You are on page 1of 269

Dünya Yazınından Seçilmiş

Aşk Şiirleri

Derleyen
Cevat Çapan
Dünya Yazınından Seçilmiş
Aşk Şiirleri

Derleyen
Cevat Çapan
ÖNSÖZ YERİNE

Can verme gam-ı aşka ki aşk afet-i candır


Aşk afet-i can olduğu meşhur-u cihandır

Fuzuli

'Gidin, benim türkülerim, yalnızlara, doymamışlara,


Sinirleri yıpranmışlara, töreye tutsak olmuşlara da gidin,
Onlara baskı yapanlara duyduğum nefreti iletin.
Bir serin su dalgası gibi gidin,
Baskı yapanlara nefretimi iletin.

Bilinçaltı baskıya karşı çıkın,


Yaratma yeteneğinden yoksunların zorbalığına
Ve her türlü zincire karşı direnin.
Sıkıntıdan patlayan kentsoylu kadına gidin,
Sakin semtlerdeki kadınlara,
Çirkince evlenenlere gidin,
Başarısızlıkları gizlenenlere,
Talihsiz eşleşenlere gidin,
Satın alınmış kadına,
Mülk diye devredilen kadına gidin.

İnce şehvet düşkünlerine gidin,


O ince istekleri saptırılanlara,
Bir samyeli gibi esin dünyanın uyuşukluğuna;
En keskin ağzınızla yürüyün üzerlerine,
O ince bağları güçlendirin,
Güven getirin ruhun yosunlarına, dokunaçlarına.

Dostça gidin,
Açık sözlülükle.
Yeni kötülükler, yeni iyiliklerle karşılaşmaktan
çekinmeyin,
Karşı çıkın baskının her türlüsüne.
Ortayaşın körelttiklerine,
İlgisini yitirenlere gidin.
Aile içinde ezilenlere gidin.
Ah ne korkunçtur
Üç kuşağın bir evde bir araya geldiğini görmek!
Bazı dalları çürümüş dökülen
Ve bir yandan sürgün veren yaşlı bir ağaç gibi.

Gidin ve meydan okuyan dikkafalılığa,


Karşı çıkın kanın bu bitkisel köleliğine
Ve her türlü şartlı mirasa.

Ezra P ound
Mısır Şiiri
İ Ö. XVI.yy.

Burada seninle sulara dalmak


Beklediğim anı yaşattı bana :
Doya doya seyretsin varlığımı
Güzelden anlayan gözler.
Üstümde en iyi bir kumaştan
ince saydam bir giysi.
Bak ıslanınca şimdi
Üstüme yapışarak
Nasıl gösteriyor tenimi.
Ne yapsam gizleyemem, sana vurulmuşum bir kere.
Şimdi açılsam da yüzerek, birazdan döneceğim,
Suları püskürterek dişlerim arasından.
Yanma gelmek için özürler yaratarak.
Bak, nasıl geçti alabalık avuçlarımın içinden,
Daha iyi görürsün yanıma yaklaşırsan.

il
Hiçbir şey ayıramaz beni
Karşı kıyıda duran alımlı yavuklumdan.
Aramızdaki kumsalda yatan şu timsah bile,
Ayrı tutamaz bizi birbirimizden.
Bak işte gidiyorum timsaha aldırmadan,
Sanki yürüyor gibi dalgalar üzerinden.
Sevgilimin özlemi sulara karışarak
Toprak bir yol yapıyor üstünde yürümem için
O oynak dalgalardan.
Ey ırmak, büyülü denizimiz bizim.

III
Yaklaşırken sevgilimi görmek,
Sonsuz bir sevinçle dolduruyor içimi
Güzelliğin böylesi.
Zaman geri alamaz elimden
Sevgilimin getirdiklerini.

iV
Bakıcı kızlarından biri olsam
8 Mısır Şiiri

Yanından hiç ayrılmazdım


Bakar dururdum hayran hayran
Göz kamaştıran güzelliğine
Sevgilimin vücudunun.
Bir ay çamaşırcısı olsam
O çıkmayan hoş kokuları
Yıkar çıkarırdım peçelerinden.
Daha azına razıyım aslında,
Tek parmağındaki mühürlü yüzük olsam.
Çeviren : Cevat Ç�pan

Kutsal Kitap'tan
İ.Ö. 1400
NEŞİDELER NEŞİDESİ

1
Neşideler neşidesi; Süleymanındır.
Beni kendi ağzının öpüşlerile öpsün;
Çünkü okşamaların şaraptan daha iyidir.
Kokuca ıtrın ne güzel;
Senin adın kabından dökülen ıtır gibidir;
Bundan ötürü seni kızlar seviyor.
Beni kendine çek; biz senin ardınca koşarız;
Kıra! beni iç odalarına götürdü;
Seninle biz ferahlanıp seviniriz;
Senin okşamalarını şaraptan ziyade anarız;
Seni sevmekte onların hakkı var.

Ben karayım, fakat güzelim,


Ey Yeruşalim kızları!
Kedar çadırları gibi,
Süleymanın çadır etekleri gibi.
Kara olduğuma bakmayın,
Çünkü beni güneş yaktı.
Anamın oğulları bana kızdılar;
Beni bağlara bekçi ettiler;
Fakat kendi bağımı beklemedim.
Ey sen, canımın sevdiği, bana bildir,
Sürünü nerede otlatıyorsun,
Kutsal Kitap 'tan 9

Öğleyin onu nerede yatırıyorsun?


Çünkü arkadaşlarının sürüleri yanında,
Niçin yüzünü örten bir kadın gibi olayım?
Ey sen, kadınlar içinde en güzel kadın, bunu bilmiyorsan,
Sürünün izlerine çık,
Ve çoban çadırları yanında oğlaklarını otlat.

Firavunun arabalarında koşulu kısrağa


Seni benzetirim, ey sevgilim!
Yanakların saç örgülerile,
Bo:·.1un gerdanlıklarla ne güzel!
Sana altın dizileri yapacağız,
Gümüşten düğmelerle.

Kıra! sofrasında otururken,


Benim sümbül yağım güzel kokusunu yaydı.
Memelerim arasında yatan,
Safi mür çıkınıdır, bana sevgilim.
En-gedi bağlarında,
Bir salkım kına çiçeğidir, bana sevgilim.

Ah, ne güzelsin, sevgilim,


Ah, sen ne güzelsin;
Gözlerin güvercinler!

İşte, sen de güzelsin, sevgilim, hem ne şirinsin!


Ve yeşilliktir yatağımız.
Erz ağaçlarıdır evimizin direkleri,
Tavanımızın oymaları da serviler.

2
Ben Şaron gülüyüm,
Derelerin zambağıyım.

Dikenlerin arasında zambak nasılsa,


Kızların arasında sevgilim öyledir.

Orman ağaçları arasında elma ağacı nasılsa,


Oğlanlar arasında sevgilim öyledir.
Zevk alarak onun gölgesinde oturdum,
Ve meyvası damağıma tatlı idi.
Beni ziyafet evine götürdü,
1 0 Kutsal Kitap'tan

Ve onun üzerimdeki bayrağı sevgi idi.


Kuru üzümle bana kuvvet verin, elma ile beni canlandırın;
Çünkü aşk hastasıyım ben.
Sol eli başımın altında olsun,
Sağı da beni kucaklasın. .
Dişi ceylanlar üzerine, yahut kırın dişi geyikleri üzerine,
Size and ettiriyorum, ey Yeruşalim kızları!
Sevgiliyi ayıltmıyasınız, ve uyandırmıyasırıız diye,
Onun gönlü hoş oluncıya kadar.

Sevgilimin sesi! işte,


Dağların üzerinde sekerek,
Tepelerin üzerinde sıçrayarak geliyor.
Sevgilim ceylana, yahut geyik yavrusuna benzer;
İşte, duvarımızın arkasında duruyor;
Kafeslerden gözliyor.

Sevgilim cevap verdi, ve bana dedi:


Sevgilim, güzelim, kalk da gel.
Çünkü; işte, kış geçti;
Yağmurlar geçip gitti;
Yerde çiçekler görünüyor;
Terennümün vakti geldi,
Ve diyarımızda kumrunun sesi işitildi;
İncir ağacı ham incirini yetiştirmede,
Asmalar da çiçekleniyor,
Güiel kokular saçmaktalar.
Sevgilim, güzelim, kalk da gel.
Kayanın kovuklarında,
Uçurumun kenarlarındaki güvercinim!
Endamını bana göster,
Sesini bana işittir;
Çünkü sesin tatlı, ve endamın güzel.

Bize tilkileri tutun,


Bağları harap eden küçük tilkileri;
Çünkü bağlarımız çiçeklendi.
Sevgilim benimdir, ben de onun;
Zambaklar arasında koyun otlatıyor.
Gün serinlenince, ve gölgeler uzanınca, geri gel, sevgilim!
Yarılmış dağlar üzerinde
Ceylan gibi, geyik yavrusu gibi ol.
Kutsal Kitap 'tan 1 1

3
Geceleyin yatağımın üzerinde,
Onu, canımın sevdiğini, aradım;
Aradım, fakat onu bulmadım.
Haydi kalkayım da, şehirde dolaşayım;
Sokaklarda ve meydanlarda
Onu, canımın sevdiğini, arıyayım.
Aradım, fakat onu bulmadım.
Şehirde dolaşan bekçiler beni buldular.
Onu gördünüz mü, canımın sevdiğini? diye sordum.
Onlardan öte geçince hemen,
Onu buldum, canımın sevdiğini;
Onu tuttum, ve bırakmadım,
Ta anamın evine,
Beni doğuran kadının odasına götürünceye kadar.

Dişi ceylanlar üzerine, yahut kırın dişi geyikleri üzerine,


Size and ettiriyorum, ey Yeruşalim kızları!
Sevgiliyi ayıltmıyasınız, ve uyandırmıyasınız diye,
Onun gönlü hoş oluncıya kadar.

Bu kim? çölden çıkıyor,


Duman direkleri gibi,
Tütsülenmiş mür ile günnükle,
Satıcının her çeşit baharatı ile.
İşte, Süleymanın tahtırevanı!
İsrail yiğitlerinden,
Altmış yiğit onun çevresinde.
Hepsi kılıç taşıyan, cenge alıştırılmış erler;
Gecelerin dehşetinden,
Herkesin kılıcı belinde.
Kıra! Süleyman, Libnan ağaçlarından
Kendine bir tahtırevan yaptı.
Direklerini gümüşten yaptı,
Tabanını altından, oturacak yerini erguvaniden;
Onun içini Yeruşalim kızları,
Sevgi ile döşediler.
Ey Sion kızları! çıkın,
Kıra! Süleymanı taç ile görün,
O taç ki, onun düğünü gününde, ve yüreğinin sevinci gününde,
·

Anası onun başına giydirmişti.


1 2 Kutsal Kitap 'tan

4
Ah, ne güzelsin, sevgilim,
Ah, sen ne güzelsin.
Peçen arkasından gözlerin güvercinler.
Gilead dağının yamaçlarında yatan
Keçi sürüsü gibidir saçın.
Kırkılmış, yıkanmaktan çıkmış,
Koyun sürüsü gibidir dişlerin;
O koyunların hep ikizleri var,
Ve aralarında yavrusuz olan yok.
Dudakların kızıl kaytan gibi,
Ağzın da ne güzel.
Peçen arkasından yanakların,
Sanki nar parçası.
Boynun Davudun kulesine benziyor,
O kule ki, silah evi olarak yapılmıştır,
Üzerine bin büyük kalkan,
Hep yiğit kalkanları asılmıştır.
İki memen, sanki bir çift geyik yavrusu,
Zambaklar arasında otlıyan,
İkiz ceylan yavrusu.
Gün serinlenince, ve gölgeler uzanınca,
Mür dağına,
Ve günnük tepesine gideceğim.

Hep güzelsin, sevgilim;


Ve sende hiç kusur yoktur.
Benimle Libnandan, ey yavuklum!
Benimle gel Libnandan;
Amana tepesinden,
Senir ve Hermon tepelerinden,
Aslanların inlerinden,
Kaplanların dağlarından bak.
Kaptın gönlümü, kızkardeşim, yavuklum!
Gözlerinin bir bakışı ile,
Gerdanının tek zinciri ile gönlümü kaptın.
Okşamaların ne güzel, kızkardeşim, yavuklum!
Şaraptan ne kadar hoştur okşamaların,
ltrının güzel kokusu da her çeşit baharattan !
Ey yavuklum, bal damlatır dudakların;
Balla süt senin dilinin altındadır;
Esvabının kokusu da, sanki Libnan kokusu.
Kutsal Kitap 'tan 13

Kızkardeşim, yavuklum, kapalı bir bahçedir;


Kapalı bir kaynaktır, mühürlenmiş pınardır.
Senin fidanların bir nar cennetidir, güzel meyvalarla;
Kına ve nardin fidanları ile,
Nardin ve safranla.
Kokulu kamış ve tarçınla, her çeşit günnük ağacı ile;
Mür ve öd ağaçları ile, baş baharatın her çeşidi ile.
Sen bahçelerin pınarısın,
Diri suların kuyusu,
Ve Libnandan akan seller.

Uyan, ey şimal yeli!


Sen de gel, ey cenup yeli!
Bahçeme es de, onun pelesenkleri damlasın.
Sevgilim bahçesine gelsin, ve güzel meyvalarını yesin.

5
Bahçeme girdim, kızkardeşim, yavuklum!
Mürrümü topladım, pelesenkim ile;
Gümecimi yedim, balımla beraber;
Şarabımı içtim, südümle beraber.
Ey dostlar! yiyin;
İçin, sevgililer! ve mestolun.

Ben uyuyordum, yüreğim ise uyanıktı;


Kapıyı çalan sevgilimin sesi:
Bana aç, kızkardeşim, sevgilim, benim eşsiz güvercinim!
Çünkü çiğ ile doldu başım,
Gecenin damlaları ile kaküllerim.
Entarimi çıkardım; onu nasıl giyeyim?
Ayaklarımı yıkadım; nasıl onları kirleteyim? dedim.
Delikten uzattı elini sevgilim,
Ve içim oynadı onun için.
Ben kalktım, sevgilime kapıyı açayım diye;
Ve sürgü tokmakları üzerinde kalan mür
Benim ellerimden damladı,
Mür yağı benim parmaklarımdan.
Ben sevgilime kapıyı açtım;
Sevgilim ise, çekilmiş gitmişti.
O bana söz söylerken, ben kendimden geçmişim;
Onu aradım, fakat bulamadım;
Onu çağırdım, fakat bana cevap vermedi.
14 Kutsal Kitap'tan

Şehirde dolaşan bekçiler beni buldular,


Bana vurdular, beni yaraladılar;
Şehir duvarlarının bekçileri peçemi üzerimden kaldırdılar.
Size and ettiriyorum, ey Yeruşalim kızları!
Eğer sevgilimi bulursanız,
Ona söyleyin ki, ben aşk hastasıyım.

Sevgilin senin, bir sevgiliden başka nedir?


Ey sen, kadınlar arasında en güzel kadın!
Sevgilin senin, bir sevgiliden başka nedir ki,
Bize böyle and ettiriyorsun?

Sevgilimin teni beyaz ve kırmızı,


On binlerin arasında seçkin olan odur.
Başı saf altın;
Kıvrılır kakülleri, kuzgun gibi siyah.
Gözleri akar sular kenarındaki güvercinler gibi,
Sütle yıkanmışlar, oturmakta dolgun sular kenarında.
Yanakları sanki hoş kokulu çiçek tarhları,
Güzel kokular yığınları;
Dudakları zambaklardır, niür yağı damlatır.
Elleri, üzerine gök zümrüt kakılmış altın lüleler;
Gövdesi fil dişi işi, safir taşları kakılmış.
Bacakları mermer direklerdir, saf altın ayaklıklar üzerine kurulmuş;
Görünüşü Libnan gibi, erz ağaçları gibi bala.
Ağzı çok tatlı;
Ve onun her şeyi güzel.
Budur sevgilim, evet yarım budur,
Ey Yeruşalim kızları!

6
Sevgilin nereye gitti?
Ey sen, kadınlar arasında en güzel kadın!
Sevgilin nereye yüneldi?
Onu biz de seninle beraber arıyalım.

Bahçelerde sürüsünü otlatsın, ve zambaklar devşirsin diye,


Sevgilim bahçesine indi,
Hoş kokulu çiçek tarhlarına.
Sevgilim benimdir, ben de sevgilimin;
Zambaklar arasında sürüsünü otlatmada.
Kutsal Kitap 'tan 15

Sevgilim, sen Tirtsa gibi güzelsin,


Y eruşalim gibi sevimlisin,
Sancak açmış ordu gibi korkunçsun.
Gözlerini benden çevir,
Beni onlar yendiler.
Gilead dağının yamaçlarında yatan,
Keçi sürüsü gibidir saçın.
Yıkanmaktan çıkmış,
Koyun sürüsü gibidir dişlerin.
O koyunların hep ikizleri var,
Ve aralarında yavrusuz olan yoktur.
Peçen arkasından yanakların,
Sanki nar parçası.
Orada altmış kıraliça ile seksen cariye var,
Ere varmamış kızlar da sayısız.
Birdir benim eşsiz güvercinim;
Bircik yavrusudur anasının;
Onu doğuran kadının güzidesi.
Kızlar onu gördüler, ve ona ne mutludur, dediler;
Kıraliçalarla cariyeler de görüp onu övdüler:

Bakışı seher gibi,


Ay gibi güzel,
Güneş gibi temiz,
Sancak açmış ordu gibi korkunç, bu kadın kimd;r?

Vadinin yeşil fidanlarını göreyim diye,


Asma tomurcuklarını verdi mi,
Narlar çiçek açtı mı göreyim diye,
Ceviz bahçesine indim.
Şerefli kavmımın arabaları arasına,
Ben bilmeden canım beni koydu.

Dön, dön, ey Şulam kızı;


Dön, dön de sana bakalım.

Niçin Şulam kızına bakmak istiyorsunuz,


Mahanaim oyununa bakar gibi?
1 6 Kutsal Kitap 'tan

7
Çarıklar içinde ayakların ne güzel, ey emir kızı!
Toplu kalçaların sanki mücevherler,
Üstat ellerinin işi.
Göbeğin yuvarlak bir tas,
Onda karışık şarap eksik değil;
Karnın buğday yığını,
Zambaklarla kuşanmış.
İki memen sanki bir çift geyik yavrusu,
İkiz ceylan yavrusu.
Fil dişi kulesi gibidir boynun senin;
Bat-rabbim kapısı yanındaki
Heşbon havuzlarıdır gözlerin;
Şama doğru bakan
Libnan kulesi gibidir burnun senin.
Başın, senin üzerinde Karmel gibi,
Başının saçı da sanki erguvani;
Kıra! senin kaküllerine esir oldu.
Zevkler içinde, ey sevgilim,
Sen ne güzelsin, ve ne şirinsin.
Bu senin boyun hurma ağacına,
Memelerin de salkımlara benziyor.
Hurma ağacına çıkayım,
Dallarını tutayım, dedim;
Memelerin üzüm salkımları gibi olsun,
Soluğunun kokusu da elma gibi,
Ve ağzın en iyi şarap gibi,

O şarap ki, uyumakta olanların dudaklarından kayıp,


Sevgilim için dümdüz akar.
Ben sevgiliminim;
Onun özlediği de benim.
Gel sevgilim, çıkalım kıra;
Köylerde geceliyelim.
Sabahlayın erken bağlara gidelim;
Bakalım asma tomurcuklarını verdi mi,
Çiçeği açıldı mı,
Ve narlar çiçeklendi mi;
Orada sevgimi sana bildireyim.
Lüffahlar güzel koku saçıyor;
Ve kapılarımızın yanında her çeşitten taze ve kuru güzel meyva var,
Onları, ey sevgilim, ben senin için sakladım.
Kutsal Kitap 'tan 17

8
Keşke sen bana,
Anamın memelerini emmiş kardeş gibi olaydın!
Dışarıda seni bulunca,
Ben seni öperdim;
Beni de kınamazlardı.
Senin önüne düşerdim, anamın evine seni getirirdim,
Bana o öğretirdi;
Sana baharatlı şaraptan,
Narımın suyundan içirirdim.
Sol eli başımın altında olurdu,
Sağı da beni kucaklardı.
Size and ettiriyorum, ey Yeruşalim kızları,
Sevgiliyi ayıltmıyasınız, ve uyandırmıyasınız diye,
Onun gönlü hoş oluncıya kadar.

Sevgilisine yaslanarak,
Çölden çıkan bu kadın kimdir?

Elma ağacı altında seni uyandırdım;


Anan orada sana ağrı çekti,
Seni doğuran kadın orada ağrı çekti.

Beni kendi yüreğin üzerine bir mühür gibi,


Kolunun üzerine bir mühür gibi koy;
Çünkü sevgi ölüm gibi kuvvetlidir;
Kıskançlık ölüler diyarı gibi serttir;
Onun alevleri, ateşin alevleri,
Yakıp bitiren alev.
Sevgiyi büyük sular söndüremez,
Ve ırmaklar onu bastıramaz;
Bir insan sevgiye bedel evinin bütün malını verse,
Büsbütün hor görülür.

Küçük bir kızkardeşimiz var,


Ve onun daha memeleri yok;
Onun için söz söyleneceği gün,
Kızkardeşimiz için ne yapacağız?

Eğer o bir duvar ise,


Üzerine gümüş kule yaparız;
18 Kutsal Kitap 'tan

Ve eğer bir kapı ise,


Erz tahtaları ile onu kaparız.

Ben duvarım, memelerim de kuleler gibi,


Selamet bulmuş kadın nasılsa, o zaman onun gözünde öyle oldum.
Baal-hamonda Süleymanın bağı vardı;
Tutanlara bağı kiraya verdi;
Mahsulü için her biri bin gümüş getirirdi.
Benim malım olan bağım önümdedir;
Bin gümüş senin olsun, ey Süleyman,
İki yüz gümüş de mahsulünü tutanların olsun.

Ey sen, bahçelerde oturan kadın,


Senin sesini arkadaşlar dinliyor;
Bana da işittir.

Kaç, ey sevgilim,
Ve hoş kokulu dağların üzerinde,
Bir ceylan gibi, yahut geyik yavrusu gibi ol.

Sappbo
Yunanistan, iö y.610 - 580

38
Aphrodite'ye Yakarış

Ey tahtı ışıl ışıl ölümsüz Aphrodite


Ulu Zeus'un düzenci kızı
yalvarırım yüreğimi acılarla
dağlama !

Yardımıma gel gene, hani eskiden


sesimi duyunca nasıl, çıkıp
babanın sarayından kanat çırpan
kuşların

çektiği yaldızlı arabana biner;


yeryüzüne inerdin bulutsuz
mavilikten;
Sappho 19

ölümsüz dudağında o aydınlık gülüşle


sorardın,

"Gene nen var? " derdin "nedir gene


deli gönlünü çelen? Tılsımımla kimi
baştan çıkarıp yollamam gerekiyor
koynuna?

Söyle, Sappho, kim seni üzen?


Kaçıyorsa, kaçsın, bırak,
yakında o senin ardına
düşecek,

bugün almıyorsa verdiklerini,


yarın o sana armağanlar verecek,
seni sevmiyorsa, istemese de er geç
sevecek. "

Geleceğin varsa, şimdi gel,


kurtar beni
Kuşkudan, ne diliyorsa gönlüm
yerine getir, sen de katıl benimle
savaşa.

39
Bir yiğitten daha üstün o erkek

Tanrılarla eş benim gözümde


o erkek ki yanında oturabiliyor
sesinin tatlı yankısını,

yüreğimi hızlandıran
can alıcı gülüşünü
yakından duyabiliyor.

Birden karşıma çıksan,


soluğum kesilir -
dilim tutulur;

ince bir alev dolanır.


derimin altında;
20 Sappho

gözlerim kararır,
yalnız kendi uğultusunu duyar kulaklarım,
ter dökerim;
ürpertiyle sarsılır her yanım,

kurumuş ot gibi solar rengim.


Nerdeyse ölümle yüzyüzeyimdir,
ama yoksulum, katlanmaktan başka
elden ne gelir!

41
Sardes'li bir askerin karısına:

Kimi süvarilerdir, diyor,


kimi piyadeler, kimi de,
donanmamızın tek kürek vuruşlu

denizcileridir, diyor, yeryüzünde


göze en güzel görünen şey; bense
kişi kimi seviyorsa, diyorum, odur
en güzel

Bunu anlamaktan kolay ne var :


bunca erkek tanımış
Helena bile

Troya'nın onurunu hiçe sayan


bir erkeği seçmedi mi sonunda?
uyarak Paris'in isteğine

yurdunu yuvasını bırakıp


onun ardından gitmedi mi?
İşte Anaktoria, sen de

uzaklarda, bizi unutsan bile,


tatlı ayak sesini duymak
bakışlarının ışıltısını görmek

Lydia'lı atlıların parıltısından da,


kuşamlı piyadelerin yürüyüşünden de
daha çok sarsıyor yüreğimi.
Sappho 21

44
Hiç uyarmadan

Kasırga nasıl sökerse


meşeleri kökünden
öyle sarsıyor yüreğimi aşk
Çeviren : Cevat Çapan

Asklepiades
Yunanistan İ.Ö. III. yüzyıl

210. GÜLLER GİBİ

Beni baştan çıkardı arabın kızı;


Ölüyorum, a dostlar, Didima için!
Karaysa, ne var sanki, kömür de kara;
Hele bir kez tutuştur da o zaman gör;
Yanar durur, ışıl ışıl, güller gibi.

11. AFRODİTE'YE YAKARI

Denizdeki mutsuza eriştiğin gibi,


İyi yürekli tanrıçam, eriş bana da!
O denizde batmış, ben karada.
Çeviren : Oktay Rifat

YAGMURLAR YAGDIRAN ZEUS'A

Bütün gece yağmur, bir deli poyraz,


Sonra şarap, yalnızlıktan dolaşan ayaklarım:
Bağırıyorum ...
" Mashos, canım benim! "
(Yürü, yürü koca sokak boyunca
bir dost kapısı bile yok ... )
Yağmurdan sırılsıklam
Bağırıyorum:
" Bunun sonu yok mu, Zeus?
Ulu Zeus, acı bana! Sen aşık olmadın mı hiç? "
22 Asklepiades

BİR YOSMANIN YAZITI

Burada Kolophon'lu Arkheanassa gömülü,


Yıllar bile yıkamadı aşkın tahtı yüzünü.
Aşıklar, aşıkları,
Siz ey gençliğinin güllerini derenler,
ne yangının geçmişsiniz içinden!
Çeviren : Cevat Çapan

Poseidippos
Yunanistan, 1.ö. JJJ. yüzyıl

186. GÖZYAŞLARI

Sen istediğin kadar ağla, inanmam


Göz yaşlarına Filenis!
Tutalım beni çok sevdiğin doğru;
Bugün ben, yarın başkası;
Koynunda kim varsa en çok sevdiğin o!

213. GELEN

Gidiyorum, Pitias yalnız değilse;


Yalnızsa, Zeus aşkına çağır gelsin!
Aşkla yüreklenmiş, yollara düşmüş, de!
Sarhoş, mutsuz, bitkin.
Çeviren : Oktay Rifat

YOSMA KALLISTION

Sen Kıbrıslı,
Kitheralı, Miletoslu,
Güzel Suriye ovalarının,
Dalan atların Aphroditesi:
Kapısını tek aşığının yüzüne
kapamayan
Kallistion'a iyi davran.
Çeviren : Cevat Çapan
Meleagros 23

Meleagros
Yunanistan, İ.Ö. 140 - 70

155. İÇ İÇE
Canımın içinde Heliodora;
Canımın içisin Heliodora;
Can_ımın canısın Heliodora!.

171. KADEH

Kadeh mutlu, usul usul giılümsüyordu;


Dudağına değmişti, istekler içinde,
Kuşlar gibi cıvıldayan Zenofila'nın.
Dayasa ağzını ağzıma, bir solukta,
Benim de bütün canımı ç·ekse n'olurdu!
Çeviren : Oktay Rifat

ÇİÇEKLER : HELIODORA İÇİN

Ak menekşeler getireceğim
Yumuşak nergisler
Gülen zambaklar, mersin,
Eldeğmemiş çiğdem,
Karanlık sümbül
Ve aşk yüklü güller.
Bir bir dizeceğim bunları Heliodora ıçin
Sonra saçlarına savuracağım
Aydınlık yapraklarını çiçeklerin.

HELIODORA'YA

Doldur kupayı, sonra çağır,


Yeniden çağır, Heliodora! diye.
Yalnız bu güzel adın yankısıyla
titresin şarap.
Git, dünkü de olsa, onun kokusuyla esrik
çiçekleri getir de,
24 Meleogros

Anısını takınayım üstüme.


Bak, nasıl ağlıyor sevgi gülü,
Kollarımda değil de, başka yerlerde diye.
Çeviren : Cevat Çapan

Catullus
Roma, İ.Ö. y. 84-y. 54

GECEDEN ÖNCE

Yaşayalım Lesbia'm, sevişelim,


Metelik vermeden homurtusuna,
Kıskanç ve suratsız ihtiyarların.
Batan gün her sabah yeniden doğar;
Ama bu bizdeki süreksiz ışık
Bir kere söndü mü ötesi gece;
Hiç bitmeyen bir gece, tek ve sonsuz,
Bin kere öp beni, öp, yüz kere öp;
Bin kere, sonra yüz kere yeniden.
Bin kere, yüz kere, öp, durmadan öp,
Şaşır sayısını, şaşır Lesbia'm,
Şaşır ki sevdamıza göz değmesin.

KARŞILIKLI

Açıyor ağzını yumuyor gözünü,


Bana demedik laf komuyor Lesbia
Ama kör olayım beni sevmiyorsa.
Ne belli mi? Bana bakın anlarsınız.
Ben de ona söylenmedik laf bırakmam.
Ama kör olayım onu sevmiyorsam.

LESBİA 'NIN DÖNÜŞÜ

Umutsuzken, ansızın murada ermek;


Ne katıksız, ne engin bir sevinçtir o!
Gözlerim yollarda, özlemler içinde,
" Gelmez artık, gelmez! " diye düşünürken,
Catullus 25

Şu dönüşün, şu benim oluşun yok mu,


Bana da o sevinci duyurdu işte!
Mal, mülk, para hiç kalır bunun yanında.
En beyaz taşla belirtmeli bu günü.
Bütün dünyaları bağışladın bana.
Çeviren : Oktay Rifat

Rufinus
Yunanistan, İ.Ö: 50 - İ.S. 50 yılları arası
97. ADALETSİZ EROS'A

İkimizi de aşka düşür.


Sana tanrısın derl,m Eros!
Sen tut beni yak, onu gözet;
İşte bu tanrılığa sığmaz.

21. MEZAR

"İhtiyarlıyoruz! " demez miydim sana?


"Yüz göz buruşur, sevişenler ayrılır! "
Demez miydim? Al işte geldi o günler!
İşte ağardı saçlarımız, kocadık.
Nerde ağzının o eski güzelliği!
Hani türlü diller döken aşıkların?
Bir mezar gibisin sen artık, bakmadan
Geçip gidiyoruz, kibirlim, önünden.
Çeviren : Oktay Rifat

MELİTE

Melite, gözlerin Hera'nın gözleri senin,


ellerin Athena'nın, Melite
Aphrodite'nin memeleri memelerin,
ayakların ayakları Thetis'in.
Mutludur diyorum sana bakan,
üç kez mutlu sesini duyan,
Yarı-tanrı seni ağzından öpen:
26 Rufinus

Ama tanrıdır, tanrı diyorum


seni gelin diye koynuna alan.
Çeviren : Cevat Çapan

Petronius Arbiter
Roma, ö. 1.S. 66

GECENİN SESSİZLİÖİNDE

Gecenin sessizliğinde uzandı yanıma


yorgun gözlerimi uyku karartmadan.
..i\uınasız Aşk saçlarımı kavrayıp
npbetıni tutmam için beni uyardığında.
"Ey benim bin sevdalı kölem,
gönlün razı mı burada yapayalnız yatmaya?"
.Biı:.den fırladım yalın ayak ve çıplak,
ama ne yönümü biliyorum, ne de yolumu,
Koşsam da beklesem de boşuna;
dönmeye de, kalmaya da yüzüm yok.
Her yer sessizlik içinde, sokaklar ıssız.
Ne bir kuş ötüyor, ne bir köpek havlıyor.
Ben de buyruğuna uyuyorum, Ey Yüce Aşk,
uyumaktan korkarak.

ÖPÜŞEREK GEÇİR GÜNLERİNİ

Kabadır, süreksizdir şehvetin tadı


ve isteğin ardından bıkkınlık gelir.
Biz hayvan değiliz ki ona koşalım.
Aşk orda biter, ateşi söner.
Ama sen sonu gelmeyen aylaklığında
böyle, böyle sessizce uzan
ve öpüşerek geçir günlerini.
Ne bıkkınlık, ne utanç -
şimdi de, dün de, yarın da
sonsuz bir mutluluk olsun
her gün yeniden başlayan.
Petronius Arbiter 27

SARMAŞ DOLAŞ

Tannın, Tanrım, acıkmış dudaklarla


sarmaş dolaş yattığımız gece
nasıl yok etmiştik ölümü
birbirimizin ruhunu içip.
Çeviren : Cevat Çapan

Mabeyinci Pavlos
Yunanistan, 1.S. V/. yüzyıl

252.SIR
Semiramis ecenin suları sanki,
Seni benden ayıran şu ince fistan.
Gel atalım urbalan üstümüzden,
Et ete sanlalım, anadan doğma,
Kavuşmadık yerimiz kalmasın, güzel!
Göğsün göğsümde, dudakların ağzımda
Susalım; sessizlik ve sırdır ötesi.

258. GEÇKİN SEVGİLİYE

Kurban olsun kız oğlan kız tazeliği


Sendeki geçkinliğe güzel Filinna!
İstemem ellenmemiş körpe memeyi,
Bu olgun yemişler benimken koynunda.
Elin baharından güzeldir sende güz,
Sende kış, elin yazından sıcak bana!
Çeı iren : Oktay Rifat
'

TANTALOS

Dudak dudağa yatıyorduk,


Parmaklarıma dolanıyordu çıplak memeleri
Boynunun gümüş ovasında dörtnalaydı coşkum,
birden: herşey bitti.
Artık yatağına almıyor beni. Yarısını
28 Mabeyinci Pavlos

aşka adamış gövdesinin,


Yarısını usluluğa: arada ölen benim.
Çeviren : Cevat Çapan

Filodemos
Yunanistan, (/.Ö. 110 - 40145)

4. AFRODİTE'NİN ÖGRETIİGİ SEVDA İŞLERİ

Yağ koy kandile, benim dilsiz sırdaşıma


Ve git! Bir üçüncüyü kaldırmaz sevişme.
Güzelce kilitle kapımızı, Filenis!
Haydi Ksanto, kucakla beni yavuklum!
Ve sen, yüce aşklar için serdiğim döşek,
Pafos'ta bayramı kutlanan tanrıçadan,
Varsa bir eksiğin bu işte, öğren şimdi.

131. YANGIN

Bu lir çalış, bu cıvıltı, bu bakış,


Seni bir gün tutuşturur, kül eder;
Bakarsın ki ateş bacayı sarmış.
Şaşarsın: nerede, ne zaman, nasıl?
iş işten geçtikten sonra anlarsın.
Çeviren : Oktay Rifat

İmrlülkays
Arabistan, 520 - 565

Analım, ağlayalım, sevgiliyi, yurdunu,


Durun Sıktıllıva'da Dahul'den
Havmel'e, Tudıh'tan Mikrat'a uzayan yerde.
Ordadır güney yellerinin kumlarla örtüp
Kuzey yellerinin açtığı izler.
O kırlarda, o sulak yaylımlardadır daha
Karabiber gibi gübreleri ak geyiklerin.
Arkadaşlar bağlarken yüklerini ben ağlardım
Dikenler arasında, durdurur da bineklerini
lmriülkays 29

Ağlama, kendine gel derdi bana yoldaşlarım.


Ağlamaktır ilacım, var mı başka bir yer
Ağlayıp inleyecek, bu silik izler üzerinde,
Eski sevgililer yolunda, Mesel dağında
Ümmülveyris'e, komşusu Ümmürrebab'a?
Şöyle bir kalkınca o çifte sevgili, karanfil
Gibi misk kokuları gelirdi rüzgarla.
Öyle boşanmıştı ki gözyaşlarım göğsüme
Islanmış kılıcımın sırımı bile.
Ne güzel, ne mutlu günlerini gördün onların
Hele ne gündü Dareti Cülcül'de geçen.
O gün kurban etmiştim kızlara bineğimi,
Ne güzelmiş eşyamı develerine yükleyişleri.
Birbirine sunardı kızarmış etinden kızlar,
İpek gibi bembeyaz top top yağları devemin.
O gün ben de binmiştim Uneyze'nin mahferine
Uslu durmadım yanında, çıkıştı, iner yürürüm,
Yapma, yaraladın devemi, in İmriülkays, dedi, bana.
Eğilmişti mahfe bizimle bir yana.
Sür, bırak yularını devenin, dedim, kovma beni
Toplayım o güzelim yemişlerjni.
Ne kızlar, kadınlar, gebeler, emzikliler görmüşüm,
Yaşına basmış boncuklu bebeklerden ayırmışım.
Emzirirken ağlayan bebeğini yansıyla
Gövdesinin, altımda oynardı öbür yarısı.
Bir gün yakındı yüksekçe bir tepede,
İlgim kalmamış artık seninle, dedi, boşuna.
Ey Fatıma, gel etme, bu nazı bırak
Güzellikle ayrılalım ayrılacaksak.
Bir yanım, bir davranışım varsa sevmediğin
Çıkar gönlümü gönlünden, at.
Olürüm aşkınla sanma senin
İşlemez içime pek, aldanma, yıkmaz beni.
Gözlerin vurur gibidir kirpiğinin
İki okuyla yaralı gönlümü besbelli.
Ben, nice kadınların tadına bakmışım
Kimsenin bilmediği, giremediği bir çadırda.
Beni öldürmeye can atan gözcüler arasından
Geçip varmışım onların yanma.
Tam da göğün ortasındaydı Ülker o sıra
Bir kadın belindeki süslü kuşak gibi.
Bir gömlek giymiş inceden, uyur görünürdü
30 lmriülkays

Ona gittiğim gece, beklermiş beni demek.


Vallahi kurtuluş yok, dedi, senden
Geçeceğe de benzemiyor azgınlığın hani.
Çıkardım dışarı, sürüyordu kumda eteklerini
Tiftik harmaniyenin, silmek için izlerini.
Çıkmıştık oymağın dışına
Geçince ardarda dizilen kum tepelerini
El attım yanlara dökülü saçlarına, çektim,
Eğildi, sokuldu bana o ince belli, tombul bacaklı.
Bembeyaz ten, et de yumuşacık, üstelik sıkı,
Karın düzgün, gerdan, göğüs pırıl pırıl.
Yok, tatlı bir sarıya çalar teni, ak değil,
El değmemiş inciler gibidir sedefte.
Kaçınır benden, görünürdü gülerken inci dişleri
Bakardı çevreye yavrulu Vecre ceylanı gibi.
Ak geyik boynuna benzerdi boynu,
Ancak öyle uzun, süssüz de değildi yaaa.
Ne süstür arkasında siyah saçları,
Salkım salkım hurmalar gibi buram buram
i5 içe, önden topuz, arkadan akardı
Orgü örgü kimi de dağınık tel tel
Hem yumuşak, hem ince bir de güzelim bel,
Hurma fidanı bacaklar boğumlu, dolgun, sıkı.
Uyumuş kuşluğa dek, yatağında misk tanecikleri,
Uyur kuşlukta da kuşak sarınmadan.
İshil dalına, Zaybi'nin ak kum kurduna
Benzer güzelim yumuşacık parmakları.
Bir rahip ışıldağıdır yüzü pırıl pırıl
Aydınlatır çevresini boyuna.
Olgunluk çağındadır o gü�el, micvel giyen
Kadınlarla dir giyen kızlar arasında.
Geçmiş delikanlı çağım artık
Yaşlanmışım, oysa gönül geçmiyor senden.
Teptim nicelerin öğütlerini, yüz çevirdim,
Ne onların sözü gelir aklıma ne senden geçmek.
Deniz dalgaları gibi kara geceler
Çökmüş üstüme, acılar, üzüntüler yüklü.
Dedim, genişleyen, daralan,
Uzayan, kısalan, yayılan geceye:
Açıl ey uzun gece, doğsun gün
Oysa sabah da senden uğurlu değil.
Ne gecesin sen bağlanmış yıldızların
İmriülkays 31

Kat kat urganlarla Yezbül dağına sanki.


Kımıldamasın diye Ülker yıldızı
Keten iplerle sımsıkı bağlanmış kayalara.
Nicelerine ·yardım etmiş, saygı göstermiş
Ellerinden tutmuşum, iyilikler dilemişim.
Ayr'ın yerleri gibi ne çorak oylumlar
Geçtim, aç kurtlar uluşurdu ağlaşan kumarbaz
Çocukları gibi. Dedim uluyan kurda:
Elim boş benim de senin gibi, doyunuruz,
Buluruz yiyecek bir şey, böyle yaşar
Yolumuzda gidenler, yetinir azla.
Daha kuşlar uçuşmadan sabahları, tüysüz
Güçlü atımla avlanır, vururum yabanları.
Bilir atım yerine göre atılmayı, çekilmeyi,
Hızlıdır yüksekten inen sel gibi, güçlüdür.
Kayar dolgun sağrıları üstünde doratımın
Bir kayadan yağmur dökülürcene palanı.
Coşar, koşar birden ökçelenince karnı,
Kaynayan bir kazan gibi fokurdar göğsü.
Tozu dumana katan, yüzer gibi koşan atlar
Yorulur da yorulmaz güçlenir, hızlanır atım.
Uçar ağır binicilerin giysileri, yeğnik çocuk
Duramaz, kayar atımın üstünden koşarken.
Ses verir bir çocuğun ipli fırfırı gibi,
Öylesine hızlı gider, kolay mı kolay.
Geyik böğürlü, deve bacaklı
Kurt koşuşlu, tilki yavrusu sıçrayışlı.
Tepeden tırnağa güzel, güçlü, örter düzgün
Kuyruğuyla bakınca dolgun bacak aralarını.
Sırtı düz, kaskatı taşa benzer karpuz
Çiğitlerinin, kokulu nesnelerin dövüldüğü.
Saldırıp göğüslemiş av sürüsünün öncülerini
Kınalı, taranmış sakala dönmüş kanlı yelesi.
Birden çıktı karşıma bi� sürü yaban sığırı
Devar'ı dolaşan kızlar gibi toplanmış dişleri.
Dağıldı birden dişiler, bir kızın boynundan
Düşen, süslü boncuklu, gerdanlık gibi.
Yetiştim sürünün öncülerine,
Bir yere toplanmıştı kaçamayanlar.
Terlemeden, yorulmadan atım bir atılışta
Ulaştırdı beni sürünün yanına.
Dilinmiş, doğranmış etler, pişmiş
32 İmriülkays

Kimi tencerede, kimi küllü korlar üstünde.


Doyulmaz bu ata bakmaya, görülmez güzellikleri
Bütün, yalnız hayran olur kalır insan.
Eyerli, gemli, dört ayak üstünde durur
Karşımda, yanımdan ayırmam onu.
Görüyor musun şu taca benzeyen yüksek
Bulutun parlayışını, sana gösterdiğim?
Aydınlatır çevreyi onun ışığı bir rahibin
Fitili zeytinyağı lambası gibi.
Bekledim yoldaşlarımla Daric'le Uzeyb
Arasında yağmur yağsın diye bir süre.
Sağdan yağar Katan, soldan yağar
Sıttar 'dan Yezbül'e dek yerleri sular.
Yağmur yağıyor Kuteyfe'ye bir buluttan
Sökülüyor, sürükleniyor ağaçlar tepe taklak.
Kaçırmış Kanan' a düşen serpintileri bile
Çevrenin bütün yabankeçilerini.
Kırılmamış bir hurma dalı komamış Teyma'da
Taştan, kerpiçten yapılar kalmış yalnız ayakta.
İri yağmur damlalarından Sebir dağı devetüyü
Çizgili aba giyen bir şeyhe benzemiş.
Müceymir tepesi sularla çerçöpten
Bir kirmene döndü şimdi.
Renk renk çiçekler açmış Gabiyt ovasında
Yemenli bir çerçinin sattığı dokumalar gibi.
Biberli şarap içmişçesine cıvıl cıvıl ötüşüyordu
Erkenden ovada çobanaldatan kuşları,
Adasoğanı köklerine dönmüş geceden
Sulara karışan yaban leşleri ...
Çeviren : ismet Zeki Eyuboğ/u

Agathias
Yunanistan, 536 - 582
KALLIRHOE

Aphrodite'ye bu demetler
Athena'ya başımdan bu bir tutam saç
Kemerim Artemis'e:
Ben Kallirhoe
Agathias 33

Yiğit bir koca getirdim kızlık yatağıma


Oğlan çocuklar doğurdum ona.

KIRLANGIÇLAR

Bütün gece hiç kırpmadım gözümü. Şimdi gün


ağarırken,
Siz cıvıldaşan kırlangıçlar, yaşartıyorsunuz
gözlerimi yeniden,
Yitiriyorum tatlı dinginliğimi. Bakıyorum
görmeden.
Ama Rhodanthe gönlümde daha.
Kesin sesinizi geveze kuşlar!
Ben mi kopardım dilini Philomela'nın?
Uçup tepelere gidin, kayalıklara,
Çavuşkuşunun yuvasında tüneyin,
Orada tutun yasını ltylos'un -
beni uykumdan etmeyin,
Bakarsınız bir gezici düş gelir,
Dolar kollarını boynuma Rhodanthe'nin.
Çeviren : Cevat Çapan

Li Po
Çin, 701 762

UZAK SEVGİLİLER

Sis bastırmış iyice, sular yükselmiş;


Yolu yok haber salmanın, mektup iletmenin.
Sadece ay - bulutlar ötesinde, mavi gökte -
Parlıyor üzerlerinde uzak sevgililerin.
Bütün gün aklımda bu, neye baksam :
Yürek dayanamıyor.
Açılması güç bir kilit gibi çatık kaşlarım.
Her gece, gölgesi gelir diye düşümde,
Yarısını ona ayırıyorum üstümdeki yorganın
34 Li Po

OTURMUŞ İÇİYORUZ DAGBAŞINDA

Oturmuş içiyoruz karşılıklı, dağ çiçeklerinin


açtığı yerde
Bir kadeh, bir kadeh daha, sonra bir kadeh daha.
Kafayı buldum, biraz kestirmek istiyorum;
Haydi dost, güle güle.
Udunu alır gelirsin yann sabah
Gönlün dilerse.
Çeviren : Cevat Çapan

Tu Fu
Çin, 712 - 770

YALNIZ

Bir şahin dolanıyor göklerde.


Suyun yüzünde iki ak martı.
Savrularla yükselip,
Ne kolay süzülüp avlamak
Akıntıya kapılan şaşkın kuşları.
Çiğlerin parladığı otlarda,
Avını bekliyor örümcek ağı.
Doğada olup biten de
Benziyor insanların işine.
Yalnız başıma durmuşum
Binlerce acının içinde.

AYAYDIN BİR GECE

Bu gece Fu-çu'da ayaydınlığında,


Yalnız o bakıyordur odasının camından;
Bense uzaklarda, acılar içinde
Çocuklarım daha Ç'ang-an'ı tanımıyorlar diye.
Yumuşak sisler içinde bulutsu saçları ıslak,
Saydam ayaydınlığında yeşimsi kollan serin.
Kimbilir bir daha ne zaman sokulacağız
birbirimize,
Ay aydınlatırken kuruyan lekelerini gözyaşlarımızın,
perdelerinde?
Tu Fu 35

DUYARDAKİ YAZI

İlk yaz geldi dağlara.


Yollarda seni arıyorum.
Balta sesleri yankılanıyor
Suskun dorukların boşluklarında.
Derelerin buzu çözülmemiş,
Karı kalkmamış dağ yollannın.
Gün batarken vanyorum
Kayalık dağ geçidindeki koruna.
Hiçbirşeyde gözün yok,
Altın, gümüş parıltısı
Yayılsa da geceleri çevrene.
Evcilleştirdiğin geyik gibi
Uysallaşmışsın sen de.
Geriye dönen yol unutulmuş,
Kaybolmuş gözden.
Boş bir kayığa dönüyorum,
Senin gibi, sularda sürüklenen.
Çeviren : Cevat Çapan

Petrarca
İtalya, 1304 - 1374
HAZİN YALNI�IK

Kırlardayım, yalnız ve düşünceli;


Yürüyorum, yavaş, ölçülü, ağır;
Kumlarda belki insan izi vardır,
Üstlerine basmadan yürümeli.

Kimseler bilmesin diye halimi


Kendim kendisini böyle savunur;
Dışımdan içimin hali okunur,
İçim alev alev, içim besbelli.

İnsanlara karşı kapanıyorum;


Kıyılara, ormanlara, dağlara
Hayatımı gizli tutamıyorum.
36 Petrarca

Amor'un benimle, benim onunla


Döğüşmeden, çekişmeden sonunda
Gideceğim bir yol bulamıyorum.
Çeviren : Cevdet Kudret

SONE

Dağılır yele karşı altın saçları


Uçuşurdu binbir büklüm içinde
Bir hoş ışık vardı gözlerinde
Pırıl pırıl, sönmüş o zamandan beri.

Bir iyilik sarardı yüzünü bazan,


Bilmem, belki bana öyle gelirdi;
Ben, o sevdadan can atan deli
Nasıl yanıp tutuşmazdım o zaman.

Yürüdü mü yerden kurtulurdu sanki,


Melekler öyle yürüse gerek; sözleri
Bir başka türlüydü insan sözlerinden.

Gökte bir ruhtu o, bir canlı güneşti.


Öyle gördüm ben; öyle değilmiş şimdi.
Yay gevşemiş, ne çıkar, yara gitmez gönülden.
Çeviren : Sabahattin Eyubotlu

Chrlstine de Pisan
Fransa, 1364 - 1430

RONDEAU

Madem beni koyup gidiyorsunuz,


Ne diyebilirim artık bilmem ki,
Sevdiceğim; ama bir kurbanınız
diye bakınız bana isterseniz.
Christine d.& Pisan 37

Bilmem bundan acı çekiyor musunuz;


Hem benimkinin yanında nedir ki
Madem beni koyup gidiyorsunuz.

Sarılın, öpün beni, n'olursunuz,


Hem Allah aşkına mektup yazın ki
Hiç olmazsa öyle avunurum belki
Kan ağlıyor yüreğim görüyorsunuz
Madem beni koyup gidiyorsunuz.
Çeviren : ilhan Berk

Cbarles d'Orleans
Fransa, 1391 - 1465
BALLADE

Güzelim, sultanım, bir tanem, sevdiğim,


Ben kulunuzdan bir ballade dilediniz,
Bunu ben elbette bir buyruk bilirim;
Seve seve yaptım hem bilmelisiniz;
Buyurunuz işte bir kere bakınız,
Katlanıp okursanız görürsünüz derim
Gerçekten ne büyük yaram anlarsınız
Bunu benim ağzımdan duymanızı isterdim.

Güzelliğinizin kulu kölesiyim


Bir size bağlıyım size bir biliniz
Kulunuz olmakla coşar gönenirim,
Ama nasıl yanar içim nasıl bilseniz
Çoğu göremezsem sizi, inanınız.
Size yazmak belki tek şey sevmediğim
Ah mümkün olsaydı nolurdu bakınız
Bunu benim ağzımdan duymanızı isterdim.

Danger, o azılım, tek düşmanım benim


Koyvermez beni bir türlü bilmezsiniz,
Hep ket vurur işime, nasıl diyeyim?
Üzülsem, ah, nasıl sevinir bilseniz;
Anlatmıya kalksam inanmazsınız
Bu zavallı bomboş satırlar bilirim
38 Charles d'Orleans

Uzar gider sade; bunun için yalnız,


Bunu benim ağzımdan duymanızı isterdim.
Çeviren : İlhan Berk

François Villon
Fransa, 1431 - 1465

EVVEL ZAMAN KADINLARI BALADI

Deyin bana nerde, hangi diyarda


Flora, o güzel Romalı şimdi.
Thais nerde, nerde Archipiada,
Birbirinin emmi kızı mı, kimdi?
Çayda, gölde bir ses olduğu demde
Dile gelen Echo hangi alemde?
Güzelliği yoktu beni Ademde.
Ama nerde bıldır yağan kar şimdi!

Acep o pek bilgiç Helois nerde?


Aşıklık var Pierre Esbaillart serde,
Uğrunda katlandı bütün bu derde,
Hadım oldu tuttu abalar giydi.
Keza nerde o kraliçe, hani,
Buyurdu kim koyup çuvala anı
Seine nehrine atın şu Buridan'ı?
Ama nerde bıldır yağan kar şimdi?

Nerdesin sütten ak kraliçemiz,


Bülbül gibi şakır, söyleşirdiniz?
Koca ayaklı Berthe, Bietris, Allys,
Ya Harembourges, Mayne iline hakimdi?
Nerde Jehanne, gönlü saf Loraine'li kız,
Rouen'da yakmıştı anı İngiliz?
Nerdedirler acep, Meryem anamız?
Ama nerde bıldır yağan kar şimdi?

Armağan

Hey Sultanım, sorma bu yıl, bu hafta,


Nerde diye, bulamazsın etrafta.
François Villon 39

Gönlünde yer verme bu nakarata:


Ama nerde bıldır yağan kar şimdi!
Çeviren : Sabri Esat Siyavuşgil

Clement Marot
Fransa, 1496 - 1544

ESKİ ZAMAN AŞKLARI

Aşktı bir hüküm süren o eski zamanlarda


Her şey nasıl da yapmacıksız oluverirdi;
Şöyle içten bir deme.t çiçek verildi miydi
Dünyayı bağışlamak demekti bu sırasında,
Çünkü öylesine yürekten kopup gelirdi.

Sonra hani bir kere de seviştiler miydi,


Ah bilir misiniz bağlanırlardı nasıl da?
Öyle bir yirmi yıl, otuz yıl: durdukça dünya
O eski zamanlarda.

Aşkın o hükmü hiç mi hiç yok artık şimdi;


Yapmacık bir gözyaşı, hiyle düzen sonra da;
İnanmıyörum biri aşk sözü etti miydi,
Çünkü o aşkın değişmesi gerek en başta
Oyle sevişmeli bak, hani sevişirlerdi
O eski zamanlarda.
Çeviren: ilhan Berk

Joachim du Bellay
Fransa, 1522 - 1560

SONNET

Bunlar, bu sırma saçlar Sultanım, bağlardır,


Özgürlüğümün bu oldu şaşkınlığı ilkin,
Sevda bir yalım yöresinde tutuk yüreğin,
Bu gözler ki ruhumu delip geçen oklardır.
40 Joachim du Bellay

Alevli, zorlu yalım, döğümler sımsıkıdır,


Usta ne denli elini çekmekte görmeyin,
Ama bu beni böyle yiyip bitiren şeyin
Nasıl tutkunu, vurgunu, sevdalısıyımdır.

Tutup koparmak, dindirmek, iyi etmek için


Bu sımsıkı bağı, bu ateşi, bu yarayı,
Bıçak, ilaç, içkiydi aramıyorum niçin?

Mutluluk, sevinç yoketmek için bunlar beni,


Yalnız izin verir bir bıçakla oynamayı
Soğukluk, bağı koparmak, istemez birini.
Çeviren: ilhan Berk

Pierre de Ronsard
Fransa, 1524 - 1585

SON NET

Bir çiçek demeti gönderiyorum size;


Kendi elimle kopardım bu çiçekleri;
Yarına kadar hepsi döküleceklerdi
Biri çıkıp akşamdan onları dermese.

Size güzel bir ders olmalı bu hadise :


İstediğiniz kadar güzel olun şimdi,
Kaybedeceksiniz elbet bu güzelliği,
Bu çiçekler gibi solacaksınız siz de.

Zaman geçiyor, sultanım, geçiyor zaman.


Zaman değil geçen, en güzel çağı ömrün;
O büyük dalga bizi de alacak bir gün.

Göçüp gittiğimiz gün biz de bu dünyadan


Unutulur sevdiğimiz, sevildiğimiz.
Sevmeye bakın geçmeden güzelliğiniz.
Çeviren : Orhan Veli Kanık
Pierre De Ronsard 41

SONNET

Bir ihtiyarlıktır, bir gün, aldığında sizi,


Mumla, ocak başında yün eğireceksiniz,
Anıp mısralarımı coşup diyeceksiniz:
" Güzellik çağımda Ronsard ne çok övdü beni "

Ama kimse olmıyacak duyan sesinizi,


Yorulmuş, o çoktan uyuklayan hizmetçiniz
Kalkacak yerinden Ronsard adı geçer geçmez
Kutsayacak ölümsüz övgüler isminizi.

O zaman beni toprak olmuş bulacaksınız,


Habersiz bedenimden bir rahat uykularda:
Sizse iki büklüm ihtiyar ocak başında,

Aşkıma, boş kurumunuza yanacaksınız.


Beni dinlerseniz yaşamaya bakın hemen:
Gün bugün gülüp eğlenin daha vakitken.
Çeviren: İlhan Berk

William Shakespeare
İngiltere, 1564 - 1616

SONELER
15

Hep düşünürüm de; büyüyen, yetişen ne varsa,


Bir an tutunabiliyor yalnız, yetkinliğin doruğunda;
Şu koca sahnede bir şey sergilenmiyor oyunlardan öte
Gökteki yıldızların gizliden gizliye yönettiği oyunlardan;
Hep görürüm de; bitkiler gibi çoğalıyor insanlar,
Aynı gökten açılıyor yolları, aynı buyrukla tökezliyorlar;
Gençlik ateşiyle coşuyor, inişe yöneliyorlar doruktan sonra,
Ve gösterişli günler silinmeye başlıyor akıllardan -
İşte şu gelip geçen ömrü düşünürüm de
Olanca gençliğinle sen gelirsin gözlerimin önüne,
Görür gibi olurum esirgemeyen Zaman'ın Çöküş'le konuştuğunu,
Gençliğinin gündüzünü karanlık geceye döndürmek için.
Bense sevgin uğruna, savaş açtım Zaman' a,
O senden aldıkça seni, ben aşılıyorum sana.
42 William Shakespeare

30

Sessiz ve tatlı düşünce oturumlarına zaman zaman


Geçmişin anılarını bir bir çağırdığımda
Onca aradığımın yokluğunu duyarım da derinden,
�ski acıları tazeler, yeniden yanarım yılların götürdüklerine.
�şte o zaman boğulabilir, böyle sellere alışmamış gözlerim.
Olümün sonsuz gecesinde kalan candan dostlara dökülen yaşlarla;
Ve ben, geçmişin kuytularında kaybolanların acısına yanar,
Bir daha ağlanın geri gelmeyecek sevginin gidişine.
Geride kaldı, dediğim hüzünlerle hüzünlenirim,
Sıkışır göğsüm, birbir sayarken acıları baştan;
Kaçıncı ağıtı yakarken kimbilir, sanki hiç yakılmamış gibi,
Sanki hiç ödenmemiş buruk hesaplar öderim yine.
Öderim ya ey sevgili dost, seni düşünürüm de sonra,
Görürüm, geri gelmiş ne yitirdiysem, tüm acılarım son bulmuş.

60

Dalgalar hiç durmadan nasıl koşarsa çakıllı kıyıya,


Saatlerimiz de işte öyle ulaşmaya çalışıyor bitişe;
Her biri kendinden önce gidenin yerini alıyor,
İleri gitmeye çabalıyor hepsi, birbiri ardına, durmaksızın.
Başlangıçta ışıltıyla göz kamaştıran doğuş
Erişkinliğe doğru emekliyor ve burada taç giydikten sonra,
Uğursuz yıldızlar dikiliyor karşısına, talihini karartıyor,
Ve zaman artık kendi armağanını yıpratmaya koyuluyor.
Gençliğin kabaran göğsüne saplamaya başlıyor oklarını,
Güzelliğin alnına çizgilerini çekmeye başlıyor birbiri ardına,
Doğanın insanoğluna benzeri az bulunur bağışlarıyla besleniyor,
Ve ayakta ne varsa sıra bekliyor, onun tırpanıyla biçilmek için
Yine de geleceğe umutla bakacak dizelerim, ayakta kalacak,
Amansız elinden kurtulacak onun ve sana övgüler düzecek.

65

O hüzünlü gün geldiğinde, ölümün gücü karşısında


Ne tunç durabilir, ne kaya, ne toprak, ne de engin denizler.
Böyle azgın bir canavara nasıl duyursun sesini güzellik,
Bir çiçeğinkine denk gücüyle nasıl dayansın önünde?
William Shakespeare 43

Yaz mevsiminin bal gibi soluğu nasıl dirensin,


Peşpeşe vuran koçbaşı günlerin yıkıcı kuşatması önünde!
O nasıl dirensin, yalçın kayalar bile tutunamazken,
Çelik kanatlı kapılar dökülürken Zaman önünde?
Ah, düşüncesi bile ne ürkütücü! Nereye saklansın, söyleyin,
Zaman'ın en değerli taşı; nasıl girmesin Zaman'ın sandığına?
Hangi güçlü el durdurabilir bu ayağına tez zorbayı,
Kim alıkoyabilir onu güzelliğe kıymaktan?
Hiç sanmam biri çıksın, meğer ki bir mucize olsun,
Ve şu kara mürekkepte hep parlasın sevdiğim.

116

Gerçekten seven gönüller engel tanımaz hiç.


Sevgi denmez, değişen her duruma uyup da değişen,
Yolundan sapar görüp de karşısındakini,
Doğru yolda yürümeyi bırakan sevgiye.
Oh, hayır ! Engin denizlere karşı dimdik çakılı,
Fırtınalar önünde hiç sarsılmaz bir işarettir o;
Yolunu şaşırmış teknelerin kılavuz yıldızıdır;
Yüksekliği ölçülür ölçülmesine; ama bulunmaz değerini bilen.
Zaman orağını savurduğunda, alıp götürse de o çelikten eğri
Kiraz dudakları, pembe yanakları; Zaman'ın eğlencesi olmaz sevgi.
Göz açıp kapayıncaya dek geçse de saatler, haftalar;
Eğer bu yanlışsa ve kanıtlayan olursa bana,
Hiç yazmamışım demek ve hiç seven olmamış yeryüzünde.

129

Ruhtan utançlı bir kopuş, can suyunun çekilişidir damardan


İşbaşında şehvet ve işini görünceye dek, şehvet
Yalancıdır; gözü dönmüş, kanlı, baştan ayağa suçlu,
Amansız, acımasız, zorba, kıyıcı, kaypaktır.
Ereğine ulaşmasıyla hor görmesi bir olur;
Aklı başından gider ararken ve elde ettikten sonra aradığını,
Akıl sır ermez nefretine; oltaya takılmış yemdir sanki,
Özenle hazırlanmıştır yutanı çıldırtmak için.
Çıldırmıştır, avının peşindeyken de, ele geçirse de,
Aldığında azgın, alırken azgın, aklına koyduğunda azgındır.
Göksel mutluluktur doyumu, arkası acı bezginlik.
44 William Shakespeare

Coşkulu bekleyiştir öncesi; sonrası, yalnızca bir düş.


Yeryüzünde yok bunu bilmeyen; ama bilen de yok
Kişiyi cehenneme götüren o cennetten sakınmayı.
Çevirenler : Saadet Bozkurt - Bülent Bozkurt

ANTONİUS VE KLEOPATRA'DAN

ANTONİUS

Ah, nerelere sürükledin beni, Mısırlı!


Gör, nasıl utancımı saklayıp gözlerinden
Arkamda kalan şeylere,
Şerefsizce yıktığım geçmişime bakıyorum.

KLEOPATRA

Ah, Antonius efendimiz!


Bağışla benim korkak gemilerimi.
Ardımdan geleceğin geçer miydi aklımdan!

ANTONİUS

Sen çok iyi biliyordun, Mısırlı,


Yüreğimin iplerle bağlı olduğunu dümenine,
Biliyordun beni çekip götüreceğini.
Biliyordun yüreğimi avucunda tuttuğunu,
Gözünü kırpmakla beni
Tanrıların buyruklarından dışarı çıkarabileceğini.

KLEOPATRA

Ne olur, bağışla beni!

ANTONİUS

Bir delikanlıdan barış dilenmem gerekiyor şimdi benim


Korkup, boyun eğip alçalmam gerekiyor benim;
Antonius ve Kleopatra 'dan 45

Ben ki yansını keyfimce yönetiyordum dünyanın,


Mutlu ya da mutsuz edebiliyordum dilediğimi.
Beni ne kadar kazandığını biliyordun elbet;
Biliyordun sevgimle yumuşayan kılıcımın
Her işte senin elinde olacağını.

KLEOPATRA

Bağışla, bağışla beni!

ANTONİUS

Ağlama sakın, bir damla göz yaşın senin


Kazanıp yitirdiğim her şeyden üstündür.
Bir kez öp beni, yalnız bu değer bütün verdiklerime.
Bizim öğretmeni yollamıştık, döndü mü geri?
Sevgilim, yüreğim kurşun gibi ağır:
Şarap getirin içerki odaya, yiyecek getirin!
Kader bilir ki biz,
Sillesini de yesek kaderi küçümseriz.
(III., xi)
Çeviren : Sabahattin Eyuboğlu

BenJonson
İngiltere, 1572 - 1657

CELIA'YA

Kadeh kaldır bana salt gözlerinle,


Ben de vereyim gözümle karşılık,
Ya da bir öpücük bırak kupada
Şaraba hiçbir ger�k kalmaz artık.
Susuzluğumuz ruhtan geldiğinde
Ararız tanrılardan bir ferahlık,
Zeus'un nektarını bile ama
Sana değişmek olur budalalık.

Bir çelenk göndermiştim sana gülden,


46 Ben Jonson

Bu değildi ama sana bir sunu,


Gerçekte onu düşünüp diyordum:
Düşünülemez orada solduğu.
Ama bir üzerine soludun sen
Ve bana geriye gönderdin onu,
O zamandan beri yok hiçbir kuşkum
Saçıyor artık bir senin kokunu.
Çeviren : Şavkar Altınel

JobnDonne
İngiltere, 1572 - 1631

ŞAİRDEN YATAGA GİREN Y ARiNE

Gel, hanım, gel halim kalmadı gözümü kırpacak


Bu dert beni ya öldürecek, ya kurtaracak;
Hani çoğunluk hasmıyla göz göze gelir de insan
Dövüşmese de karşıdan kollamaktan yorulur ya ...
Çıkar şu kasnağı, cennetin halesi gibi
Işıldar da cennetden alasını kuşatır.
Çöz üstündeki şu pırıltılı göğüslüğü,
Çöz de ayran budalaları baksın, apışsın kalsın.
Soyun dantellerinden, sen soyunurken 'haydi' diyor
Ahengi çıngırakların, 'geldi yatma vakti '
Çıkar şu hasetle baktığım bahtiyar baleni,
Nasıl o kadar yakın da tenine hem de o kadar
pervasız!
Çıktı mı elbisen, öyle bir manzaradır ki görünen
Sanki çiçekli kırlardan
Gölge devşirir gibi tepeler.
At gitsin şu telden tacı, at da çıksın meydana
Saçlardan tacın lüle lüle başında.
Haydi şimdi de sıra şu kunduralarda, sonra
Gel gir aşkın kuytu mabedine, bu kuştüyü yatağa.

Derler ki böyle beyaz elbiselerle görünürmüş


İnsanoğluna cennetin melekleri; Senin meleğim,
Muhammed'in cennetinden aladır sunduğun
Cennet; Huzur bulmayan ruhlar
Beyaz giyip dolaşırmış bir de, bundan da
John Donne 47

Anlamalı ki kötü ruhlar denilen şey başka


Bunlar diken diken eder saçımızı korkudan
Berikiler ise tüylerimizi ürpertir çok çok.

İzin ver okşayan ellerime, bırak gezinsin


Keyfince öne, arkaya, araya, yukarı, aşağı
Ey benim Amerika'm! Seyyahın yeni ayak bastığı diyarlar,
Bir krallık ki ancak tek nefer oldu mu
Ordusu, rahat eder içim, cevher madenim benim,
Sultanlığım, ne bahtiyarlık gezmek seni karış, karış!
Ancak böyle bağlandı mı elim kolum özgürüm ben
Elimin değdiği yer mührümdür o zaman.

Çırılçıplaklık! Senden başlar bütün hazlar,


Bedenden azade ruhlar misali elbiseden azade
Olmalı ki bedenler bütün bütüne tadılsın zevkler.
Atalanta'nın altın topları sanki
Siz kadınların takıp takıştırdığı,
Atılmış erkeklerin önüne, öyle atılmış ki
Baktı mı budalanın biri, sırf ziyneti
Görür çamurdan ruhu, kadını seçemez gafil.
Bir de anlayışı kıt adamlara resimler yaparlar
hani,
Ya da cicili bicili kitap ciltleri, işte öyle
Giyinir kuşanır bütün kadınlar.
Halbuki öyle derin kitaptır ki hepsi, ancak
(Eğer şadederlerse iltifat edip)
Bize kısmet olur açıp açıp okumak. Madem ki böyledir,
Göster bana kendini, utanma sıkılma
Eben farzet beni, sıyır şu beyaz çarşafı
Eldeğmemişliğin ne vebali var ne günahı.

Sana yol olsun diye ilk ben soyundum bak;


Bu tereddüt neden? Var mı daha ala
Sanp sarmalayan kadını, erkekten?
Çeviren : Fatih Özgüven

AGLAMA BEN GİDERKEN

Nasıl ayrılırlarsa bu dünyadan


Sessizce olgun, erdemli insanlar
Beklerken tüm dostları dört bir yandan
48 John Donne

Gidiyor galiba, hayır daha var

Bırakalım biz de birbirimizi


Fırtınalar koparmadan hiç öyle,
Günah olur göstermek sevgimizi
Sevginin sırrını bilmeyenlere.

Korkutucudur sarsılışı yerin,


İnsanlar anlam vermeye çalışır,
Ama titreyişleri kürelerin
Daha büyükse de duyulmaz kalır

Sevgileri bedeni aşmayanlar


Dayanamaz ayrılık acısına
Çünkü ansızın ellerinden kaçan
Sevmek dedikleri ne varsa adına,

Oysa, bağlanmış ince bir sevgiyle


Kendimizin bile anlamadığı,
Uslarımız yeter de artar diye
Biz bırakırız el, göz ve dudağı.

Eksilmez hiç birleşmiş ruhlarımız


Dolayısıyla benim gidişimle,
Tam tersine genişler varlığımız
Altın dövülüp incelmişçesine

Ayrıyız çünkü ayrıysak da eğer


Bir pergelin iki bacağı gibi:
Sen o bacak ki görünmeden döner
Açık açık döndüğünde öteki

Ve ayrılmasa da bir an ortadan


Eşi olduğunda uzaklaşacak
Eğilip uzanır onun ardından
Dönüşünü kalkıp karşılayarak.

Olacaksın hiç sarsılmaz desteğim


Giden benim tam öyle sen de işte,
Yardımınla son bulacak çemberim
Ve döneceğim başladığım yere.
Çeviren : Şavkar Altınel
Robert Herrick 49

Robert Herrlck
İngiltere, 1591 - 1674

" K İRAZ VAR, K İRAZ... "

Kiraz var ,..diyorum, hey kiraz


Güzel ve olgun, alın biraz.
Nerede diye sorarsanız
Derim size : İşte o ağız,
Julia'm gülümsediğinde
Onun dudaklarıdır bence
Kirazla dopdolu o ada
Yaz kış demeden yıl boyunca.

JULIA'NIN GİYSİLERİ ÜSTÜNE

Julia'm giyindiğinde ipekler


Ah bana görünür nasıl da şeker
Sıvılaşıp akan o giyecekler,

Sonra bir de tutup göz attığımda


O iki yana serbest sallanışa
Gönlüm kapılır o parıldayışa.
Çeviren : Şavkar Altınel

Andrew Marvell
İngiltere, 1 621 1678

NAZLI SEVGİLİSİNE

Olmayaydı yer ve zamanımız az


Suç olmazdı, sevdiğim, bütün bu naz.
Oturur düşünürdük fasıl fasıl
Nereye gidelim, sevelim nasıl.
Yakutlar bulurdun Ganj boyunca sen
Ben Humberlar'da yakınır dururken.
Severdim seni olup sadık kulun
Yıllarca önce tufanından Nuh'un,
50 Andrew Marvel/

Sen de dilersen bana hayır derdin


Yahudiler değiştirene dek din,
Olurdu krallıklardan da kocaman
Sebze sevgim onlardan da ağırdan;
Yüz yıl verirdim alnını süzmeye
Ve gözlerine övgüler düzmeye,
İki yüz bir göğsünü sevmek için,
Ama kalanına en az otuz bin,
Bir çağ ayırırdım her bir parçana
Bırakarak yüreğini son çağa
Çünkü, sevdiğim, sana tam bu gerek,
Bana da yakışmaz daha az sevmek.

O kanatlı arabasıyla ama


Duyuyorum hep zamanı ardımda
Ve uzanıyor bütün önümüzde
Sonsuzluk bitmek bilmez çölleriyle.
Bir gün ne o güzelliğin kalacak,
Ne artık benim şarkım duyulacak,
Olacak o an kurtlara ziyafet
Korumakta direndiğin bekaret,
Dağılıp gidecek titiz onurun
Toprak olacağı gibi arzumun.
Mezar iyi ve sessiz yerdir ama
Sanmam ki kucaklaşılsın orada.

Onun için daha gençliğin izi


Dururken üstünde taze çiy gibi
Ve ne istediğin de okunurken
Alev alev yanıp duran yüzünden,
Eğlenelim hiç beklemeden bu an,
Farksız kızışmış yırtıcı kuşlardan
Silip süpürelim zamanımızı
O miskince yiyeceğine bizi,
Tüm tatlılığımızı biriktirip,
Gücümüzü bir araya getirip
Geçirelim zevklerimizi zorlan
Yaşamın demirden kapılarından.
Belki durduramaz güneşimizi bu,
Ama böylece koştururuz onu.
( eviren : Şavkar Altınel
Johann Wolfgang von Goethe 51

Johann Wolfgang von Goethe


Almanya, 1 749 - 1832

SEVGİLİ YAKINLIÔI

Seni hatırlarım sulara günün


Şavkı vurunca;

Seni hatırlarım, dağlara ay


Renkler verince.

Seni görür gözüm uzak yollarda


Tozlar kalkarken;

Derin gecelerde, dağ yollarında


Yolcu titrerken.

Seni işitirim, boğuk seslerle


Su yükselince;

Kırlarda sükutu dinlerim gece


Her şey susunca;

Uzakta da olsan, ben yanındayım,


Sen yanımdasın.

Gün söker, yıldızlar ışık gökte, ah.


Burada olsaydın.
Çeviren : Selahattin Batu

Frledrlch Sebiller
Almanya, 1 759 - 1805

SEVİNÇ TÜRKÜSÜ

Sevinç,.güzelim kıvılcımı tanrıların,


Cennetin kızı,
Yanıp tutuşarak coşkunluktan
Giriyoruz göklerdeki tapınağına senin.
Büyülerin birleştiriyor yeniden
52 Friedrich Schiller

Zamanın kıyasıya ayırdıklarını:


Temiz kanatlarının süzüldüğü, her yerde
Kardeş oluverir bütün insanlar.

Kim ermişse yüce mutluluğuna


Bir dost ile dost olmanın,
Kim kazanmışsa yüreğini bir soylu kadının,
Evet, kim bu yeryüzünde,
Bir cana canım diyebilmişse,
Gelsin katılsın sevincimize!
Ama kim tadamamışsa bunu ömründe,
Çekilsin gitsin aramızdan ağlayarak.

Bütün varlıklar içer sevinci


Doğanın memelerinden,
Bütün iyiler, bütün kötüler
Yürür, güller serpili yolunda sevincin.

Öpüşleri verdi, asmayı verdi bize;


Ölesiye bağlı bir dost verdi
Şehveti en küçük solucana da verdi,
Kerubi de verdi önüne Tann'nın.

Sevinçle nasıl uçar güneşler


Engin ovasında göklerin;
Koşun yolunuza kardeşler sevine sevine,
Zafere koşan yiğitler gibi!

Sevinç, güzelim kıvılcımı tanrıların,


Cennetin kızı,
Yanıp tutuşarak coşkunluktan
Giriyoruz göklerdeki yurduna senin.
Büyülerin birleştiriyor yeniden
Zamanın kıyasıya ayırdıklarını;
Temiz kanatlannın süzüldüğü her yerde
Kardeş oluverir bütün insanlar.

Milyonlarca insan, kucaklayın birbirinizi,


Bütün dünyayı sarsın öpüşmeniz;
Kardeşler, yıldızlı kubbenin üstünde
İyi yürekli bir baba otursa gerek.
Yerlere kapanmıyor mu milyonlarca varlık?
Friedrich Schiller 53

Koca dünya, sezinliyor musun Yaradanı?


Yıldızlı kubbenin üstünde ara onu,
Yıldızların ötesinde, konağı orada olsa gerek.

Milyonlarca insan, kucaklayın birbirinizi,


Bütün dünyayı sarsın öpüşmeniz.
Sevinç, güzelim kıvılcımı tanrıların,
Cennetin kızı,
Yanıp tutuşarak coşkunluktan
Giriyoruz göklerdeki yurduna senin.

Yerlere kapanmıyor mu milyonlarca varlık?


Koca dünya, sezinliyor musun Yaradanı?
Yıldızlı kubbenin üstünde ara onu.
Kardeşler! Kardeşler!
Yıldızlı kubbenin üstünde
İyi yürekli bir baba otursa gerek.

Sevinç, cennetin kızı,


Büyülerin birleştiriyor yeniden
Zamanın kıyasıya ayırdıklarını;
Temiz kanatlarının süzüldüğü her yerde
Kardeş oluverir bütün insanlar.

Milyonlarca insan kucaklayın birbirinizi,


Bütün dünyayı sarsın öpüşmeniz;
Kardeşler, yıldızlı kubbenin üstünde
İyi yürekli bir baba otursa gerek.

Kucaklayın birbirinizi,
Bütün dünyayı sarsın öpüşmeniz.
Sevinç, güzelim kıvılcımı tanrıların.
Cennetin kızı.
Sevinç, güzelim kıvılcımı tanrıların.
Çeviren : Sabahattin Eyuboğlu
54 Lord George Gordon Byron

Lord George Gordon Byron


İngiltere, 1 788 - 1824

" GEZİNMİYECEGİZ ARTIK HİÇ DEMEK "

Gezinmiyeceğiz artık hiç demek


Sabahlara kadar eskisi gibi
Hala seveceğim dese de yürek
Ve hala donatsa da ay gökleri.

Çünkü kılıç yaşıyor çok kınından,


Yıpranıyor göğüs ruhun elinde,
Yürek de nefes almalı bir zaman
Ve durup dinlenmeli sevgi bile.

Gece sevgililer için olsa da


Tan ağarsa da ah nasıl da erken,
Gezinmiyeceğiz artık bir daha
Ay ışığı göklerden süzülürken.
Çeviren : Şavkar Altınel

Aleksandr Puşkin
Rusya, 1 799 - 183 7

SEVİYORDUM SİZİ

Seviyordum sizi ve bu aşk belki


İçimde sönmedi bütünüyle.
Fakat üzmesin sizi artık bu sevgi
İstemem üzülmenizi hiçbir şeyle.

Sessizce, umutsuzca seviyordum sizi


Bazen çekingenlik, bazen kıskançlıkla üzgün.
Bu öyle içten, öyle candan bir sevgiydi ki
Dilerim bir başkasınca da böyle sevilin.
Çeviren : Ataol Behramoğlu
Gerard de Nerval 55

Gerard de Nerval
Fransa, 1808 - 1855

EL DESDICHADO

Garibim, yaslıyım, yok derdime çare bulan,


Kalesi elden gitmiş Aquitaine'li beyim ben:
Bir tek yıldızım söndü, darmadağın sazımdan
Karasevda'nın kara güneşidir akseden.

O mezar gecesinden, ey tesellim bir zaman,


Pausilippe'i, İtalyan denizini ver geri,
Ver o çiçeği, dertli gönlüme merhem olan,
Çardakta asmalarla sarmaş dolaş gülleri.

Phoibos, Amor muyum? ... Lusignan mı, Biron mu?


Kraliçenin öptüğü alnım hala kırmızı;
Mestolmuşum mağarada yüzüyorken su kızı...

İki kere muzaffer, aşmışım Acheron'u:


Orphee gibi duyurmuş sazımın her kirişi
Kah bir peri çığlığı, kah bir kız iç çekişi.
Çeviren : Afif Obay

DAPHNE

Bilir misin Daphne, o eski şarkıyı


Taflanın dibinde, beyaz defnelerin altında
Zeytin ağacının, mersinin yahut salkımsöğütlerin
O bitip bitip başlayan aşk türküsünü.

Hatı�lıyor musun büyük sütunlu eski mabedi


Dişlerini batırdığın acı limonları
İnsanı cehenneme götüren mağarayı
Mağlup ejderhadan kalan tohum oradadır.

O hep ağladığın tanrılar dönecek bir gün


Zaman getirecek düzenini eski günlerin
Bir peygamber nefesiyle ürpermede toprak .
56 Gerard de Nerval

Latinleşen Sibel, toprak tanrıçası


Uyur hala Konstantin'in takı altında
Hiçbir şey değiştirmemiş muhteşem kemeri.
Çeviren : Orhan Veli Kanık

Edgar Allan Poe


ABD, 1809 - 1849
ANNABEL LEE

Senelerce, senelerce evveldi;


Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz
ismi Anabel Lee;
Hiç bir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni.

O çocuk ben çocuk, memleketimiz


O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırlardı bizi.

Bir gün işte bu yüzden göze geldi


O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgarından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.

Biz daha bahtiyardık meleklerden


Onlar kıskandı bizi, -
Evet! - bu yüzden (şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutunun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.
Edgar A llan Poe 57

SevdadaQ. yana, kim olursa olsun,


Yaşça başça ileri,
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat göklerdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.

Ay gelip ışır, hayalin irişir


Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim, uzanır beklerim
Sevgilim, sevgilim, hayatım, gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni.
Çeviren : Melih Cevdet Anday

HELENA

Güzelliğin benim için Helena,


İznik kalyonlarıdır geçmişin,
Taşırlar mis gibi bir denizde
Bir gezegeni yavaşça, ezik, bitkin
O doğduğu sahillere.

Alışık dolaşmaya umutsuz denizlerde,


Ölümsüz yüzün, sümbül saçların
Çekti yurduma Naiade havaların,
O eski Yunan görkemine
Ve yüceliğine Roma'nın.

Görüyorum o alımlı pencerende


Seni bir heykel gibi dururken
Akik lamban elinde,
Sen, ey! o kutsal ülkelerden
Gelen, Psykhe, seni
Çeviren : ilhan Berk
58 A lfred de Musset

Alfred de Musset
Fransa, 1810 - 1857

PEPA'YA

Pepa'cığım, gece ilerleyip de


Annen odasına çekildiği an
Sen lambanın altında yarı üryan
Duaya başlarsın ya, eğilip de;

Hani rahatı kaçmış ruhun, seni


Gecenin koynuna terkettiği an;
Başlığını atarsın da başından
Yatağına bir bakarsın ya hani;

Evin bütün insanlarını saran


Ağırlık yaklaşır ya, adım adım;
Güzelim, sevgilim, Pepita'cığım,
Ne düşünürsün acaba o zaman?

Kimbilir belki bir garip kadını,


Çok acıklı bir romanda kahraman.
Umidin zoruyla meydana çıkan,
Hakikatinse yalanladığını.

Belki de ancak doğura doğura


Bir fare doğuran kocaman dağlar,
Hiçbir vakit yaşanmamış sevdalar,
Şekerlemeler, belki de bir koca.

Ah! Belki de seninki kadar iyi


Bir kalbin dostça açılmalarını;
Esvabını, oyun havalarını;
Belki de beni, belki de hiçbiri şeyi.
Çeviren : Orhan Veli Kanık
Theophile Gautier 59

Tbeopbile Gautier
Fransa, 181 1 - 1872

ÇİN İŞİ

Hayır, madame, siz değilsiniz sevdiğim,


Sevdiğim ne Ofelya, ne de Beatris;
Ne de sizsiniz, ne de siz, Jülyet'çiğim;
İri gözlü sarışın Lora, ne de siz.

Benim sevdiğim güzel şu anda Çin'de


İhtiyar akrabalarıyla oturur,
Narin çinilerden kuleler içinde;
Sarı Nehir karabatakla doludur.

Gözleri vardır şakaklara çekilen,


Bir avuçluktur küçücük ayakları
Bakır lambalardan daha aydın bir ten,
Kırmızı boyalı, uzun tırnakları.

Başını uzatır kamış kafesinden;


Kırlangıçlar geçer sürüne sürüne;
Şarkı söyler, her akşam, kendiliğinden,
Söğüt dalına, şeftali çiçeğine.
Çeviren : Orhan Veli Kanık

İLK SEVGİLİLER
(Les Cydalises)

Nerde bizi seven kızlar?


Hepsi kara topraklarda.
Daha şen, daha gamsızlar;
Daha güzel bir diyarda.

Meleklerle beraberler,
Mavi semanın dibinde;
Meryem Ana'yı överler;
Coşkun ilahilerde.

Sen ey bembeyaz nişanlı!


60 Theophile Gautier

Baharındaki bakire.
Sararmış, garip sevdalı,
Verip kendini kedere.

Gözlerimizde bir derin


Ebediyet vardı gülen.
Sönmüş ışıklan yerin,
Yanın göklerde yeniden.
Çevirenler: Sabahattin Eyubotlu - Orhan Veli Kanık

Charles Baudelaire
Fransa, 1821 - 1867

BALKON

Hatıralar annesi, sevgililer sultanı,


Ey beni şad eden yar, ey tapındığım kadın!
Ocak başında seviştiğimiz o zamanı,
O canım akşamları elbette hatırlarsın,
Hatıralar annesi, sevgililer sultanı!

O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan,


Ya pembe buğulu akşamlar, balkonda geçen.
Başım göğsünde, ne severdin beni o zaman!
Ne söyledikse çoğu ölmeyecek şeylerden!
O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan!

Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları!


Kainat ne derindir, kalp ne kudretle çarpar!
Üstüne eğilirken ey akşamın pınan,
Sanırdım ciğerimde kanın kokusu var.
Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları!

Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece.


Seçerdim o karanlıkta gözbebeklerini;
Mest olur, mahvolurdum nefesini içtikçe.
Bulmuştu ayakların ellerimde yerini.
Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece.

Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak;


Charles Baudelaire 61

Yeniden yaşadığım, dizlerinin dibinde.


O " mestinaz" güzelliğini boştur aramak,
Sevgili vücudundan, kalbinden başka yerde,
Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak!

O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler;


Dipsiz bir uçurumdan tekrar doğacak mıdır,
Nasıl yükselirse göğe taptaze güneşler.
Güneşler ki en derin denizlerde yıkanır.
O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler!
Çeviren : Cahit Sıtkı Tarancı

UZAK YERLER KOKUSU

Gözlerim kapalı, güz, bungun akşamlar,


Soluduğum sıcak kokusu göğsünün,
Düşlediğim, ötede, uzak kıyılar
Parıltısında tekdüze güneşlerin;

Uyuyor baygın, bir ada ki orada


Görülmemiş ağaçlar, olgun yemişler,
İçtenlik kadınların bakışlarında,
Erkeklerde, ince, yapılı gövdeler.

Kaçsam oraya! Kokundur yol gösteren,


Bir liman gördüğüm hep direk ve yelken,
Yorulmuş sallantısıyla dalgaların,

Burnuma çekerim, yayılmış çevrene,


Kokulan yeşil demirhindilerin,
Karışmışlar gemici türkülerine.
Çeviren : Sabahattin Kudret Aksal

GEÇMİŞ OLA

Hatıralar, ne istersiniz benden? ... Sonbahar. ..


Durgun gökte ardıç kuşları uçuşmadalar,
Güneşten, ölgün ve soluk bir ışık vurmada
İçinde poyrazlar esen sararmış ormana.
62 Charles Baudelaire

Yapyalnızdık, yürüyorduk, türlü hülyalarda;


Saçlarımız ve düşüncelerimiz rüzgarda.
Çevirip güzel gözlerini bana " Hangisi
En güzel günün? " diye sordu o billur sesi.

Bir melek sesi kadar tatlı, o kadar derin.


Hafif bir gülümseyiş cevap verdi sesine
Öptüm ellerini, ibadet edercesine.

- Ah! İlk çiçekler! Ne güzel kokulan vardır!


Ne kadar sevimli bir mırıltıları vardır
Sevilen dudaklardan çıkan ilk evet'lerin!
Çeviren : Orhan Veli Kanık

GÜZEL GEMİ

Ey güzeller güzeli, sana demem o ki,


Binbir ışıkla renk bezemiş gençliğini;
Çizmek isterim resmini tez,
Kucak kucağadır orada ilkyaz ve güz.

Andırır havada savrulan eteklerin,


O ince, upuzun, güzel gemilerin
Vuruşunu açığa, uzak;
Ardından bir uyumun, bezgince, yumuşak.

Üstünde boynunun, omuzlarının, dimdik,


Yükselir başın bir alımla görülmedik;
Taçla süslü bir bakış soğuk,
Yürür gidersin yolunda sen, göksel çocuk.

Ey güzeller güzeli, sana demem o ki,


Binbir ışıkla renk bezemiş gençliğini;
Çizmek isterim resmini tez,
Kucak kucağadır orada ilkyaz ve güz.

Göğsün ki başlar ve yuvarlaklaşır gittikçe,


Göğsün ki görülmedik en eşsiz çekmece,
Aydınlık ve yuvarlak bir düş,
İ k i kalkan onlar, şimşekler vurmuş;
Charles Baudelaire 63

O çıldırtan göğsün süslü pembe güllerle,


Saklandığı gizlerin, dolu nelerle,
Eskimiş şaraplar ve ıtır,
Orada duymak ve düşünmek sayıklamaktır.

Andırır havada savrulan eteklerin,


O ince, upuzun, güzel gemilerin
Vuruşunu açığa uzak
Ardından bir uyumun, bezgince, yumuşak.

O soylu bacakların senin avlamakta,


Çılgınca istekleri, etekler ardında,
Aranan özsuyudur aşkın,
Süzülmüş tortularından karanlıkların.

Kolların, yeni yetme erkekleri saran,


Başka mı ki uzun ve parlak yılanlardan,
Sarar aşığını sımsıkı,
Hep sende duracak o iz, çıkartma tıpkı.

Üstünde boynunun, omuzlarının, dimdik,


Yükselir başın bir alımla görülmedik,
Taçla süslü bir bakış soğuk,
Yürür gidersin yolunda sen, göksel çocuk.

HORTLAK

Gözü dönmüş bir düş gibi ürkek,


Dileğimdir yatağına dönmek;
Sokulacağım gürültüsüzce,
Oracıkta gölgesiyle gece.

Getirdim sana, esmerim, donuk


Öpüşler, ayışığınca soğuk,
Ve okşayışını yılanların
Büzülmüş dibine çukurların.

Külrengine dönünce tanyeri,


Boş bulacaksın yattığım yeri,
Buzcu!, ürperecek akşama dek.
64 Charles Baudelaire

Sevecenlikler sunmuşlar sana,


Estirmek isterim yaşamına
Bense hep korku, öfke ve çığlık.
Çeviren : Sabahattin Kudret Aksal

Gustavo Ado{fo Becquer


ispanya, 1836 - 1870

" O KARA KIRLANGIÇLAR DÖNECEK"

O kara kırlangıçlar dönecek


balkonuna yuvalarını asmaya,
ve oynaşırlarken, kanatları yeniden
çarpacak camlarına;

ama senin güzelliğinle benim mutluluğumu


seyretmek için uçuşlarına ara verenler,
hani adlarımızı da bilenler ...
işte onlar... dönmeyecekler!

Bahçendeki o gür hanımelleri dönecek


duvarlara tırmanmak için,
ve daha güzel kokularla yeniden
açacaklar akşamleyin;

ama kırağı çalıp da donanlar,


günün gözyaşları gibi, üzerinden
titreyen çiğ tanecikleri dökülenler...
İşte onlar... dönmeyecekler!

o yakan sevda sözleri dönecek


kulaklarında çınlayarak;
ve kalbin uyanacak yeniden
o derin uykusundan;

ama Tanrının huzurunda diz çökmüş,


sessizce yakaran insanlar gibi,
tıpkı benim seni sevdiğim gibi ... hiç kimse
seni bir daha öyle sevmeyecek!
Çeviren : Cevat Çapan
Thomas Hardy 65

1bomas Hardy
İngiltere, 1840 - 1928

SES

Gözümde tüten kadın, nasıl da çağırıyor, çağırıyorsun beni,


Ben artık o eski ben değilim, diyerek,
Benim için her şey olan o insanın değiştiğini,
Hani ilk kez gibi, günlerimiz aydınlıkken.

Sen olabilir misin bu duyduğum? Göreyim seni, gel


Ben şehre yaklaşırken durduğun gibi
Beni beklerken: evet, seni o zamanlar bildiğim yüzünle,
Üstündeki o uçuk mavi giysiye dek aynı!

Yoksa yalnız meltem mi aldırışsızca esen


Islak çimenler üzerinden bana doğru
Sense büsbütün eriyip gitmişsin soluk boşlukta
Bir daha duyulmayacak gibi yakından ve uzaktan?

Ve ben böyle yürüyorum işte sendeleyerek


Yapraklar dört yanımda dökülürken,
Rüzgar kuzeyden esiyor yapraklan delerek
O kadın seslenirken.
Çeviren : Cevat Çapan

Stephane Mallarme
Fransa, 1842 - 1898

RONDEL II

Sevişiriz dilersen şayet


Aşkı anmadan dudaklarınla
Bir şeycik yapamaz bize anla
Susmaktan gayri bu gülden demet

O nağmeler ki gülüşün elbet


Veremez pırıltısını asla
Sevişiriz dilersen şayet
Aşkı anmadan dudaklarınla
66 Stephane Mallarme

Sessizce sarmaş dolaş nihayet


Sylphe giymiş kıpkızıl urbasını
O hayal kanadların uçlarını
Alev bir öpüş kavrar iikibet
Sevişiriz dilersen şayet
Çeviren : Salah Birsel

YAZ ÜZÜNTÜSÜ

Sen ey, o uykulu savaşçı, kumlar üstünde,


Yorgun bir su ısıtıyor güneş saçlarında
Ve bir günlük yakarak düşman yanağında,
Karıştırıyor bir aşk içkisini gözyaşiyle.

Duruk sessizliği ak yalımın, üzüntü içinde


Dedirtti, ey benim ürkek öpüşlerim, sana:
"Tek bir mumya olmıyacağız seninle asla
Bu mutlu palmiyeler altında, eskil çölde. "

Ama ılık bir nehirdir işte saçların,


Ürküsüz boğmak orda bize tebelleş ruhu
Ve bulmak o Yokluğu senin tanımadığın.

Akan düzgünü tadacağım göz kapaklarından


Verebiliyor mu diye ezik yüreğime
Duygusuzluğunu gökyüzünün ve taşların.
Çeviren : ilhan Berk

Paul Verlaine
Fransa, 1844 - 1899

GREEN

İşte yemişler, çiçekler, yapraklar ve dallar!


İşte kalbim, çarpıntısı yalnız senin için!
O bembeyaz ellerin kalbimi kırmasalar!
Bu küçük armağanı dilerim hoş göresin.
Paul Verlaine 67

Ben geldim işte, çiğlerle bezenmiş olarak;


Alnımda seher yelinin dondurduğu çiğler,
Yorgunluğumu alsam ayak ucunda bırak!
Hayal etsem o tatlı demleri birer birer.

Bırak unutayım başımı taze göğsünde!


Hala aklımda lezzeti son öpüşlerinin.
Hayırlı fırtınadan sonra sakin, asude,
Uyusam biraz, madem uzanmış dinlenirsin.
Çeviren : Cahit Sıtkı Tarancı

Arthur Rimbaud
Fransa, 1854 - 1891

EN YÜKSEK KULENİN TÜRKÜSÜ

O sevdalar çağı dönmeli,


Dönmeli, geri gelmeli.

Dayandım nasıl, nasıl da


Unutamam bir daha işte,
O korkular, kaygılardı
Uçup gitti göklere
Bir belalı susuzluk
Karartıyor damarlarımı.

O sevdalar çağı dönmeli,


Dönmeli, geri gelmeli.

Bir çayır gibi tıpkı


Unutulmuş bir kıyıda,
Karamuklann, günlüklerin
Boyatıp çiçek açtığı,
O yabanıl uğultusunda
Korkunç pis sineklerin.

O sevdalar çağı dönmeli


Dönmeli, geri gelmeli.
Çeviren : ilhan Berk
68 Konstantinos Kava/is

Konstantinos Kavafis
Yunan istan, 1863 - 1933

DÖN

Dön sık sık ve sar beni,


·sevgili duygu, dön ve sar -
bedenin anılan canlanınca,
ve o eski istek kanı tutuşturunca:
dudaklarla ten hatırlayıp
eller birbirine değiyormuş gibi olunca.

Dön sık sık ve sar beni gecede,


dudaklarla ten hatırlayınca.

GİTTİM

Dizginlemedim kendimi. Aldım başımı gittim,


gittim ışıltılı geceye;
o yan gerçek ve kafamda
yarı belirlenmiş zevklere.
Ve başdöndürücü şaraplar içtim
şehvetle kucaklaşmaktan
korkmayanların içtiği.

ÖYLE ÇOK BAKTIM Kİ

Öyle çok baktım ki bu gözlerle güzelliğe,


gözlerim onunla, güzellikle dolu.

Bedenin çizgileri. Kırmızı dudaklar. İstekli kaslar.


Öyle saçlar ki, Yunan yontularına özgü,
her zaman güzel, taranmadıklarında bile,
ve hafifçe ak bir alna dökülen
Sevdalı yüzler, tam şiirimin
istediği gibi ... gençliğimin gecelerinde,
gizli buluşmalarımın gecelerinde.
Konstantinos Kava/is 69

İK İNDİ GÜNEŞİ

Bu oda - ne kadar iyi bildiğim bir yer burası.


Şimdi bu da, bitişik oda da işyeri olarak
kiralanmış. Acentelerin, tüccarların,
şirketlerin yazıhanesi olmuş bütün ev.

Ah, ne kadar bildik bir yer bu oda.

Bir divan vardı kapının yanında,


onun önünde bir Türk seccadesi;
hemen yanında, üzerinde iki sarı vazo duran raf.
Sağda, hayır, karşıda, aynalı bir dolap.
Ortada yazı yazdığı masa,
ve üç büyük hasır iskemle.
Pencerenin yanında yatak dururdu,
üzerinde kaç kez seviştiğimiz.

Hata buralarda olmalı bütün o zavallı eşya.

Pencerenin yanında yatak dururdu;


ortasına kadar gelirdi ikindi güneşi .

... Bir ikindi saat dörtte ayrıldık,


yalnız bir haftalığına ... Ah, ah,
bir türlü sona ermedi o hafta.
Çeviren : Cevat Çapan

William Butler Yeats


İrlanda, 1865 - 1939

İHTİYARLAYINCA

İhtiyarlayıp saçın ağarınca, uykulu


Bir halde ocağın önünde otururken
Bu kitabı sessizce oku ve hayalinden
Geçir bir zamanki o tatlı bakışlarını;

Ve hatırla o zamanlar, güzellik çağında


Nasıl gönül vermişti sana nice kişiler;
70 William But/er Yeats

Hele biri vardı, vurgundu gezgin ruhuna,


Değiştikçe yüzünde hüzünlü ifadeler.

Sonra yaklaşarak alevlerine ocağın,


Biraz kederli bir sesle usulca mınldan
Aşkın nasıl birdenbire senin yanından
Kaçıp kaybolduğunu, ardından yıldızların.
Çeviren : Turan Oflazoğlu

LEDA İLE KUGU

Birdenbire bir vuruş; çarpışı o koca kanatların


Çırpınan kızcağızın üstünde, perdeli parmakların
Okşadığı bacaklar, gagası ensesinde,
Kollarında umarsız, öyle göğüs göğüse.

Nasıl itebilir ki o ürkek parmaklarıyla


O tüylü kahramanı gevşeyen bacaklarından?
Nasıl duymaz o beyaz çırpınışın uzanıp da üstüne
Yüreğin o garip atışını yattığı yerde?

Belinin ürperişi orada belirliyor


Yıkılmış duvarları, yakılmış kuleleri
Ve ölü Agamemnon'u.
Kaptırıp kendini Leda
Boyun eğdiğine göre havanın gem vurulmaz kanma,
Acaba mal etti mi Kuğunun bilgisiyle gücünü
O aldırışsız gaga onu salıvermeden yere?
Çeviren : Cevat Çapan

Vyaçeslav İvanov
Rusya, 1866 - 1949

AŞK

İki ağaç gövdesiyiz biz, aynı yıldırımın yaktığı


İki aleviz, gece yarısı ormanında.
İki göktaşıyız, kayan, karanlıkta :
İki. çatallı bir okuz, aynı yazgının fırlattığı.
Vyaçeslav lvanov 7 1

Tek bir elin dizginlediği iki atız


Mahmuzunu tek bir elin vurduğu;
Bir çift gözüz biz, aynı bakışla dolu,
Aynı düşün, titreyen iki kanadıyız.

Bir çift acılı gölgeyiz;


O eski güzelliğin uyuduğu
Tanrısal mezarın mermeri üstünde.

İkimiz tek bir Sfenkiz kendimize


Aynı gizin, iki sesli ağzıyız biz,
Aynı çarmıhın iki kolu.
Çeviren : A taol Behramoğlu

İvan Bunin
Rusya, 1870 - 1953

SENİN BİR CEYLAN GİBİ O


MAHZUN BAKIŞINI

Senin bir ceylan gibi o mahzun bakışını


Ve ne varsa, öylesine yürekten sevdiğim o bakışta
Unutmadım, üstüste yığılan hüzünlü yıllarda
Fakat görüntün, zihnimde gitgide dumanlandı

Gün gelir, yürekte hüzün de söner artık;


Ne mutluluğun, ne acıların olduğu bir yerde
Düşler de, anımsayışlar da silinir gitgide
Kalır sadece, her şeyi bağışlatan bir uzaklık ...
Çeviren Ataol Behramoğlu

Paul Vatery
Fransa, 1871 - 1945

ADIMLAR

Adımların, çocukları suskumun,


Kutlu ve yavaşça gelip durmuşlar,
Yatağına doğru işte kuşkumun
72 Paul Valery

Öyle sessiz donmuş ilerliyorlar.

Sen ey o arı kişi, kutsal gölge


Güzel böyle ayakların nasıl da!
Tanrılar! nice armağanlar nice
Gelir bana bu çıplak ayaklarda.

Eğer bu uzanmış dudaklarınız,


O sahibine düşüncelerimin,
Susuzluğunu yatıştırmak için
Bir öpüş hazırlıyorsa bakınız,

Çabuk bitireyim demeyiniz,


Bu canım olmak olmamak anını,
Ben ki sizi bekliyerek yaşadımdı
Ve kalbim ayaklarınızdı yalnız.

HELENAYA

Gök! benim ... geliyorum ölüm mağralarından,


Duymaya kıyıya çarpışını dalgaların,
Görüyorum altın kürekli kadırgaların
Şafakla belirişlerini karanlıklardan.

Ünlüyor kıralları şimdi bu yalnız eller,


Tuzlu sakalları parmaklarımı eğlerdi;
Ağlıyorum. Onlar utkularını söylerdi
Ardında gemilerin uzaklaşan körfezler.

Duyuyorum boynuzların, süet havaların


Kalkışına tempo tutuşunu küreklerin;
Boğuyor gürültüyü türküsü tayfaların.

Şanlı burnunda gemilerin, coşkun Tanrılar,


O eski gülüşleriyle dövdüğü denizlerin
Yontuk, dost kollarını bana uzatıyorlar.
Çeviren : İlhan Berk
Rainer Maria Rilke 73

Rainer Maria Rilke


Avusturya, 1875 - 1926

ÜÇÜNCÜ AÔIT

Biri var, sevgiliyi söylemek. Öbürü, eyvah,


o saklı, o suçlu ırmak tanrısını kanın.
Genç kız, senin uzaklardan seçtiğin delikanlı, o kendisi
ne bilir isteğin efendisini, çok zaman yalnızlığı içinde
sen daha dindirmeden ya da hiç yokmuşun gibi,
ah hangi bilinmezlikle damlayarak o tanrı başını
kaldıran, sonsuz bir ayaklanmaya çağırıp geceyi.
Ey kanın Neptün'ü, korkunç üç çatalıyla.
Ey sarmal midyeden yapılmış göğsünün karanlık yeli.
Kulak ver, gece nasıl çukurlaşıp oyuluyor. Siz, yıldızlar,
sizlerden doğmuyor mu sevenin isteği sevdiğinin yüzüne?
İçten içe kavrayışı arık yüzünü onun
bir arık yıldızdan değil mi?

Sen germedin, yazık, ne de anası gerdi


kaşlarının yayını böyle bekleyiş dolu.
Seninle değil, onu duyan kız, seninle değil
dudağının kıvrılışı daha verimli anlatıma.
Sanır mısın gerçekten, senin tüy gibi hafif ortaya
çıkışındır
onu böylesine sarsan, sen ki sabah yeli gibi gelirsin?
Gerçi onun yüreğini oynattın; ama içinde boşanan
daha eski korkulardı hafif dokunuşunla senin.
Çağır onu ... Gene bütün bütün çağıramazsın karanlık
çevresinden. İstemesine ister, kopup gelir, rahatlayıp alışır
senin saklı yüreğine, alır ve başlar kendini.
Ama hiç başladı mı kendini?
Sendin onu küçük yapan, ey ana, sendin onu başlayan:
senin için yeniydi o, yeni gözleri üstüne
iyi dünyayı eğdin, savdın yabancısını.
Ah nerede o yıllar, sen, daha fida� gibi,
kaynayan kaos'un yerini tutardın onun gözünde?
Çok şey sakladın ondan; geceleyin kuşku veren odayı
zararsız kıldın; sığınaklar dolu yüreğinden biraz
insanca uzay kattın gece uzayına odanın.
Zifiri karanlığa değil, hayır, daha yakın varlığına koyardın
74 Rainer Maria Rilke

gece lambasını, o da sanki dostluğundan ışırdı.


Tek çıtırtı olmazdı ki ona gülümseyerek açıklayamayasın;
çoktan bilir gibiydin, sofranın ne zaman canlandığını ...
Kulak kabartırdı o, yatışırdı. Öylesine güçlüydü
sevgi dolu kalkışın; koca mantosu içinde alınyazısı
dolabın ardına saklanırdı, tedirgin geleceği sığardı
hafifçe yer değiştiren kıvrımları arasına perdenin.

Kendisi rahatlamış yatardı böyle, akıtıp


gözkapakları altında o tatlılığı ön uykusuna,
senin biçimlendirdiğini oyun gibi-;
korunmuş görünürdü .... Ama içinde: Kim savar.
kim tutardı içinde aslının ırmaklarını?
Ah sakıntı yoktu uyuyan için; uyurken,
ama düş görürken, ama hummada: Nasıl bırakırdı kendini.

Daha yeni, daha ürkek, nasıl yakalaff �dı içindeki oluşun


çepçevre boy veren sarmaşıklarına dolanıp,
örnekler olurdu, boğazlayıcı üreyiş, kovalayan
hayvansı biçimler. Nasıl verirdi kendini-. Severdi.
Kendi içini severdi, içindeki yabanlığı, eldeğmemiş
ormanı.-
ve dilsiz çökmüşlüğü üzerinde ormanın, yüreği dururdu
ışık yeşili. Evet, sevdi. Bırakıp yürüdü
kendi kökleri boyunca zorlu başlangıcına,
çoktan yaşanmıştı orada küçücük doğuşu. Daha eski
kana indi severek, dar boğazlara, Korkunç'un
oturduğu, ataları yemiş, daha karnı tok.
Her Ürkünç tanıdı onu, göz kırptı, haberli gibiydi.
Evet, gülümsedi Ürkünç ..... Azdır senin
öyle gülümsediğin, ana. Nasıl sevmezdi artık,
ona gülümsemişti ya. Senden de önce
sevmişti onu, çünkü sen daha karnında taşırken,
tohumu çimlendiren özsuyun içindeydi.

Bak, biz çiçekler gibi tek bir yılın uzayından


sevmiyoruz; biz severken öncesi düşünülmez
özsu yükseliyor kollarımıza. Ey kızlar.
işte bu: İçimizde seviyoruz biz. Geleceği, bir tek
çocuou değil, mayalanmakta olanı sayısız:
babaİarı seviyoruz, yıkılmış dağlar gibi
derinimizde yatan; bir zamanki anaların
Rainer Maria Rilke 75

kuru dere yatağını -; ses vermez ülkeyi bütün,


o apaçık ya da bulut bulut yazgı
altında -; işte bu, genç kız, senden öncesi.

Sen kendin, ne bilirsin, hangi uzak çağları


dirilttiğini sevenin içinde. Başkalaşmış varlıklardan
hangi duygular yol bulup yükseldi. Ne kadınlar kin duydu
sana.
Bilmezsin, ne karanlık adımlar uyandırdın
damarlarında onun. Sana gelmek istedi
ölü çocuklar ... Yavaşça, ah yavaşça,
sevgi dolu bir iş yap, güvenilir, gündelik bir iş, onun
önünde,-
al onu, bahçelerin oraya götür, gecelerin o büyük
ağırlığını ver ona .....
Alıkoy onu ........ .
Çeviren : Can Alkor

Antonio Machado
hpanya, 1875 - 1939

SEVGİLİM MELTEMDİR SÖYLEYEN

Sevgilim, meltemdir söyleyen


fistanının bembeyazlığını ...
Gözlerim seni görmeyecek;
bekliyor seni yüreğim!

Rüzgar getirdi bana


adını sabah alacasında;
dağ tekrarlıyor
ayak seslerinin yankısını ...
Gözlerim seni görmeyecek;
bekliyor seni yüreğim!

Kuytu çan kulelerinde


alabildiğine çalıyor çanlar. ..
Gözlerim seni görmeyecek;
bekliyor seni yüreğim!
76 Antonio Machado

Çekiç sesleri
anlatıyor tabutun kasvetini;
küreğin sesi de
mezar yerini ...
Gözlerim seni görmeyecek;
bekliyor seni yüreğim!

GÖZLERİNDE

Gözlerinde bir giz yanıyor, el değmemiş


kızıl yonca, can yoldaşım benim
Nefret ya da aşk - bilir miyim bunu? - kara sadağının
bitmez tükenmez ışığında
Bedenim gölgeye serilene ve sandalların kuma gömülene kadar
sen benim yanımda olacaksın.
- Susuzluk mu yoksa yolumun üstündeki su musun sen?
Söyle bana el değmemiş kızıl yonca, can yoldaşım benim.

AŞKIM MI?

Aşkım mı? .. Söyle bana anımsar mısın


bu yumuşak kamışları,
bükülgen ve san,
derenin kurumuş yatağındaki?

Anımsar mısın gelinciği


kırların üzerinde kara bir tül gibi
yazın kavurup bıraktığı
solgun gelinciği?
Anımsar mısın donmuş güneşi,
alçak gönüllü, sabahleyin
ışıldayan ve titreyen güneşi
buz tutmuş bir çeşmenin üzerinde?
Çeviren : Eray Canberk
Leon Paul Fargue 77

Leon Paul Fargue


Fransa, 1876 - 194 7

TİTREYEN
Adımları saymak ve sinirleri
gevşetmek için yedi çeşitleme.

Aşk.
Aşk.
Kurşun korkusu. Karşı koyuşu avın.
Bilirim iki günümüz var ağır basan!
Sen ki tir tir titresin istersin
Paşa kızı beslemeye dokununca
Sivri laflar eden çocuk boyuna
Senin pis sözcüklerindir düşlere yatan
Kertikler gibidir kirli sözcüklerin!
Ve besleme. Yalnızken gülmeler tutan.
İnatçı aşk. Titreyen sevda!

Korku. Söyleşirsin! Loş çarşı.


Yeşil odun yalazı. Sarışın uzun servi.
Mazgal alevi, şaklayan rüzgarda.
Dal yaprak hışırtısı. Karanlık orman
İçinde mavi pencereler seyrelip duran.
Kulpu lık lık eden, dans eden lamba.
Dur diyen tepede, inatçı korku,
Ödleklerin gömme dolabı gibi
Çatırdayan havuzun gizi.
Titreyen değirmenin ayak sesi.
Alnındaki ateşi yükselten su sesi.
Korku, titreyen aşk çeşidi.
Uyuyan ırmakları, büyük bir gürültüyle,
V'ler halinde yaran gözüpek gemi
Artık su sulamaz diye ıslık çalan
Islık çalan giz. Senin oran
Yorgun bir tavırdır yontulaıda,
Sensin sadık olan. Titreyen sevda.
78 Leon Paul Fargue

Aşk. Senin ürperen oran


Loş kuşak altındaki ırmak gibi,
Bir alavere havuzu gibi
Tiz yelesindeki koca uğultuyla
Kemanların yalpak sesini aşağılayan.
Oran. Jeton gürültülü kovan.
Rahatsız edilmiş yabanarılarının dertli kovan·
Çiçek dikenlerini köreltip duran
Sakar askerin parmağındaki dolama.
Üşüyen çiçekler, dokununca.
Ve karasu, yaşlı titrek atın bacağında.

Korku. Hışırdayan koca meşe


Üzgün ve yalnız, ilk sırada olmaktan.
Suratı, geçen tekinsiz herifin.
Karanlık dalganın sargacını
Bir aşık sanan kurtarıcı.
Karanlık sarmal, vida adımlı!
Parlak bileziklerde leke çukuru
Sallanan koca teknenin kaygan öpüşünde
Koni biçiminde oyulmuş olan!

Irmağı Viterbe'li kadınların


Sapık uçuşu eşek arılarının
Ses düzeyinde çalışma!
Kurumuş dudak ve alev kıvrımı.
Obur. Gürültüsüz ve gün ortasında
Kapaklanan hızlı beygir.
Diz kıran dul, saygıyla.
Alevden servi, budanan.
Ve altın yıldızı karartan.

İyilikçi el, ısıtan el,


Ve öteki el, tertemiz buz tutan.
Leon Paul Fargue 79

Can çekişenin kapısı önünde


Bir avuç güneşin öptüğü saman.
Kuş gibi, daha doğrusu kılıç gibi
Kavranan kadın fazla sıkmadan.
Uzaktan gülümseyen ağız
Ölüp dirildiğin şeye bakıp duran.
Ve sevdalı kıraliçenin gözlerinde
Hoşa gitmez tek şey yok sanan ordu
Ve gideren az biraz uyuşukluğunu
Ve seğiren gözlerini pek tutamayan.

Avlananın korkusu. Titreyen sevda.


Severim iki güdünüzü, ağır basan.
İnatçı korku. Titreyen sevda.
İyi bilirim yordamını senin.
Hakçası ustayım gece içinde.
İnatçı aşk. Titreyen sevda.
Sen en zavallı ruhun da
Durursun pervazında kenarında
Balkona konmuş bir kartal gibi.
Bense gamsız tasasız yolcu
Bir şeyler dilemişimdir güzelliğinden
İnatçı aşk. Titreyen sevda.
Oyuk saati ölümün.
Onu güzel gözlerinde kutluyorum.
Yaralı göğüsler ayırt ediyorum.
Yalnız geceleri gören çiçekler.
Ve düşünülenin gerçekleşmesi.
Ama gözeteceksin değil mi gözlerimizi
Acı çekiyorsak ağlatacaksın bizi
Ağlarken eriyoruz az buçuk mutluluğa
İnatçı aşka. Titreyen sevda!
Çeviren : Cemal Süreya
80 Endre A dy

Endre Ady
Macaristan, 1877 - 1919

YARIDA KALAN

Ah o yanda kalan öpüşlerin ateşi,


Kalplerimizi yakan,
O serin akşamlarda koşarız deli gibi
Mahvoluruz ağlamaktan,
Bulamayız o yeri.

Kaç kere yarım kaldı. Kaç kere ... sarmaş dolaş,


Ben raşeler içinde.
Arzu içinde yanan dudaklarımda telaş,
Seninkilerde telaş...
Olmayacak bugün de.

Bir tek defa öpüşsek şöyle bir kana kana


Rahat ölebiliriz.
Ateş çağırıyor bak, gitmek lazım o yana.
Neden daha acaba biz
Vakit geçirmekteyiz?
Çeviren : Orhan Veli Kanı;.

BAKIŞINI İÇİMDE SAKLIYORUM

Elini tutup çekiyorum


Yaşlanmakta olan elimle
Saklıyorum bakışlarını
Feri sönmüş gözlerimde.

Korkunun kovaladığı bir yaban hayvan gibi


Varıp geldim yamacına
Hep sıkıntı ve ürkü içinde
Bekliyorum seninle aha.

Elini tutup çekiyorum


Yaşlanmakta olan elimle
Saklıyorum bakışlarını
Feri sönmüş gözlerimde.
Endre A dy 81

Neden ve henüz bilmiyorum


Ne güne dek senin kalacağımı
Elini tutuyorum ve işte
İçimde saklıyorum bakışlarını.
Çeviren : Tahsin Saraç

Cari Sandburg
A .B.D. 1878 - 1967

DUY ARCININ AŞKI

Kendimi öldürmeyi düşündüm


Ben yalnız bir duvarcı,
Sense,
Eczanesi olan adama aşık
Bir kadınsın diye.
Artık eskisi gibi düşünmüyorum.
Tuğlaları eskisinden daha düzgün diziyorum.
Elimde mala, öğleden sonraları,
Daha yavaş sesle şarkı söylüyorum.
Hele gözüme güneş gelip de
Altımdaki merdiven titreyince,
Üstelik harç tahtalarını da
Yanlış yere koyarsam,
Bil ki, seni düşünüyorum.
Çeviren : Cevat Çapan

Wallace Stevens
A .B.D. 1879 - 1955

YENİDEN AŞK DEMEK

Kendi türkülerinden habersiz gece,


Ben nasıl bensem, o da öyle o:
Bunu anlayınca en iyi anlıyorum kendimi,

Seni. Yalnız ikimiz alıp verebiliriz


Verecek neyimiz varsa birbirimize.
Yalnız ikimiz biriz, ne seninle gece.
82 Wallace Stevens

Ne geceyle ben; seninle ben, yalnız,


Yapayalnız, o denli birbirimizle,
Delice ötesinde bilinen yalnız kalmaların.

Gece arkamıza düşen karanlık sade,


Sonuna dek yalansız
Birbirimize yansıttığımız solgun ışıkta.
Çeviren : Cevat Çapan

Aleksandr Blok
Rusya, 1886 1921
-

Yiğitliği, atılganlığı, ünü


Bu perişan yeryüzünde artık unutmuştum,
Hafif çerçevesiyle yüzün
Üzerinde masamın ışıldıyordu.

Saat geldi, evden aldın başını


Gittin, ben kutsal yüzüğümüzü attım geceye.
Bir başkasına teslim ettin sen yazgını
Ve eşsiz yüzün silindi belleğimden.

Günlerin ilençli oğulu döne döne uçtu .. .


Şarap ve tutku acılara boğdu hayatımı .. .

Kilisenin rahlesi önünde anılarınla durdum,


Ve gençliğimi çağırır gibi, seni çağırdım.

Seni çağırdım göz atmadın ama dönüp,


Döktüğüm gözyaşlarına gönlünü indirmedin.
Mavi harmaniyene hüzünle büründün,
Evi bıraktın gittin derinlerine ıslak gecenin.

Mağrur çalımına bir sığınağı, bilmiyorum,


Nerede buldun, sen sevgilim, sen narinim ...
Ağır uykulardayım, düşümde görüyorum,
Giyinip geceye gittiğin mavi harmaniyeni.

Düşlemek yok artık o ünü, o inceliği,


A leksandr Blok 83

Gençlik geçti, göz açıp kapayıncaya kadar uçtu


her şey!
Yüzünü senin hafif çerçevesiyle
Elimle topladım masanın üzerinden.

RESTORANDA

Hiçbir zaman unutmam (o akşam mıydı,


Değil miydi yoksa): gündoğumu yangınlarda
Közlenmişti ve kenarlara yığılmıştı gökyüzü
Ve fenerler yanıyordu sarı şafakta.

Oturuyordum dolu bir salonda, pencere önünde.


Şarkıları duyuluyordu köşelerde kaynaşan sevgililerin
Kara bir gül yolladım sana kadehinde
Gökyüzü gibi altın bir ünlemin.

Bir göz attın. Karşıladım utangaç ve mağrurca


Senin çalımlı bakışını ve selamladım.
Kavalyene döndün ve özellikle kıncı
Mınldandın: " Bu da işte, sevdalım "

Ve patlamayla cevap verdi buna kemanlar,


Yükselen ve sönen bir şarkı duyuldu köşelerden.
Tüm benimleydin ama sen toy aldırmazlığınla
Ve belirsiz titreyişiyle ellerinin.

Can attın ve uçtun ürken bir kuşun çırpınışıyla,


Geçtin, hafif düşüm gibi benim
Kirpiklerin uyukluyordu, lavanta havası bıraktın ardında,
Ve telaşla fısıldadı ipek giysilerin.

Aina gözlerin beni arıyordu aynaların derinlerinde


Ve, attığın bakışta bir çığlık: " Avla! .. "
Gerdanlığın tınladı, oynuyordu bir çingene
Ve sevda sözleri haykırıyordu şafağa.
Çeviren : Azer Yaran
84 Guillaume Apollinaire

GuiUa,ume Apollinaire
Fransa, 1880 - 1918

MIRABEAU KÖPRÜSÜ

Seine akıyor Mirabeau Köprüsünün altından


Ve şu bizim aşkımız
Olur mu durasın şimdi anımsamadan
Sevincin geldiğinde ancak acının ardından

Çalsana saat insene ey gece


Günler geçiyor bense hep aynı yerde

Yüz yüze duralım böyle elin elimde kalsın


Ve aksın dursun
Sonsuz bakışlar dalgalar yorgun argın
Köprüsü altından kollarımızın

Çalsana saat insene ey gece


Günler geçiyor bense hep aynı yerde

Aşklar akıp gidiyor şu akarsu gibi


Akıp gidiyor aşklar
Hayat öyle durgun öyle yavaş ki
Ve umut nasıl zorlu nasıl depdeli

Çalsana saat insene ey gece


Günler geçiyor bense hep aynı yerde

Günler geçiyor günler haftalar yaman


Ve dönmüyor geri
Ne çıkıp giden aşklar ne geçen zaman
Seine akıyor Mirabeau Köprüsünün altından

Çalsana saat insene ey gece


Günler geçiyor bense hep aynı yerde.

ÇANLAR

Güzelim esmerim aşkım benim


Çalan çanları dinle bir iki
Guillaume Apollinaire 85

Biz kimse görmez sanıyoruz ya


Şu çılgınca seviştiğimizi

Gizlenmek olası değil oysa ki


Gökyüzlerini tutmuş çanlardan
Millete ilan eden aşkımızı
Gözleyip gözleyip yukarlardan

Herkesler duyacak nasıl olsa


Marie, Catherine, seviştiğimizi
Fınncı kadın, sonra kocası,
Gertrude sonra, halamın kızı

Tefe koyarlar garanti bizi


Durmak haram artık bu yerde
Seni düşünerek ağlayacağım
Kimbilir öleceğim belki de
Çeviren : Cemal Süreya

BİR KUŞ ÖTÜYOR

Bir kuş ötüyor bilmem nerede


Bu senin ruhundur uyanık kalmış
Bir paralık askerler arasında
Ve kulağımı büyülüyor kuş
Hangi daldadır bilemiyorum
Dinle bak ötüyor tatlı tatlı
Ve büyülüyor beni her yerde
Gece gündüz pazar hafta arası
Ama ne söyleyim bu kuş üstüne
Ne söyleyim değişimler üstüne
Candır çalılıkta öten
Yürek göğe dönüşür gökse güle
Askerlerin kuşudur aşk
Benim aşkımsa bir kızdır
Soluk kalır yanında gül
Mavi kuş yalnız bana şakır
Mavi yüreğidir mavi kuş
Gök yürekli aşkımın sanki
86 Guillaume Apollinaire

Mahrum bırakma tatlı ötüşünden


Bu uğursuz makineli tüfeği

Ufukta patlayan ve sonra


Bunlar serpilen yıldızlar mıdır
İşte böyle geçer günler geceler
Mavi aşk tıpkı yürek gibidir

NERDEN BİLEYİM SEVGİLİM

Nerden bileyim sevgilim beni hala sevdiğini


Bak iniltileri geliyor akşam borularının yine
Önümde resmin sevgili Lou taparcasına seviyorum seni
Ve sen hala gülümsüyor gibisin sevgiline

Tek haber yok senden kuzum ne oldu sana


Ölü müsün diri misin vazgeçtin mi yoksa sen
Bir gün bu topçuya verdiğin aşk sözünden
Ölmeyi çok isterdim yabancı bir kıyıda

Ey Lou büyük acım ey Lou kırık yüreğimsin sen


Tatlı bir av borusudur sesin kulaklarımda
Ve görmekteyim işte o başımı döndüren
Yumuşak ve şaşkın bakışını uzakta çok uzakta

Saçlarından öpüyorum kalbimin tek hazinesi


Ve senin aşkının ilk kanıtıydı onlar
Sesin anılarım uzaklaşiyor ey boruların sesi
Hayatım güzel bir kitap ve çevriliyor sayfalar

Elveda Lou'cuğum gözümden yaşlar


boşanıyor bir daha göremiyeceğim seni
ölünceye kadar
Sevgili Lou yükseliyor ikimizin arasında
Gölge
Ve hatırla bazen beni sevdiğin zamanları da
Saat
Ağlar
Tam üç
Defa
Nimes, 1 1 Mart 1915
Guillaume Apollinaire 87

ORADA ÖLSEYDİM ! ! !

Orada ölseydim cephede savaşırken


Birtanem, Lou, gün boyu ağlardın sen
Parçalanan merminin ölmesi gibi
Bir tek anı bile kalmayacaktı benden
Güzel bir mermi çiçekli mimozaya benzeyen

Ve dört bir yanda paramparça anılar


Bütün dünyayı örtecekti kanımla
Deniz kayan yıldız vadiler ve dağlar
Uzayda olgunlaşan o şahane güneşler
Altın meyveler gibi Baratier etrafında

Unutulan ama her şeyde yaşayan anılar


Kıpkırmızı yapacaktım güzel göğüslerinin pembe ucunu
Kıpkırmızı yapacaktım ağzını ve kan rengi saçlarını
Hiç yaşlanmayacaktın bütün bu güzel şeyler
Aşık kaderler için hep genç kalacaktı

Kanımın kaçınılmaz fışkırışı dünyaya


Güneşe verecekti daha fazla bir ışık
Daha fazla renk çiçeklere daha fazla akış suya
Dünyaya hiç duyulmamış bir sevgi inecekti
Sevgili daha güçlü olacaktı sereserpe vücuduyla

Lou orada ölürsem unutulan anıyı


- Hatırla bazen beni çılgınlık anlarında
Gençlik dolu aşk dolu ateşli günlerinde
Kanımdır yanıp tutuşan kaynağı mutluluğun
En mutlu sen ol çünkü en güzel sensin

Ey biricik aşkım ey büyük çılgınlığım

Lou gece oluyor


Orada duyuluyor
Uzun çok uzun kaderi kanın
Nimes, 30 Ocak 1915
Çevirenler : Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet
88 Juan Ramon Jimenez

Juan RamonJimenez
ispanya, 1881 - 1953

GECE İLAHİSİ

Bir yıldız ve bir damla göz yaşım


değdiler birbirlerine ve birden
bir tek damla oldular
tek bir yıldız.

Kör olup kaldım sevda ile


ve sevda ile kör olup kaldı gökyüzü.
Bütün evrendi - ne fazla ne ek.sik -:
yıldızın kaygısı, gözyaşının ışığı.

AŞK UÔRAŞI

Sakin olsun herkes, çalışıyoruz biz:


ateşçi ocak başına; gözcü
gözetleme yerine; serdümen dümene;
ressam tablolanyla; radyocu
dinlemeye; marangoz çekiçleriyle;
kaptan emirleriyle; kadın da,
süslenerek, iç çekerek, coşkuyla .

... Ben de, tutkulu, tutku veren yaratıcı;


bir aşk uğraşında
alabildiğine bilinçli,
güneş gibi ya da ay gibi, tann,
herkes için bir tek olan dünya.
Çeviren : Eray Canberk
William Carlos Williams 89

William Carlos Williams


A .B.D., 1883 - 1963

AŞK TÜRKÜSÜ

Burada uzanmış seni düşünüyorum: -

sevdanın lekesi yayılmış


yeryüzüne!
Sarı, san, sarı
yaprakları kemiriyor,
safrana buluyor
boynuz gibi uzayıp
dümdüz mor bir göğe yaslanan
dallan!
Hiç ışık yok
yalnız bal rengi bir leke
yapraktan yaprağa
daldan dala damlayıp
bütün dünyanın
renklerini bozan -
sen uzaklarda
batının şarap rengi örtüsünün altında!

YERİ CENNET OLAN MARKUS ANTONİUS'A

Otlardan, ağaçlardan, bulutlardan


kaçıncıdır yansıyan
bu yumuşak sabah güneşi
giriyor poyraza bakan odama
otlar, bulutlar, ağaçlarla
okşayarak duvarları.
Antonius,
ağaçlar, otlar, bulutlar.
Neden Aktium'da gemilerinle
ardından gittin
o güzelim kadının?
Umarım ki onu
o küçücük ayaklarından
saçlarının köküne
90 William Carlos Williams

ve tepeden tırnağına kadar


her hücresini bildiğin
ve savaşın hışmından
üstün tuttuğun için yaptın bunu -
bulutlar, ağaçlar, otlar -

ne de olsa sen şimdi


cennette dinliyorsundur bunları.
Çeviren : Cevat Çapan

Angelos Sikelianos
Yunanistan, 1884 - 1951

İLK YAGMUR

Açık pencereye yaslanmış bakıyorduk.


Her şey uyum içindeydi duygularımızla.
Tarlalarla bağları karartıyordu
kükürt rengi bulutlar
ve gizli bir çalkantıyla
ağaçlarda inlerken rüzgar
göğsü otları okşayarak
uçup gitti hızla kırlangıç.
Sonra birden, büyük bir gürültüyle
yırtıldı gökler ve raksederek
boşandı yağmur.
Tozlar uçuştu havada.
Bereketli toprağın kokusuyla
titrerken burun deliklerimiz,
dudaklarımızı araladık
içimize işlesin diye sular.
Sonra yan yana, yüzlerimiz
sütleğen ve zeytinler gibi
yağmurdan sırılsıklam,
" Nedir bu koku, " diye sorduk,
"bu oğul anlar gibi havaya yayılan?
Belsem mi, çam mı, kenger mi,
yoksa kekik mi? "
Öyle yoğundu ki kokular,
soluk aldıkça içime doldu hepsi
Ange/os Sikelianos 91

ve sonsuz bir meltemin okşadığı


bir saz gibi titredim
gözlerim gözlerini bulup
damarlarımdaki kanın
çığlığını işitinceye değin.
Asmanın üzerine eğilip
ürperen yapraklardan bir bir
o tatları tatmak çiçekleri solumak istedim;
oysa aklım üzüm salkımlan gibi yoğun,
soluğum böğürtlenlere takılı
tatlarla kokulan tek tek seçemedim
ve insan nasıl aynı anda tadarsa
kaderin kadehinden acı ile sevinci,
ben de öyle tattım aynı anda hepsini;
ve kolunu beline doladığım anda,
bülbül gibi şakırdı, ırmaklar gibi aktı
damarlarımda kanım.
Çeviren : Cevat Çapan

Ezra Pound
A .B.D., 1885-1972

OYUNCU KADIN

Karanlık gözlü,
Ey düşlerimin kadını,
Fildişi sandallı,
Benzerin yok dans edenler içinde,
Yok ayaklan senin gibi kanatlı.

Seni çadırlarda bulamadım,


Kınlan karanlıkta.
seni kuyu başında bulamadım,
Testili kadınlar arasında.

Ağaçtan filizlenen dal gibi genç kolların;


Yüzün bir aydınlık akarsu.

Badem gibi ak omuzların,


Soyulmuş körpe bademler gibi.
Bakır kafeslerin ardında
92 Ezra Pound

Harem ağalarıyla korumuyorlar seni.

Yaldızlı maviler, gümüşler dinlendiğin yerde.


Sırtında sırma telle işlenmiş koyu giysiler,
Ey Nathat-İkanaye, " Irmaktaki ağaç" .

Otlarda akan su gibi üzerimde ellerin,


Parmakların donmuş bir dere.

Ak çakıl taşlan bakıcı kızların,


Duyulur çevrende türküleri!

Benzerin yok oyuncular içinde,


Yok ayaklan seninkiler kadar hızlı.

DORIA

Karanlık savrulann ölümsüz anlannca


benim ol,
Sevinci gibi çiçeklerin
geçici değil.
Beni güneşsiz yarların,
külrengi suların
Korkunç yalnızlığında sev.
Bizden söz etsin tanrılar
Gelecek günlerde,
Gölgeli çiçekleri Orkus'un
Ansınlar seni.

BİR KIZ

Ellerime girdi ağaç,


Suyu kollarıma yürüdü;
Göğsümde boy verdi ağaç
Aşağı doğru.
Dallar dallanır benden kollar gibi.

Ağaçsın sen,
Yosunsun,
Üzerinden yeller esen menekşesin.
Ezra Pound 93

Bir çocuksun, şu kadarcık -


Bütün bunlar umrunda mı dünyanın.

ATIHİS

Ruhun senin
Doygunluktan ınce,
Atthis,
Ah Atthis,
Dudaklarını özlüyorum,
Dar memelerini.

Sen hırçın,
Sen el değmemiş.

ALBA

İnci çiçeklerinin
Solgun ıslak yapraklannca suskun
Yattı yanımda şafakta.
1,-e viren : Cevat Çapan

David Herbert Lawrence


İngiltere, 1885 - 1930
MIRIAM'A SON SÖZLER

Seninki huysuz bir acı,


Oysa benim de yüzüm kara;
Sevgin köklüydü, eksizdi senin,
Benimki güneşe doğru büyüyen
Tutkusuydu çiçeğin.

Beni araştırıp tanıyacak güçteydin,


Tomurcuklanmı bir bir açacak;
Çektin uykulardan aldın ruhumu,
Acıyı duyar ettin -
O zaman tökezledim
94 David Herbert Lawrence

Koyun koyuna seni sevemedim,


Sevmeyi isteseydim de,
Öpüştük, belki de öpüşmemeliydik.
Boyun eğdin, kendimizi son bir denedik,
Beceremedik.

Sen yalnız dayandın, böylece


Çökerttin usta direncimi.
Okşamamla titremedi hiç tenin;
Bu yüzden gereken son ince acıyı da
Sana çektiremedim.

Güzelsin, alımlısın
Ama donuk ve tutuksun etinde;
İçine işleyebilseydim eğer
O dikenli acının olanca şiddetiyle,
Işıyan bir ağ çıkardı belki

Renkli bir pencere gibi; tenini


Yakıp geçti en güzel ateş,
Kurtardı çürümekten, arıtıp
Kutsadı onu yeni bir duyarlıkla.
Ama kim alır şimdi seni yeniden?

Kim yakıp kurtarabilir seni


Etinin ölümünden, çürümesinden?
Artık söndüğüne göre benim de içimin ateşi,
Hangi erkek eğilir sürüp çıkarmak için
Etinde haykıran çarmıhı şimdi?

Sessiz, nerdeyse güzel bir şey yüzün,


Baktıkça utanıyorum,
Seni bütün yalımların içinden
Kurtarıp çıkaracak kadar
Amansız olmalıydım.
Çeviren : Cevat Çapan
Saint-John Perse 95

Saint-John Perse
Fransa, 1887 - 1975

BİR KIRALİÇEYE ÖVGÜ

" Ey salya açgözlüleri dilsiz bir savaşçılar ulusunun


arzuları üzerinde yol alan yağlı böceklerin yüce sığı-
nağı,
ey Kıraliçe! gözlerinin kabuğunu parçala, ve bildir
senin omuzlarında yaşadığını onun!
ey Kıraliçe! parçala pözlerinin kabuğunu, bizi
hoş gör,
kucağını aç ateşli bir arzuya, ey Kıraliçe!
yağlı bir oyunda olduğu gibi, bizi önünde çırılçıplak
yıka,
biz delikanlıları! "

- Ama onun kalbine nereden girileceğini kim bilebilir?

il

" Onun ünlerini parmaklarımla saymadan dedim ki:


Ey fes rengi giysiler altındaki Kıraliçe! boylu boslu
ağaç kabuğu rengi,
ey bir özgeseverlikler masasına benziyen sen! ve ey
benim yasalarımın maması!
En büyüğü Kız kardeşlerinin ! ey bir nehir sırtından
daha sakin olan sen,
görünmiyen böğrünü süsliyen o güzelim, doru yele­
lerine övgüler düzüyoruz,
en güzel giysiler içinde olduğunu düşlüyor yola çı­
kan bir elçi onların! "

- Ama onun kalbine nereden girileceğini kim bilebilir!


96 Saint-John Perse

III

" Adamakıllı gözde iki dişi köpek gibi gözlerimi do­


laştırarak, şunu da dedim :
Ey iyice-Oturmuş, ey kilolarca ağır olan! barışçıl ve
iri kıyım ellerin
bacaklarının rahatlığı üzerinde hurma dallarıleyin
bir yük gibi ağır,
bazan orada bazan da burada
dizlerinin ışıyan kalkanı parlıyor ve dönüyor; ve gö­
beğinin yukarısına mühürlenmiş o kısır karnın hiçbir
meyvası, bilmediğimiz herhangi gizli bir çiçek dalı olmaz­
sa eğer,
başlarımızı asmak istemiyor! "

- Ama onun kalbine nereden girileceğini kim bilebilir?

iV

" Bir kıyıda duran delikanlılar gibi gözlerimi dolaş­


tırarak bir de şunu dedim:
Tam besili Kıraliçe, bacağını bacağının üstüne '-"
ve oradan armağan et vücudunun kokusunu,
ey gönülleralan! ey lpıhk, ey az-buçuk-Nemli, ve
Tatlı olan sen
bizi birer tarlalarının yakıcı anılarından, külağacının
boy attığı kumsallardan, ergenliğe erişmiş kızlık zarların­
dan ve mis kokulu cepleri olan hayvanlardan kurtara­
cağın biliniyor! "

- Ama onun kalbine nereden girileceğini kim bilebilir?

" Evet Zorunluolan! ve Yalnızolan! .. bu karnın o üç


kıvrımında, senin kırallığının bütün güvenliği barınabilir:
Kıpırdamadan ve kendine güvenerek dur, gece kor­
kularımızın çiti ol!
Bir sapotiy günlük kokusu içinde düşüyor; senin iyi­
ce yunmuş omuzların için yapraklar arasında kıpırdayan-
Saint-John Perse 97

Güneşin çiçekleri ve altından yaldızı var


Ve gelgitleri yöneten Ay, ey o Yasaholan!
senin aybaşı adetlerinin O kurumlu ayinine SÖZ geçi­
ren ayni aydır. "

- Ama onun kalbine nereden girileceğini kim bilebilir?


Çeviren : İlhan Berk

T. S. Eliot
İngiltere, 1888 - 1965

MR. PROOFROCK'TAN AŞK TÜRKÜSÜ

Gel gidelim beraberce,


Akşam gelip göğün üstüne serilince
Ameliyat masasında baygın bir hasta gibi...
Gidelim bildiğin ıssız sokak içlerinden,
O sabahlara dek gürültüsü dinmeyen otellerle
Sabahçı kahveleri önünden ...
Gidelim o sokaklardan işte.
Bir sinsi niyetle uzadıkça uzayan münakaşalar gibi hani
Sürükler ya içinden çıkılmaz bir soruya doğru seni ...
Kuzum, sorma! nedir diye?
Kalk gidelim misafirliğe! ..

Odada kadınlar bir aşağı bir yukan ...


Michelangelo'dur konuştukları.

Sarı sis sürterken sırtını pencere camlarına,


Sarı duman sürterken burnunu pencere camlarına
Yaladı diliyle kenarını, köşesini akşamın,
Oluklarda oyalandı bir vakit su birikintileriyle,
Sonra yüklenip sırtına bacalardan inen kurumu
Kaydı saçaktan, ansızın başaşağı daldı,
Baktı, bir ılık teşrin gecesi,
Şöyle bir dolandı evin etrafında, uyuya kaldı.

Elbet de bulunacak vakit


Kaysın diye yol boyunca sarı duman
Pencere camlarına sürterekten sırtını;
98 T. S. Eliot

Bulunacak vakit, bulunacak vakit


Yaklaştığın çehrelere yakışacak bir çehre takınmana;
Bulunacak vakit, hem öldürmek, hem yaratmak için
Ve vakit, kaldırıp bir sual bırakan tabağına
Türlü işleri, türlü günleri için ellerin;

Vakit senin için de benim için de,


Halil daha hiilii vakit kararsızlıklar için,
Bin bir karar, bin bir pişmanlık için
Kızarmış ekmekle çay ikramından önce.

Odada kadınlar bir aşağı bir yukarı ...


Michelangelo'dur konuştukları.

Elbette bulunacak vaki t


" Cesaretim var mı, cesaretim? " diye sormak için de,
Vakit, geriye dönüldüğünde, merdivenler inildiğinde,
Bir açılmış benekle saçlarının tepesinde -
(piyecekler: " Bir hal oldu saçlarının dibine! " )
Ustümde sabah kostümüm, sımsıkı yakam, havada çene,
Kıravatım zengin fakat mütevazi, bir de basit asorti iğne -
(Diyecekler: " Bir hal oldu el ayak bileklerine ! " )
Cesaretim var mı
Tacize kainatı?
Vakitse var aynı dakka içinde
Kararlar için, pişmanlıklar için, derken hepsinin karşıtı.

Zira şimdiden bilirim bütün hepsini , bir bir hepsini -


Bilirim sabahını, ikindisini, akşamlarını,
Kahve kaşıklarıyla çıkarmışım ömrümün tutarını;
Kesik bir ezgiyle kesilen sesleri de bilirim,
Ağır basınca bir uzak bölmeden bir musiki.
Şimdi nasıl cüret ederim ki?

Şimdiden bilirim gözleri, bir bir hepsini -


insanı yafta olmuş bir cümlenin altına çıkan gözleri;
Yaftalandıktan sonra, duvarda yarı canlı,
Hangi cesaretle başlamalı
Döküp saçmaya günlerinin yamalı bohçalarını?
Hem nasıl cüret ederim ki ?

Şimdiden bilirim kolları, bir bir hepsini -


T.S. Eliot 99

Kollar, bilezikli, beyaz ve çıplak


(Ama ışık düşünce üstünü ayva tüyleri saracak! )
Bir entariden yayılan lavanta
Kokusu mu acaba aklımı dağıtmakta?
Kollar, bir masaya uzanmış yahut bir şala sarılı.
Hangi cesaretle başlamalı?
Hem nasıl cüret ederim ki?

Denir mi? " Ben akşam karanlığında dar sokaklardan geçtim;


Pencerelerden sarkmış, kolları sıvalı, yalnız insanların
Seyrettim pipolarından yükselen dumanı. "

Çentikli bir çift yengeç kıskacı olacaktım ben,


Seyirterekten sakin deniz düzlerinde.

İkindi vakti, akşam vakti, uyumakta öyle deliksiz!..


Uzun parmaklarla okşanmış da
Dalmış ... yorgun ... yahut yalancıktan hasta,
Uzanmış şuracığa yanımıza...
Kalkmalı mıyım çay, pasta ve dondurmadan sonra
Yaşadığımız anı sürüklemeye bir çıkmaza?
Evet, ağladım, oruç tuttum, ağladım, dua ettim,
Gördüm, evet başımın (hafiften dazlak) bir tepside yattığını,
Demiyorum, peygamberim ben -Şart değil ya bu zaten;
Görmedim değil devlet kuşunun bana doğru kanat çırptığını,
Paltomu tuttuğunu gördüm o ezeli kavasın, pis pis sırıttığını;
Ne saklayayım korkudan kalbimin attığını!

Zahmete değer miydi üstelik


Fincanlardan, reçellerle çaylardan sonra,
Porselenler ve senli benli bir sohbetin ortasında,
Zahmete değer miydi
Kestirip atmak meseleyi bir tebessümle,
Sıkılmış bir topa döndürüp avucunda kainatı
Yuvarlamak içinden çıkılmaz bir soruya doğru?
" Ben Lazar'ım " diye çıkmak ortaya " Ben ahretten geldim
Anlatmak için size her şeyi, anlatacağım size her şeyi. "
Ya hanım başının altına bir yastık yerleştirerekten

" Hiç de bu değildi benim aklımdan geçen,


Hiç de bu değildi." deyiverirse? ..
1 00 T. S. Eliot

Zahmete değer miydi üstelik?


Zahmete değer miydi?
Onca guruptan sonra, yol üstü bahçelerinden, sulanmış sokaklardan,
Ona romandan sonra, çay fincanlarından, döşemelerde
sürüklenen eteklerden sonra -
Neler daha, nelerden sonra? -
Bir türlü anlatamıyorum meramımı bu sefer;
Fakat sinirlerin hayalini bir perdeye aksettirmiş gibi bir sihirli fener:
Zahmete değer miydi
Ya hanım, bir yastık yerleştirerek yahut çıkarıp atarken şalını.
Pencereye çevirip yüzünü
" Hiç de bu değildi," deyiverirse?
" Hiç de bu değildi benim aklımdan geçen. "

Yok! ben Prens Hamlet değilim, ne de o katın ehliyim;


Ben mabeyinden bir beyzade, hizmeti geçen biri
İşlerin seyrine hız vermekte ve bir iki sahneye vesile,
İşe yaradığına memnun gayet,
Ve pirense nasihat etmekte ele yatkın bir maşa nihayet,
Hürmetkar, dikkatli, ihtiyatlı,
Tumturaklı laflara meraklı, fakat azıcık kalın kafalı,
Kimi zaman doğrusu gülünç adamakıllı -
Kimi zaman nerdeyse Soytarı.

İhtiyar oluyorum ... İhtiyar. ..


Kıvıracağım zahir paçalarımı, potinlerimin konçlanna kadar.

Saçlarımı arkadan ayırsam mı acaba? Yiyeyim mi dersin bir şeftali?


Beyaz fanilii pantolonlar ayağımda, dolaşacağım sahili.

Türkü söylerken işittim deniz kızlarını birli ikili


Sanmam türkü söylesin onlar benim için.

Açılırken gördüm onları dalgaların sırtında,


Dalgaların tarayaraktan beyaz saçlarını, o arkaya savrulu,
Savurdukça suları rüzgar açıklı koyulu.

Oyalandık bir vakit denizin sofalarında


Saçlarına kırmızı yosunlar takmış deniz perileriyle,
Boğulduk sonra uyanınca ansızın insan sesleriyle.
Çeviren : Can Yücel
Giuseppe Ungaretti 101

Giuseppe Ungaretti
İtalya, 1888 19 70
-

ÖZLEM

Bahardan az önce
nerdeyse biterken
kimsenin dolaşmadığı
gece

Belirsiz
bir gözyaşı rengi birikir
Paris'in üstüne

Sonsuz sessizliğini
düşünürüm
incecik bir kızın
bir köprü köşesinde

Birlikte
derinleşir
yaralarımız

Ve kalırız öylece
sürüklenircesine

BOŞLUKTA

Yürü yürü
Sevginin kaynağını
buldum yeniden

Dinlendim
bin bir gecenin
gözünde

Bir güvercin gibi


dinlemeye geldi
kimsesiz bahçelerde
1 02 Giuseppe Ungaretti

Soluksuz
öğle saatinde
portakallarla
yaseminler
topladım ona
Çeviren : Cevat Çapan

Anna Abmatova
Rusya, 1889 - 1966

BİLMİYORUM, YAŞAMAKTA MISIN, ÖLDÜN MÜ?

Bilmiyorum, yaşamakta mısın, öldün mü?


Dünyada bir yerlerde bulabilir miyim seni
Yoksa, akşamın yaslı karanlığında
Bir ölüyü mü düşünmeli ..

Her şey senin için: Gün boyunca dualarım.


Uyuşturan ateşi uykusuz gecelerin;
Şiirlerimin beyaz sürüsü,
Ve mavi yangını gözlerimin ..

Hiç kimse daha yakın olmadı bana,


Hiç kimse böylesine üzmedi beni,
Acıya salıp gidenler bile,
Okşayıp bırakanlar bile hatta.
1 91 5
Çeviren : Ataol Behramoğlu

Artık aynı bardaktan içmeyeceğiz


Ne suyu ne tatlı şarabı,
Erken sabahlarda öpüşmeyeceğiz,
Ve birlikte gözlemeyeceğiz camdan akşamı.
Anna Ahmatova 103

Sen güneşle soluklanıyorsun, ben ayla,


Ama yaşamadayız bir aynı sevdayla.

Benim yanımda hep candan, sevecen dostum,


Seninleyse canlı, şen sevgilin.
Ama gri gözlerde ürküyü ben anlıyorum,
Ve sensin suçlusu benim derdimin.
Sıklaştırmıyoruz kısa görüşmelerimizi,
Böyle korumaya yargılıyız erincimizi.

Dizelerimde bir senin sesin şakır,


Benim soluğum eser senin dizelerinde.
Ah, bir ateş var ki el değmeye
Ne korku, ne unutuş kalkışır.
Ve bilsen şimdi nasıl doyamadığımı
İzlemeye, senin kuru, pembe ağzını.

Kuğular mı salmamıştı ardımdan,


Sandallar mı, kara sallar mı yüzdürmemişti.
Dokuz yüz on altı yılı baharında
Pek yakında geleceğine söz vermişti.

Güya dokuz yüz on altı baharında


Kuş olup onun erincine kanacaktım.
Süzülüp ölümden ve karanlıklardan
Kanadımla omuzlarına dokunacaktım.

Yine gülüyor bana onun gözleri


Şimdi de on altı baharıyla, neyleyim.
Neyleyim! Yarıgece meleği
Söyleşiyor benimle şafağa değin.

Senden yüreğimi gizledim


Fırlattım da sanki Neva sularına ...
Kolsuz kanatsızım, evcilleştim
Cansız yaşıyorum yuvanda.
1 04 Anna Ahmatova

Ancak geceleri duyuyorum kemanları.


Ne vıır orda, bilinmez loşluklarında gecelerin?
Şeremetyevo ıhlamurları.. .

Akşam sayımı ecinnilerin .. .


Sakına sakına yaklaşıyor
Sanki akıp gelen su çağıltısı
Bir ateşle kulaklarıma yapışıyor
Felaketin kara fısıltısı.
Ve homurdanıyor tüm gece boyu
Sanki zoru derdi yalnızca benim.
" Sen bir düzen istiyordun,
Biliyor musun nerde düzenin? "

6 . GECE ZİYARETİ

Herkes gitti, ve kimse dönmedi.

Yaprak dökümü asfaltı boyunca


Beklemeyeceksin uzun uzun beni.
Seninle Vivaldi'nin Adacio'sunda
Karşılaşacağız yine.
Yine mumlar yanacak donuk sarı
Ve uykuyla büyülenmiş de,
Nasıl girdin, sormayacak keman yayı
Benim yarıgece evime.
Akıtacağız dilsiz, bitirici bir inleyişte
Bu yarım saatleri,
Okuyacakı,ın benim avuç içlerimde
Aynı güzellikleri.
Ve işte o zaman işte
Yazgına dönüşen telaşın da
Alıp götürür seni eşiğimden
Bir buz anaforuna.
Çeviren Azer Yaran
Osip Mandelştam 1 05

Osip Mandelştam
Rusya, 1891 - 1938

O İNCECİK OMUZLARIN

O incecik omuzların kırbaç altında


kızarmak için,
kırbaç altında kızarmak ve alev alev yanmak için
kuru soğukta.

O çocuk parmakların ütüleri kaldırmak için,


ütüleri kaldırmak ve düğümler atmak için iplere.

Yumuşak tabanların kırık cam üstünde


yürümek için,
kırık cam üstünde yürümek ve aşmak için
kanlı kumları.

Ben de yanmak için varım adına dikilmiş kara


bir mum gibi,
yanmak için kara bir mum gibi yakarmaktan
korkup titreyen.

" MARİk' PETROVİH'E"

Narin omuzlu, büyülü bakışların


becerikli güzeli,
sonunda yatıştırıyor hoyrat erkeği
ve ağzına tıkıyor sözlerini.

Balıklar yüzgeçlerini çırpıyor yüzerken,


solungaçlarından su fışkırtıyorlar.
Çıkardıkları o sessiz " O " !ar senin,
etinin ekmeğiyle besle onları.

Ama kırmızı balık değiliz biz;


bir kardeş yakınlığı bizim gördüğümüz,
sıcak gövdenin incecik kaburga kemikleri
ve yakmayan ateşi nemli gözlerin.
1 06 Osip Mandelştam

Tehlikeli bir yol çiziyor kaşlarının yayı.


Ben de sevdalandım mı yoksa
o küçük, nazlı dudaklarının kızaran ayına
bir Türk askeri gibi?

Ne olur kızma bana, sevgili Türk güzeli,


razıyım dikilmeye seninle aynı çuvala,
sineye çekmeye yüreği dağlayan sözlerini,
kana kana içmeye bütün acı suları.

Maria, tükenip giden bir soyun umudusun sen.


Ölümün geleceğini sezmeli ve uykuya dalmalı.
Kapının eşiğinde duruyorum ben. Ne olur
git artık. Ne olur git. Ne olur kal.
Çeviren : Cevat Çapan

Nelly Sachs
Almanya, 1891 - 1970

AKKOR BİLMECELER'DEN

Şimdi de o adı mı çağırıyorsun umarsız


karanlıktan -

Bekle biraz daha -


Yürür koşarsın denizin üzerinde
gözeneklerine sızar o nesne yavaş yavaş
onunla bir batırılır bir çıkarılırsın göklere
Çok geçmeden seni kumda bulurlar
Uçup gelen bir konuk olursun yıldızlara
beklenen bir konuk
Bir de bakarsın
yeniden kavuşmanın odunda
eriyip gitmişsin
sessizce - sessizce -
* * *

Adın kayıplara karıştı


ama dünya koşup hemen ardın sıra
birbirinden güzel türlü adı seriyor önüne
Niye kabul etmiyorsun
sevdalın da bulmuştu senin için
Nelly Sachs 107

arayıp saman yığı.nında toplu iğneyi


Çağırıyor işte seni: duyuyor musun -
* * *

Çektiğin o dayanılmaz acıya aktı aşkım


yarıp geçti ölümü
Nasıl yaşardık biz acaba
yeniden dirilmek olmasa -
* * *

Bu arada aşk
bazen çeker gider aydınlığa
paramparça edip
herkesi koruyan geceyi

SOrO İsrafil
Kıyamet günü nuru
Kapıp kaçırılmış yukarlara beden
ürperir kartal kanatlarıyla -
Çeviren : Necmi Zeka

Vladimir Mayakovski
Rusya, 1893 - 1930

LİLİ'CİÖİM
(Mektup yerine)
Tütün dumanı kemiriyor havayı.
Oda
Kruçyonıh'ın Cehennem'inden bir bölüm gibi.
Anımsıyor musun
İlk kez
ardında bu pencerenin
tutkudan
çıldırmışçasına
okşamıştım ellerini.
Şimdi
oturuyorsun aynı yerde,
yüreğin
demirden bir kılıf içinde.
Ve yarın
parlayan sözlerle
kovacaksın belki beni.
1 08 Vladimir Mayakovski

Ve loş antrede
uzun süre
titreyişlerle sarsılan bir kol
bulamayacak
ceketteki yerini.
Çıkacağım, ezilmiş.
Fırlatacağım vücudumu sokağa.
Yabanıl
çılgın
umutsuzlukla paramparça.
Hayır
gerek yok buna,
sevgilim,
biriciğim,
gel
vedalaşalım şimdiden.
Ağır bir gülle gibi
aşkım
nereye kaçarsan kaç
asılıdır sana
nasıl olsa.
Bırak
son bir haykırışla uluyayım
horlanmışlığın acı yakınısı.
Çalışmaktan
anası ağladığında öküzün
gider
salar kendini soğuk sulara.
Aşkından başka
deniz yok bana,
ve gözyaşları da
bir erinç
koparamıyor ondan.
Yorgun fil
sessizliği aradığında
yatar
kızgın kumlara saltanatla.
Aşkından başka
güneş yok bana.
Ve bilmiyorum bile
neredesin şimdi ve kiminle.
Eğer
Vladimir Mayakovski 109

bir başka şair olsaydı


böylesine üzdüğün,
onarırdı acısını
parayla ve ünle.
Fakat
sevinç vermiyor bana hiçbir çınıltı
senin sevgili adının
çınıltısından başka.
Atmayacağım
bir boşluğa kendimi,
zehir içmeyeceğim.
Ve dayayıp
şakağıma namluyu
çekmeyeceğim tetiği.
Ağzı hiçbir bıçağın
bakışların kadar senin
kesemez beni.
Yarın unutacaksın
seni taçlandırdığımı,
ve yakıp tükettiğimi
çiçeklenmiş bir ruhu
aşkla.
Ve uçarı günlerin fırtınalı karnavalı
dağıtacak
sayfalarını kitaplarımın.
Sözlerimin kurumuş yaprakları mı
durduracak seni
çırpınan soluğuyla.
Bırak hiç değilse
son bir sevgi dalgası sereyim
beni bırakıp giden adımlarının altına.

1 916
Çeviren Atao/ Behramoğ/u
1 10 Edward Estlin Cummings

Edward Estlin Cummings


A .B.D., 1894 - 1963

"SEVGİLİM KRALI KARANLIK OLAN "

sevgilim
kralı karanlık olan
bir ülkedir senin saçların
alnın çiçeklerin bir havalanışı

başın dipdiri bir ormandır senin


uyuyan kuşlarla dolu
oğul oğul ak arıdır memelerin
dalı üstünde gövdenin
gövden Nisandır benim için
koltukaltlarında ilkbaharın gelişi

kralların arabasına koşulmuş


ak atlardır kalçaların
ve has bir ozanın mızrap vuruşlarıdır
aralarında her zaman tatlı bir ezgi

sevgilim
başın kutusudur
aklın olan o serin mücevherin
başındaki saç yenilgi bilmeyen
bir yiğittir
omuzlarındaki saçlar
zafer davullarıyla yürüyen bir ordu
düşlerin ağaçlarıdır bacakların
meyvesi unutkanlığın özü
kızıllar giyinmiş satraplardır dudakların
öpüşü kralları birleştiren
bileklerin
kutsaldır
kanının anahtarlarının bekçileri
gümüş vazolardaki çiçeklerdir ayak
bileklerinin üstü

güzelliğinde flütlerin ikilemi


Edward Estlin Cummings 1 1 1

gözlerin aldatışı çanlann


günlük kokuları arasından sezilen

HİÇ GİTMEDİÖİM BİR YERDE

hiç gitmediğim bir yerde, sevinçle ötesinde


her türlü yaşantının, kendi sessizliği var gözlerinin;
en ince kımıltında bir şey var içime gömen beni,
bir şey dokunamıyacağım kadar bana yakın

kolayca açar beni en ürkek bir bakışın


parmaklar gibi kapamış olsam bile kendimi,
sen hep yaprak yaprak açarsın beni, Baharın
(dokunup ustaca, gizlice) açışı gibi ilk gülünü

ya da beni kapatmaksa isteğin, ben


ve hayatım kapanırız güzelce, birden
karın her yere özenle inişini
düşleyen yüreğince şu çiçeğin;

duyduğumuz hiçbir şey bu ülkede


erişemez gücüne sonsuz inceliğinin:
yapısının renkleriyle beni bağlayan,
öldüren, hiç durmadan, her nefeste

(bilmiyorum nedir bu sende olan, bu kapayan


ve açan; yalnız anlıyor içimde bir şey
gözlerinin sesini güllerden derin olan)
kimsenin yok, yağmurun bile, böyle küçük elleri
Çeviren : Cevat Çapan

ŞARKILAR VIII

yağmurda -
karanlık, günbatımı
kapandığından, ben oturur ve
seni düşünürüm

kutsal kent
yüzündür senin
1 12 Edward Estlin Cummings

küçük yanakların caddeleridir


gülüşler'in

gözlerin yarı -
ardıçkuşu
yan-melek ve senin uykulu
dudaklarında öpüş çiçekleri yüzer

ve
tatlı ürkek bir fırdönüş var
senin saçların
ve sonra

dans-şarkısı ruhun
senin. candan sevilen
yalnız bir yıldızdır
dildeki, ve benim

düşündüğüm
sensin

AŞKLAR

III

deniz olağanüstüdür
tanrının ellerinden
o eller göndermişti onu
uyusun diye dünyada

ve yeryüzü sararıp solar


ay ufalanır
birer birer
yıldızlar uçuşur bir toz bulutuna

ama deniz
değişmez
ve akıp gider ellerden
gene döner ellere

ve uykuludur...
Edward Estlin Cummings 113

aşk,
kırılışı

senin
ruhunun
benim
dudaklarımda
Çeviren : Suphi Aytimur

]orge Guillen
ispanya, 1894 - 1985

YAKARIŞ

Susmayı biliyorsun, sevgilim,


Gülümsüyor bana çıplak dudakların.

Bir umut - kendini


açan bir ruh gibi -
Döneniyor dudaklarında,
Biçim alıyor ve düşüyor.
Derinliğine, derinliğine
İnmek isterdim - hükmeden,
Kızaran yumuşaklık -
Serin teninin, teninin dehlizlerinin.

Bu öpüşle, bu öpüşün altında


Seni arıyorum, seni istiyorum tepeden tırnağa.
Gerçek, mutlu, çıplak,
Parlak ve avutan.
Karanlığın en uzak köşelerine
Terkedilmişliğe karşı bir avunma,
Bolluğun avunması
Sonrasızlığa karşı çıkan.

Susmayı biliyorsun, sevgilim,


Gülümsüyor bana çıplak dudakların.
Çeviren : Cevat Çapan
1 1 4 Robert Graves

Robert Graves
İngiltere, 1895 - 1986

SEVDALILARIN KIŞI

Ağacın duruşu
Esen yeli gösterir;
Bizimki, uzun acıyı
Nicedir iyi davranmamışsan.

Ama bak, ileri uzanıyoruz biz -


Kuşkuyla geriye değil -
Aşıyoruz kötü havayı
Dallarla yeniden yeşil.

SÖYLÜYOR SEVDİ GİNE YARI UYURKEN

Söylüyor sevdiğine yarı uyurken,


Karanlık saatlerde,
Yavaşça fısıldanan yarım sözlerle:
Bir yandan Yer kımıldayıp kuş uykusundan
İterken gün ışığına otları, çiçekleri
Kara karşın,
Yağan kara karşın.

ÇİTLERİ KAR ÖRTERKEN

Ne tartışma, ne öfke, ne pişmanlık,


Ne de suçu paylaşma.
Ağu vardı kadehte - getiren kim
Bize ne!

Ne ölen aşkımıza yas, ne uluyan fırtına


Karanlıklarda esen,
Hüznün gülümseyişi yalnız, bir soluk kış manzarası,
Çitleri kar örterken.
Çeviren : Cevat Çapan
Sergey Yesenin 115

Sergey Yesenin
Rusya, 1895 - 1925

* * *

Şahanem benim, Şahanem!


Kuzeyden geldim ben, dinle,
Anlatmaya hazırım sana o toprağı,
Ayışığında dalga dalga çavdarı.
Şahanem benim, Şahanem.

Kuzeyden geldim ben, dinle,


Ayın yüz defa daha büyük durduğu yerden,
Şiraz ilinden taşar güzellikler,
Boy ölçüşemez ama Ryazan enginleriyle,
Kuzeyden geldim ben, dinle.

Anlatmaya hazırım sana o toprağı,


Çavdardan aldım bak saçlarıma,
İster misin dola parmaklarına,
Duymuyorum hiçbir ağrı.
Anlatmaya hazırım sana o toprağı.

Ayışığında dalga dalga çavdarı


Perçemlerime bak da düşün.
Güzelim, şakalaş, çiçeklensin gülüşün,
Uyandırma ama içimde anıları.
Ayışığında dalga dalga çavdarı.

Şahanem benim, Şahanem!


Orada, bir başka kız, kuzeyde,
Belki dalgın bana dair düşünceyle,
Ve sana benzer alabildiğine ...
Şahanem benim, Şahanem.

* * *

İstanbul Boğazı 'na yolum düşmedi,


Soru açma bana sen oradan.
Gördüğüm tek deniz gözlerindir,
Mavi alevlerle yanan.
1 1 6 Sergey Yesenin

Varmadım kervanlarla Bağdat'a,


Olmadı satmaya kınam ve ipeğim,
Eğil o şirin boyunla,
İzin ver, dizlerinde dinleneyim.

Yoksa, yine nice istesem de,


Senin hiç ilgilenmeyeceğin durum,
Rusya denen uzak ülkede
Benim ünlü, sevilen bir şair olduğum.

Armonikalar çınlıyor ruhumda,


Ayışığında duyduğumsa köpek sesi.
İran kızı, istemez misin göstersem sana,
Uzak bir mavilikler ülkesi.

Buraya avareliğimden gelmedim,


Sen derinlerden çağırdın.
Açıldı boynumda kuğu ellerin,
İki kanat gibi, beni sardın.

Geçirdiğim yaşantıya ilenmem,


Ama çoktan ararım yazgıda rahat,
Senin şu neşeli ülkenden
Eğlenceli bir şeyler anlat.

Söndür ruhumda armonika özlemini,


İçir canlı soluğunu iri gözlerin,
Ki ben o kuzeyli güzeli
Düşünmeyeyim, yanmayayım, ahetmeyeyim.

Ve gerçi Boğaz'a yolum düşmedi,


Sana bir şeyler uydurur anlatırım oradan.
Farketmez deniz .senin gözlerindir,
Mavi alevlerle yanan.

* * *

Sevgilinin elleri bir çift kuğu,


Saçlarımın altınında yüzüyor.
Bu dünyada her insanoğlu
Kendi aşk şarkısını söylüyor.
Sergey Yesenin 1 17

Bir zamanlar uzaklarda ben de söylerdim


Ve aynı şarkı şimdi dilimde,
Bu yüzden soluklanıyor derin,
Yumuşacık söz, ince esrikliğiyle.

Bütün sevgiyi akıtırsa ruhun pınan


Yürek olur bir külçe altın,
Ancak şimdi ısıtmıyor şarkıları
Ayışığı, sıcaklığıyla Tahran'ın.

Bilmem, nasıl geçeyim yaşam yolunu,


Kül mü olayım okşayışlannda Şahanenin,
Yoksa yaşlılığın eşiğinde bir gün ruhumu
Gereyim mi anısıyla şarkılı yiğitliğin.

Herkesin bir kendi yürüyüşü var


Kimi göze, kimi kulağa iyidir.
Bir İranlı besteliyorsa kötü şarkılar,
Demek asla Şirazlı değildir.

Bu şarkılar içinse benden söz açınca,


Şöyle deyin, duysun her insanoğlu:
Daha ince ve güzel şarkı söylerdi ama,
Kıydı ona bir çift kuğu.
Çeviren : Azer Yaran

Juana de Ibarbourou
Urnguay, 1895

Y AGMURLU GECE

Yağmur yağıyor ... Dur, uyuma.


Dinle rüzgarın dediklerini,
Bak, ne söylüyor sular
Pencerede ufacık parmaklarıyla.

Yüreğim kulak kesilmiş şimdi


O büyülü kardeşi işitmek için,
Gökyüzünde uyuyan o kardeşi,
1 1 8 Juana de lbarbourou

Güneşi yakından gören,


Sonra tutunarak rüzgarın eline
Sevinçle yere inen o kardeşi,
Döner gibi eşsiz bir yolculuktan.

Başaklar nasıl da dalgalanacak!


Nasıl da yeşerecek coşkuyla otlar!
Nasıl da yapışacak elmaslar artık
Çamların derin dallarına.

Dur, uyuma. Dinleyelim


Yağmurun güzel ezgisini.
Sessiz alnını göğsüme daya.
İki çekiç gibi tenimi döven
Atışını duyayım şakaklarının,
O ılık, sevecen atışını.

Dur, uyuma. İkimiz


Bir dünya olduk bu gece,
Rüzgardan ve yağmurdan arındık
Bir odanın sıcaklığında.

Dur, uyuma. İkimiz


Derinlere inen bir köküz belki,
Belki yeni bir soy fışkıracak o kökten
Ve bir filiz yeşerecek yarınlara.
Çeviren : Ülkü Tamer

Paul Eluard
Fransa, 1895 - 1952

SEVDALI KADINLAR

Omuzları yüksek
Tutumları kurnaz
Yüzleri şaşırtıcı
Güvenç göğsün içinde
Memelerinin gün doğumu yüksekliğinde
Geceyi soymak için
Çakılları kırası gözler
Paul Eluard 1 19

Düşüncesiz gülüşmeler
Her düş için
Kar çığlığı sağanakları
Çıplaklık gölleri
Ve kökleri yolunmuş gölgeler

Öpüşlerine inanmalı
Sözlerine bakışlarına
Ve sadece öpüşlerini öpmeli

Sade senin yüzünü gösteriyorum


Göğsünün büyük fırtınalarını
Sade bildiklerimi
Ve bütün bilmediklerimi
Sevgilim sevgini sevgini sevgini.
Çeviren : Oktay Rifat

SEVİ ŞİİR

Yeryüzü mavidir portakal renginde


Bir yanlışlık yok bunda sözcükler yalan söylemez.
Size şarkı da söylemez artık
Anlaşma sırası şimdi öpüşmelerin
Delilerin ve sevilerin
Birleştirici ağzının
Tüm gizlerin tüm gülümsemelerin
Ne hoşgörü giysisi bu böyle
Onu çırılçıplak sanmak

Yeşil çiçekler açar yabananlan


Doğan gün geçirir çevresine boynun
Bir inci boncuk pencerelerden
Kanatlar örter yaprakları
Senin işte bütün bu sevinçler ışıltılı
Bütün güneşleri yeryüzünün
Yansıyan güzelliğinden
120 Paul Eluard

YALNIZ DEÔİLİM

Yüklü
Dudakların tüyden hafif yemişleriyle
Giyimli
Binbir değişik çiçekle
Anlı şanlı
Kollarında güneşin
Mutlu
Bir tanıdık kuşla
Hoşnut
Bir damlasıyla yağmurun
Güzel
Tanyerinin aydınlığınca
İçten bağlı

Bir bahçenin sözünü ediyorum


Düş kuruyorum

Seviyorum düpedüz

* * *

Sen kalktın mı yayılıyor su


Sen yattın mı çiçekleniyor su

Ta kendisisin suyun yolundan dönen


Ta kendisi toprağın kök salan
Ne varsa onun üstünde düzen

Gürültülerin alanında sessizlikten damlalar senin yapıtın


Türküler söylüyorsun geceyle yuğrulmuş tellerinde bir gökkuşağının
Her yerdesin yokettin tüm yolları

Harcıyorsun zamanı
Gerçek ateşin sonsuz gençliğine
Örter durmadan yenileyerek doğayı

Kadın şu yeryüzüne bir beden koydun eşi tıpkı


Seninkinin
Benzeyişsin sen.
Paul Eluard 121

SEVİNİN DÜZENİ VE DÜZENSİZLİGİ

Öğeleri sayacağım başlamak için


Sesini gözlerini ellerini dudaklarını

Yeryüzündeyim olur muydum yeryüzünde


Sen de olmasan

Bu ortamda yüzü dönük


Denize tatlı suya

Bu ortamda yalımın
Gözlerimizde biçimlendiği

Bu mutlu gözyaşlarının ortamı


Girdim içine
Erdemiyle ellerinin
Tadıyla dudaklarının

İlk insancıl davranış işte


Beliren bir çayır tıpkı

Susuşlanmız sözlerimiz
Uçup giden aydınlık

Yeniden gelen ışık


Tanyeri alacakaranlık güldürür bizi

İçinde bedenimizin
Çiçeklenir oluşur ne varsa

Samanlığında yaşantımın
Yatırdım yaşlı kemiklerimi

Tükettim orda.
122 Paul Eluard

HAFTA

Dalgası ırmağın
Gökyüzünün kuşağı
Rüzgar yaprak ve kanat
Bakış söz
Bağlılığım sana
Gidiyor bir yere durmadan.

İyi bir haber


Bu sabahla gelen
Düşünde gördün beni.

Bizim yapayalnız sevimizi ortak etmek isterdim


Dünyanın en kalabalık kentlerine
Yerini bıraksın sırası geldiğinde
Bizim gibi sevişenlere

Sayısı çok onların çok az.

Kin duyuyorum yüreğime kin duyuyorum bedenime


Ama bir şey demek elimden gelmez sevdiğime.

İki kişiydik yaşıyorduk


Bir sevişme gününü parıltılar içinde
Güneşimiz o kucaklıyorduk birlikte
Yeryüzü tüm ışıktı bizim için

Gece bastırınca gölgesiz kaldık


Altını parlattık ortak kanımızda
İki kişiydik bir tek kaynakta
Bu aydınlık bir daha kararmaz.
Paul Eluard 1 23

Sis karıştırıyor ışığını


Yeşiline karanlığın
Ilık bedenini sen
Delice isteğime benim.

Kapanıyorsun aydınlanıyorsun
Uyuyorsun uyanıyorsun
Boyunca akıp giden mevsimlerin

Sen bir ev yaptın


Pekiştirdin yüreğinle
Bir yatak bir yemiş tıpkı

Sığınağı bedeninin
Düşlerin uzar gider
Güzel günlerin evi bu

Ve öpüşmeler gecenin içinde.


Çeviren : Sabahattin Kudret Aksal

ACININ BAŞKENTİ

Gözlerinin eğrisi dolanıyor yüreğimi,


Bir raks bir dinginlik çemberi,
Zamanın aylası, gece beşiği ve güvenli,
Ve eğer hiçbir şey kalmadıysa aklımda yaşadığımdan
Gözlerinin her zaman görmediğindendir beni.

Yaprakları günün ve pembe şarabın köpüğü,


Rüzgarın sazları, kokulu gülücükler
Işık dünyasını saran kanatlar,
Gökyüzü ve deniz yüklü gemiler,
Gürültü avcıları ve renk kaynakları.

Tanların kuluçka yatağından doğan kokular


Yıldızların samanı üzerinde yatan
Saflığa bağımlı gün gibi tıpkı
124 Paul Eluard

Dünya da bağımlıdır s�nin tertemiz gözlerine


Ve akar bütün kanım bakışlarında senin.
Çeviren : Özdemir ince

Andre Breton
Fransa, J.896 - 1966

ÖZGÜR BİRLİK

Orman ateşi saçlı karım


Isı şimşeği düşünceli
Kaplan ağzında susamuru bel'li karım
En iri yıldızlar demeti ağızlı kokart ağızlı karım
Ak toprak üzerinde ak sıçan izi dişli karım
Amber dilli perdahlanmış cam dilli
Kesilmiş kurban dilli karım
Gözlerini açıp kapayan bebek dilli
İnanılmaz taş dilli karım
Çocuk elyazısı elifi kirpikli karım
Kırlangıç yuvası kenarı kaşlı
Kışbahçesi tavanı şakaklı arduvaz şakaklı karım
Cambuğusu şakaklı
Şampanya omuzlu karım
Buz altında kalmış yunus başlı çeşme omuzlu karım
Kibrit bilekli
Raslantı parmaklı kupa beyi parmaklı karım
Kesilmiş saman parmaklı
Zerdeva koltukaltlı karım
Saint - Jean gecesi ve kurtbağrı koltukaltlı karım
Deniz köpüğü ve bölme kollu karım
Değirmen ve buğday karışımı kollu
Füze bacaklı karım
Umutsuzluk ve saat makinesi devinimli karım
Mürver ağacı iliği baldırlı
Baş harf ayaklı karım
Anahtar demeti ayaklı su için gemi işçisi ayaklı karım
İncili arpa boyunlu karım
Yal d'Or boğazı boyunlu
Sel yatağının ta içinde sözleşmek boyunlu karım
Gece göğüslü
Andre Breton 1 25

Yakut potası göğüslü karım


Çiğ altında gül görüntüsü göğüslü
Günlerin açılan yelpazesi karınlı karım
Dev pençe karınlı
Dikey uçan kuş sırtlı karım
Cıva sırtlı
Işık sırtlı karım
Yuvarlanmış dövülmüş taş ve ıslanmış tebeşir enseli
Ve biraz önce içilen bir bardağın düşüşü enseli karım
Tekne kalçalı
Avize ve ok tüyü kalçalı karım
Ak tavuskuşu tüyü sapı kalçalı
Duyulmaz dengeli
Kumtaşı ve amyant kabaetli karım
Kuğu sırtı kabaetli
Bahar kabaetli karım
Glayöl kasıklı
Altın damarı ve ornitorenk kasıklı karım
Yıllanmış bonbon ve yosun kasıklı kanın
Ayna kasıklı
Islak gözlü karım
Menekşe zırh takımı ve mıknatıslı iğne gözlü karım
Uçsuz bucaksız çayır gözlü
Hapishanede içilecek su gözlü
Hep balta altında kalan odun gözlü
Su düzeyi gözlü hava toprak ve ateş düzeyi gözlü karım
Çeviren : Sefahattin Hilav

TİKİ

Denizlere karşı seviyorum seni


Kırmızı yumurta gibi yeşil olduğu zaman
Bir düzlüğe götürüyorsun beni
Ellerin bıldırcın gibi yumuşacık
Kadının karnına dayıyorsun beni
Sedef renkli bir zeytine dayarmış gibi
Dengeliyorsun beni
Yatağa yatırıyorsun
Yaşamış olmaya bakarak
Önce ve sonra
Kauçuk gözkapaklarımın altında
Çeviren : Özdemir ince
126 Eugenio Montale

Eugenio Monta/,e
İtalya, 1896 - 1981
'
DORA MARKUS

Porto Corsini'den açık denize uzanan


ahşap iskelenin olduğu yerdeydi,
üç beş adam, nerdeyse kımıldamadan,
ağ atıp topluyorlardı. Elini
şöyle bir uzatıp görünmeyen
karşı kıyıda doğduğun yeri göstermiştin.
Sonra bir kanalı geçerek is içinde
parlayan, cılız ve belleksiz
bir baharın düzlükte battığı
şehrin tersanesine gitmiştik.

Ve bir eski zaman yaşayışının


tatlı bir tedirginliğe
dönüştüğü bu yerde
sözlerin can çekişen bir barbunyanın
pulları gibi bir gökkuşağı çakmıştı.
Senin bu tedirginliğin
fırtınalı akşamlarda deniz fenerlerine çarpan
göçebe kuşları hatırlatıyor bana :
yumuşaklığın da bir fırtına senin,
görünmeden dönenen
ve nerdeyse dinmek bilmeyen.
Bilmem, böyle bitkin, nasıl dayanıyorsun,
kalbin olan
bu kayıtsızlık gölüne; belki de
dudak boyanın, pudranın, tırnak törpünün
yanma sakladığın bir büyü koruyordur seni
fildişinden yapılmış beyaz bir fare;
böylece varoluyorsun.

il

Şimdi, çiçek açan mersinleri,


havuzlarıyla senin Carinzia'nda,
eğilerek ürkekçe ısıran
Eugenio Montale 1 27

sazan balıklarını seyrediyorsun,


ya da ıhlamur ağaçları üstünden,
eski kuleler arasından akşamın
ilk ışıklarını izliyorsun, rıhtımdaki
iskelelerin ve pansiyonların
saçakları yansıyor sularda.

Nemli körfezin üzerine uzanan akşam


motor homurtularıyla
kazların çığlıklarını getiriyor yalnız
ve bembeyaz fayanslarla kaplı ev içi
senin değişmeni görmüş kirli bir aynaya
kılın kıpırdamadan yaptığın yanlışları
anlatıyor, süngerin ulaşamadığı
bir yere kazıyarak.

Senin öykün bu, Dora!


Şimdiden yazılı bu öykü, yaldızlı
çerçeveler içinde, ince favorili
adamların portrelerindeki
bakışlarında, ve kırık
bir ağız mızıkasından yükselen
her notada, karanlığı her gün
biraz daha geç geçiren saatlerde.

Orada yazılı. Mutfağın


yaprağını dökmeyen defnesi
duruyor yerinde, ses değiştirmiyor,
Ravenna uzakta, acımasız
bir inanç damıtıyor zehrini.
Nedir istediği senden? Sesten de,
öyküden de, yazgıdan da vazgeçilemeyeceğine göre ...
Ama geç, her gün biraz daha geç.
Çeviren : Cevat Çapan
1 28 Philippe Soupault

Philippe Soupault
Fransa, 189 7 - 1990

GEORGIA

Gözüme uyku girmiyor Georgia


Uykusuzum Georgia
Bekliyorum Georgia
Düşünüyorum Georgia
Ateş de kar gibi Georgia
Geceye komşuyum Georgia
Kulağım kirişte Georgia
Kaçıp giden dumanı görüyorum Georgia
Karanlıkta usul usul yürüyorum Georgia
Koşuyorum işte sokak mahalleler Georgia
İşte bir şehir ki hiç değişmemiş
Tanımadığım bir şehir Georgia
Acele etmeli rüzgar çıktı Georgia
Soğuk sessizlik korku Georgia
Kaçıyorum Georgia
Koşuyorum Georgia
Bulutlar alçak düşecek Georgia
Kollarımı açıyorum Georgia
Gözlerimi kapayamıyorum Georgia
Bağırıyorum Georgia
Sesleniyorum Georgia
Seni çağırıyorum Georgia
Gelecek misin Georgia
Yakında Georgia
Georgia Georgia Georgia,
Georgia
Uyuyamıyorum Georgia
Seni bekliyorum Georgia
Georgia
Çeviren : Oktay Rifat
Louis Aragon 129

Louis Aragon
Fransa, 1897 - 1982

ELSA'NIN GÖZLERİ

Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de


Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
Orada bütün ümitsizleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde

Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde


Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdayların üzerinde

Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar


Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın karılan yerindeki maviliğini de
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar

Ben bu radiumu bir pekbilent taşından çıkardım


Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
Bulup bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
Gözlerin Peru'mdur benim Golkond'um Hindistan'ım

Kainat param parça oldu bir akşam üzeri


Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın
Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri.
Çeviren : Orhan Veli Kanık

BIRAKILMIŞ

Gitme sakın bir tanem hayatım benim


Yitirir renklerini gökyüzü sensiz
Tarlalar ıssızdır bahçeler çiçeksiz
Sakın gitme
1 30 Louis A ragon

Gitme sakın yelin gittiği yere


Bütün kuşlar sensiz uçup gider
Ve çılgındır bütün geceler
Sakın gitme

Gitme sakın suyun gittiği yere


Hor görüp mutluluğunu bardakların
Ve evrenini yemyeşil ağaçların
Sakın gitme

Gitme sakın o kan gibi öyle


Tıpkı beni vuran ele sıçrayan
Hem gücüm hem güçsüzlüğüm benim
Sakın gitme

Gitme sakın ateşin kaçtığı yere


Yitirince saman gücünü biraz
Küllenince gitsin diye alıp başını
Sakın gitme

Gitme sakın bulutların içine


Fırtınalar dostu canım kartalım benim
Ölebilirim ölebilirim cesaretinle
Sakın gitme

Gitme sakın düşmandan yana


Toprağını alan silahını alan düşmana
Ve inan gözyaşlarının anısına
Sakın gitme

Gitme sakın bil ki hıyanet olur


Bu söylevler bu türküler şenlikler
Ey insanlar ne yaptığınızı bilin
Sakın gitme

Gitme sakın o git dedikleri yere


İnanıp yalanına iri iri Iafları;ı
Burada kanayıp dururken yara
Sakın gitme

Gitme sakın zalimden yana


Güçlendirme onu kendi ellerinle
Louis A ragon 131

Zincirlerini dövme sevdiklerinin


Sakın gitme

Gitme sakın haydi Al tüfeğini


Köpeğini çağır dağıt karanlıkları
Avcı avcı sayı sende güç sende
Sakın gitme

Haydi al tüfeğini
Çeviren : Özdemir İnce

MUTLU AŞK YOK Kİ DÜNYADA

Aslında hiçbir şey kar değil insana


Ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği
Gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa
Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi
Tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara
Mutlu aşk yok ki dünyada

Hani giydirilmiş erler bir başka yazgıya


İşte o silahsız askerlere benzer hayatı
Sabahlan o yazgı için uyanmış olsalar da
Tükenmiştirler ve kararsızdırlar akşamları
Söyle yavrum şu sözleri ve sakın ağlama
Mutlu aşk yok ki dünyada

Güzel aşkım tatlı aşkım çıbanını derdim


Yaralı bir kuş gibi taşırım seni şuramda
Ve görmeden bakanlar şu halimize bizim
Süzdüğüm sözleri söylerler benden sonra
Ve her şey der demez ölür iri gözlerin uğruna
Mutlu aşk yok ki dünyada

Yaşamayı öğrenmek bizimçin geçti çoktan


Ağlasın gece içinde kalplerimiz yan yana
En küçük şarkıyı mutsuzluktur kurtaran
Her ürperiş borçlu baştan bir hayıflanmaya
Ve her kitar havası beslenir hıçkırıkla
Mutlu aşk yok ki dünyada
132 Louis A ragon

Acılara batmamış bir aşk söyle bana


Yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle
Bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama
İnan ki senden artık değil yurt sevgisi de
Bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına
Mutlu aşk yok ki dünyada
Ama şu aşk ikimizin öyle de olsa
Çeviren : Cemal Süreya

AYRI DÜŞMÜŞ SEVGİLİLER

Bir garda tıpkı sağır ve dilsizler gibi


Acıklı bir dil konuşarak gürültünün koyulaştığı yerde
Garip hareketler yapıyor ayrı düşmüş sevgililer
Kışın ve silahların beyaz sessizliğinde
Ve gecelerin bakarasında oluşmaya geldiği vakit yeniden
Düş onun ateş parmakları bulutlarda kesişirse
Ne yazık ki demir kuşların üzerine olur
Bu tarlakuşu değil Ey yabanıl Romeo'lar
Ve bülbül de değil cehenneme dönen gökte

Ağaçlar insanlar duvarlar


Hava bej rengi bej ve bej
Anılar gibi duygulandılar
Karla kaplı bir dünyada
Geldiği an Fakat aşk da
Yine bulur arpejini
Hüzün dolu bir mektup ölesiye
Hüzün dolu bir mektup ölesiye

Kış birisinin yalnızlığına benzer


Kıştadır şarkı söyleyen kristaller
Donmuş şarabın anlamsızlaştığı yerde
Hüzünlü bir türkünün yavaşladığı yerde
Ve beni saran müzik
Çalar çalar çalar saatleri
Yelkovan döner ve gıcırdar zaman
Yelkovan döner gıcırdar zaman

Altın eşim kasımpatım benim


Mektubun niçin o kadar acı
Louis A ragon 133

Seviyorsam seni niçin mektubun


Açık denizde bir geminin batması gibi

Öylesine çığlıklar atar


Acı rüzgarların bastırdığı çığlıklar
Kendi uyaklarının titreyişiyle
Kendi suçlarının titreyişiyle

Sevgilim geriye kalan ne var


Sadece sözcükler bizim dudak boyamız
Sadece donmuş sözler bir ökseye takılan
Gün ki umutsuz şekilde doğar
Düş görür sürünür ölür doğar yeniden
Gesvres şatosunun hendeklerinde
Borunun benim için çaldığı yerde
Borunun senin için çaldığı yerde

Biricik hazinemizi yaratacağım bu sözcüklerden


Azizlerin önüne konan sevinç dolu buketler
Ve onları uzatacağım tatlım bu sümbülleri
Bu yörekent leylaklarının yavşanların mavisini
Ve kadife bademi dallarıyla satılan
Mayıs panayırlarında o beyaz çanlar gibi
Mügenin bizim toplamaya gitmeyeceğimiz taa
Taa ah çiçekli sözcükler gevşer orda
Çiçekler döker çiçeklerini esintisiyle rüzgarın
Ve kapanır gözler cezayir menekşeleri gibi
Yine de şarkılar söyleyeceğim senin için yankı verinceye kadar
Seni sonsuz sevecek olan yüreğimdeki kırmızı kan
Bu nakarat bir tralallam gibi gelebilir insana
Belki de bir gün �""' diği sözcükler
Bu yıpraı:;nış Lıu oasit yüreğin işareti olacak
Şahane bir dünyanın bir tek sen bileceksin
Güneş parıldıyorsa ve titriyorsa sevda
Bunun nedeni sonbaharda bile inanmayarak ilkbahara
Ben başkalarınınkine benzemeyen bir tralallam söylemiş
olacağım
Çevirenler : Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet
1 34 Bertolt Brecht

Bertolt Brecht
Almanya, 1898 - 1956

DÖRT AŞK ŞARKISI

Senden ayrıldığımda
O güzel günün sonunda
Açılınca gözlerim
Ne çok sevinçli insan varmış dedim.

İşte o akşamdan sonra


Sen bilirsin ya
Daha güzel dudaklarım
Çekirge gibi çevik bacaklarım

Ben böyle olalı beri


Daha yeşil ağaç, fidan ve tarla
Daha bir güzel suyun serinliği
Başımdan aşağı boşaltınca

Beni sevindirdiğinde
Bazen düşünürüm:
Şimdi ölüversem
Mutlu kalırım
Sonsuza kadar.

Sonra yaşlanıp
Beni düşündüğünde
Tıpkı bugünkü gibi görünürüm sana
Bir sevdiceğin olur
Henüz gencecik.

Küçücük dalda yedi gül


Altısını rüzgar alır
Ama biri kalır
Bertolt Brecht 1 35

Bulayım diye onu.

Yedi kez çağıracağım seni


Altısında gelme
Ama söz ver yedincisine
Tek sözümle gel.

Bir dal verdi bana sevgili


Üzerinde sarı yapraklarla

Yıl dediğin geçer gider


Aşk ise hep yeni başlar

SEVGİLİLER

Bak! Gökte yay gibi uçan şu turnalara


Uçarlarken bir yaşamdan bir başkasına
Bulutlar da birlikte gidiyor onlarla.
Bulut ve turnalar
İkisi de aynı yükseklik ve aynı telaş içinde
Yerlerinde duramadan
Yanyana, kısacık uçtukları o güzel göğü
İkiye bölüyorlar. -
Herbiri öbürünün sahnışından başka bir şey görmeden
Aynı rüzgarı duyuyor.
Şimdi yanyana yatan bu çifti
Rüzgar boşlukta öylece sürükleyebilir.
Bu uyum bozulmadıkça
Uzun süre kimse onları ayıramaz
Yağmurlardan ve kurşunların vızıldadığı
Her yerden uzaklaşabilirler
Güneşin ve ayın altında küçücük hareketlerle
Birbirlerine sevdalı, uçarlar sonsuza,
Hey sizler, nereye? - Hiçbir yere. - Nereden? - Her yerden.
Soruyorsunuz, ne zamandır birliktesiniz?
Çok olmadı. - Ne zaman ayrılacaksınız? - Hemen.
İşte böyle bir anlık birlikteliktir, sevenler için sevda.
1 36 Bertolt Brecht

ESİNTİ ŞARKISI

Çabuk sevgilim, koş bana yüreğimin konuğu


Senden güzeli yok bana
Ama kollarına aldığında beni
Aceleyi bırak

Sonbaharda erikleri bir düşün


Balından çatlamış olgun erikleri
Nasıl da korkarlar fırtınadan
Hafif esintileri severler
Öyle hafif ki duyamaz insan
Yumuşak bir beşik gibi erikler
Daldan ayrılmak
Yerde olmak isterler

Ah, baltacı artık yeter


Bırak baltacı, bir filiz bırak!
Şarabını bir nefeste içme
Beni böyle ayaküstü öpme

Sonbaharda erikleri bir düşün


Balından çatlamış olgun erikleri
Nasıl da korkarlar fırtınadan
Hafif esintileri severler
Öyle hafif ki duyamaz insan
Yumuşak bir beşik gibi erikler
Daldan ayrılmak
Yerde olmak isterler
Çeviren : Turgay Fişekçi

Federico Garcia Lorca


İspanya, 1898 - 1936

SESSİZLİK, SON TÜRKÜ

İşte iniyor gece.

Vuruyor ay ışınları
akşamın örsüne.
Federico Garcia Lorca 1 37

İşte iniyor gece.

Giyinmiş ulu bir ağaç


türkülerin sözlerini.

İşte iniyor gece.

Gelirsen beni görmeye


rüzgarlı yollar boyunca.

İşte iniyor gece.

Bakacaksın ağlıyorum
koca kavakların dibinde.
Esmerim oy
Koca kavakların dibinde.

HER TÜRKÜ

Her türkü
sessizliğidir
aşkın.

Her yıldız
sessizliği
zamanın.
Zamanın
bir düğümü.

Ve her ah
sessizliği
çığlığın.
Çeviren : Cevat Çapan

AY AGI KARINCALI

Yalnız bir kadın sanmıştım önce


Oysa kocasını aldatan biri
Irmağın orda buluştuk
Gece, Santiago gecesi,
138 Federico Garcia Lorca

Işıklar sönüp birer birer


Yanmaya durunca ateşböcekleri,
Son birikintisinde şehrin
Dokundum uykulu memelerine
Türkülü çiçeklerin dalları gibi
Göğsü gözlerime açılıverdi.
Ve on iki hançerin bir kerede
Yırttığı ipek gibi sinirli
Hışırtısı kulaklarımda
Kolalanmış eteklerinin.
Işıksız tepeleri ağaçların
Yollar boyunca kocaman kocaman
Ve ufuk köpeklerin ufku
Irmaktan ötelere havlıyordu.
Ne varsa üstünden atlayıp geçtik
Böğürtlenler, dikenler, karaçalılar.
Saçındaki topuzun yere yatınca
Yumuşak toprakta açtığı çukur,
Ben boyunbağımı attığım zaman
Çözüşü onun da düğmelerini,
Sıra silahlı kemerime gelince
Sıyrılışı giysilerinden art arda,
Sümbüllerin mi kurbağaların mı
Olamaz hiçbirinin böyle bir teni,
Ne de billurun ay ışığında
Sunabildiği var bu ışıltıyı
Kalçaları altımda kaçışıyordu
Hani ürkmüş balıklar gibi
Bir yanı tutuşmuş, ateş çemberi
Bir yanı buza kesmiş, sepserin,
O gece dörtnala gördüm kendimi
Sedeften, küçük bir taya binmişim
Gördüm, ne dizgin ne de üzengi
At koşturuşlarımın en güzelini.
Neler anlattı sevişirken
Ama söyleyemem erkeğim ben
Hem böyle ağzı sıkı görünmemi
Aydınlık akıl da istiyor zaten.
Öpüşlere, toz toprağa bulanmış
Uzaklaştık kıyının ordan
Süsenler silahlarını ayarlıyordu
Gecenin esintilerine karşı.
Federico Garcia Lorca 139

Dürüst bir Çingene olarak


Üstüme düşeni yaptım ben de
Koca bir dikiş sepetini
Armağan ettim ayrılırken,
Ama kuşkusuz sürekli bir aşkı
Aklımın ucuna bile getirmemiştim,
Çünkü hala, evli değilim, diyordu
Kocasına bunu bunu yapıp da
Yürüdüğümüzde ırmağa doğru.
Çeviren : Cemal Süreya

THAMAR İLE AMNON

Ay gökyüzünde dönüyor
susuz toprakların üstünde
serperken dört yana yaz
kaplan mırıltılarını ve alevi.
Üzerinde düz damların
çınlıyor metal sinirler.
Bir esinti dalga dalga
yünlü meleyişlerle geliyor.
Yüzü kapanmış yaralarla
dolu toprak uzanıvermiş
ve titriyor dağlanırken sivri
uçlarıyla ak ışıkların.

Thamar düş görüyordu


boğazında ötüşen kuşları
Soğuk davulları dinleyerek
ay ışığıyla dolu gitarları.
Çıplaklığı damın üstünde
-palmiyenin sivri iğnesi­
karnına kar çiçekleri istiyor
ve sırtına dolu taneleri.
Thamar türkü söylüyordu
çırılçıplak, taraçadan
Ayaklarının dibinde
dönen beş buzdan güvercin.
Amnon, ince ve keskin,
140 Federico Garcia Lorca

kulesinden ona baktı,


kasığı köpük içinde
sakalında titremeler.
Ak aydınlıkta çıplak
taraçaya ilerledi,
dişlerinin arasında
saplanan bir ok ıslığı.
Ve Ammon sonra baktı
yuvarlak, alçakta aya
tam ortasında dipdiri
memeleri kardeşinin.

Amnon saat üç buçukta


döndü yatağına uzandı.
Bütün oda neler çekti
kanat dolu gözlerinden.
Ağır gün, köyleri esmer
kumların altına gömdü.
Çıkardı tez solan mercanlarını
yıldı� çiçeklerinin ve güllerin.
Kuyuların dibinden tutsak su
testilerde sessizliğe açıldı.
Kök yosunları içinde kobra
yatarak türküsünü söyledi.
Amnon inledi yatağının
gölgeli serin örtüsü altında.
Titremenin sarmaşığı
yanan gövdesini kaplıyor.
Usulca girdi Thamar
odanın sessizliğine
Tuna ve damar renginde
uzak i:>:lerle tedirgin.
"Thamar oy gözlerimi
sürekli şafağınla.
Kanımın iplikleri bak
kucağına dantelalar örüyor. "
" Rahat bırak beni kardeş.
Omuz başlarında öpüşlerin
arılar ve ince esintiler
çifte uğultusu flütlerin. "
Federico Garcia Lorca 141

"Thamar, kabarık memelerinde


iki balık var beni çağıran,
ve ucunda parmaklarının
gizli bir gülün mınltılan."
Tam yüz atlısı kralın
sıralanmış avluya kişniyor.
Zorluyor çanaklarda güneş
asma çardağının örgüsünü.
Şimdi yakalıyor saçlarından
şimdi yırtıyor gömleğini.
Ilık mercanlar bir sarışın
haritaya ırmaklar çiziyor.
*

Ah neydi yükselen çığlıklar


evlerin pencerelerinden!
Neydi kalınlığı hançerlerin
harmaniyelerin, yırtılan!
Merdivenlerde üzgün
köleler dolaşıp duruyor.
Oynuyor kalçalar ve kolları
durgun bulutların altında.
Thamar'ın yöresinde çepeçevre
ağlaşıyor Çingene kızoğlankızlar.
Ve birileri topluyor damlalarını
kurban edilmiş çiçeğinin.
Kilitli yatak odalarında
kızarıyor ak çarşaflar.
Mırıltılarıyla ılık şafağın
balıklar ve asma dalları değişiyor.
*

Azgın ırza geçici Amnon


kaçtı atına atlayıp
Zenciler oklar attılar
mazgallardan kalelerden.
Ve dört nalı kaçan atın
olunca dört uzak yankı
bir makas alarak Davud
harpının tellerini kesti.
Çeviren : Onat Kutlar
142 Benjamin Peret

Benjamin Peret
Fransa, 1899 - 1959

GÖZ KIRPMA

papağan uçuştan aşarlar başımı seni yandan görünce


yağ gökyüzü yivlenir mavi ışıklarla
bütün anlamlarıyla adını çizen
bir merdivene dizilmiş bir zenci kabileyle saçını süslemiş Rosa
sivri kadın memeleri erkek gözleriyle bakarlar orda
Bugün saçlarınla bakarım sabah opalo Rosa
gözlerinle uyanırım
zırhlı elbise Rosa
infilak göğüslerinle düşünürüm
kurbağlarla yeşillenmiş gölcük Rosa
Hazar denizi göbeğinde uyurum
genel grev boyunca yabangülü Rosa
kuyruklu yıldızlarla verimlendirilmiş samanyolu omuzların arasında
yolumu şaşırırım.
Çamaşır yıkama gecesinde yasemin Rosa
perili ev Rosa
yeşil ve mavi posta pullarının baskınına uğramış kara orman Rosa
çocukların dövüştüğü boş bir arsa üstünde uçan uçurtma Rosa
sigara dumanı Rosa
billurlaşmış deniz köpüğü Rosa
Rosa
Çeviren : Ergin Ertem

Hart Crane
A .B.D., 1899 - 1932

ANNEANNEMİN AŞK MEKTUPLARI

Belleğin yıldızlarından başka


Gökte yıldız yok bu gece.
Oysa belleğe ne çok yer var
Yumuşak yağmurun gevşek kemerinde.
Annemin annesi
Elizabeth'in
Tavan arasının bir köşesine sıkışıp
Hart Crane 143

kalmış
Ve orada kar gibi eriyecek kadar
Sararıp eprimiş
Mektuplarına bile yer var.

Bu kadar geniş bir boşlukta


Yumuşak adımlarla yürümeli insan.
Burası tümüyle görünmeyen
Bir tel ak saça asılı,
Havada bir ağ ören kuş dalları gibi
titriyor.

Ve ben soruyorum kendime:

" Yankılardan başka bir şey olmayan


Eski havalan çalacak kadar uzun mu parmakların:
Sessizlik ezgileri kaynağına taşıyıp
Sonra anneannene getiriyormuş gibi
Yeniden sana getirecek kadar
Güçlü mü? "

Gene de elinden tutup anneannemi


Anlayamayacağı pek çok şey arasından geçirirdim.
Bu yüzden ayağım sürçüyor. Ve yağmur
Acıyan tatlı bir gülüşle yağıp duruyor.
Çeviren : Cevat Çapan

Henrl Michaux
Fransa, 1899 - 1984

BUDAFEŞTELİ KIZ

Bir kızın soluğunun ılık pususunda yerimi aldım.


Çekildim ama, yerimi bırakmadım.
Tüy gibi kolları. Suyla kavuşmak gibi.
Köhne ne varsa yitip gidiyor önünde. Bir gözleri kalıyor,
Uzun güzel otlar, uzun güzel çiçekler büyürdü tarlamızda.
Göğsümde yeğni mi yeğni bir engel, şu yaslanışın gibi senin.
Öylesine ağıyorsun ki bak yoksun artık.
Çeviren : İ/Jıaıı Herk
144 Robert Desnos

Robert Desnos
Fransa, 1900 - 1945

SENİ ÖYLESİNE DÜŞLEDİM

Seni öylesine düşledim ki yitirdim gerçekliğini.


Bu canlı bedene sahip olmanın ve benim taptığım sesin çıktığı
bu ağzı öpmenin daha zamanı değil midir?
Seni öylesine düşledim ki senin gölgeni kucaklaya kucaklaya,
göğsümün üstünde kavuşmaya alışmış olan kollarım belki de senin
belini saramayacak.
Beni günler boyu ve yıllar boyu yöneten ve kendine çeken gerçek
görüntün karşısında bir gölge gibi kalacağım kuşkusuz.
Ey duygusal dengeler.
Seni öylesine düşledim ki zaman yok artık uyanmama hiç
kuşkusuz. Ayakta uyuyorum, yaşamın ve aşkın bütün görünümlerine
sunulmuş beden ve sana, benim için bugün tek önemli şey olan sana,
senin alnına ve dudaklarına belki de hiç dokunamam, ilk gördüğüm
birini dudaklarına ve alnına dokunduğum kadar.
Seni öylesine düşledim, görüntünle öylesine yürüdüm, konuştum,
yattım ki görüntün bile silindi gözlerimin önünden ve yine de
yaşamının güneş saati üstünde ağır ağır gezinen ve gezinecek olan
gölgeden bir kat daha koyudur gölgen, görüntüler arasında görüntün
eksiksizdir.

HA YIR AŞK ÖLMEZ

Hayır, aşk ölmedi bu yürekte ve bu gözlerde ve


cenaze töreninin başladığını itan eden bu ağızda.
Dinleyin, canıma yetti göz alıcı özgünlük de,
renkler de, çekicilik de.
Aşkı seviyorum, sevecenliğini ve acımasızlığını.
Aşkımın ancak bir tek adı, bir tek biçimi var.
Her şey geçer. Ağızlar yapışır bu ağıza.
Aşkımın ancak bir adı, bir biçimi var.
Ve eğer günün birinde anımsarsan
Ey sen, aşkımın biçimi ve adı,
Bir gün Amerika ile Avrupa arasındaki denizin
üzerinde,
Robert Desnos 1 45

Dalgaların inişli çıkışlı yüzeyinde güneşin son


ışığının yansıdığı saatte ya da kırda bir ağacın
altında bir fırtına gecesinde ya da hızlı giden bir
arabada
Malesherbes Bulvarı'nda bir bahar sabahında,
Yağmurlu bir günde,
Yatmadan önce sabaha karşı,
De ki kendi kendine, senin bildik hayaline
buyuruyorum bunu, seni uzun süre seven tek
bendim ve sen bunu bilmedin işin kötüsü.
De ki kendi kendine, olup bitene hayıflanmamak
gerekir: Benden önce Ronsard ve Baudelaire en
katışıksız aşkı hor gören yaşlı kadınların ve ölmüş
kadınların hayıflanmalarını dile getirdiler.
Sen, sen de ölüp gidince,
Güzel ve hep arzulanır olarak kalacaksın.
Ben de ölmüş olacağım çoktan, her yanı
duvarlarla çevrili ölümsü bedeninde, yaşamın ve
sonsuzluğun ardı arkası kesilmeyen güzellikleri
arasında sonsuza kadar varlığını sürdürecek olan
senin şaşırtıcı görünümünde, ama eğer yaşıyorsam.
Sesin ve sesinin vurgusu, bakışların ve
bakışlarının ışıltıları
Senin kokun ve saçlarının kokusu ve daha birçok
şey yine de yaşayacaktır bende,
Bende ki ben ne Ronsard'ım ne Baudelaire,
Ben ki Robert Desnos'um ve ben, seni tanıyıp
sevmiş olmakla,
Onlar kadar değerliyim doğrusu.
Benki Robert Desnos'um, seni sevmek için
Ve şu aşağılık yeryüzünde yaşamışlığıma başka
bir ün eklemek istemeyen ben.
Çeviren : Eray Canberk
1 46 Yorga Seferis

Yorga Seferis
Yunanistan, 1900 - 1971

AŞK SÖZÜ

III

Hey kökteki, yapraktaki karanlık ürperiş!


Ortaya çık kalabalık sessizlikte uykusuz beden
kaldır başını eğik kollarından başlayarak
dileğin olsun ve gene söyle bana

o kucaklaşma gibi kana kavuşan, kana karışan sözleri;


ve tutkun bir ceviz gölgesi gibi dalsın derinlere
ve savrulan saçların taşsın üzerimizden
öpüşün havından yapraklarına yüreğin.

Gözlerini eğmiştin ve dudaklarında


eski ressamların gösterişsizce çizdikleri gülüş.
Unutulmuş bir yazı ve hafif bir ses
konuşmanda, eski bir incilden kalma:

" Zamanın geçişi ağırdır ve dünya dışıdır


ve yumuşacık yüzerek ilerler ruhumda acı
göğü yarar tan, düş batmadan kalır
ve sanki geçmekte güzel kokulu çalılar.

Gözün ürkmesiyle, al basmasıyla bedenin


uyanır ve güvercin sürüsü aşağı iner
şaşırıp ka'mm beni kuşatan kanat çırpışlarıyla
bağrımda yıldızların insanca dokunuşları.

Sanki deniz kabuğunda kulağım, uğulduyor


aykırı ve karmaşık dünyanın ağıdı
ama kısa bir an, sesler yitiyor sonra
ve kalıyor isteklerimin çift dallı düşüncesi, tek başına.

Sanki yitik bir anıdan yeniden doğmuşum çıplak


sen gelince sevgilim, tanık ve yabancı;
sunarak uzanıp yanıma yelin seslerinde
aramış olduğum sonsuz kurtuluşu bana ... "
Yorgo Seferis 1 47

Azalıp yok oldu kırık günbatımı


ve sanının yanlıştı gökten armağan dilemek.
Eğdin gözlerini. Yeşerdi ayın dikeni
ve ürktün sen dağın gölgelerinden.

(... Nasıl da azalıyor aynada aşkımız


uykuda düşler, unutuşun okulu
zamanın derinlik/erinde, yabancı bir kuşağın
sallanışında nasıl da daralıp yitiyor yürek.)
Çevirenler : Herkül Mil/as - Özdemir ince

DENİZE YAKIN MAGARALARDA

Denize yakın mağaralarda


bir susuzluk duyarsın, bir aşk,
bir coşku
deniz kabukları gibi sert
alır avucuna tutabilirsin.

Denize yakın mağaralarda


günlerce gözlerinin içine baktım,
ne ben seni tanıdım, ne de sen beni.

YADSIMA

Bir güvercin gibi ak


o gizli kıyıda
susadık öğle üzeri:
ama tuzluydu sular.

Sarı kumların üstüne


adını yazdık onun,
ama bir rüzgar esti denizden
ve silindi yazılar.

Nasıl bir ruh, bir yürek,


nasıl bir istek ve tutkuyla
yaşadık: yanılmışız!
Değiştirdik öyle yaşamayı.
1 48 Yorgo Seferis

KAÇIŞ

Bundan başka bir şey değildi aşkımız:


gider, dönerdi gene ve bize
gözleri kapalı, uzak, çok uzak
mermerleşmiş bir gülümseme getirirdi
yitik sabahın otunda
garip bir deniz kabuğu
ruhumuzun inatla açıklamaya çalıştığı.

Bundan başka bir şey değildi aşkımız:


sessizce yoklardı çevremizde ne varsa,
açıklamak için ölmek istemeyişimizi
bunca coşkuyla.

Ve tutunduysak başkalarının bellerine,


vargücümüzle sarıldıysak boyunlarına,
soluğumuz karıştıysa
bir başkasının soluğuna,
ve yumduysak gözlerimizi, bundan başka
bir şey değildi :
bu derin acıydı yalnız, tutunabileceğimiz,
kaçışımızda.
Çeviren : Cevat Çapan

Vitezslav Nezval
Çekoslovakya, 1900 - 1958

AŞIK KADINLAR

Coşkunuzdan bir gökkuşağı yapılırdı


güzel yavuklular
Biri beni bırakır bir başkası gelir aynı güzellikte
o da bırakır gider

Senin bana bıraktığını başkalarına veririm ben


Voltava
pırıldar Ey sen kıskanç kadın geçer ve şarkı mırıldanırsın
ve çekip gidersin sonra
Vitezslav Nezval 149

Üç renkli fiyonga karşılaştırılabilir aşkla


saçlar ağız gözler
Ölür ayak sesleri avlunun yankılanımında
mavi bir gökyüzünü andıran avluda

Ah başkalarının benden istediklerini


veremiyorum sana
Nice geceler boyu aradığım kadın
gelip kapıyı çalsana

Odamda kara bir bayrak dalgalanıyor mağrur


Yüzlerce yeni gökkuşağı ve yeni renkler
solsun
Sen gel baştan çıkarıcı kadın

Sen benim maça kızım Ey benim güzel kadınım


Ey Maria
Dinle piyanomun sesini senin içindir çaldığı
arya

Fiyongada yalnız bir tek kara kurdele kaldı


bir bez parçası işte
Sen de gittin ötekiler gibi tıpkı
Gittiler hepsi de
Çeviren : Eray Canberk

Jacques Prevert
Fransa, 1900 - 19 77

AŞK

Aşk
Öyle keskin
Öyle ince
Öyle umutsuz
Aşk
Gün gibi güzel
Hava gibi de kötü
Kötü havada
Aşk öyle gerçek
1 5 0 Jacques Prevert

Aşk öyle güzel


Öyle mutlu
Öyle sevinçli
Öyle iğneleyici
Karanlıkta korkudan titreyen bir çocuk gibi
Rahat bir adam gibi gecenin ortasında
Öyle kendine güvenli
Başkalarını korkutan
Konuşturan
Solduran aşk
Gözetlenmiş aşk
Gözetliyorduk onları çünkü
Dehlenmiş yaralanmış ayaklar altında alınmış tüketilmiş
hiçe sayılmış unutulmuş aşk
Dehledik yaraladık ayaklar altına aldık tükettik
hiçe saydık unuttuk aşkı çünkü
Aşk tümünlen
Gene öyle diri
Güneşli hepten
Senin aşkın
Benim aşkım
Bir vakitlerin aşkı
Hep yeni olan hani
Hiç değişmeyen
Bitki denli gerçek
Kuş denli titrek
Yaz denli sıcak yaz denli diri
Gidebilirdik ikimiz
Gelebilirdik
Unutabilirdik
Uyuyabilirdik sonra
Uyanabilirdik acınabilirdik yaşlanabilirdik
Uyuyabilirdik gene
Düşleyebilirdik ölümü
Uyanabilirdik gülümseyebilirdik gülebilirdik
Gençleşebilirdik de
Orda kalsın aşkımız
Keçi gibi inatçı
İstek gibi oynak
Bellek gibi zorba
Üzüntüler gibi budala
Anı gibi tatlı
Jacques Prevert 151

Mermer gibi soğuk


Gün gibi güzel
Çocuk gibi çıtkırıldım
Gülümseyerek bakıyor
Bize söylüyor bir şey demeksizin
Titreye titreye dinliyorum
Sesleniyorum sonra
Senin için
Benim için
Yalvarırım sana
Senin için benim için bütün sevişenler için
Bütün sevişmişler için
Evet aşka sesleniyorum
Senin için benim için
Tanımadıklarım için
Kal orda
Kımıldama
Gitme
Sevişen bizler
Unuttuk seni
Sen unutma bizi
Senden başka nemiz kalmıştı
Bırakma bizi soğumayalım
Çok daha ötelerde
Nerde olursa
Anımsat bize hep yaşadığımızı
Çok daha sonra bir korunun bir kuytusundan
Bellek ormanından
Fırla birden
Uzat bize elini
Kurtar bizi
Çeviren : Teoman Aktürel

AŞKIN
YUMUŞAK VE TEHLİKELİ
YÜZÜ

Yumuşak ve tehlikeli
yüzü aşkın
bana göründü bir akşam
uzun bir günden sonra
152 Jacques Prevert

Belki bir okçuydu


okuyla birlikte
ya da bir müzikçiydi
çalgısı elinde
Bilmiyorum pek
Bilmiyorum hiç
Beni yaraladığıdır
bildiğim tek şey
belki bir okla
belki bir şarkıyla
Bildiğim tek şey
beni yaraladığıdır
hem de yürekten
sonsuza dek
Yakıcı pek yakıcı
aşkın yarası

SAR BENİ
Işık şehrinin bir mahallesindeydi
Hep karanlıktı hep havasızdı
Yaz kışa benzerdi hep kıştı
Kadın merdivendeydi
Adam kadının yanındaydı yanyanaydılar
Geceydi
Kükürt kokuyordu
Çünkü öğleden sonra tahtakurularını
öldürmüşlerdi
Ve kadın adama diyordu ki
Burası karanlık
Hava yok
Kış yaz gibi her zaman kış
Yüce Tanrı'nın güneşi aydınlatmıyor bu yanları
Zengin mahalleleriyle onun işi gücü
Sık beni kollarında
Sar beni
Beni sar durmadan
Sar beni
Daha sonra demek çok sonra demektir
Yaşıyorsak işte şimdi
Burada insan çatlar her şeyden
Jacques Prevert 153

Sıcaktan soğuktan
İnsan buz tutar boğulur insan
Eğer beni sarmaz bırakırsan
Boğulur ölürüm gibime geliyor
Senin yaşın onbeş ben de onbeş yaşındayım
İkimiz otuz ederiz
Otuz yaşında çocuk sayılmaz insan
Tam çalışma yaşı
Tam sevişme yaşı
Daha sonra demek çok geç demektir
Yaşıyorsak işte şimdi
Sar beni!
Çeviren : Eray Canberk

Rudolf Nilsen
Noroeç, 1901 - 1929

SANA

Paydos düdüğü çaldı nihayet


Saat yine beşi oldu akşamın
İşçiler dağılıyorlar fabrikadan
Sen de aralarındasın.

Ne güzel baskın bu diye koşarak


Sevinçle uzattın ellerini bana.
Gülümsemenin öte yanında bitkinlik,
Gölgeler çevrelemiş gözlerini ama.

Ellerini avuçlarımla sarıyorum


Dokunuyorum onlardaki yorgunluğa, yaralara
Makinelerden doğru geliyorsun biliyorum:
Zalim öpüşlerin izi her yanında damga damga.
Çeviren : Ata Karatay
1 54 Jaroslav Seifert

Jaroslav Seifert
Çekoslovakya, 1901 1986

ISLAK RESİM

O güzel günler
hani kent bir zara, bir yelpazeye, bir kuş türküsüne
ya da deniz kıyısındaki bir tarak kabuğuna benzer
- elveda, elveda güzel kızlar
bugün tanışmıştık
bir daha görüşmeyeceğiz hiç.

O güzel Pazar günleri


hani kent bir topa, bir iskambil kağıdına, bir okarinaya
ya da sallanıp duran bir çana benzer
- güneşli caddelerde
öpüşürdü gölgeleri gelip geçenlerin
ve birbirlerini tanımadan geçip giderdi insanlar.

O güzel akşam saatleri


hani kent bir güle, bir satranç tahtasına, bir kemana
ya da ağlayan bir kıza benzer
- domino oynamıştık
kara noktalı taşlarla, bardaki o zayıf kızlarla
dizlerine bakarak

jartiyerlerinin ipek birer taç gibi süslediği


iki kuru kafayı andıran bir deri bir kemik dizlerine
umarsız krallığında aşkın.
Çeviren : Cevat Çapan

Salvatore Quasimodo
İtalya, 1901 1968

AŞK TÜRKÜSÜ

Batıya döner ayçiçeği


gün hızlanmıştır bile
eğildi mi o - yoğunlaşır
yaz havası, kımıl kımıl yapraklar, işlik
Salvatore Quasimodo 155

dumanlan. Çatırdayıvermesiyle yıldırımların,


bulutların akıvermesiyle bir, uzaklaşır yiter
göğün bu son oyunu da. Yıllardan beri,
sevgilim, hep böyle şaşkına çevirir
bizi ağaçların değişmesi
Navigli'deki. Ama günlerimiz hep aynı,
güneş o güneş, çekip giden
bir ışık çizgisiyle ardında, sevgi dolu.

Anılar bitti artık, anımsamak istemiyorum;


belleğimi ölüm almış,
yaşamın sonu yok. Bütün günler
bizim. Vakit geçti diyerek sen de
bırakacaksın beni, durunca devinim.
Burda kanalın üstünde yükselerek
salıncakla çocuklar gibi, suya
bakıyoruz, kararan
yeşilindeki ilk dallara.
Bıçak değil avcunda gizlediği
sessizce yaklaşan adamın
tek bir ıtır çiçeği.
Çeviren : Egemen Berköz

Rafael Alherti
ispanya, 1902

CANLI DOGADA AŞK ANILARI

Biliyoruz sevgilim, şimdi


çevremizi saran şu görünüm
uyumuş gibi, ölmüş gibi;
ağaçların akıllarında bir şey kalmamış,
ve geceler çekip gitmiş unutuluşla,
kendilerini güzel kılan,
belki de ölümsüz kılan unutuluşla.

Ama eski mutluluğumuzu yaşamak için


bir yaprağın kıpırtısı bile yeter,
doldurmak için
bir zamanlar yalnız bizim olan o yeri
156 Rafael Alberti

silinmiş bir yıldızın soluk alması yeter.


Boşuna değil yanımda uyanışın,
bugün yanımda uyanışın,
korulann dayanıklı yüreğiyle korunan
çitlenbik çalılarının arasında,
gizli böğürtlenlerin arasında.
Kırağıyla ıslanmış öpüşler var,
yatağını tazeleyen ince otlar,
saçlarını süsleyen peri kızlan var,
ve uykundaki dalların ufacık yeşilini
yağma eden esrarengiz sincaplar.

Hep mutlu ol yaprak, güz nedir bilme,


o kör, ışıklı yılların kokusunu
minicik kıpırtısıyla bana getiren yaprak.
Ve sen, yitik yıldızcık
gençlik gecelerimin bana
candaş pencerelerini açan,
hiç söndürme ışığını,
şafak sökerken uyuduğumuz
o yatak odalarının üstünden
hiç eksiltme ışığını
ay ışığındaki kitaplığın üstünden
tatlı bir düzensizlik içindeki
kitapların üstünden
ve dışarda bize şarkı söyleyen
uyanık dağların üstünden.
Çeviren Ülkü Tamer

AttilaJozsef
Macaristan, 1905 - 193 7

FLORA

Şimdi iki milyarla zincirlemek için beni


Benden bir çoban köpeği yapmak için kendilerine
Fakat iyilik, şefkat ve incelik duygulan
Göç ettiler onların dünyasından Güney'e.
Artık ışık içinde göremiyorum bu dünyayı
Göremiyorum, deney tüpüne bakan bir doktor rahatlığıyla
Attila Jozsef 157

Diz çöküyorum, haykırıyorum yenilgimi


Sevgilim, bir an önce gelmezsen yardımıma

Köylü nasıl toprağa muhtaçsa


Yağmura, güneşe nasıl muhtaçsa, muhtacım sana
Bitki nasıl ışığa muhtaçsa
Ve klorofile, fışkırmak için topraktan,
Muhtacım sana, çalışan kalabalık
Nasıl işe, ekmeğe, özgürlüğe muhtaçsa
Ve nasıl avuntuya muhtaçlarsa kuşatıldıklarında
Çünkü gelecek doğmadı daha acılarından.

Bir köye nasıl okul, elektrik


Su, taştan evler gerekliyse
Çocuk nasıl gereksinirse oyuncaklara
Isıtan bir sevgiye;
İşçi için bilincin
Ve gözüpekliğin anlamı neyse
Yoksul için onurun;
Ve bulanık çocuklarına bu toplumun
Bir hayat çizgisi nasıl gerekliyse
Ve nasıl gerekliyse hepimize
Akıl, uyanıklık, yol gösteren bir ışık
Flora! Yüreğimde yerin işte öyle.
Çeviren : Araol Behramoğlu

Cecil Day Lewis


İngiltere, 1904 - 19 72

DERİN DERİN DÜŞÜNÜRKEN

Derin derin düşünürken,


Diyelim, hayranlık içinde beyaz leylağa,
Ya da mutlu kum saatinde, bir yaz ikindisi,
Kum tanecikleri gibi dökülen türküsüne tarla kuşunun,
Ya da bana bunlardan daha çekici gelen güzelliğine -
Kulağa fısıldanan belli belirsiz bir söz,
Pencerenin önünden geçen birinin bakışı hatırlatıyor bana
Tarla kuşunun, leylağın ve senin birden yabancılaştığınızı. _
158 Cecil Day Lewis

Telaşsız bir zamanın dolgun ve kırsal


Koyağında, suların durgunluğunda uyumuş.
Deniz kuşları gibi ağaçlar arasında,
Bir gölge kımıldıyor - unutulmuş bir sözün
Kurnaz hatırlatıcısı.
Bütün o pırıl pırıl hazlar, tertemiz tasarlanan,
Kararıyor bir kaçağın suçluluk duygusuyla:
Sönüyor günün kabaran gücü, meşeler sarsılıyor,
Yüzüne düşen gölge aramıza giriyor.

Yalnız karar anında,


Sevişmeye soyunan kararlı aşıkların
Yalın yüreklerinde, bu gölge kayboluyor, yalnız orada işte
Beslenecek bir şey kalmıyor ikimizin hayatı arasında
Sen ve ben, leylakla, tarla kuşuyla ve meşe yapraklı
Koyakla bütünleşiyoruz
Ölümden önceki şaşırtıcı ışıkta.
Hiçbir şey masum değil artık yaşamak için
Eyleme geçmekten başka.

HER ŞEY YİTMİŞ

Deniz kurumuş, açığa çıkmış yoksulluğum -


Kum, kum, bir paslı çapa, kırık camlar,
Parlak günlerin ölgün tortusu
Bir ot cennetinde sevincim çırpınırken.

Bir perde gibi kaçtı deniz, ah acımasız ışık


Kuruyup büzülen ne varsa açığa çıkaran! Kuru otlar
Saatlerim, gerçeğim hayvanlarım yaladığı bir kaya tuzu.
İsteksizce soyunmuş tenden uzaklaşıyor aşk.

Karaya vurmuş bir zaman, gelgit azalmış,


Ruh bitkin. Utanç veren kayada soluk soluğa
Denizin yükselmesi için yakarıyorum, dinginliği
Aldatıcı, erdemi boş bir düş bile olsa.

İster eğlenmek, ister diriltmek ya da boğmak için


Kurtarıcı bir el uzat kuruyan kumsalıma
Çeviren : Cevat Çapan
Pablo Neruda 1 59

Pablo Neruda
Şifi, 1904 - 1973

YİRMİ AŞK ŞİİRİ VE UMUTSUZ BİR ŞARKl'DAN

VIII

Sen, beyaz arı, bal sarhoşu, vızıldarsın canımda,


ağır duman büklümleri gibi dolanırsın.
,.

Umutsuzum, yankısı olmayan sesim,


her şeyi olan ve her şeyi yitiren biri.

Son palamar, benim son sıkıntım sende çözülür,


Son gülsün sen benim kurak toprağımda.

Ah suskun kadın!

Derin gözlerini kapa. Gece kanatlanır gözlerinde.


Ürkek bir yontuyu andıran bedenini soy.

Gecenin kanat çırptığı derin gözlerin var.


Körpe kolların çiçek, kucağın gül.

Akçıl salyangozları andırır göğüslerin.


Karnına konmuş uyur bir gece kelebeği.

Ah suskun kadın!

İşte ıssızlık ve yoksun orada.


Yağmur yağıyor. Serseri martıları kovuyor deniz rüzgarı.

Islak sokaklarda çıplak ayakla yürüyor su.


Ve bir hasta gibi inliyor ağacın yaprağı.

Beyaz arı, yoksun sen, vızıltın sürüyor içimde.


İnce ve susmuş, yaşayıp gidiyorsun içinde zamanın.

Ah suskun kadın!
Çeviren : Eray Caııhc,-J.;
1 60 Pab/o Neruda

MATİLDE'YE SONE

Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,


çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.

Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,


sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.

Sanki ellerimdeymiş gibi mutluluğun


ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.

Sevgimin iki canı var seni sevmeye.


Bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni.
Çeviren : Cevat Çapan

BİR AGITLA ÖVGÜ

Ah, güller arasındaki kız, güvercinlerin baskısı,


ah, balıkların ve gül çalılıkların iç daraltan sıklığı,
susamış tuzla dolu bir şişedir senin gönlün
ve bir çıngıraktır teninin üzümlerinden.

Ne mutlu ki sana verecek bir şeyim yok


· tırnaklarının ve kirpiklerinin bana sunduğundan
başka,
ya da gönle akmış piyanolar, yüreğiı�ıden sellere
dökülen düşler;
kara biniciler gibi koştun::, tozlarla kaplı düşler;
hızla ve bahtsızlıkla dolu düşlerden başka.

Yalnız seni sevebilirim, öpüşler, karanfiller


ve yağmurdan ıslak çelenklerle,
bakarken kızıl kordan atlar ve sarı köpeklerle.
Yalnız seni sevebilirim omuzda dalgalarla:
Pablo Neruda 161

phirincin gizemli vuruşlan ve düşüncede yitmiş


sular arasında,
yüzerken mezarlıklara karşı koşan büyük ırmaklarda
üzgün kireç lahitte yetişen ıslak çimenlerle,
yüzerken karşıdan karşıya batmış yüreklerle
ve gömülmemiş çocukların çizilmiş mezar
plancıklarıyla

Her an ölüm, ne çok bitmemiş ölüm törenleri


güçsüz tutkularımda ve ıssız öpüşlerde,
bir su var başıma dökülen,
saçlarımın uzayışıyla,
zaman gibi bir su, zincirlenemeyen kara bir su,
geceleyin bir ses, bir çığlığıyla
yağmurda kuşların, kemiklerimi saklayan
sonsuz bir gölgenin kanadıyla:
kendimi giyerken
ve görürken sonsuzlaştığımı camlarda ve aynalarda
duyanın birinin beni izleyip çağırdığını, ağlamaklı
zamanla çürümüş üzgün bir sesle.

Ayaktasın üstünde toprağın, dolu


dişlerden ve yıldırımlardan.
Öldürürsün kanncaları öpüşlerinin propagandasıyla.
Ağlarsın sağlıkla, soğandan, arıdan,
alfabenin yanışından.

Bir kılıç gibisin mavi ve yeşil,


dalgalanırsa dokunuşlarla, bir nehir gibi.

Gir gönlüme beyazlar giyinip, kanayan


güllerden bir dal ve dişbudaktan kadehlerle,
bir elma ve bir atla gel,
çünkü karanlık bir ada var orada ve kırılmış bir şamdan,

yamulmuş bir kaç iskemle kışı beklemekten,


ve ölü bir güvercin, bir sayıyla.
Çeviren : Adnan Ôzcr
1 62 Kenneth Rexroth

Kennetb Rexrotb
A .B.D., 1905 - 1982

KIPIRTISIZ SU ÜZERİNDE

Issızlık toplanıyor çevremize


Yorgun argın yatarken
Ilık avuçlarına alıyor yalnızlık bizi yavaşça.
Bir kaplumbağa kayıyor suya
Patlayan bir hava kabarcığı sesiyle.
Çıt yok başka, sadece kısık
Kesintisiz söyleşme esintisiz
Yapraklannda kavak ve çınarların ara sıra,
Bir kurbağanın sorgulayan sesi, tek.
Gözlerimi çeviriyorum senin büyülü yüzünden
Ve bakıyorum yaklaşmakta olan günbatımının
Allıklar sürmesine kocaman bozulmamış tepemize
Akıl ermez altın çakıntılar katarak arasına.
Gözlerin açılıyor, çevriliyor başın.
Dudakların kıpır kıpır omzumda,
Ağır kanlı bir ürpertinin geçtiğini duyuyorum gövdenden.
Bir gülüyorsun, an duru
Coşkun bir flüt gibi, fırlıyorsun ayağa
Ve dalıyorsun suya.
Beyaz bir kuş kalkıyor sazlardan
Ve uçuyor uzaklara ve yalpalıyor kayık
Sarhoş dalgalannda
Senin çıplak coşkunluğunun.

GÜMÜŞ KUGU

VII

Sadece Boşluk

Senden kaçamıyorum.
Ne zaman yalnız olduğumu düşünsem,
Uyandığımda görüyorum ki
Yitirmişim senin aşkını
Yabanıl ormanında, karanlığında.
Bezenmiş bilinmeyen gözleriyle
Kenneth Rexroth 1 63

Yabanıl hayvanların. Uyandığımda


Kendimi bir orman kaçkını olarak buluyorum
Derinliğine inilmez
Bir boşlukta, tek düşüncesi
Üstüne bile bir şey söylenmiyor.

XVII

Tan ağarmasından bir saat önce,


İyice eğilmiş ay doğuda,
Yakında güneşin yanından geçip gidecek.
Seher yıldızı asılı duruyor
Bir lamba gibi, hilalin yanında,
Grileşen ufuk çizgisi üstüne.
Hava ılık, mis kokulu,
Akıl almaz ılıklıkta
Yağmurlu bir güz, gene de
Yapraklar renk değiştiriyor, açıklı
Koyulu dağdan aşağı.
Seyrediyorum dalgalana
Kıvrıla büküle yükselen dumanını
Bir tapınak tütsü çubuğunun
Okuma lambamın ışığında.
Ay ışığı beliriyor duvarımda
Doğurtmuşun sanki
Efsunla. Çıkıyorum
Ağaçlık bahçeye
Ve yürüyorum çırılçıplak, sadece
Sandallarım var ayağımda, ışık ve karanlık içine,
Uyuyan kaplanlar gibi dilim dilim.
Rakunlar seyrediyor beni
Ceviz ağacından, tembelhayvanlar
Kayıp gözden kayboluyor altında
Odunun yığınınırr. Köpeğim CH'ing uyuyor.
Kedi de uykuda. Tek başınayım
Dinginliğinde daha
Kuşların bile uyanmadığı saatin.
Gece yaratıktan yattı uykuya. Karanlık
Mekik dokuyor bahçenin sonunda,
İçine işlenmez bir kütle.
Seher Yıldızı'nın bir ışınını
Ay ışığı yüklü sisin bir dilimi deldi geçti:
1 64 Kenneth Rexroth

Çıplak bir kız şekillendi


Ve geldi bana doğru - Saydam,
Sonsuzluktan yapılmış gövdesi,
Dönüp duran ışık noktalarından, her biri
Bir yıldız kümesiydi, bir buluttu
Ateş böceklerinde, sayısız.
Aralarında, yıldız ve ay
Işıldıyordu hala soluk soluk. Geldi
Bana doğru görülür görülmez
Kayıp giden havada ve dokundu
Omzuma ipekten daha yumuşak
Bir elle. Dedi ki:
" Biliyor musun, sevgilim,
Ele geçirdiğin yüreği? "
Yanıtlayıncaya kadar ben, gövdesi
Aktı benim gövdeme, her
Işık taneciği karıştı
Kanımın ve etimin her zerresine.
Biz tek beden olurken dünya
Yok oldu. Yok oldum ben de
Sıyrıldım varlığımdan, sadece
Bir dipsiz !lu)ll.lydum sınırsız.
Sadece kaİ:ablık bir kişilik
Duyulardan sıyrılmış ve us
Sınır bilmez bir boşluk.
Sonsuz bir uzaklıkta yanıyordu
Minicik bir kırmızı nokta
Ya ben yaklaşıyordum ona ya da o geliyordu
Solup gitmiş zaman. Hareket
Hareket değildi. Uzay boşluğa dönüşmüştü
Yakut rengi bir ateş dolduruyordu bütün varlıkları.
Açılıyordu, bir kapı gibi değil de,
Açılan avuçlar gibi yakarılarda
Ve kapanıyordu etrafımda.
Sonra hiç. Bütün duyular yitmiş.
Yoktu ayırdına varmak; hiçlik.
Sadece bir başka türlü bilmek
Herşeyi kapsayan
Bir aşk bütün varlığı tüketen.
Durmuştu zaman.
Uzay gitmişti.
Kavrama ve dizge
Kenneth Rexroth 1 65

Hiç varolmamıştı.
Dökülmüştü sonsuzluk.

Birden duruyordum gene


Bahçemde, çıplak, yıkanarak
Kızgın aydınlığında yeni
Doğan güneşin - yıldız ve hilal yitmişti ışıkta.
Çeviren : Güven Turan

Leopold Sedar Senghor


Senegal, 1906

SENİN ADINI SÖYLEYECEÔİM

(Tama için)

Senin adını söyleyeceğim, Naett, senin adını


haykıracağım, Naett,
Adın tarçın kadar uçucu Naett, kokusu bir limon
bahçesi gibi.

Naett, çiçek açarken nasılsa kahve ağaçlan öyle


saydam, adın,
Öğle güneşinin ve tutkunun yarattığı koyu nemli
bir gölgelik, çiçekler açar,
Çiğe benzer adın, daha taze demirhindi ağacının
gölgesinden,
Günün sıcağı azalıp akşam olunca nasılsa öyle,
kısa akşam saatlerinden daha taze,
Naett, sen öfkeli kasırga, şimşeğin gürültüsü,
gecem, güneşim,
Şimdi de büyücün oldum senin adını
söyleyebilmek için, her şeyi göze aldım,
O uğursuz günde Futa'dan sürülen Elissa
prensesi.
Çeviren : Eray Canherk
1 66 Wi/liam Empson

William Empson
İngiltere, 1906 - 1984

VILLANELLE

Çekilen acılardır, acılar bir ömür boyu.


Kaslarımı kavurdu simyacı güzelliğin.
Ellerini hatırlattı bana ellerimin duruşu.

O hangi panzehir ki, bu güçlü zehiri de kuruttu?


O hangi iyilik ki, o eski merhemi yaraya sürsün?
Çekilen acılardır, acılar bir ömür boyu.

Bulaşan o hastalık gizli bir alışkanlık oldu


Ve ikinci evresi başlayınca sancının,
Ellerini hatırlattı bana ellerimin duruşu.

Nasıl da kaygısızdım belleğimin güvenliğiyle mutlu,


Sendeki incelikleri ezbere bildiğim için.
Çekilen acılardır, acılar bir ömür boyu.

Güzelliğin gözlerimin içtiği o derin büyülü kuyu.


Yüreğimde dolaşan gene de senin zehrin.
Ellerini hatırlattı bana ellerimin duruşu.

İyisin bugün bile o eski biçiminle kayıtlı.


İyi ve ayrılış ötesinde. Sözümüzü şaşırttın.
Çekilen acılardır, acılar bir ömür boyu.
Ellerini hatırlattı bana ellerimin duruşu.
Çeviren : Cevat Çapan

Rene Cbar
Fransa, 190 7 - 1991

E VADN E

Yaz ve yaşamımız tek bir bütündük


Kırlar güzel kokulu etekliğinin rengini yutar
Barışmıştı zorlamayla açgözlülük
Çalgısının yalpası az sonra çöküp gidecek
Rene Char 1 67

Maubec şatosu kile gömülürdü


Bizi sendeletirdi bitkilerin hoyratlığı
Bir karga filodan kopan kara kürekçi
Kolu bacağı koparılmış öğle vaktinin
Dilsiz çakmaktaşı üstünde
Yumuşak devinimlerle süregiden
Uzlaşmamıza eşlik eder
Her yanda durup dinlenmesi gerekirdi orağın
Az bulunurluğumuz bir saltanatı başlatırdı
(Gözkapaklarımızı kırıştıran o uykusuz rüzgar
Her gece çevirirken onaylanmış sayfayı
İstiyor ki senden alıkoyduğum her parça
Bir acıkmış çağ ve dev gözpınarı ülkesine yayılsın)

O tapılası güzel yılların başlangıcıydı


Anımsıyorum toprak biraz severdi bizi.

ASILI EROS

Gece, yolunu yarılamıştı. Göklerin yığını, o anda tümüyle sığacaktı


bakışıma. Seni gördüm, ilk ve tek, yıkılmış kürelerdeki tanrısal dişi.
Sonsuzluk giysini yırttım, toprağıma getirdim seni, çırılçıplak. Çürü­
müş yaprakların devingen tortusu her yanımızı sardı.

Uçuyoruz, diyor hizmetçilerin, acımasız uzayda, - kızıl


borazanımın türküsü eşliğinde.

DOLU DOLU

Yüzlerimizden göçüp giden


Kemiklerimiz kıyıya vardığında
Sevgilim, hiçbir şey bitmiş olmadı
Taze bir sevi geldi çığlık çığlığa
Bizi diriltmeye ve geri almaya.
Sıcaklık susmuş da olsa,
Süregiden o nesne,
Ölen yaşama karşıt,
Sonsuzlukta biçimleniyordu.
Acıyla borda bordaya
Yüzdüğünü gördüğümüz şeyse
1 68 Rene Char

Bir yuvada gibiydi orada


Ve iki gözüyle birleştiriyordu bizi
Yeni doğan bir boyuneğmede.
Sırılsıklam yünlere karşın
Ölüm büyümemişti
Ve daha başlamamıştı mutluluk
Bize, doğru kulak kesilmiş.
Ot çıplak ve çiğnenmişti.
Çeviren : Samih Rifat

SEVDİGİMİN GİYSİSİ
DENİZ FENERİ MAVİ

Sevdiğimin giysisi deniz feneri mavi


öpüyorum yalımını yüzünün
ışınların gizli bir sevinçle uyuduğu.

Seviyorum, hıçkırıyorum. Dipdiriyim


ve senin yüreğin bu Sabah Yıldızı
kızaran, o yengi saatinde
savaşı başlamadan burçların.

Yellerle yaralanan
yelkene dönsün etim,
senden uzakta.
Çeviren : Cevat Çapan

A ...

Bunca yıllık aşkımsın benim,


Başdönmem bunca bekleyiş karşısında,
Ki yaşlandıramaz, ürpertemez hiçbir şey;
Ne ölümümüzü bekleyenler bizim,
Ne bizimle savaşanlar inatla,
Ne bize yabancı olanlar hala,
Ne de yitişlerim, geriye dönüşlerim.

Şimşir bir pancur gibi kapalı


işte son bir güçlü talih
Sıradağlarımızdır bizim,
Rene Char 1 69

Sıkıştıran görkemimizdir.

Talih diyorum, ey çekiçlenmiş aşkım;


Yüklenebiliriz ikimiz de
Karşılıklı sır paylarımızı
Ve hiç dillendirmeyiz onları;
Birliğinde gövdelerimizin.
Bulur ayrılığını sonunda
Başka yerlerden gelen acı, ,
Bulur güneşli yolunu sonunda "'
Merkezinde yırtıp yırtıp
Yeniden başladığı bulutumuzun.
Talih diyorum, öyle geliyor bana.
Yükselttin o doruğu
Bekleyişimin aşmak zorunda olduğu
Yarın yittiği zaman.
Çeviren : Özdemir ince

W. H. Auden
İngiltere, 190 7 - 19 73

NİNNİ

Daya uykulu başını, sevdiğim,


İnsanca vefasız koluma;
Zaman ve hastalıklar yok eder
Düşünceli çocukların
Kişisel güzelliğini ve mezar
Çocuğun geçiciliğini kanıtlar:
Ama kollarımda tan ağarıncaya kadar
Bırak uyusun bu canlı yaratık
Ölümlü, suçlu, ama benim gözümde
Tepeden tırnağa güzel.

Sınırı yok ruhla bedenin:


Hoşgören, büyülü yamacında aşkın
Yatarken sevgililer
Kendilerinden geçmiş,
Venüs hüzünlü gözleriyle onlara
Doğaüstü anlayış, umut
170 W. H. Auden

Ve evrensel sevgisini yöneltir;


Bir yanda buzullarla kayalar arasında
Soyut bir sezgi, kimsesiz dervişin
Kösnül coşkusunu diriltir.

Kesinlik ve bağlılık
Gece yarısı vuran
Çanın titreşimleri gibi geçer
Ve o bildiğimiz deliler

Bilgiççe homurdanırlar:
Falının açıkladığı
Ücretin her meteliği
Eksiksiz ödenecek!
Ama yitmesin bu geceden
Ne bir fısıltı, ne bir düşünce,
Ne bir öpücük, ne de bir bakış.
Güzellik, gece yarısı, düş ölür:
Hülyalı başında esen
O tatlı seher yelleri
Sevgiyle karşılasın günü,
Kutsasın gözle atan yüreği
Ve yetersiz bulmasın ölümlü dünyamızı;
Kuru öğle saatlerinde aç bırakmasın seni
İsteksiz yetkililerin elinde,
Aş o seni aşağılayan geceleri
İnsanca sevginin gözetiminde.
Çeviren : Cevat Çapan

SAATLE BENİM ARAMDA

Vurdum kapıyı, indim bir akşam


Bristol Caddesi'nden aşağı;
Kaldırımlarda ahali, baktım,
Tarlada sanki buğday başağı.

Yürürken taşmış dere boyunda


Bir aşk şarkısı duydum ansızın,
Demir köprünün hemen altından:
" Ucu bucağı yoktur sevdanın.

"Vazgeçmem senden, vazgeçmem, yiirinı,


W. H. A uden 171

Taa ki geçer de magrip maşrığa,


Tırmanır da Kafdağı'na sular,
Ta ki çıkar da balık kavağa.

" Vazgeçmem senden taa ki Okyanus


Kurur, katlanır, konulur rafa;
Dolanır gökte yedişer yıldız
Cıvıl da cıvıl konar Araf'a.

" Yıllar koşacak tavşanlar gibi,


Sen varsın madem ki kollarımda,
Sen ki çağların gonca baharı,
Dünyaya nasip ilk ve son sevda. "

Yazık ki şehrin saatleri hep


Başladı birden çın çın ötmeye:
" Düşme zamanın ağma sakın!
Diş geçirilmez o örümceye.

" Kabusun budak deliğinde Hak,


Başı kavufsuz, sırtı cübbesiz ...
Gözetler zaman sizi siperden,
" Öhö" der, tam öpüşeceksiniz.

" Hayhuydu derken bir de bakarsın,


Kandilinde yağ kalmamış ömrün.
Zaman erecek muradına hoş,
Yarına kalmaz belki de bugün

" Nice yemyeşil bağ bahçe var ki


Üstüne şimdi çullanmakta kar.
Zar dağıtır barı, halayı;
Ellerde kopar güzelim yaylar.

" Daldır suya ellerini bari,


Bileklerine kadar daldır da!
Gözlerini dik! dik de leğene,
Neydi o, düşün kalan arkanda!

" Buzullar zorlar yük kapısını,


Yatağında iç çekense çöldür;
Çay fincanındaki bir çatlaktan
1 72 W. H. Auden

Öte dünyaya yollar görünür.

" Kuzum gel de bir bak şu aynaya!


Gel şu perişan haline bir bak!
Hayat, Şer değil Hayır; gine de
Sana hiç hayrı dokunmayacak.

Dur da, camların önünd� dur da! ..


İki göz iki çeşme dökülen ...
İşin yoksa sen kötrüm komşunun
Gönlünü al bu kötrüm gönüllen . "

Geçti, geçtiydi akşam suları,


Gitti aşıklar gittiydi bir bir;
Sustu saatler durduydu çın çın;
Akar da akar akardı nehir.
Çeviren : Can Yücel

Louis MacNeice
İrlanda, 1907 - 1963
BULUŞMA YERİ

Zaman yoktu, zaman başka yerdeydi,


İki bardak, iki iskemle vardı,
İki insan, nabızları ayniydi,
(Yürüyen merdiveni durdurmuşlardı) :
Zaman yoktu, zaman başka yerdeydi.

Ne yüksekteydiler ne derinlerde
Berrak esmer dereyi bir zaman dinlediler,
Sonra hala o sesin duyulduğu yerde
Bir kır kahvesi buldular, oturdular
Ama ne yüksekteydiler ne derinlerde.

Havada bir çan sesi sallandı durdu


Öyle bir huzurla susmuş,
İki vuruş arasında bir çiçek oldu,
Tunçtan bir keis, demin bir sesmiş,
lavada bir çan sesi sallandı durdu.
Louis MacNeice 1 73

Fincanlar tabaklar arasında


Kum denizleri vardı, develer geçti,
Çöl onlarındı, yıldızında hurmasında
İki insan birbirini paylaştı,
Fincanlar tabaklar arasında.

Zaman yoktu, zaman başka yerdeydi,


Garson görünmedi, saat unuttu onları,
Radyonun çaldığı valslar o pınar değil miydi
Demin kayalar içinde duydukları?
Zaman yoktu, zaman başka yerdeydi.

İnce parmakları külünü silkti


Tropik ağaçlarda biten korların,
Kimin umurunda dünya, tomruklar kaça çıktı
Onlar sahibiyken bu uçsuz ormanların,
Uzun parmaklan külünü silkti.

Allah yahut ne demekse o


Büyüktür ki zamanı durdurur böyle,
Kalplerin anladığı duyduğu
Gerçek olur vücudun huzuriyle,
Allah yahut ne demekse O.

Zaman yoktu, sevgili buradaydı,


Yaşamak değildi daha önceki,
Çan sesi susmuştu, ses havadaydı,
Her yeri bir ışık ısıtmış, çünkü
Zaman yoktu, sevgili buradaydı.
Çeviren : Cavit Erginsoy

Theodore Roethke
A .B.D., 1908 - 1963

ANI

Düşlerin o ağırlaşmış dünyasında


Birlikte çekiyoruz içimize havayı.
1 74 Theodore Roethke

İçimizde ölüyor dış dünya


Ve o biliyor beni tepeden tırnağa.

il

Dönüyor, gidecekmiş gibi,


Yarı kuş, yarı hayvan.
Rüzgar kalıyor yamaçta,
Aşk her şey. Aşk, bildiğim ne varsa.

III

Bir geyik su içiyor dereden,


Bir geyik, bir de onun yavrusu.
Ben seyirtince peşlerinden,
Taşa dönüşüyor çimen.
Çeviren : Cevat Çapan

Cesare Pavese
İtalya, 1908 - 1950

C.'DEN C.'YE

Sen,
benekli gülümseyiş
donan karlarda -
Mart rüzgarı,
karların üzerinde
dalların sıçrayışı,
inleyen ve ışıyan
küçücük çığlıkların -
cana yakın,
ak tüylü dişi geyik,
bilebilseydim
bir
süzülen inceliğini
bütün günlerinin,
köpüksü oyasını
bütün devinimlerin -
yarın donmuş
Cesare Pavese 1 75

aşağıda ovada -
sen, benekli gülümseyiş,
sen, ışıyan kahkaha.
11 Mart '50

SABAHLARI HEP GERİ GELİRSİN

Şafağın ışını
ağzından çıkan soluktur
boş sokakların sonunda.
Gözlerinin külrengi ışığı,
tatlı damlaları şafağın
karanlık tepeler üzerinde.
Adımların ve solukların
şafağın rüzgarı gibi
sele boğar evleri.
Ürperen şehir,
taşların kokusu -
hayatsın, uyanışsın sen.

Şafağın aydınlığında
dağılan yıldız,
meltemin hışırtısı,
ılıklık, solunan hava -
sona erdi gece.

Işıksın, sabahsın sen.


20 Mart '50

Kanın ve soluğun var.


Etten, saçlardan
ve bakışlardan yaratılmışsın,
sen de. Toprak ve ağaçlar,
Mart göğü ve ışıklar
titrer ve sana benzerler -
sıçrayan su gibi
gülüşün ve yürüyüşün,
biriken bulutlar gibi
gözlerinin arasındaki çizgi -
incecik gövden
güneşte bir leke gibi.
1 76 Cesare Pavese

Kanın ve soluğun var.


Bu dünyada yaşıyorsun.
Tatlarını, mevsimlerini,
uyanışlarını biliyorsun,
güneşte oynamış,
bizlerle konuşmuşsundur.
Duru su, baharın
ilk çiçeği, toprak,
filiz süren toprak,
filiz süren sessizlik,
bir başka göğün altında
oynamıştın çocukken,
onun sessizliği var gözlerinde,
bir bulut, derinlerde biriken
bir pınar gibi.
Gülüyor, sıçrıyorsun şimdi
bu sessizliğin üzerinden.
Duru göğün altında
yaşıyan tatlı yemiş,
kapalı sessizliğinde
bu bizim mevsimimizi
solumak ve yaşamak
senin gücün. Yeşeren
otlar gibi havada
titriyor, gülümsüyorsun,
ama sen topraksın.
Yırtıcı köklersin sen.
Bekleyen topraksın sen.
21 Mart '50
Ç�viren : Cevat Çapan

Miguel Hernandez
İspanya, 1909 - 1942

TÜRKÜ

Su kenarına götürmek istiyorum seni,


fışkıran denizi andıran türkünü dinlemeyi.
Miguel Hernandez 1 77

Su kenarına gideceğim sarılıp sana.


Coşup taşacaksın su gibi, coşkuyla.

Su kenarında öpüp koklamak isterim seni.


Suyun köpüğü sana gülmeyi öğretmeli.

Suyun kenarında sevmek için seni kadınım,


görmek, kucaklamak, sana sahip olmak muradım.

Denizde yitip gitmiş suyun kenarında,


ne yitirir kendini, ne çıkar ortaya.

SON TÜRKÜ

Gönül mü? Seni okşayan sudur


ve seni söyleyen türkü.

Gönül mü? Bir kapıdır


açılan ve kapanan

Gönül mü? Sudur


kımıldayan, sürüklenen,
burgaçlanan ve öldüren.
Çeviren : Eray Canberk

Şaban Refik
Tanzanya, 1909

AMİNA

Amina, sana geldi gitme sırası, seni seçti ölüm


Bir gonca gülün soluşu gibi, henüz baharındayken
Senin için Cennete götüren ışık olsun dualarım
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

Ne çok diledim kavuşmanı sağlığına, ne çok dualar ettim


Hastalığa yenilmemeni, kaybedenin sen olmamanı ne çok istedim
Tanrı buyruğu bu; sana geldi gitme sırası, seni seçti ölüm
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız
1 78 Şaban Refik

Seni düşünüyorum dayanılmaz bir kedere boğuluyorum


Anılarınla çevriliyim, bir düşteyim geçmişi yaşıyorum bugünde
Bu ölüm yaşamın sonu değil, buna inanıyorum
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

İnanıyorum ölümsüzdür ruh, yaşar sonsuzca


Ölüm bir kurtuluştur, bekler vaktini gelmeye
Canım benim, sen Cennettesin, yaşamaktasın orda
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

Bildiğim ve unutmadığım bir şey var ki şimdi sen


Acının artık sana ulaşamayacağı bir yerdesin
İşte acılarımı unutturan şimdi bana kalan ödül bu
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

Bitiyor şiirim senin için yaptığım bir duayla


Toprağa dağılan beden yeniden oluştuğunda, geri döndüğünde ruh
Ve artık yokolduğunda ölüm aşk doğsun yeniden
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız
Çeviren : Şaban Özdemir

Yannis Ritsos
Yunanistan, 1909 - 1990

ÇIPLAK

Burada, karmakarışık odamda,


toz tutmuş kitaplarla
ölü ve dalgın bakışlar,
bu duraksayan gölgeler arasında,
bir ışık sızıntısı;
o gece durup
çırılçıplak soyunduğun yerde.

NERDEYSE EKSİKSİZ

Biliyorsun, ölüm diye bir şey yok, diyor adam kadına.


Biliyorum, evet, artık öldüğüme göre, diyor kadın.
Yannis Ritsos 1 79

İki gömleğin de ütülendi, çekmecede,


sadece küçücük bir gül benim özlediğim.

BELKİ BİR GÜN

Sana bu pembe bulutlan göstermek istiyorum gecede.


Ama görmüyorsun. Gece olmuş - insan neyi görebilir ki?

Artık senin gözlerinle görmekten öte bir seçeneğim yok, diyor,


demek ki yalnız değilim, yalnız değilsin. Gerçekten de
bir şey yok sana gösterdiğim yerde.

Sadece gecede bir araya gelmiş yıldızlar, yorgun,


bir kır eğlencesinden kamyonla dönen insanlar gibi,
hayal kırıklığına uğramış, aç, hiçbiri türkü söylemeyen,
terli avuçlarında ezik yaban çiçekleri.

Ama ben direteceğim, diyor, görmekte ve sana


göstermekte,
çünkü sen görmezsen, sanki ben de görmemiş olacağım -
hiç değilse senin gözlerinle görmemekte direteceğim -
ve belki bir gün buluşacağız başka yönlerden gelip.
Çeviren : Cevat Çapan

TEN SÖZ

Bedenini betimlemek istiyorum. Uçsuz bucaksızdır Bedenin.


ince bir gül tacı bir bardak tertemiz suda. Bedenin
bir yaban orman kırk kara oduncuyla. Bedenin
derin buğu basmış ovalar güneş doğmadan önce. Bedenin
çan kuleli, kuyrukluyıldızlı iki gece, trenleri raydan çıkmış. Bedenin.
loş bir meyhane, sarhoş gemiciler ve tecimenleriyle; kadeh tokuştu-
ruyor,
kırıyor bardakları, tükürüyor, küfürler savuruyorlar. Bedenin
koca bir donanma - denizaltılar, zırhlılar, kruvazörler;
demir alıyor gürültüyle; sular akıyor güvertede; direkten
denize atlıyor bir miço. Bedenin ışıl ışıl suskunluk,
5 bıçakla, 3 süngü ve 1 kılıçla parçalanmış. Bedenin
saydam bir göl - o batık beyaz kent görünüyor dibinde. Bedenin
kocaman kıpır kıpır bir ahtapot ayın livan içinde, kanlı kollarla
180 Yannis Ritsos

ışıklandırılmış caddelerin tepesinde, ikindi vakti


son imparatorun cenazesi geçmişti oradan alaylarla. Bir sürü
ezilmiş çiçek asfalt üzerinde benzinle ıslanmış. Bedenin
eski bir genelev Proastion sokağında yaşlı orospularla, ucuz
yağlı kalemlerle boyanmış; uzun takma kirpikleri var,
bir de genç torlak biri var - bütün müşterilerle yatıyor,
paralan komodinin üzerinde bırakır, unutur saymayı. Bedenin
gülpembe bir küçük kız; elma ağacının altına oturmuş, elinde
bir dilim taze ekmek ve tuza banıp kırmızı domates yiyor; bir de
bir elma çiçeği var durmadan sıkıştırıp duruyor göğsüne. Bedenin
kulağında bir cırcırböceği bağ bozanın - menekşe bir gölge düşüyor
koyu esmer boynuna
ve tüm üzümlerin söylemediklerinin türküsünü söylüyor tek başına.
Bedenin
tepe doruklarında kayran büyük bir harmanyeri -
on bir bembeyaz at harmanlıyor başaklarını Kutsal Kitabın; altın
başaklar küçük aynalar çakıyor saçına ve parıldıyor üç ırmak
elmas taçlı kocaman kara ineklerin eğilip
su içtiği ve ağladığı. Uçsuz bucaksızdır bedenin.
Betimlenmez bedenin senin. Ben de kalkmış onu betimlemeye
bedenime sımsıkı bastırmaya, onu kendime sığdırmaya ve ona sığ-
maya çalışıyorum.
Atina. 1 8.2. 1 98 1
Çeviren : Özdemir ince

Aleksandros Matsas
Yunanistan, 1910

UYKU ÜSTÜNE

Uyku geldi, bir rakip gibi, aramıza uzandı.


Işıyan gözlerini aldı
kapadı, dudaklarını aldı
ve hiçbir iz bırakmadı gülümseyişinden,
öpücüğünden.

Soluk saçların, sevgili gövdeni


yıldızlar ve gölgeler ülkesine götüren
Lethe ırmağının durgun sularıyla tarandı.
A leksandros Matsas 181

Sessizliğin sızıntıları zorluyor mühürlü


dudaklarını,
uykuda yaşıyan sesler kulaklarını; ve damarlarında
derin uğultusunu duyuyorum çıktığın yolculukların.

il

Uykunun derinliklerinden çıkıp geliyorsun,


ellerinde yıldızlar ve deniz kabukları,
g_özlerinde suların serin karanlığı.

Gözlerini açtığın zaman, önce ben karşılaşmak


isterim
bakışlarınla, bütün gece seni benden uzak tutan
dünyanın anlamı solup gitmeden.
Çeviren : Cevat Çapan

Nikos Engonopulos
Yunanistan, 1910

HÜZÜN ÇIRAGI

bu heykel
sabah gün doğarken kalkıp
yollara düştü
çalmak için yıldızlan
gece kalkıp
yollara düştü
ve bütün düşlerin
canına kıydı
- ve yürüdükçe
çalılara takıldı
dikenlerden
al kanlara boyandı
çıplak ayaklan -

ve o soylu, o kutsal elleri


- o ilkbahar kuşları -
bir aşk gecesi adını koyduğu sardunyayı
1 82 Nikos Engonopulos

kızlık düşlerinin ve memelerinin

kırmızı
gizli sarılışlarını çığlıklarını
ve gizlenen
perçemlerini
okşadı
Çeviren : Cevat Çapan

Cbarles Olson
A .B.D., 1910 - 19 70

DENİZİN PEMBE ÇEMBERİNDEN

günbatısıydı onu doğuran dalgadan


doğrulurken
kapıp kaçıran
ve o yumuşak köpüklerin üstünden
alıp yuvası olan
adasına götüren

ve o huysuz
aşıktan, altın günün
saatleri onu karşılayıp giydirdiler,
sanki onu kendileri yaratmışlardı,
denizin pembe çemberinden yeni doğan
bu çıplak kızı
saçlarında menekşelerle
tanrıların katına çıkarmak için
çıldırdılar

Güzellik ve o
hayır dedi Zeus'a ve hepsine, herkes değil
belki de o seçti en çirkiniyle
yatmayı, yoksa bile bile mi
güzelliğin doğasıyla ödeşmek istedi, kim bilir?

saatleri bildiği için de


fazla kalmadı, ya da topal tanrı
bir yanıydı işin ve yakışıklı
mars elde etti onu Ve çocuk da
Char/es O/son 1 83

o adı aldı, sanki okuydu


bir kaçışın, yunusu cezayir menekşeleriyle

süsleyen anasının kımıldanışı


böyle kalkarlar, böyle
öğelerden
doğanlar
Çeviren : Cevat Çapan

Odisseus Elitis
Yunanistan, 1912

YAŞADIM O SEVGİLİ ADI

Yaşadım o sevgili adı


Zeytin ninenin gölgesinde
Uğultusunda bitmeyen denizin

Beni taşlayanlar artık sağ değil


Bir çeşme yaptım attıkları taşlardan
Başına körpe kızlar geliyor
Dudakları şafakları andıran
Saçları geleceğe açılan

Rüzgarın bebekleri kırlangıçlar geliyor


Su içip uçuyorlar, hayat sürüp gidiyor
Düş oluyor düşün öcüsü
İyi burnu dönüyor acı
Hiçbir ses boşa gitmiyor göğün bağrında

Ey ölümsüz deniz nedir fısıldadığın


Erkenden varıyorum sabahki ağzına
Sevginin belirdiği tepede
İsteğini görüyorum yıldız saçan gecenin
Dünyayı bağrına basan günün isteğini

Bin bir zambak ekiyorum hayatın tarlalarına


Ak alınlı rüzgara bin bir çocuk -
İyilik tüten güzel sağlıklı çocuklar
Ve ufka nasıl bakacaklarını biliyorlar
1 84 Odisseus Elitis

Ezgilerle yükselirken adalar

Kazıdım o sevgili adı


Zeytin ninenin gölgesine
Bitmeyen denizin uğultusuna

DUVAR RESMİ

Sevdalanıp denizlerde yaşadığım için yüzyıllarca


okuyup yazmayı öğrendim

Taa gerilere bakıp kuşakların birbirlerini nasıl


izlediklerini görebiliyorum bugüne değin tıpkı
bir dağ bitmeden

Öbürünün başladığı gibi Ve önümde yeniden aynı şey:

Koyu mavi şişe ve körpe kollarıyla Helena beyaz


badanalı duvarın önünde belirgin çizgileriyle

Şarap dolduruyor Meryem'e bedeninin yarısı daha o gün


karşıya kaçmış, Asya 'ya

Ve bütün o işlemler yer değiştirmiş gökte çatal


kuyruklu kuşlarla küçük sarı çiçek ve güneşler.
Çeviren : Cevat Çapan

Jean Cayrol
Fransa, 191 1

DÖNÜŞ

Ot kokulu kanlı gece


Güler bütün dişleriyle aşk
Çiçek açmış elma dallarında gece
Kan kırmızı insanlar arasında gece

Gülümseyin
Yıkık duvarlar bakıyor size
Jean Cayrol 1 85

Gülümseyin
Gök alev alev bakıyor size
Gülümseyin
Harb duman duman bakıyor size
Gülümseyin
Ötekiler gibi değil
Acıyın gülümsemek isteyenlere
Çocukluğun gecenin.

Güller vardır çakıl sesi verir


Dokununca
Gülümseyin

Sabah pürtelaş sevgilinin ellerinde


Gülümseyin
İşte kuru gürültüleri fakirliğin
Göğsünde unutulmuş
Binlerce küçük nefes
Neler neler yalancıktan
Gülüş desem değil
Yara desem değil
Bakmıyor artık kimse
Gülümseyin yine
Biter nerdeyse
Yaşamak
İlk öldüğün zaman.

Dinleyin beni
Ben bilirim nerden geldiğimi
Hiilii bileklerimde ağrısı
Gözlerimde şaşkınlığı
Kanımda sıtması
Dinleyin beni
Biliyorum niçin hatırlıyorum
Ama ne çoksunuz
Ne çok
Hanginize söylesem ilkin
Hangi eli tutsam
Hangi eli itsem

Dinleyin beni
Ben bilirim nerden geldiğimi
1 86 Jean Cayrol

Ama dostlarım
Nereye gidiyorum sizinle
Kokunuz var
Bozulmuş yağmur suları gibi
Güneş sönmüş yüzünüzde

Hele mağrur sırtlarınız kara kara.


Korku veriyor içime
Dağlar gibi durmuş
Başka dağların önüne
Gün gelir
Kıtalaşır yine gökler
Elleriniz gibi.
Çeviren : Sabahattin Eyuboğlu

Delmore Scbwartz
A .B.D., 1913 - 1966

ZAMANIN ADANMIŞLIGI

Yüreğim çarparken, kanım dolaşırken,


Işık parıldarken,
Kafam çalışırken, toprak dönerken,
Saat hızla tik-tak ederken,
Zamanla ilerlerken, zaman biterken,
Zaman durmadan bitip tükenirken!
Zaman vedalaşmadır! Zaman vedalaşma!
Yanımda kal: bırakıp gitme,
Ama yürümeyen ölüler gibi değil,
Parktaki heykeller, dalgaları karşılayan
Kayalar gibi de değil,
Dileklerin, gelen sıraların, devinimlerin,
Seslerin ve öfkeli istekle yıkılan yarının
Akıp gittiği danstan vazgeç,,
Vazgeç kanının ve güzelliğinin akıp gittiği
danstan:
Kımıldamadan dur benim yanımda.

Kımıldamadan duramayız, zaman ölüyor,


Biz ölüyoruz: Zaman vedalaşmadır!
Delmore Schwartz 1 87

Kal öyleyse, kal ! Bekle beni,


Bile bile, özenle, dikkatle,
Bile bile
Dur.
Uygun adım koşarken birlikte,
Aynı hız, aynı atılımla,
İyi oluruz işte o zaman, koşut ve eşit,
Birlikte koşarak makadam yolda,
Birlikte yürüyerek,
Hızımızı denetleyerek yaşlanmadan önce,
Birlikte yürüyerek uzaklaşan yolda,
Şarloyla yetim kızkardeşi gibi,
Birlikte zamanın içinden bütün iyiliklere.
Çeviren : Cevat Çapan

Efraln Huerta
Meksika, 1914

AŞK ANILARI

Karanlık gökte anılanın,


Çıplak adam ve ışık;
bilgelik ve uyuşukluk;
gecikme ve ölesiye tezcanlılık.

Anı: tükenmeyen, yorgunluk gibi,


acısı gibi alacakaranlığın.
Anı: acımasız uzun imge.
Eldeğmemiş ova.
Hırpalanmış gülümseyiş, kuşlardan arınmış koru.
Anı: beyaz ve yeşil,
kara ve sarı değil,
yeni akıtılmış kan kadar ağır, uykulu.
içinde sönük ışıkları yokettiğimiz
kurumuş bir gölge kadar ılık.

(Yanıma gelmişti.
Yorgun bir adamdı,
sönüktü sesi, uykulu elleri vardı.
Anımsıyorum. Bedenimde ter mırıltıları.
1 88 Efrain Huerta

Sarsılan yeryüzüne düştü güneş. Paramparca.


Ben, anılarla bir başıma.)

Ölüm geldi önce.


Aylardan Haziran'dı,
coşkun ırmaklara benziyordu yaşamlarımız,
yalnızlık doğmuştu bir eğreltiotunun sıcaklığında.
İnsanlar büyüyordu ılık toprakta, ağaçlar büyüyordu,
kara bulutlar, güller, türküler büyüyordu.
Duru incelik: doğan gün gibi.

Sonra uçurumu geldi, kaçınılmaz uçurumu


kaçınılmaz aşkın: kokulu ve sinsi düş.
Aylardan Haziran'dı.
Olgun yemişler - şeftaliler, üzümler -
beklenmeyen mırıltılar gibiydi, soluksuz, kör.
Görmedik. Göremezdik. Sisi yarattık,
kurumuş bir kabuk gibi yapıştı bize.
Ey usta aşk! Büyük ve tatlı acı,
göğüste, ellerde: alacakaranlıkta,
yağmurda, sıcak ve soğuk dakikalarda.

Kesip atıyoruz toprakla ilişkimizi;


kendi kanlarımızla havalanıyoruz sonsuzluğa.
Irmakları ve sessizliği unutuyoruz.
Haykırıyoruz gecede, çılgınca bakan gözlerin
katıksız kininde toplanıyor rüzgarın sesleri.
Ne alınyazısı! ne çaba! ne öfke, dizginlenmiş öfke!
Parçalanan tasalar; ölü kolların sancısı.
Yüreklere, dudaklara yabancı egemenlik.
Buzun tanyeriyle ağırlaşmış eller, uzanan eller.
Kara kaslar, yoksulluğun simgeleri.

Dünyamızı kaplıyor aşkın duyarlığı.


Acımak: kanatlan kesilmiş, can çekişen bir kuş.
Yaşıyoruz uzattığımız o uykusuzluğu
çocukların, yaşlıların bilmediği bir gecede.
Güçlü bir kayıtsızlığı var aşkın.
O uysal, o kanlı, o korkunç duruluğun,
gelecek intiharları yokeden duruluğun,
evet, o duruluğun da bir gücü var.
Efrain Huerta 1 89

Çamurun, kann tükenen mınltıları,


alacakaranlığın seslerinde kuru bir umutsuzluk.
Çeviren : Ülkü Tamer

Octavio Paz
Meksika, 1914

KANITLAR

Ey sevda, taparlar senin gölgelerden dansına


hayaller ve ışıktan harabelikler,
özlemlerimle sürüklenen gölgelerden,
şimşeklerde yeşermiştir bu can taşıyan ağaç,
şu hayal meyal görüntüler belirmeden.

Bir tanrıdır sevda, çılgın ve karanlık,


canlı bir tanrı, adsız ve sözcüklerden arınık,
geçirir o karanlık sessizliği şarkılarla,
çaresiz dilime çığlık çığlığa,
battal evrene bir alev demetiyle,
ateş gömülü sinesinden bir yandan öbürüne,
kanmak bilmez, sırrına erilmez, zulmünden kaçılmaz;

ah çeker bu alevle ateşböcekleri,


geçip gider gece çocuklar üzerinden, hayaller,
tohum kasırgaları, ağlayış, bağnş çığrış,
köpüklerin seliyle taşkın çilesi
toprağın sınırlarını kırana kadar;

öldürür dünyayı bu canlı ateş


arşa çıkmış o görkemli sevdalarla,
ve kadınlar koşar durur yeryüzünde
deli atlar suya hasret dere yataklarınca
özlemle koşturan bahtı karalar gibi,
örtülünceye etime saplanmış sabah yıldızı
onun kahreden soluğuyla.

Kuşatır kanı bu tutkulu ateş,


bir fırtına patlar kulaklarımda,
liil eder kireçli dilimi,
1 90 Octavio Paz

koşar dururuz özlemlerden bir köprüde


ölüme ve hiçliğe dokununcaya;
derinlerdeki bu küllenmiş ateşle dünyaya,
yıkarım sevdasız geçen ömürleri,
tanırım gölgeler arasındaki şeklini
ve garkolurum kanma, ezelden beri.
Çeviren : Adnan Özer

UNUTUŞ

Yum gözlerini, yitir kendini karanlıkta


gözkapaklarının kırmızı yaprakları altında.

Gömül vızıldayan sesin


düşen sesin halkalarına
ve uzaklarda yankılan
dilsiz bir çağlayan gibi,
davulların çalındığı yerde.

Bırak kendini karanlığa,


kendi etine gömül,
kendi yüreğine;
kemik, o mor şimşek,
kamaştırsın gözlerini, kör etsin,
mavi göğsünü göstersin akşam ışığı
körfezler ve gölgeli koyaklar arasında.

O sıvı karanlığında uykunun


ıslat çıplaklığını;
kıyıya kimbilir kimin bıraktığı
gövdeni, o köpük danteli unut.
Sonsuz kadın, yitir kendini
kendi benliğinin sonsuzluğunda,
bir başka denizle buluşan bir deniz gibi
unut kendini, beni unut.

Dudaklar, öpüşler, aşk, her şey yeniden doğar


o ölümsüz, o yalın unutuşta:
gecenin kızlarıdır yıldızlar.
Çeviren : Ülkü Tamer
Dylan Thomas 191

Dyl.an Thomas
İngiltere, 191 4 - 1953

YEŞİL FİTİLDEN DOGRU

Yeşil fitilden doğru çiçeği koşturan o güç,


Koşturur benim yeşil çağımı. .. Ha ağacın köklerini kavuran
Ha boyumu deviren şey ...
Sözüm yitik, açılamam ki boynu bükük güle,
Aynı kış hummasıyla çarpıldı gençliğim.

Kayaların içinden suları koşturan o güç,


Koşturur benim al kanımı. .. Ha selleri kurutan
Ha beni muma çeviren şey...
Sözüm yitik, açılamam ki damarlarıma
Aynı ağızdır diyeyim dağın pınarından içen.

Göllerin suyunu fır döndüren o el,


Kaynatır tez ayaklı kumu ... Ha rüzgarı köstekleyen
Ha çarmıha yelkenimi çektiren şey ...
Sözüm yitik açılamam ki aşığın mezarına,
Darağacındakinin mayasındandır çamurum

Sülüktür yapışır çeşmeye zamanın dudakları ...


Varsın akadursun aşk ... Madem dökülen kandır
Onun yaralarını saracak...
Sözüm yitik, açılamam ki vaktin rüzgarına,
Yıldızlı bir gökyüzüydü saatin çaldığı saat.

Sözüm yitik açılamam ki aşığın mezarına;


Aynı yampiri kurt gezer benim çarşafımda da.

ÇIRA KÖRÜK

Çıra, körük kağıt kibrit


Ne hikmetse yaş çıkıyor bu kavruk dünyada ümit
Keyfe gelip alevlenmiyor ocak

Parası bol bir civanım vardı bir vakit


Marnel yaka malı mülküne tutkundum hem sülün boyuna
Saltanat sürerdim hem gönlünde hem cüzdanında
1 92 Dylan Thomas

Yatakta bir yandan bir yana döndüğüm zaman


Bütün görebildiğim ela gözleriydi yanan
Bir liralık bir bangnot yeşilinde

Ona dil döküyorum ocağı temizlerken


N'olur sevgilim iş işten geçmeden
Al götür beni o anlattığın yazdığın gibi

Bir oynaşım vardı zengin mi zengin güzel mi güzel


Paylaşırız paranı sonra gel keyfim gel
Dizimizde maşallahı incili bir tombul yumurcak

Sapık dilimden - tutuşadursun bir yanda ocak -


Kelimeler tırmalar havayı acı acı
Ne senin harcındı o iş ne onun harcı
Çeviren : Can Yücel

William Stafford
A .B.D., 1914

O BÜYÜK FIRTINADAN ÖNCE

Aklımdan hiç çıkarmıyorum seni.


Ne zaman biri adını ansa,
" 1 930 " damgalı bütün kutular
yere düşüyor raflardan;
Dört Temmuz'daki bütün o nutukçular
yeniden bağırmaya başlıyorlar.
Okul müsameremizdeki seyirciler
dışardaki büyük fırtınaya bakıyorlar.

Birlikte oynadığımız oyundan düşünüyorum seni -


ah, nasıl da çaresiz, kimsesizdin! - ağlarken,
baban gene ölmüş.
Sarhoşmuş, düşmüş.

Ne zaman adını ansalar,


orada, rüzgardaki evlerimiz
yeniden gıcırdıyor fırtınada;
ve nerede olursam olayım, oynadığımız oyundan
Wil/iam Stafford 1 93

sessizce o kasabanın kıyısında duran sana doğru


eğiliyorum:
" Bütün dünya uçuyor rüzgardan . "
" Nerdeyse sabah olacak."
" Üşümüyorsun ya? "
Çeviren : Cevat Çapan

]ohn Cornford
İngiltere, 1915 - 1936

İSPANYA MEKTUBU
(Margot Heinemann 'a)

Kalpsiz dünyanın kalbi,


Sevdiğim, senin kaygın
İçimde taşıdığım acı,
Günümü karartan gölge.

Rüzgar çıkıyor akşam üstü,


Belli ki güz yaklaşıyor,
İçimde seni yitirme korkusu,
İçimde bu korkunun korkusu.

Huesca'ya bir mil kala,


Onurumuzun son siperinde,
Sevdiğim, bil ki seni
Taşıyorum can evimde.

Kem talih gücümü tüketir de


Yıkarsa beni toprağa,
Beni olanca iyiliğinle an,
Sevdiğim, ne olur unutma.
Çeviren : Cevat Çapan
1 94 Konstantin Simonov

Konstantin Simonov
Rusya, 1915 - 1979

BEKLE BENİ

Bekle beni, döneceğim


Bütün gücünle bekle.
Bekle, sarı yağmurlar
Hüzün getirdiğinde.
Bekle karda, tipide
Bekle, bunaltırken sıcak
Bekle, kimseler beklemezken
Geçmişi unutarak.
Bekle, uzak yerlerden
Mektup gelmez olduğunda,
Bekle, birlikte bekleyenler
Beklemekten usandığında.

Döneceğim, bekle beni


Ve iyilik dileme
Artık unutmak gerektiğini
Söyleyenlere.
Varsın oğlum ve anam
Yok olduğuma inansınlar,
Varsın, yorulup beklemekten
Otursun ateşin başına dostlar
İçsinler o acı şaraptan
Rahmet dileyerek yitene
Bekle. O şaraptan
İçmekte acele etme.

Bekle beni, döneceğim


Tüm ölümlerin inadına.
Varsın, beklemeyenler
Yorsunlar bunu şansa.
Anlayamayacak onlar
Nasıl ortasında ateşin
Kurtardı beni
Senin bekleyişin.
Nasıl sağ kaldığımı
İkimiz bileceğiz sadece:
Konstantin Simonov 1 95

Başardın beklemeyi sen


Kimsenin bekleyemediğince.
Çeviren : A taol Behramoğlu

Antlre Verdet
Fransa, 1915
* * *

Dudak dudağaydı soluğumuz ve göz göze


Aynalarımız içinden birbirimize uzanmış
Deniz hafifçe sallıyor sessizliğinin dibinde sözlerimizi
Ve dalga alıp götürüyordu son anıyı
Geçip giden ay görüverirse gecesinde
Çakıl çarşaflarda yatan şu bitkin gövdeleri
* * *

Benim için hep dingin bir coğrafya oldu bedenin


Uysal deniz suyunun gökkuşaklanyla çevrili
Ve sert rüzgarlarına adanmış kız kadırgaların
Binyıllık kepezlerin açığından yelj:enler fora
Aşıp geçen yıldızların ulu burnunu

Rose Verdet için

Güz derelerinin dibine dek aramıştım


bu gülüşü.
Günbatımında gugukkuşu türküleri yıkılıp
giderdi ara sıra.
Kiraz zamanını anımsa! Geçerken şimşek
gibi çarpan bir ardıçkuşu-anı.
Bir tüfek patlaması yatırdı beni akşam vakti
parçalanmış bir yürekle havaya ve her şey
yeniden öyküsüz oluverdi.
Çeviren : Samih Rifat
1 96 Kari Krolow

Kari Krolow
Almanya, 1915

AŞK ŞİİRİ

Bir yanın sesle sesleniyorum sana:


Beni duyacak mısın?
Ayın o acılı ot suratının arkasında,
O dağılan ayın?
Kutsal güzelliği içinde havanın,
Gün doğduğunda,
Kanatlarını çırpan bir al bal!k olduğunda sabah?

Güzelsin.
Serin ve kuru bir derin var.
Bakışın yumuşak bir kuşun bakışınca güvenli
Sallanan yele söylüyorum bunu.
Sırtın - duyuyor musun - havadan yapılma,
Bir güvercin gibi mavi yaprak örgüsünden süzülen.

Başını kaldırıyorsun.
Tuğla duvarda bir kez de gölgesi görünüyor.
Güzelsin sen. Güzelsin.
Uykum yanımda bir su serinliğindeydi.
Bir yanın sesle sesleniyorum sana.
Ve gece parçalanıyor sodamsı, siyaha ve maviye.
Çeviren : Fatma Akerson

Ksuan Dieu
Vietnam, 191 7

HEYKEL

Beni görmeye geldin, kauçuk sandallannla


Girdin içeri; bala uçsuz gökyüzüne çizilmiş yüzünü görüyorum
O güzel profilini
Nice zamandır anılarda öylesine güzel kalan yüzünü.

Mavi bir dağın eteklerinde rastladım sana


Bomboş ırmakta bitmez tükenmez bir özlem
Ksuan Dieu 1 91

Görüntü usulca sokuluyordu akşama


Kıyılarda durgun ağaçlar. Sessiz ve uzak bir hüznü taşıyarak.

Sana mavi bir dağın eteklerinde rastladım.


Bir güz kristali gibi derin maviliklerin dağı.
Mısır çiçeklerini beşiğinde sallıyordu vadiler.
Tatlı kokulan ta içimizde.

Sana rastladım gelgitlerle ürperen bir kumsalda


Deniz kabuklan bir mırıltıyla teslim oluyordu rüzgara
Kumlarda ölüyor sonra yeniden doğuyordu dalgalar
Ölümsüz bir aşkın sonsuz yükselişi.

Rastladım yıldızlı bir gökyüzünün altında sana


Ve gözlerine, o büyük maviliğe basılmış olan.
Sayısız yıldızın arasında şaşkın biri, ben.
O düş gecesinden giysilerinin esintilerini bekleyerek ..

Seni gördüm, sevdim seni.


Dört duvarımın arasında yonttum heykelini.
Götürdüm diktim özlemin ovalarına.
Şimdi, hiç unutmuyorum: Rastladım sana.

Beni görmeye geldin, kauçuk sandallarınla


Girdin içeri; hata uçsuz gökyüzüne çizilmiş yüzünü görüyorum.
Bir ayışığına çizilmiş, düşlerime çizilmiş yüzünü
Hala seviyorum seni, sonsuza kadar.
Çeviren : Onat Kutlar

Takls Slnopulos
Yunanistan, 191 7

MEVSİMLERİN ÜSTÜNDE

Gece daha o anda yarı yarıya örtmüştü üstümü,


bense taşlar, kaynaklar, daha başka kalıntılar
bulmak istiyordum senin gülüşünü zenginleştirmek
için - sen güldün.

Ve yıllarımın akıp gittiğini duydum kumların üzerinde.


1 98 Takis Sinopulos

Zaman yükseldi, yalnız değildim. Mevsimlerin


Üstünde, o görünmeyen panltı sardı her yanımı,
dönüp durduk havada, fırtınalı aralıklarla.

Salıncak çatırdadı altımızda, hala senin


ağırlığınla sıcak,

o boru sesi alacakaranlık sınırda duyulan.

ÇAGRI

Benimle gel bu gece. Yapraklarımla, bulutlarımla


sarılacağım sana.
Sayısız değişimler ve seslerle saracağım seni,
ayın köpüklerinde
yalnız kemiklerinin akı kalıncaya değin.
Çeviren : Cevat Çapan

Robert LoweU
A .B.D., 191 7 - 1977

MACLEAN'S HASTANESİNDE: 1 958

Hatırlıyor musun benimle duruşunu karanlıkta,


Ann Adden? Deliler evinde? Her şeyi -
Ben deli, sen benim için deli? Yüzüğümü getirmiştin hani,
o on iki kıratlık altın külçeyi... Jan Dark'ım benim,
doğru çizgiden ayrılmayan -
kaya gibi, ah hiç konuşmayan! Hatırlıyor musun
Marien Anderson'u dinleyişimizi plaktan,
Mozart'ın Çoban Kralı'nı // Re Pastore'yi söylerken?
Ey Çekiçbalığı, Çelikbaşlı Alabalığı Dünyanın, elin
bir güldür senin! Hatırlıyor musun Mittersill'de nasıl
kaymıştık o korkunç yeryuvarlağının kabuğunda
sanki her an onu kıracakmışız gibi - Jan Dark.
Sen ayakta. Ben ayakta ...
Eğer unutursam seni, unutsun sağ elim de
bütün hünerini, Mara, cehennemim benim.
Robert Lowell 1 99

EVLİLİK?

" Günün her dakikasında seni düşünüyorum,


günün her dakikasında seni seviyorum;
senin gitmiş olman boşluk, sıkıntı, dayanılmaz.
Duygusal bir uyuşturucunun etkisinde
hiçbir şey tasarlamıyor, düşenemiyor, yazamıyor,
duyamıyorum;
mais ça ira, bunlar geçecek, görünüşe karşın,
garip bir şekilde aramızdaki pürüzler
ortadan kalkacak gibi geliyor bana.
Dediğin gibi, Godstow bataklığını geçtik,
Cumberland'a ve Romalılardan kalma daracık yollarına
ulaştık,
Hadrianus'un surlarından kokan Pict nehrini korkuttuk.
Evlilik? O da ayrı bir hikaye. Sabahın
pırlanta ışıltısını nehrin katranlı sularma gömdük.
Bir an için sanki sahibiydik yürüdüğümüz yolun.
Çeviren : Cevat Çapan

Alain Bosquet
Fransa, 1919

OZANIN AŞKI

Bir ozan seviyor sizi


dişi bir meşe olmak
hakkı tanıyor size
yüz tapınaklı bir ırmak
gezgin bir kuyrukluyıldız
bir ozan seviyor sizi
alıştırmak için sizi
kenar mahallelerine
siz olacak evrenin
bir ozan seviyor sizi
ve sorumlu tutuyor sizi
çok uzun bir sonsuzluktan
uysal tanlardan
uçan balıklı göllerden
bir ozan seviyor sizi
200 Alain Bosquet

ve herşey izinli size


mutlu böcek
kutsalın kutsalı günah
bir ozan öldürüyor sizi
daha çok sevmek için
sizinle besleyeceği sözcükleri

HİÇ ANLAMADIN

Hiç anlamadın
nasıl sevilir - yitmek için -
önemsiz nesne:
tabak, çakı, sönmüş lamba.
Hiç anlamadın
nasıl sevilir - kendini bulmak için -
ayaktakımı meyveler:
elma
yaban kirazı,
bir kırlangıcın gizlendiği karpuz.
Hiç anlamadın
insan nasıl sever:
aşksın sen.
Çeviren : Özdemir İnce

Lawrence Ferlinghetti
A .B.D., 1919

MEKSİKA'DA GÖZ GÖZE GELMEK

Birden
benimle konuşuyorsun
dinleyicilerin başları üzerinden
ben onlara şiirimi okurken
Gözlerim gözlerini buluyor
kalabalığın başları üzerinden
Sadece bir çift göz orada uzakta
yüzlerden ulaşan uzak bir resimde
karanlık bir manzarada
uzak lambalar
Lawrence Ferlinghetti 201

göz kırpıyorlar
Ve konuşuyor gözler -
kim bilir hangi dilde -
Şiir sona eriyor
Yanmaya devam ediyor
gözler
Ve alkışlar duyuluyor kalabalıktan
karanlık bir denizden gelir gibi
uzaktan duyuyorum
bir deniz kabuğunu dinler gibi -
gün ışığının uçuşan kıymıkları -
Daha sonra sesini duyduğum zaman -
kim bilir hangi dili konuşan -
şiirimi heyecanla
sorguya çeken -
Karşılık veriyorum
dinleyicilerin başları üzerinden
Sana
cevap veriyorum
Karanlık bakışlı
dinleyicilerin
başları üzerinden
Ey esmer
" Benzerin yok
dans edenler
içinde'
Te amo
Çeviren : Cevat Çapan

Sophia de Mello Breyner Andresen


Portekiz, 1919

İŞTE

İşte
Soyunmuşum bütün giysilerimden
Ayrılmışım büyücülerden, kahinlerden ve tanrılardan
Yapayalnız kalmak için sessizliğin karşısında
Sessizliğin ve yüzünün güzelliği karşısında
202 Sophia de Mello Breyner Andresen

Fakat sen yoksun arasında bütün yoklukların


Omuzun dayanmıyor elin dokunmuyor
Senin bulunmadığın zamanın merdivenlerini iniyor kalbim
ve rastlıyor sana
Ovalarda ve sessizliğin ovalarında

Kapkaranlık gece
Kapkaranlık ve saydam
Fakat yüzün ötesinde donuk zamanın
Ve oturmuyorum sessizliğin bahçelerinde
Çünkü sen yoksun arasında bütün yoklukların.
Çeviren : Muzaffer Uyguner

Paul Celan
A vusturya, 1920 - 1970

MARIANNE

Saçında leylak yok, yüzün bir ayna parçası.


Gözden göze geçer bulut, Sodom'un geçmesi gibi Babil'e:
yaprak yolar gibi yolar da kulesini Babil'in, kıyametler koparır o
kükürt çalılık çevresinde.

Sonra bir şimşek çakar ağzının kenarında - bir keman enkazından


oluşan bu uçurum.
Çalar birinci keman kar beyazı dişlerle: ey bundan daha güzel sesler
veren sazlık ey!

Sen de bir sazlıksın, sevdiceğim, bizler ise bir yağmur;


vücudun eşsiz bir şarap, on kişiyiz onumuz da tas tas içeriz
ondan;
yüreğin bir kayık o ekin denizinde, geceleri kürek çektiğimiz;
bir mavilik testisi, öyle sekersin üstümüzde, ve uykuya dalarız
biz ...

Çadırın önüne bir bölük asker gelir, ve mezara götürürüz seni


kafaları tütsüleyerek.

Düşlerin gümüş akçesidir, çın çın öter şimdi dünyanın çinileri


üzerinde.
Paul Cefan 203

BADEMLERDEN SAY BENİ

Say bademleri,
say acı olanı, uyanık tutanı say,
beni de onlara kat:

Gözünü arardım hep, gözünü açtığında,


sana kimselerin bakmadığı bir anda,
örerdim ya o saklı, o gizli ipliği ben,
ki onun üzerinde tasarladığın çiy'in
testilere doğru kaydığı bir zamanda,
yüreğe varamamış öz bir sözle korunan.

Ancak böyle varırdın adına, senin olan,


o şaşmaz adımlarla kendine yürüyerek,
savrulurdu çekiçler sanki bir çan kulesi
boşluğundaymış gibi senin suskunluğunun.

Ölmüş olan o şey senin koluna girer


ve işittiklerin de seninle birleşirdi,
üç olup giderdiniz geceyi katederek.

Beni de acı yap, acı yap beni.


Bademlerden say beni.

ZAMAN KIRMIZISI DUDAKLARLA

Denizlerde olgunlaşmış o ağız,


ve onun sözleridir akşamleyin burada
yineliyor önünde kendi ülkelerinin.
Yineliyor onları mırıldanarak,
zaman kırmızısı dudaklarla.

O ağız, denizlerde olgunlaşmış,


ton balığının yüzdüğü denizlerde
insanlardan kaynaklanan,
parıltılı çizgilerde.

Ton balığı gümüşü, bir ışıkla kesişen,


ton balığının ayna rengi gümüşü:
bir ışıltıyla aydınlanıyor gözler
204 Paul Cefan

ikinci bir gezginci halesinde


alınların.

Gümüş, yine gümüş.


Çifte gümüşü derinliklerin.

Kayıkları oraya çek,


kardeş.
Ağlarını onların arkasına at,
kardeş.

Çek onu yukarıya,


evlerimize fırlat onu,
fırlat, fırlat onu sofralarımıza,
tabaklarımıza at onu -

Bak, kabarıyor dudaklarımız,


onlar da mırıldanıyor işte -
zaman kırmızısı bir akşam gibi,
ve denizden yukarıya dalarak o ağız
yöneliyor sonsuz bir öpücüğe.
Çevirenler Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

Vasko Popa
Yugoslavya, 1922

İÇİMİZDEKİ UZAKLIKLAR'DAN

Senin gözlerin olmasa


gökyüzü
inmez ıssız evimize hiç

Senin gülüşün olmasa


duvarlar
yaşamaz gözlerinde hiç

Senin kuşun olmasa


salkımsöğüt
Vasko Popa 205

geçmez eşiğimizden hiç

Senin ellerin olmasa


güneş
gecelemez düşlerimizde hiç

Avuçlarında senin
güneş suyu içer kuşlar

Oralarda bir tek avcı yoksa


kuşlar mavi boz
çıkıp uçarlar gözlerimizden

Işır, ışır avuçlarında senin


o iki karış toprağımız
gün tepelerde gecikince

Işır ellerin senin


yüzümün ortasındaki yalazdan

Günüm senin ellerinle başlar

Çiçek açar ellerin senin


içimdeki sonsuz uzaklıklarda
bil ki oralardan geçmedi kimseler

Ellerin görür ellerimde


dünyadaki yıldızlı ellerin sonsuz düşünü

12

Koşuyorum
bir elinden ötekine
nerdesin

Kucaklardım, yoksun ki
yerine kucaklıyorum boşluğunu
öperdim sesini
206 Vasko Popa

duyuyorum gülüşünü uzaklıkların


açılmış yüzüne dudaklarım

Kapalı avuçlarımdan
çıktın apak ortalığa
görsem ilkin seni
sonra kapansın gözlerim

Koşuyorum
bir gözbebeğinden ötekine
nerdesin

17

Soyuyorum alacakaranlığı gövdenden


gün buldu yüzünü
saçını dağıttı yel

Bakışlarım şaşkınlıkla yapraklanır


gölge yükselir güneşten
yürek durur eşiğinde yeryüzünün

Dağılan maviliklerle yeniden


iniyorum duru sesine
büyülü liimbamızı buluruz diye
Çeviren : Necati Zekeriya

Phtlip Larktn
İngiltere, 1922 - 1985

KIZLIK ADIN

Evlilik battal etti kızlık adını.


O beş yumuşak hece yüzünü, sesini
Ve inceliğinin değişik hallerini
Anlatmıyor artık. Çünkü yasaya göre,
Çok şükür bir başkasıyla birleştiğinden,
Anlamca o gencecik güzel olamazsın sen;
Eskiden onun için kullanılırdı bu iki kelime.
Philip Larkin 207

Şimdi kimse için geçerli olmayan bir ad bu,


Bıraktığın yerde duran, eski listeler,
Program dergileri, bir iki okul ödülü,
Kurdeleyle bağlı mektup desteleri arasında -
Kokusuz, ağırlıksız, güçsüz, büsbütün gerçek dışı
Bir şey mi öyleyse? Yavaşça fısılda bakalım.
Hayır, sensin o. Ya da sen geçip gittiğine göre,

O zamanki senle ilgili şimdi hissettiklerimiz:


Ne kadar güzel, cana yakın ve gençtin.
Öyle canlıydın ki, hala o ilk günlerdeki gibi
Olabilirdin gene, öyle hiç el değmemiş.
Demek ki, sana bağlılığımızı koruyor eski adın,
Biçimini ve anlamını yitirecek yerde
Dolu bavullarının değerini azaltmasına karşın.

YILLAR SONRA AŞK ŞARKILARI

Saklamıştı şarkı notalarını, öyle az yer tutuyorlardı ki,


Üstelik hoşuna gidiyordu kapakları:
Biri güneşten iyice sararıp solmuş,
Birinin üzerinde yuvarlak izler kalmış bir sürahiden,
Biri de yapıştırılmış, hamaratlığı tuttuğu bir gün,
Sonra da kızının eliyle boyanmış -
Böylece kalmışlar bir köşede, taa ki bir gün,
Dul kaldığında, gözüne iliştiler başka bir şey ararken,

O da durup meşkederek hatırladı yeniden


O uysal ezgilerin birer birer yayılan,
Araları çizgili sözcüklerle nasıl içine işlediğini,
Ve genç olmanın o yanılmaz duygusu
Baharla uyanan bir ağaç gibi dal dal açtı,
İçinde o gizli tazeliğin türküsü,
Ve o birikip duran zamanın kesinliği
Onları ilk çaldığı günlerdeki gibi. Ama ondan da öte,

Aşk, o sözü sık sık edilen göz kamaştırıcı ışık,


Gün gibi doğdu, göstermek için
O aydınlık başının tepede ışıdığını,
Hala çözümler, mutluluklar vaat edip
Saati gelince de batmaya kararlı gibi. Bu yüzden,
208 Philip Larkin

Güç geldi ona notaları katlayıp yerli yerine koymak,


Ağlamak, bu sözlerin eskiden hiç tutulmadığını,
Bugün de tutulmayacağını gizlice düşünmeden.
Çeviren : Cevat Çapan

Dannie Abse
İngiltere, 1923

DÜÔÜN TÜRKÜSÜ

Türküler söyleyerek, beyazlı güzelimle


bir arpa tarlasında evlendim bugün.
Parmağına dolanan ot yeşil bir yüzük,
işte bu yüzükle aldım seni, aldım seni,
ve dirilerle ölülerin sevgisiz dünyasına
sevgimizi gönderdim.

Artık biz, yalnızca yaralanabilir


birer insan, birden çok, ikiden az,
nerdeyse kendimiziz bir arpa tarlasında -
ve yalnızca sevdamız ödeyeceğimiz kira,
zamanın kahyaları ölülerin değil de,
dirilerin kapısını zaman zaman çalsa da.

Kayalara çarpan güneş batarken


Kadife çiçeklerinden yükünü boşaltıyor
Bir göğün limanına ve ben beyazlı sevgilimle
bir arpa tarlasında yatıyorum sessizce -
başka kim konuşmak ister, diriler
daha ne söyleyebilir ölülerin tümüne?
Çeviren : Cevat Çapan
Yves Bonnefoy 209

Yves Bonnefoy
Fransa, 1923

DOUVE'UN DEVİNİMİ VE DURGUNLUGU'NDAN

TİYATRO

Taraçalarda koştuğunu görüyordum,


Rüzgarla savaştığını görüyordum,
Ayaz dudaklarında kanıyordu.

Kırılışını ve ölü oluşuna sevinişini gördüm


Ey yıldırımdan daha güzel
Beyaz camları kanınla lekelediği zaman.

il

Yaz yaşlandıkça tekdüze bir sevinçle derini çatlatıyordu,


yaşamın kusurlu esrikliğini hor görüyorduk.

" Daha doğrusu sarmaşık, diyordun, gecesinin taşlarına bağlanışı


sarmaşığın: Çıkışı olmayan varlık, köksüz yüz.

" Güneşin tırnakla yırttığı son mutlu cam, daha doğrusu dağda
ölünecek o köy.

" Daha doğrusu bu rüzgar. .. "

III

Belleklerimizden daha güçlü bir rüzgardı sözkonusu.


Giysilerin şaşkınlığı ve kayaların çığlığı - ve sen bu alevlerin
önünden geçiyordun
Başın kareli ellerin yarık hep
Hareketlerinin sevinç davullarında ölümü arayarak.
Memelerinin günüydü
Aklımda yokken buyruğunu yürütüyordun işte.
210 Yves Bonnefoy

iV

Uyanıyorum, yağmur yağıyor. Rüzgar işliyor sana, Douve, ya­


nımda uyumuş reçinalı toprak, Taraçada, ölümün bir deliğindeyim.
Büyük yaprak köpekler titriyorlar.

Kaldırdığın kol, ansızın, bir kapıya, beni çağlar içre aydınlatıyor.


Köz köy, her an doğduğunu görüyorum, Douve.

Her an öldüğünü.

Kaldırılan kol ve döndürülen kol


Ancak ağır başlarımız için eşzamanlıdır,
Ama bu yeşillik ve çamur çarşaflarını atın
Ölüm ülkesinden bir ateş kalır sade.

Önünde yağmur başları sürüyen rüzgarın


Girdiği boşaltılmış bacak
Sizi ancak o ülkenin eşiğinde aydınlatacak
Hareketleri Douve'un, şimdiden daha yavaş hareketleri,
kara hareketleri.

VI

Hangi solgunluk vuruyor seni, yeraltı ırmağı, hangi damar kopu­


yor ki sende, yankılanıyor düşüşün orada?

Ansızın kaldırdığın kol açılıyor, tutuşuyor. Yüzün geri gidiyor.


Hangi artan sis saklıyor senden bakışını? Usul gölge uçurumu, ölü­
mün sınırı.

Sessiz kollar karşılıyor seni, başka bir kıyının ağaçları.

Yii

Yaralı şaşkın yapraklar içinde


Ama yiten izlerin kanına yakalanmış
Yine de yaşamın suç ortağı.

Savaşının sonunda kumla örtük gördüm seni


Yves Bonnefoy 2 1 1

Sessizliğin v e suyun sınırlarında bocalarken,

Ve ağzın son yıldızlarla kirli


Gecende beklemenin korkusunu bir çığlıkta parçalarken.

Bir kaya gibi yükselirken ansızın katı havada ey


Bir taşkömürü çalımıyla güzel.

Not: Bu şiir XIX bölümlüktür.

BİR SES

İhtiyarlıyorduk, o bir dolu yaprak bense pınar,


O az güneş bense derinlik,
O ölüm bense yaşama bilgeliği.

İstiyordum ki zaman alaycı olmayan gülüşüyle


Fauna yüzünü göstere karanlıkta,
Karanlığı taşıyan rüzgar ese

Ve kuytu pınarda sarmaşığın içtiği


Derin suyu bulandırmak ola ölüm.
Seviyordum, ayaktaydım ölümsüz düşte.
Çeviren : Oktay Rifat

Nazik El Melike
Irak, 1923

GELMEYEN ZİYARETÇİ

Akşam geçip gitti ve neredeyse kayboldu ayın yüzü,


Yazık, ikinci akşam da eklenip birincinin ardındaf!!
Gözümüzün önünde sona eriyor mutluluk işte.
Sen gelmedin ve yitirdik seni,
Öteki dileklerimizle birlikte.
Sen yoksun, yerin boş kaldı.
Darmadağın olmuş bizler soluğumuzu kesip,
Sabırsız ve sıkıntılı sorup durduk gelmeyen ziyaretçiyi.
212 Nazik El Melike

Bilmem ki yılların ötesinde de yok muydun?


Gölgenin izleri vardı her kelimede ve her anlamda,
Her köşede ve düşlerimin her birinde, kafamda canlanan.
Yok muydun, burdakilerden daha mı gerçektin, bilemiyorum.
Yüzlerce ziyaretçi bile dindiremiyordu
Sana karşı duyduğum özlemi bir an.
Her biri gelmeyen bir ziyaretçinin
Görme tutkusunu coşturuyordu üstelik.

Gelseydin diyelim, olmaz ya,


Ötekilerle birlikte olsaydık şuracıkta,
Öteden beriden söz ederek,
Dilediğini konuşsaydı herkes, ilgilendiği konuda.
Buradakilerden biri olmayacak mıydın sende?
Akşam sona eriyordu. Bakıp duruyorduk şuraya buraya.
Gecelerde gelmeyenlerin boş yerlerine bakıp
Soruyorduk birbirimize bağrışarak
Gelmeyen bir ziyaretçinin onların arasında olup olmadığını.

Yine de ben gelmemeni isterim.


Eğer günün birinde çıkıp gelseydin,
Anılarımın rengarenk evreninin hoş kokusu yitip giderdi,
Kırılırdı düş dünyamın kanatları,
Türkümün sesi kısılırdı,
Alırdım avcumun içinde kalan kirlenmemiş tutkumun kırıntılarını,
Ve anlardım, düş görür gibi seni sevdiğimi.
Oysa Sen etten ve kemiktensin işte orda.
Düşleyip duracağım gelmeyen garip ziyaretçiyi.
Çeviren : Eray Canberk

Lucebert
Hollanda, 1924

AŞK

Düş görüyorum öyleyse yoğum

Birinin kapıyı kırdığını düşlüyorum


13.f olsun
diye değil politik cinayet
Lucebert 213

Düş görüyorum öyleyse yoğum

Öldüğümü düşlüyorum
laf olsun diye değil bir hiç için

Bir tek ben olduğunu düşlüyorum

Yediğimi içtiğimi düşlüyorum


laf olsun diye değil ama senin için biraz da.
Çeviren : Ôzdemir ince

İvan Minyati
Yugoslavya, 1924

ONU BİLDİM BİLELİ

Onu bildim bileli


mavidir gözleri günlerin
suların rengi onun giysileri.
Onu bildim bileli
yel eser onun sesiyle
güller konuşur onun dilini.

Yaz bulutlarına bayılırım


günbatımlarında gelince bana
otlar yürür onun adımlarıyla.

Bayılırım salkım söğütlere


türkü söylerken ona
derede yıkarlar saçlarını.
Yalnız ben anlarım
onların dilinden
ve gülümserim.

Onu bildim bileli


bir ağustos gecesi gibiyimdir
yıldızlarla, uzaklıklarla dopdolu.
Çeviren : Necati Zekeriya
2 1 4 Yehuda Amichai

Yehuda Amlchai
İsrail, 1924

BU YÜZYILIN ORTALARINDA

Bu yüzyılın ortalarında birbirimize döndük


Yüzlerimizin yarısı ve dolu gözlerle
Eski Mısır' dan bir sahne gibi
Bir an, öylece.

Saçlarını okşadım
Geldiğin yöne doğru,
Çağırdık birbirimizi,
Bilinmez kentlerin adını söyler gibi
Yol boyunca
Kimsenin uğramadığı kentler.

Ne güzel erkenden kötülüğe uyanan dünya,


Ne güzel dünya, günah ve acıya uyuyakalan,
Karmaşıklığımızda, senin, benim,
Öyle güzel dünya.

Şarap gibi
insanları içiyor dünya, ve sevilerini,
Unutmak için.
Unutamıyor.
Ve Filistin tepelerinin etekleri gibi
Huzur bulamayacağız hiçbir zaman.

Bu yüzyılın ortalarında birbirimize döndük,


Beni bekleyen vücudunu gördüm gölgelerin arasında
Daha o zaman sıkılıyordu sırtımda
Uzun bir yolculuğun deri kayışları.
Ölümlü kalçalarına övgüler düzdüm,
Geçici yüzümü övdün sense,
Saçlarını okşadım gideceğin yöne doğru.
Sonunun peygamberi derine dokundum
Uykusuz ellerine dokundum
Belki bir gün şarkılar söyleyecek dudaklarına dokundum.

Çölün tozları kapladı


Yehuda Amichai 215

Üzerinde yemeye zamanımız olmayan masayı.


Fakat parmağımla
Adının harflerini yazabildim tozlara.
Çeviren : Roni Margulies

Edwin Morgan
İskoçya, 1926

BİR CIGARA

Sensiz duman tütmüyor, ateşim benim.


Sen gidince,
cıgaran yandı durdu küllüğümde
ve öyle sessiz, külrengi bir halka
yükseldi ki havaya, gülümseyerek düşündüm,
kim inanır bunun böyle bir sevgi belirtisi
olabileceğine diye. Bir cıgara,
cıgara içmeyen birinin küllüğünde.
son halka da titrerken
beklenmedik bir esintiyle,
yüzümü yaladı o eğri duman.
Kokusundan mı, tadından mı?
Sen yanımdasın gene ve başım dönüyor
dudaklarının tütününden.
Sönsün ışıklar.
Sırtüstü uzansın duman karanlıkta.
Küllerin iniltisini duyuncaya kadar
pirinç çiçekler arasında,
içime çekeceğim son öpücüğünü gece yarısından sonra.
Çeviren : Cevat Çapan

David Diop
Senegal, 1927 1960
-

SENİN YANINDA

Senin yanında yeniden buluyorum adımı


Uzaklıkların tuzu altında gizlenmiş adımı
Yeniden buluyorum öfkenin ateşini saklamayan
216 David Diop

gözlerini
Bir de karanlığı bir alev gibi delen gülüşünü
Bana Afrikayı yeniden kazandıran karlı
geçmişlerin ötesinden

On yıl bu sevgilim on yıl


Kuruntularla dolu sabahlar ve düşünce kırıntıları
İçkiyle sızılmış uykular
On yıl bu ve dünyanın soluğu bir acı gibi işledi
içime
Gelecek günlerin tadını şimdiden taşıyor bu acı
Bitimsiz bir ırmak yaratıyor aşktan
Kanımın geçmişini yeniden buluyorum senin
yanında
Ve günleri çevreleyen gülüşlerden oluşan
gerdanlıkları
Yenilenmenin sevinciyle kıvılcımlanan günlerin
Çeviren : Eray Canberk

jobn Asbbery
A .B.D., 1927

GENÇ PRENS'LE GENÇ PRENSES

Ayaklarımızı kesiyor otlar çayırda


Yol alırken - sen, on üç yaşında bir
' çocuk
Üstünde sana epeyce bol gelen bir adamın
iş elbisesi
Ne zamandır birlikte olduğumuzun simgesi.

Yemek için topladığım meyvalan


Teneke bir kutuya dolduruyorum ve bir kütüğün
Üstüne koyuyorum; er geç, geç saat geliyor.
Kargalar beliriyor batıdan.

Gözden geçirmeni istiyorum içine hapsolduğumuz


Bu katı karanlık kütleyi. Ama sen, Hayır, diyorsun,
Yorgunsun. Sırtını dönüp uyuyorsun.
Ben de uyuyorum, ama uykumda atların seni uzaklara
götürdüğünü duyuyorum.
John Ashbery 217

Esinti kesilince, sabah oluyor gene.


Kalk. O cennet gibi kırlarda
Yürüme saati geldi. Bu sabah, yabancılar
İniyor yola bize yemek vermek için. Buralara kadar
gelmiş olmamızdan korkuyorlar.

Gece oluyor, ama şimdi bu başka bir gece.


Yürürken ayakların nerdeyse değmiyor
Otlara; bana güveniyorsun;
Pervaneler çırpıyor akkor başıma

Ve rüzgarı duyuyorum. Ve böyle sürüp gidiyor.


Bir gün uyanacağız, geceleyin düştüğümüz için
Bir uçurumdan beyaz, eşsiz bir göğe.
" İşte böyle yaşadık, " diyeceksin, " sen ve ben."
Çeviren : Cevat Çapan

W. S. Merwin
A . B. D., 1927

SULAR A YIRIYORMUŞ GİBİ

Ah
Birlikte
Bağrımıza basarak ayrılığı
Yelken gibi fora ettik aşkımızı

Yelken gibi ve yansıması gibi yelkenin


Ama nasıl
Ve nereye gitsek
Ayn kalacağız birbirimizden
Sularmış gibi aramızdan akan
Sonsuza kadar sonsuza kadar
Her iki yelken de
Çırpınsa bile giderken
Her iki pruva uzatsa bile aynı acıyı

Öbür öğeler de aramızda


Uzayıncaya kadar.
Çeviren : Cevat Çapan
2 1 8 Kateb Yasin

Kateb Yasin
Cezayir, 1929

NEDJMA YA DA ŞİİR YA DA B IÇAK

İki kadehi de silme kanla doldurmuştuk Nedjma'nın gözleri


iri iri açılıyordu ağaçlar arasında
Bir ut sesi yaylalara övgüler düzüyor ve onları güneşi emmiş
kan gibi kara bahçelere dönüştürüyordu
Benimdi Nedjma sımsıcak yüreğin altında paha biçilmez ten
yığınından taptaze dumanlar tütüyordu
- Nedjma biz düşlere dalalı milyonlarca yıldız izledi bizi.
ölümsüz olarak düşünürdüm seni hava gibi o bilinmeyen
şey gibi
Ama ölüyorsun işte, aklım başımda değil ve ağla
diyemiyorsun bana artık ...
O susuz geceler nerde Nedjma? Hani başka uykulara barınak
olsun diye sırtımızda taşıdığımız geceler!
Şu Arabistan şiirinin görkemini yitirmemeliydik, değil mi
Nedjma?
Sana görklü bir divandan parçalar okumuştum Nedjma, ama
şimdi kopuk kopuk çıkmakta sesim, ıssız bir müzik
içindeyim, yüreğini ne kadar kendimden koparıp atmak
istesem boşuna, parça parça, zerre zerre, yine dönüp
bana geliyor o
Oysa destanda geçerdi adımız, türkülü ülkeler aşmıştık,
Nil'in öte yakasına geçince gülen ağıtçı kadınlar
izlemiştik.

Şimdi Cezayir girmiş aramıza, bir siren sağır ediyor


kulaklarımızı bir vinç güzelliğini alıp götürüyor
Güzelliğin geçip gitti belki Nedjma, ama senin tertemiz
suyun hata sıçrar durur hayran gözlerimin önünde
Ve camiler tek tek yıkılıyordu güneşin mızraklarıyla,
Constantin ateşten çıkıyordu sanki en amansız
yangınlarla
Nedjma çalıların gölgesinde durmuş ağza alınmaz meyvalar
yemekteydi
Bir şair kenti kırıp geçirmekteydi
Ben surlar boyunca yürüyordum aklımdan çıkarmak için
camileri
Kateb Yasin 219

Nedjma gülümsedi meyvaları koynuna soktu


Şair taşlar yağdırıyordu bize itin köpeğin ve soylu
kentin gözleri önünde ...

Sonra emirler geldi halka armağanlar dağıttılar Ramazan


bitmişti
Kızgın tepelerin üstünden ışıl ışıl sabahlar doğuyordu,
kokulu bir yağmur karnını yarıyordu kaktüslerin
Nedjma binitimin dizginine asılmıştı, billur serpiyordu
çölün kumuna
Bak Nedjma kumda altın tozuna bulanmış ayaklarımızın
izlerine bak!
Göçebelerin gözleri üstümüzde, onların çığlıklarıyla
sözcüklerimiz delik deşik
Hurma ağaçlarının şu yumuşak yıldız kalabalığına uzayıp
gidişini bir daha görmeyeceğiz
Deveciler şimdi bizden çok uzakta, onlar son olarak
Kuzeyde konaklayacaklar!
Nedjma dizgini kastı, ben atalarımız gibi kasları gelişmiş
bir hecine eğer vurdum.
Endülüs gözden kaybolmuştu, tek söz çıkmıyordu ağzımdan,
boğulup gitmiştim onun soluğuyla, adını söyleyebilmek
için bir hayli zaman geçti
Nedjma uyuyordu, öylece duruyordu, aklımı başımdan
alan memelerini okşayabiliyordum ben de ...
Böne'daydık, ağaçlar çiğde içinde, Nedjma hurma
yapraklarıyla donatıyordu her yanımı
Uyuyordu Nedjma koyda uykuya varmış bir tekne gibi
durgun yüreğinin altında aşk kanamaktaydı
Aç Nedjma o dillere destan gözlerini, zaman geçiyor,
yedi yıl sonra öleceğim ben, bu yedi yıl içinde
yalnız koma beni, insafsız olma!
Nedjma gözlerini kapayınca en derin kuyular kazın, kazın
ki geceler tuzaklar gibi aksın oraya
Doğrayın düşlerimi yılan doğrar gibi, ya da Nedjma'nın
uykusuna götürün beni, bu yalnızlık canıma yetti!
Çeviren : Güngör Demiray
220 Sandor Csoori

Sandor Csoorl
Macaristan, 1930

BİR ÇİÇEKTİR BU KADIN

Bir çiçektir bu kadın, bir rastlantı buraya bıraktılar


Yatıyor kum yatağında kıyıdaki,
Çıplak güzel bir bakış gibi,
Bir taş gibi çıplak.

Uyudu, unuttu zamanı,


Kocaman beyaz bir kelebek uçuyor üstünde
Ve bir başka böcek;
İşte Cennet bahçesinin ülkesi
Aşkın doğuşundan önce.

Boğa başlı dağ da bakıyor ona


ve tahtadan oyuncaklara benzeyen hayvanlar.
Bir balıkçı olurdum ona bakmasaydım eğer.
Soluğu karışıyor saçlarına.
Bir perili uçurumdur böğürleri.

Başlıyor dünya onun yattığı yerde,


Yalnızlık ufkuyla kuşatılmış olduğu yerde,
Başlıyor dünya biz yüreklenelim diye,
Gövdelerin birleşmesinin ötesinde,
Son bir umudumuz olsun diye.

İnildiyor gemi, ağlıyor dalga, hışırdıyor kamış,


Yarat, Tanrım, bir elma ağacı, bir gülüş yarat,
Sıkıntı içinde uyanırsa eğer kadın
Sigaramın dumanını küçük bir yılan sansın diye.
Çeviren : Ôzdemir İnce

Gary Snyder
A.B.D., 1932

YASE'DE ARALIK AYI

O Ekim, bahçenin yanındaki


Uzamış kuru otların üzerinde söylemiştin,
Gary Snyder 221

Özgürlüğü seçtiğinde,
" Bir gün yeniden ... belki on yıl sonra... "

Üniversiteyi bitirdikten sonra bir ara


Görmüştüm seni. Gariptin.
Ben de bir şeylere takmıştım kafamı.

Şimdi on yıl, hatta daha çok zaman


Geçti: her zaman biliyordum
nerede olduğunu -
Sana gelebilirdim de
Sevgini yeniden kazanma umuduyla.
Hala evli değilsin.

Gelmedim.
Kendi başıma yapmam gerekiyordu yapacağımı.
Bunu başardım.

Yalnız düşlerde, bu şafaktaki gibi,


Tehlikeli, ürkütücü yoğunluğu
Aklıma geliyor, tenimi sarıyor
Genç aşkımızın.

Başkalarının can attığı,


İmrendiği bir şey vardı bizde;
On dokuz yaşımızla geride bıraktık onu.

Sanki birçok hayat yaşamışım gibi


Çok yaşlı hissediyorum şimdi kendimi.
Belki de hiç bilemeyeceğim artık
Deli olduğum için mi,
Yoksa yazgımın isteğine uyarak mı
bunları yaptığımı.

ŞOKOKU-Jİ'DE BİR BAHAR GECESİ

Bu Mayıs'ta sekiz yıl olacak


Seninle bir gece Oregon'da bir bahçede
Çiçek açan kirazlar altında dolaşmıştık.
O zamanlar düşlediğim her şey
Artık unutuldu, senin dışında.
222 Gary Snyder

Burada geceleri
Eski başkentin bir bahçesinde
Titreyen karaltısını hissediyorum Yugao'nun,
Senin serin tenini hatırlıyorum
Yazlık basma entarinin altında çıplak.
Çeviren : Cevat Çapan

Chrlstopher Okigbo
Nijerya, 1932

AYRI AŞK

Ay yükseldi aramızda
Birbirine eğilmiş
İki çam arasında

Aşk beslendi yükselen Ay'la


Yalnız gövdelerimizin üstünde

Ve şimdi biz
Birbirine sarılmış
Ama boşluğu öpen gölgeleriz
Çeviren : Süreyya Berfe

Andrey Voznesenski
Rusya, 1933

OZA'DAN BÖLÜMLER

Sarışınım, canım benim, ne ettim ben!


Acı mı verecek sana bu şiirim?
Ben hep seni yaşatmayı ummuştum,
Gel gör ki, yalnızca yıkımdı getirdiğim.

O koca bencil, çılgın Goethe,


O talim başçavuşu, nasılsa buyurmuş:
" Dur ey zaman, ne güzelsin! " diye
Hayır, yürü ey zaman - Yürü! Sakın dönme geriye!
Andrey Voznesenski 223

Neden zincire vurmalı yaşamı, hani bir at hırsızı


Bağlar ya bir atı ayağından! Sen ve ben
Neler vermedik yaşarken birbirimize.
Ölmezlik durdurmaya kalkmaktır zamanı
Durdurmak gibi bir filmi belli bir görüntüde.

Ölmezlik demir kapılar ardına kor sizi


Anna, Oza ve Beatrice - tümüyle
Kafese tıkılmıştır maymunlar gibi
Ve güler seyredenler yüzsüzce
Benzerlikler bulup kendileriyle.

Görmemek ne acı seni şimdi


Ve görmek bir zevzek sürilsü arasında
Senden pay çıkarırken kendine her biri
Hiç kalır acısı bunun ölümün yanında.

Bilirim bağışlarsın beni üzülsen de kızsan da


Ama yalnızca bakıp sözcüklere yaşamasızın biri
Yazdığım dizelere bakıp bir garip tanımlarsa seni
Onulmaz bir yara açmıştır bağrında.
Elveda Oza, uzat dizelerden parmaklıklara ellerini
Soluğum kesiliyor, kanım üşüşüyor başıma
Tutar gibi avucumda çırpınan bir kelebeği
Titrek sesini duyarken telefonda.

il

Çevremdeki şeyleri seçemiyordum.


Eşyalar hep aynıydı ama onların molekülleri,
Merkez Telgraf Binası'nın tepesindeki neon işareti gibi,
yanıp sönen ışıklarla biçimlerini değiştiriyordu. Eşyalar
arasındaki bağlantı aynıydı, ama yönleri farklıydı.
Ağaçlar, yapraktan göller gibi yerde uzanı­
yordu boyluboyunca, ama gölgeleri, oyulmuş kartonlar
gibi dik duruyordu. Alüminyum kağıtlar gibi hafif hafif
çıngırdıyorlardı rüzgarda.
İşte bir kuyunun mili yukarı fırladı, bir ışıl­
daktan çıkan kara bir ışın gibi. Batık bir kova, çamur
224 Andrey Voznesenski

parçaları dibinde.
Üç buluttan, yağmurdan dişleri olan üç plastik
taraktan (ikisinin dişleri aşağı doğru, ötekinin yukarı)
yağmur yağıyordu.
Ustaca bir rok! bir Ceneviz kulesi, Korkunç
İvan'ın çan kulesi ile yer değiştirmiş. Şıkır şıkır buzdan
saçaklar erimeye zaman bile bulamamışlar.
Tarihin sayfaları bir deste oyun kağıdı gibi ka­
rılmış. Moğol istilası sanayileşmeden sonra.
Siklotronun önünde kuyruğa girmiş, parçala­
rına ayrılıp sonra yeniden bir araya getirilmelerini bek­
leyen insanlar vardı. Değişmiş olarak çıkıyorlardı dışarı.
Birisinin kulağı alnına vidalanmıştı, ortasında bir çukur­
luk vardı, bir doktor aynası gibi. " Şanslısın" diye avuttu­
lar onu, " tam anahtar deliklerine göre: hem bakar, hem
işitirsin! "
Bir bayan, müdürü görmek istiyordu. " Kalbi­
mi yerine koymayı unuttular. Kalbimi! " Adam, iki par­
mağıyla dışarı çekti kadının göğsünü bir masanın sağ
çekmesini çeker gibi, içine bir şey koydu, sonra şak! diye
kapattı. Bir şarkı tutturdu, keyifle döndü durdu Bilim
Adamı.
" E-9-D4" diye mırıldanıyordu. " Ah, büyük gi­
zi yaşamın! Düzeni böyle tuttukça, parçaların yerleri de­
ğiştirilse bile bütün değişmiyor. Kim takar şiiri! Robotla­
rımız olacak bizim. Can dediğin, amino asitlerin bileşi­
mi ...
"Ne düşünüyorum bakın. Diyelim ikiye böl­
müşüz ekvator kuşağı boyunca yer küreyi, iç içe koymu­
şuz yumurta gibi. Geniş çöller bölgesinde Avustralya'nın
delmesin diye yeri, tabii, biçmek gerekecekti Eyfel Kule­
sini. Yiterdi yarısı insanlığın mutlak; ama nasıl da coş­
kuyla karşılardı kalanlar bu deneyi . "
Sözümona Sanat Bölümü Yönetim Kurulu an­
cak kürsüde tutabiliyordu düzeni. O ışıklı vitrinlerde ser­
gilenen yumurtalar gibi parlıyordu üyeler. Yusyuvarlak­
tılar, bu nedenle nereden bakarsanız bakın hep aynı gö­
rünüyorlardı. Yalnız bunlardan biri dirseğini yaslayacak
yerde bacaklarını atmıştı masaya - bir periskop gibi.
Ama hiç kimse farkında değildi bunun.
Şöyle bir göğsünü şişirdi konuşmacı; ama başı,
oyuncak bebek başları gibi geriye bakıyordu.
Andrey Voznesenski 225

" Geleceğin Sanatına! İleri! " Tümü katıldı bu düşünce­


ye. Ama hangi yandı ileri?
(Belki helayı, o da olmazsa Geleceğin Sanatı­
nı gösteren) bir ok, saat üçe on kalayı gösteren akrep gi­
bi yukarı doğru tırmanıyordu. Halk, görünmeyen bir
merdiveni tırmanır gibi, gösterilen yönde tek sıra olmuş
ciddi ciddi yürümekteydi.
Hiç kimse hiçbir şeyin farkında değildi.
HİÇ KİMSE
Bütün bunlardan sonra, bir vahiy işareti gibi
bir levha parladı: Gevşek Bağlantılara Dikkat! Ama baş­
larından çakılı vidalar uçları dışarda sipsivri duruyordu.

HİÇ BİR ŞEYİN


FARKINDA DEÔİLDİ.

Belki de Oza 'dır adı.

iV

Yıkıyoruz kendimizi böyle duygusal olmakla


Söküp atmalı mı bu yüreği bademcikler gibi yoksa?

Ey altın sesli flütçü, o doyumsuz şiirin, o sesin


Hırçın sularıyla bir barajın, alabalıklar gibi ölmesin!

Sevgi, o süslü ocaklar mıdır eski evlerdeki,


Kopmak mı gerekir bütün bunlardan şimdi?

Neden dolarız öyleyse hıncahınç Luzhniki'ye


Ve bir iskorbit ilacıymış gibi sarılırız şiire
Tomurcuklar gibi açarken yüreklerimiz utanaraktan? ..

Robotlar,
robotlar,
robotlar,
Sözümü kesiyorlar.
226 Andrey Voznesenski

1 8. Yüzyılın umutlarını, ihanetlerini, serü­


venlerini sayıp dökecek değiliz burada: 1 9. Yüzyılın
gitgide ağırlaşan gebeliği üzerinde de durmayacağız.
Ama o çılgın devrim ritmi, on sekizinde ordu komu­
tanlarıyla başlayan 20. Yüzyıl! "Yeryüzünün ilk aşkı­
yız biz. "
" Yaşayan, insancıl ve gerçek sosyalizm yaklaşıyor ar­
tık." Ama bu kadar değildi hepsi ... :

Deli bir rüzgar mı bu başımı döndüren


Yoksa anılar mı boşanıyor bir iplik gibi makaradan?
Ucuz bir marş havası kulağımda şimdi
Yakınlarda çalınan bir pikaptan.

Türküler söylemeyin Stalin üzre;


Öylesine kolay bir türkü değildir o,
Karmaşıktır kırçıl bıyıklan gibi,
Bulanık kimi zaman, kimi zaman açık.

O büyük Mühendisin döşediği boruya


Perçinlenen civatalar, somunlar
Bir çember gibi sıralanmış art arda
Gözcüler gibi tümü, ama insanlara kör onlar.

Kim bilir kaç kişi itildi zorla


Dikenleri olmaya o kırçıl bıyığın,
Titredi, bulandı kan kırmızı şaraba
Her çalınışında ulusal marşın?

Yırtıcı bir kuş gibi dolandı durdu


Gerdi kana bulanmış kanatlarını
Bütün heybetiyle,
ülkenin üzerine
Devletin koca bıyıkları.

Türküler söylemeyin Stalin üzre;


Ne bir somun ne de bir civatayız biz;
Bilin, boğulmayacağız bundan böyle
Mavi sakallı dumanında onun hiç birimiz.
Andrey Voznesenski 227

VIII

Ne zaman parkta dolaşsam ya da girsem denize


Bekler durur ayakkapları onun orda bir köşede.

Sol teki sağ tekinin üstünde,


Zaman bulamamış düzeltmeye.

Zifiri karanlık, soğuk ve ıssız dünya


Onlarsa yeni çıkmış gibi ayağından sıcak hala.

Bir karanlık almış yerini çıkan ayakların,


Silinip gitmiş yaldızı içindeki yazının.

Başım dönüyor, uyku girmiyor gözüme,


Takılınca aklım yemlenen bir çift kırmızı güvercine.

Ne zaman insem bir kumsala görürüm orda onları


Boğulan 9irinden arda kalmış gibi duran ayakkaplan.

Kumsallar bomboş. Ey yüzücü nerdesin?


Kiminle yüzüyorsun? nerde dans etmektesin?

Bir metal dünyasında, karanlık bir gezegende,


O anlamsız ayakkaplar bakar durur yüzüme
Yolu üzerine bir tankın tünemiş güvercinler gibi
Yumurta kabuklan kadar zayıf ve ince.

XIII

TERASTA,
KAYAKLARIMDAN TEMİZLERKEN KARI,
KALDIRDIM BAŞIMI.
BİR UÇAK GEÇİYORDU YUKARLARDAN.
BİR ROMORKORE BAGLI DİKDÖRTGEN BİR
MAVUNA GİBİ
SÜRÜKLENEN HEP AYNI ARALIKLA
ARKASINDAN GELİYORDU
SESİ.
228 Andrey Voznesenski

xıv

Selam Oza, evde, geceleyin


Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun,
havlarken köpekler, yalarken kendi göz yaşlarını
Senin soluğundur duyduğum ses.
Selam Oza!

Nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç


Bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle,
Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle?
Selam Oza!

Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni?


Daha da korkunç, bir başına değilsen oysa:
Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana.
Selam Oza!

Ey - insanlar, lokomotifler, mikroplar


Gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona.
Harcatmam onu, dokundurtmam kılına.
Selam Oza!

Yaşam bir bitki değilse aslında,


Neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu
Selam Oza!
Ne acı bu denli geç rastlamak sana
Ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda.

Karşıtlar getiriliyor bir araya


Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime
Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben,
Sense sevinçli. Dilerim sonuna dek kalırsın öyle.

Dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm.


İnan, kendimle üzmeyeceğim seni.
İnan, ders olamayacak sana ölümüm.
İnan, yük olmayacağım sana yaşamımla.

Selam Oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep


Bir sokak fenerinden sızan bir ışık gibi.
Suçlayamam bırakıp gittiğin için beni.
Andrey Voznesenski 229

Şükür ki girdin yaşamıma.

Selam Oza!
Dabna-Odessa, Mart 1964
Çevirenler : Mehmet H. Doğan - Turgay Gönenç

Yevgeni Yevtuşenko
Rusya, 1933

SEN AŞKTA BÜYÜKSÜN

Sen aşkta büyüksün.


Ve cesur.
Her adımım ürkek benim.
Zararım dokunmaz sana
iyilikler verebilirim tek, güç de olsa.
Bir ormanın içindeki kayıp bir
patikadan geçiriyorsun beni.
Yabanıl çiçeklere gömülüyoruz belimize kadar.
Bilmiyorum bile onların
ne olduklarını - o çiçeklerin.
Hiçbir işe yaramıyor burda iyi eğitim.
Kararsızım
neyi nasıl yapmalı?
Yoruldun sen.
Kollarımı istiyorsun, taşınmayı.
Zaten kollarımdasın.
uzanıyor ötemizde her şey saf,
ilk,
genç,
ve ne varsa yolumuzda önümüze çıkan.
Sen ne kadar suskunsun!
Göğsünde
kımıldıyor giysin
alıp verdiğin solukla.
" Görüyor musun?
Ne mavi bir gök?
Söyleyebilir misin
hangi kuşlar şarkı söylüyor ormanda?
" Sahi, neyi bekliyorsun?
230 Yevgeni Yevtuşenko

Ya?
Öyleyse taşı beni! "
İyi de, nereye taşıyayım seni?

SEVGİLİM GELECEK SONUNDA

Sevgilim gelecek sonunda,


saracak kollarıyla beni.
Sezecek bendeki en küçük farkı,
tüm korkularımı bularak.
Kötü yağmur, kahrolası hüzün dışarda kalsın
kapanınca arabanın kapısı, ardında unutulup,
o, titrek adımlarla atıldığında,
her şey parlar birden, sevinç ve neşeyle.
İliklerine kadar ıslanmış, kapıyı çalmadan
içerde işte,
ve başım ellerinin arasında;
kayacak mavi kürk ceketi sandalyeden
yere mutlulukla ...
Çevirenler : Nesrin Arman - Seyyit Nezir

Judith Herzberg
Hollanda, 1934

YALAN

Yalan söyleme bana,


büyük yalanlar, sakın
söyleme. Ne olursa olsun
daha iyidir her şey
yalanından senin.

Aşk için de söyleme


içinde kıpırdanan şeyler için,
istediklerin için.
Hüzün daha iyidir
yalanın yarattığı üzüntüden.

Tehlike için de söyleme,


Judith Herzberg 231

korkunu duyuyorum zaten


güvenmiyorsan duygularıma eğer
tanımıyorum demektir seni,
bu daha da tehlikeli.

Hastalık için de söyleme,


o derinliklere inerim daha iyi
senin tatlı buluşlannda
kendimi yitirmekten,
o derinliklerde yitiririm kendimi.

Ölüm için de söyleme


ikimiz de buradaysak eğer,
düşüncelerine girememek
kapalı kalmak dışarda
daha mı iyi ölümden sanki.

FIRTINA

Telefon ediyordun Amsterdam'dan,


çıkacak diyordun fırtına,
sen konuşurken bahçede ağaçlarım
başladılar köklerini savurmaya.
Çeviren : Ülkü Tamer

Furug Furuhzad
İran, 1936 - 1968

BAHÇENİN FETHİ

Başımızın
Üstünden uçan
Ve giren serseri bir bulutun karışık düşüncelerine
Ve sesi kısa bir mızrak gibi geçen, ufku baştanbaşa
O karga
Kente götürecek bizim haberimizi

Herkes biliyor
Herkes biliyor
232 Furug Furuhzad

Sen ve ben o soğuk asık yüzlü delikten


Bahçeyi gördük
Ve kopardık elmayı
O oynaşan ve uzak daldan

Herkes korkuyor
Herkes korkuyor ama sen ve ben
Ulaştık ışığa suya aynaya
Ve korkmadık

Ne pamuk ipliğiyle birleşmesi iki adın, söylemek istediğim


Ne de bir buluşma yıpranmış bir defterin sayfalarında
Benim mutlu saçlarımdır söz konusu olan
Senin yanık kırmızı şakayık öpüşlerini taşıyan saçlarım
Ve içtenliği tenimizin
Çıplaklığımızın parıltısı
Balık pulları gibi
Söz konusu olan gümüş rengi türküsüdür yaşamın
Tan ağarırken kaynaktan fışkıran

Biz o yeşil ve akan ormanda


Bir gece yaban tavşanlarından sorduk
Ve kaygılı, soğukkanlı denizde
İncirlerle dolu istiridyelerden
Ve o tuhaf ve fatih dağda
Genç kartallardan sorduk
Ne yapmalıyız?

Herkes biliyor
Herkes biliyor
Sessiz ve soğuk uykusuna ulaştık biz simurgların
Gerçeği bahçede bulduk
Bilinmez bir çiçeğin utangaç bakışında
Sınırsız bir anda bulduk ölümsüzlüğü
İki güneş birbirine bakıp dururken

Söylemek istediğim korkak fısıltılar değil karanlıkta


Gündüzdür söz konusu olan ve ardına kadar açık pencere
Ve tertemiz hava
Ve bir ocak tüm yararsız şeylerin yanıp gittiği
Ve apayrı bir ekinin tohumlarını taşıyan tarla
Ve doğum ve gelişme ve gurur
Furug Furuhzad 233

Bizim seven ellerimizdir söz konusu olan


Bir köprü kuran kokular, ışıklar ve esintilerle
Gecenin üstünde

Çimenliğe gel
Kıyısız çimenliğe ve çağır beni
İbrişim çiçekleri usulca nefes alırken
Çağır bir ceylan eşini çağırır gibi

Perdeler bir gizli acıyla dolu


Ve toprağa bakıyorlar
Masum güvercinler
Kendi beyaz burçlarının tepelerinden

GECENİN SOÖUK CADDELERİNDE

Pişman değilim
Düşünürken yenilgiyi, o acı yenilgiyi
Çünkü ölüm tepesinin doruğunda
Optüm yazgımın çarmıhını

Gecenin soğuk caddelerinde


Hep tedirgin ayrılıyor çiftler
Birbirlerinden
Bir tek fısıltı duyuluyot: Hoşça kal! Hoşça kal!
Gecenin soğuk caddelerinde

Pişman değilim
Zamanın ötesinde akıp gidiyor benim yüreğim
Yaşam yeniden doğuracak onu
Yeniden yaşatacak beni rüzgarların
Göllerinde yüzen haberci gülü

Bak, görüyor musun


Nasıl çatlıyor benim
Süt nasıl oluşuyor mavi damarlarında soğuk memelerimin
Nasıl filizlenmeye
Başlıyor kan
O çok sabırlı çizgisinde belimin?

Ben senim
234 Furug Furuhzad

Seven
Ve kendi içinde olan kimse o
Belli belirsiz bir bağlantı buluyor birden
Binlerce garip ve belirsiz şeyle
Koyu isteğiyim ben toprağın
Yeşersin diye uçsuz bozkırlar
Kendine çeken bütün sulan

Uzaklardan
Gelen sesimi dinle benim
Gör beni koyu sisinde sabah dualarının
Ve aynaların dinginliğinde

Bak, gene de nasıl dokunabiliyorum


Kalıntısıyla ellerimin karanlık düşlerin dibine
Nasıl bir dövme yapabiliyorum yüreğime kan lekesi gibi
Suçsuz mutluluklanndan yaşamın?

Pişman değilim
Benden konuş ey sevgilim bir başka benle
Gecenin soğuk caddelerinde
Gene aşk dolu gözlerini gördüğün
Benden!
Ve hatırla beni, kederle öperken o
Gözlerinin altındaki çizgileri...
Çevirenler : Onat Kutlar - Celal Hosravşahi

John Fuller
İngiltere, 193 7

ŞARKI

Hiç dinlemiyorsun hiç söylediklerimi.


Arabada sana sokulduğumda,
Gülüp kaçırıyorsun benden gözlerini.

Nerdeyse bütün gün hep böyle geçti,


Oturup içtiğimiz barlarda.
Hiç dinlemiyorsun hiç söylediklerimi.
John Fuller 235

Tepsiden alıp sıkıyorsun limonu,


Seni ne kadar sevdiğimi anlayınca da,
Gülüp kaçırıyorsun benden gözlerini.

Körfezin ufuk çizgisini geçtiler mi,


Vapurlar uzak diyorlar o kıyıya.
Hiç dinlemiyorsun hiç söylediklerimi.

Elbette olmalı bunun da bir çaresi.


Garson küçük bir gitar getiriyor masaya.
Gülüp kaçırıyorsun benden gözlerini.

Bazan çok keyifli buluyorum doğrusu seni,


Gülümseyip duruyorsun saatler boyu.
Hiç dinlemiyorsun hiç söylediklerimi.
Gülüp kaçırıyorsun benden gözlerini.
Çeviren : Cevat Çapan

Bella Abmadulina
Rusya, 193 7

ARALIK

Kendi kurallarını getiriyor kış.


Dalmışız bir oyuna kahkahalarla;
yerden avuç avuç kar topluyoruz,
biçim vermek için o beyazlığa

Bir felaket seziyor gibi sanki,


birikiyor yoldan geçenler çitin önünde;
anlamak için yaptığımız şeyi
çatlayacaklar kaygıdan handiyse ...

Bir kardan adam yapmadayız, hepsi bu.


Oh, nasıl bir zafer sevinci doluyor insana;
tüm boyutlarıyla yaptığın şey
kendi istemine bağlı olduğunda.

Bir çocuk sevinciyle bakıyorsun yüzüme,


bekleyerek ustalığını övmemi.
236 Bella Ahmadulina

Sevgilim, ustasın gerçekten de,


ve üstelik seviyorum seni ...

Gitgide biçim alıyor kar,


boyun eğerek buyruğumuza.
Birden, güzelliğini farkediyorum
yüzünün, eğilirken kara.

Geçiyoruz bembeyaz avludan,


tepeden bakarak bizi seyredenlere,
Sevgilim, unutma hiç bir zaman -
oynamayı, böyle dikkatli ve çocuk bir yüzle.

Sevgilimin elindeki iş
baş eğsin özenli çabasına onun!
Ulaşsın o, başarısına,
bir ev, bir baca çizen çocuğun ...
Çeviren : A tao/ Behramoğlu

Raymond Carver
A .B.D., 1938 - 1988

YIKANAN KADIN

Naches Irmağı. Çağlayanın tam altı.


Herhangi bir kasabadan yirmi mil uzak.
Güneşle yoğun, aşkın
kokularıyla ağır bir gün.
Ne kadar vaktimiz var?
Vücudun, Picasso diriliğinde,
şimdiden kuruyor bu dağ havasında.
Fanilamla sırtını kurutuyorum,
kalçalarını.
Bir dağ aslanı zaman.
Durup dururken gülüyoruz
ve ben dokunurken memelerine
gözleri kamaşıyor
yerdeki
sincapların bile.
Raymond Carver 237

SİNEKKUŞU

Varsayalım ben yaz diyorum,


" sinekkuşu" yazıyorum bir kağıda,
onu bir zarfa koyup
yokuşun dibindeki
kutuya atıyorum. Sen
mektubumu açtığında, hatırlayacaksın
o günleri ve seni ne kadar,
ne kadar çok sevdiğimi.

BAÖRINA BAS

Pencereden bakınca, güllere eğilirken görüyorum onu,


diken batmasın diye parmaklarına, tam dibinden
tutuyorum çiçekleri. Öbür eliyle kesiyor saplarından,
duruyor sonra gene kesiyor; dünyada hiç bu kadar
yalnız görmedim onu. Başını kaldırıp
bakmayacak şimdilik. Güllerle ve ancak
düşünebileceğim, söyleyemeyeceğim başka bir şeyle
yapayalnız. Gecikmiş düğünümüzde bize verilen
o çalıların adlarını biliyorum: Sev, Say, Bağrına bas -
bu sonuncusu birden bana uzattığı gül, bakışmalar arasında
eve girince. Burnumu dayıyorum o güle, içime
çekiyorum bütün o tatlılığı; varsın kalsın orda - vaatler,
hazineler kokusu. Elim bileğinde, kendime çekmek için onu,
gözleri nehir yosunu kadar yeşil. O zaman, n'olursa olsun,
karım benim, diyorum, soluğum yettikçe
ve bütün o taçyaprakları ona ulaşıncaya dek.
Çeviren : Cevat Çapan

Henrik Nordbrandt
Danimarka, 1945

TOROS DAÖLARI

Neyi yeğleyim, bilmiyorum:


Seni mi, sevgilim, Toros Dağlarına,
Toros Dağlarını mı yoksa güllere.
238 Henrik Nordbrandt

O kadar güzel ki Toros Dağları;


Gülleri o kadar al, o kadar kokulu ki!
İşte seni tam o kadar seviyorum.

SEVGİLİNİN UZAK YAKINLIGI


ÜSTÜNE BURUK ŞİİR

nasıl olur da üzülürsün


ne şuna ne buna
ne başka şeye

hiç üzülmek bimeyen sen


nasıl olur da üzülürsün
ben seni düşünürken

ben nasıl düşünürüm


seni ya da bir başka şeyi
ya da bambaşka bir şeyi

benim düşündüğüme
sen böyle üzülürken
nasıl nasıl üzülürsün
ben böyle düşünürken
Çeviren : Murat Alpar
KISA B İYOGRAFİLER

Abse, Dannie ( 1 923). Galler bölgesine yerleşmiş Yahudi kökenli bir ailenin ço­
cuğudur. Biçim kaygısının sınırlayıcı bir etken olabileceğini, oysa şairin asıl işinin
duygu birikimini dizginlemek değil, onu dile getirmek olduğuna inanan Abse,
1948'den başlayarak yedi şiir kitabı, iki roman ve üç oyun yayımladı.

Ady, Endre ( 1 877-1919). 20. yüzyılın en büyük Macar lirik şairi sayılır. Hukuk
öğreniminden sonra gazeteci olarak çalıştı . Macar şiirini dil, biçim ve içerik bakı­
mından yenileyerek çağdaş bir yapıya kavuşturdu.

Agathias (536-582). Mabeyinci Pavlos'un arkadaşı olan Bizanslı bir avukat. Daha
sonra Yunan Antologyasına kaynak olan ilk epigramma antologyasını derlemiş.

Ahmadulina, Bella ( 1 937). Gorki Edebiyat Enstitüsünde öğrenim gören Bella


Ahmadulina'nın ilk � iir kitabı 1 962'de yayımlandı. Geleneksel biçime konuşma
dilinin akıcılığını getırebilen Ahmadulina günlük yaşamın sıradan denilebilecek
ayrıntılarını şiirsel bir büyünün süzgecinden geçirircesine yumuşak bir duyguluk­
la yansıtan, utangaç bir yaşama �evinciyle dolu, ince, " kadınca" şiiriyle, günümüz
okurunun severek okuduğu şairler arasındadır.

Ahmatova, Anna ( 1 889-1966). Bir memur ailesinin kızı olan Ahmatova, Kiev ve
Petersburg üniversitelerinde hukuk, edebiyat ve tarih öğrenimi gördü. 1910 yılın­
da, Akmeist okulun kurucusu Gumilyov'la evlendi, evlilikleri 1 9 16'ya kadar sür­
dü. Büyük ün kazandığı ilk şiirlerinde, içten bir konuşma tonu, yalın bir duygusal­
lık, imgelerde açıklık ve nesnellik vardır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında
yurtseverlik şiirleri yazan Arına Ahmatova, 1 946'larda şiirlerindeki kötümser
öğeler öne sürülerek sert eleştirilere uğradı. Bir süre kitapları yayımlanmadı.
1 964 yılında, yüzyılımızın en seçkin şairlerinden biri olarak, İtalya'da " Etna Taor­
mina" armağanını kazandı. Bugün ülkesinin en çok sevilen şairlerinden olan An­
na Ahmatova'nın tüm şiirlerinde, klasik bir saydamlık, yalın bir biçim us�.alığı, iç­
tenlik ve özlülük vardır. Türkçede: Seçilmiş Şiirler ( 1984), Yaban Balı Ozgürlük
Kokar (1985), Şiirler ( 1 992).

Alberti, Rafael (1 902). İç Savaş'ın sürgünde yaşamak zorunda bıraktığı İspanyol


ozanlarından. İlk şiirleri Gongora ile halk türküleri geleneğinin izlerini taşır. Al­
berti'nin sonraları gerçeküstücü bir dönemden geçerek İç Savaş yaşantıları ile
beslenen gerçekçi bir anlatımı benimsediği görülür. İspanya'dan uzakta yaşadığı
yıllar boyunca anayurdunun özgürlük savaşını şiirlerinde, oyunlarında, radyo ko­
nuşmalarında da sürdürdü. Türkçede: Sürgünden Şiir ( 1978).

Amichai, Yekuda ( 19?4). Yahudi asıllıdır. il. Dünya Savaşı'nda İngiliz ordusun­
da görev aldı. 1948'de Israil'in bağı.msızlık savaşına katıldı. Ana dili Almanca ol­
masına karşın şiirlerini İbranice ve Ingilizce yazmaktadır.

Andres�n. Sophia de Mello Breyner (1919). Portekizli. Oporto'da doğdu.


Lisbon Universıtesi'nde Klasik Edebiyat öğrenimi gördü. 1 974'den sonra Porte­
kiz Kurucu Meclisi'ne Sosyalist Parti temsilcisi olarak girdi.

Apollinaire, Guillaume (1880-1 918). Polonyalı bir göçmenle bir İtalyan subayı­
nın oğlu olarak Roma'da doğdu. Yirmi yaşında Paris'e gitti. Çağdaş Fransız yazı-

239
240 Kısa Biyografiler

nında gelişen tüm öncü akımların içinde yer aldı, şiir sanatının önünde yeni yollar
açılmasına katkıda bulundu. Resim eleştirmeni olarak da ünlüydü. Türkçede:
Apollinaire 'den Şiirler ( 1 965); Bir Aşk Kırgınının Şarkısı (1965); Şiirler ( 1 975);
Dünya Gülü ( 1 986).

Aragon . Louis ( 1897-1982). Siyasal eylemci, komünist şair, romancı ve deneme


yazarı. Ünceleri Gerçeküstücü idi. 1927'de Fransız Komünist Partisi'ne girdi.
1 953'den 1 972'ye kadar " Les Lettres Françaises " in yayın yönetmenliğini yaptı.
Türkçede: Anicet ( 1 974, 1 982); Çalardı Basel'in Çan/an ( 1 969); Kibar Semtler
( 1 986) ; Elsa 'ya Şiirler ( 1 975, 1985); Çağımızın Sanatı (1966); Gerçekçiliğin Boyut­
ları ( 1 985), Mutlu Aşk Yoktur (1988).

Ashbery, John (1927). 1 956'da Yale Üniversitesi " Genç Şair" ödülünü kazandı.
Fulbri�ht bursuyla Paris'e giderek bir süre " Herald Tribune " gazetesine sanat
eleştirıleri yazdı. 1 965-1972 yılları arasında " Art News" dergisini yönetti. 1 975'te
yayımladığı Self-Portrait in a Convex Mirror adlı şiir kitabıyla Pulitzer ödülünü
kazanan Ashbery, şiirlerinde sıradan yaşantılara, konuşma dilinin özelliklerine in­
ce bir alaycılık ve gerçeküstücü bir yaklaşımla yer verir. Ashbery kullandığı gün­
delik dile karşın güç anlaşılır bir şairdir.

Asldepiades (İÖ. 111. yy.). İskenderiye'de yaşamış. Aşk şiirinde Eros'un okları gi­
bi birçok geleneksel imgeyi ilk kullanan ozan.

Auden, Wystan Hugh ( 1 907-1973). 1930'larda, Büyük Bunalım sırasında solun


kahramanı olarak erkeı:ı yaşta ünlendi. Christopher Isherwood'la birlikte koşuk
oyunlar yazdı. İspanya iç Savaşı sırasında Cumhuriyetçiler için kısa bir süre can­
kurtaran şoförlüğü yaptı; sol karşısında düş kırıklığına uğrayarak Hıristiyanlığa
bağlandı. 1 939'da New York'a yerleşip ABD uyrukluğuna geçen W.H. Auden,
önce yazlarını Avrupa'da geçirmeye başladı, sonunda kışlık evini de şiir konusun­
da dersler verdiği Oxford'a taşıdı.

Baudelaire, Charles (1821-1867). Çağdaş şiirin öncüsü sayılan şairlerin en ünlü­


südür. Müstehcenlikten, Tanrı'ya hakaretten kovuşturmaya uğramış, bazı şiirleri
yasaklanmış, kötülüğe eğilimi, ahlakdışılığı ile lanetlenmiştir. Romantiklerin yap­
macık tavırlarını reddeden ve genellikle iç gözlemlere yer veren şiirlerinde, dınsel
inançları olmadan Tanrı'yı arayan, yaşamın tüm belirtilerinde gerçek anlamı araş­
tıran bir şairdi. Resim eleştirisi alanında da etkili olmuştur. Türkçede: Elem Çi­
çekleri ( 1 957); Kötülük Çiçekleri (1966); Paris Sıkıntısı ( 1 96 1 , 1 984); Mektuplar
( 1970); Charles Baudelaire 'in Mektupları ( 1 983).

Becquer Gustavo Adolfo ( 1 836-1870). Çağdaşı Rosalia Castro ile birlikte 1 9.


yüzyılın fspanyol edebiyatının en ünlü şairi. Şiirinin başlıca esin kaynağı mutsuz
bir aşk hikayesi. Sözcükleri kullanırken şiirsel çağrışımlar yaratmamak için ayrıca
özen gösteriyor. Tam üne erdiği bir yaşta ölmüş.

Bell ay, Joachim du (y. 1522-1560). Ronsard ile birlikte " La Pleiade" adlı yazın
grubuna öncülük etti. Fransız dilinin savunusunu yapmış. Fransız yazınının öbür
ülkelerin yazınlarıyla yarışabilecek bir güce ermesini özlemiştir.

Blok, Ale�andr ( 1 880-1921). Babası üniversite öğretim üyesi, annesi yazardı.


Petersbors Universiıesi'nde tarih ve filoloji öğrenimi gördü. 1904 yılında yayımla­
nan şiir kıtabıyla simgeciler arasında yer aldı. Blok'un olgunluk dönemi ürünü
olan ş_iirleri, insanın tarih, zaman ve toplum içindeki yerine ilişkin kaygılarla dolu­
dur. Ozellikle aydın-halk ilişkisi sorunsalında yoğunlaşan kaygılarını, mutsuzlukla
sonuçlanan bir evlilik ve son yıllarında acımasız bir hastalıkla parçalanan kendi
Kısa Biyografiler 241

kişisel yaşamının sorunlarıyla içtenlikle birleştirebilmesi ve devrim öncesindeki


toplumsal çalkantılar içinde yoğrulan bir şair olabilmesi, Puşkin yalınlığında lirik
bir şiirin XX. yüzyılın ilk yıllarında en seçkin ustası olması, onu çağdaş Rus­
Sovyet şiirinin en çok sevilen ve en önemli şairlerinden biri yapmıştır. Türkçede:
Şiirler ( 1 992).

Bonnefoy, Yves (1923). Fransız şair ve eleştirmeni. Dilin olanaklarını felsefi bir
açıdan irdeleyen ve insan tutkularını bu dar açıdan değerlendiren ilginç bir şiir
söylemi yaratmış, maddenin ötesindeki karanlığı, ateşi ve ölümü dile getiren bir
şiir dünyası kurmuştur. Aynı zamanda önemli bir sanat eleştirmeni de olan Bon­
nefoy'nın Shakespeare ve W.B. Yeats'den başarılı çevirileri vardır.

Bosquet, Alain (1919). Odesa'da doğdu. İkinci Dünya Savaşı'nda Fransa ordu­
suna katıldı. 1951 'den bu yana Paris'te yaşamasına karşın, kendini bir yerleşik ya­
bancı saymaktadır.

Brecht, Bertolt ( 1 898-1956). Şair, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni. Başarılı oyun­
larından başka kuramsal yazıları ve uygulamada getirdiği yeniliklerle 20. yüzyıl ti­
yatrosuna yön vermiş öncülerdendi. Geliştirdiği epik tiyatro anlayışıyla devrim
yaratmış, çağdaş siyasal ve maddec\_ tiyatronun ö.!lde gelen temsilcilerinden biri
olmuştur. Türkçede şiir kitapları: Oğrenmenin Ovgüsü ( 1 966); Halkın Ekmeği
( 1 972); Yarının Büyüklerine Şiirler ( 1 976); Makinalann Türküsü ( 1 979); Karan­
lık Zamanlar ( 1 980); Aşk Şiirleri (1983); Tiyatro Şiirleri ( 1 987); Sevgililer ( 1 991).

Breton, Andr� (1896-1966). 1920 ve 30'larda egemen olan Gerçeküstücülük akı­


mının kurucusu ve en önemli kuramcısıdır. Şiir, deneme ve eleştiri dallarında
ürünler verdi.

Bunin, İvan ( 1 870-1 953). Doğa sevgisiyle dolu şiirlerinde, somut doğa görüntü­
leri, yoksul köyler, kırlar, ormanlar yansır. İnce, izlenimci bir duyarlıkla örülüdür
Bunin'in şiirleri. Şiirlerinin yanı sıra hikayeler de yazan İvan Bunin, giderek tü­
müyle anlatı türüne yöneldi. Dış dünya betimlerinde ressamca bir ustalık, beklen­
medik metaforlar, bir renk ve koku cümbüşü, imgeli, yoğun, desenli bir dil, anlatı
üslubunun başlıca özellikleridir.

Byron, Lord George Gordon (1788-1824) . Pek çok çelişkiyi bir arada taşıdı�ı
kişiliğinin yol açtığı fırtınalı yaşamı, şiirine de yansımış, Romantik dönem İngilız
şiirinin başta gelen adlarından biri sayılmıştır. Yunanistan'ın bağımsızlık savaşına
katılmış, bu savaş sırasında ölmüştür.

Carver, Raymond ( 1 938-1988). Son dönem Amerikan yazınının en yetenekli ya­


zarlarından biridir . Denemeleri, şiirleri, öyküleriyle çarpıcı bir ün kazanmıştı. Ge­
çim sıkıntısı ve alkolizmle boğuştuğu yıllardan sonra, 1 977'de, düzenli ve mutlu
bir yaşama kavuştu; çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı; birçok ödül ka­
zandı; ama 1 988'de başarının doruğundayken kanserden öldü . Türkçede: Ateş/er
( 1 990).

Catullus (İÖ. y. 84 İÖ y. 54). Aşk ve nefreti işlediği şiirleriyle eski Roma'nın en


-

iyi lirik şairi sayılır.

Cayrol, Jean ( 1 9 1 1 ) . 1 950'lerde Fransa'da ortaya çıkan "Yeni Roman" ak,ımına


yakınlığıyla tanınan şair, romancı ve deneme yazarı.

Celan, Paul (1920-1970). Rumen asıllı Avusturyalı şair. Fransız Gerçeküstücülü­


ğünden esinlenen bir anlayışla yazdı. Konularını Yahudi olarak çektiği acılardan
242 Kısa Biyografiler

çıkardı. Ailesi bir toplama kampında öldürülmüştü. 1948'de Paris'e yerleşen Ce­
lan, 1 970'de kendini Seine nehrine atarak intihar etti. Şiirlerinde Alman, Yahudi,
Rumen ve Fransız kültürleri kaynaşır. Türkçede: Bademlerden Say Beni ( 1 983).

Char, Ren� ( 1 907-1988). Başlangıçta Gerçeküstücülüğü benimsedi, Fransız Di­


reniş Hareketi'ndeki önderlik dene yiminden sonra ise yer yer ahlaksal bir boyut
taşıyan ekonomik ve son derece çetın bir şiire yöneldi. Ozdeyişler ve yoğun imge­
lerle gelişen kısa ve özlü bir şiir yarattı; karşıt düşünceleri iç içe geçirişiyle Herak­
leitos'u andıran bir söyleyişe yaklaştı. Türkçede: Seçilmiş Şiirler ( 1 983 ).

Çomforçl, John ( 1 915-1936). Çok genç yaşta edebiyat ve politikaya ilgi duydu.
ispanya iç Savaşı'nda öldü. Şiirlerinde kişisel yaşantısı ile toplu,msal olaylar ara­
sında bağ kurmaya çalıştığı görülür.

Crane, Hart (1899-1932). İlk gençlik yıllarını ailesinin Küba'daki evinde geçirdi.
Karayib Adalarının renkli dünyası daha so.nra yazdığı şiirlerine esin kaynağı oldu.
New York'ta kol emekçisi olarak çalıştı. ilk şiir kitabı ilgi görse de, daha sonra
hayal kırıklığına uğrayarak intihar etti.

Csoori, Sandor (1930). Macar şairi.

Cu.ınmings, Edward Estlin ( 1 894-1962). Ş iirde çeşitli yeniliklerin denendiği bir


dönemde kendine özgü noktalama ve sözdızimiyle dikkati çekmişti. Yazım kural­
larını hiçe sayan şiirlerinde kent sokaklarında konuşulan dile yer verdi, fiilleri ad,
adları fiil gibi kullandı, yer yer fonetik yazım yöntemine başvurdu. Erotizm ve
aşk temalı şiirleri çocuksu bir içtenlik ve canlılık taşır. Türkçede: hişt (1 991 ).

Desnos, Robeı;t (1 900- 1945). Başlangıçta Gerçeküstücü Hareket'in önde gelen


şairlerindendi. ikinci Dünya Savaşı'nın getirdiği acıların etkisiyle geleneksel bi­
çimlere döndü, Eluard ve Aragon'la birlikte insan umudunun şairi oldu. Direniş
Hareketi içinde yer aldığı için tutuklanarak sürgüne gönderildi ve ABD birlikle­
rince kurtarıldıktan birkaç gün sonra tifüsten öldü.

Dieu, Ksuan (1917). Vietnamlı şair. 1945 öncesinde ünlü bir bireyci şairken, bu
tarihte ulusal özgürlüğü coşkuyla karşıladı. Sonraları halkın yaşamını ve ülkedeki
değişmeleri konu alan şiirler yazdı.

Diop, David ( 1 927-1960). Senegalli şair. Bordeaux'da (Fransa) doğdu. İlk kitabı
1956'da yayımlandı. Şiirlerinde Afrika dillerinin ritmleri görülür.

Donne, John ( 1572-1631). Dinse.! düşüncelerle cinselliği şiirlerinde bir arada işle­
yebilmiş, döneminin başta gelen lngiliz şairlerinden.

Eliot, Thomas Steams (1888- 1965). ABD asıllı İngiliz şair, oyun ve deneme ya­
zan. Çağdaş şiirin öncülerinçlendir. Sözcük seçimi, söyleyiş tarzı, üslup ve şiir tek­
niğinde giriştiği deneylerle lngiliz şiirine yenilik getirdi; eleştirel denemelerinde
yerleşik görüşleri sarsan düşünceler öne sürdü. Faber and Faber Yayınevi'nin yö­
neticisi olarak genç şairleri destekledi. Türkçede: Sweeney Agonistes ( 1 961); pe­
nemeler ( 1 961 , 19�7); Kokteyl Parti ( 1963, 1 975); Seçme Şiirler ( 1 965); Çorak Ül­
ke (1988); Çorak Ülke, Dört Kuartet ve Başka Şiirler ( 1 990).

Elitis, Odisseus ( 1 9 1 1 ). Fransız Gerçeküstücülerinden, özellikle Eluard'dan etki­


lenmiştir. 1941 'de Nazi Almanyası Yunanistan'ı işgal edince, Arnavutluk'da İtal­
yanlara karşı direnen antifaşist güçlere katıldı. Şiirleriyle genç kuşağı sürükleyen
bir tür halk ozanı durumuna geldi. Türkçede: Uç Kitaptan Şiirler ( 1 980); Çılgın
Kısa Biyografiler 243

Nar Ağacı ( 1 983).


Eluard, Paul (1895-1 952). Fransız Gerçeküstücülük_ Hareke.ti'nin öncülerind�n­
dir. Yapıtlarında Birinci ve ikinci Dünya Savaşları, ispanya iç Savaşı, Alman iş­
gali, Direniş Hareketi, Fransız Komünist Partisi'nin müca"eleleri gibi, içinde ya­
şadığı olayları, aşklarını, günlük olayları ve ilişkileri işledi. ispanya iç Savaşı'ndan
sonra Gerçeküstücülük'den uzaklaştı; 1 942'de Fransız Komünist Partisi'ne girdi,
yapıtlarında daha siyasal bir ıavıı uı li1ya k0y;:;�;:;k z�!!!'!� rlirP.nme. mutluluk arayı­
şı gibi temel yaklaşımları işledi. Türkçede: Seçme Şiirler ( 1 96 1 , 1983); Ağızda Bir
Sevi ( 1 964); Şiirler ( 1976); Eluard'dan Şiirler ( 1 980); Ozan ve Gölgesi ( 1984).

Empson, William ( 1 906-1 985). Şiirlerin<leıı çok eleştiri kitaplarıyla tanınan


Em pson, bilimsel konulara büyük bir ilgi duymuş, bu yüzden şiirlerinin düşünsel
iıyerıği çoğu zaman okuru şaşırtan bir incelikle ortaya çıkmıştır. Empson 'un şiirle­
rı genellikle başka dillere çevrilemeyecek kadar güç anlaşılır şiirlerdir.

Engonopulos, Ni.kos (1910). Yunanistan'ın en ünlü gerçeküstücü ressamların­


dan biri olarak tanınır. lstanbul'da doğmuştur. On kadar şiir kitabı vardır. Gele­
neğe çok önem veren sanatçı, sanatta devrimci davranışın geleneği sürdüren en
güçlü kaynak olduğuna inanır.

Fargue, L6on Paul (1876-1947). Şiirlerinde Paris'in görünümlerini, seslerini ve


kokularını dile getirdiği için " Paris şairi" olarak tanındı. Gerçekçilikle çeçmişe
özlemi başarıyla birleştirdiği yapıtlarıyla modern Fransız duyarlığının tıpik bir
temsilcisi oldu.

Ferlinghetti, Lawrence ( 1 920). 1 950'1erin ortalarında San Francisco'da Beat Ha­


reketi'ni başlatan Amerikalı şairlerdendir. Yönettiği City Lights Kitabevi, Be­
at'lerin ilk toplanma yerlerinden biriydi. Aynı adı taşıyan yayınevi de bu şairlerin
kitaplarını ilk ya yımlayan kuruluş oldu. Türkçede: Amerika (1976, Ginsberg'in
şiirleriyle birlikte).

Filodemos (İÖ. 1 10-40/45). Yunan felsefesini Romalılara öğretip yayan düşünür­


dür . Yunan Antologyasında yirmi beş kadar epigramması var.

Fruhzad, Furuğ ( 1936-1 968). 20. yüzyıl İran şiirinin başta gelen temsilcilerinden­
dir. Baskıya karşı yazdığı şiirlerle ün yaptı. Türkçede: Sonsuz Günbatımı.

Fuller, John ( 1 937). İkinci Dünya Savaşı sonrası İngiliz şiirinde ölçüyü, dengeyi
ve sağduyuyu önemseyen " Yeni Akım" şairlerinin ikinci kuşak temsilcilerinden­
dir. Şiirlerinde ince zeka oyunlarıyla geleneksel biçimleri ustaca birleştirdiği gö­
rülse de, bu rahat söyleyişin altında çağdaş bir tedirginliğin izlerine de rastlanır.

Garcfa Lorca, Federico ( 1 898-1936). Yapıtlarında İspanyol halkının duyarlığını


yansıtan, halk sanatlarının uzantısında çağdaş, modern,_ son derece etkili bir şiir
oluşturan, 20. yüzyılın en büyük şairlerinden . biridir. lspanya'da cumhuriyetin
desteğiyle kurduğu La Barraca adlı bir öğrenci topluluğuyla 1 932'den 1 935'e ka­
dar klasik tiyatro başyapıtlarını, eğitimsiz köylü ve işçilere tanıttı, LoP.e de Vega,
Calder6n, Cervantes'den oyunlar oynattı. Kendi yazdığı şiirsel trajedıler ise dün­
ya yazının başyapıtları arasında anılır. Granada'da bir gece, Milliyetçiler tarafın­
dan yargılanmadan kurşuna dizildi. Türkçede şiir kitapları: Seçme Şiirler ( 1 962);
Bütün Şiirleri ( 1973); Bütün Şiirleri 1 ( 1 983).

Gautier, Th6ophile ( 1 8 1 1 -1872). Şair, romancı, eleştirmen ve gazeteci. Fransız


yazınında erken Romantik Dönemden 1 9 . yüzyılın sonlarında gelişen Estetikçilik
244 Kısa Biyografiler

ve Doğalcılık akımlarına geçişte büyük etkisi olmuştur. "Sanat için sanat" ilkesini
savunuyor, sanatın kişisel olmaması, ahlak dersleri verme zorunluluğundan ba­
ğımsız olması gerektiğini düşünüyordu. Sanatçı biçimde kusursuzluğa ulaşmayı
amaçlamalıydı.

Goethe, Johann Wolfgang von (1749-1832). Evrensel boyutlara ulaşmış ünüyle


dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biridir. Sanat, estetik ve edebiyat de­
nemeleri yazmış, doğa bilimleriyle uğraşmıştır. Alman edebiyatında Coşumculuk
akımının ve klasik dönemin Schiller'le birlikte başlıca temsilcisidir. Henüz yirmi
üç yaşındayken yazdığı Genç Werther'in Acıları adlı romanıyla dünya çapında ün
kazandı. Weimar dükünün özel danışmanı olarak çeşitli üst düzey devlet görevle­
rinde bulundu. Başeseri Fausl'u yaşamının son dönemlerinde yazdı. Türkçeye
çevrilen şiirleri antolojilerle sınırlı kalan Goethe'nin oyun, roman, anı, gezi kitap­
larından çevrilerek yayımlananlar: Iphigenie Tauris 'te (1943), ita/ya Seyahati
( 1 957), Wilhelm Meister'in Çıraklık Yılları (1945), Wilhelm Meister'in Aktörlü­
ğü, RejisörlüÇü ve Sahne Şairliği (1941), Wilhelm Meister'in Seyahat Yılları
( 1 946), Kendı Hayatımdan Şiir ve Hakikat (1946), Gönül Yakınlıkları (1962), Di­
van-ı Şarki (1912), Egmont (1946), Clavigo (1948), Stella (1946), Kardeşler (1938-
39).

Graves,Robert (1895-1986). Birinci Dünya Savaşı'nda ağır yaralandı. Savaşın ir­


kiltisini başarıyla yansıtan şiirler yaz�ı. Yazdığı tarihsel romanlarla yaygın bir üne
kavuşsa da, 20. yüzyılın en başarılı Ingiliz şairlerinden biri olduğu da kabul edil­
mekted�r.

G�en, Jorge (1894-1985). 20. yüzyıl İspanyol şiirinin başta gelen şairlerinden­
dir. Ömrünün büyük bölümünü, Fransa, Ingiltere ve ABD'de Ispanyol edebiyatı
dersleri vererek geçirdi.

Hardy, Thomas (1840-1928). Yaşadığı yıllarda daha çok büyük bir romancı ola­
rak ün yaP.an Hardy, ölümünden sonra, özellikle 1 950'lerde yetişen şairler kuşa­
ğınca, İngıliz şiir geleneğinin en büyük ustalannrlan biri sayılmıştır. Şiirleri çoğun­
fukla geleneksel biçimlerde, ölçülü ve uyaklı olarak yazılmış olmakla birlikte, her
zaman belli bir olaydan ve kişisel bir yaşantıdan kaynaklanırlar. Hardy en �üzel
şiirlerini 1912'de ölen ilk karısı Emily için yazmıştır. Bunların dışında Bırinci
Dünya Savaşı sırasında ve bu savaşla ilgili şiirleri de o dönemin en başarılı örnek­
leri sayılır.

He�andez, Miguel (1910-1942). Çobanlık yaparken kendi kendini e �itti. İspan­


ya iç Savaşı'na katıldı. Savaş sonrasında ömür boyu hapse mahkum edıldi. Cezae­
vinde öldü. Şiirlerinde geleneksel lirik biçimleri kişisel biçemiyle işledi.

Herrick, Robert ( 1 5?1-1674). Antik çağ lirik şiirinin yeniden canlandırılmasında


önemli rol oynamış, Ingiliz halk kültüründen de geniş ölçüde yararlandığı özgün
şiirler yazmıştır.

Herzberg, Judith (1934). Günümüzün önde gelen Hollandalı şairlerinden. İkinci


Dünya Savaşı sırasında annesi ve babası Naziler tarafından toplama kampına gö­
türüldüğü zaman, kendisini Hollandalı bir aile sakladı. Şiirlerinde yalnız o kor­
kunç dönemin değil, daha sonraki yılların da tanıklığı görülür. Sevgiyle acımasız­
lığın kolayca yan yana gelebildiği bir dünyanın görüntülerini yoğun ve dingin bir
şiirsellikle dile getirir. Türkçede: Sanki (1991).

Huerta Efrain (1914). Meksikalı şair. Kendi kuşağının birçok Latin Amerikalı
şairi gibi, genç yaşta gazetecilik yapmaya başladı. Bir süre muhabir olarak çalış-
Kısa Biyografiler 245

tıktan sonra "Nuevo Mondo" ile " El Popular" gazetelerini yönetti.

lbarbourou, Juana de (1895). Arjantin'de, bir taşra kenti olan Melo'da doğdu.
On sekiz yaşında evlenince, kocasıyla birlikte Uruguay'a gidip Montevideo'ya
yerleşti. İlk şiir kitabını l 9 19'da yayımladı. On yıl sonra kendisine Juana de Ame­
rica (Amerika'nın Juana'sı) denilmeye başlandı. Şiirlerinde doğaya ve aşka eğili­
yordu. Çok "kişisel" bir şiir yarattı.

İınriülkays (520-565). İslam öncesi Arap şiirinin en seçkin şairi olarak tanınır. Ye­
di Askı (1985) adlı yapıttaki ünlü yedi şiirden biri onundur.

İvanov, Vyaçeslav (1 866)949). Moskova . ve Berlin üniversitelerinde filoloj i öğ­


renimi gördü. Yyaçeslav lvanov'un, geçmışin değerlerine yönelik, ince ve soğuk
bir şiiri vardır. Antikliğe ve ortaçağa yönelirken, arkaik biçimler ve eski sözcük­
lerle dolu bir dil kullanır. Vyaçeslav İvanov'a söre şairin ödevi, gerçek nesnelerin
içindeki tanrısal özün belirtilmesi,.. dinsel mıtolojinin tohumu olan simgelerin
açımlanmasıdır . 1921 yılında Baku Universilesi'nc rektör atanan İvanov, 1924 yı­
lında kültür ataşesi olarak gittiği İtalya'dan bir daha ülkesine dönmedi.

Jim�nez, Juan Ram6n (1881-1958). Şiirlerinden çok, bir adamla bir eşeğin öykü­
sünü anlatan Platero y yo (Platero ile Ben) adlı duygusal kitabıyla tanındı. Bu ki­
tap Türkçe'ye de Bir Endülüs Ağılı (1969) adıyla çevrildi. Aynı kitabın kimi bö­
lümleri 1978'de Sevgili Küçük Eşeğim adıyla yeniden yayımlandı.

Jonson, Ben (1 572-1637). Döneminin Shakespeare'den sonra ikinci önemli oyun


yazarı sayılır. Yunan ve Latin klasiklerinin etkisini taşıyan şiirleri ise yapısal sağ­
lamlıkları ve incelikleriyle pek çok Rönesans sanatçısına yol gösterdi.

J6zsef, Attila (1905-1 937). Şiirlerinde işçilerin yaşamını gerçekçi bir bakışla yan­
sıtır. Yoksul bir çamaşırcı olan annesi yapıtlarında işçi sınıfının simgesi olarak
önemli bir yer tutar. Çağdaş insanın karmaşık duygularını, yaşamın özündeki gü­
zellise olan inancı çerçevesinde dile getirdi. Genç yaşta gizli Macar Komünist
Partısi'ne katıldı, ama politikacılarla sanatçılar arasında çok görülen uyumsuzluk
ve anlayışsızlıklar yüzünden sonunda partiden dışlandı. Yoksunluklar, kovuştur­
malar ve ayrılmayla sonuçlanan bir aşk sonucu sağlığı iyice bozuldu, ruhsal buna­
lımlar geçirdi. 32 yaşındayken kendini bir trenin altına atarak intihar eden Attila
J6zsef çağımızın en büyük devrimci şairlerinden biriydi. Türkçede: Temiz Yürek­
le (1986).

Kateb Yasin (1929). 1 952'den buyana Fransa'da yaşıyor ve Fransızça yazıyor.

Kavafis, Konstantinos (1863-1933). Kendine özgü üslubuyla yalnız Yunan �iiri­


nin değil, dünya şiirinin önemli adlarından biri oldu. Hıristiyanlığa, milliyetçıliğc
ve heteroseksüelliğe ilişkin geleneksel değerleri reddetmiş, şiirlerinde Roma, Bi­
zans ve Hellenistik dönem tarihlerinden hareketle yarattığı dram.atik atmosfer
içinde güncel olanı lirik bir dille ele almıştır. Türkçede: Barbar/an Bek�erken
(1981, 1988); Kavafis 'ten Kırk Şiir.(1982), Bütün Şiirleri (1990).

Krolow, Kari (1915). Hannover'de bir memurun oğlu olarak doğdu. Göttingen
ve Breslau'da Alman ve Fransız filolojisiyle, felsefe ve sanat tarihi okudu. 1 942
yılından itibaren Göttingen ve Hannover kentlerinde serbest yazar olarak yaşa­
mını kazanmaya başladı. 1972 yılında Alman Dil ve Yazın Akademisinin başkanı
seçildi. Savaş sonrası Alman şiirinin en önemli ve verimli ozanlarındandır. Baş­
langıçta kendini fazla zorlamadan ele veren doğa ve manzara simgeciliği, şiirinin
içeriğini oluşturuyordu. Savaş sonrası koşullarının acılığını, sevgi konumunu bazı
246 Kısa Biyografiler

şiirlerinde aynı zamanda alaycı bir yansımadan da geçirmektedir. Kişiler ilişkisi­


nin ekseni aşktır. Aşktan kaynaklanır mutluluk, aşksızlıktan düşmanlık.

Larlrin, Philip ( 1922-1985). Romanlarıyla tanınmayı tasarlarken şair olarak ün­


lenmiş ve roman yazmayı bırakmıştır. Kapalılıktan, yüksek aydın tavırlarından
kaçan, günlük gerçeklere, geleneksel biçimlere yaslanan, duygudan çok düşünce­
ye ve anlama ağırlık veren bir şiirin savunucudur. Kaçırılmış fırsatlardan, yaşan­
mamış mutluluklardan, yaşanıp yetersiz bulunmuş deneyimlerden söz eder. Türk­
çede: Seçilmiş Şiirler ( 1990).

Lawrence, David Herbert (1885-1930). Yirminci yüzyılın en önemli romancıla­


rından biri olan Lawrence şiirlerin.ı:J e de kendine özgü kişiliği ve hayata bağlılığını
çarpıcı bir biçimde ortaya koyar. Ozellikle özgür koşuk tekniğini kullanarak yaz­
dığı kuşlar, hayvanlar ve çiçeklerle ilgili şiirleri ve insanın ölümlülü�ünü ele aldığı
düşünsel son şiirlerinde Lawrence karşımıza lngiliz şiirinin yirmincı yüzyıldaki en
özgün temsilcilerinden biri olarak çıkar.

Lewis, Cecil Day ( 1 904-1972). 1930'1arın önde gelen şairlerinde� biridir. Day
Lewis bu grup içinde Marxizmle en yakın bağları kuran ve ispanya iç Savaşı'nda,
oldukça duygusal propaganda şiirleri yazan bir şairdi. İkinci Dünya Savaşı sırasın­
da siyasal görüşlerinde daha ılımlı bir tutumu benimseyen Day Lewis birbirinden
değişik nitelikte . . konuları işleyerek çok yanlı bir şair olduğunu kanıtlamıştır.
1951 'de Oxford Universitesi Şiir Profesörlüğüne 1968'de de " saray şairliği " ne ge­
tirilmiştir.

Li Po (701-762). Çağdaşı Tu Fu ile birlikte Çin edebiyatında "şih " şiir döneminin
en ünlü ozanı. 720'de Sezuan'daki evini bırakıp yollara düşmüş, yirmi yıl hiç dur­
madan gezmiş. Kısa bir süre (742-4) başkent Ç'ang-an'da saray ozanı olarak saygı
görmüş. Sonra yeniden dolaşmaya başlamış. Ayaklanmalara katılmış, sürgüne
yollanmış. içkiye düşkünlüğü ve sorumsuzluğu ile ün salmış bir ozan.

Lowell, Robert ( 1 917-1977) . Şiirlerinde gösterdiği teknik ustalığın yanı sıra, kişi­
sel yaşantılarını da tam bir içtenlik ve gözlem gücüyle yansıtmaktan korkmama­
sıyla büyük bir saygınlık kazanmıştır. ikinci Dünya Savaşı sırasında Amerikan
uçaklarının bazı ülkelerin sivil halklarına karşı saldırıya geçmelerini protesto ede­
rek askere gitmeyi reddetmesi üzerine 5 ay hapis yattı. Siyasal ve toplumsal konu­
lara duyduğu bilinçli ilgiyi daha sonraki yıllarda da sürdürdü, Johnson'un Viet­
nam politikasına karşı çıkarak, Narman Mailer'le birlikte protesto yürüyüşlerine
katıldı.

Lucebert ( 1924). Hollandalı şair. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan de­
neyci edebiyatın önemli temsilcilerindendir. Şiirlerinde noktalama işaretlerini en
aza indirmiş, ürkütücü çağrışımları olan imgeler kullanmıştır.

Mabeyinci Pavlos (VI. yy). İstanbul'da Justinianus'un sarayında yaşamıştır. Aya­


sofya Kilisesi üstüne yazılmış iki epigramması vardır. Sarayda imparatorun gele­
ceğini haber verir, böylece salondakileri sustururdu. Bu görevinden ötürü Sustu­
rucu Pavlos diye de anılır.

Machado, Antonio ( 1 875-1939). 20. yüzyılın ilk yarısındaki İspanyol edebiyatı­


nın önemli temsilcilerinden. Akıldan çok sezgiye dayanan bir şiir tarzını benimse­
di. Fransa'da sürgünde öldü.

MacNiece, Louis ( 1 907-1 963). 1930'1arın Auden'dan sonra en önemli şairidir. Si­
yasal bakımdan 30'1arın öbür şairleri kadar bağımlı olmasa da �yr.ı t<'��ıarı bü-
Kısa Biyografiler 247

yük bir içtenlikle işledi. İçinde yaşadığı dünyanın çarpıklıklarını ince bir hüzün ve
alaycılık karışımı içinde dile getirdi.

Mallarmc!, Stc!phane (1842-1898). Simgeci şiirin kurucularındandır. Ayrıca dra­


matik şiirler de yazdı ve Edgar Allan Poe'nun şiirlerini Fransızcaya çevirdi. Evi­
nin küçük salonunda her hafta yaptığı toplantılarla çağının genç yazarları üzerin­
de etkili oldu. Şiiri sözcüklerde arardı. Ona göre, duygu, düşünce, ruh hali, insan,
do�a, öykü, konu, hiçbir şey şiir için sözcükler kadar önemli değildi. Şiir sözcük­
lerın tılsımlı bileşiminden doğar görüşündeydi. Türkçede: Şiir Uzerine Düşünce­
ler (1985); Zarla Şans Dönmeyecek ( 1 985).

Mandelştam, Osip ( 1 89 1 - 1 938). Rusya'da " Akmeist" akımının en önemli şairle­


rinden. Varşova'da doğdu. St. Petersburg'da öğrenim gördü. Gumilyov ve Anna
Ahmatova gibi şairlerle yakın bir dostluk kurdu. 1 934'te Stalin'le ilgili bir şiiri yü­
zünden tutuklanarak Çerdin'e sürüldü . 1 935'te karısı Nadejda ile sürgün olarak
gittiği Voronej 'de yazdığı şiirlerini, karısı ezberinde tutarak yok olmaktan kurtar­
dı. Mandelştam'ın 1 938'de Moskova'da üçüncü kez tutuklandıktan sonra başına
neler geldiği ve nasıl öldüğü bilinmiyor.

Marot, Clc!ment (1496-1544). Fransız Rönesansı'nın en büyük şairlerindendir.


Latin şiirine özgü biçim ve imgeler kullanarak, kendinden sonraki şairleri önemli
ölçüde etkilemiştir.

Marvell, Andrew ( 1 621 - 1 678). Yaşadığı dönemde şairliğinden çok siyasal kişili­
ğiyle ünlenen Marvell. 20. yüzyıl eleştirmenlerince döneminin en önemli şairle­
rinden sayıldı.

Matsas, Aleksandros (1910). Oxford Üniversitesi'nde siyasal _bilimler ve Klasik


Yunanca okudu. Dışişleri Bakanlığı'na giren şair Mısır'da, lngiltere 'de, Fran­
sa'da ve Hollanda'da çeşitli görevlerde bulunduktan sonra bir süre de Ankara'da
Yunanistan Büyükelçisi olarak çalışmıştır. insan doğasının değişkenliğini ve kar­
maşık yapısını konu alan şiirlerinde Matsas'ın uyku ve aşk temalarını zamanın
çok katlılığına bir yöneliş olarak işlediği görülür.

Mayakovski, VladimirVladimiroviç ( 1893-1930). Sovyet devriminin önde gelen


şairi ve oyun yazarıdır. Rus Gelecekçiliği 'nin öncülerindendir. On beş yaşında
Rus Sosyal Demokrat işçi Partisi'ne girdi, birkaç kez tutuklandı, ilk şiirlerini ce­
zaevinde yazdı. Şiirlerinde toplumsal içerik ve propagandaya ağırlık vermekle
birlikte, kişisel yaşamındaki acıları, art arda yaşadığı gönül kırıklıklarını da içten­
likle yansıttı. 30 Ocak 1 930'da sahnelenen Banya adlı oyununda bürokratların fır­
satçılığını ve budalalığını sergilemesi tepkilere yol açtı. 14 Nisan 1930'da, bir aşk
kırgınlığının ardından mutsuzluklarına tabancayla intihar ederek son verdi. Türk­
çede: Lili Brik 'e Mektuplar ( 1 970, 1 985); 150. 000.000 ( 1 977); Trajedi (1 982,
1989); Şiir Nasıl Yazılır? (1983); Şiirler ( 1 984, 1989).

Meleagros (İÖ. 1 40-70). Gadara'da doğmuş, Tyros ve İstanköy adalarında yaşa­


mış. ilk önemli epigramma güldestesini toplamış. Kendi yazdığı aşk ve ölüm epig­
rantmalarından yüz otuz kadarını biliyoruz.

Mervin, W. S, ( 1 927). Öğrenimini Princeton Üniversitesinde tamamladıktan son­


ra uzun süre lngiltere'de ve Fransa'da kalmış. Merwin'in sanatla yaşantı. iç ger­
çeklikle dış dünya, yanılsama ile gerçeklik arasındaki gerilimden yola çıkarak ön­
celeri imge bakımından oldukça zengin, daha sonraki kitaplarında ise daha yalın
bir şiir dili yarattığı görülür. Şiirleri insanın ölümlülüğü sanatıyla aşabileceği t e ­
masını işler.
248 Kısa Biyografiler

Michawı:, Henri (1899-1984). Belçika asıllı Fransız şair ve ressam. Yapıtlarında,


insanın düşlerind.e yansıyan ya da kendinden geçme durumlarında ortaya çıkan iç
dünyasını işledi. insanlığın durumuna karamsar bir gözle bakmış, bireyın kendisi­
ni baskı altında tutan yaşamı anlamlı kılmasının olanaksızlığına inanmış, gerçek
yaşamın boşluğu karşısında düş gücünün zenginliğine yönelmiştir.

Minyati, İvan (1924). Sloven pir. Partizan gazetelerinde yayımlanan şiirleriyle


lirik bir şair olarak ünlendi.

Montale, Eugenio (1896-1 981). İtalya'da " ermetismo " diye bilinen kapalı şiir an­
layışının önemli temsilcilerinden. Birinci Dünya Savaşı'na subay olarak katıldı.
1922'de Torino'da yayımlanmaya başlayan " Primo Tempo" adlı derginin kurucu­
ları arasında yer aldı. 1929-1 938 arasında, Floransa'daki Gabinetto Vieusseux Ki­
taplığ_ı'nın yöneticisi olarak çalıştı. Faşizme karşı olduğu için bu görevine son ve­
rildi. ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra Milano'ya yerleşti ve 1948'de Corriere de/la
Şera gazetesinin sanat ve edebiyat sayfalarını yönetti. 1 975'de Nobel Edebiyat
Odülü'nü kazandı.

Morgan, Edwin (1 920). Glasgow Üniversitesi 'ni bitirdi. Aynı üniversitede İngiliz
Edebiyatı profesörü oldu. Şiirlerinde gündelik hayattan esinlenen, gazete haber­
lerinin şiir için çok elverişli bir kaynak olduğunu ileri süren Morgan 'ın en başarılı
şiirleri lskoçya'daki gündelik yaşantılardan kaynaklanır.

Musset, Alfred de (1810- 1 857). Fransız Romantizminin başta gelen şair ve oyun
yazarlarından biridir. En başarılı lirik şiirlerini romancı George Sand ile 1833-
1 835 yıllarında aralıklarla süren beraberliklerinden esinlenerek yazmıştır.

�azik el Melike ( 1 923). Bağdat Öğretmen Okulu'nda öğrenim gördü. Kuveyt


Universitesi'nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Eski şiir biçimlerinin çağdaş yaşamı
yansıtamadığını ileri sürerek yeni biçimler aradı.

Neruda, Pablo (1904-1 973). Gençliğinde militan bir anarşistti. Yirmi yaşında şiir­
leriyle ün kazandı. Yirmi üç yaşından sonra çeşitli ülkelerde konsolos olarak gö­
rev almaya başladı. İç savaş başladığında İspanya'daydı. 1945'de senatör seçildi.
Şili'de hükümet sağa kayınca yurdundan uzaklaşmak zorunda kaldı. 1 969'da Şili
Komünist Partisi tarafından cumhurbaşkanı adayı gösterildiyse de yerini Allen­
de'ye bıraktı. 1973'deki askeri darbeden kısa bir süre sonra, göz hapsinde tutuldu­
ğu evinde öldü. Çeşitli temalar ve tekniklerle yazılmış pe)c çok şiiri vardır. Türk­
çe'de: Şiirler (1959); Şiirler ( 1 97 1 , 1982); Yaşadığımı itiraf Ediyorum (1975);
Yeryi_.izünde Konaklama (1984); Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak (1985); Yürek­
teki ispanya (1986); Albertino Rosa 'ya Aşk Mektupları (1986); 20 Aşk Şiiri ve
Umutsuz Bir Şarkı ( 1 988); Gölge Bile Yalnız (1991).

Nerval, G�rard de (1808-1855). Fransız Simgecilik ve Gerçeküstücülük akımları­


nın öncülerindendir. Düşleri gündelik yaşamla doğaüstü olaylar arasında bir köp­
rü olarak gördü; en yaratıcı dönemleri ruhsal bunalımlar içinde geçti. Birçok kez
akıl hastanesine girip çıktı. Yoksulluk ve acılar içinde geçen yaşamına kendini bir
fener direğine asarak son verdi.

Nezval Vitezslav (1900- 1958). Özgün bir üslup arayışı ile siyasal bir duyarlılığı
kaynaştıran yapıtlarıyla çağdaş Çek şiirinin başta gelen şairlerindendir.

Nilsen, Rudolf (1901-1929). Norveçli şair.

Nordbrandt, Henrik (1945). 1960'1arda Kopenhag Üniversitesi'nde Türkçe,


Kısa Biyografiler 249

Arapça, Çince üstüne çalışan Nordbrandt, uzunca bir süre Türkiye ile Yunanis­
tan'da kaldı. Ege ile Akdeniz ortamının gizine varma özleminin etkileri yapıtla­
rında açıkça görülür. Türkçede: Aşk Şiiridir Bütün Şiirler (1991).

Okigbo, Christopher ( 1 932-1967). Nijeryalı şair. Klasik Batı edebiyatı öğrenimi


gördü. Afrika kültürel geleneğiyle Batı kültürünün birleştiği kişisel bir anlatım
geliştirdi. Biafra'nın Nijerya'dan bağımsızlığı için savaşırken öldü.

Orleans, Charles D' ( 1 3 9 1 - 1 465). Doğa, aşk ve özgürlük şiirleriyle Fransa tarihi­
nin en büyük şairlerinden sayılmıştır.

Olson, Charles ( 1 910- 1 970). Amerika'daki geleneksel şiir anlayışına, kapalı şiir
biçimlerine karşı çıkarak açık şiir (Projectivist Poetry) akımının öncülüğünü eden
etkili ve ilginç bir kuramcı ve şair . 1 948'de North Carolina'daki Black Mountain
Kolejinde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Bu okul, 195 1 'de Olson'un rek­
törlüğe gelmesiyle Amerikan Edebiyatını etkileyen en önemli merkezlerden biri
oldu. Sanayileşmiş bir toplumda yalın yaşama biçimlerine dönme özlemi duyan
Olson, şiirinde de yalınlıkla karmaşıklık arasındaki çatışmadan esinleni yor, için­
de yaşadığı toplumun çelişkilerine belki de kesin çözümler bulamadığı içın olduk­
ça karmaşık ve zor anlaşılır şiirler yazmaktan kendini alamıyordu.

�avese, Cesare (190�-1950). Ünlü İtalyan şairi ve romancısı. Piemonte'de doğdu.


Oğrenimini Torino Universitesi'nde tamamladı. 1930'da Amerikan edebiyatı ile
ilgili yazıları " La Cultura" dergisinde yayımlanmaya başladı. 1934'te bu derginin
yönetmeni oldu. 1 935'te Faşistlere karşı çalıştığı için hapse atıldı. 1936-1940 yılla­
rı arasında ltalya'da dokuz kitabı yayınlandı. Tra Donne sole adlı romanının
Strega Armağanını kazandığı 1 950 yılının Ağustos ayında kendini öldürdü.

Paz, Octavio ( 1 914). Zapata'yı destekleyen Meksikalı bir avukatın oğluydu.


1937'de İspanya'ya giderek Cumhuriyetçilerin yanında savaştı. Çeşitli yazın der­
gileri çıkardıktan ve ülkesinde şair olarak üne erdikten sonra, 1962'de Hindistan
büyükelçiliğine atandı. l 968'de Meksika hükümetinin radikal öğrencilere kar� ı
acımasız tutumunu protesto ederek görevinden ayrıldı. Sırasında solculara eleştı­
riler yöneltip onlardan tepkiler aldıysa da, kendini bir sosyalist olarak adlandır­
maktan hiçbir zaman vazgeçmedi. Şiirlerinde en çok işlediği tema yalnızlıktır. İn­
sanın bölünmüş bir varlık olduğuna ve ancak şiirsel imge, cinsel sevgi ve tanrısal
sezgiyle bir bütünlüğe kavuşabileceğine inanır. Türkçede: Güneş Taşı ve Başka
Şiirler ( 1 963); Yalnızlık Dolambacı ( 1 978); Kartal mı, Güneş mi? ( 1984); Uzak
Komşu (1985).

Peret, Benjamin (1 899-1 959). " La Revolution Surrealist " dergisinin yöneticiliği­
ni yaptı. Gerçeküstücülük anlayışına sonuna dek bağlı kaldı.

Petrarca, Francesco ( 1304-1374). Yaşadığı dönemin en büyük bilgini sayılan


İtalyan hümanist ve şairi. Laura adlı yüceltilmiş sevgiliye yazdığı şiirleriyle Röne­
sans lirik şiirinin gelişmesinde önemli bir rol oy�adı. Evrene yön veren ilahi gü­
cün insan olduğunu savunmasıyla da 1 5 . yüzyıl ltalyan hümanizminin kurucusu
sayılır.

Petronius Arbiter (ö. IS. 66). Soylu bir aileden gelen, aylaklığıyla ünlü bir kişiy­
di. Roma'nın Bithynia Eyaleti'nde yöneticilik yaptı. Konsül seçildi. imparator
Neron tarafından saraydaki eğlencelerden sorumlu "zevk danışmanı" görevine
getirildi. Yaşadığı dönemdeki Roma toplumunun edebi bir tasviri olan Satyricon
adlı eserin yazarı olduğu sanılmaktadır.
250 Kısa Biyografiler

Pisan, Cbristine de ( 1364-1430). Hakkında bilgimiz bulunmamaktadır.

Poe, Edgar Allan (1809-1849). Şair, öykücü ve eleştirmen olarak Amerikan yazı­
nında çok önemli bir yeri vardır. Ayrıca Baudelaire ve Mallarme aracılığıyla
Fransız yazınını da etkiledi. Düşe ve ideal olana düşkün bir şairdi. Gündelik ya­
şamdan düş dünyasına ki!çışı, korku ve uğursuz düşünceler aracılığıyla ger9 ekle ş ­
tirdi. Türkçede: {(IZll Olümün Maskesi ( 1 928); lşitilmedik Hikayeler (1938);
Morg Sokağında Iki Taraflı Cinayet (1948); Morgue Sokağı Cinayeti ( 1 953, 1 982,
1 987); Altın Böcek (1948, 1982); Edgar Allan Poe'dan Seçme Hikayeler ( 1985),
Bütün Şiirleri ( 1 992).

Popa, Vasko ( 1 922). Soyut görünümlü şiirlerinde Lorca'yı l\nımsatan bir imge
yükü ve söz güzelliği vardır. Türkçe'de yayımlanan şiir kitabı: Jçimizdeki (1974).

Poseidippos (İÖ. i li. yy.) Pella'lı olduğu sanılan bir ozan. Epigrammalar ve ağıt­
lar yazmış. Aethiopia ve Asopia adlı iki destan yazdığı sanılıyor.

Pound, Ezra (1885-1972). 20 yüzyıl İngiliz ve Amerikan şiirinin gelişimini derin­


den etkilediği için "şairlerin şairi " ı:Jiye anılan çok usta bir şair ve eleştirmendir.
ikinci Dünya Savaşı'nda ABD ile ltalya savaş halindeyken Roma Radyosu'nda
yaptığı yüzlerce konuşmayla ülkesinin tutumunu yerdi; Yahudi bankerlerin ABD
yönetimi ve para politikaları üzerindeki etkilerini açıkladı; Mussolini'yi övdü. Sa­
vaş ertesinde vatana ihanet suçuyla yargılandı; sonunda bir �kıl hastanesine kapa­
tıldı. Bağışlanıp serbest bırakılınca yaşamının son yıllarını ltalya'da geçirdi. Mo­
dernizmin öncülerinden oluşuyla, sanat çevrelerinde, siyasal tavrına karşı
olanlarca da korunmuştur. Türkçede: Cathay ( 1 963); Konfüçyüs ( 1 981); Seçme
Kantolar ( 1 983).

Prevert, Jacques (1900-1977). Toplumsal umut ve aşk üzerine baladlarıyla tanın­


mış, Gerçeküstücü şiir üslubu temelinde sözlü şiir geleneğini yeniden canlandır­
mıştır. Şiirlerinde aptallığı, ikiyüzlülüğü ve savaşı şiddetle yerer, sıradan insanla­
rın aşklarını, çocuksu duyguları anlatır. Türkçede: Sisler Rıhtımı (1 938); Şiirler
(1963); Haylaz Çocuklara Oyküler ( 1978); Harikalar Tablosu ( 1 974); Ay Operası
(1975); Seçme Şiirler (l980); Cin Sıpa (1981). '

Puşkin, Aleksandr Sergeyeviç (1799-1837). Yarattığı yeni edebiyat diliyle çağ­


daşlarını ve sonraki kuşakları etkilemiş, modern Rus edebiyatının ilk önemli ya­
zarı sayılmıştır. Şiir, roman, öykü ve oyun türlerinde ürünler veren Puşkin yapıt­
larının önemi ve yaratıcılığının kapsamı ile kültür tarihinin en seçkin
sanatçılarından biridir. Türkçede bütün düzyazıları yayımlandı.

Quasimodo, Salvatore ( 1 901-1968). Sicilya'nın Siracusa şehrinde doğdu. Çocuk­


luğu ve gençliği büyük güçlükler içinde geçti. Bu yüzden düzenli bir öğrenim gör­
medi. ltalya'yı bir uçtan bir. uca dolaştıktan sonra 1 930'1arın başında Milano'ya
yerleşti. Kendine 16. yüzyıl ltalyan şairi Tasso'yu örnek alan Quasimodo, doğup
büyüdüğü güneyin sesini dile getirdi. Çocukluk anıları duygulu, fakat ölçülü bır
esin kaynağı oldu şiirine. 1959 Nobel Edebiyat Armağanı'nı kazandı.

Rexrotb, Kenneth (1905-1982). Beat Hareketi'nin öncülerindendir. Ressam, de­


nemeci, şair ve çevirmen. Gerçeküstücülük etkisi taşıyan ilk şiirleri deneysel bir
üslupla yazılmıştı. Sonraki yapıtları sağlam biçimlerinin yanı sıra, nükteli anlatım­
ları ve insancıl tutkuları yansıtmalarıyla da övgü topladı. Türkçede: Aşk ve İsyan
( 1 991).

Rilke, Rainer Maria (1875-1926). Avusturya asıllıdır. Prag'da doğdu. Ailesinin


Kısa Biyografiler 25 1

baskısıyla gittiği askeri okuldaki eğitimini yarıda bıraktı. Lou Andreas-Salome ile
tanışması yaşamını değiştirdi. Bertin, Floransa, Rusya ve Paris'te bulundu. Gi­
zemli bir üslupla yazdığı şiirlerinin yanı sıra Malte Laurids Brigge 'nin Notları adlı
özgün düzyazı yapıtı y la da büyük ün kazandı. Türkçede: Duino Ağıtları ( 1 992),
Seçilmiş Şiirler ( 1 982), Genç Bir Şaire Mektuplar ( 1 963).

Rimbaud, Arthur ( 1 854-1891). Fransız Simgeciliğinin öncülerindendir. Dine, ah­


laka, her türlü disipline başkaldıran kişiliğiyle zorlu ilişkiler içinde yaşadı. Cesur
bir imge ve eğretileme seçiminin, ayrıca derin bir duygusal '!e ruhsal deneyimin
ürünü olan şiirleriyle modern sanatı büyük oranda etkiledi. Ozgünlüğünün doru­
ğuna düzyazı şiirlerinde ulaştığı söylenir. Türkçede: Seçme Şiirler (1962); Tufan­
darı Sonra ( 1 962); Jlluminations ( 1 97 1 ); Arthur Rimbaud'dan Şiirler (1981); Rim­
ba/ıd'nun Mektup_ları (1985); Cehennemde Bir Mevsim / Illumina tions (1991);
Tufandan Sonra ( 1991).

Ritsos, Yannis ( 1 909-1990). İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Yunanistan'da


yaşanan çalkantılar içinde, tutuklamalar, sürgünlerle f!.eçen zorlu bir yaşamı oldu.
Yurtseverliği buram buram tüten bir solcu olarak şiirı olağanüstünde değil, yaşa­
mın olağan görünümlerinde aradı. Günlük yaşamı sürekliliğin, sonsuzluğun,
ölümsüzlüğün simgesi ola,rak yüceltti. Türkçede: Umarsız Pcııc/opc (1 974, 1 983,
1986); Boyun Eğmeyen Ulke ( 1 979, 1 983); Şiirler ( 1 983); Ayışığı Sonatı ( 1 983);
Yaşlı Kadınlar ve Deniz (1984); Alışkanlıklar da Değişir ( 1 984. 199 1 ); Parantez­
ler ( 1 986); Dikkatli Ariostos ( 1987); Helena ve Nöbetçi ( 1 988); Rumluk I Yaşlı
Kadınlar ve Deniz ( 1 989); Graganda ( 1 989); Erotika ( 1 989).

Roethke, Theodore ( 1 908-1 963). Çocukluğunu babası ile amcasının çiçeklikle­


rinde geçirdi. Roethke için bir doğurganlık simg«�i olan bu zengin bitki dünyası
daha sonra yazacağı şiirlerin esin kaynağı oldu . Ozgür ve zengin ritmlerden ya­
rarlandığı, bitkilerin ve hayvanların dünyası ile bilinçaltı arasında bağlar kurmaya
çalıştığı bir duyarlılığı geliştirmeye çalıştı.

Ronsard, Pierre de (1524-1584). Fransız Rönesansı'nın önemli şairlerini bir ara­


ya getiren La Pleiade grubunun önderi Fransız şair. Genç şair arkadaşlarıyla kur­
duğu Pteiade Okulu'nun amacı, eski Yunanca ve Latince hayranlığı yüzünden
yoksul kalan Fransız dilil}i geliştirmek, onu Latince ve Eski Yunanca düzeyine
yükseltmek ve Rönesans ltalyası ile yarışabilecek bir Fransız edebiyatı yaratmak
olmuştur. Bu amaçlara uygun pek çok yapıt veren Ronsard, ilk şiirlerini Odes
( 1 550) ve Amours ( 1 552) adlı kitaplarında topladı. Yurtseverlik ve insancıl konu­
ları işledi�i öğretici epik şiirleri ve özellikle de zengin duygu ve anlam yüklü so­
neleri Fransız edebiyatının en önemli yapıtları arasında sayılır. Ayrıca şiir üzeri­
ne görüşleri ile din, siyaset ve yönetim üzerine düşüncelerini içeren denemeleri
de önemlidir.

Rufinus ( İ Ö. 50-İS. 50 arası) . Latin adlı bir Yunan ozanı. İonialı olduğu sanılıyor.

Şaban Refik ( 1 909). Hakkında bilgimiz bulunmamaktadır.

Sachs, Nelly ( 1 89 1 - 1 970). Berlin'de Yahudi kökenli bir ailenin çocuğu olarak
doğdu. Nazi döneminde Isveç'e kaçtı. Olene dek Almanya'ya dönmedi. Uzun yıl­
lar tam bir yalnızlık içinde şiirler, oyunl�.r yazdı. 1 950'lerde genç şairlerce yeni­
den keşfedildi. 1 966'da Nobel Edebiyat Odülü'nü Samuel Joseph Agnon 'la pay­
laştı. Türkçede Akkor Bilmeceler ( 1984) .

Saint-John Perse ( 1 887-1975). Diplomat olarak pek çok ülke dolaştı. Arı ve ke­
sin diliyle daha çok şairlerin hayranlığını kazanan şiirleri, genellikle zor anlaşılır
252 Kısa Biyografiler

olduğundan geniş bir okur kitlesine ulaşamadı. "Şiirinin derinliği ve çağrışımlarla


yüklü zen& in imgclemi"yle 1960 Nobel Edebiyat Odülü'nü kazandı. Türkçede: Şi­
ir/er (1981).

Sandburg, Carl (1878-1967). Amerikan şiirinde " popülist" bir anlayışın önde ge­
len temsilcilerindendir. Sosyalist görüşleri benimsedi. 1 920-30'larda bütün Ameri­
ka'yı dolaşarak konferanslar verdi, şiirlerini okudu, folklor araştırmaları yaptı. Şi­
irlerinde yer yer Whitman'ın özgür koşuk biçimlerinden, yer yer halk türkülerinin
zenginliklerinden esinlenerek emekçi halkın yaşam ve özlemlerini yansıttı.

Sappho (İÖ. y. 610-580). Lirik şiirleriyle ünlü, Eski Yunan şairi. Yerel lehçeyle
yazdı, yaşadığı yöreye özgü sözcükler kullandı. Dili özlü, dolaysız ve şiirseldir.
Acı ve coşkularını kendini bunlara kaptırmadan, eleştirel bir gözle ele almasına
karşın duyguları gücünden hiçbir şey yitirmez. Daha çok kadınlarla kişisel ilişkile­
rini işledi. Türkçede: Şiir/er ( 1 966, 1984).

Sebiller, Friedrich von ( 1 759-1805). Alman edebiyatındaki Coşumculuk akımı­


nın ve klasik dönemin Goethe'yle birlikte en önemli temsilcisidir. Hukuk ve tıp
öğrenimi gördükten sonra edebiyata yöneldi. Şiir, oyun ve düzyazı alanlarında
verdiği ürünlerle tanındı. Tarih, felsefe ve estetik konularıyla da ilgilendi. Bu an­
tolojide yer alan " Sevinç Türküsü " adlı şiirini. Beethoven besteleyerek 9. Senfo­
ni'sini oluşturdu.

Schwartz, Delmore (1913-1966). Kişisel yaşantıya a�ırlık veren bir şair. İlk ş iirle­
ri daha öğrenciyken yayımlandı. Genç yaşta dönemınin en önemli dergilerınden
olan " Partisan Review" nun şiir bölümünü yönetti. Princeton, lndiana, Syracusa
ve Harvard üniversitelerinde öğretim üyeliğı yaptı.

Seferis, Yorgo (1900-1971). Diplomat olarak çeşitli ülkelerde bulundu, İkinci


Dünya Savaşı sıras.ında sürgündeki Yunan hükümetinde görev aldı. İncelikli liriz­
mi ve canlı söyleyişiyle dikkati çeken yapıtlarında, Yunan halkının, genel olarak
da çağdaş insanın trajik durumunu yansıttı. . Yunanistan y11:zınında Simgeciliğin
öncüsü olarak anılır. Türkçede: Destansı Öykü (1965); Uç Kırmızı Güvercin
(197 1 , 1985).

Seifert, Jaroslav (1901-1986), Uzun yıllar gazetecilik yaptı. Genellikle ülkesi Çe­
koslovakya'yı anlattığı şiirleri başlangıçta komünizmin geleceğine ilişkin ıırnutlan
yansıtıyordu. So�radan siyasal temalara daha az yer vermeye başladı. 1984'de
Nobel Edebiyat Odülü'nü kazanan ilk Çekoslovak oldu.

Senghor, Uopold Sedar (1906). Afrika'da siyah edebiyat akımının başta gelen
temsilcilerinden olan Senghor, 1960-80 arası Senegal devlet başkanlığı yapmıştır.

Shakespeare, Willia.m (1564-1616). Yalnız İngiltere'nin değil, dünyanın gelmiş


geçmiş en büyük oyun yazan olarak değerlendirilen Shakespeare 'in sonelerinde
düş kırıklığı, ayrılık, endişe, yabancılaşma, kendini suçlama, başarısızlık gibi duy­
gular işlenmiş, oyunlarında olduğundan daha sakin, normal insan yaşantılarına
daha yakın bir hava yaratılmıştır. Türkçede şiirleri: William Shakespeare 'den So­
neler (1964); Sone/er ( 1 985, 1 989).

Si.kelianos, Angelos (1884-1951). Atina Üniversitesi'nde hukuk okudu. Avru­


pa'nın birçok ülkelerine, Mısır'a ve Amerika'ya yolculuklar yaptı. Ama yaratıcı
kişiliğinin oluşmasında asıl kendi ülkesini uçtan uca dolaşmasının ve bu toprakla­
rın tarihini ve geleneklerini özümlemesinin katkısı oldu. Kendini genç yaşta yal­
nız edebiyata adayan Sikelianos halk dilinin yaygınlık kazanması yolunda büyük
Kısa Biyografiler 253

çaba gösterdi ve anadilinin halk türkülerinde ve masallarında sürdürdüğü coş­


kunluğu şiirlerine aktarmayı başardı. 1927 ile 1930 yılları arasında Delphi'de ti­
yatro şenlikleri düzenleyen şair uluslararası sanat dünyası için örnek sayılabile­
cek bir kültür merkezi yaratmayı amaÇladı.

Simonov, Konstantin (1915- 1 979). Bir subayın oğludur. Bir süre torn.acı olarak
çalıştıktan sonra, 1938'de Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsünü bitirdi. ilk şiirleri­
nin lirik kahramanı, zafer ve enternasyonalist dayanışma tutkusuyla dolu genç in­
sandır. 1 939 yılında Anayurt Savaşı saflarına katılan Simonov, ordu gazetesinde
çalışmaya başladı. Bu dönem şiirlerin başlıca teması, toplumsal ve kahramanca
olanın bireyselle kaynaştığı, lirik aşk konusudur. Savaş yıllarında milyonlarca
Sovyet insanının ezberlediği ünlü " Bekle Beni" şiiri bu dönemin ürünüdür. Simo­
nov'un şair olarak başarısı, lirik ve bireysel konuları, savaşın olanca zorluğu ve
dehşetiyle karşıtlık içinde içtenlikli ve yalın bir anlatımla verebilmesindedir.
1.ürkçede: Silah Arkadaşları ( 1 970), Günler ve Geceler ( 1 973), Yaşayanlar ve
Olüler ( 1 967), insan Asker Doğmaz ( 1 969).

Sinopulos, Takis ( 1917). Şair, çevirmen, ressam ve eleştirmen olarak ün yapan


Sinopulos'un asıl mesleği hekimliktir. 1 95 1 'den bu yana yedi şiir kitabı yayımla­
yan Sinopulos, gerçeküstücü ve varoluşçu Fransız yazarlarının etkilerini kişisel
anlatımıyla uzlaştırmayı başarmıştır.

Snyder, Gary ( l 930). 1950'1erde " Beat Generation" şairlerine katıldı. Daha son­
ra Japonya'da on iki yıl kalarak Budizm ' i inceledi. Amerika'ya döndükten sonra
karısı ve çocuklarıyla Sierra Nevada'ya yerleşen Snyder antropoloji ve_çevre so­
runlarıyla ilgilendi. 1974'te Turtle Js/and adlı şiir kitabı " Ulusal Kitap Odülü " nü
kazandı. Gary Snyder kendisini Kızılderilileri, Eskimoları ve Asyalıları içeren
" Pasifik Kültür Alanı"nın bir temsilcisi sayıyor.

Soupault, Philippe (1 897-1990). Gerçeküstücülüğün kurucularındandır. Gazete


yazıları, romanlar, denemeler de yazdı. Breton' la anlaşmazlığa düşerek Gerçek­
üstücü Hareket'ten ayrılmışsa da şiirinin yenilikçi havası sürmüş, yapıtları özgür­
lük ve başkaldırı temaları çerçevesinde gelişmiştir. Türkçede: Şarla (1953, 1978);
Eugene Labiche. Hayatı ve Eserleri ( 1 953).

Stafford, William (1914). Şiirlerinde doğayla insan arasındaki sevgi ve savaşı iş­
ler. Savaşa karşı görüşleri nedeniyle askerlik yapmayı reddetti. 1950'1erde çeşitli
üniversitelerde dersler verdi. Taşrada geçirdiği yılların da etkisiyle doğa ve uygar­
lık arasındaki çatışmayı yansıtan şiirler yazdı.

Stevens, Wallace ( 1 875-1955). Harvard Üniversitesi'nde hukuk okudu. Hayatı


boyunca bir sigorta şirketinde çalıştı. Şiire kırkından sonra başlayan Stevens sa­
nat ve edebiyat çevrelerinden uzak durdu. Laforgue ve Valery'nin etkisiyle şiiri
ve dili yeniden tanımlayan bir anlayışla şiirler yazdı. Bu yüzden daha çok " şairle­
rin şiiri" olarak ün yaptı.

Şaban Refik ( 1909). Hakkında bilgimiz bulunmamaktadır.

Thomas, Oylan (1914- 1 953). Şiirlerinde doğal öğeler şaşırtıcı bir imge zenginliği
ve etkileyici bir sesle dışa vurulur. İngiliz şiirine kolay anlaşılır olmasa da yeni ve
kişisel bir ses getirmiştir. Şiirinin özellikleri, yoğun duygusallık, sesin ve ritmin ön
planda oluşu, doğal ve ilkel olanın yüceltilmesi ve Kutsal Kitap'a yapılan gönder­
melerle cinsel imgeler arasındaki gerilim diye özetlenebilir.

Tu Fu (712-770). 745 yılında karşılaştığı Li Po'nun etkisi altında kalarak, ustası


254 Kısa Biyografiler

için sayısız şiir yazmış. Li Po'dan çok daha ağırbaşlı ve çağının sorunlan ile daha
ilgili bır ozan. Duyarlığı ve düşünsel yetenekleri açısından da Li Po'dan üstün. Bu
yüzden hemen kendinden sonra gelen kuşaklar üzerindeki etkisi daha belirli.

Ungaretti, Giuseppe ( 1 888-1 970). Şiir yazmaya 1 914-18 savaşından önce başla­
dıysa da, gerçek sesini savaş yıllarında, o yılların korkunç gerilimi içinde buldu.
Sözcükleri yüzyıllann yüklediği özentili çağrışımlardan ayıklayarak, onlara yaşa­
nan günün gerilimini !lntatabilecek bir anlam yalınlığı ve keskinliği kazandırdı, bir
beğeni devrimi yaptı Italyan şiirinde.

Val6ry, Paul ( 1 871 - 1 945).


Şair, denemeci, eleştirmen. Bilimsel buluşlar ve siyasal
sorunlarla da yakından ilgilendi. Şiirlerinin çarpıcı özelliği, kuramsal olarak özle­
mese de, en soyut konularda bile ortaya koyduğu duygusallıktır. Yapıtları doğal
imgeler ve anıştırmalarla doludur.

Verdet, Andr6 (1915). Kendine özgü bir deyişi ve tatlı bir lirizmi vardır. Doğa ve
günlük yaşam şiirlerinde sağlam bir içerik olarak yer bulur.

Verlaine, Paul ( 1 844-1896). Fransız Simgeciliğinin öncülerindendir. Kendinden


önceki şairlerce kullanılan tumturaklı söyleyişten uzak durdu ve Fransızcanın
okurun düşünsel direncini kırarak daha belirsiz, daha kararsız bir söyleyiş aracılı­
ğıyla yeni duygu tonlannı aktarabileceğini gösterdi. Başanlı sayılan yapıtlannda
düşünsel ya da felsefi bir içerik yoktur. Türkçede: Paul Verlaine, Lanetlenmiş Şa­
irler ( 1 961); Paul Verlaine, Yaşamı, Sanatı, Şiirleri ( 1984).

Villon, François (1431-y. 1463). Fransız lirik şiirinin en büyük adlarındandır. Şi­
irlerinin yanı sıra, büyük bölümü sürgünde ya da cezaevinde geçen yaşamıyla da
ünlüdür. Düş kırıklıkları, yitirilmiş geçmiş karşısında duyulan pişmanlık, aşkta
ihanete uğrama gibi geleneksel konuları kişisel deneyimlerinin ışığında ele aldı.
Fransız şiirinin Villon'la başladığı söylenir.

Voznesenski, Andrey Andreyeviç ( 1 933). Sovyetlerin aşırı deneyci şairleri ara­


sında anılır. Yapıtlarının yoğun düşünsel içeriği, çarpıcı imgeleri ve gür ses tonuy­
la uluslararası üne kavuştu. Şiirlerinde gerek ülkesinin rejimini, gerekse Batı top­
lumlarını eleştirel bir yaklaşımla değerlendirir. Türkçede: Oza ( 1 981); Andrey
Voznesenski ( 1 992).

Williams, William Carlos (1883-1963). Kullandığı özenli ve açık imgeler aracılı­


ğıyla olağanı olağanüstüleştirme başarısını gösterdi. Olgunluk yıllarında ise Ame­
rikan yaşamına daha uygun düşen bir ritmi yakalamay a, hem de nesnelerin çarpı­
cılığını göstermeye yönelik bir anlatımı benimsedı, " Nesnelci Şiir" akımının
öncüsü oldu.

Yeats, William Butler ( 1 865-1939). Şiirlerinde, oyunlarında, denemelerinde ev­


renin gizlerini çözmeye çalıştı; doğaüstü güçleri, boş inançları, eski efsaneleri titiz­
likle inceledi ve bu tutkuyla yapıtlarına bir bütünlük, bir duygu ve düşünce den­
gesi kazandırdı. İrlanda Bağımsızlık Savaşı'na destek vermiş, ayrıca ulusal İrlanda
tiyatrosunun kurulmasına önemli katkılarda bulunmuştur.

Yesenin, Sergey Aleksandroviç (1 895-1925). Kırsal kökenli bir şair olarak Rus
halk şiirinden, türkülerinden yüksek bir düzeyde yararlandı, duru, aydınlık meta­
forlar ve benzetmelerle, toplumsal değişimler, keskin dönüşümler ortamındaki
bir aydının ruhsal çatışmalarını, arayışlarını yansıtan gergin içerikli şiirler yazdı.
Tutkulu aşkları ve içkiye, kokaine düşkünlüğü yüzünden ruhsal dengesi bozuldu;
tedavi için bir süre hastanede yattı; sonunda Moskova'da bir otel odasında kendi
Kısa Biyografiler 255

kanıyla birkaç dize yazdıktan sonra intihar etti. Türkçede: Lirikler (1982); Sönü­
yor Al Kanatlan Günbatımının (1992).

Yevtuşenko, Yevgeni Aleksandroviç ( 1 933 ). Sanatların siyasal ölçütler yerine


estetik değerlere dayandırılması için savaşım veren bir kuşağın önde gelen adla­
rındandır. Uzun soluklu ve söylev edası taşıyan şiirleriyle Mayakovski geleneğini
sürdürdüğü söylenebilir. Dogmatizme, bürokrasiye karşı çıkışı kadar, teatral şiir
okuyuşuyla da ünlüdür. Gençliğinde futbol oynamış, �air olarak tanındıktan son­
ra ise romanlar yazmış, fotoğraflarından oluşan bir kıtap çıkarmış, tiyatro oyun­
culuğu yapmış, sinema alanında çalışmıştır. Türkçede: Babi Yar ( 1 966, 1985); Pe­
ar/ Harbour (1967); Yaşantım (1968); Zima Kavşağı (1985); Erken Yazılmış
BirYaşamöyküsü (1985); Yaban Yemişleri (1987).

(Biyografiler AnaBritannica ile Adam Yayınevi'nin çeviri antolojilerinden der­


lenmiş, arada yazarların biyografilerde adları verilen yapıtlarından ve başka anto­
lojilerden de yararlanıldığı olmuştur.)
İÇİNDEKİLER

MISIR ŞİİRİ (İÖ. XVI. yy) 7


" B urada seninle sulara dalmak " ( Cevat Çapan) 7
" Hiçbir şey ayıramaz beni " ( Cevat Çapan) 7
" Yaklaşırken sevgilimi görmek " ( Cevat Çapan) 7
"Bakıcı kızlarından biri olsam " ( Cevat Çapan) 7

KUTSAL KİTAPTAN (İÖ. 1400)


NEŞİDELER NEŞİDESİ 8

SAPPHO (İÖ. y. 610-580)


" Aphrodite'ye Yakarış" (Cevat Çapan) 18
" Bir yiğitten daha üstün o erke k " ( Cevat Çapan) 19
" Sardes'li bir askerin karısına " ( Cevat Çapan) 20
" Hiç Uyarmadan " ( Cevat Çapan) 21

ASKLEPİADES (İÖ. III. yy.)


Güller Gibi ( Oktay Rifat) 21
Afrodite'ye Yakan ( Oktay Rifat) 21
Yağmurlar Yağdıran Zeus'a ( Cevat Çapan) 21
Bir Yosmanın Yazıtı ( Cevat Çapan) 22

POSEİDİPPOS (İÖ. III. yy.)


Gözyaşları ( Oktay Rifat) 22
Gelen ( Oktay Rifat) 22
Yosma Kallıstıon ( Cevat Çapan) 22

MELEAGROS (İÖ. 470-70)


İç İçe ( Oktay Rifat) 23
Kadeh ( Oktay Rifat) 23
Çiçekler: Heliodora İçin ( Cevat Çapan) 23
Heliodora'ya ( Cevat Çapan) 23

CATULLUS (İÖ. y. 84-y.54)


Geceden Önce ( Oktay Rifat) 24
Karşılıklı ( Oktay Rifat) 24
Lesbia 'nın Dönüşü ( Oktay Rifat) 24

RUFİNUS (İÖ. 50-İS. 50 arası)


Adaletsiz Eros'a ( Oktay Rifat) 25
Mezar ( Oktay Rifat) 25
Melite ( Cevat Çapan) 25

256
257

PETRONİUS ARBİTER (ö. İS. 66)


Gecenin Sessizliğinde (Cevat Çapan) 26
Öpüşerek Geçir Günlerini (Cevat Çapan) 26
Sarmaş Dolaş (Cevat Çapan) 27

MABEYİNCİ PAVLOS (VI. yy.)


Sır (Oktay Rifat) 27
Geçkin Sevgiliye (Oktay Rifat) 27
Tantalos (Cevat Çapan) 27

FİLODEMOS (İÖ. 1 10-40/45)


Afrodite'nin Öğrettiği Sevda İşleri ( Oktay Rifat) 28
Yangın ( Oktay Rifat) 28

İMRİÜLKA YS (520-565)
" Analım, ağlayalım, sevgiliyi, yurdunu," (ismet Zeki Eyuboğlu) 28

AGATHİAS (536-582)
Kallirhoe (Cevat Çapan) 32
Kırlangıçlar (Cevat Çapan) 33

Lİ PO (701 -762)
Uzak Sevgililer ( Cevat Çapan) 33
Oturmuş içiyoruz Dağbaşında (Cevat Çapan) 34

TU FU (712-770)
Yalnız (Cevat Çapan) 34
Ayaydın Bir Gece (Cevat Çapan) 34
Duvardaki Yazı (Cevat Çapan) 35

PETRARCA (1304-1374)
Hazin Yalnızlık (Cevdet Kudret) 35
Sone (Sabahattin Eyuboğlu) 36

CHRISTINE DE PISAN (1364-1430)


Rondeau (İlhan Berk) 36

CHARLES D'ORLEANS (1391-1465)


Ballade (İlhan Berk) 37

FRANÇOİS VILLON (1431-1465)


Evvel Zaman Kadınları Baliidı (Sabri Esat Siyavuşgil) 38

CLEMENT MAROT (1496-1544)


Eski Zaman Aşkları (İlhan Berk) 39
258

JOACHIM DU BELLA Y (1522-1 560)


Sonnet ( ilhan Berk) 39

PIERRE DE RONSARD ( 1524-1585)


Sonnet ( Orhan Veli Kanık) 40
Sonnet ( ilhan Berk) 41

WILLIAM SHAKESPEARE (1564-1616)


Soneler ( Saadet Bozkurt-Bülent Bozkurt) 41
Anonius ve Kleopatra'dan (Sabahattin Eyuboğlu) 44

BEN JONSON (1 572-1657)


Celia'ya ( Şavkar Altınel) 45

JOHN DONNE ( 1572-163 1 )


Şairden Yatağa Giren Yarine (Fatih Ôzgüven) 46
Ağlama Ben Giderken (Şavkar Altınel) 47

ROBERT HERRICK (1591-1674)


" Kiraz Var, Kiraz " (Şavkar Altınel)
... 49
Julia'nın Giysileri Üstüne (Şavkar Altınel) 49

ANDREW MARVELL (1621 -1678)


Nazlı Sevgilisine (Şavkar Altınel) 49

JOHANN WOLFGANG YON GOETHE ( 1 749-1832)


Sevgili Yakınlığı (Se/ahattin Batu) 51

FRIEDRICH SCHILLER (1759- 1 805)


Sevinç Türküsü (Sabahattin Eyuboğlu) 51

LORD GEORGE GORDON BYRON (1788-1824)


" Gezinmiyeceğiz Artık Hiç Demek " (Şavkar Altınel) 54

ALEKSANDR PUŞKİN (1799-1 837)


Seviyordum Sizi (Atao/ Behramoğ/u) 54

GERARD DE NERV AL (1808-1855)


El Desdichado (Afif Obay) 55
Daphne ( Orhan Veli Kanık) 55

EDGAR ALLAN POE ( 1 809-1849)


Annabel Lee ( Melih Cevdet Anday) 56
Helena (İlhan Berk) 57
259

ALFRED DE MUSSET (1 810-1857)


Pepa'ya (Orhan Veli Kanık) 58

THEOPHILE GAUTIER (181 1-1872)


Çin İşi ( Orhan Veli Kanık) 59
İlk Sevgililer (Sabahattin Eyuboğlu-Orhan Veli Kanık) 59

CHARLES BAUDELAIRE (1821 -1867)


Balkon ( Cahit Sıtkı Tarancı) 60
Uzak Yerler Kokusu (Sabahattin Kudret Aksal) 61
Geçmiş Ola ( Orhan Veli Kanık) 61
Güzel Gemi (Sabahattin Kudret Aksal) 62
Hortlak (Sabahattin Kudret Aksal) 63

GUSTAVO ADOLFO BECQUER (1 836-1 870)


" O Kara Kırlangıçlar Dönecek " (Cevat Çapan) 64

THOMAS HARDY (1840-1 928)


Ses (Cevat Çapan) 65

STEPHANE MALLARME (1 842-1898)


Rondel il (Salah Birsel) 65
Yaz Üzüntüsü (İlhan Berk) 66

PAUL VERLAINE (1844-1899)


Green ( Cahit Sıtkı Tarancı) 66

ARTHUR RIMBAUD (1854-1891 )


En Yüksek Kulenin Türküsü (İlhan Berk) 67

KONSTANTİNOS KAVAFİS (1863-1933)


Dön ( Cevat Çapan) 68
Gittim (Cevat Çapan) 68
Öyle Çok Baktım ki ( Cevat Çapan) 68
İkindi Güneşi (Cevat Çapan) 69

WILLIAM B UTLER YEATS (1865-1939)


İhtiyarlayınca ( Turan Oflazoğlu) 70
Leda ile Kuğu ( Cevat Çapan) 70

VYAÇESLAV İVANOV (1 866-1949)


Aşk (Ataol Behramoğlu) 70

İVAN BUNİN (1870-1953)


Senin Bir Ceylan Gibi O Mahzun Bakışını (Ataol Behramoğlu) 71
260

PAUL VALERY (1871-1945)


Adımlar (ilhan Berk) 71
Helenaya (ilhan Berk) 72

RAINER MARIA RILKE ( 1875-1926)


Üçüncü Ağıt ( Can Alkor) 73

ANTONIO MACHADO (1875-1939)


Sevgilim Meltemdir Söyleyen (Eray Canberk) 75
Gözlerinde (Eray Canberk) 76
Aşkım mı? (Eray Canberk) 76

LEON PAUL FARGUE ( 1876-1947)


Titreyen (Cemal Süreya) 77

ENDRE ADY (1877-1919)


Yarıda Kalan ( Orhan Veli Kanık) 80
Bakışını İçimde Saklıyorum ( Tahsin Saraç) 80

CARL SANDBURG (1 878-1967)


Duvarcının Aşkı (Cevat Çapan) 81

WALLACE STEVENS (1 879-1955)


Yeniden Aşk Demek (Cevat Çapan) 81

ALEKSANDR BLOK (1886-1921)


* * * (Azer Yaran) 82
Restoranda (Azer Yaran) 83

GUILLAUME APOLLINAIRE (1880-1918)


Mirabeau Köprüsü (Cemal Süreya) 84
Çanlar (Cemal Süreya) 84
Bir Kuş Ötüyor ( Gertrude Durusoy-Ahmet Necdet) 85
Nerden Bileyim Sevgilim ( Gertrude Durusoy-Ahmet Necdet) 86
Orada Ölseydim ( Gertrude Durusoy-Ahmet Necdet) 87

JUAN RAMON JİMENEZ (1881-1953)


Gece İlahisi (Eray Canberk) 88
Aşk Uğraşı (Eray Canberk) 88

WILLIAM CARLOS WILLIAMS (1 883-1963)


Aşk Türküsü (Cevat Çapan) 89
Yeri Cennet Olan Markus Antonius'a ( Cevat Çapan) 89

ANGELOS SİKELİANOS (1884-1 951 )


İlk Yağmur ( Cevat Çapan) 90
261

EZRA POUND ( 1885-1972)


Oyuncu Kadın ( Cevat Çapan) 91
Doria (Cevat Çapan) 92
Bir Kız ( Cevat Çapan) 92
Atthis (Cevat Çapan) 93
Alba ( Cevat Çapan) 93

DAVID HERBERT LAWRENCE (1 885-1930)


Miriam'a Son Sözler (Cevat Çapan) 93

SAINT-JOHN PERSE (1887-1975)


Bir Kraliçeye Övgü (ilhan Berk) 95

T. S. ELIOT ( 1888-1965)
Mr. Proofrock'tan Aşk Türküsü (Can Yücel) 97

G IUSEPPE UNGARETTI (1888-1970)


Özlem ( Cevat Çapan) 101
Boşlukta (Cevat Çapan) 101

ANNA AHMATOVA ( 1889-1966)


Bilmiyorum, Yaşamakta mısın, Öldün mil? (Ataol Behramoğ/u) 102
• • • (Azer Yaran) 102
• • • (Azer Yaran) 1 03
• • • (Azer Yaran) 103
Gece Ziyareti (Azer Yaran) 104

OSİP MANDELŞTAM (1891-1938)


O İncecik Omuzların (Cevat Çapan) 105
" Maria Petrovih'e " (Cevat Çapan) 105

NELLY SACHS (1891-1970)


Akkor Bilmeceler'den (Necmi Zeka) 106

VLADİMİR MA YAKOVSKİ (1893-1 930)


Lili'ciğim (Atao/ Behramoğlu) 107

EDWARD ESTLİN CUMMINGS (1 894-1963)


" Sevgilim Kralı Karanlık Olan " (Cevat Çapan) 1 10
Hiç Gitmediğim Bir Yerde (Cevat Çapan) 111
Şarkılar VIII (Suphi Aytimur) 111
Aşklar III (Suphi Aytimur) 1 12

JORGE GUILLEN (1894-1 985)


Yakarış (Cevat Çapan) 113
262

ROBERT GRAVES ( 1895-1986)


Sevdalıların Kışı (Cevat Çapan) 1 14
Söylüyor Sevdiğine Yan Uyurken (Cevat Çapan) 114
Çitleri Kar Örterken (Cevat Çapan) 1 14

SERGEY YESENİN (1895-1925)


* * * (Azer Yaran) 115
* * * (Azer Yaran) 115
* * * (Azer Yaran) 1 16

JUANA DE IBARBOUROU (1895)


Yağmurlu Gece ( Ülkü Tamer) 117

PAUL ELUARD (1895-1952)


Sevdalı Kadınlar (Oktay Rifat) 1 18
Sevi Şiir (Sabahattin Kudret Aksal) 1 19
Yalnız Değilim (Sabahattin Kudret Aksal ) 120
* * * (Sabahattin Kudret Aksal) 120
Sevinin Düzeni ve Düzensizliği (Sabahattin Kudret Aksal) 121
Hafta (Sabahattin Kudret Aksal) 122
Acının Başkenti ( Özdemir ince) 123

ANDRE B RETON (1896-1 966)


Özgür Birlik (Seliihattin Hilav) 124
Tiki (Özdemir İnce) 125

EUGENIO MONTALE (1896-1981)


Dora Markus (Cevat Çapan) 126

PHILIPPE SOUPAULT (1897-1990)


Georgia ( Oktay Rifat) 128

LOUIS ARAGON (1897-1982)


Elsa'nın Gözleri (Orhan Veli Kanık) 129
Bırakılmış ( Özdemir ince) 129
Mutlu Aşk Yok ki Dünyada ( Cemal Süreya) 131
Ayrı Düşmüş Sevgililer ( Gertrude Durusoy-Ahmet Necdet) 132

BERTOLT BRECHT (1898-1956)


Dört Aşk Şarkısı ( Turgay Fişekçı) 134
Sevgililer ( Turgay Fişekçı) 135
Esinti Şarkısı ( Turgay Fişekçı) 136

FEDERICO GARCIA LORCA (1898-1936)


Sessizlik, Son Türkü (Cevat Çapan) 136
Her Türkü (Cevat Çapan) 137
263

Ayağı Karıncalı (Cemal Süreya) 137


Thamar ile Amnon (Onat Kutlar) 139

BENJAMIN PERET ( 1899-1959)


Göz Kırpma (Ergin Ertem) 142

HART CRANE ( 1899-1 932)


Anneannemin Aşk Mektupları (Cevat Çapan) 142

HENRI MICHAUX (1899-1984)


Budapeşteli Kız (ilhan Berk) 143

ROBERT DESNOS ( 1900-1945)


Seni Öylesine Düşledim (Eray Canberk) 144
Hayır Aşk Ölmez (Eray Canberk) 144

YORGO SEFERİS (1900- 197 1 )


Aşk Sözü (Herkül Millas-Özdemir ince) 1 46
Denize Yakın Mağaralarda ( Cevat Çapan) 147
Yadsıma (Cevat Çapan) 147
Kaçış (Cevat Çapan) 1 48

VİTEZLAV NEZVAL (1900-1958)


Aşık Kadınlar (Eray Canberk) 148

JACQUES PREVERT (1900-1 977)


Aşk ( Teoman Aktürel) 141
Aşkın Yumuşak ve Tehlikeli Yüzü (Eray Canberk) 15
Sar Beni (Eray Canberk) 1.<

RUDOLF NİLSEN ( 1 901 -1929)


Sana (Ata Karatay)

JAROSLAV SEIFERT (1901 -1986)


Islak Resim (Cevat Çapan)

SALVATORE QUASİMODO (1901 - 1968)


Aşk Türküsü (Egemen Berköz)

RAFAEL ALBERTI (1 902)


Canlı Doğada Aşk Anıları ( Ülkü Tamer)

ATTİLA JOZSEF ( 1 905-1937)


Flora (Ataol Behramoğlu)
264

CECIL DAY LEWIS (1904-1972)


Derin Derin Düşünürken (Cevat Çapan) 157
Her Şey Yitmiş (Cevat Çapan) 158

PABLO NERUDA (1904-1973)


Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı'dan (Eray Canberk) 159
Matilde'ye Sone (Cevat Çapan) 160
Bir Ağıtla Övgü (Adnan Özer) 160

KENNETH REXROTH (1905-1982)


Kıpırtısız Su Üzerinde (Güven Turan) 162
Gümüş Kuğu ( Güven Turan) 162

LEOPOLD SEDAR SENGHOR (1906)


Senin Adını Söyleyeceğim (Eray Canberk) 165

WILLIAM EMPSON (1906-1984)


Villanelle (Cevat Çapan) 166

RENE CHAR (1907-1991)


Evadne (Samih Rifat) 166
Asılı Eros (Samih Rifat) 167
Dolu Dolu (Samih Rifat) 167
Sevdiğimin Giysisi Deniz Feneri Mavi (Cevat Çapan) 168
A. .. ( Ôzdemir İnce) 169

W. H. AUDEN (1907-1973)
Ninni (Cevat Çapan) 169
Saatle Benim Aramda (Can Yücel) 170

LOUIS MACNEICE (1907-1963)


Buluşma Yeri (Cavit Erginsoy) 172

THEODORE ROETHKE (1908-1963)


Anı (Cevat Çapan) 173

CESARE PAVESE (1908-1950)


C'Den C'ye ( Cevat Çapan) 174
Sabahları Hep Geri Gelirsin ( Cevat Çapan) 175

MIGUEL HERNANDEZ (1909-1942)


Türkü (Eray Canberk) 176
Son Türkü (Eray Canberk) 177

ŞABAN REFİK ( 1 909)


Amina (Şaban Özdemir) 177
265

YANNİS RİTSOS (1909-1990)


Çıplak (Cevat Çapan) 178
Nerdeyse Eksiksiz (Cevat Çapan) 178
Belki Bir Gün ( Cevat Çapan) 179
Tensöz ( Özdemir İnce) 179

ALEKSANDROS MATSAS (1910)


Uyku Üstüne ( Cevat Çapan) 1 80

NİKOS ENGONOPULOS (1910)


Hüzün Çırağı ( Cevat Çapan) 181

CHARLES OLSON (1910-1970)


Denizin Pembe Çemberinden (Cevat Çapan) 182

ODİSSEUS ELİTİS (1912)


Yaşadım O Sevgili Adı (Cevat Çapan) 183
Duvar Resmi (Cevat Çapan) 184

JEAN CAYROL ( 1 9 1 1 )
Dönüş (Sabahattin Eyuboğlu) 184

DELMORE SCHWARTZ (1913-1966)


Zamanın Adanmışlığı (Cevat Çapan) 186

EFRAIN HUERTA (1914)


Aşk Anılan ( Ülkü Tamer) 187

OCTAVIO PAZ (1914)


Kanıtlar (Adnan Özer) 189
Unutuş ( Ülkü Tamer) 190

OYLAN THOMAS (1914-1953)


Yeşil Fitilden Doğru (Can Yücel) 1 91
Çıra Körük ( Can Yücel) 191

WILLIAM STAFFORD (1914)


O Büyük Fırtınadan Önce (Ce vat Çapan) 192

JOHN CORNFORD (1915-1936)


İspanya Mektubu (Cevat Çapan) 193

KONSTANTİN SİMONOV (1915-1979)


Bekle Beni (Ataol Behramoğlu) 194
266

ANDRE VERDET (1915)


* * * (Samih Rifat) 195
* * * (Samih Rifat) 195
* * * (Samih Rifat) 195

KARL KROLOW (1915)


Aşk Şiiri (Fatma Akerson) 196

KSUAN DIEU (1917)


Heykel ( Onat Kutlar) 196

TAKİS SİNOPULOS (1917)


Mevsimler Üstünde ( Cevat Çapan) 197
Çağrı ( Cevat Çapan) 198

ROBERT LOWELL (1917-1977)


Maclean's Hastanesinde: 1958 ( Cevat Çapan) 198
Evlilik ( Cevat Çapan) 199

ALAIN BOSQUET (1919)


Ozanın Aşkı ( Ôzdemir İnce) 199
Hiç Anlamadın ( Ôzdemir İnce) 200

LAWRENCE FERLINGHETTİ (1919)


Meksika'da Göz Göze Gelmek ( Cevat Çapan) 200

SOPHIA DE MELLO BREYNER ANDRESEN (1919)


İşte (Muzaffer Uyguner) 201

PAUL CELAN (1920-1970)


Marianne ( Gertrude Durusoy-Ahmet Necdet) 202
Bademlerden Say Beni ( Gertrude Durusoy-Ahmet Necdet) 203

VASKO POPA (1922)


İçimizdeki Uzaklıklar' dan (Necati Zekeriya) 204

PHILIP LARKIN (1922-1985)


Kızlık Adın ( Cevat Çapan) 206
Yıllar Sonra Aşk Şarkıları (Cevat Çapan) 207

DANNIE ABSE ( 1 923)


Düğün Türküsü ( Cevat Çapan) 208

YVES BONNEFOY (1923)


Douve'un Devinimi ve Durgunluğu'ndan ( Oktay Rifat) 209
Bir Ses ( Oktay Rifat) 211
267

NAZİK EL MELİKE ( 1 923)


Gelmeyen Ziyaretçi (Eray Canberk) 211

LUCEBERT (1924)
Aşk ( Özdemir ince) 213

İVAN MİNYATİ ( 1 924)


Onu Bildim Bileli (Necati Zekeriya) 213

YEHUDA AMİCHAİ (1924)


Bu Yüzyılın Ortalarında (Roni Margulies) 214

EDWIN MORGAN (1926)


Bir Cıgara (Cevat Çapan) 215

DAVID DIOP ( 1927-1960)


Senin Yanında (Eray Canberk) 215

JOHN ASHBERY ( 1 927)


Genç Prens'le Genç Prenses ( Cevat Çapan) 216

W. S. MERWIN ( 1 927)
Sular Ayırıyormuş Gibi (Cevat Çapan) 217

KATEB YASİN (1929)


Nedjma ya da Şiir ya da Bıçak ( Güngör Demiray) 218

SANDOR CSOORI (1930)


Bir Çiçektir Bu Kadın ( Özdemir ince) 220

GARY SNYDER ( 1 932)


Yase'de Aralık Ayı (Cevat Çapan) 220
Şokoku-ji'de Bir Bahar Gecesi (Cevat Çapan) 221

CHRISTOPHER OKIGBO (1932)


Ayn Aşk (Süreyya Berfe) 222

ANDREY VOZNESENSKİ (1933)


Oza'dan Bölümler (Mehmet H. Doğan-Turgay Gönenç) 222

YEVGENİ YEVTUŞENKO ( 1 933)


Sen Aşkta Büyüksün (Nesrin Annan-Seyyit Nezir) 229
Sevgilim Gelecek Sonunda (Nesrin Annan-Seyyit Nezir) 230

JUDITH HERZBERG (1 934)


Yalan ( Ülkü Tamer) 230
268

Fırtına ( Ülkü Tamer) 231

FURUG FURUHZAD ( 1936-1968)


Bahçenin Fethi (Onat Kutlar-Celal Hosravşahı) 231
Gecenin Soğuk Caddelerinde ( Onat Kutlar-Celal Hosravşahı) 233

JOHN FULLER (1937)


Şarkı (Cevat Çapan) 234

BELLA AHMADULİNA (1937)


Aralık (Ataol Behramoğlu) 235

RAYMOND CARVER (1938-1988)


Yıkanan Kadın (Cevat Çapan) 236
Sinekkuşu (Cevat Çapan) 237
Bağrına Bas (Cevat Çapan) 237

HENRIK NORDBRANDT (1945)


Toros Dağları (Murat Alpar) 237
Sevgilinin Uzak Yakınlığı Üstüne Buruk Şiir (Murat Alpar) 238

KISA BİYOGRAFİLER 239

You might also like