Professional Documents
Culture Documents
John L. Payne - Bireylerin Ailelerin Ve Ulusların İyileşmesi
John L. Payne - Bireylerin Ailelerin Ve Ulusların İyileşmesi
'
İYİLEŞMESİ
John L. Payne
Çeviren:
Semra Ayanbaşı
Kitabın Orijinal Adı:
The Healing of Individuals, Families and Nations
Dizgi: Bilginler
Kapak Basımı: Santra Ajans
Basım: Avcı Ofset
Cilt: Evren Ciltevi
Film: Güven Grafik
ISBN:975-6793-68-6
AKAŞA
Yayın Dağıtım Tanıtım Ltd. Şti
Lamartin Cad. No:40 Asma Kat Taksim - İstanbul
Tel: (0212) 235 99 73 - Faks: 235 99 70
www.akasa.com.tr
Birinci Basım
İstanbul, 2006
İÇİNDEKİLER
Giriş/ 6
Teşekkür/ 9
2. Bölüm: Hastalık/ 51
4, Bölüm: Takımyıldızlar/ 87
Meditasyon/ 251
6
1999'daki o ilk başlangıçlardan beri birçok semi nern lrn
tıldım, ayrıca özel eğitim de aldım ve sonra ben yüzü a�kııı
Aile Takımyıldızı semineri verdim. Bu kendi içinde bir yolcu
luk oldu ; bu beni her zaman derinden etkileyecek, cesaretlen
direcek, ilham verecek, insan ilişkileri filemi ve Ruh hakkında
çok şey öğretecek bir yolculuktu. Ayrıca, bu derin çalışmayı
yaratan kişi olan tanınmış Alman psikoterapist Bert Hellin
ger'in adını etmeden Aile Takımyıldızları çalışmasından söz
edemem. Onun kitapları ve seminerleri benim için büyük bir
ilham kaynağı olmuş ve insan ilişkileri filemindeki serüveni
min temelini oluşturmuştur.
Bu kitabı yazmaktaki amacım, neyin doğru olduğuyla il
gili günlük algılarımızı, sınırlayıcı, yıkıcı yaşam kalıplarımıza
ve hastalıklarımıza neyin neden olduğuyla ilgili varsayım ve
analizlerimizi aşan bir dünyaya bakışımı sizlerle paylaşmak
tır. Bu kitabı okurken kendinizi sadece bir birey olarak değil,
bir ailenin, bir etnik grubun, bir ulusun daha büyük Ruhu 'na
ait birisi olarak görmeye başlayacak ve bunların her birinin
sadece hayatımızı yaşama biçimimizi değil, duygusal, fiziksel
ve ruhsal sağlığımızı ve esenliğimizi de doğrudan etkilediğini
'anlayacaksınız. Sizleri bu kitapta anlatılan her bir öyküye
� aman ayırmaya, bunlara verdiğiniz fiziksel ve duygusal tep
kileri gözlemlemeye davet ediyorum, çünkü ben bedenin asla
yalan söylemediğini öğrendim ve kendi öykünüzün büyük bö
lümünü bu şekilde keşfedebilirsiniz .
Bu çalışmanın çok basit bir biçimde gözler önüne serdiği
şey, duygularımızın aslında kendi duygularımız olmayabile
cekleri, bizim kendi Ruhumuz 'un özüyle temasta olmak yeri
ne başkalarının kaderine dolanmış, onların hayatlarını yaşıyor
olabileceğimizdir. Hem deneyimli psikoterapistler, hem de ge
leneksel şifacılar bu çalışmanın etkililiği ve verimliliği karşı-
7
sında hayrete düşmektedirler. Benim amacım size bu çalışma
,
y.ı psikoterapik jargondan yoksun bir biçimde sunmaktır ki
böylece bu çalışmanın daha büyük anlamı içgörüler arayan
herkes tarafından hissedilip deneyimlenebilir.
Sevgiyle,
John L. Payne
8
TEŞEKKÜR
9
Roux, Lorato Scherpenhuizen, Karen Lange, Bev Moss, Dr.
Newton Kondaveti, Dr. Lakshmi Kondaveti, Dr. Delia Robert
son, Winnie Kyriakides, Sonja Simak, ayrıca Johannesburg'
daki Metafizik Akademisi 'nden birçok danışanım ve öğ°iencim.
Hepinize teşekkürler!
Son olarak da yaşam boyu arkadaşım ve en iyi dostum
Willie Engelbrecht'e en derin minnettarlığımı ifade etmek is
terim. Tüm desteğin için ve benim kendime inanmadığım za
manlarda bile bana inandığın için sana teşekkür ederim. Sen
benim yaşamımda bir ışık oldun!
Sevgiyle,
John L. Payne
10
Annem
Anısına
1934 -2004
Cebelitarık
11
1
SEVGİ DÜZENLERİ
13
'Bireykrin, .91.ikkrin ve 'Ufusfarın 'İ.y ifeşmesi
zenleri nasıl bozulurlar? Bu kadim düzenler kimin o düzene
ve nasıl ait olduğunu belirlediklerinden, bireyler ya da gruplar
-kasten ya da aile üyeleri bir başka aile üyesinin zor k!lderini
benimseyemedikleri için- dışlandıklarında bu düzenler bozu
lurlar. Sevgi Düzenleri'nin en önemli prensibi ebeveynlerin
çocuklarına yaşam vermeleri ve çocukların o yaşamı almaları
dır. Dolayısıyla, bir çocuk -kaç yaşında olursa olsun- kendisini
anne ya da babasının üzerinde ya da onlara eşit bir konuma
yerleştirdiğinde, Sevgi Düzenleri'nin doğal akışı açısından bu
nun sonuçlarıyla karşılaşır. Böyle bir konumlandırmanın ço
cuğa ödettiği bedel genellikle yıkıcı yaşam kalıpları olarak or
taya çıkar.
En sık görülen bozulmalara bir ebeveynin ya da büyük
ebeveynin erken ölümü, bir çocuğun ölümü, düşükler, kürtaj
lar, bir bireyin ailesi tarafından "yüzkarası" olarak dışlanma
sı, bir cinayet ya da vuku bulmuş diğer adaletsizlikler neden
olur. Tüm bu olaylar -üç, dört ya da beş kuşak önce vuku bul
muş olsalar bile- bugün de hissedilebilirler ve gözlemlere göre,
bunlar yaşamımızda derin kalıntısal bir etki yaparlar. Bu ka
dim Sevgi Düzenleri ile karşılaştıklarında, deneyimli terapist
ler bu yeni kavram içinde çalışmanın etkililiği ve verimliliği
karşısında şaşırmakla kalmaz, ayrıca danışanları için daha ön:
ce bulamadıkları yeni çözümler bulmalarını sağlayan bu yeni
likçi ve taze yolda çalışmanın gücü karşısında saygıyla eğilir
ler.
Sevgi Düzenleri'ne daha yakından baktığımızda, gelenek
sel psikoterapinin ötesinde bulunan ve eşiği geçip Ruh'un ha
kimiyet bölgesine yönelmemizi sağlayan bir aleme gireriz ..
Ruh, doğası gereği, her şeyi eşit görür ve her şeyi kapsar, hiç
bir şeyi dışlamaz . Ruh'un kalbinde, olanı olduğu gibi kabul ve
tasdik ediş vardır. Bu sevginin esası, temeli ve gücüdür. Bu
14
Sevgi 'Düzenferi
sevgi doğasıyla, biz başkalarının kaderine dolanmadan o ailPyP
ait olacak şekilde özgürleşir ve böylece yıkıcı yaşam kalıpları
yaratması açısından bize zarar verebilecek olan ortak vicdan
dan özgürleşiriz. Doğal Sevgi Düzenleri 'ndeki bozulmaların
çözümleri ailemizin (ya da ulusumuzun) her bir üyesini, ko
şullara bakmayarak (onların güçlü ya da zayıf, dostça ya da
kavgacı, zihinsel veya fiziksel olarak sakat, intihar etmiş ya da
çok genç yaşta ölmüş olduklarına bakmayarak), o aileye eşit
derecede ait olarak görmekte yatar. Sevgi Düzenleri'ni onar
mak için, o kader ne kadar ağır olursa olsun ailemizin (ya da
ulusumuzun) her bir üyesinin kaderine izin vermemiz ve ona
saygı göstermemiz gerekir, çünkü her birey sadece kaderi ta
rafından değil, bu kadere karşı taşıdığı sorumluluk tarafından
da güçlendirilebilmelidir. Tekrar tekrar gözlemlediğimiz şey
şu ki, yıkıcı yaşam kalıpları -ister fiziksel hastalıklar, isterse
ilişkilerde zorluklar olarak ortaya çıksınlar- hem Sevgi Düzen
leri 'ndeki bozulmaya, hem de bazı bireylerin bir başkasının
kaderini, o kaderi kişiye bırakmak yerine kendi kaderleri ola
rak üstlenmelerine atfedilebilir. Çoğu kez, Aile Takımyıldızla
rı oluşturma yoluyla Sevgi Düzenleri 'ni onarmak için çalışır
ken, danışan-kişi başkalarının kaderine dolanmış olduğunun
bilinçli olarak farkında değildir, ama bir takımyıldız çalışma
sıyla bu durum ortaya çıktığında, danışan gizli bağlılıklarının
farkına varır ve onları bilinçli olarak savunmaya başlar.
Sevgi Düzenleri sıradan ailelerin içinde nadiren bozulma
dan kalır. Bir ailenin üyeleri Sevgi Düzenleri'nde bir bozulma
ya neden olduklarında -bu çoğu kez bilinçsizce yapılmış veya
ona bilinçsiz bir biçimde tepki gösterilmiş ve bu durum kabul
ve tasdik edilmemiş olsa da- bunun farkındalığı ailenin vicda
nından ya da Ruh'tan öylece silinip gitmez ; o olduğu gibi kalır.
Eğer bir birey bir aileden haksız bir biçimde dışlanmışsa, bir-
15
'Bireyferin, Jf.ifeferin ve 'Ufusfarın 'İ.y ileşmesi
kaç kuşak sonra olsa bile, bir başka aile üyesi -ifade edilmeyen
bir bağlılıkla- benzer bir kaderi yaşayarak denge ve düzeni ye
niden kurmaya zorlanacaktır. Aynı şekilde, diğer gry.pların
kurbanı olmuş olan uluslar ya da ulusal ve etnik gruplar o ilk
suçluları (onları kurban edenleri) taklit etmeye başlarlar. Kur
banlar ve suçlular birbirleriyle aynı kaderi paylaşırlar ve kur
ban bir biçimde yadsındığında ya da dışlandığında, suçlu da
dışlanır -ona insandan daha aşağı bir statü verilir- bu da ge
lecek kuşakları kurbanın ya da suçlunun kaderini kendi ka
derleri olarak üstlenmeye zorlar. Biz bir suçluya baktığımızda,
o bireyin katil ya da suçlu olduğu zamanın o anında olandan
çok daha fazla şey içerdiğini hatırlamalıyız . O tek bir olaydan
çok daha büyük bir varlıktır ve onun kim olduğunu tanımla
yan şey tek bir olay değil, varlığının bütünüdür. Bu konuda
bazı örnekler vereceğim:
16
Sevgi 'Düzenferi
da) , atalarımızın enerjilerini ve duygularını üstlenir, hııyııtı
mızı biz unutulmuş ya da bir biçimde dışlanmış olan bel li bir
atamızmışız gibi yaşarız. Şimdiye dek en yaygın dolanmanı n
(başkasının kaderine dolanmanın) ve Sevgi Düzenleri 'nin bo
zulmasının bir ailede bir ebeveynin ya da çocuğun erken ölü
mü durumunda vuku bulduğunu gözlemledik. Bir birey vak
tinden önce, genç yaşta öldüğünde, geriye kalan aile üyeleri
nin o kişinin kaderini kabullenmeleri çok zordur; bu özellikle
küçük çocuklarını kaybeden ebeveynler ya da bir ebeveynini
yitiren küçük bir çocuk için geçerlidir. Biz ölmüş yakınlarımı
za bakamadığımızda ve onları tam olarak kabullenemediği
mizde, ölenler de dışlanmış olurlar, çünkü onların kaderi red
dedilmiştir. Kader Ruh'un bir meselesidir.
17
'.Bireyferin, 5'1.ifeferin ve 'Ulusfaruı 'İ.yifeşmesi
beş kuşak sonra bile, bunun etkisi hissedilebilir ve daha son
raki kuşakların çocukları ve torunları o çocuğun kaderini bir
biçimde, eylem yoluyla ya da duyguları taşıyarak payl�şmaya
zorlandıklarını hissedebilirler. Çoğu kez, ruhsal gerçeği ya da
"bir şeyi " tüm yaşamları boyunca aramış olduklarını bildiren
danışanlarım aslında geçmişte ölmüş ve unutulmuş birini ara
maktadırlar.
Peki, biz Sevgi Düzenleri ile nasıl çalışıyor ve ortaya çı
kan bilgiye nasıl erişiyoruz? Bunu "Biliş Alanı" dediğimiz şeyi
kullanarak yapıyoruz.
Biliş Alanı
Aile Takımyıldızı çalışmasında biz aile üyelerimize ve ataları
mıza vekalet eden temsilciler kullanırız; işte o zaman Biliş
Alanı dediğimiz o görünmeyen mevcudiyetle temas kurarız. O
zaman temsilcilerin temsil ettikleri bireylerin bilgilerine ve
duygularına erişebildikleri bu fenomenle karşılaşırız. Bu, tem
silciler için kendi başına güçlü ve yaşam-değiştirici bir dene
yim olabilir; onlar temsil ettikleri bireyin kişiliği ve yaşam ko
şulları hakkında çok az şey bilerek ya da hiçbir şey bilmeyerek
bir başkasının yerine geçer ve o kişi "olurlar. "
18
Sevgi 'Düzenleri
genellikle yoğun olarak yaşadıkları deneyimleri yüzünden çok
şaşırır, derinlemesine etkilenir ve bir biçimde değişirler. Bu
çalışmayı ilk kez duyanlar ona çoğunlukla kuşkuyla yaklaşır,
hatta inanmazlar, bazıları bunun gerçekten mümkün olup ol
madığını merak ederler, bazıları da temsilcilerin danışan-kişi
için bir şifa ya da çözüm yaratma gereksinimiyle davrandıkla
rını varsayarlar. Ancak, bazen bir temsilcinin hissettiği ve ifa
de ettiği şey sevecen olmaktan çok uzaktır ve temsilcilerin hiç
birinin duyguları önceden tahmin edilemez. Ben sık sık danı
şanlarımdan temsilciler hakkında şöyle bildirimler duyarım:
"Bu tıpkı benim erkek kardeşim gibi konuşuyor, bu onun söy
leyebileceği bir söz . " Bunun nasıl meydana geldiği bir gizem
içerir, çünkü temsilcilerin psişik olarak yetenekli olmaları ge
rekmez, onlar bir seminere katılan sıradan kişilerdir. Biz, tek
rar tekrar, danışanların temsil edilen duyguların, tutumların
ve olayların gerçekliğini doğruladıklarını işitiriz. Bir biçimde,
temsilciler ya aile Ruhu'nutı enerjisini massetmekte ya da o
nun bir parçası olmaktadırlar -ki bu bile kendi başına çok şa
şırtıcı bir durumdur- ama bu çalışmanın asıl gücü onun gize
minin ortadan kalkmasından, olanı kabullenmekten ve temsil
ciler vasıtasıyla ifade edilen Biliş Alanı'nı kullanarak kaosa
düzen ve uyumsuzluğa çözüm getirmekten kaynaklanır.
19
'Bireylerin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
ona nasıl bir duygu verçliğinin bir görüntüsünü temsil eder.
Ancak, bazen terapist rasgele birisini seçerek, büyük-ebeveyn
lerin ya da diğer daha uzak aile üyelerinin temsilcilerini bu
alana sokarak takımyıldıza katkıda bulunur. Seçilen .birey ne
redeyse anında öykünün bir parçası olur ve onunla ilişkili duy
guları hissetmeye başlar. Sık sık, çoğunlukla hissettiği bir ön
seziyi sınamak için, terapist ona kimi ya da neyi temsil edece
ğini söylemeden bir temsilci seçer. Sonuçlar aynıdır: Diğer
temsilçiler bu yeni seçilen temsilciye tepki gösterirler ve bu
temsilci de tüm duygularla birlikte o takımyıldızın bir parçası
olur, orada bulunmasalar da gerçek aile üyelerinin bildikleri
bilgiye ve duygulara aynı şekilde erişir.
Bu fenomeni anlatmak onun nasıl işlediğini açıklamaz ,
bu sadece, gözlemlenmiş olanın ve Biliş Alanı içinde çalışma
nın yararlarının bir betimlenişidir. Çok açık olan şey şu ki,
hem terapist hem de seminer katılımcıları gizeme teslim ola
bildiklerinde, olanı olduğu gibi kabullenebildiklerinde, o za
man bu çalışmanın tüm yararlarından ve gücünden yararla'na
b'iliriz ; o zaman şaşkınlıktan kurtulur, durumu olduğu gibi ka
b\.!-llenir, bu çalışmanın böyle olduğunu ve işe yaradığını kabul
.
�deriz. En uygun tutum, Biliş Alanı 'nın kendimizden çok daha
bö.yük bir şeye ait olduğunu ve ona yardımcı olmak için onu
akli olarak anlamamızın gerekmediğini bilerek saygıyla geri
çekilmektir.
Biliş Alanı, sadece, bir aile içinde mevcut olan enerjileri gözler
önüne serer, o belli olaylar için olgular ya da kanıtlar oluştur- ·
20
Sevgi 'lJüzenferi
bilinmeyen aile sırları ya da olaylar daha sonra doğrulanır. Bi
liş alanıyla çalışırken bir ailenin tüm üyelerinin birçok kuşağı
kapsayan birbirine-bağlılığının çok farkında olmamız gerekir.
21
'Bireyferin, J'Lifeferin ve Vlusfann 1yifeşmesi
paylaşmaya zorlandığını hissederek salonun karşı tarafına,
onların yanına geçti. Babanın temsilcisi ise Angolalılara baka
mıyordu, oğlunun onlarla birlikte durmasına sinirlemrıişti ve
başka bir yöne bakıyordu.
İyileştirici Cümleler
İyileştirici Cümleler Ruh'un dilidir. Onlar basit, gerçeği ifade
eden, olanı kabul ve tasdik eden cümlelerdir. İyileştirici cüm
lelerin gücü basit ve sade oluşlarında yatar, onlar bizi öykü
den ve kanıdan uzaklaştırıp, yadsınamaz olanı basitçe bildirir
ler. Yıllar içinde, Aile Takımyıldızlarını düzenleyen terapistler
iyileştirici etki yaptığı kanıtlanan standart iyileştirici cümlele
ri -ortaklaşa ve bireysel olarak- geliştirmişlerdir. Ancak, za
man zaman, Biliş Alanı bize uygun cümleyi bildirir ve sağlar.
Bu, terapist zihnini boşaltıp, beklentiyi ve herhangi bir şey.i
onarma gereksinimini bırakıp, aileye karşı derin bir saygıyla
açık kaldığında ortaya çıkar. Bu nötr yaklaşımla, terapist çoğu
kez biliş alanının ifade ettiği sözcükleri duyabilir ve zaman za-
22
Sevgi 'Düzenleri
man da bu sözcükler bir temsilci vasıtasıyla spontane lıir lıi
çimde ifade edilir. Psikodrama uygulaması ile Aile Takımyıl
dızlarında iyileştirici cümlelerin kullanılması arasında çok lıiı
yük bir farklılık vardır. Bu çalışmanın esası basit gerçektir ve
olanı kabul ve tasdik etmektir, oysa psikodrama, çoğu psikote
rapi gibi, çoğunlukla -basit gerçekleri görmezden gelen ve ne
yararlı ne de iyileştirici olan bir realite görüşü yaratan- öykü
ler yaratma ve onlara saplanıp kalma eğilimindedir.
İ şte danışanların ve onların aile sistemlerinin içinde iyi
leştirici bir hareket yarattığı gözlemlenmiş olan bazı tipik iyi
leştirici cümleler:
Bir durumunda
23
'Bireylerin, .91.ifeferin ve 'lfusfarın 1yifeşmesi
Senin çocuklarımızda yaşadığını gördüğüm yanına saygı
duyuyorum.
Babanın sende yaşadığını gördüğüm yanına saygı duyu
yorum, sevgili Oğlum ve bunu görmek güzel bir şey.
Çocuklarımız armağanından ötürü sana teşekkür ederim;
sen olmasaydın ben bu nimete sahip olamazdım.
24
Sevgi 'Düzenferi
* Ebeveynlerin ve büyük-ebeveynlerin erken ölümü
* Bir çocuğun ya da genç birinin ölümü
* Kaza ve cinayet sonucu ölümler
* Kürtajlar, düşükler ve ölü doğumlar
* Evlat edinmeler
* Ailenin yüzkarası rolünü oynamaya zorlanmış ya da öy
le görülmüş olan birisi
* Savaş deneyimleri
* Amerikan İç Savaşı, Anglo-Boer Savaşı, Irk Ayrımı, Ya
hudi Soykırımı, Katliamlar, Yerli Amerikan Halkı'nın ve
Avustralyalı Aborijinler'in soykırımı, Afrika Köleliği, Di
aspora, İkinci Dünya Savaşı ve diğer savaşlar
* Boşanma
* Eski eş ya da ilk aşk gibi önceki önemli ilişkiler
* Haksız kazanç
25
'/lırı'!/ll'ri11, Jlife.ferin ve 'l[usfarın 1yifeşmesi
1ı111tı·ıııik dolıınınuları tanımlamaktır. Bu dolanmalar bir bire
yııı gı·11ıııi�in olaylarına dolanarak, bir başkasının kaderini
kı·ıııli kaderi olarak deneyimlemesi ve hissetmesi olarak ta
ıııııılanır.
26
Sevgi 'Düzenleri
rahatladım! Ben artık en büyük çocuk değilim ve ölmüş ola11
tarın yerini doldurabilmek için çok kusursuz olma ihtiyacı
duymuyorum. Üçüncü çocuk olmak kendimi iyi hissetmemi
sağladı!"
27
'Bireyferin, 5lifeferin ve 'U[usfarın 1yifeşmesi
makta da zorlanır. Babasını erken bir yaşta kaybetmiş olan
bir oğlan çocuğunun durumunda, onun için -annesinin etki
alanında çok uzun bir süre kalmış olduğundan- erkel\ler dün
yasına ait olmak zordur. Ayrıca, yetişkin ilişkilerine girdiğin
de, o annesiyle bir tür karı-koca ilişkisi içinde olduğundan, eşi
ni sevmekte gerçekten özgür olamaz .
Boşanma
28
Sevgi 'Düzenleri
Otuzlu yaşlarının sonunda bulunan bir adam çökmekte olan
yeni evliliğine bir çözüm bulmak için bir seminerime katılmış
tı. Evleneli henüz iki yıl geçmiş olmasına rağmen genç eşi on
29
'Bireyferin, Jf.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
ı;iflh�r arasında yaşanmış o ilk sevginin sonucunda verilmiş bir
çocuk armağanını gözden kaçırmamak önemlidir. Bir ebeveyn
diğerine saygı göstermediğinde ve armağanı yadsıdığında, ço
cuk bu süreçte utandırılmış olur ve bu da onu çok zayıf düşü
rür, öyle ki o yetişkinlik yaşamında sevecen ve kalıcı ilişkileri
sürdüremeyebilir. Bu durum bir çocuğun ebeveynlerinin ka
lıplarını taklit edeceğini ve onlar gibi boşanacağını varsay
maktan çok daha karmaşıktır. Daha büyük etki çocuğun ebe
veynin enerjilerine erişememesi olarak ortaya çıkar; eğer ço
cuk babasının enerjilerine erişememişse, söz konusu enerji ya
şamdır, eğer çocuk annesinin enerjilerine erişememişse, söz
konusu enerji sevginin kökenidir. Çünkü babalar yaşamın
başlangıcı, anneler ise sevginin kökenidirler. Bu temel enerji
lere erişilemediğinde, yaşamımız karışık ve doyum vermez ha
le gelir.
Duygusal Ensest
30
Sevgi 'Düzenferi
dek annemle birlikte uyudum. Birisiyle çıkmak ya da yeni hir
ilişkiye girmek istediğim her defasında annemi terk ettiğim için
suçluluk duyar ve babamı sevmeye ve saymaya hiç hakkımın
olmadığını düşünürdüm. Şimdi babamı çok özlüyorum.
31
'13ireykrin, .9Likkrin ve 'U[usfarın 'İy ifeşmesi
kutuplaştırmaya çalışan terapistler tarafından da verilir. Ço
ğumuz çocuklara tecavüz eden herkesin ciddi bir biçimde ce
zalandırılması, hatta ölüme mahkum edilmesi gerek�iği şek
lindeki yargıyı paylaşmış ya da bu yargıya tanık olmuşuzdur.
Peki, bu durumda çocuğa ne olur? Toplum çocuklara tecavüz
edenlere karşı böylesine saldırgan bir tutuma girdiğinde, çocu
ğun aklına onun başına k orkunç bir olayın geldiği düşüncesi
sokulmuş olur; bunun net etkisi çocuğun duyduğu utancın de
rinleşmesidir. Benim gözlemlerime göre, cinsel tecavüzlerle
ilişkili suçluluk,· utanç, kendinden-nefret-etme ve intihar eği
limleri gibi duyguların ço�'U cinsel tecavüz viıku bulduktan
çok sonra şekillenir ve bu böylesine tabu bir konuya yetişkin
lerin gösterdikleri tepkinin direkt bir sonucudur.
32
Sevgi 'Düzenleri
mekte özgür olduğunda bir kez daha masumiyetini kazııııdıgı ·
33
'llireyferin, JLifeferin ve 'Ufusfarın iyileşmesi
liııçli ol m aya n düzeylerde vuku bulur, ama bir anne bir takım
yıldız sü recinde böyle bir olayla yüzleştirildiğinde, onun bilin
çaltı eylemi (ya da eylemsizliği) bilinçli ve apaçık h�le gelir.
Benim deneyimimde, "durumu bilmediğini" iddia eden her an
ne gerçeği söylemiyordu. Ancak, Aile Takımyıldızı çalışması
34
Sevgi 'Düzenferi
sedebileceğimi asla hayal edemezdim. Ama danışanın ağıı.lwyi
nin temsilcisine sarılıp ona, "Sen, her ne olursa olsun, halti
benim ağabeyimsin " dediği o sessiz ve derinden etkileyici ana
tanık olduğumda gözyaşlarına boğuldum. Benim de taşıdığım
suçluluk duygusundan kurtulmak için söylemem gereken şeyin
bu olduğunu anladım. "Evet (gözyaşları içinde) ben babamı
çok seviyor ve özlüyorum. "
Evlat Edinme
35
'Bireylerin, .Jlfeferin ve V.fusfarın 'İ.y ifeşmesi
Bu n ı ı ek olarak, evlat edinen ebeveynlerin birçoğu çocuğun bi
yoloj i k ebeveynlerine göstermeleri gereken saygıyı göstermez
ler ve bu evlat edindikleri çocuğun üzerinde olumsuz l;>ir etki
yapar. Çocuklar biyolojik ebeveynlerinin -uyuşturucu bağımlı
lığı, alkolizm, hastalık, yoksulluk ya da fahişelik gibi- uygun
suz yaşam koşulları yüzünden evlat edinildiklerinde, onları
evlat edinen ebeveynlerin birçoğu kendilerini sadece o çocu
ğun kurtarıcıları olarak görmekle kalmaz, çocuğun biyolojik
ebeveynlerinden daha üstün olarak da görür. Aile Takımyıldı
zı çalışmasında biz ebeveynlerimiz ve atalarımızla aramızdaki
bağın önemli olduğunu gördük, bu yüzden, evlat edinilen bir
çocuğun ebeveynleri onurlandırılmadıklarında, bu çocuk onun
için kuvvet kaynağı olabilecek bir bağdan yoksun kalır.
Birkaç yıl önce Vietnamlı bir çocuğu evlat edinmiş olan
Amerikalı bir çiftle çalışmıştım. Oğulları derslerine çalışmakta
zorlandığı, ayrıca uyuşturucu ve alkol sorunları yaşadığı için
bu çift onun sorunlarına Aile Takımyıldızları çalışmasında bak
maya karar vermişti. Onlara ilk olarak oğullarının Vietnam
kültürüne -örneğin, Vietnam yemekleri, dili ya da uzak akra
balarıyla temas kurma şeklinde- erişip erişemediğini sordum.
Aldığım yanıt hem çok şaşırtıcı, hem de üzücüydü: "Hayır, o
ülkenin oğlumuza verebileceği hiçbir şey yok! " Bir çocuğun
mirasını yadsımak -onun ebeveynlerini ya da asıl ülkesini her
nasıl algılıyor olursak olalım- çocuğun kendisi olma hakkını
yadsımaktır. Buna ek olarak, Biliş Alanı 'na girdiğimizde, evlat
edinilmiş bir çocuğun daima kendi biyolojik ailesine ait oldu
ğunu ve bazen, nadir olsa da, hem biyolojik ailesine hem de
onu evlat edinmiş olan aileye ait olduğunu açıkça görürüz. Vi�
etnam'ın bu çocuğa sunmuş olduğu şey yaşamın ta kendisiydi
ve o ülke bu çocuğu evlat edinmiş olan ebeveynlere değerli bir
armağan sunmuştu. Dolayısıyla Vietnam onların oğullarına
36
Sevgi 'Düzenferi
çok şey vermişti ve daha da vereceği çok şey vardı.
Bir çocuk bir başka aileye evlat olarak verildiğinde, adeta
o çocuğun bir parçası ölür; bu süreçte bir şey yitirilir. Anne
miz sevginin kökenidir; o bizi bedeninde taşır, bizi besler, em
zirerek yaşamamızı sağlar . . . o, aslında, bizim ilk sevgi ve ya
kınlık-mahremiyet deneyimimizdir ve çocuklar olarak o yakın
ınahrem alana girme iznine sahibizdir. Bir çocuk evlat edinil
mesi sonucunda o deneyimden yoksun kaldığında, kendisini
evlat edinen ebeveynler onu ne kadar çok severlerse sevsinler,
yakınlık-mahremiyet ölmüştür ve bu evlat edinilen çocuğun
kendi yerini sadece kendi içinde değil, ayrıca dış dünyada ve
diğer kişilerle birlikteyken de bulmasını zorlaştırır. Ancak o
çocuğu evlat edinmiş olan ebeveynler kendilerine bahşedilmiş
im büyük armağandan ötürü biyolojik ebeveynleri tam olarak
onurlandırabildiklerinde çocuk için o umut varlığını sürdürür.
Evlat edinilmiş bireylerle çalışırken, çoğu kez, onların
annelerinin bir gün geri döneceği hayaline tutunduklarını göz
lemleriz, bu da onların diğer ilişkiler yoluyla annelerini ya da
babalarını aramalarına yol açabilir. Evlat edinilmi ş çocukların
.
kendilerini kökenlerine ve içinden çıkıp geldikleri kültüre bağ
lı hissetmeleri önemli olmakla birlikte, hayatı dolu dolu yaşa
yabilmeleri için bu hayali bırakmaları da önemlidir.
Bir anne çocuğunu evlat olarak verdiğine -bunu ister gö
nüllü olarak, ister diğer aile üyelerinin baskısıyla yapmış ol
sun- onun sık sık intihar etme eğilimi hissettiği gözlemlenmiş
tir, çünkü duyduğu suçluluğun yükü onun kaldıramayacaı:-,'l
kadar ağırdır. Eğer bu annenin daha sonra başka çocukları
olur ve onları yanında tutarsa, bu çocuklar çoğunlukla -kar
deşlerinin evlat olarak verilmiş olduğunu bilseler de bilmese
l er de- benzer bir suçluluk duyar ya da yaşamlarında bir şeyin
eksik olduğunu hissederler. Onlar bunu evlat olarak verilmiş
37
'ilircyferin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşme.si
ı;c w 1 1 J{1 1 terk edilmişlik duygusunu üstlenme ya da onun
-oııun
Kürtaj
38
Sevgi 'Düzenferi
Yukarıdaki bildirim saldırgan oğluyla ilişkisine çiizii ı ı ı l ı • r
a ramak için bir seminerime katılan bir kadın tarafından y ı ı p ı l
ınıştı. Onun takımyıldızında yer alan temsilcileri etkilemeııwk
iı,;in, kadına gizlice daha önce kürtaj yaptırıp yaptırmadığını
sordum. Bunu yüksek sesle duyurmadan ve seçtiğim temsilciyi
de bu konuda bilgilendirmeden takımyıldıza kürtaj edilmiş ço
cuğu temsil edecek birini yerleştirdim, böylece Biliş Alanı 'nın
l ıi ze ne diyeceğini gözlemleyebilecektim. Kürtaj edilmiş çocuk
yerini aldığında, oğulun temsilcisi yumruklarını ve dişlerini sı
karak annesine ters ters baktı ve "Sen katilsin! " " diye bağırdı.
1 �u aşırı uçta bir vaka olmasına ve benim bu senaryoya bir kez
tanık olmama rağmen, bu kürtaj edilmiş çocukların kardeşle
ri nin -o çocuğun onlar doğmadan önce ya da sonra kürtaj edil
m i ş olmasına bakmaksızın- bunu bir düzeyde hissettiklerini
göstermektedir. Aile Takımyıldızı çalışmasında, Biliş Alanı
kardeşlerin hepsinin -gerçekten doğmuş olsalar da olmasalar
da- birbirlerinin farkında olduğunu açıkça ortaya koyar.
Sosyal nedenlerden ötürü kürtaj yaptırmış birçok kadınla
ı,;alışırken, henüz kendini şu ya da bu biçimde cezalandırma
yan ya da baltalamayan bir kadın bulamadım. Annelik içgüdü
HÜ o kadar güçlüdür ve anne ile çocuk arasındaki sevgi bağları
39
'Bireyfe.rin, Jlife.fe.rin ve 'U[usfann 1.yifeşmesi
baba kürtajdan haberdar edilmediği ya da çocuğun dünyaya
gelmesini isteyip de bu isteği reddedildiğinde ortaya çıkar.
Düşükler
40
Sevgi 'Düzenleri
ğ"ıın çocuklar -yaşamış ve küçük yaşta ölmüş bir kardeşe sa l ı i p
ı ıl ınaya benzer bir biçimde- bir şeyin eksik olduğunu hissede
l ı i l irler.
Enerjisel bir bakış açısından öyle görünmektedir ki, doğ
ı ııuş olan tüm çocuklar annelerinin rahminde daha önce yaşa
ı ı ı ı ş olan tüm bebeklerin farklı düzeylerde farkındadırlar. Bi
yolojik olarak biz şimdi kök hücrelerin daha önce hamile kal
ı ı ı ı ş olan her kadından elde edilebileceğini biliyoruz, ki bu da
1 i"ı m hamileliklerin geride bıraktıkları biyolojik ve enerjisel im
zanın bir baska kanıtıdır.
41
'Bireylerin, Jlifeferin ve 'l[usfann iyileşmesi
Huh 'un doğası her şeyi dahil edicidir ve biz insan düze
yi nde dışlanmış olan her şeyin aile Ruhu düzeyinde dahil edil
di(,ri ni gözlemliyoruz. Şimdi söz konusu istisnalardan .bazıları
nı inceleyelim.
42
Sevgi 'Düzenlen
Aile Ruhu
/ /
/ I
\ \ ''\
l \ '
/ / \ \ �
43
'Bireylerin, 5tifeferin ve 'Ufusfarın iyileşme.si
İ nsanı n ilk aşka verdiği karşılığı özetleyen dokunaklı bir
l"t > l t � ıncnk sözü vardır: " İ lk aşk parlaklığını hiç yitirmez . " Biz
i l k yakı nlık, bağlılık ve sevgi deneyimimizi annemizi � yaşarız
ve i l k aşkımız annemizin etki alanının ötesindeki yakınlık
44
Sevgi 'Düzenleri
ı\ynı şey babalarının ilk aşkıyla özdeşleşen genç erkekler i ı; i r ı
d e geçerli olabilir. Böyle durumlarda -bölünmüş bir bağl ı l ı k
duygusu ortaya çıktığından- biz çoğı kez çocuklar arasında
lıir rekabetin ya da uyumsuz ilişkinin bulunduğıınu görebili
r i z . Çocuklardan biri ya da daha fazlası anneleri olarak baba
l a rının ilk aşkını görebilir, bu yüzden kendi annelerinden so
ı�uyabilir ya da annelerine duydukları bağlılıktan dolayı nede
n i ni bilmeden babalarına içerleyebilirler. Bazı durumlarda,
�enç bir erkeğin, eğer babasının ilk aşkıyla özdeşleşmişse, o
kadını ailede kendisi kadınsı ya da eşcinsel olarak temsil ettiği
açıkça görülmüştür. Bunun gözlemlediğim bir başka örneği de
�udur: Bir kız babasının ilk aşkıyla özdeşleştiğinde, bu baba
i le kız arasında uygunsuz cinsel enerjilerin akmasına, hatta
Pnseste yol açabilir. Daha sıkça gözlemlediğimiz durumlardan
l ı i ri de, babasının ilk aşkını -babasının yanında annesinin yeri
ni almak isteyecek kadar- güçlü bir biçimde temsil eden, "ba
hasının küçük prensesi" olan genç kızlarla ilgili gözlemimiz
d i r. Buna ek olarak, bu tip bir dolanım (özdeşleşme) ilk aşkı
temsil eden çocuktan ebeveynlerin birisinin ya da her ikisinin
l ı i rden soğımasına yol açabilir, çünkü o durumda çocuk görül
ıi1ek istenmeyeni temsil etmektedir.
Çoğıı kez danışanlar için hakkında hiçbir şey bilmedikleri
ya da çok az şey bildikleri ve belki hiç karşılaşmadıkları birey
45
'Bireyferin, .9l.ifeferin ve 'Ufusfarın 'İy ifeşmesi
,-, t • r biz ebeveynlerimizden ayrı değiliz, özünde, biz on
� e k i lde,
l a rı z . Sadece fiziksel bedenimiz onların biyolojisinden kaynak
lanmakla kalmaz , düşünce süreçlerimiz, hislerimiz ve tutum
larımız da onların sağladıkları karbon-kopyadan gelişir. Ne il
ginçtir ki, son yıllarda evlat-edinme kayıtlarına ve biyolojik
ebeveynlere daha fazla erişilebildiğinden, evlat edinilmiş bir
çok çocuğun biyolojik ebeveynlerininkine yakın ya da onların
kiyle aynı davranış ve özellik kalıpları sergiledikleri keşfedil
miştir. Yine, bu da Aile Takımyıldızı çalışması içinde Biliş Ala
nı olarak bildiğimiz bilinç enerji alanının görünmeyen mevcu
diyetinin kanıtıdır. Yine de, öykü Biliş Alanı yoluyla gözler
önüne serildiğinde danışanların bu tür özdeşleşmeleri kavra
yabilmeleri çoğunlukla zordur; ancak duygular kabararak yü
zeye çıktığında onlar gözler önüne serilen durumun doğru ol
duğunu yadsınamaz biçimde hissederler. Hiç kuşkusuz, bu sa
tırları okuyan birçoğunuzun içinde, şimdiden, bu kitapta veri
len örneklerden kaynaklanan hisler ortaya çıkmaktadır ve
böyle hislerin farkına varmanın sonucunda daha önce bilinçal
tı olan şey bilinç üstüne çıkar.
Birkaç yıl önce bir danışan bir seminerime yaşamını daha iyi
anlama amacıyla katılmıştı. Bu adam insanların genellikle ona
güvenmediklerini, hatta bazen ondan korktuklarını, bir biçim
de geri çevrildiğini bildirmişti. Ailenin olgularını araştırdığı
mızda, danışanımın büyükannesinin yerel bir doktorla evlilik
dışı bir ilişki yaşadığı ortaya çıktı. Doktor sağlığı düzelttiği
söylenen ilaçlarla deneysel tedaviler yapıyordu, ancak bu ilaç.:
lar ve tedaviler resmi bir araştırma ve geliştirme programının
bir parçası değildi; doktor sadece kendi amaçları için deneyler
46
Sevgi 'Düzenleri
yapıyordu. İlişki geliştiğinde, büyükanne doktorun o n u n k i ı
çük çocuğu üzerinde deneyler yapmasına izin vermiş ve so n u ç
ta çocuk ölmüştü. Biliş Alanı'nda temsilciler vasıtasıyla şu
gerçek ortaya çıktı: Ne büyükanne ne de doktor eylemlerinin
sonuçlarına bakabilmiş ve onları kabullenebilmişlerdi. Aslın
da, işlenen suç yadsınmıştı. Sorumluluğu yadsıdığından, dok
tor da aile sisteminin bir parçası olmuştu ve ölmüş çocuğun
yanı sıra, büyükannenin suçu da ailede temsil edilmişti. Bu
olaydaki danışan aile içindeki doktoru temsil ediyordu ve böy
lece diğer insanların ondan hiç hoşlanmamalarının nedenleri
açığa çıkmıştı. Burada vurgulanması önemli olan şey şudur:
Biliş Alanı ile çalışmak sadece böyle dolanmaları-özdeşleşme
leri gözler önüne sermekle kalmaz, ayrıca daha önce belirtti
�i m gibi, iyileştirici cümleleri kullanma sonucunda çözüm de
sağlar. Bu aile takımyıldızı esnasında, danışanım gerçekten de
tüm yaşamı boyunca bir suçluluk ve pişmanlık duygusu his
setmiş, ama bunun nedenini bir türlü anlayamamış olduğunu
l ıildirdi. Onun kullanmaya yönlendirildiği iyileştirici cümle
şuydu: " Sevgili Büyükanne, bu suçu saygıyla sana bırakıyo
rum. "
Bir başka danışanım, genç bir Yahudi erkek saldırgandı,
depresyon içindeydi ve şiddet eğilimi vardı. Çocukluğunda o
ının şimdi böyle davranmasına neden olabilecek herhangi bir
olay vuku bulmamıştı. Ancak, sonra Soykırım sırasında ailesi
n i n büyük bir bölümünün aynı toplama kampında ölmüş oldu
ğu ortaya çıktı. Danışanımdan bu konuda daha fazla ayrıntı
vPrmesini istediğimde, onun kamp komutanı hakkında epey
şey bildiğini, onun ismini, rütbesini ve aile tarihini bildiğini
giirdük. Takımyıldız oluşturulduğunda, bu genç adamın tem
si Icisinin kendi ailesine bakamadığına, ama kamp komutanı-
1 1 1 11 temsilcisinden gözlerini ayıramadığına tanık olduk. Onla-
47
'Bireyferin, Jtifeferin ve 'l[usfarın 'İy ileşmesi
rı n beden dilleri, duruşları ve tutumları bir ve aynı kişi gibi
görünmelerine yol açmıştı. En sonunda şu ortaya çıktı ki genç
adam kamplarda ıstırap çekip ölmüş olan yakınlarına, onların
bir biçimde zayıf olduklarına inanarak, bakamıyordu. Bu ko
şullar altında, onun bakabildiği tek kişi yakınlarını kurban
eden kişiydi (kamp komutanı) ve genç adam onu kendi yaşa
mında temsil ediyordu.
Haksız Kazanç
48
Sevgi 'IJienkri
ı\ile daha önce çok zengindi, epey toprağa sahipti, ama kwşak
l a r boyunca bu servetin büyük bölümü alkolizm, kumar ve in
t.i har olayları yüzünden yitirilmişti. Durumu dengelemek ve
haksız yoldan kazanılmış kazancın bir tür kefaretini ödemek
i�in, aile üyeleri kendilerini hem servetlerinden, hem de yaşa
mın sunduğu tüm nimetlerden yoksun bırakmaya zorlanmış
l ardı. Böyle durumlarda, özgürleştirici hareket hem kölelerin
l ı em ·de Yerli Amerikalıların kaderini onurlandırmak, her bi
ri ne kalplerinde bir yer verip suçu büyükbabaya bırakmaktır.
İ nsan bir rol-oynamaya çok benzer görünen bu uygula
manın böyle uzun-vadeli ailesel yıkıcı kalıpları değiştirmekte
r ı asıl etkili olabildiğini merak edebilir. Bizi atalarımıza ve aile
si steminin diğer üyelerine bağlayan Biliş Alanı'nı kullanırken,
ı ı sadece bizi sorunun nerede bulunduğundan haberdar et
49
2
HASTALIK
51
'B ireylerin, Jtifeferin ve 'Ufusfann 'İ.gifeşme.si
dııgııı-;ı zamanın ötesinde yattığından, birçok bakımdan, Aile
Takımyıldızı çalışması da zamanın ötesine uzanır. Süreç için
de, kaybolmuş çocuklar bir kez daha benimsenip kucaklş.nabi
52
::J{astafı{
rıymış gibi yaşar. Brennan Şifa Bilimi ile birlikte Aile Takı m
yıldızı çalışması bütünüyle yeni bir şifa kavramının, bizim bir
bireyden çok daha fazla bir şey olduğumuzu ... bizim aileler, et
nik gruplar ve uluslar içinde doğduğumuzu ve ait olduğumuz
bu grupların duygusal, psikolojik ve fiziksel esenliğimizi doğ
rudan etkileyebileceklerini söyleyen bir kavramın yolunu aç
maktadır.
Yakın ilişkiler ve aile meseleleri gibi bilinen konular üze
rinde doğrudan çalışmaya ek olarak, Biliş Alanı içinde arke
tipleri (temel modelleri), kavramları ve varlıkları da temsil
edebiliriz. Ö rneğin, uluslar, din gibi kültürel unsurlar, siyasi
hareketler, gruplar ve "bilinmeyen" bir takımyıldıza girebilir
ler. Aile takımyıldızı çalışmasının düzenleyicisi olarak ben sık
sık, danışanın ya da temsilcisinin bilmediği insanların ya da
veçhelerin temsilcilerini Biliş Alanı'na sokarım. Çoğu kez bu
nu bir önsezinin sonucunda ya da temsilciler takımyıldızda bi
rinin ya da bir şeyin eksik olduğunu hissettiklerinde yaparım.
Biliş Alanı'nın olağanüstü yanlarından biri de, böyle bir tem
silcinin anlam ve öneminin neredeyse hemen açığa çıkmasıdır.
Sık sık, ben böyle bilinmeyen bir temsilciyi takımyıldıza yer
leştirdiğimde, danışan birden önemli bir bilgiyi hatırlar, örne
t:,ri n, "Büyükannemin bir çocuğunun ölü doğmuş olduğunu
:ıimdi hatırladım," der. Bu şekilde, Biliş Alanı'nın görülmeyen
zekası bizi önemli olaylardan haberdar eder. Size bu konuda
bir örnek vereyim:
Göçmen bir ailenin çocuğu olan bir danışanla çalışırken,
o nun takımyıldızına bir de ebeveynlerinin asıl ülkelerini, Por
Lckiz 'i temsil edecek birini eklemiştim; bunu danışanın ait ol
ma duygusunu ve atalarıyla bağını güçlendirmek için yapmış
53
'13ireyferin, .91.ifeferin ve 'l.lfusfann iyileşmesi
Ama, diğer temsilcilerin hiçbirinin bu yeni temsilcinin takım
yıldıza girmesinden hoşnut olmadığını şaşırarak gördüm. Da
nışanımın anayurdundan, Portekiz'den kaynaklanan bir soru
nun bulunduğunu varsayarak, ona Portekiz 'de ne oldu ğunu
sordum. O herhangi bir özel olayı hatırlayamadı. O zaman ona
takımyıldıza kattığım kişinin Portekiz'i temsil ettiğini açıkla
dım ve o, "Ama, ben Portekizli değilim, biz Madeiralı'yız" diye
karşılık verdi . Portekiz'i temsil eden kişinin yerine Madeira'yı
temsil eden birini geçirdiğimde, tüm temsilciler memnuniyetle
gülümsediler, güçlenmiş bir halde, göğüsleri gururla kabara
rak durdular. Benim danışanımın kökeniyle ilgili varsayımım
Biliş Alanı'nın gücünü gözler önüne sermiş ve bizim ataları
mızla olan bağımızın gücüne tanıklık etmişti. Madeira Adası
Portekiz'e ait olmasına rağmen, Madeiralılar kendilerini ayrı
bir etnik grup olarak görüyorlardı.
54
Jiasta{ı/(
Bu süreçte şu gözlemlenmiştir ki bireyler ailenin i i l ı ı ı i ı �
üyelerine doğru çekildikleri zaman, onların yaşam-gücü e n e r
jileri zayıflar, bu da bedende hastalık olarak tezahür edebi le
cek bir savunmasızlığa yol açar.
55
'B ireyferin, Jlifeferin ve 'l[usfarın 1yifeşmesi
k i lııı da genellikle kolay bir iş değildir. Bizim başkalarının ka
dPrine dolanmamız (o kaderi üstlenmemiz, onunla özdeşleş
memiz) çoğunlukla "bu olay asla vuku bulmamalıydı" ya da
"birisi bu işin bedelini ödemeli" duygusundan kaynaklanir, bu
ebeveynlerin altta yatan duygularıdır. Böyle dolanmalardan
özdeşleşmelerden kurtulmanın yolu, başkalarının kaderi kar
şısında saygıyla eğilmektir. Aile Takımyıldızı süreci yoluyla,
biz aile sisteminde iki tür dolanma olduğunu öğreniriz. Birin
cisi başkalarının kaderine dolanmaktır, ikincisi de başkaları
nın işine dolanmaktır. Başkalarının kaderine dolandığımızda,
bunun nadiren farkında oluruz; ancak, Aile Takımyıldızı süre
cinde bu dolanmanın farkına varırız . Başkalarının işine dolan
dığımızda, bu çoğunlukla bilinçlidir; örneğin, dul annemizin
yeniden evlenmesine karşı çıkmamız gibi. Sorunlarımızın ço
ğu kişisel olarak kontrol edemeyeceğimiz ve başkalarının işini
oluşturan o şeylere karışmaktan kaynaklanır.
56
1-{astafı{
lışma yaptıktan sonra, o büyük-büyükannesinin ve oğlunun
kaderi önünde saygıyla eğilebildi ve ayrıca İngiliz tutsakçılara
kalbinde bir yer verebildi. Takımyıldız çalışması sırasında bü
yük-büyükannesi ve büyük-dayısıyla buluştuğunda, kendisinin
onlara olan bağlılığından dolayı ölmek istemesinin onların
Ruhları 'nı güçsüzleştirdiğini ve onların kaderleri önünde say
gıyla eğilmesinin ise tam tersine bu Ruhları güçlendirdiğini
açıkça görebildi.
57
'Bireyferin, .91.ifeferin ve 'U[usfarın iyifeşmesi
zikscl organizmalarının giderek güçsüz düşmesidir. Biz ölmüş
b i risiyle özdeşleştiğimizde, deyim yerindeyse, bir ayağımız me
zarda olur ve bu yüzden fiziksel yaşamda tam olarak bulun
mayız. Enerjisel bir perspektiften, bizi esasen birinci çakradan
biyolojik ailemize ve atalarımıza bağlayan enerji kordonları var
dır. Omurganın dibindeki, kök çakra denen bu enerji merkezi
bizim fiziksel bedende yaşama isteğimizi ve dünya üzerindeki
yaşamda mevcut olma duygumuzu temsil eder. Ancak, bu şifa
sürecinde birçok kez sergilenmiş olduğu gibi, ilişki kordonları
fiziksel esenliğimizi etkileyebilirler. Fiziksel bedenimizle doğru
dan ilişkili olan birinci çakra atalarımız, bir ebeveynimiz ya da
büyük-ebeveynimiz ile aramızdaki sağlıksız ilişki kordonları yü
zünden zarar gördüğünde ya da güçsüz düştüğünde, bu fizik
sel bedenin genel sağlığını bozabilir ve bağışıklık sistemini za
yıflatabilir; bu da çeşitli kanserlere, AIDS'e ve bağışıklık siste
miyle ilişkili diğer hastalıklara yol açabilir. Hastalığa bakar
ken, hemen her zaman bunun aile sistemi içinde zarar görmüş
ilişki kordonlarının ve başkasının kaderine dolanmanın dolay
lı ya da direkt bir sonucu olduğunu varsayabiliriz.
Geleneksel olarak, kök çakranın zarar görmesine ilk ço
cukluk travmasının ya da doğum travmasının neden olduğu
na, bu travmaların çocuğun fiziksel bedene ve fiziksel çevreye .
ya da ebeveynlerinden birine veya her ikisine bağlanabilmesi
ni engellediğine inanılır. Böyle bir travma bir bireyin fiziksel
yaşamdan çekilmesine -fiziksel dünya ya da beden ile asla tam
bir bağ kurmamasına- neden olabilir ve bedenin "ehi" denilen
evrensel enerjiyle beslenememesine yol açabilir. Bir ebeveynin
erken ölümü, terk edilme ve boşanma gibi deneyimler de kök
çakranın enerji sistemine zarar verebilir. Ancak, Aile Takım
yıldızı çalışmasıyla, biz travmanın gerçekten de aile sistemin
deki bir başkasına ait olabileceğini ve bu travmanın etkileri-
58
'}{astaiıR.,
nin bir bireyin içinde tezahür edebileceğini, o kişinin - s o r u n u ı ı
bilinçli olarak farkında olmasa da- b u travmayı bizzat dene
yimlemiş gibi hissedebileceğini gözlemledik. Bizi geçmişteki
iyileştirilmemiş bir travmanın bir parçası olan atalarımıza bağ
layan ilişki kordonları fiziksel sistemimizi o travmayı bizzat
deneyimlemişiz gibi, aynı şekilde güçsüz düşürebilir. Aslında,
geniş şifa yelpazesi bireyin ötesine, aileye açılmış ve bireyin
kendisini ayrı bir varlıkmış gibi değil, ancak bir aile sistemi
nin bir parçası olarak iyileştirebileceği aşikar olmuştur. Ben
zer bir biçimde, bizzat deneyimlenen bir travma fiziksel bede
nimizi ve sağlığımızı zayıf düşürebilir ve kardeşimizin, sevgili
halamızın ya da bir başka aile üyesinin deneyimlediği travma
nın sanki o kendi travmamızmış gibi içimizde tezahür edebile
ceği doğrudur.
59
'Bireylerin, �ifeferin ve 'U{usfarın iyileşmesi
ga nlannda komplikasyonların ortaya çıkabileceği konusunda
uyarıyorlardı. Karşılaştığımızda Gudrun neredeyse bir deri
hir kemik kalmıştı. Ailesinin geçmişini soruşturduğumda, bü
yükbabasının Auschwitz toplama kampında bir Nazi subayı
olarak çalışmış ve o günlerdeki eylemleri için hiç pişmanlık
duymamış olduğunu öğrendim. Savaş Gudrun 'un ailesinde
hiç konuşulmamış ve büyükbabasının faaliyetlerinin ayrıntıla
rı hep bir aile sırrı olarak saklanmıştı. Gudrun 'un takımyıldı
zın ı oluştururken, bu takımyıldıza büyükbabasının ve onun
Auschwitz 'deki kurbanlarının birkaç temsilcisini de yerleştir
dik. Daha başlangıçtan itibaren Gudrun Soykırım 'ın bir deri
bir kemik kalmış kurbanlarının yanında ailesi içinde bir sır
olan şeyin bir temsilcisi olarak durmak istedi. Gudrun daha
sonra Kabala ya ve diğer Yahudi geleneklerine derin bir ilgi
duyduğunu, hatta bir zamanlar din değiştirip Musevi olmayı
bile düşündüğünü açıkladı.
60
:J-{asta!ı{
rını sorarlar. Benim yanıtım hep şöyle olur: " Gerçekten bilmi
yorum, ben sadece yaşayanların elde ettikleri yararlarla ilgile
niyorum. " Bir gün Julia adlı bir danışanım bana telefon edip
heyecanlı bir sesle önemli bir şey söylemek istediğini bildirdi.
O iki-üç kere aile takımyıldızı çalışmasına katılmıştı ve onunla
ölmüş büyükannesini içeren bir çalışma yapmıştık. Julia bana
yıllardır doğum gününde o yılla ilgili spiritüel içgörüler edin
mek için bir ruh medyumunu ziyaret ettiğini açıkladı. Bu yıl
büyükannesi o medyum aracılığıyla konuşarak yaptığımız şifa
çalışmasından ötürü teşekkür etmiş ve kendini şimdi çok daha
iyi hissettiğini söylemişti. Oysa büyükannenin bu iletişimin
den önce Julia o medyuma bu aile takımyıldızı çalışmasından
söz etmemişti. Böyle öyküler anlatıldığında, onlara itibari bir
değer vererek bakmamız, o konuda herhangi bir varsayımda
bulunmamamız ve o öyküyü destekleyecek başka öyküler ya
ratmamamız, sadece söyleneni başka sonuçlar çıkarmadan ka
bul etmemiz gerekir. Bu şekild e danışan adına yapılan şifa ça
lışmasının bütünlüğünü ve dürüstlüğünü koruyabilir ve so
nuçta kanıtlanamayacak olan sansasyonelleştirmeden kaçına
biliriz. Bununla birlikte, aşağıdaki öyküye benzer birtakım
öyküler işitmiş bulunuyorum:
61
'Bireyferin, .:ltifeferin ve 'l[usfarın 'İ.y ifeşmesi
rili olduğunu, ama annesinin yaşadığı güney ABD eyaletin
deki ayrımcılıktan korktuğu için kızının bunu başkalarına söy
lemesini yasakladığını açıkladı. Ardından, uzun zamandır bir
sır olarak saklanan Kızılderili büyük-büyükannesinin yetkili
ler tarafından Kızılderililer için ayrılmış araziye yerleştiril
mek üzere Georgia eyaletinden halkıyla birlikte zorla sürüldü
ğünü de açıkladı. Yerli Amerikalıların bu kitlesel zoraki göçü
uygun bir biçimde "Gözyaşları Yolu" olarak adlandırılmıştı.
Şizofreni
Stephan evliliğinde sorunlar yaşadığı için Aile Takımyıldızı
çalışmasına katılmış olan, otuzlu yaşlarının başında bulunan
genç bir adamdı. Bize, kendisine hafif şizofreni tanısı koyuldu
ğunu açıklamıştı. Stephan ile birlikte bu seminere katılmış olan
diğer danışanlar Stephan'ın -öyle davranmasa da- saldırgan
bir yapıya sahip göründüğü için ondan rahatsız olduklarını ifa
de etmişlerdi. Bazıları ondan korkmuşlardı ve Stephan bunun
bazen onun için bir sorun olduğunu doğrulamıştı. Stephan'a
şizofrenisinin şekli ve doğası hakkında soru sorduğumda, o sık
sık kafasında bir çığlık duyduğunu ve bunun ona kendi sesiy
miş gibi gelmediğini açıkladı. Ayrıca, birçok şey ters gittiği.
için yaşamının lanetlenmiş olduğunu hissettiğini de söyledi.
Ona ailesinin geçmişi hakkında soru sorduğumda, kendi
si Alman olmasına rağmen, annesinin bir Alman Yahudisi ol
duğunu ve onun ailesinin büyük bölümünün Nazı toplama
kamplarında ölmüş olduğunu, oysa babasının ailesinin İ kinci
Dünya Savaşı'na aktif bir biçimde katılmış Almanlar olduğu
nu açıkladı. Bir Alman olmak ile bir Yahudi olmak arasında
62
J{astafıf(
ya da toplama kamplarına gitmiş olanlar hakkında bildiği belli
olayların olup olmadığını sorduğumda, büyük halası hakkında
çok acıklı bir öykü anlattı. Hitler'in doğum gününden önceki
gün kamp komutanı onun halasına gelip Hitler'in doğum gü
nü kutlamasının bir parçası olarak onun küçük oğlunun fırın
larda önceden gazla boğulmadan yakılacağını, yani, diri diri
yakılacağını söylemişti. Komutan halaya oğlunu kendisinin öl
dürmesi ya da bu korkunç kadere teslim etmesi seçeneğini
vermişti. Hala oğlunun ıstırap çekmesini önlemek için onu
kendisi öldürmeyi seçmişti.
Takımyıldızı oluştururken, Stephan, kamp komutanı,
Stephan'ın büyük halası ve onun oğlu için birer temsilci seç
tik. Hemen ardından Stephan'ın büyük halasının temsilcisi
deneyimini şöyle açıkladı: "Bu benim şimdiye dek hissetmiş
olduğum en korkunç his, içimden büyük bir çığlığın yükseldi
ğini hissediyorum; bu çok güçlü, dayanılmaz, korkunç bir çığ
lık. " Bunun gerekli olduğunu hissederek, büyük halanın tem
silcisinden bu çığlığı seslendirmesini istedim. Bu benim o za
mana dek işittiğim en tüyler ürpertici sesti. Stephan hıçkıra
hıçkıra ağlamaya başlayarak, " İ şte benim kafamda sık sık işit-
1.iğim ses bu ! " dedi. Stephan hem kamp komutanıyla hem de
lıüyük halasıyla güçlü bir biçimde özdeşleşmiş ve ikisinden bi
rini seçmekte zorlanmıştı.
Birkaç aylık bir dönem içinde, Stephan birçok Aile Ta
k ı myıldızı seminerine katıldı ve zihinsel hali düzelmeye başla
d ı . Ayrıca, biz onun kamp komutanıyla özdeşleşmesi üzerinde
ı;alışırken, saldırganlığı da yumuşamaya başladı, öyle ki ilk
l ıaşta Stephan'dan korkan diğer danışanlar ondan hoşlanma
ya başladılar. Stephan daha sonra artık o çığlığı işitmediğini
63
'Bireyferin, !ilifeferin ve 'U{usfann 'İ.y ifeşmesi
İ ki-Cinsiyetli
Paul on altı yaşındayken kendisine iki-cinsiyetlilik tanısı ko
yu lmuş olan yirmi bir yaşında bir eşcinsel erkekti. Söyle'diğine
göre, birkaç yıl boyunca intihar etme eğilimi hissetmişti. Kar
şılaştığımız sırada, Paul 'un yaşam partneri dışında bir arka
daşı yoktu, bir işi yoktu ve günün on dört saatini yatakta geçi
riyor, sadece erkek arkadaşı işten eve dönmeden birkaç dakika
önce kalkıp giyinerek onu karşılamaya hazırlanıyordu. Özün
de, o yaşamıyordu. Epey bir zamandır terapiye katılıyordu ve
bu terapi onun intihar eğiliminin ebeveynlerinin boşanmasın
dan ve babasının onun eşcinselliğini reddetmesinden kaynak
landığını açığa çıkarmıştı.
Paul için ilk kez bir takımyıldız oluştururken, onun an
nesinin ailesinde korkunç bir şeyin vuku bulduğunu hissettim
ama bunun tam olarak ne olduğunu çıkaramadım; Paul de an
nesinin ailesi hakkında çok az şey bildiğinden bu hissimi doğ
rulayacak bir şey söyleyemedi . O ikinci kez bir seminerime ka
tıldığında, onun annesinin ailesinde korkunç bir şeyin vuku
bulmuş olduğuyla ilgili hissim daha da güçlendi, bu neredeyse
elle dokunulabilecek kadar somut bir histi. Ancak, Paul çok
genç ve savunmasız olduğundan, onun takımyıldızının daha .
basit veçheleri üzerinde çalışmayı seçtim. O üçüncü kez bir se
minere katıldığında ona, "Sanırım senin ailende bir cinayet iş
lenmiş, bu konuda bir şey biliyor musun? Bu büyükannenle il
giliymiş gibi görünüyor, " dedim. O bu sözler karşısında önce
çok şaşırdı, sonra da kızdı. Böyle bir şeyi ileri sürebilmeme öf
kelenmişti .
Ancak, birkaç gün sonra beni arayıp çok garip bir şeyin
vuku bulduğunu bildirdi. Hasta olan annesini ziyarete gitmiş
ve annesi kendiliğinden ailesi hakkında konuşmaya başlamış-
64
J{asta!ı{
tı. Annesi şöyle demişti: " Büyük-büyükannen hakkında gari p
bir öykü anlatılır. Onun kızı gizemli bir biçimde ölmüştü ve
ailedeki birçok kişi onun kendi çocuğunu öldürdüğünden kuş
kulanmıştı. " Bu Paul'ün dikkatini çekmeye ve onu bir kez da
ha Aile Takımyıldızı çalışmasına getirmeye yetmişti. Şimdi bu
bilgiye sahip olduğumuzdan, onun annesinin, büyükannesi
nin, büyük-büyükannesinin ve ölmüş olan kız çocuğunun tem
silcilerini içeren bir takımyıldız oluşturabilirdik. Bu çalışma
sırasında şu çok açıkça ortaya çıktı ki, Paul ölmüş olan o kızla
özdeşleşmişti, öyle ki, bu öldürülmüş çocuğun temsilcisi ölmüş
gibi yere yatınca, Paul de ölmüş gibi onun yanına yatmaya
zorlandı. Paul'ün o noktaya kadarki yaşamı bu durumu açıkça
yansıtıyordu.
Birkaç takımyıldız daha oluşturduktan sonra, Paul dok
torunun rehberliği altında ilaçları bıraktığını, artık geceleri
yedi saatten fazla uyumadığını ve yerel bir yüksek meslek oku
luna devam ettiğini bildirdi.
İntihar Eğilimleri
Terapi, genellikle, bir bireyin intihar eğiliminin nereden kay
naklandığını bulmak için onun yaşam koşullarına bakar. Tipik
olarak, ailede boşanma, okulda ya da iş yerinde zorluklar, mali
sorunlar ve düşük özsaygısı genellikle bu kök neden olarak
teşhis edilir. Ancak, Aile Takımyıldızı çalışması oldukça farklı
bir şeyin intihar eğiliminden sorumlu olduğunu göstermiştir.
Sevgi Düzenleri, unutulmuş ya da dışlanmış olanın aile
sistemindeki başkaları tarafından temsil edileceğini bildirir.
Son yıllarda üzerinde çalıştığım her intihar eğilimi vakasında,
hep, bir bireyin intihar eğiliminin onun ölmüş bir aile üyesine
karşı bir çekim hissetmesinden ya da diğer aile üyelerinin inti-
65
'B ire!Jferin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
lıı ı r duygularını üstlenmiş olmasından kaynaklandığını gör
d ü m . Bir ölümün etkisi birçok kuşağı kapsayabilir ve bireyin
iil ü m k ad eri yaşayanlar tarafından kabullenilmediği ya da
'
yadsındığında, ölenin etkisi -atasal enerjilerin sağlıklı bir des
teği olmak yerine- zarar verici olabilir. Ben intihara eğilimli
bir danışanla çalıştığım her defasında, önce olası sorun alanla
rını tanımlamak için ailenin mümkün olduğunca çok kuşağını
kapsayan bir soyağacını çıkarırım. Çoğunlukla, bir ebeveyn
kendi annesini ya da babasını genç bir yaşta kaybettiğinde,
onun çocuklarından biri babasının (ya da annesinin) kendi
ebeveyniyle birlikte olma özlemini üstlenecek ve ölenle özdeş
leşmesinin sonucunda intihar eğilimi geliştirecektir. Benzer
biçimde, daha geniş bir kuşaklar-ötesi perspektiften, ben bu
eğilimlerin zulüm ve savaş yüzünden birçok aile üyesini yitir
miş etnik grupların torunları olan ebeveynlerin çocuklarında
da ortaya çıktığını gördüm. Yahudi soykırımı, Afrika köleliği
ve diğer örgütlü katliamlar böyle kuşaklar-ötesi etkilerin üç
örneğidir.
AIDS ve HIV
AIDS ve HIV hastaları için takımyıldızlar oluşturmak çok yü
rek burkucu ve derinden etkileyici olmuştur; bu durum takım
yıldız öyküsünün gözler önüne serdiği şeylerden kaynaklan
mıştır. AIDSli ve HIVlı bireyler kendi takımyıldızlarını oluş
turduklarında, çoğunlukla, daha başlangıçtan onların çok güç
lü bir ölme isteği taşıdıkları belli olur. Çoğu kez, ilk başta giz
lenen, ama sonra birden kendini yoğun bir travma öyküsü ola
rak çok dramatik bir biçimde ortaya koyan derin bir aile acısı
vardır. HIV ve AIDS bağışıklık sistemi hastalıkları olduğun
dan, ben hep böyle bireylerin genç yaşta, trajik ya da haksız
66
Jlastafık.,
bir biçimde ölmüş birisiyle özdeşleştiklerini ve bu özdeşleşme
nin fiziksel sistemde enerjisel bir tükeniş yarattığını gördüm.
Bu hastalıklara yakalanmış birçok eşcinsel erkekte görmüş ol
duğum şey, onların çoğunlukla kendilerini aile sistemine bir
kurban olarak sundukları, .dayanılmaz bir yükü taşıyan anne
leri ya da ailedeki bir başka kadın uğruna ölmeye gönüllü ol
duklarıdır.
67
'.Bireyferin, 5lifeferin ve 'l[usfarın 'İ.y ifeşmesi
Miyalgik Ensefalomyelit (ME) / Kronik Yorgunluk
Sendromu (KYS)
Susan otuz dört yaşındayken ME!KYS'nin semptomları ôrtaya
çıkana dek sağlıklı bir iş kadınıydı. Onunla ilk kez çalışırken,
kendisine, "Ailende kimin bu kadar yorgun olmak için bir ne
deni var?" diye sordum. Susan bu konuda kesin bir yanıt vere
medi. Daha sonra onun takımyıldızı büyükannesinin dört ço
cuğunu iki ila dört yaşları arasında çeşitli hastalıklardan ötü
rü yitirmiş olduğunu gözler önüne serdi. Büyükannenin tem
silcisine kendisini nasıl hissettiğini sorduğumda, " Tükenmiş
haldeyim ve güçbela ayakta duruyorum" diye yanıtladı. Bü
yükbabası çocuklarının ölümünden sonra büyükanneye duy
gusal olarak sırt çevirmiş olduğundan, Susan'ın büyükanne
siyle özdeşleşmesi onu destekleme ihtiyacı hissetmesinden kay
naklanıyordu. Büyükannenin duyduğu acının yükü onu kendi
başına taşıyamayacağı kadar ağırdı ve bu yüzden bu yük aile
nin bir başka üyesi, yani Susan tarafından omuzlanmıştı. İlk
takımyıldız çalışmasından sonra, Susan kendisini yıllardır his
setmediği kadar enerjik hissettiğini bildirdi. Birlikte çalış
mayı sürdürdük ve yavaş yavaş o "normal" bir yaşama sahip
oldu. Ancak, bu tümüyle Susan'ın bu konuda çaba gösterme
siyle gerçekleşti, çünkü ilk başta o başkasına ait olanı o kişiye
bırakmaya direniyordu.
Hastalığın Ötesi
Aile Takımyıldızları çalışması yaptığım son birkaç yılda iki ay
rı seminerde bir trans-seksüel danışanla çalışma fırsatı bul
dum. Şimdi kadın olan danışanım erkek olarak doğmuştu. Bu
insanın takımyıldızının çok açıkça ortaya çıkardığı şey, onun
aile sisteminde erkeklerde şiddete doğru güçlü bir itilimin bu-
68
J-{astalıfc
lunduğuydu. Her iki ebeveyninin ailelerindeki erkekler tanın
mış subaylardı ve sivil toplulukların öldürülmelerinde yer al
mışlardı. Erkekler vasıtasıyla gelen şiddet itilimine karşı koy
mak için, danışanım bedenindeki erkekliğin tüm işaretlerin
den kurtulmak için bir cinsiyet değişimi operasyonu yaptırma
ya zorlandığını hissetmişti. Erkeklere karşı çıkmasının yanı
sıra, o atalarının şiddetinin kurbanları olan sivil kadınlarla da
aşikar bir biçimde özdeşleşiyordu. Sonuç olarak, biz bir takım
yıldız oluşturma konusuna bir sorunu "iyileştirme" ya da bir
durumu "onarma" düşüncesiyle yaklaşamayız. Bu danışan için
�u çok açıktı ki, o zor kaderini kabul edene dek hiçbir çözüm
bulunamaz ya da hissedilemezdi. Bu danışanın içsel hareketi
"olan"ı değiştirmek değil, onu kabul etmekti, ki bu da içsel
huzur yaratacaktı.
69
3
71
'Bireylerin, Jlifeferin ve 'U[usfarın iyileşmesi
gı•çi rmişti ve artık ailesinin üyelerini tanımıyordu . Danışanı
mın annesi şimdi başka bir adamla çıkıyor ve onunla evlenme
yi planlıyordu ve bunun için de kocasından boşanmak iqtiyor
d u . Ancak, danışanımın iki kardeşi buna karşı çıkmışlardı ve
onların baskıları sonucunda anne o adamla ilişkisini bitirmiş
ti . Çocukların sakat babalarına gösterdikleri bağlılık anlaşıla
bilir bir şey olmasına rağmen, bu onların annelerinin işine na
sıl karışmış-dolanmış olduklarının açık bir örneğidir. Aile Ta
kımyıldızı çalışması yoluyla, bireyler neyin kime ait olduğu,
neyin kime ait olmadığı konusunda daha büyük bir anlayışa
erişebilir, böylece anneleri kiminle ilişkiye girerse girsin, ba
balarının daima onların babaları olacağını, ebeveynlerinin dai
ma onların ebeveynleri olacaklarını bilebilirler. Aile Takımyıl
dızı çalışması yoluyla, biz çocuklar olarak, ebeveynlere ait olan
şeyin orada bırakılması gerektiğini öğreniriz ve bunun sonu
cunda yaşamımıza daha büyük bir huzur ve uyum gelir.
72
oranı (jörüp 'l(abufnmel(
odaklanmayı ve kendimiz için gerçek kılmayı istediğimiz l?CY i
seçerek, kendi özgür irademizle yaratırız .
Örneğin, bir danışanım babasını katı v e duygusuz biri
olarak tarif ederken, erkek kardeşi babasını çocuklarını yaşam
deneyimlerinden en iyi şekilde yararlanmaya teşvik etmek is
teyen bir eğitimci olarak tarif etmişti. Öyleyse hangi öykü doğ
rudur? Her ikisi de doğrudur ve hiçbiri doğru değildir. Her iki
ilykü de -o öykülerin doğru olduklarına inanan bireyler tara
fından bile- kesin olarak kanıtlanamaz . Bu durumda sorulma
sı gereken soru şudur: Eğer öyküler ve algılar kanıtlanabilir
değillerse, onların bize sunacak ne değerleri vardır? "Babam
heni severdi" gibi kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan öyküler
iizsaygımız açısından bize yararlı olabilseler de, onlar "Babam
iyiydi" ve "Annem kötüydü" şeklinde bir kutuplulukla birleş
tirildiklerinde yararlı olmazlar, çünkü o zaman ebeveynlerimi
ze bağlılık duygumuz ikiye bölünür ve bu ağır bir yük yaratır.
Yüzlerce bireyle çalıştıktan sonra bana öyle görünüyor
ki , bir dereceye kadar, hepimiz kanıtlanamaz öykülere bağlan
mış haldeyiz . Örneğin, her bir seminerin ya da özel seansın
başlangıcında, danışanlarıma hangi bilgilerin bilinmesinin
dnemli olduğunu açıkça belirtirim; bu bilgiler onların aileleri
ne kimlerin ait oldukları, belli olaylar, ölümler, düşükler, bo
�anmalar, vb . ' dir. Buna rağmen, onlardan ailelerinden söz et
melerini istediğimde, danışanların büyük çoğunluğu söze ör
neğin şöyle başlar: "Annem kıskanç biriydi ve komşularımızla
iyi geçinemezdi " , "Babam bizlerden daha çok işini severdi" ya
da "Kız kardeşim kesinlikle en sevilen çocuktu . "
Realiteyi deneyimleyişimiz v e algılayışımız kendimiz için
gerçek kıldığımız öyküler tarafından yaratılır. Siz "Babam işi
ni beni sevdiğinden daha çok severdi, " öyküsünü yarattığınız
da, bu yetişkinlik yaşamında hayatınızdaki erkeklerin sizi sev-
73
'Bireylerin, .91.ifeferin ve 'lfusfann 1yife.şmesi
diklerinden daha çok işlerini sevdikleri inancına dönüşebilir
ve bu da sizin gerçekten de sizden çok işine vakit ayıran bir
Gerçeği Soruşturmak
Biz ailelerimizi düşündüğümüzde, yaratmış olduğumuz öykü
lerden doğan duygularla bağlantı kurarız. Siz şöyle bir bildi
rimle başlayabilirsiniz : "Annem beni gerçekten istemedi, bun
dan eminim, çünkü o bana hiç sevgi göstermedi. " Biz yaşlan
dıkça ve olgunlaştıkça bu bildirimi şöyle değiştirebiliriz : "An
nem bana sevgi göstermekte zorlandı. " Ancak, çoğu durumda,
öykümüzün evrimi butün gerçeği içermez ya da o bizim reali
teyle, sevginin ne olduğuyla ve nasıl ifade edildiğiyle ilgili gö
rüşümüze uymayan bir gerçeği yadsır.
Örneğin, bir kadın danışanım annesi ona hiç sevgi gös-
74
Ofanı <jörüp 'l(a!Jufnmel(
termediği için yaralandığını hissediyordu. Ona talep etmekte
olduğu koşulsuz sevgiye koşullar koyduğu için gerçeği göreme
diğini söyledim. Ona erkeklerin çoğu kez sevgi göstermeyi ai
lelerini geçindirmek için uzun saatler boyunca çalışmak ola
rak yorumladıkları örneğini verdiğimde, o da kendi kendine
annesinin hangi sevgi paradigmasıyla hareket ediyor olabile
ceğini sormaya başladı. Daha önceki konuşmamız sırasında, o
annesinin hep onun işlerine karıştığından, kendisinin yetiş
kin bir kız olarak rahatça yapabileceğini düşündüğü şeyleri
onun yerine yaptığından, örneğin onu ziyarete geldiğinde oda
sını topladığından, çamaşırlarını yıkadığından, giysilerini ütü
lediğinden yakınmıştı. Ona belki de annesinin çocuklarının iş
lerini yapmanın onlara sevgi göstermenin yolu olduğuna inan
dığını söyledim. Anne ile kız arasında yıllar içinde oluşan geri
lim büyük ölçüde kızın annesinin sevgisine direnmesinden
kaynaklanıyordu. Birkaç hafta sonra danışanım hafta sonunu
geçirmek üzere annesinin evine gitti ve annesinin ona yemek
yapmasına, çamaşırlarını yıkamasına, her ihtiyacını karşıla
masına izin verdi. Danışanım sadece oturdu, hiçbir şey yapma
dı ve annesinin tüm bunları yapmasına hiç direnmeden izin
verdi. Daha sonra bana, annesinin görünüşte onun alanına
hrirmesinin ve onun için her şeyi yapmasının kendisini biraz
zorlamış olmasına rağmen, annesinin yıllardır ilk kez o hafta
sonu onu birkaç kere okşayıp kucakladığını bildirdi. Peki, bu
rada gerçekte ne olmuştu? Kız sevgiye koşullar koymayı, an
nesinin olma ve yapma biçimine direnmeyi bırakmış ve aslın
da annesinin sevgisini kabul etmişti. Aralarındaki her zaman
ki gerilimin yerine, anne sıcaklık yaymıştı, çünkü en nihayet
sevgisini kendi yolunca ifade etmekte özgür kalmıştı; ve kız o
hafta sonu aile evinden kalbinde annesine özel bir yer vererek
ayrılmıştı. Çok derin bir düzeyde, annesinin onu gerçekten is-
75
'Bireylerin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın iyifeşme.si
LPmcdiği ya da sevmediğiyle ilgili öyküsünün hiç de doğru ol
madığını ve yaşamını bu yanlış öyküye tutsak ederek epey za-
manını boşa harcadığını idrak etmişti. .
Birçoğumuz ebeveynlerimizden süper-insanlar olmaları
nı, her zaman azami sevgi kapasitelerini ifade edip gösterebil
melerini talep ederiz. Ancak, ebeveynler, bizim gibi, mükem
mel değildirler, çünkü onlar da Sevgi Düzenleri akışının bo
zulmuş olduğu aile sistemlerine aittirler. Birçoğumuzun yaptı
ğı şey, mevcut olan sevgiyi kabul etmeyi inatla reddetmek, o
nun yerine, "Ben senin bana şu şekilde ve şu sıklıkta sevgi
göstermeni istiyorum, " diyerek koşulsuz sevgiye koşullar koy
maktır. Takımyıldız çalışması bize şunu göstermiştir ki, biz
orada olana tümüyle razı olduğumuzda, ebeveynler ile çocuk
lar, partnerler, eşler ve arkadaşlar arasındaki sevgi akışı arta
caktır. Belki siz bir çocukken büyükannenizi ziyaret ettiğinizi
ve onun sizin için en nefis kekleri, muhallebileri, kurabiyeleri
yaptığını hatırlarsınız . Siz büyükannenizi çok severdiniz ve
onu iyi, şefkatli ve sevecen biri olarak hatırlıyorsunuz . . . çünkü
o sevgili torunu için kek, pasta yaparak sevgisini ifade ederdi.
Bu tür bir deneyim bir çocuk üzerinde derin bir etki yapar ve
siz büyürken kek, muhallebi, kurabiye pişirmeyi, satın alıp
vermeyi bir sevgi ifadesi olarak görebilirsiniz. Bu yüzden ar
kadaşlarınıza doğum günlerinde, bayramlarda ve "Seni seviyo
rum " demek istediğiniz diğer zamanlarda böyle tatlılar pişire
bilir ya da satın alabilirsiniz . Şimdi diyelim ki siz bir arkadaşı
nızı ziyaret ettiniz ve o elinizdeki keki görünce, "Teşekkürler,
ama ben rejimdeyim" dedi. Bu durumda siz reddedildiğinizi ve
incindiğinizi hissedebilirsiniz. Bu gerçekte kekle ilgili değildir,
öyle değil mi? Hayır, siz sevgi paradigmanız size sevginizin
reddedildiğini söylediği için incindiğinizi hissedersiniz . Benzer
biçimde, eğer arkadaşınız kekinizi yer ve onun ne kadar nefis
76
ofaııı {jörüp 'l(anuf!enme(
olduğunu söylerse, bu yine kekle ilgili değildir. Size göre, ar
kadaşınız size, "Sevgin yeterince iyi " ya da " Senin sevgini ka
bul ediyorum" demektedir.
Her birimizin sevginin ne olduğu, nasıl gösterileceği ve
paylaşılacağıyla ilgili kendimize özgü sevgi kavramımız vardır.
Biz sevgi bizim istediğimiz, talep ettiğimiz, beklediğimiz bi
çimde gelmediği için ona sırt çevirdiğimizde, kendi yaşamımızı
yoksullaştırır ve diğer kişiyle aramızdaki doğal sevgi akışını
durdururuz, bu durumda sonuçta her iki taraf da az ya da çok
kabullenilmediğini ve incindiğini hisseder. Eğer biz bir başka
sından sevgi bekliyorsak ve o kişi tüm sevgisinin sadece yüzde
on beşini verebiliyor ve ifade edebiliyorsa, bize düşen şey bul
duğumuz o yüzde on beşe tümüyle razı olmaktır. Bu şekilde,
sadece kendimize hizmet etmekle kalmaz, diğer kişiye de hiz
met etmiş oluruz. Çünkü orada olanı kalben gerçekten kabul
ettiğimizde, sevgi akışını artmaya teşvik etmiş oluruz. Danışa
nım annesinin onun işlerine karışmasına razı olduktan sonra,
neredeyse bir gecede onun algısı "Annem beni gerçekten çok
seviyor"a dönüşmüştü ve bunun sonucunda, aradığı sevginin
bir kısmı ona küçük dozlar halinde gelmiş ve bu dozlar annesi
ıti her ziyaret edişinde artmıştı. Annesi sevgisi en nihayet gö
rülüp kabul edildiği için çok sevinmişti ve kız annesinin onun
işlerine karışmasına izin verdiği için kendisini yine bir çocuk
gibi hissetmişti. Bu öyküden çıkarılacak ders şudur: Eğer biz
herhangi bir şeyin değişmesini istiyorsak, önce kendi algılayı
�ımızı, düşünüşümüzü, beklentilerimizi ve tutumumuzu de
(,ri ştirmeliyiz . Kız bunları değiştirdiğinde, annesi de değişmişti.
Ama anne gerçekten değişmiş miydi? Hayır. Kız kendisini za
ten orada olana açmıştı. Orada olanı yetersiz gören onun ken
di direnci ve algısıydı.
77
'.Bireylerin, Jlifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
Kendini Aldatma ve Yalanın Sürdürülmesi
Birçoğumuzun -bu ister ailemizin diğer üyeleri, ister eski
partnerlerimiz olsun- başkaları tarafından nasıl sevilmediği
mizle, sayılmadığımızla, istismar edildiğimizle ve incitildiği
mizle ilgili öyküleri vardır. Tıpkı öykülerimizin realiteyi algı
layışımızın temelini oluşturmaları gibi, bu öyküler realitemiz
le ve onun içindeki insanlarla etkileşim biçimimizi de yaratır
lar. Ayrıca, bu öyküler hayatta alabileceğimizi ya da almaya
layık olduğumuzu hissettiğimiz şeylerle ilgili beklentilerimizi
oluştururlar.
Kendisinden dört yaş büyük olan ağabeyiyle ensest bir
ilişki yaşamış olan bir danışanımla çalışırken, onun kendisini
tecavüze uğramış bir kurban olarak algıladığını açıkça gördüm.
Bu öykü onun ailesi içinde bir tabuydu ve sonuç olarak o bu
durumdan çok utanıyordu. Ensest vakalarında, cinsellik -özel
likle ensest- hakkındaki ahlaki yargılar ensest kurbanlarının
kendilerine bunu yapmış olan kişiyi sevmelerine izin vermez .
Bu sadece ailenin diğer üyeleri tarafından değil, kiliseler ve -
ne yazık ki- birçok terapist tarafından da engellenir. Bu danı
şanımla çalışırken, ona ağabeyine karşı ne hissettiğini sor
dum. " Ondan nefret ediyorum, o benim hayatımı mahvetti"
diye yanıtladı. O zaman ona, eğer ebeveynleri ağabeyini sev
mesine izin verselerdi, o zaman ağabeyine karşı ne hissedece
ğini sordum. Bu soru karşısında bir süre duraksadıktan sonra
gözyaşlarına boğuldu ve hıçkırarak, "Ağabeyimi çok seviyorum
ve unu özlüyorum" diye fısıldadı. Takımyıldız çalışması sıra
sında ondan ağabeyinin temsilcisine, "Bunu yapmana sana
duyduğum sevgiden ötürü izin verdim ve o sevgi masumdu "
demesini istedim. O bu sözleri söyledikten sonra yine hıçkıra
rak ağlamaya başladı ve bana dönerek şöyle dedi: "Sanki
78
Ofaıı (jörüp 'l(a!Jufnmef(
omuzlarımdan tüm dünyanın yükü kalkmış gibi hissediyo
rum." Ona bunun nedeninin kendini bir kez daha masum his
setmesi olduğunu söyledim.
Danışanımın bu basit uygulamadan öğrendiği şey şuydu :
O kendisine karşı bu tecavüzü sürdürüyordu, çünkü ağabeyi
ne duyduğu sevgiyi yadsırken, kendisini ve yaşamındaki er
kekleri, özellikle kocasını da sevgiden yoksun bırakıyordu.
Benzeı:- biçimde, cinsel tecavüzcü bir baba, bir anne, bir amca
ya da bir aile dostu olduğunda, bir danışan, "Bunu yapmana
sana duyduğum sevgiden ötürü izin verdim" diyebildiğinde, o
suçluluk duygusundan kurtulur ve masumiyetini bir kez daha
kazanır. Bu çalışma biçimini kabul etmek bazıları için ilk baş
ta zordur, çünkü toplum bize suçlunun cezalandırılması ge
rektiğini ve bunu sevgimizi ondan esirgeyerek, ona duyduğu
muz sevgiyi kabullenmeyerek yapabileceğimizi öğretir.
Bir ebeveyninin cinsel tecavüzüne uğramış bir birey için,
onun hayattaki yeri neredeyse savunulmaz hale gelebilir. Ör
neğin, eğer baba, yani yaşamı başlatan kişi tecavüzcüyse, o za
man çocuk kendisine yaşam armağanını vermiş olana karşı
doğal olarak duyduğu sevgiyi yadsımaya zorlanacaktır. Biz en
sest kurbanlarından bir ebeveynlerine duydukları sevgiyi on
dan esirgemelerini, onu artık sevmemelerini istediğimizde, bu
durumda onlar sadece "suçlu " kalmaz , kendilerini yaşamdan
da yoksun bırakırlar. Birlikte çalıştığım ve bir ebeveynleriyle
Pnsest yaşamış olan birçok yaralı bireyin hemen hepsi, "Bunu
yapmana sana duyduğum sevgiden ötürü izin verdim" diyen
iyileştirici cümledeki daha derin gerçeği hissedebilmiştir. Bu
çalışmanın bazı gözlemcilerini tatminsiz bırakan şey, sanki bu
masum sevginin kabul ve tasdik edilmesi suçlunun suçunu af
fotmek anlamına geliyormuş gibi, babanın (ya da annenin) bir
b içimde karalanıp cezalandırılması ihtiyacıdır. Çocuğun ma-
79
'.Bireylerin, .91.ifeferin ve 'U[usfarın 'İ.y ifeşnusi
sum sevgisinin kabul ve tasdik edilmesi çocuğu suçluluk duy
gusundan kurtarır ve onu ebeveynini bir ebeveyn olarak sev
mekte özgür bırakır; suçu işleşen kişi suçun yüküyle bırakılır
ve çocuk en nihayet özgür olur. Bizim suçluyu cezalandırma
ihtiyacımız sadece onların kurbanını paylaşılan suç ve utanç
içinde hapis tutar. Sevgi kabul ve tasdik edildiğinde, kurban
artık o suçu ve utancı taşımaya ihtiyaç duymaz ve onu ait ol
duğu yere saygıyla bırakır.
Benzer biçimde, boşanma ve bir sevgiliden ayrılma du
rumlarında, birçoğumuz bizi tutsak edebilecek ve -eğer varsa
çocuklarımızı utandırabilecek öyküleri sürdürürüz. Örneğin,
boşanmış bir kadın oğluyla ilişkisinde sorunlar yaşadığı için
benimle çalışmaya gelmişti. İlk sorum baba hakkındaydı ve
kadının beden dilindeki ve tavrındaki ani değişim onun eski
kocasına kızgın olduğunu açıkça göstermişti. Bunu gözlemle
yince ona, " Oğlunuz size babasına saygı göstermediğiniz için
kızıyor" dedim. " Ona nasıl saygı duyabilirim ki?" diye sertçe
karşılık verdi. "O sadakatsizdi ve beni başka bir kadın uğruna
terk etti. " Daha fazla soruşturduğumda, danışanımın annesi
nin o henüz on altı yaşındayken öldüğü ve onun babasının en
iyi dostu haline geldiği . . . bir anlamda annesinin yerini aldığı
ortaya çıktı. Bunu görünce, o aslında kocasının onu hiç elde
edemediğini, çünkü kendisinin yıllardır babasıyla "evli oldu
ğunu " anladı. Takımyıldız çalışması sırasında ondan kocasının
temsilcisine, "Senin gerçekten karın olamadığım için çok üz
günüm, ben babamla çok meşguldüm" demesini istedim. O bu
sözleri söylerken, bu çift arasındaki sevgiyi açıkça görebildik,
çünkü o ve kocasının temsilcisi birbirlerine aşık oldukları o
zamana geri dönmüşlerdi. Bu noktada, danışanım oğlunun
temsilcisine döndü ve ona, "Babanın sende yaşadığını gördü
ğüm yanına saygı duyuyorum ve bunu görmek çok güzel, " de-
80
Ofanı (jörüp 'l(afoifnme(
d i . Oğul birden gevşeyip rahatladı ve gidip her iki ebevey n i n i
de kucakladı. Takımyıldız çalışmasının sonunda, danışan ı nı n
hazen sadakatsizliğin sorun değil, çözüm olduğunu yu muşak
b i r biçimde söyledim. O gülümsedi ve "Evet, kendim ve oğlum
için bir sürü zorluk yaratıyormuşum, bunu şimdi görebiliyo
rum, " dedi. Boşanma ve ayrılık söz konusu olduğunda, özellik
le arada çocuklar varsa, hatırlanması önemli olan şey şudur:
Bir zamanlar biz partnerimizi severdik ve içimizde öfke, acı ve
incinmenin bulunmasının tek nedeni ona duyduğumuz sevgi
nin devam ediyor olmasıdır. Genellikle, eski partnerimize kar
şı hissettiğimiz olumsuz duygu ne kadar derinse, onunla ara
mızda bulunan sevgi de o kadar derindir. Biz o sevgiyi kabul
ve tasdik edebildiğimizde ve onu huzur içinde bırakabildiği
mizde, yeniden ve gerçekten sevmekte özgür oluruz. O zama
na dek, kiminle evlenirsek evlenelim ya da kiminle bir ilişkiye
girersek girelim, bir ayağımız eski evliliğimizde ya da eski iliş
kimizde kalır. "Gerçek sizi özgürleştirecek" denmiştir. Benim
gözlemime göre, gerçek daima, şu ya da bu biçimde -çarpıtıl
mış ya da başka türlü- sevgiyle ilgilidir ve bizi özgür bırakan,
öykü tarafından karmaşıklaştırılmamış olan sevgidir.
Direnmeyi Bırakmak
Çoğumuz hayatta ne istediğimiz konusunda çok net fikirlere
sahibizdir. Biz doyum verici bir iş, verimli ilişkiler, sevgi dolu
ilişkiler, iyi bir sağlık ve mali güvenlik isteriz. Ancak insanlar
la çalışırken şunu fark ettim ki, çoğumuz zamanımızın çoğunu
istemediğimiz şeylere karşı direnerek ya da hoşla nm a dı ğı m ı z
şeyler üzerinde odaklanarak geçiriyoruz. Bu konuda bir örnek
vereyim:
Otuz beş yaşında evli bir erkek karısıyla iliş ki sin d e bazı
81
'Bireyferin, Jl.ifeferin ve 'l[usfarın 1yifeşmesi
z c ı r l ı ı k la r yaşadığı için bir seminerime katılmıştı. Ona eşiyle
i l i � k i si nde ne istediğini sorduğumda, "Karımla tartışmalarımı
�ın bitmesini ve onun bu kadar kıskanç olmamasını istiyo
ru m " diye yanıtladı. Onun benim sorumu yanıtlamadığını gö
rebiliyor musunuz? Ben ona ne istemediğini değil, ne istediği
ni sormuştum. İkisi arasında büyük bir fark vardır. Biz istedi
ğimiz şeyi bildirmekte olduğumuzu düşündüğümüzde, ama is
temediğimiz şey üzerinde odaklandığımızda, enerjimiz ve dik
katimiz o duruma çekilir. Dikkatimiz oraya yöneldiğinde,
odaklanışımız hayatımızdan istemediğimiz şeyle dolu olan da
ha fazla kanıt toplayacaktır.
Ancak, direnme bizim ne istediğimizi net bir biçimde an
lamamızdan çok daha derinlere gider. Daha önce üç tür işten
söz etmiştim: Bizim işimiz , başkalarının işi ve kader. Direnişi
mizin ve ıstırabımızın çoğu bizim bile olmayan koşullara ve iş
lere direnmemizden kaynaklanır. Örneğin, hükümetimizin ma
li politikalarından yakınabilir ve zamanımızın çoğunu ekono
miden yakınarak geçirebiliriz. Ancak, gerçekte, hükümeti ikti
dara getiren kuvvet bizden çok daha büyüktür; bu kader file
mine ait bir iştir. Belki söz konusu hükümete milyonlarca in
san oy vermiştir ve bu durum bu işi kader alemine yerleştirir.
Sonraki seçimlere kadar sizin durumu değiştirmek için yapa
bileceğiniz pek bir şey yoktur ve o zaman bile hiçbir şey de
ğişmeyebilir. Bu tür durumlarda, biz hayatımızda yaratmak
istediğimiz şeyi seçme ya da değiştirilemeyecek olana odaklan
ma, böylece enerjimizi istemediğimiz şeye dönüştürme seçene
ğine sahibizdir.
Bir başka direnme düzeyi kalıtımsal kimliğimize diren
mektir. Örneğin, yarı Hollandalı, yarı Afrikalı-Karayipli olan
bir erkek danışanım Hollanda'nın Afrikalıların köleleştirilme
lerindeki rolünden ötürü utandığından kendisinin Afrikalı-
82
Ofanı Çjörüp 'l(abufnmef(
Karayipli olduğunu düşünmeyi tercih ediyordu. O ilk buı;ıta ,
yaşamı yolunda gitmediği için bir Aile Takımyıldızı semineri
ne katılmıştı. Mali durumu iyi değildi, sağlığı bozuktu ve y u
kın bir ilişkisi yoktu. Her şeyi doğru yaptığına içtenlikle inanı
yor ve neden hiçbir şeyin onun istediği gibi gitmediğini bir
türlü anlayamıyordu. Onun öyküsünü dinledikten sonra, ken
disine bakıp, "Sen sana yaşam vermiş olanları yadsırken, ya
şamının yolunda gitmesini nasıl bekleyebilirsin ki?" diye sor
dum. Bu soru karşısında çok şaşırarak, "Ah, hayır, anlamıyor
sun. Benim ebeveynlerimle hiçbir sorunum yok, " diye yanıtla
dı. Bu yanıta, "Ama Hollandalı atalarınla sorunun var, " diye
karşılık verdim. Sonra ona, Hollandalı atalarını yadsıyarak,
kendi yaşamını, annesinin ve tüm Afrikalı-Karayipli akrabala
rının ve atalarının yaşamını da yadsıdığını açıkladım. Bana
sorgulayıcı bakışlarla baktı. Ona, Afrikalı kölelerin kaderinin
onun yaşamını yaratmış olduğunu ve aslında, kölelik olmasay
dı onun da var olamayacağını açıkladım. Kendisine, annesinin
atalarını Karayipler'e getirmiş olan Hollandalı köle efendileri
nin (takımyıldızdaki) temsilcisinin önünde eğilmesini önerdi
ğimde bana hiddetli bakışlarla baktı. O zaman ona üç tür iş ol
duğunu hatırlattım: Onun işi, diğer insanların işi ve kaderin
işi. Sonra ona doğrudan, "Sen kaderin gücündün daha mı bü
yüksün?" diye sordum. "Hayır" diye yanıtladı. "Sen kim olu
yorsun da birçok kuşak önce neyin vuku bulmuş ya da vuku
bulmamış olması gerektiğini buyuruyorsun? Sen kendini oldu
ğundan daha büyük ve daha önemli kılmaya çalışıyorsun, " de
dim. Bu sözler karşısında havası yumuşadı ve ben onun dikka
tini köle efendisinin temsilcisine yönlendirdim. "Bu adam" de
dim, "sana yaşam verdi. Onun eylemlerinden ve Afrikalı atala
rının kaderinden ötürü sen bu yaşama sahipsin. Bu adam ol
masaydı, sen Karayipli olamayacaktın; Felemenkçe ve İngiliz-
83
'Bire9ferin, .91.ifeferin ve 'l.lfusfarın 19ifeşmesi
el' de konuşamayacaktın. Sen yaşamını ona borçlusun. " Danı
ı?llnı m bir süre sonra yerinden kalkıp köle efendisinin yanına
gitti , onun karşısında dururken gözlerinden yaşlar ak� aya
başladı ve sonra dingin bir biçimde onun önünde eğildi. Bir an
sonra, ben onun Hollandalı babasının temsilcisini takımyıldı
za soktuğumda, danışanım hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Sonra babasının temsilcisine sarılarak, hıçkırıklar arasında,
"Baba, seni çok özledim! " dedi. Danışanım, sadece böyle bir ıs
tıraptan sorumlu olan Hollandalı atalarını reddetmekle kal
mayıp, bu süreçte -köleliğin kurbanlarıyla özdeşleşerek- kendi
babasını da yadsımış olduğunu idrak etmişti.
Atalarımızı bu kadar derinden etkilemiş olan böyle tarihi
olaylara baktığımızda, bugünkü bizi bu olayların yaratmış ol
duğunu idrak etmemiz gerekir. Belki annemiz bir sömürgeden
gelmektedir ve babamız onu sömürgeleştirmiş olan ülkeden
dir, belki babamız Alman, annemiz ise Yahudi'dir ya da belki
annemiz İrlandalı-Amerikalı ve babamızın ataları Cree, Sioux
veya Apache kabilesindendir. Biz buna her ne şekilde bakar
sak bakalım, kader, yani bizden çok daha büyük bir kuvvet
ebeveynlerimizi bir araya getirmiştir. Biz sık sık her bulutun
gümüş bir astarı olduğunu söyleriz; ancak, ataların kaderinin
karanlık bulutları söz konusu olduğunda, gümüş astar bizim
şimdi sürmekte olduğumuz yaşamdır. Eğer siz bir Yahudi
Amerikalı iseniz, eğer Soykırım kaderi olmasaydı sizin bir Ame
rikalı olarak yaşamınız olmayacaktı. Eğer siz bir İrlandalı-Ame
rikalı iseniz, eğer İrlanda'daki patates kıtlığı olmasaydı sizin
bir Amerikalı olarak yaşamınız olmayacaktı. Ve eğer siz bir
İngiliz 'seniz, eğer Romalıların, Saksonların ve Normanların
istilaları olmasaydı, sizin bir yaşamınız, diliniz ve kültürünüz
olmayacaktı. Biz atalarımızın geldikleri ülkelerle ve onların
başlarına gelenlerle ilgili değiştirilemez olguya direndiğimiz-
84
Ofanı Çjörüp 'l(abufnmel(
de, kendi yaşamımıza da direnmiş oluruz. Bir an du ru p u zak
atalarınızdan birini, belki zor bir kadere dayanmış olan birini
hayal edin. Sonra kendinize şu soruyu sorun: Bu atanızın Ru
hu sırf ona duyduğunuz bağlılıktan ötürü kendi yaşamınızı
yadsımanızı ister miydi? Yoksa o sizin tüm atalarınızın şere
fine gelişip ilerlediğinizi görmek mi isterdi?
Daha direkt ve kişisel bir düzeyde, birçoğumuzun diren
diği başka kaderler vardır. Örneğin, annemizin biz on dört ya
şındayken ölmüş olmasına, bu kadere direniriz; küçük karde
şimizin sakat olmasına direniriz, babamızın annemizin ölü
münden sonra tekrar evlenmesine direniriz ya da eşcinsel ol
mamıza, çok uzun, çok sıska olmamıza veya saçımızın kızıl,
çok kıvırcık olmasına, tüm bu kaderlere direniriz. Aile Takım
yıldızı çalışması bizi kaderimize tümüyle razı olarak onun
önünde saygıyla eğildiğimiz derin bir biçimde ruhani bir dene
yime götürebilir. Ö zünde, o bedensel harekette, o saygıyla
eğilmede biz "Tanrım, benim değil, senin iraden olsun" duası
nı yaşarız . Ben her ne zaman böyle derin, içsel bir hareket
gözlemlesem, seminer salonu işitilebilir bir sessizlikle dolmuş
tur; bu gerçekten de İnayet'in mevcudiyetidir.
85
4
TAKIMYILDIZLAR
87
'Bireyferin, 5l.ifeferin ve 'U{usfarın 'İ.y ifeşmesi
yoğun bir deneyim olabilir ve onlar ailenin öyküsünün bir par
çası olarak bu duygusal ve fiziksel semptomları ortaya koyabi
lirler.
Bir takımyıldızı oluşturma sürecinde, temsilcileri çok faz
la aile öyküsüyle etkilemekten kaçınmak için, onlara bu konu
da çok az bilgi verilir. Yıllar içinde ben sık sık, sonuçları gör
mek için, uydurma kimlikli takımyıldızlar oluşturdum ve geli
şip gözler önüne serilen öykünün doğruluğu karşısında çok şa
şırdım. Ancak, aile takımyıldızı çalışması bir ailenin gerçek
öyküsünü ve vuku bulmuş olayları ortaya koyma konusunda
ne kadar güvenilir olursa olsun, onun kesin bir kanıt olarak
ya da kanıt toplama uygulaması olarak kullanılmasına kuvvet
le karşı çıkarım. Örneğin, bir enerji olarak, cinsel tecavüz bir
takımyıldız içinde aşikar biçimde ortaya çıkabilir ve bu ondan
her türlü sonucun çıkarılmasına ve yanlış suçlamaların yapıl
masına yol açabilir. Ancak, birçok durumda ben, takımyıldız
bu tecavüzün danışanın şimdiki ailesinde vuku bulmuş oldu
ğunu gösterir görünse de, bu enerji dinamiğinin mevcudiyeti
nin bir ya da iki kuşak önce vuku bulmuş bir tecavüzün ka
lıntısının bugün o aileyi hfila etkilemesinden kaynaklandığını
gördüm. Bu tür tecavüzlerin anılarını hipnoz yoluyla geçmişe
döndürülme sonucunda elde eden danışanların bu tecavüz öy
külerini körlemesine kabullenmekten her zaman kaçınırım.
Biz farklı bilinç halleri içine girdiğimizde, bir ailenin Biliş Ala
nı'nı okumamız çok kolay olur. Böyle farklı bilinç hallerinde
biz cinsel tecavüzün enerjisini okuyabilir ve hissedebiliriz ve o
zaman bilinçli zihnimiz deneyimlediğimiz enerjiye mantıken
uyan bir öykü ve "anı" yaratır.
Bana en sık sorulan soru, seminerde bulunmayan ama
temsil edilen bireylerin de bu çalışmadan bir yarar sağlayıp
sağlamadıklarıdır. Kanıtlar birçok durumda onların bu çalış-
88
'Taf<Jm!Jıfıfıdar
madan yararlı bir biçimde etkilendiklerini göstermektedir. An
cak, bazen de sadece bu çalışmada doğrudan yer alan kişi (da
nışan) ondan yarar sağlar.
Suzanne ailevi bir tartışmadan sonra iki yıl boyunca kız kar
deşiyle konuşmamıştı. Onun aile takımyıldızı çalışmasından
hemen sonra bir çay molası vermiştik. Birkaç dakika sonra
Suzanne yanıma gelip heyecanla şöyle dedi: "Buna inanmaya
caksın, ama kız kardeşim cep telefonuma bir ses mesajı bırak
mış ve benimle konuşmak istediğini söylüyor!"
89
'Bireyfain, .5'tif.ef.erin ve 'Ufusfann 'İyif.eşmesi
geti ren kadınlar görmüşümdür ve onların takımyıldızı oluştu
rulduğunda, kadının bu sürece daha fazla direndiği ve bu sü
reçte daha fazla zorlandığı görülür, çünkü o haklı olmaya güç
lü bir biçimde ihtiyaç duymaktadır.
Sizin bir Aile Takımyıldızı çalışmasına katılmak isteme
nedeniniz her ne olursa olsun, o size yadsınamaz bir gerçek
enstantanesi gösterebilir, bir anda içsel değişimler yapmanızı
sağlayabilir. Size bundan sonraki sayfaları yavaş yavaş oku
manızı, her bir süreci daha derin bir düzeyde özümsemenizi
tavsiye ediyorum. Birçok kişi bu aile takımyıldızları metinleri
ni okuduklarında ya da bir başkasının sürecine tanık oldukla
rında kendi değişimlerine doğru içsel bir sürecin başladığını
bildirmiştir.
Bu kitabın sonunda, sizin kendi aile ağacınıza uygulaya
bileceğiniz ve olası şifa alanlarını saptamanıza yardımcı olabi
lecek bir alıştırma yer almaktadır.
90
'Tak!myıfıfızfar
Danışan: Başarılı olduğum tek şey kariyerim. Ben bir i�kol i
ğim ve her zaman b u konuda mükemmel olmaya çalışıyoru m .
Performansımdan asla memnun değilim, ama maaşımın sık sı k
yükseltilmesi patronlarımın benden hoşnut olduklarını göste
riyor. Ben kendimi bu konuda çok zorluyorum.
Payne: Ailende özel bir olay vuku buldu mu?
Danışan: Hayır. Daha önce bir terapiye katılıyordum . . . her
şey normaldi. Annemle, babamla ve kız kardeşimle iyi bir iliş
kim var. Ama yine de bu ait-olmama duygusunu hissediyo
rum. Kendimi bugün bu çalışmaya da ait hissetmiyorum, bu
gruba ait olmayan tek kişi benmişim gibi hissediyorum.
Payne: Ailende kimse öldü mü?
Danışan: Hayır, benim kendi ailemde ve ebeveynlerimin aile
lerinde henüz kimse ölmedi.
Payne: Ebeveynlerinden biri daha önce bir başkasıyla evlen
miş, nişanlanmış ya da ciddi bir ilişkiye girmiş miydi?
Danışan: Annem daha önce kısa bir evlilik geçirmiş, sonra ilk
kocasından boşanıp babamla evlenmiş.
Payne: Peki, neler olduğuna bir bakalım. Lütfen kendin, an
nen, baban ve kız kardeşin için birer temsilci seç. Bu gruba
annenin ilk kocasının temsilcisini de dahil edeceğiz .
91
'Bire!Jferin, Jlifeferin ve 'Ufusfarın 1!Jifeşme.si
Payne, Danışan'a: Bu tabloya baktığımızda, annen, baban
ve kız kardeşinden oluşan aileni sol tarafa ve kendinle anne
n i n ilk eşini onlardan uzağa yerleştirdiğini görüyoruz. Her _iki
niz de bu aileye ait görünmüyorsunuz.
Payne, Ane'ye: Burada neler oluyor?
Anne: Orada duran oğlumun çok farkındayım, o çok uzak gö
rünüyor ve ayrıca arkamda bir ağırlık da hissediyorum. Sanı
rım bu ilk kocamla ilgili bir şey.
Payne, Baba'ya: Peki, durum senin için nasıl?
Baba: Oğlumu doğru dürüst göremediğim için rahatsız oldum;
onun benim yanımda durmasını isterdim. Karımın ilk kocası
nın da farkındayım ve bu konuda rahat değilim.
Payne, Kız Kardeş'e: Sen nasılsın?
Kız Kardeş: Huzursuz. Sinirli. Burada bir şey eksik. Tam
parmak basamadığım bir şey var, ama onu kuvvetle hissediyo
rum.
Payne, Arnold'a (temsilcisine) : Sen burada nasılsın?
Arnold: Kendimi çok üzgün ve yalnız hissediyorum. Tıpkı Ar
nold'un dediği gibi, bir tür baloncuğun içindeymişim gibi his
sediyorum. Gidip uyumak istiyorum.
Payne, Danışan'a: Hiç intihar etmeyi düşündün mü?
Danışan: Ciddi olarak değil. İntihar etmeyi hiç planlamadım,
ama ölümü ve intiharı sık sık düşünürüm.
Payne, İlk Koca'ya: Peki, senin durumun nasıl?
İlk Koca: Ben başımı kaldırıp bakamıyorum. Kendimi çok ağır
hissediyorum.
Payne, Danışan'a: Bu ilk evlilikte bir şey vuku bulmuş. San
ki birisi ölmüş gibi görünüyor. Bak, annenin ilk eşi bir mezara
bakar gibi gözlerini yere dikmiş bakıyor. Neler oldu?
Danışan: Babam bana daha önce annemin ilk kocasından olan
çocuğunun ölü doğduğunu söylemişti. Anneme bu konuda hiç-
92
'I�ıUızfar
bir şey sormadım. Bunun önemli olduğunu düşünmedim, zute ı ı
annem d e ilk evliliğinden söz etmekten hoşlanmaz.
Payne: Bebek oğlan mıydı, kız mıydı?
Danışan: Sanırım, oğlandı. Sadece birkaç saat yaşamış.
Payne: O zaman bu takımyıldıza bu bebeği, yani ağabeyini de
dahil etmeliyiz .
93
'Bire;rin, Jl.ifeierin ve 'Ufusfarın 'İ.yifeşmesi
Arnold: Gözlerimi ölmüş kardeşimden ayıramıyorum. Onu
adeta ikizimmiş gibi tanıdığımı hissediyorum.
Payne, Kız Kardeş'e: Peki, sen şimdi nasılsın?
Kız Kardeş: Ferahladığımı hissediyorum! Ama öncekinden da
ha da öfkeliyim. Çok kızgınım. Belki anneme kızgınım, bilmi
yorum, ama çok kızgınım.
Danışan: Bu tıpkı kız kardeşim gibi konuşuyor. O her zaman
ebeveynlerime kızar, her konuda onlarla tartışır.
Payne, Danışan'a: Ağabeyin unutulmuş ve takımyıldız se
nin onunla özdeşleşmiş olduğunu açıkça gösteriyor. Senin ait
olmama duygun, bir baloncukta yaşama duygun bundan kay
naklanıyor. Neler yapabileceğimize bir bakalım.
Payne, Ane'ye: Lütfen ilk kocana ve ilk oğluna bak.
Anne: Bu dayanılmaz bir şey. Bunu yapabileceğimden emin
değilim.
Payne Anne 'nin annesi, yani Arnold 'un büyükannesi için bir
temsilci seçer ve onu kızına destek olması için Anne 'nin arka
sına yerleştirir.
94
'Ta/(J;myıUızfar
Payne, Anne'ye: Şimdi ne hissediyorsun?
Anne: Şimdi durumla yüzleşmek daha kolay (hıçkırarak ağla
maya başlar) . Bu çok üzücü.
Payne: Gidip her ikisine de sarıl.
Anne: Bunu yapabileceğimden emin değilim. Kocamın yanın
dan ayrılmak istemiyorum.
Payne: Yine de bunu dene.
95
'Bireykrin, J'l.ikkrin ve 'U{usfarın 'İ.y ifeşmesi
dur ve diğer oğluna ve kızına de ki: "Bu sizin ağabeyiniz , bu
ilk doğan çocuğum ve onun da ailemizde bir yeri var."
Anne: Bu sizin ağabeyiniz, bu ilk doğan çocuğum ve onun da
.
ailemizde bir yeri var.
Payne, diğer Evlatlara: Bu size nasıl bir duygu veriyor?
Arnold: İyi bir duygu veriyor. Ağabeyimi özlediğimi hissedi
yorum.
Kız Kardeş: Kızgınlığım şimdi tamamen geçti, ama kendimi
üzgün hissediyorum.
Payne, Evlatlara: Gelip ağabeyinizle tanışın.
96
'Tak!:,myıUızfar
Payne, Danışan'a: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Danışan: Hayatımda ilk kez ait olduğumu hissediyorum. G i
dip ağabeyimi kucaklayabilir miyim?
Payne: Elbette.
97
'B ireyferin, 5tifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
ogu l olmaya çalışıyordun -iki kat mükemmel ve iki kat yalnız.
Bu ndan sonra nihai tabloya Ruhun'da bir yer ver ve ağabeyi
nin kaderine saygı göstererek onu sevgi ve şefkatle düşün.
Danışan: Şimdi anlıyorum. Bu benim mükemmel olma sap
lantımın ve dürtümün nedenini açıklıyor. Teşekkür ederim.
Sonuç
98
'T�1719ıUızfar
da " dünyada bir yeri olmamak" duygusunu veriyordu. Bura
da şunu da belirtmek isterim ki, Arnold'un ağabeyi aslında
onun yarı-kardeşi olmasına rağmen, ben bu "yarı-kardeş" gibi
terimlerin kullanılmasına karşıyım, çünkü onlar ait-olma duy
gusunu ve kardeşlerin önemini azaltır görünmektedir.
Karayipler'de, ABD 'de ve Afrika'da çalışmış biri olarak
şunu söyleyebilirim ki, Afro-Karayip, Afro-Amerikan kültürle
rinde ve bazı Afrika kültürlerinde birçok kişi kendisiyle aynı
anneden doğan bir çocuğu kardeşi olarak kabul ederken, aynı
babadan doğmuş olan bir çocuğu kardeşi olarak kabul etmez.
Aile Takımyıldızlarında ben her iki ebeveynin de bütün çocuk
ları aileye dahil edildiklerinde, her bir çocuğun bu yüzden güç
lendiğini hissettiğini gözlemledim. Bu erkeklerin ve kadınla
rın birbirlerinden zorla ayrı tutulup yerleşik aileler oluştur
malarına izin verilmediği Afrika köleliğinin ve ırk ayrımının
mirasıdır. Bu çiftlerin birbirlerinden kanun gücüyle, zorla ay
rılmalarına ve sonuçta rasgele ilişkilere yol açmış, bu da anne
lerin her biri ya da çoğu farklı babalardan olan birçok çocuk
doğurmalarına neden olmuştur. Ö zellikle erkek evlatlar baba
larından ayrıldıklarında, hiçbir destek duygusuna sahip olmaz
ve erkekler dünyasına tam olarak ait olduklarını hissetmezler.
Bu da bekar anne aileleri ve birçok kadından çocuk sahibi olan
erkekler kalıbının birçok kuşak boyunca tekrarlanmasına yol
açar. Birçok beyaz Amerikalı, Karayipli ve Güney Afrikalı -ken
di atalarının eylemlerinin birçok Afrikalı insan üzerinde yap
mış olduğu etkileri anlamadan- Afrika kökenli kültürün bu
veçhesini çok eleştirir. Bazıları bu fenomenin nispeten yeni ol
duğunu belirtirken, benim Afrika kökenli ailelerle ilgili gözle
mim kilisenin ve dinin geçmişin kayıp babalarının yerini aldı
ğını, her ikisi de babasal semboller olan Kutsal Baba ve İ sa'nın
bu babaların yerini aldığını göstermiştir. Dinin öneminin ya-
99
'Bireylerin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın iyileşmesi
yavaş yok olmasıyla birlikte, kilise artık kayıp babayı tem
VU!:j
sil etmemekte, böylece kalıp şimdi kuvvetle yeniden ortaya
çıkmaktadır. Biz ayrıca sistemik sorunların birçok kuşağı �tla
yıp geçebildiğini ve çoğu kez de geçtiğini gözlemledik.
Caroline
Caroline derin bir duygusal kriz içinde olduğunu hissederek
aile takımyıldızı çalışmasına girmişti. Evliliği yıkılıyordu ve
tüm ömrü boyunca hissettiği o ait-olmama hissi yaşamını kon
trol eden bir biçimde yüzeye çıkmıştı. Caroline, kendisi doğ
madan birkaç ay önce ablasının bir hastalıktan öldüğünü açık
lamıştı. Küçük kız öldüğünde iki yaşından küçüktü ve onun
ismi Caroline'a verilmişti. Ölmüş ablasının İsmini taşımak Ca
roline için büyük bir yüktü ; hep kendisi olmaya hakkının ol
madığını, ablasının yerini doldurması ve o rolü oynaması ge
rektiğini hissetmişti. Benzer biçimde, ben bir çocuğa annesi
nin ya da babasının trajik bir biçimde ölmüş ilk aşkının ya da
zamansız ve trajik bir biçimde ölmüş bir aile üyesinin adının
verilmiş olduğu vakalarla çalışmıştım. Bu çocuklar kendilerine
ölmüş bir kişinin adının verildiğinin bilinçli olarak farkında
olmasalar da, bunu yine de hissederler ve bu onlar için ağır bir
yük olur. Biz çocuklara aile sisteminden ayrılmış kişilerin ad
larını verdiğimizde, aslında bu çocuklardan o kişilerin yerini
almalarını istiyor oluruz. Bu onların dünyadaki kendi yerleri
ni hissetmelerine izin vermeyerek, gerçek benlikleriyle temas
kurmalarını zorlaştırır.
Çocuklara büyük-ebeveynlerin isimlerinin verilmesinin bir
aile geleneği olduğu durumlarda, sadece eğer o büyük-ebeveyn
genç bir yaşta ölmüşse sorunlar ortaya çıkar. Örneğin, eğer
anneniz siz çocukken ölmüşse, kendi kızınıza annenizin ismini
100
vermeniz sağgörülü bir davranış olmaz, çünkü bu anne ile
kızın arasındaki ilişkinin net bir biçimde tanımlanmadığı sis
temik karışıklığa-dolaşıklığa yol açabilir.
Gail
Gail sık sık iş değiştirme ve ilişkilerini bitirme kalıbı içinde
bulunduğundan hayatta düş kırıklığı yaşıyor, daima bunun
onun yeri olmadığını, oraya ait olmadığını hissediyordu. Onun
ailesini soruşturduğumuzda, annesinin ilk hamileliğinin dü
şükle sonuçlandığı ortaya çıkmıştı. Takımyıldız çalışması bu
olayın onun ebeveynleri üzerinde derin bir etki yaptığını ve
ailenin kendini asla tamam hissetmediğini gözler önüne serdi.
Takımyıldızda, düşürülmüş çocuğun temsilcisini ilk doğan ço-
1 01
'Bireyferin, ."1.ifeferin ve 'Ufusfann 1yifeşmesi
cut:,TtJ n konumuna yerleştirdik. O zaman Gail rahatladı ve aile
deki kendi yerini hissetti. O artık ilk doğmuş çocuk değil, ikin
ci çocuktu, ki bu duruma denge ve uyum getirmişti.
Yukarıdaki örneği vermemiz tüm düşüklerin önemli ol
dukları anlamına gelmez, ama benim gözlemime göre, tüm dü
şükler -ne zaman vuku bulduklarına ve yer aldıkları sıraya
bakmaksızın- önemli olabilirler. Ancak, takımyıldız çalışması
şunu göstermektedir ki, eğer o düşük bir çiftin ilk hamileliği
sonucunda vuku bulmuşsa, bunun aile sistemi üzerindeki et
kisi kat kat artmaktadır. İlk doğan her çocuk gibi, bu hamile
lik o çiftin sevgisinin tamamlanışını ve ailelerinin başlangıcını
simgeler.
102
'TafGmyıfdızfar
Payne: Peki, görelim bakalım. Şimdi lütfen kocan, oğlun, kı
zın ve kendin için birer temsilci seç.
1 03
'Bireyferin, .9Lifeferin ve 'l1 (usfann 1yifeşmesi
Payne, Aınanda'ya (temsilcisine): (Onun kollarını göğsünde
kavuşturduğunu fark ederek) Senin için burada durum nasıl?
Amanda: Kocama kızgınım. Oğlumun onun yanında olmasıp
dan memnun değilim ve kızımın yanı başımda durmasını isti
yorum, (sol tarafını işaret ederek) o buraya ait.
B: Baba
A: Anne
K: Kız Evlat
E: Erkek Evlat
1 04
'Tak!myıUızfar
Amanda: Bunu söyleyemem, ona hala çok kızgınım.
Payne: Bir dene. Sadece bu sözleri söyle ve ne olduğunu gör.
Amanda, Koca'ya: "Aramızda durumun böyle gelişmiş olma
sı ne acı . . . (ağlamaya başlar) . . . çünkü seni çok sevmiştim. "
Payne, Danışan'a: Temsilcinin bu sözleri söylediğini işitmek
sana nasıl bir duygu veriyor?
Danışan: Doğru. Ben bu adamı çok sevdim ve hala seviyorum.
Payne: Bakalım, çocuklarının senin acının ve öfkenin bedeli
ni ödemek zorunda kalmamalarını sağlamanın bir yolunu bu
labilecek miyiz.
1 05
'Bire!Jferin, .9l.ifeferin ve 'U{usfarın l!Jifeşmesi
Payne, Danışan'a: Kızına de ki : "Babanın sende yaşadığını
gördüğüm yanına saygı duyuyorum ve onu görmek güzel. "
Danışan, Kız Evlat'a: Babanın sende yaşadığını gördüğijm
yanına saygı duyuyorum ve onu görmek güzel.
Payne, Kız Evlat'a: Şimdi durum nasıl?
Kız Evlat: Rahatladım, bunu işitmeye ihtiyacım vardı (ağla
maya başlar), ben babamı ve annemi çok seviyorum, ama ba
bamı sevmek benim için çok zordu, kendimi iki arada sıkışıp
kalmış hissediyordum.
Payne, Erkek Evlat'a: Bu durum senin için nasıl?
Erkek Evlat: Bunu işitmek güzeldi, benim de bunu işitmeye
ihtiyacım vardı.
Danışan, kendiliğinden, Erkek Evlat'a: Babanın sende ya
şadığını gördüğüm yanına saygı duyuyorum ve onu görmek
güzel.
Payne, Erkek Evlat'a: Ve şimdi?
Erkek Evlat: Şimdi anneme güvenebilirim, her şey yoluna
girdi ve ben her ikisine de yakın olmak istiyorum.
Payne, her iki Ebeveyn'e: Çocuklarınıza deyin ki: "Aramız
da her ne olup bitmişse, onu bize bırakın. Bunun sizinle hiçbir
ilgisi yok ve biz birlikte hfila ebeveynleriz . "
Ebeveynler Çocuklara: Aramızda her n e olup bitmişse, onu
bize bırakın. Bunun sizinle hiçbir ilgisi yok ve biz birlikte hfila
ebeveynleriz .
Payne, Danışan'a: B u durum şimdi sana nasıl bir duygu ve
riyor?
Danışan: Kalbim hala kırgın, ama kendimi çok daha iyi hisse
diyorum. Doğru, oğlum giderek daha çok babasına benziyordu
ve ben ondan uzak duruyordum.
Payne: Son olarak kocana de ki: " Çocuklarımız armağanın
dan ötürü sana teşekkür ederim. Senin onlarda yaşadığını gör-
1 06
düğüm yanına saygı duyuyorum. "
Danışan, Koca'ya: Çocuklarımız armağanından ötürü sana
teşekkür ederim. Senin onlarda yaşadığını gördüğüm yanına
saygı duyuyorum.
Koca, kendiliğinden, Danışan'a: Çocuklarımız armağanın
dan ötürü sana teşekkür ederim. Senin onlarda yaşadığını gör
düğüm yanına saygı duyuyorum.
Payne, Danışan'a: Sana bir ev ödevi vereceğim, Amanda.
Evine git ve eski kocanın sahip olduğu tüm olumlu nitelikleri,
senin ona aşık olmana neden olan ve tüm bu yıllar boyunca
onu sevmeyi sürdürmene yardımcı olan nitelikleri düşün. Bir
dahaki sefere oğlunu gördüğünde ve onun kocanınkine benzer
nitelikleri sergilediğini fark ettiğinde ona şöyle bir şey söyle:
"Biliyor musun, baban da böyleydi ve bunu görmek güzel . "
Olumlu niteliği isimlendirmek önemlidir, ama bunda aşırıya
kaçma, sadece bunu zarif bir biçimde sohbete getir.
1 07
'Bireylerin, Jl.ifeferin ve 'Ufusfarın iyileşmesi
ımn raki fırsatınızda, bu niteliklerden birinden ötürü çocuğu
n u z u yumuşak bir biçimde övün, o zaman çocuğunuzu bu
Sonuç
1 08
'Ta!Qmyıfifızfar
Justin
Justin otuz altı yaşındaydı ve nişanlısı onu kısa bir süre önce
terk etmişti. Ebeveynleri o on yaşındayken boşanmışlardı. Ai
lede herhangi bir şiddet olayı vuku bulmamış olmasına rağ
men, babasının bir zampara olduğunu ve çok içki içtiğini açık
lamıştı. O kendi takımyıldızını oluşturduğunda, kendi temsil
cisini doğrudan annesinin yanına yerleştirdi. Onun babasını
sevmesine izin verilmemiş olduğunu ve ailede babasının yerini
almış olduğunu açıkça görmüştük. Biz bu durumun onun ka
dınlarla ilişkileri üzerindeki etkisine baktığımızda, onun an
nesi formunda bir eşe zaten sahip olduğundan aslında evlene
cek kadar özgür olmadığını anlamıştık. Böyle durumlarda, ben
bu senaryoyu "duygusal ensest" olarak isimlendiririm. Justin
babasının yerini almış ve annesinin birincil duygusal ilişkisi
haline gelmiş, bu da onun özgürleşmesini zorlaştırmıştı. Bu
durum baba ile kız evlat arasında da meydana gelir, ama bu
çoğu kez boşanmanın sonucunda değil, anne ölmüşse vuku bu
lur. Ancak, bu tür bir baba/kız-evlat ilişkisi bir evlilik devam
ederken de, annenin dikkatinin bir başka yere çekilmiş olma
sından ötürü de var olabilir.
, Takımyıldız çalışması içinde, biz çoğunlukla sunulmuş
olan sorunun kapsamının ötesinde çalışırız. Ö rneğin, Justin
için biz onu annesinin sistemik dolaşıklıklarından kurtarmak
amacıyla annesinin ailesini içeren takımyıldızlar oluşturduk.
Bu da Justin'in özgürleşmesini sağladı.
1 09
'Bire!Jferin, 51.ifeferin ve 'lfarın 1!fi{eşmesi
ııı i �olduğunu hissetmesiydi. Onun yaşamı büyük başarıları if
l mıl arı n , boşanmaların, hastalıkların ve depresyonların izledi
ğ"i bir kalıp olagelmişti.
110
'Taf;myıfdızfar
nü açıklamıştı. Amcasının, birkaç kuzeninin ve ablasının, z e n
gin bir aileden gelmelerine ve iyi bir üniversite eğitimi almala
rına rağmen, hayatta hep mücadele ettiklerini söylemişti.
111
'lJireylCrin, J'Lif< lCrin ve 'Ufusfarın 1yi{e,şmesi
Payne, Büyükbaba'ya ; Burada durum senin için nasıl?
Büyükbaba: Benim dı yumruklarım sıkılı. Oğlumu önümde
gördüğüm için mutluy um, ama aynı zamanda kendimi saldır-
gan hissediyorum.
Payne, llüyük-Bü;vükbaba'ya: Burada durum senin için na-
sıl?
Büyük-Büyükbaba: Ben kendimi çok saldırgan hissediyorum,
ayrıca arkamda korkunç bir şey var. Saldırganlık, şiddet ve
korkunun karışımı olan bir duygu hissediyorum.
1 12
'TaRJmyıllfızfar
onun hakkında ne biliyorsun?
Danışan: Epey şey biliyorum. Onun büyük toprakları varmış,
bir plantasyon sahibiymiş, bunlar büyük-büyükbabama kal
mış. Ancak büyük-büyükannem intihar ettikten ve büyük-bü
yükbabam parasının ve topraklarının çoğunu kumar borçları
ve alkolizm yüzünden kaybettikten sonra toprakların tümü el
den gitmiş.
Payne: Demek ailenin plantasyonları varmış. Peki, köleleri
de var mıymış?
Danışan: Evet, ailemin birçok kölesi varmış.
I13
'Biregferin, .91.ifeferin ve 'l[usfann 1gifeşmesi
nır çizgisinin üzerindeki bir pozisyona kaydırılmıştır ve o da
başka bir yöne bakmaktadır. David 'in babası ise karısını izler
gi b i ona bakmaktadır.
1 14
'Taf(ynyıfıfızfar
Payne büyük-büyükbabanın ve büyük-büyük-büyükbabanın tem
silcilerini köleleri ve onların yanındaki David 'in temsilcisini
görebilecekleri şekilde çevirir. O ayrıca anneyi ve babayı bu
tabloyu görebilecekleri şekilde çevirir.
115
'Bireylerin, Jl.ifeferin ve 'lfusfann 1yifeşmesi
Büyük-Büyükbaba: Onlara bakmayı gerçekten istemiyorum.
Ve bunu sırf sen istediğin için yapmayacağım.
Payne: Pekala, öyleyse kölelere bak.an babana bak.
116
'Taf(ımyıfdızfar
Büyük-Büyük-Büyükbaba: Bu suç tümüyle benimdir. Bu su
çun sonuçlarını tek başıma taşıyorum. Onu bana bırak.
David: Gerçekten ferahladığımı hissediyorum.
Sonuç
Ben her ne zaman böyle bir takımyıldiz görsem, İ ncil'deki şu
1 17
'Bireylerin, Jl.ifeferin ve 'l.lfusfarın 'İ.y ifeşmesi
özdeyişi hatırlarım: "Babaların günahlarının cezasını oğullar
çeker. " Bu dışsal bir kaynağın gelecek kuşakları cezalandır
masından değil, adaletsizlik ve haksız kazançla ilişkili böy� e
ağır suç yüklerinin tüm aile Ruhu tarafından taşınmasından
ve bir kuşaktan diğerine aktarılmasından kaynaklanır. Ancak,
şunu da önemle belirtmeliyiz ki, bu söz konusu suçun failleri
nin eylemlerinin sorumluluğunu kabullenmediklerinde vuku
bulur. Ruh dışlanan her şeyi, suçu bile denge arayışı içinde
tekrar dahil etmeye çalıştığından, bu suç ailenin bir başka
üyesi tarafından taşınacaktır.
David'in öyküsünde olduğu gibi, bir ailenin başarısını bü
yük bir kaybın izlemesi, hayatta başarılı olamayan çeşitli bi
reyler, kumar borçları, alkolizm, hatta intiharlar benzer tarihi
olayların oldukça tipik olan sonuçlarıdır. Böyle kalıplar sömür
geleştirmenin, zorla çalıştırmanın, köleliğin ve yerli halklara
kötü muamelenin vuku bulduğu her yerde görülebilir. Ben bu
kalıpların ABD'nin güney eyaletlerinde, Güney Afrika' da, bazı
Avustralyalılar, Hollandalı Endonezyalılar, Karayipliler, İngi
liz ve Fransız Sömürgeci aileler arasında ortaya çıktıklarını
gördüm.
Tam tersine, ben aynı kendini-baltalama kalıbına sahip
olan birtakım bireylerle de çalıştım, ama onlar ıstırap çekmiş
olanların torunlarıydılar. Örneğin, Yerli Amerikan, Yahudi ve
Afro-Amerikan soyundan gelen insanlar, Güney Afrikalı Siyah
lar ve diğer karışık ırk insanları bazen büyük ıstırap çekmiş
atalarına duydukları bağlılıktan ötürü bu, hayatı tam olarak
yaşamama kalıbını geliştirirler. Onlar, kendilerine yaşam ver
miş olanlar çok fazla ıstırap çekmiş olduklarından, doyum ve
rici hayatlar yaşamaya haklarının olmadığını içsel olarak his
sederler. Böyle bağlılıklar bazen koparılması zor bağlardır.
Ancak, takımyıldız çalışmasının tekrar tekrar göstermiş oldu-
118
rraR!myıUızfar
ğu şey, suçluluk bağı koparıldığında ölmüşlerimizin ferahla
dıkları ve mutlu olduklarıdır; o zaman onlar bir güçsüzlük
kaynağı olmak yerine bir güç kaynağı olmayı içeren doğal rol
lerini oynamakta özgür olurlar.
David'inki gibi takımyıldızlar doğa olarak gerçekten ku
şaklar-ötesidirler, bunlar yaşamlarında benzer sorunları olan
bireylere terapiye girerken sorunlar yaratabilirler. Bir terapist
kendini-baltalama sorunlarına yardım etmeye çalışırken, çoğu
çalışma doğrudan çocukluk deneyimleriyle ve aile içindeki so
runlarla ilgilidir. Bu çalışmadan bazı yararlar elde edilebilse
de, bir terapist aile sistemlerinin ve kuşaklar-ötesi aktarımın
doğasını anlamadıkça, bir danışan terapiye çok fazla zaman ve
para harcasa da sorunun kök nedenini asla ortaya çıkarama
yabilir. Burada şunu belirtmeliyiz ki David'e ailesinde herhan
gi bir adaletsizlik vakası veya trajik ölüm olup olmadığı direkt
olarak sorulduğunda, o ailesindeki kölelik tarihçesinden ya da
büyük-büyükannesinin intiharından söz edememişti. Birçok
danışan benim " spontane bellek" dediğim şeye sahiptir. Ben
onlarla çalışmaya hazırlanırken kendilerine çok belirli olaylar
ve kişiler hakkında çok belirli sorular sorabilirim ve onlar ba
na çok az bilgi verebilir ya da hiçbir bilgi vermeyebilirler. An
,
cak, bir kez bir takımyıldız oluşturularak Biliş Alanı aktive
edildiğinde, onlar daha önce akıllarına gelmeyen önemli ayrın
tıları birden hatırlarlar. Benim birisine, "Ailede herhangi bir
trajik ölüm oldu mu?" diye sorduğum sayısız vakada yanıt ön
ce "Hayır" diye gelmiştir. Ardından, bir takımyıldız oluşturul
duktan birkaç dakika sonra ben, "Annen çok üzgün görünü
yor, burada ne oldu?" diye sorduğumda, danışanım, "Ben doğ
madan iki yıl önce annem ölü bir bebek doğurmuştu " diye
karşılık verir. Bunun gözler önüne serdiği şey bizim hatırlama
yeteneğimiz konusundaki beşeri başarısızlığımız değil, aile
119
'Bireyferin, 5tifeferin ve 'U[usfarın 1yifeşmesi
ı-,rruplarının, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, trajediyi ve ölümü
unutmayı seçmeleridir.
George
George Aile Takımyıldızı çalışmasıyla ilgileniyordu. O ilk baş
ta kendi sağlık sorunlarını -ki HIV bunlardan biriydi- hallet
menin alternatif yollarını araştırırken bu çalışmaya çekilmişti.
George bu seminerlere altı-yedi kere katılmış, konuyla ilgili
bazı kitaplar okumuş ve bana aile sistemleri hakkında bir sü
rü soru sormuştu. Onun yedinci ya da sekizinci ziyaretinde ta
kımyıldızın ortasında durup ona, "Burada birisi eksik görünü
yor" dedim. George, "Ah evet, babam daha önce evlenmişti ve
ilk evliliğinden bir kızı var" diye yanıtladı. Düzinelerce aile
sisteminin oluşturulduğunu görmesin€ ve birçok kez onlara
temsilci olarak katılmasına rağmen, George bir kız kardeşi ol
duğundan ya da babasının annesiyle evlenmeden önce bir baş
ka evlilik yaptığından söz etmemişti. Ancak, burada şunu da
belirtmeliyim ki George 'un ablasının temsilcisi onun takımyıl
dızına getirildiğinde, George onun "ilk" kendisinin "ikinci" ço
cuk olduğunu kabullenmeyi inatçı bir biçimde reddetmiş ve bu
da başka sorunlara dikkati çekmişti . Bu örneğin gösterdiği şey
şu ki, hepimiz , şu ya da bu zamanda, bilinçli ya da bilinçaltı
olarak, başkalarını küçümseme ve aile sisteminden dışlama
suçunu işleriz .
Ne zaman birisi dışlansa, bunun sonuçlarını aile sistemi
içinde görürüz. Özellikle aile sırları birkaç kuşak boyunca tüm
aile sistemi üzerinde derin bir kalıtsal etki yapabilirler. Ruh'
un doğası her şeyi eşit görmek ve her şeyi dahil etmektir. Bu
bireysel Ruh ve bir ailenin Ruhu için geçerlidir, ki o birçok ku
şağı kapsayan bir aile grubunun ortak vicdanı ve bilincidir.
120
Ailen
Otuzlu yaşlarının sonunda bulunan bir Yahudi kadın olan Be
verley benden yardım istemek için gelmişti. O, on dört yaşın
daki oğlunu "tümüyle kontrol edilemez " olarak tanımlamıştı.
Beverley yeni düşünüş biçimlerine çok meraklıydı ve ona Al
len'in bir " İ ndigo Çocuk" olduğu söylenmişti, ki bu onun bu
dünyayı başa çıkılması zor bulan çok gelişkin ve duyarlı bir
Ruh olduğu anlamına geliyordu. Deneyimim bana çok-gelişkin
Ruhların genellikle bu şekilde davranmadıklarını ve yanıtı, bir
çocuğun davranışının ardındaki semavi anlamlara bakmak ye
rine, aile içinde bulmayı söyler.
Beverley'in kocasının aile üyelerinin çoğunun Soykırım
sırasında öldüğünü ve kendi ailesinin de bazı akrabalarını o sı
rada kaybettiğini öğrendim. Onlar Musevilik kurallarına uy
gun bir yaşam sürüyor ve ebeveynlerine ve büyük-ebeveynleri
ne bağlılıktan ötürü hiçbir Alman ürününü satın almıyor ve
kullanmıyorlardı. Takımyıldızı oluşturduğumuzda, her iki ebe
veynin temsilcileri -özellikle Allen'in babası- Almanların tem
silcilerine bakamadı, " Onlar insan değiller! " diye bağırdı. Öte
Y8;ldan, Allen'in temsilcisi bir Alman kamp kumandanının
temsilcisinin yanında yer aldı. Bu sorunu çözmek için, takım
yıldıza kamp kumandanının eşinin ve çocuklarının temsilcile
rini soktum ve Beverley ile kocasının temsilcilerinin onlara
bakıp, " Bizim gibi, sizler de insansınız" demelerini istedim.
Ancak ebeveynleri kalplerinde Almanlara -hatta, Nazilere- bir
yer verebildiklerinde, Allen ebeveynlerinin yanında yer alabil
di.
Biz böyle örneklere baktığımızda, sadece kurbanların -
unutulmuş olanların- değil, suçlularıJ:?. da ailede temsil edile
cekleri açıktır. Allen'in ebeveynleri Almanları ve Nazileri tü-
121
'Bireyferin, .9Lifeferin ve 'l[usfarın 1yifeşmesi
müyle reddetmişlerdi, onları insandan daha aşağı görüyor ve
evlerinde Alman ürünü olan hiçbir şey barındırmıyorlardı. Da
ha derin bir düzeyde, Allen " kontrol edilemez " davranışlar :yo
luyla Nazileri ailesinde temsil etmeye zorlanıyordu. Bu Ruh'
un doğasıdır, o dışlanmış ve reddedilmiş olanı yeniden dahil
etmeye çalışır.
122
1
��
� ev
1 23
'Bireylerin, .91.ilelerin ve 'Ufusfann 1yileşmesi
Baba: Ben bunun bir parçası değilim. Karım beni göremiyor
bile ve ben oğlumu doğru dürüst göremiyorum. Ben gerçekten
buraya ait gibi görünmüyorum. .
Payne, Michael'e (temsilcisine) : Sen burada ne hissediyor
sun?
Michael: Karışık hisler. Burada büyükannemin yanında dur
mam gerektiğini hissediyorum ama ona baktığımda büyük bir
üzüntü duyuyorum ve babamı gerçekten göremediğim için
kaygılanıyorum.
1 24
'TaRJmyıUızfar
Payne: Şimdi nasılsın?
Ane: Huzur içindeyim; annemle birlikte olmak güzel.
Payne, Michael'e: Peki, sen ne hissediyorsun?
Michael: Ben de onlarla birlikte yatmak istiyorum. . . ama
şimdi babamı görebiliyorum. İki arada sıkışıp kaldığımı hisse
diyorum, ne yapacağımı bilmiyorum.
Büyükanne Not: ı:
şekli "mezarda" anlamına gelir
An ne B: Baba
C:J
Michael
co
Michael: Şimdi daha iyiyim, ama hala içimden onl arın yanına
gi�mek geliyor.
1 25
'Bireylerin, Jlifeferin ve 'Ulusfarın 'İ.y ikşmesi
Temsilci başını sallayarak bu sözleri onaylar ve danışana gü
lümser.
Sonuç
126
'TaR!myıfdızfar
rek olarak kullandığını bildirdi. Buna ek olarak, o şimdi baba
sıyla cinsel seçiminin artık bir sorun olarak görülmediği sağ
lıklı bir ilişki geliştiriyor.
1 27
'13ireyferin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın 1.y ifeşmesi
Payne: Eski nişanlına bak ve bana ne hissettiğini söyle.
Patricia: Ona bakmak bana zor geliyor. Ona baktığımda üzün
tü ve pişmanlık duyuyorum.
Payne, Danışan'a: İ kinizin arasında neler olmuştu?
Danışan: Bilmiyorum. Birbirimize aşıktık, evlenmek üzerey
dik ve ben onu terk ettim . Hiçbir gerçek neden yoktu (ağlama
ya başlar) , o harika bir adamdı.
Payne: Herhangi bir hamilelik var mıydı? Onun daha önce
bir eşi var mıydı?
Danışan: Her ikisi de yoktu. Biz gençtik.
Payne, Patricia'ya: Eski nişanlına yaklaş, önünde durup ona
bak.
Patricia: Ona yaklaştığımda ondan uzaklaşma arzusu duyu
yorum. Uzaklaştığımda ise pişmanlık ve üzüntü duyuyorum.
Yine yaklaşınca bu kez kaçma ihtiyacı duyuyorum.
Payne, Danışan'a: Annenin ya da babanın evlenmeden önce
başka bir sevgilisi olmuş mu?
Danışan: Evet, annemin varmış.
Payne: Ne olmuş?
Danışan: Annem onu sevmesine rağmen terk etmiş. Hala ara
sıra ondan söz eder.
Payne: Başka biri var mı?
Danışan: Büyükannem (anneannem) . O da nişanlısını terk
etmiş.
Payne: Büyükannenin bunu neden yaptığını biliyor musun?
Danışan: Evet, o adam da benim eski nişanlım gibi Fransız'
mış. Büyükannemin ebeveynleri Hollandalı zengin bir ailey
miş. Adam Katolik olduğu için kızlarının onunla evlenmesine
izin vermemişler. Büyükannem oldukça katı ve kuralcı bir
Protestan aile içinde büyümüş.
1 28
'Ta/;J;myıfdızfar
Payne anne, büyükanne ve onların nişanlıları için birer tem
silci seçerek onları da takımyıldıza sokar.
129
'Bireyferin, .91.ifeferin ve 'l[usfarın 1yi�i
yükannenin ebeveynlerinin yanına yerleştirir. Aile takımyıldız
larında sık sık, temsilcilerin gereksiz projeksiyonundan kaçın
mak ya da sadece teorileri sınamak için, kim olduklarını � il
dirmeden bazı temsilciler takımyıldıza sokulabilir. Onlar kimi ya
da neyi temsil ettiklerini bilmeseler de, Biliş Alanı tam aynı şe
kilde, doğal olarak yüzeye çıkan doğru hisler ve güdülerle işler.
130
'T�ıfdızfar
Büyük-Büyükanne: Karışık duygular hissediyorum. İ natçı
lık, suçluluk duygusu ve üzüntü. Tüm bu duygular birbirine
karışmış halde, hiçbiri diğerinden daha güçlü değil.
Payıe, Büyük-Büyükbaba'ya: Kızına baktığında ne hissedi
yorsun?
Büyük-Büyükbaba: Ona bakmayı gerçekten istemiyorum, ba
şımı başka yöne çevirmeyi tercih ederim.
Payne: Kızına de ki: "Ben bunu Kilise için yaptım. "
Büyük-Büyükbaba: Ben bunu Kilise için yaptım.
131
'13ire9ferin, JI.ifeferin ve 'Ufusfann 'İ.9 ifeşmesi
nem için yaptım. Bunun seninle hiçbir ilgisi yok. Onu bize bırak . .
Payne sonra Patricia 'nın temsilcisini alıp onu anne ile büyük
annenin karşısına koyar ve ondan önlerinde eğilerek onları
selamlamasını ister.
1 32
'TaR!myıftfızfar
bir kaderdi. Saygıyla, onu size bırakıyoru � . "
Patricia: Sevgili Anne ve Büyükanne, sizinki zor bir kaderdi .
Saygıyla, onu size bırakıyorum.
Sonuç
Aile Sistemi, tıpkı Ruh gibi, dışlanmış olan her şeyi yeniden
dahil ederek dengeyi arar; Büyük-büyük-ebeveynler kızlarının
(Patricia'nın b üyÜ kannesinin) büyük aşkıyla evliliğini din yü
zünden yasaklamış olduklarından, Patricia'nın büyükannesi
nin aşkı dışlanmış olmuştu. Bu dengesizliği düzeltmek için ve
kendi annesine bağhlığından ötürü, Patricia'nın annesi de ay-
1 33
'Bireykrin, Yıikkrin ve 'lfusfarın 1yikşmesi
nı şekilde kendi nişanlısını terk ederek kendisini o büyük aş
kından yoksun bırakmıştı. Patricia da annesine ve büyükan
nesine bağlılığından ötürü aynı şeyi yapmakla kalmamış, ayrı
ca tıpkı büyükannesinin yapmış olduğu gibi bir Fransız aşık
bularak bu aile dramını yeniden canlandırmayı da seçmişti.
Aile Takımyıldızları kaderin böyle olağanüstü cilvelerini göz
ler önüne sermenin esrarengiz bir yolunu içerir.
Takımyıldızında ortaya çıkan şeye ilk başta şaşırmış ol
masına rağmen, ailedeki olayların ve tekrarlanan olayların tam
olarak bilincine vardığında, Patricia kendini büyükannesinin
öyküsünden kurtarmakta çok zorlanmış, eğer mutlu olursa bir
biçimde büyükannesine ihanet ediyor olacağını hissetmişti. O
annesinden daha çok büyükannesine karşı güçlü bir bağlılık
hissediyordu. Biz onun büyükannesine duyduğu bağlılığın da
ha güçlü olmasının nedeninin annesinin nişanlısını -aile siste
mi içindeki dolaşıklıktan ötürü bunu yapmaya zorlanmış olsa
da- özgür iradesiyle terk etmesi olduğu sonucuna varabiliriz.
Öyle görünüyordu ki, büyükannesi Fransız nişanlısından dini
değerlerden ötürü ayrılmaya zorlanmış olduğundan, Patricia'
nın bağlılığı hissettiği büyük haksızlığın bir sonucu olarak
güçlüydü. Biz Patricia ile bir yıl boyunca birkaç kere çalıştık
ve en sonunda o kendini büyükannesine duyduğu bağlılığın
esaretinden kurtarabildi. Şu ilginç noktayı da belirtmeliyiz ki,
onun büyükannesi için kullandığımız değişik temsilcilerin hep
si de bir kez torunları bu bağlılıktan kurtulup hayatını yaşa
maya karar verdiğinde benzer bir şekilde tepki gösterdiler,
ferahlayarak gülümsediler. En sonunda, Patricia Fransız ni
şanlısıyla işinin bittiğini hissederek şimdiki nişanlısıyla evlen
meye karar verdi.
Bu takımyıldız oluşumundan öğrenilecek bir ders, ıstırap
çekip mutsuz olmuş insanların Ruhlarının diğerlerinin onlara
1 34
'I'ak1myıfdızfar
bağlılıktan ötürü benzer bir kaderi üstlenip ıstırap çekti k l ı • r i
n i gördüklerinde mutsuz olduklarıdır. Tıpkı ebeveynleri m i z i n
bizim gelişip mutlu olmamızı istemeleri gibi, kendilerine d e n
gesiz bir bağlılık gösterdiğimiz Ruhlar d a bizim mutlu olma
mızı isterler. Onlar için, bu bağlılık ne onlara hizmet eder n e
de içinde bulundukları durumu düzeltir. Onların en büyük ar
zuları diğer aile üyelerinin yaşamın tüm zengin nimetlerinden
zevk almakta özgür olabilmeleridir.
1 35
'Bireyferin, 9Lifeferin ve 'U[usfarın iyife.şmesi
Ben saçlarımı yoluyorum
Susan kırk beş yaşında bir kadındı ve kafasının tepesinde kü
çük bir dazlak bölüm vardı. Kendini bildi bileli içinden gelen
bir dürtüyle saçlarını yolduğunu açıklamıştı. Buna son vermek
için hipnoz ve geçmişe-dönüş terapisi gibi birçok terapi yönte
mini denediğini ve yıllar boyunca birçok terapiste gittiğini de
eklemişti. Takımyıldız çalışmasından önceki görüşmemizde,
on iki yaşındayken annesini bir araba kazasında yitirdiğini ama
saçlarını yolmasının annesinin ölümünden önce mi yoksa son
ra mı başladığını hatırlayamadığını açıklamıştı. " Kendimi bil
dim bileli saçlarımı yoluyorum. Günde en az altı ila sekiz saç
telimi koparıyorum ve hiçbir şey bunu engelleyemedi" demişti.
Ona ailesinde kimsenin saçlarını yolması için bir nedeni
olup olmadığını sordum. Verdiği tek yanıt, babasının geçmişte
bir başka kadınla ilişki kurmuş olduğu ve ebeveynlerinin evli
liğinin mutlu bir evlilik olmadığıydı.
Danışanım babası, annesi ve kendisi için birer temsilci
seçti ve takımyıldızı şöyle oluşturdu:
B: Baba
S: Susan
A: Anne
1 36
'TııK!myıUiızfar
Payne, Susan'a (temsilcisine): Yoğun bir şekilde an ı l l' ı ı i ı ı
sırtına baktığını fark ettim.
Susan: Evet, gözlerimi ondan alamıyorum. Onun için çok en di
şeleniyorum, ayrıca midemde yoğun bir bulantı hissediyorum .
Payne: Annen bir mezara bakar gibi yere bakıyor, başka kim
öldü?
Danışan: Annem benden önce bir oğlan çocuk doğurmu ş, bu
onun ilk çocuğuymuş. Bu bebek üç aylıkken beşiğinde ölmiiŞ .
B: Baba
S: su san
A: .Anne
Yerde yatan - Ölmüş Erkek E vlat
137
'Bireyferin, Jl.ifeferin ve 'lfusfarın 1yifeşmesi
Payne ölmüş bebek için bir temsilci seçerek onu annenin ayak
larının dibine yerleştirir. Temsilci kendiliğinden kıvrılarak
bir cenin pozisyonu alır. Annenin temsilcisi gittikçe daha fok
heyecanlanır ve bir yandan tüm bedeni sarsılırken bir yandan
da saçlarını çekiştirmeye başlar.
Payne babanın babası için bir temsilci seçerek onu destek sağ
laması için oğlunun arkasına yerleştirir.
1 38
'TaR!mgıUfıdar
4
00
QJ BB: Büyükbaba
B: Baba
S: Susan
E: Ölmüş Erkek Evlat
A: Anne
00
[)J �
[L]
�
139
'Bireyferin, 5'l.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yileşmesi
Payne, Baba'ya: Şimdi durum senin için nasıl?
Baba: (Sessizce ağlayarak) Çok üzücü.
Payne, Anne'ye: Ya senin için durum nasıl?
Anne: Çok üzücü, ama kocam yanımdayken bu durumla başa
çıkmak benim için daha kolay.
1 40
Payne, Danışan'a: Bu durum karşısında ne hissediyorsun?
Danışan: Çok üzgünüm (ağlamaya başlar) ağabeyimin ölü m ü
nü hiç düşünmemiştim.
Payne: Gidip onlara katıl ve annenle babanın ağabeyine sarı l
dıkları bu görüntünün Ruhuna işlemesine izin ver. Onu bede
ninde hisset.
Sonuç
Bir ailede bir çocuk öldüğünde, her iki ebeveyn de o çocuğa ba
kamaz ve birbirlerinin acısını tam olarak görem e 2;.J e r S ( ' , t• I H •
veynlerden biri için b u acının yükü taşınamayacak kad a r ağı r ·
laşır. Bu vakada, baba büyük bir acı çeken karısına lın k ı ı ı ı ı ı ı
mış v e " Oğlumuzun öldüğünü görüyorum" diyeır n � ıı İ !-i f İ . l l t ı
anlamda, o hem oğlunu hem de karısını dışlam ı !-i t. ı . l \ ı ı İ :-; t ı · r
141
'Bireyferin, 5'1.ifeferin ve 'U[usfarın 1yifeşmesi
aile Ruhu, ister bireysel Ruh olsun, Ruh'un doğası her şeyi da
hil edici olmaktır. Dışlanmış olan her şey daha sonra bir bi
çimde dahil edilecektir. Susan bu dışlamaya annesinin dışl'.'ln
mış duygularını kendi duyguları olarak alarak, derin ama bi
linçsiz bir biçimde karşılık vermişti.
Ailenin bir başka üyesinin bir çocuğun ölümünü dışladığı
böyle vakalarda, daima bir başkası devreye girip bu olayı ya da
çocuğun kendisini temsil eder. Susan 'ın durumunda, onun an
nesi babası tarafından desteklenmemişti ve Susan annesinin
"saçını başını yolmak" isteme duygusunu onun için üstlenmiş
ti. Bir ay sonra, Susan takımyıldız çalışmasından sonraki ilk
haftada saçını günde birçok kez yerine üç-dört kez yolmaya
zorlandığını, ikinci haftada günde iki kere saçını yolma dürtü
sü hissettiğini ve daha sonra bunu hiç tekrarlamadığını bildir
di. Bu çalışmadan birkaç ay sonra kendini büyük bir stres al
tında hissettiğinde bir saç telini yolmak istediğini hissettiğini,
ama artık bunu yapmayacak bir öz-kontrole sahip olduğunu
bildirdi.
1 42
'Ta/Qmyıftfızfar
üzüntü derin oluyor, bazen de arka planda kalıyor, ama da
ima orada oluyor.
Payne: Yaşamında ya da ailende seni üzecek herhangi bir şey
vuku buldu mu?
Danışan: Sanırım birkaç şey oldu, ama bunlar diğer insanla
rın başlarına gelenlerden daha fazla bir şey değildi. Ben bu
üzüntüyü çocukluğumdan beri hissediyorum. Birçok araştır
ma yolunu denedim, ama bu üzüntünün kaynağını bir türlü
saptayamadım.
Payne: Ailende herhangi bir trajedi vuku bulmuş mu? Annen
hiçbir çocuğunu yitirmiş mi?
Danışan: Hayır, hiçbir şey vuku bulmamış, her şey normaldi.
Payne: Peki, hem babanın hem de annenin ailesinde geçmiş
kuşakta böyle herhangi bir olay vuku bulmuş mu?
Danışan: Bildiğim kadarıyla babamın ailesinde herhangi bir
trajik olay vuku bulmamış. Ama annemin erkek kardeşi bir
akıl hastanesine kapatılmış.
Payne: Lütfen bana bu olaydan söz et.
Danışan: Büyükannem Down sendromlu ikiz oğlanlar doğur
muş. İ kizlerden biri küçük yaşta ölmüş, diğeri ise bir akıl has
tanesine kapatılmış.
Payne: O neden bir akıl hastanesine kapatılmış?
Danışan: Bu olay 1950'lerde yaşanmış ve doktorlar büyükba
bamla büyükanneme bir akıl hastanesine kapatılmasının oğul
ları için en iyisi olacağını söylemişler. Oysa onun sadece Down
sendromu varmış ya da o günlerde dendiği gibi, o bir "Mon
gol"muş.
Payne: Bu gerçekten çok üzücü bir olay. Amcanın ikiz karde
şi ölüyor ve sonra o bir akıl hastanesine kapatılıyor. Sen hiç
onu gördün mü?
Danışan: Hayır, ailede hiç kimse ondan söz etmek istemiyor-
1 43
'.Bireyferin, .!71.ifeferin ve rufusfann 1yifeşmesi
du . O ülkenin öbür tarafında yaşıyordu. Kısa bir süre önce de
öldü. Ben onu hiç görmedim (gözlerinde beliren yaşları siler) .
Payne: Bu konuda çalışmak ister misin?
Danışan: Evet, bunun önemli olduğunu düşünüyorum.
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Danışan: Kendimi çok üzgün hissediyorum, bu çok üzücü bir
öykü, zavallı amcam.
BB: Büyükbaba
BA: Büyükanne
A: Anne
J: Jessie
1. İ ve 2 . İ: İkizler
1 44
rra/Qmyıfıfızfar
Ane: Kızımın çok farkındayım ve ikizleri göz ucuyla gön•b i l i
yorum, ama onlara bakmaya korkuyorum.
Payne, Büyükane'ye: Kendini burada nasıl hissediyorsun?
Büyükane: Omuzlarımda ağır bir yük hissediyorum ve n e
fes almakta biraz zorlanıyorum. Ben de onları göz ucuyla gö
rebiliyor ama onlara bakamıyorum.
Payne: Onları?
Büyükane: (Duraksar) İ kizleri.
Payne: " İkizler" dediğinde ne hissediyorsun?
Büyükanne: Korkunç bir duygu. Bunu söyledikten sonra
şimdi nefes almakta daha da zorlanıyorum.
Payne, Büyükbaba'ya: Senin için durum nasıl?
Büyükbaba: İyi.
Payne: İyi mi? Senin uzaklara baktığını görüyorum. Neye ba
kıyorsun?
Büyükbaba: Hiçbir şeye. Aileme bakmak istemiyorum.
İ kizler
l . İ = Paul
2 . İ = Peter
1 45
'Bireylerin, J'lilelerin ve 'Ufusfarın 'İ.y ileşmesi
Payne: Hangisi öldü? Ve hangisi daha büyüktü?
Danışan: Paul öldü ve o daha büyüktü ve Peter yaşadı.
Payne, Peter'e: Sen kendini nasıl hissediyorsun?
Peter: (Temsilci gözlerinden yaşlar süzülerek zorlukla konuşa
bilir) Kendimi yalnız, çok yalnız ve çok üzgün hissediyorum,
bu korkunç bir üzüntü .
Payne, Jessie'ye (temsilcisine): Sen kendini nasıl hissedi
yorsun?
Jessie: Bedenimde barındırabileceğimden daha fazla üzüntü
hissediyorum, bu tamamen yalnız olmak gibi, kalbim sızlıyor,
bu fiziksel bir acı. Bir şeyler yapmak istiyorum, ama üzüntüye
boğulup kaldığımı hissediyorum.
Payne, Jessie'nin Annesi'ne: Sen neler hissediyorsun?
Jessie'nin Anesi: Büyük bir suçluluk duygusu ve korkunç
bir üzüntü hissediyorum. Erkek kardeşime bakmamın onlar
için uygun olup olmadığını anlamak için anneme ve babama
bakmak istiyorum.
BA G [] Paul
[]Peter
1 46
'T�myıftfızfar
Payne, Büyükbaba'ya (ikizlerin babasına): Oğullarına
bak.
Büyükbaba: Bakamam (yere bakar).
Payne: Lütfen benim için dene, başını kaldır ve oğullarına
bak.
147
'Bireyferin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
Payne, Jessie'ye: Şimdi ne hissediyorsun?
Jessie: (Ağlayarak) Hepsini böyle birlikte görmek beni çok
rahatlattı.
5
Pau l Peter
ww
(O
1 48
'Tak!"'9ıUfızfar
Danışan, Paul'e: Seni dayım olarak alıyor ve sana kalbimde
özel bir yer veriyorum.
Payne: Şimdi geriye çekilip .her iki dayına da bak ve onlara de
ki: "Sizinki zor bir kaderdi ve şimdi ben sizi saygıyla büyükba-
. .
Sonuç
1 49
'.Bireyferin, .91.ifeferin ve 'Ulusların 1yileşmesi
yıldızda ne ikizlerin ebeveynleri (Jessie'nin büyükbabası ve bü
yükannesi) ne de Jessie'nin annesi (ikizlerin kız kardeşi) ikiz
lere direkt olarak bakabilmişlerdi. Temsilcilerin açıkça de�e
yimledikleri gibi, orada çok fazla üzüntü ve suçluluk duygusu
vardı. Böyle vakalarda biz kendi kendimize, "Eğer ebeveynler
ikizlere bakmıyorlarsa, geriye onlara bakacak kim kaldı?" diye
sormalıyız. Bu durumda, bu kişi Jessie idi. Jessie ikizlerle hiç
karşılaşmamış . olmasına rağmen, aile sistemi içinde, biz bir
ailenin her bir üyesinin birileri tarafından bir biçimde dahil
edildiğini açıkça görüyoruz. Jessie'nin durumunda, o akıl has
tanesinde yaşamış olan ikizle özdeşleşmişti. Hayal edebileceği
niz gibi, bu Down sendromlu çocuk sadece ebeveynleri tarafın
dan terk edilmekle kalmamış, ayrıca ikiz kardeşini de yitirmiş
ti ve bu çok zor bir kaderdi. Jessie bu çocuğu onun yalnızlık ve
derin üzüntü hislerini taşıyarak "hatırlamıştı. " Onun kendi
aile sistemine karşı sevgisi ve bağlılığı böylesine derindi; o çok
daha derin bir düzeyde dayısını temsil etmeye zorlanmıştı.
Jessie için çözüm, bu ne kadar zor olursa olsun, dayısının
kaderinin önünde saygıyla eğilmekti. Bizim ıstırap çekmiş
olanların temsilcileri vasıtasıyla gördüğümüz şey şu ki, onlar
da, ailenin bir ya da iki kuşak sonra onlarla özdeşleşen üyeleri
onları bırakabildiklerinde ferahladıklarını hissetmektedirler.
Biz bir aile daha uyumlu hale geldiğinde ve tüm üyeler kendi
uygun yerlerini bulduklarında bunun onların Ruhlarını da öz
gürleştirdiğini görüyoruz. Jessie dayısını büyükbabasına ve bü
yükannesine bırakma konusunda biraz direnç hissettiğini söy
lemişti, ama buradaki ders bunun büyükbabasının ve büyük
annesinin de kaderinin bir parçası olduğunu ve kendisiyle hiç
bir ilgisinin bulunmadığını hatırlamaktır. Böyle bağlılıklardan
kendimizi koparmak bizim için çok zor olabilir; ancak, bir
düzeyde bizim daha iyisini bildiğimize, başkalarının kaderini
1 50
'Iak!myıfifızfar
ve doğru sonucu daha iyi belirleyebildiğimize karar verııı i � i z
dir v e b u bizim en büyük zayıflığımızdır. Böyle sorunlarla kar
şı karşıya kaldığımızda, kendi kendimize, "Ben huzur mu i s t i
yorum, yoksa haklı olmayı mı istiyorum?" diye sormamız gere
kir. Biz huzuru aradığımızda ve kendimizi bizden önce gelmiş
olanların üzerine yerleştirmeyi bıraktığımızda, bir aile öykü
süne katılmış her bir kişiye kalbimizde gerçekten bir yer vere
bilir ve Sevgi Düzenleri onarılırken daha derin alçakgönüllü
lük, inayet ve sevgi düzeylerine erişebiliriz.
B: Baba
A: Anne
R: Robert
151
'Bireyfe.rin, .9Life.fe.rin ve 'l.lfusfaroı 1yifeşmesi
Payne, Anne'ye: Burada kendini nasıl hissediyorsun?
Anne: Öfkeden tir tir titriyorum. Çok kızgınım!
Payne, Baba'ya: Peki, sen nasılsın?
Baba: Aslında iyiyim, biraz şaşkınım ama fazla değil, sadece
burada duruyorum.
Payne, Robert'e (temsilcisine) : Sen ne durumdasın?
Robert: Ben büyük bir merakla anneme bakıyorum. Ayrıca
yumruklarım kendiliğinden sıkılıyor. Adeta birilerini öldürmek
istediğimi hissediyorum.
Payne, Danışan'a: Bana annenin ailesinde neyin olup bitti
ğini söyler misin?
Danışan: Bildiğim kadarıyla hiçbir şey olmadı, gerçekten ak
lıma hiçbir olay gelmiyor.
Payne: Görelim bakalım.
1 52
eyak,ımyıftfızfar
Payne: Kocana bir bak. Şimdi ne hissediyorsun?
Büyükanne: Sakinleşiyorum.
Payne, Danışan'a: Peki büyükannene ne oldu? Onu ne hu
kadar çok kızdırmış olabilir?
Danışan: Bunu gerçekten bilmiyorum.
Payne: Senin ailen Afrikalı, değil mi?
Danışan: Evet, hepsi öyle.
Payne: Boer savaşında ne oldu?
Danışan: Büyükannem küçük bir kızken annesiyle birlikte
bir toplama kampına kapatılmıştı.
Payne: Peki ne oldu?
Danışan: Çok az şey biliyorum, onlar bundan nadiren söz
ederler. Tüm bildiğim, büyükannemin erkek kardeşinin topla
ma kampında ölmüş olduğu. O yetersiz beslenmeden ötürü öl
müş. İngilizler onlara yeterince yiyecek vermemişler.
Payne: Bunu söylerken kızgın görünüyorsun.
3
00 �
w OJ
00 LJ Büyük Dayı
<:ngiliz
BBB: Büyük Büyükbaba BBA: Büyük Büyükanne
1 53
'Bire9fc.rin, Jlifc.fc.rin ve 'l[usfarın 19ife.şmesi
Payne büyük-büyükbabanın çok öfkeli olduğunu fark eder.
1 54
'Tak,mı9ıftfızfar
Payne Robert 'in büyük-dayısının temsilcisini onun ebeveynle
rinin, yani Robert 'in büyük-büyükbabasının ve büyük-büyük
annesinin tam karşısına getirir.
�giliz
BD: Büyük Dayı
Payne: Ona bakıp de ki: " Sevgili Büyük Dayı, burada kalama-
1 55
'Bireyferin, Ylifeferin ve 'Ufusfarın 'İ.y ikşmesi
mış olman ne kadar acı, ama ben sana kalbimde bir yer veriyo
rum. "
Robert: Sevgili Büyük-Dayı, burada kalamamış olman ne �a
dar acı, ama ben sana kalbimde bir yer veriyorum. (Robert bu
sözleri çok yumuşak bir biçimde söyler ve söylediklerinden et
kilendiği belli olur.)
Payne, Büyük Dayı'ya: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Büyük Dayı: Çok ferahladım! Şimdi bir yere ait olduğumu
hissediyorum.
Payne, Robert'e: Şimdi bir kez daha İ ngilizlerin temsilcisine
bak ve ona de ki: "Bu benim savaşım değil, sizi saygıyla Bü
yük-Büyük-Ebeveynlerime bırakıyorum. "
Robert: Bunu söyleyemem. Bu benim için zor.
Payne, Büyük-Büyükbaba'ya: Büyük-torununa de ki: " Sen
küçük olansın, bu savaşın seninle hiçbir ilgisi yok, onu bize bı
rak. "
Büyük-Büyükbaba, Robert'e: Sen küçük olansın, bu sava
şın seninle hiçbir ilgisi yok, onu bize bırak.
Payne, Robert'e: Şimdi ne hissediyorsun?
Robert: Şimdi daha kolay, artık onu bırakmaya iznimin oldu
ğunu hissediyorum. (Robert İ ngiliz 'e bir kez daha bakar ve
son iyileştirici cümleyi tekrarlar. ) Bu benim savaşım değil, sizi
saygıyla Büyük-Ebeveynlerime bırakıyorum. (Robert başını
eğerek önce İngiliz'i, sonra büyük-dayısını ve sonra da büyük
ebeveynlerini selamlar.)
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Robert: Çok ferahladım, artık savaş bitti.
1 56
'IafynyıUızfar
Danışan: Karışık duygular hissediyorum. Ö fkem dindi ama
hala bir çatışma hissediyorum. İngilizler ailemde hep bir düş
man olarak görülmüşlerdir. Çevremizde İngilizce konuşulma
sından bile hoşlanmayız; ona "düşmanın dili" deriz.
Payne: (Gülerek) Ama bu sorundan kurtulmak için benim gi
bi bir İngiliz terapiste geldin.
Danışan: (Gülerek) Eh, bu da kaderin bir cilvesi.
(Salondaki herkes güler, bazıları gözlerindeki yaşları silerken
gülerler.)
Sonuç
157
'Bireylerin, 5'1.ifeferin ve 'Ulusların 1yifeşmesi
lar hakkında fazla varsayımda bulunmam doğru olmaz . An
cak, öyle görünüyordu ki, dışlanmış olanlar, yani İngilizler ve
büyük-dayı Robert'in kız kardeşi ve erkek kardeşi tarafın �an
temsil ediliyorlardı; görünüşe göre, İ ngilizler kız kardeş, bü
yük-dayı ise erkek kardeş tarafından temsil ediliyordu. Bir kez
daha, Ruh'un dışlanmış olanı -aileyi tekrar dengeye getirmek
için- dahil etmeye zorladığını görüyoruz. Bir kez bu dengesiz
likler takımyıldız çalışması yoluyla düzeltildiğinde, bireyler -bi
linçaltı dürtüleri tarafından yönetilmek yerine- kendi yaşam
larını yaşamakta özgür kalırlar.
Robert daha sonra evde sergilediği öfke krizlerinin geçti
ğini ve eşiyle birlikte bir evlilik danışmanına devam ettiklerini
bildirdi. Onlar birlikteliklerini sürdürmeyi seçmişlerdi.
1 58
'Ta/Qmyıftfızfar
Mary korku ve karmaşa içinde olduğundan ben oıı ı ı rı l ı ı
bir konuşma yapmadan bir takımyıldız oluşturup ortaya c.;ıkıı
cakları görmeye karar verdim. Takımyıldıza Mary, Mary ' n i n
eski kocası, Mary'nin annesi ve babası, eski kocasının ebeveyn
leri, oğlu Carl ve gürültücü hayalet için birer temsilci yerleş
tirdik.
ı
00 � 00 �
[)] 00 �
IZSJ =Gürü l tücü
Haya l et
159
'.Bireyferin, 5lifeferin ve 'Ufu.sfann 1yife.şmesi
geçiriyorum . . . bilmiyorum . . . ama büyük bir olay vuku bulmuş.
Payne, Danışan'a (Mary): Bana annenden söz eder misin?
Danışan: Bildiğim kadarıyla ailede hiçbir olay vuku bulmadı .
Annem yirmi yaşındayken Almanya'yı terk etti ve asla geri
dönmedi.
Payne: Savaş sırasında annen bir çocuk muydu?
Danışan: Evet, savaş başladığında o altı yaşındaydı.
Payne: Savaş sırasında ne oldu? O korkunç bir olaya tanık
oldu mu?
Danışan: (Ağlamaya başlar) Evet, annem ölmeden hemen ön
ce bana bir öykü anlattı. Onların köyü bir toplama kampının
yakınlarındaymış. Kampı çevreleyen dikenli tellerin orada ça
lılık bir bölüm varmış. Aylar boyunca annem çalılıkların ora
dan sürünerek geçip kamptaki çocuklara ekmek ve domuz eti
parçaları götürmüş. Çocukların büyük olasılıkla Yahudi olduk
larını bildiğinden onlara domuz eti götürdüğü için suçluluk du
yuyormuş ama küçük çocuklar bu eti yine de yiyorlarmış. Bir
gün annem neredeyse yakalanıyormuş, ama babası kampta
bazı işler yaptığından annemi serbest bırakmışlar. Bir gün
annem yine bir kesekağıdına kendi öğle yemeğini ve biraz ek
mek koyup kampa, çalılıkların oraya götürmüş, ama çocuklar
orada değillermiş; annem onları bir daha hiç görememiş. On
dan sonra babasıyla bir daha hiç konuşmak istememiş ve ye
terince büyüdükten ve biraz para biriktirdikten sonra Alman
ya'yı terk etmiş.
Payne, Gürültücü Hayalet'e: Sen nasılsın?
Gürültücü Hayalet: Ben güçlüyüm, kendimi çok büyük his
sediyor ve tüm bu insanları kontrol edebiliyorum.
1 60
'Tak!myıUızfar
00 00 00 00
00 00 �
1 ve 2 = Yahudi Çocuklar
161
'.Bireylerin, 5'f.ifeferin ve 'Ufusfarm 'İ.y ifeşmesi
bir cenin pozisyonuna girer ve ileri geri sallanarak küçük bir
çocuk gibi ağlar. Payne onu teselli etmeleri için büyükanneyi
ve anneyi alıp onun yanına götürür.
Sonuç
1 62
'Tak!mgıldızfar
psişik şifacılara, parapsikologlara, alternatif şifacılara ve diğer
birçok kişiye başvurmuş, bazıları sınırlı bir başarı elde etmiş
ve diğerleri seminerlerime umutsuz bir halde gelmişlerdi. Bu
rada üzerinde çalıştığım tüm hayalet vakalarında ortak özel
likler bulduğumu belirtmem gerekiyor:
* Ailenin bir üyesi çok travmatik bir olaya tanık olmuş
tur;
* Ailede bir ya da daha fazla cinayet işlenmiştir;
* Ailenin bir üyesi "yüzkarası" olarak dışlandıktan sonra
trajik biçimde ölmüş, dolayısıyla onun ne yaşamı ne de
ölümü kabul ve tasdik edilmiştir;
* Bir kurban yadsınmıştır.
Varlıklar
Biliş Alanı bilinen Evren'deki her şeyin çevresinde ve içinde
bulunan Evrensel Enerji Alanı'nın bir parçasıdır. Tıpkı mad
denin en temel formunda enerji olması gibi, bilinç de enerjidir;
aslında, birçok kuantum fizikçisi şimdi bize Evren'in sadece
enerji ve bilgi (enformasyon) olduğunu söylemektedir.
Kuşaklar-ötesi şifaya saf enerjisel bir düzeyden baktığı
mızda, bazı olayların diğer olaylardan daha fazla enerji yarat
tıkları ya da daha güçlü bir enerjisel mevcudiyete sahip olduk
ları sonucuna varabiliriz. Travma durumunda, bir "travma
varlığı" denilebilecek bir varlık yaratılır. Çoğu kez bu kendi
başına bir varlık gibi görünür, bu varlık normalde ilk trav
mayı deneyimlemiş olan bireye bağlı haldedir; bazı durumlar-
1 63
'.Biregferin, Jl.ifeferin ve 'Ufusfarın 'İ.gifeşme.si
da ise o aile sistemi içinde bir başka bireye bağlanır. Örneğin,
ben babalarının, amcalarının ya da ağabeylerinin tecavüzüne
uğradıklarına ikna olmuş olan genç kadınlarla da çalıştım. Ap.
cak, bir takımyıldız çalışması bazen bu deneyimin onların an
nelerine, teyzelerine ya da büyükannelerine ait olduğunu or
taya çıkarabilir. Böyle durumlarda, hissedilen duygular çok ger
çektir. Ancak, zihni tatmin etmek için tüm parçaları bir araya
getirmeye çalışırken, anılar bu hislere uyacak şekilde "oluş
turulur. " Bu konuda üzücü olan şey şu ki, bu süreç çoğu kez
terapistler tarafından da desteklenir ve çoğunlukla yanlış kişi
suçlanır.
Psikiyatrlar size Çoklu Kişilik Sendromu'nun bir travma
çok derin olduğunda bireyin bilincinin bir parçasının bölünüp
kendi anılarına, görüşlerine ve kişiliğine sahip ayrı bir kişilik
haline geldiğinde ortaya çıktığını söyleyeceklerdir. Bu vuku bul
duğunda, bilincin işlevi koruyucu bir tabaka oluşturarak bire
yin özünü bu travmadan korumaktır. Travma varlığı, Çoklu Ki
şilik Sendromu ile kıyaslanamasa da, aslında bizim dünya ile
onun vasıtasıyla ilişkiye girdiğimiz bir maske haline gelebilir.
Bu varlık orada bizi incinmekten korumak için bulunmakta
dır; o güvenli kararlar verir, bizi zarar görmekten ve algılanan
tehlikeden korur ve o yaşamımızı yöneten sahte benliktir.
Nathan
Nathan hayatta başarılı olmak için mücadele eden genç bir
doktordu. Bir grup çalışmasına girmeyi zor buluyordu ve ken
di bireysel çalışması başarılı değildi. Hala ebeveynleriyle bir
likte yaşıyordu. Hoş bir kişi olduğu halde, kendine çok güven
siz görünüyor, sahte bir biçimde gülümseyip duruyor ve insan
grupları içindeyken rahatsız görünüyordu, o genç bir doktorda
1 64
görmeyi umduğumuz özgüvenine sahip değildi. Bir birey olıı
rak, planlar, hedefler ve büyük amaçlarla doluydu ama görü
nüşe göre hiçbir şey işe yaramıyordu. Bir gün bir seminerde
ona yaşamını onun yerine yöneten bir travma varlığının bulu
nup bulunmadığını görmek için bir takımyıldız oluşturmayı
önerdim. Takımyıldızda Nathan'ın temsilcisi, ilk travmanın ve
travma varlığının birer temsilcisi yer alıyordu. Hemen şu aşi
kar oldu ki, travma varlığı Nathan'ın tam önünde durarak o
nun yolunu tıkıyor ve ilk travma seminer alanının öbür tara
fında, oldukça uzakta bulunuyordu. Takımyıldız çalışması iler
lerken, travma varlığı, "Ben garip bir biçimde, çok güçlükle
nefes alıyorum. Kendimi bir kişi gibi değil, bir makine gibi his
sediyorum" dedi. Nathan'a bebekliğinde bir kuvöze koyulup
koyulmadığını sordum. Bana erken doğduğunu ve yaşamının
ilk altı haftasını bir kuvözde geçirdiğini söyledi. Şu çok aşi
kardı ki, Nathan travmatik deneyiminin sonucunda ayrı bir
benlik yaratmıştı ve hfila kuvöze sıkışıp kalmış olan bu ayrı
benlik onun yaşamını yönetiyordu.
Bu tür bir travma varlığı çok kişiseldir; ancak, bireyin di
rekt deneyiminden değil, aile sisteminden kaynaklanan başka
travma varlıkları da vardır.
Raoul
Raoul kendini şiddet -ve kendi deyimiyle " sapıklık" içeren
cinsel hayallere kaptırmış olan otuz dört yaşında bir erkekti.
O bi-seksüeldi ve erkeklerle ya da kadınlarla ilişki kurmakta
zorlanıyordu. Onlara bir biçimde fiziksel olarak zarar verece
ğinden ya da onların onun gizli sadomazoşizm yaşamını keşfe
deceklerinden korkuyordu. Sadomazoşistik hayallerinin on üç,
on dört yaşında başladığını ve bu hayallerin birçoğunu yaşadı-
1 65
'Bireyferin, Jt.ifeferin ve 'Ufusfann 1.yifeşmesi
ğı kentteki özel kulüplerde aynı kafadaki kişilerle gerçekleştir
meye zorlandığını açıklamıştı. Bu deneyimlerin onu tatmin et
mediğini ve onlardan zevk almadığını, bu dayanılmaz isteği
tatmin etmek için sınırlarını sürekli olarak genişletmesi ge
rektiğini de itiraf etmişti.
Raoul askeri bir rejimin adaletsizliklerinin acısını çekmiş
bir Güney Amerika ülkesinden geliyordu; bu ülkede birçok bi
rey ortadan kaybolmuş ya da bir süre hiç yargılanmadan ha
piste tutulmuştu. Raoul annesinin ve dayısının ergenlik çağın
dayken gizli polis tarafından tutuklanıp hapse atıldıklarını ve
bu süre zarfında her ikisinin de tekrar tekrar işkenceye ve te
cavüze uğradıklarını açıklamıştı. Annesinin bu travmayı geçir
miş olduğunun hiçbir dış belirtisini göstermediğini ve kendisi
dahil herkese karşı normal, sevecen bir anne gibi göründüğü
nü söylemişti. Tüm öykü birtakım unsurlar içeriyordu. Raoul
annesinin hücresinin yanındaki hücrede tutulan ve işkence
edilirken çığlıklar atan çok daha genç bir kadını tanıyordu.
Ayrıca, dayısı ona bir gardiyanın sık sık kulağına şöyle fısılda
dığını söylemişti: " Çok üzgünüm dostum. Bir gün bunları her
kese anlatacağım. Lütfen beni bağışla. "
Biz takımyıldızı oluşturduğumuzda, travma varlığının ki
me ait olduğu belli değildi, ama görünüşe göre o vuku bulmuş
olan olaylarla ilişkili herkese aitti. Biz anne, dayı, tecavüz ve
işkencelere katılmış iki gardiyan, hiçbir şey yapmayıp bağış
lanmayı dilemiş olan gardiyan, Raoul'un annesinin hücresinin
yanındaki hücrede yatan o adı bilinmeyen kadın, travma varlı
ğı ve Raoul'un kendisi için birer temsilci seçtik. Çok kısa bir
süre sonra travma varlığı gidip Raoul 'un yanında durdu.
1 66
rralQmyıUızfar
Raoul: Onu iyi tanıyorum, o bana garip bir biçimde aynı anda
hem rahatlık hem de rahatsızlık hissettiriyor.
Payne, Travma Varlığı'na: Neden Raoul'ün yanına gittin?
Travma Varlığı: O beni görüp işiten tek kişi. Başka bir yere
gidemem.
167
'Bireykrin, Jlikkrin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
Gina
Gina terk edilme konusunda duyduğu mantıksız bir korku yü
zünden çok rahatsız olan yirmi altı yaşında bir kadındı. O ba
na, uyandığında kendisini erkek arkadaşı tarafından terk edil
miş bulacağı korkusuyla bazı geceler uyumaya bile korktuğu
nu bildirmişti. Arkadaşları geç geldiklerinde ya da telefon edip
bulamadığı bir arkadaşı daha sonra onu aramadığında paniğe
kapıldığını da söylemişti. Gina ebeveynlerini ziyaret ettiğinde
onların evinin boşaltılmış ve ebeveynlerinin kayıp olduğu ka
buslar da görüyordu. Aşırı sahipleniciliği yüzünden dostlarını
ve sevgililerini yitirdiği için düş kırıklığı da yaşıyordu. Geçirdi
ği diğer terapiler ve birlikte yaptığımız çalışma sonucunda, o
nun bu derin korkularının kökeninde herhangi bir çocukluk
travmasının bulunmadığı ortaya çıkmıştı.
Birlikte onun aile tarihini araştırdığımızda, Gina annesi
nin büyükannesinin yarı siyah yarı beyaz . (ırktan) olduğunu
ve büyükannesinin onun çocuklarından biri olduğunu açıkla
dı. Büyük-büyükannesinin ani bir sel baskınında oğluyla bir
likte boğulduğunu ve büyükannesin bu felaketten sağ kurtul
duğunu söyledi. Daha sonra, Güney Afrika ırk ayrımcılığının
baskılarından ötürü büyükannesi onlarla birlikte yaşaması
için siyah bir ailenin yanına verilmiş ve onun beyaz babasını
bir daha görmesine izin verilmemişti. Gina bana ayrıca büyük
büyükannesinin oğluyla birlikte -beyaz kocasının soyadının de
ğil- sadece kendi isimlerinin kazılı olduğu mezar taşlarının al
tına gömüldüklerini de söyledi. Biz onun için bir takımyıldız
oluşturduğumuzda, travma varlığının onun büyükannesine ait
olduğu ve Gina'nın büyükannesinin duygularını temsil etmek
te olduğu açığa çıktı.
Başkalarının kaderine böyle dolanmalarının sonucunda,
1 68
'TafJmyıfdızfar
danışanlar çoğu kez o kişilere duydukları bağlılıktan ötürü
kendilerini bu bağlardan kurtarmakta çok zorlanırlar. Ancak,
böyle vakalarda hemen her seferinde gözlemlediğimiz şey şu
ki, bizim bu şekilde bağlı ve sadık olduğumuz ölmüşlerimizin
Ruhları huzur içinde değildir. Gina büyükannesinin önünde
derin bir saygıyla eğilebildiğinde, büyükannesinin temsilcisi
gülümsedi, dimdik durdu ve kendini yine güçlü hissetti. Bir
başka Ruh 'un yüklerini taşıdığımızda, sadece biz bu yanlış sa
dakat ve bağlılık yüzünden güçsüz düşmekle kalmayız, sadık
olduğumuz Ruh da güçsüz düşer. Aynı şekilde, bunlar hangi
duygular olurlarsa olsunlar, Ruh kendi kaderini ya da yükleri
ni taşıyarak güçlenir. Takımyıldız çalışmasında çok ilginç olan
şey şu ki, danışanlar sadece bir duygularını bildirirler ve onun
nereden kaynaklanıyor olabileceğinin çok az farkındadırlar ya
da hiç farkında değildirler. Ancak, takımyıldız çalışması sonu
cunda gizli sadakat ortaya çıkar çıkmaz, çoğu danışan bu sa
dakat ve bağlılığı bırakmaya fazlasıyla direnir. İyileştirici çö
zümler sağlamanın yanı sıra, takımyıldız çalışması bizim ka
dere, yani bizden çok daha büyük bir güce alçakgönüllülükle
boyun eğdiğimiz çok daha derin, kutsal, ruhsal bir yola doğru
bi:r fırsat penceresi sunar. İnsanlar olarak, bize hoşlanmadığı
mız her şeye direnmemiz öğretilmiştir; bu yüzden kadere bo
yun eğme kavramı birçoğumuz için yabancı bir kavramdır.
Onun bizi bir biçimde güçsüzleştireceğinden korkarız. Ruh ça
lışmasının bu daha derin düzeyinde, biz değiştirilemeyecek ola
na direnmeyi bıraktığımızda ya da açıkça başkalarının işi olan
meselelerden enerjimizi geri çektiğimizde bu içsel hareket
tarafından güçlendirildiğimizi açıkça görebiliriz.
Gina'nın durumuyla ilgili olarak şu basit soru sorulabilir:
Gina'nın büyükannesi onun bu yükü taşımasını ister miydi?
Yanıt hemen her zaman "hayır" olacaktır. Bir atanın kendi
1 69
'Bireyferin, JlLifeferin ve 'Uf:usfarın iyifeşmesi
yükünü bir başkasının taşımasından güç bulduğunu gördüğü
müz nadir vakalarda, bu sadece aile sisteminde -daha fazla ta
kımyıldız çalışmasıyla oldukça basit bir biçimde çözülen- bir
başka sorunun varlığını gösterir. Bu şekilde, Aile Takımyıldizı
çalışması psikoterapi ile şamanizm arasındaki uçuruma bir
köprü oluşturur, çünkü böyle takımyıldızlarda ölmüşlerimiz
seslendirilir ve çözümler bulunabilir. Ruh'un doğası tekamül
etmek ve gelişmektir; o eğer yükleri başkaları tarafından, özel
likle torunları tarafından yüklenilirse bunu yapamaz . Böyle
takımyıldızlarda kibrimiz ortaya çıkar, çünkü biz çoğunlukla
kendimizi bize yaşam vermiş olanların üzerine koyma tuza
ğına düşeriz. Bunu yaptığımızda, aile hiyerarşisi içinde "alma"
yerinde olmayız. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için bu
kitabın sonundaki meditasyon bölümüne bakınız.
1 70
5
11 EYLÜL GÖRÜNTÜLERİ
1 71
'Bireyferiıı, Jif.ifeferiıı ve 'Ufusfarın 1.y ife.şmesi
uzayabilir. Ö zünde, sorun ve çözüm bir bireyin zamansız ölü
müyle başa çıkmaya, yani o bireyin kaderini kabullenmeye ça
lışan herhangi bir kişinin sorunu ve çözümüyle aynıdır.
Sevdiklerini kaybetmiş olanların genel tepkisi şöyledir:
"Bu olmuş olamaz, bu doğru olamaz , " ya da "Bu asla olmama
lıydı. " Bunlar normal tepkilerdir; ancak, onlar gerçeği yok sa
yarlar, oysa böyle olaylarda kaderin bize dağıttığı el (iskambil
kağıtları) değiştirilemez ; sadece onunla ilgili duygularımız dö
nüştürülebilir. 1 1 Eylül olayları gibi olaylar öyle geniş bir öl
çektedir ki onlar bireylerin kontrolünün ötesinde olan, kendi
lerine ait bir güç ve kuvvete sahiptirler. Bunlara uzak geçmiş
te, yıllar önce bu tohumları ekmiş olan uluslar, etnik gruplar
ve siyasi çıkarlar gibi kuvvetler karışmıştır. Olana direnirken,
bizimkinden çok daha büyük bir güce ve kuvvete karşı koyma
ya çalışmaktayızdır ve böyle yaparak sadece savaşı kaybedebi
liriz ki bunun sonuçlarını hem biz, hem çocuklarımız hem de
gelecek kuşaklar yaşar.
Biliş Alanı'nı (ya da "bilgilendirici alan"ı) kullanan Aile
Takımyıldızlarının temsilsel sistemi yoluyla, sadece yaşayan
ların duygularını değil, ölmüşlerin duygularını da deneyimle
riz . Bu bağlamda ve bu iyileştirme sürecinde, birçok şamanik
süreçte olduğu gibi, ölmüşlerimiz daima bizimle birliktedirler.
Tekrar tekrar gördüğümüz şey şu ki, böyle terörizm eylemle
rinin kurbanları olmuş olan ölmüşlerimiz yaşayanlar onların
kaderleri önünde saygıyla eğildiklerinde güçlenmektedirler.
Tam tersine, yaşayan sevdikleri onların kaderlerini kabullen
meyi reddettiklerinde ölmüşlerimiz güçsüz ve yaslı görünmek
tedirler. Ö lmüşler yaşayanlar şöyle dediklerinde özellikle güç
süz düşmektedirler: "Sen bu kadar genç yaşta ıstırap çekip öl
düğün için ben de ıstırap çekeceğim ve hayatımı tam olarak
yaşamayacağım. " Çoğu vakada gözlemlenmiş olan şey şudur
1 72
11 'E!Jfu[ÇörWıtüleri
ki, ölmüşlerin acıları genellikle kendi zamansız ölümlerinden
daha çok yaşayanların tepkileriyle ilgilidir. Her birimiz, eğer
kendi kendimize, "Erkek kardeşim benim hayatımı bir ölü gi
bi yaşamamı mı isterdi, yoksa sahip olduğum yaşamı kutlama
mı mı isterdi?" diye soracak olsak, hiç kuşkusuz ölmüş karde
şimizin bizim hayatımızı tam olarak yaşamamızı isteyeceği so-
11.ucuna varırdık. Yine de, başkaları adına acı çekmek Aile Ta
kımyıldızı çalışması yoluyla ortaya çıkan ortak bir dinamiktir.
1 73
'l3ireyfe.riıı, 5tikfe.riı ve 'Ufusfann iyileşmesi
Payne: Öyleyse neler olacağını görelim. Bu takımyıldıza bebe
ğinin de temsilcisini katacağız ki bu olayın onun özerindeki et
kisini görebilesin.
174
11 'E:;fül Çjörüntüleri
Payne: (DTM kurbanlarını işaret ederek) Peki, annenin gör
düğü bu insanlara baktığında farklı bir şey hissediyor musun?
Oğlan Bebek: Hayır, hiçbir şey hissetmiyorum. Bunun be
nimle hiçbir ilgisi yok.
Payne, Danışan'a: Bunu işittiğinde ne hissettin?
Danışan: Çok ferahladım, bu konuda çok endişeleniyordum.
Payne, Oğlan Bebek'e: Teşekkürler, artık sana ihtiyacımız
yok, oturabilirsin.
Payne, Monika'ya (temsilcisine) : Burada kendini nasıl his
sediyorsun.
Monika: Çok kötü. Midemde bir düğüm var, kendimi aynı an
da hem hasta, hem güçsüz, hem suçlu, hem öfkeli, hem de üz
gün hissediyorum. Burada durup onlara bakarken nefes almak
ta zorlanıyorum.
Payne: Onlardan birine özellikle bir çekim hissediyor musun?
Monika: Evet, sondaki kadına. Ona baktığımda büyük bir üzün
tü hissediyorum; ona karşı bir çekim hissediyorum. Ona yar
dım etmek istiyorum. . . bunun ne olduğundan emin değilim,
ama sanki onu tanıyor gibiyim.
Payne, Kadın Kurban'a: Sen kendini nasıl hissediyorsun?
1. ·Kadın Kurban: Huzursuz ve üzgün hissediyorum.
B M: Monika
€ 2. K: Kadın Kurban
8 q)
� 1 75
'Bireylerin, .9Lifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşme.si
Payne, Monika'ya: Ona bu kadar yakından bakmak sana
nasıl bir duygu veriyor?
Monika: Dayanılmaz bir üzüntü. Ona yardım etmek için :>:a
pabileceğim hiçbir şey yoktu (ağlar).
Payne, 1 Kadın Kurban'a: Sen ona baktığında ne hissedi
yorsun?
1. Kadın Kurban: Garip. Kendimi üzgün hissediyorum, ama
aynı zamanda ben gerçekten burada değilim.
Payne, Monika'ya: Ona, "Size yardım etmek için yapabilece
ğim hiçbir şey yoktu " de.
Monika: Size yardım etmek için yapabileceğim hiçbir şey yok
tu.
1. Kadın Kurban: Biliyorum.
Payne 1. Kadın Kurban'a: Lütfen ona de ki, " Bu benim ka
derimdi, hiç kimse bir şey yapamazdı" (kurbanın gözlerinde
yaşlar belirir) .
1. Kadın Kurban: Bu benim kaderimdi, hiç kimse bir şey ya
pamazdı.
Monika: Bunu kabul etmek istemiyorum, bu benim için çok zor.
M: Monika
2. K: Kadın Kurban
T: Terörist
1 76
11 'Ey[ül (jörüntüleri
Payne, Monika'ya: Bu adama baktığında ne hissediyorsun?
Monika: Öfke duyuyorum. Ona bakmak istemiyorum, gerçek
ten kızgınım.
Payne: Lütfen ona bak ve ne hissettiğini söyle.
Monika: Daha da çok öfkeleniyorum, ona bakmak istemiyo
rum ve' kendimi çok rahatsız hissediyorum.
Payne onun kim olduğunu söylemeden bir Alman Nazi için bir
temsilci seçer ve onu da sessizce takımyıldıza yerleştirir. Payne
bunu tüm ulusların eşitliğini göstermek istediği için yapar ve
Manika da Alman olduğundan bu onun o teröristi kabullen
mesine yardımcı olabilir.
M: Monika
TK: Teröristin Karısı*
NK: Nazi 'nin Karısı
N: Nazi
2. K: Kadın Kurban
'Bireyfe.rin, Ylife.fe.rin ve 'l[usfarın 'İy ikşmesi
*Teröristin bir eşi olup olmadığını bilemeyiz . Bu temsil, Nazi için
olduğu gibi, onun "ailesini" simgeliyor olarak alınabilir.
1 78
11 'Ey[ü[<jörüntüleri
olarak görüyorum, karısının orada durması tüm farkı yarattı.
Eğer onun çocukları varsa onlara da sevgilerimi yolluyorum.
Payne: Birinci kadın kurbana bak; onun nasıl gülümsediğini
görüyor musun?
Payne, 1. Kadın Kurban'a: Şimdi sen kendini nasıl hissedi
yorsun?
1. Kadın Kurban: Kendimi ferahlamış hissediyorum, onun
(danışan) için mutluyum, artık gidebilirim ve kendimi özgür
hissediyorum.
Payne, Danışan'a: Gördüğün gibi, onlara yapıştığımızda öl
müşlerimize hizmet ediyor olmayız. Bu öyküde doğru ya da
yanlış yoktur, bu sadece olanın bir öyküsüdür ve olan değişti
rilemez. Tüm bu insanları bir araya getiren kader bireyler ola
rak bizden çok daha büyüktür. Ona karşı koymamızın hiçbir
yararı olmaz, ona ancak boyun eğebiliriz. Bu da özgürlük ve
huzur getirir.
Sonuç
179
'.Bireyferin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın iyifeşme.si
ne, "Size yardım etmek için yapabileceğim hiçbir şey yoktu"
diyebildiğinde başlamıştı. Bu iyileştirici cümle Monika'nın oda
ğını onun gerçekten de yapabileceği hiçbir şeyin olmadığı ol
gusuna, bu değişmez olguya getirmişti. O zaman Monika piş
manlık ya da vicdan azabı duyması için hiçbir neden bulunma
dığını idrak ettiğinden suçluluk duygusu da yok olmaya başla
mıştı. Pişmanlık ya da vicdan azabı olmadan gerçek bir suçlu
luk da olmaz, sadece bir illüzyona dayanan bir suçluluk olabi
lir.
En sonunda, Monika teröristlerin de insan olduklarını ve
eylemlerinin sonuçlarına kendilerinin ve ailelerinin katlanmak
zorunda kalacaklarını görebilmişti. O anda -ataları Alman ol
dukları için değil- teröristleri insan olarak görüp kucaklayabil
diği için onlarla eşit olmuştu. Bu, direndiğimiz şeyi ya da, di�
rendiğimiz kişileri kendimize eşit görebilmek Ruhumuz'u do
laşıklık bağından kurtarır; bu inayet tarafından kucaklanan,
gerçekten kibir kırıcı bir deneyimdir.
1 80
11 'Eyfül (jörüıtüferi
runda kalması onu çok üzmüştü. Onun tüm karakteri değiş
mişti, o artık benim evlendiğim adam ve çocuklar için alıştık
ları babaları değildi; hepimiz ıstırap çekiyorduk.
Payne: Hfila evli misiniz?
Danışan: Evet, kocamı terk etmeyi birkaç kere düşünmüş ol
sam da onu sevmekten hiç vazgeçmedim. Bu her ikimiz için de
korkunç bir zamandı.
Payne: Şimdi durum nasıl?
Danışan: Üç yıl sonra durum hemen hemen normale döndü,
ama bazen öfke ve içerleme hissediyorum. Yaşamak zorunda
kaldıkları durumdan ötürü çocuklara karşı da suçluluk duyu
yorum. Onlar sadece amcalarını değil, birçok bakımdan baba
larını da kaybettiler ve bu yüzden kaygılanıyorum.
Payne: Kocan da şu anda burada mı?
Danışan: Evet, yanımda oturuyor.
Payne: Öyleyse onu da buraya çağıralım.
181
'Bire!fkrin, .91.ife.krin ve 'Ufusfarın Z!fikşmesi
1
JK: James'in Kar�eşi
J: James
L: Laura
1 . E: Birinci Erkek Evlat
K: Kız Evlat
2. E: İkinci Erkek Evlat
182
11 'Ey{üf (jörüıtüleri
Payne, Laura'ya (temsilcisine) : Sen nasılsın?
Laura: Arka tarafımda büyük bir ağırlık hissediyorum. Ço
cuklarımı görebildiğim için kendimi iyi hissediyorum, ama ar
kamda bir ağırlık var.
Payne, James'e (temsilcisine) : Sen nasılsın?
James: Çok kötü. Bir sisin içinde gibiyim, ama aynı zamanda
erkek kardeşime odaklanıyorum.
Payne: Dönüp bir an için karına bak.
James: Bu zor.
Payne: Kardeşine bakıp de ki, "Bizi bıraktığın gün korkunç
tu, seni bırakmak çok zor oldu . "
James: Bizi bıraktığın gü n. . . (temsilci gözyaşlarına boğularak
James'in kardeşinin temsilcisine sarılır. İki adam birbirlerine
sarılarak yüksek sesle ağlarlar. )
Payne, Laura'ya: Lütfen bir a n dönüp kocana v e kayınbira
derine bak.
1 83
'Bireyferin, Jl.ifeferin ve 'l[usfann 'İy ileşme.si
Payne, Laura ile James'e: Dizlerinizin üzerine çöküp ona
dokunun. Onun mezarda bulunduğunu hissedin.
1 84
11 'Ey[üf Çjörüıtüle.ri
erkek kardeşin de James 'in yanında ama biraz arkada dura
cağı şekilde yeniden oluşturur.
1 85
'.Bireylerin, .5'1.ifeferin ve 'Ufusfarın 1-yifeşmesi
Sonuç
1 86
6
187
'Bireyferin, .91.ifeferin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
çiğnenmiş olmazlar; onlar her şeye dayanmış gururlu ve güçlü
insanlar statüsüne yükselmiş olurlar. Aynı şekilde, siyah in
sanların -o zamanlar iş başındaki kuvvetlerin bireylerin topl,a
mından daha büyük olduğunu anlayarak- beyaz toplum tara
fından taşınan suçluluk duygusunun yüküne saygı gösterme
leri önemlidir. Olana (ya da olmuş olana) direnmek sadece
odaklanma yaratır ve bu odaklanma daha sonra o durumu
sürdürür. Biz bir gruba ve onun torunlarına suçlular olarak
odaklandığımızda, kendimizin ya da diğerlerinin kurbanlık sta
·
tüsünü sürdürüyor oluruz. Şunu da söylemek doğru olur ki,
ortada suçluların olabilmesi için kurbanların da bulunması
gerekir; bu daha büyük kader dansıdır. Öyleyse, biz geçmişte
kurban olmuş olanların kaderine gerçekten saygı gösterdiği
mizde, bu ister gerçek güç olsun, ister suçlulara bilincimizde
vermiş olduğumuz güç olsun, suçluların gücü azalır.
Biz Ruh düzeyinde çalıştığımızda, bu çalışmaya herkes
dahil edilir, hiç kimse dışlanmaz, suçluların görünen suçu bü
yük bir şefkatle görülüp hissedilir ve o zaman suçlular ve kur
banlar birlikte, bir olarak yas tutup ağlayabilirler. Bu en yük
sek ifadesiyle sevgidir ve o bizi esaretten kurtarır. Biz suçlula
rı kalbimizden dışladığımızda, onlara bağlanır ve onları bir bi
çimde taklit etmeye mahkum oluruz. Aile Takımyıldızları ça
lışması, bir suçlu dışlandığında -o insandan daha aşağı ya da
"kötü'', "yanlış" olarak görüldüğünde- Ruh'un denge talep et
tiğini ve bunu içimizde suçlunun enerjisini tezahür ettirerek
yaptığını gözler önüne serer. Dünyaya baktığımızda, rejimle
rin, ırksal nefretin ve daha büyük bir grup tarafından marji
nalleştirmenin kurbanları olmuş olan birçok insan grubunun
kendi içlerinde o suçluların niteliklerini tezahür ettirmiş ol
duklarını görürüz. Onlar kendilerine zulmetmiş olanların ey
lemlerini, düşüncelerini ve inançlarını taklit etmiş, kendileri-
1 88
1r{lyrımının :Mirası
nin "haklı ", diğerlerinin "haksız" oldukları görüşünü benim
semiş, bunu "haksız" olanlara "haklı " olanlara zulmedildiği
biçimde zulmetme boyutuna dek götürmüşlerdir. Eski suçlula
rın vicdanları tamamen rahat bir biçimde davranmış oldukları
gibi, zulüm görmüş olanlar da ayaklanıp vicdanları tamamen
rahat bir biçimde zulmederler. Onlar eylemlerini haklı görür
ler ve böylece bu kısır döngü sürüp gider, ta ki biz Ruh 'un -
onlar hangi gruba ait olurlarsa olsunlar- tüm Ruhları dahil
eden hareketini yaptığımız ana dek.
Gaddarlık, adaletsizlik ve zulüm yaratabilecek olan şey
bir gruba ait olma duygusudur. Bireyler olarak, her birimiz -
bu ister bir aile, kültür, din, ister siyasi bir grup, ırk ya da et
nik grup olsun- bir gruba aitizdir. Daha büyük bir grubun bir
parçası olarak, birçokları o grubun içinde kalabilmek ve onun
bir üyesi sayılabilmek için vicdanları rahat bir biçimde grubun
hareketine göre davranırlar. Normalde toplumun sevecen ve
şefkatli üyeleri olarak görülen bireylerin dünyada -ırk ayrımı
da dahil olmak üzere- birçok adaletsizliği rahat bir vicdanla
yaptıklarını gözlemlemek ilginçtir. Peki, bu neden olur? Vic
danı belirleyen şey bir grubun üyesi olmaktır. Her bir grubun
neyin iyi, neyin kötü olduğu hakkında kendi kuralları vardır
ve her bir üye o grubun bir parçası olarak kalabilmek, o gruba
ait olabilmek için o standartlara uyacaktır. Kolektif bir vicda
nın zıddı yönde hareket ederek bir gruptan atılmayı göze ala
bilecek bireye çok nadiren rastlanır. Ancak bir grubun kolek
tif Ruhu harekete geçip de adaletsizliği gözler önüne serdiğin
de o gruptaki bireyler gruplarının eylemlerini -klan, kabile,
ulus ya da siyasi grup tarafından oluşturulmuş standarttan
yoksun bir biçimde- gerçeğin ışığında görmeye başlarlar. Bu
olduğunda rahat bir vicdanla yapılmış olan her şey doğal suç
luluk duygusunun -bir başka Ruh bir eşit olarak onurlandırıl-
1 89
'13ireykrin, .Yl.ikkrin ve 'l.lfusfarın 'İ.y ife.şmesi
madığında ve kabul edilmediğinde Ruh'un içinden tezahür
eden bir suçluluk duygusunun- bakış açısından deneyimlenir.
Biz bir gruba ait olduğumuzda, bizden daha büyük ol �n
kuvvetler iş başındadır. Biz onlarla birlikte sürüklenir ve ken
di grubumuzun doğru-yanlış, iyi-kötü tanımını neredeyse hiç
sorgulamadan kabul ederiz. Siz bir gruba ait olmanın kötü bir
şey olduğu sonucuna varabilirsiniz . Gruplar ne iyi ne de kötü
dürler; onlar insanlığın ve bireylerin kim olduklarını tanımla
ma biçimleridir. Bu bireyler Katolik ya da Musevi, Zulu ya da
Xhosa kabilesinden, Afrikalı ya da İngiliz, Siyah, Renkli, ya da
Beyaz , Hintli ya da Çinli, erkek ya da kadın, sağcı ya da solcu,
liberal ya da tutucudurlar. Biz bir gruba ait olduğumuzda, ait
olma ihtiyacı duymaktayızdır; bilinçli ya da bilinçsiz bir biçim
de o grup bizim kim olduğumuzu tanımlar. Hepimiz grubu
muzdan atılmamızın başımıza gelebilecek en kötü kader oldu
ğunu hissederiz. Bu yüzden, grubun tüm kolektif emir ve fer
manlarını sadakatle -rahat bir vicdanla- grubumuzun haklı ol
duğuna ve bizim irademizi doğru yönde kullandığımıza ger
çekten inanarak yerine getiririz . Bu dinamik, grubumuzun
hayatta kalmasının bizim onu rakip gruplara karşı savunma
mıza ya da diğer gruplara hükmetmemize bağlı olduğu şeklin
deki ilkel deneyim olarak insanlığın psişesinin derinliklerinde
yaşar. Bu tarih-öncesi bebek-Ruh dönemine dek dayanır. Yine,
iyi insanlar olduklarına inanan bireyler bu dünyada rahat bir
vicdanla bir hayli adaletsizlik ve " kötülük" yaparlar; onlar sa
dece kendi gruplarının emirlerini yerine getirmektedirler.
Ruh'un bir hareketi bu kısır döngüyü kırar. Ruh her şeyi
eşit olarak dahil etmeye çalışır . . . aslında bunu talep eder. Öy
leyse biz bu hareketi nasıl yaparız? Biz bunu kalbimizde hem
kurbanlara hem de suçlulara bir yer vererek ve herkesi eşit
görerek yaparız . Bunu yapmadığımızda, bunun hem kendi ya-
1 90
1rl(Jtynmının Mirası
şamlarımızı etkileyen, hem de birçok kuşağı kapsayabilen, bi
ze atalarımızın kaderini getiren ya da bu kaderi çocuklarımıza
ve gelecek kuşaklara geçiren uzak-erimli sonuçları olur. Bazı
ları bunu karma olarak görürler, ama özünde, tarihin tekrar
lanmasını yaratan şey Ruh'un denge talebidir. Bu kurbanlarla
ya da suçlularla özdeşleşme veya onları kalbimizden atma sü
reciyle işler. Örneğin, eğer büyük-ebeveynlerimizden biri bir
adaletsizlik yapmışsa ve biz onu ya da kurbanlarını yadsıya
rak onu dışlamışsak, o zaman biz ya da çocuklarımız görün
meyen bir kuvvet tarafından yönetilir gibi aynı eylemleri tek
rarlayabiliriz. Bu şekilde, Ruh unutulmuş, yadsınmış ya da
reddedilmiş olanı içimizde görünür kılmaya çalışır. Aynı şekil
de, böyle bir adaletsizliğin kurbanları yadsındıklarında, biz
aynı adaletsizliği, aynı eşitsizliği ve zulmü çekmeye mahkum
olabiliriz. Yine, bu Ruh'un yadsınmış olanı görünür kılışıdır.
Bu kesinlikle bir "ceza" ya da kendi dışımızdaki bir kuvvet ta
rafından verilmiş bir karar değildir, bu içimizin derinliklerin
den kaynaklanan ve direnemeyeceğimiz bir harekettir . . . bura
da Ruh eşitlik talep etmektedir.
Bu dinamiği Aile Takımyıldızları yöntemiyle deneyimle
diğimizde kurbanların ve suçluların bir biçimde birbirlerine
ait olduklarını açıkça görürüz . Bu birçok kere gözlemlemiş ol
duğumuz garip bir fenomendir. Kurbanlar ve suçlular kader
lerinin birbirine daha büyük bir kuvvet tarafından bağlandığı
biçimde birbirlerine bağlıdırlar. Bu daha büyük kuvvetler bir
gizemdir, ama onlar hissedilip deneyimlenebilirler ve böyle
kuvvetlerin sonuçları herkesin görebileceği şekilde görünür
dürler. Bizler bireyler olarak -belki iki taraftan birinin torun
ları olarak- iş başındaki daha büyük kuvvetleri kabul etmedi
ğimizde ve diğer Ruhların kaderlerine saygı göstermediğimiz
de, bu Ruhlar, özellikle kurbanların Ruhları bundan rahatsız
191
'Bireykrin, .91.ikkrin ve 'U{usfarın 'İy ileşmesi
olur ve huzur bulamazlar. Biz Ruh'un bir hareketiyle meşgul
olduğumuzda, dahil olan herkesin önünde derin bir saygıyla
eğildiğimizde, inayet en mükemmel biçimde tezahür ederek
havaya tatlılık ve işitilebilir, adeta elle tutulabilir bir sessiz Ü k
katar . . . çünkü bu Ruh'un dilidir.
Örneğin, birisi şiddetli bir suçun sonucunda öldüğünde,
çoğu kişi kurbanla özdeşleşir ve suçlunun Ruhu 'nu tümüyle
dışlar. Suçlunun insan ırkının bir üyesi olduğu yadsınır ve o
birçok düzeyde dışlanır. Böyle vakalarda, bir kurbanın -suçlu
nun insanlığını ve kurban ile suçluyu birbirine bağlayan kade
ri yadsımış olan- eşi, çocuğu, ebeveyni ya da kardeşi suçlunun
enerjisini kendi içinde taşımaya mahkum olur. Bu bir sonraki
kuşağa dek aşikar olmayabilir; sonraki kuşaktan bir torun diz
ginleri kolayca ele alıp suçluyu temsil edebilir; o bunu aileden
"yüzkarası" olarak atılabilecek boyutta yapabilir ya da sadece
aynı veya benzer bir eylemi tekrarlayabilir. Bu herkes için ta
şınması zor olan, ama Aile Takımyıldızı çalışmasıyla ortadan
kaldırılabilecek olan bir kaderdir.
Biz Ruh çalışmasıyla meşgul olurken, o suçlamanın ötesi
ne geçer ve hem suçluyu hem de masumu en derin düzeyde
onurlandırır. Suçlunun kaderi alçakgönüllülükle gerçekten
onurlandırıldığında, o bizim üzerimizdeki gücünü yitirir. Kur
banların kaderi de aynı şekilde onurlandırıldığında, onların
Ruhları -sanki kurban olma pozisyonundan bir eşitlik konu
muna yükseltilmiş gibi- tekrar gerçek güçlerini kazanırlar; bu
bizim için de bir kuvvet kaynağı haline gelebilir. Güney Afri
ka'nın iyileşmesi bizim yaşamın olgularına yadsımalardan ve
bahanelerden yoksun bir biçimde çırılçıplak bakabilmemizde
yatmaktadır. O bizim olanı gizlisiz saklısız biçimde kabul ve
tasdik edebilmemizde ve saklı olanı gün ışığına çıkarabilme
mizde yatar. O her bir kişiye kalbimizde bir yer verebilmemiz-
1 92
1r/(.Jl!frımının Mirası
de ve tüm ulusumuzun bizden çok daha büyük bir kuvvet ta
rafından, bir gizem olarak kalsa da yine de hissedilen bir kuv
vet tarafından yönetilen daha büyük kaderinin önünde saygıy
la eğilebilmemizde yatar.
Siyah Toplum
Irk ayrımının geçmişteki yasalarının bazı etkileri karışık-ırk
çiftlerinin yaşadıkları zorluklar ve siyah ailelerin parçalanıp
ayrılmalarıydı. Çok sık bir biçimde biz siyah aile yaşamının
yapısının sadece sömürgeciliğin etkilerinden ve kabile sistemi
nin çöküşünden dolayı değil, aynı zamanda annelerin ve baba
ların aile evlerinden çok uzakta çalışmalarının sonucunda bo
zulmuş olduğunu görüyoruz. Çoğu kez anne beyazların banli
yödeki evlerinde hizmetçilik yaparken ve çocuklarını yanında
tutamazken, baba bir madenci, çiftçi ya da bahçıvan olarak ça
lışıyor, çocuklarını yanında tutacak maddi güce sahip olamı
yor, hatta onları sık sık ziyaret edemiyordu . Trajik bir biçimde
görünür olan şey şuydu ki, kültürün ve kabilesel yapının yiti
rilmesinin bir sonucu olarak, birçok siyah adam kim oldukları
duy� sunu da yitirmişti. Çoğunlukla anneleri ya da büyükan
neleri tarafından yetiştirilmiş olduklarından, onlar babaların
dan miras alacakları kuvvetten ve ait olma duygusundan yok
sun kalmışlardı. Benzer biçimde, bu etkiler zorla köleleştirme
nin vuku bulduğu, erkekler ile kadınların birbirlerinden siste
matik biçimde ayırıldıkları, böylece doğal ailelerin oluşumuna
izin verilmeyen yıllarda Afrikalı-Karayiplilerde ve Afrikalı
Amerikalılarda da gözlemlenebilir. Buna ek olarak, o zamanki
cezalandırıcı sistemle siyah insanların atalarının birçoğu tut
sakçıları tarafından öldürülmüş ve tecavüz edilmiş ve tutsakçı
ların hiçbiri bu eylemlerinden sorumlu tutulmamışlardı.
1 93
'Bireyfe.rin, Jlife.fe.rin ve 'Ufusfarın 1yife.şmesi
Aile Takımyıldızı çalışmasının siyah insanlara Biliş Alanı
ve temsilcilerin kullanımı yoluyla sunabileceği çözüm bu bi
reyleri bir kez daha babalarına ve kabilesel miraslarına ba�la
yarak onlara kullanabilecekleri bir kuvvet kaynağı vermektir.
Kabile insanları sömürgeciliğin ve kentleşmenin sonucunda
ruhsal, kültürel ve maddi yoksulluğa düşürüldüklerinde so
nuçlar çok yıkıcı olur. Onlar artık kabile topraklarına değil,
Üzerlerine bindirilmiş ve Ruhları için çok az anlam içeren ya
bancı bir servet yaratma sistemine sahiptirler. Onlar sömür
geci efendilerine boyun eğdiklerinde, kabile toprakları, gele
nekleri, geçim vasıtaları ve onlarla birlikte aile yaşamının özü
ve yapısı ellerinden alınır. Dünyanın her yanındaki yerli halk
lara sistemik bir görüş noktasından baktığımızda, birçoğunun
yoksulluk, alkolizm, uyuşturucu bağımhlığı ve bunlardan kay
naklanan suçlarla boğuşmaları şaşılacak bir şey değildir. Çok
doğru bir anlamda, burada yoksulluk ve onun sonuçları ruhsal
yoksullaşmanın sonucudur.
Siyah toplumdaki birçok kişinin modern bir Güney Afri
ka'nın yeni yapılarına katılabilmesi için, iki içsel hareketin
meydana gelmesi gerekir. Birincisi, onlar atalarını köleler ola
rak algılamak yerine, her şeye dayanmış güçlü insanlar olarak
algılamalı ve onları böyle onurlandırmalıdırlar. İkincisi, onlar
hem sömürgeciliğin hem de ırk ayrımının getirdiği gizli arma
ğanları görmelidirler. Batı Avrupa bağlamında şöyle bir örnek
verebiliriz: Roma İmparatorluğu o toprakları birkaç yüzyıl bo
yunca demir bir yumrukla yönetmiş, Avrupa'nın birçok bölge
sindeki büyük çoğunluğu köleleştirmiştir. Roma İmparatorlu
ğu 'nun mirası ve armağanları diller, kültür, din ve Batı Avru
pa'nın mimarisidir. Bu imparatorluk acımasız bir biçimde hük
metmiş olmasına karşın, Hıristiyanlık da dahil olmak üzere,
her Batı Avrupalı'nın kendi kültürü olarak tanımlayıp aziz
1 94
1.r/Ul.yrımının Mirası
tuttuğu hemen h�r şeyin kökeni büyük ölçüde Roma İmpara
torluğu 'na dayanır. Dolayısıyla, Batı Avrupalıların Roma İm
paratorluğu'nu ondan hiçbir hayrın gelmediği kötU bir şey ola
rak damgalayıp reddetmeleri onların bugün kim olduklaFını
yadsımaları anlamına gelir.
Aynı şekilde, siyah Güney Afrikalıların kendilerine zorla
kabul ettirilmiş Avrupa kültürünün bir gün özgün bir Güney
Afrika kimliği yaratacak bir yaşam biçiminin ve değerler dizi
sinin bir parçası olacağını görmeleri önemlidir. Güney Afrika'
nın modern yapısına baktığımızda, ırk ayrımını Yeni Güney
Afrika'nın babası olarak onurlandırmak zorundayız . Tıpkı Av
rupa' da savaşın barışın babası olmuş olması gibi, aynı şey ırk
ayrımının karanlık günleri için de geçerlidir. Şu soruyu sor
mak zorundayız : Eğer ırk ayrımı rejimi hiç var olmasaydı Yeni
Güney Afrika ne tür bir yapıya sahip olacaktı? Tıpkı Avrupa
tarihindeki en karanlık günlerin bazılarının kadınlar için eşit
liğin, çocuk haklarının, modern çalışma yasalarının, üç yüz
milyonu aşkın insanın tek bir para birimine sahip olduğu bir
Avrupa Topluluğu 'nun bulunduğu bir çağı getirmiş olması gi
bi, aynı şey savaşlardan ve despotik siyasi rejimlerden ortaya
çıkmış olan birçok ülke için de geçerlidir.
Kadere ve tarihin akışına baktığımızda, en kötü dönemle
rin bazılarının devasa kültürel ve sosyal değişimler için bir
başlangıç ve katalizör görevi yapmış olduğunu açıkça görürüz . .
Irk ayrımı da bu bağlamda hiç farklı değildir. Tarihe onun bu
günkü kimliğimizi yaratması açısından bakmamız gerekir. Ata
larımızın mücadeleleri bugün bizim daha özgür bir dünyada
yaşamamızın yolunu açmıştır ve eğer bu mücadeleler olmasay
dı taş devrinden bu yana bu kadar çok tekamül edememiş ola
bileceğimizi hayal edebiliriz. Öyleyse savaşlar ve rejimler her
zaman kötü bir şey midirler? Net sonuçların perspektifinden
1 95
'.Bireylerin, Jlifeferin ve 'Ufusfarın iyileşmesi
baktığımızda, tarihin ve miras almış olduğumuz kaderin yar
gıç olmasına izin vermeliyiz .
Nelisiwe
Payne, Danışan'a (Nelisiwe'e): Bugün hangi konuda çalış
mak istersin?
Danışan: Ailem için kaygılanıyorum. Ben karışık bir evlilik
ten geliyorum, kocam beyaz ve ırk ayrımı yılları esnasında bü
yük zorluklar yaşadık. Üç oğlumuz var ve onlar için kaygılanı
yorum.
Payne: En çok hangi konuda kaygılanıyorsun?
Danışan: Onların siyah bir anne ile beyaz bir babanın çocuk
ları olarak doğru yollarını bulmalarını istiyorum. Bu kocam ve
benim için zordu ve bu zorluğu onlara da geçirmiş olabileceği
mizden korkuyorum.
Payne: Peki, görelim bakalım. Şimdi lütfen kendin, kocan ve
üç oğlun için birer temsilci seç.
B: Baba
1. E: Erkek Evlat
2. E: Erkek Evlat
3. E: Erkek Evlat
A: Anne
1 96
'1.rR.fl.yrımının Mirası
Baba: Oğullarımı görmek güzel, onların önümde olmalarından
hoşlanıyorum.
Payne, Erkek Evlatlara: Siz nasılsınız çocuklar?
1. Erkek Evlat: Ben de babama bakmaktan hoşlanıyorum.
Annemi göremiyorum ve bu beni biraz rahatsız ediyor.
2. Erkek Evlat: Annemin eksikliğinin farkındayım, Bu beni
biraz rahatsız ediyor, onun bizimle, ailesiyle birlikte durması
nı tercih ederim.
3. Erkek Evlat: Ben anneme çok kızgınım. Onu göremiyo
rum ve onun bizden uzağa, başka bir yöne bakmasına çok kı
zıyorum.
Payne, Nelisiwe'e (temsilcisine) : Sen nasılsın? Bir şeye
bakıyor gibi görünüyorsun.
Nelisiwe: Kanım öfkeyle kaynıyor. Yumruklarımı sıktığımı
fark ettim ve kendimi çok saldırgan hissediyorum. Ö nümde bir
şey var.
I: Irk Ayrımı
197
'Bireyferin, Jlikkrin ve 'l[usfarın 'İ.yifeşmesi
Payne: Şimdi ne hissediyorsun?
Nelisiwe: Daha da kötü, saldırganlığım arttı. Ona vurmak is
tiyorum.
Payne, Irk Ayrımı'na: Sen kendini burada nasıl hissediy�r
sun?
Irk Ayrımı: Nötr. O (Nelisiwe) beni biraz sinirlendiriyor, ama
genel olarak nötr bir his duyuyorum.
Payne, Nelisiwe'e: Ona bak. O ırk ayrımı.
Nelisiwe: Şimdi daha da çok öfke duyuyorum.
Payne: Lütfen dönüp ailene bak.
Nelisiwe: Hayır, önce onunla (ırk ayrımıyla) başa çıkmalıyım;
ona sırtımı dönemem.
Payne, Danışan'a: Öyle görünüyor ki sen ırk ayrımı uğruna
aileni terk etmişsin.
Danışan: Ben tüm yaşamımı ırk ayrımının yaralarını iyileş
tirmeye adamıştım, benim yaptığım iş bu.
Payne: Ama görünüşe göre sen ırk ayrımını değil, üç erkek
evlat dÖğurdun.
Biz bu takımyıldız çalışmasını net bir çözüm bulamadan
b�tirdik. Nelisiwe'i kocasının yanına yerleştirdiğimde, o hfila
ırk ayrımına bakmayı sürdürdü ve üç oğlu anneleri tarafından
1hmal edildiklerini hissetmeye devam ettiler. Nelisiwe semi
nerlerime katılmaya devam etti, yavaş yavaş yumuşadı ve za
man içinde tekrar ailesine odaklandı. Takımyıldız çalışması
yoluyla ırk ayrımının beyaz insanlar üzerindeki etkilerine ta
nık olduktan sonra öfkesinin yok olmasına izin verebildi. Bu
t ilimyıldız, biz bir davaya ya da geçmişteki olaylara bağlandı
ğımızda bize en yakın olanların da acı çektiklerini vurgula
maktadır. Nelisiwe'in oğulları için, ailelerinde sorun yaratan
şey ırk ayrımı değil, annelerinin ona dolaşık.lığı idi.
198
1rR.Jlyrımının :Mirası
Karina
Karina Güney Afrika'da siyahları güçlendirmek için kurulmuş
şirketlerden biri için çalışan meslek sahibi bir Afrikalı kadın
dı. Böyle şirketlerin amacı geçmişte ırk ayrımı rejimi altında
acı çekmiş dezavantajlı siyah insanlara kariyer ve iş alanında
fırsatlar sağlamaktır. Afrikalı beyaz bir aileden gelen bir ka
dın olan Karina sorunlar ortaya çıkmaya başlayana dek işine
tutkuyla sarılmıştı. İşte onun öyküsü:
A: Amir
Ş: Şirket
I: Irk Ayrımı
K: Karina
1 99
'BireyfR.rin, 5Hkkrin ve 'l{usfarın iyileşmesi
Payne, Danışan'a: Senin geçmişte kalmış olan ırk ayrımına
odaklandığın çok açık. Sen amirine, hatta şirketine hiç bakmı
yorsun.
Danışan: Ben çok tutucu bir aileden geliyorum; bu beri.im
için büyük bir mesele. Ailemin üyeleri ırk ayrımı döneminde
eski polis kuvvetinde yer alıyorlardı.
Payne, Karina'ya (temsilcisine) : Duruma daha yakından
bakalım. Burada durum senin için nasıl?
Karina: Ağır. Gözlerimi ondan (ırk ayrımından) ayıramıyorum.
Payne: Bir şeyi deneyelim. Amirine ve şirketine bak ve de ki:
"Ben bunu ırk ayrımı için yapıyorum, aile üyelerimin o dö
nemde işlediği suçları telafi etmeliyim. "
Karina: Ben bunu ırk ayrımı için yapıyorum, aile üyelerimin
o dönemde işlediği suçları telafi etmeliyim (gözlerinden yaşlar
süzülür).
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Karina: Kendimi suçluluğun yükü altında hissediyorum, o
çok ağır.
Payne, Danışan'a: Senin ailenle çalışmak zorundayız . Eski
kocan da polisti, değil mi?
Danışan: Evet.
200
1rl()'l.!rımının Mirası
Payne, Ane, Baba ve Eski Koca'ya: Burada ırk ayrımıyla
birlikte durmak nasıl? Bu sizin yeriniz mi?
Baba: Evet, bu benim yerim.
Eski Koca: Ben burada hiç de rahat değilim, ama burası be
nim yerim.
Anne: Ben ırk ayrımını gerçekten fark etmiyorum; daha çok
kızım için endişeleniyorum.
Payne, Amir'e: Irk ayrımına bakarken ne hissediyorsun?
Amir: Çok kızgınım. Heyecanlı ve rahatsızım.
Payne Anne yi ona destek olması için Karina 'nın arkasına yer
leştirir.
3
DJ [J
201
'Bire!fferin, J'Lifeferin ve 'Ufusfarın 1!fifeşmesi
Payne, Danışan'a: O yıllar esnasında ne oldu?
Danışan: Kocam ve babam eski hükümetin polis kuvvetinde
yer alıyorlardı. Olanları sadece hayal edebilirim. Aslında kötü
şeylerin olduğunu biliyorum, ama onları hayal etmek benim
için zor.
202
1r/(.9l.!frımının :Mirası
rımızın babası olarak kalacaksın ve ikimiz birlikte onların
ebeveynleriyiz. Irk ayrımını saygıyla sana bırakıyorum. "
Danışan: Sevgili Kocam, sen çocuklarımızın babası olarak ka
lacaksın ve ikimiz birlikte onların ebeveynleriyiz . Irk ayrımını
saygıyla sana bırakıyorum.
Payne: Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?
Danışan: Çok daha iyi.
Payne: Şimdi amirine ve şirketine dön ve onlara de ki: "Ben
bunu babam ve eski kocam için yapıyordum. "
Danışan: (Ağlayarak) Ben bunu babam ve eski kocam için ya
pıyordum.
Sonuç
Böyle takımyıldızlarda, birçok beyaz Güney Afrikalı'nın ülke
nin geçmişiyle mücadele etmekte olduğu aşikar olur. Bu akla
birkaç soru getirir. Beyaz insanlar kendi suçluluk duygularıy
la nasıl başa çıkabilirler, özellikle eğer bu Karina'nınki gibi ki
şisel bir suç değilse? Aynı şekilde, siyah Güney Afrikalıların
Karina gibi başkaları adına acı çeken bireylere verebilecekleri
en sağlıklı karşılık ne olabilir? Bir birey eşini ya da partnerini
incittiğinde partneri de onu, genellikle daha az bir derecede de
olsa, bir biçimde incitir ve bu bir biçimde denge yaratır. Aynı
şey ırk ayrımı sonrasındaki Güney Afrika için de geçerlidir.
Bu yaklaşım en çok beyaz erkek nüfusunu incitmektedir, on
lar ya kariyer fırsatlarından yoksun bırakılmakta ya da onlara
genellikle aynı beceri düzeyine sahip olmayan siyah iş arka
daşları adına taşımak zorunda kaldıkları fazladan sorumlu
luklar yüklenmektedir. Ancak, geçmişte siyah erkekler bu tür
beceri eğitimlerinden yoksun bırakılmış olduklarından, onlar
şimdiki bu durumdan ötürü tam olarak suçlanamazlar. Biz
203
'1Jireyferin, �ifeferin ve 'lfusfann 1yi{eşmesi
geçmişin daha büyük incinmelerinin bir denge duygusu oluş
turmak için daha küçük biçimlerde sergilenmelerini içeren
dengeleyici bir eylem görüyoruz. Bu, bu durumun doğru ya da
yanlış olduğuyla ilgili bir yorum değildir, bu sadece olanın bfr
gözlemlenişidir. Biz bir "göze göz" zihniyetinin en sonunda ne
yaptıklarını göremeyen kör insanlar uluslarını yarattığını öğ
reniyoruz.
Ö nemli olan, bireylerin başkalarının değil, sadece kendi
pişmanlık yüklerini taşımalarıdır. Güney Afrika'nın şifa bulup
iyileşebilmesi için, siyah nüfus beyaz nüfusun suçunu kalben
kucaklamanın bir yolunu bulmalıdır ve beyaz Güney Afrikalı
lar da bireysel sorumluluk almayı ve kendilerini geçmişteki
hükümetlerin ve devlet örgütlerinin eylemlerinden sorumlu
hissetmemeyi öğrenmelidirler. Bu içsel hareketler yapılmadı
ğında, o zaman kurban ile suçlu kısırdöngüsü sürüp gider. Ka
rina şahsen kendini doğrulayıcı eylem sistemine köle ederek
sorunu çözecek bir şey yapmıyor, sadece kendi suçluluk duy
gusunu derinleştiriyor ve geçmişteki siyah insanların uşakvari
rolünü sergiliyordu . . . ve böylece döngü devam ediyordu.
204
7
SOYKIRIM
BİZ KİMLER İÇİN YAS TUTUYORUZ?
205
'Bireyferin, Jt.ifeferin ve 'l.lfusfarın iyileşmesi
sını aşmasına rağmen, onların ölümleriyle ilgili hemen hemen
hiçbir kayıt ya da kabul yoktur. Bir grubun böyle kitlesel olay
ları sahiplenmesi büyük bir tehlike yaratır; bu o grubu düny'.1-
nın geriye kalanından ayırır, bir kez daha onlara " seçilmiş bir
halk" statüsü verir. Tarih bize " seçilmiş halk"ın gerçekten de
her türlü şey için, hatta soykırım için bile seçilme eğiliminde
olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla, eğer biz anti-Semitizm dön
güsünü başarıyla kırmak istiyorsak, Soykırım tanımımızı Ya
hudileri olduğu gibi Yahudi olmayanları da kapsayacak şekil
de genişletmeli ve onu sadece bir Yahudi meselesi olarak değil,
gerçekten bir Avrupa meselesi olarak görmeliyiz . Yahudilerin
diğer kurbanları, Polonyalıları ve diğerlerini kucaklamaları,
kendi· kaderlerini daha kolayca kucaklamalarını, ayrıca tarih
leri kalplerine büyük bir ağırlık veren Almanların kötü duru
munu görmelerini mümkün kılacaktır.
Bir hafta sonu seminerinde, Soykırım'ı temsil edecek bir
takımyıldız oluşturmuştuk. Çalışma başladıktan birkaç dakika
sonra, Yahudi olan danışanım (Polonyalıların ve Çingenelerin
temsilcilerini kastederek) şöyle bağırdı: " Neden bu insanları
takımyıldıza yerleştiriyorsun, onlar o kadar önemli değiller
di! " Bu itiraza, "Üç milyonu aşkın Polonyalı önemsiz mi?" di
ye sorarak karşılık verdim. Takımyıldız çalışması ilerlediğin
de, bu kadın danışanım Naz ilerin temsilcilerine bakmakta çok
zorlandı ve ben ona yumuşak bir biçimde, "Nazilere neden ba
kamadığını biliyor musun? " diye sordum. "Hayır" dedi. " Çün
kü sen Polonyalıları nasıl görüyorsan, onlar da seni öyle görü
yorlar. " Bu söz üzerine çok şaşırdı ve " Ne demek istediğini an
lamıyorum" dedi. "Çok açık" diye karşılık verdim. "Tıpkı se
nin Polonyalıların herhangi bir insani öneme sahip oldukları
nı görmemen gibi, Naziler de seni bir insan olarak görmüyor
lar. " Ondan Polonyalılara bakıp onların önünde -ortak bir ka-
206
So!J/Qrım
deri paylaşanlar olarak- saygıyla eğilmesini istedim. Bir kez o
özel seçilmişliğini ve Soykırım'ın sahipliğini bıraktığında, suç
lulara farklı bir biçimde, daha büyük bir eşitlikle, onların
Ruhları üzerindeki yükün muazzamlığını açıkça hissederek
bakabildi. Polonyalıları kucaklayabildiğinde, sonra Nazileri de
özel bir biçimde -kendi halkının trajedisinin insani değere sa
hip tek trajedi olduğu algısından kurtulmuş olarak- kucakla
yabildi.
Ancak kurbanlar ve suçlular kendi Ruhlarından gelen bir
hareketin sonucunda bir araya gelip bir olarak yas tutukların
da, uluslar gerçekten şifa bulup iyileşebilirler. Bu sadece Soy
kırım için değil, savaşlar, siyasi baskı, zulüm ve katliamlar gi
bi insanoğlunun yarattığı tüm trajediler için de geçerlidir. Bu
nu başarıyla yapmak için, onlar ister Yahudi olsunlar ister ol
masınlar, tüm kurbanlara eşit bir tanıma ve kabulle kendi
uygun yerleri verilmelidir.
Molly
Molly 1938'de Soykırım'ın dehşetinden kaçmış olan bir ana ve
babanın Amerika'da doğmuş olan kızlarıydı ve şu anda orta
yaşta bulunuyordu. Her iki ebeveyni de ailelerini Soykırım sı
rasında yitirmişti.
Molly'nin takımyıldız çalışmasının sonuna doğru seminer
alanını ancak ilahi inayet olarak tanımlayabileceğim bir enerji
ve hisle dolduran derinden etkileyici bir an yaşanmıştı. Aşağı
da o anın kısa bir özeti yer almaktadır:
207
'Bire:;ferin, �ifeferin ve 'Ufusfarın 'İ:; ifeşmesi
00 00 00 00
208
So9(!rım
Molly: Daha hafif, neredeyse ona karşı bir dostluk hissediyo
rum, ama hala ondan biraz sakınıyorum.
Payne: Onlara bak. Kim olduklarıyla ilgili bir fikrin var mı?
Molly: Hayır, ama onlara karşı içimde garip bir çekim hissedi
yorum.
Payne: Onlara daha yakından bak. Onlar Nazi'nin çocukları
ve torunları. En uçtaki kişi ise Almanya'yı temsil ediyor.
Molly: Onlar için üzüntü duyuyorum. Hepsi ne kadar üzgün
görünüyorlar (ağlamaya başlar) .
Payne: Şimdi tekrar Nazi'ye bak, o şimdi sana nasıl görünü
yor?
Molly: Daha da ağır bir yük altında eziliyor gibi görünüyor.
209
'Bireyfe.rin, Jl.ife.fe.rin ve 'Ufusfarvı 1yife.şmesi
Payne: Ona de ki, "Senin de insan olduğunu göıüyorum. Se
nin ailen için de yas tutuyorum. Birlikte yas tutalım. "
Molly: (Göz yaşları içinde) Senin de insan olduğunu göıüyı;ı
rum. Senin ailen için de yas tutuyorum. Birlikte yas tutalım.
210
S09/(Jrım
karşın, bu çalışmanın büyük bir bölümü Ruh'un alemine gi
rer. Bu çalışmanın temsilsel sistemi yoluyla, ölmüşlere de bir
ses verilir, onlar da kendilerini ifade edebilirler. Doğal olarak
bu sesin gerçekliği kanıtlanamaz, ancak, yaşayan bireylerin
temsil edilmeleri mümkün olduğundan ve ifade edilen düşün
celer ve duygular epey doğrulandığından, ölmüşlerin de doğru
biçimde temsil edildiklerini varsayabiliriz. Soykırım'ın ve ben
zer büyüklükteki diğer gaddarlıkların kurbanlarının ve suçlu
larının torunlarıyla çalışırken, biz bir takımyıldız çalışmasının
terapistin hiçbir müdahalesi olmadan ya da asgari ·bir müda
halesiyle, Bert Hellinger'in deyimiyle, Ruh'un Hareketi ile ak
masına izin veririz.
Mark
Mark'ın babası Varşova'daki evinden kaçıp bir yerlere sakla
narak Soykırım'dan sağ kurtulmuştu. Bir gün evine dönüp
tüm ailesinin götürülmüş olduğunu gördüğünde henüz on altı
yaşındaydı. Geride yaşayan hiçb ir akrabası kalmamıştı. .. hepsi
öldürülmüştü . Savaştan sonra, İtalya'ya kaçabilmiş, orada kı
sa bir süre yaşadıktan sonra Güney Afrika'ya göç etmişti.
211
'Bireylerin, .91.ifeferin ve 'l.l[usfarın 'İ.y ifeşmesi
Linda: Sanki benim bir yerim yok gibi. Çocuklarımızın Muse
vi olarak büyüyebilmeleri için benim de din değiştirmem ge
rekiyor, ama ben o zaman bile kabul edilmeyeceğimi hissedi.
yorum.
Payne: Öyleyse çalışmaya başlayalım. Şimdi lütfen kendiniz,
İbrahim Peygamber ve İsa Peygamber için birer temsilci seçin
ve neler olacağını görelim.
Linda 'nın temsilcisi İbrahim 'i de yanında götürerek gidip İsa '
nın yanında durur. Üçü, Linda, İsa ve İbrahim Mark 'ın tam
karşısında dururlar. Payne bu sırada Soykırım 'ın Yahudi bir
kurbanının temsilcisini takımyıldıza sokar.
Kısa bir süre sonra Soykırım 'ın kadın kurbanı Mark 'a sarılır
ve Mark varlığının ta derinlerinden gelen bir biçimde ağlama-
21 2
Sog/(J;rım
ya başlar. Sonra kadın kurban Mark 'a gülümser ve onun saç
larını şefkatle okşar. Ardından dönüp İsa yı selamlayarak ona
gülümser. Mark da İsa 'nın önünde durup eğilerek onu selam
lar, sonra doğrulup İsa 'nın gözlerine bakar. Ardından o sıra
da ağlamakta olan Linda ya bakar. Ve İsa 'nın önünde secdeye
vararak onun ayaklarına dokunur. Salon sessizdir. Linda 'nın
temsilcisi de Mark 'ın yanına uzanarak İbrahim 'in önünde sec
deye varır ve salonu büyük bir huzur kaplar. Sessizlikte, danı
şan Linda takımyıldıza girer, temsilcisinin yerini alır, Mark '
ın yanına uzanarak, İsa 'nın ve İbrahim 'in önünde secdeye va
rır_ Sonra Linda ve Mark el ele tutuşarak o etkileyici sessizlik
te secdelerini sürdürürler.
213
'13ireyferin, .91.ifeferin ve 'lfusfarın 'İ.y i{eşmesi
Temsilci: Bana kimi temsil ettiğimi söylemedin, ama ben bu
nu hemen hissettim. Mark'ın karşısında büyük bir huzur ve
sevgi duydum. İsa ve İbrahim karşısında da çok rahattım. Bu
·
Petra
Petra yıllardır depresyon içindeydi. Alman olmaktan nefret et
tiğini açıkça belirtmiş ve yetişkinlik çağına gelir gelme� Al
manya'yı terk etmişti.
2 14
Soy/Qn.m
c;$*°
1. Nazi [] � Yahudi 1.
2. Nazi [] Dl.Yahudi
3. Nazi[] D l.Yahudi
Temsilcilerden sessizce durmaları, sadece hissedecekleri içsel
itilimlere uymaları istenir. Birkaç dakika sonra, üç kurban ın
da gözlerinden yaşlar süzülmeye başlar ve Nazilerden biri ba
şını önüne eğip teselli edilemez bir biçimde yüksek sesle ağlar.
Diğer Nazi başını çevirip başka yöne bakarken, üçüncü Nazi
tepeden tırnağa titremeye başlar. Petra 'nın temsilcisi de mide
sini tutarak dizleri üzerine çöker ve ağlar. Kısa bir süre sonra,
kurbanlardan biri gidip yüksek sesle ağlayan Nazi 'yi teselli
eder. O Nazi 'yi yumuşak bir biçimde okşarken Nazi, "Ben bu
iyiliği hak etmiyorum " diye inler, ama kurban onu bir arı ne
nin yaralanmış çocuğuna yapacağı gibi teselli edip rahatlatır.
Bu çok etkileyici bir sahnedir. Kısa bir süre sonra, Soykırım 'ın
diğer iki kurbanı Petra 'nın yanına gidip onun ayağa kalkma
sına yardım eder ve onu arkadan tutarak destek olurlar. Son
ra, Nazilerden birini teselli eden kurban onu Petra 'nın karşısı
na getirir. Bir elini Nazi 'nin, diğer elini de Petra 'nın omzuna
koyarak gülümser. Nazi ve Petra birbirlerine ilk kez baktıkla
rında ağlamaya başlar, sonra da birbirlerine sarılırlar. Kur
banlar da bir yandan ağlarken bir yandan gülümserler.
215
'Bireylerin, 54.ifeferin ve 'Ufusfarın 1.y ifeşmesi
2
1 . Yahudi 2. Yahudi
Ç) ev ev
3. Yahu<f� Petra
CJ 3. Nazi
f: 2. Nazi
216
Soy/(Jrım
san psişesinin -değişim dalgalarını yaratan- içsel kuvvetlerin
den söz ediyoruz. Yakın tarihe baktığımızda, böyle olayların
genellikle daha iyi olan büyük sosyal değişim dönemlerini ge
tirmiş olduklarını açıkça görürüz. Örneğin, eğer İkinci Dünya
Savaşı ve Soykırım vuku bulmasaydı, Avrupa Birliği kurulur
muydu? Bu konuda çok emin konuşamasak da, savaştan he
men sonra Avrupa'da meydana gelen çok kapsamlı sosyal de
ğişimlerin ekonomik, kültürel ve sosyal birliğin temelini atmış
olduğunu söyleyebiliriz. Sanki, Güney Afrika'daki ırk ayrımı
nın gaddarlıklarının sadece komşularınınkinden değil, ABD de
dahil olmak üzere dünyanın birçok ülkesininkinden sosyal ola
rak daha ileri bir anayasaya dayanan yeni bir Güney Afrika'yı
getirmiş olmasına çok benzer bir biçimde, İkinci Dünya Sava
şı 'nın ve Soykırım'ın kurbanlarının ve suçlularının Ruhları da
Avrupa' da yeni bir barış ve uzlaşma devrini başlatmak için iş
birliği yapmışlardır.
Hitler ile Nazilere Ruh'un perspektifinden baktığımızda,
onların kendi sırtlarına yükledikleri suçluluk yükü karşısında
saygı ve şefkat duymadan yapamayız. Aynı şekilde, Yahudilere
de baktığımızda, çoğunun ölümlerine doğru sessizce gittiği bir
halk görürüz. Yahudiler ya da Hıristiyanlar olarak bizler bu
kadar çok insanın kaderini nasıl kabul ederiz?
Bir çocuk doğarken, o belli bir ana babanın çocuğu olarak
bir kültürün, bir dinin ve bir ulusun içinde doğar; o bu unsur
ları kontrol edemez . . . onlar vardır. Bu kaderdir ve kader nötr
dür. Kaderin bir yüzü yoktur, bir görüşü yoktur, arzuları yok
tur . . . o sadece vardır. Öyleyse eğer biz Yahudi bir ana babanın
çocuğu olarak, birçok aile üyesini yitirmiş olan Yahudi bir ai
lenin çocuğu olarak doğmuşsak, bu bizim kaderimizdir ve o
değiştirilemez. Bu kaderin değiştirilmesi ne arzu edilirdir ne
de böyle bir şey istenmelidir. Çünkü bunu yaptığımızda, ço-
217
'Bireykrin, .91.ikkrin ve 'lfusfarın 1yifeşmesi
ğunlukla derinliğine ulaşamayacağımız ve bizden çok daha bü
yük olan bir şeye direniyor oluruz . Aynı şey Yahudilere karşı
hissettikleri suçluluk duygusuyla başa çıkmaları gereken Hı
ristiyanlar için de geçerlidir. Kaderin hareketi -büyük ya da
küçük olsun- ulusları, kültürleri ve aileleri şekillendiren, bu
günkü bizi oluşturan şeydir. Biz kadere meydan okuduğumuz
da, bugünkü kimliğimizin ta özüne ve gelecekteki potansiyeli
mize meydan okuyor oluruz . Çünkü kader bize insan ruhunun
ve daha büyük insan potansiyelinin gelişimi için fırsatlar ve
rir. Biz kadere sırt çevirdiğimizde, Ruh'a da sırt çevirmiş ve
kendimizi Ruhumuz 'un içimizde yapmasına izin verebileceği
miz her harekette var olan armağanlardan yoksun bırakmış
oluruz. Bir zamanlar bir öğretmen bana, "Eğer bir sorun var
sa, yanıt daima sevgidir, " demişti. Ben bunun Soykırım ve ka
derin -Aile Takımyıldızı çalışmalarında tanık olduğum- diğer
birçok veçhesi için geçerli olduğunu gördüm. Kaderin bize da
ğıttığı el sevginin ne olabileceğiyle ilgili beşeri beklentimizin
ötesinde olan bir sevme fırsatıdır. Eğer kaderin bir yüzü olsay
dı, o kesinlikle ilahi inayetin yüzü olurdu.
218
8
219
'Bireyfe.rin, .91.ife.fe.rin ve 'Ufusfarın 1yifeşmesi
duklarını bilip bilmediğini sordum. Bilmediğini ama onların
kim olduklarını garip bir biçimde hissettiğini ve dayanılmaz
bir üzüntü duyduğunu söyledi. O zaman ona, "Onlar bir ge
miyle yeni dünyaya getirilen köleler" dedim. Bunun üzeriiıe
onun duyduğu derin üzüntü daha da arttı ve Ruhu daha da
çok ağlamaya başladı. Bu noktada, takımyıldıza köle gemisi
nin kaptanı ve köle sahipleri için birer temsilcisi soktum. Bu
nun üzerine, umduğumuzun tersine, onun Ruhu daha sakin
leşti, hatta köle efendilerinin mevcudiyetlerinden ötürü rahat
ladığını hissetti.
En sonunda, iyileştirici cümleleri tekrarlamanın sonu
cunda, danışanımın temsilcisi kalbinde sadece köle ataiarına
değil, köle efendisine de bir yer verebildi. En nihayet, o huzu
ra kavuşmuştu, böylece Ruhu'nu görebildi ve dünyaya direkt
olarak bakabildi. Derin bir düzeyde, o atalarının kaderini ka
bullenmesinin onlara ihanet olacağını hissetmişti, onlara duy
duğu bağlılık onu ilgili herkesi reddetmeye zorlamıştı. Bu şe
kilde, kendi yaşamını da reddetmişti, çünkü onun bir Afrikalı
Karayipli olarak yaşamı kölelikten ötürü vardı: Onlar ona bu
yaşamı vermek için hayatta kalmışlardı.
Birçok kişi -tarihin her en karanlık anıyla ilgili olduğu gi
bi- Afrikalıların Avrupalılar ve diğerleri tarafından köleleşti
rilmelerini olumlu bir ışıkta görmekte çok zorlanır. Peki, in
san acısının ve umutsuzluğunun bu bölümündı:! hangi olumlu
şeyler bulunabilir?
Pek çok Afrikalı-Amerikalı, Karayipli, Afrika ve Asya kö
kenli İngiliz, Güney Afrikalı ve Hollandalı yurttaş atalarının
kader ve kısmetinin bilgisinden çok az kuvvet bulur ya da hiç
bulmaz. Birçokları için, onların mirası bir umutsuzluk, ayı
rım, kötü muamele, özgürlükten ve -şimdi komşuları, iş arka
daşları ve arkadaşları olan- beyaz kölecileriyle eşitlikten yok-
220
�frif(., 1(öfeferi Onurfatufırma{
sunluk mirası olarak görünür. Bu bölüm o zamanki ya da şim
diki ırkçılıkla ilgili değildir, bu bölüm bir aile takımyıldızının
çerçevesi içinde deneyimlenebilecek bir perspektifle ilgilidir.
Aile Takımyıldızlarında, biz teoriden ya da fikirlerden değil,
gözlemden söz ederiz. Bir takımyıldızın özgün yaşamı sayesin
de, hem tarihi olayların, hem de bir aile sistemi içinde vuku
bulan, daha önceki kuşaklarda aile üyeleri tarafından yaratıl
mış olayların sonuçları ve etkileri aktif biçimde gözlemlenebi
lir. Birçokları Aile Takımyıldızlarından kuşaklar-ötesi iyileş
me olarak söz ederler.
Kölelik, tıpkı Soykırım, Güney Afrika'daki ırk-ayrımı,
Boer Savaşı, Uzakdoğu 'daki Japon esir kampları, Amerikan
Yerli Halklarının topraklarından sürülmeleri, insan kitlelerini
etkileyen savaşlar dahil olmak üzere diğer insan trajedileri gi
bi, birçok kuşağı -benim gözlemlediğim kadarıyla en az yedi
kuşağı- kapsayabilen uzak erimli etkilere sahiptir.
Peki, atalarının kölelik geçmişi, bu miras bugünkü siyah
insanları nasıl etkiler? Bu soruyu tam olarak yanıtlayabilmek
için, önce vakardan söz etmem gerekir. Istırap çekmekte bir
hayli vakar bulunabilir. Ben bununla ıstırap çekmenin yüksek
bir ideal olduğunu kastetmiyorum, çünkü o birçoklarının gö
nüllü olarak aradıkları bir durum değildir; o bizim başımıza
gelen, bize yüklenen bir durumdur. Afrika kökenli ve Afrikalı
kölelerin torunları olan birçok kişi için takımyıldızlar oluştur
mam sonucunda şunu gözlemledim ki onlar atalarının dene
yimlerini ıstırap çekmekten başka bir şey olarak görmeye kar
şı çok direniyorlardı. Ancak, aile takımyıldızı çalışması daima
şunu gözler önüne serer ki, bir kölenin torunu atasının çektiği
ıstırabı onurlandırdığı anda, aile dinamiği bir anda değişir.
Başkalarının kaderi onurlandırılmadığında -onların çek
tikleri ıstırap saygıyla karşılanmadığında- doğal sevgi akışı,
221
'13ireyferin, .51ifeferin ve 'l.lfusfarın 1yife.şmesi
Sevgi Düzeni bozulur ve engellenir. Bu ataların tüm armağan
larının ve kuvvetlerinin serbestçe aktarılamayacağı anlamına
gelir, çünkü sistemin önü dolaşıklıkla tıkanır. Onun önü sa�e
ce ıstırabı ve adaletsizliği görebilenler tarafından kesilir. Bir
çokları adaletsizliğe ve ıstıraba o kadar çok odaklanmışlar,
hatta bu yüzden öylesine kör olmuşlardır ki, atalarıyla ilgili
olarak iyi olan her şeyi görmezden gelir ve bu süreçte bu gö
rüşle kendilerini güçsüzleştirirler. Bu görüş gelecek kuşakla
rın ıstırabını artıran ağır bir yük haline gelerek bir kez daha
aile bağlarını parçalar ve bir kültürü yıkıma uğratır.
Birçok Afrikalı-Amerikalı'nın evinde baba mevcut değil
dir. Bunun nedeni nedir? Yine, ben burada bazı görüşleri de
ğil, Aile Takımyıldızı sistemi tarafından gözler önüne serilen
bir gözlemi sunuyorum. Birçok Afrikalı-Amerikalı atalarının
yaşadıkları kötü durumların ve çektikleri ıstırabın yükünü
omuzlarında hisseder. İçsel olarak, birçokları tıpkı ataları gibi
kendilerini erkekliklerinden, gÜçlerinden ve vakarlarından yok
sun bırakılmış hissederler. Bu durumun çaresi onların atala
rının çektikleri ıstırabı onurlandırmaları, o ıstıraba saygı duy
malarıdır. Çekilen ıstırap onurlandırılmadığında, bir kuşak
tan diğerine olan doğal sevgi akışı engellenir; bu torunların
kaderinin ataların kaderini yansıtacağı anlamına gelir. Bu
gerçek durumlar olarak ortaya çıkmayabilir, ama diğer koşul
lar aynı duyguları, aynı hisleri yaratacaktır. Kölelerin torunla
rı olan ve babalarının ailelerini terk ettiği bireyleri içeren bir
çok takımyıldız çalışmasında ben babanın temsilcisinden oğlu
nun ya da kızının temsilcisine şöyle demesini isterim: " Çok
üzgünüm, halkımızın omuzlarındaki yük çok ağırdı, ben bu
yükü taşıyamadım. " Gözlemlerim sonucunda şu benim için
çok aşikar olmuştur ki, kölelik yükü birçok siyah erkeğin ba
balık rolünü yerine getirmesini çok zorlaştırmıştır, onlar bunu
222
54.fri.Rgiı X.öfeferi Onurfiıtufırma{
atalarının kaderini onurlandırıncaya dek yapamazlar.
Peki, onların atalarının onuru nerededir? Temsili bir sis
tem olan aile takımyıldızı çalışmasında, ben çoğu kez bir katı
lımcıdan -onun kim olduğunu ya da kaç kişi olduklarını bilme
sek de- bir köle atayı temsil etmesini istemişimdir. Köle ata
nın sisteme sokulması bir anda çok şeyi gözler önüne serer.
Bugünkü torunların temsilcileri çoğunlukla mide bulantısı,
güçsüzlük ve daha birçok fiziksel semptomu hissettiklerini bil
dirirler; hatta birçokları başlarını kaldırıp atalarının gözlerine
bakamazlar. Torunların bu tepkisi onların atalarının çektikle
ri ıstırabı onurlandırmadıklarını ve ona hak ettiği yeri verme
diklerini açıkça gösterir. Eğer onlar böyle yapmış olsalardı,
atalarının yükünü bu şekilde taşıyor olmazlardı. Istırap dön
güsünü kırmak için, ben köleden torunlarına şöyle demesini
isterim: "Biz güçlü bir halkız ve her şeye rağmen dayandık. "
Ya da, "Biz çok büyük bir ıstırap çektik, ama yine de size ya
şam verdik. Biz dayanabildiğimiz için siz yaşıyorsunuz ! "
Bu sözler onu işitenlerde muazzam bir etki yapar. Kölele
rin torunları olmak yerine, onlar artık dirençli ve güçlü olan,
her şeye rağmen dayanmış olan, vazgeçmemiş olan, bir köşeye
kıvrılıp ölmemiş olan, hayatta kalıp bu dünyaya çocuklar ge
tirmiş olan bir halkın torunlarıdır. Bu onların mirasıdır ve bu
ne muhteşem bir mirastır!
Bu küçük ama muazzam perspektif değişikliği bir insanı
ebediyen değiştirir, o sizin kendinize, dünyaya ve onunla iliş
kinize bakış biçiminizi değiştirir. "Vay canına, ben ne kadar
zenginim! " "Tanrım, siyah doğduğum için ne kadar şanslıyım!
Ben böylesine bir onuru ve böylesine zengin bir mirası hak et
mek için ne yaptım? " Bu, bugün Amerika'da ve Karayipler'de
yaşayan siyah insanların gerçek mirasıdır. Evet, kölelik yaşan
mıştır, evet, Avrupalılar siyah ırka karşı işlenen suçlardan so-
223
'Bireylerin, .9Lifeferin ve 'l{usfarın 1yifeşmesi
rumludurlar, ama şimdiye dek en büyük kuşaksal zarar atala
rına saygı gösteremeyenler tarafından verilmiştir.
Bir takımyıldız çalışmasında, torunlar köle atalarının çe�
tikleri ıstırapla birlikte onların kuvvetini de onurlandırdıkla
rı anda köle ata kendini çok çok daha iyi hisseder. Ölmüşle
rimiz bizi asla terk etmezler ve atalarımız her zaman bizimle
birliktedirler. Öldükten sonra bile, onlar bizim tarafımızdan
onurlandırıldıklarında ve kalbimizde yer aldıklarında şifa bu
labilirler.
Irk ayrımı tarafından köleleştirilmiş olan Afrikalı-Ameri
kalıların, Karayiplilerin ve Güney Afrikalıların torunları, kö
lelerin torunları olmaktan çok, her şeye dayanmış olan güçlü
insanların torunlarıdır. Bu durumda epey vakar vardır ve ben
Afrika kökenli tüm insanları miras almış oldukları şeyin onu
runa atalarının önünde saygıyla eğilmeye davet ediyorum. Ay
nı şey Yahudiler ve başkalarının ellerinde ıstırap çekmiş olan
her insan topluluğu için geçerlidir. Köle tacirlerinin torunları
nın da atalarının haksız kazançlarının sonuçlarıyla, yani suç
luluk duygusuyla yaşıyor olabileceklerini bilmeleri eşit derece
de önemlidir. Olanı onurlandırmak, olana saygı göstermek çok
önemlidir.
224
9
225
'Bireyferin, Jtifeferin ve 'U[usfarın 1.y ifeşmesi
Batı'da yaşayan birçoğumuz Hindistan'a spiritualitenin
anası olarak saygı duyarız . Modern spiritüel değerlerimizin
birçoğu Beatles grubunun ve diğerlerinin çeşitli guruların fi
.
kir ve öğretilerini müzik ya da direkt öğreti yoluyla geniş kit
lelere sundukları 1960'lara dayanır. Son otuz yıl içinde, yoga
olağan bir uygulama haline gelmiştir; hemen herkes "Om"
sözcüğünün ne anlama geldiğini bilir. Vejetaryenlik, Ayurve
dik tıp, çakralarımızın durumu ve karma gibi Doğu'dan kay
naklanan birçok spiritüel uygulama Batı popüler kültürünün
ayrılmaz bir parçası olmuştur. Aslında, belli çevrelerde, eğer
siz Swami Yogananda'nın Bir Yogi 'nin Özgeçmişi adlı kitabını
okumamış, Osho'nun ya da Sai Baba'nın adını hiç duymamış
sanız, kesinlikle " spiritüel" olarak görülmezsiniz . Hindistan'
ın spiritualitesi Batı kültüründe öylesine moda haline gelmiş
tir ki bir zamanlar Steve ya da Jenny olarak bilinenler spiritu
alitenin beşiğindeki, Hindistan'daki bir aşramı ziyaret ettik
ten sonra Viyom ya da Prem gibi isimler almışlardır. Bu neyle
ilgilidir?
Batı'da, Hıristiyanlık çoğu kez haklı olarak kötülenmiş
tir. Çeşitli kiliselerin işledikleri suçlara, ikiyüzlülüğün neden
olduğu acıya, kadınlara, evlenmemiş çiftlere, eşcinsel toplulu
ğa karşı yapılan ayrımcılığa baktığımızda, Hıristiyanlığın bize
sunacak hiçbir şeyi olmadığı sonucuna varır ve Hint spirituali
tesini daha üstün olarak, sevgi dolu bir Tanrı düşüncesine da
ha yakın olarak görürüz. Bu gerçekten doğru mudur? Hindis
tan' da bir süre kaldıktan ve Aile Takımyıldızı çalışmasıyla in
sanları çok yakın biçimlerde tanıdıktan sonra bu soruyu ke
sinlikle "hayır" diye yanıtlayabilirim. Öyle görünüyor ki Batı
Hıristiyanlığı 'nın dogması eşit biçimde Doğu felsefesi tarafın
dan yansıtılmaktadır. Hindistan'a gitmeden hemen önce, bir
Hıristiyan kökten dinci bana Aralık 2004'te meydana gelen
226
Hintfistaıı'a 'Bir (jeçiş
tsunaminin Tanrı 'nın, tek oğlu İsa'yı kurtarıcıları olarak ka
bul etmeyen Sri Lanka'nın, Endonezya'nın ve Hindistan'ın
gayri-Hıristiyan uluslarına verdiği bir ceza olduğunu söylemiş
ti. Benzer biçimde, bir Müslüman imamın Allah'ın bu ulusları
Noel ahlaksızlığına ve Batılı turistleri eğlendirmek için seks
endüstrisinin gelişmesine izin verdikleri için cezalandırdığını
söylediğini duydum. Bu benim bu konuda Hintlilerin ne dü
şündüklerini merak etmeme neden oldu; hiç kuşkusuz onların
görüşü epey farklı olacaktı. Özünde, bu görüş farklı değildi.
Onlar çoğu balıkçı olan halkın yok ettikleri balık yaşamları
yüzünden okyanusa olan borçlarını ödeyebilmeleri için karma
tarafından yok edildiklerini düşünüyorlardı. İ şte o anda inan
mayanları terbiye etmek için cezalandırıcı bir Tanrı yaratma
ihtiyacının -bir Hıristiyan sorunu, bir Müslüman sorunu ya da
bir Hindu sorunu değil- küresel bir insan sorunu olduğunu
anladım.
Her birimiz, şu ya da bu zamanda daha büyük bir şeyi
ararken, Tanrımız'la birliğe doğru, her nedense Tanrı'nın ne
istediğini bildiğine hükmettiğimiz "daha yüksek bir otorite"
tarafından verilmiş bir emredici, kesin plana sahip olma ihti
yacı duyarız. Bu bir papaz, bir papa, bir imam, bir rabbi ya da
guru olabilir. Ancak, onların söyledikleri şey gerçekten doğru
mudur? Doğru olduğunu kanıtlayabilir miyiz? Bunu yapabile
ceğimize inanmıyorum. Biz bunu yaparız, çünkü -o ne kadar
saçma ya da insan kardeşlerimiz için şefkat ve anlayıştan ne
kadar yoksun bir yol olursa olsun- dar bir biçimde tanımlan
mış bir yolda kalmamız kendimizi güvende hissetmemizi sağ
lar; böylece kendimizi güvende hisseder, öldükten sonra cen
nette bir yeri garantilediğimizi ya da gelecekte, bu ya da son
raki yaşamımızda daha iyi bir karmaya sahip olacağımızı dü
şünürüz. Bu durumda ben, "Peki, sevgi nerede? " diye sormak
227
'Bireyferin, .91.ifeferin ve 'U[usfann 'İ.y ikşmesi
isterim. İnsanlar arasindaki sevginin gücü bu daha büyük, gü
ya ruhani olan planın neresinde yer alır? Ben, biz spiritüel ifa
demizde ister Hıristiyan, ister Hindu, ister Müslüman, Metafı:
zikçi ya da Yeni Çağcı olalım, sevginin hiç de dikkate alınma
dığı sonucuna vardım. Daha önemli görünen şey, bunların in
sanlar üzerindeki sonuçları her ne olursa olsun, kurallara ve
boş inançlara uymaktır, birçokları spiritüel çekiciliğe kapıl
makta, spiritüel olmanın bizi bir biçimde özel ya da diğerlerin
den biraz daha önemli kıldığını düşünmektedir. Biz tüm bun
ları yapar, sırf bir gruba ait olma ihtiyacından ötürü bu süreç
te insanlığımızı feda ederiz . Biz bir gruba, bir dine ya da -bu
Tanrı ister Şiva, ister İ sa, Allah ya da Buda olsun- belli bir
Tanrı'ya ait olmak isteriz . Hindistan'da da, başka her ulusta
olduğu gibi -ırk ya da dini inançlar her ne olursa olsun- biz an
ne ve babamıza ya da ailemize ait olmadığımızda, ne kadar
çok mantra çekmiş, ne kadar çok kiliseye, sinagoga, camiye
gitmiş olursak olalım, birilerine ait değilizdir.
Hindistan'da birlikte çalıştığım bireyler çığır açıcı öncü
lerdi ve ben onlardan çok şey istedim. Onlardan Ruhlarını çı
rılçıplak açmalarını, görüntüyü korumaya ve kurallara uyma
ya her şeyin üzerinde önem verir görünen bir toplumda ve
kültürde itibarlarını yitirmeyi göze almalarını istedim. Bu kı
rılması çetin bir ceviz olacaktı.
Öyleyse şimdi Hint kültürünün karşı karşıya bulunduğu
sistemik sorunlara bir bakalım.
228
Jiiıufistan'a 'Bir (jeçiş
derin kalıtsal bir etki yaparak birçok kuşağı kapsayan yaygın
sorunlar yer almaktadır:
Evlat Edinme: Çok fazla çocuğa, belki çok fazla kız ço
cuğuna sahip olduğunu düşünen çiftlerin çocuklarını başka ai
le üyelerine, bazen uzak akrabalara evlat olarak vermeleri ol
dukça yaygın bir uygulama olarak görünmektedir. Bu evlat
edinmelere çoğunlukla çocuğun doğumundan önce, bazen ha
milelikten önce karar verilmekte ve buna kısır bir kadına bir
çocuk vermek istemek ya da çocuğa karşılık para ve mülk al
mak istemek neden olmaktadır.
Aile-içi Şiddet: Evli erkeklerin ailelerini demir bir yum
rukla yönetmeleri çok olağan görünmekte ve bir kocanın karı
sını ve çocuklarını dövmesi çoğunlukla normal ve kabul edile
bilir bir şey olarak görülmektedir.
Ayarlanmış Evlilikler: Bu tür evliliklerin birçoğu geniş
aile tarafından desteklendiği için iyi yürüse de, birçok takım
yıldızda şu aşikar oldu ki, evli · çiftlerin biri ya da her ikisi de
bir başkasını seviyordu, ama ebeveynleri onların diğer kişiyle
evlenmelerine izin vermemişlerdi. Bu birçok bireyin kendileri
ni sevgisiz ilişkilerin kapanına kısılmış hissetmelerine, her iki
eşin de kültürel yükümlülükten ötürü birlikte kalmaktan baş
ka bir seçenekleri olmadığını hissetmelerine neden olmakta
dır.
Dullar: Onlar ailenin "yüzkarası" olarak görülürler. Ben
Hint kültürünün birçok kesiminde, bu durum daha çok geç
mişte kalsa da, dulların hfila kötü şans olarak görüldüklerini
öğrendim. Bu yüzden onlar düğünlere, cenaze törenlerine, ai
levi kutlamalara ve dini bayramlara davet edilmiyorlar. Bu ço
ğunlukla dul kadınların çocuklarının yetişmesinde söz sahibi
olmadıkları ve kendi ailelerinde bir tür tutuklu olarak yaşa
dıkları anlamına gelir.
229
'Bire!:fkrin, Jtife.fe.rin ve 'U[usfarvı Z!:fi{e,şmesi
Bebek Ö lümü: Hint kültüründe bebek ölümü ve çocuk
düşürme olayı Batı 'da gördüğümden daha yüksektir ve bunlar
aile sisteminde aynı, hatta daha büyük ölçekte olumsuz sonuç
lar yaratmaktadır.
Hint Takımyıldızları
Ayarlanmış Evlilik
230
:Jiimfistan'a 'Bir (.jeçiş
duyduğunu söyledi. Hint kültürü çerçevesi içinde, çözümü
oluşturan iyileştirici cümle şöyle oldu : "Aramızda durumun
böyle gelişmiş olması çok acı, çünkü seni çok sevmiştim. Şimdi
sana kalbimde bir yer veriyorum. Ve şimdi, atalarımızın gele
neklerinin onuruna, karıma ve çocuklarıma dönüyorum, çün
kü bu benim kaderimdir. "
Bu iyileştirici cümle Batı kültüründe benzer bir durumda
ille de işe yaramayabilir. Ancak, Ruh'un doğası kadere boyun
eğmek olduğundan karı koca arasında daha büyük bir akış ya
ratan şey sevginin, aile geleneğinin ve kaderin kabul ve tasdik
edilmesi olmuştu. Kader kabullenildiğinde, sevgi akabilir; biz
kadere direndiğimizde, sevgi akışı bozulur ve sapmalar ortaya
çıkar; bu aile vakasında, karı koca arasında şiddet ortaya çık
mıştı. Çözümün oluşmasına yardımcı olan bir diğer iyileştirici
cümle şuydu: " Seni dövdüğümde, sevgi tahrip oldu ve ben bu
yüzden çok üzgünüm. Bu davranışımın sonuçlarını kalbimde
taşıyorum. "
Aile-içi Şiddet
231
'Bireyferin, Jl.ifeferin ve 'Ufusfarın '.İ.y ifeşmesi
mm kendi babasının temsilcisiyle karşı karşıya geldiğinde kü
çük bir oğlan çocuğu gibi hüngür hüngür ağladı. O babasına
sarılıp tüm varlığıyla "Baba" dedikten sonra, oğluna bakabil
di, onu kucaklayabildi ve onun babası olmaktan dolayı kork- ·
232
'a '13 ir Çeç iş
yitirmeyi göze almaya ve gerçeği maskesiz ve bahanesiz bir bi
çimde kucaklamaya istekli olduklarını gösterdi. Hindistan'da
çalıştığım bireylerin hepsi gerçekten de aslan yürekliydi.
233
10
ŞÜKRAN VE SAHİCİLİK
235
'Bireykrin, Jt.ikkrin ve 'l[usfarın iyileşmesi
yeniden yazma gücüne sahibiz. Bu çabanın önündeki en bü
yük engel bize yaşam vermiş olanlar için duyduğumuz sevgi
den korkmamızdır. Bu sevgi çok derinlere işlediği -yadsına
maz olduğu- ve en derin özlemimizin büyük bir bölümü ebe
veynlerimizi kalplerimizde bir olarak tutmak olduğu için bu
sevgiden korkarız. Bu sevgiden korkarız, çünkü kendimizi sev
ginin orada olmadığına ya da yeterince iyi olmadığına ikna et
mişizdir. Ö zlemi hissetmenin acısından kaçınır, hatta düş kı
rıklığına uğramaktan korktuğumuz için bir özlem olduğunu
bile inkar ederiz. Ö zünde, bu kendimize karşı yaptığımız en
büyük baltalamadır; biz sevginin orada olmadığından korkar
ve onu keşfetme ve hissetme fırsatını kendimizden esirger, sü
rekli olarak onunla yüzleşmenin çok zor ve acı verici olduğunu
düşünür, böylece çok korktuğumuz bu acıyı uyuşturup duru
ruz . Bu ayrılık acısı bizim işleyiş biçimimiz haline gelir, yaşa
mımızın her veçhesi onun tarafından yönetilir ve o bizim ha
yatta yolumuzu gösteren pusulamız olur, ilişkilerimizin ve ya
şam koşullarımızın birçoğunda, en kötüsü de kendimizde bu
acıyı tekrar yaratır. Burada basit bir benzetme yapacağım: İyi
arabalar kötü fabrikalardan çıkmazlar. Tümüyle insani olan
bir düzeyde, ebeveynlerimiz Tanrı ' dır, onlar yaşamımızın kay
nağı ve bizim yaratıcılarımızdır. Bize verilmiş olan yaşamı
reddettiğimizde, "Babam benim için yeterince iyi değildi" veya
"Annem beni yeterince sevmedi" dediğimizde, araba fabrikası
nın kötü bir fabrika olduğunu ve dolayısıyla imal edilen araba
nın -bizim- yeterince iyi olmadığımızı söylüyor oluruz. Biz ola
nı reddettiğimizde, kendimizi reddediyor oluruz. Biz olmuş
olanı reddettiğimizde, yaşamın kendisini reddetmiş oluruz.
İnsanlarla kişisel bir düzeyde çalışırken, birçokları kari
yerleri ve ilişkileriyle ilgili olarak danışmak üzere bana baş
vurmuşlardır. Çoğu kez onlar aradıkları şeyi -bu ister refah,
236
Siif\r;an ve Sa!ıicifif(
ister sevgi dolu stabil bir ilişki, ister başarılı bir kariyer olsun
bir türlü elde edemediklerini ya da bunların uzun sürmediğini
açıklarlar. Çoğu bu konularda yıllar boyunca uğraşmış, ama
çok az bir başarı elde etmiştir; isteklerine erişmek için olumlu
düşünme ve onaylamaları, meditasyonu ve diğer istekleri teza
hür ettirme yöntemlerini uygulamış olsalar da, yaşamın gizem
li yolu uzun bir sopanın ucundaki havuç gibi kalmıştır. Onlar
yaşadıkları zorlukları ve işlerinin hep ters gitmiş olmasıyla
ilgili düş kırıklıklarını anlattıktan sonra, ben onlara basit bir
soru sorarım: "Hangi ebeveynine saygı duymuyorsun?" Bu so
ru karşısında onlar şaşırır, bazen bana kuşkuyla bakar ya da
kızarlar, ama soru her zaman yerindedir ve sonunda gerçek
ortaya çıkar. Eğer onlar ebeveynlerinden birine saygı duyma
dıklarını kabul edemiyorlarsa, ben onlara şu soruları sorarım:
" Kendini hangi ebeveynine eşit hissediyorsun?" ya da "Kendi
ni hangi ebeveyninden daha üstün hissediyorsun?" Bir kez
kendilerini toparladıklarında, çoğu savunmaya geçer, kendini
haklı çıkarmaya çalışır ve bu sırada yaşamlarının senaryosu
nu açıklayan öykü sergilenir. Bir kez senaryo gözler önüne se
rildiğinde, onlar bu senaryonun halen yaşadıkları ıstırap ve
zorluklarla ne ilgisi olduğunu sorarlar. En basit yanıt şudur:
Yaşam bize ebeveynlerimiz vasıtasıyla aktarılmıştır ve dolayı
sıyla olduğumuz ve olmayı umduğumuz her şey onların saye
sindedir. Bu kaçılamaz ve yadsınamaz bir gerçektir. Biz ebe
veynlerimize baktığımızda, onlara yaşamlarını büyük-ebeveyn
lerimizin, büyük-ebeveynlerimize de büyük-büyük-ebeveynle
rimizin verdiklerini ve bunun tüm yaşamın büyük bir gizem
olan başlangıcına dek dayandığını ve çoğumuzun sihirli evre
nimizin parçalı-bulmacasının (puzzle) sadece bir bölümünü al
gıladığımızı idrak ettiğimizde, en değerli armağan olan yaşa
mın ve binlerce yıllık atasal deneyimin ve tekamülün bize
237
'Bireyferin, Jl.ifeferin ve 'Ufusfarın 'İ.y ifeşmesi
annemiz ve babamız tarafından verilmiş olduğunu goruruz.
Biz her şeyi onlara borçluyuzdur ve onlara hak ettikleri yeri
vermediğimizde ve böyle armağanların alıcısı olarak kendi ye
rimizi yadsıdığımızda, yaşamı, tüm yaşamın kaynağını ve si
hirli evreni yadsımış oluruz.
238
Sükt:aı ve Safıici[if(
terk etmiş olan bir ebeveyn bizim için mükemmel bir ebeveyn
olabilir? Nasıl olur da biz çocukken ölmüş olan bir ebeveyn
mükemmel bir ebeveyn olabilir? Çok basit . . . çünkü biz ebe
veynlerimiziz. Biz onların yeteneklerini ve becerilerini miras
alırız, onların içsel bilgi ve deneyimlerini miras alırız, tıpkı on
ların da bunları kendi ebeveynlerinden miras almış oldukları
gibi. Ve biz yaşamımızı onlara borçluyuzdur. Bu basit bir ger
çektir.
Ebeveynlerimize boyun-eğmek, yaşam armağanını bize ak
tarıldığı şekilde, hiç duraksamadan ve sorgulamadan tam ola
rak almak anlamına gelir. Böyle yaptığımızda, kalplerimizi ya
şamın nimetlerini tam olarak alacak şekilde açarız . Bunu yap
madan önce, bizim olanı " almak" için çoğunlukla mücadele et
memiz gerekir ve yaşamın nimetleri olarak gördüğümüz şey
leri en nihayet "elde ettiğimizde , " onlar genellikle bize boş
gelirler ya da istediğimizi düşündüğümüz şeyi aslında isteme
diğimizi hissederiz. Biz eksik olduğumuzda, hayatımızdaki hiç
bir şey, ne işimiz ne de ilişkimiz bize tamammış gibi gelir,
hepsi bir şeylerin eksik olduğu duygusunu taşır; eksik olan şey
bizim ebeveynimizin yaşamla kutsanmış çocuğu olmamızdır.
Kısa bir süre durup bu kitabın arkasındaki meditasyonu
uygulayın. O sizin ebeveynleriniz vasıtasıyla tüm sevginin ve
yaşamın Kaynağı ile aranızdaki derin bağlantıyı hissetmenizi,
onunla dolmanızı ve onun karşısında huşu duymanızı sağlaya
caktır. İsa, "Annenize ve babanıza saygı gösterin" demişti,
çünkü o bir Üstat olabilmek için olana karşı tüm direnci bı
rakması gerektiğini biliyordu. Biz ebeveynlerimizi reddettiği
mizde ya da kendimizi onlardan bir biçimde üstün gördüğü
müzde, gerçekte bize verilmiş olan yaşama "hayır" diyor, ka
dere ve işlerin düzenine meydan okuyor, böylece kendimizi ev
renin yaratıcı yaşam gücünden koparıyor oluruz.
239
'Biregfe.rin, Jlife.fe.rin ve 'Ufusfarın 1gifeşme.si
"Evet, ama" Tuzağından Kaçınmak
Birçok kişi kendilerine ebeveynleri tarafından verilmiş olan
yaşam armağanının muazzamlığını hemen kavrasa da, onlar
yine de "evet, ama" tuzağına düşebilirler. " Evet, ama" tuza
ğından kaçınmanın anahtarı neyin bizim işimiz olduğunu, ne
yin olmadığını bilmektir. Biz "evet, ama" tuzağına düştüğü
müzde daima bir başkasının işine yakalanmış oluruz, haddi
mizi bilmiyor oluruz, ki bu da örtülü ya da açık bir küstahça
kibre yol açar. Böyle bir kibrin ne anlama geldiğini anlamak
bizim için zordur, çünkü bu tanım bize kendini başkalarından
üstün gören, hükmedici, inatçı kişileri hatırlatır. Kibir birçok
kılığa girer ve o çoğu kez utangaçlık, birinin gözüne girmeye
çalışma ve sahte alçakgönüllülük maskesinin ardına gizlenir.
Sihirli bir yaşam sürebilmek için tam anlamıyla dürüst olma
mız ve kibrin her şekliyle açıkça yüzleşmemiz gerekir. Bize ve
rilen yaşamı hiç sorgulamadan kabul ve tasdik ettiğimizde, cen
netin kapılarını ardına dek açarız .
240
Siik!;an ve Sahicifi{
olmadığını iddia etmektir ve biz bu duruma kalplerimizi ebe
veynlerimize kapatarak ya da yetersizliklerinden ötürü onları
yargılayarak karşılık veririz . Ancak, sihirli bir hayat yaşama
nın bir parçası, var olan o yüzde yirmiye boyun eğınek ve onu
tam olarak almaktır. Olanı küçümsemek yerine böyle yapma
nız, sevgi akışını size doğru akmaya teşvik eder. Özünde, var
·olanı kabullenmeniz, ona karşı direnmemeniz ve size verilmiş
olan yaşama karşı şükran duymanız sonucunda daha fazla
sevginin akması için bir kapı açarsınız . Bizim rüzgarı değişti
remeyeceğimiz, ama yelkenlerimizi kullanma biçimimizi değiş
tirebileceğimiz ve o rüzgarı ilerlemek için kullanabileceğimiz
söylenmiştir. Ebeveynleriniz ölmüş olsalar bile, bu prensip yi
ne de geçerlidir, çünkü yapmanız gereken şey içsel bir hare
kettir.
Bağışlama
Kendimizi ya da başkalarını bağışlamak enerjimizi daha başa
rılı bir tezahür için serbest bırakmak açısından çok gereklidir.
Bağışlamaya çalışırken farkında olmanız gereken bazı önemli
şeyler vardır. Kendinize şu soruyu sorun: "Benim için huzura
kavuşmak mı, yoksa haklı olmak mı daha önemli?" Bu soruya
zaman harcamanız ve onu mutlak bir dürüstlükle yanıtlama
nız gereklidir. Hepimiz olmasa bile, çoğumuz şu ya da bu za
manda huzurlu olmaktan çok haklı olmayı isteriz, bu yüzden
içsel duygunuzu açık bir kalple ve net bir biçimde kontrol
edin. Bağışlama konusunda en büyük sorun, bağışlamış gibi
yapma tuzağına düşmektir. Bunu yaparız , çünkü birçoğumuz
"iyi"nin " kötü"yü bağışladığı ya da "doğru"nun "yanlış"ı ba
ğışladığı bir pozisyonu alırız. Eğer içsel pozisyon buysa, o za
man bağışlama gerçekten yapılmamış demektir. Bağışlama,
24 1
'Bireylerin, Jl.ifeferin ve 'l{usfarın 1-yifeşnusi
kısmen, kendinizi ve diğer kişiyi insan olarak görmek, dolayı
sıyla onu hata yapmaz ya da başkalarına zarar vermeme ko
nusunda kendinizle eşit yetenekte görmemektir. Bağışlama,
sevgi gibi, olanı tümüyle kabullenmek olarak tanımlanabilfr.
Bağışlama terimini kullanırken dikkatli olmalı, bu konuda ken
dimizi üstün görerek davranmadığımızdan emin olmalıyız .
Aile Takımyıldızı sürecinde, güçlü nefret duygularının diğer
kişiye duyulan sevginin derinliğine eşit olduğunu ve direncin
çözüm için duyulan derin bir özlemi gösterdiğini de gördük.
Ruh her şeyi dahil eder ve her şeyi eşit olarak görür. Bir
terapist olarak, çoğumuzun sonunda en az saygı duyduğumuz
ebeveynleri ve bireyleri taklit ettiğimizi gözlemlemiş bulunu
yorum. Bu taklit Ruh'tan gelen bir itilimden, dışlanmış olana
eşit olma yoluyla bir dengesizliği düzeltme itiliminden kay
naklanır. Ebeveynlerle çalışırken, çoğu kez onlara çocukları
nın onlar hakkında ne diyebilecekleri konusunda ne düşün
düklerini sorarım. Çoğu danışanımı şaşırtan bir biçimde, bu
ebeveynler dürüst olduklarında, kendilerinin kendi ebeveynle
rini nasıl gördükleriyle çocuklarının onları nasıl gördükleri ara
sında bir sürü paralellik bulunduğunu açıkça görürler. Armut
gerçekten de ağacının dibine düşer.
Spiritüel Tuzaklar
Günümüzün spiritüel ve daha metafiziksel düşünüş biçimle
riyle, yaşamla ilgili spiritüel görüş açımızı diğer görüş açıların
dan daha üstün olarak algılamama konusunda dikkatli olmalı
yız . Ruh için her şey eşittir ve her bir gelenek ve düşünüş bi
çimi birileri için uygun olan bir yere sahiptir.
Oldukça sık bir biçimde, ebeveynlerimizin kuşağını bir
çok bakımdan eski kafalı, sınırlı ve kısıtlayıcı olarak görme tu-
242
Sü/(?;an ve Safıicifif(
zağına düşebiliriz. Ancak, bunun gerçeğine gerçekçi bir biçim
de bakmayı seçebiliriz. İnsanlığın vicdan ve bilinç gelişimini
göz önüne aldığımızda, her bir kuşağın bu alanlarda değişip
gelişmiş olduğunu ve bu gelişimi bir sonraki kuşağa aktarmış
olduğunu açıkça görebiliriz. Çok eski zamanlardan beri, her
bir yaşlı kuşak "günümüzün gençlerinden" yakınmıştır ve bu
da her bir kuşağın tekamül yolunda sadece bir derece ilerledi
ği, tekamülün geçen her kuşakla biraz daha hız kazandığı ger
çeğine tanıklık eder. Kendilerini yeni şifa ve varoluş biçimleri
nin öncüsü olarak görenlerimizin bu olağanüstü gelişimin mey
dana gelmesi için yeni temelleri atanın ebeveynlerimizin kuşa
ğı olduğunu hatırlamaları gerekir. Bu kitabı okuyanlarınızın
çoğu çok kapsamlı sosyal değişimleri getirmiş olan İkinci Dün
ya Savaşı'nın ve diğer olayların çocu klarının ve yetişkinlerinin
çocukları ya da torunlarıdır. Dolayısıyla, bizim önceki kuşak
ları şükranla ve alçakgönüllülükle onurlandırmamız gerekir,
çünkü onlar düşünüşte bugün hepimizin yararlandığı değişim
lerin bedelini kendi yaşam kaliteleriyle ödemiş olan çığır açı
cılardı.
Spiritüel Kibir
Güneşli bir Cumartesi günü alternatif yaşam tarzı ve metafi
zik konularında yayın yapan bir dergi tarafından düzenlenen
Metafiziksel Kahvaltı adlı bir toplantıya katıldım. Toplantıdan
sonra, otoparkta arabama doğru yürürken iki kadının üçüncü
bir kişiyi yüksek bir sesle eleştirdiklerini işittim. Kadınlardan
biri sözlerini şöyle bitirdi: "O kim olduğunu sanıyor ki, o spiri
tüel bile değil! "
Bu öyküyü anlatmamın amacı yeni şifa, düşünüş ve varo
luş biçimleriyle ilgilenen birçoğumuzun öldüğümüzde cennet-
243
'13ireykrin, Jlikkrin ve 'lfusfarın 1yifeşmesi
te özel bir yerimizin olacağı ya da sırf meditasyon yaptığımız,
şifacı, terapist, metafizik öğretmeni ya da öğrencisi olduğu
muz için yaşamımızın gayri-fiziksel bir ruhani otorite tarafın
dan kutsanacağı düşüncesinin tuzağına düşmesini içeren bi:i
illüzyonu ortadan kaldırmaktır. Bana göre, ruhsal gelişimimiz
olana eşit olma ve olanı kabullenme yeteneğimiz tarafından,
bir başka deyişle . . . sevme yeteneğimiz tarafından belirlenir.
244
Siif\!:an ve Safıici(if(
riz . Şifa sanatlarını uygulama konusundaki gerçek güdümüzle
ilgili olarak kendimize karşı dürüst olabildiğimizde, hizmet et
tiğimiz insanlara daha yararlı olabiliriz. Çünkü böyle yaptığı
mızda, artık danışanlarımızı, bireyleri, ulusları ya da gezegeni
kurtarmayı istemez, onların zamanın bu anında bulundukları
yere saygı gösterir ve bizden istediklerinde onlara yardım ede
riz . Buna ek olarak, şifacılar ve terapistler olarak, bir kez ken
di güdümüz hakında dürüst olduğumuzda, başkalarının olum
lu ve olumsuz kanılarından bağımsız hale gelir, sırf bunu yap
mak bizim doğamızda olduğu için işimizi yaparız . Biz onay
lanma aramadığımızda ve bir biçimde özel ya da farklı oldu
ğumuz kavramından kurtulduğumuzda, gerçek benliğimizin
özü yaratmış olduğumuz maskelerin tabakalarını aşıp ışık sa
çabilir. Bir şifacı ya da terapist olmak bizi özel kılmaz ; ger
çekten de, benim gözlemime göre, bu dünyada en sıradan in
sanlar olağanüstü işleri başarırlar, çünkü onlar kendilerini
özel biri olarak görme tuzağına düşmeden sadece yaptıkları işi
yapmaktadırlar, çünkü böyle yapmak onların doğasıdır. Gandi
ve Nelson Mandela bu konuda aklıma gelen iki örnektir . . . on
lar sıradan sorunları olan sıradan insanlardı, ama olağanüstü
işleri başarmışlardı.
Terapistler ve şifacılar olarak spiritüel cazibenin bizi içi
ne hapsedebileceği aldanmaya karşı dikkatli olmamız önemli
dir. Biz kendimizi dünyaya nasıl sunuyoruz? Şifacılık statü
müzü ve spiritüel statümüzü sergileyen üniformalar haline
gelen giysiler mi giyiyoruz? Belli beslenme, yaşama ve var ol
ma biçimlerinin diğerlerinden daha spiritüel olduklarında ıs
rar mı ediyoruz? Ö nemli olan, dünyaya bir biçimde özel oldu
ğumuzu söyleyen ideallere ve imajlara uyarak kendimizi hiz
met ettiğimiz dünyanın üzerine yükseltmeye çalışmak değil,
yaptığımız her şeyde sahici olmak, insan olmaktır. Birçokları,
245
'Bireyferin, Jlifeferin ve 'l{usfarm iyileşmesi
eğer siz bir şifacıysanız o zaman vejetaryen olmanız ya da " sa
de bir yaşam" sürmeniz gerektiğine inanırlar. Tüm bunlar bi
zi dünyadan ayırmak ve bir biçimde özel kılmak için tasarlap
mış "uymacılık" biçimleridir. Bu vejetaryenlik hakkında bir
bildirim değil, spiritüel beklentiler ve uymacılık (konformizm)
hakkında bir bildirimdir, çünkü herkes kendi bedenine uygun
olan beslenme biçimini seçmelidir.
246
11
Erkekler Kadınlar
D o
Düşükler (eğer cinsiyeti bilinmiyorsa) [O]
Ebeveynler ya da çiftler için erkeği sol tarafa, kadını sağ
tarafa yerleştirin. Çocukları ebeveynlerin altına, en büyük ço
cuk en solda yer alacak şekilde yerleştirin.
D O
D
İlk Çocuk
0İkinci Çocuk
D
En Küçük Çocuk
Oğlan Kız Oğlan
247
'13ire9ferin, Jlifeferin ve 'Ufusfarın 'İ.9 i{eşmesi
Ebeveyniniz daha önce bir başka evlilik yapmışsa ya da önemli
bir ilişki yaşamışsa, böyle bireyleri temsil eden sembolleri ba
banın sağına ya da annenin soluna yerleştirin. Ö nemli ayrıntı�
ları not edin.
Örnek 2
Baba Anne --
O D
nedeni
İlk Kansı- -- D o Nişanlı
ITJ G)
Hakkında bilgi sahibi olduğunuz kadar çok kuşak geriye gide
rek ve önemli olayları not ederek şemayı tamamlayın. Bu
önemli olayların örnekleri aşağıda yer almaktadır:
* Ebeveynlerin ya da büyük-ebeveynlerin erken ölümü
* Kaza sonucu ölümler, çocuk düşürmeler, ölü doğumlar,
bebek ölümleri
* Boşanma
* Irksal, dinsel ya da diğer kültürel nedenlerden ötürü
çiftlerin birbirlerinden zorla ayrılmaları
* Evlat edinmeler
* Ailenin yüzkarası rolünü oynamaya zorlanan ya da aile
tarafından reddedilen biri
* Kanser, AIDS gibi ciddi hastalıklar ya da bir ailede tek
rarlanan hastalıklar
248
1(endi 5life Ylğacınızı 'Yaratma!(
Öykü nedir? Ona karşı nasıl bir çekim hissediyorsunuz?
Meditasyonda, aile öykünüzün o bölümü üzerinde düşü
nebilir, ilgili bireylerle konuştuğunuzu hayal edebilirsiniz. En
uygun olan cümleyi hissederek aşağıdaki iyileştirici cümleler
den yararlanabilirsiniz:
" Sevgili . . . . . . . . . . . , bu kadar erken gitmiş olman çok acı,
çünkü hepimiz seni çok özledik. "
"Sevgili . . . . . . . . . . . . , bu kadar genç yaşta ölmüş olmana kar-
şın, ben hayatımı dolu dolu yaşarken lütfen bana şefkatle gü
lümse . "
" Sevgili . . . . . . . . . . . , bir zamanlar sen unutulmuştun, şimdi
ben seni (örneğin: ağabeyim, halam) olarak alıyor ve sana kal
bimde bir yer veriyorum. "
"Sevgili . . . . . . . . . . . . , sen çok ıstırap çekmiş olmana rağmen,
ben hayatımı senin şerefine tam olarak yaşayacağım. "
"Sevgili . . . . . . . . . . . . , bir gün yine buluşacağız. Ben uygun za-
manım geldiğinde geleceğim, ondan önce değil. Eğer kalırsam
bana şefkatle gülümse. "
Bunlar bir seminere katılmadan y a d a bir terapistle özel
olarak çalışmadan başlatabileceğiniz iyileştirici hareketlerin
birkaç örneğidir.
249
MEDİTASYON
/
I
1
1
\1 \ \\
' '
1 1 ' ' '
/ 1 \ \ ""
EJ 8 EJ 8 EJ 8 EJ 8
G@ G@
0 0
9
BBBB: Büyük-büyük Büyükbaba BBB: Büyük Büyükbaba
BBBA: Büyük-büyük Büyükanne BBA: Büyük Büyükanne
BB: Büyükbaba BA: Büyükanne B: Baba A: Anne
Sen: Çocuk
251
'Bireylerin, J'l.ifeferin ve 'Uf:usfarın iyileşmesi
Ebeveynlerinizin arkanızda durduklarını, babanızın sağ omzu
nuzun arkasında, annenizin ise sol omzunuzun arkasında dur
duğunu hayal edin. Onların ebeveynlerini de onların arkasına.
aynı şekilde yerleştirin. Büyük-büyük-ebeveynlerinizi de onla
rın arkasına yerleştirin, buna hakkında bilgi sahibi olduğunuz
başka kuşakları da ekleyin. Siz zamanın sislerine doğru bir yel
paze gibi yayılan yassı bir üçgenin sivri ucuymuşsunuz gibi, ar
kanızda sıra sıra uzanan aile kuşaklarını görmeye devam edin.
B� büyük kalabalığın giderek genişlemesine izin verin,
hayalinizde ona art arda kuşaklar ekleyin, ta ki tüm yaşamın
başlangıcını, kaynağını, o ilk kıvılcımı görene dek. Bu hfila bir
gizemdir, ama siz onu Tanrı ya da sadece " Kaynak" olarak
isimlendirmek isteyebilirsiniz.
Bir an durup her biri yaşam armağanını bir sonraki ku
şağa aktarmış olan bu geniş atalar kalabalığından gelen deste
ğin gücünü hissedin. Şimdi ebeveynlerinizle yüz yüze gelmek
için 180 derece döndüğünüzü hayal edin. Onların omuzları üze
rinden bu geniş kalabalığa bakın ve hayalinizde geriye gidebil
diğiniz kadar giderek her bir kuşağı gözden geçirin, onların de
neyim zenginliklerini hissetmenize izin verin. Her bir kuşak
zorluklara dayanmış, zaferler yaratmış ve bir sonraki kuşak
için gelecekteki gelişimin temellerini atmıştır. Tüm bu atala
rın zaman geçtikçe nasıl zihnen, kalben ve ruhen geliştikleri
ni, her bir kuşağın bir sonraki kuşak için yeni var oluş, yapış
ve düşünüş biçimlerine kapılar açmış olduklarını düşünün.
Şimdi ebeveynlerinize bakın ve tüm bu tekamülün, bilgeliğin
ve öğrenimin size karşınızda duran bu çok özel iki kişi tarafın
dan bir yaşam armağanı olarak verilmiş olduğunu idrak edin.
Şimdi içsel olarak yaşam için şükran duyarak ebeveynle
rinizin ve atalarınızın önünde saygıyla eğilin.
Bu meditasyonu istediğiniz kadar sık olarak yapabilirsiniz.
252
BİLİŞ ALANI
253
JOHN PAYNE HAKNDA
255
BİREYLERİN, AİLELERİN ve ULUSLARIN iYİLEŞMESİ
"Bu kitabın iyileştirici gücü temel gerçekleri bildirmesinden ve 'olan'ı
bahanelerden ve maskelerden yoksun bir biçimde kabul ve tasdik et
mesinden kaynaklanmaktadır. . . John Payne gizli bağlılıkların ve haklı
olma ihtiyacımızın nası l yaşamın zorluklarının birçoğunun özünde bu
lunduğunu ve yarattığımız öykülerin nasıl yaşamlarımızdaki birçok
illüzyonun, acının ve işlevsizliğin nedeni olduğunu vurgulamaktadır.
Onun bağışlamayla ilgili yepyeni yaklaşımı sizi yargılamanın ortadan
kalkacağı ve kendinize karşı sahici olmanızın sizi suçluluk, utanç,
içerleme ve öfke yükünden kurtaracağı bir yolculuğa ç ıkaracaktır."
- lyanla Vanzant, Living through the Mean time adlı kitabın yazarı
· �ı ıı ı
9 789756 793688
·
www.akasa.com.tr