You are on page 1of 21

İnsani Kalkınma İndeksi: Gelişmişliğin farklı boyutlarını bir arada ele alan İnsani Kalkınma İndeksi, ortalama

yaşam süresi ve okuryazarlık oranı gibi sosyal ve kişi başı gayri-safi milli hasıla gibi ekonomik niteliği ağır
basan göstergeler ile daha kapsayıcı ve bütüncül bir gelişme analizi sunmaktadır.

Satın alma gücü paritesi:Ülkeler arası fiyat farklılığını ortadan kaldırarak farklı para birimleri cinsinden elde
edilen toplam gelir ile satın alınabilecek mal ve hizmet miktarını ölçen bir millî gelir hesaplama yöntemidir.

Başarısız devlet: Sınırları üzerinde egemenliği zayıflayan ve başta güvenlik olmak üzere temel kamu
hizmetlerini yerine getirmekte acziyete düşen devletleri adlandırmak için kullanılmaktadır. Bugün tipik bir
başarısız devlet örneği olarak Afganistan verilmektedir.

Merkantilizm: Kökleri XVI. yüzyıla uzanan değerli madenlerin arttırılması ile ekonomik güç arasında ilişki
kuran korumacı ekonomi siyasetidir.(2021)

Monroe Doktrini: Dönemin ABD Başkanı Monroe’nun 1823’te yaptığı bir konuşmada açıklandığı için bu isimle
anılmaktadır. Monroe Doktrini ile ABD, Avrupa ülkelerinin Amerika kıtalarındaki ülkelerin iç işlerine
karışmamalarını ve bu bölgede sömürge elde etmeye çalışmamalarını talep ediyordu.(2021)

Uluslararası Örgütler:Hükûmetler arası uluslararası örgütler, üç veya fazla ülke hükûmetinin anlaşma ile
kurdukları ve daimi bir sekreteryaya sahip örgütlerdir. Hükûmet dışı uluslararası örgütler ise devletler
arasında yapılan bir anlaşmayla kurulmamışlardır. Fakat en az üç farklı ülkeden yönetimde söz sahibi üyeleri,
uluslararası amaçları, daimi bir genel merkezleri ve sekreteryaları bulunur. Örneğin Birleşmiş Milletler,
Avrupa Birliği veya Arap Birliği hükûmetler arası uluslararası örgütlere, Kızılhaç ve Uluslararası Af Örgütü ise
hükûmet dışı uluslararası örgütlere örnektir.

Sanayi Devrimi: Üretim sürecinde buhar gücü gibi inorganik enerjinin kullanılması gibi insanlık için çığır açıcı
gelişmeleri ifade eden Sanayi Devrimi 18. ve 19. yüzyıllarda İngiltere’de başlamış ardından Kıta Avrupa’sına,
Kuzey Amerika’ya ve Japonya’ya yayılmıştır.Üretimdeki kitleselleşme hem yeni hammadde kaynaklarına hem
de üretilen mamul malların satılacağı yeni pazarlara ihtiyaç doğurmuştur.

Çok Uluslu Şirket (ÇUŞ):Birden çok ülkede faaliyet gösteren ticari işletme.Günümüzde ÇUŞ’lar küreselleşmiş
uluslararası ilişkiler ağının önemli bir aktörüdürler ve uluslararası sistemin işleyişini önemli ölçüde
etkilemektedirler.

Sivil Toplum Kuruluşu(STK): Bir devlete bağlı olmayan, kâr amacı gütmeyen,şiddeti amaçlamayan sivil
kuruluşlardır. Ulusal düzeyde olduğu kadar küresel düzlemde de STK’lar kritik roller üstlenmektedir.

Orta Büyüklükte Güce Sahip Ülke: Süper güç konumunda yer almayan ancak ekonomik ve siyasi açıdan
uluslararası ilişkilerde küçük devletlere kıyasla daha etkili olan devletlerdir.

Geçiş Ekonomileri: Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle beraber Sovyet Bloku’ndan kopan pek çok ülkede kumanda
ekonomilerinin yerini serbest piyasa ekonomileri almıştır. Rusya,Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkeleri geçiş
ekonomileri olarak adlandırılmaktadırlar.Geçiş süreçleri yalnızca ekonomiyle sınırlı olmayıp politik yapıların
demokratikleştirilmesi çabalarını da içermektedir.

Petrol krizi: 1973’te Arap İsrail savaşında Batılıların ve özellikle ABD’nin İsrail’i desteklemesi üzerine OPEC
ülkeleri petrolün fiyatını olağanüstü artırarak petrolü ilk kez siyasi bir silah olarak kullanmışlardır. Petrol krizi
sanayileşmiş ülkelerdeki enflasyonu artırmış ve ekonomik durgunluğa neden olmuştur. Siyasi olarak ise batılı
ülkeler bu olaydan sonra Arap-İsrail ilişkilerinde daha dikkatli davranmışlardır.

GSYİH, bir ülke içinde belli bir dönemde üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyatı ile değeri iken; GSMH,
bir ülke vatandaşlarının belli bir dönemde ürettikleri nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyatı ile değeridir.

Marjinal tüketim eğilimi;(c), gelirin bir birim artması durumunda bu artan kısmın ne kadarlık kısmının
tüketime ayrıldığını gösterir. Eğer c= 0.75 ise, bu gelirin T100 artması durumunda artan bu gelirin T75’sinin
tüketime gittiğini ifade eder.
İşsiz, cari ücret düzeyinde çalışmak isteyen ancak iş bulamayan kişiye denir.

Enflasyon, fiyatlar genelvseviyesindeki sürekli artıştır.


Deflasyon ise piyasada fiyatların belirli bir zaman aralığında sürekli düşüştür Bu indeksler, Tüketici Fiyat
İndeksi(TÜFE) ve Üretici Fiyat İndeksi (ÜFE) yoluyla TÜİK tarafından hesaplanmaktadır.

Belirli bir toplumda siyasal alana yansıyan, onunla ilgili olan kanaat ve inançlar, tutumlar ve davranışlar, o
toplumun siyasal kültürünü oluşturur.

Ekonomik özgürlüklerin temel unsurları, tercih, mübadele ve rekabet özgürlüğü ile bireyin ve mülkiyetinin
korunmasıdır.

İktisadi karar birimlerinin ihtiyaçlarını tatmin etmek için doğrudan kullandıkları mallara tüketim malı,
mal ve hizmet üretmek amacıyla üretimde kullanmış oldukları mallara üretim malı veya yatırım malı denir.

Düşük gelir düzeyi, düşük tasarruf ve düşük talep düzeyi demektir. Bu da yatırımların düşük olmasına yol
açar. Yatırım azlığı sermaye birikiminin yetersiz olmasına ve verimliliğin düşük olmasına neden olur. Bu
durum gelirinde düşük olmasıyla sonuçlanır.

İthal ikamesi, yurtdışında üretilen ve ithal edilen malların uygulanan koruyucu ve özendirici önlemlerle yurt
içinde üretilmesini öngören bir sanayileşme stratejisidir.

Kayıt dışı ekonomi, devletin resmî kayıtlarına girmeyen fakat bir gelir akımı doğuran bütün faaliyetleri
kapsar.

Kişi başına GSYİH, reel GSYİH’nin ülke nüfusuna bölünmesi ile elde edilir.

Sürdürülebilir kalkınma,temel çevresel, sosyal ve ekonomik hizmetlerin,bu hizmetlerin dayandığı ekolojik ve


toplum merkezli sistemlerin varlığını tehdit etmeksizin, herkese sunulabildiği kalkınma olarak tanımlanabilir.

Kalkınma, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin hedefi iken; büyüme,gelişmiş ülkelerin amacını
oluşturmaktadır. Çünkü gelişmiş ülkeler mevcut ekonomik yapının ve yaşam standartlarının korunmasına/
sürdürülmesine odaklanmış iken gelişmekte olan ülkeler üretim yapılarını ve yaşam standartlarını gelişmiş
ülkeler seviyesine dönüştürme çabasındadırlar.

G-7: Dünyanın gelişmiş ülkeleri olarak kabul edilen İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa, Amerika Birleşik
Devletleri, Japonya, ve Kanada’yı bir araya getiren uluslararası bir platformdur.Son yıllarda genişleyerek G-20
şeklini almıştır. G-20 ülkeleri arasında G-7 ülkelerine ilave olarak Türkiye, Suudi Arabistan, Endonezya,
Meksika, Arjantin, Brezilya,Güney Kore, Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkeler yer almaktadır.

Ünite-1:Gelişmekte Olan Ülkeler: Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar


Gelişme Kavramının Farklı Boyutları: Ekonomik, Siyasal ve Sosyal Gelişmişlik

Küresel ekonomi politiğin en keskin ayrımı gelişmekte olan güney ülkeleri ve gelişmiş kuzey ülkeleri arasındaki
ayrımdır..

Ekonomik Gelişmişlik

Ekonomik gelişme, gelişme sorunsalının belki de en çok bilinen yönüdür. Gelişmekte olan ülkelerde GSYİH
seviyesindeki düşüklük, adaletsiz bir gelir dağılımı ve kronik yoksulluk az gelişmişliğe sebep olan en temel
faktörler olarak dikkat çekmektedir.

Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan sorun ise toplam gelirin adaletsiz bir şekilde dağılmış olmasıdır.
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bir diğer sorun ise yaygın yoksulluktur.(2021)

Siyasal Gelişmişlik

Siyasal ve sivil hakların korunmasına imkân sağlayacak çoğulcu demokrasilerin kurulması siyasal gelişmişliğe
dair en önemli gösterge olarak kabul edilmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde demokratikleşmenin neden başarıya ulaşmadığının nedenleri tartışmalı olsa da
yapılan araştırmalarda sıklıkla aşağıdaki sorunlara dikkat çekilmektedir: (2021)(2019)(2017)(2014)
Siyasal meşruiyet eksikliği , siyasal kurumlara ilişkin güven eksikliği, etkin ve işleyen bir demokratik sistemin
inşasına imkân tanımamaktadır, Kabile, klan ve aile bağları gibi yerel niteliği ağır basan ilişkiler ağı ulusal bir
siyasal aidiyet oluşturulmasına engel olmaktadır,Kan ve hemşeriliğe dayalı güçlü geleneksel bağların
toplumlarda hâkim ilişki biçimini teşkil etmesi kuşkusuz siyasal alanın karakteristiklerini de etkilemektedir.
Toplumsal düzeyde siyasal kültürün elverişsizliği pek çok ülkede demokratik rejimlerin tesis edilmesini olumsuz
etkilemektedir.

Az gelişmiş ülkeler içerisinde egemenlik zafiyeti yaşayan ve en temel hizmetleri dahi sağlamakta yeterli
olmayan başarısız devletler de yer almaktadır.(2017)(2015)
Başarısız devletler ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
Cevap: Karadağ durumu kritik kabul edilen ilk on başarısız devletten biridir.(2021)

Sosyal Gelişmişlik

Sosyal az gelişmişliğin iki temel göstergesi ortalama yaşam süresi ve eğitim düzeyidir.(2018)
yetersiz çevre ve sağlık koşulları da sosyal sorunlar arasında değerlendirilir.

Az gelişmiş ülkelerin gelişmeleri önündeki ilk ve öncelikli engel bu ülkelerin insan sermayesinin niteliğine katkı
sağlayacak eğitim olanaklarının kısıtlılığıdır.

Az gelişmiş dünyada çocuk işçiliğinin, temel eğitim haklarından mahrum kalması, okuryazarlık oranının düşük
düzeylerde seyretmesi sonucunu doğurabilmiştir.

Sosyal az gelişmişliğin önemli bir diğer göstergesi de ortalama yaşam süresidir.


Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ortalama yaşam süresinin görece düşük düzeylerde seyretmesinin
çeşitli nedenleri vardır:

İç çatışma ve sınır aşan ,Açlık ve doğal felaketler,sağlık harcamalarının . Başta Afrika olmak üzere AIDS ve
HIV’ın salgın bir hâle gelmesi ortalama yaşam süresini kısaltmaktadır. (2016)

Az Gelişmişliğin Kavramsal Araçları: Sınıflandırma ve Sıralamalar

Asya, Afrika ve Amerika kıtası gibi farklı coğrafyalarda yer alan çok sayıda ülke gelişme/az gelişmişlik sorunuyla
karşı karşıyadır. Bu anlamda “üçüncü dünya”, “güney”, “gelişmekte olan” veya “çevre” gibi çeşitli kategorilerin
her biri aslında küresel sistemin söz konusu dezavantajlı ülkelerini bir araya toplama gayretinin bir sonucudur.

İlk defa Alfred Sauvy tarafından ortaya atılan üçüncü dünya kavramı,(2016)(2014)
20.yy ikinci yarısından itibaren tarihçiler ve sosyal bilimciler tarafından sıklıkla kullanılan bir kavram,,,

Buna göre Batı Avrupa ve Kuzey Avrupa ülkelerini bünyesinde barındıran kapitalist ülkeler I. Dünya ülkelerini,
Doğu Avrupa ülkeleri, Sovyetler Birliği ve Çin olmak üzere komünist ülkeler bloğu II. Dünya ülkelerini;
Bunların dışında kalan diğer ülkeler ise III. Dünya ülkelerini oluşturmaktadır.

Söz konusu değerlendirme Kuzey yarım kürede yer alan ve Güney yarım kürede yer alan ülkeler arasındaki
farka işaret eder. Bu farkın temel nedeni ;Sanayileşme ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sömürge
ilişkisi(2016)(2015)

1980 de Brandt’in hazırladığı Brandt Raporuyla da gündeme taşınan Kuzey-Güney ayrımı Kuzey ülkeleri ve
Güney ülkeleri arasındaki ekonomik dengesizliğe dikkat çekmiştir.. (2021)
Literatürde yer alan bir diğer tasnif gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayrımına dayanmaktadır.
Özellikle 1970’lerle beraber “az gelişmiş” yerine “gelişmekte olan ülkeler” tanımlaması daha yaygın olarak
kullanılmaya başlanmıştır .

Wallerstein tarafından teorize edilen Dünya Sistemi Kuramı çerçevesinde ortaya konulan bir diğer
sınıflandırma ise merkez, çevre ve yarı çevre sınıflandırmasıdır(2017)
merkez olarak tanımlanan ülkeler küresel kapitalist sistemde ham madde ithal ederek işlenmiş sanayi malı
ihraç edebilen endüstrileşmiş ülkeleri kapsar. (2021)
Çevre kategorisi içerisinde yer alan ülkeler ise merkeze ham madde ihraç eden ve işlenmiş ürün ithal eden
tarım ülkelerinden oluşmaktadır.
Yarı çevre ülkeler pek çoklarınca uluslararası sistemin taşeronları olarak nitelendirilmektedir.

Az Gelişmişliğin Tarihi: Kolonizasyon, Dekolonizayon ve NeoKolonyalizm

Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin boyunduruk altına alınması iki dalga halinde ele alınmaktadır.
Erken dönem emperyalizm XV. Yüzyıldan başlayarak 1870’lere kadar uzanmakta;
Yeni emperyalizm ise 1870- 1914 arası dönemi kapsamaktadır.
Bu çerçevede söz konusu süreç birinci ve ikinci dalga emperyalizm metaforlarıyla ele alınmaktadır .
1884 ve 1885 yıllarında gerçekleştirilen Berlin konferansıyla Afrika kıtası bölünmüş ve Avrupalı devletler
arasında pay edilmiştir. İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, Portekiz, İtalya ve İspanya arasında bölüşülen
Afrika uzun yıllar ekonomik sömürü, siyasal istismar ve sosyal mühendisliğe maruz kalmıştır.(2021)

İki Dünya Savaşı Arasında Gelişmekte Olan Ülkeler (2019)

İngiltere 1947 yılında Hindistan'ın bağımsızlığını kabul etmiştir.Kolonilerin İkinci Dünya Savaşı sonrasında
hızla bağımsızlıklarını kazandığı sömürgeciliğin sona ermesi süreci dekolonizasyon olarak isimlendirilir
Sömürgeciliğin sonlanması sonrasında bağımsızlığını kazanmış ülkelerin eski sömürge güçleri ile
bağlarının devam etmesi neo-kolonyalizm olarak adlandırılır…
1960 yılında kabul edilen "Sömürge Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine Dair 1514
(XV) sayılı deklarasyon ile kolonyal yönetimler BM tarafından resmi olarak kaldırılmıştır
1. Savaşının sona ermesiyle birlikte kendi kaderini tayin hakkı uluslararası ilişkilerin önemli bir öğesi hâlini aldı.
Pek çok ülke ise Milletler Cemiyeti Bünyesinde Avrupalı ülkelerin mandasına bırakıldı. Böylesi bir düzenleme ile
bir bakıma sömürgecilik de adeta resmî bir nitelik kazanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Gelişmekte Olan Ülkeler: Dekolonizasyondan Neo-Kolonyalizme

Dekolonizasyon;Avrupa’nın kolonilere yönelik kontrolünü yitirmesi ve kolonilerin kontrolünün gün geçtikçe


daha maliyetli hale gelmesi pek çok koloninin bağımsızlık savaşlarına yönelmesini tetiklemiştir (2018)(2017)
(2014)

Neo-kolonyalizm;olarak adlandırılan bu yeni süreçte pek çok eski koloni gelişme sorununun üstesinden
gelememiş, üstüne üstlük siyasal ve kültürel bakımdan da gelişmiş ülkelere olan bağımlılıklarını devam
ettirmişlerdir.(2019)

Kolonyal yönetimler aşağıdaki hangi uluslararası örgüt tarafından resmi olarak rafa kaldırılmıştır?
Cevap: Birleşmiş Milletler(2021)

Gelişme Sorununa İlişkin Kuramsal Yaklaşımlar

Ekonomik olarak yoksul, siyasal olarak otokratik, sosyal olarak ise istikrarsız olarak değerlendirilen pek
çok ülkenin gelişme sorununu analiz etmeye yönelik farklı kuramlar geliştirilmiştir. Ortaya konulan
kuramlardan özellikle ikisi ön plana çıkmaktadır: Modernleşme ve bağımlılık kuramları.

Modernleşme Kuramları

Modernleşme kuramları; gelişme sorununa ilişkin içsel dinamikler üzerine eğilmiştir. Batı dışı toplumlar için
azgelişmişliğin en önemli nedeni söz konusu toplumların siyasal, sosyal ve ekonomik olarak gelişim
aşamalarını başarıyla tamamlayamaması olarak sunulmuştur. Bu kuramın teorisyenlere göre geleneksel
kurumların hakim olduğu pek çok ülkede modern kurumların tesis edilememiş olması gelişme sorunun en
önemli kaynağını teşkil eder.(2021)

Gelişmiş ülkelerin geçtikleri aşamalar;(2016)(2015) Modernleşme literatürü sosyo psikolojik, siyasal ve


ekonomik olmak üzere kabaca üç bağlamda incelenebilir:
Sosyo/Psikolojik Modernleşme Kuramları; genellikle toplumlarda kültürel değerlerin gelenekselliğine ve
bununla beraber ortaya çıkan toplumsal atâlete dikkat çekmektedir.

Modernleşme kuramlarına göre, modernleşmenin önündeki en büyük engel geleneksel yapılardır.


Parson, Daniel Lerner ve David McClelland gibi isimler sosyo/psikolojik kuramcılar arasında sayılmaktadır.

Parson konuyla ilgili öncü çalışmalar yapmış, toplumların geleneksellikten modernliğe uzanan gelişimini
incelemeye çalışmıştır. Toplumları karşılaştırmaya imkân veren çeşitli model değişkenlerin varlığının altını
çizen Parson’a göre
(a) Modern toplumlarda sosyal statü için başarı önem kazanmakta iken geleneksel toplumlarda doğumla
kazanılan akrabalık ve aile bağları önemlidir,
(b) geleneksel toplumlar etnik, dinsel vb. özgüllükler üzerine inşa edilmişken modern toplumlar çoğulculuk ve
çeşitlilik üzerine kuruludur. Bu anlamda çeşitlilik üzerine inşa edilen modern toplumlar kayırmacı değil daha
eşitlikçidir.
(c) Modern toplumlarda geleneksel toplumların aksine gelişmiş bir iş bölümü ve uzmanlaşma farklı toplumsal
katmanlar arasında farklılaşmalara yol açmaktadır.
(d) Modern toplumlarda geleneksel toplumların aksine duygusal yansızlık gereği kamusal ve özel hayat arasında
kesin bir ayrıma gidilir. Bu çerçevede iş hayatı ve özel hayat birbirinden ayrılır.
(e) Modern toplumlarda bireyler seçimlerinde özgürdür. Alınan kararlar kolektif değil, bireyseldir

Lerner’de modern ve hareketli bir toplum için “empati” önemli bir kavram olarak ortaya çıkar. Empati soyut
düşünebilme yeteneği olarak ifade edilmiştir. Geleneksel Toplumun Sona Erişi: Ortadoğu'yu Modernleştirmek
isimli eseriyle Lerner Türkiye ve bir dizi Orta Doğu ülkesini inceleyerek modernleşmeye dair genel geçer yargılara
ulaşmaya çalışmıştır. Lerner bu çalışmasında kitle iletişim imkânlarının artmasını, gelenekselden moderne geçiş
sürecinde önemli bir etken olarak vurgulamıştır. Bununla beraber kentleşme ve eğitim de Lerner’in yaklaşımında
öne çıkan diğer değişkenler olmuştur. Lerner, modern kurum ve prosedürlerin geleneksel kurum ve prosedürlerle
yer değiştirmesini modernleşmenin temel bir göstergesi olarak değerlendirmiştir

McClelland ise geleneksel toplumlarda “başarı arzusunun” zayıflığına vurgu yapar. Mc Clelland,Başaran
Toplumlar isimli çalışmasıyla geleneksel toplumların değerlerinin ve bu değerlerle bağlantılı karakteristiklerin
geleneksel toplumların modernliğe ulaşmasında en büyük engel olduğunun altını çizmektedir.McClelland’a
göre, eğitim başarı odaklı bir toplumun ortaya çıkışında önemli bir faktördür

Siyasal Modernleşme Kuramları; ise daha çok demokratikleşme sorunu üzerine eğilmektedir. Azgelişmiş ve
gelişmekte olarak nitelenen pek çok ülkenin uzun yıllar tek parti yönetimleri, diktatörlükler ve Marksist-Leninist
rejimlerce yönetildiği düşünüldüğünde, bu ülkelerde demokratik yönetimin oldukça sınırlı kaldığı görülmektedir.

Bu çerçevede Barrington Moore, Seymour Martin Lipset, Gabriel Almond ve Sidney Verba siyasal gelişme
literatürünün önemli isimleri arasında yer alır. (2021)

Karşılaştırmalı politika’nın kurucu isimlerinden biri olan Lipset aynı zamanda bilinen modernleşme
kuramcılarındandır. Lipset, ekonomik büyüme ve demokratikleşme arasındaki ilişkinin altını çizen siyasal
ekonomik bir perspektif geliştirmiştir. Lipset, başta Siyasal İnsan: Siyasetin Sosyal Tabanı ) başlıklı ünlü çalışması
olmak üzere çeşitli çalışmalarında ekonomik gelişme ve demokratik değişim arasındaki ilişkiyi incelemiştir.
Endüstrileşme, eğitim-öğretim, kentleşme gibi değişkenlerin incelendiği çalışmada demokratikleşme konusunda
özellikle orta sınıfın katkısının altı çizilmiştir

Moore, modernleşmenin zannedilenin aksine demokratik devrimlerin dışında çeşitli şekillerde


gerçekleşebileceğini öngörmüştür. Bu çerçevede modernleşmenin demokratik, tepeden inmeci ve komünist
devrimler yoluyla üç farklı şekilde gerçekleşebileceğinin altını çizmektedir. Sınıflara ve sınıfsal koalisyonlara
dikkat çeken Moore, incelikli analiziyle modernleşmenin tek yönlü doğrusal bir süreç olmadığını ortaya koymuş
ve klasik modernleşme kuramcılarından ayrılmıştır .

Almond ve Verba 1963 tarihli Medeni Kültür: Beş Ulusta Siyasal Eğilimler ve Demokrasi isimli çalışmalarında
İngiltere, Meksika, Amerika Birleşik Devletleri,Almanya ve İtalya’yı ele alarak karşılaştırmışlar ve “siyasal
katılım” olgusu üzerinden ülkelerin siyasal kültürleri ile demokratik istikrar arasındaki ilişkileri analiz etmişlerdir.
Almond ve Verba sivil kültür olgusunu açıklamak için üç farklı ideal tipe başvurmuştur: Bu tipolojiler yöresel
kültür, uyrukluk kültürü ve katılımcı kültürdür. Yöresel kültürde bireyler siyasete ilişkin temel bilgi ve ilgi
eksikliği yaşamakta iken katılımcı kültürde bireyler siyasal olarak donanımlı ve siyasete ilgilidirler. Aynı zamanda
katılımcı kültürde bireyler siyasete katılma eğilimindedirler. Merkeziyetçi bir yapının hâkim olduğu uyrukluk
kültüründe ise bireyler siyasete yönelik bir farkındalığa sahip olmalarına karşın siyasal katılımları
sınırlandırılmıştır. Almod ve Verba, demokratik istikrarı sağlayan şeyin, farklı kültürel grupların
çatışmadan bir arada yaşamasını sağlayan çoğulcu siyasal kültür olduğuna dikkat çekmişlerdir

Ekonomik Modernleşme Kuramları; Ekonomik açıklamalar ise genellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerdeki sermaye yetersizliğine vurgu yapmaktadır.
Siyasal elitlere ekonomiye yönelik açılımlar sunan Rostow’un Ekonomik Büyümenin Aşamaları isimli çalışması
ekonomik gelişmeyi tedrici bir süreç olarak değerlendirmiştir.
Rostow, geleneksel toplumdan endüstri toplumuna uzanan aşamalı bir kalkınma süreci öngörmektedir.
Kalkış; aşaması olarak ifade edilen kritik eşiğin geçilmesi ile ülkeler olgunlaşma ve nihayetinde ise kitle tüketim
toplumuna geçmektedir. Belirli sektörlerde yaşanan sıçramalar ise kalkış aşamasında özel bir önem taşır.

Nurkse’ün yoksulluğun kısır döngüsü tezidir.Sermaye eksikliği Nurkse’e göre yoksulluğun en önemli nedenidir.
Tasarruf eksikliği yatırım eksikliğine, yatırım eksikliği ise üretim eksikliğine yol açarak pek çok ülke açısından
yoksulluğu kaçınılmaz kılmaktadır.

Lewis ise ikili ekonomilere dikkat çekmiştir. Az gelişmiş ülkeler de düşük verimliliğe sahip tarım sektöründen
kent merkezli endüstri sektörüne geçilmesini gelişmenin en büyük göstergesi olarak kabul etmiştir. Böylesi bir
değişim ise yüksek sermaye birikimini zorunlu hâle getirmektedir. Gelenekselden moderne uzanan süreç
ekonomik anlamda sektörler arası bir değişime tekabül etmektedir

Bağımlılık Kuramları

Latin Amerikalı sosyal bilimcilerin yoğun katkılarıyla şekillenen Bağımlılık kuramları az gelişmişlik sorununun
kaynağını dışsal nedenlere bağlama eğilimindedir.
Bağımlılık kuramının başvurduğu en önemli kavram çifti bu çerçevede merkez ve çevre ayrımına dayanmaktadır.
Merkez ülkeleri endüstrileşmiş kapitalist ülkeler, çevre ülkeler ise çoğunluğu eski kolonilerin oluşturduğu az
gelişmiş ülkelerden teşekkül etmektedir. Bağımlılık kuramcıları azgelişmişliğin kaynağını içsel koşullardan ziyade
dışsal koşullarda aramaktadır.

Bağımlılık kuramları modernleşme kuramlarına önemli bir alternatif teşkil etmiştir. Andre Gunder Frank,
Fernando Henrique Cardoso, Theotonio Dos Santos, Paul Baran, Samir Amin gibi isimleri bünyesinde barındıran
Bağımlılık okulu, merkez ve çevre ülkeler arasında mal ve hizmet döngüsünde yaşanan dengesizliğe dikkat
çekmiştir. Söz konusu bilim adamlarının bir bölümü ise ECLA(C) ve UNCTAD gibi uluslararası örgütlerin çatısı
altında az gelişmişlik sorununa ilişkin çalışmalar yapmıştır.

Küresel ekonomide yaşanan eşitsizliğin nedeni Prebish’e göre ticaret hadleri önemli bir etken olarak
karşımızca çıkmaktadır. Prebish’e göre mamul ürün fiyatlarının ham maddelere göre çok daha hızlı bir biçimde
artması söz konusu eşitsiz ilişkinin en önemli ayağını oluşturur. Bir diğer deyişle ileri teknoloji ürünü mamulleri
çevre ülkelere ihraç eden merkez ülkeler, bunun karşılığında hammadde ithalatı gerçekleştirmektedir. Böylesi
bir ticari döngü ise çevre ülkeler aleyhine işleyen bir sürece karşılık gelmektedir ve bu da azgelişmişliği sürekli
hâle getirmektedir .

Bu çerçevede bağımlılık okulunda öne çıkan yaklaşımlardan biri ithal ikameci endüstrileşme olmuştur.
Millî ekonomilerin korunmasını hedefleyen ithal ikameciler merkez ülkelerin zararlı etkilerinden korunmayı
amaçlamıştır. Diğer taraftan pek çok az gelişmiş ülke için sosyalist planlı ekonomiler ikinci bir alternatif olarak
sunulmuştur

Az Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelere Yönelik Uluslararası Girişimler

Az gelişmiş ve gelişmekte olan olarak sınıflandırılan pek çok ülke BM üyesidir


Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı, En Az gelişmiş Ülkeler Konferansı ve Latin Amerika
Ekonomi Komisyonu gibi yapılar gelişmekte olan ülkeler ve az gelişmiş ülkelere yönelik uluslararası
girişimlerin bir yansıması olarak düşünülmelidir.

1964 tarihinde kurulan ve gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisine sorunsuz bir biçimde eklemlenmesini
hedefleyen Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı ayrıca tüm ülkeler için sürdürülebilir bir
kalkınma hedefi ortaya koymaktadır. (2017)

Latin Amerika Ekonomi Komisyonu (ECLA) BM

Ekonomik ve Sosyal Konsey’i Latin Amerika özelinde azgelişmişlik sorununa eğilmek üzere kurulmuştur.
1984 yılında Karayip ülkelerini de içerisine alacak biçimde genişleyen ve Latin Amerika ve Karayipler Ekonomi
Komisyonu (ECLAC) adını alan organizasyon az gelişmişlik sorununa ilişkin kuramsal yaklaşımların tartışıldığı
bilimsel bir platform işlevi görmüştür. Merkezi ŞiLİ..(2021)

Genellikle Sahra Altı Afrika ve Asya Pasifik ülkelerinden oluşan En Azgelişmiş Ülkeler, pek çok açıdan azgelişmiş
dünyanın en sorunlu ve en fakir ülkelerini oluşturmaktadır. EAGÜ’lerin sorunlarına çözüm bulmak amacıyla
yaklaşık onar yıllık periyotlarla En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansları düzenlenmiştir.

2000 yılında 189 devletin desteğiyle kabul edilen Binyıl Deklarasyonu çerçevesinde ortaya konulan Binyıl
Kalkınma Hedefleri az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya kaldığı pek çok sorunun altını
çizmektedir.

Çok sayıda uluslararası örgüt için bir yol haritası niteliği taşıyan Binyıl Kalkınma Hedefleri sekiz makro hedef
belirlemiştir: (2015)

Birleşmiş Milletler ve Binyıl Kalkınma Hedefleri

Hedef 1: Sefaleti ve Açlığı Sona Erdirmek

Hedef 2: Evrensel Temel Eğitimi Sağlamak

Hedef 3: Cinsiyet Eşitliğini Teşvik Etmek ve Kadınları Güçlendirmek

Hedef 4: Çocuk Ölümlerini Azaltmak

Hedef 5: Anne Sağlığını İyileştirmek

Hedef 6: HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele

Hedef 7: Çevresel sürdürülebilirliği sağlama

Hedef 8: Kalkınma için küresel bir ortaklık kurmak

Ünite-2; Sömürgecilikten Küreselleşmeye: Uluslararası Sistemde Gelişmekte Olan Ülkelerin Değişen Rolü

Modern uluslararası sistemin en temel kurucu aktörleri devletlerdir. Yakın tarihte uluslararası sisteme yeni
devletlerin katıldığı üç önemli dönem dikkat çekmektedir.

İlk dalga, I. Dünya Savaşı sonucunda Habsburg ve Osmanlının yıkılması sonrası yeni devletlerin ortaya çıkışı
İkinci dalga, II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan dekolonizasyon süreci yani Avrupalı devletlerin denizaşırı
sömürgelerinin bağımsızlıklarını kazanmalarıydı.
Üçüncü dalga ise Soğuk Savaş sonrasında SSCB’nin yıkılması ve komünist blokun çözülmesidir.

Bağımsızlıktan Soğuk Savaş Sonrasına: Tarihsel Perspektif

Yeni bağımsız ülkelerin bazısı eski sömürgeci güçlerle aralarındaki bağları gönüllü veya gönülsüz olarak korumak
isterken bazıları ise eski sömürgecilerle kendi yollarını tamamen ayırmışlardır. Büyük devletlerle eski
sömürgeler veya siyasi ve/ya ekonomik açıdan zayıf devletler arasında özellikle siyaset ve güvenlik alanlarında
bağımlılık ilişkileri kurulmasının 20. Yüzyıldaki diğer bir yolu ise ittifak anlaşmaları yapılması veya bölgesel
paktlar kurulması olmuştur. Böylece 20. Yüzyılda ortaya çıkan ve ekonomik verilere dayalı olarak
değerlendirilen gelişmişlik-gelişmemişlik ayrımı, eski sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmalarıyla uluslararası
alanda bir eşitliğin değil fakat geçmişte kalan ve artık iyi gözle bakılmayan sömüren-sömürülen ilişkilerinin
yerini yeni bir hiyerarşinin almasına neden oldu. Bu aynı zamanda, gelişmiş olanın gelişmemiş olana onun iyiliği
adına müdahale etmesini önce mümkün sonra da gerekli kıldı.

Aslında uluslararası sistemdeki güçlü aktörler de gelişmekte olan ülkeleri kendi yanlarına çekerek küresel
sisteme entegre etmeye çalışmışlardır. Bu çerçevede uluslararası sisteme yeni katılan devletleri küresel
ekonomi-politik yapılara entegre etmek amacıyla büyük devletler öncülüğünde çok sayıda devletin üyeliğine
açık olan uluslararası örgütler kurulmuş veya bazı örgütlerin gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarını karşılamaya
yönelik alt birimleri oluşturulmuştur.

54 üyesi bulunan İngiliz Milletler Topluluğu etkinliğini sürdürmekte ve hatta bünyesine yeni üyeler
katmaktadır. Son olarak 2009 yılında Afrika kıtasından Ruanda, Kamerun ve İngiliz yönetimi ile tarihsel veya
siyasi bir bağı bulunmayan Mozambik bu Topluluğa üye olmuşlardır(2021)

Avrupa güçleri, eski sömürgeleriyle yaptıkları tercihli ticaret anlaşmalarını Avrupa Topluluğu’na da
taşımışlardır. Bu çabaların son aşaması olan Lome Konvansiyonu (1975)(2021), Avrupa Topluluğu ile 71
Asya, Karayip ve Pasifik ülkesini kapsamaktadır.(2021) Bu iş birliğinin yanı sıra II. Dünya Savaşı’nın ardından
İngiltere ve Fransa eski sömürgeleriyle maliye politikalarını uyumlaştırmak için de çeşitli antlaşmaları
yapmışlardır.

Uluslararası Amerikan Cumhuriyetleri Birliği adı verilen ve dünyanın en eski bölgesel örgütü olan yapı
sonrasında Pan Amerikan Birliği’ne dönüştü. 1948’de Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) adını aldı.
Hâlihazırda 35 üyesi bulunan ve kıta dışından çok sayıda ülkeye de gözlemci statüsü tanıyan örgütün temel
amaçları üyeler arasında güvenlikten ticarete çeşitli alanlarda işbirliğini geliştirmek ve üyelerin toprak
bütünlüklerini ve bağımsızlıklarını güvence altına almaktır

Gelişmekte olan ülkelerin mali ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik ilk kurumsallaşmış uluslararası destek
Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankasından (IBRD) gelmiştir.

1960’lı yıllara değin yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerin uluslararası alandaki talepleri genelde siyasal
bağımsızlıklarını korumak, adaletli muamele görmek, uluslararası toplumun eşit üyeleri sayılmak gibi konularla
sınırlıydı. Siyasal eşitliğe ulaşmaya çalıştıkları büyük devletlerle aralarındaki ekonomik gelişmişlik farklarının
giderilmesi öncelikleri arasında değildi. 1960’lı yıllar ise üçüncü dünya ülkeleri için ekonominin ilk sıraya
oturmaya başladığı bir dönem oldu.

G77 - 77’ler Grubu

G77’nin özellikleri?(2016)(2015)

Üçüncü dünya/Gelişmekte olan ülkeler ilk kez 1964 yılında Cenevre de toplanan Birleşmiş Milletler Ticaret
ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD)esnasında G77 olarak anılan 77’ler grubunu kurarak BM çatısı altında bir
araya geldiler. Bu dönemde, kalkınma sorununa dikkat çekilerek, gelişmiş olanların gelişmekte olanlara
yardım yapmakla ve ticaret önündeki engelleri kaldırmakla yükümlü oldukları düşüncesi ön plana çıktı.

Güney ülkelerinin ortak ekonomik çıkarlarının korunmasını, BM sistemi çerçevesinde yapılan uluslararası
ekonomiyle ilgili görüşmelerde ortak hareket etmelerini ve bu ülkelerin gelişme konusunda birbirlerini
desteklemelerini amaçlamaktadır.Güney ülkelerinin ortak ekonomik çıkarlarının korunmasını, BM sistemi
çerçevesinde yapılan uluslararası ekonomiyle ilgili görüşmelerde ortak hareket etmelerini ve bu ülkelerin
gelişme konusunda birbirlerini desteklemelerini amaçlamaktadır.

1973 petrol krizi, gelişmekte olan ülkelerin taleplerinin giderek keskinleşmesi ve dünya ekonomisindeki
durgunluk, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki iş birliğine yönelik olumlu havayı sekteye uğrattı. İş
birliği ve yardımların her iki tarafın da yararına olacağı düşüncesi yerini çıkar çatışması anlayışına bıraktı.
Dünyadaki doğal kaynakların kullanımının her iki taraf arasında tartışma konusu olduğu bu dönemde gelişmekte
olan ülkeler de üsluplarını ve taleplerini sertleştirerek, kalkınma yardımlarını ve zenginliğin yeniden
dağıtılmasını birer hak olarak ifade etmeye başladılar.
Sonuç olarak baktığımızda, sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmaları, İkinci Dünya Savaşı sonrası süreçte
büyük ülkelerin eski sömürgelerindeki ekonomik faaliyetleri doğrudan denetlemelerini, ticari faaliyetlerini
kontrol etmelerini ve kendi şirketleriyle tekel kurmalarını engelledi. Fakat bu durum bağımlılık ilişkilerini
değiştirmedi.

Bağlantısızlık hareketi; üçüncü dünya ülkelerinin pek çoğunu bir araya getiren bir uluslararası siyasi platform
olmuştur. Bağlantısızlar hareketinin başlangıç noktası, 1955 yılında Endonezya’nın Bandung şehrinde
toplanan Asya-Afrika Konferansı’dır. (2021)

Bağlantısız hareketi üyeleri;(2019)

Hareketin önde gelen liderleri Hindistan Başbakanı Nehru, Yugoslavya lideri Tito ve Mısır Başbakanı Nâsır
olmuşlardır. Diğer önemli isimler Gana Devlet Başkanı Nkrumah ve Endonezya devlet başkanı Sukarno
sayılabilir.(2021)

Bandung Konferansı’na ABD ve SSCB davetli değillerdi. Fakat katılımcılardan Türkiye, NATO’nun ve
dolayısıyla Batı blokunun; Çin Halk Cumhuriyeti deSSCB’nin gayriresmî olarak temsilcisi konumundaydılar.
(2021)

Asya-Afrika hareketi olmanın ötesine geçen Bağlantısızlar hareketi, dünya çapında bir akım hâline gelmiştir .. İlk
oluşum yıllarında üzerinde önemle durdukları konuların başında sömürgeciliğin tasfiyesi, genel ve tam
silahsızlanma, kendi kaderini tayin hakkının ve bağımsızlık hareketlerinin desteklenmesi geliyordu.
Bağlantısızlar hareketi, bir uluslararası örgüte dönüşerek kurumsallaşmamış olmakla beraber, aynı dönemlerde
eski sömürge ülkeler tarafından kurulan çeşitli örgütlerle yakın ilişki içinde olmuştur. Bağlantısızlar arasında
monarşiler de önemli yer tutmaktadır. Bununla beraber siyasal ve ekonomik yapılarını incelendiğinde
görülmektedir ki genelde ekonomik açıdan “sosyalizm”i, siyasal açıdan da “diktatörlük”leri benimsemişlerdir.

Küreselleşme ve Gelişmekte Olan Ülkelerin Farklılaşması

Küreselleşme genel olarak “iktisadın, siyasetin, kültürün ve bir ülke ideolojisinin diğerine nüfuz etmesini
sağlayan ulusal ve uluslar üstü yapı ve süreçlerin oluşması” olarak tanımlanabilir.

Küreselleşme, Avrupalı devletlerin ekonomik açıdan ulus aşan faaliyetlerin artması anlamında küreselleşme ilk
olarak 15. Ve 16. Yüzyıllarda coğrafi keşiflerle beraber ortaya çıktı. Bu durum, sömürgeleştirme veya
emperyalizme maruz kalmasına yol açtı.
İkinci dalga ise 19. Yüzyılda Sanayi Devrimi’nin getirdiği üretim artışı ve ham madde ihtiyacının etkisiyle
uluslararası ticari faaliyetlerin artmasıyla ortaya çıktı.
Günümüzde gelişmekte olan ülkeler diye adlandırdıklarımız, küreselleşmenin ilk dalgası neticesinde
sömürgeciliğin ve emperyalizmin getirdiği bağımlılık ilişkileri çerçevesinde ortaya çıkmışlardır.

Küreselleşmenin iki temel özelliği bulunmaktadır; karşılıklı bağların artışı ve küresel bilinç. Küreselleşme
insan hayatının dört önemli yönünü; ekonomiyi, sosyal hayatı, siyaseti ve kültürü barındırır ve bunların
birbirleriyle ilişkilenmelerine, çoğu zaman da iç içe geçmelerine neden olur

Günümüzde yaşanan küreselleşmenin üç temel dinamiği bulunmaktadır. Bunlar teknolojik gelişme, ekonomi
politikalarındaki değişim ve Soğuk Savaş sonrasında dünyada yaşanan siyasal gelişmelerdir.(2014)

Küreselleşmenin sonuçları?(2016)

Küreselleşme sürecinin hem ülkelerin iç yapılarında hem de uluslararası sistemde önemli sonuçlarından biri
yönetim anlayışının değişmesi olmuştur.
Hiyerarşik yönetim anlayışı yerine zamanla çok boyutlu ve çok düzlemli yönetime yani yönetişime
geçilmiştir. Küreselleşme ile uluslararası sistemin aktörleri çoğalmış, geleneksel egemenlik anlayışı sarsılmış
ve yeni bazı uluslararası örgütlenmeler ortaya çıkmıştır.
Yönetişim kavramı, bir ast-üst ilişkisi yerine karşılıklı ilişkilerin ön plana çıktığı bir etkileşimler bütününü ifade
eder. Birlikte yönetme anlamını taşımaktadır.
Gelişmiş ülkeler henüz İkinci Dünya Savaşı sona ermeden 1944 yılında ABD’nin liderliğinde savaş sonrası
istikrarlı bir ekonomik yapı oluşturmak , âdeta dünya ekonomik sisteminin yeni kuralları belirlenmiştir. Bu
uluslararası para sistemi görüşmelerin yapıldığı yere atıfla Bretton Woods adını almıştır.
Breton Woods sisteminin temellerini (IMF) ve Dünya Bankasının kurulması oluşturmuştur

1947 yılında ise 23 ülkenin katılımıyla GATT (Gümrük ve Tarifeler Genel Anlaşması) görüşmelerinebaşlanmıştır
GATT ile üye ülkeler arasında ticaretin serbestleştirilmesi, gümrük vergilerinin düşürülmesi, miktar
kısıtlamalarının kaldırılması ve dış ticaret rejimlerinin üye ülkeler arasında uyumlaştırılması hedeflenmiştir
GATT, 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) dönüşmüştür.Fikrî mülkiyet hakları da DTÖ’nün çalışma
alanına dahil edilmiştir. (IMF) ise (DTÖ) tarafından oluşturulmuştur.

Küresel yönetişimin iki temel özelliği bulunmaktadır.

İlki, yalnızca devletlerarasında olmayıp çok uluslu şirketlerden sivil toplum kuruluşlarına değin devlet dışı
aktörlerin de katılımıyla gerçekleşmesidir.
İkinci özelliği ise çok düzeyli bir yönetişimi simgelemesidir. Yönetişim sadece hükûmetler veya uluslararası
örgütler düzeyinde değil yerel ve bölgesel düzeylerde de gerçekleştirilir. Bu süreçte uluslararası kuruluşlar ve
devletlerin yanı sıra çok uluslu şirketler ve sivil toplum kuruluşları (STKlar) gibi devlet dışı aktörler de küresel
düzeyde normların ve kuralların hem belirleyicisi hem de hedef kitlesi ve uygulayıcısıdırlar.

Küresel Yönetişim de rol oynayan aktörler kimlerdir?(2016)(2015)

Küreselleşmenin ideolojik temeli liberalizme dayanmaktadır.

Küreselleşmenin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki olumlu ve olumsuz etkilerini ayrı ayrı ele almak
gerekir.

Gelişmekte olan ülkeler üzerinde küreselleşmenin en önemli etkisi, ekonomik alanda gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkeler arasında karşılıklı bağımlılığın artması olmuştur. Bir yandan üretim süreçlerinin ulus aşan bir
niteliğe bürünmesi, diğer taraftan da teknolojik gelişmelerin uluslararası ticareti kolaylaştırması bu durumda
etkili olmuştur. Gelişmekte olan ülkeler 1970’lerden bu yana ekonomik kalkınmada gösterdikleri başarıya
dayanarak kendi içlerinde sınıflandırılmaya başlanmışlardır.

En Az Gelişmiş Ülkeler (EAGÜ) pek çok açıdan az gelişmiş ülkeler içerisindeki en kırılgan halkayı temsil
etmektedir.(2019)

En Az Gelişmiş Ülke sınıflandırması yapılırken göz önüne alınan üç kriter bulunmaktadır.


İlki kişi başına düşen (GSYH) düşüklüğüdür.
İkincisi, insan kaynaklarındaki zayıflık kapsamında değerlendirilen bebek ölümlerinin fazlalığı, eğitim ve
beslenme imkânlarıyla okuryazarlık gibi alanlardaki eksikliklerdir.
Üçüncüsü ise ekonomik faaliyetlerdeki iş gücü, imalat, ihracat, imalat sektörünün enerji kullanımı gibi
alanlardaki yetersizliklerdir

Yüksek Borçlu Fakir ülkeler, pek çoğu Afrika’da yer alan 39 ülkeden oluşmakta ve en az gelişmiş ülkeler
kategorisindedir.(2021)
1996 yılında Dünya Bankası ve IMF borçlu ülkelere yönelik Yüksek Borçlu Fakir Ülkeler İnisiyatifi adı altında bir
girişim başlatmış ve ilgili ülkelerin borçlarının silinmesine yönelik çeşitli adımlar atılmıştır.

Gelişmiş - Gelişmekte Olan Ayrımının Aşılması


Küreselleşmenin gelişmiş/gelişmekte olan ülkeler ayrımına en önemli etkilerinden biri de gelişmekte olanların
bir kısmı için aradaki ayrımı kaldırmasıdır.

Dünya geneline baktığımızda bölgesel örgütlerin kuruluşlarında iki dalga yaşandığını görüyoruz.
İlki ,1960’larda yaşanmış ve bu dönemde AB benzeri yapılar oluşturmak amacıyla bölgesel örgütler
kurulmuştur. Fakat bu denemelerin çoğu başarısız olmuştur.
İkinci dalga ,1990’lı yıllarda yaşanmış ve APEC (Asya-Pasifik Ekonomik İş Birliği) gibi gelişmiş ülkeler arasında
kurulan ortaklıklar ön plana çıkmıştır. Bölgesel örgütlerde kendi aralarında veya gelişmiş ülkelerle kurulan
ortaklıklar biçiminde bir araya gelmelerinin yanı sıra, günümüzde gelişmişlik düzeyleri açısından da dünyanın
farklı bölgelerinden devletlerarasında paralellikler kurulmakta ve bu ülkeler gruplandırılarak kategorize
edilmektedirler. Asya Kaplanları, BRICS ve MIST ülkeleri gibi sınıflandırmalar buna örnektir.

Uluslararası İlişkilerde Gelişmekte Olan Ülkelerin Rolleri

Bölgesel İş Birlikleri

Arap Birliği: Arap Birliği gelişmekte olan ülkeleri bir araya getiren uluslararası örgütlerin ve gruplaşmaların
en eskisidir.(2021)... 1945’te Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Irak, Ürdün ve Lübnan tarafından Kahire’de
kurulmuştur. Günümüzde üye sayısı 22’ye ulaşan örgüt,. Arap Birliğinin hedefleri arasında ekonomik ve kültürel
iş birliğinin yanı sıra Arap dünyasında yaşanan çatışmaların sona erdirilmesi ve Filistin sorununun çözüme
kavuşturulması da bulunmaktadır.

Arap Birliği üyeleri arasında İsrail’le ilişkilerde farklı tutumlar alma, kendi aralarında siyasal önderlik
çekişmeleri ve toprak sorunları, Soğuk Savaş döneminde de ayrı bloklarla yakınlaşma gibi meselelerin yaşanmış
olması siyasi açıdan tam birliği içinde olmadıklarını göstermektedir.

Afrika Birliği: Afrika Birliği, kıtada geçmişten gelen örgütlenme çabalarının son aşamasıdır. Fas hariç Afrika
kıtasında bulunan tüm devletler Afrika Birliğine üyedir. (2021) Örgüt Afrika’nın küresel ekonomide daha etkin
rol oynamasını sağlamanın yanı sıra kıtanın sosyal ve siyasal sorunları ve küreselleşmenin olumsuz etkileriyle de
mücadele etmeyi amaçlamaktadır. Temel hedefleri arasında sömürgecilik ve ırk ayrımcılığı (apartheid)
politikalarının kıtadaki kalıntılarının ortadan kaldırılması, üye ülkeler arasında birlik ve dayanışmanın teşvik
edilmesi, kalkınma için iş birliği yapılması, üyelerin bağımsızlıklarının ve toprak bütünlüklerinin korunması ve
BM sistemi çerçevesinde uluslararası iş birliğine gidilmesi hedeflenmektedir.

KEİ – Karadeniz Ekonomik İş Birliği Örgütü: Türkiye ve eski SSCB ülkelerini içine alacak biçimde bölgesel bir iş
birliğine gidilmesi fikri 1990 yılında ortaya çıkmış, 1992 yılında İstanbul’da kesinleştirilmiştir.
Türkiye, Arnavutluk, Ermenistan, Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan, Yunanistan, Moldova, Romanya, Rusya
ve Ukrayna örgütün kurucu üyeleridir. 1998 yılında bölgesel bir örgüte dönüştürülmesi kararlaştırılan KEİ’nin
üye sayısı 2004 yılında Sırbistan’ın katılımıyla 12’ye çıkmıştır. Üyeler haberleşme, ulaştırma, bilişim, ekonomik
ve ticari bilgi alışverişi, mal standardizasyonu, enerji, madencilik, turizm, tarım, veterinerlik hizmetleri, sağlık,
bilim ve teknoloji alanlarında iş birliği yapmaktadırlar.
Türkiye aşağıdaki uluslararası örgütlerden hangisine tam üyedir?Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü(2021)

MERCOSUR – Orta ve Güney Amerika Ortak Pazarı: Arjantin ve Brezilya’nın 1980’lerde artan ticaret
ilişkilerinin neticesinde Tum üyeleri aynı kıtada bulunan 1991 Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay bir
anlaşmayla bir araya gelmiş, 1994 de kuruldu...(2017)(2015) 2006 yılında Venezuela üye olmuştur..
Mercosur üyeleri arasında malların, hizmetlerin ve üretim faktörlerinin serbest dolaşımı teşvik etmektedir.
Hedefleri arasında topluluk dışı ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi uygulanması ve üye ülkelerin ekonomi
politikalarının ortak biçimde yürütülmesi bulunmaktadır.

ANDEAN Topluluğu: temel amacı bölge ülkeleri arasında kalkınma, eşitlik ve bağımsızlık temelli bir
bütünleşmeye gidilmesidir. Hâlihazırdaki üyeleri Peru, Kolombiya, Bolivya ve Ekvador’dur.
Şili, Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay ortaklık statüsüyle İspanya da gözlemci üye statüsüyle örgütün
çalışmalarına katılmaktadırlar.

UNASUR – Güney Amerika Ülkeleri Birliği: 2004 yılında kurulan UNASUR’un üyeleri arasında Arjantin,
Brezilya, Bolivya, Şili, Kolombiya, Ekvador, Guyana, Paraguay, Surinam, Peru, Uruguay ve Venezuela
bulunmaktadır. Güney Amerika ülkelerinin kültürel, ekonomik, siyasal ve toplumsal alanların yanı sıra enerji
ve altyapı konusunda da iş birliği yapmalarını hedeflemektedir.(2021)

ASEAN – Güneydoğu Asya Uluslar Birliği: 1967 yılında Endonezya, Malezya, Filipinler, Tayland ve
Singapur tarafından kurulan ASEAN’ın (Güneydoğu Asya Uluslar Birliği) kuruluş amacı komünizme karşı
güç birliği oluşturmaktı. Günümüzde ise bu hedefinin ötesinde ekonomi, güvenlik, siyaset ve kültür
alanlarında Avrupa Birliği benzeri kapsamlı bir bütünleşmeyi hedeflemektedir.

BDT – Bağımsız Devletler Topluluğu: SSCB’nin dağılmasının ardından Merkezî ve Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu
AB ile bütünleşme yolunu seçerken Rusya ve Kafkasya ile Orta Asya’daki devletler Bağımsız Devletler Topluluğu
(BDT) çatısı altında bir araya gelmişlerdir. Uzun yıllar Komünist bloğun bir parçası olan Baltık ülkeleri Sovyetler
Birliği’nin ortadan kalkmasının sonrasında hızla gerçekleşen finansal reformlarla liberal ekonomiye geçiş
yapmışlardır. Özellikle 2000 sonrasında bu ülkeler yüksek büyüme rakamlarına ulaşmışlarıdır. Bu ülkelerin
başında Baltık Kaplanları gelmektedir.

Baltık Kaplanları, üç Baltık ülkesini, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı ifade eden bir terimdir. BAltık Kaplanlarını
da içeren 12 Merkezî ve Doğu Avrupa ülkesi 2000’li yıllarda AB’ye üye olmuşlardır.

BDT’nin kuruluş amacı üyelerin egemen eşitliği prensibini muhafaza ederek örgüt coğrafyasında malların,
sermayenin, iş gücünün ve hizmetlerin serbest dolaşımının sağlanmasıdır.

Bölgesel Olmayan İş Birlikleri

D-8-Gelişmekte Olan Sekizler: 1997 yılında İstanbul Deklarasyonu ile kurulan ve daimi sekretaryası
İstanbul’da bulunan D-8’in amacı kalkınmakta olan 8 ülke arasında iş birliğinin sağlanmasıdır.
Türkiye, Bangladeş, Mısır, Endonezya, İran, Malezya, Nijerya ve Pakistan D-8’e üyedirler.
D-8’in hedefleri arasında üyelerin küresel ekonomik ilişkilerdeki etkinliğini artırmak, ticari ilişkilerini
çeşitlendirmek, üyelerin uluslararası karar alma mekanizmalarına güçlü biçimde katılımlarını sağlamak ve
üye ülkelerdeki halkların yaşam seviyesini yükseltmek bulunmaktadır.

EİT-Ekonomik İş Birliği Teşkilatı: 1964 yılında Türkiye, İran ve Pakistan tarafından kurulan Kalkınma için
Bölgesel İş Birliği (RCD) örgütünün devamı niteliğindendir. Üye ülkelerin kalkınmalarına katkıda bulunarak
bölge içi ticareti geliştirmeyi hedefleyen örgüt; ticaret, ulaştırma, tarım, enerji, çevre, sağlık, sanayi, maliye
ve ekonomi alanlarında iş birliği zemini sağlamaktadır.

OPEC – Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü: 1960 yılında İran, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Venezuela
tarafından kurulan OPEC’in genel merkezi Viyana’dadır.(2021) OPEC’in kuruluş amacı üye ülkelerin petrol
politikalarını uyumlu hâle getirmek ve petrol pazarının istikrarını sağlamaktır.
OPEC, en az gelişmiş ve düşük gelirli ülkeler öncelikli olmak üzere oluşturmuş olduğu Uluslararası Kalkınma İçin
OPEC Fonu (OFID) aracılığıyla talep eden ülkelerdeki sosyal ve insani kalkınmaya yönelik projeleri desteklemek.

İİT-İslam İş Birliği Teşkilatı: Eski adı İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) olan örgütün temeli, 1969 yılında Kudüs’teki
El-Aksa Camisi’nin bir Yahudi fanatik tarafından yakılmaya teşebbüs edilmesini görüşmek için İslam ülkelerinin
Fas/ Rabat’ta toplanmalarına dayanır. 1970’te kurumsallaşarak daimi bir sekretaryaya kavuşmuştur.

Günümüzde 57 üyesi ile BM’nin ardından dünyanın ikinci en büyük hükûmetler arası örgüt..
İKÖ, 2011 yılında adını ve tüzüğünü değiştirerek kendini yenilemiş ve İslam İş Birliği Teşkilatı (İİT) adını
almıştır. Günümüzde İslam İş Birliği Teşkilatı’nın amacı İslam dünyasının ortak sesi olmak ve dünya genelinde
barış ve uyumu teşvik etmektir. Hem İslam dünyasının sorunlarına çözüm getirmeyi hem de dünya çapında
Müslümanlara yönelik ayrımcılığı önlemeyi hedeflemektedir.

APEC – Asya Pasifik Ekonomik İş Birliği: Asya Pasifik Ekonomik İş Birliği (APEC) 1989 yılında Avustralya’da bir
araya gelen 12 Asya Pasifik ülkesi tarafından kurulmuştur. Günümüzde üye sayısı 21’e çıkmıştır.
Bakanlar düzeyinde toplanarak üye ülkeler arasında ekonomi alanında görüş alışverişinin yapıldığı ve ortak
projelerin geliştirildiği bir oluşumdur. İş birliğinin temel amacı, Asya-Pasifik bölgesinde sürdürülebilir
ekonomik büyümeyi ve refahı teşvik etmektir.

BRICS Ülkeleri: BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkeleri kısaltmasının mucidi 2001 yılında ünlü finans
kuruluşu Goldman Sachs için hazırladığı bir raporda bu dört ülkenin yakın gelecekte gelişmiş G7 ülkeleri aynı
seviyeye geleceğini iddia eden ekonomist Jim O’Neill’dir. 2009 yılından bu yana düzenli olarak zirve
toplantılara yapan gruba 2011 zirvesinde Güney Afrika (South Africa) da dahil olmuştur. Grubun adı da artık
BRICS olarak anılmaktadır.(2016

MIST Ülkeleri: MIST (Meksika, Endonezya, Güney Kore, Türkiye) kısaltmasının mucidi de ekonomist Jim
O’Neill’dir. 2011 yılında önerdiği MIST ülkeleri sınıflandırmasıyla bu dörtlünün geleceğin yükselen
ekonomileri olacaklarını iddia etmektedir.(2017)
Aşağıdakilerden hangisi MIST grubundaki ülkelerden biri değildir?. Cevap: Brezilya(2021)
G-7: Dünyanın gelişmiş ülkeleri olarak kabul edilen İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa, Amerika Birleşik
Devletleri, Japonya, ve Kanada’yı bir araya getirenuluslararası bir platformdur. Son yıllarda genişleyerek G-
20şeklini almıştır. G-20 ülkeleri arasında G-7 ülkelerine ilave olarak Türkiye, Suudi Arabistan, Endonezya,
Meksika, Arjantin, Brezilya,Güney Kore, Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkeler yeralmaktadır.

G-20 Ülkeleri: İlk olarak en gelişmiş 7 ülke arasında oluşturulan ve daha sonra Rusya’nın da katılımıyla G-8
adını alan gelişmiş ülkeler forumunun küresel ekonomik krizler karşısında yetersiz kalışı, yükselen
ekonomileri de uluslararası alanda daha etkin kılacak bir platforma ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymuş ve
G-20 bu düşünce çerçevesinde ortaya çıkmıştır.
G-20’nin üyeleri; G-8 üyelerini de kapsayan 19 ülke ve Avrupa Birliği’dir. 1990’lı yıllarda çoğu yükselen ülkede
yaşanan ekonomik kriz ve bu ülkelerin küresel ekonomik yönetişim mekanizmalarında yeterince temsil
edilmedikleri düşüncesiyle oluşturulmuştur. Temel amaçları küresel ekonomide istikrarı ve sürdürülebilir
büyümeyi sağlamak, olası ekonomik krizleri önlemek ve yeni bir uluslararası mali yapı kurmaktır.

Ünite-3:Gelişmekte Olan Ülkelerin Ekonomik Sorunları


İktisadi kalkınma, iktisat biliminin oldukça yeni alanlarından biri olmasına rağmen, çok farklı kesimlerin
ilgisini çekmektedir. İkinci dünya savaşı sonrası ülkeler arasındaki gelişmişlik farklarının daha belirgin bir
şekilde ortaya çıkması, kalkınma olgusunu gündeme getirmiştir.
1950 ve 1960’lı yıllarda gelişmekte olan ülkelerin birçoğunun hızlı bir iktisadi büyüme gerçekleştirmiş
olmalarına rağmen, kalkınma ile ilgili temel sorunlarını (yoksulluk, yaşam standardının düşük olması, yüksek
işsizlik oranları,temel gereksinimlerin karşılanması, gelir dağılımının bozukluğu vb.) çözememiş olmaları
kalkınma sürecine bakış açısında değişikliklere yol açmıştır. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak, iktisadi
büyüme ve kalkınma kavramları birbirinden ayrı ve fakat aynı zamanda, birbiriyle etkileşim hâlinde ele
alınmaya başlanmıştır.

Gelişmekte olan ülkelerde yatırımların azlığı, daha çok tasarrufların yetersizliğinden ileri gelmektedir.(2021)

Gelişmekte olan ülkeler için en önemli olan işsizlik çeşitleri ise açık işsizliğin yanı sıra gizli işsizlik, yapısal
işsizlik ve teknolojik işsizliktir.

Gizli işsizlik, üretim sürecinde istihdam edilen iş gücünün miktarının azalması toplam hasılayı azaltmıyorsa,
üretimden çekilen bu tür işsizliği ifade eder. Diğer bir ifadeyle bir kişinin yapabileceği bir işi birden fazla
kişinin yapması durumudur. Gelişmekte olan ülkelerde özellikle tarım sektöründe yaygın olarak görülür.

Yapısal işsizlik, iş gücünün yapısıyla (becerilere, mesleklere, sanayilere ya da coğrafi bölgelere göre) iş gücü
talebinin yapısı arasında uyumsuzluğun neden olduğu işsizlik türüdür.

Teknolojik işsizlik ise teknolojideki hızlı gelişmeyle birlikte işini kaybeden bireylerin durumunu ifade
etmektedir.

İktisadi Kalkınma: Kavram ve Ölçme Yöntemleri

Kalkınma ve Büyüme
Gelişmiş ve az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler arasındaki en önemli fark, gelişmişlik/kalkınmışlık
düzeylerinin farklılığıdır.

İktisadi büyüme, daha çok niceliksel (hesaplanabilir) bir değişikliği ifade etmektedir. Bir ülkenin (GSYİH) /
(GSMH) bir önceki yıla veya döneme göre niteliksel olarak değişiklik göstermesidir. GSYİH veya GSMH’nın bir
önceki döneme göre artışı ekonomik büyüme; azalması ise ekonomik daralma (küçülme) olarak
adlandırılmaktadır. GSYİH veya GSMH nin bir önceki yıla/döneme göre niteliksel Olarak değişiklik
göstermesidir.. bir değişkenin bir dönemden diğerine gösterdiği artış veya azalış bir niteliksel değişmedir.
(2017)

Makroekonomik değişkenlerin (gelir, enflasyon, işsizlik, gelir dağılımı vb.) birçoğu dönemden döneme (artma
ve azalma şeklinde) değişme gösterirler(2018)
Gelişmekte olan ülkelere özgü ekonomik yapının önemli unsurları, kişi başına gelirin düşük olması,
yatırımların ve tasarrufların yetersizliği, yüksek işsizlik ve enflasyon oranları, tarımda verim düşüklüğü,
üretimde ve ihracatta tarımsal ve emek yoğun malların payının yüksek olması, hızlı nüfus artışı ve beşeri
sermayenin yetersizliği, gelir dağılımının bozukluğu, bebek ölüm oranlarının yüksekliği ve eğitim seviyesinin
düşüklüğü şeklinde sıralanabilir.

Kalkınma, gelişmekte olan ülkelerin ulaşmaya çalıştıkları bir hedef ve aynı zamanda nedensel ilişkileri içeren bir
süreç olarak kendini göstermektedir. Kişi başına gelirin artmasının yanı sıra yaşam standartlarının yükselmesi,
üretim faktörlerinin artması ve sanayinin millî gelir ve ihracat içindeki payının artması gibi yapısal değişiklikler,
iktisadi açıdan bir dönüşümü göstermektedir.

İktisadi kalkınma sadece ekonomik boyutlarla sınırlanmayan, toplumu sosyolojik, psikolojik ve politik
boyutlarıyla kuşatan karmaşık bir süreçtir.

Bir ülkenin ( GSMH ) oldukça yüksek olmasına rağmen az gelişmiş ülkelerin tipik özelliklerini gösterebilmesi
durumunun nedir aşağıdakilerden hangisidir?Bir ekonomide kalkınma olmadan ekonomik büyüme
gerçekleşebilir. Ancak büyüme olmadan kalkınma olmaz. (2021)

Kalkınmanın Önemi

Kalkınmanın az gelişmiş ülkeler için önemi, birey ve toplum açısından sadece maddi yaşamın sürdürülebilmesi
ve iyileştirilebilmesi değil, onun yanında gelişmiş toplumların sahip olduğu refah seviyesine ulaşması ve yüksek
kültür ürünlerine erişimi sağlayacak bir sürecin ve sürekli bir yarışın sürdürülmesidir.

İktisadi Kalkınma Literatürünün Gelişimi

Kalkınma konusu;2. Savaşı sonrasında başta iktisatçılar olmak üzere bilim insanlarının ve politika yapıcıların ana
gündem maddelerinden biri hâline gelen kalkınma iktisadının temel ilgi alanı az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerdir. (2021)

Kalkınma iktisadı literatürü, bu ülkeleri başlangıçta “gelişmemiş” veya “geri kalmış” kavramları ile
adlandırmıştır.. Kalkınma sürecinin içinde var olan dinamizmi ve değişimi içerecek bir şekilde, iktisat yazınında
“gelişmekte olan ülke” kavramı uzun süre yaygın bir şekilde kullanılmıştır.. iktisat yazınında en yaygın olarak
kullanılan kavram “gelişmekte olan ülke” olmuştur.

Gelişmekte olan ülkelerin koşullarını açıklamaya yönelik en yeni terim ise “yükselen ekonomiler” kavramı
olup doğrudan küresel ekonomik düzendeki gelişmelerle ilişkilidir.
Küreselleşmenin itici gücü olan uluslararası finansal kurum ve kuruluşlar son zamanlarda gelişmekte olan
ülkeler için yaygın bir şekilde hangi kavramı tercih etmektedirler? Yükselen ekonomiler(2021)

2. Savaşı sonrası, ülkeler arasındaki gelişmişlik farklılığının çok bariz bir biçimde ortaya çıkması, iktisatçıları
ülkeler arasındaki gelişmişlik farklılıklarının nedenlerini incelemeye itmiştir.
Soğuk Savaşın keskinleştiği 1950 ve 1960’lı yıllardaki geleneksel kalkınma yaklaşımı, iktisadi gelişme,
sanayileşme ve ekonomik büyümeyi eşanlamlı olarak ele almıştır.
Kalkınma iktisadı, 1960’ların sonu ve 1970’lerin başında yoksulluk ve eşitsizlik konularına, 1970’li yıllarda ise
yoksulluk ve bölüşüm sorunlarına odaklanmıştır.

Dünya Bankası ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), yoksulların beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gibi
temel gereksinimlerini önceleyen temel ihtiyaçlar yaklaşımı olarak adlandırılan yaklaşımı savunmaya
başlamışlardır.

Temel ihtiyaçlar yaklaşımı yaklaşıma göre gerçek anlamda kalkınmanın olabilmesi için, beslenme, barınma,
giyinme, sağlık, temiz su, eğitim ve adil bir gelir dağılımının sağlanması gerekir.(2021)

1960’lı ve yetmişli yıllarda, doğal kaynaklarla ve özellikle çevre ile uyumlu kalkınma anlayışları oluşmuş ve
sürdürülebilir kalkınma kavramı ortaya çıkmıştır.
Sürdürülebilir kalkınma, ekonominin yanı sıra sosyal, beşerî ve çevre ile ilgili sorunların da dikkate alınarak,
doğal kaynaklarda gelecek nesillerin de hakkı olduğu ve dolayısıyla bu emanetin itina ile korunması gerektiği
anlayışına dayanır. (2018)

1980’li yıllarda ise, ulusların gerçek zenginliğinin insan kaynakları olduğu anlayışına dayanan ve bu kaynağın
geliştirilmesinin önemini vurgulayan insani kalkınma yaklaşımı popüler olmaya başlamıştır.

İktisadi Kalkınmanın Ölçülmesi (2019)

Kalkınma, üç farklı yöntemle ölçülebilmektedir.


Birincisi, Gayrisafi Millî Hasıla (GSMH) ve kişi başına GSMH’sına göre ülkeler sıralanmaktadır.
İkinci yönteme göre, ülkelerin kalkınmışlık durumu satın alma gücüne göre yapılmaktadır.
Üçüncüsünde ise, insani kalkınma seviyesine göre ülkeler karşılaştırılmaktadır.
GSMH, aslında bir ülkedeki ekonomik aktivitenin hacmini gösteren yegâne ölçüttür.
Diğer taraftan GSMH yerine kişi başına GSMH değerinin kullanılması daha yaygındır.(2016)

(GSYİH); bir ülkede belli bir dönemde üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyatı ile değeridir.

GSMH’nin ve kişi başına GSMH ölçütünün iktisadi kalkınmayı ölçerken kullanılmasında karşılaşılan birtakım
sorunlar da bulunmaktadır. Bunlar:

GSMH kavramı, küresel bir büyüklüktür. Bu yüzden onu yaratan kaynak, ekonomik sektör ve verimlilik gibi
nitelik ve yapısal farklılıkları yansıtmaz.

Reel GSMH’yı hesaplamak için kullanılacak fiyat indeksinin seçilmesi, karşılaşılan diğer bir sorundur.
GSMH, sadece kayıt altına alınmış ekonomik faaliyetleri ölçer.Her ülke, GSMH’sini kendi para birimi ile
hesaplar. Karşılaştırma yapabilmek için, bunların ortak bir para birimine (örneğin ABD Doları) çevrilmesi
gerekmektedir. Bu da bir döviz kuru sorunu yaratır.

Ülkenin GSMH düzeyi oldukça yüksek olmasına rağmen az gelişmiş ülkelerin tipik özelliklerini gösterebilir.
Bunun nedeni bir ekonomide kalkınma ve büyüme kavramlarının aynı şeyi ifade etmemesidir.

Satın Alma Gücü Paritesi Yaklaşımıyla Ölçme

Satın alma Gücü Paritesi yöntemi ; Ülkenin reel satın alma gücünü gösteren satın alma gücü paritesi, belirli
bir mal ve hizmet sepetinin çeşitli ülkelerde satın alınması için gerekli olan ulusal para tutarlarının birbirine
oranı olarak tanımlanabilir. Uluslararası gelişmişlik karşılaştırmalarında kişi başına GSMH rakamları
kullanılırken, GSMH rakamları ortak bir döviz kuruna dönüştürülmektedir(2018)(2016)(2014)

İnsani Gelişme İndeksi ile Ölçme

İnsani Gelişme Endeksi (İGE) üç temel bileşenden oluşmaktadır. Bunlar, uzun ve sağlıklı bir yaşam, bilgiye
erişim ve kabul edilebilir bir yaşam standardıdır. 3 adet alt bileşen de, doğumda yaşam beklentisinden
yaşam süresi beklentisi endeksi, ortalama eğitim süresi ile beklenen eğitim süresinden eğitim endeksi ve
satın alma gücü paritesine göre kişi başına GSMH’den (dolar olarak) gelir endeksi hesaplanmaktadır. Bu üç
endeksin aritmetik ortalaması ise İGE’yi vermektedir.

Gelişmekte Olan Ülkelerin Özellikleri

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) kalkınmanın çok boyutluluğundan yola çıkarak, ülkeleri İnsani
Gelişme Endeksine göre sınıflandırır.(2019)(2021)

İnsani Gelişme Endeksi, dört eşit gruba ayrılmaktadır.

IMF, Dünya Ekonomik Görünümü Raporlarında ülkeleri “ileri ekonomiler” ile “yükselen ve gelişen
ekonomiler” olmak üzere iki kategoride toplamaktadır.
Dünya Bankası ise 188 üye ülkeyi gelir seviyelerine göre dört gruba ayırmakta, sınıflandırma için, döviz
kurlarındaki hareketliliği dikkate alan bir yöntemle hesapladığı Gayrisafi Millî Hasıla’yı kullanılmaktadır.

Ekonomik özellikleri, temel makroekonomik özellikler ve sektörel özellikler başlıkları altında incelemek
mümkündür.

Gelişmekte olan ülkelerin makro ekonomik özellikleri, kişi başına gelirin düşüklüğü, gelir dağılımının
bozukluğu, tüketim harcamalarının yüksekliği ve tasarrufların yetersizliği, yatırımların azlığı, işsizlik
oranlarının yüksekliği ve belirsizliğin fazla olmasıdır.(2016)

Gelişmekte olan ülkelere ait GSYİH’nin sektörel dağılımına bakıldığında üretimin en belirgin yapısal özelliği,
GSYİH içerisinde tarım sektörünün payının yüksek olmasıdır.(2019) (2021)

Kaynakların düşük verimli tarım sektöründen yüksek verimli sanayi sektörüne aktarılması büyümeyi hızlandıran
bir faktördür. Gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik yapının diğer önemli bir özelliği, İhracat malları tarım ve
emek yoğun mallardan oluşurken, ithal edilen mallar sermaye (kapital) yoğun mallardan oluşmasıdır. Bu da cari
açık sorununa neden olmaktadır.

Kalkınma ile ekonomik yapının modernleştirilmesi yanında sosyal yapının da dönüşümünün sağlanması
amaçlanmaktadır.

Kalkınma açısından gelişmekte olan ülkelerin demografik özellikleri incelendiğinde, yüksek bebek ve çocuk
ölüm oranları ile ortalama ömrün kısa oluşu; beslenme ve sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğunu
göstermektedir, Genç nüfusun fazla olması, çalışan nüfusun ekonomik yükünün ağır olduğunu ve kentsel nüfus
artış hızının yüksek olması da kentleşme sorunlarını göstermektedir.(2021)

Gelişmekte olan ülkelerin kültürel özelliklerine bakıldığında, eğitim seviyesinin düşük olması ve okuma yazma
bilmeyenlerin nüfus içindeki oranı önemli birer gösterge olduğu görülmektedir. Diğer özellikler ise kültürel
yapıya geleneklerin hakim olması ve buna bağlı olarak kadınların toplum içerisinde ikinci plana itilmeleri, orta
sınıfın yok denecek kadar az olması ve çocuk işçilerin sayısının yüksek olması sayılabilir. Ayrıca; kurumsal
yapının, bilgiye ulaşmanın, kültürün, siyasal kültürün, sosyal sermayenin, ekonomik özgürlüklerin, çevrenin ve
cinsiyetin de kalkınma/büyüme sürecinde önemli rollerinin olduğu gündeme getirilmiştir.

Kurumsal olarak etkin ve etkili bir devletin var olması için politik kültürü oluşturan unsurların kalitesi
önemlidir. Bu anlamda, politik olarak istikrarlı bir siyasal yapının varlığı için, politik meşruiyete dayalı hükûmet
ve etkin muhalefet partilerinin yer aldığı, yasama gücünün hukuk devleti olmanın bir göstergesi olarak halkın
çıkarları ile uyumlaştırıldığı bir politik sistem şarttır. Böyle bir politik sistemin varlığının devamı için, güçler
ayrılığını destekleyici bir Anayasa ve bağımsız bir yargı sistemi zorunludur. Tüm bu şartları taşıyan istikrarlı bir
politik sistem, siyasal kararların kestirilebilirliğini ve meşruiyetini sağladığından, ekonomik gelişimdeki aktörlerin
faaliyetlerinin, gelişmeye açık bir iklim içerisinde sürdürülebilmesi de sağlanmış olacaktır.

Son dönemde yapılan çalışmalarda, ekonomik özgürlüklerin genişletildiği, diğer bir ifadeyle piyasa ekonomisi
kurallarının işler hâle getirildiği ülkelerde insanların daha yüksek yaşam standartlarına sahip olduğu, ekonomik
büyüme ve kalkınmanın daha hızlı gerçekleştiği ortaya konmuştur. Piyasa ekonomisinde ekonomik kalkınma,
ekonomik özgürlüklerin bir yan ürünü olarak ortaya çıkar. Hem ekonomik hem siyasal ve hem de sosyal
alandaki özgürlüklerin genişletilmesi kalkınma için gerekli şarttır.

Kalkınma Teorileri

Yapısal değişim yaklaşımına göre, üretim faaliyetleri, gelişmekte olan ülkelerde hâlâ önemli olan
birincil (tarım, ormancılık, madencilik vb.),
ikincil (imalat, inşaat vb.),
üçüncül (hizmetler) üretim faaliyetleri şeklinde sınıflandırılmaktadır

Birincil üretimin ulusal gelir içindeki payının azalması ile ikincil ve üçüncül üretimin ulusal gelirden aldığı
payın yükselmesi iki nedene bağlı olarak ortaya çıkar. Birincisi ünlü Engel Kanunu’dur (2021)
.Buna göre, birincil ürünlere yönelik talebin gelir esnekliği düşük iken, ikincil ve üçüncül ürünlere yönelik talebin
gelir esnekliği yüksektir.

Az gelişmişliği açıklamaya çalışan ve bu ülkelerin gelişmiş ülkelere dönüşmesi için geliştirilen öneriler,
geleneksel (Ortodoks) kalkınma teorileri ve heteredoks kalkınma teorileri alt başlıkları altında incelenir.
Kalkınma iktisadı literatürünün ana gövdesini geleneksel kalkınma teorileri oluşturur.

Bu geleneksel kuramlar,
Rodan’ın (1943) Büyük İtiş Teorisi,
Nurkse’nin (1952) Fakirlik Kısır Döngüsü Teorisi,
Boeke (1953) ve Lewis’in (1966) İkili Ekonomi Teorisi ve
Rostow’un (1960) Tarihsel Büyüme Aşamaları Teorisinden oluşmaktadır.(2018)(2017)

Chenery’ye göre, sanayileşme ekonomik yapıda üç ayrı değişmeye yol açar:


Birincisi, tüm sektörler içerisinde imalat sanayisinin göreli öneminde bir artış;
ikincisi, sanayi sektöründeki çıktının kompozisyonunda bir değişme
üçüncüsü ise her bir mal için üretim teknikleri ve arz kaynaklarında bir değişme.
Sanayi çıktısının kompozisyonu dikkate alındığında; sanayi ürünleri, yatırım malları, ara malları ve tüketim
malları olmak üzere üç gruba ayrılabilir.

Rodan (1943) tarafından geliştirilen Büyük İtiş Teorisi,(2021) az gelişmiş bölgelerin gizli potansiyellerinin
harekete geçirilmesinin önemine dikkatleri çekmektedir. Bu kapsamda, ekonominin birbirini tamamlayan birkaç
büyük sektöründe aynı anda büyük ölçekli yatırımlar ile başlatılan endüstrileşmenin yaratacağı büyük itiş ile
kalkınma başlatılabileceği belirtilmektedir.

Nurkse (1952) tarafından geliştirilen Fakirlik Kısır Döngüsü Teorisi,bir ülkeyi yoksulluk durumunda tutan sürecin
kısır bir döngüye benzediğini ileri sürer. Teoriye göre, göre az gelişmişliğin az gelişmişliğe yol açmaktadır.
kısır döngünün kırılabilmesi için dış yardımlar veya yabancı sermaye konusunu da önemsemektedir.

Boeke (1953) ve A. Lewis (1966 tarafından geliştirilen İkili Ekonomi Teorisi, az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerde iki farklı üretim ve organizasyon yapısının varlığına dayanır.
Kavramı ilk kullanan Boeke’ye göre; Sömürge altındaki Endonezya’da birbiriyle çatışan iki farklı ekonomik ve
toplumsal yapı söz konusudur.
Birinci olarak toplumda inançlarıyla ve değer yargılarıyla birbirinden oldukça farklı ilkelere göre işleyen iki farklı
kültür (yerli halkın kültürü ile kolonyalistlerin kültürü) vardır.
İkinci olarak yerli halk tarafından yönlendirilen geleneksel sektör ile koloniciler tarafından ithal edilen ve işletilen
modern, kapitalist sektör bir arada yaşamaktadır.
Lewis (1966) tarafından geliştirilen İkili Ekonomi Teorisi ise yerli geçimlik sektör ve modern endüstriyel ticaret
sektörünün bir arada bulunduğu (dual ekonomi) varsayımına dayanmaktadır.Tarım kesiminden transfer edilen
iş gücünün sanayi kesiminde istihdam edilmesiyle ekonominin üretimi artarken, tasarruf olanağı artacak ve
sermaye birikimi de hızlanacaktır.

Rostow (1960) Tarihsel Büyüme Aşamaları Teorisi ise tarafından geliştirilen , Karl Marx gibi tarihe alternatif
bir üniversal yorum getirmeye çalışmıştır. Büyüme aşamaları kuramı, ekonomik olduğu kadar siyasal bir teoridir.
Bu doğrultuda, her toplumun tarihsel olarak kalkınma sürecinde belli aşamaları geçerek kalkınacağını ileri
sürmüştür. Buna göre bu gününün gelişmiş ülkeleri geleneksel, geçiş, kalkış, olgunluk ve kitle tüketim
aşamaları olarak beş aşamayı geçerek gelişmiş ülkeler hâline gelmişlerdir.(2021)

Doğal olarak, ilk aşamada bulunan gelişmekte olan ülkeler birincil üretimde, daha sonraki aşamada bulunan
daha fazla gelişmiş ülkeler imalat malı üretiminde ve son olarak en son aşamada bulunan olgun gelişmiş
ekonomiler de hizmetler sektöründe, kaynaklarının daha büyük bir yüzdesini ayırmış olurlar. 1950’li ve 1960’lı
yıllarda geliştirilen kalkınma teorileri, az gelişmişliği yerel koşullar ile açıklama çabası içinde olmuşlardır.

Heteredoks kalkınma teorileri, kaynakların hangi oranda ve hangi sektörlere yönlendirilmesi gerektiğine ilişkin
görüşleri ileri sürer.
Dengeli büyüme stratejileri, bir ülkenin sahip olduğu kaynakları düzgün bir şekilde bütün sektörlere
yönlendirmesi ve kalkınmanın gerçekleşmesi için bütün endüstrilerin (sektörlerin) aynı anda ve kaynaklar
ölçüsünde harekete geçirilmesini ileri sürmektedir.
Dengesiz büyüme stratejileri ise kalkınmanın sağlanabilmesi için kaynakları aynı anda bütün sektörlere birden
yönlendirmenin kaynak israfı olduğunu ve bunun yerine birbirleriyle tamamlayıcılık ilişkisi olan bazı stratejik
sektörler belirleyip sınırlı kaynaklarla bu sektörlerin öne çıkarılması görüşünü savunmaktadır.

4.Ünite:Afrika: Güney Afrika Örneği


Siyasal Sistemin Şekillenmesine Etki Eden Dinamikler

Altın ve Elmasın Bulunuşu: Apartheid’a Giden Yol (1867-1948)

Elmas endüstrisi İngilizlerin kontrolünde olan Cape Kolonisinde ekonomik gelişmenin temel kaynağı olmuştur..

Güney Afrika’ da 1800’ ler sonrasında başlayan ülkeyi kontrol mücadelesi hangi iki beyaz grup arasında
olmuştur?Hollanda kökenli beyazlar ile İngiliz kökenli beyazlar (2021)

1902 yılında Cape Town’da Melez kökenli bir grup, Abdullah Abdurrahman önderliğinde Afrika Siyasal
Organizasyonu’nu kurdu..

Özellikle Hıristiyanlık ve eğitim İngiliz sömürgesinin getirdiği iki önemli değer olarak addedilmekteydi.(2021)
Bu sebeple İngiliz sömürgesinin sona ermesini istemelerinden ziyade ırk ayrımcılığı yapmadan herkesin eşit
haklara sahip olduğu bir toplum istiyorlar ve bu çerçevede sorunların diyalog yoluyla çözülebileceğine
inanıyorlardı.

Malan ve Afrikaans milliyetçiliğini savunan grup Malan liderliğinde Ari Ulusal Partiyi kurdu.
Malan’nın partisi Ulusal Parti seçimden galip çıktı ve bu resmi olarak Apartheid rejiminin başlangıcını ilan etti.
İktidarda olan Hertzog ve Smuts koalisyonu her ne kadar Malan’nın savunduğu etnik milliyetçiliği reddetse de
aslında onların da siyahlara yönelik politikası Malan’ın düşündüğünden farklı değildi

Apartheid’ın Kurumsallaşması (1948-1990) (2021)

Daha çok yasalarla uygulanan apartheid sistemi, 1950’lerdeki yapılan bir dizi düzenlemeyle resmî devlet
politikası olmuştur.. Apartheid’in ‘köşe taşı’ olarak kabul edilen Grup Bölgeleri Yasasıyla Güney Afrika
bölgelere ayrılarak her etnik grubun yaşayacağı bölgeler ayrı ayrı tespit edildi.

Bir yazar ve gazeteci olan Solomon T. Plaatje’nin Genel Sekreterliğine seçildiği Güney Afrika Yerli Ulusal
Kongresi, 1923 yılındaadını Afrika Ulusal Kongresi olarak değiştirdi.(2021)

Apartheid rejimi gerek kurumlarıyla ve gerekse toplumsal desteğiyle kendini sağlamlaştırmış, sahip oldugu altın
rezervleri ise ekonomik alanda ciddi bir büyümeye yol açmıştı. Apartheid’e karşı 1961 yılında ANC, (MK) adı
altında silahlı örgütlenmeyi başlattı.. Mandela, Mbeki, Sisulu gibi önde gelen ANC liderlerinin tutuklanması ve
yargılanması Güney Afrika siyasi hayatında çok meşhur bir siyasi yargılama sürecidir.

Siyah Bilinçlenme Hareketi olarak adlandırılan Steve Biko’nun siyasi hareketi ve başkanlığını yaptığı SASO
özellikle öğrenciler arasında taraftar buldu ve kısa bir sürede yaygınlaştı(2019)

16 Haziran 1976’da Soweto denilen ve daha çok siyahların yaşadığı bölgede yüzlerce lise öğrencisi Bantu
eğitim sistemini protesto için yürüyüş düzenledi.
Güney Afrika, Angola’yı 1975 yılında işgal etti fakat Kubalı askerlerin Angola’nın yardımına gelmesi sonucu
Güney Afrika geri çekilmek zorunda kaldı.(2021)
Apartheid’e karşı mücadele eden gruplar açısından ise 1960’lar silahlı mücadelenin başladığı yıllardı. 1961
yılında ANC, Umkhonto we Sizwe adı altında silahlı örgütlenmeyi başlattı.

Apartheid’in Sonu ve Demokrasiye Geçiş (1990-1994)

11 Şubat 1990 tarihinde De Klerk’in yaklaşık 27 yıldır hapiste olan Nelson Mandela’yı serbest bırakması,
Güney Afrika siyasi hayatında önemli bir dönüm noktası oldu.

Apartheid döneminde yıllarca bakanlık yapmış olan fakat reformlara açık bir eğilim gösteren De Klerk’in
devlet başkanı seçilmesi, Apartheid rejimi için sonun başlangıcıydı.(2021)... .
Bu defa şiddet olayları Apartheid rejimi ile ANC arasında değil, ANC ile Zulu kabilesinin partisi olan Inkhata
Özgürlük Partisi (IFP) taftarları arasında kendini gosterdi.

Demokratik Bir Güney Afrika İçin Kongre ( CODESA) adı verilen bu toplantılar daha sonra Güney Afrika’da
demokratik bir yapının kurulmasında kilit rol oynadı. CODESA toplantıları sonucunda oluşan uzlaşma sonrası,
22 Aralık 1993’te Geçici Güney Afrika Anayasası ilan edilmiştir.

Güney Afrika’daki ilk demokratik seçimler 27 Nisan 1994’te gerçekleştirildi VE Afrika Ulusal Kongresi (ANC)
seçimden zaferle çıktı.
Örneği daha once Şili ve Sierra Leone’de de görülen Gerçek ve Uzlaşma Komisyonu (TRC), Tutu’nun
başkanlığında 1996 yılında kurulmuş ve 2001 yılına kadar çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur.
TRC’nin temel görevi 1960 ile 1994 yılları arasında Güney Afrika’da meydana gelen insan hakları ihlallerini
araştırmak ve suç işleyenlerin eğer itiraf ederlerse genel aftan yararlandırılmasını sağlamaktı

1994 Sonrası: Mandela, Mbeki ve Siyasal Dönüşüm

Siyahların Ekonomik Kalkınması (BEE), siyahlara öncelik tanıyan işe alımlar ve siyahların sahip ya da ortağı
olduğu şirketlerin devletten daha kolay yatırım kredisi alabilmeleri gibi düzenlemeler Apartheid rejiminin geride
bıraktığı ekonomik dengesizliği gidermeye yönelik çalışmaların yalnızca bazılarıdır.

Sosyo Ekonomik Yapı

Her ne kadar ANC 1994 yılında iktidara geldikten sonra ‘Pozitif Ayrımcılık’ ve ‘Siyahların Ekonomik
Kalkınması’ (BEE) gibi bazı düzenlemelerle ekonomik gelir dağılımına müdahale etse de durum hâlâ eski
hâlini korumaktadır.

Güney Afrika toplumu sosyo-ekonomik açıdan Mbeki başta olmak üzere birçok kişi tarafından genellikle ‘iki
ulus’ olarak tanımlanmaktadır.

Yolsuzluk olaylarının yaşandığı diğer bir hükûmet birimi olan polis teşkilatı ise aynı şekilde inceleme
altındadır.. Bu konuda en iyi örnek devlet eski Başkan Yardımcısı Jacob Zuma’nın Ekonomik İşler Danışmanı
Shebir Sheik ile ‘genel bir yolsuzluk ilişkisi’ içinde olduğuna dair Durban mahkemesinin 2005 yılında vermiş
olduğu karardır. Durban en önemli ticaret limanıdır(2021)

Sosyal Güvenlik şu an itibarıyla Güney Afrika siyasetçilerinin çözüm üretmeleri gereken en temel sorundur.
Güney Afrika’da hâli hazırda en temel sorunlar evsizlik, eğitim, sağlık olarak sıralanmakta ve bu sorunlar daha
çok siyah halkı etkilemektedir.

Makroekonomik göstergeler açısından Güney Afrika ekonomisi Afrika kıtasındaki en gelişmiş market
ekonomisidir.

Afrika kıtasının arazi açısından %3’ üne sahip olmasına rağmen tüm kıtanın %40 endüstri ürününü ve GSMH’
sinin %25’ ini üreten devlet aşağıdakilerden hangisidir?(2021)

Güney Afrika’ nın sosyo ekonomik yapısı açısından aşağıdakilerden hangisi söylenemez? (2021)
Cevap: günümüzde ülkedeki gelir dağılımı hem beyazlar hem de siyahların yararına çalışmaktadır.

Uluslararası Sistem ve Güney Afrika


1948-1994 arası dönemi temsil eden Apartheid döneminde Güney Afrika’nın dış politikası tek kelimeyle
‘güvenlik arayışı’ olarak ifade edilebilir.

1948-1994 arası dönemi temsil eden Apartheid döneminde Güney Afrika’nın dış politikası tek kelimeyle
‘güvenlik arayışı’ olarak ifade edilebilir. Güney Afrika dış politikasının temel ilkesi insan hakları ve
demokrasiyi ilerletmek, siyasi, ekonomik ve kültürel olarak Afrika’nın yeniden dünya siyasetindeki yerini
almasını sağlamaktır.

Mbeki’nin 1997 yılında açıkladığı ve her geçen gün popülerlik kazanan Afrika Rönesansı tezi, Landsberg ve
Hlophe’ye (1999) göre Güney Afrika dış politikasının temel direğini oluşturmaktadır.

Güney Afrika’nın dış politikasına yönelik en büyük eleştiri onun Zimbabve’ye yönelik dış politika yaklaşımı
dolayısıyladır. Güney Afrika’nın ‘sessiz diplomasi’ adını verdiği Zimbabve dış politikası temel olarak,
Zimbabve’yi dışlamadan ülkedeki krizin çözümüne katkıda bulunmaktır. Güney Afrika bu çerçevede
Zimbabve’deki iktidar ve muhalefeti bir araya getirerek ülkedeki soruna ortak bir çözüm bulunmasını
önermektedir.

1995-1996 yıllarında Nijerya’daki askeri hükümetle ilişkilerdeki yanlış stratejiler bugün Güney Afrika’nın
Zimbabve ile ilişkilerinde neden bu kadar çekingen ve dikkatli bir yönelim sergilemeye çalıştığının temel
açıklamasıdır.

Güney Afrika’nın Mandela dönemindeki ikinci başarısız dış politika yaklaşımı, Lesotho’da 1998 yılında
askerlerin darbe tehdidine karşı Güney Afrika’nın bir nevi tek yanlı olarak oraya aceleyle bir grup asker
göndermesiydi.

Mandela’dansonra iktidara gelen Mbeki, bir yandan kendisinden önceki yapılan hataları tekrar yapmamak
ve bir yandan da tutarlı bir dış politika yaklaşımının temellerini atmak için işe koyuldu.
Güney Afrika’nın 2002 yılında Afrika Birliği’nin yeni bir isim ve yapı ile ortaya çıkması için çalışması ve NEPAD
adlı kıtasal bir ekonomik gelişme programının hazırlanmasında ortaya koyduğu çaba çok uluslu örgütlere
verdiği önemin göstergeleriydi.

Özet olarak, 1994 sonrası Güney Afrika dış politikasını üç döneme ayırmakta yarar vardır: Mandela Dönemi
(1994-1999), Mbeki Dönemi (1999-2008) ve hâlen devam etmekte olan Zuma Dönemi (2009-). Mandela
dönemi olarak adlandırabileceğimiz 1994-1999 yılları, Güney Afrika dış politikası için kilit bir dönem..

Siyasal Kurumlar ;Anayasal Meclis 490 kişiden oluşmakta ve 7 parti mecliste temsil edilmekteydi. Yeni anayasa
Mayıs 1996’da kabul edildi ve 4 Şubat 1997 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu anayasaya göre Güney Afrika
Cumhuriyeti çok partili bir parlamenter demokrasi olup, siyasi güç parlamento ile devlet başkanı arasında
paylaştırılmıştır.

Meclis ;Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Meclis, Ulusal Meclis ve Ulusal Eyalet Konseyi olmak üzere ikili bir
yapıdır. Ulusal Meclis 400 kişiden oluşur. beş yıllığına seçilir. Meclis ancak iki durumda feshedilebilir. Meclisi
feshetme yetkisi devlet başkanına aittir.
En yetkili meclis ;Ulusal Meclis yasaların hazırlanmasında ve yapımında yetkilidir. En yüksek yasal organ
olarak yasaları değiştirebilir, onaylayabilir ve reddedebilir. Ulusal Meclis kararlarını oy çokluğuyla alır.(2021)
Ulusal Eyalet Konseyi 90 kişiden oluşmaktadır.
Ulusal Eyalet Konseyi üç şekilde yasama yetkisine sahiptir.
İlk olarak; eyaletleri direkt olarak etkilemeyen fakat savunma, dışişleri ve adaletle ilgili kanun tasarılarında,
Ulusal Eyalet Konseyi, Ulusal Meclis gibi yetki sahibidir. Her iki meclis de bu tür bir kanun tasarısını
onaylayabilir, reddedebilir ya da değişiklik yapabilir.
İkinci olarak; eyaletleri direkt olarak etkileyen konularda Ulusal Eyalet Konseyi öncelikli olarak söz sahibidir.
Üçüncü olarak; Ulusal Eyalet Konseyi Anayasa değişikliklerinde kritik rol oynar.

Devlet Başkanı; Güney Afrika Cumhuriyeti’nde devlet başkanı hem hükümetin hem de devletin başıdır. Bu
çerçevede yasaların onaylanması, Anayasa Mahkemesi gibi bir çok devlet organına atama yapma ya da atama
yapılacak kişiyi tavsiye etme yetkisi ona aittir. Devlet başkanı ordunun başı olarak da görev yaptığı gibi, dış
politika yapımında en yetkili kişidir.
Yargı: Yüce Divan Mahkemesi ;Merkezi hükûmetin üçüncü ayağını oluşturan organ,. Anayasa Mahkemesi
anayasa’nın yorumlanması ve anayasal konularda karar verme konusunda en yetkili organdır. Anayasal olmayan
konularda Yüce Divan Mahkemesi en yetkili organdır.

Siyasal Partiler ve Siyasal Hayatın Gelişimi ;Demokrasiye geçtikten sonra Güney Afrika’da halk dört kez
sandık başına gitmiştir: 1994, 1999, 2004 ve 2009. Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) zaferiyle sonuçlanmıştır.

Güney Afrika siyasi hayatı üçlü ittifak denilen bir yapının önderliğinde şekillenmektedir.
ANC, Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) ve Güney Afrika Sendikaları Birliği (COSATU)’dan oluşan bu üçlü
ittifak her ne kadar 1990’ların başında ancak resmiyet kazansa da üçlü ittifakın temelleri 1985 yılında
COSATU’nun kurulmasına kadar gitmektedir.

Güney Afrika’nın 2002 yılında Afrika Birliği’nin yeni bir isim ve yapı ile ortaya çıkması için çalışması ve NEPAD
adlı kıtasal bir ekonomik gelişme programının hazırlanmasında ortaya koyduğu çaba çok uluslu örgütlere
verdiği önemin göstergeleriydi.

Güney Afrika siyasi hayatı üçlü ittifak denilen bir yapının önderliğinde şekillenmektedir.
Apartheid rejiminin sona ermesinden sonra gayriresmî olarak ülkeyi üçlü bir yapı yönetmektedir.ANC, Güney
Afrika Komünist Par- tisi (SACP) ve Güney Afrika Sendikaları Birliği (COSATU)’dan(2021) oluşan bu üçlü
ittifakın temelleri 1985 yılında COSATU’nun kurulmasına kadar gitmektedir.

1910’lu yıllarda Güney Afrika’ da daha çok Hint kökenli göçmenlerin yoğunlukta olduğu Natal bölgesinde
sivil direniş hareketlerini başlatan kişi kimdir? Cevap: gandhi(2021)

İngiliz Milletler Topluluğu ne zaman kurulmuştur?Cevap: 1870(2021)


1973 yılında aldığı bir kararla Apartheid rejimini “ insanlığa karşı suçlu “ ilan eden uluslararası
kurum/kuruluş aşağıdakilerden hangisidir? Cevap: BM Genel kurulu(2021)
Dünya Ekonomik Görünümü Raporu aşağıdaki uluslararası örgütlerden hangisi tarafından hazırlanmaktadır?
Cevap: Uluslararası Para Fonu(2021)

You might also like