı. Manisa’yı 1390 yılında alan Yıldırım, Saruhan Beyliği ile Karesi
Beyliği topraklarını Saruhan Sancağı adı altında birleştirerek yönetimini
Şehzade Ertuğrul’a verdi146.
Osmanlı yönetiminin ilk yıllarında (1390/1392 yılları) Menemen
Ovası’nda yaşayan konargöçer Türkmenler, tuz yasağına uymadıkları ge-
rekçesiyle Yıldırım’ın fermanıyla Paşa Yiğit yönetiminde Bulgaristan’daki
Filibe yöresine sürüldüler147. Olasılıkla tuz yasağına uymama, yeni fethe-
dilen Bulgaristan’ın şenlendirilmesi için devletin bir bahanesi olmalıdır.
Nitekim bu tarihten önce, I. Murad zamanında da Osmanlıların Saruhan
Beyliği’nin iç işlerine karıştıkları anlaşılmaktadır. 1385 yılında da Saruhan
Beyliği toprakları içinde kışlayan bazı Türkmen-Yörük aşiretleri Balkanlar-
daki Serez vilayetine gönderilmişlerdi148. Bu dönemde Osmanlıların yeni
fethettikleri Balkanlar’a çeşitli bahanelerle değişik Türkmen-Yörük cema-
atlerini göndermesini, yeni fethedilen Avrupa yakasını Türkleştirmek için
uyguladığı bir iskân politikası olarak değerlendirmek mümkündür.

16. yüzyılın tapu tahrir defterlerinde kayıtlı Güzelhisar kazasının en kuzeydeki köyleri Karesi
145

Beyliği ile sınır oluşturacak bir konumda Bakırçay’ın güneyinde sıralanmaktaydılar.


Aşıkpaşaoğlu Ahmed Aşiki, Tevarih-i Ali Osman, (İstanbul, 1949), 135; Ayrıca bkz. Mehmed Neşri,
146

Kitab-ı Cihan-Nüma, Neşri Tarihi I cilt, (Ankara 1987), 313.


Aşıkpaşaoğlu, 141 “Saru Han Elinün göçer halkı var idi. Menemen ovasında kışlarlar idi. O iklimde
147

duz yasağı var idi. Anlar ol yasağı kâbul etmezler idi. Bayazıd Hana bildirdiler. Han dahi oğlı Er Dunrıla
haber gönderdi kim: ‘O göçer evler ne kadar kim vardır onat zabt edesin. Yarar kullaruna ısmarlayasın.
Felibe yöresine gönderesün’ dedi. Erdunrıl dahi atasının sözini kabul etdi.”
148
Asıkpaşaoğlu, 133.

118
Osmanlıların bölgedeki ilk hâkimiyetleri, 1402 yılında Timur’a karşı
Ankara Savaşı’nda aldıkları yenilgilerine kadar sürdü. Bu savaşta İshak
Çelebi’nin diğer oğlu Orhan Bey’i Timur’un yanında gören Osmanlı ordusu
içindeki Saruhanoğlu askerleri Timur’un saflarına geçti. Savaşı kazanan
Timur, Saruhanoğlu Orhan Bey’e topraklarını geri verdi. Ancak Timur’un
kısa bir süre içinde Anadolu’yu terk etmesi sonrası bölgede siyasi bir boş-
luk meydana geldi. Orhan Bey’in Manisa’ya gelip beyliğin başına geçtiği
1403-1404 tarihinde bastırdığı ve kendi adını taşıyan sikkeden anlaşıl-
maktadır. Bu tarihten sonra beylik yeniden Hızır Şah’ın eline geçti. Hızır
Şah, Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında yapılan iktidar mücadelesi (Fet-
ret Devri) sırasında Çelebi Mehmet’e karşı eski dostu Süleyman Çelebi’nin
yanında yer aldı. Buna karşın Mehmet Çelebi, Saruhanoğlu kuvvetlerini
yenerek Manisa’ya ani bir baskın verdi; Hızır Şah hamamda yıkanırken
yakalandı ve öldürüldü.
Osmanlı dönemi tarihçilerinin hakkında olumsuz görüşleri olan Hızır
Şah’ın da, babası İshak Çelebi gibi hem Menemen’in içinde hem de köy-
lerinde vakıflarına rastlanmaktadır. Bu vakıfların bazıları Osmanlılar döne-
minde de sürdürüldüler149.

Fetret Devri’nde Menemen ve Güzelhisar kazaları (1402-1426)


Ankara Savaşı’ndan sonra Osmanlı Beyliği’nin içine düştüğü Fetret
Devri (1402-1412) denen kargaşa boyunca bölgemizin ve Menemen’in adı
iki kez Yıldırım Bayezid’in oğulları Süleyman Çelebi ve Mehmet Çelebi’nin
İzmir hâkimi Cüneyd Bey üzerine yaptıkları seferler nedeniyle geçmekte-
dir. Süleyman Çelebi’nin İzmir üzerine seferi Cüneyd Bey ile ittifak yap-
mak amacıyla olmuştu.
Timur, İzmir’i Latinlerin elinden aldıktan sonra Aydınoğlu Musa Bey’e
vermişti. Buna karşın Anadolu’dan çekildikten sonra Yıldırım Bayezid’in
İzmir’e subaşı yaptığı Kara Hasan Ağa’nın kardeşi Cüneyd Bey İzmir’i ele
geçirdi. Cüneyd Bey, Aydınoğlu Umur Bey’in kardeşi Fatih İbrahim Bey’in
oğluydu ve İzmir üzerinde hak iddia etmesi örf ve geleneğe aykırı değildi150.
Kendisi bir ara tüm Aydınoğlu Beyliği arazisini ele geçirmişti ve İzmiroğlu
olarak da anılmaktaydı. Mehmet Çelebi, kardeşlerini birer birer ortadan

Bu vakıfların orijinal belgeleri için bkz. M. Çağatay Uluçay, Saruhanoğulları ve eserlerine dair
149

vesikalar (773.H-1220 H) I, (İstanbul 1940; M. Çağatay Uluçay, Saruhanoğulları ve eserlerine dair


vesikalar II, İstanbul 1946); Erdoğdu-Bıyık 2014, 89A, 108B, 100B, 101A, 11A, 11B, 112A.
Kemal Ramazan Haykıran, Aydınoğulları Beyliği’nin son ferdi Cüneyd Bey ve beyliğin yıkılışından
150

sonra Aydınoğlu soyunun durumu, Aydınoğulları Tarihi, Uluslararası Batı Anadolu Beylikleri Tarih
Kültür ve Medeniyeti Sempozyumu I, TTK, (Ankara 2013), 155-165.

119
kaldırdıktan sonra Batı Anadolu’yu yeniden ele geçirmek üzere İzmir’e,
Cüneyd Bey’in üzerine yürüdü. Af dileyen Cüneyd Bey önce Rumeli’ye
gönderildi, ancak saltanat davası güden şehzadelere yardım ettiği için
II. Murad tarafından 1426 yılında bütün ailesi ile birlikte öldürüldü.
Dönemin Hıristiyan-Rum kökenli bölgeyi çok iyi tanıyan ve Yeni Fo-
ça’daki Cenevizlilerin hizmetinde olan Bizanslı tarihçi Dukas’dan öğrendi-
ğimize göre, Süleyman Çelebi, Cüneyd Bey üzerine yürüdüğünde İzmir’e
gelirken Menemen Ovası'ndan geçmişti. “Süleyman Çelebi de, yirmi beş
bin askerle Bursa’dan hareket ederek, Ulubat’a geldi. Oradan kalkarak
Bergama’ya, Menomenos ovasına, oradan da İzmir’e geldi.”151
Cüneyd Bey üzerine ikinci sefer Çelebi Mehmet tarafından 1412 yı-
lında gerçekleştirildi. Bu askeri harekât Dukas tarafından daha ayrıntılı
anlatılmıştır:
“Mehmet Çelebi bu defa Asya’ya [Anadolu] geldiğinde; Cüneyd’in kuv-
vetlenmiş olduğunu ve kabına sığamadığını gördü. Onu tedip [ceza-
landırma] için harekete geçerek Asya’nın Bergama şehrine geldi ve
Cüneyd’e şu haberi gönderdi ‘Sahip olduğun yerleri terk ve teslim et.’
Cüneyd ise hiçbir cevap vermeyerek kaleleri tahkim etmiş, vaziye-
tin gelişimini bekleyerek yerinde oturuyordu. Mehmet Çelebi Kimi’ye
[Nemrut Limanı] gelerek kalenin teslimini istedi. Teslim olmayınca
harp ile zaptetti. Bu kale Cüneyd’in hükmü altında idi ve kaledeki si-
lahendazları kılıçtan geçirdi. Yerli ahaliyi serbest bıraktı. Oradan kal-
karak Menomenos ovasına geldi. Orada Arkhangelos adında sağlam
ve kuvvetli bir kale vardı. Türkler bu kaleye Kayacık adını verdiler.
Mehmet Çelebi burayı de büyük kuvvetler kullanılarak harb ile zapte-
dip Nif’e geldi. Burayı da harp ile zapt ettikten sonra İzmir’e geldi.” 152

Söz konusu iki askeri harekât sırasında Osmanlı kuvvetleri


Güzelhisar’ın arazisi içinden geçerek Menemen Ovası'na ulaşmış olma-
lıdırlar. Dukas’ın anlatımından çıkan sonuca göre, Menemen ve civarı-
nın Timur’un 1402 yılındaki zaferinden sonra Saruhanoğlu tarafından geri
alınamamış olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Saruhanoğlu arazisi içinde
olan Kimi (Kyme) ve Arkhangelos (Yanıkköy Kalesi/Kayacık) kaleleri İzmir
Beyi Cüneyd’in elinde idi. Çelebi Mehmet bu iki kaleyi de zor kullanarak
ele geçirdi. Ayrıca yine bu satırlarda hâlâ Menemen kasabasından değil,
Menemen Ovası’ndan söz edilmesi üzerinde durulması gerekli diğer bir
sorundur. Bu durumda bölgenin stratejik bakımdan çekim noktası, o dö-
nemde mevcut olmasına karşın, Dukas’ın sözünü etmeğe değer bulmadı-
ğı Menemen kasabası değil, Yanıkköy üzerinde bulunan güçlü savunma
sistemine sahip olan Kayacık/Arhangelos’du [Antik Neonteikhos].

151
Mikhael Dukas, 50.
152
Mikhael Dukas, 62.

120
Kardeşlerine karşı yaklaşık 15 yıldan uzun bir süre savaşan Çelebi
Mehmet, sonunda Osmanlı tahtını ele geçirdi ve 1421 yılında ölürken oğlu
II. Murad’a bütünleşmiş ancak zayıflamış bir ülke bıraktı. Yukarıda da belir-
tildiği gibi II. Murad’ın iktidarı ilk yıllarında tüm Anadolu’da olduğu gibi böl-
gemizde de kargaşa hâkimdi. Cüneyd Bey İzmir’i 1424 yılında yeniden ele
geçirdi ancak bu hâkimiyet kısa sürdü. Osmanlılar tüm bölgeyi yeniden ele
geçirdiler. Cüneyd Bey’in son isyanı 1426 yılında hayatına mal oldu ve bu
tarihten sonra batıda Osmanlı Devleti’ne yeniden katılan diğer tüm beylikle-
rin toprakları gibi Saruhan Beyliği arazisi de idari olarak yeniden örgütlendi.

Osmanlı şehzadeleri Manisa’da sancak beyliği görevinde


İlgilerinin Batı Anadolu’ya dönmüş olduğu Yıldırım Bayezıt dönemin-
den itibaren Osmanlıların Saruhan Sancağı’na özel bir önem verdikleri,
tahta geçmek üzere hazırlanan şehzadeleri, yanlarında kalabalık bir yö-
netici ve eğitici grubuyla Manisa’ya sancakbeyi olarak gönderdikleri gö-
rülmektedir. Yıldırım Bayezit Saruhan Beyliği’ni ortadan kaldırınca Şeh-
zade Ertuğrul Manisa’ya ilk sancakbeyi olarak gönderilmişti. Bu politika
200 yıldan fazla sürdürüldü. II. Murad oğlu II. Mehmed’i (Fatih) Manisa’ya
gönderirken yanına Molla Gürani’yi de vermişti. Yavuz Sultan Selim pa-
dişah olduğunda kardeşi Korkut, Manisa’da sancakbeyi idi. Yavuz, kar-
deşini öldürtünce yerine kendi oğlu Şehzade Süleyman’ı (Kanuni) annesi
Hafsa Sultan ile birlikte Manisa’ya gönderdi. Hafsa Sultan Manisa’da ima-
ret, medrese, hamam ve daha birçok eser inşa ettirdi. Süleyman, padişah
olunca sırasıyla şehzadeler Mustafa, Mehmet ve Selim (Sarı) Manisa’da
sancak beyliği yaptılar. II. Murad, şehzadeliği sırasında Manisa’da Mura-
diye Camisini (1583-1584) inşa ettirdi. III. Mehmet, Manisa’da görev ya-
pan son şehzade oldu. Bundan sonra bu görev İstanbul’dan gönderilen
memurlar tarafından ifa edildi.
II. Murad’ın iktidarı döneminde Osmanlı Devleti ile çok iyi ilişkile-
re sahip olan Eski ve Yeni Foça’daki Ceneviz yönetimleri padişaha her
fırsatta yardım elini uzatmış ve bunların karşılığında önemli imtiyazlar
elde etmişlerdi. Ancak İstanbul’un alınışından iki yıl sonra (1455) Yunus
Paşa kumandasında bir deniz gücü tarafından savaşmadan ele geçirilen
Yeni ve Eski Foçalar iki ayrı nahiye olarak Menemen kazasına bağlandı.
Foçalar’ın alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmet, halkın bir kısmını
İstanbul’a nakletti. Bu arada ileride direniş merkezleri olabilirler düşün-
cesiyle Kayacık (Yanıkköy), Kimi (Kyme), Kalabakhisar (Myrina) ve Çı-
fıt (Gryneion-Temaşalık) kalelerinin yıktırıldığı düşünülmektedir. Sadece
Eski Foça ve Yeni Foça kaleleri ile Çandarlı Kalesi (?) faal halde tutuldu.
16. yüzyılın tahrir defterlerinde Güzelhisar kazasının bazı köylerinin vergi-

121
leri Eski ve Yeni Foça kalelerini koruyan askerlere verilmekteydi (Tımar-ı
Merdan-ı Kala-ı Yenice Foça ve Kala-ı Karaca Foça)153.
II. Murat ve II. Mehmet (Fatih) dönemlerinde Balkanlardaki savaşlar
ve İstanbul’un alınması gibi uğraşlar nedeniyle Güzelhisar kazası ile ilgili
bilgilerimiz 15. yüzyılın ikinci yarısının başlarına kadar yetersizdir. Örne-
ğin, bu dönemde hazırlanan tapu tahrir ve vakıf kayıtları günümüze ulaşa-
mamış olmalarına karşın en azından varlıklarından haberdarız. Örneğin,
Prof. M. Emecen'e göre Saruhan Sancağı’nın ilk tahriri Çelebi Mehmet
ve II. Murad döneminin muharriri Hacı İvaz Bey tarafından yapılmıştır154.
II. Murat tarafından tesis edilen Sultan Murad Vakfı 16. yüzyılın ikinci yarı-
sında faaliyetini sürdürmekteydi ve Güzelhisar kazasına bağlı bazı köyler-
de oturanlardan bir kısmı vergilerini bu vakfa ödemekle yükümlüydüler155.
Dolayısıyla bu vakıf köylerinin II. Murat döneminde var olduklarını bu ver-
gi mükelleflerinden hareketle ileri sürmek mümkün görünmektedir. Bununla
birlikte mükellefiyetlerin Fatih Sultan Mehmet döneminde veya 16. yüzyıl
içinde yeniden düzenlenmiş olabileceği de gözden uzak tutulmamalıdır.

Vergi kayıtlarına göre Güzelhisar kazası (1487, 1530, 1575, 1600


ve 1654/55 yılları tapu tahrir ve vakıf defterleri)
Güzelhisar kazasının 15. yüzyılın sonları ve 16. yüzyılın başlarına
kadar süren yavaş gelişimini, bölgenin konargöçer Türkmen aşiretleri
ve bunlara bağlı olarak da din adamı, çeşitli esnaf ve zanaatçı grupların
yerleşim aşamalarına ve hızına bağlamak doğru olacaktır. Osmanlı yö-
netiminin bölgede kökleşmesi ile Türkmenlerin bölgeye gelişi paralel bir
gelişim gösterdi ve bilinçli bir iskân politikası sonucunda kırsal nüfus hızla
arttı. Dumanlı, Karahasan ve Yunt dağlarının yükseltileri üzerinde bulunan
ve konargöçerler tarafından kullanılan yaylaların potansiyelleri hayvancı-
lık bakımdan değerlendirildi. Kıyıdan itibaren yükselen verimli alanlarda
tarımsal üretim sürdürüldü. 15. yüzyılın sonundan itibaren yapılmış ve
günümüze ulaşmış tımar ve vakıf defterleri Güzelhisar Ovası’na ve dağ
eteklerine yerleşmiş çok sayıda köy, mezra, çiftlik ve onların ürünleri ile
ilgili değerli bilgiler vermektedir156.

153
TT 165, 187; TK 115, 146a (Divlit ve Samrı köyleri).
154
Emecen 1989, 4-5.
TT 544.343-349. 1575/1576 yılında Derziler köyünden Karacadağ Yörükanı cemaatine bağlı 7,
155

Doğanoğlu’dan (Kilise) 101, Eğrigöl’den 1, Esirkökü’nden 4, Giregir’den 1, Kabaağaç’dan 1, Saidli’den


4 ve Subaşı’ndan 6 mükellef vergilerini Sultan Murad Vakfı’na ödüyorlardı.
TT 152, 20a-b ve 21a; TT 165, 182-201; TT 166, 315, 347-348; TT 544 (Defter-i Evkâf-ı Livâ-İ
156

Saruhan (Hazırlayanlar: M. Akif Erdoğdu-Ö. Bayık).

122
Belge 01. 1571 tarihli TT 115 sayılı Tapu Tahrir Defteri
(Kaynak: Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

123
1487 yılı tımar icmal defterinde Güzelhisar kazası (TT 152)
16. yüzyıl, Güzelhisar kazası hakkında en yoğun sayısal veri ve bil-
ginin günümüze dek ulaştığı bir dönemdir. Bu kasabanın kaynaklarını,
gelirlerini ve vergilerini tespit etmek için 1531 ve 1575 yılları tapu icmal
ve mufassal defterleri ile ve 1575/1576 yılı vakıf kayıtları yorumlamaya
elverişli zengin bilgiler içermektedir. Bununla birlikte Güzelhisar kazası-
na ait ilk kayıt, yetersiz olmasına karşın ilk bilgilerin alınması bakımın-
dan önemli olan II. Bayezit döneminde düzenlenen 1487 yılına ait tımar
icmal defteridir. İçinde sadece vergi gelirleri tımarlı sipahiler tarafından
toplanan köylerin adları, tımarlıların adları ve paylarına düşen ayni ver-
gi (öşür) miktarlarının akçe olarak değerleri bulunmaktadır. Ne yazık
ki onunla birlikte hazırlanmış ve daha ayrıntılı bilgiler barındıran 1487
yılının mufassal defteri günümüze ulaşmamıştır. Bu defterde 46 tımarlı
sipahi 25 köyün vergi geliri olan 152.182 akçeyi −değişik oranlarda−
paylaşmaktadır157.
Söz konusu bu defter, kayıp olan asıl mufassal defterin sadece tı-
marların dağıtımına ilişkin bir özeti olarak görünmektedir. Tüm Güzel-
hisar kazasında 1487 yılında tüm köy sayısının yirmi beş olup olmadı-
ğı, vergi gelirleri vakıflara tahsis edilmiş köylerin bulunup bulunmadığı
hakkında bir bilgimiz yoktur. Bununla birlikte daha sonraki yüzyılın vakıf
kayıtları olasılıkla bir veya iki köyün gelirlerinin daha önce kurulmuş olan
vakıflara tahsis edilmiş olabileceğini göstermektedir. Nitekim 1575 yılın-
dan kalma bir vakıf defterinde vergilerini Sultan Murad’ın (II.) ve Fatih’in
veziri Mesih Paşa’nın vakıflarına veren köyler bulunmaktadır. Güzelhi-
sar kazasının nefsinin yani merkezinin vergi gelirleri, bu vergilerin elde
edildiği kalemler ve vergilerin hangi hassa tahsis edilmiş olduğu, elde
edilen ürünler ve diğer yararlı bilgiler kayıp olan mufassal defterde kayıtlı
olmalıdır.
Bu defterde iki olgu dikkati çekmektedir. Birincisi; kayıtlı 25 köyün
her birinin tımar gelirleri bir sonraki defterdeki (1531 yılı icmal ve mu-
fassal defterler) tımar gelirlerinden oldukça fazladır. Olasılıkla 1487 yı-
lındaki bu 25 köyün arazilerinin daha geniş olduğunu, 1531 yılından
önce kurulan yeni köylerin bu arazilerden yaratılmış olabileceğini gös-
termektedir.

Defterde kayıtlı köylerin adları şu şekildedir; Ahmedbab (Ahmed Dede), Çomaklu, Eğrigölcük,
157

Girenuz, Gökçe, Habiblü, Harbende, Helvacıderesi, Hızırlıca, Ilıca, İlnak, İnegazi, Kabaağaç, Karaca
Avunduk, Kartal, Kayaalanı, Kazlık, Kızıl Kilise, Kulfallu, Orayda, Oruçgazi, Öküzuğrusu, Örlemiş,
Yayaağaç, Yurdbeyi köyleri ve Temaşalık korusu.

124
Belge 02. 1487 tarihli, 152 sayılı Tımar Defteri
(Kaynak: Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

125
Dikkati çeken diğer bir olgu ise 1487 yılı icmal defterinde ilk kez kar-
şımıza çıkan ve 1654/1655 yılına tarihli 18181 sayılı deftere kadar ka-
yıtlarda izlediğimiz Temaşalık Korusu’nun olasılıkla Hellenistik dönemin
çok tanınmış Apollon Gryneion Tapınağı’na ait olan kutsal koru158 ile olan
ilişkisidir. Bu geniş bir araziyi kaplayan ağaçlık alan, 39.000 akçelik vergi
geliri159 ile ilk kez görülmekte ve daha sonraki kayıtlarda da (1531 ve 1575
ve 1654 yılları) büyük vergi potansiyeli ile dikkati çekmektedir160.
1487 yılı tımar icmal defterinde bir kez görülen ve bağımsız olarak bir
daha görülmeyen iki köyden biri Helvacıderesi, diğeri Kartal’dır. Helvacıdere-
si, 1531 ve 1575 yıllarına ait defterlerde Yurdbeyi ile Kartal ise Karaca Avun-
duk ile birleştirilmiş gibi görünmektedir. Diğer köyler ise varlıklarını 16. yüzyılın
içinde sürdürmüşler, hatta Kulfallu, Eğriler (Şakran), Çıtak ve Kalabak köyleri,
olasılıkla yer değiştirmiş olmalarına karşın günümüze kadar ulaşmışlardır.

1531 yılı tımar icmal ve mufassal defterlerinde


Güzelhisar kazası (TD 165 ve TD 166)
Bu defterlerde kaza merkezi (Nefs-i Güzelhisar), Çıtakderesi, Ahmed Dede
(Pabuççular) ve Piyadeler köylerinin vergilerinin toplamı olan 27.275 akçe Ha-
zine Defterdarı Mahmud Çelebi’nin Hassı’na ait olarak kaydedilmiştir161.
Kaza merkezindeki nüfusu Cami ve Bölücek mahallelerinde yaşayan
88 hane oluşturmaktaydı162. Bu Müslüman nüfusun yanında merkezde
11 hanede yaklaşık 50 kişilik bir Ortodoks-Rum cemaat yaşıyordu ve bun-
lar yılda 943 akçe cizye vergisi ödemekteydi163. Merkezde daha ziyade
Hıristiyan Rum cemaat tarafından kullanılmış olan bir meyhanenin vergisi
yılda 1.122 akçeydi164. Merkezde vergiye tabi Müslüman ve Hıristiyanla-
rın oluşturduğu 99 hanede yaklaşık 495 kişi olmalıydı165. Ayrıca vergilerini

Hellenistik ve Roma dönemleri boyunca varlığını sürdüren Gryneion’daki Apollon Tapınağı ve


158

kutsal korusu için bkz. Guiseppe Ragone, Il tempio di Apollo Gryneios in Eolide. Testimonianze
antiquarie, fonti antiche, elementi per la ricerca topografica, Studi Ellenistici III. Pise, 1990; Fritz Graf,
Les bois sacrés, Bois sacrés et oracles en Asie Mineure, Actes du Colloque International (Naples
1989), Publications du Centre Jean Bérard, 1993, 23-29.
TT 165, 20a.1531 yılında Temaşalık Korusu’nun yıllık 39.327 akçelik vergi geliri 8 tımarlı sipahiye
159

paylaştırılmıştı.
160
TK 115, 145b.1575 yılında parçalara bölünen Temaşalık Korusu’nun tımarlı sipahilere paylaştırılan
yıllık toplam vergi geliri 44.059 akçe idi.
161
T 165, 185; TT 166, 347-348.
162
TT 165, 182-183; TT 166, 347.
163
TT 165, 183; TT 166, 315 (Mukataa-i cizye-i gebran nefs-i Güzelhisar fi sene 943).
164
TT 165, 185.
165
Osmanlı döneminde yaklaşık nüfus hane sayısının beşle çarpımı ile bulunmaktaydı. Bekârlar
hane içinde değerlendirildiğinden ayrıca sayılmamaktadır. Haklı olarak vergiden muaf olanların da bir
aileye sahip oldukları ve bir hane oluşturdukları göz önünde tutulmaktadır.

126
kaza merkezinde ödeyen 46 hanelik yaklaşık 230 nüfuslu bir Yörük cema-
ati de (Cemaat-i Yörükan-ı Güzelhisar) yaşamaktaydı166.
1531 yılının icmal ve mufassal defterlerinde kazaya bağlı kırk sekiz
köy kayıtlıdır. Bunlardan yirmi beşi 1487 tarihli tımar icmal defterinde de
görülmektedir167. Dolayısıyla diğer yirmi üç köy 1487 yılından sonraki ta-
rihlerde kurulmuş olmalıdır. Bu kırk sekiz köyün sadece on birinde reaya
(toprağa bağlı köylü) bulunmaktaydı. Bu köyler de büyük oranda az ha-
neli idiler. En kalabalık köyler olarak sadece Çıtakderesi (15 hane), Samrı
(28 hane) dikkati çekmektedirler168. Diğer köylerin hane sayıları 1 ile 9
arasında değişmektedir. 1531 yılında köylerin nüfusu yaklaşık 479 kişi,
kazanın tümünde yaklaşık 1.156 kişi civarında olmalıdır.
Defterde 500 el-nukad mahkeme-i Güzelhisar 169 ibaresi Güzelhisar
merkezde bir kadının yönetiminde davalara bakıldığı ve yılda 500 akçelik
harç yaratan bir mahkemenin varlığını göstermektedir.
Bir önceki (1487 yılı) ve bir sonraki defterlerde −1575 yılı vakıf defte-
ri hariç− görülmeyen ancak 1531 yılına ait iki defterde de dikkati çeken
önemli bir unsur Güzelhisar kazasının Kestel adında bir nahiyeye sahip
olmasıdır. Ancak her iki defterde de kazanın bir nahiyeye sahip olduğunu
gösteren herhangi bir bilgi yoktur. Bununla birlikte bazı köylerin doğrudan
Güzelhisar kazasına değil, Kestel adını taşıyan bir idari birime bağlı ol-
dukları görülmektedir170. Güzelhisar kazası köyleri içinde her iki deftere de
kayıtlı bir Kuruca Kestel köyü mevcuttur171. Merkeze uzaklığını ve nerede
bulunduğunu bilmediğimiz bu köyün bir nahiye merkezi olarak görev yap-
mış olduğunu ileri sürmek akla yakın gelmektedir172. Bir köyün Kestel veya
Kuruca Kestel adını alabilmesi için köyün çok yakınında bir kale veya ko-
runaklı bir kulenin mevcut olması beklenebilir. 1531 ve 1575 yıllarındaki
vakıf defterlerinde Kestel nahiyesine bağlı görünen ve günümüze kadar
ulaşan Çalbahçe köyünün konumundan hareketle nahiyenin Bergama’ya
yakın Yunt Dağı’nın kuzeybatı kesimindeki köyleri içine aldığını ileri sür-
mek mümkündür.

166
TT 165, 184; TT 166, 348.
167
TT 152, 20a-b.
168
TT165, 184 ve 187.
169
TT 165, 185.
Kestel nahiyesine bağlı köyler: Çomaklı, Öküzuğrusu, Kabağaç, Doğanoğlu (Kilise), Yundalanı,
170

Girenüz, Kadı, Çıtaklı, Sofu Deresi, İlnak, Kuruca Kestel.


171
TT 165, 195; TT 166, 348.
172
Kestel nahiyesini merkeze uzak bir noktada aramak mantıklı görünmektedir. Kanaatimizce gerek
nahiyeyi, gerekse nahiyenin adını aldığını düşündüğümüz Kuruca Kestel köyü, Doğanoğlu (Zeytindağ)
ile Koyuneli köyleri civarında aranmalıdır.

127
Belge 03. 1531 tarihli Tapu Tahrir Defteri
(Kaynak: Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

128
37 köy mufassal defterde hâli ez reaya yani reayası (köye resmen
kayıtlı çiftçi) bulunmayan olarak kaydedilmiştir. Reayası bulunmayan köy-
lerin arazileri çiftliklere bölünmüş ve bu çiftlikler toprağın bulunduğu yere
ve kalitesine göre âlâ, evsat ve edna olarak, 70 ile 150 dönüm arasında sı-
nıflandırılmışlardır. Haneleri olmayan bu köylerin arazileri çiftlikler halinde
köye dışarıdan gelenler tarafından ekilip biçilmekteydi. Bunlar defterlerde
hariçten ziraat olunur, öşürlerini verirler olarak geçmektedir173. Köylerin
arazilerini çiftlikler halinde ekip biçenler −çoğunlukla kazanın dışından
mevsimlik gelen konargöçer Türkmen/Yörük cemaatlerinin mensupları
olmalıdır− rüsum ve öşürlerini köylerin bağlı oldukları tımarlı sipahilere
vermekteydiler. 1531 yılında tımarlı sipahiler tarafından toplanan 46 kö-
yün değişik kalemlerdeki vergi toplamı piyasa değeri ile 141 bin 580 akçe
idi. Köylerin ziraatını yaptıkları ürünlerden ve vergi tutarlarından arazilerin
verimleri, büyüklükleri ve yaklaşık konumları (dağlık, nehir kıyısı, ovalık
v.b) anlaşılmaktadır.
Güzelhisar merkez, Çıtak, Ahmed Dede (Pabuççular) ve Piyadeler
köylerinin dışında kalan kırk beş köyün vergi geliri olan 108 bin 246 akçe
80 tımarlı sipahiye paylaştırılmıştı. Bazı köyler tek bir sipahiye, bazı köyler
ise daha fazla sayıda sipahiye müştereken tahsis edilmişti. Samrı (Sa-
murlu ?) köyünün vergi geliri Yeni Foça Kalesi’nin174, Devlid köyünün ver-
gi geliri ise Eski Foça Kalesi’nin muhafızlarına tahsis edilmişti175. Pazarlı,
Kadı köylerinin vergi gelirleri ile Temaşalık Korusu’nun 33 bin 334 akçe
tutarındaki vergi gelirinin hangi tımarlı sipahilere verildiği icmal ve mufas-
sal defterlerde görünmemektedir.
Köylerin büyük bir kısmı konargöçer Türkmen/Yörük cemaatlerinin
isimlerini taşımaktadır176. Dolayısıyla 1300’lü yılların başından beri Batı
Anadolu’da hareket halinde olan ve zaman zaman toprağa yerleşmeye
çalışan bazı konargöçerler değişik nedenlerle köyleri terk etmekte, ancak
geride adları kalmaktaydı. 1531 yılına ait defterlerde bu cemaat adlarını
taşıyan ancak hâl-i ez reaya −boş− olan köylerin de bu nedenle daha
önce boşalmış olduklarını düşünmek mümkündür. Bununla birlikte kayıt-
larda Güzelhisar kazası sınırları içinde yerleşmiş konargöçer cemaatleri-
ne ilişkin kısa bilgiler bulunmaktadır. Örneğin, Ahmed Dede (Pabuççular)
köyünde 46 haneli 859,5 akçe vergi veren Cemaat-i Yörükan-ı Güzelhisar

173
TT 165, 200-201.
174
TT 165, 187.
175
TT 165, 198.
Konargöçer cemaatlerin adlarını taşıyan köyler şu şekilde sıralanabilir: Çıtaklı, Samrı, Eğriler.
176

Harbende, Çomaklı, Öküzuğrusu, Derziler, Ömerler, Güneri, Habibli, Hızırlı, Kulfallı.

129
ile Kızıl Kilise (Davud Dede) köyünde Aydoğdular cemaati ve Samrı kö-
yünde 37 haneli 1699 akçe vergi veren Urban Baraklı cemaati kayıtlıdır177.
Köylerin taşıdıkları isimler incelendiğinde; Ahmed Dede ve Davud Dede
adlarını taşıyan köylerin Türk fethinin ilk yıllarında Saruhanoğlu beyleri ta-
rafından temlik olarak verilen araziler üzerinde kuruldukları sanılmaktadır.
Bu köyler daha sonra vakfa dönüşen zaviyeleri ile bölgeye yerleşmek üzere
gelen halka kılavuzluk eden dede/dervişler tarafından kurulmuş olmalıdır178.
Ilıca, Eğrigölcük, Kazlık, Kuruca Kestel, Kabaağaç, Yayaağaç, İnka-
yacık ve Elifpınarı gibi köyler ise adlarını yerleştikleri noktaların belirgin
coğrafi özelliklerinden almış olmalıdır.
Asıl adının Şuayib olduğu anlaşılan bir köyün ayrıca Kadı ismini taşı-
ması kazadaki ikamet eden kadıların zaman zaman duruşmaları merkez-
den uzak bir köyde de gerçekleştirmiş olduğunu göstermektedir179. Kaza
merkezinden uzak olan Pazarlı’nın (veya Bazarlı) konumu da köye veril-
miş olan bu ismi anlamamızı kolaylaştırmaktadır180.
Frenk (Kalabak)181, Kilise (Doğanoğlu)182 ve Kızıl Kilise183 (Davud
Dede) gibi isimler taşıyan köyler Türk dönemi öncesinin veya Saruhanoğ-
lu Beyliği döneminin hatıralarını yansıtmaktadırlar. Günümüzde Myrina
kentinin harabelerinin bulunduğu Kalabakhisar mevkisinde olduğu dü-
şünülen Frenk (nam-ı diğer Kalabak) köyü adını Bizans ve Saruhanoğlu
döneminde burada antlaşmalı olarak bulunan Cenevizli kale muhafızla-
rından almış olmaları mümkündür. Nitekim daha önceki bölümlerde de
bahsettiğimiz gibi Bizans ve Saruhanoğlu dönemlerinde Yeni Foça ile Eski
Foça arasındaki 416 m rakımlı Şaphane Dağı’nın şap madeni Cenevizliler
tarafından işletilmekteydi184. Cenevizli aileler iki Foça’yı ve Midilli Adası'nı

177
TT 165, 184, 186, 188.
178
TT 152, 20b; TT 165,184 ve 186; TT 166, 347 ve 348.
179
TT 165, 190; TT 166, 348.
TT 165,192; TT 166, 348. Manisa merkez ilçe sınırları içinde Yunt Dağı üzerindeki Karaahmetler
180

köyünün güneyinde yer alan Ovacık mevkisi 50 yıl önce Pazarlı adını taşımaktaydı. Çevredeki mevcut
ve kaybolmuş birçok Türkmen köyü için merkez konumunda olmalıydı. Nitekim birçok yönden gelen
taş döşeme patikalar bu küçük ovaya doğru yönlendirilmiş gibi görünmektedir.
181
TT 165, 198; TT 166, 348.
182
TT 165, 192; TT 166, 348.
183
TT 165, 186; TT 166, 347.
184
Foça’daki Ceneviz egemenliği 1275 yılında imparator Mikhael Paleologos tarafından 1275 yılında
Zaccaria ailesine dirlik olarak verilmesi ile başlamıştı. Bizans 1336 yılında burayı yeniden ele geçirmiş
fakat buradaki yönetimi ancak 10 yıl sürmüştü. Fakat Sakız Adası'ndaki Ceneviz kuvvetleri burayı
yeniden ele geçirdi ve Guistiniani ailesi 1456 yılına kadar burayı elinde tutarak şap madenlerini işletti.
Bkz. Şerafettin Turan, Türkiye İtalya İlişkileri I; Selçuklular’dan Bizans’ın Sona Erişine, Metis Yayınları,
(İstanbul 1990), 254-260. Zeki Arıkan, Phokaia II Tarihsel Süreç içinde Foça Şap Ticaretinden Tuz
Ticaretine, Foça’da Ceneviz Egemenliği (İstanbul 2017), 51-71.

130
da yönetmekteydiler185. O dönemde çok stratejik ve pahalı bir madde olan
şap iki Foça’dan Midilli Adası'na ve kuzeye deniz yoluyla taşınmaktay-
dı. Karadan gemilere yapılacak olası korsan saldırılarını önlemek için iki
Foça ile Dikili arasındaki kıyılar, Kimi Kalesi (Kyme-Nemrut limanı), Ka-
labakhisar (Myrina), Çıfıt Kalesi (Temaşalık-Gryneion), Çandarlı (Pitane)
Kalesi ve Corcia Adası üzerindeki gözetleme kulesi içlerindeki Ceneviz-
li askerler tarafından kontrol edilmiş olmalıdır. Frenk adının 16. yüzyılda
dahi yaşaması, Dumanlı Dağı’nın güney eteklerindeki Yanıkköy Kalesi’nin
(Neonteikhos/Kayacık) haritalarda halen Ceneviz Kalesi adını taşıması
Cenevizlilerin bu bölgede uzun süren etkilerini göstermektedir.
Kilise (Doğanoğlu/Zeytindağ) ve Kızıl Kilise (Davud Dede) gibi yer
isimleri Bizans döneminde bölgede etkili olan manastır gibi güçlü din ku-
rumların varlığını göstermektedir.
1531 yılı tahrir defterlerine göre Güzelhisar kazasının kırsalında ziraa-
tı yapılan ürünlerin arasında ilk sırayı buğday ve arpa almaktadır. Hemen
hemen tüm köylerde bu iki ürünün ziraatı yapılmaktaydı. Sadece 6 köyde
buğdaydan alınan öşür 2.000 akçeyi geçmektedir. Bunlar Piyadeler, Kızıl
Kilise (Davud Dede), Eğrigölcük ve Kayaalanı gibi verimli arazilere sahip
ova köyleridir. 300 akçenin altında aşar veren köyler ise Ömerler (Hacıö-
merli?), Yundalanı, Girenüz, Ilıca ve İnkayacık gibi dağ köyleri veya küçük
tarımsal arazilere sahip köyler olmalıdır. Tüm kazadan elde edilen hınta
(buğday) aşarının piyasa değeri 39.124 akçedir. Bu, kaza sınırları içinde
1531 yılında yaklaşık 400 bin akçe tutarında buğday üretilmiş anlamına
gelmektedir.
İkinci sırada gelen ve birinin dışında tüm köylerde ekilen şair (arpa)
aşarının piyasa değeri ise 5.868 akçedir. Bu da yaklaşık 60 bin akçe tu-
tarında bir üretim demektir. Olasılıkla hayvan yemi olarak ziraatı yapılan
burçak ve yulaf hububatlar arasında üçüncü (39 köyde 1.734 akçe öşür)
ve dördüncü (33 köyde 1.030 akçe öşür) sırayı almaktaydı.
Mutfak için başta nohut (33 köyde 1.870 akçe öşür) olmak üzere bakla
(15 köyde 670 akçe öşür), mercimek (5 köyde) ve pirinç (6 köyde) ekil-
mekteydi. Pirinç sulak arazilere sahip ve Bakırçay’a yakın Kulfallu gibi
köylerde ve pınarların ayaklarına ekilmekteydi.
Sofralık ve şaraplık üzüm için yapılan bağcılık faaliyeti 30 köyde mev-
cut olup öşrü 7.357 akçe gibi yüksek bir meblağ tutmaktaydı. Defterlerde
herhangi bir vergi miktarı görülmediği için üzümün ne kadarının şarap üre-
timine ayrıldığı bilinmemektedir. Dikkati çeken bir nokta ise emrud olarak

Midilli Adası V. Ioannis Paleologos tarafından saltanat kavgasında kendisine yardım eden eniştesi
185

Francesco Gattilusio’ya çeyiz olarak verilmişti. Dolayısıyla iki Foça ile Midilli arasındaki deniz yolu
kıyılardan hareket edecek şap peşindeki korsanlar tarafından tehdit edilmiş olmalıdır. Midilli Adası'nın
Cenevizlilere geçişi için bkz. Turan 1990, 45.

131
adlandırılan yabani ahlât ve aşılı ahlâtın (armut) 23 köyde yetiştirildiği ve
2.000 akçelik vergi üretmiş olduğudur. Hatta defterde yazılı hassa-ı emrud
ibaresi olasılıkla Güzelhisar kazasındaki bazı köylerde sipahiler tarafın-
dan veya belki de saray için (?) de armut yetiştirildiğini göstermektedir186.
15 köyde ise 977 akçelik öşür yaratan bostan adı altında toplanmış meyve
(kavun, karpuz ve kabak) ile sebze (pırasa, ıspanak, havuç, hıyar, kabak,
lahana) yetiştirilmekteydi.
1531 yılında Güzelhisar kazasında yağından istifade edilecek ve aşarı
alınabilecek tek bitkinin susam olduğu anlaşılmaktadır. Defterlerde zeytin
ve menengiç aşarı görülmemektedir. Günümüzde özellikle dağlık kesimin
hâkim bitkisi olan menengiç (veya yerel dilde çitlenbik) ve zeytinin 1531
yılında yetiştiriciliğin yapılmaması dikkate değerdir. 1980’li yıllara kadar
Yunt Dağı’nda halkın mutfağında kullandığı yağ büyük oranda menengiç
ağaçlarından elde edilmekteydi187. Yunt Dağı köylerine zeytinyağı ve diğer
bitkisel yağlar son yıllarda dış pazar yoluyla girmiş gibi görünmektedir.
Güzelhisar kazası pamuk, palamut ve sadece birer köyle sınırlı ve az
miktarlarda kendir ve kök boya üretimleri ile de kendini göstermektedir. Def-
terlerde penbe olarak anılan pamuk 27 köyde yetiştirilmekte ve 3.304 akçe
aşar yaratmaktaydı. Çevrede Menemen ve Akhisar gibi büyük üreticilere
göre alçakgönüllü bir miktar pamuk üretilmesini, onlara nazaran daha az
verimli ve daha az sulak topraklara sahip olmasına bağlamak mümkündür.
Güzelhisar kazasının bir kısım köyleri meşe palamudu koruları ile ünlü
yüksek ve engebeli Yunt Dağı arazisi içinde kalmaktaydı. Yine de deri
tabaklamakta kullanılan palamudun 223 akçe tutarındaki vergisi yetersiz
görünmektedir.
1531 yılının mufassal defterinde iki dalyanın faaliyette olduğu kayıt-
lanmıştır. Bunlardan biri “1100 Dalyan maa çeltük ki külli pirinç ekilür.”
(Tümüyle pirinç ekilen bir çeltik ile dalyan 1100 akçe) notu ile Piyadeler kö-
yünde vergilendirilmiştir188. Adıyla günümüze ulaşmayan Piyadeler köyü-
nün yeri konusunda tartışmalar vardır. Eğer iddia edildiği gibi söz konusu
köyün adı Piyadeler değil de Bayatlar olarak okunursa Bakırçay’ın güney-
doğu sahilinde günümüzde Bayatlar olarak anılan bir mevki söz konusu
köyün yeri için kabul edilebilir bir konumda bulunmaktadır189.

186
Pazarlı köyünde hassa emrud (armut) üretilmekteydi. Bkz. TT 165, 192.
Ersin Doğer-Yusuf Sezgin Terebinth and Terebinth Oil Production in the Ancient Period, Antikçağ’da
187

Doğu Akdeniz’de Zeytinyağı ve Şarap Üretimi, Uluslararası Sempozyum Bildirileri, (İzmir 2015), 81-
88.
188
TT 165, 183.
189
Yıldırım 2001, 229.

132
Dolayısıyla bir dalyana sahip olabilecek ve çeltik üretebilecek kadar
Bakırçay’ın ağzına ve sığ denize yakın sulak bir ovada bulunmaktadır.
Ancak bu durumda mufassal ve icmal defterlerden kaynaklanan bir sorun
çıkmaktadır. Tahrirciler neden en kuzeyde yer alan Bayatlar (Piyadeler)
köyünün vergilerini Güzelhisar’ın, Çıtak ve Pabuççular gibi merkeze ya-
kın köylerin vergileri ile birlikte göstermişlerdir?190 Eğer bu önemli bir du-
rum değil ise konum itibariyle Bayatlar köyünün bir dalyana sahip olması
normal görünmektedir. İkinci dalyan ise 300 akçe ile mukataaya verilen
Söğütboyu Dalyanı olarak anılmaktadır. Olasılıkla bu dalyan Kocaçay’ın
ağzına yakın bir yerde olmalıdır.
Defterlerde nehir ve dere adları da yer almaktadır. Örneğin, Piyade-
ler köyünün vergileri arasında Nehr-i Ilıca 1100 ibaresi geçmektedir. Söz
konusu Nehr-i Ilıca için en uygun aday Kazıkbağları’nın 1 km güneyinde
Ilıcapınarı ile Değirmentepe arasından akan Ilıcaderesi olmalıdır. Deniz
kıyısındaki Değirmentepe’nin yanındaki dalyanı da belgede adı geçen ba-
lık üretme çiftliği ile özdeşleştirmek mümkün görünmektedir.
Çeltik ekildiği için 1224 akçe vergi üreten diğer bir nehir ise Nehr-i
Çıtak..külli çeltük ekilür. 1224 ibaresi ile defterde kayıtlı nehir bugünkü
Çıtakderesi’dir191. 10 bin akçe gibi büyük miktarda çeltik vergisi üreten
Nehr-i Büyük Arık192 ise günümüzde Kocaçay veya Güzelhisar Çayı olarak
anılan akarsu olmalıdır. Nitekim arık sözcüğünün eski Türkçe’de akarsu
anlamında da kullanılmış olduğu bilinmektedir.
Defterde vergi konusu tek tuzla Kazlık köyünde işletilmekteydi. Bunun
yılda 300 akçe vergi geliri ile küçük bir işletme olduğu anlaşılmaktadır193. Bu
eski işletme Kazıkbağları mevkisinde (Antik Elaia Limanı kuzey kesimi) bulu-
nan ve 1/25.000 haritalarda (K18-a1) tuzla olarak işaretlenmiş yer olmalıdır.
16. yüzyılda Güzelhisar kazasının en büyük zenginliği korulardan gel-
mektedir. 11 köyün sahip olduğu korulardan yılda 17 bin 549 akçe vergi
elde edilirken Temaşalık Korusu tek başına 33 bin 334 akçe vergi üret-
mekteydi194. Güzelhisar kazasının tüm korularından elde edilen toplam 50
bin 883 akçe vergi yaklaşık 500 bin akçe gelirden elde edilmiş olmalıdır.
Defterlerde korulardan elde edilen gelirlerin hangi kalemlerden geldiğinin
açıklanmıyor olması büyük bir eksiklik gibi görünse de, bu denli büyük bir
190
TT 165, 185.
191
TT 165, 185.
192
TT 165, 185.
193
TT 165, 191.
194
TT 165, 201; T 166, 348.

133
gelirin yakacak odun, odun kömürü ve özellikle gemi yapımında kullanılan
kereste üretiminden geldiğini ileri sürmek akla uygun gelmektedir.
1531 yılında Güzelhisar merkez, Piyadeler, Ahmed Dede (Pabuççu-
lar) ve Çıtakderesi’nin oluşturduğu vergi grubu içinde görülen iki değirmen
Kocaçay vadisinin ihtiyacını karşılamaktaydı. Bu iki değirmenden (asiyab)
biri yılda 60, diğeri ise 760 akçe vergi geliri yaratmaktaydı195. Olasılıkla bu
değirmenlerin biri Güzelhisar Çayı’nın, diğeri ise Çıtakderesi’nin üzerinde
olmalıydı. Aynı zamanda vergi üretmeyen bir harap değirmen de kayıt al-
tına alınmıştı.
Kayıtlara göre Kocaçay’ın kuzey sahilinde bulunan Orayda köyünde de
bir değirmen ile bir dink (yağ değirmeni) görülmektedir196. Konumu belirle-
nemeyen Sataşar köyünde de harap bir değirmen mevcuttu. Yine yeri belli
olmayan Şuayib (Kadı) köyünün her biri 120 akçe vergi üreten 4 değirmeni
vardı197. En çok değirmene sahip olan Kızıl Kilise (Davud Dede) köyü (ola-
sılıkla bugünkü Tekkedere köyü) üçü 12 ay çalışan ve 120 akçe vergi üreten
ve ikisi altı ay çalışan ve 60 akçe vergi üreten beş değirmene sahipti198. Tüm
bunlar su gücü ile çalışan değirmenler olmalıdır. Nitekim Batı Anadolu’da
16. yüzyılda rüzgârla çalışan değirmenlerin varlığına ilişkin bir bilgi yoktur.
1531 yılında Güzelhisar kazası sınırları içinde 5 köyde arıcılık yapıl-
maktaydı. Bunlar, ortak olarak 100 akçe vergi üreten Çıtak, Piyadeler, Ah-
med Dede (Pabuççular) ile Eğrigölcük (10 akçe) ve Yayaağaç (15 akçe)
köyleridir.
1531 yılında sadece Güzelhisar merkezde kayıtlı Cemaat-ı Yörükan-ı
Güzelhisar grubundan ve Eğrigölcük’den koyun-keçi vergisi alınmıştı.
Bunların toplamı da 2,375 akçedir. İki koyundan bir akçe vergi alındığına
göre konargöçer hayvan yetiştiricilerin dışında kazada kayıtlı üreticilerin
sahip olduğu küçükbaş hayvan sayısı 120’den daha az olmalıdır. Kuş-
kusuz bu sayı kaza sınırları içinde sadece 120 koyun-keçi beslendiği an-
lamına gelmemektedir. Kazada bir yıl içinde tahsil edilen otlak ve çayır
vergileri küçükbaş hayvan yetiştiriciliği hakkında daha doğru bir fikir vere-
bilmektedir. Örneğin, resm-i çayırın sadece dört köyde (Elifpınarı 50, Kul-
fallu 10, Doğanoğlu 44 ve Derziler 300) toplam 404 akçe olmasına karşın
18 köyden toplanan otlak vergisi 2.735 akçeydi.
Osmanlı taşra teşkilatında Deştbani adı verilen kır bekçileri kurumu
Güzelhisar’ın on sekiz köyünde ürün hırsızlarına karşı her an görev başın-

195
TT 165, 185.
196
TT 165, 198.
197
TT 165, 190.
198
TT 165, 186.

134
daydı ve bu köylerin sipahilere ve Hazine Defterdarı Mahmud Çelebi’nin
hassına ödedikleri resm-i deştbani 772 akçe tutuyordu. Bu verginin neden
tımar ve hass sahiplerine verildiği ve bu görevin hass sahibinin adamları
veya bizzat tımar sahibi tarafından icra edilip edilmediği anlaşılmamaktadır.
Mufassal defterde bad-ı heva olarak anılan ve önceden varlığı ve mik-
tarı tespit edilemeyen duhan, cürm-ü cinayet, resm-i arusiye, resm-i tapu ve
resm-i zemin gibi vergilerin tutarları birlikte kaydedildiği için miktarları bakı-
mından değil sadece varlıkları ile ilgili yorumlar yapmak mümkün olmaktadır.
Herhangi bir köyün arazisine dışarıdan gelip geçici olarak konaklayan
konargöçerler yerleştikleri köyün tımarlısına bir duhan (tüten ocak, duman)
vergisi ödemek zorundaydılar. 1531 yılında Güzelhisar kazası sınırları için-
deki 6 köyde (Habibli, Gökçe, Pazarlı, Doğanoğlu, Yundalanı, Girenüz) kış-
layan veya geçici olarak yerleşen göçerler bu vergiyi ödemekteydiler199.
1531 yılında sadece 4 köyde (Eğrigölcük, Kazlık, Gökçe, Doğanoğlu)
cinayet işlenmiş ve suçlular mahkemeye cürm-ü cinayet vergisi ödemiş-
lerdi200. Evlilik nedeniyle tımar sahibine veya hass sahibine ödenen resm-i
arusiye 1531 yılında 8 köyde evlilik (Oruç Gazi, Akbaş, Güneri, Eğrigölcük,
Doğanoğlu, Yundalanı, Girenüz, Derziler) gerçekleştiğini göstermektedir201.
Bunların yanında arazideki üretimin artışını doğrudan ilgilendiren iki
vergi resm-i zemin ve resm-i tapu tarımsal faaliyetlerin gözlenmesi ba-
kımından önemlidir. Örneğin, resm-i zemin tımar sahibine tahsis edilen
köydeki reayanın kendisine tahsis edilen çiftlikten daha fazla toprağı ta-
rıma açmasına ve ekip biçmesine paralel alınan bir vergiydi. 13 köyden
toplanan resm-i zemin 1531 yılında 2.532 akçeyi bulmaktaydı.

1531 yılı vakıf defterinde Güzelhisar kazası (TT 398)


Güzelhisar kazasındaki vakıf bilgileri için ilk ve en değerli bilgileri ba-
rındıran kayıtlar tüm Saruhan livası için 1531 yılında hazırlanmış TT 398
sayılı vakıf defterinde bulunmaktadır. Tahrir defterlerinde görülmeyen köy-
lerin varlığını öğrenmemiz açısından son derece yararlı bir kayıttır. Ayrıca
tapu tahrir defterinde mevcut bazı köylerdeki reayanın ve konargöçer Yö-
rük cemaatlerinin bir kısmının vergilerini kaza içi veya dışı vakıflara ver-
diklerini öğrenmemizi sağlamaktadır. Defterin 1531 yılında düzenlenmiş
olmasına karşın iki vakfa ilişkin verilen padişah beratları Hicri 967 (1559-
60) ve 969 (1561-62) tarihlerini taşımaktadır. Bu durum vakıf defterine

199
TT 165, 191, 192, 194.
200
TT 165, 189, 191, 192.
201
TT 165, 189, 192, 194, 197.

135
tanzim edildiği dönemden sonra da ihtiyaç duyulduğu takdirde yeni ekler
(şerhler) yapıldığını göstermektedir.
Defterdeki ilk kayıttan Güzelhisar kazasında Gebe Kilise adlı bir mez-
ra olduğunu ve bu mezranın Saruhanoğlu İshak Çelebi tarafından (1358-
1390) Güvendik adında bir dervişe vakfedildiğini, zaman içinde yılda 400
akçe gelir getiren bu mezranın Derviş Güvendik'in neslinden gelenler ta-
rafından tasarruf edildiğini öğreniyoruz202.
İkinci vakıf kaydı Güzelhisar kazası Kestel nahiyesinde Lale (veya
Lala) Kilise adlı yılda 300 akçe gelir getiren bir çiftlik padişah beratıyla Hü-
seyin adlı kişiye verildiğini göstermektedir. Bu kayıttan tımar defterlerinde
sık sık karşımıza çıkan ve bazı köylerin bağlı olduğu Kestel nahiyesi vakıf
defterinden de görülmektedir203.
Diğer bir vakıf kaydından tahrir defterlerinde görülmeyen ve ilk kez
karşılaştığımız Mısırcık köyünü ve bu köydeki Yağmur Baba Zaviyesi’nin
padişah beratıyla Derviş Mahmud’un tasarrufuna verildiğini ve zaviyeye
bağışlanan adaklardan toplanan günde bir akçenin dervişe tahsis edildiği
öğrenmekteyiz204.
Güzelhisar’ın bilinen en eski camisi olan ve hangi Balaban Paşa ta-
rafından inşa ettirildiği tartışmalı olan205 caminin yaşaması için bir vakfın
tesis edildiği anlaşılmaktadır. Kayıtlarda vakfın Güzelhisar sınırında biri
bağ olan iki parça arazisi görünmektedir. Bu iki parça arazinin öşrü ve ze-
min resmi olan 500 akçenin her yıl vakfa ödendiği anlaşılmaktadır. Ayrıca
vakfın kasasında birikmiş olan 2.300 akçenin faizi gerektiğinde hatiple-
rin tasarrufuna ayrılmıştı206. Bunların yanında eskiden beri Balaban Paşa
Camisi’nin müezzinleri için Kestel nahiyesinde Sınırdere mevkisinde yılda
360 akçe gelir getiren bir çiftlik vakfedilmiş olup defterin düzenlendiği ta-
rihte Piri adlı müezzin padişah beratı ile bu tutarı tasarruf etmekteymiş207.

TT 398, 86 Mezraa-i Gebe Kilise nam yeri Saruhanoğlu İshak Çelebi Güvendik nam kimesneye
202

vakf-ı evlatlık üzere kendüye ve evladına vakf idüb mezkûrun evladından bi’l fiil Ali ve Veli ve Derviş
Mahmud ve İskender ve Süleyman ve Derviş Güvendik ve Piri ve Celal ve Ayşe mutasarrıflardır. Ber
vech-i iştirak ellerinde berat-ı şâhi vardır. Tarih-i berat sene 967 [1559-60] Hasıl 400.
203
TT 398, 86 Güzelhisar tevabiinde Kestel nam mevzide Lale Kilisesi dimekle maruf bir vakıf çiftliği
el’an Hüseyin nam berat-ı şâhi ile mutasarrıfdır. Tarih-i berat sene 969 [1561-62] Hasıl 300.
TT 398, 86 Der karye-i Mısırcık tabi-i Güzelhisar Yağmur Baba zaviyesi dimekle maruf zaviye dahi
204

olmağın nüzûrdan gelan mahsulden cihet-i meşihat yevmi bir akçe üzere elan berat-ı şâhi ile Derviş
Mahmud mutasarrıfdır. Tarih-i berat sene 922 [1516] Hasıl 360.
205
Yıldırım 2001, 126-131.
206
TT 398, 87. Vakf-ı Cami-i Balaban Paşa der nefs-i Güzelhisar, nefs-i Güzelhisar sinorunda
iki pare yer bir çiftlik öşr-i mikdarı yer bir paresine bağ dikilmiş. Öşr-i bağ 350, Resm-i zemin 150
Evkaf-ı müsliminden hatib elinde ikibin üç yüz akçe vardır murabahasından olanı cami-i mezbure
meremanetine şart olmuşdır baki nesne kalırsa hatib olanlar tasarruf ide.
TT 398, 87.Ve cami-i mezburda kadimü’z zamandan müezzin olanlara kasaba-i mezbure
207

tevabiinde Kestel nahiyesinde Sınor Dere dimekle maruf yevmi bir akçe olur vakıf çiftliği tasarruf
idegelüb vakf-ı mezkûre el’an Piri müezzin olub berat-ı şâhiyle mutassarrıfdır. Tarih-i berat sene 929
[1522-23]. Hasıl 360.

136
Belge 04. TT 398 sayılı ve 1531 tarihli Vakıf Defteri
(Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

137
Diğer bir belge, Dede köyünün camisine padişah beratı ile Derviş
İlyas’ın günde yarım akçe gelirle kayyum tayin edilmesine ilişkindir208. Sa-
dece Dede adını taşıyan bir köyün tımar defterlerinde görülmemesine kar-
şın bunun Ahmed Dede köyü olması mümkün görünmektedir.
1531 yılı tapu tahrir defterlerinde görülmeyen vakıf defterindeki Gü-
zelhisar köylerinden biri de Çalbahçe’dir. Günümüzde Bergama ilçesine
bağlı olan Çalbahçe köyünün tüm gelirleri 1531 yılında Mesih Paşa Vakfı
tarafından Gelibolu Camisi’nin masrafları için tasarruf edilmekteydi. Söz
konusu vakıf sadece Çalbahçe köyünün değil aynı zamanda yine Kestel
nahiyesine bağlı Hisar korusunun ve Kayrucak mezrasının da gelirlerini
tasarruf etmekteydi. Vakfın elde ettiği toplam gelir ise yılda 4.811 akçe
tutmaktaydı209. Söz konusu mezranın önceki defterde tımar olduğu ancak
daha sonra Mesih Paşa’nın zemin resmini ödediği sipahiye her yıl 150
akçe verip mezrayı tasarruf ettiği anlaşılmaktadır210.
Vakıf defterinden öğrendiğimiz yeni bir mevki adı da Kestel nahiyesi
sınırları içindeki Lala Kilise Çiftliği’dir. Bu çiftlik vaktiyle Saruhanoğlu İshak
Çelebi tarafından Şeyh Mahmud adlı bir veliye vakfedilmişti. Yılda 200
akçe geliri olan çiftlik daha sonra şeyhin evlatları tarafından tasarruf edil-
miştir. Son olarak söz konusu şeyhin neslinden gelen Habib ve Mürsel adlı
kişiler hicri 930 yılında (1523-1524 yılı) elde ettikleri bir padişah beratı ile
söz konusu geliri tasarruf etmekteydiler211.
İshak Çelebi Çıtakderesi köyündeki bir mezrayı Hanioğlu Ahmed
Dede’ye vakfetmişti. Belgeden çıkardığımız sonuca göre Ahmed Dede bu
mezranın gelirini Demircioğullarına vakf etmiş ve bu gelir nesilden nesile
aktarılmış ve son vârisler ellerindeki padişah beratıyla yılda 400 akçe gelir
getiren bu mezrayı 1531 yılına dek tasarruf etmeyi sürdürmüşlerdir212.

TT 398, 87. Karye-i Dede köyünün camisine Derviş İlyas nam kimesne yevmi nim akçe cihetle
208

kayyum hizmetine el’an berat-ı şâhi ile mutasarrıfdır. Tarih-i berat aşar ve işrin ve tıs’a me (921/1515-
6) Amma el’an padişahımızdan tecdid-i berat almışdır.
209
TT 398, 87. Karye-i Çalbahçe tabi-i Kestel vakf-ı merhum Mesih Paşa be cami-i Gelibolu.
TT 398, 87. Zikr olan mezraa defter-i atikde tımar iken merhum Mesih Paşa resm-i tapu ile
210

sipahiden aldıktan sonra her senede ber vech-i maktu sipahiye yüz elli akçe vermek üzere mutasarrıf
olub mahsulünü Gelibolu’da olan camisine tayin etmiş imiş.
TT 398, 88. Çiftlik-i Lala Kilisa dimekle maruf Güzelhisar tevabiinde Kestel nevahisinde
211

Saruhanoğlu İshak Çelebi Şeyh Mahmud nam azize vakf-ı evlad idüb ellerinde selatin-i maziyeden
hükümleri olub el’an berat-ı şâhi ile mezburun evladından Habib maa Mürsel ber vech-i iştirak zikr
olan çiftliğe mutasarrıflardır. Tarih-i berat sene 930.
TT 398, 88. Karye-i Çıtak Deresi tabi-i Güzelhisar vakf-ı İshak Bey veled-i Saruhan ki sabıka Hani
212

oğlu Ahmed Dede tasarruf etdüği mezrayı Demircioğlanlarına vakf idüb tevliyeti evladından aslah
ebnasına ola ve badehu kızı Fatmaya ola ve ba’deha Fatma evladına ola deyü meşrut imiş. Bu şart
üzerine mezburun evladdan Fatma oğlu Ramazan kalub ve padişahımız hüllede mülkuhu tevliyet-i
mezbure nişan-ı hümayun olub deftere sebt olundu. Tarih-i berat sene 929 (1522), Der karye-yi Dede
köyü Asiyab 1 bab fi sene 25 kile hınta, ve Söğüt suyunda bir değirmen harab, Hasıl fi sene 400.

138
Bunların yanında Menemen kazasına bağlı Bahadır köyündeki Demir-
ci Çiftliği’nin ve Çukurköy’deki Yaylacıoğlu’nun vakf ettiği bir değirmenin
gelirleri Menemen Kadısı Mevlana Hüsameddin’in verdiği bir mahkeme
kararıyla Ahmed Dede zaviyesine verilmişti213.
Şeyh Dede Zaviyesi’ne −olasılıkla Ahmed Dede Zaviyesi− Sultan Mu-
rad zamanında Saruhan livası yöneticisi olan Kasım Bey’in vakfettiği bir
kesik yer için kazada yaşayan Ahmed adlı şahıs yerin kendisine ait oldu-
ğunu ileri sürmüş, bunun üzerine zaviyenin mütevellisi Ramazan, elindeki
padişah hükmü ile Menemen Kadısı Mevlana Hüsameddin’e başvurmuş-
tur. Kadı’nın yerinde yaptığı keşif sonucu yerin vakfa ait olduğu tespit edil-
miş ve bu durum hükme bağlanmıştır214.
Ayrıca 1531 yılındaki tahrir defterlerinde tımar köyleri olarak kaydedil-
miş Kızıl Kilise215, Kadı (Şuayib)216 ve Gökçe217 köylerindeki bazı reayaların
vergilerini Sultan Murad Vakfı’na ödedikleri görülmektedir. Böylece 1531
yılında Güzelhisar kazası için tahrir defterlerinden hareketle yaptığımız nü-
fus tahminlerimize yaklaşık 63 kişilik bir ekleme yapmamız gerekecektir.

1575 yılı mufassal defterde Güzelhisar kazası (TK 115)


Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta çıktığı ilk yıllarda yapılan 1531 yılı
tahririnden yaklaşık 45 yıl geçmiş ve torunu III. Murat döneminde yeni bir
tahrir ihtiyacı doğmuştur. Aradaki II. Selim döneminde herhangi bir tahrire
ait bilgimiz bulunmamaktadır. 1575 yılının mufassal defterinde kaza mer-
kezi (nefs), Çıtakderesi, Ahmed Dede (Pabuççular) ve Piyadeler köyleri-
nin vergilerinin toplamı olan 43 bin 655 akçe III. Murad’ın Hassı’na Hassa-i
Hüdavendigar Hullidallahu teala mülkühu ibaresi ile kaydedilmiştir. Bir ön-
ceki tahrire göre merkez ve üç köyden elde edilen vergi 27 bin 275 akçe
iken 1575’de 16 bin 380 akçe artarak 43 bin 655 akçe olmuştur.
1575 yılında kaza merkezinde önceki defterde bulunan Cami ve
Bölücek mahalleleri ile birlikte görülen Hisarlık mahallesi 1531 yılından
sonraki bir tarihte kurulmuş olmalıdır. Bu da Güzelhisar’a adını veren bir

TT 398, 88. Ve Karye-yi Bahadır’da Demirci Çiftliği dimekle maruf çiftlik ve Çukurköy’de
213

Yaylacıoğlu vakf etdiğü değirmen dahi şimdiye dek Ahmed Dede zaviyesine tasarruf oluna gelmişdir
deyü Menemen kadısı Mevlana Hüsameddin’den hüccet getirdüğü sebebden deftere kayd olundu.
Tarih-i hüccet sene 930.
TT 398, 88. Sultan Murad zamanında sabıka Liva-İ Saruhan Sancağı beği olan Kasım Beğ Şeyh
214

Dede zaviyesine bir kesek yer vakf eylemiş inde’l ahali-yi karye hudud malumdur. Kaza-i mezburda
Ahmed nam kimesne tapulu yerimdir deyü niza idüb mütevelli olan Ramazan asitâne-i saadetden
hükm-i şerif irad idüb Menemen kadısı Hüsameddin efendiye teftiş buyurdub üzerine varub zikr olan
kesek teftiş olundukda vakfiyete hükm olunub eline hüccet-i şer’i vermişler deftere tescil olundu.
TT 398, 232-233. Der kaza-i Güzelhisar tabi-i liva-i mezbure der karye-i Kızılkilise tabi-i mezbur,
215

hane 2, mücerred 1.
216
TT 398, 232-233. Der karye-i Kadı nam-ı diğer Şuayib tabi-i mezbur, hane 2.
217
TT 398, 232-233. Der karye-i Gökçe tabi-i mezbur, hane 8, mücerred 2.

139
hisarın varlığını göstermesi bakımından önemlidir. Bu mahallerde ika-
met eden 78 hanede yaklaşık 390 kişi yaşamış olmalıdır. Merkez sınır-
ları içinde bu nüfusa ilaveten 61 hanede yaşayan 305 kişilik bir Yörük
cemaati de (Cemaat-i Yörükan-ı Güzelhisar) eklendiğinde kasabanın
içinde yaşayan 695 kişilik bir nüfus ortaya çıkmaktadır. Bu sayılar 1531
yılında merkezde yaşayan 725 kişilik bir nüfusun yaklaşık 40 yıl içinde
25 kişi azaldığını göstermektedir. Eğer hesaplamalarda veya kayıtlarda
herhangi bir hata yoksa bu düşüş 16. yüzyıl boyunca Osmanlı ülkesin-
de nüfus artışı yaşanırken beklenmedik sürpriz olarak görünmektedir.
Bununla birlikte bir sonraki vakıf defterinde de görüleceği gibi tımar köy-
lerinde ikamet eden reayaların bir kısmı vergilerini vakıf kuruluşlarına
vermektedir. Köylerdeki vakıf vergi mükellefi sayısı 187’ye ulaşmaktadır.
Bunların bir kısmının bekâr, bir kısmının da aile reisi olduğu göz önünde
bulundurulduğunda yaklaşık 350-400 kişilik bir nüfusun da eklenmesi ile
1575 yılında Güzelhisar kazasında toplam 1400-1450 arasında nüfusun
yaşamış olduğu sonucuna varmak mümkündür.
1531 yılındaki her iki tımar defterinde 943 akçe cizye vergisi ödedik-
leri kayıtlı 11 haneli 50 kişilik bir Ortodoks-Rum cemaat 1575’deki kayıt-
larda mevcut değildir. Buna karşın 1531 yılında merkezde mevcut olan
ve daha ziyade Hıristiyan Rum nüfus ile ilişkilendirdiğimiz bir meyhane
varlığını sürdürmekte ve yılda 1.333 akçe resm-i meyhane ödemektedir.
Söz konusu Hıristiyan Rum nüfusun kayıtlardaki yokluğunu şu şekilde
yorumlamak mümkündür: Bu grup kaza merkezini terk etmiş ve Hıris-
tiyan nüfusun daha yoğun olduğu bölgelere göç etmiş olabilirler. Ya da
1531 yılı ile 1575 yılı arasında ihtida etmiş −din değiştirmiş− olmaları da
beklenebilir bir durumdur. Nitekim kasabada Hıristiyan nüfus kalmamış
olmasına karşın meyhane vergisinin kayıtlarda görülmesi bu varsayımı
güçlendirmektedir. Ayrıca Güzelhisar kırsalında görülen Mürted Yatağı,
Kâfir Kışlası gibi yer isimleri bölgede 16. yüzyıl boyunca İslamlaşmanın
belirtileri olarak görülmelidir.
Güzelhisar merkezde bir kadının başkanlığında davaların bakıldığı ve
yılda 500 akçelik harç yaratan bir mahkemeye ilişkin kayıtlar 1575 yılı mu-
fassal defterde de bulunmaktadır.
1575’deki tahrir defterinde kaza sınırları içinde, bir önceki defterde ol-
duğu gibi 48 köy vardır. Ancak Güneri köyü bu tarihte kaybolmuş, yerine
daha önce görülmeyen Köprü adında yeni bir köy ortaya çıkmıştır. 1575
yılında Güzelhisar kazasına bağlı 48 köyün içinde sadece 12 köyde reaya
(toprağa bağlı köylü) bulunmaktaydı. 1531 yılına göre köylerde hane sa-
yıları artmış görünmektedir. En kalabalık köyler Çıtakderesi (22 hane) ve

140
Davud Dede (20 hane), en az nüfusa sahip köy ise Pazarlı’dır (1 hane).
Çıtakderesi ve Davud Dede köylerini Sataşar (15 hane) ve Köprü (14
hane) köyleri izlemektedir. Meskûn 12 köydeki hane sayısı toplamı 80’dir.
Bu sayısının beş ile çarpımı olan 400 rakamı tüm köylerin nüfusunu gös-
termektedir. 1575 yılında tüm kaza sınırları içinde yaşayan resmi nüfus
yaklaşık 1.095 kişidir. Bu merkezde olduğu gibi 1531 yılındaki nüfustan
yaklaşık 260 kişi daha azdır. Bununla birlikte bu nüfusun tımar köylerinde
sayılan resmi nüfus olduğu, buna bazı köylerde vergilerini vakıflara veren-
lerin de ilave edilmesi gerektiği, ayrıca başka kazalara kayıtlı Güzelhisar’a
mevsimlik olarak gelip tarım ve hayvancılık yapan önemli bir nüfusun da
varlığı unutulmamalıdır.
Diğer 36 köy hane halkına sahip olmayıp (hâl-i ez reaya) çiftliklere
bölünmüş arazileri dışarıdan gelenler tarafından ekilip biçilir, öşürleri ve
diğer vergileri köyün bağlı olduğu tımarlı sipahiye veya sipahilere veri-
lirdi. Güzelhisar nefs (merkez), Çıtakderesi, Ahmed Dede (Pabuççular)
ve Piyadeler köylerinin dışında kalan 45 köyün vergi geliri olan 226 bin
6 akçelik meblağ 76 tımarlı sipahiye paylaştırılmıştır. Bazı köyler bir si-
pahiye, bazı köyler ise daha fazla sayıda sipahiye müştereken tahsis
edilmişti. 1531 yılındaki defterde olduğu gibi Samrı (Samurlu ?) köyü-
nün vergi geliri Yeni Foça Kalesi’nin, Devlid köyünün vergi geliri ise Eski
Foça Kalesi’nin muhafızlarına tahsis edilme geleneği 1575 yılı defterin-
de de sürdürülmüştü.
Kaza sınırları içinde yine 1531’deki gibi 300 akçe vergi üreten Kazlık
Tuzlası ile Söğütboyu ve Piyadeler köyü dalyanları faaliyettedir. Kazadaki
su değirmenlerinin yeri, sayısı ve ürettikleri vergi miktarları değişmemiştir.
Kaza sınırları içinde resmi nüfus azalmışken hemen hemen her ka-
lemde üretimin birkaç misli arttığı alınan aşar ve diğer vergilerden (rü-
sum) anlaşılmaktadır. Örneğin, bir önceki tahrirde buğdaydan alınan
öşür 39 bin 124 akçe iken 1575’de yüzde 100 artarak 79 bin 978 akçeye
yükselmiştir. Arpadaki artış ise dikkate değerdir. 1531’deki 5.868 akçe
olan aşar 1575’de yaklaşık 6 misli artarak 31 bin 406 akçe olmuştur. He-
men hemen her üründe bir veya birkaç misli artış gözlenmektedir. Örne-
ğin, bağ aşarı 7 bin 357 akçeden 11 bin 655 akçeye, pamuk aşarı 3 bin
304 akçeden 8 bin 24 akçeye yükselmiştir. Ayrıca 1531 yılı tahrirlerinde
aşarları görülmeyen zeytin, incir, badem gibi bazı ürünler listelerde az da
olsa yer bulmaktadırlar.
Üretim artışının nedenlerinden en önemlisi 1575’de bir önceki tah-
rire göre resm-i zemin ve resm-i tapu gibi vergilerin büyük oranda art-
mış olmasıdır. Resm-i zemin tımar köylerindeki reayanın kendine düşen

141
çiftlikten daha fazla miktardaki bir alanı tarıma açtığını göstermektedir.
Resm-i tapu ise yine tımar sahibinin vergilerini topladığı köylerde rea-
yaya veya dışarıdan gelip köydeki tarıma uygun arazileri işlemeyi iste-
yenlere verdiği tapular karşılığında topladığı vergilerden oluşmaktaydı.
Örneğin, bu tahrirde resm-i zemin 2 bin 575 akçeden yüzde 300 artarak
8 bin 570 akçeye çıkmıştır. Daha önceki tahrirde birkaç değişik vergi
içinde gösterilen ve bu nedenden dolayı tam olarak hesaplanamayan
resm-i tapu ise 4 bin 842 akçe olmuştur.
1487 ve 1531 yıllarına ait tahrir defterlerinde yüksek vergi gelirleri ile
dikkati çeken Temaşalık Korusu bu kez karşımıza daha ayrıntılı sınır ta-
nım ve tarifleriyle 8 parçaya bölünmüş olarak çıkmaktadır. Bu tanım ve
tarifler korunun yayıldığı arazinin büyüklüğünü daha iyi bir şekilde algı-
lamamıza yardım etmektedir. 8 parçadan oluşan Temaşalık Korusu’nun
yıllık vergi geliri olan 44.109 akçe 21 tımar sahibine şu şekilde paylaştırıl-
mıştır. Gökçedere Korusu (8.300 akçe)218, Kafir Kışlası ve Tütenli Korusu
(8 bin akçe)219, Karabergos ve Karakaya Korusu (8.200 akçe)220, …..
Ağıl Korusu (4.811 akçe)221, Akça Ağıl ve Mürted Yatağı Korusu (4.600
akçe)222, Erkaç Korusu (4.499 akçe)223, Bozağıllık Korusu (3.999 akçe)224,
Nohut Avlusu Korusu (1.700 akçe)225.

TK 115, 146A. An Koru-yı Gökçedere. Kıbleten Erkaç sınoruna ve şarkken Kafir Kışlası sınoruna
218

ve şimalen Tütenlü’den İndere’den Ilıca Suyu cereyana üleşdüğü mevzua ve garben Pir Ahmed
Korusu’na mahduddur. Tımar-ı Ali ve Habib ve Nasuh.
TK 115, 146A. An Koru-yı Kafir Kışlası ve Tütenlü. Kıbleten Armağan oğlu sınorına andan Çekek?
219

Deresine andan Boz Ağıllık sınoruna andan Emir Öldüğüne andan Erkaya’ya andan Havlı Yerine
andan Merel Çakılı andan Bergas sınoruna andan …Çakıla ?andan Namazgah’a andan Dere ..Darı
Alanı’na andan Boz Gölcüğe andan Pir Ahmed Korusu’na andan hadd-ı evvele mahduddur. Tımar-ı
Hasan ve Hüseyin ve Mehmed ve Budak ve diğer Mehmed.
TK 115, 146A. An Koru-yı Kara Bergos ve Karakaya. Kıbleten Boz Ağılık. Deresinden Tütenlü
220

sınoruna andan Ağlıca Dere’ye andan Eşekkıran sinoruna andan …Kasab’dan Esendere’ye andan
Resul Korusu sınoruna andan hadd-ı evveli’ne mahduddur. Tımar-ı Bali ve Mehmed ve Hacı Mehmed.
TK 115, 146A. An Koru-yı ..? Ağıl. Kıbleten Gökçel’den İncir Alındığı Dere’ye andan Görmüş
221

Havlısı başından Kayan Deresi’ne andan Acı Menekşe andan Merak Yolda Karısı?Tarlası’na andan
Havlı Kısığı’nda hadd-i evvele mahduddur. Tımar-ı Hüseyin ve İlyas.
TK 115, 146A. An Koru-yı Akça Ağıl ve Mürted…Yatağı. Kıbleten Devlid Tımarı sınoruna ve
222

Kalabak’a giden yoldan dereye ve şarken Porsuk İni’ne andan Erkeç Yatağı sınorundan Küplüce’ye
ve şimalen Derman’a ve garben Paşaoğlu sınorundan hadd-i evvele mahduddur. Tımar-ı Hasan ve
Pirli.
TK 115, 146A. An Koru-yı Erkaç. Gök Gerdek’den Merel Emrud’dan Emin Dere’den Koruklu
223

Geçid’e andan Kuşluk Yatağı sınoruna andan Gökçe Dere Yatağı sınoruna andan Derman’a andan
Köplüce andan Akça Ağıl sınoruna mahduddur. Tımar-ı Ali ve Hızır ve Mehmed.
TK 115, 146A. An Koru-yı Bozağıllık (?). Kuyukaya’dan Resul Korusu sınoruna Acı Menekşe’den
224

Emin Dere’den Merel Çakıl’a andan Havlı Miri’den Emir Öldüğü’ne andan Armağan’a andan hadd-i
evveline mahduddur. Tımar-ı Hızır.
TK 115, 146A. An Koru-yı Nohud Havlısı. Kıbleten Armağan oğlu Nasuh Tımarı’na ve şarken Kafir
225

Kışlası Yatağına ve garben Gökçedere Yatağı’na mahduddur. Tımar-ı Ali ve Mehmet.

142
Kısaca özetlemek gerekirse mütevazı ölçülerdeki Güzelhisar kaza-
sında yaklaşık 40 yıl içinde resmi nüfus aynı kalmasına karşın daha çok
arazinin tarıma kazandırılması ile her kalemde görülen üretimler ve bağlı
aşar ve vergiler en az bir misli artmış gibi görünmektedir.

1575 yılı vakıf defterinde Güzelhisar kazası (TT 544)


Söz konusu bu defter 1531 yılındaki vakıf defterindeki bilgileri tekrar
etmenin ötesinde Güzelhisar kazasındaki iç ve dış vakıfları ayrıntıları ile
tanımlaması bakımından önemli görünmektedir. Kayıtlarda TT 544 sayılı
defter olarak geçen bu kaydın asıl adı Defter-i Evkaf-ı Liva-i Saruhan’dır226.
Tahrir defterlerinde görülmeyen köylerin varlığını öğrenmemiz açısından
son derece yararlı bir kayıt olarak dikkati çekmektedir. Ayrıca tapu tahrir
defterinde mevcut bazı köylerdeki reayanın ve konargöçer cemaatlerin bir
kısmının vergilerini kaza içi veya dışı vakıflara verdiklerini öğrenmemizi
sağlamaktadır.
1575 yılına ait tahrir defterindeki köyler arasında bulunmayan Arna-
vudlar227, Bahadır228, Çalbahçe229, Cüllahlar230, Işıklar231, Karesili232, Said-
li233 ve Subaşı234 gibi köyler ile birlikte 1531 ve 1575 yıllarına ait tahrir

Defter iki araştırmacı tarafından günümüz Türkçesi ile yayınlanmıştır. Mehmet Akif Erdoğru-Ömer
226

Bıyık, Defter-i Evkaf-ı Liva-ı Saruhan, Tapu ve Kadastro Müdürlüğü Arşiv Dairesi Başkanlığı, No.7,
Ankara 2014.
227
TT 544, 129B. Ne zaman ve nerede kurulduğunu bilmediğimiz Arnavudlar köyünün 7 vergi
mükellefi vergilerini 1575 yılında Emir Buhari Vakfı'na vermekteydi. Sadece bu vakıf defterinde
görülen ve öncesi sonrası olmayan bu köyün sakinlerinin Güzelhisar kazasına sürgün edilmiş isyancı
bir grup Arnavud olduklarını düşünmek mantıksız olmayacaktır.
TT 544, 48A. Sadece bu defterde görülen Bahadır köyünde Demirci adını taşıyan bir çiftliğin
228

Ahmed dede zaviyesine Sultan Murad zamanında Saruhan sancak beyi olan Kasım Bey’in vakf ettiği
belirtiliyor. Bu metinde Menemen kazasına bağlı Çukurköy ile birlikte zikredilen Bahadır köyünün de
Menemen kazasına bağlı olması kuvvetle muhtemeldir.
TT 544, 129B. İlk kez bu defterde karşımıza çıkan Çalbahçe köyüne daha sonra yaklaşık yaklaşık
229

1600 yılı civarına tarihlenen TK 125 sayılı defterde de rastlanmaktadır. Köydeki 9 vergi mükellefi
vergilerini Emir Buhari Vakfı'na, 17 vergi mükellefi ise Merhum Mesih Paşa’nın Gelibolu camisi için
kurduğu vakfa ödemekteydiler.
TT 544, 130A. İlk kez bu defterde görülen Cüllahlar köyüne daha sonra yaklaşık 1600 yılı civarına
230

tarihlenen TK 125 sayılı defterde rastlanmaktadır. Bu köyde iki kişi vergilerini Emir Buhari Vakfı'na
ödemekteydiler.
TT 544, 129B. Bu köy ilk ve son kez kayıtlarda görülmektedirler. Menemen’deki diğer adı Şeyhli
231

olan Işıklar köyü olması mümkün görünmektedir. Bu köyden 17 mükellef vergilerini Emir Buhari
Vakfı'na ödemekteydiler.
TT 544, 130A. Kayıtlarda ilk ve son kez bu defterde yer alıyor. Köyden 1 vergi mükellefi vergisini
232

Emir Buhari Vakfı'na ödemekteydi.


TT 544, 138B. Kayıtlarda ilk ve son kez görülen Saidli köyünden 4 vergi mükellefi vergilerini
233

Sultan Murad Vakfı'na ödüyorlardı.


TT 544, 130A, 138B. 1575 yılı TK 115 numaralı defterin fihristinde Kızıl Kilise nam-ı diğer Subaşı
234

ibaresi geçmektedir. 1531 yılı TT 165, 186’da ise Kızıl Kilise nam-ı diğer Davud Dede ibaresi vardır.
Öyleyse Kızıl Kilise ve Davud Dede olarak anılan köyün diğer bir adı da Subaşı olmaktadır. Tahrir
defterlerinde de görülen köyden 3 mükellef vergilerini Emir Buhari Vakfı'na, 6 mükellef ise Sultan
Murad Vakfı'na vermekteydiler.

143
defterlerinde Pazarlı235, Doğanoğlu236, Derziler237, Eğrigölcük238, Girenüz
(Giregir)239, Sataşar (Sinaşar)240, Kabaağaç241 ve Kulfallu242 gibi bazı tı-
mar köylerinde reayanın bir kısmının vergilerini bazı vakıflara ödedikleri
anlaşılmaktadır. Bu konuda öne çıkan ve bazı köylerdeki mükelleflerin
vergilerini toplayan kaza dışı vakıflar; Emir Buhari Vakfı243, Sultan Murad
Vakfı244, Mesih Paşa Vakfı245 ve Medine-i Münevvere Vakfı246 idi. Bu dört
vakıf Güzelhisar kazasındaki 187 vergi mükellefinin vergilerini toplamak-
taydı. 1575 yılı için nüfus tahminleri yaparken bu 187 vergi mükellefini ve
bunların ailelerini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Güzelhisar kazasının kuruluş döneminde Saruhanoğlu İshak Çelebi
tarafından bölgeye yerleşen bazı dervişlere zaviyeler kurmaları ama-
cıyla araziler bağışlanmış ve bu mülklerin onların neslinden gelenler ta-
rafından kullanılmalarına padişahlar tarafından müsaade verilmişti. Ör-
neğin, İshak Çelebi Kilise Mezrası adındaki bir araziyi Güvendik adında
bir veliye vakfetmiş, daha sonra Hicri 975 tarihli bir berat ile bu vakıftan
elde edilen 400 akçe tutarında bir gelir Güvendik’in neslinden gelenler
tarafından tasarruf edilmişti247. Yine İshak Çelebi tarafından Güzelhisar
kazasının Kestel nahiyesindeki Lala Kilise adında bir çiftlik Şeyh Mah-
mud adında bir azize vakfedilmiş; bu şeyhin neslinden gelenler Hicri
974 tarihli bir berat ile bu vakıftan gelen 200 akçelik bir geliri kullanmış-
lardı248. İshak Çelebi’nin üçüncü bir bağışı da Hanioğlu Ahmed Dede’ye
yaptığı Çıtakderesi köyündeki bir mezra idi. Belgeye göre Ahmed Dede
tasarruf ettiği bu mezrayı Demircioğullarına vakf etmiş ve tasarrufu ne-

235
TT 544, 130A. Köyden tek bir kişi vergisini (Ahmed oğlu Mustafa) Emir Buhari Vakfı'na ödemekteydi.
TT 544, 129B, 138B. İkinci adı Kilise olan Doğanoğlu köyü aynı zamanda iki tımar defterinde de
236

kayıtlıdır. 1575 yılında bu köyden 6 mükellef vergilerini Emir Buhari Vakfı'na, 102 mükellef ise Sultan
Murad Vakfı'na ödemekteydiler.
TT 544, 138B. Köye kayıtlı Karacadağ yörük cemaatinden 7 mükellef vergilerini Sultan Murad
237

Vakfı'na ödemekteydiler.
238
TT 544, 138B. Köyden bir mükellef vergisini Sultan Murad Vakfı'na ödemekteydi.
239
TT 544, 139B. Köyden bir mükellef vergisini Sultan Murad Vakfı'na ödemekteydi.
240
TT 544, 126B. Köyden bir mükellef vergisini Medine-i Münevvere Vakfı'na ödemekteydi.
241
TT 544, 138B. Köyden bir mükellef vergisini Sultan Murad Vakfı'na ödemekteydi
242
TT 544, 130A. Köyden iki mükellef vergilerini Emir Buhari Vakfı'na ödemekteydiler.
243
Evkâf-ı hazret-i Emir-i Buharî aleyhi’r-rahmete ve’l-bâri der livâ-ı Saruhan.
244
Evkâf-ı Sultan Murad Han aleyhi’r-rahmete ve’l-gufran der livâ-ı Saruhan.
245
Vakf-ı merhûm Mesih Paşa bi-câmi-i Gelibolu.
246
Evkâf-ı Medine-i Münevvere şerrefehallahu.
247
TT 544, 48B2.
248
TT 544, 48B2.

144
silden nesile aktarılmış ve son vârisler ellerindeki padişah beratıyla yıl-
da 400 akçe gelir getiren bu mezrayı 1575 yılına dek tasarruf etmeyi
sürdürmüşlerdi249.
Sultan II. Murad zamanında Saruhan sancakbeyi olan Kasım Bey Gü-
zelhisar kazasındaki Şeyh Dede Zaviyesi’ne yılda 200 akçe gelir getiren
bir kesik yer (tarla) bağışlamış ancak Ahmed adlı birisi “burası benim ta-
pulu yerimdir” diye Menemen Kadısı'na müracaat etmişti. Menemen Ka-
dısı Mevlana Hüsamettin Efendi’nin yerinde yaptığı inceleme sonucunda
Ahmed’in haksız olduğuna karar verilmişti250.

Azledilen Tımarlı Sipahiler, Yeni Tımarlılar ve istismarcı


Yağhane Eminleri
Bölgemizdeki bazı münferit olayları İstanbul’a yazılan kadı mektupla-
rından ve halkın İstanbul’a yazdıkları şikâyetnamelerden öğrenmekteyiz.
Tımar sistemi savaşa her zaman hazır pür silahlı sipahilerin istendiğinde
orduya katılması karşılığında varlığını sürdürmekteydi. Bazen sipahiler
değişik gerekçelerle seferlere katılmaktan kaçınmaktaydı. Gerekçeleri
makul bulunan sipahilerin tımarları muhafaza edilmekteydi. Kabul edil-
meyenler ise azl ediliyor ve gelirlerinden oluyorlardı. Tahrir defterlerinde
çok sayıda azl edilmiş sipahilere ait kayıtlara rastlanmaktadır. Gerçekten
de Güzelhisar kazasının 1530 yılındaki tahririnde savaşa gitmedikleri
için azledilen (mazul) 9 sipahi görülmektedir251. 1579 yılında Güzelhisar
kazasında meydana gelmiş bir durumu bir kadının mektubundan öğreni-
yoruz; Evraniye (ya da Evranova)252 adlı köyün 3.000 akçe (ya da 1.000
akçe) gelirli tımarlı sipahi Hasan, İran seferine katılmayınca tımarı elin-
den alınıp Hüseyin adlı birine tevdi edilmiş ancak Hasan, kadıya verdiği
dilekçede tımarından Mahmud adlı birisi lehine feragat ettiğini bildirmiş-
tir. Kadının yaptığı araştırmada Mahmud’un da sefere gitmediği anlaşı-
lınca tımar Hüseyin’e verilmiştir253.
Yine aynı tarihte (1579 yılı) Topçu Bostan adında biri padişah emri ile
Güzelhisar kazasında 6.000 akçe geliri olan bir tımarı elde etmişti. 6.000
ile 19.999 akçe arasında gelir getiren tımarları elde etmek için muhakkak
padişah beratı gerekmekteydi.

249
TT 544, 48A.
250
TT 544, 48A.
251
TT 166, 348.
Söz konusu köy Güzelhisar kazasının 16. ve 17. yüzyıllardaki hiçbir tahririnde ve vakıf defterinde
252

görülmemektedir.
253
Yıldırım 140-141.

145
16. yüzyıldaki tahrir defterlerinde yağ bitkisi olarak ekimi yapılan
susamın hatırı sayılır öşrü görünmektedir. Olasılıkla susamın yabancı
alıcılara satışı da yasaklanmış olmalıdır. Buna karşın daha yüksek fiyat-
lara yabancılara da kaçak olarak satışı yapılmaktaydı. Güzelhisar’daki
susam üreticilerinin değerinden daha aşağı fiyatla susam almak iste-
yen yağhane eminlerini ve mültezimleri şikâyetleri üzerine 1579 yılında
İstanbul’dan Güzelhisar Kadısı’na bu tür hareketlerin engellenmesi için
hüküm gönderilmiştir254.

16. yüzyılın sonlarına tarihlenen bir icmal defterinde


Güzelhisar kazası (TK 125)
Ne yazık ki mufassalı olmayan bu icmal defteri Güzelhisar kazasının
17. yüzyılın başlarındaki ekonomik ve sosyal durumunu tek başına açıkla-
maktan uzaktır. Defterde sadece o dönemde mevcut köyleri isimleri ve bu
köylere kayıtlı hane ve mücerred (bekâr) sayıları verilmektedir255. Bunların
dışında herhangi bir bilgi yoktur. Nüfus 1575 yılına göre bir miktar artmış
gibi görünmekle birlikte bu görünümün yanıltıcı olma ihtimali vardır. Örne-
ğin, kazanın merkezindeki üç mahallede 1575’e göre hane sayısında ve
nüfusta düşüş vardır. Köy sayısında da büyük bir azalma görülmektedir.
1575’deki 48 köyden geriye 23 köy kalmıştır. 27 köy ise bu defterde mev-
cut değildir256. Ancak bu kayıp köylerden bazıları 1654/1655 tarihli Mad.d
18181 sayılı defterde yeniden ortaya çıkmaktadır. Bu durumu açıklamak
zordur. Kayıp köylere karşın 7 yeni köy ortaya çıkmıştır257. Bu yeni köy-
lerden ikisi 1575 yılına tarihli vakıf defterinde vakıf köyü olarak kayıtlıdır.
Defterde kayıtlı 7 köydeki nüfus Yunt Dağı Ellicileri 258 adı verilen ko-
nargöçer Yörükler tarafından oluşturulmuştur. Bu durum konargöçerlerin
kalıcı iskânlarının erken örneklerinden biri olarak dikkati çekmektedir.
Bu tarihte tüm nüfus merkezde 200, köylerde 1.670 olmak üzere 1.870
kişi civarında olmalıdır. Eğer aynı dönemde bir vakıf defteri düzenlenmiş
ise vergilerini vakıflara ödeyen reayanın da eklenmesi ile kazanın nüfusu-
nun artması beklenmelidir.

254
Emecen 1989, 257 ve dipnot. 130.
255
TK 125, 144b-148a.
256
MAD.d 18181, 50.
257
TK 125, 144b-148a. Akça, Çalbahçe, Davudlar, Kalpakkaya, Kara Davudlar (Karışlı), Kırk Yılan (?).
258
Yunt Dağı Ellicileri olarak anılan konargöçer Yörük cemaati için bkz. Emecen 1989, 128-131.

146
Belge 05.
Tarihsiz olan, ancak 16. yüzyılın sonlarına tarihlenen TK 125 sayılı Tapu Tahrir Defteri.
(Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

147
Belge 06.
1654/55 tarihli 18181 sayılı Tımar Defteri'nin başında yer alan IV. Mehmed’in tuğrası.
(Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

148
1654/55 yılına tarihli bir icmal defteri (MAD.D 18181)
O tarihte tüm Saruhan ilindeki kazalara bağlı köylerin sadece isimlerini
ve tımarlıya ödenecek yıllık vergi tutarlarını gösteren bu defterin verdiği
bilgiler sınırlıdır. Defterde 22 köy kayıtlıdır. Bu tarihte daha önceki tahrir
defterlerinde var olan 19 köy korunmuştur. İki köyün adı okunamamıştır.
Bu defterde görülen yeni köyün adı ise Bergos’dur. Bergos Yunanca’dan
Türkçe’ye geçmiş bir yer ismidir ve yaklaşık olarak tahkimatı kule veya
kale anlamında kullanılmaktadır259. Tahminimize göre bu da yeni bir köy
değildir, daha önceki tahrirlerde her zaman karşımıza çıkan Kestel’in aynı
anlama gelen diğer bir adı olmalıdır260.
Belki de bu defterden öğrendiğimiz en önemli unsur 1487 yılından iti-
baren her tahrir defterinde karşımıza çıkan Temaşalık korusunun yarattığı
verginin önceki defterlere nazaran yüzde 100 azalma ile 21 bin 200 akçe-
ye indiğini ve 8 tımarlıya dağıtılmış olmasıdır. Bundan hareketle Hellenis-
tik dönemden beri varlığını sürdüren bu korunun giderek küçüldüğünü ileri
sürmek mümkündür. Nitekim günümüzde Temaşalık Korusu’nun sınırları
içinde kalan yamaçlar tamamen çıplak bir durumdadır.
Bu defterde köylerin tımar gelirlerinin hangi kalemlerden geldiği bilin-
memesine karşın daha önceki tahrirlere nazaran önemli artışlar gözlen-
mektedir. Örneğin, Kızıl Kilise köyünün bu dönemdeki tımar vergisi 27
bin 878 gibi yüksek bir rakamdır. Özellikle Yayaağaç köyünün vergileri
diğer iki tahrirde 3.210 ve 8.810 akçe iken bu defterde 14 bin 40 akçeye
yükselmiştir.

16. yüzyılda Güzelhisar kazasına genel bir bakış


Sınırlı da olsa kazadaki nüfus artışını Osmanlı Devleti’nin klasik dönemi
olarak adlandırılan 16. yüzyıl içinde asayişin diğer yüzyıllara nazaran daha
istikrara kavuştuğu ve üretimin artması ile giderek karmaşıklaşan bir ekono-
mik gelişmeye borçlu olduğunu ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Ayrıca 16.
yüzyılın sadece Osmanlı İmparatorluğu topraklarında değil, aynı zamanda
Avrupa’da da nüfusun patladığı bir dönem olduğu akıldan çıkarılmamalıdır261.
16. yüzyılın başlarında Batı Anadolu’da kıyıdan uzak görünmesine
karşın, iskeleleri ile ön plana çıkan kazalardan biri de Menemen idi. İzmir
Körfezi’nin kuzey kıyısında günümüzde Gediz Nehri'nin alüvyonları altında

259
1575 yılı tahrir defterinde Temaşalık Korusu’nu oluşturan parçalardan birinin adı da Kara Bergos’dur.
260
Bergos ve Kestel kelimeleri, tahkimatlı kule veya kale olarak anlamlandırılmaktadır.
Fernand Braudel, II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1, (Çeviren Mehmet Ali
261

Kılıçbay), İmge Kitabevi, (Ankara 1993), 396-397.

149
kalmış olan Menemen İskelesi262, Eski ve Yeni Foça limanları ile tarımsal
üretimler dışarıya ihraç edilmiş olmalıdır. Bu limanlardan Güzelhisar kaza-
sının da istifade etmiş olduğunu ileri sürmek mümkündür. Nitekim Güzelhi-
sar kazasına ait hiçbir defterde liman veya iskele vergisi adı altında herhan-
gi bir kayda rastlanmamaktadır. 16. yüzyılın ikinci yarısında Menemen ve
Urla’nın yanında, Edremit, Ayazmend (Altınova), Seferihisar, Balat ve İzmir
gibi kendi art alanlarının üretimlerini toplayan bölge limanları ağı ortaya
çıktı. Tüm Batı Anadolu’nun tarımsal ve sanayi üretimi özellikle İstanbul’un
ve sarayın ihtiyacını karşılamak üzere bu limanlardan yükleniyordu. Her
türlü ürünün fiyatını devlet belirliyor, ürünün toplanması, başkente gönde-
rilmesi, yerel bürokrasi kadılara gönderilen fermanlarla düzenleniyordu.
Ancak aşağıda ayrıntılarda da görüleceği gibi her zaman bu sistem is-
tendiği gibi işlemiyor, Avrupalı tüccarlar aynı zamanda batının da ihtiyacı
olan mallara daha yüksek fiyatlar verince kaçakçılık ortaya çıkıyordu. Dış
ve iç talep arasındaki bu rekabet tüm engellemelere karşın uzun vadede
iç pazarda işlenecek ham madde yoksunluğuna ve imparatorluk sanayinin
giderek çöküşüne yol açacaktı. Yukarıda tahrir defterlerinden elde ettiğimiz
sonuçlara göre Güzelhisar kazası sınırları içinde bulunan köy ve mezralarda
gerek kendi ihtiyaçları, gerekse devletin ihtiyaçları için dönemin geleneksel
tarım ürünlerinin hemen hemen hepsinin üretimi yapılmaktaydı. Kırsaldan
toplanan vergi gelirleri içinde ilk üç sırayı tarım ürünleri alıyordu. İlk iki sıra-
da buğday ve arpa gibi tahıllar, üçüncü sırada ise bağ ürünü gelmekteydi.
Gelir ve vergi bakımından birinci sırada gelen buğday ve arpanın
hemen hemen her köy ve mezrada ekiliyor olması, tahıl üretiminin iklim
koşullarının uygun olduğu yıllarda sadece bölgeyi beslemekle kalmayıp,
ihraç da edildiğini göstermektedir. İklim koşullarının elverişsiz olduğu yıl-
larda ise kıtlıkla karşılaşılmaktaydı. Gerçekten de her iki duruma ilişkin
olarak bazı yazışmalar günümüze dek ulaşmıştır. Örneğin, 13 Ekim 1564
tarihli bir hükümde Menemen ve Güzelhisar’da yağmurun az düşmesi ve
ardından gelen çekirge istilası nedeniyle kıtlık olmuş, bunun üzerine civar
kazalardan ve hatta Rumeli’den tahıl getirilmeye çalışılmıştı263. Ancak bu
gibi kıtlıkların istisna olduğu, sürekli olanın bölgeden çoğunlukla tahıl ihra-
cı olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, başkent için Bergama, Edremit, Tuzla,
Ayazment (Altınova), Kemer, Ezine ve Menemen pazarlarından 16 ayrı
seferde yaklaşık 665 ton buğday istendiği dikkate alındığında, bölgeden
İstanbul’a önemli bir buğday ihracı söz konusu olmalıdır.

19. yüzyılın başlarından itibaren İzmir’den Bergama’ya doğru yolculuk yapan birçok yabancı
262

seyyah, körfezi karadan dolaşmamak için altı düz çatanalarla körfezi boydan boya geçerek günümüzde
Çiğli’nin güney batısında denizden kazanılmış bir noktada yer alan Menemen İskelesi’nde karaya
çıkmaktaydı. Bkz. Doğer 1998, 340-341 ve harita 1.
263
Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi I (1300-1600), 233 ve dipnot 1.

150
Belge 07.
1654/55 tarihli 18181 sayılı Tımar Defteri. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

151
Bağcılık Müslüman köylüler ve çiftçilerinin başlıca uğraş alanlarından
biriydi ve elde edilen pekmez, kuru üzüm, turşu ve diğer ürünler (bezdir-
me, köftü ve hatta şıra) tümüyle Osmanlı başkentinin ihtiyaçlarının karşı-
lanmasına ayrılmıştı. Devlet, İstanbul’un ve özellikle Saray halkının üzüm
ihtiyaçları konusunda çok hassastı. Bu meyve akışının kesilmemesi için
Güzelhisar kazasının da içinde bulunduğu birçok kadılık merkezine gönde-
rilen fermanlarla Anadolu’nun bütün batı kıyısında şarap üreticilerine üzüm
satışı çeşitli fermanlarla yasaklanmış; ayrıca üzümün şıra olarak yaban-
cı tüccarlara satılmasının önlenip, eskisi gibi pekmez ve turşu yapılarak
İstanbul’a gönderilmesi hususunda Güzelhisar Kadısına da hüküm gön-
derilmişti264. Hatta özellikle Marmara Denizi kıyısında şıra kaçakçılığı çok
yaygın olduğundan dolayı, gemilerin boş fıçı taşımaları dahi yasaklanmıştı.
Güzelhisar kazası kayıtlarında zeytin öşrünün yok denecek kadar az
olması ile ilgili aklımıza iki olasılık gelmektedir. Bu olasılıklardan birincisi
zeytin ürünü ile zeytinyağı ve sabun gibi yan ürünlerin komşu İzmir ve
Urla’dan getirilmiş olmasıdır. Ancak ne denli yakın olursa olsun, 16. yüzyıl-
da özellikle köylere dek ulaşabilen bölgeler arası bir ticari dağıtımın varlığı
konusunda kuşkular bulunmaktadır. Tahrir defterlerine yansıyan zeytinya-
ğı üretiminin bölgenin ihtiyaçlarına yeterli olamayacağını düşünmemize
karşın, 16. yüzyılda susam veya hayvani yağlara nazaran bu ürünün böl-
ge mutfağında kullanma alışkanlığının ne oranda olduğunu da bilemiyo-
ruz. Ancak bu üretimin daha ziyade antik dönemden beri mutfakta değil,
aydınlatmada ve/veya sabun yapımında kullanılmış olduğunu ileri sürmek
mümkündür. Hemen hemen Güzelhisar’ın tüm köylerinde az veya çok su-
sam öşrünün alınmış olması, bölgede tahin ve helva imalatının varlığını
gösterdiği gibi, elde edilen yağın mutfakta da kullanıldığını gösterebilir.
Susam üretimi lehine, zeytin üretimi aleyhine çıkan bu sonuçların, ör-
neğin, bugün en önemli zeytin ve zeytinyağı üreticisi olan Edremit ilçesin-
de de doğrulandığını belirtmek gerekmektedir. 16. yüzyıl tahrir defterlerin-
de Edremit kazasında susam ekimi ve susam yağı değirmenlerinden söz
edilmesine karşın, zeytincilik ancak 16. yüzyılın ikinci yarısından sonra
önem kazanmaktadır265.
Bölgede asayiş sorunları ile ilgili 1580 yılına ait diğer bir haber de
tüccarların soyulmasına ilişkindir266. 16. yüzyılda Manisa ile Foça limanı
arasında yapılan ticaret gelişip Menemen-Manisa arasındaki boğazın da
önemi artınca, bölge eşkiyanın ilgisini çekmiş, tüccar kafileleri sık sık yol
kesen soyguncuların saldırılarına uğramışlardır.

264
Daniel Goffman, İzmir ve Levanten Dünya, Tarih Vakfı Yayınları, (İstanbul 1995), 37.
Fikret Yılmaz, XVI. Yüzyılda Edremit Kazası (yayınlanmamış doktora tezi), Ege Üniversitesi
265

Sosyal Bilimler Enstitüsü, (İzmir, 1995).


266
Emecen 1989, 66 ve dipnot 314.

152
Miri toprak sisteminin bozulması ve Celali İsyanları (17. yüzyıl)
17. yüzyıl içinde İmparatorluğu uzun zamandır ayakta tutan tımar sis-
temi giderek bozuldu ancak 19. yüzyılın ortalarına kadar varlığını sürdür-
dü; Bu sisteme dayalı olan ağır teçhizatlı Sipahi ordusu çöktü; her zaman
isyana eğilimli ve ücretli bir Yeniçeri ordusu ön plana çıktı. Amerika ve
Okyanusya gibi yeni kıtaların keşfi Avrupa’nın zenginleşmesine yol açtı.
Güney Amerika’nın gümüşü ile nakit sorununu çözen Avrupalı tüccarlar
Osmanlı iç pazarına girerek zaten çok hassas olan ham madde üretimi
ve ona dayalı sanayi üretimi dengesini alt üst etmeye başladılar. Henüz
16. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvede olduğu bir dönemde filiz-
lenmeye başlayan ekonomik çöküş ve buna paralel olarak devletin idari ya-
pısında görülen çözülme, doğal olarak toplumdaki sosyal huzursuzlukların
doğmasına yol açtı. Osmanlı toplumunda işsiz, başıboş, üretimden kopuk
ve ancak savaşta işe yarayan kitleler (sarıca-sekban askeri), askeri sefer-
ler azalıp ve bu seferler sonucunda istenen başarılar ve yağma gelirleri
elde edilemeyince veya savaş olmayınca kendi halkını soymaya giriştiler.
17. yüzyıl boyunca Güzelhisar kazasına ait bilgi, haber ve malumat
arasında birinci sırayı İstanbul’daki Saray-ı Amire’nin ihtiyaçlarının karşı-
lanması, yurt dışına yönelik kaçakçılığın önlenme istekleri, mukataaların,
daha doğrusu günümüz Türkçesi ile devlete ait arazilerin, madenlerin ve
bunun gibi gelir kaynaklarının bedelleri peşin alınarak kiraya verilme haber-
leri almaktadır. İkinci sırada ise asayiş olayları ve eşkıyalığın önlenmesi için
yapılan girişim haberleri vardır. Örneğin, 22 Safer 1018’de (Mayıs 1609)
İstanbul’dan Saray’ın kileri için bir kişinin bölgeye gönderildiğini ve Güzelhi-
sar Kadısı’nın da dâhil olduğu birçok kazanın yöneticisinden gerekli meyve,
sebze, bal ve sabunun derhal başkente gönderilmesi isteğini öğreniyoruz267.
Ayrıca Saray’ın acilen balmumuna ihtiyaç duyduğu ve Amerika’dan getirilen
tütünün kullanımının imparatorluk içinde giderek yayıldığı anlaşılmaktadır.
Bunun zararlarının farkında olan ve tütün ekiminin arttığını fark eden devlet,
yasaklar getirmeye çalışmaktadır. 1613’de Manisa’nın da bağlı bulunduğu
Saruhan vilayetindeki kadılara emirler gitmektedir:
“kilar-ı amirem mühimmatı için lazım gelen balmumu miri tarafından ek-
seri zikrolunan sancaklardan bin dörder yüz akçaya cem oluna gelmiş
iken….vilayet-i mezbure ahalisi duhan içmek mutat etmekle, balmumu-
nun kantarı ikişer bin dörder akçaya füruht olunmağla miriye küllii gadr
olduğundan gayri killet üzere olmağa bais olup vilayet-i mezburde vaki
olan kasabat [biri Güzelhisar olmalı] ve kurada duhan içenler men olun-
ması emrim olmuştur. Buyurdum ki emrime muhalif duhan içmeyeler ve
içirmeyesiz ve bağçelerde dahi ekdirmeyüb men ve def eyleyesiz.” 268

267
M. Çağatay Uluçay, XVII. Yüzyılda Ziraat, Ticaret ve Esnaf Teşkilatı, (İstanbul 1942), 128, Vesika 12.
268
Daniel Goffman, İzmir ve Levanten Dünya, Tarih Vakfı Yayınları, (İstanbul 1995), 66-67.

153
1620 yılının (Hicri 1029 Şevval) Manisa şeriye sicillerine göre 10 yıl
önce olduğu gibi Saray-ı Amire kileri için Güzelhisar Kadısı’ndan üzüm, in-
cir, badem, armut kurusu gibi bölge ürünleri yeniden talep edilmektedir269.
Yüzyılın başlarında Aydın ve Saruhan muhassılı beylerbeyi rütbesin-
deki Yusuf Paşa’nın 1606 yılında saraya gönderdiği bir mektupta Güzelhi-
sar kazasının önemli gelir kaynaklarını öğreniyoruz. Buna göre Güzelce-
hisar kazasının gelir getiren mukaataları (H.1010) 1601 yılından itibaren
Oğlan Mehmed ve Kadızade Mehmed Çavuş’a iltizama verildiği, diğer
birçok yerle birlikte kazanın vergi gelirlerinin de adı geçen kişilerin zim-
metinde olduğu ifade edilmektedir. Mektuba göre bu kez Güzelcehisar ve
civarı mukaatası ile Saruhan memlehası (tuzla) (Hicri 1018 ve 1019 yılları)
1609-1610 yıllarından itibaren üç yıllık olmak üzere Manisalı Kurd Bey ile
Tire’nin Kızılcaavlu köyünden Mehmed Bey’e iltizama (kiraya) verilmekte-
dir270. Hicri 4 Recep 1023 (1613) tarihli bir kayıtta ise Sultaniye Medresesi
üderrisi Kasım’ın dilekçesi vasıtasıyla babasının Güzelhisar’da bir cami
yaptırmakta olduğunu, tamamlanması için kendisine 6 ay izin verilmesini
istediğini öğreniyoruz271.
İmparatorluğun en parlak döneminde başlayıp 17. yüzyıl içinde zirve
yapan ve Celali isyanları olarak adlandırılan karmaşa ve anarşi dönemi
en fazla Saruhan livası ve kazalarında hissedildi. Özellikle kolay ulaşıla-
bilir olmayan dağlık ve sarp bir araziye sahip olması Güzelhisar kazasının
köylerinin büyük bir kısmının yer aldığı Yunt Dağı’nın bu tür yasadışı faa-
liyetler için kullanılmasına yol açtı. Ancak büyük sayıda ve sadece tüketici
olan isyancı güçleri sürekli besleyebilme potansiyeline sahip olmaması
nedeniyle bölge ikinci derece harekât alanı oldu. Bazen de büyük kentler-
de ve daha çok ovalık kesimde yaşayanların Celali eşkıyasından kaçtık-
ları bir alan haline geldi. Ancak her halükarda 17. yüzyılın ilk yıllarından
19. yüzyılın başlarına kadar Yunt Dağı’nın köyleri bu yerel iktidar mücade-
lelerinden oldukça zarar gördü.
Zaman zaman yönetici konumda olanların da bölgede suça iştirak et-
tikleri görülmektedir. Örneğin, 1610 yılına (Hicri 1019 Rebiyülevvel) ait bir
hükme göre Güzelhisar Kadısı’nın halktan zorla koyun aldığı ve zulüm
yaptığı tespit edilmiş ve bizzat yargı önüne çıkarılıp ifadesinin alınmasına
karar verilmiştir. Bu yargılamanın nasıl sonuçlandığı hükümde belirtilme-
mektedir272.

269
Goffman 1995, 48.
270
İbrahim Gökçen, Saruhan’da Yörük ve Türkmenler, (İstanbul 1950), 72-73.
271
Emecan 1989, 96.
M. Çağatay Uluçay, XVII. Yüzyılda Saruhan’da Eşkiyalık ve Halk Hareketleri, (İstanbul 1944), 138-
272

139.

154
Şeyhzade Mustafa Çelebi, bu olaydan bir yıl sonra (H.1020/M.1611)
Çıtakderesi köyündeki Ahmet Dede Zaviyesi’nin kendilerine ait olduğunu
ve ilgili vakıf belgesinin Celali eşkiyasının yarattığı karışıklık ve düzensiz-
lik sırasında kaybedildiğini belirtmiştir. Manisa kadısı’ndan istediği yeni
belge ise tanıkların yardımıyla kendisine verilmiştir273.
Henüz 1611/12 tarihli (Hicri 1020) bir sicilde Saruhan livası içindeki bir-
çok köyün Celali isyanları yüzünden terkedildiği ve ortadan kalktığı anla-
tılmaktadır274. Köylerin terk edilmesinde 17. yüzyıldaki bu isyanların etkisi
belirleyici olmuştur. Yüzyılın ilk yılları içinde bölgeye zarar veren ilk isyan-
cı Kalenderoğlu Mehmet Paşa’dır. 1606/1607 yılında üzerine gönderilen
düzenli bir orduyu Nif (Kemalpaşa) yakınlarında bozan Kalenderoğlu’nun
Saruhan livasının merkezi Manisa’yı ele geçirmesine engel olmak için
kentin etrafı hızlı bir şekilde sur ile çevrilmiştir. Kalenderoğlu’nun adamları
Manisa çevresindeki birçok köyü yağmalamışlardı275.
Yaklaşık aynı dönemde Kalenderoğlu isyanına müdahale etmeyerek
ayaklanan Yusuf Paşa da Manisa köylerine zarar verdi276. Bölgeye asıl
zararı ise İlyas Paşa’nın verdiği anlaşılmaktadır. Aslen Soma’nın Fidanlı
köyünden olan İlyas Paşa medrese öğrencilerinin ve Kalenderoğlu’nun
ayaklanmalarını bastırmada başarılı oldu, beylerbeyi unvanı aldı; ancak
daha sonraki bazı olaylar yüzünden isyan ederek Manisa’yı ele geçirdi.
İlyas Paşa’nın birlikleri Manisa’nın bazı köylerini soydular. Paşa 1632 yı-
lında düzenli ordulara yenilerek Bergama Kalesi’ne kapandı. Bergama ve
civar köylerin halkı onun zulmünden kaçmak için Yunt Dağı’na sığındı-
lar277. Daha sonra İlyas Paşa teslim oldu ve İstanbul’da öldürüldü. Onun
ardında bıraktığı adamlarının yargılandığı anlaşılmaktadır. 1633 yılında
Manisa’da görülen mahkemenin kayıtlarından öğrendiğimize göre İlyas
Paşa’nın adamları birçok köye gidip soygun yapmışlardı. Suçları arasında
aslen Bergamalı olup, sonradan Güzelhisar’a bağlı Koyuneli köyüne yer-
leşen bir şahsın özel eşyalarının çalınması da vardır. Eşyaları ve elbise-
leri çalınanın şikâyeti soruşturulmuş; mahkeme sonucunda çalan kişiden
1.000 akçe alınıp zarar görene verilmiştir. Daha sonra bu iki kişi barıştırıl-
mış, olay da kadılık siciline tanıklarla birlikte geçmiştir278.
Kurulu düzen sarsılmaya başlayınca, devletin vergi gelirlerine kişisel
el uzatmalar da görülmektedir. 13 Nisan 1645 yılında Güzelhisar kazasına
273
İbrahim Gökçen, XVI. ve XVII. Asırlarda Saruhan Zaviye ve Yatırları, (İstanbul 1946), 81-82.
274
Gökçen 1950, 21.
275
Gökçen 1950, 22.
276
Gökçen 1950, 23.
277
Gökçen 1950, 24.
278
Uluçay 1944, 273-274.

155
bağlı Temaşalık mevkisinde bazı Yörükler çadır kurup deve, büyükbaş,
küçükbaş hayvan otlatmakta ve padişah fermanı ile yalnız yazlık ve kış-
lak otlakiye parası ödemektedirler. Bu ödeme nakit olarak değil, hayvanla
yapılmaktadır. Olasılıkla yörenin yerlisi bir mütegallibe burada mevsimlik
olarak yerleşen Yörüklerden bedel-i nüzul veya hemşehrilik vergisi adı
altında haraç toplamaya yeltenir. Yörükler buraya II. Murad zamanından
beri geldiklerini, buradaki konaklamaları için ödedikleri vergilerin zama-
nında Defter-i Hakani'ye kaydedildiğini ve beratlı olduklarını ileri sürerler.
Ancak Ömer Ağa, beratlarına bakmadan bunlardan 120 kuruş haraç al-
mıştır. Mahkeme sonucunda Ömer Ağa, haksız olarak konargöçer Yörük-
lerden aldığı parayı geri vermiştir279.
1670 yılında Osmanlı ordusunun ihtiyacı için Saruhan livasının tüm
kazalarından deve istenmiş, Güzelhisar kazasının payına düşen 16 deve
ordu emrine gönderilmiştir280. 1686 (Hicri 1097) yılı Saruhan Sancağı'nın
Hazine-i Amire’de kayıtlı bulunan avarız hanelerinin kazalara dağılımında
Güzelhisar’a düşen avarız vergi miktarı 146 hane, 3 piyade, toplamı 149
olmak üzere 5.215 akçe olmuştur. Avarız vergileri sıralamasında Saruhan
livası kazaları içinde merkez dışında Menemen kazası birinci, Güzelhisar
kazası beşinci sırada yer almışlardır.
Güzelhisar kazasında eşkıyanın barındığı arazi her zaman Yunt Dağı
olmaktaydı. Buradaki arazinin dağlık olması, dağın her yerinde yataklık
yapan Yörük ve Türkmenlerin hayvanlarıyla gezmesi, yeterli yol olma-
ması nedeniyle eşkıyalar kolayca gizlenecek yatak bulmaktaydı. 1681
yılında (H.1092) Yunt Dağı halkı ve burada ticaret yapan bazı kimseler
asayişin bozukluğundan şikâyet etmekteydiler. Bu şikâyetleri soruştur-
mak üzere Saruhan Mütesellimi Ahmed Ağa, vekil olarak yerine Mustafa
Bey’i gönderdi. Mahkeme de Manisa kadılarından Sanizade Abdullah
Efendi’yi bu işe memur etti. Abdullah Efendi de beraberindeki heyet ile
Güzelhisar’ın Tavukçukuru, Seklik ve Özlüce köylerinde soruşturma
yaptı. Tavukçukuru’nda Abdullah Beşe ve Peymanoğlu Kara Veli ve Ka-
vakçı isimli kimseler ile Balabanlı köyünde köy imamı Mustafa Halife’nin
eşkıyalık yaptıkları, yol kestikleri, yolcuların eşyalarını yağmaladıkları ve
onları yaraladıkları saptandı281.
Görüldüğü gibi Güzelhisar kazasının birçok köyü de Yunt Dağı içinde
yer almaktaydı. Kilise, Dereköy, Tavukçukuru, Özlüce, Seklik gibi köyler
eşkıyanın kol gezdiği bölgelerdi. 19 Mart 1685 tarihinde Mübaşir Musa
Ağa, Kilise köyünden Küçük Hatip, Münevveroğlu ve Bayraktar İmam’ın
da aralarında bulunduğu zincire vurulmuş on eşkıyayı götürürken Yunt
279
Uluçay 1944, Vesika 114.
280
Yıldırım 2001, 149.
281
Uluçay 1944, 74.

156
Dağı’nın Dereköyü’nden Hacı Süleyman, elli kadar adamı ile suçluları
kurtarmış, Ağa ve yardımcılarını soyup iki kişiyi yaralamışlar ve birini de
alıp götürmüşlerdi282. Yine aynı yıl görevli Seyyid İbrahim toplanan vergi-
leri İstanbul’a götürürken, Kilise köyü yakınlarındaki Zeytinlibel’de eşkıya
tarafından soyulmuştu. Eşkıyanın yakalanması için müfettiş gönderilmiş
ve bölgede bulunan mütesellim, kethüda yeri ve yeniçeri serdarının da
müfettişe yardım etmeleri emredilmişti283.

Evliya Çelebi Güzelhisar-ı Menemen’den hızla geçiyor


Evliya Çelebi, 1671 yılında Yunt Dağı yoluyla Manisa’dan Bergama’ya
gelmiş, orada ablasının mezarını ziyaret ettikten sonra Foça’ya gitmek
üzere Güzelhisar’dan geçmiştir. Çelebi kasabayı kendi lisanında şöyle ta-
nımlamaktadır:
“evsaf-ı melemen güzelhisarı sene (….) tarîhinde gazi hudevandigar
sarhan bay oğulları elinden almışdır (…..) sancağı hakinde yüz elli akçe
kazadır ve kal’ası bir bayır üzre vîranca şekli murabba bir kargîr bina
küçük kal’adır dizdarı ve neferatı (…..) ve kıbleye nazır bir kapusu var
amma aşağıdaki varoşu cümle sekiz yüz toprak ve kiremit örtülü bağlı
ve bağçeli evlerdir ve cümle sekiz mahalle ve on üç mihrabdır çarşu için-
de (….) cami’i (…..) ve (….) ma’ada mesacidlerdir ve han-u hammamı
ve mekteb-i sibyanı ve esvak-ı muhtasarı vardır amma bezzazistanı ve
imaretleri yokdur ve ab u hevası ol kadar latîf değildir memduhatından
pembesi ve simsimi ve kavunu ve karpuzu çokdur ba’dehu bu şehirden
canib-i kıbleye kâh sengistan ve kâh rimalistan ve kâhice sahra içre
mahuf u muhatara yollar ile ubur iderek beş sa’atde selametle (….).” 284

Bölgedeki yerel eşkiyalık hareketleri


18. yüzyıl da bir önceki gibi tüm Osmanlı Devleti içindeki geniş halk kit-
lelerinin giderek fakirleştiği ve devletin idari reform arayışları içinde olduğu
bir yüzyıldır. Tımar sisteminin bozulması ile vergiler ihaleye çıkartılarak
mültezimler, âyânlar, voyvodalar tarafından toplanmaktadır. Taşrada ikti-
dar sancak beylerinden beylerbeylerine geçmekte, onlar da bunu kazalar-

282
Uluçay 1944, 212.
283
Uluçay 1944, 75.
284
Kent ve Seyyah, Evliya Çelebi’nin Gözüyle İzmir ve Çevresi I, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin İzmir
Kısmının Transkripsiyonlu ve sadeleştirilmiş metni, 10-11 (P 21a-2). (…): Melemen Güzelhisarı’nın
Özellikleri; Gazi Hüdavendigar Saruhanoğulları’nın elinden almıştır. …Sancağı toprağında 159 akçelik
bir kazadır. Bir bayır üzerine kurulan dört köşe kale viran haldedir ve içerisinde küçük kerpiçten bir
binası vardır. Aşağıdaki varoşlarda topraktan yapılmış kiremit örtülü 800 ev bulunmaktadır. 8 mahalle,
toplam sayısı on üçü bulan ibadethanesi bulunmaktadır. Hanları, hamamları, çocuk mektebi ve küçük
bir çarşısı vardır. Lakin bezzazistanı ve imareti yoktur. Suyu ve havası pek güzel değildir. Pamuğu,
susamı, kavunu ve karpuzu çoktur. Bundan sonra bu şehirden kıble yönünde kâh taşlık kâh kumluk
ve çoğunlukla ova içinden korkunç ve tehlikeli yolları geçerek beş saatte Kara Foça’ya ulaştık.

157
da mütesellimler ve mütevelliler aracılığı ile sürdürmektedirler. Bu arada
serbest tımar gibi genellikle saray mensuplarına veya yüksek bürokratlara
ait toprakların vergilerinin voyvoda adı verilen eşraf mensupları tarafından
toplanması, yerel iktidarların ortaya çıkmasına ve merkezi devletin otori-
tesinin taşrada giderek zayıflamasına yol açmaktadır.
16. yüzyılın ortalarında başlayan, 17. yüzyılda şiddetlenen ürün ka-
çakçılığı, 18. yüzyılda da Güzelhisar kazası ve çevresinde tüm hızıyla
devam etmekteydi. Örneğin, 1713 yılından 1722 yılına kadar İzmir’den
Marsilya’ya 419 gemi hareket etmişti. Bu gemilerden bazıları buğday ve
zeytinyağı gibi yüklerini İzmir limanının dışındaki iskelelerden almaktaydı.
Bu ticaret çoğunlukla yasadışıydı; çünkü devletin başta buğday olmak üze-
re dışarıya kaçırılan bu ürünlere ihtiyacı vardı. Bu dönemde Çandarlı’dan
50 gemi kalkmasına karşın, Güzelhisar’dan sadece 6 gemi kalkmıştı285.
Bu farkın Çandarlı İskelesi lehine bu denli yüksek olmasının nedeni kuş-
kusuz bu limanın Bakırçay Ovası’nın ürününü yüklemiş olmasıdır. Güzel-
hisar kazasının ihraç ürünü azlığını ise gemi sayısı göstermektedir.
Bir önceki yüzyılın örgütlü ve yaygın Celali ayaklanmalarının yerine,
bu yüzyılda küçük sayıdaki çeteler tarafından gerçekleştirilen asayiş ih-
lalleri daha kolaylıkla engellenmekteydi. Bu dönemde de eşkıya en fazla
Yunt Dağı bölgesinde barınmaktaydı. Burası sarp ve dağlıktı. Bundan do-
layı Yunt Dağı gelecek yüzyılın ortasına kadar harap ve ıssız kalmış, bu
bölgede sükûn ve hayat ancak 19. yüzyılda kalabalık aşiretlerin yerleştiril-
mesinden sonra başlamıştır286.
1709 yılında Karakayalı Mehmed adlı eşkıya firar eder; yedi adamı ile
birlikte Yunt Dağı’ndaki yardımcısı ve yatağı Fazlı Bölükbaşı adlı eşkıyanın
yanına gelir. Buradan Sakar Mustafa, Yanık Mehmed ve Delioğlan adlı eş-
kıyaları yanlarına çağırırlar, Yunt Dağı ahalisinden kendilerine katılan 35 kişi
ile birlikte sayıları 80’e ulaşır ve İzmir ve Kuşadası dâhil tüm Batı Anadolu’yu
gezip insanları soyarlar. Bunun üzerine İstanbul’dan bölgeye gönderilen bir
hükümde Saruhan’daki kadılar, kethüdayeri, yeniçeri serdarları, evkâf-ı hü-
mayun zabitleri, âyân-ı vilâyet ve işerlerinden Sığla mütesellimini öldüren
Karakayalı Mehmed, Sakar Mustafa, Yanık Mehmed, Sartlı Mehmed, Deli-
oğlan ve seksen kadar eşkıyanın cezalandırması istenir287.
1722 yılında başkentten Abdullah Paşa’ya gönderilen ve Manisa Şeri-
ye Sicilleri’nde korunan bir hükme göre Güzelhisar kazasının Şakran kö-

Serap Yılmaz, Foça’nın Bölge Tarihindeki Yeri (18. yüzyıl), Geçmişten Günümüze Foça
285

Uluslararası Sempozyumu 23-25 Ağustos 1996 (Ankara 1997), 30.


M. Çağatay Uluçay, 18. ve 19. Yüzyıllarda Saruhan’da Eşkiyalık ve Halk Hareketleri, (İstanbul
286

1955), 70.
287
Adı geçen eser, 107-109.

158
yünden Mustafa, Hacı Süleyman ve Hacı İsmail halktan ucuz fiyatla zahire
toplayıp yasalara aykırı bir şekilde limanda yabancılara sattıkları için ha-
zineye 15 kese akçe tazminat ödemeye mahkûm olurlar. Söz konusu fa-
aliyete devam ettikleri için sürgün edilmelerine ve tazminatın halk tarafın-
dan ödenmesine karar verilir. Bergama Voyvodası ve yanındaki kuvvetler
emri yerine getirmek üzere bölgeye vardıklarında direnişle karşılaşırlar.
Şakran, Kırk Kilise (Zeytindağ), Teke, Bozköy, Eğriköy, Kolanlar, Çalbah-
çe, Miratlar ve Koyuneri gibi köyler de direnişe katılırlar. Hükme göre, bu
eşkıyanın 1.500 kadarı iyi atıcı olup, köylerin ortasında Demirci Konağı
olarak adlandırılan yerde toplanıp, Bergama Voyvodası’nı istemedikleri-
ni bildirirler. Görevli padişahın hükmünü yüzlerine karşı okuduğunda ise
“Mustafa, Süleyman ve İsmail’e tazminat verdirmeyiz, sürgüne gönderme-
yiz” diyerek hükme itiraz ederler. Olayların daha sonra da sürdüğü ve böl-
genin değişik yerlerinde eşkıyalık yapan bazı kimselerin yukarıda olaylara
sebep olan Şakran köyünden Mustafa, Hacı İsmail ve Hacı Süleyman ta-
rafından korundukları anlaşılmaktadır288. Bu olay aslında sıradan bir şeka-
vet olayından çok korumacı toprak üretimi ve tüketim kontrolü sisteminin
çöküşündeki dış etkileri göstermesi bakımından önemlidir. Üreticinin tahıl
üretimine devletin dışında da yabancı alıcı çıkmış, üretime daha fazla fiyat
vermiş ve yüksek fiyat peşindeki üreticilerin haklı olarak sistemin dışına
çıkmasına yol açmıştır.
1723 yılında Yunt Dağı nahiyesindeki köylerin ödemesi için tespit edi-
len 88 adet avarızhane vergisinin, bu köylerin halkına tebliğ etmekle daha
önce öldürülen Hacı Fazlı Ağa’nın oğlunun görevlendirildiğine dair baş-
kentten bir ferman gönderilmişti289.
1726 (Hicri 1139) tarihli Yunt Dağı naibine ve ahalisine gönderilen bu
fermandaki emir şöyleydi:
“Bundan önce Yunt Dağı havalisinde fahişelerle birlikte fesat ve şekavet
halinde olan bazı eşkıya gruplarından firar edenler Yunt dağının Mamaklı
köyünden eşkıya reisleri Kara Ahmed, Donbay Bölükbaşı ve Beşlikçi Bö-
lükbaşı adlı eşkıyalar ile birlikte Kapıkaya’dan ve Ömer Paşa Çiftliği’nden
dört kadın ile birlikte şekavete devam etmekte oldukları, başkalarının
eşlerini kaçırıp kendi adamları ile evlendirdikleri, bu kadınların eşlerinin
Bergama Voyvodası Veli Ağa’ya gidip eşlerinin kurtarılmasını istedikleri,
bunun üzerine eşkıyaların Yunt dağı naibinden şeriata aykırı nikâh kâğıdı
aldıkları bildirilmekte ve bu durumların engellenmesi” 290

288
Uluçay 1955, 65, dipnot. 4.
289
Uluçay 1955, 130.
290
Uluçay 1955, 61, dipnot 1.

159
1731 yılında Manisa Kadısı’na ve Yeniçeri Serdarı Kasaboğlu Ali
Ağa’ya Yunt Dağı nahiyesinde baş eşkıya olan Kozaklı Himmet’i yakala-
masına dair bir ferman gönderilmişti291. Söz konusu eşkıya, 1729 yılında
Manisa köprüsünde 12 kişilik çetesi ile birlikte bir ipek kervanını soymuş-
tur. Aynı yılın Haziran ayında İran’a açılan sefer için deve toplamak üzere
görevlendirilen Güzelhisar Naibi Esseyyid Hüseyin, Mübaşir Numan ve bir
hizmetkârı Bergama-Güzelhisar arasında Kozaklı Himmet çetesi tarafın-
dan öldürülmüş, Eşyaları yağma edilmişti292. Kayıtlarda bu eşkıya grubu-
nun yakalandığına dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.

Geç kalmış feodaller: Büyük ayan ailelerinin savaş alanı


Güzelhisar kazası
Tımar sistemi çöktükten sonra merkezi devletin ihtiyacı tüm vergiler
−vakıfların dışında− 18. yüzyıl boyunca da mültezimler ve voyvodalar tara-
fından toplanmaktaydı. Güzelhisar kazasının voyvodalığını uzun müddet
ellerinde bulunduran Kalabaklı Himmetoğulları, bölgede önemli rol oyna-
yan âyânlardandı. Himmet Ağa, Kalabak köyünden gelerek Güzelhisar’a
yerleşmiş, tuzlayı işleterek zengin olmuştu. Himmet Ağa’nın ölümünden
sonra oğlu Zeynel Abidin Güzelhisar Voyvodası oldu. Fakat iltizam para-
sını ödeyemediğinden 1749 yılında (Hicri 1163) azledildi. Zeynel Abidin,
Menemen Voyvodası Boğazlı Hasan Ağa ve Helvacıköy Âyânı iltizam ve
rekabet yüzünden anlaşmazlık içindeydiler ve birbirlerini şikâyet ediyor-
lardı. 1750-1751 yılında Aydın Valisi Ragıp Paşa ve Menemen Naibi’ne
başkentten gönderilen bir buyruk şöyleydi;
“Yunt Dağı eşkıyasından sabık Güzelhisarı Voyvodası Himmet oğlu
Zeynel Abidin devlet malını zimmetine geçirdiği, vergileri memurlara
toplattırmadığı gibi bazılarını kendisinin topladığı, Helvacı köyünü basıp
tamamen yaktığı, adam öldürdüğü, böyle devam ederse halkın oradan
uzaklaşacağı şikâyet edildiğinden yakalanıp cezalandırılması.” 293

Zeynel Abidin ise şikâyetçilerin haksız olduklarını, hepsinin hakları-


nı verdiğini, kimseye borçlu olmadığını ileri sürmekteydi. Ancak yapılan
tahkikat sonucunda Zeynel Abidin ile kardeşlerinin Bozköy, Kozbeyli,
Ulupınar, Gökkebir ve Şeyh-i Kebir köylerinin vergilerini zorla topladıkla-
rı anlaşıldığından suçlu görülüp Güzelhisar’dan sürüldüler294.

291
Uluçay 1955, 145-146.
292
Uluçay 1955, 86.
293
Uluçay 1955, 202 (LXXXXVI), 203.
294
Uluçay 1955, 203-205 (LXXXVII).

160
Zeynel Abidin’in sahneden çekilmesinden sonra belgelerde görülen
bir sonraki âyân ise Voyvoda Esseyyid Ali Ağa’dır. Güzelhisar’da 1763
yılında kendi adını taşıyan bir cami inşa ettirdi295. Olasılıkla âyânlık mev-
kisine 1750/51 yıllarından sonra gelmiş olmalıdır. Görevleri arasında Ak-
deniz Sahili Koruma Memurluğu da bulunmaktaydı. Bu görev, olasılıkla
o dönemde kaçakçılığı ve korsanlığı önlemek amacıyla kıyının kontrolü
için Sahil Güvenlik gibi bir teşkilatın varlığını göstermektedir. Aynı zaman-
da daha önce Kalabaklı Himmetoğulları tarafından işletilen Güzelhisar
Tuzlası’nın da sahibi olmuştu. Oğlu Seyyid Hasan Ağa Kilise köyünün
(Zeytindağ), kardeşinin oğlu Seyyid Ömer Ağa ise Şakran köyünün vergi-
lerini toplamaktaydılar. Ali Ağa’nın voyvoda olarak görüldüğü en son tarihli
belge 1770/1771 yılına aittir. Ali Ağa’nın hangi tarihte öldüğü bilinmemek-
tedir. Çağatay Uluçay 1784 ve 1793 yıllarında ölen oğulları Seyyid Mus-
tafa Ağa ile Seyyid Hasan Ağa’nın mezar taşlarını okuduğunu, Esseyyid
Ali Ağa’nın Saruhan Sancağı'nın hâkimi Kara Osmanoğulları ailesinden
Mustafa Ağa’nın damadı olduğunu ileri sürmektedir296.
1765 yılının Ağustos ayında Güzelhisar kazasının başında Esseyyid
Ali Ağa bulunmaktadır. Saray’dan Güzelhisar naibine (kadısına) ve Ay-
dın Muhassılı (vali) vekiline gönderilen bir fermandan bölgemizde yerel
ayanlar arasındaki iktidar mücadelelerinin varlığını öğreniyoruz. Olay şu
şekilde gelişmiştir: Güzelhisar-ı Menemen Voyvodası Ali Ağa, Arapoğulları
ailesinden Hacı İsmail Ağa’nın oğlu Bergama Voyvodası Mehmet Ağa’dan
Yunt Dağı’ndaki Ellici Yörükleri’nin mukataasını toplamak görevini üzerine
almıştır. Ancak 1764 yılına ait vergiler Manisa Voyvodası Karaosmanoğlu
Ataullah Ağa’nın adamları ve Mamaklı köyü halkından Hüseyin ve Süley-
man adlı iki kişi tarafından toplanmıştır. Kendilerinden bu vergiyi geri iste-
mek ve yaptıkları işin doğru olmadığını söylemek üzere gidildiğinde ismi
geçen Karaosmanoğlu’nun adamları Güzelhisar Voyvodası’nın 21 adamı-
nı öldürüp diğerlerini de yaralar. Aşar bedeli olarak topladıkları hububa-
tı da saklarlar. Bunun üzerine Esseyyid Ali Ağa ve Araboğulları Ataullah
Ağa’yı haksız yere vergi topladığı için saraya şikâyet ederler. Hükümet de
haklı ve haksızı ayırmak için bir heyet oluşturur.
Söz konusu heyet, Mamaklı ve Çıtaklı köyleri civarında keşif yapar-
ken 1.000 Araboğlu levendi ile 500 Karaosmanoğlu levendi savaşa tutu-
şur. Bu arada iki köy de yanar, 37 kişi ölür, 7 kızın ırzına geçilir. Durum
hükümete bildirilir. Yeniden bir heyet oluşturulur. Neticede ilk vergi top-
lama konusunda Karaosmanoğlu Ataullah Ağa’nın haksız olduğu anla-
295
Yıldırım 2001, 167 ve dipnot 305.
M.Çağatay Uluçay, Saruhanoğulları ve eserlerine dair vesikalar (773. H-1220 H), (İstanbul 1940),
296

XIII-XIV.

161
şılır. Ancak yakılan iki köyün halkı bir dilekçe ile Bergama Voyvodası
Arapoğlu Hacı Mehmet Ağa’yı Manisa Kadısı’na şikâyet ederler. Kadı
köylüleri dinleyip arzlarını kayıt eder. Daha sonra mahkeme kâtibi Ha-
tipzade Abdullah Efendi’yi olay mahalline keşfe gönderir. Yapılan keşfe
göre Mamaklı ve Çıtak köylerinin tamamen yandığı, 37 kişinin öldürül-
düğü, yedi kızın ırzına geçildiği, mallarının talan edildiği, tüm zararın
seksen bir bin dokuz yüz on kuruş olduğu tespit edilir. Manisa Kadı Naibi
Mevlana İmamzade Mustafa Zide durumu bir rapor halinde İstanbul’a
gönderir. Sadrazam bu olayla ilgili gereği için Aydın muhassıl vekiline,
bilgi için Güzelhisar Kadısı’na da buyrultu gönderir. Buna göre Bergama
Voyvodası’nın cezalandırılması emredilip, eğer mahkemeye gelmezse
tımar, zeamet ve mukataaların kendisine verilmeyeceği bildirilir. Ayrıca
Arapoğlu Mehmet Ağa, gereken dikkati göstermezse siyaset meydanın-
da başının kılıçla kesileceği uyarısı yapılır297.
1770-1772 yıllarında da Güzelhisar Voyvodası ve Akdeniz Sahili
Koruma Kumandanı Esseyid Ali Ağa’dır. Bergama Voyvodası ise Arap-
oğullarından Hacı Mehmet Ağa’nın kardeşi İbrahim Ağa’dır. 1767 yılında
kardeşi ölünce Bergama’nın yönetimini eline almıştır. Güzelhisar’a bağ-
lı Kilise köyünde Güzelhisar Voyvodası Ali Ağa’nın oğlu Seyyid Hasan
Ağa iltizam sahibidir. Şakran’da ise Ali Ağa’nın kardeşinin oğlu Ömer Ağa
vergileri iltizam suretiyle toplama görevini üzerine almıştır. Arapoğlu’nun
adamlarından Sağancalı Veli ve Tabanlı Ali isimli kişiler adı geçen köyle-
re gelip halka zulüm yapmışlar, adam öldürmüşler, vergileri de adamları-
na toplatmışlardır. Köylerin etrafını adamlarıyla çevirip kimsenin dışarıya
çıkmasına izin vermemişlerdir. Bu köylerin vergilerini toplamakla görevli
Ali Ağa’nın oğlunun ve yeğeninin paralarına ve eşyalarına el koymuşlar,
hayvanlarını çalmışlar, on bin kuruştan fazla mal ve erzaklarını götürüp
talan etmişlerdir. Kıymetleri iki bin kuruş olan evlerini de tamamen yaktık-
ları gibi Seyyid Hasan ve yeğeni Ömer canlarını zor kurtarıp Güzelhisar’a
kaçmışlardır. Voyvoda Ali Ağa kendilerine ve köylerine zarar veren Sağan-
calı Veli ve Tabanlı Ali’den şikâyetçi olmuştur. İlk duruşma Arapoğullarının
bölgesi Ayazment’te (Altınova) yapılmış ve haklı haksız ayrılamamıştır.
Bunun üzerine Ali Ağa, oğlu, yeğeni ve şikâyetçi köyler ahalisi beraber
olup davanın tarafsız başka bir kasaba mahkemesinde yeniden görülmesi
için padişaha dilekçe sunmuşlardır298.
Ancak sorunun devam ettiği anlaşılmaktadır. 1772 yılında Bergama
Voyvodası Arapoğlu İbrahim Ağa, Güzelhisar kazasına bağlı Kilise köyü-

297
Tüm bu olaylara ilişkin daha ayrıntılı bilgi için bkz. Uluçay 1955, 18, 208-214 (Vesika LXC).
298
Uluçay 1955, 212-214 (Vesika VIIIC).

162
nün vergilerine, görev kendisine verilmediği halde zor kullanarak adamları
vasıtasıyla toplamaktadır. Haksız yere fazla ödeme yapan köylüler ve di-
ğer gelir sahipleri, kanunsuz şekilde yapılan işlemin durdurulması, adale-
tin yerine getirilmesi için Manisa Kadısı’na dilekçe verirler;
“Bizler Güzelhisar-ı Menemen kazasının ilim sahibi insanları, fakir ve
fukara kişileri biliyoruz ki kazamıza vergi oranları ilk fetihten itibaren
Saruhan’ın adliye kalemi aracılığı ile ulaşmaktadır. Vergiler padişah
buyruğu ile toplanıp her kazaya ayrılan dilim Manisa merkez kazası
dâhil öteki kazalara düşen hisseler bildirilip mütesellimin görevlen-
dirdiği memurlar eliyle toplanmaktadır. Her yıl kazamıza ve köylerine
Saruhan Sancağı adliyesinden alınıp mütesellimin adamları tarafın-
dan ilgililerce mühürlenmiş defter gelmekteydi. Ancak iki seneden beri
Bergama voyvodası Kilise köyünün vergilerini, mevcut iltizama seki-
zer onar akça zam yapmak suretiyle reayadan toplamaktadır. Arapoğ-
lu reayadan iltizamı İmam Hasan denilen kişi ile toplatmakta, bu kişi
de mübaşiriye harcı olarak fazladan iki bin kuruşu alınacak verginin
üstüne zorla ekleyerek kesesini doldurmaktadır. İmam yerli ve müte-
gallibeden olduğu için çiftçiler kendisine söz geçirememektedir. Bütün
halk haksızca yapılan bu uygulama karşısında Allaha sığınmaktadır.
Ayrıca vergiyi almak için türlü zulümler yapıldığı için ahali vatanlarını
terk etmekte perişan bir halde başka yerlere göç etmektedirler. Bizler
de şehirlerde yaşayan halk gibi güvenilir korunur bir şekilde yaşamak
istiyoruz, geçmişte olduğu gibi Manisa mütesellimleri kendi mübaşirle-
rini tayin edip kasabamıza göndersinler.” 299

Kadı bu isteği İstanbul’a yazdığı gibi bir ilamla kamuya açıklamıştır.


18. yüzyılın ikinci yarısında Güzelhisar’da daha öncekinin yerine yeni
bir cami inşa edilmiştir. Önceki caminin depremden yıkılmış veya kullanıl-
maz hale gelmiş olduğu tahmin edilmektedir. 1763 yılında Güzelhisar’ın
en önemli ve varlıklı kişisi Esseyyid Ali Ağa Mustafa Dede türbesine yakın
güzel bir cami yaptırmıştır. Bugün halk tarafından Yukarı Cami olarak ad-
landırılan ibadethanenin gerçek adı Ali Ağa Cami’dir. Bu cami 1943 yılında
bakımsızlıktan viran hale düşünce köy halkı tarafından duvarları ve çatı-
sı yeniden yapılmıştır. Cevat Yıldırım, caminin ön bahçesinde batı yönde
geçmiş dönemde şimdiki imam lojmanı yerinde bir medrese olduğunu ileri
sürmektedir. Günümüze gelinceye kadar tamirlerle ilk şekli çok değiştirilen
caminin minaresi ise çok daha eski devirlere aittir. On dokuzuncu yüzyıl
sonu ve yirminci yüzyıl başlarında Koca Hurşit Ağa ve ailesi caminin bakı-
mı ile ilgilenmiş masraflarını karşılamak üzere zeytinlikler vakfetmiştir300.

299
Uluçay 214-215 (Vesika VIIC).
300
Yıldırım 2001, 167-169.

163
Ali Ağa kimdir? Aliağa Çiftliği ne zaman kuruldu?
Kuşkusuz bu kitabın ağırlık konusunu başlıktaki iki soru oluşturmakta-
dır. Aliağa Çiftliği’nin ne zaman kurulduğu, çiftliğe adını veren Ali Ağa’nın
kim olduğu soruları çiftlik teriminin Osmanlı tarımı için ne ifade ettiği, çiftlik
kavramının zaman içindeki evrimi, kaç çeşit çiftlik olduğu gibi sorularla
bağlantılı olarak ele alınmalıdır.
Çiftlik terimi tarım toplumlarında tarihin derinliklerine kadar gitmek-
tedir. Homeros ile birlikte eski Hellen toplumunun başlangıçları için bize
değerli bilgiler veren ve babası, bizim Kyme’den Yunanistan’a göçen
Ozan Hesiodos İşler ve Günler adlı destanında;
“Güçlü bir çift öküz bul dokuz yaşlarında. Bu yaş öküzlerin delikanlılık
çağıdır, işe en elverişli oldukları çağ; çift sürerken kavgaya tutuşmaz,
sabanı kırıp işi yarım bırakmazlar”, “Turnalar öttü mü gökte, öküzü
olmayanın yüreği sızlar. O mevsimde insanın ahırında kıvrım kıvrım
boynuzlu öküzleri olmalı”

diyerek bir çift öküzün bir köylünün yaşamında ne kadar önemli ol-
duğunu göstermektedir301.
Çiftlik terimi de bir köylü hanesine verilen ve bir çift öküzün bir günde
sürdüğü arazi parçasına verilen isim olarak tarihi kayıtlara geçmiştir. Bu
sürülen toprağın kalitesine ve bulunduğu bölgeye göre 70 ile 150 dönüm
arasında bir toprak parçasıdır. Roma/Bizans Devleti’nin ilk dönemlerin-
den itibaren izini sürdüğümüz tarımın devlet tarafından vergilendirilmesi
temelli bir kavram olan çiftlik bu özelliği ile Osmanlı’ya kendisinden önceki
tarımsal artı ürüne el koyan Bizans devlet yapılanmasından geçmiştir302.
Osmanlı ordusunun kuruluş yıllarından itibaren yaya ve çift-hane siste-
mine dayanan tımar çiftlikleri olarak örgütlenen tarımsal işletmelerin artı
ürünleri ordunun temel omurgasını oluşturan tımarlı sipahilerin ve yaya
askerlerin gelirlerinin kaynağı olmuştur. Ayrıca birçok vakfa gelir getiren
çiftlikleri de bu kategori içinde değerlendirmek mümkündür303.
Bununla birlikte 16. yüzyılın sonlarına doğru tımar çiftliklerinin yanı
sıra mevat (boş) arazilerin tarıma açılmasıyla tek bir kişinin sahip olduğu
pazara yönelik üretim yapan büyük plantasyon tip çiftlikler ortaya çıkar.
Şahısların yoktan var ettiği bu toprakların padişahın izniyle mülk statüsü

301
Hesiodos, Eseri ve Kaynakları, Çevirenler Sabahattin Eyuboğlu-Azra Erhat, (Ankara, 1977), 156-157.
Bizans İmparatorluğu döneminde tarımsal yaşamın örgütlenmesi için bkz. Ostrogorsky 1981, 37,
302

177, 343, 363 vd.


Osmanlı Devleti’nde tarımsal yaşamın içinde Çiftlik’in anlamı ve evrimi için bkz. Halil İnalcık.
303

Çiftliklerin Doğuşu: Devlet, Toprak Sahibi ve Kiracılar, Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım
(Editörler Çağlar Keyder, Faruk Tabak), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, (İstanbul 1998), 17-35.

164
onaylanmaktaydı. Boş toprakların islahı ciddi miktarlarda sermaye gerek-
tirdiği için genellikle bu tür büyük çiftlikler yönetici yüksek bürokratlar, sa-
raya yakın veya bizzat saray içindeki elitler, askeri sınıfın üst rütbeliler,
kısacası sermayeye sahip müteşebbisler tarafından sahiplenmekteydi304.
18. yüzyılın ortalarında taşrada oluşan yönetim boşluğunu dolduran ayan-
lar da bu tür çiftliklerin sahipleri olarak ortaya çıktılar.
Aliağa Çiftliği’nin kuruluşunu ve önce çiftliğe, ardından burada oluşan
Rum köyüne adını veren Ali Ağa’nın kim olduğunu yukarıdaki bilgiler ışığında
yorumlamak gerekmektedir. Her şeyden önce 15. ve 17. yüzyıllar arasındaki
Güzelhisar kazasına ait tımar ve vakıf defterlerinde Aliağa Çiftliği’ne ilişkin
hiçbir bilgi yoktur. Aslında tımar çiftliklerinin sık sık değişen tımar sahiplerinin
adlarıyla anılması gibi bir gelenek de bulunmamaktadır. Ancak tahrir defter-
lerinde isimsiz tımar çiftliklerinin yanında bazen isimli çiftliklerin de varlığı
görünmektedir305. Vakıf defterlerinde isimli çiftlikler görülmesine karşın 16.
yüzyılda Güzelhisar kazası sınırları içinde Aliağa adını taşıyan bir çiftlik yok-
tur306. Ayrıca M. Çağatay Uluçay tarafından 1944 yılında yayınlanan Saruha-
noğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar başlıklı eserinde iki fotoğrafta görülen
Manisa’daki Çınar Zaviyesi’nin tamirine ilişkin 1604 yılına tarihlenen 25 sa-
yılı belgedeki Aliağa Çiftliği’nin bizim Aliağa Çiftliği ile bir ilişkisi saptanama-
mıştır307. Belgede adları geçen Çatal Kilise ve Seyfe köyleri Manisa kazası
Merkez nahiyenin ve Yengi nahiyesinin köyleridir308. Aslında Çağatay Uluçay
da bu çiftlik ile Güzelhisar kazası içinde 1844 yılında köy olarak ortaya çıkan
Aliağa Çiftliği ile bir ilişki kurmamaktadır309. Bu durumda çiftliğin kurucusu
ve sahibi, Güzelhisar kazasının başına yaklaşık 1750 yılında âyân olarak
geçen Esseyyid Ali Ağa olmalıdır. Bir önceki bölümde kazadaki faaliyetlerine

304
İnalcık 1998, 20-27.
TT 165, 182. Çiftlik-i veled-i Dur Ali der … veled-i Hacıoğlu Ç., Çiftlik-i Durmuş der Turhan veled-i
305

….Turhan veled-i Levsi Mehmed , Zemin-i Hamza Aşık Hacı der Ahmed …Ç.
306
TT 298, 86 (Lala Kilise Çiftliği, Sınordere Çiftliği); 89 (Demirci Çiftliği).
307
Çağatay Uluçay, Saruhanoğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar (773 H.-1220 H.), (İstanbul 1940), 50.
Okunan belge şu şekildedir. Vech-i tezkere oldur ki Kaza-i Menemen’de vaki olan Ekrat taifesinin
308

bedel-i avarız ve kefere taifesinin haraç ve ispençe ve çift bozan resmini ceman dört bin akçeye
selase aşere ve elf senesinde Mustafa bin Saltuk nam kimesneye iltizama verüb nısfı iki bin akçe
ider..için olub…..eyleyüb mezkurun yedine temessük verildiği vakit. Mehmed bin Ali Fazlı bin Şeyh.
Nahiye-yi Der Liva-i Saruhan karye-i Çatal Kilise tabi-i mezbur Çiftlik-i Hızır?(Hamza?) Çelebi Sazlık
ve……lık ….Ali Ağa Çiftliği demekle marufdur tahminen iki yüz elli. Zikr olunan Çatal Kilise ve Nısf-ı
Seyfe nam karyeler Çınar zaviyesinin vakfı iken emr-i padişahi varid olub el’an ve minbed mutasarrıf
olanlar şart-ı vakıf üzre Çınar zaviyesi tamir ve terkim idub ve ayanda ve revende ve terküm idub ve
ayende ve revendeye hidmet edib sefer vaki oldukda kendü sefere ….yerlerine ademler koyub kura
mahsulüyle hidemat-ı mezbureyi eda etdürmek şartıyla tımar buyurulub vech-i mezbur üzere deftere
kayd olunmağın ferman olunmağın..
309
B.O.A Temettu’at: 2028 (18-6/2). (Yıldırım 2001, 241-249).

165
değinilen Voyvoda Ali Ağa, kendi iktidarı döneminde kaza merkezinin batı-
sında deniz kıyısında bulunan geniş ve boş araziyi ıslah edip mülkiyetine
sahip olmuş ve hem tarım hem de hayvancılık yönüyle pazara yönelik üretim
yapan geniş bir çiftlik kurmuş veya devletten satın almış olmalıdır. Ancak bu
konuda elimizde kesin bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. 1844 yılında ha-
zırlanan bir temettüat defterinde Aliağa Çiftliği adlı bir köyün sınırları içinde
biri Güzelhisarlı (Hasan Ağa) biri İzmirli (Mehmet Ağa) ve biri Levanten olan
(Manolaki Baltacı Bey) 3 ayrı şahsa ait toplam 8.900 dönüm ekilebilir tarla ile
mera bulunmaktaydı. Hasan Ağa ve Mehmet Ağa’nın Güzelhisar Voyvodası
Ali Ağa’nın neslinden gelen torunları olması ve arazilerinin büyük bir kısmını
Manolaki Baltacı’ya devretmiş veya satmış olmaları olası görünmektedir.
Nitekim 20. yüzyılın başlarında Baltacı ailesi ile Aliağa Çiftliği köyünün
ahalisi Rumlar arasında mera ve arazi anlaşmazlığı mahkemeye kadar
düşmüştür. Köy halkının dava vekilliğini yapan Atanaş adlı biri Dâhiliye
Nezareti’ne bir dilekçe vererek köy halkının hakkının korunması için tedbir
alınmasını istemiş; Dâhiliye Nezareti de dava sonuçlanıncaya kadar köy-
lülerin dava konusu arazilerde hayvan otlatmalarına izin veren bir talimat
yazısı göndermiştir. Bu yazıda Aliağa Çiftliği’nin ve aynı adlı köyün nasıl
oluştuğu, yerinde daha önce hangi köyün bulunduğu ve Ali Ağa’nın kim
olduğu konusunda −üzerinden yaklaşık 150 yıl geçmiş olsa da− yarar-
lı bilgiler verilmektedir310. Bu yazıdaki en önemli bilgi, Aliağa Çiftliği’nden
önce burada Kilise Pınarı adlı bir köyün varlığının anlaşılmış olmasıdır.
Söz konusu köyün adına Güzelhisar kazasına ait 16. ve 17. yüzyılın tapu
tahrir ve vakıf defterlerinde rastlanmamaktadır. Bu defterlerde Kilise (Zey-
tindağ) ve Kızıl Kilise (Davut Dede) adlı iki köy ile Lala Kilise ve Gebe
Kilise adlarında iki mezra kayıtlı olmasına karşın Kilise Pınarı yoktur.
16. yüzyıl tımar köyleri arasında adı geçen Elif Pınarı’nın da söz konusu
Kilise Pınarı arasında ilişki kurmak için yeterli kanıt bulunmamaktadır.

310
DH. MUİ. 68-2/20/1. 10 Şubat 1325 (23 Şubat 1909) Menemen kazasına mülhak Aliağa Çiftliğinin
ism-i kadimi Kilise Pınar karyesi olduğu halde vaktiyle Ali Ağa namında birinin orada külliyatlû arazi
iştira ve kesb-i iştihar etmesine binaen ismi bu durtle tahvil edilmiş olub eyyam-ı ahirede Baltacı ailesi
bu karye arazisinin kamilen kendilerine aidiyetini iddia ve ahali-i karyenin kaffe-i hukukunu gasba
ictira etdiği gibi hükümet-i mahalliyeyi de iğfal ve ikna eyleyerek ahalinin öteden beri hayvan ra’y
etdikleri meralarından da rabıtalarıı kat ve bu babda istimal-i cebr ve şiddet etdirmiş ve halbuki mezkûr
meranın hakk-ı tasarrufunun kendilerine aidiyetine ve daha bir çok emlak ve araziye malik olduklarına
dair ahalinin yedinde bir çok senedat ve vesaik-i mutebere mevcud bulunmuş olmasına binaen
mahkemeye bil mûracca takib-i hukuk etmekde bulunduklarından bahs ile netice-i mahkemeye kadar
mezkûr merada hayvan ra’y etmelerine mümanaat olunmamasına dair bazı ifadatı ve müstediyatı
havi ahali-i mahalliyeden müteaddid imza ile gönderilen arzuhal melfufatıyla maan tisyar kılınmış ve
derdest-i mahkeme olan bir işe idareten müdahale olunmaması muktezi bulunmuş olmağla iktizasının
ifasına himmet buyurulması babında

166
Belge 08.
Aliağa halkı ile Baltazzi arasında anlaşmazlık ve Aliağa Çiftliği’nin eski adının Kilisepınar
olduğunu belirten belge. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

167
Bununla birlikte komşu kaza Menemen’e ait 1575 yılına tarihli vakıf
defterinde, aynı adı taşıyan (Kilise Pınarı) bir vakfa ait bir kayıt mevcut-
tur311. Bana göre söz konusu vakfa ait Kilise Pınarı’nın daha sonra Aliağa
Çiftliği’nin ve aynı adı taşıyan köyün yerini alacağı Kilise Pınarı köyü olma-
sında bir tuhaflık yoktur. Nitekim, 16. yüzyılda Güzelhisar kazasına daha
yakın olan Bozköy ve Öküzköy’ün (Yukarı Şehitkemal) Menemen’e bağlı
olması, kazanın sınırlarının Biçerova’yı, hatta Aliağa Çiftliği’ni de kapsa-
mış olduğunu düşündürmektedir. Gerçekten de bu kez Güzelhisar kazası-
nın 16. yüzyılda kuzey sınırının Bakırçay’a dayandığı, çayın güneyindeki
Eğrigöl’ün de bu sınırlar içinde olduğu göz önünde tutulmalıdır.
Adından dolayı daha sonra Aliağa Çiftliği köyünün olduğu gibi Kilise
Pınarı köyünün de Hıristiyan Rum ahaliden oluşmuş olduğu açıktır. Ayrıca
bir köye yetecek ve kilise tarafından sahip çıkılmış bir su kaynağına sa-
hip olduğu anlaşılmaktadır. Köyün çekirdeğini oluşturan bu kilisenin günü-
müzde Çarşı camisi olarak kullanılan ibadet yerinde olduğu kuşkusuzdur.
Olasılıkla Güzelhisar Ayanı Esseyyid Ali Ağa tarafından oluşturulan Aliağa
Çiftliği’nin ortaya çıktığı, Kilise Pınarı köyü de 18. yüzyılın ikinci yarısında
çiftlikte çalışmak üzere bölgeye olasılıkla Midilli ve diğer adalardan ge-
lenler tarafından oluşturulmuş olmalıdır. Zaman içinde çiftliğin adının ağır
bastığı ve kilise sözcüğünün terk edildiği akla yakın gelmektedir.

İzmir-Bergama yolunda ilk yabancı seyyahlar


1764/1765 yıllarında İzmir’e gelen İngiliz seyyah ve araştırmacı Ric-
hard Chandler, bu geziler sırasında Menemen’e de uğrar. Kaza merke-
zinden daha ziyade çevresi ile ilgili izlenimlerini anlatan seyyah, özellikle
Gediz Çayı’nın İzmir Körfezi’ne aktığı eski yatağın etrafındaki manzarayı
ve günümüzde Çiğli ile Serinkuyu arasında olması gereken, fakat 200 yıl-
dan beri alüvyonlar ile dolmuş olan Menemen iskelesi ile ilgili izlenimlerini
aktarır. Menemen’den kuzeye yolculuk etmediği anlaşılan R. Chandler’in
İzmir Körfezi’nin yakın kuzeyini şu şekilde anlatmaktadır:
“Yaklaşık 10 fersah uzunluğunda hesaplanan İzmir Körfezi tepelerle ko-
runan ve emniyetli bir şekilde demir atılabilen bir körfezdir. Hermos’un
[Gediz] ağzı körfezin kuzey kıyısında kentten 2.5 fersah uzaklığındadır.
Kuzeyde eski İzmir Körfezini sınırlayan dağ [Yamanlar] batıya nehrin için-
de aktığı düz ovaya [Menemen Ovası] dek uzanır. Bu nehir [Büyük] Men-
deres ile birlikte özellikle ilkbahar mevsiminde denizden sürüler ile içeriye
giren kefal ve glanis adı verilen balıklarıyla eski dönemlerden beri ünlüdür.

Mehmet Akif Erdoğru-Ömer Bıyık, Defter-i Evkaf-ı Liva-ı Saruhan, Tapu ve Kadastro Müdürlüğü
311

Arşiv Dairesi Başkanlığı, No.7, (Ankara 2014), 141 (45A). Kilise Pınarı demekle maruf vakfa ki
tahminen yemi nim akçe olur bundan evvel Hamza nam kimesne mutasarrıf olub ba’dehu Abdülfettah
nam kimesneye vakf-I mezkurun tasarrufuna hükm-I hümâyûn vermişler deyu mukayyed der defter-i
atik hasıl 180.

168
Nehrin suladığı verimli topraklar, bahçe ve tahıl tarımı için çok bol olan
sular ve diğer avantajlar, körfezin kuzey kesiminde çok sayıda köyün ku-
rulmasına yardımcı olmuştur. Bunların içinde en büyüğü olan Menimen,
İzmir’in meyve, balık ve erzak ihtiyacını karşılamaktadır. Teknelerin ke-
sintisiz olarak oradan buradan geldiği Menimen’e 3 saat mesafedeki
iskele veya yükleme limanının çevresi boş ve alçak bir arazi ile veya
sığ sular ile kaplıdır. Bu bölge balık bakımından çok zengindir. Sazlık ve
kamışlıklardan kapı ve koridorları olan dalyanlar, balık sürüleri içlerine
girdikten sonra kapatılırlar. Kumluk plaj sahilinde çok sayıda yüklü veya
yüklerini boşaltmış develer gördüm ve Arabistan’dan, İstanbul’dan veya
diğer ülkelerden gelip giden bazı seyyahlara rastladım.
Tepeler [Yamanlar] keçi ve koyun sürüleri ile doluydu ve lir ve kavaldan
çıkan sert ve basit bir müzik her tarafa yayılıyordu. İlk çalgı gitara ben-
ziyor ve aynı tarzda tutuluyor fakat genellikle bir yay ile çalınıyordu [ka-
bak kemane?]. Bazı yerliler tarafından bir av partisine davet edildik ve
dağları [Yamanlar] geçerken Menimen’in farklı bir manzarasını gördüm.
Hermos’dan [Gediz] daha yüksek bir zeminde kurulmuştur ve eski kale-
leri ile birlikte dikkate değer bir yere sahiptir. Onun eskiden Neonteikhos
olarak adlandırılan kent olduğu konusunda şüphelerim var, fakat tüm
Aiolis bölgesi gibi bu kesim de henüz keşfedilmemiştir. Körfezi gecele-
yin bir baştan bir başa geçtik. Smyrna’dan yelken açtığımızda bir imbat
bizi körfezin ağzına götürdü ve teknemiz kuzey kıyıda Hermos’un altın-
da ve Foça’ya bir saat uzaklıktaki bir koya demir attı. Buradan tenha,
düz ve alçak ovayı uçsuz bucaksızlığı ile gördük. Ova Myrmikes [Karın-
calar] olarak adlandırılan kayalıkları ve düz zirveli küçük bir tepeyi çevir-
mekteydi. Bu bir ada idi ve üzerinde antik Leukai kenti bulunuyordu.” 312

1795 yılında ise İzmir’den Bergama’ya, oradan da İstanbul’a giden


İngiliz elçilik görevlisi James Dallaway bölgemize ilişkin izlenimlerini şu
şekilde paylaşmaktadır:
“[İzmir’den] Gidiş körfezin kıyısından uçurumlu sarp bir yolla oldu. Bu-
radan kent ve kale daha iyi görünüyordu. Deniz, Pagos [Kadifekale]
ve Koraks [Çatalkaya] şimdi daha büyümüş gibiydi. Ay ışığı altında
Menemen’e ulaştık. Büyük bir kentti ve rüzgâr değirmenleri çok sa-
yıda idi. Kasaba kiremit çatılı, kerpiçten inşa edilmiş ev gruplarından
oluşuyordu. Ağa bizi doğrudan bir Rum’un evine götürdü. Onun yar-
dımı ile barındık. Hermos’un [Gediz Çayı] kıyıları her iki yakada da
iyi ekilmiş çiftliklere sahipti. Burada Asya’nın diğer yerlerine nazaran
daha uygar ve daha çok tarım yapılan arazi bulunmaktadır. Fakat
Karaosmanoğlu’nun bölgesindeydik. Çok sayıda basit, kaba, teker-
leksiz, iki öküzün çektiği merdivene benzer bir boyunduruğu olan çok
sayıda pulluk, saban gördük. Sağ tarafta sıralanan tepelerin [Dumanlı

312
Richard Chandler, Travels in Asia Minor 1764-1765, (London, 1971), 76.

169
Dağı] eteklerinde çok sayıda Türk köyü görünüyordu. O kadar harap
ve kasvetliler ki belli bir mesafeden minarelerin de yardımı ile güçlükle
seçiliyorlardı…..Güzelhisar’a doğru yol alırken yıldırımlı şimşekli bir
fırtınadan bir koruluğa sığındık. Kiliseköy [Zeytindağ] yoluna çıktık-
tan sonra Ağa’nın oğlunun misafirperverliğine sığındık. Konforluydu.
Babası isyancı Hacı Muratoğlu’na karşı Kara Osman’a yardım ettiği
için bir tımara sahip olmuştu. …..Kiliseköy’e 1 mil uzaklıkta deniz kı-
yısında Maltepe’de bazı antik kalıntıların varlığını işittik. Sağda Çan-
darlı Körfezi’nin kıyısındaki bir tepeyi ve bir koruluğu aşınca Aiolis’in
başkenti Kyme’ye (?) çok yakın bir kalenin veya bir sur duvarının ku-
lelerini gördük [Elaia. Kazıkbağları] Geniş bir bağın içinde İon tarzında
bir kuyunun çevresinde mermer sütun parçaları ve adaleli bir vücuda
sahip sakallı büyük bir erkek heykeli vardı.
Genellikle bu bölgede Herakles’e tapılmıştı….Kiliseköy yolu üzerinde
oradan taşınmış yazıtlar bulduk. Çevredeki her köy antik dönemden kal-
ma, değişik amaçlarla kullanılan mimari parçalar barındırmaktaydı.” 313

Yabancı seyyahlar, salgınlar, isyanlar ve reform çabaları


kıskacında Menemen ve Güzelhisar (19. yüzyıl)
18. yüzyılda olduğu gibi İzmir’de kıyıya ayak basan seyyahların bir-
çoğu Bergama üzerinden İstanbul’a karadan gitmeyi tercih edince bölge-
mizden geçmekteydiler. Bu seyyahlardan biri de yüzyılın ilk yılları içinde
(1806) İzmir’den yola düşen ünlü Fransız romantik şairi François René de
Chateaubriand’dır:
“İki saat sonra Hermos’un [Gediz Çayı] kıyısına ulaştık ve bir sal ile neh-
ri geçtik. Her zamanki çamurlu Hermos’du. Hâlâ altın taşıyıp taşıma-
dığını bilmiyorum. Ona büyük bir sevinçle bakıyordum çünkü İtalya’yı
terk ettiğimden beri karşılaştığım ilk nehir idi. Gün ağırırken çok yüksek
olmayan bir dağın [Dumanlı Dağı] eteğine dayanan bir ovaya girdik.
Ülkenin manzarası Yunanistan’dan farklıydı. Yeşil pamuk tarlaları, sa-
rarmış buğday başakları, değişik renkli karpuz tarlaları araziyi hoş bir
şekilde süslüyordu.
Manisa’yı ve Sipylos dağını arkamızda bırakıyorduk.... Solumuzda
uzakta Kyme’nin harabeleri fark ediliyordu, sağımızda Neon Teikhos
vardı. Homeros’a saygı için attan inip yürümeye niyetlendim. Bir müd-
det sonra Sardene’nin [Dumanlı Dağı] bir tepesini aştık ve Pythikos’un
[Kocaçay] kıyısına ulaştık....
Sıra bize gelince berbat, taştan bir köprünün altından Pythikos’u geçtik
ve saat 11’e doğru bir hana ulaştık. Orada atlarımızı dinlenmeleri için
bıraktık. Akşam saat beşte yola koyulduk. Arazi tepelikti ve iyi ekilmişti.

313
James Dallaway, Constantinople Ancient and Modern with Excursions to the Shores and Islands
of Archipelago and to the Troad, (London 1797), 289-290.

170
Solumuzda denizi görüyorduk. İlk kez Türkmenlerin çadırlarını fark et-
tim. Siyah koyun derisinden yapılmışlardı ve bana Yahudileri ve Bedevi
Arapları hatırlattı. Myrina Ovası’na [Güzelhisar Ovası] indik. Bu ova Ela-
ia Körfezi’ne [Çandarlı Körfezi] kadar uzanıyordu. Terk ettiğimiz dağın
tepelerinden birinin üzerinde Güzelhisar adında bir hisar yükseliyordu.
Akşam saat 10’da ovanın ortasında kamp kurduk. İzmir’den aldığım bir
örtüyü altıma serdim ve uyudum. Birkaç saat sonra uyandım. Başımın
üzerinde parlayan yıldızları görüyor, uzaklaşan kervan develerinin ba-
ğırışlarını işitiyordum. Gün doğumundan önce ata bindim. İyi ekilmiş
bir ovanın içinde yola koyuldum. Bir müddet sonra Kaikos’u [Bakırçay]
geçtik ve sabah dokuzda Bergama’ya girdik.” 314

Bu yüzyılın başlarından günümüze kadar ulaşmış, bölgemizi ilgilen-


diren bilgi ve haber çok değildir. Ulaşanlar da, seyyahların anlatımları dı-
şında bölgemizdeki insanların İstanbul’a gönderdiği şikâyetler, adli olaylar
ve Güzelhisar kazasının payına düşen vergi miktarlarıdır. Örneğin, 1814
yılında (Rumi 27.8.1230) Saraya verilen bir arzuhalde Güzelhisarlı Ha-
mamcı Hacı İbrahim, Hacı Mehmed ve Mehmed Ali adlı kimseler 4.100
kuruşluk borçlarını ödemedikleri için alacaklı olan Şam tüccarlarından Ah-
met ve Ömer tarafından şikâyet edilmişlerdi315. Bu bilginin yanında Güzel-
hisar kazasının 1821 yılındaki vergisinin 11 bin 612 kuruş olarak kararlaş-
tırıldığını öğreniyoruz316. 1833 yılında Güzelhisar Naibi (Kadı vekili) Meh-
met Lütfullah Efendi halktan fazla defter harcı almış ve bu yüzden bazı
kimselerin zarara girdiği tespit edilmiştir. Naip, Ankara kazasına sürgüne
gönderilmiştir. Sürgün kararının altında Şeyhülislam Mekkizade Mustafa
Asım imzası vardır317.
Hicri 1246 (1830) yılında Saruhan Sancağı mütesellimi bulunan Ka-
raosmanoğlu Hacı Küçük Mehmed Ağa’nın Darphane’den iltizam ettiği
otuz sekiz mukataa arasında Güzelhisar-ı Menemen mukataası da bulu-
nuyordu. Hazineye iltizam bedeli olarak 50 bin kuruş, İstanbul’da ve Sa-
ruhan’daki devlet dairelerine 16 bin 120 kuruş ödeyen Mehmed Ağa bu
mukataadan 10 bin kuruş kâr (semere) etmekteydi318.
1816 yılının son günlerinde İstanbul’dan İzmir’e Bergama üzerinden
dönen İngiliz ressam William Turner Bergama ile İzmir arasını şu satırlarla
anlatırken aynı zamanda bilgi de vermektedir:

314
François René De Chateubriand, Itinéraire de Paris à Jerusalem, (Tours 1811), 130-131.
315
Cevdet Tasnifi Adliye 3-a/1 sıra 2253 27.08.1230 B.O.A (Yıldırım, 175-176’dan alıntı).
316
Uluçay 1955, 254.
Cevdet Tasnifi Adliye 3a/I 2824 Sıra. B Rebiülahar 1249 tarihli Meşihat Tezkeresi. (Yıldırım 2001,
317

175-176’dan alıntıdır).
Yugo Nagata, Tarihte Âyânlar, Karaosmanoğulları Üzerinde Bir İnceleme, Türk Tarih Kurumu
318

Yayınları, (Ankara, 1997), 85.

171
“Saat 8’de Bergama’dan ayrıldık. 5 saat boyunca çok az ve kötü ekilmiş
bataklıklı bir ovada yol aldık. Kentten ayrıldıktan 1 saat sonra Kaikos’dan
[Bakırçay] geçtik. Burada nehrin yatağı 100 feet genişliğindeydi. Fakat ya-
tak şimdi sığ ve dardı. Çılgın bir ahşap köprüden geçtik. Üzerinden geçer-
ken atlardan inmeyi akıl edemedik. Bergama’dan çıktıktan 5 saat sonra bir
kahvehanede 1 saat mola verdik. Bu kahvehane Çandarlı Körfezi’nin he-
men kıyısında idi [Kazıkbağları]. 5 dakika önce atlardan indik ve alçak bir
tepeye çıktık. Tepenin üzerinde güneye doğru körfez birdenbire önümüze
hoş bir şekilde serildi. Buradan Çandarlı Kalesi’ni ve köyü gördük. Köyde
yaklaşık 300 ev vardı. Kahvede 45 dakika kadar durduk ve oradan 4 saat
boyunca deniz kıyısındaki alçak tepelerin ve yüksek düzlüklerin arasında
yol aldık. Hepsi sulak ve iyi ekilmiş mısır tarlaları arasından geçtik. Hemen
hemen her dereciğin kıyısında zeytin ağaçları vardı.
Güzelhisar’a yakın bir çaydan geçtik [Kocaçay]. Yatağı dikkate değerdi.
Fakat şimdi suyu azdı. İki geniş kemerli bir köprüden geçtik. Kemer-
ler tamamen yuvarlaktı ve onun Roma köprüsü olduğuna karar verdik.
Saat 5.30’da Güzelhisar’a vardık. Doğrudan Ağa’nın evine geldik. [Te-
pedelenli] Ali Paşa’nın yeğeni olduğu söylenen Aksam Bey tarafından
karşılandık. Kendisi buraya bir heyetle İstanbul için mısır satın almak
için hükümet tarafından gönderilmişti. Bergama yönetimi tarafından
yıllık olarak 30.000 kilo mısır ve arpa toplanıyor. Hükümet buna an-
cak eski değerinden kilo başına 20 para ödüyordu. Aksam Bey bana
Yanya’dan 2 yıldır uzak olduğunu söyledi. Benimle Yunanca konuştu.
Bize çok yararlı oldu ve medeni bir insandı. Mekke’ye gidip orada vefat
eden köyün mollasının evinde çok iyi bir konyak ikram etti.
Güzelhisar bir tepenin üzerinde kurulmuş ovaya hâkim 300 evlik bir köy
idi. Fakat 60 evin dışındaki evler tümüyle boştu. Köylülerin çoğu bir sal-
gın sebebiyle 4 yıl önce köyü terk etmişlerdi. Köy hemen hemen boştu
ve geceyi geçireceğimiz eve giderken tenhalığı gecenin karanlığında
korkutucu bir hal alıyordu.
Ağa’nın evinde avlusunda içeriye girdiğimizde büyük çift hörgüçlü bir deve
gördüm. Bu deve işe koşulmuyor, damızlık olarak kullanılıyordu. Ağa hiç
ortalıkta görünmedi. En azından bizlerden hiç kimse onu görmedi.
Güzelhisar’dan saat 10’da ayrıldık. Bir saat boyunca köyü saran kireç-
taşı tepelerin güneyinde yol aldık. Arızalı bozuk bir yoldan, kademeli
olarak inen bir bayırdan aşağıya indikten sonra tüm günümüzü iyi iş-
lenmekte olan güzel bir ovayı geçerek tükettik. Yol üzerinde bulunan 15
köyü geçtik. Bunlardan 12’si Güzelhisar-Meleme arasında, 3 tanesi ise
Meleme ile İskele arasındaydı. Güzelhisar ile Meleme arasındaki ovada
zeytinlikler azdı fakat ova tümüyle mısır ekimine ayrılmıştı. Meleme’ye
varmadan hemen önce 120 feet genişliğinde geniş bir nehri [Gediz çayı]
sığ yerinden yürüyerek geçtik. Yakınlarda çalışan bir Türk çiftçi bizim

172
grubun karşısında nehri yürüyerek geçerek bize geçidi gösterdi. Su
hayvanların karnına kadar geliyordu ve eşyalarımız ıslandı. Yukarıda
feribot vardı. Meleme önemli bir köy. Meleme’den iskeleye solumuzda
alçak yeşil tepeler, sağımızda ise 5 mil ötedeki deniz kıyısı arasında hoş
bir vadide yol aldık. Vadi zeytin ağaçları ile kaplıydı.” 319

İmparatorluğun 6 asırlık ömrü içinde çok sancılı ve çok çalkantılı ge-


çecek, aynı zamanda devlet ve toplum hayatında derin izler bırakacak bir
onarım dönemi olan bu son yüzyılın ilk yirmi yılı nispeten eski temposunda
sürerken, 17 Mart 1821’de Mora İsyanı patladı. Yunanların imparatorluktan
ayrılmak isteği ile başlattıkları bağımsızlık savaşı sadece Mora Yarımadası
ile sınırlı kalmayarak, daha önceden örgütlenmiş olduğu anlaşılan hızlı bir
yayılma ile Kıbrıs, Sisam, Kos ve Midilli gibi adalarla Batı Anadolu kıyıla-
rına ulaştı. Yaşanan gelişmeler, bu bölgelerdeki Rum azınlığın milliyetçi
duygularını körüklemeye başladı. Batı Anadolu’daki ve adalardaki Rumlar,
yer yer isyanı desteklediler veya bulundukları yerlerde isyana kalkıştılar.
Kıyılardaki bazı kasabaların Müslüman ahalisi adalardan izbandut de-
nen teknelerle gelen Rum korsanların baskınlarına ve katliamlara uğradı.
Özellikle 1822 yılında asi Rumların idaresindeki tekneler Menemen’e ve
Çandarlı’ya baskın niteliğinde saldırılar düzenlediler320. Osmanlı resmi bel-
gelerine geçen ve Çandarlı halkının da katliama uğradığı bu baskın, doğ-
rudan Menemen’i değil, kıyılara yakın Türk köylerini hedef almış olmalıdır.
Bazen de Batı Anadolu’daki Ortodoks Rum halkını isyana davet eden
mektuplar getirilerek dağıtılıyor, ancak zamanında alınan önlemler sa-
yesinde mektup getirenlerin yakalandığı da oluyordu. Örneğin, dönemin
Menemen Voyvodası Kapıcıbaşı Dede Mustafa Ağa’nın adamları, bir ka-
yık içinde gelerek Menemen sahillerine yanaşmak isteyen üç Rum ve iki
Frenk casusu yakalamışlardı. Bu kişilerin bölgedeki Rumları isyana teş-
vik eden sekiz yüz mektup taşıdıkları anlaşılmış, İstanbul’a gönderilen üç
Rum isyancı hemen idam edilmişlerdi. Bornova ve Foça arasındaki sahil-
lerin eşkıya teknelerinin saldırılarından korunması için Menemen Naibi ve
Ayânı Dede Mustafa Ağa’ya emirler gönderilmişti321.
1828 yılı ilkbaharında İngiliz seyyah Charles Mc Farlane İzmir Voyvo-
dası Hacı Hüseyin Ağa’nın izni ile İzmir’den Bergama’ya bir yolculuk ya-
par. Seyyah İzmir’den bir saatlik deniz yolculuğu ile Menemen İskelesi’ne
çıkar. Burası sefilâne manzaralı bir yerdir ve kerpiçten yapılmış bir ahır-
dan başka bir bina yoktur. Bu iskeleden haftada bir Bergama’ya giden bir
kervana karışılarak yola çıkılır. Ekipte, beş Türk ve uysal tavırlı iki Rum

319
William Turner, Journal of a Tour in the Levant, Vol. III, (London, 1820), 281-285.
320
Y. Yücel - A. Sevim, Türkiye Tarihi 4, (Ankara, 1992), 192.
Mübahat S. Kütükoğlu, Yunan İsyanı sırasında Anadolu ve Adalar Rumlarının tutumları ve
321

sonuçları, Türk Yunan İlişkileri, Üçüncü Askeri Tarih Semineri, (Ankara 1986), 133-142, ve dipnot.49.

173
vardır. Kervanbaşının seyyaha ve rehberine lazım olan iki at için talep etti-
ği ücret peşin ödenir. Menemen’e kadar iki saat süren yolculuk esnasında
rastladıkları tek bir ev ile iki büyük Müslüman mezarlığıdır.
Seyyaha göre, Menemen dağınık evleriyle bir köye benzemektedir.
Evlerin çoğu boştur. Tepenin üstünde bulunan yel değirmenlerinden bir-
çoğu yıkık durumdadır. Camilerden birkaçı metruk kalmış, Rum kilisesi
harabeye dönmüştü. Oysa daha önce buradan geçmiş olan gezginler,
Menemen’in bayındır ve oldukça şirin bir kasaba olduğunu yazmışlardır.
Seyyah, bu çöküşün birkaç yıl önce patlak veren Yunan ayaklanmasından
ve imparatorluğu kemirmekte olan istibdat idaresi ile hükümetin zulmün-
den ileri geldiğini düşünmektedir.
Ertesi gün seyyah ve yakınındakiler, Menemen’den bir saat mesa-
fedeki Gediz Çayı’nı üç köşeli bir kayıkla geçerler. Ona göre, insan ve
hayvanların nehri geçişi korkulu olduğu kadar eğlencelidir de. Yolun bo-
zuk ve birçok yerlerinin patikadan ibaret oluşu, hayvanların yol alma-
sını zorlaştırmaktadır. Menemen’den 8 saat sonra kervanın durak yeri
Güzelhisar’a varılır ve burada bulunan harap ve pis bir kahvehaneye
inilir. Kahvede bulunan korkunç kılıklı zeybekler seyyah ve ekibine hiç
de kötü davranmazlar! 322
Sabah erkenden Güzelhisar’dan ayrılan kervan iki saat süren tatlı bir
vadiyi geçerek deniz kıyısına inip beş saat sonra da Bakırçay’ın üzerin-
deki ahşap köprüden geçmiştir. Yollarda zamanın yere serdiği birçok antik
esere rastlanmaktadır:
“Yollarda, köylerde birçok leylekler görülüyordu. Bunlar hem Türkler ta-
rafından öldürülmediği, hem de civarda çok bataklık bulunduğu için ko-
layca barınabiliyorlardı. Yolumuz üzerinde sık sık kahve damları vardı.”

Anlaşıldığı gibi Güzelhisar Bergama’ya yedi saat, Menemen’e sekiz


saat hayvan yürüyüşü mesafededir. İzmir-Bergama arasında seyahat
edenler geceyi Güzelhisar’da dinlenerek geçirmektedir.
İki yıl sonra, 2 Temmuz 1830’da bu kez başka bir İngiliz seyyah F.V.J.
Arundell Menemen ve Güzelhisar yoluyla Bergama ve Ayvalık’a gitmek
üzere yola çıkar. Önce hemen hemen her seyyahın yaptığı gibi, İzmir’den
kayıkla Kordelion’a (Karşıyaka) geçer. Daha önceden bir arkadaşlarını
atlarla birlikte karadan gönderir. Böylece Arundell’in tabiriyle körfezin kı-
yısı boyunca kötü taş yollar [Naldöken] üzerinden zahmetli bir at yolculu-
ğundan kurtulur. Atları beklerken Karşıyaka’da bir kahvehanede dinlenir,
ancak bu molanın en ilginç tarafı sahilin her tarafını çekirge sürülerinin
işgal etmiş olmasıdır. Karşıyaka ile Menemen arasındaki yolun öyküsü
Arundell’in kendi kaleminden şöyle anlatılmaktadır:

Charles Mc Farlane, Seyahat-Yüz Sene Evvel, (çev. Ali Rıza Seyfi), Halka Doğru Mecmuası 1 (1
322

Şubat 1919), 13-16; 2 (15 Şubat 1919), 15-16; 3 (1 Mart 1919) 14-16.

174
“Saat 4.15’de Chili [Çiğli] olarak adlandırılan köy sağımızda uzanıyor-
du. Yağmurdan hemen sonra, dağın kıyısında köyü gördük. Yağmuru
ilk olarak aydınlık, canlandıran ve kuvvetlendirici yaz yağmuru olarak
adlandırdık. Ama ardından şiddeti olabildiğince yükseldi, gerçi bizim at-
lar da bütün hızlarını ortaya koydu. Saat 6.30’da Menemen’i görmeden
önce vücudumuz sırılsıklam olmuştu. Zorlu at binişi Bay Brewer’i rahat-
sız etmişti ve şemsiyeleri tutmak ikimiz için de gerçekten de çok zordu.
Bizim amacımız bir kervansaraya gitmekti ama kasabanın dış mahal-
lelerine vardığımızda Tackvore bir Ermeni arkadaşının evine gitmemiz
için çok ısrar etti. Biz de bir kervansaraydan daha rahat olacağını um-
duğumuz için kabul ettik. Eğer kaldığımız yer kervansaraydan daha ra-
hat olsaydı işimize gelirdi ama gece boyunca gelen kendini davet etmiş
misafirler nedeniyle rahatımız bozuldu. Buradaki rahatsızlığımızı kentin
ismini Manyman (çok adam) olarak değiştirerek ifade ettik.
3 Temmuz Perşembe-Menemen. Genel olarak Temnos antik kentinin
üzerinde yer alır [Arundell burada yanılıyor. E.D]. Dikkate değer çoklukta-
ki yel değirmenleri Menemen’in hemen arkasındaki yüksek bir dağ sırası-
nın üzerinde yükselir −ki burası, eğer Temnos kentiyse− akropolisi olmalı.
Oraya, bu sabah kahvaltıdan önce tırmandım ve vardığımda kanıt olarak
kale olduğu sanılan hiçbir iz bulamadım. Chandler yel değirmenleri için
‘çok sayıda kule’ diyerek yanlış yapmış, şimdi hiçbir iz yok. Hermos’a
[Gediz Çayı] geldiğimizde saat yaklaşık 10.00 idi ve biz burada diğer yol-
cuların bottan karaya çıkmaları nedeniyle geciktik. Buruncuk’un tepelerini
10.30’da geçtik. Bu mesafeden çok uzak olduğu belli, bütün bir kale ya-
pısı görüntüsü vardı. Yanına gittiğimizde bir akropolis için çok hâkim bir
konumda olduğunu gördük ve birkaç antik parça bulduk.
Yolun diğer tarafında çok sayıda saban toprağı pamuk, karpuz ve diğer
ürünlerin ekimi için düzeltiyorlardı ve çok sayıda insan çalışıyordu. Bir
mezarlıkta çok sayıda parça vardı, biz burayı 13.30’da geçtik ve denizin
harika bir manzarasına rastladık. Sağımızda Güzelhisar’a giden bir yol
var. Saat 13.00’de atlar bir kaynaktan su içerken biz dik bir tepeye doğru
yürüdük. Bir yerleşim vardı, küçük bir ormana sahipti ve atlar için harika
bir yerdi ve çevre Yörük çadırları ve sürüleriyle doluydu. Bay Brewer iyi
bir mineralojisttir ve biz burada çok güzel örnekler bulduk, kalsedon [ka-
dıköytaşı], akik, yeşim [benzeri] çakmaktaşı v.b. çekirgeler ise ülkenin her
yerinde…
Güzelhisar’a vardığımızda saat 2.30 idi. Atlar yemlenirken tepenin arka-
sına yürüdük. Ksanthos’un [Pithykos-Titnaios-Kocaçay olacak.] üzerin-
deki antik köprüyü seyrettik ve nehrin birçok sikkesinde görüldüğü Cu-
mae [Kyme] kenti onun denize döküldüğü yerde olmalıydı [Myrina ola-
cak]. Güzelhisar’dan 4.30’da ayrıldık, Çandarlı Körfezi’nin doğu kıyısı
boyunca yol alırken harika bir manzaramız vardı. Atla gidiş yönümüzde,

175
önceki yolculuklarda görmediğim bir göl [Bozgölcük] geçtik. Milcom, bu-
nun son iki üç yılda yağmur sularıyla oluştuğunu söyledi. Buradan çok
uzak olmayan böcek ve sürüngen dolu geniş sulak bir araziden geçtik.
Çekirgeler sayılamayacak kadar çoktu, böcekler ve ağustos cırcırları
değişik renkte ve formdaydılar. Bu mevki yılanların sayısı bakımından
çok dikkate değerdi. Kırmızı kahve renkli bir türe daha önce Kaystros
[Küçük Menderes] vadisinde rastlamıştım. Ortalama 4 veya 5 feet uzun-
luğundaydılar. Bana saldıranın yanı sıra iki tane daha yılan öldürdüm ve
kafalarını evde çalışmak üzere aldım.
Kesilköy veya Kiliseköy’de [Zeytindağ] uyumaya karar verdik. Bağların
olduğu yerdeki kalıntıları özellikle Herakles torsosunu incelemeye ikna
edildik ama oraya vardığımızda saat 7’ye 10 kala olmasına karşın hiç-
bir hazırlık bulamadık. Milcom bize köyde bu tür kalıntıların daha çok
olduğu güvencesini verince köye doğru ilerledik. Kahvehanenin arka-
sında yol boyunca uzanan önemli antik duvar kalıntıları vardı. Köy yolu
yaz kış yaprağını dökmeyen bodur ağaçlarla çevrili bir yokuştu. Saat
7.30’da Kiliseköy’e vardık.
Burada Tackvore bize başka bir Ermeni arkadaşının yanında iyi bir ika-
met sağlayacağına söz vermişti ama zorluklardan dolayı bir Türk evinde
kaldık. Kaldığımız yer çok korkunçtu ve açık havada uyumaya karar
verdik. Ama rüzgâr soğuk esiyordu. Mecburen tabandan 4 feet yükse-
len tahta şiltedeki yataklarımızda yattık. Türkler bizi yemek için saat
3’de uyandırdılar. 3 Temmuz Perşembe günü saat 6.30’dan önce köy-
den ayrıldık. İlerleyip büyük Smyrna-Pergamon yoluna katıldık. Çekir-
geler dünkü gibiydi, yağmur zaman zaman yağıyordu…” 323

4 yıl sonra 1832 tarihinde yine İzmir’den Bergama’ya giden Fransız


araştırmacı Charles Texier, eserinde Menemen’e ve Güzelhisar’a çok sınırlı
bir yer ayırmıştır; bölgenin o günkü durumundan söz etmek yerine, kendi
amacına uygun olarak, Kyme, Larisa, Neontekhos ve Temnos gibi çevredeki
antik kentlerin tarihleri ile ilgili bilgiler vermektedir. Ayrıca birkaç yıl önce Me-
nemenli Rumların Bergama yolu üzerindeki Gryneion’dan [Temaşalık/Şak-
ran] getirilen antik mermer ve taş bloklarla ilçede büyük bir kilise [Aya Paras-
kevi] inşa ettiklerini bildirmekte324 ve satırlarına şu şekilde devam etmektedir:
"Kundura [Kunduz] Çayı'nı geçtikten sonra uzaklarda kayalık bir tepenin
üzerine inşa edilmiş Güzelhisar köyü görünür. Tüm arazi iyi sulanmıştı.
Ayrıca göçebe kabileler tarafından sık sık ziyaret edilmektedir. Çeşmele-
rinden birisi Müslümanların ibadet ettiği bir yapının yanında idi. Orada çok
sayıda beyaz mermerden arkeolojik parça ve birkaç yazıt parçası bulun-

323
F.V.J. Arundell, Discoveries in Asia Minor, Vol. II, London 1834, 290-301.
Charles Texier, Description de l’Asie Mineur, faite par ordre du Gouvernement Français de 1833
324

à 1837, (Paris 1838), 224.

176
maktaydı. Onlardan bir tanesi Rahibe Anthis’in bir altar adağını anlatmak-
tadır. Taştan dörtgen bloklar buradaki büyük bir yapının işaretleridir. Güzel-
hisar köyü, yanında antik dönemden kalma değişik kalıntılar barındırması
ve yalçın bir kayalığın üzerine yerleşmiş olmasıyla Temnos kentinin [yanlış
teşhis] burada bulunması gerektiğine dair bir fikre yanıt vermektedir 325.”

1861 yılı yaz aylarında Aiolis kentlerini ziyaret eden ve elde ettiği sonuç-
ları ve gezi izlenimlerini Charles Texier ile birlikte yayınlayan R. P. Pullan ise
İzmir’den Çandarlı’ya kadar denizden bir kayıkla yolculuk yapmıştır:
“31 Ağustos, sabah 7’de yola çıktık; ancak hiç rüzgar olmadığı için çok
fazla ilerleme kaydedemedik ve akşam ancak birbirine benzeyen iki zir-
vesinden dolayı Kardeşler (Brothers) olarak adlandırılan iki pitoresk da-
ğın karşısında bulunan sığ bir kumsala ulaşmıştık. Burada Smyrna’nın
kullanımı için kapsamlı balıkçılık yapılan geniş ve sığ bir su birikintisi ile
ana karadan ayrılmaktaydık. Buradan taze balık aldık ve mürettebatı-
mız onları akşam yemeği için odun ateşinin közünde pişirdi.
Ana karada ve tam karşımızda bir tepe bulunmaktaydı, bu tepenin üs-
tünde ise deniz haritalarına göre küçük Leuke [Tuzla/ Üçtepeler] ka-
sabası bulunmaktaydı. Güçlü bir teleskop yardımıyla görebildiğim ka-
darıyla gözle görünür yıkıntılar yoktu. Maalesef suyun çok sığ olması
alanı keşfe çıkmamı engelledi. Leuke, Artakserkses’e karşı ayaklanan
ve Aiolis kıyısına yakın bir adada inzivaya çekilen Takhos isimli Pers bir
komutan tarafından kurulmuştu.
Ertesi sabah rüzgâr elverişli olduğu için şafak vakti yelken açtık ve
Smyrna Körfezi’nin kuzey tarafındaki burnun etrafından dolaşarak daha
önce Elaia Körfezi olarak adlandırılan Sanderlik [Çandarlı] Körfezine
girdik. Akşamüzeri Ali Ağa olarak adlandırılan büyük bir çiftliğin oldu-
ğu küçük bir koya girdik. Köy ve yakınındaki arazi zengin Smyrna’lı bir
tüccar olan M. Baltazzi’nin mülküdür. Konağı idare eden kâhyaya ve-
rilmek üzere bir tanıtım mektubuna sahip olduğum için konukseverlik-
le karşılandık ve o gece kıyıda konaklamak için davet edildik. Kâhya,
M. Baltazzi’ye Avrupa seyahati sırasında eşlik etmiş olan bir Yunan’dı
dolayısıyla kendi pozisyonundaki birçok kişiden çok daha fazla bilgiye
sahipti. Akşam yemeğinden ve değişmez kahve ve nargileden sonra
kâhyanın köyde yaşayan bazı akrabalarını ziyaret ettik.
Sabah daha önceleri köy ve iskele arasında bulunan küçük bir İon yapı-
sının bazı kalıntılarını görmeye gittim. Bu parçalar tamamı zarif bir yapıya
sahip olan astragal altında 1.20 ayak çapında olan bir başlık, bir pilastere
ait zengin kabartmalı kaide ve bazı diğer daha küçük kabartmalardan
oluşmaktadır. Parçalar şüphesiz ki muazzam bir güzelliğe sahip olan kü-
çük bir İon tapınağının yerini almış olan bir Yunan kilisesinin içinden ele
geçmişlerdi. Kiepert’in haritasında Aliağa Myrina’nın bulunduğu yer ola-

325
Adı geçen eser, 226-227.

177
rak işaretlenmiştir; ancak burasının kentin bulunduğu konum olduğuna
dair çıkarımını haklı gösterecek yapı kalıntıları bulunmamaktadır.
Kyme yerleşiminin köye olan mesafesi at ile bir saatten fazla sürmediği için
bir at ve kılavuz edinerek oraya doğru yola çıktım. Güneye doğru tepelik
bir arazi üzerinden geçerek ikinci bir küçük koya ulaştım. Görünüşe göre
kent denize dönük olan iki alçak tepenin üzerinde yer almaktaydı ve bir
milin dörtte üçü kadar bir alanı kaplamaktaydı. Kentlerin yerleşim alanları-
nın tespitinde kuşku duyulmayacak delilleri oluşturan mermer ve seramik
parçaları yüzeyi kaplamaktaydı. Yüzeyin üzerinde görülebilecek duvarlar
veya bulunabilecek yazıtlar yoktu. Bir Dor başlığı ve az sayıda kabartma
burada daha önceleri yer alan büyük bir kente dair tek kalıntılardı.
Aynı günün akşamüzeri tekneyle yola çıktık ve Ali Ağa’dan birkaç mil me-
safede bir burundan geçtikten sonra ötesindeki bir kumluk koya girdik.
Burada sahilin yakınında Bizans yapılarına ait parçalar ve ayrıca üze-
rinde yazıt bulunan bir kaide yer almaktaydı, ancak bölgede yer alan
yerleşmenin ismiyle ilgili kanıt sunmamaktaydı. Yakınlarda bulunan tek
iskân her ikisi de ateşten mustarip olan bir siyahi ve bir Türk tarafın-
dan yerleşilmiş olan fakir bir çiftlik eviydi. Onlardan yerleşimden top-
lanmış olan bazı sikkeler elde ettim ve üzerlerindeki harflerden buranın
Myrina’nın gerçek yeri olduğuna dair şüphe yok gibi durmaktadır, çünkü
neredeyse hepsi bu kente aitti; bunlar Æ 4, Amazon başı; arka yüzde
M ve Y arasında bir vazodur. Burada daha önceden bir kentin bulun-
duğuna dair izler, tıpkı Kyme yerleşiminde olduğu gibi, kırık seramik
parçalarında görülmekteydi. Seramik parçaları koyun gerisinde bulunan
alçak bir tepenin tüm yüzeyini kaplamaktaydı.
Bu körfezi ziyaret etmekteki amaçlarımdan biri tam yeri hiçbir zaman
net bir şekilde tespit edilmemiş olan Apollon Grynaeus Tapınağı’nın ye-
rini keşfetmekti. Strabo, tapınağın neredeyse bir ada gibi olan küçük bir
yarımada üzerinde bulunduğu bilgisini vermektedir. İkinci bir koyun içte
kalan kısmındaki sahilin kenarından geçerken çobanlık yapan ve çevre-
de görülebilen tek kişi olan bir oğlana selam verdik ve civarda eski bina,
eski duvarlar olup olmadığını sorduk. Başta korkmuştu ve kaçmaya ha-
zırdı; muhtemelen sürüsü için endişelenmişti çünkü çoğunun belleğinde
adalardan gelen Yunan korsanların kıyıya baskınlar yapması ve burada
yaşayan halkın sürülerini ve mahsullerini alıp götürmesi alışkanlığına sa-
hiptiler. Ancak (korsan olmadığımıza dair) emin olduğu zaman çok ağaç-
lık ve çalılığın bulunduğu alçak bir adaya benzeyen bir yeri işaret etti.
O noktaya kürek çektik ve karaya indiğimizde muhtemelen bir kale olan
bir Bizans yapısının kalıntılarını bulduk. İki arşitrav taşı kapı payanda-
larını oluşturuyordu; ancak kaba pürüzlü bir taştan yapılmış oldukları
için beyaz mermerden yapıldığını bildiğimiz tapınağın parçası olamaz-
lardı. Ancak kalenin gerisinde kalan alanı dikkatlice incelediğimde bo-
yutlarından dolayı büyük boyutlu bir yapıya ait olması gereken beyaz

178
mermerden yapılmış bir dor sütununun yivine rastladım, yakınında ise
benzer bir mermerden yapılmış bir parça üzerinde ince bir stilde işlen-
miş bir Yunanca yazı vardı. Küçük yarımadanın Plinius’un tarifine tam
olarak uyması ve büyük bir yapıya ait beyaz mermer parçalarının bu-
rada bulunması durumundan dolayı (bu sadece başlıca tapınaklarda
kullanılan bir malzemedir) bu alanın Apollon Gryneaus Tapınağı’nın
bulunduğu nokta olduğuna inanma eğilimindeyim. Alanda yapılacak
kazılar şüphesiz ilginç keşifler sağlayacaktır.
Grynium’u bir-iki saatlik bir ziyaretten sonra terk ettik ve yardımcı olan
bir esintiyle körfezin iç kısmında olan Kasikeui İskelesi’ne [Kazıkbağları]
(antik Elaia) akşam vakti vardık. Burada arazi alçak ve bataklıktır ancak
kıyıdan iki veya üç mil içeride kademeli olarak yükseliyor ve çok büyük
bir yüksekliğe sahip olmayan bir dağ sırası oluşturuyor.
Kıyıda konaklayacak bir yer olmadığı için kayıkta uyuduk ve ertesi sa-
bah erkenden atlarla heykeli bulmak için yola çıktık. Heykeli iskeleden
yaklaşık iki mil uzaklıkta bir üzüm bağı içerisinde uzanmış halde bulduk.
Heykel çok gelişmiş kaslara sahip kolosal bir erkek figürüne, olasılıkla
Herkül'e aitti. Baş, kollar ve bacaklar kaybolmuştu ve onlara dair hiçbir iz
bulamadık. En iyi dönemindeki anıtsal Yunan heykellerinde sıklıkla görül-
düğü şekilde gövdeye kenetlerle birleştirilmişlerdi. Pürüzsüz eklenti yer-
leri ve kenet delikleri duruyordu. Göğsü mermi izleriyle hasar görmüştü
bu da bir zamanlar Türklerin hedefi olduğunu göstermekteydi. Kısa bir
gecikmeden sonra bağın sahibi ortaya çıktı ve kayda değer bir pazarlık-
tan sonra fiyat konusunda anlaşıldı ve kaldırılması için gönderildiğinde
buna izin verilmesi için bana yazılı bir anlaşma verdi. Sonunda Kaptan
Spratt figürü taşıdı ve şimdi heykel British Museum’un sütunlarının altın-
da durmaktadır.326 Bu heykelin gelmiş olabileceği bir tapınağa dair hiçbir
kalıntı yoktur. Az sayıda arşitrav parçası ve bazı diğer taşlar civardaki du-
varlarda ve kuyu ağızlarında görülebilmektedir. Buradan bir Elaia sikkesi
buldum; Æ 3, miğferli bir Pallas başı; arka yüzde ve harfleri arasında yer
alan bir zeytin yaprağı çelengi içinde arpa tanesi yer almaktadır.
Ertesi gün körfeze adını veren Sanderlik [Çandarlı] kasabasına gitmek
için bu sağlıksız bataklık alandan ayrılmakta çok isteksiz değildik. Bu-
rası küçük bir yerdir ancak küçük bir garnizonu olan bir kalesi vardır ve
müdür ünvanlı bir yöneticisi vardır. Ona bir ziyarette bulunduk ve kendi-
si kaleyi incelememize izin verdi. Kasabanın en iyi evine sahipmiş gibi
görünen bir Yunan bizi görmek için çağırdı ve akşam yemeğine davet
etti. Burada bulunan antik Pitane’ye ait olarak kentin üzerinde bulun-
duğu yarımadanın güney tarafında suyun içinde yer alan bazı duvarlar
dışında hiçbir kalıntı bulunmamaktadır.” 327

Charles Texier bu heykelin varlığını yaklaşık 30 sene önce Paris’te bir Yunanca profesörü
326

tarafından öğrendi. Figürün sağ omuzu mükemmel biçimde restore edilmiştir. Bay Newton heykel
gövdesinin yanına antik ve doğada olanı karşılaştırmak isteyenler için kaslı bir denizciden kol ve
göğsünden alınmış kalıpları yerleştirdi.İkisinin birbirine olan yakın benzerliği müthiş bir şey.
327
Charles Texier - R. P. Pullan, The Principal Ruins of Asia Minor, (Londra 1865), 223.

179
Haziran ayının başlarında Menemen ve Güzelhisar kazalarında bü-
yük bir felaket meydana geldi. Journal de Smyrne gazetesinin 13 Hazi-
ran 1835 tarihli nüshasındaki bir habere göre bölgemizde veba salgını
vardır328. Açık bir liman kenti olan İzmir’in bir önceki yüzyıldan beri sık sık
veba salgınlarına hedef olmasına karşın, bu bölgemize ilişkin ilk veba sal-
gını haberidir. İki kazaya bağlı birçok köyün bir gece içinde ortadan kalk-
masına ve yer değiştirmesine neden olan bu salgın ile ilgili hatıralar günü-
müzde dahi bazı köylerde canlılığını sürdürmektedir. Mahmut Fuat Efendi
Ahenk gazetesinde yayınlanan Meclis-i Umûmimizin Dikkatine başlıklı bir
yazısında Menemen civarındaki bazı köylerin birleştirilmesi ihtiyacından
söz ederken, 1909 yılında dahi yaklaşık 85 yıl önce gerçekleşmiş bu sal-
gının köyler üzerindeki etkisinin sürdüğünü şu sözlerle anlatmaktadır:
“Sonradan dûçâr-ı inkıraz [tükenmiş] olan kadîm [eski] köylere gelince:
Bunlar öylece ihtimâldir ki o kadar pârekende [dağılmış, parça, parça]
değildiler. Fakat ‘cenâb-ı Hakk emsalini göstermesin’ elli elli iki tarihle-
rinde birçok köyleri harâb eden bir musibet-i müstevliye [veba] o zama-
nın manzûme-i ictimâîyyesine [toplumsal sistemine] fevk-al-âde [olağa-
nüstü] perişânlık vermiştir. İşte o perişânlıktır ki hâlâ vilâyetin kadîm
olan köylerinde tesirini gösteriyor.” 329

Veba salgını kazaların Müslüman ahalisine o denli büyük zarar ver-


miştir ki ovada tarım yapacak nüfus azalmış, köyler bir gecede terk edil-
miş veya yer değiştirmiş, böylece nüfus boşluğunu doldurmak üzere ada-
lardan bölgeye büyük bir Rum nüfus göç etmiştir. Ayrıca devlet, o güne
kadar konargöçer olan Yörük Türkmen cemaatlerinin iskânını da teşvik
ederek yeni kuşak Türk köylerinin kurulmasını sağlamıştır330.
Veba salgınının Menemen ve Güzelhisar kazalarındaki etkileri Saru-
han Sancağı’nda 1834 ve 1835 yıllarında yapılan ve sadece erkeklerin
sayıldığı iki nüfus sayımındaki rakamlarda da kendini göstermektedir. Her
iki kazada gerek Müslüman gerekse Hıristiyan nüfus içinde özellikle yaşlı
ve çocuk sayısında bir yıl içinde önemli düşüşler görülmektedir331. Örne-
ğin, 1834 yılında toplam erkek nüfus 1.260 olmasına karşın bir yıl sonra
1.217’ye düşmektedir. Bununla birlikte toplam nüfusta düşme görülmesi-
ne karşın, örneğin bir yıl önceye göre yetişkin Müslüman nüfus 150’den
600’e fırlamaktadır. Aynı durum Hıristiyan nüfus için de geçerlidir. Orada

328
Daniel Panzac, La Peste dans l’Empire Ottoman 1700-1850, (Leuven 1985), 126.
329
Ahenk 4056, 2 Teşrin-i sani 1909.
330
Doğer 1998, 95.
Nejdet Bilgi, 1834-1835 yıllarında Saruhan Sancağı’nda Nüfus, Manisa Dergisi, Mayıs 1997, Sayı
331

13, 19-30, Tablo VII-VIII, XXIII-XXIV.

180
da 112’den 125’e yükselme görülmektedir. Olasılıkla veba salgınındaki
kayıplar yetişkin nüfus tarafından dışarıdan göçle doldurulmakta ve sal-
gının daha çok yaşlı ve çocuk nüfusu vurduğu anlaşılmaktadır. Kadınlar
sayılmadığı için onların vebada ne kadar kayıp verdikleri bilinmemektedir.
Ancak söz konusu erkek nüfusa bir kat daha ilave yapmak toplam nüfusu
öğrenmek bakımından uygun olacaktır.
II. Mahmut’un reformları arasında yeni vergi toplama düzenlemeleri de
vardı. İmparatorluk çapında vergilerin toplanması ile görevli ihtisab mü-
essesesi de 1826 yılında yeniden düzenlendi. İmparatorluk için önemli
vergi gelirleri toplama noktalarından birini oluşturan İzmir’de de 1 Ocak
1827 tarihinde İzmir İhtisab Nazırlığı kuruldu ve başına Ömer Lütfü Efendi
atandı332. Söz konusu İhtisab Nezareti’nin 1838 yılına ait kayıtlarda “Me-
nemen, Menemen Güzelhisarı, Eski ve Yeni Foça kazalarında çıkan zey-
tinyağlarından, amediyye ve reftiyye gümrükleriyle ihtisabiyye ve kapan
resminden başka 15 kuruş resm-i miri alınmasına” dair emir çıktı. Ayrıca
ham derinin terbiyesi işleminde çok değerli bir meta olan ve Yunt Dağı’nda
elde edilen palamutun 1.5 kuruş olan eski vergisi 2.5 kuruş zamla birlikte
4 kuruşa çıkartıldı333. Yine aynı İhtisab Nezareti’nin 1827/1828 yılı kayıt-
larında Güzelhisar kazasının toplam geliri 27 bin 490 kuruş olarak görül-
mektedir334. Aliağa Çiftliği’nin adı ilk kez bu kayıtlarda görülmektedir. Daha
önce Midilli Nazırlığı tarafından toplanan Ali Çiftliği İskelesi’nin geliri olan
6.165,30 kuruş, 1838 yılında İzmir Nazırlığı tarafından toplanmıştır335. Me-
tinde Ağa lakabı olasılıkla unutulmuş olmalıdır.
İmparatorluk içine düştüğü idari, mali ve askeri bunalımdan çıkmak için
çareler ararken 3 Kasım 1839 tarihinde Tanzimat-ı Hayriye Fermanı ilan edil-
di. Bu büyük değişim atağı içinde mukataaların ve iltizam usulünün kaldırıl-
ması da vardı. Herkesin arazisine ve emlàkına göre vergi vermesi usulü ka-
bul edildi. Nüfus ve arazinin tespiti için Saruhan Sancağı; Manisa, Menemen,
Akhisar, Demirci ve Adala olmak üzere beş muhassıllığa ayrıldı. Sayım işlemi
bitince de muhassıllık kaldırıldı. Menemen, Foçateyn ve Güzelhisar kazaları-
nın muhassıllığına Müderris Meşrebzade Ali Ra’ik Efendi tayin edildi336.
Sıra kazalardaki tüm vatandaşların gelir durumlarını ve dolayısıyla
vergi yükümlülüklerini tespit etmeye gelmişti. Güzelhisar kazasına bağlı

Mübahat S. Kütükoğlu, 1826 Düzenlemesinden Sonra İzmir İstihsab Nezareti, İzmir Tarihinden
332

Kesitler, (İzmir 2000), 63.


333
Kütükoğlu 2000, 70-71.
334
Mübahat Kütükoğlu, İzmir İhtisabı Muhasebeleri, İzmir Tarihinden Kesitler, (İzmir 2000), 106.
335
Kütükoğlu 2000,160 ve 165.
336
Uluçay 1955, 15 (dipnot 1).

181
köylerde yapılan varlık sayımlarının sonuçlarının yer aldığı 1844/1845 yılı
Temettüat defterleri içinde dokuz köyün defterleri arşivde korunmaktadır.
Bunlar Şakran, Eğrigöl, Kilise, Karışlı, Bozköy, Koyuneli, Aliağa Çiftliği,
Koruklu ve Cevaplı köyleridir.

Güzelhisar yerini Aliağa Çiftliği’ne bırakırken


İlk kez 1827/1828 yılı kayıtlarında karşımıza çıkan Aliağa Çiftliği
1844 yılında düzenlenen Temettüat Defteri’nde Güzelhisar kazasına bağlı
bir köy olarak kaydedilmiştir. Söz konusu 2028 sayılı bu defterde, 1844 (Hic-
ri 1260) yılında Aliağa Çiftliği’ne kayıtlı ve ataları Güzelhisarlı olup, kendileri
İzmir’de oturan Hacı Mehmet oğlu Hacı Mustafa Ağa’nın İzmir’deki 3. Redif
Alayı’nda kolağası rütbesiyle görevli olduğu belirtilmektedir. Bu defterde ay-
rıca başlangıçta ekilmesi ve kullanılması Osmanlı Devleti tarafından sürekli
yasaklanan tütün bitkisinin ekildiği anlaşılmaktadır. Bu deftere göre Aliağa
Çiftliği köyünde 62 hanede 152 kişi vergi mükellefi bulunmaktaydı. Bunların
bir kısmı ortakçıydı. Diğer hane reislerinin evinde oturup hizmetkâr olanlar
da vardı. Toprak sahipleri arasında en varlıklı üç kişi Aliağa Çiftliği dışında
oturmaktaydı. Bunlar Hacı Mehmet Ağa, ortağı Güzelhisarlı Hasan Ağa ve
Manolaki Baltacı Efendi idi. Çiftlik işçileri ise çoğunlukla dışarıdan gelmek-
teydiler. Aliağa Çiftliği’nde oturan bazı mükellefler vergilerini yakın kazalar-
da ödüyorlardı. Bu nedenle Aliağa Çiftliği’nde sürekli oturan nüfus 240-300
kişi arasında olmalıydı. Vergi mükellefleri içinde 13 Müslüman, 139 Osmanlı
vatandaşı Hıristiyan vardı. On dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren Ege
adalarından ve Yunanistan’dan Batı Anadolu’daki sahil kasaba ve köylerine
iş bulma umuduyla büyük bir Hıristiyan Rum göçü yaşanmaktaydı.
Aliağa Çiftliği’nde o sırada 31 kişi kendi hesabına çiftçilik yaparken
15 kişi ortakçılıkla geçinmekteydi. Sadece 8 kişi topraklarının emlâkı ile
geçiniyordu. Aliağa Çiftliği’nde hane başına ortalama gelir 2.725 kuruştu.
Bu Foça kazasından ve Şakran köyünden fazla idi. Bunun nedeni bu köy-
de büyük çiftliklerin olması, büyük çiftlik sahipleri varlıklı kişilerin bulunma-
sı, Güzelhisar Çayı’nın suladığı verimli arazilere sahip olmasından kay-
naklanıyor olmalıydı. Belgeye göre Aliağa Çiftliği’nde 35 kişi aşar vergisi,
15 kişi de ağnam (hayvan, koyun) vergisi ödüyordu. Cetvelde 152 kişiden
15’inin hiç geliri olmadığı görülmektedir. Bunlar ortakçıdır ve bunların ge-
lirleri ortaklarının hanesinde gösterilmektedir.
Yaşam tarım ve hayvancılık üzerine dayanıyordu. Tüm tarımsal üre-
timin yüzde 75’i tahıldan oluşmaktaydı. İkinci sırada yüzde 10 ile bakliyat
geliyordu. Üçüncü sırada yüzde 8.78 ile tütün vardı. İpek böceği kozası
üretimi görülmesine karşın ipeğin işlendiğine dair bir bilgi yoktur. Üzüm
ve zeytin üretiminin aşarı görünmemektedir. Çoğunluğu Hıristiyan Orto-

182
doks olan bir köyde bağcılığın olmaması düşünülemezdi. Bağcılık vardı
ancak kendi ihtiyacı için üretilen şaraptan vergi alınmadığı için defterde
bağcılık görünmüyor olabilirdi. Aliağa Çiftliği halkının en önemli uğraşının
koyun yetiştiriciliği olduğu anlaşılıyor. Ortodoks Hıristiyan vatandaşların
en önemli uğraşı koyunculuktu. 1844 yılında koyun sayısı 3.007’ye ulaş-
mıştı. Köyün ihtiyacından fazla olması üretimin dış pazar için yapıldığının
en büyük göstergesiydi. Özellikle deri ve yün ihracatı köyün en önemli
geliri olmalıdır. Bundan sonra süt ve ürünleri ile et ihracatı gelmektedir337.
Aliağa Çiftliği’nde oturan hane reisi durumunda olan kişiler Rum Or-
todoks kilisesine bağlı Osmanlı vatandaşlarıydı. Aliağa Çiftliği’nde Müs-
lüman hane reisi yoktu. Bunlar genellikle çevre köy ve kazalarda ikamet
ediyorlardı. Müslümanlar Baltacı Manolaki’nin çiftliğinde ortakçı, bekçi ve
maraba olarak çalışıyorlardı338.
1844 yılında Aliağa Çiftliği’nde Baltacı Manolaki’nin 4.800 dönüm ara-
zisi bulunuyordu. Bu arazinin 2.600 dönümü ekilmiş sulak, 1.000 dönümü
susuz ekilmiş tarla idi. 1.200 dönümü ise mera hüviyetinde idi. Mülk sahi-
binin 14 bin 795 kuruş yıllık geliri vardı. Manolaki Baltacı, Aliağa Çiftliği’nin
en zengin adamı konumunda bulunuyordu. Köyün diğer en zengin kişi-
leri Hacı Mehmet Ağa ve ortağı Güzelhisarlı Hasan Ağa idi. Hacı Meh-
met Ağa’nın 1 yıllık tahmini geliri 11.581, Hacı Hasan Ağa’nın ise 10 bin
481 kuruş idi. Ortaklaşa sahip oldukları arazinin toplamı 4.100 dönüme
ulaşmaktaydı. Bunun 3.200 dönümü ekilmiş, 900 dönümü kırlık tarla idi.
1844 yılında Aliağa Çiftliği’nden en fazla gelir sahibi olanlar ya tarımdan
ya da hayvancılıktan kazanıyorlardı339.
Aliağa Çiftliği köyü bu tarihten sonra artık avantajlı hale gelen konu-
muyla, bağlı olduğu Güzelhisar’a nazaran daha hızlı gelişecek, özellikle
bölgede önemli tarımsal topraklara sahip olan Baltacı ailesinin de iş gücü
ihtiyacına paralel olarak işsiz Rum nüfusu kendine çekecektir. 1857-1858
yılında yapılan idari taksimat ve düzenlemeye göre Güzelhisar-ı Mene-
men kazası Aydın vilayetinin Saruhan livasına bağlı 18 kazadan biriydi.
1860 yılına ait Devlet Salnamesi’ne göre Güzelhisar kazası on dokuzun-
cu, 1861 yılındakine göre on sekizinci sırada bulunuyordu.
Bölgemizdeki etnik ve dini dengenin Hıristiyan Rum ahali lehine bo-
zulması ve Aliağa Çiftliği’nin bir Rum yerleşmesi olması Osmanlı yöne-
timini çevredeki yaylalarda yaşayan çadırlı konargöçer Türkmen cema-
atlerini de köylere yerleştirme politikasını hayata geçirmeye zorluyordu.
Nitekim 1864 yılından itibaren Saruhan Sancağı’nda bulunan aşiret ve

337
Yıldırım 2001, 242.
338
Yıldırım 2001, 250.
339
Yıldırım 2001, 255-256.

183
cemaatler kalıcı olarak yerleştirilmeye başlandı. Özellikle Yunt Dağı bu
tür bir yerleştirme deneyi için oldukça önemli bir alan olarak dikkati çek-
mekteydi. 1864-1873 yılları arasında bölgeye yerleşmiş ve yerleşmek
üzere olan konargöçer oymakların sayısı otuz dokuz idi340. 1863-1873
yıllarına ait sicil defterlerine göre Çaparlı Yörükleri Güzelhisar’ın Kilise
köyünde (Zeytindağ), Sırtlanda Yörükleri Kilimalanı mevkisinde ve Çal-
bahçe köyü civarında, Derici aşireti Güzelhisar, Uzunhasanlı ve Mamaklı
köyleri civarında, Karayağcı aşireti ise Belen, Durasıllı ve Kalabak köyle-
rine yerleşmişlerdi341. Daha sonraki dönemde Karakuzulu köyü tümüyle
Derici aşireti tarafından kurulacaktı.
Aşiretlerin Güzelhisar kazası çevresine yerleştiği dönemde bölgede yeni
bir pazar yeri ihtiyacı doğmuştu. Bölgenin giderek yükselen değeri Aliağa
Çiftliği’nden bazı kişilerin talebi üzerine 17 Mart 1867 (10 zilkade 1283) tari-
hinde köyün yakınında Pazar günleri hafta pazarı kurulmasına karar verildi342.
Aliağa Çiftliği’nin yükselişine paralel olarak Güzelhisar’ın çöküşü sür-
mekteydi. Kaza, 1868 yılında nahiye statüsüne indirildi ve Foçateyn kaza-
sına bağlandı343. Ancak bu karar Foçateyn ile Güzelhisar arasındaki ula-
şım imkanları pek göz önünde bulundurulmadan alınmış gibi görünmekte-
dir. Nitekim Güzelhisar nahiyesi 10 yıla yakın bir süre Foçateyn kazasına
bağlı kalmış, olasılıkla Güzelhisarlıların şikayetleri sonucunda bu kez köy
statüsünde 1879 yılından önceki bir tarihte daha kolay ulaşılabilen bir ko-
numda bulunan Menemen kazasına bağlanmıştır344.
1877/1878 yılında Balkanları kana boyayan ve Rumeli’deki toprak-
ların büyük bir kısmının elden çıkmasına neden olan Osmanlı-Rus Sa-
vaşı sonucunda Anadolu’ya geçen muhacirlerin bir kısmı da Menemen
ve Güzelhisar havalisine yerleşti345. Bu muhaceret Osmanlı Devleti’nin
Balkanlardaki ilk çözülmesi olacak, ancak sonuncusu olmayacaktı.
Daha sonra Balkan Savaşları bozgunu346, Cumhuriyet’in kuruluşu ile
gerçekleşecek Türkiye-Yunanistan arasındaki Mübadele Antlaşması
ve Bulgaristan Devleti’nin Müslümanlar üzerine uyguladıkları asimi-
lasyon politikaları sonucu bölgemiz, 1990’lı yıllara dek payına düşeni
fazlası ile alacaktı.
340
Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, (İstanbul 1987), 118.
341
İbrahim Gökçen, Saruhan’da Yörük ve Türkmenler, (İstanbul 1950), 94-95.
342
Yıldırım 2001, 261.
Osmanlı Devlet Salnamesi, 1285 (1868), Def’a 23, 179-180; Alıntı için bkz. Erkan Serçe, Aydın
343

Vilayeti Salname ve İstatistiklerinde Foçateyn Kazası, Foça Üzerine Yazılar, (İzmir, 1998).
1296/1879 yılı Aydın Vilayeti Salnamesi’nde Foçateyn kazasına bağlı nahiye ve köyler arasında
344

Güzelhisar-ı Menemen nahiyesi yer almamaktadır.


345
Güzelhisar’a gelen 93 (1877/1878) muhacirlerinin ayrıntılı tasviri için bkz. Yıldırım 2001, 195-198.
346
Balkan Savaşı'na katılan Güzelhisarlılar için bkz. Yıldırım 2001, 200-204.

184
29 Temmuz 1880’de sabah saat 4.53’de Batı Anadolu’da merkezi
belli olmayan büyük bir deprem oldu. Bursa’dan Rodos’a (Balıkesir, Ay-
valık, İzmir, Muğla) kadar çok geniş bir alanda kendini gösterdi. Sadece
Menemen’de 1.140 evden 455’i yıkıldı. 220 ev oturulamayacak hale gel-
di. Kuşkusuz bu deprem Aliağa Çiftliği ve Güzelhisar’da da yıkım yapmış
olmalıdır347. Aliağa Çiftliği’nin yönetim nezdinde de giderek yükselişine
tanıklık edecek olaylardan biri de köye, eskiyen kilise binasının yeniden
inşası için 1896 yılında alınan izindir.

Aliağa Çiftliği’ndeki kilise Padişah iradesi ile


yeniden inşa ediliyor
Aliağa Çiftliği’nde eski kilisenin yerine yeni ve daha büyük bir kilise-
nin yapılacağını, dönemin sadrazamı Halil Rıfat Paşa’nın Rumi 28 Mart
1312 (Hicri 25 Şevval 1313) tarihli padişah katına gönderilen bir arzdan
öğrenmekteyiz. Bu arza göre, Aydın Vilayeti dâhilinde Menemen kazasına
tabi Aliağa Çiftliği karyesindeki Rum kilisesinin harab olması nedeniyle
yeniden inşası için Rum Patrikliği’nden sadrazamlık makamına bir dilekçe
gönderilmiştir. Bu dilekçeden Aliağa Çiftliği’nde tümüyle Rum cemaatine
bağlı 180 hanede 900 nüfusun yaşadığını, eski kilisenin arazisine cemaat
tarafından karşılanacak 70.000 kuruş bir masrafla 22.16 m uzunluğunda,
14.00 m genişliğinde ve 9 m yüksekliğinde tümüyle yeni bir kilisenin inşa
edilmek istendiğini öğreniyoruz. 348
Daha sonra padişah tarafından verilen izin ile yeni kilisenin planları ve
ön keşif raporları hazırlanır. Söz konusu kilisenin hazırlanan projesinde
yapılacak tüm masraflar kalem kalem en ince ayrıntısına kadar hesapla-
narak kâğıda dökülür. 7 Temmuz 1311 tarihinde Menemen Belediyesi’nin
Mimarı İstirati Efendi tarafından hazırlanan ön keşif defterindeki kayıtlar-
dan bu kilisenin Hagia Pandeleimon’a adandığı ve bu adla anılacağı an-
laşılmaktadır.349
İstrati Efendi tarafından hazırlanan keşf-i evvel defteri −ön keşif raporu−
inşa edilecek ve önceki kilise hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir:
“Menemen kaza mülhakatından Aliağa Çiftliği karyesinde kâin Aya Pan-
delimon kilisesinin müceddeden inşa edileceğinden kilise-yi mezkûrun
tanzim olunan haritası mucibince keşf-i evvel defteridir.
Evvelen: Atik kilise arzen sekiz tulen on sekiz metrodan ibaret iken
şimdi inşa olunacak kilise arzen on dört tûlen yirmiyedi buçuk ki ceman
üç yüz otuz sekiz metro ve seksen santim metro murabbadır. Arzen altı

347
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi VIII, Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devirleri (1867-1907), 495.
348
BOA.İ.AZN. 0019 0013 003. 001 ve 004.001.
349
BOA.İ.AZN. 0019 0013 003. 001 001.

185
metro ve tûlen dokuz buçuk metro ilave olunacak mahall kilise-yi atikin
havlusundandır. Ve kilise dahi havlu derununda olacaktır.
Saniyen: Zeminden kilisa tabanı bir buçuk metro yüksekliğinde olacak
ve tabandan iki taraf duvarları altışar metro irtifaında ve kubbenin devri
tabandan on iki metro irtifaında yapılacaktır.
Salisen: Mezkur kilisenin tanzim olunan haritasında …olunduğu vechi-
le yedi kapu açılacak bunların üçü garb tarafından ve ikisi kıble ve diğer
ikisi cenub tarafındandandır. Garb tarafında olan üç kapunun arzen bir
buçuk ve irtifaen üç metro yüksekliğindedir. Ve kıbleye açılacak cenub
tarafında dört kapunun ikisi bir buçuk metro arz ve üç metro irtifaında
olacağı gibi diğer iki kapunun da yetmiş beş santimetro arz ve irtifaı iki
metro yirmi santimetro olacaktır.
Rabien: Yapılacak otuz bir pencereden aşağıda olan sekiz pencerenin
arzen bir metro on santimetro ve irtifaen iki buçuk metro ve yedisi arzen
seksen santimetro ve irtifaen iki metro ve yukarıda olan on altısı arzen
yetmiş santimetro ve irtifaen bir buçuk metro olacaktır.”

Söz konusu kilise yaklaşık 26 yıl hizmet verdikten sonra Eylül 1922’de
kısmen yanacak ve 1924 yılından itibaren Çarşı Merkez Camisi olarak
günümüze değin kullanılacaktır.

Belge 09. Aliağa’da inşa edilen Rum kilisesinin Padişah iradesi


(Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

186
Belge 10. Kilisenin keşif defteri
(Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

187
Belge 11.
Günümüzde Merkez camisi olarak kullanılan yapının Aya Pandelimon Kilisesi olarak
planı (Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

İlk arkeologlar ve bölgedeki antik kentlerde başlayan kazılar


Aliağa Çiftliği her yönden Antik Çağ'da ünlenmiş kentlerin harabeleri
ile çevrilidir. Aiolis’in başkenti Kyme ile Larissa, Myrina ve Elaia ile Yunt
Dağı üzerindeki Aigaia önce Avrupalı seyyahların, daha sonraları arkeo-
log ve tarihçilerinin ilgisini çekmeye başlar. Bölgedeki en ünlü toprak sahi-
bi olan Manolaki Baltazzi ve çocukları Aristeides ile Demosthenes, arkeo-
loji ve tarih meraklısıdır. Çevrelerindeki antik kentlerle ve oralardan gelen
eserlerle ilgilenmektedirler.
1880 yılının yaz mevsiminde deprem felaketi sırasında Aliağa Çiftli-
ği köyüne bölgenin monoton yaşamına canlılık getirecek bir grup genç
Fransız araştırmacı gelir. Anlaşıldığı kadarıyla arkeologlardan oluşan bu
Fransız bilim heyeti Aliağa Çiftliği sınırları içinde geniş arazilere sahip olan
büyük toprak sahibi ve arkeoloji meraklısı Aristeides Baltazzi tarafından
davet edilmiştir. Kardeşi Demosthenes (Dimosten) Baltazzi ise daha önce

188
geniş arazilerinin içinde yer alan Kyme350, Myrina ve Pitane (Çandarlı) gibi
ören yerlerinde kazılar yapmış, Osman Hamdi Bey ile birlikte Lübnan’da-
ki Sayda kentinin mezarlığında yapılan kazılara katılmıştır. Daha sonraki
yıllarda da İstanbul’da Müze-i Hümayun’un kurulması için canla başla ça-
lışacaktır. Osmanlı Devleti kendisini ilgisinden dolayı Aydın Vilayeti Asar-ı
Atika Müfettişliği görevine atamış ve Bey ünvanı ile onurlandırmıştır.
Atina’daki Fransız Arkeoloji Okulu Myrina’ya (Kalabakhisar) yaşları
20-24 arasında olan Edmond Pottier, Salomon Reinach ve A. Veyries adla-
rında akademik olarak istikbal vaat eden ancak tecrübesiz 3 genç gönder-
miştir. Veyries, 1882 yılında kazıda hastalanır ve İzmir’de ölür. Diğer ikisi 3
yıl boyunca antik kentin mezarlığında kazı yaparak binlerce mezar ortaya
çıkarırlar. Bunların içinden bol miktarda pişmiş topraktan yapılma küçük
heykelcikler çıkar. Myrina’da çalışan Fransızlar ile Pergamon’da kazı yapan
Alman heyetleri Demosthenes Baltazzi’nin rehberliğinde Dumanlı ve Yunt
dağlarında keşif gezileri ve kazılar yaparlar. Böylece bölgede daha sonraki
yıllarda gerçekleştirilecek kazı ve araştırmaların yolunu açarlar351.
1860’lı yıllarda bir Fransız denizci olan Mösyö Guichon Güzelhisar Çayı
vadisinde gezerken Uzunhasanlar köyünün yakınlarındaki bir oyukta büyük
bir alçak kabartma görmüştür. Seyyaha göre bu kabartma Asur stilindedir (?)
ve olasılıkla Karabel Geçidi üzerindeki eskilerin değimiyle Sesostris kabart-
masına −daha sonra Luvi/Hitit üslubunda bir savaşçı olduğu anlaşılacaktır 352−
benzemektedir. 1881 yılının Şubat ayından itibaren Salomon Reinach
ve Demosthenes Baltazzi, bu kabartmayı defalarca ararlar ancak Mösyö
Guichon’un mektubunda çok ayrıntılı tarif etmesine karşın bulamazlar353.
350
Hamit Zübeyr Koşay - E. Zarif Orgun - Sadi Bayram - Erdoğan Tan, Osmanlı İmparatorluğu ve
Türkiye Cumhuriyeti Çağlarında Türk Kazı Tarihi Cilt IV, 249, Türk Tarih Kurumu, (Ankara 2013).Bab-i
Âli Canib-i Âlisi’ne Aydın Vilayet-i’nin Müze memuru izzetlü Dimosten (Baltacı) Bey marifetiyle oralarda
icra etdirilen hafriyat ve zuhur eden eşyanın Müze-i Hümayun’a nakli mâsarafiyle mumaileyhin azimet
ve avdet harcırahı olan yedi bin yüz elli yedi buçuk kuruşun tesviyesi bu kere Müze-i Hümayun
Müdiriyet-i âliyyesi tarafından bâ tezkere iş’ar olunmuş ve zuhur eden eşyadan altı parçası gayet
kıymetdar âsar-ı nefiseden ve bunun beş kıt’ası memur-i mumaileyhin çiftliği dâhilindeki araziden ve
bir kıt’ası dahi Aydın’da zuhur eylediği müdiriyet-i müşar’ün ileyhanın ifade-i şifahiyesinden anlaşılmış
ve mâsarif-i mezkûre hadd-i itidalde olup kabulü Nezaret-i çakerice tensip kılınmış olmağla nezd-i
sâmî-i cenab-ı Sadâretpenahilerinde dahi rehin-i tasvib buyurulduğu takdirde meblağ-ı mezburun
Müze-i Hümayun tahsisatından tesviyesi hususuna müsaade-i celile-i daveri efhamîlerinin sezavar
buyurulması babında. 22 Şaban 305 21 Nisan 304 (1304 R/03.05. 1888M). Müze-i Hümayun
Müdiriyet-i Canib-i Âlisi’ne. Kuruş para 2.220 Nemrut’da (Kyme) icra olunan hafriyatda vuku bulan
mâsarifat v.s.
E. Pottier-S. Reinach, Bulletin Correspondance de Hellenique 6, 1882, 197-202, 388-433, 557-
351

580; BCH 7, 1883, 81-95, 204-230, 440-447, 493-501; BCH 9, 1885, 158-160, 165-207, 359-374,
485-493; BCH 10, 1886, 81-94, 210-215, 315-325, 475-485; E. Pottier-S. Reinach, La Nέcropole de
Myrina, (Paris, 1887).
J. D. Hawkins, Tarkasnawa, King of Mira:Tarkondemos, Boğazköy Sealing and Karabel, Anatolian
352

Studies 48, 1998, 1-32.


Chronique d’Orient 1885, 107-109 (5.72-3). Söz konusu kabartma o tarihten itibaren çok sayıda
353

araştırmacı tarafından aranmasına karşın henüz bulunamadı.

189
Belge 12.
1880’de Aliağa Çiftliği’ne gelen E. Pottier, S. Reinach ve A. Veyries adlı üç genç, Aristide
Baltazzi’nin topraklarındaki antik kentlerde kazılar yapar. (Arşiv: Aiolis kenti Myrina kent ve
arazisini sistematik araştırma programı, Prof. Dr. Stephane Verger, Paris, 2010.)

190
Belge 13. 1880-1882’de Aliağa Çiftliği’nden bir görünüm
Salomon Reinach, 1880-1882 yıllarında Aristide Baltazzi’nin evinde kaldığı sırada, arka
planda Myrina, Kalabassary tepeleri manzaralı olarak Aliağa körfezinin bu resmini yaptı.
(Arşiv: Aiolis kenti Myrina kent ve arazisini sistematik araştırma programı, Prof. Dr. Stephane Verger,
Paris, 2010)

1882 yılında, Atina’daki Fransız Arkeoloji Okulu adına Michel Ar-


mand Clerc Aigai’nin mezarlığında kazı çalışmalarını başlatacak354, bi-
limsel yöntemlerden uzak, düzgün bir şekilde kayıt altına alınmamış kısa
süreli bir kazı dönemi boyunca kendi ifadesine göre on ile on iki bin ara-
sında mezar barındıran antik kentin nekropolünde yaklaşık 450 mezar
açacaktır355.
1880’li yılların başlarında Pergamon’da araştırma ve kazılara başla-
yan Alman heyeti de Aigai (Nemrut Kalesi) antik kenti ile ilgilenmektedir.
Kazı heyetinden Richard Bohn, Mimar Fabricius ile birlikte 1885 yılının
Kasım ayında Demosthenes Baltazzi Bey’in rehberliğinde ören yerini ilk
kez olarak ziyaret eder ve ören yerindeki kalıntılardan çok etkilenirler. Bir
yıl sonra (1886) yaz mevsiminde Pergamon’dan hareket eden bir Alman
ekibi sadece bir mevsim Aigai’de bir yüzey araştırması ve harita çalışma-
sı yapacak ve sonuçları da gecikmeden yayınlayacaktır356.

354
Reinach 1891, 268.
355
Clerc 1891, 213-237.
356
Carl Schuchardt-Richard Bohn, Altertumer von Aegae, (Berlin, 1887).

191
Harita 04.
Reinach ve Pottier’in 1882 tarihli haritasında Güzelhisar Tuzlası tüm detaylarıyla yer
almaktadır. (Arşiv: Aiolis kenti Myrina kent ve arazisini sistematik araştırma programı, Prof. Dr.
Stephane Verger, Paris, 2010.)

192
Harita 05.
Reinach ve Pottier’in 1882 tarihli haritasında Myrina antik kenti ve Güzelhisar deltası
(Arşiv: Aiolis kenti Myrina kent ve arazisini sistematik araştırma programı, Prof. Dr. Stephane Verger,
Paris, 2010)

Bölge arkeologların ilgisini çekmeye devam etmektedir. Ahenk gaze-


tesinin 8 Haziran 1900 tarihli nüshasında yayınlanan bir haberde yeni bir
kazı girişiminden söz edilmektedir:
“Menemen kazası dâhilinde ve Gedüs nehri kenarında vaki olup kadimen
[eskiden] “Larisa” yad olunan [olarak anılan] Buruncuk karyesinde asar-ı
atika hafriyatında [eski eser kazısında] bulunmak üzere İzmir’de sakin
Almanya zevat-ı fehimesi tebasından Doktor Yohan Palavu [Johan Bo-
ehlau] tarafından makam-ı celil canib-i vilayet penahiye müracaat edilmiş
olmağla icab eden muamelenin derdest icra bulunduğu işidilmiştir.” 357

Larisa kazılarının 1902 yılı Nisan sonuna kadar devam ettiği yine
Ahenk gazetesinin değişik nüshalarında takip edilir.
“Menemen kazası dâhilinde Larisa şehr-i kadimi harabesinde icra-yı haf-
riyata mezun olan Mösyö Palavu’nun bu günlerde hafriyata tekrar müba-
şeret edeceği ve hafriyat-ı mezkureye taraf-ı hükümet-i seniyeden nezaret
etmek üzere bundan evvel Milit [Miletos] harabesi hafriyat komserliğinde
bulunmuş olan Mimaroğlu Vangel Efendinin tayin bulunduğu işidilmiştir.” 358

Ahenk 1156, 8 Haziran 1900; 1654.24 kanun-i sani 1902; 1661. 2 Şubat 1902; 1665, 6 Şubat
357

1902.
358
Ahenk 1650.21 Kanun-i sani 1902.

193
Larisa kazısı zaman zaman yetkililer tarafından ziyaret edilmektedir. Ör-
neğin, kazı sırasında İzmir Maarif Müdürü İsmail Nail Bey ile Şimendifer Di-
rektörü Mösyö Goden ören yerini ziyaret ederler ve kazı başkanından bilgi
alırlar359. Ahenk gazetesinin ilgisi kazının sonuna kadar devam edecektir360.

Baltazzi ailesi ve Aliağa İskelesi’nin geliri


Aliağa Çiftliği ve Arap Çiftliği köylerinin arazilerinin 19. yüzyılın başla-
rından itibaren büyük ölçüde Baltazzi ailesi mensuplarının mülkiyetinde
olduğu anlaşılmaktadır. Zaman içinde bu varlıklı aile köyün gelişmesine
daha fazla katkıda bulunacak bir eyleme girişmiş ve kıyıya yeni bir iskele
inşa etmişlerdir. Bu iskeleye yanaşan gemilerle hayvan ve saire ihracat ve
ithalat yapılmakta, dolayısıyla Baltazzi ailesi İskele Vergisi toplamaktadır.
Bu konuda halkın şikâyetleri gecikmez. Kampanyanın başını ise Ahenk
gazetesinin muhabirleri çekmektedir. İskelenin Baltazzi ailesinin elinden
alınıp gelirlerinin kamu yararı için kullanılmasına yönelik sık sık gazetede
haber yapmaktadırlar. Özellikle 1899 yılında hükümeti ve vilayet makam-
larını etkilemek amacıyla yayınladıkları iki yazı ve bu yazılarda kullandık-
ları üslup oldukça etkileyicidir. Ancak yetkililerin etkilenmedikleri, yayınla-
rın sonuçsuz kaldığı anlaşılmaktadır:
“Menemen’e üç üç buçuk saat mesâfede olup Menemen’in hemen mah-
reç ve mevridi [yakın kapısı] denilecek bir derecede olmak hasebiyle
şâyân-ı ehemmiyet [dikkate değer önemde] bir mevkide bulunan Alia-
ğa Çiftliği’nde Baltacızâdeler tarafından yapılmış bir iskele vardır. Bu is-
keleye yanaşan gemilerle hayvan ve saire ithalatı ve ihracatında sene-i
hâliyece para-ı istihsâl edilmekte imiş. Böyle bir hâsılatı [gelir] fuzuli [boş
yere] olarak diğerinin yed-i tasarrufunda [sahipliğinde] birikmekten ise
mahalli emr-i maarifine [yerel eğitimin hizmetine] veyahut başka bir husu-
sa sarf etmek ve bu iskele hâsılatının bir kat daha tensik ve tevsiki cihe-
tine [düzenleme ve sağlamlaştırma yoluna] gidilmek daha nâfi musibdir
[yararlı ve sevaptır] Binâen-aleyh [Bundan dolayı] keyfiyeti ulya-ı umur
efendimiz hazretlerinin nazar-ı dikkatlerine ehemmiyetle arz ederim.” 361

Aynı istek gazetenin 13 gün sonraki bir nüshasında tekrar edilmektedir:


“Menemen Aliağa Çiftliği’nde ve sahil-i bahride [deniz kıyısında] olub
Baltacı zâdeler tarafından fuzuli olarak idare edile gelmekte olan iskele
hâsılatının mahalli umur-u maarifine [yerel eğitim işlerine] veyahut diğer

359
Ahenk 1679, 23 Şubat 1902.
Ahenk 1683, 28 Şubat 1902; 1722. 19 Nisan 1902; 1727, 25 Nisan 1902; 1743, 21 Mayıs 1902;
360

1749, 28 Mayıs 1902.


361
Ahenk 928, 4 Eylül 1899.

194
bir emr-i hayıra sarf ve i’ta edilmek üzere istirdâd-ı idaresi [idaresinin geri
alınması] daha hayırlı olacağını evvelki nüshalarımızın birinde yazmış ve
merci-i aidinin sorumlu olan makamın nazarı dikkatini celb etmiş idik. Bu
kerre mahalli mekâtibimizin verdiği mal’ûmâta nazaran [bilgiye göre] se-
nei iki yüz liraya karîb [yakın] bir vâridât temin [gelir elde] etmekte olan
mezkûr [söz konusu] iskele Baltacı zâdeler tarafından idare ve diğer biri-
ne ilzâm ve ihâle edilmekte imiş. Bu gibi oldukça mühim bir vâridâtı baş-
kasının der-ceb etmesinden ise evvelce dediğimiz gibi bir emr-i hayıra
sarf etmek daha nafi [yararlı] ve hayrıandır [hayırlıdır]. Binâen keyfiyet
tekrar ulya-yı umur hazaratının nazar-ı dikkatlerine arz ederim.” 362

2.500 yıllık rota değişikliği: İzmir-Bergama şosesi


Aliağa Çiftliği’nden geçiyor
İzmir çıkışlı olarak Manisa’dan itibaren bir taraftan Alaşehir’e diğer taraf-
tan Akhisar’a ulaştırılan demiryollarının yanında, kara yolunun harap durum-
da olduğunu gören bazı teşebbüs sahipleri, Menemen ile Bergama’yı Aliağa
Çiftliği üzerinden bağlayacak bir demiryolu inşası için vilayet makamlarına
başvururlar. Söz konusu istek Hizmet gazetesinde şu şekilde haberleştirilir:
“Menemen’den Bergama ve Dikili ve Soma ve Kırkağaç taraflarıyla
Manisa’ya müntehi olmak [son bulmak] üzere bir demiryolu imtiyâzının
Nişan Harnus Efendi tarafından makam-ı celil-i vilâyete mürâcaâtla
istid’â’ kılındığı [dilekçe verildiği] işitilmiştir.” 363

Bu girişimin neden sonuçlanmadığı konusunda daha sonraki gazete


haberleri suskun görünmektedir. Söz konusu tren yolunun Aliağa’ya ulaş-
ması için hemen hemen bir yüzyıl beklemek gerekecektir. Bergama’ya
ulaşması için ise ne kadar bir süre daha beklenmesi gerektiği bilinmemek-
tedir.
Yaklaşık 2.300 yıldan beri Pergamon’u Smyrna’ya [Bergama-İzmir]
bağlayan kara yolu, toprak patika halinde Karahasan Dağı’nın batı etek-
lerine paralel olarak Öküzköy (Yukarı Şehitkemal köyü) altına, buradan
doğuya dönerek Güzelhisar’a ulaşmaktaydı. 19. yüzyılın ikinci yarısında
Aydın Vilayeti yöneticileri yolun rotasını Buruncuk köyünden sonra Hel-
vacıköy Ovası’nın ortasında günümüzdeki rotaya çekip, yol standardını
şose düzeyine yükseltmek ve Aliağa Çiftliği köyünün içinden geçirerek
Bergama’ya ulaştırmak isterler. Bu rota değişikliği hem mantıklı hem de
liman ve iskele olanakları doğrultusunda önemi artan Aliağa Çiftliği’nin
hakkı gibi görünmektedir. Ancak bunun için söz konusu yeni rota üzerinde
çok sayıda yeni köprülerin yapılması, standardı yüksek bu şosenin ise

362
Ahenk 936, 13 Eylül 1899.
363
Hizmet 34, 9 Mart 1887.

195
söz konusu rotanın etrafındaki köylerin ahalisinin bedelen [yol vergisi ve-
rerek] ve bedenen [ya da bizzat çalışarak] katkısı gerekmektedir364. Uzun
yıllar boyunca sarf edilen mesainin ciddiyetsizliğinden dolayı bu şose yolu
bitirilemez. 1887 yılında Menemen Kaymakamı Hüseyin Halis Bey’in gay-
retleri ile yeniden başlatılır365. Bu tarihten iki yıl sonra yola ilişkin şikâyetler
devam etmektedir. Bu şikâyetlerden birisi de şöyledir:
“Menemen’den Bergama’ya kadar yapılacak şose tarikinde [yol] yüz bin
amele çalıştığı halde muntazam bir metre yol olmadığı gariptir. Bu kadar
amelenin mesâi-i vücudiye ve nakdiyesi ile Menemen’den Bergama’ya
şimendifer yapılabilirdi zannederim.” 366

Yukarıda eleştiri içeren gazete haberine yanıt Vilayet Baş-


mühendisliği’nden beyan-ı hakikat başlığı ile gelir ve inşa edilen şose
ile ilgili ayrıntılı rakamlar verilir. Vilayet makamından verilen yanıta göre
kasaba ile Gediz Çayı arasında 6 bin 740 m şose tamamlanmış, Gediz-
Bozköy, Bozköy-Tuzla, Tuzla-Çaltılıdere, Çaltılıdere-Bergama arasındaki
menzillerde çalışmalar yer yer devam etmektedir. Kaza yönetimleri tara-
fından yol yapımı için görevlendirilen köylerin gönderdikleri amele sayısı,
yüz bin değil dört yıl boyunca sadece otuz bindir. Bunlar da çok çalışma-
dıkları için ancak yarı sayıdaki amele kadar iş görmektedirler367.
Aradan birkaç yıl geçince devlet bu yol işinin çevre köylerin çalışma-
ya gönülsüz ahalisiyle olamayacağını anlar ve müteahhidlik sistemine
geçer. Menemen-Bergama arasındaki şose köprü ve menfez inşaatları
müteahhidler tarafından yapılmaktadır. Örneğin, uzun bir süre Mene-
men-Bergama kara yolunun yapımı, Nişan Harnus Efendi tarafından
üstlenilmiştir368. 1914 yılına geldiğimizde söz konusu şosenin hala bi-
tirilemediği, yeni müteahhidin ise Emirlerhancısızâde Refik Bey oldu-
ğu anlaşılmaktadır. Gazete haberinden “Menemen-Bergama tariki için
Menemen-Bergama tariki müteahhidi Emirlerhancısızâde Refik Bey ta-
rafından verilen istid’â’ üzerine mezkûr tarik keşifnamesinde mesâfede
zuhur eden farktan dolayı ihâle bedeline 12.000 küsûr kuruşun zammına
encümen-i vilâyetçe karar verildiğini ” öğreniyoruz369. Ancak bazen hangi

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yol ihtiyacı ve girişimler için bkz. Ali Rıza Gönüllü, Osmanlı
364

Devleti’nin son döneminde yol vergisi, Selçuk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, No.10115,
2011, 289-330.
365
Hizmet 98, 29 Teşrin-i evvel 1887.
366
Hizmet 242, 26 Mart 1889.
367
Hizmet 243, 30 Mart 1890.
368
Ahenk 1448, 11 Mayıs 1317, 24 Mayıs 1901.
369
Ahenk 5502, 30 Temmuz 1330, 12 Ağustos 1914.

196
kazanın daha acil şose yola ihtiyaç olduğuna, hangisinin ertelenebilir
olduğuna dair tuhaf haberlere de rastlanmaktadır.
Tuhaf sözcüğü Ahenk gazetesinde kaleme alınan bir yazı okunduğun-
da daha iyi anlaşılmaktadır:
“Menemen’den yazılıyor. Bir memleketin servet ve ma’mûriyetini arttı-
racak, bir memlekete büyük şeref ve şöhret kazandıracak şu munta-
zam şose yollarıdır. Rençberan ve erbâb-ı san’âtımızın sin ve ikdâmları
neticesi olan mahsûlât ve metâlarını şehirlere nakl ile istifâde-yi külli-
ye temin etmelerine yardımcı olacak şose yollardır. Bir emrin tesviye-
si için azimete lüzum görülen bir memleketin evvel emirde ‘muntazam
ve doğru yolu var mıdır?’ diye sual olunur. Şu satırları karalamadan
maksad-ı âciz-ânem kazamız mülhakından bulunan Aliağa Çiftliği’nden
Menemen’e mümted [uzayan] olan tarikin adem-i intizamı [düzeni olma-
ması] hakkında geçenlerde ‘Pertolussi’ imzasıyla muhterem ceridenizin
bir nüshasında derçedilmiş [yayınlanmış] olan varaka mündericatını
[kağıdın içindekileri] teyid etmektedir. Fakat bendeniz burada Aliağa
Çiftliği tarikinin adem-i intizamından [düzenli olmamasından] bahs et-
meyeceğim. Aliağa Çiftliği bir müdürün idaresinde büyücek bir mahalle
ve rüsumat dairesi ve Menemen A’şar Ambarı ve bir de Karakolhâne
mevcûd olmasından naşi gerçi hâiz-i ehemmiyet bir mahal ise de şim-
dilik henüz bir kariye demek olduğundan mahzâ [sadece] Aliağa Çiftli-
ği için bir şose tariki inşasına o derece hacet yoktur. Fakat vilâyetimiz
dâhilinde muntazam şose yoluna eşedd-i ihtiyaç [şiddetli gereksinme]
ile muhtaç olan ve vilâyetimizin en münbit [verimli] ve mahsûl’dâr [be-
reketli] en mümtâz ve en cesimi [cismi] olan ve yedi büyük nahiye ve iki
yüz kırkı mütecaviz kurayı [köy] muhtevi olup şose yolundan mahrum
bulunan Bergama kazâsından bahsedeceğim.” 370

Bu görüş gerçekten de tuhaftır, çünkü Bergama kazası ile Aliağa Çiftli-


ği yol konusunda birbirlerine rakip olmak bir yana aynı rotanın üzerindedir.
Menemen’i Bergama’ya bağlayan şose yolunun Aliağa Çiftliği’nden başka
bir rotadan geçmesi imkân dâhilinde değildir. Dolayısıyla şose yolun Alia-
ğa Çiftliği’ni atlayıp Bergama’ya ulaşması imkânsızdır.
Bir taraftan bu şosenin inşaatı devam ederken, diğer taraftan meyan
kökü arayanlar yol kenarlarını bilinçsizce kazarak tahrip etmektedirler371.
Şose için diğer bir tehlike de köprü ve menfezlerin köşe taşlarını ve diğer ak-
samlarını çalan devecilerdir. Bu durumu, deveci esnafının çöküşünün baş-
langıcı olarak da görebililiriz;
“Bazı kendini bilmezlerin cüz’i [az] bir istifâde için köprü ve menfez-
lerden taşları söküp almaları ve bil’âhire o köprü ve menfezlerin

370
Ahenk 1101, 17 Mart 1316. 30 Mart 1900.
371
Ahenk 1372, 19 Şubat 1902.

197
inhidâmına [yıkılmasına] ve yeniden tamir yahut inşâ’sı için külliyet-
li masraf ihtiyâcına sebebiyet vermeleri gibi alçakçasına hareketlerin
devamı nazar-ı müsâmaha [hoşgörü] ile görülemeyeceğinden bu suça
yönelenlerin tahkik edilerek [soruşturularak] kanun önüne çıkarılmaları
için Menemen ve Bergama kaymakamlıklarına emir verilmektedir.” 372

Güzelhisar ve Kunduz çayları üzerindeki köprü ve menfezlerin tami-


ri, ahşap kesimlerin demir aksamlarla değiştirilmeleri için gerekli 32.000
kuruş bulunur ve çalışmalar 1901 yılında Müteahhit Nişan Harnus Efendi
tarafından başlatılır373.
Güzelhisar ve Kunduz çayları gibi nispeten dar ve sığ akarsuların
köprülerle geçilmesi daha kolay olmasına karşın Gediz Çayı üzerine
ilk ahşap köprü yapımı ancak 1915 yılında başarılır. Bu köprü, 1935
yılında Kazım Dirik veya Beşli olarak anılan betonarme köprünün inşa-
sına kadar, zaman zaman Gediz’in âdeti olduğu üzere sellerle tahrip
olmasına karşın, hizmet görür. Bu ahşap köprünün Gediz’i geçtiği nok-
ta bugün işleyen modern köprünün 200 m doğusunda bulunmaktaydı.
Açılış töreni, 15 Mart 1915 tarihinde Vali Rahmi Bey’in de katılımıyla
yapılacaktır:
“Artık köprü sayesinde gelen geçenler ma’hûd [söz konusu] kayık,
daha doğrusu ecel beşiği muhatarasından [tehlikesinden] kurtulmuş
olacaktır.” 374

Çekirge afeti ile mücadele


Yaşadığımız toprakların bundan 100 yıl önceki en büyük sorununun
çekirge istilaları ve onlara karşı yapılan devlet destekli mücadele oldu-
ğunu öğrenmek günümüz okuyucusu için kolay anlaşılabilir bir bilgi de-
ğildir. Biri 16. yüzyıl içinde, diğeri 19. yüzyılın başlarında kayıtlara geçen
çekirge istilaları sadece bölgemizi değil, tüm Anadolu’yu yüzyıllarca uğ-
raştırmış olmalıdır. Özellikle tarım ağırlıklı bir toplumda ardından kıtlık ve
açlık getirmesi bakımından çekirgelere karşı mücadele, hayati bir önem
taşımaktaydı.
1880-1920 yılları arasında yayınlanan İzmir gazetelerinde bölgemize
ilişkin çekirge haberleri 1906 yılından itibaren görünmektedir:
372
Ahenk 1594, 10 Teşrin-i sani 1901.
Ahenk 1591, 10 Teşrin-i sani 1901.1901 ve 1902 yılları vilayet makamının Menemen-Bergama
373

şosesinin inşası için en fazla gayret gösterdiği yıllardır. Bu konuda gazetelerde yayınlanan haberleri
Ahenk gazetesinin şu sayılarında bulmak mümkündür. 1425, 27 Nisan 1901; 1448, 18 Mayıs 1901;
1505, 30 Temmuz 1901; 1596, 13 Teşrin-i sani 1901; 1598, 15 Teşr-i sani 1901; 1656, 28 Kanun-i sani
1902.
374
Ahenk 5733, 15 Mart 1915.

198
“Menemen’in dağ eteklerinde ürünlere zarar veren çekirgenin yok edilme-
si için Kaymakam Feridun Bey’in başkanlığında 25-30 işçi çalıştırılmakta
ve birkaç güne kadar tümünün imha edileceği ümid edilmektedir.” 375

Ancak bu mücadelenin sonuç vermediği, 1909 yılında başlayan ve


1914 yılına kadar haberlerde izlediğimiz çekirge istilasının tam bir afet
halini almış olmasından anlaşılmaktadır.
1909 yılının Nisan-Mayıs aylarında önce Menemen’de ortaya çıkan
çekirge sürüleri Manisa, Foça, Bergama kazalarının birçok köylerine at-
layarak bölgeyi dehşetli surette istila ederler. Kanatlanma zamanı da gel-
diğinden halk, üç günden beri haşaratın yok edilmesi için canla başla ça-
lışmaktadır376. Kaza sınırları içinde sadece Aliağa Çiftliği köyünde 60.000
kıyye (yaklaşık 62 ton) çekirge toplanıp yok edilmiştir377. Mayıs ayının son-
larında külliyetli miktarlarda imha edilmiş olmalarına karşın çekirgeler hala
büyük bir tehlike oluşturmaya devam ederler. Tam bu sırada çekirge kuş-
ları (sığırcıklar) bölgeye gelerek, orman ve çalı aralarına sıkışmış olanları
yok etmeye başlarlar378.
Ağustos ayı geldiğinde çekirge istilalarının zararları bütün açıklığı ile
görülmektedir:
“Menemen kazâsında bu yılın mahsûlü yüzde otuz derecede noksan
olduğundan ahâlinin gelecek seneki zirâati için tohumluk 7.500 kile buğ-
day, 11.000 kile arpa, 2.500 kile bakla, 500 kile burçak ve 12 kile nohu-
da ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır.” 379

1909 yılı boyunca çekirge mücadelesinin çok başarılı olmadığı anla-


şılmaktadır. Nitekim 1912-1914 yılları arasında İzmir ve civar ilçeler için
tam bir felaket dönemi olmuştur. Vilayetin yıllık bütçelerinde en büyük
masraf hanelerinden birini çekirge mücadelesine ayrılan meblağ oluş-
turmaktadır. Özellikle gazete haberleri içinde Aliağa Çiftliği, Çaltılıdere
ve Çoraklar köylerinde çekirgenin verdiği zararlar dikkati çekmektedir380.
Bu yıllar arasında Menemen’de kaymakamlık yapan Hilmi (Uran) Bey’in
hatıralarında kendisinin de belirttiği gibi, en büyük yeri çekirgelere karşı mü-
cadele tutmaktadır. Bu hatıralar içinde bu mücadeleye ayrılan bölüm gü-
nümüzde bu haşarat hakkında bilgisi olmayanlar için oldukça öğreticidir381.

375
Ahenk 2997, 29 Mayıs 1906.
376
Ahenk 3894, 23 Nisan 1909.
377
Ahenk 3903, 13 Mayıs 1909.
378
Ahenk 3913, 29 Mayıs 1909.
379
Ahenk 3977, 12 Ağustos 1909.
380
Ahenk 2987, 17 Mayıs 1906; Ahenk 5751, 9 Nisan 1331; Anadolu 127, 2 Mayıs 1912.
381
Bkz. Doğer 1998, 162-164.

199
1908 yılındaki seçimler
II. Meşrutiyet’in 23 Temmuz 1908’deki ilanından sonra Meclis-i
Mebusan’ın oluşturulması için seçim çalışmalarına başlanır. Birinci aşa-
mada tüm seçmenler her kazada ikinci seçmenleri, onlar da vilayet me-
buslarını seçeceklerdir. Menemen 13 seçim bölgesine ayrılır. 9. şube Ali-
ağa Çiftliği’nden İlya Efendi, 10. şube Güzelhisar’dan ise Muallim Musta-
fa, ikinci seçmen olarak seçilirler382. 11 Teşrin-i Sani 1908 tarihinde ikinci
seçmenler Liva mebuslarını seçerler. İttihat ve Terakki Fırkası’nın adayları
olan İzmir Müftüsü Said Efendi, Dava Vekili Çelebizade Seyyit Bey, Dr.
Ethem Bey, Aristidi Paşa, Nesim Mazilyah, Karalidi ve Ispartalı İstepan
efendiler mebus olarak İstanbul’a gönderilir.

Hastalıklar ve salgınlar
Aliağa ve çevre köyler hayvan ve asma hastalıklarından çok çek-
mektedirler. İzmir gazetelerinde yayınlanan hayvancılığa ilişkin haber-
lerin çoğu hastalıklara ayrılmıştır. Güzelhisar’da 1904 yılında yanıka-
ra hastalığı383, 1914 yılında keçi ve koyunlarda384, 1911 yılında Aliağa
Çiftliği’nde humma385 gibi hastalıklar gazetelere yansıyan haberlerden
bazılarıdır.
20. yüzyıla girerken değişik nedenlerle köye ilişkin haberler gazetele-
re düşmektedir. Örneğin, Aliağa Çiftliği’nde dikilen bağlara musallat olan
sarılık hastalığının nedenleri üzerine araştırma yapan Ziraat Müfettişi
Zaharyan Efendi, bu köyde bağ ziraatı yapılan toprakların 550’den fazla
kireç içerdiği ve hastalığın Amerikan asmaları içinde bu kirece taham-
mül edemeyen riparya gibi asma türlerinin bulunmasından doğduğunu
rapor etmektedir386. Aliağa Çiftliği aşar ambarlarındaki hububat, düşük
bir fiyatla satılığa çıkartılarak çiftçinin ucuz tohumluk edinmesi sağlan-
maktadır387.
1907 yılında Menemen Ziraat Komisyonu, Ahenk gazetesine gön-
derdiği bir yazıda bölge tarımı için önemli bir icadı haber vermektedir.
382
Ahenk 3723, 8 teşrin-i evvel 1908; Hizmet 2472, 8 Teşrin-i evvel 1908.
Ahenk 2389, 31 Mayıs 1904; 2392, 3 Haziran 1904; Bu hastalık sonucunda 11 baş hayvan telef
383

olmuş, Baytar Sait Bey köye gönderilerek gerekli tedavi uygulanmış ve hastalığın önüne geçilmiştir.
384
Ahenk 5506, 16 Ağustos 1914.
385
Ahenk 4424, 3 Şubat 1911.
386
Ahenk 2205, 21 Teşrin-i evvel 1903.
387
Ahenk 1933, 26 Teşrin-i sani 1902.

200
Menemen’de icra-i sanat etmekte olan demirci ustalarından Minas Za-
vuryan, üç sene evvel bir harman makinası icat etmiştir. İlk önce Sa-
lihzade Hafız Halil Efendi’nin harmanında tecrübe edilen makine daha
sonra ilgili memurlar ve çok sayıda çiftçinin gözleri önünde Ada Çiftlik-i
Hümayun’unda yeniden denenir. Bu deneme sırasında makinanın sa-
man ve taneleri asla kırmadığı, samanı gayet yumuşak çıkardığı tesa-
düfi bulunacak, meyan kökü, çalı, çomak gibi şeylerin çalışmasını ak-
satmadığı görülür. Makine, gayet basit ve kullanışlı olup, küçük bir ço-
cuk tarafından dahi işletilebilir durumdadır. Görenlerin ve kullananların
da teşvikiyle seri üretime geçen Minas Usta, kısa zamanda Çandarlı’da
Yani Çiftliği’ne bir, Grandi Çiftliği’ne beş, Baltacı Edward Bey’in Aliağa
Çiftliği’ne bir, Spiros Kâhya’nın çiftliğine bir adet patos makinası gönde-
rir. Bu nedenle Menemen Ziraat Komisyonu hizmetlerinden dolayı Mi-
nas Zavuryan’a teşekkür etmektedir388.
Aşağı Gediz vadisi 19 Kanun-i Sani 1908 gecesi saat 9 ile 9.30’da
iki şiddetli depremle sarsılır. Özellikle Foça-Menemen-Aliağa üçge-
ninde hasar büyüktür. İlk haberlere göre depremin merkez üssü Ge-
diz Çayı ile Dumanlı Dağı arasındadır. Menemen kazası dâhilinde
318’i tamamen 319’u kısmen olmak üzere yıkılan hane sayısı
637 olup 1.300 nüfus evsiz kalır. Rumca yayınlanan Amalthiya gaze-
tesinin verdiği habere göre en çok hasar Helvacı, Öküzköy, Bozköy,
Güzelhisar, Arap Çiftliği ve Aliağa Çiftliği köylerindedir. Menemen
kasabasının içinde 20 hane yıkılmış, 30 hane de hasar görmüştür.
Bozköy’de 60, Helvacı’da 120 hane yıkılmıştır. Güzelhisar ve Öküz
köyleri de tamamen harap olmuştur.
Sadece Menemen’in içinde 2.000 liralık hasar vardır389. Köylü gazete-
si ise Menemen’in içindeki hasarı çok ayrıntılı bir şekilde vermektedir390.
Felakete uğrayanlara yardım için Kaymakam Ali Rıza Bey ve Jandar-
ma Binbaşısı Rüstem Efendi başkanlıklarında komisyonlar oluşturulur.
Manisa ve İzmir’den gelen yardımlar, çadırlar, gıda ve battaniyeler fe-

388
Ahenk 3350, 23 Temmuz 1907.
389
Geniş bilgi için bkz. Ahenk 3805-3815, 21 Kanun-i sani 1908-2 Şubat 1908.
390
Köylü 117, 20 Kanun-i sani 1909.

201
laketzedelere dağıtılır. Olayın ciddiyeti İstanbul’a etraflıca anlatılır. Baş-
kent basını da olaya büyük ilgi gösterir. Hatta Direklerarası Tiyatrosu
sahnelediği oyunun bir gecelik hasılâtını gönderir391.

Aliağa Tuzlası’nda grev tehdidi
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde korunan 21 Haziran 1909 tarihli
Fransızca bir belge Duyun-u Umumiye teşkilatı [devlet borçları yöneti-
mi] içinde Foça tuzlalarında [Çamaltı, Ada ve Aliağa tuzlaları] tuz top-
layıp belirlenmiş bir fiyattan teşkilata tuz veren taşeronların grev teh-
didine ilişkin bir rapor olarak yazılmış olmalıdır392. Raporda taşeronlar,
işçilere verdikleri yövmiyelerin yüksek olduğu ve yeteri kadar kâr elde
edemedikleri gerekçesi ile topladıkları tuzun fiyatına yüzde 25 zam
yapılmasını istemektedirler. Söz konusu isteği değerlendiren Duyun-u
Umumiye’nin hukuk danışmanlığı yönetime bazı tedbirler önermekte-
dir. Hazırlanan rapora göre taşeronların, ücretlerin arttırılması konu-
sunda hakları bulunmamaktadır. Grev yapmaları halinde yönetimin tuz
taşeronlarını işten çıkarma hakkına sahip olduğu bildirilmektedir. Grev
halinde ise tuzlalar, ya doğrudan yönetim tarafından veya kiralama
yoluyla işletilecektir.
Söz konusu raporda 1906 yılındaki sel felaketinde kaybedilen stok-
lardan ve 1907 yılındaki yetersiz üretimden de söz edilmektedir. Eldeki
stokların gelecek Nisan ve Mayıs aylarına kadar ancak yeteceği, sonuç
olarak Foça’da 1909 yılı için 40-50 bin ton tuza ihtiyaç duyulacağı ek-
lenmektedir. Yeterli tuz üretilmediği takdirde yabancı tuzlalardan ithalat
yapılması gerekecektir.
Raporda ayrıca taşeronların işten çıkartılması durumunda da
tuzlaların başka yöntemlerle işletilmesinin zor olacağı, söz konusu
tuzlaların yaklaşık 10 km uzunluğuna bir araziyi kapladığı, yönetimin
elinde yeteri kadar su pompası, silindir ve ocak bulunmadığı belirtil-
mekte, grevi durdurmak için Dâhiliye Vekâleti’nin devreye girmesi de
tavsiye edilmektedir.

391
Ahenk 3819, 2 Şubat 1908.
392
BOA DH-MKT-02830-0098-001-001-002.

202
Belge 14.
Aliağa ve Çamaltı Tuzlalarında grev tehdidine karşı hazırlandığı bilinen, Başbakanlık
Osmanlı Arşivi’nde bulunan 21 Haziran 1909 tarihli Fransızca belgenin 1. sayfası
(Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

203
Belge 15.
Aliağa ve Çamaltı tuzlalarında grev tehdidine karşı hazırlandığı bilinen, Başbakanlık
Osmanlı Arşivi’nde bulunan 21 Haziran 1909 tarihli Fransızca belgenin 2. sayfası
(Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

204
Belge 16.
Aliağa ve Çamaltı tuzlalarında yaşanabilecek grev ile ilgili Başbakanlık Osmanlı
Arşivlerindeki belge (Başbakanlık Osmanlı Arşivi)

205
Rum Köyü Aliağa Çiftliği ve asayiş sorunları
Gazetelere yansıyan haberlere göre ahalisi hemen hemen tümüyle
Ortodoks Rum milletinden olan Aliağa Çiftliği, asayiş bakımından hiç de
sakin bir köy gibi görünmemektedir. Köyde, Menemen’deki Jandarma bö-
lüğüne bağlı bir karakol vardır. Buna rağmen yüzyılın başlarında Aliağa
Çiftliği’nde olay çoktur. 1912-1914 yılları arasında Menemen Kaymakamı
olarak görev yapan Hilmi (Uran) Bey, hatıralarında Aliağa Çiftliği’nin bu
durumuna değinmektedir:
“Benim zamanımda ilçeye bağlı hiçbir bucak taksimâtı yoktu. Bütün
köyler doğrudan merkeze bağlıydı. Helvacıköy ilçenin en büyük ve en
zengin köyü idi. Aliağa Çiftliği diye anılan Rum köyü de ilçenin deniz ke-
narında güzel ve büyük bir köyü idi. Burası vaktiyle hakikaten çiftlikti ve
ben İzmir’de maiyet memuru bulunduğum sırada çiftliğin o vakitki sahibi
olan Baltacı ismindeki bir Rum ile orada halk arasında ihtilâfın tahkikine
memur olarak buraya gelmiş ve vaziyeti mahallinde tetkik etmiş, halkın
tamamiyle çiftlik arazisi üzerinde teessüs ederek oturmakta olduğunu
anlamıştım. Mamafih, o vakit dahi köy kurulmuş bulunuyordu ve bu bir
emr-i vaki idi. Fakat çiftlik sahibi bu emr-i vakiye bir şey diyememekle
beraber, köylüye de ‘çiftlik arazisine tecavüz ediyorsunuz’ diye evlerinin
avlularından bir adım ileriye attırmıyordu. Köylü ise, edindikleri küçük
ve büyük baş hayvanları için otlak ihtiyacı için bar bar bağırıyordu. Her-
hangi bir toplu tecavüz hareketinde ise kadınlarla çocuklar büyük bir
yaygara ile hücum kıta’sının daima ön safında yer alıyordu.” 393

Köyde en ciddi suç eylemleri ve silahlı çatışmalar reji kolcuları ile tü-
tün kaçakçıları arasında gerçekleşmekteydi. Ekimi kontrollü ve satışı tekel
olan tütünün kaçak satışının yaygın olduğu anlaşılan bölgede Reji İdaresi
ile kaçakçılar arasında çatışma ve husumet eksik olmuyordu. Kolcuların
ve kaçakçıların etnik dağılımlarına bakıldığında, hem kolcular hem de
kaçakçılar arasında Osmanlı vatandaşı her türlü millet ve dinden insan
bulunmaktaydı. Örneğin, 1901 yılında Aliağa Çiftliği’ndeki bir meyhanede
meydana gelen silahlı bir çatışmada yaralayan ve yaralananlar tümüyle
Rum reji kolcularıydı394. Diğer bir gazete haberi de yine tütün kaçakçısı ile
kolcu arasındaki bir cinayete ilişkindir:
“Menemen kazası reji kolcularından Arnavut Ömer Çavuş evvelki Ce-
harşenbe [Perşembe] günü Aliağa Çiftliği’ndeki karakolda oturmakta
iken tütün kaçakçısı Arnavut Cemal tarafından husumet saiklerine meb-
ni kurşunla katl olunmuştur.” 395

393
Hilmi Uran, Hatıralarım, (Ankara 1959), 62-63.
394
Ahenk 1623, 15 Kanun-i evvel 1901.
395
Ahenk 2702, 9 Haziran 1905.

206
Reji kolcuları ile tütün kaçakçıları arasındaki çatışmalar sadece Ali-
ağa Çiftliği’ne özgü değildi. Gerek Menemen kasabasında gerekse batı
Anadolu’da birçok yerde bu çatışma son derece kanlı geçmekteydi396.
Aliağa Çiftliği’ndeki Rum ahalinin günlük yaşamında, daha çok adli-
yeyi ilgilendiren ilginç olaylar günlük gazetelere sıkça düşmektedir. Ör-
neğin, kız kardeşini nişanlandığı delikanlı ile evin ahırında yakalayan
ağabey damadı tabanca ile vurup öldürmekte397, Menemen’den Aliağa
Çiftliği’ndeki ılıcalara tedavi olmak üzere gelen orta yaşlı bir Rum kadın
bayılınca, öldü zannedilip köyün papazı tarafından diri diri gömülmek-
ten kurtulamamaktadır398. 1901 yılından 1908 yılına kadar özellikle ço-
ğunluğu Rum ahalinin oluşturduğu Aliağa Çiftliği’nin asayiş bakımından
pek tekin bir yer olmadığı gazetelere yansıyan haberlerden anlaşılmak-
tadır399.
1880 ile 1914 yılları arasında tüm Batı Anadolu’da, özellikle de Aydın
ve Ödemiş havalisinde yoğunlaşan eşkıyalık tam anlamıyla toplumsal ve
sosyal bir afet halini almış, devlet ve eşkıya arasındaki bu iç savaşta bin-
lerce insan hayatını kaybetmişti400.
Aynı dönemde Menemen havalisindeki eşkıyalık hareketleri, bölgenin
genellikle düzlük olması ve çevredeki dağların örgütlü bir eşkıyalık için uy-

Sadece Menemen kazası içindeki bu tür diğer haberler için bkz. Ahenk 1917, 7 Teşrin-i sani 1902;
396

Ahenk 3037, 19 Temmuz 1906; Ahenk 3304, 31 Mayıs 1907.


397
Ahenk 1971, 14 Kanun-i sani 1903. Menemen Aliağa Çiftliği karyesinden Miloş oğlu Yorgi’nin
geçen pazar gecesi saat dört buçukta şahs-ı meçhul tarafından vahim surette cerh olunarak hanesine
nakil olunmasını müteakip vefat eylediği haber verilmekte merkuz kazadan memurin-i adliye ve zabıta
karye-yi mezkur ve iğzam kılınmış ve müteveffanın tabip marifetiyleicra kılınan muayenesinde yakın
mesafeden atılan bir rövelver kurşunu sağ taraf alnına isabet ve beyin zarlarına kadar nüfuz ile mevt-i
intaç eylediği görülmüştür. Cinayet-i mezkure hakkında cereyan eden tahkikate göre vaka gecesi
maktul-u merkuz altı aydan beri nişanlanmış olduğu karye-yi mezkure sekenesinden Kallume kızı
Pipinu’nun hanesine azimetle mezbure Pipinu ile hayvan damında mahremane görüşmekte iken…..
kızın biraderi Dimitri Kallume gidip işe mutalli olmuş ve Yorgi’nin bu hareket-i nabecasını hazım
edemeyerek hamil olduğu rövelveri merkuma doğru endaht ile cerh ve müteakiben firar eylemiştir.
398
Ahenk 1159, 12 Haziran 1900. Menemen mekatibimizden: Menemen sakinlerinden elli yaşlarında
Antoli nam dul kadın bir zamandan beri mübtela olduğu romatizma illetinin tedavisi zımnında Aliağa
Çiftliği’nde vakih ılıcalara girmek üzere bundan on beş gün mukaddem karye-yi mezkuraya gidip
evvelden beri hukuk olan karye-yi mezkure papazı Papa Nikola’nın hanesine misafir olmuş idi.
Mezbura geçen hafta Pazar ertesi günü ılıcadan çıkıp saat on bir raddelerinde kayıkla karyeye misafir
olduğu haneye avdet etmiş, şu esnada ise kendisinin alile bulunması ve henüz banyodan çıkmış
olması münasebetiyle üzerine bir baygınlık arz olduğundan Papa Nikola vefat etti diyerek mezbureyi
diri diri defn ettiği mahal-ı hükümete ihbar edilmesi üzerine papaz hakkında takibat-ı kanuniye icrasına
tevessül edilmiştir.
Bkz. Ahenk 1443, 18 Mayıs 1901; 1623, 15 Kanun-i evvel 1901; 2510, 19 Teşrin-i evvel 1904;
399

3069, 21 Ağustos 1906; 3078, 31 Ağustos 1906; 3498, 21 Kanun-i sani 1908; 3525, 21 Şubat 1908;
3968, 1 Ağustos 1909.
Batı Anadolu’daki eşkıyalık hareketlerinin toplumsal nedenleri ve siyasal sonuçları hakkında ciddi
400

ve ayrıntılı bir araştırma için bkz. Sabri Yetkin, Ege’de Eşkiyalık ve Eşkiyalar, Tarih Araştırmaları Vakfı
Yayınları, (İstanbul1997).

207
gun olmaması nedeniyle Aydın ve Ödemiş’e nazaran etkisiz kalmaktaydı.
Örneğin, Ayvacık, Kurudere ve Sancaklı köylerinde hala yaşatılan hatıra-
lara göre dönemin ünlü eşkıyası Çakırcalı Mehmet Efe’nin kısa bir süre
için bölgeye geldiği, ancak Yamanlar Dağı’nın uygun olmaması nedeni ile
barınamayıp bölgeyi terk ettiği, hatta kısa bir süre için Ayvacık köyünde
gecelediği rivayet edilmektedir.
Menemen havalisindeki ilk eşkıyalık haberlerine 1887 yılı gazetelerin-
de rastlanmaktadır. Rum milletinden 6 kişilik bir eşkıya grubu, Ulucak kö-
yünde bulunan Baltacı Çiftliği’ni basarak, Baltacızade Edward’ı dağa kal-
dırmak girişiminde bulunmuşlarsa da başarılı olmayarak Midilli’ye firar et-
mişlerdir. Adaya gönderilen zabıtalar, çetenin reisi Nikolaki oğlu Apostol’u
yakaladıkları gibi arkadaşı Menemenli Stelyo’yu da ele geçirmişlerdi401.
İkinci eşkıyalık haberi gazetelerde yaklaşık 20 yıl sonra görülmektedir.
1906 yılında Aliağa Çiftliği’nden Nikoli Kâhya’yı dağa kaldırarak 600 lira
fidye alan Karacadağlı Mehmet Çavuş yakalanır402. Bir yıl sonra aynı Ni-
koli Kâhya bu kez tüm üyeleri Rum olan Kaptan Andreya ve çetesi tarafın-
dan dağa kaldırılarak fidye alınır. Jandarmanın takibi sonucunda Kaptan
Andreya kaçar, çetenin diğer elemanlar yakalanır. Yapılan mahkeme so-
nucunda firarda olan Kaptan Andreya idama, Dimitri Kapuka ve diğerleri
müebbed hapse mâhkum edilirler403.
Firarda olan ve yakalanamayan Kaptan Andreya iki yıl sonra ye-
niden Menemen havalisinde görünür ve Kaza İdare Meclisi azası ve
eşraftan Alagözlü Yorgaki Efendi’yi dağa kaldırır. Peşin 100 lira fidye ve
400 lira daha verileceği teminatını aldıktan sonra Nif Dağı’nda Yorga-
ki Efendi’yi serbest bırakır. Ancak resmi makamların verdikleri bilgiye
göre durum farklıdır ve eşkıyanın Yorgaki Efendi’yi fidye aldıkları için
bıraktıkları doğru değildir. Eşkıya Takip ve Tenkil Kumandanlığı tara-
fından ısrarlı takipler sonucunda fidye alamayacaklarını ve Aydın Vila-
yeti sınırları içinde barınamayacakları anlayan çete elemanları Yorgaki
Efendiyi bırakmak zorunda kalmış ve dağınık bir şekilde Hüdavendigar
Vilayeti’ne firar eylemişlerdir404. Bundan sonra dönemin gazetelerinde
ne Kaptan Andreya’ya ne de Menemen havalisinde başka bir eşkıyalık
haberine rastlanmaktadır.
Aliağa Çiftliği köyünün giderek önem kazandığı, jandarmanın kasaba
içinde yerini polis teşkilatına bıraktığı bir gazete haberinden de anlaşıl-
maktadır:

401
Hizmet 77-78, 11-16 Ağustos 1887.
402
Ahenk 3066, 17 Ağustos 1906.
403
Ahenk 3300, 24 Mayıs 1907.
404
Ahenk 3911, 13 Mayıs 1909.

208
“Menemen kazasına merbut Aliağa Çiftliği polis memurluğuna polis mü-
düriyeti kaleminden müstahdem Ali Rıza Efendi tayin kılınmıştır.” 405

1912 ile 1914 yılları arasında Menemen Kaymakamı olan Hilmi Bey ha-
tıralarında kendi döneminde kazaya bağlı herhangi bir nahiyenin mevcut
olmadığından söz etmektedir406. 1915 yılındaki bir gazete haberine göre
yeni kurulan nahiyeler arasında Aliağa Çiftliği de vardır ve 1. sınıf nahiyeler
arasında olup, müdürünün maaşı 1.000 kuruş olarak tespit edilmiştir407.
16. yüzyıldan itibaren Güzelhisar Memlehası olarak iltizama verilerek
işletildiğini bildiğimiz, Kocaçay’ın denize döküldüğü yerde bulunan Tuzla
işletmesinin 1875 yılındaki gözeticisinin Foçalı Hacı İbrahim oğlu Mehmet
Efendi olduğunu öğrenmekteyiz408. Bu işletme 1893-1908 yılları arasında
Aliağa Tuzlası adı altında faaliyetini Foça Düyun-u Umumisi’ne bağlı ola-
rak sürdürmekteydi. Elde edilen gelirin önemli kısmına bu Daire el koy-
maktaydı. Yıllık tuz üretimi yılda 3.5 milyon kg idi409.

Balkan Savaşı ve 1. Dünya Savaşı sırasında bölgede


iki zıt etnik merkez: Güzelhisar ve Aliağa Çiftliği köyleri
Balkan Savaşı ufuktadır. Yunanistan’ın Batı Anadolu’da yaşayan Hı-
ristiyan Rum ahali arasında gizli faaliyetler yürüttüğünden şüphelenil-
mektedir. Yunan vatandaşları ise kontrol altındadırlar. Özellikle Yunanis-
tan ve diğer hasım ülkelerin bölgede yaşayan vatandaşlarına karşı resmi
bir boykot uygulanmaktadır. Ancak bazı devlet görevlilerinin bu boykota
zaman zaman uymadıkları duyumları alınmaktadır. Ahenk gazetesinde
yayınlanan ve Boykotaj Komisyonu’ndan gönderilen bir yazıda memur-
lar uyarılmaktadır:
“Hükümet memurları görev amacıyla Aliağa Çiftliği’ne gittiklerine han
veya otele benzer mahallerde yatmaları lâzım gelirken bil’akis [aksine]
Yunan emel ve efkârı beslediği mâlum olan Yunan tebaasından Periklis
Cano’ya misafir olmakta bulundukları anlaşılmıştır. Hamiyyet-i vatani-
yeye [milli onur ve haysiyete] herkesten ziyade [daha çok] izhâr etmeleri
[göstermeleri] icab eden [gereken] memurinimizin bundan böyle bu gibi
kabâhatleri görülür ve işitilirse haklarında komisyonca şiddetli muâmele
icrâ edileceği cihetle şâyân-ı istikrâh [iğrenmeye, tiksinmeye değer] ve
nefret olan hâlât-ı ma’râzâdan ba’de-mâ ictinâb [sakınacaklarına] ede-
ceklerine ümid-vâr olduğumuzu alenen beyâna mecbur kaldık.” 410

405
Ahenk 3308, 4 Haziran 1907.
406
Hilmi Uran, Hatıralarım (Ankara 1959), 62-63.
407
Ahenk 5714, 16 Mart 1915.
408
Yıldırım 2009, 39.
409
Aydın Vilayeti Salnamesi 1311/1893, 214.
410
Ahenk 4150, 10 Mart 1910.

209
Kısa süre sonra Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan Osmanlı toprakla-
rına saldırır. Birinci Balkan Savaşı Osmanlı Ordusu için büyük bir bozguna
dönüşür. Kuzey Makedonya ve Kosova Sırpların, Selanik ve Güney Make-
donya Yunanistan’ın, Trakya ise Bulgarların eline geçer. Yeni bir göç dalgası
tüm Batı Anadolu’yu kapladığı gibi göçte en büyük yükü Aydın Vilayeti taşır.
Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki topraklarını savunmak için Güzelhisar ve
çevresindeki birçok köyden askerler Balkan Savaşı’na gider; kimisi şehit,
kimisi gazi olur, ancak bozgun önlenemez. Balkan muhacirlerinin bölgeye
gelmesi gecikmez. Güzelhisar’a da gruplar halinde perişan durumdaki göç-
menler yerleştirilir. Daha sonra bunların bir kısmı önce 1914 yılında Rum-
ların boşalttığı Aliağa Çiftliği’ndeki boş evlere yerleştirilir411. İlk muhacirlerin
Karaferye’den, Koçana’dan geldikleri rivayet edilmektedir412.
Koçana’dan kaçıp Güzelhisar’a ve Aliağa Çiftliği’ne yerleşen muha-
cirlere ilişkin yapılan sözlü tarih çalışmalarında çok sayıda bilgi ve hatıra
kayda geçirilmiştir:
“Burada [Aliağa’da] 1913’e kadar çiftlikte çalışan Türkler vardı. Onlar-
dan biri de Güzelhisar’da soyadı Uyar olan, Mustafa Uyar’ın anne ve
dedesi. Aliağa’ya yerli olarak Makedonya’dan gelen kişiler Koçanalı’lar-
dır. Amcam Mehmet Ay’dan 1966 yıllarında duyduğuma göre, Koçana-
lılar İzmir’den Menemen’e kadar trenle, Menemen’den buraya kadar da
at arabasıyla geliyorlar. Bazı ailelerin isimlerini duydum. Daha sonra
Mehmet Sezen’den ve Sait Kaya’dan bu bilgiyi doğrulattım. Sait Kaya;
İbrahim Çavuşlar’ın, Hasan Onbaşı, Koçadişli Terzi Hüseyin, Şoför
Sabri Ağalar ve Koçanalı Hasan Ali’nin ilk gelenler olduğunu söyledi.” 413
“Rahmetli İsmet Özkan’ın bana anlattığı bir şey vardı. Şimdi Petkim’in sınır-
ları içerisindeki tepede kalan bir yer var. O tepenin üzerinde bir kilise vardı.
Bu kilise büyükçe bir kiliseydi. Kilisenin temelleri 8-10 sene evvel tamamen
temizlendi. İsmet [Özkan] abileri o kilisede iskân etmişler. Aliağa’daki evler
o kadar birden bire dolmuş ki dışarda kaldıklarından dolayı birkaç ay kilise-
de kalmışlar. Daha sonra boşalan evlerden birine nakletmişler.” 414
“Adnan [Saka] Beyin anlattığı konuyu ben eniştelerimden, Sakalar’ın
gazinosunda dinledim. Koçanalılar ilk olarak Güzelhisar ve Helvacı’ya
yerleştirmişler. Rahmetli Ali Demirel, Aliağa’nın önemli, sıcakkanlı isim-
lerindendi. Amcamdan duyduğuma göre Terzi Hüseyinleri Güzelhisar’da
Salih Erterler’in evine yerleştirmişler. Koçanalıları, Aliağa’dan Midilli’ye,
Rodos’a, adalara kaçan Rumların evlerine yerleştiriyorlar. Bu Rumlar ne-

411
Yıldırım 2001, 200-203.
412
Yıldırım 2009, 35-36.
413
Cevat Yıldırım Cumhuriyet Dönemi Aliağa, Söyleşi. 13 Ağustos 2009.
414
Adnan Saka, Cumhuriyet Dönemi Aliağa, Söyleşi. 13 Ağustos 2009.

210
den kaçmışlar. 1913’lü yıllarda Osmanlı, Rumlara askerlik hizmetini mec-
bur kıldı. Rumlar, askerlik yapmamak için buradan kaçtılar. 1919 yılının 10
Haziran’ında buraya Yunan askeri gelince birkaç ay sonra yerli Rumlar,
Koçanalılara diş bilemiş, ‘bunlar bizim evimizi aldı’ diye. Yunan jandarması
da Koçanalıları sürekli olarak karakola çekmeye başlamış. Onlar da kaçıp
terk etmişler. Amcam Mehmet Ay ‘biz Tavşanlı’ya gittik’ diyordu.” 415

Birinci Dünya Savaşı’nın eli kulağındadır. Batı Anadolu’nun Rum


ahalisi Çeşme’den başlamak üzere aniden kafileler halinde adalara ve
Yunanistan’a göçmek üzere yollara düşerler416. Bu ani göçün nedenleri ile
ilgili değişik görüşler vardır. İttihat ve Terakki hükümeti göçün durdurulma-
sı ve Rum ahaliden gelen şikâyetlerin sebeplerini öğrenmek üzere hare-
kete geçmiş ve sadece bu nedenle Dâhiliye Nazırı Tâlat Bey İzmir’e gel-
miştir. Yönetim, göçün durdurulması için samimi girişimlerde bulunur. Bu
hareketin ardında Anadolu’daki soydaşlarını ileride düşman saflarında yer
alacak, Osmanlı Devleti’nin topraklarından çekip almak, ülkesinin asker
nüfus açığını kapatmak ve ordusunu sayıca güçlendirmek isteyen Yuna-
nistan Başbakanı Elefterios Venizelos’un bulunduğu iddialar arasındadır.
Bu gelişmelerin arka planında yaklaşan Dünya Savaşında İtilaf Devletleri
yanında yer alacağı anlaşılan Yunanistan’ın, ordusunu güçlendirmek iste-
mesi gibi nedenlerin olması mantıklı görünmektedir.
Dönemin gazeteleri Rumların göç haberleri ile doludur. Aliağa Çiftliği’nin
Rum ahalisinin vilayete çektiği telgraflarda Türklerin saldırıları ile yaralan-
dıklarını ve koyun sürülerinin yağma edildiğinden yakınmaktadırlar. Vali
Rahmi Bey Soma’dan dönerken durumu Menemen istasyonunda öğrenir
ve olayların önlenmesi için emir verir. Bununla birlikte, İzmir’den Paraske-
vi adlı bir Rum’un Yunan propagandası yaparak Rum vatandaşları göçe
teşvik ettiği iddiasına karşın İzmir Metropoliti göçün propaganda sayesin-
de değil, bölgenin çeşitli yerlerinde gerçekleştirilen saldırılar ile ilişkili oldu-
ğunu söyleyerek itiraz etmektedir417.
Dâhiliye Nazırı Tâlat Bey Manisa’dan İzmir’e geçerken Menemen’de
mola vermiş ve istasyona toplanmış kalabalık bir grup Rum vatandaşın
şikâyetlerini dinlemiştir. Rumlar, Müslüman ahaliden baskı gördüklerini
belirtmekle birlikte sonuçta, Ahenk gazetesine göre;
“Nazır Bey vaki olan şikâyetlerin ekseriyet itibariyle yalan, yanlış ve bir
kısmının da mübalağalı olduğunu öğrenmişlerdir.” 418

415
Cevat Yıldırım, Cumhuriyet Dönemi Aliağa, Söyleşi. 13 Ağustos 2009.
416
Bu göçün Çeşme’den başlaması ile ilgili bkz Hilmi Uran, 68-71.
417
Ahenk 5450, 14 Haziran 1914.
418
Ahenk 5452, 16 Haziran 1914.

211
İlk incelemeden tatmin olmadıkları anlaşılan Tâlat Bey ve Rahmi Bey
Urla’dan dönüşlerinde yeniden Menemen’e giderler. Gerekli tahkikatı de-
rinleştirerek bireysel olarak yağma hareketlerine kalkışan Müslümanların
derhal İzmir’deki Divan-ı Harp Mahkemesi’ne gönderilmeleri konusunda
kesin emirler vererek akşamüzeri İzmir’e dönerler419.
Ancak artık taşlar yerinden oynamış görünmektedir; Nitekim daha sonra-
ki günlerde Rum göçünün sürdüğü görülür. Menemen’in Aliağa Çiftliği, Arap
Çiftliği, Karaköy köylerinin Rum ahalisi köylerine dönmek ve Menemen’de
kalmak istemediklerini, İzmir’e gitmek istediklerini Metropolithane’ye bir
mektup yazarak bildirir ve yardım isterler. Ağustos 1914’de Vali Rahmi
Bey’in verdiği teminatlar, Metropolit Efendi’nin ihtar ve nasihatleri ile köyle-
rine geri dönüşün başladığı anlaşılmaktadır. Geri dönüşler için komisyonlar
kurulmuş ve yeniden iskâna nezaret etmek üzere İzmir Metropolitliği men-
supları Hacı Apostol ve Petaki Efendiler gözlemci olarak görevlendirilmişler-
dir. Menemen Kaymakamı ve Jandarma Komutanının aldıkları tedbirler sa-
yesinde Rumların evlerine yerleşen Müslüman muhacirler tahliye edilmiştir.
Ağustos ayının sonunda bu konudaki haberlerin kesilmesi, düzenin yeniden
sağlandığı ve ortalığın yatıştığını göstermektedir420.

Birinci Dünya Savaşı’nda Menemen kazası ve Aliağa Çiftliği


Bu olaylardan kısa bir süre sonra Birinci Dünya Savaşı patlar. Sultan
Reşat’ın Osmanlı Devleti’nin savaşa girdiğini ve Cihat ilan edildiğini bil-
diren fermanı, ülkenin her yanında okunur. Bu ferman üzerine Menemen
Kaymakamlığı’ndan vilayete şu telgraf gönderilir.
“O nûrâni, lâhûti [nurlu ve semavi] dinimizin mukaddes [kutsal], muâlla
hilâfet [yüce halifelik] makamının düşmanlarımız tarafından dûçâr ol-
duğu tecâvüzat-ı şenîadan [uğramış olduğu uygunsuz saldırı] vikaye
ve siyânatı [korumak ve kollamak] için zât-ı hilâfetpenâhi efendimizin
[halife efendimizin] irâde ve umûm Müslümanları davet ettikleri cihâd
yoluna malımız, canımız ve bütün mevcûdumuzu fedaya hazır olarak
muazzez [değerli] dinimizin mübeccel kitâb-ı zişânımızın [şerefli kitabı-
mızın] emr-i beka ve muhâfazası için şânlı bir ulûm yolunda sâf ve dini
bir lerze-i hamiyetle [milli onur ve haysiyetle titreyerek] sevk ve galeyân
içinde bulunduğumuzu umûm sekene-i memleket namına arz ve fetvâ-ı
şerifenin bi’t-teşyî kemâl-i hürmetle okunduğunu beyân eyleriz. İmzalar:
Belediye ve Müdâfaa-ı Milliye Reisi Hilmi, Müftü İbrahim, Donanma Şu-
besi Reisi Mehmet Derviş.” 421

419
Ahenk 5453, 17 Haziran 1914.
420
Ahenk 5471-5502, 8 Temmuz-12 Ağustos 1914.
421
Ahenk 5601, 22 Teşrin-i sani 1914.

212
Birinci Dünya Savaşı tüm ülkeye olduğu gibi din ve etnik aidiyet ayrı-
mı yapmadan bölgemize de ölüm, göç, yıkım, açlık, yoksulluk ve sefalet
getirdi. Menemen kazası içinde yaşayan halkın dört yılda verdiği kayıp-
lar büyüktür. 1917 yılında hazırlanmış bir doğum/ölüm istatistiğinde bir
yıl içinde Müslüman halk arasında kadınlarda vefat 30 iken erkeklerde
531’dir422. Bu büyük sayı muharebelerde şehit düşenlerin nüfus kütüğün-
den silinmesi sonucu olmalıdır423. Aynı yıl içinde Hıristiyan Rum nüfus
arasında aynı oranda olmasa da durum benzerdir. Kadın ölüm rakamı
30, erkek ölüm oranı 53’dür. O dönemde Osmanlı ordusundaki amele
taburlarında görevlendirilen erkek Rumlar da Anadolu içlerinde, çalış-
mak üzere gönderildikleri tarlalarda ve demiryollarında kayıplar vermiş
olmalıdırlar424.
Menemen halkı tarafından Cihat’ın kabul edildiğini bildiren 9 Teşrin-i
Sani 1330 (1914) tarihli telgraftan yaklaşık 5 yıl sonra çekilen başka bir
telgraf, tüm ülkenin olduğu gibi bölgemizin de üzerine çöken endişe bu-
lutlarını göstermesi bakımından önemlidir. Telgrafın diğer bir önemi de
Menemen’in Cumhuriyet öncesi yakın tarihi içinde üzerinde en çok tar-
tışma yaratılan, Yunan işgali dönemindeki belediye reisi Süleyman Sırrı
Bey tarafından kaleme alınmış olmasıdır. Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın ka-
sabadaki ileri gelen adamlarından birisi olan Süleyman Sırrı Bey İttihat ve
Terakki Fırkası’nın iktidardan ayrılmasından sonra belediye başkanı olma-
lıdır. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra Yunan ordusunun
İzmir’i işgal edeceği haberleri bölgede yayılmaya başlayınca, bu duygular
içinde Süleyman Sırrı Bey işgalden yaklaşık 2-2.5 ay önce Ahenk gazete-
sine şu telgrafı gönderir:
“Senelerden beri maruz kalınan elem ve dûn ile rencide-i kalb olan mil-
let şimdi de haksız bühtanlar, mantıksız gayelerle bir kat daha dâg-dâr
ediliyor. Komşumuz Yunan mahâfilinden terşih eden neşriyyât-ı mü-
essifeyi kemâl-i nefretle red ediyoruz. Bu küstâh işaların mütefekkin-i
muazzama hukukuna da bir tecâvüz olduğundan aynı makdûhiyetle te-
lakki ve salâhiyetsiz dillerin koparılması ve kalbimizin de fazla inkâra ta-
hammülü olmadığından bu keşmekeşe müsaadekâr bulunmayıp hakk-ı

1333 senesi Tevellüdat ve Vefayat İstatistiği, (Hazırlayan Dr. Erkan Serçe), Akademi Yayınevi,
422

1998.
Cevat Yıldırım 2001 yılında yayınladığı Güzelhisar, Aliağa Çevresi İle Birlikte adlı kitabında
423

Güzelhisar köyünden Balkan Savaşı’na ve Birinci Dünya Savaşı’na gidenleri, gidip de dönenleri ve
gidip de cephelerde şehit olanları kayıtlardan elde etmiştir. Adı geçen yerde. 206.
Amele Taburları’ndaki zor yaşam koşulları için bkz. Dido Sotiriyou, Benden Selam Söyle Anadolu’ya
424

(Çev. Atilla Tokatlı, Alan Yayıncılık, (İstanbul, 1996), 75-115.

213
millimizin müdâafasında izhâr ettiğimiz sükûnetin acz-i azminden de-
ğil, müteaffif bulunan vakar-ı necâbet-i millimizden ileri geldiğinin takdir
buyurulduğunu Menemen kazâsının yirmi altı bin nüfus-u müslümesi
vâreste-i şüphe add eder. Belediye Reisi Der Aliyeli Süleyman.” 425

Ancak, bu telgraflar ve protestolar işe yaramayacak, 15 Mayıs


1919’da İzmir’e çıkan Yunan ordusu bir hafta sonra 21 Mayıs’ta
Menemen’i de işgal edecektir.

Yunan işgal günleri (15 Mayıs 1919-9 Eylül 1922)


Yunan hükümetinin Batı Anadolu’yu işgal planı açıktır. Geleceğini tah-
min ettiği Türk direnişini mümkün olduğu kadar İzmir’den içerde karşıla-
mak istemektedir. Bunun için ilk önce Batı Anadolu içlerine ilerleyecekleri
kuzeyden güneye dört vadi (Bakırçay, Gediz, Küçük Menderes ve Büyük
Menderes) kontrol altına alınmalıdır. Bu kontrolü güçlendirmek için de bu
vadilere hâkim noktalardaki Bergama, Menemen, Ödemiş ve Aydın’ın ele
geçirilmesi gerekmektedir. Nitekim Yunan ordu birlikleri, daha önceden
hazırlanmış Hıristiyan Rum halkın korunması bahanesi ile bu kasabala-
ra doğru yürüyüşe başlar. Söz konusu saldırıların burada bizi ilgilendiren
kuzey rotası Menemen ve Aliağa istikametinden Bergama üzerine yapılan
ve yurtsever subayların örgütlediği bir karşı saldırı sonucu bozgun ile so-
nuçlanan saldırıdır.
Yunan Ordusu, 21 Mayıs 1919’da Menemen’e girerken direnişle
karşılaşmaz. Çünkü kasaba İzmir’e çok yakındır. Bu günlerde bölgede
bulunan Albay Kazım Özalp, İzmir’in işgal edildiği gün Menemen’de bu-
lunmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla direniş noktası kuzeyde Bergama se-
çilmiştir. Nitekim, Türk saldırısı sırasında Bergama’yı işgal eden Yunan
taburu, İzmir’den hemen destek alamayacaktır. Menemen ve Manisa,
birkaç gün içinde Yunan birlikleri tarafından kontrol altına alınır. Bu iki
kentteki Osmanlı ordu cephanelikleri Yunanların eline geçer. Bir Yunan
taburu, 9 Haziran’da kuzeye doğru harekete geçer. Türk telgrafçılar
anında Bergama’yı bilgilendirirler:
“Sekiz yüz piyade, bir miktar süvari mitralyöz ve topçu ile Menemen ta-
rafından Aliağa Çiftliği-Reşadiye [Zeytindağ] istikametinde Bergama’ya
doğru ilerlediği haber alınmış ise de hakikat anlaşılamamıştır.” 426

425
Ahenk 7008, 21 Şubat 1919.
426
Türk İstiklal Harbi Başında Milli Mücadele, 37-38 (Yıldırım 2001, 214’den alıntı).

214
Bu durumda Yunan birliği, hemen hemen tümüyle Rum ahali ile
meskûn olan Aliağa Çiftliği’nden 10 Haziran günü geçmiş olmalıdır. Yu-
nan taburu, küçük bir birliği olası Türk saldırılarına karşı köyde bırakılarak
Bergama’nın işgal edilmesi için yola düşer. Tabur, 12 Haziran saat 10 ci-
varında Bergama’ya girer. Ertesi gün 13 Haziran’da Dikili işgal edilir.
14 Haziran günü saldırıya geçen Ayvalık’taki 172. Alay’a bağlı 1. Ta-
bur ile Akhisar’dan Kınık/Poyracık’a kaydırılan 61. Fırka 168. Alay ve
çevre köylerden gelen milis kuvvetleri Bergama’daki Yunan taburuna
ani bir baskın verirler. Şiddetli sokak muharebelerinin ardından Yunanlar
topçu ateşi altında çok sayıda kayıp verir ve dağılarak güneye doğru
panik halinde kaçmaya başlarlar. Daha çok Yunt Dağı üzerinden da-
ğınık bir şekilde Menemen’e doğru çekilirler. Güzelhisar’a giren küçük
bir grup direniş ile karşılaşınca Karahasan Dağı üzerinden Menemen’e
doğru kaçmak zorunda kalır. 17 Haziran’da Menemen’e ulaşan 300-400
kişiden oluşan başıbozuk Yunan askeri, kasaba içine dağılarak büyük
bir katliam yapar. İki yüz kişiyi öldürür, iki yüz kişiyi de yaralarlar. Halk-
tan birçok kişi de kayıptır. Menemen halkının kaybının bin kişiye ulaştığı
tahmin edilmektedir. Evler ve Hükümet Konağı yağma edilmiş, direnme-
ye çalışan Kaymakam Kemal Bey ve memurların büyük bir kısmı öldü-
rülmüştür. Ahz-ı asker kasasından 185 lira çalınmıştır. Durum İngiliz ve
Fransız irtibat subaylarına bildirilir. 14. Kolordu Komutanı Mirliva Yusuf
İzzet Paşa’nın 19 Haziran 1919 tarihli İstanbul’a gönderdiği şifreli ra-
porda Menemen’de 17 Haziran gününden beri Müslüman halka katliam
yapıldığı ve mahalli memurların tamamen öldürülmüş oldukları, bu kat-
liamın Bergama ve Reşadiye’den ric’at eden Yunan askerleri tarafından
yapıldığının haber alındığı belirtilmektedir427.
Yunanların 19 ve 20 Haziran günlerinde Dikili’de karaya çıkardıkları
6. Alay ile Aliağa ve Reşadiye yoluyla İzmir’den gönderilen birlikler birle-
şerek Bergama’yı yeniden işgal ederler. Türk birlikleri ise daha önceden
Bergama’yı boşaltıp Soma’ya çekilmişlerdir.
Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar bölgede olup bitenler hakkında
resmi bir bilgi yoktur. Aliağa Çiftliği’nin Rum halkı büyük çoğunlukla işga-
li desteklemekte, soydaşlarından oluşan bir ordunun desteği ile zaman
zaman aşırılıklar da yapmaktadırlar. Güzelhisar ve Menemen gibi çoğun-
luğu Müslüman/Türklerin oluşturduğu halk, cephelerden gelen doğruluğu
her zaman sağlanamayan haberlerle bazen üzülüp bazen sevinmektedir.

Yunan askerlerinin 17 Haziran 1919’da Menemen’de yaptığı katliamın ayrıntılı bir tasviri için bkz.
427

Oktay Özengin ile Menemen Tarihi, (İzmir 2011), 53-65.

215
Yunt Dağı gibi kalabalık mahallerden uzak köylerde oturan Yörük/Türk-
men ahali ise süren savaş nedeniyle Yunan ordusunun tüm kırsal kesime
hâkim olamaması nedeniyle göreceli olarak daha güvenilir bir konumda
bulunmaktadır428.
Çakmaklı, 1. Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda Rumların yaşadığı,
bağcılıkla uğraşan denize kıyı bir köydür. Birinci Dünya Savaşı’nın baş-
lamasından birkaç ay önce Rumlar, Yunanistan’a gidince, 1912 yılında
Avusturya’nın Sarayova bölgesinden 82 göçmen ailesi Çakmaklı’ya gele-
rek iskân edilmiştir.
1897 doğumlu Mehmet Oğuz’un anlatımına göre; 15 Mayıs 1919’da
Yunan Ordusu İzmir’i işgal edince Çakmaklı’da yaşayan köy halkı, kıyı-
dan uzak daha güvenli olduklarını düşündükleri Helvacıköy’e giderler.
Helvacı’da 10-15 gün geçirilir. Köy halkı bir süre sonra tekrar köye döner.
5 ay sonra, Yeni Foça Nahiye Müdürü köye gelerek, köyden giden Rumların
aynı evlere yerleşeceğini köy halkına tebliğ eder. Bu haberden sonra köylü-
ler, 20-30 hane olarak Samurlu yakınındaki Karpuzlu mevkisine yerleşirler.
Köylüler Paşa Çiftliği’nde çalışır. Bazı aileler ise Anadolu’nun içlerine dağı-
lırlar. Kurtuluş Savaşı kazanılınca, herkes dönerek köyüne yerleşir429.

Kurtuluş (13 Eylül 1922)


26 Ağustos 1922 sabahı Afyon önlerinde başlayan ve 30 Ağustos’ta
Dumlupınar Ovası’nda Başkumandanlık Meydan Muharebesi ile süren
Türk Ordusu’nun ileri harekâtı, Yunan Ordusu'nun başkomutanının teslim
olmasıyla sonuçlanır. Türk Ordusu ilerleyişini durduracak ciddi bir düşman
direnişi ile karşılaşmadan 9 Eylül 1922 günü İzmir’e ulaşır. Bundan son-
raki harekâtlar küçük ölçeklerde tüm Batı Anadolu kıyılarının Yunan Ordu-
sunun artıklarından ve Rum çetelerden kurtarılmasından oluşur. 9 Eylül
1922’de Manisa boğazı üzerinden gelen Türk birlikleri Menemen’i kurtarır.
Menemen’den sonra 11 Eylül’de 1. Ordu’ya bağlı 2. Kolordu’nun 7. Tü-
meni Helvacıköy dolaylarında konuşlandırır430. Tümen iki alayını Eski Foça
ile Yeni Foça kıyı gözetlemesine ve Gediz Çayı’nın kuzeyini taramaya
gönderir. 3. Kafkas Tümeni Menemen’de, 4. Tümen Koyundere-Ulucak’ta,
14. Tümen Yahşelli’de, Kolordu Karargâhı ve bağlı birlikleri Menemen’de

İşgal döneminde Güzelhisar halkı ile Aliağa Çiftliği’nin Rum halkı arasındaki gerilimli ilişkiler için
428

bkz. Yıldırım 2001, 224.


429
Mustafa Ağır, Sanayide Büyüyen ve Gelişen Kent Aliağa, (İzmir, 1988), 166.
430
ATASE Arşivi; No. 5/5400 Kls.2133 Dos: 9, Fih. 85, 86.

216
konuşlanırlar. 3. Kafkas Tümeni’nin bir alayı Gediz Çayı güneyindeki arazi
ve köyleri tarama göreviyle Seyrekköy’e gönderilir431.
13 Eylül, saat 03.45’de 1. Ordu Komutanlığı’na 2. Kolordu’dan içinde
Reşadiye (Zeytindağ) Belediye Reisi’nin verdiği bilgiler de olan aşağıda
özeti yazılı rapor gelir ve emrin ne şekilde olacağı sorulur:
“Yunan Jandarmaları ile bir kısım Hıristiyan halkın ve 5.000 kadar Yu-
nan askerinin 11/12 Eylül gecesini Bergama batısında geçirerek, 12 Ey-
lül sabahı Dikili doğrultusunda gittikleri, Dikili’de bir haftadan beri dört-
beş nakliye gemisinin bulunduğu, Reşadiye [Zeytindağ] Belediye Reisi
tarafından bildirilmektedir. Bu kuvvetin 12 Eylül akşamı Dikili’ye varaca-
ğı ve Midilli Adası'na geçeceği muhakkak olduğundan, 13 Eylül sabahı
sevk olunacak bir müfrezenin Yunanlılara yetişmesine imkân görünme-
mektedir. Bu müfrezenin Bergama civarında çekilen yerli Hıristiyanlara
yetişmesi mümkündür. Ayvalık ve Edremit kıyılarında da yerli Rumlara
rastlanılabilir. Dikili ve daha kuzeyine müfreze gönderilip gönderilme-
mesine emir ve müsaadeleri.” 432

1. Ordu Komutanı bu raporu alınca, 13 Eylül saat 05.00’de


2. Kolordu’ya; 2. Süvari Tümeni’nin kolordu emrine verildiğini ve Dikili’ye
hareket ettirilmesi, Kolordunun en kuzeyindeki tümeninin de Dikili’ye gön-
derilmesi, düşman döküntülerinin esir veya yok edilmesi emrini verir433.
2. Süvari Tümeni saat 10.00’da Karşıyaka’dan Menemen-Aliağa-Re-
şadiye yoluyla yürüyüşe geçer ve saat 22.00’de Reşadiye İskelesi’nin
3 km güneyinde açıkta geceler.
14. Piyade Tümeni de Menemen doğusundaki Yahşelli bölgesinden
saat 10.30’da hareket eder. 7. Tümen’in emrine verilen 23. Piyade Alayı’nı
Helvacıköy’den alıp, saat 23.00’de Reşadiye İskelesi'ne vararak gecele-
meye geçer.
14 Eylül saat 06.00’da hareket eden 2. Süvari Tümeni saat 12.30’da
Dikili’ye ulaşır. Yunanların son kafilesi, 13/14 Eylül gecesi kasabayı yaka-
rak vapurlarla Midilli’ye geçmiş olduklarından, Süvari Tümeni Yunan bir-
liklerine rastlamaz. 14. Piyade Tümeni ise 14 Eylül akşamı saat 18.00’de
Dikili’ye varır. Yunanlar kasabada birçok cephane, bomba, araç gereç bı-
rakmışlar, bir kısım hayvanları öldürmüşler ve 1.000 kadar beygir, katır,
öküz ile 3.000 kadar koyunu başıboş bırakmışlardır434.

Türk İstiklal Harbi, 2. Cilt Batı Cephesi 6. Kısım 3. Kitap, Büyük Taarruzda Takip Harekatı,
431

Genelkurmay Basım Evi, (Ankara 1995), 204).


ATASE Arşivi; No. 4/4557 Kls. 1904 Dos: 98, Fih.1-258; Türk İstiklal Harbi, 2 Cilt Batı Cephesi
432

6. Kısım 3. Kitap, Büyük Taarruzda Takip Harekatı, Genelkurmay Basım Evi, (Ankara 1995), 206).
433
ATASE Arşivi; No. 4/4557 Kls. 1904 Dos: 98, Fih.1-257, 1-258.
Türk İstiklal Harbi, 2.Cilt Batı Cephesi 6. Kısım 3. Kitap, Büyük Taarruzda Takip Harekatı,
434

Genelkurmay Basım Evi, (Ankara 1995), 207.

217
Batı Cephesi Komutanlığı, 9 Eylül’den beri 3. Kolordu’dan bir bilgi
alamamıştır. Bandırma, Balıkesir, Edremit ve Ayvalık dolaylarında neler
olduğundan haberi yoktur. Marmara Denizi'ne kadar olan bölgedeki emir
ve komutayı bir elde toplamak isteyen Cephe Komutanı, 13 Eylül saat
18.00’de 105 No'lu cephe emrini verir. Emir’de çeşitli bölgelerden bilgi
alınamadığı belirtilerek, farklı yerlerdeki birliklere emirler verilmektedir.
Bölgemizle ilgili emri 1. Ordu Komutanı almıştır.
1. Ordu Komutanı, Batı Cephesi komutanının emrini alınca
2. Kolordu’ya −2. Süvari Tümeni emrinde olarak− Menemen, Foça, Ber-
gama, Ayvalık, Edremit kazalarının taranmasını ve Edremit'in batısında
bulunan Akçay İskelesi’nden Yeni Foça’nın batısında bulunan Arslan
Burnu’na kadar kıyı gözetleme görevi verir. Kolordu da Altınova’nın Çay-
ağzı kıyısından, güneyde Yeni Foça Aslan Burnu’na kadar olan bölgenin
kıyı kesiminin gözetlenmesi görevini, emri altındaki 4. Tümene verir435.
13 Eylül’de akşamüstü Aliağa Çiftliği’nden geçen birlikler nüfusu tü-
müyle Rumlardan oluşan köyü boş bulurlar. Rumlar, Arap Çiftliği ve Ali-
ağa Çiftliği köylerini 9 Eylül’den önce boşaltmış ve bulabildikleri değişik
boyuttaki teknelerle Midilli’ye geçmişlerdir. Neredeyse 100 yıldan beri
Yunanistan’dan esen milliyetçilik rüzgârlarının etkisi altında kalmış böl-
ge Hıristiyan (Rum-Ermeni) önderler, yaşadıkları topraklara tümüyle sa-
hip olma kumar oyununu kaybetmişler ve arkalarında maddi manevi tüm
varlıklarını bırakarak bir daha dönmemek üzere ayrılmışlardır. Ayrılmakta
geç kalanlar ise ordunun önünden veya ardından giden başıbozuk çete-
lerin kurbanı olurlar. Oyun bitmiş ve boşalmış iki köy şimdi yeni sakinlerini
beklemektedir. O günün ölçülerine göre oldukça sapa bir noktada bulunan
Arap Çiftliği köyü, bir daha hiçbir zaman iskân görmeyecek, zaman içinde
kaybolacaktır. Aliağa Çiftliği’nin yıldızı başlangıçta zayıf bir ışık saçsa da
zaman içinde giderek parlayacak, Başbakan Süleyman Demirel’in baş-
kanlığındaki Bakanlar Kurulu tarafından ağır sanayi bölgesi ilan edildiği,
1960’lı yıllardan sonra ise alçak gönüllü bir gezegenden, çevresini aydın-
latacak bir güneşe dönecektir.

ATASE Arşivi; No. 4/4557 Kls. 1904 Dos: 98, Fih.1-262, 1-263; Türk İstiklal Harbi, 2 Cilt Batı
435

Cephesi 6. Kısım 3. Kitap, Büyük Taarruzda Takip Harekatı, Genelkurmay Basım Evi, (Ankara 1995),
208.

218
Cumhuriyet döneminde
Aliağa Çiftliği nahiyesi

219
220
Cumhuriyet döneminde Aliağa Çiftliği nahiyesi

Hayalet bir kasaba: Aliağa Çiftliği (Eylül 1922)


Afyon cephesinde savunması kırılan Yunan ordusunun bozgun ha-
linde İzmir’e doğru çekildiği haberleri 1 Eylül’den itibaren işgal altındaki
topraklara dalga dalga yayılmaktadır. Batı Anadolu’nun içlerindeki köy ka-
saba ve kentlerde yaşayan Hıristiyan Rumlar çekilen Yunan ordusunun
ardından, önünden İzmir rıhtımlarına yığılmaktadır. Yunan işgal yönetimi
her yerde çökmüştür ancak Türk idaresinin de yeniden tesis edilmesine
zaman vardır. Tüm bölgede tam bir yönetim boşluğu hüküm sürmektedir.
Yunan ordusu çekilirken köy, kasaba, kent ayrımı yapmaksızın geçtiği her
yeri yakmaktadır. Eylül ayı herkes için tam bir can pazarı ve kaos olarak
gelir ve öyle sürer.
Aliağa Çiftliği kasabası ve etrafındaki Çakmaklı, Arap Çiftliği, Horozge-
diği gibi köyler tümüyle Rum nüfus tarafından iskân edilmişlerdir. Bu köyler
çok az Türk Müslüman nüfus barındırmaktadır. Rumlar daha önce de 1914
yılının Mayıs-Haziran aylarında büyük bir dünya savaşının yolda olduğunu
hissetmişler ve kitleler halinde Yunanistan’a iltica etmişlerdi. Gitmeyen ai-
lelerin eli silah tutan erkekleri savaş sırasında amele taburlarına alınmışlar
ve Anadolu’nun içlerinde çalıştırılmışlardı. 1918 yılında imzalanan Mond-
ros Mütarekesi’nden sonra yavaş yavaş yeniden köylerine, kasabalarına
dönmeye başlamışlardı. 15 Mayıs 1919’da başlayan Yunan ordusunun
işgaliyle birlikte söz konusu göç hızlanmış, bu da 1912 yılındaki Balkan
Harbi sırasında bölgeye gelen Müslüman Türk muhacirlerin yerleştirildik-
leri evleri eski sahiplerine terk etmelerine yol açmıştır. Yıldırım, 20 Ekim
1919 ile 26 Aralık 1920 arasında Yunanistan’dan dönen Rum ahalinin sa-
yısını vermektedir. Bunlardan 22 bin kişi Ayvalık’a, 12 bin 500 kişi Dikili
ve Bergama’ya, 9 bin kişi Karaburun’a, 11 bin kişi Foça’ya 3 bin 500 kişi
Menemen’e dönmüş gibi görünmektedir436. Kuşkusuz Menemen için veri-
len sayıda Aliağa Çiftliği ve Arap Çiftliği’ne dönenler de bulunuyor olmalıdır.
Şimdi ise başlarına gelecek olan yeni göç, denetim altında, can ve mal
güvenliği içinde yapılan 1914 yılındaki düzenli göçlerine benzemeyecektir.
Artık ok yaydan çıkmıştır. 3 yıl süren işgal sırasında Yunan ordusunun

436
Yıldırım 2009, 43.

221
ve Rum çetelerin yaptıkları kötü, keyfi davranışların ve katliamların Türk
Müslüman halkta yarattığı intikam duygusunun gücünü hisseden Rum va-
tandaşların çoğu 100-150 yıl önce yerleştikleri topraklardaki yaşamlarının
sonuna geldiklerini ve doğdukları topraklardan ayrılmaları gerektiğini an-
lamışlardır.
Onların tabiriyle Anadolu Savaşı Rum çiftçiler için ters bir zamanda baş-
ladı ve bitti. Eylül, harman ve bağbozumu ayıdır. Rumlar harman kaldırma-
ya ve bağbozumuna hazırlanmaktadır. Bozgun haberleri, Aliağa Çiftliği’ne
Eylül’ün başından itibaren önce fısıltılı dedikodular, ardından çığlıklar halin-
de gelmeye başlar; Türk ordusu İzmir yolundadır. Bu haber köye ulaştığın-
da her şeyi bir anda yüzüstü bırakırlar. Malı değil, canı düşünmenin vaktidir.
Varlıklarını satmaya bile vakitleri yoktur. Yunan ordusunun bozulduğunu
çevredeki Türkler de öğrenmiştir. Onların içlerinde de intikam ve yağma ar-
zusu içindeki çevrede çeteciler ve kötü niyetli insanlar vardır.
Türk ordusunun öncü birlikleri, 9 Eylül’de İzmir’e girdiklerinde Yunan
ordusunun takipten kurtulan birlikleri, İzmir ve Çeşme limanlarındaki ge-
milere binip ülkeyi çoktan terk etmiştir. Aliağa Çiftliği’nin, Arap Çiftliği’nin
ve Çakmaklı’nın Rumları kıyıda oldukları için Batı Anadolu’nun iç kısım-
larında yaşayanlardan daha şanslıdır. Nitekim 13 Eylül’de Menemen’den
Dikili’ye doğru hareket emrini alan 2. Süvari Tümeni ve 14. Piyade Tümeni
Aliağa Çiftliği’nden geçtiklerinde boşalmış, hayalet bir kasaba ile karşı-
laşırlar. Kasabadan geçerken Türk birliklerinin burada yağma ve talana
engel olmak için küçük bir birlik bırakıp bırakmadığını bilmiyoruz. Muh-
temelen bırakmadı ve meydan çevrede konuşlanmış evleri talan etmeyi
bekleyenlere kaldı. Olasılıkla taşınabilir eşyalar, ahırlarda başıboş kalmış
küçük, büyük baş hayvanlar ve yük hayvanları götürüldü. Bir yıl sonra
kasabaya gelen muhacirler, günümüzde Çarşı Camisi olarak anılan Rum
kilisesinin çatısını yanmış bulduklarını söylemişlerdi437. Kasabadaki Rum
evlerinin ne kadar süre boş kaldığı bilinmemektedir. Balkan Savaşı muha-
cirleri −özellikle Koçana’dan gelenlerin adlarını biliyoruz− 1918 yılında bo-
şalttıkları evlere geri dönmüş olmalılar. 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan
Türk ve Rum Nüfusun Değişmesine Ait Sözleşme ve Protokolü yani kısa-
ca Mübadele antlaşmasında belirtilen fuzuli işgal tanımı içine girmemişler-
se kasaba ve diğer boş Rum köyleri Yunanistan’dan 1924 yılı başlarında
gelecek mübadilleri beklemeye başlar. O yılın Eylül ayında mübadillerin
bir kısmı Aliağa Çiftliği’ne geldiklerinde, Rumların bıraktıkları harmanların
ve sergilerde kurutulmayı bekleyen veya şarap yapımı için hazırlanmış
üzüm yığınlarının kalıntılarına rastlarlar438.

437
Yıldırım 2009, 63.
438
Yıldırım 2009, 47.

222
Resim 21.
Mübadilleri, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti topraklarına taşıyan gemilerden biri de
Gülcemal’di. Gülcemal vapuruyla gelen mübadillerin bir kısmı Aliağa Çiftliği’nin yolunu
tuttu. (Kaynak: http://mubadelesempozyumu.tekirdag.bel.tr/upload/mubadele/14.jpg)

Mübadillerle şenlenen yeni Aliağa Çiftliği


Kurtuluştan sonra kısa sürede bölge yeniden canlanmaya başlar. Çak-
maklı ve Horozgediği köyleri Balkan Savaşı bozgunu sırasında Bosna,
Sancak, Makedonya ve Kosova’dan gelenler tarafından yeniden iskân
edilmektedir. Arap Çiftliği ise konumu nedeniyle pek rağbet görmez ve
oraya yerleştirilenler köyü terk ederler. Aliağa Çiftliği ise konumunun avan-
tajı, 19. yüzyılın ortasından itibaren İzmir-Bergama kara yolunun içinden
geçmesi ve iskelesi nedeniyle şanslı görünmektedir. Ayrıca yanı başındaki
Güzelhisar tuzlası çok zengin olmasa da 15. yüzyıldan beri işletilmektedir.
Menemen Ovası’na nazaran küçük olmasına karşın Güzelhisar Çayı’nın
yarattığı verimli küçük ova ile Yunt Dağı’nın batı yamaçları yerleşmeye ve
çiftçilik yapmaya uygun görünmektedir.
Aliağa Çiftliği’nde Rumlardan kalan mübadillerin yerleştirileceği ve otu-
rulacak durumda 200-250 arasında konut bulunmaktadır. Bunlardan ancak
17-18’i kiremitlidir, diğerleri toprak damlı ve kerpiçten yapılmış yoksul evle-
ridir. Evlerin bir kısmı oturulamayacak durumdadır ve bakım istemektedir.
Taştan inşa edilmiş büyük, gösterişli ve çok katlı konutlar bir elin parmakla-
rını geçmeyecek sayıdadır. En büyük taş yapı, Baltazzi ailesinin konutudur.
1924 yılında kasabaya gelen mübadiller, geçici olarak bu binada misafir
edilmişlerdir. Bu konağın her katı yeni evlerine yerleştirilinceye kadar muha-

223
cir ailelerini ağırlamıştır. 1933 yılından sonra Vali Kazım Dirik’in de destek-
leriyle ilkokul olarak, 1972 yılına kadar kullanılmıştır439. İskelede ise Baltazzi
ailesine ait bir depo, daha sonra Raşit Bey’in [Kayra] fabrikası olmuştur.
Yine iskelede Çakıcıların Evi olarak bilinen ve aslında Baltazzi ailesinin
kâhyasına ait büyük kapılı ev, önce Nahiye müdürlüğü, karakol ve askerlik
şubesi olarak kullanılmıştır. Belediye binasının yanında varlıklı bir Rum’dan
kalma bir taş bina, 1926 ile 1933 yılları arasında ilkokul, daha sonra ise Na-
hiye müdürlüğü lojmanı olarak kullanılır. Balkan muhacirlerinin ve mübadil-
lerin yerleşebilecekleri binalar bunlardan ibaretti. Bu arada, Rumların gidişi
sırasında yakılan köyün kilisesi de daha sonra çatısı tamir edilerek camiye
çevrilir. Bu yapının minaresi ise ancak 1935/1936 yılında inşa edilmiştir.
Aliağa Çiftliği’ne yerleşen muhacirlerin ve mübadillerin hangi kent, ka-
saba ve köylerden geldikleri konusunda sözlü ve yazılı belgeler çok tatmin
edici görünmemektedir. Ne yazık ki Cumhuriyet’in ilk yıllarında Balkanlar-
dan gelen muhacir ve mübadillerle devlet kurumları tarafından yapılmış
herhangi bir mülakat veya anket mevcut değildir440. Cevat Yıldırım’ın 2000
yılından sonra Aliağa’da yaşlılarla yaptığı sözlü tarih araştırmasında orta-
ya çıkan sonuçları şu şekilde özetlemek mümkündür;
Balkan Savaşı muhacirlerinden Koçanalılar, köye Yunan işgalinden
önce gelmişler, ardından işgal sırasında evlerinden çıkartılıp başka yerle-
re sürülmüşler, savaş biter bitmez de yeniden köye dönerek [devletten?]
satın aldıkları evlerde yaşamaya başlamışlardır. Yine Balkan Savaşı’nın
bitimiyle Yanya’da Yunanlara direnen, ancak kent düştükten sonra vatan-
larını terk eden Müslüman Arnavutlar, önce koyun sürüleri ile birlikte tüm
Makedonya ve Trakya’yı yürüyerek, Marmara’ya ulaşmışlar, denizi aşarak
bir müddet kalacakları Bursa’ya yerleşmiş, oradan da Yunan işgali sıra-
sında koyunları ile birlikte yaya olarak Aliağa’ya gelip yerleşmişlerdir. Bun-
lar da Aliağa’ya yerleşen ikinci grup Balkan Savaşı muhacirleri olarak de-
ğerlendirilmelidir441. Sözlü tarih içinde adı geçen mübadil gruplar arasında
öne çıkanlar, Drama kazasının, Vezme kasabasından gelenler olmuştur.
Vezme mübadilleri arasında köye gelen Hasip oğlu Kazım (Onaran) eği-
timli bir genç olması nedeniyle kasabanın daha sonraki tarihinde önce
muhtar, ardından belediye başkanı olarak önemli bir yer tutmuştur. Daha
sonra oğlu İrfan Onaran, hizmet bayrağını devralacak ve Aliağa Belediye
Başkanı olarak kasabaya önemli katkılar yapacaktır.
439
Yıldırım 2009, 72.
Yunanistan’a gönderilen Rumlar ile yapılan, geldikleri yörelere ve başlarından geçen olaylara ilişkin
440

değişik yıllardaki mülakatlar günümüzde Atina’daki Küçük Asya Araştırma Merkezi’nin arşivlerinde
korunmaktadır. Dolayısıyla onlar yakın tarihlerine ilişkin bizden daha fazla bilgi sahibi olmuşlardır.
Bu öykü Balkan Savaşı’nda Yanya’nın savunması sırasında babası Ergirili Kerim Kâhya şehit
441

olunca annesi ile birlikte amcası Murat (Metin) Kâhya tarafından önce Bursa’ya, ardından Aliağa’ya
getirilen halamın eşi rahmetli Bilal İnal tarafından bizzat bana anlatılmıştır. [E.D]

224
Belge 17.
1924 yılında Selanik’in Kılkış kazasından Aliağa’ya gelen mübadilleri gösterir Mübadele
Tasfiye Talepnamesi-1.

225
Belge 18.
1924 yılında Selanik’in Kılkış kazasından Aliağa’ya gelen mübadilleri gösterir Mübadele
Tasfiye Talepnamesi-2.

226
Belge 19.
Hasan Ağa kızları Gülsüm ve Fatma’ya ait Tasfiye Talepnamesi. (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi)

227
Belge 20. Mustafa oğlu Ali’ye ait Tasfiye Talepnamesi.
(Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi)

228
Yıldırım’ın sözlü tarih çalışmasından Aliağa’ya yerleştirilen veya gö-
nüllü yerleşen mübadiller arasında Drama’nın Vezme kasabasından
Fatma Günezer’in, Selanik’in yerlisi Arif Ertuğrul’un, Kavala’nın Provişta
kasabasından İsmail oğlu Mehmet Sezen’in, aynı kasabanın Durmuşlar
köyünden Ayşe Öztürk’ün anılarından mübadele sırasında başlarından
geçenleri öğrenmekteyiz442.
Mübadillerden Şerafettin Öztürk de Kavala’dan yola çıkan ailesiyle birlik-
te 14-15 yaşlarında Aliağa Çiftliği'ne gelmiştir. Şerafettin Öztürk’ün oğlu Veli
Öztürk, babasından dinlediği mübadele yolculuğunu şöyle özetlemektedir:
“Babam Şerafettin Öztürk 14-15 yaşlarındaymış. 1924’ün ilk aylarında
Kavala bölgesinden 7 köyü toplayarak çoluk çocuk, hayvanlarla birlikte
İzmir Alsancak limanına gemiyle getirmişler. Alsancak’ta her yer yanık-
mış. 2 gün orada durmuşlar. 2 gün sonra başlarına bir memur gelmiş.
‘Siz ne iş yaparsınız’ diye sormuş. Dedemler de ‘biz tütüncüyüz’ demiş.
‘Tütüncüyseniz size 3 yer sayacağım; gidin bakın bunlardan birini se-
çip yerleşin’ demiş. Bu yerler; Ödemiş Adagide köyü, diğeri Yoran, yani
günümüzde Didim, diğeri de Aliağa Çiftliği'ymiş. Dedemlerin 2 kardeşi
Aliağa’ya yerleşmiş. 1 kardeşi de Adagide’ye yerleşmiş. Gelmişler bu-
rada evlerin hepsi boş, virane. Herkes kaçmış gitmiş. Aileler yerleşmiş
birer eve. Sonra evleri onarmışlar.” 443

Mübadelenin dramatik ve acılı yönü mübadillere ait bir Tasfiye Talep-


namesi listesinin satır aralarında kendini göstermektedir. Bu liste Selanik’e
bağlı Kılkış kazasının değişik mahallerinden ve köylerinden Aliağa Çiftliği’ne
yerleştirilenlerin adlarını içermektedir. Bu listeye göre Aliağa Çiftliği’ne yer-
leştirilen Kılkış mübadilleri 28 erkek, 29 kadından oluşmaktadır. Bu liste sa-
yesinde mübadillerin geldiği Kılkış’ın mahalle ve köylerinin adlarını öğren-
mekteyiz. Bu köylerden on biri Türkçe, altısı Slavca adlar taşımaktadır444.
Surlova’dan yedi, Yunus’dan dört, Kuşova’dan bir, Çalışlı’dan üç, Hacı
Yunus’dan on altı, Çokolava’dan üç, Durasanlı’dan bir, Armutlu’dan iki, Kara
Pazarlı’dan bir, Fenerli’den iki, İsmailli’den bir, Akıncalı’dan iki, Sarıgöl’den
bir, Kürküt’ten bir, Pangırazlı’dan bir, Robova’dan bir, Potkova’dan bir mü-
badil, ellerinde orada bıraktıkları taşınmazları gösteren Tasfiye Talepna-
meleri ile Aliağa Çiftliği’nde iskân edilmiş görünmektedir. Söz konusu isim
listesi dikkatle incelendiğinde Balkan Savaşları ve Mübadele Antlaşması
arasında geçen yaklaşık 10 yıl içinde Makedonya Müslümanlarının maruz
kaldıkları kırımların ve zulümlerin ne boyutlarda olduğu anlaşılmaktadır.
442
Yıldırım 2009, 58-65.
443
Veli Öztürk ile röportaj, 6 Şubat 2017.
Yunan Devleti’nin Türkçe ve Slavca yer adlarını zaman içinde Yunanca yer adları ile değiştirmesi
444

sonucu günümüzde mübadillerin geldikleri köy ve mahaller güncel haritalardan izlenememektedir.

229
Örneğin, Kılkış’dan gelen elli yedi kişi arasında gerçekten aile olarak gel-
diği izlenimi veren beş aile bulunmaktadır. Bunların arasından sadece bir
ailenin üç kişilik nüfusu vardır. Erkek veya kadın olsun, tek başına gelenler
listede çoğunluğu oluşturmaktadır. Bazen de aileler olasılıkla annesi ve
babası memlekette ölmüş ve yalnız başına Aliağa Çiftliği’ne iskân olmuş
iki kız kardeş, iki erkek kardeş veya ana ile kız veya baba ile oğuldan oluş-
maktadır. Bu mübadillerden kaç kişinin Aliağa Çiftliği’ni kalıcı yurt tuttuğu-
nu bilmiyoruz. Nitekim birçok mübadilin Türkiye’de ilk yerleştikleri yerleri
beğenmeyip, kendilerine verilen gayrimenkulleri satıp ya da tüm hakla-
rından vazgeçip kendileri için daha uygun yerlere veya başka yerlerdeki
akrabalarının yanlarına gittikleri bilinmektedir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Kyme’de yabancı arkeologlar


Bu sakin kasabada günlük yaşam tüm yavaşlığı ile sürmekte, müba-
diller ve muhacirler geldikleri yerlerde bıraktıkları anıları ile yaşayıp git-
mekte ve ülkenin geçmişte uğradığı savaşlardan arta kalmış yoksulluk ve
yoksunluklarla boğuşmakta iken, batılı ülkelerin arkeolog ve tarihçilerinin
bölgedeki antik kentleri unutmadıkları anlaşılmaktadır. Aliağa Çiftliği, sa-
vaştan kalan yaralarını sararken, Prag Üniversitesi’nden Prof. Dr. Anton
Salac başkanlığında arkeologlar ve mimarlardan oluşan bir grup, Türkiye
Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’nun 09.08.1925 tarihli kararı ile Kyme’de ar-
keolojik araştırma ve kazı izni alır. Söz konusu Bakanlar Kurulu kararı Baş-
vekil İsmet İnönü’nün imzası ile onay için Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal
Atatürk’e sunulur445. Bu izin, bildiğimiz kadarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nde
Atatürk’ün imzasıyla gerçekleştirilen ilk arkeolojik kazı izni olarak tarihe
geçmiştir446. Resmi Gazetede İsmet İnönü ve Mustafa Kemal Atatürk’ün
imzalarıyla eski Türk alfabesi ile yayınlanmış bu Bakanlar Kurulu kararının
sureti kitabımızın 231. sayfasında [Belge 21] görülebilir.
Kyme’de 1925 yılında başlayan bu çalışmalar, Prof. Dr. Anton Salac’ın
o yıl ölümünden sonra sürdürülmemiştir. Sadece bir mevsim süren Kyme
kazıları Hükümet tarafından görevlendirilen temsilci Haydar Sümerkan’ın
Ankara’ya gönderdiği raporda şu şekilde özetlenmektedir:

Hamit Zübeyr Koşay-E. Zarif Orgun-Sadi Bayram-Erdoğan Tan, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye
445

Cumhuriyeti Çağlarında Türk Kazı Tarihi, Cilt I, Kitap 2, Türk Tarih Kurumu, (Ankara, 2013), 579.
Prof. Anton Salac’ın ani ölümü ile sürdürülemeyen kazıların sonuçları kazı sırasında hazırlanan
446

raporlar ve notların da yardımı ile 1973-1984 yılları arasında yayınlanmıştır. Bkz. Anatolian Collection
of Charles University: Kyme I/ ed. By Bouzek. J. Prague, Charles University, 1974; Bouzek J. De
templo Isidi Cymaeo, ZJKF XXVI, 1984.

230
Belge 21.
1925 yılında Kyme’de kazı izni verilmesine dair Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal
imzalı kararname. (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi)

231
“ İzmir’de Menemen kazasında Aliağa Çiftliği’nde ve deniz kenarında
Yunan devri Cyme öreninde hafriyata mezun Prag Üniversitesi profe-
sörlerinden Antuvan Salaç ile 1925 Eylül haftasında kazıya başladık. İki
ay çalıştıktan sonra Yunan ve Mısır devri eserler çıkardık. Eserleri İzmir
Müzesi’ne teslim ederek İstanbul’a avdet ettim.” 447

Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı’nın arşivlerinde de söz konusu kazı şu


şekilde kayıt edilmiştir:
“Sime hafriyatı. İzmir vilayetinin Menemen kazasına bağlı Aliağa Çiftliği
kurbunda kadim Sime hafriyatında 1929 senesinde Prag Dar-ül Fünun
müderrislerinden Mösyö Salac tarafından iki ay kadar hafriyata devam
edilmiş olup ve asar-ı mekşufe kâmilen İzmir Müzesi’ne nakledilmiştir.”

1901 yılında Larissa’da bir mevsim kazı yapan Almanya’daki Kassel


Müzesi Müdürü Dr. Joannes Boehlau, 1932 yılında Türk hükümetinden
yeni bir kazı ruhsatı alarak antik kentte yeni bir kazı gerçekleştirmiştir448.
Söz konusu kazı Bakanlık kayıtlarına şu şekilde geçmiştir;
“Aydın vilayeti Menemen kazasında Larissa şehr-i kadimi harabesin-
de Almanya’da Kassel şehri müzesi müdürü Doktor J. Boehlau tarafın-
dan 17 Temmuz 317 [30.07.1901] tarihinde bir sene müddetle istihsal
olunan ruhsatname üzerine bir müddet hafriyat yapılarak kabl-el milad
altıncı asra ait bulunan mezkûr şehr-i kadimin surlarıyla mabedi zahire
çıkarılmış ve kabartmalı ve boyalı ve resimli tuğladan aksam-ı mima-
riye ve iki adet direk başlığı ve bazı tezyinat-ı mimariye ile mamulat-ı
turabbiye parçaları elde edilerek asar-ı mebhuse müzeye getirilmiştir.
Profesör J. Boehlau 1932’de yeniden ruhsatname istihsal ederek şeh-
rin diğer mebanisi tesbit edilmiş ve asar-ı mekşufe de İstanbul Müze-
sine teslim olunmuştur.”

Bölgedeki üçüncü kazı izni ise Bakanlık kayıtlarında şu şekilde yer


almaktadır:
“21.08.1934 tarih ve 1994 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile 21.08.1934
tarih ve 2/1166 sayılı kararnameye ek olarak Mr. Devambez’in eski ismi
Temnos olan Nemrut Kalesi’nde kazı yapmasına izin verilmiştir.” 449

Söz konusu kazı iznini alan Mösyö Devambez’in Temnos’daki (Görece


Kalesi) bu kazıyı gerçekleştirip gerçekleştirmediğine ilişkin bir bilgi kayıt-
larda görünmemektedir.

Hamit Zübeyr Koşay-E. Zarif Orgun-Sadi Bayram-Erdoğan Tan, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye
447

Cumhuriyeti Çağlarında Türk Kazı Tarihi, Cilt III, Türk Tarih Kurumu, (Ankara, 2013), 401.
448
Adı geçen eser, 376.
449
Yıldırım 2009, 81-82.

232
Bazı Manisa köyleri Aliağa nahiyesine bağlanıyor
Aliağa Çiftliği’ne ilişkin ilk kamu uygulamalarının başında çevredeki
yakın köylerden bazılarının nahiyeye bağlanması gelmektedir450. Dâhiliye
Vekili Şükrü Kaya, Manisa Vilayeti merkez kazasına bağlı beş köyün Me-
nemen kazasının Aliağa Çiftliği nahiyesine bağlanmasına dair düzenlenen
kararname ve gerekçesini 21 Haziran 1930 tarihinde Başbakanlık’a gön-
dermiştir.
Bu kararnamenin oldukça bilgi verici olan gerekçesi aşağıda şu şekil-
de açıklanmaktadır451:
“Manisa Vilayeti Merkez kazasına merbut Uzunhasanlar, Karakuzu,
Atçukuru, Karaköy, Kalabak köyleri Manisa’ya uzak ve İzmir Vilaye-
tinin Menemen kazasına tabii Aliağa Çiftliği Nahiyesine pek yakın bir
mesafededir. Bu köylerin Manisa’ya uzak bulunması yüzünden idari
ve askeri muamelatta gecikme vaki olmakta bulunduğu gibi halk da
hükümete ait işleri için uzun yollar katıyla Manisa’ya gitmek yüzünden
müşkülata uğramakta ve o sırada işlerinden de mahrum kalmaktadır.
Bu nedenle zikr olunan köylerin kendilerine çok yakın bulunan mezkûr
nahiyeye irtibatları tahvil edildiği takdirde idari, askeri ve inzibati husu-
satında kolaylık hâsıl olacağı ve halk da resmi işleri dolayısıyla uzun
mesafeler kat’ıyla Manisa’ya gidip gelmek müşkülatından kurtulacağı
cihetiyle Manisa Vilayeti İdare Heyeti ile Vilayet Encümeni’nin Vilayet
İdaresi Kanunu’nun 2. maddesine tevfiken uygun görülen mütalaaları
mucibince mevzubahis 5 köyün Menemen kazasının Aliağa Nahiyesi-
ne ilhakları uygun görülmüştür.”

Kararname ve gerekçesi Başbakanlık’a ulaştıktan sonra Başbakanlık


24 Haziran 1930 tarihinde bu evrakları Cumhurbaşkanlığı’na göndermiş-
tir. Daha sonra Cumhurbaşkanı 26 Haziran 1930 tarihinde aşağıdaki ka-
rarnameyi kabul etmiştir. Belge 22.
“Madde 1- Manisa Vilayetinin Merkez kazasına merbut Uzunhasan-
lar, Karakuzu, Atçukuru, Karaköy, Kalabak köyleri mezkûr kazadan
alınarak İzmir Vilayetinin Menemen kazasına tabi Aliağa Çiftliği Na-
hiyesine ilhak edilmiştir.
Madde 2- Bu kararname hükmünü icraya Dâhiliye Vekili memurdur.”

Musa Şaşmaz, Türkiye’nin İdari Taksimatı (1920-2013), XI. Cilt, TTK Yayınları, (Ankara 2014),
450

115-116.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi Fon Kodu:30.11.1.0, Yer No. 56.17.7. Tarih 26/6/1930 ve Resmi
451

Gazete sayı 1558. 30 Temmuz 1930.

233
Belge 22.
Manisa’nın bazı köylerinin Aliağa nahiyesine bağlanmasına ilişkin 1930 tarihli Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal imzalı kararname. (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi)

234
Aliağa Çiftliği ve civarında gazete kayıtlarına geçen bazı olaylar
Aliağa Çiftliği’ne ilişkin en erken resmi bilgilerden birisi İzmir Valisi ta-
rafından Dâhiliye Vekâleti’ne gönderilen ve bölgedeki şiddetli yağışların
verdiği zararlara ilişkin bir bilgi notudur452:
“Dâhiliye Vekâlet-i Celilesine, Yirmi dört saatten beri bil fasıla [ara ver-
meden] yağan şiddetli yağmur dolayısıyla Foça-i Atik kaza merkezin-
de Emval-i Metrukeye aid iki hane münhedim [yıkıldığı] olduğu ve Yeni
Foça nahiye merkezini de su istila ederek çarşı ve sokaklarda mürur
ve ubura mani olmuş ise de nüfus ve ebniyece haşaratı mucib olma-
dığı ve Menemenin Aliağa Çiftliğinde Praviştineli müteveffa Mustafa
zevcesi Ayşe’nin hane damı yağmurların tesiriyle yıkılarak altı nüfu-
sun enkaz altında kaldığı ve ahalinin muavenetiyle [halkın yardımıy-
la] üç kadın salimen ve mezbure Ayşe’nin kerimesi Fatma ayağından
mecruhen [yaralanarak] ve dokuz yaşındaki oğlu Mustafa ile yedi ya-
şındaki diğer oğlu Ali’nin meyten enkaz altından çıkarıldıkları mahalli
kaymakamlıklarından bildirildiği maruzdur efendim.
İzmir Valisi”

Cumhuriyet hükümetleri, kuruluş ile birlikte bayındırlık faaliyetlerine


girişir. Hizmet gazetesinin 28 Nisan 1926 tarihli nüshasında bölge için
önemli ve müjdeli bir haber verilmektedir:
“Menemen Çayı [?] üzerinde 161 m açıklığında sırf betonarmeden inşa
edilecek olan Güzelhisar köprüsü Türk mühendisler grubuna 57.450 li-
raya ihale edilmişti. İnşaata başlanmak üzere istihzâratına ibtidâr [ha-
zırlıklara hız verilmiştir] edilmiştir.” 453

Diğer bir haber yine Hizmet gazetesinin 7 Mayıs 1926 tarihli nüsha-
sında okunmaktadır. Burada da halkın katkılarıyla ve Tayyare Cemiyeti
vasıtasıyla toplanan yardımlar övülmektedir:
“Bayramda kaza ve karyede toplanan sadaka-i fitre ve zekâtın iki bin
üç yüz iki lira doksan altı kuruşa baliğ olması çok şayan-ı şükrandır.
Bu babda Tayyare Cemiyeti Reisi Muhiddin Beyin say’ ve gayreti tak-
dirlere layıktır. Aynı zamanda, Aliağa nahiyesi, Samurlu, Güzelhisar,
Bozköy, Helvacı, Yanıkköy, Sasalı, Kaklıç, Çıtak, Süzbeyli karyele-
rinde bulunan Tayyare Cemiyeti şube heyetlerini ianenin toplanması
hususunda pek büyük himmet ve gayret göstermekte olduklarından
dolayı takdir ve tebrik ederiz.” 454

Başbakanlık Osmanlı Arşivi. Cumhuriyet Arşivi, 272/00/00/12/47/88/39/1 (Türkiye Cumhuriyeti


452

İzmir Vilâyeti Tahrirat Kalemi 12337/22. İzmir 24 Kanunisani 1926).


453
Hizmet, 28 Nisan 1926.
454
Hizmet, 7 Mayıs 1926.

235
Yine bir habere göre;
“Menemen’in Güzelhisar karyesinden Hüseyin oğlu Yusuf karye civarın-
dan çıkmakta olan çayda banyo etmekte iken her nasılsa suyun derin
olan bir noktasına düşmüş ve yüzme bilmediği için boğulup gitmiştir.” 455

Her yerde olduğu gibi Aliağa Çiftliği’nde de hayat her zaman sakin
geçmemektedir. Bazen küçük ve masum başlayan olaylar büyümekte,
eşkıyalığa, çatışmalara ve ölümlere kadar varabilmekte ve gazetelere ka-
dar yansımaktadır. Aliağa Çiftliği’ndeki Güzelhisar köprüsünde bir kadın
meselesi yüzünden amele Arif öldürülmüş, zanlılar Laz Ali, Ali, Mehmet,
Murat ve yalan yere şahitlik yaptığı iddia edilen Rıza Kâhya Ağır Ceza
Mahkemesi'nde yargılanmışlardır. Mahkeme sonunda hepsinin beraatine
karar verilmiş, böylece Arif’in katili bulunamamıştır456.
Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi tütün ve sigara kâğıdı kaçakçı-
lığı tüm hızıyla devam etmektedir. Örneğin, Aliağa Çiftliği sırtlarında koyun
otlatmakta olan 13 yaşlarında bir çoban tesadüfen 10 bin 691 deste sigara
kâğıdı bulur ve Menemen Tütün İnhisarı Memurluğu'na haber verir. Sigara
kâğıtlarının kime veya kimlere ait olduğu tespit edilemez457. Nitekim bir yıl
sonra Aliağa Çiftliği civarındaki Bozdağ mevkisinde jandarmalarla tütün
kaçakçıları arasında meydana gelen yoğun silahlı çatışma, bölgedeki halk
arasında korkuya ve heyecana sebep olur. Bornovalı Cemaloğlu İbrahim
adındaki kaçakçı öldürülmüş, adları belirlenemeyen diğer üç kaçakçı kaç-
mayı başarmıştır. Olay yerinde kaçak sigara kâğıdı yükleri taşıyan üç bey-
gire de el koyulmuş ve tüm eşyalar Menemen’e nakledilmiştir458.
Yüzyıllardan beri bölgemizde sıkça görülen afetlerin başında çekirgeler
gelmektedir. Daha önceki bölümlerde de sözü edildiği gibi yumurta halinde
mücadele edilmediği takdirde kanatlı hale geldiklerinde ürünlere ciddi zarar-
lar vermektedirler. Cumhuriyet öncesi dönemde hükümetleri ve yerel yöne-
ticileri meşgul eden olayların başlarında çekirgelere karşı verilen savaş gel-
mektedir459. Gazete haberlerine göre Cumhuriyet’in ilk yıllarında da çekirge
saldırılarının devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu haberlerden birinde Aliağa
Çiftliği nahiyesinde 120 dönüm alanı istila eden çekirgelerin alınan önlemler
sayesinde mahsule zarar vermeden imha edildiği bildirilmektedir460.
O yıllarda Aliağa Çiftliği’ni adli bakımdan en fazla meşgul eden eşkı-
yanın Zekeriya (Zekir) adlı Arnavut asıllı bir Makedonya göçmeni oldu-

455
Hizmet, 7 Temmuz 1929.
456
Anadolu, 9 Kanun-i sani (10 Ocak) 1931.
457
Anadolu, 20 Mayıs 1930.
458
Anadolu, 11 Mayıs 1931.
459
Menemen ve köylerinde çekirge mücadeleleri için bkz. Doğer 1998, 161-165.
460
Anadolu, 7 Haziran 1931.

236
ğu anlaşılmaktadır. Küçük bir anlaşmazlıkla başlayan ve gazetelere de
yansıyan olaylar dizisi Zekeriya’nın Bergama’dan Aliağa Çiftliği’ne gitmek
üzere bindiği kamyona parası yetmediği için az ücret vermesiyle başlamış
gibi görünmektedir. Bunun üzerine kamyondan dövülerek indirilmiş olan
Zekeriya olaydan birkaç gün sonra kamyonu Horozgediği köyünden iki
arkadaşıyla Bergama yolunda çevirir, şoförü ve muavini dövüp, kamyonu
ateşe verirler. Bundan sonra işledikleri suçlar ard arda gelmeye başlar.
Başka bir kişiyi daha öldürür, yol kesip araba gasp eder, iki kamyonu ve
yolcularını soyarlar. Aliağa Çiftliği jandarması, Menemen’den takviye alır
ve suçluları Arap Çiftliği Yarımadası’ndaki Güvercinlik mağarasında kıstı-
rır. Çıkan çatışmada Zekeriya ve iki arkadaşı ile bir jandarma eri hayatını
kaybeder, iki kişi de yaralanır461.
Bir gece, Aliağa Çiftliği’ne bağlı Çıtak köyünde, bakkal Salih Efendi’nin evi-
ni basarak iki bin lira, bir altın saat ve kırk parça kıymetli eşyasını gasp eden
Bergama ilçesine bağlı Yeniköy Muhtarı Mustafa Efendi ile Hüseyin, Osman,
İsmail ve Yusuf’un ağır cezadaki duruşmasına devam edilir. Yeniköy İhtiyar
Heyeti’nden Ömer Efendi’nin şahit olarak dinlenmesinin ardından mahkeme
diğer şahitlerin de dinlenmesi için 28 Aralık tarihine erteler462. Mahkemenin
sonucu hakkında gazetelere yansıyan bir bilgiye daha sonra rastlanmaz.

Tayyare Cemiyeti’nin Aliağalı yeni üyeleri


Cumhuriyet’in ilk yıllarında havacılığın geliştirilmesine ve yerli uçak
sanayinin kurulması için gösterilen çabalar bilinmektedir. 1935 yılında
Tayyare Cemiyeti’ni [Türk Hava Kurumu] güçlendirmek için yurt gene-
linde yeni üye yazımları yapılmaktadır. Kampanyanın yurt sathına yayıl-
ması için Hava Tehlikesini Bilenler adıyla yeni üyelikler sağlanmaktadır.
Aynı günlerde Türk Hava Kurumu’na teberrüde bulunan ve yeni üye
olanların isimleri ve vermeyi taahhüt ettikleri rakamlar gazetelerde yer
alır.“Türk Hava Kurumu’na teberrüde bulunan yurtseverleri aşağıda sıra
ile yazıyoruz” ibaresiyle verilen liste uzayıp gitmektedir.
Yeni üye olanlar listesinde bölgemizin muhtarları da yer almaktadır.
Çıtak Muhtarı Süleyman 20 Lira, Güzelhisar Muhtarı Tevfik Balaban 20,
Aliağa Muhtarı Hasan Baytal [Hatalı yazılmış, doğrusu Baykal’dır] 20, Ço-
raklar Muhtarı Ömer 20, Çoraklar köyü katibi Mehmed 20, Kalabak Muh-
tarı Himmet 20, Aliağa Nahiye kâtibi Abidin Çelik 24, Menemen Helvacı
Nahiye kâtibi Muhittin Haysal 25, Helvacı Ziraat Kredi Kooperatifi Kâtibi
Mehmet Gençer 20 Lira ile Cemiyete yeni üye olmuşlardır463.
461
Yeni Asır, 29 Temmuz 1931. Olayın diğer ayrıntıları için bkz. Yıldırım 2009, 85-86.
462
Yeni Asır, 4 Aralık 1933.
463
Cumhuriyet, 11 Haziran 1935.

237
Turizmde farkındalık yaratma çabaları: Aliağa plajları ön planda
Genç Cumhuriyet, her alanda yoğun bir kalkınma faaliyeti içinde gö-
rünmektedir ve her potansiyeli değerlendirmek için çabalamaktadır. İzmir
Valiliği de İzmir taşrasının turizm potansiyelini tanıtma çabası içindedir.
Örneğin İzmir Turing ve Otomobil Kulübü, İzmir’in değişik yörelerine gezi
düzenlemektedir. Aliağa Çiftliği de bunların arasındadır ve özellikle plajları
ile ön plana çıkmaktadır:
“İzmir (Hususi)-Turing ve otomobil kulübü bu hafta Menemen’in Aliağa
nahiyesi sahillerine bir gezinti tertib etmiştir. Otobüslerle giden gez-
ginciler, nahiyede müdür ve halk tarafından ilgi ile karşılanmışlardır.
Nahiyenin çok güzel fakat tanınmamış, şöhreti yayılmamış bir plajı
vardır. Bu arada denizin, havanın vaziyeti de mükemmeldir.
Nahiye müdürlüğü ve köylü misafirler için daha evvelden çardaklar,
yiyecekler hazırlamış bulunuyordu. Akşama kadar kumlarda, denizde,
çardak altında eğlenceli saatler geçirilmiş, oyunlar tertib edilmiştir.” 464

Belge 23.
İzmir Turing ve Otomobil Kulübü üyeleri Aliağa Çiftliği’nde, 1935. (Cumhuriyet gazetesi, 30
Haziran 1935)

464
Cumhuriyet, 28 Birincikanun 1936.

238
İzmir Valisi Fazlı Güleç, Başbakanlığa İzmir’in turizm potansiyeline
ilişkin bir bilgilendirme yazısı gönderir. Potansiyel alanlar arasında Aliağa
plajları da vardır:
“İzmir (Hususi Muhabirimizden) - …. Nitekim İzmir Valisi Fazlı Güleç,
mıntıkaya şamil olmak üzere esaslı bir turizm faaliyetinin başlaması
lüzumu üzerinde durmuş ve bu hususta Başvekalete bir layiha gön-
dermiştir. Başvekalet te bazı noktalar üzerinde malumat almak üzere
İktısad Vekaletini memur etmiştir. Şimdi İzmirde alakadar bazı müesse-
seler, bu mevzu üzerinde son tetkikleri yapmaktadırlar.
Vali ve Belediye reisi ile selahiyettarlar, müzakere ve tetkiklerle yakından
alakadar olmaktadırlar. Gene ayni maksadla beraberce Bergamaya ka-
dar da gitmişlerdir. Proje çok büyüktür ve zengin esasları ihtiva etmekte-
dir. Tam olarak başarılabilmesi, yedi buçuk milyon lira sarfına bağlıdır. Hiç
şüphesiz mıntıka ve İzmir vilayeti, bu parayı vermek kudretinde değildir.
Bu sebeple nihayet memleketi menfaatlendirecek olan büyük harekette,
devlet yardımı da istenmiştir.
Programın esasını şunlar teşkil ediyor: Muhtelif eserleri yekdiğerine
bağlıyan asfalt ve muntazam yollar yapmak, konforlu oteller inşa et-
mek, eğlence vesaiti ve yerleri hazırlamak, seyyahları memnun ede-
cek herşeyi temin eylemek. Yamanlar dağı, Bozdağ, Bergamanın Kı-
nık yaylaları, Çeşme, Aliağa nahiyesi plajları, Ağamemnun ılıcaları,
Urla içmeleri, İnciraltı plajı, Salihli ılıcaları, meruf ormanlıklar ve yayla-
lar da bu programa dâhildir.” 465

Aliağa Çiftliği’ne hasar veren depremler (1932, 1936 ve 1939)


23 Ocak 1932’de Urla ve civarında meydana gelen deprem Aliağa
Çiftliği’ni de etkiler. 25 Kanunisani [Ocak] 1932’de gazetelere yansıyan
bir haber, Aliağa Çiftliği halkının yardıma ihtiyacı olduğunu belirtmektedir:
“Urla ve civarında tabii vaziyet avdet etti. Menemen’in Aliağa Çiftliği hal-
kının yardıma muhtaç oldukları tesbit edilmiş, muhtaçlar mahalli Hilali-
ahmer Cemiyeti [Kızılay] tarafından buğday tevzii suretile iaşe edilmiş-
lerdir. Hilaliahmer reisi Sezai Bey gazetecilere; ‘Muhtacinin iaşelerine
devam ediliyor. Urla ve Kemalpaşa ile civarındaki köylerde hali tabii
avdet etmiş, endişe zail olmuştur’ demektedir.” 466

Bu kez, 19 Haziran 1936 gecesi aralıklarla meydana gelen 3 deprem


Aliağa Çiftliği’nde korkuya neden olur. Depremde ölen ve yaralanan ol-
mazken, Nahiye Müdürlüğü konağı depremde zarar görür;

465
Cumhuriyet, 28 Birincikanun1936.
466
Cumhuriyet, 25 Kanunisani 1932.

239
“İzmir 20- Menemen’in Aliağa nahiyesinde dün gece fasılalı surette
üç zelzele hissedilmiştir. Birincisi oldukça şiddetli geçen bu zelze-
leden Nahiye Müdürlüğü Konağının duvarları çatlamıştır. Başka bir
zarar olmamıştır.” 467

22 Eylül 1939’da Dikili’de meydana gelen 6.6 büyüklüğündeki dep-


rem Dikili’den Burhaniye’ye, Karaburun’a kadar geniş bölgede büyük
yıkıma, ölümlere ve zarara yol açmıştır. Aliağa Çiftliği de bu deprem-
den etkilenir. Gazetelerde Zelzele Faciası manşetleriyle verilen olayda
Aliağa’da hükümet konağının ve iki evin duvarlarının çatladığı bilgisi ve-
rilmektedir468.

İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa’nın Aliağa Çiftliği’ne ilgisi


Kazım Dirik 16 Mart 1926 tarihinde İzmir’e vali olarak atanır. Bu gö-
revi, 9 Ağustos 1935 tarihine kadar sürdürmüştür. Atatürk gibi Selanikli
olan ve aynı dönemde Manastır Askeri İdadisi’nden mezun olan Kazım
Dirik Paşa, sert ve disiplinli bir asker olarak tanınmaktaydı. İzmir Vila-
yeti de stratejik bakımından hemen hemen İstanbul kadar önemli ve iş-
galden sonra yeniden ayağa kaldırılması yaşamsal öneme sahip, Ege
Bölgesi'nin başkenti konumunda idi. Görev yaptığı dönemde Atatürk’e
İzmir’de suikast girişiminde bulunulmuş ve 1930 yılında Menemen’de
Kubilay’ın şehit edilmesine yol açan irtica olayı gerçekleşmişti. Paşa-
nın İzmir’de görev yaptığı dönemde gerçekleştirdiği bayındırlık, ziraat ve
eğitim konusundaki projeler sayesinde, bölge halkının yaşam düzeyin-
de iyileşmeler meydana gelmişti. Kazım Paşa, İzmir Valiliği’ne geldikten
sonra sık sık Aliağa Çiftliği’ni ziyaret ederek çoğunluğu Makedonya’dan
hemşehrileri olan halkın sorunlarını dinlemekte, yolların ve okulların ya-
pımında gönüllü çalışmaları için cesaretlendirmekteydi. Nitekim, onun
valiliği döneminde Menemen kazasına bağlı köylerdeki mekteplerin in-
şası için yapılan desteklere ilişkin liste bu konuda halkın ve hükümetin
nasıl canla başla çalıştığını göstermektedir. Bu liste içinde Helvacıköy
mektebine 1.300, Aliağa mektebine 700, Güzelhisar mektebine 500 lira
destek yapıldığı görülmektedir469.

467
Cumhuriyet, 22 Haziran 1936.
468
Cumhuriyet, 24 Eylül 1939.
469
Kazamızda 1932 senesinde yapılan hayırlı işler, Menemen Ant gazetesi, 28 Şubat 1933.

240
Resim 22. Baltazzilerin konağı okul oluyor
Yıllarca Baltazzi ailesinin lüks içinde yaşam sürdüğü konak, Cumhuriyet kurulduktan
sonra 1931 yılına kadar harap halde kaldı. İzmir Valisi Kazım Dirik’in çabalarıyla konağın
onarılarak okul yapılmasına karar verildi. (Safter Efganlıoğlu arşivi)

Resim 23.
Konakta 1931’de başlayan onarım çalışmaları iki yılda tamamlanarak Aliağa Çiftliği bir
okula kavuştu. Bina, yıkıldığı 1972 yılına kadar Aliağa İlkokulu adıyla hizmet verdi.
(Safter Efganlıoğlu arşivi)

241
1932 yılında yanında mimarlarla birlikte Menemen’e gelerek yapımı
sürdürülen Helvacı, Yanık, Doğa, Güzelhisar ve Aliağa Mektepleri hakkın-
da teftişte bulunarak, ilgililerden bilgi alır. Mektepleri de gezen Vali Kazım
Paşa, çalışmalardan çok memnun kalarak köylüleri tebrik eder ve bu ça-
lışmalarla mekteplerin bir ay içinde çatı altına alınacağını bildirir470.
Cumhuriyet’in 10. yılı da Kazım Paşa’nın valiliği döneminde Aliağa
Çiftliği’nde yeni okul açılışıyla kutlanır:
“Aliağa’ya, köylerden de insanlar gelmişti. 29 Ekim Cumhuriyet
Bayramı’nda yeni okulun açılış töreni vardı. Çarşı ile iskele arasında at
yarışı yapıldı. Şiirler okundu. Köylerden oyuna katılanlar oldu. Nahiye
Müdürü ve diğer ileri gelenler de Cumhuriyet coşkusuna katıldılar.” 471

Kazım Paşa’nın İzmir Valisi olduğu dönemde Türkiye genelinde yapı-


lan genel nüfus sayımında Aliağa Çiftliği nahiyesinin nüfusunun 519 ka-
dın, 883 erkek olmak üzere 1.402 olduğu kayıtlara geçer472. Daha sonraki
yıllarda gerçekleştirilecek nüfus sayımlarında Aliağa’da her zaman erkek
nüfusu, kadın nüfusundan fazla olacaktır. Bu da iş olanakları arayan erkek
nüfusun ülke içinde daha hareketli olduğunun ve Aliağa’nın bu hareketin
yönlendiği Batı Anadolu’da önemli bir çekim merkezi haline geldiğinin ka-
nıtı olacaktır.

Gediz köprülerinin inşası


1915 yılından önce Gediz Çayı üzerinde mevcut bir köprü hakkında
yazılı ve maddi bir kanıt bulunmamaktadır. Bu rotada yolculuk yapanlar,
sık sık çayı kayıklarla geçtiklerini anlatmaktadırlar. Bu tür kayıklar, ge-
nellikle çaydaki akışın hızının kesildiği noktaların üzerinde bulunmaktay-
dı. Bu tür geçitler, Kayıkçı Geçidi olarak anılmaktaydı. Bunlardan biri de
Emirâlem köyünün kuzeyinde, günümüzdeki Hasanlar köyünün hemen
kıyısında bulunmaktaydı.
Söz konusu Bergama-İzmir şosesi binbir zorlukla inşa edildikten sonra
Gediz Çayı gibi Bizans döneminden beri taşkın, azgın 473 olarak anılan
akarsuyun üzerinde bir köprü inşa etme ihtiyacı doğmuştur. Söz konusu
köprü, demir aksamlı ahşap geçişli idi ve ancak 1915 yılında inşa edile-
bilmiştir. Dönemin gazetelerine yansıyan haberlere göre köprü, 15 Mart

470
Hizmet, 20 Aralık 1932.
471
Yıldırım 2009, 91.
472
Yıldırım 2009, 93.
Menemen adı Roma-Bizans döneminde Gediz Çayı’na (Hermos) verilen Mainomenos veya
473

Memaniomenos (azgın, taşkın) lakabından gelmektedir. Lâkâp daha sonra içinden geçtiği ovanın
(Kampos tou Mainomenou) da adı olmuştur. Bkz. Doğer 1998, 290-291.

242
1915 tarihinde İzmir Valisi Rahmi Bey’in katılımı ile hizmete açılır474. Bu ilk
köprünün çayı geçtiği nokta bugünkü modern köprünün 200 m doğusunda
bulunmaktaydı.
Bu köprü, yağışlı mevsimlerde sık sık taşan Gediz Çayı’nın gücüne da-
yanamayıp bazen yıkılmakta, zaman zaman çayın iki yakasında giderek
artan trafiğe yetmemekteydi. Nitekim, 1931 yılı Temmuz ayının 10/11’inde
söz konusu köprü bakımsızlıktan tehlike sinyali vermeye başlamıştır. Yeni
Asır gazetesinde çıkan haberde köprüden şikâyet edilmektedir:
“Menemen ile Bergama arasındaki Gediz köprüsünün bakımsızlık yü-
zünden mühim bir kısmı göçmeye başlamış ve neticede İzmir ile Berga-
ma arasındaki münakalat aksamıştır. Şimdilik yolcular köprüde aktarma
suretiyle gidip gelmektedir. Bu yüzden çok sıkıntı çekildiği şikâyet edili-
yor. Alakadaranın dikkatine vaz ederiz.”475

Bir gün sonra aynı konuda, ikinci bir haber daha yayınlanır:
“Menemen ile Bergama arasındaki [180] m tûlûndaki Gediz köprüsü
göçmüştür. Burada münaakalatın zorlaştığını dün yazmıştık. Aldığımız
malumata göre köprünün başında, Gediz’den geçmek için sallar yapıl-
maya başlanmıştır. Bu sallarla köprü yapılıncaya kadar Nafia dairesin-
den konulacak memurlar tarafından gece gündüz araba ve otomobiller
meccanen geçirilecektir.”476

Temmuz ayının sonundaki bir gazete haberine göre Gediz köprüsü


tamir edilecektir;
“Menemen-Bergama yolunun geliş-gidişini tamamıyla sekteye uğratmış
olan Gediz köprüsü yakında tamir edilecektir. Dün toplanan vilayet en-
cümeni Bergama, Foça ve havalisi halkının pek çok şikâyetlerini mucip
olan bozuk köprünün tamiratı için kapalı zarf usulüyle açılan münaka-
sayı neticelendirmiştir. Köprünün inşaatı bir buçuk ayda mutlaka ikmal
edilmek şartıyla 7.600 küsur liraya olunmuştur.”477

1932 yılının sonlarında söz konusu köprünün yerine Vilayet tarafından


daha sağlam betonarme bir köprünün yapımına karar verilir. Köprünün
inşa edileceği nokta ise tahta köprünün yaklaşık 2 km doğusunda, çayın
kuzey kıyısında, Dumanlı Dağ’ın eteklerine sıralanmış Yanık, Doğa, Belen
ve Haykıran köylerine daha yakın bir yerde seçilir. Betonarme olacak bu

Ahenk 2 Mart 1331 (15 Mart 1915) Artık köprü sayesinde gelen geçenler mahûd kayık, daha
474

doğrusu ecel beşiği muhatarasından [tehlikesinden] kurtulmuş olacaktır.


475
Gediz köprüsü yıkılıyor mu?, Yeni Asır 13 Temmuz 1931.
476
Gediz üzerinde sallar işleyecek, Yeni Asır, 14 Temmuz 1931.
477
Gediz köprüsü tamir ediliyor, Anadolu, 30 Temmuz 1931.

243
köprünün yapımı için açılan 166 bin lira keşif bedelli ihale, 12 Şubat 1933
tarihinde gerçekleşir478.
Büyük köprü henüz inşa aşamasındayken, olasılıkla finansman ye-
tersizliği nedeniyle çalışmalar sık sık kesilmektedir. Nitekim yeni köp-
rü henüz inşaat aşamasındayken, ahşap köprünün ayaklarının bazıları
Bergama’dan gelen ağır yüklü bir kamyonun ağırlığına dayanamayarak
yıkılmıştır. Köprü derhal kapatılarak tedbir alınır. Menemen Kaymakamı
ve Vilayet Başmühendisi başkanlığındaki bir ekip ahşap köprünün yanı
başında yapılmış olan betonarme Gediz köprüsünden yedek malzeme te-
min ederek dört saat içinde yıkılan köprüyü onarır. Aynı gün durumu tefti-
şe gelen İzmir Valisi general Kazım Dirik Paşa, yeni köprünün ancak üç ay
sonra mümkün olabileceğini belirterek bu müddet içinde ağır kamyonların
hafif yükle ve yolcuların köprü üstünden yaya geçmelerini uygun görür479.
Gediz köprüsünün inşaatı sona erdiğinden sıra köprü üzerindeki yol
kısmının inşaatına gelir. Köprüden, genel yola bağlanacak yan yolların da
yapımı sürdürülür. Bir başka gazete haberinde; köprünün, kabul muamele-
sinin yapılması için vilayetçe Nafia Vekâleti’nden izin istendiği belirtilmek-
tedir480. Birkaç gün sonra şiddetli yağışlarla birlikte kabaran Gediz Çayı,
sonunda taşarak tarlaları su altında bırakır. Ahşap köprünün de bir kısmını
sular götürür. Kolayca tamiri mümkün olmadığından Foça-Menemen-Ber-
gama arasında ulaşım durmuştur. Vali Kazım Dirik de Menemen’e gele-
rek sular altında kalan ovada tetkiklerde bulunur ve köylülerin sıkıntılarını
dinler. Daha sonra alınan bir kararla yeni inşa edilmekte olan köprüden
yayaların yürüyerek geçmesine ve köprünün her iki yakasında da araçlar
bulundurulmasına, böylelikle trafik akışının sağlanmasına karar verilir481.
Eski köprünün seller tarafından yıkılmasından yaklaşık 6 ay sonra, 1933
yılında Türk, Macar ve Bulgar mühendislerin işbirliği ile yapımına başlanan
Gediz köprüsü, 31 Temmuz 1935 günü Nafia Vekili Ali Çetinkaya ve İzmir
Valisi Kazım Dirik tarafından hizmete açılır. Çok sıcak bir güne denk ge-
len açılış için İzmir, Manisa, Menemen ve çevre kazalardan gelen yüzlerce
yurttaş, bu büyük eser için buluşur. Açılışta İzmir Tarım Müdürü, Ziraat Mü-
dürü, Menemen Kaymakamı, Menemen Belediye Reisi, köylü vatandaşlar,
parti temsilcileri, köprünün yapımında çalışan mühendisler ve işçiler de yer
alır. Açılış kurdelesini kesen Vali Kazım Dirik, köprüye Nafia Vekâleti (Ba-
yındırlık Bakanlığı) tarafından kendi isminin verilmesinden büyük mutluluk

478
Hizmet, 27 Aralık 1932.
479
Anadolu, 5 Şubat 1935.
480
Anadolu, 27 Şubat 1935.
481
Anadolu, 8 Mart 1935.

244
duyduğunu söyler. Diğer konuşmacılar da yaptıkları konuşmalarla köprü-
nün sağlayacağı faydalar üzerinde dururlar. Görev alan mühendisler adına
bir temsilci de köprünün özellikleri hakkında bilgi verir. 2 yılda bitirilen Gediz
köprüsü 200 m uzunluğunda ve 5 kemerden oluşmaktadır. Resmi adı Cum-
hurluk Vali Kazım Dirik Köprüsü olarak anılan bu köprünün yapımında Ka-
zım Dirik’in çok büyük emekleri olmuştur. Ancak, köprü adının oldukça uzun
olması halk arasında pek tutmamış, beş kemerden oluşmasından dolayı bu
köprü Beşli Köprü olarak adlandırılmıştır. Şimdi tarihi eser olarak görülen bu
köprü günümüzde Dumanlı Dağ’ın güneye bakan yamaçlarına sıralanmış
Yanık, Doğa, Haykıran, Belen ve Çukur köylerine ulaşımı sağlamakta, an-
cak acil onarıma ihtiyaç duymaktadır482.

Atatürk Bergama’ya giderken Aliağa Çiftliği’nden geçiyor


Atatürk, 9 Nisan 1934 tarihinde, beraberinde İzzettin [Çalışlar] Paşa,
Kazım [Karabekir] Paşa, Kılıç Ali, Salih [Bozok] ve Nuri [Conker] Beyler-
le birlikte İzmir’e gelir. Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu gezisinde askeri
birlik denetlemelerine ağırlık verir483. 9 Nisan’da İzmir’e gelip, aynı tarih-
te Foça’yı, 10 Nisan’da Selçuk ve Kuşadası, 11 Nisan’da Seferihisar ve
Bornova’yı ziyaret eder. Gezisinde askeri manevraları izleyen ve ilk kez
düzenlenen çocuk balosuna katılan Atatürk, 13 Nisan 1934’de İzmir’den
ayrılır484. 13 Nisan 1934 sabahı İzmir’den hareketle Menemen-Aliağa-
Bergama-Dikili, Ayvalık, Burhaniye ve Edremit’i ziyaret eden Atatürk,
Aliağa’dan da geçer. Atatürk’ün Aliağa’dan geçişi ve kısa bir süre için de
olsa, kasabada mola vermesi halkta heyecan yaratmıştır. Aradan yıllar
geçmiş olmasına karşın Aliağalı yerel tarihçiler, Atatürk’ün bu ziyaretini
değişik tanıklıklar yoluyla aktarmaktadırlar. Cevat Yıldırım’ın kaleminden
Atatürk’ün Aliağa Çiftliği’nden geçişi tanıkların da katkısıyla şu şekilde
anlatılmaktadır:
“Atatürk 9 Nisan 1934 günü Foça’daydı. Aynı gün İzmir’e döndü. 13
Nisan 1934 tarihinde Menemen’e geldi. İlçe zafer takı ve bayraklarla
süslendi. Reisicumhurumuz Atatürk, Menemen’de coşkuyla karşılandı.
Buradan Bergama’ya hareket etti. Onu, yol üstündeki köyler halkı se-
vinçle bağırlarına bastı. Bergama’ya doğru giderken Aliağa’ya da uğra-
dı. Otomobil, İzmir istikametinden kasabaya girdi. Önce iskele tarafına
gidip döndü. Okulun doğu kapısı önünde durdu. Arabanın üzeri açıktı.
O sıralarda dokuz yaşında olan bir hemşehrimiz arabayı Volkswagen’e

482
Anadolu, 31 Temmuz 1935.
483
Melih Tınal, Atatürk’ün İzmir Ziyaretleri ve vefatının İzmir’deki yankıları, 2008, http://web.deu.edu.
tr/ataturkilkeleri/ai/uplaoded_files/file/dergi2016-17/2_Melih_Tınal.
484
Latif Taşdemir, Atatürk’ün İzmir Ziyaretleri ve Kaynakçalı Kronolojisi, http://atailkuyg.ege.edu.tr/
files/l_d-ata_izmir.pdf.

245
benzetmişti. Diğeri de ‘belki Ford’ dedi. Çocuklar, okul bahçe duvarının
önüne sıralandı. Halk da yolun karşısındaydı. Arif Ertuğrul o sıralar-
da 30 yaşında idi. Ata’yı gördüğü günü şöyle anlattı: ‘Arabadan indi.
Çocuklara ve halka doğru yürüdü. Elinde bastonu vardı. Ben ayakta
ve çocukların yanında idim. Elbisesi tamamen yerli keten dokuma idi.
Rengi açıktı. Beyaz rengi andırır gibiydi. Çocukları ve halkı selamla-
dı. Dönmezlerin fabrikanın yanından geçip gitti. Dikili’ye gittiğini duy-
duk. Ben de başka bir araçla Dikili’ye gittim. O sıralar Dikili’de tütün
dikme işi ile meşguldük. Bizimle çalışan bir Yunanlı işçi vardı. Midilli
Adası'ndandı. Atatürk’ün yerli malı giyinmesine çok hayret etti.’ O gün-
lerde çocuk olan bir hemşehrimiz ise ‘onu çok alkışladık. Bir arkada-
şımız elini öpmek istedi. Ama çekindi öpemedi’ dedi. Yanında Fevzi
Paşa’nın olduğunu da söyledi. ‘Atatürk’ten önce askeri bir jeep geldi
orada bulunanları silah yoklaması yaptı. Atatürk öndeki arkadaşımı-
zın saçını okşadı’ diye de ekledi. Hemşehrimiz Ali Sezen’e göre de
hemen arkasından arabasıyla İsmet Paşa gelmişti. Kasabanın ileri ge-
lenleri ile konuşmuştu. O da Atatürk’ün arkasından arabasının yönünü,
Bergama’ya doğru çevirmişti.” 485

Resim 24.
Cumhurbaşkanı Atatürk, askeri birlik denetimleri için 9 Nisan 1934’de İzmir’e gelir. 13
Nisan’da ise Bergama’ya giderken, Aliağa Çiftliği’nden geçer. Öğretmen, öğrenci ve
Aliağalılarla konuşur. Atatürk ve beraberindekiler, Aliağa’dan sonra Bergama’ya gider ve
tarihi Asklepeion’da bu fotoğrafı çektirirler. (Bergama Belediyesi arşivi)

485
Yıldırım 2009, 91.

246
Aliağa’lı sözlü tarih araştırmacısı Selim Erkmen, Mustafa Kemal’in Ali-
ağa girişinde, günümüzde İzmir Bergama kara yolunun Aliağa içi geçişin-
deki Eski Garaj diye bilinen yerde Aliağa halkı tarafından büyük bir coşku
ile karşıladığını belirtmekte ve o güne ilişkin şu bilgiyi vermektedir:
“Burada [Eski Garaj] Aliağalılarla sohbet eden Atatürk, daha sonra Ata-
türk İlkokulu’nun Fevzi Paşa Caddesi yönündeki kapıda öğrenciler ve
öğretmenler tarafından karşılanmıştır.”486

Selim Erkmen’in, Atatürk’ün Aliağa ziyaretiyle ilgili edindiği bilgiler ol-


dukça etkileyicidir:
“Aliağa Halkı, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal’i büyük bir coşku ile kar-
şıladı. Mustafa Kemal’in üzerinde gribej renginde golf tipi kıyafet elinde
baston ile boz renkli kasket vardır. Burada Aliağalılarla sohbet eden Mus-
tafa Kemal daha sonra beraberindekilerle birlikte şimdiki Atatürk İlköğre-
tim Okulu’nun Fevzipaşa Caddesi yönündeki [o zamanki Bergama şose-
si] kapıda Öğretmen Naciye Hanım ve öğrenciler tarafından karşılanır.
Burada Öğretmen ve öğrenciler ile uzun uzun konuşur. Karşılamada
bulunan öğrencilerden bazıları Sami Tunca, Münir Garip, Mehmet Eroğ-
lu, Muzaffer Örnek, Safter Efganlıoğlu, Feride Özsoy (Uçan), Nazmiye
Dolbun’dur. Daha sonra iskeleye doğru hareket ederler. Lazın Gazino [gü-
nümüzde Can Restoran ile Kaptan Restoran] arasında durur. Burada 5-6
kadın ile o anda orada bulunan 6-7 balıkçı ve Münir Garip de vardır. Münir
Garip, Mustafa Kemal’in ‘Dur çocuk!’ diye aracı kullanan şoföre seslen-
diğini ve aracın iskele mevkisinde önlerinde durduğunu anlatır. Mustafa
Kemal’in buradaki konuşmaları kuru manuple [telgraf] ile Ankara’ya bildiri-
lir. O dönemde Aliağa’da Posta Müdürü Mustafa Efendi [Acar], postacı ise
Arif Efendi’dir [Tunca]. Burada kısaca kendisini dinleyenlere Cumhuriyet
devrimlerini ve daha yapılması gerekenleri anlatır Mustafa Kemal.” 487

İstanbul Üniversitesi talebeleri Aliağa Çiftliği’nde misafir


Ülkenin tek üniversitesinin öğrencileri, ileride hizmet edecekleri taşra
halkı ile tanıştırmak ve kaynaştırmak için genç Cumhuriyet’in yöneticile-
ri tarafından uygulanan projelerden birisi de öğrenci gezileridir. İstanbul
Üniversitesi’nden bir grup öğrenci, İzmir Valisi Kazım Dirik tarafından
İzmir’e davet edilir ve gruplar halinde köy ve ilçelerde misafir edilir. Misafir
kabul eden yerler arasında Menemen’in köy ve nahiyeleri de vardır. Aliağa
ve çevre köyler de bu program içinde yer alırlar. Bu ziyaret dönemin gaze-
telerince haberleştirilmiştir:
486
A. Ekspres gazetesi, 16 Nisan 2016.
487
Selim Erkmen anlatımı, 13 Nisan 2016.

247
“Geçen Pazar İstanbul Üniversitesi talebelerinden bir grup İzmire tetkik
gezintisine gitmişlerdi. İzmir İlbayı (valisi) General Kazım Dirik gençleri
bu sene İzmire çağıracağını vadetmişti.
Dün İzmir İlbaylığından Üniversite Rektörlüğüne böyle bir davetiye
gelmiştir. Buna göre İzmir ve civarında yapılmakta olan nümune köy-
leri [68’e] çıkarılmıştır. Bu yaz bu köylerden [40’ı] bir ay müddetle her
biri bir üniversite talebesini konuklamağa (misafir etmeğe) çağırmak-
tadır. Bu [40] genç zaman zaman kültür mütehassıslarının ve valinin
yanında hep birden toplanarak İzmir ve Ege mıntakasında gezintiler
yapacaklardır. Bu suretle gelecek olan gençlerden istiyenler yurdun
bu parçası üzerinde gerek sosyal ve gerek ekonomik tez yazmak fır-
satını bulacaklardır. Bu talebeler ayrıca arsıulusal 19 Eylül panayırını
da gezeceklerdir. Gelecek olan talebelerden yorgun olanları Bozdağ
ve Aşağıbeyli köylerine gönderilerek buradaki çam ve fıstık ormanla-
rından istifade etmeleri temin edilecektir.
Her köy kendi konuğuna kendisi bakacak, yalnız gidip gelme masrafı
talebeye aid olacaktır. İzmir’e gidecek olan bu talebelere Bayındırlık ve
Ekonomi Bakanlıklarınca vapur ve demiryolu masraflarında çok kolaylık
gösterilecektir. Her talebe istediği köyü kendisi seçebilecektir. Bu köyler
Ödemiş, Menemen, Bergama, Tire, Kuşadası, Kemalpaşa, Urla, Çeş-
me, Foça, Cumaovası, Bayındır, Dikili kazalarına aiddir.
Yer yer misafir kabul edecek olan köyler de şunlardır:
Birgi, Bozdağ, Çaylı, Kaymakçı, Bezdegüme, Yeniceköy, Dadbel, Ka-
yaköy, Bademiye, Adagüme, Adagide, Beydağ, Kiraz, Haykıran, Emira-
lem, Göktepe, Aliağa, Karakuzu, Gökçebeyli, Bölcük, Poyracık, Yuka-
rıbeyli, Aşağıbeyli, Fıstık, Büyükkale, Fata, Kahran, Selçuk, Davudlar,
Ören, Armutlu, Parsa, Kilizman, Yelki, Alaçatı, Yenifoça, Cumaovası,
Çırpı, Çandarlı, Pınarbaşı.
Üniversite Rektörü Cemil Bilsel İzmir İlbayının bu tezkeresini sevinçle
karşıladığını ve bu sevinçli haberi bütün fakültelere bildireceğini cevaben
bildirmiştir.
İzmir İlbayı Kazım Dirik'in bu teşebbüsünü takdirle karşılamak lazımdır.
Bu suretle üniversitede okuyan ve yarın memleketin mukadderatını eli-
ne alacak olan gençlerimizle köy ve köylü arasında çok yakın ve canlı
bir alaka başlamış olacaktır.” 488

Genç Cumhuriyet ve Aliağa Çiftliği’nde kooperatifleşme


1937 yılında yayınlanmış bir Bakanlar Kurulu kararnamesi, genç Cum-
huriyet yöneticilerinin ülkenin en ücra köşesindeki nahiye ve köylerin koo-
peratifleşmesi için bizzat nasıl ilgilendiklerini göstermesi bakımından çok
ilginç bir belge olarak [Belge 24.] bu kitaba girmeyi hak ediyor:

488
Cumhuriyet, 23 Mayıs 1935.

248
“Kendi köyünden ve civar köylerden yumurta toplamak, sevk etmek,
cins yumurta celp etmek ve tavuk neslini ıslah etmek maksadıyla mer-
kezi İzmir Vilayetinin Ali Ağa köyü olmak üzere en az 200 Türk lirası
sermaye ile teşkiline başlanan Ali Ağa Tavukçuluk Kooperatifi'nin İkti-
sat Vekâleti'nden gönderilen esas mukavelename lahiyası İcra Vekil-
leri Heyetince 2273/937 tarihinde tetkik edilerek ilişik mukavelename-
nin tasdiki onanmışdır.” 489

Belge 24.
Aliağa’da Tavukçuluk Kooperatifi kurulmasına ilişkin Cumhurbaşkanı Atatürk imzalı
kararname. (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi)

489
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 030_0_18_01_02_7_3_23_003.

249
Söz konusu kararnamenin altında Başbakan olarak İsmet İnönü’nün
ve Cumhurbaşkanı olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün imzaları oldu-
ğunu görmek bile genç Cumhuriyet'in kooperatifleşmeye verdiği önemi
göstermeye yeterlidir.

Aliağa’da ve köylerinde eğitim seferberliği


Yunanların İzmir’i terk etmesinden kısa süre sonra vilayet genelinde
eğitim faaliyetleri başlamıştır. 1922-33 yılları arasında 10 yıl içinde İzmir il
sınırları içinde 42 resmi ilkokul açılmıştır490. Eğitim ve öğretim faaliyetleri-
ne hızlı başlanmasına karşın okul olarak kullanılacak sağlam bina bulmak
büyük sorun oluşturmaktaydı. Bu yüzden, mevcut okul binaları onarılır-
ken, okul olabilecek binalar da tespit edilmekteydi. İkinci en önemli sorun
da öğretmen ihtiyacıydı. 1927-28 ders yılında Foça’da 8, Menemen’de 15
okul bulunuyordu491.
İzmir genelinde 1930’lardan itibaren köylerde okul inşa faaliyetleri köylüle-
rin de desteğiyle hız kazandı. 1931 yılında inşası kararlaştırılan 83 köy mek-
tebinin malzemesini köylüler tedarik edecek, Vilayet Umumi Meclisi sadece
inşaat masrafını karşılayacaktı492. İnşaatlar tamamlandığında Vali Kazım [Di-
rik] Paşa tarafından vilayet dâhilinde 146 okul binası inşa ettirilmiş olacaktı493.
Okullardan biri Aliağa merkezinde daha sonra "Atatürk" adını alacak
ilkokul, diğeri de Samurlu köyünde yapılan Kazım Paşa İlkokulu idi. 1932
sonunda Aliağa, Samurlu, Şehitkemal ilkokullarının da aralarında olduğu
okulların çatısı bitmişti. Menemen’in Helvacıköy Mektebi ise henüz çatı
altına alınacaktı494.
Cumhuriyetin 10. yılında, 29 Ekim 1933’de İzmir Vilayetinde inşaatı
tamamlanan 250 mektebin açılış şenliği yapılmıştı495.
Aşağı Şakran İlkokulu 1931’de, Aliağa’daki Aliağa İlkokulu, Samur-
lu’daki Kazım Paşa İlkokulu, Bozköy İlkokulu 29 Ekim 1933’de eğitim
öğretime başlar. Bu okulların yapımına 1 yıl önce başlanmıştır. 1934’de
Çakmaklı köyü İlkokulu açılır. Helvacı İlkokulu’nun yapımına da 1932’de
başlanır ve 1934 yılında bitirilerek eğitime başlar. Çaltılıdere köyündeki
ilkokul 1938’de açılır. Kalabak köyündeki çocuklar, 1939’da ders sıralarına
oturur. Hacıömerli’de ise okul ancak 1943’de açılabilmiştir.

Sadiye Tutsak, İzmir’de Eğitim ve Eğitimciler 1850-1950, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
490

(Ankara 2002), 278.


491
İzmir Vilayeti Salnamesi, 1927-28.
492
Sadiye Tutsak, adı geçen eser, 288.
493
Anadolu, 11 Teşrin-i Sani 1931.
494
Yeni Asır, 29 Kanun-i Evvel 1932.
495
Yeni Asır, 1 Teşrin-i Sani 1933.

250
Resim 25. Aliağa’da Cumhuriyet’in 10. yılı coşkusu
Aliağa İlkokulu, onarım gören konakta eğitim öğretime 1933’de başladı. 29 Ekim 1933’de
yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve 10. Yıl coşkusu geleceğe bu fotoğraf karesiyle
kaldı. (Safter Efganlıoğlu arşivi)

1936 yılında İzmir Valiliği tarafından hazırlanan 5 yıllık kalkınma prog-


ramında başköşeyi eğitim öğretim faaliyetleri almaktadır:

“İzmir (Hususi) - Valimiz Fazlı Güleç, Vilayetin muhtelif işleri hakkında


bana şunları söyledi; Vilayetimizde köy kalkınma hareketleri çok açıl-
mıştı. Köylerin zaten dar olan bütçe vaziyetlerini düzeltmek lazımdı.
Onun için beş yıllık yeni bir köy kalkınma programı hazırlıyoruz. Vilaye-
timizde maarif ihtiyacı yüzde 80 tatmin edilmiştir. Bu nisbet, Avrupa’nın
en medeni şehirlerindeki nisbettir. Şimdi yeni mektep inşaasından zi-
yade yaptırılmış mekteplere bütçemizin müsaadesi nisbetinde muallim
bulmakla meşgulüz. Mekteb yapmakla beraber muallim ihtiyacını da
düşünmek başta gelir. Vilayette umumi olarak mahsul bereketlidir. Hal-
kın sıkıntısı yoktur ve çok iyi çalışılmaktadır.” 496

496
Cumhuriyet, 24 Eylül 1936.

251
1933 yılında inşa edilen ve malzeme sıkıntısından ötürü mezar taşla-
rını bile okulun inşaatında kullanan Samurlu sakinlerinin çabaları sonuç
verir ve Samurlu Kazım Paşa İlk Mektebi, 1933 yılında kapılarını öğrenci-
lere açar. İlkokul, Cumhuriyetin ilanından 10; Harf devriminden 5 yıl sonra
eğitim-öğretime başlar ve 37 yıl kesintisiz hizmet verir. Tarihler 1970’i gös-
terdiğinde ise ilgisizlik ve bakımsızlıktan dolayı kullanılmaz hale gelerek
eğitime kapatılmıştır.
Yıllar sonra, bu ilkokul Cumhuriyet aydınlanmasının yaşayan tanı-
ğı olarak, 2014 yılında Aliağa Belediyesi tarafından restore edilecektir.
Kazım Paşa İlkokulu’nda çocukluk yıllarında eğitim gördüğünü anlatan
1939 doğumlu Saffet Arı şöyle konuşur:
“Köyümüzde Cumhuriyet döneminin ilk gençleri bu mektepten mezun
oldu. Mektebin eski halini her gördüğümde yüreğimi burkuluyordu. Şim-
diki hali her bakışımda beni mutlu ediyor. Mektebimizi yeniden hayata
döndüren idarecilerimize ne kadar teşekkür etsek azdır.” 497

Aliağa’nın Cumhuriyet tarihi, Aliağa İlkokulu’nun tarihiyle özdeştir. Ali-


ağa Çiftliği, 1924 mübadelesi sonrası artan nüfusla birlikte köy tüzel kim-
liği kazanmış, artık sıra yöre çocuklarının eğitim öğretimine gelmiştir. Bu
amaçla, 1924 yılında Mekteb-i İptidai (İlkokul) açılmıştır. Ancak, eğitim öğ-
retim için özel yapılmış bir bina bulunmadığından Merkez Cami’nin eklen-
tisi durumunda olan binalarda Osmanlıca (eski Türkçe) yazı ile öğretime
başlanmıştır.
Resmi kayıtlara göre burada birinci, ikinci ve üçüncü sınıflar olmak
üzere başlanan öğretim çalışmaları Mehmet Hoca’nın sorumluluğunda
yürütülmüştür.
İlkokul 1924-1925 öğretim yılında kız öğrencilerin de bulunduğu
77 öğrenci ile eğitim-öğretim faaliyetine başlar. 1928 yılında gerçekleşti-
rilen harf inkılâbına kadar 4 öğretim yılı bu çalışmalar devam eder. Ahlâk
Dersi, Hesap-Hendese (Geometri), Tarih, Coğrafya, Eşya Dersleri, Hayat
Bilgisi, Ev İdaresi, Resim, El İşleri, Beden Terbiyesi (Eğitimi), Musiki (Mü-
zik) derslerinin görüldüğü bu okulda Hal ve Gidiş de (Davranış) dikkate
alınarak, hocalar tarafından 10 üzerinden notlar verilir ve yıl sonlarında
sınav ile sınıf geçme cetvelleri ilgili makamlara gönderilerek onaylatılır.

Aliağa Kazım Paşa İlk Mektebi, http://www.gunaydinaliaga.com/aliaga-kazim-pasa-ilk-mektebi-


497

10639h.htm, 12 Kasım 2014.

252
Resim 26-A.
1932’de mezun olan Yakup oğlu İbrahim Efendi’ye verilen Köy Mektebi Tasdiknamesi.
(Atatürk İlkokulu Yolumuz dergisi)

Resim 26-B.
1932 yılında Aliağa İlkokulu'ndan mezun olan Recep Şengül’e verilen İlköğrenim
Diploması. (Atatürk İlkokulu Yolumuz dergisi)

253
Resim 27. Aliağa İlk Mektebi öğrencileri
Aliağa merkezindeki tek okul olan Aliağa İlk Mektebi öğrencileri toplu halde görülüyor,
1929. (Nevzat Erkol arşivi)

Resim 28. Aliağa İlkokulu Öğrencileri


Aliağa İlkokulu öğrencileri, Öğretmen Mehmet Kubilay ile birlikte görülüyor, 1937.
(Nevzat Erkol arşivi)

254
1928-1929 öğretim yılı yeni Türk Alfabesiyle başlamıştır. Aliağa İlk
Mektebi adıyla açılan bu okul, geçmişte Trafik Tescil bürosu, günümüzde
Aliağa zabıtasının bulunduğu yapı ile İstiklâl Caddesi arasında bulunan
alandaki Rum yapısı olan taş binada açılmıştır. Daha sonra bu bina,
Nahiye (Bucak) Müdürü lojmanı ve Çiftçi Malları Koruma Derneği olarak
da kullanılmıştır. Bu dönemde okul başöğretmenliğine (müdür) Fahri (Al-
pay) Bey atanmıştır. 1. sınıfta 72 öğrenci, 2. sınıfta 27 öğrenci, 3. sınıfta
20 öğrenci olmak üzere 119 öğrenci 3 öğretmenden eğitim almıştır. Okul
kayıtlarına göre, 1929-1930 öğretim yılında 132 öğrenci mevcuttur.
1930-1931 öğretim yılında okulda 139 öğrenci bulunmakta olup, Ba-
şöğretmen Cemalettin Bey’dir. 1931-1932 öğretim yılında 107 öğrenci
mevcuttur. Başöğretmen ise Hasan Tahsin Bey’dir. 1932-1933 öğretim
yılında 107 öğrenci eğitim görmektedir. Başöğretmen Kemal Bey’dir.
1933’ten önceki üç yıllık eğitim sürecinde 17 erkek, 7 kız olmak üzere 24
kişi İlk Mektep Tasdiknamesi (diploma) almışlardır498.
Aliağa’da ve bölgede geniş toprakları olan Baltazzi ailesi, 1876’da Ali-
ağa Çiftliği'nde 12 bin m2’lik bir bahçenin içine 3 katlı bir konak yaptırmış-
tır. Bu konağın üçüncü katı, İngiliz savaş gemilerinin kıyıyı top ateşine
tutması sonucu yıkılır. 1917-1924 yılları arasında yöredeki Rumlarla, Yu-
nanistan’daki Türklerin yer değiştirmesi sırasında bu yapı bir süre gelen
mübadil ailelere mesken olarak tahsis edilir. O yıllarda bu eski konağın
okul olarak kullanılabileceği düşünülmektedir499.
Cumhuriyetimiz 10. yılına ulaşırken, ülkede hızlı bir okullaşma hare-
keti ve yeni yazı ile okuma-yazma seferberliği başlatılır. Bugünkü Atatürk
İlkokulu’nun bahçesinde bulunan Baltazziler’in (Baltacı) Konağı, zamanın
İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa’nın girişimleri ve katkılarıyla bakımı yapıla-
rak okul binasına dönüştürülür. Okul, 1933-1934 öğretim yılında Aliağa
İlkokulu adıyla 5 yıl süreli öğretim verilmek üzere hizmete açılır. Kemal
Bey yeni okulun da başöğretmeni olarak atanır.
Aliağa İlkokulu, 1933-34 eğitim öğretim yılına 44 kız, 66 erkek olmak
üzere toplam 110 öğrenci ve 3 öğretmenle eğitime başlar. İlk yıl 1. 2. 3.
sınıflarla öğretim yapılmıştır. Beş yıl öğretim gören ilk öğrenciler 1935-
36 yılında mezun olurlar. Bunların sayısı sadece üç kişidir. Ülkemizin
o günkü şartlarında düzenli eğitim-öğretimi gerçekleştirmek pek kolay
olmamıştır. Yoksulluk ve yaşam şartları olumsuz etkenlerin başında gel-
mektedir.

Nevzat Erkol, İlk Adım, Yöremizde Eğitim ve Öğretim Çalışmaları, Yolumuz Aylık Dergi, Yıl 1, Sayı
498

1, Mayıs-Haziran 2002, 4-9.


499
Nevzat Erkol, Atatürk İlkokulu’nun Tarihçesi, Notlar, 1997.

255
1935-1936 öğretim yılı sonunda, okul müdürü (başöğretmen) Necati
Çaldıran’ın düzenlemiş olduğu rapor okulun durumu ile ilgili önemli bilgiler
vermektedir500.
1935-36 eğitim öğretim döneminde 5 sınıf olarak eğitim veren Ali-
ağa Mektebinde 151 öğrenci vardır. 66 mevcutlu birinci sınıf öğretmen
Mükerrem’e [Edik], 35 mevcutlu ikinci sınıf ile 20 mevcutlu 3. Sınıf öğret-
men Semiha’ya [Gonla] verilir. 24 mevcutlu dördüncü sınıf ile 6 mevcutlu
beşinci sınıf da başöğretmen Necati beye verilmiştir501.
Menemen Aliağa Mektebi Başmuallimliği başlığı ile, Başöğretmen Ne-
cati Çaldıran tarafından hazırlanan raporda, Aliağa İlkokulu’nda köy ço-
cukları için bir yatılı kısım açıldığı belirtilmektedir;
“Geçen sene [1934] okulsuz köylerin çocukları toplattırılarak 28 kişilik
bir yatılı kısmı açılmıştır ki, bu sene okulda yapı olması ve köy büt-
çelerindeki paraların vaktinde toplanamaması, bu yatılı çocukların za-
manında getirtilememelerine sebep olmuştur. Bunlardan ancak 8 çocuk
vardır.”

Başöğretmen Necati Çaldıran’ın raporunda okulun imkânsızlıkları ve


öğrencilerin devamsızlığına ilişkin bilgiler, o dönem Aliağa’sının sosyo
ekonomik durumuna ilişkin de ipuçları vermektedir;
“Aliağaçiftliği mektebine geleli iki ay oldu. Beraber çalışmakta oldu-
ğum diğer iki arkadaş da yenidirler. Geçen ders senesinin son ayla-
rında okulun öğretmensiz kalışı, bu ders senesi de geç açılışı ve bu
zaman içinde hiç kimsenin okulla, okulun eşya ve düzeni ile ilgili ol-
maması okulu iyice sarsmıştır. Bir defa okulu temizlik, bakım, koruma
bakımından çok geri bulduk. Sonra zaten tamamen rençber olan her-
gün başka bir iş için tarlaya, şuraya buraya gitmek zorunda bulunan,
bunun için de devamsızlıkları her zaman şikâyete sebep olan bu köy
çocuklarını okuldan büsbütün uzaklaştırmıştır.”
“Okulumuz ders araçları bakımından çok yoksuldur. Arap harfleriyle
olan bir kareden, yalnız yönetsel ayrılığı gösteren bir vatan haritasından
ve birkaç yatık levhadan başka bir şey yoktur.” 502

Nevzat Erkol, İlk Adım, Yöremizde Eğitim ve Öğretim Çalışmaları, Yolumuz Aylık Dergi, Yıl 1, Sayı
500

1, Mayıs-Haziran 2002, 4-9.


501
Adı geçen yerde.
Nevzat Erkol, İlk Adım, Yöremizde Eğitim ve Öğretim Çalışmaları, Yolumuz Aylık Dergi, Yıl 1, Sayı
502

1, Mayıs-Haziran 2002, 4-9.

256
Aliağa’da ilk sanayileşme girişimleri ve girişimci aileler
(Dönmezler, Kayralar, Sakalar)
Aliağa, 1960’lı yıllara kadar ekonomisi tarım, hayvancılık ve biraz da
balıkçılığa dayalı bir sahil kasabasıydı. Ekonomik faaliyetler, çevredeki
tarla, bağ ve bahçelerde tarımsal ürünlerin üretimi küçükbaş hayvancılıkla
sürdürülüyordu.
Osmanlı döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminin başlarında
Aliağa’da da tarımsal faaliyet sonucu elde edilen ürünleri, hayvansal ürünle-
ri işlemek ve katma değerli ürünlere dönüştürmek için çırçır, zeytinyağ ima-
lathaneleri, un değirmenleri ve mandıralar gibi küçük işletmeler mevcuttu.
Rum, Ermeni ve Levanten ailelerin boşalttığı geleneksel tarımsal sektörler,
kısa süre içinde Müslüman/Türk müteşebbisler tarafından doldurulmuştur.
1933 yılında Menemen kazasının tarımsal ve sanayi potansiyelinin sergi-
lendiği bir haberde, Aliağa Çiftliği nahiyesindeki tek fabrikaya değinilmektedir:
“Aliağa nahiyesinde motörle müteharrik bir un ve muhtelif köylerde gene
motörle işler on iki fabrika hali faaliyettedir.” 503

Aliağa’da tarımsal sanayi alanında ilk tesis Dönmez ailesi tarafın-


dan kurulur. 1927 yılında Burdur Tefenni’den Bozköy’e yerleşen Yusuf
Dönmez’in oğulları Süleyman ve İbrahim Dönmez kardeşler, 20’li yaş-
larında un değirmeni açarak başladıkları ticaret hayatlarına bir yıl sonra
Aliağa’ya yerleşerek devam ederler. 7 yıl sonra 1935 yılında ikinci iş ola-
rak yağhaneyi (zeytinyağı fabrikası), 1950 yılında ise 15 kişiye iş imkânı
sağlayan pamuk-çırçır fabrikasını hizmete açarlar504.
İzmir-Çanakkale kara yolu üzerinde yeni yeni oluşmaya başlayan Yeni
Şakran’da da Hasbi Şengül, 1953 yılında zeytinyağ fabrikası kurar. Köye
1955’de un değirmeni, 1958 yılında ekmek fırını kazandırır. 1959’da ise
akaryakıt istasyonu açar505.
O yıllarda, bölge halkının geçimi tarım ve hayvancılıktan gelmektedir.
Dönmez ailesinin 3. kuşak temsilcisi Zeki Dönmez, genç Cumhuriyetin
kurulup, devrimlerin ve atılımların başladığı ilk yıllarda Aliağa’da daha çok
buğday ve tütün ekimi yapıldığını belirtmektedir. Pamuk ekimi ise daha
sonraki yıllarda artmaya başlamıştır506.
Dönmez’lerin Çırçır fabrikası, Demokrat Parti (DP) iktidarının dışa açık
politikası, Marshall yardımlarının gündemde olduğu bir ortamda pamuk

503
Cumhuriyet, 30 Kanunievvel 1933.
Dönmez Ailesine ait işletmenin web sitesinde verilen bilgiler, http://www.prestigehoteldonmez.
504

com/?title=our_history&m=Sayfalar&id=42&ek=14&m_id=23.
505
Mustafa Ağır, Sanayide büyüyen ve gelişen kent Aliağa, (İzmir, Bilinmiyor).
506
A. Ekspres gazetesi Ekonomi dergisi, Aralık 2012 sayısı.

257
ekiminin artması ile daha yoğun iş yapmaya başlamıştır. Fabrikada işlet-
menin kapasitesi arttırılır ve vardiyalı çalışma sistemine geçilir. Fabrika-
nın iş kapasitesinin artmasıyla, çalışan sayısı da arttırılmıştır. Fabrikada
çalışan kişi sayısı zaman zaman 50’ye kadar yükselir. İşlerin iyi gitmesi
ile iç ve dış piyasada yeni girişimlerde bulunmak isteyen Dönmez ailesi
şirketleşme kararı alır. Aile, 1 Ocak 1959 yılında şirketleşme adına yeni
bir adım atarak, Dönmez Kollektif Şirketi'ni kurar. Hemen ardından, Ege
Bölgesi Sanayi Odası’na (EBSO) 248’nolu sanayi kuruluşu olarak kayıt
yaptırır. Dönmez Kollektif Şirketi, Aliağa’da kurulan ilk şirket olduğundan
1991 yılında kurulan Aliağa Ticaret Odası’nın da 1 No.lu üyesi olmuştur507.
Aliağa’da 50’li yıllarda mandıracılık yapan ve çırçır fabrikası işleten
Priştina kökenli Kayra ailesi, Uzunköprü’den gelerek kasabada iş tutar.
Aynı zamanda, İzmir’de de işleri vardır ve orada oturmaktadırlar. İske-
ledeki mandıralarında kaşar ve diğer peynir çeşitleri yaparlar. Marshall
yardımından 10 milyon lira yardım alır ve 1951 yılında kurdukları çırçır
fabrikasını 1953’e kadar çalıştırırlar. Pamuktan zarar edince, 1955 yılın-
dan sonra pamukçuluğu bırakırlar508.
Aliağa’da tarımsal işletmeler ele alındığında Saka ailesini de unutma-
mak gerekir. Aliağa’da Koca Laz lakabıyla tanınan Mehmet Saka, önemli
bir isimdir. Mehmet Saka, girişimci bir kişiliktir ve birçok ticari faaliyetiyle
tanınmaktadır.
Saka ailesinin ikinci kuşağı olan Mehmet Saka’nın oğulları Niyazi, Şük-
rü, Mustafa, Hüseyin ve Kemal Saka da girişimcilikleriyle dikkat çekerler.
Kemal Saka; zeytinyağ, çırçır ve un, Mustafa Saka; bakkaliye, meşrubat,
Niyazi Saka; restoran işletmeciliği yaparak Aliağa’ya hizmet ederler. Saka
ailesine ilişkin Mehmet İşlek’in anlattıkları eski Aliağa’nın bu girişimci aile-
sine ilişkin yararlı bilgiler içermektedir:
“O dönemlerde [1960’ların ikinci yarısı] Kemal Saka zeytinyağı işiyle
uğraşıyordu. Saka Mobilyanın olduğu yerin arka tarafında değirmeni
vardı. Motorla çalışan bir değirmendi. İki tane öğütme kayası vardı. Bu
kayanın yanı başında da bir oda vardı. Deveci Mehmet amca vardı. De-
veleri orada boşluğa kapatıyor. Deve buradan su içeyim derken aşağıya
düşmüştü. Değirmen varken hemen yanında yağhanesi vardı. Kemal
Saka bu işi bıraktığı zaman inşaat malzemeleri, hırdavat türü satmaya
başladı. Kemal Saka çok cömert bir adamdı.

507
A. Ekspres gazetesi Ekonomi dergisi, Aralık 2012 sayısı.
508
Zeki Dönmez ile röportaj, 5 Nisan 2016.

258
Resim 29. Aliağa İskelesi'nde bulunan tarihi han, 1990.
(Aliağa Belediye arşivi)

259
Mustafa Saka bakkaliye çalıştırıyordu. Aliağa’nın en büyük bakkaliye-
siydi. Bakkaliye de belediyenin karşısındaydı. Orası istimlâk edildikten
sonra bakkaliyeyi Atatürk İlkokulu’nun karşı tarafına taşıdı. Aynı zaman-
da tüp gaz bayiliği de yaptı. Aliağa’ya ilk gelen Milangaz olarak biliniyor-
du. Dükkânın yan tarafına Tansaş açılmıştı. Dükkân orada çok işleme-
yince dükkânı kapattı.
Necati Saka futbolu çok severdi. O erken vefat etti. Rasim Saka 1960
yılında belediye başkanıydı. Şükrü Saka ticaretle uğraşırdı. Manifatura
dükkânı vardı. Dükkânları Uslular Elektrik'in karşısındaydı. Şükrü Saka
1962 yılında vefat etti.
O zamanlar Sakalar'ın ve Güner ailesinin birer tane otobüsleri vardı.
Aliağa-İzmir arası ulaşım hizmeti veriyorlardı. Akşamları kahve kahve
dolaşır müşteri toplarlardı. Aralarında büyük rekabet vardı. Haftada 1-2
gün münakaşaları olurdu. Ertuğrul Güner işi hep sıkı tutardı.
Sahil tarafında balıkçı barınağının karşı tarafında Kayralar’ın yeri vardı.
Orada mandıracılık yaparlardı. Daha sonra pamuk işi yapmaya başladı-
lar. İşlerin başında da Cemalettin bey [Kayra] vardı. Esnaf olarak Kasap
Topal Arif vardı. Berber olarak Berber İsmail vardı. Hacı Berber vardı;
Herkesten ucuza keserdi. Nalbur işini Hüseyin Çelebi yapardı. Şimdiki
Tansaş’ın yerinde dükkânı vardı. Nalbant Kerim vardı. Nalbant İsmail,
Nalbant Eşref vardı. Semerci Abdullah vardı.” 509

Aliağa’da Köy Enstitüleri ile başlayan aydınlanma


1930’ların sonlarında Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Mü-
dürlüğü’ne getirilen İsmail Hakkı Tonguç’un fikri ve uygulamalı projesi olan
Köy Enstitüleri, 1937’lerde eğitim-öğretime başlamıştır. 1940’da Köy Ens-
titüleri Kanunu kabul edilir. 15 yıl gibi kısa bir süre açık kalan ve Demok-
rat Parti döneminde kapatılan Köy Enstitüleri, köy çocuklarının kaderlerini
değiştirmiştir.
Köy Enstitüleri’nin açılmasıyla birlikte, Aliağa ve köylerinden de bu
okullara giden çocuklar oldu. Ahmet Çalısal, Aziz Bozdemir, Basri Oktay,
Hakkı Güner, İbrahim Vurgun, Muzaffer Örnek, Osman Uslu, Sabri Öz,
Safter Efganlıoğlu, Sami Tunca, Süleyman Özen ve Helvacı’dan Zahi-
de ve Zehra Gencer kardeşler, Bozköy’den Mustafa Kılınç ilk öğrenciler
arasındadır.

509
Mehmet İşlek ile röportaj, 26 Kasım 2015.

260
Göç sırası Bulgaristan ve Yugoslavya’dan kaçan muhacirlere
geliyor (1933-1951)
Aliağa Çiftliği’nin 19. yüzyılın başlarındaki doğumu Rum göçü ile ol-
muştur. Aliağa, varlığı boyunca göç alarak büyüyen bir kasabadan, stan-
dartların üzerindeki bir nüfusu ile kalabalık bir kaza merkezine dönüşmüş-
tür. Günümüzde de süren göçlerle büyük bir metropol olma yolunda −belki
de− ölçüsüzce ilerlemektedir. Aliağa göç alması bakımından son yüzyılın
en kozmopolit ilçelerinden biri olma yolundadır.
1924 yılı Mübadele Anlaşması ile Yunanistan’dan gelen kitlesel bir akın
ile karşılaşan Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri göçün bu ülke ile sınırlı kal-
mayacağının farkındaydı. 1924 yılından itibaren Bulgaristan’daki değişik
baskılarından kaçan 500 bine yakın Müslüman Türk, özellikle 1934 yılın-
dan 1952 yılına kadar aralıklarla Türkiye’ye göç etmiştir. Aliağa Çiftliği de
Bulgaristan’dan gelen bu göçten payını almıştır. Nitekim 1934 yılından iti-
baren Bulgaristan göçmenleri Aliağa Çiftliği’ne de yerleşmeye başladılar.
1936’daki bir gazete haberinde Bulgaristan ve Romanya’dan gelecek
göçmenlerin iskân hazırlıklarından söz edilmektedir:
“Valimiz, Bergama, Dikili ve Foça havalisinde bazı tetkikler yapmıştır.
Bu tetkik, Bulgaristan ve Romanya’dan gelecek 900 aile muhacirden
bir kısmının Aliağa Çiftliği'nde iskânı meselesi ile alakadardır. Hazırlık-
lar bitmiş gibidir. Diğer kısmı Kemalpaşa, Torbalı ve Çeşme havalisine
yerleştirilecektir.” 510

Üç yıl sonra yine aynı ülkelerden gelen yeni göçmenler için Aliağa’da
inşa edilecek meskenler konusunda bilgi verilmektedir:
“İzmir 28 (a.a.)- Bu sene Rumanya ve Bulgaristan’dan memleketimize
gelecek olanlardan Urla’da iskân edilecek olanlar için yapılacak olan
100 ev eksiltmeye konmuştur. Bunların inşaatı bittikten sonra Aliağa
Nahiyesinde de göçmen evleri inşa ettirilecektir.” 511

Cevat Yıldırım’ın sözlü tarih çalışmaları içinde değerlendirdiği müla-


katlarda, 1937 yılında gelen Ali Kırlan’ın, İsmail Cebeci’nin, Adil Tangur’un,
1939 yılında gelen Ali Demirel’in, 1951 yılında gelen Ömer Üstün’ün Bul-
garistan ile Aliağa Çiftliği arasında yaşadıkları paha biçilmez tarihsel de-
ğer taşımaktadır512. 1939 yılında Bulgaristan’dan göç ederek Aliağa’ya
gelen 1928 doğumlu Ali Demirel, Bulgaristan’da göçe zorlandıkları için
Türkiye’ye gelişlerini şu şekilde anlatmaktadır:

510
Cumhuriyet, 24 Eylül 1936.
511
Cumhuriyet, 29 Haziran 1939.
512
Yıldırım 2009, 98-99, 129-130.

261
Resim 30.
1935 yılından bu fotoğrafta, Posta Müdürü Mustafa Acar, Muhtar Kazım Onaran ve
Nahiye Müdürü Celal Albayrak görülüyor. (Aliağalılar Derneği arşivi)

“Bulgaristan’da Pıravadi kazasının Araplar köyünde oturuyorduk. Mec-


buriyetten geldik. Bulgaristan’da hali vakti yerinde olan Türklere gecele-
ri eşkıyalar baskın yapardı. Tabii devletin bundan haberi olurdu. Zorlu-
yorlardı Türkleri, göç etsinler diye. Türklerin arazileri çoktu. Bize de bir
gece baskına gelmişlerdi. Annem engel olmasa, babam çoktan vururdu
adamları. Bizler de mecbur kaldık, mallarımızı sattık ve geldik.
939 yılında İzmir’e İtalyan gemisiyle geldik. Alsancak Limanı şim-
1
dilerdeki gibi değildi. Meydan bomboştu ve bir Atatürk heykeli vardı.
Yunanlar kaçarken yakıp gitmiş oraları. İlk önce Helvacıköy yayla ev-
lerine geldik. O zamanlar Aliağa’da kirada ev bulamazsınız. Topu topu
300-350 hane var. Evler, hep toprak evdi. Türkiye harpten çıkmış, ken-
dini toparlamaya çalışan bir ülkeydi. Bulgaristan’da da okula gitmiştim.
Buraya gelince de Helvacı’da köy okuluna gittim. Atatürk’ün elinde ye-
tişmiş, kafaları iyi çalışan öğretmenlerimiz vardı. 1. Sınıfı Helvacı’da
okudum. 2. Sene Aliağa’ya geldik. Tabii o zamanlar okuduğumuza dair
bir belge yok elimizde. Ben bir daha 1. sınıfa kaydoldum. Ama 2. Sınıf
derslerini almaya başladım.”

Ali Demirel’in anlatımları bize o dönemin ekonomik sosyal durumu


hakkında da bilgi vermektedir:

262
“Tabii çiftçilikle uğraşıyoruz, daha çok para geçiyor elimize. İşlerimiz
bayağı büyüktü. Yanımızda çalışanlar vardı. Aliağa’da bizden daha
büyük çiftçi yoktu. Aliağa’ya iyi örnek olduk. Babam çok çalışkandı.
Ankara’dan bir mecmua gelmişti. Babamı örnek çiftçi diye gösteriyor-
lardı. Kıtlık zamanı dedikleri 1940-1943 yıllarında bizde bolluk vardı.
50 ton buğday, saman… aç kalmadık yani. Babam için para sorun
değildi. Gelene, isteyene verir, parayı da ne zaman isterlerse verme-
lerini söylerdi. Zeytin yetiştiriciliği yaptık. Yunan’dan kalan zeytinler
vardı ama bakımsızdı. Sonraları devlet bu topraklarımızı zanaat oku-
lu, şimdilerin deyimiyle Meslek Lisesi için istimlâk etti. Aslında toprak-
larımız hep bedavaya gitti.” 513

1951 yılında, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç ederek Aliağa’ya yerle-


şen 1944 doğumlu Mehmet İşlek, Aliağa’ya geldiklerinde iskân edildikleri
Kurtuluş Mahallesi’ne ilişkin gözlemlerini şöyle aktarıyor;
“1944 yılında Bulgaristan’ın Şumnu vilayeti Yeni Pazar ilçesi Pamukçu
köyde dünyaya geldim. 1951 yılında Türkiye’ye göç ettik. Tekirdağ’dan
Aliağa’ya yük gemisiyle 3 gün 3 gece yaptığımız yolculukla geldik.
Göçmenlerin yoğun olarak oturduğu şimdiki Kurtuluş Mahallesi’nde
mesken tuttuk. Eski mezarlığın bulunduğu yerden şimdi Namık Ke-
mal İlkokulu'nun olduğu yere kadar istikam çukurları vardı. İstiklal
Harbi’nden kalma çukurlardı bunlar. 1924 yılı muhacirleri Aliağa’ya gel-
diği zaman Namık Kemal Caddesi ile Kurtuluş Mahallesi tarafları me-
raymış. Hayvanlar orada otlarmış. Orada da bir köy çeşmesi vardı. O
çeşme 305 sokaktaydı. Hem sulama hem de içme suyu olarak kullanı-
lırdı. Kilisebayırı’nın olduğu yerde. Şimdiki eski mezarlık, Türk mezar-
lığıymış. Yunanlılar burayı tahrip etse de Türkler buraya tekrar gelince,
burayı tekrar mezarlığa çevirmişler.” 514

Benzer Balkan göç öykülerini, rahmetli halam Gülsüm (Bozkurt)


Haykır’ın kayınpederi, Bulgaristan göçmeni Ali Haykır’dan (Ali Dayı) ço-
cukluğumuzda Arap Çiftliği’nde, dalyanın kıyısındaki tek odalı kulübede,
uzun yaz gecelerinde dinlemiştim. Dalyanda balıkçılık ve kıyıdaki tarla-
da tütüncülük, tarlası Petkim tarafından kamulaştırıldıktan sonra ise İzmir
Caddesi üzerinde tüp gaz bayiliği yapan eniştem rahmetli Halil (Haco)
Haykır’ı ve tüm Aliağalı akrabalarımı da bu vesile ile rahmetle anmayı
çocukluğumdan gelen bir borç olarak hissediyorum.

513
A. Ekspres gazetesi, 21 Temmuz 2007.
514
Mehmet İşlek ile röportaj, 26 Kasım 2015.

263
Resim 31.
Nahiye Müdürlüğü binası olan ve aynı zamanda Jandarma karakolu olarak da kullanılan
tarihi bina önünde Muhtar Kazım Onaran ve Jandarma subayları. (İrfan Onaran arşivi)

264
Gazetelerden bazı Aliağa haberleri (1938-1949)
Bu yıllarda kasabaya ilişkin gazetelere yansıyan haberlerin çoğun-
luğunu sık sık karşımıza çıkan yangın haberleri oluşturmaktadır. Bu
yangınların çoğunlukla dikkatsizlikten değil, fundalık olan Hazine ara-
zilerinden tarla kazanmak amacıyla çıkarıldığını düşünmek mümkün-
dür. Aşağıdaki iki haber akla bu ihtimali getirmektedir:
“Menemen’in Aliağa nahiyesinin Dağmurlu [Samurlu olacak!] köyü
hududunda Paşa Çiftliği mevkisinde ekin biçmekte olan göçmen
Hüseyin’in tarlada yemek pişirmek için yaktığı ateşten yangın çık-
mış, 15 dönümlük çalılık ve fundalık yanmıştır. Hüseyin yangına se-
bebiyet verme suçu ile Adliyeye verilmiştir.” 515
“Aliağa bucağının Arap Çiftliği mevkisinde Hamdi İzmirli’ye ait bir har-
man civarında yangın başladı. Yemek pişirmek üzere ateş yakılmıştı.
Daha sonra ateşin üzerine toprak atılmış, söndü zannedilerek terk edi-
len yerde rüzgârın etkisiyle bir yangın çıkmıştı. Yangın, yukarıda ismi
geçen şahsın arazisinden yayılmış olup, 50 dönümlük yerde kuru otlar
ve anızlar tamamen yanmıştı. Jandarma tarafından yapılan inceleme-
de kasıt olmadığı anlaşıldı.” 516
“Menemen’in Çaltılıdere köyü civarında Veli adında bir köylü tarlası ke-
narında ateş yaktığı sırada kıvılcımlardan etrafa yayılan ateşten 150
dönümlük saha içindeki fundalıkların yanmasına yol açmıştır. Suçlu Ad-
liyeye verilmiştir.” 517
Ancak bu haberdeki yangının kasıtlı olmadığı anlaşılmaktadır:
“Menemen’in Aliağa nahiyesinin kuzey kısmında Bekir Aksay’ın karısı
Sıdıka Aksay’ın ekmek pişirdiği sırada çardak önünde yaktığı ateş etra-
fa yayılmak suretiyle yangın çıkmış, bu çardakla birlikte ev içinde bazı
yerler de yanmıştır. 2.600 kilo buğday ile birçok ev eşyası, 400 lira para
1 beşibiryerde altın, bir yüzük 2 elmas küpe de yananlar arasındadır.” 518

1960’lı yılların sonlarına kadar tipik bir tarım kasabası olan ve tüm
geçimini daha çok tütüncülükten kazanan Aliağa Çiftliği’nde Hazine ara-
zileri sadece yangınlarla değil, aynı zamanda tecavüzlerle de karşı kar-
şıya kalmaktadır. Hükümetlerin Hazine arazilerinden yeni tarım alanları
yaratıp, topraksız köylülere belli oranlarda dağıtma isteği zaman zaman
haber olarak gazetelerde görülmektedir:

515
Yeni Asır, 2 Temmuz 1938.
516
Demokrat İzmir, 18 Temmuz 1948; Yıldırım 2009, 121.
517
Yeni Asır, 8 Ekim 1938.
518
Yeni Asır, 20 Temmuz 1940.

265
Resim 32. Devrim Anıtı önünde Aliağalılar, 1938.
(Aliağalılar Derneği arşivi)

“Menemen’in Arap Çiftliği’nden bir kısım toprak geçmiş zamanda da-


ğıtılmış, bir kısmı da artmıştı. Son zamanlarda yeni sahipler tarafından
hazine hissesine tecavüzler vaki olduğu iddia edildiği cihetle çiftlikten
şahıslara verilen miktarla hazineye kalan miktarın kesin olarak belirtil-
mesi için ölçü yapıldığı ve bir harita hazırlanmakta olduğu öğrenilmiş-
tir. İstimlâk fazlası topraklar Menemen’de toprak kanunu tatbik edildiği
zaman muhtaç çiftçilere verilecektir.” 519

Bölgemizdeki çiftçilerin en korktuğu meteorolojik olay, eylül ayında yağ-


mur yağmasıdır. Eylül ayı tütünün ve sultaniye üzümün kurutulmak üzere
güneşin bağrına teslim edildiği, pamuğun ise toplanmak üzere olduğu bir
aydır. On bir ayın tüm yükü eylülün üzerindedir. Çiftçinin gözü gökyüzünde,
yüreği ise ani bir gece baskını endişesindedir. Bir yağmur tüm emekleri yok
edebilir, hatta çiftçiyi açlığa, tefeciye veya bankaya mahkûm edebilir. 1940
yılının eylül ayı da Aliağa Çiftliği’nin üzerine bir yağmurla kâbus gibi iner:
“Son yağan yağmurlardan sonra Menemen’in Aliağa nahiyesinde 10
bin kilo tütün, Helvacı köyünde 2 bin kilo üzüm sergilerde ıslanmıştır.
Foça’da ise 70 bin kilo üzüm sergilerde ıslanmış ve niteliğini kısmen
kaybetmiştir.” 520

519
Yeni Asır, 26 Haziran 1948.
520
Yeni Asır, 6 Eylül 1940.

266
1940 yılının ortalarında Yeni Asır gazetesinde görülen ilginç bir haber,
Aliağa Çiftliği’nin tarihine Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren damgasını
vurmuş muhtar, belediye başkanı, yerel siyasetçi Kazım Onaran’a ilişkin-
dir. Haberde;
“Menemen’e bağlı Aliağa nahiyesi parti başkanı bulunduğu sırada zim-
metine para geçirmekten suçlu Hasip oğlu Kazım’ın ağır cezada yapı-
lan duruşması sonunda beraatine karar verilmiştir.” 521

Haberde hangi partinin başkanı olduğu bildirilmemişse de −o dönemde


tek parti olduğu için− akla Cumhuriyet Halk Partisi’nden başkası gelme-
mektedir. Olasılıkla parti içi bir çekişme Kazım Onaran’ın ihbar edilmesine
yol açmış, ancak kendisi mahkemeden aklanarak çıkmıştır. 9 yıl sonra Yeni
Asır gazetesinin baş başa köşesine Kazım Onaran imzasıyla gönderilen bir
mektupta yakacak odun kıtlığından şu şekilde şikâyet edilmektedir:
“Üç aydan beri bucağımızda bir kucak odun ve çalı bulmak imkânsızdır.
Kendi arazimiz arasında bulunan fundalıkların bazı yerleri her nasıl
orman mefhumuna girmiş. Hâlbuki bunlar çalılıktan ibarettir. Bergama
Orman Müdürlüğü tarafından hiçbir yerden bir çalı değil, kendi arazimiz
içinden bir hayıt çırpısı bile kestirilmemektedir. Üç aydan beri devam
eden bu şiddetli soğukta bir köylü evine bir çırpı bile getiremezse o
köylünün hayatını siz tasavvur edin. Bir kaşık çorba pişirmeye çalı bu-
lamıyoruz. Milletin hayatı mı, bir çalı parçası mı daha kıymetlidir? Bu
korkunç kış ortasında efradı ailemizin ve küçük yavrularımızın hayatını
nasıl ve ne suretle koruyabileceğimizi şefkatli hükümetimizden soruyo-
ruz. Menemen Aliağa Çiftliği Bucağı-Kazım Onaran.” 522

Nitekim Kazım Onaran, 1946 yılında kurulan Demokrat Parti’ye ka-


tılmış, aynı yıl yapılan İl Genel Meclisi seçimlerinde Demokrat Parti’nin
Menemen ilçesinden tespit ettiği aday listesi içinde yedekler arasında yer
almıştır523. Dolayısıyla Kazım Onaran bir Demokrat Partili olarak yakla-
şan 1950 seçimleri için halkın en can alıcı sorunlarından birisi olan yakıt
sıkıntısını gündeme getirmek istemektedir. Muhtemelen Yeni Asır’da aynı
tarihlerde yayınlanan resmi bir haber bir önceki yakıt sıkıntısı haberi ile
ilişkili olarak devreye sokulmuş olmalıdır:
“Menemen’e bağlı Aliağa’nın çevresinde bulunan yüksek yerler, Bergama
Orman İşletme Müdürlüğü’nün Menemen Kaymakamlığı’nın ve Bucak
Müdürlüğü’nün çalışmaları ile tamamen fıstık çamları ile doldurulacaktır.” 524

521
Yeni Asır, 15 Haziran 1940.
522
Yeni Asır, 15 Şubat 1949.
523
Yıldırım 2009, 120.
524
Yeni Asır, 5 Temmuz 1949.

267
Türk arkeologlar ilk kez bölgede (Helvacıköy Höyücek ve
Bozköy Höyücek kazıları)
Aslen Menemen’in Hatundere köyünden olan İzmir Müzesi Müdürü
Arkeolog Hakkı Gültekin, Helvacıköy Ovası’nda Höyücek olarak adlan-
dırılan bir prehistorik yerleşme keşfeder. Burada, Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji
Kürsüsü öğretim üyesi Doç. Dr. Muzaffer Şenyürek başkanlığındaki bir
ekibe araştırma ve kazı izni verilir. Bu, araştırma ve kazı bölgesindeki ilk
Türk bilimsel girişimi olarak dikkate değer görülmektedir. İzmir’in yerel ga-
zeteleri çalışmalara ilgisiz kalmazlar. Gazetelerde araştırmaya ilişkin ilk
haberler görülmeye başlar:

”21 Ağustos 1949. Menemen’de 5.000 yıl önceye ait eserler bu-
lundu. Menemen’in Helvacı Köyü civarında Höyücek Tepe’sinde
Ege’de Türk Tarih Kurumu adına prehistorik araştırmalar yapmakta
olan Ankara Üniversitesi Antropoloji Doçenti Dr. Muzaffer Şenyü-
rek ve eşi E. Şenyürek İzmir Arkeoloji Müzesi Müdürü Hakkı Gül-
tekin ve İzmir Müzesi’nde asistan Ahmet Dönmez’den müteşekkil
bir heyet tarafından yapılan bir sondaj neticesinde bundan beş bin
sene evveline ait çok kıymetli eserler bulunmuştu. Evvela, Hakkı
Gültekin tarafından görülmüş olan bu höyükte şimdiye kadar hiçbir
hafriyat yapılmamıştır. 2.40x3.40 m ebadında ve 1.50 m derinlikte
açılmış olan bir sondaj çukuru bu höyüğün bakır çağına ait kültür
kalıntılarını ihtiva ettiğini ortaya koymuştur. Bu çukurda, bir duvar
bakiyesiyle elle yapılmış siyah ve içi kırmızı, dışı siyah, kırmızı ve
cilalı çanak parçaları, bir büyük küpün bakiyeleri, taş perdah aletle-
ri, midye kabukları bulunmuştur.
Beş bin yıl önce yaşamış olan bu insanların maişetinde midyenin ehem-
miyetli bir yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Heyet Pazartesi günü tekrar hö-
yüğe giderek daha birkaç gün çalışacaktır. Heyet gelecek sene burada
daha büyük ölçüde hafriyat yapmak tasavvurundadır. Yapılmış olan
sondajda meydana çıkan eserler şimdiye kadar İzmir civarında bulun-
muş en eski eserler arasındadır. Ayrıca, kaydetmek isteriz ki bu haf-
riyatı yapmış olan heyetin üyeleri İzmir’in hemşehrileridir. Araştırmayı
yapanlar, bu höyüğün altında daha eski kalkolitik devre ait bakiyelerin
bulunmasını da mümkün görmektedirler. Heyet bu civarda daha başka
araştırmalar da yapacaktır.” 525

525
Yeni Asır, 21 Ağustos 1949.

268
İkinci haber hemen hemen 10 gün sonra yapılan sondaj kazılarının ilk
sonuçlarına ilişkindir;
“Menemen’in Helvacı Köyü civarında Höyücek Tepe’de Türk Tarih Ku-
rumu adına hafriyat yapmakta olan Doçent Doktor Muzaffer Şenyürek,
eşi bayan E. Şenyürek, İzmir Arkeoloji Müzesi Müdürü Hakkı Gültekin
ve arkeolog Ahmet Dönmez’den müteşekkil heyet hafriyata devam et-
miş ve bu höyükte bakır çağına ait çanak çömlek taş baltalar, taş bı-
çaklar, kemik bizler ile ev duvarlarının bakiyelerini bulmuştur. Bu sene
için hafriyata son vermiş olan heyet gelecek yıl aynı höyükte daha
büyük ölçüde hafriyat yapmak niyetindedir. Heyet aynı zamanda Hö-
yücek civarında Araptepe’de, Bekirlertepesi’nde ve Çakmaktepe’de
daha başka eski iskân yerleri tespit etmiştir. Gelecek yıl bu yerlerde de
hafriyat yapacaktır. Heyetin yaptığı araştırmalar Helvacıköy civarının
hem bakır çağı hem de klasik çağ kalıntıları bakımından çok zengin
olduğunu ortaya koymuştur.” 526

Helvacıköy Höyücek’deki sondaj kazısının ilk mevsimine ilişkin sonuç-


lar 1950 yılında Belleten dergisinde yayınlanmıştır527. 1954 yılına kadar
sürdürülen kazıların sonuçlarının yayınlandığına dair herhangi bilgimiz
bulunmamaktadır.
Aynı ekibin bu kez 1955 yılında bölgede Bozköy Höyücek olarak ad-
landırılan, ilk höyüğün yaklaşık 5 km kuzeyinde, günümüzde ağır sanayi
bölgesi içinde kalmış olan Biçerova mevkisindeki diğer bir prehistorik hö-
yükte sondaj yapacağı yerel gazete tarafından haber olarak verilmektedir:
“Menemen’de Yeni Tarihi Yer Bulundu. Türk Tarih Kurumu adına 1949
yılından beri Menemen’in Helvacıköy civarında hafriyatta bulunan he-
yet, bu civarda yaptığı kazıda Helvacıköy ile Aliağa Çiftliği arasında
Bozköy’de köylüler tarafından yine Höyücek adı verilen bir noktada yeni
bir prehistorik iskân yeri tespit edilmiştir. Hafriyatta çalışan köylülerin
haber vermesi üzerine bu mahale giden heyet satıhta çok eski çanak
çömlek parçaları toplamıştır. Ankara Üniversitesi profesörlerinden Dr.
Muzaffer Şenyürek ve İzmir Müzesi Müdürü Hakkı Gültekin topladıkları
bu malzemenin İÖ 4.bin yıla ait olduğunu bildirmektedirler. Bu ilmi gezi-
ye İzmir Maarif Müdürlüğü yardımcılarından Halis Tüzüngüç de iştirak
etmiştir. Prof. Dr. Muzaffer Şenyürek ve İzmir Müzesi Müdürü Hakkı
Gültekin’den müteşekkil Türk Tarih Kurumu heyeti, bu yeni prehistorik
iskânı yerinde önümüzdeki günlerde bir sondaj yapacaklardır.” 528

526
Yeni Asır, 31 Ağustos 1949.
Muzaffer Şenyürek ve diğerleri, Larissa Civarında Höyücek’de Yapılan Sondaj, Belleten 14 (1950),
527

487-504.
528
Yeni Asır, 30 Eylül 1955.

269
Resim 33.
Atatürk’ün vefatından kısa bir süre sonra Hükümet bahçesine, kaidesinde devrim için
yazılı bir Atatürk büstü yapıldı. (Aliağalılar Derneği arşivi)

270
Söz konusu araştırma ve sondajların tamamlandığı, yaklaşık 20 gün
sonra yerel gazetede verilen bir haberden anlaşılmaktadır. Bu haberde,
kazı başkanı, yapılan sondajlarda elde edilen bilimsel sonuçlar hakkında
değerli bilgiler vermekte ve gelecek yıl kazılara devam etme isteğinden
söz etmektedir. Buna karşın herhangi bir yayında veya gazete haberinde
kazıların devam ettirildiğine dair bir bilgimiz bulunmamaktadır:
“Menemen’deki Yeni Tarih Yerinde Elde Edilen Neticeler. Geçen ay için-
de Menemen’de Bozköy civarında Höyücek’te yeni bir prehistorik iskân
yerinin keşfedildiğini ve burada Türk Tarih Kurumu adına hafriyat yapı-
lacağı açıklanmıştı. Ankara Üniversitesi Paleo-antropoloji Kürsü profe-
sörü Dr. Muzaffer Şenyürek, İzmir Müzesi Müdürü Hakkı Gültekin ve
Bayan E. Şenyürek’den müteşekkil olan hafriyat heyeti vilayete dönmüş
bulunmaktalar ve bu sene yaptıkları hafriyat ve neticeleri hakkında aşa-
ğıdaki malumatı vermişlerdir.”
“Aliağa Çiftliği’nin 6 km güneyinde ve Bozköy arazisi dâhilinde bulunan
Höyücek’te yaptığımız hafriyatta Kalkolitik çağa ait çanak çömlek kemik-
ten yapılmış iğneler, taştan yapılmış bıçaklar, öğütme taşları ve temeller
bulduk. Kalkolitik çağ insanların maden kullandıkları İlk Çağ’dır. Bu çağda
insanlar sadece bakırdan istifade etmesini öğrenmişlerdi. Tunç ve demiri
bilmiyorlardı. Bu çağda aletlerin büyük bir kısmı daha eski çağlarda ol-
duğu gibi yine taştan yapılıyordu. Hafriyat esnasında sadece küçük bir
tek küçük bakır parçası bulduk. Bu çağ insanların henüz daha yazıları da
yoktu. Bozköy Höyücek’te tespit ettiğimiz prehistorik yani tarih öncesi kül-
tür milattan önce dördüncü bin yıla aittir. Bundan evvel 1949-1954 yılları
arasında Menemen’de Helvacıköy yakınındaki Höyücek adını taşıyan bir
yerde hafriyat yapmış ve bu mahalde de prehistorik bir kültürün mevcut
olduğunu göstermiştik. Bozköy’deki höyüğün keşfi üzerine Helvacıköy
hafriyatını gelecek seneye tehir ettik. Menemen civarında Türk Tarih Ku-
rumu adına yaptığımız araştırmalar İzmir bölgesinin prehistorik kültürler
bakımından da zengin olduğunu göstermiştir. Helvacıköy ve Bozköy haf-
riyatlarına gelecek sene devam etmek niyetindeyiz.” 529

Aliağa Çiftliği ve çevre köylerin gençleri Kore Savaşı’nda


25 Haziran 1950 tarihinde, Kuzey Kore’nin Güney’e saldırısı ve A.B.D
önderliğinde Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında, Güney Kore’ye yardım
için gönderilen askerler arasında bir Türk Tugayı da vardır. Birlik, müttefik
kuvvetlerin içinde ciddi sayılarda kayıplar verir. Bu savaşa gönderilenler
arasında Menemen’in içinden ve köylerinden de askerler bulunmakta-
dır. Aliağa Çiftliği’nden Seyfettin Kaya, Güzelhisar’dan Mustafa Baygın,

529
Yeni Asır, 20 Ekim 1955.

271
Çaltılıdere’den Ramazan Yıldız, Ramazan Yıldırım, Karakuzu’dan Mus-
tafa Çıtak, Mehmet Tosun, Samurlu’dan Mustafa Narşap ile Ali Toprakde-
len, Musa Manisalı, Ömer Uygun, Süleyman Dağdeviren ve Mustafa Balcı
Kore Birliği’ne katılan hemşehriler arasındadır530.

530
Yıldırım 2009, 128.

272
Aliağa Çiftliği nahiyesinden
Aliağa ilçesine doğru

273
274
Aliağa Çiftliği nahiyesinden Aliağa ilçesine doğru

Aliağa bucak merkezinde Belediye teşkilatı kuruluyor


1951 yılının başlarında, Aliağa Çiftliği bucak merkezinde seçmen
niteliği kazanmış halkın çoğunluğu belediye teşkilatı istemektedir. Bu
isteğin gerçekleştirilmesi için vilayet makamına başvurulur. Vilayet,
bu isteği İçişleri Bakanlığı’na havale eder. Başbakanlık Cumhuriyet
Arşivi’nde korunan kayıtlara göre köyün seçmenlerinin oyuna baş-
vurulmuş, seçmenin çoğunluğunun belediye teşkilatı istediği anlaşıl-
mıştır531. O dönemde belediye teşkilatı kurulması kararının Danıştay
tarafından onanması gerekmektedir. Danıştay İkinci Dairesi tarafın-
dan hazırlanan karar suretinde konuya ilişkin gelişmeler ayrıntısıyla
anlatılmaktadır:
“Danıştay İkinci Dairesinin karar no…[okunamadı]….sayılı karar sureti-
dir. İçişleri Bakanlığından 7/8/951 tarih ve …303-59/8974 sayılı yazı ile
gönderilen Menemen ilçesine bağlı Aliağa bucak merkezi olan Aliağa
köyünde belediye teşkili hakkındaki evrak dairemize havale edilmiş ol-
makla okundu.
Dosyada mevcut nüfus memurluğundan verilen kaydı malumata göre
1730 nüfuslu olan Aliağa bucak merkezi Aliağa köyünde belediye kurul-
masına dair bu köy ihtiyar kurulu seçmenlerinden (1.011) kişinin 1580
sayılı Belediye Kanunu'nun 11. maddesinde yazılı şartlara uygun olarak
yaptıkları müracaat üzerine adı geçen kanunun 7. maddesi gereğince
ilçe idare kurulunda seçilen üç kişilik tahkik heyeti tarafından yapılan oy
toplama sonunda 1.007 seçmenden 517’sinin seçime iştirak ettikleri ve
513 seçmenin usul ve şartlara uygun olarak belediye kurulması lehinde
oy verdikleri ve belediye teşkili halinde mahalli gelirin de müsait bulun-
duğu ve İzmir İl İdare Kurulunun 3/4/951 gün ve 789 sayılı kararlarınca
da bu köyde belediye teşkilinin uygun görüldüğü mütalaası dermeyan
edildiği görülmüş olduğundan adı geçen Aliağa bucak merkezi olan Ali-
ağa köyünde belediye kurulmasının yerinde bulunduğuna 16/5/1951
tarihinde oy birliği ile karar verildi.”

531
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 030_11_00_224_25_19_1-4.

275
Belge 25.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın onayladığı, Aliağa’da Belediye teşkilatı kurulmasına dair
karar. (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi)

276
Yapılan kuruluş hazırlıklarından sonra Belediye teşkilatı, 1 Mart 1952
tarihinde muhtarlık binasında faaliyete geçer. Seçimlerden sonra oluştu-
rulan Belediye Meclisi tarafından üyelerden Arif Balamir Belediye Başkanı
olarak seçilir532. Arif Balamir, 7 ay sonra yine Meclis kararı ile başkanlığı
bırakır. Bu kez yine Meclis kararıyla Aliağa Belediyesi’nin ikinci başkanı
Selanikli [Molla] Ahmet Balcı olur ve Ekim 1952’den 27 Ekim 1953’e kadar
bu görevi sürdürür. Belediye Meclisi'nde bu kez başkanlığa Şerafettin Öz-
türk getirilir. Öztürk 17 Kasım 1955’e kadar görev yapar.
25 Eylül’de İl Genel Meclisi seçimi, 13 Kasım 1955’de Belediye Mecli-
si seçimleri yapılmıştır. 17 Kasım’da Meclis belediye başkanlığına Kazım
Onaran’ı getirir. Kazım Onaran görevini 19 Şubat 1956’ya kadar sürdürür.
Belediye Meclisi, 13 Kasım’daki yerel seçimlerde meclise bağımsız olarak
giren Rasim Saka’yı 19 Şubat’ta Belediye Başkanlığına seçer. Saka, bu
görevini istifa ettiği 4 Kasım 1958’e kadar sürdürmüştür.
Rasim Saka’nın istifası dönemin gazetelerinde diğer istifa eden bele-
diye başkanlarıyla birlikte yer almıştır:
“Üç belediye reisi istifa etmiştir. Bunlar, Aliağa, Alaçatı ve Gökçen Be-
lediye reisleridir. İstifalar mahalli anlaşmazlıklarla ilgilidir. Reis seçimine
kadar Nahiye müdürleri vekâlet edecektir.” 533

Rasim Saka’nın istifasının ardından Aliağa’da 5 yıllık Nahiye Müdür-


leri tarafından yönetilen belediye dönemi başlar. Nahiye Müdürü Cevdet
Kunter Kasım 1958’den, 27 Mayıs 1960’a kadar başkanlığa vekâlet eder.
1963 yerel yönetim seçimleriyle birlikte Aliağa halkı beldede Demokrat
Parti’nin önde gelen ismi Kazım Onaran’ı Belediye Başkanlığına seçer.

İzmir-Çanakkale yolu üzerinde bir yerleşim yeri doğuyor:


Yeni Şakran
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinin ardından Marshall yardımları
ve diğer uluslararası kredi ve desteklerle ülkede bir altyapı hamlesi başla-
mıştır. Bu dönemde İzmir-Çanakkale yolu iyileştirilir, şose yol asfalt yapılır.
Artık yol halk arasında Bergama asfaltı olarak anılır.
Yolun yapımıyla birlikte Aliağa’nın kuzeyinde Bergama asfaltı üzerinde
bir yerleşim yeri doğmaya ve Yukarı Şakran köylüleri yavaş yavaş İzmir-
Çanakkale yolu üzerindeki bu mevkiye yerleşmeye başlar. Yukarı Şakran

532
1952’de Aliağa’da Belediye teşkilatının kurulması için çok koşturan, çaba harcayan Arif Balamir,
öğretmen kimliği nedeniyle Arif Hoca olarak anılmaktaydı. 1901 yılında Bulgaristan’ın Şumnu ili,
Pravadi ilçesi Abdürrezzak köyünde doğan, burada okuyup öğretmen olan Balamir, 1938 yılında
ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç ederek Aliağa Çiftliği’ne yerleşir. Çıtak köyünde öğretmenlik yapsa da
5-6 ay sonra istifa eder. Yaşamını çiftçilikle sürdürür. Dini bilgileri de çok kuvvetli olan Arif Balamir,
halkın dini konularda danışıp, sohbetinden faydalandığı bir isim olmuştur. Aliağalılar’ın büyük saygı
duyduğu, hürmet ettiği Arif Balamir 1978 yılında vefat etmiştir.
533
Milliyet, 4 Kasım 1958.

277
köylüleri, geçmişte sazlık olan bu yerlere göçünce bir yerleşim yeri ortaya
çıkar. Dolayısıyla Yeni Şakran’ın kurucuları, Yukarı Şakranlılar’dır. Daha
sonra çevre köylerden; Bahçedere, Kapukaya, Seklik, Karaahmetli ve ço-
ğunlukla Aşağı Şakran’dan insanlar gelir.
Yeni Şakran, 1982’ye kadar köy statüsünde kalacaktır. İdari olarak
1982 yılına kadar Bergama’ya bağlı olan belde, 1982’de ilçe olan Aliağa’ya
bağlanır. 1983’de belde statüsüne kavuşacak ve belediye teşkilatı kuru-
lacaktır. 1980’lerden sonra ise Manisa, İzmir, Ankara gibi şehirlerden ge-
lenler, sazlık olan deniz kıyısındaki yerleri alarak yazlık ev yapmaya baş-
layacaklardır.
Yeni Şakran’ın kurucu Belediye Başkanı Refik Ertem, Yeni Şakran’ın
oluşma sürecini şu şekilde anlatmaktadır:
“Hasbi [Şengül] dayının kahvesi dediğimiz yer var. Yeni Şakran’da yer-
leşim önce orada başladı. Vasıtalar durmaya başlayınca ekonomik bir
gelişim oldu. O kahvenin etrafında birkaç ev oldu. Sonra rahmetli Has-
bi amca bir fabrika kurdu buraya. Bu arada Hasbi amcanın damadı
Selahattin benzinliği kurdu. Petrol Ofisi’ni kurdular. Zaten o zamanlar
herkes tarımla geçiniyordu. Yukarı Şakran’ın ulaşımı bugün gitseniz
hala çok zor. İnsanlar oraya develerle, öküz arabalarıyla çekiyordu
yükünü. O zaman hep harman dövülüyordu. İnsanlar hayvan gücüyle
yapıyordu. Burası insanlara cazip geldi. Hem burada çalışıp burada
oturmak cazip geldi.”
“O zamanki şartlarda Aşağı ve Yukarı Şakran’ın buraya inmesini zo-
runlu kıldı. Evvela Yukarı Şakran olduğu gibi indi. Yeni Şakran ol-
madan önceki adı da Yukarı Şakran’dır. Hala tapularda öyle geçer.
Aşağı Şakran’ın da bir kısmı indi. Yukarı Şakran’ın tam inmesi, Aşa-
ğı Şakran’ın bir kısmının inmesiyle Yeni Şakran doğdu. Bu, 1950’li
yıllarda oldu ve sonra genişledi. İzmir-Çanakkale yolunun buradan
geçmesi, köyün üretim alanın buralara yakın olması ekonomik olarak
insanları buraya inmeye zorunlu kıldı.” 534

Şehirlerarası telefon görüşmeleri başlıyor


Aliağa, 29 Nisan 1955 tarihinde şehirlerarası telefon konuşmaları-
na açılır. PTT Umum Müdürlüğü tarafından İzmir iline bağlı Menemen’in
Aliağa, Dikili’nin Çandarlı ve Bergama’nın Zeytindağ nahiyelerinde PTT
merkez ve şubelerinde şehirlerarası telefon konuşmalarına başlanıldığı
açıklanır.535

534
Refik Ertem ile röportaj, 21 Aralık 2015.
535
Aliağa Ticaret Sanayi Rehberi, Aliağa Ticaret Odası, 2009, 336.

278
Resim 34.
Yıl 1957. Kurtuluş Mahallesi Camisi'nin temeli atılıyor. Fotoğrafta Arif Hoca (Balamir) ve
Aliağalılar görülüyor. (Hüseyin Elif arşivi)

Başvekil Adnan Menderes Aliağa’da


Demokrat Partili Başbakan Adnan Menderes, 2 Ekim 1958’de İzmir’den
Bergama’ya giderken programı kapsamında Aliağa’ya gelir ve vatandaşlara
tapu dağıtım törenine katılır. Başvekil, Nahiye Müdürlüğü önündeki Hükümet
Bahçesi’nde toplanan Aliağalılara çok uzun olmayan bir konuşma yapar.
Başbakan Menderes Aliağa’da, 20 bin 133 dönüm arazinin 350 köy-
lüye dağıtımı töreninde bulunur ve 10 Aliağalı vatandaşa tapularını bizzat
takdim eder536.

1960’lı yılların ilk yarısı sakin geçiyor


Aliağa nahiyesi, 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi ile kısa süreli bir hare-
ketlilik yaşadıktan bir süre sonra her şey günlük hayatın sakin ritmine geri
döndü. Kasaba, İzmir’in yerel gazetelerinde çok seyrek olarak göründü.
Bu seyrek haberler arasında tarlasından hayvan geçiren bir çobanı vuran
çiftçiye537, Akşam Kız Sanat Okulu’nu bitirenlere diplomalarının verilmesi-
ne538, bucak merkezinde açılan 193 numaralı kadınlar kursu öğrencileri-
nin 7 aylık çalışmalarının sergilenmesine539, 1922 yılı öncesinde Baltazzi

536
Aliağa Ticaret Sanayi Rehberi, Aliağa Ticaret Odası, 2009, 336.
537
Yeni Asır, 30 Ocak 1963.
538
Yeni Asır, 23 Mayıs 1963.
539
Yeni Asır, 7 Mayıs 1964.

279
ailesine ait olan ve daha sonra ilkokula çevrilen binada define aramak
için yetkili makamlardan izin alınmasına540, üç kişinin hayatını kaybettiği
kamyon-minibüs çarpışmasına541 dair haberler öne çıkmaktadır. Ayrıca,
Teknik Ziraat Genel Müdürlüğü’nün her yaz çevredeki köylü çocukları için
Aliağa’da plajlar mevkisinde açtığı 4-K kampına ilişkin iki haber dikkate
değerdir. Onar günlük dört devrede 200 çocuğun katıldığı bu kamplar, De-
mokrat Parti döneminde Köy Enstitüleri’nin kapatılmasından sonra doğan
boşluğu doldurmak üzere kurulmuştu. Bu kamplara katılan öğrencilerden
herhangi bir ücret alınmadığı söylenmesine karşın, yine aynı gazetede yer
alan diğer bir haberde aksi iddia edilmektedir.
“Aliağa kampında para alınıyor. Aliağa’da açılan kampta 4-K faaliyet-
lerine katılan çiftçi çocuklarından ücret alınmadığı bildiriliyordu. Halen
adı geçen kampta bulunan çiftçi çocuklarının babaları gazetemize gön-
derdikleri mektuplarda her çocuk için kendilerinden 35’er lira alındığını
yazmaktadırlar.” 542

Aliağalı Ergin Düzkaya, anılarında Aliağa’daki 4K teşkilatından, Arka


plajdaki Amerikan (NATO) plajından ve Çaltılıdere’deki füze rampaların-
dan söz eder:
“Plajlara 4K Grubu gelirdi. İlk 4K grubu Atatürk İlkokulu’nun alt tarafında
sinema olan yere açıldı. İzmir’den buraya kampa geliyorlardı. Plajlara
kamp yeri, çadır kuruyorlardı. Bir dönem, eğitim için alınan talebeler eği-
tim için alınan kadınlar ve devletin baktığı kimsesiz çocuklar vardı. Bu
kimsesiz çocuklara meslek kazandırılmaya çalışılıyordu. Genç kadınlar
da vardı. ‘Kalp, Kafa, Kol, Kuvvet, 4K’ gibi sloganları vardı. Bu 1960-62’li
yıllardı.”
“Ben göçmen mahallesinde olsaydım, bunların hiçbirini görmez, hatırla-
maz, bilmezdim. Çünkü göçmenlerin tarlaları burada değildi. Yerli gelen
muhacirlerin tarlaları hep burada, plaj taraflarında olduğundan görürdük.
Göçmenlere, daha sonra Petkim’in kurulduğu Paşa Çiftliği bölgesindeki
yerler verildi. Bizim, plajlar mevkisinde tarlamız vardı. Yazın 4-5 ay tütün
pamuk eker, orada kalırdık. O günlerde Amerikalılar da arka plajlara ge-
lirdi. Onları sık sık görürdük. 1960’larda ben 5-6 yaşlarındaydım. Tarlamız
plajlar tarafındaydı. Herkes pamuğa tütüne gider, biz çocuklar alışmıştık,
yol kenarına gelirdik. Amerikalılar bize çikolata, kola verirdi. Arada bize
bira da verirlermiş. Biz biranın ne olduğunu bilmiyoruz. Aldığımız teneke
kutuyu babama götürüp, baba bak ‘acı’ diyorduk. Babam da bira olduğu-
nu görünce söylenirdi. Teneke kutuların içindeki meğer biraymış.

540
Yeni Asır, 14 Haziran 1963.
541
Yeni Asır, 15 Kasım 1963.
542
Aliağa kampında para alınıyor, Yeni Asır, 8 Temmuz 1963.

280
Amerikalılar, İzmir’de Çiğli Hava Üssü'nü yapıyordu. Burada da
Çaltılıdere’nin arkasında füze hava savunma sistemi kuruyorlardı. Tepele-
re nirengi noktaları kuruyorlardı. Dumanlı’da nirengi noktaları vardı. Hem
harita çıkarıyor hem de Çiğli Hava Üssü'nü yapıyorlardı. Onlar için arka
plajlarda dinlenme tesisi kurulmuştu. Plajda su kaydırakları vardı. Onların
kurduklarını biz Türkiye’de ancak 1990’lardan sonra görmeye başladık.
Çok sağlam direkler, kaydıraklar. 90’larda plajın kumu gidince gitti o direk-
ler. Çok sağlamdı. Amerikalılar o yıllarda her konuda çok ilerideydiler.” 543

1963 yılının ortalarında, günümüzde Aliağa ilçesi sınırları içinde yer


alan o dönemde komşu köylerden Helvacıköy’de heyecan yaratan bir olay
meydana gelir. Adalet Partisi İzmir milletvekilleri Şinasi Osma ve Şükrü
Akkan’ın kahvede konuşma yaptıkları sırada, köyün ilkokulundan alevler
yükselir. 300 öğrencinin okuduğu bina tamamen yanar. Okulun kundak-
lanmak suretiyle yakıldığı tespit edilir ve soruşturma açılır544. Daha sonra
okul müdürü ve Akşam Kız Sanat Okulu öğretmeni yargılanırlar545.

Resim 35.
1960’larda, günümüzde Demokrasi Meydanı, o günlerin ise hükümet bahçesinde cuma
günleri kurulan halk pazarı. (Aliağalılar Derneği arşivi)

543
Ergin Düzkaya ile röportaj, 27 Ocak 2017.
544
AP milletvekilleri konuşurken Helvacıköy ilkokulu yandı, Yeni Asır, 10 Kasım 1963.
545
Yeni Asır, 29 Ocak 1964.

281
Resim 36.
Aliağa’nın sanayileşme öncesi görünümünü hatırlatan, 1965 yılından bir fotoğraf. Rafineri
temelinin henüz atılmadığı o yıllarda kasaba merkezi, hükümet bahçesiydi. (Aliağalılar
Derneği arşivi)

1960’lı yıllarda Aliağa’ya yerleşen ve daha sonra Belediye Başkanı


seçilecek olan Ayhan Bayrak bu yıllardaki kasabayı anlatıyor:
“Aliağa’ya ilk geldiğimde 3.200 nüfuslu, köy ile nahiye arasında bir yerdi.
O zamanlar Fevzi Paşa Caddesi dediğimiz tek bir cadde vardı. Toprak bir
yoldu. Yolun sağında ve solunda tek katlı toprak yollar vardı. PTT bina-
sı şimdiki belediye binasının karşısında, küçük bir yerdi. Orada kasaplar
vardı. Belediyenin hemen bitişiğinde bir akarsu vardı. O suyun kaynağı,
Zeki Dönmez’in çırçır fabrikasının olduğu yerden geliyordu. Su meydanın
altından geçiyordu. Terzi Esat'ın küçük bir barakası vardı. Orada gazete
satardı. O dönemde Aliağa’da akşam 10’da elektrikler kesilirdi. Santral
garajının olduğu yerde bir dizel vardı. Oradan Aliağa’nın tüm konutlara
elektrik verilirdi.
Aliağa’da Nahiye Müdürlüğü görevinde bulunanlardan İhsan Atalay
vardı. Daha sonra İshak [Güralp] Bey görev yaptı. Ondan sonra Tevfik
[Gözlükçü] bey geldi. Ondan sonra da ben Aliağa’nın ilçe olması için
müracaatta bulundum. 1960 yılının sonlarında Profesör Peynircioğlu,
Aliağa nüfusunun kısa zamanda yüzbinleri bulacağını söylemişti. O za-
manlar Aliağa nüfusu 5 bin civarındaydı. Rafineri'nin şimdiki arazisinde
tütün ve buğday çokça yetiştiriliyordu. Bunu dışında az da olsa balıkçılık
vardı. Aliağa’da Naci Garip ve Münir Garip’in bir tane gazinosu vardı.

282
Resim 37.
Aliağalı öğrenciler, ellerinde bayraklar ve Atatürk posterleriyle eski belediye binasının
önünden geçerek büyük bir heyecanla bayrama gidiyor. 1960’lı yıllar. (Basri Oktay arşivi)

Şimdiki meydanın oluğu yerde, eski jandarma binasının ön kısmı tama-


men kahvehane idi. Köşede Akan otel vardı. Aliağa’ya ilk geldiğimde bu
otelde kalmıştım. Belediye binası da hemen karşımda kalıyordu. Hurşit
Toker’in dükkânının karşı köşesine küçük bir çay ocağı yapmışlardı. O
bölgeye pazar da kuruluyordu. Resmigeçitler burada yapılırdı. Arnavut
kaldırım taşları döşeliydi” 546

1960 ihtilalinin etkileri geçtikten sonra yapılan ilk yerel seçimde Me-
nemen Belediye Başkanı olan Yücel Dirik, bu kitabın yazarı gibi yazlarını
Aliağa birinci plajda geçirmekteydi. Belediye başkanı olduktan sonra da
Aliağa ile ilgisini kesmedi:
“Aliağa deniz kenarında, 20 km mesafe vardı Menemenle, güzel bir yer-
di. Motosikletle hatta bisikletle gider gelirdik. Kumsalı var, orada denize
girerdik. Balık restoranları vardı sahilde, salaş yerler, sevdiğimiz yerler.
Oralarda oturur yerdik. Haftada 1-2 gençlerle gider gelirdik. Kamplar
kurduk, çadırlar kurduk o denizin kenarına. Şuan o yer halen duruyor.
Menemen’in savcıları, kaymakamı dâhil herkes orayı sayfiye yeri yap-
mıştık. Amerikalılar, NATO geldi. Aliağa o zamanlar nahiye yeriydi. Alia-
ğa ayrı bir müstakil belediyeydi. Sakin bir belediyeydi. Menemen kendi

546
Ayhan Bayrak ile yapılan röportaj, 14 Ekim 2015.

283
işleri, dertleriyle uğraşıyordu, Aliağa kendi dertleriyle uğraşıyordu. Ka-
zım Onaran Bey de rahmetli arkadaşımız, 1963-73 arası Aliağa’da be-
lediye başkanlığı yaptı. Daha sonra oğlu İrfan Onaran geldi bir müddet.
Bir dönem o yaptı. 12 Eylül öncesi. Bir dönem de 12 Eylül sonrasında
belediye başkanlığı yaptı. Aliağa kendi halinde fakir, sakin bir yerdi.” 547

27 Mayıs İhtilali’nin lideri Cemal Gürsel Aliağa’da


27 Mayıs 1960 askeri harekâtından 1 yıl sonra Devlet ve Hükümet
başkanı olan Cemal Gürsel, eşi Melahat Gürsel ile birlikte Aliağa Çiftliği’ni
ziyaret eder548.
Aliağa İskelesi’ne gelen Gürsel, Haydar Kaptan Gazinosu’nda balık
yemiş ve geçmişte kendi birliğinde askerlik yapmış olan Naci Garip’le hoş
sohbet etmiştir549.

Resim 38.
27 Mayıs 1960 Askeri darbesinden 1 yıl sonra Devlet Başkanı olan Orgeneral Cemal
Gürsel, 28 Temmuz 1961’de eşi Melahat Gürsel ile birlikte Aliağa’ya gelerek İskele’de
bulunan Haydar Kaptan gazinosunda dinlendi. Aliağalılarla sohbet etti.
(Aliağalılar Derneği arşivi)

547
Yücel Dirik ile röportaj, 21 Ekim 2015.
548
Milliyet, 29 Temmuz 1961.
549
Niyazi Saka ile röportaj, 12 Kasım 2015.

284
Resim 39.
Aliağa’nın 1960’dan sonraki yıllarına Demokrat Parti döneminin tecrübeli siyasetçisi Kazım
Onaran damga vurdu. Aliağalıların Kazım Amca diyerek hitap ettiği Onaran, 1963 ve 1968
seçimlerini kazanarak 1973 yılına kadar Belediye Başkanlığı yaptı. (İrfan Onaran arşivi)

Aliağa’ya elektrik geliyor


Aliağa’da 1960’lı yılların başına kadar elektrik yoktur. Kasaba sakin-
leri gaz lambalarıyla aydınlanma ihtiyacını karşılamaktadır. 1963 yılı 24
Mayıs'ında Belediye’nin kurduğu jeneratör sistemle evlere ve sokaklara
elektrik verilerek, aydınlatılması sağlanır. Elektriğin verilmesi münasebe-
tiyle valinin de katıldığı bir tören düzenlenir. Törende Vali Enver Saatçıgil,
şalteli indirerek elektriği kasabaya verir550.
1962 yılında Belediye’ye yağcı olarak giren, belediyenin her işine ko-
şan Ahmet Cuci, elektriğin Aliağa’ya gelişini şöyle anlatmaktadır:
“Aliağa’ya elektrik 1963 yılı’nda geldi. Belediye olarak elektriği jene-
ratörle vermeye başladık. Skoda marka 135 beygir gücünde bir mo-
tor vardı. Bu motoru hazırlardık. Akşam hava karardığı zaman, 5’e
çeyrek kala jeneratörü çalıştırırdık. Gece 12’ye çeyrek kala voltajı
düşürürdük. Herkes anlardı ki elektrikler kesilecek. 1972 yılına kadar
jeneratör çalıştırdık. Jeneratörler, şimdiki ‘santral’ dediğimiz yerdeydi.
Aliağa içinde 3 tane trafo vardı. Aliağa’nın içindeki elektrik 15.000
kW’dı. Trafoların biri Kurtuluş Mahallesi’nde, Aygaz sokağındaydı. Di-
ğeri ise plajlardaydı. O yıl elektrik abonesi sadece 90’dı. Vatandaşı ıs-
rarla abone yapıp, elektrik veriyorduk. Abone sayısını çoğaltmak için

550
Yeni Asır gazetesi, 25 Mayıs 1963.

285
vatandaşın tesisatını bedavaya yaptık. O zamanlar sokak lambası tek
tük vardı. Geceleri merdiven omuzumda, sokak ampullerini değiştirir-
dim. Gündüzleri ayda bir de elektrik saatlerini okurdum. Belediye’de
elektrik işinde benim dışımda ihtiyar bir makinist vardı. Mazot bittiğin-
de Cihat Saka’nın oradan mazot alıyorduk. Mazotu bidondan çektik-
ten sonra motoru hazırlıyordum. 1972 yılında TEK kurulunca jenera-
törleri stop ettik. Elektriği gaz türbinlerinden almaya başladık. Ama
şebekeye biz bakmaya devam ettik.” 551

Aliağalı gençler 1960’ların başında üniversite yollarında


1950’li yıllarla birlikte ailelerde çocuklarının okumasına yönelik
eğilimler giderek artar. Bunda ulaşım araçlarının gelişmeye başla-
ması da etkin olmuştur. Aliağa’da da bu yıllarla birlikte çocuklar önce
Menemen’e ortaokula, ardından yüksekokullara gitmeye başlarlar. O
yıllarda 3 bin nüfuslu Aliağa nahiyesinde gençlerin yükseköğrenime
adım atmaya başlamaları, genelde 1960’ların başlarına rastlar. 1950’de
Bulgaristan’dan ailesiyle birlikte Aliağa’ya gelen Prof. Dr. Zekeriya Ay-
dın, Aliağa’nın aydınlanma sürecine büyük katkısı olan o dönemi şöyle
anımsamaktadır;
“1950’lerin sonları, 60’ların başlarında Ankara Gazi Eğitim
Enstitüsü’nün Resim ve Beden Eğitimi bölümlerinde 3, Ankara Üniver-
sitesi Ziraat Fakültesi’nde 1, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nde 2
Aliağa’lı genç okumaktaydı. Bu gençler, Şubat’taki sömestri ve tüm
yaz tatillerinde Aliağa’da toplanırlar, her gün biri kuşluk vakti, diğeri
akşam üzeri olmak üzere değişik mahallelerdeki evlerinde birer ikişer
buluşarak konuşa konuşa iskeleye doğru akarcasına yürürler, iske-
lede yüzerler, sohbet ederlerdi. Vakit gelince öğle ve akşam yemek-
leri için yine sohbet ederek mahalle aralarından yukarılara, evleri-
ne giderlerdi. Bu, onlar için hiç aksatmadıkları, ritüel niteliğinde bir
hareketti. Bu sanıyorum ki Aliağalı çocukları, gençleri büyük ölçüde
etkilemiş, okumaya heveslendirmiştir. Bunların da etkisiyle, Aliağa’da
yükseköğretime giden genç sayısı artmıştır.” 552
“1957’de Güzelhisar’da ilk çocuklar ortaokul okumak için köy dışına
çıktılar. Menemen Ortaokulu'na yazıldılar. Ağabeyim, Hüdai Gündüz
ve Süreyya (Erdem) köyden ortaokul okumak için ilk çıkan öğrencilerdi
Genellikle Menemen Ortaokulu'na gönderirlerdi. Karşıyaka’da akrabası
olanlar şanslıydı. Oraya ortaokul ve liseye gidenler de oldu. Mesela Hik-

551
Ahmet Cuci ile röportaj, 22 Ekim 2015.
552
Prof. Dr. Zekeriya Aydın’ın yazılı notları, 2015.

286
met Sezen ile Hüdai Gündüz Şemikler’de aynı evde kalırlar, Karşıyaka
Lisesi’ne giderlerdi.” 553
“Güzelhisar’da çocuklar ilk ortaokula gitmeye 60 ihtilalinden 3 yıl kadar
önce başladı. O zaman Aliağa’dan gidenlerle Güzelhisar gibi köylerden
gidenler Menemen Ortaokulu’nda kaynaşmaya başladılar. Aliağa’dan,
köylerden gelen gençler kaynaştı, birlik kurdular.
Atatürk İlkokulu’nda, yıkılan eski binanın önünde çamların altında be-
lirli günler biraraya gelirdik. Bizim top sahamızdı orası. Samurlu’dan,
Güzelhisar’dan gelip Cuma günleri maç yapardık. Bunlar da kaynaşma-
yı, arkadaşlık ve dostlukların kurulmasını arttırdı.” 554

Resim 40.
Aliağa’da İskele geçmişten bugüne bir buluşma ve sosyal aktivite yeriydi. 1960’lı yıllarda
gençlerin en çok vakit geçirdiği yerlerden biriydi. 1965 yılında Aliağalı gençler Yavuz
Güral ve Arif Vural’ın İskele hatırası. (Arif Vural arşivi)

553
Salih Karadayı ile röportaj, 27 Ocak 2017.
554
Adı geçen röportaj.

287
Resim 41.
İskele’ye renk katan güzelliklerden biri de içinde ördeklerin yüzdüğü küçük havuzdu.
Aliağalıların soluklanmak için geldiği İskele’deki gazinoya ayrı bir hava katardı bu havuz.
(Aliağalılar Derneği arşivi)

Aliağa Kültür ve Turizm Derneği kuruluyor


Üniversite okuyan gençlerin de etkisiyle Aliağa’da çocukların ve genç-
lerin üniversitede okuma isteği artarken, Aliağa’da çeşitli aktivitelere genç-
ler öncülük ediyor, kasaba hareketleniyordu. 1961 Anayasası’nın özgür-
lükçü ortamı sivil toplum örgütlerinin de kurulmasını sağlıyordu. 1967’de
Güzelhisar Kültür ve Kalkınma Derneği, hemen ardından 1969’da Aliağa
Kültür ve Turizm Derneği kuruldu. Zekeriya Aydın’ın notlarında bu döne-
me değinilmektedir:
“Yükseköğretimde okuyan ve mezun olup çeşitli mesleklere atılan bu
gençler, daha sonraları kurdukları bir Kültür Derneği aracılığıyla liselerde
okuyan genç kardeşlerini çeşitli kültürel faaliyetlere sevketmişler, onlar
için üniversite giriş sınavlarına hazırlık kursları da düzenlemişlerdi.” 555

Kültür Turizm Derneği’nin kuruluşunun kasabaya ve çevresine katkıla-


rı olur. Kasabadaki kültürel ve sosyal hayatın içinde olan o dönemin genç-
lerinin anıları son derece değerlidir:

555
Prof. Dr. Zekeriya Aydın, 2015, yazılı notları.

288
Resim 42. Aliağa Festivali,1970
(Ergin Düzkaya arşivi)

289
“Turizm Derneği’nin kurucuları Nevzat Uğur ve Hikmet Sezen’di. Gü-
zelhisar Kültür ve Kalkınma Derneği 1967’de kuruldu. 2 yıl sonra Ali-
ağa Kültür ve Turizm Derneği kuruldu. Aliağa gençliği ve Güzelhisar
gençliği faaliyetlerinde, dünyaya bakışta müşterekti. Birbirlerinden et-
kileniyor, dayanışma içinde hareket ediyorlardı. Aliağa’daki festivalleri
o yıllarda Aliağa gençliği yapardı. Biz de Güzelhisar gençleri olarak
katılırdık.” 556
“1960’larda, 1970’lerin ortalarına kadar festivalleri Belediyelerden çok
gençler yapardı. Yüzme yarışlarından, sanatçı konserlerine kadar çeşit-
li etkinlikler düzenlenirdi. Kültür Derneği 1969’da kuruldu ama tüzel ki-
şilik kazanmadan 1960’larda da gençler kendi aralarında toplanıp Bey-
han Akıncılar gibi sanatçıları getirirlerdi. Gençler, birlik içinde Aliağanın
sosyal yaşamını renklendirmeye çalışıyordu.” 557
“O yıllarda bir gençlik hareketi başlamıştı. Türkiye İşçi Partisi (TİP) Tür-
kiye gençliğine dinamizm ve heyecan veriyordu. Gençler sosyal aktivi-
telere öncülük ediyor, sosyal kültürel faaliyetler yapıyordu. Tiyatro oyun-
ları sahnelediler. Mesela 72. Koğuş’u oynadılar.
O yıllarda belediyeler İzmir’den, Manisa’dan gelen tel cambaz gösteri-
lerini desteklerdi genellikle. Pek paraya dayanmayan deniz yarışları, 2
Temmuz Deniz Balık Turizm Bayramı yüzme yarışları, yağlı direk yarış-
ları burada çok önemliydi. Bu yarışlar İskele’de yapılır, o gün büyük bir
coşku ve heyecan yaşanırdı.” 558

Helvacıköy’de Belediye kuruluyor


16. yüzyıldan beri Menemen’e bağlı olan Helvacı, bölgenin en büyük
ve en geniş verimli arazilere sahip köylerin başında gelmekteydi. Helvacı
ile ilgili ilk resmi bilgiler 1531 yılında kaydedilen Menemen kazası tapu-
tahrir defterinde bulunmaktadır. İlk tahrirde, köyde 21 hane ve 6 bekâr
vergi mükellefi kayıtlı idi (80 nüfus) ve vergileri dönemin padişahına tahsis
edilmişti. 1575 yılında ise 13 hane, 10 bekâr vergi mükellefi olup (140
nüfus) bu kez vergiler şehzade adına toplanmaktaydı. Her iki tahrirde
de Hatundere ile birlikte kaydedilmişti. 1668 yılı avarız haneleri tespitin-
de ise 3 hane vergi mükellefi vardır (60 nüfus). 1827/1828 yılı Menemen
Şeriye Sicili’ndeki masraf listesinde adı bulunan Helvacı’da, 1890 Aydın
Vilayeti Salnamesi’nde 1.196 nüfus, 247 hane; 1927/1928 İzmir Vilayeti
Salnamesi’nde ise 1.388 nüfus 426 hane kayıtlıydı.

556
Salih Karadayı ile röportaj, 27 Ocak 2017.
557
Ergin Düzkaya ile röportaj, 27 Ocak 2017.
558
Adı geçen röportaj.

290
Köy, zaman zaman bölgenin tarihi içindeki bazı önemli olaylarda ye-
ralmıştı. Örneğin, Helvacıköy 1750 yılında Güzelhisar Voyvodası Zeynel
Abidin Ağa ile Menemen Voyvodası Hasan Ağa’nın arasındaki rekabete
sahne olmuş, vergi toplama anlaşmazlıkları üzerine Zeynel Abidin, kendi-
sini Saray’a şikâyet eden Hasan Ağa ve Helvacıköy Ayânı’na kızmış, köyü
basarak yakmış ve birkaç kişiyi öldürmüştü.
Köyün yaşlılarından alınan bilgilere göre, Helvacıköy’e 19. yüzyıl için-
de çevredeki mezralardan yeni katılımlar olmuştur. Örneğin Börceli’den
Ayni Hüseyinler, Umurlu’dan Hacı Karalılar, Azaklı’dan Hacı Kurdalılar
Helvacı’ya yerleşmişlerdir. Bu toplanmada, bölgede 18. yüzyıldan beri
gündemde olan asayişsizlik ve eşkiya korkusunun rol oynamış olması
mümkündür.
Yaygın yerel inanışa göre köy bugünkü adını helva yapıp satan bir
dededen almaktadır. Verimli Helvacı Ovası’nda dağınık olarak yaşayan-
lar (dendiğine göre yılanlardan rahatsız olarak) yavaş yavaş Helvacı
Dede’nin bulunduğu alana göçmüşler ve bugünkü köy oluşmuştur. Köy ve
adı ile ilgili ilk bilgiler en azından 400 yıl öncesine dayandığı için bu inanış-
ların doğruluğuna kuşku ile bakmak gerekmektedir. Osmanlı dönemindeki
aşiretlerin iskânı ile ilgili bilgilerde Menemen’de iskân edilmiş Türkmen/
Yörük taifesinden bir Helvacı cemaati ile Edirne ve Kırklareli sancakları-
na yerleşmiş Helvacı Fakı cemaati bulunmaktadır. Bununla birlikte, eski
kayıtlara geçmemiş olmasına karşın Torbalı’ya bağlı bir dağ köyünün de
Helvacı adını taşıdığını ve muhtemelen aynı cemaat tarafından kurulmuş
olabileceğini unutmamak gerekir. Bunların dışında günümüzde Akçaabat
(Trabzon), Çaycuma (Zonguldak), Çarşamba (Samsun), Karataş (Adana),
Çan (Çanakkale) kazalarında Helvacı adını taşıyan köyler bulunmaktadır.
Köyde günümüze dek gelen tek yatır, köyün üzerindeki yamaçta kü-
çük bir gölet kıyısında bulunan Saraç Dede’dir. Söz konusu yatırın köyde
deri eşya ve ayakkabı ile ilgilenen bir Ahi lideri olması mümkündür. Ayrıca
bugün mevcut olmayan Haydar Baba ve Halveti Baba tekkeleri ile ilgili
bilgiler bulunmaktadır.
Helvacı’da, Senato seçimleriyle birlikte 5 Haziran 1966’da yapılan ara
seçimlerle Belediye Teşkilatı faaliyete geçer. Bu tarihte yapılan ara seçim-
de 1933 doğumlu Adalet Partisi adayı Necmi Pehlivan Belediye Başkan-
lığına seçilir. Rakipsiz olan ve tek aday olarak seçime giren Necmi Peh-
livan, Helvacı’nın köklü ailelerinden birine mensuptu. Ziraat teknisyeniydi
ve çiftçilik yapıyordu. Seçilen 12 Meclis üyesinin tamamı Adalet Partili’ydi.
Belediye kurulduğunda, köy meydanında bulunan muhtarlık binası bele-
diyeye dönüştürüldü. Hemen Belediyenin teşkilatlanması çalışmaları baş-
latıldı.

291
1967 yılında Belediyeye muhasip olarak giren ve 1996 yılında Muha-
sebe Müdürü olarak emekli olan Mustafa Öztürk, köyün geçmişine ilişkin
büyüklerin anlattıklarını ve tanıklık ettiği belediyenin kurulduğu yılları şöyle
anımsıyor;
“Yunanlılar buraya girdiği zaman anne dedem muhtarmış. O at üzerin-
de gelirken Yunanlılar ‘dur’ demiş, durmayınca Yunanlılar tekme atmış.
Düşüp yaralanmış, 6 ay sonra da kangrenden ölmüş. Yunanlılar, 5-10
jandarma bu köyde 2 yıl kalmış. Ama Ballı Yunus Efe onlara hiç rahat
vermemiş. Doldurup mavzeri geceleri basıyormuş kurşunu. Yunan Jan-
darmaları sabaha kadar uyuyamadan sabahı zor edermiş.”
“1950’li yıllarda Helvacı muhtarlık olan, hayvancılıkla geçinen bir köydü.
800 hane civarında ev vardı. 2.500 nüfusu vardı. İzmir’in en büyük kö-
yüydü. Helvacı’da 35 bin dönüm arazi, 150 bin ağaç zeytin var. Geçmiş-
te Helvacıköy’ün sınırları Buruncuk’tan, Gerenköy, Ilıpınar’ın yanından
Bozköy’e, Kabaktepe’deki Sanayi Sitesine kadardı. Çocukluğumuzda,
gençliğimizde büyükleri, yaşlıları dinlerdik. Helvacı’nın 500-600 yıl önce
7 sülaleden kurulduğunu söylerlerdi. Bu sülalelerin hepsi oba halinde
yaşarlarmış.”
“1966 yılı sonunda askerden geldim. Belediye yeni kurulmuştu. Polis
olmak istiyordum, valiliğe dilekçe vermiştim. Sana yazı gelecek dediler.
Onu bekliyordum. Ama annem polis olmamı istemedi. Belediye muha-
sebe için eleman arıyormuş. Beni zorla alıp getirip belediyeye oturttular.
Böylece belediyeye girmiş oldum. Necmi Pehlivan, o yıllarda Helvacı’da
Ülkü İrfan Derneği başkanıydı. Bu Adalet Partisi’ne yakın bir gençlik
derneğiydi. Çok faal bir dernekti. Necmi Pehlivan ziraat teknisyeniydi.
Ziraatçiydi. Manisa Ziraat okulunu bitirmiş olduğundan köyde sözü din-
lenen biriydi. Belediyenin kuruluşuna gençlerle birlikte o öncülük etti.
Belediye yasal olarak kuruldu. Ben 1967’nin Temmuz'unda muhasip
olarak girdim. Belediye; 1 Belediye Başkanı, 1 muhasip, 1 tahsildar,
1 odacı, 2 temizlik görevlisi ve 2 zabıta olmak üzere 8 kişiyle teşekkül
etmişti. O yıllarda Marshall yardımıyla eski bir Amerikan markalı ambu-
lans alınmıştı Belediyeye.” 559

1968 yılında yapılan yerel seçimlerinde Adalet Partisi’nden mev-


cut Belediye Başkanı Necmi Pehlivan, yeniden seçilir. 1.456 seçmenin
yüzde 73.21’i oy kullanır; Başkan, geçerli oyların yüzde 58.72’sini, 589
oy alır. Bağımsız Aday Mehmet Sevindik ise 414 oy ile yüzde 41.28
oy alır.

559
Mustafa Öztürk ile röportaj, 8 Şubat 2017.

292
1973 seçimlerinde ise bağımsız aday Mehmet Sevindik seçilir. Beledi-
ye Meclisi 5 Adalet Partili, 6 CHP’li, 1 bağımsız üyeden oluşmuştur.
Köy statüsündeyken en büyük sorun olan elektrik sorunu, belediye kurul-
duktan sonra çözüme kavuşturulur. Köyün imar planı 1976’da yürürlüğe girer.
1975 yılında Helvacılı olan eski Tarım Bakanı Şevket Raşit
Hatipoğlu’nun adını taşıyan Şevket Raşit Hatipoğlu Çamlığı oluşturulur ve
binlerce fıstık çamı ve okaliptüs dikilir.
1977’de yapılan yerel seçimlerde ise Necmi Pehlivan, yeniden Adalet
Partisi’nden Helvacı Belediye Başkanlığı'nı kazanır.
12 Eylül 1980 askeri darbesi, belediye başkanlarını da görevden
uzaklaştırır. Darbeden kısa süre sonra Belediye Muhasebe Müdürü Mus-
tafa Öztürk, Sıkıyönetim Komutanı'nın talimatıyla belediye başkanlığı-
na vekâleten atanır. Ancak 1 ay sonra kendi isteğiyle görevden ayrılır.
Öztürk’ün ayrılmasının ardından 1919 yılı Helvacı doğumlu Talat Bilgin
Helvacı belediye başkanlığına atanmıştır.
Talat Bilgin, 12 Ekim 1980’de başladığı belediye başkanlığını yerel se-
çimlerin yapıldığı 25 Mart 1984’e kadar sürdürür. Döneminde Helvacı’dan
İzmir-Çanakkale yolu kavşağına kadar olan 2,5 km’lik yolun iki yanı ağaç-
landırılmıştır.
25 Mart 1984 yerel seçimlerinde SODEP’ten aday olan Yüksek Zira-
at Mühendisi Münir Nurettin Bayrav, belediye başkanlığına seçilir. 1.906
seçmenin yüzde 95.86’sının sandığa gittiği seçimde, SODEP adayı Münir
Nurettin Bayrav 764 oy (%43.53), ANAP adayı Şerif Ali Aydoğan 451 oy
(%25.70), DYP adayı Necmi Pehlivan 315 oy (%17.95), HP adayı Vahdet-
tin Aydınlı 225 oy (%12.82) almışlardır560.
Seçimler sonunda Belediye Meclisi; Münir Nurettin Bayrav (Belediye
Başkanı), Gazi Kebude, Hasan Akkaşoğlu, Erdal Sevindik, Raci Akdede,
Cemalettin Aksu, Şerif Ahmet Bayrav, Saim Hatipoğlu, Ömer Acar, Ali
Rıza Gedik’den oluşmuştur.
26 Mart 1989’da yapılan yerel seçimleri, ikinci kez Münir Nurettin Bay-
rav kazanır. Bu kez başkanın aday olduğu parti SODEP-HP birleşmesinden
doğan SHP’dir. 1989 seçimlerine girilirken, Helvacı’da 2.490 kayıtlı seçmen
bulunmaktadır. Seçime katılım yüzde 92.33 gibi yüksek bir oran olmuştur.
SHP adayı mevcut başkan Münir Nurettin Bayrav 977 oy ile (%44.55) al-
mıştır. ANAP adayı Ali Rıza Yıldırım 559 oy (%25.49), DYP adayı Ahmet
Şekerciler 421 (% 19.20), DSP adayı 165 oy (%7.52) oy alırlar.

560
http://www.yerelnet.org.tr/belediyeler/belediye_secimsonucları.php?yıl=1984& belediyeid=128372.

293
Belediye Meclisi; Münir Nurettin Bayrav (Belediye Başkanı), Kamuran
Baylan, Bahattin Aras, Aycan Güven, Cemalettin Aksu, Hüseyin Aka, Tun-
cer Çiçek, Hüseyin Gür, Erdal Sevindik’ten oluşur.
27 Mart 1994’deki yerel seçimlerde Münir Nurettin Bayrav 3. kez be-
lediye başkanlığı koltuğuna oturur. 2.618 kayıtlı seçmenin yüzde 98.51’i
sandığa gider. SHP adayı Münir Nurettin Bayrav 1.201 oy (%48.92), DYP
adayı Niyazi Yavuz 763 oy (%31.08), ANAP adayı Ali Rıza Yıldırım 464 oy
(% 18.90) oy alırlar.
Belediye Meclisi; Münir Nurettin Bayrav (Belediye Başkanı), Aycan
Güven, Fethi Sağlam, Bahattin Aras, Cemalettin Aksu, Ercan Aras, Ka-
muran Baylan, Ahmet Gencer, Muhittin Bayrav, Celal Baykan’dan oluşur.
18 Nisan 1999’da yapılan seçimlerde kayıtlı seçmen sayısı 2.806’dır.
Seçime katılım, yüzde 94.30 olarak gerçekleşir. DYP adayı Öğretmen Hü-
seyin Şengül 1.433 oy alarak, yüzde 56.55’le başkanlığı kazanır. CHP
adayı Münir Nurettin Bayrav, 968 oy (% 38.20) oy alır.
Belediye Meclisi; Hüseyin Şengül (Belediye Başkanı), Abidin Candan,
Yavuz Ertokuş, Ali Rıza Yıldırım, Ömer Özgenç, Cemalettin Aksu, Galip
Samur, İrfan Alkan, Ercan Aras, Fehmi Fidan’dan oluşmuştur.
6 Mart 2008 tarihinde yayınlanan 5747 sayılı “Büyükşehir Belediyesi
Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılma-
sı Hakkında Kanun” uyarınca, Büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan
diğer belde belediyeleri gibi, Helvacı Belediyesi de kapanır. Ancak Beledi-
ye kanun gereği ilk yapılacak yerel seçimlere, yani 29 Mart 2009 seçimle-
rine kadar hizmetlerine devam etmiştir.

Aliağa’nın plajları (Ön ve Arka Plajlar ile NATO Plajı)


1950’li yıllar Demokrat Parti’nin iktidara gelişi ve ardından başla-
yan Kore Savaşı’nın etkileri ile yaşanır. Bu yıllar, bir taraftan Sovyetler
Birliği’ne karşı katıldığımız NATO ittifakı sayesinde yaşadığımız günlük
hayatta yaşanan değişimler; diğer taraftan 25 yıllık tek parti iktidarını
sona erdiren Demokrat Parti’nin yönetiminde birbirini izleyen kalkınma
ve ekonomik bunalımlar ile geçer. Kıyılara yakın kentlerin ve kasabaların
sakinleri, deniz kıyılarından daha fazla istifade etmeye başlarlar. 1950’li
yıllarda plajlardan denize girmek moda olmuştur. 1956 yılında Demok-
rat İzmir gazetesinde çıkan bir haberde “Karşıyaka-Menemen-Bergama
yolunun asfaltlanması, Foça-Aliağa-Dikili plajlarına fevkalade bir canlılık
vermiştir” diye yazmaktadır561.

561
Demokrat İzmir, 1 Temmuz 1956, Yıldırım 2009, 141.

294
Belge 26.
1960’lı yıllarda Aliağa plajları sık sık İstanbul Florya plajıyla kıyaslanırdı. (Milliyet gazetesi,
11 Mayıs 1962)

1962 yılında Milliyet gazetesinin turizm ilavesinde Aliağa’nın plajları


övülmektedir:
“İzmir’e 62 km mesafede olan Aliağa Çiftliği İzmirlilerin başlıca plaj ve
dinlenme yerlerinden biridir. Fevkalade plajı ve körfezindeki çeşitli ba-
lıkları ile Aliağa Çiftliği büyük alaka görür. İnce kumlu tabii plajı ve sakin
denizi ile hayli rağbet gören Aliağa Çiftliği'nde kalınacak pek fazla tesis
olmadığından buraya daha ziyade günübirlik gidilir. Ayrıca plaj ve çev-
resinde kamplar kurulur. Aliağa Çiftliği’nde deniz oldukça sığ ve birçok
yerleri 100-150 metreye kadar boyu geçmez. Plajının kumu kuru beyaz,
denizin suyu biraz soğuk ve tuzludur. Belediye tarafından plajda soyun-
ma kabineleri yapılmıştır. Aliağa plajları birisi ön plaj, diğeri arka plaj
olmak üzere iki kısma ayrılır. Arka plaj kamp kurmaya daha müsaittir.
Bu plaj kısmında 100 kadar sayfiye evi vardır.
Aliağa Çiftliği amatör balıkçılar için aranan bir yerdir. Burada balık tutmak
için kiralık balık motorları bulunur. En çok yakalanan balıklar arasında ‘lev-
rek, kefal, çipura, barbunya, karagöz, sarıgöz, sinarit’ bulunmaktadır. Bu-
rada ıstakoz da çıkar. Aliağa’da yemek yemek için birçok içkili lokanta ve
gazino vardır. Buralarda istediğiniz balığı çok ucuz fiyatlara bulabilirsiniz.
Arka plaj kısmında, yaz aylarında kamp kurmak için müsait yer vardır.
Burada daha ziyade NATO mensupları için müsait yer vardır. Ayrıca, ön
plajın karşısında bir banka [Türkiye Bağcılar Bankası] tarafından yaptı-
rılmış 52 plaj evi vardır.”

295
Nasıl gidilir Nerede, Nasıl Kalınır
Otobüs: Ücret, İzmir’den Martı Oteli. Yatak sayısı (11),
2,5 Liradır. Mesafe 62 km’dir ve yol Tek (3), Çift (5), Banyosuz
bir saat sürer. Ayrıca Bergama, Kınık, Kiralık evler
Dikili, Ayvalık ve Çanakkale istikame- Yaz ayları devamınca bazı aile-
tinden gelen otobüslerle de buraya ler evlerini kiralamaktadırlar. Yalnız,
gitmek mümkündür. bunların sayısı fazla değildir. Ayrıca
Tarife: İzmir’den her gün Bele- ön plajın karşısında bir banka ta-
diye Santral Garajından saat 13.20 rafından yaptırılmış 52 sayfiye evi
ve 14.30’da iki otobüs kalkar. Ayrı- vardır. Bunlar sahiplidir. Yalnız bazı
ca buraya Santral Garajdan kalkan yıllar bu evlerden bir kısmının kira-
Bergama, Dikili, Kınık, Ayvalık ve landığı olur.
Çanakkale otobüsleri ile de gitmek
mümkündür.
Otomobil: İzmir’den Ali- Ne görülür, Ne yapılır
ağa Çiftliği’ne kadar devam eden 62 Burada yenecek en iyi yemek
km’lik yol gayet güzel asfalttır. Yol, balıktır. Buradaki lokantaların he-
Karşıyaka ve Menemen üzerinden men hepsine balıkçı lokantası demek
buraya gelir. Otomobil ile bu yok bir daha iyi olur. Lokantaların hepsi içkili
saat sürmez. gazino durumundadır.
Tavsiye edilecek balıklar; Çupu-
ra, Levrek, Barbunyadır. En iyi balıklar
ile içkili bir yemek 10-20 lira arasında-
Lüzumlu Bilgiler dır. İçkili lokanta ve gazinolar şunlar-
• Aliağa Çiftliği bir nahiye mer- dır;
kezidir. İki fırını ve 15 kadar Haydar Kaptan Gazinosu: İçki-
lidir. Yalnız balık bulunur. İstediğiniz
dükkânı vardır. İstediğiniz her
balıkla içkili bir yemek için en fazla 10
şeyi bulamazsınız.
lira ödersiniz. Bu lokanta Aliağa’nın
• Eczahane ve doktoru yoktur.
içindedir. Bahçeli ve sahildedir.
• Hamam yoktur. Traş olunabi- Ayrıca sahil boyunca üç içkili ga-
lecek berber bulunur. zino daha vardır. Bu gazinolarda da
• Postahane 18’den sonra ka- istediğiniz balığı bulabilirsiniz. Ayrıca
palıdır. diğer yemekler de vardır. Fiatlar da
• Benzin istasyonu yoktur. Ben- pek fark etmez. Bunlar arasında Se-
zini bakkallardan temin edebi- vilmiş Gazinosu, Şen Tombul Gazino-
lirsiniz. su, Belediye Gazinosu tavsiye edilir.

İklim
Haziran ve Ağustos ayları biraz sıcak olur.
Fakat İzmir’e nisbetle daha serindir. 562

562
Milliyet, 1962 yılı turizm ilavesi.

296
Resim 43. İskele Gazinosu
Günümüzde balıkçı barınağının bulunduğu, ancak geçmişte iskele olarak kullanılan
yerdeki gazinolar, Aliağalıların hatıralarında büyük yer tutuyor. (Aliağa Belediye arşivi)

Özellikle yaz aylarında Menemenlilerin bir kısmı, birinci plajda (ön plaj)
çadır ve hasır kulübeler kurarken büyük bir kısmı da pazar günleri minibüs
ve kamyon kasalarında plajları ziyaret ederler. Daha rahat hareket etmek
isteyen Menemen’in gençleri ikinci plajın (arka plaj) tenhalığını tercih et-
mektedir. Birinci plajın Menemenli müdavimleri arasında özellikle 1970’li
yılların sonlarından itibaren Dr. Burhan Törün, Necati Uyar (Çıkık Necati),
Ali Kemer (Buruşuk Ali) gibi Menemen’in tanınmış simaları, aileleri ile bir-
likte haziran ayının sonlarından itibaren çadır veya kulübelerini ön plaja
kurarlar ve ağustos ayının sonlarına kadar kalırlar.
1950’li yıllardan itibaren arka plajın kuzey yarısı, Güzelhisar Çayı’nın
ağzına kadar Çiğli Hava Üssü’ndeki NATO’nun askerlerine ve aile-
lerine tahsis edilmiştir. Bu askeri kamp, 1970’li yılların sonlarına kadar
varlığını sürdürmüştür. Özellikle hafta sonları ve çoğunlukla ABD Hava
Kuvvetleri’nin personeli ve aileleri tarafından kullanılan bu kamp, arka pla-
ja gelen vatandaşların yoğun ilgisini çekmekteydi. Kampın Aliağalı −veya
Güzelhisarlı− olan bekçisi, vatandaşların kampa girmesine hatta tel ör-
gülere kadar yanaşmasına izin vermemekte, bu durum da zaman zaman
sürtüşmelere yol açmaktadır. Her türlü yoksulluk ve yoksunluk ile 50’li yıl-

297
lara giren vatandaşlar viski, Amerikan sigaraları, değişik bira markaları ve
özellikle üzerinde coke yazan teneke kutular içindeki meşrubatlarla uzak-
tan da olsa ilk kez karşılaşmaktadır. Ayrıca bikiniler ile veya üstsüz güneş-
lenme alışkanlığında olan Amerikalı kadın ve kızlar da özellikle gençler
arasında ilgi konusu olmaktadır!
1950’li yıllar içinde varlıklı Manisalılar ise ön plaj girişindeki Bergama
asfaltı kıyısındaki yamaçlarda yazlık evler inşa ederek Aliağa’nın yeni ge-
lişen turizmine katkı yapmaya başlarlar.
Zaman zaman, özellikle yaz aylarının başlangıcında, yerel gazeteler-
de Aliağa plajlarına ilişkin haberler görünmektedir563. Hatta 1965 yılının
Haziran ayındaki bir röportajda, Aliağa plajlarına ilişkin ayrıntılı bilgiler ve-
rilmektedir:
“İzmir’e yakın en güzel plaj kasabalarından biri de Aliağa’dır. Berga-
ma asfaltı üzerinde uzun bir sahili olan Aliağa tam bir plaj şehri haline
gelmektedir. İzmir’den uzaklığı 60 km’dir. Bir saatte gidilir. İzmir santral
garajından saat 10’da ve 13.15’de hareket eden iki otobüsü vardır…..
Turistler doğrudan doğruya plaj önünde otobüsten inerler. Biri deniz ke-
narında diğeri denize yakın öbürü de plaja nazır yol üzerinde üç gazino-
su vardır. Aliağa Nahiyesi içinde 15 yataklı bir otel vardır. Bu mevsime
yetiştirilmek üzere plaj sahasında 4 bin m2 üzerinde bir kamping yeri
hazırlanmaktadır. Alaturka, alafranga tuvaletleri, büfesi, otoparkı bulu-
nan kampinge gelecekler çadırlarını getirmelidirler. Ayrıca Arka Plaj’da
100 çardaklık yer vardır. Burada çardak kuranlardan belediye m2 için
150 kuruş kira alır. Artezyen suyu vardır. Elektrik yoktur.
Plajları: Bucaktan 2.5 km ilerde ilk plaj geniş bir saha üzerindedir. Kam-
ping yeri de buradadır. Plajda bir çardak gazinosu ve elektriği vardır.
Tombul Plajı: büyük plajın berisindeki plajdır. Kumsalı ve denizi öbür
plajlardan daha güzeldir. Bu plajın uzunluğu 5 km’dir. Deniz ancak 300 m
sonra boya varır. Burada tek kabin için 5 lira alınır. Plaj Evleri: Ön
plajın karşısındaki tepe üzerinde ve asfalt kenarındadır. 62 plaj evinin
hepsi de sahiplidir. Bunlardan ancak birkaçı mevsimlik kiraya verilir.
Su ve elektriği olanlar 1000, su ve elektriği olmayanların mevsimlik
kirası 500 liradır.
Lokantalar: Asfalt kenarında denize nazır olan ‘Sevilmiş gazinosu’ kara kıs-
mındadır. Plaja hâkim durumdadır. Önünde terası vardır. Deniz havası alır.
Şen Tombul gazinosu: Denize doğrudan giriş için asfalt yol vardır. De-
niz ile asfalt arasındadır. Kapalı ve açık salonları, elektriği vardır. Balık
ızgaraları ile tanınmıştır.

563
Yeni Asır, 5 Haziran 1963.

298
Plaj gazinosu: Deniz kenarında çardak halindedir. Balık ve içki bulu-
nur…” 564

Aynı yıl koyda turistik bir tesisin inşasına başlandığı haberi gazetele-
re düşer. Bu habere göre 1966 yılı turizm sezonuna yetiştirilmek istenen
tesiste büfeler ve dinlenme yerlerine sahip olan tesis turistik bir mesirenin
nüvesini teşkil edecektir. 1980’li yılların başlarında ise Aliağa Belediyesi,
İl Özel İdaresi, Tüpraş ve İzmir’deki sivil ve askeri kuruluşlar, söz konusu
iki plajın potansiyelinin farkına vardılar. Ön Plaj’ın hemen hemen tümü,
Arka Plaj’ın güney kısmı belediye plajları, sivil-askeri kuruluşların eğitim
ve dinlenme tesislerine dönüştürüldü.565

Halkoyu ile seçilen ilk Belediye Başkanı Kazım Onaran ile röportaj
Yeni Asır gazetesinin kalemi güçlü röportaj yazarlarından Hayrullah
Gülal’ın henüz 8 aydır belediye başkanlığı koltuğunda oturan Kazım Ona-
ran ile yaptığı bir sohbet yazısı, 24 Haziran 1964 tarihli nüshada yayınla-
nır. Bu röportaj, günümüzde büyük bir sanayi merkezi konumuna ulaşmış
ve karmaşık sorunlar ile boğuşan belediye teşkilatının ve Aliağa halkının
50 yıl önceki bir belediye başkanının sorunları, hayalleri ve geleceğe yö-
nelik umut ve planlarını öğrenmesi bakımından çok yararlı olacaktır. Bu
yazıyı burada diyaloglara dokunmadan yayınlamak dönemin havasını ve
dilini öğrenmek bakımından da önemlidir:
Bir Alman firması, Aliağa’da turistik tesis kurmak için Kıbrıs işinin
hallini bekliyor!
Menemen’de sıcak, cayır cayır ovayı yakarken, Aliağa’da rüzgâr, püfür
püfür eser. Kumsal kıyılara yelpaze gibi giren deniz, her yanını plaj et-
miş Aliağa’nın…
Bu denizin plajı, serin rüzgârlarının yanı sıra bir de balığı var ki, o
balık için yaz kış Aliağa’ya koşanlar çoktur. Balıkçı panellerinde pıtır
pıtır oynaşan barbunlar, kuyruk vuran çıpuralar diri diri gelir, diri diri
girer tavaya. Tam denize inerken, geniş asfaltın yolunu kestiği kıraç
tepenin bile süsü gelmiş kuş yuvası gibi zarif, yeşilli bahçeleriyle plaj
evleri cıvıl cıvıl insan dolu.
Burada oturanların bir ayağı İzmir’de: “Sabah git, akşam gel..” diyorlar.
Çanakkale, Ayvalık, Bergama, Edremit otobüslerinin yolu hep bu bah-
çeli evlerin önünden geçer. Aliağa’da çepeçevre denizi saran toprak öy-
lece çıplak kalmış, ama her geçenin aklı takılıp kalıyor orada.

564
Aliağa plajı, Yeni Asır, 18 Haziran 1965.
565
Aliağa koyunda inşaata başlandı, Yeni Asır 20 Kasım 1965.

299
İmar Planı Yok
Aliağa’nın Belediye başkanı Kazım Onaran: “şimdiye kadar cennet
gibi olurdu Aliağa toprakları ama düzensizlik olmasın diye imar planını
bekliyoruz.” diyor.
Meğer o çorak toprakları villaların, plaj evlerinin süslenmesi için bir bu
imar planının tamamlanması gerekiyormuş.
Belediyenin elinde yüzlerce dekarlık plaj evlerine elverişli arsa var ama,
taş taş üstüne koyulamıyor bu yüzden.

Elektrik
İzmir’e yakınlığı, yol üstü oluşu, balığı, denizi Aliağa için bereketli ova-
lardan daha verimli ama, şöyle bir silkinip kalkınamıyor. Eksiği çok. Hele
su işinde, hele elektrik işinde yüreği çok yanık bu yerin. “Elektrik var
mı?” diye sorarsanız “var” derler ama evlerin çoğunda gaz lambası ya-
nar.
Belediye Reisi bile hak veriyor hemşehrilerine “Nasıl elektrik yakabilir
fakir fukara” diyor “Elektriğin kilovatı Aliağa’da bir liradır. Onun için evler
abone olmaktan kaçınır”
O güzelim plaj sitesi, gazinolar, şehir için elektrik çölde ancak dile dam-
latılan “su” gibidir.
Aliağalılar, misafirleri hep bu yönden şikâyetçi: “Aliağa’da elektrik, gece-
de ancak üç buçuk saat yanar, ötesi karanlıkta kalır” diyorlar.
Kazım Onaran bunun sebebini şöyle anlatıyor: “Barajların, termik sant-
ralin elektriğinden henüz faydalandırılamadık. Kendi metodlarımızla
elektrik istihsal ediyoruz. Buna rağmen ayda belediyenin elektrikten en
azından iki bin lira zararı var. Motorlar 40 kilovat saat elektrik üretir.
Bunun ancak 18 kilovatına alıcı çıkar. Bu kadar abonesi var nahiyenin,
öbür tarafı sokak tenviratıdır, parasız harcanır.”
Belediye işin üzerinde ama İller Bankası’nda finansman yok, 470 bin
liralık elektrik keşif projesi var. O da cereyan Menemen'den gelirse.
Menemen'in cereyanı daha bağlanmadı, ama ha bugünlük ha yarınlık
iş haline geldi artık.
Aliağa’nın elektrik işi önümüzdeki yıla kalıyor, İller Bankası öyle söz ver-
miş onlara. Bir bollanırsa elektrik o sahil geceleri pırlantayı andıracak
doğrusu.

Su İşi
Her yaz NATO’cuların kamp kurduğu, körfezinde güzelim kotraların ağır
ağır sallandığı Aliağa’da içecek su işi de yürekler acısı…

300
Aliağa nahiyesinin yerlileri: “Bütün mesele mühendis Kemal beyin elin-
de” diyorlar. “O bir istese, gürül gürül suyumuz olur.”
Aliağa’yı gürül gürül suya kavuşturacak mühendis Kemal Bey Devlet Su
İşleri İzmir Bölge Müdürlüğünde imiş. Su projesinin Ankara’dan tasdik
edilmesi gerekiyormuş. Bu bir oluverse Çıtak Aliağa’ya 14 km. Suyun
kaynağı orası.
E…şimdi ne yapıyor şu plaj şehri?
“- Ne yapacak, hiç. Koca kasaba iki gün, iki geceyi dolduran 48 saat
içinde ancak 40 ton su harcayabiliyor.”
“Dahası var, diyorlar. Aliağa’da mahallelere verilen su sıraya biner. Her ma-
hallede çeşmeler onar dakika akar, sonra suyu kesilir, öbür mahalleye ve-
rilir.”
Su işi bir milyon 200 bin liraya çıkacak. Belediye bunun 400 bin lirasını
ödeyecek. İlk taksidi de 100 bin lira tutuyor. Belediye Reisi: “- Haydi
yapsınlar, paramız hazır, trink diye öderiz” diyor.
Turizm
Yine Aliağalıların dediği gibi işler mühendis Kemal beye bakıyor. “Şu
elektrik, şu su geliverse peşinden neler gelmeyecek ki Aliağa’ya” diyor-
lar.
“- Önce turizm gelecek” diyorlar.
Bakın nasıl gelecekmiş turizm: “- Avrupa’nın büyük turist şirketlerinden
biri geldi, bayıldı Aliağa’nın denizine, güneşine. Bu Alman şirketi 600 dö-
nümlük bir tesis sahası seçti, 6 milyon liralık turistik tesisler kuracak, oteli,
gazinosu, plajı, kayığı, motoruna varıncaya kadar güneşi, denizi değer-
lendirecek”.
Belediye Reisi daha çok bilgi veriyor bu iş için: “- Almanlar bayıldı buraya.
Otel, gazino gibi tesislerden başka 350 ev, 100 yataklı bir hastane de ya-
pacaklar. Böylece Aliağa’ya sıhhi turizm de girmiş olacak.”
“- E…sonra?”
“- Sonrası berbat. Kıbrıs meselesi alevlenince bu iş de yattı. Kıbrıs me-
selesi yatışsın da ondan sonra başlayalım bu işlere diyorlar.”
Almanların yanı sıra ise su ile elektriği, bir de imar planını bekleyen bir
sürü de yerli sermaye var. Plajlar, oteller, pavyonlar yapacaklar”
İş bu raddeye gelince Aliağa’nın balıkçıları da boş durmamış.
“Bergama’dan, Ayvalık’tan gelenler, hep buradan geçerler. Aliağa’nın lev-
reğini, çipurasını, barbununu yiyemeden etmezler. Balık gani. Onun için
bir balıkçılık kooperatifi kurma niyetimiz var” diyorlar.” 566

566
Yeni Asır, 24 Haziran 1964.

301
Bu röportajdan da anlaşılacağı gibi suyu ve elektriği yeterli olmayan bir
kasabanın çaresiz belediye başkanı, elektrik ve su için medet umulan bir il
bürokratı ön plana çıkmaktadır. Belediye başkanı birkaç yıl sonra başına
konacağı sanayi kuşundan habersiz, umutsuzca uzak ufukta görülen
Alman turizm yatırımını beklemektedir. O da eğer, o günlerde alevlenen
Kıbrıs meselesinin yatışması şartıyla!
Bu röportajdan yaklaşık 9 ay sonra yine bir gazete haberine göre Ali-
ağa ile Güzelhisar’ın içme suyu, Köy İşleri Bakanlığı tarafından 1 milyon
liraya ihale edilmiştir. Yapılan anlaşmaya göre içme suyu tesisleri, 1966
yılının kasım ayında tamamlanmış olacaktır567.
Şikâyet konuları sadece su ve elektrik değildir. Bunların yanında
Aliağa’nın içinden geçen İzmir-Bergama kara yolunun birçok kesimi bo-
zuktur. Her gün yüzlerce vasıtanın işlediği bir anayolun bu vaziyette bıra-
kılması sayısız yakınmaya yol açmaktadır. Gazetelere yazılan mektuplar-
dan yolun Karayolları İkinci Bölge Müdürlüğü tarafından önemle ele alın-
ması ve milli servetin mahvolmaktan kurtarılması istenmektedir568. Bu tür
istekler olasılıkla kaynak yokluğu nedeniyle hemen karşılanamamaktadır.
Nitekim bir buçuk yıl sonra yayınlanan bir haberde kara yolunun bitümlü
asfalt ile kaplama işinin 2 yıllık bir çalışmadan sonra Bergama ile Çaltı-
lıdere arasının tamamlandığı, ancak son bir hafta içinde asfalt dökümü
nedeniyle kaygan bir hal alan yolda birçok vasıtanın hendeklere devrildiği
bildirilmektedir569.
Bu arada neredeyse 40 yıldır unutulan Kyme antik kenti, şiddetli bir
yağmur sonucunda yeniden keşfedilir:
“Son yağmur tarihi bir şehri yeniden meydana çıkardı. Mitolojiye göre Ali-
ağa’daki Kime şehri 2500 yıl önce de gazaba gelen yağmur tanrısının
yağmurlarıyla yok edilmişti. Şiddetli yağışın meydana getirdiği seller Alia-
ğa yakınlarında Helenistik devre ait bir şehrin kalıntılarını meydana çıkar-
mıştır. Yapılan ilk incelemeler sonunda buranın meşhum Kime sitesinin bir
devamı olduğu anlaşılarak hemen kazılara başlanmıştır. Havalar düzeldi-
ğinde kazı faaliyetlerinin hızlandırılacağını bildiren İzmir Müzesi Müdürü
Hakkı Gültekin ‘ilk çalışmalarda kıymetli eserler bulduk’ demiştir.” 570

Diğer ilginç bir gazete haberi, eski bir Rum köyü olan Aliağa Çiftliği’nde
define arama isteğinin bitmemiş olduğunu göstermektedir:

567
Güzelhisar ile Aliağa’nın içme suyu ihale edildi, Yeni Asır, 19 Mart 1965.
568
İzmir-Bergama yolu bozuk, Yeni Asır, 3 Ağustos 1965.
569
Bergama-İzmir yolu asfalt oldu, Yeni Asır, 1 Temmuz 1966.
570
Son yağmur, tarihi bir şehri ortaya çıkardı, Yeni Asır, 14 Aralık 1965.

302
“Aliağa’da milyonluk bir define aranacak. Bir adam İzmir Müzesi
Müdürlüğü’ne başvurarak Aliağa Jandarma Karakolu binası altında mil-
yonlarca lira değerinde altın bulunduğunu ileri sürerek kazı izni istemiş-
tir. Mustafa Akkurt dilekçesinde altınların 3 büyük demir sandık içinde
gömüldüğünü belirtmekte ʻkazı izni verirseniz bulacağım altınlarla okul-
suz köylere okul yaptıracağımʼ demektedir.” 571

Başbakan Süleyman Demirel ilk kez Aliağa’da


1966 yılının Ağustos ayı ortasında gazetelerde ülkenin yeni başbakanı
Süleyman Demirel’in Ege gezisine ilişkin haberler görünmeye başlar572.
Gazetelere göre Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile Başbakan Süleyman
Demirel’in belli olan programına göre Başbakan, 22 Ağustos’da Mene-
men ve Aliağa üzerinden Bergama ve Dikili’ye geçecektir. Bununla birlik-
te, doğudaki Varto depremi nedeniyle ziyaret ertelenir. Ege gezisine bir
ay gecikmeli başlayan Başbakan, ziyaretin beşinci günü olan 12 Eylül'de
Menemen, Bergama, Dikili ve Foça’ya uğrar ve Aliağa’dan geçer. Başba-
kan Helvacıköy sapağında bayraklarla karşılanır. Yoldan görünen köyü
çok şirin bulduğunu söyler. Helvacıköylüler kendisine, köylerinin İzmir’in
en büyük köyü olduğunu söylerler. Başbakanın otomobili Aliağa yol kavşa-
ğında durdurulur. Aliağalılar önceden hazırlık yapmışlardır. Kalabalık hep
bir ağızdan “su, su, su…” diye bağırmaya başlar. Demirel bir süre bu söz-
leri dinledikten sonra halkın ihtiyaçları konusunda belediye reisi ile konuş-
maya başlar. Aynı anda Nazmiye Demirel de Aliağalı hanımlar ile sohbet
etmektedir; onlar da su isterler. Başbakanın konvoyu bir kez daha Yeni
Şakran’da kısa bir süre durur. Bu arada Bayan Demirel, otomobilin etrafını
çeviren kadınların arasına karışarak onlarla konuşur ve “artık çarşaflarını
çıkarmalarını” ister. Onlar da “inşallah sayenizde olur” cevabını verirler573.
Görüldüğü üzere ülkenin başbakanından sadece su isteyen Aliağa-
lılar, bir yıl sonra aynı başbakanın kasabalarında bir petrol rafinerisinin
temelini atacağından habersizdirler.
1966 Eylül’ündeki Aliağa’dan geçişinde Başbakan Süleyman Demirel’den
su isteyen Aliağalıların bu isteği 1967 yılı içinde yerine getirilir. Aliağa Beledi-
ye Başkanı Kazım Onaran, gazetelere yayınlanması için teşekkür mektubu
gönderir. Başkan Onaran “Aliağa Bucağının teşekkürü” başlığıyla yayınla-
nan mesajında devlet kurumlarına şöyle teşekkür etmektedir:
571
Aliağa’da milyonluk bir define aranacak, Yeni Asır 19 Aralık 1965.
572
Sunay ve Demirel’in Ege gezisi programı belli oldu, Yeni Asır 14 Ağustos 1966.
573
‘Bayan Demirel köylü kadınlara ‘artık çarşaflarınızı çıkarın’ dedi, Yeni Asır 13 Eylül 1966.

303
“İzmir Valisi Sayın Namık Kemal Şentürk’ün yakın ilgisi ve Y.S.E. teşki-
latının enerjik gayreti neticesinde İzmir’in incisi Aliağa nahiyesi ile Çıtak
ve Güzelhisar köylerimiz bol miktarda içme suyuna kavuşmuştur. Bu
konuda emeği geçenlere sonsuz minnet ve şükranlarımızı arz ederiz.

Aliağa Belediye Başkanı, Kazım Onaran” 574

İzmir Rafinerisi’ne ilişkin ilk haberler: Nerede kurulacak?


1965 yılının sonlarındaki gazetelerde, İkinci Beş Yıllık Plan'da yer
alan İzmir’de veya çevresinde kurulacak bir rafineriye ait haberler gö-
rünmeye başlar. Bu rafineri sayesinde 1967 yılında 2 milyon 400 bin
ton olan petrol üretimi 6 milyon tona yükselecek ve Türkiye’de petrol ve
petrol ürünleri ihtiyacı karşılanacaktır575. 3 milyon ton kapasiteli olacak
söz konusu rafineri Sovyetler Birliği tarafından zirai ürün karşılığında
inşa edilecektir. Batılı ülkeler, 3-4 milyon ton kapasiteli bir rafineri in-
şası için pek istekli değildir. Yabancı şirketler de gönüllü davranmazlar.
Türkiye’nin de milli imkânlarla ve bütçeden ayıracağı para ile şimdilik
rafineri kurması imkânsızdır. Tam bu sırada Sovyetler Birliği, tarımsal
ürünler karşılığında 15 yılda ödenmesi şartıyla kredi ile bir rafineri kura-
cağını bildirir. Milli malımız olarak kurulacak olan rafineri, inşaatı tamam-
landıktan sonra Türkiye’nin petrol davası da kendiliğinden halledilecek
ve Türkiye’nin istediği yerden en ucuz fiyatla ham petrol alma imkânına
kavuşacaktır. Kurulacak Rafinerinin, Türk işçileri tarafından yapılacağı
ve Rusların ise sadece tesisin montajında çalışacağı bildirilir.
Bu haberlerin yayımlanmasından sonra, Rafinerinin yapımına baş-
lanmasına kadar yaklaşık bir yıllık suskunluk dönemi geçirilir. Bir yıl son-
ra 1966 yılının ikinci yarısından itibaren gazetelerde İzmir Rafinerisi’ne
ilişkin yeni haberler görülmeye başlar. Bu haberlere göre rafineri ile bir-
likte Türkiye’nin rafinaj kapasitesi 1969 yılının sonunda, 10,5 milyon tona
yükselecektir. Gelecek yıl inşasına başlanması öngörülen dördüncü rafi-
neri, 500 milyon Türk lirasına mal olacak, bunun 150 milyon lirası iç, 350
milyon lirası dış kaynaklardan sağlanacaktır. Tesislerin hizmete girmesi
sonucu yılda 300-400 milyon lira arasında döviz tasarrufu mümkün ola-
caktır.
Bu arada rafinerinin inşaat sahasının alımına başlanmış, temel son-
dajlar için çalışmalara geçilmiştir. Finansman konusunda çeşitli ülke-
lerden gelen teklifler büyük bir titizlik içinde incelenmektedir. Dördüncü
574
Ege Ekspres, 15 Eylül 1966.
Rusların kuracağı fabrikalarla ilgili çalışmalar başladı, Yeni Asır, 2 Ekim 1965; Sovyetler Türkiye’de
575

yedi mühim tesis kuracak, Yeni Asır, 13 Kasım 1965.

304
rafinerinin Türkiye ekonomisine büyük bir etkisi olacak, yeni iş sahaları
açılması suretiyle iş gücü olanaklarının artmasına hizmet edecektir. Bu
rafinerinin üreteceği çeşitli ürünler arasında benzin, gazyağı, motorin,
fueloil, asfalt, sıvılaştırılmış gaz ile makine yağları ham maddesi yer
alacak, üretim gücü yeni bir hız kazanacaktır. Ülkemizde mevcut rafine-
rilerin üretimlerine karşın henüz karşılanamayan yurt içi petrol ürünleri
talebi, 1969 yılı sonundan itibaren dördüncü rafinerinin üreteceği ürün-
lerle karşılanmış olacaktır576.
Tüm bu haberlerde İzmir Rafinerisi’ne ilişkin her türlü bilgi bulunmasına
karşın, henüz nerede kurulacağı konusunda Hükümet tarafından herhan-
gi bir açıklama yapılmamaktadır. Aslında rafinerinin Aliağa’da kurulacağı-
na karar verilmiştir ve bölgede değişik noktalarda sondajlar yapılmaktadır.
Örneğin, ilk anda Güzelhisar Çayı vadisindeki belirli bir arazide karar veril-
miş, kamulaştırmalara başlanmış fakat sondaj sonuçları olumsuz çıkınca
Rafineri günümüzdeki yeri olan Arap Çiftliği mevkisine kaydırılmıştır577.
Ancak rafinerinin Aliağa’da kurulma öyküsünün, eski Menemen Bele-
diye Başkanı ve eski İzmir Milletvekili Yücel Dirik’in anılarını dinleyince,
daha fazla siyasi entrika içerdiği anlaşılıyor:
“Belediye başkanlığı yaptığım sırada Aliağa’da rafineri yapılacağı ha-
berini aldık. Plana işlendiğini duyduk. Bir gece yarısı Ankara’dan bir te-
lefon geldi. İmar İskân Bakanlığı'ndan bir arkadaşım bana, ‘Reis, sizin
rafineri Aliağa’dan kalkıyor, Gümüldür’e gidiyor. Manisa senatörü olan
yakın bir arkadaşınız buna el attı. Nasıl oldu bilemedik.’ dedi. Ben bunu
gece yarısı haber aldım. Sabah belediyeye geldim. Milletvekili arkadaş-
larımı aradım. Milletvekili Ali Naili Erdem, Zeki Efeoğlu vardı. Bir sorun
bakalım dedim. Öğrendik ki hakikatten de değişmiş. Derhal Belediye
Meclisi’ni topladım. Aliağa bizim bölgemiz. Bunu nasıl değiştirirler, bu
karar nasıl kalkar? Rafinerinin olduğu yer, Aliağa’yı geçince orada bir
Çaltılıdere köyü vardı. Güzelhisar çayından sonra. Oradaki köylü oranın
istimlâk edilmesini istemiyordu nedense. Sanayiyi istemiyorlardı. Balık-
çılığımız bitecek diye. Başbakan Süleyman Bey bana rica etti. Köylüyü
ikna ettim. Aliağa o zamanlar 2.800 nüfuslu balıkçı ve tütüncü köyüydü.
Fakir bir köydü. Koskoca sanayi geliyor, ‘balıkçılık tükenmez, her yer
deniz’ dedim. Köylüleri ilk ikna toplantılarını Çaltılıdere’de yaptık. Araya
girdim. Yerleri kamulaştırdık. Ondan sonra neymiş, oralar bataklıkmış.
Sonra Menemen Belediye Meclisi'nde bir heyet kurduk. Aliağa Beledi-

İzmir petrol rafinerisinin temeli atılacak, Yeni Asır, 8 Ağustos 1966; İzmir petrol rafinerisinin inşaatı
576

başlıyor, Yeni Asır, 25 Ekim 1966.


O sırada Menemen’de fotoğrafçılık yapmakta olan rahmetli babam Foto İzzet Doğer’in Güzelhisar
577

vadisindeki arazi sahiplerinin vesikalık fotoğraflarını çekmek üzere Aliağa’ya gittiğine, ancak yaklaşık
1 ay sonra bu kez Arap Çiftliği’ndeki arazi sahiplerinin fotoğrafları için yeniden gittiğine şahidim.

305
ye Başkanı Kazım Onaran’ı o heyete aldık. Ankara’ya gittik. Süleyman
Beyi ziyaret ettik. Süleyman Bey’in yanına randevusuz gitsem de beni
yanına kabul ederdi. Efendim dedik. ‘Gittik geldik, yerleri beğendiniz,
yerleri kamulaştırdık, köylüyü ikna ettik. Herkesin paraları ödendi. Şimdi
Rafineri Gümüldür’e yapılacak’ diyorlar. Topluma karşı mahcup olduk.
Halkı ikna etmek için ‘Aliağa sanayi ile birlikte şöyle iyi olacak böyle iyi
olacak’ dedik. Süleyman Bey bizi dinledikten sonra adamlarını çağır-
dı. Biz oradayken parmağını Arap Çiftliği’nin olduğu yere bastı. Arap
Çiftliği’nin olduğu yere heyet gönderdi. Bizi de Ankara’da birkaç gün
misafir etti.” 578

Rafineri için proje ekibi İzmir’de çalışıyor


Devlet, Aliağa’ya bir rafineri kurmak için karar verdikten sonra çalış-
malarına başlamıştır. İlk olarak bir proje ekibi kurulur ve çalışmaya başlar.
Proje ekibi için İzmir’de bir ofis tutulur. Ofiste 6 uzman hızlı bir şekilde
çalışmalarını sürdürür.
Daha sonra, 1977’de Aliağa Belediye Başkanı seçilecek olan 1938 Er-
zincan/Kemaliye doğumlu Ayhan Bayrak, o yıllarda Türkiye Petrolleri’nde
resimhane şefidir. Aliağa’ya kurulacak rafineri projesinde görevlendirilmek
üzere Aliağa’ya atanır. O günleri Ayhan Bayrak’tan dinlemek son derece
aydınlatıcı olacaktır:
“1964 yılında Ankara’dan Türkiye Petrolleri'nin resimhane şefliğini
yaparken buradaki rafineriyi kurmak için Aliağa’ya atandım. Rafi-
nerinin temelleri 1969 yılında atıldı. Biz proje için daha öncesinde
geldik. İzmir’de Dikmen İşhanı’nda bir büro tutuldu. 6 kişi o büroda
çalıştık. Proje çalışmalarına Korkut Özal ile başlamıştım. İstanbul’da
İpraş rafinerisinin ilk projesini de ben çizmiştim. Bir tadilat projesiydi.
O dönemde Korkut Bey beni yanına çağırdı ve bu projeyi çizmemi
istedi. Korkut bey o zaman TPAO genel müdürüydü. Aliağa’da rafi-
neri için ilk araziyi Güzelhisar Çayı'nın bulunduğu yerde yapmayı dü-
şündük. Rafinelerin asıl üniteleri şuanki Organize Sanayi Bölgesi'nin
bulunduğu yerde kurulacaktı. Fakat yapılan fizibilite çalışmaları son-
rasında buranın zemininin çürük olduğu tespit edildi. İstanbul Teknik
Üniversitesi’nden Profesör Peynircioğlu’nun yaptığı tespitler rafineri-
nin buraya yapılmaması gerektiği yönündeydi. Bunun üzerine bu böl-
geden vazgeçildi. Bu vesileyle rafinerinin yeri değiştirildi.” 579

578
Yücel Dirik ile röportaj, 21 Ekim 2015.
Ayhan Bayrak ile röportaj, 14 Ekim 2017. Not; Ayhan Bayrak’ın sözünü ettiği Profesör Peynircioğlu,
579

1944 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Zemin Mekaniği ve Temel İnşaatı kürsüsünü de kuran,
eski Rektör, Ordinaryüs Prof. Dr. Ahmet Hamdi Peynircioğlu’ydu. Onun da görüşüyle Rafinerinin
Güzelhisar yakınlarına kurulmasından vazgeçildi.

306
Dördüncü rafinerinin temeli Başbakan Süleyman Demirel
tarafından atılıyor
Rafineri için gazetelerde yeniden yaklaşık 1 yıllık bir suskunluk döne-
mine girildikten sonra, 1967 yılının ortalarından itibaren art arda haberler
çıkmaya başlar580. Türkiye Petrolleri Genel Müdürü Korkut Özal’ın verdiği
bilgiye göre İzmir Rafinerisi’nin temeli yakında atılacaktır:
“Yeni milli rafineri İzmir-Menemen arasındaki [yanlış bilgi] Aliağa mev-
kisinde inşa edilecektir. Rafineri için Aliağa’da 8 milyon m2’lik geniş
bir arazi satın alınmıştır. Başlangıçta yılda 3 milyon ton ham petrol
işleyecek kapasitede inşa edilecek yeni rafinerinin temeli yakında atı-
lacaktır. Bu kapasite ileride yapılacak tevsilerle 6 milyon tona kadar
çıkarılabilecektir. İzmir Rafinerisi takriben 550-600 milyon liraya mal
olacaktır. Bunun 245 milyon Dolarlık kısmı proje ve teçhizat bedelidir.
Proje ve teçhizatı Sovyet teknisyenleri bizim isteğimize göre hazır-
layacaklar, rafineriyi biz kuracağız. Sahanın hazırlanması ve montaj
işini tamamen Türk teknisyeni ve işçisi yapacaktır. Bu konudaki Türk-
Sovyet anlaşmasına göre rafineri teçhizatı Odessa limanında bize tes-
lim edilecek ve nakliye Türk gemileri ile olacaktır.”

Aynı konuda diğer bir demeç de TPAO Ege Bölgesi Satış Müdürü Tali
Sermet tarafından verilir. Bu demeçte, rafinerinin temelinin 17 Ağustos’ta
atılacağı bildirilmektedir. Bölge Müdürü'nün verdiği açıklamalarda rafine-
rinin kapsadığı alan hakkında bazı çelişkiler vardır. Genel Müdür 8 milyon
metrekareden söz ederken Bölge Müdürü araziyi 4 milyon metrekareye
indirmiştir581.
Rafineri'nin temeli nihayet Başbakan Süleyman Demirel tarafın-
dan 17 Ağustos 1967 Perşembe günü atılır582. Başbakan, Menemen’de
inşa edilen garajın açılışından sonra rafinerinin temelini atmak üzere
Aliağa’ya gelir. Burada yapılan törende, hoş geldiniz konuşmasını İzmir
Valisi Namık Kemal Şentürk yapar. Ardından Türkiye Petrolleri Genel
Müdürü Korkut Özal, Rafinerinin ülke ekonomisine yapacağı katkıları
anlatır. Türkiye’de rafine edilen ham petrolün her tonunda 5 dolar döviz
tasarruf edileceğini ifade ederek tesislerin montajına 1968 yılı Mayıs
ayında başlanacağını, rafinerinin ise 1970 yılı içinde hizmete açılaca-
ğını belirtir. Konuşma sırası rafineriyi kredi ve teknik yardımlarla des-
tekleyen Sovyetler Birliği’nin Ankara Büyükelçisi’ndedir. Onun ardından
Enerji Bakanı İsmet Sezgin, daha ziyade siyaset ağırlıklı bir konuşma-

580
İzmir Rafinerisini Türk işçisi yapacak. Temel atma töreni yakın, Yeni Asır, 13 Temmuz 1967.
581
Yeni Asır, 4 Ağustos 1967.
582
Yeni Asır, 15 Ağustos 1967 ve 18 Ağustos 1967.

307
nın ardından özet olarak “Rafinerinin yılda 250 milyon lira döviz sağla-
yacağını ve kendini iki yılda amorti edeceğini” belirtir. Ardından uzun bir
konuşma yaparak, ülkenin genel sorunlarına değinen Başbakan Süley-
man Demirel, temele ilk harcı koyar.
Rafineri inşaatına ilişkin bir sonraki haber gazetede bir yıl sonra gö-
rünür. “İzmir Rafinerisi, makine yağı üretecek" başlıklı bu yazıda inşaatın
sürdüğü, rafinerinin bağlantı yollarının tamamlandığı ve 900 bin metreküp
hafriyat yapıldığı anlatılmaktadır583. Ayrıca montaj malzemesinin indirilme-
sinde kullanılacak rafineri yük iskelesinin inşaatının ekim ayı içinde bite-
ceği, ham petrol boşaltma ve tasfiye edilmiş petrol ürünlerinin yükleme
iskelelerinin inşaatının devam ettiği bildirilir. Yılda 3 milyon ton ham pet-
rolün işleneceği rafineride, Türkiye’de ilk defa makine yağı ham maddesi
üretileceğinin müjdesi verilmektedir. 1971 yılında faaliyete geçmesi bekle-
nen rafineri 9 ayrı üniteden oluşmakta olup, 500 kişiye doğrudan iş sahası
açacaktır. Bir yılda işleyeceği 3 milyon ham petrolden 250 bin ton benzin,
250 bin ton gazyağı, 450 bin ton dizel yakıtı, 63 bin ton likid petrol gazı, 4
bin ton kükürt, 1 milyon 400 bin ton fuel-oil, 150 bin ton makine yağı ana
maddesi, 25 bin ton parafin, 150 bin ton petrokimya ham maddesi, 130 bin
ton jet yakıtı üretecektir.
Yetkililer basın aracılığıyla inşaat faaliyetleri rutin bir şekilde devam
eden rafineriye ilişkin kamuoyu bilgilendirmeyi sürdürürler:
“İzmir Rafinerisi gelecek yıl faaliyete geçecek. 700 milyon liraya çıka-
cak dev tesis” başlıklı bir gazete haberinde;
“Aliağa’da kurulmakta olan İzmir Rafinerisi’nin en geç önümüzdeki yılın
sonunda faaliyete geçmesi amacıyla yapılan çalışmalara hız verilmiştir.
Namık Kemal şilebi geçen hafta Rusya’dan yine malzeme getirmiştir.
Böylece Rafineri için lüzumlu malzemelerden mühim kısmı tamamlan-
mış ve yeni gelenlerin montajına başlanılmıştır.
Ege Bölgesi'nde binlerce vatandaşa daha yeni iş sahası açacak olan
TPAO’ya ait İzmir Rafinerisi’nde şimdi bütün gözler 25 milyon liraya
çıkacak 225 m uzunluğunda T biçimindeki iskeleye çevrilmiştir. Türk
mühendislerinden Feyzi Akkaya tarafından inşa edilen iskelenin sol ka-
nadı 315 m uzunluğunda olacak ve 100 bin tona kadar gemiler buraya
yanaşarak ham petrol boşaltabileceklerdir. Sağ tarafa uzanacak 215 m
boyundaki ikinci kanada ise 20 bin tona kadar olan şilepler yanaşarak
mamul madde işleyebileceklerdir.

583
Yeni Asır, 26 Ağustos 1968.

308
Resim 44. Başbakan Süleyman Demirel Rafineri'nin temelini atıyor.
17 Ağustos 1967, Aliağa tarihi için bir dönüm noktasıydı. Aliağa’yı dev bir sanayi kentine
dönüştürecek adımın ilk harcı o gün atıldı. (İrfan Onaran arşivi)

309
Bu haliyle bile muazzam bir tesis olarak göze çarpan İzmir
Rafinerisi’nin modern iskelesi, tamamen galvanizli demir borular üze-
rine oturtulmaktadır. Almanya’dan gelen demir borular, ziftlendikten
sonra balıkadamlar tarafından denize indirilmekte ve bu arada beton-
la doldurulmaktadır.
Bir milyon m2’lik sahayı kaplayan rafineri, hizmete girdiği anda,
Türkiye’nin, mamul petrol ürünleri yüzünden dışarıya muhtaç olmaya-
cağı ifade edilmektedir. 100 milyon liraya çıkacak yakıt ve maden yağı
rafinerileri sayesinde 30 milyon liralık döviz tasarrufu da sağlanacağı
hesaplanmaktadır. Halen 29 Rus teknisyen ile 3 bine yakın montaj
işçisinin çalıştığı rafinerinin sağlayacağı diğer bir avantaj da bölgede
yan sanayi yatırımlarını arttıracaktır. Böylece Ege bir petrol-kimya böl-
gesi haline gelecektir.
Öte yandan, rafineriyi gezen 22 Batılı devletin ataşeleri, montaj konu-
sundaki süratli çalışmaları övmüşlerdir.” 584

Resim 45. Sanayileşme macerası başlıyor


Rafineri temelinin atılmasıyla Aliağa’nın sanayileşme macerası başladı. Bu tarihten sonra
artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. (İrfan Onaran arşivi)

584
Yeni Asır, 2 Haziran 1969.

310
Resim 46.
Rafineri temelinin atılması, Türkiye’ye bir anda Aliağa adını öğretti. (İrfan Onaran arşivi)

Rafineri temelinin atılması, Aliağa’yı bir anda Türkiye’de adı duyulma-


ya başlanan bir nokta haline getirmiştir. Bu yatırım vesilesiyle Aliağa Be-
lediyesi de ilk önemli gelire sahip olur. Bu günlerde Aliağa Belediyesi’ne
1 milyon 500 bin liralık çek verilmiştir.
İşe girdiği 1968'den emekli olduğu 1992'ye kadar Aliağa
Belediyesi’nde tahsilâtta çalışan Mehmet İşlek bu konuyla ilgili şun-
ları hatırlamaktadır:
“Rafineri temelleri atıldığı zaman Rafineri bize [Belediyeye] 1 milyon
500 bin liralık çek verdi. Belediye Başkanımız Kazım [Onaran] amca
o çeki alıp İller Bankası’na gitti. 1 Milyon 200 bin liraya Aliağa’nın su
şebekelerini yaptırdı. Öncesinde insanlar su almak için çeşmelerin
başında beklerdi. Su ciddi bir sıkıntıydı. Bu para sayesinde Aliağa su
şebekesine de kavuşmuş oldu.” 585

585
Mehmet İşlek ile röportaj, 26 Kasım 2015.

311
Belge 27.
Aliağa'da Rafineri temelinin Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılması gazete
manşetleriyle Türkiye'ye duyuruldu. (Milliyet gazetesi, 18 Ağustos 1967)

312
Ya Aliağa’da sanayi olmasaydı?
1967 yılında rafineri temelinin atılmasıyla Aliağa’da sanayileşme mace-
rası başlar ve baş döndürücü bir tarzda sürer. Sanayileşmenin yarattığı eko-
nomik ve sosyal değişim, insan ilişkilerinden kent yaşamına kadar herşeyi
değiştirmeye başlamıştır. Rafineri temelinin atıldığı gün, Aliağa Belediyesi
zabıta memuru olarak açılışta bulunan 1929 doğumlu merhum Muammer
Balcı, 2007 yılında geriye dönerek o günleri şöyle değerlendirecekti:
“Bizim çocukluğumuzda Aliağa’ya, Aliağa Çiftliği derlerdi. 1982’de ilçe
oldu. Ben belediye zabıta memuruyken 1967’de rafinerinin temelleri
atıldı. Aliağa için çok iyi oldu. Eski Aliağalılar için çok iyi olmadı ama.
Çünkü önceden biz bizeydik. Zirai çok ilerdeydi. Tütün, buğday, arpa,
yulaf çok üretilirdi. Şimdilerdeyse ziraat neredeyse bitti. Aliağa’da sana-
yi, rafineriyle başladı. Sonra Viking [Kağıt ve Selüloz fabrikası], Demir-
çelik derken arkası geldi.”
“Aliağa plajlarımız [ın] öyle sanıyorum ki Ege Bölgesi’nde bir eşi
daha yok. Ben zabıta memuruyken Ankara’dan [Belediyeye] bir heyet
gelmişti. Heyetten biri hiç unutmam aynen şöyle demişti: ‘Ben Ege
Bölgesi’nde çok yerler gezdim. Bu kadar güzel ve çok kumu olan bir
yere hiç rastlamadım’. Aliağa sanayi şehri olmasaydı, adını turizm açı-
sından duyururdu. Çok gelişti Aliağa. Efendim, Türkiye’nin her yerin-
den burada insan var. Aliağa’dan daha kozmopolit bir yer daha ben
tasavvur edemiyorum.” 586

Aliağa’nın sanayileşme sürecinin sosyal yapıyı nasıl etkileyip değiştir-


diğini, 1931 doğumlu sanayici Zeki Dönmez’den dinleyelim:
“Önceden burası Aliağa Çiftliği’ydi. Mübadelelerle Yunanistan’dan,
Bulgaristan’dan, Yugoslavya’dan gelenler oldu Aliağa’ya. Tabir yerin-
deyse muhacir memleketi oldu Aliağa. Zamanla nahiyeden belediyeliğe
dönüştü. Tabii sanayii bunda çok etkili oldu. Aliağa’da sanayi gelişti ve
daha da gelişiyor. Mesela şimdilerde Organize Sanayi var, demir çelik
fabrikaları var. Hala da kurulmaya devam ediyor. [Sanayileşmeyle] in-
sanımızda değişmeler çok oldu. Eski Aliağalılar olarak kaybolduk desek
yeri var. Nüfusumuz oldukça arttı. Gençlerimizin tahsil durumu bayağı
iyi. 60 sene evvel 3-5 çocuk okurken, şimdi okumayan çocuğumuz yok.
Halkımız büyük bir özveriyle çalışıyor ve kazanıyor. Aliağa’nın istikbali
güzel ama biraz daha bakım gerekli. Sanayiinin hem getirisi hem götü-
rüsü var. Aliağa sanayi şehri olmasaydı Çeşme, Bodrum gibi bir turizm
cenneti olabilirdi. Plajımız çok güzel ve geniş.” 587

586
A. Ekspres gazetesi, 2 Temmuz 2007.
587
A. Ekspres gazetesi, 18 Haziran 2007.

313
Rafinerinin kuruluş sürecinde 1960’ların sonunda Aliağa’ya çalışma-
ya gelen 1944 Menemen doğumlu Ali Rıza Kaptan, bu yıllardan itibaren
gerek sendikacı kimliğiyle, gerekse Aliağa sosyal yaşamının içinde bir
kişi olarak kasabanın gelişimine ve değişimine tanıklık etmiştir. Ali Rıza
Kaptan’ın Aliağa’da sanayileşmenin başlangıcı ve Aliağa’ya etkileri ile ilgili
gözlemleri, gelecek kuşakların da ilgisini çekecektir:
“1968 yılında askerden geldikten sonra Aliağa’ya gelerek rafineri inşa-
atında kaynakçılık, Aliağa Akbank’ta veznedarlık yaptım. 1972 yılın-
da Viking kâğıt fabrikasına işçi olarak girdim. Biz çocukken Aliağa’ya
denize gelirdik. O zamanlar Aliağa’da denize 6-7 bırakma yapardık.
Bunun 3-4 tanesi dolu çıkardı mutlaka. Aliağa’da deniz kirliliği, deniz
yağlanması diye bir şey yoktu. Ne zaman ki 1967’de sanayi başladı,
Aliağa halkının da çilesi başladı. Aliağa’nın nüfusu o zamanlar 2.500-
3.000 kişi civarındaydı. Rafinerinin gelmesiyle, Aliağa’ya 1-2 ay içinde
5.000 kişi geldi. Bu ne demek, Aliağa’nın nüfusunun iki katı kadar in-
san demek. Ama bu insanlara kalacak yer yok. Aliağalılar hayvancılık-
la geçimini sağlıyordu. Damlar vardı. Hayvanlar o damlardan çıkarıldı.
O damlar kireçle boyandı. Adam başı 100-150 liraya işçilere kiraya
verildi. Aliağa’da bu hızlı kentleşme çok enteresandır. Mesela Devlet
Aliağa’yı sanayi bölgesi ilan ediyor, 5 bin işçi geliyor ama işçiler ne-
rede kalacak diye düşünmüyor. Böyle garip bir olay. Yani devlet diyor
ki, ben ekonomik gelişmeye bakarım, çalışanlar da başının çaresine
baksın. Eski Aliağamız çok güzeldi. Tertemizdi.” 588

Aliağa’nın ilk esnaf ve ticaret adamlarından 1932 Aliağa doğumlu


Şemsettin Öztürk rafinerinin kurulma sürecinin Aliağa’yı nasıl etkilediğini
şöyle anlatıyor:
“Ben 1955 yılında ticarete başladığımda Aliağa’da bakkaliye işi yapan
bir Sakalar, bir de Çelebiler vardı. 1955’de askerden dönünce pazar-
cılığa başladım. Aliağa, Menemen, Bergama, Karşıyaka pazarların-
da zeytin ve zeytinyağı satıyordum. 1962 yılında şimdiki Demokrasi
Meydanı’nda bulunan eski Belediye binasının altında 2 dükkân kirala-
dım. Birisinin kirası 60 Lira, diğeri 40 Liraydı. Burada zeytinciliğin yanı
sıra çeşitli bakkaliye malzemeleri satmaya başladım. 1963’de şuanki
İzmir Caddesi’ndeki yeri Sakalar’dan satın aldım. 1965’lerde [1967]
Tüpraş’ın temelinin atılmasıyla birlikte Aliağa iyice değişmeye başladı.
Ondan önceki yıllar Aliağa bir tarım ve balıkçılık beldesiydi. Aliağa’nın
o günkü halleri çok güzeldi. Esnaflar bunlara yönelik iş yaparlardı. Her-

A. Ekspres gazetesi, 2007. Dostları ve arkadaşları arasında Çeto olarak bildiğimiz, büyüğüm,
588

ağabeyim, dostum - Rahmetli Ali Rıza Kaptan hem Menemen’in hem de Aliağa’nın emek, düşünce ve
kültür yaşamına önemli katkılar yaptı.

314
kes birbirini tanırdı. Bizler esnaf olarak bir malı hiç çekinmeden verirdik.
Ödemeler mahsulden mahsüleydi. Tabii Rafineri, Petkim ve diğer kuru-
luşların gelmesiyle Aliağa büyüdü, gelişti. Hareket geldi, işlerimiz arttı.
Ama burada yaşayanlar arasında eski sosyal ilişkiler kalmadı. Biz, eski
Aliağa’yı özler olduk.” 589

Aliağa esnafı örgütleniyor: Esnaf Sanatkârlar Odası kuruluyor


Aliağa’nın büyümeye başlaması esnafın da örgütlenmesini zorunlu kıl-
maktaydı. Aliağa’da faaliyet gösteren esnaf ve sanatkârları bir araya top-
lamak ve mesleki yönden sorunlarına çözüm bulmak gerekiyordu. Meh-
met Güngör ve arkadaşları, bir mesleki örgütlenme için harekete geçtiler.
20 Ekim 1968 tarihine gelindiğinde Aliağa Esnaf ve Sanatkârlar Odası,
resmen kurulmuş oldu. Kurucu başkan Mehmet Güngör, 20 Ekim 1968 ile
30 Aralık tarihleri arasında görev yaparak, Oda’yı ilk genel kurul toplantı-
sına taşıdı. 30 Aralık 1968’de yapılan ilk genel kurul toplantısında başkan-
lığa Esat Sert seçildi. 27 Temmuz 1973 tarihine kadar 5 yıl görev yaptı.
Daha sonra sırasıyla Ağustos 1973 ile 7 Eylül 1973 arasında Rafi Bilgiç, 4
Kasım 1973 ile 24 Kasım 1974 arasında Ali Karaşan,  29 Kasım 1974 ile
27 Ocak 1988 arasında Osman Şirin ve 26 Şubat 1988 ile 24 Şubat 1998
Sıtkı Köşük başkanlık yaptı. Sıtkı Köşük’ün 10 yıl süren başkanlığı 3 Mart
1998 yılında yönetim içerisinde yapılan değişiklik ile sona erdi ve Hüseyin
Ekren başkan seçildi. Hüseyin Ekren, 1999, 2002, 2005, 2010 ve 2014
kongrelerinde yeniden seçilerek başkanlığını sürdürdü. 

1968 Yerel Seçimleri’ni yeniden Kazım Onaran kazanıyor


Yerel seçimlerin 17 Eylül 1967 tarihinde yapılması gerekiyordu. Ama
seçim tarihinde değişiklik oldu ve 2 Haziran 1968’de gerçekleşti. Aliağa-
lılar belediye başkanlarını seçmek üzere sandık başına gitti. Seçimde
Adalet Partisi’nin adayı Kazım Onaran, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Salih
Uçan, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Sait Kaya, Güven Partisi’nin Hurşit
Toker’di.
“Seçimler sakin bir atmosferde geçmesine karşın siyaset insan ilişki-
lerine ve toplumsal münasebetlere etki ediyordu. TİP, seçimlere renk
ve heyecan katmıştı. Diğer partiler daha sakin görünürken, TİP’in
heyecanı daha farklıydı. 1968 seçimleri öncesi çok propaganda ça-
lışması olmadı. Kahvehane toplantıları bile bir Milletvekili gelmezse
yapılmıyordu. Eğer o partiye mensup bir milletvekili gelirse, bir kah-
vehanede yarım saat konuşur, giderdi. Parti adayı ‘adayım’ dedikten

589
A. Ekspres gazetesi, 5 Haziran 2003.

315
sonra açıkça bir kampanya yürütmüyordu. Ama akşamları Lazın kah-
vesi, İzzet Kurt’un kahvesi ve Belediye altında bir kahvede toplanı-
lırdı. Adalet Partisi’nde Kazım Onaran yine adaydı. Kazım Hoca çok
particiydi. Kendi malını mülkünü parti için sattı savdı ama belediye
başkanı oldu. Demokrat Parti’nin peşinden çok koştu, 1960’dan sonra
Adalet Partisi’ne geçti. CHP adayı Salih Uçan, köylüydü. 1924 Müba-
delesiyle Kavala tarafından gelen göçmenlerdendi.” 590

Seçimlerde Adalet Partisi (AP) 352 (%47.38), Cumhuriyet Halk Partisi


(CHP) 198 (%26.65), Türkiye İşçi Partisi (TİP) 108 (%14.54), Güven Par-
tisi (GP) 74 (%9.96), Bağımsız 11 (%1.48) oy aldı.
Aliağa’da mevcut Belediye Başkanı, Adalet Partisi’nin adayı Kazım
Onaran, Aliağa’nın bağlı olduğu Menemen ilçesinde de Yücel Dirik seçim-
leri kazandı591.
Mehmet İşlek’in anlatımı, gerek Kazım Onaran ve gerekse belediyenin
o günkü koşulları hakkında önemli bilgiler veriyor:

Resim 47. Başkan Kazım Onaran bayramda


1963-73 arası iki dönem Aliağa Belediye Başkanlığı yapan Kazım Onaran, bir bayramda
Atatürk devrim anıtı önünde. (İrfan Onaran arşivi)

590
Veli Öztürk ile röportaj, 6 Şubat 2017.
591
http://www.yerelnet.org.tr/belediyeler/belediye_secimsonucları.php?yil=1968&belediyeid=128371.

316
Resim 48. Kurtuluş Mahallesi
Aliağa’da yoğunlukla göçmenlerin yaşadığı bir mahalle olan Kurtuluş Mahallesi’nin
1970’lerdeki görünümü. (Birol Atalay arşivi)

Resim 49. Eski Garaj'dan Fevzi Paşa Caddesi’ne iniş


1970’li yıllarda Kurtuluş Mahallesi ve Fevzi Paşa Caddesi. (Emre Tuncalı arşivi)

317
“1965 yılında Menemen Belediyesi’nde imtihanlara girdim. Orada me-
mur olarak çalışmaya başladım. 1972 yılında da Aliağa Belediyesi’ne
geldim. O dönemde ortaokul ve lise olmadığı için birçok genç Menemen’e
giderdi. Kazım Amca bana ‘Aliağa Belediyesi’nde tahsildarlık yapar mı-
sın’ diye sordu. ‘Yaparım’ dedim. Kazım amca, Menemen Belediye Baş-
kanı Yücel Dirik ile konuştu ve beni Aliağa’ya aldırdı.
Belediyenin 2 katlı ahşap bir binası vardı. Üst katta başkan odası ve
muhasebe vardı. Necati Ceylan vardı, belediye tahsildarlığı yapıyordu.
Ben belediyenin işletme kısmına gelmiştim. Herkes aynı odanın içinde
çalışıyordu. Sadece bölme kapılar vardı. Kazım Onaran 70 yaşlarının
üzerindeydi. Mert, sözünün eri bir insandı. Herkes ona hürmet ederdi.” 592

Aliağalıların başka dertleri de var


Aliağa halkı, inşaat dönemlerinin başlarında henüz rafinerinin etki-
sini tüm ağırlığı ile hissetmemiş görünmektedir. Kasabada hala ekme-
ğini topraktan ve denizden çıkaranlar çoğunluğu oluşturmaktadır. Onla-
rın derdi ise başkadır. Örneğin, Aliağalı olta, paragat ve ağ balıkçıları-
nın şikâyeti korsan olarak nitelendirdikleri trolcülerden, dinamitçilerden
ve lüks ile gece kaçak balık avlayanlara ilişkindir. “Korsan balıkçılar
Aliağa’da balık neslini tüketiyor ” başlıklı bir haberde Aliağalı balıkçı-
lar balık neslini yok etme gayreti içinde bulunan korsan balıkçılardan
şikâyetçidirler:
“Resmi makamlara yapılan müracaatların hiçbir netice vermediğini ileri
süren Aliağalı balıkçılar körfezde anamotraların denizin dibini her gün
taradıklarını, ayrıca lüks ve dinamitle balık avlandığını iddia etmekte-
dirler. Aliağalı balıkçılar ‘korsan’ diye adlandırdıkları bu kişilerin işi iyice
ileriye vardırdıklarını, ellerinde dinamitler ve ağızlarındaki sigaralarla
saldırı tehdidinde bulunduklarını da ifade etmektedirler.” 593

Olasılıkla Aliağa Belediyesi parasal sıkıntı çekmekte ve mülkiyetindeki


bazı taşınmazları satılığa çıkarmak istemektedir:
“Aliağa Belediye Başkanlığı’ndan. Belediyemize ait arka plajlar saha-
sında 25 bin m2 yer arttırma suretiyle satılığa çıkarılmıştır. Muhammen
kıymeti 125 bin lira olup geçici teminatı 7.500 liradır. Arttırma 27/9/968
günü saat 11.de Belediyede ve 2490 sayılı kanun tarifatı dairesinde ka-
palı zarf usulüyle yapılacaktır.” 594

592
Mehmet İşlek ile röportaj, 26 Kasım 2015.
593
Korsan balıkçılar Aliağa’da balık neslini tüketiyor, Yeni Asır, 19 Nisan 1967.
594
Yeni Asır, 18 Eylül 1968.

318
Aliağa ve çevredeki köylerin tütüncülerinin sabırsızlıkla bekledik-
leri tütün piyasası açılmış, Helvacı’da Tekel 7 bin balya satın almış ve
başfiyat olarak 10.75 lira vermiştir. Piyasa 7.30 liraya kadar düşmüş-
tür. Diğer taraftan Güzelhisar’da 800 balya alan Tekel, 10.75 liradan
başfiyat vermiş ve 8.50’ye kadar düşmüştür. Tüccar çekimser davran-
maktadır595.
1968 kışı oldukça çetin geçmektedir. 4 Ocak 1968’de yoğun yağış,
su baskınları ve sele neden olur. Şiddetli sağanaklarda yüklü bir kam-
yonun üzerinden uçup ayağına çarpması sonucu Güzelhisar köprüsü
tehlikeli şekilde hasar görür ve İzmir-Çanakkale trafiği sekteye uğrar.
Otobüs ve minibüsler, vatandaşları Karayolları tarafından geçişe kapa-
tılmış olan köprüye kadar getirmekte ve İzmir’den gelip diğer taraftaki
araçlara aktarmaktadır. Ancak her iki yönden de gelen araç bulunma-
dığı için aralarında küçük çocuk ve yaşlılar da bulunan pek çok insan,
şiddetli soğuk ve yağmur altında saatlerce beklemek zorunda kalırlar.
Köprü, Karayolları tarafından onarılıncaya kadar Çanakkale üzerinden
gelenlerle Bergama vasıtaları, Soma-Akhisar yoluyla İzmir’e ulaştırıl-
mıştır. Köprünün onarımı oldukça zaman almış ve yeniden trafiğe açıl-
ması 1969 yılının Aralık ayını bulmuştur596.
Aliağa kıyıları, Osmanlı döneminde olduğu gibi, 60’lı yıllarda da deniz-
den yapılan kaçakçılığa sahne olmaktadır; “Aliağa’ya kaçak mal getiren
bir şebeke ele geçirildi ” başlıklı haberde olay, ayrıntılı bir şekilde anlatıl-
maktadır:
“Motorlarla Aliağa’ya kaçak kahve, tabanca indiren azılı bir şebeke si-
lahlı çatışma sonucunda yakalanmış, ancak jandarmalar kaçak eşya
getiren motorun halatlarını ele geçirebilmişlerdir.
Aliağa’nın Çaltılıdere köyü yakınlarındaki bir koya kaçak kahve ve ta-
banca yüklü motorların yanaştığını öğrenen Menemen jandarması
durumu İzmir Merkez Jandarma Komutanlığı’na ve Bergama jandar-
masına bildirmiştir. Bunun üzerine iki manga jandarma Aliağa’ya sevk
edilmiştir. Arpa Buğday Çukuru denen mevkide pusu kuran jandarmalar
malları boşaltmaya giden iki kamyon ve bir kamyoneti silahlı müsade-
me sonunda ele geçirmiştir. Kamyonları bırakıp kaçmak isteyen 5 kişi
tabancalarını çekip çarpışmaya girmişler, ancak yakalanmışlardır. Bu
çarpışma sırasında kıyıya yanaşan tekne kaçmıştır.” 597

595
Yeni Asır, 28 Ocak 1969.
596
Ege Ekspres, 5 Ocak 1968; Yeni Asır, 19 Aralık 1969.
597
Yeni Asır, 22 Ekim 1969.

319
Eğitim-öğretim elbisesine sığmıyor (1968-1990)
Aliağa İlkokulu, nahiye merkezi içinde 1968’e kadar kültürel çalışmalar
ve eğitim-öğretim hizmetlerini tek eğitim kurumu olarak üstlenir:
“1960’ların sonunda Aliağa’da başlayan sanayileşme ve toplumun
hareketlenmesi ile yeni okullara ihtiyaç doğurmaktaydı. 1968 yılında,
Kurtuluş Mahallesi’nde Namık Kemal İlkokulu açıldı. İkinci bir ilkokulun
açılmasıyla Aliağa İlkokulu’na özel bir isim verilmesi gerekti. Ona en çok
yakışanı da ‘Atatürk’ ismi olacaktı kuşkusuz. 1968-1969 öğretim yılına,
Atatürk İlkokulu adıyla başladı okulumuz.” 598

1972 yılına gelindiğinde Baltazzilerin okul olarak kullanılan binasının


yıkılarak yerine yeni bir okul yapılmasına karar verilir. Yaklaşık 120 yıldan
beri ayakta duran tarihi bina 1972’de yıkılır; hemen yanıbaşına inşa edilen
yeni binada 1973-74 ders yılında eğitim faaliyeti devam eder. Yıkılan tarihi
binanın yeri betonla kaplanarak üzerine voleybol sahası yapılır.
1997 yılında eğitim sisteminde yapılan önemli bir değişiklikle ilkokullar
devrini tamamlamış ve 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulamasına geçilmiştir.
Bu yıldan itibaren Atatürk İlkokulu’nun yeni adı Atatürk İlköğretim Okulu
olur ve yeni sistem gereği 1997, 1998, 1999 yıllarında mezun vermez.
Atatürk İlkokulu/İlköğretim okulu, 1933’den 2002’ye kadar 3.945 öğ-
renciyi ilkokul, 220 öğrenciyi ilköğretim düzeyinde eğiterek mezun etmiştir.
Aliağa Mektebi'nden, Atatürk İlkokulu’na kadar okul müdürleri şu şekil-
de sıralanmaktadır; Kemal Bey (1933-1934), Necati Çaldıran (1934-1936),
Mehmet Kubilay (1936-1937), Naci Ünsal (1937-1940), Naciye Erkol (ve-
kil) (1941-42), Fahri Alpay (1942-1945), İ. Hakkı Güner (1946-1948), A.
Nuri Özkan (1948-1956), Tevfik Yılmazer (1956-1957), Muzaffer Örnek
(1958-1964), Safter Efganlıoğlu (1964-1973), Orhan Doğu (1973-1981),
Demir Duman (1981-1986, 1988-1992), Zülküf Başpehlivan (1986-1987),
Nevzat Erkol (1993-2007).
Aliağa merkezinde 1933’den 1968’e kadar tek okul, Aliağa İlkokulu
olmuştur. Ancak hızlı sanayileşme nüfus artışını beraberinde getirir ve böl-
genin hızla büyümesine neden olur. 1967-1968 yılında Atatürk İlkokulu’nda
bir ortaokul sınıfı başlar:
“İlk Ortaokul 1. Sınıf, Aliağa İlkokulunda başladı. Latif (Yılmaz) hoca
vardı. 1 sınıf açılmıştı orta 1., 2., 3. Sınıflar için. Bu sınıf açılmadan önce
ben Menemen Ortaokuluna başlamıştım. Ben Menemen ortaokuluna
başladıktan sonra Aliağa’da ortaokul bir sınıfta açıldı.” 599

598
Nevzat Erkol, Yolumuz Dergisi, Yıl 1, Sayı 1, (Haziran 2002), 4.
599
Özer Örnek ile röportaj, Şubat 2017.

320
Resim 50.
Namık Kemal İlkokulu öğrencileri Aygaz Sokağı’ndan bayram törenine gidiyor. 1980’li
yıllar. (Namık Kemal İlkokulu arşivi)

1968’de Kurtuluş Mahallesi’ndeki Namık Kemal İlkokulu hizmete gi-


rer. Namık Kemal İlkokulu’nun bir sınıfında ortaokul açılır. İlk Ortaokul
Müdürlüğü’ne Latif Yılmaz atanır. 1970 yılında, daha sonra Aliağa Lisesi
olarak bilinecek olan Aliağa Ortaokulu açılmıştır. Aliağa Lisesi de 1979’da
bu ortaokul binasında eğitime başlayacaktır. 1980’de ise Aliağa’nın
3. okulu olan Petkim İlkokulu açılır.
Aliağa’nın sanayileşmesine paralel olarak bir meslek lisesi açılması
gündeme gelir. Aliağa, daha ilçe olmadan 1980 yılında Aliağa Endüstri
Meslek Lisesi’nin yapımına başlanır. 10 Eylül 1987’de Okul Müdürü Ya-
şar Falay’ın idaresinde, 13 öğretmenle eğitime başlar. Okulun açıldığı yıl,
Tesviye bölümünde 29 Erkek, Elektrik bölümünde 29 Erkek, 5 Kız, Kimya
bölümünde 7 Erkek, 22 Kız, Metalurji bölümünde 23 Erkek, 2 kız öğrenci
okulun ilk öğrencileri olurlar600.
1985 yılında Aliağa’nın önde gelen esnaflarından, hayırsever
Mehmet Saka’nın çabası ve katkılarıyla Kültür Mahallesi’nde ilköğ-
retim okulu yaptırılır. Mehmet Saka, okulun arsasını bağışlamış ve
binanın yapımını üstlenmiştir. 1985 yılında bitirilen okul, dönemin
Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından Mehmet Saka İlkokulu adı
altında öğrenime açılır.

600
Mustafa Ağır, Sanayide büyüyen ve gelişen kent Aliağa, 110.

321
Okulun ikinci bölümü de 1987 yılında Piri Reis Ortaokulu adı altında
öğrenime başlar ve her iki okul, 1990 yılında ilk mezunlarını verir. 1990-
1991 öğretim yılında ilköğretime dönüştürülen okul, Mehmet Saka İlköğ-
retim Okulu adını almıştır. 2011 yılında 4+4+4 sistemine geçilmesi ne-
deniyle Mehmet Saka İlkokulu ve Mehmet Saka Ortaokulu olarak ikiye
ayrılmıştır601.
Daha sonraki yıllarda Belediye Başkanlığı da yapacak olan Aliağa’nın
hayırsever işadamlarından Turgut Oğuz, trafik kazasında yaşamını yitiren
oğlu Alp Oğuz için bir Lise yaptırma kararı almış, okulun yapımı için maddi
manevi büyük özverilerde bulunmuştur. Okul, eğitime 1995-1996 eğitim-
öğretim yılında Petkim Eğitim Merkezi’ nde başlar. 2000-2001 öğretim yı-
lında, kendi binasına taşınır. Okul eğitim kalitesiyle dikkat çekerken, öğ-
rencilerinin başarısı takdir edilmektedir.

Özel sektörden yatırım: Viking Kâğıt Fabrikası


Rafinerinin temellerinin atılması özel sektörü de yatırım için cesa-
retlendirmiş olmalıdır. Danimarkalı kâğıt üreticisi bir firmanın da ortak
olduğu bir şirket Aliağa’da büyük bir kâğıt fabrikası kurmak için hükü-
mete başvurur. Söz konusu başvuru haberi gazetelerde de heyecanla
karşılanmıştır:
“İzmir’de dev kâğıt fabrikası kurulacak. Bakanlar Kurulu tarafından
İzmir’de dev bir kâğıt fabrikasının kurulması için izin verilmiştir. 232
milyon liraya mal olacak dev tesis 1975 yılına kadar tamamlanacak,
tam kapasite ile faaliyete geçtiği zaman Türkiye’nin kâğıt ihtiyacını
karşıladığı gibi ihraç dahi edilecektir.
Hükümet tarafından uygun bulunan ve önümüzdeki günlerde Resmi
Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girecek kararnameye göre dev te-
sisin sermayesinin yüzde 65’i yabancı, yüzde 35’i de yerli ortaklara
ait olacaktır. Aliağa civarındaki tesisin inşasına bu yıl içerisinde baş-
lanacak ve makine ve teçhizat siparişi yapılacaktır. Fabrika inşaatı
1971 yılının ilk ayında tamamlanacak ve ilk imalata başlanacaktır. İlk
safhada dev tesisi, yılda 13 bin 500 ton Yankee tipi kâğıt ve 5 bin ton
mekanik hamur imal edecektir.
Yatırımın ikinci safhası 1974 yılında tamamlanacak ve bu yıldan iti-
baren yılda 23 bin 500 ton Birdrinie tipi yazı ve baskı kâğıdı imali
37 bin tona çıkacak 15 bin ton kâğıt hamuru elde edilecektir. Ka-
rarnameye göre her yıl imalatın en az yüzde 5’i oranında bir ihracat
sağlanacaktır.

601
Okulun web sitesinde verilen bilgiler, http://mehmetsakailkokulu.meb.k12.tr.

322
Dev tesisin zamanında ve eksiksiz olarak gerçekleşebilmesi için bazı
kolaylıklar da sağlanmıştır. Buna göre tesis için yüzde 60 yatırım indi-
rimi ile yatırım mallarının gümrük ve ithalatta alınan vergilerinde yüzde
70 oranında gümrük indirimi tatbik edilecektir. Ayrıca gümrük vergisi
ve 5 yıl süreyle taksitlendirilecektir.” 602

Yaklaşık 1,5 yıl sonra 15 Kasım 1971’de Danimarka-Türkiye işbirliğin-


de özel sektör yatırımı olan bu kâğıt fabrikası Viking adıyla faaliyete geçer
ve ilgili iş adamlarına tanıtılır. Türkiye’deki en büyük özel sektör kâğıt ve
selüloz fabrikası olan Viking, Feyzi Özakat Holding’e bağlı Otomobilcilik
ve Ticaret AŞ ile Danimarka’nın Aktieselkabet De FornadePapirfabriker
adlı tanınmış kâğıt fabrikaları grubu ve Dünya Bankası’na bağlı IFC teşki-
latının işbirliği neticesinde gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Toplam yatırım hacmi 400 milyon liraya ulaşacak olan tesislerin iş
âlemine ilk defa tanıtılması için yapılan toplantıda şirketin Türk ve Dani-
markalı ortakları da hazır bulunurlar. Burada bir konuşma yapan Holding’in
İdare Meclisi Başkanı Melih Özakat, yakın zamana kadar şirin bir sahil ka-
sabası olan Aliağa bucağındaki hızlı gelişmeye dikkat çeker.603

Resim 51.
1970’li yıllarda İstiklal Caddesi’nde bir kutlamada, kurumlara ait araçların konvoy geçişi.
(Aliağalılar Derneği arşivi)

602
Yeni Asır, 9 Haziran 1969.
603
Yeni Asır, 15 Kasım 1971.

323
Resim 52.
Rafineri yapımının sürdüğü 1970’lerin başında Aliağa’dan bir genel görünüm.
(Aliağa Belediye arşivi)

Aliağa Şoförler ve Otomobilciler Derneği kuruluyor


1961 Anayasası’nın bireysel hak ve özgürlüklerin önünü açan yapısı,
Türkiye’de dernekleşme ve sivil toplumun geliştiği bir ortam sağlamıştır.
Aliağa’da da 1960’lı yılların sonlarına gelindiğinde, birbiri ardına dernek-
ler kurulmaya başlanır. 1967’de Güzelhisar Kültür ve Kalkınma Derneği,
1969’da Aliağa Kültür ve Turizm Derneği kurulur. Rafinerinin yapımının
başlaması ve diğer sanayi kuruluşlarının çoğalması, nakliye taşımacılık
sektörüne canlılık getirmiştir. 1970 yılına gelindiğinde ise Aliağa Şoförler
ve Otomobilciler Derneği kuruluşuna hız verilir. Şoför, otomobilci ve nakli-
yeci esnafını aynı çatı altında toplamak ve onlara mesleki yönden hizmet
vermek amacıyla 10 Nisan 1970 tarihinde Şoförler ve Otomobilciler Der-
neği kurulur. Derneğin Kurucuları; Ali Güner, İsmail Destanoğlu, Osman
Şirin, Ali Kemal Ceylan ve Yaşar Şen’den oluşur. Derneğin kurucu baş-
kanlığı, 15 Aralık 1973’e kadar Osman Şirin tarafından üstlenilir604.

1970’e girerken Rafineride montaj başlıyor, dert başlıyor!


Sendikal sorunlar
1970 yılına girerken, Yeni Asır’da “Aliağa’da 6 bin aileye iş açılacak”
başlıklı bir haberde, rafinerinin montajına yakında başlanacağını, 1971
yılının Haziran ayında işletmeye alınacağını ve 6 bin aileye yeni geçim
sahası açılacağını yazar. Rafinerinin kurulması için gerekli 50 bin ton mal-
zemenin İzmir’e ulaştığı, tesisin hizmete açılması ile birlikte o güne kadar
Türkiye’ye ithal edilen makine yağının doğrudan doğruya ülkede üretile-
ceği bilgisi verilmektedir605.
604
Oda’nın web sitesinde verilen kurum tarihçesi bilgilerinden, http://www.soforlerodası.org/İcerik/
aliaga-soforler-odası-tarihce.html.
605
Yeni Asır, 26 Şubat 1970.

324
Aynı yılın ortalarında “Amerikalılardan boşalan evlere Ruslar yer-
leşiyor. Gitti Sam geldi İvan” başlıklı bir haberde, Çiğli Hava Üssü’nün
Türk Hava Kuvvetleri’ne teslimi sonrası, İzmir’den ayrılan Amerikalıların
Bostanlı’da boşalttıkları evlere Rus uzmanların yerleşmeye başladıkları
yazılmaktadır. Ancak daha önce şen kahkahaların duyulduğu mahalleler-
de tam bir sessizlik oluşmuştur; çünkü oturdukları dairelerin pencerelerini
kalın perdelerle sımsıkı kapatan Ruslar kimse ile konuşmamakta, balkon-
larına dahi çıkıp oturmamaktadır. Rusların Bostanlı’ya yerleşmeleriyle et-
rafı kasvet bürüdüğünü söyleyen mahalle sakinlerinin diğer bir şikâyeti de
Rusların gelişiyle mahallede gece gündüz sivil polislerin cirit atmasıdır.
Polisler, gece gündüz Rusları takip etmekte ve nerelere gittiklerini araştır-
maktadır606.
1970 yılının ortalarında Rafineri tarihinin en bunalımlı −ve kanlı− dö-
nemine girilir. Rafinerinin değişik ünitelerinin inşaatında çalışan sendikalı
geçici işçiler, Türk-İş Konfederasyonu’na bağlı, Yapı-İş Sendikası’na bağ-
lıdırlar. “Aliağa Rafinerisi’nde çalışan işçiler sendikal haklarının korunma-
sını istiyor.” başlıklı bir gazete haberinde;
“Aliağa Rafinerisi’nde çalışan 20-30 kadar işçi dün Yapı-İş Sendikası’na
gelerek sendikal hakların korunmasını istemişlerdir. Türk-İş genel merke-
zinde çıkan anlaşmazlık ve 4 icra kurulu üyesinin ihraç kararı karşısında
“işverene karşı zayıf düştük” diyen işçiler, Yapı-İş Federasyonu 2. Bölge
Başkanı Yüksel Tekay’ın kendilerine verdiği teminat sonrasında herhangi
bir olay çıkarmadan dağılmışlardır”.

Başkan Yüksel Tekay’a göre;


“Türk-İş Genel Merkezinde meydana gelen bir takım fikir anlaşmazlığı
sonucunda 4 icra kurulu üyesinin federasyondan ihraç edilmesi işçiler
arasında bir takım yanlış anlamalara yol açmıştır. Böyle anlaşmazlık-
lar fikir özgürlüğünün olduğu her yerde normal karşılanmalıdır. Aliağa
Rafinesi’nde çalışan işçiler ise bu durumu ‘işverene karşı zor ve zayıf
duruma düştük. Yakın bir gelecekte baskılar başlayacak’ şeklinde nite-
lendirdikleri için sendikaya başvurdular. Bu onların hakkıdır. Ancak sen-
dikamız hiçbir üyesini ve haklarını ezdirmeyecek kadar güçlüdür.” 607

Rafinerinin inşaatında çalışan işçilerin huzursuzluklarının tek kaynağı-


nın Türk-İş’deki anlaşmazlık olmadığı anlaşılmaktadır. Anlaşıldığı kadarıy-
la rafineride iki farklı sendikaya bağlı işçiler çalışmaktadır. Bir hafta sonra
yayınlanan “Aliağa Rafinerisi’nde 150 işçi oturma direnişi devam ediyor”

606
Yeni Asır, 23 Mayıs 1970.
607
Yeni Asır, 2 Ağustos 1970.

325
başlıklı diğer bir haberde verilen bilgiye göre, YİS’e bağlı işçiler Yapı-İş
Sendikası’na bağlı olan işçilere verilen toplu sözleşme haklarının kendi-
lerine de tanınmasını istemektedirler. İşveren önce bunu kabul etmemiş,
ancak yapılan görüşme ile bu sorun halledilmiştir. Bunun üzerine, 300 iş-
çiden 100-150 kadarı diğer hakların da verilmesi için oturma direnişine
devam edeceklerini bildirmişlerdir.
Rafineri yöneticileri, direnişin kanunsuz olduğunu, ancak hiçbir taşkın-
lık olayının meydana gelmediğini, sorunun en kısa zamanda çözüleceğini
ve işçilerin işbaşı yapacaklarını tahmin ettiklerini söylerler.
Rafineri inşaatında çalışan değişik sendikalara bağlı işçilerin, araların-
da çatışma çıkma ihtimali belirdiği görülmektedir. Bir hafta sonra “Aliağa’da
jandarma sıkı tedbir aldı” başlıklı bir haberde, sorunun çok daha karmaşık
bir hal aldığı anlaşılmaktadır.
Aliağa Rafineri tesislerinde meydana gelen işçi hareketleri devam
etmektedir. Muhtemel olayları önlemek için jandarma birlikleri tedbirler
almıştır. Tesislerin tank montaj ve inşaatını yapmakta olan Neft Chim is-
mindeki Rus şirketinin müteahhidi olan Çavuşoğlu-Kozanoğlu firmasına
bağlı işçiler, sendikaları olmadığı için işverenle toplu iş sözleşmesi yapa-
mamaktadırlar. Bu nedenle Çalışma Müdürlüğü’ne başvuran işçiler, yeni
sendika olarak kurdukları YİS (Yapı İşçileri Sendikası) üyesi olduklarını;
işverenin, toplu iş sözleşmesi masasına oturmasını isterler. Bu müra-
caatlarına cevap alamayınca direnişe geçen 200 kadar işçi, işyerlerine
girmeyerek çalışmayı durdurur.

Resim 53.
Aliağa’nın kaderini değiştirecek olan Rafineri'nin montaj çalışmaları, tüm güçlüklere
karşın başlamıştır. İşçiler zor hava koşullarına, sendikal sorunlara rağmen rafineriyi
ortaya çıkarmak için var güçleriyle çalışmaktadır. (Hüseyin Elif arşivi)

326
Resim 54.
Rafinerinin kurulması için ilk etapta 50 bin ton malzeme, İzmir’e ulaşır. Malzemeler,
Aliağa’daki Rafineri sahasına getirilerek montaj çalışmalarına başlanır. (Hüseyin Elif arşivi)

Tesislerin rafineri montaj ve inşaat işleri müteâhhit firması Badger şirketi-


nin işçileri, Yapı-İş Sendikası’na bağlı olarak işverenle toplu iş sözleşme-
si yapmış olduklarından bu işçilerle, direnişe geçen işçiler arasında bir
çatışmayı önlemek amacıyla tesislere, Foça Jandarma Okulu’ndan 200
komando askeri gönderilerek, iş yerlerinde sıkı güvenlik tedbirleri alınır.
Rafineri Müdürü Sermet Alpagut bu konuda şöyle konuşmaktadır;
“Direnişe geçen işçiler Çavuşoğlu-Kozanoğlu firmasına bağlı 200 kadar
işçidir. Bu bizimle ilgili bir iş değil. Biz sadece müteâhhit firmanın yaptığı
işi kontrol etmekle mükellefiz. Yoksa firmanın elemanlarını değil.” 608

Sendika Başkanı Necmettin Giritlioğlu öldürülüyor


13 gün süren sancılı anlaşmazlık, 22 Ağustos sabahı rafinerinin kapı-
sında bir servis aracının şoförü tarafından, Yapı-İş Sendikası Genel Baş-
kanı Necmettin Giritlioğlu’nun öldürülmesi ile sonuçlanır:
“…İlk tahkikattan anlaşıldığına göre olay şu şekilde cereyan etmiştir.
300 işçinin çalıştığı Kozanoğlu-Çavuşoğlu tank montaj kısmında dün
sabahtan itibaren Yapı İşçileri Sendikası grevi başlatmış, grev gözcüleri
iş yerinin kapısına dikilmişlerdir. Saat 8.30’da Rus teknisyenleri geti-

608
Yeni Asır, 12 Ağustos 1970.

327
ren servis arabası grevciler tarafından durdurulmuştur. Sendika Ge-
nel Başkanı Necmettin Giritlioğlu servis aracını kullanan şoför Kazım
Soyuncu’ya iş yerinde greve başlandığını ve Rus teknisyenleri geriye
götürmesini söylemiştir. Rafineriye girmekte direnen şoför tabancası-
nı çekmiş ve yanında bulunan Rus teknisyenin müdahalesine rağmen
sendika genel başkanı Necmettin Giritlioğlu’nun üzerine ateş açmıştır.
Tabancanın kılıfı Rus teknisyenin elinde kalmış, şoför gaza basarak ra-
fineriye dalmıştır. Katil Kazım Soyuncu rafineride arabadan atlayarak
kaçmıştır. Katilin peşine düşen bazı işçiler şoförün bir deniz motoru ile
denize açıldığını ileri sürmüşlerdir. Kazım Soyuncu olaydan 7 saat son-
ra yakalanmıştır.”

Belge 28.
Sendikacı Giritlioğlu’nun öldürülmesi gazetelerde “Bir sendika başkanı grevde öldürüldü”
şeklinde yer aldı. (Milliyet gazetesi, 23 Ağustos 1970)

328
Genel başkanlarının kucağında öldüğünü söyleyen Yapı-İş Sendi-
kası Teşkilatlandırma Sekreteri Birgül Erdumlu, cinayetin işveren Ömer
Çavuşoğlu’nun yanlış tutumundan doğduğunu iddia ederek şunları söyler:
“Kazım genel başkanımızla münakaşa ederken ileride olayı takip eden
Ömer Çavuşoğlu eliyle geçmesi için işaret etti. Bunun üzerine katil ta-
bancasını çekerek 50 kişinin arasında genel başkanımızı vurdu ve o
telaş arasında kaçtı. 15 günden beri sürdürülen direniş hareketinde jan-
darmaların iş yerinde sürekli olarak tuttuğunu ancak dün görülmedik-
lerini ileri süren Birgül Erdumlu ‘haklarımızı alacağız ve dökülen kanın
hesabını soracağız, bunda kararlıyız’ demiştir.” 609

Öldürülen Sendika Başkanı Necmettin Giritlioğlu’nun cenazesi 23


Ağustos’ta akrabaları, arkadaşları ve sendikacılar tarafından Devlet
Hastanesi'nden alınarak Rafineri'ye getirilir. Bayrağa sarılı cenazeyi işçi-
ler karşılar. Burada yapılan törenden sonra ise arkadaşlarının gözyaşları
arasında Ankara’ya gönderilir610.

Aliağa’da sendikal gerginlik sürüyor


Necmettin Giritlioğlu’nun öldürülmesi tansiyonu daha da yükseltir.
Ekim ayının başında Çavuşoğlu-Kozanoğlu firmasında çalışan 480 işçi
işten çıkartılır. İşçiler ve YİS sendikasının yetkilileri bu çıkarma işlemi-
nin kanunsuz olduğunu ileri sürerler. İşten çıkartılan işçiler, rafinerinin
kapısından ayrılmazlar611. Bu sorun, sadece TPAO ve Rafineri'nin yerel
yetkililerinin değil, aynı zamanda montajı üstlenen Rusların da sorunu
olur. Müteâhhit Çavuşoğlu-Kozanoğlu firmasının ilgilileri ortalıkta görün-
mediğinden çıkartılan işçilerin durumunun henüz açıklığa kavuşmamış
olması, yükümlülüklerini zamanında yerine getiremeyeceklerini düşünen
Rusları endişelendirir. Tank montaj işlerinin üç gündür durduğunu, buna
karşılık Şubat 1971 tarihine kadar 73 adet tankın bitirilmiş olması gerek-
tiğini söyleyen Tesisler Müdürü Sermet Alpagut, konu ile ilgili şu açıkla-
mayı yapar:
“480 işçinin işten çıkartılmasını ben de olay gecesi evime getirilen bir
yazı ile öğrendim. Aslında işçiler ile TPAO’nun hiçbir şekilde ilişkisi yok-
tur. Çünkü biz işi Sovyet firmasına ihale ettik, onlar da Çavuşoğlu-Ko-
zanoğlu şirketine verdiler. Bu şirket ise tank montajı ile ilgili bir takım iş
taksimi yaparak bunları çeşitli taşeronlara verdi. 480 işçinin çıkarılması
bu taşeronların isteği ile olmuştur. Bize ise işçilerin çıkarıldığı haberini

609
Yeni Asır, 23 Ağustos 1970.
610
Yeni Asır, 24 Ağustos 1970.
611
Yeni Asır, 8 Ekim 1970.

329
bilgi için verdiler. Biz TPAO olarak Sovyet firması ile yaptığımız anlaş-
manın sonucunu bekleriz ve Şubat 1971’de 73 adet tankın montajını
bitmiş olarak teslim alırız.”

Durumun iyi olmadığını sözlerine ekleyen Tesisler Müdürü, sözlerini


şöyle bitirir:
“İşçilerin neden çıkarıldığını ve sonucun ne olacağını hala bilmiyoruz.
Konunun açıklık kazanması için Çavuşoğlu-Kozanoğlu firmasının yet-
kililerini 3 gündür arıyoruz. Ancak ne iş yerinde ne de İzmir’de izlerine
rastlamadık. Bu konuyu görüşmek üzere bugün Ankara’ya gidiyorum”.

Tank montaj işlerini üzerine alan Sovyet firmasının Rus uzmanlar ekip şefi
İgor Borodin ise durumdan üzüntü duyduğunu söyler ve şöyle devam eder;
“Bize mukavele ile bağlı olan Çavuşoğlu-Kozanoğlu firmasından her
hangi bir yetkiliyi 3 gündür arıyoruz. Ancak hala bulamadık. Bu durumu
açıklamak ve sonucun ne olacağını bize bildirmek zorundalar. 3 günlük
aksamadan çok şey kaybettik. Tank montaj işini söz verdiğimiz zaman-
da bitiremeyeceğiz.” 612

Çavuşoğlu-Kozanoğlu firması tarafından çalışanların büyük bir kısmının


işten çıkartılması eyleminin ardında, sendikalar arasındaki rekabetin yattığı
yavaş yavaş su yüzüne çıkmaktadır. 1 gün sonra gazetede “Aliağa’da sen-
dika kavgası başladı” başlıklı haberde olayın perde arkası sergilenmektedir:
“Aliağa Rafinerisi’nden çıkarılan 480 işçinin durumu dün ani bir değiş-
me göstermiş, mesele sendikalar arası bir mücadele haline gelmiştir.
Dünkü çalışmalar açıkta kalan işçilerin ‘işlerine dönsün mü dönmesin
mi?’sorusuna çözüm bulmaktan çok ‘şu sendikada mı kalsın, yoksa bu
sendikaya mı girsin?’ çekişmeleri üzerinde cereyan etmiştir. 480 işçinin
bağlı bulunduğu Yapı İşçileri sendikası yetkilileri, bu işçileri almak arzu-
su gösteren ana müteâhhit firma Badger’e girdikleri takdirde sol eğilimli
oldukları ileri sürülen Yapı İşçileri Sendikası bu işyerinde toplu sözleşme
yapmak imkânından mahrum olacaktır. Müteâhhit Badger firması yetki-
lileri Çavuşoğlu-Kozanoğlu firması işi tasfiye etmek kararında, işçilerini
çıkardı. İşin asıl sorumluluğu bizim sırtımızdadır. Bu işi zamanında teslim
edebilmemiz için yetişmiş elemanlara ihtiyacımız var. Çıkarılan işçileri
biz, kendi hesabımıza işlerine iade etmek isteriz” şeklinde konuşurlar613.

Öte yandan Yapı-İş Sendikası yetkilileri rafineri yöneticilerinin ve fir-


ma yetkililerinin manevra peşinde olduklarını iddia ederek, olaylara ilişkin
kendi düşüncelerini açıklamaya çalışırlar.
612
Yeni Asır, 9 Ekim 1970.
613
Yeni Asır, 10 Ekim 1970.

330
Resim 55.
Sendikacı Necmettin Giritlioğlu’nun öldürülmesi Aliağa’da kitlesel eylemlerle protesto
edilir. Aliağa ve İzmir’deki sendikalar ve sivil toplum örgütleri protesto yürüyüşlerine katılır.
Sanayileşmenin sıkıntılarını yaşayan beldede gerginlik artmıştır. (Hüseyin Elif arşivi)

331
Gazetelere demeç veren YİS Genel Başkanı İsmet Demir, durumun
gergin, çıkarma işleminin kanunsuz olduğunu, işten çıkartılan işçilerin her an
fiili bir durum yaratabileceğini ileri sürer. 480 işçinin işten çıkarılmasını sosyal
bir facia olarak adlandıran genel başkan; “İşçileri eyleme zorluyorlar, sonra
da neden böyle yaptın diyerek işlerine son veriyorlar. Türk işçisi rafineride bir
komplo ile karşı karşıya kalmıştır” diyerek olaylara ilişkin yorum yapar614.
İşten çıkarılan 480 işçi, 11 Ekim’de İzmir’de işten çıkarılmalarını protesto
etmek üzere sessiz bir yürüyüş gerçekleştirir. Cumhuriyet Meydanı’nda yapı-
lan konuşmalarda Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın tutumu yerilir. Yürü-
yüşe sendikanın yanında birçok devrimci kuruluş katılır. YİS Genel Başkanı
İsmet Demir “Hakkımızı alıncaya kadar iş yerinde kuş bile uçurtmayacağız”;
işten çıkarılan işçilerden biri olan Mehmet Ceylan “Patron bizi siz komünist-
siniz diye işten çıkardı. O gün evimin etrafını polisler çevirmişti, bizler katil
miyiz? ” diye konuşurlar615. Yürüyüş ve miting olaysız sona erer.
15 Ekim’deki “Aliağa’da çıkarılan işçiler maaşlarını almaya başladı”
başlıklı bir haberde sorunun uzlaşma ile çözüldüğü görülmektedir. Aliağa
Rafinerisi’nden çıkarılan 480 işçiden 230’unun haberin yayınlandığı gün
aylıklarını aldıkları yazılmaktadır. İşten çıkarıldıkları dönemden itibaren
işleyen maaşlarını alan 230 işçinin yanı sıra aylıklarını alamayanların ma-
aşları, Menemen’deki bir bankaya yatırılır. Ayrıca işten çıkarılan işçilerin
bir kısmı Viking Kâğıt fabrikasında işe yerleştirilir. Bazıları Rafineri'ye geri
alınır. Ancak işçilerin yeniden işe alınabilmeleri için sendika değiştirmeleri
teklifi, işçiler arasında yeni bir sorun yaratmıştır616.
4 Kasım’daki diğer bir gazete haberinde ise sorun tamamen çözülmüş
gibi görünmektedir. “Aliağa’da işten çıkarılan işçiler dün işbaşı yaptılar”
başlıklı haberde, Rafineri'de bundan bir ay önce toplu olarak çıkartılan
işçilerle ilgili son kararın bir gün önce alındığı ve Çavuşoğlu-Kozanoğlu
firması ile Yapı İşçileri Sendikası arasında toplu sözleşme imzalanarak
işçilerin işbaşı yaptıkları açıklanır.
Sendika başkanının öldürülmesi ile olaylara sebep olan anlaşmazlık-
lar, bir ay boyunca süren görüşmeler sonucu giderilir ve firma yetkilileri
sendika ile toplu sözleşme yaparak işçilere yeni haklar tanırlar. Yapılan
sözleşme hükümlerine göre işçiler daha önce aldıkları ücretlere ilaveten,
sıra işçileri saat başına 1.75, sanatkâr yardımcıları 2.50, sanatkârlar 3.50
ve sanatkâr ustabaşıları da 4.50 lira zam alır617.

614
Yeni Asır, 12 Ekim 1970.
615
Yeni Asır, 12 Ekim 1970.
616
Yeni Asır, 15 Ekim 1970.
617
Yeni Asır, 4 Kasım 1970.

332
Necmettin Giritlioğlu’nun katili yargılanıyor
Grev sırasında Yapı İşçileri Sendikası Genel Başkanı Necmettin
Giritlioğlu’nu öldüren servis şoförünün yargılanmasına başlanır. Duruşma-
da, öldürülen sendikacının ağabeyi olan TRT muhabiri Aycan Giritlioğlu da
hazır bulunur. Sanık, cinayetle sonuçlanan olayı kendi kurgusu içinde şu
şekilde anlatır:
“Rafineri inşaatında şoförlük yapıyordum. Görevim otobüsle Rus tek-
nisyenleri inşaata getirip götürmekti. İşçi hareketleri sırasında bir gün
yolum kesildi. İşçiler otobüsü içeriye sokmak istemediler. Fakat görev-
li jandarma yarbayı arabanın içindekilerin Rus teknisyeni olduğunu ve
otobüsle içeriye girebileceğimi söyledi. Aradan bir süre geçtikten sonra
işçiler tekrar yolumu kestiler. İçlerinden biri otobüsün kapısını açıp bana
küfretti ve ‘Ulan Moskof gavuru seni dövelim de gör’ diye bağırdı. Bütün
işçiler ellerindeki sopa ve taşları otobüse vurmaya başladılar. Bir kısmı
da beni ayağımdan kolumdan çekip aşağıya indirmeye çalışıyorlardı.
Linç edilmek üzereydim. Korkutmak için minderimin altındaki tabanca-
ma sarıldım. Amacım havaya ateş etmekti. İşçiler tartaklarken tabanca
ateş aldı! ” 618

Rafineri’den işçi çıkartılınca gerginlik yeniden başlıyor


1971 yılının başlarında yetkililer, Aliağa Rafinerisi’nden kurban bay-
ramı sonrasında 600 işçinin çıkarılacağını açıklar. Bin işçinin çalıştığı iş-
veren Badger firması bu konudaki tebligatı Yapı-İş Sendikası’na yapar.
Sendika yetkilileri, firmanın toplu işten çıkarma eyleminin kanunsuz oldu-
ğunu ve özellikle işçi temsilcilerine karşı girişilen tutumun sert tepkilere yol
açacağını ileri sürerler.
Rafineri'de çalışan 4 bin işçinin uygulamaya başladıkları direniş şekli
günde 2 bin saatlik iş gücü kaybına yol açar. İşçiler, saat 7.30’a kadar
Rafineri'ye giriş markası almazlar; bu saatten sonra marka alma sırasına
girdikleri için en az yarım saat işe geç başlarlar. Sendika yetkililerine göre;
“Bir buçuk milyarlık bir tesiste mevcut 4 bin işçinin az olduğu bile dü-
şünülürken bu işçi sayısında eksiltme yapmak tamamen işçiye karşı
girişilmiş bir harekettir.” 619

Sendika temsilcileri, 2 gün sonra Badger firmasının işçi çıkarmasının


kanuni mevzuata uygun olduğu açıklamasını yaparlar. Yapı-İş Sendikası
İzmir Bölge Temsilcisi Hayri Güngörmüş özetle şu şekilde konuşur:

618
Yeni Asır, 2 Şubat 1971.
619
Yeni Asır, 19 Ocak 1971.

333
Resim 56.
Aliağalı öğrenciler, öğretmenleri Aysel Bayrak ile birlikte 29 Ekim 1972’de Cumhuriyet’in
49. yılı kutlama törenlerinde. (Ayhan Bayrak arşivi)

“Çıkarılmak üzere olan işçiler aslında mevsimlik işçilerdir. Yapılan an-


laşmaya göre inşaatların bitmesi üzerine çıkarılmak kaydıyla işe alın-
mıştır. Ancak İngiliz şirketi ile aramızda yaptığımız görüşmeler olumlu
yönde gelişmekte ve 600 işçinin çıkarılmasına ilişkin 3 ay ertelenme
kararı alınmak üzeredir! ” 620

Yukarıdaki haber, Rafineri inşaatında çalışan mevsimlik işçilere ve


onların hareketlenmelerine ilişkin en son haber olarak dikkati çeker.
12 Mart 1971’de gerçekleştirilen askeri müdahale ve ülke çapında ilan
edilen sıkıyönetim uygulaması sonucunda Rafineri de kabuğuna çekil-
miştir. Askeri müdahaleden önce Rafineri'ye ilişkin son haber, Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Nahit Menteşe’nin bakanlığın bütçesi üzerine
yaptığı konuşmaya ilişkindir. Bakan bu konuşmada, Aliağa Rafinerisi’nin
1972 yılı başında işletmeye açılacağını söyler. Bakan bu suretle
Türkiye’nin madeni yağlar dâhil tüm akaryakıt ihtiyacının dâhilden kar-
şılanacağını açıklar621.
12 Mart 1971 muhtırasının ardından ilan edilen sıkıyönetim uygulama-
larından Aliağa da payını alır. Ege Bölgesi Sıkıyönetim Komutanı Korami-
ral Cemal Süer’in imzası bulunan “Bu işyerinde sendikal faaliyetler yasak-
620
Yeni Asır, 21 Ocak 1971.
621
Yeni Asır, 23 Şubat 1971.

334
tır ” yazılı duyuru metni Aliağa’nın tüm işyerlerine ve dükkânların camla-
rına asılır622. Ardından piyasaların emir komuta zinciri içinde düzenlenme
girişimleri gelir. Kısa bir süre sonra, yeni bir sıkıyönetim bildirisi gelir. Bu
kez konu kasaplarla ilgilidir. Koramiral Cemal Süer, 15 No.lu bildirisinde
“Bugünden itibaren et 15 liranın üzerinde satılmayacaktır. Koyun, kuzu ve
kemiksiz dana eti de bu fiyata dâhildir” emrini (!) duyurmaktadır623. Bildiri
Aliağa çarşısındaki Kasap Mustafa Sarı, Kasap Hayrettin Kurt ve Kasap
Akif Aras’a da Jandarma tarafından tebliğ edilir.

Sıkıyönetim baskısı altında sendikal örgütlenme çabaları


1971 yılında rafinerideki işçiler tüm zorluklara rağmen örgütlenme ça-
lışmalarını yürütürler. Sıra, yasal işlem evrelerinin tamamlanmasına, yetki
almak için yönetici ve temsilci kadrolarını tespit edip, gazetelere ilanlarını
vermeye gelmiştir. Ama rafineride, her ünitede Ege Sıkıyönetim Komutanı
Koramiral Süer’in “Bu işyerinde sendikal faaliyet yasaktır ” ibareli uyarı
bildirisi asılıdır.
Rafineriye sınır olan 102 Evler’in arkasındaki tepede mevzilendirilmiş
iki adet 105’lik top, çalışanlar üzerinde baskı oluşturmaktadır. İşçiler bu
topların kendilerine gözdağı vermek amacıyla konuşlandırıldığını düşün-
mektedirler.
Tüm bu sıkıntılara rağmen örgütlenme çalışmaları gizlilik içinde ta-
mamlanıp yönetim oluşturulur. Basri Döner, Mustafa Karadayı, Salih Ka-
radayı, Sarı Mazlum lakabıyla anılan Mazlum Kahyaçoban ve arkadaş-
ları risk alıp sorumluluk üstlenmiştir. Çalışmalar neticesini verir ve 1 Mart
1972’ye gelindiğinde bağımsız Petkim-İş Sendikası tam yetkili sendika
olur624.

12 Mart 1971’den sonra Rafineri haberleri yön değiştiriyor


2 Mart Muhtırası’ndan sonra Aliağa Rafinerisi’ne ilişkin ilk haber bir
1
yolsuzluk iddiasına ilişkindir. Rafinerinin inşaatını yürüten müteâhhit fir-
malardan biri, milyonluk bir yolsuzluk iddiasına hedef olur. Adının açıklan-
masını istemeyen bir ihbarcının iddiasına göre demir, sigorta ve bazı işçi
ücretleriyle ilgili yolsuzlukların tutarı 10 milyon liraya varmaktadır. Bir süre
ithamlara hedef olan bir firmada çalışan ihbarcı, işi bıraktığında iddialarına
delil teşkil edecek kayıtları toplamış ve ilgililere bildirmiştir. Öne sürüldüğü-
622
A. Ekspres, 29 Eylül 2009.
623
Milliyet, 16 Haziran 1971.
624
A. Ekspres, 30 Eylül 2009.

335
ne göre firma, yanında çalıştırdığı işçiler için Sosyal Sigortalar Kurumu’na
direnişin başladığı Temmuz 1970 tarihine kadar prim yatırmamıştır. Büyük
bir işçi grubu kanunsuz olarak çalıştırılmış, vergileri ve sigorta primleri
yatırılmamıştır. İhbarcı, bu iddiasını ispata yarayacak puantajların elinde
bulunduğunu bildirerek şöyle konuşur:
“Tank montaj inşaatını aldıklarında Ruslar kalifiye işçi bulma görevini
müteâhhit firmaya verdi. Montaj ustası, kaynakçı ve bunun gibi kalifiye
işçiler için saat ücretlerini Ruslar tespit edip bildirmişti. Firma bulduğu iş-
çilerle daha düşük ücret üzerinden anlaştı. Ruslara bu hizmetin bedelini
karşılıklı anlaşma uyarınca fatura ettiler, işçilere bunun çok altında ücret
ödediler. Aliağa’daki işçiler arasında tepkiyle karşılanan bu davranışın
belgelerini de muhafaza ediyorum. Mağdur edilen işçilerin sayısı 100’ün
üzerindedir ve bu yoldan elde edilen kazanç da 5 milyonu geçer.” 625

Rafineri’nin açılışı ve ikinci petro-kimya tesisinin


temeli 1972 yılında atılacak
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Nezih Devres Aliağa Rafinerisi’nin
gecikmeli olarak 1972 yılı içinde hizmete gireceğini ve ikinci petrokimya
tesisinin temelinin aynı yıl içinde atılacağını bildirir626.
Sovyetler Birliği’nin kredisi ve teknik desteği ile yapılan Aliağa Rafine-
risi, Sovyet Yüksek Şurası Prezidyum Başkanı tarafından 14 Nisan 1972
tarihinde ziyaret edilir. Rafineri'de düzenlenen bilgilendirme toplantısında
konuşan Podgorny, tesisler tam olarak işletmeye açıldığı zaman İzmir’e
tekrar gelmek istediğini söyler. Enerji Bakanı Nezih Devres, Dışişleri Ba-
kanı Haluk Bayülken ile Türk ve Sovyet heyeti mensuplarının katıldığı ba-
sına açık toplantıda Podgorny’e tesisler hakkında bilgi vererek, narenciye
ve tarımsal ürünler karşılığında Rusya’dan sağlanan kredi ile yapılan rafi-
neride 3 milyon ton petrol işleneceğini belirtir:
“Rafineri 1 milyar 850 milyon liraya çıkacaktır. Şimdiye kadar 1 milyar
300 milyon lira harcanmıştır. Bu arada 383 milyon liralık Sovyet kredi-
sinden ve teknik yardımından faydalanılmıştır. Türkiye’de kurulmakta
olan bütün rafineriler faaliyete geçince ihracata İzmir’de başlayacağız.”

Daha sonra Rafineri Müdürü Sermet Alpargun konuşur ve Aliağa’da


şimdiye kadar 241 Sovyet teknisyenin görev aldığını, 2.5 milyon m2
alana kurulan tesislerde ilk kazanın 10 Mart’ta yakıldığını, 6 Mayıs’tan
sonra da Cumhurbaşkanı Sunay’ın katılacağı bir tören ile açılışın yapı-
625
Yeni Asır, 27 Eylül 1971.
626
Yeni Asır, 4 Ocak 1972.

336
lacağını söyler. Bunun üzerine Podgorny “Anlaşılan Türkiye ziyareti için
biraz erken davranmışım. 6-7 Mayıs’ta gelmiş olsaydım o zaman Sa-
yın Sunay ile birlikte açılışta bulunabilirdim” der. Podgorny, daha sonra
2.5 milyon m2 alanın 3 milyon ton kapasiteli bir rafineri için fazla olduğu-
na işaret eder:
“Bana öyle geliyor ki saha çok büyüktür. Rafinerinin genişletilmesi için
çalışmalarınız olduğunu tahmin ediyorum”

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Nezih Devres de rafinerinin bir misli-


ne çıkarılması yolunda çalışmalar olduğunu söyler. Podgorny toplantıdan
sonra rafineriyi gezer ve şeref defterine şunları yazar:
“Aliağa’da büyük petrol rafinerisini memnuniyetle gezdik. Bu tesisin
yapılmasına Sovyet uzmanların katkıları Sovyetler Birliği ile Türkiye
Cumhuriyeti arasında gittikçe sağlamlaşan ekonomik işbirliğinin ve iyi
komşuluğun bir belirtisidir. Sovyet insanları, çalışkan Türk milletinin ve
memleketinin ekonomisini geliştirme çabalarını sempati ile karşılıyor.
Türk halkına başarılar dileriz.” 627

Rafineri’nin açılışı gecikiyor


“Regülator çökünce Aliağa Rafinerisi zamanında faaliyete geçemiyor”
başlıklı haber rafinerinin gecikeceği sinyalini vermektedir:

“İzmir Rafinerisinin su ihtiyacını karşılamak üzere Gediz nehri üzerin-


de inşa edilen regulatör çöktü. Rafineri bu nedenle planlanan tarihte
üretime başlayamayacak. Çünkü yetkililer, bir otomobili yürütmek için
benzin ne kadar lüzumluysa bir rafineri için de suyun o kadar gerekli
olduğunu bildiriyorlar. Bu aksaklık doğmasaydı İzmir Rafinerisi bugün-
lerde faaliyete geçmiş olacaktı.
Ege Bölgesi'nin bugüne kadar sahip olduğu en büyük ve en pahalı
tesis İzmir Rafinerisinin üretim faaliyetine geçmesini geciktiren olay
5 gün önce meydana geldi. Regülator Gediz üzerinde ve Menemen’e
10 km uzaklıktaki Buruncuk köyünde inşa edilmişti. Bazı uzmanların
görüşüne göre regulatör bir hafta önce yağan sürekli yağmurların
yükselttiği suların basıncına dayanamadı. Beton set dere yatağının
da kayması nedeniyle çöktü. Yine bazı uzmanlar kayma ve çökme
nedeniyle iş görmez hale gelen regulatörün onarılmasına imkân gör-
müyorlar ve mutlaka yeni bir regulatör inşa edilmesini savunuyorlar.
Teklif kabul edildiği takdirde yeni regulatör kazık sistemine göre ya-
pılacak.”

627
Podgorny Aliağa Rafinerisi’ni gezdi, Yeni Asır, 15 Nisan 1972.

337
TPAO Tesis Bölge Müdürü Sermet Alpargun, olayı “projedeki bir görüş
farkından doğan aksaklık” diye izah eder. Alpargun, bunun yanında ge-
rekli tedbirlerin alınmakta olduğunu ve gecikmeyi kısaltmaya çalıştıklarını
bildirir. Öne sürüldüğüne göre regulatörün sebebiyet verdiği bu aksaklık,
en geç bir ay içinde giderilmiş olacaktır628.

Rafineri nihayet sessiz sedasız hizmete giriyor


Aliağa Rafinerisi, nihayet temelinin atıldığı 17 Ağustos 1967 tarihinden
5 yıl 20 gün sonra 8 Eylül 1972 tarihinde sessiz sedasız hizmete girer.
Yetkililer, resmi açılış töreninin düşünülmediğini söyler. 3 milyon 524 bin
596 m2 alan üzerinde 1 milyar 800 milyon liraya mal olan dev tesiste 750
km uzunluğunda boru, 150 bin metreküp beton, 80 bin ton malzeme kulla-
nılmıştır. 2 milyon metreküplük hafriyat yapılmış ve toplam hacimleri 760
bin metreküp olan 109 tank inşa edilmiştir. Rafinerinin yakıt imal edilen
bölümü tamamlanarak hizmete girer ancak madeni yağ bölümünün mon-
tajı devam eder629.

Rafineri inşaatı sırasında firmalar arasındaki anlaşmazlıklar


iş bittikten sonra açıklanıyor
Rafineri hizmete girdikten ve firmalar alanı terk ettikten kısa süre sonra
inşaat sırasında olup bitenler hakkında konuşmalar başlar. Örneğin, “Alia-
ğa Rafinerisi’nde Badger Rusların Beceriksizliğini Nasıl Halletti? ” başlıklı
İngilizceden tercüme edilmiş bir haber, gerçekten ilginç olayları açıklar.
Uluslararası iş dünyasının prestiji yüksek dergilerinden biri olan Business
Week’in son sayısında rafineri inşaatı öyküsü, Badger firmasının bakış
açısıyla anlatılmaktadır:
“Rusların projesini yaptığı Amerikalıların inşa ettiği ve Türklerin işletece-
ği 100 milyon dolarlık Aliağa Rafinerisi nihayet tamamlanabildi. Tesisle
ilgili, en küçüğünden en büyüğüne kadar herkese kâbuslu günler yaşa-
tan rafineri halen kontrol testlerinden geçmekte. Muhtemelen önümüz-
deki yılın başlarında tam kapasite ile çalışmaya başlayacak.
Fakat rafinerinin inşa edilmesi, işletmeye geçilmesi hiç kolay olmadı.
Gerek Amerikalı, gerek Rus, gerek Türk, ilgili herkese çok sıkıntılı ve
problemli günler yaşattı. Problemlerin çoğu, projeyi yapan, malzemeyi
tedarik eden ve tesisi finanse eden Rusların teknik becerisizliklerinden,
programsızlıklarından doğdu. Eğer rafineri zamanında tamamlanıp
hizmete açılabildiyse, bunda en büyük rol Amerikan firması Badger’in

628
Yeni Asır, 12 Haziran 1972.
629
Yeni Asır, 9 Eylül 1972.

338
kendi özel gayretlerindendir. Oysa bu durumdan kimse pek bahsetme-
mektedir, belki Ruslar utandıklarından, Türkler de dost kabul ettikleri ku-
zeyli komşusunu kırmamak için. Ama gerçek şu ki Amerika’nın Badger
firması ev sahipliğini çok takdir ettikleri Türklerle iş anlaşmaları yapmak
arzusundadırlar. Fakat Aliağa Rafinerisi Ruslarla ortak çalışmalara seve
seve katılacakları görüşünü benimseyen Amerikan firmalarına iyi bir
ders olacaktır. Bu proje üstünde çalışan bir Badger mühendisi ‘rafineri
inşaatında 40 yıllık tecrübem var, ama hiç böylesi başıma gelmemişti’
demektedir.
Aliağa hikâyesi 1965 yılında Türkler Rusların ekonomik yardım tek-
liflerine olumlu cevap verdikleri tarihte başladı. 1967’nin ortalarında
Ruslar, Türkiye’ye beş endüstriyel proje ile yardım edeceklerini vadet-
tiler. Bunlardan biri de Aliağa Rafinerisi’ydi. Ruslar, rafinerinin inşası-
nın da kendilerince yapılmasını istediklerini, ancak sekiz yılda tamam-
layabileceklerini bildirdiler. Oysa Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı
bu projenin daha çabuk gerçekleşmesini istiyordu. Bu nedenle, projeyi
uluslararası ihaleye çıkardı ve sonunda da bir Amerikan firması olan
Badger’in teklifini kabul etti. Badger Rus dizaynı ve malzemesi kul-
lanarak rafineriyi üç buçuk yılda tamamlayacağını taahhüt etti. İşte
Rus-Amerikan ortaklığı komedyası da böyle başlamış oldu. Rusların,
rafineri dizaynı sadece 1930’ların modeline uygun olarak yapılmakla
kalmamış, Sibirya’nın dondurucu kışları göz önüne alınarak hazırlan-
mıştı. Projenin Rus direktörü İgor Borodin, her ne kadar (-45) derece-
lik şartlarını Türkiye rafinerisine de uyacağı hususunda ısrar ettiyse
de Aliağa’nın kış ortalama derecesi (4) derecedir. Fakat dizaynındaki
bu komik durum, diğer problemlerin yanında çok hafif kaldı. Ruslar
malzeme tedariki konusunda da çok güçlük çekiyorlardı. Aliağa’ya ya-
pılan her malzeme sevkiyatında ya siparişlerde ya da manifestoda bir
eksiklik çıkıyordu. Çoğu zaman 22 Rus teknisyeni gelen parçaların ne
işe yaradığını ve ne olduklarını çıkaramıyorlardı. Tabi bu iş de Ameri-
kalılara kalıyordu. Sonra gelen parçalar da bazen birbirini tutmuyordu.
Örneğin bir seferinde gelen 100 parçadan 67’si Aliağa Rafinerisi’ne
hiç uymayan, tamamen başka niteliklere göre yapılmış parçalardı.
Daha sık olan bir aksilik de Rusların malzeme sevkiyatında daima geç
kalmalarıydı. Örneğin dev distilasyon kulesi kaidesinden sekiz ay önce
gelmiş ve Badger kendi yetenekleriyle bir kaide inşa etmek zorunda
kalmıştı. Rus boru hattı o kadar gecikmişti ki Badger Orta Doğu’da en
büyük beton boru imal eden Amerikan firması oldu.
Diğer yandan Ruslarla Amerikalıların ilişkileri de çok zayıftı. Hele ak-
saklıklar çoğalıp, Amerikalılar Rusları tenkit etmeye, Ruslar da Ameri-
kalıların bu işten daha karlı çıkmalarını önleme harekâtına başlayınca

339
aralarındaki mesafe olarak daha da uzadı. Bu arada Türkler de devamlı
olarak aracılık yapıyorlar ve iki tarafın arasındaki gerginliği yumuşatma-
ya çalışıyorlardı. Badger’in konstrüksiyon şefi Robert Davies ‘Ruslarla
yapacağımız tüm görüşmeleri Türklerin aracılığı ile gerçekleştiriyorduk.
Zira Türkler her işi en mükemmel şekilde hallediyorlardı’ diyor. Projenin
Türk müdürü Sermet Alpargun öylesine büyük bir sabır ve soğukkanlılık
gösteriyordu ki, sonunda sinirleri daha fazlasına dayanamamış olacak
mide ülseri oldu.
Ruslar hiç kimseye yanaşmıyor, kendi kamplarında yatıp kalkıyor, kendi
plajlarında yüzüyorlardı. Amerikalılar ise daha çok girgin davranıyorlar
ve Rus mühendislerini geri çektirme yollarını arıyorlardı. Hangi Rus’un
omzuna samimi bir şekilde kollarını atsalar, adam derhal ülkesine geri
çağrılıyordu.
Kontrol tesislerinde bazı aksaklıkların çıkmasına rağmen Aliağa Ra-
finerisi önümüzdeki ay işlemeye başlayacak. Halen Rus ve Amerikalı
teknisyenlerin çoğu ülkelerine dönmüş durumda. Türkler de kendilerine
10 milyon nakit paraya mal olan 100 milyon dolarlık rafinerilerine ka-
vuşmanın sevinci içindeler. Bu paranın geri kalan kısmı Rusya’ya ihraç
edilecek olan tütün, pamuk, meyve, fındık ve zeytin yoluyla ödenecek.

Badger işin iyi tarafını da görmekte ve rafinerinin Türk petrol endüst-


risine büyük yarar sağlayacağını belirtmektedir. Türkler, gösterdikleri
büyük gayretten ve başarılarından dolayı Badger firmasını, iki yeni
projeyi onlara vermekle mükâfatlandırdı. Hem bu sefer arada Ruslar
da yok!” 630

Rafineride üretim artışının ve değişik ünitelerin devreye girmesi .


sevinçle karşılanıyor
“Aliağa Rafinerisi günde 500 ton gazyağı üretiyor” başlıklı bir gazete
haberi günümüzün genç kuşaklar için bir şey ifade etmeyebilir. Ama yaşı
ellinin üzerinde olanlar gazyağının günlük yaşamdaki etkisini her zaman
hatırlayacaklardır:
“Yüzde 75 kapasite ile çalışmalarını sürdüren Aliağa Rafinerisi günde
500 ton gazyağı üretiliyor. Yapılan açıklamada özellikle İzmir ve çev-
resine gönderilen gazyağının sıkıntıyı sona erdireceği belirtildi. Verilen
bilgiye göre İzmir’in günlük gazyağı ihtiyacının 100 ton olduğu, 3 misli
doldurma yapılmasına rağmen, halen gazyağı sıkıntısının az da olsa
devam etmesi nedeninin tüketicinin ihtiyacından daha fazla gaz alma-
sı olduğu ileri sürüldü. Öte yandan Aliağa Rafinerisi’nin her gün adım

630
Yeni Asır, 14 Aralık 1972.

340
adım tam kapasite ile çalışmaya yaklaştığı bildirildi. En çok 1 ay sonra
tüm kapasite ile çalışacak olan rafineri bölgenin bütün akaryakıt ihtiya-
cını karşılayacak duruma gelecek…” 631

Rafineride zaman zaman ortaya çıkan arızalar dahi üretimin düşüşüne


yol açtığı için gazetelere haber olarak düşmektedir:
“Aliağa Rafinerisi’nde iki gündür devam eden arıza giderildi ve rafineri
dün sabahtan itibaren normal çalışmaya geçti. İşletme müdürü Melih
Gençay arızanın yakıt ünitesinin iki çıkış vanasında meydana geldiğini
ve yapılan çalışma sonunda arızanın tamamen giderildiğini söyledi. İş-
letme müdürü halen rafineride günde 8 bin ton ham petrol işlendiğini ve
bunun pazarlama olanaklarına göre değiştiğini söyledi.” 632

Nisan 1973’de rafinerinin yakıt bölümü ünitelerinin kesin kabulü, dü-


zenlenen bir törenle TPAO tarafından yapılır. Anlaşma koşulları gereğince
kabul protokolü TPAO Genel Müdür Yardımcısı Hasan Çil ile SSCB Sa-
nayi Müşaviri Tiasetsky tarafından imzalanır. Bir süredir denemeye tabi
tutulmakta olan yakıt bölümünden sonra Ağustos ayında madeni yağlar
ünitesinin de devreye gireceği bildirilir633.
Söz konusu makine yağı üretimi için ilk deneme çalışmalarına ancak
1974 yılının ilk aylarında başlanır. Türkiye’de mevcut 4 rafineri içinde ilk
defa makine yağı üretiminin yapılacağı Aliağa’da denemelerin ümit verici
olduğu belirtilir. Rafineride üretim ünitelerinin normal kapasite ile faaliyete
geçmesi halinde yıllık üretimin 150 bin ton civarında olacağı hesaplanır.
Diğer taraftan bir süreden beri devam etmekte olan petrol sıkıntısının Ali-
ağa Rafinerisi’ni büyük ölçüde etkilediği ve yüzde 50 düşük kapasite ile
çalışma yapıldığı ileri sürülür634.

Rafineri’de grev yeniden kapıda


1973 yılı Ağustos ayının başında Petrol-İş Sendikası İzmir Şubesi
Başkanı Özcan Türün gazeteye verdiği bir demeçte “Aliağa Rafinerisi’nde
greve gitmenin kaçınılmaz olduğunu” söyler. Ortalama 700 lira civarında
bir ücret artışı istediklerini, işveren TPAO’nun ise bunu karşılayabilecek
güçte olduğunu bildiren sendika şube başkanına göre; “vatandaş bu grev-
den büyük oranda etkilenecektir. İlgililer konuya gereken ilgiyi göstermek-
tedirler.”
631
Yeni Asır, 14 Şubat 1973.
632
Yeni Asır, 11 Mart 1973.
633
Yeni Asır, 27 Nisan 1973.
634
Yeni Asır, 22 Şubat 1974.

341
Aliağa Rafinerisi’nde greve gidecek işçi sayısının 900 civarında oldu-
ğu bilinmektedir635. Bununla birlikte 1973 yılı boyunca Rafineri'de greve
gidilmediği anlaşılmaktadır.

1973 Yerel Seçimleri: Başkanlık babadan oğula geçiyor


Türkiye’de 12 Mart 1971 müdahalesi sonrası ilk yerel seçimler 9 Ara-
lık 1973 Pazar günü yapılır. Bu seçimden 55 gün önce de 14 Ekim’de
milletvekilliği genel seçimlerinde sandık başına gidilmiştir. Aliağa halkı, 9
Aralık günü Atatürk İlkokulu ve Namık Kemal İlkokulu’nda kurulan seçim
sandıklarına koşar.
9 Aralık 1973 yerel seçimleri, 55 gün önce yapılan genel seçimlerin
sağlamasının yapıldığı referanduma dönüşmüş, siyasi partilerce genel
seçim havasına sokulmuştur. Yerel seçimler Türkiye’de artan kentleşme
hareketleri, sanayileşme, göç, gecekondulaşma, ülkedeki ve dünyada-
ki siyasi-ekonomik gelişmelerin belirleyiciliğinde, toplumsal ve siyasal
taleplerin farklılaşmaya ve değişmeye başladığı bir dönemde yapılmak-
tadır636.
Aliağa, 1967’de Rafineri'nin yapımının başlamasıyla sanayileşmey-
le tanışan ve Türkiye’deki bu değişimi, sorunları en yoğun yaşayan bir
kasabadır. Ülkenin her yerinden rafineride ve diğer kuruluşlarda çalış-
mak üzere insanlar Aliağa’ya akmaktadır. İşte bu koşullarda vatandaşın
önüne genel seçimlerin ardından aralık ayında yerel seçim sandığı da
konmuştur.
1973 yerel seçimlerine Adalet Partisi’nden (AP) İrfan Onaran, Cumhu-
riyet Halk Partisi’nden (CHP) Osman Behzat Eren aday olarak girmiştir.
Ömer Üstün, Fahrettin Örnek ve Hakkı Güral bağımsız aday olurlar. Ba-
ğımsız adaylar Halk Partili kimlikleriyle tanınmaktadır. CHP’de birçok isim
aday adayı olur. Ancak merkez atamasıyla emekli Albay Osman Behzat
Eren CHP’nin Belediye Başkan adayı olarak belirlenmiştir. Emekli Albay
Fahrettin Örnek önce CHP’den aday adayı olmuş, ancak Eren’in CHP’de
adaylığının kesinleşmesinin ardından bağımsız aday olarak seçime gir-
miştir. Böylece sağda AP adayı İrfan Onaran’a karşı solda 4 aday çıkmıştır
ve seçime bu tabloyla girilmiştir.
1973 seçimlerinde 18 yaşında olan Ergin Düzkaya, o günleri şöyle
anımsamaktadır:
635
Yeni Asır, 2 Ağustos 1973.
636
http://eski.yerelnet.org.tr/secimler/secim_analizleri1973.

342
“Bağımsızlarla birlikte solda 4 adayın çıkması biz CHP’li gençleri üz-
müştü. 1973 yerel seçimleri, Aliağa’nın en hareketli, motivasyonu yük-
sek, en heyecanlı seçimiydi diyebilirim. Aliağa’yı bir seçim coşkusu
ve heyecanı sardı. Akşamları kahvehaneler dolup taşıyordu. Adaylar,
O dönemde Koca Laz’ın Kahvesi, İzzet Kurt’un Kahvesi, Hidayetin
Ahmet’in Kahvesi, Kurnaz Mehmet’in Kahvesi, Sümer Recep’in Kahve-
si, İsmail Şirin’in kahvesinde hemşehrileriyle buluşur, seçim vaatlerini
sıralardı. Göçmen vatandaşlar daha çok Hidayet Ahmet’in Kahvesi, Sü-
mer Recep’in Kahvesi ve İsmail Şirin’in Kahvesinde bulunurdu. Muhacir
kökenli Aliağalılar ise Koca Laz’ın Kahvesi, İzzet Kurt’un Kahvesi ve
Kurnaz Mehmet’in kahvesinde bulunurdu.” 637

1973 seçimlerinde kahvehane toplantılarında adayların en çok kar-


şılaştığı talepler Rafineri'de ve yeni kurulan tüpgaz şirketlerinde işe gir-
mek konusunda odaklanmaktadır. Bu yüzden adaylar da seçime dönük
vaatlerini bu konu üzerine şekillendirirler. Adaylar Aliağa’nın gençlerine
Rafineri ve diğer sanayi kuruluşlarında işe yerleştirme vaadinde bulunur-
lar. O dönemde su şebekesi henüz yaygın olmadığından seçim kampan-
yasında herkesin evine içme suyu götürüleceği vaadi de yaygın şekilde
işlenmektedir638.
Seçmen listesinde bulunan 2.611 kişiden 1.839’u oy kullanır ve
1.698 oy geçerli sayılır. Seçime katılım yüzde 70,43 olarak gerçekleş-
miştir. Seçimde 623 oy alan Adalet Partisi adayı İrfan Onaran %36.69
oy oranıyla, 532 oy alan (%31.33) CHP adayı Osman Behzat Eren’i
91 oyla geçmiş ve Aliağa Belediye Başkanı seçilmiştir. Bağımsız aday
Fahrettin Örnek de büyük bir başarı göstererek 543 (%31.98) oy almayı
başarmıştır639.
Seçimler sonrası Aliağa Belediye Meclisi şu isimlerden oluşmuştur; K.
İrfan Onaran (AP- Belediye Başkanı), Hüseyin Sezen (AP), A. Ayhan Bay-
rak (CHP), Hayri İzmirli (AP), Ahmet Pak (AP), Sait Kaya (CHP), Mehmet
Sezen (AP), A. Kemal Ceylan (AP), İbrahim Savran (AP), Mehmet Tüfek
(CHP), Nafiz Öz (CHP), Ali Öztürk (AP), İsmet Özkan (AP).
Sonuçlar AP’ye gönül veren Aliağalılarda büyük sevinç yaratırken,
CHP’li seçmenleri ise üzmüştür. Kahvelerde davullar çaldırılır, seçim ga-
libiyeti kutlanır. Üzüntü içinde olan CHP’li seçmenler Hüseyin Cebeci’nin
çalıştırdığı Şemsettin Öztürk’ün kahvehanesinde toplanarak seçimin ne-
den ve nasıl kaybedildiğini tartışırlar.

637
Ergin Düzkaya ile röportaj, 25 Ocak 2017.
638
Adı geçen röportaj.
639
http://eski.yerelnet.org.tr

343
45 yaşında Aliağa Belediye Başkanı seçilen İrfan Onaran, 1973 seçim-
lerinde nasıl aday olduğunu yıllar sonra anlatmaktadır. Seçimler öncesi
Aliağa’da ve partililerde Adalet Partisi adayı olarak yine Kazım Onaran’ın
ismi geçmektedir. Ancak yılların siyasetçisi ve Başkanı Kazım Onaran bu
kez yaşının çok ilerlediğini söyleyerek teklifi kabul etmez.

Resim 57. Belediye Başkanlığı “Babadan Oğula” geçiyor


Son iki dönemin Belediye Başkanı Kazım Onaran, yaşlandığını belirterek yeniden aday
olmadı. Adalet Partisi bu kez Onaran’ın oğlu K. İrfan Onaran’ı aday gösterdi. Kazım
Onaran, görevi oğluna devrederken nasihat etmeden de duramadı. (İrfan Onaran arşivi)

İrfan Onaran kendisine adaylığı ve başkanlığı getiren o günleri şöyle


anlatmaktadır:
“1963’te Karşıyaka’dan bir ev tuttum. Çocukları üniversiteye verdim.
İzmir’de kalınca babam Ali Naili Erdem’in aracılığıyla beni Bayındırlık
Bakanlığı’na aldı. Bölge Müdürlüğünde, orada kaldım. 1973 seçimleri
öncesi babam 75 yaşında bütün Aliağalılara, ‘benim yaşım 75, ben size
bundan sonra hizmet edemem. Ne yapın edin bulun kendinize adam’
diye söylemiş. Herkes ayaklanmış nerden bulacağız diye. Birisi, ‘ İrfan abi
var’ demiş. Geldiler gittiler bana. ‘Ben yapamam kardeşim, benim raha-
tım iyi’ dedim. ‘Daire başkanıyım burada, çocuklar da burada. Ben gele-
mem’ dedim. Geleceksin dediler. Babamı da ikna ettiler. ‘Oğlum gel’ dedi
şuraya. Sen buranın çocuğusun senden başka hizmet edecek kimse yok
dedi. Kabul ettim.” 640

İzmir’de ikamet eden ve o dönemki uygulamalar gereği memu-


riyetten istifa etmeden aday olan İrfan Onaran, görevi babasından
devralır:
640
İrfan Onaran ile röportaj, 16 Ekim 2015.

344
“O tarihte seçilerek göreve başladım. Ben İzmir’deyim aday oldum bu-
raya. Ama seçim kanununda bir madde var. Aday olacak kişi ikametgâhı
dışında aday olursa memuriyetten istifa etmesine gerek yok. İkametgâh
İzmir, adaylığım burada. İstifam gerekmedi. Geldik buraya, eşle dost-
la konuştuk, ettik. Seçimi kazandık. Adalet Partisi’nden kazandım. Ben
babama devretmiştim. Babam da başkanlığı bana devretti.” 641

Aliağa’nın çiçeği burnunda Belediye Başkanı İrfan Onaran, yılların si-


yasetçisi babasından başkanlığı devralmak üzere Bayındırlık Bölge Mü-
dürlüğü’ndeki daireden bir arkadaşıyla birlikte Aliağa’ya gelir. O günü ara-
dan geçen 42 yıl sonra dahi detaylarıyla anımsamaktadır:
“ Daireden iki arkadaşla birlikte geldik aldık başkanlığı. Yakın olanlar da
devir teslime şahit olmaya geldiler. Babam ‘Oğlum, sana iki nasihatim
var. Bunları tutarsan hiç başın ağrımaz. Bir; hakkın olmayan şeyi bo-
ğazından geçirme. Çıkarken yırtar” dedi. [İki] “Belediye başkanı oldun
kaymakam, savcı, hâkim var, bilmem ne var. Onlarla çok samimi olma.
Mesafe koy dedi. Yarın yemeğe gidersiniz, içki içersiniz şu olur bu olur
onlar senin ufacık bir şeyini gördüklerinde seni koruyamazlar. Arana
mesafe koy” dedi. Ondan sonra 1973’ten 77’ye kadar belediye başkan-
lığı yaptım. 1978’de belediye seçimi oldu. CHP’den Ayhan Bayrak’la
ben başkanlığa aday olduk. Ben kaybettim. O kazandı.”

Rafineri öyküleri dışında Aliağa’ya ilişkin haberler (1973-1975)


Rafineri'nin kuruluşundan sonra hemen İzmir’deki tüm akaryakıt de-
polarının Aliağa’ya taşınması gerektiği seslendirilmeye başlanır. Özellikle
Turan’da yoğunlaşan, uzun zamandan beri büyük tehlike arz eden ve yerel
yöneticileri endişelendiren akaryakıt depolarının Aliağa’da uygun bir yere
taşınması için bakanlıklar arası koordinasyon merkezi kurulur. Bu kurulun
hazırladığı bir rapor vilayete ve diğer ilgili makamlara verilir. Kurul Aliağa’da
iki uygun yeri tespit ederek depoların en kısa zamanda taşınmasını ilgililere
ve bakanlıklara bildirir. Enerji Bakanlığı’ndan da yer değiştirmenin en kısa
zamanda yapılması istenir642. Bununla birlikte birçok nedenden dolayı Tu-
ran’daki akaryakıt depolarının Aliağa’ya taşınması zaman alacaktır.
Aliağa büyümekte, gelişmekte ve nüfusu bölgenin sanayileşmesi
oranında artmaktadır. Kentin potansiyelinin farkında olan bazı teşebbüs
sahipleri kendi alanlarında yatırımlar yapmakta, bu yatırımların açılış tö-
renlerini gazetelerde reklam sayfalarına girmesi için çabalamaktadır. Kara
fırınların ekmek yetiştiremediği gelişen Aliağa'da modern bir ekmek fabri-
kasının açılışı Aliağa Belediye Başkanı İrfan Onaran tarafından yapılır. Şir-
641
Adı geçen röportaj.
642
Yeni Asır, 14 Nisan 1973.

345
ketin yönetim kurulu başkanı Mehmet Ali Yolgörmez açılışı yapılan ekmek
fabrikasının kasaba 75 bin nüfusa ulaşıncaya kadar ekmek ihtiyacını kar-
şılayacak kapasitede olduğunu açıklar643. Yeni Asır’da yayınlanan diğer bir
reklam haberi ise Aşağı Şakran köyünün muhtarı İbrahim Adalı tarafından
verilmiştir. Muhtar gazetedeki ilanda “Egemizin en çalışkan köylerinden
Aşağı Şakran suya ve yola kavuşmuştur. Köylülerimizin katkısı ile sudan
sonra yol sorununu da hallettik” diye konuşur644.
1973 yılı yerel seçimlerinde belediye başkanı seçilen İrfan Onaran’la
yapılan bir röportaj “Aliağa Belediye Başkanının yeni adı Beton İrfan” baş-
lığı ile yayınlanır:
“Aliağa Belediye Başkanı İrfan Onaran babasından devraldığı göreve
ilçesinin tüm cadde ve sokaklarını betonlama ile devam ediyor. Bu yüz-
den halk arasında kendisine ‘Beton İrfan’ denilen Aliağa Belediye Baş-
kanı İrfan Kazım Onaran çalışmalarıyla ilgili şu bilgiyi verdi: Halkımı kı-
şın çamur, yazın da toz ve topraktan kurtarmak için yolları betonlama işi
belediyemizin en önemli sorunu oldu. Aliağa’nın sorunları bir hayli fazla.
Betonlamadan sonra bu nedenle imar çalışmalarına hız vereceğiz.”

Su sorununun bugün için mevcut olmadığını, halen saniyede 24 litre


suya sahip olduklarını söyleyen Belediye Başkanı Onaran “16 ve 32 litre
su toplayabilecek kuyuların açılması ile bu 72 litreye ulaşacak. Bitmiş olan
960 tonluk su deposunun boru hattı ise tamamlanmak üzere” der.
Hazırlanan belediye bütçesinde yatırımlar için 20 milyon lira ayrıldığını
söyleyen Onaran bunlardan 5 milyon lirasının Belediye sarayı ve sosyal
konutlara, 5.5 milyonu otel ve şehir banyosuna, 4 milyonu kamulaştırma-
ya, 3 milyonunun da kanalizasyona harcanacağını açıklar645.
“Aliağa’da balıkçı barınağının inşaatı durdu ” başlıklı bir haberde ise Ba-
yındırlık Bakanlığı tarafından uzatılması amacıyla 900 bin liraya ihale edilen
balıkçı barınağının inşaatının durduğu bildirilmektedir. Bu konuda bilgileri-
ne başvurulan Aliağa Balıkçılar Derneği Başkanı Abdurrahman Kara ihaleyi
alan müteâhhit ile taşeron arasında doğan bir anlaşmazlık nedeniyle inşaa-
tın durduğunu ve yeni balıkçı barınağının boyunun 150 m olacağını söyler646.
Aliağa çevresindeki sanayi faaliyetleri ilerledikçe buna paralel olarak
enerji ihtiyacı da artmaktadır. 1975 yılının son ayında İtalyan Fiat Avio
şirketinin yapımını yüklendiği ve inşa halindeki gaz türbinlerinin yakında
devreye alınacağı müjdelenir:
643
Yeni Asır, 19 Haziran 1974.
644
Yeni Asır, 28 Haziran 1974.
645
Yeni Asır, 23 Ocak 1975.
646
Yeni Asır, 25 Ocak 1975.

346
Resim 58. Başbakan Demirel Güzelhisar Barajı için Aliağa’da
Barajlar Kralı denilen Adalet Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel,
1975 yılında Aliağa’ya gelerek Güzelhisar Barajı’nın temelini attı. (Aliağa Belediye arşivi)

347
“Aliağa’daki gaz türbinleri yakında devreye giriyor. Arıza sırasında veya
voltaj düşüklüğünde üniteler otomatik olarak devreye girecek. Aliağa’da
yapılmakta olan gaz türbinlerinden 60 megavatlık iki ünite halinde yapıl-
makta olan gaz türbinleri enterkonnekte sistemi besleyecek ve doğrudan
batı kesimine verilecek.”

İkinci ünitenin de bir ay sonra devreye gireceğini belirten ilgililer 125 me-
gavatlık bu ünitenin devreye girmesiyle özellikle İzmir ve çevresinde elektrik
kesilmelerin tarihe karışacağını ifade ederek sözlerini şu şekilde sürdürürler:
“Enterkonnekte sistemde herhangi bir arıza vukuunda veya kuraklık, su-
lama zamanlarındaki voltaj düşüklüklerinde bu üniteler otomatik olarak
devreye girerek elektrik kesilmelerini ya da voltaj düşüklüklerini önleye-
cektir. Bu bakımdan 120 megavatlık bu iki ünitenin devreye girmesi batı
kesimini büyük ölçüde rahata kavuşturacaktır.”

Öte yandan Aliağa’da kurulmakta olan petrokimya tesisleri ve diğer ku-


ruluşları besleyecek olan ünitelerin, batı kesimindeki elektrik sıkıntısını ta-
mamen önleyeceğini de vurgularlar647. Nihayet söz konusu gaz tribünleri 2
Eylül 1975 tarihinde işletmeye alınır.
Aliağa’da nüfus artmakta ancak aynı hızda konut sayısında artış görül-
memektedir. Sonuçta kiralar ölçüsüz artar. En büyük sıkıntıyı kente tayin
olan öğretmenler yaşar. Sıkıntılar gazetelere şu şekilde yansımaktadır:
“Aliağa’da ev kiraları 1.500 liraya fırladı. Aliağa bucağında ev kiraları
hızla yükseliyor. İlgililer ev kiralarının anormal şekilde yükselmesinde
sanayileşmenin büyük rol oynadığını, TPAO rafinerisiyle dolum tesis-
leri ve Petkim sayesinde Aliağa’nın kısa sürede geliştiğini bildiriyorlar.
750-1500 lira arasında değişen ev kiraları dar gelirli memur ve işçiler
arasında şikâyetlere yol açıyor. Özellikle öğretmenler ev kiralarının
kontrolsüz yükselmesinden yakınıp ‘yalnız kiralar değil Aliağa’da her
şey pahalı. Burası Türkiye’nin Paris’i’ diyorlar.” 648

Ege Gübre fabrikası inşaatı sürüyor


Yaşar Holding AŞ tarafından Çakmaklı köyü sınırları içinde kurulmakta
olan ve yılda 306 bin 500 ton kompoze gübre üretecek olan Ege Gübre sa-
nayi tesislerinin makine ve teçhizatının ilk partisi gümrüklerden çekilerek
montajına başlanır. Yatırım uygulamasının 1974 yılı Ekim ayında başladı-
ğını belirten yetkililer toplam 465 milyon liralık yatırım ile tamamlanacak
olan tesislerde Ege Bölgesi gübre tüketiminin yüzde 60’nın karşılanacağı
bilgisini verirler. Ege Gübre fabrikası 1977 yılında üretime geçecektir649.
647
Yeni Asır, 11 Aralık 1975.
648
Yeni Asır, 11 Aralık 1975.
649
Yeni Asır, 26 Haziran 1976.

348
Özel ATAŞ Rafinerisi’nin alternatifi devletin Aliağa Rafinerisi oluyor
Mayıs 1974’de yabancı şirketlere ait Ataş Rafinerisi üretimi durdura-
cağını açıklar. BP’nin şirket sözcüsü, Ataş’ın 1 Ocak 1974’den bu yana
günde 300 bin lira zarar ettiğini, dünya petrol fiyatlarının hayli yüksek
olduğu için ithalatı durdurma kararı aldıklarını, bu kararın tamamen ticari
yönden değerlendirilmesi gerektiğini, Türk hükümetinin dışarıdan ucuz
fiyatla petrol temin etmesi halinde bunu rafineride işleyebileceklerini
açıklar. Buna hükümetten yanıt gecikmez; gerekirse Ataş Rafinerisi’ne
el konacaktır.
Öte yandan Aliağa Rafinerisi İşletme Müdürü Metin Gençağ, tesisin
ülkenin ihtiyacını karşılayabilecek kapasitede olduğunu ve çalışmaları-
nı sürdürdüğünü bildirir. Gençağ, stokların yeterli olduğunu, akaryakıt
sıkıntısının söz konusu edilemeyeceğini ve Ataş’daki sıkıntının ülkede
olumsuz bir etki yapmayacağını ileri sürer650.
10 gün sonra “Güneydoğu’nun LPG ihtiyacı İpraş ve Aliağa’dan kar-
şılanıyor” başlıklı bir haberde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yet-
kilileri Ataş Rafinerisi’nin üretimi durdurması nedeniyle Güney ve Gü-
neydoğu Anadolu’da baş gösteren LPG darlığını gidermek için İpraş ve
Aliağa Rafinerileri’nden gaz sevkinin başladığını, ulaştırma masrafları
farkı akaryakıt istikrar fonundan karşılanacağı için LPG’nin zamsız ola-
rak halka yansıtılacağını açıklarlar:
“Bir kısım basında yer aldığı üzere, Mobil ve BP şirketleri sözleşmeli
bulundukları bayi ve sanayicilere birer yazı göndererek Fuel Oil ve
LPG ikmalini durdurduklarını bildirmişlerdir. Bu durum karşısında ba-
kanlığımız daha önce alınmış tedbirlere ek olarak, özellikle güney
ve güneydoğu bölgelerinde Ataş’ın üretimi kısması yüzünden baş
gösteren LPG bunalımını gidermek için yeni bazı tedbirler almıştır.
Bunalımı gidermek üzere İpraş ve Aliağa Rafinerilerimizden her gün
50-80 ton arasında bütan gazı güney ve güneydoğu bölgelerine ulaş-
tırılmaya başlanmıştır. Ulaşım masrafları farkı yakıt istikrar fonundan
karşılanarak halka zamsız intikal ettirilecektir. Öte yandan Ataş’dan
fueloil alan sanayicilerin ihtiyaçları Aliağa ve İpraş rafinerilerimizden
karşılanacaktır.” 651

650
Hükümet gerekirse Ataş rafinerisine el koyacak, Yeni Asır, 4 Haziran 1974.
651
Güneydoğu Anadolu’nun LPG ihtiyacı İpraş ve Aliağa’dan karşılanıyor, Yeni Asır, 15 Haziran 1974.

349
Aliağa Rafinerisi’nde grevler dönemi (1974-1976)
Aliağa Rafinesi’nde ilk grev girişimi Kıbrıs askeri harekâtının bitimin-
den iki ay sonra yapılır. “Aliağa Rafinerisi’nde grev bayramdan sonra baş-
lıyor” başlıklı gazete haberinde Petkim İş Genel Sekreteri Mustafa Kara-
dayı grev kararı alınan rafineride grev ilanlarını işyerleri önüne asmaya
başladıklarını bildirir:
“Dün sabah uçakla Ankara’dan İzmir’e gelen Karadayı doğruca
Aliağa’ya geçti. İşçilerle kısa bir görüşme yaptıktan sonra grev ilan-
larını işyerleri önüne asmaya başladı. Karadayı THA muhabirine
yaptığı açıklamada, grevin herhangi bir erteleme olmaması halinde
bayram sonrası başlayabileceğini ve bu durumda ülkenin elektrik ve
ulaşımının büyük ölçüde felce uğrayacağını belirtti. Karadayı özetle
şöyle konuştu; ‘Bakanlar Kurulu’nun önce 1 ay sonra da 2 ay grev
erteleme yetkisi vardır. Ertelemenin söz konusu olmaması halinde ül-
kemizde elektrik ve ulaşım büyük ölçüde felce uğrayacaktır.’ Sendika
genel sekreteri Aliağa Rafinerisi’nde greve gidecek işçi sayısının bin
dolayında bulunduğunu da sözlerine ekledi.” 652

Petkim İş Sendikası greve gitmekte kararlıdır. İzmir Şube Başkanı


Ömer Demircioğlu “Grev ilanı 16 Ekim’de asıldı. 26 Ekim’den sonra greve
başlayabilme hakkımız doğuyor. Ondan sonra her saniye başlayabiliriz.
Buna kararlıyız” diye konuşur ve “Aliağa Rafinerisi’nde grevin başlaması
halinde Batı Anadolu’da, Batı Marmara’da ve Batı Akdeniz’de enerji ve
ulaşımda büyük aksaklıklar görüleceğini” sözlerine ekler. Ambarlı Termik
Santrali Aliağa’da üretilen fueloil ile çalışmaktadır. Şube başkanı “bütün
istediğimiz işçiye daha iyi bir hayat, daha iyi bir yarın” demektedir653.
Petkim İş Genel Başkanı Mehmet Kılınç 9 Aralık’ta bir basın toplantı-
sı düzenler. İpraş ve Aliağa Rafinerileri’ndeki grevleri mutlaka aynı anda
başlatacaklarını söyler. Sadi Irmak hükümetinin, işçi haklarına karşı grev
kırıcı bir hükümet olarak tarihe geçeceğini söyleyen Mehmet Kılınç şunları
ilave eder:
“Sendikamızın grev kararı alması üzerine TPAO İzmir Aliağa
Rafinerisi’nde lokavt kararı almıştır. İpraş Rafinerisi için almış olduğu-
muz grev kararı da milli güvenliği zedeleyici göründüğünden hükümetçe
üç ay süre ile ertelenmiştir. Bu erteleme kararı yıllardır işçiler arasında
tartışılan bir olayı somut olarak belgelemiştir. O da Türk-İş’in işverenden
yana ve işverenlerin denetiminde bir konfederasyon olduğudur. Çünkü
erteleme kararı alan hükümet üyelerinden bir tanesi de Türk-İş’in Ge-

652
Yeni Asır, 17 Ekim 1974.
653
Yeni Asır, 21 Ekim 1974.

350
nel Sekreteri Sosyal Güvenlik Bakanı’dır. Eğer Sadık Şide hükümetin
erteleme kararına iştirak etmemiş ve kararnameyi imzalamamış olsaydı
bugün bir erteleme ile karşılaşmamış olacaktık. Üç ay sonra da olsa her
iki rafineride grevi başlatacağız.” 654

TPAO Genel Müdürü Raşit Ceylan Petkim İş Sendikası ile sürdürülen


toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin çıkmaza girmesi, grev ve lokavt karar-
larının alınmasına ilişkin olarak bilgi verir:
“Anlaşmazlığı uzatmak işçiye ve işverene fayda değil zarar getirir. An-
laşmazlığı barışçı yolla çözümlemek için zemin arıyoruz. Petkim İş Sen-
dikası ile TPAO’na bağlı 700 işçinin çalıştığı Aliağa Rafinerisi, 12 işçinin
çalıştığı İzmir irtibat bürosu ve 6 işçinin çalıştığı Buruncuk su pompala-
rını kapsamına alacak toplu iş sözleşmesi görüşmelerine başladık. An-
cak 40’ın üzerindeki maddede anlaşmazlık çıktı. Daha sonra uzlaştırma
kuruluna gidildi. Kurul bu maddelerin bazılarını ittifakla, bazılarını da
ekseriyetle karara bağladı. Ekseriyetle alınan kararlara itiraz hakkımızı
kullandık. Neticede sendika grev kararı aldı. Biz de kanuni süresi içinde
lokavt ilan ettik. Bu kararı almamız gerekliydi. Buruncuk su pompaların-
da çalışan üç işçinin grev yapmasına gerek duyulmayacaktı. Rafineri
su vanaları kapandığından üretim yapamaz hale gelecekti. Üç işçinin
grevi 700 işçinin ve rafinerinin çalışmasını engelleyecekti. Bu tehlikeyi
önlemek için ve bir tedbir unsuru olarak lokavt kararı aldık. Ancak mec-
bur olmadıkça bu kararı uygulamayacaktık. Çalışmak isteyen işçiye de
engel olmayacaktık.” 655

25 gün sonra Ekspres gazetesinin attığı başlıkta olduğu gibi “Aliağa


grevi gece ansızın geldi”. Aliağa Rafinerisi’nde Petkim-İş Sendikasına
bağlı 800 işçi gece yarısı aniden greve başlar. Grevin devamı halinde Ege
Bölgesi'nde hayatın felce uğrayacağı öne sürülür. Rafineride günde 200
ton tüp gaz, 2 bin 500 ton fueloil, 800 ton benzin ve nafta üretildiğini belir-
ten yetkililer “Grev sosyal ve endüstri hayatı yanında ulaşım hizmetlerini
de büyük ölçüde etkiler. Kışın bu sert günlerinde hayat çekilmez olur.”
diye konuşmaktadırlar. Günde 2 bin 500 tona yakın fueloil tüketen Am-
barlı Santrali'nin de grevden etkileneceğini belirten yetkililer Ambarlı’nın
devreden çıkması ile de Ege’de elektrikle işleyen birçok fabrikada da işle-
rin tamamen durmasından endişe duyulduğunu söylerler. İzmir’deki 100
binden çok konutun yüzde 90 oranında tüp gaz kullanıldığını da açıklayan
ilgililer uyarırlar:

654
Ege Ekspres, 10 Aralık 1974.
655
Ege Ekspres, 18 Aralık 1974.

351
“Tüpgaz sıkıntısı zaten aylardan beri İzmir’i kasıp kavuruyordu. Üste-
lik gazyağı da kolayca bulunamıyordu. Grev nedeniyle İzmir’deki bü-
tün mutfaklar duracaktır, yemek pişirmek bile başlı başına bir problem
haline gelecektir. Ulaşım hizmetleri de büyük ölçüde aksar. Aliağa’da
üretilen günlük 800 ton benzin şu an İzmir’in ihtiyacını karşılıyor….” 656

2 gün sonra Bakanlar Kurulu Aliağa Rafinerisi’nde başlayan grev uy-


gulamasını Milli Güvenlik açısından sakıncalı bularak bir süre ile erteler.
Bakanlar Kurulu aynı işyerinde işveren tarafından ilan edilen lokavt kara-
rını da bir ay süre ile durdurur657.
Petkim İş sendikacıları grev kararını erteleyen hükümetin Anayasa’yı
çiğnediğini ileri sürerler. Grevin dördüncü gününde Bakanlar Kurulu ta-
rafından bir ay ertelenmesi üzerine bir basın toplantısı düzenleyen sen-
dika genel başkanı Mehmet Kılınç kararın durdurulması için Danıştay’a,
ayrıca hükümetin kendisine tanınan hakları kötüye kullandığı gerekçe-
siyle Yüce Divan’a sevki için siyasi parti gruplarına başvuracaklarını
açıklar658.
Grevin ertelenmesi üzerine Aliağa Rafinerisi’nde Petkim İş Sendikası
üyesi 790 işçi ile sendikasız 250 işçi 54 saat sonra, 8 Ocak günü saat
8.30’da işbaşı yaparlar. Ancak ilgililer rafinerinin en az 48 saat sonra üre-
time geçebileceği, 72 saat sonra da tam kapasite ile çalışabileceğini açık-
larlar659.
Birkaç gün sonra rafinerideki grev için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
bir soru önergesi verilir. Adalet Partisi hükümetinin Enerji ve Tabii Kaynak-
lar Bakanı Ali Şevki Erek tarafından cevaplandırılması istenen önergede
şu soruları yönetir:

“Aliağa Rafinerisi’nde çalışan işçiler kategori, derece, sıfat ve ehliyetleri


belirtilmek suretiyle munzam ücretler dâhil günlük kaç lira net ücret al-
maktadırlar?
Aynı esas ve detaylar dâhilinde, işçilerin greve esas olan talepleri, buna
karşılık uzlaştırma kurulunun ve işverenin teklifleri nedir? Ne miktardır?
İşçilerin grevine sebep teşkil eden taleplerin işverence kabul edilmeme-
sinin gerekçesi nedir?
Bir günlük grev halinde milli ekonomi ve özellikle rafinerinin istihsal ek-
sikliği ve maddi zarar ne kadar olmaktadır? ” 660

656
Ege Ekspres, 5 Ocak 1975.
657
Adı geçen yayın, 7 Ocak 1975.
658
Adı geçen yayın, 8 Ocak 1975.
659
Adı geçen yayın, 9 Ocak 1975; 10 Ocak 1975.
660
Adı geçen yayın, 14 Ocak 1975.

352
Rafineri’de Petkim-İş Sendikası ile toplu sözleşme imzalanıyor
Sonunda Sendika ile Hükümet uzlaşır ve toplu sözleşme imzalanır. O
günlerin canlı tanığı ve sendikal mücadelenin öncülerinden Güzelhisar’lı
Salih Karadayı yaşananları şöyle özetlemektedir:
“1 Mart 1972 itibariyle rafineride tam yetkili sendikaydık. İşverenle ya-
pılan toplu sözleşme sonucu işçilere kısmen iyileştirici haklar getiren iki
senelik anlaşma metni imzalandı. 1974 Mart’ından sonra başlayan ikinci
dönem sözleşme görüşmeleri biraz daha rahatlatıcı bir döneme rastlıyor-
du, sıkıyönetim kalkmış, 1973 seçimleri olmuş yeni bir hükümet göreve
başlamıştı, fakat devam eden görüşmelerde bir türlü anlaşma sağlana-
mıyordu. 1974 sonlarına dört ay gibi bir zaman kala hükümet ve başba-
kanlar yine değişti, partiler dışı bir başbakan yeni hükümeti oluşturdu.
Aldığımız grev kararı üç ay ertelendi, erteleme süresi bitiminde yine bir
anlaşma sağlanamadı. 5 Ocak 1975’de Aliağa, bu defa yine rafineride
ama petrol dalında büyük bir greve sahne oluyordu. Rafineri işçisi toplu
sözleşmeden doğan grev hakkını, insanca yaşayabilme onuru için kulla-
nıyordu. Verilen bu haklı mücadele arkadaşlarımızın sevgi ve dayanışma
gücünü kamçılıyor bizi birbirimize daha sıkı bağlıyordu. Grev bitiminde
rafineri işçisi amacına ulaşarak arzu ettiği toplu sözleşmeyi imzaladı ve
ekonomik yönden de oldukça rahatlamıştı.” 661
“Petkim-İş Sendikası'nın başlatmış olduğu grev o gün Çalışma Bakanı
olan Muhlis Fer isimli hükümet yetkilisinin de arabuluculuğu ile sonlan-
dırıldı. Günün şartlarına göre iyi bir sözleşme yapılmıştı. Hem iş gü-
vencesi hem de sosyal haklar yönünden oldukça başarılıydı. Hakem
kurulunu teşkil eden üyeler eşit oy hakkına sahipti, Toplu görüşmelerin-
de anlaşmaya varılan bu madde Türkiye’de bir ilkti. Hakem Kurulu’nu
oluşturan komisyon üç işverenden, üç sendikadan oluşuyordu ve her
üye bir oy hakkına sahipti. Bu keyfi işten çıkarmalar önünde, önemli bir
kalkandı.
İşçi arkadaşlar ekonomik yönden kısmen rahatlamış, birlikten kuvvet
doğar inancını iyice içine sindirmişti. O gün için bütün üyeler, gerçek-
ten kitle sendikacılığı yapan DİSK ile bütünleşmek istiyordu ve Genel
Merkezi böyle bir birleşime zorluyordu. Türkiye’nin iki büyük rafinerisi
(İzmit ve Aliağa), çeşitli gaz şirketleri, İstanbul Bereç Pil Fabrikaları yine
İstanbul’da kimya dalındaki kısmi ilaç fabrikaları, Antalya Pil fabrikası,
Mersin Soda Sanayi, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde petrol satış istasyon-
ları Petkim-İş çatısı altında toplanmış, tüm işçiler birleşmekten yanay-
dı. Türkiye’nin muhtelif yerlerine dağılmış bu iş yerlerindeki delege ve
temsilcilerle her türlü örgütlenme iletişimlerini, o günün zor şartlarına
rağmen kurabiliyorduk.

661
A. Ekspres, 30 Eylül 2009.

353
Genel Merkezimiz de bu akış doğrultusunda birleştirme kongresini top-
layarak 1975 senesinin Haziran ayında DİSK’e iltihak ettik. Artık DİSK’in
petrol ve kimya dalında en büyük sendikasıydık.
O günlerde Abdullah Baştürk’ün genel başkanlığını yaptığı Genel-İş
Sendikası da Türk-İş Konfederasyonu'ndan ayrılarak 130 bin üye ile
DİSK’e katılıyordu. Tüm Türkiye’de DİSK Konfederasyonu’na büyük
bir akım vardı. Yine o günlerde Aliağa’mızda yeni işletmeye açılan Pe-
gagaz, Ocakgaz ve Petrol-İş’ten topluca istifa eden İpragaz işçileri de
Petkim-İş bünyesine katılmıştı.
DİSK’in bir çığ gibi büyümesi Türkiye’nin bazı kesimleri tarafından
ürkütücü görülüyordu ki, çok geçmeden Birinci Cephe hükümetleri
kuruldu. O günlerde yavaş yavaş yükselişe geçen enflasyonların tek
suçlusu bulundu; Toplu sözleşmeyle işçilere sağlanan ücret artışla-
rıydı bu ve 274-275 sayılı İş Kanunu hemen kaldırılmalıydı. Devlet
Güvenlik Mahkemeleri kurulmalıydı. O gün bunu yapamadılar ama
1980 senesinden sonra başardılar.” 662

Aliağa Belediye Hizmet Binası’nın temeli atılıyor


Hızla büyüyen ve sanayileşen Aliağa’da artan hizmet ihtiyacına ce-
vap vermek üzere Belediye’nin de daha geniş imkânlara sahip şekilde
yapılandırılması ihtiyacı gündeme gelir. Dönemin Aliağa Belediye Başka-
nı İrfan Onaran, yeni Belediye hizmet binası, Şehir Garajı, Otel ve Şehir
Banyosu projeleriyle kentte yeni ortaya çıkan ihtiyaçlara çözüm üretmek
istemektedir.
Yeni Aliağa Belediye Sarayı’nın temeli 19 Nisan 1975’de atılır. Be-
lediyenin bütün ünitelerini tek çatı altında toplayacak şekilde düşünülen
Belediye Sarayı, 800 m2’lik alan üzerine 6 kat olarak inşaa edilecektir.
Belediye Başkanı İrfan Onaran bu proje ile ilgili demeç vererek açıkla-
malarda bulunur:
“İnşaatı 1 senede bitecek olan yeni Belediye sarayı yaklaşık 7,5 mil-
yon liraya mal olacak. Yeni Belediye sarayımızın müteâhhitliğini Yük-
sek Mühendis Mimar Erdoğan Tözge yapıyor. Şimdilik Belediye sara-
yının alt katlarını dükkân olarak kiraya vereceğiz. İkinci katta düğün
ve toplantı salonlarını yapıyoruz. Diğer katları belediye’nin diğer üni-
telerine ayırdık.” 663

662
A. Ekspres, 2 Ekim 2009.
663
Ege Ekspres, 21 Nisan 1975.

354
Resim 59. Aliağa Belediye binasının temeli atılıyor, 1975.
Aliağa Belediye hizmet binasının temel atma töreninde Belediye Başkanı İrfan Onaran,
Nahiye Müdürü İshak Güralp ve Aliağalılar. (Aliağa Belediye arşivi)

355
Belge 29. Aliağa Belediye binasının temeli atılıyor.
(Ege Ekspres gazetesi, 21 Nisan 1975)

Başkan Onaran, gelecek aylarda da kasabanın santral garaj, şehir


oteli ve banyosu projelerinin ihaleye çıkarılacağını belirtir ve “Aliağa’da tu-
rizm ve sanayiyi bir arada yürütmek istiyorum. Türkiye’nin aralıksız devam
eden en uzun plajları bizde. Buna karşılık yabancı turist çok az geliyor.
Çünkü hiç tesisimiz yok.” diye yakınır.
Müteahhit Erdoğan Tözge ise, Aliağa’da yapılması gereken çok tesis
olduğunu söyler ve “Rafineri, Aliağa’ya çok nimetin yanı sıra çok da külfet
getirdi. Kasaba durmadan gelişiyor. Birçok sosyal tesisin biran evvel biti-
rilmesi gerekir” diye demeç verir.
Yaklaşık 40 yıl sonra kendisi ile yapılan bir röportajda dönemin bele-
diye başkanı İrfan Onaran “Aliağa’yı ilçe yaptı o bina” diyerek bu yatırımın
Aliağa için önemini vurgulamaktadır:
“75’te ben yaptırdım onu. Büyük yaptırdım. Aliağa’yı ilçe yaptı o bina.
Daha önce müracaat ettim ilçe olsun diye. Karar çıkmadı. 1981’de he-
men kanunu çıkartıp Aliağa’yı ilçe yaptılar. Mahkeme orada, tapu orda,
bütün resmi kurumlar o binada toplandı.” 664

664
İrfan Onaran ile röportaj, 16 Ekim 2015.

356
Aliağa Rafinerisi’nde sakin günler
Hükümetin grevi erteleme kararı ile suların durulduğu anlaşılmaktadır.
Bu arada rafineriye ilişkin grev dışındaki haberler gazetelerde görülmeye
devam eder. Örneğin, rafineride dalgın bir işçi akaryakıt tankerine fueloil
yerine ağır yağ doldurunca İzmir’de yüz kadar apartmanın kalorifer brü-
lörleri bozulur. Bir kısım apartman yöneticisi zararları ödenmediği takdirde
rafineriyi mahkemeye vereceklerini ileri sürerler665.
Rafineriye gidip gelen tankerler yüzünden Aliağa-İzmir kara yolunda
trafik tehlikeli bir şekilde artar. Aralık ayının ortalarında Helvacıköy sapa-
ğında bir benzin tankeri ile çarpışan taksiden sağ kurtulan olmaz666. Ra-
finerideki üretime ilişkin yetkililer tarafından verilen demeçler haber hali-
ne getirilip gazetelerde sık sık görülürler. Örneğin, “Aliağa Rafinerisi’nde
1975 yılında 3 milyon ton ham petrol işlendi” başlıklı haberde 180 bin ton
akaryakıt ihraç edildiği ve bundan 2 milyon 500 bin dolar döviz elde edildi-
ği bildirilir. TPAO’nın 25. kuruluş yıldönümü töreninde 5, 10, 15 yıllık işçile-
re ödül veren bölge müdür yardımcısı, 1974 yılında devreye giren makine
yağı ünitesinin Türkiye’ye büyük döviz kazandırdığını ve 1975 yılında 85
bin ton makine yağı stokladıklarını açıklar667.
1976 yılının başlarında rafinerideki dolum sisteminden dolayı akarya-
kıt sıkıntısı baş gösterir:
“İzmir’de akaryakıt darlığı kalmayacak” başlıklı haber:
“İzmir’in günlük akaryakıt ihtiyacını karşılayabilmek ve zaman zaman
hissedilen darlığı önleyebilmek için Aliağa Rafinerisi Pazartesi ve Cuma
günleri fazla mesai yaparak kara dolumuna ağırlık verecek. İzmir’de do-
lum ve nakliye konularında karşılaşılan bazı sorunlar nedeniyle ortaya
çıkan darlık üzerine Ticaret Odası ve Aliağa Rafinerisi ilgilileri ortak bir
toplantı yaparak İzmir’e daha fazla akaryakıt gelimini sağlayabilecek
yöntemleri saptadılar. Ticaret Odası Akaryakıt Komitesi Başkanı Kemal
İşbilen rafineride üretim normal olduğu halde, nakliyede karşılaşılan
sorunlar nedeniyle zaman zaman darlık hissedildiğini doğruladı. Ancak
bundan böyle rafinerinin fazla mesai yaparak ihtiyaçların tamamını kar-
şılamaya çalışacağını belirtti.
Bilindiği gibi Aliağa Rafinerisi deniz dolum sistemine ağırlık vererek
kurulmuş, kara dolum tesisi ise ikinci plana alınmıştır. Ancak İzmir’de
faaliyet gösteren tüm akaryakıt şirketleri, bayiler, kara dolum sistemine
göre rafineriden mal almak istemekte, bu nedenle de rafineri ihtiyaçları
zamanında karşılayamamaktadır.” 668

665
Yeni Asır, 31 Mart 1975.
666
Yeni Asır, 10 Aralık 1975.
667
Yeni Asır, 17 Aralık 1975.
668
Yeni Asır, 3 Şubat 1976.

357
Milliyetçi Cephe Hükümeti’ne ve Devlet Güvenlik
Mahkemeleri’nin kuruluşuna karşı sendikal direniş
1976 yılının eylül ve ekim aylarında Devrimci İşçi Sendikaları Konfe-
derasyonu (DİSK) tarafından başlatılan siyasi ağırlıklı direniş konfederas-
yona bağlı Petkim İş tarafından Aliağa Rafinerisi’nde de uygulamaya ko-
nur. Bu siyasi direnişin etkileri rafineride, Aliağa’da ve bölgede daha son-
raki dönemlerde dahi hissedilecektir. “Aliağa’da işbaşı yapmayan işçilerin
işine son verilecek” başlığı ile yayınlanan bir gazete haberi ile öğrenilen
direnişin sürmesi halinde işbaşı yapmayan işçilerin çıkışlarının verileceği
yetkililer tarafından açıklanır:
“Bir yetkili Menemen Asliye Hukuk Mahkemesi'nin Aliağa’daki direnişin ya-
sadışı olduğuna dair karar alındığı belirterek; bu karar üzerine çalışmalar
sürdürülüyor. Rafinerideki zarar her geçen gün büyümektedir. Bu nedenle
birkaç gün içinde yeni işçi alınıp alınmayacağı belli olacak ve en geç iki üç
gün içinde rafineri tam kapasite ile çalışmasına devam edecektir”.

Öte yandan DİSK’e bağlı Petkim-İş Sendikası’na üye rafineri işçileri


yaptıkları yazılı açıklamada “MC’nin [Milliyetçi Cephe Hükümeti] demok-
ratik yoldan düşürülerek yerine halktan yana bir iktidar kuruluncaya kadar
sürdüreceğimiz eylemimizi hiçbir güç engelleyemeyecektir.” diyerek ka-
rarlı olduklarını gösterirler.” 669
Ertesi gün “Aliağa’daki direnişçiler tazminatsız çıkarıldılar” başlığı ile
yayınlanan haberde:
“Aliağa Rafinerisi’ndeki direniş İzmir ve çevresinde akaryakıt sıkıntısı-
nın giderek artmasına yol açarken, şehirde benzinin litresini bazı kimse-
ler 5 liradan satmaya başladılar. Bu arada dün direnişe katıldıkları ileri
sürülen binden fazla rafineri işçisi ile teknik personel ve mühendisin işi-
ne son verildi. TPAO Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Lütfü Hocaoğlu’nun
‘Millet adına merhametli olmaya kimsenin hakkı yoktur’ şeklindeki açık-
laması üzerine Bölge Müdürü Müfit Nayır, Bölge Müdür Muavini Gün-
gör Karaoğuz ve İşletme Müdürü Sezgi Üstel görevlerinden istifa etti.
Bu arada Aliağa’ya Batman’dan işçi getirilmek üzere yapılan girişimler
de sonuçsuz kaldı. Batman’dan işçi getirmek üzere gönderilen özel bir
uçak Batman’da 5 saat bekledikten sonra işçiler İzmir’e gelmek iste-
mediklerinden İzmir’e boş olarak döndü… bir grup işçi ise sendikala-
rının işten çıkartıldıktan sonra kendileriyle hiç ilgilenmediğini, aslında
direnişten önce, kimsenin işten çıkarılmayacağı konusunda kendilerine
sendikacıların güvence vermiş olduklarını öne sürdüler.” 670

669
Yeni Asır, 21 Eylül 1976.
670
Aliağa’daki direnişçiler tazminatsız çıkarıldılar, Yeni Asır, 22 Eylül 1976.

358
Resim 60. DGM’lerin kurulmasına karşı sendikalı işçiler Rafineri'de eylemde
1976 yılında hükümetin kurmak istediği Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne (DGM) karşı
Rafineri'de örgütlü sendika işçileri eylem başlattı. Eylem, Aliağa için önemli siyasal ve
sosyal sonuçlara neden oldu. (Salih Karadayı arşivi)

Rafinerinin çalışmasında ve üretimde büyük sıkıntı vardır. Emekli işçi-


ler telgrafla çağrılır. İşlerine son verilen 650 işçinin yerine yeni işçiler alınır.
İlgililere göre DİSK tarafından düzenlenen direniş kanunsuzdur. Direnişin
kanunsuz olması nedeniyle işten çıkarılan işçilere tazminat ödenmesi de
mümkün değildir. Direniş nedeniyle ülkede meydana gelen benzin açığı-
nı kapatmak için milyonlarca lira ödenip Romanya’dan 40 bin ton benzin
ithal edilir ve bayilere dağıtılır. Diğer taraftan ilgililer İzmir’de 50 milyon
liraya yakın zarar meydana geldiğini ileri sürmektedirler. İzmir Valisi Tur-
gut Eğilmez’in verdiği bilgiye göre direniş nedeniyle İzmir’de haklarında
soruşturma açılanların sayısı 6 bini bulmaktadır.
Bu arada bir basın toplantısı yapan Petkim İş Sendikası yetkilileri Ali-
ağa Rafinerisi’ne 300’den çok yeni işçi alındığını, bunların dışarıya çıka-
rılması halinde bütün eski işçilerin işe başlamaya hazır olduğunu bildirir-
ler671. Birkaç gün sonra CHP İzmir Milletvekili Süleyman Genç ve Petkim
İş Sendikası İzmir Şube Başkanı Ömer Demircioğlu ile bir grup rafineri
teknisyeni ortak basın toplantısı yaparlar ve Rafineri'nin 15 gün daha ça-
lıştırılmazsa çürüyeceğini ileri sürerler. Başta Başbakan Süleyman De-
671
Yeni Asır, 23 Eylül 1976; 24 Eylül 1976.

359
mirel olmak üzere, Enerji Bakanı, TPAO Genel Müdürü ve TPAO İdare
Meclisi üyelerini doğruyu söylemedikleri ve halkı yanılttıkları gerekçesiyle
suçlarlar. Ayrıca söz konusu basın toplantısında şunlar da ifade edilir:
“Rafineriyi bir pamuk tarlası zanneden bu kişiler hakkında rafinerinin ça-
lışmasını engelleyerek halka karşı kanunsuz direniş yaptıkları için” dava
açacaklarını söylerler. Onlara göre “Aliağa Rafinerisi bir Sovyet yapısıdır
ve 1935 Rus teknolojisine göre yapılmıştır. Bugün bu teknolojiyi kuran-
lar dahi ölüp gitmişlerdir. Burada çalışan işçiler ve teknisyenler üç yıl
süreyle yurt dışında eğitilmişlerdir. Aliağa işçisinden başka hiç kimse bu
rafineriyi çalıştıramaz.
DİSK’e bağlı işçilerin sürdürdükleri DGM’ye672 karşı genel yas eylemi-
ne Aliağa Rafinerisi işçileri katılmıştır ancak eylem sırasında rafinerinin
ana üniteleri teknik arıza doğmaması, ülke ekonomisi zarar görmemesi
amacıyla durdurulmamıştır. Sistemdeki kalın mahsulün donmaması için
kuvvet santrali [buhar üretme] ünitesi çalıştırılmaktaydı. Ancak eyleme
karşı hiddetlenen, işçiden öç almak isteyen ve rafineri nedir bilmeyen
bazı sorumlu sorumsuzlar rafineride görev yapan işçi ve teknisyenleri
dışarıya atarak rafineriyi durdurmuşlardır. Diğer taraftan Aliağa’nın ça-
lışmaması nedeniyle piyasada büyük bir fueloil, madeni yağ, tüp gaz ve
çeşitli kimyasal maddelerin darlığının başlayacağı…” 673

Resim 61. DGM’lerin kurulmasına karşı sendikalı işçiler Rafineri'de eylemde, 1976
(Salih Karadayı arşivi)

672
Devlet Güvenlik Mahkemeleri.
673
Yeni Asır, 28 Eylül 1976.

360
Karşılıklı suçlamalar sürer. Petkim-İş Sendikası işten çıkarılanların
geri dönmesi için dava açar. TPAO Bölge Müdürü Kemal Işık üretime bir
önceki günün sabahı halen [28 Eylül] geçilmediğini ancak tesislerde iddia
edildiği gibi hiçbir çürümenin olmadığını açıklar ve “Yeni alınan işçilerin
eğitiminin süratle devam ettiğini” söyler. Ayrıca “Direniş günü izinli, hata
ve görevde bulunan işçilerin işbaşına çağrıldığını, onların da bu isteğe
uyarak geldiklerini ve çalışmaya başladıklarını” açıklar. Bu arada rafineri-
ye yeni alınan 300 işçi işyerine polis refakatinde giderler. 7 otobüslük bir
konvoy oluşturan işçileri çok sayıda toplum polisi korur. Yol boyunca da
jandarma tarafından sıkı güvenlik tedbirleri alınır674.
Direnişin başladığından 23 gün sonra rafinerinin bacasında yeniden
alev görünmüştür: “Alev görülünce rafineri şenlendi ” başlıklı haberde:
“Aliağa Rafinerisi’nde can damarı ham petrol arıtma üniteleri dün kesi-
len kurban başında yapılan dua ile işletmeye açılarak yirmi üç günden
beri ölüm sessizliğine bürünen Devden ilk ürün elde edildi. Gazetecile-
re rafinerinin çalışmasını sembolize eden ‘yanan alevi’ gösteren TPAO
Genel Müdürü Mehmet Gölhan; merak ettiğimiz tek konu rafineride ça-
lışanlara moral veren bu ateşi gören bazı çevrelerin bundan sonra ne
söyleyecekleridir.” 675

Hükümet ile DİSK arasında direnişe ilişkin tartışmalar ve kamuya yö-


nelik propaganda kampanyaları sürmektedir. Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Selahattin Kılıç’ın gazetelere verdiği demecin bir cümlesi “Kötülük
etmek isteyenlerin yaptıkları yanlarına kâr kalmayacaktır” olarak manşete
çıkar. Bakan Kılıç verdiği demeçte Aliağa Rafinerisi’nde ham petrol ünite-
sinden sonra yağ ünitesinin de çalışmaya başladığını bildirir ve ağır ko-
nuşur:
“Çok kısa bir süre sonra benzin ünitesi de faaliyete geçecektir. Böylece
ülkeye büyük zarar vermek isteyenlerin arzuları kursağında kalmış ola-
caktır. Aliağa Rafinerisi’nin tabi olduğu hukuki nizamdan değil (komünist
üst düzeyden) emir alsalar da Allah ıslah etsin.” 676

Hükümetin basın yoluyla atakları sürmektedir. Hükümet yetkililerine göre;


“Aliağa 37 günde tam kapasiteye vardı. Zarar sorumlulara ödetilecek.
DİSK direnişi sonucu üretimi 37 gün duran Aliağa Rafinerisi’nde 100
milyon lira zarar meydana geldi.”

674
Yeni Asır, 29 Eylül 1976.
675
Yeni Asır, 10 Ekim 1976.
676
Yeni Asır, 23 Ekim 1976.

361
Benzin ünitesi dâhil tüm üniteleri dün sabahtan itibaren tam kapasite ile
faaliyete geçirilen Rafineri'de bir basın toplantısı düzenleyen TPAO İdare
Meclisi Başkanı Ömer Lütfü Hocaoğlu ile Genel Müdür Mehmet Gölhan:
“Uğranılan zarar günde 2 milyon liranın üzerinde olmuştur. Toplam 100
milyon lira bulan zararı direnişin mesullerine ödeteceğiz. Bunun için adli
mercilere başvurulacaktır ” diye açıklama yaparlar. Yeni ünitenin devre-
ye sokulması nedeniyle rafineride kurban kesilir 677.

DİSK yöneticilerinin yanıtı gecikmez: “Aliağa Rafinerisi 6.5 milyon zara-


ra uğratıldı” başlıklı haberde Petkim İş Sendikası İzmir Şube Başkanı Ömer
Demircioğlu TPAO’nın 22. yıldönümü nedeniyle Bölge Müdürü Kemal Işık’ın
gerçekleri tam olarak yansıtmadığını ifade ederek “Makine yağları komplek-
si [yağ rafinerisi] olarak adlandırılan ve Türkiye’de makine yağı üreten tek
tesis olan kısmında üretim tamamen durmuş ve bu tesis önümüzdeki en
az bir-iki aylık dönemde hiçbir şekilde üretim yapamaz hale gelmiştir.” diye
konuşur. Aliağa’daki yağ rafinerisinde bir operasyon sonucu ana kolunun
tamamen dolarak kolon içinde yağları özelliklerine göre ayrıştıran tepsilerin
tümüyle tahrip olduğunu açıklayan Demircioğlu’na göre;
“Böylesine önemli bir olay kamuoyundan gizlenmektedir. Kolon içinde
32 tepsi vardır. Olaydan sonra kimse sorumluluk yüklenmemekte, olmuş
işte denilip geçilmektedir. Olay 7 Aralık Salı günü olmuştur ve rafineride
sadece bir patlama şeklinde duyulmuştur. Rafineri personelini uyaran bir
alarm dahi verilmemiştir. Tahrip olan tepsiler eğer yedekte varsa onarımı
bir-iki ay sürer. Yoksa Türkiye’de imal edilmeyen tepsilerin yurt dışından
getirilmesi söz konusudur ki ne kadar vakit alacağı bilinmez. Ayrıca ya-
ğın içindeki vaksı atmak ve yağın akışkanlığını temin etmek için kullanı-
lan metil etil keton adındaki kimyasal madde ehliyetsiz işçiler tarafından
geri kazanılamayarak yağ ile birlikte satışa sevk edilmiş, bir kısmı da
yakılmıştır. Yurt dışından getirilmesi zorunlu olan metil etil keton yeniden
ithal edilecek ve 2 ay gibi kısa bir dönemde 6.5 milyon lira döviz olarak
yurt dışına çıkacaktır. MC tarafından işe alınanlar ülke ekonomisini nasıl
zarara uğratmaktadırlar. İşte bu olay en belirgin kanıtıdır.” 678

Rafineri’deki politik ve ideolojik gerginlik kasabayı etkiliyor


Petkim İş Sendikası’na bağlı işçilerin direniş nedeniyle işten çıkartıl-
ması ve yerlerine yeni işçilerin alınması kasaba içinde de gerginliği arttırır.
Rafineri'de çalışan dört işçi gece Aliağa’da yirmi kişilik bir grubun saldırı-
sına uğrar. Bunlardan ikisi ağır yaralanır. Polisten verilen bilgiye göre dört
işçi bir lokantada yemek yedikten sonra taksi ile Rafineri'ye dönmek üzere
677
Yeni Asır, 25 Ekim 1976.
678
Yeni Asır, 13 Aralık 1976.

362
iken taşlı sopalı saldırıya uğramıştır. Abbas ve Hasan adlı işçiler ağır ya-
ralanmış ve hastaneye kaldırılmıştır679.
Bu arada ikinci petrokimya tesislerinin bir bölümünü yapan taşeron firma-
nın depolarından 17 bin dinamit çalınmıştır. Bölge Müdürü M. Kemal Işık sol
militanların son dört gündür rafineri işçilerine saldırılar düzenlediklerini öne
sürerek “Çok büyük oyunlar ve tezgâhlar düzenlenmektedir. Dinamit kap-
süllerinin ortadan kaybolması bir örgütün sabotaja dönük hırsızlığıdır. Konu
çok önemlidir. Hükümet olayla ilgili olarak tedbir almalıdır” diye demeç verir.
Soruşturmayı yöneten Menemen Savcısı Senih Kaynakçıoğlu ise şu
açıklamayı yapar:
“Olay Aliağa jandarmasına haber verilmiş. Dinamit kapsüllerinin orta-
dan yok oluşları bir sayım sonunda ortaya çıkarıldı. Ancak depo bekçile-
ri hırsızlık olayını bir türlü izah edemediler. Yaptığımız araştırmada bazı
bekçilerin kendilerine ait taş ocakları olduğunu belirledik. Bu bekçilerin
depodan aldıkları dinamit kapsüllerini kullanıp yerlerine koyamadıkları
için böyle bir hırsızlık uydurdukları ihtimali belirdi.” 680

Aliağa’da dört gün önce gece dört rafineri işçisinin dövülmesi ile baş-
layan huzursuzluk devam eder. Bir gece önce rafineri yakınlarında karşıt
görüşlü işçiler arasında silahlı çatışma çıkar. Bu olayın ardından ilçe hal-
kı çoluklu çocuklu olarak bir yürüyüş düzenleyerek “Kavgalar sona ersin.
Can güvenliği istiyoruz” diyerek gösteri yaparlar681.

Aliağa Rafinerisi’ne ilişkin gazeteler aracılığı ile kamuoyu


bilgilendiriliyor
Bunalımlı dönemi atlatan Aliağa Rafinerisi’ne ilişkin ilk haber 1977 yılı-
nın ortalarında görülür. “Aliağa’da üretim durdu” başlıklı bu haberde TPAO
Bölge Müdürü Melih Ataman’ın Rafineri'nin yıllık olağan bakıma girdiğine
ilişkin demecine yer verilmektedir. Ambarlı Termik Santrali'ndeki bir arıza-
dan dolayı üretimin durduğuna ilişkin söylentileri yalanlayan Bölge Müdürü,
stokların miktarını sayarak üretimin sadece üç gün, sabah 9.00’dan akşam
16.00’ya kadar süreceği bilgisini verir. Ambarlı Santrali'ndeki arızadan rafi-
nerinin etkilenmediğini, kısıntı sırasında rafinerinin jeneratörlerinin devreye
girdiğini, üretimde aksama olmayacağını, yaz aylarında benzin sıkıntısı çe-
kilmeyeceğini söyleyerek halkın endişelerini şu sözlerle gidermeye çalışır:
“Depolarımız ağzına kadar doludur. İzmirlilerin benzin stoku yapmaları
kuşkusuz bir darlığa yol açacaktır.” 682

679
Ege Ekspres, 11 Ocak 1977.
680
Yeni Asır, 12 Ocak 1977.
681
Yeni Asır 12 Ocak 1977.
682
Aliağa’da üretim durdu, Ege Ekspres, 15 Haziran 1977.

363
Birkaç gün sonra “İzmir Rafinerisi’nde beş ayda 1 milyon 399 bin ton
petrol işlendi” başlıklı haberde üretim planlarının yüzde 3 oranında aşıldığını,
yılın sonuna kadar üretimde yüzde 10 artış sağlanacağı bildirilmektedir683.

Aliağa’da gemi sökümü başlıyor
1970’li yılların ortalarıyla birlikte çoğalan demir çelik fabrikalarının hur-
da ihtiyacını karşılayacak Aliağa’da yeni bir sanayii kolu faaliyete başlar.
Gelecekte, yaratacağı çevre kirliliği sorunları ile çokça tartışılacak olan bu
sektör, Gemi Sökümü sektörüdür.
Türkiye’de gemi sökümcülüğü 1940 ve 1950’li yıllarda İstanbul Haliç’te
başlar. 1970’yılından itibaren Haliç’te gemi sökümü sona erer ve dikkatler
Aliağa üzerine çevrilir. 1970 yılı ortalarında Nemrut Körfezi’nde, günümüz-
de LİMAŞ iskelesinin bulunduğu sahilde Ahmet Karamancı adlı bir giri-
şimci tarafından ilk kez iki geminin sökümü yapılır. O dönemde Aliağa’da
gemi söküm sektörüne yer arayan devlet, Rafineri'nin batı sahilinde, Taşlı-
burun ile Ilıcaburun arasında 600 dönümlük araziyi Bakanlar Kurulu kararı
ile Gemi Söküm Bölgesi olarak ilan eder. Ulaştırma Bakanlığı tarafından
12.12.1977 tarihli Resmi Gazete’de Gemi Söküm Yönetmeliği yayınlanır
ve bölgede gemi sökümü resmen başlar.
1977 yılında bölgede ilk sökülen gemiler; Manisa, Çoruh gemileri, Batman,
Turgut Reis tankeri ve Ankara yolcu gemisi olur. Bu ve benzeri Türk bayraklı
gemilerin yanı sıra o zamanlar demir çelik fabrikalarının hurda ithal lisansları-
na istinaden ithal edilen yabancı bayraklı gemilerin de sökümüne başlanır684.
Gemi Söküm Sanayicileri Derneği’nin kuruluşunda büyük emeği bulu-
nan, daha sonra başkanlığını da yapan merhum Mevlüt Ender Özer, 2005
yılında gemi söküm sektörünün dönüşümünü şöyle anlatacaktır:
“1977 yılında çıkarılan yönetmelikle birlikte, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile
Gümrük Müsteşarlığı’nın sınırlı denetimi ile yaklaşık 10 yıl faaliyet göste-
ren Gemi Söküm kuruluşları 1986 yılında çıkarılan bir başka yönetmelikle
yasal çerçeve içine alındı ve sektörel olarak devlet tarafından tanındı.
1980’li yılların sonlarından itibaren dünyada ve Türkiye’de artan çevre
duyarlılığı ile sektör çeşitli eleştirilere uğradı. 1990’ların ortalarından iti-
baren sektör eleştirilere karşılık, çalışma koşullarını iyileştirme, çevre
duyarlılığı önlemleriyle cevap verdi. Bu yıllarda Gemi Söküm Sanayici-
leri Derneği çatısı altında sektör örgütlendi. Derneğin kuruluşu ve üye-
lerini iyileştirici düzenlemeler konusunda yönlendirmesiyle sektöre olan
eleştiriler giderek azaldı.” 685

683
Ege Ekspres, 21 Haziran 1977.
684
M. Ender Özer, Gemi Sökümü, Gemi Söküm Sanayicileri Derneği, 2005, 1-2.
685
Adı geçen eser.

364
İşverene mahkemeden kötü haber: Sözleşme yetkisi
Petkim-İş’e veriliyor
İzmir İkinci İş Mahkemesi Aliağa Rafinerisi Bölge Müdürlüğü işyerinde
çalışanlar adına toplu iş sözleşmesi yapma yetkisini Petkim İş Sendikası’na
verir. İş Mahkemesi bu kararı ile MİSK’e686 bağlı Petrol-Sen’in çağrısını
durdurur. Petkim İş Sendikası Genel Sekreteri Mustafa Karadayı bir yazılı
açıklama yaparak sendikanın 1976-1978 toplu sözleşme dönemi içinde
rafineri işyerlerinde toplu sözleşme yapma izni aldığını belirtir ve anlaş-
mazlığa ilişkin şunları söyler:

“Toplu iş sözleşmesi yetkisinden 15 gün sonra TPAO yetkilileri ile sendi-


ka, toplu iş sözleşmesi müzakerelerine başlamış ve müzakerelerde 48
madde taraflarca kabul edilmiştir. Mevcut yasalara göre bir işyerinde bir
sendika toplu iş sözleşmesi yapmışsa veya görüşmelere devam ediyor-
sa aynı işyeri içinde başka bir sendika yetki prosedürünü işletemez. Bu
konuda yasa bu kadar açıkken İzmir Bölge Müdürlüğü’nün işbaşında
bulunan Milliyetçi Cephe topluluğundan almış olduğu talimat ile MİSK’e
bağlı Petrol-Sen ile işbirliği yaparak sendikanın adres talebini yerine
getirmiştir. Sendikanın yetki girişiminde bulunması mevcut yasaları
hiçe saymaktır. Bu girişim İzmir İkinci İş Mahkemesi’nde iptal edilmiş ve
Petrol-Sen’in çağrı girişimi tedbiren durdurulmuştur.” 687

Rafineri’de Petrol Bilimleri Merkezi hizmete giriyor


4 Temmuz 1977 tarihinde Türkiye’nin tek Petrol Bilimleri Merkezi yapı-
lan bir törenle hizmete girer. Petrol sanayisine bilinçli eleman yetiştirecek,
rafineri ve yan ürünlerinin değerlendirilmesi konusunda araştırmalar yapa-
cak olan merkeze beş milyon lira harcanmıştır688.
TPAO Aliağa Rafinerisi Bölge Müdürü Melih Ataman düzenlenen tö-
rende ilk dersi verir. Sıkıntısı çekilen merkezin hizmete girmesinden duy-
duğu memnuniyeti belirterek şunları söyler:
“Petrol özel bir ihtisas dalıdır. Konu hakkında ne kadar bilgili, ne kadar
tecrübeli olursanız olun bu yeterli değildir. Her gün kendisini yenileyen,
çok yönlü araştırmacı isteyen bu dalda bundan böyle Türkiye Petrolle-
rinde görevli personel eğitim görecektir.” 689

686
MİSK: Türkiye Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu.
687
Ege Ekspres, 2 Temmuz 1977.
688
Yeni Asır, 1 Mayıs 1977; Ege Ekspres, 3 Temmuz 1977.
689
Ege Ekspres, 5 Temmuz 1977.

365
Tankerlerin karıştığı kazalar ve Gediz Çayı üzerine yeni köprü
Dönemin basın kuruluşlarında hayatın acı yönleriyle ilgili haberler
de sıklıkla yer almaktadır; “İzmir-Aliağa yolu ölüm saçıyor” başlıklı bir
haberde bu yol üzerinde kazasız bir gün geçmediğinden yakınılmakta-
dır. Rafineri'den dolum yapan tankerlerin aşırı hız yapmaları ve Gediz
Çayı’ndan kum çeken kamyonların kontrolsüz seyretmeleri zaten ihtiya-
ca yetmeyen bu yolda tehlikeyi daha da arttırmaktadır690.
Aynı yıl içinde Buruncuk köyüne yakın bir noktada Gediz Çayı üze-
rinde geliş ve gidiş olarak inşa edilen köprünün hizmete açılması da
sürücüler arasında memnuniyet yaratır691.

Sıra mutfak gazında: Sıkıntı var mı, yok mu?


Arka arkaya yayınlanan “Tüp gaz sıkıntısı söz konusu değil ” ve “İz-
mir Rafinerisi günlük bütangaz üretimini 20 ton arttırdı” başlıklı haberler-
de halkın ihtiyaçlarının başında gelen mutfak gazına ilişkin tartışmalar
görülür. İlk haberde Bölge Müdürü Melih Ataman “Tüp gaz sıkıntısı var”
şeklindeki haberleri yalanlama yoluna gider. Ataman tüp gaz sıkıntısının
olmadığını ve olmayacağını belirterek Ege Bölgesi'nin aylık tüp gaz ih-
tiyacının 10 bin ton olduğunu, İzmir Rafinerisi olarak aylık 7 bin ton tüp
gaz üretildiğini söyleyerek “Ayda 3 bin ton LPG açığımız vardır. Ancak
bu açık ithal yolu ile daima giderilmektedir.” diye konuşur. Melih Ataman
önümüzdeki hafta 1.400 tonluk iki tankerin rafineri iskelesine gelerek te-
sislere LPG boşaltacağını hatırlatır ve bir tüp gaz sıkıntısının söz konusu
olmadığını tekrarlar692.
Üç gün sonra yayınlanan haberde ise piyasadaki bütangaz sıkın-
tısını gidermek amacıyla rafinerideki günlük üretim miktarının 20 ton
arttırıldığı açıklanır. Bölge Müdürü Melih Ataman’ın Anadolu Ajansı’na
verdiği bilgiye göre, üretimde bir düşme kaydedilmediği halde piyasa-
da görülen darlığın giderilmesi amacıyla kapasite 20 ton arttırılmıştır.
Eldeki 1.250 ton stoğun bir kısmı piyasa verilmiştir. Bayiler tarafından
yaratılan darlığın gelecek hafta içerisinde giderileceği umut edilmekte-
dir693.

690
Ege Ekspres, 13 Haziran 1977.
691
Ege Ekspres, 25 Ağustos 1977.
692
Ege Ekspres, 3 Eylül 1977.
693
Ege Ekspres, 6 Eylül ve 10 Eylül 1977.

366
İkinci Petkim’in ihalesi 25 milyara yapılıyor
Türkiye’nin plastik ham madde ihtiyacını karşılamak üzere planlanan
ikinci Petkim tesislerinin Aliağa’ya yapımı 25 milyar lira karşılığında çeşit-
li yabancı şirketlere ihale edilir. Çalışmaları yerinde incelemek ve teknik
müdürler seviyesinde bir toplantı yapmak üzere İzmir’e gelen Petkim Yö-
netim Kurulu Başkanı Mehmet Gölhan, alt yapı çalışmalarının tamamlan-
makta olduğunu belirterek ikinci Petkim tesislerindeki çalışmaların hızla
sürdürüldüğünü, saha düzeltme ve alt yapı çalışmalarının yılsonuna kadar
bitirileceğine ilişkin açıklama yapar. Gölhan bu tesislerin 15 fabrikadan
oluştuğunu ve bunların ihalelerinin tümünün yabancı şirketler tarafından
kazanıldığını söyleyerek sözlerine şöyle devam eder:
“Fabrikaların gerekli araç ve gereçleri çoğunlukla dışarıdan gele-
cektir. Kredili anlaşmalar gereğince montajda hiçbir gecikme olma-
yacaktır. İkinci petro kimya tesisleri Türkiye’nin en büyük ünitesini
oluşturacaktır. Yılda 250 bin ton plastik ham maddesi üretecektir.
Montaj sırasında toplam 20 bin işçi, teknisyen ve mühendis çalışa-
caktır. Petro-Kimya tesisleri 6 bin yetkili tarafından işletilecektir. Bu,
6 bin yurttaşın yeni bir iş sahasına kavuşması demektir. Aliağa ilçesi
ve civarı tesislerin tamamlanması halinde Avrupai bir görünüm kaza-
nacaktır. İzmir, Çeşme tarafına değil Foça yöresine kayacaktır.” 694

Akaryakıt sıkıntısı sürüyor


Ülke ekonomisi çok hızlı büyüdükçe ihtiyaçlar da büyümekte, bu da
ülke çapında akaryakıt sıkıntısına yol açmaktadır. Alınan tedbirlerin başın-
da akaryakıt sıkıntısını gidermek amacıyla rafinerilerde çift vardiya üreti-
me geçilir. “Aliağa’da üretim artıyor” başlıklı haberde Aliağa Rafinerisi’nde
kara dolum tesislerinin bölgedeki akaryakıt darlığını gidermek amacıyla
dün sabahtan itibaren çift vardiya halinde çalışmaya başladıkları bildiril-
mektedir. Bölge Müdürü M. Kemal Işık, adı geçen tesislerin saat 8 ile 24
arasında mesai yaptığını açıklar ve şu bilgiyi verir:

“Türkiye Petrollerinin en genç rafinerisi Aliağa bu sabahtan itibaren yeni


bir çalışma dönemine girmiştir. Uzaktan gelen tankerleri bekletmemek,
‘TEK’ tesisleriyle Batı Anadolu’da ihtiyaç bölgelerine çift sefer yapabil-
mek amacıyla kara dolum tesislerimiz iki vardiya halinde çalışmaya
başlamıştır. Amacımız benzin, gaz, fueloil ve motorini daha süratle ve
daha bol olarak piyasaya sürmektir. Esasen şu anda sıkıntı diye bir şey
söz konusu değildir.” 695

694
Yeni Asır, 24 Ekim 1977; Ege Ekspres, 24 Ekim 1977.
695
Ege Ekspres, 11 Ocak 1977; Yeni Asır, 19 Ocak 1977.

367
Aliağa Rafinerisi’nin kapasitesi genişletiliyor
24 Ocak 1977 tarihli gazetede, “Aliağa Rafinerisi’nin kapasitesi iki mis-
line çıkarılıyor” başlıklı haberde Rus teknisyenlerin Aliağa Rafinerisi’nin
kapasitesinin iki misline çıkarılması amacıyla bir projenin ön çalışmalarını
yaptıkları açıklanır. Rafineri'nin günlük kapasitesini arttırmak için bir ay
önce yapılan bir ihaleyi İtalyan bir firmanın kazandığı, bu firmanın hazırla-
yacağı proje sonunda rafinerinin 3 milyon olan kapasitesinin 5 milyon tona
çıkarılacağı bildirilir. Bununla birlikte Rus teknisyenler İtalyan firmasının
hazırladığı projelere yapılacak ilavelerle kapasitenin 1.5 milyon ton daha
arttırılabileceğini yetkili makamlara iletir. Bu öneri üzerine gerekli çalışma-
ların yapılması için Rus teknisyenlerine görev verilir.” 696

Aliağa: Petrole hücum


4 ve 5 Şubat günlerinde gazetelerde arka arkaya “Aliağa: Petrole Hü-
cum” 697 ve “Aliağalı Eziliyor ” 698 başlıkları ile iki röportaj yayınlanır. Bu
röportajlarda belediye başkanından sıradan vatandaşa kadar birçok kişi
ile mülakatlar yapılır. İlçe yolunda hızlı gelişen ve büyüyen bir kasabanın
röntgeni çekilmeye çalışılır.

Belge 30. Aliağa, petrole hücum kasabası olarak tanımlanıyor


(Yeni Asır, 4 Şubat 1977)

696
Aliağa Rafinerisi’nin kapasitesi iki misline çıkarılıyor ,Yeni Asır, 24 Ocak 1977.
697
Aliağa: Petrole Hücum, Yeni Asır, 4 Şubat 1977.
698
Aliağalı Eziliyor, Yeni Asır, 5 Şubat 1977.

368
Birinci kısımda nüfusun 1975 yılında 6 bin, 1977’de 15 bin olduğu,
1980’de 45 bin, 1985’de 90 bin olacağı vurgulanmaktadır. En büyük sorun
konut eksikliğidir. Hayvan damından bozma evlerin kiraları 1.500 liraya
kadar çıkmıştır. İki-üç ayda yeni bir mahalle doğmaktadır. Planlamacılar
Aliağa’daki nüfus hareketini “gelişim, gelişim, sürekli gelişim” olarak de-
ğerlendirmektedirler. Röportajı yapan muhabire göre:
“Bu Amerika’da 19. yüzyılda altın ve petrole hücum gibi bir şey bu.
Rafineri'ye hücum, Petkim’e hücum. Bunların oluşturacağı yan sana-
yi kuruluşlarına hücum. İşçisi geliyor, teknisyeni geliyor, anlayacağınız
umudun peşine takılan geliyor. Tabii ki bu akının arkasından büyük çap-
ta bir mesken sorunu!”
Belediye Başkanı İrfan Onaran da bu konuda şu şekilde konuşur:
“1973 seçimlerine girerken beldenin sorunlarını yakından biliyorduk.
Tüm sorunları babamdan devralmıştım [daha önceki başkan İrfan
Onaran’ın babası Kazım Onaran] Aliağa’da en büyük sorun mesken
sıkıntısı idi. Bugünkü hızlı gelişme sürerse bu kasabada mesken soru-
nu uzun seneler sürecek. Şu anda Aliağa tam bir şantiye halinde. Her
sokakta plana uygun inşaat yapılıyor. 2-3 ayda bir mahalle geliyor bu-
rada. Mayıs ayında 5 bin işçi bekleniyor Aliağa’ya, bu işçiler Petkim’de
çalışacaklar, ama şimdiden bu işçilerin nerde iskân edileceği sorunu
düşündürüyor yönetimi…”

Mesken sorununun büyümesinde tedbir almadıkları, konut yapmadık-


ları için daha ziyade TPAO yetkilileri suçlanmaktadır. Rafineri çalışanları-
nın büyük bir kısmının Aliağa dışında, Manisa’da, Bergama’da, Dikili’de,
Karşıyaka’da, Çiğli’de ve Menemen’de oturduklarını, iki kişi için bazen bu-
ralara servis araçları kaldırıldığı, Aliağa’da konutlar yapılmış olsaydı bu
sorunun ortaya çıkmayacağı dile getirilmektedir.
Belediye Başkanı İrfan Onaran üç yıllık hizmetlerini röportaj sırasında
şöyle sıralar:
“Seçim bildirgemizde belediyeye bir hizmet binası kazandırma vaadimiz
vardı. Bunu gerçekleştirdik. Bu bina için şu ana kadar 5 milyonluk yatı-
rım yapıldı. 2.5 milyon ek yatırımla bitecek. Bina içinde geniş bir düğün
salonu, 44 dükkân var. Belediyeye yılda 800 bin lira gelir sağlayacak. Bu
bina nedeniyle büyük eleştiriye uğradık. Konut ve yol yapmamız önerildi.
Ancak o yatırımlar küçük gelirlerle yapılamaz. Alt yapı tesislerine büyük
önem veriyoruz. 1973 yılına kadar Aliağa’da 4 bin 105 m kanalizasyon
yapılmıştı. Biz üç yıllık dönemde 4 bin 836 m kanalizasyon yaptık. Maale-
sef bu kanalizasyon denize akıtılıyor. Ancak Aliağa’da deniz kirlenmesine
ne bizim kanalizasyon ne de rafineri sebep. Denizi kirletenler tankerler.
Bunlar tanklarının temizliğini körfezde yapınca kirleniyor deniz.

369
Aliağa’nın yeni bir garaja ihtiyacı vardı. Biz bu inşaata başladık ve 180 bin
lira harcadık. Garaj sahası için ödediğimiz kamulaştırma bedeli ise 980
bin lira. Şu anda büyük bir su sorunu yok, ancak Aliağa önümüzdeki yıllar
büyük bir nüfus patlamasına sahne olacak. 90 bin nüfus için su gerekli.
Ben babamdan devraldığım 900 tonluk su deposunun inşaatını bitirdim.
Görevi devraldığımda saniyede 18 litre su geliyordu. İkinci bir kuyu açtım.
48 litreye çıkardım suyu. Ancak şebeke çok eski ve devamlı patlaklar
oluyor. 1980 yılında Aliağa’nın saniyede 450 litre suya ihtiyacı olacak. Bu
suyu yeraltı kaynaklarından temin etmek olanaksız. Güzelsarı [Güzelhi-
sar olacak] barajından Petkim’e gidecek su hattı kasabanın ortasından
geçiyor. Aliağa’nın su probleminin kesin halli Aliağa’ya bu barajdan su
vermekle çözümlenir. Petkim bunu sağlamazsa su hattının Aliağa’dan
geçmesine izin vermeyiz.
Mesken sorununu belediye olarak çözemeyiz. Belediye 9 blok halinde
36 daire yaptırdı. Bu konutları kiraya verdik. Yılda 420 bin lira gelir sağ-
lıyoruz. Konut darlığı yüzünden Aliağa’ya öğretmen dayandıramıyoruz.
Damlar, evet, hayvan damları bozuluyor ev haline getiriliyor. Bunların
da kirası 1.500 lira.
İmar ve İskân Bakanlığı geniş bir gecekondu önleme bölgesi planla-
dı. Yaz sezonunda Aliağa’da dar gelirli vatandaşlara arsa verilecek. Bu
bölgede 20 bin nüfus yerleşecek. Petkim tesisleri de 30 bin nüfus ba-
rındıracak. Arsa verildi, buraya yedi bin konut yapılacak. Gerek Rafi-
neri gerek Petkim gerekse bu iki sanayinin geliştireceği yeni sanayiler
nedeniyle Aliağa patlama noktasına gelmiş durumda. Aliağa’nın büyük
bir organize sanayi bölgesine ihtiyaç var, ancak kasabamızın yerleşme
alanı çok dar. Bugün ismen orman, cismen orman olmayan geniş bir
sahaya Orman İdaresi el atmış durumda. Bu sahalar muhakkak iskâna
açılmalı ve belediyeye devredilmeli.
Aliağa’nın ilçe olması için İçişleri Bakanlığı’na müracaat ettik. Sorunu şah-
sen Başbakan’a da naklettim. Haklı buldular bizi. Vatandaş artık her işinin
kendi ayağında görülmesini istiyor ve birkaç yıl içinde nüfusu 90 bine vara-
cak Aliağa’nın ilçe olmasını engelleyecek bir durumu yok sanırım.”

İkinci röportaj bir gün sonra yayınlanır. Bu kez Aliağalı vatandaşlarla


ile onların sorunlarına ilişkin mülakatlar yapılmıştır. Onlara göre Aliağa’da
her malın en kalitelisi, ancak en pahalısı vardır. Rafineri'nin getirdiği ni-
metlerin, yüklediği külfetlerin başında pahalılık, arkasından da astronomik
kiralar gelmektedir. Vatandaş Bahri Karagöz, kira yönünden Aliağa’nın
Paris ile yarıştığı iddiasındadır. Ahırdan bozma bir evde oturmakta, bin
liranın üzerinde kira ödemektedir. Kasabada kömür sıkıntısı had safha-
dadır. Birisinin sıra numarası 1870’dir ve o yıl kömür alması imkânsızdır.
Diğer bir vatandaş Nafiz Tutum’a göre Aliağa Türkiye’nin en pahalı ka-
sabasıdır. Rafineri işçilerinin aldıkları ücret yüksek olduğu için pazarlık

370
yapmadan alış veriş yaptıklarından, dana etinin 55 lira olmasından, sebze
ve meyvenin çok pahalı olmasından yakınmaktadır.
Şoförler ve Otomobilciler Derneği Başkanı Osman Şirin’in eleştirileri
ise tümüyle belediyeye yöneliktir ve dertleri ise garaj sorunu, yolların bo-
zukluğudur. Ayrıca İzmir’e giden akaryakıt tankerlerin kazaya sebep olma-
ları ciddi yakınma nedenlerinden birisidir. Balıkçılar Derneği Başkanı Rüs-
tem Akçay ise barınakta akıntı olmadığı için ahşap teknelerin kurtlandığını
ve çürüdüğünü, barınağın bakımsızlıktan dolduğunu ileri sürmektedir.
Ticaretle ilgilenen Fahrettin Örnek ise şöyle demektedir:
“Bugün Aliağa’da büyük inşaat çalışmaları var. Belediye bu firmalarla
diyalog kurabilseydi, o kuruluşların dev makinalarıyla belediye birçok
hizmetleri bedava yaptırabilirdi. Aliağa’da şu anda korkunç arsa spe-
külasyonu var. Büyük mâli olanağı olan bir belde Aliağa. Belediyede
para bol, ancak hizmet vermeyi bilmiyorlar. Aliağa hala baykuş yuvası.
Belediye meclisi çok kifayetsiz, itici güç yok mecliste. Güçlü bir başkan
Aliağa’da çok iş yapar.”

Röportajda, sorunlar kadar Rafineri'den dolayı Aliağa Belediyesi’ne


ciddi bir gelir geldiği de vurgulanmaktadır:

Belge 31. Aliağa büyüyor, Aliağalı eziliyor


(Yeni Asır, 5 Şubat 1977)

371
“Sorunlar çok Aliağa’da. Ancak bu sorunlar kadar büyük bir gelir de akıyor
Aliağa Belediyesi’ne. Belediye’nin rafineriden aldığı İstihlak vergisi tutarı
yılda 5-6 milyon lira. Bu gelir önümüzdeki günlerde daha da artabilecek.
Şimdi bunun bunun büyük bir nimet olduğunu düşünenler çıkabilir. Ger-
çekten, bir kuruş yardım için 40 kez Ankara’ya giden Belediye Başkanla-
rının hayallerinde göremeyecekleri bir para bu. Ama rafineri ve Petkim’in
çok büyük külfetleri de var. Ve bu külfetleri sade vatandaş çekiyor.”

Aynı röportajda“Aliağa’nın kimliği” alt başlığıyla Belediye ile ilgili şu


bilgiler verilmektedir:

Nüfus 6 bin (1975 Nüfus sayımı sonuçları her ne


kadar 6 bin ise de şu anda Aliağa’nın nüfusu
15 bini buluyor.)
1977 Belediye Bütçesi 9 Milyon 123 bin lira
1977 İşletme Bütçesi 2 milyon 95 bin lira
Personel 23 Memur, 47 İşçi
Aliağa’nın kimliği

Ödenen aylık 300 bin lira


Belediyenin borcu 3 Milyon lira (İller Bankası'na)
TEK’e borç Yok
Sosyal Konut Yok
Minibüs Yok
Otobüs Yok
Belediyenin araçları 1 Çöp Kamyonu, 1 damperli inşaat kamyonu,
1 Pikap, 1 Vidanjör, 1 Arazöz, 1 Buz nakil
aracı, 1 Greyder, 1 Et kamyonu
1973 Seçimlerinde
adayların aldıkları oy İrfan Onaran (AP): 630
Osman Behzat Eren (CHP): 525

Davud ile Golyat


İki günlük röportajın sonunda yazıyı kaleme alan muhabir “Davut’la
Golyat ” başlığı altında bir özet yapar ve kendi gözlemlerini aktarır:
“Aliağa’da insanlar huzursuz, kimse gece sokağa çıkmak istemiyor. He-
men her gece patlamalar ya da ufak çaplı çatışmalar görülüyor Aliağa’da.
DİSK’in rafineri direnişinden sonra, aşırı sağ ile aşırı solun eylem alanı
olmuş Aliağa. Aşırı uçlar birbirlerinin gücünü deniyorlar bu şirin kasaba-
da. Bir taraftan komandolar bir yandan aşırı solun militanları Aliağa’da
tam bir gövde gösterisindeler. Bu militanlar yüzünden Aliağa’da asayişin
‘a’sından bile söz etmenin imkânı yok.
Mesken Genel Müdürlüğü’nün Türkiye’de Aliağa diye bir yer olduğunu
hatırlamasını istiyor Aliağalılar. Bunda da haksız değiller. Aliağa’daki

372
konut sorununu Mesken Genel Müdürlüğü dışında bir kuruluşun çöz-
mesine şimdilik olanak yok.
Gelişen Aliağa’nın bir sorunu da yerleşme alanının darlığı. Orman İdare-
si Aliağa’da makilikleri de orman arazisi içine katmış. Bu katı uygulama
nedeniyle daracık bir saha içinde kalmış Aliağa. Ormanla ilgisi olmayan
bu alanların en kısa zamanda belediyeye aktarılmaları, kanımızca arsa
sorununu ve yerleşim zorluklarını ortadan kaldıracaktır. Aliağa’nın bir
sorunu da rafineriye ham petrol getiren tankerlerin kaptanları işlenmiş
ürünü almadan önce tanklarını temizleme işlemini kıyıdan 5 mil açıkta
yapmaları gerekirken bu yasa hükmünü kulak arkası edip temizleme
işlemini körfezde gerçekleştiriyor olmaları. Tüm dünya Akdeniz’i kurtar-
mak için milyarlar harcarken Aliağa Rafinerisi’ne ham petrol getiren tan-
ker kaptanlarının bu vurdumduymazlıklara artık bir son vermek gerek.
Sorunlar dev gibi. Bunlarla baş etmek zorunda olanlar cüce kalıyor. Di-
yeceksiniz ki bu çağda cüsse değil akıl ve yetenektir önemli olan.. Doğ-
ru, dileriz Davut’la Golyat öyküsü Aliağa’da tekrarlanır.” 699

1970’lerin ikinci yarısında Aliağa’da politik atmosfer


Rafineri, 1976’da aralarında büyük bölümü Aliağalı olan iki yüzü aşkın
kişiyi işten çıkarmıştır. Bundan 1 yıl sonra ise 1977 yerel yönetim seçimleri
yapılacaktır. Salih Karadayı kendisi ile yapılan röportajda işten çıkarmala-
ra ilişki anılarını paylaşmaktadır:
“Bizler işten çıkarıldık. Bizi işten çıkardıktan sonra, bizim 750 kişiyle
çalıştırdığımız rafinerinin kadrosu 3.500 kişiye çıkarıldı. Dışarıdan geti-
rilen tecrübesiz işçilerle. Politika, bu kadar hoyratça kullanıldı o yıllarda.
Biz, işe dönme umudumuzu kaybetmiştik. İşe dönüşümüz ancak bir si-
yasi güçle olabilirdi. Dolayısıyla bizler bunun için Bülent (Ecevit) beye
oy vermek zorundaydık. Böyle hissettik. Eğer biz CHP’yi kazandırırsak,
solculuğuna, devrimciliğine, işçiden yana tavrına inandığımız CHP ile
işimizi tekrar kazanabilirdik. Bu düşünceler bizi motive etti. İşten çıkarı-
lan 226 kişinin en azından, belki daha fazlası Aliağa’da oturan kişilerdi
ve dinamik, hazır, heyecanlı bir kadroydu. Bu kadronun ateşlediği, mo-
tive ettiği Aliağa’nın gençleri, Aliağa halkı da bize katılınca [CHP] büyük
bir güç olduk. Salih Karadayı, Asım Öztürk, Temel Turan, Abdullah Er-
dal, Cihan Selen, Fahrettin Çetin, Mehmet Tilki, Hüseyin Gedik, Bayram
Bal, Mazlum Kahyaçoban, Galip Özçetin işten atılan ve 77 seçimlerinde
[CHP için] aktif çalışan isimlerden bazılarıydı. CHP’de şöyle bir atmos-
fer vardı; Bizler, gençler Ayhan Bayrak’ı istiyorduk. Ama ben Aliağa’da

699
Yeni Asır, 5 Şubat 1977.

373
bu işi yapabilecek isimler çıksın istedim. CHP Menemen ilçe yöneticisi
olarak Aliağa’yı temsil ediyordum yönetimde.
1973 genel seçimlerinden sonra CHP Menemen İlçe Örgütü yeniden
yapılandırıldı. 1973 seçimleri öncesi ilçe başkanı matbaacı Cevdet Yi-
ğitoğlu milletvekili adaylığı için istifa etmişti. 1974’ün sonlarına doğru
yeni bir ilçe yönetimi atandı. Yeni İl başkanı olan Sedat Akman’ın isteği
ve önerisiyle yönetime girdim. Yönetimde Aliağa’yı başkan vekili olarak
ben temsil ediyordum. İlçe başkanımız ise Güner Başaran olmuştu. O
dönemde Aliağa’da CHP’nin sadece Şemsettin Öztürk’ün temsil ettiği
Belde temsilciliği / sorumluluğu vardı. Salih Uçan, Ali Demirelli, İsmail
Şen de mahalle temsilcileri olarak CHP’nin anılan bilinen isimleriydi.
Daha önceki yıllarda ise [Bakkal] Nafiz Öz de çok etkin bir isimdi.” 700

Buna karşın Adalet Partisi (AP) ise son 5 yıldır kasabayı yöneten mev-
cut Belediye Başkanı İrfan Onaran’dan memnundu ve 1977 seçimlerinde
AP’nin adayı yine kendisiydi. AP, CHP’ye göre daha sakin ve kendine gü-
venen bir şekilde seçime giriyordu. AP’nin gençlik teşkilatı Hür-Genç ise
Aliağa’da yapılanmaya başlamıştı:
“1976-77 yıllarda, aynı dönemde Adalet Partisi tarafında gençlik ör-
gütlenmesi çabaları vardı. AP’nin gençlik teşkilatı Hürgenç Aliağa’da
faaliyete geçmişti. Fevzi Paşa Caddesi’ndeki İsmail Şirin’in kahvesi-
nin arkasında, Mehmet’in ve Hidayet’in kahvesinde toplanırlardı. O
dönemde, rafineri iskelesinin yapımını Yüksel İnşaat üstlenmişti. Yük-
sel İnşaat’ın sahibi Eskişehir’li Gün Sazak’tı. Yüksel İnşaat’ta AP gibi
sağ siyasi partilere mensup kişiler çalışıyordu. Bu çalışanlar, Aliağa’da
AP’nin gençlik teşkilatı Hür Genç’i kurup, teşkilatlandırmaya çalışıyor-
du. Bu gelişmeler zaman zaman sağ-sol gerginliğinin yaşanmasına
neden oluyordu. Bu gruplar işten çıktıktan sonra gece Aliağa’ya oto-
büslerle geliyordu. Bunlara, aynı siyasi anlayışa yakın diğer siyasi
gruplar da katılıyordu.” 701

Aliağaspor’un yönetiminde yeni bir nesil: Yerli-göçmen


ayrımı bitiyor
Özellikle Batı Anadolu’da 50’li yıllardan sonra doğanlar ve 60 ve 70’li
yıllarda büyüyenlerin bilmediği en önemli toplumsal sorunlardan birisini
de Balkan Savaşı (1910-1912), Birinci Dünya Savaşı (1914) ve 1924 yı-
lındaki mübadele anlaşması ile Balkanlardan gelen muhacirler ile bölge-
nin yerlileri arasında meydana gelen soğukluk oluşturmuştu. Bu eşyanın

700
Salih Karadayı ile röportaj, 27 Ocak 2017.
701
Ergin Düzkaya ile röportaj, 27 Ocak 2017.

374
tabiatına uygundu ve birçok nedeni vardı. Bu soğukluk ve mesafe kendini
her alanda göstermekteydi. Bu sorun kozmopolit büyük kentlerde daha
kolay aşıldı. Ancak kasabalarda 1950’li yıllara, Aliağa gibi Rumların terk
ettiği ve yerine muhacirlerin iskân edildiği, yerlilerin yerleştiği daha küçük
karma köylerde 1970’li yıllara dek sürdü. Aliağalı aydınlar da bu sorunun
aşılması için sporun birleştirici gücünden yararlandılar.
Aliağalı gençlerden Ergin Düzkaya anılarında bu sürece de değinmektedir:
“1972, Gençlik Kulübü adı altında Aliağaspor’un ilk resmi kuruluşunun
gerçekleştiği dönemdi. Ancak sonraki 3-4 yıl yerli-göçmen ayrımının de-
vam ettiği yıllardı ve kulüp bir türlü Aliağa’nın tamamında etkili olamıyor,
büyüyemiyordu.
Aliağa’da uzun yıllardır yerli-göçmen ayrılığı yaşanıyordu. 1977 seçim-
lerine giderken 1976’da Aliağalı gençler bu ayrımı bitirmek, Aliağa’yı
bütünleştirmek için harekete geçti. Aliağa’da futbolda çok aktif olan ve
o zamanlar gayrı resmi Aliağaspor’a can veren bazı isimler evlendi, ba-
zıları okumak için gitti, bazıları iş hayatına atıldı. 1974-75’den sonra
askerden gelenler, lise, üniversite okuyan genç kuşak Aliağaspor’u ye-
niden canlandırmak için harekete geçti.
Öğretmen İbrahim Kurt başkanlığında şöyle bir karar aldık; Bizim artık
yerli-göçmen kavgasını bitirmemiz lazım. Bunun için ne yapabiliriz diye
düşünmeye başladık. Aliağaspor’u göçmen mahallesi olarak bilinen Kur-
tuluş Mahallesi’ndeki Hidayet Ahmet’in kahvesine taşıyalım dedik. Yerli ve
göçmenlerin bulunduğu bir Aliağaspor yönetimi oluşturmaya karar verdik.

Resim 62. 1970’li yıllarda Aliağaspor’un maçları büyük ilgi görüyordu.


(Aliağa Belediye arşivi)

375
1976’da abilerimizin, büyüklerimizin de gayreti ve desteğiyle
Aliağaspor’da aralarında yerli ve göçmenlerin de bulunduğu genç bir
yönetim oluşturuldu. İbrahim Kurt başkanlığında, Hasan Tural, Ergin
Düzkaya, Kırmızı Ahmet (Şen), Mustafa Çocuklu, Ahmet Bilgin, İs-
mail Şen, Numan Özkan olarak yönetime girip Aliağaspor’u Hidayetin
Ahmet’in kahvesine taşıdık. Bu kahve, göçmen mahallesi olan Kurtu-
luş Mahallesi’nde bir göçmen kahvesiydi. Bundan sonra, yerli-göçmen
gerginliği ortadan kalktı. Bunda tabii sanayileşmenin getirdiği toplumsal
yapıdaki değişimlerin, toplumun dışa açılmak zorunda kalması da etkili
olmuştu. Yerli-göçmen ayrımının ortadan kalkmasına bir etken de ülke-
deki sağ-sol çatışmalarıydı. Aliağa halkı bu çatışmaların kasabada ya-
şanmaması için güçlü bir dayanışmaya girdi. Yaşanan süreç, Aliağa’da-
ki insanları birbirine yaklaştırdı. Aliağalılar, dışarıdan gelecek tehditlere
karşı yerli-göçmen ayrımına bakmadan dayanışma içine girdi.
Aliağa’da Kurtuluş Mahallesi’ndeki Bulgaristan göçmenleri, seçimlerde
tercih olarak yoğunlukla sağ partilere oy veriyorlardı. Önceleri Demok-
rat Parti’ye sonraları Adalet Partisi’ne oy veriyor, Aliağa’da yerel yönetim
seçimlerinde belirleyici oluyorlardı. Yerlilerin oturduğu Kültür Mahallesi
ise oy tercihini genellikle Halk Partisi’nden yana kullanıyordu.
Biz, yerli-göçmen kavgasını Aliağaspor’da kaynaşarak bitirmek isterken
aynı zamanda yaklaşmakta olan 1977 seçimlerini de dikkate alıyorduk.
Belediye Başkanlığı 1963 seçimlerinden itibaren Adalet Partili baba
Kazım Onaran’dan oğlu K. İrfan Onaran’a geçmişti. Aliağa’da sol oylar
artmalıydı ki CHP’nin kazanma şansı olsun.
O yıllarda biz bu ikiliği, ayrımı kırdık. Aliağaspor’u göçmen kahvesine taşı-
dık. Orada, kulüp yönetiminde olan göçmen arkadaşımız Mustafa Çocuk-
lu, daha sonra 77 seçimlerinde CHP’den meclis üyesi gösterildi. Ahmet
Şen gibi birçok göçmen arkadaşımız da büyük bir sorumlulukla Aliağa’nın
birliğini, bütünlüğünü sağlayacak bu sürece birebir katkı koydular.
Aliağaspor’un, Hidayetin Ahmet’in kahvesindeki yeri 4-5 yıl, 12 Eylül
1980 darbesine kadar Aliağa gençliğinin merkezi oldu. Aliağaspor’un tüm
çalışmaları da oradan yürütüldü. Kulüp binası iki katlı bir yerdi. Fevzipaşa
Caddesi’ndeki İsmail Şirin’in kahveden sağa dönünce 2. Sokak başında-
ki kahveydi. Binanın bodrum katında takım çalışmalarını yapar, malze-
melerini depolardı. Vaktimizin büyük bölümü burada geçerdi. Üst kat da
lokâl olarak kullanılırdı. Rafineri'den abilerimiz, Viking ve sanayi işçileri
de geliyordu. Öte yandan, 1976’da Rafineri’den atılanlarla birlikte DİSK
sanayi işçileri de Aliağaspor’un yan kahvesinde toplanır, günlük sorun-
larını konuşur, örgütlenme çalışmalarını yürütürdü. Temel Turan, Salih
Karadayı gibi isimler hep oradaydı. Onlarla ilişkilerimiz çok iyiydi.” 702

702
Ergin Düzkaya ile röportaj, 27 Ocak 2017.

376
Resim 63. Aliağa’nın fırtına gençleri Aliağaspor’da ter döküyor
Aliağaspor, 1960’lardan itibaren gençlere spor yapma olanağı sağladı. Aliağaspor’un
1970’lerde fırtına gibi esen efsane kadrosu. (Hikmet Sezen arşivi)

Resim 64. 1970’lerde Aliağaspor oyuncu ve yöneticileri birarada


(Ekrem Toker arşivi)

377
1977 Yerel Seçimleri’nde CHP’de aday belirleme süreci:
Ayhan Bayrak Belediye Başkan Adayı oluyor
1977 seçimleri öncesi CHP’de aday belirleme süreci başlamıştı.
Çıtak’ta öğretmenlik yapan Kazım Hoca, 1976’daki DGM Direnişi nede-
niyle rafineriden atılan Ayhan Bayrak, Ali Osman Bodur, Erol Onaran’ın
isimleri aday adayı olarak geçmekteydi. Ancak yapılan değerlendirmeler
ve görüşmelerle aday adayları Kazım Hoca ve Ayhan Bayrak’a indirgen-
mişti. Ancak özellikle genç çevrelerde Ayhan Bayrak ismi ön plandaydı.
Bunun üzerine CHP Menemen İlçe yönetiminde bulunan Salih Karadayı
ve arkadaşları Ankara’ya giderek adayın Ayhan Bayrak olması gerektiğini
söylerler. CHP İzmir İl ve genel Merkez de tercihini Ayhan Bayrak'tan yana
kullanınca CHP'nin Belediye başkan adayı belirlenmiş olur. Ayhan Bayrak
aktif ve sevilen bir kişiliktir. Salih Karadayı’ya göre;
“1972 yıllarında Aliağa Lisesi’nin yanına Kapalı Spor Salonu yapıldı.
Buna Rafineri’den Ayhan Bayrak’ın, Cemil Karaçorlu’nun büyük katkı-
ları oldu. O salonda uzun yıllar düğünler, sosyal etkinlikler oldu. Ayhan
Bayrak o dönemde çok seviliyordu. Aliağa'ya geldiği günden itibaren
CHP ile irtibatını hiç kesmedi. Gençlerle bağını hep geliştirdi. Faaliyet-
lerin içinde yeraldı.” 703
“Seçim çalışmaları başladı. CHP listelerini Aliağa’daki tüm toplum ke-
simlerini kapsayacak şekilde birleştirici bütünleştirici isimlerden oluştur-
duk. Yerliler, göçmenler, sanayi tesislerinde çalışan işçilerden oluştu lis-
te. Seçimleri açık ara kazandık. 11 meclis üyesinden 9’unu aldık. Remzi
Şen Viking’de işçi olarak çalışıyordu. DİSK adayı olarak meclis listesine
alındı. Eski futbolcu Yurdaer Öge, Rafineri işçisi Hüseyin Gedik, göç-
menlerden Mustafa Çocuklu, Veli Öztürk listemizdeydi. Güzel, heye-
canlı bir seçim olmuştu. CHP, 1952’de belediye kurulduğundan beri ilk
kez seçimle belediye başkanlığını kazandı. Çok geniş bir katılım vardı.
1977 seçimleri, Ecevit’in Türkiye genelinde rüzgâr estirdiği seçimlerdi.
Yeni görseller çıkmıştı. Ecevit, Aliağa’ya da gelmişti. Ecevit gelince Ali-
ağa yıkıldı. Büyük bir heyecan ve coşku vardı. 1977 seçimleriyle birlik-
te yerli-göçmen çekişmesi ve ayrımı tamamen bitti. CHP, göçmenlerin
büyük bölümünden oy almayı başardı. Eskiden göçmenlerin oy tercihi
farklıydı. Yerlilerle sorunları vardı. Biz hem Aliağaspor’u yeniden yapı-
landırıp tüm Aliağa’yı kapsayacak hale getirdik hem de seçim sürecini
geniş bir yelpazede yürütünce böyle bir birlik beraberlik geldi. Halk bü-
tünleşti. Sanayide çalışanlarla da bütünleşildi.
TV’ler yaygın değildi. Görsel kampanyalar yoktu. Adaylar kahve konuş-
maları yapardı. Bu seçimde CHP’nin şansı daha yüksekti. Eskiden, örne-

703
Salih Karadayı ile röportaj, 27 Ocak 2017.

378
ğin 73 seçimlerinde CHP’nin aday adayları göçmen mahallelerinde pek
rağbet görmezdi. Oy alamazdı. Ama 77 seçimlerinde çok farklı kesimler-
den insanlar oylarını CHP’ye verdi. Özellikle göçmen kadınlar çok koş-
turdu, çok çalıştılar. [Kurtuluş Mahallesi’nde] Namık Kemal Okulu'ndaki
sandıklardan büyük bir üstünlükle çıktık. Atatürk Okulu'ndaki sandıklarda
da açık ara üstündük. Yerli-göçmen ayrımının kalktığını seçim akşamı
sandıklar açıldığında görmüş olduk. Bundan da çok mutlu olduk.” 704

1977 Yerel Seçimleri: CHP, Ayhan Bayrak ile başkanlığı kazanıyor


1977 yerel seçimleri 11 Aralık 1977 Pazar günü yapılır. Bu seçimler,
1973 yerel seçimlerinde olduğu gibi ülke genelinde iktidar krizini çözmek
için genel seçim havasına dönüşür. Ülke düzeyindeki seçim kampanyala-
rında parti adaylarının konuşmaları daha çok terör, hayat pahalılığı, şiddet,
dış politika komünizm tehlikesi gibi sorunlar üzerine olurken; Aliağa’da ise
sanayileşme sürecinin yarattığı göç, işsizlik, işten çıkarmalar, konut sorunu,
sağ-sol gerginliği, altyapı eksiklikleri gibi hususlarda yoğunlaşmaktaydı.
Tüm ülkede olduğu gibi Aliağa’da da seçim Adalet Partisi (AP) ile Cum-
huriyet Halk Partisi (CHP) arasında geçer. Aliağa’da AP mevcut Belediye
Başkanı K. İrfan Onaran ile seçime girerken, CHP ise TÜPRAŞ’ta işten
çıkarılan Sanat Enstitüsü mezunu teknik ressam A. Ayhan Bayrak’ı aday
olarak belirlemiştir. Bayrak’ın adaylığını özellikle partili gençler ve 1976’da
Tüpraş’da işten çıkarılan işçiler istemektedir.
1977 seçimlerinde Aliağa’da kayıtlı 3.758 seçmenden 2.464’ü sandık
başına giderek oyunu kullanır ve 2.340 oy geçerli sayılır. Seçime katılım
yüzde 65.57 olarak gerçekleşmiştir. Seçimde AP adayı K. İrfan Onaran 973
oy (%40.58) alırken, CHP adayı A. Ayhan Bayrak ise 1.425 oy (%59,42)
oy almayı başararak Aliağa’nın yeni belediye başkanı olur. Aliağa böylece
yerel yönetimde yıllar sonra CHP iktidarıyla tanışmıştır.
16 kişilik Belediye Meclisi ise şu isimlerden oluşmuştur; A. Ayhan
Bayrak (CHP-Belediye Başkanı), Kahraman Cengiz (CHP), Hüseyin Ge-
dik (CHP), Recai Şengül (CHP), Mustafa Çocuklu (CHP), Yurdakul Öge
(CHP), Remzi Şen (CHP), Kadir Eren (CHP), Orhan Yalçın (CHP), Veli
Öztürk (CHP), Ali Sarı (AP), Ertuğrul Güner (AP), Vahit Bilgin (AP), İsmail
Destanoğlu (AP), Zeki Dönmez (AP), Nazmi Uzunoğlu (AP)705
704
Ergin Düzkaya ve Salih Karadayı ile röportaj, 27 Ocak 2017.
705
http://eski.yerelnet.org.tr/secimler/il_secim.php?ilid=35&yil=1977&bbb=2606.

379
Resim 65. 1977 seçimleri öncesi İrfan Onaran ve arkadaşları
(Ayhan Bayrak arşivi)

Resim 66. Belediye Başkanı Ayhan Bayrak ve arkadaşları


Ayhan Bayrak, 1977 seçimlerinde CHP’den Aliağa Belediye Başkanı seçildi ve askeri
darbenin yapıldığı 12 Eylül 1980 sabahına kadar görevde kaldı. (Ayhan Bayrak arşivi)

380
Seçilen yeni başkan Ayhan Bayrak, 1938 Erzincan Kemaliye doğum-
ludur. TPAO’da çalışırken 1960’ların ikinci yarısında rafineri kuruluşunda
görev yapmak üzere Aliağa’ya atanmıştır. Sporu, siyaseti sevmektedir. Eşi
Aysel Bayrak da öğretmendir. Kısa sürede Aliağa’da tanınırlar ve sevilirler.
1968 ve 1973 yerel seçimlerinde iki kez üst üste CHP’den Belediye Meclis
üyesi seçilmiştir. Aliağa’ya geldikten 10 yıl sonra da belediye başkanı se-
çilme başarısını göstermiştir. Ayhan Bayrak belediye başkanı seçilmesini
şu şekilde anlatmaktadır:
“Kazım Onaran’ın son döneminde ve İrfan Onaran döneminde belediye
meclis üyeliği yapmıştım. Aliağa’da 8 sene meclis üyeliği yaptım. Aliağa
Gençlik Spor Kulübü’nün kurulması yönünde de bir takım çalışmalarım
oldu. Eşim de burada öğretmen olunca Aliağa’da yaşayanların hemen
hepsi beni tanımaya başladı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nden belediye
başkanlığına adaylığımı koymaya karar verdim. Kazım hoca isminde bir
arkadaş daha vardı. O da CHP’den aday olmak istiyordu. Kendisi öğ-
retmendi. Hitabet gücü olan birisiydi. Onun yanında kendimi biraz daha
pasif görüyordum. DİSK’teki gençler daha ziyade onu istiyordu. Ama
partili gençler ve Genel Merkez de beni istiyordu. O zamanlar İzmir İl
Başkanı Sedat Akman’dı. Yine İzmir’den Akın Simav en iyi arkadaşımdı.
Onlar benim aday olmamı istediler. Beni önerdiler. 25 Aralık 1977’de
mazbatamı alarak Aliağa Belediye Başkanı oldum.”

Ayhan Bayrak, belediye başkanı seçildiğinde Belediye ve çarşıda gör-


düğü manzarayı da şöyle özetlemektedir;
“Belediyede 42-48 tane personel vardı. İş makinası filan yoktu. Sadece
eski askeriyeden bozma bi araç vardı. Bir tane de itfaiye arabası vardı. O
zamanki Belediye şimdiki belediyenin hemen önündeydi. Ahşap bir binay-
dı. Alt katını Gençlik kulübü yapmıştık. Yan tarafında dükkânlar vardı. Bak-
kal İzzet Kurt vardı. Rahmi [Özgen] Aygaz vardı. Selim Altuntaşoğlu’nun bir
yeri vardı. Mustafa Saka’nın bakkal dükkânı vardı. Hemen köşede Kasap
Dodi’nin yeri vardı. Onun hemen üst katını Gençlik Lokali yapmıştım.” 706

Rafineri’de sıvı gaz (FCC) üretimi başlıyor


Aliağa Rafinerisi’nde FCC ünitelerinin deneme çalışmaları olumlu so-
nuç verir. Bölge Müdürü Güngör Karaoğuz iki kısımdan oluşan yeni ünite-
nin ilk bölümünün [likit gaz üreten kısım] 15 gün sonra devreye gireceğini,
daha sonra süper benzin üreten bölümün tam kapasite ile çalıştırılacağını
bildirir ve şunları ekler:
“Halen rafinerimizde günde 250 ton likit gaz üretilmektedir. 15 gün son-
ra yeni tesislerimizin faaliyete geçmesi ile birlikte 350 ton daha ilave

706
Ayhan Bayrak ile röportaj, 14 Ekim 2015.

381
olunarak 600 ton üretim yapılacaktır. Bu da bölgenin tüm ihtiyaçlarına
cevap verebilecek durumdadır”. Güngör Karaoğuz rafineride işlerin nor-
mal olarak yürüdüğünü, göreve başladıklarından beri tek bir işçinin dahi
işine son verilmediğini ve yeni işçi alınmadığını, rafineride çalışan 1.600
işçi ile yakında bir toplu sözleşme imzalanacağını söyler707.

Yaklaşık 20 gün sonra basına yeni bir demeç veren Güngör Karaoğuz
FCC ünitesinin tam kapasite ile devreye girmesi ile halen 70 bin ton olan
likit gaz üretiminin 200 bin tona ulaşacağını söyler. Türkiye’de likit gaz üre-
timinin 520 bin ton olduğunu söyleyen Karaoğuz yılda yaklaşık 240 bin ton
likit gaz ithal edildiğini, tesislerin hizmete girmesiyle likit gaz ithalatında
yüzde 60 tasarruf edileceğini, yılda 530 bin ton olan benzin üretiminin ise
210 bin ton artarak 740 bin tona ulaşacağını müjdeler. Ülkemizde sadece
Aliağa Rafinerisi’nde madeni yağ üretildiğini kaydeden Bölge Müdürüne
göre yıllık kapasitesi 220 bin tona ulaşan üretim ülke ihtiyacının tümünü
karşılayacak seviyededir708.
FCC tesislerinde deneme çalışmalarının ağustos ayında da sürdüğü,
henüz normal üretime geçilmediği anlaşılmaktadır.709

Ham petrol sıkıntısı Rafineri’deki üretimi etkiliyor


Turizm mevsiminin gelişiyle benzin tüketiminin artışı ve aynı anda ham
petrol sevkiyatının gecikmesi haziran ve temmuz aylarında sıkıntı yarat-
mıştır. İlgililer tüketimdeki artışın temmuz-ağustos aylarında yüzde 30’a
ulaştığını, ancak İran’dan 90 bin ton ham petrol geldiğini, eldeki stokun
158 bin tona çıktığını belirtirerek Ege Bölgesi'nde benzin sıkıntısı yaşan-
mayacağını ileri sürerler. Öte yandan Mersin’deki Ataş Rafinerisi’nde Pet-
rol İş Sendikası’nın grevinin sürmesi ve herhangi bir anlaşmaya ulaşılma-
ması nedeniyle Doğu Anadolu’da akaryakıt sıkıntısı baş göstermiştir710.

Belediye Başkanına saldırı ve Aliağa’da protesto yürüyüşü


İlerici Gençlik Derneği’nin Aliağa Belediye Başkanı Ayhan Bayrak ve
Aliağa halkına yapılan saldırıyı kınama amacıyla düzenlediği yürüyüş
olaysız bir şekilde sonuçlanır. Bir süre önce otobüs rekabeti sonucu şir-
ket sahipleriyle belediye başkanı arasında çıkan olaylar Ayhan Bayrak’ın
yaralanmasına, otobüs şirketi sahibinin de tutuklanmasına yol açmıştır.
707
Ege Ekspres, 9 Mayıs 1978.
708
Adı geçen gazete, 27 Mayıs 1978.
709
Adı geçen gazete, 2 Ağustos 1978.
710
Adı geçen gazete, 27 Mayıs 1978; 15 Haziran 1978; 2 Ağustos 1978.

382
Olay, Aliağa’da sıkıntılı günlerin yaşanmasına neden olur. Olayı protesto
etmek isteyen Devrimci gruba bağlı oldukları ileri sürülen gençlerin yü-
rüyüşüne ilçe halkından da katılanlar olur. Yürüyüş, kınanan ulaşım şir-
ketinin yazıhanesi önünden başlatılarak Cumhuriyet alanında son bulur.
Yürüyüş sırasında geniş güvenlik önlemleri alınır711.
Aradan iki ay geçmesine rağmen saldırının etkileri halen devam
eder. Belediye başkanının yaralanması ve otobüs şirketi sahibinin tu-
tuklanmasından sonra yeniden kaynaşmalar başlamıştır. Otobüs iş-
letmesinin taşıma ücretlerini 5 liraya kadar indirmesi ve belediyenin
otobüslerin kasabanın içine girmesini yasaklaması gerginliğin giderek
artmasına yol açar.
Öncelikle iş rekabetinden doğan daha sonra gelişerek siyasi parti
sürtüşmesi haline gelen olaylar tırmanır. Belediye Meclisi’nin aldığı bir
kararla otobüs işletmesinin yazıhaneleri buldozerle yıkılır. Bunu yasa
dışı bir eylem olarak niteleyen başka bir grup CHP Genel Başkanı ve
Başbakan Bülent Ecevit’e başvurarak “Olayları siyasi kavgaya dönüştür-
mek ve kan akıtmak isteyenler var. Partinizin adını kullanarak bunlara ön
ayak olanları engelleyiniz” diye girişimde bulunurlar712.
Aradan 6 ay geçmesine karşın otobüs işletmesi sahibi ve Adalet Par-
tisi Belediye Meclis Üyesi Ertuğrul Güner’e saldırılar sürmektedir. Bu kez
firmaya ait bir otobüs Karşıyaka Aksoy Mahallesi’nde kimliği belirsiz kişiler
tarafından yakılmak istenir. Firma sahibi Güner gazeteye verdiği demeçte
olayı şu şekilde yorumlar:
“Bir süreden beri Aliağa Belediyesi otobüs işletmesi, Hakiki Koç ve Aran
otobüs şirketleri ile aramızda rekabet var. Aliağa’ya 10 liradan yolcu ta-
şıdığımız için bizi bu hattan çıkarmak ve devre dışı bırakmak istiyorlar.
Tek suçum Adalet Partili Belediye Meclisi üyesi olmam. Otobüslerimize
bu kişiler tarafından zarar verilmemesi için muavinlerimiz devamlı nöbet
tutuyorlar. Dün akşam muavinin izinli olmasından yararlanan art niyetli
kimseler benzin ve fueloil karıştırarak arabanın etrafına dökmüşler ve
daha sonra hazırladıkları sopalarla tutuşturmuşlar. Yanmaya başlayan
arabayı mahalle sakinleri ve itfaiye söndürmüş.” 713

oplumsal gerginliklere neden olan bu tatsız olaylar bir süre sonra


T
gündemden düşer, gerginlikler azalır. Aliağalılar yine günlük yaşamın ko-
şuşturmasına döner, ekonomik sorunlarıyla başbaşa kalırlar.

711
Ege Ekspres, 7 Ağustos 1978.
712
Ege Ekspres, 11 Eylül 1978.
713
Yeni Asır, 21 Mayıs 1979.

383
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Deniz Baykal Aliağa’da
Aliağa Rafinerisi’nde inşa edilen FCC likit gaz ünitesini hizmete açmak
üzere tesise gelen Deniz Baykal gazetelere verdiği demeçte “Türkiye’nin
petrol ikmal politikasının belirsizlikten ve güvensizlikten kurtarıldığını,
uzun dönem anlaşmalarla ve uygun ödeme koşullarıyla sağlam bir çözü-
me bağlandığını” söyler714. Rafineriyi bir baskı ve terör merkezi olmaktan
çıkardıklarını, herkesin özgürce çalışabildiği bir kuruluş haline getirdikleri-
ni, bu demokratik dönüşüm sürecinde rafinerinin işleyişinde bir kesintinin
ortaya çıkmamış olmasının memnuniyet verici olduğunu sözlerine ekler.
Yetkililerin verdiği bilgiye göre yeni tesis yılda 300 bin ton yüksek ok-
tanlı benzin, 140 bin ton LPG sıvı petrol gazı, 105 bin ton hafif gaz yağı, 25
bin ton yakıt gazı üretilecektir. Burada elde edilecek hafif gaz yağı fueloilin
akışkanlığının ayarlanmasında kullanılacaktır. Böylece fueloil hazırlan-
ması için motorin kullanılmayacaktır. Bu ünitenin çalışması ile Türkiye’nin
halen ithal etmekte olan LPG yüzde 60 oranında azalacaktır. Ülkenin LPG
tüketimi yılda 760 bin ton, yerli üretim ise 550 bin tondur. Bu tesisle yerli
LPG üretimi 660 bin tona çıkacaktır.
Proje için 440 milyon lira harcanmış, ünite ile aynı miktar ham petrolden
daha değerli hafif petrol ürünleri de elde edileceğinden piyasa değeri ile yıl-
da yaklaşık 10 milyon dolar (250 milyon lira) döviz tasarrufu sağlanacaktır.

İşten atılan işçiler Baykal’ın arabasının önünü kesiyorlar


MC Hükümeti döneminde Aliağa Rafinerisi’nde Devlet Güvenlik
Mahkemeleri’nin kuruluşunu protesto amacıyla direnişe katıldıkları gerek-
çesiyle işlerine son verilen çok sayıda işçi, aileleri ile birlikte rafineride FCC
ünitesini hizmete açan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Deniz Baykal ile
görüşmek ister ancak Rafineri'ye alınmazlar. Bakan ayrılırken yolunu ke-
serek görüşmeyi başarırlar. İki yılı aşkın süredir aileleri ile birlikte büyük
zorlukların içinde yaşamlarını sürdürdüklerini öne süren işçiler yeniden işe
alınmalarını ister. İşçilerle rafineri yolu üzerinde uzun süre görüşen Deniz
Baykal ise işe alınmaları için emir vermesinin yeterli olmadığını söyler. An-
cak işçilerin yeniden işe alınmaları için girişimde bulunacağını söyleyerek
işi İzmir Valisi Necdet Calp’a havale ile işçilere veda eder.
Daha sonra Türk Haberler Ajansı (THA) muhabirine açıklama yapan
işçi temsilcisi, Deniz Baykal’ın göreve başladığı ilk gün rafineriye gele-
rek işten atılan işçilerin yeniden alınmaları için söz verdiğini hatırlatır ve
Baykal’ın oyalama taktiği uyguladığını, söz verdiği tarihten itibaren 7 ay
geçtiğini ve hiçbir girişimde bulunmadığını ileri sürer715.
714
Ege Ekspres, 30 Ağustos 1978.
715
Ege Ekspres, 31 Ağustos 1978.

384
Yeni Foçalılar Ege kıyılarını kirletenleri mahkemeye vermeye kararlı
Aliağa’nın gündeminde artık sıklıkla çevre kirliliği sorunu vardır. Bölge
halkında çevre bilinci, çevre kirlendikçe yükselmektedir. Yeni Foça Bele-
diye Başkanı Kemal Çetin “Aliağa Rafinerisi’ne petrol getiren tankerler ile
hurda gemi parçalayan firmalar ve sanayi kuruluşlarının denizi ve kıyıları
kirletmelerini ve yetkililerin de bu duruma göz yummalarını” gazeteye ver-
diği bir demeçle şikâyet eder; ayrıca bölgenin turizm potansiyelinin sana-
yiden daha fazla gelir getireceğini ileri sürer716.

Ham petrol yokluğu Ege Bölgesi’ni de etkiliyor


Şubat ayının başında ham petrol yokluğu nedeniyle Mersin Ataş
Rafinerisi’nde üretim durur. Ülkenin her tarafından tankerler Aliağa
Rafinerisi’ne doğru akmaya başlar. TPAO yetkilileri Pazartesi gününden
itibaren rafinerilere ham madde geleceğini belirtirken akaryakıt istasyon-
ları önlerinde kuyruklar giderek uzar. Aliağa Rafinesi’nin önünde bekleyen
tanker sayısı 700’e ulaşır717. Konya’dan ocak ayı ortasında İzmir’e gelen
tanker sürücüsü Celal Çetin 12 tonluk aracına ancak 9 Şubat’ta sadece 3
ton mazot alabilmiştir718. Rafineri'ye ham petrol ancak 10 Şubat’ta ulaşır.
Libya’dan gelen bir tanker o gün sabaha kadar 80 bin ton ham petrolü
boşaltır. Rafineri Bölge Müdürü Güngör Karaoğuz ünitelerin tam kapasite
ile çalıştığını, Ege Bölgesi'nde akaryakıt sıkıntısının azalacağını açıklar719.
Buna karşın akaryakıt sırası bekleyen sekiz yüzden çok tanker sürücüsü
haksızlığa uğradıkları gerekçesiyle direnişe geçerler720.
Mersin’deki Ataş Rafinerisi’ne 18 Şubat’ta 85 bin ton ham petrol gelince
Aliağa Rafinerisi’nden Ege Bölgesi'nin dışında 1 hafta süreyle kimseye akar-
yakıt verilmeyeceğini, bölgenin ihtiyacının karşılanmasından sonra bu tedbi-
rin kaldırılacağı açıklanır.721 Yılın ortasında basına da yansıyan akaryakıtın
İzmir’de karneye bağlanacağı dedikoduları yetkililer tarafından yalanlanır. 12
Haziran’da Rafineriden dağıtılan günlük motorin miktarı 15 bin tona çıkarı-
lır.722 Bir hafta sonra İzmir Vali Yardımcısı Hüseyin Aydemir şöyle açıklar:
“Rafineri İzmir’e çok yakındır. Aldığımız önlemler şimdilik yeterlidir.
Akaryakıtın karneye bağlanması için bir çalışma söz konusu değildir.” 723

716
Yeni Asır, 14 Ocak 1979.
717
Adı geçen gazete, 4 Şubat 1979.
718
Adı geçen gazete, 9 Şubat 1979.
719
Adı geçen gazete, 10 Şubat 1979.
720
Adı geçen gazete, 13 Şubat 1979.
721
Adı geçen gazete, 18 Şubat 1979.
722
Adı geçen gazete, 12 Haziran 1979.
723
Adı geçen gazete, 20 Haziran 1979.

385
Türkiye’de ilk kez Aliağa Rafinerisi’nde parafin-wax üretiliyor
Türkiye’nin parafin-wax ihtiyacı olan yılda 15 bin tonun tamamı yurt
dışından döviz ödeyerek karşılanırken Aliağa Rafinerisi deneme üreti-
minden başarılı sonuç alınca parafin üretimine de geçer. Bölge Müdürü
Güngör Karaoğuz ham petrolün asfalt kesiminden elde edilen parafinin
mum, yağlı kâğıt, kibrit ve benzer sanayi dallarında kullanıldığını açıklar.
Artık ihtiyacın tümü rafineriden karşılanacaktır724. 3 Nisan’da ise ilk üretim
törenle müşterilere satılır725.

Ege Gübre’den feryatlar yükseliyor


1974 yılında yapımına başlanan ve 1977 yılında üretime geçen Ege
Gübre fabrikası sıkıntılı günler yaşamaktadır. Ege Gübre Sanayi A.Ş'nin
Genel kurulunda bir konuşma yapan Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Ya-
şar, Ege Gübre’nin kapanma noktasında geldiğini açıklar. Gerekçe, Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlı Türkiye Zirai Kurumu’nun tek alı-
cı olması ve alış fiyatını düşük belirlemiş olmasıdır. Gübre üretiminin kârlı
olabilmesi için alış fiyatının ton başına 6.400 lira olmasına karşın kurum
5.700 liradan alış yapmaktadır. Ton başına 700 lira zarar eden şirket zor du-
rumdadır. 1978 yılı sonunda Ege Gübre’nin devletten 60 milyon lira alacağı
vardır. Genel kurulda hazır bulunan ortaklar tek alıcı olan devletin istenilen
kârı sağlayacak fiyat vermemesi durumunda yönetim kuruluna mal teslimi,
üretimi durdurma ve fabrikayı kapatma yetkisi verilmesini kararlaştırırlar726.
Temmuz ayının sonuna gelindiğinde gübre sanayinin sorunlarının
çözülmemiş olduğu Selçuk Yaşar’ın demeçlerinden anlaşılmaktadır.
Daha önceki şikâyetlerini bu demecinde de tekrarlayan Selçuk Yaşar
Zirai Donatım Kurumu’ndan alacaklarının 250 milyon liraya yükseldiğini
ve bu nedenle mart ayında yapılan genel kurulda alınan karara uygun
olarak fabrikayı durdurmaktan başka çareleri kalmadığını söyler. Selçuk
Yaşar’a göre:
“Bir yandan halk sektörü ile halk yatırımlarına ve temel endüstri yatırım-
larına öncelik verileceği belirtilirken bir yandan 2.500’ü yurt dışındaki iş-
çilerimizden oluşan 6.500 ortaklı bir gübre fabrikasının tahrip edilmesini
anlayamıyorum. Markın değeri 5 lira iken her bin liralık hisse senedi için
200 mark gönderen işçilerimizin elindeki hisselerin değeri 40 Mark’a düş-
müştür. Bu işçilerden Türkiye’ye yatırım yapmaları nasıl beklenebilir?” 727

724
Yeni Asır, 24 Mart 1979.
725
Yeni Asır, 3 Nisan 1979.
726
Yeni Asır, 1 Nisan 1979; 2 Nisan 1979.
727
Yeni Asır, 13 Temmuz 1979.

386
İzmir Demir Çelik’te uzun hadde tesisleri yatırım müjdesi
İzmir Demir Çelik Sanayi AŞ tarafından Aliağa’daki tesislerinde
2 milyar liraya mal olacak uzun hadde tesisleri için Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı’ndan Teşvik Belgesi alınır. Söz konusu yatırımın tamamlanması
1981 yılında gerçekleşecektir. Tesisler 1982 yılında yüzde 50, 1983 yılında
yüzde 75 kapasite ile çalışması planlanmaktadır. Tesislerin 1984 yılından
itibaren tam kapasite ile 300 bin ton uzun hadde üretecektir. Bakanlık 2
milyarlık tesislerin finansman ihtiyacının karşılanması için 400 milyon liralık
gümrük bağışıklığı sağlayacak, yatırım sırasında ise kullanılması öngörülen
750 milyonluk öz sermayeye yüzde 30 oranında indirim uygulayacaktır728.

Sonuca ulaşmamış bir girişim: Anadolu Demir Çelik AŞ Aliağa’da


Anadolu Demir Çelik şirketi Aliağa'da uzun hadde üretecek bir fabrika
kurmak üzere hazırlanmaktadır. 2.8 milyar liraya çıkacağı hesaplanan te-
sislerde yılda 320 bin ton uzun hadde ürün elde edilecektir. Tam kapasiteye
1985 yılında ulaşacak tesisler 1983 yılında 160 bin tonluk üretimle işletme-
ye açılacaktır. Edinilen bilgiye göre 1983-1985 yıllarında Türkiye’nin yıllık
gereksiniminin yüzde 12’sini karşılayacaktır. Anadolu Demir Çelik Sanayi
4.8 milyarlık yatırımın 1.4 milyar lirasını öz kaynaklarından kullanacaktır729.
Söz konusu şirketin girişimi sonuçlandırmadığı, haberin kasıtlı olarak
yine aynı dönemlerde uzun hadde üretimine hazırlanan İzmir Demir Çelik
AŞ’nin girişimine karşı bir atak olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu yatı-
rımdan şirketin iç sorunları nedeniyle vazgeçilmiş olabileceği de bir olası-
lık olarak göz önünde tutulmalıdır.

Rafineri’de üretim ve yönetim bunalımı


29 Ekim’deki “Tüpgaz üretimi durduruldu” başlıklı bir haber şöyledir:
“Aliağa Rafinerisi gaz dolum tesislerinin kurban bayramı öncesi ve ke-
sin bir zorunluluk yokken durdurularak bakıma alındığı, bu nedenle de
başta İzmir olmak üzere bölgenin öteki kentlerinde tüp gaz sıkıntısının
artacağı iddia edildi…” 730

Bir hafta sonra hem Ataş hem de Aliağa Rafinerileri’nde üretimin dur-
duğu haberleri tekrar görülmeye başlar. Bu kez TPAO Genel Müdürü
bizzat yıllık bakım nedeniyle rafinerilerde yıllık bakım nedeniyle üretime
ara verildiğini gaz ve akaryakıt sıkıntısı çekilmemesi için tüm önlemlerin
728
Yeni Asır, 21 Haziran 1979.
729
Adı geçen gazete, 13 Ekim 1979.
730
Adı geçen gazete, 29 Ekim 1979.

387
alındığını bildirir731. Birkaç gün sonra asıl bomba patlar. Aliağa Rafinerisi
Bölge Müdürü Güngör Karaoğuz ve yardımcısı Fehmi Ergin görevlerinden
istifa ederler ve istifa dilekçelerinde Süleyman Demirel hükümeti ile çalı-
şamayacaklarını bildirirler. Bölge Müdürlüğü’ne teleks emri ile Rafineri'nin
muhasebe müdürü Ertuğrul Üçel vekâleten atanır732. 10 Aralık’tan itiba-
ren tüm rafineriler yeniden tam kapasite ile çalışmaya başlar. Buna karşın
Başbakan Demirel ülkede bir akaryakıt darlığının varlığını kabul eder. Ver-
diği demeçte ise yine kendine özgü ünlü sözlerinden birini söyler:
“Türkiye akaryakıt darlığını aştığı anda birçok şeyi de beraberinde aşa-
caktır.” Demirel akaryakıt darboğazını aşmak için çareler arandığını
söyleyerek sözlerine devam eder: “250 milyon dolar akaryakıt parası
lazım olduğunu hükümete başladığım gün söyledim. Çare arıyoruz, şu
ana kadar 850 bin ton ham petrol temin edildi. 250 bin ton daha temin
edilirse ayın ihtiyacı temin edilmiş olacak.” 733

İki gün sonra Aliağa Rafinerisi’nden müjde gelir. En geç bir hafta içinde
İzmir ve Ege Bölgesi'nde fueloil ve motorin sıkıntısının büyük oranda or-
tadan kalkacağı bildirilir. Rafineri yöneticileri halen tam kapasite ile çalış-
makta olan tüm ünitelerin durmasının söz konusu olmadığını, Pazar günü
85 bin tonluk yeni bir parti ham petrolün geleceğini açıklarlar734.

12 Eylül ve Aliağa’daki etkileri: Ayhan Bayrak görevden alınıyor


ve atanmış belediye başkanları dönemi
12 Eylül’de Silahlı Kuvvetler'in darbe ile ülkenin yönetimine el koyma-
sı ile Aliağa’da yeni bir dönem başlar. Askeri darbelerin yapısı gereği 12
Eylül’de de sendika ve parti faaliyetleri yasaklanır. CHP’li belediye başkanı
Ayhan Bayrak görevden alınır. Askeri yetkililer bir önceki belediye başkanı
İrfan Onaran’a yeniden belediye başkanı olması için baskı yaparlar ancak
kabul ettiremezler. Bu konuda bir önceki seçimde [1977] kazanan ve kay-
beden belediye başkanlarının anıları o dönemde ne sıkıntılar çekildiğini an-
lamak açısından önemlidir. Belediye Başkanı Ayhan Bayrak o günleri şöyle
anlatmaktadır:
“Saat sabah 6.30’du. Kapı çalındı. Belediye lojmanında kalıyordum. Bak-
tım askerler. ‘Seni emniyete götüreceğiz’ dediler. ‘Sorun nedir’ dedim.
‘İfadene başvuracağız’ dediler. Öğrendim ki 212. Piyade Alay Komutanı
Binbaşı Mahmut Öz Aliağa Sıkıyönetim Komutanı olmuş. Bana ‘artık sen

731
Yeni Asır, 7 Kasım 1979.
732
Yeni Asır, 29 Kasım 1979.
733
Yeni Asır, 19 Aralık 1979.
734
Yeni Asır, 21 Aralık 1979.

388
belediye başkanı değilsin’ dedi. Ayrıca orada banka müdürleri Petkim,
TÜPRAŞ müdürleri ve başkaları da vardı. Bana ‘belediyeye git beni bek-
le’ dedi. Çok uzun bir süre bekledim ve en sonunda geldi. Gelir gelmez
makamımda oturmamam gerektiğini söyleyerek ‘kalk oradan, anahtarları
bana ver’ dedi, mühürleri de aldı üstüne bir de küfür etti. Ben de ‘ne oldu,
ben ne yaptım’ dedim. O da; ‘Darbe oldu seni görevden aldım. Sabah,
öğle, akşam benim yanıma gelip imza atacaksın, hatta boş kaldığın za-
manlarda da sık sık yanıma uğrayıp imza atacaksın. Aliağa dışına ke-
sinlikle çıkmayacaksın’ dedi. Bu arada akşam olmuştu, komutan ne evi
aramama izin verdi ne de çay içmeme müsaade etti. Sanıyorum komuta-
nın psikolojisi de bozuktu. Kıbrıs harekâtına katılmış. Askerde bile ismiyle
değil lakabıyla  ‘mezarcı’ olarak tanınırmış. Sonra sözüm ona komutan
hakkımda araştırma yapmış. Evimde bir kitap bulmuş; ‘Vay seni gidi ko-
münist seni’ dedi. Sonra da cezaevinde kalan bir mahkûm boncuktan bir
şeyler üretmiş bana göndermiş, üzerinde de ‘kaç lira uygun görürsen ver’
diye bir not vardı. Komutan bu kez de ‘Bak teröristlerle işbirliği yapıyor-
sun, yaktım çıranı, senin suçun çok büyük’ suçlamasına maruz kaldım. 
Stabilize ocak açmıştım. Oradan bana suç isnat ettiler ve bana ceza çıktı.
Ocağın olduğu yere cezaevi yaptılar ve içerde yattım.” 735

1973-77 döneminde Aliağa Belediye Başkanlığı yapan ve 77’de başkan-


lığı Ayhan Bayrak’a devreden K.İrfan Onaran da o günlerin tanığıdır. Asker-
ler, seçilmiş belediye başkanı Ayhan Bayrak’a görevden el çektirdikten son-
ra atayabilecekleri başkan arayışına girerler. Akıllarına, bir önceki Belediye
Başkanı K.İrfan Onaran gelir. Devamını İrfan Onaran’dan aktaralım:
“Binbaşı [Aliağa Sıkıyönetim Komutanı Mahmut Öz] adam arıyor, so-
ruyor. Sonra birisi bizim eski belediye başkanı var. Ondan başka bu işi
yapacak kimse yok, demiş. Beni çağırdılar. ‘sayın komutanım, ben bu
işi alamam’ dedim. ‘Ben o arkadaşla [Ayhan Bayrak] yarışa girdim. O
kazandı, ben kaybettim. Şimdi onu silah zoruyla alaşağı ettiniz. Ben gi-
dip o koltuğa oturamam. İnsanım ben, gidip hakkım olmayan şeyi kabul
edemem. Yapamam’ dedim.
‘Ben gidip paşaya söyleyeceğim. Ege Sıkıyönetim Ordu komutanına’
dedi. Gitmiş söylemiş, 2 gün sonra geldi yanıma. Arabayla aldı beni,
paşa beni bekliyormuş. Gece İzmir’e gittik. Paşaya çıktık. Paşa da aynı
şekilde ‘kabul et’ dedi. ‘Ben emekli subay, astsubay bulacağım, ben bu-
luncaya kadar sen 7-8 ay yap’ dedi. ‘Neden kabul etmiyorsun’ dedi. ‘Ko-
mutanım yarıştık, o kazandı ben kaybettim. O koltuğa ben oturamam,
onur sahibiyim’ dedim. ‘Bunu kabul edeceksin’ dedi. Sabaha kadar ko-
nuştuk. Sabah oldu, bindik arabaya geldik Aliağa’ya. Hiç eve gelmeden

735
Ayhan Bayrak ile röportaj, 14 Ekim 2015.

389
beni belediyeye götürdüler. Ya ne yapacağız burada dedim. Binbaşı ‘gel
yahu, oraya gideceksin bundan sonra’ dedi. Gittik belediyeye, bekçi açtı
kapıyı. Oturduk koltuğa. Mesai daha başlamadı. Personel başladı gel-
meye. Kapıdan girenler görüyor, aaa, aaa İrfan Amca gelmiş koltuğa
oturmuş. Başladılar bağırmaya. Binbaşı gitti ben kaldım. Resmi olarak
görev verildi bana. Paşanın imzasıyla görevlendirdiler. Bütün yetkilerini
kullanacaksın dedi. Çok geçmeden bir emekli Binbaşı geldi, Gültekin
Eren. Ona teslim ettim görevi.” 736

İrfan Onaran görevi kabul etmeyince belediye başkanı olarak Silahlı


Kuvvetler’den emekli Binbaşı Gültekin Eren atanır. Kendisi bir yıldan faz-
la bu görevi sürdürür ve istifa eder. Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı
Orgeneral Süreyya Yüksel Aliağa’yı ziyaretinde kendisini karşılayanlar
ve kentin sorunlarına ilişkin sunum yapanlar arasındadır. Sunum sırasın-
da ilçedeki tek sorunlarının su olduğunu söyler.“Borular hazır. Suyumuzu
Güzelhisar Barajı veya Menemen’den getirtmeyi düşünüyoruz ” diye bilgi
verir. Ayrıca Aliağa halk plajının adını belediye plajı olarak değiştirdikle-
rini, belediye binasının arkasındaki arsaya turistik otel, restoran ve bir
sıhhi banyo yaptırmayı planladıklarını açıklar. “Bu arada deniz kirliliğini
önlemek amacıyla şimdilik sadece gemilere ceza yazmakla yetiniyoruz”
şeklinde konuşur737.
Aliağa Belediye Başkanı Gültekin Eren, Aliağa limanını kirletenlerle
yoğun bir mücadeleye giriştiklerini belirterek, “Aliağa limanının ikinci
bir İzmir körfezi haline getirilmesine asla izin vermeyeceğiz. Limana
artık boşaltan tankerlere iki milyon liraya kadar ceza yazacağız” diye
konuşur.
Nüfusu 30 binin üzerine çıkan Aliağa’nın gün geçtikçe geliştiğine dik-
kati çeken Belediye Başkanı Eren, şöyle konuşur:
“Alt yapının yetersiz oluşu en büyük sorunumuz. Bu amaçla yeni fo-
septik çukurları açıp, limanın kirletilmemesi yolunda yoğun bir çalışma
içine girdik. Aliağa Limanı’nın bir pislik yuvası haline gelmesine izin ver-
meyeceğiz. Limanı kirleten, yağ artıklarını limana boşaltan tankerler ile
amansız bir mücadeleye girişmiş bulunuyoruz. Limanı kirleten gemilere
500 bin liradan iki milyon liraya kadar ceza kesilecektir. Bu cezanın ön-
leyici rol oynayacağına körfezi kirletenler için caydırıcı özellik taşıyaca-
ğına inanıyorum.” 738

736
K. İrfan Onaran ile röportaj, 16 Ekim 2015.
737
Hürriyet, 25 Mayıs 1981.
738
Hürriyet, 27 Aralık 1981.

390
Resim 67. 1980’ler… Sıkıntılı zor yıllar
12 Eylül askeri darbesinin ardından Türkiye’nin heryeri gibi Aliağa’da da çok sıkıntılı
günler yaşanır. Ancak yaşam yavaş yavaş da olsa normale dönmektedir. Belediye
önünde bir törende Nahiye Müdürü Tevfik Gözlükçü, Belediye Başkanı emekli binbaşı
Gültekin Eren ve Aliağa sıkıyönetim komutanı binbaşı Mahmut Öz protokolde birlikte
görülüyor. (Tevfik Gözlükçü arşivi)

Olasılıkla 1982 yılının ortalarında görevi bırakan Gültekin Eren’in ye-


rine Aliağa Belediye Başkanlığı’na Erdoğan Oytun atanır. Yeni belediye
başkanına ilişkin gazeteci Mehmet Atıcı’nın imzasını taşıyan ilk haber 13
Ağustos 1982 tarihinde Hürriyet gazetesinde çıkmıştır:
“Rafineri tesislerinin kurularak çalışmaya başlamasından sonra büyük
bir gelişme gösteren ve 8 ay önce ilçe haline getirilen Aliağa’da mo-
dern bir kent olma girişimleri sürdürülüyor. 1980 sayımına göre 11 bin
100 dolayında nüfusun yaşadığı ilçede nüfus yoğunluğunun her geçen
gün artması sonucu belde hizmetlerinin de genişletilmesi gerektiğini,
bu nedenle yeni yerleşim alanları ve hizmet birimleri inşa edilmesi için
projelendirme çalışmalarına başlandığını” bildiren Belediye Başkanı Er-
doğan Oytun, 3 mahalle halinde olan ilçe merkezinde üç bin civarında
konut ve 500’e yakın işyeri olduğunu söyledi.
Çevrede yeni yeni sanayi işkolları ve işletmelerinin inşa edilmekte oldu-
ğunu, bunun yanı sıra buralarda çalışacak işçiler için sosyal konutların
yapıldığını belirten Belediye Başkanı Erdoğan Oytun ilçedeki sanayi te-
sislerinde çalışan 10 bin dolayında işçinin ise Aliağa dışından gelmek
zorunda kaldığını, bunun nedeninin ise yeterli konut olmamasından
kaynaklandığını sözlerine ekledi.

391
Resim 68. 12 Eylül’ün ardından Kenan Evren Aliağa’da.
12 Eylül askeri darbesinin ardından Devlet Başkanı Kenan Evren, 1981 yılında Aliağa’ya
gelerek Petkim’i ziyaret etti. 1985 yılında ise bu kez hayırsever Mehmet Saka tarafından
yaptırılan Mehmet Saka İlkokulu'nun açılışı için Aliağa’dadır. (İrfan Onaran arşivi)

Belediye Başkanı Erdoğan Oytun, belediye plajları arkasında bulunan 125


dönüm azmak’ın ıslah edilerek 250 konutluk bir site yapılacağını, bu sitenin
tamamen ilçe turizminin etkinliğini artırıcı amaçla kullanılacağını bildirdi.
İlçemiz tam anlamıyla bir sanayi beldesi olmuş, turizm hizmetlerine eği-
linememiştir. Biz bu site ile turizm alanındaki hareketi ilçeye getireceğiz”
diyen Erdoğan Oytun, ayrıca çevredeki bataklıkların da ilaçlandığını
ve Aliağa’nın yeni yerleşim bölgeleri ile konutlardan oluşacak biçimde
planlandığını açıkladı.” 739

Bu dönemde Aliağa Belediyesi’nin faaliyetlerine ilişkin ikinci haber


yine Hürriyet’in Aliağa muhabiri Mehmet Atıcı’nın kaleminden çıkar:

“Aliağa Belediyesi ile İller Bankası'nın ortaklaşa yaptırdıkları yeni içme


suyu şebeke döşeme çalışmaları sürüyor. Belediye yetkilileri bugüne
dek 400 metreküplük su deposunun bitirildiğini, ayrıca projeye göre 21
bin 287 m çeşitli çaplarda boru döşendiğini açıkladı. İlgililer geriye kalan
14 bin 256 m uzunluğundaki boru döşeme çalışmalarının da devam
ettiğini söyledi. Öte yandan mevcut kuyulardaki suyun daha fazla çeki-
lebilmesi için belediye tarafından satın alınan 250 kw’lik trafonun monte
edildiği de bildirildi. Bu yılın sonunda Aliağa’nın içme suyu sorunu tama-
men ortadan kalkacak” denildi.740

739
Hürriyet, 13 Ağustos 1982.
740
Hürriyet, 16 Eylül 1982.

392
Bu arada Aliağa’da yeni yollar açılması, onarımı ve asfaltlanmasıyla
ilgili çalışmaları hızlandırmak amacıyla belediye bir dozer satın alır. Buna
ilişkin haberde Belediye Başkanı Erdoğan Oytun son iki ay içinde 8 yeni
yol açıldığını, 7 yolun tamir edildiğini bildirir ve devam eder:
“Ayvalık’tan 4,5 milyon liraya satın aldığımız yeni dozer ile çalışmala-
rımızı çabuklaştıracağız. Aliağa gelişen bir ilçedir, bu gelişmede yollar
büyük önem taşır. Biz de öncelikle yol yapımına ağırlık verdik.”

Aliağa’nın temizliğine de büyük özen gösterildiğini ve bu konuda halkın


büyük yardım ve desteğine ihtiyaçları olduğunu söyleyen Erdoğan Oytun,“pırıl
pırıl bir Aliağa için elden gelen gayret gösterilmektedir.” şeklinde konuşur741.
Başkan Erdoğan Oytun ilçede bir temizlik kampanyasını belediyenin
temizlik araçlarını yenileyerek başlatır. Aliağa’nın kısa süre içinde pırıl pırıl
bir ilçe olacağını belirterek bu konuda halkın büyük yardımına ihtiyaçları
olduğunu açıklar. Belediye temizlik araçlarının eskimesi üzerine 2 milyon
sarfı ile 2 adet otomatik çöp toplama makinesi ile 60 adet çöp kutusu satın
alındığını sözlerine ekleyen Başkan Oytun, isteklerini sıralar;
“Belediye işçileri hergün çöp toplamakta, bu arada ilçenin cadde ve so-
kakları süpürülmektedir. Ancak sadece işçilerin temizliği ile sonuca gidil-
mesi mümkün değildir. Bu konuda halkımız da bize yardımcı olmalı cadde
ve sokakları kirletmemeye özen göstermelidir.” 742

Ayrıca başkan, Aliağa’nın ilçe olması için büyük çaba harcayan bazı
kuruluşların temsilcilerini ödüllendirir. Bu kuruluşların, Aliağa’nın ilçe ol-
masından sonra da yardım ve hizmetlerini Belediye’den esirgemediklerini
söyler ve “Bu kuruluşları ve temsilcilerini her zaman minnetle anacağız”
diyerek şükranlarını belirtir.
Belediye’de düzenlenen törende Belediye Başkanı Erdoğan Oy-
tun, Aliağa Rafinerisi Sivil Savunma Amiri emekli Kurmay Albay Kemal
Hızlı’ya, Rafineri Bölge Müdürü Özkan Menteş’e, Aliağa Kaymakamı Ay-
dın Güçlü’ye, Petkim Grup Başkanı Suat Kızılışık’a ve Rafineri Bölge Mü-
dür Muavini Doğan Göksaltık’a Üstün Hizmet Belgesi takdim eder743.
Aliağa Belediye Başkanı Erdoğan Oytun kentin içinden geçen E-24
Kara yolu üzerindeki kaçak yapılan ve ruhsatı bulunmayan 10 işyerinin
yıkımı için encümende karar alındığını açıklar. Ayrıca kent içindeki 18
dükkânın da kaçak yapıldığının belirlendiğini belirten Oytun, söz konusu
işyerlerinin mühürlendiğini söyler.
741
Hürriyet, 13 Ekim 1982.
742
Hürriyet, 28 Ekim 1982.
743
Hürriyet, 10 Ocak 1983.

393
İzmir-Çanakkale Kara yolu üzerinde Bakanlıkça uygulanan yeni imar
planını uygulayacaklarını ve bu konuda çalışmaların başlatıldığını açıkla-
yan Oytun, şöyle açıklar:
“Bu alan içinde kalan 16 işyeri önümüzdeki günlerde yıkılmaya başlana-
cak, işleri sahiplerinin mağdur olacaklarını biliyoruz. Bu konuda rahatla-
tıcı önlemler almaya ve dükkân sahiplerine başka bir işyeri göstermeye
çalışıyoruz.”

Danışma Meclisi’ne gelen imar affının Aliağa’daki düzensiz kentleş-


meyi körükleyeceğini belirten Aliağa Belediye Başkanı'na göre:
“Aliağa’ya İzmir ve Çanakkale yönünden girişi yeniden düzenliyoruz.
İmar affının çıkacağına güvenerek diledikleri yere inşaat yapan kişilerle
mücadele edeceğiz. Yıkım kararı alınan iş yerleri ile mühürlenen inşaatlar
hakkında yasal hakkımızı kullanacağız. Aliağa’da bir Diyarbakır faciası-
nın yaşanmasına asla müsaade edemeyiz. Yanlış uygulanan ve projeleri
iptal edilerek mühürlenen inşaatlar için af söz konusu olamaz.” 744

Aliağa çevresinin sanayi tesisleri yüzünden kirlenen havasını temizlemek


amacı ile yöreye 20 bin çam fidanı dikilir. Plaj çevresi, sahil bandı, yol kenar-
larının ağaçlandırdığını belirten Başkan Erdoğan Oytun, amaçlarının sanayi
tesisleri nedeni ile büyük oranda kirlenen havayı temizlemek olduğunu söyler.
Ağaçlandırılan kesimlerde 14,5 m genişliğinde 500 m uzunluğunda
gidiş ve geliş yaya yolu yapılacağını belirten Belediye Başkanı Erdoğan
Oytun bu yolu sahil kesimine bağlayacaklarını, Ege sahillerinde sanayi
beldesi olmasına rağmen özellikle Manisa ve Menemenlilerin akın ettiği
Aliağa’da yapılan ağaçlandırma çalışmalarının kentin görünümünü tama-
men değiştireceğini ileri sürer745.
Erdoğan Oytun’un döneminde, büyük boyutlara ulaşan konut sorunu-
nu bir ölçüde çözümleyebilmek için Belediye mülkiyetindeki 350 bin m2’lik
alan konut yapılmak üzere Türkiye Emlak Kredi Bankası’na teklif edilir.
Başkana göre 1975 yılında 30 bin nüfusa göre hazırlanan imar planı yakın
gelecekte yetersiz kalacaktır:
“Eldeki mevcut raporlara göre 1990’lı yıllarda 300 bin nüfusun yaşa-
yacağı hesaplanan Aliağa’nın yeni imar planıyla ilgili tekliflerimizi İmar
İskân Bakanlığı ile İller Bankasına bildirdik.”

Erdoğan Oytun, merkezde halen imar plânındaki yerleşim bölgelerinde


mevcut bir kısım parsellerde, inşaat yapılabilmesi için yeni düzenlemelerin
gerçekleştirilmesi gerektiği ancak imar planı çalışmalarımızda ve imar planı
tatbikatında güçlükler mevcut olduğu düşüncesindedir:
744
Hürriyet, 17 Ocak 1983.
745
Hürriyet, 12 Mart 1983.

394
“Bunlar Türkiye Petrolleri Anonim Şirketinin emniyet sahası, İmar İskân
Bakanlığı’nın gecekondu önleme bölgesi, Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü’nün
kamulaştırmaları, Orman bölgeleri ve Devlet Demir Yolları ile Karayollarıdır.”

Aliağa Belediye Başkanı Oytun yeni imar plânı hazırlanırken konut so-
rununun çözüme kavuşabilmesi için ormanlık vasfını kaybetmiş bulunan
sahaların, 1975 yılı tasdikli imar planında gösterilen küçük sanayi, santral
garaj ve hal kesimindeki arazilerin Gecekondu Önleme Bölgesi'nden çıkar-
tılarak belediyeye acilen devredilmesi gerektiğini de vurgulamaktadır746.

Makine Kimya Endüstrisi Kurumu'nun vasıflı çelik yatırımı


yılan hikayesine dönüyor
1965 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nın kararları çerçevesinde
Türkiye’nin bir vasıflı çelik fabrikası ihtiyacı olduğu belirlenmiş ve 20 mil-
yar liralık bir yatırım için Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’na görev ve-
rilmiştir. Bununla birlikte 1965 ile 1976 yılları arasındaki 11 yıllık dönem
içinde bu yatırımla ilgili ilgili çalışmalar bakanlıklar arasındaki yazışmalar-
dan öte gidemez. 1976 yılında eyleme geçilir, önce yer tespiti yapılır. O
dönemde Foça ilçesine bağlı Çakmaklı ile Horozgediği köyleri arasındaki
Gencelli mevkisinde 2 milyon m2’lik bir alan kamulaştırılır. Arazinin çevresi
tel örgülerle çevrilir. Ancak fabrikanın temelleri atılmadan lojmanlar ve bir
trafo merkezi inşa edilir. 3 yıl boyunca Ankara’dan ekipler gelir giderler.
Temelinin atılması sürekli ertelenen fabrikanın şantiyesinde müdür dâhil
11 personel görev yapar. Arazilerin kamulaştırma bedelleri uzun bir süre
ödenmediği gibi köylüler hem arazilerini ekip biçemezler hem de her yıl
arazi vergilerini düzenli olarak ödemek zorunda kalırlar. Gazete haberi-
ne göre bu fabrikanın proje ve yapımından dönemin Sanayi ve Teknoloji
Bakanı Nuri Bayar’ın haberi yoktur. Fabrikanın yapımını özel sektörün en-
gellediği bazı yetkililer tarafından ileri sürülür. Tam o sırada mâli olarak zor
durumda olan Asil Çelik’in devlet tarafından satın alınması gündemdedir.
Üretime geçtiği takdirde 1.500 kişiye iş imkânı sağlayacak olan vasıflı çelik
fabrikası için her yıl bakanlık bütçesinden tahsisat ayrılmaktadır. Bununla
birlikte hızlı bir çalışma için yılda 500 milyon lira ayrılması gerekirken 30
milyon lira gibi tatmin edici olmayan bir meblağ gönderilmektedir747.
Horozgediği köylüleri Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’nun arazilerini
yok pahasına kamulaştırdığından şikâyet ederler. Temelinin ne zaman atı-
lacağı belli olmayan fabrika için 90 dönüm arazisi 1 metrekaresi 1 liradan
kamulaştırılan Horozgediği köyünden Orhan Turan şöyle demektedir:
746
Hürriyet, 12 Nisan 1983.
747
Yeni Asır, 23 Haziran 1980.

395
“Benim toprağım elimden gitmiş mühim değil, yeter ki fabrika inşasına
bir an önce başlasınlar. Bizim için tek teselli ileride çocuklarımızın bu
fabrikada iş sahibi olmalarıdır. Fakat bu gidişle bizim çocuklarımız değil
onların çocukları bile bu fabrikada çalışamayacak, çünkü büyüklerimi-
zin bu fabrikayı bitirmeye niyeti yok.” 748

Bu olumsuz iki haber üzerine vasıflı çelik fabrikasının müdürü Tuncay


Akman gazetelere yatırıma ilişkin yeni açıklamalarda bulunur. MKE kuru-
munun 28 milyarlık yatırım atılımı yapılmaktadır. Ocak ayında Sovyetler
Birliği ile yapılacak ikili anlaşmayla yüksek vasıflı çelik fabrikası yeniden
ele alınacak ve ihale kesinleşecektir. İhale tarihinden itibaren 30 ayda ta-
mamlanacak fabrika için Tuncay Akman şu bilgiyi verir:
“1977 yılında proje maliyeti 9.5 milyar lira olarak tespit edilen fabrikanın
1980 rakamları yaklaşık 20 milyar liradır. Fabrika tamamlandıktan sonra
tesislerde 1.600 kişiye istihdam olanağı sağlanacaktır. Fabrikanın yıllık
net katma değeri ise 10.5 milyar lira olacaktır.”

Fabrika arazisinin kamulaştırma bedellerinin tümüyle ödendiğini belir-


ten Akman daha sonra şöyle devam eder:
“40 bin m2’lik açık arazi üzerinde kurulacak tesislerin ilk bölümünde çe-
likhane, haddehane, ısıl işlemler ve son işlemler bölümleri bulunacak-
tır. Üreteceğimiz mamuller ıslah ve semetasyon çeliği, kaliteli cıvata ve
somun çelikleri, tel halat, yaylık tel ve levha, kaynak elektrolik çeliği ve
petrol boruları yapımında kullanılan kütük ve blum çeşitleridir. İthal edi-
len ön gerilimli çelikler de üretilecektir.”

Hammadde ise Nemrut Körfezi’nde kurulan ve çalışmalarına başlayan


gemi söküm tesislerinden elde edilecektir749.
Olumlu yönde ve henüz görevde olan yöneticileri tarafından hazırlan-
dığı anlaşılan, umut veren bu açıklamalardan birkaç ay sonra bu kez eski
proje müdürü Nahit Uytun “Devletin 150 milyon lirası yok olacak” gerekçe-
siyle dönemin Devlet Başkanı Kenan Evren’e bir rapor ile başvurur. Nahit
Uytun’a göre, israfa karşı çıktığı ve görevini kötüye kullandığı gerekçe-
siyle hakkında dava açılmış ve işinden olmuştur. Yapılmaya çalışılan ve
milyarlara varan yanlış uygulamaları şu şekilde anlatmaktadır:
“Her şeyden önce yaklaşık 5 yıldır her türlü alt yapısı ve müdüriyet bina-
larının inşaatları biten fabrika sahasının yerini değiştirmeye çalışıyorlar.
Bu 250 milyon liralık yatırımın 150 milyonunun boşa gitmesi demektir.
Şimdiye kadar bütün işlemler 1977 yılında yapılan TEKAR etüd raporuna
göre uygulanmış ve çevre yolları bile fabrikanın ana mamul maddesinin

748
Öykünün ayrıntıları için bkz: Yeni Asır, 24 Haziran 1980.
749
Yeni Asır, 26 Kasım 1980.

396
çıkış yerine göre yapılmıştır. Şimdi fabrika sahasının ters yüz edilmesi ile
yaklaşık 5 yıllık emekler boşa gidecektir”.

Nahit Uytun, Devlet Planlama Teşkilatı raporlarına göre 1981 yılı baş-
larında üretime geçmesi hesaplanan fakat bugüne kadar temelleri bile
atılmayan fabrika üzerinde oynanan oyunları devlet başkanına yazdığı
mektupta şöyle anlatmaktadır:
“MKEK vasıflı çelik fabrikası tesisleri sahası çevredeki liman tesislerinden
istifade esasıyla 1976 yılından beri alt yapısı yapılan yerde seçilmiş ve
boşaltma limanı olarak 500 m mesafedeki Metaş limanı göz önünde bulun-
durularak çevre yolları inşa edilmiştir. Şimdi bütün bu yapılanlar yok farz
edilip Çakmaklı köyü yakınlarındaki arazi kamulaştırma yoluna gidip yeni
liman inşaatları gibi devlete yaklaşık 2 milyar liraya varacak bir israf yük-
lenmeye çalışılmaktadır. Proje Müdürlüğüm sırasında zor da olsa önlenen
bu siparişler bugünlerde yeniden sahneye konmuş ve MKEK adına görevli
bir ekip arazi takdir çalışmalarını bitirmiştir.”

Daha sonra master planını Amerikan menşeli U.S. Steel firmasının ha-
zırladığı proje için Ruslarla ortak teknoloji yoluna gidildiğine dikkati çeken
Nahit Uytun, direksiyonu Amerikan firmalarında olan bir projeye Sovyetler
Birliği’nin teknolojisini niçin ve nasıl vereceğini sormaktadır. 1.5 milyarlık bir
projenin adam sendecilikle 30 milyar liraya çıktığını ve dış kredi ile anahtar
teslimi bir fabrika üzerinde durulduğunu ve yıllardır bunu engellemeye ça-
lıştığını yazan Nahit Uytun:
“Artık ülkemiz teknolojisi anahtar teslimi fabrika dönemlerini geride bı-
rakmıştır. Fabrika için lüzumlu bir takım ekipmanları, yurdumuzda yapı-
mı mümkün iken hala dış kredi ile anahtar teslimi ihale yollarının aran-
ması düşündürücüdür.” 750

Söz konusu fabrikanın varlığı da yokluğu da sorun olmaya devam etmek-


tedir. Uzun bir süre de basının peşinde olacağı açıkça görülmektedir. Örne-
ğin, birkaç ay sonra durum daha ilginç bir hal alacaktır. “Bu toprağa milyonlar
gömüldü ” başlıklı bir gazete haberinde ortada olmayan fabrikanın plajının ve
sosyal tesislerinin tamamlanmış olması tepki çeker. Fabrika Müdürü Tuncay
Akman sosyal tesislerin yapımına ilişkin harcamaların genel müdürlükten
çıktığını ileri sürer. Buna karşın MKE Genel Müdürü Akın Çakmakçı “Bizim
bildiğimiz bir harcama yok. Orada misafirhane yapın ve döşeyin diye bir emir
buradan çıkmadı. Kimseye harcama yetkisi vermedim.” der. Bu gelişmeden
sonra MKE Teftiş Kurulu Başkanı Erol Yeşilada İzmir’e gelerek fabrikada ya-
pıldığı iddia edilen usulsüz harcamalarla ilgili soruşturma başlatır751.
750
Yeni Asır, 8 Mart 1981.
751
Yeni Asır, 19 Temmuz 1981.

397
Soruşturma 3 ay sonra tamamlanır ve olmayan fabrikanın yöneticileri gö-
revden alınır. İlk olarak fabrikanın idari işler müdürlüğü iptal edilir ve bu görevi
sürdüren müdür, Aliağa MKE Gemi Söküm tesislerine tayin edilir. Yıllardır
fabrikanın müdür ve müdür yardımcılıklarını yapanlar Ankara’ya çekilir752.
Bununla birlikte hemen hemen aynı tarihlerdeki bir haber MKE
Kurumu’nun Aliağa’da kurulacak vasıflı çelik fabrikasından vazgeçmediği-
ni göstermektedir. Yetkililer fabrika için 3 firmadan teklif geldiğini ve kredi
tekliflerinin bir komisyon tarafından incelendiğini, incelemelerin tamam-
lanmasından sonra konunun sonuçlandırılacağını belirtir753.
Aynı günlerde Fuar’daki Sovyetler Birliği Pavyonu Müdürü Yuri Pan-
yuşkin Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ticari anlaşmalara ilişkin ge-
lişmeler hakkında konuşurken Sovyetler Birliği’nin Aliağa’da 300 bin ton
kapasiteli yüksek gerilimli bir çelik fabrikası kuracağını açıklar. Tesisin
yapımına gelecek yıl (1982) başlanacak, çalışmalar dört yıl sürecek ve
fabrika 200 milyon dolara mal olacaktır754.

Rafineri’de yangın
1980 senesinin 10 Kasım günü Rafineri'de çıkan yangın bölgede kor-
ku yaratmıştır. Yangın Rafineri'nin ham petrol ünitesinin içindeki sıvı petrol
gazı ünitesinin fırınında çıkar. 15.45’deki yangın ihbarı yapıldıktan sonra
Menemen, Aliağa, Karşıyaka, Çiğli ve İzmir itfaiyeleri ile birlikte askeri bir-
likler olaya müdahale eder. 100 Ünite adı verilen bölüme çok yakın olan
süper benzin dolu tanklara yangının sıçramaması için büyük çaba sarf
edilir. Yangın saat 18.00’de söndürülür. Bu arada 30 görevli ile 5 itfaiye
eri yaralanır ve İzmir Belediyesi’ne ait bir itfaiye aracı devrilir. Rafineri Böl-
ge Müdürü Özkan Menteş yanan ünitenin devre dışı bırakılması suretiyle
üretime devam edildiğini açıklar755.
Ertesi gün doğal olarak yangına ilişkin adli soruşturma açılır. Olaya el ko-
yan Menemen Savcısı Nazım Karaaslan yangın çıkan ünitede görevli teknik
personel ile işçilerin kimliklerini tespit ettirir ve bir bilirkişi heyeti oluşturarak
yangının çıkış nedenlerini araştırmaya başlar. Bölge Müdürü Özkan Menteş
yangında bir sabotaj ihtimalinin asla söz konusu olamayacağını açıklar:
“Çıkan bir fırın yangınıdır. Teknik bir eleman olarak şu kadarını söyleyebi-
lirim. Fırın yangınlarında iki neden aranır. Birincisi tüp patlar, ikinci ihtimal
ise delinir, sızıntıdan tutuşma olur. Başka bir ihtimal söz konusu olamaz.” 756

752
Yeni Asır, 3 Ekim 1981.
753
Adı geçen gazete, 8 Ekim 1981.
754
Adı geçen gazete, 13 Eylül 1981.
755
Adı geçen gazete, 11 Kasım 1980.
756
Adı geçen gazete, 12 Kasım 1980.

398
15 gün süren savcılık soruşturması sonunda yangında sabotaj ihtimali
bulunmaz. Savcı Nazım Karaaslan ham petrol ünitesinde çıkan yangına
ilişkin bilirkişi raporunun incelendiğini ve sabotaja ilişkin herhangi bir kanı-
ta rastlanmadığını belirtir757.

İzmir-Aliağa elektrikli tren ve demiryolu projesi gündemde


Devlet Demir Yolları İşletmesi, sanayi bölgesi olan Aliağa’yı Menemen
üzerinden İzmir’e bağlayacak çift hatlı ve elektrikli tren ve demiryolu proje-
sini 1980 yılının sonlarında tamamlar. Aliağa ilçesine kadar uzanacak elekt-
rikli trenin geçeceği güzergâhın kamulaştırma çalışmaları sürerken arazi
üzerinde kamulaştırılacak 408 adet parsel için toplam 90 milyon lira ayrılır.
Gediz Çayı üzerindeki demiryolu köprüsünün yapımı için ayrıca 48 milyon
lira harcanacağı hesaplanır. Elektrikli çift hat demiryolunun kamulaştırma
çalışmalarının tamamlanmasından sonra 3 yıl içinde hizmete girmesi ön-
görülmektedir758.
Aradan yaklaşık 7 yıl geçer. TCDD yetkilileri İzmir-Menemen-Aliağa
ve Manisa üçgeni arasında kalan alandaki yapılaşmaları ve tüm sanayi
yatırımlarını göz önüne aldıklarını, elektrikli tren ve çift hat çalışmalarına
1988 yılında başlayacaklarını açıklar. Yetkililerden alınan bilgiye göre ilk
elektrikli tren Basmane-Menemen arasında çalışacaktır. Yapılan açıkla-
mada alt yapı çalışmaları DLH Genel Müdürlüğü tarafından sürdürülmek-
te olan İzmir-Aliağa arasındaki demiryolu hattının çift hata çıkarılacağı ve
ilk elektrikli trenin de bu hatta çalıştırılacağı belirtilir. Devlet Demir Yolları
yetkilileri projenin yaklaşık 2.5 milyar liraya mal olacağını açıklar759.

Ege Gübre fabrikası tam kapasite ile çalışıyor


Yaklaşık 1 yıl önce devletin gübre alım politikası karşısında üretimini
durdurmaya karar veren Ege Gübre fabrikası tam kapasite ile çalışmakta-
dır. Türkiye’nin bu yıl gübre sıkıntısı çekmeyeceği, içinde Ege Gübre’nin
de bulunduğu üç gübre fabrikasının iyileştirilmesi için Dünya Bankası ta-
rafından 110 milyar lira kredi açıldığı bildirilir. Ege Gübre Genel Müdürü
Kenan Günaydın 6.400 ortaklı kuruluşun 565’e varan kapasite ile üreti-
me devam ettiğini ve bu yıl Türkiye’de gübre sıkıntısının çekilmeyeceği-
ni söyler. Günaydın, ham maddenin zamanında temini, paranın aralıksız
ödenmesi ve üretimin hemen tüketiciye dağıtılması sayesinde Türkiye’nin
gübre sorununun çözüldüğünü, Tarım Bakanı Fatih Özbek’in konu ile ya-
kından ilgilendiğini söyleyerek sözlerine şu şekilde devam eder:
757
Yeni Asır, 2 Aralık 1980.
758
Adı geçen gazete, 2 Aralık 1980.
759
Adı geçen gazete, 8 Kasım 1987.

399
“Geçen yıl aynı dönemde üretimimiz 30 bin tondu. %110 bir artış ger-
çekleştirdik. Türkiye’de Ocak- Nisan döneminde üretim 839 bin tonu
buldu. 1980 yılının aynı döneminde üretimimiz 500 bin tonda kalmıştı.
Bakanlık ile yaptığımız toplantıda fabrikalar 3 milyon 180 bin ton üretim
taahhüdünde bulundu. Bu üretim gerçekleştirilecektir”.

Genel Müdür Günaydın, bu yılki üretimin talebin yüzde 80’ini karşıla-


yacağını belirterek ihtiyaç fazlası fosfatlı gübrenin ihraç edileceğini, buna
karşın 180 bin ton azotlu gübre ithal edileceğini, gerçekleşen üretim saye-
sinde ülkenin 350 milyon dolar kazancı olduğunu belirtir760.

Petkim inşaatlarına ilişkin kamu zararı iddiaları


Yapımı 10 yıldır süren Aliağa’daki Petkim kompleksi yöneticilerinin
hatalı kararlarıyla kamu zararı oluşturdukları şeklindeki iddialar basında
geniş yer almaya başlamıştır. İddialara göre; Rafineri'ye yakın olduğu için
seçilen 2.5 milyon m2’lik arazinin büyük bir bölümünün zemini inşaata el-
verişli değildir. Kamulaştırılmasından sonra zemin etütleri yapılan arazinin
yüzde 20’lik bölümünün (500 bin m2) bataklık, yüzde 31’i (780 bin m2)
taşıma gücü bulunmayan çok zayıf zemin olduğu anlaşılır. Zemin sağlam-
laştırma ihaleleri alan firmalara 1 milyar lira ödenir. Ayrıca Japonya’dan 1
milyon dolar [125 milyon TL] ödenerek alınan sabit vincin kullanışlı olma-
dığını, onun yerine hareketli vinçlerin daha ekonomik olduğu savunulur.
Bunların yanı sıra kompleksin can alıcı birimleri olan 22 adet CMP tankın
ihalesi sırasında ve sonrasında ortaya çıkan zararın 200 milyon liranın
üzerinde olduğu iddia edilmektedir761.
Bu iddialar üzerine Petkim Yönetim Kurulu Aliağa’da toplantıya çağrılır
ve konu üzerine soruşturma açıldığı bildirilir. 1980 fiyatlarıyla proje tutarı
132.6 milyar lira olarak tespit edilmişken, 1983 yılında tamamlanması ve
üretime geçmesi planlanan kompleks için harcanacak miktarın 190 milyar
liraya ulaşacağı uzmanlar tarafından ileri sürülür762.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Serbülent Bingöl Petkim Olayı ile ilgili
olarak Yeni Asır’a verdiği demeçte konuyu araştırdığını söyler:
“Herhangi bir suiistimal olduğu sonucuna varırsam gereği yaparım.
Bu konu artık benimdir. Arazi kimden alınmıştır, alınmasına kim karar
vermiştir? Bunları öğreneceğim, araştıracağım. Yayında büyük iddia-
lar var.” 763

760
Yeni Asır, 20 Mayıs 1981.
761
Yeni Asır, 31 Temmuz 1981.
762
Ayrıntılar için bkz. Yeni Asır, 1 Ağustos 1981; 4 Ağustos 1981.
763
Yeni Asır, 8 Ağustos 1981.

400
Petkim Aliağa kompleksinde neler oluyor?
Yeni Asır gazetesinin yazarları Tunç Saruhanlı ile Özdemir Hazar bir
hafta arayla köşelerinde Petkim’deki istihdam politikalarına ilişkin eleştiri-
lerini ve bu eleştirilere neden olan olayları ele alırlar. Tunç Saruhanlı’nın
yazısı ayrıntılar içermektedir. Bu da yazının oluşturulmasında yazarın ya
Petkim içinden ya da dışarıdan, konuya hâkim uzmanlar tarafından yar-
dım gördüğünü göstermektedir. Bu makalede Petkim yönetimi tarafından
uygulanan istihdam politikalarına karşı ciddi eleştiriler yöneltilir. Örne-
ğin, Petkim’in eski malzeme müdürü ve TİP Antalya senatör adayı Turan
Tuna’nın döneminde işe alınan 200 kişiye ilişkin sorular sorulmaktadır.
Petkim’de çalışan uzman kişilerden istifade edilmediği, yeni işe alınacak
300 kişinin uzmanlar arasından seçilmeyeceğinden endişe edildiği bildi-
rilmektedir. Yazının sonlarında ise daha önce de ele alınan Petkim’deki
tankların inşasıyla ilgili iddiaları ele alınmaktadır764.
Özdemir Hazar da “Petkim’de ne oluyor? ” başlıklı köşe yazısında,
işçi, teknik eleman ve mühendis istihdamında yapıldığı iddia edilen hak-
sızlıkları yeniden ele alır. Ayrıca müteâhhit firmaların yanında çalışan ve
Petkim tarafından kalıcı işe alınacağı vaadinde bulunulup alınmasından
vazgeçilenlerin dertleri yansıtılır765.

Gazeteler Aliağa Rafinerisi haberleri arasında denge kuruyor


Gazeteci Özdemir Hazar, Yeni Asır’daki köşesinde 1978-1979 yıl-
ları arasında Rafineri'den hiçbir gerekçe gösterilmeden çıkartılan ve üç
yıllık ücret zammından mahrum bırakılan işçilere ilişkin bir yazı kale-
me almıştır. Yazara göre bu işçilerin günahı Rafineri'de hâkim olan o
zamanki sendikanın biraz da haince yaptığı direnişi baltalamak, çalış-
mayan Rafineri'yi çalışır hale getirmek, milleti gazsız, benzinsiz bırak-
mamaktır. İşten çıkartılan işçilerin isteğinin yeniden çalışmak değil, üç
yıllık ücret zammının kendilerine ödenmesi olduğunu ileri sürer. Özde-
mir Hazar’a göre;
“Rafineriye hâkim olan sendika kendi borusunu yürütmek için yaptığı
direnişin kırılmasını hazmedememiş, bu işçilerin çıkışını işverene kabul
ettirmiştir.” 766

“1984’ün hedefi 10 milyon ton” başlıklı haberin ise Rafineri yönetiminin


isteği ile gerçekleşmiş olduğu içeriğinden ve üslubundan anlaşılmaktadır:
764
Yeni Asır, 29 Ağustos 1981.
765
Yeni Asır, 8 Eylül 1981.
766
Yeni Asır, 20 Kasım 1981.

401
“Aliağa’ya 2 km kala, bir tepeyi aşınca İzmir Rafinerisi’nin 45 m yüksek-
liğindeki bacaları bütün görüş açımızı kapladı. Bir ucunda 100 bin ton-
luk tankerlerin rahatlıkla ham petrol boşaltabildiği iskelesi, bir ucunda
petrokimya tesislerinde çalışan personel için kurulan bin konutlu kent,
bir yanda kulakları sağır gürültülerin geldiği rafineri “Ege’nin makine da-
iresi”, Türkiye’nin can damarlarından biri.

İşte 175 milyarlık dev bu… 1972 yılı ortalarından beri ülkenin akaryakıt
ve makine yağı ihtiyacının büyük bir kısmını karşılayan 4.2 milyon ton
yıllık üretimiyle ülke ekonomisine yılda 200 milyon dolar döviz kazandıran
İzmir Rafinerisi.”

Bölge Müdürü Özkan Menteş, üretime başlamasının üzerinden 9 yıl


geçtiği halde İzmir Rafinerisi’nin hala bir şantiye görünümü taşıdığını be-
lirterek şunları söyler:
“Üretimimiz 1984 yılında 10 milyon tona ulaşacak. Bu yüzden sürekli
olarak ek tesisler inşa ediyoruz. Bu arada Türkiye’nin ve Kıbrıs’ın ma-
kine yağı ihtiyacını karşılıyoruz. Şu anda 1500 mühendis, işçi, yönetici
geceli gündüzlü çalışarak üretimimizi tam kapasite ile sürdürüyoruz.” 767

767
Yeni Asır, 23 Kasım 1981.

402
Aliağa ilçe oluyor
(Çiftlikten ilçeye)

403
404
Aliağa ilçe oluyor (Çiftlikten ilçeye)
1981 yılı sonlarında gazetelerde Aliağa’nın ilçe olma isteğine dair ha-
berler yer almaya başlar. Kasım ayının sonunda Yeni Asır’da “Aliağalılar
ilçe olmak için can atıyorlar” başlıklı bir haberde idari yönden Menemen
ilçesine bağlı bir bucak olan Aliağa’nın Rafineri ve Petkim tesislerinin ku-
rulması ile çok kısa bir süre içinde küçük bir sanayi kenti haline geldiği,
50 bin kişilik bir nüfusa ulaştığı ve ilçe olmanın vaktinin geldiğine deği-
nilmektedir. Verilen bilgiye göre İzmir Valiliği tarafından onaylanan, İçiş-
leri Bakanlığı tarafından da kabul edilen Aliağa’nın ilçe olma teklifi şimdi
Bakanlar Kurulu’nun gündemindedir. Bakanlar Kurulu tarafından Danış-
ma Meclisi’ne sunulacak teklif kabul edildiği takdirde ilçe kararı Resmi
Gazete’de yayınlanacak ve böylece Aliağa idari yönden Menemen’e ba-
ğımlılığından kurtulup İzmir’in on dokuzuncu ilçesi olacaktır768.
Nitekim 24 Aralık 1981 tarihinde Danışma Meclisi’nde Aliağa ve
Ceylanpınar’ın ilçe haline getirilmeleri hakkındaki kanun tasarısı oy birliği
ile kabul edilir. Tasarı üzerine konuşan üyelerden Mehmet Aydar Aliağa
adının Atakent olarak değiştirilmesini ister. Feridun Günay ise Yarımca’da
da rafineri bulunduğunu hatırlatarak “Neden burası ilçe olmuyor da Aliağa
ilçe oluyor? Bunu hükümet temsilcisi açıklamalıdır.” diye konuşur. İzmir
üyesi Aydemir Aşkın ise Aliağa’nın hızlı bir gelişme içinde olduğunu, ilçe
yapılmakta geç bile kalındığını ifade eder769.
Aliağalılar da yaşadıkları yerin ilçe olması için çok heveslidir. Aliağa’nın
ilçe olması ile ilgili bazı Aliağalıların görüşleri şöyledir770:
Naci Garip: “ 57 yıldır Aliağa’da yaşıyorum. Burası eskiden kendi ha-
linde bir balıkçı köyüydü. Ama bugün çok büyüdü. Ben bile Aliağa’yı
tanıyamaz hale geldim. Menemen ne kadar kaldı ki? Bugünkü Aliağa
her yönüyle Menemen’in 3-4 misli. İlçe kararını dört gözle bekliyoruz.”
Cemalettin Kayra: “İlçe kararı alınması çok olumlu. Bir mahkeme için
kalkıp Menemen’e gidiyoruz. Eskiden herşey yetiyordu. Ama Rafineri,
Petkim geldikten sonra açıkça söylemek gerekirse kavgalar da arttı, ka-
zalar da. Aliağa, artık bir Kaymakamın yönetimine girmelidir.”

768
Yeni Asır, 26 Kasım 1981.
769
Yeni Asır, 25 Aralık 1981.
770
Yeni Asır, 26 Kasım 1981.

405
Resim 69. Nahiye Müdürlüğü binası
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Aliağa’ya Muhtarlık, Nahiye Müdürlüğü ve Karakol
olarak hizmet veren bina’nın 1990’lı yıllardaki görünümü. Bina, 2000’li yıllarda restore
edilerek İlçe Halk Kütüphanesi olarak hizmet vermeye başladı. (Aliağa Belediye arşivi)

406
Kemal Uygun: “İlçe olduktan sonra pek çok sorunumuzun çözümlene-
ceğine inanıyorum. Suyumuz çok yetersiz, yollarımız pek iyi değil. Nü-
fus olarak belki de İzmir’in en kalabalık ilçesi olacağız. Daha şimdiden
konut sıkıntısı başladı. Akın akın insan, aile geliyor.”
Dr. Hayri Kur: “Çok gelişen bir yer olduk. Siz gündüz sokakların, cadde-
lerin boş olduğuna bakmayın. Gece Aliağa kum gibi insan kaynıyor. İlçe
kararının biran önce çıkması gerektiği kanısındayım. Aliağa bugün bü-
yük bir sanayi merkezi durumuna geldi. Büyüdükçe sorunlar da artıyor.”

Aliağa’da Asliye Hukuk ve Ceza Mahkemeleri kuruluyor


1982 yılı Ocak ayında ilçe olan Aliağa’da aylar sonra Adliye örgütü
çalışmaya başlamış ve Asliye Hukuk ve Ceza Mahkemeleri kurulmuştur.
Aliağa Savcı Yardımcılığına atanan Yüksel Özbek ile Yargıç Ahmet Faik
Başarıcılar’ın ilçeye gelerek Adliye binası olarak tahsis edilen yere yerleşme-
lerinden sonra faaliyete geçen Asliye Hukuk Mahkemesi ve Savcılık bürosu,
ilçe halkının adli sorunlarını bir ölçüde de olsa çözümlemeye çalışmaktadır.
Savcı Yardımcısı Yüksel Özbek, ilçede Sulh Ceza ve Asliye Hukuk mahke-
melerinin öncelikle kurulduğunu, daha sonra gerek görüldükçe ve kent so-
runları arttıkça diğer mahkemelerin de kurulması yoluna gidileceğini söyler.
Bu arada modern bir Adliye Sarayı bulunan Aliağa’da, cezaevinin ol-
maması, bunun yanı sıra sayıları 12’ye ulaşan adliye görevlisinin konut
sorununa çözüm bulunmaması ilçede büyük bir eksiklik olarak görülmek-
tedir. Yetkililer, Adalet Bakanlığı’nın konu ile ilgilendiğini, ilçede kısa süre-
de modern bir cezaevi inşaatına başlanacağını bildirirken Adliye’de görevli
savcı, hâkim ve personel için de ayrıca lojmanların yapılacağını açıklar771.

Aliağa’da sokaklara numaralar yazılıyor


İzmir’in 19. ilçesi olarak yeni bir idari yönetim birimi haline gelen
Aliağa’da tüm cadde ve sokaklara numara yazılmasına başlanır. İlçe ol-
duktan sonra çeşitli idari sorumlular ve mülki amire kavuşan Aliağa’da,
Belediye eskiden isimlerle bilinen cadde ve sokakları numaralandırma ça-
lışmalarına hız verir.
İlçe merkezinde 437 sokak olduğunu belirten yetkililer, yapılan çalış-
malar sonucu, bugüne kadar 150 dolayında sokağa numara verildiğini
açıklar:
“Her geçen gün gelişen Aliağa’da idari yönden adres bulmak zorlaşmış-
tı. Şimdi sokakları numaralandırarak, bu sorunu çözüyoruz.” 772

771
Hürriyet, 30 Temmuz 1982.
772
Hürriyet, 09 Eylül 1982.

407
Resim 70. Aliağa Merkez Camisi
Osmanlı döneminde bir Rum Kilisesi olan yapı, Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından
Cami’ye dönüştürülmüştür. 2000’li yıllarda kapsamlı bir restorasyon yapılmıştır.
(Aliağa Belediye arşivi)

408
Aliağa Rafinerisi mevzuat kurbanı
1982 yılının Mart ayında Gümrük ve Tekel Bakanlığı çok yönlü üretim
yaparak petrol kaybına yol açtığı gerekçesiyle Rafineri'ye 140 milyon lira
ceza keser. Bakanlıkların mevzuatları arasındaki daha önce fark edilme-
yen bir hata nedeniyle bir bakanlıktan diğerine kesilen bu ceza şaşkınlık
yaratmıştır.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Aliağa Rafinerisi’nin sahip olduğu
karmaşık teknoloji gereği ham petrolden 38 çeşit ürün çıkartmasını ister-
ken Gümrük ve Tekel Bakanlığı, mevzuata göre Rafineri'nin ham petrolden
sadece akaryakıt üretmesini istemektedir. Takdir beklerken cezayla karşı-
laşan Rafineri yöneticileri Gümrük ve Tekel Bakanlığı’ndan af edilmelerini
ister. Gümrük ve Tekel Bakanlığı ham petrol ithalatından vergi almamak-
tadır. Rafinerileri iki grup altında toplayan gümrük yasaları rafineriye giren
ham petrolden yüzde 95.3 oranında akaryakıt üretilmesini ön görmektedir.
Bununla birlikte Aliağa Rafinerisi akaryakıt başta olmak üzere benzin, yağ
ve PVC gazı gibi üç ana grupta üretim yapmakta, 38 çeşit petrol ürününü
piyasaya vermektedir. Gümrük yasası ise sadece akaryakıt üreten çok ba-
sit rafineriler için hazırlandığından Aliağa Rafinerisi’nde yapılan çoklu üre-
tim nedeniyle ham petrol kaybı varmış gibi görünmektedir773. Ancak daha
sonra yapılan mevzuat düzenlemeleriyle sorun çözüme kavuşturulur.

Adnan Kaşıkçı Aliağa’da yatırım yapmak istiyor


Ünlü silah tüccarı Adnan Kaşıkçı Ankara’da hükümet yetkilileri ile yap-
tığı görüşmede Türkiye’de yapacağı turizm yatırımlarına ek olarak sana-
yiye de yatırım yapmak isteğini bildirir. Bu yatırımlardan biri de Aliağa’da
kurmayı düşündüğü çelik çekme boru fabrikasıdır. Yılda 60 bin tonluk bir
üretime sahip olacak fabrikada petrol sondajlarında ve basınçlı buhar ka-
zanlarında kullanılacak boru üretilecektir. Proje Makine Kimya Kurumu ve
iki özel şirket ile bir yabancı şirketin katkıları ile gerçekleştirilecektir774. Söz
konusu yatırımın gerçekleşmediği bilinmektedir.

Yeni Şakran Belediyesi kuruluyor


Aliağa ilçe statüsüne kavuşup büyümesine devam ederken, onun ku-
zeyinde, İzmir-Çanakkale kara yolu üzerinde bulunan Yeni Şakran da bü-
yümektedir. 1978 yılında Yeni Şakran’ın belediye olması için çalışmalar
başlamıştır. 1979 yılında ara seçimde Refik Ertem muhtar seçilir. 1980
sayımında nüfus 2.105 kişi olarak çıkmıştır. Aynı yıl belediye kurmak için
773
Yeni Asır, 29 Mart 1982.
774
Yeni Asır, 5 Ekim 1982.

409
İçişleri Bakanlığı’na müracaat edilir; 1982 yılında belediye olma kararı çı-
kar. 1983 Nisan ayında Aliağa Kaymakamı Aydın Güçlü Yeni Şakran Be-
lediye Başkanlığı'na vekâlet etmeye başlamıştır. 1983 yılı ikinci yarısında
Belediye Teşkilatı kurulması çalışmaları tamamlanır. 1984 yerel seçimle-
rinde ilk belediye başkanlığına bağımsız aday Refik Ertem seçilir.
Yeni belediyenin ilk meclisi; İsmet Ağar, Faruk Seçkin, Sami Şendu-
man, Kamil Öztürk, Sabahattin Ermiş, A. Faik Çetin, Halil Orhan, Mehmet
Yorulmaz ve Vecihi Erginöz’den oluşur.
Belediye kurulmuştur ama araç gereç yetersizliği, çeşitli olanaksız-
lıklar can sıkmaktadır. Dönemin Aliağa Belediye Başkanı Erdoğan Oy-
tun, beldede çöplerin toplanabilmesi için bir traktör ve römork verir. Yeni
Şakran’ın en büyük sorunu hisseli tapulardır. Bu yüzden öncelikle İmar
Planı yapılmasına girişilir. İller Bankası marifetiyle Yüksek Şehir Plancısı
Baran İdil tarafından 2 yılda İmar Planı hazırlanır ve plan 1986’da onanır,
1987’de uygulanmaya başlanır. 1988’e kadar yerleşim sahasının yüzde
60’ında 18 uygulaması yapılmıştır775.
Yeni Şakran denince akla hemen Hasbi Şengül ismi gelmektedir. Ken-
disi beldenin tarihi açısından son derece önemlidir. Yeni Şakran’da ilk
yerleşim onunla başlamıştır. 1911 yılında Aşağı Şakran’da doğan Hasbi
Şengül, 1952 yılında köyünden, bugünkü Yeni Şakran beldesinin olduğu
yere gelerek tek başına yerleşmiştir. İzmir-Çanakkale yolu üzerinde bir
bakkal, kahvehane ve lokanta sahibi olmuştur. Beldeye 1953’de zeytinya-
ğı fabrikası, 1955’de un değirmeni, 1958’de ekmek fırını kazandırmıştır.
1959’da ise benzin istasyonu açmıştır. Yeni Şakran köyü kısa sürede 15
haneye yükselir. Hayırsever işadamı 1978’de trafik kazasında yaşamını
yitirir. Vefatının ardından oğlu M. Reşat Şengül tarafından adını taşıyan
“Hasbi Şengül İlkokulu” yaptırılır776.
Yeni Şakran Belediye Başkanı Refik Ertem göreve hızlı başlamıştır.
Sahil şeridini işgal eden yaklaşık 250 yapının yıktırılacağını, Yalı Caddesi
boyunca yapıların tamamen sahili kapladığını belirterek “Burada insanın
yürümesi için ayakkabılarını çıkarması ve paçalarını sıvaması gerekiyor”
diye demeç verir. Sahilin düzensiz ve yasa dışı yapılarla dolduğunu belir-
ten Refik Ertem şöyle devam eder:
“Yeni Şakran yeni belediyelik oldu. Belediye olmadan önce sahil tama-
men yağmalanmış ve yasa dışı yapılarla doldurulmuş. Şimdi yeni imar
planımızı bekliyoruz. Yeni imar planı uygulaması ile birlikte sahilleri dol-
duran bu yapıların yıkımına gidilecek. Şakran sahilleri de halka açılacak.”

775
Refik Ertem ile röportaj, 25 Aralık 2015.
776
Mustafa Ağır, Sanayide büyüyen ve gelişen kent Aliağa, 1988.

410
Başkan Refik Ertem'e göre:
”Düzensiz yapılarla doldurulan sahil şeridi 3 bin metreyi aşmaktadır ve
Yeni Şakran’da turizmin gelişmesini önleyen bu durum ortadan kaldırı-
lacaktır” 777.

Yeni Şakran Belediyesi’nin 1985 yılı bütçesi 39 milyon lira olarak bağ-
lanır. Başkan “Yapılacak çok iş var, ancak para yok. Bu bütçe ile hangi
hizmeti yapabiliriz” diye yakınmakta, kasabaya hizmet götürebilmek için
Hükümetin 4 yıl içinde kendilerine 1 milyar liralık maddi yardım yapması
gerektiğini vurgulamaktadır. Başkan Refik Ertem, yeni imar planının çizim
safhasında olduğunu, imar plansız hiç bir çalışma yapamadıklarını anlatır
ve icraatları hakkında bilgi verir:
“Yeni Şakran sayfiye yeridir. Bu nedenle biz işe sahil bandından başla-
dık. 2 km’lik bandın 1 kilometresini düzenledik. Evler denizle iç içe idi, bu
nedenle bazılarını yıktık. Yıktığımız konutlar arasında villalar da vardı.
Yıkımlardan sonra sahil yolu bazı kısımlarda 13, bazı kısımlarda da 18
metreye genişledi.” 778

Aliağa artık elbisesine sığmıyor


Kısa süre önce ilçe olan Aliağa’nın yapılan hesaplamalara göre 1990
yılında 300 bin nüfusa ulaşacağı açıklanır. Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Ge-
nel Müdürlüğü tarafından konu ile ilgili yapılan araştırmada, kent çevresi-
nin ağır sanayi merkezi haline gelmesinin nüfus patlamasına yol açacağı
kaydedilmektedir.
Aliağa Belediye Başkanı Erdoğan Oytun, kent çevresindeki sanayi kuru-
luşlarında çalışanların büyük kısmının şimdilik servis araçları ile taşındığını,
yakın gelecekte bu çalışanların Aliağa’ya yerleşmek isteyeceklerini ileri sürer.
Nemrut Körfezi’nin Serbest Bölge durumuna gelmesiyle, yöreye ay-
rıca 100 bin kişinin yerleşmesinin beklendiğini belirten Belediye Başkanı
Oytun, kentin bu gelişmeye paralel biçimde büyümesinin sağlanması için
çalışmalar yapıldığını açıklar. Aliağa’nın 1975 yılında düzenlenmiş imar
planına göre kurulduğunu belirten Belediye Başkanı Oytun’a göre, kentte-
ki büyük gelişmeler yüzünden imar planı kısa zamanda yetersiz hale gel-
miştir. Yeni İmar planı için İmar İskân Bakanlığı, İller Bankası ve Belediye
uzmanlarından oluşan bir Danışma Kurulu oluşturulduğunu, bu amaçla
çalışmaların başladığını belirterek, halen 380 hektarlık bir alanı kapsayan
İmar Planı’nın 1.400 hektara çıkarılacağını, şehrin gelişmesinin Güzelhi-
sar Barajı ile Çaltılıdere yönünde olacağını söyler.
777
Hürriyet, 28 Nisan 1984.
778
Hürriyet, 8 Aralık 1984.

411
Belge 32. Aliağa sorunları ile birlikte büyüyor
(Hürriyet gazetesi, 25 Eylül 1984, Mehmet Atıcı arşivi)

412
Öte yandan, 1984 yılı içinde Aliağa’ya yapılacak yatırımlar şöyle sıra-
lanmaktadır:
Hükümet Konağı ve alanı inşaatı: 300 milyon lira maliyetli, konak
için 1984 yılında 40 milyon harcanacak. Rafineri yolu üzerinde yapımı
durdurulan Endüstri Meslek Lisesi inşaatı yeniden başlayacak. Okul 300
milyar liraya malolacak. 52 milyon liraya 18 derslikli ilkokul inşa ettirilecek.
Aliağa Lisesine 55 milyon lira harcanarak 12 derslik eklenecek. Çeşitli
kuruluşlarda çalışanlar için yapılacak lojmanlara 227 milyon 500 bin lira
harcanacaktır. Emniyet hizmet binası ve Sağlık Ocağı tesisleri için 85 mil-
yon, Cezaevi için de 55 milyon lira ayrılmış durumdadır. Bu arada, Aliağa
plajları dinlenme tesisleri için Özel İdare tarafından 10 milyon lira ayrılmış-
tır. Şehir içi ve şehirlerarası karayolları için, Uluslararası Para Fonu’ndan
sağlanan 200 milyon lira yıl içinde harcanmış olacaktır779.

Aliağa’nın (ve Foça’nın) Serbest Bölge ile imtihanı


Foça ve Aliağa ilçeleri 1983 yılına kurulması düşünülen bir Serbest
Bölge müjdesi ile girerler. Serbest Bölge için düşünülen alan önceleri
Foça ilçesi sınırları içinde olan ve daha sonra Aliağa ilçesine katılan Nem-
rut Körfezi’nin hinterlandında kalmaktadır. MKE’nin Aliağa ile Foça ara-
sındaki Nemrut Körfezi’nde kamulaştırdığı arazide sosyal tesislerin yanı
sıra uygun bir liman yeri de bulunmaktadır. Dönemin Foça Belediye Baş-
kanı Süleyman Ege bu arazinin bitişiğindeki alanları da Serbest Bölge’ye
devretmeye hazır olduğunu bildirmiştir780. Bir ay sonra Nemrut Körfezi’ni
karadan ve havadan inceleyen Başbakan Bülent Ulusu İzmir’deki Serbest
Ticaret Bölgesi’nin Aliağa’da kurulacağını açıklar781.
Serbest Bölge’nin Nemrut Körfezi’nde kurulacağı bilgisi duyulunca
1982 yılı Eylül ayında toprakları için kamulaştırma kararı alınan Kozbey-
li, Çakmaklı, Samurlu, Aliağa, Bozköy ve Horozgediği köylüleri büyük bir
mağduriyete uğradıklarından yakınırlar. Arazileri kamulaştırılan beş köy
içinde en çok arazisi bulunan Bozköy’dür. Arsa Ofisi sadece bu köyden 6
bin dönüm araziyi kamulaştırma kararı almıştır. Köylüler verimli arazilerini
terk etmek istememekte ve “Serbest Bölgeyi mutsuzluğumuz üzerine kur-
mayın” demektedirler782.

779
Hürriyet, 01 Şubat 1984.
780
Yeni Asır, 12 Ocak 1983.
781
Yeni Asır, 13 Mart 1983.
782
Yeni Asır, 15 Mart 1983.

413
Belge 33. Serbest Bölge haberleri sevindirdi ama…
1985 yılında gazeteler bu manşetlerle çıkınca Aliağa’da umutlu ve heyecanlı bir bekleyiş
başladı. Ancak uzun bekleyiş sonunda Serbest Bölge Aliağa’ya gelmek yerine Gaziemir’e
gitti. (Hürriyet gazetesi, 16 Aralık 1985, Mehmet Atıcı arşivi)

1983 yılının Ekim ayında yayınlanan bir gazete haberine göre, Serbest
Bölgeler kapsamında kurulması öngörülen ilk Serbest Liman seçimlerden
önce Bülent Ulusu hükümeti tarafından açıklanacaktır. Edinilen bilgiye
göre Devlet Bakanı Sermet Refik Pasin başkanlığındaki Serbest Bölgeler
Koordinasyon Komitesi Serbest Limana ilişkin örgütlenme çalışmalarını
sürdürmektedir. Müşavirlik firmalarından alınan yapılabilirlik raporlarını
inceleyen komitenin hazırlıklarını ayın sonuna kadar tamamlayacağı, Ba-
kanlar Kurulu’nun konuyu hemen ele alması halinde, Nemrut Körfezi’nde
kurulması önerilen Serbest Limanın Başbakan Bülent Ulusu hükümeti iş-
başında iken faaliyete geçeceği ifade edilmektedir783.
1984 yılında “En büyük Serbest Bölge Aliağa’da olacak! ” başlıklı
bir gazete haberinde bu Serbest Bölge'de geniş çaplı sanayi ve ticari
faaliyetlerin yürütüleceği, yabancı yatırımlarının bu bölgede yoğunlaş-
tırılmasının hedeflendiği bildirilir. Nemrut Körfezi’nde kurulacak Serbest
Bölge toplam 16 bin dönümlük araziye yayılacaktır. Bu arazi daha önce
bu amaçla kamulaştırılmıştır ve Serbest Bölge'nin kesin sınırları fizibili-
te etütlerinin tamamlanmasından sonra belli olacaktır. Bu konudaki ön
çalışmalar için halen bir Alman, bir İrlandalı ve bir Amerikalı firma ile
görüşmeler sürdürülmektedir784.

783
Yeni Asır, 14 Ekim 1983.
784
Yeni Asır, 3 Ocak 1984.

414
Başbakan Aliağa’da temel atıp fabrika açıyor
1983 yılı Haziran ayında Başbakan Bülent Ulusu İzmir Demir Çelik
Sanayi AŞ tarafından Aliağa’da Horozgediği köyünün sınırları içinde ku-
rulan Foça Çelik fabrikasının orta profil haddehanesinin açılışını yapar.
Ardından Makine Kimya Kurumu ile Çukurova Çelik Sanayi AŞ tarafın-
dan liman hizmetlerini karşılamak amacıyla ortaklaşa kuracakları liman
tesisinin temelini atar. Söz konusu liman tesisleri için 1 milyar 850 mil-
yon lira harcanacaktır. 280 m uzunluğunda bir rıhtım ile 162.70 m’lik bir
yanaşma yeri olan ve 15-20 m genişlikteki bu tesisin yıllık 1.450 milyon
ton yükleme-boşaltma kapasitesi bulunmaktadır785.

Gemi söküm tesislerine itirazlar


“Aliağa’da gemi sökümü önlensin! ” başlıklı bir gazete haberinde Ali-
ağa Körfezi’nin 12 Eylül darbesinden sonra çevredeki sanayi tesislerinin
sıkı denetimi sonucu tertemiz bir görünüm kazandığı ileri sürülmektedir.
12 Eylül öncesi katran deryasını andıran Aliağa Körfezi’nde balıklar ölür-
ken, şimdi körfez balıkçılar için bir nimet haline dönüşmüştür. Körfezin
eski görünümüne kavuşması en çok yöre balıkçılarını memnun eder. Ali-
ağa Su Ürünleri Kooperatifi Başkanı Ali Dinçer’e göre bu konudaki başarı
12 Eylül yönetimine aittir. Aliağa Körfezi çevresindeki sanayi tesislerinin
başta TPAO Aliağa Rafinerisi olmak üzere güvenlik güçlerince sıkı bir şe-
kilde denetlenmektedir786.

Yerel Seçim Öncesi: Aliağalılar yetenekli bir Başkan bekliyor


Aliağa yavaş yavaş 1984 yılı Mart ayında yapılacak Mahalli İdare-
ler seçimlerinin havasına girmektedir. Ancak, büyüme hızı yönünden
İzmir’in rekortmen ilçesi olan Aliağa’da sorunlar sayılamayacak kadar
çoktur. Konut ihtiyacı, göç, gecekondulaşma çok ciddi sorunlardır. Res-
mi tahminlere göre ilçenin nüfusu birkaç yıl içinde 300 bini bulacaktır.
Buna karşın bir imar planı dahi bulunmadığı gibi yol ve kanalizasyon so-
runu da çözümlenememiştir. Bu nedenle yerel seçimler büyük bir önem
taşımaktadır. Bu konuda görüşleri sorulan bazı Aliağalılar şu şekilde
cevap vermektedirler:

785
Yeni Asır, 16 Haziran; 17 Haziran 1983.
786
Yeni Asır, 21 Temmuz 1983.

415
“Rafineri ve Petkim tesisleri yapıldıktan sonra ilçemizde büyük bir sıçra-
ma meydana geldi. Küçük bir kasaba halindeyken birden büyüyüverdik.
Böyle bir büyümeyi aklımıza getirmediğimiz için de hazırlıksız yakalan-
dık. Nüfus Türkiye’de belki de başka bir yerleşim merkezinde görülme-
yecek şekilde artıyor. Buna karşılık dağ gibi sorunlar ortada duruyor.
Böyle bir dönemde bize parti değil, başka ilçelerinkinden de çok üstün
yetenekli yöneticiler lazım, çünkü içine düştüğümüz durumdan başka
türlü kurtulmamıza imkan yok….” 787

Aliağalılara göre seçilecek belediye başkanını büyük sorunlar bek-


lemektedir. Kendisinden önce yol ve kanalizasyon sorununu çözmesi,
Aliağa’nın girişine bir üst geçit yaptırması, Sanayi Sitesi konusunda li-
derlik yapması istenmektedir. Kentin imar planı ise muhakkak değişti-
rilmelidir.

1984 Seçimleri: K. İrfan Onaran yeniden Başkan


Aliağa halkı, 12 Eylül 1980 sabahı Belediye Başkanı Ayhan Bayrak’ın
askeri yönetim tarafından görevden alınmasından sonraki 3 yılı atama
ile gelen başkanlar Gültekin Eren ve Erdoğan Oytun’un Belediyeyi ida-
resinde geçirmiştir. Bu arada Aliağa ilçe statüsüne kavuşmuştur. 25 Mart
1984’de yerel seçimler yapılacak ve Aliağa ilçesinin yeni belediye başkanı
halk tarafından seçilecektir.
1973-1977 döneminin AP’li Belediye Başkanı K.İrfan Onaran, bu
kez Turgut Sunalp’in genel başkanı olduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi
(MDP) adayıdır. Anavatan Partisi (ANAP) Mehmet Tanrıkulu’nu, Erdal
İnönü’nün genel başkanı olduğu Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) Hak-
kı Ülkü’yü, Necdet Calp’in genel başkanı olduğu Halkçı Parti (HP) Selim
Altuntaşoğlu’nu, Doğru Yol Partisi (DYP) ise atama ile Aliağa’da başkanlık
yapan Erdoğan Oytun’u aday göstermiştir.
Seçimlere 6.676 kayıtlı seçmenin yüzde 81.83’ü katılır. Beldede yıl-
larca belediye başkanı çıkaran Onaran ailesinin siyasetteki son temsilcisi
MDP adayı K.İrfan Onaran, aldığı 1.827 oy ve yüzde 34.56’lık yüzdesiyle
seçimin galibi olur. SODEP adayı Hakkı Ülkü, aldığı 1.595 oy ve yüzde
30.17 ile ikinci sırada yer alır. Diğer adaylardan ANAP adayı Mehmet Tan-
rıkulu 853 oy ve yüzde 16.13, HP adayı Selim Altuntaşoğlu 555 oy ve
yüzde 10. 50, DYP adayı ve son atama Belediye Başkanı Erdoğan Oytun
ise 367 (yüzde 6.949) oy almıştır.

787
Yeni Asır, 18 Ocak 1984.

416
Belge 34. Sanayileşmenin ilk sonucu: Gecekondulaşma
(Hürriyet gazetesi, 16 Aralık 1987, Mehmet Atıcı arşivi)

eçimler sonucunda Belediye Meclisi’nin yeni üyeleri şu şekilde oluş-


S
muştur: K. İrfan Onaran (MDP-Belediye başkanı), Yurda Şener (SODEP),
Yavuz Fırat (MDP), Davut Sezer (MDP), Mehmet İdin (MDP), Hikmet Yük-
sel (MDP), Hüseyin Sezen (MDP), Nesrin Beykoz (SODEP), Kazım Kork-
maz (SODEP), Sait Kaya (SODEP), Hasan Kahvecioğlu (SODEP), Aykut
Özçörekçi (MDP).
Aliağa’nın yeni Belediye Başkanı K.İrfan Onaran hemen kolları sıvar.
Toplumsal ve siyasal yaşamda rahatlamaya, sivilleşmeye doğru bir gidiş
vardır. Aliağa ise sanayileşmenin getirdiği kentleşme, gecekondulaşma ve
çevre sorunlarını giderek artan şekilde hissetmektedir.

417
Petkim’deki yatırımlar Bakanı uykusuz bırakıyor
Anavatan Partisi hükümetinin Devlet Bakanı İsmail Özdağlar yatırım-
ların koordinasyonu için 1984 yılı Ocak ayında Aliağa’daki Petkim tesisle-
rindedir. Burada dosyalarla dolu bir masada çalışarak sabahlayan bakan
yöneticilerden petrokimya sanayi üzerine kurulmakta olan 11 fabrikanın
1984 yılının sonuna kadar üretime geçmesi konusunda söz alır. Petkim
Genel Müdürü Kemal Mijgar’a şöyle talimat verir788:
“Burada 192 milyar liralık yatırım atıl duruyor. Size gerekli olan 8 milyar
liralık finansman sağlayacağım, yeter ki 1985’den önce üretime geçin.”

İzmir-Aliağa arasında demiryolu planlanıyor


İzmir-Aliağa arasında ekspres kara yolundan sonra 6.5 milyon lira harca-
narak demiryolu döşenecektir. Demiryolu yapımı için Menemen-Aliağa ara-
sında kamulaştırma çalışmaları tamamlanmıştır. 37 km uzunluğunda inşa
edilecek demiryolunun Menemen-Aliağa arasında 6 adet istasyonu olacaktır.
Türkiye’nin ağır sanayi merkezlerinden biri olan Aliağa’nın Nemrut
Körfezi’nde Serbest Liman ve Serbest Bölge kurulmasıyla öneminin daha
da artacağına dikkat çeken ilgililer bu nedenle ekspres kara yolunun yü-
künün demiryolu ile hafifletileceğini ileri sürmektedir789. 1986 yılında ta-
mamlanması öngörülen Menemen-Aliağa çift hat demiryolunun alt yapı
çalışmalarına başlanır. Yetkililer, çift hat demiryolunun tamamlanmasının
ardından İzmir-Aliağa arasında elektrikli tren çalıştırılacağını ve her on
dakikada bir karşılıklı sefer düzenlenebileceğini belirtir790.
Menemen-Aliağa demiryolu projesinin gözden geçirilmesini isteyen-
ler de bulunmaktadır. Örneğin, Metaş Genel Müdürü Arif Onat gazete-
lere verdiği demeçte projenin yeniden gözden geçirilmesini istemektedir.
Arif Onat, Serbest Bölge olarak kurulması planlanan Aliağa’nın Nemrut
Körfezi’ne kadar uzanan demiryolu projesinin yanlış yapıldığını belirterek
şunları ekler:
“Projede demiryolu ağı bölgenin güneyinde yer alan iskelelere kadar
uzanmaktadır. Serbest Bölge'nin elverişli olabilmesi için ise iskele ile
demiryolu ağı arasında yükleme boşaltma depolama, ambarlama gibi
işlerin yapılacağı bir istasyon bulunması gereklidir. Atıl bir yatırım olma-
ması açısından Menemen-Aliağa demiryolu projesi bölgenin kıyı şeridi-
nin dar olması da göz önüne alınarak yeniden düzenlenmelidir.” 791

788
Yeni Asır, 18 Ocak 1984.
789
Hürriyet, 20 Aralık 1983; Yeni Asır, 4 Şubat 1984.
790
Hürriyet, 15 Mart 1984.
791
Yeni Asır, 5 Haziran 1984.

418
Aliağa’yı İzmir’de bağlayacak demiryolu şebekesi için arazileri kamu-
laştıran köylüler ise sıkıntılıdır. Arazilerine dönüm başına 15 bin lira değer
biçildiğini belirten güzergâhtaki köylüler, bunun son derece yetersiz ol-
duğunu ileri sürerler. Arazilerinin büyük kısmı kamulaştırılan Bozköy’den
Selahattin Koca, Ahmet Bircan ve Selahattin Öz adındaki vatandaşlar “Bir
dönüm arazi için değer biçilen 15 bin lira ile değil yeni toprak almak, ancak
kiralanabilir.” şeklinde konuşurlar.
Söz konusu kamulaştırmanın 1982 yılında yapıldığını belirten köylü-
ler, değerlendirmede vergi beyanının esas alındığını, ancak bu konudaki
yasanın daha sonra kaldırıldığını hatırlatmakta ve “Yeni değerlendirme,
verim durumu ve vergi beyanı dikkate alınarak yapılmalı” demektedirler792.

Belge 35. Kyme’de kazılar başladı


30 Ağustos 1984 tarihli gazeteler Kyme’de kazıların başladığını müjdeler.
(Cumhuriyet gazetesi, 30 Ağustos 1984, Mehmet Atıcı arşivi)

792
Hürriyet, 23 Aralık 1983.

419
Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir haberde demiryolu üzerinde bir
tünelin açılmasına başlandığı bildirilmektedir:
“Aliağa-Menemen arasında 32 km’lik çift hatlı elektrikli tren çalışacak
demiryolu ile ilgili tünel yapımına başlandı. Taşe Mühendislik Müte-
ahhitlik AŞ tarafından yapımı üstlenilen 900 m’lik tünelle ilgili şantiye
şefi Yük. İnşaat Mühendisi Ali Peksan, Aliağa garı ile Petkim arasın-
daki tünelin girişinden işe başlandığını bildirdi, şöyle dedi: Aliağa-Me-
nemen arasında 5 istasyon kurulacak ve Aliağa Çitlembik mevkisine
Türkiye’nin sayılı garlarından biri inşa edilecek.”

Demiryolunun yapımı Nemrut Körfezi'nin Serbest Bölge olacağı göz


önünde bulundurularak planlanmaktadır. Çift hatlı elektrikli trenin çalışa-
cağı demiryolu ile Rafineri ve Petkim gibi dev tesislerle 12 fabrikanın ham
ve mamül madde taşımacılığının yapılarak kara yolu yükünün hafifletile-
ceğini belirten yetkililer, sözlerini şöyle sürdürür:
“Nemrut Körfezi’ne gelen şilep ve tankerlerin malları da demiryolu ile
nakledilecek. Demiryolu yapımının hesaplara göre 8-9 milyar lirayı bu-
lacağı sanılıyor.” 793

Tüm bu çabalara karşın hat ancak 12 yıl sonra, 26 Temmuz 1996 ta-
rihinde yapılan bir resmi tören ile açılacak ve İzmir ile Aliağa arasında
elektrikli tren nihayet çalıştırılmaya başlanacaktır.

Hükümet, Aliağa’da gemi söküm tesisi kurulmasında kararlı


İktidardaki Anavatan Partisi hükümeti yatırımların teşviki üzerine çı-
karacağı kararname üzerinde son çalışmalarını tamamlamıştır. Karar-
namede getirilen en önemli yenilik, hurda gemi söküm tesislerinin genel
teşvik tablosu içine alınması olur. Aliağa’da gemi söküm tesisi kurmak
isteyen ve belirli şartları taşıyan müteşebbislere arsa tahsis edilmesi
planlanmaktadır. Bu gemi söküm tesislerinde sökülecek gemilerden
çıkacak malzemeler tespit edilecek esaslara göre değerlendirilecektir.
Hurda gemilerden çıkacak malzemelerin bir kısmının ihraç edilmesi ve
bu yolla ilk aşamada 100 milyon dolar civarında döviz girişi sağlanacağı
hesap edilmektedir794.

793
Hürriyet, 22 Haziran 1984.
794
Aliağa’da gemi söküm tesisi kurulacak, Yeni Asır, 7 Nisan 1984.

420
Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı Ekrem Pakdemirli Aliağa’da
Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı Ekrem Pakdemirli serbest bölgelerle
ilgili olarak personel ücret kararnamesinin yakında çıkacağını ve 1984 yılı
sonunda Serbest Bölgelere ilişkin yönetim teşkilatlanmasının tamamla-
nacağını açıklar. Ayrıca alt yapı ve bazı tesislerin hazır olması nedeniyle
Aliağa Serbest Bölgesi'nin yapımına öncelik tanınacaktır.
İzmir Valisi Vecdi Gönül ile birlikte Aliağa’da MKE vasıflı çelik fabrikası
ve gemi söküm tesislerinde incelemeler yapan Ekrem Pakdemirli 1985
yılında serbest bölgelerin dünya ticaretinde yüzde 20 pay alacağını, bu
nedenle çalışmaları hızlandırdıklarını, gelecek 5 yıllık planda Aliağa ve
Mersin’deki serbest bölgelerin tamamlanacağını belirtir. Daha sonra gemi
söküm tesislerini gezen Pakdemirli Türkiye’nin hurda demir ihtiyacının ta-
mamını kendisinin karşılayabilmesi için bu tesislerin genişletilebileceğini
vurgulayarak şöyle konuşur:
“Aliağa’daki tesislerde yılda 10-15 bin ton hurda elde ediliyor. Biz 20 mil-
yar liraya 2 milyon ton hurda ithal ettik. Gerekirse başka yerlere de gemi
söküm tesisleri kurarak Türkiye’nin hurda ihtiyacını kendimiz karşılayaca-
ğız. Tesislerin döviz getirir niteliğe kavuşturulmasıyla en az 3-4 bin kişiye
istihdam olanağı da sağlanacaktır. Gemi söküm işlemi Hindistan, Malez-
ya ve Singapur gibi ülkelerde büyük döviz kaynağı oluşturuyor. Türk gemi
söküm tesislerinin de bu düzeye eriştirilmesi için çaba harcayacağız.” 795

Yeni ilçe Aliağa’nın sorunları


İzmir basınının etkili yazarlarından Özdemir Hazar’ın yeni ilçe olmuş
Aliağa’nın geçmişine, o günkü sorunlarına ve geleceğine ilişkin nostaljik
bir yazısını burada hatırasını rahmetle anarak paylaşıyoruz:
“Smyrna’nın kardeşi Myrina İzmir’den mahmuzlamış atını, daha güzel
bir yer aramış. Az gitmiş, uz gitmiş, Güzelhisar çayını köpürterek geç-
miş, batıya dönmüş, ağzı köpük içinde kalmış atının gemlerini kasmış,
tepenin üzerinde durmuş. Bakmış ki, Güzelhisar çayı denizle birleşirken
koskoca bir delta yapmış, deltanın içinde ufak ufak adalar türemiş, yeşil
inivermiş mavinin yanına, sarmaş dolaş oluvermişler ve üzerinde gök
alabildiğince güneşli ve açık. “işte” demiş “burası ablamın memleketin-
den güzel”. Yerleşmiş oraya. Yıllar geçmiş, yüzyıllar geçmiş. Sonunda
Girit’ten dönen Aliağa isimli bir çiftçiye padişah efendi buraları veriver-
miş. Son 15 yıl içinde de burası “Aliağa” diye anılmış. Önce küçük bir
köy oluşmuş, derken büyümüş, büyümüş nahiye olmuş, belediye ol-
muş, derken ilçe olmuş…

795
‘Pakdemirli ‘gemi söküm büyük döviz getirecek’ dedi, Yeni Asır, 18 Nisan 1984.

421
Belge 36. Sanayi kaynaklı kirlilik doğayı tehdit ediyor
(Hürriyet gazetesi, 12 Kasım 1984, Mehmet Atıcı arşivi)

İlçenin nüfusu halen 35 bin dolayında, günübirlik gelenlerle bu nüfus


60 bine ulaşıyor. Ancak ofis [Toprak Mahsulleri Ofisi] ekmeklik unu 11
bin kişi için veriyor. Fırıncılar, ekmek fabrikatörleri serbest piyasadan
un alıyorlar. Ekmek ihtiyacı ancak böyle giderilebiliyor. 11 bin kişi ne-
rede, 60 bin kişi nerede! Aliağa’nın derdi ekmek konusunda başlıyor
ve yürüyüp gidiyor. Kömür de böyle. 35 bin nüfuslu Aliağa’ya kömür
tahsisi edilirken 11 bin kişilik nüfus dikkate alınıyor. Geriye kalanlar
mı? Onlar da serbest piyasanın insafına terk edilmiş olarak kışlık
kömürlerini temine çalışıyorlar. Yeni iskân alanlarının planları yapıl-
mış, onayların gelmesi bekleniyor. Gelecek 400 bin kişiyi barındıra-
cak olan ilçenin işleri pek kolay değil de açık pazar var hemen yanı
başında. O da bugün yarın başlayacak. Ancak devlet bu ilçeye tam
elini uzatmış değil, her ne kadar çift yönlü elektrikli tren için hazırlık
varsa da, karayolları İzmir bağlantısını çift yolla yapıyorsa da, daha
çok eksikler var ilçede. Her şeyden önce ilçe nüfusunun şu andaki
sayısı dikkate alınarak un tahsisi şart. Daha sonra sosyal konut fo-
nunun bir kısmının bu ilçeye aktarılması lazım. Gelecek olan bunca
çalışan nerede nasıl barınacak. Sanayi kuruluşları kendi lojmanlarını
yaptırmışlar, yaptırıyorlar da onların dışında su sorunu var.

422
Bir zaman Aliağa tertemiz denizi, ucuz ve leziz balık lokantalarıyla ünlü
idi. Şimdi deniz kirlendi, balıklar ise kaçtı. Artık Aliağa körfezinde ba-
lık yok. Rafineri körfez temizliğini müteahhite vermiş 19 milyon liraya.
Adam kumları alacak yerine yeni kum getirecek. Bakmış bu iş zor, ku-
mun üzerinden pislikleri almış, taşımış. Kalanı da kazıp alt üst etmiş.
Deniz üzerindeki temizlik de yeterli değil. Oysa pek ala deniz üzeri te-
mizlenebiliyor öteki ülkelerde. Bizde nedense olmuyor.
Türkiye’nin en büyük sanayi yerleşim bölgelerinden biri yavaş yavaş
patlamaya hazırlanıyor. Gelecekteki 10 yıl içinde 400 bin nüfusu barın-
dıracak olan bu büyük ilçenin şimdiden bu eksiği düşünülerek yapılmış.
Belediye başkanı da bu fikirde, bunun için çalışıyor.” 796

Makine Kimya Kurumu’nun bitmeyen lojmanları dile düşüyor


MKE’nin Nemrut Körfezi kıyısında Gencelli mevkisinde yapımına ka-
rar verilen ve daha sonra alınan bir kararla iptal edilen vasıflı çelik fab-
rikasının inşaatından önce lojmanlarının yapımına başlanmıştır. Ancak
projenin iptalinden sonra 1978 yılında yapımına başlanan 72 adet lojman
ile birlikte bin tonluk bir su deposu, toprağın altına döşenmiş 14 km uzun-
luğunda boru sistemi, fabrikanın müdüriyet binaları ve birçok malzeme ölü
yatırım olarak kalır. Bu duruma ilişkin basında yer alan “milyonlar toprağa
gömüldü ” başlıklı bir haberde;
“Aliağa ve yöresinde had safhada konut sıkıntısı çekilirken kasabaya
10 km mesafede çatıları tamamlanmış, kiremitleri döşenmiş binalar sa-
hiplerini bekliyor. 72 dairenin bu şekilde bırakılması ister istemez başka
sorunları da beraberinde getiriyor”.

Gazeteye göre milyonlar harcanarak yapılan su deposundan çev-


redeki sanayi kuruluşların istifade edebileceği gibi, tamamlanmamış
binaların okul ve hastane gibi sosyal hizmet verecek tesislere dönüş-
türülebileceği ileri sürülür. Buralarda yaşayan yurttaşlar haklı olarak
ilgililerden en kısa zamanda toprağa gömülmüş bulunan milyarlık yatı-
rımlara hayat verilmesini ve faydalı yatırımlara dönüştürülmesini bek-
lemektedirler797.
Zaman zaman haber sıkıntısı çeken gazete muhabirleri eski defterleri
karıştırırlar. Eski defterlerdeki en revaçta olan haberlerin başında vasıf-
lı çelik fabrikalarının inşaatı yarıda kalan lojmanlarına ilişkin haberlerdir.
Bunlardan biri de en son haberden 3 yıl sonra yeniden görülen bir haberdir.
“Olmayan fabrikanın denize nazır lojmanları” başlıklı bir haberi olasılıkla
796
Yeni Asır, 8 Temmuz 1984.
797
Yeni Asır, 23 Temmuz 1984.

423
stajyer bir muhabirin alıştırma haberi olarak kabul etmek daha doğru ola-
caktır798. Bununla birlikte muhabirlerin bu haber madeninden vazgeçmeye
pek niyetleri yoktur ve zaman zaman MKE Kurumu’nun bu eski yarasını
kaşımaktadırlar. En son haberden iki yıl sonra da “fabrika yok, lojman ha-
zır” başlıklı haberde tüm öykü bir kez daha tekrar edildikten sonra alan
içinde faaliyette olan küçük ölçekli Kırıkkale tipi silahlar için tetik üreten
hassas döküm atölyesinin Müdür Yardımcısı Süleyman Çalışkan’dan alı-
nan sözlü bir demeç gelinen noktayı özetlemektedir. Çalışkan bu alanın
niçin atıl durumda tutulduğu sorusuna şöyle yanıt verir799:
“Yanlışınız var. Biz şu küçük hassas döküm atölyemizde bile Çukurova
Demir Çelik Fabrikasının kârını geride bırakıyoruz. Sosyal konutlarda
ise gemi sökümünde çalışan 40 personel ve aileleri barınıyor.”

Lojmanlara ilişkin en son haber 1998 yılının Mayıs ayında yayınlanır.


Henüz tamamlanmamış Sosyal Konutlar özürlüler için rehabilitasyon mer-
kezi olarak hizmet verecektir. Konutların 1984 yılından beri atıl durumda
olduklarını belirten Vali Erol Çakır burasının rehabilitasyon merkezi için
uygun olduğunu ileri sürer. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı uygun görürse
proje hayata geçirilecektir. Konutlarda 210 çocuğun barındırılması, sekiz
bloktan oluşan konutlarda yedi bloğun çocuklara, bir bloğun idareye tahsis
edilmesi planlanmaktadır. Söz konusu projenin hayata geçirildiğine ilişkin
herhangi bir bilgimiz bulunmamaktadır800.

Rafineri’de çalışan bir Japon mühendisin onur intiharı


015 yılında Marmara körfez geçişini sağlayacak asma köprüdeki kılavuz
2
kablolarının kopmasından kendini sorumlu tutan Japon mühendisin intiharı
Türkiye’de ilk ve tek örnek değildir. 1984 yılında Aliağa Rafinerisi’nde görevli
43 yaşındaki Japon Mühendis Takahiro Matsunaga, rafineri içinde inşa edi-
lecek olan bir üniteye ait planları kaybedince üzüntüsünden intihar eder. Evli
ve 2 çocuk babası olan Japon mühendis kaldığı misafirhanede kendini iple
tavana asar. Takehiro Matsunaga’nın intiharı üzerine çalıştığı firmanın üst
düzey yöneticilerinden bir heyet ve eşi Aliağa’ya gelirler. Yapılan incelemede
mühendisin intihar nedeni savcılık tarafından saptanır. Japon mühendis firma
tarafından hazırlanmış olan projelerin bir bölümünü kaybetmiş ve iş ahlakına
ters davrandığına inandığı için üzüntüye kapılıp intihar etmiştir. Ancak ne ya-
zık ki projelerin kaybolmadığı intiharından sonra anlaşılmıştır801.
798
Yeni Asır, 30 Kasım 1987.
799
Yeni Asır, 3 Aralık 1989.
800
MKE konutları rehabilitasyon merkezi olacak, Yeni Asır, 18 Mayıs 1998.
801
Yeni Asır, 31 Ekim 1984.

424
Viking Kağıt Fabrikası kuruluşunun 13. yılını kutluyor
1969 yılında “Türkiye’nin ilk özel kâğıt fabrikası” olarak temeli atılan
Viking Kağıt ve Selüloz fabrikası 1971 yılında üretime başlamıştır. Yaşar
Holding AŞ kuruluşu olan tesis 1984 yılına gelindiğinde 13. kuruluş yılını
kutlar. Aliağa’da Rafineri'yle birlikte ilk kurulan tesislerden olan Viking,
burada çalışıp emekli olan Aliağalıların anılarıyla dolu olan bir kuruluştur.
13. Yıl kutlamaları töreni sırasında yetkililerin yaptıkları konuşmalarda
fabrikanın kapasitesinin 13 bin tondan 20 bin 500 tona çıktığı açıklanır802.
Fabrikada çalışan görevli 110 memur ve işçi, şirketin de desteği ile
plajlar mevkisinde yapılan sitede birer ev sahibi olur. Düzenlenen anahtar
teslim töreninde konuşan Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk
Yaşar, Viking’in holding içinde DYO’dan sonra çalışanlarını ev sahibi ya-
pan ikinci şirket olduğunu belirtir. Törende söz alan Aliağa Kaymakamı Ay-
dın Güçlü de hızla gelişmekte olan ilçenin sanayi merkezi haline geldiğini
belirterek şöyle konuşur:
“Nüfusumuz 1990 yılında 300 bine ulaşacaktır. İlçenin en büyük soru-
nu konuttur. Viking’in bu girişiminin diğer sanayi kuruluşlarına da örnek
olmasını dilerim.”

Daha sonra ev sahiplerine anahtarları Selçuk Yaşar, Aliağa Kaymaka-


mı Aydın Güçlü, Belediye Başkanı İrfan Onaran tarafından verilir803.

Nemtaş Liman Tesisleri’nin temeli atılıyor ve İzdaş AŞ halka açılıyor


İzdaş Holding’in kuruluşu olan Nemtaş (Nemrut Liman İşletmeleri AŞ)
tarafından Nemrut Körfezi’nde yılda 1.5 milyon ton yükleme boşaltma ka-
pasiteli liman tesislerinin temeli atılmıştır. 1985 yılının Aralık ayında işlet-
meye açılması planlanan liman tesisleri öncelikle İzdaş Holding kuruluşla-
rının ham ve mamul maddelerinin iç ve dış pazarlara sevkiyatı için kullanı-
lacaktır. Nemtaş Genel Müdürü Teoman Rua açılışta yaptığı konuşmada
limanın teknik özellikleri hakkında ayrıntılı bilgiler verir:
“Nemtaş iskelesi 21 m genişlik ve 298 m uzunluk ile 50 bin DWT tonluk
gemilerin yanaşmasına olanak sağlayacak boyutlardadır. Derinliği sahil
kesiminde 12 m en uçta ise 20 m olan iskelenin üzerinde çift hat demir-
yolu ile yükleme boşaltma hizmeti için 4 adet 10 ton kapasiteli kangru
vinci bulunacaktır. Nemtaş liman tesisi 1985 yılı rayiç bedellerine göre
2.6 milyar liraya mal olacaktır.” 804

802
Yeni Asır, 20 Kasım 1984.
803
Hürriyet, 13 Eylül 1984.
804
Yeni Asır, 19 Ocak 1985.

425
Birkaç gün sonra gazetelerde İzdaş Holding AŞ’ye ait İzmir Demir
Çelik (İDÇ) tesislerinin başarılarına ve hisse senedi satışlarına ilişkin iki
haber, Nemtaş iskelesinin inşası için finansman ihtiyacının nasıl karşıla-
nacağını göstermesi bakımından yön gösterici olur.
İzdaş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Atilla Yurtçu 1984 yılında 1.083
milyar lira kar eden ve yüzde 242 temettü dağıtan İDÇ’nin hisse senet-
lerini her an nakde çevirmeyi taahhüt ettiklerini açıklar. İDÇ’nin 1984’de
21 milyon, son üç yılda ise 40 milyon dolarlık ihracat yaptığını ve en karlı
şirketi halka açtıklarını vurgulayarak sözlerini şu şekilde tamamlar:
“Halkımızın ve yurtdışındaki yurttaşlarımızın hisse senedi satış kam-
panyamıza büyük ilgi gösterdiklerini memnuniyetle görüyoruz ve itimat-
larından gurur duyuyoruz.” 805

Bir gün sonra hisse satışlarına ilişkin “İDÇ senetleri satışa çıkmadan
kapışıldı” başlıklı ikinci haber İDÇ’nin ülkenin gelişmesine yaptığı katkıla-
rın sergilenmesiyle birlikte gelir. İzdaş Holding’e bağlı İzmir Demir Çelik
Sanayi AŞ’nin 1.8 milyar liralık hisse senetlerinin çok büyük bir bölümü-
nün satıştan önce kapışıldığı duyurulur. İDÇ yetkilileri İzmir’deki merkeze
ve İstanbul ile Almanya’daki bürolara çok sayıda başvuruyla pay ayırtılıp
para yatırıldığını bildirirler. Bu durumda kalan küçük bir bölümün de birkaç
saatte satılmasına kesin gözüyle bakılmaktadır806.

Bir yıl sonra yeniden Serbest Bölge haberleri


(Büyük umutlar hayal kırıklığı ile sonlanıyor)
Aradan yaklaşık bir yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Bir yıl önce tüm
bölgeyi heyecanlandıran Serbest Bölge kurulmasına ilişkin haberler bir-
den bire gündemden çıkmıştır. Ancak Aliağa’da bir Serbest Bölge kurul-
masına ilişkin haberler yeniden 1984 yılının sonlarında görülmeye başlar.
ANAP İzmir Milletvekilleri Burhan Cahit Gündüz ile Süha Tanık, hükü-
metin Serbest Bölge’nin Aliağa’da kurulması konusunda kararlı olduğunu
söyleyerek “Kimsenin endişesi olmasın. Aliağa, Serbest Bölgesi'yle İzmir’i
de kalkındıracaktır” diye demeç verirler.
Aliağa ANAP İlçe kongresine katılmak üzere gelen İzmir Milletvekilleri
Burhan Cahit Gündüz ve Süha Tanık, serbest bölgelerin kurulması ile ilgili
çalışmalarının hızla devam ettiğini, özellikle Serbest Bölge'nin Aliağa’da
kurulması için yoğun çaba harcadıklarını söyler ve Aliağa halkına güven
vermeye çalışırlar:

805
Yeni Asır, 23 Ocak 1985.
806
Yeni Asır 24 Ocak 1985.

426
Aliağa yeni bir ilçe olduğundan ötürü, hükümetin de buraya ağırlık ver-
mesinden yanayız. Ulusu Hükümeti zamanında zaten karar alınmıştı.
Serbest Bölge ile ilgili karar 1985’de verilecek ve hemen yürürlüğe gire-
cektir. Makul sürenin geçmesi beklenmektedir.” 807

1985 yılının başlarında “Serbest Bölge'nin sınırları çizildi ” başlıklı bir


haberde Resmi Gazete’de yayınlanan haritalara göre İzmir Nemrut Serbest
Bölgesi’nin sınırlarının İzmir-Bergama ve İzmir-Foça kara yolunun kesiştik-
leri noktadan başlayıp Nemrut Körfezi’ne kadar ulaştığı görülmektedir808.
Aliağa’daki Nemrut olarak anılan bölgenin Serbest Bölge olarak ilan
edilmesi Ege Bölgesi'ne canlılık getirmesi bakımından olumlu karşılanır.
Buna karşın bölgedeki arsaların fiyatlarının hızla artmaya başladığı da dik-
kati çeker. Çok yakında dönümü 200-300 liradan alıcı bulan arsaların yüzde
100 değerleneceği tahmin edilmektedir. Aliağa Belediye Başkanı İrfan Ona-
ran, Serbest Bölge'nin özellikleri ve statüsü hakkında bilgi sahibi olduktan
sonra yoğun bir çalışma içine gireceklerini belirtir ve sözlerine devam eder:
“Serbest Bölge olarak ilan edilen 10 bin dönümlük arazinin büyük bö-
lümü Hazineye aittir. Aliağa giderek sanayileşen bir ilçe durumundadır.
Serbest Bölge kurulması sanayileşmeyi daha da hızlandıracaktır. Buna
paralel olarak sorunlar da artış gösterecektir. Bunların hepsine çözüm
bulunacağını sanıyorum. Bu da elbette devlet desteği ile olacaktır. Za-
ten Aliağa’nın sanayileşmeye başlaması ile nüfusu 35 bine ulaşmıştır.
Bu oran daha da artacaktır. Bunun konut, belediye hizmetlerinin arttırıl-
ması gibi sorunları da beraberinde getireceği açıktır.”

İzmir Ticaret Odası Başkanı Dündar Soyer’e göre de Aliağa Nemrut


Körfezi’nde kurulacak Serbest Bölge'nin Ege’ye ekonomik canlılık ve ha-
reketlilik kazandırak, ayrıca geniş istihdam olanağı yaratacaktır809. Birkaç
gün sonra serbest bölgelerin işleyişini düzenleyen kanun tasarısı Bakanlar
Kurulu’na sunulur. Serbest bölgelerin alt yapı ihalelerinin nisan ayı içinde
yapılacağı, tasarının en geç mayıs ayı ortalarına kadar yasalaşacağı ümit
edilmektedir. Serbest Bölge'nin alt yapı inşaatlarına ise eylül ayında başla-
nacaktır810.
Aliağa’ya Serbest Bölge kurulacak haberleri çevrede hem umut hem
de endişe ile karşılanmaktadır. Arazileri kamulaştırılacak olan Çakmaklı
köylüleri üzülürken, arazileri Serbest Bölge dışında kalanlar ise değerle-
807
Hürriyet, 8 Kasım 1984.
Yeni Asır, 16 Mart 1985. Ayrıca Aliağa’nın gelecekteki potansiyelini işaret eden diğer bir gazete
808

haberi için bkz. Aliağa 5 yıla kadar Türkiye’nin en büyük sanayi kenti olacak, Yeni Asır, 13 Mart 1985;
Hürriyet, 16 Mart 1985.
809
Yeni Asır, 20 Mart 1985.
810
Yeni Asır, 24 Mart 1985.

427
necekleri umudu içindedirler. Ancak en kaygılı ve dertli olan Aliağa Beledi-
ye Başkanı İrfan Onaran’dır. İlçesine ekonomik canlılık ve yeni iş sahaları
kazandırması beklenen Serbest Bölge'ye ilişkin resmi bir belgenin ken-
dilerine ulaşmadığını söylemekte ve “İsmi büyük, kendi küçük” deyimini
kullanarak sözlerine şöyle devam etmektedir:
“Aliağa 2-3 yıl önce küçük bir kasaba idi. İlçe oluşu çok yenidir. Alt yapı
yetersiz, hele Serbest Bölge için alt yapı hiç yok denebilir. 1975 sayı-
mında nüfusumuz 5.600 kişi idi. 1980’de 11.100 kişi. Şimdi ise 30-35
bin nüfusumuz var. Ama belediye hizmetleri için halen 11.000 kişi için
hizmet alıyoruz. Bu da ancak güncel sorunları halletmemize yarıyor. Alt
yapı için hiçbir çalışma yapamıyoruz. Burada sanayi tesisleri kurulduk-
tan sonra onlar çitlerini çekip kendi alanlarını ayırdılar. Bizi, ilçemize be-
raberlerinde getirdikleri sorunlarla baş başa bıraktılar. 16 bin dönümlük
alanda kurulacak olan Serbest Bölge'nin yaklaşık yarısı hazine arazisi
yarısı da köylülere ait tarım alanıdır. Bu arada Çakmaklı köyü ve antik
şehir ‘Kime’ Serbest Bölge sınırları içinde kalıyor.”

Çakmaklı köyü Muhtarı Ali Yasemin’in endişeleri başka bir yöndedir:


“Eğer köyümüz kamulaştırılırsa biz ne yaparız? 1979 yılında Aliağa’daki
gemi söküm tesisleri için Arsa Ofisi bir bölüm yeri metrekaresi 1 liradan
kamulaştırdı. Asırlık evlerimizden olacağız, inşallah devlet bize yeterli
para öder ya da ev sağlar.” 811

Tüm bu hazırlıklara karşın uluslararası çevrelerde Türkiye’de kurul-


ması planlan serbest bölgelere ilişkin kuşkular vardır. Amerikan Haber
Ajansı Associated Press dünyaya geçtiği haberde “Türkiye daha eski-
lerini devreye sokmadan yabancı yatırımcılara iki yeni Serbest Bölge
daha sundu” denmektedir. Adana Yumurtalık ve İzmir Nemrut serbest
bölgelerinin ağır sanayi için hazırlanacağı belirtilen yorumda şu görüş-
lere yer verilir:
“Türk firmalarına Serbest Bölgeler konusunda danışmanlık yapmış
olan Amerikalı Walter Diamond, Türkiye’nin önce bir Serbest Bölge
ile deneyim kazanması gerektiğini savunarak ‘Türklere hiçbir zaman
4 bölge ile işe başlamalarını tavsiye etmem’ diyor. Türkiye’nin kara
ve hava taşımacılığında zayıf kaldığı, Serbest Bölgeler için de politik
destek sağlanmadığı, Nemrut’ta kurulacak Serbest Bölge'de ihracat
yapabilecek nitelikte üretim için yeterli hammaddenin bulunmadığı id-
dia edilir.” 812

811
Yeni Asır, 26 Mart 1985.
812
Yeni Asır, 5 Kasım 1985.

428
Bu arada Serbest Bölge'de arazi alım ve satımı durdurulmuştur. Arsa
Ofisi kamulaştırma için Serbest Bölge'de bulunan taşınmazların miktarını
belirler. Ancak alım satım işlemleri durdurulmadan önce, iddiaya göre İs-
tanbullu iş adamı Mehmet Üstünkaya 100 dönüm, bir metal şirketi ise 75
dönüm arazi satın alır. Bu arada Aliağa Belediyesi de Serbest Bölge'de
planlama çalışmalarının başladığını bildirilir. Ayrıca Aliağa’ya kadar uza-
nacak elektrikli trenin bir kolunun körfeze devamı konusu incelenmektedir.
Petkim hudutlarından başlayıp, kara yolu sınırı boyunca Yeni Foça sapağı
ile deniz kıyısı arasındaki Nemrut bölgesini içine alan Serbest Bölge'nin
1988 yılında hizmete girmesi beklenmektedir813.
Yaklaşık 6 ay sonra Shannon Şirketi Serbest Bölge'nin fizibilite raporu-
nu tamamlayarak Devlet Planlama Teşkilatı’na (DPT) sunar. DPT İzmir’de
kurulacak Serbest Bölge için değişik yerlerde ve değişik büyüklüklerde çe-
şitli alternatifler hazırlamış ve İrlandalı şirketin bunları değerlendirmesini
istemiştir. İrlandalı Shannon firması DPT’nin alternatiflerinden her biri için
ayrı ayrı etütler yapmış, hesaplar çıkarmış, bunlardan birinin hem daha
ekonomik, hem de başarı şansının daha fazla olacağını bildirmiştir. Ancak
arsa spekulasyonunu önlemek amacıyla firmanın önerdiği yer titizlikle giz-
lenmektedir. Serbest Bölgeler Başkanlığı Shannon firması ile bir araya ge-
lerek raporu tartıştıktan sonra DPT üst yönetiminin ve Ekonomik Kurul'un
görüşüne sunacaktır. Rapor uygun bulunduğu takdirde yer seçimi kesinle-
şecek ve Serbest Bölge'nin kuruluş çalışmalarına başlanacaktır. Fizibilite
etütlerine göre 2 milyon m2’lik bir alanda kurulacak Serbest Bölge'ye 30
milyon dolarlık bir alt yapı yatırımı gerekecektir814.
Hemen hemen 1 ay sonra Yeni Asır’da yayınlanan haberi hazırlayan
muhabirin bir önceki haberden haberdar olmadığı, hala Serbest Bölge'nin
seçilmiş yeri olarak Aliağa’dan bahsetmesinden anlaşılmaktadır. Buna
karşın haberde, alt yapı yatırımlarının maliyetinin revize edildiği ve 30
milyon dolardan 40 milyon dolara çıkacağının hesaplandığı, Serbest
Bölge'nin yap işlet devret yöntemiyle yapılacağı, bölgede faaliyet göste-
recek firmaların en az 200 milyon dolar yatırım yapmaları gerekeceği gibi
yeni unsurlar görülmektedir815.
Nihayet yaklaşık 4 ay sonra ekim ayında kötü haber gelir. Serbest
Bölge Çiğli’ye alınmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatı’nın İzmir’deki Ser-
best Bölge'nin Nemrut’ta kurulmaması yönündeki önerisi Ekonomik Koor-
813
Yeni Asır, 1 Şubat 1986.
814
Yeni Asır, 15 Haziran 1986.
815
Yeni Asır, 19 Temmuz 1986.

429
dinasyon Kurulu’nda ele alınacaktır. Öneri, kurul tarafından 1 hafta içinde
görüşülüp karara bağlanacaktır. Kararda Serbest Bölge'nin büyük bir ke-
siminin birinci derece arkeolojik sit olarak ilan edilmiş olması bu bölgede
Serbest Bölge kurulmasını tehlikeye sokmuştur. Ayrıca Shannon firması-
nın Nemrut’un İzmir’e çok uzak olduğunu belirlemesi de yer değişikliğin-
de önemli rol oynamıştır. Nemrut’tan vazgeçilmesi üzerine belirlenen kent
merkezine daha yakın dört yer arasında ağırlıklı olarak Çiğli’nin üzerinde
durulmaktadır816.
Aralık ayında ise Serbest Bölge'nin kurulacağı yer kesinleşmiştir. Ali-
ağa alternatifinden vazgeçilmesinden sonra Serbest Bölge için belirlenen
yedi alternatif bölge arasında sonunda Gaziemir’de karar kılınmıştır. Söz
konusu Bakanlar Kurulu’nun onaylaması halinde gerekli kamulaştırmalara
başlanacağı bildirilmektedir.817

Sanayi demek kirlilik demek!


(Hava ve su kirliliğinden şikayetler başlıyor)
Aliağa ve çevresinde hava kalitesinin bozulmasından ilk yakınmalar
gecikmez. Petkim tesislerinin en büyük parçası olan ve etilen üreten fabri-
ka bacasından arıza nedeniyle sürekli çıkan siyah dumanlı alev çevredeki
herkesi rahatsız etmeye başlamıştır. Fabrikanın çalıştığı her dakika 15 bin
lira zarar etmesi dışında çevresindeki geniş bir alanda canlıları zehirleye-
bileceği ileri sürülür. Etilen fabrikasında 6 aydır süren deneme çalışmaları
boyunca ne arıza giderilmiş ne de istenen kalitede bir üretim gerçekleşti-
rilmiştir818.
Aynı tarihlerde bu kez 18 adet gemi söküm tesisinin atıklarının kör-
fezi hızla kirlettiği ileri sürülmektedir. İddiaya göre Su Ürünleri Bölge
Müdürlüğü’nün bölgedeki etkinliğini yitirmesi yüzünden kirlilik artarak
devam etmektedir. Kirlenme özellikle Taşlıburun ile Ilıcaburnu arasında
çok yoğundur ve gemi söküm işiyle uğraşan tesisler çevre konusunda
yeteri kadar hassasiyet göstermemektedir. Denizin gemi söküm tesisleri
tarafından kirletilmesinden özellikle Aliağa Balıkçılar Derneği üyeleri çok
şikayetçidir. Dernek Başkanı Abdurrahman Kaya gemi sökümcülerin 9
ayrı bakanlığın onayladıkları genelgedeki şartları yerine getirmedikleri,
bunların arasında MKE Kurumu’nun gemi söküm tesisinin de bulundu-
ğunu belirtir:

816
Yeni Asır, 5 Ekim 1986.
817
Yeni Asır, 13 Aralık 1986.
818
Yeni Asır, 14 Mayıs 1985.

430
“Ne Aliağa’da, ne de Nemrut Körfezi’nde artık balıkçılık kalmadı. Ne
yapacağımızı şaşırdık. Devletin ilgisizliği bu balık dolu iki körfezin kir-
lenmesine ve balıkların yok olmasına neden oldu. Aliağa Körfezi’nde
balıklar gaz kokuyor. Nemrut Körfezi’nde ise artık yaşamaz oldu. Pet-
kim ve rafinerinin atıkları öldürdü bu körfezi”.

Diğer balıkçılar simsiyah atık yağ bulaşmış ağlarını göstererek tekne-


lerindeki çıkrıkların bu ağları sarmadığını, ağların kolayca parçalandığını
anlatırlar. Nemrut Körfezi’ne akan Çakıllıdere’ye Petkim ve Rafineri'nin
sosyal tesislerinin kanalizasyonlarının ve zehirli atıkların bırakıldığını, de-
renin simsiyah aktığı, içinde yığınla kaplumbağa ve yılan balığı ölülerinin
olduğundan söz edilmektedir819.

Petkim’de durum içler acısı


Petkim’deki duruma ilişkin içerden ve dışarıdan bilgiler gelmeye de-
vam etmektedir. Cumhurbaşkanı Kenan Evren 1981 yılında tesisi ziyarete
geldiğinde kendisine yetkililer tarafından ilk ünitelerin 1983 yılından itiba-
ren devreye sokulacağı sözü verilmiştir. Bakanlık yetkililerine tesislerin
yüzde 85 kapasite ile çalıştığı söylenmesine karşın bazı iddialara göre
kapasite ancak yüzde 15 dolaylarındır ve on altı fabrikadan sadece ikisi
devrededir. Devlet Bakanı İsmail Özdağlar’ın “Doymak bilmeyen beyaz
fil ” olarak tanımladığı tesisin yüzde 15 kapasite ile günde 1 milyar lira
zarara yol açtığı iddialar arasında yer alır.
Bu arada 2.5 milyon m2’lik bir alanda yaklaşık 250 milyar liralık bir
yatırımla gerçekleştirilen Petkim tesislerinde sadece F2-12 ve G03-5
hammaddelerini üreten fabrikaların devrede olduğu iddia edilir. Petkim’de
önemli görevlerde bulunan bir inşaat mühendisi ise tesisin inşaatı sıra-
sında devletin milyarlarca lira zarara uğratıldığını ileri sürmektedir. İnşaat
ihalelerinin haksız ve usulsüz uygulamalar nedeniyle geciktiğini ve fazla
iş gösterildiğini, tesislerdeki gecikmenin ise projelendirmedeki hatalardan
meydana geldiğini söyler ve daha vahim olan şu iddiayı ileri sürer:
“Devletin 450 milyar lirasını emrine verdiği petrokimya tesislerindeki
gecikmeler nedeniyle tesisin mekanik garanti süreleri daha fabrikalar
çalışmadan ortadan kalkmıştır. Öte yandan kasıtlı ya da yanlış hesap-
lar nedeniyle birçok konuda müteâhhitlere çıkar sağlanmış ve tesisin
büyük kayıplar vermesine neden olunmuştur. Bir örnek vermek gere-
kirse, NSC fabrikasının yapımıdır. Daha hiçbir proje yokken asgari 1
yıl önce ihale yapıldı ve projenin ortaya çıkarılması 1 yıl sürdü. Söz-
leşme gereği 07.01.1984 tarihinde 2 milyar 203 milyon liraya bitiril-
mesi gereken işin, bu nedenle 1985’li yıllara kadar uzaması inşaat
bedelinin 6 milyar liraya çıkmasına yol açmıştır.” 820

819
Yeni Asır, 11 Haziran 1985.
820
Yeni Asır, 18 Aralık 1985.

431
Basının Petkim’le ilgili iddaların peşini bırakmaya niyeti yoktur ve ha-
berler 1986 yılında da sürer. İddialara adı karışan bazı yöneticiler sonradan
müteâhhit firmalara transfer olurlar. Devlet Planlama Teşkilatı’nın inşaat ve
bitim tarihlerini her dönem bir sonraki kalkınma planlarına bıraktığı Pet-
kim Petro Kimya tesislerinde devletin yaklaşık 1 trilyon lirasının batırıldığı
ileri sürülmektedir. Tesisin temelleri 1974’de zamanın Başbakanı Bülent
Ecevit’e attırıldıktan sonra 1975 yılında bir kez de Süleyman Demirel’e at-
tırılmıştır821.

Ölümlü gaz kaçağı kazası ve ham petrol kaçağı


1986 yılının ilk günlerinde Rafineri'de bir inşaatta çalışan Prometsan
firmasının 127 işçisi hidrojen sülfür borularından birinde meydana gelen
kaçaktan sızan gazdan zehirlenerek fenalaşırlar. İçlerinden Yusuf Değir-
menci orada can verirken diğerleri hastaneye kaldırılır. Büyük bir felaketi
işçilerin arasından birinin “Herkes nefes almadan kaçsın ” diye bağırması
önlemiştir822.
Bir ay sonra Rafineri'nin boşaltma iskelesine yanaşan bir tanker yan-
lışlıkla ham petrolü toprağa boşaltmıştır. 300 milyon lira değerindeki ham
petrolün toprağa akmasına Rafineri'deki vardiya hatası yol açmıştır. Ola-
yın fark edilmesiyle hemen harekete geçen ilgililer Rafineri sahasını tecrit
edip kontrol altına alırlar. Teknik ekip toprağın emdiği ham petrolün heba
olduğunu bildirir823.
Bu arada olaya ilişkin bilgi veren Bölge Müdürü Özkan Menteş soru-
nun yöneticilerin ihmalinden kaynaklandığı iddialarını redederek zararın
iddia edildiği gibi çok olmadığını, ekiplerin olaya hemen müdahale ettiğini
ileri sürer824.

Petkim’de üretim kıpırdamaları


Petkim Aliağa tesisinde üretilen polietilen 1986 yılında ilk olarak İran’a
ihraç edilir. Bu ihracatın yılın sonuna kadar süreceğini belirten yetkililer
ayrıca iç piyasaya da etilen glikol satışını başlattıklarını açıklar825.

821
Muhabir Fatih Çekirge tarafından Yeni Asır gazetesinde Tunç Saruhanlı’dan sonra yeniden
ele alınan Petkim’deki usulsüzlüklere, yanlışlara ve acemiliklere ilişkin tüm iddiaların ayrıntıları ile
anlatıldığı haberler için bkz. Aliağa’da devletin 100 milyarları gitti, 20 Ocak 1986; 250 milyarlık tesis
1 trilyona mal oldu, 21 Ocak 1986; Bir vincin çengeline 230 milyon lira takıldı, 22 Ocak 1986; İhale
içinde ihale, 23 Ocak 1986; Beyaz çırpındıkça batıyor, 24 Ocak 1986; Ufak bir hata 20 milyar götürdü,
25 Ocak 1986; Kayıtlara geçen avanta, 26 Ocak 1986.
822
Yeni Asır, 16 Ocak 1986.
823
Yeni Asır, 15 Şubat 1986.
824
Yeni Asır, 16 Şubat 1986.
825
Yeni Asır, 16 Şubat 1986.

432
Tüpraş, 250 milyon lira tazminata mahkum oluyor
1985 yılının sonlarında İtalya’ya 9 milyon dolarlık süper benzin ihra-
cına ilişkin anlaşma yapılmıştır. Tankere yüklenen süper benzin İtalya’ya
gönderilir. Ancak oradaki laboratuvarlarda yapılan testlerde 94 oktan oldu-
ğu belirtilen süper benzinin 80 oktan olduğu ortaya çıkar. İtalyan yetkililer
mahkemeye başvurur ve anlaşmazlık Tüpraş aleyhine sonuçlanır. Mah-
keme Tüpraş’ı 400 bin dolar (270 milyon lira) tazminata mahkûm eder.
Tüpraş tarafından açılan soruşturmada Aliağa Rafinerisi’nde bulunan la-
boratuvarın şefi suçlu bulunur. Ancak daha sonra ayrıntılı olarak yapılan
incelemelerde hatanın oktan testi yapan cihazlarda olduğu anlaşılmıştır826.

Petkim’de patlama
8 Temmuz günü öğle saatlerinde AYPE ünitesinin HF 2-12 bölümün-
deki reaktör diskine aşırı yüklenme nedeniyle bir patlama meydana gelir.
Yetkililer emniyet supabının devreye girmesiyle daha büyük bir tehlikenin
engellendiğini ancak patlamaya engel olunamadığını bildirirler. Tonu 500
bin liradan satılan ve günde 271 ton üretilen Polietilen ünitesinin onarımı-
nın 3 gün süreceği ve bunun da kuruluşa yarım milyar liraya mal olacağı
açıklanır827.

Şakranlılar deniz kirliliğinden dertli (Şakran ölüyor!)


Temmuz ayında Yeni Şakran ve İncirlik halkı ile yazlıkçılar sabah uyan-
dıklarında gözlerine inanamazlar. Deniz kıyısı boydan boya simsiyahtır.
Denizin üstü de ağır katran ve yağ tabakaları ile örtülüdür. Yazlıkçılar
çadırlarını söküp bölgeyi terk eder. Çevre sakinleri aslında bu durumu 3
aydan beri her gün yaşamaktadır. Şikâyet etmedikleri makam kalmamış-
tır ama herhangi bir tedbirin alındığına tanık olmamışlardır. Başta gemi
söküm tesisleri olmak üzere Rafineri'nin iskelelerine yanaşan her gemi
kıyılar için potansiyel tehlike olmayı sürdürmektedir828.
Yaklaşık bir yıl sonra Şakranlılar yeniden denizlerinin kirlendiğinden
yakınmaktadır. Bir zamanlar İzmir çevresinin en çok ilgi gören sayfi-
ye yerlerinden biri olan kasabanın sahilleri katran ve ziftle kaplanmıştır.
Şakran’nın yanı sıra tüm Aliağa kıyılarını mahveden zift ve mazot kirlili-
ğinin sorumlusu olarak gemi söküm tesisleri gösterilmektedir. Aliağa ve
Şakran sahillerinde görülen zift ve mazot kirliliği nedeniyle gemi söküm
tesislerine Aliağa Belediyesi ekipleri tarafından 500’er bin lira para cezası
826
Yeni Asır, 7 Temmuz 1986.
827
Yeni Asır, 10 Temmuz 1986.
828
Yeni Asır, 11 Temmuz 1986.

433
kesilir. Bölgede kirliliğin sürekli olduğunu belirten Aliağa Belediye Başkanı
İrfan Onaran Çevre Kanunu'na göre bu konudaki yetkilerin Büyükşehir
Belediyesi’ne ait olduğunu hatırlatmaktadır:
“Kanuna göre bize verilmiş bir yetki yok. Yetkilerimizin kısıtlılığı nede-
niyle kirliliği yaratan yerlere ne yazık ki yaptırım uygulayamıyoruz. Geç-
tiğimiz hafta sonu görülen deniz kirliliğine ise gemi söküm tesislerinin
neden olduğunu belirledik. Burada bulunan 6 tane tesise 500’er bin lira
para cezası kestik. Bunun dışında hiçbir şey yapamıyoruz.” 829

Aliağa’da yerel siyaset ısınıyor


Anavatan Partili Menemen Belediye Başkanı’nın mahkeme kararıyla
koltuğunu kaybetmesinden sonra Aliağa Belediye Başkanı İrfan Onaran
da ruhsatsız bir inşaata göz yumduğu ve görevini kötüye kullandığı gerek-
çesiyle şikâyet edilir. Savcılığa verilen dilekçede belediye başkanının ka-
muya ait olan ve deniz doldurularak inşa edilen bir kafeteryanın yapımına
göz yumduğu öne sürülmektedir. Belediye başkanı hakkında dava açan
bir vatandaş kendisinin 1970 yılında söz konusu yere 50 m mesafede bir
inşaata başladığını, ancak Danıştay kararına rağmen belediyenin bu inşa-
atı durdurduğunu ileri sürmektedir. Dilekçede belediye başkanını hedefe
alan iddialar şu şekilde anlatılır:

Belge 37. Aliağa sahil bandının yapımı kenti denizle buluşturdu


Sanayi kaynaklı etkiler sonucu deniz kirlenmeye başlarken, Belediye de yeni yatırımlarla
Aliağalılara daha çağdaş bir kent yapma gayretindedir. (Yeni Asır gazetesi, 27 Ekim 1987,
Mehmet Atıcı arşivi)

829
Şakran’ın Ölümü, Yeni Asır, 5 Ağustos 1987.

434
“Aliağa’nın çıkışında yer alan… bina, kamuya ait bir yerde ve denizin
500 m2 doldurulmasıyla inşa edildi. Kaymakamlık bu binanın yapımını
bir süre durdurmuştu. Ancak belediyenin yürütme organı durumunda
olan belediye başkanı bu duruma göz yummuştur. Başkan ve olayın
sorumluları hakkında soruşturma açılmasını bekliyorum.” 830

Bu arada TBMM’de boşalan 11 milletvekilliği için 28 Eylül 1986’da ya-


pılacak olan ara seçimin tarihi yaklaşmaktadır. Gazeteler önemli ilçelerin
nabızlarını tutmak için soruşturmalar yapmaktadır. Bu ilçeler arasında en
önemlilerden biri de Aliağa’dır. Belediye Başkanı İrfan Onaran ile yapılan
bir röportajda söz politikaya ve yerel seçimlere geldiğinde bağlı olduğu
partinin seçimlerdeki muhtemel başarısı konusunda tereddütlü davranır.
Halkla yapılan röportajlarda ise ilçede Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin
(SHP) önde olduğu izlenimi edinilir. SHP İlçe Başkanı Hakkı Ülkü de par-
tisinin favori olduğunu ifade etmektedir831.
Ara seçimde SHP Türkiye genelinde öngörülen başarıyı yakalayama-
sa da Genel Başkanı Erdal İnönü İzmir Milletvekili seçilir.

Başbakan Turgut Özal’a göre Aliağa Rafinerisi zor durumda


Sovyetler Birliği tarafından kurulan ve Ege Bölgesi'nin petrol ürünleri
gereksinimini karşılayan Aliağa Rafinerisi’nin büyük sorunları olduğu, yüz-
de 30 kapasite ile çalıştığı, verimsizlik yüzünden borçlarını dahi ödeyeme-
diği ileri sürülmektedir. Başbakan Turgut Özal uzun vadede gerçekleşen
tesislerin teknolojiye ayak uyduramadığını belirtir. Başbakana göre;
“Aliağa çok büyük bir kompleks. İşe hatalı girişilmiş, bir anda dev bir
tesis yapılmaya kalkışılmış. Aliağa’yı 13 senedir yapıyoruz, bitmiyor.
Aliağa şimdi yüzde 30 kapasite ile çalışıyor. Bu yanlışlar devlete büyük
yük haline geldi.” 832

Başbakan’ın yukarıdaki eleştirisine yanıt Tüpraş Bölge Müdürü Özkan


Menteş tarafından gelir. Menteş’e göre 1979 yılında yüzde 88.4 kapasite
ile çalışan Rafineri, aradan geçen süre içinde yüzde 2.5 oranında kapasite
artışı göstererek doruk noktasına ulaşmıştır.
Rafineri'de geçen yıl [1986’da] 4 milyon 192 bin ton ham petrol işlen-
miş, 194.5 bin ton da makine yağı üretilmiştir. Bu üretimin programlarının
ilerisinde olduğunu açıklayan Rafineri'nin ekonomiye katkısının bir önceki
yıla göre 4 milyar lira artarak 15.41 milyar liraya ulaştığı belirtilir833.
830
Yeni Asır, 19 Mart 1986.
831
Yeni Asır, 22 Temmuz 1986.
832
Yeni Asır, 11 Kasım 1986.
833
Yeni Asır, 19 Ocak 1987.

435
Yaklaşık 6 ay sonra “Humeyni petrolü Aliağa’da işlenecek” başlıklı bir
haberde uzun süredir petrol tesisleri Irak uçaklarının tehdidi altında bulunan
İran, Türkiye’den ilk olarak işlenmiş petrol ve petrol ürünleri almak talebin-
de bulunur. İran Büyükelçisi’nin yaktığı yeşil ışık Rafineri'nin yöneticileri-
ne umut verir. İran’ın Ankara Büyükelçisi Mottaki ile Devlet Bakanı Vehbi
Dinçerler arasında Aliağa’da gerçekleşen görüşmede büyükelçinin “Bizim
petrolümüzü işler misiniz? ” şeklindeki talebi Dinçerler tarafından olumlu
karşılanmıştır. Teknik konuların çözümü ve petrolün taşınması konularının
görüşülmesi için teknik heyetlerin bir araya gelmesi kararlaştırılır834.
İran ile Irak arasında uzun süren ve iki ülkeyi de çok yıpratan savaş
sırasında Türkiye sadece İran ile değil aynı zamanda Irak ile de petrol ve
petrokimya anlaşmaları yapar. Petkim’in bir kuruluşu olan Alpet, 2.5 milyar
dolara mal olan Basra petrokimya kompleksinin işletmeye açılması için
Irak’a 200 teknisyen göndermek üzere anlaşma imzalar. Bununla birlikte
tesis İran uçakları tarafından bombalanınca 21 milyon 900 bin dolarlık bir
iş fırsatı kaçırılmış olur835.
Rafineri hakkında olumlu veya olumsuz birçok görüşün yanında bir ta-
raftan da kapasitesinin genişletilmesi için sürekli yatırımların yapıldığı gö-
rülmektedir. Örneğin, “Aliağa’da ikinci rafineri açılıyor ” gibi çok iddialı baş-
lığı olan bir haberde Rafineri'deki yeni ham petrol ünitesi ile Rafineri'nin
kapasitesinin 5 milyon tondan 10 milyon tona yükseleceği ve ülke ekono-
misine 275 milyar lira katkı sağlanacağı müjdelenmektedir. Rafineri tev-
sii projesinin mühendislik çalışmaları Sovyetler Birliği tarafından yapılmış
ve projede 53 milyon dolar Sovyet kredisi karşılığı malzeme ve ekipman
sağlanmıştır. İkinci rafineri olarak adlandırılan tesisler yakında Başbakan
Turgut Özal tarafından törenle hizmete alınacaktır836.
Rafinerinin kapasitesinin bir misli arttırılması sırasındaki bazı olumsuz-
luklar içeren iddialar üzerine Tüpraş içinde açılan soruşturmalar sonucunda
Genel Müdür Yardımcısı Osman Sinanlıoğlu ve Bölge Müdürü Özkan Men-
teş kızağa çekilir. Çok sayıda şef ve mühendisin de görev yerleri değişir.
Açılan soruşturmalar arasında 100 milyar liralık tevsii projesi içinde yer alan
inşaat-montaj ihaleleri ile açılış için gelen Başbakan Turgut Özal’ın gelişi
sırasında toprak alanlara dökülen 1 milyar liralık mıcır da vardır. Ayrıca 570
milyon lira keşif bedelli 900 ünitesi’nin müteâhhitine 700 milyon alacak çı-
kartıldığı ve işin henüz yarısında olduğu ileri sürülmektedir837.

834
Yeni Asır, 30 Ağustos 1987.
835
Yeni Asır, 15 Ocak 1988.
836
Yeni Asır, 18 Kasım 1987.
837
Yeni Asır, 25 Nisan 1988.

436
Çevreciler için kötü haber: Aliağa’da termik santral kurulacak
Serbest Bölge’nin Aliağa’ya değil Çiğli’ye838 kurulacağına ilişkin haber-
lerden dört gün sonra İzmir basınında yer alan bir haberin satır aralarında
Aliağa için tümüyle yeni bir bilgi verilmektedir:
“Yükte hafif pahada ağır malların üretilmesi planlanan Serbest Bölge'de
tüm sanayi kuruluşlarının ileri teknoloji kullanmaları konusunda adeta bir-
birleriyle yarışacakları ifade edilirken, Serbest Bölge çalışmalarının başla-
masıyla birlikte bir termik santral kurulmasının planlanması ileride iktidar
ve muhalefet kanatları arasında büyük tartışmaların çıkmasına yol açacak.
Hükümet yetkililerinden alınan bilgiye göre Serbest Bölge'de termik santral
kurma girişimleri büyük bir gizlilik içinde yürütülürken bu konuda uluslara-
rası dev firmaların Özal hükümetine sunulacak teklifleri hazırladıkları kay-
dediliyor. 1 milyon dolara kurulması öngörülen santral ile ilgili ilk tekliflerin
ise ABD ve Avusturya’dan geldiği öğrenildi. Serbest Bölge'de kurulacak
termik santral Türkiye’ye elektrik enerjisi sağlayacak.” 839

Bölgede çevreciler ile sanayi ve yönetimler arasında çıkacak sert tar-


tışmaların fitilini ateşleyecek bu haberin daha sonradan doğru bir istihba-
rata dayandığı anlaşılacaktır.

Petro Kimya Kompleksi nihayet Başbakan Turgut Özal


tarafından açılıyor
Yapımına 1974 yılında başlanan ve Türkiye’nin ikinci büyük petro-
kimya tesisi olan Aliağa kompleksi için 1985 fiyatlarıyla 1.7 trilyon lira
harcanmıştır. 12 ana ünitesi bulunan tesiste yüksek teknoloji kullanılarak
inşa edilen bazı ünitelerde deneme üretimi daha önce başlamıştır. 28
Aralık 1986 Pazar günü Başbakan Turgut Özal tarafından yapılan açılış
iktidardaki Anavatan Partisi’nin gövde gösterisine dönüşür. Ülkenin ihti-
yaç duyduğu plastik, suni elyaf ve her türlü petrokimya ürünlerinin yerli
üretimini sağlayacak olan Aliağa tesislerindeki 12 ünitenin üçü ilk ürün,
sekizi de nihai ürün fabrikası olarak hizmet verecektir. Türk mühendis ve
işçileri tarafından gerçekleştirilen tesis milli ekonomiye ilk aşamada 230
milyar lira katkı sağlayacaktır. Yurt içine sunduğu ürünlerle 463 milyon
dolarlık döviz tasarrufu sağlaması, 1987 yılında 50 milyon dolarlık ihracat
yapması beklenmektedir. Su ihtiyacı için özel olarak yapılan Güzelhisar
Barajı ile kendi suyunu, özel elektrik santrali ile kendi enerjisini karşılayan
tesisin çevre kirliliğine karşı özel arıtma tesisi vardır. Günlük 1.5 milyar
liralık satış yapması beklenen tesis 4 bin işçiye istihdam sağlayacaktır840.
838
Yeni Asır gazetesinin 20 Şubat 1987 tarihli haberinde Serbest Bölge’nin Gaziemir’de kurulacağı
bilgisi kesin olarak kamuoyuna duyurulacaktır.
839
Yeni Asır, 9 Kasım 1986.
840
Yeni Asır, 18 Aralık 1986; 25 Aralık 1986; 27 Aralık 1986.

437
Belge 38. Başbakan Özal, PETKİM’in açılış töreninde
Yapımı uzun süren PETKİM’in açılışını nihayet 28 Aralık 1986'da Başbakan Turgut Özal
tarafından yapıldı. (Tercüman gazetesi, 29 Aralık 1986, Mehmet Atıcı arşivi)

Başbakan Özal, İDÇ'nin Çelikhanesini açıyor


aşbakan Turgut Özal, 26 Ağustos 1987’de bir kez daha Aliağa’ya gel-
B
miş, İzmir Demir Çelik’in (İDÇ) 90 milyon dolara mal olan modern çelikhane
tesislerini törenle hizmete açmıştır. İDÇ Yönetim Kurulu Başkanı Atilla Yurt-
çu açılış sırasında yaptığı konuşmada 450 bin ton yıllık üretim kapasitesi ile
böyle teknolojiye sahip bir tesise Avrupa’da bile rastlanamayacağını söyler.
Başbakan Özal da Türkiye’nin son 6 yıl içinde çelik üretiminde patlama yap-
tığını belirterek şunları söyler841:
“Avrupa’ya, Amerika’ya hatta Japonya’ya çelik ihraç eder hale geldik. Şir-
ketler bu fabrika gibi halka açılmalıdır.”

841
Yeni Asır, 27 Ağustos 1987.

438
u arada 4 yıldır süren Petkim’in özelleştirme çalıştırmalarında
B
ilk önemli karar alınır. Bakanlar Kurulu’nun, özelleştirilmesi amacıyla
Petkim’in Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi’ne devredilmesi kararı
Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından da onaylanır842.

Hükümet, Aliağa’ya termik santral konusunda ısrarlı


Hükümetin Aliağa’ya ithal kömüre dayalı termik santral yapma konu-
sunda ısrarlı olduğu giderek görülmektedir. 18 Eylül 1987’de basında yer
alan haberler, santrali Japonların yapacağı bilgisini vermektedir. Başbakan
Turgut Özal yap-işlet-devret modeline göre yapılacak Aliağa Termik Santrali
ihalesinin Mitsubishi, Hitachi ve Türk firması Alarko Holding’in oluşturduğu
gruba verildiğini açıklar. Santrale, işletme aşamasında Türkiye Elektrik Ku-
rumu da (TEK) yüzde 40 oranında ortak olacaktır. Bir milyar liraya mal ola-
cak termik santralde Avustralya’dan getirilecek ithal kömür kullanılacaktır843.

Aliağa’da kirlilik ürkütücü boyutlarda


anayinin, deniz tanker trafiğinin artması ve gemi söküm tesislerinden
S
denize akıtılan yanık yağ, mazot, zift ve benzer petrol atıklarıyla sızan gazla-
rın çevreyi kirletmeleri devam edince, ilçe belediye meclisinin üç üyesi önlem
alınması için İzmir Valiliği’ne başvurur. SHP’den Bedri Şener, ANAP’tan Ünal
Irkdaş ve bağımsız üye Fehmi Özalp’ın valiliğe verdiği dilekçede deniz ve
çevre kirliliğinin ciddi boyutlara ulaştığı belirtilerek şöyle denmektedir:
“Aliağa, Şakran ve Çandarlı kasabaları büyük bir sahil şeridine sahiptir-
ler. Nadide balık çeşitleri olan, doğal güzelliklere sahip sahillerimizden
başta İzmir’in büyük kesimi olmak üzere Manisa ili ve çevredeki tüm
ilçelerin halkı sayfiye yeri olarak faydalanmaktadır. Körfezimizin çevre-
sinde kurulan sanayi tesislerinden akıtılan yanık yağ, mazot, zift ve ben-
zeri petrol atıkları sahillerimizde kalıcı bir kirlilik yaratmaktadır. Petrol
atıklarının denize akmasını önlemek için gemi söküm tesislerinde yüzey
bariyeri kullanma zorunluluğu olduğu halde böyle bir önlem alınmıyor.
Gemi söküm tesislerinden denize akıtılan çeşitli petrol atıkları yüzünden
denizin yüzü adeta siyah bir örtü ile kaplandı.” 844

elediye Meclisi üyeleri tarafından İzmir Valiliği’ne verilen kirliliğin bo-


B
yutlarına ilişkin bu dilekçeye ancak 1 yıl sonra yanıt verilir. İzmir Valiliği,
Nemrut Körfezi’ni çevre kirliliğinden korumak üzere harekete geçer. Alia-
ğa Gemi Söküm Bölgesi Koordinasyon Kurulu bölgedeki 18 gemi söküm
842
Yeni Asır, 28 Ekim 1987.
843
Yeni Asır, 18 Eylül 1987.
844
Yeni Asır, 25 Eylül 1987.

439
firmasına kıyıdaki molozları temizlemeleri, ağır atık yağlar için çökertme
havuzları ya da foseptik çukurları yapmaları ve söküm işlemleri sırasında
deniz kirliliğini önleyecek gerekli önlemleri almaları için 3 ay süre tanımış-
tır. Vali Yardımcısı Hasan Kır konuyla ilgili şu bilgileri verir:
“Tesislerin fosseptik çukurları var; ancak bunlar ya küçük ve dolayısıyla
yetersiz fosseptikler, ya da uzun yıllar kullanılmaktan ötürü tıkanmışlar,
küçülmüşler. Ayrıca sızıntı yapma olasılığı da var. Bu nedenle yenileri
yapılacak.” 845

Aliağa, Foça, Şakran ve Çandarlı’da yaşayanların günlük hayatlarında


karşı karşıya kaldıkları deniz kirliliği büyük tepki uyandırmakta ve halkta
çevre bilincinin ilk adımları ortaya çıkmaktadır. Aliağa’da ithal kömüre da-
yalı termik santral kurulacağı haberleri bu potansiyeli ileride uzun süreli
büyük bir çevre mücadelesine çevirecektir.
Yöre halkı ve çevreciler birkaç cephede sanayi kuruluşlarının yarat-
tıkları hava, su ve toprak kirliliğine karşı büyük mücadele vermektedirler.
“Doğayı tahrip ediyorlar” gerekçesiyle sanayi kuruluşları aleyhine açılan
bir davada Aliağa Asliye Hukuk Mahkemesi 3 bilirkişi tayin eder. Heyet
Prof. Dr. İbrahim Karaca (E.Ü. Ziraat Fakültesi Dekanı), Ziraat Yüksek Mü-
hendisi Kemal İnan ve Petkim Merkez Kontrol Müdürü Kimya Mühendisi
Erkan Erdeniz’den oluşmaktadır.
Tespitler ve analizler yapılır. Prof. Dr. İbrahim Karaca ile öğrencisi Ke-
mal İnan “Fabrikaların baca gazlarında doğayı tahrip edebilecek bileşiklere
rastlanmadı. Dumanın doğayı tahrip etmesi mümkün değil ” görüşünü sa-
vunurlar. Erkan Erdeniz ise farklı görüştedir. Petkim laboratuvarlarını kulla-
narak farklı bir rapor hazırlayıp mahkemeye sunar. Ona göre bu baca gaz-
larında zehirli sülfür dioksit vardır. Demir çelik fabrikaların bacasından çıkan
tozlarda ise 903 gazı bulunmaktadır. Taban tabana zıt bu iki rapor yüzünden
dava uzar. Davayı açanlar vazgeçerler ve dosya Adliye arşivine kaldırılır846.

Çalışmayan elektrik santrali


1975’li yıllarda enerji dar boğazına giren ülkede acil önlem projesi ge-
reği satın alınan ancak 20 yıl önce terk edilmiş bir teknolojiye sahip fueloil
elektrik santrali Aliağa’ya −yedek olarak− kurulmuştur. 1975 yılından itibaren
de birkaç istisna dışında söz konusu santralin üreteceği enerjiye ihtiyaç du-
yulmamıştır. Bununla birlikte her an çalışmaya hazır santral, araçları, kapı-
sındaki bekçisi, personeli ve Bergama yolu üzerindeki lojmanlarıyla varlığını
sürdürmektedir. Türkiye Elektrik Kurumu’na ait “Gaz Tribünleri ve Kombine
Çevrim Santrali” gibi iddialı bir isme sahip olan santralin 150 personeli vardır.

845
Yeni Asır, 29 Temmuz 1988.
846
Yeni Asır, 16 Nisan 1989.

440
TEK Bölge Müdürü Cengiz Ündebeyoğlu’na göre:
“Bu santral Türkiye’nin enerji darboğazında olduğu 1972-1973’lü yıllar-
da acil olarak gereken ucuz bir yatırım olduğu için alınmış. Kömürle
çalışan bir santral düğmesine bastıktan en az 18 saat sonra üretime ge-
çebilir. Ama bu santral hemen üretime geçiyor. Ama ne var ki normalden
çok daha pahalıya elektrik üretiyor. Bugün barajlar santraller sayesinde
enerji sıkıntısı yok. Şimdi burada bir sorun çıkıyor ortaya. Enerji sıkıntısı
olmuyor diye bu santralin kapısına kilit mi vurulmalı? Satsanız alan yok.
Bu durumda tıpkı bir itfaiye gibi bu santral hazır tutuluyor. Gerektiğinde
devreye giriyor. Bu bir tercih meselesidir. Düşünün ki büyük bir fırtına
oldu ve Türkiye’de büyük bir elektrik kesintisi oldu. Çok pahalı olsa da
bu santral gerektiğinde hemen devreye sokulabilir.” 847

Grev hakkı olmayan Tüpraş ve Petkim işçileri yeni eylem


biçimleri peşinde
etrol-İş Sendikası'na bağlı 4 bin 300 işçi Petkim’de grev hakları-
P
nın elinden alındığı, Tüpraş’ta ise ücret ayarlamalarının düşük tutulduğu
gerekçesiyle pasif direnişe geçer. Sendikaya bağlı işçiler iş çıkışı servis
araçlarına binmeyip bir süre yürürler. Petkim’de iş elbiseleriyle yürüyen ve
toplu viziteye çıkan, Tüpraş’ta ise çıplak ayakla yürüyen işçilerin eylemleri
Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin Menemen ve Aliağa örgütleri tarafından
desteklenir848. Eylemlerinden sonuç alamayan Petrol-İş Sendikası Aliağa
Şubesi Başkanı Mansur Burgucu yasa gereği grev yapamadıkları için aç-
lık grevine başlayacaklarını söyler. Burgucu, Kamu İşverenleri Sendika-
sı ile ağustos ayından beri yaptıkları toplu iş sözleşmesi görülmelerinin
uyuşmazlıkla sonuçlandığını bildirir849.

Ege Demir Çelik Fabrikası’na karşı çevrecilerden ve


belediyelerden tepkiler
988 yılının ortalarında Aliağa ve Foça halkı ile belediye başkanları
1
kurulması planlanan Ege Demir Çelik fabrikasına karşı tepki göstermekte-
dir. İki ilçenin sınırlarındaki Gencelli mevkisinde konut alanı kapsamında
110 dönümlük bir yarımada üzerinde denizin doldurularak yapılmak iste-
nen bir demir çelik fabrikasına karşı eylem hazırlığı içine girer. İmara açık
olmayan ve konut alanı olarak belirlenen bölge için belediye başkanları
“Buraya ruhsat vermeyiz” demelerine karşın inşaat çalışmaları sürdürül-
mektedir. Aliağa Belediye Başkanı İrfan Onaran bazı hükümet üyelerinin
847
Yeni Asır, 22 Kasım 1987.
848
Yeni Asır, 1 Haziran 1988.
849
Yeni Asır, 21 Ekim 1988.

441
fabrikanın kurulması için büyük caba harcadıklarını ileri sürer. Yeni Foça
Belediye Başkanı Ercan Küçükkaya da turistik beldede hava ve su kirliliği
yaratacak bu fabrikayı istemediklerini belirterek “İnşaat alanında davullu
zurnalı ve çiçekli oturma eylemi yapıp doğayı korumak için savaşacağız”
şeklinde konuşur.
Öte yandan Aliağa Belediye Başkanı İrfan Onaran, Belediye Meclisi'nde
de gündeme getirilen şahsi çıkar güttüğü yolundaki iddiaların850 maksatlı
çıkarıldığını vurgulayıp fabrika inşaatına Ankara’dan verilen desteklerin
kendisini yıldıramayacağını ileri sürer. Başkan Onaran verdiği demeçte
şunları da ekler:
“Evet deniz dolduruluyor. Yeşil alan kapsamında bu yer henüz imara
açılmadı. Fakat adamlar, ‘Başbakan Özal’dan izin var’ diyerek her iste-
diklerini yapıyorlar. Ulaştırma Bakanlığı’ndan da liman için izin almışlar.
Fabrika kurulmasın demiyoruz. Fabrika kurucu ortakları bizi takmıyor
bile. Çünkü arkalarında Özal ve Sefa Giray’ın olduğunu bizzat yüzüme
söyleyerek işi bitirdiklerini vurguluyorlar…” 851

Birkaç gün sonra aynı konuda yayınlanan diğer bir haberde İrfan Ona-
ran daha sert bir ifade ile şu şekilde konuşur:
“Bayındırlık ve İskân Bakanı Sefa Giray ile konuştum. Bakan bana,
arazinin mücavir alandan çıkartılıp tesislerin mutlaka yapılacağını
söyledi. Durumu Cumhurbaşkanı'na ileteceğim. Fabrikanın yapılma-
sı için Nemrut körfezinde uygun alanlar var. Tecavüz edilen Hazine
arazisi boşaltılmalı. Bu fabrikanın kurulmasını engelleyemezsem istifa
ederim” 852

Eylül’de çevreci kuruluşlar, Gencelli ve Çakmaklı sakinleri ile çevre-


3
deki yazlıkçılar fabrikanın inşa edileceği alanda yürüme ve oturma eylemi
yaparlar. İstanbul’dan Radikal Yeşiller ve Yeşil Barışçılar, İzmir’den Yarın
Dergisi Genç Çevrecileri ile sahil koruma derneklerinin de katıldığı ey-
lemde amaçlarının çevreyi korumak olduğunu söyleyen eylemciler Aliağa
Belediyesi’nin Nemrut Körfezi’ni sanayi bölgesi olarak ayrıldığını belirte-
rek şunları ileri sürerler:
“Ege Demir Çelik fabrikası, nazım planda ‘ağaçlandırılacak alan’ olarak
belirtilen araziye liman yapılmaktadır. Bu liman tamamlandığı zaman, ge-
çimini tarım ve hayvancılık ile sağlayan iki köyün meraları yok olacak.
Buradaki binlerce yazlıkçı da en geç bir yıl içinde denize giremeyecektir.”

850
Yeni Asır, 21 Mayıs 1988.
851
Yeni Asır, 3 Haziran 1988.
852
Yeni Asır, 7 Haziran 1988.

442
Eylemciler ile bir görüşme yapan Ege Demir Çelik’in Müdür Yardımcısı
Oktay Sunata ise buradaki çalışmaları durdurmaya hiçbir gücün yetmeye-
ceğini belirtir853.
Yaklaşık bir yıl sonra aynı konu bu kez yeni Bayındırlık ve İskân Ba-
kanı Cengiz Altınkaya tarafından gazeteye verilen bir demeç ile gündeme
getirilir. Muhabir, bakanın verdiği demecin en ibret verici cümlesini man-
şete çıkarmıştır:
“Orası zaten kaybedilmiş bir bölge. Bir fabrika yapılması hiçbir
şeyi değiştirmez.”
Altınkaya’ya göre bölgeye henüz imar izni verilmemiştir. Fabrikayı
yapmak isteyen firmanın da belediyeden inşaat ruhsatı alamadığını, bele-
diyenin önce ruhsatı verdiğini ancak daha sonra iptal ettiğini, bunun üze-
rine firmanın Danıştay’a dava açtığını, şimdi sonucun beklendiğini ekler.
Altınkaya özetle şunları söyler:
“Bölgede 4-5 tane fabrika var. 28 tane gemi söküm tesisi var. Bir de
Rafineri var. Fabrikaların hepsi limanlarını yapmışlar. Çevrede hava kir-
liliği, deniz kirliliği büyük boyutlara ulaşmış durumda. Kirlenecek hali
kalmamış çünkü zaten çok kirli”.

Bu arada Bakan Altınkaya fabrikayı yapmak isteyen Ege Çelik şirketini


de anlayamadığını, ülkede demir çelik fazlası olduğunu, bölgedeki diğer
demir çelik fabrikalarından birini satın almanın daha ekonomik olacağını
sözlerine ekler854.
Bununla birlikte bir süre sonra çevrecilerin direnişinin başarılı olduğu
ve fabrikanın buraya yapımından vazgeçildiği bilinmektedir.

Bulgaristan’dan son zorunlu göç Aliağa’yı da etkiliyor


1988 yılının sonlarında Bulgar yöneticilerin Müslümanlara uygula-
dıkları asimilasyon politikası sonucu yüzbinlerce soydaşımız Türkiye’ye
göç etmeye başlar. Bu soydaşların bir kısmı gerek akrabalarının bura-
daki varlığı gerekse barındırdığı teknik iş imkânları nedeniyle Aliağa’yı
tercih eder. Hem soydaşlar hem de soruna hazırlıksız yakalanan yöne-
ticiler için 1989 ve 1990 yılları zor geçecektir. Gazeteler, soydaşların
karşılaştıkları sorunlar konusunda takipçidir ve yaklaşık 9 ay içinde Ali-
ağa’daki soydaşların içinde bulundukları koşullara ilişkin bir çok haber
yayınlanır.
853
Yeni Asır, 4 Eylül 1988.
854
Yeni Asır, 9 Haziran 1989.

443
Belge 39. Soydaşlarımıza Aliağa kucak açtı
Bulgaristan’da Jivkov yönetiminin baskılarından bunalan soydaşlarımız, 1989 yılında
Türkiye yollarına düştü. (Hürriyet gazetesi, 28 Haziran 1989, Mehmet Atıcı arşivi)

1989 yılının Haziran ayında Aliağa’ya 29 aile gelmiştir. Kaymakam Er-


dal Aksu, Bulgaristan’dan göçerek Aliağa’ya yerleşen aileleri Karides Çay
Bahçesi’ne davet ederek bir toplantı düzenler. Toplantıya Belediye Başka-
nı Hakkı Ülkü, İlçe Emniyet Müdürü Fikrettin Karadağ ile daire müdürleri
de katılır. Kaymakam Aksu ailelere hitaben şöyle der:
“Bundan böyle ülkemizde huzur ve güven içinde, özgürce yaşayacak-
sınız. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’ndan 4 kişilik bir aileye
ayda 100 bin, 4 kişiden fazla olan aileye de 150 bin lira para yardımın-
da bulunuyoruz. Soydaşlarımız iş buluncaya kadar bu yardım devam

444
edecek. Soydaşlarımız için ilçenin 22 köyünde her aile için bir ev temin
edildi. Soydaşlarımızdan bir kısmının Petkim ve Rafineri’de işe yerleşti-
rilmesi için Bakanlık ve Valilikçe karar alındı.”

Belediye Başkanı Hakkı Ülkü ise ailelerin birer vesikalık fotoğraflarını


belediyeye getirmelerini isteyerek, “Size vereceğim kartlarla, 3 ay süresince
belediye otobüslerinden ücretsiz yararlanabileceksiniz” diye söz verir855.
Yaklaşık 3 ay sonra yayınlanan bir haberde ise soydaşlar ev bula-
mamaktan yakınmaktadır. Bir evde 35 kişi barınmak zorunda kaldıkları-
nı söyleyen soydaşlarımız, “Ne iş, ne de kiralık ev bulabildik. Perişanız ”
derler. Yakınlarının yanında sığıntı gibi yaşamaktan bıktıklarını, devletin
desteğine ihtiyaçları olduklarını söylerler.
Aliağa Kültür Mahallesi'nde oturan Selime Kula adlı yakınlarının yanına
sığındıklarını ve 1,5 aydır 6 aile burada yaşadıklarını söyleyen soydaşları-
mız feryat ederler:
“Aliağa’ya geldiğimiz günden beri iş aradık. Ancak bulamadık. Yanımız-
da bulunan para da bitti. Şimdi çok zor durumdayız. Günlerce kiralık ev
aradık. Ev bulmak mümkün değil. Bulduğumuz zaman ise ev sahipleri
3 ay ya da 6 aylık peşin istiyor. Zaten bizim maddi durumumuz iyi değil.
Ne yapacağımızı şaşırdık... Şimdiye kadar ne belediyeden ne de başka
bir yerden yardım aldık. Baskı ve sıkıntıdan kurtulduk. Fakat şimdi de
maddi zorluklar içinde yaşam mücadelesi veriyoruz.”

Ev sahibi Selime Kula ise şöyle yakınır:


“Kardeşlerimı ve yakınlarımı yanıma aldım. Şimdi 35 kişi bir arada yaşa-
maya çalışıyoruz. Kendileri ev aradı bulamadı. Şimdiye kadar aramalarına
rağmen bir iş de bulamadılar. Hem onlar hem de ben çok zor durumdayım.”

Aliağa plajındaki belediye kampinglerinde kalan bazı soydaş ailelerin


de sorunları vardır:
“Önümüz kış. Daha ne kadar bu kamplarda barınabiliriz. Şimdiye kadar
biz de kendimize barınacak ev bulamadık. Bazılarımız iş buldu, bazıla-
rımız ise hâlâ arıyor. Hepimiz zor durumdayız.” 856

Daha sonra Anadolu Ajansı’nda uzun yıllar başarıyla muhabirlik yapa-


cak olan, o dönemin Hürriyet gazetesi Aliağa muhabiri merhum Mehmet
Atıcı, bu konuda çok duyarlıdır ve etkileyici haberler yapmaktadır:
“Aliağa’da ahır bozması kapısız, penceresiz, hatta çatısı bile olmayan
bir bina. İçinde 10 aile. Bulgaristan’dan gelen soydaşlarımız bunlar.
Kaderlerine terkedilmiş soydaşlarımızdan biri, Şükrü Necip, bu metruk

855
Soydaşlarımıza Aliağa kucak açtı, Hürriyet, 28 Haziran 1989.
856
Aliağa’ya yerleşen soydaşlarımız zor durumda, Hürriyet, 12 Eylül 1989.

445
binada Bulgaristan’dan getirdikleri eşyaları satarak karınlarını doyur-
duklarını anlattı.
15 gün inşaatlarda çalışan Şükrü Necip, karşılığında 33 bin lira verdikle-
rini söyledi ve gözlerinden süzülen yaşları gizlemeye çalışarak yalvardı:
‘Geri dönmek istemiyoruz. Ama çaresiziz, bir şeyler yapın..’ Soydaşları-
mızın sığındığı ahır bozması binanın kapıları, pencereleri hatta çatısı bile
yok. Çaresiz soydaşlar kışın ne yapacaklarını kara kara düşünüyorlar.
Bulgarlar tarafından zorunlu göçe tabi tutulan soydaşlarımızın büyük
bölümü kiralık evlere ve lojmanlara yerleştirildi. Evle birlikte iş de bula-
bilen soydaşlarımızın keyfi yerinde. Ancak soydaşlarımızın küçümsen-
meyecek bölümü çok zor şartlarda hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. Sı-
kıntılara daha fazla dayanamayanlar ise, Bulgaristan’a geri dönüyorlar.
Çök kötü şartlar altında yaşayan soydaşlarımızın bir bölümü de
Aliağa’da bulunuyor. Kiralık ev ve çalışacak iş bulamayan soydaşları-
mız burada ahır bozması, metruk bir binaya sığındılar. Kapıları, pen-
cereleri, hatta tavanı olmayan binada çok güç şartlar altında yaşamaya
çalışan soydaşlarımız, eşyalarını satarak elde ettikleri parayla karınları-
nı doyurmaya çalışıyorlar.
Aliağa Kazımdirik Mahallesi'nde metruk bir binaya sığınan 10 aile adına
konuşan Şükrü Necip şunları söyledi: “Bulgaristan’ın Şumnu ilçesinden
geldik. Bütün aramalarımıza rağmen Aliağa’da kiralık ev bulamadığımız
için bu metruk binaya sığındık. Ancak doğru dürüst çatısı bile yok. Yağ-
mur yağınca ne yapacağımızı bilemiyoruz. 15 gün inşaatlarda çalıştım,
33 bin lira para verdiler. Karnımızı doyurmak için eşyalarımızı satıyoruz.
Ancak onlar da bitince ne yapacağımızı bilemiyoruz. İş bulma şansı-
na sahip olan arkadaşlarımız ise çok düşük ücret alıyorlar. Ayda 140-
150 bin lira ile bir ailenin geçinmesi mümkün değil. Çaresizlik içindeyiz.
Bulgaristan’a geri dönmek istemiyoruz. Çünkü biz buraya geri dönmek
için gelmedik. Devletin bize sahip çıkmasını istiyoruz” 857
“Aliağa’ya umutlarla gelen 30 soydaşımız, çektikleri sefalete daha fazla
dayanamayınca dün geldikleri gibi eşyalarını toplayıp Bulgaristan’a geri
döndüler. Bir farkla; gelirken sevinçliydiler, giderken ağlıyorlardı.
Kiralık ev bulamadılar. Kimse iş de vermedi. Aileler sonunda bir ahıra
yerleşmek zorunda kaldılar. Ama çoluk çocuklu aileler hayvan damında,
daha ne kadar barınabilirlerdi? Soydaşlarımızdan Şükrü Necip, parasız
kaldıkça her gün bir eşyasını sattığını, sata sata hiç bir şeylerinin kal-
madığını anlattı, “Çaresizlikten dönüyoruz” dedi.
Tüm sıkıntılara rağmen, ailesiyle Aliağa’da kalan Bünyamin Kurtoğlu, ya-
kın aile dostlarını kopup geldikleri cehenneme uğurlarken şunları söyledi:

857
Bize yazıklar olsun, Hürriyet, 22 Eylül 1989.

446
“Anavatanımıza koşarak geldik. Ama hep dışlandık. Ev, iş bulan arkadaş-
larımız da oldu. Ben evsiz ve işsizim. Açlıktan ölsem de dönmeyeceğim.
Hiç olmazsa topraklarımızda ölürüm. Yine de umutsuz değilim.” 858

6 ay sonra sorunların bir kısmının çözülmüş olduğu anlaşılmaktadır:


“Yıllardır süren Bulgar zulmünden kurtulmak için Türkiye’ye gelen soy-
daşlarımıza devlet desteği sürüyor. Aliağa’ya yerleşen 430 soydaş ai-
leye Kızılay’dan gönderilen çeşitli gıda yardımı Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Fonu vasıtasıyla ulaştırılıyor.
Aliağa Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Vak-
fı, üç kişilik aileye bir çuval un, altı kilo şeker ve mercimek dağıtıyor.
Soydaş aileler yardımları almak üzere geldikleri Kaymakamlıkta, dev-
letin desteğini görmekten dolayı mutlu olduklarını söylediler. Yetkililer,
imkânlar ölçüsünde yardımların devam edeceğini bildirdiler.” 859

İnsani iletişim ustası bir köy muhtarı: Tevfik Yıldırım


1990’lı yıllarda Yamanlar, Dumanlı ve Yunt dağlarında eski eserlerin
tespitine yönelik bir araştırma yaparken yolum Aliağa’nın Çıtak köyüne düş-
müştü. Köyün resmi temsilcisi olan muhtarı ziyaret edip bilgi vermek mesleki
adettendir. Muhtar Tevfik Yıldırım, bölgesine araştırma yapmak için gelen bir
araştırmacı bilim insanını o günün koşullarında sonsuz bir ilgi ile karşıladı
ve rehber olarak yanıma, hayatımda gördüğüm en ilginç insanlardan birini,
rahmetli Egesel’i (Osman Ceylan) verdi. Onunla birlikte Dumanlı Dağı’nın ku-
zeye bakan tüm yamaçlarını gezdik ve bölgenin eski tarihine ilişkin çok bilgi
edindik. Muhtarın ne denli önemli bir iletişim ustası olduğu o dönemde de gö-
rülüyordu. Aliağa tarihini yazarken kendisine ilişkin gördüğüm ve bu konudaki
yeteneğinin sergilendiği rahmetli Mehmet Atıcı’nın bir haberini gelecek ku-
şaklara aktarılması gerektiği düşüncesiyle olduğu gibi almaya karar verdim:
“Boşuna dememişler, ‘İş bilenin kılıç kuşananın’ diye. Aliağa’ya 10 km
uzaklıktaki Çıtak Köyü’nün muhtarı inanılmazı başardı. 27 milyonluk
köy bütçesiyle 1000 nüfuslu köye 1 milyarı bulan yatırım yaptırdı.
Aliağa’nın Çıtak Köyünün uyanık muhtarı, 27 milyonluk bütçeyle köyü-
ne milyarlık işler yaptırıyor. Politikacılarla ve çevredeki sanayi kuruluş-
larının yöneticileriyle çok yakın dostluklar kuran muhtar Tevfik Yıldırım
belki anımsayacaksınız ama köyüne çağ atlatmış durumda.
Çıtak köyüne sürekli araç ve malzeme yardımı yapılıyor.
Çıtak Aliağa’ya 10 km uzaklıkta, 1000 nüfuslu bir köy. Tevfik Yıldırım
köyde iki dönemdir muhtarlık yapıyor. Bakırçay havzasında iş bitiricili-

858
Ve geri döndüler, Hürriyet, 23 Eylül 1989.
859
Soydaşlara gıda yardımı, Tercüman, 24 Mart 1990.

447
ği ile tanınan Tevfik Yıldırım’ın tanımadığı, dostluk kurmadığı politikacı
yok. Özellikle ANAP’lı bakan ve milletvekilleri ile çok yakın ilişki içinde.
Bölgeye hangi bakan gelse Tevfik Yıldırım hemen oraya koşuyor ve
köyü için bir şeyler koparıyor. Tevfik Yıldırım Aliağa’daki büyük sana-
yi kuruluşlarının yöneticileriyle de çok iyi ilişkiler içinde. Onları sık sık
ziyaret ediyor. Yöneticiler köyü için çeşitli isteklerde bulunan sempatik
muhtara hayır diyemiyorlar. Bu nedenle köyde akıl almaz işler yapılıyor.
İnsanların köylerde de rahat ve müreffeh bir hayat yaşayabileceğini ka-
nıtlamaya çalıştığını belirten muhtar Tevfik Yıldırım şöyle konuşuyor:
“Türkiye’de hızlı bir şehirleşme var. İnsanlar sürekli olarak köylerden
şehirlere göçüyorlar. Bu göç daha iyi bir hayat yaşamak için yapılıyor.
Ben bu inancı yıkmak için harekete geçtim. Muhtarı olduğum köyü kal-
kındırmak ve çağdaş bir hale getirmek için kolları sıvadım. İlk olarak
yol sorununu çözümledik. İki katlı 5 derslikli bir ilkokul yaptırdık. Vatan-
daşlarımızın ve çevredeki kuruluşların yardımlarıyla kuran kursu binası
inşa ettik. İki minareli 13 kubbeli camimizin inşaatı sürüyor, cami toplam
200 milyon liraya mal olacak. Bu arada üç katlı köy konağımızın inşaatı
devam ediyor. Özel İdare’den Köylere Yardım Fonundan ve diğer fon-
lardan sürekli yardım talep ediyoruz. Konağın kaba inşaatı tamamlandı.
İçinde çeşitli sosyal tesisler bulunacak bina 700 milyon liraya malola-
cak. Köyümüzde PTT şubesi hizmete girdi.
Köyde sosyal çalışmalara büyük önem veren Muhtar Tevfik Yıldırım
gençler için büyük bir spor kompleksinin yapımını başlatmış durumda.
30 dönümlük bir alana kurulacak olan spor tesislerinde futbol, bas-
ketbol ve voleybol sahaları, yüzme havuzu, soyunma odaları ve lokâl
bulunacak” 860

Rafineri’deki yangın sabotaj kokuyor


1988 yılında Tüpraş’ın ham petrol ünitesinde çıkan yangın iki saat için-
de ve can kaybı olmadan söndürülür. Sabotaj olasılığı üzerinde durulan
yangının çıkış nedeni belirlenemez. Bazı yetkililer, isim vermeden sabotaj
olduğunu fısıldarken, bazı yetkililer ise Rafineri'de sabotaj yapılacak daha
uygun yerlerin örneğin, daha hızlı ve kolayca alev alacak ünitelerin seçi-
lebiceğini ileri sürerler. Yangın, 5 Ekim günü sabah saat 7’de başlar. İzmir
ve çevre ilçelerden gelen itfaiyenin de yardımı ile 2 saat içinde söndürülür.
İzmir Valisi Nevzat Ayaz olay yerinde yaptığı açıklamada; yangının çıkış
nedeninin ve zararın boyutlarının yanan ünitenin içine girilmesinden sonra
anlaşılacağını ve soğutma çalışmalarının sürdüğünü söyler861.

860
Uyanık muhtar köye çağ atlattı, Günaydın, 06 Ekim 1989.
861
Yeni Asır, 6 Ekim 1988.

448
Alaybey Tersanesi’ne Aliağa’da yer aranıyor
1989 yılındaki bir gazete haberine göre, Alaybey’deki tarihi tersanenin
taşınmasına karar verilmiştir. Tersanedeki tüm faaliyetler, Bakanlar Ku-
rulu kararıyla durdurulur. Yeni yer seçimi için Bakanlar Kurulu’nun kararı
beklenmektedir. Genelkurmay Başkanlığı’ndan alınacak onayla Alaybey
Tersanesi, Karşıyaka’dan planlı bir şekilde kaldırılacaktır.
İzmir ve körfez için bir sorun haline gelen Alaybey Tersanesi'nin beş yıl
içinde Aliağa Nemrut Körfezi’nde belirlenen İzdaş İskelesi civarına taşına-
cağı açıklanır. Alaybey Tersanesi'nin, bugünkü konumu nedeniyle geniş-
letme çalışmalarına uygun olmadığını belirten Türkiye Gemi Sanayi Genel
Müdür Yardımcısı Şefik Karaer, alanın günden güne çamura gömüldü-
ğünü belirtir. Burada yapılacak yatırımlar ihtiyaca cevap veremeyeceği
için Aliağa Nemrut Körfezi’nde belirlenen yerin Bakanlar Kurulu onayına
sunulduğunu ve karar verildiği takdirde tarihi tersanenin taşınmasına baş-
lanacağını açıklar. Şefik Karaer tersanenin taşınması için 5 yıllık bir plan
uygulanacağını belirterek sözlerini şöyle sürdürür:
“Alaybey Tersanesi yıllardır körfezin çamur biriktirmesi nedeniyle ne-
redeyse dolma aşamasında. Tersane için ithalatı gerçekleştirilen gemi
vinçlerini bu nedenle kuramadık. Genel Müdürlüğümüzün hazırladığı
rapor üzerine Bakanlar Kurulu tevsii çalışmalarını durdurdu, yeni bir ter-
sane yeri aranması istendi. Biz de en uygun yer olarak Aliağa Nemrut
Körfezi’nde İzdaş İskelesi civarındaki bölümü belirledik.”

İzmir Bölgesi Liman İnşaatları Daire Başkanı Ayhan Özerdem, Alay-


bey Tersanesi'nin bir an önce kent dışına çıkarılması gerektiğini vurgula-
yarak şöyle konuşur862:
“Artık kent ve körfez içlerinde tersane bulundurulması devri çoktan ta-
rihe karıştı. İstanbul’da bütün tersaneler Pendik bölgesinde toplandı.
Şimdi İzmir için Aliağa seçildi.”

Tüm bu girişimlere karşın taşınmanın başarısız olduğu ve 2017 yılında


dahi Alaybey Tersanesi’nin askeri bölümünün hâlâ çalıştığı, taşınmasına
ilişkin herhangi bir çalışma yapılmadığı anlaşılmaktadır.

KİT’lerde özelleştirme ve satış yeniden gündemde


Hükümet, Kamu İktisadi Teşekkülleri'ni (KİT) özelleştirmekte kararlı-
dır. Bu kararlılık içinde en önemli iki kurum, Aliağa’da bulunan Rafineri ve
Petkim’dir. Ancak, Hükümetin özelleştirme kararına TBMM’de karşı çıkan
Milletvekilleri ve siyasi partiler vardır. Aliağa Rafinerisi’nin satışı konusun-
da TBMM’de SHP İzmir Milletvekili Kemal Anadol, Meclis Araştırması is-
862
Günaydın, 17 Aralık 1989.

449
ter. Anadol ve arkadaşları tarafından verilen önergede, Rafineri'nin satışı
ile birlikte ülke ekonomisinin ve ülke savunmasının zaafa uğrayacağı gö-
rüşü savunulur. Anadol, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Japon
şirketlerinin talip olduğu Aliağa Rafinerisi ile Şili’deki darbe arasında ilişki
kurar. Rafineri'nin acele ile grev yasağı kapsamına alınmasını anlamlı bul-
duklarını söyleyen Kemal Anadol’a göre:
“İktidar Aliağa Rafinerisi’ni yabancı sermayeye, Arap ve Japon şirketle-
rine satmak isterken herhalde özendirici önlemler almakla, onlara huzur
içinde satın alacakları, işçi hareketleri ve grev olasılığı olmayan bir iş-
yeri takdim etmektedir.” 863

irleşmiş Milletler Sanayi Kalkınma teşkilatı [UNIDO] ile Petkim’in or-


B
taklaşa düzenledikleri toplantının açılışında konuşan Petkim Genel Müdü-
rü Faruk Yağız, Petkim’in özelleştirme programına alınan en büyük ve en
karlı kuruluş olduğunu belirtir ve sözlerine şu şekilde devam eder:
“Petkim hisseleri özelleştirme planlarını yürütmekte olan Toplu Konut ve
Kamu Ortaklığı İdaresi’ne aktarılmıştır. Özelleştirme ile ilgili olarak gerekli ça-
lışmalar, ulusal ve uluslararası şirketlerin oluşturduğu konsorsiyum tarafından
yürütülmektedir. Bugüne kadar yapılan gayri resmi temaslarda bazı ulusal ve
uluslararası organizasyonların Petkim’e ilgi duydukları anlaşılmıştır.”

etkim Yönetim Kurulu Başkanı Ali Nail Kubalı, Türkiye’nin birikmiş tec-
P
rübeye sahip olduğunu, diğer ülkelerde ise nakit ve petrol bulunduğunu ifade
ederek sözlerini “Bunları bir araya getirirsek çok yararlı olur.” diye bitirir864.
Kubalı, yaklaşık bir ay önce kendisi ile yapılan bir röportajda Petkim’in
özelleştirilmesine ilişkin görüşlerini daha ayrıntılı olarak açıklamaktadır:
“Zannediliyor ki, bir yabancı gelecek Petkim’in tamamını satın alacak.
Ben bunu pratik görmüyorum. Petkim’in tümünü alacak bir Türk ya-
tırımcı da çıkacağını sanmıyorum. Neden bir Türk kuruluşu teknoloji
getirecek yabancı kuruluşla birlikte Petkim’in azınlık hissesini almasın.
Türkiye’nin dünya büyükleri arasına girmiş kuruluşları var. Ama böyle
bir azınlık çekirdek yatırımcı konsorsiyumu Petkim’e girerse daha sonra
Petkim hisseleri çalışanlara, süreç içinde halka da satılabilir. Petkim’in
özelleştirme stratejisi henüz ortaya atılmadı. Bu nedenle özelleştirmeye
‘siyah-beyaz’ şeklinde yaklaşılmamalıdır.” 865

Birkaç ay sonra, 1990 yılının başlarında Ali Nail Kubalı, Petkim Yöne-
tim Kurulu Başkanlığı’ndan istifa eder. İstifasında Petkim’in özelleştirilme-
si yöntemlerine ilişkin hükümetle görüş ayrılığına düştüğü anlaşılmaktadır.
Bazı yabancı şirketlere özelleştirme konusunda danışmanlık yaptığı bili-
863
Yeni Asır, 18 Kasım 1988.
864
Yeni Asır, 17 Ekim 1989.
865
Yeni Asır, 4 Eylül 1989.

450
nen Kubalı’nın görevi nedeniyle bu konuda daha özgür davranmak için
istifa ettiği ileri sürülür. Ayrıca, 4 Eylül 1989 tarihli röportajında özelleş-
tirmeye ilişkin görüşlerini açıklarken söylediği “Türkiye’nin menfaatlerine
uygun olmayacak bir çözümü ne Petkim yöneticileri ne de yönetim kurulu
kabul eder” cümlesinin istifasında etkin olduğu düşünülmektedir866.
Petkim’de özelleştirmeye dönük ilk adımlar 1990 yılının ortalarında
atılır. 15 Haziran’da 1.000 lira nominâl değerli 400 milyar liralık hisse se-
nedi bankalar aracılığıyla satışa çıkarılır. Petkim Genel Müdürü Faruk Ya-
ğız, hisselerin öncelikle kurum çalışanlarına satılacağını açıklar. Petkim’e
yabancıların talip olması konusunda da şunları söyler: “Teknoloji getirebi-
lecek Türk firmaları veya konsorsiyumlar da talip olabilir.” Faruk Yağız, İlk
etapta Petkim’in yüzde 10’unun özelleştirme kapsamında olduğunu söy-
ler: “Petkim’in %10 değeri yaklaşık 1 trilyon lira demektir. Biz ilk etapta 400
milyar liralık hisse senedini piyasaya süreceğiz”.
Hisse satışından elde edilecek paranın, Petkim’in modernizasyonun-
da kullanılmayacağını da açıklayan genel müdür, bunun için başka senar-
yoları olduğunu belirtir. Söz konusu senaryoyu da şöyle dile getirir;
“Teknolojinin yenilenmesi için bizim düşündüğümüz senaryo mevcut
kapasiteyi iki katına çıkarmaktır. 1996-1997 yılında Türkiye’nin iç talebi
bugünkü düzeyin tam iki misli olacak. Dolayısıyla biz diyoruz ki, yabancı
firmalar gelsinler Petkim’in mevcut kapasitesini iki misline çıkarsınlar.
Bunu yapmak için de gerekli finansmanı ve teknolojiyi getirsinler.” 867
2.500 liradan satışa çıkarılan Petkim hisselerini almak isteyen tasar-
rufçular, İş Bankası şubeleri önünde kuyruklar oluşturur. Öğleye kadar çok
sayıda şubede hisse senedi kalmaz. Bu durumun Petkim’in güven veren
ve Türkiye’nin en büyük kuruluşu olmasından kaynaklandığı ileri sürülür868.
1991 yılının ilk aylarında, Petkim’in yabancı talipleri artmaktadır. Ha-
bere göre, özelleştirilecek tesisleri ABD, Alman ve Fransız firmaları almak
istemektedir. Petkim Genel Müdürü Faruk Yağız, 1991 yılı içinde özelleş-
tirilecek olan karbon siyahı ve PVC fabrikalarına ABD’li Gabot, Alman De-
gussa ve Fransız Atakem firmalarının talip olduğunu açıklar. Yağız, özel-
leştirme modelinin teknoloji transferi ve yeni yatırımlara yönelik olduğunu
belirterek “bu yıl içinde özelleştirme kanalı ile 200 milyon dolarlık yabancı
sermaye Türkiye’ye gelmiş olacak” diye demeç verir. Faruk Yağız, finans-
man ve yeni teknoloji getirecek olan yabancı firmaların yüzde 51 hisse
verilebileceğini açıklar: “bizim için önemli olan gelecek teknoloji ile yeni
yatırımlara yönelmek, kapasite arttırmaktır.” 869
866
Petkim’in zirvesine neler oluyor?, Yeni Asır, 7 Ocak 1990.
867
Yeni Asır, 25 Mayıs 1990.
868
Parayı bulan Petkim’e koştu, Yeni Asır, 19 Haziran 1990.
869
Petkim’e üç talip var, Yeni Asır, 16 Şubat 1991.

451
Aliağaspor futbolda fırtına gibi
Aliağa’nın sanayileşerek hızla büyümesi sürecinde Aliağalı gençler de
daha iyi koşullarda spor yapma olanağı bulmaya başlar. Özellikle; ilçede
futbola sevdalı esnaf, işadamı ve belediyenin destekleriyle yaşanan futbol
heyecanı bugün bile hatıralarda büyük yer tutmaktadır.
Aliağaspor, 1985-86, 1986-87, 1987-88 ve 1988-89 sezonlarında dört
yıl üst üste İzmir Kazalararası Futbol Şampiyonu olur. Kulübün antrenman
yapacak bir sahası bile uzun süre yoktur. Yöneticiler, kulübe bir futbol saha-
sı kazandırmak için uzun yıllar uğraşacak, çalmadık kapı bırakmayacaktır.
1989 Yılında Aliağaspor’un yönetimi şu isimlerden oluşuyordu: Adnan
Saka (Başkan), Bekir Arı (2. Başkan), Bülent Aydın (Genel Kaptan), Hüseyin
Koç (Muhasip Üye), Hilmi Saka (Veznedar), Sunday Kavaklıoğulları (Sek-
reter), Rıza Gürbüz (Üye), Dr. Hayri Kur (Üye), Numan Özkan (Üye), Cihat
Saka (Üye), Mehmet Örnek (Üye), Hakkı Güneş (Üye), Rıza Manyas (Üye)
Aliağaspor, artık 1989-90 sezonunda Futbol Federasyonu'nun kurmuş
olduğu, 4. Lig de denilen deplasmanlı amatör ligdedir. Sporda da hedef,
Aliağa gibi yavaş yavaş büyüyor ve profesyonel lig göze kestiriliyordu.

Yerel Seçim öncesi Belediye’den atak: Evsizlere arsa dağıtımı ve


yeni su kuyuları
Yaklaşan 1989 yerel seçimleri öncesi Aliağa Belediyesi, İldere mevki-
sinde Hâzine’nin Belediye’ye tahsis ettiği 600 dönüm araziyi, metrekaresi
3 bin liradan Noter huzurunda yapılan çekilişle 450 evsiz vatandaşa da-
ğıtır. Aliağa Belediye Başkanı İrfan Onaran, vatandaşlara bedelleri 10 yıl
süreyle ödenmek üzere verdikleri arsalarla gecekondulaşmayı önlemeyi
amaçladıklarını açıklayarak vaatte bulundu: “Bu uygulamamız devam ede-
cektir.” Çekilişle dağıtılan arsalara yapılacak iki katlı evlerin projelerinin de
Belediye tarafından yaptırılacak ve bedeli 10 yıl içinde ödenecektir.
Aliağa’da bir nüfus patlamasının olduğunu belirten Belediye Başkanı
İrfan Onaran'ın demeci şu şekildedir 870:
“Aliağa’nın nüfusu şu anda 30 bin. Ancak 2000 yılında bu miktarın 450
bine ulaşacağı tahmin ediliyor. Aliağa hızlı bir gelişme içerisinde olup
sanayileşmenin getirdiği çarpık kentleşme yanında köyden kente yapı-
lan göçlerin yarattığı gecekondu sorunuyla da karşı karşıya. Biz bu so-
runa çözüm getirmek amacıyla ilk aşamada 450 arsa dağıttık. Bu arada
800 parsellik bir yer daha hazırlıyoruz. Ancak bunun da yetmeyeceğini
biliyoruz. Vatandaşı açıkta bırakmamak için yeni çözümler bulmaya ça-
lışacağız.”

870
Hürriyet, 15 Ocak 1989.

452
Belediye, kentin hızla büyümesiyle ortaya çıkan su ihtiyacı-
nı da çözmek için arayıştadır. Aliağa’nın Elbirdi mevkisinde yeni bir su
kaynağı daha bulunur. Belediye Başkanı İrfan Onaran, açılan yeni
kuyu ile birlikte kuyu sayısının 4’e ulaştığını ve artık Aliağalılar'ın
su sıkıntısı çekmeyeceğini ifade eder. Yeni su kuyusundan sani-
yede 20 litre su çıktığı belirlenmiştir. Başkan İrfan Onaran, 45 m
derinliğindeki yeni kuyu ile ilçedeki toplam su kapasitesinin 90 litreye
ulaştığını açıklar: “Ana su depolarına 2.5 km uzaklıktaki kuyudan şebeke
için çok yakında boru döşeme çalışmalarına başlayacağız ve kısa sürede
suyu ilçeye dağıtacağız.” Dördüncü kuyu ile birlikte ilçede gürül gürül su
akacağını ve sıkıntıların artık sona erdiğini de sözlerine ekleyen Başkan
Onaran, daha sonra kuyu başında baklava dağıtır. Su müjdesini alan ilçe
halkı ise, “özellikle yaz günlerinde su sıkıntısı had safhaya ulaşıyordu.
Umarız açılan yeni kuyu ile bu sıkıntılarımız ortadan kalkar” diyerek se-
vinçlerini belirtir871.

1989 Yerel Seçimleri: SHP iktidara geliyor


Şubat ayıyla birlikte, Aliağa yerel seçim atmosferine girmiştir. Herkesin
gündeminde bir ay sonra yapılacak olan yerel seçimler vardır. 26 Mart 1989
yerel seçimleri de Cumhuriyet tarihinin en önemli yerel seçimlerinden biri olur.
Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), 1987 genel seçimlerinde başlayan yük-
selişini, 1989 yerel seçimlerinde de sürdürerek İzmir merkezde Büyükşehir
ile birlikte 5 belediye başkanlığı kazanır. Bu belediyelerden biri de Aliağa’dır.
Anavatan Partisi, karşısında güçlü bir muhalefet olmadığı için 1983
genel seçimleri ve 1984 yerel seçimlerinden zaferle çıkmıştır. 1987 yılına
kadar da her şey yolunda gider. 6 Eylül 1987 günü yapılan referandumla,
12 Eylül darbesiyle kapatılan partilerin genel başkanlarına ve diğer üye-
lerine getirilmiş olan siyasi yasaklar kaldırılır. Süleyman Demirel, Bülent
Ecevit, Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan siyasete geri döner. Kısa
bir süre içerisinde Süleyman Demirel Doğru Yol Partisi’nin (DYP); Bülent
Ecevit Demokratik Sol Parti’nin (DSP); Alparslan Türkeş Milliyetçi Çalışma
Partisi’nin (MÇP), Necmettin Erbakan Refah Partisi’nin (RP) başına ge-
çer. Bu tarihten itibaren ANAP’ın karşısında güçlü bir muhalefet cephesi
oluşmuştur. 1988’den sonra enflasyon yükselmeye ve uygulamaya konan
yüksek oranlı zamlar, orta direk denen orta ve alt sınıfların üzerine yük
olmaya başlayınca ANAP’a karşı tepkiler giderek artmaktadır.
26 Mart 1989 Yerel Seçimleri dönemin iktidarı ANAP için bir dönüm
noktası niteliğinde olur. Muhalefet partileri de bu seçimlere özel bir önem
vermekte, hatta erken bir genel seçim için ilk adım olarak görmektedirler.
871
Hürriyet, 3 Mart 1989.

453
Ülkede yaşanan siyasal, sosyal ve ekonomik değişimden en çok etkilenen
yerlerden biri sanayi kenti Aliağa’dır.
Seçime 2-3 ay kala siyasi partilerin aday adayları da kamuoyu önüne çı-
karlar. Sosyal Demokrat Halkçı Parti’de (SHP) esnaf Hakkı Ülkü, sendikacı
Alparslan Dağdelen ve öğretmen Demir Duman, aday adayı olarak çıkarlar.
Parti içindeki süreç sonunda Hakkı Ülkü, SHP’nin başkan adayı olur.
Anavatan Partisi’nde 1984-1989 döneminin belediye Başkanı İrfan
Onaran, PETKİM’de mühendis olarak çalışan Mehmet Tanrıkulu ve mü-
teahhit Numan Özkan, aday adaylıklarını açıklar. ANAP mevcut Belediye
Başkanı İrfan Onaran’ı partinin adayı yapar. Doğru Yol Partisi’nde (DYP)
ise İlçe Başkanı Mevlüt Erdem ile Latif Canıtez aday olarak çıkar; parti
Canıtez’in adaylığına karar verir. Emekli Albay Ahmet Sezgin ise bağımsız
aday olarak seçime girer.
26 Mart 1989 Pazar günü yapılan seçimlerde seçmen listesine kayıtlı
12 bin 911 kişinin yüzde 82.74’ü sandığa gidip oyunu kullanır. SHP, 5.175 oy
(yüzde 50.43), DYP 3.413 oy (yüzde 33.26), ANAP 1.326 oy (yüzde 12.92)
oy alır. Seçimler sonunda SHP adayı Hakkı Ülkü, başkanlık koltuğuna oturur.
Seçimler sonucunda meclis tablosu şöyle oluşur; Hakkı Ülkü (SHP-
Belediye Başkanı), Hasan Kahvecioğlu (SHP), Armağan Gülboy (SHP),
Erol Onaran (SHP), Süleyman Güral (SHP), Nevzat Kalaycı (SHP), Hay-
dar Karaman (SHP), Musa Şen (SHP), Nurettin Aydın (SHP), Mehmet
Uçan (SHP), Şükrü Kula (DYP), Davut Sezer (SHP).

Resim 71. 1989 seçimlerinin ardından devir teslim töreni


Aralıklarla iki dönem belediye başkanlığı yapan K. İrfan Onaran, koltuğunu SHP’li yeni
Başkan Hakkı Ülkü’ye devrediyor. (Aliağa Belediye arşivi)

454
Türkiye, 12 Eylül darbesinin baskıları ve etkisinden kurtulmaya çalış-
maktadır. Türkiye’deki değişim, yerel seçimlerde Aliağa’da da kendisini
göstermiştir. 1950’li yıllardan itibaren önce baba Kazım Onaran, ardın-
dan oğlu İrfan Onaran ile Aliağa yerel siyasetine damgasını vuran Ona-
ran ailesi, bu seçimle birlikte Aliağa siyaset sahnesinden çekilir. Bu se-
çim, daha sonra 3 dönem belediye başkanlığı, ardından da milletvekilliği
yapacak olan Hakkı Ülkü’nün de siyasetteki ilk ve en önemli başarısını
kazandığı seçimdir.

Termik santrale karşı uzun soluklu mücadele başlıyor


Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) Japonlar tarafından Aliağa
Gencelli’de kurulacak kömüre dayalı termik santralin yer tespitinin
uygun olmadığı ve yapımını üstlenen firmaların ihaleden önce belir-
lendiği iddiasıyla Başbakan Turgut Özal hakkında Meclis Araştırması
açılması için hazırlıklara başlar. İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un ha-
zırladığı soru önergesinin yakında TBMM’ne sunulacağı bildirilir. Ke-
mal Anadol, Aliağa’da kömür bulunmadığını, ithal kömüre dayalı sant-
ralin ekonomik olmadığını, tarım alanlarının büyük zarar göreceğini
ileri sürmektedir872.
Bir ay sonra Kemal Anadol’un başvurusu üzerine Danıştay yürütme-
nin durdurulmasına ve 17 Kasım’da davalının savunmasının alınması-
na karar verir873. Santrali mahkemeye verme sırası Bakırçay Belediye-
leri Birliği’ndedir. Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, birlik tarafından
hazırlanan bir dosyanın Danıştay’a gönderildiğini açıklar. Hazırlanan
dava dosyası santralin açılmasına ilişkin kararın kesin iptali isteğiyle
Danıştay’a gitmek üzere İzmir İdare Mahkemesi’ne iletilir. Hakkı Ülkü,
verdiği demeçlerde Bakırçay Belediyeler Birliği’nin görüşlerini açıklar:
“Söz konusu termik santralin yapımı ile ilgili kararname sebep,
konu ve maksat yönleriyle hukuka aykırıdır” ve “25 Ekim 1989 ta-
rihli kararnameyi öncelikle Anayasa’ya, 3218 sayılı Serbest Bölgeler
Kanunu’na, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na, 3096 sayılı TEK
Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ile Görevlen-
dirilmeleri Hakkındaki Kanun’a, 6224 sayılı Yabancı Sermaye Teşvik
Kanunu’na aykırı bulmaktayız. Kararname sebep, konu ve maksat
yönleriyle de hukuka aykırıdır.” 874

872
Yeni Asır, 31 Ekim 1989.
873
Yeni Asır, 29 Kasım 1989.
874
Yeni Asır, 26 Aralık 1989; Günaydın, 26 Aralık 1989.

455
Resim 72. Termik santrale karşı kitlesel eylemler başlıyor
1989 yılında Hükümet, Aliağa’ya ithal kömürle çalışacak termik santral kurmak ister.
Bunun, kamuoyunda duyulmasıyla birlikte geniş tepki eylemleri başlar. Eylemlerde,
Yeşiller Partisi ile Bakırçay Belediyeler Birliği öne çıkar. Aliağa İskele çevresinde
düzenlenen ilk eyleme binlerce yurttaş katılır. (Aliağa Belediye arşivi)

Resim 73.
1989-90 yıllarındaki termik santrale karşı yapılan eylemler, Türkiye çevre hareketlerinin
dönüm noktasını oluşturur. (Aliağa Belediye arşivi)

456
1990 yılının başlarında Yeşiller Partisi İzmir il örgütü, Aliağa yöresin-
deki çevre kirliliğini vurgulamak üzere bir piknik düzenler. Katılmak iste-
yenlerden piknik malzemelerini, müzik aletlerini, erzaklarını, en önemlisi
de gaz maskelerini getirmeleri istenir. Ertesi gün at arabaları, traktörler ve
gaz maskelerini takmış kalabalıklar çevre kirliliğini protesto ederler. Çev-
redeki köylülerin de büyük ilgi gösterdiği gaz maskeli eylem sonucu bölge-
deki bazı demir çelik fabrikalarının üretime ara verdikleri, bu nedenle ba-
calarından kirli dumanlar yayılmadığı gözlenir. Yeşil eylemcilerin taşıdıkla-
rı pankartlarda “Yeşile deh, kirliliğe çüş”, “Bir yurttaş olarak söz hakkımızı
kullanamıyoruz”, “Bir gün sanayi ürünlerinin yenmediğini anlayacaksınız”,
“Temiz bir çevre istiyoruz” gibi sloganlar dikkati çeker875.
Bakırçay Belediyeler Birliği, pikniğin ve mitingin yapıldığı alana referandum
sandıklarını yerleştirir. Bir hafta devam eden ve yöredeki vatandaşların tama-
mına yakın bölümünün katıldığı referandumda sandıklar açılır. Oylamaya ka-
tılanların büyük çoğunluğu “Gencelli’de termik santrale hayır ” oyu kullanırlar.
Açıklanan oylama sonuçları; Dikili: (Hayır: 388, Evet: 7), Aliağa: (Ha-
yır: 2604, Evet: 34), Helvacı: (Hayır: 596, Evet: l), Yeni Foça: (Hayır: 546,
Evet: 30), Eski Foça: (Hayır: 2680, Evet: 24), Menemen: (Hayır: 810, Evet:
2) şeklinde olur.
Bakırçay Belediyeler Birliği sözcüsü ve Aliağa Belediye Başkanı Hakkı
Ülkü yaptığı açıklamada, termik santralin kurulmasıyla asıl tehlikeyle kar-
şılaşacak olan vatandaşların kararını ortaya koyarak santrali istemediğini
bildirdiğini ve buna saygı gösterilmesi gerektiğini söyler876.
Ancak, tüm bu çabalara karşın Hükümet tarafından gelen demeçler
çevreciler için pek umut verici görünmemektedir. İzmir’de düzenlenen
“Çevre Teşkilatı, Sanayi ve Mahalli İdareler” konulu panelde konuşan çev-
reden sorumlu Devlet Bakanı Vehbi Dinçerler gelecek kuşaklara iyi bir
çevre bırakılması için önlem alınması gerektiğini, bu amaca hizmet eden
çevrecilerin, herkes tarafından sevilmesi gerektiğini söyler. Aliağa’da ku-
rulması planlanan termik santralin elektrik için gerekli olduğunu da hatır-
latır: “Elektriği kökünden istemiyorsanız, anlaşmamız mümkün değil. Biz
bu santrali dünyanın en ileri teknolojisinin buraya getirilmesi ile çözeriz.
Bunun için de para pul istemeyiz” . Buna karşın Ege Bölgesi Sanayi Odası
Başkanı Şinasi Ertan ise “Elektrik için termik santralden başka alternatif
yok mu? Örneğin doğalgaz. Ben bir sanayici olduğum halde termik sant-
rali istemiyorum” diyerek termik santrale cesaretle karşı çıkan ilk İzmirli
sanayici olarak tarihe geçer877.
875
Yeni Asır, 13 Ocak 1990; 15 Ocak 1990.
876
Günaydın, 26 Aralık 1989.
877
Yeni Asır, 21 Ocak 1990.

457
Belge 40.
Termik santrale hayır eylemleri gazeteler ve TV’ler vasıtasıyla Türkiye gündeminde geniş
yer tutar. (Aliağa Belediye arşivi)

458
Resim 74.
Türkiye'de ilk kez yapılan Sevgi Zinciri eylemleri çevre duyarlılığı olan 10 bin kişiyi bir
araya getirdi. (Yusuf Savaş Emek arşivi)

Bu arada, Gencelli’de termik santralin yapılacağı alanda sondaj çalış-


maları yapılmaya başlanır. Çalışmalar hakkında kendilerine bilgi verilme-
diğini belirten ve bu nedenle huzursuz olan çevre halkı “Sıcak su aradık-
larını söyleyerek bizimle alay ediyorlar ” diye yakınır. Bakırçay Belediye-
ler Birliği üzerinde “Gencelli genç kalsın” yazılı kartları yörede dağıtmaya
başlar. Birlik sözcüleri yaptıkları açıklamada “Tavrımız kesindir. Santrali
engellemek için ne gerekiyorsa yaparız. Yöredeki insanlar, hayvanlar ve
doğa göz göre göre nasıl katledilir? Bunu hangi vicdan kabul eder? ” diye
konuşurlar878.
Aliağa’da yapılan değişik toplantıların temel konusu termik santral ve
çevrenin korunmasıdır. Bir foruma katılan küçük çevreciler, Aliağa Beledi-
ye Başkanı Hakkı Ülkü’yü sorguya çeker: “Santralle ilgili mücadele konu-
sunda ne yaptınız ve ne yapacaksınız? ” 879
6 Mayıs’da Ege Belediyeler Birliği, Bakırçay Belediyeler Birliği, Yeşiller
Partisi İzmir örgütünün katılımlarıyla İzmir’de ve Gencelli’de yaklaşık 10
bin kişinin katıldığı Sevgi Zinciri oluşturularak termik santral yapımına kar-
şı tepkiler canlı bir şekilde ortaya konur880.
878
Aliağa’da santral paniği!, Yeni Asır, 24 Şubat 1990.
879
Yeni Asır, 13 Mart 1990.
880
Yeni Asır, 6 Mayıs 1990; 7 Mayıs 1990.

459
Belge 41.
Geniş katılımlı kitlesel eylemler üzerine Hükümet termik santralin yapımından
vazgeçildiği açıklar. (Hürriyet Gazetesi, 8 Mayıs 1990, Mehmet Atıcı arşivi)

Hükümet, bir taraftan Sevgi Zinciri’ nin oluşturduğu çevreci tepkile-


ri yumuşatma, diğer taraftan da −daha doğrusu− termik santrale ilişkin
çıkan 18 Ekim 1989 tarihli kararnamenin eksiklerini ileride yeni bir ka-
rarname ile gidermek üzere termik santralin yapımından vazgeçildiğini
açıklar. Buna ilişkin kararname 7 Mayıs 1990 tarihli Resmi Gazete’de
yayınlanır. Bununla birlikte, Enerji Bakanı Fahrettin Kurt, santralin iptal
edilmeyeceğini; iptal söylentisinin nereden çıktığını bilmediğini aksine
yeni bir kararname yayınlanacağını bildirir. İptal kararı çevreciler tara-
fından halkın zaferi olarak kabul edilirken santrali kuracak olan Japon
EPDC firmasının yetkilisi de yaptığı açıklamada termik santralin kuru-
lacağı yerde bir değişikliğin olmayacağını ileri sürer. İptal edilen karar-
namede; bir şirket kurularak Aliağa’da kurulacak Serbest Bölge'de bir
termik santralin yapımı öngörülmektedir881.
881
Yeni Asır, 10 Mayıs 1990; 12 Mayıs 1990.

460
Mayıs ayı içinde Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nin açılışını yapan
Cumhurbaşkanı Turgut Özal termik santrale de değinir:
“Gencelli’deki termik santral yapılacak. Buna karşı çıkanlar yanlış ya-
pıyorlar. Biz bu işleri biliyoruz ve çok iyi araştırdığımız bir konu. Termik
santrale ihtiyacımız var. Sonra elektriksiz kalırsınız. Bu yakından ince-
lediğimiz bir iştir. Çevreyi de kirletmeyecek.” 882

Hükümet cephesi ataklarını sürdürür. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı


Fahrettin Kurt, yangına körükle gitmektedir. Aliağa termik santrali projesi-
nin yasal işlemler çerçevesinde yürütüldüğünü ve bölgede kamulaştırma
aşamasına gelindiğini ifade etmektedir. Kamulaştırma işlemlerinin ne za-
man biteceğinin bilinmediğini söyleyen Fahrettin Kurt, bu işlem biter bit-
mez santralin yapımına başlanacağını belirtir883.
İzmir Valisi termik santral konusunda halkın nabzını yoklamaktadır. Bu
konuda bir ilan hazırlar. Gazetelerde yayınlanacak ilanda projeye yönelik
itirazların inceleneceği, itirazların valiliğe yapılması gerektiği hatırlatılmak-
tadır. Valiliğin ilanı, yöre halkında memnuniyetle karşılanır. İlanın yayın-
lanmasından sonra gerekli itirazların yapılacağı söylenir884.
Bir gün önce, Yeni Asır’da yayınlanan “Var mı Aliağa’ya itirazı olan?”
başlıklı haber ses getirir. İzmir Valiliği’ne Aliağa, Gencelli, Yeni Foça ve
Eski Foça’dan yağan dilekçelerde ortak bir tepkide birleşildiği görülmekte-
dir: “Bu termik santrali istemiyoruz”.
Bölge sakinleri santrale, dolayısıyla yaratacağı çevre kirliliğine izin
vermeyeceklerini, aksi takdirde hesabını hükümetten 1992 seçimlerinde
soracaklarını belirterek halkın sesine kulak verilmesini isterler885. Bir gün
sonra gazetede santrale karşı olanların itirazlarını valiliğe nasıl yapacak-
larını, hangi yolu izleyecekleri konusunda ayrıntılı bir şekilde anlatan bir
yazı yayınlanır886.
Bir taraftan çevrecilerin mücadelesi tüm hızıyla sürerken bir taraftan
da termik santral için kamulaştırma çalışmaları sürmektedir. Çakmaklı
ve Horozgediği köylüleri istimlak komisyonuna ateş püskürürler. Onlara
göre “Denize 150 m mesafedeki arazinin metrekaresine 6.500 lira değer
biçilir mi? Bu paraya Yunt Dağı’nda bile arazi bulunmaz ”. Arazilerinin yok
pahasına ellerinden alınacağını belirten yöre sakinleri, kaymakamlığa
882
Yeni Asır, 21 Mayıs 1990.
883
Ve Aliağa’da start verildi, Yeni Asır, 19 Temmuz 1990.
884
Var mı Aliağa’ya itirazı olan?, Yeni Asır, 1 Ağustos 1990.
885
Evet, santrale itirazımız var!, Yeni Asır, 2 Ağustos 1990.
886
Santral istemiyorsanız bu yazıyı iyi okuyun, Yeni Asır, 3 Ağustos 1990.

461
başvurduklarını, haklarını sonuna kadar savunacaklarını iddia ederler.
Komşu Kozbeyli köyü için Foça’da kurulan komisyonun arazilere 35-90
bin lira değer biçtiğini belirten Çakmaklı ve Horozgediği köylüleri, kendi
arazilerinin daha az fiyata kamulaştırıldığını söyleyerek dert yanmakta-
dır887.
Kamulaştırma konusu 1992 yılının başlarında siyasi partiler arasın-
da da tartışma konusu olur. Doğru Yol Partisi İzmir İl Başkanı Alev Akiş,
Anavatan Partisi’nin iktidar döneminde Aliağa’da 700 dönümlük bir ara-
zinin rayiç bedelinin üzerinde satın alındığını ileri sürerek soruşturma
açılmasını ister. Aynı partinin Aliağa İlçe Başkanı Latif Canıtez de Enerji
Bakanlığı tarafından Yılmaz Gürsel’e ait arazinin yaklaşık 15.5 milyara
alındığını, ancak bu arazinin rayiç bedelinin 2.5 milyar lira civarında ol-
duğunu ileri sürer. Gencelli’de termik santral yapımı için kamulaştırılan
arazilerin kamulaştırma bedellerinin metrekaresinin 4 bin lira civarında
olduğunu vurgulayan Akiş ve Canıtez, çoğu dağlık olan bu arazinin de-
ğer tespitini yapan heyette Aliağa’dan görevli hiçbir yetkilinin olmadığını
ileri sürer888.

Emek Şenlikleri başlıyor


Aliağa’nın hızla sanayileşmesi kentleşme, emek, çevre kirliliği, sendi-
kalaşma gibi konularda örgütlenmeyi ve bölgede yaşayanların bilinçlendi-
rilmesini gerektirmektedir. Termik santrale karşı yapılan çevre eylemleriyle
bu konuda duyarlılık da artmıştır. Aliağa Belediyesi, ülkenin ve bölgenin
sorunlarının gündeme getirilip konuşulacağı, kentte sosyal ve kültürel bir
aktivite gerçekleştirmek amacıyla Emek Şenliği düzenlemeye karar verir.
30 Nisan-4 Mayıs 1990 tarihleri arasında 1. Aliağa Emek Şenliği düzen-
lenir. Şenliğin ardından 6 Mayıs’ta ise İzmir’den Aliağa’ya binlerce kişinin
katıldığı Sevgi Zinciri eylemi gerçekleştirilecektir.
5 gün süren şenlik, büyük ilgi görür ve gelenekselleştirilerek her yıl
düzenlenmesine karar verilir. Şenlikte paneller, söyleşiler, konserler, ki-
tabevi stantları, çocuklar için etkinliklere yer verilir ve ülkenin tanınmış
sanatçıları Aliağalılarla buluşur. Aliağa Emek Şenlikleri’nin adı daha son-
ra Aliağa Emek ve Barış Şenlikleri olarak değişir. 2004-2009 arasında
ise Aliağa Barış ve Hoşgörü, Kültür ve Sanat Festivali adı altında ger-
çekleştirilecektir.

887
Aliağa’da iki paket Marlboro’ya arsa, Yeni Asır, 4 Eylül 1990.
888
Aliağa’da yolsuzluk iddiası, Yeni Asır, 12 Ocak 1992.

462
Resim 75. Yıl 1990. 1. Emek Şenliği açılış töreni
DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak konuşmasını yapıyor. (Aliağa Belediye arşivi)

Tüpraş Rafinerisi yeniden doğuyor


üpraş Genel Müdürü Mehmet Savran, Yeni Asır’a verdiği kısa de-
T
meçte; 1990 yılının başında Aliağa Rafinerisi’nde Naftameroks ünitesinin
devreye girdiği bilgisini paylaşmaktadır. Bu ünite, kükürtü arıtarak ben-
zindeki kaliteyi artıracaktır. 2 milyon dolara mal olan ünitede üretilecek
olan kükürtsüz benzinin ihracat şansı artacaktır. Tonu 150 dolara satılan
naftayı benzine çevirip 180 dolara satıldığında 30 dolar katma değer elde
edilecektir.
Genel Müdür Savran’ın verdiği bilgiye göre Türkiye’de ilk kez kurşun-
suz benzinin dağıtımı İzmir’deki istasyonlarda yakında başlayacaktır. Bu
büyükşehirlerde hava kirliliğini büyük ölçüde önleyen ve çevrecileri mem-
nun eden bir uygulama olacaktır.
Bunun yanında, Aliağa’da 500 milyar liraya mal olacak Hidrokraker
ünitesi kurma çalışmaları da devam etmektedir. Ünitenin yapımı için İtal-
yan Snan Progetti ve Tekfen firması ile anlaşma yapılmıştır. Bu ünite 1
milyon 60 bin ton fuel oili motorin ve benzine çevirecek ve ton başına 80
dolar katma değer sağlayacaktır. Tesis, kendini iki yılda amorti edecektir.
Ünite devreye girdiğinde motorindeki kükürt miktarı sıfıra inecek ve 1993
yılında piyasaya içinde hiç kükürt olmayan benzin verilecektir889.
889
Yeni Asır, 10 Şubat 1990.

463
Santrale karşı hukuk mücadelesinin başını Milletvekili
Kemal Anadol çekiyor
anıştay’da termik santral yapımına ilişkin beş kez yürütmeyi durdur-
D
ma, iki kez de yürütmeyi durdurma kararına yapılan itirazı ret kararı alın-
mıştır. Danıştay’daki hukuk mücadelesini aynı zamanda avukat olan İzmir
Bağımsız Milletvekili Kemal Anadol yürütmektedir. Dolayısıyla konuyu en
iyi bilenlerden biri olan Kemal Anadol ile yapılan bir söyleşi davanın gelişi-
mi ve ayrıntıları konusunda oldukça aydınlatıcı görünmektedir:
“Sayın Anadol Danıştay’da devam eden dava hakkında bilgi verir
misiniz? Şimdiye kadar bu konuda kimler dava açtı?”
“Bu konuda ilk davayı ben açtım. Gencelli’de yap işlet devret modeli-
ne göre ithal kömüre dayalı, Japon konsorsiyumuna yaptırılması öngö-
rülen Bakanlar Kurulu’nun 18.10.1989 tarihli kararnamesinin iptali için
9.11.1989 günü dava açtım. Bu anlamlı bir gündür. Özal’ın başbakanlığı
bırakmasından önce imzaladığı son kararname budur.”
“Sizden önce başka dava açan oldu mu?”
“Oldu elbette. Kararnameden sonra Aliağa ve çevresinde oturan yurt-
taşlar, belediyeler ve Yeşiller Partisi de dava açtılar.”
“Davanız ne aşamada?”
“Başvurumuz üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri 17.11.1989 günü
yürütmeyi durdurma kararı verdi. Danıştay bu kararına yeni gerekçe
gösterdi. Bu kararda söz konusu termik santralin kamulaştırma bede-
linin Maliye Bakanlığı tarafından karşılanmasının yanlış olduğunu söy-
lüyor. Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu, yabancı bir firma tarafından
yapılacak yatırım için gerekli kamulaştırma bedelinin bu firma tarafın-
dan karşılanacağı şartını getirmiş. Hükümet tarafından termik santral
yapacak Japonlar için fabrikanın kamulaştırma bedeli bile Türk hükü-
meti tarafından ödeniyor. Danıştay’ın aldığı kararda sebeplerden biri
buydu.”
“Bu karar hükümetin ısrarını durdurdu mu?”
“Danıştay’ın verdiği ara kararlar ve nihai kararlar arasında uygulama
bakımından hiçbir fark yoktur. Ancak hükümet bu kararları hiçe sayan
tavırlardan vazgeçmedi.”
“Sonra ne oldu?”
“Basından kamulaştırmanın başladığını öğrendim. Santralin ağır parça-
larının Japonya’dan Türkiye’ye nakli için Türk nakliyat firmalarına teklif
verildiği söylendi. Yürütmeyi durdurma programına rağmen termik sant-
ralin propagandası yapıldı. Konuyu şubat ayında Meclis kürsüsünden
dile getirdim. Danıştay’ın kararına rağmen santrali yapacağız beyanla-
rında neden bulunuyorsunuz diye sordum.”

464
“Ne cevap aldınız?”
“Bakan bana cevap vereceğine beni uç gruplarla işbirliği yapmakla suç-
ladı. Termik santralin Meclis kürsüsünden de reklamını yaptı. 2.3.1990
günü Danıştay bir kez daha yürütmeyi durdurma kararı verdi.”
“Bu karar için gösterdiği gerekçe neydi?”
“Danıştay bu kez kararını 23 sayfalık gerekçe ile açıkladı. Kamulaştırma-
nın yanlış yapıldığının yanı sıra başbakanlık benim dava açmaya yetkili
olmadığımı iddia etmişti. 2378 sayılı Çevre Yasası’nın birinci maddesinde
çevrenin vatandaşın ortak mal varlığı olduğu belirtiliyor. Bu yasa çevreyi
bozan bir faaliyetten haberdar olan veya zarar gören herhangi bir kişinin
idari makamlara başvurabileceklerini söylüyor. Benim bölge milletvekili
olmasam da mahkemelere başvurma hakkım bulunuyor.”
“Başka bir karar var mı?”
“Var elbette. Başbakanlık Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararlarına
itiraz etti. Danıştay 25.5.1990 günü aldığı kararla İdari Dava Dairele-
ri Kurulu’nun verdiği kararlara itiraz edilemeyeceğini belirterek itirazını
incelemeksizin reddine karar verdi. Bu arada 6.5.1990 günü İzmir’den
Aliağa’ya kadar termik santrale karşı koymak için insan zinciri eylemi
yapıldı. Bu eylemden sonra 6.5.1990 tarihinde Bakanlar Kurulu termik
santralle ilgili kararnamenin iptal edildiğini açıkladı. Hatta Enerji Bakanı
Fahrettin Kurt’un gazetelerde yayınlanan ‘Termik santralden vazgeçildi’
şeklindeki açıklaması ile kamuoyunda bir bayram havası esti. 8 Mayıs
1990 günü bir Japon heyetinin Cumhurbaşkanı Özal’ı ziyaret ettiği öğ-
renildi. Bu ziyaretten sonra Japon konsorsiyum başkanı Matsui termik
santralin yerinin değişmeyeceğini söyledi. Bu durumu Meclis kürsüsün-
den dile getirdiğimde Enerji Bakan vekili Cengiz Altınkaya bana termik
santralin yapılacağını söyledi. Endonezya’da bulunan Bakan Fahrettin
Kurt da daha önceki açıklamasının tam tersini söyledi.”
“Yani Danıştay kararından sonra ilk kararname iptal edildi ve hu-
kuksal engel aşılmak için yeni bir kararname ile aynı yerde bir Ser-
best Bölge ihdas edilmesi ve bu bölge içinde bir termik santral
kurulması kararı verildi. Öyle mi?”
“Evet, öyle oldu. Bunun üzerine ben kanuna karşı hile yoluna başvu-
ran Başbakanlık hakkında bir kez daha Danıştay’a başvurdum. Yeni
kararnamede Serbest Bölge içinde termik santral yapılacağı söyleni-
yordu. Ama Bakan’ın Meclis kürsüsünden bu yönde sözleri vardı. Ben
de Meclis tutanakları ile birlikte Danıştay’a 30.5.1990 günü yeniden bir
kez daha başvurdum.”
“Sonuç ne oldu?”
“Bu dava ile ilgili Danıştay 10. Dairesi 21.6.1990 günü bir yürütmeyi dur-
durma kararı daha verdi. Danıştay İzmir Aliağa’da kurulacak bir Serbest
Bölge'nin nedenlerinin kararnamede bulunmadığını belirtip bu bölgede

465
niçin kamulaştırma yapıldığını hükümetten soruyor. Cevabın gelmesine
kadar da yine aynı daire yürütmeyi durdurma kararı daha verdi.”
“Bunun gerekçesi neydi?”
“Bunun gerekçesi ilginç. Bakanlar Kurulu Japon konsorsiyumuna böl-
gede termik santral değil, Serbest Bölge kurulması için yetki verildiğini
söylüyor. Danıştay Hükümet’ten bu konsorsiyuma Yabancı Sermaye-
yi teşvik Kanunu’na göre hangi kararname ile yetki verildiğini soruyor.
Çünkü kararnamede böyle bir Japon konsorsiyumundan söz edilmiyor.
Bu konsorsiyumun da kimlerden oluştuğu bilinmiyor. Bu sorulara ya-
nıt verilinceye kadar da yürütmeyi durdurma kararı veriyor. Bu arada
19.8.1990 tarihinde Başbakanlık yürütmeyi durdurma kararına bir kez
daha itiraz ediyor. Danıştay da daha önceki gerekçesini tekrar belirte-
rek, itirazı incelemeye gerek görmeden ret ediyor.”
“Danıştay’ın başkaca kararı var mı?”
“Var. Son olarak 21.9.1990 tarihinde bir yürütmeyi durdurma kararı aldı
Danıştay”
“Gerekçe nedir?”
“Danıştay Başbakanlık’tan daha önce Aliağa’da yapılması planlanan Ser-
best Bölge hakkında bilgi istemişti. Ancak Başbakanlık’tan Danıştay’a ge-
len cevap Aliağa’daki Serbest Bölge ile ilgili bilgileri değil, Gaziemir’deki
Serbest Bölge ile ilgili bilgileri içeriyordu. Bu nedenle yani doğru bilgi gelin-
ceye kadar Danıştay bir kez daha yürütmeyi durdurma kararı verdi. Böyle-
likle kaç kez aynı konuda karar verilmiş oldu. Henüz Danıştay nihai kararı
vermiş değil. Ancak benim başvurum üzerine bugüne kadar Danıştay 5
yürütmeyi durdurma 2 de bu kararlara yapılan itirazları ret kararı aldı.” 890

Danıştay, 1991 yılının Mart ayı içinde Aliağa Belediye Başkanı Hak-
kı Ülkü’nün başvurusunu kabul eder ve böylece santralin yapımına karşı
8. kez yürütmeyi durdurma kararı verir. Bu karar Gencelli ve yöresinde
sevinçle karşılanır891.

Japonlar, çevreye zararsızlık raporu (ÇED) peşinde


Aliağa Termik Santrali için masrafları Japonların karşılayacağı bir Çev-
resel Etki Değerlendirme (ÇED) raporunun hazırlatılmakta olduğu öğreni-
lir. Japonlar, Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Ege Üniversitesi’nin birlikte
hazırlayacağı rapor için 1 milyon doları gözden çıkarmıştır. Çalışma böl-
gede 18 istasyon kurularak, toprak, su, hava kirliliğine ilişkin ölçümler ya-
pılmasını kapsayacaktır. ÇED’i koordine eden ODTÜ öğretim üyelerinden
Doç. Dr. Ertuğrul Alp ölçüm için cihazların ABD’den geldiğini ve Türkiye’de
ilk kez böyle bir çalışma yapıldığını anlatarak konuya ilişkin şu bilgiyi verir:
890
Aliağa yazboz tahtası, Yeni Asır, 5 Kasım 1990.
891
Termik santrale 8. defa dur, Yeni Asır, 9 Mart 1991.

466
“Termik santralin olası etkileri ve bunların en aza indirilmesi için önlem-
leri 1 yıllık çalışma süresi içinde belirleyeceğiz. Ben Kanada’da okyanus
kıyısında kurulması planlanan termik santraller ile ilgili ÇED’leri ince-
ledim. Biz de aynı yöntemleri kullanıyoruz. Çalışma bitmeden santral
kurulursa bizim öngördüğümüz önlemler ışığında yeniden düzenlene-
bilir. Bu çalışma hem termik santral öncesi hem de kuruluşundan sonra
yapılacakları kapsayacak.”

Çalışmanın su kirliliği bölümünü yürütecek olan Hidrobiyoloji Ana Bilim


Dalı Başkanı Prof. Dr. Süleyman Balık ise çalışmalar tamamlanmadan
santralin yapımına başlanılmayacağını belirtir:
“Japonlar olaya ne olursa olsun santral yapılacak gözüyle bakıyorlar.
Sonuç alırız ona göre yapılıp yapılmayacağını belirtiriz. Bilim adamları
oyuna gelmez.”

Söz konusu ÇED raporu çalışmaları, İzmir Milletvekili Kemal Anadol


tarafından tepki ile karşılanır. “istim arkadan gelsin” anlayışını eleştiren
Anadol, şöyle tepki gösterir892:
“ÇED ile ilgili yasa 1983’de çıkmasına karşın yönetmelik hala hazırlan-
madı. ANAP iktidarı hem suçlu hem güçlü. Yönetmeliği kendi hazırla-
mıyor, daha sonra bunu gerekçe yapıyor. Yönetmelik çıkmadan rapor
hazırlanıyorsa bu çalışmanın anlamı nedir?”

Bir ay sonra, sevgi zinciri çevre eyleminin 1. yıldönümünde Aliağa


Belediyesi’nin düzenlediği şölende bir kez daha yüzlerce çevreci “Termik
santrale hayır. Gencelli genç kalsın” diye bağırır893.
1991 yılının ortalarında Aliağa Termik Santrali’nin yapımına ilişkin be-
lirsizlik çözüm aşamasına gelir. Danıştay’ın sekiz kez yürütmeyi durdurma
kararı vermesi üzerine yapımı yılan hikâyesine dönen termik santral için
belirlenen bilirkişi heyetinin 4 Temmuz’da Aliağa’da keşif yapması kararlaş-
tırılır. Heyet, bölgede gerçekleştirilmesi planlanan 25 ayrı faaliyet alanı için
ekolojik koşulların uygun olup olmadığını tespit edecektir. Ancak sonuç, ter-
mik santralin yapılıp yapılmaması konusunda belirleyici olacaktır894.
Yaklaşan seçimler öncesi Anavatan Partisi, İzmir 2. bölge milletvekili
adayı Işın Çelebi, düzenlediği basın toplantısında Gencelli’de yapılması
düşünülen termik santralden vazgeçildiğini, bir başka bölgeye kaydırılma-
sının düşünüldüğünü söyler895. Bunun bir seçim vaadi olduğundan şüp-
helenmek haksız bir düşünce olmayacaktır. Nitekim seçimden sonra hü-
kümetlerin termik santralden vazgeçme niyetinde olmadığı anlaşılacaktır.
892
Aliağa’ya Japon rüşveti, Yeni Asır, 20 Nisan 1991.
893
Gencelli’de termik santrale hayır, Yeni Asır, 6 Mayıs 1991.
894
Aliağa’da sonuca doğru, Yeni Asır, 29 Haziran 1991.
895
Aliağa’da termik santral yapılmayacak, Yeni Asır, 3 Ekim 1991.

467
Termik santralle ilgili Danıştay tarafından rapor hazırlamakla görevli bi-
lirkişi heyeti, araştırmaların çok kapsamlı olduğu gerekçesiyle bir aylık ek
süre ister. Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri Teknolojisi ve Araştırma
Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Orhan Uslu başkanlığında çalışmalarını sürdüren
heyetin raporunu 3 Kasım’da Danıştay 10. Dairesi’ne sunacağı belirtilir896.

Petkim işçisi yeniden ayakta


Petkim’de grev hakkı olmayan 1.800’e yakın işçi, toplu iş sözleşmesi
görüşmelerinde altı aydan beri herhangi bir gelişme olmaması ve yüzde
50 zam öneren işveren sendikasının tutumunu protesto etmek için yürü-
yüp slogan atar. İşçilere bir konuşma yapan Petrol-İş Sendikası Aliağa
Şubesi Başkanı Mustafa Öztaşkın, şunları söyler:
“Sendika olarak şimdiye kadar tüm barışçıl yolları denedik. Sözleşme-
nin yürürlük tarihi 1 Eylül’dü. Aradan 6 aylık bir zaman geçti. Bu vurdum-
duymazlık devam ederse bu tepkiler devam edecek.” 897

Nisan ayının başına gelinmesine rağmen işçiler sürüncemede kalan


toplu sözleşme görüşmelerini protesto için her gün yürürler. Amaçları gö-
rüşmelerin biran önce sonuçlanması ve Türkiye standartlarının altında ka-
lan ücretlerinin düzelmesini sağlamaktır898. Bir gün sonra işçiler yeniden
yürüyüşe geçince polis tarafından zor kullanılarak dağıtılırlar. Polisin cop
kullandığı olayda yaralanan 11 işçi hastaneye kaldırılır. Sendika şube baş-
kanı gözaltına alınır, ardından serbest bırakılır899.

Aliağalıların dertleri sadece sanayi değildir


(Arkeolojik ve doğal sitlerden şikayet)
Aliağa ilçe sınırları içinde 3 büyük ve çok sayıda antik yerleşme vardır
ve bu yerleşmeler arkeolojik sit kararlarıyla korunmaktadır. Çevre sakinle-
ri, özellikle sit alanları içinde taşınmazları olanlar ile devlet kurumları ara-
sında çatışmalar ve yakınmalar olmaktadır. Gazetelerde arazi sahiplerinin
sitten şikâyetleri sık sık görünmektedir. Bunlardan biri de Yunt Dağı’nın
batı yamaçlarındaki eski köylerini terk edip deniz kıyısındaki arazilerine
yerleşmek isteyen Hacıömerli köyünün gençlerinden gelmektedir. Köyleri-
ne çağırdıkları bir muhabire sit alanında kalan arazileri içinde ev yapama-
dıklarından yakınmaktadırlar.

896
Santralin kader ayı, Yeni Asır, 28 Ekim 1991.
897
Petkim işçisi barut, Yeni Asır, 5 Mart 1991.
898
Protesto Aliağa’da yaşamın bir parçası, Yeni Asır, 1 Nisan 1991.
899
Petkim işçisine polisten engel, Yeni Asır, 2 Nisan 1991.

468
Belge 42. Hükümet konağının yapımı nihayet tamamlandı
(Günaydın gazetesi, 5 Şubat 1990, Mehmet Atıcı arşivi)

Denizin kenarında 220 haneden oluşan Hacıömerli köyünün Mavi


Köşe Mahallesi bir süre önce Kültür Bakanlığı İzmir 1. Numaralı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından Gryneion antik kenti sınırları
içinde kaldığı için önce 1. derece arkeolojik sit alanı, daha sonra 3. de-
rece sit alanı ilan edilir. Karara tepki gösteren yöre sakinleri, bir tek kazı
çalışması yapılmadığını belirterek, kararların temel kazma çalışmalarında
çıkan birkaç tarihi eser üzerine alındığını söyler. Muhtar Hüseyin Öztürk,
yörenin 1985 yılında Yeni Şakran Belediyesi mücavir alanı içine alınma-
sıyla imar çalışmalarının durdurulduğunu kaydeder;
“Belediyenin imar çalışmaları bitince biz muhtarlık olarak ihtiyacı olan
gençlere arsaların tapularını dağıttık. Hatta ev yapmak isteyen 20 kişi,
gerekli işlemlerini yaptırıp İzmir 1. Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Ko-
ruma Kuruluna izin için başvurdu. Ancak yanıt gelmedi. Gençlerimiz ev
yapamadıkları için evlenemiyorlar.” 900

Sit alanına kız vermiyorlar, Yeni Asır, 10 Mayıs 1991. Söz konusu sorun ancak 2006 yılından
900

sonra köy mücavir alanının arkeolojik sit alanı kapsamından çıkartılmasıyla ortadan kalktı. Ancak
Temaşalık yarımadasının tamamı ve asfaltın doğusundaki belirli bir alan, Gryneion antik kenti için
1. Derece Arkeolojik Alan olarak inşaata tümüyle kapatıldı.

469
Petkim yatırıma, Defterdarlık bunalıma giriyor
Petkim, yatırıma girdiği gerekçesiyle 1991 yılı kurumlar vergisini öde-
meyince İzmir Defterdarlığı düş kırıklığına uğrar. 1990 yılında 78 milyar lira
kurumlar vergisi ödeyerek birinci olan Petkim Holding’den 1991 yılı için en
az 150 milyar lira bekleyen defterdarlığın bu beklentisi gerçekleşmez.
Petkim’deki 8 ünitenin modernizasyonun 3 yıl süreceğini açıklayan
Petkim Holding Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Faruk Yağız kapasite artışına
ilişkin şu ayrıntıları paylaşır:
“Modernizasyon çalışmalarının ardından 150 bin ton ilave kapasite sağ-
lanacak. Halen 1 milyon 600 bin ton olan üretim kapasitesi 1 milyon
750 bin tona ulaşacak. Üretim artışının net ciroya yansıması ise en az
rakamla 350 milyar lira. Bu şu demek gelecek yıllardan itibaren Petkim
bu güne kadar ödediği kurumlar vergisini katlayacak. Daha çok ver-
gi ödeyecek. Çalışmalarına başlanan modernizasyon sonunda ayrıca
ürün kalitemiz de hayli artacak. Çevre kirliliği de −hiç olmuyor diyemi-
yorum− minimuma inecek.” 901

Gemi sökümde asbeste, Petkim’de kimyasala dikkat


Aliağa Belediyesi Atatürk Kültür Merkezi’nde “Gemi sökümünde as-
best ve çevre” konulu bir konferans düzenler. Konferansa gemi söküm
tesislerinde üç aydır inceleme yapan Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre
Mühendisliği öğretim görevlisi Prof. Dr. Ertuğrul Erdin ve Berlin Tek-
nik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Karl Lorber,
konuşmacı olarak katılır. Almanya’dan gelen 22 öğrencinin de izlediği
konferansta gemi sökümü sırasında toprağa ve denize karışan asbestin
insanlarda akciğer kanseri yaptığı görüşünde birleşilir. Alman Profesör
Lorber, zararları kesin olarak belirlenmiş asbestin Almanya’da kullanımı-
nın yasak olduğunu hatırlatır902.
Aralık ayında asbestin zararları konusunda yeni bir demeç veren Prof.
Dr. Karl Lorber, yöre halkının kansere yakalanma olasılığının yüzde 90
olduğunu söyler. Aliağa için hazırladığı raporda; asbest tozlarını ağızdan
alan kişilerin 14 ile 40 yıl içinde kesinlikle öleceği belirtilir. Asbesti alma-
maktan başka tedavi yöntemi olmadığını ortaya koyan Prof. Lorber, zarar-
sız asbest miktarının olmadığını ileri sürer903.

150 milyarlık kayıp, Yeni Asır, 25 Mayıs 1991. Ayrıca Petkim de kendini yenilemeye başladı başlıklı
901

aynı konudaki bir haber için bkz. Yeni Asır, 27 Ekim 1991.
902
Gemi sökümünde asbeste dikkat edin, Yeni Asır, 1 Ekim 1991.
903
Aliağa’da ölümün yeni adı asbest, Yeni Asır, 18 Aralık 1991.

470
Belge 43.
Gemi Söküm bölgesine dünyanın dört bir yanından gemiler, sökülmek için gelmektedir.
(Yeni Asır gazetesi, 28 Temmuz 1991, Mehmet Atıcı arşivi)

Ham maddesi hurda olan, bu yüzden de diğer sektörlerden farklı görü-


nen Gemi söküm sektörü, sık sık eleştirilerle karşılaşır. Gemi söküm tesis-
leri, sürekli basın tarafından gözaltında tutulmaktadır. Tesislerde meydana
gelebilecek yangın ve patlamaların Petkim ve Rafineri için tehlike oluşturdu-
ğuna, hiçbir arıtma işlemine tabi tutulmadan denize verilen atıkların denizi
kirlettiğine dair sık sık haberler yapılmaktadır.
Aliağa Hıfzısıhha Kurulu, gemi söküm tesislerinin faaliyetleri sırasında
insanlar üzerinde kalıcı ve ölümcül etkilerin oluştuğunun tespit edildiğini
açıklar. Kurul tesis sahiplerinin eksiklerini giderme yolunda yapılan uyarıları
göz ardı ettiklerini belirterek söküm anında yağlı ve sintine atık suların arıt-
ma işlemine tabi tutulmadan yakılarak ve denize verilerek denizi ve toprağı
kirlettiğine dikkat çeker. Kurul, tesislerin faaliyeti için ek süre verilmemesi ve
hurda gemi ithaline son verilmesi amacıyla konuyu Hazine ve Dış Ticaret
Müsteşarlığı’na bildirmeye karar verir904.
Petkim’in faaliyete geçtiği yıldan, 1991 yılının sonuna kadar on bir iş-
çinin kansere yakalandığı ve yaşamını yitirdiği ileri sürülür. Petrokimya te-
sislerinde her yıl üç kişinin kanserden öldüğünü açıklayan Petrol İş Sendi-
kası Aliağa Şube Başkanı Mustafa Öztaşkın, son yapılan taramalarda ise
dört işçide daha kanser hastalığı belirlendiği, Petkim’de en kısa zamanda
904
Aliağa’da gemi söküm tehlikeli, Yeni Asır, 19 Şubat 1992.

471
çalışanların kapsamlı bir sağlık taramasından geçirilmesini ister. 1985 yı-
lından itibaren kimyasal madde üretimine başlayan Petkim-Alpet’te bu ta-
rihten sonra ölümlerin arka arkaya geldiğini, tesislerde uçak benzininden
her türlü plastik ve boya hammaddesine, böcek ilaçları, parfüm yapımında
kullanılan maddeler, benzen, siyanür, klor gazı, hidrojen, kostik, cıva, eti-
len, bütan, sülfirik asit gibi kimyasal madde üretildiğini anlatan Öztaşkın,
bunların arasındaki benzen ve siyanür gibi zararları tüm dünyaca bilinen
maddelerin olduğuna dikkat çekmektedir905.

Belge 44.
Çeşitli eleştirilerle karşılaşan Gemi söküm sektörü ülke ekonomisine ve savunma sanayisine
ise büyük bir katkı sağlamaktadır. (Posta gazetesi, 6 Eylül 1997, Mehmet Atıcı arşivi)

905
Petkim’in 11 işçisi kanserden öldü, Yeni Asır, 18 Aralık 1991.

472
Gemi söküm tesislerinin yarattığı kirlilik konusunda çevre belediyele-
rin ve halkın yakınmaları sürmektedir. İzmir basınında yayınlanan gemi
söküm tesislerinden yayılan zehirli maddelerin, Çandarlı sahillerine vur-
duğunu dile getiren bir haber üzerine harekete geçen Çevre Bakanlığı,
bölgeye bir soruşturma ekibi gönderir. Dört kişiden oluşan ve Çevre Yük-
sek Mühendisi Nurşen Numanoğlu başkanlığındaki inceleme heyeti, Çev-
re Bakanlığı’nın konuya büyük önem verdiğini ve hazırlanacak raporun
bizzat Bakan Doğancan Akyürek’e verileceğini vurgular.
Çandarlı Belediye Başkanı Hüseyin Gürel ise aralarında MKE
Kurumu’nun da bulunduğu gemi söküm tesisleri yüzünden Çandarlı sahil-
lerinde her türlü kirliliğin bulunduğunu belirtir:
“Bir yıl sahillerimiz mazotla kaplanıyorken bir yıl ilaçla, başka bir yıl çü-
rümüş kalaslarla dolup taşıyor. Çevre Bakanlığı’nın konuya ilgi göster-
mesinden memnun oldum.” 906

Termik santral konusunda yeni hükümet ısrarlı


20 Ekim 1991 tarihinde gerçekleştirilen erken genel seçimlerde birinci
parti çıkan Doğru Yol Partisi ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti, Süleyman
Demirel’in başbakanlığında bir koalisyon hükümeti kurar. Devlet Bakanı
Akın Gönen, Başbakan’ın Ege Bölgesi'ne çok önem verdiğini, Aliağa ve
Gökova termik santrallerinden vazgeçebileceklerini söyler907.
İki ay sonra kabinedeki konu ile ilgili olan Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Ersin Faralyalı, Aliağa’da kurulmakta olan termik santralin çevreye
verdiği zararın en aza indirilmesi halinde mutlaka kurulacağını söyleye-
rek şaşırtır. Termik santrallerin öcü olarak görüldüğünü belirten Faralyalı,
santrallerin ülke ekonomisi için önemine değinir. Bakan kirliliğin engellen-
mesi konusunda daha ayrıntılı açıklamalar yapar:
“Bir Japon firmasına baca atıklarının yaratacağı kirliliği en aza indire-
cek filtre sistemleri siparişinde bulunacağız. Mevcut projede atıklar %64
oranında tutulabilecekti. Yeni sistemde bu oran da %95’e çıkıyor. Geliş-
miş sistemlerin kurulması için yeni bir proje gündeme gelebilir. Aliağa,
aşırı sanayileşme nedeniyle çevreye verdiği zarar yüzünden zaten kara
leke haline gelmiştir. Öte yandan termik santralin doğalgaz ile çalışma
ihtimali de var. Boru hattı için Rusya Federasyonu ve Türkmenistan ile
gerekli görüşmeleri yapıyoruz.” 908

906
Çevreyi kirleten Aliağa gemi söküm tesislerine soruşturma, Yeni Asır, 2 Ağustos 1992.
907
Demirel Ege’ye borcunu ödüyor, Yeni Asır, 28 Kasım 1991.
Aliağa’ya santral kurulacak, Yeni Asır, 20 Şubat 1992; Bakan Faralyalı’nın Aliağa’ya kurulacak
908

termik santrale ilişkin kişisel ve resmi görüşleri için bkz. Bakan Faralyalı kafa karıştırdı, Yeni Asır, 12
Mayıs 1992.

473
aralyalı’nın bu demeci üzerine, çevreciler yeniden hareketlenir. Sant-
F
rale karşı baştan beri mücadele eden eski İzmir Milletvekili Kemal Anadol,
hükümeti çifte standardı terk etmeye çağırır. Anadol, Süleyman Demirel’in
“Bu santrali yaptırmayacağız” dediğini hatırlatarak “Muhalefette başka ik-
tidarda başka konuşmak olmaz. Boşuna heveslenmesinler. ANAP’a geçit
vermeyen bölge halkı, bunlara hiç vermez” der909.
Bir gün sonra Bakan Faralyalı’ya Bakırçay Belediyeler Birliği’ni oluş-
turan belediyelerin başkanlarından sert bir yanıt gelir. Belediye başkanları
Hakkı Ülkü (Aliağa), Osman Özgüven (Dikili) ve Hüseyin Gürel (Çandarlı)
adına Hakkı Ülkü, açar ağzını yumar gözünü:
“Anap bunu başaramadı, bu hükümet hiç başaramaz. Önce halk aşıl-
malı. Bu düşüncelerini neden 20 Ekim seçimlerinden önce açıklamadı-
lar. Muhalefette başka, iktidarda başka tavır konmaz. Santralin yapıla-
bileceğini açıklayan Ersin Faralyalı seçim öncesinde Aliağa Cumhuriyet
Meydanı’nda ‘Aliağa halkı zaten bunca kirlilik içinde. Bir de santralin kirli-
liği ile karşı karşıya kalacaklar. İktidara geldiğimiz zaman bu olaydan vaz-
geçeceğiz” dedi. O günleri ne çabuk unuttu’ 910

ermik santralin projesini hazırlayan Japon firması EPDC’nin yöne-


T
ticileri, DYP İl Başkanı Alev Akiş’i ziyaret ederek santralin çevreye zarar
vermeyeceğini belirten bir raporu sunar ve destek isterler. Firmanın Genel
Müdürü Musaaki Tanaka, Japonya’da aynı sistemle birçok termik santralin
kurulduğunu ve kimseye zarar vermeden uzun süredir işlediğini savunur.
Türkiye’de halkın termik santrallere karşı olduğunu bildiklerini, kamuoyu
oluşturmanın hükümetin görevi olduğunu, projeden kesinlikle vazgeçilme-
yeceği konusunda hükümetten destek sözü aldıklarını da ekler. Santralin
özellikleri hakkında bilgi veren Tanaka şöyle konuşur:
“Baca çok yüksek olacağından rüzgârın yardımı ile çıkacak olan atık
gazlar, zarar vermeyecek şekilde atılacak. 20 km’lik bir alan içerisinde
sekiz ayrı yere kirliliği ölçen istasyonlar kurulacak. Mevcut santrallerde
bulunmayan elektrostatik çöktürücü ve desülfürüzasyon sistemleri yakı-
lacak olan ithal kömürün kükürt oranını düşürecek.” 911

J apon heyetinin işin peşini bırakmaya niyeti yoktur. Aliağa ve Foça Be-
lediye başkanlarını ziyaret ederek hazırladıkları ÇED raporlarını sunarlar.
Ancak Foça Belediye Başkanı, Bakanlar Kurulu kararı olmadan nasıl ÇED
raporu hazırladıklarını; Aliağa Belediye Başkanı ise Aliağa’da neden ısrar

909
Aliağa santrali için çevreciler ayaklandı, Yeni Asır, 21 Şubat 1992.
910
Bakan Faralyalı’ya Bakırçay’dan sert yanıt, Yeni Asır, 22 Şubat 1992.
911
Japonlar Aliağa termik santraline destek arıyor I, Yeni Asır, 6 Mart 1992.

474
ettiklerini sorar. Japonlar termik santralin yerinin hükümet tarafından öne-
rildiğini, Tüpraş ve Petkim’in termik santralden daha tehlikeli olduklarını
ileri sürerler912.
18 Nisan’da Bakırçay Belediyeler Birliği, Bakırçay Çevre Sempozyu-
mu düzenler. Burada hükümet kanadı ve belediye başkanları çevre ko-
nusunda eteklerindeki taşları döker. Sempozyumda bir konuşma yapan
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarı Ertuğrul Önen, çevrenin ve
enerjinin çelişen kavramlar olmadığını ileri sürer ve konuşmasını şöyle
sürdürür:
“Ülkemizdeki enerji ihtiyacının %52’si yerli, %48’i de ithal kaynaklardan
sağlanıyor. Yerli kaynaklar çoğaltılmalı. İki binli yıllarda denge hidroe-
lektrik kaynaklar aleyhine bozulacak. Çevre ve enerji çelişen kavramlar
değildir. Mesele enerji tüketiminden vazgeçerek çözülemez”.

Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, Avrupa ülkelerinin yürürlükten kal-


dırdıkları teknolojilerin yurda sokulmak istendiğini belirterek, şöyle konuşur913:
“Termik santral, uluslararası anlaşmalara aykırı. Ülkemiz hava kirliliği ile
ilgili olarak uluslararası ilişkilerde bulundu ama su kirliliği ile ilgili olarak
uluslararası anlaşmaları imzalamadı.”

Turizm Bakanlığı Müsteşarı Korel Göymen, çevre ve teknoloji konu-


sunda makul dengeler kurulmak zorunda olunduğunu ifade eder.
Hükümet kanadı ile Japon firması son kozlarını oynamaktadır. Ge-
len haberlere göre, Gencelli’ye istenmeyen termik santral, Makine Kimya
Endüstrisi’nin gemi söküm tesislerinin yakınlarına inşa edilecektir. Türkiye
Elektrik Kurumu’nun tesislerini de kapsayan 850 dönüm arazi kamulaş-
tırılmıştır. Japonlar karada ve denizdeki sondajlarını tamamlamışlardır.
Santralin Gencelli’ye yapılmaması için çaba harcayan Aliağa Belediye
Başkanı Hakkı Ülkü, söz konusu gelişmeye çok şaşırmıştır. Konuya ilişkin
verdiği demeçte şunları dile getirir:
“Japonlar bölge halkının tepkisinin bu denli etkili olacağını, Türkiye’de
hukukun bu kadar çalışıp bir santral yapımını durduracak kararlar ala-
bileceğini hesaplayamadı. Biz başarınca bu formülü bulmuşlar. Lehimi-
ze kararlar alan Danıştay da konuyla ilgili tüm incelemeleri Gencelli için
yapmıştı. Şimdi sil baştan. Tekrar uğraşacağız. Ama vazgeçmek yok.” 914

912
Japonlar Aliağa termik santraline destek arıyor II, Yeni Asır, 8 Mart 1992.
913
Aliağa santraline üstü kapalı destek, Yeni Asır, 19 Nisan 1992.
914
Aliağa santralinin yeri değişiyor, Yeni Asır, 25 Nisan 1992.

475
Danıştay, Gencelli Termik Santrali’nin yapım kararını iptal ediyor
Termik santralin yapımı Danıştay tarafından iptal edilir. İptal kararının alın-
ması için başından itibaren uğraş veren İzmir eski Milletvekili Kemal Anadol
ve Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, Gencelli’ye termik santral yerine bir
anıt dikilmesi için kolları sıvarlar ve anıt için tespit edilen yere sembolik olarak
ilk kazmayı vururken tarihe not düşmek adına şu sözleri eklerler;
“Artık buraya, bu bölgeye bir termik santral kurulması hayaldir. Danış-
tay son kararında söz konusu alanda ‘Serbest Bölge’ kurulması kara-
rını iptal etti. Yani artık santrali Gencelli yerine 10 km uzakta kuralım
diyemezler.” 915

Termik santral kavgası 3 yıl sonra dahi polemik konusu olmaya devam
edecektir. Örneğin, farklı partilere mensup ve aralarındaki siyasi ve ideolojik
çekişmeyi her alana yansıtan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan
Özfatura ve Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, 1996 yılının ilk günlerinde
termik santral konusunda karşı karşıya geleceklerdir. Aliağa’da termik sant-
ral kurulmamasını ihanet olarak niteleyen Burhan Özfatura’ya karşı Hakkı
Ülkü, çok sert bir yanıt verecektir. Yaptığı açıklamada termik santralin hava
ve çevre kirliliğini daha da arttıracağını belirterek, şöyle der:
“Aliağa’daki mevcut sanayi kuruluşları yeterince kirliliğe neden olmakta-
dır. Yeni bir termik santralin kurulması insanların daha fazla kükürt diok-
sit solumasına neden olacaktır. Japon harikası olarak önerilen teknoloji
Japonya’da yıllar önce terkedilmiştir. Enerji ihtiyacını karşılamak için
hidroelektrik santrali ya da doğalgaz santrali kurulabilir. Sayın Özfatura,
Aliağa’yı bıraksın da İzmir’deki işlerine baksın.” 916

Termik santral olmadı, yerine nükleer santral verelim


Aliağa halkı ve çevrecileri, 10 Mayıs’da ‘sevgi zinciri ’ eyleminin ikinci
yılını kutlarken Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Türkiye’nin nükleer ener-
jiden yararlanması konusunda kararlı olduklarını, yer konusunda ise kesin
konuşmak istemediğini açıklar. Nükleer santralin kurulacağı yer ile ilgili
olarak da “Nükleer santrali Aliağa’ya da yapabiliriz, güneyde Silifke’ye de”
diyerek yeni bir tartışma başlatır917.
Bakana yanıt, bu kez bilim çevresinden gelir. Anadolu Bilim ve Tekno-
loji Stratejileri Araştırma Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Tolga Yarma’ya göre;

Gencelli’ye santral yerine anıt yapılsın, Yeni Asır, 8 Mayıs 1992. Termik santrallerin önemi ve yer
915

seçimleri konusunda Yaşar Aksoy’un objektif yaklaşım sergileyen bir yazısı için bkz. Termik santralde
kaşkariko, Yeni Asır, 5 Mart 1993.
916
İki başkanın santral kavgası, Yeni Asır, 13 Ocak 1996.
917
Nükleer santrale ilk aday: Aliağa, Yeni Asır, 10 Mayıs 1992.

476
“Aliağa ve Ege Bölgesi uygun değil. Çünkü deprem açısından sabıka-
sı var ve sabıka kayıtları devam edeceğine dair jeofizik izlenimler var.
Onun için Ege düşünülemez. En azından öncelikli yer olarak gözetile-
mez. Gerçi ‘yapılamaz’ diye bir kural yok. Santral depreme dayanıklı
yapılabilir. Depreme karşı dayanıklı santral inşası çok maliyet gerektirir.
Bu riske nasıl katlanılır? ” 918

Sonunda santralde doğru yakıt seçimi: Doğal gaz


İthal kömüre dayalı termik santralin yapımına Danıştay engelinden
sonra enerji konusunda yeni çözümler aranır. Aliağa’da bu kez doğal gaz-
la çalışan bir santral yapılması için niyet protokolü imzalanır. Türkiye’den
Gama grubu, İngiltere’den Chevron Europe Ltd ve ABD’den Wing Merill
grubu doğal gaza dayalı 1.700 megavat kapasiteli bir santralin yapılması
için fizibilite etüdü yapılması konusunda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan-
lığı ile protokol imzalanır.
Santral, TEK’e elektrik sağlayacak ve yöredeki sanayi kuruluşlarına
da elektrik satabilecektir. Ortak girişimin, ayrıca çevre kirliliğinin önlen-
mesinde çözüm olarak görülen doğal gazın İzmir’e gelişini hızlandıracağı
düşünülmektedir919.
Yaklaşık 9 ay sonra doğal gaz santralinin ‘anahtar teslim’ yapımına iliş-
kin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın aldığı tekliflerin değerlendirilme-
sinde son aşamaya gelindiği haber verilmektedir. Yap-işlet-devret modeli
çerçevesinde inşa edilecek doğal gaz santralinde kullanılacak Rus doğal
gazının getirilmesi için Bursa-Karacabey ile Aliağa arasındaki 230 km uzun-
luğunda bir doğal gaz boru hattı inşa edilecektir. Bakanlık yetkililerinin ver-
diği bilgiye göre, iki ortaklığın çekiştiği santral üç tribün, üç jeneratör ve iki
kombine çevrim buhar santrali olmak üzere toplam beş üniteden oluşacak-
tır. Santral, 26 ayda tamamlanacak ve 30 ay içerisinde bütün üniteleri ile iş-
letmeye alınacaktır. Santralde yılda 2 milyar metreküp doğal gaz tüketilerek
5 milyar 600 milyon kilovat saat elektrik enerjisi üretilecektir920.
1996 yılının Nisan ayındaki bir habere göre −adı henüz bildirilmeyen−
bir Fransız şirketi, Aliağa’da bir milyar dolara çıkacak bir doğal gaz santrali
kurmak istemektedir. Santralde, gemilerle getirilecek sıvı doğal gaz (LNG)
işlenecektir. Enerji Bakanlığı ile şirket arasında ön anlaşmanın imzalandı-
ğı ve yakında sözleşmenin de imzalanacağı bildirilmektedir921.
918
Deprem bölgesindeki Aliağa’ya nükleer santral yapılamaz, Yeni Asır, 11 Mayıs 1992.
919
Aliağa’ya doğal gaz santrali kurulacak, Yeni Asır, 16 Mayıs 1992.
920
Aliağa’da doğal gaz santrali kurulacak, Yeni Asır, 31 Mart 1993.
921
Konuya ilişkin daha ayrıntılı bilgi için bkz. Aliağa’ya 1 milyarlık yatırım, Yeni Asır, 8 Nisan 1996.

477
4 ay sonra, Aliağa’da doğal gaz santralini inşa etmeye talip olan Fransız
şirketin Total olduğu anlaşılır. Bu firma ile birlikte dünya devlerinden Shell,
Mobil ve Amerikan Amaco şirketleri, doğal gaz çevrim santrali kurmak için
Enerji Bakanlığı’na başvururlar. Nemrut bölgesinin şehirlerarası yola yakın-
lığı, Petkim ve Tüpraş’ın bölgede bulunması nedeniyle petrol devlerinin göz
bebeği olan Aliağa, enerji krizi ile birlikte paylaşılmaz hale gelir922.
1997 yılının ortalarına gelindiğinde santrale ilişkin devlet kanadından he-
nüz bir gelişme görülmez. Santrale talip olan uluslararası ortaklık, yatırımın
biran önce başlaması için hükümete çağrıda bulunur. Total, Amaco, Agip,
Mitsui ve Yaşar Holding’den oluşan ortaklığın sözcüsü Amaco’nun Başkan
Yardımcısı Richard Fury, yasal engellerin aşılması için çalıştıklarını bildirir.
Yaşar Holding’in Yönetim Kurulu Başkan Vekili Selim Yaşar, 1930’lu yıllar-
dan gelen yasaların hür teşebbüsün önünü tıkadığından yakınır923.
1998 yılının ortalarına gelindiğinde LPG kullanacak elektrik santraline
ilişkin yeni bir bilgi gelir. Kurulacak santral için Danıştay’dan onay çıktığı;
yıl sonunda yapımına başlanacak ve çevreyi kirletmeyecek santralin iki bin
kişiye iş olanağı yaratacağı ve 600 milyon dolara mal olacağı bildirilir. Sant-
ral, gemi söküm tesislerinin arkasındaki 930 dekarlık araziye kurulacaktır924.
3 ay sonra ilginç bir bilgi daha gazetelerde görünür. 5 Ekim 1998 tari-
hinde toplanan Aliağa Belediye Meclisi, yapılması planlanan santrali ço-
ğunlukla veto eder. Söz konusu veto kararında, CHP’den ihraç edilen 5
üyenin ANAP ve DYP’li üyeler ile işbirliğinden ve belediye başkanına mu-
halefet sonucu alındığına ilişkin yorumlar yapılır925. Bununla birlikte aynı
meclis 15 gün önce reddettiği santralin yapımını bu kez onaylar. Toplantı-
ya katılan üyelerin oy birliği ile aldıkları karar alkışlarla karşılanır926.
LPG kullanarak elektrik üretecek bir santralden en son haber, 20. yüz-
yılın son yılının sonunda gelir. Bu haberde; Total firması tarafından yapı-
lacak olan enerji santralinin 2002 yılında üretime geçeceği bildirilmektedir.
700 megawat gücündeki santral, ithal LPG ile çalışacak ve 660 milyon
dolara mal olacaktır. Kurulacak santralle ilgili bilgilendirme toplantısı, To-
talgaz dolum tesislerinde yapılır. Deniz yoluyla Aliağa’ya getirilecek olan
LPG’nin çevreye zarar vermeyen en temiz enerji kaynağı olduğunu söyle-
yen Totalgaz Enerji Araştırma Koordinatörü Philippe Lamboney, kurulacak
santralle ilgili ayrıntılı bilgi verir927.

922
Dünya petrol devleri Aliağa için yarışıyor, Yeni Asır, 29 Temmuz 1996.
923
Aliağa’da santral bürokrasiye takıldı, Yeni Asır, 5 Nisan 1997.
924
Aliağa’ya 600 milyon dolarlık temiz enerji, Yeni Asır, 24 Temmuz 1998.
925
Temiz enerjiyi meclis reddetti, Yeni Asır, 11 Ekim 1998.
Aliağa belediye meclisi temiz enerjiyi onayladı, Yeni Asır, 22 Ekim 1998. Ayrıca ANAP İlçe Başkanı
926

ve Belediye Meclis üyesi Hakan Şimşek’in konuyu kendi görüş açısından ele aldığı bir haber ve
Hamdi Türkmen’in yorumu için bkz. Şimşek Başkan Ülkü’yü yanıtlıyor, 27 Ekim 1998; Aliağa’da yanlış
hesap Bağdat’tan döndü, 25 Ekim 1998.
927
Aliağa’da Total LPG 2002’de üretimde, Yeni Asır, 27 Eylül 1999.

478
Aliağa’da ticaret erbabı, sanayici ve tüccarlar örgütleniyor
Aliağa, Menemen’e bağlı bir nahiyeyken ticaret erbabı ve tüccarlar
yasal işlemleri için Menemen Ticaret Odası’na bağlıdır. 1982’de ilçe sta-
tüsüne geçen Aliağa’da kamu kurum ve kuruluşları da teşkilatlanmasını
tamamlamış, vatandaşın iş ve işlemleri için Menemen’e, İzmir’e gitme-
lerine gerek kalmamıştır. Ancak, ilçe olmasının üzerinde 8 yıl geçmesine
rağmen bir Ticaret Odası yoktur ve Aliağa’daki ticaret erbabı iş ve işlemleri
için Menemen’e gitmek zorundadır. 1990 yılında Aliağalı bir grup ticaret
erbabı, Oda kurulması için girişimlerde bulunmaya başlar. Bu çalışmalara
önderlik eden isim de, Cumhuriyetin ilk yıllarından beri Aliağa ticaretinde
etkin olan Saka ailesinin bir ferdi olan işadamı Adnan Saka’dır.
1991 yılında işadamları bir araya gelerek ilçede bir Ticaret Odası kurul-
ması için çalışmalara fiilen başlar, resmi girişimlerde bulunur. Bu amaçla;
Aliağa Kaymakamlığı’na resmi başvuruda bulunulur. Kaymakamlık, Oda ku-
ruluş çalışmalarının yürütülmesi için geçici bir kurul oluşturup; Geçici kurul
başkanlığına ilçede uzun yıllardır ticari faaliyetleri olan Adnan Saka getirilir.
Geçici kurulun diğer üyeleri de; Nazmi Kaya, Yusuf Savran, Osman Şimşek,
Yahya Yavuz, Kasım Kayar, Ömer Çil, Ahmet Arlı ve Ahmet Kasap’tan oluşur.
Kaymakamlık tarafından görevlendirilen geçici kurul, Oda kuruluşu
için gerekli tüm bürokratik, hukuki ve yasal süreçleri tamamlar. Nihayet,
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın 08.03.1991 tarih ve 1991/27 sayılı ona-
yı ile Aliağa Ticaret Odası’nın kuruluşuna onay verilir ve bu izin Resmi
Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girer.

Resim 76.
Meclis Başkanı Ömer Turgut Oğuz, Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Saka ve Aliağa
Ticaret Odası Meclis Üyeleri (Aliağa Ticaret Odası arşivi)

479
Resmi olarak kuruluşu tamamlanan Aliağa Ticaret Odası’nda yetki-
li organlara ilk seçimler ise 1991 yılının Kasım ayı başında yapılır. Bu
seçimde Oda Meclis üyeliklerine; Arif Akyüz, Şahabettin Yıldırım, Ahmet
Arlı, Ömer Turgut Oğuz, Rıza Gürbüz, Hilmi Güner, Adnan Saka, Ekrem
Toker, Mustafa Akgün, Sunday Kavaklıoğulları, Necdet Sezen ve Haydar
Arlı seçilir.
Aliağa Ticaret Odası’nın bu ilk meclis üyeleri 12 Kasım 1991 tarihinde
ilk meclis toplantısında bir araya gelerek, Meclis Başkanlığına Ömer Tur-
gut Oğuz’u, Başkan vekilliğine Ahmet Arlı’yı seçer.
Sıra Yönetim Kurulu seçimlerine gelmiştir. Meclis bu kez 25 Kasım
1991’de toplanır. Oda Meclisi bu toplantıda Yönetim Kurulu Başkanlığına
Adnan Saka’yı, Başkan Vekilliğine Arif Akyüz’ü, Muhasip Üyeliğe Sunday
Kavaklıoğulları’nı, Yönetim Kurulu üyeliklerine de Rıza Gürbüz ve Mustafa
Akgün’ü seçer. Tüm organ seçimlerini tamamlayan Aliağa Ticaret Odası,
2 Şubat 1992 günü, Menemen Ticaret Odası’ndan devralınan 361 üyesiyle
İstiklal Caddesi, Akyıldız Pasajı’nda fiilen üyelerine hizmet vermeye başlar.
7 Şubat 1992’de Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü’nün
02 sayılı yazısıyla Aliağa Ticaret Odası bünyesinde, 6763 sayılı Kanunun
12. Maddesi uyarınca iş çevresi Aliağa ilçesi, Yeni Şakran ve Helvacı bel-
deleri olan Ticaret Sicil Memurluğu oluşturulur. Aliağa’da dev sanayi kuru-
luşları yanında Aliağalı ticaret erbabı ve tüccarlar da örgütlenerek Odaları-
nı böylece kurmuş olur. Oda, kuruluşundan kısa süre sonra ilçenin en aktif
kurumlarından biri haline gelir928.

Aliağa’nın sorunları İlçe Meclisi’nde tartışılıyor


Aliağa Kaymakamı Hüseyin Eker, Belediye Başkanı Hakkı Ülkü ve çe-
şitli kuruluşlardan temsilcilerin katıldığı 2. İlçe İdare Meclisi toplantısı Ata-
türk Kültür Merkezi’nde yapılır. Toplantıda, ilk olarak konuşan Kaymakam
Hüseyin Eker, demir çelik fabrikalarının Aralık 1992’ye kadar ek ünitelerini
kurmaları gerektiğini, aksi takdirde fabrikaların kapatılacağı bilgisini verir.
Belediye Başkanı Hakkı Ülkü ise ilçede birçok çürük yapının yükseldiği-
ne dikkati çeker ve bu duruma mesleği olmadığı halde müteâhhitlik ya-
panların sebep olduğunu ileri sürerek “Şu an ilçede 28 inşaat müteahhidi
var. Buna rağmen önüne gelen müteâhhitliğe soyunuyor. Bakkallar bile
müteâhhitlik yapmaya başladı” diyerek yakınır.
Petrol-İş Sendikası Şube Başkanı Mustafa Öztaşkın da ilçeye ek bir SSK
Hastanesi ve Meslek Hastalıkları Hastanesi'nin gerekli olduğunu söyler929.

928
Aliağa Ticaret Odası tarihçesi, http://www.alto.org.tr/tr/alto/alto-tarihce.html
929
Aliağa’da bakkal da müteahhitlik yapıyor, Yeni Asır, 25 Mayıs 1992.

480
Rafineri’de milyarlık petrol vurgunu
1992 yılında Rafineri'de, büyük bir operasyon yapılır ve dış piyasaya
verilmesi gereken petrolü iç piyasaya sürerek milyarlarca liralık vurgun ger-
çekleştiren bir şebekenin elemanları yakalanır. Bir ihbarı değerlendiren İz-
mir Emniyet Müdürlüğü Mali Şube ekipleri, Rafineri'de işçi kılığında bir müd-
det çalışarak aralarında bir şirketin üst düzey yetkililerinin de bulunduğu
11 kişilik bir çeteyi çökertir. Mali Şube dedektifleri şöyle bir açıklama yapar:
“Aliağa Rafinerisi’nden alınan mazot, transit geçen yabancı gemilere
satıldığında litresi 1691 lira, iç piyasaya satıldığında ise 3100 lira. Bu
farkı değerlendiren şebeke mensupları uzun bir süre boyunca aynı
yöntemle rafineriden aldıkları dış piyasa mazotunu iç piyasaya süre-
rek milyarlık kazanç elde etmişler. Bir ay süren çalışmalarımız sonu-
cunda aralarında bir petrol şirketinin üst düzey yetkililerinin de bulun-
duğu 11 kişiyi gözaltına aldık.” 930

Gemi Sökümde ölümlü patlama


Aliağa, kasım ayında gemi sökümden gelen acı haberle sarsılır. Bir
şirketin tesisinde 28 Kasım saat 14.45 sularında hurdaya çıkarılmış bir
akaryakıt tankerinin sökümü sırasında bir patlama meydana gelir ve o
anda altı işçi hayatını kaybederken üçü ağır dört işçi yaralanır. Patlama,
Aliağa’da paniğe yol açar. Çevre Bakanı Doğancan Akyürek ve İzmir Valisi
Kutlu Aktaş, olay yerine gider. Kazaya son seferinde benzin taşıyan tan-
kerin söküme alınmadan önce temizlenmemesinin neden olduğu anlaşılır.
Aliağa’da evlerin camlarını sarsacak şiddette meydana gelen patlamadan
sonra tankerin her yanını alevlerin sardığı görülür.
Aliağa ve Menemen itfaiyeleri olay yerine gelerek yangına müdaha-
le eder. Yangın, ancak 2 saatte kontrol altına alınabilir. İtfaiye yetkilileri,
patlamanın geminin ikinci ambarında buharlaşmış durumdaki benzin yü-
zünden meydana geldiğini belirterek işçilerden ikisinin patlama sırasında,
geminin iç kısımlarında çalışan dördünün ise yangın sırasında hayatlarını
kaybettiklerini açıklarlar.
Gemi söküm tesislerinde çalışan işçiler ise patlamaya ihmalin neden
olduğunu ileri sürerler:
“Akaryakıt gibi tehlikeli madde taşıyan gemilerin sökülmeden önce yı-
kanması ve bu işlemden sonra getirilmesi gerektiğini belirterek gemi yı-
kanmadan söküm yapmak yasal değil, gemide çalışırken borularından
benzin sızıyordu, gemi son seferinde benzin taşımış.” 931

930
Aliağa’da milyarlık petrol vurgunu ortaya çıkarıldı, Yeni Asır, 9 Temmuz 1992.
931
Aliağa’da infilak, Yeni Asır, 29 Kasım 1992.

481
Bir gün sonra, ölenlerin sayısı yediye yükselmiştir. Taşeron ve ustabaşı, ih-
mal sebebiyle gözaltına alınır. Adını vermeyen bir mühendis ise söküm işini ya-
pan, yaptıran kişilerin fazla para harcamamak için ilkel yöntemlere başvurduk-
larını belirterek, “Yetkililer, bu konuyu yakından takip etmeli, yoksa burada ya-
şanan facialar son bulmaz” diye konuşur. Ölü sayısının artması ve patlamanın
Aliağa’dan da hissedilmesi ilçede hem üzüntü hem de endişeyi bir kat arttırır.
Çevre Bakanı Doğancan Akyürek, patlamanın meydana geldiği tesis-
lere çevre açısından bir düzen getirmeye kararlı olduklarını söyler. Olay
yerinde incelemelerde bulunduğunu belirten ve “Benim izlenimim olayda
kesin ihmal söz konusu ” diyen Akyürek, hurda gemi söküm tesislerinde
çevre kirliliğinin yanı sıra böyle olaylara karşı önlem alınmadığını gözledi-
ğini, gemilere giden yolların dahi kapalı olduğunu açıklar932.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde İzmir Milletvekili Veli Aksoy tarafından
soruşturma açılması istenmektedir. Veli Aksoy verdiği önergede Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Moğultay’a bazı sorular yönelterek,
bunların yazılı olarak yanıtlanmasını ister. Sorular şunlardır:
“Ağır yaralı olarak hastanede tedavi altında bulunan 15 yaşındaki Gül-
paşa Güleç’in bu işyerinde çalışıp çalışmadığı, eğer çalışıyor ise sigor-
talı olup olmadığı tespit edilmiş midir?”
“15 yaşında bir çocuğun böyle ağır ve tehlikeli bir işyerinde çalışması
mevzuata uygun mudur?”
“İş Kanunu’nun 73. Maddesi uyarınca bakanlığınıza bağlı ilgili birimler
tarafından Aliağa ilçesinde bu gemi söküm işyerlerinde periyodik dene-
timler yapılmış mıdır? İş güvenliği yönünden ne gibi tedbirler alınmıştır?”
“Bakanlığınız tarafından iş kazası ile ilgili soruşturma açılmış mıdır, açıl-
mış ise sonuçları nelerdir?”
“İzmir bölgesinde görev yapan iş güvenliği müfettişi ne kadardır?”
“Tescilli olup da denetlenmesi gereken kaç işyeri vardır. Bakanlığınızda
çalışan müfettişlerin sayısı bu işyerlerini denetlemeye yeterli midir?” 933

İki ay sonra yapılan duruşmada 7 kişinin ölümüne yol açan olayda


3 kişi suçlu bulunmuştur. Mahkemeye sunulan bilirkişi raporunda şirket
yöneticileri ve müteahhit suçlu bulunur934.
Çevre Bakanlığı’nın ciddi boyutlarda çevre ve deniz kirliliğine yol açan
gemi söküm tesislerini denetleme konusunda kararlı olduğu anlaşılmak-
tadır. Bakanlık yetkilileri, İzmir Valiliği ve tesislere gönderdikleri yazılarda
12-15 Nisan tarihleri arasında bir heyetin Aliağa’ya gelerek inceleme yapa-
932
Aliağa’da ölenlerin sayısı 7’ye yükseldi, Yeni Asır, 30 Kasım 1992.
933
Aliağa faciası için Meclis’te soruşturma açılması istendi, Yeni Asır, 10 Aralık 1992.
934
Aliağa’da 7 işçinin ölümüne yol açan patlamada 3 kişi suçlu bulundu, Yeni Asır, 5 Şubat 1993.

482
cağını bildirirler. Çevre, Sağlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlıklarına
mensup uzmanlardan oluşan bir heyetin inceleme sonucunda vereceği ra-
porun, gemi söküm tesislerinin kaderini değiştireceği ileri sürülmektedir935.
1996 yılının Mayıs ayında, gemi söküm tesislerinde iki ayrı kazada iki
işçi hayatını kaybetmiştir. Bunun üzerine, CHP İzmir Milletvekilleri Aydın
Güven Gürkan ile Ali Rıza Bodur, gemi söküm tesislerinde meydana gelen
ölümlü kazalarla ilgili TBMM’ye soru önergesi verir. Tesislerde inceleme
yapan milletvekilleri şunları söyler:
“Gemi sökümde gördüklerimiz içler acısı. İş yaşamı, iş güvenliği ve çev-
re açısından burası tam bir yara. Sağlıksız çalışma ortamı nedeniyle bir
hafta önce burada iki ayrı iş kazası oldu ve iki işçi öldü. Gemi söküm
tesisleri çalışma açısından mutlaka disiplin altına alınmalıdır. Burası ile
ilgili TBMM’ne soru önergesi vereceğiz ve araştırma yapılmasını iste-
yeceğiz.” 936

Petkim işçileri yeniden direnişte


Petkim’de çalışan 3.500 işçi; “İşyerini süresiz terk etmeme ve satışları
engelleme” eylemi başlatır. Amaç Kamu İşverenleri Sendikası’nın kendile-
rine teklif ettiği ücret artışının yetersizliğini protesto etmektir937.
4 günlük bir direnişten sonra Petkim işçileri eyleme son verir. Petrol-İş
Sendikası Aliağa Şube Başkanı Mustafa Öztaşkın tarafından eyleme ara
vermelerinin nedeni, Petkim Genel Müdürü Aziz Gümüş’ün Devlet Bakanı
Şerif Ercan ile görüşmek üzere Ankara’ya gitmesi olarak açıklanır938.
Anlaşıldığı kadarıyla Petkim Genel Müdürü’nün Devlet Bakanı ile
yaptığı görüşme işçiler için müjdeli bir haber ile sonuçlanmamıştır. Bu-
nun üzerine Petkim işçileri, eylemlerine bıraktıkları yerden devam eder.
Konu ile ilgili bir açıklama yapan Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Münir
Ceylan, toplu sözleşme görüşmelerinde en büyük darbeyi Petkim işçisinin
yediğini öne sürerek şunlar söyler:
“İşverenin %60’lık artış teklifine karşılık, ilk dört ay için diğer kamu işçi-
leriyle Petkim işçileri arasındaki farkın kapanmasını istedik. Ancak ko-
alisyon hükümeti bu konuda gerekli duyarlılığı ve ciddiyeti göstermedi.
Tüm iyi niyetli yaklaşımımıza karşı on gündür devam eden mal sevki-
yatını engelleme eylemi, olayların gelişimine göre değişik eylem türleri
geliştirilerek devam edecek.” 939

935
Aliağa gemi söküm tesisleri Çevre Bakanlığı denetiminde, Yeni Asır, 27 Mart 1994.
936
Aliağa Meclise geliyor, Yeni Asır, 24 Mayıs 1996.
937
Aliağa Petkim işçileri işyerlerini terk etmiyor, Yeni Asır, 3 Aralık 1992.
938
Petkim işçileri eylemlerine ara verdi, Yeni Asır, 5 Aralık 1992.
939
3000 Petkim işçisi mal sevkiyatını engellemeye devam ediyor, Yeni Asır, 15 Aralık 1992.

483
Bir gün sonra “Grev yapılamayacak iş kolları” arasında bulunan Aliağa Pet-
kim tesislerinde işçiler tarafından başlatılan satış ve sevkiyatı engelleme ey-
lemi, İzmir’den gönderilen Çevik Kuvvet ekipleri tarafından durdurulacaktır940.

Çukurova ve Habaş’a son bir şans veriliyor


Aliağa’da çevreyi kirlettikleri gerekçesiyle 31 Aralık 1992’de İzmir Va-
liliği tarafından kapatılan Çukurova ve Habaş demir ve çelik fabrikalarının
filtrelerini tamamlama şartı ile açılmalarına izin verilir. Filtre takmaları için
uyarıda bulunulan ve 3 kez süre tanınan fabrikalara mahalli çevre kurulu
tarafından 22 milyon lira ceza kesilmiş ve 31 Aralık 1992’ye kadar süre ve-
rilmiştir. Valiliğin açıklamasında, Çukurova demir çelik fabrikasının el de-
ğiştirmesi ve yeni yönetimin toz tutma sistemlerini en kısa sürede yapma-
yı, Habaş’ın ise işlemlerini mayıs ayının sonuna kadar yetiştirmeyi taahhüt
etmesi dolayısıyla iki işletmenin de 3 Ocak’ta açılmasına karar verilir941.
Bu arada, Bakırçay Belediyeler Birliği ve Aliağa Belediye Başkanı Hakkı
Ülkü, Aliağa’daki demir çelik fabrikalarının çevreye verdikleri zararlar ile müca-
dele etmek üzere yeni kararlar aldıklarını açıklar. Başkan Ülkü, yöredeki çiftçi-
lerin ürettikleri tütünün kalitesindeki düşüşün nedeninin hava kirliliği olduğunu
ileri sürer. Bacalarına filtre takmayan fabrikaların sadece Aliağa’yı değil, İzmir
ve Gediz Ovası’nı da etkilediğini belirten Hakkı Ülkü sözlerini şöyle sürdürür:
“Önlem alınması için defalarca başvurduk. Ancak yetkililer bu fabrika-
lara yeni süreler tanımaktan başka bir şey yapmadılar. Bakırçay yö-
resinde yetişen tütünün özelliği son yılarda kadar A grad iken şu ana
kadar kapa(*) 942 durumuna düştü. Bakırçay Belediyeler Birliği olarak
bir komisyon kurduk. Bu komisyon çiftçiler ile birlikte tarımsal zarardan
dolayı demir çelik fabrikaları aleyhine mahkemeye başvurarak tazminat
davaları açılacaktır.” 943

Çevre kirliliğine sebep olduğu için çevrecilerin bir numaralı hedefi hali-
ne gelen Habaş demir çelik tesisleri, yaptığı yatırımlarla 1996 yılının son-
larında artık çevre dostu olma yoluna girer. Fabrika yapımı tamamlanan
Habaş, toz tutma ve üçüncü filtre sistemini hizmete almaya hazırlanır. Ha-
baş, 1995 yılının başında İl Çevre Komisyonu tarafından hava kirliliğine
yol açtığı gerekçesiyle kapatılmış, daha sonra arıtma sisteminin kurulması
için eylül ayına kadar süre tanınmıştır.

940
Petkim eylemini polis durdurdu, Yeni Asır, 16 Aralık 1992.
941
Aliağa’daki demir çelik fabrikalarına son şans, Yeni Asır, 3 Ocak 1993.
Tütün alımında, ekspertiz işlemine tabi tutulan ürün; Amerikan (A) grad, B grad, Kapa ve duble
942

kapa kategorilerine göre sınıflandırılarak o kategorinin oranlarına göre fiyatlandırılır.


943
Başkan Ülkü: Tütüne zarar veren fabrikaları mahkemeye vereceğiz, Yeni Asır, 22 Şubat 1993.

484
Fabrika müdürü Mustafa Akınç, Habaş’ın kısa süre sonra çevre açı-
sından dünya standartlarında bir tesis haline geleceğini belirterek şunları
söyler:
“Fabrikamızdaki kapasite arttırıldığı için mevcut iki filtre yetersiz kalı-
yordu. Üçüncü filtre ve toz tutma sisteminin yapımı tamamlandı. Son
bağlantısı iki güne kadar bitiriliyor. İsveç firmasının uzmanları gelip çalı-
şacak, böylece hava kirliliği de %98 oranında azalacak.” 944

Bir yıl sonra, Habaş’ın kapatılması yeniden gündeme gelmiştir. Çevre İl


Müdürlüğü ile Aliağa Çevre Denetleme Kurulu üyelerinin ortak denetiminde
beş fabrikadan dördünün kurallara uyup filtre sistemini çalıştırdıkları, biri-
nin ise filtre sistemine sahip olmadığı anlaşılmıştır. Ekipler, Habaş demir
çelik fabrikasının çevreyi kirlettiğini belirleyerek, gerekli şartlar yerine geti-
rilinceye kadar süresiz kapatılması için tutanak hazırlar. Yetkililer, bugüne
kadar uygulanan para cezalarının caydırıcı olmaması üzerine aldıkları ka-
patma kararının İzmir Valisi Erol Çakır’a gönderildiğini ve onay bekledikle-
rini açıklar 945.
Onay, ancak 1998 yılının son gününde gelir. Habaş demir ve çelik
fabrikasının gerekli önlemler alınmadığı için 3 gün süreyle kapatıldığı,
üç gün sonunda filtrelerini düzenli olarak çalıştırmadığı takdirde süresiz
kapatılacağı belirtilir. Ayrıca fabrikaya gerekli önlemleri almadığı için 5.5
milyar lira ceza kesilmiştir946. Fabrika müdürü Mustafa Akınç, kendilerinin
kapatılmayı hak edecek bir eylemde bulunmadıklarını belirtir ve “Bizim
3 toz toplama ünitemiz var. Ocaklar çalıştıkça onlar da çalışıyor. Tama-
men temiz demiyorum. Fabrikamızda bazen toz görünüyor. Sistemdeki
bir problemden kaynaklanabilir. Fark edildiği an üretime ara verilir. Onarım
yapılır ve yeniden üretime geçilir” diyerek kendini savunur.
Mustafa Akınç, limanda 8 geminin yurt dışına mal götürmek üzere
beklediğini belirterek, şöyle yakınır:
“Yurtdışı siparişler için 1 yıllık bağlantı yaptık. Gününde teslim edemez-
sek firmalar siparişi iptal ettirir. Gemilerin limandan ayrılması, gemi ba-
şına günde 10 bin dolar bekleme cezası ödememize neden olur. En
fazla ihracat yapan firmalardan birinin cephe kapatma işleminin tam
olarak bitmediği, çelikhanenin çatısından duman çıkışı olduğu, filtre
torbalarının bir kısmının yandığı gerekçesiyle kapatılması ekonomiye
zarar verir. Kapatılmadan da ceza uygulanabilirdi.” 947

944
Habaş çevreci oluyor, Yeni Asır, 4 Ekim 1996.
945
Habaş’a kapatma kararı, Yeni Asır, 5 Eylül 1997.
946
Habaş üç gün kapatılıyor, Yeni Asır, 31 Aralık 1998.
947
Habaş üç gün kapatıldı, Yeni Asır, 1 Ocak 1999.

485
Habaş’ta üretim, 4 Ocak’ta yeniden başlar. Habaş yetkilileri, fabrikanın
kapalı olduğu süre içinde 50 milyar liraya yakın zarar ettiklerini açıklar948.
Ocak ayının sonunda, Habaş demir çelik fabrikasında erimiş çelik dolu
bir kazan vinçten koparak işçilerin üzerine dökülür. Ağır yaralanan işçiler-
den Mustafa Bulut, Bayram Biraç ve Nihat Candemir hayatlarını kaybeder.
Feci olayda üçü ağır, 21 işçi yaralanır949.
Habaş’daki ölümlü kaza nedeniyle ilçede yanık tedavi merkezi kurul-
ması gündeme gelir. Kaymakam Cengiz Horozoğlu ve Belediye Başkanı
Hakkı Ülkü, aynı yönde görüş bildirir950.

Aliağa Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nü istiyor


İzmir’de kurulması kesinleşen Yüksek Teknoloji Enstitüsü için yer ara-
nırken Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, Enstitü'nün Aliağa’da kurulma-
sı için bir kampanya başlatmıştır. Başkan, Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün
Aliağa’da kurulması gerektiğine ilişkin ciddi araştırma ve fizibilite çalışma-
ları yaptırır. Hakkı Ülkü’ye göre üniversiteler için toplum - üniversite ilişkisi
göz önüne alınarak yer seçimi yapılmalıdır. Yüksek Teknoloji Enstitüleri
üst düzeyde araştırma ve geliştirme merkezleri oldukları için endüstriyel
bir merkez olan Aliağa’da kurulması uygundur ve üniversiteler, endüstri-
den kopuk olamazlar.
Aliağa’da halen İzmir Rafinerisi, Petkim, LPG tesisleri, Ege Gübre, de-
mir çelik (İDÇ, Habaş, Çebitaş, Çukurova v.b), gemi söküm tesisleri gibi
çok sayıda firma varlığını sürdürmektedir. Bu anlamda Aliağa’da kurula-
cak bir enstitü, akademik özelliğe sahip elemanlar yetiştirmesinin yanında
bölgede mevcut büyük kuruluşlara, ihtiyaçları olan araştırma ve geliştir-
meye yönelik bilimsel destek de sağlayacaktır.
Belediyenin çalışmasına göre Aliağa’da 2 bin mühendis görev yap-
maktadır. Bu sayı İzmir’de çalışan mühendis sayısının yaklaşık yarısını
oluşturmaktadır. Ayrıca araştırmada Aliağa’nın gelecek 10 yıl içinde fizik-
sel olarak İzmir ile kara yolu ve elektrikli tren yolu ile birleşeceği öngörül-
mektedir. Aliağa Belediyesi kurulacak Enstitü için 54 bin m2 yer vermeyi
de teklif etmektedir951.
Aliağa’nın isteğine karşın, Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün Urla’ya ku-
rulmasına karar verilir. Bunun üzerine Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, Rek-
tör Erdal Saygın’ın makamına giderek bu kararı sert bir şekilde eleştirir952.
948
Habaş’ta üretim yeniden başladı, Yeni Asır, 5 Ocak 1999.
949
Habaş’ta ölü sayısı 3’e çıktı, Yeni Asır, 28 Ocak 1999.
950
Yanık tedavi merkezi kurulması isteniyor, Yeni Asır, 9 Şubat 1999.
951
Neden Aliağa?, Yeni Asır, 13 Ocak 1993.
952
Yüksek Teknoloji Enstitüsü Aliağa’ya kurulmalıdır, Yeni Asır, 5 Mart 1993.

486
Bu demiryolu zor biter
Temeli 1985 yılında atılan ve 1990 yılında bitirilmesi planlanan İzmir-
Aliağa arasındaki çift hatlı elektrikli tren projesi ayak sürümektedir. An-
cak tamamlanması için 100 milyar lira gereken proje için hükümetin 1993
bütçesinde 15 milyar lira ayırdığı öğrenilir953. Yapılan haberlerden sonra
hükümet, demiryolu projesinin tamamlanması için gerekli olan 100 milyar
lirayı bütçeye koymuştur. TBMM Bütçe ve Plan Komisyonu Başkanı ve
İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu, Başbakanlık yetkisinde bulunan ve elde
rezerv tutulan yatırım fonundan 100 milyar liranın 1993 yılının sonuna ka-
dar projeye aktarılacağını açıklar954.

Aliağa Rafinerisi’nde Ruslar için ham petrol işleniyor


Tüpraş Genel Müdürü Kemal Işık, rafinerilerinde Rusya’dan gelen
ham petrolün akaryakıt ürünlerine dönüştürülerek Ruslara verildiğini ve
böylece belirli bir gelir elde ettiklerini açıklar. Bu yöntemle 500 bin ton ham
petrol işlenmiş olup, 1994 yılı içinde 3.5 milyon ton Rus ham petrolünün
işlenmesinin beklendiğini, bununla birlikte bürokratik engeller çıktığını, ya-
pılan ticaret yöntemine uygun bir maddenin ticaret yönetmeliğinde bulun-
madığından yakınmaktadır955.

Hakkı Ülkü yeniden belediye başkanı seçiliyor


1994 yerel seçimleri, 27 Mart’ta yapılır. Yerel seçimlere, DYP-SHP ko-
alisyonu hükümet ederken, değişik faktörlerin de etkisiyle genel seçime
gidilmiştir.
Bu dönemde Aliağa’da ise sanayileşmenin yarattığı sorunlar giderek
büyümektedir, Sanayi kaynaklı çevre kirliliği yine gündemin üst sıraların-
dadır. Aliağa enerji yatırımlarıyla bu sektörün önemli bir merkezine dönüş-
me işaretleri vermektedir.
1994 seçimleri öncesi partilerin Aliağa Belediye Başkan adayları şu
isimlerden oluşmuştur; Hakkı Ülkü (SHP), Latif Canıtez (DYP), Adil Sarı
(ANAP), Demir Duman (CHP), Nurettin Ceran (RP), Mehmet Dengiz
(DSP)
Seçimlerde 16.418 kayıtlı seçmenden 15.551’i oy kullanır. Seçime ka-
tılım yüzde 94.72 olarak gerçekleşir. SHP 4.844 oy (yüzde 32.61), DYP
3.587 (yüzde 24.15), ANAP 2.913 (yüzde 19.61), DSP 1.108 (yüzde 7.46),
RP 1.067 (yüzde 7.18), CHP 788 (yüzde 5.30), MHP 353 (yüzde 2.38) oy
alır.
953
Bu demiryolu zor biter, Yeni Asır, 5 Haziran 1993.
954
Aliağa’ya para geliyor, Yeni Asır, 9 Haziran 1993.
955
Tüpraş Ruslara da akaryakıt üretiyor, Yeni Asır, 28 Ekim 1993.

487
Bu sonuçlarla, Aliağa Belediye Başkanlığı'na Sosyal Demokrat Halkçı
Parti (SHP) adayı Hakkı Ülkü ikinci kez seçilir. Hakkı Ülkü seçim sonuçla-
rının açıklanmasından sonra partililerin sevinç gösterileri arasında düşün-
celerini şöyle ifade eder:
“Bu sonuç sosyal demokratların ve demokrasiye inananların zaferidir.
Aliağa’yı daha çağdaş ve modern bir kent haline getirmek için bundan
sonra da elimizden geldiği kadar çalışmaya ve hizmet vermeye devam
edeceğiz.” 956

Seçimler sonucunda meclis, şu üyelerden oluşmuştur; Hakkı Ülkü


(SHP-Belediye Başkanı), Armağan Gülboy (SHP), Aziz Kaya (SHP), Ya-
vuz Güral (SHP), Ekrem Gökçe (SHP), Ergin Düzkaya (SHP), Musa Şen
(SHP), Abdullah Erdal (SHP), Kadir Eren (SHP), Hakan Şimşek (ANAP),
Zeki Gökduman (ANAP), Osman Şimşek (ANAP), Adnan Akınç (DYP),
Enver Yiğit (DYP), Sevda Özakdağ (DYP), Yurdaer Öge (DYP).

Aliağa’da arkeolojik kazılar hızlandı


Kyme, Nemrut Körfezi kıyısında kurulu 12 Aiol kentinin başkenti ko-
numundadır. Catania Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Se-
bastiana Lagona başkanlığında 12 yıldan beri 20 kişilik İtalyan bir heyet
tarafından araştırılan kentin kazı mevsimi gelmiştir. Ancak kazı başkanı-
nın sorunları vardır. Prof. Dr. Lagona, Kyme’nin yer aldığı arazinin büyük
bir kısmının şahıs arazisi olduğunu belirterek devletin kamulaştırmada
ağır davrandığını, bu nedenle antik tiyatroda kazı yapamadıklarından ya-
kınmaktadır. 1989 yılında İtalyan heyeti olarak bankaya 70 milyon lirayı
yatırdıklarını, ancak mülk sahibinin söz konusu parayı almadığını ileri sür-
mektedir957.
Prof. Dr. Sebastiana Lagona’ya göre, kazı yaptıkları Kyme’de Efes an-
tik kenti kadar görkemli bir uygarlığı gün yüzüne çıkarmaya çalıştıklarını,
çıkardıkları pek çok eseri İzmir ve Bergama Arkeoloji Müzelerine teslim
ettiklerini açıklar958.
Aliağa sınırları içindeki ikinci arkeolojik kazı Hacıömerli köyü sınırları
içindeki Gryneion antik kentinin mezarlığında, Ege Üniversitesi ve İzmir
Müzesi Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır. Uzmanlara göre kent fazla
büyük olmamasına karşın mezar sayısı oldukça fazladır959.

956
Aliağa’da SHP’li Hakkı Ülkü, yine başkan, Yeni Asır, 29 Mart 1994.
957
Aliağa’daki Kyme’de kazılar başladı, Yeni Asır, 8 Ağustos 1994.
958
Kyme antik kenti Efes ile yarışacak, Yeni Asır, 14 Ağustos 1994.
959
Gryneion antik mezar zengini, Yeni Asır, 8 Eylül 1994.

488
Resim 77.
Kyme’de kazılar, 1980’li yıllardan itibaren İtalyan üniversiteleri tarafından sürdürülüyor.
(Aliağa Belediye arşivi)

Aliağa ve Çakmaklı halkı Ege Çelik Limanı’na karşı


Çakmaklı köyünün sahiline liman yapmaya karar veren Ege Çelik şir-
ketinin bu isteğine yine köy halkı ve Aliağalı çevreciler karşı çıkarlar. Köyde
yapılan yürüyüşe 3 bin kişi katılır. Yeni Foça Belediye Başkanı Cengiz Uysal
ile İzmir Milletvekili Kemal Anadol, kampanyaya destek vermektedir. Ağır
sanayi tesislerinden rahatsız olanların nefes almak için geldikleri plajı olan
tek köy konumundaki Çakmaklı’nın muhtarı Ahmet Kahraman, gazeteye
verdiği demeçte; limana karşı olduklarını açıklar:
“Burayı santralden kurtardık. Çevreyi güzelleştirmeyi ve turizmi arttırmayı
hedefliyoruz. Liman, köyün tümüyle boşaltılması demek. Kendi halindeki
köyümüz bir sanayi şehri olacak. Burada devlet santral yapamadı, limanı
hiç yaptırmayız.” 960

960
Aliağalılar limana karşı, Yeni Asır, 5 Eylül 1994.

489
Belge 45. Yöre halkının umudu fok fotoğrafında (!)
Yapılacak olan bir demir çelik fabrikasına karşı çevre mücadelesi veren Çakmaklı
halkına, Çevre Bakanlığı bürokratlarının söylediği “fok resmi çekin burayı sit yapalım”
sözleri tarihe geçer. (Yeni Asır gazetesi, 4 Ekim 1994, Mehmet Atıcı arşivi)

490
Limana karşı Aliağa’da yürüyüş yapan Çakmaklı köylülerine Çevre
Bakanlığı Müsteşarı tarafından “denizde fokların resimlerini çektikleri tak-
dirde, köyün koruma altına alınacağı” sözü verilir! 961
Tepkiler üzerine, daha önce liman inşaatını iki koşula bağlayan Ba-
yındırlık Bakanlığı açılan davalar sonuçlanıncaya kadar uygulamayı dur-
durduğunu açıklar. Bu iki şartın birincisi, fabrika ile liman arasındaki yol
bağlantısının sağlanması, ikincisi ise işletme alanındaki düzenlemesinin
1/1000’lik planlarının Aliağa Belediyesi tarafından onaylanmasıdır962.
Çakmaklı halkı, 4 yıl sonra verdiği başka bir mücadele ile köylerinin
yanından geçecek liman yolu projesini, Belediye Meclisi'ne iptal ettirmeyi
başaracaklardır963.

Petkim ile plastik sanayicileri arasında tartışma


Tartışmayı, Zorlu Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Mazhar Zorlu yazılı
bir açıklama ile Petkim’i başıbozuklukla suçlayarak başlatır:
“Sayın başbakanımız zamlı fiyatlar 6 ay değişmeyecek demesine rağ-
men Petkim dün yüzde 44 ve bugün de zamlı fiyatın üstüne yüzde 25
daha zam yaptı. Yılbaşında 13 bin 144 lira olan PVC dün 31 bin 817 lira-
ya, bugün de 39 bin 772 liraya çıktı. Yılbaşından beri yüzde 200 zam gör-
dü. Hâlbuki bunun menşei petrol fiyatlarının en yükseği yüzde 80 zamda
kalmasına rağmen Petkim’in bu zamları başıbozukluğun ifadesidir.” 964

Bu demeçten sonra uzun bir süre sesleri çıkmayan plastik üreticileri,


nihayet eylül ayının sonunda sert demeçler verirler. İki aydır Petkim’den
hammadde alamadıklarını, bunun sonucunda karaborsa oluştuğunu be-
lirten plastik üreticileri “Petkim elindeki hammaddeleri ihraç ederek orta
ölçekli sanayinin sonunu hazırlıyor, nakliyeciler ve spekülatörler tonu 41
bin lira olan F2-12 cinsi polietileni 50 bin liraya, tonu 50 bin lira olan polip-
ropileni de 58 bin liraya satıyorlar” diye konuşurlar.
İzmir Plastik A.Ş (İPAŞ) Genel Müdürü Kemal Aydemir, Petkim’in poli-
etilenin tonunu 500-600 dolar arasında ihraç ettiğini, aynı maddeyi iç pa-
zara 1.020 dolardan verdiğini hatırlatarak tepki gösterir:
“Petkim bize iki ay sonrasına sıra veriyor. Bu arada birinci kalite ham-
maddeyi tonu 500-600 dolardan satıyor. Bu nasıl serbest piyasa? Bize
pahalı dışarıya ucuz.” 965

961
Çakmaklı’nın umudu fok fotoğrafında, Yeni Asır, 1 Ekim 1994.
962
Çakmaklı’da liman inşaatı durduruldu, Yeni Asır, 30 Kasım 1994.
Çakmaklı’da yola karşı eylem hazırlığı, Yeni Asır, 17 Ocak 1998; Liman yolu yapımını
963

durdurdular, 19 Nisan 1998.


964
Zorlu’dan Petkim’e suçlama, Yeni Asır, 7 Nisan 1994.
965
Plastik üreticileri Petkim’e öfkeli, Yeni Asır, 30 Eylül 1994.

491
Resim 78.
1993-1994 sezonunda profesyonel lige yükselen Aliağaspor futbol takımı kadrosu
(Aliağa Belediye arşivi)

492
Futbolda hedef gerçek oldu: Amatörden profesyonele
Aliağaspor, 1989-90 sezonundan itibaren, 4. lig de denilen deplasman-
lı amatör futbol ligi'nde 4 yıldır oynamaktadır. Ancak taraftarın gönlünde
hep profesyonel lig özlemi vardır. Yeşil beyazlı kulüp, 1993-94 sezonunda
grubunda büyük bir başarıya imza atarak ikinci olur. Bu başarı, büyük bir
fırsatı Aliağa’ya getirir. Federasyonun o yılki kuralları gereği, grupta ilk iki
sırayı alacak takımlar doğrudan 3. Lige yükselecektir. Aliağaspor bunu ba-
şarır ve grupta 1. olan Çanspor’un ardından 2. takım olarak profesyonel 3.
lige yükselir. Bu, 30 yıllık bir hayaldir ve gerçek olmuştur. Aliağaspor’un 3.
lige çıkışı ilçede bayram havasıyla kutlanır. İlçe halkı günlerce, haftalarca
bunun gururunu ve coşkusunu yaşar.
Aliağaspor, 1993-94 sezonunda içsaha maçlarını Petkim yan sahasın-
da oynamaktadır. Şimdi takım 3. ligdedir ve maçlarını oynayacak çim sa-
haya ihtiyaç vardır. Zaten, Aliağa Belediyesi tarafından 1994-95 sezonuna
yetişecek çim sahanın yapımına çoktan başlanmıştır bile. Kulüp profes-
yonel lige çıkınca Belediyenin desteğine daha çok ihtiyaç duyulur. Önce
genel kurula gidilerek yeni bir yönetim oluşturulur.
25 Mayıs 1994’de kulübün olağanüstü genel kurulu vardır. Yeni yö-
netim belirlenir. Yeni yönetim, Kahraman Cengiz başkanlığında; Asbaş-
kan Cengizhan Akyıldız, genel sekreter Bekir Taşköprü, asbaşkan Kasım
Kayar, asbaşkan Birtan Saka, üyeler Ekrem Sarıgöl, Sezai Özkan, Ergin
Düzkaya, Hilmi Güner, Sefer Sevinç, Alim Destanoğlu, Ahmet Özşahin,
Ali Kızılkaya, Muharrem şen, Bekir Arı, Naci Örnek, Mustafa Gökçen’den
oluşur. Denetim Kurulu asıl üyeliklerine; Yavuz Güral, Av. Süreyya Erdem
ve Arif Vural seçilir.
Aliağaspor, profesyonel 3. ligde ilk kez 1994-95 futbol sezonunda yer
alır. Yeşil beyazlı takım, profesyonel ligde hiç yabancılık çekmez. 3 lig 8.
grupta top koşturan Aliağaspor, 3. ligin en güçlü grubunda bulunmasına
rağmen, ligde kalmasını garanti etmekten öte ligin üst sıralarında, 3. sıra-
da 41 puanla sezonu tamamlar.

Aliağa Belediyesi’nden 1995 yılı haberleri


Bir önceki yılın son haberleri arasında en dikkati çekeni Aliağa Beledi-
ye Meclisi’nin aldığı keçi besleme yasağı oluşturmuştur. Kaymakamlığın
da onayladığı karara göre, Kurban Bayramı’ndan sonra tüm keçilerin kent
dışına gönderileceği bildirilmektedir. Başkan Hakkı Ülkü, “Yeşilin korun-
ması için keçilerden kurtulmamız şart ” diye fikrini belirtir966.
966
Aliağa’da keçi yasağı, Yeni Asır, 14 Aralık 1994.

493
Belge 46.
Aliağa’da sosyal ve kültürel etkinliklere uzun yıllar mekan olacak Açıkhava Tiyatrosu'nun
yapımına başlandı. (Akşam gazetesi, 4 Haziran 1995, Mehmet Atıcı arşivi)

Bu arada, Aliağa Belediyesi’nin 1995 yılı bütçesi 225 milyar lira olarak
bağlanır. Bütçeden yatırımlara 32 milyar lira ayrılır. Başkan Ülkü, çevresindeki
ilçelere oranla oldukça büyük bir bütçeye sahip olan Aliağa’nın yatırıma ayı-
rabildiği kaynaklarla, hedeflediği hizmetleri yapmakta zorlanabileceğine dikkat
çekmekte ve gelirin ancak 5 katının ihtiyacı karşılayacağını ileri sürmektedir967.
TED Özel Aliağa Lisesi tarafından yaptırılan Türkiye’nin ilk serbest kür-
süsü (Hyde Park) törenle hizmete açılmıştır. Sanat Kültür Parkı ve Serbest
Kürsü’nün açılışına Kaymakam Hüseyin Eker, Belediye Başkanı Hakkı
Ülkü ile çevre ilçelerin kaymakamları ve belediye başkanları katılır968.
Aliağa Belediyesi tarafından 12 dönüm arazi üzerine 7 ayda tamam-
lanan ve 27 milyar liraya mal olan belediye parkı sosyal tesisleri ve 1.100
kişilik açık hava tiyatrosu Devlet Bakanı Algan Hacaloğlu tarafından tören-
le hizmete açılır969.

967
Aliağa Belediyesi'nin bütçesi 225 milyar, Yeni Asır, 31 Aralık 1994.
968
Aliağa’ya Hyde Park, Yeni Asır, 2 Haziran 1995.
969
Aliağa’ya anfitiyatro, Yeni Asır, 7 Temmuz 1995.

494
Aliağa, il olmaya hazır
Anayasa Mahkemesi’nin il olacak ilçeler için belirlediği yeni şartlar
çerçevesinde Aliağa’nın il olmaya hazır ilçeler arasında olduğu açıklanır.
Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, il yapılma işleminin siyasi tartışmalardan
uzak olması görüşünü savunurken; Aliağa’nın 15 gün önce ikinci sınıf ilçe
statüsünden, birinci sınıf ilçe statüsüne geçtiğini hatırlatır ve il olmaya hak
kazandıklarını vurgular.
CHP İlçe Başkanı ve İl Genel Meclisi Üyesi Süleyman Güral, altyapısı
nedeniyle Aliağa’nın il olması gerektiğini savunurken; DYP Aliağa ilçe ikin-
ci Başkanı Osman Dede iktidar partisi olarak bu konuda ellerinden geleni
yapacaklarını ifade eder.
DYP İl Genel Meclisi Üyesi İbrahim Güngör, ANAP İl Genel Meclisi
Üyesi Nuri Bayramoğlu, MHP İlçe İkinci Başkanı Enver Özdemir, Ticaret
Odası Başkanı Adnan Saka, ANAP İlçe Başkanı İzzet Sarı, RP İlçe Baş-
kanı Mustafa Kaya, Aliağa’nın il olmasını kolaylaştıracak pek çok özelliğe
sahip olduğunu vurgular970.

MKE iddialı: Gemi sökmede üstümüze yok


Demir Çelik fabrikası yatırımında başarısız olan Makine Kimya En-
düstrisi Genel Müdürlüğü, sadece fabrikayı hurda demir ile desteklemek
üzere kurduğu gemi söküm tesislerinde iddialı görünmektedir.
Yunanistan’ın Pire Limanı’nda bir süre önce yanan dünyaca ünlü
Pallas Athena adlı yolcu gemisi, MKE Gemi Söküm Tesisleri’nde sö-
külmektedir. MKE Gemi Söküm Tesisleri Müdürü Süleyman Çalışkan’ın
yaptığı açıklamaya göre 1952 yılında Fransa’da yapılan gemi 182 m bo-
yunda, 25 m genişliğinde ve 14 bin 500 ton ağırlığındadır. Demirlediği
Pire Limanı’nda belirlenemeyen bir sebeple çıkan yangında tamamen
yanan Pallas Athena’nın sökümü 6 ayda tamamlanacak ve 12 bin ton
hurda demir elde edilecektir.
Makine Kimya Endüstrisi Aliağa Gemi Söküm Tesisleri’nin faaliyete
geçtiği 1983 yılından bugüne kadar toplam 93 geminin sökümü gerçek-
leştirilmiştir. Tesis müdürüne göre:
“Bunların çoğunluğunu, hurdaya çıkmış savaş gemisi, hücumbot, deni-
zaltı ve çıkarma gemileri oluşturuyor. Aralarında sivil gemiler de yeralıyor.
Elde edilen hurda, Ankara ve Bursa’da Asil Çelik fabrikalarına gönderili-
yor. Kaliteli çelik ve pirinç imal edilip, yeniden harp sanayiinde kullanılıyor.”

970
Aliağa, il olmaya hazır, Türkiye, 7 Temmuz 1995.

495
Çalışkan, 1994 yılında gemi sökümlerinden 20 bin ton hurda elde et-
tiklerini ifade ederek, 1995 yılının hedefini ise 35 bin ton olarak belirledik-
lerini söyler.
Nemrut Körfezi civarında çok sayıda gemi söküm tesisi bulunduğu-
nu, ancak MKE Aliağa Tesisleri’nde Gemi Söküm Yönetmeliği’ne harfiyen
uyulduğunu vurgulayan Süleyman Çalışkan şöyle der:
“Çevre temizliğine dikkat eden, denize yağ ve kirli atık bırakmayan, katı
atıklarını denize atmayan, doğayı kirletmemeye dikkat ve özen göste-
ren tek tesis, bizim kuruluşumuzdur.” 971

Petkim mucizesi
Ülkenin en varlıklı işletmelerinden biri olan Petkim, zaman zaman za-
rar, zaman zaman da kâr etmektedir. 1994 yılının kâr yılı olduğu, Petkim’in
yeni genel müdürü Mehmet Yılmaz’ın gazetelere verdiği demeçlerden ta-
kip edilmektedir. İddialara göre, 1993 yılını 1 trilyon 400 milyar lira zararla
kapatan kuruluş, 5 Nisan kararlarından sonra 5 trilyon kâra geçmiştir. Şir-
ket hafta içinde açıklanan vergi rekortmenleri sıralamasında ödediği 743
milyar 273 milyon lira ile İzmir birincisi olur. Genel Müdür Mehmet Yılmaz,
5 trilyon kârı şu şekilde açıklar:
“Petkim gerçekten 1994 yılına çok kötü mali koşullar altında başladı.
Bir önceki yılı zararla kapatmamızın yanı sıra, 177 milyon dolar kre-
di borcumuz vardı. Bu mali portrenin ardından 5 Nisan kararları gel-
di. Zararımız 2.2 trilyona yükseldi. Doların hızla artmasına paralel ola-
rak finansal yükümüz de arttı. 5 Nisan kararları ile piyasaya büyük bir
şaşkınlık hâkim oldu. Bu durumda yapabileceğimiz en iyi şey ihracata
yönelmekti. Uluslararası piyasalardaki hareketlenmeleri de gözleyerek
Mayıs’ın 15’inde ihracat seferberliği başlattık.”

Genel Müdür Mehmet Yılmaz, 8 ay içinde kurumun bütün borçları-


nı ödemesinin ve kurumlar vergisi rekortmeni olmasının arkasındaki en
önemli nedenin; piyasaları çok iyi takip etmeleri olduğunu hatırlatarak, ha-
reketlenmelere göre ihracat stratejilerini belirlediklerini, 162 milyon dolar-
lık ihracatın da bunun bir göstergesi olduğunu ileri sürer972.
Mehmet Yılmaz, medyada reklama devam eder. Yeni TV’de yayınla-
nan Günaydın İzmir programına katılarak başarılarının ardında özel sek-
tör gibi davranmaları ve dünya piyasalarındaki hareketlenmeleri iyi takip
ettikleri için bir yıl içinde tüm borçlarını ödeyerek finansman yönünden

971
Gemi sökümde üstümüze yok, Zaman, 19 Şubat 1995.
972
Petkim mucizesi, Yeni Asır, 24 Mayıs 1995.

496
güçlü bir kuruluş haline geldiklerini ileri sürer. İhracatı ön plana almış ol-
maları bir yıl önce başını Mazhar Zorlu’nun çektiği plastik üreticilerinin
eleştirilerine karşı bir yanıt niteliği taşıdığı anlaşılmaktadır973.
Genel Müdür Mehmet Yılmaz’a göre petrokimya sanayiinde yeni ya-
tırıma ihtiyaç vardır. Aliağa ve Yarımca tesisleri iç piyasa talebinin ancak
yüzde 60’ını karşılayabilmektedir. Yeni yatırımın özel sektörle birlikte yapıl-
masının gerekli olduğunu ileri süren Yılmaz, Petkim’in son teknolojisiyle ve
yüzde 92 kapasite ile çalışmasına karşın bir süre sonra darboğaz yaşana-
cağına dikkati çekerek yatırımın süratle hayata geçirilmesini söyler974.
Mehmet Yılmaz’ın Petkim hakkındaki bilgilendirmeleri hız kesmez.
Genel Müdür’e göre, son iki yılda büyük bir çıkış yapan Petkim geçen
yılı 22.7 trilyon lira kârla kapatmıştır. 90’lı yılların başlarında zarar etme-
ye başlayan kuruluş, 1993 yılını 1.4 trilyon zararla kapatmış, 1994 yılının
ortalarından itibaren bu tablo değişmeye başlamış ve ardından artık rekor
kârlar elde etmiştir.
Petkim’in özelleştirme kapsamında olması nedeniyle büyük yatırımlar
yapılmadığını, bununla birlikte tesisi sürekli yenilediklerini belirten Yılmaz,
özelleştirme konusunda ise Petkim'i, aralarında Fransız ELF ve Ameri-
can Chemical gibi birçok yabancı firmanın yakından takip ettiğini ve istek-
li olduklarını belirterek, bu yıl Petkim’in özelleştirilmesinde bu firmaların
önemli rol oynayacaklarını tahmin ettiğini söyler975.
Petkim, 1996 yılının sonlarında ISO 9002 kalite yönetim sistemi bel-
gesini almayı başarır. Ege Palas otelinde yapılan bir törenle belgeyi alan
Petkim Genel Müdürü Mehmet Yılmaz, başında bulunduğu kuruluşun Türk
sanayinin lokomotifi olduğunu; gümrük duvarlarının yıkıldığı günlerde re-
kabet için üstün kalite kavramını yerleştirmek, firmaların silahının kalite ve
verimlilik olması gerektiğini belirtir976.

Belediyeler arasında hiç yoktan çıkan su kavgası


1995 yılının yaz başında Belediyeler arasında su tartışması başlar.
Petkim’e ait Güzelhisar Barajı’ndan İzmir’e saniyede 600 litre su verilme-
si için protokol imzalandığını öğrenen Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü
“Bu su bize ait ” diyerek barajdan İzmir’e su götürülmesine engel olacakla-
rını açıklar. Aliağa’nın nüfus artışını gerekçe gösteren Hakkı Ülkü “Petkim
İzmir’e su veremez. Vermeye teşebbüs ederse Aliağa halkını karşısında bu-
973
Petkim’i özel sektör ruhu kâra geçirdi, Yeni Asır, 19 Haziran 1995.
974
Türkiye’nin petrokimya yatırımına ihtiyacı var, Yeni Asır, 6 Şubat 1996.
975
Petkim’in altın yılı, Yeni Asır, 1 Mart 1996; Petkim 1 numara, Milliyet, 1 Mart 1996.
976
Türk devi Petkim’e ISO 9002, Yeni Asır, 24 Ekim 1996.

497
lur. İsterlerse bir versinler! ” diyerek köprüleri atar. Buna karşın Güzelhisar
Barajı’ndan İzmir’e su verilmesi için Süleyman Demirel’den bile destek iste-
diğini söyleyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Özfatura, “Bugüne kadar
neredeydi? Tartışma yaratılmak isteniyor” diyerek yangına körükle gider.
Güzelhisar Barajı’ndaki sudan Aliağa’ya saniyede 70 litre su verilmesi
için anlaşmaları bulunduğunu, tüm tesisler hazır olduğu halde Petkim’in
suyu vermediğini öne süren Hakkı Ülkü, barajdaki suyun Aliağa’ya ait ol-
duğunu ileri sürer:
“Aliağa sınırları içindeki su kaynaklarının tasarrufu Aliağa halkını ilgilendi-
rir. Ne Petkim, ne Büyükşehir Belediyesi tek başına hareket edip Aliağa’nın
suyunu İzmir’e götüremez. İlçe nüfusunun sürekli arttığı bilinmektedir. Bu-
nun için bizim iznimizin alınması gerekmektedir. Petkim yöneticileri ise bu
suyun verilmesi halinde Petkim’in tehlike ile karşılaşacağını bilmelerine
rağmen sırf başbakan istedi diye sorumsuzca davranmaktadır…”

Aliağa’nın su ihtiyacını İzmir’den önde tuttuklarını ve Başkan Ülkü’nün


iddiasının aksine istendiği an su verdiklerini söyleyen Petkim Genel Mü-
dürü Mehmet Yılmaz ise “Baraj protokoluna göre MKE, Tüpraş ve Aliağa
Belediyesi’ne su veriyoruz. Diğerlerine 18-20 bin liradan satarken beledi-
yeye 3 bin liradan veriyoruz. Şu anda ihtiyaçlarını kuyudan karşıladıkları
için bizden para ile alacakları suya ihtiyaçları yok.” diye açıklama yapar.
Yılmaz, Hakkı Ülkü’nün baraj suyunu sembolik bir fiyatla almak istediğini
ancak ticari bir şirket oldukları için buna yanaşmadıklarını da vurgular977.
Tartışma giderek alevlenir. Aliağa’daki muhtarlar ve belediye meclisinin
bazı üyeleri, düzenledikleri bir toplantıda bu konuda aldıkları kararları im-
zalayarak bir tutanak haline getirirler. Tutanak şöyledir:
“Güzelhisar Barajı Petkim ve Rafineri'nin proses suyunu, Aliağa hal-
kının içme suyunu ve tarım amaçlı sulama suyunu karşılamak üzere
kurulmuştur. Hâl böyleyken Petkim yöneticileri bizleri yok sayarak, yanı
başımızdaki suyu İzmir’e satmaya kalkışmaktadırlar. Bizler DSİ’nin su-
lama kanalları yapmasını beklerken, böyle bir kararın alınmasını anla-
mak mümkün değildir. Güzelhisar Barajı’nın suları öncelikle daha önce-
den belirtilen amaçlar doğrultusunda kullanılmalıdır.” 978

1996 yılının başlarında Yunt Dağı’na çok yağmur yağınca barajın taşma
tehlikesi karşısında kapaklar açılır ve 6 milyon metreküp su denize karışır. Bu
durum, Burhan Özfatura’yı kızdırır ve “Boru hattı engellenmeseydi o suları
bayramda Karşıyaka’ya verecektik ” diye konuşur. Baraj sularından Tüpraş,

977
Su tehdidi, Yeni Asır, 29 Haziran 1995.
Güzelhisar suyu Aliağa halkınındır, Yeni Asır, 5 Aralık 1995; Aliağa’da su isyanı, Hürriyet, 6 Aralık
978

1995.

498
Petkim, Aliağa Belediyesi’nin belli oranlarda yararlandıklarını belirten yetkililer
şöyle bilgi verir:
“Barajdaki su seviyesi rezervi 135 milyon metreküpe ulaşınca güvenlik ne-
deniyle fazlalık 6 milyon metreküplük suyu boşaltmak zorunda kaldık. Çün-
kü Şubat ayı içinde alınacak yağışlarla Güzelhisar Barajı normal kapasitesi
olan 150 milyon metreküp su tutacak. İZSU da ihtiyaç olduğu zaman bir
defada saniyede en fazla 1000 litre olmak üzere su çekebilecek.”

Karşıyaka ve Çiğli’ye günde 24 saat su verilmesini sağlayacak boru


hattının döşeme çalışmalarının engeller nedeniyle yavaş yürüdüğünü be-
lirten Burhan Özfatura ise şu şekilde dert yanar:
“Önce ‘Güzelhisar Barajı bizim, İzmir’e su vermeyiz’ dediler. Sonra da kar-
şımıza sit kararları çıkarıldı. Çalışmalar gecikti ama şimdi ne oldu? 6 milyon
metreküp su ziyan oldu. Oysa bu suyu 9 günlük bayram tatilinde İzmir’e
verebilirdik. Oysa şimdi Petkim bu suyu tahliye etmektense 6 milyar liralık
suyu satacaktı, İZSU Genel Müdürlüğü ise 250 milyon lira zarara girdi.” 979

Mart ile temmuz ayları arasında gazetelerde Güzelhisar Barajı ile İzmir
arasında döşenen boru hattına ilişkin onlarca haber yayınlanır. Her haber-
de boru hattının döşenmesi çalışmalarının Haziran ayının sonunda biteceği
müjdelenir980. Aliağa Belediye Başkanı ise suyun İzmir’e götürülmemesi için
uğraşını sürdürmektedir. Boru hattının 1. derece arkeolojik sit alanından-
geçtiği gerekçesiyle çalışmanın yasalara aykırı olduğunu iddia eder. Aliağa
ile Menemen arasındaki 27 km’lik boru hattının tamamlandığını, kalan bölü-
mün de iki ay içinde bitirileceğini öğrenince bir açıklama yapar:
“Bu suyun İzmir’e getirilmesi hem yanlış hem de imkânsız. Çünkü boru
hattı Kyme antik kenti 1. derece arkeolojik sit alanından geçiyor. Bu konu-
da İzmir 1. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun izninin
alınması gerektiği belirtiliyor ve inşaatın hemen durdurulması isteniyor.
Daha önce de Aliağa-Çiğli petrol boru hattının yapımı sırasında kurul bu-
rada hiçbir hafriyat yapılamayacağı kararı almıştı. Bu yazı hem bize hem
de İZSU’ya gönderildi. Bu inşaatın hemen durdurulması gerekiyor.”

Ülkü, suyun İzmir’e usulsüz olarak götürülmek istendiğini ve buna kar-


şılık olarak kendisiyle birlikte 6 köy muhtarı ve CHP İlçe Başkanlığı’nın
dava açtığını hatırlatarak “Eğer bu su İzmir’e götürülürse ilk önce Aliağa
Rafinerisi ve Petkim üretime ara verir. Ardından da Aliağa halkı Menemen-
liler gibi susuz kalır. Bunlara seyirci kalamayız.” diye konuşur981.
979
İzmir’in suyu boşa gitti, Yeni Asır, 20 Şubat 1996.
Güzelhisar’ın suyu Haziran’da İzmir’de, Yeni Asır, 14 Mart 1996; Güzelhisar’ın suyu Haziran’da
980

geliyor, 30 Nisan 1996; Güzelhisar’ın suyu Haziran’da geliyor, 1 Haziran 1996; Suya 200 metre kaldı,
7 Haziran 1996.
Güzelhisar’ın suyu İzmir’e gidemez, Yeni Asır, 15 Haziran 1996; Su kavgası büyüyor, Türkiye,
981

09.02.1996.

499
Tüm bu girişimlere karşın boru hattı eylül ayının sonlarına doğru ta-
mamlanır ve İzmir’e kısa sürede su verilmeye başlanacağı bildirilir982.
Aralık ayının başlarında Güzelhisar Barajı’ndan gelen suyun temiz ol-
madığına ilişkin dedikodular dolaşmaya başlar. Karşıyaka’da oturmakta
olan bir vatandaş Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura’ya “Si-
zin Petkim’den getirdiğiniz ve Karşıyaka’ya verdiğiniz suyun temiz olma-
dığı belirtilerek menfi propaganda yapılıyor. Bu ne derece doğrudur?”
gibi bir soru yöneltir. Bu soruyu başkan şöyle yanıtlar:
“ Güzelhisar Barajını çok kısa bir sürede İzmir’e kazandırdık ve sani-
yede 1500 litre, yılda 40 milyon metreküp suyu şebekeye dâhil etme
imkânı sağladık. İzmir şebeke suyu Güzelhisar Barajı da dâhil olmak
üzere Türkiye’nin en temiz içme suyudur. İZSU her hafta su numuneleri
alarak hem kimyasal hem de bakteriyolojik kontrolleri yapılmaktadır.” 983

Bir yıl sonraki bir haberde, Güzelhisar’dan gelen saniyede 500 litre su-
yun İzmir’in ihtiyacını karşılamaktan uzak olduğunu, ihtiyacın ancak yüz-
de 20’sinin karşılandığı açıklanır. Bu miktarın tank ve trafo çalışmalarının
ardından saniyede 1.500 litreye çıkarılacağı, bu çalışmaların eylül ayına
kadar tamamlanacağı bildirilir984.

Aliağa’nın şehitleri yürekleri yaktı


Aliağa 1995 yılında ard arda iki şehit haberi ile sarsılmıştır. Güney-
doğudaki iç güvenlik harekâtları sırasında Hâkkari’nin Şemdinli ilçesinde
Şehitkemal köyünden askere giden Onbaşı Bahattin Erdem ilk şehittir985.
Aynı yıl içinde Uzunhasanlar köyü nüfusuna kayıtlı Bülent Yanpala, Di-
yarbakır 121. Dağ Komando Tugayı’nda askerliğini yaptığı sırada görevli
olarak gittiği Tunceli’nin Çeçikköyü’nde 60 kişilik bir bölücü terör örgütü
grubuyla girişilen çatışmada şehit olur986.
Ne yazık ki, Aliağa’nın acıları bu iki şehit ile sınırlı kalmayacaktır.
1997 yılında, Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanlığında vatani gö-
revini çavuş olarak yapan Aliağalı Bülent Kula, Kuzey Irak’ta PKK terör örgü-
tüne karşı düzenlenen büyük operasyonda mayına basarak şehit düşer987.
Şehitleri, 1999 yılında Sabahattin Karakaplan, 2010 yılında Murat Coşkun,
2015 yılında Gökhan Çakır ve 2016 yılında Oğuz Özgür Çevik izleyecektir.

982
İzmir’e Güzelhisar’dan su verilmeye başladı, Yeni Asır, 21 Eylül 1996.
983
Barajdan gelen su temiz mi?, Yeni Asır, 2 Aralık 1996.
984
Güzelhisar barajından yeterli su alınamıyor, Yeni Asır, 28 Ocak 1997.
985
Türkiye, 4 Mart 1995.
986
Türkiye, 2 Ağustos 1995.
987
Yeni Asır, 31 Mayıs 1997.

500
Aliağa’da daha önce Jandarma Bölük Komutanı olarak görev yapan Binbaşı
Yavuz Başayar da yine aynı bölgede 2011 yılında şehit düşecektir.
2003 yılında Güzelhisar çevresindeki ormanlarda çıkan yangına müda-
hale eden Orman Mühendisi Pilot Selim Yıldız ise uçağının düşmesi sonu-
cu şehit olur. Şehidin anısına yanan yerlere 97 bin fidan dikilir. 2014 yılında
ise Samurlu yolu üzerinde şehit pilotun adını yaşatmak üzere bir anıt yapılır.

Aşılanan çitlembikler Antep fıstığına dönüyor


Aliağa İlçe Tarım Müdürlüğü yetkililerine göre, Aliağa ilçesindeki
18 köy ve 2 beldede yaklaşık 500 bin çitlembik ağacı mevcuttur. Köylü ile
işbirliği yapılarak yabani çitlembik ağaçlarına ücretsiz olarak Antep fıstığı
aşısı yapılır.
İlçe Tarım Müdürlüğü uzmanları Aliağa köylerinde 12 sene içerisinde
100 bin civarındaki çitlembik ağacına aşı yaparlar. Bununla birlikte aşıla-
ma için İl Özel İdaresi’nden istenen 2 milyar TL tahsisat alınamadığı için
binlerce ağaca yapılması planlanan aşılama işlemi gerçekleşmez. Hacı-
ömerli köyü muhtarı Hüseyin Öztürk ise Hacıömerli köyünde 40 bin tane
yabani antep fıstığı ağacı, 10 bin tane de aşılı Antep fıstığı ağacı olduğunu
bildirir:
“Köylümüz antep fıstığının kıymetini yeni yeni anlamaya başladı. Bu
konuda Tarım Müdürlüğü çok büyük bir çaba sarfetmektedir. Yabani
çitlembik ağaçları aşılanırsa ben şuna inanıyorum ki, köylümüz çok
zengin olacak. Çünkü bu ağaca fazla bakım gerekmiyor yalnız altı yedi
sene beklemek lazım.” 988

Aynı konuda birkaç gün sonra gazetede haber yapan Nedim Atilla ise,
Aliağa köylerinin çitlembik ağaçlarının aşılanması konusunda isteksiz ol-
duklarını vurgulamaktadır;
“Aliağa İlçesi’nde, dağlarda kendiliğinden yetişen çitlembik ağacına
antepfıstığı aşılanmasıyla, yöre halkına yeni bir gelir kapısı açılıyor...
Şunca yıldır gidip gelirim, bazı türlerine ‘mellengeç’ denen ‘çitlembik’
ağaçlarının aşılanmadığını görürüm.
Sevgili hocam Doç. Dr. Şadan Gökovalı ile yaptığımız Ege gezilerinde
milyonlarca “delicenin” aşılanmadığını öğrenmiş ve üzülmüştüm... Zey-
tincilikte dünya birincisi olmamız işten bile değil. Ama birinci koşul ‘deli-
celerin aşılanması’...
Ancak köylümüzün aşı işine sıcak bakması gerek... Delice’leri aşıla-
maktan imtina eden köylüler Aliağa’daki Tarım Müdürlüğü'ndeki ar-
kadaşları da kızdırmışlar. İlçedeki 18 köy ve 2 beldede, dağlarda ve

988
Aliağa köylerine antepfıstığı fırsatı, Hergün, 11 Eylül 1996.

501
ovalarda yaklaşık 500 bin çitlembik ağacı daha bulunduğunu belirten
yetkililer, ‘Aşılanan ağaçlardan bol ürün alınıyor. Ancak, bakım masraf
gerektirmeyen bu ürüne köylüler ilgisiz kalıyor’ diyorlar.
A.A muhabiri ile konuşan Aliağa’nın Hacıömerli köyü muhtarı Hüseyin
Öztürk ise köyde 40 bin adet yabani çitlembik ağacı bulunduğunu, ay-
rıca 10 bin ağaca da antepfıstığı aşılandığını belirterek, ‘Köylümüz an-
tepfıstığının kıymetini yeni yeni anlamaya başladı. Çok kârlı bir ürün.
Tüm ağaçlarımız aşılansa, köylümüzün çok zengin olacağına inanıyo-
rum’ demiş…
Antepfıstığı aşılanan çitlembik ağaçları, 6-7 yıl sonra ilk ürünü 8-10 kilo
olarak vermeye başlıyorlar. Tüccar tarafından antepfıstığı, köylüden ki-
losu 500 bin liraya alınıyor. Yeni ürün vermeye başlayan 100 ağacı olan
bir köylü, yılda 500 milyon lira gelir elde edebiliyor.
Ama gelin görün ki, köylülerin çoğu bu işe yanaşmıyor. En kısa sürede
çitlembik ağaçlarını aşılamayan köylülerin durumunu Çetin Altan usta-
mıza anlatıp fikrini alacağım...” 989

Öte yandan, Aliağa İlçe Tarım Müdürlüğü yetkililerine göre, Aliağa ilçe-
sinde hayvancılık çok zayıftır. Tüm ilçe sınırları içinde yaklaşık 8.000-9.000
hayvan bulunduğu belirtilerek, hayvancılığı teşvik için bu yıl yurt dışından
ABD, Hollanda ve İtalya’dan 300 tane Holstein inek ithal edildiği söylenir.
İthal edilen ineklerin Aliağa’daki köylere dağıtıldığını kaydeden İlçe Ta-
rım Müdürü Yaşar Baydur Onaran, “Bu inekler çok verimli. İzmir Valiliği’ne
de bir teklif sundum; suni tohumlama turu kuracağım. Köylere de giderek,
bu tur işini yaygınlaştıracağız” der. Onaran, Aliağa’da olmayan bir hay-
van yemi üzerinde çalışmalar yaptıklarını da ifade ederek, bu çabaların
sonucunda çok başarılı neticeler aldıklarını açıklar: “95 dekarlık araziye
kalitesi çok yüksek ve ucuz bir yem olan slajlık makinesi ile mısır ekiyoruz.
Eylül ortasında ürünü toplayacağız” şeklinde konuşan Onaran, bu yemin
Aliağa’da ilk defa yetiştirileceğini de sözlerine ekler.

Aliağalı iş adamları, kısa ömürlü Güçbirliği Holding’i kuruyor


liağa ilçesinde ilk defa 116 Aliağalı işadamı biraraya gelerek, 58 milyar
A
sermayeli bir ortaklık oluşturur. Aliağa Güçbirliği Holding adlı Anonim Şirket
şeklindeki ortaklığın başkanlığına Adnan Saka getirilmiştir. 1996 Eylül’ün-
de Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılan toplantıda holding ortakları biraraya
gelip, kamuoyunun da önüne çıkarlar. Başkan Adnan Saka, Aliağa’ya bir-
çok yatırım yapmayı hedeflediklerini açıklar; “Burası bir sanayi kenti. Bu
imkânlardan Aliağalı’lar da faydalansın, ekmek yesin diyoruz. Şu anda üze-
rinde çalıştığımız 9 proje var. İnşallah başarılı oluruz.” Saka, Aliağa’ya bir
989
Çitlembikleri aşılamayan köylüler, Yeni Asır, 23 Eylül 1996.

502
salça fabrikası kurmak istediklerini ve domates tarımını özendirmeyi hedef-
lediklerini; bunun için yabancı firmalarla görüşmeler yaptıklarını; Alaybey
Tersanesi’ni de 49 yıllığına kiralamak istediklerini ifade eder990.
Güçbirliği Holding önce Prefabrik yapı elemanları fabrikası kurmak için
harekete geçer. Ancak Güçbirliği’nin sermayesi yatırımı gerçekleştirme-
ye yetmez. Sermaye arttırımı için ortaklar genel kurulu yapılır. Ortaklar,
şirketin sermaye arttırımını tasvip etmez. Böylece yatırım gerçekleşmez.
Aliağa’lı sanayicilerin ilk güçbirliği denemesi de böylece sona erer.

İzmir-Aliağa elektrikli tren hattı nihayet tamamlanır


1985 yılında, 6 milyar 325 milyon liraya ihale edilen, ancak 10 yıllık
yapım süresi içinde 11 trilyon 667 milyon liraya ulaşan demiryolunun ikinci
hattının da devreye girebilmesi için günün fiyatları ile 232 milyon lira har-
canması gerekmektedir. İzmir Valisi Kutlu Aktaş, Aliağa istasyon binası
inşaatının kısa sürede tamamlanacağını, aralık ayında yolcu taşınmaya
başlanacağını bildirir991.
Demiryolu tamamlanır tamamlanmasına da yolculu seferlere ancak
7 ay sonra 24 Haziran 1996 tarihinde başlanabilmiştir. Deneme seferle-
ri resmi açılış yapılıncaya kadar günde iki kez Basmane-Menemen-Ali-
ağa arasında gerçekleştirilecektir. Mototren, Basmane’den Aliağa’ya sa-
bah 8.30 ve akşam 17.30’da, Aliağa’dan Basmane’ye ise saat 10.25 ve
19.25’de hareket edecektir. Tren 56 km’lik yolu 1 saat 35 dakikada ala-
caktır992.
Resmi açılış 26 Temmuz’da Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu tarafın-
dan yapılır. Barutçu ikinci hattın da bir yıl içinde tamamlanacağını bildirir-
ken, TCDD İzmir 3. Bölge Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada bölgedeki
yük ve yolcu potansiyeli bakımından Aliağa-Menemen arasına demiryolu
hattı yapılmasının zorunlu hale geldiği bilgisi verilir993.
Açılıştan üç ay sonra, Aliağa halkının ve işçilerin trene ilgi gösterme-
diği görülür. Aliağa halkı ise istasyonun kent merkezine uzak olduğunu,
trenlerin sefer saatlerinin kendilerine uymadığını, bu yüzden pahalı olma-
sına karşın otobüsü tercih ettiklerini ifade eder994.

Aliağa Güçbirliği Holding kuruldu, Yeni Asır, 20 Eylül 1996; Aliağa’da ilk holding kuruldu, Türkiye,
990

14 Aralık 1996.
Aliağa demiryolu hattı tamamlandı, Yeni Asır, 10 Kasım 1995. Demiryolu hattının inşası sırasında
991

yayınlanan diğer haberler için bkz. Yeni Asır, 5 Haziran 1993; Yeni Asır, 9 Haziran 1993.
Müjde, Aliağa’ya tren seferleri başlıyor, Yeni Asır, 24 Haziran 1996; Basmane-Aliağa tren seferleri
992

dün başladı, Yeni Asır, 25 Haziran 1996.


Aliağa hattını bu kez bakan açacak, Yeni Asır, 26 Temmuz 1996; Aliağa’ya ikinci hat, Yeni Asır, 27
993

Temmuz 1996.
994
Aliağalılar trene ilgi göstermiyor, Yeni Asır, 5 Ekim 1996.

503
1997 yılının başlarında ise şikâyet bu kez TCDD’den gelir. Yolcu potan-
siyeli göz önüne alınarak 3 trilyona mal olan Basmane-Aliağa tren hattına
ilişkin hayal kırıklığı oluşmuştur. Şirket günde iki seferde on bin yolcudan
iki binini taşımayı beklerken, toplam yolcu sayısı yirmi sekiz kişiyi geçmez.
Yapılan hesaplara göre, bir yolcu iki milyona taşınmaktadır. Sekiz ay son-
ra dahi demiryolları yetkilileri yolcu azlığından yakınmaktadırlar995. TCDD
zararı kapatmak için Basmane-Aliağa arasında yük taşımacılığına ağırlık
vermeyi planlamaktadır996.
Nitekim, bir ay sonra İzmir-Aliağa arasında yük taşımacılığına başla-
nır. Demiryolundan taşınan ilk yük Rusya’nın Odessa limanından gemi-
lerle Aliağa’daki Limaş limanına getirilen ve tırlarla gara taşınıp vagonlara
yüklenen 6.500 ton kütük demir, Denizli’deki Eldemir ve Kardemir firma-
larına götürülmek üzere yola çıkar997. Yük taşımacılığında yirmi bir günde
10 bin ton işlenmiş demir ülkenin birçok yerine taşınır998.

Aliağa’da bir UFO eksiktir


28 Şubat 1996 gecesi saat 19.30’da Çandarlı Körfezi üzerinde görülen
kimliği bilinmeyen bir uçan nesne (UFO), Aliağa semalarında da izlenmiş-
tir. Aliağalılar kendi etrafında büyük bir hızla dönen ve ışıklar saçan gök
cismini 1.5 saat süreyle seyreder. Olaya tanık olan bir Aliağalı heyecanla
şunları söylüyordu:
“Parlak cisim bir armuda benziyordu. Dürbünle baktığımızda dönüşü ra-
hatlıkla görülüyordu. İleri geri gidip gelerek 1.5 saate yakın gökyüzünde
dolaştı. Daha sonra da kayboldu. Bazı kişiler bunun Venüs gezegeni
olduğunu öne sürdüler. Ancak pek imkân vermiyoruz. Bir gezegen gök-
yüzünde böyle hareket etmez.”
Hemen hemen aynı saatlerde teşhis edilemeyen uçan bir cisim Bozca-
ada üzerinde de görülür ve paniğe yol açar999.

Aliağa’da kentleşme sorunu ve gecekondu önleme çabaları


Aliağa’da 7. Emek Şenliği çerçevesi içinde düzenlenen “Kentleşme
sorunları ve Habitat sonrası bir değerlendirme” konulu panelde büyük
kentlere göçün, kırsal kesimde yatırımlar yapılarak önlenebileceği ileri sü-
rülür. Prof. Dr. Ruşen Keleş’in yönettiği panele; Prof. Dr. Ali Türel, Mimar

995
Aliağa tren hattı yolcu bekliyor, Yeni Asır, 18 Ağustos 1997.
996
TCDD Aliağa’ya 1 kişiyi 2 milyon liraya taşıyor, Yeni Asır, 12 Ocak 1997.
997
İzmir-Aliağa demiryolunda yük taşımacılığına başlandı, Yeni Asır, 20 Ocak 1997.
998
Aliağa’da tren taşımacılığı arttı, Yeni Asır, 6 Şubat 1997.
Aliağa’da UFO, Yeni Asır, 29 Şubat 1996; Aynı saatlerde Bozcaada üzerinde de görülen UFO
999

haberi için bkz. Bozcaada’da UFO paniği, Milliyet, 1 Mart 1996.

504
Oktay Ekinci ve İstanbul Büyükşehir Eski Başkanı Prof. Dr. Nurettin Sözen
katılmıştır. Bu toplantıda konuşan Prof. Dr. Ruşen Keleş, Doğu ve Güney-
doğu Anadolu’da işsizlik sorunu çözüldüğünde göçün de önlenebileceğini;
Nurettin Sözen ise doğudan batıya göç sorununun ancak yerel yönetimle-
rin seçilmiş başkanlarıyla çözülebileceğini; iktidar partilerinin göçü önleye-
cek politikalar üretemediklerini; Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yatırım
yapmadıklarını savunur1000.
Aliağa Belediyesi ise gecekonduyu önleme konusunda daha pra-
tik çözümler peşindedir. 5 yılda taksitler halinde ödenmesi koşuluyla
gecekondu sahiplerine toplam 60 milyon liraya alt yapısı hazırlanmış,
200 m2 arsa vermeye başlar. Projeye uygun olarak yaklaşık 450 gece-
kondu sahibi altyapısı tamamlanmış ve projelendirilmiş arsalara yerleş-
tirilmiştir1001.
Aliağa Belediyesi öncülüğünde kurulan Aliağa Konut Yapı
Kooperatifi’nin yapımı süren 480 dairesinin kuraları, Ağustos 1998’de çe-
kilecektir. Kura çekiminde konuşan Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, inşaatın
alt yapı çalışmalarının tamamlandığını ve binaların da yılbaşına kadar bi-
tirileceğini açıklar. Hakkı Ülkü, bu dairelerle birlikte Aliağa’da gecekondu-
laşma olasılığının tamamen ortadan kalktığını belirtir:
“Artık bir sanayi kentinde gecekondulaşmanın kaçınılmaz olduğu söy-
lemlerinin aksine düzenli ve planlı bir anlayışla gecekondulaşmayı ön-
ledik.” 1002

1992 yılında temelleri atılan ve 1998 yılında kuraları çekilen 480 konu-
tun anahtarları, Ekim 1998’de törenle sahiplerine dağıtılır1003.
Belediye, 1996 yılı yaz mevsimi geçer geçmez plajlar mevkisindeki sa-
laş barakaları ve çadırları kaldırmaya ve daha uygar bir görünüme kavuş-
ması için 500 barakayı yıkmaya kararı vermiştir. Buna karşın, yıllardır ba-
rakalarda yaz tatili yapan aileler yıkımın iptali için imza kampanyası açar.
Başkan Ülkü ise yıkımda kararlı olduklarını, çadır kurmaları için kendileri-
ne sezonluk olarak yer verdiklerini, ancak baraka sahiplerinin barakaların
kurulduğu yerleri kendi mülkleri gibi görmeye başladıklarını, barakalarını
kışın da bıraktıklarını açıklar1004.

1000
Kentleşme sorunları Aliağa’da konuşuldu, Yeni Asır, 9 Temmuz 1996.
1001
Gecekondu yıkana belediyeden arsa, Yeni Asır, 15 Ağustos 1996.
1002
Aliağa’da 480 kişi ev sahibi oldu, Yeni Asır, 17 Ağustos 1998.
1003
Aliağa’da konut sevinci, Yeni Asır, 4 Ekim 1999.
1004
Aliağa’da salaş yazlık kavgası, Yeni Asır, 1 Eylül 1996.

505
Belediye ile Tüpraş arasında sosyal tesisler ve plaj kavgası
Birinci plajların bir kısmını işgal eden devlet kuruluşlarının sosyal tesis-
leri arasında Tüpraş’ın sosyal tesisleri de vardır. Barakaları ortadan kaldıran
Başkan, özelleştirme aşamasında olan Tüpraş’ın sosyal tesislerinin de be-
lediyeye devredilmesini ister. Hakkı Ülkü, tesislerin başkasına verilmesine
razı olmayacağını, aksi takdirde derhal yıkacaklarını ileri sürer:
“Plajları tamamen halka açtık. Sadece Hava Kuvvetleri ve Tüpraş’ın te-
sisleri kaldı. Bu tesisler plajın bütünlüğünü bozmaktadır. Tüpraş tesisle-
rini başkasının satın alması halinde işletilmesine kesinlikle izin vermez,
belediye yasalarını işleterek yıkarız. Aliağa halkının malı sayılan bu tesis-
lerin belediyemize devredilmesi en doğrusudur. Tesisler belediyeye hibe
edilebilir veya sembolik bir fiyata satılabilir.” 1005

Tüpraş’ın birinci plajlardaki sosyal tesislerine talip olan Aliağa


Belediyesi’ne esnaftan ve halktan tam destek gelir. Aliağa Belediye Baş-
kanı Hakkı Ülkü’nün “Aliağa’nın malı Aliağa’da kalmalı ve halka açık ol-
malıdır” açıklaması üzerine harekete geçen ilçe esnafı, “Tüpraş tesisleri
belediyeye devredilsin” kampanyası başlatır. Büyük ilgi gören kampanya-
da 3 bin fazla imza toplanır. Aliağa’daki sosyal tesislerden sadece Tüpraş
personelinin faydalandığını söyleyen ilçe esnafı, “Aliağa giderek turizm
merkezi olmaya başladı. Belediyenin tesisleri almasıyla yeni turistik yerler
açılmış olacak. Böylece ilçeye daha fazla turist gelecek. Hem biz, hem
belediye kazanacak. Ayrıca, tesislerden esnaf olarak biz de faydalanma
imkânı bulacağız” derler. İmza kampanyasına 7’den 70’e tüm Aliağalılar
destek verir. İmza kampanyasının ay sonuna kadar devam edeceği ve
imza sayısının 20 bini aşmasının beklendiği kaydedilir.
Belediye Başkanı Hakkı Ülkü ise, tesislerin belediyeye devredilmesi
için girişimlerin sürdüğünü belirterek tepki gösterir:
“Eğer TÜPRAŞ’ın sosyal tesisleri bize devredilmezse büyük haksızlık
edilmiş olur.” 1006

Tüpraş tesislerinin plaj, dinlenme ve eğitim tesisine belediye adına ta-


lip olan Belediye Başkanı Hakkı Ülkü’ye Özelleştirme İdaresi Başkanlığı
olumsuz yanıt verir. Ret gerekçesi olarak da 4046 sayılı yasa gereğince
şirket gayrimenkulleri üzerinde Milli Güvenlik ve kamu yararı çerçevesi
içinde tasarrufta bulunulmasının mümkün görülmemesi gösterilir1007.

1005
Ülkü: Tüpraş tesisleri belediyeye devredilsin, Yeni Asır, 16 Ocak 1997.
1006
Tüpraş bizim olacak!, Gazete Ege, 11 Temmuz 1997.
Tüpraş’ta özelleştirme yok, Yeni Asır, 14 Nisan 1997; Tüpraş kampı özelleştirilmiyor, Hergün, 14
1007

Nisan 1997.

506
Grev hakkı olmayan Petkim ve Tüpraş işçileri eylemde
Önce Aliağa’daki tesislerde çalışan Petrol-İş’e bağlı işçiler ücret yeter-
sizliği ve dengesizliğinin giderilmesi isteği ile Petkim’in satış kapısında bek-
leme eylemi başlatırlar. Eyleme 1.500 işçi katılır. Petrol-İş Sendikası Aliağa
Şube Başkanı Mustafa Öztaşkın Petkim’de çalışan işçilerin ellerine ortala-
ma brüt 35 milyon lira ücret geçtiğini belirtir:
“Bu ücretin yetersiz olmasının yanı sıra işçiler arasında 2.5-3 kata ula-
şan ücret dengesizlikleri söz konusu. Toplu İş Sözleşmesi’ndeki ‘ilk giriş
ücreti işveren tarafından belirlenir’maddesinin işletilmemesi talebiyle bu
eylemi başlattık.” 1008

15 gün sonra aynı sendikaya bağlı 1.500’e yakın işçi ücretlerinin iyileş-
tirilmesi amacıyla Tüpraş’ta da eyleme kalkışırlar. İşçilerin satışları 2 saat
durdurmaları sonucu Rafineri önünde biriken tankerlere akaryakıt verile-
mez. Sendika Şube Başkanı Öztaşkın, şöyle bir demeç verir:
“Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre Türkiye’de yıllık enflasyon %85,
ancak işçilerimizin aldığı zam %25. Bunu değiştirmek gerekiyor. Tüpraş
çalışanları arasında büyük ücret dengesizliği var.” 1009

1997 Nisan’ı başlarında Petkim işçisi toplu sözleşme görüşmelerinin


tıkandığını ileri sürerek yeniden eyleme çıkar. Sendikanın şube başkanı
Mustafa Öztaşkın, 4.500 işçiyi kapsayan toplu iş sözleşmesi görüşmeleri-
nin şubat ayında başladığını, ancak sonuçlanmadığını söyleyerek eylem-
lerin üretimi ve satışı engelleyerek süreceğini söyler1010. Eylemlere Petkim
ile beraber Tüpraş ve Petrol Ofisi’nde çalışan 4.500 işçi de katılır. İşçiler,
işi yavaşlatma ve mesaiye kalmama gibi direniş türleri uygularlar1011.
Petkim işçileri için yılbaşında başlayan toplu sözleşmeleri mayıs ayına
gelinmesine karşın henüz sonuçlanmamıştır. Genel Müdür Mehmet Yılmaz,
görüşmelerin iki ay içinde bitirileceğini söyler. İşçilerin yüzde 100-150’ye
varan oranlarda zam talebinde bulunduklarını ileri süren Yılmaz’a göre bu
rakamlar çok yüksektir. Petkim çalışanlarının ücretlerinin iyileştirilmesi ko-
nusunda aynı düşüncede olduklarını, ancak sanayiciye zor anlar yaşatacak
durumlara da kesinlikle izin vermeyecekleri konusunda uyarıda bulunur1012.
Genel müdürün uyarılarına karşın Petkim işçileri Ankara’da bir haftadır
süren toplu iş görüşmelerinde sendikaya destek vermek için işe geç başla-
yan ve Kamu İşveren Sendikası’nın tutumunu protesto etmek için oturma
1008
Petkim işçileri eyleme başladı, Yeni Asır, 18 Eylül 1996.
1009
Tüpraş’ta eylem, Yeni Asır, 4 Ekim 1996.
1010
Petkim’de işçi eylemi, Yeni Asır, 10 Nisan 1997.
1011
Aliağa’da eylem sürüyor, Yeni Asır, 24 Nisan 1997.
1012
Petkim’de üretimi kimse durduramaz, Yeni Asır, 12 Mayıs 1997.

507
eylemi yaparak Ankara’ya mesaj gönderdiklerini belirten işçiler “Şalter ine-
cek bu iş bitecek” ve “Ekmek yoksa barış da yok” diye sloganlar atar1013.

Başkan Hakkı Ülkü, topun ağzında


Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü ve 10 personeli “Denetleme göre-
vini ihmal ederek zimmete yol açmak ” suçlamasıyla Karşıyaka Ağır Ceza
Mahkemesi’nde yargılanırlar. İçişleri Bakanlığı müfettişleri tarafından 4
ay boyunca denetlenen Ülkü ve personeli belediyenin asfalt şantiyesinde
kullanılan mazotta açık çıktığı iddiası üzerine mahkemeye verilmiştir. İd-
dianame hazırlayan savcılık sanıklar hakkında 3 ile 10 yıl arasında hapis
cezası istemektedir1014.
Hakkı Ülkü’ye yönelik bazı iddiaları ortaya atan Belediye Meclis Üyesi ve
ANAP İlçe Başkanı Hakan Şimşek ise bu konuda ellerinde belgeler olduğunu
ileri sürmektedir. Dolum tesisine ruhsat almak için Total şirketinin Belediyeye
başvuru süreci, bir kooperatif arazisindeki yeşil alanın hazine arazisine kaydırı-
larak imara açılması ile ilgili Belediye Başkanı’nı eleştiren iddialarda bulunur1015.
Bir gün sonra, Başkan Hakkı Ülkü, meclis üyesi ve ANAP ilçe başkanı
Hakan Şimşek’in iddialarının asılsız olduğunu söyler1016.

Aliağa Ticaret Odası Başkanı Adnan Saka’dan sitem


Aliağa Ticaret Odası Başkanı Adnan Saka, Çandarlı liman inşaatı-
nın ve doğal gaz ile çalışacak bir elektrik santralinin yapımına biran önce
başlanmasını istemektedir. Aliağa’ya yapılacak yatırımların son dakikada
başka yerlere kaydırılması nedeniyle çok mağdur olduklarını belirten Ad-
nan Saka, şu konulardan dert yanar;
“Önceki yıllarda Serbest Bölge Aliağa’ya kurulacaktı, Menderes’e gitti.
Yüksek Teknoloji Enstitüsü kurulacaktı, Urla’ya alındı. Çandarlı’da yapı-
mına karar verilen Kuzey Ege limanının Seferhisar’a alınacağı söyleni-
yor. Aliağa’da kurulacak olan Organize Sanayi Bölgesi'nde yer almak is-
teyenlerin başvuru sayısı 500’e ulaştı. Bunların yüzde onu yatırım yapsa
50 fabrika demektir. 50 fabrika de hem bölgemiz hem de Türkiye için çok
önemlidir. Aliağa’nın enerji sorunu giderek büyümektedir. Elektrik kesinti-
leri sanayi kuruluşlarına zarar vermektedir. Her fabrikanın ayrı ayrı enerji
santrali kurması mümkün değildir. Bu nedenle yatırım planına alınan LPG
ile çalışacak enerji santralin yapımına biran önce başlanmalıdır. Çünkü Ali-
ağa’daki sanayi kuruluşları İzmir’in yarısı kadar enerji tüketmektedir.” 1017

1013
Petkim işçileri eylem yaptılar, Yeni Asır, 30 Mayıs 1997.
1014
Hakkı Ülkü Ağır Ceza’da yargılandı, Yeni Asır, 28 Ekim 1996.
1015
Başkan Ülkü’ye çıkar suçlaması, Yeni Asır, 3 Aralık 1996.
1016
İddialar asılsız, Yeni Asır, 4 Aralık 1996.
1017
Aliağa liman inşaatı bir an önce başlamalı, Yeni Asır, 24 Şubat 1997

508
Petkim işçisine cıva kontrolü
Petrol İş Sendikası’nın talebi üzerine Petkim’de çalışan işçilerden tok-
sik bir metal olan cıvaya maruz kalıp kalmadıklarını anlamak için saç nu-
muneleri alınır ve işçiler revirde sağlık kontrolünden geçirilir.
Daha önce, SSK Tepecik Hastanesi ve Hıfzısıhha Enstitüsü tarafından
yapılan kan tahlillerinde cıvaya rastlanması ve sonuçların birbirleriyle çe-
lişmesi üzerine sendika yetkilileri, Greenpeace [Yeşil Barış] çevre örgütüne
başvurmuştur. İşçilerden alınan saç örnekleri, İngiltere’de Exeter’deki Green-
peace laboratuvarına gönderilir. Petkim’in Aliağa’daki Alpet klor-alkali fabri-
kasında cıvalı işlem teknolojisi kullanılmaktadır. Petkim yönetimi, haberden
kısa süre önce Petrol-İş Sendikası ile anlaşır ve cıva içermeyen membranlı
sisteme geçmeyi kabul eder. Petkim yetkilileri, klor alkali fabrikasında çalışan
işçilerin 3 ayda bir kurum dışındaki bir laboratuvarda cıva testleri uyguladıkla-
rını, hiçbir personelde aşırı miktarda cıvaya rastlanmadığını ileri sürerler1018.

Petkim’in özelleştirilmesi bekleniyor


Petkim Genel Müdürü, gazetelere verdiği bir demeçte kuruluşun özel-
leştirilmesi konusunda 1997 yılının ikinci yarısında önemli adımlar atılaca-
ğını ileri sürerek, hükümetin ve Özelleştirme İdaresi’nin kararlı olduklarını
söyler. Yılmaz’a göre Petkim’in özelleştirilmesi konusunda hükümet sürat-
li, kararlı ve şeffaf ilkelerle hareket etmektedir. Petkim’in dünya devleriyle
yarıştığını belirten Yılmaz, tesislerin faaliyetini kararlılıkla sürdürebilme-
si için özel teşebbüs zihniyetiyle çalıştırılması gerektiğini, bunun için de
özelleştirmenin gerekli olduğunu savunur. Dünya genelinde ve iç piyasa-
da Petkim’in itibarının çok yüksek ve ürünlerinin kalite bakımından rakip-
siz olduğuna; talebi karşılayamadığına değinir1019.
Yılmaz, Petkim’in özelleştirme kararının 9 yıl önce alınmasına rağmen,
bu süreçte hiçbir somut adımın atılmadığına işaret eder. Petkim’e baş-
danışmanlık yapan İngiliz Samuel Monteque firmasının da özelleştirme
konusunda büyük gayretler gösterdiğini ifade eden Yılmaz şöyle konuşur:
“Dünya ölçeklerinde kurulmuş dev bir petrokimya işletmesi olan
Petkim’in, özelleştirilmesine ilgi gösteren çok sayıda uluslararası dev
kuruluş var. Bunların başında Fransız, Japon, Amerikan firmaları ağırlı-
ğı oluşturmakla beraber, Hindistan’dan da talep var. Hatta Türk sanayi-
ciler de Petkim’i satın almak için isteklerde bulunuyorlar.”

Mehmet Yılmaz, Özelleştirme İdaresi’nin Petkim’in özelleştirilmesine


ilişkin tüm altyapı çalışmalarını yaptığını bu amaçla başdanışman olarak
1018
Petkim işçisine cıva kontrolü, Yeni Asır, 4 Mart 1997.
1019
Petkim bu yıl özelleşir, Yeni Asır, 20 Nisan 1997.

509
Samuel Monteque firmasıyla anlaştığını, bunun yanında 6 adet yardımcı
danışman firma olduğunu söyledi. Yılmaz, Petkim’in özelleştirme kapsa-
mında olması nedeniyle de büyük çaplı yatırıma gidemediğini vurgulaya-
rak, yatırımların ancak özelleştirme ile beraber olabileceğini kaydetti.
Türk sanayisinin Petkim’in özelleştirilmesine ilişkin taleplerinin kısmi
olduğunu kaydeden ve “Yerli sanayi Petkim’in tamamını almaktan yana
değil, daha çok grup grup fabrikalara talep gösteriyor” diyen Yılmaz,
Petkim’in 12 ana fabrikasında üretimin teknolojik dizaynının üzerine çık-
tığını vurgulayarak, 1995 yılında tüm üretim birimlerinin yüzde 97 kapasi-
teyle maksimum üretim gerçekleştirdiğini kaydeder.
Yılmaz, sanayicilerden Petkim ürünlerine keyfi fiyat artışı yapıldığı yo-
lunda eleştiriler olduğunu hatırlatarak, bu konuda şunları söyler:
“Petkim, dünya petrol ve petrol ürünleri fiyatlarının konjonktürüne ve
stoklarına bağlı olarak ayarlamalara gidiyor. Kesinlikle keyfi fiyat artış-
ları gerçekleştirmiyoruz. Petkim bugün Japon, Amerikalı ve Avrupalı
rakipleriyle yarışıyor ve onları da dikkate alarak fiyat oluşturuyor. Şeker-
de, çayda olduğu gibi, Petkim ürünlerine zam yapılamaz. Türk sanayici-
si, ihtiyacını Petkim’den almayıp dışarıdan ithal ederse, (bunu kaça mâl
eder) konusunu dikkate alıyorum ve fiyatımı bunun altında belirliyorum.
10 gün öncesine kadar 13 bin dolar olan fiyatımı bugün 6 bin 500 dolara
indirdim. Bu indirimi stok maliyetinden kurtulmak içi yaptık. Stoklarımızı
likide dönüştürmek için yaptık.” 1020

Gemi söküm tesislerine çekidüzen veriliyor


13 Şubat 1997’de Tuzla’daki bir tersanede bakıma alınan Türkiye’nin
en büyük gemisi TPAO tankerinde kaynak yapılırken çıkan yangında 2
itfaiye eri ölür. Olay, bir anda Türkiye’de gemi inşa ve gemi söküm sektör-
lerinin mercek altına alınmasına neden olur. Kısa süre sonra Aliağa’daki
gemi söküm tesislerine getirilecek gemiler için bazı önlemler alınması ve
yönetmelikte değişiklik yapılmasına ilişkin karar Resmi Gazete’de yayın-
lanarak yürürlüğe girer. Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü yönetmeliğin
değişmesi için sarf ettikleri çabanın sonuç verdiğini belirtir:
“Amacımız tesislerde çok ilkel koşullarda çalışan işçilerin can güvenli-
ğinin sağlanması. Bir başka gayemiz de sökülen gemilerin çevre kirliliği
yaratmalarını önlemek. Geminin yabancı bayraklı olması halinde yurtdı-
şından alınan gaz-free ve deratezisyon (farelerden arındırma) belgeleri-
nin Türkçeye çevrilmesini, noterden tasdik ettirilmesini isteyeceğiz.” 1021

1020
Petkim görücüye çıkıyor, Zaman, 1 Şubat 1996.
1021
Gemi söküm tesisleri çevreyi kirletmeyecek, Yeni Asır, 4 Mayıs 1997.

510
Sonuçlanmayan Aliağa Müzesi girişimi
Aliağa’da, Kyme antik kentinden çıkarılan tarihi eserlerin sergilenme-
si için bir müze yapılmasına karar verilir. Müze için Aliağa Belediyesi ve
İtalya’nın Catania Üniversitesi arasında protokol imzalanır. Catania Üni-
versitesi, 12 Nisan 1997’de temeli atılacak müze için 140 milyon İtalyan
Lireti (10 milyar lira) katkı sağlayacaktır.
Kyme’den çıkarılan buluntuların İzmir ve Bergama’da korunduğunu,
ayrıca yurtdışına kaçırılanların New York ve Londra’da “göz kamaştırdığı-
nı” söyleyen Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, bunların Aliağa’da kurulacak
müzede biraraya getirileceğini söyler. Aliağa Müzesi’nin turizm hareketine
de katkı sağlayacağını ifade eden Ülkü, amaçlarını; “Sanayi kenti Aliağa,
tarihi ve kültürel zenginliğini de harekete geçirerek, turizm pastasından
pay alacaktır” diye açıklar. Kyme Kazısı Başkanı Catania Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sebastiana Lagona, antik kentteki kazıların Ege
uygarlığına ışık tutacağını belirterek, müzenin önemli bir eksikliği gidere-
ceğini kaydeder1022.
İki ay sonra antik Kyme kenti kazılarından çıkan eserlerin sergilenmesi
amacıyla kurulacak müzenin temeli atılır. Deniz kıyısında, Belediye düğün
salonu yanındaki arsaya inşa edilecek müze için düzenlenen törene katı-
lan Vali Yardımcısı Fahir Işıksız, Aliağa’nın antik zenginliğinin ortaya çıka-
rılmasında, İtalya’nın Catania Üniversitesi’nden Ord. Prof. Dr. Sebastiana
Lagona’nın 7 yıldır büyük çaba sarfettiğini söyler.
Başkan Hakkı Ülkü de Aliağa’nın 3 bin yıllık geçmişe dayandığını ve
Kyme’de çıkan birçok tarihi eserin değişik ülkelerde sergilendiğini hatırlatır:
“Aliağa Müzesi’nde, sadece antik Kyme kentinin değil, bütün tarihsel
ve etnografik zenginlikler sergilenecek. Müzenin zemin katındaki birinci
bölümde, depo, taşıt parkı, restorasyon ve ayrım üniteleri, ikinci bölüm-
de konferans, teşhir salonu, görsel, işitsel merkez, eski eserler ofisi, ay-
rıca açık hava tiyatrosu bulunacak. Üst katta ise bürolar yer alacak.” 1023

Tüm temennilere karşın Aliağa Müzesi’nin inşaatı uzun yıllar boyunca


sürüncemede kalır. Bitirildiğinde ise müze yerine Kyme kazılarında çalı-
şan ekipler tarafından kazıevi olarak kullanılacaktır.

Yeni umut: Aliağa Organize Sanayi Bölgesi


Aliağa’ya Organize Sanayi Bölgesi kurulması çalışmaları hızlandırıl-
mış ve bu amaçla Aliağa Belediye Meclisi salonunda bir toplantı yapılmış-
tır. Toplantıya öncülük eden Aliağa Ticaret Odası Başkanı Adnan Saka,
1022
Aliağa Müzesine İtalyan desteği, Zaman, 15 Şubat 1997.
1023
Aliağa Müzesine temel, Zaman, 15 Nisan 1997.

511
Devlet Planlama Teşkilatı’na (DPT) başvurduklarını ve olumlu cevap al-
dıklarını söyler ve Sanayi Bakanlığı’nın da bu konuda onay verdiğini açık-
lar. Aliağa Organize Sanayi Bölgesi’nin (ALOSBİ) kuruluş kararı, 24 Ocak
1997 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanır.
200’den fazla fabrika sahibinin Organize Sanayi Bölgesi'nden yer almak
için başvurduklarını açıklayan Saka, üyelerin 5 bin m2 yer alarak 25 milyon
lira kayıt ücreti ödemeleri gerektiğini bildirir. Toplantıya, Tire ve Kemalpa-
şa Organize Sanayi Bölgesi Müdürü ve Aliağa’ya Organize Sanayi Bölgesi
kurmakla görevlendirilen Erdinç Trav ile EBSO’dan iki yetkili de katılır.
Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, bir taraftan sürece mesafeli dururken
diğer taraftan çalışmalara her türlü desteği vereceklerini belirtir. Sanayi
Bölgesi Müdürü Erdinç Trav, Organize Sanayi Bölgesi’ni 1996 yatırım pla-
nına aldırmaya çalıştıklarını ifade eder1024.
Yaklaşık bir yıl sonra Aliağa’da kurulması planlanan Organize Sanayi
Bölgesi için yer seçimi yapılır. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Yer Seçimi Şube
Müdürü Ramazan Bıyıklı başkanlığındaki 18 kuruluşun temsilcilerinin yer
aldığı 27 kişilik heyet inceleme sonucunda Aliağa’ya 7 km uzaklıktaki Kun-
duz ile Güzelhisar çayları arasındaki 780 hektar araziyi uygun bulur. Çev-
re Bakanlığı, DPT, Arsa Ofisi, Bayındırlık, Sağlık, Ulaştırma, Tarım, Kültür
ve Turizm İl Müdürlükleri, Tapu Kadastro Müdürlüğü temsilcileri ile Aliağa
Sanayi Bölgesi Müteşebbis Heyeti ve Aliağa Ticaret Odası Başkanı Adnan
Saka’nın hazırlayacakları rapor Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın onayına
sunulacaktır1025.
Yer tespit çalışması tamamlandıktan sonra kamulaştırma aşaması-
na gelinir. Adnan Saka’nın verdiği bilgiye göre: “Bu bölgede 30 bin kişiye
daha istihdam imkânı sağlanacaktır. Aliağa Organize Sanayi Bölgesi ilçe-
mizin bir kat daha büyüyüp büyük şehirlerle boy ölçülebilir hale gelmesine
yol açacaktır. İlçemiz halen Ege Bölgesi'nin toptan ihracatının %22’sini
gerçekleştiriyor. Türkiye Gayri Safi Milli Hasılasının %0.99’unu üretiyor.”
Kuzey Ege’de İzmir Limanı’na alternatif liman arayışının sürdüğünü
hatırlatan Saka, Çandarlı Körfezi’nin seçilmesi halinde ilçenin gelişmesine
olumlu katkılar sağlanacağını hatırlatır1026.
1998 yılının ortalarında Organize Sanayi Bölgesi’nin kurulacağı Ço-
raklar köyünde arazileri kamulaştırılan köylülere paraları ödenmeye baş-
lanmış; ilk etapta 101 kişiye paraları ödenip tapuları alınmıştır.
Aliağa Kaymakamı Mustafa Kemal Keskin, paraların ödenmesi sıra-
sında hazır bulunanların önünde yaptığı konuşmada, köylülerden arazile-
1024
Organize sanayi kurulması çalışmaları hızlandı, Türkiye, 2 Nisan 1996.
Aliağa Organize Sanayi için yer seçimi yapıldı, Yeni Asır, 30 Mayıs 1997; Gazete Ege, 30 Mayıs
1025

1997.
1026
İzmir’in sanayi bölgesi Aliağa, Yeni Asır, 16 Temmuz 1998.

512
rine az para verildiğini söyleyerek kafaları karıştırmak isteyenlere imkân
verilmemesini, bu bölgede en az 60 bin kişinin istihdam edileceği uyarı-
sında bulunur.
Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Başkanı Kani Aydoğdu da 9 bin
300 hektarlık arazide 450 fabrika kurulacağını, Aliağa’nın çehresinin deği-
şeceğini, sanayi alanı olacak toprakların tarım dışı olduğunu ileri sürer1027.

Çevre Ödüllü Tüpraş’ta çevre kazası
1997 yılının Haziran ayında can sıkıcı bir çevre kazası yaşanır. Tüpraş
depolama tankının boşaltma vanasında meydana gelen arıza sonucu bir
saat içinde on varil ham petrol denize akmıştır. Tüpraş yetkilileri körfezde
denizin üzerini tabaka halinde örten ham petrolü temizlemek için yoğun bir
çalışma yaparlar. Kıyıya vuran kirliliğin kimyasal reaksiyonla yok edilmesi
için üç ton disperand köpüğü, su ile karıştırılarak ham petrol tabakasının
üzerine sıkılmıştır. Tüpraş’ın çevre ödülü aldığını hatırlatan yetkililer, ha-
tanın vanadan kaynaklandığını ve farkına varılır varılmaz temizlik için her
türlü uğraşın verildiğini söylerler1028.

Petkim ile Yeşil Barış Eylemcileri arasında “savaş”


1990’lar ve 2000’li yılların ilk yarısı, Uluslararası çevre örgütlerinin Ali-
ağa’daki başta Gemi Söküm, Petkim, Tüpraş gibi sanayi kuruluşlarına kar-
şı çevre eylemlerinin sistematik şekilde ve sıklıkla görüldüğü bir dönemdir.
1997 yılı Temmuz ayının başında, Greenpeace [Yeşil Barış] çevre örgütü
eylemcileri, Sirius adlı gemilerinden şişme botlarla Petkim tesislerine çıka-
rak tesisin atıklarının içinde bulunan zararlı maddelerin İngiltere ve Ame-
rika’daki benzerlerinin on katı olduğu iddiasıyla şirketi protesto ederler.
Avrupa’nın üçüncü büyük petrokimya tesisi olan Petkim’in toksik atık deşarj
noktası önünde eylem yapan eylemciler kendilerini üzerinde “Dikkat diok-
sin” ve “Akdeniz’i zehirlemeyi durdurun” yazılı pankartlara zincirler.
Petkim görevlileri, tesisin önünde eylem yapan beş eylemciye su sı-
karlar. Bunun üzerine, eylemi yöneten toksik atık kampanya sorumlusu
Tolga Temuge, eyleme son verir. Temuge, eylemden sonra yaptığı açıkla-
mada; Petkim’in önünden alınan atık su örneklerinde İngiltere’deki Exeter
Üniversitesi’nde yapılan analizler sonucunda dioksin ve furanlar gibi kan-
serojen maddeler bulunduğunu; Türkiye’nin insan sağlığına biraz önem
veriyorsa biran önce PVC üretiminden vazgeçmesi gerektiğini açıklar1029.
1027
Aliağa OSB arazisinin bedelleri ödeniyor, Yeni Asır, 9 Ağustos 1998.
1028
Aliağa’da 10 ton varil petrol denize aktı, Yeni Asır, 9 Haziran 1997.
1029
Yeşil Barış eylemcileri Aliağa’da Petkim’i bastı, Yeni Asır, 4 Temmuz 1997.

513
Yeşil Barış eylemcilerinin toksik atık kampanyası sorumlusu Tolga Temu-
ge, Eylül ayında Petrol-İş tarafından düzenlenen “Toksik maddelerin çalışan-
lara ve çevreye etkileri” konulu konferansa konuşmacı olarak katılır; PVC üre-
ten Petkim’in çalışanlara ve çevreye büyük zarar verdiğini, bu nedenle üreti-
min bir an önce durdurulması gerektiğini ileri sürer. Buna karşın, Petkim’den
yapılan açıklamada kişi başına yıllık PVC üretiminin gelişmiş ülkelere göre
çok düşük olduğu belirtilerek iddiaların dayanağı olmadığı ileri sürülür1030.
Tartışma 1998 yılında da sürer. Greenpeace örgütü, İstanbul’da bir
açıklama yaparak Petkim’in toksik atıkları denize verdiği ve büyük bir ala-
nın zehirli atıklar nedeniyle kirlendiği iddiasını sürdürür. Bunun üzerine
Petkim Genel Müdürlüğü bir açıklama yaparak; atık toplama havuzunun
deniz kenarında değil, geçirimsiz zemine sahip bir dağın kenarında bulun-
duğunu ve atıkların hiçbir şekilde denize verilmediğini belirtir:
“Petkim Aliağa kompleksindeki fabrikalarda ön arıtma sistemlerinden ge-
çen atık sular daha sonra merkezi atık giderme sisteminde fiziksel, kim-
yasal ve biyolojik arıtmaya tabi tutulmaktadır. Arıtma sonucu elde edilen
yağ ve çamurlar fırınlarda yakılarak çevreye zararsız hale getirilmektedir.
Türkiye’nin kabul ettiği uluslararası anlaşmalara ve çevre koruma mevzu-
atına aykırı hiçbir atık denize verilmemektedir.”

Açıklamada ayrıca Avrupa’da cıvalı jel kullanımı yüzde 65 iken Petkim’de


cıvalı jellerin tamamının membranlı jellerle değiştirilmesi için çalışmaların
sürdüğü, bu projenin maliyetinin toplam 36 milyon dolar olduğu bildirilir1031.
Greenpeace tarafından hazırlanan PVC raporunda PVC’nin en zehirli
plastik madde olduğu iddia edilir. Raporda; Türkiye’de PVC kullanımına
ilişkin şu bilgilere yer verilir:
“Bugün bu zehirli plastiğin zararları halk tarafından yeterince bilinmediği
için PVC en fazla tüketilen plastiklerden biridir. 1996 rakamlarına göre
kullanım miktarı kişi başına 21 kilograma yükseldi. Petkim’de kullanılan
proseslerde etrafa cıva yayıldığı, inorganik veya organik cıvaya uzun
süreli maruz kalınması durumunda böbreklerde kalıcı hasralar meyda-
na gelmektedir. Böbreklerin yanında bağışıklık, solunum, dolaşım, sin-
dirim, hematolojik ve üreme sistemleri de etkilenir.” 1032

Yeşil Barış Örgütü’nün eylemcileri, 12 Ekim 1997 tarihinde Petkim’in


limanını bloke ederek giriş-çıkışı engeller. Nemrut Körfezi’ne gemi ile ge-
len eylemciler, şişme botlarla kıyıya yanaşırlar. Kıyıda Petkim Stop PVC
yazılı pankart açarak gemilerine dönerler. Önceden hazırlanmış ve altın-
da beton kütleler olan şamandıraları Petkim limanının önüne yerleştirirler.
1030
Greenpeace yine Aliağa’ya geldi, Yeni Asır, 27 Eylül 1997.
1031
Petkim çevreyi kirletmiyor, Yeni Asır, 26 Haziran 1998.
Rapordaki insan sağlığına ilişkin ayrıntılar için bkz.Petkim’de PVC üretimine hayır, Yeni Asır, 24
1032

Ağustos 1998.

514
Beton kütleler yüzünden gemilerin limana girişi engellenir. 9 saat süren
eylem, Sahil Güvenlik botundan “Ateş açarız” uyarısıyla sona erer. Va-
lilik, eylemin amacından saptırıldığını ileri sürerek Yeşil Barış Örgütü’nü
Türkiye’nin iç işlerine karışmakla suçlar1033.
Bir gün sonra Greenpeace temsilcisi Tolga Temüge açıklama yapar:
“Petkim Aliağa işletmeleri, Çevre Bakanlığı’nın tehlikeli atıklar için koy-
muş olduğu standartlara bile uygun değil, 50 m ileride ise Petkim’in çalı-
şanları için plaj bulunuyor. Petkim’in peşini bırakmayacağız.” 1034

Gözler Aliağa’nın termal kaynaklarında


Petkim ile uluslararası çevre örgütleri arasında bu sorunlar yaşanır-
ken, sağlık turizmine umut olacak bir gelişme gazetelere yansır. Ilıca Bur-
nu mevkisinde, deniz kıyısında bulunan Petkim’e ait eski sıcak su kaynak-
larının termal turizm için kullanılması gündeme gelir. Kaynakların kaplıca
turizmi için uygun olduğunu belirten İzmir Valisi Erol Çakır, burada ikinci
bir Balçova yaratmak için çalışmaların başlatılacağını açıklar. Vali Çakır,
Aliağa Belediyesi, Kaymakamlık, Ticaret Odası ve İl Özel İdaresi’nin des-
teği ile kaplıca turizmi için çalışmalar yapacaklarını belirtir:
“Burada 90 derece sıcak su kaynakları var. Mevcut potansiyeli değer-
lendirerek, burada bir sosyal tesis kurabiliriz. Hedefimiz Balçova örne-
ğini burada hayata geçirmektir.” 1035

Söz konusu projenin hayata geçirilemediği, 2017 yılında dahi sıcak su


kaynaklarının bulunduğu yerde halen bir tesis olmamasından anlaşılmaktadır.
Diri fay hatlarının bulunduğu Aliağa bölgesinde jeotermal kaynakların
araştırılması ise devletin ilgili kuruluşlarınca sessiz sedasız sürdürülmekte-
dir. Samurlu köyünde, Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA) tarafından 1992
yılında başlatılan jeotermal enerji sondaj çalışmalarında 1997 yılına kadar
4 kuyu açılmıştır. 4. kuyuda 627 m derinliğe inilmesinin ardından borular
dışarı çıkarılamayınca, MTA beşinci kuyunun açılması için hazırlığa başlar.
Yetkililer, 1.200 m derinliğe kadar inilecek kuyudan çıkacak suyun sıcaklığı-
nın 180 derecenin üzerinde olmasını beklediklerini, 150 derecenin altında
çıkması halinde ise jeotermal kaynağın konutların ısıtılmasında, seracılıkta
ve kaplıca olarak kullanılabileceğini açıklar. Aliağa Belediye Başkanı Hakkı
Ülkü, Samurlu’daki çalışmaların sonuçlarını beklediklerini; iyi sonuç alındığı
takdirde kuyu sayısını artıracakları bilgisini verir1036.
1033
Yeşil Barış körfezi kapattı, Yeni Asır, 13 Ekim 1998.
1034
Greenpeace: Petkim’in peşini bırakmayacağız, Yeni Asır, 14 Ekim 1998.
1035
Aliağa ikinci Balçova oluyor, Yeni Asır, 12 Ağustos 1997.
MTA Aliağa’da yeni kuyu açıyor, Yeni Asır, 27 Eylül 1997; Temiz enerji Aliağa’yı rahatlatacak, Yeni
1036

Asır, 16 Ocak 1998.

515
Petkim ürünleri karaborsada
Avrupa’da iki fabrikanın faaliyetlerini durdurması sonucu artan fiyatlar
ve hammadde ithalatındaki duraklama, piyasayı Petkim’e yöneltir. Sana-
yiciler, Petkim tarafından üretilen Polietilen F2-12 maddesini bulamamak-
tan yakınırlar. Fiyatları dünya fiyatlarının altında kalan Petkim’de sanayici
zam beklemeye başlamıştır. Petkim yetkilileri, F2-12 maddesinde bir sı-
kıntı yaşandığını kabul eder:
“Alçak yoğunluk fabrikasında (AYPE) G.O.3-5 maddesi ile F2-12 mad-
desi iki hatta üretiliyor. En kısa zamanda her iki hatta da F2-12 üretilip
sıkıntı aşılacak.” 1037

Nemrut’taki iskeleler tek limana çevrilmek isteniyor


Eylül 1997’de hükümet kanadından Ege Bölgesi'ne dört müjdeli haber
verilmektedir. Bunlardan ikincisi, Aliağa’ya ilişkindir. Nemrut Limanı büyük
gümrük kompleksi haline getirilecek ve tren yolu yapılacaktır. Bu proje ile
İzmir Limanı’nın yükü hafifletilecektir1038.
Mayıs 1998’de ise İzmir Valisi Erol Çakır, iki liman için düşünülen yer
sorununa çözüm olarak Nemrut Körfezi’ndeki yedi iskelenin koordineli
bir çalışmayla ihtiyacı karşılayacak bir liman haline getirilmesini önerir. 5
milyon ton kapasiteli Alsancak limanının ihtiyaca cevap vermemesi nede-
niyle İzmir Ticaret Odası’nın Tuzla’da önerdiği yeni liman yerinden sonra
alternatif olarak Nemrut limanı gündeme gelir. Aliağa Ticaret Odası Baş-
kanı Adnan Saka ile birlikte bölgede inceleme yapan Vali Çakır, “Buradaki
7 liman koordineli çalışırsa problem çözülür. Buraya derinliği fazla olan
gemiler çalışıyor” diye konuşur. Nemrut Körfezi’ndeki yedi iskelenin otuz
gemi alabileceğini söyleyen Adnan Saka, “Burasının ulaşımı kolay, liman
olarak hizmete sunulabilir” diye fikrini açıklar1039.
1998 yılının sonlarına doğru yeni İzmir Valisi Kemal Nehrozoğlu, li-
man sorununu yeniden ele alır ve Aliağa’da çeşitli firmaların ve fabrika-
ların temsilcileri ile bir toplantı düzenler. Nemrut Körfezi’nde iskelesi olan
Nemtaş, Limaş, Habaş, Ege Gübre ve Çukurova firmalarının yetkilileri ile
çevreden sorumlu Vali Yardımcısı Mustafa Tamer’in katıldığı toplantıda
Hakkı Ülkü ile Adnan Saka da görüşlerini dile getirirler.1040
Aliağa’nın iş adamları, liman konusunda ısrarlı ve sabırsızdırlar. Ticaret
Odası Başkanı Adnan Saka, 6 ay sonra konuyu yeniden gündeme getirir.

1037
Petkim ürünleri karaborsa, Yeni Asır, 20 Eylül 1997.
1038
Ege’ye dört müjde, Yeni Asır, 15 Eylül 1997.
1039
Vali Çakır liman için Nemrut’u önerdi, Yeni Asır, 13 Mayıs 1998.
1040
İkinci liman Nemrut’ta yapılıyor, Yeni Asır, 13 Kasım 1998.

516
Organize Sanayi Bölgesi’nin faaliyete geçmesiyle liman sorununun daha
da büyüyeceğini belirterek Nemrut Körfezi’nde liman yapılmasını yeniden
tartışmaya açar. Saka, körfezde 5 iskele bulunduğunu ve 1997 yılında
altı milyon ton yükleme-boşaltma yapıldığını söyler. İzmir Limanı’nın ye-
tersiz kaldığını ve körfezin dibinin derinleştirilmesi projesinin yaşama ge-
çirilmediğini belirterek Nemrut Körfezi’nin derinlik ve yanaşma konusunda
avantajlara sahip olduğunu ileri sürer. Saka, liman alt yapısı niteliğindeki
antrepo, sundurma, gümrük binası, tel örgü, pasaport polisi gibi donanım-
ların bir an önce inşa edilmesi için yetkilileri harekete geçmeye çağırır1041.
Adnan Saka’ya yanıt, ancak haziran ayında İzmir Vali Yardımcısı Dr.
Mustafa Tamer’den gelir. Tamer, demir çelik fabrikaları tarafından kurulan
iskelelerin tek limana dönüştürüleceğini söyler. Alsancak limanının kon-
teyner limanı olarak kullanıldığını, Nemrut Limanı’nın ise dökme yük lima-
nı olacağını belirtir. Nemtaş, Petkim, Ege Gübre, Limaş, Çukurova, Habaş
ve Petrol Ofisi’nin kullandığı beş iskelenin yanı sıra beş iskelenin daha
kurulmasının planlandığını belirten Tamer şunları ekler:
“Bu iskelelerden 1998 yılında 900 milyon dolarlık ihracat yapıldı ve 8.2
milyon ton yük taşındı. 1999’da 1 milyar dolarlık ihracat ve 9 milyon ton
yük taşınması bekleniyor. Bu iskeleler tek limana dönüşemiyor. Buradaki
fabrikalar Liman ve Deniz İşletmeleri AŞ adı altında bir şirket kurmuşlar.
Biz bunu etkin bir hale getirmelerini istiyoruz. Bu iskeleleri disipline edip
tek gümrük kapısı, polisi, sağlık evi olan bir liman haline getireceğiz. Bu
anlaşmayı sağlayamazlarsa Özel İdare olarak biz kamulaştırma yapaca-
ğız ve burayı yine de tek liman haline getireceğiz.”

Vali Yardımcısı, bu sözlerle bölgedeki sorunların ne denli karmaşık ve


çözümünün zor olduğunu açıklamaya çalışır1042. Ayrıca iskelesi olan fabri-
kaların birleşerek kurduğu Aliağa Liman ve Deniz İşletmesi AŞ’den liman
projesi istediklerini belirten Vali Yardımcısı Tamer bilgilendirme yapar:
“DHL’nin ve şirketin hazırlayacakları projeler karşılaştırılıp tek liman için
ilk adımı atacağız. Karayolları ve Köy Hizmetleri de iskelelerin açtığı yol-
ları teke indirmek için proje hazırlıyor.” 1043

Nihayet ağustos ayının sonunda Vali Kemal Nehrozoğlu ile Nemrut


Körfezi’ndeki iskelelerin sahipleri olan fabrikaların yöneticileri arasında bir
protokol imzalanır. Proje Koordinatörü Vali Yardımcısı Dr. Mustafa Tamer,
protokolün titizlikle uygulanacağını belirtir. Proje, Deniz İşletmeleri AŞ ta-
rafından gerçekleştirilecektir1044.
1041
Aliağa’da liman sorunu çözülmedi, Yeni Asır, 15 Mart 1999.
1042
Nemrut’ta tek liman, Yeni Asır, 20 Haziran 1999.
1043
İskeleler birleşiyor, Yeni Asır, 5 Temmuz 1999.
1044
Nemrut limanı için protokol imzalandı, Yeni Asır, 28 Ağustos 1999.

517
Belge 47. Aliağa’dan Ford şirketine ilçeye yatırım çağrısı
(Gazete Ege, 18 Ocak 1998)

518
Sonuçsuz iki girişim: Ford Otomobil Fabrikası ve Üniversite
Ford Otosan firmasının yetkilileri Kaymakam Mustafa Kemal Keskin'e
telefonla Aliağa’da ihracata yönelik yatırım girişiminde bulunma isteğini
açıklar. Bunu öğrenen Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, Ford yetkililerine bir
mektup gönderir ve ilçeyi tercih etmeleri durumunda kendilerine üç farklı
yer önerebileceklerini bildirir. Ayrıca Başkan Ülkü, Ford gibi çevreye du-
yarlı bir firmanın Aliağa’ya gelecek olmasının diğer firmaları da çevre ko-
nusunda olumlu etkileyeceği düşüncesindedir1045.
Hakkı Ülkü, İzmir’deki dördüncü üniversitenin Aliağa’da kurulmasını
önerir. Üniversite için Aliağa’da Aliağa Eğitim ve Gelişim Vakfı (ALGEV)
adı verilen bir vakıf kurulduğunu belirterek ilçede bir üniversite kurulma-
sına yetecek kadar bina ve arazi mevcut olduğunu ileri süren Hakkı Ülkü,
tek eksiğin bir vakıf üniversitesi olduğunu söyler.
Hakkı Ülkü, Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün yanlış yerde kurulduğunu;
asıl yerinin yüksek teknolojiye sahip işyerlerinin yoğun olduğu Aliağa’da
olması gerektiğini ileri sürer:
“Petkim, Rafineri ve Petrol Ofisi gibi dev kuruluşların geniş laboratuvar
imkânları, demir çelik sanayi, gübre ve kâğıt fabrikalarında uygulamalı
ders imkânı vardır. Aliağa’da hiçbir teknik okulun veya yüksekokulun bu-
lunmaması büyük eksikliktir.” 1046

Aliağalılar, üniversiteyi ısrarla isterler. Türk Eğitim Derneği Aliağa Ko-


leji Vakfı Başkanı Güven Berk, “Üniversite kurmaya sıcak bakanların des-
teğine ihtiyacım var” sözleri ile demeç verir ve vakıf olarak Aliağa’da üni-
versite kurulması için çalışmalara başladıklarını açıklar.
Bu arada, Petkim tarafından tahsis edilen arazide Aliağa Koleji tarafın-
dan yaptırılan yeni lise binası törenle hizmete girer. Güven Berk, törende
bir konuşma yapar:
“Altyapıyı tamamladık. Proje aşamasındayız. Şimdi sıra İzmirli siyasi-
lerde. Onların da desteğini bekliyoruz. Üniversite kurulmasına sıcak
bakan herkesin desteğine ihtiyacımız var. Okulumuzun yanındaki boş
alanı Petkim bize verecek.” 1047

Asya Krizi demir çelik sektörünü etkiliyor


1997 yılında, Tayland’da başlayıp Doğu Asya’da etkili olan büyük bir
mali kriz patlak verir. Asya Krizi, sanayi kenti Aliağa’daki demir çelik fabri-
kalarını, gemi söküm tesislerini ve Petkim’i de derinden etkilemiştir. Demir

Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü Ford’u davet etti, Yeni Asır, 18 Ocak 1998; Aliağa’dan Ford’a
1045

çağrı, Gazete Ege, 18 Ocak 1998.


1046
Aliağa’da üniversite yapımı için 52 hektarlık yer ayrıldı, Yeni Asır, 20 Şubat 1998.
1047
Aliağa’ya üniversite, Yeni Asır, 4 Kasım 1998.

519
çelik fabrikalarının bir kısmı bakıma girerken bazıları da üretimlerini dü-
şürmek zorunda kalırlar. İzmir Demir Çelik’in Başkan vekili Samim Sivri,
Asya’da yaşanan krizin sektörü olumsuz etkilediğini belirterek tüm demir
çelik sektöründe üretimin düştüğüne işaret eder. Asya ülkelerinin demir
çelik sektöründe alıcı ve satıcı rolü üstlendiklerini, kriz nedeniyle alım-
ları durdurup dünya piyasalarına da ucuz malzeme vermeleri nedeniyle
piyasayı alt üst ettiklerini açıklar. Bu arada Çebitaş’ın da sıkıntılı günleri
makinalarını bakıma sokarak atlatmaya çalıştığı öğrenilir. Habaş fabrika
müdürü Mustafa Akınç, Asya krizinin yalnız demir çelik sektörünü değil,
aynı zamanda Türkiye’yi de etkilediğini ileri sürer.
Gemi Sökümcüleri Derneği Genel Sekreteri Bahtiyar Kardeş, sökülen
gemilerle çelik sanayinin ham madde ihtiyacının karşılandığı, ancak şu
anda talep olmadığı için çalışmaların durma noktasına geldiğini belirtip
“Her gün 150 kamyon hurda çekiliyordu. Şimdi hurdanın kilosu 125 dolar-
dan 103 dolara düştüğü halde günde 1 veya 3 kamyon mal gönderiliyor”
diyerek krizin boyutunu gözler önüne serer.
Petkim Genel Müdürü Mustafa Mutlu ise 10 haftada 6 kez dolar ba-
zında yüzde 9-21 arasında fiyat indirmek zorunda kaldıklarını belirterek
şunları söyler:
“Stoklarımızın şişmemesi için indirim yapmak zorunda kaldık. Müşte-
rilerimizin Uzakdoğu’ya kaymalarını önlemeye çalışıyoruz. Petkim’in
dünya fiyatlarıyla üretim yapmaması durumunda zarar eden fabrikaları
kapatacağız.” 1048

Sık sık çevre kirliliğine yaptıkları katkı ve iş kazaları ile gündeme gelen
gemi sökümcüler, ilgisizlikten yakınırlar. Dünyada 20 ülkede, Türkiye’de
ise sadece Aliağa’da mevcut olan gemi söküm bölgesi resmi makamlar-
dan ilgi bekler. Bölgenin 22 yıldır Türkiye ekonomisine katkısının 1 milyar
780 milyon dolar [yaklaşık 5 trilyon lira] bulunduğunu belirterek tesislerin
yer aldığı arsaların sahibi olmadıklarını, bu yüzden yatırım yapamadıkla-
rını ileri sürerler. Gemi sökümcü ve Aliağa Ticaret Odası Meclis Başkanı
M. Ender Özer, bölgenin Türkiye’nin demir çelik hammaddesini karşılayan
tek bölge olduğunu belirtir:
“Eskiden bu miktar 600 bin ton civarındaydı. Şimdi 100-200 bin tona
düştü. Arsalar Arsa Ofisi’nden 5 yıllığına kiralanıyor. Ancak 5 yıllık süre
az olduğu için yatırım yapmak zor. Aslında 25 yıl gibi uzun bir süre kira-
lama olsa, burada çok güzel şeyler olur.” 1049

1048
Asya krizi Aliağa’daki fabrikaları etkiledi, Yeni Asır, 23 Mart 1998.
1049
Aliağa’nın gemi söküm bölgesi destek bekliyor, Yeni Asır, 22 Haziran 1998.

520
Gemi söküm tesislerinde, 1996 yılından beri 60’a yakın savaş gemisi
ve denizaltı söktüklerini belirten Ender Özer, yakınlarda tesislere getirilen
Ukrayna donanmasına bağlı bir muhrip ile bir destek gemisinin sökümü-
nün 3.5 ay süreceğini söyler. Halk tarafından, sökülen gemilerin jilet yapıl-
dığına dair efsanenin aksine sökülen gemilerin jilet yapılmadığını, hurda-
ların yeniden kütük demir haline getirilip inşaat demiri, köşebent, lama gibi
ürünlere çevrildiği bilgisini kamuoyuyla paylaşır!1050
Geriye dönüp bakıldığında, gemi söküm sektörünün 2000’li yıllara
kriz ile girdiği anlaşılmaktadır. Yetkililer, 1998 yılında tesislerde 1.400 kişi
çalışırken, 1999 yılının sonlarında sayının 400’e düştüğünü; Bir yıl önce
dünyada hurda fiyatları 140-150 dolar iken 73 dolara kadar düştüğünü
açıklar1051.

Petkim’in 33. Kuruluş Yılı ve özelleştirme çabaları


3 Nisan 1965 tarihinde kurulan Petkim’in 33. kuruluş yıldönümü tören-
lerle kutlanır1052. Bu arada Petkim yöneticileri Aliağa’da 100 milyar liraya
mal olacak bir ilköğretim okulu yapmak üzere valilikle protokol imzalar.
Petkim Yönetim Kurulu Başkanı Vehbi Dinçerler, Genel Müdür Musta-
fa Mutlu, İzmir Valisi Erol Çakır’ın imzaladığı protokola göre okul, Yeni
Mahalle’de 10 bin 882 m2 hazine arazisi üzerine inşa edilecek ve 16 ders-
lik, 2 işlik, 2 laboratuvar ve bilgisayar odasına sahip olacaktır. Petkim’in
bundan önce de Aliağa’ya iki ilköğretim okulu, TED Koleji ve Anadolu Li-
sesi kazandırmış olduğu bilinmektedir1053. Söz konusu ilköğretim okulunun
inşaatı 8 ay içinde biter. 215 milyar liraya mal olan ve 1999-2000 öğretim
yılında açılmış okulda 3 derslikli bir anaokulu da yer almıştır1054.
Petkim yöneticileri petrokimya sektörünün bütün dünyada bir kriz için-
de olduğunu açıklar. Ancak buna rağmen alınan tedbirlerle Petkim’in 1997
yılı hedeflerini aşarak 18 milyon dolar tutarında yatırım yaptığını, 1998
yılında ise 63 milyon dolar yatırım yapacağını, 224 milyon dolar kâr yaptı-
ğını ve yönetim kurulu kararıyla 1998 yılında ortaklara yüzde 985 temettü
dağıtılacağını açıklarlar1055. Ayrıca Petkim, 1997 yılı için 14 trilyon 924 mil-
yar lira ile İzmir’de kurumlar vergisi rekortmeni olmuştur1056.
1050
Savaş gemileri sökülüyor, Yeni Asır, 30 Nisan 1999.
1051
Gemi söküm de krizde, Yeni Asır, 20 Ekim 1999.
1052
Petkim 33 yaşında, Yeni Asır, 4 Nisan 1998.
1053
Yeni Asır, 18 Mart 1988.
1054
Petkim’in okulu 8 ayda bitti, Yeni Asır, 30 Temmuz 1999.
1055
Petkim bu yıl yüzde 985 temettü dağıtacak, Yeni Asır, 28 Mart 1998.
1056
Petkim yine rekortmen, Yeni Asır, 16 Mayıs 1998.

521
Aradan 6 ay geçmesine karşın 1999 yılının başlarında gemi söküm
sektörünün henüz krizden çıkmadığı görülmektedir. Aliağa Ticaret Odası
Meclis Başkanı M. Ender Özer, sektörün ekonomik krizden etkilendiğini ve
ayakta durmaya çalıştığını söyler. Gemi söküm tesislerinde sökülen par-
çaların dışında, pirinç, bronz ve bakırdan da yararlanıldığını ve bu malze-
melerin yurt dışından 2.500 dolara ithal edilmesine karşın sökümden elde
edilenlerin 100 dolardan iç piyasaya verildiğini belirtir. Ender Özer gemi
söküm tesislerinde 1.400 civarında işçinin istihdam edildiğini, bunların ta-
mamının Aliağa’da yerleşik nüfus olduğunu belirterek dert yanmaktdır:
“Gemi söküm işletmeleri bu günlerde yaşadığımız global ekonomik kriz
sonucu oluşan darboğazlar ve yüksek fiyat düşmeleri nedeniyle sıkıntılı
anlar yaşıyor. Kârlılıktan çok ayakta durma mücadelesi veriyorlar.” 1057

Devlet, bu ülkenin sınırlı kaynaklarıyla kurulan ve Kamu İktisadi Ku-


ruluşları (KİT) olarak anılan sanayi kuruluşlarını satmaya kararlıdır. Ege
Bölgesi Sanayi Odası, Petkim’in kurumlar vergisi rekortmeni olması do-
layısıyla şirkete bir plâket verir. Törende konuşan Yönetim Kurulu Baş-
kanı Vehbi Dinçerler, sanayicilere Petkim’in özelleştirilmesine ilişkin bil-
gi verirken bundan bölge sanayicilerinin de pay almasını ister. Dinçerler,
Petkim’in 1997 yılı gelirleri üzerinden dolaylı ve dolaysız vergi, fon olmak
üzere toplam 30.6 trilyon lira ödeme yaptığını açıklar. Dinçerler, Egeli sa-
nayicilerin ülke ekonomisine katkılarının sürdüğünü belirterek Petkim’in
de bölge sanayicine her türlü desteği ve katkıyı vereceğini söyler.
Petkim’in sektörde dünya devleri ile yarıştığını kaydeden Dinçerler
Türkiye’nin 2010 yılına kadar Petkim büyüklüğünde 3-4 petrokimya ku-
ruluşuna da ihtiyacı olduğunu ileri sürer. Petkim’in özelleştirme yetkisinin
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nda olduğunu kaydeden Dinçerler sözle-
rini şöyle sürdürür:
“Petkim’in özelleştirilmesiyle ilgili karar Resmi Gazete’de ilan edildi. Ali-
ağa tesisi anonim şirket olarak kalacak ve %51’i blok olarak satılacak.
Ege Bölgesi sanayicilerinin ve halkın özelleştirmede aktif rol oynaması-
nı istiyoruz.” 1058

Aliağa Kent Parlamentosu deneyimi


Aliağa Kent Parlamentosu, 1994 yılında Aliağa Belediye Başkanı
Hakkı Ülkü’nün girişimi ile kurulur. Model olarak Brüksel Kent Parlamen-
tosu seçilmiştir. 200 üyeli parlamentonun başkanının belirlenmesi için

1057
Gemi sökümcüleri krizde, Yeni Asır, 25 Ocak 1999.
1058
Dinçerler: Sanayici Petkim’e ortak olsun, Yeni Asır, 5 Haziran 1998.

522
seçim yapılır1059. Bu kuruluş, demokrasinin yerelleştirilmesi ve katılım-
cılığın güçlendirilmesinin araçlarından biri olarak değerlendirilir. Parla-
mento; belediye başkanı, belediye meclis üyeleri, il genel meclisi üyeleri,
kentteki siyasi partilerin ilçe başkanları ve mahalle muhtarları ile kentteki
kurum ve kuruluşların belirlediği birer temsilciden oluşmaktadır. Ayrıca
mahalle seçmen sayısının belli bir oranında mahalle halkınca belirlenen
temsilciler de parlamentoya katılır. Tüzüğe göre oluşturulan komisyon-
larda olgunlaştırılan öneriler, Kent Parlamentosu'nda görüşülmekte ve
kent yöneticilerine yol gösterilmektedir1060.
26 Ocak 1995’de Kent Parlamentosu’nun 4. toplantısı Atatürk Kültür
Merkezi’nde yapılır. Toplantıda; Aliağa Kentli Hakları Bildirgesi parlamento
üyelerinin ve halkın tartışmasına açılır. 17 Maddelik Bildirge aslında çağ-
daş bir kentin stratejik yol haritasını içermektedir:
“1- Bireylerin refahını ve kişiliğini geliştirme güdüsü ve fırsatı sağlayan
bir kentsel ortamda yaşama hakkı.
2- Saldırılara, suça karşı korunmuş güvenli bir kentte yaşama hakkı.
3- Ekolojik dengeleri korunmuş, hava, su, gürültü vb. kirliliklere konu
olmayan bir kentsel çevrede yaşama hakkı.
4- Kentte yaşayanların yeterli çeşitlilikte mal ve hizmetlerden yararlan-
mayı seçme hakkı.
5- Bireylerin kendi ekonomik ve toplumsal girişimlerini geliştirebilmek
için gerekli altyapıların oluşmasını isteme hakkı.
6- Kentte yaşama güvencesine sahip olma ve kentin ekonomik gelişme-
sinden pay alabilme hakkı.
7- Kentli kültürü edinebilme fırsatlarına sahip olma hakkı.
8- Kültürel farklılıkları dolayısıyla herhangi bir kimsenin toplumsal yaşam-
da dışlanmadığı, ikincil konumlara itilmediği bir kentte yaşama hakkı.
9- Oturduğu yere bağlılık duyabileceği, ona anlam yükleyebileceği, kim-
liği olan bir kentte yaşama hakkı.
10- Tarihsel mirasın ve geçmişle sembolik bağların korunduğu, nitelikli,
uyumlu mimarlık değerlerinin bulunduğu bir kentsel çevrede yaşama
hakkı.
11- Yeterli çeşitte konutun bulunduğu ve üretildiği sağlıklı, dinlendirici,
özel yaşamın gizliliğine önem veren, güvenli konut edinebilme ya da
kiralayabilme hakkı.
12- Konut alanları, çalışma alanları, eğlenme ve dinlenme alanları arasın-
da gereksiz ulaşım talepleri yaratmayan uyumlu bir arazi kullanışı den-
gesine sahip, insanlar arası ilişkilere fırsat veren bir kentte yaşama hakkı

1059
Kent Parlamentosu kuruldu, Cumhuriyet, 10 Haziran 1994.
1060
Yerel yönetimlerde demokrasi kaleleri, Yeni Asır, 13 Nisan 1998.

523
13- Kentin her noktasına değişik gelir gruplarının çok zaman harcama-
dan ulaşmasına olanak veren yol ve ulaşım sistemine sahip olma hakkı.
14- Sağlıklı içme suyu ve kanalizasyon sistemlerine sahip, yeşil alanları
bol olan, güneşi yeterli, ışık saçan bir kentte yaşama hakkı.
15- Kendini yetiştirme olanaklarına sahip, bilgi kaynakları bol olan bir
kentte yaşama hakkı.
16- Yaş, yetenek ve gelir ayrımı olmadan yeterli çeşitlilikte spor yapma
ve boş zamanları değerlendirme olanaklarına sahip olan bir kentte ya-
şama hakkı.
17- Kentte yaşayanların, o kent hizmetlerinin görülmesini sağlayacak seç-
me seçilme, kararlara katılma, yönetim üzerinde sürekli bir demokratik de-
netimde bulunma, hizmetlerin gelişmesi için kendisini vergilendirme hakkı.”

Önemli bir yerel yönetim deneyimi olan Kent Parlamentosu’nun ince-


lemelerini yerinde görmek üzere İstanbul, Ankara, Dokuz Eylül, Dicle ve
Samsun 19 Mayıs üniversitelerinin öğretim üyelerinden oluşan bir heyet
Aliağa’ya gelir. Halk Sağlığı uzmanlarından oluşan 35 kişilik heyet gemi
söküm tesislerini, yapılacak enerji santrallerinin yerlerini ve Çebitaş demir
ve çelik tesisini gezerek incelemelerde bulunur1061.
Aliağa Kent Parlamentosu heyeti, Almanya’nın sanayi bölgesi
Ruhr’da bulunan Hattingen’e bir inceleme gezisi yapar. İki kent arasın-
da geliştirilen ilişkiler, teknik ve diğer alanlarda bilgi alışverişi temeline
oturtulur. İki kentin teknik okullarından birer heyet, karşılıklı ziyaretler-
de bulunurlar. Ticaret Odası Başkanı Adnan Saka başkanlığındaki he-
yette bulunan Küçük Sanayi Sitesi Başkanı Yücel Karaşan, Esnaf ve
Sanatkârlar Odası Başkanı Hüseyin Ekren, Kent Parlamentosu Başka-
nı Süleyman Akbıyıkoğlu Bochum Ticaret Odası’nı ve Hattingen Eğitim
Merkezi’ni ziyaret eder. Türk heyeti, Alman işadamlarını Aliağa’da yatı-
rıma çağırır1062.

Daha yeşil bir Aliağa için elele


TEMA Vakfı’nın girişimi ile ülke çapında başlatılan “10 milyar Meşe Pa-
lamudu Ağaç Dikim Kampanyası” na Aliağa halkı da katılır. TEMA Aliağa
Şube Başkanlığı’nın girişimi ile Petkim, Petkoop ve İzmir Genç İşadam-
ları Derneği’nin destekleriyle Karahasan Dağı’nın 700 hektarlık bölümü
orman sahası olarak düzenlenir. İlk etapta, iki bin meşe palamudu dikilir.
İlgililer, alana 580 bin meşe palamudu dikileceğini açıklar1063.

1061
Uzmanlar heyeti Aliağa’ya geldi, Yeni Asır, 26 Haziran 1998.
1062
Almanlar Aliağa’ya yatırıma çağrıldı, Yeni Asır, 9 Şubat 1999.
1063
Aliağa’ya 580 bin fidan, Yeni Asır, 14 Aralık 1998.

524
Dört ay sonra ise bu kez Bozköy mevkisinde Ege Orman Vakfı’nca
oluşturulan Barış Manço ormanına 10 bin fidan dikilir. Ege Orman Vakfı
Yönetim Kurulu Başkanı Erol Narin, ağaçlandırma çalışmasının İzmir Or-
man Bölge Müdürlüğü ile işbirliği yapılarak gerçekleştirildiğini ve 50 hektar
alanda oluşturulan ormana kızılçam, karaselvi, fıstık çamı, yalancı akasya
ve okaliptüs ağacı dikildiğini açıklar1064.

Viking Kağıt teknoloji yenileme atağında
Viking Kâğıt AŞ, Uluslararası Finans Kuruluşu (IFC) ile 12 milyon dolar-
lık bir kredi sözleşmesi imzalar. İmzalanan anlaşma ile Viking Kâğıt, temizlik
kâğıdı sektöründeki yatırımları hızlandıracaktır1065. Temizlik kâğıdı sektörün-
de Lily, Senso ve Select markalarını üreten şirket, 1999 yılında teknolojisini
yenileme yoluna gider. Toplam 20 milyon dolara mal olacak yatırımla Viking
Kâğıt periformer crescent teknolojisine sahip olacak; fabrika yatırım masra-
fının bir kısmını 12 milyon dolarlık kredi ile karşılayacaktır1066.

Petkim’de İhtisas Organize Bölgesi kuruluyor


Petkim Holding Genel Müdürlüğü, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na baş-
vurarak, limanlara yakın alt yapısı tamamlanmış 80 dönümlük arazinin
özel organize sanayi bölgesi yapılmasını ister. Aliağa Ticaret Odası Baş-
kanı Adnan Saka, bu organize sanayi bölgesinin gerçekleşmesi halinde
Aliağa’nın çok iyi bir yatırıma kavuşacağını belirterek girişimi destekler1067.
Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Başkanı Kani Aydoğdu, Türkiye
Kimya Sanayicileri Derneği ile EBSO’nun kurulacak Kimya Özel İhtisas
Organize Sanayi Bölgesi’ne ortak olacaklarını açıklar. Aydoğdu, Aliağa
Petkim tesisleri içinde başlangıçta 700 dönüm arazi üzerinde kurulması
planlanan tesisin kimya alanında Türkiye’nin ilk ve tek ihtisas sanayi bölge-
si olacağını belirtir. Aydoğdu, Kimya Organize Sanayi Bölgesi’ne yerli kim-
ya sanayicilerinin yanı sıra çok sayıda yabancı firmanın da yoğun ilgisinin
olduğunu ve bölgenin kurulmadan dolduğunu söyler. Bölgede, ilk etapta 60
firmanın yer alacağını ve yaklaşık 5 bin kişiye yeni istihdam olanağı yara-
tacağını belirten Aydoğdu “Kimya sanayinin Petkim’e yakın olması maliyet-
leri azaltacaktır” der1068.
Söz konusu kimya sanayi, organize bölgesine ilişkin daha ayrıntılı bilgi
EBSO Yönetim Kurulu Üyesi Erdoğan Çiçekçi tarafından da verilmektedir:
1064
Aliağa’ya Barış Manço Ormanı, Yeni Asır, 8 Mart 1999.
1065
Viking kâğıt fabrikasına 12 milyon dolar kredi, Yeni Asır, 21 Mart 1998.
1066
Viking Kâğıt 1999’da teknoloji yeniliyor, Yeni Asır, 23 Haziran 1998.
1067
Petkim için özel sanayi bölgesi kurulacak, Yeni Asır, 1 Nisan 1998.
1068
Petkim’de ihtisas organize bölgesi kuruluyor, Yeni Asır, 6 Eylül 1998.

525
“Bölgede ana kimyayı şekillendireceğiz. Bacasız temiz bir sanayi kura-
cağız. Petkim’in suyu, elektriği, gazı, alt yapı katkıları burada mevcut.
Taleplerin %20’si plastik sektöründen %80’i ana kimyadan oluşacak.
Bakanlıktan izin aldık. Girişimci heyet kuruldu. Ama olay henüz bitmedi.
Daha Petkim ile arazinin pazarlığı yapılacak. ÇED raporunun alınması
işlemlerinin yaklaşık 1 yıl süreceğini bekliyorum. Projenin Petkim tara-
fından desteklenmesi, kimya sektörünün krizden daha az etkilenmesi,
ulaşımın rahat olması, çalışabilecek insan potansiyelinin olması nede-
niyle çok avantajlı bir bölge.” 1069

Yılan hikayesi: Petkim ve Tüpraş’ın özelleştirilmesi
1998 yılında, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın (ÖİB) THY ve Petrol
Ofisi’nin ihalelerini tamamladıktan sonra Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun
tavsiyesi üzerine çalışmalarını Tüpraş ve Petkim’in özelleştirilmesi üze-
rinde yoğunlaştıracağı bildirilir. ÖİB tarafından ilk aşamada Batman
Rafinerisi’nin devrinden sonra Aliağa Rafinerisi’nin “daha kolay satılabi-
lir” yapıya gelmesi beklenmektedir. Ayrıca başkanlığın Petkim’in özelleş-
tirilmesi çalışmalarına hız verdiği bildirilmektedir. Bu aşamada, Petkim’in
elindeki iki petrokimya tesisi olan Aliağa ve Yarımca’nın ayrılmasının da
özelleştirmeyi hızlandıracağı düşünülmektedir1070.
1999 yılının başında ÖİB 1999 yılı hedeflerini gerçekleştirmek için De-
mokratik Sol Parti (DSP) hükümetinin kararını beklemektedir. Söz konusu yıl
için hedef dört milyar dolar olarak hedeflenmiştir. 1999 yılında bir önceki yılda
özelleştirilmesi tamamlanamamış Petrol Ofisi gibi kuruluşların yanında Petkim
Aliağa kompleksi ve Tüpraş gibi devlerin özelleştirilmeleri umut edilmektedir.
Özelleştirme İdaresi’nin planına göre Petkim'deki kamunun yüzde 20 hissesi-
nin halka arzı ve yüzde 51 hissesinin ise blok satışı yapılacaktır1071.
1999 yılının ortalarında Özelleştirme İdaresi yeni bir karar alarak
Tüpraş’ın özelleştirme ihalesini uluslararası fon yöneticilerinin işlemleri
Noel tatilinden önce durdurması nedeniyle 2000 yılının Ocak ayına erte-
lemeye karar verir1072.
Bu arada Tüpraş Rafinerisi’nde işten ayrılanların yerine yeni perso-
nel alınmaması nedeniyle sıkıntı yaşandığı öne sürülür. İşyerinde örgütlü
Petrol-İş Sendikası Aliağa Şube Başkanı Mustafa Öztaşkın, Tüpraş’ta son
4 yılda istihdamda büyük bir azalma olduğunu ve toplam 400 çalışanın
kendi isteğiyle işten ayrıldığını söyler.

1069
Aliağa’ya petrokimya sanayi, Yeni Asır, 21 Aralık 1998.
1070
THY’den sonra sıra Tüpraş ve Petkim’de, Yeni Asır, 30 Temmuz 1998.
1071
Sırada Petkim ve Tüpraş var, Yeni Asır, 25 Ocak 1999.
1072
Tüpraş’ın ihalesi Ocak’ta yapılacak, Yeni Asır, 13 Ağustos 1999.

526
Öztaşkın, personel azlığı yüzünden ocak ayında kendi isteği ile emekliye
ayrılmak isteyen 100 işçiden 50’sine izin verilmediğine işaret ederek şöyle der:
“Özelleştirme kapsamındaki Tüpraş’ta, dikensiz gül bahçesi sunmak
amacıyla başlatılan istihdamı azaltma politikası sonucu, işyerinde tehli-
ke çanları çalmaya başladı. Üniteleri çalıştıracak personel kalmadığın-
dan, üyelerimiz devamlı fazla mesaiye kalıyorlar. Mesaiye kalan üyeleri-
mize, yeni bir işçi alımında ödenecek 20 milyonun 2 katı kadar, yaklaşık
30-40 milyon lira arasında mesai ödeniyor.”

Öztaşkın’a göre, 980 dolayında işçinin çalıştığı Tüpraş’ta, 3 vardiya


halinde yürütülen üretimin normal olarak sürdürülebilmesi için personel
sayısının 1.200 olması gerekmektedir1073.

Petkim yatırımlarda hız kesmiyor


1998 yılının sonlarında gazeteler, Petkim’de ek tesis yapımını müj-
delemektedir. Yüksek yoğunluk polietilen fabrikasının 66 bin ton/yıl olan
kapasitesini 96 bin ton/yıla çıkarma kararı verilmiştir. Petkim Yönetim
Kurulu Başkanı Vehbi Dinçerler, yatırımla ilgili olarak özelleştirme idare-
sinden gerekli izni aldıklarını, proje kapsamında önce fabrikanın lisan-
sörü ile lisans antlaşması yaptıklarını, projenin 13.2 milyon dolar bedelle
karara bağlandığını, toplam yatırım tutarının 19.5 milyon dolar olduğunu
açıklar1074.
Mart 1999 tarihinde ise yeni bir haberde, Petkim’de bu kez polipropilen
üretimini yüzde 50 artıracak yeni bir yatırımın bilgisi verilmektedir. Yapılan
açıklamada; Japon Mitsui ve Amerikan Engelhard firmaları ile kapasite
artış projesinin ilk adımı olan üçüncü nesil katalist deneme çalışmalarına
başlandığı bildirilir. Çalışmaların yılsonuna kadar devam edeceği; yakla-
şık 20 milyon dolar harcama yapılarak fabrikanın üretim kapasitesinin yıl-
lık 80 bin tondan 120 bin tona çıkartılacağı açıklanır.
Açıklamada iç piyasada halen yılda 400-460 bin ton polipropilen tü-
ketildiği bildirilirken söz konusu madde örgü, çuval, halı ipliği, halat, masa
örtüsü, paspas, keçe, lastik, boru, kablo kılıfı gibi birçok ürünün üretiminde
kullanılacaktır1075.
Mart 1999 içinde yeni yatırım haberleri ard arda gelir. Yapılan açık-
lamaya göre, klor alkali fabrikasında 3 yıldır yapımı süren 30 milyon
dolarlık membrancell yatırımının 1999 yılı sonunda tamamlanacağı bil-
1073
Tüpraş da özelleştirme kurbanı, Zaman, 31 Ocak 1996.
1074
Petkim’de ek tesis yapımı başlatılıyor, Yeni Asır, 21 Aralık 1998.
1075
Petkim’de ek tesis yatırımları sürüyor, Yeni Asır, 21 Mart 1999.

527
dirilir. 2000 yılı başlarında devreye girecek olan yeni teknolojinin çevre
kirliliğini önleme, insan sağlığını koruma, enerji tasarrufu sağlama yönün-
de olumlu etkileri olacaktır. Yeni tesisin devreye girmesi ile klor üretimi
80 bin ton/yıldan, 100 bin ton/yıla; kostik üretimi kapasitesi ise
94 bin ton/yıldan, 116 bin ton/yıla çıkacağı; yılda 11 milyon dolarlık enerji
tasarrufu sağlanacağı hesaplanmaktadır1076.
Aynı şekilde, bu kez iki hatta 200 bin ton/yıl kapasiteli alçak yoğunluk
proetilen fabrikasında 100 bin ton/yıllık bir kapasite artışına gidileceği bil-
dirilir. Petkim genel müdürlüğü yetkilileri, alçak yoğunluk polietilen fabrika-
sının üretiminin ülkenin ihtiyacının ancak yüzde 61’ini karşılayabildiğini,
ancak bu miktarın yetersiz olduğunu, yapılacak ek yatırımın 85 milyon
dolara mal olacağını açıklar. Yapılan açıklamaya göre alçak yoğunluk poli-
etilen hammaddesi torba, sera örtüsü, kablo, oyuncak, boru, hortum, kap-
lama ve mutfak kapları yapımında kullanılmaktadır1077.
Bu arada Petkim, 34. kuruluş yılını kutlarken kurumlar vergisinde
İzmir’de birinciliği yine kimseye kaptırmaz. 15 trilyon 670 milyon lira ile
sıralamanın başında yer almaktadır1078.
2000’li yıllara doğru giderken Petkim’in yatırımları hız kesmeden sür-
mektedir. Fabrika ve yardımcı işletmelerin ihtiyacı olan işleme suyu ve de-
mineralize [minerallerden arındırılmış] su ihtiyacını yeterli kalite ve miktarda
karşılamak üzere 3 bin metreküp/saat kapasiteli yeni bir su ön arıtma üni-
tesi ihalesi açılır. Petkim’den yapılan açıklamaya göre, açılan ihaleyi teknik
ve fiyat yönünden en uygun teklifi veren OTV [Fransa] ve Hidro ortaklığı
kazanır. Sözleşme bedeli 1.6 trilyon olan tesisin, 2 bin 400 metreküp/saat
işleme suyu, 600 metreküp/saat içme suyu üreteceği açıklanır1079.

Yaklaşan Yerel Seçimler Aliağa’yı hareketlendiriyor


Yaklaşan 1999 yerel seçimleri için adaylar ortaya çıkmaya başlamıştır.
Aliağa Ticaret Odası Başkanı Adnan Saka’nın Doğru Yol Partisi’nin bele-
diye başkan adayı olması seçimlere heyecan katar. Aday olarak tanıtıldığı
toplantıda konuşan Adnan Saka, bir sanayi kenti olan Aliağa’daki geliş-
melerin dış dinamiklerin katkısı ile olduğunu ve yerel yöneticilerin bu ge-
lişmeleri dışarıdan izledikleri eleştirisi getirerek aday olduğunu açıklar1080.

1076
Petkim’de yeni teknoloji, Yeni Asır, 25 Mart 1999.
1077
Petkim’de 85 milyon dolarlık yeni yatırım, Yeni Asır, 2 Nisan 1999.
Petkim 34. Yılını kutladı, Yeni Asır, 11 Nisan 1999; Petkim şampiyon, Yeni Asır, 15 Mayıs 1999;
1078

Petkim yine birinci, Yeni Asır, 27 Mayıs 1999.


1079
Petkim’de yeni yatırım atağı, Yeni Asır, 10 Kasım 1999.
1080
Saka, DYP’nin Aliağa başkan adayı oldu, Yeni Asır, 7 Şubat 1999.

528
Ardından Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü de belediye başkanlığı-
na üçüncü defa aday olduğunu ilan ederken düzenlediği basın toplantısın-
da projelerini anlatır. Aliağa’nın bir sanayi kenti olmasının meslek hastalık-
larını ön plana çıkardığını ve bir Meslek Hastalıkları Hastanesi kurulması
gerektiğini ileri sürer. Seçilirse Çaltılıdere köyü yakınlarında bir hastane
kurulması için çalışacağını söyler. Ayrıca projeleri arasında arıtma tesisi-
nin inşası olduğunu belirten Ülkü’ye göre, böylece denizin evsel atıklarla
kirlenmesinin önüne geçilecektir. Jeotermal enerji ile 5 bin konutun ısıtıl-
masını sağlayarak hava kirliliğinin de önleneceğini vaat eder1081.
Bu günlerde, belediye seçimleri kampanyası içinde değerlendirilme-
se de 4 yılda tamamlanan yeni Otogar binasının açılışı yapılır. 75. yıl
Otogarı’nın açılışını Kaymakam Cengiz Horozoğlu ile Belediye Başkanı
Hakkı Ülkü birlikte yapar. 1995 yılında inşaatına başlanan ve 250 milyar
liraya mal olan otogar 37 bin 500 m2 alan üzerine kurulmuştur. 3 bin m2
kapalı alana sahip otogara aynı anda 20 şehirlerarası otobüs giriş çıkış
yapacaktır. Merkezi sistemle ısıtılacak otogarın İzmir-Çanakkale yolu üze-
rindeki en büyük terminal binası olduğu açıklanır1082. Ancak yapılan oto-
gar, sonraki yıllarda aktif olarak kente hizmet vermez ve atıl durumda kalır.
2005 yılında ise Belediye, binayı yüksekokul olarak kullanılmak üzere Ege
Üniversitesi’ne tahsis eder.

1999 Yerel Seçimleri: Hakkı Ülkü, 3. kez Başkan


1999 yılı Yerel-Genel seçimleri 18 Nisan 1999 günü yapılır. Genel se-
çimlerin de birlikte olması nedeniyle partilerin seçim politikalarının genel
seçimleri daha çok dikkate aldığı gözlenmektedir. Ancak seçim mahalle-
rinde yerel gündemler daha baskındır.
Aliağa’da Belediye seçimlerini son iki seçimde de SHP’den Hakkı Ülkü
kazanmıştır. Ancak bu kez, CHP’den adaydır. 18 Nisan 1995’de CHP ve
SHP, CHP çatısı altında birleşme kararı almıştır. Birleşmenin ardından
CHP’nin Aliağa’da 1999 yılı Belediye Başkan adayı yine tartışmasız Hakkı
Ülkü’dür. CHP, Aliağa’da yerel seçimleri kazanmış ama ülke genelinde ilk
kez parti baraj altında kalmıştır. Solda yeni merkez ise Ecevit’in DSP’si
olur. MHP de yükselişe geçmiştir. Ülke genelinde yaşanan bu siyasi geliş-
meler kısa süre sonra Aliağa’yı da etkilemeye başlayacaktır.
Aliağa, renkli ve çok hareketli bir seçim dönemi yaşar. Hakkı Ülkü
(CHP), Emekli Albay Süleyman Karadayı (DSP), Petrol Ofisi emeklisi
Cumhur Güney (MHP), Ticaret Odası başkanı ve işadamı Adnan Saka
1081
Ülkü 3 yıl daha istiyor, Yeni Asır, 23 Mart 1999.
1082
Aliağa’da yeni otogar, Yeni Asır, 16 Mart 1999.

529
(DYP), işadamı Nuri Bayramoğlu (ANAP) aday olarak seçim meydanına
çıkarlar.
18 Nisan 1999 seçimlerinde; Aliağa’da 21 bin 143 kayıtlı seçmen vardır.
Seçimlere ilgi büyüktür ve katılım yüzde 90’ı aşar. Seçim sonucunda; CHP
5.114 oy (yüzde 27.84), DSP 3.997 oy (yüzde 21.76), MHP 3.582 oy (yüzde
19.50), DYP 3.302 oy (yüzde 17.98), ANAP ise 980 oy (yüzde 5.34) almıştır.
Bu sonuçlarla, 1946 Salihli doğumlu CHP adayı Hakkı Ülkü, 3. kez
üst üste Belediye başkanlığını kazanır. Ancak Hakkı Ülkü’nün aklı artık
TBMM’dedir. Milletvekili, hatta Bakan olarak ülkeye daha yararlı hizmetler
verebileceğini düşünmektedir. Bu düşüncesini 3 Kasım 2002 genel seçim-
lerinde gerçekleştirecek ve başkanlıktan istifa ederek milletvekili seçile-
cektir.
1999 yerel seçimlerinden sonra Belediye Meclis tablosu da şöyle şe-
killenir: Hakkı Ülkü (CHP-Belediye Başkanı), Armağan Gülboy (CHP),
Sabahattin Yeşiltepe (CHP), Süleyman Akbıyıkoğlu (CHP), Saffet Tun-
cel (CHP), Kahraman Cengiz (CHP), Davut Sezer (CHP), Şevket Öztürk
(CHP), Varol Gürbüz (DSP), Canan Ünalan (DSP), Ergin Düzkaya (DSP),
Mehmet Ali Zerey (DSP), Ömer Turgut Oğuz (DYP), M. Ender Özer (DYP),
Nail Oltulu (MHP), Ali Tama (MHP)

21. yüzyıla girerken kurumların çevreyi koruma


mücadelesine katkısı
Süreç içinde tüm sanayi kuruluşlarının, Aliağa Belediyesi’nin ve diğer
tüm devlet kurumlarının çevre mücadelesi içinde yer almaya başladığı gö-
rülmektedir.
Aliağa Kaymakamlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı, körfeze giren ge-
mileri sürekli gözaltında tutmaya başlar. 1998 yılı Kasım ayının başında
Tüpraş iskelesine ham petrol boşaltma sırasında petrol kaçıran bir tanke-
re, 11 milyar 400 milyon ceza kesilir ve ceza ödenmeden de geminin hare-
kete geçmesine izin verilmez1083. 1999 yılı içinde Sahil Güvenlik Bahama
ve Liberya bandralı iki gemiye toplam 22 milyar lira ceza keser1084.
Aliağa Belediyesi zabıta ekipleri, kömür depolarına sürekli baskın ya-
parak sobalarda yakılan kömür satışını kalite açısından denetler. İzmir Va-
liliği Çevre İl Müdürlüğü, satışı uygun görülen kömürün Soma Ege Linyit
İşletmelerine ait birinci sınıf Kısrakdere üretimi ve TSE 5786 standartların-
da olması gerektiğini açıklar ve kontrollerini sürdürür1085.

1083
Aliağa’da denizi kirleten bir gemiye 11.4 milyar lira ceza, Yeni Asır, 3 Kasım 1998.
1084
Denizi kirletenlere 22 milyar lira ceza, Yeni Asır, 9 Temmuz 1999.
1085
Aliağa’da kömür temiz, Yeni Asır, 20 Ocak 1999.

530
İzmir’deki hava kirliliğinin suçlusu Aliağa’da
Türk ve Alman üniversitelerinin ortak yürüttüğü araştırmalar sonucun-
da İzmir için en önemli hava kirliliğinin kuzeyden, yani Aliağa yöresinden
geldiği ortaya konur. İzmir Büyükşehir Belediyesi Çevre ve Sağlık İşle-
ri Daire Başkanı Hamdi Bilgin, Türk ve Alman üniversitelerinin ortaklaşa
olarak 1996 yılında başlattıkları “Hava kalitesi ve kent gelişi planlaması”
çalışmasının ara raporunda; İzmir’in havasının Aliağa’daki sanayi tesisle-
ri tarafından kirletildiğinin ortaya konduğunu açıklar. Alınan ilk sonuçlara
göre, İzmir’deki kükürt dioksit kaynağının Aliağa’nın sanayi bölgeleri ola-
rak tespit edildiğini açıklayan Bilgin şöyle konuşur:
“Sanayi kaynaklı kükürt dioksitin Aliağa’daki fabrikalardan İzmir’e gel-
diğini tespit ettik. Kuzeybatı rüzgârı estiğinde Aliağa’daki fabrikalardan
yayılan kükürt dioksit İzmir’i tehdit ediyor. Konak’ın bir kısmı, Çiğli, hatta
Bornova bu kirlilikten nasibini alıyor.” 1086

17 Ağustos Gölcük-İzmit depremi Aliağa’da korku ve


endişeye yol açıyor
17 Ağustos 1999 gecesi, saat 03.02’de Kocaeli/Gölcük merkezli çok
şiddetli ve uzun süren bir deprem, Marmara’yı, Trakya ve Batı Anadolu’yu
etkiler. Depremin şiddetinin 7.5 Mw olduğu belirlenir. Depremin ne büyük
yıkım yaptığı yerin neresi olduğu; ancak saatler, hatta günler sonra anlaşılır.
İzmit’te meydana gelen bu korkunç deprem sanayi kenti Aliağa’da da korku
ve paniğe yol açar. İzmit ve Yarımca’da depremden hasar gören Tüpraş,
Petkim ve akaryakıt dolum tesislerinin benzerlerinin Aliağa’da bulunması ve
kasabanın da birinci derece deprem kuşağında yer alması endişeleri körük-
lemektedir. 40 bin nüfuslu Aliağa’da halk Petkim ve Tüpraş tesislerine potan-
siyel tehlike olarak baktığı için tedirginliği gidermek tesis yöneticilerine düşer.
Basında sık sık Aliağa’daki potansiyel tehlikeye dikkat çekilmesi üzerine
açıklama yapan Tüpraş yetkilileri, “Tesislerimizde yangın çıkması halinde
hemen müdahale edecek ve söndürecek donanıma sahibiz. Yarımca’da ya-
şanan yangın burada yaşanmaz” diye demeç verirler. Petkim yetkilileri ise
“Kompleksimiz 9.2 şiddetindeki bir depreme dayanacak güçte inşa edil-
miştir” diyerek halkı sakinleştirmeye çalışırlar1087.
Aliağa Belediyesi yetkilileri, depreme karşı önlemleri olduğunu; beledi-
ye kadrosunda jeoloji mühendisi istihdam ettiklerini; yapılaşma alanlarının
zemin etütleri ile seçildiğini; Aliağa’nın deprem tehlikesine karşı en uyanık
belediyeye sahip olduğunu ileri sürerler. Aliağa Belediyesi, depremden bir

1086
İzmir’in havasını Aliağa kirletiyor, Yeni Asır, 31 Mayıs 1999.
1087
Petkim tesisleri depreme dayanıklı, Yeni Asır, 29 Ağustos 1999.

531
ay sonra deprem bölgesine bir inceleme heyeti gönderir. Belediye Başka-
nı Hakkı Ülkü, depremden çok etkilenmiş olan halka depreme karşı bele-
diyenin aldığı tedbirleri daha ayrıntılı olarak açıklama gereği duyar:
“1989’daki ilk çalışmalar belediyenin Fen işleri kapısına [Lütfen kat yük-
seltmek ve plan tadilatı yaptırmak için başvurmayın] ilanının asılması
ile başladı. MTA’ya arazi kullanımı raporu ve arazi haritası hazırlatıldı.
Konutlaşma yönü ve alanları bu raporlara göre belirlendi. Yapı denetimi
için Mimarlar Odası, İnşaat Mühendisleri Odası, TSE, Makine Mühen-
disleri Odası ve Elektrik Mühendisleri Odası ile protokoller imzalandı.
Bunlara binaları denetleme imkânı verildi.”

Böylece olası bir depremde Aliağa’da Marmara’da yaşananların ya-


şanmayacağını ileri süren Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, ilçede sürmekte
olan inşaatların İnşaat Mühendisleri Odası’nca denetlendiğini; bunun yanı
sıra bir inşaat mühendisi, bir mimar, bir jeolog ve bir zabıta memurundan
oluşan Belediye İnşaat İnceleme Komisyonu’nun da çalışmalarını sürdür-
düğü bilgisini paylaşır. İtfaiye teşkilatının da ilçedeki her türlü sorunu çöze-
bilecek yeterlilikte olduğunu belirten Ülkü, Aliağa’nın bir deprem felaketine
karşı hazırlıklı ve güvende olduğunu açıklar1088.
Ayrıca Çevre İl Müdürlüğü tarafından hazırlanan Yerel Acil Durum
Planı’na göre, kimyasal maddeler açısından İzmir’deki en tehlikeli bölge-
nin Aliağa olduğu açıklanır. Ulusal Acil Durum Planı çerçevesinde İzmir’de
yaşanabilecek afetler ve endüstriyel kazalar için Çevre İl Müdürlüğü ta-
rafından oluşturulan yerel acil durum planı yeniden gözden geçirilecek-
tir. Bu amaçla; Tüpraş ve Petkim gibi tehlike yaratabilecek tesislerin yanı
sıra İpragaz, Petrol ve LPG dolum tesisleri, içinden boru hattı geçen Ege
Gübre’nin bulunduğu Aliağa ilçesi, pilot bölge seçilir. İzmir’in kimyasal
madde bölge haritası yeniden gözden geçirilerek, doğal afetlerde ve bü-
yük endüstriyel kazalardan sonra tehlike yaratabilecek kimyasal maddeler
tespit edilerek özellikleri ve etkileri kaydedilir. Herhangi bir afet sırasında
risk bölgesi olan Aliağa ve Türkiye’deki riskli bölgeler için Çevre Bakanlığı
1/25 bin ölçekli özel harita hazırlayacaktır1089.

Petkim’de yönetim değişiklikleri ve sanayiciler ile tartışma


Anavatan Partisi’nin 18 Nisan seçimlerinden sonra seçilemeyen millet-
vekili adaylarından eski İzmir Valisi Kutlu Aktaş, Petkim yönetim kurulu baş-
kanlığına atanırken diğer adaylar da önemli kamu görevlerine getirilmiştir1090.

1088
Aliağa çok ileri noktada, Yeni Asır, 16 Eylül 1999.
1089
En tehlikeli yer Aliağa, Yeni Asır, 25 Eylül 1999.
1090
Petkim’de görev aldılar, Yeni Asır, 16 Temmuz 1999.

532
Petkim Yönetim Kurulu, ilk toplantısını Kutlu Aktaş başkanlığında Alia-
ğa’daki tesislerde yapar. Toplantıdan önce Petkim Planlama Grup Müdürü
Lütfü Doğan yönetim kuruluna 3.5 saat brifing verir1091.
Kutlu Aktaş’ın Petkim Yönetim Kurulu Başkanlığı uzun sürmez. Ekim
ayının başlarında Aktaş, Petkim’den istifa eder. Bu istifaya niteliği pek belli
olmayan eleştirilerin yol açtığı tahmin edilir1092.
Aynı günlerde gazetelerde EBSO Meclisi Plastik Meslek Komitesi Üyesi
Salih Esen’in Petkim’e yönelmiş bir eleştirisi de yayınlanır. Petkim’in sana-
yicileri zor durumda bırakan yeni satış yönetmeliğine getirilen eleştiride; bu
tavrın uzun vadede yarar değil, zarar getireceği ileri sürülmekte; Petkim yö-
neticilerinin, sanayicileri salt müşteri gibi gören bu zihniyetten vazgeçmeleri
beklenmektedir. Salih Esen, kurum yöneticilerinin iş dünyasının sorunlarına
karşı duyarsız kaldıklarını ileri sürmektedir. Türkiye’deki petrokimya üreti-
minin büyük bir kısmını gerçekleştiren Petkim’in, yeni satış yönetmeliği ile
sanayicilerin üçer aylık dönemlerde alacakları mal miktarını önceden be-
lirlemeleri ve bu malın yüzde 90’ını almaları şartı koşulmuştur. Salih Esen,
Petkim’in belirlenen sürede malın yüzde 90’ını almayan firmaları, binde al-
tılık bağlantı primlerini keserek cezalandıracağını ve izleyen 3 aylık dönem-
deki mal alımına sınırlama getireceğini anlatır:
“Türkiye’de bırakın üç ayı, on beş gün sonrasının bile ne getireceğinin bi-
linmediği bir ortamda, Petkim’in aldığı kararları hiçbirimizin kabul etmesi
mümkün değil. Bu uzlaşmaz tavır, sanayicileri Petkim’den başka kaynak-
lardan mal almaya yöneltir.” 1093

Salih Esen’in eleştirilerine yanıt gecikmez. Petkim Genel Müdürü Tur-


gut Bozkurt eski sistemin şirketi zarara uğrattığını, kur farkının artık müş-
teriyi etkilemediğini ileri sürer:
“Ticaretin temel faktörü adil olmasıdır, eski sistem tek yönlüydü ve
Petkim’i ciddi kayıplara uğratıyordu.”1094

Hemen hemen aynı günlerde Petkim Yönetim Kurulu Başkanlığı’ndan


istifa eden Kutlu Aktaş’ın yerine Ege Ekonomisini Geliştirme Vakfı Yöne-
tim Kurulu Başkanı Uğur Yüce getirilir. Yüce, bu göreve yabancı değildir
ve 1992-1994 yılları arasında yönetim kurulu başkanlığını yürütmüştür. 25
1091
Aktaş Başkanlığında ilk Petkim toplantısı, Yeni Asır, 6 Ağustos 1999.
Aktaş Petkim’i bırakıyor, Yeni Asır, 9 Ekim 1999; Eleştiriler Aktaş’ı Petkim’den ayırdı, Yeni Asır, 12
1092

Ekim 1999.
1093
Esen’in Petkim’e uyarısı, Yeni Asır, 12 Ekim 1999.
1094
Petkim: Temel amaç sanayici, Yeni Asır, 17 Ekim 1999.

533
Ekim’de göreve başlayan Yüce ilk demecinde “Petkim’i bilen ve tanıyan bir
insanım. Petkim’in önünde özelleştirme gibi önemli bir görev var” açıklama-
sını yapar1095.
Petkim Genel Müdürü ile Ege Bölgesi Sanayi Odası arasında anlaş-
mazlık sürer. Petkim Genel Müdürü’nün alınan tedbirleri savunmak üze-
re Sanayi Odası ziyareti bilinmeyen nedenlerden dolayı kısa sürmüştür.
EBSO Başkanı Kani Aydoğdu, Genel Müdürü suçlar.
“Sayın [Turgut] Bozkurt soruların altında kalacağını bildiği için kaçtı. Da-
vetler şahıslara değildir. Bir bürokrata yakışmıyor. Kimseye şov yaptır-
mam. Kendisi sanayicileri dinleyecekti, beni değil.” 1096

Aliağalılar geçmişin ve kültürel hazinelerinin peşinde


Bu kitabın başında da anlatıldığı gibi Aliağa yöresinde yaşam günü-
müzden 8.500 yıl önce Ege Gübre fabrikasının içinde keşfedilen Neoli-
tik bir köy yerleşmesi ile başlamış; 5.000 yıl önce Helvacıköy Höyücek
ve Bozköy Höyücek ile sürmüştür. Günümüzden 3.000 yıl önce kurulan
Kyme (Nemrut), Myrina (Kalabasar), Gryneion (Temaşalık) gibi Hel-
len kentleriyle doruk noktasına ulaşmıştır. Özellikle Kyme antik kenti,
İÖ 5. yüzyıldan başlayarak Ege dünyasının en önemli kuyumculuk ve mü-
cevher merkezlerinden birisi haline gelmiştir. Bu gelişimin nedenleri ayrın-
tıları ile henüz bilinmez. 19. yüzyılın başlarından itibaren bölge ne yazık ki
yabancı arkeologların, yerli definecilerin ve hırslı yerli ve yabancı koleksi-
yoncuların av alanı haline gelmiştir. Devlet, çoğunlukla bu bölgede bu tür
yasa dışı eylemcilerin peşinden gitmiştir. Hiçbir dönemde onların önünden
gidip, bölgede eski eser ticaretini önleyici olmamış, olamamıştır. Günü-
müzde dünyanın önde gelen müzeleri, Kyme’nin ziynetleri ile Myrina’nın
muhteşem pişmiş toprak heykelcikleri ile doludur.
8.500 yıllık Aliağa ve bölge tarihini 2000 yılının başına, yani 21. yüzyı-
la girmeden bitirmeyi planlamıştım. Günümüze kadar geçen 16 yıllık sü-
rede, Aliağa’da çok değişiklikler, çok yenilikler oldu. Ancak bu on altı yılı
şimdiden ayrıntılı olarak ele almak; tarih disiplininin dışına taşmak, biraz
da yakınçağ dedikodusu yapmak olacaktır. Bunun yanında son söz olarak
2000-2016 yılları arasındaki 16 yılda bu kitapta ele alınan birçok konunun
devamını ve sonuçlarını kısa cümleler halinde ele almaktan da kendimi
alıkoyamadım.

1095
Petkim’e Yüce geldi, Yeni Asır, 27 Ekim 1999.
1096
Aydoğdu Petkim’i eleştirdi, Yeni Asır, 5 Kasım 1999.

534
Kitapta 20. Yüzyılı, 20 Eylül 1999 tarihinde Yeni Asır gazetesinde ya-
yınlanan “Aliağa hazinesini istiyor” başlıklı bir haber-inceleme ile bitirmek
en doğrusu diye düşünüyorum:
“Antik dünyanın en önemli kuyumculuk merkezlerinden biri olan Kyme
kentinden 1876 yılında başlayıp 1950’lere kadar tarihi eser kaçakçıları
tarafından yurt dışına kaçırılan hazinelerin geri getirilmesi için Aliağa
Belediyesi harekete geçti.
Aliağa’ya 6 km uzaktaki antik kentten çalınan 11 altın alınlık, üzerinde
çeşitli bezemeler bulunan 3 altın şerit, alınlıklarda kullanılan 7 adet pen-
dant, küpeler, yüzükler, altın heykelcikleri ve altından yapılmış elbise
apliklerinin de içinde bulunduğu toplam 100 parçadan oluşan hazine,
New York Metropoliten Museum Sanat Müzesi, Londra’da British Mu-
seum ve Rusya’daki St. Petersburg Müzesi’nde ortaya çıktı. Hazinenin
yurt dışında sergilendiğini öğrenen Aliağa Belediyesi yetkilileri Kültür
Bakanlığı’na başvurarak paha biçilmez eserlerin geri getirilmesini istedi.
Kyme kentinden çalınan eserleri mutlaka geri istediklerini belirten Ali-
ağa Belediyesi yetkilileri “Bu eserler bizim topraklarımızdan çalınmış
hazineler. Bu eserler Türkiye’ye ait, ancak art niyetli kişiler tarafından
kaçırılan tarihi zenginlikleri geri kazandırmak niyetindeyiz.” 1097

1097
Aliağa hazinesini istiyor, Yeni Asır, 22 Eylül 1999.

535
536
Yirmi birinci yüzyılda
Aliağa’da neler oldu?

537
538
Yirmi birinci yüzyılda Aliağa’da neler oldu?

21. yüzyılda Aliağa ilçesinde olup bitenler bu kitabın konusu dışında


kalmıştır. İlçenin 2000 ile 2016 yılları arasındaki çok yakın tarihine ayrıntılı
olarak girme bir tarihçi olarak etik ve doğru değil. Kuşkusuz bu dönem
Aliağa’nın gelişme süreci içinde çok değerlidir, ancak bu döneme ilişkin
doğru yargılara varmak için de oldukça erkendir. Bu kitabın sonunda bu
gelişmelerden son söz olarak ve özet halinde değinmek daha doğru ola-
caktır.
2000-2014 yılları arasındaki yerel seçimlerde Aliağa halkının, yerel
siyasetçilerin ve siyasi partilerin ortaya koyduğu stratejiler oldukça öğre-
ticidir. Örneğin, 1999 yılında üçüncü kez önemli bir oy oranıyla belediye
başkanı seçilen Hakkı Ülkü’nün 2002 yılında genel seçimlere İzmir 2. böl-
geden milletvekili adayı olarak girmesi ve seçilip Ankara’ya gitmesi Alia-
ğa’daki siyasi dengeleri neredeyse kalıcı bir şekilde değiştirmiş gibi görün-
mektedir. Hakkı Ülkü’nün bu hamlesi ileride bu dönemi yazacak olanlar
tarafından üzerinde durulmaya değer bir siyasi tercih olarak değerlendi-
rilmelidir. Hakkı Ülkü’nün yerine belediye meclisinde 9 oyla belediye baş-
kanı seçilen Makine Yüksek Mühendisi Süleyman Akbıyıkoğlu, görevini ilk
yerel seçimlere kadar sürdürmüştür.
2004 yılı yerel seçimleri 28 Mart tarihinde gerçekleşmiştir. CHP’den
aday yapılmayan Akbıyıkoğlu, bu kez bağımsız adaydır. Sosyal de-
mokrat karakterli 3 siyasi parti (CHP, YTP ve DSP) ayrı ayrı seçimlere
katılmıştır. Üç partinin oy oranı yüzde 50’yi bulmuş, oyların bölünmesi
sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (Akparti) adayı Tansu Kaya
yüzde 33.3 oy oranı ile 29 yaşında belediye başkanlığı koltuğuna otur-
muştur.
2009 yılındaki yerel seçimlerde ise Aliağa’daki sosyal demokrat seç-
menin 2004 yılındaki hataya düşmedikleri anlaşılmaktadır. Akparti’nin
adayı ve mevcut belediye başkanı Tansu Kaya‘nın karşısına CHP’nin ada-
yı Ömer Turgut Oğuz çıkarılmıştır. CHP adayı Oğuz, bir önceki seçimde
üç sosyal demokrat partinin aldığı oy oranına ulaşmış ve belediye başkanı
seçilmiştir.

539
Bu kitabın basımından önceki son yerel seçimler, 30 Mart 2014 tari-
hinde yapılmıştır. Aliağa’da belediyeyi 5 yıl yönetmek üzere ortaya çıkan
adaylar; CHP’de İnşaat Mühendisi Barış Eroğlu, AK Parti’de Yeni Şakran’ın
son belediye başkanı İbrahim Etem Yorulmaz, DSP’de eski belediye baş-
kanı ve eski Milletvekili Hakkı Ülkü, MHP’de ise Avukat Serkan Acar’dır.
Aliağa’da kayıtlı 56 bin 568 seçmenin yüzde 91’i sandık başına gide-
rek oyunu kullanmıştır. Seçimlerde, MHP 15.855 oy (yüzde 31.90), AK
Parti 15.055 oy (yüzde 30.29), CHP 10.204 oy (yüzde 20.53), DSP 6.055
oy (yüzde 12.18), HDP 1.773 oy (yüzde 3.57) aldı. Seçim sonucunda ka-
zanan MHP’nin genç adayı Serkan Acar olmuştur. MHP, böylece Aliağa
seçimler tarihinde ilk kez Belediye başkanlığını kazanmaktadır.
Sanayileşme hareketinin başlangıcından beri korkulan nüfus artışına
gelince; 2000 yılına kadar ilçenin nüfus artışının hızı konusundaki fela-
ket senaryolarının gerçekleşmediği görülmektedir. 1990 yılındaki sayım-
lara göre merkezde 42 bin 150 kişi yaşarken yaklaşık 25 yıl içinde yüz-
de 100’ün üzerinde artarak 2016 yılında 91 bin 26’ya ulaşmıştır1098. Bu,
sanayide büyük ataklar yapan Petkim ve Tüpraş gibi büyük kuruluşların,
yatırımlara devam ettiği Aliağa gibi bir ilçede beklenenden daha az bir
nüfus artışı olarak görünmektedir. Aliağa’yı yüz binleri aşan bir nüfustan
İzmir, Menemen, Foça ve Bergama gibi yakın merkezler kurtarmaktadır.
Aliağa ilçesinde, sanayide çalışan büyük bir nüfus, özellikle karayolları ve
İzban sayesinde sadece mesai saatleri içinde bulunmaktadır. Bu yüzden
Aliağa’nın gündüz ve gece nüfusu arasında büyük farklılık bulunmaktadır.
Bu arada süreç içinde belediyenin uyguladığı önleme projeleriyle çok bü-
yük ölçüde gecekondu sorunundan da kurtulmuş olduğu anlaşılmaktadır.
2000 yılından sonra Aliağa Belediyesi, birinci ve ikinci plajlarda uygu-
ladığı değişik projelerle kamuya açık plaj düzenlemelerini hayata geçir-
miştir. Bu projelerden belki de en önemlisi, 2016 yılında hizmete açılan
ve ikinci plajlara hayat veren Ağapark tesisleri olmuştur. Tesis, Yaklaşık
16 bin kişiye hizmet kapasitesi ve içinde değişik isteklere yanıt veren dört
restoranı ile ilçenin, çevrenin ve hatta Manisa’nın plaj sorununu çözmüş
görünmektedir.
İzmir-Aliağa arasında çift hatlı demiryolu ve elektrikli tren projeleri
1980 yılının sonunda tamamlandı. Projenin temeli, 1985 yılında atılmıştı.
Tek hatta yolcu taşınmaya 24 Haziran 1996 tarihinde başlandı. Ancak çok
uzun müddet Devlet Demiryolları yetkilileri, yolcu azlığından şikâyet etti-
ler. Çözüm, TCDD ile İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin İzban şirketini kur-
malarıyla hız kazandı. Tüm yatırımın tamamlanmasından sonra 30 Ocak

1098
Nüfusumuz 91 bin oldu, A. Ekspres, 1 Şubat 2017.

540
2011 tarihinde İzmir-Aliağa arasında yolcu taşınmaya başlandı. Bu proje,
Aliağa’daki sanayi tesislerinde çalışıp, Menemen ve İzmir’de oturanlar için
taşınma sorununu büyük ölçüde çözdü.
İlçede; 1980’li yıllardan beri yoğun olarak faaliyette olan ve ham mad-
de olarak hurda demir ile çalışan demir çelik fabrikaları ile bu sanayi için
olmazsa olmaz gemi söküm tesisleri dünyanın en büyük üreticisi ve tüketi-
cisi olan Çin’in ihtiyaçları ve pazara yönelik manevraları karşısında zaman
zaman sıkıntılar yaşıyor.
Gemi söküm tesislerinin kirlilik yaratan yapısından, işçi ve çevre
sağlığı konularında yarattığı sorunlardan −zaman içinde giderek azalsa
da−şikâyetler, yakınmalar devam ediyor. Bu konuda Greenpeace örgü-
tünün 2002 yılının Ocak ayında yayınladığı ve çevre, sağlık ve çalışma
koşullarına ilişkin hazırladığı bir rapor1099 ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın Ekim 2005 tarihinde hazırladığı
“Gemi Sökümü Yapılan İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Proje Denetimi
Değerlendirme Raporu”1100 gibi çalışmalar 21. yüzyıla girerken söz konusu
sektörün içinde bulunduğu ve çözülmesi gereken sorunlarını gözler önüne
seriyor. Ancak şunu da açıklıkla belirtelim ki; sektör temsilcilerinin son 10
yıldaki çevre ve insan sağlığını korumaya yönelik çalışmaları, gemi söküm
bölgesindeki çalışma koşullarını iyileştirme çabaları, gerek ulusal gerekse
uluslararası dünyada olumlu değerlendiriliyor.
Bunların yanında, 10 Ekim 2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın gemi söküm firmalarına kestiği 3 milyon 565 lira ceza ile
4 Haziran 2015 tarihinde bağımsız gözlemcilerin tesislerde yaptıkları ince-
leme, çözülmesi gereken sorunların varlığını sürdürdüğünü de gösteriyor.
Tüm bu sorunlara karşın, 2013 yılında Aliağa’da hurda gemi sökümünde
900 bin tonla rekor kırıldı. Çin Halk Cumhuriyeti, kütük demiri düşük fiyat-
tan piyasaya sürünce sektör yeni bir bunalımla karşı karşıya geldi ve üre-
tim hızla düştü. Gemi söküm sanayicileri, Hong Kong Konvansiyonu'nun
devreye girmesini bekliyor. Bu konvansiyona göre, Avrupa Birliği ülkeleri-
nin bayrağını taşıyan gemiler, ancak standartları karşılayan Aliağa tesis-
lerinde sökülecekler1101.
1990 yılında özelleştirme kapsamına alınan Petrol Ofisi AŞ'nin
(POAŞ) 21 Temmuz 2000’de yüzde 51 hissesi, İş-Doğan Petrol Yatırımları
Konsorsiyumu’na 1 Milyar 250 milyon dolara satılarak özelleştirildi.

www.greenpeace.org/turkey/Global/turkey/report/2002/1/greenpeace-gemisoekuemue-raporu.
1099

pdf
www3.csgb.gov.tr/cgsbPortal/ShowProperty/WLPRepository/itkb/dosyalar/yayınlar/
1100

yayınlar2013/2005_09
1101
Hürriyet, 28 Kasım 2014.

541
20 Ocak 2001 tarihinde, ABD’li Intergen ile ENKA ortaklığında
Aliağa’da yapılacak doğalgaz çevrim santralinin temeli atıldı. Toplam 1523
MW gücündeki santral için 2.2 milyar dolarlık yatırım yapıldı. Doğalgaz,
Aliağa’da sanayisinin kullanımına sunulmak üzere Bursa Karacabey’den
BOTAŞ’ın Aliağa’daki gaz ölçüm istasyonuna ulaşınca 6 Nisan 2002’de
faaliyete geçti.
Aliağa ilçesinin ilk sanayi tesisi olarak kabul edeceğimiz ve 1978 yılın-
da üretime başlayan Ege Gübre Sanayi AŞ, 2001 yılının Ocak ayında el
değiştirdi. Yaşar Holding AŞ’nin hisseleri, Recep Gencer tarafından satın
alındı. Fabrika, şu anda Ege Gübre AŞ adıyla Ahmet Gencer’in yönetim
kurulu başkanlığında faaliyetlerini sürdürüyor. 2000 yılından sonra şirket
Ege Bölgesi'nin en büyük özel konteyner limanlarından birisini gerçekleş-
tirdi.
Liman yatırımları konusunda Aliağa, son yıllarda başı çekiyor. İzmir
Limanı’nın yetersizliği, özellikle Nemrut Körfezi’ndeki işletmeleri kendi is-
kelelerine sahip olmaya teşvik etti. Yeni yatırımlarla konteyner limancı-
lığında oldukça önemli gelişmeler sağlandı. İzinleri alınan yeni projeler,
inşaat aşamasında. Ayrıca Çandarlı Konteyner Limanı ile Çaltılıdere yat
inşa merkezi projeleri, hayata geçirilmeyi bekliyor.
Aliağa’nın ilk sanayi kuruluşları arasında yer alan Viking Kâğıt Fabri-
kası üretime başladığı 1971 yılından bu yana gelişip büyüyerek günümüze
kadar gelmeyi başardı. 1982 yılında Yaşar Holding AŞ topluluğuna katılan
fabrika, ülkenin ilk özel kâğıt fabrikası olarak özellikle temizlik malzemesi
alanında yarattığı markalarla varlığını istikrarlı bir şekilde sürdürüyor.
Aliağa’nın kaderini değiştiren Tüpraş Rafinerisi’nin temeli, 1967 yılın-
da atıldı. Üretime ancak 1972 yılında geçebildi. Türkiye’nin yakın tarihinde
her bakımdan özel bir yere sahip Tüpraş’ın öyküsünü bütün ayrıntıları ile
ancak ayrı bir kitap içinde anlatmak mümkün. 1990 yılında hükümet tara-
fından özelleştirilmesine karar verildi, ancak 2005 yılında özelleştirilebildi.
13 Eylül 2005’de Koç-Shell konsorsiyumuna yaklaşık 4 milyar liraya yüz-
de 51 hissesi satıldı. Şu anda Avrupa’nın beşinci büyük rafinerisi olarak
kapasite arttırımı ve modernleştirme çalışmaları devam ediyor ve Aliağa
ekonomisi için her yönüyle önemini sürdürüyor.
Aliağa’nın gelişmesine en büyük ikinci katkıyı yapan, bir zamanlar, in-
şaatının çok mali kaynak tüketmesi nedeniyle Beyaz Fil olarak adlandırı-
lan Petkim’in Aliağa kompleksi, 1985 yılında üretime başladı. Bir yıl sonra
dönemin hükümeti tarafından özelleştirme kapsamı içine alındı; fakat yak-
laşık 20 yıl sonra, yüzde 51 çoğunluk hissesi, Ekim 2007’de Socar-Tur-
cas-Injaz ortaklığına yaklaşık 4 milyar dolara satıldı. Tesislerin kapasitesi
ve modernizasyonu aralıksız sürdürülüyor. Konsorsiyum, ayrıca Petkim

542
arazisi içinde yılda 10 milyon ton ham petrolün işleneceği Star Rafinerisi
inşasını 2018 yılında tamamlamayı planlıyor. Bunların yanında limanını
Türkiye’nin üçüncü büyük konteyner terminali olacak şekilde Petlim adı
altında büyütme çalışmalarını sürdürüyor.
Aliağa sanayi için hayati önemde ihtiyaçların başında gelen enerji üre-
timi için 2000 yılından sonra çok yol alındığı görülüyor. Çevreciler tara-
fından engellenen ithal kömüre dayalı termik santralin yerine alternatifler
arayan sanayi çevreleri, zaman içinde doğal gaz ve ardından rüzgâr güç-
lerini devreye soktular. Özellikle, doğal gaz boru hattının Aliağa’ya kadar
ulaşmasından sonra 2003 yılının başında devreye alınan Enka’nın doğal
gaz termik santrali, 1.523 mw gücü ile Türkiye’nin beşinci, İzmir’in en bü-
yük santrali olarak Aliağa sanayisinin enerji ihtiyacınının bir kısmını karşı-
lıyor.
Bu arada, İzdemir’in ithal kömüre dayalı 350 mw kurulu güce sahip
termik santrali, 4 Mayıs 2014 yılında sessiz sedasız üretime başladı.
2016 yılında üretimi toplam 700 mw kurulu güce yükseltecek genişletme
için izinlerin alındığı anlaşılıyor. Bu santral, dışarıya enerji satışında bu-
lunuyor. Bu iki termik santralin dışında Aliağa’daki birçok şirket (ALOSBİ,
Habaş, Petkim, EÜAŞ, Tüpraş v.b) doğal gaz veya fuel oil kullanan sant-
ralleri ile kendi ihtiyaçlarını karşılıyorlar.
Aynı şekilde, bir taraftan Aliağa ilçesi sınırları içinde Samurlu ve Aliağa
rüzgâr enerji santralleri ile çevre ilçelerin sınırları içinde kurulmuş; değişik
şirketlere ait rüzgâr enerji santralleri, Aliağa’nın ihtiyaçları için faaliyette
bulunmakta ve önümüzdeki yıllarda yakın çevrede yeni rüzgâr santralleri-
nin kurulması bekleniyor.
Son yıllarda bir enerji üretim, depolama-dağıtım merkezine dönüşen,
tüm ulaşım olanaklarının odağında bulunan Aliağa, lojistikte gelecekte
adından çok söz ettireceğe benziyor. Aliağa’nın geçmiş hikâyesi; Aliağa
Organize Sanayi Bölgesi, Deniz Ticareti, Çandarlı Kuzey Ege limanı pro-
jeleri, Star Rafinerisi, Petkim, Tüpraş ve diğer irili ufaklı yüzlerce kuruluş-
ları ile bu şehrin gelecekte sanayi ve ticarette önemli bir üs olacağını gös-
teriyor. Öte yandan bölgedeki antik kentlerin varlığı, deniz, güneş, doğal
olanaklarıyla turizm protansiyelini geliştireceğinin işaretleri var.
Cumhuriyetin 100. yılı yaklaşırken “insanlarının mutlu, huzurlu, refah
ve barış içinde, sağlıklı ve kirlenmemiş bir çevrede yaşadığı; kaliteli ve
yüksek standartlarda bir üretimin ve emeğin değerini bulduğu bir Aliağa”
dileğiyle bu kitabı geleceğe bırakıyoruz.

543
544
Bibliyografya ve Kısaltmalar

545
546
Modern yazarlar

Ager 1996 Ager S.L., Interstate Arbitrations in the Greek


World, 337-90 B.C. (Berkeley, 1996).
Ağır Mustafa Sanayide Büyüyen ve Gelişen Kent Aliağa,
(İzmir 1988).
Ahrweiler 1965 Helen Ahrweiler, L’Histoire et la Géographie
de la Région de Smyrne entre les deux
occupations turques (1081-1317), Travaux et
Mémoires 1 (1965), 1-204.
Anatolian Collection of Charles University Kyme I, ed. By Bouzek. J. Charles University,
(Prague 1974).
Akurgal 1956 Akurgal Ekrem, Les Fouilles de Phocée et les
sondages de Kyme, Anatolia 1, 1956, 1-11.
Allen 1983 Allen R.E., Attalid Kingdom: A Constitutional
History, (Oxford 1983).
Arıkan 2017 Arıkan Zeki, Phokaia II Tarihsel Süreç içinde
Foça, Şap Ticaretinden Tuz Ticaretine, (İstanbul,
2017)
Arundell F.V.J. Discoveries in Asia Minor, Vol. II,
(London 1834).
Austin 2006 Austin M.M., The Hellenistic World from
Alexander to the Roman Conquest: A Selection
of Ancients Sources in Translation, (Cambridge
2006).
Bean 1995 Bean E. George, Eski Çağda Ege Bölgesi,
Çev. İnci Delemen, (İstanbul 1995).
Beldiceanu-Steinherr-Ganchou 2006 Beldicianou-Steinherr I, Ganchou T., Tarhaniyat
/Menemen, de Byzans à L’Empire
Ottoman, Turcica 38, 2006, 47-122.
Bilgi Nejdet 1834-1835 yıllarında Saruhan Sancağı’nda
Nüfus, Manisa Dergisi, Mayıs 1997, Sayı 13.
Boeahlau J. - Schefold K. Larisa am Hermos I-3, Die Ergebnisse der
Ausgrabungen 1902 -1934, (Berlin - Stockholm
1940-1942).
Bouzek J. De templo Isidi Cymaeo, ZJKF XXVI, 1984.
Braudel Fernand, II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz
Dünyası 1, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay,
İmge Kitabevi, (Ankara 1993).
Bray John, Gallienus, A Study in Reformist and Sexual
Politics, (Kent Town, 1997).
Briant 1985 Briant Pierre, Dons de terres et de ville. L’Asie
mineure dans le conteste achéménide, Revue
des Etudes Anciennes 87 (1985), 53-71.

547
Bryce Trevor The Kingdom of The Hittites, (Oxford 1998).
Cadoux 1938 Cadoux C.J., Ancient Smyrna: a history of a city
from the earliest times to 324 A.D. (Oxford
1938).
Caymaz 2006 Caymaz Tayfun, Aliağa Helvacıköy Bölgesinde
Bir Neolitik Yerleşim: Arap Tepe, Arkeoloji
Dergisi VIII (2006/2), 1-13.
Chandler Richard Travels in Asia Minor 1764-1765, (London 1971).
Chateubriand François René De Itinéraire de Paris à Jerusalem, (Tours 1811).
Conze 1910 Conze A., Eine Griechische Stadt, Jahrbuch
des Kaiserlich Deutschen Archaologischen
Instıtuts XXV (1910) 1-8.
Culerrier Pascal Les έvêchέs suffragants d’Ephèse aux 5e-13e
siècles, Revue des έtudes byzantines, Sayı 45,
1987, 139-164.
Dallaway James Constantinople Ancient and Modern with
Excursions to the Shores and Islands of
Archipelago and to the Troad, (London 1797).
Daybelge 2012 Daybelge U., Bilimin İlk Kitabı (İstanbul 2012).
Debord 1999 Debord P., L’Asie mineure au IVe siέcle (412-
323 a.C.) Pouvoirs et jeux politiques (Bordeaux
1999).
Di Giovanni Vincenzo Aspect of fine ware consumption in Aeolic
Kyme (I-VI A.D), Late Hellenistic to Mediaeval
fine wares of the Aegean Coast of Anatolia,
Their production, imitation and use, (edite par
Henryk Meyza) (Varsovie 2014), 71-80.
Doğer 1998 Doğer Ersin, İlk İskânlardan Yunan İşgaline
Kadar Menemen ya da Tarhaniyat Tarihi, Sergi
Yayınevi, (İzmir 1998).
Doğer 1995 Helvacıköy - Höyücek’de Bulunmuş Kazıma
Figürlü Bir Stel, Arkeoloji Dergisi III (1995), 51-59.
Doğer 2006 Doğer Ersin, İzmir’in Smyrnası, İletişim Yayınları,
(İstanbul 2006).
Doğer Ersin Bilmece Antik Kentler I, Aiolis Şiirleri ve
Meraklısına Notlar, Ege Yayınları (İstanbul
2010).
Doğer Ersin - Gezgin İsmail Aiolis’de Bir Anıt, Arkeoloji Dergisi IV, 1996,
(E.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları), 169-174.)
Doğer Ersin İzmir Kent Ansiklopedisi, Arkeoloji, (İzmir
2014).
Doğer Ersin - Sezgin Yusuf Terebinth and Terebinth Oil Production in the
Ancient Period, Antikçağ’da Doğu Akdeniz’de
Zeytinyağı ve Şarap Üretimi, Uluslararası
Sempozyum Bildirileri, (İzmir 2015).
Dörner 1972 Dörner F.K., Pitane, Der Kleine Pauly IV
(1972), 872. auly
Driehaus 1957 Driehaus J. Prahistorische Siedlung in der
unteren Kaikosebene und an dem Golfe von
Çandarlı, İstanbuler Mitteilungen 7 (1957), 76-101.

548
Dukas Mikhael Tarih, Çev. Bilge Umar, Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, (İstanbul 2008).
Emecen 1989 Emecen M. Feridun, XVI. Asırda Manisa Kazası,
Türk Tarih Kurumu Yayınları (Ankara, 1989).
Engelmann 1976 Engelmann H., Die Inschriften von Kyme, Band
5, Inschriften Griechischer StadteAus Kleinasien,
Bonn 1976).
Erdoğdu-Bıyık 2014 Erdoğdu Akif M.- Bıyık Ömer, Defter-i Evkaf-ı
Liva-i Saruhan, (Ankara 2014).
Erkanal Armağan 1993 Panaztepe Kazıları Sonuçları, XVI. Kazı
Sonuçları Toplantısı I (Ankara 1995) , 281-285.
Erkanal Armağan Menemen Panaztepe kazısı raporu, 2006-
2007, Türk Tarih Kurumu Sitesi.
Erkanal Armağan - Çınardalı Nazlı, Panaztepe 2010 yılı Kazı Çalışmaları, 33. Yıl
Kazı Sonuçları, (Ankara 2011), 419-440.
Erkol Nevzat İlk Adım, Yöremizde Eğitim-Öğretim
Çalışmaları, Yolumuz Aylık Dergi, Yıl 1, Sayı
1, (Mayıs-Haziran 2002), Aliağa Atatürk
İlkokulu Yayını, 4-9.
Erkol Nevzat Atatürk İlkokulu’nun Tarihçesi, Notlar,
(yayınlanmamış notlar), 1997.
Ervacı H. Mustafa Saruhan-Aydın Beylikleri Arasındaki
Münasebetler, Aydınoğulları Tarihi,
Uluslararası Batı Anadolu Beylikleri Tarih Kültür
ve Medeniyeti Sempozyumu 1, (Ankara 2013),
125-140.
Farlane Mc Charles Seyahat-Yüz Sene Evvel, (çev. Ali Rıza Seyfi),
Halka Doğru Mecmuası 1 (1 Şubat 1919), 13-
16; 2 (15 Şubat 1919), 15-16; 3 (1 Mart 1919)
14-16.
Fontrier A.M. Le Monastère de Lembos, Bulletin
Correspondance Hellenique16 (1892), 402-407.
French 1969 French David, Prehistoric Sites in Northwest
Anatolia II. The Balıkesir and Akhisar/Manisa
Areas, Anatolian Studies 19 (1969), 41-98.
Goffman 1995 Goffman Daniel, İzmir ve Levanten Dünya
(1550-1650), Tarih Vakfı Yurt Yayınları (İstanbul
1995).
Gökçen İbrahim XVI. ve XVII. Asırlarda Saruhan Zaviye ve
Yatırları, (İstanbul 1946).
Gökçen 1950 Gökçen İbrahim, Saruhan’da Yörük ve
Türkmenler, (İstanbul 1950).
Gönüllü Ali Rıza Osmanlı Devleti’nin son döneminde yol
vergisi, Selçuk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, No.10115, 2011, 289-330.
Graf Fritz Les bois sacrés, Bois sacrés et oracles en
Asie Mineure, Actes du Colloque International
(Naples 1989), Publications du Centre Jean
Bérard, (Paris 1993).

549
Gurney O.R. The Hittites, (New York, London 1990),
Hansen 1971 Hansen E.V., The Attalid of Pergamon, (London
1971).
Haykıran Kemal Ramazan Aydınoğulları Beyliği’nin son beyi Cüneyd Bey
ve beyliğin yıkılışından sonra Aydınoğlu
soyunun durumu, Aydınoğulları Tarihi,
Uluslararası Batı Anadolu Beylikleri Tarih Kültür
ve Medeniyeti Sempozyumu I, TTK, (Ankara
2013).
Hawkins J. D. Tarkasnawa, King of Mira:Tarkondemos,
Boğazköy Sealing and Karabel, Anatolian
Studies 48, 1998, 1-32.
Head 1911 Head B.V., Historia Numarum: A Manual of
Greek Numismatics (Oxford 1911).
Heinle M. Eine historische Landeskunde der Aiolis, Byzas
20 (?2015)
Imhoof-Blumer Monnaies Grecques, (Berlin 1883).
İnalcık Halil Çiftliklerin Doğuşu: Devlet, Toprak Sahibi ve
Kiracılar, Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve
Ticari Tarım (Editörler; Çağlar Keyder, Faruk
Tabak), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, (İstanbul
1998).
İnalcık Halil Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal
Tarihi I (1300-1600), Eren Yayıncılık
Karal Enver Ziya Osmanlı Tarihi VIII, Birinci Meşrutiyet ve İstibdat
Devirleri (1867-1907).
Keil-Premerstein 1908 Keil J.-von Premerstein A., Bericht über eine
reise in Lydien und Südlichen Aiolis (Wien
1908)
Kent ve Seyyah Evliya Çelebi’nin Gözüyle İzmir ve Çevresi I,
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin İzmir Kısmının
Transkripsiyonlu ve sadeleştirilmiş metni (Editör:
Metin Ekici-Turan Gökçe), (İzmir 2013).
Korkmaz-Gürman 2011 Korkmaz Erdal-Gürman Beyhan, İzmir ili,
Aliağa ilçesi, Bozköy Biçerova Mevkisi Kyme
Antik Kenti Doğusu Sur Dışı yapıları ve Doğu
Nekropolü Kurtarma Kazısı, 20. Müze
Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları Sempozyumu
25-29 Nisan 2011 Bodrum, 71-95.
Koşay Hamit Zübeyr - Orgun E. Zarif -
Bayram Sadi - Tan Erdoğan Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti
Çağlarında Türk Kazı Tarihi Cilt III, Türk Tarih
Kurumu, (Ankara 2013).
Knoblauch 1974 Knoblauch P., Eine topographische Aufnahme
des Stadgebiets von Kyme in der Aiolis,
Archeologischer Anzeiger 1974, 285 vd.
Kütükoğlu S. Mübahat, 1826 düzenlemesinden sonra İzmir İstihsab
Nezareti, İzmir Tarihinden Kesitler, (İzmir
2000).
Kütükoğlu S. Mübahat İzmir İhtisabı Muhasebeleri, İzmir Tarihinden
Kesitler, (İzmir 2000).

550
Kütükoğlu S. Mübahat, Yunan İsyanı sırasında Anadolu ve Adalar
Rumlarının tutumları ve sonuçları, Türk Yunan
İlişkileri, Üçüncü Askeri Tarih Semineri, (Ankara
1986).
Lagona 1994 Lagona Sebastiana, Aiolis Kymesi, Aslantepe,
Hierapolis, İasos, Kyme, Türkiye’deki İtalyan
Kazıları, (Ankara, 1994).
Lambrianides v.d. 1996 Lambrianides K.-Spencer N.- Vardar S.-
Gümüş H., The Madra Çay Delta Archaeological
Project, First Preliminary Report:
Geomorphological Survey and Borehole
Sampling of the Altınova Coastal Plain on the
Aegean Coast of Northwest Turkey, Anatolian
Studies 46 (1996) 167-200.
Latacz J. Homeros, Batının İlk Ozanı, (çev. D. Çalış Sazcı)
(İstanbul 2001).
Leaf 1923 Leaf W., Strabo on the Troad: Book XIII, Cap. I.
(Cambridge 1923).
Lemerle P. L’Emirat d’Aydın, Byzance et Occident, (Paris,
1957).
Malay Hasan Three Decret from Kyme, Epigraphica
Anatolica 2, 1983, 1-20, Tafel 1-6.)
Malay 1992 Malay Hasan, Hellenistik Devirde Pergamon ve
Aristonikos Ayaklanması, (İzmir 1992).
Malay 2007a Malay Hasan, Kallipatrai, a chorion in Aiolis,
Epigraphica Anatolica 40 (2007), 13-15.
Melchert H.G. (ed.) The Luwians, Brill Academic Publishers
(Boston 2003).
Mellart James Anatolia c. 2300-1750 B. C., The Cambridge
Ancient History vol. I, part. II (1971), 681 - 685.
Meriç Recep 1984 yılı İzmir ve Manisa İlleri Yüzey
Araştırmaları, III. Araştırma Sonuçları
Toplantısı, (Ankara 1985), 199.
Meriç 1986 Meriç Recep, 1984 yılı İzmir ve Manisa İlleri
Yüzey Araştırmaları, Araştırma Sonuçları
Toplantısı III, 1985, 199-208.
Miltner H. - Böhlau J. Eski İzmir (Navluhon-Tantalis) ve Larisa Şehirleri
Harabeleri, (Larisa hafriyatı hakkında rapor),
(İzmir 1934).
Nagata 1979 Nagata Yugo, Tarihte Âyânlar, Karaosmanoğulları
Üzerinde Bir İnceleme, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, (Ankara, 1997).
Orhonlu Cengiz Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı,
(İstanbul 1987).
Ortaç Hilal Batı Anadolu’da Bir Büyük Toprak Sahibi
Levanten: Baltacı Manolaki, Tarih İncelemeleri
Dergisi XXV.1, 2010, 319-336.).
Ostrogorsky 1981 Ostrogorsky G., Bizans Devleti Tarihi, Çeviren
F. Işıltan) (Ankara 1981).

551
Özbal Hadi, Thıssen Laurens,
Doğan Turhan, Gerrıtsen Fokke,
Özbal Rana, Türkekul-Bıyık Ayla, Neolitik Batı Anadolu ve Marmara Yerleşimleri
Çanak Çömleklerinde Organik Kalıntı Analizleri,
28. Arkeometri Sonuçları Toplantısı, Çorum,
105-114.
Özengin Oktay Oktay Özengin ile Menemen Tarihi, (İzmir
2011).
Panzac Daniel La Peste dans l’Empire Ottoman 1700-1850,
(Leuven 1985).
Petzl 1987 Petzl G., Die Inschriften von Smyrna, Teil II.1
(Bonn 1987).
Pottier E.- Reinach S. La Nécropole de Myrina, (Paris, 1887).
Pullan R. P. The Principal Ruins of Asia Minor, (London
1865).
Ragone Guiseppe Il tempio di Apollo Gryneios in Eolide.
Testimonianze antiquarie, fonti antiche, elementi
per la ricerca topografica, Studi Ellenistici III.
(Pise 1990).
Ramsay 1881 Ramsay W.M., Contributions to the History of
Southern Aiolis, Journal Hellenic of Studies 2,
1881.
Reinach Salomon Hamdi Bey, Revue Archeologique I, 1910.
Rubinstein 2004 Rubinstein L. Aiolis and South-western Mysia,
An Inventory of Archaic and Classical Poleis. An
Investigation Conducted by the Copenhagen
Polis Centre for the Danish National Research
Foundation. Ed.: M. H. Hansen-T. H. Nielsen
(Oxford 2004), 1033-1052.
Sağlamtimur Haluk Ege Gübre Neolitik Yerleşimi, Anadolu’da
Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya Yayılımı,
Türkiye’de Neolitik Dönem, Yeni Kazılar, Yeni
Bulgular, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, (İstanbul
2007), 373-376.
Sağlamtimur Haluk Environmental Factors in the Neolithic
Settlement of Ege Gübre, Beginnings - New
Research in the Appearance of the Neolithic
between Northwest Anatolia and the Carpathian
Basin (Editor Raiko Krauß), Menschen - Kulturen
- Traditionen; ForschungsCluster 1, Bd. 1,
(Leidorf, 2011), 77-82.
Sağlamtimur Haluk The Neolithic Settlement of Ege Gübre, The
Neolithic in Turkey, New Excavations & New
Research, (Ed. M. Özdoğan, N. Başgelen, P.
Kuniholm), (İstanbul 2012), 197-225.
Sağlamtimur H.- Ozan A. Ege Gübre Neolitik Yerleşimi, (Ed. A.
Çilingiroğlu, Z. Mercangöz, G. Polat), Ege
Üniversitesi Arkeoloji Kazıları, (İzmir 2012), 95-
114.
Haluk Sağlamtimur - A. Ozan Ege Gübre Neolitik Yerleşiminin Paleocoğrafya
Özellikleri ve Gelişimi, Prof. Dr. İlhan Kayan‘a
Armağan, (Ed. Ertuğ Öner), E.Ü. Basımevi,
(İzmir 2013), 587-597.

552
Savalli-Lestrade 1992 Savalli-Lestrade L., Eumène (1er) et l’ekpansion
de Pergame: à propos de IG XII Suppl. No
142, Revue des Etudes Grecques 105 81992),
221-230.
Sayce 1882 Sayce A.H., Explorations in Aiolis, Journal
Hellenic of Studies 3, 1882, 218-227.
Schuchardt Carl - Bohn Richard Altertumer von Aegae, (Berlin, 1887).
Schuchhardt 1912 Schuchhardt C., Historische Topographie der
Landschaft, Altertumer von Pergamon VI: Stadt
und Landschaft. (ed. A. Conze v.d.) (Berlin
1912), 61-143.
Serçe Erkan Aydın Vilayeti Salname ve İstatistiklerinde
Foçateyn Kazası, Foça Üzerine Yazılar, (İzmir,
1998), 13-22.
Sotiriyou Dido Benden Selam Söyle Anadolu’ya, Çev. Atilla
Tokatlı, Alan Yayıncılık, (İstanbul, 1996).
Stauber 1996 Stauber J., Die Bucht von Adramytteion I-II,
Inschriften griechischer Stadte aus Kleinasien
50-51, (Bonn 1996).
Süel Aygül Tarhunnaradu-Tarhundaradu in Ortaköy
Texts, Preceedings of the Eight International
Congress of Hititology.
Şaşmaz 2001 Şaşmaz Musa, Türkiye’nin İdari Taksimatı
(1920-2013), XI. Cilt, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, (Ankara, 2014). 115-116.
Şenyürek Muzaffer ve diğerleri Larisa Civarında Höyücek’de Yapılan Sondaj,
Belleten 14 (1950), 487-504.
Taşdemir Latif Atatürk’ün İzmir Ziyaretleri ve Kaynakçalı
Kronolojisi, http://atailkuyg.ege.edu.tr/files/
l_d-ata_izmir.pdf.
Taşkın Sefa Luviya, Batı Anadolu ve Ege’nin İÖ 2.binyıl
Tarihi’ne Yeni Bir Bakış, Arkeoege yayınları,
(İstanbul 2016)
TAY IV Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri İlk Tunç 4 (Savaş
Harmankaya-Burçin Erdoğdu) (İstanbul 2002).
Texier Charles Description de l’Asie Mineur, faite par ordre du
Gouvernement Français de 1833 à 1837, (Paris
1838).
Texier Ch. - Pullan R. P. The Principal Ruins of Asia Minor, (Londra
1865).
Tine ve Treverso 2004 S. Tine, A. Traverso, Çakmaklı Tepe: An
Ancient Neolithic Village in the Aegean
Coastland of Northwestern Turkey, The
Neolithic in the Near East and Europe Section
9, (Ed. Ivan Jadin-Anne Hauzeur), BAR
International Series 1303, 2004, 53-57.
Tınal Melih Atatürk’ün İzmir Ziyaretleri ve vefatının
İzmir’deki yankıları, 2008, http://web.deu.edu.tr
/ataturkilkeleri/ai/uplaoded_files/file/dergi2016
-17/2_Melih_Tınal

553
Tozan M. İzmir Kent Ansiklopedisi, Arkeoloji, (İzmir 2014).
Turan 1990 Turan Şerafettin, Türkiye İtalya İlişkileri I;
Selçuklular’dan Bizans’ın Sona Erişine, Metis
Yayınları, (İstanbul 1990).
Turner William Journal of a Tour in the Levant, Vol. III, (London
1820).
Tutsak Sadiye İzmir’de Eğitim ve Eğitimciler (1850-1950),
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, (Ankara
2002).
Türk İstiklal Harbi Büyük Taarruzda Takip Harekâtı, 2 Cilt, Batı
Cephesi 6. Kısım 3. Kitap, Genelkurmay Basım
Evi, (Ankara 1995).
Uluçay M. Çağatay XVII. Yüzyılda Ziraat, Ticaret ve Esnaf Teşkilatı,
(İstanbul 1942).
Uluçay M. Çağatay Saruhanoğulları ve eserlerine dair vesikalar
(773.H-1220 H), (İstanbul 1940).
Uluçay M. Çağatay Saruhanoğulları ve eserlerine dair vesikalar II,
(İstanbul 1946).
Uluçay M. Çağatay Saruhanoğulları, İslam Ansiklopedisi, Cilt 10,
239-244.
Uluçay 1955 Uluçay M. Çağatay, 17. Asırda Saruhan’da
Eşkiyalık ve Halk Hareketleri, (İstanbul 1955)
Uluçay 1959 Uluçay M. Çağatay, 18. ve 19. Yüzyıllarda
Saruhan’da Eşkiyalık ve Halk Hareketleri,
(İstanbul 1959)
Uluçay Çağatay- Gökçen İbrahim Manisa Tarihi, (İstanbul 1939).
Uran Hilmi Hatıralarım, (Ankara 1959)
Uzunçarşılı İ. Hakkı Anadolu Beylikleri, Ak Koyunlu ve Kara Koyunlu
devleti, TTK Yayınları, (Ankara 1984), 84-91.
Verger 2010 Verger Stephane, Aiolis Kenti Myrina, Kent ve
Arazisini sistematik araştırma programı, (Paris
2010)
Yetkin Sabri Ege’de Eşkiyalık ve Eşkiyalar, Tarih Araştırmaları
Vakfı Yayınları, (İstanbul 1997).
Yıldırım 2001 Yıldırım Cevat, Güzelhisar, Aliağa Çevresi İle
Birlikte, (İzmir 2001).
Yıldırım 2009 Yıldırım Cevat, Aliağa, Cumhuriyet Dönemi,
(İzmir 2009).
Yılmaz Fikret XVI. Yüzyılda Edremit Kazası (Yayınlanmamış
doktora tezi), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, (İzmir 1995).
Yılmaz Serap Foça’nın Bölge Tarihindeki Yeri (18. Yüzyıl),
Geçmişten Günümüze Foça Uluslararası
Sempozyumu 23-25 Ağustos 1996, (Ankara
1997).
Yücel Y. - Sevim A. Türkiye Tarihi 4, (Ankara 1992).
Wroth 1982 Wroth W., Cataloque of the Greek coins of
Troas, Aeolis and Lesbos, (1982).

554
Antik kaynaklar
Agathias Anthologie Palatina IX
Anna Komnena Alexiad, Çev. Bilge Umar, (İstanbul 1996).
Anthologie Palatine Anthologie Grecques, ed. Et trad. Pierre Waltz, Paris,
Les Belles Lettres, Livre I_XV, (1929).
Appianus Syrian wars (The foreign wars), ed. L. Mendelssohn,
(Leipzig 1879).
Appianos Mithridateios: Appian, The Foreign Wars, İng. Çev.
Horace White), The Macmillan Company, (Leipzig
1899).
Arrianus, Anabasis. Flavii Arriani Anabasis Alxandri (Ed. A. G. Ross) (Leipzig
1907).
Aristoteles FHG II Fragmenta Historicorum Graecorum II, Rose.
Diodoros, Bibliotheke Diodoros Siculus, Bibliotheke (Bibliotheke Historike),
Library of History XII. Ed ve İng çev F.R. Walton (London
1967).
Diogenes Laertios Bioi: (Bioi kai Gnomai ton Eudokimon Philosophon).
Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve
Öğretileri. Çev. C. Şentuna (İstanbul 2003).
Ephoros, FHG Fragmenta Historicorum Graecorum I.
Eusebios Chronik des Hieronymus: Eusebios, Kilise Tarihi, Çev.
Furkan Akderin, (İstanbul 2011).
FGH Müller C.- Müller T., Fragmenta Historicorum Graecorum,
(1841-1870).
Galenos Opera Omnia: Claudii Galeni Opera Omnia I_XX. Ed.
K.G. Kühn (Leipzig 1821-1833).
Hellanikos, FHG Müller C.- Müller T., (ed.) Fragmenta historicorum
Graecorum, (1841-1870).
Heraclides Fragmente Historicum Graecum (ed. C.C. Müller) (Paris
1841-1870).
Heraclides, Politeiai Heraklides Lembos, Epitomes of Aristotle’s Politeiai, The
Oxford Classical Dictionary.
Herodotos, Historiai Herodot Tarihi, Çev. M. Ökmen, Remzi Kitabevi, (İstanbul
1973).
Hesiodos Hesiodos Eseri ve Kaynakları, İşler ve Günler ve
Theogonia, Çev. Sebahattin Eyüboğlu- A. Erhat, T.T.K.
Yayınları, (Ankara 1977).
Hieroclis Synecdemus, by Parthey, Berlin, 1866; by Teubner,
(Leipzig 1893)
Ksenophon Anabasis, Ed. İng. Çev. C.L. Browson (London 1922).
Ksenophon Hellenika (Yunan Tarihi), Çev. Bilge Umar, Sergi
Yayınevi, (İzmir 1984).
Ksenophon Kyroupaidia, (Trans. Walter Miller), Harward University
Press, Loeb Classical Library, (London 1983).
Livius ab Urbe Condita: Livy, From the Founding of the City
I-XIII. Ed. ve İng. çeviri B. O. Foster v.d. (London 1919-
1959).
MM. IV: Miklosich F. _ Müller M., Acta et diplomata graeca
mediiaevi sacra et profana. Vol I-VI, (Viennna 1860-
1890).

555
Nikolaos Damaskos Fragmen.Gr.Hist: Fragmente Historicum Graecum (ed.
C.C. Müller) (Paris 1841-1870).
Notitiae Episcopatuum otitiae Episcopatuum Ecclesiae Constantinopolitanae.
N
Ed. J. Darrouzès (Paris 1981).
OGIS rientis Graeci Inscriptiones Selectae I-II. Ed. W.
O
Dittenberger. (Leipzig 1903-1905).
Orosius, Historiarum
Pakhymere Georges Pakymeres, De Michele et Andronico
Paleologis libri tredecim.
Pausanias Periegesis (Periegesis tes Hellados): Pausanias,
Description of Greece I-V. ed. ve İng çev. W.H.S. Jones
v.d. (London 1918-1935).
Philogelos Hierocles
et Philagrii facetiae ed. Alfred Eberhard, Berlin 1869 (H. Ebeling und C.
Plahn); İngilizce çevirisi için bkz. R.D. Dawe, Philogelos
Philagrius Hierocles, London 2000 (Walter De Gruyter).
Söz konusu metin Dr. Murat Tozan tarafından dilimize
çevrilmiştir.
Plinius Naturalis Historia: (Natural History) I-XXXVII, Loeb
Classical Library, (London 1971-1989).
Plutarkhos Themistokles: Plutarkhos, Bioi Parallelloi, Plutarch, Lives
I-XI Ed. ve İng. Çev. M. Perin (London 1914-1926).
Plutarkhos Lucullus: Plutarckhos, Bioi Paraleloi: Plutarch, Lives I-XI.
Ed. Ve İng. Çev. M. Perin. (London 1914-1926).
Pollux Onomasticon Julius Pollux, Onomasticon, https://archive.org/
etails/onomasticon01polluoft.
d
Polyaenus Strategemata: Polyaenus, Stratagems, İng. Çev. R.
Sheperd, 1793, www.attalus.org/info/polyaneus.html
Polybios Historiai: Polybius, The Histories, I-VI. Ed. ve İng. Çev.
W.R. Paton, (London 1922-1927).
Pseudo Herodotos Vita Homerii: T.W. Allen, Homeri Opera, Tomus V.
(Oxford 1912).
Pseudo-Plutarkhos Peri Potamon: Pseudo Plutarch, Above rivers and
mountains things found in them. Çev. T. M. Banchich v.d.
(New York 2010).
Pseudo-Skylaks Periplous: Geographi Graeci Minores I. ed. K. Müller
(Paris 1855, 16-96.
Ptolemaios Geografika Hyphegesis: Claudii Ptolemei Geographia
I-III, Ed. C.F.A. Nobbe, 1843-1845.
Stephanos Byzantion Ethnika: Stephani Byzantii ethnicorum quae supersunt.
Ed. A. Meinike (Berlin 1849).
Strabon Geographika: Strabo, Geography I-VIII. Ed. İng. Çev.:
H.L. Jones, (London 1917-1932). Türkçe çeviren:
Strabon, Geographika, Çev. A. Pekman (İstanbul 1987).
Tacitus Annales: Tacitus, Histories-Annales II-V. İng. Çev. C. H.
Moore-J. Jackson (London 1925-1937).
Thukydides Thucydides, History of the Peloponnesian War, (Ed.
Thomas Hobbes) (London 1843).
Vergilius Aeneis Vergilius, Aeneis, Çev. T. Uzel. (Ankara 1998).

556
Osmanlı dönemi eserleri ve belgeleri
Aşıkpaşaoğlu: Aşıkpaşaoğlu Ahmed Aşiki, Tevarih-i Ali Osman, (İstanbul, 1949).

ATASE Arşivi: Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Daire Başkanlığı Arşivi.

Aydın Vilayeti Salnamesi, (1311/1893).

Ebu Abdullah Muhammed İbn Battûta Tanci, İbni Battûta Seyahatnâmesi I, 427
(Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000).

Enveri, Düsturname-i Enveri, (yayınlayan Mükrimin Halil Yinanç), (İstanbul, 1929).

Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihan-Nüma, (Neşri Tarihi I cilt), (Ankara, 1987).

Osmanlı Devlet Salnamesi, 1285 (1868), Def’a 23, 179-180.

DH. MUİ. : Dâhiliye Mühimme

Mad.d 18181: 18181 Numaralı Saruhan Livası Tımar İcmal Defteri (1064/1650).

TT 152: 152 Numaralı Saruhan Livası Tımar İcmal Defteri (?/1487).

TT 165: 165 Numaralı Saruhan Livası Mufassal Defteri (937/1530).

TT 166: 166 Numaralı Muhâsebe-I Vilâyet-i Anadolu Defteri (937/1530), (Ankara 1995).

TK 115: 115 Numaralı Saruhan Livası Tımar Mufassal Defteri (?/1575).

TK 125: 125 Numaralı Saruhan Livası Tımar İcmal Defteri (yaklaşık 1600 yılı).

TT 398: 398 Numaralı Saruhan Livası Vakıf Defteri (937/1530).

TD 544: 544 Numaralı Defter-i Evkaf-ı Liva-i Saruhan (Hazırlayan: Erdoğdu Akif M.-
Bıyık Ömer) (Ankara 2014).

BOA: Başbakanlık Osmanlı Arşivi

BOA Temettü’at Defteri no.2021

BOA Temettu’at Defteri no.2028 (18-6/2)

BOA. İ.AZN : Başbakanlık Osmanlı Arşivi. İrade. Azınlıklar

1333 senesi Tevellüdat ve Vefayat İstatistiği, (Hazırlayan Dr. Erkan Serçe),


(Akademi Yayınevi, 1998).

557
Kaynak olarak yararlanılan gazeteler
Ahenk

A. Ekspres

Anadolu

Cumhuriyet

Demokrat Aliağa

Demokrat İzmir

Ekspres

Gazete Ege

Günaydın

Günaydın Aliağa

Hergün

Hizmet

Hürriyet

Köylü

Menemen Ant

Milliyet

Tercüman

Türkiye

Yeni Asır

Yeni Vizyon

Zaman

558
Kaynak olarak yararlanılan internet referansları
http://www.4yildiz.com.tr
http://www.akdemircelik.com.tr
http://www.aliaga.bel.tr
http://www.alosbi.org.tr
http://www.alto.org.tr/aliaga/aliaga-ekonomi.html
http://www.baticim.com.tr/*page=urunler&sp=lojistik
http://www.cebitas.com.tr
http://www.egecelik.com.tr
http://www.egegubre.com.tr
http://www.egelimlojistik.com
http://www.enkapower.com
http://www.erege.com
http://eski.yerelnet.org.tr/secimler/secim_analizleri1973.
http://eski.yerelnet.org.tr/secimler/il_secim.php?ilid=35&yil=1973&bbb=2470#baskan
http://www.gemisander.com
http://www.gencerholding.com.tr
http://www.greenpeace.org/turkey/Global/turkey/report/2002/1/greenpeace-
gemisoekuemue-raporu.pdf
http://www.gunaydinaliaga.com
http://www.idcliman.com.tr
http://www.izdemir.com.tr
www.kar-demir.com.tr.
http://www.kocaerhadde.com
http://mehmetsakailkokulu.meb.k12.tr
www.ozkandemir.com
http://www.petkim.com.tr
http://www.prestigehoteldonmez.com
http://www.soforlerodasi.org/İcerik/aliaga-soforler-odasi-tarihce.html
http://www.tosyaliholding.com.tr
http://www.tupras.com.tr
http://www.viking.com.tr
http://www.yenivizyon.net
http://www.yerelnet.org.tr/belediyeler/belediyesecimsonucları.php?yıl=
1984&belediyeid=128372
Melih Tınal, Atatürk’ün İzmir Ziyaretleri ve vefatının İzmir’deki yankıları, 2008,
http://web.deu.edu.tr/ataturkilkeleri/ai/uplaoded_files/file/dergi2016-17/2_Melih_Tınal.pdf
Latif Taşdemir, Atatürk’ün İzmir Ziyaretleri ve Kaynakçalı Kronolojisi, http://atailkuyg.ege.
edu.tr/files/l_d-ata_izmir.pdf

559
Sözlü tarih görüşmeleri ve röportajlar

Ali Osman Karatekin tarafından 2015- 2017 yılları arasında yapılan


sözlü tarih görüşmeleri ve röportajlar:
Ayhan Bayrak ile röportaj, 14 Ekim 2015.

Ergin Düzkaya ile röportaj, 27 Ocak 2017.

İrfan Onaran ile röportaj, 16 Ekim 2015.

Mehmet İşlek ile röportaj, 26 Kasım 2015.

Mustafa Öztürk ile röportaj, 8 Şubat 2017

Niyazi Saka ile röportaj, 12 Kasım 2015.

Özer Örnek ile röportaj, Şubat 2017.

Prof. Dr. Zekeriya Aydın’ın yazılı notları. 2015.

Refik Ertem ile röportaj, 21 Aralık 2015.

Salih Karadayı ile röportaj, 27 Ocak 2017.

Veli Öztürk ile röportaj, 6 Şubat 2017.

Yücel Dirik ile röportaj, 21 Ekim 2015.

Zeki Dönmez ile röportaj, 5 Nisan 2016.

560
Dizin

102 Evler : 335


12 Eylül darbesi : 217, 284, 293, 303, 376, 380, 388, 391, 392, 415, 416,
445, 453, 455
14. Piyade Tümeni : 217, 222
2. Süvari Tümeni : 217, 218, 222
27 Mayıs darbesi : 277, 279, 284
4-K kampı : 280
A. Faik Çetin : 410
A. Nuri Özkan : 320
A. Veyries : 189, 190
Abdullah Baştürk : 354
Abdullah Erdal : 373, 488
Abdurrahman Kara : 346
Abdürrezzak köyü : 277
Abidin Candan : 294
Abydos : 101
Açıkhava Tiyatrosu : 494
Ada Çiftlik-i Hümayun : 201
Adagide köyü : 229, 248
Adagüme : 248
Adala : 114, 181
Adalet Partisi (AP) : 281, 291, 292, 293, 315, 316, 342, 343, 344, 345, 347,
352, 372, 374, 376, 379, 383
Adil Sarı : 487
Adil Tangur : 261
Adnan Akınç : 488
Adnan Kaşıkçı : 409
Adnan Menderes : 279
Adnan Saka : 210, 452, 479, 480, 495, 502, 508, 511, 512, 516, 517,
524, 525, 528, 529
Adramyteion : 101
Aelius Aristeides : 95, 96
Agammemnon : 52, 239
Agria : 22
Ağamemnun Ilıcaları : 239
Ağapark : 540
Ahenk gazetesi : 180, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 202,
206, 207, 208, 209, 211, 212, 213, 214, 243
Ahhiyawa : 40, 41, 47, 48, 51
Ahmed Dede köyü : 117, 124, 126, 129, 130, 134, 138, 139, 141, 143,144
Ahmed Dede zaviyesi : 139, 143
Ahmedbab : 124
Ahmet Arlı : 479, 480

561
Ahmet Balcı : 277
Ahmet Bilgin : 376
Ahmet Bircan : 419
Ahmet Cuci : 285, 286
Ahmet Faik Başarıcılar : 407
Ahmet Gencer : 294, 542
Ahmet Hamdi Peynircioğlu : 282, 306
Ahmet Kahraman : 489
Ahmet Karamancı : 364
Ahmet Kasap : 479
Ahmet Özşahin : 493
Ahmet Pak : 343
Ahmet Sezgin : 454
Ahmet Şekerciler : 293
Ahmet Şen : 376
Ahmetbeyli : 81
Ahrweiler H. : 99, 103, 105, 109
Aigai, Aigaia : 13, 17, 19, 52, 55, 68, 74, 75, 78, 84, 85, 86, 94, 97, 98,
188, 191
Aigiroessa : 52, 54, 68, 81
Ainos : 68
Aiol, Aiolis : 13, 23, 52, 53, 54, 56, 58, 62, 69, 71, 73, 74, 75, 76, 78,
80, 81, 83, 84, 85, 87, 91, 93, 94, 96, 97, 98, 104, 169,
170, 177, 188, 190, 191, 192,193, 488
Akça Ağıl korusu : 142
Akça köyü : 146
Akçakmak : 31
Akçe : 124, 126, 127, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136,
138, 139, 140, 141, 142, 144, 145, 149, 155, 156, 157,
159, 165, 168
Akhaioi : 44
Akhalar : 41, 42, 44, 47
Akın Çakmakçı : 397
Akın Gönen : 473
Akın Simav : 381
Akıncalı : 229
Akif Aras : 335
Aksam Bey : 172
Akyıldız Pasajı : 480
Alaybey Tersanesi : 449, 503
Albay Kazım Özalp : 214
Aleksandros, III. : 79, 82, 83, 87
Aleksiad : 100
Aleksios, I. : 101
Aleksios Tarkhaniotes Filantropenos : 103
Alev Akiş : 462, 474
Alexandros Kabalikos : 100
Alexios Komnenos : 100
Algan Hacaloğlu : 494
Algev : 519
Ali Ağa : 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 168, 177, 178, 249
Ali Ağa Cami : 163
Ali Ağa Tavukçuluk Kooperatifi : 249
Ali Çetinkaya : 244

562
Ali Demirel : 210, 261, 262
Ali Demirelli : 374
Ali Dinçer : 415
Ali Güner : 324
Ali Haykır : 263
Ali Karaşan : 315
Ali Kemal Ceylan : 324, 343
Ali Kemer, Buruşuk Ali : 297
Ali Kırlan : 261
Ali Kızılkaya : 493
Ali Nail Kubalı : 450
Ali Naili Erdem : 305, 344
Ali Osman Bodur : 378
Ali Öztürk : 343
Ali Paşa : 111, 172
Ali Rıza Bodur : 483
Ali Rıza Efendi : 209
Ali Rıza Gedik : 293
Ali Rıza Gönüllü : 196
Ali Rıza Kaptan (Çeto) : 314
Ali Rıza Yıldırım : 293, 294
Ali Sarı : 379
Ali Sezen : 246
Ali Şevki Erek : 352
Ali Tama : 530
Ali Toprakdelen : 272
Ali Türel : 504
Ali Yasemin : 428
Aliağa Belediyesi : 17, 252, 277, 299, 311, 313, 318, 371, 372, 383, 392,
429, 433, 442, 452, 462, 467, 470, 486, 491, 493, 494,
498, 499, 505, 506, 511, 515, 530, 531, 535, 540
Aliağa Çiftliği, Ali Ağa Çiftliği : 15, 17, 164, 165, 166, 167, 168, 181, 182, 183, 184, 185,
188, 190, 191, 194, 195, 197, 199, 200, 201, 206, 207,
208, 209, 210, 211, 212, 214, 215, 216, 218, 221, 222,
223, 224, 229, 230, 232, 233, 235, 236, 237, 238, 239,
240, 241, 242, 245, 246, 247, 248
Aliağa İlkokulu : 241, 250, 251, 252, 253, 254, 255, 256, 320
Aliağa İskelesi : 194, 259, 284
Aliağa Körfezi : 23, 191, 415, 423, 431
Aliağa Lisesi : 321, 378, 413, 494
Aliağa Müzesi : 511
Aliağa Plajları : 238, 239, 295, 298, 313, 413
Aliağa Tuzlası : 23, 160, 161, 192, 202, 203, 204, 205, 209, 223,
Aliağaspor : 374, 375, 376, 377, 378, 452, 492, 493
Alim Destanoğlu : 493
Alkibiades : 75, 76
ALOSBİ, Aliağa Organize Sanayi Bölgesi : 511, 512, 543
Alp Oğuz Anadolu Lisesi : 322
Alparslan Dağdelen : 454
Alparslan Türkeş : 453
Alyattes : 69, 70, 71
Amalthiya gazetesi : 201
Amazon, Amazonlar : 47, 87, 178
Amerikan Plajı : 280, 294, 295, 297, 300

563
Anadolu Demir Çelik AŞ : 387
Anadolu gazetesi : 199, 236, 243, 244, 245, 250
Anadolu Selçuklu devleti : 100, 101, 102, 109, 112, 130
Anavatan Partisi, ANAP : 293, 294, 416, 418, 420, 426, 437, 439, 448, 453, 454,
462, 467, 474, 478, 487, 488, 495, 508, 530, 532
Anatolios : 99
Andreolo Cattaneo : 112, 113
Andronikos, II. : 103, 104, 110
Andronikos, III. : 112, 113
Andronikos Komnenos, I. : 101
Andronikos Paleologos : 110, 113
Andronikos Paleologos, II. : 113, 110
Ankara Savaşı : 113, 119
Anna Komnena : 100
Antigonos Monoftalmos : 83
Antiokhos, I. : 84
Antiokhos, III. : 85, 86
Antiokhos Hieraks : 84
Anton Salac, Antuan Çolac, Antuvan Salaç : 230, 232
Antoninus Pius : 94, 95
Adalet Partisi, AP : 281, 291, 292, 293, 315, 316, 342, 343, 344, 345, 347,
352, 372, 374, 376, 379, 383
Apae : 98
Apameia Dinar : 86
Apollon Grynaeus Tapınağı : 96, 126, 178, 179
Apollonis : 94
Arap Çiftliği : 16, 194, 201, 212, 218, 221, 222, 223, 237, 263, 265,
266, 305, 306
Arapçayı Vadisi : 79
Araplar köyü : 262
Arapoğlu İbrahim Ağa : 162
Arapoğlu, Arapoğulları : 161, 162, 163
Araptepe : 28, 269
Ardys : 69, 70
Arginoussai Adaları : 75,76
Arif Akyüz : 580
Arif Balamir, Arif Hoca : 277, 279
Arif Ertuğrul : 229, 246
Arif Tunca : 247
Arif Vural : 287, 493
Aristagoras : 72, 73
Aristidi Paşa : 200
Aristonikos İsyanı : 87, 88, 91
Arka Plaj : 280, 281, 294, 295, 297, 298, 299, 318
Arkadia : 52
Arkhangelos : 105, 115, 120
Arkhelaos : 52
Arkhippe : 92
Armağan Erkanal : 41, 46
Armağan Gülboy : 454, 488, 530
Armutlu : 229, 248
Arnavudlar köyü : 143
Arnavut Cemal : 206
Arnavut Ömer Çavuş : 206

564
Arnavut, Arnavutlar : 206, 224, 236, 283
Arpa Buğday Çukuru : 319
Arsa Ofisi : 395, 413, 428, 429, 512, 520
Artakserkses : 76, 177
Artaphrenes : 73
Arzawa : 40, 44, 46, 47
Asarlıktepe : 57
Asartepe : 80
Asbest : 470
Asım Öztürk : 373
Asil Çelik : 395, 495
Asklepeion : 95, 246
Aslan Burnu : 218
Assa : 46
Assuva : 40
Asur : 43, 189
Asya Eyaleti : 91, 92, 93
Asya Krizi : 519, 520
Aşağı Şakran : 250, 278, 346, 410
Aşağıbeyli köyü : 248
Aşıkpaşaoğlu Ahmed Aşiki : 118
Atakent : 405
Atanaş : 166
ATAŞ Rafinerisi : 349, 382, 385, 387
Atatürk İlkokulu : 247, 253, 255, 260, 280, 287, 320, 342
Atçukuru : 233
Athenagoras : 93
Atilla Yurtçu : 426, 438
Attalos, I. : 84, 85
Attalos, III. : 87, 88
Attalos II. Filadelfos : 86, 87
Attika Delos Deniz Birliği : 74, 75
Augustus : 91, 93, 94
Autophradates : 78
Avârız : 156, 159, 165, 290
Aya Pandelimon Kilisesi : 185, 188
Ayasuluk : 110
Ayazmend : 150
Aycan Güven : 294
Aydın Güçlü : 393, 410, 425
Aydın Güven Gürkan : 483
Aydınoğlu Beyliği : 111, 119
Aydınoğlu Cüneyd Bey : 115, 119, 120, 121,
Aydınoğlu Mehmet Bey : 113
Aydınoğlu Musa Bey : 119
Aydınoğlu Umur Bey : 110, 113, 119
Aydınoğulları : 104, 110, 111, 119
Aydoğdular Cemaati : 130
Aygaz : 285, 321, 381
Aygaz Sokağı : 285, 321
Ayhan Bayrak : 282, 283, 306, 334, 343, 345, 373, 378, 379, 380, 381,
382, 388, 389, 416
Ayhan Özerdem : 449
Aykut Özçörekçi : 417

565
Ayni Hüseyinler : 291
AYPE : 433, 516
Aysel Bayrak : 334, 381
Ayşe Öztürk : 229
Ayvacık köyü : 208
Azaklı : 291
Aziz Gümüş : 483
Aziz Kaya : 488
Azra Erhat : 164

Bademiye : 248
Badger : 327, 330, 333, 338, 339, 340
Bahadır Köyü : 139, 143
Bahattin Aras : 294
Bahçedere köyü : 278
Bahri Karagöz : 370
Bahtiyar Kardeş : 520
Bakırçay : 21, 22, 39, 45, 52, 88, 118, 131, 132, 133, 158, 168,
171, 172, 174, 214, 447, 455, 456, 457, 459, 474, 475, 484
Bakırçay Belediyeler Birliği : 455, 456, 457, 459, 474, 475, 484
Balaban Paşa : 136
Balaban Paşa Camisi : 136
Balabanlı köyü : 156
Balat : 150
Balıkçılar Derneği : 346, 371, 430
Ballı Yunus Efe : 292
Ballıkkayası : 57
Baltacı Çiftliği : 208
Baltacı Edward Bey : 201
Baltazzi : 167, 177, 188, 189, 190, 191, 194, 223, 224, 241, 255,
279, 320
Baltazzi Ailesi : 194, 223, 224, 241, 255
Baltazzi Konağı : 241, 251, 255
Baran İdil : 410
Barış Eroğlu : 540
Basileus : 100
Basri Döner : 325
Basri Oktay : 260, 283
Başöğretmen Cemalettin Bey : 255
Başöğretmen Hasan Tahsin Bey : 255
Bayatlar : 132, 133
Bayraklı : 83
Bayram Bal : 373
Bazarlı : 129, 130, 132, 135, 141, 144
Bedri Şener : 439
Bekir Arı : 452, 493
Bekir Taşköprü : 493
Bekirler Çeşmesi : 33
Bekirler Tepesi : 269
Belen köyü : 184, 243, 245
Belleten : 32, 269

566
Benedetto Zaccaria : 103, 112, 130
Bergama Asfaltı : 34, 277, 298
Bergama Şosesi : 195, 198, 242, 247
Bergama Voyvodası : 159, 161, 162, 163
Bergos köyü : 142, 149
Beriki Tepe : 116
Beşli Köprü : 245
Beydağ : 248
Bezdegüme : 248
Biçerova : 34, 168, 269
Bilal İnal : 224
Birgi : 248
Birinci Plaj : 17, 283, 295, 296, 297, 298, 299, 506
Birol Atalay : 317
Birtan Saka : 493
Bithynia : 84, 86, 87
Bizans : 51, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104,
105, 109, 110, 111, 112, 113, 115,
117, 120, 130, 131, 164, 178, 242
Boğazlı Hasan Ağa : 160
Boiotia : 51
Boykotaj Komisyonu : 209
Bozağıllık Korusu : 142
Bozdağ : 94, 236, 239, 248
Bozgölcük : 176
Bozköy : 34, 159, 160, 168, 182, 196, 201, 235, 250, 257, 260,
268, 269, 271, 292, 413, 419, 525, 534
Bozköy Höyücek : 34, 268, 269, 271, 534
Boztepe : 57, 81
Bölcük : 248
Bölücek : 126, 139
Börceli : 33, 291
Brutus : 93
Burhan Cahit Gündüz : 426
Burhan Özfatura : 476, 498, 499, 500
Burhan Törün : 297
Buruncuk, Buruncuktepe : 40, 41, 42, 46, 47, 54, 77, 80, 84, 98, 175, 193, 195,
292, 337, 351, 366
Bülent Aydın : 452
Bülent Ecevit : 373, 378, 383, 432, 453, 529
Bülent Ulusu : 413, 414, 415
Bünyamin Kurtoğlu : 446
Büyük İskender : 79, 82, 83, 87
Büyük Menderes : 46, 101, 102, 103, 109, 110, 168, 214
Büyükkale : 248
Byzantion : 97

C-Ç

Can Restoran : 247


Canan Ünalan : 530
Cassius : 93
Cassius Dio : 95

567
Catania Üniversitesi : 488, 511
Celal Albayrak : 262
Celal Bayar : 276
Celal Baykan : 294
Celali isyanları : 153, 154, 155, 158
Cemaat-i Yörükan-ı Güzelhisar : 127, 129, 134, 140
Cemal Süer : 334, 335
Cemalettin Aksu : 293, 294
Cemalettin Kayra : 260, 405
Cemil Bilsel : 248
Cemil Karaçorlu : 378
Ceneviz kalesi : 54, 105, 131
Ceneviz kolonisi : 112
Ceneviz, Cenevizliler : 54, 102, 105, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 120,
121, 130, 131
Cengiz Altınkaya : 443, 465
Cengiz Horozoğlu : 486, 529
Cengiz Orhonlu : 184
Cengiz Uysal : 489
Cengiz Ündebeyoğlu : 441
Cengizhan Akyıldız : 493
Cenovalı Benedetto Zaccaria : 103, 112, 130
Cevaplı köyü : 182
Cevat Yıldırım : 17, 163, 210, 211, 213, 224, 229, 245, 261
Cevdet Kunter : 277
Cevdet Sunay : 303
Cevdet Yiğitoğlu : 374
Charles Mc Farlane : 173, 174
Charles Texier : 116, 176, 177, 179
Charles V. : 98
Cihan Selen : 373
Cihat Saka : 286, 452
Constantinus : 97, 98
Corcia Adası : 131
Crassus : 88
Cumae : 68, 175
Cumhur Güney : 529
Cumhuriyet gazetesi : 238, 239, 240, 251, 257, 261, 419
Cumhurluk Vali Kazım Dirik Köprüsü : 245
Cüllahlar köyü : 143
Cüneyd bey : 115, 119, 120, 121
Cyme : 232
Çağatay Uluçay : 111, 119, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161,
162, 163, 165, 171, 181
Çaka Bey : 100, 101, 109
Çakıcıların Evi : 224
Çakıllıdere : 431
Çakmaklı köyü : 31, 54, 216, 221, 222, 223, 250, 348, 395, 397, 413,
427, 428, 442, 461, 462, 489, 490, 491
Çakmaktepe : 269
Çalbahçe köyü : 127, 138, 143, 146, 159, 184
Çalışlı : 229
Çaltılıdere Höyüğü : 28, 34, 42

568
Çaltılıdere köyü : 199, 250, 265, 272, 280, 281, 305, 319, 411, 529, 542
Çamaltı Tuzlası : 81, 88, 202, 203, 204, 205
Çandarlı Kalesi : 121, 172
Çandarlı Kuzey Ege Limanı : 542, 543
Çandarlı, Çandarlı körfezi : 94, 121, 131, 158, 170, 171, 172, 173, 175, 177, 179,
189, 201, 248, 278, 439, 440, 473, 474, 504, 508, 512, 542
Çaparlı Yörükleri : 184
Çarşı Camisi, Çarşı Merkez Camisi : 168, 186, 188, 222, 252, 408
Çatal Kilise köyü : 165
Çatalkaya : 169
Çavuşoğlu : 326, 327, 329, 330, 332
Çayağzı : 218
Çaylı : 248
Çebitaş : 486, 520, 524
Çekirge Afeti : 150, 174, 175, 176, 198, 199, 236
Çelebi Mehmet : 115, 119, 120, 121, 122
Çelebizade Seyyit bey : 200
Çetiliyaka Mevkisi : 80
Çıfıt Kalesi : 116, 121, 131
Çınar Zaviyesi : 165
Çınarlıtepe : 80
Çırpı : 248
Çıtak köyü : 21, 126, 127, 129, 133, 134, 138, 161, 162, 235, 237,
277, 301, 304, 378, 447
Çıtakderesi köyü : 126, 133, 134, 138, 139, 140, 141, 144, 155
Çıtaklı köyü : 127, 129, 161
Çiftçi Malları Koruma Derneği : 255
Çiğli Hava Üssü : 281, 297, 325
Çiğli : 150, 168, 175, 281, 297, 325, 369, 398, 429, 430, 437,
499, 531
Çingene Kalesi : 79
Claudius, II. : 96, 97
Çomaklı köyü, Çomaklu : 124, 127, 129
Çoraklar köyü : 199, 237, 512
Çukur köy : 139, 143, 245
Çukurova Çelik Sanayi AŞ : 415, 424, 484, 486, 516, 517

D. Laelius : 93
Dadbel : 248
Talat Bey : 211, 212
Dalyan : 16, 17, 132, 133, 141, 169, 263
Daniel Goffman : 152, 153
Daniel Panzac : 180
Dareios : 72
Davud Dede köyü : 130, 131, 134, 141, 143
Davudlar köyü : 74, 146, 248
Davut Sezer : 417, 454, 530
Dede köyü : 138
Defter-i Evkaf-ı Liva-i Saruhan : 117, 122, 143, 168
Değirmendere köprüsü : 80

569
Değirmendere köyü : 81
Değirmentepe : 133
Delioğlan : 158
Demir Duman : 320, 454, 487
Demirci : 110, 114, 139, 143, 159, 165, 181
Demirci Çiftliği : 139, 165
Demirci Konağı : 159
Demircioğulları : 138, 144
Demodike : 67, 70
Demokrasi Meydanı : 281, 314
Demokrat İzmir : 265, 294
Demokrat Parti, DP : 257, 260, 267, 277, 279, 280, 285, 294, 316, 376
Demosthenes Baltazzi : 188, 189, 191
Deniz Baykal : 384
Deniz Kavimleri : 48
Deniz ticareti : 31, 69, 87, 92, 543
Deprem : 22, 34, 94, 95, 163, 185, 188, 201, 239, 240, 303, 477,
531, 532
Der Aliyeli Süleyman : 214
Derici Aşireti : 184
Derkyllidas : 75, 77, 78
Derviş İlyas : 138
Derviş Mahmud : 136
Derziler köyü : 122, 129, 134, 135, 144
Deuxippus : 97
Devambez : 232
Devlet Demir Yolları, TCDD : 395, 399, 503, 504, 540
Devlet Güvenlik Mahkemesi, DGM : 354, 358, 359, 360, 378, 384
Devlet Han : 116
Devlet Planlama Teşkilatı, DPT : 395, 397, 429, 432, 512
Devlet Su İşleri, DSİ : 301
Devlid köyü : 129, 141
Dikili : 76, 131, 195, 215, 217, 221, 222, 240, 245, 246, 248,
261, 278, 294, 296, 303, 369, 457, 474
Dikmen İşhanı : 306
Diocletianus : 97, 98
Dionysios : 69
Dionysos Bayramı : 55
DİSK : 353, 354, 358, 359, 360, 361, 362, 372, 376, 378, 381, 463
Divan-ı Harp Mahkemesi : 212
Doğa köy : 242, 243, 245
Doğancan Akyürek : 473, 481, 482
Doğanoğlu : 122, 127, 130, 131, 134, 135, 144
Doğru Yol Partisi, DYP : 293, 294, 416, 453, 454, 462, 473, 474, 478, 487, 488,
495, 528, 530
Doktor Yohan Palavu, Johan Boehlau : 193
Dönmez ailesi, Dönmezler : 246, 257, 258, 282, 313
Dr. Ethem bey : 200
Dr. Hayri Kur : 407, 452
Drama kazası : 224, 229
Demokratik Sol Parti, DSP : 453, 487, 526, 529, 530
Dukas : 103, 105, 106, 111, 112, 115, 120
Dumanlı Dağ : 17, 21, 68, 80, 105, 115, 116, 122, 131, 169, 170, 189,
201, 243, 245, 281, 447

570
Durasanlı : 229
Durmuşlar köyü : 229
Düdüklühavuz : 33
Dündar Bey : 111
Dündar Soyer : 427
Dünya Savaşı, I. : 209, 211, 212, 213, 216, 374

E. Zarif Orgun : 189, 230, 232


Edmond Pottier : 54, 189, 190, 192, 193
Ege Belediyeler Birliği : 459
Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) : 258, 457, 513, 522, 525, 534
Ege Çelik : 443, 489
Ege Ekspres : 304, 319, 351, 352, 354, 356, 363, 364, 365, 366, 367,
382, 383, 384
Ege Gübre : 17, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 348, 386, 399, 486, 516, 517,
532, 534, 542
Ege Orman Vakfı : 525
Eğrigöl : 122, 168, 182
Eğrigölcük : 124, 135, 144
Eğriköy : 159
Eğriler köyü : 126, 129
Ekrem Gökçe : 488
Ekrem Pakdemirli : 421
Ekrem Sarıgöl : 493
Ekrem Toker : 377, 480
Elaia : 19, 79, 86, 88, 94, 96, 98, 99, 105, 133, 170, 171, 177,
179, 188
Elaia Körfezi : 171, 177
Elbirdi Mevkisi : 453
Eldemir : 504
Elefterios Venizelos : 211
Elektrikli Tren : 399, 418, 420, 422, 429, 486, 487, 503, 540
Elif Pınarı köyü : 166
Emek Şenliği, Emek ve Barış Şenliği : 462, 463, 504
Emir Buhari Vakfı : 143, 144
Emiralem : 57, 98, 242, 248
Emirlerhancısızade Refik Bey : 196
Emre Tuncalı : 317
Ender Özer, Mevlüt Ender Özer : 364, 520, 521, 522, 530
Endüstri Meslek Lisesi : 263, 321, 413
Enerji : 307, 334, 336, 337, 345, 346, 349, 350, 352, 360, 361,
384, 400, 409, 437, 440, 441, 460, 461, 462, 465, 473,
475, 476, 477, 478, 487, 508, 515, 524, 528, 529, 543
ENKA : 542, 543
Enver Özdemir : 495
Enver Saatçıgil : 285
Enver Yiğit : 488
Enver Ziya Karal : 185
Ephoros : 62
Erastothenes : 51
Ercan Aras : 294

571
Ercan Küçükkaya : 442
Erdal Aksu : 444
Erdal İnönü : 416, 435
Erdal Saygın : 486
Erdal Sevindik : 293, 294
Erdinç Trav : 512
Erdoğan Çiçekçi : 525
Erdoğan Oytun : 391, 392, 393, 394, 410, 411, 416
Erdoğan Tözge : 354, 356
Ergin Düzkaya : 280, 281, 289, 290, 342, 343, 374, 375, 376, 379, 488,
493, 530
Ergirili Kerim Kahya : 224
Erkaç Korusu : 142
Erkan Erdeniz : 440
Erol Çakır : 424, 485, 515, 516, 521
Erol Narin : 525
Erol Onaran : 378, 454
Erol Yeşilada : 397
Ersin Faralyalı : 473, 474
Ertuğrul Erdin : 470
Ertuğrul Güner : 260, 379, 383
Esat Sert : 315
Esirkökü : 122
Eski Garaj : 247, 317
Esnaf ve Sanatkârlar Odası : 315, 524
Esseyyid Ali Ağa : 161, 163, 165, 168
Esseyyid Hüseyin : 160
Eumenes, I. : 84
Eumenes, II. : 85, 86
Eupator : 92
Eusebios : 51, 68
Evliya Çelebi : 157
Evraniye köyü : 145
Evranova köyü : 145

F.V.J. Arundell : 174, 175, 176


Fahrettin Çetin : 373
Fahrettin Kurt : 460, 461, 465
Fahrettin Örnek : 342, 343, 371
Fahri Alpay : 320
Fahrüddin İlyas bey : 114
Faruk Seçkin : 410
Faruk Yağız : 450, 451, 470
Fata köyü : 248
Fatih Çekirge : 432
Fatih Özbek : 399
Fatih Sultan Mehmet : 106, 111, 121, 122, 124
Fatma Günezer : 229
Fazlı Bölükbaşı : 158
Fazlı Güleç : 239, 251
Fehmi Fidan : 294

572
Fehmi Özalp : 439
Feidon : 68
Fenerli : 229
Feride Özsoy Uçan : 247
Feridun Günay : 405
Feridun M. Emecen : 116
Fernand Braudel : 149
Fethi Sağlam : 294
Fetret Devri : 119
Fevzi Paşa Caddesi : 247, 282, 317, 374
Feyzi Akkaya : 308
Feyzi Özakat Holding : 323
Fıkra : 62, 63, 64, 65, 66, 67
Fıstık köy : 248
Fidanlı köyü : 155
Fikret Yılmaz : 152
Fikrettin Karadağ : 444
Filadelfia : 94, 110
Filetairos : 83
Filippos, II. : 82
Filotheos : 105
Foça Çelik Fabrikası : 415
Foça Düyun-u Umumisi : 209
Foça Kalesi : 103, 113, 129, 141
Foça, Foçateyn : 32, 34, 59, 88, 102, 103, 111, 112, 113, 114, 115,
116, 120, 121, 122, 129, 130, 131, 141, 150, 157, 158,
169, 173, 181, 182, 184, 199, 201, 202, 209, 216, 218,
221, 235, 243, 244, 245, 248, 250, 261, 266, 294, 303,
327, 367, 385, 395, 413, 415, 427, 429, 440, 441, 442,
457, 461, 462, 474, 489, 540
Fokaia : 59, 75, 76, 78, 84, 85, 88, 93, 98
Fokis : 59
Ford : 246, 518, 519
Francesco Gattilusio : 131
François René de Chateaubriand : 170
Frenk köyü : 130, 131
Frig, Frigya, Frygia : 67, 69, 70, 91
Futbol : 260, 375, 378, 448, 452, 492, 493

Gaius Gracchus : 91
Galatlar : 84, 85
Galip Özçetin : 373
Galip Samur : 294
Gallienus : 96, 97
Gazi Hüdavendigar : 157
Gazi Kebude : 293
Gebe Kilise : 136, 166
Gecekondu Önleme Bölgesi : 370, 395
Gediz, Gediz Köprüsü : 21, 22, 30, 39, 45, 47, 52, 59, 69, 76, 77, 79, 80, 94,
95, 102, 105, 109, 110, 149, 168, 169, 170, 172, 174,
175, 196, 198, 201, 214, 216, 217, 242, 243, 244, 245,
337, 366, 399, 484

573
Gelenbe : 46
Gemi Söküm, Gemi Sökümü : 364, 396, 398, 415, 420, 421, 424, 428, 430, 433, 434,
439, 443, 470, 471, 472, 473, 475, 478, 481, 482, 483,
486, 495, 496, 510, 513, 519, 520, 521, 522, 524, 541
Gemi Söküm Sanayicileri Derneği : 364
Gencelli : 395, 441, 442, 455, 457, 459, 461, 462, 464, 466, 467,
475, 476
Gençlik Kulübü : 375, 381
Genel-İş Sendikası : 354
Gerenköy : 22, 41, 292
Germiyanoğlu, Germiyan : 111, 118
Gigantlar : 85
Giregir : 122, 144
Girenuz, Girenüz köyü : 124, 127, 131, 135, 144
Gongylos : 76
Goth akınları : 96, 97
Gothicus : 97
Gökçe köyü : 124, 135, 139
Gökçebeyli : 248
Gökçedere Korusu : 142
Gökkaya : 57, 80
Gökkebir : 160
Göktepe köyü : 80, 248
Gölmarmara : 46
Gördes : 114
Gördük : 114
Görece kalesi : 54, 57, 77, 80, 105, 232
Grandi Çiftliği : 201
Granikos, Granikos Savaşı : 52, 82, 83
Gras : 52
Greenpeace, Yeşil Barış : 442, 509, 513, 514, 515, 541
Grev : 202, 203, 204, 205, 327, 328, 333, 341, 342, 350, 351,
352, 353, 357, 382, 441, 450, 468, 484, 507
Gryneion, Gryneia, Grynium : 19, 34, 42, 52, 55, 57, 76, 79, 83, 96, 116, 121, 126,
131, 176, 179, 469, 488, 534
Guistiniani ailesi : 113, 130
Güçbirliği holding, Aliağalılar Holding : 502, 503
Gülcemal Vapuru : 223
Gülsüm Bozkurt Haykır : 16, 263
Gültekin Eren : 390, 391, 416
Gümüşdiş Kuyusu : 39
Gün Dağı : 55
Güner Başaran : 374
Güneri köyü : 129, 135, 140
Güngör Karaoğuz : 358, 381, 382, 385, 386, 388
Güven Berk : 519
Güvendik : 136, 144
Güvercinlik Mağarası : 237
Güzelhisar, Güzelcehisar : 15,17, 19, 21, 22, 23, 29, 42, 54, 55, 79, 105, 110, 114,
115, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 124, 126, 127,
129, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 138, 139, 140, 141,
143, 144, 145, 146, 149, 150, 152, 153, 154, 155, 156,
157, 158, 160, 161, 162, 163, 165, 166, 168, 170, 171,
172, 174, 175, 176, 177, 180, 181, 182, 183, 184, 185,
189, 192, 193, 195, 198, 200, 201, 304, 305, 306, 319,
324, 347, 353, 370, 390, 411, 421, 437, 497, 498, 499,
500, 501, 512

574
Güzelhisar Barajı : 347, 390, 411, 437, 497, 498, 499, 500
Güzelhisar Çayı : 21, 22, 23, 42, 79, 105, 115, 116, 133, 134, 182, 189,
223, 297, 305, 306, 421
Güzelhisar Köprüsü : 235, 236, 319
Güzelhisar Kültür ve Kalkınma Derneği : 288, 290, 324
Güzelhisar Memlehası : 209
Güzelhisar Tuzlası : 23, 160, 161, 192, 202, 203, 204, 205, 209, 223
Gyges : 46, 69, 70

Habaş : 92, 484, 485, 486, 516, 517, 520, 543


Habibli köyü, Habiblü : 124, 129, 135
Habitat : 504
Hacı Apostol : 212
Hacı Hüseyin Ağa : 173
Hacı İbrahim oğlu Mehmet Efendi : 209
Hacı İsmail Ağa : 161
Hacı İvaz Bey : 122
Hacı Karalılar : 291
Hacı Kundalılar : 291
Hacı Mehmet Ağa : 162, 182, 183
Hacı Muratoğlu : 170
Hacı Yunus : 229
Hacıömerli köyü : 250, 468, 469, 488, 501, 502, 116, 131
Hacıyusuf Değirmeni Höyüğü : 39
Hafsa Sultan : 121
Hagia Pandeleimon : 185, 188
Hakan Şimşek : 478, 488, 508
Hakkı Gültekin : 268, 269, 271, 302
Hakkı Güneş : 452
Hakkı Güral : 342
Hakkı Ülkü : 416, 435, 444, 445, 454, 455, 457, 459, 466, 474, 475,
476, 480, 484, 486, 487, 488, 493, 494, 495, 497, 498,
505, 506, 508, 510, 511, 512, 515, 516, 519, 522, 529,
530, 532, 539, 540
Halil Haykır : 16, 263
Halil İnalcık : 150, 164
Halil Orhan : 410
Halkalı : 21
Halkçı Parti : 416
Halveti Baba Tekkesi : 291
Hamamcı Hacı İbrahim : 171
Hamit Zübeyr Koşay : 189, 230, 232
Hamitoğulları Beyliği : 111
Hanioğlu Ahmed Dede : 117, 138, 144
Harbende köyü : 124, 129
Hasan Ağa : 119, 160, 161, 162, 166, 182, 183, 227, 291
Hasan Akkaşoğlu : 293
Hasan Baykal : 237
Hasan Kahvecioğlu : 417, 454
Hasan Kır : 440
Hasan Onbaşı : 210

575
Hasan Tural : 376
Hasanlar köyü : 242
Hasbi Dayının kahvesi : 257, 278, 410
Hasbi Şengül : 257, 278, 410
Hatundere : 57, 268, 290
Haydar Arlı : 480
Haydar Baba Tekkesi : 291
Haydar Kaptan Gazinosu : 284, 296
Haydar Karaman : 454
Haydar Sümerkan : 230
Haykıran : 119, 243, 245, 248
Hayrettin Kurt : 335
Hayri Güngörmüş : 333
Hayri İzmirli : 343
Hellanikos : 52
Hellas : 42, 44, 73
Hellenika : 75, 77, 78
Hellenler : 39, 40, 42, 43, 51, 52, 73, 74, 82
Hellenlerin Birliği : 82
Hellespontos : 73, 98
Helvacı : 28, 29, 32, 33, 34, 35, 160, 195, 201, 206, 210, 216,
217, 235, 237, 240, 242, 250, 260, 262, 266, 268, 269,
271, 281, 290, 291, 292, 293, 294, 303, 319, 357, 457,
480, 534
Helvacı Belediyesi : 290, 291, 292, 293, 294
Helvacı Cemaati : 291
Helvacı Dede : 291
Helvacı Fakı Cemaati : 291
Helvacı Ziraat Kredi Kooperatifi : 237
Helvacıderesi : 124, 126
Helvacıköy Höyücek : 32, 33, 34, 35, 268, 269, 534
Helvacıköy Höyücek Steli : 33, 35
Helvacıköy Ovası : 33, 195, 268
Herakleia : 57, 86, 87, 94, 98
Hermodike : 67
Hermos : 45, 52, 59, 76, 79, 80, 81, 94, 95, 103, 105, 168, 169,
170, 175, 242
Herodotos : 51, 52, 55, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74
Heruller : 97
Hesaias : 99
Hesiodos : 67, 164
Hızır Şah : 114, 118, 119
Hızırlı köyü : 124, 129
Hızırlıca : 124
Hidayetin Ahmet’in Kahvesi : 343, 345, 376
Hieroi Logoi : 95
Hierokles : 63, 98
Hikmet Sezen : 290, 377
Hikmet Yüksel : 417
Hilal-i Ahmer Cemiyeti, Kızılay : 239, 447
Hilmi Güner : 480, 493
Hilmi Saka : 452
Hilmi Uran : 206, 209, 211
Himmet Ağa : 160

576
Hippothoos : 42
Hisar Korusu : 138
Hisarlık Mahallesi : 139
Historia Augusta : 96
Hititler : 40, 43, 44, 46, 47, 48, 51, 189
Hiyeroglif : 43
Hizmet gazetesi : 195, 196, 200, 208, 235, 236, 242, 244
Homeros : 40, 42, 44, 46, 51, 67, 164, 170
Homonia : 94
Hoplit : 75, 76
Horozgediği : 221, 223, 237, 395, 413, 415, 461, 462
Höyücek Tepe : 268, 269
Hurşit Toker : 283, 315
Hüdai Gündüz : 286, 287
Hükümet Bahçesi : 270, 279, 281, 282
Hükümet Konağı : 215, 240, 413, 469
Hür-Genç : 374
Hürriyet gazetesi : 391, 412, 414, 417, 420, 422, 444, 445, 480
Hürriyet ve İtilaf Fırkası : 213
Hüseyin Aka : 294
Hüseyin Cebeci : 343
Hüseyin Eker : 480, 494
Hüseyin Ekren : 315, 524
Hüseyin Elif : 279, 326, 327, 331
Hüseyin Gedik : 373, 378, 379
Hüseyin Gür : 294
Hüseyin Gürel : 473, 474
Hüseyin Halis Bey : 196
Hüseyin Koç : 452
Hüseyin Öztürk : 469, 501, 502
Hüseyin Sezen : 343, 417
Hüseyin Şengül : 294
Hyaleas : 101
Hyrkanis : 94

I-İ

Ilıca köyü : 114, 124, 130, 131, 133, 142


Ilıcaburun : 364, 430, 515
Ilıcaderesi : 133
Ilıcapınarı : 133
Ilıpınar : 292
Ioannes : 99, 103, 104
Ioannes Dukas Vatatzes : 105
Ioannes Vatatzes, III. : 102
Ioannes Paleologos : 110, 114
Ioannes Zonaras : 100
Işıklar köyü : 143
Işın Çelebi : 467
İ. Hakkı Güner : 260, 320
İbn-i Battuta : 112
İbrahim Adalı : 346

577
İbrahim Çavuş : 210
İbrahim Dönmez : 257
İbrahim Etem Yorulmaz : 540
İbrahim Güngör : 495
İbrahim Karaca : 440
İbrahim Kurt : 375, 376
İbrahim Savran : 343
İgor Borodin : 330, 339
İhsan Atalay : 282
İkinci Plaj : 280, 281, 297
İlçe Halk Kütüphanesi : 406
İldere : 452
İlerici Gençlik Derneği : 382
İliada, İliada destanı : 42, 44, 46
İller Bankası : 300, 311i 372, 392, 394, 410, 411
İlnak köyü : 124, 127
İlya Efendi : 200
İlyas Bey : 114
İlyas Paşa : 155
İncirlik : 433
İnegazi köyü : 124
İnkayacık köyü : 130, 131
İonia, İonlar : 55, 59, 69, 71, 72, 73, 74, 76, 81, 91, 110
İpragaz : 354, 532
İran, İranlılar : 71, 73, 74, 75, 76, 83, 87, 145, 160, 382, 432, 436
İrfan Alkan : 294
İrfan Onaran : 224, 264, 284, 285, 309, 310, 311, 316, 342, 343, 344,
345, 346, 354, 355, 356, 369, 372, 374, 376, 379, 380,
381, 388, 389, 390, 392, 416, 417, 425, 427, 428, 434,
435, 441, 442, 452, 453, 454, 455
İshak Çelebi : 117, 118, 119, 136, 138, 144
İshak Güralp : 355
İskele Gazinosu : 282, 284, 297
İskele Han, Tarihi Han : 259
İskele Vergisi : 194
İskitler : 69, 72
İsmail Cebeci : 261
İsmail Destanoğlu : 324, 379
İsmail Özdağlar : 418, 431
İsmail Şen : 374, 376
İsmail Şirin’in Kahvesi : 343, 374, 376
İsmailli köyü : 229
İsmet Ağar : 410
İsmet Demir : 332
İsmet Özkan : 210, 343
İsmet Paşa, İsmet İnönü : 230, 246, 250
İsmet Sezgin : 307
İssos : 83
İstepan Efendi : 200
İstiklâl Caddesi : 255, 323, 480
İşler ve Günler : 67, 164
İttihat ve Terakkki Fırkası : 200, 211, 213
İvrindi Kalesi : 79

578
İzban : 540
İzdemir : 543
İzmir Arkeoloji Müzesi : 13, 16, 61, 232, 268, 271, 302, 303, 488
İzmir Caddesi : 263, 314
İzmir Demir Çelik, İDÇ : 387, 415, 426, 438, 520, 543
İzmir İhtisab Nazırlığı : 181
İzmir Turing ve otomobil Kulübü : 238
İzmir Valiliği, İzmir Vilayeti : 232, 233, 235, 238, 239, 240, 249, 250, 251, 290, 405,
439, 461, 482, 484, 502, 515, 521, 530
İzmiroğlu : 119
İznik Devleti : 101, 102, 103, 104
İznik Konsili : 99
İzzet Doğer, Foto İzzet : 16, 305
İzzet Kurt’un kahvesi : 316, 343, 381
İzzet Sarı : 495
İzzettin Çalışlar : 245

James Dallaway : 169, 170


Joannes Boehlau : 232
Journal de Smyrne : 180
Julius Caesar : 93

Kabaağaç : 122, 124, 130, 144


Kabaktepe : 292
Kaçakçılık : 150, 152, 153, 158, 161, 236
Kadı köy : 129, 134
Kadızade Mehmed Çavuş : 154
Kadir Eren : 379, 488
Kafir Kışlası : 140, 142
Kahraman Cengiz : 379, 493, 530
Kahran köyü : 248
Kaikos : 45, 52, 88, 171, 172
Kaisareia : 94
Kaklıç : 235
Kalabak köyü : 55, 126, 130, 142, 160, 184, 233, 237, 250
Kalabakhisar : 55, 116, 121, 130, 131, 189
Kala-ı Karaca Foça : 122
Kala-ı Yenice Foça : 122
Kalem Adası : 75, 76
Garip Ada : 75, 76
Kalenderoğlu Mehmet Paşa : 155
Kalesırtı : 80
Kalkhedon Konsili : 99
Kalpakkaya köyü : 146
Kamil Öztürk : 410
Kamuran Baylan : 294
Kandaules : 69

579
Kani Aydoğdu : 513, 525, 534
Kapıcıbaşı Dede Mustafa Ağa : 173
Kaptan Andreya : 208
Kaptan Restoran : 247
Kara Bergos : 142, 149
Kara Davudlar köyü : 146
Kara Hasan Ağa : 119
Kara Osman : 170
Kara Osmanoğulları : 161
Kara Pazarlı : 229
Karaahmetler köyü : 130
Karabel Geçidi : 46, 189
Karabergos Korusu : 142
Karaca Avunduk : 124, 126
Karacadağ Yörükanı : 122
Karacadağlı Mehmet Çavuş : 208
Karaçakmak : 31
Karahasan Dağı : 195, 215, 524
Karakaya Korusu : 142
Karakayalı Mehmed : 158
Karaköy : 158, 212, 233
Karakuzu : 184, 233, 248, 272
Karakuzulu köyü : 184
Karalidi Efendi : 200
Karamanoğlu Ali Bey : 118
Karamustafa Kuyusu : 39
Karaosmanoğlu Ataullah Ağa : 161
Karayağcı aşireti : 184
Kardemir : 504
Karesi Beyliği : 118
Karesili köyü : 143
Karışlı köyü : 146, 182
Karl Lorber : 470
Kartal köy : 124, 126
Karteria Adası : 75
Kasap Dodi : 381
Kasım Bey : 139, 143, 145
Kasım Kayar : 479, 493
Kasikeui İskelesi : 179
Kayaalanı : 124, 131
Kayacık : 58, 105, 114, 115, 120, 121, 131
Kayaköy : 248
Kayıkçı Geçidi : 242
Kaymakam Ali Rıza Bey : 201
Kaymakam Feridun Bey : 199
Kaymakçı : 248
Kaymakçıtepe : 46
Kayrucak Mezrası : 138, 199
Kazıkbağları : 133, 170, 172, 179
Kazım Dirik : 198, 224, 240, 241, 244, 245, 247, 248, 255
Kazım Korkmaz : 417
Kazım Onaran : 262, 264, 267, 277, 284, 285, 299, 300, 303, 304, 306,
315, 316, 318, 344, 346, 369, 376, 381, 455
Kazım Paşa İlk Mektebi : 250, 252

580
Kazlık, Kazlık köyü : 124, 130, 133, 135, 141
Kazlık Tuzlası : 133, 141
Kebren : 68
Kemal Anadol : 449, 450, 455, 464, 467, 474, 476, 489
Kemal Çetin : 385
Kemal İnan : 440
Kemal İşbilen : 357
Kemal Mijgar : 418
Kemal Nehrozoğlu : 516, 517
Kemal Ramazan Haykıran : 119
Kemal Saka : 258
Kemal Uygun : 407
Kemer : 150
Kenan Evren : 321, 392, 396, 431, 439
Kenan Günaydın : 399
Kent Parlamentosu : 522, 523, 524
Kentli Hakları Bildirgesi : 523
Kerses : 70
Kestel : 127, 130, 136, 138, 144, 149
Khios : 75, 100, 101, 111
Khrysogonos : 99
Kılıç Ali : 245
Kılıç Aslan : 101
Kılkış kazası : 225, 226, 229, 230
Kırk Kilise köyü : 159
Kırk Yılan köyü : 146
Kızıl Kilise : 124, 130, 131, 134, 139, 143, 149, 166
Kızılcaavlu : 154
Kızılırmak : 71
Kiepert : 177
Kilimalanı mevkisi : 184
Kilise köy, Kesilköy : 149, 156, 157, 161, 162, 163, 170, 176, 184
Kilise Mezrası : 144
Kilise Pınarı köyü : 166, 168
Kilisebayırı : 263
Kilizman : 248
Killa : 43, 52, 54, 81
Kimi Kalesi : 115, 131
Klaros : 94
Klazomenai : 73, 75, 78, 100
Koca Hurşit Ağa : 163
Koca Laz : 258, 343
Kocaçay : 21, 23, 55, 133, 134, 170, 172, 175, 209
Kocakale : 79
Koçana, Koçanalılar : 210, 211, 222, 224
Kolanlar köyü : 159
Kolophon : 55, 69, 81
Konstantin Dalassenos : 100, 101
Koraks : 169
Korel Göymen : 475
Korinthos, Korinthos Birliği : 75, 82
Korkut Özal : 306, 307
Koruklu köyü : 182
Kosmas : 99
Kourypedion : 84

581
Koyundere : 216
Koyuneli köyü : 127, 155, 182
Koyuneri köyü : 159
Kozaklı Himmet : 160
Kozanoğlu : 326, 327, 329, 330, 332
Kozbeyli : 160, 413, 462
Köprü köy : 140, 141
Köseler, Köseler Kalesi : 55
Köştepe : 80
Kral Barışı : 76, 77, 78, 82
Kral Piasus : 42
Krezus : 70
Kroisos : 70, 71
Ksenophon : 75, 77, 78
Kserkhes : 73
Kubilay : 240
Kulfallı köyü, Kulfallu : 124, 126, 129, 131, 134, 144
Kumanlar : 100
Kumtepe : 41
Kundura Çayı : 176
Kunduz Çayı : 28, 198, 512
Kurnaz Mehmet’in Kahvesi : 343
Kurtuluş Cami : 279
Kurtuluş Mahallesi : 263, 285, 317, 320, 321, 375, 376, 379
Kuruca Kestel köyü : 127, 130
Kurudere köyü : 208
Kuşova : 229
Kutlu Aktaş : 481, 503, 532, 533
Küçük Menderes : 22, 103, 110, 176, 214
Küçük Sanayi Sitesi : 524
Küçükkale : 57
Kültür Mahallesi : 321, 376, 445
Kültür ve Turizm Derneği : 288, 290, 324
Kyllene : 43, 54, 68, 71, 81
Kyme : 16, 17, 19, 40, 42, 51, 52, 54, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62,
63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77,
78, 79, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 92, 93, 94, 96, 97, 98, 99,
105, 106, 115, 120, 121, 131, 164, 170, 175, 176, 178,
188, 189, 230, 231, 232, 302, 419, 488, 489, 499, 511,
534, 535
Kynaksa Savaşı : 76
Kynneios Tapınağı : 86
Kyros : 71, 72, 76, 77
Kyzikene : 52
Kyzikos : 52

L. Cornelius Sulla : 92, 93


L.Vaccius Labeo : 92
Lala Kilise : 117, 136, 138, 144, 165, 166
Lala Kilise Çiftliği : 117, 138, 165
Lale Kilise : 136

582
Larissa, Larisa : 32, 40, 42, 43, 46, 47, 52, 54, 56, 57, 68, 71, 73, 74, 76,
77, 78, 80, 84, 86, 88, 93, 94, 95, 98, 176, 188, 193,
194, 232, 269
Laskarisler : 102, 109
Laspa Adası : 46
Latif Canıtez : 454, 462, 487
Latif Taşdemir : 245
Latif Yılmaz : 320, 321
Lazın Gazino : 247
Lelegler : 40, 43
Lembos Manastırı : 101, 105
Lesbos : 46, 51, 52, 58, 94, 100, 111
Leukai : 78, 81, 88, 93, 94, 169
Liman Kalesi : 110, 111, 113
Limaş : 364, 504, 516, 517
LNG : 477
Lokris dağı : 52, 56
LPG : 349, 366, 384, 478, 486, 508, 532
Lukka : 51
Luvi, Luwi : 39, 40, 43, 44, 45, 46, 55, 189
Lyd, Lydia : 69, 71, 91, 94, 98, 103, 109, 110
Lysimakhos : 83, 84

M. Kemal Işık : 361, 362, 363, 367, 487


M. Reşat Şengül : 410
M.Akif Erdoğdu : 117, 122
Maddunassa : 46
Maden Tetkik Arama Enstitüsü, MTA : 515, 532
Magnesia ad Sipylum : 69, 77, 79, 84, 86, 94, 102, 104
Magnesia Savaşı : 86
Mahmud Çelebi : 126, 135
Mahmut, II. : 181
Mahmut Fuat Efendi : 180
Mahmut Öz : 388, 389, 391
Mainomenos : 104, 105, 242
Maion : 69
Makine Kimya Endüstrisi, MKE : 16, 395, 396, 397, 398, 413, 421, 423, 424, 430, 473,
475, 495, 496, 498
Malaos : 52, 68
Malazgirt Savaşı : 100
Mamaklı köyü : 159, 161, 162, 184
Manapa-Tarhunda : 47, 48
Manastırtepe : 41
Manisa Kalesi : 104, 110
Manisa Şeriye Sicilleri : 154, 158
Manisa Vilayeti : 233
Manisalı Kurd Bey : 154
Manlius Aquilius : 91, 92
Manolaki Baltacı Bey : 166, 182, 183
Mansur Burgucu : 441

583
Manuel Komnenos, I. : 101
Manuele Zaccaria : 112
Marcus Antonius : 93
Marcus Aurelius : 95
Marcus Tullius Cicero : 93
Marshall yardımı : 257, 258, 277, 292
Martellecaio : 112
Maslama : 99
Massanauzzi : 47, 48
Masturi : 47, 48
Mavi Köşe : 469
Mazhar Zorlu : 491, 497
Mazlum Kahyaçoban : 335, 373
Medine-i Münevvere Vakfı : 144
Megara : 75
Mehmed, II. : 106, 121, 122, 124
Mehmet, III. : 121
Mehmet Ağa : 161, 162, 166, 182, 183
Mehmet Akif Erdoğdu : 117, 119, 122
Mehmet Ali Kılıçbay : 149
Mehmet Ali Yolgörmez : 346
Mehmet Ali Zerey : 530
Mehmet Atıcı : 391, 392, 412, 414, 417, 419, 422, 434, 438, 444, 445,
447, 460, 469, 471, 472, 490, 494
Mehmet Ay : 210, 211
Mehmet Aydar : 405
Mehmet Dengiz : 487
Mehmet Eroğlu : 247
Mehmet Gençer : 237
Mehmet Gölhan : 361, 362, 367
Mehmet Güngör : 315
Mehmet İdin : 417
Mehmet İşlek : 258, 263, 311, 316
Mehmet Kılınç : 350, 352
Mehmet Kubilay : 254, 320
Mehmet Lütfullah Efendi : 171
Mehmet Moğultay : 482
Mehmet Oğuz : 216
Mehmet Örnek : 452
Mehmet Saka : 258, 321, 392
Mehmet Saka İlkokulu : 321, 322, 392
Mehmet Savran : 463
Mehmet Sevindik : 292, 293
Mehmet Sezen : 210, 229, 343
Mehmet Tanrıkulu : 416, 454
Mehmet Tilki : 373
Mehmet Tosun : 272
Mehmet Tüfek : 343
Mehmet Uçan : 454
Mehmet Yılmaz : 496, 497, 498, 507, 509
Mehmet Yorulmaz : 410
Melanpagos : 57, 80
Melengiçsekisi : 28, 34, 39

584
Melih Ataman : 363, 365, 366
Melih Özakat : 323
Melih Tınal : 245
Melos Adası : 31
Memaniomenos : 105, 242
Mendehorya : 114
Menemen : 13, 15, 16, 17, 19, 21, 22, 27, 29, 30, 32, 39, 41, 45, 46,
51, 54, 76, 77, 79, 80, 81, 92, 103, 104, 105, 111, 114,
115, 116, 118, 119, 120, 121, 132, 139, 143, 145, 149,
150, 152, 156, 157, 160, 161, 163, 165, 166, 168, 169,
170, 171, 172, 173, 174, 175, 176, 180, 181, 183, 184,
185, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 206,
207, 208, 209, 210, 212, 213, 214, 215, 216, 217, 218,
221, 222, 223, 232, 233, 235, 236, 237, 238, 239, 240,
242, 243, 244, 245, 247, 248, 250, 256, 257, 265, 266,
267, 268, 269, 271, 275, 278, 283, 286, 287, 290, 291,
294, 296, 297, 299, 300, 303, 305, 307, 314, 316, 318,
319, 320, 332, 337, 358, 363, 369, 374, 378, 390, 394,
398, 399, 405, 418, 420, 434, 441, 457, 479, 480, 481,
499, 503, 540, 541
Menemen Ant gazetesi : 240
Menemen Güzelhisarı : 114, 157, 181
Menemen İskelesi : 150, 173
Menemen Ovası : 22, 30, 76, 77, 80, 81, 103, 104, 105, 111, 115, 116,
118, 120
Menemen Tarihi : 17, 27
Menes : 59
Menteşe Beyliği : 111, 118
Mermnadlar : 69, 70
Mesih Paşa : 124, 138, 143, 144
Mesih Paşa Vakfı : 138, 144
Meşrebzade Ali Ra’ik Efendi : 181
Meşrutiyet, II. : 185, 200
Metin Gençağ : 349
Mevlana Hüsameddin : 139
Mevlüt Erdem : 454
Mısırcık köyü : 136
Michel Armand Clerc : 191
Midas : 67, 69, 70
Miken, Myken : 40, 41, 42, 44, 46, 47
Mikenliler : 44
Mikhael, XI. : 104
Mikhael Dukas : 103, 105, 106, 111, 112, 115, 120
Mikhael Palaiologos, VIII. : 102
Mikhael Paleologos, VIII. : 102, 109, 111
Mikhael Tarkhaniotes : 103
Milawanda : 47
Miletos : 47, 51, 68, 69, 72, 73, 74, 193
Milliyetçi Cephe Hükümeti, MC : 358, 362, 365, 384
Milliyetçi Çalışma Partisi : 453,
Milliyetçi Demokrasi Partisi, MDP : 416, 417
Mimar Fabricius : 191
Mimar İstrati Efendi : 185
Mimaroğlu Vangel Efendi : 193
Minas Zavuryan : 201

585
Mindaros : 75
Minos : 44
Mira, Mira Beyliği : 46, 51, 189
Miratlar köyü : 159
Mirliva Yusuf İzzet Paşa : 215
MİSK : 365
Mithridates, VI. : 92, 93
Molla Ahmet (Balcı) : 277
Molla Gürani : 121
Mollahalil Çiftliği : 80
Mondros Mütarekesi : 213, 221
Mora İsyanı : 173
Mora Yarımadası : 44, 173
Mostene : 94
Mottaki : 436
Mösyö Guichon : 189
Muallim Mustafa : 200
Muammer Balcı : 313
Muharrem Şen : 493
Muhittin Bayrav : 294
Muhittin Haysal : 237
Murad, I. : 118
Murad, II. : 120, 121, 122, 145, 156
Murad Hüdavendigar : 118, 139, 157
Murat, III. : 139
Murat Kahya : 224
Murşiliş : 47, 48
Musa Manisalı : 272
Musa Şen : 454, 488
Mustafa Acar : 262
Mustafa Ağa : 161
Mustafa Ağır : 216, 257, 321, 410
Mustafa Akgün : 480
Mustafa Akınç : 485, 520
Mustafa Balcı : 272
Mustafa Baygın : 271
Mustafa Çıtak : 272
Mustafa Çocuklu : 376, 378, 379
Mustafa Dede Türbesi : 163
Mustafa Gökçen : 493
Mustafa Karadayı : 335, 350, 365
Mustafa Kaya : 495
Mustafa Kemal Atatürk : 230, 240, 245, 246, 247, 249, 250
Mustafa Kemal Keskin : 512, 519
Mustafa Mutlu : 520, 521
Mustafa Narşap : 272
Mustafa Öztaşkın : 468, 471, 480, 483, 507, 526
Mustafa Öztürk : 292, 293
Mustafa Saka : 258, 260, 381
Mustafa Sarı : 335
Mustafa Tamer : 516, 517
Mustafa Uyar : 210
Muwatalli : 47

586
Muwawalwi : 47, 48
Muzaffer Örnek : 247, 260, 320
Muzaffer Şenyürek : 32, 268, 269, 271
Muzafferüddin İshak Bey : 114
Mübadele : 184, 222, 223, 225, 226, 229, 252, 261, 313, 316, 374
Mübadil : 222, 223, 224, 225, 226, 229, 230, 255
Mübahat Kütükoğlu : 181
Müfit Nayır : 358
Münir Ceylan : 483
Münir Garip : 247, 282
Münir Nurettin Bayrav : 293, 294
Mürted Yatağı : 140, 142
Mykale : 74
Myke : 98
Myrina : 16, 19, 23, 43, 51, 52, 54, 55, 56, 68, 76, 79, 84, 85, 88,
93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 105, 116, 121, 130, 131, 171,
175, 177, 178, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 421, 534
Myriokefalon Savaşı : 101
Mysia : 91
Mytilene : 68, 76, 94

Naci Garip : 282, 284, 405


Naci Örnek : 493
Naci Ünsal : 320
Naciye Erkol : 320
Naciye Hanım : 247
Nafiz Öz : 343, 374
Nafiz Tutum : 370
Nahit Menteşe : 334
Nahit Uytun : 396, 397
Nail Oltulu : 530
Namık Kemal İlkokulu : 263, 320, 321, 342, 379
Namık Kemal Şentürk : 304, 307
NATO, NATO Plajı : 280, 283, 294, 295, 297, 300
Nazım Karaaslan : 398, 399
Nazmi Kaya : 479
Nazmi Uzunoğlu : 379
Nazmiye Dolbun : 247
Necati Ceylan : 318
Necati Çaldıran : 256, 320
Necati Uyar : 297
Necdet Calp : 384, 416
Necdet Sezen : 480
Necmettin Erbakan : 453
Necmettin Giritlioğlu : 17, 327, 328, 329, 331, 333
Necmi Pehlivan : 291, 292, 293
Nedim Atilla : 501
Neft Chim : 326
Nehr-i Büyük Arık : 133
Nehr-i Çıtak : 133

587
Nehr-i Ilıca : 133
Nejdet Bilgi : 180
Nemrut Kalesi : 55, 191, 232
Nemrut Körfezi : 34, 61, 364, 396, 411, 413, 414, 418, 420, 423, 425,
427, 431, 439, 442, 449, 488, 496, 514, 516, 517, 542
Nemrut Limanı : 42, 54, 115, 120, 131, 516, 517
Nemtaş : 425, 426, 516, 517
Neonteikhos : 51, 52, 54, 56, 57, 58, 68, 73, 74, 77, 80, 86, 88, 93, 94,
98, 105, 120, 131, 169
Nerva : 94
Nesim Mazilyah : 200
Nesrin Beykoz : 417
Neşa, Neşalılar : 43
Nevzat Ayaz : 448
Nevzat Erkol : 254, 255, 256, 320
Nevzat Kalaycı : 454
Nevzat Uğur : 290
Nezih Devres : 336, 337
Nif : 102, 110, 111, 114, 120, 155, 208
Nikeforos Botaniotes : 100
Nikolaos Damaskus : 59
Nikomedes, I. : 84
Nikomedia : 97
Nişan Harnus Efendi : 195, 196, 198
Niyazi Saka : 258, 284
Niyazi Yavuz : 294
Nohut Avlusu Korusu : 142
Notion : 52, 54, 68, 81
Numan Özkan : 376, 452, 454
Nurettin Aydın : 454
Nurettin Ceran : 487
Nurettin Sözen : 505
Nuri Bayramoğlu : 495, 530
Nuri Conker : 245
Nurşen Numanoğlu : 473
Nymfaion : 102, 110

O-Ö

Ocakgaz : 354
Octavianus : 93
Oğlan Mehmed : 154
Oktay Ekinci : 505
Oktay Özengin : 215
Ondalık : 91
Orayda köyü : 124, 134
Orestes : 52
Orhan Bey : 114, 119
Orhan Doğu : 320
Orhan Naci Yalçın : 379
Orhan Uslu : 468
Orontes : 78

588
Orta Direk : 453
Oruçgazi : 124
Osman Behzat Eren : 342, 343, 372
Osman Ceylan, Egesel : 447
Osman Dede : 495
Osman Özgüven : 474
Osman Sinanlıoğlu : 436
Osman Şimşek : 479, 488
Osman Şirin : 315, 324, 371
Osmanlı Beyliği : 114, 118, 119
Osmanlı Rus Savaşı : 184
Ostrogorsky : 164
Otanes : 73
Ouatias : 59
Ovacık Mevkisi : 130
Öküzköy : 168, 195, 201
Öküzuğrusu köyü : 124, 127, 129
Ömer Acar : 293
Ömer Barutçu : 503
Ömer Bıyık : 117, 143, 168
Ömer Çavuşoğlu : 329
Ömer Çil : 479
Ömer Demircioğlu : 350, 359, 362
Ömer Lütfü Efendi : 181
Ömer Lütfü Hocaoğlu : 358, 362
Ömer Özgenç : 294
Ömer Turgut Oğuz : 322, 479, 480, 530, 539
Ömer Uygun : 272
Ömer Üstün : 261, 342
Ömerler köyü : 129, 131
Ön Plaj : 283, 294, 295, 296, 297, 298, 299
Örlemiş : 124
Özcan Türün : 341
Özdemir Hazar : 401, 421
Özelleştirme : 439, 449, 450, 451, 497, 506, 509, 510, 521, 522, 526,
527, 534, 541, 542
Özer Örnek : 320
Özkan Menteş : 393, 398, 402, 432, 435, 436
Özlüce köyü : 156

Pabuççular köyü : 126, 129, 133, 134, 139, 141


Pagos : 169
Pakhymeres : 103, 104
Paktyas : 71
Palaudis : 43, 57, 80
Pallas Athena : 495
Pamfylia : 68
Pamukçu köyü : 263
Panayırtepe : 41
Panaztepe : 41, 46, 47, 81
Pangırazlı : 229

589
Paraskevi : 176, 211
Parmenion : 83
Parsa : 248
Paşa Çiftliği : 159, 216, 265, 280
Paşa Yiğit : 118
Patrik Arsenios : 109
Pax Romana : 93
Pazarlı köyü : 129, 130, 132, 135, 141, 144, 229
Pegagaz : 354
Pelasg : 39, 40, 42, 43, 46, 55, 56, 57
Peloponnesos Savaşı : 75
Penthilos : 52
Pergamon Müzesi : 85
Pergamon, Pergamon Krallığı : 81, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 91, 92, 95, 96, 176, 189, 191,
195
Periklis Cano : 209
Perperna : 88
Pers, Persliler : 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 87, 177
Petaki Efendi : 212
Petkim : 16, 17, 210, 263, 280, 315, 321, 322, 335, 348, 350,
351, 352, 353, 354, 355, 359, 361, 362, 365, 367, 369,
370, 372, 389, 392, 393, 400, 401, 405, 416, 418, 420,
429, 431, 432, 433, 438, 439, 440, 441, 445, 449, 450,
451, 454, 468, 470, 471, 472, 475, 478, 483, 484, 486,
491, 493, 496, 497, 498, 499, 500, 507, 508, 509, 510,
513, 514, 515, 516, 517, 519, 520, 521, 522, 524, 525,
526, 527
Petkim İlkokulu : 321
Petkim-İş Sendikası : 335, 351, 353, 354, 358, 361, 365
Petkoop : 524
Petlim : 543
Petrol Ofisi : 278, 507, 517, 519, 526, 529, 541
Petrol-İş Sendikası : 341, 354, 382, 441, 468, 480, 483, 507, 509, 514
Philagrus : 63
Philippe Lamboney : 478
Philogelos : 63
Phrikios, Phrikon : 52, 56
Phrikonis : 56
Pınarbaşı köyü : 101, 105, 248
Piasus : 42
Piri Reis Ortaokulu : 322
Pitane : 52, 54, 94, 131, 179, 189
Pithykos, Pythikos : 54, 170, 175
Pittakos : 68
Piyadeler köyü : 126, 129, 131, 132, 133, 134, 139, 141
Plataia : 74
Plinius : 78, 83, 179
Polybios : 85, 86, 87
Polyksenidas : 86
Pontos Krallığı, Pontus : 92, 93
Posta gazetesi : 472
Potkova : 229
Poyracık : 215, 248
Prag Üniversitesi : 230, 232
Pro Flaccus : 93

590
Prometheus : 68
Proterios : 99
Protonobilissimo : 100
Provincia Asia : 91
Provişta : 229
Prusias, II. : 86, 87
Pseudo Herodotos : 51
Publicani : 91
Puteoli : 94

R.P. Pullan : 116, 177, 179


Raci Akdede : 293
Rafi Bilgiç : 315
Ragıp Paşa : 160
Rahmi Özgen : 381
Ramazan Yıldırım : 272
Ramazan Yıldız : 272
Rasim Saka : 260, 277
Raşit Ceylan : 351
Raşit Kayra, Raşit Bey : 224, 257, 258, 260
Recai Şengül : 379
Recep Gencer : 542
Recep Şengül : 253
Refah Partisi : 453
Refik Ertem : 278, 409, 410, 411
Remzi Şen : 378, 379
Reşadiye : 214, 215, 217
Reşadiye İskelesi : 217
Rıfat Serdaroğlu : 487
Rıza Gürbüz : 452, 480
Rıza Manyas : 452
Richard Bohn : 191
Richard Chandler : 168, 169
Riparya : 200
Robova : 229
Rodos : 44, 86, 100, 185, 210
Roma egemenliği : 58, 88, 91, 98, 101
Roma Germen İmparatorluğu : 98
Rompipatti Ocağı : 112
Rum cemaati : 185
Rum kilisesi : 185, 186, 222, 408, 174
Ruşen Keleş : 504, 505
Rüstem Akçay : 371

S-Ş

Sabahattin Ermiş : 410


Sabahattin Eyüboğlu : 164
Sabahattin Yeşiltepe : 530
Sabri Yetkin : 207

591
Sadiye Tutsak : 250
Saffet Arı : 252
Saffet Tuncel : 530
Safter Efganlıoğlu, Safter Hoca : 260, 320, 241, 247, 251
Sağancalı Veli : 162
Said Efendi : 200
Saidli köyü : 122, 143
Saim Hatipoğlu : 293
Sait Kaya : 210, 315, 343, 417
Saka ailesi : 257, 258, 260, 314, 479
Saka Mobilya : 258
Sakaltepe : 41
Sakar Mustafa : 158
Salamis Deniz Savaşı : 73, 74
Salih Bozok : 245
Salih Erter : 210
Salih Esen : 533
Salih Karadayı : 287, 290, 335, 353, 359, 360, 373, 374, 376, 378, 379
Salih Uçan : 315, 316, 374
Salihli Ilıcaları : 239
Salihzade Hafız Halil Efendi : 201
Salomon Reinach : 54, 189, 190, 191, 192, 193
Sami Şenduman : 410
Sami Tunca : 247, 260
Samim Sivri : 520
Samrı köyü : 122, 127, 129, 130, 141
Samurlu köyü : 122, 127, 129, 130, 141, 216, 235, 250, 252, 265, 272,
287, 413, 501, 515, 543
Sancak : 223
Sancaklı köyü : 208
Sanderlik : 177, 179
Sandokes : 74
Sanizade Abdullah Efendi : 156
Saraç Dede : 291
Saray-ı Amire : 153, 154
Sardeis, Sardes : 71, 73, 74, 77, 79, 80, 83, 101
Sardene : 170
Sarı Selim : 121
Sarıgöl : 229, 493
Sarıkale : 79
Sarımsaklı Kalesi : 79
Saruhan Bey : 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117
Saruhan Sancağı : 118, 121, 122, 139, 156, 161, 163, 171, 180, 181, 183
Saruhanoğlu Beyliği : 109, 111, 114, 115, 116, 117, 118, 130
Saruhanoğlu Orhan Bey : 119
Saruhanoğlu Süleyman Bey : 113
Saruhanoğulları : 111, 119, 157, 161, 165,
Sasa Bey : 110
Sataşar köyü : 134, 141, 144
Satrap : 71, 72, 76, 77, 78, 79, 82
Sebastiana Lagona : 54, 488, 511
Sedat Akman : 374, 381
Sefa Giray : 442

592
Sefa Taşkın : 45
Sefer Sevinç : 493
Seha Irmağı Ülkesi : 44, 45, 46, 47, 48, 51
Seha Nehri : 45
Seklik köyü : 156, 278
Selahattin Kılıç : 361
Selahattin Öz : 419
Selçuk Yaşar : 386, 425
Selçuklu, Selçuklu Devleti : 100, 101, 102, 109, 112, 130
Seleukos : 83, 84, 86
Seleukos, I. : 83, 84, 86
Selim, II. : 139
Selim Altuntaşoğlu : 381, 416
Selim Erkmen : 247
Selim Yaşar : 478
Serbest Bölge : 411, 413, 414, 418, 420, 421, 426, 427, 428, 429, 430,
437, 455, 460, 465, 466, 476, 508
Serbülent Bingöl : 400
Serhas : 73
Serkan Acar : 17, 19, 540
Sermet Alpagut : 327, 329
Sermet Refik Pasin : 414
Sevda Özakdağ : 488
Sevgi Zinciri : 459, 460, 467, 476
Seyfe köyü : 165
Seyfettin Kaya : 271
Seyyid Hasan Ağa : 161, 162
Seyyid Mustafa Ağa : 161
Seyyid Ömer Ağa : 161
Sezai Özkan : 493
Sezgi Üstel : 358
SHP : 293, 294, 435, 439, 449, 453, 454, 455, 487, 488, 529
Sınırdere mevkisi : 136
Sırtlanda Yörükleri : 184
Sıtkı Köşük : 315
Side : 68
Siledik : 88
Sime : 232
Sinaşar köyü : 144
Sipylos Dağı : 170
Sipylos Magnesia : 69
Smyrna : 13, 31, 40, 43, 51, 52, 55, 59, 68, 69, 70, 76, 77, 80, 81,
83, 85, 88, 92, 93, 95, 102, 105, 169, 176, 177, 195, 421
Socar : 542
SODEP : 293, 416, 417
Sovyetler Birliği : 294, 304, 307, 336, 337, 396, 397, 398, 435, 436
Söğütboyu Dalyanı : 133
Söğütboyu köyü : 141
Sparta : 73, 75, 76, 77, 78
Spiros Kahya : 201
SSK Hastanesi : 480
Star Rafinerisi : 543
Stephane Verger : 23, 54, 190, 191, 192, 193
Strabon : 42, 51, 52, 56, 58, 62, 63, 68, 78, 88, 92, 94

593
Stratonikeia : 88
Stratonikos : 99
Subaşı : 119, 122, 143
Subaşı köyü : 122, 143
Sultan II. Mehmet : 111
Sultan Reşat : 212
Sunday Kavaklıoğulları : 452, 480
Surlova : 229
Susam : 132, 146, 152, 157
Suudi Arabistan : 450
Süha Tanık : 426
Süleyman Akbıyıkoğlu : 524, 530, 539
Süleyman Balık : 467
Süleyman Bey : 113, 114
Süleyman Çalışkan : 424, 495, 496
Süleyman Çelebi : 113, 119, 120
Süleyman Dağdeviren : 272
Süleyman Demirel : 218, 303, 307, 308, 309, 312, 347, 359, 388, 432, 453,
474, 498
Süleyman Dönmez : 257
Süleyman Ege : 413
Süleyman Genç : 359
Süleyman Güral : 454, 495
Süleyman Karadayı : 529
Süleyman Sırrı Bey : 213
Sümer Recep’in Kahvesi : 343
Sünbülpaşa Cami : 115
Sünbülpaşa Medresesi : 115
Süreyya Erdem : 493
Süreyya Yüksel : 390
Süzbeyli : 235
Syncellus : 96
Synekdemos : 98
Şadan Gökovalı : 501
Şahabettin Yıldırım : 480
Şakran : 55, 116, 126, 158, 159, 161, 162, 176, 182, 250, 257,
277, 278, 303, 346, 409, 410, 411, 433, 434, 439, 440,
469, 480, 540
Şamlı Nikolaos : 59
Şap Madeni : 103, 111, 112, 130
Şaphane Dağı : 130
Şefik Karaer : 449
Şehit Bahattin Erdem : 500
Şehit Bülent Kula : 500
Şehit Bülent Yanpala : 500
Şehit Gökhan Çakır : 500
Şehit Murat Coşkun : 500
Şehit Oğuz Özgür Çevik : 500
Şehit Sabahattin Karakaplan : 500
Şehit Selim Yıldız : 501
Şehit Yavuz Başayar : 501
Şehitkemal : 72, 168, 195, 250, 500
Şehzade Ertuğrul : 118, 121

594
Şemsettin Öztürk : 314, 343, 374
Şen Tombul Gazinosu : 296, 298
Şerafettin Öztürk : 229, 277
Şerif Ahmet Bayrav : 293
Şerif Ali Aydoğan : 293
Şerif Ercan : 483
Şevket Öztürk : 530
Şevket Raşit Hatipoğlu : 293
Şevket Raşit Hatipoğlu Çamlığı : 293
Şeyh Dede Zaviyesi : 139, 145
Şeyh Mahmut : 117
Şeyh-i Kebir : 160
Şeyhülislam Mekkizade Mustafa Asım : 171
Şeyhzade Mustafa Çelebi : 155
Şinasi Ertan : 457
Şinasi Osma : 281
Şoförler ve Otomobilciler Derneği : 324, 371
Şuayib köyü : 130, 134, 139
Şumnu : 263, 277, 446
Şuppiluliuma : 47
Şükrü Akkan : 281
Şükrü Kaya : 233
Şükrü Kula : 454
Şükrü Necip : 445, 446
Şükrü Saka : 260

Takahiro Matsunaga : 424


Takhos : 78, 81, 177
Talanton : 83
Talat Bilgin : 293
Tali Sermet : 307
Tamos : 81
Tansu Kaya : 539
Targasnawa : 46
Tarhaniyat : 13, 16, 27, 103, 114
Tariusa : 46
Tasfiye Talepnamesi : 225, 226, 227, 228, 229
Taşlıburun : 364, 430
Tavukçukuru köyü : 156
Tayyare Cemiyeti : 235, 237
TED : 519, 521
Tefenni : 257
Teke köy : 159
Tekfen : 463
Telefanes : 67, 68
TEMA Vakfı : 524
Temaşalık Korusu : 124, 126, 129, 133, 142, 149
Temaşalık, Temaşalık Yarımadası : 34, 42, 55, 57, 83, 116, 121, 124, 126, 129, 131, 133,
142, 149, 156, 176, 459, 534, 569
Temel Turan : 373, 376

595
Temnos, Tamnos : 43, 52, 54, 57, 68, 73, 74, 75, 77, 78, 80, 81, 85, 86, 87,
88, 93, 94, 98, 105, 175, 176, 177, 232
Teoman Rua : 425
Tercüman gazetesi : 438
Termopylai : 56, 73, 86
Terzi Hüseyin : 210
Tevfik Balaban : 237
Tevfik Gözlükçü : 391
Tevfik Yıldırım : 447, 448
Tevfik Yılmazer : 320
Thamasios : 73
Thebai : 83
Thema : 101, 103
Themistokles : 74
Theodoros : 105
Theodoros Laskaris, I. : 102
Thessalia : 51
Thibron : 76, 77
Thrakesion Theması : 101
Thrakia : 52
Tiberius : 94
Ticaret Odası : 258, 278, 279, 357, 427, 479, 480, 495, 508, 511, 512,
515, 516, 520, 522, 524, 525, 528, 529
Timur : 110, 119, 120
Timur Bey : 113
Tiribazos : 78
Tirins : 44
Tisafernes : 77
Tisaphernes : 76
Tisna : 79
Titnaios : 175
Tmolos : 94
Tolga Temuge : 513, 514, 515
Tolga Yarma : 476
Tolistobogoi : 84
Topçu Bostan : 145
Total : 478, 508
Totalgaz : 478
TPAO : 306, 307, 308, 329, 330, 338, 341, 348, 350, 351, 357,
358, 360, 361, 362, 363, 365, 369, 381, 385, 387, 415, 510
Troas : 68
Troia : 40, 42, 44, 52, 56
Tuncay Akman : 396, 397
Tuncer Çiçek : 294
Tunç Saruhanlı : 401, 432
Turan Tuna : 401
Turgut Bozkurt : 533, 534
Turgut Eğilmez : 359
Turgut Oğuz, Ömer Turgut Oğuz : 322, 479, 480, 530, 539
Tuthaliya : 44, 47, 48
Tuz yasağı : 118
Tuzla : 23, 81, 88, 133, 141, 150, 154, 160, 161, 177, 192,
196, 202, 203, 204, 205, 209, 223, 510, 516
Türk Haberler Ajansı (THA) : 384

596
Türk Hava Kurumu : 237
Türk İstiklal Harbi : 214, 215, 216, 217, 218, 223
Türk Ordusu : 216, 222
Türk Tarih Kurumu : 46, 171, 189, 230, 232, 268, 269, 271
Türk-İş : 325, 350, 354
Türkiye Elektrik Kurumu : 439, 440, 475
Türkiye Emlak Kredi Bankası : 394
Türkiye İşçi Partisi : 290, 315, 316
Türkmenler : 100, 101, 102, 103, 104, 109, 110, 112, 118, 122, 154,
156, 171, 184
Tütenli Korusu : 142
Tütün : 16, 17, 153, 182, 206, 207, 229, 236, 246, 257, 263,
265, 266, 280, 282, 305, 313, 319, 340, 484
Tzakhas : 100

U-Ü

UFO : 504
Uğur Yüce : 533
Uhhazitis : 47
Ulu Cami : 114, 115
Ulucak : 208, 216
Ulupınar : 160
Umur Bey : 110, 113, 119
Umurlu : 291
Ura-Tarhunda : 47
Urban Baraklı Cemaati : 130
Uzunhasanlar : 79, 189, 233, 500
Üçtepeler : 41, 78, 81, 177
Ülkü İrfan Derneği : 292
Ünal Irkdaş : 439

V-W

Vahit Bilgin : 379


Valerius Flaccus : 93
Varol Gürbüz : 530
Veba Salgını : 180, 181
Vecdi Gönül : 421
Vecihi Erginöz : 410
Vehbi Dinçerler : 436, 457, 521, 522, 527
Veli Aksoy : 482
Veli Öztürk : 229, 316, 378, 379
Venedik, Venedikliler : 101
Venus Tapınağı : 94
Vezme Kasabası : 224, 229
Viking Kağıt fabrikası : 314, 322, 332, 425, 525, 542
Voyvoda : 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 166, 173, 291
Walter Diamond : 428
William Turner : 171, 173
Wilusa : 46, 51
Wing Merill : 477

597
Y

Yağmur Baba Zaviyesi : 136


Yahşelli : 41, 216, 217
Yahya Yavuz : 479
Yamanlar Dağı : 21, 57, 68, 80, 105, 168, 169, 208, 239, 447
Yanık Mehmed : 158
Yanıkara hastalığı : 200
Yanıkköy : 54, 57, 58, 77, 80, 98, 105, 115, 120, 121, 131, 235
Yani Çiftliği : 201
Yapı İşçileri Sendikası (YİS) : 326, 327, 330, 332, 333
Yapı-İş Sendikası : 325, 326, 327, 329, 330, 333
Yarın Dergisi : 442
Yaşar Baydur Onaran : 502
Yaşar Falay : 321
Yaşar Holding : 348, 425, 478, 542
Yaşar Şen : 324
Yavuz Ertokuş : 294
Yavuz Fırat : 417
Yavuz Güral : 287, 488, 493
Yayaağaç : 124, 130, 149
Yaylacıoğlu : 139
Yeni Asır : 243, 267, 299, 324, 346, 401, 405, 429, 535, 461, 463
Yeni Foça : 34, 102, 103, 111, 112, 113, 115, 116, 120, 121, 122,
129, 130, 141, 150, 181, 216, 218, 235, 385, 429, 442,
457, 461, 489
Yeni Foça Kalesi : 103, 129, 141
Yeni Kale : 57, 110
Yeni Pazar : 263
Yeni Şakran : 55, 257, 277, 278, 303, 409, 410, 411, 433, 469, 480, 540
Yeni Şakran Belediyesi : 409, 411, 469
Yeni TV : 496
Yeniceköy : 248
Yenifoça : 248
Yeniköy : 237
Yeşil Barış : 442, 509, 513, 514, 515
Yıldırım Beyazıt : 114, 118
Yılmaz Gürsel : 462
Yolumuz Dergisi : 253, 320
Yoran : 229
Yorgaki Efendi : 208
Yugo Nagata : 171
Yukarı Cami : 163
Yukarı Şakran : 277, 278
Yukarı Şehitkemal : 72, 168, 195
Yukarıbeyli : 248
Yunanistan : 29, 40, 41, 42, 43, 44, 46, 48, 51, 56, 59, 67, 73, 74,
75, 77, 83, 85, 86, 92, 93, 109, 114, 117, 164, 170, 182,
184, 209, 210, 211, 216, 218, 221, 222, 224, 255, 261,
313, 495
Yundalanı köyü : 127, 131, 135
Yunt Dağı : 17, 21, 79, 110, 112, 116, 127, 130, 132, 146, 154, 155,
156, 157, 158, 159, 160, 161, 184, 188, 215, 216, 223,
461, 468, 498

598
Yunt Dağı Ellicileri : 146
Yunus Paşa : 121
Yurda Şener : 417
Yurdaer Öge : 378, 488
Yurdbeyi : 124, 126
Yuri Panyuşkin : 398
Yusuf Dönmez : 257
Yusuf Paşa : 154, 155
Yusuf Savran : 479
Yusuf Sezgin : 132
Yücel Dirik : 283, 284, 305, 306, 316, 318
Yücel Karaşan : 524
Yüksek Teknoloji Enstitüsü : 486, 508, 519
Yüksel Özbek : 407
Yüksel Tekay : 325

Zaccaria ailesi : 112, 130


Zaharyan Efendi : 200
Zekeriya Aydın : 286, 288
Zekeriya, Zekir : 236, 237
Zeki Dönmez : 257, 258, 282, 313, 379
Zeki Efeoğlu : 305
Zeki Gökduman : 488
Zeus Sunağı : 85
Zeynel Abidin : 160, 161, 291
Zeytinlibel : 157
Zonaras : 96, 100
Zosimus : 96
Zülküf Başpehlivan : 320

599
Kültür yayınlarımızla Aliağa’yı geçmişten geleceğe taşıyoruz.
Aliağa’yı tanımak ve tanıtmak için
“Aliağa Kent Kitaplığı” yayınlarımızı edinerek
Aliağa’nın “Kültür Belleği”ne sahip olun.

Aliağa Belediyesi
Kültür Mahallesi Lozan Caddesi No: 47 35800 Aliağa-İZMİR
Telefon: 0 232 616 19 80
E-mail: aliagatarihi@aliaga.bel.tr E-kitap: www.aliaga.bel.tr

/aliagabld
601
Aliağa, İlçe olarak 35 yıllık bir geçmişe sahip olmasına karşın sekiz
bin yıllık bir yerleşme tarihinin birikimini ve yükünü omuzlarında ta-
şıyor. Bu öyle bir tarih ki, ilk yerleşim görmesinden itibaren yaşanan
tüm savaşların, kırılmaların, bunalımların, felaketlerin ve çözülüşle-
rin ardından yeniden toparlanmaların, ayağa kalkmanın, varoluşun
tanığı olmuş. Son 50 yıl içinde sanayileşmenin ve kalkınmanın tüm
etkilerini acı tatlı bütün boyutlarıyla yaşayan bir kasaba. Türkiye’nin
yakın tarihi içinde unutulmayacak bir yere sahip. Kaderine terk edil-
miş olarak; 1960’lara kadar Menemen kazasına bağlı sakin ve id-
diasız bir tarım-hayvancılık-balıkçı kasabası. Rafineri’nin temelinin
atılmasıyla birlikte kısa sürede dev bir sanayi kentine dönüşüyor.
Binlerce yıldır eski uygarlıkların cirit attığı, cenk ettiği bu topraklarda
kurulan Aliağa’nın, Türkiye sanayileşme tarihi içinde en ön sıralarda
yer alması her türlü gelişmeyi son derece hızlı yaşamasına yol açtı.
Aliağa Tarihi, Cumhuriyetimizin 100. Yılı yaklaşırken geçmişin biri-
kimini gelecek kuşaklara aktarmak isteyen ve olanaklarını seferber
eden Aliağa Belediyesi’nin çabalarıyla yazılan, sekiz bin yıllık bölge
tarihimizin günümüze kadar ulaşmış bir öyküsü, bir özetidir. Bu öy-
küyü geçmişten aldık, geleceğe bırakıyoruz…

Ekim 2017

602 Aliağa Belediyesi’nin kültür hizmetidir. Parayla satılmaz

You might also like