You are on page 1of 185

Türk Yazınından Seçilmiş

Cezaevi Şiirleri

Derleyen
Refik Durbaş
ADAM YAYINLARI
©
Anadolu Yayıncılık A.Ş.

Birinci Basım: Şubat 1993


İkinci Basım: Ocak 1995

Kapak Düzeni: Birsen Delemen Güven


Türk Yazınından Seçilmiş

Cezaevi Şiirleri

Derleyen
Refik Durbaş
SUNU

Ne şairler cezaevi kapısı önünde dursaydı, ne böyle şiirler yazıl­


saydı. ..
Ne de böyle antolojiler. ..
Ama bir de fotoğrafın arabı var: Fotoğrafın ön yüzünde şair ceza­
evi kapısında duruyorsa, arabında onun yenilmezliği, haklılığı, yüce­
liği, erdemi; yani iyiden, doğrudan, güzelden yana ne varsa o duru­
yor.
Hücreye, voltaya, hapse, müebbede, idama karşı şairin gücü, şiiri­
nin gücü ...
Cumhuriyet'ten önceki yıllar öylece kalsın, yetmiş yıllık şiirimi­
zin genç tarihine şöyle bir baktığımızda devlet ile şairin fotografisi
hep karşı karşıya düşmüş. Özellikle de Nazım Hikmet'ten sonra ...
Bu antolojiyi hazırlarken şöyle bir şey dikkatimi çekti: Kimi şair
- aslında şairdi - düşüncelerinden dolayı cezaeviyle tanıştı ve cezae­
vi şiirinin bir başka boyutunu oluşturdu.
Kimi şair, yasalar buna " ideoloji" diyor, düşüncelerinden dolayı
cezaeviyle tanıştı. Ama daha önceleri şiir yazmıyordu. Fakat cezae­
vinden şair kimliğini bürünerek çıktı.
Kimi şair hiç cezaevi önünde bir fotoğrafa durmadı, kapısından
adım bile atmadı. Oysa kimi şiirlerini cezaevinin duygulanımı ile do­
kudu.
Ve işte bütün bunların sonucu: Yetmiş yıllık şiirimizden bir ceza­
evi şiirleri antolojisi...
Bu şiirlere topluca bakıldığında yetmiş yıllık düşünce yaşamımı­
zın bir profili de görülmüyor mu?
Cezaevlerinde yaşanılan acılar, hücreler, kapı altları, voltalar,
tahliye sevinci, özgürlüğe kavuşmanın umudu ...
Görüş günleri...
Görüş günlerinde anaların çektikleri...
İddianameler, savunmalar. ..
Şimdi nicedir Bursa hapishanesi, Sinop, Çankırı, Hopa hapisha­
nesi, Sultanahmet cezaevi...
Taş duvarların ardında şairlerin sesleri durmuyor mu hala, kimi­
sinin duvarında taşlar kalmamış olsa da...

7
8 Refik Durbaş

Gelecekte böyle antolojiler hazırlamamak umuduyla... Şairler,


cezaevi kapısından uzak olsun temennisiyle ...
Çünkü zindanı taştan değil, şiirden oyuyor şairler. ..
Refik Durbaş
Nazım Hikmet (1901-1963)

KARIMA MEKTUP

33- 11 - 11
Bursa
Hapisane

Bir tanem!
Son mektubunda :
" Başım sızlıyor
yüreğim sersem! "
diyorsun.
" Seni asarlarsa
seni kaybedersem;"
diyorsun;
" yaşıyamam ! "
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nazıma!
Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim ...
Karım benim!
ı O Nazım Hikmet

İyi yürekli,
altın renkli,
gözleri baldan tatlı anm benim;
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanile bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağnsı.
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun kansı.

HATIRALAR

Hapisane
akşam,
bahar. ..
Hatıralar
hatıralar! ..
Hatıraların teker teker
kımıldandıklan yer,
duyuldukları saat
koklandıkları mevsim!

Bir resim :
Ne çerçeve
ne altında bir isim ...
Bakıyor bana :
demirlerin
duvardaki
gölgeleri içinden ...

Belki
bu onundur,
belki ötekisinin.
Nazım Hikmet 1 1

Belki de ikisinin! ..
Biri nerde şimdi?
Öbürü nerde?
Ben nerdeyim?
Görünmeyen kuşlar gibi aşarak
dağı, denizi,
yalnız hatıralar
bağlıyor bizi ...
31/3/934

Güneşte
denizin sonunda mavi bir duman gibi
gözümde tütüyorsun.
Yeşil bir erik dalı yüreğim
sen altın tüylü bir yemiş
sallanıyorsun.
Fakat ben seni böyle bir yemiş ve bir duman gibi görmenin yerine
sahiden görmek istiyorum çıplak ayaklarını
sahiden dokunmak istiyorum uzun parmaklı ellerine! ..

1 938 - 13 İkinciteşrin
İST ANBUL TEVKİFHANESİ

YATAR BURSA KALESİNDE

Sevdalınız komünisttir,
on yıldan beri hapistir,
yatar B ursa kalesinde.

Hapis amma, zincirini kırmış yatar,


en ala bir mertebeye ermiş yatar,
yatar Bursa kalesinde.

Memleket toprağındadır kökü,


Bedreddin gibi taşır yükü,
yatar Bursa kalesinde.
1 2 Nazım Hikmfl.

Yüreği delinip batmadan,


şarkısı tükenip bitmeden,
cennetini kaybetmeden,
yatar Bursa kalesinde.
1 94 7

21Eylül1945

Oğlumuz hasta,
babası hapiste,
senin yorgun ellerinde ağır başın,
dünyanın hali gibi halimiz...

İnsanlar, daha güzel günlere insanları taşır,


oğlumuz iyileşir,
babası çıkar hapisten,
güler senin altın gözlerinin içi,
dünyanın hali gibi halimiz...

25Eylül1945

Saat 21.
Meydan yerinde kampana vurdu,
nerdeyse koğuşların kapılan kapanır.
Bu sefer hapislik uzun sürdü biraz :
8 yıl...
Yaşamak : ümitli bir iştir, sevgilim,
yaşamak :
seni sevmek gibi ciddi bir iştir. ..

26Eylül1945

Bizi esir ettiler,


bizi hapse attılar :
beni duvarların içinde,
seni duvarların dışında.

Ufak iş bizimkisi.
Asıl en kötüsü :
bilerek, bilmeyerek
Nazım Hikmet 13

hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...


İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
namuslu, çalışkan, iyi insanlar
ve seni sevdiğim kadar sevilmeye layık ...

1945 yılıAralık ayın n


ı dördü
İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına...
Hapisten
mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nazım Hikmetin
kadını...

12 Aralık 1945

Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :


pul pul altın
bakır
tunç ve tahta ...
Öküzlerin ayaklan yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.
Ve dağlar dumana batık
kurşuni, sırılsıklam ...
Tamaİn,
sonbahar belki bugün bitti artık.
Yaban kazları hızla gelip geçti demin
herhal İznik gölüne gidiyorlar.
Havada serin
havada is kokusu gibi bir şey :
havada kar kokusu var. ..

Şimdi dışarda olmak,


dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
"- Ata binmesini de bilmezsin, " - diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste :
seni sevdiğim kadar değilse de
1 4 Nazım Hikmet

hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı ...


Ve ikiniz de uzaktasınız...

BİR CEZAEVİNDE, TECRİTIEKİ ADAMIN


MEKTUPLARI

1
Senin adını
kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
(bizlere atatı-katıa verilmez),
ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avluda bir ağaç bulunur ama
gökyüzünü başımın üstünde görmek
bana yasak...
Burası benden başka kaç insanın evidir?
Bilmiyorum.
Ben bir başıma onlardan uzağım,
hep birlikte onlar benden uzak.
Bana kendimden başkasıyla konuşmak
yasak.
Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
şarkı söylüyorum karıcığım.
Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim
öyle bir dokunuyor ki içime
yüreğim parçalanıyor.
Ve tıpkı o eski
acıklı hikayelerdeki
yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük burnunu çekerek
senin bağrına sokulmak istiyor.
Yüzümü kızartmıyor benim
onun bu an
böyle zayıf
böyle hodbin
böyle sadece insan
oluşu.
Nazım Hikmet 1 5

Belki bu halin
fizyolojik, psikolojik filan izahı vardır.
Belki de sebep buna
bana aylardır
kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır. ..

Saat beş, karıcığım.


Dışarda susuzluğu
acayip fısıltısı
toprak damı
ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
bir sakat ve sıska atıyla,
yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.

Bugün de apansız gece olacaktır.


Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
bu ümitsiz tabiatın
ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
Yine o malum sonuna erdik demektir işin,
yani bugün de mükellef bir daüssıla için
yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
Ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi göstereceğim
ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
suzinak makamından bir şarkı ağzıyla
yine billahi kahredecek dil-i naşadımı
seni böyle uzak,
seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
kafamın içinde duymak ...
1 6 Nazım Hikmet

2
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
ve sabahları çimentonun üstünde güneş ...
Güneş,
artık o her gün öğle vaktine kadar,
bana yakın, benden uzak,
sönerek, ışıldayarak
yürür...
Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
dışarda akşam olur,
bulutsuz bir bahar akşamı ...
İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
Velhasıl
o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
hürriyet denen ifrit...
Bu bittecrübe sabit, karıcığım,
bittecrübe sabit...

3
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben . . .
Bahtiyarım ...
1938
Nazım Hikmet 1 7

ÇANKIRI HAPİSANESİNDEN MEKTUPLAR

Saat dört,
yoksun.
Saat beş,
yok.
Altı, yedi,
ertesi gün,
daha ertesi
ve belki
kim bilir. ..

Hapisane avlusunda
bir bahçemiz vardı.
Sıcak bir duvar dibinde
on beş adım kadardı.
Gelirdin,
yan yana otururduk,
kırmızı ve kocaman
muşamba torban
dizlerinde ...

Kelleci Memed'i hatırlıyor musun?


Sübyan koğuşundan.
Başı dört köşe,
bacakları kısa ve kalın
ve elleri ayaklarından büyük.
Kovanından bal çaldığı adamın
taşla ezmiş kafasını.
" Hanım abla" derdi sana.
Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
tepemizde, yukarda,
güneşe yakın,
bir konserve kutusunun içinde ....
Bir Cumartesi gününü,
hapisane çeşmesiyle ıslanan
bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,
aklında mı :
18 Nazım Hikmet

"Beypazarı meskenimiz, ilimiz,


kim bilir nerde kalır ölümüz... ? "

O kadar resmini yaptım senin


bana birini bırakmadın.
Bende yalnız bir fotoğrafın var :
bir başka bahçede
çok rahat
çok bahtiyar
yem verip tavuklara
gülüyorsun.

Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,


fakat pek ala gülebildik
ve bahtiyar olmadık değil.
Nasıl haberler aldık
en güzel hürriyete dair,
nasıl dinledik ayak seslerini
yaklaşan müjdelerin,
ne güzel şeyler konuştuk
hapisane bahçesinde. . .

Bir akşamüstü
oturup
hapisane kapısında
rubailer okuduk Gazali' den :
" Gece :
büyük laciverdi bahçe.
Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin.
Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler. "

Bir gün eğer,


benden uzak,
karanlık bir yağmur gibi,
canını sıkarsa yaşamak
tekrar Gazali'yi oku.
Ve Pirayende'm benim,
ben eminim
sen sadece merhamet duyacaksın
Nazım Hikmet 1 9

ölümün karşısında onun


ümitsiz yalnızlığı
ve muhteşem korkusuna.

Bir akar su getirsin Gazali'yi sana :


"-Toprak bir kasedir
çömlekçinin rafında tacidar,
ve zafer yazıları
yıkılmış duvarlarında Keyhüsrevin... "

Birikip sıçramalar.
Soğuk
sıcak
serin.

Ve büyük laciverdi bahçede


başsız ve sonsuz
ve durup dinlenmeden
devranı rakkaselerin ...

Bilmiyorum, neden
aklımda hep
ilkönce senden duyduğum
Çankırılı bir cümle var :
" Pamukladı mıydı kavaklar
kiraz gelir ardından. "
Kavaklar pamukluyor Gazali' de,
fakat
görmüyor, üstat,
kirazın geldiğini.
Ölüme ibadeti bundandır.

Şeker Ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor.


Akşam.
Dışarda çocuklar bağrışıyorlar.
Çeşmeden akıyor su.
Ve jandarma karakolunun ışığında
akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
Açıldı demirlerin dışında
büyük, laciverdi bahçem.
20 Nazım Hikmet

Aslolan hayattır

Beni unutma Hatçem...

Bugün çarşamba :
- biliyorsun -
Çankırı' nın pazarı.
Demir kapımızdan geçip
kamış sepetimizde bize kadar gelecek
yumurtası, bulguru,
yaldızlı, mor patlıcanları...

Dün köylerden inenleri seyrettim :


yorgundular,
kurnaz
ve şüpheli,
ve kaşlarının altında keder.
Erkekler eşeklerde,
kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler.
Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır.
Herhalde iki çarşambadır pazarda :
kırmızı başörtülü
" kibirsiz" lstanbulluyu aramışlardır. ..
20.7.194 0

Sıcaklar bildiğin gibi değil


ve ben ki yalı uşağıyım,
deniz ne kadar uzak...

İkiyle beş arası


cibinliğin altına uzanarak
ter içinde
kımıldanmadan
gözlerim açık
dinliyorum sineklerin uğultusunu.
Biliyorum :
şimdi avluda
duvarlara çarpıyorlardır suyu,
Nazım Hikmet 21

kızgın, kırmızı taşlar tiltüyordur.


Ve dışarda, otlan yanmış kalenin eteğinde
bir kezzap aydınlığı içindedir
simsiyah kiremitleriyle şehir...

Geceleri birdenbire rtizgar çıkıyor.


sonra kayboluyor birdenbire.
Ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup,
yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak
bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak.
Ve zaman zaman
ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
bir korku halinde tabiatı...

Bir zelzele olabilir.


Zaten üç günlük yere geldi,
salladı çapanoğlu Yozgad 'ı.
Ve yerlilerin kavlince :
altı tekmil tuz madeni olduğundan
yıkılacak Çankırı şehri
kıyametten kırk gün önce.
Yatıp bir gece,
başın bir kalasla ezilmiş,
çıkmamak sabaha ...
Ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
Ben yaşamak istiyorum biraz daha,
daha bir hayli yaşamak.
Bunu birçok şey için istiyorum,
birçok
çok mühim şeyler.
12.8.1940

Saat beşte akşam oluyor :


insanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla.
Yağmur taşıdıkları belli.
Birçoğu
elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
Bizim odanın yüz mumluğu,
terzilerin gaz lambası yandı.
Terziler ıhlamur içiyorlar...
22 Nazım Hikmet

Kış geldi demektir. ..


Üşüyorum.
Fakat kederli değilim.
Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır :
kış günleri hapisanede,
sade hapisanede değil,
bu kocaman
bu ısınası
bu ısınacak dünyada
üşüyüp
kederli olmamak ...
26.10. 1940

BEN İÇERİ DÜŞTÜGÜMDEN BERİ

Ben içeri düştüğümden beri


güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ona sorarsanız :
" Lafı bile edilmez,
mikroskobik bir zaman. "
Bana sorarsanız :
" On senesi ömrümün.

Bir kurşun kalemim vardı


ben içeri düştüğüm sene.
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
Ona sorarsanız :
" Bütün bir hayat. "
Bana sorarsanız :
" Adam sen de, bir iki hafta. "

Katillikten yatan Osman,


ben içeri düştüğümden beri,
yedi buçuğu doldurup çıktı,
dolaştı dışarlarda bir vakit,
sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri,
altı ayı doldurup çıktı tekrar,
dün mektup geldi, evlenmiş,
bir çocuğu doğacakmış baharda.

Şimdi on yaşına bastı,


Nazım Hikmet 23

ben içeri düştüğüm sene,


ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,
rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan.
Fakat zeytin fidanları hfilii fidan,
hiilii çocuktur.

Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde


ben içeri düştüğümden beri.
Ve bizim hane halkı
bilmediğim bir sokakta
görmediğim bir evde oturuyor.

Pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek


ben içeri düştüğüm sene.
Sonra vesikaya bindi,
bizim burda, içerde, birbirini vurdu millet
yumruk kadar, simsiyah bir tayın için.
Şimdi serbestledi yine,
fakat esmer ve tatsız.

Ben içeri düştüğüm sene


İKİNCİSİ başlamamıştı henüz.
Daşav kampında fırınlar yakılmamış,
atom bombası atılmamıştı Hiroşima 'ya.

Boğazlanan bir çocuğun kam gibi aktı zaman.


Sonra kapandı resmen o fasıl,
şimdi ÜÇÜNCÜDEN bahsediyor Amerikan doları.

Fakat gün ışıdı her şeye rağmen


ben içeri düştüğümden beri.
Ve " Karanlığın kenarından
ONLAR ağır ellerini kaldırımlara basıp
doğruldular" yarı yarıya.

Ben içeri düştüğümden beri


güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine,
ben içeri düştüğüm sene
ONLAR için yazdığımı
" Onlar ki toprakta karınca
24 Nazım Hikmet

suda balık
havada kuş kadar
çokturlar,
korkak, cesur,
cahil, hakim
ve çocukturlar,
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
şarkılarımda yalnız onların maceraları vardır. "
Ve gayrısı,
mesela benim on sene yatmam,
lafü güzaf.

1 94 7

BİR NEHRE ATILAN CENAZE

Hapisliğimin on ikinci yılındaydım


üç aydan beri de
canlı cenaze halindeydim
cenaze olan ben
serilmiş yatıyordu
canlı olan ben
onu ibretle seyrediyordu
başka bir şey de gelmiyordu elinden
cenaze yiyordu kendi kendini
yapyalnızdı bütün cenazeler gibi de
ihtiyar bir kadın gelip durdu kapıda
annem
ana oğul cenazeyi kaldırdık
ben ayaklarından tuttum o başucundan
ağır ağır indirdik
attık Yang-tse nehrine
kuzeyden akıyordu ışıl ışıl ordular

[1 94 9]
Nazım Hikmet 25

HAPİSTE YATACAK OLANA B AZI ÖÖÜTLER

Dünyadan memleketinden insandan


umudun kesik değil diye
ipe çekilmeyip de
atılırsan içeriye
yatarsan on yıl on beş yıl
daha da yatacağından başka
sallansaydım ipin ucunda
bir bayrak gibi keşke
demeyeceksin
yaşamakta ayak direyeceksin.

Belki bahtiyarlık değildir artık


boynunun borcudur fakat
düşmana inat
bir gün fazla yaşamak.

İçerde bir tarafınla yapyalnız kalabilirsin


kuyunun dibindeki taş gibi
fakat öbür tarafın
öylesine karışmalı ki dünyanın kalabalığına
sen ürpermelisin içerde
dışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa.

İçerde mektup beklemek


yanık türküler söylemek bir de
bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
tatlıdır ama tehlikelidir.

Tıraştan tıraşa yüzüne bak


unut yaşını
koru kendini bitten
bir de bahar akşamlarından.
bir de ekmeği
son lokmasına dek yemeyi
bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
Bir de kim bilir
sevdiğin kadın seni sevmez olur
ufak iş deme
yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir
içerdeki adama.
26 Nazım Hikmet

İçerde gülü bahçeyi düşünmek fena


dağları deryaları düşünmek iyi
durup dinlenmeden okumayı yazmayı
bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana
bir de ayna dökmeyi.

Yani içerde on yıl on beş yıl


daha da fazlası hatta
geçirilmez değil
geçirilir
kararmasın yeter ki
sol memenin altındaki cevahir.

[Mayıs 1 94 9]

İBRAHİM BALABAN'IN " MAPUSANE KAPISI


TABLOSU " ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR

Altı kadın vardı demir kapının önünde,


beşi toprağa oturmuş, ayakta biri;

sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,


besbelli henüz öğrenmemişler gülmeyi.

Altı kadın vardı demir kapının önünde,


ayakları sabırlı, ellerinde keder,

sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,


cin gibi bakıyor kundaktakiler.

Altı kadın vardı demir kapının önünde


sımsıkı gizlemişler saçlarını,

sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,


biri kavuşturmuş avuçlarını.

Bir jandarma vardı demir kapının önünde,


ne dost ne düşman, nöbet uzun, hava sıcak.

Bir beygir vardı demir kapının önünde,


nerdeyse ağlayacak.
Nazım Hikmet 27

Bir köpek vardı demir kapının önünde


burnu kara, tüyü sarı,

kamış sepetlerde yeşil biber vardı,


torbalarda kömür, heybelerde soğan sarmısak.

Altı kadın vardı demir kapının önünde


ve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim;
altı kadından biri sen değildin, ama
beş yüz erkekten biri bendim...

28.12.1 94 9
Bursa Hapisane

AÇLIK GREVİNİN BEŞİNCİ GÜNÜNDE

Kardeşlerim,
demek istediklerimi doğru dürüst diyemiyorsam
kusura bakmayın kardeşlerim,
azıcık sarhoş gibiyim, birazcık dönüyor kafam,
rakıdan değil
açlıktan hafif tertip.

Kardeşlerim,
Avrupa'dakiler, Asya'dakiler, Amerika'dakiler,
ben, hapiste açlık grevinde değil de
bir kırda yatıyor gibiyim bu Mayıs ayında geceleyin.
Ve gözleriniz ışıl ışıl yıldızlar gibi başucumda;
ve elleriniz tek bir el
anamın eli gibi
yarimin eli gibi
Memed'in eli gibi
hayatın eli gibi avucumda.

Kardeşlerim,
zaten beni hiçbir zaman bir başıma bırakmadınız,
hem sade beni değil
memleketimi ve halkımı da.
Sizinkileri benim sevdiğim kadar
siz de benimkileri seviyorsunuz diye
sağ olun kardeşlerim, teşekkür ederim.
28 Nazım Hikmet

Kardeşlerim,
ölmeğe niyetim yok.
Kardeşlerim,
biliyorum,
yine de yaşamakta devam edeceğim yanı başınızda :
Aragon'un mısraında olacağım
- gelecek güzel günleri anlatan her mısraında -
ve beyaz güvercininde Picasso'nun
ve Robeson'un türkülerinde
ve asıl
ve en güzeli :
Marsilya dok işçilerinden yoldaşımın muzaffer gülüşünde olacağım.

Kardeşlerim,
dolu dizgin bahtiyarım doğrusu.
Mayıs, 1950

HAPİSTEN ÇIKTIKTAN SONRA

1-Uyan ı ş

Uyandın.
Nerdesin?
Evinde.
Alışamadın hala
uyanır - uyanmaz
evinde olmaya.
On üç yıl hapiste kalm:rnın
sersemliklerinden biri de bu.
Yanında yatan kim?
Yalnızlık değil, karın.
Uyuyor melekler gibi mışıl mışıl.
Yaraştı hatuna gebelik.
Saat kaç?
Sekiz.
Demek akşama kadar emniyettesiniz.
Çünkü teamüldendir
polis ev basmaz güpegündüz.
Nazım Hikmet 29

2-Ak ş am G e zin tisi

Hapisten çıkmışın,
çıkar çıkmaz da
gebe koymuşun karını,
takmışın koluna
geziyorsun akşamüstü mahallede.
Kamı bumunda hatunun.
Nazlı nazlı taşıyor mukaddes yükünü.
Sen saygılı ve kibirlisin.
Hava serin.
Üşümüş bebek elleri gibi bir serinlik.
Avuçlarına alıp onu
ısıtasın gelir.
Mahallenin kedileri kasabın kapısında
ve üst katta kıvırcık karısı
yerleştirmiş pencerenin pervazına memelerini
akşamı seyrediyor.
Alaca aydınlık, tertemiz gökyüzü,
duruyor orta yerinde çoban yıldızı
bir bardak su gibi pırıl pırıl.
Bu yıl uzunca sürdü pastırma yazı,
dut ağaçlan sarardıysa da,
incirler hala yeşil.
Mürettip Refik'le sütçü Yorgi'nin ortanca kızı
çıkmışlar akşam piyasasına,
parmaklan birbirine dolanmış.
Bakkal Karabet'in ışıklan yanmış.
Affetmedi bu Ermeni vatandaş
Kürt dağlarında babasının kesilmesini.
Fakat seviyor seni,
çünkü sen de affetmedin
bu karayı sürenleri Türk halkının alnına.
Mahallenin veremlileri, yataklara düşenler,
bakıyor camların arkasından.
Çamaşırcı Huriye'nin işsiz oğlu,
omuzlarında keder,
kahveye gidiyor.
Ajans haberlerini okuyor radyosu Rahmi Beylerin
Uzak Asya'da bir memleket,
sarı ay yüzlü insanlar
beyaz bir ejderhayla dövüşmekteler.
30 Nazım Hikmet

Oraya gönderildi seninkilerden


dört bin beş yüz tane Memet,
kardeşlerini katletmeğe.
Kızarıyor yüzün
öfkeden ve utançtan
ve umumiyetle filan değil,
sırf sana ait
ve eli kolu bağlı bir hüzün.
Karını arkadan itip yere yuvarlamışlar da
düşürmüş gibi çocuğunu,
yahut yine hapisteymişin de
karakolda yine dövdürülüyormuş gibi
köylü candarmalara köylüler.
Ansızın bastırdı gece.
Bitti akşam gezintisi.
Bir polis jipi saptı sizin sokağa,
karın fısıldadı :
- Bizim eve mi?

3-Gece ni n Saa t Bi ri

Masanın örtüsü mavi basma,


üstünde yalansız, güler yüzlü, cesur
kitaplarımız durur.
Esirlikten dönmüşüm, anacığım,
kendi memleketimde düşman kalesinden.
Gecenin saat biri,
lambayı söndürmedik.
Yanımda karım yatar :
Karım beş aylık gebeliğinde,
etim etine <leğende
elimi karnına koyanda
bebek kıpır kıpır kıpırdar.
Dalda yaprak,
suda balık,
rahimde insan yavrusu,
yavrum.
Yavrumun pembe yünden zıbını,
anası ördü.
Bedeni benim karışımla bir karış,
kolları şu kadarcık.
Nazım Hikmet 31

Yavrum,
Kız olursa tepeden tırnağa anasına benzesin
istiyorum,
oğlan olursa boyu bosu bana.
Kız olursa ela ela baksın,
oğlan olursa maviş maviş.
Yavrum.
Kız olsun, oğlan olsun,
kaç yaşında olursa olsun,
yavrum düşmesin istiyorum hapislere
güzelden, haklıdan, barıştan yana diye.
Fakat malum,
kızım yahut oğlum,
gecikirse suların ışıması
dövüşeceksin
ve hatta...
Yani haylıca müşkül bir zanaatmış bizde bugün
babalık zanaatı da.
Gecenin saat biri.
Lambayı söndürmedik.
Belki yarım saat sonra, belki sabaha karşı
gene basılabilir evim,
beni alıp götürürler
kitaplarımızla beraber.
Yanımda birinci şubeninkiler
dönüp bakarım :
durur kapıda karım
eşiğin üzerinde,
uçar entarisi sabah rüzgarında.
Yüklü ağır karnında
bebek kıpır kıpır kıpırdar.

4 -Do ğ um

Anası bir oğlancık doğurdu bana;


kaşsız, sarı bir oğlan,
masmavi kundağında yatan
bir nur topu, üç kilo ağırlığında.
Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu Kore'de,
32 Nazım Hikmet

san ay çiçeğine benziyorlardı.


Mak Artır kesti onlan,
gittiler ana sütüne bile doyamadan.

Benim �ğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu Yunan zindanlannda,
babaları kurşuna dizilmiş.
Bu dünyada ilk görülecek şey diye
demir parmaklığı gördüler.
Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman
çocuklar doğdu Anadolu'da,
mavi gözlü, kara gözlü, ela gözlü bebeklerdi.
Bitlendiler doğar doğmaz,
kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
Benim oğlan
benim yaşıma bastığı zaman,
ben bu dünyada olmayacağım,
ama harikulade bir beşik olacak dünya,
siyah,
beyaz,
sarı,
bütün çocukları
sallayan
mavi atlas döşekli bir beşik.
İlhami Bekir Tez (1906-1984)

İKİ LAF

Poliste adımızı sordular,


- Bileklerimize kelepçe vurdular -
Dedi ki biz oyuz
Dosyada künyemiz vardır,
Babamız Ahmet annemiz Fatma...
Vaktimiz yoktu evlenemedik
dedik;
Nüfusta kaydımız bekardır.
Ne avrat, evlat ne dünür
Yirminci asırda her şair
bizim gibi düşünür.

İçerde küf ve nem


Demir parmaklık arasında ışıltılar!
- Geç dediler;
Aralandı kapı, yürüdük,
Eğildi üstünden atladık - duvar.
Sağnak sağnak
Yağıyordu gökten aydınlık
Yürüdük ...
Yer bizimle
gökler bizimle
Silar bizimle başladı yürümeğe.
Yürüdük
Demirkapı Ahırkapı, Adliye.
Yürüdük ...
Bileklerimizde tel kelepçe
Bütün gece...

Yargıçta suçumuzu sordular


- Bileklerimizde karakol mühürü vurgular -
Dedik ki çok
Dedik ki yok
Dedik ki adam öldürmedik kan içmedik
Yalnız iki laf dedik.
Dedik ki
Gün ağardı göğe bak!
Dedik ki
Güneş doğsa sırtımız ısınacak!
34 İlhami Bekir Tez

Dedik ki çok

Hür bir dünyada m es'utinsanlar


Onlariçin yemiş verirormanlar
İnsan büyür mihnet k üçülür
Ve pürüzsüz sular gibiakar zamanlar.
Yıldızlarom uzların hem en tepesinde
Keder ve hınçKafdağı'nm ötesinde
Gök biranneçınar gibi üstündeonların
Veonlaroynaşır/ar bu çınarın gölgesinde

Sokakta yolumuza durdular.


Neticeyi sordular.
Dedik ki
Ya kırmızı, ya san!
Şahit edip deriz ki gökleri ve tarlaları
Adam öldürmedik kan içmedik!
Yalnız iki laf dedik.
Sabahattin Ali (1907-1948)
HAPİSHANE ŞARKISI

Başın öne eğilmesin


Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma ...

Dışarda deli dalgalar


Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma ...

Görmesen bile denizi,


Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma...

Dertlerin kalkınca şaha


Bir küfür yolla Allaha ...
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma ...

Kurşun ata ata biter


Yollar gide gide biter;
Ceza yata yata biter;
Aldırma gönül, aldırma ...

HAPİSHANE ŞARKISI

1.
Göklerde kartal gibiydim,
Kanatlarımdan vuruldum;
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktinde kırıldım.

( .. . )
36 Sabahattin Ali

Ekmeğim bahtımdan katı,


Bahtım düşmanımdan kötü;
Böyle kepaze hayatı
Sürüklemekten yoruldum.

( ... )
il.
Burda çiçekler açmıyor,
Kuşlar süzülüp uçmuyor,
Yıldızlar ışık saçmıyor,
Geçmiyor günler, geçmiyor.

( ... )

Dışarıda mevsim baharmış,


Gezip dolaşanlar varmış,
Günler su gibi akarmış ...
Geçmiyor günler, geçmiyor.

GURBET HAPİSHANESİ

Akşam gökler bulutlanır,


Demir kapılar kilitlenir,
Gönül her derde katlanır
Gurbet hapishanesinde.

Halini bilen bulunmaz,


Yüzüne gülen bulunmaz,
Kapıya gelen bulunmaz
Gurbet hapishanesinde.
Orhan Veli Kanık (1914-1950)

SİZİN İÇİN

Sizin için, insan kardeşlerim,


Her şey sizin için;
Gece de sizin için, gündüz de;
Gündüz gün ışığı, gece ay ışığı;
Ay ışığında yapraklar;
Yapraklarda merak;
Yapraklarda akıl;
Gün ışığında binbir yeşil;
Sarılar da sizin için, pembeler de;
Tenin avuca değişi,
Sıcaklığı,
Yumuşaklığı;
Yatıştaki rahatlık;
Merhabalar sizin için;
Sizin için limanda sallanan direkler;
Günlerin isimleri,
Ayların isimleri,
Kayıkların boyaları sizin için;
Sizin için postacının ayağı,
Testicinin eli;
Alınlardan akan ter,
Cephelerde harcanan kurşun;
Sizin için mezarlar, mezar taşları,
Hapishaneler, kelepçeler, idam cezaları;
Sizin için;
Her şey sizin için.
Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914)

İÇERDE

- Öldürenler, çalanlarbağış lanm ış tır


Düş ünenlerbağış lanmam ış tır.-

İçerde üç kişiydiler,
Boşalmıştı obur koğuşları Toptaşı ' nın
Biri geceye dayardı alnını yazılarla,
Biri geceyi saz ederdi,
Biri geceden inerdi yasalara toplum toplum,
İçerde üç kişiydiler,
Dörttük.

İçerde üç kişiydiler,
Küflü taş kokusu büyümüştü çıkanların ardı sıra:
Unutulmuş bıçak, mangal sapından yapılan, parlamaz,
Çorabın tekidir, haykırır yürümediğini, kimbilir kimin,
Daha sarı işte, gidenlerin bıraktığı yarı içilmiş çay.
İçerde üç kişiydiler,
Dörttük.

İçerde üç kişiydiler,
Nice analardan, oğullardan, kızlardan, torunlardan öte,
Karanlık gözdü birine uzun,
Karanlık eldi birine ısınmış,
Karanlık ağızdı birine, soluğu kan
İçerde üç kişiydiler,
Dörttük.

SAVCI' YA

Savcı nedir düşündün mü,


Dağları sorguçlu kılan?
Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yücede.
Geçmiş dağlardan yalnayak, durmuş kapına bir işsiz,
Seni bile içli kılan.
Fazıl Hüsnü Dağlarca 39

Savcı, nedir düşündün mü,


Bıçakları uçlu kılan?
Bir eski hak alınmamış, bir dere kan sorulmamış,
Şunun bunun alın teri,
Alınları taçlı kılan.

Savcı, nedir düşündün mü?


Yazıları suçlu kılan?
Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı,
Ama nedir çağlar üzre,
Beni senden güçlü kılan?
Hasan İzzettin Dinamo (1909-1989)

BİR MAPUSANE TÜRKÜSÜ

Bir Eyüp sabrıyla bekledim


Sabahı olmayan gecelerde
Gül dalları yerine demir çubuklar vardı
Münzevi-münzevi pencerelerde.

Dört uzun yıl boyunca


Dışarda koskoca bir doğu
Baştan çıkaran kokularıyla
doldurdu yolları.

Her bahar göğün kapılarında


Şarkılar okudu tarla kuşları.
Apak bulutlar geçti habersiz
Aşıklığımdan, şairliğimden.
İlkyaz yağmurları bensiz yağdı
Ve ebemkuşağı açtı bensiz.

Bir Eyüp sabrıyle bekledim


Pis kokulu gübreliğinde günlerimin.
İnsanlar olmadı farkında
en küçük hünerimin.
Ne de bir kişinin oldu haberi
Varlığınla yokluğumdan.

Bir bahar sabahına benzeyen çocukluğumdan


Ebem kuşakları gelirdi
eğlendirmek için beni!
İçinde çırılçıplak çimdiğim dereler
Söylerken kulağımın dibinde ninni.

Bir bahar sabahı gibi güzel çocukluğumun


Kırık beşiğine başımı koyar
Uyanmadan günlerce uyurdum.
Umudumu, dudaklarımda büyük türküler
ve ellerinde gelincik desteleri
karşımda bulurdum.
Hasan izzettin Dinamo 41

Öğrenme
istemem
bir Eyüp sabrı nedir
Torunlarımın torunu!
Say ki dedelerin bir masal yaşadı
Say ki acılar masaldı
Ve öttür ölümsüzlüğe doğru borunu!

MAPUSANEDEN AŞK SONNET'LERİ

SONNET II

Anarım Yeşihrmağı aklıma düştükçe sen


O misket elmalanyle yüklü bahçelerde
Ak yüzün, kumral saçın, apak elbisen
Açılıp görünür sisler içinde perde perde.

Yürürken kıyıdaki ince patikada


Yüzerdi durgun suda nilüfer gibi gölgen.
Ben bir dal altında gizli karşı yakada
Geçip giderdin anan, kardeşlerinle sen.

Keşfettin mi düş kurmayı sen o çağında?


Dönerken bir yığın elma çiçeği kucağında
En aşağı bencileyin dalgın görünürdün.

Yeşil çağıltılariyle akarken Yeşilırmak


Gelirdi tutsağın gibi içimden haykırmak,
Sense akarsu gibi, rüzgar gibi hürdün.
Rıfat ilgaz (191 1-1993)

PARMAKLIÔIN ÖTESİNDEN

İnsanları alabildiğine sevmeyi


Bırakmazlar yanına.
Böyle çekersin cezasını
Üç duvar bir kapı arasında;
Onlardan ayn
Böyle onlardan uzak.
Yasak sana, boylu boyunca sokaklar,
Bahçeler, yalı kahveleri.
Dostlara şimdi mektup değil,
Bir selam yasak!
Kapılar demir sürgülü, çifte kilitli,
Kapalı, hürriyete giden yollar;
İçerdeki içerde mahzun,
Dışardaki dışarda.
Burada her şey sade:
Ekmek ve su, düşünceler...
Emirler çeşitli:
Kapıda kilit, emir,
Uzakta düdük, emir,
Emir, dışarda dikilen nöbetçi.
Hürriyeti çoktan unuttum,
O yemyeşil masalların kızıdır
Eskiden sevilmiş.
Bir ince hastalıktır olsa olsa,
O şimdi ciğerlerimde.
Şu pencereye verdim kendimi,
Bütün üzüntülere karşılık,
Boğaz'ın suları üzerinden
Karşı sırtlara açılmış pencereye.
Üsküdar'ı bilmezdim eskiden,
Burada ısınıverdi kanım.
Vurgunum şu Kızkulesi 'ne;
Ne de şirin görünüyor
Uzaktan Karacaahmet
Hiç de söyledikleri gibi değil.
Bana düşündürmüyor ölümü.
Rıfat Ilgaz 43

ZİYARET GÜNÜ NOTLARI

Bugün başlıyor asıl çilesi,


Namus yüzünden on beş yıl giyen
Beşiktaş'lı Ragıp'ın.
Bugün tuttu Adana'nın yolunu
İki çocuklu karısı;
Seyhan Bar'a kontratlı gidiyor.
Kaşlar alındı, saçlar boyandı.
Roplar dikildi modaya uygun,
İki çocuk bırakıldı komşuya.
Nedir ki masrafı ikisinin,
Kazan kazan ver postaya,
Altına döndü Çukurova'da başaklar.
Parmaklığa dayamış alnını Ragıp'ım
Bekliyor karısını orta koğuşta
Olandan bitenden habersiz.

il

Öğretmeni tanımadan
Öğrendi polisi, jandarmayı,
Koltuğunda babasının çamaşır paketi,
Koynunda köylü sigarası, üç paket,
Bu da kendi armağanı.
Ayıplasalar da mahallede yeridir
Böyle taşınmasını cezaevine,
Parmak kadar çocuğun.
Komşuya düşer dedikodusu elbet
Kitap yüzünden yatanın;
Böylesi hiç geçer mi gazeteye,
Yıl 1 944.
Babasına bakarsan oralı değil,
Varsın diyor, su yolunda kırılsın
Bizim su testisi!
44 Rıfat Ilgaz

III

Güngörmüş oğlan şu Fikri,


Bilir nasıl karşılanır
3 numaradan Adalet.
Ne çıkar üstte yok, başta yoksa,
Konyalının ceketi yenicedir,
Temel'in pabuçları biçimli.
Uğursuz derler Fatihlinin boyunbağına,
- Bir ayda üç hüküm yedi -
Böyle günde takılır elbet,
Açar çiçek gibi adamı.
Güler yüzlü, tatlı dilli Fikri'den,
At elin, eyer emanet.

iV

Üç kuruş, beş kuruş


Harçlık gelir dışardan
Eşten, dosttan, akrabadan.
Yalnız Necati içerden çıkarır
Genç karısının ekmek parasını.
Kalmadı elde avuçta,
Buraya düştü düşeli,
Bir gençliği kaldı para eder.
Şöyle her ziyaret sonu
Beş liracık sıkıştırır eline;
Her seferinde mahçup,
Her seferinde kendinden iğrenir.

Ters yüzüne çevirdiler kapıdan


Tütündeki Şevkiye'yi.
Sarılacak kocasının boynuna
Neler anlatacaktı, neler!
Şimdi düşünüyor kara kara:
" İhtilattan men " de ne demek?
Gitti havaya gündelik,
Bir de gelip görmemek!
Rıfat Ilgaz 45

AYRILIK VAR BİR YANDAN

Tam mahpushane işi bu resimler,


Şu baldıra, bacağa bak!
Nevyork'tan mı gelir bunlar, Londra'dan mı?
Cilveliye benziyor şu sarışın
Sebepsiz açışından belli göğsünü,
Kes de yapıştır başucuna.
İsterse rahatlık vermesin
Kör şeytan, ot yatağında.
Şu karabiber
Cambazhanede çalışır mutlak,
Yay gibi bacakları var,
Altındaki yazı okunmasa da
Anlamı açık şu kalçaların.
Gözlerinden anlar arif olan
Malın gözü bu belli.
Ayrılık var anam babam, ayrılık,
Mahpusluk da ne kelime!
Çok namussuz adam, şu Rüstem Bey,
Uykusu kaçtığı geceler,
Çarpar insanı anlattıkları.
Ne anan, ne bacın çalışır fabrikasında,
Gene de kanına dokunur sözleri.
Kaçını baştan çıkarmış,
Sonra kaçına yol vermiş, söz olur diye.
Mahpusluktan ne çıkar, anam babam,
Ayrılık olmasaydı.
Nerde, adları değil de, gazeteye,
Sayıları geçenler,
Polislerin önünde turna dizisi
Karakoldan karakola gezenler;
Bellidir muayene neticesi:
36'dan 28'i hasta.
Nerde o, 28'lerin en güzeli,
Üç yıldır mahpushane köşelerinde
Sevdasından önce frengisini çektiğin!
Bedri Rahmi Eyuboğlu (1913-1975)

ZİNDANI TAŞTAN OYARLAR

Bursa'nın ufak tefek yolları


Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.

Bir şubat gecesi tutuldu dilin


Silaha bıçağa varmadı elin
Ne ana ne baba ne kız ne gelin
Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.

Ne bir haram yedin ne cana kıydın


Ekmek gibi temiz su gibi aydın
Hiç kimse duymadan hükümler giydin
Döşek diken diken yastık batıyor
Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.

Zindanı taştan oyarlar


İçine bir yiğit koyarlar
Sağa döner böğrü taşa gelir
Sola döner çırılçıplak demir
Çeliğin hası da yiğidim aman böyle bilenir
Döşek melul mahzun, yastık batıyor
Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.

Bugün efkarlıyım açmasın güller


Yiğidimden kötü haber verirler
Demirden pencere taştan sedirler
Döşek melul mahzun yastık batıyor
Yiğidim şahinim aman burda yatıyor.

Mezar arasında harman olur mu?


On üç yıl hapiste derman kalır mı?
Azrail aç susuz canın alır mı?
Döşek melul mahzun yastık batıyor
Yiğidim şahinim aman yerde yatıyor...
Bedri Rahmi byuboğlu 47

Dilinde dilimi bulduğum


Gücüne kurban olduğum
Anam babam gibi övdüğüm
Dayan hey Aslan Ustam.
Abenim
Yiğidim dayan,
Dayan hey gözünü sevdiğim
Bugün efkarlıyım açmasın güller
Yiğidimden kötü haber verirler.

Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun


Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün
Şiirin gökyüzü gibi herkesin.
Sen Kızılırmak kadar bizimsin
En büyük ustası dilimizin
Canımız ciğerimizsin.

Bugün burdaysa şiirin, yarın Çin'dedir


Bütün hışmıyla dilimiz
Kökünden sökülmüş bir çınar gibi
Yüreğimiz içindedir.

Bugün burdaysa şiirin, yarın Çin'dedir


Acısıyla sızısıyla alnının kara yazısıyla
Bir yanı nur içinde tertemiz.
Bir yanı sızım sızım memleketimiz içindedir.
Niyazi Akıncıoğlu (1916-1979)

HÜRRİYET KASİDESİ

Söylesem söz olur,


Söylemesem derd:
Dilimin ucunda zindanlar saklı.
Zindanlar : Sıra sıra
Kara kara serviler ardında,
Hapishane yazar kapılarında.
İnsanlar içindir,
Ve demirdir
Kapıları
Gardiyan açar, gardiyan kapar.
Yedi kat yerin altından
Kan
Ve ateşten
Ve dağlarla güreşten
Sonra mamul kapılar:
İnsanlar içindir.
Gardiyan açar,
Gardiyan kapar.
Ve yalnız.
Elleri sabunlu
İstanbullu
Bir çingene izinsiz girer
İzinsiz çıkar ...
Kan tutuyor beni, bağıracağım;
Bu dağlar bizimdir alemin değil! ..
Alnını karışlarım
Dostlarım;
Kardaşlarım
Sizden gayrinin!
ben dosta lokmamı veririm.
Fakat gün gelirse
Bir gün gelirse
- Ölmüş bile olsam -
Südün helal olmasın anam,
Bitmezsem mezarımdan,
Mantar gibi,
Ot gibi,
Ağaç gibi,
Ordulara, tanklara karşı.
Niyazi Akıncıoğ/u 49

Şarkımız malOm;
(Çanakkale içinde aynahçarşı)
ZindaAlar: ayın altında,
Zindanlar: suyun üstünde;
Yandan akar çeşmeleri,
Öpülesi döğmeleri;
İnsanlar doldurur hapishaneleri.
İnsanlar:
Kalebent,
Boynunda lale;
İnsanlar:
Hürdür! . .

HAPİSANEYE DAİR

Çok şeyim oldu bu yaşa kadar:


Söğütten atım oldu,
askerde mavzerim;
Bunlardan başka daha nelerim!
Kerhaneden dostum oldu,
Hapsanede postum oldu;
Ben sonuncusunu severim.
23.12.953

YARIM ŞİİR

Savcı ağbey;
Kan kokuyor ellerin.
Benim kanım, senin kanın,
insan kanı;
severim.
16.2. 954
A. Kadir (1917-1985)

MAHPUSHANE DÜŞÜNCELERİ

Hani bir dışarda olsam,


hep yürürüm, durmam.
Benimle beraber yürür
gökyüzü, toprak,
hürriyet, benimle beraber.
Gökyüzü, toprak ve hürriyet,
ne güzel şeyler.

Hani bir dışarda olsam,


belki günlerce, uyumam.
Sabahlan yok artık o kahpe uyanışım.

Duvarda kaldı gözlerim.


Dalmışım.

1 938 - Ankara

MAHPUSHANE DÜŞÜNCELERİ

Şöyle karşı karşıya oturup


seninle rakı içmek istiyor canım.
Deniz güzeldir bu anda,
gökyüzü güzel.
Bilmem, sen ne dersin?
Düşün bir kere,
sanki bütün sıkıntılardan uzak,
bir bulut üstündesin.
Göğsünü kurular elleriyle
sarışın bir çocuk,
denizden yeni çıkmış,
gözleri pırıl pırıl,
sırtında su taneleri.
Olmuş bir elma rengindedir şimdi ufuk.
A. Kadir 51

Bilirsin elbet,
içerken cesur değilim,
fakat korkmam.
Ama hurda cesur olmak lazım her akşam.
1 938 - Ankara

MAHPUSHANE DÜŞÜNCELERİ

Vakti çoktan geçti


kirazla dutun.
Şimdi kavun, karpuz mevsimidir.
Yemiş'teyim.
Kavun, karpuz oraya
kocaman mavnalarla gelir,
birinin " Kudret " yazar üstünde,
birinin " Kaplan".
Köprü ancak beş dakika çeker oradan.

Şimdi kavun, karpuz mevsimidir.


Ne kalabalıktır o Yemiş!

Boş ver bakalım Yemiş'e,


hurda benim üzerimden mevsimler
tarih gibi geçmiş!
1 938 - Ankara

USTAYA MEKTUPLAR

Seni daima
demirler arkasından görüyorum.
Saçların ateş içinde,
gözlerinde delikanlılığın.
Duruşun hep o:
Gene dağ gibi.
52 A. Kadir

Sen Bursa'da,
hapishanedesin.
Ben Konya'da ikamette.
Bin dokuz yüz kırk beş Türkiyesinde,
B ursa'yla Konya arası ne demek,
biliyorsun elbette.

Karşıda dağlar kara kara.


Karşıda dağlar kocaman.
Yıldızlar şu kadarcık.

Hapishanede bir Necati vardı,


Necati Tatarcık.
Geceleyin yıldızlara bakardı.
gündüzün dağlara.
Romanya'da bir kız severdi Necati,
elmacık kemikleri çıkık
ve kumral
bir tatar kızı.
Kız da Necati'yi severdi.
Kızın da Necati gibi,
yıldızlardı, dağlardı, yollardı bütün derdi.

Çıktık hapisten beraber,


koynunda uzun mektuplar Necati 'nin.
Ben yolumda yürür giderim,
Necati yolunda yürür gider.
Ve deli gönül durmaz,
boyuna türkü söylemek ister.

Karşıda dağlar kara kara.


Karşıda dağlar kocaman.
Ben yolumda yürür giderim.
Necati yolunda yürür gider.

Yolumuzdur kısalan.

1 94 5 - Kırşehir
A. Kadir 53

USTAYA MEKTUPLAR

Bin dokuz yüz otuz sekizde


seninle beraberdik
Ankara Cezaevinde.
Ben yirmi yaşındaydım o zaman,
sen galiba otuz beşinde.

Akasyalar,
Beyaz duvar,
kavak ağacı.
Nizamiye kapısındaki jandarma.
Piç Celal'in sadık köpeği.
Avluda bir havuz vardı hani.
Ve biz altı arkadaştık,
dördümüz Harbiyeli.

Hani akşam olurdu da,


hain suratlarına bakar kalırdık öylece,
kocaman kocaman duran evlerin.
Hani güneş, dağlar içinde,
yanardı, yanardı uzakta.

Ne tuhaf,
elimle koymuşum gibi,
şimdi de aynı manzara.
Masamın üzeri dağınık,
güneş camların üstünde.
Ve hala yalnızım ben.
senin gibi yani, tek başıma.

Bir çaresi de yok bunun esasen.


Düşman dolu önümüz, yanımız,
evimiz, odamız, mutfağımız düşman dolu.
Alıyorlar, vuruyorlar, vuruyorlar, vuruyorlar,
Sonra diyorlar, hepsi yasak :
Yere bakmak,
aya bakmak,
suya bakmak!
54 A. Kadir

Çoktan beri koymuşum aklıma zaten,


bir şair ki şu anda değil tek başına,
püf noktası muhakkak.
1 945- Kırşehir

USTAYA MEKTUPLAR

O zaman bin dokuz yüz otuz sekizdi.


Ben bıyık falan koyvermemiştim daha.
Mustafa Kemal ölmemişti.
Ve Adolf Hitler,
yeni yeni arıyordu Avrupa'da
buğday, kömür ve demir.
1945 - Kırşehir

USTAYA MEKTUPLAR

Bir gün gelir,


her şey unutulur,
açlık, sürgün, hapishane,
ve yıllarca takip edildiğimiz
sokak sokak.

Bir gün gelir,


dünyamız aydınlık olur,
dünyamız kurtulur.
O zaman ben,
pazarları evinde ziyarete gelirim sana.

Hani bir gelse o günler,


bir ağlasam sevincimden, ustacığım,
bir ağlasam!

Şöyle boşana boşana!


1 945 - Kırşehir
A. Kadir 55

USTAYA MEKTUPLAR

İkimiz de ölmüş olabilirdik şu anda.


Sen Paris' te,
bir hapishanede kurşuna dizilirdin,
ben Sofya'da mesela.
Tepeden tırnağa silahlı altı nazi,
gözleri hain hain,
ve zavallı bir duvar dibi.

O zaman,
bize göre her şey biterdi dünyada çabucak,
yağmur yağardı üzerimize,
güneş yükselirdi.
Ceyhun Atuf Kansu (1919-1978)

JOAN BAEZ

Söylüyor derinin sıcak türküsünü


Isıtarak kar yıldızını
Çığlığın yanında
Suyun yumuşak türküsü.

Bir bakarsın çelik zincir


Nice bilekler incirin
Cezaevleri yanında
Çiçekte kiraz bahçesi.

Issız ormanlara doğru sürgün


Ayrılık çeşitlemesiyle ölümün
Yıldız hanlarında iner
Yanma insan sesi.

Tütün dizer kızlar


Güneyde pamuk toplar
İnsan ciğerinin dağ havasından
Yayılır umudun menekşesi.

Ağır ağır Missisipi


Taşa taşa zenci ırmak
Mekong deltasına yayılarak
Direnir pirinç çetecisi.

Söylüyor çok uzaklarda


Uzun dalga, orta dalga, kısa dalga
Vurur sesi, kendi güzel denizlerimize
Çağımızın türkücüsü.
Seyfi Baba (1921-1978)

GÖMLEGİM

O sabah
İşe giderken
O'nu sen giydinniştin
sırtıma.
Akşam dönüşte
kar yağıyordu...
Masada
Dumanı buram buram
tarhana çorbanı...
Şal örneği
Bir elbise giymiştin
kolları dirseklerinde.
Yaptığın resimler kadar
güzeldin.
Kapı çalınmadan açıldı ...
Ayak gürültüleri
Fem kapıları açık
Thomson'lar. ..
Kitaplar darmadağın
Her yer
darmadağın ...
Ellerim kelepçelenirken
sana baktım,
Duvara dayanmış
Gururdan bir heykel gibiydin
Dimdik...
Gözgöze seviştik...
Motor sesi
ve yollar. ..
Dün iddianame dağıttılar,
Beni de asacaklar...
Bilirsin,
Asılanı soymazlar.
Oraya, iki şey götüreceğim.
Üzerinde
Ellerinin izi olan gömleğim
ve DAVAM ...
Ölüm ölümdür,
Nasıl olursa olsun.
58 Seyfi Baba

Fakat
Benim ölümüm
Bayram yerine giden bir çocuk gibi
Sevinçli ölüm .. .
Üzülme gülüm ...

ÜÇÜNCÜ MEKTUP

Kentin meydan saati


Gecenin birini vurdu.
Parmaklıklarda ayışığı
Dışarda bahar. ..
Yarın ...
Çamaşırcı Mehmet' i asacaklar.
Ben yeni uyumuşken
O çoktan ölmüş olacak
Bembeyaz bir sabah güneşi
Vuracak yatağıma
Uykumda sen olacaksın
Kızıl saçların
Güzel yüzün
Hiç düşündün mü
Asılacak bir adamın
Sabahı beklediğini
Köyü gözünde tüter
Karısı gözünde tüter
Otuz sekiz seneyi bir gecede yaşar
Belki de
Başka türlüdür
Bir idamlığın düşünceleri
Meydan saati üçü vurdu
Uyumadım
Sur üstünde dolaşan
Jandarmanın adımları
Dakkaları sayıyor
Bahçecikte
Köpek havlamaları
Sinop limanına demirli gemiler
Işıl ışıl
Ve esatiri bir resim gibi
Seyit Bilal tepesi
Seyfi Baba 59

Ay ışığında
Nazlı gülüşlüm
Parmaklıklar ardında
Yüzünü görebilmek
Sesini duyabilmek
Kadar güç yaşamak.
Yarın...
Çamaşırcı Mehmet asılacak
Toprak yüzünden ...
Enver Gökçe (1920-1982)

DOST

Ben berceste mısraı buldum


Hey ömrümce söylerim
Gözden, gezden, arpacıktan olsun
Hey ömrümce söylerim!
Bizsiz Ilgaz'ın çam ormanları güzel değildir.
Hayda günlerim hayda!
Sırtını düşmana verdikçe
Murat dağları güzel değildir,
Dost dost ille kavga!
Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm,
Biz olmasak üzüm göz, kömür göz, ela göz;
Biz olmasak göz ile kaş, öpücük, nar içi dudak;
Biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday,
Ayın onbeşi; ,
Biz olmasak Taşova'nın tütünü, Kütahya 'nın çinisi,
Yani bizsiz
Anne dizi, kardeş dizi, yar dizi
Güzel değildir.
Gel günlerim gel de de dol
Gel Aydınlım İzmirlim,
Gel aslanım Mamak 'tan
Erzincan'dan, Kemah'tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan!

Adana' nın pamuğu dokumada;


Diyarbakır, Afyon, Kütahya fabrikada
Ümit işkencede mahzun
Emek işkencede mahzun
Tenim, ayaklarım üryan
Ekmek işkencede mahzun
Ve Divrik'in demiri arabada
İşçi-köylü ve işçi birarada
Söyle türküler yadigarı kardeş
Söyle ağrılar yadigarı kardeş!
Neden alınterleri
Nimetler, haklar haram oldu sana
Enver Gökçe 6 1

Gel günlerim gel de dol


Gel Aydınlım, İzmirlim
Gel aslanım Mamak'tan
Erzincan ' dan, Kemah'tan!
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan!

Sana selam olsun


Hürriyetlerin meçhul olduğu dünya
Canım Türkiye,
Memleketimiz!
Çalışan halklarıyla ümmi
Çalışan halklarıyla garip,
Irgadı, esnafı, madencisi, iptidai aletleri
Kadınlan, erkekleri, hapishaneleri;
Başı boş suları, dumanlı vadileri, yoz topraklarıyla,
İşsizleri, realist şairleri, mücahitleri,
Sokak şarkısı, keten helvası,
Akşam Haberleri satanlarıyla memleketim!

Sana selam olsun


Sürgünler, mahkumlar, hastalar!
Alacağın olsun
Seni İstanbul seni
Seni Bursa, Çankırı, Malatya,
Sizlere selam olsun üniversiteler!
Öğretmenleri alınmış kürsüler,
Öğretmenler!
Sizlere selam olsun
Hürriyeti yazan eller, dizen eller!
Sizlere selam olsun makineler
Entertipler, rotatifler, bobinler!
Bu gülünç, aşağılık,
Namussuz şeyler dışında,
Sana selam olsun
Zincirin, zulmün kar etmediği,
Kırbacın kar etmediği
Büyük tahammül!
62 Enver Gökçe

Gel günlerim gel de dol!


Gel Aydınlım, İzmirlim,
Gel aslanım Mamak'tan
Erzincan'dan, Kemah 'tan!
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan!
(Gün, 15. 7.1946)

GÖRÜŞ GÜNÜ

Bugün görüş günümüz,


Dost kardeş bir arada
Telden tele,
Mendil salla el salla
Merhaba!

İzin olsun hapishane içinde


Seni,
Senden sormalara doyamam
Yarım döner cıgaranın ateşi
Gitme dayanamam.
Mehmed Kemal (1920)

DÖRT DUVARIN DÖRTLÜGÜ

Kesildi, sesim soluğum


Kaldım demirler ardında
Ne yapar çoluk çocuğum
Ah, kimlerin umurunda.

Mahpusa düşmesin insan,


Dostluk, ahbaplıklar yalan
Candan sevdiklerin inan
Görünmez olur semtinde.

Yalnızlık aslında acı,


Eşya gözüme yabancı
Herkes mi kalleş düzenci
Gönlüm adamın merdinde.

Bilmezdin sen, kıyı, kenar,


Bu akış tersine döner
Diner, Mehmed Kemal diner
Devamı olmaz derdinde.

NAFİLE

Hep güzel işler üstüneydi şiirlerim,


Dert olmayacaktı içinde;
Zamanın genişliğinde
Mısralarım geçsin isterim...

Bulunsun, mahpushane bulunsun,


Her satır sonra, kafiyede;
Yaşadığım bu saniyede
Hürriyet sonsuz olsun.

Nelere nelere alışılmıyor ki,


Hemen dost olunuyor herkesle,
Alınıp verilen nefesle
Vakit tamam olmuyor ki ...
64 Mehmed Kemal

Mahpushane çeşmesi yandan akmıyor; yalan


Değişiyor insanın tabiatı, huyu;
Bir terkos musluğundan içiyoruz suyu
Kitliyor kapıları insaf bilmez gardiyan.

Dört duvar içine attılar bu kere,


Anadan, yardan ayırdılar.
Sevdiğim yerlerden ayırdılar.
Netseler, neyleseler, nafile!..

GÖZALTINDA

Selimiye'de
İdamlıkların yanındaki koğuşta
Hep birlikte bitleniyoruz
Ben, dekorcu Haşim, bir boya işçisi
Bir de Ruhi'nin oğlu Ilgın
Onun da adı Ruhi Su
Nasıl maraz
Durmadan hastalanıyor
Sıkıyönetim yasağından gelmiş,
Kızın penceresi önünde
Şarkı söylermiş
Arif Damar (1925)

BİR GÜNÜN GECİKEN AÇIKLANMASI

Asım Ak şar'a

Bir bendim başkası yoktu sanki


Utancımdan
Diyemedim kimselere
Belki o da değil
Belki incitirim diye
İncitirim diye saklımda duran
Bir çocukluk anım gibi

Yağmurlu bir karanlıktan eli elimde


Evimize dönerken düşünüyordum
" Akşam güneşi gibi bize emanet" ti
Kötü bir şey vardı bu sözde ama
Anlayamadım ne demekti
" Akıyordu Su " şiiri ne güzel
Benzemiyor kitaptakilere
Ağabeyim niçin sakladı benden
Yazan neden mapus
Adı Nazım Hikmet'ti

Ayağı mı burkuldu ne oldu birden


Candostum sevdam sevgilim
Kapaklandı yüzükoyun
Uzandı boylu boyunca
" Anacık Anacık Anacık
N'olur kalk şöyle doğrul "
Bir o yana bir b u yana
Uçtum kondum serçe gibi

Zoru zoruna doğruldu


Dayandı kaldı omzuma
Ak elleri karaçamur
Çamurdan sızıyor kan
Bakamadım gözlerine
Bilmem ağladı mı ki
Şimdi ne desem yalan
Kimbilir belki
66 Arif Damar

Belki de arkadaşlar o gece


Adadım kendimi erkekçe
Adadım için için
Yoksul onuru yerden kaldırmak için
Didinmeye ölene dek
Çılgın
Yırtıcı
İnat
Bir de Erzurum
Palandökenler'den savrulan kar
Yaylaya çöken soğuk
Saklıysa nasıl
Nasıl ciğerimde solda
Duyurursa kendini ara sıra
Bıçak ucu
Diken
Apansız irkilirsem
İrkildim öyle özgürlükten

Bir gün açıldı demirkapı


Dışardayım
Kapandı
Dikildim durdum
Güneş vurdu gözlerime
Yumdum gözlerimi
Kavganın şarkısından yürüyen sevinç
Çekti ayağını
Bir o yana bir bu yana
Uçtu kondu bir serçe

"Ço cuk lar bugün de kı pk1ZI1 açız


Söz veriyo rum yarın
Ço cuk lar gazım ızyo k
Amao rtalı k ay ay dın
Ço cuk lar bu bay ra m da böy le geçsin
Daha ço k bay ra m lar var
Ço cuklar kaç parçaolayı m
Babanız bir ş ey bırak madı varl ıkl ı değil di
Ço cuk lar tutunac ak bir dal ımı zyo k
Yo k bir el uzatam m ız"
Arif Damar 67

Akşam güneşi gibi bize emanetti


Ardından yıllar yıllar yıllar geçti
Ona, hiçbir yere doğru yürüyordum
Duyurdu kendini Erzurum
Bıçak ucu
Diken
Apansız irkildim özgürlükten
Geri geri gitti ayaklanın

Açıklarım
1974

BOZCAADA 1 MAYIS 1 984

Yolunu şaşırmış hemen dönecek sandım ben de


İki candarmadan biri
- Deniz martıya dar gelmiş
Dolanıyor buralarda
Der demez
Ayağım suya değdi

Baktım gün açıklığında beyaz bir selam gibi


Boz tepenin karakolun yapraksız kavakların
Bir tozlu sıkıntının çevresinden
Geniş bir çemberi daraltarak
Kanatlarında gergin güvenle
Alçaldı döne döne
Avlunun üstünde durdu
Süzüldü sonra
Geldiği yerlere doğru

Bir başkasıydım konuştum kendimle


Dedim
- Sevdiklerin seni
Bağlandıkların
Her yerde hep korudu
Anımsa yazdın bile
Çok oldu
- " Öyle seveceksin ki " *
68 Arif Damar

Bir başkasıydım seslendim kendimden ötekine


Büyük uzaklığımdan
Kendi sesimi duydum
- Özgürlüğün kanadı ak

Unutmamak
Anımsamak için yeniden
Kendi el yazımla üç ayrı yere
Siyah bir mürekkeple
Üç kez yazdım
Üç kez okudum silinmeden önce

Bir ben biliyordum uzak kayalardan


Martının niçin kalkıp geldiğini
İlk günü
Hazi ran1988

(*) - " Öyle seveceksin ki


Koskocaman dünyada
Tek başına kalınca
Sevdiklerin seni yalnız bırakmasın
Gün ışığı parmaklığı söküp atsın
Taş duvarlar
Ha var
Ha yok" 1954
Attilii İlhan (1925)

akşam üstü düşünceleri

her akşam üzeri daha mükemmel bir şairim


bahar senin yüzün cıvıldaşan serçeler
neler hatırlamaz gönül neler sevgilim

zaman zaman benim de efkarlandığım olur


fısıltıyla şiir söylemek kahreder beni
vurgunum yumruk gibi sıkılmış mısralara
gökyüzünde güneş bir görünür bir kaybolur
sarı bir yağmur iner yağmur iner saçlarıma
vazgeçemem hürriyeti insan kadar severim
tehlikeli ihtimaller doldurur hücremi
genç yaşımdan aşina kelepçeye bileklerim
çift gölgeyle yaşıyorum işte gençliğimi

burası mapusane demirler kaybolmuş gecede


sen benden uzaksın ben senden uzak
gömlümde serazad hürriyet rüzgarları
ve - emret ki ölelim emret - diyen şair
belki sen dalgınsın gözlerin pencerede
ela gözlü bir yağmur sararmış bir yaprak
sevgilim beni değil hatırla insanları
insan ancak o vakit tam insan olabilir

her akşam üzeri daha mükemmel bir şairim


bahar senin yüzün cıvıldaşan serçeler
neler hayal etmez gönül neler sevgilim

sanki ölüm yoktur zulüm yoktur dünyada


sanki bir rüzgar gibi ferah yaşamaktayız
sema tertemiz henüz yıkanmış caddeler
batan güneşe karşı seninle başbaşayız

gözlerin açılmış mavi bir çiçek gibi


kan kırmızı bir karpuz bıçaklamış çocuklar
çok geçmeden delikanlı bir ay doğacak
ve yıldızlar kıl kıl ateş örümcek gibi

akşam serinliği renk renk fıskıyeler


kuş sesleri kuş sesleri alkış alkış
70 Attila ilhan

yepyeni bir hayat vazoda yaseminler


sen sevgilim üzerinde mavi iş esvabı
dudakların tebessüm gözlerin nakış
benim elimde bir şiir kitabı
kalbimde bulut bulut uçuşan şarkılar

her akşam üzeri daha mükemmel bir şairim


hürriyeti insanları ve seni düşünürken
neler geçer aklımdan neler sevgilim

SANA NE YAPTILAR

o sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi


bir bıçağın ağzında yürür gibiydin
demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında
gözlerinde karanlığı dar hücrelerin
seni görür görmez özgürlüğümden utandım
söyle ne içersin çay mı kahve mi
çok değişmişsin birden tanıyamadım

saçların uzundu omuzlarına akardı


gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından
onlar mı kestiler sen mi kısalttın
gülerdin içimize aylar doğardı
görünmez dağların arkasından
eski gülümsemeni beyhude aradım
o sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi
çok değişmişsin birden tanıyamadım

bir çay içer misin yoksa kahve mi


kibritin yok demek cıgaraya başladın
ellerin de titriyor bir şeyin mi var
böyle bir kız değildin sen eskiden
sana ne yaptılar sana ne yaptılar
kirpiklerin ıslanıyor durup dururken
o sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi
çok değişmişsin birden tanıyamadım
1 977
Can Yücel (1926)

B İ SEN EKSİKTİN A YIŞIGI

Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri.


Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman'dan sonra,
Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik,
Başımızda perensip sahibibir başçavuş,
Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz...

Bi sen eksiktin ayışığı


Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!

SARDUNYAYA AGIT

İkindiyin saat beşte,


Başgardiyan Rıza başta,
Karalar bastı koğuşa
İkindiyin saat beşte.

Seyre durduk tantanayı,


Tutuklayıp sardunyayı
Attılar dipkapalıya
İkindiyin saat beşte.

Yataklık etmiş ki zaar


Suçu tevatür ve esrar.
Elbet bir kızıllığı var
İkindiyin saat beşte.

Dirlik düzenlik kurtulur,


Müdür koltuğa kurulur,
Çiçek demire vurulur
İkindiyin saat beşte.

Canların gözleri yaşta,


Aklı idamlık yoldaşta,
Yeşil ölümle dalaşta
Sabahleyin saat beşte.
72 Can Yücel

MÜDDETNAME

Hayır habermiş meğer, ağrıdan


kopar gibi oluşu eklemlerimin,
Aylar var ki ağırdan ağırdan
bir değişim geçirmekteymişim ...
Masalları bi ansıyın hele,
cazılı bir süreçtir her mucize.
Dövme bir güldür ki, iğnelerle
cazır cazır işlenir tenlerimize.
Vak't erişip lakin açtı mıydı da
bilincimizde alyuvarlı resmi,
Şıp diye erdim sanırsın murada
unutup bütün çektiklerini ...
Hem ne varsa halklar tarafından
yaradılmış, yani halkedilmiş.
Ve ne getirdiysek Dağın Kafından
aşk, dil, bilim, çağdaş teknik ve uğraş,
Hepsi de kan, döl ve ter dökerek
hakedilmiş mucizelerdir...
Eskiden kötrüm bir ozandı bu gerçek.
onu yürüten şimdi bu dizelerdir...

Hayır habermiş meğer, ağrıdan


kopar gibi oluşu eklemlerimin,
Aylar var ki ağırdan ağırdan
bir değişim geçirmekteymişim ...
İçindekiduvarları yı k yet er ki.
dıştakiler kolay! diyordu Gorki,
İçerdeki adamın içindeki
çekiye gelirmiş gibi sanki! ..
Baksana, içeri ilk düştüğümde
başıma üşüşen malta taşları,
Ve aşarken duvarı, firar düşünde
yakalandığı için arkadaşları,
Voltamı kesip hırsından üstüme
kir-kan işeyen o kirpi güneş
- Değmez döşünde büyüttüğüne! -
çoktan gününü bitirip gitmiş.
Kaldı ki o esrarkeş ve serkeş
sardunyanın encamını da gördün
Sabah safası sayılmaz be kardeş,
Caıı Yücel 73
mor picamalarla Sinop'a sürgün ! ..
Yattıkça hapis denen bu uzun,
bu kapalı, bu karanlık şiiri,
- Koyver, dışarda maneje dursun
nazmın Nazım olmayan süvarileri! -
Anladım, mahkuma Köroğlu değil,
Kör Veysel ayağı daha uygun,
O yüzden de ayaklanmla değil,
parmak uçlarımla yola koyuldum ...
Duvarlar devreden örümceklerim
söktükçe bu taşbasması metni,
- Sırf yaşama şevkiyle Kelebek'lerin
sökmez bu, demek istiyorum yani! -
Ve yavaş yavaş düştükçe bu kale,
bu Allahın cezası cezaevi,
" Hayvan ve Gardiyan" öyküleriyle
bu dört başı zincirli mesnevi,
Beddualar bitip dile geldikçe
bent bent, fasıl fasıl ve çığlık çığlık.
Bir kaynaşma olur işten içe,
eller arasında başlar yakınlık.
- Mesela, Recep Ustayla şu anda
gülüşüyoruz ranzadan ranzaya,
Demek ki bu leş gibi kokan koğuş da
dahil bu değiştireceğimiz dünyaya! -
Bitişikte bereket ki kaynıyor
fasulyelerle nohutlar mışıl mışıl!
Seni azı düşleri iyiye yor,
bu aş pişecek daha bi fasıl! ..
O en gümrah demlerini bile
sıfıra vurdursalar da ne gam!
El değil ki Antepli bir hergele
copla uykularına giren Bayram!..
Pis pis sırıttıkça sıvanın altından,
- ister gül, ister güldür güldür ağla! -
Taşucu'ndaki güneş saltanatından
derlenmişti, düşün, bu kötü tuğla!..
Bir kuş ki gelip parmaklığa konmuş,
ne bilsin neye iy'dir o demir!
Bilse konar mıydı o parmaklığa kuş,
bilse neden böyle eğri o demir!..
Çıktım ki bizim bölüğün damına,
74 Can Yücel

hayret, bütün kiremitleri tamam!


Bi fiske vurdum DAMın anlamına,
bi tek kiremit kalmadı sağlam! ..
Eski bir tavlaydı Toptaşı ama
hapis oynardık bari aylığına;
Modeli New Jersey'den aşırılma
Adana'daki bu modern barhana
Türkçe sözlerden hep, bile bile
yanlış kurulmuş bir cümle yapısı;
Hem sade bu değil ki, bu bilcümle
yanlış arasında bir cümle-kapısı. ..
Bir Kel Fatma gibi kaba kağıttan
İnfazda kabarırken ceza müddetim,
Yaşlara yelkenli saldım ağıttan
Deniz'e dek gider diye niyetim...
Hayır habermiş meğer, ağrıdan
kopar gibi oluşu eklemlerimin,
Aylar var ki ağırdan ağırdan
bir değişim geçirmekteymişim ...
El bebeler, gül bebeler bir süre
kendi elleri değilmişçesine
Işığa doğru çevire çevire
ve hayretle bakarak ellerine,
- Gücünü tüm bu işe verdiği için,
çözüp en gücünü bilmecelerin -
Nasıl sezerse öyle için için
o tozpembe uçuşlu serçelerin
Kendi om'zundan kanatlandığını;
yeniden yeni-doğmuş gibi ben de
- Unutup Tecritde soyutlandığımı -
gözü yaşlı bir duvarın dibinde
Alırken sağır kapının ahını
gülücükler açan bir maymuncukla.
- Az mı kestik Gart Şükrü 'nün iflahını.
Can'dı adı, yankesici çocukla! -
Ve kazırken sonra kanıra kanıra
göğsüme yönelmiş namlunun yivini.
Kurşun döktüm olmalı ki kazara,
canevimde duydum cezaevini! . .
- Ölüm çözüm değil b u muammaya! -
Tezelden erişti sağlık haberim,
Bi baktım, başladı Canlaşmaya
Can Yücel 75

kafes kafes, telörgülü gözlerim.


Ağlarda bir yıldız göründü ilkin.
dert oldu içime, ne kadar yalnız!
Rastladım sonra çişe giderken,
aynı kurranın eratıymışız!
Bu höcre de kirvem, kankardeşim dünden,
yaşasın içinde gebermişliğim!
Ben gayrı bu plazmalarda yüzen
aydınlıklar yüklü bir çekirdeğim! ..
Sonunda ol kalenin bedenleri
bedenimle öyle bir oldu ki benim,
Bundan böyle zulmü bendedenleri
sıkıysa kalebend etsin yönetim!. ..
Gerçi onlar da işin farkındalar ya!
Boşuna değil elbet bu " Af" bolluğu! ..
Ilgar eyledi bir dev kaplumbağa,
kursağında daim tutsak olmuşluğu.
Sırtındaki kambur değil, zindanı,
duvar, demir, pranga ve bukağı.
Sırtlamış celladı, Rıza gardiyanı,
sırtlamış " müebbet " sanılan bir çağı,
Yürüyor, yürüyor bir dev kaplumbağa,
- dev bir ekmek ki kızarmış kabuğu -
Ağır ağır yür�yor aydınl_ığa,
yürüyor Ozgür Bir insanlığa doğru.
Duymadık demeyin, dışardakiler,
büsbütün bir millet oldu sayımız!
Sözüm size. ey Başı-dardakiler,
sizin de K urtuluş OlsunÇayınız!

13 Ş ubat1974

Müddetniime Hükmü kesinleşen mahkftmlara cezalarının süresini ve ne zaman


biteceğini bildirmek üzere idarece verilen belge.
infaz : Cezaevlerinde resmi işlemlerin yürütüldüğü ve dosyaların saklandı�ı hll­
ro.
Kurtuluş Olsun Çayınız Mahkftmların aralarında çay alıp verirken kullandık l a rı
bir deyim.
Tecrit Mahkumun disiplin cezasına çarptırıldığında tekbaşına kapatıldı�ı hiicrc.
76 Can Yücel

DAMDAN DAMLAYA DAMLAYA


GÖL OLMAZ YA

DÖRT

Koridor üzerindeki pencerelerden birinin içine tünemiş,


On ikinci koğuşun avlusunda voleybol oynayanları seyrediyorum:
Köylüler top değil, toprak keseğiymiş gibi nereye rastgelirse
savuruyorlardı topu,
Çaycı da kırmızı camdan çiçekleriyle ürkek bir tavşan gibi
seyirtiyordu ....
Biri seslendi birden,
Baktım, ağır makinistlerden* Hacı Avcı.
Ak l ım k esti, dedi, yatars ın sen bu c ezay ı!
Nerden icabetti bu laf pek anlayamadım ya,
Oturduğum yerde şöyle bi doğruldum;
Yaşar Kemal işitmesin, ama
Nobelkazanmış kadar oldum.

Ağır makinist : Ağır cezalı mahkOm.

OTUZDÖRT

Hapis: nec
i il k

Tam bir yıl oldu bugün, bu şerefli uğraşa başlayalı.


Şu ana kadarki sicilim, eh, oldukça başarılı.
Ama bu, benim kişisel yeteneğimden çok,
Toplumca hapse düşkünlüğümüzden olmalı.
" Erkek Millet" diye bilinirdik 12 Marttan önce.
Şimdi ise, yediden yetmişe, hapisaneciyiz milletçe.

25 Kas ı m , 1973
Metin Eloğlu (1927-1985)

KOF DEMİRLİ PENCERE

Cezaevinde bir kanımlık uykuda düşte


Şuramdan bir şey koptu
Bir gün değil beş gün değil ki bu
Canıma tak dedi işte

Gayri umut dürter yürek silkinir


Peşisıra bir özlem ürküsüz ayık
Sen miydin, İstanbul muydu, baharda mıydık
Tutsak gözlerim bulanıverir

Ama senin gözlerin hür


İkimiz için görecekler taş çatlasa
Zor ellerim ko kıskavrak bağlıysa
Seninkiler elbet işin ucundan tutar

Ayırsalar öldürseler gene benimsin


Nice ayıbımı örten o eşsiz yama
Etim değil kemiğim değil kanım değilsin ama
Gençliğimsin sağlığımsın hürriyetimsin

Benim dilim boşuna kollarım yitik şimdi


Sen doy sen edin sen tadıver
Artçanı birikeni bana da yeter
Bölüşmek senin zaten eski işindi

İnceliğini sarsam öpsem yüreğini


Ben buralarda acıktım çok
Karnım pişirdiğin aşla doyar ancak
Senin suyun arıtır kirlerimi

Hızlan çoğal gülümserliğini takın gene


Sırası gelince hayıflan gocun
Bana varımı yoğumu ileten güvercin
Kon çırılçıplağım üstüme tüne

Elle uzanılmaz kof demirli pencereye


Bir gün ışığı dadandı senin için
Duy benim birtanemsin
Bunsuzluk yaraşmaz sana.
Ahmed Arif (1927-1991)

İÇERDE

Haberin var mı taş duvar?


Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mı?
· Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin ...

AKŞAM ERKEN İNER


MAHPUSANEYE

Akşam erken iner mahpusaneye,


Ejderha olsan kar etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.
Kar etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete.

Akşam erken iner mahpusaneye.


İner, yedi kol demiri.
Yedi kapıya.
Birden, ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gece sefası.
Üç kök hercai menekşe ...

Aynı korkunç sevdadadır


Gökte bulut, dalda kaysı.
Başlar koymağa hapislik.
Karanlık can sıkıntısı...
" Kürdün Gelini " ni söyler malt ada biri,
Bense volta'dayım ranza dibinde
Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi, çocuksu ...

Vurulsam kaybolsam derim,


Ahmed Arif 79

Çırılçıplak, bir kavgada,


Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Hiçbiri olmaz halbuki,
Geçer süngüler namluya.
Başlar gece devriyesi jandarmaların ...

Hırsla çakarım kibriti,


İlk nefeste yarılanır cıgaram,
Bir duman alırım, dolu,
Bir duman, kendimi öldüresiye.
Biliyorum, " sen de mi? " diyeceksin,
Ama akşam erken iniyor mahpusiineye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya ...

HASRETİNDEN
PRANGALAR ESKİTTİM

Seni, anlatabilmek seni.


İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni, anlatabilmek seni,
Namussuza, haldan bilmez,
Kahpe yalana.

Ard - arda kaç zemheri,


Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül - gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana,
Bir bu yana ...

Seni, bağırabilsem seni,


Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
80 Ahmed Arif

Okyanusun en ıssız dalgasına


Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni, anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
Şükran Kurdakul (1927)

YİRMİ İKİ YIL SONRA

Unutulmaya kalkan bir trenin


Eski bir istasyona bakan penceresinde
Bir yolcuyu sorar gibi arayan
Jandarmalar, ellerimin garip nöbetçileri
Daha ilk kampana bile vurmadan
Yalnızlığın kelepçesini taktı içime.

Şehir arkada kaldı, geçtiğim son caddeden


Ne yasakların gölgesini alnında gördüğüm
Işığı kilitleyen karanlık kafeslerinde
Bu sonsuz özgürlüğe ne zaman varmışım ben
Dünyanın duygusunu gözlerinde içeren
İçimdeki adam, kabına sığmıyor gene.

Kaç akşam geçirdiğim Birinci Şubeden


Bir tünelden çıkar gibi çıkıyor trenimiz ...
Jandarmalar, ellerimin garip nöbetçileri.
Hangi yalnızlığa gittiğimizi söyler mi?

YAŞADIKÇA

Parmaklıklar arkasına kapanmak nedir gördük


Yargıç nedir, yargı nedir, yargılanmak nedir gördük
Kaç dönemin ağrısı vurdukça gözler.imize
Bin yıl yaşamış gibi, yaşlanmak nedir gördük.
Hasan Hüseyin (1927-1984)

MUTLULUK BENİM ŞİRİN' İMDİR

ben hiç turna görmedim


ama tanıyorum turnayı türkülerden
biri bir turnalı türkü tuttursa
hele de tirendeysem
hele de hapisteysem
yitirmişsem sevdiklerimi
oy dağlar dağlar

mutluluğu hiç görmedim


ama tanıyorum yokluğundan
geceler böyle olmazdı herhal
ayrılık getirmezdi kucaklaşmalar
durup dururken iç çekmeler
kıyı köşe ağlaşmalar
ölüme kurtuluş denmezdi herhal
sevişmek suç sayılmazdı
yaşamak böyle çile
mutluluk dilesem birine
ağlıyasım gelir ardından
mutluluk benim şirinimdir
oy dağlar dağlar

nazım'ı hiç görmedim ben


o çıktı ben girdim içeri
gördüm toprağını o acı gülün
o kuş ancak o bahçelerde
nesini anlatayım ben özgürlüğün
gün olur zincire vurulmaktır özgürlük
gün olur
göğsünü gere gere
ıslık çalmak caddede

o çekip gitti buralardan


o çekip gitmezden önce
bilmezdim gitmenin ne olduğunu
şimdi kim gitmelerden söz etse
karanlıkta bir baba
sessizce öpüyor çocuğunu
Hasan Hüseyin 83

yapın bunun resmini


yapın bunun heykelini
müziğini şarkısını
yapın bunun romanını

oy dağlar dağlar

BURSA HAPİSANESİ

bursa hapisanesinin önünden geçtim


temmuzun sonlarında
bedrettin vurulalı onbeş gün olmuş
kurumamış kanım daha - caddede

akşamdı
pembeler düşmüştü
keşişdağı da denilen
uludağ'a
şeftali bahçeleri gölgelenmişti

bayılırım şu bizim türkülere


"basmadafistan
giyem em aman"
hey ulan kahpe devran
demek yetmiyor
uludağ'ın eteğinde bir kara zindan
okşayarak geçiyor bileklerini
okşayarak geçiyor kapısından
ressam balaban
hey ulan kahpe zindan
hey ulan deli duman
gençliğimiz
demek yetmiyor

bir yanda şeftali bahçeleri yeşil bursa'nın


bir yanda dillere destan uludağ
salmışlar beygirleri bursa bahçelerine
yiyemesin diye yoksul emekçi
şeftaliyi ucuza
84 Hasan Hüseyin

hem vallahi hem billahi


ezildi yüreciğim ayak altında
ezdikçe
güzelim şeftalileri
bursa 'nın beygirleri

uyuyan bir canavara


alttan işleyen bir yaraya
bakar gibi baktım
ne yalan söyleyeyim
balaban'ın
yıllarını yiyen zindana

bir ormanın yakılması değil bu


bir köprünün atılması hiç değil
bir insanda bir sınıfın
sınıfta kurtuluşun
sınıfta kardeşliğin
vurulması bu

taradım dilimin en vurucu sözlerini


şöyle ağızdolusu
şöyle yüreksoğutan
tek bir sözcük bile bulup
savuramadım

vuramadım söze ben


anla beni balaban

(1978)
Edip Cansever (1928-1986)

MENDİLİMDE KAN SESLERİ

Her yere yetişilir


Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet abi sen de bağışla.

Boynu bükük duruyorsam eğer


İçimden böyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antepin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denizine benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin bir adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanma benzer
Anısı ıssızlıktır
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye 'ye Ahmet abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben -
86 Edip Cansever

Cıgara paketinde yazılar resimler


Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da şimdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.

Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet abi


Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet abi
Uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar. ..
Bilmezlikten gelme Ahmet abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere de benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanı�lı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Edip Cansever 87

Almanya yolcusu işçiler


Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimizden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.

Ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar


Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.
Berin Taşan (1928)

SİNOP'TA KALE DUVARLARININ SONUNDA

Ses dağılmıyordu saklı kalıyordu havada


İhtiyar çınar ağaçlarının uçlarında
Roma, Bizans, Selçuklulardan yadigar
Sinop'un o ünlü kale duvarlarında
Bir gün kesinlikle toplanacak
Çelik bir iğnenin ucunda
Efendi kibar, kalın mağrur
Deniz suyuna kırışmış
Ne kadar boğuk, ne kadar derinden geliyor.

Yerde sürüklenen zincirler, duvara çakılı zincirler


Demirler, demirler, traşlı başlar görüyorum
Bıyıklarını burup, başlarını eğerek giriyorlar hücreye
1 861 Karadağ isyanından tutuk
Gündoğusu rüzgarının önünde
Kale duvarlarına vurup vurup dönüyor
Roma, Bizans, Selçuklulardan beri
Güneş Karadağ koğuşundan iç avluya düşünce
Yüzlerce el çıplak demirlere sarılacak
Yüzlerce el birbirine sarılsa bir kez
Bir kez serbest kalsalar.

İstanbul'da gece yarısı evi basılan


Karadağ ormanlarında müsademe sonunda
Trabzon'da rum patronunu vuran
Çıplak, keskin, oynak
Ağaca atılan biçak gibi
Toprak hücreye saplı
Kale kapısından sonra beşinci burç içinde
Bir gün olur ben buradan çıkarım
Tabancamı indirmeyin ıraftan
Bir gün olur türkü yakan bulunur
Sinop'un ara sokaklarında.

Şimdi güvercinler gibi inebilse avluya


Kuyunun taşına otursa
Neler neler görüyor suyun içinde
Şapkası dallara takılıyor
Bir karpuzu yarsa ortasından
Berin Taşan 89

Suyunu akıta akıta yese


En çok da kuyu başlarında ceviz altında
Bir de bastığı yerde kekikleri görse
Her gece rüyada görülen
Bir soluk mendil bu
Karanlık bir köşede gizli gizli
Çıkarılıp çıkarılıp öpülen ...

1 1 Haziran 1913 Mahmut Şevket Paşa'yı vurmuşlar


Bahricedit vapuru dinamit taşır gibi korkuyor
Burunu döner dönmez atmış demiri
Boşaltıp yükünü hemen, İstanbul'la kaçacak
Önde paşalar, Komitacılar, Yazarlar
Refik Halit, Refii Cevat, Hüseyin Hilmi, M ustafa Suphi
Sonra Cumhuriyet, af şenlikleri, Sabahattin Ali.

Bahricedit seferinden elli yıl sonra


Sıcak bir yaz gününde
Başka bir muhafız
Elleri bağlı
Dal gibi bir kurmayı
Atıp cezaevi avlusuna çekip gitti
Allahaısmarladık bile demeden.

Hele ziyaret günleri


Adının okunması koğuşta
Bir paket cıgara da olsa, gönderilse
İkram edilse, yakılsa.
Hele tahliyeciler, emri gelenler.
İçerde kalanlar kapanmış üstüne curanın
Atın gideceği bir ince yoldur
Kale burcundan bakınca başka
Bir işe gidiyorlarmış gibi telaşlı
Hiç yaşamıyorlarmış gibi durgun
Roma, Selçuk, Osmanlılardan beri
Kapanan kapının ardındaki
Bir güvercin kanadına asılsa uçacak
Binse bir motora batıracak belki
O kadar hafif
O kadar ağır
Sinop'ta, kale duvarlarının sonunda ...
Gülten Akın (1933)

4 2 GÜN'den

Avlu bir çığlıkla tamamlandı


Sanki eksikli kalırdı o çığlık olmasa
Uzun buzdan sarkıtlar biçiminde
Dondu çığlık

Dondu çığlık
Lacivert resimler çizerek üstümüze
- Ana o çığlığı nereden buldun?
Düşündü nöbetçi, sirenlerden mi
Martılardan belki
Ama nerde deniz? Deniz olmalı ki
Üstümüzde mavisi kesilmiş soğuk gökyüzü
Altımızda
Altımızda yanımızda ve her yerimizde
Avlu.

Avlu, o yedi günün birinde


Toplaşıp toplaşıp dağıldığımız
Yaşayan parçamız oldu.

Avlu
Kulübeler ve dikenli teller
Pembe ve çatık nöbetçi
Kalan altı günde birikir mi
Kurşuni damdaki deprem öncesi sessizliği

O çığlık olmasa yarım kalacaktı sanki


Üstümüze doğrultmaya tüfekler
Mekanizma sesleri
Geldi bütünledi
Çelenkti o, kara gövdesiyle devindi avluda
Dokusunda ilenç çiçekleri
Önünde durdukça herbir ananın
Büyüdü
Öyle ki
Onu kim görse dağ derdi
Şimdi biz
Yani biz analar
Artık o avluya nasıl sığarız
Gülten Akın 9 1

42 GÜN'den

Benim de kollarım bağlı senin kelepçenle


Sağ elim tutmuyor tutmuyor
Yitirdim büyümü, şiirlerim uçtu
Solum yetmiyor

42 GÜN'den

Çatılmış darağaçları
Gelip durmuş kapımıza ölüm
Ses ver sesimize bir ufacık ses
Susarsan
Ya ölüsün ya ölümle birsin

42 GÜN'den

Büyü de baban sana


Büyü de
Acılar alacak
Büyü de baban sana
Büyü de
Yokluklar alacak
Büyü de baban sana büyü de
Bitmez işsizlikler açlıklar alacak
Büyü de
Büyü de baban sana
Baskılar işkenceler alacak
Kelepçeler gözaltılar zındanlar alacak
Büyü de
Büyüyüp onyedine geldiğinde
Büyü de baban sana
İdamlar alacak
Kemal Özer (1935)

GÖRÜŞMECİ

Bakıyorum onların yüzüne,


ölümden önceki bir pazartesi;
ne coşkuyu geri çeviren yılgınlık,
ne zamanı kollayan ürperti,
çizmişler kavgayı yüreklerine.

Gökte güvercinlerin bıraktığı


kanat seslerinden daha kıvrak,
daha yoğun, görkemli düşüncelerden,
verilen yargıdan daha güçlü
bir umutla işlemişler yarını.

Aşmışlar dalgalarını işkence denizinin,


durgun gözlerinde iki su kabarcığı;
acılardan geçmişler, bunca sınavdan.
Öyle bir kıyıya varmış ki artık
ölüm elde edemez inançlarını.

Bakıyorum onların yüzüne,


ne yenilmiş, ne eylem yorgunu,
yeşerttiği incecik tohumlar ülkemin;
incecik bir güneşle, ama direnç dolu,
kabuklan arasından gelecek günlerin.

" BİR AÔAÇ DALI BİLE "

Kapamışlar sıkı sıkı hücrenin kapısını,


dışarda kalmış dünya.
Her şeyi söküp almışlar elinden,
bir tek pencere bırakmışlar sana
ve parmaklığın dışında bir tek dal.

Belli üstüne abanacağı dört duvarın,


döşemenin sonuna dek susacağı belli.
Kapı kolay açılmayacak bir daha,
sesini yankılamayacak tavan,
kimbilir kaç gece uykusuz kalacaksın.
Kemal ôzer 93

Anlıyorsun silmek istediklerini


olumlu ne varsa künyenden:
Umut, yenilmemek, yaşama sevinci.
Anlıyorsun o pencere orda neden,
o bir tek dal neyin işkencesi.

Biri, bakmak gibi fazla ışığa,


direncini köreltecek senin,
biri özlemini bileyecek dışanya.
Her gün biraz daha çökeceksin,
düştükçe yaşamın tuzağına.

Oysa bir şey var bilmedikleri


neye değse elin silaha dönüşür,
öyle bir kavganın içindesin ki
bir ağaç dalı bile dövüşür,
bir pencere bile yeter bilemeye direncini.
Ergin Günçe (1938-1983)

TUTUKLU GENÇLER ARASINDAYIM

Yusufla bir Gül koparıyoruz


Birinci Koğuşun havuzundan
Şakayla kanşık bir hüznün Gülü
Tutuklu olmanın gülünçlüğü
Umudun yağmuru kırmızı çiçek
Devrimin rengi, uçucu ve berrak

Eşyayı ve insanı kavramış


Usta hırsızlar arasındayız

" Tecrit " te boğucu bir gece


Beygiri bağlasak ölür
Sabaha kadar güldük durduk
Sulu bir düzenin Cezaevi güldürüsü
Muammer, Metin, Ergin
Aynı yatağa sığdık

Kimi deliyse kimi sarsak


Sevimli katiller arasındayız

Ertesi sabah Koğuşlardayız


Kesmediler saçımızı, tifo iğnesini atlattık
Herkes bize can kadar yakın
Her aydın hapse girmelidir
Halkı, tanımak, Devleti görmek için

Yansı suçluysa çoğu suçsuz


Köylüler işçiler arasındayız

Bıyıklıyız ve Bafra içiyoruz


Muammer söndürmeden içmekte usta
Fizikçi Metin Gençosmanımız
İçerlek gözlerinin arasına saklanıyor
Gülerken ve öfkelenirken

Fosurtuyla esrar çeken


Neşeli dostlar arasındayız
Ergin Günçe 95

Ali'nin uzun boyu kısalıyor voleybol oyununda


Gene de buranın şampiyonuyuz
İrfan'a sorarsan her makina yapılır
Biz istesek yaparız
Biçilir çelikten her bıçak, silah dökmek kolaydır
Hilesiz bir Köroğlu, Bolu taraflarından

Hayvanları seven, insanlara küskün


Yumuşak katırlar arasındayız

Ulaş Bardakçı, Erhan Yıldırım


İkisini ilk günler ayıramadım
Ulaş biraz daha canlı, Erhan biraz daha ufak
Tunca, bir büyük suyun durgunluğudur
Bir delik bulsa fışkırıp çıkacak
Kurtuluş savaşı günlerinde
Bu çocuğa köprü uçurtacaksın

Yarım yaka, sıfır pabuç


Yüzleri eskimiş bebeler: Dördüncü Koğuş

Münir Aktolga, Münir Ramazan


Ataların Yörük ya da Çerkes
At sırtında yaylalardan indiler
Yüzünü yazdılar sana, çekik gözlerini çizdiler
Devrimcilik: artık onu da kendin eyleyeceksin

" Barış içinde birlikte yaşama " ya alışık


Uyuz kediler, saldırgan fareler arasındayız

"Bigayrihakkına yatıyorum " diyor


" Kan doldu ciğerlerime hakim bey" diyecek ilk duruşmada
Almanya'dan bir mektup gelmiş yeğeninden
Suçsuz olduğunu söylüyor
Birol Ertuğrul - şaka bir yana -
Buraya en çok yakışanımız
Saçları usturalı ilk günden

İşlek hela kokusuna karışan


Yemek kokuları arasındayız
96 Ergin Günçe

İbrahim'i - ki zeki olmasa çirkin olacak -


Yargıladık aramızda: Özeleştirme yapmıyor hiç
Cezası: bir tencere su getirmek koğuşun helasından
Biz tahta kaşıklarla içerken suyu
Nasıl yakalandığını anlatıyor Mardin'de
Polis telsizinin yanlışlığı yüzünden
İzrar yerine Esrar suçundan

Şaka, şenlik, cilve, cümbüş bir yana


Demir parmaklık ve dört duvar arasındayız

Müfit, r harfini peltek söylüyor


Ve bunu ekliyor bıyıklarına
Küçük Forumunda avlumuzun
Her zaman sevimli, her gün hırçın
Devrim soluğunu tartışırken Kurtuluş Savaşının

Haftada altı gün hapiste yatan


Çileli gardiyanlar arasındayız

Yusuf'la bir Gül koparıyoruz


Birinci Koğuşun havuzundan
Gül: her zaman yerini bulan gürültülü çiçek
Umudun yağmuru sevdalı çiçek
Devrimin rengi, uçucu ve berrak
Çakıyla kessem göğsümü, akan Gül olsa gerek
Kalın, kıllı bileğimi kessem

Üstümüzde boydan boya Gökyüzü


Solarken ipek gibi bir Haziran bir Temmuz

Çocuklar sabırlı olun


Tutsaklık özgürlük arasındayız
Bağımlılık bağımsızlık arasındayız
Bugün ile Yarının arasındayız
Düzen ile Devrim arasındayız

Ovalar Dağlar arasındayız


Çiçekler, Ormanlar, Çalılar, Kuşlar, Kayalar. ..
( 1 969)
Metin Demirtaş (1938)

KAVGANIN UZAÔINDA

Eskiden daha özgürdü


Daha güzeldi adına gelen
Mektuplann adresi
" Halkı isyana teşvikten " yatan biri,
Kapalı Cezaevi, koğuş dokuz
Ya da tecrit hücresi

Şimdiyse,
Hatırlıyor onulmaz bir hüzünle
Bırakıp geldiği kentin
Geniş alanlarını
İlk Antiemperyalist mücadeleler
İlk gençlik eylemleri...

Sıkılı bir yumruktu hiç olmazsa


Haykıran brr ağızdı.

Şimdi koparsa iplerini


Kaçsa bu ıvır zıvır şeyler limanından
Kaçamıyor,
Çocukları ...
Ayağının çiçekten pırangaları . . .

SORGUDA

Gece saat on bir


Sorgudayım
Uykusuz ve yorgunum
Karanlık, sidik kokan
Bir mahzende geçiyor günlerim
Suçluyum Nazım' ı okumaktan
Emperyalizme karşı olmaktan
Halkımı sevmekten.

Soruyorlar
Söylüyorum budur suçlarım,
Biri bir tokat savuruyor yüzüme
98 Metin Demirtaş

Biri bir tekme


Ama ben devam ediyorum yine
Suçlarımı sayıp dökmeğe

Tarlalarda ekip biçenlerin


Fabrikalarda dokuyanların
Tütün yolunda tükenip gidenlerin
Dostuyum
Düşmanıyım onları sömürenlerin
Ve bilmiyorum ne ad veriyorsunuz
Tüm bunlara?
" Müessese Nizamı yıkmak mı? "
" Bir sınıfı bir sınıfa düşürmek mi? "

Ama bir şey var biliyorum


Yüzyıllardır değişmemiş bir gerçek
Fakat değişecek

VOLTADA B İR TÜRKÜ

Günün dolar bir gün sen de


Özgürlüğü bir gelin gibi takıp koluna
Çıkarsın
Başlar yeni maceran güneşte
Başlar işsizlik
O en büyük hapishane

Her gün kapanan kapılar önüne


Başkaldıran öfkenle dikilsen de
Kar etmez
Çünkü birşeyler almak çarşılardan evlere
Çünkü çocuklar dur bilmez

Havasız koğuşlara alışır


Yatılır of demeden hücrelerde
Hiçbirşey öldürmez insan yüreğini
Öldürür eğilmek bir ekmek uğruna
Üç kuruşluk adamlar önünde
Yüksel Pazarkaya (1940)

BİR MAPUSLUK YER

Özgürlük dedik düştük dama


İş aş dedik düştük dama
Direndik baskıya, sömürüye paydos dedik
Damı gördüler bize reva
Sevgi dedik bulduk riya
Tutuştuk sevda sevda olmayan yara
Vururken dostluk kardeşlik kapılarına
Açıldı üstümüze paslı demir kapılar
Vuruldu ardımızdan kara zincir
Düştü kalın kara kolonlar
Bitsin dedik kulluğu insanın insana
Bitsin dedik horlama zorlama
Bitsin işkence zulüm
Yaşayalım insanca yaşayalım kardeşçe
Sevgi bahçesi bir dünyada
Buyur dediler dama.

Yollarda alanlarda gösterimiz


İnsandan emekten yana
Yüreğe bayrak çizdik
B arışı özgür düşünceyi
Buyur dediler dar basık dama.

Özgürlük damda mı
İş aş sevgi damda mı
Dostluk kardeşlik
Damda mı çiçekli bahçe?
Ataol Behramoğlu (1942)

GÖRÜŞME GÜNÜ

Çocuğumla demir bir parmaklık konuldu aramıza


İkibuçuk yaşındaki çocuğumla

Ulaşmak istedi bana çocuğum


Kafese çarpan bir kuş duygusuyla

Çocuğumla tel örgüler konuldu aramıza


Kalın tel örgüler iki sıra

" Saklanma baba " dedi çocuğum


Sitemle. Çırpınan bir bakışla...

Çocuğumla bir uçurum konuldu aramıza


Sevinci nefretten kesin çizgilerle ayıran uçurum

Ve ben - aptal gibi - hala


" Bu denli kötü olunamaz" diye düşünüyorum ...
(1982)
Maltepe Askeri Cezaevi

BİR PAZAR

- JoanBae z'e -

Tozlu, havasız, ışıksız koğuşta


Otunnadaydık suskun, kederli
Pazar günü tekdüze uzuyordu
Herkes kendi küskün düşündeydi

Küçük, transistörlü radyodan


Ansızın ışıklı bir insan sesi yükseldi
Işıdı durgun yüzler
Gün aydınlığınca gülümsedi

" Geçmiş günler" diyordu şarkıcı


Ama diriydi, umut doluydu sesi
Tutunup bu özlemli ezgilere
Aştık zindanın duvarlarını sanki
Ataol Behramoğ/u 1 0 1

Karanlık koğuş aydınlanıverdi


Umutla canlandı yürekler
İnsana yaraşan özgürlüktür
Anladım bir daha - v e sevinçle dolu gelecekler.

Kederli bungun günlerim benim


Gün olup geçeceksiniz siz de;
Ama ben herkes için istemekteyim
Özgürlüğü, kendim için değil sade.

Işıklı sesi o şarkıcının


Bir insan yüreğinden taşan sevgi
İnanıyorum yıkacak duvarlarını zindanların
Kurulacak sevginin ve özgürlüğün egemenliği ...

Nisan 1 982
Maltepe Askeri Cezaevi

CAN AGBİ 'NİN KULAGINI ÇINLATARAK

" yarınki mahkemecileri ve hastanecileri " hoparlörle


okuyan gardiyan
Mahkemecilere " Hayırlı uğurlu tahliyeler"
Hastanecilere " Acil şifalar" diliyor...
Ve iyice bastırarak " Allah " ın " ah " ına
" Allah kurtarsın " diye son veriyor sözlerine ...
Sanki Bayrampaşa Cezaevinde değil de
Bir Gazanfer Bilge yolcu otobüsündeyim
Sırtüstü uzanmışım da yatağıma
Yolculuk etmedeyim ...
Bütün bunlar iyi güzel de
Dokuzuncu ayında tutukluluğun
Hala belli değil yolculuk nereye...

Kasım 1982
Bayrampaşa Cezaevi
102 Atao/ Bebramoğ/u

TESBİH

- Fatma Arguz'a -

Bir dost ve kardeş eliyle işlenmiş


Boncuktan bir tesbih armağan geldi bana.
Göz nuru dökülmüş, özenilmiş,
İçten bir selam gibi insandan insana.

Değerini arttıran bu armağanın


Bir hapishaneden bir başka hapishaneye gelmesiydi
Şiir de böyle bir şey olmalı diye düşündüm:
En acımasız günde de savunabilmek inceliği.

Kasım 1 982
Bayrampaşa Cezaevi
Abdülkadir Bulut (1943-1985)

İÇERDE YAZILAN ŞİİRLER

Dışarda

İlk suyu verilmiş olmalı


Pamuğa, sevdaya ve tütüne
İçerde
Koyacak hiçbir şeyim yok
Sigara ve çakmağımdan başka
Yastığımın altına

il

Şimdi portakalların ötesinde


Kurduyla, kuşuyla toroslar
Yatmış olmalılar sırtüstü
Oysa beride ben
Çok özledim eşi dostu
1 97 1

ARKADAŞ ADRESLERİ

Arkadaş adreslerinde eskiden


İncecik ve güzel şeyler vardı
Gençliğimize ve geleceğimize dair
Sözgelimi, bir Aybastı sokağı
Ve altında bir şehir

Oysa şimdi öyle değil


Düşünüyorum da günlerden beri
Nasıl düşürülmüş olabilir
Arkadaş adlarının yanına
'Kapalı' ve ' koğuş' sözcükleri

(Anamur, 18.7.1982)
1 04 A bdülkadir Bulut

GÖRÜŞMECİLER

Sudan örülmüşe benziyorlar


Yaklaşıp dokunsam usulcana
Akacaklar şiirlerin içine
Bir yaprak gibi kaldırarak
Bütün sözcükleri

Çekinmeden ve kendini sıkmadan


Birer taş bıraksam ayrı ayrı
Her birinin alnının ortasına
Biliyorum ki yüzyılda ancak iner
Her birinin dibine

Ne ile doludur diyemiyorum ağızları


Oturup konuşsak şöyle biz bize
Fırtına olup çıkacak sözcükler
Gündüzleri dağlara doğru esen
Geceleri dağlardan denize

İçerde olan biri her daim


Gömleğinin düğmelerini iliklerken
Onu yıkayıp ütüleyen elleri
Ve kurutulduğu balkonu düşünür
Yaşlansa da gözleri

Yotlarına da ısındılar oraların


Manavlarına, kahvelerine, bakkallarına
Görüş günlerine, bekleme yerlerine
Ama bir türlü alışamadılar
Ayrılış saatlerine
Ref"ık Durbaş (1944)

HÜCREMDE A YIŞIÔI

Sesimi sesinin üstüne koyma


kara gecede, karanlıkta, acılı
yüreğimde yeşerdiyse de alevi ölümün
kan boğmadı daha korkuyu
kırılmadı kin ve öfkenin fidanı

Sesimi sesinin üstüne koyma


ağzımda prangası tutuklu rüzgar

Yanlış arama ölümden başka


kurşuna dizilen resimlerde
acıyla örülmüşse cesetler
ve ağlıyorsa hücremde ayışığı
üzgün değilim, hüzünlü asla

Yanlış arama ölümden başka


sırtımda falakası tutuklu rüzgar

Yüreğimde mezarlar açma artık


kazıdım hücremin duvarına çünkü
zamanı kucaklayan öfkemi
acıdan üretilen sesimi
gençliği damıtılmış günlerimi

Yüreğimde mezarlar açma artık


elimde kırbaçları tutuklu rüzgar

Çıplak taş, demir kapı, sessizlik


korkuyu mu bekliyor o nöbetçi
niçin hiç konuşmuyor yıldızlar
şafak söktüyse nerde kar filizleri
uyusam uyansam her yerde bahar

Çıplak taş, demir kapı, sessizlik


sesimde zincirleri tutuklu rüzgar

Tek değilim artık çoğaldım ölüme


deli rüzgar, çıplak suyun rahminde
1 06 Refik Durbaş

artık ne hücrem, ne yalnızlık


eskisi gibi düşmanım
ama hala yanıyor yüreğimde işkence

Tek değilim artık, çoğaldım ölüme


yüzümde kelepçesi tutuklu rüzgar

- Söyle kim hak kazandı ölüme

VAKTİNİN GELMESİ

Acının vaktinin gelmesini bekleyecektim

Sevincin vaktinin gelmesini


(Görüş günü değişmez mi anı vuslatın
anam, boynuma doladığım yemenisini
ranzamın ucuna astığım babamın resmi
yıllardır
yüzüne hasret bir tek oğlum
unuttuğum kokusunu
tarifsiz sevinçler içinde
yaşadığım korkusunu)

Bozkırın ela karanlığında kanadı kırık


güneş
kara trenin karangu raylarda kargınmış sesi
ekinleri sararmış uzun özlemler sesi
aklın hayalin durur beyaz gurbetler sesi
yüreğimin daraldığı görüş günleri
iki kaşı arasından öptüğümün kederin
öpemediğim sevincin
tarifi mümkünsüz sesi
hangi yürek katında konuk edeyim seni.

Gece: uzun
yol: uzun
nereden geldim gideceğim neresi
hücre: el kadar

Adını bağışlamanın vaktini bekleyecektim


Refik Durbaş 107

Kaç yıl oldu unuttum


mapusta
tek oğlum
umudum

Karım hamile
görmedim doğumun
görüş günleri
öptüm kokladım
uzattım boyun

Alnıma sinmiş gitmiyor kokusu


geceyi mi dinliyorum karanlığın koynundan geçen sesini mi
trenlerin
çatılarını ot bürümüş evleri
yüzünü acı bürümüş bozkırı
san sevinci
mor sessizliği
gözleri deniz
geleceği dağ
yüreği ödenmiş nice günlerin bedelini
ödemek adına mı
buradayım

Gün: uzun
menzil: uzun
nelerden geçtim daha geçeceğim
hücrem: el kadar
hani umudum

Daha nice günler geceler burada


ödenmiş günlerin vaktinin gelmesini bekleyecektim

Ödenmiş nice geceler vaktinin bir de umudun


Nihat Behram (1946)

MAHPUSHANEDE BAHAR ŞİİRİ

Tehdit ediyor hava


hava tehdit ediyor karamsarlıkları ...
gün
ışımadan
fırlıyorum yataktan...
yaprakları
ışık dolu bir papatya
sabahın ilk
ilk ıslak dudaklarıyla
dokunup gözkapaklarına
parlatır bakışını
ve er-erken
uyandırır onu da (biliyorum)
bir bahar kokusu gibi ..
şafak
söktüğü anda
balkonunda güvercinler
kanat vurup seslendirir saçağı,
torbasında üç-beş kitap
bir gömlek
bir fanila
düşer yollara,
(uzaktan
fabrika dumanları görünür,)
yüzü
serinliklerle sarmaş dolaştır,
bahar toprağı kadar
yumşaktır topukları

Düşer yollara,
en uç dallarında
filizleri de yoldadır dutların,
elmaların,
dal karışmak üzeredir yaprağa

Bak sen!
güneş
nasıl da güçlendi
birkaç haftadır,
Nihat Behram 1 09

sürülerle ceylanın
gözleri buluştu sanırsın
göğün boşluğunda,
bir gül sanki kavuşmuş da
sarkıyor bulutlar arasından,
sis dayanmıyor havaya ..
beynimizde
damıtılmış
özlenmiş sözcüklerden
bir fırıldak halinde dünya,
ve görüşme günlerinin
diğer hazırlıkları:
yıllar öncesinin
yıllar sonrasının
derdini
deryasını taşıyan gülümseyişler,
ak bir boynun yamacında
düğmeleri koparılmış bir yaka

Küçük bir leylak demetiyle


görüşmecim çıkagelir birazdan,
o şen şakrak bahçemizden
derilmiş çiçekleri
yardan bir mektupla birlikte
uzatır bana
koşar başucuma dizerim
bezenirim coşkuyla

Bahar aylarında
bu boş saatlerimi
nasıl doldurabilirim,
acımadan
içimi hırpalayan çaba
dar bir çemberin ortasında
ateşten ayıklıyorken beni,
upuzun bir seyrin berisinde
gün yinnidört saat bir pencereden
bir çift serçenin
bahar sindirişini gözlüyorum,
ve artık
kendime güvenerek
diyebilirim ki:
1 1 0 Nihat Behram

en acar kuşlan bahann


mutlaka serçelerdir

Şuracıkta
arasında parmaklıkların
nasıl da
çatıverdiler çerden-çöpten
ateş yumağı bir yuva
(üstelik
ne kadar da ustaca) ..
kenetlenip
havada birbirine
vay vay
nasıl da fırıl fırıl dönerek
toprağa iniyorlar,
(o ne minik çırpınış
o ne dehşetli buluşma)
yorgun düşüşlerin ardından
küçücük bir çimen telini bile
birlikte büküp
birlikte dokuyorlar,
çiçek saplarıyla
cama da dokunuyorlar ..
bağrındaki
kınadan tanıyorum erkeği
ve zaten belli ki
işveli eşinin
tiril tiril kanat uçlarında
esen rüzgar
onun
bir kurum, bir fiyakayla
daldan dala geçişleridir,
evet evet
en acar kuşlan baharın
mutlaka serçelerdir

Tehdit ediyor hava


hava tehdit ediyor karamsarlıklan,
sararışlar
titreyişler
amaçsız yaşayışlar
daha
Nihat Behram 1 1 1

ikindiden görünmeye başlayan


pınl pırıl bir ayla
boğulup yokoluyor..
en insanca arzular ki
yıllardır çatışıyor
goncanın dostluğuyla
kanlı gül dalında ..
ufalanışlar,
cansız yatışlarla çatışarak
toprak da katılıyor bu feryada,
tehdit ediyor hava
hava tehdit ediyor karamsarlıklan

Acılarda biriken
tanıdık gözyaşları kadar yumşak
leylak demetimin
alıcı kokusuna
gömüyorum yüzümü ..
dokunsam
sanki çevremde herşey
eriyip
eriyip gidecek avuçlanmda

HAVALANDIRMA

Bugün üst üste sevinçliyim,


haftalar, haftalar sonra arkadaşlarla
avluya çıkanldık
bir tutam ot ortasındayız
- bir tutam ot dediğim:
bir şimşirin dibinde
üç beş kök aynk
birkaç sap pisipisi -
toprak üstündeyiz kısaca,
tam altında maviliğin
rüzgara değdi nefesimiz.

Karşıdan başlayıp yamacı çevreleyen


verimli bir yulaf tarlasından
bir sesleniş boyu içerdeyiz,
oradan
1 1 2 Nihat Behram

maviyi sarışın kılan su


şen arı
oyalı kuş
bir curcuna halinde şehre sokuluyor
- göğsümüzde
yavuz bir hırslanışa dokunarak
tepenin hemen berisinden başlayan şehre -
Ebegümeçleri arasından fışkırmış
papatyalar
ak-pembe gecesefası
bir fidan
ve nazlı gelincikler
tutuldu tutulacak denli yakınımızda,
toprağa
sıra sıra dayanmış dipcikler arasından
onları tanıdıkça
sevinçle doluyor içim,
çömelip bir arkadaşla
tenimizle çiçeklerin anlaşması hakkında
uzun uzun konuşuyoruz
- örneğin : nasıl oluyor da
bir tutam ot bizi
serin bir gölden geçiriyor,
neden böyle hafifliyor bileklerimiz
bir papatya sapıyla uğraşırken?
Çiçektozlarına konuşu gibi arıların
bir çocuğun bulutlara yaslanışlan gibi
inceden uzanıyoruz şimşirin kıyısına
ve tuttuğumuz anda
hamarat bir karıncayı
tanıdık avazıyla
hızla akmaya başlıyor zaman,
bir çimenle
dokunup duyargalarına
o çevik ürküşünü gözlüyoruz bir nokta canın,
düşmüş bir kelebek kanadını
renkli
bir armağan olarak sunuyoruz onlara
ısırıp kaçıyorlar
dönüp çekiyorlar bir delikten aşağı.
Ciğerinde
deniz yalamış rüzgarın ilettiği anafor,
Nihat Behram 1 1 3

bağrında ürpertici bir kaynaşmayla


bir göğsünü
bir sırtını vererek güneşe arkadaşım
aylardır ilk kez
bunca uzun bir doğruyu
uçar gibi sürüyor iki tel arasında,
kimbilir hangi dost düşüncelerle
örüyor voltasını?
Bugün üst üste sevinçliyim,
kalbinden sıyırdığı mektubu sevgilimin
gürültüler, gürültüler taşıdı bana,
çıkarıp gömleğimin cebinden
- ölüme
hayatın en derin anlamını vererek
diye başlayan satırına
bir şimşir yaprağı örtüyorum,
omuzumu verip bir tutam ota
bileklerimle alnımı ovuyorum,
nedense başım dönüyor ışıkta...

Haziran 973
Ahmet Telli (1946)

VOLTADA

1.

Tutukluların iç dünyaları
elle tutulurcasına görülür
günün o en güzel vakti
atılan voltalarda

2.

Tay sekişli adımlar


ustasıdır voltanın da
her türlü dönüşü kıvrak
akışkan ve deneylidir

3.

Ayağına tetiktir
mavraya düşkün olan
tek ciddiye aldığı şey
günlük voltalardır onun

4.

Tek başına acemi


adımlarla salınırken
düşürür tesbihini sık sık
voltanın yeni konuğu

5.

Yağmalanmış bir kent


gibidir mektupsuz kalan
ayak uyduramaz bir türlü
hiçbir çeşidine voltanın
Ahmet Telli 1 1 5

6.

Avlunun dört yanını


yeniden keşfedercesine
ağır adımlarla adımlar
düşündüğünü kendine saklayan

7.

Temmuz ağustos sıcağında


cayır cayır yanarken avlu
siyasiler yine voltadadır
diğerleriyse hep gölgede

8.

Akşam olmadan daha


kitlenir kapılar ardımızdan
ve başlar geceyarısına doğru
avluda yıldızların voltası

HAVALANDIRMADA

Açık havada olmak


volta atmak şöyle
bir saate yakın
Gökyüzüne bakıp da
yaşıyorum diyebilmek
dağıtıyor birdenbire
efkar bulutlarını

Rüzgarın getirdiği
uzak kır kokuları
genzimizi yakarken
güneşin ve sevginin
gülümseyen sevinci
dolduruyor bengisuyla
yaşamın altın testisini
1 1 6 Ahmet Telli

Kuşların uzak uzak


uçuşlarını izlemek
hüzün verse de biraz
yaşamla aramızdaki
köprüleri yeniden kuruyor
bir yağmur bulutunun
sessizce üstümüzden geçişi

Dört yanımızı çevirmiş


olsa da dikenli teller
açık havada şöyle
derin bir nefes almak
merhaba demek güne
yaşamla yeniden
kucaklaştırıyor insanı
Arkadaş Z. Özger (1948-1973)

SEVDADIR

Göğü kucaklayıp getirdim sana


kokla
açılırsın

solmuşsun
benzin sararmış
yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün
öyle bükük bakma bana

çam kolonyası getirdim sana


kentli dağlıların haklı sevdasını
bolu ormanlarından çarpan bir koku
sanki köroğlunun ter kokusu
aman kokusu, billah kokusu
canlarım, canım benim

üzme kendini bu kadar


sana umudu öğretemeyenlerin suçu mu var
bak yeryüzü ne kadar geniş
ne kadar dar

Dur
akıtma gönlüm yaşını
gözünden öpücek bir yer bırak
oy bana en yakın
bana en uzak
sevgili yar
Hasretine vur beni

Giyecek çamaşır getirdim sana


il.dettir diye değil, sevdim diyedir
bağışla, eski biraz
bedenim uygundur diye bedenine
elimle yıkadım, ütüledim
elma ağacında kuruttum
1 18 Arkadaş Z. Özger

Günler sarmal bir yay gibi


bunu unutma
Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir
bunu unutma
Seni ben heryerinden öperim
beni unutma

kadere inansaydım
sana inanırdım
Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben

öyle kırık bakma bana


Caddeler nasıl da genişliyor
sana bunu söyleyecektim
Bileyli bir makas vardı yanımda
sana bunu söyleyecektim
Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri
sana bunu...
Oyy nasıl söyleyebilirim
deliren sevdamızın kısrak huyunu

Elimi tut
tuttururlar, o kadarına izin verirler
kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu
Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız

sen İçerde
Ben dışarda ...
Oyy mahpusluk mahpusluk...
İsmail Uyaroğlu (1948)

GÖRÜŞMEDEN SONRA

Ali T.'a

- Bir isteğin var mı


Çorap, kazak, fanila filan?
- Sağ ol, şiir yaz, iyi şiirler
Şiir daha çok ısıtıyor bizi

Gülerek söyledin bunları


Aşıp parmaklıkları ama
Ulaşıncaya kadar bana
Yüklendi sesin
Görüş günlerinin
Havada gezinip duran
O bildik, buruk, kekre kederini

Tuhaf ama az sonra


Yaralı bir kelebek
Gördüm avluda
Yatıyordu rengarenk taşların ortasında

Kızımı sevmek oldu ilk işim


Gidince eve
Ve şiirim üstüne yemin ederim
Kızım değil kızındı sevdiğim
Ve ellerim senin ellerin

Biliyorum beklediğin
İyilikte olmadı bu şiir
Ama sevgili kardeşim
Bağışla, ben kızımı hiç böyle
Ağlayarak sevmedim
1982
Gülsüm Akyüz (1949)

SARI ÇİÇEK TÜRKÜSÜ

Seni gördüm dün sabah


penceremin kıyısında,
yosun tutmuş
taşların arasında.
Kış ortasında güneş
gülüyordun yüzüme.

Sevdim seni sarı çiçek


yoldaş oldun sen bana.
Döktüm içimi,
söyledim her derdimi.

Sarı çiçek, ah san çiçek


sevdiğimden mektup yok.
Kaçtır oldu
görüşe de gelmedi.
Ne bir selam
ne bir haber gönderdi.

Sarı çiçeğim,
sarı çiçeğim
seninle ben
gece gündüz söyleşirim.
Kimsem yok
senden başka
bu uzak tutsaklıkta.
Bir sen, penceremin kıyısında
bir ben, hücrede tek başına.
Bir de tıkırtısı ara sıra
yan duvarda idamlığın.
Behçet Aysan (1949-1993)

ALBÜMDEKİ YIRTIK RESİM

ağır ağır düşen yapraklar gibi


anımsatır bana yaşadığımızdan
ne zaman
karıştırsam

- albümdeki o eski
sararmış yırtık resim.

" görülmüştür" damgalı zarflarda


elinde iki kadının, sevgilimin
ve anamın
taşınmaktan

- albümdeki o eski
sararmış yırtık resim.

sızarken bir testiden sızar gibi


bir sonbahar güneşi çekilmiş
tel örgüler
altında

- o, eski püskü kırık resim.

onuncu koğuşun merdiveni


gülümsüyor muharrem, ortada ben
turnalar geçiyor
üzerimizden

- ekim 1 973, ankara

bir yanda muzaffer abi,


voltadaki kehribar tesbih gibi
yanından ayır -
mamış hata

- kanun-ı osmani mefhum-ı


defter-i hakani
1 22 Behçet Aysan

düşünüyoruz resimde bile,


gür bıyıklı celali, niçin isyan
etti üç yüz yıl
üç yüz kere

ve niçin yükselmiş taş duvar


sadece onlar için, yüzü resme
düşmeyen
bir halkın

- keder günlüğüne.

1 978' ankara

DOKUZ KÖYDEN KOVULANIN ŞİİRİ

ve sular kararınca vurdum sahipsiz bir kıyıya


yağmurlar susmuştu ben susmuştum, kimliksiz
ateş kuşlanydı dönenen orda, ölüm kuşları
hangi çağdı, hangi batık, hangi tarih bırak bunları
kovulduk mu, sonunda yine biz dönelim anılara.

bir sürgün ezgisi olmuş duyuyorsun " leylim ley "


varsın söylensin uzak coğrafyalar, sisli limanlarda
kimimiz evindedir ama dolaşır işte bukağıyla
koşsam kanatır parçalanmış yürek zamanlan
kovulduk mu, sonunda yine biz, dönelim acılara.

sararmış güz yapraklarında ruj lekeleridir


unutulmuş eski aşkları hatırlatır hep bana
kirlidir, şatolar kurar, çamurlu, paradır yalvacı
derim, yok bir gidecek yerim, dursam düşeceğim
kovulduk mu, sonunda yine biz, dönelim anılara.

neyse kapatalım sevda konusunu, bu böyle hüzündür


bir gün, çözüm ona da bulunur mutlaka
ya yüreğin yüreğe ihaneti, oturdum düşündüm
sıradan bir akşamüstü bir nar ağacı altında
kovulduk mu, sonunda yine biz, dönelim acılara.
Behçet Aysan 1 23

deniz köpürüyor, ay buluta girdi, keder de


çıktığımız bu uzun yolculuk galiba sürecek
şimdi kim bilir senin kaptan nerelerdedir
belki yıldızlardan bizi seyretmektedir
kovulduk mu, sonunda yine biz, dönelim anılara.

bir yorgunluk gibi çökünce üstümüze karanlık


şarkılar söylerdik yanık otlar arasında
istasyon önlerinde tedirgin allahaısmarladık
bir daha hiç görüşmeyeceğiz duygusuyla
kovulduk mu, sonunda yine biz, dönelim acılara.

görüş günlerini beklerdim, sabun kokulu


bir çift çamaşırı, bir mektubu, bir kitabı
okurken karşılaşınca kurumuş bir papatyayla
nasılsa görülmemiş ve aşmış tel örgüleri
kovulduk mu, sonunda yine biz, dönelim anılara.

billirim sonludur çoğu şey, sonludur bu acılar da


bu ıslak toprağın buğusu, tadı sıcak somunun
sevdaların titrek bir mum gibi adanışı
kırık bir kurşunkalemin bir şiiri yazışı
kovulduk mu, sonunda yine biz, dönelim acılara.

barbar güneş gidip gidip de dönersin


yitiklere, büyülü ışığın eski adreslere
değmez nedir şarkıların bizi anlatışı
hükümdür verilmiştir arayacağız bir onuncu köy
kovulduk mu, sonunda yine biz, dönelim anılara.

BİR KÜGU ŞARKISI

biliyorum bunu, gideceksin


gideceksin yine yakında

seni artık hep uzak şehirler


anacak.

en son okuduğum
romandaki
1 24 Behçet Aysan

kahraman da, santiago'da


sisli bir kasımdı, belki

ankara'da

ya da güzel bir mayıs günü


ve ben yazıyormuşum bu romanı

oturmuş
bir gürgen
ağacının
altında.

ne cepheye giden
savaş trenleri olurdu

ne
bir dilim kurumuş ekmek

ne ayrılık ne ölüm

mor menekşeden aşklar


bir avuç bulut, dünyada.

her bahar ilk işimdin


sana yağmur getirirdim

güvercin
kanatlı mektuplarda

yasak kitaplarda, yasak


anılarda, tozlu tavan aralarında

sararmayan.

yorgun yaşamaklar gibi


örümceklenip, yasak aşklar

gibi tavan aralarında.


Behçet Aysan 1 25

gökyüzüne
ve sevgilim
kendine
iyi bak

hani nerde
o kayan mavi yıldız, mavi taslak.

giderken kazağını unutma sakın


ölüler de üşür, ölüler de.

son konuşmamız bu, güz geldi

düştü yaprak.

kasım 81

DENİZ FENERİ

sabaha karşı böyle bir ağaç hışırtısı


saatin 03'ü vurduğu zamanlar
iki yüreği birden ayağa kaldırırdı.

ayaklanan yüreklerinden biri olimpos'a gizlenirdi


biri anadolu bozkırında.

tam o vakit, suların koşarak


rüzgara aktığı

gökyüzünün uçsuz bucaksız denizi durulurdu.


bir durulan deniz bendim
biri karşı kıyılarda

ve sabah onun için bir yol bulurdu


akmaya.

kibele koşar gelirdi.


1 26 Behçet Aysan

ve yine öylesi bir anda


bir salyangoz tırmanırdı aynı inciri

bir küflü kilidin tık sesi duyulur


saksılarda aynı sardunyaların gerinmesi

bir yaşlı kadın kalkar


suskun adımlarla yürür

terliklerini giyer

istavroz çıkarır veya yasin


okurdu

kilometrelerce uzakta
ve aynı anda

keder bir buğu gibi yükselirdi


bir şiir başladığı dizeleri yazar

ocaktaki ateş çıtırtılarla yanardı.

uçmaya
hazırlanan külrengi bir kuş

beş uzun yıl sonra sürgünden


dönen bir adamın odasına

girebilirdi.

hasret girebilirdi
direnme girebilirdi
yitirilmiş bir aşk girebilirdi.

adam odadan çıkar giderdi.


çünkü ayios pavlos cezaevinin
ve kartal maltepe'nin avlusunda

düşünceli dolaşan birinin gölgesiydi.

gölgesiydi gölgelenmiş güneşin


umudun öldürülüşünün
postalların bütün güzellikleri Behçet Aysan 1 27
çiğnemesinin

zakkumun ve bethoven'in
şiirin ve aşkın
yasak edilişinin gölgesiydi.

oydu
ter ince bir ırmak gibi akarken
spil dağı eteklerinde
ve tırhala'da tütüne koşan
yüzü aynı esmer rençper.

başka bir yerde başka bir esmer yüz


mazgalların arasından

gökyüzüne bakıyordu

ürkek san
kaçak yıldızlara

başının üstünde mazgallarda


nöbetçinin ayak sesleri.

üç gün önce getirmişlerdi


üç gün üç gece

sadece zeytin
ekmek ve sigara.

demir kapıda küçük bir delik


havalandırma

yukarda ürkek
sarı kaçak yıldızlar.

tutuklunun adı
takis petrulastı.

belki de onun türkçesiydi.

o gece yarısı
oturdu ilk şiirini yazdı.
Oktay Akıncı (1949)

GÖRÜŞMECİM

Haftalardır okunmayan adım


bir kırgınlık şarkısı kapıaltında
avunurum ki
mektup ulaşmayan bir cephedeyiz
vurmuşlar postacıyı
havalanmıyor güvercinler
ya da aşamıyor görüşmecim
kimlik sormaları...

Gün akşama ulaştı


kapılar sürgülendi yeniden ...

1 973
Ozan Telli (1950)

GÜNEŞ GETİR GÜL GETİR

görünmese de görüş yerinde yüzün


ışıyan üzüm gözlerin ışıyan hüzün
ve serin seher yeli gibi sesin
sesine sevdalanmışım ben senin
ninni sesine türkü sesine umut sesine
ve dost soluğuna
soluğunla dokun bana sıcaklığını bırak giderken
içeri soğuk

içeri demir içeri duvar içeri taş


duvardan dışarı tırmanıyor sarmaşık duvara
konuyor kuş
gülüyorum kuşa özeniyorum sarmaşığa sevdalı
kıvrım kıvrım dolanıyor arzularım dallarına delice
ve bilsen nasıl çalıyor çılgın çıngırak gibi yürek
yürek nar sanki kan rengi güne karşı çatlayan
ışıkların ışkınların aşkına
yürek nar

yürek yanar
üç tel daha koptu gönül sazımdan
acınınm uğunurum sızımdan
ne yaş gelir ne kan gelir gözümden
dosta düşmana karşı
bundan buram buram terler ağlarım
kara kapıları zorlar ağlarım

ve elbet eritirim ellerimin ateşiyle parmaklıkları


bir gün
ve elbet çağlarım çağlayanlarca coşkun
yaşamanın doruğunda yanyana seninle
sevincinle
sevginle
bir de bebelerle babasız büyüyen
bebelere selam benden
aşk benden
1 30 Ozan Telli

kuşatmış can kuşunu dört yandan


bu pranga bu bukağı bu zından
bu örgüler bu sürgüler bu surlar
bu derinlik bu karanlık kapkara
bir de bakır yanığı bağrımda yara
ayrılığın senin
ayrılığı günün
isterim ki işlesin iliklerime
güneş getir gül getir
isterim ki mavileri gözlerime serilsin gökyüzünün
denizin
yosunlardan duvak yapıp tel getir
çın çın çınlayan çan sesini çoban sesini yayla yelini
meneviş kokusunu kuş kanadını al getir kırlardan
al getir özlediği özgürlüğü özümün
al getir ateş aşkına
su aşkına al getir
susadık be pınar gözlü kardeşim
bul getir
bul getir
Çetin Boğa (1951)

TÜRKÜSÜ HASRET

lçerde her şeyi özlüyor insan.


Her şeyi, özgürlüğün sesini,
Bir başka şarkıya yuvarlanıp gitmeyi.
Yanında balıkla rakı içmeyi,
bir de üstüne az şekerli kahveyi
Çocuklarla boğuşup gülmeyi istiyor insan.
Sevdiğiyle baş başa uzanıp coşkulara;
günleri, geceleri sevinçle süslemeyi,
Sıcak bir dost sofrasında,
paylaşılan o eşsiz içtenliği.
Ve güneşi solumayı alabildiğine.
Evet her şeyi, her güzel şeyi.
Saç tellerinden ayak tırnaklarına,
bütün yüreğiyle katışıksız sevmeyi.
İçerde hep dışarıyı gözlüyor insan ...
(1986)
Özgen Seçkin (1951)

ONYIL'dan

Ey sevgili
şiirimin bir yerinde sen
sonsuz tahammülsün
selamını aldım ağır sorgudaydım
hafifledi ağrılarım
sigaranı vermediler ekmeğini
biliyorum büküldü boynun
kuzusu ayrılmış bir koyun gibi
dağıttın saçlarını yoldun
gecelerde is tutmuş gibi düşlerin
hep kara hep korkunç hep koşmaca
yürüyor çocuklarımız yalnızlığa
öfkeni öğrendim gördüm düşümde
kapılan bir bir zincirleri bir bir
kat kokunu da sözcüklerime
şiirim bitmesin sensiz

uzarsa zamanın övüngen dili


onyıl bitmeyecektir bil ki
ve sürecektir şiirin serüveni
Erdal Alova (1952)

DALGALAR TUTUKLANAMAZ

İnsan düşer dört duvar arasına


yıllarca yatar yarı aç, ışıksız
sayacağı adım bellidir artık
oysa yedi iklim gezer düşünde.

Dalgalar tutuklanamaz.

Bir kılıç keser titreşen telleri


güzelim ezgiler duyulmaz olur
bir buyrukla toplanır şarkılar
ardından o derin sessizlik başlar.

Dalgalar tutuklanamaz.

Gün olur sözcükler de tutuklanır


kitaplar yanar, ağızlar kapanır
hep başka biçimler bulur sözcükler
geçerler üstümüzden haberlerle.

Dalgalar tutuklanamaz.

Rüzgarlarla yarışır gökyüzü


dünyaları taşır buluttan hafif
aşar okyanusları mavi mavi
çatlar kayalıklarda beyaz beyaz

Dalgalar tutuklanamaz.
Erol Çankaya (1953)

GÖRÜŞME

Susuyorsun
Uzun ayrılıklar giriyor aramıza
Hurdahaş şehir cesetleri
Asfalt yollar
Serin nehirler dolduruyor gözlerini
Aklın hep kırlarda biliyorum
Susuyorsun
Hep çimenleri özlüyorsun su yollarını
Dört bir yanını sular kuşatıyor
İçinde durmadan bir kasvet büyüyor
Bir ur büyüyor bir yaslı aile
Beyaz yakalı bir kızkardeş
Sarı tahta bavulda bıraktığın kitapların
İçimize birden akşam oluyor
Susuyorsun
Sanki paydos ediyor tütün işçileri
Buruk bir hüzün kuşatıyor gönlünün kal' asını.

Tanımsız bir öfke var duruşunda


Yukardan bakıyorsun
Susuyorsun
Uzakta bir ırmağın akışını hatırlıyorsun
Sararmış otlan biçer gibi gözlerin
Hep öyle mahzun ve derinden asi
Öylece durup kalmışsın
Sararmış parmakların öylece durmuş
Batan günle kayıyor parmaklıklara ellerin.
Susuyorsun
Durmadan haykıran dünyaya inat
Görür gibisin acıyla konuşan çocuktan
İçinde bir yerlere akşam oluyor
Rüzgar görmüyor bayrağımız
Rüzgar görmüyor tarlalarımız
Rüzgar görmüyor umudumuz buğdayımız
Rüzgar
Görmüyor
Soluğun birden dolduruyor hücreni
Susuyorsun
Erol Çankaya 1 35

Türkü söylemiyorsun
Ağır bir yumruk gibi usul usul türküler

Sevdalısın
Gözün dışarda
Sevdalısın
Yeni bir deniz arıyorsun dökülecek
Sevdalısın
Zulmeti görür yürür gibisin üstüne.
Çamaşıra ihtiyacın var mı
Portakal sever misin
Kitapları veriyorum
Bir de fotoğraf
- saçlarını dağıtmış, bir su kıyısında haspa
Öper seni

Kucaklarım seni
Kardeşim

Unutma ama
Yaz bunu hücrene
Bir umut karanfili gibi dursun
Bir kır çiçeği
Aşktan öfkeden bir divitle
Kavganın umuduna ban da yaz
Dikelt başını
Ne olursa olsun unutma ama:
Varsın zulmetin mavzeri örselesin yareni
Zalimin kurşunu değmez adama.
Metin Cengiz (1953)

GÖRÜŞ GÜNÜ

Sabah: yürekte buluşmanın gizli fırtınası


Çocukluğun kımıltısız ağaç iskeletleri imgelemde
İmgelemde şaşırtan yaz, sevecen kış, çoğalan
bir leke içinde
Karşıdaysa bir öpüş gibi güneş, kökler arasında
İncirin özü, bakırın rengi olan kökler arasında

Görüş saati: konuştukça büyüyor ırmaklar


Körfezler büyüyor, denizin bilezikli kızları
Kuşlar uçmuyor sanki, göğün sırsız aynaları
Açılıyor derken kilitleri ıssız ovaların
Ve yaklaştıkça ayrılık zamanı
Dökülüyor bir bir göğün yaprakları

Görüş sonrası: bir mevsim ki bir yanı güz


Bir yanı ilkyaz, aşklar doğuracak
Martılar, gök, sabırlı dizelerle deniz
Sanki sevişiyor bulutlar, ter içinde, sessiz
Renklerse memeleri, dudakları, bacakları olacak

Akşam: bir sınırla ayrılmış gibi yaşam


Her ucunda iki ayrı dünya, ikisi de kaburgam
Ali Cengizkan (1954)

YENİ ÇIKAN BİRİ

Parmağında gümüş bir nişan yüzüğü vardı


Elimi omzuna koysam, ağlardı.

İçerde sorular soruluyor, yanıtlar veriliyor


Nasıl şiir yazarsın, bir teneke var koğuşta
Nasıl yazmalı, tüm sorun da bu zaten
Ne zeytinyağı tenekesinde suç, ne güneşte
Yosun da yok, hem yön bulman ona kaldıysa...

Sen dışardasın, içerde sorular soruluyor


Yanıtlar veriliyor kanla, bir gök olsa
Üstüne uzansam diyorsun, bulut çizsem, uçsam
Herkesi öpsem, ayaklarım ağnmaz, taşlan atsam ...
Ve bütün dileklerin oluyor, içerdeki susunca.

Kalakalıyorsun, avcundaki cam kırıklarıyla

Parçalanmış yaşamlar ortasında, parçalanmış


Ellerin nasıl da uyumluydu yaşamla.

7 Ağustos 1 982
Soysal Ekinci (1954-1994))

FİRAR TÜRKÜSÜ

oturmuşum bir köşeye


bir kuş tutsak ellerimde
iki damla yaş dizimde
gözlerimse yok yerinde

kuşun gagasında bir ses


" haydi firar firar! " diye
inansam mı uyansam mı
tenim yapışmış demire

fırladım ayağa kalktım


karşımda bir demir kule
üstünde üç büyük lamba
" sakın ! " diyor gözederek

yüksek kulede lamba


nöbet kulesinde memet
lamba bir dakka sönmeli
memet bir rüya görmeli

demir kule büyük lamba


yanıp sönen tuzak ışık
hazırladım her şeyimi
bu gece ben firariyim

demir kule büyük lamba


bana sahte umut verme
şaka değil bu dediğim
bu gece ben firariyim

bir dakika geç yanmazsan


kuledeki büyük lamba
nöbet kulesinde memet
başlar kurşun sağnağına
Soysal E.kinci 1 39

memet gözünü seveyim


çek tetikten parmağını
üşüyorsun yağan karda
ayşe'yi düşüne çağır
kanın kaynasın damarda

ıpıltılı gözlerinle
ayşe'yi düşüne çağır
uyan ki ben kuş olmuşum
tetik düşür yardım çağır

öyle hüzünlü bakman


küçük kardeşimi andırır
bir anlık bir yanılsaman
bana çok şey kazandım

karşımda alacaduvar
içimde dost ihaneti
gölgelerden geçeceğim
akbenekli atlar gibi

otuz metredir tünelim


çıkışa vardıktan sonra
bir dakika geç yanarsan
menzili rahat geçerim

işte girdim tünelime


çıkışta beni bekleme
görürsen de sen içinden
"görmedim " de tetik çekme

kızılca parladı güneş


geceki yağmurdan sonra
işte alarm çığlıkları
işte fırtına başladı
haydi yoldaşlar camlara

1988 - Mctri s
Mehmet Çetin (1955)

AÇLIK DİRENİŞİNDE YAŞGÜNÜ KUTLAMASI


ŞİİR NOTLARI

2.
pirim
alnındaki en güzel ter damlasıydın annenin
nasıl unuturum o yürekalkışı ilk çığlığını

tarihsizliğim olur
sürgünü nasıl yaşadın desem, talihsizliğim
on yıl zindanla gül arasında büyüyen oğlum

3.
unutmam, ırmaklar geçtiydik omzumuzda sen
ağzımızdaki, o en aydınlık şarkıydı sesin
birlikte neşeydik armağan oldun gülüşünle

ve şimdi beden eriten günlerin yangınında


gözlerimi fotoğrafına astığım bu zindanda
hüznün adıyım biraz temmuz başaklı ekinim

7.
katıl bir yağmura gel yetimoğlı.(ndan
munzur suyuna ak küçük derecik
düşüne geleyim bir gececik
sarayım hasretini
o incecik
şekok çiçekli dalda yavru kuş sesini

8.
koru ağzında o nevruz ateşini pirim
kiraz gülüşün armağan kaldıkça
yıkandığım sulara
yenilmezim
kalbim kazanır, elbet çıkar gelirim
Mehmet Çetin 1 41

acılaşan tütün ve su, ve türkülerle


kutladık seni açlık direnişi içinde
gülüşünü akranlarla savunduk şiirim

88.

bunca işkence ve mahkemede zanlı


çok öykü roman çok haberde ben
çok zanlı o bağışlamaz ağızda
darağacı dağbaşı vuremrinde
çağın çılgınını taşıdım
kanmadım diye yalan tarihe
aykırı yaşadım diye hayli zanlı
ben o zanlı işte tam da hurdayım

he .. iflah olmaz kumruyum dem için


her nasılsa hüzünlenip acı çeken
o " hain anarşist terörist" mi ne
o zanlı gülüştenim işte.. tanışınız
anlatamadığımca umurumdasınız
zanlı olmaksa sonumuz aldırmayın
sıklaşsın saflar aşk biziz, inanın

54
Fadıl Öztürk (1955)

BEKLEMEDEYİZ

akıyor karanlığa güneş


gün ortası yarasa akşamlar
ve yalvarmayacağım gece
ay şahidim
kapımda görüşmeciler
akıyor hasretin alevi / beklemedeyiz

güneşle betona çiziyor utancını pencerem


atıyor kalabalığın sessizliğinde
beklemenin yüreği
emiyor gülümsemenin buğusunu aynalar
'merhaba'da dökülür umut çizgilerim

özleme aldırmıyor zaman


hasret resimleri çiziyorum
usuma acılar yumağı eşeleniyor yüzler
tutuk görüşlerde artakalan hayaller

zaman bir kara hançer


zarfını açar buluşmanın
muştu mazgalın sesinde kilitli
umut gergefte bir ilmik
dilde kucaklaşmanın bekleyeniyiz
Oğuzhan Akay (1955)

SOKRATES' İN HAPİSANESİ

Kağıthaneye hüzzam gelmiş, ben Evropa'da idim


Sokrates'in Hapisanesi nam tavernada görüş günü
Hüsn-ü Yusuf dolaylarından bir damla gözyaşı kasette
Beşbin Baldıran hesabım var, üstü anım kalsın hücremde

Alevden bir pelerine kaptırdı gönlünü gece


Sokrat'ın yalancısıyım, Sokrat derim ben, derin samimiyiz
Gri bir ışık süzüldü Akropol'e yıldızlı tabakta
İnce belli gül hatmiler yanında on dakika Hera

Atina bir kız çocuğu saçları lüle


Tokasına bulut takılmış canım
Harbi hergele
Aydın Öztürk (1955)

BİR DÜŞ

Uzansam zerdali dalı


tarlalar bir yeşil halı
papatyalar beyaz, sarı
sarılsa baharlar boynuma

dikenli teller arada


süngüler geçik namluya
soluk mavi akşamlarda
bir hüzün dolar ince

Nisan '83 Alemdağ-İstanbul


Nihat Çokoğullu (1956-1990)

Bir görüş sonrası


yürekte sızı
kanar yaram, büyür düşüncelerim
Bir görüş sonrası
dağınık düşüncelerim
Uzun havalar yetişse diyorum imdadıma
Bir yetişse uzun havalar. ..
Tutsa yar elimden
düşse yollara
Sonra bir kitap
benzeri yazılmamış
Alsa da beni, götürse özlediklerime
Bir kitapla insan nerelere gidebilir?

Nerelere gidilmez ki?


Turgay Fişekçi (1956)

GÖRÜŞMECİLER

Cevizlerin zeytinlerle birlikte


tatlı eğimlerle kıyıya indikleri
kırmızı topraklarda
Enginarlar bir kanş, incirler toplanırken
Bağlarda kaynayan şıraların kokulu dumanı havada
Annelerin en sevdikleri şey çocukları -
Onları
yanaktan meyvalardan al al
dallarda dolaşmaktan sırılsıklam terli
yakaladıklarında
Göğüslerine basarlar:
" Bizim bağın gülleri kokuyoooo! "

Gazetelerde fotoğraflarını gördüğüm görüşmeciler


Acıyı çizen desenleri gibi Kollwitz'in
Birbirlerine sarılmış bağırıyorlar:
" Gülüm, kokuna ne oldu
nerelere gitti
kim aldı?"
Ersin Ergün (1957)

GELDİNİZ

geldiniz
ne güzeldiniz
kuşlar gibi şakıdınız çocuklar

gelirsiniz açık görüş


gidersiniz dünya gider

geldiniz
bir saate sığdırdık her şeyi
ellerimizi gözlerimizi sözlerimizi
çabuk ve aceleci

ve gittiniz
gözlerim peşinizden koştu
kesip çıkarıldı yüreğim sanki
kanım kilitlere aktı
hasret ne ki

nisan 1987
M. Ender Öndeş (1957)

KAMİL SU CADDESİ ONBEŞ NUMARA


SAKİNLERİNE SEKİZİNCİ YIL DUYURUSU

Hem ağlarım hem giderim ben, siz bana bakmayın


Bana bakmayın siz, özledim derim bfraz, yedi yıl geçti derim
Romatizmalanm azar kış günlerinde.
sabahlan eklemlerim çatırdar
mızmızlanır mızmızlanır /
yatarım !
Siz bana bakmayın, ıspanaklı börek derim ben mesela
Sabahçı kahveleri derim, evler bahçeler parklar derim
Olmadık anılar düşer aklıma. olmadık şeyler ister canım,
içim gider
huysuzlanır huysuzlanır/
yatarım!
Siz bana bakmayın, görüş günlerinde sorular sorar gözlerim
İnce eleyip sık dokumaya başlanın her şeyi günden güne
Acayip laflar ederim durduk yerde, sağa sola uzanır dilim,
çenem düşer
homurdanır homurdanır/
yatarım!

Hem ağlarım hem giderim ben, siz bana bakmayın


Satarım anasını bu dünyanın, bir güzel yatarım

"MA R T 87 "
Ahın.et Erhan (1958)

GÖRÜŞME Y E Rİ

Duvarlara çiziktirilmiş hasret sözleri


Yüzlerde derin acılar yol yol
Küplerde incir reçelleri. dut kuruları
Denetlenmek üzere hekliyor.

Acının süzgecine dönmüş gözleri


Kaldırmıyor artık beş yıl, on yıl. müebbet
Temyiz dosyaları, tanıklar vb. sözleri.

Gözyaşları içinde gülümsüyor bir ana


Oğluna görüşlerinde, tek bir sözcük söylemeden
Isırıyor yağlığının ucunu dişleri arasında ..
Oğlu üç kişiyi öldürmüş, herkes öyle diyor
Rahminde duyuyor o üç canı birden
Dünyada. bindokuzyüz seksenüç yılında
Gözyaşları içinde gülümsüyor...

1983
Emirhan Oğuz (1958)

TAHLİYE

Martılar çığlıklarla geçtiler


bunlar ritsos'un martıları dedim
hayır, bunlar benim martılarım - dedi

Bir dost şubat'ta çıkacakmış - dedim: anımsadın mı, hani her kuşun
kurşunların erişemediği gizli bir ufku vardır diyen ...
Anımsadım - dedi: elleri midye kesiği, ayak bileklerinde mavi diken
ve saçlarında yosun lifleri vardı; dizkapağında, soğuyan kurşun

Nasıldır içerden çıkmak - dedim: ilk adımın kara değmesi


toprak çok mu farklıdır eskisinden, nasıldır rüzgarın sesi...
İncecik bir kar tanesinin karanlıkta ışımasına benzer - dedi
sevgisizliğe karşı direnebilmektir yaşamın öz türkçesi

Çok sürmez, sen de gideceksin - dedim: kente kar düşerken, akşam


üzeri belki
defterde yanın kalır şiirin; bir de pencerede, yaz' dır kuruyan kayısı
çekirdeği...
Gideceğim - dedi: evet, belki karlı bir gün, gelip son kez mazgaldan
elini sıkacağım; gözlerimde. kardeşliğin dil vermez lehçesi

O zaman hoşçakal - dedim: unutma, hava kararırken seninle bir gün


kızıl saçlı bir çocuğun martılarından söz ettiğimizi...
Demirörgünün üstünde gökkafes; unutmam onlar ordalar - dedi
dostlar göz erimi uzakta, emek kendi yurdunda sürgün

Martılar çığlıklarla geçtiler


bunlar kimin martıları - dedim
bunlar senin martıların - dedi

Arahk'84 Sağmalcılar

ATEŞ HIRSIZLARI SÖYLENCESİ

ateşi çalmaya gittim promete'nin dağlara zincirli bileklerinden


geçip buzakesmiş yanardağ ağızlarında uğulduyan rüzgar mızrakla­
rından
geçip atcşalmış buluz ırmaklarındaki ince su damarlarından
Emirhan Oğuz 1 5 1

ateşi çalmaya gittim ika rus'un yanık kanatlarını a hi ev ran


çeliğiyle sararak
geçip spa rta cus' un bir dağ yamacında gömülü duran kılıç ışıltısından
geçip bedreddin'in s ı ska bir söğüt dal aı lt nı da ıslanan rahlesinden
ateşi çalmaya gittim tanrıların yıldırımlarını çelimsiz ellerimle
yararak

ateşi çalmaya gittim


ve yenildim, ricat yollarından geri çekiliyorum bayraklarımı toplaya­
rak

( ... )
gecede ateş aylası var ve ay öksüz bir şarkıcıdır uzun yoldan gelmi­
şim

uzun yoldan geliyorum kulaklarım çınlıyor vur emriyle arandım


sen sus pus içinde bir çığlıktım aradım kendi yankımı ateş aylala- nn­
da
ham bir çağlayı ısırmak gibi bir şeydi erteledim gençömrümün
kırık aşklarını
sormadım neydi beni savuran o çağ yangınlarının gizemli burgacında
bıraktım çocuk ellerimi dereotlarının gölgesinde yıllan ışık
hızıyla aktım
ve işledim geçtiğim bıçak yollarındaki çiçek harmanını belleğimin
kurşuni fanusuna
uzun yoldan geliyorum kulaklarım çınlıyor vur emriyle arandım

gecede ateş aylası var ve ay değirmi bir bıçaktır ölüm yollarında

uzun yoldan geliyorum gözlerim kararıyor risalesini tuttum tarihin


upuzun yatmışım ranzama cehennem göklerde bir yıldız kadar yalnız
şimdi rüzgar esecek diyorum şimdi biraz daha dallanacak
gözkovuğumdaki çuvaldız
şimdi kum fırtınası kirpiklerimde şimdi bir kök toz damarı gözbe­
beklerim
uzun yoldan geliyorum, kaybolmuş sürelerini okudum eski kitabelc­
rın
içinde her gece bir çölün boğulduğu ve her sabah bir denizi
dirilten söylencelerin
upuzun yatıyorum ranzamda ve ay öksüz bir şarkıcıdır ondan dinle­
dim
1 52 Emirhan Oğuz

tak di ri tahfif e yer yok azami hadden hüküm giydim

gecede ölüm mahyası var ve ay değirmi bir bıçaktır hücre pencere­


sinde

takdiri tahfife yer yok, yokluğumda tefhim edildi hüküm


çün cürm ün sabit gırtlağıma pas akıyor vur emriyle arandım
neyi anlatır bir kıvılcımın yalnızlığı diyorum, ömrümce bu soruyu
aradım
bir çığlıkla koşuyor arkadaşların yanıtı hasta siempr ec oman dant e
bir direnç türküsü ki yankısı düşüyor blokların çatısına
gecede ölüm mahyası var, kendi damarlarını ısırıyor kanım

uzun yoldan geliyorum ölüm açlıklarının ortasındayım

kanım kendi damarlarını kemiriyor, uzun açlıkların ortasındayım


bir yıldız tozu kadar yalnızım ışıltılı bir yıldızlar kumsalında
çığlığın çığlığa çarparak büyüdüğü çağlardan gelmişim
gece silah sesleriyle inmiş caddelere perdeler çekilmiş kapılar
sürgülü
ve gün silah sesleriyle kopmuş da geceden, gece afişlerin kıyısında
durup bakmışım
genç ölüler görmüşüm yaralarına yağmur sızan güzelim ölüler
çocukların oyun taşını kavurmuş toplukırımların rüzgarı
pencereye çakılı gözlerini görmüşüm oğul yitirmiş anaların, iki
buz yumağı
ve çığlığımızdan nasiplenen yol yorgunlarını görmüşüm
ışıltılı imgeleri korkuya adamışlar, mırıldanmışlar kendi
sarsak acılarını
ben delifişek umutlarla yürümüşüm kırık çitli avlulardan haziran
sabahına
ince bir çalıgülü bırakmışım sardunya dallarında ışıyan çiğ
tanesine, çıplak ve ince

yürümüşüm ve uzun ölümler ortasında bulmuşum kendimi


çi� tanesine ateş iklimleri düşünce

gecede ölüm mahyası var bizevaadedildiişk en ce

beynimin etime zulmü bu bize vaadedildi işkence


upuzun yatıyorum ranzada, birbir açıyorum belleğimin karıncalan­
mış yiv hüzmelerini
1 53 Emirhan Oğuz

ateşi çalmaya gittim onlardan biri olarak ve onlar için


bir gölge gibi geziniyorum şimdi eski söylencelerin yitik sürelerinde
upuzun yatıyorum ölüm açlıklarının haziran vaktinde

upuzun yatıyorum adıma hük'm okunmuş çün münkir anılandım


diretmişim uzun geceler bir karartma perdesinin ardında demiraskı
ve bakırtel
ölüm ekav gayav eaşkaİ nanıyorum demişim bu yüzden ölüm süzlüğe
bütün öyküm bu üç sözcüğe mühürlü öyküm bundan ibaret
boy boy asmışlar beyazcama doksangün enkazı çehremi
çok sayıda yasaklanmış yayın ve dürbün ve matara ve parka ve zahi­
re
etin zayıflığındandır kimbilir uzun gecelerin kararsız bir vaktinde
türkümüzü unutanlar olmuştur damarlan kanırtan cereyan cehenne­
minde
direncimi dipsiz kuyulara attılar allahsız ve kimliksiz ve
yoldaşsız bir ceset olarak
ve fakat çoğu birbirinielev erm ek suretiyle
diye okudular zayıflığımı bültenlerde

bütün öyküm bu üç sözcüğe mühürlü öyküm bundan ibaret


upuzun yatıyorum ranzada, bir bir geziniyorum belleğimin kurşuni
dehlizlerini
uzun yoldan gelmişim kollarımda zebanilerin kanlı tuğrası
direncim dövmesi saymışım biran unutmamışım boz haki zulmetler-
de
ne bir satır mektup ne bir dal ılgınotu ne bir sayfa kitap
bir gölge gibi geziniyorum şimdi eski söylencelerin haziran vaktinde
uzun ölümlere yatmışım
ilk kardelen buz iklimlerine düşünce

gecede ateş söylencelerinin sesi var bize vadedildi işkence

( ... )
uzun açlıkların ortasındayım, kaç gün oldu sanrılar geçiyor gözlerim­
den
hep aynı çınıltıyla açılıyor mazgal, açlığımı soruyorlar apoletlerinin
içinden
ekmek kokusu sarmış koridoru ekmeğin mayası toz kabuğu kül
sürükleyerek taşıyor çuvalı gardiyan, hırıştısı midemi deliyor
şimdi gül reçeli mi olur balı damlayan şeftali mi köpüğe kesmiş
1 5 4 Emirhan Oğuz

ayran mı yoksa
bütün anneler iyi aşçıdırlar damağımı yokluyor annelerin gül
desenli sofrası
genzimde kekre bir tad, her yutkunuşta zifiri bir kezzap damlıyor
karın boşluğuma
uzun açlıkların ortasındayım, nöbetçi kulesinin gölgesi düşüyor
duvarlara
uzun açlıkların ortasındayım, kaç gün oldu sannlar geçiyor gözlerim­
den
şimdi yağmur esecek diyorum şimdi eylül sağnakları kondu avlula­
rında
güçlükle doğruluyorum ranzadan, ağır ağır yürüyorum pencereye
uzanan yolu
gecede kannca yolları var diyorum gökyüzü yıldız gözeleriyle dolu
dirseğimi dayamışım pervazın kıyısına, demire sürtünüyor çenem
şakağımda takılıyor alnımdan süzülen damla, anlıyorum sakalım
uzamış
gecede yıldız düğünü var diyorum ve ay öksüz bir şarkıcıdır şapka
açar yıldızlara
birdenbire parolaların değişme vakti, birdenbire yitiyor ışık
gün ışısa diyorum, parmak uçlarımla dokunuyorum karanlığa
uzun açlıkların ortasındayım, nöbetçi kulesinin gölgesi düşüyor
duvarlara

gecede ateş söylencelerinin sesi var, yankılanıyor aykaranlıklarda

at eşi çal maya gitti m onlarm la netl enmi ş k ünyesi olarak

( ... )

uzun yoldan gelmişim kent ufuklarının kuduz bir hırizmayla yırtıldı­


ğı çağlardan
derelerim kana kesmiş ve asılmış gözlerimin burcuna üç dağın
yaftası
öksüz bir evlat gibi sürüklemişim cesedimi bozbulanık niksar
uçurumlarında
duvarlara künyem kazınmış ve adımı okumuşlar radyoda, gülümse­
yerek dinlemişim
sonra yeniden okumuşum İshakça elyazmamı uzun karartma akşam­
larında
öfkeme yeni tarhlar çizmişim, çırılçıplak savurmuşum gençömrümü
yakıcı buzışığına
Emirhan Oituz 1 5 5

ve saray eşiklerine yanmışım d a yürüyüp de adımlarla. .. çoğalışımın


bedelini bilip gelmişim
uzun yoldan gelmişim haziran ateşcilerinin tank setleriyle
durdurulduğu çağlardan
bakmışım emeğim üvey evlat ve şerit anama sövmüş ve çökmüş
böğrüme duvar
oturmuşum loş bir mahzende kırık bir portakal sandığı üzerine,
ışığa bakmışım
ellerime benzeyen eller görmüşüm ve kenetli avuçlarda yarımının
yazgısı
ve abanmışım da bir sabah sağır vardiyalarda bürgünken şalterin ko­
lu
sımsıkı tutmuş alanların kapısını zadegan .. adımlarımın diyetini
verip gelmişim
uzun yoldan gelmişim yalnız kuşbazların taş tabutlardan çürütüldü­
ğü çağlardan
kutsal bir kitap gibi taşımışım koynumda eski söylencelerin ceylan
derisine kazınmış umudunu
demişim zeytinin karasında akşam ve başağın sarısında seher
yazılmasın mülkiyetine bir bezirgan zulmetin, avuçlarımdan çatalka­
ralar uçurmuşum
ve akmış san saryan hücrelerine ebabil öfkelerimin ince soluğu öf­
kemin adını bilip gelmişim
uzun yoldan gelmişim dağ ateşlerinin kör bir mavzerle karartıldığı
çağlardan
kanlı bir rüzgar gibi geçmişim ay uçurumlarından ve küle tohum
serpmiş im
bir çayırkuşları aldanmış harladığım köze bir de o eşkiya dili
koyakların
ve askeran kesmiş yolumu hükmüm kesilmiş n ew roz alazlarında
..

yanıp gelmişim

uzun yoldan gelmişim ülke rüzgarlarının paslı bir kantarmayla


gemlendiği çağlardan
işgal taretleri dişlemiş kıyılarımı ve ocağımı söndürmüş zabitan
ben çapraz asmışım yüreğimin ayasına fişekliğimi. . ilk k urş un
.

zehiri içip gelmişim

uzun yoldan gelmişim köpüğümü deşti hançer haziran'a kan sızıyor


bir yanım çürüdü bir yanım diri.. bir yanımda suphin e
jat ölüyor
1 56 Emirhan Oğuz

ölüm' üm ey ateş ülkesi şiiri ölümün kendisiyim ... ölümüm ateş ülke­
si

ateşi çalmaya gittim abdal pi


r sultan ın kanşafaklara mühürlü
'

türküsünden

geçip tuz bağlamış ırmak boylarında hışırdayan kavak yellerinden


geçip çıralanmış bozkır göklerindeki ince yıldız gözelerinden
ateşi çalmaya gittim d ervişyunus' un hırkasına yüreğimi sarınarak
geçip d em ir c
ikawa'nın saray enkazlarına gömülü kılıç ışıltısından
geçip nesimi'nin derisi yüzülmüş çıplak etinde dehşetinden
ateş çalmaya gittim beynimin ateş hatlarında tanrıların
yasalarını yakarak

ateşi çalmaya gittim ...

ateşi çalmaya gittim gizleme ölüm vaktimi ey ateş ülkesi şiiri


umudun ateş ülkesiyim küllerimin haritasında ateş söylencesi

1 983-1 985
Mustafa Doğan (1959)

MACERAM

Henüz on yedisinde
Toy tıir delikanlıydım
Yüz bin yürekli bir yürüyüşün
Ortasında buldum kendimi
İşte böyle başladı benim maceram

Sevdim on sekizimde
Üniversiteli bir kızı
Karlı bir kış günü
takıldı bileklerime kelepçeler
Sonra:
Bir binanın üçüncü katında
onsekiz gün çarmıhta gerili kaldım
Sonra:
Kapandı ardımda on dört demir kapı
Mazgal deliğinde gıyapta
İki satırlık bir telgrafla
İdamdan ömür boyuna
Tutsak edildiğimi öğrendim

Tepemde yasakların salkımı


dokunmak, sevmek, düşünmek
Türkü söylemek, okumak yazmak
yasak
Sevgiliyi pembe yanağında
görüşçülerim var dokunmak yasak.
Yasaklar aramızda iki ucu sivri bir
bıçak

Unuttum kimilerin yüzünü


Bir çift mavi göz hatıramda kalan
Unuttum dalında elmayı
ırmakların aynasını
Ne ev ne cadde
ne sokak
ne fabrika
ne durak
1 58 Mustafa Doğan

Kadınsız, umutlu
Fakat kederli bir hayat
Mektuplar aldım
Tutuktu dilleri
Örselenmiş, hırpalanmış
ve mühürlü.
Gökhan Cengizhan (1959)

GÖZALTINDA

sana en yakın doğrular


oysa çok uzağındaydı hayatın

yalnız değildin içerde


dışarda yalnız olmadığın gibi

sürgünlendi zaman bir yol aynmında


tek başına kaldın

bağışlanan bir öfkenin


taşkın sularıydı yatağına çekilen

gündemde iki maddeyle


biri uyumak biri başlamak yeniden

son buldu yavru kuşun gurbeti

1980
Ünal Ersözlü

TAHLİYECİNİN NOTLARI

l.
Yarın açılacak demir bir kapı
dostlarım alnı terlemiş bir hamal gibi
taşıyacağım yüreklerinizi

yaslayıp sırtımı karşıma çıkan


ilk ağacın gövdesine
mutlaka Niizım'dan, dizeler okuyacağım sizlere
ne çok zor, böyle çekip gidivermek apansız
en çok güzelse, karışmak yaşamın gürültüsüne

dostlarım dünyanın en güzel kitaplarını okumak


en güzel şarkılarını söylemek istiyoruz
ve bir metrekaresine bile yaşamın
çığlık düşmemesini bir de

dudaklarımızda çatlayan ıslık


ve yanıbaşımızda filizlenen ölüm
dört duvar arasında yatışımız
ve ağaran gözyaşımız bundandı

2.
Yarın açılacak demir bir kapı
bir kurşun parçası
gibi karışacağım kente
açın kollarınızı
size getirdim gövdemde
aylar boyu perçinlenen şarkıları
hoşçakalın ey diğerleri
aldım başımı gidiyorum

gün olur, birlikte yine güleriz


sokaklar şaşırır belki
bir arada görünce hepimizi

gün olur, geçeriz kanser karanlığıyla


çürüyen zindanları da ...
Yılmaz Odabaşı (1961)

MAPUSANE GÜNCELERİNDEN

1/
Binlerden
Bir
Avni
Sabahlara bir türkü adamıştı
Söner diyordu
Işığı yıldızların lacivert gecelerde
Yeniden
Günışığı
Yeniden
21
Bu kaçıncı
İlkyaz tomurcuklarını düşürdü fırtınalar
Bahçesiz çiçeksiz
Bu kaçıncı bahar
31
Duvarları şiirlerle doldurdum
yüreğim sıkıntıda
Sabah
Merhaba demesem olmaz mı sana

41
Şimdi nisan serinliğinde
Tomurcuklar uykuda
Mor bulutlarla
Süzülüyor geceye yarasalar
Avludaki akasya
Ne güzel
Ne güzel
Kapıları örttüler ama
51
Işıdı gün
Çıplak denizlerde gökyüzü
Sevgilim
Toprağı
Ağacı
Yosunu topla
Topla gökyüzünü avuçlarıma
Nevzat Çelik (1961)

ŞAFAK TÜRKÜSÜ

beni burada arama anne


kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama

kaç zamandır yüzüm tıraşlı


gözlerim şafak bekledim
uzarken ellerim
kulağım kirişte
ölümü özledim anne
yaşamak isterken delice

bugün görüş günü


günlerden salı
JSlak
san bir yağmur
ülkemin neresine bakarsa ay
orda yitik bir anne ağlıyor
sen aralıyorsun yağmuru
acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
sonra bir umut koşuyorsun
yüreğin avcunda
ısırırken
çırpıntılı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avucunda koşan
herbir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan)
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
Nevzat Çelik 1 63

oysa benim için gece


ışık hızında koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak

DİYARBAKIR ÖLÜLERİ

dün gece muştularla yağıyordu havalandırmaya ilk kan martın


dün gece yüreğimizde bıçaktı ölüm haberleri diyarbakır'ın

asıldı ellerimiz ayasından kasap çengeli mi parmaklıklar


daha kaç fırtınayla çarpışacak bu erkek dökümü alınlar

II

incedir bileklerimiz yaşamak ağrısıdır boynumuzdaki


atılırız her çığlığa süngü de öyle bir keskin ki

aynı saldırma değil mi göğsümüzde gizlimizi arayan


döküp benzini esmer tenimize yangınları kundaklayan

yanıp kavrulan bir ülkeydi anladım ortasında o ateşin


nasıl unuturum gözlerinizi karaydı arasında uzun kirpiklerin

belki hiç sayamayacaksınız sevgilinin saçına kaç ak karıştı


gene de söyleyeceksiniz : yürü sevgilim ne de güzel yakıştı

elli dokuz gün mü aç kaldınız vay benim kardeşlerim


altınız öldü demek artık kaşık tutmaz bu ellerim
164 Nevzat Çelik

III

içimde bir ülke ağlar oturmuş sınırlarına saçını tarar


bir çam devrilir hüznüme dalından bir kuş kalkar

kuşun kanadına mı konar sabah yoklar demirörgiileri


açamam ki sımsıkı gözlerim içinde diyarbakır ölüleri

kimbilir ne güzeldir dinlemek dillerinde direnç türküleri


basıp doğrulacak elbet kendi küllerine diyarbakır ölüleri

Mart-Kasım 1 984
Mecit Ünal (1961)

TANIŞMA

hurda tutuyorlar bizi


bu yüksek tavanlı oda
bu kirli sarı ışık bu kapı
bu demir bu duvar - yoruyor kalbimi
bunlar da pencereler
yıldızlara çıkıyorum
kesip her gece parmaklıkları

saksılarımız şurda duruyor


bir gömleğin kolağzına gizlenmişti fesleğenin tohumu
camgöbeği de güllere karışıp geldi geçen açık görüşte
her gün birimiz suluyoruz
sıraya koyduk
bunlar da çamaşır ipleri
eski çoraplardan büküyoruz

burası yatağım
dün gece kırları taşıdım sizin için
bulutlardan yastık yaptım yaslanasınız
istediğiniz kadar alın götürün
sizin için topladım bu deniz taşlarını
bu vapur düdüklerini de alın
bu martı seslerini de - cepleriniz var mı

biz şimdilik resimlerle yetiniyoruz


gazetelerden kesip yapıştırıyoruz şuralara buralara
arada kartpostal gönderiyor arkadaşlar
yüzlerini gönderiyorlar düşlerini umutlarını - bir
mendil gibi özenle katlayarak
göz önünde bir yerlere asıyorum hepsini
gittiğim her yere götürüyorum - yüreğim gibi
yolların düş gezdiricisi diyorlar hurda bana
yılların umutlar gezdiricisi

bunlar kitaplarım
bunlar da defterler - öğrendiklerimi yazıyorum,
bir türlü bitmiyor öğrenilecekler
o mu - ben bilmiyorum çalmasını, ozanımızın sazı
yüreğimizin tellerine dokunuyor arada
1 66 Mecit Ünal

söz verdi - hele şu iş bir bitsin


hürriyetmeydanı'nda çalacak hepimize
sonra da hep birlikte
kıyılara ineceğiz - biz de söz verdik ona
uzak ülkelerden konuklan gelecek de

senin adın yaprak olmalı - gözlerin ne kadar yeşil


seninki deniz - bir mavi ancak bu kadar derin
sen de çiğdem olmalısın - yoksa kanştınyor muyum
benimki ali, tanıştığımıza sevindim
vakit doldu akşam oldu hadi gidin aramasın anneniz
bileğinizdeki mürekkep yüreğinize geçmesin
biz bir süre daha burdayız
sonra gene gelirsiniz çocuklar
size ay tutmayı öğretirim o zaman

bu mu...
yeşermiş dallarıyla
bir koltukdeğneğinden başka
ne olabilir.

Eylül 1988, Metris.


Namık Kuyumcu (1961)

Y ASADIŞI DÜŞLERDE ANSIDIÔIM

yalnızlığın demirini kırdı


yasadışı düşlerim
beynimin sahiline vurdu
teninin rengi
gözlerimde voltalıyor gülüşün
ürkütme
sessizce bağdaş kur sevincime
söyleşelim

bekleyişin ustura keskinliğiyle kıyılmış


buruk bir sigara sarayım sana
yüzhatlanmda gezinerek tüttür
hüznün dumanını

koparmadan kavuşmanın çiçeklerini


avuçlarıma doldur
bırak kulaçlasın erinç çizgilerini
nicedir ansıdığım sevmelerinin
vaktidir şimdi

saçlarına beni örmüşsün


gizleme
gizleme yokluğumun gözyaşlannı
alnımın kırışları tanığıdır yangınlann

yemini var
tütün acısı dudaklarımın yemini
ceylan gözlerind�n korkuyu atıp
pınarlarından içeceğiz dallan
Sunay Akın (1962)

TUTUKLU

Tutsak olacağını bilerek


yine bu sabah
demirparmaklıktan içeri
usulca sızdı
güneş

Yasaklanınca görüş gününde


çiçek getirilmesi
arka duvarın dibine
sarmaşık tohumu
ekmiş annem

Oysa el bile
sallayamamıştım ona
kuyrukta saatlerce bekleyip
doldurduğu içme suyunu
dökerken ardıma
Akgün Akova (1962)

AF YOK

aklı başındanın işi değil


bi gözü kör aya kipi! kipil bakarak
kül rengi ışığın saat başına maliyetini
hesaba kalkmak
merak ettim
ayışığını gider olarak mı gösterir Allah
evrenin bilançosunda
yoksa yalnız ben miyim böyle abuk sabuk
bakın, değilim, herkes bi garip bu gece
Niğdeli indirmedi kötürüm sazını duvardan
müebbet Ali Binboğa Dağları' nı anlatmadı
söz edilmedi kadınlardan
takvim yapraklarından
ve sarhoş tarihçilerin yazdığı uyduruk kitaplardan
bir ara da lafladık Meryem 'i kimin havalandırdığı
üstüne
İsa'yı bekledik gelmedi, gelmez tabi,
ona ne aftan maftan
bu gece bakılırsa duvarlara tanıdık yüzüme
anlaşılır hemen
neden Acı Acı Gülümseme Bakanlığı'na aday olduğum
yıllardır işe de girmiyorum eve de
şu kadarcık özlemim yok iyi gün dostlarına
bayan boyalı bunalımlara
çilingir sofralarına
yalnızlık kötü şey, burda bunu öğrendim
yalnızlıktan da kötü şeyler var, bunu da öğrendim
yürek ağırlığının yerçekimine bağımlı olmadığ'nı
beyaza siyah
siyaha beyaz diyen ikiyüzlülerin
renkkörü numarasına yattıklarını öğrendim
çok şey öğrendim
elektriğin sinir uçlarına nasıl yayıldığını
özgürlük sözcüğünden neden korktuklarını

ama anlıyorum ki
öğrenememişim gözyaşımı gizlemeyi
"bi tek sana af yok abi " dedikleri bugün
bunu da öğrendim
Hüseyin Alemdar (1962)

GÖRÜŞ GÜNLERİNDE SÖYLENECEK

Her gece darağaçlarına çekilirler


güneş sürdükleri için telörgülere
ve kaçak tütün sokar gibi
yıldız soktukları için hücrelere

Dört duvar arası volta atarlar


ezgili birer türkü taşırlar dudaklarında
ve yürekleri prangalıdır kimilerinin
uykularını uyumadıkları için gece
kuş uçurmasınlar diye şafaktan önce

Birer düş görme gibidir görüş günleri


bıçak sokar gibi bir nara
sudan soğuk " görüş bitti" denilir
- daha kapanmamıştır girdiğin kapı oysa -
en son analar düşer parmaklıklardan
ve yarılır yürekleri
bir parmaklık boşluğa kadar -
takılır kalır parmaklıklara
kanından, etinden bir parça

Kaçamak gökyüzüne bakarlar


ve kaçamak denizi yaşarlar içtikleri suda
düş kurarlar da kıra çıkarlar kaçamak
boğulurlar içtikleri bir avuç suda

Direncim döner darağaçlarından


ve " görülmüştür" damgalı
mektuplarım -
Uyanır, güneş çizerim alnıma her sabah
görüş günlerinde
yüzümü değdireyim diye her tutukluya!

1 985
KISA BİYO GRAFİLER

A. Kadir ( 1917-1985). Şiire Nazım Hikmet etkisinde başlamasına karşın,


zamanla 1940 toplumcu gerçekçi kuşağının özgün isimlerinden biri oldu.
İçten bir anlatımla toplum sorunları ve yenik hayatların acılığını yansıt­
tı. Mevlana, Hayyam, Tevfik Fikret gibi yazarları günümüz diline aktar­
masıyla da tanındı. Bütün şiirleri Mutl u Olmak Varken adıyla Can Ya­
yınları'nca yayımlandı.

Ahmed Arif ( 1 927-1991 ). Doğu Anadolu halkının türküleri , ağıtları, ma­


sallarıyla beslenen, coşkulu, öflceli, çarpıcı, derin bir insan sevgisiyle
yoğrulmuş şiirleriyle çağdaş Türk şiirinin en büyük ustalarından biri sa­
yıldı. Cem Yayınevi 'nce basılan tek şiir kitabı Hasre tin den P ran galar
E ski ttim, 1992'de otuzuncu basıma ulaşarak Türkiye'nin en çok satılan
şiir kitaplarından biri oldu.

Akay, Oğuzhan (1955). 1990'larda " Adam Sanat " dergisinde sürekli
olarak yayımlanan, ironiye dayalı şiirleriyle tanındı. Kitapları : CinAyet­
le r(1990), Ouzak ay(1 994), Com pact ri sk (1 994)

Akın, Gülten ( 1 933). 1950' lerde bireysel duygulara ağırlık veren, ince­
likli bir şair olarak dikkat çekti. 1 970' lerde toplumsal sorunlara yönelip,
halkın acılarını yansıtan şiirleriyle büyük bir atılım yaptı. Kadın du­
yarlılığının, analığın yapıcı öflcesini yansıttı. Bütün şiirleri Adam Yayın­
ları'nca yayımlandı : Se yran (1992), Sev daKal ıc ıdır(1991).

Akın, Sunay ( 1 962). Hemen tüm dergilerde peşpeşe yayımlanan şiirle­


riyle tanındı. Lirizm, ince bir alaycılık ve hüzün şiirlerinin başta gelen
özellikleri oldu. Şiir kitapları Cem Yayınları' nca yayımlandı: Makile r
(1 990), Anti kAcılar(l99l).

Akıncı, Oktay (1949). Şiire 1 965'te başlamasına karşın ilk şiirini 1 981 'de
yayımladı. Bir yıl süreyle "Yaşam İçin Şiir " dergisini çıkardı. R üz ga r
Yorgun E yl ül den adlı kitabı 1985'te yayımlandı.

Akıncaoğlu, Niyazi (1916-1979). 1 940'larda yazdığı şiirleriyle toplumcu­


gerçekçi akım doğrultusunda gelişen şiirimizde yer aldı. Gençlik dönemi
şiirlerini Haykırışlar adıyla yayımladı (1 938). Tüm şiirleri ölümünden
sonra yayımlandı : Um utŞii r leri (1985).

Akova, Akgün ( 1962). Şiirlerini üç kitapta topladı. Sans ürtt ürme Şai r
Ab üüü( 1 99 1 ) , Pe pe tye (1992), BabaBanaBağ ırma ( 1 994).
172 Kısa B�yografiler

Akyüz, Gülsüm ( 1 949). 1 971 'den beri şiir yazıyor. İlk kitabı Eylül De­
yişleri 1 987'de çıktı. İkinci kitabı: Sevdamız Çiçeklenir Zulada ( 1 990).

Ali, Sabahattin ( 1 907-1948). Sanat gücünü, daha çok Anadolu köy ve


kasaba hayatından aldığı gerçekçi konularda gösterdi. Ama edebiyata
başlangıcı şiirlerle oldu. 1 932-33 'te dönemin yöneticilerini hicveden bir
şiirinden dolayı Konya ve Sinop cezaevlerinde bir yıl yattı. Şiirlerini
Dağlar ve Rüzgar adlı kitabında topladı ( 1 934 ).

Alova, Erdal ( 1 952). 1 970' lerde çıkış yapan şairler arasında başarı çizgi­
siyle kendine özel bir yer edindi. Kavafis, Lorca, Neruda, Guillevic gibi
şairlerden yaptığı çevirilerle de tanındı. Kitapları En Son Çıkan Şarkı­
lar ( 1 980), Giz Dökümü ( 1 990).

Aysan, Behçet ( 1 949-1993). Güncel olanda kalıcı öğeler bularak değişik


şiirler yazdı. Şiir kitapları: Karşı Gece ( 1 983), Ses/er ve Küller ( 1 984),
Deniz Feneri ( 1 986), Eylül ( 1 986), Şiirler (1 990), Düello ( 1 993).

Behram, Nihat ( 1 946). 1 970'lerde siyasal içerikli şiirleriyle tanındı. Şiir


kitapları Hayatımız Üzerine Şiirler ( 1 972), Fırtınayla, Borayla Denen­
miş Arkadaşlıklar ( 1 974), Dövüşe Dövüşe Yürünecek ( 1 976), Hayatı
Tutuşturan Acılar ( 1 978), Irmak Boylarında Turaç Seslerinde ( 1 980),
Savrulmuş Bir Ömrün Günlerinde ( 1 982).

Behramoğhı, Ataol ( 1 942). Yalın söyleyişlerle, toplum ve bireye ilişkin


ilerici düşünceleri işlediği şiirleriyle tanındı. Şiirlerinin yanında, çevirile­
ri, yayımladığı dergiler ve yazdığı eleştiri yazılarıyla da kuşağının başta
gelen yazarlarından biri oldu. Tüm şiirleri Adam Yayınları 'nca üç kitap­
ta toplandı Bir Gün Mutlaka, Yaşadıklarımdan Oğrendiğim Bir Şey
Var, Kızıma Mektuplar.

Boğa, Çetin ( 1 95 1 ). 1 967'den beri yazıyor. Şiirlerini Geçik ( 1 982), Alev­


den Şarkılar ( 1 985) ve Her Şiir Başka Sevinç/Bir Umut Habercisi ( 1 989)
adlı kitaplarında topladı.

Cansever, Edip ( 1 928-1986). İnsanın iç dünyasında ve yaşamın çeşitli


alanlarında anlatılamayan, anlatılamadan kalan şeyleri yakalayıp başa­
rıyla şiirleştirdi. Genellikle uzun soluklu, çok sesli şiirler yazdı. Kurduğu
şiir dünyasının benzersizliğiyle tanındı. Ölümünden sonra bütün şiirleri
Adam Yayınları'nca iki ciltte toplanarak yayımlandı: Yerçekimli Karan­
fil, Şairin Seyir Defteri.

Cengiz, Metin ( 1 953). Dile önem veren, geleneğe bağlı, başkaldırı şiirle­
ri yazdı. Kitapları: Bir Tufan Sonrası ( 1 988), Büyük Sevişme ( 1 989),
Zehrinde Açan Zambak ( 1 991 ) , İpek 'A ( 1 993).
Kısa Biyografiler 1 73

Cengizhan, Gökhan (1959). Çeşitli dergi ve gazetelerde eleştiri yazıları


ve şiirler yazdı. Şiir kitabı : Omuzumda Bir Puhu Kuşu (1983).

Cengizkan, Ali (1954). 1970'lerin ikinci yarısında " Türkiye Yazıla­


rı " , " Türk Dili " vb. dergilerde yayımlanan şiirleri ve şiir üstüne yazılarıy­
la tanındı. Kitapları : Senlere (1980), Çocuk Ömrümüz ( 1 982), Yunan
Dosyası ( 1 983), Yürüyüşler ve Duruşlar ( 1 984), Bağımlı Şiir ( 1 986),
Ankara Ankara Güzel Ankara ( 1 987).

Çankaya, Erol ( 1 953). 1 970' lerde siyasal içerikli şiirleriyle tanındı. Ki­
tapları : Bilgi Yayınevi'nde Cehennem Biziz ( 1 976), Adam Yayınla­
rı' nda Asıl Adı Gökyüzü. (1985).

Çelik, Nevzat (1961). Hapishanede yazdığı ilk şiirleri Şafak Türküsü


adıyla basıldı. 1987'de ikinci kitabı Müebbet Türküsü yayımlandı. Bu iki
kitabı da üst üste yeni basımlar yaptı. Çelik son ürünlerini Yağmur Yağ­
masaydı ve Suda Seken Hayat kitaplarında topladı. ( 1 990).

Çetin, Mehmet (1955). 1970'li yıllarda yazmaya başladı. İlk kitabı Rüz­
gar ve Gül İklimi 1988'de yayımlandı. İkinci kitabı : Birağızdan ( 1 988).

Çokoğullu, Nihat (1 956-1990). Türkçe öğretmenliği yapıyordu. Şiirleriy­


le dergilerde görülmedi. Yazdıkları ölümünden sonra eşi tarafından Sen
Hep Güleceksin adlı kitapta toplandı.

Dağlarca, Fazıl Hüsnü (1914). Sayısı elliyi geçen kitabıyla 20. yüzyıl
Türk şiirinin en üretken şairi. 1935 'de yayımlanan ilk kitabı Ha vaya Çi­
zilen Dünya ve ardından Çocuk ve Allah (1 940) ile kişiliği ve şiiri çevre­
sinde uyandırdığı ilgi günümüze dek sürdü. Şiirlerinde mağara devri in­
sanlarından günümüz insanına dek, kişioğlunun iç ve dış dünyasını çok
yönlü davranış ve çatışmalarıyla, kendine özgü, benzersiz anlatımıyla iş­
ledi. Başlıca kitapları: Daha ( !943) , Çakırın Destanı (1945), Toprak
Ana (1950), Aç Yazı (195 1 ), Asa ( 1 955), Türk Olmak (1963), Haydi
(1968), Horoz (1977), Nötron Bombası (198 1 ), Uzaklarla Giyinmek
( 1 990).

Damar, Arif ( 1 925). 1 940 toplumcu şairler kuşağı içinde yoğun içeri k l i ,
biçimde titiz şiirleriyle tanındı. Toplu şiirleri Can Yayınları 'nda iki c i l t
olarak yayımlandı: Alıcı Kuşu Kardeşliğin, Ay Kar Toplamaz ki. Yeni
şiirleri Onarırken Kendini ( 1 992) adıyla Varlık Yayınevi'nde çık t ı .

Dinamo, Hasan İzzettin ( 1 909-1988). Başlangıçta hece ölçüsüyle yazar­


ken " serbest vezi n " hareketine katıldı. 60'lı yıllardan başlayarak �iir ki­
tapları art arda yayımlandı. Toplumsal eleştiri, lirizm, felse fe yüklü � i i r­
ler yazdı. Şiir kitapları: Adsız Kitap ( 1 931 ), Deniz Feneri ( 1 917),
Karacaahmet Senfonisi (1 960 � , Özgürlük Türküsü ( 1 97 1 ), Mapusa nem-
1 74 Kısa Biyografiler

den Şiirler ( 1 974), Sürgün Şiirleri (1975), Gecekondumdan Şiirler


( 1 976), Kavga Şürleri ( 1 977), Çoban Şiirleri ( 1 982).

Doğan, Mustafa ( 1 959) . 1980'de cezaevine girdi, burada yazmaya başla­


dı. Şiir kitabının adı Firari Düşler ( 1 989).

Durbaş, Refik ( 1 944) . 1960' larda şiir yayımlamaya başlayan kuşağın,


seçkinleşen şairlerinden biri oldu. Yoksul kent insanlarının yaşamını
yansıtmadaki başarısıyla tanındı ve yaygınlaştı. Şiir kitapları : Kuş Tufa­
nı ( 1 97 1 ) , Hücremde Ayışığı ( 1 974), Çırak Aranıyor ( 1 978), Çaylar Şir­
ketten ( 1 980), Nereye Uçar Gökyüzü (1983), Siyah Bir Acıda (1983),
Yeni Bir Defter, Şiirler, Meçhul Bir Aşk (1985), Geçti mi Geçen Günler
( 1 989), Menzil ( 1 992).

Ekinci, Soysal ( 1 956-1994)). 12 Eylül'den sonra birkaç kez gözaltına


alındı. 1983' ten sonra altı yıl cezaevinde yattı. İki kitabı var: Biri Yitik
iki Ülke (1989), Çağrı ( 1 990).

Eloğlu, Metin ( 1 927-1985). Kendine özgü çarpıcı, şaşalatıcı şiirlerinde


yoksul kent yaşamını, sokak aralarını, kendi sözcükleri, başkaldınsı ve
keskin yergi gücüyle yansıttı. 1 960 sonrasında ise şiiri kapalı bir çizgiye
kaydı. Kitapları Adam Yayınları'nca yayımlandı: Yine ( 1 982), Şiirce
(1982), Hep (1 982�, Önce Kadınlar ( 1 984).

Ergün, Ersin ( 1 957). Şiir yazmaya 1 980'den sonra yazmaya b�şladı. İlk
kitabı Bir Avuç Şiir'den sonra ikinci kitabı Gülyangını Omrümüz
1 990'da basıldı.

Erhan, Ahmet (1958). 1976'da, daha onsekiz yaşında yayımlamaya baş­


ladığı şiirleriyle güçlü bir şair olarak tanındı. Büyük ilgi uyandıran ve
tartışmalara neden olan ilk kitabı Alacakaranlıktaki Ulke'den ( 1 98 1 )
sonra artarda kitaplar yayımladı. Bütün şiirleri 1984'de Kuş Kanadı Ka­
lem Olsa adıyla tek ciltte toplandı. Ardından Ölüm Nedeni Bilinmiyor
ve Deniz Un utma Adım ( 1 992) yayımlandı. Kitapları Bilgi Yayınevi' nce
yayımlanıyor.

Ersözlü, Ünal. Şiirlerini Okyanuslann Not Defterinden adlı kitabında


topladı.

Eyuboğlu, Bedri Rahmi (1913-1975). Türk resim sanatının başta gelen


isimlerindendir. Halk dilinden ve şiirinden aldığı öğeleri başarıyla kul­
landığı, yalın, aydınlık şiirleriyle tanındı. 1941 'den başlayarak yayımladı­
ğı çeşitli şiir kitapları Bilgi Yayınları'nda Dol Karabakır Dol ( 1 974)
adıyla tek ciltte toplandı.
Kısa Biyografiler 175

Fişekçi, Turgay ( 1 956). 1 970'1erin sonlarında "Sanat Emeği " dergisinde


yayımlanan şiirleriyle tanındı. Kimi şiirleri " Yeni Türkü" topluluğunca
bestelenerek, plaklaştı. Kitapları: Karda Işıltılar ( 1 981), Kuşkuluyum
Yaşadığımdan ( 1 983), Yitik Bahar ( 1 989), Dip Se vgi ( 1 994).

Günçe, Ergin ( 1 938-1 983). İkinci Yeni şairlerinden ögeler taşıyan şiirle­
rinde kendine özgü, bir renk ve imge dünyası yarattı. Çocukluk dünya­
sından, doğadan çıkarılmış ilginç ve özgün imgeler şiir dilinin başlıca
özellikleridir. Ölümünden sonra bütün şiirleri Can Yayınları 'nca Türki­
ye Kadar Bir Çiçek ( 1 986) adıyla yayımlandı.

Hasan Hüseyin (1927-1984). " Toplumsal gelişmeler karşısında yankılan­


mayı görev bilen yüksek sesli, kavgacı bir şiiri, arada İkinci Yeni'den de
uzak etkiler alarak, şiir okuru olmayan ilerici aydınların da hoşuna gide­
bilecek söyleyişlere ulaştırdı " (Memet Fuat). Ölümünden sonra kimi ya­
yımlamadığı şiirler de içinde olmak üzere sayıları on beşe ulaşan şiir ki­
tapları Bilgi Yayınevi tarafından yayımlandı.

Ilgaz, Rıfat ( 1 9 1 1 - 1 993). 1 940'1arda ortaya çıkan toplumcu gerçekçi şiir


kuşağının başta gelen isimlerindendir. İnsan sevgisini, insanlar için duy­
duğu kaygıları, ince bir yergi ve umut dolu bir geleceğe duyduğu inançla
yansıtan bir şiir dünyası kurdu. Yaşam koşullarının zorlamasıyla yönel­
diği gülmece yazarlığında da Hababam Sınıfı romanıyla büyük üne ka­
vuştu. Şiir Kitapları: Yarenlik ( 1 943), Sınıf (1944), Yaşadıkça ( 1 947),
Devam ( 1 953), Üsküdar'da Sabah Oldu ( 1 954), Soluk Soluğa ( 1 962),
Karakılçık (1969), Uzak Değil (197 1 ) , Güvercinim Uyur mu? ( 1 974),
Kulağımız Kirişte (1983).

İlhan, Attila (1925). 1 950' lerde toplumcu kaygılarla bireyci kaygıların iç


içe işlendiği, yepyeni imgeler, yeni biçimlerle yazdığı şiirleriyle büyük
üne kavuştu. Günümüze dek şiiri üstündeki ilgi azalmadan sürdü. Şiir
kitapları Bilgi Yayınevi 'nce yayımlanıyor: Duvar ( 1 948), Sisler Bulvarı
(1954), Yağmur Kaçağı (1955), Ben Sana Mecburum ( 1 960), Bela Çiçe­
ği ( 1 962), Yasak Sevişmek ( 1 968), Tutuklunun Günlüğü (1973), Böyle
Bir Sevmek ( 1 977), Elde Var Hüzün ( 1 982), Korkunun Krallığı
(1987), Ayrılık Sevdaya Dahil ( 1 992).

Kurdakul, Şükran ( 1 927). Çeşitli dönemlerde çeşitli anlayışlara yönel­


mesine karşın, şiirlerinde toplumsalcı açıyı hiç gözden ırak tutmadı . Şiir
kitapları: Tomurcuk (1943). Zevklerin ve Hülyaların Şiirleri ( 1 944), Gi­
derayak (1956), Nice Kaygılardan Sonra (1 963), İzmir'in içinde Ameri­
kan Neferi (1965), Halk Ordu/an (1 969), Acılar Dönemi ( 1 977), Bir Yü­
rekten Bir Yaşamdan ( 1 982), Ökselerin Yöresinde (1984), Ölümsüzlerle
(1985).
176 Kısa Biyografiler

Kuyumcu, Namık ( 1 961 ). Şiirleri ve düzyazıları ilk kez " Dönemeç " der­
gisinde yayımlandı. Talan Bir Ömrün Ortasında, adlı kitabı 1 989'da çık­
tı.

Mehmed Kemal ( 1 920). 1 940'lı yılların toplumcu şairleri arasında yer al­
dı. Sonraları gazeteci yönüyle tanındı. Bütün şiirleri Tükenmez ( 1 990)
adıyla yayımlandı.

Nazım Hikmet ( 1 90 1 - 1 963). Türkiye'de serbest nazmın ilk uygulayıcısı


ve çağdaş Türk şiirinin öncüsü. 1 920'lerde gittiği Rusya'da Mayakovs­
ki'nin şiiriyle tanışmasıyla yöneldiği özde toplumcu, biçimde de serbest
nazımlı yeni şiiri günümüze dek etkisini sürdürdü. Şiirinin yanısıra siya­
sal düşünceleri ve özel hayatıyla da sürekli kamuoyunun gündeminde
kaldı. 1 938-1 950 arasını cezaevinde, sonraki yaşamını da yurt dışında ge­
çirdi. Dünya çapında 20. yüzyılın en büyük şairleri arasında anıldı. Şiiri­
nin yanısıra oyun, roman, öykü, masal, vb. türlerde de ürünler verdi. Bü­
tün Eserleri 1 988-1 992 yılları arasında Adam Yayınları 'nca 29 ciltte
toplandı.

Oğuz, Emirhan ( 1 958). Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. Mimarlık öğrenimi


yaparken tutuklanıp uzun süre tutuklu kaldı. 1 977-1 988 yıllarında yaz­
mış olduğu şiirlerinin bir bölümünü kapsayan A teş Hırsız/an Söylencesi
( 1 988) adıyla yayımlandı.

Orhan Veli ( 1 91 4- 1 950). Öncülüğünü yaptığı " Garip " akımıyla Türk şii­
rinde ölçü, uyak, imge, ses, müzik vb. kuralları tümüyle kaldırıp şairane­
liğe sırt çeviren, sokaktaki adamı ön plana çıkararak çoğunluğa seslenen
yeni şiir anlayışının kurucusudur. l 940'lı yıllarda şiirleri ve yaşam biçi­
miyle büyük yaygınlık kazanan Orhan Veli, genç yaşta ölümüne karşın
ününü günümüze dek sürdürdü. Şiirleri ülkemizin en çok satılan şiir ki­
tapları arasında yer alır. Şiir kitaplarının toplandığı Bütün Şiirleri Adam
Yayınları 'nca yanlışlarından arındırılarak yeniden yayımlanmıştır.

Öndeş, M. Ender ( 1 957). Eylül, Yarın, Gerçek Sanat gibi dergilerde yaz­
dı. Şiirlerini l 988'de İnce Yazılar'da topladı.

Özer, Kemal ( 1 935). İlk üç kitabında biçime aşırı düşkün bir şairken
l 970'lerde toplumsal sorunları yalınlıkla işleyen bir şiir geliştirdi. Bütün
şiirlerinden seçmeler Can Yayınları ' nca Çağdaş ve Boyun Eğmeyen
( 1 985) adıyla yayımlandı.

Özger, Arkadaş Z. ( 1 948-1973). 1 968-73 yılları arasında dönemin öncü


dergilerinde yazdığı şiirleri arkadaşları tarafından Şiirler başlığıyla ya­
yımlandı. ( 1 974). Aynı kitap daha sonra Sevdadır adıyla yayımlandı.
Kısa Biyografi/er 1 77

Öztürk, Aydın ( 1 955). Yanardağ Sıcağında adlı şiir kitabı var. Bilirim
Dayanır Yürek adında bir romanı yanı sıra denemelerini Derin Nehirler
Gibi'de topladı.

Öztürk, Fadıl ( 1 955). Şiir yazmanın yanı sıra karikatür de yapıyor. 1 988
yılında Suyu Uyandırın Sesim Olsun adlı kitabı yayımlandı.

Pazarkaya, Yüksel ( 1 940). Almanya 'da Türk edebiyatı üzerine incele­


meler, sahne oyunları yazıyor. Türk şairlerinden çeviriler yapıyor. Sen
Dolay/an Sevgi Do/aylan Umut Do/aylan başlığı altında üç şiir kitabı
bir arada yayımlandı (1 992).

Seçkin, Özgen (1951 ). Şiirlerinde güncel, toplumsal konuları işledi. Ki­


tapları: Böldüm Yüreğimi A vuçlarıma ( 1 976), Dört Mevsim Türküleri I
(1978), Dört Mevsim Türküleri IJ ( 1 983), Sevmekten Başka (1986), Bu­
günü Yaşayan Kalır ( 1 986), Onyıl ( 1 991 ).

Seyfi Baba ( 1 921-1978). Soyadı Tekdilek. Orduda gedikli üstçavuş iken


1938'de Nazım Hikmet'le birlikte yargılanıp 10 yıl cezaevinde kaldı.
1 970'ten sonra yazdığı şiirlerini 1 977'de Gemide Denize Hasret adlı ki­
tabında topladı.

Taşan, Berin ( 1 928). Toplumcu temaları inançlı bir ses tonu ve lirik bir
coşkuyla söyledi. 1 960'ta El/erim, Gözlerim, Yüreğim; l 969 'da Yüzünün
Bir Yanında kitapları çıktı. Bu iki kitabından seçmelerle yeni yazdıkları­
nı Önce 'de topladı ( 1 986).

Telli, Ahmet ( 1 946). 1 970'1erde siyasal içerikli şiirleriyle tanındı. Kitap­


ları : Yangın Yıl/an ( 1 979), Hüznün İsyan Olur ( 1 979), Dövüşen Anlat­
sın ( 1 980), Saklı Kalan ( 1 981), Su Çürüdü ( 1 982), Belki Yine Gelirim
(1984).

Telli, Ozan ( 1 950). Halk deyişlerinden yararlanarak koçaklama hava­


sında şiirler yazdı. Şiirlerini şu kitaplarda topladı: Özgürlük ( 1 979), Şa­
hince ( 1 981 ), Ekmeğin Şarabın Tuzun Aşkına ( 1 982), İshakça ( 1 983),
Şah Kulu Destanı (1985), Kalenderoğlu Piri Mehmet Destanı ( 1 987),
Aşktan Umut Kesilmez ( 1 987).

Tez, İlhami Bekir ( 1 906- 1 984). 1 920' Icrin sonunda yayımladığı ki tapla­
rıyla " serbest şiir"e yönelen bir şair olarak bilindi. Toplumsal -gerçe kçi
şiirleriyle ilgiyle izlenen bir şair oldu. 1 927'den 1 960'a kadar yazdığı se­
kiz şiir kitabı 197 1 'de Şiirler adıyla basıldı. 1 975'te Yetmiş Yaşııı Mc/;ın­
kolisi, 1979'da Unuttum çıktı. Unuttum daha sonra kendi el yazısıyla da
basıldı ..
1 78 Kısa Biyografiler

Uyaroğlu, İsmail ( 1 948). 1 970'1erdi siyasal içerikli şiirleriyle tanındı. Çok


sayıda ödül kazandı. Toplu Şiirleri Can Yayınlan'nca basıldı Ateşin
İçinden ( 1 985).

Ünal, Mecit ( 1 961 ). Sesini Sesimin Yanma Koy adlı ilk şiir kitabı Al­
mancaya da çevrildi. Yeni şiirlerini 1 991 'de Requiem'de topladı.

Yücel, Can ( 1 926). 1940'1arda şiire başlamış olmasına karşın asıl ününü
1 970'1erde yayımlanan siyasal şiirleriyle kazandı. Konuşma diliyle söz­
cük oyunlarını kullanmadaki başarısı ve keskin yergi gücüyle, çağdaş
Türk şiirinin çok sevilen, benzersiz şairlerinden biri oldu. Bütün şiirleri
Papirüs Yayınlan' nca yayımlanıyor: Yazma-Sevgi Duvan, Bir Siyasinin
Şiirleri, Ölüm ve Oğlum-Gökyokuş, Rengahenk, Canfeda.
İÇİNDEKİLER

NAZIM HİKMET (1901-1963)


Karıma Mektup 9
Hatıralar 10
* * *
11
Yatar Bursa Kalesinde 11
21 Eylül 1945 12
25 Eylül 1945 12
26 Eylül 1945 12
1945 Yılı Aralık Ayının Dördü 13
12 Aralık 1 945 13
Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları 14
Çankın Hapisanesinden Mektuplar 17
Ben İçeri Düştüğümden Beri 22
Bir Nehre Atılan Cenaze 24
Hapiste Yatacak olana Bazı Öğütler 25
İbrahim Balaban'ın " Mapusane Kapısı Tablosu " Üstüne
Söylenmiştir 26
Açlık Grevinin Beşinci Gününde 27
Hapisten Çıktıktan Sonra 28

İLHAMİ BEKiR TEZ (1906-1984)


iki Laf 33

SABAHATTİN ALI (1907-1948)


Hapishane Şarkısı 35
Hapishane Şarkısı 35
Gurbet Hapishanesi 36

ORHAN VELi KANIK (1914-1950)


Sizin için 37

FAZIL HÜSNÜ DAÖLARCA (1914)


İçerde 38
Savcı'ya 38

HASAN iZZETTiN DiNAMO (1909-1 989)


Bir Mapusane Türküsü 40
Mapusaneden Aşk Sonnet'leri 41

RIFAT ILGAZ (191 1 )


Parmaklığın Ötesinden 42
Ziyaret Günü Notlan 43
Aynlık Var Bir Yandan 45
180

BEDRİ RAHMİ EYUBOÔLU (1913-1975)


Zındanı Taştan Oyarlar 46

NİYAZİ AKINCIOÔLU (1916-1979)


Hürriyet Kasidesi 48
Hapishaneye Dair 49
Yarım Şiir 49

A. KADİR (1917-1985)
Mahpushane Düşünceleri 50
Ustaya Mektuplar 51

CEYHUN ATUF KANSU (1919-1978)


Joan Baez 56

SEYFİ BABA (1921-1978)


Gömleğim 57
Üçüncü Mektup 58

ENVER GÖKÇE (1920-1982)


Dost 60
Görüş Günü 62

MEHMED KEMAL (1920)


Dört Duvarın Dörtlüğü 63
Nafile 63
Gözaltında 64

ARİF DAMAR (1925)


Bir Günün Geciken Açıklaması 65
Bozcaada 1 Mayıs 1984 67

ATTİLA İLHAN (1925)


Akşam Üstü Düşünceleri 69
Sana Ne Yaptılar 70

CAN YÜCEL (1926)


Bi Sen Eksiktin Ayışığı 71
Sardunyaya Ağıt 71
Müddetname 72
Damlaya Damlaya Göl Olmaz Ya 76

METİN ELOÔLU (1927-1985)


Kof Demirli Pencere 77
181

AHMED ARİF (1927-1991)


İçerde 78
Akşam Erken İner Mahpushaneye 78
Hasretinden Prangalar Eskittim 79

ŞÜKRAN KURDAKUL (1927)


Yirmi İki Yıl Sonra 81
Yaşadıkça 81

HASAN HÜSEYİN (1 927-1984)


Mutluluk Benim Şirin'imdir 82
Bursa Hapisanesi 83

EDİP CANSEVER (1928-1986)


Mendilimde Kan Sesleri 85

BERİN TAŞAN (1928)


Sinop'ta Kale Duvarlarının Sonunda 88

GÜLTEN AKIN (1933)


42 Gün' den 90

KEMAL ÖZER (1935)


Görüşmeci 92
" Bir Ağaç Dalı Bile" 92

ERGİN GÜNÇE (1938-1983)


Tutuklu Gençler Arasındayım 94

METİN DEMİRTAŞ (1938)


Kavganın Uzağında 97
Sorguda 97
Voltada Bir Türkü 98

YÜKSEL PAZARKAYA (1940)


Bir Mapusluk Yer 99

ATAOL BEHRAMOÖLU (1942)


Görüşme Günü 100
Bir Pazar 100
Can Ağbi'nin Kulaklarını Çınlatarak 101
Tespih 102

ABDÜLKADİR BULUT (1943-1985)


İçerde Yazdan Şiirler 103
Görüşmeciler 104
182

REFİK DURBAŞ (1944)


Hücremde Ayışığı 105
Vaktinin Gelmesi 106

NİHAT BEHRAM (1946)


Mahpushanede Bahar Şiiri 108
Havalandırma 111

AHMET TELLİ (1946)


Voltada 114
Havalandırmada 115

ARKADAŞ Z . ÖZGER (1 948-1 973)


Sevdadır 1 17

İSMAİL UY AROÖLU (1948)


Görüşmeden Sonra 119

GÜLSÜM AKYÜZ (1949)


San Çiçek Türküsü 120

BEHÇET AYSAN ( 1 949-1 993)


Albümdeki Yırtık Resim 121
Dokuz Köyden Kovulanın Şiiri 122
Bir Kuğu Şarkısı 123
Deniz Feneri 125

OKTAY AKINCI (1949)


Görüşmecim 128

OZAN TELLİ (1950)


Güneş Getir Gül Gelir 129

ÇETİN BOÖA (1951)


Türküsü Hasret 131

ÖZGEN SEÇKİN (195 1 )


Onyıl'dan 132

ERDAL ALOVA (1 952)


Dalgalar Tutuklanamaz 133

E"ROL ÇANKA YA (1953)


Görüşme 134
183

METİN CENGİZ (1953)


Görüş Günü 136

ALİ CENGİZKAN (1954)


Yeni Çıkan Biri 137

SOYSAL E K İNCİ (1954- 1 994)


Firar Türküsü 138

MEHMET ÇETiN (1955)


Açlık Direnişinde Yaşgünü Kutlaması Şiir Notları 1 40

FADIL ÖZTÜRK (1955)


Beklemedeyiz 142

OGUZHAN AKAY (1955)


Sokrates'in Hapishanesi 143

AYDIN ÖZTÜRK (1955)


Bk D� 1�

NİHAT ÇOKOGULLU (1956-1990)


Bir Görüş Sonrası 145

TURGAY FİŞEKÇi (1956)


Görüşmeciler 146

ERSİN ERGÜN ( 1 957)


Geldiniz 147

M. ENDER ÖNDEŞ (1957)


Kamil Su Caddesi Onbeş Numara Sakinlerine Sekizinci Yıl
Duyurusu 14H

AHMET ERHAN ( 1958)


Görüşme Yeri 149

EMİRHAN OGUZ ( 1 958)


T�li� l�
Ateş Hırsızları Söylencesi 1 50

MUSTAFA DOGAN 5 1 959)


Maceram 1 57

GÖKHAN CENGİZHAN (1959)


Gözaltında 1 59
184

ÜNAL ERSÖZLÜ
Tahliyecinin Notları 160

YILMAZ ODABAŞI (1961)


Mapusane Güncelerinden 161

NEVZAT ÇELİK (1961 )


Şafak Türküsü 162
Diyarbakır Ölüleri 163

MECİT ÜNAL ( 1 961)


Tanışma 165

NAMIK KUYUMCU (1961)


Y asadışı Düşlerde Ansıdıgım 167

SUNAY AKIN (1962)


Tutuklu 168

AKGÜN AKOVA (1962)


Af Yok 169

HÜSEYİN ALEMDAR (1962)


Görüş Günlerinde Söylenecek 170

KISA BİYOGRAFİLER 171

You might also like