You are on page 1of 257

"Bu kitap Bert Hellinger'in Aile Takımyıldızı Yönte m i n i ı ı kav­

'

ramlarının özünü tek bir kapsamlı cilt halinde sunuyor Jolııı'. •

un ulusal kavga sorunlarını anlama ve çözme konusu nda k i


özel yeteneği günümüz dünyasında çok gereksinilen bir kay­
naktır. Hem konuya yabancı olanların hem de bu konuda bil­
gili olanların çok yararlanabilecekleri bu kitap atasal soyumu­
zun iyileştirilmesine adanmış eserlere çok değerli bir katkıdır"
-Jamy Faust, Hellinger Bostan

"Bir meslektaşı olarak bu mükemmel kitabından ötürü John


Payne'i kutlarım. Bu kitap sadece Aile Takımyıldızları dünya­
sına çok derin bir giriş sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda
hepimize geçmişte ve şimdi gerçek dünyadaki karışıklıktan
nasıl etkilendiğimizi gösteriyor. Bu kitap uluslar ve ırklar ara­
sındaki çatışmaların kökenlerini gözler önüne seriyor ve bu
çatışmalara kalıcı çözümler sunuyor. "
- Dr. Bertold Ulsamer, The Art and Practice of Family
Constellations adlı kitabın yazarı

" Bu sadece bir başka sistemik aile takımyıldızı kitabı değildir;


ô, çok derin bir içgörü, bilgelik ve sevgi armağanıdır. John Pay­
ne'in ustalıkla seçtiği sözcükler ve yaptığı net açıklamalar
okurun bu sınırsı;z; matriks üzerinde derinlemesine düşünme­
sini kolaylaştırmaktadır. Payne okurlarını farklı derin doku­
lardan etkilenmeye ve onları paylaşmaya, insanın kendi ailevi
çatışmaları hakkında görmediği şeye bakmaya, sonra da diğer­
lerini dışlamayı sevgi ve şefkatle bırakmaxa davet etmektedir.
Yazarın saydamlığı sayesinde biz kendi sistemlerimizde­
ki, kültürlerimizdeki, uluslarımızdaki korku ve nefrete baka­
cak cesareti buluyoruz. Düşmanın, 'kötülük yapanlar'ın nef­
ret, öfke ilham eden ve daha fazla hor görmeye yol açan imaj-
larına bakacak cesareti . . . Hep birlikte bu nefretin nasıl bir bi­
rey ya da tüm bir toplum veya siyasi ideoloji üzerinde odak­
landığına -ve onları dışladığına- tanık oluyoruz. Sonra ÇQk de­
rin bir biçimde şifa bulmaya doğru götürülüyoruz. Payne'in
kitabı uzun zamandır bastırılmış olan ve 'çatışma alanları'nın
'bilgelik alanları 'na dönüşmesine yardımcı olabilecek, böylece
şaşırtıcı bir uzlaşmaya ve barışa katkıda bulunabilecek varo­
luş yollarını yeniden uyandırıyor.
John Payne bizi ifade edilenin bütününü dinlemeye ve
böylece hiçbir şey yapmaya, hiçbir şey söylemeye, hatta hiçbir
sonuca ulaşmaya yükümlü olmadığımızı anlayarak özgürleş­
meye davet ediyor. Uzun zamandır beklenen bu kitap için
kendisine çok teşekkür ediyorum. "
- Drindy AidaLinda Keller,
Bert Hellinger Enstitüsü Yöneticisi, Florida
BİREYLERİN, AİLELERİN
VE ULUSLARIN

İYİLEŞMESİ

John L. Payne

Çeviren:
Semra Ayanbaşı
Kitabın Orijinal Adı:
The Healing of Individuals, Families and Nations

Bu kitabın Türkiye'deki yayın hakları.


Akaşa Yayın Dağıtım Tanıtım Ltd. Şti.' ne aittir.

Copyright © 2005 Jon Payne

Dizgi: Bilginler
Kapak Basımı: Santra Ajans
Basım: Avcı Ofset
Cilt: Evren Ciltevi
Film: Güven Grafik

ISBN:975-6793-68-6

AKAŞA
Yayın Dağıtım Tanıtım Ltd. Şti
Lamartin Cad. No:40 Asma Kat Taksim - İstanbul
Tel: (0212) 235 99 73 - Faks: 235 99 70
www.akasa.com.tr

Birinci Basım
İstanbul, 2006
İÇİNDEKİLER

Giriş/ 6

Teşekkür/ 9

1. Bölüm: Sevgi Düzenleri/ 13

2. Bölüm: Hastalık/ 51

3. Bölüm: Olanı Görüp Kabullenmek / 71

4, Bölüm: Takımyıldızlar/ 87

5. Bölüm: 1 1 Eylül Görüntüleri / 171

6. Bölüm: Irk Ayrımının Mirası / 187

7. Bölüm: Soykırım - Biz Kimler İçin Yas Tutuyoruz?/ 205

8. Bölüm: Afrikalı Köleleri Onurlandırmak/ 219


9. Bölüm: Hindistan'a Bir Geçiş/ 225

10. Bölüm: Şükran ve Sahicilik/ 235

1 1. Bölüm: Kendi Aile Ağacınızı Yaratmak/ 247

Meditasyon/ 251

Biliş Alanı / 253

John Payne Hak.kında/ 255


GİRİŞ

Sevgili arkadaşım ve meslektaşım Annebiene Pilon tarafından


verilen Aile Takımyıldızları seminerine ilk kez 1 998'in sonun­
da, Rotterdam'da katıldım. Bu çalışmadan ilk kez haberdar ol­
duğumda epey kuşku duyduğumu itiraf etmeliyim, çünkü bu
"temsil etme"nin "rol oynama" dan nasıl farklı olacağını ya da
seminere katılan kişilerin hiçbiri beni ya da yaşam öykümü
bilmezken bu çalışma biçiminin nasıl yararlı olacağını anlaya­
mamıştım. Ancak, çok geçmeden, belli olaylarla ilgili net olgu­
ların dışında, öykülerimizin bu yeni ve heyecan verici modelde
hiçbir yerinin bulunmadığını öğrenecektim. Bu seminere ilk
kez katıldığımda sürecin derinliği, doğruluğu ve bir ailenin al­
tında yatan gerçek dinamiğin gözler önüne serilişi karşısında
çok şaşırmış ve biraz da korkmuştum. O sırada, girdiğim diğer
terapilerde ortaya çıkan bazı sorunlardan dolayı bir süredir
ebeveynlerimle konuşmuyordum. Zamanla, onlarla aramızda-·
ki uçurum kapandı ve ben bir kez daha iyileşme sürecini baş­
latabildim, bu kez bunu çok daha büyük bir içgörü, anlayış ve
şefkatle yapabildim. Çoğu terapist gibi, ben de işlevini hiç ya­
pamamış olarak gördüğüm bir aileden geliyordum ve hayatım­
da bir nokta gelmiş, bir terapist olma yoluyla aslında kendi ya­
şamıma çözümler bulmaya çalıştığımı açıkça görebilmiştim . .
Kendime karşı bu düzeyde dürüst olabilmem bana büyük bir
özgürlük getirmiş, başkalarına daha çok hizmet edebilmemi
mümkün kılmıştı.

6
1999'daki o ilk başlangıçlardan beri birçok semi nern lrn­
tıldım, ayrıca özel eğitim de aldım ve sonra ben yüzü a�kııı
Aile Takımyıldızı semineri verdim. Bu kendi içinde bir yolcu­
luk oldu ; bu beni her zaman derinden etkileyecek, cesaretlen­
direcek, ilham verecek, insan ilişkileri filemi ve Ruh hakkında
çok şey öğretecek bir yolculuktu. Ayrıca, bu derin çalışmayı
yaratan kişi olan tanınmış Alman psikoterapist Bert Hellin­
ger'in adını etmeden Aile Takımyıldızları çalışmasından söz
edemem. Onun kitapları ve seminerleri benim için büyük bir
ilham kaynağı olmuş ve insan ilişkileri filemindeki serüveni­
min temelini oluşturmuştur.
Bu kitabı yazmaktaki amacım, neyin doğru olduğuyla il­
gili günlük algılarımızı, sınırlayıcı, yıkıcı yaşam kalıplarımıza
ve hastalıklarımıza neyin neden olduğuyla ilgili varsayım ve
analizlerimizi aşan bir dünyaya bakışımı sizlerle paylaşmak­
tır. Bu kitabı okurken kendinizi sadece bir birey olarak değil,
bir ailenin, bir etnik grubun, bir ulusun daha büyük Ruhu 'na
ait birisi olarak görmeye başlayacak ve bunların her birinin
sadece hayatımızı yaşama biçimimizi değil, duygusal, fiziksel
ve ruhsal sağlığımızı ve esenliğimizi de doğrudan etkilediğini
'anlayacaksınız. Sizleri bu kitapta anlatılan her bir öyküye
� aman ayırmaya, bunlara verdiğiniz fiziksel ve duygusal tep­
kileri gözlemlemeye davet ediyorum, çünkü ben bedenin asla
yalan söylemediğini öğrendim ve kendi öykünüzün büyük bö­
lümünü bu şekilde keşfedebilirsiniz .
Bu çalışmanın çok basit bir biçimde gözler önüne serdiği
şey, duygularımızın aslında kendi duygularımız olmayabile­
cekleri, bizim kendi Ruhumuz 'un özüyle temasta olmak yeri­
ne başkalarının kaderine dolanmış, onların hayatlarını yaşıyor
olabileceğimizdir. Hem deneyimli psikoterapistler, hem de ge­
leneksel şifacılar bu çalışmanın etkililiği ve verimliliği karşı-

7
sında hayrete düşmektedirler. Benim amacım size bu çalışma­
,
y.ı psikoterapik jargondan yoksun bir biçimde sunmaktır ki
böylece bu çalışmanın daha büyük anlamı içgörüler arayan
herkes tarafından hissedilip deneyimlenebilir.

Sevgiyle,
John L. Payne

8
TEŞEKKÜR

Önce, Aile Takımyıldızı çalışmasını kendi Ruhu'ndan bir ar­


mağan olarak dünyaya sunmuş olduğu için Bert Hellinger'e
teşekkür etmeliyim. Onun aile dinamikleri dünyasına ve insan
ilişkileri alanına yenilikçi ve öncülük edici yaklaşımı insan so­
runlarının en karmaşığına hızlı çözümlerin bulunabileceği ye­
ni bir devri getirmiştir. İkinci olarak, Hollanda'dan sevgili ar­
kadaşım ve bu çalışma alanında profesyonel ve son derece ba­
şarılı olan Annebiene Pilon 'a teşekkür etmek isterim. Danış­
manlığından, öğretmenliğinden, desteğinden, sevgisinden ve
dostluğundan ötürü ona borçluyum. Ayrıca, içgörülerime ve
deneyimime çok katkıda bulunmuş olan iki öğretmene ve mes­
lektaşa teşekkür ederim: Peter Adriaan de Vries ve Gabrielle
Borkan. ABD, Florida'daki Bert Hellinger Enstitüsü 'nün yö­
neticisi Drindy Keller'in adını özellikle anmak isterim. Bana
birçok kapı açtığı, sevgisi, dostluğu ve desteği için ona teşek­
kür ederim. Ayrıca, kendi alanında çok derin ve başarılı bir
öğretmen, sevgili bir dost, kusursuz bir danışman ve birçok ki­
�iye ilham veren Hilda de la Rosa'ya minnettarlığımı ifade et­
mek isterim. Teşekkürler, Hilda!
Çalışmamı birçok değerli biçimde desteklemiş olan öğren­
cilerime, arkadaşlarıma ve iş arkadaşlarıma da özel olarak te­
�ekkür etmeliyim: Bana büyük bir cömertlik göstermiş . olan
1 lilda de la Rosa, Colleen Joy-Page, Robert Howes, Frauke
Mascali, ayrıca Verity Meyer, Di du Preez, Allyson Logan, Jo­
rıathan Atkinson, Rashnee Parhanse, Karin Huyssen, Pam

9
Roux, Lorato Scherpenhuizen, Karen Lange, Bev Moss, Dr.
Newton Kondaveti, Dr. Lakshmi Kondaveti, Dr. Delia Robert­
son, Winnie Kyriakides, Sonja Simak, ayrıca Johannesburg'
daki Metafizik Akademisi 'nden birçok danışanım ve öğ°iencim.
Hepinize teşekkürler!
Son olarak da yaşam boyu arkadaşım ve en iyi dostum
Willie Engelbrecht'e en derin minnettarlığımı ifade etmek is­
terim. Tüm desteğin için ve benim kendime inanmadığım za­
manlarda bile bana inandığın için sana teşekkür ederim. Sen
benim yaşamımda bir ışık oldun!

Sevgiyle,
John L. Payne

10
Annem

Lourdes Clemencia Bebeagua 'nın

Anısına

1934 -2004
Cebelitarık

11
1

SEVGİ DÜZENLERİ

Sevgi Düzenleri terimi Aile Takımyıldızları uygulaması bo­


yunca gözlemlenmiş olan doğal bir hiyerarşiyi tanımlar. Biz
sadece bir aile sistemine değil, ayrıca gruplara ve uluslara da
kimin ait olduğunu, kimin olmadığını bildiren belli- bir düze­
nin bulunduğunu gözlemledik. Bireylerle çalışırken, her biri­
mizin üç vicdan düzeyine sahip olduğumuzu gözlemliyoruz:
Birincisi, bireyler olarak sahip olduğumuz ve bize neyin doğru
neyin yanlış olduğunu, sorumluluklarımızı bildiren ve belli ko­
�ullara karşı tepkilerimizi belirleyen vicdandır; ikincisi, biz
bağlantıları ve etkisi bfrçok kuşağı kapsayabilecek biyolojik
ail emizin ortak vicdanını taşırız; ve son olarak da -Yahudi, Af­
rikalı, Xhosa, Zulu, Beyaz , Siyah, Esmer, Müslüman, Hindu,
Katolik, Protestan, İngiliz , Alman, İ skoçyalı vb . gibi- etnik ve
ıı lusal gruplarımızın vicdanını paylaşırız .
Aile Takımyıldızları süreci esnasında danışanlarla çalış­
mamızı gözlemlerken, bazı ailelerde Sevgi Düzenleri bozuldu­
gunda yadsınamaz ve neredeyse ölçülebilir bir etkinin ortaya
<;ıkmış olduğunu görürüz. Sevgi Düzenleri kimin önce geldiği­
ııi, ondan sonra kimin geleceğini belirler ve büyük-ebeveynler­
dı•n ebeveynlere ve onlardan da çocuklara doğru akan doğal
lı i r sevgi akışını tanımlar. Bu düzenler sayısız kuşağı kapsar,
ııına gözlemlerimize dayanarak onların en büyük etkiyi üç ila
wdi kuşak içinde yaptıklarını söyleyebiliriz. Peki, Sevgi Dü-

13
'Bireykrin, .91.ikkrin ve 'Ufusfarın 'İ.y ifeşmesi
zenleri nasıl bozulurlar? Bu kadim düzenler kimin o düzene
ve nasıl ait olduğunu belirlediklerinden, bireyler ya da gruplar
-kasten ya da aile üyeleri bir başka aile üyesinin zor k!lderini
benimseyemedikleri için- dışlandıklarında bu düzenler bozu­
lurlar. Sevgi Düzenleri'nin en önemli prensibi ebeveynlerin
çocuklarına yaşam vermeleri ve çocukların o yaşamı almaları­
dır. Dolayısıyla, bir çocuk -kaç yaşında olursa olsun- kendisini
anne ya da babasının üzerinde ya da onlara eşit bir konuma
yerleştirdiğinde, Sevgi Düzenleri'nin doğal akışı açısından bu­
nun sonuçlarıyla karşılaşır. Böyle bir konumlandırmanın ço­
cuğa ödettiği bedel genellikle yıkıcı yaşam kalıpları olarak or­
taya çıkar.
En sık görülen bozulmalara bir ebeveynin ya da büyük­
ebeveynin erken ölümü, bir çocuğun ölümü, düşükler, kürtaj­
lar, bir bireyin ailesi tarafından "yüzkarası" olarak dışlanma­
sı, bir cinayet ya da vuku bulmuş diğer adaletsizlikler neden
olur. Tüm bu olaylar -üç, dört ya da beş kuşak önce vuku bul­
muş olsalar bile- bugün de hissedilebilirler ve gözlemlere göre,
bunlar yaşamımızda derin kalıntısal bir etki yaparlar. Bu ka­
dim Sevgi Düzenleri ile karşılaştıklarında, deneyimli terapist­
ler bu yeni kavram içinde çalışmanın etkililiği ve verimliliği
karşısında şaşırmakla kalmaz, ayrıca danışanları için daha ön:
ce bulamadıkları yeni çözümler bulmalarını sağlayan bu yeni­
likçi ve taze yolda çalışmanın gücü karşısında saygıyla eğilir­
ler.
Sevgi Düzenleri'ne daha yakından baktığımızda, gelenek­
sel psikoterapinin ötesinde bulunan ve eşiği geçip Ruh'un ha­
kimiyet bölgesine yönelmemizi sağlayan bir aleme gireriz ..
Ruh, doğası gereği, her şeyi eşit görür ve her şeyi kapsar, hiç­
bir şeyi dışlamaz . Ruh'un kalbinde, olanı olduğu gibi kabul ve
tasdik ediş vardır. Bu sevginin esası, temeli ve gücüdür. Bu

14
Sevgi 'Düzenferi
sevgi doğasıyla, biz başkalarının kaderine dolanmadan o ailPyP
ait olacak şekilde özgürleşir ve böylece yıkıcı yaşam kalıpları
yaratması açısından bize zarar verebilecek olan ortak vicdan­
dan özgürleşiriz. Doğal Sevgi Düzenleri 'ndeki bozulmaların
çözümleri ailemizin (ya da ulusumuzun) her bir üyesini, ko­
şullara bakmayarak (onların güçlü ya da zayıf, dostça ya da
kavgacı, zihinsel veya fiziksel olarak sakat, intihar etmiş ya da
çok genç yaşta ölmüş olduklarına bakmayarak), o aileye eşit
derecede ait olarak görmekte yatar. Sevgi Düzenleri'ni onar­
mak için, o kader ne kadar ağır olursa olsun ailemizin (ya da
ulusumuzun) her bir üyesinin kaderine izin vermemiz ve ona
saygı göstermemiz gerekir, çünkü her birey sadece kaderi ta­
rafından değil, bu kadere karşı taşıdığı sorumluluk tarafından
da güçlendirilebilmelidir. Tekrar tekrar gözlemlediğimiz şey
şu ki, yıkıcı yaşam kalıpları -ister fiziksel hastalıklar, isterse
ilişkilerde zorluklar olarak ortaya çıksınlar- hem Sevgi Düzen­
leri 'ndeki bozulmaya, hem de bazı bireylerin bir başkasının
kaderini, o kaderi kişiye bırakmak yerine kendi kaderleri ola­
rak üstlenmelerine atfedilebilir. Çoğu kez, Aile Takımyıldızla­
rı oluşturma yoluyla Sevgi Düzenleri 'ni onarmak için çalışır­
ken, danışan-kişi başkalarının kaderine dolanmış olduğunun
bilinçli olarak farkında değildir, ama bir takımyıldız çalışma­
sıyla bu durum ortaya çıktığında, danışan gizli bağlılıklarının
farkına varır ve onları bilinçli olarak savunmaya başlar.
Sevgi Düzenleri sıradan ailelerin içinde nadiren bozulma­
dan kalır. Bir ailenin üyeleri Sevgi Düzenleri'nde bir bozulma­
ya neden olduklarında -bu çoğu kez bilinçsizce yapılmış veya
ona bilinçsiz bir biçimde tepki gösterilmiş ve bu durum kabul
ve tasdik edilmemiş olsa da- bunun farkındalığı ailenin vicda­
nından ya da Ruh'tan öylece silinip gitmez ; o olduğu gibi kalır.
Eğer bir birey bir aileden haksız bir biçimde dışlanmışsa, bir-

15
'Bireyferin, Jf.ifeferin ve 'Ufusfarın 'İ.y ileşmesi
kaç kuşak sonra olsa bile, bir başka aile üyesi -ifade edilmeyen
bir bağlılıkla- benzer bir kaderi yaşayarak denge ve düzeni ye­
niden kurmaya zorlanacaktır. Aynı şekilde, diğer gry.pların
kurbanı olmuş olan uluslar ya da ulusal ve etnik gruplar o ilk
suçluları (onları kurban edenleri) taklit etmeye başlarlar. Kur­
banlar ve suçlular birbirleriyle aynı kaderi paylaşırlar ve kur­
ban bir biçimde yadsındığında ya da dışlandığında, suçlu da
dışlanır -ona insandan daha aşağı bir statü verilir- bu da ge­
lecek kuşakları kurbanın ya da suçlunun kaderini kendi ka­
derleri olarak üstlenmeye zorlar. Biz bir suçluya baktığımızda,
o bireyin katil ya da suçlu olduğu zamanın o anında olandan
çok daha fazla şey içerdiğini hatırlamalıyız . O tek bir olaydan
çok daha büyük bir varlıktır ve onun kim olduğunu tanımla­
yan şey tek bir olay değil, varlığının bütünüdür. Bu konuda
bazı örnekler vereceğim:

Bir danışanım, Hıristiyan bir ailede yetişmiş olmasına rağ­


men, içinden gelen bir itilimle dinini değiştirip Musevi olmaya
karar vermişti. Aile tarihini araştırdığımızda, onun büyük-bü­
yükbabasının Yahudi bir kadın uğruna karısını terk ettiğini
ve ondan bir çocuğunun olduğunu öğrendik. Annesinden ötü­
rü Yahudi olan bu çocuk danışanımın büyükbabası tarafında11;
bir kardeş olarak kabul edilmeyerek dışlanmış, aynı şekilde
danışanımın ailesi tarafından bir amca ya da büyük-amca
olarak kabul edilmemişti. Bu dışlama Sevgi Düzenleri 'nde bir
bozulmaya yol açar; ancak, Ruh 'un doğası her şeyi dahil et­
mek, hiçbir şeyi dışlamamak ve her şeyi eşit görmek olduğun­
dan, danışanım büyük-amcasının kaderini paylaşmaya ve Hı­
ristiyan bir aileye aitken Museviliği seçmenin sonuçlarına kat-·
lanmaya zorlandığını hissetmişti.

Bu şekilde, biz çocuklar olarak (ve kendi çocuklarımız

16
Sevgi 'Düzenferi
da) , atalarımızın enerjilerini ve duygularını üstlenir, hııyııtı­
mızı biz unutulmuş ya da bir biçimde dışlanmış olan bel li bir
atamızmışız gibi yaşarız. Şimdiye dek en yaygın dolanmanı n
(başkasının kaderine dolanmanın) ve Sevgi Düzenleri 'nin bo­
zulmasının bir ailede bir ebeveynin ya da çocuğun erken ölü ­
mü durumunda vuku bulduğunu gözlemledik. Bir birey vak­
tinden önce, genç yaşta öldüğünde, geriye kalan aile üyeleri­
nin o kişinin kaderini kabullenmeleri çok zordur; bu özellikle
küçük çocuklarını kaybeden ebeveynler ya da bir ebeveynini
yitiren küçük bir çocuk için geçerlidir. Biz ölmüş yakınlarımı­
za bakamadığımızda ve onları tam olarak kabullenemediği­
mizde, ölenler de dışlanmış olurlar, çünkü onların kaderi red­
dedilmiştir. Kader Ruh'un bir meselesidir.

Bir danışanım sık sık intihar etme duygusuyla mücadele etti­


ğini ve ruhsal gerçeği tüm yaşamı boyunca aradığını bildir­
mişti. Onun ailesi üzerinde çalışırken, annesinin kız kardeşi­
nin doğduktan birkaç saat sonra öldüğünü öğrendik. Bebeğe
bir isim verilmemiş, bir cenaze töreni yapılmamış, ondan asla
söz edilmemiş, bu aile içinde açıkça bir tabu konu olmuştu.
Danışanım takımyıldızını oluştururken, ölmüş çocuğun tem­
silcisine bakar bakmaz ağlamaya başladı ve "Sanki tüm yaşa­
mım boyunca onu aramışım gibi hissediyorum" dedi. Ayrıca,
şimdiye dek sırf yaşadığı için suçluluk duymuş olduğunu ve
şimdi bunun nedenini açıkça anladığını da bildirdi.

Danışanım ölmüş çocuğu bir biçimde temsil etmeye ve


hayatta tam olarak bulunmayarak, deyim yerindeyse, bir aya­
(,11 mezarda bulunarak o çocuğun kaderini paylaşmaya zorlan­
mıştı. Bir çocuk öldüğünde, çoğu kez ebeveynleri o çocuğa ba­
kamaz ve onu kendi çocukları olarak kabullenemezler, böylece
o çocuk aileden dışlanmış olur. Böyle durumlarda, dört ya da

17
'.Bireyferin, 5'1.ifeferin ve 'Ulusfaruı 'İ.yifeşmesi
beş kuşak sonra bile, bunun etkisi hissedilebilir ve daha son­
raki kuşakların çocukları ve torunları o çocuğun kaderini bir
biçimde, eylem yoluyla ya da duyguları taşıyarak payl�şmaya
zorlandıklarını hissedebilirler. Çoğu kez, ruhsal gerçeği ya da
"bir şeyi " tüm yaşamları boyunca aramış olduklarını bildiren
danışanlarım aslında geçmişte ölmüş ve unutulmuş birini ara­
maktadırlar.
Peki, biz Sevgi Düzenleri ile nasıl çalışıyor ve ortaya çı­
kan bilgiye nasıl erişiyoruz? Bunu "Biliş Alanı" dediğimiz şeyi
kullanarak yapıyoruz.

Biliş Alanı
Aile Takımyıldızı çalışmasında biz aile üyelerimize ve ataları­
mıza vekalet eden temsilciler kullanırız; işte o zaman Biliş
Alanı dediğimiz o görünmeyen mevcudiyetle temas kurarız. O
zaman temsilcilerin temsil ettikleri bireylerin bilgilerine ve
duygularına erişebildikleri bu fenomenle karşılaşırız. Bu, tem­
silciler için kendi başına güçlü ve yaşam-değiştirici bir dene­
yim olabilir; onlar temsil ettikleri bireyin kişiliği ve yaşam ko­
şulları hakkında çok az şey bilerek ya da hiçbir şey bilmeyerek
bir başkasının yerine geçer ve o kişi "olurlar. "

Bir takımyıldız çalışması sürecinde, bir temsilciden danışanı­


mın büyükbabasını temsil etmesini istedim. O biliş alanında
yerini alır almaz, bir ayağını kaldırıp diğer bacağının diz kıs­
mının arkasına koyarak tek ayak üzerinde durdu. Danışanım
bu görüntü karşısında hayretler içinde kalarak, "Büyükbabam
Birinci Dünya Savaşı'nda bir bacağını kaybetmişti! " dedi.

Aile Takımyıldızları'nda ilk kez yer alan kişiler hem önle­


rinde gelişip gözler önüne serilen durum karşısında, hem de
onlardan tamamen yabancı birini temsil etmeleri istendiğinde

18
Sevgi 'Düzenleri
genellikle yoğun olarak yaşadıkları deneyimleri yüzünden çok
şaşırır, derinlemesine etkilenir ve bir biçimde değişirler. Bu
çalışmayı ilk kez duyanlar ona çoğunlukla kuşkuyla yaklaşır,
hatta inanmazlar, bazıları bunun gerçekten mümkün olup ol­
madığını merak ederler, bazıları da temsilcilerin danışan-kişi
için bir şifa ya da çözüm yaratma gereksinimiyle davrandıkla­
rını varsayarlar. Ancak, bazen bir temsilcinin hissettiği ve ifa­
de ettiği şey sevecen olmaktan çok uzaktır ve temsilcilerin hiç­
birinin duyguları önceden tahmin edilemez. Ben sık sık danı­
şanlarımdan temsilciler hakkında şöyle bildirimler duyarım:
"Bu tıpkı benim erkek kardeşim gibi konuşuyor, bu onun söy­
leyebileceği bir söz . " Bunun nasıl meydana geldiği bir gizem
içerir, çünkü temsilcilerin psişik olarak yetenekli olmaları ge­
rekmez, onlar bir seminere katılan sıradan kişilerdir. Biz, tek­
rar tekrar, danışanların temsil edilen duyguların, tutumların
ve olayların gerçekliğini doğruladıklarını işitiriz. Bir biçimde,
temsilciler ya aile Ruhu'nutı enerjisini massetmekte ya da o­
nun bir parçası olmaktadırlar -ki bu bile kendi başına çok şa­
şırtıcı bir durumdur- ama bu çalışmanın asıl gücü onun gize­
minin ortadan kalkmasından, olanı kabullenmekten ve temsil­
ciler vasıtasıyla ifade edilen Biliş Alanı'nı kullanarak kaosa
düzen ve uyumsuzluğa çözüm getirmekten kaynaklanır.

Biliş Alanını Oluşturmak

Biliş Alanı'nı oluşturmanın belli bir yolu ve yöntemi yoktur, o


danışanın ailesi veya yaşamındaki bir sorun üzerinde çalışma
niyetiyle ya da terapistin bu şekilde çalışma niyetiyle doğar.
Çoğu durumda, danışan seminer katılımcıları arasından tem­
si lciler seçer ve onları takımyıldızı alanına kendisi için anlam
taşıyan bir duruş düzeniyle yerleştirir; bu yerleştirim ailesinin

19
'Bireylerin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
ona nasıl bir duygu verçliğinin bir görüntüsünü temsil eder.
Ancak, bazen terapist rasgele birisini seçerek, büyük-ebeveyn­
lerin ya da diğer daha uzak aile üyelerinin temsilcilerini bu
alana sokarak takımyıldıza katkıda bulunur. Seçilen .birey ne­
redeyse anında öykünün bir parçası olur ve onunla ilişkili duy­
guları hissetmeye başlar. Sık sık, çoğunlukla hissettiği bir ön­
seziyi sınamak için, terapist ona kimi ya da neyi temsil edece­
ğini söylemeden bir temsilci seçer. Sonuçlar aynıdır: Diğer
temsilçiler bu yeni seçilen temsilciye tepki gösterirler ve bu
temsilci de tüm duygularla birlikte o takımyıldızın bir parçası
olur, orada bulunmasalar da gerçek aile üyelerinin bildikleri
bilgiye ve duygulara aynı şekilde erişir.
Bu fenomeni anlatmak onun nasıl işlediğini açıklamaz ,
bu sadece, gözlemlenmiş olanın ve Biliş Alanı içinde çalışma­
nın yararlarının bir betimlenişidir. Çok açık olan şey şu ki,
hem terapist hem de seminer katılımcıları gizeme teslim ola­
bildiklerinde, olanı olduğu gibi kabullenebildiklerinde, o za­
man bu çalışmanın tüm yararlarından ve gücünden yararla'na­
b'iliriz ; o zaman şaşkınlıktan kurtulur, durumu olduğu gibi ka­
b\.!-llenir, bu çalışmanın böyle olduğunu ve işe yaradığını kabul
.
�deriz. En uygun tutum, Biliş Alanı 'nın kendimizden çok daha
bö.yük bir şeye ait olduğunu ve ona yardımcı olmak için onu
akli olarak anlamamızın gerekmediğini bilerek saygıyla geri
çekilmektir.

Biliş Alanının İfşaatları

Biliş Alanı, sadece, bir aile içinde mevcut olan enerjileri gözler
önüne serer, o belli olaylar için olgular ya da kanıtlar oluştur- ·

mak amacıyla kullanılamaz. Ancak, çoğu kez bir aile takımyıl­


dızıjçinde ortaya çıkan, ama danışan tarafından o zamana dek

20
Sevgi 'lJüzenferi
bilinmeyen aile sırları ya da olaylar daha sonra doğrulanır. Bi­
liş alanıyla çalışırken bir ailenin tüm üyelerinin birçok kuşağı
kapsayan birbirine-bağlılığının çok farkında olmamız gerekir.

Bir takımyıldız çalışması esnasında, dan ışanımın temsilcisi


bir okul arkadaşının bir kaza sonucu ölümü yüzünden sarsıntı
geçirmiş, kaza sahnesini yeniden yaşamıştı. Danışanım da
benzer duygular yaşadığını, ama vuku bulan kazayı hiç hatır­
lamadığını bildirmişti. Ebeveynleriyle konuştuktan sonra, da­
nışanım o kazaya tanık olanın kendisi değil, erkek kardeşi ol­
duğunu açıklamıştı.

Bu örnek, olayların "enerjileri"nin nasıl birçok kişi tara­


fından hissedilebileceğini, ama ,olguların çarpıtılabileceklerini
ya da çok doğru olabilecekleri�i, bir başkasına, hatta aynı aile­
nin tamamen farklı bir kuşağına ait olabileceklerini göster-
ınektedir. Biliş Alanı'nı bu şekilde kullanmak güvenilmez bir
şey midir? Evet, tek güdümüz olguları aramak olduğunda, bu
h'Üvenilmez bir şeydir, eğer güdümüz uyumsuzluğa çö­
züm bulmaksa, varsayımlarda bulunmadığımızda, Biliş Alanı
hrivenilir, sınanabilir olur. Ancak, tüm bunları söyledikten
sonra, Aile Takımyıldızlarinda bize sık sık gösterilen bilinme­
yen olguların daha sonra doğrulandıklarını da söyleyebiliriz.

Afrikalı bir danışanım oğlunun depresif yapısı ve sorun yara­


lan, sık sık saldırganlaşan davranışından ötürü üzülüyordu.
Takımyıldızı oluşturduğumuzda, oğlunun temsilcisi babasına
suçlayan bakışlarla baktı. Danışanım kocasının Angola sını­
ruıdaki anti-terörist mücadelenin bir parçası olarak orduda·
lı izmet ettiğini açıkladı. Bu bilgiyi alınca, katılımcıların için­
ıll'n üç kişiyi Angolalıları temsil etmeleri için seçtim, bunlar­
ı/an biri. hemen ölmüş gibi yere yattı. Danışanımın oğlunun
ll'lnsilcisi Angolalılarla birlikte durmaya, onların kaderini

21
'Bireyferin, J'Lifeferin ve Vlusfann 1yifeşmesi
paylaşmaya zorlandığını hissederek salonun karşı tarafına,
onların yanına geçti. Babanın temsilcisi ise Angolalılara baka­
mıyordu, oğlunun onlarla birlikte durmasına sinirlemrıişti ve
başka bir yöne bakıyordu.

Bu takımyıldız babanın gaddarca davranmış ya da savaş


suçları işlemiş olduğunu kanıtlamamakta, ama babanın şu ya
da bu biçimde deneyimleriyle uzlaşamamış, " düşman"ı ve ola­
ya kendi katılımını bir biçimde dışlamış olduğunu göstermek­
tedir. Oğulun Angolalıları temsil etmeye zorlanması "yadsı­
nan ya da dışlanan herkesin bir başkası tarafından temsil edi­
leceğini " bildiren Sevgi Düzenleri'ne tanıklık eder. Bunun çö­
zümü oğulun babasıyla birlikte durup, "Baba, bunu saygıyla
sana bırakıyorum, " ya da " Geçmişinde her ne olmuş olursa ol­
sun, sen hala benim babamsın ve ben hfila senin oğlunum, " di­
yebilmesidir. Bu basit ancak çok güçlü cümleler " İyileştirici
Cümleler" olarak bilinirler.

İyileştirici Cümleler
İyileştirici Cümleler Ruh'un dilidir. Onlar basit, gerçeği ifade
eden, olanı kabul ve tasdik eden cümlelerdir. İyileştirici cüm­
lelerin gücü basit ve sade oluşlarında yatar, onlar bizi öykü­
den ve kanıdan uzaklaştırıp, yadsınamaz olanı basitçe bildirir­
ler. Yıllar içinde, Aile Takımyıldızlarını düzenleyen terapistler
iyileştirici etki yaptığı kanıtlanan standart iyileştirici cümlele­
ri -ortaklaşa ve bireysel olarak- geliştirmişlerdir. Ancak, za­
man zaman, Biliş Alanı bize uygun cümleyi bildirir ve sağlar.
Bu, terapist zihnini boşaltıp, beklentiyi ve herhangi bir şey.i
onarma gereksinimini bırakıp, aileye karşı derin bir saygıyla
açık kaldığında ortaya çıkar. Bu nötr yaklaşımla, terapist çoğu
kez biliş alanının ifade ettiği sözcükleri duyabilir ve zaman za-

22
Sevgi 'Düzenleri
man da bu sözcükler bir temsilci vasıtasıyla spontane lıir lıi
çimde ifade edilir. Psikodrama uygulaması ile Aile Takımyıl­
dızlarında iyileştirici cümlelerin kullanılması arasında çok lıiı­
yük bir farklılık vardır. Bu çalışmanın esası basit gerçektir ve
olanı kabul ve tasdik etmektir, oysa psikodrama, çoğu psikote­
rapi gibi, çoğunlukla -basit gerçekleri görmezden gelen ve ne
yararlı ne de iyileştirici olan bir realite görüşü yaratan- öykü­
ler yaratma ve onlara saplanıp kalma eğilimindedir.
İ şte danışanların ve onların aile sistemlerinin içinde iyi­
leştirici bir hareket yarattığı gözlemlenmiş olan bazı tipik iyi­
leştirici cümleler:

Bir erken ölümü durumunda

Burada kalamamış olman ne kadar acı, çünkü seni çok


özledim.
Eğer ben burada kalırsam bana şefkatle bak.
Eğer hayatı senin şerefine, dolu dolu yaşarsam benden
razı ol.
Beni sabırla bekle, uygun zamanım geldiğinde sana gele­
ceğim, ondan bir an önce değil.

Senden ayrılmak çok zordu; sana artık bakamıyordum.


Şimdi bir kez daha, erkek kardeşine bir yer verdiğimiz­
den, artık seni görebiliyoruz.

Bir durumunda

Aramızda durumun böyle gelişmesi çok yazık. Aramızda


iyi olmuş olan her şeyi alıyor ve ona kalbimde bir yer veri­
yorum,

23
'Bireylerin, .91.ifeferin ve 'lfusfarın 1yifeşmesi
Senin çocuklarımızda yaşadığını gördüğüm yanına saygı
duyuyorum.
Babanın sende yaşadığını gördüğüm yanına saygı duyu­
yorum, sevgili Oğlum ve bunu görmek güzel bir şey.
Çocuklarımız armağanından ötürü sana teşekkür ederim;
sen olmasaydın ben bu nimete sahip olamazdım.

Bunlar denenip sınanmış ve çok etkili oldukları görülmüş


iyileştirici cümlelerin birkaç örneğidir. Bu kitapta daha sonra
başka iyileştirici cümleler de sunulacaktır. İyileştirici cümlele­
rin önemini ne kadar vurgulasak azdır. Geleneksel terapi bi­
çimlerinden farklı olarak, Aile Takımyıldızları çıplak gerçekle­
re bakar ve olay-yönelimlidir, bir başka deyişle, biz "Ne hisse­
diyorsun? " diye sormayız, "Ne oldu?" diye sorarız. Çoğunluk­
la, geleneksel psikoterapide -iyileşme sürecinde onun da bir
yeri olmasına rağmen- danışanlar kendi öykülerine sokulurlar
ki bu objektif olmaktan çok, sübjektif bir öyküdür. Çoğu tera­
pist şunu kabul edecektir ki, eğer siz aynı ailedeki birkaç ço­
cuktan ebeveynleriyle ilgili deneyimlerini tarif etmelerini iste­
yecek olsanız, bazen ortaya öyle farklı tarifler çıkar ki biz her
bir çocuğun birbiriyle ilişkisiz farklı ailelerden geldiğini varsa­
yabiliriz. Bu sübjektif öykülerin gücüdür; onlar bizim algımı�ı
ve sonra da realite deneyimimizi yaratırlar. Aile Takımyıldız­
ları çerçevesinde bireylerle çalışırken, ne temsil edilen bireyle­
rin kişiliklerini bilmemiz gerekir, ne de bu arzu edilir. "Erkek
kardeşim en sevilen çocuktu " ya da "Annem hükmedici biriy­
di" veya "Babam bana karşı çok mesafeliydi, " gibi bildirimler
Biliş Alanı içinde temsilciler kullanma ve belli bir ailenin ya
da durumun gerçek bir tablosunu elde etme sistemini destek­
lemezler. Bunun yerine, biz ailedeki olaylar ve bilinen olgular
hakkında sorular sorarız. Ö rneğin:

24
Sevgi 'Düzenferi
* Ebeveynlerin ve büyük-ebeveynlerin erken ölümü
* Bir çocuğun ya da genç birinin ölümü
* Kaza ve cinayet sonucu ölümler
* Kürtajlar, düşükler ve ölü doğumlar
* Evlat edinmeler
* Ailenin yüzkarası rolünü oynamaya zorlanmış ya da öy­
le görülmüş olan birisi
* Savaş deneyimleri
* Amerikan İç Savaşı, Anglo-Boer Savaşı, Irk Ayrımı, Ya­
hudi Soykırımı, Katliamlar, Yerli Amerikan Halkı'nın ve
Avustralyalı Aborijinler'in soykırımı, Afrika Köleliği, Di­
aspora, İkinci Dünya Savaşı ve diğer savaşlar
* Boşanma
* Eski eş ya da ilk aşk gibi önceki önemli ilişkiler
* Haksız kazanç

Bu bilgiyle birlikte, biz olası sorun alanlarını ve Sevgi


Düzenleri'ndeki bozulmaları tahmin edebilir ve bu temel üze­
rine bir takımyıldıza -danışandan elde edilen bilgiye dayanan­
çeşitli unsurları ekleyebiliriz. O zaman ve ancak o zaman da­
nışanın hangi olaylara dolandığını, yani danışanın kimin kade­
rini kendi yaşam deneyiminin bir parçası yaptığını -temsilciler
vasıtasıyla- gözlemleyebiliriz. Bu şekilde çalışmak bize İncil 'de
yer alan şu cümleyi hatırlatır: " Babaların günahlarının cezası­
nı oğullar çeker" ; biz bu alanda çalışırken geçmişteki olayların
bugünkü yaşamımızı nasıl şekillendirdiğini gözlemleriz.

Ortak Olaylar ve Onların Etkileri


Aile Takımyıldızları ve Biliş Alanı ile çalışırken, ortak kalıpla­
rı sergileyen ve çoğu takımyıldızda gözlemlenen belli olaylar
görürüz. Aile Takımyıldızları ile çalışmanın hedeflerinden biri

25
'/lırı'!/ll'ri11, Jlife.ferin ve 'l[usfarın 1yifeşmesi
1ı111tı·ıııik dolıınınuları tanımlamaktır. Bu dolanmalar bir bire­
yııı gı·11ıııi�in olaylarına dolanarak, bir başkasının kaderini
kı·ıııli kaderi olarak deneyimlemesi ve hissetmesi olarak ta­
ıııııılanır.

/lir Kardeşin Erken Ölümü

Bir kardeşin erken ölümü, o ister ölü doğmuş, ister çocukken


ya da ergenlik çağında ölmüş olsun, çoğu kez, hayatta kalan
kardeşlerin omuzlarına bir yük yükler. Onlar çoğunlukla ölü­
me doğru bir çekim hisseder ve yaşıyor oldukları için suçluluk
duyarlar, o çocuk onlar doğmadan önce ölmüş olsa bile bu böy­
le olabilir. Zaman zaman, ebeveynlerden birinin -genellikle
annenin- ölmüş çocukla birlikte olmak için güçlü bir çekim
hissettiğini gözlemleriz, annelik içgüdüleri böyledir. Böyle ol­
duğunda, bir başka çocuk sanki, " Ben gideceğim, ki sen diğer
kardeşlerimle kalabilesin" dercesine öne çıkabilir. Birçok kez
gözlemlemiş olduğumuz şey şu ki, böyle durumlarda, yaşayan
çocuklar dünyada bir yerleri olduğunu ya da nereye ait olduk­
larını hissetmezler. Bir çocuk öldüğünde, yaşayan çocuklar,
aslında dört çocuktan biri oldukları halde, kendilerini üç ço­
cuktan biri olarak algılarlar. Sevgi Düzenleri'ni gözlemlerken,
sevginin özgürce akması için doğal hiyerarşinin önemli oldu­
ğunu görürüz. Bir başka deyişle, eğer bir danışan ilk çocuk
olarak kabul ediliyorsa, ama aslında ondan önce küçük yaşta
ölmüş bir kardeşi varsa, gerçek ilk çocuk dışlanmış olur. Bu
durumda bir başkasının ölmüş çocuğun kaderini paylaşmaya
çekilmekle kalmadığını, danışanımızın da aile hiyerarşisi için­
de yanlış yere yerleştirildiğini gözlemleriz.

Annesinin iki ölü doğmuş çocuğun u bir takımyıldızda doğru


sıraya yerleştirdiğimizde, danışanım şöyle bağırdı, "Şimdi çok

26
Sevgi 'Düzenleri
rahatladım! Ben artık en büyük çocuk değilim ve ölmüş ola11
tarın yerini doldurabilmek için çok kusursuz olma ihtiyacı
duymuyorum. Üçüncü çocuk olmak kendimi iyi hissetmemi
sağladı!"

Bir Ebeveynin Erken Ölümü

Bir ebeveyn çocukları küçükken öldüğünde, sadece dul eşin


kendi kaderini kabullenmesi zor olmakla kalmaz, çocukların
kendi kaderlerini kabullenmeleri de zor olur. Çocuk genellikle
kendisini ebeveyni tarafından terk edilmiş hisseder ve ona kı­
zar. Bu da çocuğun ölmüş ebeveynini dışlamasına, sadece ebe­
veyninin ölüm kaderini değil, ebeveynini kaybetmiş bir çocuk
olarak kendi kaderini de reddetmesine yol açar. Ölmüş ebe­
veyniyle birlikte olmak için duyduğu özleme ek olarak, bu ço­
cuk yetişkinlik çağına geldiğinde ve kendi çocukları olduğun­
da, onlar da ölmüş büyük-ebeveynlerine çekilebilir, kaderi
yadsınarak ve kabullenilmeyerek dışlanmış olan büyük-ebe­
veynlerini temsil etmeye zorlandıklarını hissedebilirler. Böyle
vakalarla çalışmak derin bir biçimde etkileyicidir ve bir aile
takımyıldızı kapsamı içinde Biliş Alanı'na erişme yoluyla bü­
yük bir iyileşme ve çözüm elde edilebilir.
Çoğu kez, geride kalan dul eş eşinin ölümüne içerler, onu
kalbinden atar ve ölen eşin yerini çocuklardan biri alır.

Babam ben sekiz yaşındayken öldü; o noktadan sonra ben bir


bakıma annemin kocası, ailenin reisi gibi oldum. Artık bir ço­
cuk değil, annemin bir arkadaşı ve dert ortağıydım. Bu yüzden
diğer kadınlarla ilişkilerimi sürdürmek benim için zor oldu.

Bir çocuk eksik bir ebeveynin yerini aldığında, artık o öl­


müş ebeveynin enerjilerine erişemez, dolayısıyla ait olma duy­
gusu yok olabilir, ayrıca yaşayan ebeveynin etki alanından çık-

27
'Bireyferin, 5lifeferin ve 'U[usfarın 1yifeşmesi
makta da zorlanır. Babasını erken bir yaşta kaybetmiş olan
bir oğlan çocuğunun durumunda, onun için -annesinin etki
alanında çok uzun bir süre kalmış olduğundan- erkel\ler dün­
yasına ait olmak zordur. Ayrıca, yetişkin ilişkilerine girdiğin­
de, o annesiyle bir tür karı-koca ilişkisi içinde olduğundan, eşi­
ni sevmekte gerçekten özgür olamaz .

Boşanma

Boşanmış çiftlerle ya de bireylerle çalışırken, özellikle eğer on­


ların çocukları varsa, söz konusu danışanı eşine duymuş oldu­
ğu o ilk sevgiyi hatırlayabileceği bir noktaya getirmek önemli­
dir. Bizim boşanmada sıkça gördüğümüz şey, çocukların, diğer
ebeveynlerine fiziksel olarak erişf-bilseler de, genellikle kendi­
ni yaralanrrpş taraf olarak algılayan ebeveyne bağlılıklarından
ötürü anne ya da babalarını sevmekte kendilerini özgür his­
setmemeleridir. Bu şekilde, çocuklar ebeveynlerinin özel ilişki­
lerine sokulurlar ve çoğu kez o zaman bir çocuk eksik ebevey­
nin yerini alır ve bu durum onun özgür olmasına izin vermez.
Bir aile takımyıldızı kurarak Biliş Alanı'nı kullanmanın gücü,
kısmen, danışanın -maskeler, rol oynamalar, kendini haklı çı­
karmalar olmadan- kendi tutumunun çocukları üzerinde yaP,­
tığı etkiyi açıkça görebilmesinde yatar. Boşanmış çiftler çocuk­
lara zarar verecek biçimlerde davrandıklarında, bunu bir za­
manlar duydukları sevgi yaralanmış olduğu için, acı çektikleri
için yaparlar. Bu çalışma yoluyla, biz boşanmış ebeveynleri bir
zamanlar birbirlerine karşı hissetmiş oldukları sevgiyi hatırla­
dıkları bir yere ve çocuklarının sevgiyle döllenmiş olduğu an­
lara götürebiliriz. Ö zünde, boşanma üzerinde çalışırken, Aile'
Takımyıldızı çalışmasının gerçek gücü sarsılmaz gerçek ve şef­
katle birleşen sevginin gücüdür.

28
Sevgi 'Düzenleri
Otuzlu yaşlarının sonunda bulunan bir adam çökmekte olan
yeni evliliğine bir çözüm bulmak için bir seminerime katılmış­
tı. Evleneli henüz iki yıl geçmiş olmasına rağmen genç eşi on­

dan boşanmak istiyordu. Kendi ailesi için bir takımyıldız kur­


duğumuzda, onun annesinin etkisi altında bulunduğunu açık­
ça gördük, onun temsilcisi annesinin yanında durdu ve baba­
sına bakamadı. Temsilciye babasına neden bakamadığını sor­
duğumda beni şöyle yanıtladı: "Bu anneme sadakatsizlik olur­
du. " Bu sözleri danışanım da başını sallayarak onayladı.

Bu vakada, bu genç adam babasına hiç erişememiş ve


kendisini annesinin tarafını bırakmakta özgür hissedememiş­
ti; dolayısıyla, annesi şeklinde bir eşe zaten sahip olduğundan
yeni eşini tam olarak benimseyememişti. Genç erkekler ve ka­
dınlar kendilerini aynı cinsten bir ebeveyne bağlı hissetmedik­
lerinde, "erkekler dünyası" veya "kadınlar dünyası" olarak ta­
nımlayabileceğimiz enerjilere erişemezler. Gençlere yetişkin­
lik dünyasına geçiş haklarını bahşeden belli ritüellerin olmadı­
(,rı. kültürlerde, bu geçiş hakları daha süptil biçimlerde, esasen
aynı cinsten ebeveynle sosyal ve duygusal temasla aktarılır.
Sık sık bu çalışmada atalarımızın enerjilerinden kazanılacak
büyük bir içsel kuvvetin bulunduğunu gözlemledik. Genç bir
adam babasına, yani yaşam vericisine bağlı olmadığında, er­
kek çizgisinin kuvvetine de erişemez ; aynı şey annesine erişe­
meyen bir kadın için de geçerlidir. Çok önemli olan şey şu ki,
hem erkekler dünyasına, hem de kadınlar dünyasına eşit
iinem verilir ve saygı duyulur. Çünkü bunlar bir hayli ortak
deneyimi paylaşmalarının yanı sıra, her biri kendi özgün de­
neyimine ve kuvvet kaynağına sahiptir.
Boşanmanın nedeni her ne olursa olsun, bu neden ister
al kolizm, ister fiziksel şiddet ya da evlilik dışı bir ilişki olsun,

29
'Bireyferin, Jf.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
ı;iflh�r arasında yaşanmış o ilk sevginin sonucunda verilmiş bir
çocuk armağanını gözden kaçırmamak önemlidir. Bir ebeveyn
diğerine saygı göstermediğinde ve armağanı yadsıdığında, ço­
cuk bu süreçte utandırılmış olur ve bu da onu çok zayıf düşü­
rür, öyle ki o yetişkinlik yaşamında sevecen ve kalıcı ilişkileri
sürdüremeyebilir. Bu durum bir çocuğun ebeveynlerinin ka­
lıplarını taklit edeceğini ve onlar gibi boşanacağını varsay­
maktan çok daha karmaşıktır. Daha büyük etki çocuğun ebe­
veynin enerjilerine erişememesi olarak ortaya çıkar; eğer ço­
cuk babasının enerjilerine erişememişse, söz konusu enerji ya­
şamdır, eğer çocuk annesinin enerjilerine erişememişse, söz
konusu enerji sevginin kökenidir. Çünkü babalar yaşamın
başlangıcı, anneler ise sevginin kökenidirler. Bu temel enerji­
lere erişilemediğinde, yaşamımız karışık ve doyum vermez ha­
le gelir.

Duygusal Ensest

Duygusal ensest olayları fiziksel ensestten çok daha yaygındır;


ancak, duygusal ensestin üzerimizdeki etkisi fiziksel ensestin­
ki kadar yıkıcı olabilir, çünkü o toplumun cinsel ensest üzeri­
ne koyduğu tabudan yoksundur, suçluluk ve utanç çok dalla
azdır, ama yine de fark edilebilirdir. Duygusal ensest, ebeveyn­
lerden biri temel duygusal ilişkisini eşi yerine çocuklarından
biriyle kurduğunda meydana gelir. Bu bir çocuğu dert ortağı,
sırdaşı yapmak, çocukla bir arkadaş gibi konuşmak ve çocuğu
destekleyici bir role sokmak şeklini alabilir. Bu daha çok bir
evlilik bozulduğunda, bir ebeveyn evi terk ettiğinde ya da bir
eş erken öldüğünde vuku bulur.

Annem ve babam artık birbirleriyle geçinemiyorlardı ve babam


'Jenim yatak odamı aldı ve ben dokuz yaşından on beş yaşına

30
Sevgi 'Düzenferi
dek annemle birlikte uyudum. Birisiyle çıkmak ya da yeni hir
ilişkiye girmek istediğim her defasında annemi terk ettiğim için
suçluluk duyar ve babamı sevmeye ve saymaya hiç hakkımın
olmadığını düşünürdüm. Şimdi babamı çok özlüyorum.

Duygusal ensestin meydana gelmesi için bir ebeveynin


çocuğunu yatağına alması gerekmez . Bir çocuğu dert ortağı ve
sırdaş edinmek ve ona bir arkadaş gibi davranmak ona zarar
vermek için yeterlidir. Bu zarar, üstlenemeyeceği kadar ağır
bir duygusal sorumluluk verilmiş olan çocuğun ebeveyninin
beklentilerini asla karşılayamayacak olmasından kaynaklanır.
Buna ek olarak, çocuk ebeveynini zayıf ve yardıma muhtaç
olarak algılayacaktır. Bu bir ömür boyu süren ve çocuğun ken­
di derin ve kalıcı yakın ilişkilerini oluşturmakta özgür olması­
na izin vermeyen bir esaret ilişkisi olabilir. Aile Takımyıldızla­
rısürecinde bir çocuğa bu şekillerde dayanan, bel bağlayan bir
ebeveynin geçmişte kendi ailesinde vuku bulmuş olayların so­
nucunda zayıf düşmüş olduğunu görebiliriz. Bir aile takımyıl­
dızında yeniden-yapılandırma sonucunda, çocuk kendini bu
esaretten kurtarma sürecini başlatabilir. Ancak, böyle çoğu
vakada, danışanın o ebeveyne duyduğu sadakat bağı çok güçlü
olduğundan, o kendini bu şekilde kurtarmaya epey direnir.
Ancak, o bunun yetişkinlik ilişkilerinde nasıl karışıklıklar ya­
rattığını gördüğünde direnç de yok olmaya başlar. Böyle vaka­
larda kullanılacak güçlü bir iyileştirici cümle şöyledir: "Ben
sadece, senin çocuğunum, sen büyüksün, bense küçüğüm. "

Cinsel Tecavüz ve Ensest


Ensest ve cinsel tecavüz konusu büyük bir tabu olarak görül­
düğünden, bu konuda büyük zarar sadece bir bütün olarak
toplum tarafından değil, tarafları kurban ve suçlu şeklinde

31
'13ireykrin, .9Likkrin ve 'U[usfarın 'İy ifeşmesi
kutuplaştırmaya çalışan terapistler tarafından da verilir. Ço­
ğumuz çocuklara tecavüz eden herkesin ciddi bir biçimde ce­
zalandırılması, hatta ölüme mahkum edilmesi gerek�iği şek­
lindeki yargıyı paylaşmış ya da bu yargıya tanık olmuşuzdur.
Peki, bu durumda çocuğa ne olur? Toplum çocuklara tecavüz
edenlere karşı böylesine saldırgan bir tutuma girdiğinde, çocu­
ğun aklına onun başına k orkunç bir olayın geldiği düşüncesi
sokulmuş olur; bunun net etkisi çocuğun duyduğu utancın de­
rinleşmesidir. Benim gözlemlerime göre, cinsel tecavüzlerle
ilişkili suçluluk,· utanç, kendinden-nefret-etme ve intihar eği­
limleri gibi duyguların ço�'U cinsel tecavüz viıku bulduktan
çok sonra şekillenir ve bu böylesine tabu bir konuya yetişkin­
lerin gösterdikleri tepkinin direkt bir sonucudur.

Ağabeyime karşı duyduğum nefretten adeta deliye dönmüş­


tüm, onu düşündüğüm anda büyük bir tiksinti duyuyordum.
Annem ve babam onu reddetmişlerdi ve bu yüzden ben ondan
böylesine nefret etmekte haklı olduğumu düşünüyordum. An­
cak, sen çalışmamız sırasında benden, "Ağabey, bana bunu
yapmana sana duyduğum sevgiden ötürü izin verdim" deme­
mi istediğinde, önce benden böyle bir şeyi söylememi istediğin
için dehşete kapıldım, ama bu iyileştirici cümleyi söylediğin;ı­
de, ağabeyime karşı sevgiyle dolup taştığımı hissettim. Birden,
senin söylediğin şeyi gerçekten hissedebildim, benim sevgim
tatlı ve masumdu ve o anda, yıllardır taşıdığım o utanç taba­
kaları parçalanip dağıldı. Artık ağabeyimi sevdiğimi yüksek
sesle söylemekten utanmıyorum, Oysa yıllardır ondan nefret
etmeye mecbur olduğumu hissediyordum.

Bir aile içinde ya 'da yakın akrabalar arasında vuku bul­


muş birçok cinsel tecavüz vakası üzerinde çalışırken, bir çocu­
ğun ancak bir başkasına duyduğu sevginin erdemini hisset-

32
Sevgi 'Düzenleri
mekte özgür olduğunda bir kez daha masumiyetini kazııııdıgı ·

nı ve utanç, suçluluk, kendinden-nefret prangalarından kur­


tulduğunu gözlemledik.
Bir kıza kendi babası tarafından cinsel olarak tecavüz
Pdildiğinde, biz kızın babasını sevme hakkını ondan esirgediği­
mizde o çocuğun sırtına büyük bir yük yüklemiş oluruz. Bir
çocuğun ebeveynine duyduğu bağlılık adeta kopmaz bir bağlı­
l ıktır ve o toplum ve diğer aile üyeleri tarafından babasından
nefret etmeye zorlandığında, onun babasına karşı sadakatsiz­
l i ğinin kefaretini ödemek için yaşamındaki -kariyer ve ilişkiler
gibi- birçok iyi şeyi baltaladığını gözlemledik. Aile üyeleri ve te­
rapistler çoğunlukla, bu yıkıcı yaşam kalıplarını gözlemler­
ken, babayı daha da fazla karalayarak durumu daha da kötü
hale getirirler. Bu da kurban ile suçlu arasında daha derin bir
kutuplaşma yaratarak, genellikle, çocuğu bir denge duygusu
yaratmak için kendini daha da fazla cezalandırmaya zorlar. En­
sest vakalarında çoğu kez gözden kaçırılan şey, gizli suçlu ya
da suçlulardır. Bu da çoğu kez anne ve onun oynadığı roldür.
Bizim aile takımyıldızları sürecinde Biliş Alanı 'nı kulla­
ıurken sık sık gözlemlediğimiz şey, annenin bir biçimde baba­
.Y.a sırt çevirmiş ve zaman zaman da kendisi yerine kızını ba­
baya serbestçe sunmuş olduğudur. Bu kendisi yerine kızını
sunma eylemi genellikle bilinçli olarak yapılan bir şey değildir,
anne çocuğunu bilerek cinsel bir partner olarak sunmaz . Bu,
ıınne/eş dikkatini başka bir yere odakladığında ya da artık ko­
rnsını istemediğinde ama kendini evliliğini sürdürmeye zorun­
lu ya da kocasını terk edemez hissettiğinde vuku bulur. Bu di­
namik çiftlerin genç yaşta evlendikleri ve bir geleneğe, kültüre
yu da dine bağlılıktan ötürü evliliği sürdürmeye zorlandıkları,
i'ızellikle dinin kadınların cinselliğini bastırdığı dini topluluk­
lıırda çok sık biçimde görülür. Ancak bu çoğunlukla tam bi-

33
'llireyferin, JLifeferin ve 'Ufusfarın iyileşmesi
liııçli ol m aya n düzeylerde vuku bulur, ama bir anne bir takım­
yıldız sü recinde böyle bir olayla yüzleştirildiğinde, onun bilin­
çaltı eylemi (ya da eylemsizliği) bilinçli ve apaçık h�le gelir.
Benim deneyimimde, "durumu bilmediğini" iddia eden her an­
ne gerçeği söylemiyordu. Ancak, Aile Takımyıldızı çalışması

gerçeği kaçılamaz ve yadsınamaz biçimlerde gözler önüne ser­


diğinden, böyle olaylar yaşamış olan birçok kadın kendi oyna­
dığı rolü sahiplenebilmiştir. Bunu söylemek babayı sorumlu­
luktan kurtarmaz, çünkü her birimiz, nedenlerimiz ve itilim­
lerimiz her ne olursa olsun, kendi eyle�lerimizden ve onların
sonuçlarından sorumluyuz. Aile Takımyıldızı çalışmasında böy­
le dinamikler açığa çıktığında, suçun yükünü ve eylemlerinin
sonuçlarını taşımak her iki ebeveynin de görevidir. Bu da ço­
cuğu bir kez daha masumiyet içinde yaşamakta ve sevmekte
özgür bırakır. Enseste ve cinsel tecavüze bu taze yaklaşımla,
insanlığın bildiği en basit ve en güçlü kuvveti . . . sevginin gücü­
nü kullanabilir, ondan yararlanabiliriz. Sevginin tanınmasıy­
la, çocuk kurtulur ve eski masumiyet haline geri döner. Bir ço­
cuktan yapmasını isteyebileceğimiz en kötü şey, ondan mah­
kemede babasına karşı tanıklık yapmasını istemektir. Bu du­
rumda sanki Ruhu onun bunu yapmasına, ona yaşam vermiş
olan adama ihanet etmesine izin vermeyecek ve bu yüzden ço­
cuk kendi yaşamının değerini sorgulayacaktır.
Bu yaklaşımı işittiklerinde birçok birey bu çalışmaya kuv­
vetle itiraz eder, suçlunun cezalandırılmamasına öfkelendiği­
ni hisseder.

Senin takımyıldız çalışması sırasında danışanından ağabeyi­


nin temsilcisine "Buna sana duyduğum sevgiden ötürü izin
verdim," demesini istediğini işittiğimde dehşete kapıldım ve
çok öfkelendim. Ben babama karşı nefretten başka bir şey his-

34
Sevgi 'Düzenferi
sedebileceğimi asla hayal edemezdim. Ama danışanın ağıı.lwyi­
nin temsilcisine sarılıp ona, "Sen, her ne olursa olsun, halti
benim ağabeyimsin " dediği o sessiz ve derinden etkileyici ana
tanık olduğumda gözyaşlarına boğuldum. Benim de taşıdığım
suçluluk duygusundan kurtulmak için söylemem gereken şeyin
bu olduğunu anladım. "Evet (gözyaşları içinde) ben babamı
çok seviyor ve özlüyorum. "

Küçük bir kızken cinsel tecavüze. uğramış olan kadınla­


rın kocalarını tam olarak kabullenmekte çok zorlanmaları çok
sı kça rastlanılan bir durumdur. Bunun altında yatan prensip
çudur: Babasını babası olarak tamamen kabullenemeyen bir
kı z , kocasını ve ilişkinin tüm sonuçlarını da tam olarak kabul­
lenmekte çok zorlanacaktır. Ancak, Aile Takımyıldızı süreci­
nin sağlayabileceği o masumiyet yerine götürüldüğünde, o bir
kez daha babasını babası olarak ve ilişkiye girdiği bir erkeği
tam olarak kabullenebilir. Birçokları için, bu zor bir süreçtir,
çünkü çocuklarıyla ensest ilişkisine giren babaların bir ebe­
veyn olma hakkını yitirdikleri şeklinde genel bir his vardır.
Ancak, bu sürecin çocuğun yararına olduğunu ve onun her iki
ebeveyni de sorumluluklarından ya da suçlarından hiçbir bi­
çimde azat etmediğini vurgulamalıyız . Hepsinden önemli olan
bir prensip şudur: Biz yaşamımızın kökenlerini yadsıdığımız­
da, kendimizi de şu ya da bu biçimde yadsırız. Bu durumda
iyileştirici uygun cümle şöyle olabilir: "Her ne olmuş olursa ol­
sun, sen benim babam olarak kalacaksın ve ben de senin kızın
olarak kalacağım. "

Evlat Edinme

c;oğunlukla, bir çocuğu evlat edinen çiftler bunu, çocuğun ne­


denlerinden ötürü değil, kendi nedenlerinden ötürü yaparlar.

35
'Bireylerin, .Jlfeferin ve V.fusfarın 'İ.y ifeşmesi
Bu n ı ı ek olarak, evlat edinen ebeveynlerin birçoğu çocuğun bi­
yoloj i k ebeveynlerine göstermeleri gereken saygıyı göstermez­
ler ve bu evlat edindikleri çocuğun üzerinde olumsuz l;>ir etki
yapar. Çocuklar biyolojik ebeveynlerinin -uyuşturucu bağımlı­
lığı, alkolizm, hastalık, yoksulluk ya da fahişelik gibi- uygun­
suz yaşam koşulları yüzünden evlat edinildiklerinde, onları
evlat edinen ebeveynlerin birçoğu kendilerini sadece o çocu­
ğun kurtarıcıları olarak görmekle kalmaz, çocuğun biyolojik
ebeveynlerinden daha üstün olarak da görür. Aile Takımyıldı­
zı çalışmasında biz ebeveynlerimiz ve atalarımızla aramızdaki
bağın önemli olduğunu gördük, bu yüzden, evlat edinilen bir
çocuğun ebeveynleri onurlandırılmadıklarında, bu çocuk onun
için kuvvet kaynağı olabilecek bir bağdan yoksun kalır.
Birkaç yıl önce Vietnamlı bir çocuğu evlat edinmiş olan
Amerikalı bir çiftle çalışmıştım. Oğulları derslerine çalışmakta
zorlandığı, ayrıca uyuşturucu ve alkol sorunları yaşadığı için
bu çift onun sorunlarına Aile Takımyıldızları çalışmasında bak­
maya karar vermişti. Onlara ilk olarak oğullarının Vietnam
kültürüne -örneğin, Vietnam yemekleri, dili ya da uzak akra­
balarıyla temas kurma şeklinde- erişip erişemediğini sordum.
Aldığım yanıt hem çok şaşırtıcı, hem de üzücüydü: "Hayır, o
ülkenin oğlumuza verebileceği hiçbir şey yok! " Bir çocuğun
mirasını yadsımak -onun ebeveynlerini ya da asıl ülkesini her
nasıl algılıyor olursak olalım- çocuğun kendisi olma hakkını
yadsımaktır. Buna ek olarak, Biliş Alanı 'na girdiğimizde, evlat
edinilmiş bir çocuğun daima kendi biyolojik ailesine ait oldu­
ğunu ve bazen, nadir olsa da, hem biyolojik ailesine hem de
onu evlat edinmiş olan aileye ait olduğunu açıkça görürüz. Vi�
etnam'ın bu çocuğa sunmuş olduğu şey yaşamın ta kendisiydi
ve o ülke bu çocuğu evlat edinmiş olan ebeveynlere değerli bir
armağan sunmuştu. Dolayısıyla Vietnam onların oğullarına

36
Sevgi 'Düzenferi
çok şey vermişti ve daha da vereceği çok şey vardı.
Bir çocuk bir başka aileye evlat olarak verildiğinde, adeta
o çocuğun bir parçası ölür; bu süreçte bir şey yitirilir. Anne­
miz sevginin kökenidir; o bizi bedeninde taşır, bizi besler, em­
zirerek yaşamamızı sağlar . . . o, aslında, bizim ilk sevgi ve ya­
kınlık-mahremiyet deneyimimizdir ve çocuklar olarak o yakın­
ınahrem alana girme iznine sahibizdir. Bir çocuk evlat edinil­
mesi sonucunda o deneyimden yoksun kaldığında, kendisini
evlat edinen ebeveynler onu ne kadar çok severlerse sevsinler,
yakınlık-mahremiyet ölmüştür ve bu evlat edinilen çocuğun
kendi yerini sadece kendi içinde değil, ayrıca dış dünyada ve
diğer kişilerle birlikteyken de bulmasını zorlaştırır. Ancak o
çocuğu evlat edinmiş olan ebeveynler kendilerine bahşedilmiş
im büyük armağandan ötürü biyolojik ebeveynleri tam olarak
onurlandırabildiklerinde çocuk için o umut varlığını sürdürür.
Evlat edinilmiş bireylerle çalışırken, çoğu kez, onların
annelerinin bir gün geri döneceği hayaline tutunduklarını göz­
lemleriz, bu da onların diğer ilişkiler yoluyla annelerini ya da
babalarını aramalarına yol açabilir. Evlat edinilmi ş çocukların
.
kendilerini kökenlerine ve içinden çıkıp geldikleri kültüre bağ­
lı hissetmeleri önemli olmakla birlikte, hayatı dolu dolu yaşa­
yabilmeleri için bu hayali bırakmaları da önemlidir.
Bir anne çocuğunu evlat olarak verdiğine -bunu ister gö­
nüllü olarak, ister diğer aile üyelerinin baskısıyla yapmış ol­
sun- onun sık sık intihar etme eğilimi hissettiği gözlemlenmiş­
tir, çünkü duyduğu suçluluğun yükü onun kaldıramayacaı:-,'l
kadar ağırdır. Eğer bu annenin daha sonra başka çocukları
olur ve onları yanında tutarsa, bu çocuklar çoğunlukla -kar­
deşlerinin evlat olarak verilmiş olduğunu bilseler de bilmese­
l er de- benzer bir suçluluk duyar ya da yaşamlarında bir şeyin
eksik olduğunu hissederler. Onlar bunu evlat olarak verilmiş

37
'ilircyferin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşme.si
ı;c w 1 1 J{1 1 terk edilmişlik duygusunu üstlenme ya da onun
-oııun

paylaşmak için kendi yaşamlarını baltalama yoluyla­


ı :-ı l ı rı ı h ı nı

ı ı i l ede temsil edecek derecede hissedebilirler.

lkn l'vlat olarak verilmiş erkek kardeşimi pek fazla düşünmez­


dim . Annem o sırada çok gençmiş, henüz ergenlik çağınday­
m ış ve annesi ile babası onu çocuğunu evlat olarak vermeye
teşvik etmişler. Ben takımyıldız çalışması sırasında evlat ola­
rak verilmiş ağabeyimin temsilcisine baktığımda duyguya bo­
ğuldum. Bu benim neden kendimi hep üzgün hissettiğim ve bir
şeyin eksik olduğunu hissettiğimle ilgili sorumu yanıtladı.
Ağabeyimle hiç karşılaşmamış olmama rağmen, şimdi onu ne
kadar çok özlediğimi fark ediyorum. Takımyıldız çalışması sı­
rasında, "Sevgili ağabey, bizden ayrılmak zorunda kalmış ol­
man ne kadar acı, çünkü seni çok özledim, " dediğimde sanki
her şey yerli yerine oturdu ve sonra, "Seni tümüyle ağabeyim
olarak alıyor ve sana kalbimde bir yer veriyorum, " dediğimde
kendimi tamamlanmış hissettim, çünkü şimdiye dek eksik
olan şey artık bulunmuştu.

Kürtaj

Bir kürtaj tıbbi nedenlerden ötürü gerçekleştiğinde, bunurı


aile içindeki etkileri, erken yaşta ölmüş ve ona aile içinde ken­
di uygun yeri verilmemiş bir çocuğun yapacağı etkilere ben­
zer. Ancak, eğer bir kürtaj sadece sosyal nedenlerden ötürü
yaptırılmışsa, onun etkileri uzak-erimli olabilir.

Oğlum kontrolden çıkmış durumda. Bana karşı saldırgan ve


sert davranıyor; ona kısıtlayıcı bir disiplin uygulamak zorun-·
da kalıyorum. Babası ile ayrıldık, ama ailemizde onun böyle
davranmasına neden olacak hiçbir şey olmadı.

38
Sevgi 'Düzenferi
Yukarıdaki bildirim saldırgan oğluyla ilişkisine çiizii ı ı ı l ı • r
a ramak için bir seminerime katılan bir kadın tarafından y ı ı p ı l ­
ınıştı. Onun takımyıldızında yer alan temsilcileri etkilemeııwk
iı,;in, kadına gizlice daha önce kürtaj yaptırıp yaptırmadığını
sordum. Bunu yüksek sesle duyurmadan ve seçtiğim temsilciyi
de bu konuda bilgilendirmeden takımyıldıza kürtaj edilmiş ço­
cuğu temsil edecek birini yerleştirdim, böylece Biliş Alanı 'nın
l ıi ze ne diyeceğini gözlemleyebilecektim. Kürtaj edilmiş çocuk
yerini aldığında, oğulun temsilcisi yumruklarını ve dişlerini sı­
karak annesine ters ters baktı ve "Sen katilsin! " " diye bağırdı.
1 �u aşırı uçta bir vaka olmasına ve benim bu senaryoya bir kez
tanık olmama rağmen, bu kürtaj edilmiş çocukların kardeşle­
ri nin -o çocuğun onlar doğmadan önce ya da sonra kürtaj edil­
m i ş olmasına bakmaksızın- bunu bir düzeyde hissettiklerini
göstermektedir. Aile Takımyıldızı çalışmasında, Biliş Alanı
kardeşlerin hepsinin -gerçekten doğmuş olsalar da olmasalar
da- birbirlerinin farkında olduğunu açıkça ortaya koyar.
Sosyal nedenlerden ötürü kürtaj yaptırmış birçok kadınla
ı,;alışırken, henüz kendini şu ya da bu biçimde cezalandırma­
yan ya da baltalamayan bir kadın bulamadım. Annelik içgüdü­
HÜ o kadar güçlüdür ve anne ile çocuk arasındaki sevgi bağları

o kadar kuvvetlidir ki, bir çocuğu kürtajla aldırtmak bunun

doğasına aykırı görünmekte ve bu çoğunlukla kadının Ruhu


tarafından taşınan bir suçluluk duygusu olarak gözlemlen­
mektedir. Çiftler kürtaj yaptırdıklarında, çocuklarını aldırttık­
l arında, genellikle bir süre sonra ayrılırlar. Bir anlamda, çiftin
h issettiği suçluluk duygusu onları dile getirilmemiş bir kefare­
t i ödemenin bir yolu olarak aşklarını feda etmeye zorlar. Bir­
ı,;ok durumda, bir kadın çocuğunu aldırtmaya karar verdiğin­
de, o erkeğe, " Senin hiçbir parçanı istemiyorum" demektedir.
l lir kürtajın anne ve aile sistemi üzerindeki en büyük etkisi,

39
'Bireyfe.rin, Jlife.fe.rin ve 'U[usfann 1.yifeşmesi
baba kürtajdan haberdar edilmediği ya da çocuğun dünyaya
gelmesini isteyip de bu isteği reddedildiğinde ortaya çıkar.

Düşükler

Geçmişte vuku bulmuş düşüklerin, Biliş Alanı'nda çalışırken


birçok farklı etkisi gözlemlenmiştir. Bu etkiler aileden aileye,
çiftten çifte değişir ve bunun çoğu hamileliğin ne kadar uzun
sürmüş ve düşüğün ne zaman vuku bulmuş olduğuna bağlı gö­
rünmektedir. Şunu da eklemek önemlidir ki, birçok çift hami­
leliğin altıncı ayında yitirilen bir çocuktan bir düşük olarak
söz eder, oysa aslında o ya ölü doğmuş ya da doğumdan kısa
bir süre sonra ölmüş olan bir bebektir. Böyle prematüre do­
ğumlardan düşükler olarak söz edildiğinde, bu genellikle ebe­
veynleri çocuklarını yitirmiş olmanın acısından korumak için
yapılır. Bu şekilde, çocuk unutulur ve aileden dışlanır. Bir aile
sistemi perspektifinden, yine, dışlanmış olan çocuk bir başkası
tarafından dahil edilecek ve temsil edilecektir.
Bir çiftin ilk hamileliği düşükle sonuçlandığında, bu sa­
dece ebeveynler üzerinde değil, daha sonra doğan çocuklar
üzerinde de kalıcı bir etki yapabilir. Özüncİe, birbirini seven
bir çiftin ilk hamileliği o sevginin tamamlanışı ve onların ai�e
hayallerinin başlangıcıdır. Hamilelik düşükle sonuçlandığın­
da, hayaller de çoğunlukla yıkılmaya başlar ve ilişkide bir şey
yitirilir, bazen bu ayrılığa yol açar. Daha sonra doğan çocuklar
için, bu yıkılmış hayalin yükü ağır olabilir. İlk çocuklarını kay­
betmiş olan ebeveynler, çoğunlukla, daha sonra doğan çocuk­
larına tam olarak bağlanmakta zorlanırlar, çünkü bir düzeyde
o çocuğu da kaybedebileceklerinden korkarlar. Buna ek ola�
rak, eğer ebeveynler çocuklarının yasını tutamaz ve düşüğü
bir çocuk olarak kabul edemezlerse, o zaman daha sonra do-

40
Sevgi 'Düzenleri
ğ"ıın çocuklar -yaşamış ve küçük yaşta ölmüş bir kardeşe sa l ı i p
ı ıl ınaya benzer bir biçimde- bir şeyin eksik olduğunu hissede­
l ı i l irler.
Enerjisel bir bakış açısından öyle görünmektedir ki, doğ­
ı ııuş olan tüm çocuklar annelerinin rahminde daha önce yaşa­
ı ı ı ı ş olan tüm bebeklerin farklı düzeylerde farkındadırlar. Bi­
yolojik olarak biz şimdi kök hücrelerin daha önce hamile kal­
ı ı ı ı ş olan her kadından elde edilebileceğini biliyoruz, ki bu da
1 i"ı m hamileliklerin geride bıraktıkları biyolojik ve enerjisel im­
zanın bir baska kanıtıdır.

Ortak Olayların Kuşaklar-Ötesi Etkisi


( :eleneksel terapi biçimlerinde, ortak olaylarla şimdiki aileni­
z i n ya da köken ailenizin çerçevesinde ilgilenilir. Ancak, çoğu­
ı ııuz belli hisleri ve yıkıcı davranış kalıplarını açıklamak için
yaratmamız gereken öyküle�e yakalanabiliriz. Yaşamlarına
ı ııantıklı biçimde yerleştiremedikleri hisleri açıklamanın bir
yolu olarak, bazıları ayrıca geçmiş yaşamlar ve karma kavram­
l a rını da araştırırlar. Ben genel olarak Ruh'un ezeli ve ebedi
' ! lduğuna ve tekrardoğuşa inansam da, Biliş Alanı ve Aile Ta­
kı myıldızları içindeki gözlemim ve deneyimim sonucunda, he­
ı ı ii z bizim geçmiş yaşamlardan gelen hisleri miras aldığımızı
giisteren bir şey bulamadım, onun yerine, bir danışanın üze­
ri nde çalışmamız için bana getirdiği her sorunun çözümlerinin
ı ı i lc içinde bulunabileceğini ve bu sorunların çoğunlukla üç ya
da daha fazla kuşak önce vuku bulmuş olaylardan kaynaklan­
d ı (,rı nı gördüm.
Aile Ruhu birçok kuşağı kapsar ve o -bazı önemli istisna­
l a r hariç- bir ailenin her bir üyesinin bilincinden ve vicdanın­
d ı ın oluşur.

41
'Bireylerin, Jlifeferin ve 'l[usfann iyileşmesi
Huh 'un doğası her şeyi dahil edicidir ve biz insan düze­
yi nde dışlanmış olan her şeyin aile Ruhu düzeyinde dahil edil­
di(,ri ni gözlemliyoruz. Şimdi söz konusu istisnalardan .bazıları­
nı inceleyelim.

Babanın ya da Annenin İlk Aşkı

Aile Takımyıldızlarında Biliş Alanı ile çalışırken, sık sık, etkisi


danışan tarafından bir sorun olarak görülmemiş olan, ama
aşikar olan, aile üzerindeki sonuçları ve etkisi görülen olaylar
ortaya çıkar. Çoğu kişinin düşünebileceğinden de daha yaygın
bir biçimde, annenin ya da babanın ilk aşkı daha sonra başka­
sıyla yapılan evlilikten doğan çocuklar üzerinde önemli bir et­
ki yapabilir. Birçok kez belirtildiği gibi, dışlanan ya da -bu du­
rumda olduğu gibi- özlenen her şey aile Ruhu tarafından dahil
edilecektir. Ruh her şeyi dahil eder ve her şeyi eşit görür; kar­
şılıklı sevgi ve saygıyla bitmemiş her ilişkinin sonucunda orta­
ya çıkan artçı etki daha sonraki aile tarafından hissedilebilir.
Aşağıda bir ilk aşk ilişkisinin hangi koşullar altında biterse ye­
ni aileyi etkilediğiyle ilgili gözlemlerimiz yer almaktadır:

* Bir birey birisine aşık olur, ama kendi kültürünün ta­


lepleri yüzünden, aile geleneğine göre uygun görülen bir
başkasıyla evlenmek zorunda kalır.

* Genç bir çift, sosyal, dini, etnik ya da ırksal meseleler­


den ötürü aile üyelerinden gelen baskının sonucunda ay­
rılmak zorunda kalır.

* Çiftlerden biri bir kaza, savaş, hastalık ya da intihar sq­


nucunda genç yaşta ölür.

* İ lişki aniden biter.

42
Sevgi 'Düzenlen

Aile Ruhu

Uzak Ata lar

/ /
/ I
\ \ ''\
l \ '

/ / \ \ �

BBBB: Büyükbüyük Büyükbaba BBB: Büyük Büyükbaba


BBBA: Büyükbüyük Büyükanne BBA: Büyük Büyükanne
BB: Büyükbaba BA: Büyükanne B: Baba A: Anne
E: Erkek Çocuk K: Kız Çocuk

43
'Bireylerin, 5tifeferin ve 'Ufusfarın iyileşme.si
İ nsanı n ilk aşka verdiği karşılığı özetleyen dokunaklı bir
l"t > l t � ıncnk sözü vardır: " İ lk aşk parlaklığını hiç yitirmez . " Biz
i l k yakı nlık, bağlılık ve sevgi deneyimimizi annemizi � yaşarız
ve i l k aşkımız annemizin etki alanının ötesindeki yakınlık­

ın ahremiyet deneyimine ilk uzanışımızı temsil eder. Bu yüz­


den bu deneyim aile evimiz dışındaki yaşam için bir yol-hari­
tası yaratır ve üzerimizde kalıcı bir etki bırakır.
Bir kadın ile bir erkek birbirlerine aşık olduklarında ve
evliliği düşündüklerinde, onlar genellikle bir aile kurma ve ya­
şamı kendi torunlarına aktarma vizyonu veya hayali de oluş­
tururlar. Bizim Aile Takımyıldızı çalışmasında sık sık gördü­
ğümüz şey şu ki, ilişki yukarıda belirtilen nedenlerle sona er­
miş olsa bile, bu hayal canlı kalır. Böyle durumlarda, yeni bir
ilişki oluşup o ilişkiden çocuklar doğduğunda, bireyler çocuk­
larına onlar ilk aşklarına ait çocuklar hayaliymiş gibi bakabi­
lirler. Yukarıdaki örnekleri verdikten sonra şunu da işaret et­
meliyiz ki, bir ilişki karşılıklı sevgi ve saygıyla, yaşanmış olan­
lar onurlandırılarak bitirilmemişse, o zaman tıpkı biyolojik bir
ailenin içinde olduğu gibi, dışlanmış olanlar temsil edilme yo­
luyla dahil edileceklerdir. Aynı şey çoğu kez ilk aşk için de ge­
çerli olabilir . . . onlar aile sisteminin bir parçası olurlar. Böyle
olduğunda, yeni çiftin çocukları annelerinin ya da babalarının
ilk aşkıyla özdeşleşebilirler, bu da onların kimliklerinde karı­
şıklık yaratır. Bu onların hfila ilk aşkın yasını tutan ebeveyn­
lerinin kaderini ya da onun ilk aşkının kaderini üstlenmeleri­
ne de yol açabilir.
Bu bilinçaltı ama güçlü özdeşleşme daha sonra doğan ço­
cuklar için birçok yıkıcı yaşam kalıbına yol açabilir. Örneğin,
annesinin ilk aşkıyla özdeşleşen bir kız kendini kusursuz ada­
mı aradığı, aslında annesinin büyük aşkının kaybını sonuna
dek yaşadığı bir ömür boyu süren bir arayış içinde bulabilir.

44
Sevgi 'Düzenleri
ı\ynı şey babalarının ilk aşkıyla özdeşleşen genç erkekler i ı; i r ı
d e geçerli olabilir. Böyle durumlarda -bölünmüş bir bağl ı l ı k
duygusu ortaya çıktığından- biz çoğı kez çocuklar arasında
lıir rekabetin ya da uyumsuz ilişkinin bulunduğıınu görebili­
r i z . Çocuklardan biri ya da daha fazlası anneleri olarak baba­
l a rının ilk aşkını görebilir, bu yüzden kendi annelerinden so­
ı�uyabilir ya da annelerine duydukları bağlılıktan dolayı nede­
n i ni bilmeden babalarına içerleyebilirler. Bazı durumlarda,
�enç bir erkeğin, eğer babasının ilk aşkıyla özdeşleşmişse, o
kadını ailede kendisi kadınsı ya da eşcinsel olarak temsil ettiği
açıkça görülmüştür. Bunun gözlemlediğim bir başka örneği de
�udur: Bir kız babasının ilk aşkıyla özdeşleştiğinde, bu baba
i le kız arasında uygunsuz cinsel enerjilerin akmasına, hatta
Pnseste yol açabilir. Daha sıkça gözlemlediğimiz durumlardan
l ı i ri de, babasının ilk aşkını -babasının yanında annesinin yeri­
ni almak isteyecek kadar- güçlü bir biçimde temsil eden, "ba­
hasının küçük prensesi" olan genç kızlarla ilgili gözlemimiz­
d i r. Buna ek olarak, bu tip bir dolanım (özdeşleşme) ilk aşkı
temsil eden çocuktan ebeveynlerin birisinin ya da her ikisinin
l ı i rden soğımasına yol açabilir, çünkü o durumda çocuk görül­
ıi1ek istenmeyeni temsil etmektedir.
Çoğıı kez danışanlar için hakkında hiçbir şey bilmedikleri
ya da çok az şey bildikleri ve belki hiç karşılaşmadıkları birey­

I Prle böylesine dolandıklarını ve özdeşleştiklerini anlayabil­


mek zordur. Ancak, bilim, kuantum fiziği ve metafizik hepimi-
1. i n nasıl daha büyük bir bilincin ve farkındalığın bir parçası
ve o daha büyük realitenin katılımcıları olduğıımuzu giderek
d aha çok gözler önüne sermektedir. Örneğin, bilimsel deney­
ler, bir canlı türü içinde yeni bir beceri edinme açısından kri­
t i k kütleye erişildiğinde, o türün tüm diğer üyelerinin yeni
davranışı içgüdüsel olarak benimsediklerini göstermiştir. Ben-

45
'Bireyferin, .9l.ifeferin ve 'Ufusfarın 'İy ifeşmesi
,-, t • r biz ebeveynlerimizden ayrı değiliz, özünde, biz on­
� e k i lde,
l a rı z . Sadece fiziksel bedenimiz onların biyolojisinden kaynak­
lanmakla kalmaz , düşünce süreçlerimiz, hislerimiz ve tutum­
larımız da onların sağladıkları karbon-kopyadan gelişir. Ne il­
ginçtir ki, son yıllarda evlat-edinme kayıtlarına ve biyolojik
ebeveynlere daha fazla erişilebildiğinden, evlat edinilmiş bir­
çok çocuğun biyolojik ebeveynlerininkine yakın ya da onların­
kiyle aynı davranış ve özellik kalıpları sergiledikleri keşfedil­
miştir. Yine, bu da Aile Takımyıldızı çalışması içinde Biliş Ala­
nı olarak bildiğimiz bilinç enerji alanının görünmeyen mevcu­
diyetinin kanıtıdır. Yine de, öykü Biliş Alanı yoluyla gözler
önüne serildiğinde danışanların bu tür özdeşleşmeleri kavra­
yabilmeleri çoğunlukla zordur; ancak duygular kabararak yü­
zeye çıktığında onlar gözler önüne serilen durumun doğru ol­
duğunu yadsınamaz biçimde hissederler. Hiç kuşkusuz, bu sa­
tırları okuyan birçoğunuzun içinde, şimdiden, bu kitapta veri­
len örneklerden kaynaklanan hisler ortaya çıkmaktadır ve
böyle hislerin farkına varmanın sonucunda daha önce bilinçal­
tı olan şey bilinç üstüne çıkar.

Cinayet ve Haksız Ölüm

Birkaç yıl önce bir danışan bir seminerime yaşamını daha iyi
anlama amacıyla katılmıştı. Bu adam insanların genellikle ona
güvenmediklerini, hatta bazen ondan korktuklarını, bir biçim­
de geri çevrildiğini bildirmişti. Ailenin olgularını araştırdığı­
mızda, danışanımın büyükannesinin yerel bir doktorla evlilik
dışı bir ilişki yaşadığı ortaya çıktı. Doktor sağlığı düzelttiği
söylenen ilaçlarla deneysel tedaviler yapıyordu, ancak bu ilaç.:
lar ve tedaviler resmi bir araştırma ve geliştirme programının
bir parçası değildi; doktor sadece kendi amaçları için deneyler

46
Sevgi 'Düzenleri
yapıyordu. İlişki geliştiğinde, büyükanne doktorun o n u n k i ı ­
çük çocuğu üzerinde deneyler yapmasına izin vermiş ve so n u ç ­
ta çocuk ölmüştü. Biliş Alanı'nda temsilciler vasıtasıyla şu
gerçek ortaya çıktı: Ne büyükanne ne de doktor eylemlerinin
sonuçlarına bakabilmiş ve onları kabullenebilmişlerdi. Aslın­
da, işlenen suç yadsınmıştı. Sorumluluğu yadsıdığından, dok­
tor da aile sisteminin bir parçası olmuştu ve ölmüş çocuğun
yanı sıra, büyükannenin suçu da ailede temsil edilmişti. Bu
olaydaki danışan aile içindeki doktoru temsil ediyordu ve böy­
lece diğer insanların ondan hiç hoşlanmamalarının nedenleri
açığa çıkmıştı. Burada vurgulanması önemli olan şey şudur:
Biliş Alanı ile çalışmak sadece böyle dolanmaları-özdeşleşme­
leri gözler önüne sermekle kalmaz, ayrıca daha önce belirtti­
�i m gibi, iyileştirici cümleleri kullanma sonucunda çözüm de
sağlar. Bu aile takımyıldızı esnasında, danışanım gerçekten de
tüm yaşamı boyunca bir suçluluk ve pişmanlık duygusu his­
setmiş, ama bunun nedenini bir türlü anlayamamış olduğunu
l ıildirdi. Onun kullanmaya yönlendirildiği iyileştirici cümle
şuydu: " Sevgili Büyükanne, bu suçu saygıyla sana bırakıyo­
rum. "
Bir başka danışanım, genç bir Yahudi erkek saldırgandı,
depresyon içindeydi ve şiddet eğilimi vardı. Çocukluğunda o­
ının şimdi böyle davranmasına neden olabilecek herhangi bir
olay vuku bulmamıştı. Ancak, sonra Soykırım sırasında ailesi­
n i n büyük bir bölümünün aynı toplama kampında ölmüş oldu­
ğu ortaya çıktı. Danışanımdan bu konuda daha fazla ayrıntı
vPrmesini istediğimde, onun kamp komutanı hakkında epey
şey bildiğini, onun ismini, rütbesini ve aile tarihini bildiğini
giirdük. Takımyıldız oluşturulduğunda, bu genç adamın tem­
si Icisinin kendi ailesine bakamadığına, ama kamp komutanı-
1 1 1 11 temsilcisinden gözlerini ayıramadığına tanık olduk. Onla-

47
'Bireyferin, Jtifeferin ve 'l[usfarın 'İy ileşmesi
rı n beden dilleri, duruşları ve tutumları bir ve aynı kişi gibi
görünmelerine yol açmıştı. En sonunda şu ortaya çıktı ki genç
adam kamplarda ıstırap çekip ölmüş olan yakınlarına, onların
bir biçimde zayıf olduklarına inanarak, bakamıyordu. Bu ko­
şullar altında, onun bakabildiği tek kişi yakınlarını kurban­
eden kişiydi (kamp komutanı) ve genç adam onu kendi yaşa­
mında temsil ediyordu.

Haksız Kazanç

Haksız kazancın bazı daha dikkat çekici etkilerini ABD 'de


Georgia eyaletinde Beyazlar ile çalışırken gözlemledim. Orta
yaşlı bir kadın seminerime ailesinin neden bu kadar "lanetlen­
miş" olduğunu anlamak istediği için katılmıştı. Aile Takımyıl­
dızları çalışmasında, biz duygulardan çok olaylar üzerinde
odaklanırız. Bu hanım ailesi içinde alkolizmin ve intiharın
yüksek düzeyde bulunduğunu ve bunların epey zamandır de­
vam ettiğini bildirdi. Kardeşlerinin, amcalarının, teyzelerinin,
kuzenlerinin ve daha uzak akrabalarının bu kaderi paylaşmış
ya da çok yıkıcı hayatlar yaşamış olduklarını söyledi. Soruş­
turduğumuzda, onun büyük-büyük-büyükbabasının büyük bir
çiftliğin sahibi olduğu ortaya çıktı. Toprakları daha önce b.ir
Yerli Amerikan halkına aitti, onlar topraklarından zorla çıka­
rılmışlardı ve bu süreçte birçoğu ölmüştü. Daha sonra, danı­
şanımın büyük-büyükbabasının satın aldığı Afrikalı köleler bu
toprakları işlemişlerdi . Biz takımyıldızı onun büyük-büyükba­
basının, Yerli Amerikalıların, kölelerin ve intihar etmiş veya
alkolik olmuş akrabalarının temsilcilerini içerecek şekilde
oluşturduk. Salondaki enerji çok yoğundu ve onun aile üyele"­
rinin temsilcilerinin her biri yere çöktü, büyük bir üzüntüyle
ve avutulamaz bir suçluluk ve ıstırap duygusuyla kıvrandı.

48
Sevgi 'IJienkri
ı\ile daha önce çok zengindi, epey toprağa sahipti, ama kwşak­
l a r boyunca bu servetin büyük bölümü alkolizm, kumar ve in­
t.i har olayları yüzünden yitirilmişti. Durumu dengelemek ve
haksız yoldan kazanılmış kazancın bir tür kefaretini ödemek
i�in, aile üyeleri kendilerini hem servetlerinden, hem de yaşa­
mın sunduğu tüm nimetlerden yoksun bırakmaya zorlanmış­
l ardı. Böyle durumlarda, özgürleştirici hareket hem kölelerin
l ı em ·de Yerli Amerikalıların kaderini onurlandırmak, her bi­
ri ne kalplerinde bir yer verip suçu büyükbabaya bırakmaktır.
İ nsan bir rol-oynamaya çok benzer görünen bu uygula­
manın böyle uzun-vadeli ailesel yıkıcı kalıpları değiştirmekte
r ı asıl etkili olabildiğini merak edebilir. Bizi atalarımıza ve aile
si steminin diğer üyelerine bağlayan Biliş Alanı'nı kullanırken,
ı ı sadece bizi sorunun nerede bulunduğundan haberdar et­

r ı ı e k le kalmaz , sessiz beden hareketleriyle ve iyileştirici cümle­


I P r i kullanma yoluyla bize bu alanın etkisini değiştirme fırsatı
d a verir. Şamanistik ritüelle kıyaslanabilecek bir tarzda, ade-
1 ı ı , yeni bilgi ve çözüm içeren bir e-posta olaya karışmış olan
ııt.alarımıza gönderilerek tüm aile sistemine etkili bir şifa geti­
rilir.

49
2

HASTALIK

İyileştirici Bir Süreç Olarak Aile Takımyıldızları


İyileştirici bir model olarak Aile Takımyıldızları psikoterapik
süreç, ruh çalışması ve atasal çalışma gibi farklı unsurlar içe­
rir. Geleneksel terapiyle, iyileşme zaman içinde gerçekleşir ve
terapist süreci yönetmekte çok aktif bir rol oynar, danışanını
kendi içindeki gücü bulacak şekilde yönlendirir. Buna ek ola­
rak, geleneksel psikoterapi danışanın sunduğu sorunun potan­
siyel kuşaklar-ötesi veçhelerini hiç dikkate almaz ya da çok az
alır. Öte yandan, Aile Takımyıldızlarında -bu çalışma da psi­
koterapik sürecin unsurlarını içermekle birlikte- terapist çö­
zümler bulmak için Biliş Alanı tarafından yönlendirilir. Bu şe­
kilde, bir Aile Takımyıldızı sürecini yöneten kişi hem terapist
hem de şifacı rolünü dengeli bir biçimde oynar; iyileşme süre­
cini bir çözümün bulunabileceği şekilde kısmen yönetir ve şi­
facı rolünde de bir çözümün ortaya çıkabileceği alanı korur.
Bundan başka, danışanın güç bulmasına yardımcı olmak için
ebeveynlerle ve atalarla bağlantı kurmak gibi dışsal unsurlar
kullanılır. Geleneksel psikoterapinin tersine, Aile Takımyıldızı
çalışması içinde biz Ruh'un alemine gireriz. Atasal çalışma ve
Ruh çalışması yoluyla, bireyin kapsama alanının ötesinde çalı­
şır ve bir ya da daha fazla ailenin ve bazen de toplumların bir­
çok kuşağını etkileyebilecek bir şifa sürecine gireriz . Ruh'un

51
'B ireylerin, Jtifeferin ve 'Ufusfann 'İ.gifeşme.si
dııgııı-;ı zamanın ötesinde yattığından, birçok bakımdan, Aile
Takımyıldızı çalışması da zamanın ötesine uzanır. Süreç için­
de, kaybolmuş çocuklar bir kez daha benimsenip kucaklş.nabi­

lir, eski-aşıklar yeniden buluşabilir ve aradaki ilişkiye çözüm


bulunabilir ve gelecekteki olanaklarla karşılaşılabilir. Psikote­
rapik sürecin doğası lineerdir, oysa takımyıldız süreci zaman­
da hiçbir lineer çerçevesi olmayan bir andır. Bir başka deyişle,
biz şimdiki anda bir şifayı gerçekleştirmek için geçmişin olay­
ları ve insanları ile çalışırız . Bu çalışmaya katılanların büyük
çoğunluğu, yavaş yavaş gelişen bir sürecin tersine, gerçek-za­
manda ani değişimler deneyimler. Bir aile takımyıldızının et­
kisi danışan için yeni bir tablo yaratmaktır, o ondan sonra bu
yeni imgeyi kendi Ruhu'na alabilir.
Eğer Aile Takımyıldızı çalışmasını psikoterapik sürecin
ve enerji çalışmasının bir birleşimi olarak görürsek, bu çalış­
ma ile Brennan Şifa Bilimi arasında direkt bir karşılıklı ilişki­
nin bulunduğunu da görebiliriz. Brennan Şifa Bilimi doğru­
dan insanın enerji alanı ve çakralar olarak bilinen ve omurga
boyunca farklı noktalarda yer alan enerji vorteksleri üzerinde
çalışmaya dayanır. Bu bilim ilişki kordonlarının bizi sadece
ebeveynlerimize ve kardeşlerimize değil, birlikte olmuş oldu­
ğumuz her partnerimize ve atalarımıza da bağladığını ortaya
çıkarmıştır. Son yıllarda bu şifa biliminin birçok uygulayıcısıy­
la çalıştıktan sonra, iki şifa yönteminin veçheleri arasındaki
paralellikleri açıkça görmüş bulunuyorum. Brennan Şifa Bili­
mi'ni kullanarak, uygulayıcı çakraları ve onlardan yayılan ve
bireyi diğerlerine bağlayan ilişki kordonlarını yeniden düzen­
leyebilir. Gözlemlenmiş olan şey şu ki, bireyler ile ataları ara­
sında sağlıksız kordonlar bulunabilir, bunlar aile takımyıldızı
çalışmasında gözlemlenen aynı dinamiğe yol açabilir, yani, bi­
rey bir başkasının duygularını taşır ve onları kendi duygula-

52
::J{astafı{
rıymış gibi yaşar. Brennan Şifa Bilimi ile birlikte Aile Takı m­
yıldızı çalışması bütünüyle yeni bir şifa kavramının, bizim bir
bireyden çok daha fazla bir şey olduğumuzu ... bizim aileler, et­
nik gruplar ve uluslar içinde doğduğumuzu ve ait olduğumuz
bu grupların duygusal, psikolojik ve fiziksel esenliğimizi doğ­
rudan etkileyebileceklerini söyleyen bir kavramın yolunu aç­
maktadır.
Yakın ilişkiler ve aile meseleleri gibi bilinen konular üze­
rinde doğrudan çalışmaya ek olarak, Biliş Alanı içinde arke­
tipleri (temel modelleri), kavramları ve varlıkları da temsil
edebiliriz. Ö rneğin, uluslar, din gibi kültürel unsurlar, siyasi
hareketler, gruplar ve "bilinmeyen" bir takımyıldıza girebilir­
ler. Aile takımyıldızı çalışmasının düzenleyicisi olarak ben sık
sık, danışanın ya da temsilcisinin bilmediği insanların ya da
veçhelerin temsilcilerini Biliş Alanı'na sokarım. Çoğu kez bu­
nu bir önsezinin sonucunda ya da temsilciler takımyıldızda bi­
rinin ya da bir şeyin eksik olduğunu hissettiklerinde yaparım.
Biliş Alanı'nın olağanüstü yanlarından biri de, böyle bir tem­
silcinin anlam ve öneminin neredeyse hemen açığa çıkmasıdır.
Sık sık, ben böyle bilinmeyen bir temsilciyi takımyıldıza yer­
leştirdiğimde, danışan birden önemli bir bilgiyi hatırlar, örne­
t:,ri n, "Büyükannemin bir çocuğunun ölü doğmuş olduğunu
:ıimdi hatırladım," der. Bu şekilde, Biliş Alanı'nın görülmeyen
zekası bizi önemli olaylardan haberdar eder. Size bu konuda
bir örnek vereyim:
Göçmen bir ailenin çocuğu olan bir danışanla çalışırken,
o nun takımyıldızına bir de ebeveynlerinin asıl ülkelerini, Por­
Lckiz 'i temsil edecek birini eklemiştim; bunu danışanın ait ol­
ma duygusunu ve atalarıyla bağını güçlendirmek için yapmış­

t.ı m. Ancak, adetim olduğu üzere, bu temsilciyi isimlendirme­


dim, onun neyi temsil ettiğini diğer temsilcilere açıklamadım.

53
'13ireyferin, .91.ifeferin ve 'l.lfusfann iyileşmesi
Ama, diğer temsilcilerin hiçbirinin bu yeni temsilcinin takım­
yıldıza girmesinden hoşnut olmadığını şaşırarak gördüm. Da­
nışanımın anayurdundan, Portekiz'den kaynaklanan bir soru­
nun bulunduğunu varsayarak, ona Portekiz 'de ne oldu ğunu
sordum. O herhangi bir özel olayı hatırlayamadı. O zaman ona
takımyıldıza kattığım kişinin Portekiz'i temsil ettiğini açıkla­
dım ve o, "Ama, ben Portekizli değilim, biz Madeiralı'yız" diye
karşılık verdi . Portekiz'i temsil eden kişinin yerine Madeira'yı
temsil eden birini geçirdiğimde, tüm temsilciler memnuniyetle
gülümsediler, güçlenmiş bir halde, göğüsleri gururla kabara­
rak durdular. Benim danışanımın kökeniyle ilgili varsayımım
Biliş Alanı'nın gücünü gözler önüne sermiş ve bizim ataları­
mızla olan bağımızın gücüne tanıklık etmişti. Madeira Adası
Portekiz'e ait olmasına rağmen, Madeiralılar kendilerini ayrı
bir etnik grup olarak görüyorlardı.

Fiziksel Hastalık ve Rahatsızlık


Birçok birey Aile Takımyıldızlarına ciddi hastalıklarından ötü­
rü katılır. Takımyıldız çalışmasının büyük değeri yıllar içinde
elde edilen sonuçlarda açıkça görülmüştür. Ancak, hastalıkla
bu şekilde çalışmanın amacı onun üzerinde direkt olarak çalış­
mak, onun tedavisini bulmak değil, danışanın ait olduğu aile
sistemine bakmaktır. Biz temanın danışanın hastalığı olduğu
bir aile takımyıldızı oluşturabiliriz. Ayrıca aile sistemine iliş­
kin nelerin ortaya çıkacağını görmek amacıyla danışan için bir
temsilci ve söz konusu hastalık için bir temsilci seçebiliriz.
Ciddi bir hastalığa sahip bir danışan bir seminere katıldığın­
da, biz onun kendi doğal şifa gücünü bulmasını sağlamak ama­
cıyla, altta yatan gerilimi ortaya çıkarmak ve salıvermek için
ailedeki olaylar hakkında olağan biçimde bilgi toplarız .

54
Jiasta{ı/(
Bu süreçte şu gözlemlenmiştir ki bireyler ailenin i i l ı ı ı i ı �
üyelerine doğru çekildikleri zaman, onların yaşam-gücü e n e r ­
jileri zayıflar, bu da bedende hastalık olarak tezahür edebi le­
cek bir savunmasızlığa yol açar.

Bir danışanım yıllardır korkunç baş ağrıları çekiyordu. Yapı­


lan tetkiklerde onda hiçbir nörolojik rahatsızlık bulunamamış­
tı ve kendisi bir süredir büyük dozlarda ağrı kesiciler alıyor­
du; ancak baş ağrıları hala bitkin düşürücüydü ve danışanım
sık sık işini bırakıp yatmak zorunda kalıyordu. Onun takım­
yıldızını oluşturduğumuzda, danışanımın baş ağrısını temsil
eden kişi başının tepesini tutarak dizleri üzerine çöktü. Danı­
şanım o zaman kendisinden birkaç yaş büyük olan ağabeyinin
çocukken bir kazada öldüğünü açıkladı. Ölüm nedeni bir baş­
ka aile üyesinin ihmali yüzünden çocuğun başına düşen bir
taştı. Danışanımın baş ağrıları o gün sona erdi ve o zamandan
beri nadiren ortaya çıktı.

Bu şekilde çalışırken, biz danışanlarımızı daha önce öl­


müş olanlarla yüz yüze getirebiliriz ve böylece söz konusu so­
runa bir çözüm bulunabilir. Eğer sorun çözülmüş ve danışan o
karşılaşmadan güç kazanabilmişse, bu onun genel enerji alanı­
m olumlu bir biçimde etkileyecek ve iyileşmeye çok yardımcı

olacaktır. Böyle durumlarda hatırlanması önemli olan şey şu


ki, ebeveynler -kendi suçluluk duyguları bunu engellediği için­
ölmüş çocuklarına bakamadıklarında, o çocuk aslında aileden
dışlanmış olur. Hem bireysel Ruh'un, hem de aile Ruhu'nun
doğası her-şeyi-dahil-edicidir ve bu şekilde, baş ağrıları çeken
danışanım baş ağrılarını yaratma yoluyla o öldürücü kazayı
temsil ederek ağabeyini aileye dahil ediyordu.
İyileşme sürecinde, böyle danışanlar önce trajik bir kaza­
da ölmüş olan kişiye karşı gizli bağlılıklarını bırakmalıdırlar . . .

55
'B ireyferin, Jlifeferin ve 'l[usfarın 1yifeşmesi
k i lııı da genellikle kolay bir iş değildir. Bizim başkalarının ka­
dPrine dolanmamız (o kaderi üstlenmemiz, onunla özdeşleş­
memiz) çoğunlukla "bu olay asla vuku bulmamalıydı" ya da
"birisi bu işin bedelini ödemeli" duygusundan kaynaklanir, bu
ebeveynlerin altta yatan duygularıdır. Böyle dolanmalardan­
özdeşleşmelerden kurtulmanın yolu, başkalarının kaderi kar­
şısında saygıyla eğilmektir. Aile Takımyıldızı süreci yoluyla,
biz aile sisteminde iki tür dolanma olduğunu öğreniriz. Birin­
cisi başkalarının kaderine dolanmaktır, ikincisi de başkaları­
nın işine dolanmaktır. Başkalarının kaderine dolandığımızda,
bunun nadiren farkında oluruz; ancak, Aile Takımyıldızı süre­
cinde bu dolanmanın farkına varırız . Başkalarının işine dolan­
dığımızda, bu çoğunlukla bilinçlidir; örneğin, dul annemizin
yeniden evlenmesine karşı çıkmamız gibi. Sorunlarımızın ço­
ğu kişisel olarak kontrol edemeyeceğimiz ve başkalarının işini
oluşturan o şeylere karışmaktan kaynaklanır.

Ebeveynlere ve Aileye Bağlılık


Ciddi hastalıkların bir ya da daha fazla aile üyesine karşı his­
settiğimiz güçlü bir bağlılık duygusundan kaynaklanır görün­
düğünü sık sık gözlemliyoruz.

Göğüs kanseri olan bir danışanım hem annesinin hem de bü­


yükannesinin göğüs kanseri yüzünden genç sayılabilecek bir
yaşta öldüklerini açıklamıştı. Aile öyküsü ortaya çıktığında,
danışanımın büyük-büyükannesinin Güney Afrika 'daki Anglo­
Boer Savaşı sırasında İngiliz toplama kamplarında k üçük oğ­
luyla birlikte ölerek geride -daha sonra danışanımın büyükan­
nesi olan- kızını bıraktığını öğrendik. Takımyıldızı oluşturdu­
ğumuzda, danışanım hem ağladı hem de güldü, o benzer bir
kaderi paylaşmaktan dolayı mutlu görünüyordu. Epey içsel ça-

56
1-{astafı{
lışma yaptıktan sonra, o büyük-büyükannesinin ve oğlunun
kaderi önünde saygıyla eğilebildi ve ayrıca İngiliz tutsakçılara
kalbinde bir yer verebildi. Takımyıldız çalışması sırasında bü­
yük-büyükannesi ve büyük-dayısıyla buluştuğunda, kendisinin
onlara olan bağlılığından dolayı ölmek istemesinin onların
Ruhları 'nı güçsüzleştirdiğini ve onların kaderleri önünde say­
gıyla eğilmesinin ise tam tersine bu Ruhları güçlendirdiğini
açıkça görebildi.

Danışanlar ciddi bir hastalıklarının nedenini bulmak ve


onun üzerinde çalışmak için seminerlere katıldıklarında, aynı
hastalığı çekmiş diğer aile üyeleri hakkında bilgi edinmek
önemlidir. Aynı hastalık birkaç aile üyesinde ortaya çıktığın­
da, hastalık aile içinde büyük güç kazanabilir, bu özellikle tıp
alanı genetik kalıtım diye mühürlenmiş bir kaderi işaret ede­
rek hastalığın aile üzerinde sahip olduğu nüfuzu destekledi­
ğinde böyle olur. Çoğu kez, biz kuşaksal hastalık ve rahatsız­
lık üzerinde çalışırken başkalarının kaderine dolanmışlığı ve
bir aile içinde meydana gelen önemli olayları gözlemleyebili­
riz. Öykü ve başkalarıyla özdeşleşme gözler önüne serildiğin­
de, o zaman çözüm mümkün hale gelir.

Başkaları Adına Istırap Çekmek


Başkaları adına ıstırap çekmek Aile Takımyıldızı çalışmasında
g-ördüğümüz ortak bir temadır. Bu tür ıstırap sadece fiziksel
hastalık olarak değil, yıkıcı yaşam kalıpları olarak da tezahür
eder. Hastalık, ıstırap çekmiş birisinin kaderine dolanma çer­
çevesi içinde gözlemlendiğinde, tezahür eden ille de aynı has­
talık olmaz. Çoğu kez, bireyler trajik biçimde, haksız biçimde
illmüş ya da unutulmuş birisinin kaderine dolandıklarında,
hastalığın ve rahatsızlığın gelişmesine yol açan şey onların fi-

57
'Bireyferin, .91.ifeferin ve 'U[usfarın iyifeşmesi
zikscl organizmalarının giderek güçsüz düşmesidir. Biz ölmüş
b i risiyle özdeşleştiğimizde, deyim yerindeyse, bir ayağımız me­
zarda olur ve bu yüzden fiziksel yaşamda tam olarak bulun­
mayız. Enerjisel bir perspektiften, bizi esasen birinci çakradan
biyolojik ailemize ve atalarımıza bağlayan enerji kordonları var­
dır. Omurganın dibindeki, kök çakra denen bu enerji merkezi
bizim fiziksel bedende yaşama isteğimizi ve dünya üzerindeki
yaşamda mevcut olma duygumuzu temsil eder. Ancak, bu şifa
sürecinde birçok kez sergilenmiş olduğu gibi, ilişki kordonları
fiziksel esenliğimizi etkileyebilirler. Fiziksel bedenimizle doğru­
dan ilişkili olan birinci çakra atalarımız, bir ebeveynimiz ya da
büyük-ebeveynimiz ile aramızdaki sağlıksız ilişki kordonları yü­
zünden zarar gördüğünde ya da güçsüz düştüğünde, bu fizik­
sel bedenin genel sağlığını bozabilir ve bağışıklık sistemini za­
yıflatabilir; bu da çeşitli kanserlere, AIDS'e ve bağışıklık siste­
miyle ilişkili diğer hastalıklara yol açabilir. Hastalığa bakar­
ken, hemen her zaman bunun aile sistemi içinde zarar görmüş
ilişki kordonlarının ve başkasının kaderine dolanmanın dolay­
lı ya da direkt bir sonucu olduğunu varsayabiliriz.
Geleneksel olarak, kök çakranın zarar görmesine ilk ço­
cukluk travmasının ya da doğum travmasının neden olduğu­
na, bu travmaların çocuğun fiziksel bedene ve fiziksel çevreye .
ya da ebeveynlerinden birine veya her ikisine bağlanabilmesi­
ni engellediğine inanılır. Böyle bir travma bir bireyin fiziksel
yaşamdan çekilmesine -fiziksel dünya ya da beden ile asla tam
bir bağ kurmamasına- neden olabilir ve bedenin "ehi" denilen
evrensel enerjiyle beslenememesine yol açabilir. Bir ebeveynin
erken ölümü, terk edilme ve boşanma gibi deneyimler de kök
çakranın enerji sistemine zarar verebilir. Ancak, Aile Takım­
yıldızı çalışmasıyla, biz travmanın gerçekten de aile sistemin­
deki bir başkasına ait olabileceğini ve bu travmanın etkileri-

58
'}{astaiıR.,
nin bir bireyin içinde tezahür edebileceğini, o kişinin - s o r u n u ı ı
bilinçli olarak farkında olmasa da- b u travmayı bizzat dene­
yimlemiş gibi hissedebileceğini gözlemledik. Bizi geçmişteki
iyileştirilmemiş bir travmanın bir parçası olan atalarımıza bağ­
layan ilişki kordonları fiziksel sistemimizi o travmayı bizzat
deneyimlemişiz gibi, aynı şekilde güçsüz düşürebilir. Aslında,
geniş şifa yelpazesi bireyin ötesine, aileye açılmış ve bireyin
kendisini ayrı bir varlıkmış gibi değil, ancak bir aile sistemi­
nin bir parçası olarak iyileştirebileceği aşikar olmuştur. Ben­
zer bir biçimde, bizzat deneyimlenen bir travma fiziksel bede­
nimizi ve sağlığımızı zayıf düşürebilir ve kardeşimizin, sevgili
halamızın ya da bir başka aile üyesinin deneyimlediği travma­
nın sanki o kendi travmamızmış gibi içimizde tezahür edebile­
ceği doğrudur.

Otuzlu yaşlarının sonunda bulunan bir kadın anoreksi ve bu­


limya ile yıllarca mücadele etmesinin sonucunda bir deri bir
kemik kalmıştı . Takımyıldız çalışmasıyla onun aile sistemini
incelediğimizde, onun annesinin ailesinin öyküsü ortaya çıktı.
Annesinin ailesinin birkaç üyesi İkinci Dünya Savaşı sırasın­
da Hollanda'da açlıktan ölmüştü. Daha sonra aile içinde bu
savaştan ve o ölen akrabalardan hiç söz edilmemiş, onlar so­
nuçta unutulmuşlardı . . . kaderleri hiç kabul edilmemişti. Da­
nışanım da açlıktan ölmüş o yakınlarının kaderine derinleme­
sine dolanmış ve onları bu şekilde temsil etmeye zorlanmıştı.

Ancak, bu dolanmanın her zaman bir aile üyesi ile olması


g-erekmez ; bu aile ile bir biçimde ilişkili olan biriyle de olabilir.

Onlu ve yirmili yaşlarında uzun yıllar bulimya ile mücadele


eden Gudrun 'un bu hastalığı üç çocuk sahibi olduktan sonra
tekrar depreşmişti. O fiziksel bir kriz içindeydi ve doktorları
'ınu yetersiz beslenmeden ötürü kalbinde ve diğer yaşamsal or-

59
'Bireylerin, �ifeferin ve 'U{usfarın iyileşmesi
ga nlannda komplikasyonların ortaya çıkabileceği konusunda
uyarıyorlardı. Karşılaştığımızda Gudrun neredeyse bir deri
hir kemik kalmıştı. Ailesinin geçmişini soruşturduğumda, bü­
yükbabasının Auschwitz toplama kampında bir Nazi subayı
olarak çalışmış ve o günlerdeki eylemleri için hiç pişmanlık
duymamış olduğunu öğrendim. Savaş Gudrun 'un ailesinde
hiç konuşulmamış ve büyükbabasının faaliyetlerinin ayrıntıla­
rı hep bir aile sırrı olarak saklanmıştı. Gudrun 'un takımyıldı­
zın ı oluştururken, bu takımyıldıza büyükbabasının ve onun
Auschwitz 'deki kurbanlarının birkaç temsilcisini de yerleştir­
dik. Daha başlangıçtan itibaren Gudrun Soykırım 'ın bir deri
bir kemik kalmış kurbanlarının yanında ailesi içinde bir sır
olan şeyin bir temsilcisi olarak durmak istedi. Gudrun daha
sonra Kabala ya ve diğer Yahudi geleneklerine derin bir ilgi
duyduğunu, hatta bir zamanlar din değiştirip Musevi olmayı
bile düşündüğünü açıkladı.

Gudnın'un durumunda, o bir aile üyesi adına değil, bü­


yükbabasının unutulmuş ve yadsınmış kurbanları adına ıstı­
rap çekiyordu. Aile Takımyıldızı çalışması yoluyla bize hiçbir
şeyin gerçekten unutulmadığı ya da dışlanmadığı gerçeği tek­
rar tekrar hatırlatılır; onların davasını bir başkası çoğunlukla
bilinçsiz olarak, içsel bir itilimle bunu yapmaya zorlanarak sa­
vunacaktır. Ruh her şeyi dahil edicidir ve dışlanmış ya da yad­
sınmış olan her şey Ruh'un temsil etme yoluyla dahil etmeye
zorlamasının sonucu olarak temsil edilecektir. Bu yolla, Aile
Takımyıldızı çalışması psikoterapi ile Ruh çalışması arasında
bir köprü kurar; çünkü özünde, biz temsil-etme yoluyla sadece
yaşayanlarla değil, ölmüş olanlarla da çalışırız . Danışanlarım
çoğu kez bana çoktan ölmüş olanların Ruhlarının da bizim bir
seminerde yaptığımız çalışmadan ötürü şifa bulup bulmadıkla-

60
:J-{asta!ı{
rını sorarlar. Benim yanıtım hep şöyle olur: " Gerçekten bilmi­
yorum, ben sadece yaşayanların elde ettikleri yararlarla ilgile­
niyorum. " Bir gün Julia adlı bir danışanım bana telefon edip
heyecanlı bir sesle önemli bir şey söylemek istediğini bildirdi.
O iki-üç kere aile takımyıldızı çalışmasına katılmıştı ve onunla
ölmüş büyükannesini içeren bir çalışma yapmıştık. Julia bana
yıllardır doğum gününde o yılla ilgili spiritüel içgörüler edin­
mek için bir ruh medyumunu ziyaret ettiğini açıkladı. Bu yıl
büyükannesi o medyum aracılığıyla konuşarak yaptığımız şifa
çalışmasından ötürü teşekkür etmiş ve kendini şimdi çok daha
iyi hissettiğini söylemişti. Oysa büyükannenin bu iletişimin­
den önce Julia o medyuma bu aile takımyıldızı çalışmasından
söz etmemişti. Böyle öyküler anlatıldığında, onlara itibari bir
değer vererek bakmamız, o konuda herhangi bir varsayımda
bulunmamamız ve o öyküyü destekleyecek başka öyküler ya­
ratmamamız, sadece söyleneni başka sonuçlar çıkarmadan ka­
bul etmemiz gerekir. Bu şekild e danışan adına yapılan şifa ça­
lışmasının bütünlüğünü ve dürüstlüğünü koruyabilir ve so­
nuçta kanıtlanamayacak olan sansasyonelleştirmeden kaçına­
biliriz. Bununla birlikte, aşağıdaki öyküye benzer birtakım
öyküler işitmiş bulunuyorum:

Sarah yirmili yaşlarının sonunda bulunan ve sık sık kontrol


ı•dilemez bir biçimde ağlayan genç bir kadındı. O, onlu yaşla­
rının ortasında ağlamaya başladığını ve şimdi bunun yaşamı­
na tümüyle hakim olduğunu açıklamıştı. Neredeyse sürekli
olarak ağlıyor ve bu yüzden insanlarla arkadaşlık kurmakta,
ı •rkeklerle ilişkiye girmekte, hatta halk içine çıkmakta zorlanı­
yordu. Katıldığı değişik terapiler de onun sürekli akan göz
yaşlarının kaynağını ortaya çıkaramamıştı. Onun ailesinin geç­
mişini soruşturduğumda, Sarah anne tarafından yarı Kızılde-

61
'Bireyferin, .:ltifeferin ve 'l[usfarın 'İ.y ifeşmesi
rili olduğunu, ama annesinin yaşadığı güney ABD eyaletin­
deki ayrımcılıktan korktuğu için kızının bunu başkalarına söy­
lemesini yasakladığını açıkladı. Ardından, uzun zamandır bir
sır olarak saklanan Kızılderili büyük-büyükannesinin yetkili­
ler tarafından Kızılderililer için ayrılmış araziye yerleştiril­
mek üzere Georgia eyaletinden halkıyla birlikte zorla sürüldü­
ğünü de açıkladı. Yerli Amerikalıların bu kitlesel zoraki göçü
uygun bir biçimde "Gözyaşları Yolu" olarak adlandırılmıştı.

Şizofreni
Stephan evliliğinde sorunlar yaşadığı için Aile Takımyıldızı
çalışmasına katılmış olan, otuzlu yaşlarının başında bulunan
genç bir adamdı. Bize, kendisine hafif şizofreni tanısı koyuldu­
ğunu açıklamıştı. Stephan ile birlikte bu seminere katılmış olan
diğer danışanlar Stephan'ın -öyle davranmasa da- saldırgan
bir yapıya sahip göründüğü için ondan rahatsız olduklarını ifa­
de etmişlerdi. Bazıları ondan korkmuşlardı ve Stephan bunun
bazen onun için bir sorun olduğunu doğrulamıştı. Stephan'a
şizofrenisinin şekli ve doğası hakkında soru sorduğumda, o sık
sık kafasında bir çığlık duyduğunu ve bunun ona kendi sesiy­
miş gibi gelmediğini açıkladı. Ayrıca, birçok şey ters gittiği.
için yaşamının lanetlenmiş olduğunu hissettiğini de söyledi.
Ona ailesinin geçmişi hakkında soru sorduğumda, kendi­
si Alman olmasına rağmen, annesinin bir Alman Yahudisi ol­
duğunu ve onun ailesinin büyük bölümünün Nazı toplama
kamplarında ölmüş olduğunu, oysa babasının ailesinin İ kinci
Dünya Savaşı'na aktif bir biçimde katılmış Almanlar olduğu­
nu açıkladı. Bir Alman olmak ile bir Yahudi olmak arasında

i k iye bölündüğünü hissettiğini ve bir süre Yahudi mirasını


yadsımaya çalıştığını da itiraf etti. Ailesinde savaş hakkında

62
J{astafıf(
ya da toplama kamplarına gitmiş olanlar hakkında bildiği belli
olayların olup olmadığını sorduğumda, büyük halası hakkında
çok acıklı bir öykü anlattı. Hitler'in doğum gününden önceki
gün kamp komutanı onun halasına gelip Hitler'in doğum gü­
nü kutlamasının bir parçası olarak onun küçük oğlunun fırın­
larda önceden gazla boğulmadan yakılacağını, yani, diri diri
yakılacağını söylemişti. Komutan halaya oğlunu kendisinin öl­
dürmesi ya da bu korkunç kadere teslim etmesi seçeneğini
vermişti. Hala oğlunun ıstırap çekmesini önlemek için onu
kendisi öldürmeyi seçmişti.
Takımyıldızı oluştururken, Stephan, kamp komutanı,
Stephan'ın büyük halası ve onun oğlu için birer temsilci seç­
tik. Hemen ardından Stephan'ın büyük halasının temsilcisi
deneyimini şöyle açıkladı: "Bu benim şimdiye dek hissetmiş
olduğum en korkunç his, içimden büyük bir çığlığın yükseldi­
ğini hissediyorum; bu çok güçlü, dayanılmaz, korkunç bir çığ­
lık. " Bunun gerekli olduğunu hissederek, büyük halanın tem­
silcisinden bu çığlığı seslendirmesini istedim. Bu benim o za­
mana dek işittiğim en tüyler ürpertici sesti. Stephan hıçkıra
hıçkıra ağlamaya başlayarak, " İ şte benim kafamda sık sık işit-
1.iğim ses bu ! " dedi. Stephan hem kamp komutanıyla hem de
lıüyük halasıyla güçlü bir biçimde özdeşleşmiş ve ikisinden bi­
rini seçmekte zorlanmıştı.
Birkaç aylık bir dönem içinde, Stephan birçok Aile Ta­
k ı myıldızı seminerine katıldı ve zihinsel hali düzelmeye başla­
d ı . Ayrıca, biz onun kamp komutanıyla özdeşleşmesi üzerinde
ı;alışırken, saldırganlığı da yumuşamaya başladı, öyle ki ilk
l ıaşta Stephan'dan korkan diğer danışanlar ondan hoşlanma­
ya başladılar. Stephan daha sonra artık o çığlığı işitmediğini

ve onun gibi karışık bir aileden gelen bir arkadaşıyla birlikte

ııra sıra sinagoga gittiğini bildirdi.

63
'Bireyferin, !ilifeferin ve 'U{usfann 'İ.y ifeşmesi
İ ki-Cinsiyetli
Paul on altı yaşındayken kendisine iki-cinsiyetlilik tanısı ko­
yu lmuş olan yirmi bir yaşında bir eşcinsel erkekti. Söyle'diğine
göre, birkaç yıl boyunca intihar etme eğilimi hissetmişti. Kar­
şılaştığımız sırada, Paul 'un yaşam partneri dışında bir arka­
daşı yoktu, bir işi yoktu ve günün on dört saatini yatakta geçi­
riyor, sadece erkek arkadaşı işten eve dönmeden birkaç dakika
önce kalkıp giyinerek onu karşılamaya hazırlanıyordu. Özün­
de, o yaşamıyordu. Epey bir zamandır terapiye katılıyordu ve
bu terapi onun intihar eğiliminin ebeveynlerinin boşanmasın­
dan ve babasının onun eşcinselliğini reddetmesinden kaynak­
landığını açığa çıkarmıştı.
Paul için ilk kez bir takımyıldız oluştururken, onun an­
nesinin ailesinde korkunç bir şeyin vuku bulduğunu hissettim
ama bunun tam olarak ne olduğunu çıkaramadım; Paul de an­
nesinin ailesi hakkında çok az şey bildiğinden bu hissimi doğ­
rulayacak bir şey söyleyemedi . O ikinci kez bir seminerime ka­
tıldığında, onun annesinin ailesinde korkunç bir şeyin vuku
bulmuş olduğuyla ilgili hissim daha da güçlendi, bu neredeyse
elle dokunulabilecek kadar somut bir histi. Ancak, Paul çok
genç ve savunmasız olduğundan, onun takımyıldızının daha .
basit veçheleri üzerinde çalışmayı seçtim. O üçüncü kez bir se­
minere katıldığında ona, "Sanırım senin ailende bir cinayet iş­
lenmiş, bu konuda bir şey biliyor musun? Bu büyükannenle il­
giliymiş gibi görünüyor, " dedim. O bu sözler karşısında önce
çok şaşırdı, sonra da kızdı. Böyle bir şeyi ileri sürebilmeme öf­
kelenmişti .
Ancak, birkaç gün sonra beni arayıp çok garip bir şeyin
vuku bulduğunu bildirdi. Hasta olan annesini ziyarete gitmiş
ve annesi kendiliğinden ailesi hakkında konuşmaya başlamış-

64
J{asta!ı{
tı. Annesi şöyle demişti: " Büyük-büyükannen hakkında gari p
bir öykü anlatılır. Onun kızı gizemli bir biçimde ölmüştü ve
ailedeki birçok kişi onun kendi çocuğunu öldürdüğünden kuş­
kulanmıştı. " Bu Paul'ün dikkatini çekmeye ve onu bir kez da­
ha Aile Takımyıldızı çalışmasına getirmeye yetmişti. Şimdi bu
bilgiye sahip olduğumuzdan, onun annesinin, büyükannesi­
nin, büyük-büyükannesinin ve ölmüş olan kız çocuğunun tem­
silcilerini içeren bir takımyıldız oluşturabilirdik. Bu çalışma
sırasında şu çok açıkça ortaya çıktı ki, Paul ölmüş olan o kızla
özdeşleşmişti, öyle ki, bu öldürülmüş çocuğun temsilcisi ölmüş
gibi yere yatınca, Paul de ölmüş gibi onun yanına yatmaya
zorlandı. Paul'ün o noktaya kadarki yaşamı bu durumu açıkça
yansıtıyordu.
Birkaç takımyıldız daha oluşturduktan sonra, Paul dok­
torunun rehberliği altında ilaçları bıraktığını, artık geceleri
yedi saatten fazla uyumadığını ve yerel bir yüksek meslek oku­
luna devam ettiğini bildirdi.

İntihar Eğilimleri
Terapi, genellikle, bir bireyin intihar eğiliminin nereden kay­
naklandığını bulmak için onun yaşam koşullarına bakar. Tipik
olarak, ailede boşanma, okulda ya da iş yerinde zorluklar, mali
sorunlar ve düşük özsaygısı genellikle bu kök neden olarak
teşhis edilir. Ancak, Aile Takımyıldızı çalışması oldukça farklı
bir şeyin intihar eğiliminden sorumlu olduğunu göstermiştir.
Sevgi Düzenleri, unutulmuş ya da dışlanmış olanın aile
sistemindeki başkaları tarafından temsil edileceğini bildirir.
Son yıllarda üzerinde çalıştığım her intihar eğilimi vakasında,
hep, bir bireyin intihar eğiliminin onun ölmüş bir aile üyesine
karşı bir çekim hissetmesinden ya da diğer aile üyelerinin inti-

65
'B ire!Jferin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
lıı ı r duygularını üstlenmiş olmasından kaynaklandığını gör­
d ü m . Bir ölümün etkisi birçok kuşağı kapsayabilir ve bireyin
iil ü m k ad eri yaşayanlar tarafından kabullenilmediği ya da
'
yadsındığında, ölenin etkisi -atasal enerjilerin sağlıklı bir des­
teği olmak yerine- zarar verici olabilir. Ben intihara eğilimli
bir danışanla çalıştığım her defasında, önce olası sorun alanla­
rını tanımlamak için ailenin mümkün olduğunca çok kuşağını
kapsayan bir soyağacını çıkarırım. Çoğunlukla, bir ebeveyn
kendi annesini ya da babasını genç bir yaşta kaybettiğinde,
onun çocuklarından biri babasının (ya da annesinin) kendi
ebeveyniyle birlikte olma özlemini üstlenecek ve ölenle özdeş­
leşmesinin sonucunda intihar eğilimi geliştirecektir. Benzer
biçimde, daha geniş bir kuşaklar-ötesi perspektiften, ben bu
eğilimlerin zulüm ve savaş yüzünden birçok aile üyesini yitir­
miş etnik grupların torunları olan ebeveynlerin çocuklarında
da ortaya çıktığını gördüm. Yahudi soykırımı, Afrika köleliği
ve diğer örgütlü katliamlar böyle kuşaklar-ötesi etkilerin üç
örneğidir.

AIDS ve HIV
AIDS ve HIV hastaları için takımyıldızlar oluşturmak çok yü­
rek burkucu ve derinden etkileyici olmuştur; bu durum takım­
yıldız öyküsünün gözler önüne serdiği şeylerden kaynaklan­
mıştır. AIDSli ve HIVlı bireyler kendi takımyıldızlarını oluş­
turduklarında, çoğunlukla, daha başlangıçtan onların çok güç­
lü bir ölme isteği taşıdıkları belli olur. Çoğu kez, ilk başta giz­
lenen, ama sonra birden kendini yoğun bir travma öyküsü ola­
rak çok dramatik bir biçimde ortaya koyan derin bir aile acısı
vardır. HIV ve AIDS bağışıklık sistemi hastalıkları olduğun­
dan, ben hep böyle bireylerin genç yaşta, trajik ya da haksız

66
Jlastafık.,
bir biçimde ölmüş birisiyle özdeşleştiklerini ve bu özdeşleşme­
nin fiziksel sistemde enerjisel bir tükeniş yarattığını gördüm.
Bu hastalıklara yakalanmış birçok eşcinsel erkekte görmüş ol­
duğum şey, onların çoğunlukla kendilerini aile sistemine bir
kurban olarak sundukları, .dayanılmaz bir yükü taşıyan anne­
leri ya da ailedeki bir başka kadın uğruna ölmeye gönüllü ol­
duklarıdır.

Otuzlu yaşlarının sonunda bulunan bir eşcinsel olan George,


onunla ilk kez çalıştığımda babasının o on bir yaşındayken öl­
düğün ü açıklamıştı. Takımyıldız çalışması sırasında, o trav­
ma geçirmiş bir çocuğun feryadıyla, "Ben sadece babamla bir­
likte olmak istiyorum! " demişti.

Eşcinsel erkekler arasında AIDS ve HIV'ın trajedilerin­


den biri, bireyler olarak, birçoğunun bir ya da her iki ebeveyni
tarafından açıkça ya da başka biçimlerde reddedilmiş olması­
dır. Yüzeyde bu reddedilme ohların cinsellikleri ya da hasta­
lıkları ile ilgili görünür. Ancak, sistemik bir bakış açısından,
böyle bireyler çoğunlukla, kabullenilmemiş bir aile travmasıy­
la ya da acısıyla veya dışlanmış bir bireyle özdeşleştiklerinden
ailenin "yüzkarası" ·olmuşlardır. Ben, hatta, AIDSli eşcinsel
lıir erkeğin aile içinde vuku bulmuş bir adaletsizliğin bir tür
kefaretini ödediği vakalar bile gördüm ki bu bize İncil'deki,
" Babaların günahlarının cezasını oğullar çeker" özdeyişini ha­
tırlatır. Kimsenin AIDS'in bir ceza olduğunu söylediğimi var­
saymaması için tekrarlayayım: Aile sistemleri dı şsal kuvvet­
i erle değil, sadece içsel psikolojik kuvvetlerle uğraşırlar. Suç­
luluk bir aile Ruhu 'nun enerjisini tüketir ve bazı üyeler bu
durumdan diğerlerine kıyasla daha çok etkilenirler ve bazı bi­
.
reyler ailenin suçunun tüm yükünü üstlenirler. Bu kendi başı­
ı ı a bağışıklık sistemini zayıf düşürür.

67
'.Bireyferin, 5lifeferin ve 'l[usfarın 'İ.y ifeşmesi
Miyalgik Ensefalomyelit (ME) / Kronik Yorgunluk
Sendromu (KYS)
Susan otuz dört yaşındayken ME!KYS'nin semptomları ôrtaya
çıkana dek sağlıklı bir iş kadınıydı. Onunla ilk kez çalışırken,
kendisine, "Ailende kimin bu kadar yorgun olmak için bir ne­
deni var?" diye sordum. Susan bu konuda kesin bir yanıt vere­
medi. Daha sonra onun takımyıldızı büyükannesinin dört ço­
cuğunu iki ila dört yaşları arasında çeşitli hastalıklardan ötü­
rü yitirmiş olduğunu gözler önüne serdi. Büyükannenin tem­
silcisine kendisini nasıl hissettiğini sorduğumda, " Tükenmiş
haldeyim ve güçbela ayakta duruyorum" diye yanıtladı. Bü­
yükbabası çocuklarının ölümünden sonra büyükanneye duy­
gusal olarak sırt çevirmiş olduğundan, Susan'ın büyükanne­
siyle özdeşleşmesi onu destekleme ihtiyacı hissetmesinden kay­
naklanıyordu. Büyükannenin duyduğu acının yükü onu kendi
başına taşıyamayacağı kadar ağırdı ve bu yüzden bu yük aile­
nin bir başka üyesi, yani Susan tarafından omuzlanmıştı. İlk
takımyıldız çalışmasından sonra, Susan kendisini yıllardır his­
setmediği kadar enerjik hissettiğini bildirdi. Birlikte çalış­
mayı sürdürdük ve yavaş yavaş o "normal" bir yaşama sahip
oldu. Ancak, bu tümüyle Susan'ın bu konuda çaba gösterme­
siyle gerçekleşti, çünkü ilk başta o başkasına ait olanı o kişiye
bırakmaya direniyordu.

Hastalığın Ötesi
Aile Takımyıldızları çalışması yaptığım son birkaç yılda iki ay­
rı seminerde bir trans-seksüel danışanla çalışma fırsatı bul­
dum. Şimdi kadın olan danışanım erkek olarak doğmuştu. Bu
insanın takımyıldızının çok açıkça ortaya çıkardığı şey, onun
aile sisteminde erkeklerde şiddete doğru güçlü bir itilimin bu-

68
J-{astalıfc
lunduğuydu. Her iki ebeveyninin ailelerindeki erkekler tanın­
mış subaylardı ve sivil toplulukların öldürülmelerinde yer al­
mışlardı. Erkekler vasıtasıyla gelen şiddet itilimine karşı koy­
mak için, danışanım bedenindeki erkekliğin tüm işaretlerin­
den kurtulmak için bir cinsiyet değişimi operasyonu yaptırma­
ya zorlandığını hissetmişti. Erkeklere karşı çıkmasının yanı
sıra, o atalarının şiddetinin kurbanları olan sivil kadınlarla da
aşikar bir biçimde özdeşleşiyordu. Sonuç olarak, biz bir takım­
yıldız oluşturma konusuna bir sorunu "iyileştirme" ya da bir
durumu "onarma" düşüncesiyle yaklaşamayız. Bu danışan için
�u çok açıktı ki, o zor kaderini kabul edene dek hiçbir çözüm
bulunamaz ya da hissedilemezdi. Bu danışanın içsel hareketi
"olan"ı değiştirmek değil, onu kabul etmekti, ki bu da içsel
huzur yaratacaktı.

69
3

OLANI GÖRÜP KABULLENMEK

Aile Takımyıldızı çalışmasının gücü sadece İyileştirici Cümle­


lerden ve Biliş Alanı'ndan değil, olanı -yarattığımız bahaneler­
den, öykülerden ve yargılardan yoksun bir biçimde- kabullen­
me temel prensibinden kaynaklanır.
Birçok Aile Takımyıldızı çalışması yapmış olmamın sonu­
cunda şunu çok açıkça görmüş bulunuyorum ki, sorunlarımı­
zın hepsi olmasa bile, çoğu, başkalarının işine ya da kaderine
karışmış olmaktan kaynaklanıyor. Bir aile sistemine baktığı­
mızda, çoğunlukla, bireylerin başkalarının kaderine bağlan­
mış olduklarını, onların yüklerini ve duygularını kendilerine
aitmiş gibi taşıdıklarını görürüz . Birçokları kendi aile takım­
yıldızlarını deneyimleyene dek bunu açıkça göremezler. An­
cak, birçokları bilinçli olarak başkalarının kaderine dolanmış­
lardır ve belki bağlılıktan, belki üstünlük duygusundan ya da
"Ben onu daha iyi yapabilirim, '' veya " Ben bu yükü taşımaya
ondan daha çok muktedirim, " diyen bir içsel konuşmadan ötü­
rü bu dolanmalarını bırakmaya direnirler.
" Olanı Sevmek" adlı kitabında Byron Katie üç tür işten
söz eder: Benimki, sizinki ve Tanrı 'nınki. Aile Takımyıldızları
�erçevesi içinde, biz "Tanrı'nın İ şi "ne kader diyebiliriz.
Birkaç yıl önce birlikte çalıştığım bir danışanı hatırlıyo­
nı m; onun babası geçirdiği ağır bir kaza sonucunda zihinsel ve

fiziksel olarak sakatlanmış, sonuçta bir bakımevinde yirmi yıl

71
'Bireylerin, Jlifeferin ve 'U[usfarın iyileşmesi
gı•çi rmişti ve artık ailesinin üyelerini tanımıyordu . Danışanı­
mın annesi şimdi başka bir adamla çıkıyor ve onunla evlenme­
yi planlıyordu ve bunun için de kocasından boşanmak iqtiyor­
d u . Ancak, danışanımın iki kardeşi buna karşı çıkmışlardı ve
onların baskıları sonucunda anne o adamla ilişkisini bitirmiş­
ti . Çocukların sakat babalarına gösterdikleri bağlılık anlaşıla­
bilir bir şey olmasına rağmen, bu onların annelerinin işine na­
sıl karışmış-dolanmış olduklarının açık bir örneğidir. Aile Ta­
kımyıldızı çalışması yoluyla, bireyler neyin kime ait olduğu,
neyin kime ait olmadığı konusunda daha büyük bir anlayışa
erişebilir, böylece anneleri kiminle ilişkiye girerse girsin, ba­
balarının daima onların babaları olacağını, ebeveynlerinin dai­
ma onların ebeveynleri olacaklarını bilebilirler. Aile Takımyıl­
dızı çalışması yoluyla, biz çocuklar olarak, ebeveynlere ait olan
şeyin orada bırakılması gerektiğini öğreniriz ve bunun sonu­
cunda yaşamımıza daha büyük bir huzur ve uyum gelir.

"Öykü"nün Dışına Çıkmak


Birçok terapist size, eğer aynı aileden birkaç çocuktan ebe­
veynlerini, çocukluklarını ve ailelerini tarif etmelerini isteye­
cek olsalardı, sonuçta, çocukların anlattıklarından yola çıka- .
rak onların her birinin farklı ebeveynlerden doğmuş olduğunu
varsayabileceklerini söyler. Bu sadece zamanla ailenin yaşam
koşullarının değişmesinden ve bunun her bir çocuğa yaş sıra­
larına göre farklı bir imge ve anılar dizisi vermesinden değil,
bireysel algılamadan da kaynaklanır. Her birimiz büyürken
kendi realite vizyonumuzu yaratırız . Bu görüşün bir kısmı bi­
ze ebeveynlerimiz tarafından aktarılır, onlar bunu bize öykü­
ler anlatarak ve dünyayla ilgili inançlarını bizimle paylaşarak
yaparlar; ancak, bu vizyonun büyük bölümünü biz üzerinde

72
oranı (jörüp 'l(abufnmel(
odaklanmayı ve kendimiz için gerçek kılmayı istediğimiz l?CY i
seçerek, kendi özgür irademizle yaratırız .
Örneğin, bir danışanım babasını katı v e duygusuz biri
olarak tarif ederken, erkek kardeşi babasını çocuklarını yaşam
deneyimlerinden en iyi şekilde yararlanmaya teşvik etmek is­
teyen bir eğitimci olarak tarif etmişti. Öyleyse hangi öykü doğ­
rudur? Her ikisi de doğrudur ve hiçbiri doğru değildir. Her iki
ilykü de -o öykülerin doğru olduklarına inanan bireyler tara­
fından bile- kesin olarak kanıtlanamaz . Bu durumda sorulma­
sı gereken soru şudur: Eğer öyküler ve algılar kanıtlanabilir
değillerse, onların bize sunacak ne değerleri vardır? "Babam
heni severdi" gibi kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan öyküler
iizsaygımız açısından bize yararlı olabilseler de, onlar "Babam
iyiydi" ve "Annem kötüydü" şeklinde bir kutuplulukla birleş­
tirildiklerinde yararlı olmazlar, çünkü o zaman ebeveynlerimi­
ze bağlılık duygumuz ikiye bölünür ve bu ağır bir yük yaratır.
Yüzlerce bireyle çalıştıktan sonra bana öyle görünüyor
ki , bir dereceye kadar, hepimiz kanıtlanamaz öykülere bağlan­
mış haldeyiz . Örneğin, her bir seminerin ya da özel seansın
başlangıcında, danışanlarıma hangi bilgilerin bilinmesinin
dnemli olduğunu açıkça belirtirim; bu bilgiler onların aileleri­
ne kimlerin ait oldukları, belli olaylar, ölümler, düşükler, bo­
�anmalar, vb . ' dir. Buna rağmen, onlardan ailelerinden söz et­
melerini istediğimde, danışanların büyük çoğunluğu söze ör­
neğin şöyle başlar: "Annem kıskanç biriydi ve komşularımızla
iyi geçinemezdi " , "Babam bizlerden daha çok işini severdi" ya
da "Kız kardeşim kesinlikle en sevilen çocuktu . "
Realiteyi deneyimleyişimiz v e algılayışımız kendimiz için
gerçek kıldığımız öyküler tarafından yaratılır. Siz "Babam işi­
ni beni sevdiğinden daha çok severdi, " öyküsünü yarattığınız­
da, bu yetişkinlik yaşamında hayatınızdaki erkeklerin sizi sev-

73
'Bireylerin, .91.ifeferin ve 'lfusfann 1yife.şmesi
diklerinden daha çok işlerini sevdikleri inancına dönüşebilir
ve bu da sizin gerçekten de sizden çok işine vakit ayıran bir

partner seçtiğiniz bir realiteyi yaratabilir. Ancak, bu kepdi ba­


şına o insanın işini sizden daha çok sevdiği anlamına gelmez,
çünkü o farklı bir inanç sistemiyle davranıyor olabilir. İ şine
çok vakit ayıran bir baba ya da koca mali esenliği sağlamak
için uzun saatler boyunca çalışmasının ailesine karşı bir sevgi
davranışı olduğu inancıyla hareket ediyor olabilir. Bu şekilde,
"Babam beni sevdiğinden daha çok işini severdi" gibi bildirim­
ler kanıtlanamaz, ama yine de biz bunu kendi öykümüz kılma­
yı seçer ve yaşama o filtreyle bakarız.
Aile Takımyıldızı çalışması yoluyla, biz öyküleri soyar ve
çıplak olarak aile sistemine bakarız. Öykülerden ve bireysel
algıla!Ilalardan yoksun olan bu arenada, aile üyeleri arasında­
ki doğal sevginin gerçeği gözler önüne serilir. Ancak, bir ta­
kımyıldızın işe yaraması için, öykülerimizi bırakmaya gönüllü
olmamız ve daha derin olan şu soruyla yüzleşmemiz gerekir:
Biz huzur mu istiyoruz, yoksa haklı olmak mı istiyoruz?

Gerçeği Soruşturmak
Biz ailelerimizi düşündüğümüzde, yaratmış olduğumuz öykü­
lerden doğan duygularla bağlantı kurarız. Siz şöyle bir bildi­
rimle başlayabilirsiniz : "Annem beni gerçekten istemedi, bun­
dan eminim, çünkü o bana hiç sevgi göstermedi. " Biz yaşlan­
dıkça ve olgunlaştıkça bu bildirimi şöyle değiştirebiliriz : "An­
nem bana sevgi göstermekte zorlandı. " Ancak, çoğu durumda,
öykümüzün evrimi butün gerçeği içermez ya da o bizim reali­
teyle, sevginin ne olduğuyla ve nasıl ifade edildiğiyle ilgili gö­
rüşümüze uymayan bir gerçeği yadsır.
Örneğin, bir kadın danışanım annesi ona hiç sevgi gös-

74
Ofanı <jörüp 'l(a!Jufnmel(
termediği için yaralandığını hissediyordu. Ona talep etmekte
olduğu koşulsuz sevgiye koşullar koyduğu için gerçeği göreme­
diğini söyledim. Ona erkeklerin çoğu kez sevgi göstermeyi ai­
lelerini geçindirmek için uzun saatler boyunca çalışmak ola­
rak yorumladıkları örneğini verdiğimde, o da kendi kendine
annesinin hangi sevgi paradigmasıyla hareket ediyor olabile­
ceğini sormaya başladı. Daha önceki konuşmamız sırasında, o
annesinin hep onun işlerine karıştığından, kendisinin yetiş­
kin bir kız olarak rahatça yapabileceğini düşündüğü şeyleri
onun yerine yaptığından, örneğin onu ziyarete geldiğinde oda­
sını topladığından, çamaşırlarını yıkadığından, giysilerini ütü­
lediğinden yakınmıştı. Ona belki de annesinin çocuklarının iş­
lerini yapmanın onlara sevgi göstermenin yolu olduğuna inan­
dığını söyledim. Anne ile kız arasında yıllar içinde oluşan geri­
lim büyük ölçüde kızın annesinin sevgisine direnmesinden
kaynaklanıyordu. Birkaç hafta sonra danışanım hafta sonunu
geçirmek üzere annesinin evine gitti ve annesinin ona yemek
yapmasına, çamaşırlarını yıkamasına, her ihtiyacını karşıla­
masına izin verdi. Danışanım sadece oturdu, hiçbir şey yapma­
dı ve annesinin tüm bunları yapmasına hiç direnmeden izin
verdi. Daha sonra bana, annesinin görünüşte onun alanına
hrirmesinin ve onun için her şeyi yapmasının kendisini biraz
zorlamış olmasına rağmen, annesinin yıllardır ilk kez o hafta
sonu onu birkaç kere okşayıp kucakladığını bildirdi. Peki, bu­
rada gerçekte ne olmuştu? Kız sevgiye koşullar koymayı, an­
nesinin olma ve yapma biçimine direnmeyi bırakmış ve aslın­
da annesinin sevgisini kabul etmişti. Aralarındaki her zaman­
ki gerilimin yerine, anne sıcaklık yaymıştı, çünkü en nihayet
sevgisini kendi yolunca ifade etmekte özgür kalmıştı; ve kız o
hafta sonu aile evinden kalbinde annesine özel bir yer vererek
ayrılmıştı. Çok derin bir düzeyde, annesinin onu gerçekten is-

75
'Bireylerin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın iyifeşme.si
LPmcdiği ya da sevmediğiyle ilgili öyküsünün hiç de doğru ol­
madığını ve yaşamını bu yanlış öyküye tutsak ederek epey za-
manını boşa harcadığını idrak etmişti. .
Birçoğumuz ebeveynlerimizden süper-insanlar olmaları­
nı, her zaman azami sevgi kapasitelerini ifade edip gösterebil­
melerini talep ederiz. Ancak, ebeveynler, bizim gibi, mükem­
mel değildirler, çünkü onlar da Sevgi Düzenleri akışının bo­
zulmuş olduğu aile sistemlerine aittirler. Birçoğumuzun yaptı­
ğı şey, mevcut olan sevgiyi kabul etmeyi inatla reddetmek, o­
nun yerine, "Ben senin bana şu şekilde ve şu sıklıkta sevgi
göstermeni istiyorum, " diyerek koşulsuz sevgiye koşullar koy­
maktır. Takımyıldız çalışması bize şunu göstermiştir ki, biz
orada olana tümüyle razı olduğumuzda, ebeveynler ile çocuk­
lar, partnerler, eşler ve arkadaşlar arasındaki sevgi akışı arta­
caktır. Belki siz bir çocukken büyükannenizi ziyaret ettiğinizi
ve onun sizin için en nefis kekleri, muhallebileri, kurabiyeleri
yaptığını hatırlarsınız . Siz büyükannenizi çok severdiniz ve
onu iyi, şefkatli ve sevecen biri olarak hatırlıyorsunuz . . . çünkü
o sevgili torunu için kek, pasta yaparak sevgisini ifade ederdi.
Bu tür bir deneyim bir çocuk üzerinde derin bir etki yapar ve
siz büyürken kek, muhallebi, kurabiye pişirmeyi, satın alıp
vermeyi bir sevgi ifadesi olarak görebilirsiniz. Bu yüzden ar­
kadaşlarınıza doğum günlerinde, bayramlarda ve "Seni seviyo­
rum " demek istediğiniz diğer zamanlarda böyle tatlılar pişire­
bilir ya da satın alabilirsiniz . Şimdi diyelim ki siz bir arkadaşı­
nızı ziyaret ettiniz ve o elinizdeki keki görünce, "Teşekkürler,
ama ben rejimdeyim" dedi. Bu durumda siz reddedildiğinizi ve
incindiğinizi hissedebilirsiniz. Bu gerçekte kekle ilgili değildir,
öyle değil mi? Hayır, siz sevgi paradigmanız size sevginizin
reddedildiğini söylediği için incindiğinizi hissedersiniz . Benzer
biçimde, eğer arkadaşınız kekinizi yer ve onun ne kadar nefis

76
ofaııı {jörüp 'l(anuf!enme(
olduğunu söylerse, bu yine kekle ilgili değildir. Size göre, ar­
kadaşınız size, "Sevgin yeterince iyi " ya da " Senin sevgini ka­
bul ediyorum" demektedir.
Her birimizin sevginin ne olduğu, nasıl gösterileceği ve
paylaşılacağıyla ilgili kendimize özgü sevgi kavramımız vardır.
Biz sevgi bizim istediğimiz, talep ettiğimiz, beklediğimiz bi­
çimde gelmediği için ona sırt çevirdiğimizde, kendi yaşamımızı
yoksullaştırır ve diğer kişiyle aramızdaki doğal sevgi akışını
durdururuz, bu durumda sonuçta her iki taraf da az ya da çok
kabullenilmediğini ve incindiğini hisseder. Eğer biz bir başka­
sından sevgi bekliyorsak ve o kişi tüm sevgisinin sadece yüzde
on beşini verebiliyor ve ifade edebiliyorsa, bize düşen şey bul­
duğumuz o yüzde on beşe tümüyle razı olmaktır. Bu şekilde,
sadece kendimize hizmet etmekle kalmaz, diğer kişiye de hiz­
met etmiş oluruz. Çünkü orada olanı kalben gerçekten kabul
ettiğimizde, sevgi akışını artmaya teşvik etmiş oluruz. Danışa­
nım annesinin onun işlerine karışmasına razı olduktan sonra,
neredeyse bir gecede onun algısı "Annem beni gerçekten çok
seviyor"a dönüşmüştü ve bunun sonucunda, aradığı sevginin
bir kısmı ona küçük dozlar halinde gelmiş ve bu dozlar annesi­
ıti her ziyaret edişinde artmıştı. Annesi sevgisi en nihayet gö­
rülüp kabul edildiği için çok sevinmişti ve kız annesinin onun
işlerine karışmasına izin verdiği için kendisini yine bir çocuk
gibi hissetmişti. Bu öyküden çıkarılacak ders şudur: Eğer biz
herhangi bir şeyin değişmesini istiyorsak, önce kendi algılayı­
�ımızı, düşünüşümüzü, beklentilerimizi ve tutumumuzu de­
(,ri ştirmeliyiz . Kız bunları değiştirdiğinde, annesi de değişmişti.
Ama anne gerçekten değişmiş miydi? Hayır. Kız kendisini za­
ten orada olana açmıştı. Orada olanı yetersiz gören onun ken­
di direnci ve algısıydı.

77
'.Bireylerin, Jlifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
Kendini Aldatma ve Yalanın Sürdürülmesi
Birçoğumuzun -bu ister ailemizin diğer üyeleri, ister eski
partnerlerimiz olsun- başkaları tarafından nasıl sevilmediği­
mizle, sayılmadığımızla, istismar edildiğimizle ve incitildiği­
mizle ilgili öyküleri vardır. Tıpkı öykülerimizin realiteyi algı­
layışımızın temelini oluşturmaları gibi, bu öyküler realitemiz­
le ve onun içindeki insanlarla etkileşim biçimimizi de yaratır­
lar. Ayrıca, bu öyküler hayatta alabileceğimizi ya da almaya
layık olduğumuzu hissettiğimiz şeylerle ilgili beklentilerimizi
oluştururlar.
Kendisinden dört yaş büyük olan ağabeyiyle ensest bir
ilişki yaşamış olan bir danışanımla çalışırken, onun kendisini
tecavüze uğramış bir kurban olarak algıladığını açıkça gördüm.
Bu öykü onun ailesi içinde bir tabuydu ve sonuç olarak o bu
durumdan çok utanıyordu. Ensest vakalarında, cinsellik -özel­
likle ensest- hakkındaki ahlaki yargılar ensest kurbanlarının
kendilerine bunu yapmış olan kişiyi sevmelerine izin vermez .
Bu sadece ailenin diğer üyeleri tarafından değil, kiliseler ve -
ne yazık ki- birçok terapist tarafından da engellenir. Bu danı­
şanımla çalışırken, ona ağabeyine karşı ne hissettiğini sor­
dum. " Ondan nefret ediyorum, o benim hayatımı mahvetti"
diye yanıtladı. O zaman ona, eğer ebeveynleri ağabeyini sev­
mesine izin verselerdi, o zaman ağabeyine karşı ne hissedece­
ğini sordum. Bu soru karşısında bir süre duraksadıktan sonra
gözyaşlarına boğuldu ve hıçkırarak, "Ağabeyimi çok seviyorum
ve unu özlüyorum" diye fısıldadı. Takımyıldız çalışması sıra­
sında ondan ağabeyinin temsilcisine, "Bunu yapmana sana
duyduğum sevgiden ötürü izin verdim ve o sevgi masumdu "
demesini istedim. O bu sözleri söyledikten sonra yine hıçkıra­
rak ağlamaya başladı ve bana dönerek şöyle dedi: "Sanki

78
Ofaıı (jörüp 'l(a!Jufnmef(
omuzlarımdan tüm dünyanın yükü kalkmış gibi hissediyo­
rum." Ona bunun nedeninin kendini bir kez daha masum his­
setmesi olduğunu söyledim.
Danışanımın bu basit uygulamadan öğrendiği şey şuydu :
O kendisine karşı bu tecavüzü sürdürüyordu, çünkü ağabeyi­
ne duyduğu sevgiyi yadsırken, kendisini ve yaşamındaki er­
kekleri, özellikle kocasını da sevgiden yoksun bırakıyordu.
Benzeı:- biçimde, cinsel tecavüzcü bir baba, bir anne, bir amca
ya da bir aile dostu olduğunda, bir danışan, "Bunu yapmana
sana duyduğum sevgiden ötürü izin verdim" diyebildiğinde, o
suçluluk duygusundan kurtulur ve masumiyetini bir kez daha
kazanır. Bu çalışma biçimini kabul etmek bazıları için ilk baş­
ta zordur, çünkü toplum bize suçlunun cezalandırılması ge­
rektiğini ve bunu sevgimizi ondan esirgeyerek, ona duyduğu­
muz sevgiyi kabullenmeyerek yapabileceğimizi öğretir.
Bir ebeveyninin cinsel tecavüzüne uğramış bir birey için,
onun hayattaki yeri neredeyse savunulmaz hale gelebilir. Ör­
neğin, eğer baba, yani yaşamı başlatan kişi tecavüzcüyse, o za­
man çocuk kendisine yaşam armağanını vermiş olana karşı
doğal olarak duyduğu sevgiyi yadsımaya zorlanacaktır. Biz en­
sest kurbanlarından bir ebeveynlerine duydukları sevgiyi on­
dan esirgemelerini, onu artık sevmemelerini istediğimizde, bu
durumda onlar sadece "suçlu " kalmaz , kendilerini yaşamdan
da yoksun bırakırlar. Birlikte çalıştığım ve bir ebeveynleriyle
Pnsest yaşamış olan birçok yaralı bireyin hemen hepsi, "Bunu
yapmana sana duyduğum sevgiden ötürü izin verdim" diyen
iyileştirici cümledeki daha derin gerçeği hissedebilmiştir. Bu
çalışmanın bazı gözlemcilerini tatminsiz bırakan şey, sanki bu
masum sevginin kabul ve tasdik edilmesi suçlunun suçunu af­
fotmek anlamına geliyormuş gibi, babanın (ya da annenin) bir
b içimde karalanıp cezalandırılması ihtiyacıdır. Çocuğun ma-

79
'.Bireylerin, .91.ifeferin ve 'U[usfarın 'İ.y ifeşnusi
sum sevgisinin kabul ve tasdik edilmesi çocuğu suçluluk duy­
gusundan kurtarır ve onu ebeveynini bir ebeveyn olarak sev­
mekte özgür bırakır; suçu işleşen kişi suçun yüküyle bırakılır
ve çocuk en nihayet özgür olur. Bizim suçluyu cezalandırma
ihtiyacımız sadece onların kurbanını paylaşılan suç ve utanç
içinde hapis tutar. Sevgi kabul ve tasdik edildiğinde, kurban
artık o suçu ve utancı taşımaya ihtiyaç duymaz ve onu ait ol­
duğu yere saygıyla bırakır.
Benzer biçimde, boşanma ve bir sevgiliden ayrılma du­
rumlarında, birçoğumuz bizi tutsak edebilecek ve -eğer varsa­
çocuklarımızı utandırabilecek öyküleri sürdürürüz. Örneğin,
boşanmış bir kadın oğluyla ilişkisinde sorunlar yaşadığı için
benimle çalışmaya gelmişti. İlk sorum baba hakkındaydı ve
kadının beden dilindeki ve tavrındaki ani değişim onun eski
kocasına kızgın olduğunu açıkça göstermişti. Bunu gözlemle­
yince ona, " Oğlunuz size babasına saygı göstermediğiniz için
kızıyor" dedim. " Ona nasıl saygı duyabilirim ki?" diye sertçe
karşılık verdi. "O sadakatsizdi ve beni başka bir kadın uğruna
terk etti. " Daha fazla soruşturduğumda, danışanımın annesi­
nin o henüz on altı yaşındayken öldüğü ve onun babasının en
iyi dostu haline geldiği . . . bir anlamda annesinin yerini aldığı
ortaya çıktı. Bunu görünce, o aslında kocasının onu hiç elde
edemediğini, çünkü kendisinin yıllardır babasıyla "evli oldu­
ğunu " anladı. Takımyıldız çalışması sırasında ondan kocasının
temsilcisine, "Senin gerçekten karın olamadığım için çok üz­
günüm, ben babamla çok meşguldüm" demesini istedim. O bu
sözleri söylerken, bu çift arasındaki sevgiyi açıkça görebildik,
çünkü o ve kocasının temsilcisi birbirlerine aşık oldukları o
zamana geri dönmüşlerdi. Bu noktada, danışanım oğlunun
temsilcisine döndü ve ona, "Babanın sende yaşadığını gördü­
ğüm yanına saygı duyuyorum ve bunu görmek çok güzel, " de-

80
Ofanı (jörüp 'l(afoifnme(
d i . Oğul birden gevşeyip rahatladı ve gidip her iki ebevey n i n i
de kucakladı. Takımyıldız çalışmasının sonunda, danışan ı nı n
hazen sadakatsizliğin sorun değil, çözüm olduğunu yu muşak
b i r biçimde söyledim. O gülümsedi ve "Evet, kendim ve oğlum
için bir sürü zorluk yaratıyormuşum, bunu şimdi görebiliyo­
rum, " dedi. Boşanma ve ayrılık söz konusu olduğunda, özellik­
le arada çocuklar varsa, hatırlanması önemli olan şey şudur:
Bir zamanlar biz partnerimizi severdik ve içimizde öfke, acı ve
incinmenin bulunmasının tek nedeni ona duyduğumuz sevgi­
nin devam ediyor olmasıdır. Genellikle, eski partnerimize kar­
şı hissettiğimiz olumsuz duygu ne kadar derinse, onunla ara­
mızda bulunan sevgi de o kadar derindir. Biz o sevgiyi kabul
ve tasdik edebildiğimizde ve onu huzur içinde bırakabildiği­
mizde, yeniden ve gerçekten sevmekte özgür oluruz. O zama­
na dek, kiminle evlenirsek evlenelim ya da kiminle bir ilişkiye
girersek girelim, bir ayağımız eski evliliğimizde ya da eski iliş­
kimizde kalır. "Gerçek sizi özgürleştirecek" denmiştir. Benim
gözlemime göre, gerçek daima, şu ya da bu biçimde -çarpıtıl­
mış ya da başka türlü- sevgiyle ilgilidir ve bizi özgür bırakan,
öykü tarafından karmaşıklaştırılmamış olan sevgidir.

Direnmeyi Bırakmak
Çoğumuz hayatta ne istediğimiz konusunda çok net fikirlere
sahibizdir. Biz doyum verici bir iş, verimli ilişkiler, sevgi dolu
ilişkiler, iyi bir sağlık ve mali güvenlik isteriz. Ancak insanlar­
la çalışırken şunu fark ettim ki, çoğumuz zamanımızın çoğunu
istemediğimiz şeylere karşı direnerek ya da hoşla nm a dı ğı m ı z
şeyler üzerinde odaklanarak geçiriyoruz. Bu konuda bir örnek
vereyim:
Otuz beş yaşında evli bir erkek karısıyla iliş ki sin d e bazı

81
'Bireyferin, Jl.ifeferin ve 'l[usfarın 1yifeşmesi
z c ı r l ı ı k la r yaşadığı için bir seminerime katılmıştı. Ona eşiyle
i l i � k i si nde ne istediğini sorduğumda, "Karımla tartışmalarımı­
�ın bitmesini ve onun bu kadar kıskanç olmamasını istiyo­
ru m " diye yanıtladı. Onun benim sorumu yanıtlamadığını gö­
rebiliyor musunuz? Ben ona ne istemediğini değil, ne istediği­
ni sormuştum. İkisi arasında büyük bir fark vardır. Biz istedi­
ğimiz şeyi bildirmekte olduğumuzu düşündüğümüzde, ama is­
temediğimiz şey üzerinde odaklandığımızda, enerjimiz ve dik­
katimiz o duruma çekilir. Dikkatimiz oraya yöneldiğinde,
odaklanışımız hayatımızdan istemediğimiz şeyle dolu olan da­
ha fazla kanıt toplayacaktır.
Ancak, direnme bizim ne istediğimizi net bir biçimde an­
lamamızdan çok daha derinlere gider. Daha önce üç tür işten
söz etmiştim: Bizim işimiz , başkalarının işi ve kader. Direnişi­
mizin ve ıstırabımızın çoğu bizim bile olmayan koşullara ve iş­
lere direnmemizden kaynaklanır. Örneğin, hükümetimizin ma­
li politikalarından yakınabilir ve zamanımızın çoğunu ekono­
miden yakınarak geçirebiliriz. Ancak, gerçekte, hükümeti ikti­
dara getiren kuvvet bizden çok daha büyüktür; bu kader file­
mine ait bir iştir. Belki söz konusu hükümete milyonlarca in­
san oy vermiştir ve bu durum bu işi kader alemine yerleştirir.
Sonraki seçimlere kadar sizin durumu değiştirmek için yapa­
bileceğiniz pek bir şey yoktur ve o zaman bile hiçbir şey de­
ğişmeyebilir. Bu tür durumlarda, biz hayatımızda yaratmak
istediğimiz şeyi seçme ya da değiştirilemeyecek olana odaklan­
ma, böylece enerjimizi istemediğimiz şeye dönüştürme seçene­
ğine sahibizdir.
Bir başka direnme düzeyi kalıtımsal kimliğimize diren­
mektir. Örneğin, yarı Hollandalı, yarı Afrikalı-Karayipli olan
bir erkek danışanım Hollanda'nın Afrikalıların köleleştirilme­
lerindeki rolünden ötürü utandığından kendisinin Afrikalı-

82
Ofanı Çjörüp 'l(abufnmef(
Karayipli olduğunu düşünmeyi tercih ediyordu. O ilk buı;ıta ,
yaşamı yolunda gitmediği için bir Aile Takımyıldızı semineri­
ne katılmıştı. Mali durumu iyi değildi, sağlığı bozuktu ve y u ­
kın bir ilişkisi yoktu. Her şeyi doğru yaptığına içtenlikle inanı­
yor ve neden hiçbir şeyin onun istediği gibi gitmediğini bir
türlü anlayamıyordu. Onun öyküsünü dinledikten sonra, ken­
disine bakıp, "Sen sana yaşam vermiş olanları yadsırken, ya­
şamının yolunda gitmesini nasıl bekleyebilirsin ki?" diye sor­
dum. Bu soru karşısında çok şaşırarak, "Ah, hayır, anlamıyor­
sun. Benim ebeveynlerimle hiçbir sorunum yok, " diye yanıtla­
dı. Bu yanıta, "Ama Hollandalı atalarınla sorunun var, " diye
karşılık verdim. Sonra ona, Hollandalı atalarını yadsıyarak,
kendi yaşamını, annesinin ve tüm Afrikalı-Karayipli akrabala­
rının ve atalarının yaşamını da yadsıdığını açıkladım. Bana
sorgulayıcı bakışlarla baktı. Ona, Afrikalı kölelerin kaderinin
onun yaşamını yaratmış olduğunu ve aslında, kölelik olmasay­
dı onun da var olamayacağını açıkladım. Kendisine, annesinin
atalarını Karayipler'e getirmiş olan Hollandalı köle efendileri­
nin (takımyıldızdaki) temsilcisinin önünde eğilmesini önerdi­
ğimde bana hiddetli bakışlarla baktı. O zaman ona üç tür iş ol­
duğunu hatırlattım: Onun işi, diğer insanların işi ve kaderin
işi. Sonra ona doğrudan, "Sen kaderin gücündün daha mı bü­
yüksün?" diye sordum. "Hayır" diye yanıtladı. "Sen kim olu­
yorsun da birçok kuşak önce neyin vuku bulmuş ya da vuku
bulmamış olması gerektiğini buyuruyorsun? Sen kendini oldu­
ğundan daha büyük ve daha önemli kılmaya çalışıyorsun, " de­
dim. Bu sözler karşısında havası yumuşadı ve ben onun dikka­
tini köle efendisinin temsilcisine yönlendirdim. "Bu adam" de­
dim, "sana yaşam verdi. Onun eylemlerinden ve Afrikalı atala­
rının kaderinden ötürü sen bu yaşama sahipsin. Bu adam ol­
masaydı, sen Karayipli olamayacaktın; Felemenkçe ve İngiliz-

83
'Bire9ferin, .91.ifeferin ve 'l.lfusfarın 19ifeşmesi
el' de konuşamayacaktın. Sen yaşamını ona borçlusun. " Danı­
ı?llnı m bir süre sonra yerinden kalkıp köle efendisinin yanına
gitti , onun karşısında dururken gözlerinden yaşlar ak� aya
başladı ve sonra dingin bir biçimde onun önünde eğildi. Bir an
sonra, ben onun Hollandalı babasının temsilcisini takımyıldı­
za soktuğumda, danışanım hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Sonra babasının temsilcisine sarılarak, hıçkırıklar arasında,
"Baba, seni çok özledim! " dedi. Danışanım, sadece böyle bir ıs­
tıraptan sorumlu olan Hollandalı atalarını reddetmekle kal­
mayıp, bu süreçte -köleliğin kurbanlarıyla özdeşleşerek- kendi
babasını da yadsımış olduğunu idrak etmişti.
Atalarımızı bu kadar derinden etkilemiş olan böyle tarihi
olaylara baktığımızda, bugünkü bizi bu olayların yaratmış ol­
duğunu idrak etmemiz gerekir. Belki annemiz bir sömürgeden
gelmektedir ve babamız onu sömürgeleştirmiş olan ülkeden­
dir, belki babamız Alman, annemiz ise Yahudi'dir ya da belki
annemiz İrlandalı-Amerikalı ve babamızın ataları Cree, Sioux
veya Apache kabilesindendir. Biz buna her ne şekilde bakar­
sak bakalım, kader, yani bizden çok daha büyük bir kuvvet
ebeveynlerimizi bir araya getirmiştir. Biz sık sık her bulutun
gümüş bir astarı olduğunu söyleriz; ancak, ataların kaderinin
karanlık bulutları söz konusu olduğunda, gümüş astar bizim
şimdi sürmekte olduğumuz yaşamdır. Eğer siz bir Yahudi­
Amerikalı iseniz, eğer Soykırım kaderi olmasaydı sizin bir Ame­
rikalı olarak yaşamınız olmayacaktı. Eğer siz bir İrlandalı-Ame­
rikalı iseniz, eğer İrlanda'daki patates kıtlığı olmasaydı sizin
bir Amerikalı olarak yaşamınız olmayacaktı. Ve eğer siz bir
İngiliz 'seniz, eğer Romalıların, Saksonların ve Normanların
istilaları olmasaydı, sizin bir yaşamınız, diliniz ve kültürünüz
olmayacaktı. Biz atalarımızın geldikleri ülkelerle ve onların
başlarına gelenlerle ilgili değiştirilemez olguya direndiğimiz-

84
Ofanı Çjörüp 'l(abufnmel(
de, kendi yaşamımıza da direnmiş oluruz. Bir an du ru p u zak
atalarınızdan birini, belki zor bir kadere dayanmış olan birini
hayal edin. Sonra kendinize şu soruyu sorun: Bu atanızın Ru­
hu sırf ona duyduğunuz bağlılıktan ötürü kendi yaşamınızı
yadsımanızı ister miydi? Yoksa o sizin tüm atalarınızın şere­
fine gelişip ilerlediğinizi görmek mi isterdi?
Daha direkt ve kişisel bir düzeyde, birçoğumuzun diren­
diği başka kaderler vardır. Örneğin, annemizin biz on dört ya­
şındayken ölmüş olmasına, bu kadere direniriz; küçük karde­
şimizin sakat olmasına direniriz, babamızın annemizin ölü­
münden sonra tekrar evlenmesine direniriz ya da eşcinsel ol­
mamıza, çok uzun, çok sıska olmamıza veya saçımızın kızıl,
çok kıvırcık olmasına, tüm bu kaderlere direniriz. Aile Takım­
yıldızı çalışması bizi kaderimize tümüyle razı olarak onun
önünde saygıyla eğildiğimiz derin bir biçimde ruhani bir dene­
yime götürebilir. Ö zünde, o bedensel harekette, o saygıyla
eğilmede biz "Tanrım, benim değil, senin iraden olsun" duası­
nı yaşarız . Ben her ne zaman böyle derin, içsel bir hareket
gözlemlesem, seminer salonu işitilebilir bir sessizlikle dolmuş­
tur; bu gerçekten de İnayet'in mevcudiyetidir.

85
4

TAKIMYILDIZLAR

Bu bölüm takımyıldızların örneklerini içermektedir. Bu deği­


şik örnekleri dahil ederek, sadece Aile Takımyıldızı ça�ışması­
nın geniş kapsamını sergilemeyi değil, ayrıca hiçbirimizin aile
gruplarımızın etkisine karşı bağışık olan adalar olmadığımızı
göstermeyi umuyorum. Sizi fiziksel, zihinsel, duygusal sorun­
larınıza ya da ilişkilerde yaşadığınız sorunlara çözümler bul­
ma arayışınızı genişletmeye teşvik etmeyi umuyorum.
Bu örneklerin her biri birlikte çalıştığım gerçek danışan­
lara dayanmaktadır, ancak mahremiyetlerini korumak için bu
kişilerin isimleri değiştirilmiştir. Takımyıldız diyaloğu bu ki­
tap için büyük ölçüde kısaltılmış ve temel iyileştirici unsurla­
rına indirgenmiştir, ama her bir diyalog hem sorunun hem de
çözümün bir fotoğrafını sunmaktadır. Şunu açıkça belirtmeli­
yim ki, Aile Takımyıldızı çalışması, yüzeyde öyle görünebilse
de, ne rol-oynamaktır ne de psikodramadır.
Bir aile takımyıldızı bir seminerin katılımcılarından bir
ailenin üyelerini temsil etmeleri istendiğinde ve onlar danışan
tarafından seminer zeminine sezgisel bir biçimde yerleştiril­
diklerinde oluşur. Temsilcilerin temsil ettikleri bireyler hak­
kında ya çok az bilgileri vardır ya da hiç bilgileri yoktur ve on­
l arın temsil ettikleri bireylerin duygularını hissetmelerini sağ­
l ııyan şey Biliş Alanı 'ndaki etkileşimleri ve mevcudiyetleridir.
Temsilciler için, bu hem duygusal hem de fiziksel olarak çok

87
'Bireyferin, 5l.ifeferin ve 'U{usfarın 'İ.y ifeşmesi
yoğun bir deneyim olabilir ve onlar ailenin öyküsünün bir par­
çası olarak bu duygusal ve fiziksel semptomları ortaya koyabi­
lirler.
Bir takımyıldızı oluşturma sürecinde, temsilcileri çok faz­
la aile öyküsüyle etkilemekten kaçınmak için, onlara bu konu­
da çok az bilgi verilir. Yıllar içinde ben sık sık, sonuçları gör­
mek için, uydurma kimlikli takımyıldızlar oluşturdum ve geli­
şip gözler önüne serilen öykünün doğruluğu karşısında çok şa­
şırdım. Ancak, aile takımyıldızı çalışması bir ailenin gerçek
öyküsünü ve vuku bulmuş olayları ortaya koyma konusunda
ne kadar güvenilir olursa olsun, onun kesin bir kanıt olarak
ya da kanıt toplama uygulaması olarak kullanılmasına kuvvet­
le karşı çıkarım. Örneğin, bir enerji olarak, cinsel tecavüz bir
takımyıldız içinde aşikar biçimde ortaya çıkabilir ve bu ondan
her türlü sonucun çıkarılmasına ve yanlış suçlamaların yapıl­
masına yol açabilir. Ancak, birçok durumda ben, takımyıldız
bu tecavüzün danışanın şimdiki ailesinde vuku bulmuş oldu­
ğunu gösterir görünse de, bu enerji dinamiğinin mevcudiyeti­
nin bir ya da iki kuşak önce vuku bulmuş bir tecavüzün ka­
lıntısının bugün o aileyi hfila etkilemesinden kaynaklandığını
gördüm. Bu tür tecavüzlerin anılarını hipnoz yoluyla geçmişe
döndürülme sonucunda elde eden danışanların bu tecavüz öy­
külerini körlemesine kabullenmekten her zaman kaçınırım.
Biz farklı bilinç halleri içine girdiğimizde, bir ailenin Biliş Ala­
nı'nı okumamız çok kolay olur. Böyle farklı bilinç hallerinde
biz cinsel tecavüzün enerjisini okuyabilir ve hissedebiliriz ve o
zaman bilinçli zihnimiz deneyimlediğimiz enerjiye mantıken
uyan bir öykü ve "anı" yaratır.
Bana en sık sorulan soru, seminerde bulunmayan ama
temsil edilen bireylerin de bu çalışmadan bir yarar sağlayıp
sağlamadıklarıdır. Kanıtlar birçok durumda onların bu çalış-

88
'Taf<Jm!Jıfıfıdar
madan yararlı bir biçimde etkilendiklerini göstermektedir. An­
cak, bazen de sadece bu çalışmada doğrudan yer alan kişi (da­
nışan) ondan yarar sağlar.

Michael 'in takımyıldızı sırasında onun babasının ailesindeki


birçok dolanmayı hafifietmek için epey çalışma yapılmış ve bu
Michael 'in kendisini etkilemişti. Michael evine geri döndüğün­
de, babası onu aradı ve şöyle dedi: "Bugün neler olduğunu bil­
miyorum, dışarıda bahçeyle uğraşıyordum ve birden sanki sır­
tımdan ağır bir yük kalkmış gibi hissettim. Kendimi harika
hissediyorum, bir tür mucize meydana gelmiş olmalı. "

Her bir danışanıma takımyıldız öykülerini ailelerine an­


latmamalarını, sadece bu çalışmanın yararlarını yaşamalarını
öğütlerim.

Suzanne ailevi bir tartışmadan sonra iki yıl boyunca kız kar­
deşiyle konuşmamıştı. Onun aile takımyıldızı çalışmasından
hemen sonra bir çay molası vermiştik. Birkaç dakika sonra
Suzanne yanıma gelip heyecanla şöyle dedi: "Buna inanmaya­
caksın, ama kız kardeşim cep telefonuma bir ses mesajı bırak­
mış ve benimle konuşmak istediğini söylüyor!"

Bazen bireyler bu çalışmanın gücünü işittiklerinde bir


başka kişiyi, örneğin eşlerini ya da bir ebeveynlerini değiştir­
mek için de bir Aile Takımyıldızı seminerine katılırlar. Tüm
değişim bizimle başlar ve bu çalışmaya, sadece, bu şifa çalış­
ması yolunu izlemeyen birini değiştirmek amacıyla yaklaşıldı­
ğında, bu saygı ve dürüstlükten yoksun bir yaklaşım olur ve
ben böyle danışanlarla çalışmayı reddederim. Ancak, çoğu kez,
onlarla birkaç dakika konuştuktan sonra, tutumları ve yakla­
şımları değişir. İ lginç olan şey şu ki, ben sık sık bana kocaları­
nın birçok " sorunu" olduğunu söyleyerek onları bir seminere

89
'Bireyfain, .5'tif.ef.erin ve 'Ufusfann 'İyif.eşmesi
geti ren kadınlar görmüşümdür ve onların takımyıldızı oluştu­
rulduğunda, kadının bu sürece daha fazla direndiği ve bu sü­
reçte daha fazla zorlandığı görülür, çünkü o haklı olmaya güç­
lü bir biçimde ihtiyaç duymaktadır.
Sizin bir Aile Takımyıldızı çalışmasına katılmak isteme
nedeniniz her ne olursa olsun, o size yadsınamaz bir gerçek
enstantanesi gösterebilir, bir anda içsel değişimler yapmanızı
sağlayabilir. Size bundan sonraki sayfaları yavaş yavaş oku­
manızı, her bir süreci daha derin bir düzeyde özümsemenizi
tavsiye ediyorum. Birçok kişi bu aile takımyıldızları metinleri­
ni okuduklarında ya da bir başkasının sürecine tanık oldukla­
rında kendi değişimlerine doğru içsel bir sürecin başladığını
bildirmiştir.
Bu kitabın sonunda, sizin kendi aile ağacınıza uygulaya­
bileceğiniz ve olası şifa alanlarını saptamanıza yardımcı olabi­
lecek bir alıştırma yer almaktadır.

Ben ait değilim


Arnold yirmili yaşlarının sonunda bulunan ve bir ait-olmama
duygusuyla ve diğer yıkıcı kalıplarla mücadele ettiği için Aile
Takımyıldızı çalışmasına katılan genç bir erkekti.

Payne, Danışan'a (Arnold'a): Hangi konuda çalışmak isti­


yorsun?
Danışan: Ben tüm yaşamım boyunca bir ait-olmama duygu­
suyla mücadele ettim. Birkaç arkadaşım var ve onlarla birlik­
teyken bile onlardan ayrı bir baloncuğun içinde bulunduğumu,
kendi küçük dünyama hapsolduğumu hissediyorum. Ö nceden
o kişinin beni zaten istemeyeceğine kendimi ikna ettiğimden
flörtlerim ve ilişkilerim de hiçbir zaman başarılı olamadı.
Payne: Bu oldukça zor bir durum. Başka bir şey var mı?

90
'Tak!myıfıfızfar
Danışan: Başarılı olduğum tek şey kariyerim. Ben bir i�kol i ­
ğim ve her zaman b u konuda mükemmel olmaya çalışıyoru m .
Performansımdan asla memnun değilim, ama maaşımın sık sı k
yükseltilmesi patronlarımın benden hoşnut olduklarını göste­
riyor. Ben kendimi bu konuda çok zorluyorum.
Payne: Ailende özel bir olay vuku buldu mu?
Danışan: Hayır. Daha önce bir terapiye katılıyordum . . . her
şey normaldi. Annemle, babamla ve kız kardeşimle iyi bir iliş­
kim var. Ama yine de bu ait-olmama duygusunu hissediyo­
rum. Kendimi bugün bu çalışmaya da ait hissetmiyorum, bu
gruba ait olmayan tek kişi benmişim gibi hissediyorum.
Payne: Ailende kimse öldü mü?
Danışan: Hayır, benim kendi ailemde ve ebeveynlerimin aile­
lerinde henüz kimse ölmedi.
Payne: Ebeveynlerinden biri daha önce bir başkasıyla evlen­
miş, nişanlanmış ya da ciddi bir ilişkiye girmiş miydi?
Danışan: Annem daha önce kısa bir evlilik geçirmiş, sonra ilk
kocasından boşanıp babamla evlenmiş.
Payne: Peki, neler olduğuna bir bakalım. Lütfen kendin, an­
nen, baban ve kız kardeşin için birer temsilci seç. Bu gruba
annenin ilk kocasının temsilcisini de dahil edeceğiz .

B: Baba A: Anne K: Kız Kardeş Ar: Arnold İK: İlk Koca

91
'Bire!Jferin, Jlifeferin ve 'Ufusfarın 1!Jifeşme.si
Payne, Danışan'a: Bu tabloya baktığımızda, annen, baban
ve kız kardeşinden oluşan aileni sol tarafa ve kendinle anne­
n i n ilk eşini onlardan uzağa yerleştirdiğini görüyoruz. Her _iki­
niz de bu aileye ait görünmüyorsunuz.
Payne, Ane'ye: Burada neler oluyor?
Anne: Orada duran oğlumun çok farkındayım, o çok uzak gö­
rünüyor ve ayrıca arkamda bir ağırlık da hissediyorum. Sanı­
rım bu ilk kocamla ilgili bir şey.
Payne, Baba'ya: Peki, durum senin için nasıl?
Baba: Oğlumu doğru dürüst göremediğim için rahatsız oldum;
onun benim yanımda durmasını isterdim. Karımın ilk kocası­
nın da farkındayım ve bu konuda rahat değilim.
Payne, Kız Kardeş'e: Sen nasılsın?
Kız Kardeş: Huzursuz. Sinirli. Burada bir şey eksik. Tam
parmak basamadığım bir şey var, ama onu kuvvetle hissediyo­
rum.
Payne, Arnold'a (temsilcisine) : Sen burada nasılsın?
Arnold: Kendimi çok üzgün ve yalnız hissediyorum. Tıpkı Ar­
nold'un dediği gibi, bir tür baloncuğun içindeymişim gibi his­
sediyorum. Gidip uyumak istiyorum.
Payne, Danışan'a: Hiç intihar etmeyi düşündün mü?
Danışan: Ciddi olarak değil. İntihar etmeyi hiç planlamadım,
ama ölümü ve intiharı sık sık düşünürüm.
Payne, İlk Koca'ya: Peki, senin durumun nasıl?
İlk Koca: Ben başımı kaldırıp bakamıyorum. Kendimi çok ağır
hissediyorum.
Payne, Danışan'a: Bu ilk evlilikte bir şey vuku bulmuş. San­
ki birisi ölmüş gibi görünüyor. Bak, annenin ilk eşi bir mezara
bakar gibi gözlerini yere dikmiş bakıyor. Neler oldu?
Danışan: Babam bana daha önce annemin ilk kocasından olan
çocuğunun ölü doğduğunu söylemişti. Anneme bu konuda hiç-

92
'I�ıUızfar
bir şey sormadım. Bunun önemli olduğunu düşünmedim, zute ı ı
annem d e ilk evliliğinden söz etmekten hoşlanmaz.
Payne: Bebek oğlan mıydı, kız mıydı?
Danışan: Sanırım, oğlandı. Sadece birkaç saat yaşamış.
Payne: O zaman bu takımyıldıza bu bebeği, yani ağabeyini de
dahil etmeliyiz .

Payne Arnold 'un doğumdan hemen sonra ölen ağabeyini dahil


etmek için takımyıldızı yeniden düzenler.

B: Baba A: Anne Ar: Arn old K: Kız Kardeş


İK: İlk Koca ÖİO: Ölmüş İlk Oğul

Payne, Baba'ya: Sen onları (ilk kocayı ve ölmüş oğulu) böyle


birlikte görürken neler hissediyorsun?
Baba: Onlara bakamıyorum; bununla ilgili hiçbir şey istemi­
yorum. Karımı koruma ihtiyacı duyuyorum.
Payne, Ane'ye: Şimdi ilk oğlun burada ilk kocanla birlik­
teyken sen neler hissediyorsun?
Ane: Onlara bakmaya dayanamıyorum. Bu çok acı verici.
Kocama bakmayı tercih ederim.
Payne, Arnold'a: Senin için durum nasıl?

93
'Bire;rin, Jl.ifeierin ve 'Ufusfarın 'İ.yifeşmesi
Arnold: Gözlerimi ölmüş kardeşimden ayıramıyorum. Onu
adeta ikizimmiş gibi tanıdığımı hissediyorum.
Payne, Kız Kardeş'e: Peki, sen şimdi nasılsın?
Kız Kardeş: Ferahladığımı hissediyorum! Ama öncekinden da­
ha da öfkeliyim. Çok kızgınım. Belki anneme kızgınım, bilmi­
yorum, ama çok kızgınım.
Danışan: Bu tıpkı kız kardeşim gibi konuşuyor. O her zaman
ebeveynlerime kızar, her konuda onlarla tartışır.
Payne, Danışan'a: Ağabeyin unutulmuş ve takımyıldız se­
nin onunla özdeşleşmiş olduğunu açıkça gösteriyor. Senin ait­
olmama duygun, bir baloncukta yaşama duygun bundan kay­
naklanıyor. Neler yapabileceğimize bir bakalım.
Payne, Ane'ye: Lütfen ilk kocana ve ilk oğluna bak.
Anne: Bu dayanılmaz bir şey. Bunu yapabileceğimden emin
değilim.

Payne Anne 'nin annesi, yani Arnold 'un büyükannesi için bir
temsilci seçer ve onu kızına destek olması için Anne 'nin arka­
sına yerleştirir.

BA: Büyükanne B: Baba A: Anne K: Kız Kardeş


Ar: Arnold İK: İlk Koca ÖİO: Ölmüş İlk Oğul

94
'Ta/(J;myıUızfar
Payne, Anne'ye: Şimdi ne hissediyorsun?
Anne: Şimdi durumla yüzleşmek daha kolay (hıçkırarak ağla­
maya başlar) . Bu çok üzücü.
Payne: Gidip her ikisine de sarıl.
Anne: Bunu yapabileceğimden emin değilim. Kocamın yanın­
dan ayrılmak istemiyorum.
Payne: Yine de bunu dene.

Anne 'nin temsilcisi karşı tarafa doğru yürüyüp ilk kocasına ve


ilk oğluna sarılır.

Payne, Baba'ya: Karını orada gördüğünde neler hissettin?


Baba: Zor. Bu çok üzücü bir durum ve ben karım için üzülü­
yorum.
Payne, Anne'ye: İlk oğluna bak ve ona, "Seni oğlum olarak
alıyor ve sana kalbimde bir yer veriyorum, " de.
Ane: Seni oğlum olarak alıyor ve sana kalbimde bir yer veri­
yorum.
Payne, İlk Oğul'a: Annenin bunu söylediğini işitmek sana
nasıl bir duygu hissettiriyor?
İ lk Oğul: En sonunda ait olduğumu hissediyorum. Kabul ve
tasdik edilmek kendimi iyi hissetmemi sağıyor.
Payne, Anne'ye: Şimdi ilk kocana bak ve ona de ki: "Aramız­
da durumun böyle gelişmiş olması çok acı, çünkü seni sevmiş­
tim. Bu her ikimiz için de zor bir kaderdi. "
Anne, İlk Koca'ya: Aramızda durumun böyle gelişmiş olma­
sı çok acı, çünkü seni sevmiştim. Bu her ikimiz için de zor bir
kaderdi.

Anne ve İlk Koca spontane bir biçimde birbirlerine sarılıp ağ­


larlar.

Payne, Anne'ye: Şimdi ilk kocan ile ilk oğlunun arasında

95
'Bireykrin, J'l.ikkrin ve 'U{usfarın 'İ.y ifeşmesi
dur ve diğer oğluna ve kızına de ki: "Bu sizin ağabeyiniz , bu
ilk doğan çocuğum ve onun da ailemizde bir yeri var."
Anne: Bu sizin ağabeyiniz, bu ilk doğan çocuğum ve onun da
.
ailemizde bir yeri var.
Payne, diğer Evlatlara: Bu size nasıl bir duygu veriyor?
Arnold: İyi bir duygu veriyor. Ağabeyimi özlediğimi hissedi­
yorum.
Kız Kardeş: Kızgınlığım şimdi tamamen geçti, ama kendimi
üzgün hissediyorum.
Payne, Evlatlara: Gelip ağabeyinizle tanışın.

Arnold 'un ve kız kardeşinin temsilcileri karşıya geçip ağabey­


lerine ilk kez sarılırlar.
İlk Oğul: Bu harika bir duygu veriyor. Artık bir ailem var.
Payne, Arnold'a ve Kız Kardeşi'ne: Ağabeyinize şöyle de­
yin: "Bu dünyada kalamamış olman çok acı, çünkü seni özlü­
yoruz. Seni ağabeyimiz olarak alıyor ve sana kalbimizde bir
yer veriyoruz. "

B u sözlerin söylenmesinden sonra Payne takımyıldızı -çözül­


müş aile yapısını yansıtacak şekilde- yeniden düzenler ve Ar­
nold 'un temsilcisinin yerine gerçek Arnold 'u geçirir.

İK: İlk Koca B: Baba A: Anne ÖİO: Ölmüş İlk Oğul


Ar: Arnold K: Kız Kardeş

96
'Tak!:,myıUızfar
Payne, Danışan'a: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Danışan: Hayatımda ilk kez ait olduğumu hissediyorum. G i ­
dip ağabeyimi kucaklayabilir miyim?
Payne: Elbette.

Arnold ağabeyine sarılır ve her ikisi de bu kucaklaşmadan çok


etkilenir.

Payne: Ağabeyine şöyle de: "Sevgili Ağabeyim, sen yaşama­


mış olsan da, ben hayatımı senin şerefine dolu dolu yaşayaca­
ğım. Beni sabırla bekle, çünkü bir gün, benim zamanım da
geldiğinde tekrar birlikte olacağız . "
Danışan: Sevgili Ağabeyim, sen yaşamamış olsan da, ben ha­
yatımı senin şerefine dolu dolu yaşayacağım. Beni sabırla bek­
le, çünkü bir gün, benim zamanım da geldiğinde tekrar birlik­
te olacağız.
Payne: Şimdi, "Bana şefkatle gülümse ve sahip olduğum her
şeyi kutsa, " de.
Danışan: Bana şefkatle gülümse ve sahip olduğum her şeyi
kutsa.
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Danışan: Çok ferahladım, sanki omuzlarımdan büyük bir
baskı kalktı .
Payne, İlk Oğul'a: Ya sen neler hissediyorsun?
İlk Oğul: (Gülümseyerek) Ben de çok rahatladığımı hissedi­
yorum. Kardeşim için mutluyum.

Takımyıldız çalışması sona erer.

Payne, Danışan'a: Şimdi kusursuz olmaya çalışma dürtü­


nün nedenini anlıyor musun?
Danışan: Pek değil.
Payne: Sen ağabeyinin de hayatını yaşamaya çalışıyordun, iki

97
'B ireyferin, 5tifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
ogu l olmaya çalışıyordun -iki kat mükemmel ve iki kat yalnız.
Bu ndan sonra nihai tabloya Ruhun'da bir yer ver ve ağabeyi­
nin kaderine saygı göstererek onu sevgi ve şefkatle düşün.
Danışan: Şimdi anlıyorum. Bu benim mükemmel olma sap­
lantımın ve dürtümün nedenini açıklıyor. Teşekkür ederim.

Sonuç

Her çift için dayanılması en zor ve zorlayıcı olay çocuklarını,


özellikle ilk çocuklarını kaybetmektir. Bir kadın ve erkek bir­
birlerine aşık olup evlenmeyi düşündüklerinde, çocuklar ge­
nellikle o aşkın tamamlanışını, bütünlenişini simgelerler. Bu,
çiftlerin aile ve ebeveynlik hayallerinin bir parçasıdır, kendile­
rinin ve aşklarının çocukları vasıtasıyla devariı etmesidir. On­
lar çocuklarını kaybettiklerinde, bu hayal de yıkılır ve çoğu
kez evlilik de o hayalle birlikte yıkılır. Buna ek olarak, bir be­
beği yitirmenin acısı o kadar derindir ki, ebeveynler o çocuğa
bakamaz ya da onun kaderini, hatta ebeveynler olarak kendi
kaderlerini bile kabullenemezler. Bu şekilde, ölü doğan ya da
sonradan ölen çocuklar aileden dışlanmış olurlar. Bu dışlama
aile sistemi içinde bir başkasının -bir kez daha denge getirmek
_
için- o çocuğu temsil etmesine yol açar. Arnold'un durumun­
da, o ağabeyi ile özdeşleşmişti, sadece dışlanmışlık ya da unu­
tulmuşlukla ilişkili duyguları üstlenmekle kalmamıştı, ayrıca
"iki kat mükemmel " ola.rak ağabeyinin yaşamını da sürmeye
çalışıyordu. Bu çok ağır bir yüktür. Bizim aile takımyıldızla­
rında gözlemlediğimiz şey şu ki, Sevgi Düzenleri ve sevgi akışı
için hiyerarşi önemlidir. Arnold kendini ailenin ilk çocuğu ola­
rak görüyordu, oysa aslında ağabeyi -farklı bir babadan da ol­
sa- aile sisteminin ilk çocuğuydu. İ kinci çocuk olduğu halde
kendini ilk çocuk olarak görmek ona "dünyaya uymamak" ya

98
'T�1719ıUızfar
da " dünyada bir yeri olmamak" duygusunu veriyordu. Bura­
da şunu da belirtmek isterim ki, Arnold'un ağabeyi aslında
onun yarı-kardeşi olmasına rağmen, ben bu "yarı-kardeş" gibi
terimlerin kullanılmasına karşıyım, çünkü onlar ait-olma duy­
gusunu ve kardeşlerin önemini azaltır görünmektedir.
Karayipler'de, ABD 'de ve Afrika'da çalışmış biri olarak
şunu söyleyebilirim ki, Afro-Karayip, Afro-Amerikan kültürle­
rinde ve bazı Afrika kültürlerinde birçok kişi kendisiyle aynı
anneden doğan bir çocuğu kardeşi olarak kabul ederken, aynı
babadan doğmuş olan bir çocuğu kardeşi olarak kabul etmez.
Aile Takımyıldızlarında ben her iki ebeveynin de bütün çocuk­
ları aileye dahil edildiklerinde, her bir çocuğun bu yüzden güç­
lendiğini hissettiğini gözlemledim. Bu erkeklerin ve kadınla­
rın birbirlerinden zorla ayrı tutulup yerleşik aileler oluştur­
malarına izin verilmediği Afrika köleliğinin ve ırk ayrımının
mirasıdır. Bu çiftlerin birbirlerinden kanun gücüyle, zorla ay­
rılmalarına ve sonuçta rasgele ilişkilere yol açmış, bu da anne­
lerin her biri ya da çoğu farklı babalardan olan birçok çocuk
doğurmalarına neden olmuştur. Ö zellikle erkek evlatlar baba­
larından ayrıldıklarında, hiçbir destek duygusuna sahip olmaz
ve erkekler dünyasına tam olarak ait olduklarını hissetmezler.
Bu da bekar anne aileleri ve birçok kadından çocuk sahibi olan
erkekler kalıbının birçok kuşak boyunca tekrarlanmasına yol
açar. Birçok beyaz Amerikalı, Karayipli ve Güney Afrikalı -ken­
di atalarının eylemlerinin birçok Afrikalı insan üzerinde yap­
mış olduğu etkileri anlamadan- Afrika kökenli kültürün bu
veçhesini çok eleştirir. Bazıları bu fenomenin nispeten yeni ol­
duğunu belirtirken, benim Afrika kökenli ailelerle ilgili gözle­
mim kilisenin ve dinin geçmişin kayıp babalarının yerini aldı­
ğını, her ikisi de babasal semboller olan Kutsal Baba ve İ sa'nın
bu babaların yerini aldığını göstermiştir. Dinin öneminin ya-

99
'Bireylerin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın iyileşmesi
yavaş yok olmasıyla birlikte, kilise artık kayıp babayı tem­
VU!:j
sil etmemekte, böylece kalıp şimdi kuvvetle yeniden ortaya
çıkmaktadır. Biz ayrıca sistemik sorunların birçok kuşağı �tla­
yıp geçebildiğini ve çoğu kez de geçtiğini gözlemledik.

Caroline
Caroline derin bir duygusal kriz içinde olduğunu hissederek
aile takımyıldızı çalışmasına girmişti. Evliliği yıkılıyordu ve
tüm ömrü boyunca hissettiği o ait-olmama hissi yaşamını kon­
trol eden bir biçimde yüzeye çıkmıştı. Caroline, kendisi doğ­
madan birkaç ay önce ablasının bir hastalıktan öldüğünü açık­
lamıştı. Küçük kız öldüğünde iki yaşından küçüktü ve onun
ismi Caroline'a verilmişti. Ölmüş ablasının İsmini taşımak Ca­
roline için büyük bir yüktü ; hep kendisi olmaya hakkının ol­
madığını, ablasının yerini doldurması ve o rolü oynaması ge­
rektiğini hissetmişti. Benzer biçimde, ben bir çocuğa annesi­
nin ya da babasının trajik bir biçimde ölmüş ilk aşkının ya da
zamansız ve trajik bir biçimde ölmüş bir aile üyesinin adının
verilmiş olduğu vakalarla çalışmıştım. Bu çocuklar kendilerine
ölmüş bir kişinin adının verildiğinin bilinçli olarak farkında
olmasalar da, bunu yine de hissederler ve bu onlar için ağır bir
yük olur. Biz çocuklara aile sisteminden ayrılmış kişilerin ad­
larını verdiğimizde, aslında bu çocuklardan o kişilerin yerini
almalarını istiyor oluruz. Bu onların dünyadaki kendi yerleri­
ni hissetmelerine izin vermeyerek, gerçek benlikleriyle temas
kurmalarını zorlaştırır.
Çocuklara büyük-ebeveynlerin isimlerinin verilmesinin bir
aile geleneği olduğu durumlarda, sadece eğer o büyük-ebeveyn
genç bir yaşta ölmüşse sorunlar ortaya çıkar. Örneğin, eğer
anneniz siz çocukken ölmüşse, kendi kızınıza annenizin ismini

100
vermeniz sağgörülü bir davranış olmaz, çünkü bu anne ile
kızın arasındaki ilişkinin net bir biçimde tanımlanmadığı sis­
temik karışıklığa-dolaşıklığa yol açabilir.

Bir isimde ne vardır?


Bir keresinde benden hapishanede bulunan ve uyuşturucu
suçlarından dolayı yargılanmayı bekleyen genç bir adam için
bir takımyıldız oluşturmam istenmişti. Bu genç adamın tem­
silcisi ait-olmama ve değersiz olma duygularını güçlü bir bi­
çimde hissettiğini bildirmişti. Bu genç adamın ebeveynleri bo­
şandıklarında, annesi yanına danışanımı ve onun erkek karde­
şini de alarak başka bir ülkeye göç etmişti. Çocuklar bir daha
babalarıyla görüşememişlerdi. Anne, eski kocasıyla ilgili hiçbir
şey istemediğinden oğullarının sadece soyadlarını değil, isim­
lerini de değiştirmişti, çünkü o isimleri onlara babaları ver­
mişti. Sonuçta, annenin mesajı "babanızın hiçbir yanı iyi de­
ğildir" idi. Oğlanlar bunu derin bir biçimde hissetmiş ve ken­
dilerinin yeterince iyi olmadıklarını düşünmüşlerdi. Bu bazı
çocukların nasıl ebeveynlerinin birbirlerine duydukları içerle­
menin tutsağı olduklarının trajik bir öyküsüdür.

Gail
Gail sık sık iş değiştirme ve ilişkilerini bitirme kalıbı içinde
bulunduğundan hayatta düş kırıklığı yaşıyor, daima bunun
onun yeri olmadığını, oraya ait olmadığını hissediyordu. Onun
ailesini soruşturduğumuzda, annesinin ilk hamileliğinin dü­
şükle sonuçlandığı ortaya çıkmıştı. Takımyıldız çalışması bu
olayın onun ebeveynleri üzerinde derin bir etki yaptığını ve
ailenin kendini asla tamam hissetmediğini gözler önüne serdi.
Takımyıldızda, düşürülmüş çocuğun temsilcisini ilk doğan ço-

1 01
'Bireyferin, ."1.ifeferin ve 'Ufusfann 1yifeşmesi
cut:,TtJ n konumuna yerleştirdik. O zaman Gail rahatladı ve aile­
deki kendi yerini hissetti. O artık ilk doğmuş çocuk değil, ikin­
ci çocuktu, ki bu duruma denge ve uyum getirmişti.
Yukarıdaki örneği vermemiz tüm düşüklerin önemli ol­
dukları anlamına gelmez, ama benim gözlemime göre, tüm dü­
şükler -ne zaman vuku bulduklarına ve yer aldıkları sıraya
bakmaksızın- önemli olabilirler. Ancak, takımyıldız çalışması
şunu göstermektedir ki, eğer o düşük bir çiftin ilk hamileliği
sonucunda vuku bulmuşsa, bunun aile sistemi üzerindeki et­
kisi kat kat artmaktadır. İlk doğan her çocuk gibi, bu hamile­
lik o çiftin sevgisinin tamamlanışını ve ailelerinin başlangıcını
simgeler.

Çocuklarım .bana karşı çok mesafeli


Amanda kırk sekiz yaşında iki çocuk annesi bir kadındı. Yirmi
üç yaşındaki oğlunu çok seyrek olarak görmekteydi ve hfila
kendisiyle birlikte yaşayan on dokuz yaşındaki kızıyla arasın­
da gergin bir ilişki vardı.

Payne, Danışan'a (Aınanda'ya) : Çocukların babaları nere­


de? Ondan hiç söz etmedin.
Danışan: Onunla oğlum on, kızım altı yaşındayken boşandık.
Payne: Neden boşandınız?
Danışan: Beni bir başka kadın için terk etti.
Payne: Neler oldu?
Danışan: O kadınla bir ilişki kurdu ve bir gün onunla yaşa­
mak üzere evden ayrıldı.
Payne: Öyleyse sen hfila ona kızgınsın, bu açıkça görülüyor.
Aranızda başka neler oldu?
Danışan: Aklıma hiçbir şey gelmiyor, görünüşte bizim çok
normal bir evliliğimiz vardı.

102
'TafGmyıfdızfar
Payne: Peki, görelim bakalım. Şimdi lütfen kocan, oğlun, kı­
zın ve kendin için birer temsilci seç.

Payne, Danışan'a: Bu çok açıkça görülebilen bir tablo. Oğ­


lun babasıyla birlikte duruyor, ki eğer sen onun babasına kız­
gınsan bu doğal bir durum. Çocuklar neredeyse daima, en az
saygı gören ebeveyne sadık kalırlar. Kızına bak. O arada kal­
mış gibi görünüyor. Ama şimdi gerçekte olup biteni öğrenelim.
Payne, Kız Evlat'a: Burada senin için durum nasıl?
Kız Evlat: Tam senin dediğin gibi. Ben nereye ait olduğumu
bilmiyorum, ne babama ne de anneme aitim. Kendimi iki ara­
cla. kalmış gibi hissediyorum, bu korkunç bir duygu ve kendimi
yalnız hissediyorum.
Payne, Erkek Evlat'a: Peki, senin için burada durum nasıl?
Erkek Evlat: İyi, babamın yanında durmak hoşuma gidiyor.
Payne: Annene baktığında neler hissediyorsun?
Erkek Evlat: Ona bakmayı gerçekten istemiyorum. Bakınca
kızıyorum.
Payne, Koca'ya: Burada senin için durum nasıl?
Koca: Aslında iyi, oğlum yanımda duruyor ve bu iyi bir şey,
ama kızım için üzülüyorum, onun bana daha yakın olmasını
isterdim.

1 03
'Bireyferin, .9Lifeferin ve 'l1 (usfann 1yifeşmesi
Payne, Aınanda'ya (temsilcisine): (Onun kollarını göğsünde
kavuşturduğunu fark ederek) Senin için burada durum nasıl?
Amanda: Kocama kızgınım. Oğlumun onun yanında olmasıp­
dan memnun değilim ve kızımın yanı başımda durmasını isti­
yorum, (sol tarafını işaret ederek) o buraya ait.

Payne kocayı Amanda 'nın yanına götürür ve çocukları onların


önlerine, biraz uzağa ve yan yana yerleştirir.

B: Baba
A: Anne
K: Kız Evlat
E: Erkek Evlat

Payne, Kız Evlat'a: Şimdi durum senin için nasıl?


Kız Evlat: "Kızgın koltuk"tan kalkmış gibiyim ; erkek karde­
şimin yanında durmak bana iyi geldi.
Payne, Erkek Evlat'a: Senin için bu durum nasıl?
Erkek Evlat: Kız kardeşimin yanımda olması güzel. Ama ha­
la babanım yanımda olmasını istiyorum.
Payne, Aınanda'ya: Bu durum senin için nasıl?
Amanda: Ben ona (eski kocama) bakmak istemiyorum!
Payne, Koca'ya: Bu durum senin için nasıl?
Koca: İyi. Ben ona bakabiliyorum, ama herhangi bir his duy­
muyorum.
Payne, Aınanda'ya: Kocana bakıp ona de ki: "Aramızda du­
rumun böyle gelişmiş olması ne acı, çünkü seni çok sevmiş­
tim . "

1 04
'Tak!myıUızfar
Amanda: Bunu söyleyemem, ona hala çok kızgınım.
Payne: Bir dene. Sadece bu sözleri söyle ve ne olduğunu gör.
Amanda, Koca'ya: "Aramızda durumun böyle gelişmiş olma­
sı ne acı . . . (ağlamaya başlar) . . . çünkü seni çok sevmiştim. "
Payne, Danışan'a: Temsilcinin bu sözleri söylediğini işitmek
sana nasıl bir duygu veriyor?
Danışan: Doğru. Ben bu adamı çok sevdim ve hala seviyorum.
Payne: Bakalım, çocuklarının senin acının ve öfkenin bedeli­
ni ödemek zorunda kalmamalarını sağlamanın bir yolunu bu­
labilecek miyiz.

Payne Amanda 'nın temsilcisinin yerine danışan Amanda 'y ı


geçirir.

Payne, Danışan'a: Kocana de ki : "Aramızda durumun böyle


gelişmiş olması ne acı, çünkü seni çok sevmiştim. "
Danışan: Aramızda durumun böyle gelişmiş olması ne acı,
çünkü seni çok sevmiştim.
Payne: Şimdi ona de ki: "Aramızdaki iyi her şeyi alıp ona kal­
bimde özel bir yer veriyorum. "
Danışan: Aramızdaki iyi her şeyi alıp ona kalbimde özel bir
yer veriyorum.

Amanda 'nın kocasının temsilcisi gülümser ve kendiliğinden


kolunu Amanda 'nın omzuna atar. Onlar şimdi bir çift gibi gö­
rünmektedirler.

Payne, Erkek Evlat'a: Bu durum senin için nasıl?


Erkek Evlat: Onları birlikte görmek güzel, gerilim ortadan
kalktı.
Payne, Kız Evlat'a: Onları böyle ebeveynler olarak birlikte
görmek sence nasıl bir durum?
Kız Evlat: Çok daha iyi, ama ben hala biraz tedirginim.

1 05
'Bire!Jferin, .9l.ifeferin ve 'U{usfarın l!Jifeşmesi
Payne, Danışan'a: Kızına de ki : "Babanın sende yaşadığını
gördüğüm yanına saygı duyuyorum ve onu görmek güzel. "
Danışan, Kız Evlat'a: Babanın sende yaşadığını gördüğijm
yanına saygı duyuyorum ve onu görmek güzel.
Payne, Kız Evlat'a: Şimdi durum nasıl?
Kız Evlat: Rahatladım, bunu işitmeye ihtiyacım vardı (ağla­
maya başlar), ben babamı ve annemi çok seviyorum, ama ba­
bamı sevmek benim için çok zordu, kendimi iki arada sıkışıp
kalmış hissediyordum.
Payne, Erkek Evlat'a: Bu durum senin için nasıl?
Erkek Evlat: Bunu işitmek güzeldi, benim de bunu işitmeye
ihtiyacım vardı.
Danışan, kendiliğinden, Erkek Evlat'a: Babanın sende ya­
şadığını gördüğüm yanına saygı duyuyorum ve onu görmek
güzel.
Payne, Erkek Evlat'a: Ve şimdi?
Erkek Evlat: Şimdi anneme güvenebilirim, her şey yoluna
girdi ve ben her ikisine de yakın olmak istiyorum.
Payne, her iki Ebeveyn'e: Çocuklarınıza deyin ki: "Aramız­
da her ne olup bitmişse, onu bize bırakın. Bunun sizinle hiçbir
ilgisi yok ve biz birlikte hfila ebeveynleriz . "
Ebeveynler Çocuklara: Aramızda her n e olup bitmişse, onu
bize bırakın. Bunun sizinle hiçbir ilgisi yok ve biz birlikte hfila
ebeveynleriz .
Payne, Danışan'a: B u durum şimdi sana nasıl bir duygu ve­
riyor?
Danışan: Kalbim hala kırgın, ama kendimi çok daha iyi hisse­
diyorum. Doğru, oğlum giderek daha çok babasına benziyordu
ve ben ondan uzak duruyordum.
Payne: Son olarak kocana de ki: " Çocuklarımız armağanın­
dan ötürü sana teşekkür ederim. Senin onlarda yaşadığını gör-

1 06
düğüm yanına saygı duyuyorum. "
Danışan, Koca'ya: Çocuklarımız armağanından ötürü sana
teşekkür ederim. Senin onlarda yaşadığını gördüğüm yanına
saygı duyuyorum.
Koca, kendiliğinden, Danışan'a: Çocuklarımız armağanın­
dan ötürü sana teşekkür ederim. Senin onlarda yaşadığını gör­
düğüm yanına saygı duyuyorum.
Payne, Danışan'a: Sana bir ev ödevi vereceğim, Amanda.
Evine git ve eski kocanın sahip olduğu tüm olumlu nitelikleri,
senin ona aşık olmana neden olan ve tüm bu yıllar boyunca
onu sevmeyi sürdürmene yardımcı olan nitelikleri düşün. Bir
dahaki sefere oğlunu gördüğünde ve onun kocanınkine benzer
nitelikleri sergilediğini fark ettiğinde ona şöyle bir şey söyle:
"Biliyor musun, baban da böyleydi ve bunu görmek güzel . "
Olumlu niteliği isimlendirmek önemlidir, ama bunda aşırıya
kaçma, sadece bunu zarif bir biçimde sohbete getir.

Boşanmış ve Ayrılmış Ebeveynler için Alıştırma


Eski eşinizin ona aşık olmanıza katkıda bulunmuş olan tüm
olumlu niteliklerinin bir listesini yazın. Bir an durup o özel ni­
telikleri hatırlayın.
Şimdi çocuklarınızda gördüğünüz tüm olumlu nitelikle­
rin bir listesini yazın.
İ ki listeyi de yazdıktan sonra, her iki listedeki ortak
olumlu nitelikleri ve özellikleri işaretley�n. Bunu yaptığınızda,
eski eşinizin bu çocuklarla size vermiş olduğu özel armağanı
daha berrak bir biçimde göreceksiniz . Eğer eski eşinize karşı
içerleme, kırgınlık ve öfke duyguları barındırıyorsanız ya da
onunla tartışmalara girmişseniz , büyük olasılıkla çocuklarınız
bir biçimde utanç duyacaklardır. Bu listeleri ezberleyin ve bir

1 07
'Bireylerin, Jl.ifeferin ve 'Ufusfarın iyileşmesi
ımn raki fırsatınızda, bu niteliklerden birinden ötürü çocuğu­
n u z u yumuşak bir biçimde övün, o zaman çocuğunuzu bu

utançtan kurtarıyor olacaksınız. İ nce ve tedbirli olun, yo� ­


munuzu genel sohbetin bir parçası kılın. Bu şekilde çocuk me­
sajı daha tam olarak alacaktır. Çocuklar sevgiden doğdukları­
nı bilmeye ihtiyaç duyarlar. Ayrıca, siz eski eşinize karşı düş­
manca davrandığınızda, çocuklar bunu ya kendilerine karşı
bir düşmanlık olarak ya da onaylanmama olarak hissederler.
Ne pahasına olursa olsun, bizim çocuklarımıza eski eşimizle
çözülmemiş sorunlarımızın bedelini ödetmememiz gerekir.

Sonuç

Amanda'nın takımyıldız çalışmasına getirdiği sorun çocukları


olan ve boşanmış ya da ayrılmış çiftler vakasında çok sık görü­
len bir sorundur. Çocuklar hemen her zaman en az saygı du­
yulan ebeveyne sadık ve bağlı olacaklardır. Bizim böyle takım­
yıldızlardan öğrenmiş olduğumuz şey, babanın (ya da anne­
nin) sadakatsizliğine bakmaksızın, bunun çocuklarla hiçbir il­
gisinin bulunmadığıdır; bu ebeveynler arasındaki özel bir me­
seledir. Ancak, biz en yaralı olduğunu hisseden tarafın çocuk­
lardan sadakat talep ettiğini ve onların taraf tutmalarını bek­
lediğini sık sık görürüz. Bu tutum her zaman geri teper, iste­
nilenin aksini yaratır ve çocuklar ya iki taraf arasında parça­
landıklarını hissederler ya da diğer tarafa, yani en az saygı gö­
ren tarafa sadık kalırlar. Bazen, yaralı tarafın etkisinin çok
güçlü olabildiğini ve çocukların, kaç yaşında olurlarsa olsun­
lar, diğer ebeveyni sevmeye izinlerinirı olmadığını hissettikle­
rini görürüz.

1 08
'Ta!Qmyıfifızfar
Justin
Justin otuz altı yaşındaydı ve nişanlısı onu kısa bir süre önce
terk etmişti. Ebeveynleri o on yaşındayken boşanmışlardı. Ai­
lede herhangi bir şiddet olayı vuku bulmamış olmasına rağ­
men, babasının bir zampara olduğunu ve çok içki içtiğini açık­
lamıştı. O kendi takımyıldızını oluşturduğunda, kendi temsil­
cisini doğrudan annesinin yanına yerleştirdi. Onun babasını
sevmesine izin verilmemiş olduğunu ve ailede babasının yerini
almış olduğunu açıkça görmüştük. Biz bu durumun onun ka­
dınlarla ilişkileri üzerindeki etkisine baktığımızda, onun an­
nesi formunda bir eşe zaten sahip olduğundan aslında evlene­
cek kadar özgür olmadığını anlamıştık. Böyle durumlarda, ben
bu senaryoyu "duygusal ensest" olarak isimlendiririm. Justin
babasının yerini almış ve annesinin birincil duygusal ilişkisi
haline gelmiş, bu da onun özgürleşmesini zorlaştırmıştı. Bu
durum baba ile kız evlat arasında da meydana gelir, ama bu
çoğu kez boşanmanın sonucunda değil, anne ölmüşse vuku bu­
lur. Ancak, bu tür bir baba/kız-evlat ilişkisi bir evlilik devam
ederken de, annenin dikkatinin bir başka yere çekilmiş olma­
sından ötürü de var olabilir.
, Takımyıldız çalışması içinde, biz çoğunlukla sunulmuş
olan sorunun kapsamının ötesinde çalışırız. Ö rneğin, Justin
için biz onu annesinin sistemik dolaşıklıklarından kurtarmak
amacıyla annesinin ailesini içeren takımyıldızlar oluşturduk.
Bu da Justin'in özgürleşmesini sağladı.

Hayatımda iyi bir şey yarattığım her defasında o


bozuluyor
David kırklı yaşlarının ortasında bulunan bir adamdı. Onun
seminerimize katılma nedeni yaşamının bir biçimde lanetlen-

1 09
'Bire!Jferin, 51.ifeferin ve 'lfarın 1!fi{eşmesi
ııı i �olduğunu hissetmesiydi. Onun yaşamı büyük başarıları if­
l mıl arı n , boşanmaların, hastalıkların ve depresyonların izledi­
ğ"i bir kalıp olagelmişti.

Payne, Danışan'a (David'e): Neden yaşamının bir biçimde


lanetlenmiş olduğunu düşünüyorsun?
Danışan: Elimi attığım her şey bozuluyor. İki kere milyoner ol­
dum ve her defasında da neredeyse bir gecede iflas ettim. Ye­
ni bir araba alırım, üretim hatası yüzünden imalatçı tarafın­
dan geri alınır; yeni bir ev alırım, bir sel felaketi olur, hırsızlar
tarafından soyulur, her şey korkunç bir biçimde ters gider.
Payne: Tüm bu olaylar sadece bir kere mi oldu, yoksa uzun
bir zamandır tekrarlanıyorlar mı?
Danışan: Kendimi bildim bileli bu olaylar tekrarlanıyor. İliş­
kilerim bile bir felaket. İlk kız arkadaşım beni en iyi erkek ar­
kadaşım için terk etti, ilk eşim bir gün hiçbir açıklama yapma­
dan ortadan kayboldu, bir başka kadın benden para çaldı ve
yanımda çalışanlar da paramı çalıyorlar. Benden haksız yere
para alan namussuz muhasebecilerim ve avukatlarım oldu.
Hayata ve insanlara olan güvenimi gittikçe yitiriyorum. Bazen
kendimi ölecekmişim gibi hissediyorum.
Payne: Ben bu tür bir yaşam kalıbını çoğunlukla aile siste­
minde ya genç yaşta ölmüş ya da büyük bir adaletsizliğin acı­
sını çekmiş birine sadakat hisseden bireylerde görürüm. Senin
ailende böyle biri var mı?
Danışan: Bildiğim kadarıyla yok.
Payne: Bana ailenden söz eder misin?

David ABD 'nin Georgia eyaletindeki oldukça zengin bir


güneyli aileden geldiğini açıkladı. Ebeveynlerinin, özellikle ba­
basının çok tutucu olduğunu belirtti. İ lk görüşmemizde bu ani
başarısızlık kalıbının diğer aile üyelerinde de sıkça görüldüğü-

110
'Taf;myıfdızfar
nü açıklamıştı. Amcasının, birkaç kuzeninin ve ablasının, z e n ­
gin bir aileden gelmelerine ve iyi bir üniversite eğitimi almala­
rına rağmen, hayatta hep mücadele ettiklerini söylemişti.

Payne: Bunun nereden kaynaklandığını görelim, ondan sonra


daha derinlemesine soruşturabiliriz .

Payne David 'den babası ve annesi için birer temsilci seçmesini


ve onları seminer zeminine yan yana yerleştirmesini ister.

Payne, Baba'ya: Burada durum senin için nasıl?


Baba: Kendimi saldırgan hissediyorum.
Payne: Evet, yumruklarının sıkılı olduğunu görüyorum.
Payne, Ane'ye: Burada durum senin için nasıl?
Ane: (Omuzlarını silkerek) Sanırım iyi, pek fazla bir şey his­
setmiyorum. Kocam için biraz endişeleniyorum, o kadar.
Payne, Danışan'a: Bana babanın ailesinden söz eder misin?
Danışan: Sana bildiğim her şeyi söyledim. Herhangi bir erken
ölüm, adaletsizlik veya trajedi olup olmadığını bilmiyorum. Ger­
çekten hiçbir şey bilmiyorum.
Payne: Eh, öyleyse bunu test edelim ve neler olacağını görelim.

Pay_ne David 'in büyükbabası ve büyük-büyükbabası için birer


temsilci seçer ve onları babanın hemen arkasına art arda yer­
leştirir.
l

B: Baba BB: Büyükbaba BBB: Büyük Büyükbaba A: Anne

111
'lJireylCrin, J'Lif< lCrin ve 'Ufusfarın 1yi{e,şmesi
Payne, Büyükbaba'ya ; Burada durum senin için nasıl?
Büyükbaba: Benim dı yumruklarım sıkılı. Oğlumu önümde
gördüğüm için mutluy um, ama aynı zamanda kendimi saldır-
gan hissediyorum.
Payne, llüyük-Bü;vükbaba'ya: Burada durum senin için na-
sıl?
Büyük-Büyükbaba: Ben kendimi çok saldırgan hissediyorum,
ayrıca arkamda korkunç bir şey var. Saldırganlık, şiddet ve
korkunun karışımı olan bir duygu hissediyorum.

Payne büyük-büyük-büyükhaba için bir temsilci seçip onu bü­


yük-büyükbaban 'n arkasına yerleştirir.

Payne: Şimdi baban arkanda dururken ne hissediyorsun?


Büyük-Büyükbaba: Daha da kötü hissediyorum. Daha çok
korkuyorum, ama aynı zamanda kendimi daha şiddet dolu his­
sediyorum. Onun burada olması korkunç bir şey.
Payne, tüm Temsilcilere: Büyük-büyük-büyükbaba buraya
gelince sizler kendinizi daha iyi mi, yoksa daha kötü mü his­
settiniz?
Büyükbaba: Çok daha kötü, artık kendimi saldırgan değil,
şiddet dolu hissediyorum.
Baba: Ben buradan kaçmak istiyorum, korkuyorum.
Anne: Nefes almakta zorlanıyorum; o buraya geldiğinden beri
kendimi çok kötü hissediyorum. Ben buradaki durumla pek il­
gilenmiyordum, ama o geldikten sonra kendimi bu duruma ta­
mamen katılmış buldum.
Payne, Danışan'a: Bunlar senin için bir anlam ifade ediyor
mu?
Danışan: Bir bakıma evet, onların hepsi çok katıydı. Ancak
hissedilen şiddet beni de şaşırtıyor.
Payne: Bana büyük-büyük-büyükbabandan söz eder misin,

1 12
'TaRJmyıllfızfar
onun hakkında ne biliyorsun?
Danışan: Epey şey biliyorum. Onun büyük toprakları varmış,
bir plantasyon sahibiymiş, bunlar büyük-büyükbabama kal­
mış. Ancak büyük-büyükannem intihar ettikten ve büyük-bü­
yükbabam parasının ve topraklarının çoğunu kumar borçları
ve alkolizm yüzünden kaybettikten sonra toprakların tümü el­
den gitmiş.
Payne: Demek ailenin plantasyonları varmış. Peki, köleleri
de var mıymış?
Danışan: Evet, ailemin birçok kölesi varmış.

Payne David 'den intihar etmiş olan büyük-büyükannesi ıçın


bir temsilci, kendisi için bir temsilci ve Afrikalı köleler için bir
ya da birkaç temsilci seçmesini ister. Payne ona ayrıca, eğer
gerekiyorsa takımyıldızı kendi hislerine göre yeniden düzenle­
mesini söyler.

BBBB : Büyük Büyük-Büyükbaba BBB: Büyük Büyükbaba


BBA: Büyük Büyükanne 1 .K: Köle 2 . K: Köle D: David

Burada David 'in kölelerin temsilcilerinin yanında durduğuna


ve büyük-büyükbabasının ve büyük-büyük-büyükbabasının tam
ters yöne baktığına dikkat ediniz. Büyük-büyükanne doğrudan
kölelere bakmaktadır. David 'in annesi ise takımyıldızın dış sı-

I13
'Biregferin, .91.ifeferin ve 'l[usfann 1gifeşmesi
nır çizgisinin üzerindeki bir pozisyona kaydırılmıştır ve o da
başka bir yöne bakmaktadır. David 'in babası ise karısını izler
gi b i ona bakmaktadır.

Payne, David'e (temsilcisine) : Burada kendini nasıl hisse­


diyorsun?
David: Korkunç. Midem bulanıyor, büyük bir utanç ve suçlu­
luk duyuyorum.
Payne, Danışan'a: Bu senin için bir anlam ifade ediyor mu?
Dan:ışan: Evet, bu hisleri çok iyi biliyorum. Ben tüm yaşa­
mım boyunca kendimi suçlu hissettim.
Payne: Öyleyse biraz daha çalışıp ne yapabileceğimizi göre­
lim. Öyle görünüyor ki sen ailenin suçunu taşıyorsun. Bu öy­
kü büyük-büyükannenin intiharının nedenini açıklayabilir. Bu­
nu ilk görüşmemizde belirtmemiş olman garip.
Danışan: Bunun önemli olduğunu düşünmemiştim, o çok
uzak bir olay olarak görünüyordu.
Payne: Bu tabloya baktığımızda, o sana çok yakın görünüyor.
Danışan: Evet, şimdi içimde olup biten her türlü şeyi hissedi­
yorum.
Payne, Anne'ye: Sen ne hissediyorsun?
Anne: Bunun benimle hiçbir ilgisi yok. Ben şuraya bakmayı
tercih ediyorum (salonun uzak köşesini işaret eder) .
Payne, Baba'ya: Sen ne hissediyorsun?
Baba: Ben karımla birlikte olmak istiyorum. Bu duruma bak­
mayı gerçekten istemiyorum. Karımla birlikte olmak benim
için daha kolay.
Payne, Büyük-Büyükanne'ye: Sen neler hissediyorsun?
B üyük-Büyükanne: Kafam karışmış halde. Kendimi kusa­
cak kadar çok hasta hissediyorum. Ben bu aileye ait değilim;
ben onlarla birlikte olmak istiyorum (köleleri işaret eder) .

1 14
'Taf(ynyıfıfızfar
Payne büyük-büyükbabanın ve büyük-büyük-büyükbabanın tem­
silcilerini köleleri ve onların yanındaki David 'in temsilcisini
görebilecekleri şekilde çevirir. O ayrıca anneyi ve babayı bu
tabloyu görebilecekleri şekilde çevirir.

BBBB: Büyük Büyük-Büyükbaba BBB: Büyük Büyükbaba


BBA: Büyük Büyükanne l . K: Köle 2.K: Köle D: David
B: Baba A: Anne

Payne, Büyük-Büyük-Büyükbaba'ya: Seni onları görecek


şekilde çevirdiğimde ne hissettin?
Büyük-Büyük-Büyük.baba: Sanırım iyiyim.
Payne: Direkt olarak kölelerine bak.
Büyük-Büyük-Büyük.baba: Bakmak istemiyorum.
Payne: İ stemeyebilirsin, ama senden bunu yapmanı istiyo­
rum.
Payne, Büyük-Büyükbaba'ya: Lütfen babana katıl ve di­
rekt olarak kölelere bak.

115
'Bireylerin, Jl.ifeferin ve 'lfusfann 1yifeşmesi
Büyük-Büyükbaba: Onlara bakmayı gerçekten istemiyorum.
Ve bunu sırf sen istediğin için yapmayacağım.
Payne: Pekala, öyleyse kölelere bak.an babana bak.

Takımyıldız birkaç dakika boyunca sessizlik içinde bırakıla­


rak Ruh 'un bir hareketinin ortaya çıkması beklenir. Birkaç
dakika sonra, büyük-büyük-büyükbaba kölelerin önünde dizle­
ri üstüne çökerek "Ben ne yaptım ?" diye bağırır. Büyük-büyük­
baba da babasına katılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar.

Payne, Büyük-Büyükanne'ye: Şimdi neler hissediyorsun?


Büyük-Büyükanne: Kendimi çok çok üzgün hissediyorum
ama mide bulantım geçti. Gönlümün ferahladığını hissediyo­
rum.
Payne, David'e: Sen şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
David: Ezici bir üzüntü hissediyorum, neredeyse dayanılma­
yacak kadar büyük bir üzüntü bu.
Payne, Anne'ye ve Baba'ya: Siz şimdi ne hissediyorsunuz?
Baba: Çok üzgünüm.
Anne: Çok üzgünüm ve oğlum için endişeleniyorum.
Payne, Kölelere: Sizler nasılsınız?
Kadın Köle: Başlangıçta kendimi çok kötü hissetmiştim, ama
şimdi onlar ve kendimiz için üzüntü de duyuyorum. Ne garip­
tir ki, bu insanlara karşı içimde bir sıcaklık hissediyorum. Bu
mesele bittiği için seviniyorum.
Erkek Köle: Ben başlangıçta öfke, saldırganlık ve derin bir
üzüntü hissediyordum, şimdi huzur duyuyorum (büyük-büyük­
büyükbabaya bak.ar) . Bu adamın ayağa kalkmasına yardım et­
mek istiyorum.
Payne, Büyük-Büyük-Büyükbaba'ya: Büyük-büyük-torunu­
na bak ve ona de ki: "Bu suç tümüyle benimdir. Bu suçun so­
nuçlarını tek başıma taşıyorum. Onu bana bırak . "

116
'Taf(ımyıfdızfar
Büyük-Büyük-Büyükbaba: Bu suç tümüyle benimdir. Bu su­
çun sonuçlarını tek başıma taşıyorum. Onu bana bırak.
David: Gerçekten ferahladığımı hissediyorum.

Payne David 'in temsilcisini takımyıldızdan çıkarıp onun yeri­


ne danışan David 'i sokar.

Payne, Danışan'a: Büyük-Büyük-Büyükbaba'na, "Ben bu su­


çu saygıyla sana bırakıyorum" de ve bunu söylerken onun
önünde saygıyla eğil.
Danışan: Ben bu suçu saygıyla sana bırakıyorum.
Payne: Şimdi ne hissediyorsun?
Danışan: Sanki yıllardır hissettiğim suçluluk duygusu dağılıp
gitti.
Payne: Şimdi direkt olarak kölelere bak.
Danışan: (Ağlayarak) Şimdi her şey bir anlam ifade ediyor.
,
Ben zenginken sık sık yardım kuruluşlarına, özellikle bir Af­
ro-Aınerikan Yüksek Okulu'na epey para yardımı yapardım.
Şimdi bu köleleri kucaklayabilir miyim?
Payne: T�bii. Ve onlara de ki, "Sizinki zor bir kaderdi, artık
hayatımı sizin şerefinize tam olar3.k yaşayacağım. Size kal­
bimde bir yer veriyorum. "
Danışan: Sizinki zor bir kaderdi, artık hayatımı sizin şerefini­
ze tam olarak yaşayacağım. Size kalbimde bir yer veriyorum.

Ne ilginçtir ki, David "Artık hayatımı sizin şerefinize tam ola­


rak yaşayacağım" dediğinde, kölelerin temsilcileri bir ferahla­
ma iç çekişiyle ona gülümsediler. Onların Ruhları artık htızur
içindeydi.

Sonuç
Ben her ne zaman böyle bir takımyıldiz görsem, İ ncil'deki şu

1 17
'Bireylerin, Jl.ifeferin ve 'l.lfusfarın 'İ.y ifeşmesi
özdeyişi hatırlarım: "Babaların günahlarının cezasını oğullar
çeker. " Bu dışsal bir kaynağın gelecek kuşakları cezalandır­
masından değil, adaletsizlik ve haksız kazançla ilişkili böy� e
ağır suç yüklerinin tüm aile Ruhu tarafından taşınmasından
ve bir kuşaktan diğerine aktarılmasından kaynaklanır. Ancak,
şunu da önemle belirtmeliyiz ki, bu söz konusu suçun failleri­
nin eylemlerinin sorumluluğunu kabullenmediklerinde vuku
bulur. Ruh dışlanan her şeyi, suçu bile denge arayışı içinde
tekrar dahil etmeye çalıştığından, bu suç ailenin bir başka
üyesi tarafından taşınacaktır.
David'in öyküsünde olduğu gibi, bir ailenin başarısını bü­
yük bir kaybın izlemesi, hayatta başarılı olamayan çeşitli bi­
reyler, kumar borçları, alkolizm, hatta intiharlar benzer tarihi
olayların oldukça tipik olan sonuçlarıdır. Böyle kalıplar sömür­
geleştirmenin, zorla çalıştırmanın, köleliğin ve yerli halklara
kötü muamelenin vuku bulduğu her yerde görülebilir. Ben bu
kalıpların ABD'nin güney eyaletlerinde, Güney Afrika' da, bazı
Avustralyalılar, Hollandalı Endonezyalılar, Karayipliler, İngi­
liz ve Fransız Sömürgeci aileler arasında ortaya çıktıklarını
gördüm.
Tam tersine, ben aynı kendini-baltalama kalıbına sahip
olan birtakım bireylerle de çalıştım, ama onlar ıstırap çekmiş
olanların torunlarıydılar. Örneğin, Yerli Amerikan, Yahudi ve
Afro-Amerikan soyundan gelen insanlar, Güney Afrikalı Siyah­
lar ve diğer karışık ırk insanları bazen büyük ıstırap çekmiş
atalarına duydukları bağlılıktan ötürü bu, hayatı tam olarak
yaşamama kalıbını geliştirirler. Onlar, kendilerine yaşam ver­
miş olanlar çok fazla ıstırap çekmiş olduklarından, doyum ve­
rici hayatlar yaşamaya haklarının olmadığını içsel olarak his­
sederler. Böyle bağlılıklar bazen koparılması zor bağlardır.
Ancak, takımyıldız çalışmasının tekrar tekrar göstermiş oldu-

118
rraR!myıUızfar
ğu şey, suçluluk bağı koparıldığında ölmüşlerimizin ferahla­
dıkları ve mutlu olduklarıdır; o zaman onlar bir güçsüzlük
kaynağı olmak yerine bir güç kaynağı olmayı içeren doğal rol­
lerini oynamakta özgür olurlar.
David'inki gibi takımyıldızlar doğa olarak gerçekten ku­
şaklar-ötesidirler, bunlar yaşamlarında benzer sorunları olan
bireylere terapiye girerken sorunlar yaratabilirler. Bir terapist
kendini-baltalama sorunlarına yardım etmeye çalışırken, çoğu
çalışma doğrudan çocukluk deneyimleriyle ve aile içindeki so­
runlarla ilgilidir. Bu çalışmadan bazı yararlar elde edilebilse
de, bir terapist aile sistemlerinin ve kuşaklar-ötesi aktarımın
doğasını anlamadıkça, bir danışan terapiye çok fazla zaman ve
para harcasa da sorunun kök nedenini asla ortaya çıkarama­
yabilir. Burada şunu belirtmeliyiz ki David'e ailesinde herhan­
gi bir adaletsizlik vakası veya trajik ölüm olup olmadığı direkt
olarak sorulduğunda, o ailesindeki kölelik tarihçesinden ya da
büyük-büyükannesinin intiharından söz edememişti. Birçok
danışan benim " spontane bellek" dediğim şeye sahiptir. Ben
onlarla çalışmaya hazırlanırken kendilerine çok belirli olaylar
ve kişiler hakkında çok belirli sorular sorabilirim ve onlar ba­
na çok az bilgi verebilir ya da hiçbir bilgi vermeyebilirler. An­
,
cak, bir kez bir takımyıldız oluşturularak Biliş Alanı aktive
edildiğinde, onlar daha önce akıllarına gelmeyen önemli ayrın­
tıları birden hatırlarlar. Benim birisine, "Ailede herhangi bir
trajik ölüm oldu mu?" diye sorduğum sayısız vakada yanıt ön­
ce "Hayır" diye gelmiştir. Ardından, bir takımyıldız oluşturul­
duktan birkaç dakika sonra ben, "Annen çok üzgün görünü­
yor, burada ne oldu?" diye sorduğumda, danışanım, "Ben doğ­
madan iki yıl önce annem ölü bir bebek doğurmuştu " diye
karşılık verir. Bunun gözler önüne serdiği şey bizim hatırlama
yeteneğimiz konusundaki beşeri başarısızlığımız değil, aile

119
'Bireyferin, 5tifeferin ve 'U[usfarın 1yifeşmesi
ı-,rruplarının, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, trajediyi ve ölümü
unutmayı seçmeleridir.

George
George Aile Takımyıldızı çalışmasıyla ilgileniyordu. O ilk baş­
ta kendi sağlık sorunlarını -ki HIV bunlardan biriydi- hallet­
menin alternatif yollarını araştırırken bu çalışmaya çekilmişti.
George bu seminerlere altı-yedi kere katılmış, konuyla ilgili
bazı kitaplar okumuş ve bana aile sistemleri hakkında bir sü­
rü soru sormuştu. Onun yedinci ya da sekizinci ziyaretinde ta­
kımyıldızın ortasında durup ona, "Burada birisi eksik görünü­
yor" dedim. George, "Ah evet, babam daha önce evlenmişti ve
ilk evliliğinden bir kızı var" diye yanıtladı. Düzinelerce aile
sisteminin oluşturulduğunu görmesin€ ve birçok kez onlara
temsilci olarak katılmasına rağmen, George bir kız kardeşi ol­
duğundan ya da babasının annesiyle evlenmeden önce bir baş­
ka evlilik yaptığından söz etmemişti. Ancak, burada şunu da
belirtmeliyim ki George 'un ablasının temsilcisi onun takımyıl­
dızına getirildiğinde, George onun "ilk" kendisinin "ikinci" ço­
cuk olduğunu kabullenmeyi inatçı bir biçimde reddetmiş ve bu
da başka sorunlara dikkati çekmişti . Bu örneğin gösterdiği şey
şu ki, hepimiz , şu ya da bu zamanda, bilinçli ya da bilinçaltı
olarak, başkalarını küçümseme ve aile sisteminden dışlama
suçunu işleriz .
Ne zaman birisi dışlansa, bunun sonuçlarını aile sistemi
içinde görürüz. Özellikle aile sırları birkaç kuşak boyunca tüm
aile sistemi üzerinde derin bir kalıtsal etki yapabilirler. Ruh'
un doğası her şeyi eşit görmek ve her şeyi dahil etmektir. Bu
bireysel Ruh ve bir ailenin Ruhu için geçerlidir, ki o birçok ku­
şağı kapsayan bir aile grubunun ortak vicdanı ve bilincidir.

120
Ailen
Otuzlu yaşlarının sonunda bulunan bir Yahudi kadın olan Be­
verley benden yardım istemek için gelmişti. O, on dört yaşın­
daki oğlunu "tümüyle kontrol edilemez " olarak tanımlamıştı.
Beverley yeni düşünüş biçimlerine çok meraklıydı ve ona Al­
len'in bir " İ ndigo Çocuk" olduğu söylenmişti, ki bu onun bu
dünyayı başa çıkılması zor bulan çok gelişkin ve duyarlı bir
Ruh olduğu anlamına geliyordu. Deneyimim bana çok-gelişkin
Ruhların genellikle bu şekilde davranmadıklarını ve yanıtı, bir
çocuğun davranışının ardındaki semavi anlamlara bakmak ye­
rine, aile içinde bulmayı söyler.
Beverley'in kocasının aile üyelerinin çoğunun Soykırım
sırasında öldüğünü ve kendi ailesinin de bazı akrabalarını o sı­
rada kaybettiğini öğrendim. Onlar Musevilik kurallarına uy­
gun bir yaşam sürüyor ve ebeveynlerine ve büyük-ebeveynleri­
ne bağlılıktan ötürü hiçbir Alman ürününü satın almıyor ve
kullanmıyorlardı. Takımyıldızı oluşturduğumuzda, her iki ebe­
veynin temsilcileri -özellikle Allen'in babası- Almanların tem­
silcilerine bakamadı, " Onlar insan değiller! " diye bağırdı. Öte
Y8;ldan, Allen'in temsilcisi bir Alman kamp kumandanının
temsilcisinin yanında yer aldı. Bu sorunu çözmek için, takım­
yıldıza kamp kumandanının eşinin ve çocuklarının temsilcile­
rini soktum ve Beverley ile kocasının temsilcilerinin onlara
bakıp, " Bizim gibi, sizler de insansınız" demelerini istedim.
Ancak ebeveynleri kalplerinde Almanlara -hatta, Nazilere- bir
yer verebildiklerinde, Allen ebeveynlerinin yanında yer alabil­
di.
Biz böyle örneklere baktığımızda, sadece kurbanların -
unutulmuş olanların- değil, suçlularıJ:?. da ailede temsil edile­
cekleri açıktır. Allen'in ebeveynleri Almanları ve Nazileri tü-

121
'Bireyferin, .9Lifeferin ve 'l[usfarın 1yifeşmesi
müyle reddetmişlerdi, onları insandan daha aşağı görüyor ve
evlerinde Alman ürünü olan hiçbir şey barındırmıyorlardı. Da­
ha derin bir düzeyde, Allen " kontrol edilemez " davranışlar :yo­
luyla Nazileri ailesinde temsil etmeye zorlanıyordu. Bu Ruh'
un doğasıdır, o dışlanmış ve reddedilmiş olanı yeniden dahil
etmeye çalışır.

Sık sık intihar etme eğilimi hissediyorum


Michael yirmi altı yaşında genç bir eşcinseldi. Kendini bildi bi­
leli hep depresyonda olduğunu ve sık sık intiharı düşündüğü­
nü açıklamıştı. " Kaçmasına" yardımcı olduğundan, sık sık ma­
rihuana kullandığını da itiraf etmişti . Daha önce hiç terapiye
katılmamıştı, bir arkadaşı sayesinde Aile Takımyıldızı çalış­
masına katılma isteği duymuştu.

Payne, Danışan'a (Michael'e) : Ailende hiç kimse genç yaş­


ta öldü mü?
Danışan: Yakın ailemde hiç kimse ölmedi, annem hiçbir çocu­
ğunu yitirmedi. Ama onun annesi o sekiz yaşındayken ölmüş.
Payne: Büyükannenin ölümünü kuşatan özel koşullar var
mıydı?
Danışan: O kanserden ölene dek bir yılı aşkın bir süre hasta
yattı .
Payne: Bana babanın ailesinden söz et, onun ailesinde her­
hangi bir erken ya da trajik ölüm oldu mu?
Danışan: Bildiğim kadarıyla yok, büyükannem ve büyük-ba­
bam hala hayattalar ve ben onları düzenli olarak ziyaret edi­
yorum.
Payne: Pekala, şimdi senin takımyıldızını oluşturalım. An­
nen, büyükannen, baban ve kendin için birer temsilci seç.

122
1

��
� ev

Payne: Senin temsılcının babandan ve annenden uzakta, bü­


yükannenin (anneannenin) yanında durduğunu görüyorum.
Bu biraz garip değil mi?
Danışan: Evet, ama onları yerlerine yerleştirirken bu bana
doğru geldi. Neden büyükannemin yanında durmak istediğimi
bilmiyorum. Ben onu tanımıyorum bile, o ben doğmadan uzun
bir zaman önce ölmüş.

Payne takımyıldızın içine girer ve temsilcilere neler hissettikle­


rini sormaya başlar.

Payne, Ane'ye: Burada ne hissediyorsun?


Ane: Anneme bakmaya dayanamıyorum, bu korkunç bir du­
rum (ağlamaya başlar).
Payne: Eğer doğrudan annene bakarsan ne olur?
Ane: Ona gitmek istiyorum ama korkuyorum, bedenim için
için ürperiyor.
Payne: Ve annenin yanında duran oğluna baktığında ne his­
sediyorsun?
Ane: (Bu soru karşısında şaşırmış görünür) Ben onun orada
olduğunu fark etmedim bile. Bir oğlum olduğunun farkında
değildim.
Payne, Baba'ya: Sen burada ne hissediyorsun?

1 23
'Bireylerin, .91.ilelerin ve 'Ufusfann 1yileşmesi
Baba: Ben bunun bir parçası değilim. Karım beni göremiyor
bile ve ben oğlumu doğru dürüst göremiyorum. Ben gerçekten
buraya ait gibi görünmüyorum. .
Payne, Michael'e (temsilcisine) : Sen burada ne hissediyor­
sun?
Michael: Karışık hisler. Burada büyükannemin yanında dur­
mam gerektiğini hissediyorum ama ona baktığımda büyük bir
üzüntü duyuyorum ve babamı gerçekten göremediğim için
kaygılanıyorum.

Payne büyükannenin temsilcisinden ölmüş gibi gözleri kapalı


olarak yere sırtüstü uzanmasını ister. Annenin temsilcisi nere­
deyse anında dizleri üzerine çöker ve Michael 'in temsilcisi işi­
tilebilecek bir şekilde ağlamaya başlar. Babanın temsilcisi de
gözlerinde beliren yaşları siler.

Payne, Anne'ye: Şimdi neler oluyor?


Anne: Bu korkunç bir durum (gözlerindeki yaşları siler), onu
çok özlüyorum, bu bana çok acı veriyor, ona gitmek istiyorum.

Payne anneye içinden gelen şeyi yapmasını söyler. Anne yavaş­


ça karşıya geçip ölmüş gibi annesinin yanına yatar.

"mezar da" anlamına gelir

1 24
'TaRJmyıUızfar
Payne: Şimdi nasılsın?
Ane: Huzur içindeyim; annemle birlikte olmak güzel.
Payne, Michael'e: Peki, sen ne hissediyorsun?
Michael: Ben de onlarla birlikte yatmak istiyorum. . . ama
şimdi babamı görebiliyorum. İki arada sıkışıp kaldığımı hisse­
diyorum, ne yapacağımı bilmiyorum.

Payne Michael'i babasının yanına götürür. O zaman baba fe­


rahlamış gibi içini çeker.

Büyükanne Not: ı:
şekli "mezarda" anlamına gelir

An ne B: Baba

C:J
Michael
co
Michael: Şimdi daha iyiyim, ama hala içimden onl arın yanına
gi�mek geliyor.

Payne danışana dönerek (ve mezarlarda yatanları işaret ede­


rek) "İşte sen bu yüzden marihuana içmek istiyordun. İki dün­
ya arasında sıkışıp kalmış haldesin, ne burada ne de oradasın "
der. Danışan tabloyu net bir biçimde görünce ağlamaya başlar.
Payne Michael'in temsilcisinin yerine danışan Michael'i geçirir.

Payne, Danışan'a: Burada ne hissediyorsun?


Danışan: Eşcinsel olduğum için babam beni sevmiyor.
Payne: Gördüğüm kadarıyla, o kendini tecrit edilmiş hissedi­
yor; sen ve annen babanla değil, ölmüş büyükannenle birlik­
teydiniz.

1 25
'Bireylerin, Jlifeferin ve 'Ulusfarın 'İ.y ikşmesi
Temsilci başını sallayarak bu sözleri onaylar ve danışana gü­
lümser.

Payne, Baba'ya: Oğluna de ki: "Yanımda olman çok daha gü­


venli . Sen buraya (benim yanıma) aitsin. "
Baba: (Oğlunun gözlerine bakarak) Yanımda olman çok daha
güvenli. Sen buraya aitsin.

İkisi kucaklaşır ve danışan Michael "Babamı çok özledim " di­


ye haykırır ve başını babasının omzuna yaslayarak ağlar.

Sonuç

Michael 'in annesi ölmüş annesine bakamıyordu. Böylece, an­


nesinin zor kaderini kabullenemeyerek onu dışlamıştı. Ayrıca,
o bir oğlu olduğunun bile farkında olmadığından, Michael, kıs­
men, görülebilmek için büyükannesinin yanında durmaya zor­
landığını hissediyordu. Annesi ölüler dünyasına çok fazla çe­
kim hissediyor ve intihar etme isteği duyuyordu. Bu yüzden,
Michael de eğer ölüler dünyasında durabilirse annesi tarafın­
dan görülebileceğini hissediyordu.
Çoğunlukla, bir ebeveyn genç yaşta öldüğünde, geride ka­
lan çocuk onun peşinden gitmek için çok güçlü bir itilim du­
yar. Bu olayda, Michael 'in annesinin intihar ederek annesinin
yanına gitmek istediği açıktı. Michael annesinin hislerini üst­
lenmiş ve annesi yaşayanları göremiyor gibi olduğundan o da
ölülerle birlikte olmak istemişti. Çok kadınsı bir erkek olan
Michael 'in böyle dişi özellikleri üstlenerek büyükannesini aile­
de temsil etmiş olduğundan da kuşkulanıyorum. Sizden önce
ölmüş birinin hayatını yaşamadıkça görülmediğinizi hissetme­
niz, böyle bir kader zor bir kaderdir.
Michael takımyıldız çalışmasından sonraki iki ay içinde
marihuana kullanımının hızla azaldığını ve artık onu çok sey-

126
'TaR!myıfdızfar
rek olarak kullandığını bildirdi. Buna ek olarak, o şimdi baba­
sıyla cinsel seçiminin artık bir sorun olarak görülmediği sağ­
lıklı bir ilişki geliştiriyor.

Evlenmek isteyip istemediğimden emin değilim


Patricia otuzlu yaşlarının başlarında bulunan genç bir kadın­
dı. Kendisini gerçekten seven bir adamla arasındaki ilişkiyi ve
onunla evlenmeye neden direndiğini anlamak için bir semine­
rime katılmıştı. İlk görüşmemiz sırasında ona daha önce böyle
ciddi bir ilişkisinin olup olmadığını sordum. Daha önce bir
Fransız adamla nişanlandığını, ama sonra onu terk ettiğini
açıkladı.
Seminer sırasında ondan kendisi, şimdiki nişanlısı ve es­
ki nişanlısı için birer temsilci seçerek takımyıldızı oluşturma­
sını istedim. Patricia takımyıldızı kendi temsilcisi her iki ada­
mı da görecek şekilde oluşturdu.

1: Şimdiki Nişanlı 2: Eski Nişanlı 3: Patricia

Payne, Patricia'ya (temsilcisine) : Burada ne hissediyor­


sun?
Patricia: İ kisi arasında bir seçim yapamıyorum.

1 27
'13ireyferin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın 1.y ifeşmesi
Payne: Eski nişanlına bak ve bana ne hissettiğini söyle.
Patricia: Ona bakmak bana zor geliyor. Ona baktığımda üzün­
tü ve pişmanlık duyuyorum.
Payne, Danışan'a: İ kinizin arasında neler olmuştu?
Danışan: Bilmiyorum. Birbirimize aşıktık, evlenmek üzerey­
dik ve ben onu terk ettim . Hiçbir gerçek neden yoktu (ağlama­
ya başlar) , o harika bir adamdı.
Payne: Herhangi bir hamilelik var mıydı? Onun daha önce
bir eşi var mıydı?
Danışan: Her ikisi de yoktu. Biz gençtik.
Payne, Patricia'ya: Eski nişanlına yaklaş, önünde durup ona
bak.
Patricia: Ona yaklaştığımda ondan uzaklaşma arzusu duyu­
yorum. Uzaklaştığımda ise pişmanlık ve üzüntü duyuyorum.
Yine yaklaşınca bu kez kaçma ihtiyacı duyuyorum.
Payne, Danışan'a: Annenin ya da babanın evlenmeden önce
başka bir sevgilisi olmuş mu?
Danışan: Evet, annemin varmış.
Payne: Ne olmuş?
Danışan: Annem onu sevmesine rağmen terk etmiş. Hala ara
sıra ondan söz eder.
Payne: Başka biri var mı?
Danışan: Büyükannem (anneannem) . O da nişanlısını terk
etmiş.
Payne: Büyükannenin bunu neden yaptığını biliyor musun?
Danışan: Evet, o adam da benim eski nişanlım gibi Fransız'
mış. Büyükannemin ebeveynleri Hollandalı zengin bir ailey­
miş. Adam Katolik olduğu için kızlarının onunla evlenmesine
izin vermemişler. Büyükannem oldukça katı ve kuralcı bir
Protestan aile içinde büyümüş.

1 28
'Ta/;J;myıfdızfar
Payne anne, büyükanne ve onların nişanlıları için birer tem­
silci seçerek onları da takımyıldıza sokar.

1 : Şimdiki Nişanlı 2: Eski Nişanlı 3: Annenin Nişanlısı

4: Büyükannenin Nişanlısı P: Patricia

Patricia 'nın büyükannesi hüngür hüngür ağlamaya başlaya­


rak büyük bir üzüntü duyduğunu, öyle ki ayakta duramayaca­
ğını söyleyerek dizlerinin üzerine çöker.

Payne, Patricia'ya: Büyükanneni görünce ne hissettin?


Patricia: Korkunç. Göğsümde bir ağrı var, kalbim sızlıyor.
Çok üzgünüm. Ailemdeki hiçbir kadın sevdiği adamla evlene­
medi.
Payne: Dönüp eski nişanlına bak.
Patricia: (Üzüntüden dayanamayarak ağlamaya başlar) Ben,
bu adamı sevdiğim kadar kimseyi sevmedim.
Payne: Şimdi annene bak.
Patricia: Aynı hissi duyuyorum. Annem için dayanılmaz bir
üzüntü hissediyorum.

Payne Patricia 'nın büyükannesinin ebeveynleri için birer tem­


silci seçip onları büyükannenin arkasına yerleştirir. Ayrıca o­
na bir isim vermeden, kilise için de bir temsilci seçip onu da bü-

129
'Bireyferin, .91.ifeferin ve 'l[usfarın 1yi�i
yükannenin ebeveynlerinin yanına yerleştirir. Aile takımyıldız­
larında sık sık, temsilcilerin gereksiz projeksiyonundan kaçın­
mak ya da sadece teorileri sınamak için, kim olduklarını � il­
dirmeden bazı temsilciler takımyıldıza sokulabilir. Onlar kimi ya
da neyi temsil ettiklerini bilmeseler de, Biliş Alanı tam aynı şe­
kilde, doğal olarak yüzeye çıkan doğru hisler ve güdülerle işler.

1 : Şimdiki Nişanlı 2: Eski Nişanlı 3: Annenin Nişanlısı

4: Büyükannenin Nişanlısı BBB: Büyük Büyükbaba


BBA: Büyük Büyükanne K: Kilise P: Patricia

Payne büyükannenin temsilcisinden dönüp ebeveynlerine bak­


masını ister.

Payne, Büyükanne'ye: Ebeveynlerine baktığında ne hisse­


diyorsun?
Büyükane: Onlara bakmayı gerçekten istemiyorum, bu çok zor.
Payne, Büyük-Büyükanne'ye: Kızının sana bakmaya çalı­
şıp da bakamaması karşısında ne hissediyorsun?

130
'T�ıfdızfar
Büyük-Büyükanne: Karışık duygular hissediyorum. İ natçı­
lık, suçluluk duygusu ve üzüntü. Tüm bu duygular birbirine
karışmış halde, hiçbiri diğerinden daha güçlü değil.
Payıe, Büyük-Büyükbaba'ya: Kızına baktığında ne hissedi­
yorsun?
Büyük-Büyükbaba: Ona bakmayı gerçekten istemiyorum, ba­
şımı başka yöne çevirmeyi tercih ederim.
Payne: Kızına de ki: "Ben bunu Kilise için yaptım. "
Büyük-Büyükbaba: Ben bunu Kilise için yaptım.

Büyükanne babasının bunu söylediğini işitince öfkelenmiş gö­


rünür.

Payıe, Kilise'ye: Bu öyküyü gördüğünde ne hissettin?


Kilise: (Omuzlarını silkerek) Ben buraya ait değilim, bu in­
sanları tanımıyorum.

Payne büyükanneden torununa bakmasını ister.

Payne, Büyükanne'ye: Torununa de ki: " Ben büyük aşkımı


kaybettim, ama bu benim kaderimdi, onun seninle hiçbir ilgisi
yok. "
Büyükanne: Ben büyük aşkımı kaybettim, ama bu benim ka­
derimdi, onun seninle hiçbir ilgisi yok.
Payıe, Patricia'ya: Şimdi ne hissediyorsun?
Patricia: Kendimi öfkeli ve üzgün hissediyorum, büyükannem
için üzgünüm. Annem için de üzgünüm, bu hepimiz için üzücü
bir durum.
Payıe, Ane'ye: Kızına bakıp ona de ki: "Bu benim kade­
rimdi, ben ondan kaçınamadı �, bunu annem için yaptım. Bu­
nun seninle hiçbir ilgisi yok. Onu bize bırak. "
Ane: (Gözyaşları içinde ve kızına karşı biraz otoriter bir ta­
vırla) Bu benim kaderimdi, ben ondan kaçınamadım, bunu an-

131
'13ire9ferin, JI.ifeferin ve 'Ufusfann 'İ.9 ifeşmesi
nem için yaptım. Bunun seninle hiçbir ilgisi yok. Onu bize bırak . .

Payne, Patricia'ya: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?


Patricia: Çok daha iyiyim, ama hala Fransız nişanlıma bak�­
mıyorum.

Payne Patricia 'nın temsilcisini alıp onu Fransız nişanlının sol


tarafına yerleştirir.

Payne: Şimdi lütfen ona bak.

Patricia 'nın temsilcisi Fransız n işanlısına bakar ve yüksek


sesle ağlamaya başlar.

Payne: Ona de ki: "Ben bundan kaçınamadım, o benim kade­


rimdi. "
Patricia: Ben bundan kaçınamadım, o benim kaderimdi.
Payne: Şimdi ne hissediyorsun?
Patricia: Kalbimin kırılmış olduğunu hissediyorum.
Payne: Tekrar ona bak ve bunu ona söyle.
Patricia: Kalbimin kırıldığını hissediyorum (ağlamaya baş­
lar) . . . Seni çok sevmiştim ve hfila seviyorum.

Fransız n işanlının temsilcisi Patricia 'nın temsilcisine sarılır


ve ikisi birlikte ağlarlar.

Payne: Ona de ki: "Aramızda durumun böyle gelişmiş olması


ne acı, çünkü seni çok sevmiştim. "
Patricia: Aramızda durumun böyle gelişmiş olması ne acı,
çünkü seni çok sevmiştim.

Payne sonra Patricia 'nın temsilcisini alıp onu anne ile büyük­
annenin karşısına koyar ve ondan önlerinde eğilerek onları
selamlamasını ister.

Payne: Onlara de ki: "Sevgili Anne ve Büyükanne, sizinki zor

1 32
'TaR!myıftfızfar
bir kaderdi. Saygıyla, onu size bırakıyoru � . "
Patricia: Sevgili Anne ve Büyükanne, sizinki zor bir kaderdi .
Saygıyla, onu size bırakıyorum.

Pay ne sonra temsilcisinin yerine danışan Patrica yı geçirir.

Payne, Daıışan'a: Şimdi neler hissediyorsun?


Danışan: Bu çok zor bir durum. Büyükannem sevdiği adamla
evlenemediği için öfkeleniyorum. Bunu öylece bırakmak zor.
Payne: Pekala, büyükannene ve annene de ki: " Size bağlılı­
ğımdan ötürü, aynı kaderin acısını çekeceğim. "
Danışan: ı=;ize bağlılığımdan ötürü, aynı kaderin acısını çeke­
ceğim.
Payne, seminere katılanlara: Bakın o artık ağlamıyor, gü­
lümsüyor, onun annesine ve büyükannesine işte böyle bir bağ­
lılığı var, o bundan gurur duyuyor.
Payne, Daıışan�a: Öyleyse şimdi ne yapacağız?
Danışan: Bilmiyorum. İki arada sıkışıp kaldığımı hissediyo­
rum. Bu sorunu çözmek istiyorum, ama büyükannemi terk et­
mek bana zor geliyor. Sanırım tüm bu durumu sindirmek için
biraz zamana ihtiyacım var.
Payne: Tamam, bunu yapacağız, her şeyi özümsemen için bu­
m! bir süre bırakacağız , sonra bir sonraki adımının ne olacağı­
na karar verebilirsin.

Sonuç

Aile Sistemi, tıpkı Ruh gibi, dışlanmış olan her şeyi yeniden
dahil ederek dengeyi arar; Büyük-büyük-ebeveynler kızlarının
(Patricia'nın b üyÜ kannesinin) büyük aşkıyla evliliğini din yü­
zünden yasaklamış olduklarından, Patricia'nın büyükannesi­
nin aşkı dışlanmış olmuştu. Bu dengesizliği düzeltmek için ve
kendi annesine bağhlığından ötürü, Patricia'nın annesi de ay-

1 33
'Bireykrin, Yıikkrin ve 'lfusfarın 1yikşmesi
nı şekilde kendi nişanlısını terk ederek kendisini o büyük aş­
kından yoksun bırakmıştı. Patricia da annesine ve büyükan­
nesine bağlılığından ötürü aynı şeyi yapmakla kalmamış, ayrı­
ca tıpkı büyükannesinin yapmış olduğu gibi bir Fransız aşık
bularak bu aile dramını yeniden canlandırmayı da seçmişti.
Aile Takımyıldızları kaderin böyle olağanüstü cilvelerini göz­
ler önüne sermenin esrarengiz bir yolunu içerir.
Takımyıldızında ortaya çıkan şeye ilk başta şaşırmış ol­
masına rağmen, ailedeki olayların ve tekrarlanan olayların tam
olarak bilincine vardığında, Patricia kendini büyükannesinin
öyküsünden kurtarmakta çok zorlanmış, eğer mutlu olursa bir
biçimde büyükannesine ihanet ediyor olacağını hissetmişti. O
annesinden daha çok büyükannesine karşı güçlü bir bağlılık
hissediyordu. Biz onun büyükannesine duyduğu bağlılığın da­
ha güçlü olmasının nedeninin annesinin nişanlısını -aile siste­
mi içindeki dolaşıklıktan ötürü bunu yapmaya zorlanmış olsa
da- özgür iradesiyle terk etmesi olduğu sonucuna varabiliriz.
Öyle görünüyordu ki, büyükannesi Fransız nişanlısından dini
değerlerden ötürü ayrılmaya zorlanmış olduğundan, Patricia'
nın bağlılığı hissettiği büyük haksızlığın bir sonucu olarak
güçlüydü. Biz Patricia ile bir yıl boyunca birkaç kere çalıştık
ve en sonunda o kendini büyükannesine duyduğu bağlılığın
esaretinden kurtarabildi. Şu ilginç noktayı da belirtmeliyiz ki,
onun büyükannesi için kullandığımız değişik temsilcilerin hep­
si de bir kez torunları bu bağlılıktan kurtulup hayatını yaşa­
maya karar verdiğinde benzer bir şekilde tepki gösterdiler,
ferahlayarak gülümsediler. En sonunda, Patricia Fransız ni­
şanlısıyla işinin bittiğini hissederek şimdiki nişanlısıyla evlen­
meye karar verdi.
Bu takımyıldız oluşumundan öğrenilecek bir ders, ıstırap
çekip mutsuz olmuş insanların Ruhlarının diğerlerinin onlara

1 34
'I'ak1myıfdızfar
bağlılıktan ötürü benzer bir kaderi üstlenip ıstırap çekti k l ı • r i ­
n i gördüklerinde mutsuz olduklarıdır. Tıpkı ebeveynleri m i z i n
bizim gelişip mutlu olmamızı istemeleri gibi, kendilerine d e n ­
gesiz bir bağlılık gösterdiğimiz Ruhlar d a bizim mutlu olma­
mızı isterler. Onlar için, bu bağlılık ne onlara hizmet eder n e
de içinde bulundukları durumu düzeltir. Onların en büyük ar­
zuları diğer aile üyelerinin yaşamın tüm zengin nimetlerinden
zevk almakta özgür olabilmeleridir.

İlk aşk kaybedildiğinde


Ben onunla çalışırken Peter kırklı yaşlarının ortasında bulu­
nuyordu. Tüm yaşamı boyunca gerçek aşkını aradığını hissedi­
yordu ve bu süreçte en az iki yüz kadınla ilişki kurmuştu. Ba­
na ilişki kurduğu kadınların çoğuna karşı hiçbir şey hissetme­
diğini, onlarla sadece cinsel ilişki kurduğunu ya da bazılarına
aşık olduğunu ama bunu hissettiği anda ilişkiyi bitirdiğini an­
latmıştı. Peter'in aile sistemini daha çok soruşturduğumda,
her iki büyükbabasının da ilk aşklarını yitirmiş oldukları orta­
ya çıkmıştı. Her iki durumda da büyükbabaların nişanlıları dü­
ğ(.in tarihlerinden birkaç ay önce veremden ölmüşlerdi. Onun
için takımyıldızlar oluşturduğumuzda, Peter'in büyükbabala­
rının her ikisinin de eşlerine (Peter'in büyükannelerine) değil,
ilk aşklarına özlemle baktıklarını gördük. Peter'in büyükba­
balarının kaderine dolaşıklığı onların duygularını üstlenmesi­
ne yol açmış, o da kayıp aşkını aramaya başlamıştı . Sanki bir
kadınla tanıştığı her defasında, içsel olarak, "Bu benim bü­
yükbabalarımın büyük aşkı değil. Ben onu aramaya devam ede­
ceğim, " diyordu. Birkaç takımyıldız çalışmasından sonra, Peter
artık bir kadına, kayıp bir hayali arayan bir oğlanın perspek­
tifinden değil, bir yetişkinin perspektifinden bakabiliyor.

1 35
'Bireyferin, 9Lifeferin ve 'U[usfarın iyife.şmesi
Ben saçlarımı yoluyorum
Susan kırk beş yaşında bir kadındı ve kafasının tepesinde kü­
çük bir dazlak bölüm vardı. Kendini bildi bileli içinden gelen
bir dürtüyle saçlarını yolduğunu açıklamıştı. Buna son vermek
için hipnoz ve geçmişe-dönüş terapisi gibi birçok terapi yönte­
mini denediğini ve yıllar boyunca birçok terapiste gittiğini de
eklemişti. Takımyıldız çalışmasından önceki görüşmemizde,
on iki yaşındayken annesini bir araba kazasında yitirdiğini ama
saçlarını yolmasının annesinin ölümünden önce mi yoksa son­
ra mı başladığını hatırlayamadığını açıklamıştı. " Kendimi bil­
dim bileli saçlarımı yoluyorum. Günde en az altı ila sekiz saç
telimi koparıyorum ve hiçbir şey bunu engelleyemedi" demişti.
Ona ailesinde kimsenin saçlarını yolması için bir nedeni
olup olmadığını sordum. Verdiği tek yanıt, babasının geçmişte
bir başka kadınla ilişki kurmuş olduğu ve ebeveynlerinin evli­
liğinin mutlu bir evlilik olmadığıydı.
Danışanım babası, annesi ve kendisi için birer temsilci
seçti ve takımyıldızı şöyle oluşturdu:

* Üçgen temsilcinin baktığı yönü işaret eder.

B: Baba
S: Susan
A: Anne

Payne, Baba'ya: Burada ne hissediyorsun?


Baba: Gitmek istiyorum, bu benim için çok fazla.

1 36
'TııK!myıUiızfar
Payne, Susan'a (temsilcisine): Yoğun bir şekilde an ı l l' ı ı i ı ı
sırtına baktığını fark ettim.
Susan: Evet, gözlerimi ondan alamıyorum. Onun için çok en di ­
şeleniyorum, ayrıca midemde yoğun bir bulantı hissediyorum .

Payne Anne 'nin temsilcisine yaklaşır. Annenin gözlerini yere


dikmiş bakarak elleriyle kafasının iki yanını şiddetli bir bi­
çimde ovuşturduğunu görür.

Payne, Anne'ye: Burada ne hissediyorsun? Neye bakıyorsun?

Annenin temsilcisi konuşamaz, başını biraz ileri ve geri sa l la­


yarak daha düzensiz bir biçimde nefes almaya başlar ve direkt
olarak Danışan 'a bakar.

Payne, Danışan'a: Ailende başka kim öldü?

Danışan biraz duraksar.

Payne: Annen bir mezara bakar gibi yere bakıyor, başka kim
öldü?
Danışan: Annem benden önce bir oğlan çocuk doğurmu ş, bu
onun ilk çocuğuymuş. Bu bebek üç aylıkken beşiğinde ölmiiŞ .

Pc:-yne ölmüş çocuğun temsilcisini de takımyıldıza sokar ve ba­


bayı ailesinde olup bitenleri görebilecek şekilde döndürür.

B: Baba
S: su san
A: .Anne
Yerde yatan - Ölmüş Erkek E vlat

ÖlmU1 Erkek Evlat

137
'Bireyferin, Jl.ifeferin ve 'lfusfarın 1yifeşmesi
Payne ölmüş bebek için bir temsilci seçerek onu annenin ayak­
larının dibine yerleştirir. Temsilci kendiliğinden kıvrılarak
bir cenin pozisyonu alır. Annenin temsilcisi gittikçe daha fok
heyecanlanır ve bir yandan tüm bedeni sarsılırken bir yandan
da saçlarını çekiştirmeye başlar.

Payne, Baba'ya: Bunun görünce ne hissettin?


Baba: Bu benim için çok fazla, buna bakmaya dayanamıyorum.
Payne, Susan'a: Sen ne hissediyorsun?
Susan: Üzüntüye boğulduğumu hissediyorum, anneme
yardım etmeyi umarsızca istiyorum.

Payne anneyi kocasını görecek şekilde döndürür, bebeği bir kez


daha onun ayaklarının dibine, babanın da onu görebileceği şe­
kilde yerleştirir.

B: Baba S: Susan A: Anne


E : Ölmüş Erkek Evlat

Payne, Baba'ya: Karına de ki: " Oğlumuzun ölmüş olduğunu


görüyorum. "
Baba: Bunu söyleyemem, bu benim için çok fazla.

Payne babanın babası için bir temsilci seçerek onu destek sağ­
laması için oğlunun arkasına yerleştirir.

1 38
'TaR!mgıUfıdar
4

00
QJ BB: Büyükbaba
B: Baba
S: Susan
E: Ölmüş Erkek Evlat
A: Anne

Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?


Baba: Çok daha iyi, şimdi karıma bakabiliyorum.
Payne: Peki, oğluna da bakabilir misin?
Baba: Büyük bir zorlukla, ama şimdi onu görebiliyorum.
Payne, Ane'ye: Kocana bakınca ne hissediyorsun?
Ane: Şimdi çok daha sakinim, kocam bana bakarken kendi­
mi çok daha iyi hissediyorum.
Payne, Susan'a: Şimdi durum senin için nasıl?
Susan: Eskisinden çok daha iyi, ama hfila kendimi rahatsız
hissediyorum.
Pdyne babayı karısının sağ tarafına geçirir ve ölmüş bebeği ebe­
veynlerinin önüne, tam onlara bakacak şekilde yerleştirir. Büyük­
babayı da destek sağlaması için yine babanın arkasına yerleştirir.

00
[)J �
[L]

139
'Bireyferin, 5'l.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yileşmesi
Payne, Baba'ya: Şimdi durum senin için nasıl?
Baba: (Sessizce ağlayarak) Çok üzücü.
Payne, Anne'ye: Ya senin için durum nasıl?
Anne: Çok üzücü, ama kocam yanımdayken bu durumla başa
çıkmak benim için daha kolay.

Anne ve Baba küçük oğullarına sarılarak birlikte ağlarlar.

Payne, Baba'ya: Karına, "Birlikte yas tutuyoruz " de.


Baba: Birlikte yas tutuyoruz.

Anne ve baba çocuklarını k ucaklarken birbirlerine kararlı bir


bakışla bakarlar.

Payne, Susan'a: Şimdi durum senin için nasıl?


Susan: Hfila çok üzücü, ama artık kendimi rahatsız hissetmi­
yorum. Babamı annemin yanında görmek güzel ve onun ağa­
beyime sarıldığını görmekten dolayı mutluyum.
Payne: Annene bak ve ona de ki: "Sevgili Anne, bu yükü sana
duyduğum sevgiden ötürü taşıdım. "
Susan: Sevgili Anne (ağlamaya başlar) bu yükü sana duydu­
ğum sevgiden ötürü taşıdım.
Payne, Anne'ye: Kızına gülümse ve ona de ki: "Baban ve
ben bu yükü taşıyacağız, sen sadece bizim kızımız ol, ben bu­
nu halledeceğim. "
Anne: Baban ve ben b u yükü taşıyacağız, sen sadece bizim kı­
zımız ol, ben bunu halledeceğim.
Payne, Susan'a: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Susan: Sanki omuzlarımdan ağır bir yük kalkmış gibi . Hfila
üzgünüm, ama artık kendimi çok çok daha iyi hissediyorum.

Payne Susan 'ın (danışanın) temsilcisini takımyıldızdan çıka­


rıp onun yerine danışanı geçirir.

1 40
Payne, Danışan'a: Bu durum karşısında ne hissediyorsun?
Danışan: Çok üzgünüm (ağlamaya başlar) ağabeyimin ölü m ü ­
nü hiç düşünmemiştim.
Payne: Gidip onlara katıl ve annenle babanın ağabeyine sarı l ­
dıkları bu görüntünün Ruhuna işlemesine izin ver. Onu bede­
ninde hisset.

Susan babasının, annesinin ve ağabeyinin yanına gidip onlara


sarılır. Sonra takımyıldız çalışması sona erer ve Susan gidip
Payne 'in yanına oturur.

Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?


Danışan: Kendimi hem duygulara boğulmuş, hem de sakin
hissediyorum. Zihnim tüm bu durumun nedenini anlamaya
çalışıyor.
Payne: İ şte bu yüzden sana ailende kimin " saçını başını yol­
ması " için bir nedeni olduğunu sordum. Bu umutsuzluğu, ça­
resizliği tanımlayan bir ifadedir. İnsanlar her zaman böyle
söylerler, öyle değil mi?
Danışan: Evet, ama ben bu senaryoyu hiç imgelememiştim.
Payne: Onu analiz etmeye çalışma, o bu çalışmanın iyileştiri­
ci ·gücünü engeller. Bedenindeki değişiklikleri hisset ve ağabe­
yinin, babanın ve annenin görüntüsünü bu şekilde birlikte al.
O zaman saçlarına ne olacağını göreceğiz (gülümser) .

Sonuç

Bir ailede bir çocuk öldüğünde, her iki ebeveyn de o çocuğa ba­
kamaz ve birbirlerinin acısını tam olarak görem e 2;.J e r S ( ' , t• I H •
veynlerden biri için b u acının yükü taşınamayacak kad a r ağı r ·
laşır. Bu vakada, baba büyük bir acı çeken karısına lın k ı ı ı ı ı ı ı
mış v e " Oğlumuzun öldüğünü görüyorum" diyeır n � ıı İ !-i f İ . l l t ı
anlamda, o hem oğlunu hem de karısını dışlam ı !-i t. ı . l \ ı ı İ :-; t ı · r

141
'Bireyferin, 5'1.ifeferin ve 'U[usfarın 1yifeşmesi
aile Ruhu, ister bireysel Ruh olsun, Ruh'un doğası her şeyi da­
hil edici olmaktır. Dışlanmış olan her şey daha sonra bir bi­
çimde dahil edilecektir. Susan bu dışlamaya annesinin dışl'.'ln­
mış duygularını kendi duyguları olarak alarak, derin ama bi­
linçsiz bir biçimde karşılık vermişti.
Ailenin bir başka üyesinin bir çocuğun ölümünü dışladığı
böyle vakalarda, daima bir başkası devreye girip bu olayı ya da
çocuğun kendisini temsil eder. Susan 'ın durumunda, onun an­
nesi babası tarafından desteklenmemişti ve Susan annesinin
"saçını başını yolmak" isteme duygusunu onun için üstlenmiş­
ti. Bir ay sonra, Susan takımyıldız çalışmasından sonraki ilk
haftada saçını günde birçok kez yerine üç-dört kez yolmaya
zorlandığını, ikinci haftada günde iki kere saçını yolma dürtü­
sü hissettiğini ve daha sonra bunu hiç tekrarlamadığını bildir­
di. Bu çalışmadan birkaç ay sonra kendini büyük bir stres al­
tında hissettiğinde bir saç telini yolmak istediğini hissettiğini,
ama artık bunu yapmayacak bir öz-kontrole sahip olduğunu
bildirdi.

Tüm yaşamım boyunca üzgündüm, kalbim


sızlıyordu, ama bunun nedenini bilmiyordum
Jessie kırk beş yaşında başarılı bir kariyer kadınıydı, kendi işi­
ni kurmuştu ve çok yolculuk yapıyordu. Yaşamı boyunca mü­
cadele ettiği üzüntüye bir çözüm aradığı için birçok farklı al­
ternatif şifa ve terapi yöntemini araştırırken Aile Takımyıldızı
çalışmasına çekilmişti.

Payne, Danışan'a (Jessie'ye): Hangi konuda çalışmak isti­


yorsun?
Danışan: Tüm yaşamım boyunca üzüntüyle mücadele ettim;
bu üzüntünün nereden kaynaklandığını bilmiyorum. Bazen bu

1 42
'Ta/Qmyıftfızfar
üzüntü derin oluyor, bazen de arka planda kalıyor, ama da­
ima orada oluyor.
Payne: Yaşamında ya da ailende seni üzecek herhangi bir şey
vuku buldu mu?
Danışan: Sanırım birkaç şey oldu, ama bunlar diğer insanla­
rın başlarına gelenlerden daha fazla bir şey değildi. Ben bu
üzüntüyü çocukluğumdan beri hissediyorum. Birçok araştır­
ma yolunu denedim, ama bu üzüntünün kaynağını bir türlü
saptayamadım.
Payne: Ailende herhangi bir trajedi vuku bulmuş mu? Annen
hiçbir çocuğunu yitirmiş mi?
Danışan: Hayır, hiçbir şey vuku bulmamış, her şey normaldi.
Payne: Peki, hem babanın hem de annenin ailesinde geçmiş
kuşakta böyle herhangi bir olay vuku bulmuş mu?
Danışan: Bildiğim kadarıyla babamın ailesinde herhangi bir
trajik olay vuku bulmamış. Ama annemin erkek kardeşi bir
akıl hastanesine kapatılmış.
Payne: Lütfen bana bu olaydan söz et.
Danışan: Büyükannem Down sendromlu ikiz oğlanlar doğur­
muş. İ kizlerden biri küçük yaşta ölmüş, diğeri ise bir akıl has­
tanesine kapatılmış.
Payne: O neden bir akıl hastanesine kapatılmış?
Danışan: Bu olay 1950'lerde yaşanmış ve doktorlar büyükba­
bamla büyükanneme bir akıl hastanesine kapatılmasının oğul­
ları için en iyisi olacağını söylemişler. Oysa onun sadece Down
sendromu varmış ya da o günlerde dendiği gibi, o bir "Mon­
gol"muş.
Payne: Bu gerçekten çok üzücü bir olay. Amcanın ikiz karde­
şi ölüyor ve sonra o bir akıl hastanesine kapatılıyor. Sen hiç
onu gördün mü?
Danışan: Hayır, ailede hiç kimse ondan söz etmek istemiyor-

1 43
'.Bireyferin, .!71.ifeferin ve rufusfann 1yifeşmesi
du . O ülkenin öbür tarafında yaşıyordu. Kısa bir süre önce de
öldü. Ben onu hiç görmedim (gözlerinde beliren yaşları siler) .
Payne: Bu konuda çalışmak ister misin?
Danışan: Evet, bunun önemli olduğunu düşünüyorum.
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Danışan: Kendimi çok üzgün hissediyorum, bu çok üzücü bir
öykü, zavallı amcam.

Payne Jessie 'den kendisi, annesi, büyükannesi, büyükbabası ve


iki amcası için birer temsilci seçmesini ister.

BB: Büyükbaba
BA: Büyükanne
A: Anne
J: Jessie
1. İ ve 2 . İ: İkizler

Payne: Bu takımyıldızda ilk dikkatini çeken şey ne?


Danışan: Annem bana bakıyor ve benim temsilcim ikizlere
bakan tek kişi.
Payne: Bu doğru. Öyleyse ne yapılabileceğini bir görelim.

Payne tak ımyıldızın içine girer.

Payne, Ane'ye: Burada durum senin için nasıl?

1 44
rra/Qmyıfıfızfar
Ane: Kızımın çok farkındayım ve ikizleri göz ucuyla gön•b i l i ­
yorum, ama onlara bakmaya korkuyorum.
Payne, Büyükane'ye: Kendini burada nasıl hissediyorsun?
Büyükane: Omuzlarımda ağır bir yük hissediyorum ve n e ­
fes almakta biraz zorlanıyorum. Ben de onları göz ucuyla gö­
rebiliyor ama onlara bakamıyorum.
Payne: Onları?
Büyükane: (Duraksar) İ kizleri.
Payne: " İkizler" dediğinde ne hissediyorsun?
Büyükanne: Korkunç bir duygu. Bunu söyledikten sonra
şimdi nefes almakta daha da zorlanıyorum.
Payne, Büyükbaba'ya: Senin için durum nasıl?
Büyükbaba: İyi.
Payne: İyi mi? Senin uzaklara baktığını görüyorum. Neye ba­
kıyorsun?
Büyükbaba: Hiçbir şeye. Aileme bakmak istemiyorum.

Payne tüm temsilcileri ikiz oğlanları görebilecekleri şekilde çe­


uırır.

İ kizler
l . İ = Paul
2 . İ = Peter

Payne, Danışan'a: İkizlerin isimleri neydi?


Danışan: Peter ve Paul.

1 45
'Bireylerin, J'lilelerin ve 'Ufusfarın 'İ.y ileşmesi
Payne: Hangisi öldü? Ve hangisi daha büyüktü?
Danışan: Paul öldü ve o daha büyüktü ve Peter yaşadı.
Payne, Peter'e: Sen kendini nasıl hissediyorsun?
Peter: (Temsilci gözlerinden yaşlar süzülerek zorlukla konuşa­
bilir) Kendimi yalnız, çok yalnız ve çok üzgün hissediyorum,
bu korkunç bir üzüntü .
Payne, Jessie'ye (temsilcisine): Sen kendini nasıl hissedi­
yorsun?
Jessie: Bedenimde barındırabileceğimden daha fazla üzüntü
hissediyorum, bu tamamen yalnız olmak gibi, kalbim sızlıyor,
bu fiziksel bir acı. Bir şeyler yapmak istiyorum, ama üzüntüye
boğulup kaldığımı hissediyorum.
Payne, Jessie'nin Annesi'ne: Sen neler hissediyorsun?
Jessie'nin Anesi: Büyük bir suçluluk duygusu ve korkunç
bir üzüntü hissediyorum. Erkek kardeşime bakmamın onlar
için uygun olup olmadığını anlamak için anneme ve babama
bakmak istiyorum.

Payne ikizleri alıp onları Jessie 'nin büyükannesinin ve büyük­


babasının temsilcilerinin tam karşısına yerleştirir.

BA G [] Paul
[]Peter

1 46
'T�myıftfızfar
Payne, Büyükbaba'ya (ikizlerin babasına): Oğullarına
bak.
Büyükbaba: Bakamam (yere bakar).
Payne: Lütfen benim için dene, başını kaldır ve oğullarına
bak.

Büyükbaba başını kaldırır ve yüksek sesle ağlamaya başlar.


Karısı ona yaklaşır ve ikisi de oğullarına bakarak ağlarlar.

Payne Büyükbaba ve Büyükanne'ye: Peter'i, yaşamış


olan oğlunuzu alıp kendinize yaklaştırın.

Peter yerinden kıpırdamak, ebeveynlerine yaklaşmak istemez.


Payne büyükanne ve büyükbabaya her iki oğullarını da alma­
larını önerir. Bunun üzerine Peter rahatlar ve Paul 'ün gülüm­
sediğini fark eder.

Payne, Paul'e: Gülümsüyorsun, ne hissediyorsun?


Paul: Kardeşim için seviniyorum.

Büyükbaba, büyükanne ve oğulları birbirlerine sarılıp ağlar­


lar, büyükbaba (Jessie 'nin annesi olan) kızına gelip onlara sa­
rılması için işaret eder, Jessie 'nin temsilcisi dışarıda onları
izler halde kalır.

147
'Bireyferin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
Payne, Jessie'ye: Şimdi ne hissediyorsun?
Jessie: (Ağlayarak) Hepsini böyle birlikte görmek beni çok
rahatlattı.

Payne temsilcisinin yerine danışanı geçirir.

Payne, Danışan'a: Onlara bak. Bn sana ne hissettiriyor?


Danışaıi: Peter Dayım'a sarılmak istiyorum.

Payne Jessie 'yi Peter Dayısı 'nın karşisına götürür.

5
Pau l Peter

ww
(O

Payne: Dayına, "Sevgili Dayım, seni çok özledim" de.


Danışan: (Bu sözleri güçlükle söyler) Seni çok özledim . . .
Payne: Ona d e kl , "Sevgili Dayım, ben senin üzüntünü sana
duyduğum sevgi'den ötürü taşıdım. "
Danışan: (Hıçkıra hıçkıra) Sevgili Dayım. . . ben. . . ben. . . bu
üzüntüyü sana duyduğum sevgiden ötürü taşıdım. (Jessie kol­
larını Peter Dayı'nın boynuna dolar ve ikisi birlikte ağlarlar) . . .
Seni öyle çok özledim ki . . .
Payne: Şimdi dayına bakıp de ki: "Seni dayım olarak alıyor ve
sana kalbimde özel bir yer veriyorum. "
Danışan: (Şinidi kendine daha hakimdir) Seni dayım olarak
alıyor ve sana kalbimde özel bir yer veriyorum.
Payne: Aynı şeyi diğer dayına, Paul'e de söyle.

1 48
'Tak!"'9ıUfızfar
Danışan, Paul'e: Seni dayım olarak alıyor ve sana kalbimde
özel bir yer veriyorum.
Payne: Şimdi geriye çekilip .her iki dayına da bak ve onlara de
ki: "Sizinki zor bir kaderdi ve şimdi ben sizi saygıyla büyükba-
. .

bama, büyükanneme ve anneme bırakıyorum. " Sonra önlerin­


de eğilerek onları selamla.
Danışan, Dayılara: Sizinki zor bir kaderdi ve şimdi beİı sizi
saygıyla büyükbabama, büyükanneme ve anneme bırakıyo­
rum. (Jessie dayılarının önünde saygıyla eğilir) .
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Danışan: "Sizi büyükbabama ve büyükanneme bırakıyorum"
demek biraz zordu. Buna karşı içimde bir direnç hissettim, ama
bunun doğnı olduğunu biliyordum, bu yüzdE)n de bunu yapa­
bildim. Kalbim şimdi huzur ve doyum içinde, artık kalbimde
bir üzüntü çukuru hissetmiyorum. Üzüntümün bu öyküyle bağ­
lantılı olduğunu asla hayal edemezdim, oysa vuku bul�n şey
gerçekten çok üzüntü vericiydi.
Payne: Bizim Aile Takımyıldızlarında gördüğümüz şey . şu ki,
unutulmuş ya da bir aileden dışlanmış olanlar belki bir ya da
daha fazla kuşak sonra birisi tarafından mutlaka hatırlanacak­
lardır.
Danışan: Bu birçok sorumu yanıtlıyor. Ben, duyduğum üzün­
tünün yanı sıra, tüm yaşamım boyunca birisini ya da bir şeyi
aradığımı hissediyordum.
Payne: Ve şimdi dayını buldun. Şimdi iki dayının ebeveynle­
riyle birlikte oluşturdukları tabloya bak ve buna kalbinde bir
yer ver, o zaman özgür olacaksın.

Sonuç

Bu gerçekten de derin üzüntü içeren bir öyküydü. Bu takım-

1 49
'.Bireyferin, .91.ifeferin ve 'Ulusların 1yileşmesi
yıldızda ne ikizlerin ebeveynleri (Jessie'nin büyükbabası ve bü­
yükannesi) ne de Jessie'nin annesi (ikizlerin kız kardeşi) ikiz­
lere direkt olarak bakabilmişlerdi. Temsilcilerin açıkça de�e­
yimledikleri gibi, orada çok fazla üzüntü ve suçluluk duygusu
vardı. Böyle vakalarda biz kendi kendimize, "Eğer ebeveynler
ikizlere bakmıyorlarsa, geriye onlara bakacak kim kaldı?" diye
sormalıyız. Bu durumda, bu kişi Jessie idi. Jessie ikizlerle hiç
karşılaşmamış . olmasına rağmen, aile sistemi içinde, biz bir
ailenin her bir üyesinin birileri tarafından bir biçimde dahil
edildiğini açıkça görüyoruz. Jessie'nin durumunda, o akıl has­
tanesinde yaşamış olan ikizle özdeşleşmişti. Hayal edebileceği­
niz gibi, bu Down sendromlu çocuk sadece ebeveynleri tarafın­
dan terk edilmekle kalmamış, ayrıca ikiz kardeşini de yitirmiş­
ti ve bu çok zor bir kaderdi. Jessie bu çocuğu onun yalnızlık ve
derin üzüntü hislerini taşıyarak "hatırlamıştı. " Onun kendi
aile sistemine karşı sevgisi ve bağlılığı böylesine derindi; o çok
daha derin bir düzeyde dayısını temsil etmeye zorlanmıştı.
Jessie için çözüm, bu ne kadar zor olursa olsun, dayısının
kaderinin önünde saygıyla eğilmekti. Bizim ıstırap çekmiş
olanların temsilcileri vasıtasıyla gördüğümüz şey şu ki, onlar
da, ailenin bir ya da iki kuşak sonra onlarla özdeşleşen üyeleri
onları bırakabildiklerinde ferahladıklarını hissetmektedirler.
Biz bir aile daha uyumlu hale geldiğinde ve tüm üyeler kendi
uygun yerlerini bulduklarında bunun onların Ruhlarını da öz­
gürleştirdiğini görüyoruz. Jessie dayısını büyükbabasına ve bü­
yükannesine bırakma konusunda biraz direnç hissettiğini söy­
lemişti, ama buradaki ders bunun büyükbabasının ve büyük­
annesinin de kaderinin bir parçası olduğunu ve kendisiyle hiç­
bir ilgisinin bulunmadığını hatırlamaktır. Böyle bağlılıklardan
kendimizi koparmak bizim için çok zor olabilir; ancak, bir
düzeyde bizim daha iyisini bildiğimize, başkalarının kaderini

1 50
'Iak!myıfifızfar
ve doğru sonucu daha iyi belirleyebildiğimize karar verııı i � i z ­
dir v e b u bizim en büyük zayıflığımızdır. Böyle sorunlarla kar­
şı karşıya kaldığımızda, kendi kendimize, "Ben huzur mu i s t i ­
yorum, yoksa haklı olmayı mı istiyorum?" diye sormamız gere­
kir. Biz huzuru aradığımızda ve kendimizi bizden önce gelmiş
olanların üzerine yerleştirmeyi bıraktığımızda, bir aile öykü­
süne katılmış her bir kişiye kalbimizde gerçekten bir yer vere­
bilir ve Sevgi Düzenleri onarılırken daha derin alçakgönüllü­
lük, inayet ve sevgi düzeylerine erişebiliriz.

Tüm yaşamım boyunca öfkeliydim


Robert otuz sekiz yaşında bir erkekti ve tüm yaşamı boyunca
öfkeli olduğunu bildirmişti. O Afrikalı soyundan gelen bir Gü­
ney Afrikalı idi ve ailesi Anglo-Boer savaşı sırasında İ ngilizler
ile savaşmıştı. Robert sık sık öfke krizlerine girdiğini ve kendi
kendinden korktuğunu ve bunun evliliğini de olumsuz yönde
etkilediğini açıklamıştı.
Ona hayatında onu bu kadar öfkeli yapan herhangi bir
şeyin vuku bulup bulmadığını sordum. Karşılık olarak, "Düşüne­
b,ildiğim hiçbir şey yok, ben hep böyleydim. Çocuklarımız doğ­
duğundan beri durum daha da kötüleşti. Karım da beni, eğer
bu sorunu çözmezsem benden boşanmakla tehdit etti, '' dedi.
Takımyıldız çalışması için Robert'ten kendisi, annesi ve
babası için birer temsilci seçm esini istedim.

B: Baba
A: Anne
R: Robert

151
'Bireyfe.rin, .9Life.fe.rin ve 'l.lfusfaroı 1yifeşmesi
Payne, Anne'ye: Burada kendini nasıl hissediyorsun?
Anne: Öfkeden tir tir titriyorum. Çok kızgınım!
Payne, Baba'ya: Peki, sen nasılsın?
Baba: Aslında iyiyim, biraz şaşkınım ama fazla değil, sadece
burada duruyorum.
Payne, Robert'e (temsilcisine) : Sen ne durumdasın?
Robert: Ben büyük bir merakla anneme bakıyorum. Ayrıca
yumruklarım kendiliğinden sıkılıyor. Adeta birilerini öldürmek
istediğimi hissediyorum.
Payne, Danışan'a: Bana annenin ailesinde neyin olup bitti­
ğini söyler misin?
Danışan: Bildiğim kadarıyla hiçbir şey olmadı, gerçekten ak­
lıma hiçbir olay gelmiyor.
Payne: Görelim bakalım.

Payne Robert 'in annesinin ebeveynleri için birer temsilci seçip


onları Robert 'in annesinin temsilcisinin arkasına yerleştirir.

Payne, Büyükane'ye: Burada kendini nasıl hissediyorsun?


Büyükane: Yumruklarım sıkılı ve kendimi saldırgan ve çok
kızgın hissediyorum. Çok öfkeliyim ama bunun nedenini bilmi­
yorum.

1 52
eyak,ımyıftfızfar
Payne: Kocana bir bak. Şimdi ne hissediyorsun?
Büyükanne: Sakinleşiyorum.
Payne, Danışan'a: Peki büyükannene ne oldu? Onu ne hu
kadar çok kızdırmış olabilir?
Danışan: Bunu gerçekten bilmiyorum.
Payne: Senin ailen Afrikalı, değil mi?
Danışan: Evet, hepsi öyle.
Payne: Boer savaşında ne oldu?
Danışan: Büyükannem küçük bir kızken annesiyle birlikte
bir toplama kampına kapatılmıştı.
Payne: Peki ne oldu?
Danışan: Çok az şey biliyorum, onlar bundan nadiren söz
ederler. Tüm bildiğim, büyükannemin erkek kardeşinin topla­
ma kampında ölmüş olduğu. O yetersiz beslenmeden ötürü öl­
müş. İngilizler onlara yeterince yiyecek vermemişler.
Payne: Bunu söylerken kızgın görünüyorsun.

Payne takımyıldıza büyük-büyükbaba, büyük-büyükanne, ölmüş


olan erkek kardeş ve İngilizler için birer temsilci sokar.

3
00 �
w OJ
00 LJ Büyük Dayı

<:ngiliz
BBB: Büyük Büyükbaba BBA: Büyük Büyükanne

1 53
'Bire9fc.rin, Jlifc.fc.rin ve 'l[usfarın 19ife.şmesi
Payne büyük-büyükbabanın çok öfkeli olduğunu fark eder.

Payne, Büyük-Büyükbaba'ya: Burada neler oluyor?


Büyük-Büyükbaba: Hırsımdan tir tir titriyorum. Onu öldür­
mek istediğimi hissediyorum ( İ ngilizlerin temsilcisini işaret
eder) .
Payne: Oğluna bir bak, o İngilizlerin ellerinde öldü .
Büyük-Büyükbaba: Ona bakamıyorum. Sadece İngiliz 'e ba­
kabiliyorum, gözlerimi ondan alamıyorum.
Payne, Büyük-Büyükanne'ye: Sen burada neler hissediyor­
sun?
Büyük-Büyükane: Kendimi üzgün ve yalnız hissediyorum.
Oğlumu görebiliyorum, ama kocam uzakta.
Payne, Robert'e: Şimdi sen ne hissediyorsun?
Robert: Sen İ ngiliz 'i getirince duyduğum öfke iyice yoğunlaş­
tı ve ona odaklandı.
Payne: Gözlerini dikip ona bak.
Robert: Memnuniyetle! ( İ ngiliz 'e ters ters bakar)
Payne: Ona de ki, "Ben bu savaşı büyükbabamın adına sür­
düreceğim. "
Robert: Ben bu savaşı büyükbabamın adına sürdüreceğim.
Payne: Bunu çok onaylayıcı ve kararlı bir biçimde söylediğini
görüyorum.
Robert: Elbette, bu benim görevim.
Payne, Danışan'a: Temsilcinin söylediği şey hakkında ne his­
sediyorsun?
Danışan: Aslında gurur duyuyorum. İngilizlerden nefret et­
mek benim görevim.
Payne: Bu ilginç bir kavram. Büyük-dayını fark ettin mi? O
çok yalnız görünüyor ve hiç kimse onu görmüyor. Herkes İ ngi­
liz 'e bakıyor. Peki büyük-dayın nereye ait?

1 54
'Tak,mı9ıftfızfar
Payne Robert 'in büyük-dayısının temsilcisini onun ebeveynle­
rinin, yani Robert 'in büyük-büyükbabasının ve büyük-büyük­
annesinin tam karşısına getirir.

�giliz
BD: Büyük Dayı

Robert 'in büyük-büyükbabası ve büyük-büyükannesi çocukları­


nı ilk kez görür ve ağlamaya başlarlar. Sonra çocuklarına sa­
rılıp yüksek sesle ağlarlar.

Payne, Robert'e: Onları böyle görmek sana nasıl bir duygu


veriyor?
Robert: Bu çok üzücü, ama ben hfila İ ngiliz 'e bakmak istiyo­
rum.
Payne: Bu senin savaşın mı? İngilizlerle hfila bir savaş var mı?
Robert: Hayır, bu büyük-büyükbabamın savaşıydı.
Payne: Bu doğru, bu onların savaşı, onların kaderi idi. Bu sa­
vaş sana ait değil. Şimdi büyük-dayına bak.

Payne büyük-dayıyı arkasında ebeveynleriyle birlikte Robert'e


döndürür.

Payne: Ona bakıp de ki: " Sevgili Büyük Dayı, burada kalama-

1 55
'Bireyferin, Ylifeferin ve 'Ufusfarın 'İ.y ikşmesi
mış olman ne kadar acı, ama ben sana kalbimde bir yer veriyo­
rum. "
Robert: Sevgili Büyük-Dayı, burada kalamamış olman ne �a­
dar acı, ama ben sana kalbimde bir yer veriyorum. (Robert bu
sözleri çok yumuşak bir biçimde söyler ve söylediklerinden et­
kilendiği belli olur.)
Payne, Büyük Dayı'ya: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Büyük Dayı: Çok ferahladım! Şimdi bir yere ait olduğumu
hissediyorum.
Payne, Robert'e: Şimdi bir kez daha İ ngilizlerin temsilcisine
bak ve ona de ki: "Bu benim savaşım değil, sizi saygıyla Bü­
yük-Büyük-Ebeveynlerime bırakıyorum. "
Robert: Bunu söyleyemem. Bu benim için zor.
Payne, Büyük-Büyükbaba'ya: Büyük-torununa de ki: " Sen
küçük olansın, bu savaşın seninle hiçbir ilgisi yok, onu bize bı­
rak. "
Büyük-Büyükbaba, Robert'e: Sen küçük olansın, bu sava­
şın seninle hiçbir ilgisi yok, onu bize bırak.
Payne, Robert'e: Şimdi ne hissediyorsun?
Robert: Şimdi daha kolay, artık onu bırakmaya iznimin oldu­
ğunu hissediyorum. (Robert İ ngiliz 'e bir kez daha bakar ve
son iyileştirici cümleyi tekrarlar. ) Bu benim savaşım değil, sizi
saygıyla Büyük-Ebeveynlerime bırakıyorum. (Robert başını
eğerek önce İngiliz'i, sonra büyük-dayısını ve sonra da büyük­
ebeveynlerini selamlar.)
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Robert: Çok ferahladım, artık savaş bitti.

Payne Robert 'in temsilcisinin yerine danışan Robert 'i geçirir.

Payne, Danışan'a: Burada durup onlara bakmak sana nasıl


bir duygu veriyor?

1 56
'IafynyıUızfar
Danışan: Karışık duygular hissediyorum. Ö fkem dindi ama
hala bir çatışma hissediyorum. İngilizler ailemde hep bir düş­
man olarak görülmüşlerdir. Çevremizde İngilizce konuşulma­
sından bile hoşlanmayız; ona "düşmanın dili" deriz.
Payne: (Gülerek) Ama bu sorundan kurtulmak için benim gi­
bi bir İngiliz terapiste geldin.
Danışan: (Gülerek) Eh, bu da kaderin bir cilvesi.
(Salondaki herkes güler, bazıları gözlerindeki yaşları silerken
gülerler.)

Sonuç

Savaş vakalarında çoğu kez, kuşaklar sonra bile, bireyler ata­


larının düşmanlarından nefret etmeye zorlandıklarını hissede­
bilirler. Bu onlara bir ait olma duygusu verir, onların sadece
ailelerine değil, sosyal, ırksal, dinsel, ulusal ve etnik grupları­
na da ait olduklarını hissetmelerini sağlar. Bu takımyıldız ça­
lışmasında bir kez daha şu açıkça ortaya çıktı ki, ölmüş insan­
lar da bu meselelerle ilgili duygulara sahipler. Robert'in bü­
yük-dayısı dışlandığını ve görülmediğini hissediyordu ve aile­
ni!1 odağı düşmanları İ ngilizlerden tekrar aileye ve o aileye da­
hil olanlara kaydığında ferahladığını hissetmişti. Robert büyük­
büyükbabasının öfkesini açıkça temsil ettiğinden, onun iki kar­
deşinin durumunu merak ettim ve onlar hakkında bilgi iste­
dim. Robert şöyle açıkladı: Kız kardeşim İngilizce konuşan bir
Güney Afrikalı ile evlendi, İ ngilizce konuşulan bir semtte otu­
ruyor ve çocuklarıyla bile yerel Afrika dilinde konuşmuyor. O
hepimizden biraz uzaklaştı; sanki Afrikalı olmayı reddediyor
gibi. Erkek kardeşim de aileden uzaklaştı; o çok "alternatif'
biri ve hiçbir yere, hiç kimseye ait olmadığını hissediyor.
Robert'in kardeşleriyle direkt olarak çalışmadığımdan, on-

157
'Bireylerin, 5'1.ifeferin ve 'Ulusların 1yifeşmesi
lar hakkında fazla varsayımda bulunmam doğru olmaz . An­
cak, öyle görünüyordu ki, dışlanmış olanlar, yani İngilizler ve
büyük-dayı Robert'in kız kardeşi ve erkek kardeşi tarafın �an
temsil ediliyorlardı; görünüşe göre, İ ngilizler kız kardeş, bü­
yük-dayı ise erkek kardeş tarafından temsil ediliyordu. Bir kez
daha, Ruh'un dışlanmış olanı -aileyi tekrar dengeye getirmek
için- dahil etmeye zorladığını görüyoruz. Bir kez bu dengesiz­
likler takımyıldız çalışması yoluyla düzeltildiğinde, bireyler -bi­
linçaltı dürtüleri tarafından yönetilmek yerine- kendi yaşam­
larını yaşamakta özgür kalırlar.
Robert daha sonra evde sergilediği öfke krizlerinin geçti­
ğini ve eşiyle birlikte bir evlilik danışmanına devam ettiklerini
bildirdi. Onlar birlikteliklerini sürdürmeyi seçmişlerdi.

Evimde gürültücü bir hayalet var


Mary on bir yaşında bir oğlu olan, otuzlu yaşlarının sonunda
bulunan, eşinden boşanmış bir kadındı. İçinde bulunduğu dep­
resyondan kurtulmak için birçok farklı yolu denedikten sonra
bana gelmişti. Daha önce, evinde vuku bulan çok gerçek ve
korkutucu olaylardan kurtulma umuduyla psişiklere ve şaman­
lara başvurmuştu. Ayrıca yerel bir üniversiteden parapsiko­
logları çağırmış ve onlar onun evinde vuku bulan olayları ölç­
müşlerdi. Sonuçta bu faaliyet giderek daha çok şiddetlendiğin­
den Mary umutsuzca endişelenmeye başlamıştı. Bu olay onun
oğlu sekiz yaşındayken başlamış, ışıklar kendiliğinden yanıp
sönmeye, televizyon kendiliğinden açılıp kapanmaya ve buna
benzer çeşitli olaylar vuku bulmaya başlamıştı. Yıllar içinde,
bu olaylar giderek büyümüş, öyle ki sonunda oğlu ve kendisi
şiddetli saldırılara uğramaya başlamışlardı. Oğlu ayrıca sesler
duymaya da başlamıştı.

1 58
'Ta/Qmyıftfızfar
Mary korku ve karmaşa içinde olduğundan ben oıı ı ı rı l ı ı
bir konuşma yapmadan bir takımyıldız oluşturup ortaya c.;ıkıı­
cakları görmeye karar verdim. Takımyıldıza Mary, Mary ' n i n
eski kocası, Mary'nin annesi ve babası, eski kocasının ebeveyn­
leri, oğlu Carl ve gürültücü hayalet için birer temsilci yerleş­
tirdik.
ı

00 � 00 �
[)] 00 �
IZSJ =Gürü l tücü
Haya l et

Herkes yerini aldıktan sonra, temsilcilerden o gürültücü


hayalete bakmalarını istedim. Bu takımyıldızın olağanüstü do­
ğasından ötürü, seminerin diğer katılımcılarından nefes çalış­
ması yaparak merkezlenip sakinleşmelerini ve yapılan çalış­
maya odaklanmalarını istedim. Herhangi bir olası dramdan ya
da 'gereksiz korkudan kaçınmak için bunun gerekli olduğunu
hissetmiştim.
Orada sessizce oturup beklemeye ve olan bitenleri göz­
lemlemeye koyuldum. İki dakika içinde Mary'nin, oğlu Carl'ın
ve Mary'nin annesinin temsilcileri korkudan titremeye başla­
dılar.

Payne, Büyükane'ye: Burada neler oluyor?


Büyükane: Bilinçli olarak gürültücü hayaletten çok korku­
yorum, ama bir başka şey daha var, ben bir şok ... hayır, travma

159
'.Bireyferin, 5lifeferin ve 'Ufu.sfann 1yife.şmesi
geçiriyorum . . . bilmiyorum . . . ama büyük bir olay vuku bulmuş.
Payne, Danışan'a (Mary): Bana annenden söz eder misin?
Danışan: Bildiğim kadarıyla ailede hiçbir olay vuku bulmadı .
Annem yirmi yaşındayken Almanya'yı terk etti ve asla geri
dönmedi.
Payne: Savaş sırasında annen bir çocuk muydu?
Danışan: Evet, savaş başladığında o altı yaşındaydı.
Payne: Savaş sırasında ne oldu? O korkunç bir olaya tanık
oldu mu?
Danışan: (Ağlamaya başlar) Evet, annem ölmeden hemen ön­
ce bana bir öykü anlattı. Onların köyü bir toplama kampının
yakınlarındaymış. Kampı çevreleyen dikenli tellerin orada ça­
lılık bir bölüm varmış. Aylar boyunca annem çalılıkların ora­
dan sürünerek geçip kamptaki çocuklara ekmek ve domuz eti
parçaları götürmüş. Çocukların büyük olasılıkla Yahudi olduk­
larını bildiğinden onlara domuz eti götürdüğü için suçluluk du­
yuyormuş ama küçük çocuklar bu eti yine de yiyorlarmış. Bir
gün annem neredeyse yakalanıyormuş, ama babası kampta
bazı işler yaptığından annemi serbest bırakmışlar. Bir gün
annem yine bir kesekağıdına kendi öğle yemeğini ve biraz ek­
mek koyup kampa, çalılıkların oraya götürmüş, ama çocuklar
orada değillermiş; annem onları bir daha hiç görememiş. On­
dan sonra babasıyla bir daha hiç konuşmak istememiş ve ye­
terince büyüdükten ve biraz para biriktirdikten sonra Alman­
ya'yı terk etmiş.
Payne, Gürültücü Hayalet'e: Sen nasılsın?
Gürültücü Hayalet: Ben güçlüyüm, kendimi çok büyük his­
sediyor ve tüm bu insanları kontrol edebiliyorum.

Payne takımyıldıza toplama kampındaki çocukların iki temsil­


cisini sokar ve onları gürültücü hayaletin yanına yerleştirir.

1 60
'Tak!myıUızfar

00 00 00 00
00 00 �

1 ve 2 = Yahudi Çocuklar

Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?


Gürültücü Hayalet: Kendimi daha güçsüz hissediyorum, bu
çocuklardan biri gibi, bir çocuk gibi hissediyorum.
Payne, Büyükanne'ye: Yahudi çocukları görünce ne hisset­
tin?
Büyükanne: (Ağlayarak) Bu korkunç bir şey, kafamın içinde
çok yüksek bir çığlık işitiyorum; ben de bağırmak, bağırmak,
bağırmak istiyorum.
Payne: Öyleyse bağır.

(Temsilcilerin asıl işi -çözümün bulunabilmesi için- hissettik­


leri duyguları bildirmek olduğundan, böyle olaylar Aile Ta­
kımyıldızlarında nadiren vuku bulur. Ancak, bazen böyle de­
rin duygu ifadelerine izin vermek yararlı olabilir.)

Oğul: Benim de kafamın içinde aynı çığlık var ve o bir türlü


susmuyor. Çok korkuyorum.

Bu noktada gürültücü hayalet bir çocuk olur ve hıçkıra hıçkıra


ağlamaya başlar. O en sonunda dizleri üzerine çöker, kıvrılıp

161
'.Bireylerin, 5'f.ifeferin ve 'Ufusfarm 'İ.y ifeşmesi
bir cenin pozisyonuna girer ve ileri geri sallanarak küçük bir
çocuk gibi ağlar. Payne onu teselli etmeleri için büyükanneyi
ve anneyi alıp onun yanına götürür.

Payne, Büyükanne'ye: Kızının gözlerine bak ve ona de ki :


"Ben için için böyle hissediyor ama onu ifade edemiyordum ,
bu korkunç bir durumdu. "
Büyükanne, Kızı'na: Ben için için böyle hissediyor ama onu
ifade edemiyordum, bu korkunç bir durumdu.

Anne ve kızı gürültücü hayalete sarılarak birlikte ağlarlar.

Payne, Büyükanne'ye: Şimdi torununa de ki: "Ben çocuk­


ken bazı korkunç olaylar vuku buldu, ama sen onu bana bırak­
malısın, çünkü ben büyük olanım. "
Büyükane, Torunu'na: Ben çocukken bazı korkunç olaylar
vuku buldu, ama sen onu bana bırakmalısın, çünkü ben büyük
olanım. "

Torun annesine bakar.

Ane (Mary): Büyükannen çocukken bazı korkunç olaylar vu­


ku buldu, ama sen bunu ona bırakmalısın, çünkü o büyük olan.

En sonunda, büyükanne, anne, torun, iki Yahudi çocuk ve gü­


rültücü hayalet bir grup oluşturarak birbirlerine sarılırlar.

Daha sonra, bu aile gürültücü hayalet faaliyetinin takım­


yıldız çalışmasından hemen sonra azaldığını ve iki ay içinde
tamamen sona erdiğini bildirdi.

Sonuç

Yıllar içinde, birçok kişi bana hayalet ve gürültücü-hayalet


faaliyetleriyle ilgili olarak başvurdu. Hepsi olmasa bile, çoğu

1 62
'Tak!mgıldızfar
psişik şifacılara, parapsikologlara, alternatif şifacılara ve diğer
birçok kişiye başvurmuş, bazıları sınırlı bir başarı elde etmiş
ve diğerleri seminerlerime umutsuz bir halde gelmişlerdi. Bu­
rada üzerinde çalıştığım tüm hayalet vakalarında ortak özel­
likler bulduğumu belirtmem gerekiyor:
* Ailenin bir üyesi çok travmatik bir olaya tanık olmuş­
tur;
* Ailede bir ya da daha fazla cinayet işlenmiştir;
* Ailenin bir üyesi "yüzkarası" olarak dışlandıktan sonra
trajik biçimde ölmüş, dolayısıyla onun ne yaşamı ne de
ölümü kabul ve tasdik edilmiştir;
* Bir kurban yadsınmıştır.

Yukarıdaki olayların tümü aileler içinde oldukça sık bi­


çimde vuku bulsa da, bir eve bir hayaletin dadanması gibi olay­
ların ya sapkın yapıda olan ya da büyük gaddarlık içeren du­
rumlarla bağlantılı olduğu görülmektedir.

Varlıklar
Biliş Alanı bilinen Evren'deki her şeyin çevresinde ve içinde
bulunan Evrensel Enerji Alanı'nın bir parçasıdır. Tıpkı mad­
denin en temel formunda enerji olması gibi, bilinç de enerjidir;
aslında, birçok kuantum fizikçisi şimdi bize Evren'in sadece
enerji ve bilgi (enformasyon) olduğunu söylemektedir.
Kuşaklar-ötesi şifaya saf enerjisel bir düzeyden baktığı­
mızda, bazı olayların diğer olaylardan daha fazla enerji yarat­
tıkları ya da daha güçlü bir enerjisel mevcudiyete sahip olduk­
ları sonucuna varabiliriz. Travma durumunda, bir "travma
varlığı" denilebilecek bir varlık yaratılır. Çoğu kez bu kendi
başına bir varlık gibi görünür, bu varlık normalde ilk trav­
mayı deneyimlemiş olan bireye bağlı haldedir; bazı durumlar-

1 63
'.Biregferin, Jl.ifeferin ve 'Ufusfarın 'İ.gifeşme.si
da ise o aile sistemi içinde bir başka bireye bağlanır. Örneğin,
ben babalarının, amcalarının ya da ağabeylerinin tecavüzüne
uğradıklarına ikna olmuş olan genç kadınlarla da çalıştım. Ap.­
cak, bir takımyıldız çalışması bazen bu deneyimin onların an­
nelerine, teyzelerine ya da büyükannelerine ait olduğunu or­
taya çıkarabilir. Böyle durumlarda, hissedilen duygular çok ger­
çektir. Ancak, zihni tatmin etmek için tüm parçaları bir araya
getirmeye çalışırken, anılar bu hislere uyacak şekilde "oluş­
turulur. " Bu konuda üzücü olan şey şu ki, bu süreç çoğu kez
terapistler tarafından da desteklenir ve çoğunlukla yanlış kişi
suçlanır.
Psikiyatrlar size Çoklu Kişilik Sendromu'nun bir travma
çok derin olduğunda bireyin bilincinin bir parçasının bölünüp
kendi anılarına, görüşlerine ve kişiliğine sahip ayrı bir kişilik
haline geldiğinde ortaya çıktığını söyleyeceklerdir. Bu vuku bul­
duğunda, bilincin işlevi koruyucu bir tabaka oluşturarak bire­
yin özünü bu travmadan korumaktır. Travma varlığı, Çoklu Ki­
şilik Sendromu ile kıyaslanamasa da, aslında bizim dünya ile
onun vasıtasıyla ilişkiye girdiğimiz bir maske haline gelebilir.
Bu varlık orada bizi incinmekten korumak için bulunmakta­
dır; o güvenli kararlar verir, bizi zarar görmekten ve algılanan
tehlikeden korur ve o yaşamımızı yöneten sahte benliktir.

Nathan
Nathan hayatta başarılı olmak için mücadele eden genç bir
doktordu. Bir grup çalışmasına girmeyi zor buluyordu ve ken­
di bireysel çalışması başarılı değildi. Hala ebeveynleriyle bir­
likte yaşıyordu. Hoş bir kişi olduğu halde, kendine çok güven­
siz görünüyor, sahte bir biçimde gülümseyip duruyor ve insan
grupları içindeyken rahatsız görünüyordu, o genç bir doktorda

1 64
görmeyi umduğumuz özgüvenine sahip değildi. Bir birey olıı­
rak, planlar, hedefler ve büyük amaçlarla doluydu ama görü ­
nüşe göre hiçbir şey işe yaramıyordu. Bir gün bir seminerde
ona yaşamını onun yerine yöneten bir travma varlığının bulu­
nup bulunmadığını görmek için bir takımyıldız oluşturmayı
önerdim. Takımyıldızda Nathan'ın temsilcisi, ilk travmanın ve
travma varlığının birer temsilcisi yer alıyordu. Hemen şu aşi­
kar oldu ki, travma varlığı Nathan'ın tam önünde durarak o­
nun yolunu tıkıyor ve ilk travma seminer alanının öbür tara­
fında, oldukça uzakta bulunuyordu. Takımyıldız çalışması iler­
lerken, travma varlığı, "Ben garip bir biçimde, çok güçlükle
nefes alıyorum. Kendimi bir kişi gibi değil, bir makine gibi his­
sediyorum" dedi. Nathan'a bebekliğinde bir kuvöze koyulup
koyulmadığını sordum. Bana erken doğduğunu ve yaşamının
ilk altı haftasını bir kuvözde geçirdiğini söyledi. Şu çok aşi­
kardı ki, Nathan travmatik deneyiminin sonucunda ayrı bir
benlik yaratmıştı ve hfila kuvöze sıkışıp kalmış olan bu ayrı
benlik onun yaşamını yönetiyordu.
Bu tür bir travma varlığı çok kişiseldir; ancak, bireyin di­
rekt deneyiminden değil, aile sisteminden kaynaklanan başka
travma varlıkları da vardır.

Raoul
Raoul kendini şiddet -ve kendi deyimiyle " sapıklık" içeren­
cinsel hayallere kaptırmış olan otuz dört yaşında bir erkekti.
O bi-seksüeldi ve erkeklerle ya da kadınlarla ilişki kurmakta
zorlanıyordu. Onlara bir biçimde fiziksel olarak zarar verece­
ğinden ya da onların onun gizli sadomazoşizm yaşamını keşfe­
deceklerinden korkuyordu. Sadomazoşistik hayallerinin on üç,
on dört yaşında başladığını ve bu hayallerin birçoğunu yaşadı-

1 65
'Bireyferin, Jt.ifeferin ve 'Ufusfann 1.yifeşmesi
ğı kentteki özel kulüplerde aynı kafadaki kişilerle gerçekleştir­
meye zorlandığını açıklamıştı. Bu deneyimlerin onu tatmin et­
mediğini ve onlardan zevk almadığını, bu dayanılmaz isteği
tatmin etmek için sınırlarını sürekli olarak genişletmesi ge­
rektiğini de itiraf etmişti.
Raoul askeri bir rejimin adaletsizliklerinin acısını çekmiş
bir Güney Amerika ülkesinden geliyordu; bu ülkede birçok bi­
rey ortadan kaybolmuş ya da bir süre hiç yargılanmadan ha­
piste tutulmuştu. Raoul annesinin ve dayısının ergenlik çağın­
dayken gizli polis tarafından tutuklanıp hapse atıldıklarını ve
bu süre zarfında her ikisinin de tekrar tekrar işkenceye ve te­
cavüze uğradıklarını açıklamıştı. Annesinin bu travmayı geçir­
miş olduğunun hiçbir dış belirtisini göstermediğini ve kendisi
dahil herkese karşı normal, sevecen bir anne gibi göründüğü­
nü söylemişti. Tüm öykü birtakım unsurlar içeriyordu. Raoul
annesinin hücresinin yanındaki hücrede tutulan ve işkence
edilirken çığlıklar atan çok daha genç bir kadını tanıyordu.
Ayrıca, dayısı ona bir gardiyanın sık sık kulağına şöyle fısılda­
dığını söylemişti: " Çok üzgünüm dostum. Bir gün bunları her­
kese anlatacağım. Lütfen beni bağışla. "
Biz takımyıldızı oluşturduğumuzda, travma varlığının ki­
me ait olduğu belli değildi, ama görünüşe göre o vuku bulmuş
olan olaylarla ilişkili herkese aitti. Biz anne, dayı, tecavüz ve
işkencelere katılmış iki gardiyan, hiçbir şey yapmayıp bağış­
lanmayı dilemiş olan gardiyan, Raoul'un annesinin hücresinin
yanındaki hücrede yatan o adı bilinmeyen kadın, travma varlı­
ğı ve Raoul'un kendisi için birer temsilci seçtik. Çok kısa bir
süre sonra travma varlığı gidip Raoul 'un yanında durdu.

Payne, Raoul'a (temsilcisine) : Travma varlığı yanında du­


rurken ne hissediyorsun?

1 66
rralQmyıUızfar
Raoul: Onu iyi tanıyorum, o bana garip bir biçimde aynı anda
hem rahatlık hem de rahatsızlık hissettiriyor.
Payne, Travma Varlığı'na: Neden Raoul'ün yanına gittin?
Travma Varlığı: O beni görüp işiten tek kişi. Başka bir yere
gidemem.

Takımyıldız çalışmasının sonunda şu ortaya çıktı ki Ra­


oul 'ün annesinin kuzeni yetkililer tarafından götürülüp bir yı­
lı aşkın bir süre hapis tutulan eşcinsel bir erkekti. Bu zaman
esnasında o işkenceye uğramış ve en sonunda işkence sırasın­
da aldığı yaralar yüzünden ölmüştü. Raoul zengin ve tutucu
bir Katolik aileden geldiğinden, annesinin kuzeni ise "dava"
için acı çekmemiş olduğundan ve "aile için bir utanç kaynağı"
olduğundan ondan hiç söz edilmemişti. Travma varlığı Raoul'
ün annesinin kuzenine aitti ve Raoul bu kuzeni ailede temsil
etmek için sadomazoşizmin yeraltı dünyasında onun travma­
sını yaşamaya zorlanmıştı. Raoul yeni bir hükümet iktidara
geldiğinde, ailesinin bu zor yıllar esnasında hapsedilip işkence
görmüş bazı üyelerinin kahramanlar olarak tanımlandıklarını
söylemişti. Ancak, annesinin kuzeni "doğaya karşı günahla­
rından " ötürü tutuklandığından ondan hiç söz edilmemiş ve o
öir kahraman olarak görülmemişti. Annesinin kuzeninin her­
hangi bir sapık cinsel davranış gösterdiği hiç görülmemişti, o
sadece cinselliğinin bir sonucu olarak zulüm görmüş olan bir
eşcinseldi.
Raoul takımyıldız çalışmasının ardından sadomazoşistik
seks dünyasına olan ilgisinin birkaç ay içinde yavaş yavaş
azaldığını ve sonunda tamamen yok olduğunu bildirdi. O artık
cinselliğini mahrem bir biçimde yaşamayı ve aşık olmayı sa­
bırsızlıkla bekliyordu.

167
'Bireykrin, Jlikkrin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
Gina
Gina terk edilme konusunda duyduğu mantıksız bir korku yü­
zünden çok rahatsız olan yirmi altı yaşında bir kadındı. O ba­
na, uyandığında kendisini erkek arkadaşı tarafından terk edil­
miş bulacağı korkusuyla bazı geceler uyumaya bile korktuğu­
nu bildirmişti. Arkadaşları geç geldiklerinde ya da telefon edip
bulamadığı bir arkadaşı daha sonra onu aramadığında paniğe
kapıldığını da söylemişti. Gina ebeveynlerini ziyaret ettiğinde
onların evinin boşaltılmış ve ebeveynlerinin kayıp olduğu ka­
buslar da görüyordu. Aşırı sahipleniciliği yüzünden dostlarını
ve sevgililerini yitirdiği için düş kırıklığı da yaşıyordu. Geçirdi­
ği diğer terapiler ve birlikte yaptığımız çalışma sonucunda, o­
nun bu derin korkularının kökeninde herhangi bir çocukluk
travmasının bulunmadığı ortaya çıkmıştı.
Birlikte onun aile tarihini araştırdığımızda, Gina annesi­
nin büyükannesinin yarı siyah yarı beyaz . (ırktan) olduğunu
ve büyükannesinin onun çocuklarından biri olduğunu açıkla­
dı. Büyük-büyükannesinin ani bir sel baskınında oğluyla bir­
likte boğulduğunu ve büyükannesin bu felaketten sağ kurtul­
duğunu söyledi. Daha sonra, Güney Afrika ırk ayrımcılığının
baskılarından ötürü büyükannesi onlarla birlikte yaşaması
için siyah bir ailenin yanına verilmiş ve onun beyaz babasını
bir daha görmesine izin verilmemişti. Gina bana ayrıca büyük­
büyükannesinin oğluyla birlikte -beyaz kocasının soyadının de­
ğil- sadece kendi isimlerinin kazılı olduğu mezar taşlarının al­
tına gömüldüklerini de söyledi. Biz onun için bir takımyıldız
oluşturduğumuzda, travma varlığının onun büyükannesine ait
olduğu ve Gina'nın büyükannesinin duygularını temsil etmek­
te olduğu açığa çıktı.
Başkalarının kaderine böyle dolanmalarının sonucunda,

1 68
'TafJmyıfdızfar
danışanlar çoğu kez o kişilere duydukları bağlılıktan ötürü
kendilerini bu bağlardan kurtarmakta çok zorlanırlar. Ancak,
böyle vakalarda hemen her seferinde gözlemlediğimiz şey şu
ki, bizim bu şekilde bağlı ve sadık olduğumuz ölmüşlerimizin
Ruhları huzur içinde değildir. Gina büyükannesinin önünde
derin bir saygıyla eğilebildiğinde, büyükannesinin temsilcisi
gülümsedi, dimdik durdu ve kendini yine güçlü hissetti. Bir
başka Ruh 'un yüklerini taşıdığımızda, sadece biz bu yanlış sa­
dakat ve bağlılık yüzünden güçsüz düşmekle kalmayız, sadık
olduğumuz Ruh da güçsüz düşer. Aynı şekilde, bunlar hangi
duygular olurlarsa olsunlar, Ruh kendi kaderini ya da yükleri­
ni taşıyarak güçlenir. Takımyıldız çalışmasında çok ilginç olan
şey şu ki, danışanlar sadece bir duygularını bildirirler ve onun
nereden kaynaklanıyor olabileceğinin çok az farkındadırlar ya
da hiç farkında değildirler. Ancak, takımyıldız çalışması sonu­
cunda gizli sadakat ortaya çıkar çıkmaz, çoğu danışan bu sa­
dakat ve bağlılığı bırakmaya fazlasıyla direnir. İyileştirici çö­
zümler sağlamanın yanı sıra, takımyıldız çalışması bizim ka­
dere, yani bizden çok daha büyük bir güce alçakgönüllülükle
boyun eğdiğimiz çok daha derin, kutsal, ruhsal bir yola doğru
bi:r fırsat penceresi sunar. İnsanlar olarak, bize hoşlanmadığı­
mız her şeye direnmemiz öğretilmiştir; bu yüzden kadere bo­
yun eğme kavramı birçoğumuz için yabancı bir kavramdır.
Onun bizi bir biçimde güçsüzleştireceğinden korkarız. Ruh ça­
lışmasının bu daha derin düzeyinde, biz değiştirilemeyecek ola­
na direnmeyi bıraktığımızda ya da açıkça başkalarının işi olan
meselelerden enerjimizi geri çektiğimizde bu içsel hareket
tarafından güçlendirildiğimizi açıkça görebiliriz.
Gina'nın durumuyla ilgili olarak şu basit soru sorulabilir:
Gina'nın büyükannesi onun bu yükü taşımasını ister miydi?
Yanıt hemen her zaman "hayır" olacaktır. Bir atanın kendi

1 69
'Bireyferin, JlLifeferin ve 'Uf:usfarın iyifeşmesi
yükünü bir başkasının taşımasından güç bulduğunu gördüğü­
müz nadir vakalarda, bu sadece aile sisteminde -daha fazla ta­
kımyıldız çalışmasıyla oldukça basit bir biçimde çözülen- bir
başka sorunun varlığını gösterir. Bu şekilde, Aile Takımyıldizı
çalışması psikoterapi ile şamanizm arasındaki uçuruma bir
köprü oluşturur, çünkü böyle takımyıldızlarda ölmüşlerimiz
seslendirilir ve çözümler bulunabilir. Ruh'un doğası tekamül
etmek ve gelişmektir; o eğer yükleri başkaları tarafından, özel­
likle torunları tarafından yüklenilirse bunu yapamaz . Böyle
takımyıldızlarda kibrimiz ortaya çıkar, çünkü biz çoğunlukla
kendimizi bize yaşam vermiş olanların üzerine koyma tuza­
ğına düşeriz. Bunu yaptığımızda, aile hiyerarşisi içinde "alma"
yerinde olmayız. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için bu
kitabın sonundaki meditasyon bölümüne bakınız.

1 70
5

11 EYLÜL GÖRÜNTÜLERİ

1 1 Eylül 200 1 olaylarına benzer büyük terörizm eylemleri vu­


ku bulduklarında, bireysel iyileşme süreci o ulusun böyle ey­
lemleri yapanlara karşı tepkisinden ötürü zorlanır ve daha da
zorlaşır. Öfke, nefret ve intikam duygusu gibi duygular ulusal
çapta aktığında, yurttaşların ulusal vicdan tarafından tanım­
lanan düşman için belli duygular barındırmaya zorlanmalarını
içeren kültürel bir zorunluluk ortaya çaktığından, bu duru­
mun içindeki bireyler bu duygulardan kurtulmakta daha da
çok zorlanırlar. Aile Takımyıldızı sürecinden öğrenilmiş olan
şey şu ki, ancak suçlu ya da düşman olarak tanımlananlara
kendi uygun yerleri verildiğinde ve o olayda kurban olan bi­
reylerin bu kaderi kabul edilip ona saygı gösterildiğinde, ba­
ğışlama gerçekleşebilir. Bir ulus bu olaylarla ilgili olarak med­
ya ve siyasi retorik tarafından büyülendiğinde, sevdiklerini yi­
tirmiş olan insanlar kendi bağışlama süreçlerinden geçerken
hakim ulusal vicdana zıt yönde hareket etmeye çalıştıkların­
dan genellikle bir suçluluk duygusu hissederler. Bunun nede­
ni, bizim sadece ailelerimize değil, bir grup vicdanı oluşturan
ulusal ve etnik gruplara da ait olmamızdır. Bireylerin, kabul­
lenme ve bağışlama en yüksek hayırlarına olduğu halde, ken­
dilerine bir düşmana direnmelerini ve ondan nefret etmelerini
söyleyen ulusal vicdana karşı koymaları genellikle çok zordur.
Bu yüzden, böyle önemli olayların sonucunda iyileşme süreci

1 71
'Bireyferiıı, Jif.ifeferiıı ve 'Ufusfarın 1.y ife.şmesi
uzayabilir. Ö zünde, sorun ve çözüm bir bireyin zamansız ölü­
müyle başa çıkmaya, yani o bireyin kaderini kabullenmeye ça­
lışan herhangi bir kişinin sorunu ve çözümüyle aynıdır.
Sevdiklerini kaybetmiş olanların genel tepkisi şöyledir:
"Bu olmuş olamaz, bu doğru olamaz , " ya da "Bu asla olmama­
lıydı. " Bunlar normal tepkilerdir; ancak, onlar gerçeği yok sa­
yarlar, oysa böyle olaylarda kaderin bize dağıttığı el (iskambil
kağıtları) değiştirilemez ; sadece onunla ilgili duygularımız dö­
nüştürülebilir. 1 1 Eylül olayları gibi olaylar öyle geniş bir öl­
çektedir ki onlar bireylerin kontrolünün ötesinde olan, kendi­
lerine ait bir güç ve kuvvete sahiptirler. Bunlara uzak geçmiş­
te, yıllar önce bu tohumları ekmiş olan uluslar, etnik gruplar
ve siyasi çıkarlar gibi kuvvetler karışmıştır. Olana direnirken,
bizimkinden çok daha büyük bir güce ve kuvvete karşı koyma­
ya çalışmaktayızdır ve böyle yaparak sadece savaşı kaybedebi­
liriz ki bunun sonuçlarını hem biz, hem çocuklarımız hem de
gelecek kuşaklar yaşar.
Biliş Alanı'nı (ya da "bilgilendirici alan"ı) kullanan Aile
Takımyıldızlarının temsilsel sistemi yoluyla, sadece yaşayan­
ların duygularını değil, ölmüşlerin duygularını da deneyimle­
riz . Bu bağlamda ve bu iyileştirme sürecinde, birçok şamanik
süreçte olduğu gibi, ölmüşlerimiz daima bizimle birliktedirler.
Tekrar tekrar gördüğümüz şey şu ki, böyle terörizm eylemle­
rinin kurbanları olmuş olan ölmüşlerimiz yaşayanlar onların
kaderleri önünde saygıyla eğildiklerinde güçlenmektedirler.
Tam tersine, yaşayan sevdikleri onların kaderlerini kabullen­
meyi reddettiklerinde ölmüşlerimiz güçsüz ve yaslı görünmek­
tedirler. Ö lmüşler yaşayanlar şöyle dediklerinde özellikle güç­
süz düşmektedirler: "Sen bu kadar genç yaşta ıstırap çekip öl­
düğün için ben de ıstırap çekeceğim ve hayatımı tam olarak
yaşamayacağım. " Çoğu vakada gözlemlenmiş olan şey şudur

1 72
11 'E!Jfu[ÇörWıtüleri
ki, ölmüşlerin acıları genellikle kendi zamansız ölümlerinden
daha çok yaşayanların tepkileriyle ilgilidir. Her birimiz, eğer
kendi kendimize, "Erkek kardeşim benim hayatımı bir ölü gi­
bi yaşamamı mı isterdi, yoksa sahip olduğum yaşamı kutlama­
mı mı isterdi?" diye soracak olsak, hiç kuşkusuz ölmüş karde­
şimizin bizim hayatımızı tam olarak yaşamamızı isteyeceği so-
11.ucuna varırdık. Yine de, başkaları adına acı çekmek Aile Ta­
kımyıldızı çalışması yoluyla ortaya çıkan ortak bir dinamiktir.

Onların binadan aşağı atladıklarım gördüm


1 1 Eylül sabahı bir Alman kadını olan Monika Dünya Ticaret
Merkezi'ne saldırılar vuku bulduğunda küçük bebeğini kolla­
rında tutuyordu. DTM'nin yakınındaki binalarda çalışan bir­
çok kişi gibi, o da kendi ofisinin penceresinin önünde durmuş
tüm olayın gelişimini izliyordu ve pencerelerden atlayan in­
sanların görüntüleri onun zihni_ne ebediyen kazınmıştı. Böyle
görüntülerin insanın zihninden silinmesi kolay olmasa da, bel­
ki bir insan onları ebediyen hatırlayacak olsa da, canhıraş bir
biçimde ölüme atlamış olan o insanların kaderleri yine de ka­
bullenilebilir.

Payne, Danışan'a (Monika'ya): Bu senin için korkunç bir


gündü. Onu nasıl değiştirmek isterdin?
Danışan: Onu nasıl değiştirebileceğimi bilmiyorum. Daha çok
bebeğim için endişeleniyorum, o benim hissettiğim dehşeti his­
setmiş olmalı. Bu dehşeti bugün bile hissediyorum, o benim kav­
rayamayacağım kadar çok gerçek-dışı ve çok gerçek görünüyor.
Payne: O binadan atlamış olanlarla direkt olarak çalışmak is­
ter misin?
Danışan: Onlarla yüzleşebileceğimden emin değilim, ama bir
şeyler yapmalıyım.

1 73
'l3ireyfe.riıı, 5tikfe.riı ve 'Ufusfann iyileşmesi
Payne: Öyleyse neler olacağını görelim. Bu takımyıldıza bebe­
ğinin de temsilcisini katacağız ki bu olayın onun özerindeki et­
kisini görebilesin.

Payne Monika 'dan o binadan atladıklarını gördüğü insanlar


için temsilciler ve kendisi ile oğlu için birer temsilci seçmesini
ister.

Danışan: Bir sürü insanın atladığını gördüm, onlar için kaç


temsilci seçmeliyim?
Payne: İç sesini dinleyip sana doğru gelen sayıda temsilci seçe­
bilirsin.

Monika Dünya Ticaret Merkezi 'nden atladıklarını gördüğü ki­


şiler için ikisi erkek, ikisi kadın dört temsilci, kendisi ve oğlu
için birer temsilci seçer.

1. E: Erkek Kurban 1. K: Kadın Kurban 2. E: Erkek Kurban


2. K: Kadın Kurban M: Monika OB: Oğlan Bebek

Payne, Oğlan Bebek'e: Burada kendini nasıl hissediyorsun?


Oğlan Bebek: İyi. Annem için biraz endişeleniyorum, ama
her şey bana iyi görünüyor.

174
11 'E:;fül Çjörüntüleri
Payne: (DTM kurbanlarını işaret ederek) Peki, annenin gör­
düğü bu insanlara baktığında farklı bir şey hissediyor musun?
Oğlan Bebek: Hayır, hiçbir şey hissetmiyorum. Bunun be­
nimle hiçbir ilgisi yok.
Payne, Danışan'a: Bunu işittiğinde ne hissettin?
Danışan: Çok ferahladım, bu konuda çok endişeleniyordum.
Payne, Oğlan Bebek'e: Teşekkürler, artık sana ihtiyacımız
yok, oturabilirsin.
Payne, Monika'ya (temsilcisine) : Burada kendini nasıl his­
sediyorsun.
Monika: Çok kötü. Midemde bir düğüm var, kendimi aynı an­
da hem hasta, hem güçsüz, hem suçlu, hem öfkeli, hem de üz­
gün hissediyorum. Burada durup onlara bakarken nefes almak­
ta zorlanıyorum.
Payne: Onlardan birine özellikle bir çekim hissediyor musun?
Monika: Evet, sondaki kadına. Ona baktığımda büyük bir üzün­
tü hissediyorum; ona karşı bir çekim hissediyorum. Ona yar­
dım etmek istiyorum. . . bunun ne olduğundan emin değilim,
ama sanki onu tanıyor gibiyim.
Payne, Kadın Kurban'a: Sen kendini nasıl hissediyorsun?
1. ·Kadın Kurban: Huzursuz ve üzgün hissediyorum.

Payne Monika 'nın temsilcisini 1. Kadın Kurban 'ın karşısına


götürür.
2

B M: Monika

€ 2. K: Kadın Kurban

8 q)
� 1 75
'Bireylerin, .9Lifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşme.si
Payne, Monika'ya: Ona bu kadar yakından bakmak sana
nasıl bir duygu veriyor?
Monika: Dayanılmaz bir üzüntü. Ona yardım etmek için :>:a­
pabileceğim hiçbir şey yoktu (ağlar).
Payne, 1 Kadın Kurban'a: Sen ona baktığında ne hissedi­
yorsun?
1. Kadın Kurban: Garip. Kendimi üzgün hissediyorum, ama
aynı zamanda ben gerçekten burada değilim.
Payne, Monika'ya: Ona, "Size yardım etmek için yapabilece­
ğim hiçbir şey yoktu " de.
Monika: Size yardım etmek için yapabileceğim hiçbir şey yok­
tu.
1. Kadın Kurban: Biliyorum.
Payne 1. Kadın Kurban'a: Lütfen ona de ki, " Bu benim ka­
derimdi, hiç kimse bir şey yapamazdı" (kurbanın gözlerinde
yaşlar belirir) .
1. Kadın Kurban: Bu benim kaderimdi, hiç kimse bir şey ya­
pamazdı.
Monika: Bunu kabul etmek istemiyorum, bu benim için çok zor.

Payne onun kim olduğunu bildirmeden teröristlerden biri için


bir temsilci seçer ve onu sessizce takımyıldıza yerleştirir.

M: Monika
2. K: Kadın Kurban
T: Terörist

1 76
11 'Ey[ül (jörüntüleri
Payne, Monika'ya: Bu adama baktığında ne hissediyorsun?
Monika: Öfke duyuyorum. Ona bakmak istemiyorum, gerçek­
ten kızgınım.
Payne: Lütfen ona bak ve ne hissettiğini söyle.
Monika: Daha da çok öfkeleniyorum, ona bakmak istemiyo­
rum ve' kendimi çok rahatsız hissediyorum.

Payne onun kim olduğunu söylemeden bir Alman Nazi için bir
temsilci seçer ve onu da sessizce takımyıldıza yerleştirir. Payne
bunu tüm ulusların eşitliğini göstermek istediği için yapar ve
Manika da Alman olduğundan bu onun o teröristi kabullen­
mesine yardımcı olabilir.

Payne: Bu adam buraya geldiğinde ne hissettin?


Monika: Kötü, çok daha kötü, ona bakmaya dayanamıyorum.
Payne: Birinci adama bak, o bir terörist. Diğer adamı işaret
ederek şöyle de "Bunlar benim halkım, biz de benzer şeyler
yaptık. "
Monika: Bunlar benim halkım, biz de benzer şeyler yaptık.
(Payne'e döner) Şimdi kendimi biraz daha iyi hissediyorum.
Payne: Bu ikinci adamın kim olduğunu biliyor musun? O bir
Nazi, o sana da ait.

Payne gruptan iki kadın temsilci seçerek onları teröristin ve


Nazi 'nin eşlerini temsil etmeleri için onların yanına yerleştirir.

M: Monika
TK: Teröristin Karısı*
NK: Nazi 'nin Karısı
N: Nazi
2. K: Kadın Kurban
'Bireyfe.rin, Ylife.fe.rin ve 'l[usfarın 'İy ikşmesi
*Teröristin bir eşi olup olmadığını bilemeyiz . Bu temsil, Nazi için
olduğu gibi, onun "ailesini" simgeliyor olarak alınabilir.

Payne: Bu adamların yanında duran kadınlara bak, onları


gördüğünde ne hissediyorsun?
Monika: Üzüntü, büyük bir üzüntü duyuyorum.
Payne: Onlar bu adamların, yani bir teröristin ve bir Nazi'
nin eşleri.
Monika: Onlar birden çok insani göründüler; artık bu adam­
lara bakabilirim. Aslında onların hepsi için üzüntü duyuyo­
rum.
Payne: Şimdi kadın kurbana bak, ne hissediyorsun?
Monika: Daha farklı hissediyorum, daha fazla kabullenme his­
sediyorum, hfila çok üzgünüm ama daha huzurluyum.

Payne Manika 'nın temsilcisinin yerine danışan Manika yı ge­


çirir. Onu tüm diğer temsilcilerin karşısına yerleştirir.

Payne, Danışan'a: Gördüğün gibi, hepsi insan ve onlar ortak


ve çok zor bir kaderi paylaşıyorlar ve bu eşitlik getiriyor.
Danışan: Bu çok üzücü. Sen teröristi, özellikle de Nazi'yi içe­
ri soktuğunda sana kızmıştım. Ben ülkemin tarihine bakmayı
hiç istememiştim; Alman olmamak için çok uğraştım, mira­
sımdan hep utandım.
Payne: Onlara bakıp, " Hepiniz ortak bir kaderi paylaşıyorsu­
nuz, her birinize kalbimde bir yer veriyorum" de ve önlerinde
saygıyla eğilerek onları selamla.
Danışan: Hepiniz ortak bir kaderi paylaşıyorsunuz, her biri­
nize kalbimde bir yer veriyorum.
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Danışan: Daha hafiflemiş, çok daha hafiflemiş hissediyorum.
Hepsi için, terörist için bile üzülüyorum. İlk kez onu bir insan

1 78
11 'Ey[ü[<jörüntüleri
olarak görüyorum, karısının orada durması tüm farkı yarattı.
Eğer onun çocukları varsa onlara da sevgilerimi yolluyorum.
Payne: Birinci kadın kurbana bak; onun nasıl gülümsediğini
görüyor musun?
Payne, 1. Kadın Kurban'a: Şimdi sen kendini nasıl hissedi­
yorsun?
1. Kadın Kurban: Kendimi ferahlamış hissediyorum, onun
(danışan) için mutluyum, artık gidebilirim ve kendimi özgür
hissediyorum.
Payne, Danışan'a: Gördüğün gibi, onlara yapıştığımızda öl­
müşlerimize hizmet ediyor olmayız. Bu öyküde doğru ya da
yanlış yoktur, bu sadece olanın bir öyküsüdür ve olan değişti­
rilemez. Tüm bu insanları bir araya getiren kader bireyler ola­
rak bizden çok daha büyüktür. Ona karşı koymamızın hiçbir
yararı olmaz, ona ancak boyun eğebiliriz. Bu da özgürlük ve
huzur getirir.

Manika temsilcilere doğru yürür ve Nazi ile terörist de dahil


olmak üzere her birine sarılır. Gruptakiler bu görüntüden de­
rin bir biçimde etkilenirler.

Sonuç

Böyle olaylar vuku bulduklarında, onlara karşı direnmemiz


doğaldır. Ancak, birçoğumuz çoktan olup bitmiş olan olaylara
karşı direnmeyi sürdürürüz, ama onları değiştirmek için yapa­
bileceğimiz hiçbir şey yoktur. Bu direniş "Ben herhangi bir şey
yapamayacak kadar güçsüzdüm" ya da "Bu olay asla olmama­
lıydı" gibi düşünceler içeren duygulardan kaynaklanır. Olana
direnmek böyle olayları yaratan daha büyük kadere boyun eğ­
mekten çok daha fazla enerji alır.
Monika'nın çözümü ya da iyileşmesi o kurbanlardan biri-

179
'.Bireyferin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın iyifeşme.si
ne, "Size yardım etmek için yapabileceğim hiçbir şey yoktu"
diyebildiğinde başlamıştı. Bu iyileştirici cümle Monika'nın oda­
ğını onun gerçekten de yapabileceği hiçbir şeyin olmadığı ol­
gusuna, bu değişmez olguya getirmişti. O zaman Monika piş­
manlık ya da vicdan azabı duyması için hiçbir neden bulunma­
dığını idrak ettiğinden suçluluk duygusu da yok olmaya başla­
mıştı. Pişmanlık ya da vicdan azabı olmadan gerçek bir suçlu­
luk da olmaz, sadece bir illüzyona dayanan bir suçluluk olabi­
lir.
En sonunda, Monika teröristlerin de insan olduklarını ve
eylemlerinin sonuçlarına kendilerinin ve ailelerinin katlanmak
zorunda kalacaklarını görebilmişti. O anda -ataları Alman ol­
dukları için değil- teröristleri insan olarak görüp kucaklayabil­
diği için onlarla eşit olmuştu. Bu, direndiğimiz şeyi ya da, di�
rendiğimiz kişileri kendimize eşit görebilmek Ruhumuz'u do­
laşıklık bağından kurtarır; bu inayet tarafından kucaklanan,
gerçekten kibir kırıcı bir deneyimdir.

Ailem 1 1 Eylül'den sonra parçalandı


Laura üç çocuk annesi bir kadındı. Kayınbiraderi 1 1 Eylül'de
Dünya Ticaret Merkezi'nde görevini yaparken ölen New York­
lu bir itfaiyeciydi.

Danışan (Laura): Kayınbiraderim 1 1 Eylül'de Dünya Tica­


ret Merkezi'nde öldü. O bir itfaiyeciydi. Ondan sonra her şey
paramparça oldu. Kocam birkaç gün ortadan kayboldu; onun
nerede olduğunu hiç bilmiyordum. Daha sonra onun kardeşini
bulmak için enkazı kazdığını öğrendim (ağlar). Bu haftalarca
sürdü. O kardeşini bulmayı kafasına takmıştı, ebeveynlerini
arayıp müjdeyi verebilmesi gerektiğini düşünüyordu. En so­
nunda ebeveynlerine hiçbir umudun kalmadığını söylemek zo-

1 80
11 'Eyfül (jörüıtüferi
runda kalması onu çok üzmüştü. Onun tüm karakteri değiş­
mişti, o artık benim evlendiğim adam ve çocuklar için alıştık­
ları babaları değildi; hepimiz ıstırap çekiyorduk.
Payne: Hfila evli misiniz?
Danışan: Evet, kocamı terk etmeyi birkaç kere düşünmüş ol­
sam da onu sevmekten hiç vazgeçmedim. Bu her ikimiz için de
korkunç bir zamandı.
Payne: Şimdi durum nasıl?
Danışan: Üç yıl sonra durum hemen hemen normale döndü,
ama bazen öfke ve içerleme hissediyorum. Yaşamak zorunda
kaldıkları durumdan ötürü çocuklara karşı da suçluluk duyu­
yorum. Onlar sadece amcalarını değil, birçok bakımdan baba­
larını da kaybettiler ve bu yüzden kaygılanıyorum.
Payne: Kocan da şu anda burada mı?
Danışan: Evet, yanımda oturuyor.
Payne: Öyleyse onu da buraya çağıralım.

Laura 'nın kocası James gelip karısının yanına oturur.

Payne, James'e: Karının söyledikleri hakkında ne düşünü­


yorsun? Onun söylediklerine bir şeyler eklemek ister misin?
James: Evet, o doğruyu söylüyor, her şey paramparça oldu.
Payne: Bu konu üzerinde direkt olarak çalışmak ister misin?
James: Evet, o yüzden bu seminere karımla birlikte gelmeyi
kabul ettim. Ben durumun düzelmesini istiyorum.
Payne, Laura ve James'e: Pekfila, öyleyse başlayalım. Şim­
di kendiniz, çocuklarınız, 1 1 Eylül'de ölmüş olan erkek kardeş
için birer temsilci seçin. İkinizden kimin takımyıldızı oluştu­
racağına karar verin.

181
'Bire!fkrin, .91.ife.krin ve 'Ufusfarın Z!fikşmesi

1
JK: James'in Kar�eşi
J: James
L: Laura
1 . E: Birinci Erkek Evlat
K: Kız Evlat
2. E: İkinci Erkek Evlat

Bu takımyıldızın oluşumundan hemen şu aşikar oldu ki Ja­


mes ailesine sırt çevirip sadece erkek kardeşine bakarken, anne
tek başına durup çocuklara bakıyordu.

Payne, James'e: Bu oluşumu gördüğünde ne hissettin? Sen


ailene hiç bakmıyorsun, sadece kardeşine bakıyorsun.
James: Evet, durum böyleydi. Bu oluşumu görmek benim için
zor, bu beni üzüyor.
Payne: Peki, neler olacağını görelim.
Payne, Birinci Erkek Evlat'a: Burada durum senin için na­
sıl?
Birinci Erkek Evlat: İyi değil. Babamı hiç göremiyorum. Bir
hayli gerilim hissediyorum.
Payne, Kız Evlat'a: Burada durum senin için nasıl?
Kız Evlat: Annemi rahatça görebiliyorum ve bu iyi bir şey,
ama aynı zamanda babamın başının arkasına odaklanıyorum.
Biraz korku hissediyorum.
Payne, İkinci Erkek Evlat'a: Sen nasılsın?
İkinci Erkek Evlat: Kendimi bir bakıma bağlantısız, kopuk
gibi hissediyorum, annemi görebiliyorum, ama babam uzakta,
kendimi ondan kopmuş ve biraz rahatsız hissediyorum.

182
11 'Ey{üf (jörüıtüleri
Payne, Laura'ya (temsilcisine) : Sen nasılsın?
Laura: Arka tarafımda büyük bir ağırlık hissediyorum. Ço­
cuklarımı görebildiğim için kendimi iyi hissediyorum, ama ar­
kamda bir ağırlık var.
Payne, James'e (temsilcisine) : Sen nasılsın?
James: Çok kötü. Bir sisin içinde gibiyim, ama aynı zamanda
erkek kardeşime odaklanıyorum.
Payne: Dönüp bir an için karına bak.
James: Bu zor.
Payne: Kardeşine bakıp de ki, "Bizi bıraktığın gün korkunç­
tu, seni bırakmak çok zor oldu . "
James: Bizi bıraktığın gü n. . . (temsilci gözyaşlarına boğularak
James'in kardeşinin temsilcisine sarılır. İki adam birbirlerine
sarılarak yüksek sesle ağlarlar. )
Payne, Laura'ya: Lütfen bir a n dönüp kocana v e kayınbira­
derine bak.

Laura 'nın temsilcisi onlara baktığında duyduğu üzüntüden


neredeyse yere düşecek gibi olur; sonra kocasının ve kayınbira­
derinin yanına giderek onlara sarılır. İki danışan, Laura ve
James de koltuklarında oturmuş temsilcilere bakarak ağlar­
lar.

Payne, James ile Laura'ya (danışanlara): Kardeşinin ka­


lıntılarını buldular mı? Uygun bir cenaze töreni yapıldı mı?
James: Hayır, ölen itfaiyecilerin anısına bir tören yapıldı, or­
tada gömecek bir şey yoktu.

Payne, James 'in kardeşinden bir mezardaymış gibi sırtüstü


yere uzanmasını ister. James ve Laura 'nın temsilcilerinin yeri­
ne danışanları geçirir ve onlardan mezarın yanında durmala­
rını ister. İkisi birbirlerine sarılarak ağlarlar. Çocukların tem­
silcileri de ebeveynleriyle birlikte ağlamaya başlarlar.

1 83
'Bireyferin, Jl.ifeferin ve 'l[usfann 'İy ileşme.si
Payne, Laura ile James'e: Dizlerinizin üzerine çöküp ona
dokunun. Onun mezarda bulunduğunu hissedin.

Bu tüm semineri etkileyen çok dokunaklı bir sahnedir. Bir sii­


re sonra, Payne erkek kardeşten, James 'ten ue Laura 'dan aya­
ğa kalkıp birbirlerine bakmalarını ister.

Payne, Erkek Kardeş'e: Erkek kardeşine bakıp de ki, "Se­


nin bir ailen var, sevgili kardeşim. Bu benim kaderim ve onla­
rın sana ihtiyaçları var."
Erkek Kardeş: Senin bir ailen var, sevgili kardeşim. Bu be­
nim kaderim ve onların sana ihtiyaçları var.
James: Bu doğru. Ben bu durumu değiştirmeye çalışıyordum
(ağlar) ama yapamıyordum.
Payne, James'e: Şimdi erkek kardeşine de ki: " Seni ölüme
bırakıp karıma ve çocuklarıma gideceğim. "
James: Benim için "Seni ölüme bırakacağım" demek zor.
Payne: Bunu söylemeye çalış ve ne olacağını gör.
J ames: Seni ölüme bırakıp karıma ve çocuklarıma gideceğim.
Payne, Erkek Kardeş'e: Kardeşin James sana bunu söyle­
yince ne hissettin?
Erkek Kardeş: Kendimi daha iyi hissettim.
Payne: Şimdi James'e de ki, " Bu benim kaderimdi, kimsenin
yapabileceği bir şey yoktu, ben gitmek zorundaydım. "
Erkek Kardeş: Bu benim kaderimdi, kimsenin yapabileceği
bir şey yoktu, ben gitmek zorundaydım.
Payne: Şimdi ne hissediyorsun?
Erkek Kardeş: Bu bana doğru geliyor, bunu söyleyince çok
ferahladım.
James: Bunu işitmek benim için zor, ama onun doğru oldu­
ğunu biliyorum.

Payne takımyıldızı James ve Laura 'nın çocuklara bakacağı,

1 84
11 'Ey[üf Çjörüıtüle.ri
erkek kardeşin de James 'in yanında ama biraz arkada dura­
cağı şekilde yeniden oluşturur.

Payne, Çocuklara: Şimdi nasılsınız?


Birinci Erkek Evlat: Çok daha iyi, şimdi babamı görebiliyo­
rum. Amcamı görmek de çok güzel.
Kız Evlat: Amcamı gördüğüm için ve özellikle annemle baba­
mı birlikte gördüğüm için mutluyum.
İkinci Erkek Evlat: Şimdi kendimi önceki gibi kopuk değil,
bir ailenin bir parçası olarak hissediyorum.
Payne, Jaınes'e: Erkek kardeşini işaret ederek çocuklarına
de ki, "Bu benim kardeşim, sizin de amcanız. O bizi genç yaşta
terk etti ; ama hfila o amcanız olarak size aittir. "
James: Bu benim kardeşim, sizin de amcanız . O bizi genç yaş­
ta terk etti; ama hala o amcanız olarak size aittir.
Payne, Erkek Kardeş'e: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Erkek Kardeş: Hoşnut ve mutlu hissediyorum; şimdi onları
hep birlikte görmek güzel.

Takımyıldız bu noktada sona erer.

1 85
'.Bireylerin, .5'1.ifeferin ve 'Ufusfarın 1-yifeşmesi
Sonuç

James için çözüm, kısmen, kardeşinin ölmüş olduğunu ve ya­


pabileceği hiçbir şeyin bu durumu değiştiremeyeceğini ka):ul
etmekti . Ailenin gömebileceği hiçbir kalıntı olmadığı için ben
burada cenaze töreni sahnesi yaratmayı seçmiştim. Bu cenaze
töreni ölümü James'in gözlerinde daha gerçek kılmış, kardeşi­
nin kaderini kabullenebilmesini mümkün kılmış ve bu da o­
nun bir kez daha karısına ve üç çocuğuna bakabilmesi için öz­
gürleştirmişti.

1 86
6

IRK AYRIMININ MİRASI

Irk ayrımı ışığında sormamız gereken birçok soru var: Beyaz


Güney Afrikalılar siyah topluma karşı duydukları suçlulukla
nasıl başa çıkabilirler? Beyaz Güney Afrikalıların siyah toplu­
ma karşı suçluluk duygularını yenmek ve onlara kalplerinde
özel bir yer vermek için ne yapmaları uygundur? Siyah, renkli
ve Asyalı toplumlar beyaz toplumun suçluluk duygusuyla na­
sıl başa çıkabilirler? Biz şunun farkında olmalıyız ki, hangi
ırktan olurlarsa olsunlar, tüm bireyler böyle bir rejimin hem
katılımcıları hem de kurbanlarıdır. Beyaz insanlar siyah bi­
reylere karşı suçluluk duygusuyla davrandıklarında, siyah top­
lumun atalarının böyle bir zorluk ve sıkıntıya dayanmak için
�ahip oldukları içsel kuvvete saygısızlık etmektedirler. Buna
ek olarak, siyah insanlar tüm beyaz insanları sadece suçlu
olarak gördüklerinde, sadece kendileri de suçlu olma riskini
almamakta, ayrıca kendi atalarının erdemlerine ve kuvvetle­
rine karşı saygısızlık da etmektedirler. Biz bizden önce gelmiş
olanların, atalarımızın çektikleri ıstırap yüzünden bir gruptan
nefret ettiğimizde, kendimizi güçsüzleştiririz. Özünde, atala­
rımızın metanetlerini kabul ve tasdik etmek yerine, onları
kurbanlar olarak tanımlayıp damgalarız . Ebeveynlerimizin ve
önceki kuşakların kaderine gerçekten saygı gösterdiğimizde,
onlardan kuvvet kazanırız . Onlar artık ayaklar altında ezilip

187
'Bireyferin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
çiğnenmiş olmazlar; onlar her şeye dayanmış gururlu ve güçlü
insanlar statüsüne yükselmiş olurlar. Aynı şekilde, siyah in­
sanların -o zamanlar iş başındaki kuvvetlerin bireylerin topl,a­
mından daha büyük olduğunu anlayarak- beyaz toplum tara­
fından taşınan suçluluk duygusunun yüküne saygı gösterme­
leri önemlidir. Olana (ya da olmuş olana) direnmek sadece
odaklanma yaratır ve bu odaklanma daha sonra o durumu
sürdürür. Biz bir gruba ve onun torunlarına suçlular olarak
odaklandığımızda, kendimizin ya da diğerlerinin kurbanlık sta­
·
tüsünü sürdürüyor oluruz. Şunu da söylemek doğru olur ki,
ortada suçluların olabilmesi için kurbanların da bulunması
gerekir; bu daha büyük kader dansıdır. Öyleyse, biz geçmişte
kurban olmuş olanların kaderine gerçekten saygı gösterdiği­
mizde, bu ister gerçek güç olsun, ister suçlulara bilincimizde
vermiş olduğumuz güç olsun, suçluların gücü azalır.
Biz Ruh düzeyinde çalıştığımızda, bu çalışmaya herkes
dahil edilir, hiç kimse dışlanmaz, suçluların görünen suçu bü­
yük bir şefkatle görülüp hissedilir ve o zaman suçlular ve kur­
banlar birlikte, bir olarak yas tutup ağlayabilirler. Bu en yük­
sek ifadesiyle sevgidir ve o bizi esaretten kurtarır. Biz suçlula­
rı kalbimizden dışladığımızda, onlara bağlanır ve onları bir bi­
çimde taklit etmeye mahkum oluruz. Aile Takımyıldızları ça­
lışması, bir suçlu dışlandığında -o insandan daha aşağı ya da
"kötü'', "yanlış" olarak görüldüğünde- Ruh'un denge talep et­
tiğini ve bunu içimizde suçlunun enerjisini tezahür ettirerek
yaptığını gözler önüne serer. Dünyaya baktığımızda, rejimle­
rin, ırksal nefretin ve daha büyük bir grup tarafından marji­
nalleştirmenin kurbanları olmuş olan birçok insan grubunun
kendi içlerinde o suçluların niteliklerini tezahür ettirmiş ol­
duklarını görürüz. Onlar kendilerine zulmetmiş olanların ey­
lemlerini, düşüncelerini ve inançlarını taklit etmiş, kendileri-

1 88
1r{lyrımının :Mirası
nin "haklı ", diğerlerinin "haksız" oldukları görüşünü benim­
semiş, bunu "haksız" olanlara "haklı " olanlara zulmedildiği
biçimde zulmetme boyutuna dek götürmüşlerdir. Eski suçlula­
rın vicdanları tamamen rahat bir biçimde davranmış oldukları
gibi, zulüm görmüş olanlar da ayaklanıp vicdanları tamamen
rahat bir biçimde zulmederler. Onlar eylemlerini haklı görür­
ler ve böylece bu kısır döngü sürüp gider, ta ki biz Ruh 'un -
onlar hangi gruba ait olurlarsa olsunlar- tüm Ruhları dahil
eden hareketini yaptığımız ana dek.
Gaddarlık, adaletsizlik ve zulüm yaratabilecek olan şey
bir gruba ait olma duygusudur. Bireyler olarak, her birimiz -
bu ister bir aile, kültür, din, ister siyasi bir grup, ırk ya da et­
nik grup olsun- bir gruba aitizdir. Daha büyük bir grubun bir
parçası olarak, birçokları o grubun içinde kalabilmek ve onun
bir üyesi sayılabilmek için vicdanları rahat bir biçimde grubun
hareketine göre davranırlar. Normalde toplumun sevecen ve
şefkatli üyeleri olarak görülen bireylerin dünyada -ırk ayrımı
da dahil olmak üzere- birçok adaletsizliği rahat bir vicdanla
yaptıklarını gözlemlemek ilginçtir. Peki, bu neden olur? Vic­
danı belirleyen şey bir grubun üyesi olmaktır. Her bir grubun
neyin iyi, neyin kötü olduğu hakkında kendi kuralları vardır
ve her bir üye o grubun bir parçası olarak kalabilmek, o gruba
ait olabilmek için o standartlara uyacaktır. Kolektif bir vicda­
nın zıddı yönde hareket ederek bir gruptan atılmayı göze ala­
bilecek bireye çok nadiren rastlanır. Ancak bir grubun kolek­
tif Ruhu harekete geçip de adaletsizliği gözler önüne serdiğin­
de o gruptaki bireyler gruplarının eylemlerini -klan, kabile,
ulus ya da siyasi grup tarafından oluşturulmuş standarttan
yoksun bir biçimde- gerçeğin ışığında görmeye başlarlar. Bu
olduğunda rahat bir vicdanla yapılmış olan her şey doğal suç­
luluk duygusunun -bir başka Ruh bir eşit olarak onurlandırıl-

1 89
'13ireykrin, .Yl.ikkrin ve 'l.lfusfarın 'İ.y ife.şmesi
madığında ve kabul edilmediğinde Ruh'un içinden tezahür
eden bir suçluluk duygusunun- bakış açısından deneyimlenir.
Biz bir gruba ait olduğumuzda, bizden daha büyük ol �n
kuvvetler iş başındadır. Biz onlarla birlikte sürüklenir ve ken­
di grubumuzun doğru-yanlış, iyi-kötü tanımını neredeyse hiç
sorgulamadan kabul ederiz. Siz bir gruba ait olmanın kötü bir
şey olduğu sonucuna varabilirsiniz . Gruplar ne iyi ne de kötü­
dürler; onlar insanlığın ve bireylerin kim olduklarını tanımla­
ma biçimleridir. Bu bireyler Katolik ya da Musevi, Zulu ya da
Xhosa kabilesinden, Afrikalı ya da İngiliz, Siyah, Renkli, ya da
Beyaz , Hintli ya da Çinli, erkek ya da kadın, sağcı ya da solcu,
liberal ya da tutucudurlar. Biz bir gruba ait olduğumuzda, ait
olma ihtiyacı duymaktayızdır; bilinçli ya da bilinçsiz bir biçim­
de o grup bizim kim olduğumuzu tanımlar. Hepimiz grubu­
muzdan atılmamızın başımıza gelebilecek en kötü kader oldu­
ğunu hissederiz. Bu yüzden, grubun tüm kolektif emir ve fer­
manlarını sadakatle -rahat bir vicdanla- grubumuzun haklı ol­
duğuna ve bizim irademizi doğru yönde kullandığımıza ger­
çekten inanarak yerine getiririz . Bu dinamik, grubumuzun
hayatta kalmasının bizim onu rakip gruplara karşı savunma­
mıza ya da diğer gruplara hükmetmemize bağlı olduğu şeklin­
deki ilkel deneyim olarak insanlığın psişesinin derinliklerinde
yaşar. Bu tarih-öncesi bebek-Ruh dönemine dek dayanır. Yine,
iyi insanlar olduklarına inanan bireyler bu dünyada rahat bir
vicdanla bir hayli adaletsizlik ve " kötülük" yaparlar; onlar sa­
dece kendi gruplarının emirlerini yerine getirmektedirler.
Ruh'un bir hareketi bu kısır döngüyü kırar. Ruh her şeyi
eşit olarak dahil etmeye çalışır . . . aslında bunu talep eder. Öy­
leyse biz bu hareketi nasıl yaparız? Biz bunu kalbimizde hem
kurbanlara hem de suçlulara bir yer vererek ve herkesi eşit
görerek yaparız . Bunu yapmadığımızda, bunun hem kendi ya-

1 90
1rl(Jtynmının Mirası
şamlarımızı etkileyen, hem de birçok kuşağı kapsayabilen, bi­
ze atalarımızın kaderini getiren ya da bu kaderi çocuklarımıza
ve gelecek kuşaklara geçiren uzak-erimli sonuçları olur. Bazı­
ları bunu karma olarak görürler, ama özünde, tarihin tekrar­
lanmasını yaratan şey Ruh'un denge talebidir. Bu kurbanlarla
ya da suçlularla özdeşleşme veya onları kalbimizden atma sü­
reciyle işler. Örneğin, eğer büyük-ebeveynlerimizden biri bir
adaletsizlik yapmışsa ve biz onu ya da kurbanlarını yadsıya­
rak onu dışlamışsak, o zaman biz ya da çocuklarımız görün­
meyen bir kuvvet tarafından yönetilir gibi aynı eylemleri tek­
rarlayabiliriz. Bu şekilde, Ruh unutulmuş, yadsınmış ya da
reddedilmiş olanı içimizde görünür kılmaya çalışır. Aynı şekil­
de, böyle bir adaletsizliğin kurbanları yadsındıklarında, biz
aynı adaletsizliği, aynı eşitsizliği ve zulmü çekmeye mahkum
olabiliriz. Yine, bu Ruh'un yadsınmış olanı görünür kılışıdır.
Bu kesinlikle bir "ceza" ya da kendi dışımızdaki bir kuvvet ta­
rafından verilmiş bir karar değildir, bu içimizin derinliklerin­
den kaynaklanan ve direnemeyeceğimiz bir harekettir . . . bura­
da Ruh eşitlik talep etmektedir.
Bu dinamiği Aile Takımyıldızları yöntemiyle deneyimle­
diğimizde kurbanların ve suçluların bir biçimde birbirlerine
ait olduklarını açıkça görürüz . Bu birçok kere gözlemlemiş ol­
duğumuz garip bir fenomendir. Kurbanlar ve suçlular kader­
lerinin birbirine daha büyük bir kuvvet tarafından bağlandığı
biçimde birbirlerine bağlıdırlar. Bu daha büyük kuvvetler bir
gizemdir, ama onlar hissedilip deneyimlenebilirler ve böyle
kuvvetlerin sonuçları herkesin görebileceği şekilde görünür­
dürler. Bizler bireyler olarak -belki iki taraftan birinin torun­
ları olarak- iş başındaki daha büyük kuvvetleri kabul etmedi­
ğimizde ve diğer Ruhların kaderlerine saygı göstermediğimiz­
de, bu Ruhlar, özellikle kurbanların Ruhları bundan rahatsız

191
'Bireykrin, .91.ikkrin ve 'U{usfarın 'İy ileşmesi
olur ve huzur bulamazlar. Biz Ruh'un bir hareketiyle meşgul
olduğumuzda, dahil olan herkesin önünde derin bir saygıyla
eğildiğimizde, inayet en mükemmel biçimde tezahür ederek
havaya tatlılık ve işitilebilir, adeta elle tutulabilir bir sessiz Ü k
katar . . . çünkü bu Ruh'un dilidir.
Örneğin, birisi şiddetli bir suçun sonucunda öldüğünde,
çoğu kişi kurbanla özdeşleşir ve suçlunun Ruhu 'nu tümüyle
dışlar. Suçlunun insan ırkının bir üyesi olduğu yadsınır ve o
birçok düzeyde dışlanır. Böyle vakalarda, bir kurbanın -suçlu­
nun insanlığını ve kurban ile suçluyu birbirine bağlayan kade­
ri yadsımış olan- eşi, çocuğu, ebeveyni ya da kardeşi suçlunun
enerjisini kendi içinde taşımaya mahkum olur. Bu bir sonraki
kuşağa dek aşikar olmayabilir; sonraki kuşaktan bir torun diz­
ginleri kolayca ele alıp suçluyu temsil edebilir; o bunu aileden
"yüzkarası" olarak atılabilecek boyutta yapabilir ya da sadece
aynı veya benzer bir eylemi tekrarlayabilir. Bu herkes için ta­
şınması zor olan, ama Aile Takımyıldızı çalışmasıyla ortadan
kaldırılabilecek olan bir kaderdir.
Biz Ruh çalışmasıyla meşgul olurken, o suçlamanın ötesi­
ne geçer ve hem suçluyu hem de masumu en derin düzeyde
onurlandırır. Suçlunun kaderi alçakgönüllülükle gerçekten
onurlandırıldığında, o bizim üzerimizdeki gücünü yitirir. Kur­
banların kaderi de aynı şekilde onurlandırıldığında, onların
Ruhları -sanki kurban olma pozisyonundan bir eşitlik konu­
muna yükseltilmiş gibi- tekrar gerçek güçlerini kazanırlar; bu
bizim için de bir kuvvet kaynağı haline gelebilir. Güney Afri­
ka'nın iyileşmesi bizim yaşamın olgularına yadsımalardan ve
bahanelerden yoksun bir biçimde çırılçıplak bakabilmemizde
yatmaktadır. O bizim olanı gizlisiz saklısız biçimde kabul ve
tasdik edebilmemizde ve saklı olanı gün ışığına çıkarabilme­
mizde yatar. O her bir kişiye kalbimizde bir yer verebilmemiz-

1 92
1r/(.Jl!frımının Mirası
de ve tüm ulusumuzun bizden çok daha büyük bir kuvvet ta­
rafından, bir gizem olarak kalsa da yine de hissedilen bir kuv­
vet tarafından yönetilen daha büyük kaderinin önünde saygıy­
la eğilebilmemizde yatar.

Siyah Toplum
Irk ayrımının geçmişteki yasalarının bazı etkileri karışık-ırk
çiftlerinin yaşadıkları zorluklar ve siyah ailelerin parçalanıp
ayrılmalarıydı. Çok sık bir biçimde biz siyah aile yaşamının
yapısının sadece sömürgeciliğin etkilerinden ve kabile sistemi­
nin çöküşünden dolayı değil, aynı zamanda annelerin ve baba­
ların aile evlerinden çok uzakta çalışmalarının sonucunda bo­
zulmuş olduğunu görüyoruz. Çoğu kez anne beyazların banli­
yödeki evlerinde hizmetçilik yaparken ve çocuklarını yanında
tutamazken, baba bir madenci, çiftçi ya da bahçıvan olarak ça­
lışıyor, çocuklarını yanında tutacak maddi güce sahip olamı­
yor, hatta onları sık sık ziyaret edemiyordu . Trajik bir biçimde
görünür olan şey şuydu ki, kültürün ve kabilesel yapının yiti­
rilmesinin bir sonucu olarak, birçok siyah adam kim oldukları
duy� sunu da yitirmişti. Çoğunlukla anneleri ya da büyükan­
neleri tarafından yetiştirilmiş olduklarından, onlar babaların­
dan miras alacakları kuvvetten ve ait olma duygusundan yok­
sun kalmışlardı. Benzer biçimde, bu etkiler zorla köleleştirme­
nin vuku bulduğu, erkekler ile kadınların birbirlerinden siste­
matik biçimde ayırıldıkları, böylece doğal ailelerin oluşumuna
izin verilmeyen yıllarda Afrikalı-Karayiplilerde ve Afrikalı­
Amerikalılarda da gözlemlenebilir. Buna ek olarak, o zamanki
cezalandırıcı sistemle siyah insanların atalarının birçoğu tut­
sakçıları tarafından öldürülmüş ve tecavüz edilmiş ve tutsakçı­
ların hiçbiri bu eylemlerinden sorumlu tutulmamışlardı.

1 93
'Bireyfe.rin, Jlife.fe.rin ve 'Ufusfarın 1yife.şmesi
Aile Takımyıldızı çalışmasının siyah insanlara Biliş Alanı
ve temsilcilerin kullanımı yoluyla sunabileceği çözüm bu bi­
reyleri bir kez daha babalarına ve kabilesel miraslarına ba�la­
yarak onlara kullanabilecekleri bir kuvvet kaynağı vermektir.
Kabile insanları sömürgeciliğin ve kentleşmenin sonucunda
ruhsal, kültürel ve maddi yoksulluğa düşürüldüklerinde so­
nuçlar çok yıkıcı olur. Onlar artık kabile topraklarına değil,
Üzerlerine bindirilmiş ve Ruhları için çok az anlam içeren ya­
bancı bir servet yaratma sistemine sahiptirler. Onlar sömür­
geci efendilerine boyun eğdiklerinde, kabile toprakları, gele­
nekleri, geçim vasıtaları ve onlarla birlikte aile yaşamının özü
ve yapısı ellerinden alınır. Dünyanın her yanındaki yerli halk­
lara sistemik bir görüş noktasından baktığımızda, birçoğunun
yoksulluk, alkolizm, uyuşturucu bağımhlığı ve bunlardan kay­
naklanan suçlarla boğuşmaları şaşılacak bir şey değildir. Çok
doğru bir anlamda, burada yoksulluk ve onun sonuçları ruhsal
yoksullaşmanın sonucudur.
Siyah toplumdaki birçok kişinin modern bir Güney Afri­
ka'nın yeni yapılarına katılabilmesi için, iki içsel hareketin
meydana gelmesi gerekir. Birincisi, onlar atalarını köleler ola­
rak algılamak yerine, her şeye dayanmış güçlü insanlar olarak
algılamalı ve onları böyle onurlandırmalıdırlar. İkincisi, onlar
hem sömürgeciliğin hem de ırk ayrımının getirdiği gizli arma­
ğanları görmelidirler. Batı Avrupa bağlamında şöyle bir örnek
verebiliriz: Roma İmparatorluğu o toprakları birkaç yüzyıl bo­
yunca demir bir yumrukla yönetmiş, Avrupa'nın birçok bölge­
sindeki büyük çoğunluğu köleleştirmiştir. Roma İmparatorlu­
ğu 'nun mirası ve armağanları diller, kültür, din ve Batı Avru­
pa'nın mimarisidir. Bu imparatorluk acımasız bir biçimde hük­
metmiş olmasına karşın, Hıristiyanlık da dahil olmak üzere,
her Batı Avrupalı'nın kendi kültürü olarak tanımlayıp aziz

1 94
1.r/Ul.yrımının Mirası
tuttuğu hemen h�r şeyin kökeni büyük ölçüde Roma İmpara­
torluğu 'na dayanır. Dolayısıyla, Batı Avrupalıların Roma İm­
paratorluğu'nu ondan hiçbir hayrın gelmediği kötU bir şey ola­
rak damgalayıp reddetmeleri onların bugün kim olduklaFını
yadsımaları anlamına gelir.
Aynı şekilde, siyah Güney Afrikalıların kendilerine zorla
kabul ettirilmiş Avrupa kültürünün bir gün özgün bir Güney
Afrika kimliği yaratacak bir yaşam biçiminin ve değerler dizi­
sinin bir parçası olacağını görmeleri önemlidir. Güney Afrika'
nın modern yapısına baktığımızda, ırk ayrımını Yeni Güney
Afrika'nın babası olarak onurlandırmak zorundayız . Tıpkı Av­
rupa' da savaşın barışın babası olmuş olması gibi, aynı şey ırk
ayrımının karanlık günleri için de geçerlidir. Şu soruyu sor­
mak zorundayız : Eğer ırk ayrımı rejimi hiç var olmasaydı Yeni
Güney Afrika ne tür bir yapıya sahip olacaktı? Tıpkı Avrupa
tarihindeki en karanlık günlerin bazılarının kadınlar için eşit­
liğin, çocuk haklarının, modern çalışma yasalarının, üç yüz
milyonu aşkın insanın tek bir para birimine sahip olduğu bir
Avrupa Topluluğu 'nun bulunduğu bir çağı getirmiş olması gi­
bi, aynı şey savaşlardan ve despotik siyasi rejimlerden ortaya
çıkmış olan birçok ülke için de geçerlidir.
Kadere ve tarihin akışına baktığımızda, en kötü dönemle­
rin bazılarının devasa kültürel ve sosyal değişimler için bir
başlangıç ve katalizör görevi yapmış olduğunu açıkça görürüz . .
Irk ayrımı da bu bağlamda hiç farklı değildir. Tarihe onun bu­
günkü kimliğimizi yaratması açısından bakmamız gerekir. Ata­
larımızın mücadeleleri bugün bizim daha özgür bir dünyada
yaşamamızın yolunu açmıştır ve eğer bu mücadeleler olmasay­
dı taş devrinden bu yana bu kadar çok tekamül edememiş ola­
bileceğimizi hayal edebiliriz. Öyleyse savaşlar ve rejimler her
zaman kötü bir şey midirler? Net sonuçların perspektifinden

1 95
'.Bireylerin, Jlifeferin ve 'Ufusfarın iyileşmesi
baktığımızda, tarihin ve miras almış olduğumuz kaderin yar­
gıç olmasına izin vermeliyiz .

Nelisiwe
Payne, Danışan'a (Nelisiwe'e): Bugün hangi konuda çalış­
mak istersin?
Danışan: Ailem için kaygılanıyorum. Ben karışık bir evlilik­
ten geliyorum, kocam beyaz ve ırk ayrımı yılları esnasında bü­
yük zorluklar yaşadık. Üç oğlumuz var ve onlar için kaygılanı­
yorum.
Payne: En çok hangi konuda kaygılanıyorsun?
Danışan: Onların siyah bir anne ile beyaz bir babanın çocuk­
ları olarak doğru yollarını bulmalarını istiyorum. Bu kocam ve
benim için zordu ve bu zorluğu onlara da geçirmiş olabileceği­
mizden korkuyorum.
Payne: Peki, görelim bakalım. Şimdi lütfen kendin, kocan ve
üç oğlun için birer temsilci seç.

B: Baba
1. E: Erkek Evlat
2. E: Erkek Evlat
3. E: Erkek Evlat
A: Anne

Payne, Danışan'a: Öyle görünüyor ki sen aileyi bu düzenle


bırakmak istiyorsun ya da sen bir biçimde onlardan ayrısın.
Payne, Baba'ya: Burada durum senin için nasıl?

1 96
'1.rR.fl.yrımının Mirası
Baba: Oğullarımı görmek güzel, onların önümde olmalarından
hoşlanıyorum.
Payne, Erkek Evlatlara: Siz nasılsınız çocuklar?
1. Erkek Evlat: Ben de babama bakmaktan hoşlanıyorum.
Annemi göremiyorum ve bu beni biraz rahatsız ediyor.
2. Erkek Evlat: Annemin eksikliğinin farkındayım, Bu beni
biraz rahatsız ediyor, onun bizimle, ailesiyle birlikte durması­
nı tercih ederim.
3. Erkek Evlat: Ben anneme çok kızgınım. Onu göremiyo­
rum ve onun bizden uzağa, başka bir yöne bakmasına çok kı­
zıyorum.
Payne, Nelisiwe'e (temsilcisine) : Sen nasılsın? Bir şeye
bakıyor gibi görünüyorsun.
Nelisiwe: Kanım öfkeyle kaynıyor. Yumruklarımı sıktığımı
fark ettim ve kendimi çok saldırgan hissediyorum. Ö nümde bir
şey var.

Payne, onu isimlendirmeden, ırk ayrımının bir temsilcisini


Nelisiwe 'in temsilcisinin tam önüne yerleştirir.

I: Irk Ayrımı

197
'Bireyferin, Jlikkrin ve 'l[usfarın 'İ.yifeşmesi
Payne: Şimdi ne hissediyorsun?
Nelisiwe: Daha da kötü, saldırganlığım arttı. Ona vurmak is­
tiyorum.
Payne, Irk Ayrımı'na: Sen kendini burada nasıl hissediy�r­
sun?
Irk Ayrımı: Nötr. O (Nelisiwe) beni biraz sinirlendiriyor, ama
genel olarak nötr bir his duyuyorum.
Payne, Nelisiwe'e: Ona bak. O ırk ayrımı.
Nelisiwe: Şimdi daha da çok öfke duyuyorum.
Payne: Lütfen dönüp ailene bak.
Nelisiwe: Hayır, önce onunla (ırk ayrımıyla) başa çıkmalıyım;
ona sırtımı dönemem.
Payne, Danışan'a: Öyle görünüyor ki sen ırk ayrımı uğruna
aileni terk etmişsin.
Danışan: Ben tüm yaşamımı ırk ayrımının yaralarını iyileş­
tirmeye adamıştım, benim yaptığım iş bu.
Payne: Ama görünüşe göre sen ırk ayrımını değil, üç erkek
evlat dÖğurdun.
Biz bu takımyıldız çalışmasını net bir çözüm bulamadan
b�tirdik. Nelisiwe'i kocasının yanına yerleştirdiğimde, o hfila
ırk ayrımına bakmayı sürdürdü ve üç oğlu anneleri tarafından
1hmal edildiklerini hissetmeye devam ettiler. Nelisiwe semi­
nerlerime katılmaya devam etti, yavaş yavaş yumuşadı ve za­
man içinde tekrar ailesine odaklandı. Takımyıldız çalışması
yoluyla ırk ayrımının beyaz insanlar üzerindeki etkilerine ta­
nık olduktan sonra öfkesinin yok olmasına izin verebildi. Bu
t ilimyıldız, biz bir davaya ya da geçmişteki olaylara bağlandı­
ğımızda bize en yakın olanların da acı çektiklerini vurgula­
maktadır. Nelisiwe'in oğulları için, ailelerinde sorun yaratan
şey ırk ayrımı değil, annelerinin ona dolaşık.lığı idi.

198
1rR.Jlyrımının :Mirası
Karina
Karina Güney Afrika'da siyahları güçlendirmek için kurulmuş
şirketlerden biri için çalışan meslek sahibi bir Afrikalı kadın­
dı. Böyle şirketlerin amacı geçmişte ırk ayrımı rejimi altında
acı çekmiş dezavantajlı siyah insanlara kariyer ve iş alanında
fırsatlar sağlamaktır. Afrikalı beyaz bir aileden gelen bir ka­
dın olan Karina sorunlar ortaya çıkmaya başlayana dek işine
tutkuyla sarılmıştı. İşte onun öyküsü:

Payne, Danışan'a (Karina'ya): Hangi konuda çalışmak is­


tiyorsun?
Danışan: Ben siyahları güçlendirmek için kurulmuş bir şir­
ket için çalışıyorum. Hükümetin yapmaya çalıştığı şeye ger­
çekten inanıyorum, ama çok zor bir durumdayım. İşleri yetiş­
tirebilmek için çok uzun saatler boyunca, bazen haftanın yedi
günü çalışıyorum.
Payne: Tek başına mı çalışıyorsun? Neden bu kadar çok fazla
mesai yapıyorsun?
Danışan: İş arkadaşlarımın çoğu bu iş için gerekli becerilere
sahip değil ve amirim işlerin yapılması konusunda bana çok
bel bağlıyor. Çok yorgun ve tükenmiş haldeyim, böyle devam
edemem.
Payne: Peki, şimdi gerçekte neyin olup bittiğine bir bakalım.
Şimdi lütfen kendin, amirin, şirketin ve ırk ayrımı için birer
temsilci seç.
1

A: Amir
Ş: Şirket
I: Irk Ayrımı
K: Karina

1 99
'BireyfR.rin, 5Hkkrin ve 'l{usfarın iyileşmesi
Payne, Danışan'a: Senin geçmişte kalmış olan ırk ayrımına
odaklandığın çok açık. Sen amirine, hatta şirketine hiç bakmı­
yorsun.
Danışan: Ben çok tutucu bir aileden geliyorum; bu beri.im
için büyük bir mesele. Ailemin üyeleri ırk ayrımı döneminde
eski polis kuvvetinde yer alıyorlardı.
Payne, Karina'ya (temsilcisine) : Duruma daha yakından
bakalım. Burada durum senin için nasıl?
Karina: Ağır. Gözlerimi ondan (ırk ayrımından) ayıramıyorum.
Payne: Bir şeyi deneyelim. Amirine ve şirketine bak ve de ki:
"Ben bunu ırk ayrımı için yapıyorum, aile üyelerimin o dö­
nemde işlediği suçları telafi etmeliyim. "
Karina: Ben bunu ırk ayrımı için yapıyorum, aile üyelerimin
o dönemde işlediği suçları telafi etmeliyim (gözlerinden yaşlar
süzülür).
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Karina: Kendimi suçluluğun yükü altında hissediyorum, o
çok ağır.
Payne, Danışan'a: Senin ailenle çalışmak zorundayız . Eski
kocan da polisti, değil mi?
Danışan: Evet.

Payne takımyıldıza Karina 'nın eski kocası, annesi ve babası


için birer temsilci yerleştirir.

2 EK: Eski Koca


1: Irk Ayrımı
B: Baba A: Anne
K: Karina
Ş: Şirket
Ar: Amir

200
1rl()'l.!rımının Mirası
Payne, Ane, Baba ve Eski Koca'ya: Burada ırk ayrımıyla
birlikte durmak nasıl? Bu sizin yeriniz mi?
Baba: Evet, bu benim yerim.
Eski Koca: Ben burada hiç de rahat değilim, ama burası be­
nim yerim.
Anne: Ben ırk ayrımını gerçekten fark etmiyorum; daha çok
kızım için endişeleniyorum.
Payne, Amir'e: Irk ayrımına bakarken ne hissediyorsun?
Amir: Çok kızgınım. Heyecanlı ve rahatsızım.

Payne Anne yi ona destek olması için Karina 'nın arkasına yer­
leştirir.

3
DJ [J

Payne, Karina'ya: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?


Karina: Daha iyiyim, ama hala sırtımda ağır bir suçluluk yü­
kü hissediyorum.
Payne: Babana ve eski kocana, "Irk ayrımını saygıyla size bı­
rakıyorum" de.
Karina: Irk ayrımını saygıyla size bırakıyorum.
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Karina: Biraz daha iyiyim, ama bu suçluluk duygusunu bıra­
kamıyorum.

201
'Bire!fferin, J'Lifeferin ve 'Ufusfarın 1!fifeşmesi
Payne, Danışan'a: O yıllar esnasında ne oldu?
Danışan: Kocam ve babam eski hükümetin polis kuvvetinde
yer alıyorlardı. Olanları sadece hayal edebilirim. Aslında kötü
şeylerin olduğunu biliyorum, ama onları hayal etmek benim
için zor.

Payne ırk ayrımının kurbanları için temsilciler seçerek onları


babanın ve eski kocanın yanına yerleştirir.

Payne, Karina'ya: Ben ırk ayrımının bu iki kurbanım takım­


yıldıza sokunca senin için durum değişti mi?
Karina: Dizlerim titriyor. Dayanılmaz bir üzüntü ve suçluluk
duyuyorum.

Payne Karina 'nın temsilcisinin yerine danışan Karina 'yı geçi­


rir.

Payne, Danışan'a: Bu durum senin için nasıl?


Danışan: Korkunç. Kendimi hiçbir şey yapamayacak kadar
güçsüz hissediyorum.
Payne: Öyleyse senin çözümün kendini bu şirkete köle ede­
rek diğerlerinin günahlarının kefaretini ödemek, öyle mi?
Danışan: Evet, bunun bir süredir farkındaydım. Bunu açığa
çıkarmak, böylece daha net biçimde görebilmek için bir takım­
yıldız çalışmasına ihtiyacım vardı. Ama bunun hep farkınday­
dım.
Payne: İşimiz daha bitmedi. Babana de ki: "Sevgili Baba, geç­
mişte her ne olmuş olursa olsun, sen benim babam olarak ka­
lacaksın. Irk ayrımını saygıyla sana bırakıyorum. "
Danışan: Sevgili Baba, geçmişte her n e olmuş olursa olsun,
sen benim babam olarak kalacaksın. Irk ayrımını saygıyla sa­
na bırakıyorum.
Payne: Şimdi eski kocana de ki: "Sevgili Kocam, sen çocukla-

202
1r/(.9l.!frımının :Mirası
rımızın babası olarak kalacaksın ve ikimiz birlikte onların
ebeveynleriyiz. Irk ayrımını saygıyla sana bırakıyorum. "
Danışan: Sevgili Kocam, sen çocuklarımızın babası olarak ka­
lacaksın ve ikimiz birlikte onların ebeveynleriyiz . Irk ayrımını
saygıyla sana bırakıyorum.
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Danışan: Çok daha iyi.
Payne: Şimdi amirine ve şirketine dön ve onlara de ki: "Ben
bunu babam ve eski kocam için yapıyordum. "
Danışan: (Ağlayarak) Ben bunu babam ve eski kocam için ya­
pıyordum.

Sonuç
Böyle takımyıldızlarda, birçok beyaz Güney Afrikalı'nın ülke­
nin geçmişiyle mücadele etmekte olduğu aşikar olur. Bu akla
birkaç soru getirir. Beyaz insanlar kendi suçluluk duygularıy­
la nasıl başa çıkabilirler, özellikle eğer bu Karina'nınki gibi ki­
şisel bir suç değilse? Aynı şekilde, siyah Güney Afrikalıların
Karina gibi başkaları adına acı çeken bireylere verebilecekleri
en sağlıklı karşılık ne olabilir? Bir birey eşini ya da partnerini
incittiğinde partneri de onu, genellikle daha az bir derecede de
olsa, bir biçimde incitir ve bu bir biçimde denge yaratır. Aynı
şey ırk ayrımı sonrasındaki Güney Afrika için de geçerlidir.
Bu yaklaşım en çok beyaz erkek nüfusunu incitmektedir, on­
lar ya kariyer fırsatlarından yoksun bırakılmakta ya da onlara
genellikle aynı beceri düzeyine sahip olmayan siyah iş arka­
daşları adına taşımak zorunda kaldıkları fazladan sorumlu­
luklar yüklenmektedir. Ancak, geçmişte siyah erkekler bu tür
beceri eğitimlerinden yoksun bırakılmış olduklarından, onlar
şimdiki bu durumdan ötürü tam olarak suçlanamazlar. Biz

203
'1Jireyferin, �ifeferin ve 'lfusfann 1yi{eşmesi
geçmişin daha büyük incinmelerinin bir denge duygusu oluş­
turmak için daha küçük biçimlerde sergilenmelerini içeren
dengeleyici bir eylem görüyoruz. Bu, bu durumun doğru ya da
yanlış olduğuyla ilgili bir yorum değildir, bu sadece olanın bfr
gözlemlenişidir. Biz bir "göze göz" zihniyetinin en sonunda ne
yaptıklarını göremeyen kör insanlar uluslarını yarattığını öğ­
reniyoruz.
Ö nemli olan, bireylerin başkalarının değil, sadece kendi
pişmanlık yüklerini taşımalarıdır. Güney Afrika'nın şifa bulup
iyileşebilmesi için, siyah nüfus beyaz nüfusun suçunu kalben
kucaklamanın bir yolunu bulmalıdır ve beyaz Güney Afrikalı­
lar da bireysel sorumluluk almayı ve kendilerini geçmişteki
hükümetlerin ve devlet örgütlerinin eylemlerinden sorumlu
hissetmemeyi öğrenmelidirler. Bu içsel hareketler yapılmadı­
ğında, o zaman kurban ile suçlu kısırdöngüsü sürüp gider. Ka­
rina şahsen kendini doğrulayıcı eylem sistemine köle ederek
sorunu çözecek bir şey yapmıyor, sadece kendi suçluluk duy­
gusunu derinleştiriyor ve geçmişteki siyah insanların uşakvari
rolünü sergiliyordu . . . ve böylece döngü devam ediyordu.

204
7

SOYKIRIM
BİZ KİMLER İÇİN YAS TUTUYORUZ?

Soykırıma Aile Takımyıldızları deneyiminin perspektifinden


bakarken şu soruyla karşılaşırız : Biz kimler için yas tutuyo­
ruz? Sadece Yahudiler için mi?
Geleneksel olarak, Soykırım sadece bir Yahudi meselesi
olarak görülmüş ve bazı çevrelerde sadece onlar kurbanlar
olarak kabul edilmişlerdir. Şimdi bu kitapta vaka incelemele­
rinin birçok örneğini okuduktan sonra yukarıdaki sorunun ya­
nıtı sizin için aşikar olabilir: Almanlar Soykırım'ın unutulmuş
kurbanlarının oldukça büyük bir bölümünü oluştururlar, çün­
kü Alman ulusu bugünkü genç Almanlar kuşağı için sorunlar
yaratan bir suçluluk yükünü taşımaktadır. Ancak, Polonyalı­
lar, Ruslar, Çingeneler, Yehova Şahitleri, sakatlar, vicdanen
karşı çıkanlar, karışık ırktan olanlar, eşcinseller ve daha bir­
çoklarıyla birlikte Soykırım'ın en az on beş milyonu aşkın ya­
şama mal olduğu tahmin edilmektedir. Buna ek olarak, Doğu
Cephesi' nde bulunan kitlesel mezarlarla birlikte gerçek rakam
asla bilinemeyecektir. Aile sistemlerine dürüstçe baktığımız­
da, haksızlığın kurbanlarının yadsınmalarının ya da dışlanma­
larının çoğu kez ciddi sonuçlar yarattığını açıkça görürüz. Do­
layısıyla, dünyanın büyük bölümünün Soykırım'da ölen mil­
yonlarca gayri-Yahudi'yi dışlamış olması büyük bir aymazlık­
tır. Bugün, ölen gayri-Yahudilerin sayısının Yahudilerin sayı-

205
'Bireyferin, Jt.ifeferin ve 'l.lfusfarın iyileşmesi
sını aşmasına rağmen, onların ölümleriyle ilgili hemen hemen
hiçbir kayıt ya da kabul yoktur. Bir grubun böyle kitlesel olay­
ları sahiplenmesi büyük bir tehlike yaratır; bu o grubu düny'.1-
nın geriye kalanından ayırır, bir kez daha onlara " seçilmiş bir
halk" statüsü verir. Tarih bize " seçilmiş halk"ın gerçekten de
her türlü şey için, hatta soykırım için bile seçilme eğiliminde
olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla, eğer biz anti-Semitizm dön­
güsünü başarıyla kırmak istiyorsak, Soykırım tanımımızı Ya­
hudileri olduğu gibi Yahudi olmayanları da kapsayacak şekil­
de genişletmeli ve onu sadece bir Yahudi meselesi olarak değil,
gerçekten bir Avrupa meselesi olarak görmeliyiz . Yahudilerin
diğer kurbanları, Polonyalıları ve diğerlerini kucaklamaları,
kendi· kaderlerini daha kolayca kucaklamalarını, ayrıca tarih­
leri kalplerine büyük bir ağırlık veren Almanların kötü duru­
munu görmelerini mümkün kılacaktır.
Bir hafta sonu seminerinde, Soykırım'ı temsil edecek bir
takımyıldız oluşturmuştuk. Çalışma başladıktan birkaç dakika
sonra, Yahudi olan danışanım (Polonyalıların ve Çingenelerin
temsilcilerini kastederek) şöyle bağırdı: " Neden bu insanları
takımyıldıza yerleştiriyorsun, onlar o kadar önemli değiller­
di! " Bu itiraza, "Üç milyonu aşkın Polonyalı önemsiz mi?" di­
ye sorarak karşılık verdim. Takımyıldız çalışması ilerlediğin­
de, bu kadın danışanım Naz ilerin temsilcilerine bakmakta çok
zorlandı ve ben ona yumuşak bir biçimde, "Nazilere neden ba­
kamadığını biliyor musun? " diye sordum. "Hayır" dedi. " Çün­
kü sen Polonyalıları nasıl görüyorsan, onlar da seni öyle görü­
yorlar. " Bu söz üzerine çok şaşırdı ve " Ne demek istediğini an­
lamıyorum" dedi. "Çok açık" diye karşılık verdim. "Tıpkı se­
nin Polonyalıların herhangi bir insani öneme sahip oldukları­
nı görmemen gibi, Naziler de seni bir insan olarak görmüyor­
lar. " Ondan Polonyalılara bakıp onların önünde -ortak bir ka-

206
So!J/Qrım
deri paylaşanlar olarak- saygıyla eğilmesini istedim. Bir kez o
özel seçilmişliğini ve Soykırım'ın sahipliğini bıraktığında, suç­
lulara farklı bir biçimde, daha büyük bir eşitlikle, onların
Ruhları üzerindeki yükün muazzamlığını açıkça hissederek
bakabildi. Polonyalıları kucaklayabildiğinde, sonra Nazileri de
özel bir biçimde -kendi halkının trajedisinin insani değere sa­
hip tek trajedi olduğu algısından kurtulmuş olarak- kucakla­
yabildi.
Ancak kurbanlar ve suçlular kendi Ruhlarından gelen bir
hareketin sonucunda bir araya gelip bir olarak yas tutukların­
da, uluslar gerçekten şifa bulup iyileşebilirler. Bu sadece Soy­
kırım için değil, savaşlar, siyasi baskı, zulüm ve katliamlar gi­
bi insanoğlunun yarattığı tüm trajediler için de geçerlidir. Bu­
nu başarıyla yapmak için, onlar ister Yahudi olsunlar ister ol­
masınlar, tüm kurbanlara eşit bir tanıma ve kabulle kendi
uygun yerleri verilmelidir.

Molly
Molly 1938'de Soykırım'ın dehşetinden kaçmış olan bir ana ve
babanın Amerika'da doğmuş olan kızlarıydı ve şu anda orta
yaşta bulunuyordu. Her iki ebeveyni de ailelerini Soykırım sı­
rasında yitirmişti.
Molly'nin takımyıldız çalışmasının sonuna doğru seminer
alanını ancak ilahi inayet olarak tanımlayabileceğim bir enerji
ve hisle dolduran derinden etkileyici bir an yaşanmıştı. Aşağı­
da o anın kısa bir özeti yer almaktadır:

Molly Nazi 'nin temsilcisinin karşısında durmaktadır. Onların


yan tarafında Soykırım 'ın Yahudi kurbanlarını temsil eden
dört kişi yerde sırtüstü yatmaktadır.

207
'Bire:;ferin, �ifeferin ve 'Ufusfarın 'İ:; ifeşmesi

00 00 00 00

1. K'dan 4. K'a: Soykırım Kurbanları


N: Nazi M: Molly

Payne, Molly'ye (temsilcisine) : Nazi'ye bak ve onunla göz


teması kur.
Molly: Bunu yapmak istemiyorum.
Payne, Nazi'ye: Kendini nasıl hissediyorsun?
Nazi: Çok ağır, (yerdeki ölüleri işaret ederek) onlara bakmaya
dayanamıyorum.
Payne, Molly'ye: Belki şimdi onun da insan olduğunu göre­
bilirsin.
Molly: Yine de ona bakmak istemiyorum.
Payne: Bakalım bu konuda bir şey yapabilir miyiz. Bir şeyler
yapmaya istekli misin?
Molly: Duruma bağlı, ama sanırım yapabilirim.
Payne: Ona yaklaş, tam önünde dur, gözlerinin içine bak ve
ona de ki: "Suçluluk duygunun sana ağır bir yük olduğunu gö­
rüyorum. Kendin için seçmiş olduğun zor kadere saygı duyu­
yorum. "
Molly: Suçluluk duygunun sana ağır bir yük olduğunu görü­
yorum. Kendin için seçmiş olduğun zor kadere saygı duyuyo­
rum.
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?

208
So9(!rım
Molly: Daha hafif, neredeyse ona karşı bir dostluk hissediyo­
rum, ama hala ondan biraz sakınıyorum.

Payne seminer katılımcıları arasından Nazi 'nin çocuklarını,


torunlarını ve Alman Ulusu 'nu temsil edecek kişiler seçerek
onları da takımyıldıza sokar.

1. K'dan 4. K'ya: Soykırım Kurbanları


2 1. Ç ve 2. Ç: Nazi'nin Çocukları
1. T ve 2. T: Nazi 'nin Torunları
A: Almanya
M: Molly
N: Nazi

Payne: Onlara bak. Kim olduklarıyla ilgili bir fikrin var mı?
Molly: Hayır, ama onlara karşı içimde garip bir çekim hissedi­
yorum.
Payne: Onlara daha yakından bak. Onlar Nazi'nin çocukları
ve torunları. En uçtaki kişi ise Almanya'yı temsil ediyor.
Molly: Onlar için üzüntü duyuyorum. Hepsi ne kadar üzgün
görünüyorlar (ağlamaya başlar) .
Payne: Şimdi tekrar Nazi'ye bak, o şimdi sana nasıl görünü­
yor?
Molly: Daha da ağır bir yük altında eziliyor gibi görünüyor.

209
'Bireyfe.rin, Jl.ife.fe.rin ve 'Ufusfarvı 1yife.şmesi
Payne: Ona de ki, "Senin de insan olduğunu göıüyorum. Se­
nin ailen için de yas tutuyorum. Birlikte yas tutalım. "
Molly: (Göz yaşları içinde) Senin de insan olduğunu göıüyı;ı­
rum. Senin ailen için de yas tutuyorum. Birlikte yas tutalım.

Molly Nazi 'ye şefkatle sarılır ve ikisi birlikte ağlarlar.

Takımyıldız çalışmasından sonra Molly şöyle söyledi:


Alman iş arkadaşlarım ve dostlarım olmasına rağmen, ben Al­
manları hep yadsımıştım. Önları bireyler olarak değil, ama bir
halk olarak kalbimden atmıştım. Burada Nazi'nin çocukları­
nın ve torunlarının geçmişte vuku bulan korkunç şeylerin suç­
luluk yükünü nasıl yüklenmiş olduklarını göıünce kalbim ade­
ta ikiye bölündü. Almanları bağışlayabileceğimi asla düşünmez­
dim, bu konu üzerinde tüm bir ömür geçirdikten sonra şimdi
burada çok kısa bir sürede özgürleştiğimi hissediyorum.
Payne: Almanları neden daha önce değil de şimdi bağışlaya­
bildiğini biliyor musun? Sen birden onları "kötüler" olarak de­
ğil, seninle eşit olan insanlar olarak gördün. Bağışlama "iyi"
nin "kötü "yü bağışladığı bir yerden geliyorsa asla işe yaramaz .
Bağışlama eşitlikten gelir.
Molly: Bunu daha önce hiç böyle görmemiştim.
Payne: Biz suçlular için de yas tutmalıyız, ama bunu onlara
acıdığımız için değil, onların suçluluk yükünün kendileri, ço­
cukları ve torunları için çok ağır bir yük olduğunu anlayarak
yapmalıyız.

Batı kültüıünde, böyle gaddarlıkları bağışlamak çok zor­


dur, çünkü bizim Hıristiyanlığın hakimiyetindeki dini dok­
trinlerimiz hüküm günü, cehennem ateşi ve cezalandırıcı bir
Tanrı inançlarını psişemize derinlemesine gömmüştür. Öyley­
se bu kültürel itilimi nasıl yenebiliriz? Aile Takımyıldızı çalış­
masının birçok veçhesi saf psikoterapik bir süreç olmasına

210
S09/(Jrım
karşın, bu çalışmanın büyük bir bölümü Ruh'un alemine gi­
rer. Bu çalışmanın temsilsel sistemi yoluyla, ölmüşlere de bir
ses verilir, onlar da kendilerini ifade edebilirler. Doğal olarak
bu sesin gerçekliği kanıtlanamaz, ancak, yaşayan bireylerin
temsil edilmeleri mümkün olduğundan ve ifade edilen düşün­
celer ve duygular epey doğrulandığından, ölmüşlerin de doğru
biçimde temsil edildiklerini varsayabiliriz. Soykırım'ın ve ben­
zer büyüklükteki diğer gaddarlıkların kurbanlarının ve suçlu­
larının torunlarıyla çalışırken, biz bir takımyıldız çalışmasının
terapistin hiçbir müdahalesi olmadan ya da asgari ·bir müda­
halesiyle, Bert Hellinger'in deyimiyle, Ruh'un Hareketi ile ak­
masına izin veririz.

Mark
Mark'ın babası Varşova'daki evinden kaçıp bir yerlere sakla­
narak Soykırım'dan sağ kurtulmuştu. Bir gün evine dönüp
tüm ailesinin götürülmüş olduğunu gördüğünde henüz on altı
yaşındaydı. Geride yaşayan hiçb ir akrabası kalmamıştı. .. hepsi
öldürülmüştü . Savaştan sonra, İtalya'ya kaçabilmiş, orada kı­
sa bir süre yaşadıktan sonra Güney Afrika'ya göç etmişti.

Payıe, Danışan'a (Mark'a): Hangi konuda çalışmak istiyor­


sun?
Danışan: Nişanlım Linda ile sorunlar yaşıyorum. Evlenmeyi
planlıyoruz, ama bir yandan da çok tartışıyoruz .
Payııe: Hangi konuda tartışıyorsunuz?
Danışan: Bir sürü konuda, özellikle din konusunda. O bir Hı­
ristiyan ve ben çocuklarımızı Musevi olarak büyütmek istiyo­
rum. Başka türlüsü elimden gelmez .
Payııe: Nişanlın da burada, onu da buraya çağıriı.lım ..

Payııe, Linda'ya: Sen aranızdaki sorunu nasıl tanımlardın?

211
'Bireylerin, .91.ifeferin ve 'l.l[usfarın 'İ.y ifeşmesi
Linda: Sanki benim bir yerim yok gibi. Çocuklarımızın Muse­
vi olarak büyüyebilmeleri için benim de din değiştirmem ge­
rekiyor, ama ben o zaman bile kabul edilmeyeceğimi hissedi.­
yorum.
Payne: Öyleyse çalışmaya başlayalım. Şimdi lütfen kendiniz,
İbrahim Peygamber ve İsa Peygamber için birer temsilci seçin
ve neler olacağını görelim.

Temsilciler takımyıldıza yerleştirilip birkaç dakika boyunca


sessizlik içinde bırakılırlar. Bir süre sonra, Mark 'ın temsilcisi
gözlerini ondan ayıramaz bir halde İsa 'yla bakarak tir tir tit­
remeye başlar. Bu titreyiş göz yaşlarına dönüşür ve temsilci
kendini çok güçsüz düşmüş hissettiği için dizleri bükülmeye
başlar. Linda 'nın temsilcisi İbrahim 'in yanında durmuş sade­
ce bakmaktadır, ama o da gördüklerinden etkilenmiştir.

Payne Mark 'ın temsilcisinin yerine danışan Mark 'ı geçirir.

Payne, Danışan'a: Burada ortaya çıkan şeyi hissetmeye çalış.

Mark da temsilcisine benzer bir biçimde titremeye başlar ve


gözlerinden yaşlar süzülür.

Payne: Öyle görünüyor ki sen nişanlının Tanrısı'ndan korku­


yorsun.
Danışan: Evet, çok korkuyorum,
Payne: Lütfen bakmaya devam et.

Linda 'nın temsilcisi İbrahim 'i de yanında götürerek gidip İsa '
nın yanında durur. Üçü, Linda, İsa ve İbrahim Mark 'ın tam
karşısında dururlar. Payne bu sırada Soykırım 'ın Yahudi bir
kurbanının temsilcisini takımyıldıza sokar.

Kısa bir süre sonra Soykırım 'ın kadın kurbanı Mark 'a sarılır
ve Mark varlığının ta derinlerinden gelen bir biçimde ağlama-

21 2
Sog/(J;rım
ya başlar. Sonra kadın kurban Mark 'a gülümser ve onun saç­
larını şefkatle okşar. Ardından dönüp İsa yı selamlayarak ona
gülümser. Mark da İsa 'nın önünde durup eğilerek onu selam­
lar, sonra doğrulup İsa 'nın gözlerine bakar. Ardından o sıra­
da ağlamakta olan Linda ya bakar. Ve İsa 'nın önünde secdeye
vararak onun ayaklarına dokunur. Salon sessizdir. Linda 'nın
temsilcisi de Mark 'ın yanına uzanarak İbrahim 'in önünde sec­
deye varır ve salonu büyük bir huzur kaplar. Sessizlikte, danı­
şan Linda takımyıldıza girer, temsilcisinin yerini alır, Mark '
ın yanına uzanarak, İsa 'nın ve İbrahim 'in önünde secdeye va­
rır_ Sonra Linda ve Mark el ele tutuşarak o etkileyici sessizlik­
te secdelerini sürdürürler.

Payne, Danışan'a (Mark): Senin İsa' dan korktuğun çok açıktı.


Danışan: (Ağlayarak) Evet, çok korkuyordum. Ailemin pek
çok üyesi Polonya' da ölmüştü.
Payne:. Sana kimin yardım ettiğini görmek ilginç. O kadın öl­
müş kurbanlardan birinin temsilcisiydi. Onun sana nasıl şef"
katle baktığını hatırlıyor musun?
Danışan: Evet, tüm farkı o yarattı. Ben hep, eğer bir Hıristi­
yan'la evlenirsem aileme ihanet ediyor olacağımı düşünürdüm,
orilar çok şey yitirmişlerdi.
Payne: Peki, şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Danışan: Huzur içinde.
Payne, Linda'ya: Sen şimdi ne hissediyorsun?
Linda: Şimdi çocuklarımızın uğruna din değiştirebileceğimi
hissediyorum. Kendimi emin ellerde ve kabul edilmiş hissedi­
yorum. Mark İsa'nın önünde saygıyla eğildiğinde kendimi öz­
gür ve ilk kez görülmüş gibi hissettim.
Payne, Soykırım Kurbanının Temsilcisi'ne: Bu rol senin
için nasıldı?

213
'13ireyferin, .91.ifeferin ve 'lfusfarın 'İ.y i{eşmesi
Temsilci: Bana kimi temsil ettiğimi söylemedin, ama ben bu­
nu hemen hissettim. Mark'ın karşısında büyük bir huzur ve
sevgi duydum. İsa ve İbrahim karşısında da çok rahattım. Bu
·

harika bir deneyimdi. Teşekkür ederim.

Ruh'un bu Hareketi Mark'ın Hıristiyanlara ve İsa'ya kar­


şı duyduğu derin korkuyu ve eğer bir Hıristiyan'la evlenirse
ailesine ihanet ediyor olacağı duygusunu ortaya çıkarmıştı.
Ruh'un bu Hareketi ile, ölmüşlere de bir ses ve yer verilmiş ve
Mark ölmüş kurbandan hem güç hem de teselli bulmuştu.

Petra
Petra yıllardır depresyon içindeydi. Alman olmaktan nefret et­
tiğini açıkça belirtmiş ve yetişkinlik çağına gelir gelme� Al­
manya'yı terk etmişti.

Payne, Danışan'a (Petra'ya): Savaşta ailene ne oldu?


Danışan: Bilmiyorum, kimse bu konuda konuşmak istemiyor.
Payne: Peki, sen bu konuda ne hissediyorsun?
Danışan: Utanç duyuyorum. Bu seminerde Yahudilerin de
bulunuyor olmaları bende kaçıp saklanma duygusu uyandırı­
yor. Aksanımdan Alman olduğum o kadar belli ki bir türlü giz­
lenemiyorum ve bu durumdan nefret ediyorum.
Payne: Peki, neler yapabileceğimize bir bakalım. Lütfen Al­
man suçlular için üç, Yahudi kurbanlar için üç ve kendin için
bir temsilci seç.

Petra temsilcileri birbirlerinin karşısına, kendi temsilcisini de


iki sıranın arasına, uç kısma yerleştirir.

2 14
Soy/Qn.m

c;$*°
1. Nazi [] � Yahudi 1.

2. Nazi [] Dl.Yahudi
3. Nazi[] D l.Yahudi
Temsilcilerden sessizce durmaları, sadece hissedecekleri içsel
itilimlere uymaları istenir. Birkaç dakika sonra, üç kurban ın
da gözlerinden yaşlar süzülmeye başlar ve Nazilerden biri ba­
şını önüne eğip teselli edilemez bir biçimde yüksek sesle ağlar.
Diğer Nazi başını çevirip başka yöne bakarken, üçüncü Nazi
tepeden tırnağa titremeye başlar. Petra 'nın temsilcisi de mide­
sini tutarak dizleri üzerine çöker ve ağlar. Kısa bir süre sonra,
kurbanlardan biri gidip yüksek sesle ağlayan Nazi 'yi teselli
eder. O Nazi 'yi yumuşak bir biçimde okşarken Nazi, "Ben bu
iyiliği hak etmiyorum " diye inler, ama kurban onu bir arı ne­
nin yaralanmış çocuğuna yapacağı gibi teselli edip rahatlatır.
Bu çok etkileyici bir sahnedir. Kısa bir süre sonra, Soykırım 'ın
diğer iki kurbanı Petra 'nın yanına gidip onun ayağa kalkma­
sına yardım eder ve onu arkadan tutarak destek olurlar. Son­
ra, Nazilerden birini teselli eden kurban onu Petra 'nın karşısı­
na getirir. Bir elini Nazi 'nin, diğer elini de Petra 'nın omzuna
koyarak gülümser. Nazi ve Petra birbirlerine ilk kez baktıkla­
rında ağlamaya başlar, sonra da birbirlerine sarılırlar. Kur­
banlar da bir yandan ağlarken bir yandan gülümserler.

215
'Bireylerin, 54.ifeferin ve 'Ufusfarın 1.y ifeşmesi

2
1 . Yahudi 2. Yahudi

Ç) ev ev
3. Yahu<f� Petra

CJ 3. Nazi

f: 2. Nazi

Payne, Danışan'a: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?


Danışan: Kendimi sanki bağışlanmış gibi çok ferahlamış his­
sediyorum. Artık Almanların ve Yahudilerin gözlerine hiç çe­
kinmeden, rahatça bakabileceğimi hissediyorum.

Petra salona bakar ve seminere katılan Yahudilerle göz göze


gelir. Sonra spontane bir biçimde ayağa kalkar ve gidip onları
kucaklar. Kısa bir süre sonra salonda bir başka Alman 'ın da
bulunduğunu fark eder ve onu da bu grup kucaklaşmasına ka­
tılmaya davet eder. Bu çok dokunaklı bir sahnedir.

Ruh 'un bu içsel Hareketi hem kurbanları hem de suçluları


sağlıklı bir biçimde bırakabilmek ve onlara sevgiyle veda ede­
bilmekle ilgilidir. Soykırım ne kadar muazzam bir olay olmuş
olursa . olsun, o kaderin bir parçasıdır, o artık değiştirilemez
olan ve ilgili bireylerden çok daha büyük kuvvetler tarafından
yaratılmıŞ olan bir olgudur. Biz böyle kaderleri yaratan daha
büyük kuvvetlerden söz ederken, dışsal kuvvetlerden değil, in-

216
Soy/(Jrım
san psişesinin -değişim dalgalarını yaratan- içsel kuvvetlerin­
den söz ediyoruz. Yakın tarihe baktığımızda, böyle olayların
genellikle daha iyi olan büyük sosyal değişim dönemlerini ge­
tirmiş olduklarını açıkça görürüz. Örneğin, eğer İkinci Dünya
Savaşı ve Soykırım vuku bulmasaydı, Avrupa Birliği kurulur
muydu? Bu konuda çok emin konuşamasak da, savaştan he­
men sonra Avrupa'da meydana gelen çok kapsamlı sosyal de­
ğişimlerin ekonomik, kültürel ve sosyal birliğin temelini atmış
olduğunu söyleyebiliriz. Sanki, Güney Afrika'daki ırk ayrımı­
nın gaddarlıklarının sadece komşularınınkinden değil, ABD de
dahil olmak üzere dünyanın birçok ülkesininkinden sosyal ola­
rak daha ileri bir anayasaya dayanan yeni bir Güney Afrika'yı
getirmiş olmasına çok benzer bir biçimde, İkinci Dünya Sava­
şı 'nın ve Soykırım'ın kurbanlarının ve suçlularının Ruhları da
Avrupa' da yeni bir barış ve uzlaşma devrini başlatmak için iş­
birliği yapmışlardır.
Hitler ile Nazilere Ruh'un perspektifinden baktığımızda,
onların kendi sırtlarına yükledikleri suçluluk yükü karşısında
saygı ve şefkat duymadan yapamayız. Aynı şekilde, Yahudilere
de baktığımızda, çoğunun ölümlerine doğru sessizce gittiği bir
halk görürüz. Yahudiler ya da Hıristiyanlar olarak bizler bu
kadar çok insanın kaderini nasıl kabul ederiz?
Bir çocuk doğarken, o belli bir ana babanın çocuğu olarak
bir kültürün, bir dinin ve bir ulusun içinde doğar; o bu unsur­
ları kontrol edemez . . . onlar vardır. Bu kaderdir ve kader nötr­
dür. Kaderin bir yüzü yoktur, bir görüşü yoktur, arzuları yok­
tur . . . o sadece vardır. Öyleyse eğer biz Yahudi bir ana babanın
çocuğu olarak, birçok aile üyesini yitirmiş olan Yahudi bir ai­
lenin çocuğu olarak doğmuşsak, bu bizim kaderimizdir ve o
değiştirilemez. Bu kaderin değiştirilmesi ne arzu edilirdir ne
de böyle bir şey istenmelidir. Çünkü bunu yaptığımızda, ço-

217
'Bireykrin, .91.ikkrin ve 'lfusfarın 1yifeşmesi
ğunlukla derinliğine ulaşamayacağımız ve bizden çok daha bü­
yük olan bir şeye direniyor oluruz . Aynı şey Yahudilere karşı
hissettikleri suçluluk duygusuyla başa çıkmaları gereken Hı­
ristiyanlar için de geçerlidir. Kaderin hareketi -büyük ya da
küçük olsun- ulusları, kültürleri ve aileleri şekillendiren, bu­
günkü bizi oluşturan şeydir. Biz kadere meydan okuduğumuz­
da, bugünkü kimliğimizin ta özüne ve gelecekteki potansiyeli­
mize meydan okuyor oluruz . Çünkü kader bize insan ruhunun
ve daha büyük insan potansiyelinin gelişimi için fırsatlar ve­
rir. Biz kadere sırt çevirdiğimizde, Ruh'a da sırt çevirmiş ve
kendimizi Ruhumuz 'un içimizde yapmasına izin verebileceği­
miz her harekette var olan armağanlardan yoksun bırakmış
oluruz. Bir zamanlar bir öğretmen bana, "Eğer bir sorun var­
sa, yanıt daima sevgidir, " demişti. Ben bunun Soykırım ve ka­
derin -Aile Takımyıldızı çalışmalarında tanık olduğum- diğer
birçok veçhesi için geçerli olduğunu gördüm. Kaderin bize da­
ğıttığı el sevginin ne olabileceğiyle ilgili beşeri beklentimizin
ötesinde olan bir sevme fırsatıdır. Eğer kaderin bir yüzü olsay­
dı, o kesinlikle ilahi inayetin yüzü olurdu.

218
8

AFRİKALI KÖLELERİ ONURLANDIRMAK

Karayipler'de verdiğim bir seminerde siyah bir kadın bir ta­


kımyıldız oluşturmak üzere öne çıktı. O daha önce de bir ta­
kımyıldız çalışması yapmıştı ve bu kez dünyada kendi yerini
bulma konusunda çalışmak istiyordu. Ona, eğer dünyada ken­
di yerini bulamamışsa, nerede bulunduğunu sordum. Aile Ta­
kımyıldızları dünyada kendi uygun yerlerini bulamamış olan­
ların bir başka yerde bulunduklarını açığa çıkarmıştır, çoğu
bunun hiç de bilincinde değildir, ama yine de onlar bir başka
yerdedirler. Biz bu çalışmayı basit tutmaya ve sadece onun ve
onun Ruhu için birer temsilci seçmeye karar verdik.
O iki temsilcisini takımyıldıza yerleştirdiğinde, varlığının
özünde onun şimdi burada değil, bir başka yerde bulunduğu
hemen aşikar oldu. Onun Ruhu'nun temsilcisine baktığımda,
Ruhu'nun ağladığını ve derin bir üzüntü içinde bulunduğunu,
yere doğru baktığını gördüm. Ö te yandan, onun temsilcisi Ru­
hu 'ndan uzağa, yanıtları orada ararmış gibi yukarıya bakıyor­
du.
Onun Ruhu tarafından sergilenen acının atasal olduğu ve
şimdiki ailesinde vuku bulan olaylardan kaynaklanmadığı açık­
tı. Bu içgörüye dayanarak, beş temsilciden gözleri kapalı bir
halde sırt üstü yere uzanmalarını istedim. Ağlama devam etti
ve danışanımın temsilcisi de yerde yatanlara baktığında derin
bir üzüntüyle ağlamaya başladı. Ona yerde yatanların kim ol-

219
'Bireyfe.rin, .91.ife.fe.rin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
duklarını bilip bilmediğini sordum. Bilmediğini ama onların
kim olduklarını garip bir biçimde hissettiğini ve dayanılmaz
bir üzüntü duyduğunu söyledi. O zaman ona, "Onlar bir ge­
miyle yeni dünyaya getirilen köleler" dedim. Bunun üzeriiıe
onun duyduğu derin üzüntü daha da arttı ve Ruhu daha da
çok ağlamaya başladı. Bu noktada, takımyıldıza köle gemisi­
nin kaptanı ve köle sahipleri için birer temsilcisi soktum. Bu­
nun üzerine, umduğumuzun tersine, onun Ruhu daha sakin­
leşti, hatta köle efendilerinin mevcudiyetlerinden ötürü rahat­
ladığını hissetti.
En sonunda, iyileştirici cümleleri tekrarlamanın sonu­
cunda, danışanımın temsilcisi kalbinde sadece köle ataiarına
değil, köle efendisine de bir yer verebildi. En nihayet, o huzu­
ra kavuşmuştu, böylece Ruhu'nu görebildi ve dünyaya direkt
olarak bakabildi. Derin bir düzeyde, o atalarının kaderini ka­
bullenmesinin onlara ihanet olacağını hissetmişti, onlara duy­
duğu bağlılık onu ilgili herkesi reddetmeye zorlamıştı. Bu şe­
kilde, kendi yaşamını da reddetmişti, çünkü onun bir Afrikalı­
Karayipli olarak yaşamı kölelikten ötürü vardı: Onlar ona bu
yaşamı vermek için hayatta kalmışlardı.
Birçok kişi -tarihin her en karanlık anıyla ilgili olduğu gi­
bi- Afrikalıların Avrupalılar ve diğerleri tarafından köleleşti­
rilmelerini olumlu bir ışıkta görmekte çok zorlanır. Peki, in­
san acısının ve umutsuzluğunun bu bölümündı:! hangi olumlu
şeyler bulunabilir?
Pek çok Afrikalı-Amerikalı, Karayipli, Afrika ve Asya kö­
kenli İngiliz, Güney Afrikalı ve Hollandalı yurttaş atalarının
kader ve kısmetinin bilgisinden çok az kuvvet bulur ya da hiç
bulmaz. Birçokları için, onların mirası bir umutsuzluk, ayı­
rım, kötü muamele, özgürlükten ve -şimdi komşuları, iş arka­
daşları ve arkadaşları olan- beyaz kölecileriyle eşitlikten yok-

220
�frif(., 1(öfeferi Onurfatufırma{
sunluk mirası olarak görünür. Bu bölüm o zamanki ya da şim­
diki ırkçılıkla ilgili değildir, bu bölüm bir aile takımyıldızının
çerçevesi içinde deneyimlenebilecek bir perspektifle ilgilidir.
Aile Takımyıldızlarında, biz teoriden ya da fikirlerden değil,
gözlemden söz ederiz. Bir takımyıldızın özgün yaşamı sayesin­
de, hem tarihi olayların, hem de bir aile sistemi içinde vuku
bulan, daha önceki kuşaklarda aile üyeleri tarafından yaratıl­
mış olayların sonuçları ve etkileri aktif biçimde gözlemlenebi­
lir. Birçokları Aile Takımyıldızlarından kuşaklar-ötesi iyileş­
me olarak söz ederler.
Kölelik, tıpkı Soykırım, Güney Afrika'daki ırk-ayrımı,
Boer Savaşı, Uzakdoğu 'daki Japon esir kampları, Amerikan
Yerli Halklarının topraklarından sürülmeleri, insan kitlelerini
etkileyen savaşlar dahil olmak üzere diğer insan trajedileri gi­
bi, birçok kuşağı -benim gözlemlediğim kadarıyla en az yedi
kuşağı- kapsayabilen uzak erimli etkilere sahiptir.
Peki, atalarının kölelik geçmişi, bu miras bugünkü siyah
insanları nasıl etkiler? Bu soruyu tam olarak yanıtlayabilmek
için, önce vakardan söz etmem gerekir. Istırap çekmekte bir
hayli vakar bulunabilir. Ben bununla ıstırap çekmenin yüksek
bir ideal olduğunu kastetmiyorum, çünkü o birçoklarının gö­
nüllü olarak aradıkları bir durum değildir; o bizim başımıza
gelen, bize yüklenen bir durumdur. Afrika kökenli ve Afrikalı
kölelerin torunları olan birçok kişi için takımyıldızlar oluştur­
mam sonucunda şunu gözlemledim ki onlar atalarının dene­
yimlerini ıstırap çekmekten başka bir şey olarak görmeye kar­
şı çok direniyorlardı. Ancak, aile takımyıldızı çalışması daima
şunu gözler önüne serer ki, bir kölenin torunu atasının çektiği
ıstırabı onurlandırdığı anda, aile dinamiği bir anda değişir.
Başkalarının kaderi onurlandırılmadığında -onların çek­
tikleri ıstırap saygıyla karşılanmadığında- doğal sevgi akışı,

221
'13ireyferin, .51ifeferin ve 'l.lfusfarın 1yife.şmesi
Sevgi Düzeni bozulur ve engellenir. Bu ataların tüm armağan­
larının ve kuvvetlerinin serbestçe aktarılamayacağı anlamına
gelir, çünkü sistemin önü dolaşıklıkla tıkanır. Onun önü sa�e­
ce ıstırabı ve adaletsizliği görebilenler tarafından kesilir. Bir­
çokları adaletsizliğe ve ıstıraba o kadar çok odaklanmışlar,
hatta bu yüzden öylesine kör olmuşlardır ki, atalarıyla ilgili
olarak iyi olan her şeyi görmezden gelir ve bu süreçte bu gö­
rüşle kendilerini güçsüzleştirirler. Bu görüş gelecek kuşakla­
rın ıstırabını artıran ağır bir yük haline gelerek bir kez daha
aile bağlarını parçalar ve bir kültürü yıkıma uğratır.
Birçok Afrikalı-Amerikalı'nın evinde baba mevcut değil­
dir. Bunun nedeni nedir? Yine, ben burada bazı görüşleri de­
ğil, Aile Takımyıldızı sistemi tarafından gözler önüne serilen
bir gözlemi sunuyorum. Birçok Afrikalı-Amerikalı atalarının
yaşadıkları kötü durumların ve çektikleri ıstırabın yükünü
omuzlarında hisseder. İçsel olarak, birçokları tıpkı ataları gibi
kendilerini erkekliklerinden, gÜçlerinden ve vakarlarından yok­
sun bırakılmış hissederler. Bu durumun çaresi onların atala­
rının çektikleri ıstırabı onurlandırmaları, o ıstıraba saygı duy­
malarıdır. Çekilen ıstırap onurlandırılmadığında, bir kuşak­
tan diğerine olan doğal sevgi akışı engellenir; bu torunların
kaderinin ataların kaderini yansıtacağı anlamına gelir. Bu
gerçek durumlar olarak ortaya çıkmayabilir, ama diğer koşul­
lar aynı duyguları, aynı hisleri yaratacaktır. Kölelerin torunla­
rı olan ve babalarının ailelerini terk ettiği bireyleri içeren bir­
çok takımyıldız çalışmasında ben babanın temsilcisinden oğlu­
nun ya da kızının temsilcisine şöyle demesini isterim: " Çok
üzgünüm, halkımızın omuzlarındaki yük çok ağırdı, ben bu
yükü taşıyamadım. " Gözlemlerim sonucunda şu benim için
çok aşikar olmuştur ki, kölelik yükü birçok siyah erkeğin ba­
balık rolünü yerine getirmesini çok zorlaştırmıştır, onlar bunu

222
54.fri.Rgiı X.öfeferi Onurfiıtufırma{
atalarının kaderini onurlandırıncaya dek yapamazlar.
Peki, onların atalarının onuru nerededir? Temsili bir sis­
tem olan aile takımyıldızı çalışmasında, ben çoğu kez bir katı­
lımcıdan -onun kim olduğunu ya da kaç kişi olduklarını bilme­
sek de- bir köle atayı temsil etmesini istemişimdir. Köle ata­
nın sisteme sokulması bir anda çok şeyi gözler önüne serer.
Bugünkü torunların temsilcileri çoğunlukla mide bulantısı,
güçsüzlük ve daha birçok fiziksel semptomu hissettiklerini bil­
dirirler; hatta birçokları başlarını kaldırıp atalarının gözlerine
bakamazlar. Torunların bu tepkisi onların atalarının çektikle­
ri ıstırabı onurlandırmadıklarını ve ona hak ettiği yeri verme­
diklerini açıkça gösterir. Eğer onlar böyle yapmış olsalardı,
atalarının yükünü bu şekilde taşıyor olmazlardı. Istırap dön­
güsünü kırmak için, ben köleden torunlarına şöyle demesini
isterim: "Biz güçlü bir halkız ve her şeye rağmen dayandık. "
Ya da, "Biz çok büyük bir ıstırap çektik, ama yine de size ya­
şam verdik. Biz dayanabildiğimiz için siz yaşıyorsunuz ! "
Bu sözler onu işitenlerde muazzam bir etki yapar. Kölele­
rin torunları olmak yerine, onlar artık dirençli ve güçlü olan,
her şeye rağmen dayanmış olan, vazgeçmemiş olan, bir köşeye
kıvrılıp ölmemiş olan, hayatta kalıp bu dünyaya çocuklar ge­
tirmiş olan bir halkın torunlarıdır. Bu onların mirasıdır ve bu
ne muhteşem bir mirastır!
Bu küçük ama muazzam perspektif değişikliği bir insanı
ebediyen değiştirir, o sizin kendinize, dünyaya ve onunla iliş­
kinize bakış biçiminizi değiştirir. "Vay canına, ben ne kadar
zenginim! " "Tanrım, siyah doğduğum için ne kadar şanslıyım!
Ben böylesine bir onuru ve böylesine zengin bir mirası hak et­
mek için ne yaptım? " Bu, bugün Amerika'da ve Karayipler'de
yaşayan siyah insanların gerçek mirasıdır. Evet, kölelik yaşan­
mıştır, evet, Avrupalılar siyah ırka karşı işlenen suçlardan so-

223
'Bireylerin, .9Lifeferin ve 'l{usfarın 1yifeşmesi
rumludurlar, ama şimdiye dek en büyük kuşaksal zarar atala­
rına saygı gösteremeyenler tarafından verilmiştir.
Bir takımyıldız çalışmasında, torunlar köle atalarının çe�­
tikleri ıstırapla birlikte onların kuvvetini de onurlandırdıkla­
rı anda köle ata kendini çok çok daha iyi hisseder. Ölmüşle­
rimiz bizi asla terk etmezler ve atalarımız her zaman bizimle
birliktedirler. Öldükten sonra bile, onlar bizim tarafımızdan
onurlandırıldıklarında ve kalbimizde yer aldıklarında şifa bu­
labilirler.
Irk ayrımı tarafından köleleştirilmiş olan Afrikalı-Ameri­
kalıların, Karayiplilerin ve Güney Afrikalıların torunları, kö­
lelerin torunları olmaktan çok, her şeye dayanmış olan güçlü
insanların torunlarıdır. Bu durumda epey vakar vardır ve ben
Afrika kökenli tüm insanları miras almış oldukları şeyin onu­
runa atalarının önünde saygıyla eğilmeye davet ediyorum. Ay­
nı şey Yahudiler ve başkalarının ellerinde ıstırap çekmiş olan
her insan topluluğu için geçerlidir. Köle tacirlerinin torunları­
nın da atalarının haksız kazançlarının sonuçlarıyla, yani suç­
luluk duygusuyla yaşıyor olabileceklerini bilmeleri eşit derece­
de önemlidir. Olanı onurlandırmak, olana saygı göstermek çok
önemlidir.

224
9

HİNDİSTAN'A BİR GEÇİŞ

Bu kitabı yazarken, Hindistan'a, Hyderabad'a gittim ve o ka­


labalık ve hareketli metropolde bazı cesur bireylerle çalışma
ayrıcalığına eriştim. İlk başta, Güney Afrika'nın geniş kırlık
alanlarının sakinliğiyle kıyaslandığında, Hindistan'ı aşırı kala­
balığı, aşırı gürültüsü ve alışık olmadığım kokularıyla oldukça
dayanılmaz bir yer olarak gördüm. Hayatımda ilk kez, kendi­
mi kesinlikle tuhaf biri olduğum bir kültürde buldum. Bu ger­
çekten de bir Doğu ile Batı'nın karşılaşması vakasıydı ve bu
bembeyaz Batılı kirli Hyderabad'ın sıcak ve tozlu sokakların­
da şort giyen tek kişiydi, bu bana bakmaya ve ne kadar önem­
siz olursa olsun her hareketimi izlemeye karşı koyamayan bir­
çok Hintli 'yi epey eğlendirmişti.
Hayatım boyunca, benim öğrenme yöntemim gözlemde
bulunmak ve karşılaştığım insanlara kendi ülkeleri, kültürle­
ri, adetleri, inanç sistemleri ve onları neyin ayakta tuttuğu
hakkında sorular sormaktı. Hindistan çok farklı olduğundan,
ben bilip güvendiğim şeyin -kadim Sevgi Düzenleri'nin- böyle­
sine farklı bir kültürde geçerli olup olmadığını düşündüm. Be­
nim düşünüş biçimimin ve gözlemlemiş olduğum şeyin sadece
Avrupa kökenli Batı kültürleri için geçerli olup olmadığını me­
rak ettim. Yüzü aşkın seminer vermiş olmama rağmen, bu ül­
kede belki tüm bu deneyimim çok ilgisiz kalacak ve belki ben
seminerim sırasında birilerini ya da herkesi gücendirecektim.

225
'Bireyferin, Jtifeferin ve 'U[usfarın 1.y ifeşmesi
Batı'da yaşayan birçoğumuz Hindistan'a spiritualitenin
anası olarak saygı duyarız . Modern spiritüel değerlerimizin
birçoğu Beatles grubunun ve diğerlerinin çeşitli guruların fi­
.
kir ve öğretilerini müzik ya da direkt öğreti yoluyla geniş kit­
lelere sundukları 1960'lara dayanır. Son otuz yıl içinde, yoga
olağan bir uygulama haline gelmiştir; hemen herkes "Om"
sözcüğünün ne anlama geldiğini bilir. Vejetaryenlik, Ayurve­
dik tıp, çakralarımızın durumu ve karma gibi Doğu'dan kay­
naklanan birçok spiritüel uygulama Batı popüler kültürünün
ayrılmaz bir parçası olmuştur. Aslında, belli çevrelerde, eğer
siz Swami Yogananda'nın Bir Yogi 'nin Özgeçmişi adlı kitabını
okumamış, Osho'nun ya da Sai Baba'nın adını hiç duymamış­
sanız, kesinlikle " spiritüel" olarak görülmezsiniz . Hindistan'
ın spiritualitesi Batı kültüründe öylesine moda haline gelmiş­
tir ki bir zamanlar Steve ya da Jenny olarak bilinenler spiritu­
alitenin beşiğindeki, Hindistan'daki bir aşramı ziyaret ettik­
ten sonra Viyom ya da Prem gibi isimler almışlardır. Bu neyle
ilgilidir?
Batı'da, Hıristiyanlık çoğu kez haklı olarak kötülenmiş­
tir. Çeşitli kiliselerin işledikleri suçlara, ikiyüzlülüğün neden
olduğu acıya, kadınlara, evlenmemiş çiftlere, eşcinsel toplulu­
ğa karşı yapılan ayrımcılığa baktığımızda, Hıristiyanlığın bize
sunacak hiçbir şeyi olmadığı sonucuna varır ve Hint spirituali­
tesini daha üstün olarak, sevgi dolu bir Tanrı düşüncesine da­
ha yakın olarak görürüz. Bu gerçekten doğru mudur? Hindis­
tan' da bir süre kaldıktan ve Aile Takımyıldızı çalışmasıyla in­
sanları çok yakın biçimlerde tanıdıktan sonra bu soruyu ke­
sinlikle "hayır" diye yanıtlayabilirim. Öyle görünüyor ki Batı
Hıristiyanlığı 'nın dogması eşit biçimde Doğu felsefesi tarafın­
dan yansıtılmaktadır. Hindistan'a gitmeden hemen önce, bir
Hıristiyan kökten dinci bana Aralık 2004'te meydana gelen

226
Hintfistaıı'a 'Bir (jeçiş
tsunaminin Tanrı 'nın, tek oğlu İsa'yı kurtarıcıları olarak ka­
bul etmeyen Sri Lanka'nın, Endonezya'nın ve Hindistan'ın
gayri-Hıristiyan uluslarına verdiği bir ceza olduğunu söylemiş­
ti. Benzer biçimde, bir Müslüman imamın Allah'ın bu ulusları
Noel ahlaksızlığına ve Batılı turistleri eğlendirmek için seks
endüstrisinin gelişmesine izin verdikleri için cezalandırdığını
söylediğini duydum. Bu benim bu konuda Hintlilerin ne dü­
şündüklerini merak etmeme neden oldu; hiç kuşkusuz onların
görüşü epey farklı olacaktı. Özünde, bu görüş farklı değildi.
Onlar çoğu balıkçı olan halkın yok ettikleri balık yaşamları
yüzünden okyanusa olan borçlarını ödeyebilmeleri için karma
tarafından yok edildiklerini düşünüyorlardı. İ şte o anda inan­
mayanları terbiye etmek için cezalandırıcı bir Tanrı yaratma
ihtiyacının -bir Hıristiyan sorunu, bir Müslüman sorunu ya da
bir Hindu sorunu değil- küresel bir insan sorunu olduğunu
anladım.
Her birimiz, şu ya da bu zamanda daha büyük bir şeyi
ararken, Tanrımız'la birliğe doğru, her nedense Tanrı'nın ne
istediğini bildiğine hükmettiğimiz "daha yüksek bir otorite"
tarafından verilmiş bir emredici, kesin plana sahip olma ihti­
yacı duyarız. Bu bir papaz, bir papa, bir imam, bir rabbi ya da
guru olabilir. Ancak, onların söyledikleri şey gerçekten doğru
mudur? Doğru olduğunu kanıtlayabilir miyiz? Bunu yapabile­
ceğimize inanmıyorum. Biz bunu yaparız, çünkü -o ne kadar
saçma ya da insan kardeşlerimiz için şefkat ve anlayıştan ne
kadar yoksun bir yol olursa olsun- dar bir biçimde tanımlan­
mış bir yolda kalmamız kendimizi güvende hissetmemizi sağ­
lar; böylece kendimizi güvende hisseder, öldükten sonra cen­
nette bir yeri garantilediğimizi ya da gelecekte, bu ya da son­
raki yaşamımızda daha iyi bir karmaya sahip olacağımızı dü­
şünürüz. Bu durumda ben, "Peki, sevgi nerede? " diye sormak

227
'Bireyferin, .91.ifeferin ve 'U[usfann 'İ.y ikşmesi
isterim. İnsanlar arasindaki sevginin gücü bu daha büyük, gü­
ya ruhani olan planın neresinde yer alır? Ben, biz spiritüel ifa­
demizde ister Hıristiyan, ister Hindu, ister Müslüman, Metafı:­
zikçi ya da Yeni Çağcı olalım, sevginin hiç de dikkate alınma­
dığı sonucuna vardım. Daha önemli görünen şey, bunların in­
sanlar üzerindeki sonuçları her ne olursa olsun, kurallara ve
boş inançlara uymaktır, birçokları spiritüel çekiciliğe kapıl­
makta, spiritüel olmanın bizi bir biçimde özel ya da diğerlerin­
den biraz daha önemli kıldığını düşünmektedir. Biz tüm bun­
ları yapar, sırf bir gruba ait olma ihtiyacından ötürü bu süreç­
te insanlığımızı feda ederiz . Biz bir gruba, bir dine ya da -bu
Tanrı ister Şiva, ister İ sa, Allah ya da Buda olsun- belli bir
Tanrı'ya ait olmak isteriz . Hindistan'da da, başka her ulusta
olduğu gibi -ırk ya da dini inançlar her ne olursa olsun- biz an­
ne ve babamıza ya da ailemize ait olmadığımızda, ne kadar
çok mantra çekmiş, ne kadar çok kiliseye, sinagoga, camiye
gitmiş olursak olalım, birilerine ait değilizdir.
Hindistan'da birlikte çalıştığım bireyler çığır açıcı öncü­
lerdi ve ben onlardan çok şey istedim. Onlardan Ruhlarını çı­
rılçıplak açmalarını, görüntüyü korumaya ve kurallara uyma­
ya her şeyin üzerinde önem verir görünen bir toplumda ve
kültürde itibarlarını yitirmeyi göze almalarını istedim. Bu kı­
rılması çetin bir ceviz olacaktı.
Öyleyse şimdi Hint kültürünün karşı karşıya bulunduğu
sistemik sorunlara bir bakalım.

Sevgi Düzenlerini Bozan Durumlar


Diğer kültürlerde olduğu gibi, Hindistan 'da da bir aile sistemi
içinde vuku bularak ebeveynlerden çocuklara doğru doğal sev­
gi akışını engelleyen belli olaylar vardır. Aşağıda Hindistan'da

228
Jiiıufistan'a 'Bir (jeçiş
derin kalıtsal bir etki yaparak birçok kuşağı kapsayan yaygın
sorunlar yer almaktadır:
Evlat Edinme: Çok fazla çocuğa, belki çok fazla kız ço­
cuğuna sahip olduğunu düşünen çiftlerin çocuklarını başka ai­
le üyelerine, bazen uzak akrabalara evlat olarak vermeleri ol­
dukça yaygın bir uygulama olarak görünmektedir. Bu evlat
edinmelere çoğunlukla çocuğun doğumundan önce, bazen ha­
milelikten önce karar verilmekte ve buna kısır bir kadına bir
çocuk vermek istemek ya da çocuğa karşılık para ve mülk al­
mak istemek neden olmaktadır.
Aile-içi Şiddet: Evli erkeklerin ailelerini demir bir yum­
rukla yönetmeleri çok olağan görünmekte ve bir kocanın karı­
sını ve çocuklarını dövmesi çoğunlukla normal ve kabul edile­
bilir bir şey olarak görülmektedir.
Ayarlanmış Evlilikler: Bu tür evliliklerin birçoğu geniş
aile tarafından desteklendiği için iyi yürüse de, birçok takım­
yıldızda şu aşikar oldu ki, evli · çiftlerin biri ya da her ikisi de
bir başkasını seviyordu, ama ebeveynleri onların diğer kişiyle
evlenmelerine izin vermemişlerdi. Bu birçok bireyin kendileri­
ni sevgisiz ilişkilerin kapanına kısılmış hissetmelerine, her iki
eşin de kültürel yükümlülükten ötürü birlikte kalmaktan baş­
ka bir seçenekleri olmadığını hissetmelerine neden olmakta­
dır.
Dullar: Onlar ailenin "yüzkarası" olarak görülürler. Ben
Hint kültürünün birçok kesiminde, bu durum daha çok geç­
mişte kalsa da, dulların hfila kötü şans olarak görüldüklerini
öğrendim. Bu yüzden onlar düğünlere, cenaze törenlerine, ai­
levi kutlamalara ve dini bayramlara davet edilmiyorlar. Bu ço­
ğunlukla dul kadınların çocuklarının yetişmesinde söz sahibi
olmadıkları ve kendi ailelerinde bir tür tutuklu olarak yaşa­
dıkları anlamına gelir.

229
'Bire!:fkrin, Jtife.fe.rin ve 'U[usfarvı Z!:fi{e,şmesi
Bebek Ö lümü: Hint kültüründe bebek ölümü ve çocuk
düşürme olayı Batı 'da gördüğümden daha yüksektir ve bunlar
aile sisteminde aynı, hatta daha büyük ölçekte olumsuz sonuç­
lar yaratmaktadır.

Hint Takımyıldızları

Birlikte çalıştığım bireylerin hepsi kendi yollarınca kural-bo­


zanlardı; onlar yıllardır, bazen de kuşaklardır bastırılmış öy­
küleri, anıları ve duyguları açığa çıkaranlardı. Onların evlat
edinilme, tecavüz, ensest öykülerini ya da -ailelerinin zoruyla
evlendirilmiş olsalar da- başkalarına duydukları aşkı herkesin
içinde açıklamaları kendi kültürleri için çığır açıcı ve çok cü­
retkar bir davranıştı.
Peki, Hint takımyıldızları çok farklı mıydılar? Bazı ba­
kımlardan farklıydılar, ama çoğu bakımdan hiç de farklı değil­
diler. Esas fark onların duygularını dikkat çekici bir biçimde
bastırmış olmaları ve iyileştirici cümleleri biraz farklı biçimde
kullanmalarıydı. İ fade edilen iyileştirici cümleler çoğunlukla
kültürel özellikler taşıyor ve çözüm üzerinde daha büyük bir
etki yapıyorlardı.

Ayarlanmış Evlilik

Bir takımyıldız çalışması esnasında, kocanın bir başka yerde


olduğu çok açıktı. Danışanım kocasının bir başka kadını sevdi­
ğini ama ebeveynlerinin onun seçimini onaylamayıp onu ken­
disiyle evlenmeye zorladıklarını açıklamıştı.
Takımyıldız çalışması esnasında, danışanımın kocasının
ilk aşkının temsilcisini adamın sağına, danışanımı da adamın
soluna yerleştirdim. Kocanın temsilcisi ilk başta ilk aşkına
duyduğu büyük aşkla "yandığını" ve sonra büyük bir üzüntü

230
:Jiimfistan'a 'Bir (.jeçiş
duyduğunu söyledi. Hint kültürü çerçevesi içinde, çözümü
oluşturan iyileştirici cümle şöyle oldu : "Aramızda durumun
böyle gelişmiş olması çok acı, çünkü seni çok sevmiştim. Şimdi
sana kalbimde bir yer veriyorum. Ve şimdi, atalarımızın gele­
neklerinin onuruna, karıma ve çocuklarıma dönüyorum, çün­
kü bu benim kaderimdir. "
Bu iyileştirici cümle Batı kültüründe benzer bir durumda
ille de işe yaramayabilir. Ancak, Ruh'un doğası kadere boyun
eğmek olduğundan karı koca arasında daha büyük bir akış ya­
ratan şey sevginin, aile geleneğinin ve kaderin kabul ve tasdik
edilmesi olmuştu. Kader kabullenildiğinde, sevgi akabilir; biz
kadere direndiğimizde, sevgi akışı bozulur ve sapmalar ortaya
çıkar; bu aile vakasında, karı koca arasında şiddet ortaya çık­
mıştı. Çözümün oluşmasına yardımcı olan bir diğer iyileştirici
cümle şuydu: " Seni dövdüğümde, sevgi tahrip oldu ve ben bu
yüzden çok üzgünüm. Bu davranışımın sonuçlarını kalbimde
taşıyorum. "

Aile-içi Şiddet

Bir adam kendisini tedirgin eden oğlundan çok kızına yakınlık


duyduğu için şimdiki ailesine bakmak istemişti. Sonuçta şu
ortaya çıktı ki bu adamın babası ailesini demir bir yumrukla
yönetmişti ve bu adam sık sık babasının annesine karşı uygu­
ladığı şiddete tanık olmuştu. Temsilciler vasıtasıyla bunun bir­
çok kuşak için bir kalıp oluşturduğunu -onun babasının, bü­
yükbabasının ve büyük-büyükbabasının ailelerini "yönetme"
biçimi olarak eşlerine ve çocuklarına karşı şiddet uygulamış
olduklarını açıkça gördük ve hissettik. Kuşakların şifa bulma
sürecini başlatan bir iyileştirici cümle şuydu: " Gerçek erkek­
ler oğullarına karşı şefkatli davranırlar. " Söz konusu danışa-

231
'Bireyferin, Jl.ifeferin ve 'Ufusfarın '.İ.y ifeşmesi
mm kendi babasının temsilcisiyle karşı karşıya geldiğinde kü­
çük bir oğlan çocuğu gibi hüngür hüngür ağladı. O babasına
sarılıp tüm varlığıyla "Baba" dedikten sonra, oğluna bakabil­
di, onu kucaklayabildi ve onun babası olmaktan dolayı kork- ·

madı. Bu noktaya dek, o babalar ile oğullar arasında şiddeti


içeren aile geleneğini sevgili oğluna aktarmaktan korktuğu
için oğluna karşı koymuştu. Bu takımyıldız pek çok Hint ailesi
için geçerli olduğundan seminer katılımcılarını derinden etki­
lemişti.
Hindistan'daki atalar geleneğini kabul ve tasdik etmek
bireylerin ve ailelerin iyileşmelerine katkıda bulunmakla bir­
likte, öğrenilecek genel ders sevgi gerçeğinin ve kimseyi dışla­
madan herkesi dahil etmenin görüntüyü korumaktan çok da­
ha önemli bir güç olduğuydu. Bu sorunlar Batı'da da bulun­
makla birlikte, Hindistan için, sevgiye dönüş başka yerlerde
genellikle gerekenden daha fazla cesaret gerektiren çok daha
büyük bir yolculuktur. Hintli erkeklerin ve kadınların gerçek
duygularını, aile sırlarını ve Ruh'a karşı işlenmiş suçları açık­
lamaları, onların sevgiye dönüşlerinde akışa karşı koymalarını
sağlayacak bir hayli cesaret ve azim ister. Böylesine çok yapı­
lanmış bir kültürde, "eşit" olmaktan kaynaklanan bağışlama
hareketi oldukça yabancı bir kavramdır. Biz kendimizi başka­
larından daha aşağı ya da daha üstün gördüğümüzde onları
nasıl bağışlayabiliriz? Bu mümkün değildir. Bu anlamda, "eşit"
olmak suçluların kalplerinde taşıdıkları suçluluk yükünü ilk
elden, gözlem yoluyla ya da temsilcinin rolünde deneyimleye­
rek diğerlerinin neden oldukları acıya eşit olmaktır.
Hindistan bana, kültür ya da dini inanç her ne olursa ol­
sun, tüm insanlarda canlı olan insanlık ruhunu bilme, görme,
hissetme yoluyla ilham verdi ve bireylerin sevgi gerçeğiyle
karşılaştıklarında kör bir iman atlayışı yapmaya, itibarlarını

232
'a '13 ir Çeç iş
yitirmeyi göze almaya ve gerçeği maskesiz ve bahanesiz bir bi­
çimde kucaklamaya istekli olduklarını gösterdi. Hindistan'da
çalıştığım bireylerin hepsi gerçekten de aslan yürekliydi.

233
10

ŞÜKRAN VE SAHİCİLİK

Birçoğumuz tüm talihsizliklerimizden ötürü ebeveynlerimizi


suçlama tuzağına düşeriz. Sihirli bir yaşam sürmenin önünde­
ki büyük engel bizim olanı kabullenmeyi reddetmemiz, olana
direnmemizdir. Oluşturduğumuz öyküler bizim için bir olgu
haline gelir, sonra bu "olgular" yaşamımızı yaratan senaryola­
ra dönüşürler; o ister kariyerimizle, ister kişisel ilişkilerimizle,
ister mali durumumuzla ilgili olsun, biz hayatı bu senaryoya
göre yaşarız. Belki biz annemizin bizi yeterince sevmediğine
ya da ablamızın veya erkek kar.deşimizin ailenin gözdesi oldu­
ğuna ikna olmuşuzdur. Babamızın alkolik olduğundan, anne­
mizin şöyle ya da böyle olduğundan yakınır, sonra hayatımız­
da ters gitmiş şeylerin çoğu yüzünden onları suçlarız. Belki
yaralarımız daha da derindir ve onlar şu ya da bu biçimde fi­
ziksel şiddeti ya da cinsel tecavüzü içerirler. Ailemizin içindeki
durum her ne olursa olsun, biz her an şöyle demeyi seçebiliriz:
O geçmişte oldu, şimdi değil ve bilmem gereken tek şey bana
yaşam armağanının verilmiş olduğudur.
Birçoğumuz geçmişte yaşamamıza, geçmiş olayları sürek­
li olarak yeniden yaşamamıza ve yeniden kusmamıza karşın,
bizler zamanda yolculuk yapamadığımızdan, hiçbirimiz geriye
dönüp geçmişin olaylarını yeniden yazamayız . Ancak, biz geç­
mişe dönüp, gerçekte olana -yaratmış olduğumuz illüzyonlar­
dan yoksun bir biçimde- bakarak duygularımızı ve algılarımızı

235
'Bireykrin, Jt.ikkrin ve 'l[usfarın iyileşmesi
yeniden yazma gücüne sahibiz. Bu çabanın önündeki en bü­
yük engel bize yaşam vermiş olanlar için duyduğumuz sevgi­
den korkmamızdır. Bu sevgi çok derinlere işlediği -yadsına­
maz olduğu- ve en derin özlemimizin büyük bir bölümü ebe­
veynlerimizi kalplerimizde bir olarak tutmak olduğu için bu
sevgiden korkarız. Bu sevgiden korkarız, çünkü kendimizi sev­
ginin orada olmadığına ya da yeterince iyi olmadığına ikna et­
mişizdir. Ö zlemi hissetmenin acısından kaçınır, hatta düş kı­
rıklığına uğramaktan korktuğumuz için bir özlem olduğunu
bile inkar ederiz. Ö zünde, bu kendimize karşı yaptığımız en
büyük baltalamadır; biz sevginin orada olmadığından korkar
ve onu keşfetme ve hissetme fırsatını kendimizden esirger, sü­
rekli olarak onunla yüzleşmenin çok zor ve acı verici olduğunu
düşünür, böylece çok korktuğumuz bu acıyı uyuşturup duru­
ruz . Bu ayrılık acısı bizim işleyiş biçimimiz haline gelir, yaşa­
mımızın her veçhesi onun tarafından yönetilir ve o bizim ha­
yatta yolumuzu gösteren pusulamız olur, ilişkilerimizin ve ya­
şam koşullarımızın birçoğunda, en kötüsü de kendimizde bu
acıyı tekrar yaratır. Burada basit bir benzetme yapacağım: İyi
arabalar kötü fabrikalardan çıkmazlar. Tümüyle insani olan
bir düzeyde, ebeveynlerimiz Tanrı ' dır, onlar yaşamımızın kay­
nağı ve bizim yaratıcılarımızdır. Bize verilmiş olan yaşamı
reddettiğimizde, "Babam benim için yeterince iyi değildi" veya
"Annem beni yeterince sevmedi" dediğimizde, araba fabrikası­
nın kötü bir fabrika olduğunu ve dolayısıyla imal edilen araba­
nın -bizim- yeterince iyi olmadığımızı söylüyor oluruz. Biz ola­
nı reddettiğimizde, kendimizi reddediyor oluruz. Biz olmuş
olanı reddettiğimizde, yaşamın kendisini reddetmiş oluruz.
İnsanlarla kişisel bir düzeyde çalışırken, birçokları kari­
yerleri ve ilişkileriyle ilgili olarak danışmak üzere bana baş­
vurmuşlardır. Çoğu kez onlar aradıkları şeyi -bu ister refah,

236
Siif\r;an ve Sa!ıicifif(
ister sevgi dolu stabil bir ilişki, ister başarılı bir kariyer olsun­
bir türlü elde edemediklerini ya da bunların uzun sürmediğini
açıklarlar. Çoğu bu konularda yıllar boyunca uğraşmış, ama
çok az bir başarı elde etmiştir; isteklerine erişmek için olumlu
düşünme ve onaylamaları, meditasyonu ve diğer istekleri teza­
hür ettirme yöntemlerini uygulamış olsalar da, yaşamın gizem­
li yolu uzun bir sopanın ucundaki havuç gibi kalmıştır. Onlar
yaşadıkları zorlukları ve işlerinin hep ters gitmiş olmasıyla
ilgili düş kırıklıklarını anlattıktan sonra, ben onlara basit bir
soru sorarım: "Hangi ebeveynine saygı duymuyorsun?" Bu so­
ru karşısında onlar şaşırır, bazen bana kuşkuyla bakar ya da
kızarlar, ama soru her zaman yerindedir ve sonunda gerçek
ortaya çıkar. Eğer onlar ebeveynlerinden birine saygı duyma­
dıklarını kabul edemiyorlarsa, ben onlara şu soruları sorarım:
" Kendini hangi ebeveynine eşit hissediyorsun?" ya da "Kendi­
ni hangi ebeveyninden daha üstün hissediyorsun?" Bir kez
kendilerini toparladıklarında, çoğu savunmaya geçer, kendini
haklı çıkarmaya çalışır ve bu sırada yaşamlarının senaryosu­
nu açıklayan öykü sergilenir. Bir kez senaryo gözler önüne se­
rildiğinde, onlar bu senaryonun halen yaşadıkları ıstırap ve
zorluklarla ne ilgisi olduğunu sorarlar. En basit yanıt şudur:
Yaşam bize ebeveynlerimiz vasıtasıyla aktarılmıştır ve dolayı­
sıyla olduğumuz ve olmayı umduğumuz her şey onların saye­
sindedir. Bu kaçılamaz ve yadsınamaz bir gerçektir. Biz ebe­
veynlerimize baktığımızda, onlara yaşamlarını büyük-ebeveyn­
lerimizin, büyük-ebeveynlerimize de büyük-büyük-ebeveynle­
rimizin verdiklerini ve bunun tüm yaşamın büyük bir gizem
olan başlangıcına dek dayandığını ve çoğumuzun sihirli evre­
nimizin parçalı-bulmacasının (puzzle) sadece bir bölümünü al­
gıladığımızı idrak ettiğimizde, en değerli armağan olan yaşa­
mın ve binlerce yıllık atasal deneyimin ve tekamülün bize

237
'Bireyferin, Jl.ifeferin ve 'Ufusfarın 'İ.y ifeşmesi
annemiz ve babamız tarafından verilmiş olduğunu goruruz.
Biz her şeyi onlara borçluyuzdur ve onlara hak ettikleri yeri
vermediğimizde ve böyle armağanların alıcısı olarak kendi ye­
rimizi yadsıdığımızda, yaşamı, tüm yaşamın kaynağını ve si­
hirli evreni yadsımış oluruz.

Özgürlüğün Anahtarı Olarak Boyun-Eğme


Çoğu kişi boyun-eğme sözcüğünü işittiği anda hemen karşı ko­
yar. Onlar boyun-eğmenin onları güçsüzleştirecek bir şey ol­
duğuna, güçlerini teslim etmek anlamına geldiğine inanırlar,
oysa aslında kaderimize boyun eğdiğimizde, derin bir huzur
duygusu bizi kaplar ve hayatımızda ilk kez gerçek gücümüze
erişebiliriz.
Boyun-eğme konusunda en büyük zorluk biz ailemizi te­
cavüzcü olarak algıladığımızda ya da gerçekten böyle bir teca­
vüz vuku bulmuş olduğunda ortaya çıkar. Fiziksel, duygusal
ya da cinsel tecavüz vuku bulmuş olsa bile, bu yine de sahip
olduğumuz yaşamın ve dolayısıyla kaderimizin değişmez bir
biçimde ailemize bağlı ve onun sayesinde olduğu gerçeğini de­
ğiştirmez . Bu bizim yaşamımızdır, başka bir yaşamımız yok­
tur ve bu anlamda annemiz bizim için tek annedir; aynı şekil­
de babamız bizim için tek babadır ve bu gerçeğe ne kadar dire­
nirsek direnelim o değişmez . Biz ebeveynlerimizin gerçekten
de "tek ebeveynler" olduklarını kabul edebildiğimizde, o za­
man onların bizim için mükemmel ebeveynler olduklarını ka­
bullenmeyi içeren içsel hareketi yapabiliriz. Peki, duygusal ya
da fiziksel olarak orada olmayan bir ebeveyn nasıl olur da mü­
kemmel bir ebeveyn olabilir? Nasıl olur da alkolik bir ebeveyn
mükemmel bir ebeveyn olabilir? Nasıl olur da tecavüzkar bir
ebeveyn mükemmel bir ebeveyn olabilir? Nasıl olur da ailesini

238
Sükt:aı ve Safıici[if(
terk etmiş olan bir ebeveyn bizim için mükemmel bir ebeveyn
olabilir? Nasıl olur da biz çocukken ölmüş olan bir ebeveyn
mükemmel bir ebeveyn olabilir? Çok basit . . . çünkü biz ebe­
veynlerimiziz. Biz onların yeteneklerini ve becerilerini miras
alırız, onların içsel bilgi ve deneyimlerini miras alırız, tıpkı on­
ların da bunları kendi ebeveynlerinden miras almış oldukları
gibi. Ve biz yaşamımızı onlara borçluyuzdur. Bu basit bir ger­
çektir.
Ebeveynlerimize boyun-eğmek, yaşam armağanını bize ak­
tarıldığı şekilde, hiç duraksamadan ve sorgulamadan tam ola­
rak almak anlamına gelir. Böyle yaptığımızda, kalplerimizi ya­
şamın nimetlerini tam olarak alacak şekilde açarız . Bunu yap­
madan önce, bizim olanı " almak" için çoğunlukla mücadele et­
memiz gerekir ve yaşamın nimetleri olarak gördüğümüz şey­
leri en nihayet "elde ettiğimizde , " onlar genellikle bize boş
gelirler ya da istediğimizi düşündüğümüz şeyi aslında isteme­
diğimizi hissederiz. Biz eksik olduğumuzda, hayatımızdaki hiç­
bir şey, ne işimiz ne de ilişkimiz bize tamammış gibi gelir,
hepsi bir şeylerin eksik olduğu duygusunu taşır; eksik olan şey
bizim ebeveynimizin yaşamla kutsanmış çocuğu olmamızdır.
Kısa bir süre durup bu kitabın arkasındaki meditasyonu
uygulayın. O sizin ebeveynleriniz vasıtasıyla tüm sevginin ve
yaşamın Kaynağı ile aranızdaki derin bağlantıyı hissetmenizi,
onunla dolmanızı ve onun karşısında huşu duymanızı sağlaya­
caktır. İsa, "Annenize ve babanıza saygı gösterin" demişti,
çünkü o bir Üstat olabilmek için olana karşı tüm direnci bı­
rakması gerektiğini biliyordu. Biz ebeveynlerimizi reddettiği­
mizde ya da kendimizi onlardan bir biçimde üstün gördüğü­
müzde, gerçekte bize verilmiş olan yaşama "hayır" diyor, ka­
dere ve işlerin düzenine meydan okuyor, böylece kendimizi ev­
renin yaratıcı yaşam gücünden koparıyor oluruz.

239
'Biregfe.rin, Jlife.fe.rin ve 'Ufusfarın 1gifeşme.si
"Evet, ama" Tuzağından Kaçınmak
Birçok kişi kendilerine ebeveynleri tarafından verilmiş olan
yaşam armağanının muazzamlığını hemen kavrasa da, onlar
yine de "evet, ama" tuzağına düşebilirler. " Evet, ama" tuza­
ğından kaçınmanın anahtarı neyin bizim işimiz olduğunu, ne­
yin olmadığını bilmektir. Biz "evet, ama" tuzağına düştüğü­
müzde daima bir başkasının işine yakalanmış oluruz, haddi­
mizi bilmiyor oluruz, ki bu da örtülü ya da açık bir küstahça
kibre yol açar. Böyle bir kibrin ne anlama geldiğini anlamak
bizim için zordur, çünkü bu tanım bize kendini başkalarından
üstün gören, hükmedici, inatçı kişileri hatırlatır. Kibir birçok
kılığa girer ve o çoğu kez utangaçlık, birinin gözüne girmeye
çalışma ve sahte alçakgönüllülük maskesinin ardına gizlenir.
Sihirli bir yaşam sürebilmek için tam anlamıyla dürüst olma­
mız ve kibrin her şekliyle açıkça yüzleşmemiz gerekir. Bize ve­
rilen yaşamı hiç sorgulamadan kabul ve tasdik ettiğimizde, cen­
netin kapılarını ardına dek açarız .

Var Olanı Almak, Akışı Artırmak


İdeal bir dünyada, ebeveynlerimiz ve partnerlerimiz potansi­
yel sevgilerinin yüzde yüzünü bizimle paylaşabilirler. Siz sev­
ginizi paylaşma ve şükranınızı ifade etme yeteneğinizin geç­
mişteki incinmelerinize verdiğiniz karşılıktan etkilenmiş oldu­
ğunun farkına vardığınızda, aynı şeyin size yaşam vermiş olan
ebeveynleriniz için de geçerli olduğunu anlayabilirsiniz . Onla­
rın yaşamlarını, yaşadıkları zorlukları, çektikleri sıkıntıları ha­
yal ettiğinizde, onlara karşı şefkat duyabilir, onları gerçekten
anlayabilirsiniz. Diyelim ki ebeveynleriniz size potansiyel sev­
gilerinin sadece yüzde yirmisini verebildiler. Çoğumuzun yap­
tığı şey, bu yüzde yirminin yetersiz olduğunu, yeterince iyi

240
Siik!;an ve Sahicifi{
olmadığını iddia etmektir ve biz bu duruma kalplerimizi ebe­
veynlerimize kapatarak ya da yetersizliklerinden ötürü onları
yargılayarak karşılık veririz . Ancak, sihirli bir hayat yaşama­
nın bir parçası, var olan o yüzde yirmiye boyun eğınek ve onu
tam olarak almaktır. Olanı küçümsemek yerine böyle yapma­
nız, sevgi akışını size doğru akmaya teşvik eder. Özünde, var
·olanı kabullenmeniz, ona karşı direnmemeniz ve size verilmiş
olan yaşama karşı şükran duymanız sonucunda daha fazla
sevginin akması için bir kapı açarsınız . Bizim rüzgarı değişti­
remeyeceğimiz, ama yelkenlerimizi kullanma biçimimizi değiş­
tirebileceğimiz ve o rüzgarı ilerlemek için kullanabileceğimiz
söylenmiştir. Ebeveynleriniz ölmüş olsalar bile, bu prensip yi­
ne de geçerlidir, çünkü yapmanız gereken şey içsel bir hare­
kettir.

Bağışlama
Kendimizi ya da başkalarını bağışlamak enerjimizi daha başa­
rılı bir tezahür için serbest bırakmak açısından çok gereklidir.
Bağışlamaya çalışırken farkında olmanız gereken bazı önemli
şeyler vardır. Kendinize şu soruyu sorun: "Benim için huzura
kavuşmak mı, yoksa haklı olmak mı daha önemli?" Bu soruya
zaman harcamanız ve onu mutlak bir dürüstlükle yanıtlama­
nız gereklidir. Hepimiz olmasa bile, çoğumuz şu ya da bu za­
manda huzurlu olmaktan çok haklı olmayı isteriz, bu yüzden
içsel duygunuzu açık bir kalple ve net bir biçimde kontrol
edin. Bağışlama konusunda en büyük sorun, bağışlamış gibi
yapma tuzağına düşmektir. Bunu yaparız , çünkü birçoğumuz
"iyi"nin " kötü"yü bağışladığı ya da "doğru"nun "yanlış"ı ba­
ğışladığı bir pozisyonu alırız. Eğer içsel pozisyon buysa, o za­
man bağışlama gerçekten yapılmamış demektir. Bağışlama,

24 1
'Bireylerin, Jl.ifeferin ve 'l{usfarın 1-yifeşnusi
kısmen, kendinizi ve diğer kişiyi insan olarak görmek, dolayı­
sıyla onu hata yapmaz ya da başkalarına zarar vermeme ko­
nusunda kendinizle eşit yetenekte görmemektir. Bağışlama,
sevgi gibi, olanı tümüyle kabullenmek olarak tanımlanabilfr.
Bağışlama terimini kullanırken dikkatli olmalı, bu konuda ken­
dimizi üstün görerek davranmadığımızdan emin olmalıyız .
Aile Takımyıldızı sürecinde, güçlü nefret duygularının diğer
kişiye duyulan sevginin derinliğine eşit olduğunu ve direncin
çözüm için duyulan derin bir özlemi gösterdiğini de gördük.
Ruh her şeyi dahil eder ve her şeyi eşit olarak görür. Bir
terapist olarak, çoğumuzun sonunda en az saygı duyduğumuz
ebeveynleri ve bireyleri taklit ettiğimizi gözlemlemiş bulunu­
yorum. Bu taklit Ruh'tan gelen bir itilimden, dışlanmış olana
eşit olma yoluyla bir dengesizliği düzeltme itiliminden kay­
naklanır. Ebeveynlerle çalışırken, çoğu kez onlara çocukları­
nın onlar hakkında ne diyebilecekleri konusunda ne düşün­
düklerini sorarım. Çoğu danışanımı şaşırtan bir biçimde, bu
ebeveynler dürüst olduklarında, kendilerinin kendi ebeveynle­
rini nasıl gördükleriyle çocuklarının onları nasıl gördükleri ara­
sında bir sürü paralellik bulunduğunu açıkça görürler. Armut
gerçekten de ağacının dibine düşer.

Spiritüel Tuzaklar
Günümüzün spiritüel ve daha metafiziksel düşünüş biçimle­
riyle, yaşamla ilgili spiritüel görüş açımızı diğer görüş açıların­
dan daha üstün olarak algılamama konusunda dikkatli olmalı­
yız . Ruh için her şey eşittir ve her bir gelenek ve düşünüş bi­
çimi birileri için uygun olan bir yere sahiptir.
Oldukça sık bir biçimde, ebeveynlerimizin kuşağını bir­
çok bakımdan eski kafalı, sınırlı ve kısıtlayıcı olarak görme tu-

242
Sü/(?;an ve Safıicifif(
zağına düşebiliriz. Ancak, bunun gerçeğine gerçekçi bir biçim­
de bakmayı seçebiliriz. İnsanlığın vicdan ve bilinç gelişimini
göz önüne aldığımızda, her bir kuşağın bu alanlarda değişip
gelişmiş olduğunu ve bu gelişimi bir sonraki kuşağa aktarmış
olduğunu açıkça görebiliriz. Çok eski zamanlardan beri, her
bir yaşlı kuşak "günümüzün gençlerinden" yakınmıştır ve bu
da her bir kuşağın tekamül yolunda sadece bir derece ilerledi­
ği, tekamülün geçen her kuşakla biraz daha hız kazandığı ger­
çeğine tanıklık eder. Kendilerini yeni şifa ve varoluş biçimleri­
nin öncüsü olarak görenlerimizin bu olağanüstü gelişimin mey­
dana gelmesi için yeni temelleri atanın ebeveynlerimizin kuşa­
ğı olduğunu hatırlamaları gerekir. Bu kitabı okuyanlarınızın
çoğu çok kapsamlı sosyal değişimleri getirmiş olan İkinci Dün­
ya Savaşı'nın ve diğer olayların çocu klarının ve yetişkinlerinin
çocukları ya da torunlarıdır. Dolayısıyla, bizim önceki kuşak­
ları şükranla ve alçakgönüllülükle onurlandırmamız gerekir,
çünkü onlar düşünüşte bugün hepimizin yararlandığı değişim­
lerin bedelini kendi yaşam kaliteleriyle ödemiş olan çığır açı­
cılardı.

Spiritüel Kibir
Güneşli bir Cumartesi günü alternatif yaşam tarzı ve metafi­
zik konularında yayın yapan bir dergi tarafından düzenlenen
Metafiziksel Kahvaltı adlı bir toplantıya katıldım. Toplantıdan
sonra, otoparkta arabama doğru yürürken iki kadının üçüncü
bir kişiyi yüksek bir sesle eleştirdiklerini işittim. Kadınlardan
biri sözlerini şöyle bitirdi: "O kim olduğunu sanıyor ki, o spiri­
tüel bile değil! "
Bu öyküyü anlatmamın amacı yeni şifa, düşünüş ve varo­
luş biçimleriyle ilgilenen birçoğumuzun öldüğümüzde cennet-

243
'13ireykrin, Jlikkrin ve 'lfusfarın 1yifeşmesi
te özel bir yerimizin olacağı ya da sırf meditasyon yaptığımız,
şifacı, terapist, metafizik öğretmeni ya da öğrencisi olduğu­
muz için yaşamımızın gayri-fiziksel bir ruhani otorite tarafın­
dan kutsanacağı düşüncesinin tuzağına düşmesini içeren bi:i­
illüzyonu ortadan kaldırmaktır. Bana göre, ruhsal gelişimimiz
olana eşit olma ve olanı kabullenme yeteneğimiz tarafından,
bir başka deyişle . . . sevme yeteneğimiz tarafından belirlenir.

Şifacı ve Terapist için Tuzaklar


Benim deneyimime göre, tüm terapistleri ve şifacıları bu işleri
yapmaya güdüleyen şey kendi yaşadıkları acılar ve ailelerinin
işlevlerini yerine getirememiş olmalarıdır. Terapistler ve şifa­
cılar olarak, biz ailelerimizle doğru bir ilişki içinde olamadığı­
mızda, danışanlarımızla ve öğrencilerimizle doğru bir ilişki için­
de olmamız da mümkün değildir. Çoğu terapist ve şifacı bu ko­
nuda yanlış gelişmiş olan şeyi düzeltmek istediği için terapist­
lik ve şifacılık işine başlar. Aile Takımyıldızı çalışması şifanın
daha geniş tablosunu ve aile içindeki yerimizi görmemizi sağ­
lar ve bu süreçte inayeti ve alçakgönüllülüğü deneyimleyebil­
memiz için birçok kapı açar. Bir kez biz olana boyun eğdiği­
mizde, danışanlarımıza eşit bir zeminde yaklaşabiliriz. Çünkü
biz kendi ailelerimizde geçmişte vuku bulmuş olan yanlışları
düzeltme isteği tarafından güdülendirildiğimizde, kendimizi
danışanlarımızın üzerine yerleştirir, "onlar için neyin en iyisi
olduğunu bildiğimizi" düşünür ve bu süreçte onları güçsüzleş­
tiririz.
Hiçbirimiz burada dünyayı iyileştirmek ya da kurtarmak
için veya yüksek ilahi bir görevle bulunmuyoruz. Öyleyse ne­
den iyileştiririz? Neden terapistler ve öğretmenler oluruz? Bu­
nu yaparız , çünkü bu işi yaparken kendimizi daha iyi hissede-

244
Siif\!:an ve Safıici(if(
riz . Şifa sanatlarını uygulama konusundaki gerçek güdümüzle
ilgili olarak kendimize karşı dürüst olabildiğimizde, hizmet et­
tiğimiz insanlara daha yararlı olabiliriz. Çünkü böyle yaptığı­
mızda, artık danışanlarımızı, bireyleri, ulusları ya da gezegeni
kurtarmayı istemez, onların zamanın bu anında bulundukları
yere saygı gösterir ve bizden istediklerinde onlara yardım ede­
riz . Buna ek olarak, şifacılar ve terapistler olarak, bir kez ken­
di güdümüz hakında dürüst olduğumuzda, başkalarının olum­
lu ve olumsuz kanılarından bağımsız hale gelir, sırf bunu yap­
mak bizim doğamızda olduğu için işimizi yaparız . Biz onay­
lanma aramadığımızda ve bir biçimde özel ya da farklı oldu­
ğumuz kavramından kurtulduğumuzda, gerçek benliğimizin
özü yaratmış olduğumuz maskelerin tabakalarını aşıp ışık sa­
çabilir. Bir şifacı ya da terapist olmak bizi özel kılmaz ; ger­
çekten de, benim gözlemime göre, bu dünyada en sıradan in­
sanlar olağanüstü işleri başarırlar, çünkü onlar kendilerini
özel biri olarak görme tuzağına düşmeden sadece yaptıkları işi
yapmaktadırlar, çünkü böyle yapmak onların doğasıdır. Gandi
ve Nelson Mandela bu konuda aklıma gelen iki örnektir . . . on­
lar sıradan sorunları olan sıradan insanlardı, ama olağanüstü
işleri başarmışlardı.
Terapistler ve şifacılar olarak spiritüel cazibenin bizi içi­
ne hapsedebileceği aldanmaya karşı dikkatli olmamız önemli­
dir. Biz kendimizi dünyaya nasıl sunuyoruz? Şifacılık statü­
müzü ve spiritüel statümüzü sergileyen üniformalar haline
gelen giysiler mi giyiyoruz? Belli beslenme, yaşama ve var ol­
ma biçimlerinin diğerlerinden daha spiritüel olduklarında ıs­
rar mı ediyoruz? Ö nemli olan, dünyaya bir biçimde özel oldu­
ğumuzu söyleyen ideallere ve imajlara uyarak kendimizi hiz­
met ettiğimiz dünyanın üzerine yükseltmeye çalışmak değil,
yaptığımız her şeyde sahici olmak, insan olmaktır. Birçokları,

245
'Bireyferin, Jlifeferin ve 'l{usfarm iyileşmesi
eğer siz bir şifacıysanız o zaman vejetaryen olmanız ya da " sa­
de bir yaşam" sürmeniz gerektiğine inanırlar. Tüm bunlar bi­
zi dünyadan ayırmak ve bir biçimde özel kılmak için tasarlap­
mış "uymacılık" biçimleridir. Bu vejetaryenlik hakkında bir
bildirim değil, spiritüel beklentiler ve uymacılık (konformizm)
hakkında bir bildirimdir, çünkü herkes kendi bedenine uygun
olan beslenme biçimini seçmelidir.

246
11

KENDİ AİLE AGACINIZI YARATMAK

Bu kitaptaki tüm bilgileri artık okumuş olduğunuza göre, aile


sistemleri açısından neyin gerçekten önemli olduğunu, hangi
olayların önemli olduklarını anlamaya başladığınızdan kendi
aile ağacınızla ilgili algınız değişecektir.
Şimdi bir dosya kağıdı alıp, aşağıdaki sembolleri kullana­
rak Aile Takımyıldızı Ağacınız 'ı yaratabilirsiniz.

Erkekler Kadınlar
D o
Düşükler (eğer cinsiyeti bilinmiyorsa) [O]
Ebeveynler ya da çiftler için erkeği sol tarafa, kadını sağ
tarafa yerleştirin. Çocukları ebeveynlerin altına, en büyük ço­
cuk en solda yer alacak şekilde yerleştirin.

Örnek 1 Baba Anne

D O
D
İlk Çocuk
0İkinci Çocuk
D
En Küçük Çocuk
Oğlan Kız Oğlan

247
'13ire9ferin, Jlifeferin ve 'Ufusfarın 'İ.9 i{eşmesi
Ebeveyniniz daha önce bir başka evlilik yapmışsa ya da önemli
bir ilişki yaşamışsa, böyle bireyleri temsil eden sembolleri ba­
banın sağına ya da annenin soluna yerleştirin. Ö nemli ayrıntı�
ları not edin.

Örnek 2
Baba Anne --

O D
nedeni
İlk Kansı- -- D o Nişanlı

ITJ G)
Hakkında bilgi sahibi olduğunuz kadar çok kuşak geriye gide­
rek ve önemli olayları not ederek şemayı tamamlayın. Bu
önemli olayların örnekleri aşağıda yer almaktadır:
* Ebeveynlerin ya da büyük-ebeveynlerin erken ölümü
* Kaza sonucu ölümler, çocuk düşürmeler, ölü doğumlar,
bebek ölümleri
* Boşanma
* Irksal, dinsel ya da diğer kültürel nedenlerden ötürü
çiftlerin birbirlerinden zorla ayrılmaları
* Evlat edinmeler
* Ailenin yüzkarası rolünü oynamaya zorlanan ya da aile
tarafından reddedilen biri
* Kanser, AIDS gibi ciddi hastalıklar ya da bir ailede tek­
rarlanan hastalıklar

Aile Takımyıldızı Ağacınız 'ı tamamladıktan sonra, bu şe­


maya bakın ve bedeninizi ve solunumunuzu gözlemleyerek ai­
lenizin öyküsünü hissedin. Bu sırada belli bir duygu hissedebi­
lir ya da Aile Takımyıldızı Ağacınız 'ın bir bölümüne karşı içi­
nizde bir çekim hissedebilirsiniz.

248
1(endi 5life Ylğacınızı 'Yaratma!(
Öykü nedir? Ona karşı nasıl bir çekim hissediyorsunuz?
Meditasyonda, aile öykünüzün o bölümü üzerinde düşü­
nebilir, ilgili bireylerle konuştuğunuzu hayal edebilirsiniz. En
uygun olan cümleyi hissederek aşağıdaki iyileştirici cümleler­
den yararlanabilirsiniz:
" Sevgili . . . . . . . . . . . , bu kadar erken gitmiş olman çok acı,
çünkü hepimiz seni çok özledik. "
"Sevgili . . . . . . . . . . . . , bu kadar genç yaşta ölmüş olmana kar-
şın, ben hayatımı dolu dolu yaşarken lütfen bana şefkatle gü­
lümse . "
" Sevgili . . . . . . . . . . . , bir zamanlar sen unutulmuştun, şimdi
ben seni (örneğin: ağabeyim, halam) olarak alıyor ve sana kal­
bimde bir yer veriyorum. "
"Sevgili . . . . . . . . . . . . , sen çok ıstırap çekmiş olmana rağmen,
ben hayatımı senin şerefine tam olarak yaşayacağım. "
"Sevgili . . . . . . . . . . . . , bir gün yine buluşacağız. Ben uygun za-
manım geldiğinde geleceğim, ondan önce değil. Eğer kalırsam
bana şefkatle gülümse. "
Bunlar bir seminere katılmadan y a d a bir terapistle özel
olarak çalışmadan başlatabileceğiniz iyileştirici hareketlerin
birkaç örneğidir.

249
MEDİTASYON

Uza k Ata lar

/
I
1
1
\1 \ \\
' '
1 1 ' ' '

/ 1 \ \ ""

EJ 8 EJ 8 EJ 8 EJ 8
G@ G@
0 0
9
BBBB: Büyük-büyük Büyükbaba BBB: Büyük Büyükbaba
BBBA: Büyük-büyük Büyükanne BBA: Büyük Büyükanne
BB: Büyükbaba BA: Büyükanne B: Baba A: Anne
Sen: Çocuk

251
'Bireylerin, J'l.ifeferin ve 'Uf:usfarın iyileşmesi
Ebeveynlerinizin arkanızda durduklarını, babanızın sağ omzu­
nuzun arkasında, annenizin ise sol omzunuzun arkasında dur­
duğunu hayal edin. Onların ebeveynlerini de onların arkasına.
aynı şekilde yerleştirin. Büyük-büyük-ebeveynlerinizi de onla­
rın arkasına yerleştirin, buna hakkında bilgi sahibi olduğunuz
başka kuşakları da ekleyin. Siz zamanın sislerine doğru bir yel­
paze gibi yayılan yassı bir üçgenin sivri ucuymuşsunuz gibi, ar­
kanızda sıra sıra uzanan aile kuşaklarını görmeye devam edin.
B� büyük kalabalığın giderek genişlemesine izin verin,
hayalinizde ona art arda kuşaklar ekleyin, ta ki tüm yaşamın
başlangıcını, kaynağını, o ilk kıvılcımı görene dek. Bu hfila bir
gizemdir, ama siz onu Tanrı ya da sadece " Kaynak" olarak
isimlendirmek isteyebilirsiniz.
Bir an durup her biri yaşam armağanını bir sonraki ku­
şağa aktarmış olan bu geniş atalar kalabalığından gelen deste­
ğin gücünü hissedin. Şimdi ebeveynlerinizle yüz yüze gelmek
için 180 derece döndüğünüzü hayal edin. Onların omuzları üze­
rinden bu geniş kalabalığa bakın ve hayalinizde geriye gidebil­
diğiniz kadar giderek her bir kuşağı gözden geçirin, onların de­
neyim zenginliklerini hissetmenize izin verin. Her bir kuşak
zorluklara dayanmış, zaferler yaratmış ve bir sonraki kuşak
için gelecekteki gelişimin temellerini atmıştır. Tüm bu atala­
rın zaman geçtikçe nasıl zihnen, kalben ve ruhen geliştikleri­
ni, her bir kuşağın bir sonraki kuşak için yeni var oluş, yapış
ve düşünüş biçimlerine kapılar açmış olduklarını düşünün.
Şimdi ebeveynlerinize bakın ve tüm bu tekamülün, bilgeliğin
ve öğrenimin size karşınızda duran bu çok özel iki kişi tarafın­
dan bir yaşam armağanı olarak verilmiş olduğunu idrak edin.
Şimdi içsel olarak yaşam için şükran duyarak ebeveynle­
rinizin ve atalarınızın önünde saygıyla eğilin.
Bu meditasyonu istediğiniz kadar sık olarak yapabilirsiniz.

252
BİLİŞ ALANI

"Biliş Alanı" terimi ilk kez 1997'de Heidelberg yakınlarındaki


Wiesloch'da düzenlenen ilk Uluslararası Aile Takımyıldızları
Konferansı'nda yaptığı açış konuşmasında Dr. Albrecht Mahr
tarafından ortaya atılmıştı. Dr. Mahr'ın konuşması şu başlığı
taşıyordu: "Bilgelik hiçbir şey yapmadan oturanlara gelmez:
Aile takımyıldızlarında tekniğin kullanımı ve 'yönlendirilme'
üzerine. " Dr. Mahr ve diğerleri aile takımyıldızlarında ortaya
çıkan bilginin zenginliğinden derin bir biçimde etkilenmişler­
di. "Biliş Alanı" terimi bizi aile takımyıldızlarında bilgilendi­
ren ve yönlendiren alan fenomenini tanımlamak için en uygun
terim gibi görünüyordu.
Bir yandan o şiirsel bir terim olarak görülebilir, şiir ruh
düzeyinde en doğru dildir. Öte yandan, "biliş alanı" terimi
hem Rupert Sheldrake'in morfogenetik alanlar ve genişlemiş
zihinle ilgili bulguları, hem de kuantum fiziği ve onun kuan­
tum alanları vasıtasıyla bilgi aktarımıyla ilgili şaşırtıcı keşifle­
ri tarafından esinlendirilmiştir.

253
JOHN PAYNE HAKNDA

John L. Payne uluslararası olarak tanınan bir metafizik öğret­


meni, yazar, şifacı ve Aile Takımyıldızları uygulayıcısıdır. O
sarsılmaz gerçek ve ölçüsüz şefkat üzerine inşa edilmiş olan
kendi çalışma tarzını geliştirmiştir. Dört kıtada yüzü aşkın
Aile Takımyıldızı seminerleri vermiş olarak, o bu çalışmaya
seminer katılımcılarına ve okurlara iyileştirici ve destekleyici
bir berraklık sunan bir deneyim ve bilgi zenginliği getirmekte­
dir.
John L. Payne Güney Afrika'da, Johannesburg'da yaşa­
makta, ABD'de ve dünyanın başka yerlerinde düzenli olarak
seminerler vermektedir. Payne'in programıyla ilgili daha fazla
bilgi edinmek ya da onun çalışmasını kendi bölgenize getir­
mek için ww .familyconstellations.net'i ziyaret edebilir ya da
familyconstellations@telkomsa.net adresine, John L. Payne'e
e-posta gönderebilirsiniz .

255
BİREYLERİN, AİLELERİN ve ULUSLARIN iYİLEŞMESİ
"Bu kitabın iyileştirici gücü temel gerçekleri bildirmesinden ve 'olan'ı
bahanelerden ve maskelerden yoksun bir biçimde kabul ve tasdik et­
mesinden kaynaklanmaktadır. . . John Payne gizli bağlılıkların ve haklı
olma ihtiyacımızın nası l yaşamın zorluklarının birçoğunun özünde bu­
lunduğunu ve yarattığımız öykülerin nasıl yaşamlarımızdaki birçok
illüzyonun, acının ve işlevsizliğin nedeni olduğunu vurgulamaktadır.
Onun bağışlamayla ilgili yepyeni yaklaşımı sizi yargılamanın ortadan
kalkacağı ve kendinize karşı sahici olmanızın sizi suçluluk, utanç,
içerleme ve öfke yükünden kurtaracağı bir yolculuğa ç ıkaracaktır."
- lyanla Vanzant, Living through the Mean time adlı kitabın yazarı

"Yüksek bir profesyonel uzmanlıkla ve zengin bir psikoterapik dene­


yimle yazılmış olan bu kitap aile takımyıldızlarının şaşırtı cı etkili­
liklerini kanıtladıkları , geniş çeşitlilikte yaşam sorunları , semptomları,
travmatik olaylar ve hastalıklar hakkında yorumda bulunan canlı ve
etki leyici vaka öykülerinin tam bir tablosunu içermektedir. John'un
travmanın kuşaklarötesi aktarımıyla çalışmasını ve en ağır yükle yüklü
atalarımızın bile yaşamlarımızda nasıl bir asli güç , sevecen bir özsay­
gısı ve şefkat kaynağı olabileceklerini özellikle ikna edici buldum . "
D r. A lbrecht Mahr •

Bu kitabın "iyileşme" ile ilgili perspektifi okurun vizyonunu bireysel


iyileşme kapsamının ötesine, kuşakl arı kapsayan, ırksal ve kültürel en­
gelleb aşan ve onlar ister hükümetlerde, ister rej imlerde, savaşlarda,
cinsel tecavüzlerde ya da diğer suçlarda yer alsınlar suçlular ile
kurbanlar arasındaki ilişkilere yeni bir ışık tutan bir vizyona doğru
gen i ş 1 etecekti r. .
Payne'in " S evgi Düzenleri," Aile Takımyıldızları uygulamasında göz­
lemlenmiş olan doğal bir kalıbı tanım l ar: Sadece bir aile sistemine
değil, uluslar gibi daha büyük gruplara da kimlerin ait olduklarını,
kimlerin olmadıklarını bildiren belli bir düzen vardır. İçerdiği birçok
örnek ve öyküyle bu kitap dışlanmış olanları tekrar ait oldukları yere
geri getirmekte ve bir bireyin iyileşmesi ile ailesel, etnik ve ulusal
ruhların iyileşmeleri arasındaki uçurumu kapatmaktadır.

· �ı ıı ı
9 789756 793688
·
www.akasa.com.tr

You might also like