You are on page 1of 211

JOHANNES SCHILTBERGER

Türkler ve
Tatarlar Arasında
( 1394- 1427)
Als Sklave im Osmanischen Reich
und bei den Tataren: 1394-1427

ÇEVİREN Turgut Akpmar


İletişim Yayınları 299 • Tarih-Politika D izisi 9
ISBN 975-470-459-7

1. BASKI 1995, İstanbul


2. BASKI 1995, İstanbul
3. BASKI 1997, İstanbul

KAPAK Üm it Kıvanç
DESENLER Bu kitaptaki ağaçbaskı desenler Schiltberger’in eserinin
A ugsburg 1477 ve Frankfurt 1554 baskılarından,
Je a n de M andeville’nin 1499’da StraKurg’da basılan
seyahatnam esinden ve Bernhard von Breydenbach’m
1486 tarihli seyahatnam esinden alınmadır.
DİZGİ Rem zi Abbas
KAPAK BASKISI Sena Ofset
İÇ BASKI ve CİLT Şefik M atbaası

İ le t iş im Y a y ın la rı
K lodfarer Cad. İletişim Han No. 7 C ağaloğlu 3 4 4 0 0 İstanbul
Tel: 212.516 22 60-61-62 • Fax: 212.516 12 58
1ttUuufyliítli)*/¡lnMt
İÇİNDEKİLER

Ç evirenin Önsözü 9
T U R G U T AK PIN A R
A vrupa’n ın tik Türkotoğu Bavyeratı
Johannes (H ans) Schiltberger (1381-1440) 11
T U R G U T AK PIN A R
A lm anların M arco Polo’su Schiltberger (1380-1440) ve Eseri 16
ROBERT A N H EG G ER
A lm an M arco Polo’su 23

- 1. Bölüm : Kral Sigismımd’un Türklerle Yapağı Meydan Savaşı 29


2. Bölüm : Türk Kralının Tutsaklara Karşı Davranışı 34
3. Bölüm : Bayezid’in Bütün Bir Memleketi Yoketmesi 38
4. Bölüm : Bayezid’in Eniştesiyle Savaşıp
O nu Öldürmesi (Karam an'm Fethi) 40
5. Bölüm : Bayezid’in Sivas Kralmı Kovması 44
6. Bölüm : Bizden Altmış Hırıstıyanm Tasarladığı Kaçış Planı 45
7. Bölüm : Bayezid’in Samsun Şehrini Fethi 48
8. Bölüm : Yılanlar ve Engerekler 49
9. Bölüm : Müslümanların Sürüleriyle Kış-Yaz Otlaklarda Kalması 52
10. Bölüm : Bayezid'in Mısır Sultanının Bir Ülkesini Elinden Alması 60
11. Bölüm : Mısır Sultanı Hakkında j 62
12. Bölüm : Timur'un Sivas Kırallığını Ele Geçirişi 64
13. Bölüm : Bayezid'in Ankara Savaşındaki Yenilgisi 66 >.
14. Bölüm : Timur’un Mısır Sultaniyle Savaşı 68
15. Bölüm : Timur’un Bağdat’ı Fethi 72
16. Bölüm : Timur’un Küçük Hindistanı Ele Geçirmesi 74
17. Bölüm : Bir Beyin Timur'un Birçok Malını Kaçırması 77
18. Bölüm : Timur’un Yedibin Çocuğu Ûldürtmesi 78
19. Bölüm : Timur’un Büyük H an ’a Karşı Savaş Girişimi (^ 8 C P )
20. Bölüm : Timur’un Ölümü 82
21. Bölüm : Timur'un Oğulları 84
22. Bölüm : Yusuf un Miranşah’ı Öldürtüp Devletini Ele Geçirmesi 86
23. Bölüm : Yusuf un Bir Kralı Yenip Kafasını Kestirmesi 87
24. Bölüm : Ebubekir'in Yanma Gelişim 88
25. Bölüm : Kıpçak Ülkesinde Bir Şehzade 89
26. Bölüm : Birbiri Ardından Hükümdar Olanlar 95
27. Bölüm : Putperest Bir Kadın ve Dörtbin Bâkiresi 97
28. Bölüm : Bulunduğum Ülkeler 99
29. Bölüm : Tuna ile Deniz Arasında Gördüğüm Ülkeler 100
30. Bölüm : Atmaca Kalesi ve Korunuşu 103
31. Bölüm : Fakir Bir Adamın Atm aca İçin Nöbet Tutması 104
32. Bölüm : Yine Atmaca Kalesi Hakkında 106
33. Bölüm : İpek (Böceği) Yetiştiren Ülke, İran ve Diğer Kıratlıklar 108
34- Bölüm : Babil'deki Büyük Kule 112
3 5. Bölüm : Büyük Tataristan 116
36. Bölüm : Tataristan’ın Benim Gördüğüm Yerleri 118
37. Bölüm : Ben Müslümanlar Arasında iken
Ne Kadar Sultan Gelip Geçti 121
38. Bölüm : Aziz-Katharine Kutsal Sina Dağı 12 7
39. Bölüm : M ambre (Nâsıra) Yakınındaki Kurumuş Ağaç Hakkında 130
40. Bölüm : Kudüs ve Kutsal M ezar 132
41. Bölüm : Cennette Dört A yn Suyu Olan Kaynak 139
42. Bölüm: Hindistan’da Biber Nasıl Yetişir 140
43. Bölüm: İskenderiye 142
44. Bölüm: Dev Gibi Bir Şövalye 147
45. Bölüm : Putperestlerin Çeşidi Dinleri 149
46. Bölüm: M uhammed ve Dininin Meydana Çıkışı 150
47. Bölüm: Müslümanların Paskalyası (Ramazan Bayramı) 157
48. Bölüm: Müslümanların Diğer Bir Bayramı 159
49. Bölüm: Müslümanların Kanunu 160
50. Bölüm : M uhammed Şarabı Müslümanlara Neden Yasakladı? 162
51. Bölüm: Bir Müslüman Mezhebi Hakkında 164
52. Bölüm: Bir Hıristiyan Nasıl Müslüman Olur 165
53. Bölüm: Müslümanların ¡sa ve Meryem Hakkındaki İnançları 168
54. Bölüm: M üslümanlann Hıristiyanlar Hakkında Söyledikleri 170
55. Bölüm: İddialara Göre Hıristiyanlar
Hangi Konularda Dinî Emirleri Tutmuyorlar 172
56. Bölüm: Muhammed N e Zaman Yaşadı? 173
57. Bölüm: İstanbul 175
58. Bölüm: Rumlar Hakkında 178
59. Bölüm : Rumların İnançları 180
60. Bölüm : İstanbul Şehrinin Kuruluşu 184
61. Bölüm : Gürcüler ve Ossetlerde Evlenme Adetleri 187
62. Bölüm: Ermeniler Şehirleri ve Adetleri 189
63. Bölüm : Ermenilerin İnançları 191
64. Bölüm : Aziz Gregorius 195
65. Bölüm : Bir Ejderha ve Tek Boynuzlu C an avar 198
66. Bölüm : Rum ve Ermenilerin Düşman Olmalarının Nedeni 207
67. Bölüm : Müslüman Ülkesinden Hangi Yollardan Geçerek Döndüm 211
ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ

S chiltberger'in Anılarını iki değerli ilim adamının teşviki üzerine


Türkçeleştirdim. Bu kitap, ilmi bir metin neşri olmayıp, eklenen
notlara rağmen aslında bugünkü Almanca metinlere dayanılarak ya­
pılmış bir çeviriden ibarettir.
Şimdiye kadar, Babinger'in Fatih hakkındaki büyük eseri başta ol­
mak üzere, bazı önemli eserleri çevirmeye niyetlendirme de (ki bu iş
zaman zaman benden ısrarla istenmiştir) dikkatli bir çevirme'nin sa­
nıldığı kadar kolay olmaması yüzünden hep vazgeçtim. Birkaç istisna
dışında çeviri işinden uzak durdum.
Fakat yıllarca önce değerli tarihçimiz Prof. Dr. Faruk Sümer'in bir­
çok defa tekrarlanan arzusuna ve değerli diğer bir ilim adamı Robert
Anhegger Hocamın isteğine karşı koyamadım.
Burada kendilerine olan saygı ve şükranlarımı tekrarlıyorum.
Umarım çevirim bu değerli bilginleri ve okuyucularımı hayal kırıklı­
ğına uğratmaz.

TURGUT AKPINAR

NOT: Anılar ve yazarı hakkında bir fikir vermek üzere kitabın başına sayın
Dr. R. Anhegger'in ve çevirmenin üç yazısı eklenmiştir.

9
AVRUPA'NIN İLKTÜRKOLOĞU
Ba v y e r a li J o h a n n e s
(HANS) SCHILTBERGER
( 1381 - 1440 )
TURGUT AKPINAR

B
ugün, Bavyera Eyaletinin başşehri olan Münih'te ve Freising ka­
sabası ve civarında binlerce Türk, misafir işçi olarak yaşamakta­
dır. Fakat bundan 550-600 yıl önce belki de ne bir tek Türk Bavye-
ra'yı görmüş ne de bir Bavyerali Türkiye'yi tanımıştı. Kader ve "Kıs­
met" (Almanlar bizim kısmet kelimesini "kismet" şeklinde ve aynı an­
lamda kullanırlar) bir genç asilzadeyi Alplerin eteklerinden alıp Türki­
ye'ye ve oradan Suriye, Mısır, İran, Ortaasya ve Sibirya'ya kadar sü­
rüklemiştir. İşte ilerde Türkolojinin kurucusu sayılacak bu Bavyerali
gencin romanlarda bile az rastlanan macerası ve yurduna döndükten
sonra yazdığı hatıraları bu yazının konusunu teşkil edecektir.
Schiltberger, 1381 yılında Münih'le Freising arasında Lohof yakı­
nında Hollers köyünde doğmuştur. Flenüz 16 yaşında iken, Macaris­
tan Kralı Sigismund hizmetinde Niğbolu Muharebesine (1396) iştirak
etmiş ve yeniçeriler tarafından esir alınmıştır.
Bilindiği gibi Macar Kralı Sigismund, Balkanlarda gittikçe yayılarak
Avrupa'ya doğru ilerleyen Türkleri durdurmak üzere bir Haçlı ordusu
teşkil etmiş, muhtelif devletlerin gönderdiği yardımcı kuvvetlerle

11
130.000 kişiyi bulan bir ordu ile Niğbolu Muharebesine girmişti. J.
Schiltberger işte bu ordu içinde bulunuyordu.
Niğbolu Meydan Savaşı Türklerin büyük bir zaferi ile neticelenmiş­
ti. Fakat zamanın bazı yabancı kronikçilerine bakılırsa Türkler 60.000
şehit vermişlerdi (?). Mağrur Bayezid, şehitlerle dolu savaş alanını bü­
yük bir acı ile seyrederken kendini tutamayarak ağlamış, intikam için
and içmişti. Rivayete göre sayıları onbinleri bulan esirin Sultanın
önünde kafaları kesilmişti. Bu arada diğer iki esirle beraber bağlam­
mış çok genç bir Alman da Sultanın önüne götürülmüştü. Esirin ço­
cuk denecek kadar genç oluşu dikkati ve rikkati çekmiş olmalı ki Şeh­
zadesinin ricası üzerine, Sultan 20 yaşından küçük olanların öldürül-
memesine karar verdi. Kendi ifadesine nazaran Münihli Johannes
Schiltberger o zaman henüz 16 yaşında bulunuyordu. Hayatı gençli­
ğine bağışlandı ve diğer birçok esirle birlikte Gelibolu üzerinden o za­
manki Başkent Bursa'ya sevkedildi. Yıldırım Bayezid, esirlerden bir kıs­
mını zaferinin işareti ve şeref armağanı olarak dost hükümdarlara
gönderiyordu. J. Schiltberger Mısır'da Sultan Berkuk'a gitmesi gere­
kenlerdendi. Ayaklarındaki yaralar sebebile gönderilemeyen tutsak,
30 Eylül 1396'dan 30 Temmuz 1402'ye kadar Sultan Bayezid emrin­
de kalmış, Ankara Meydan Savaşındaki yenilgi üzerine Timur'un tut­
sakları arasına katılmıştır. Bu suretle 6 yıl Osmanlı esaretinde kalan
Alman genci için yeni bir macera başlıyordu. Timur'un ölümünde dör­
düncü oğlu ŞahrulVun payına düşen esir, sonradan diğer bir oğlu Mi­
ran Şah'ın mülkiyetine geçmiştir. 1408 yılında Miran Şah'ın, Karako-
yunlulardan Kara Yusuf'a karşı yaptığı savaşda şehit olması üzerine,
Schiltberger bir kere daha sahip değiştirmiş ve Miran Şah'ın ikinci oğ­
lu Ebubekir'in kölesi olmuştur. Ebubekir'in Sarayında o sıralarda Çek-
re yahut Schiltberger'in ifadesi ile (Tzegre) isimli, taht üzerinde hak
iddia eden Altınordulu bir Prens veya hakiki bir Han yaşıyordu. O ta­
rihlerde Han'ları istediği gibi tahta çıkarıp indiren kudretli bir kabile
reisi ve bir nevi Naip olan Edegu, Çekre'ye tahta oturması için haber
salmıştı. Ebubekir, Çekre'nin dönüşünde maiyetine 600 atlı verdi.
Bunlar arasında Alman Evliya Çelebisi Schiltberger de bulunuyordu.
Bu sırada Edigu, Sibirya üzerine bir sefere çıkmıştı. Çekre ve bu arada
seyyahımız da ister istemez ona katılmak zorunda kaldılar. Richard
Peters'in iddiasına bakılırsa Avrupa'ya Sibirya'nın ismini ilk getiren
Schiltberger olmuştur.

12
Fakat Schiltberger'in bizi asıl ilgilendiren yönü Türkiye ve Türkler
hakkında verdiği bilgilerdir. Karl Friedrich Neumann'ın yayınladığı ki­
tabın 51-73'üncü sayfaları Türkiye'ye hasredilmiştir. Yazar aslında bir
ilim adamı veya fikir adamı olmadığından verdiği bilgiler için Franz
Babinger; Seyahatname yazarının "putperestler diyarı", I. Bayezid'in
ölümünden sonraki safha için pek fazla bir şey söylememekte oldu­
ğuna ve 15. yüzyılın ilk çeyreği için kaynak olarak ancak kısmen kulla­
nılabileceğine işaret etmektedir. Fakat bu, eserin büyük tarihi değeri­
ni azaltmaz. Titizce yazılmış eserleriyle tanınmış bilgin Richard Hart­
mann, "Die Welt des Islams" Dergisinin 23. cilt 1/2 sayısında (1941)
H. H. Giesecke'nin Bezm ü Rezm neşrini tenkid ederken, bu eserde
Kadı Burhaneddin konusunda verilen malûmatın Schiltberger'in gü-
venilebilirliğini hayret edilecek şekilde meydana çıkardığını söylüyor.
Richard Peters ise (Von der alten und neuen Türkei) kitabında
Schiltberger'in (Bizans kaynaklan ile Marco Polo'nun eseri dışında)
bizzat kendi gördüklerine dayanarak Türkler ve Osmanlı Devletinin ilk
devirleri hakkında Avrupa'da büyük ilgi uyandıran bilgiler veren bir
eser yazdığını söylüyor ve "memleketi olan Almanya'da dolayısiyle
bütün Avrupa'da Türk milleti, ile dili ve âdetleri ve Devleti hakkında
güvenilir bilgiler veren ilk yazar olduğunu" ileri sürüyor.
Gerçekten Schiltberger'in eserinin sadece çok eski oluşu bile bü­
yük bir değer taşımaktadır. Böyle bir eserin satır satır, kelime kelime
tenkidi bir görüşle incelenmesi gerekir. Bu satırları yazdığımız anda
eser elimizde bulunmuyor. 13-14 yıl önce Bayerische Staatsbibliot-
hek'de aldığımız bazı notlardan bir ikisine işaretle yetineceğiz.
R. Peters, Schiltberger'in Seyahatnamesi sayesinde Yıldırım Baye­
zid'in kafese konulması olayının bir masaldan ibaret olduğunun anla­
şıldığını iddia ediyor. Bu iddianın doğruluğuna inanamıyoruz. Vaktiyle
büyük bilgin Köprülü mükemmel bir araştırmasında hem kafese ko­
nulma hem intihar olayının doğruluğunu ortaya koymuştu. (Belleten,
sayı: 2 ve 27) Bu mesele hakkında Schiltberger'de açık bir kayıt ise (ki
bizim bildiğimize göre bu netice hiçbir kayıt olmamasından çıkarıl­
maktadır) sadece bu bile bizim için eserin kıymetini büyütür. Çünkü
ilmin gayesi sadece fayda temini değil bitmeyen insan tecessüsünü,
öğrenmek, bilmek hususundaki susuzluğu gidermektir.
Schiltberger'in Anadolu hakkında verdiği bilgiler arasında medeni­
yet tarihimiz için çok ilgi çekici noktalar vardır.

13
Meselâ o zamanki başşehir Bursa'da sekiz hastahane bulunduğu­
nu ve bu hastahenelerde hastaların Hıristiyan, Yahudi veya Müslü­
man gibi hiçbir dini" ayırım yapılmadan yatıp tedavi edildiğini söylü­
yor.
Samsun (Amisus)'dan "en güzel şehirlerden biri" olarak bahsedi­
yor ve şehrin birbirine, bağırsan duyulacak kadar yakın, kale içinde
Müslüman ve Cenevizlilerin oturduğu iki ayrı şehirden ibaret olduğu­
nu söylüyor.
Yazdıkları her zaman isabetli değildir. Meselâ Bayezid'in esaretin­
de 12 yıl kaldığını yazmaktadır. Halbuki esir düştüğü Niğbolu Muha­
rebesi ile Timur'un kölesi haline geldiği Ankara Meydan Muharebesi
arasında ancak altı yıl geçmişti. (1396-1402) Ölünceye kadar Yıldırım
Bayezid'in yanında kalmış olsa bile (8 Mart 1403) yine de büyük bir
yanılma olduğu aşikârdır. Bunun sebebi hatıraların çok sonraları ve
kontrolsüz yazılmış olmasıdır, denilebilir. Çünkü evvelce belirttiğimiz
gibi Schiltberger çocuk denecek yaşta esir düşmüş ve ancak 30 yıl­
dan fazla bir zaman sonra memleketine dönebilmiştir. Artık Bavyeralı
genç asilzade, çok gezmiş, çok görmüş ve mihnet çekmiş olgun bir
şahsiyet idi. Türkçe, Farsça, Ermenice ve Yunancayı öğrenmişti. Dük
III. Albrecht bu çok tecrübeli gezgini hemen hizmetine aldı.
Schiltberger, Dükün malikânesinde artık rahat ve huzur içinde bir
hayat sürmeye ve hatıralarını yazmaya başlamıştır.
J. Schiltberger'in eseri 1427'de yazılmış ve 1460'da Augsburg'ta
basılmıştır. Aynı sene içinde beş defa yayınlanan eser, büyük bir alâ­
ka uyandırmıştı. Sonradan 16. yüzyılda yeniden basılmış olan eser,
1859 yılında Karl Friedrich Neumann tarafından bastırılmıştır.
Halen, Schiltberger'in eserinin 4 yazma nüshası mevcuddur. Bun­
lar Donaueschingen, Heidelberg, Nürnberg ve St. Gallen'de Manastır
Kütüphanesinde bulunan yazmalardır. Neumann'ın yayınladığı eser
Heidelberg nüshasıdır.
1879'da Schiltberger'in seyahatnamesi Londra'da İngilizceye de
çevrilmiştir.
Babinger, birçok defalar yayınlanan seyahatnamenin en iyisinin Va­
lentin Langmantel tarafından, Nürnberg'deki yazmaya dayanarak
1885'de Tübingen'de neşredilen olduğunu yazmaktadır. Bu kitabın
148. ve müteakip sayfalarında Schiltberger'in Seyahatnamesinin yaz­
ma ve basmaları hakkında bilgi verilmiştir.

14
Bildiğimize göre bu konuda en yeni olarak, Rose Graessel 1947'de
Hamburg'ta "Hans Schiltbergers Reise in die Heidenschaft" ismiyle
bir kitap yayınlamıştır. Dileğimiz bu çok eski seyahatnamenin Türkçe-
ye de çevrildiğini görmektir.

Hayat Tarih Mecmuası, Ağustos 1974

KAYNAKLAR
1) Karl Friedrich Neumann: Reisen des Johannes Schiitberger aus München
in Europa, Asia und Afrika von 1394 bis 1427, München 1859. Tıpkıba­
sım Amsterdam 1975.
2) Richard Peters: Von der alten und neuen Türkei, Ankara 1944, s. 107-110.
3) Franz Babinger: Die Aufzeichnungen des Genuesen lacopo über den
Osmanehstaat um 1475, München 1957, s. 9.
15
ALMANLARIN MARCO POLO'SU
SCHILTBERGER (1380-1440) VE ESERİ
TURGUT AKPINAR

N
iğbolu Muharebesinde tutsak edildikten sonra altı yıl Yıldırım
Bayezid emrinde kalan ve 1402 Ankara Savaşı'nda onunla bir­
likte Timur'a tutsak olup Orta Asya'ya götürülen Timur ve halefleri ile
Kırım Hanı nezdinde yirmialtı yıl daha kaldıktan sonra Almanya'ya ka­
çabilen -yazdığı eser o dönemde adeta kapışılan- Bavyeralı soylunun
maceraları.
Tanınmış Osmanlı Tarihi yazarı J. Hammer'in "Almanların Marco
Polo'su" dediği, "Türklerin Tarihi" isimli Amerika ve Almanya'da ya­
yınlanmış popüler bir eserin müellifi Richard Peters'in "Büyük Bir Tür­
kolog" ve "Türkolojinin temellerini atanlardan biri" olarak nitelendir­
diği Schiltberger kimdir?
Almanya'da, Bavyera Devleti'nin başkenti Münih ile Freising ara­
sında bir köyde, soylu bir ailenin çocuğu olarak 1380 veya 1381 yılın­
da doğan Hans Johann(es) Schiltberger, 1394 yılında Macar Kralı Si­
gismund (ki sonradan Roma-Cermen imparatorluğu'nun başına da
geçmiştir) tarafından yönetilen orduya katılmıştır. Bilindiği gibi Sigis­
mund, Balkanlar'dan bir sel gibi Avrupa içlerine doğru ilerleyen Türk-
leri durdurmak amacıyla bir Haçlılar Ordusu toplamış ve muhtelif Av­
rupa devletlerinden ve beyliklerinin gönderdiği yardımcı kuvvetlerden
oluşan 130.000 kişilik bir orduyla Türkler üzerine yürümeye başlamış­

16
tı. işte bu kuvvetlere katılan Bavyera birliklerinin içinde Schiltberger
de bulunuyordu. 25 Eylül 1396 Niğbolu'da bu ordu ile yapılan mey­
dan savaşı, Türklerin büyük bir zaferi ile sonuçlandı. Zamanın kronik-
çilerine inanmak gerekirse, Türkler 60.000 şehit vermişlerdi. Mağrur
Bayezid, şehitlerle dolu savaş alanını büyük bir acı içinde dolaşırken,
kendini tutamayarak ağlamış ve şehitlerin intikamını alacağıma and
içmişti.
Bu nedenle, rivayete göre sayıları on binleri bulan tutsağın, Sulta­
nın huzurunda kafaları uçurulmaya başlandı, tutsaklar, birkaç tanesi
birlikte bağlanmış olarak getiriliyorlardı. Bu arada, iki tutsakla birlikte
çocuk yaşta biri de Sultanın önüne getirildi. Diğer ikisinin işi bitirildik­
ten sonra sıra üçüncüye geldiğinde, tutsağın çok genç olması, Sulta­
nın yanında duran şehzadenin dikkatini çekti, çocuğa acıdı. Oğlunun
dileği üzerine Sultan tutsağı affettiği gibi, 20 yaşından küçük olanla­
rın öldürülmesini men'etti. Kendi ifadesine göre, canını kurtaran
Schiltberger, o zaman henüz onaltı yaşında bulunuyordu. Hayatı
gençliğine bağışlanmış oldu. Diğer birçok tutsakla birlikte Gelibolu
üzerinden başkent Bursa'ya gönderildi.
Yıldırım Bayezid, tutsaklardan bir kısmını zaferinin bir nişanesi ve
şeref armağanı olarak gerekli gördüğü hükümdarlara gönderiyordu.
Schiltberger, Mısır'da Sultan Berkuk'a gidecek olanlar arasındaydı.
Fakat ayaklarındaki yaralar nedeniyle, gönderilmesinden vazgeçildi ve
böylece Ankara Savaşı'na kadar 6 yıl kadar Yıldırım'ın emrinde kaldı.
Kendi anlattıklarına göre, Sultan bir yere giderken, âdet olduğu üze­
re, önünde yürüyen yaya askerler arasına onu da kattılar. Schiltber­
ger bu işi altı yıl yaptıktan sonra, bir ata sahip olmasına ve ata binme­
sine izin çıktı.
Yıldırım Bayezid'in Ankara Savaşı'ndaki talihsiz yenilgisi üzerine Ti­
mur'un tutsakları arasına girmekle, genç Bavyeralı asker için, altı yıllık
Türkiye ikametinden sonra, 25 yıl kadar daha süren yeni bir Asya ma­
cerası başlamış oldu. Timur'un ölümünde (1405), dördüncü oğlu
Şahruh'un payına düşen köle, sonradan diğer bir oğlu Miranşah'ın
mülkiyetine geçti. 1408 yılında Miranşah'ın Karakoyunlu Kara Yu­
suf'la yaptığı savaşta maktul düşmesi üzerine, Schiltberger, bir kere
daha sahip değiştirerek, Miranşah'ın ikinci oğlu Ebubekir'in köleleri
safına katıldı.
Ebubekir'in sarayında o sırada Çekre adında, ülkesinin tahtı üzerin­

17
de hak iddia eden Altınordulu bir prens veya gerçek bir han, yaşıyor­
du. O dönemde hanları istediği gibi tahta çıkarıp indiren çok kudretli
bir kabile reisi olan Edegu, Çekre'ye gelip tahta oturması için haber
salmıştı. Çekre ülkesine dönerken, Ebubekir, onun maiyetine 600 atlı
kattı. Bunlar arasında Schiltberger de bulunuyordu. Bu sırada Edegu,
Sibirya üzerine sefere çıkmıştı. Çekre de bu sefere katıldı ve böylece
Schiltberger, Sibirya'yı da görmüş oldu. R. Peters'in dediğine bakılır­
sa, Avrupa'ya "Sibirya" adını ilk getiren kişi Schiltberger olmuştur.
Tutsak olarak bulunduğu son ülke olan Kırım'dan bir yolunu bula­
rak arkadaşlarıyla birlikte kaçan Schiltberger, Kafkasya, Batum, İstan­
bul yoluyla Tuna üzerinden ülkesine döner. Bir süre sonra "Anılar'Tnı
yazar.
Halen bu anıların dört ayrı "yazma"sı bilinmektedir: Nümberg, Do-
naueschingen, Heidelberg ve St. Gailen (İsviçre) nüshaları. Schiltber-
ger'in yazdıkları büyük ilgi uyandırmış olacak ki, Johannes Guten-
berg'in Mainz şehrinde ilk matbaayı açmasından (1450) kısa bir süre
sonra, matbu nüshaların birbiri ardınca yayınlandığını görüyoruz, ilk
baskı R. Peters'e göre 1460'da Augsburg'ta, Ernst Diez'e ve Brockha-
us'a bakılırsa 1473'te Ulm şehrinde yapılmış ve daha ilk basıldığı yıl
birkaç kez yeniden yayınlanmış, sonra 1476, 1477, 1478, 1549 (iki
kez), 1553, 1554, 1560 ve 1565'de basılmıştır. Daha sonra 19. yüz­
yılda 1859'da Prof. Kari Friedrich Neumann ve 1885'te Valentin
Langmantel tarafından, açıklamalarla yayınlanmıştır. Bütün bu basım­
lar o devrin Almancası ile, yani orijinal diliyle yapılmıştı. 1944 yılında
Rose Graessel, son olarak da Ulrich Schlemmer, eseri bugünkü Al-
mancaya çevirmişlerdir.
Marco Polo'nun büyük eseri ancak 19. yüzyılda ilgi toplayıp basıl­
maya başladığı halde, Schiltberger'in anılarının daha yazıldıklarını ta­
kiben hemen büyük ilgi uyandırması, Almanya'da ve Avrupa'da bü­
yük heyecan uyandıran "Türkengefahr" (Türk tehlikesinin günün so­
runu olması ve herkesin bu tehlikeyi yaratan insanları yakından tanı­
mak, merakını gidermek, istemesinden doğmuştur, diyebiliriz.
Bu kadar büyük ilgiyle karşılanan kitap nasıl bir eserdi? Schiltber­
ger'in eseri pek büyük bir kitap değildir. Mesela son Ulrich Schlem­
mer basımı gayet gevşek ve rahat bir düzen içinde 254 sahife tuttu­
ğu halde, Prof. Neumann'ın gotik harfli gayet sık ve küçük puntolu
kitabında metin kısmı, 51-161. sayfalar arasındadır. Demek ki, 150-

18
200 sayfalık bir hacimdedir. Adı geçen yeni basımlarda, kitap bir ve­
ya birkaç sayfalık 67 bölümden oluşmaktadır. Bir fikir vermek üzere
bu bölümlerin bazılarının başlıklarını aşağıya alıyorum:

1. Bölüm: Kral Sigismund'un Türklerle Yaptığı Meydan Savaşı.


2. Bölüm: "Türk Kralı"nın Tutsaklara Karşı Tutumu.
4. Bölüm: Bayezid'in Eniştesiyle Savaşıp Onu Öldürtmesi (Kara-
man'ın Fethi).
7. Bölüm: Bayezid'in Samsun Şehrini Fethi.
8. Bölüm: Yılanlar ve Engerekler.
9. Bölüm: Müslümanların Sürüleriyle Kış Yaz Otlaklarda Kalması.
12. Bölüm: Timur'un Türk Topraklarına Girip Sivas'ı Fethi.
18. Bölüm: Timur'un Yedibin Çocuğu Öldürtmesi.
29. Bölüm: Ziyaret Ettiğim Tuna ile Deniz Arasındaki Memleketler.
30. Bölüm: Atmaca Kalesi.
33. Bölüm: ipek (Böceği) Yetiştiren Ülke İran ve Diğer Krallıklar.
35. Bölüm: Büyük Tataristan.
42. Bölüm: Hindistan'da Biber Nasıl Yetişir.
50. Bölüm: Muhammed Şarabı Müslümanlara Neden Yasakladı.
57. Bölüm: İstanbul.
59. Bölüm: Rumlarla Ermenilerin Düşman Olmalarının Nedeni.

Ayrıntılara girmeden önce şunu söyleyelim ki, Batılı bilginler, Schilt-


berger'in eserine güvenle bakmakta ve onun yazdıklarının doğrulu­
ğunu kanıtlayan bazı ipuçları vermektedirler. Fakat bu güven bazen
abartmalı da olmaktadır. Meselâ Neumann, Schiltberger'in yazdıkları
sayesinde, daha doğrusu bu konuda bir şey yazmaması nedeniyle, Ti­
mur'un Yıldırım'ı kafese (veya kafes benzeri bir tahtırevana) kapat­
mak suretiyle hapsetmesinin bir masal olduğunun anlaşıldığını ileri
sürer. Halbuki büyük tarihçimiz Köprülü, Belleten (2. ve 27. sayı-
lar)'de yazdığı iki nefis araştırma ve Yıldırım'ın hem kafese kapatıldı­
ğını ve hem de intihar ettiğini inandırıcı şekilde ortaya koymuştur.
Neumann gibi, Schiltberger söylemiyor, diye Yldırım'ın kafese konul­
masının doğru olmadığını sananlara şu sorulabilir: "Schiltberger, Ti­
mur'un İzmir'i zaptettiğini de yazmaz, öyleyse bu olayı da mı inkâr
edeceğiz?" Yalnız insaflı olmak için ilâve edelim ki. Prof. Neumann,
her söylenene inanan bir bilim adamı değildir. Nitekim, "Schiltber­
ger'in eserinde bugünkü gibi bilimsel kesinlik veya titiz bir gerçekçilik

19
aramamalıdır. O dönemde yaygın olduğu şekilde gerçekle, masal ve­
ya efsane, söylentiler yanyana ve kucak kucağadır" diyen odur. Yılan­
lar ve Engerekler bahsinde, Samsun önlerinde deniz yılanları ile or­
manlardan gelen engereklerin savaşı anlatılır ve bu sahiden olmuş gi­
bi ballandırılarak nakledilir. Bu olay zayıf bir ihtimalle (leyleklerin kar­
tallarla savaşı kabilinden) vuku bulmuş olsa bile, Atmaca Kalesi bah­
sinde anlattıkları tamamen masaldan ibarettir. O halde her tarihi eser
karşısında olduğu gibi dikkatli bulunmak gerekir. Schiltberger, Marco
Polo'nun yaptığı gibi, Doğu'dan zamanında tuttuğu birtakım notlarla
gelmemiştir. Tutsak hayatının şartları belki de bunu imkânsız kılıyor­
du. Bu nedenle, yani hafızasına dayandığı için birtakım büyükçe hata­
larına rastlanır. Mesela tutsak edildiği tarihten itibaren Timur'a geçişi­
ne kadar 12 yıl geçtiğini söyler. Halbuki açık seçik ortadadır ki, Niğ-
bolu Savaşı ile Ankara Savaşı arasında altı yıl kadar bir süre geçmiştir.
Kendisini görmeyip başkalarından duyduğunu, bir zaman sonra, bir­
çok insanda olduğu gibi, gördüm sandığı da oluyor. Biz lâfı uzutma-
mak için eserin Türk tarihi için önemli olan yönlerine gelelim.
Diğer bazı tarihçilerin, hatta biraz da abartmalı takdirlerine rağ­
men, bizim bildiğimiz kadariyle, Babinger, Schiltberger'in bize Os­
manlIlar hakkında fazla bir şey söylemediğini belirten yegâne tarihçi­
dir. Bu hüküm bizce de yerinde ise de, eserin Türk tarihi yönünden
önemini büsbütün kaldırmaz. Kullanmasını bilenler için Schiltber-
ger'den öğrenilecek çok şey vardır. Örneğin onun, sadece devrin Bur-
sası hakkında verdiği kısa bilgi dahi çok önemlidir, iyi bir tarihçinin
böyle birkaç cümlelik bilgiyi bile nasıl ustaca kullanabileceğini bize
Halil İnalcık göstermiştir. Bursa ticareti üzerine (Belleten 93), yaptığı
bir araştırmada, Bursa ipeklilerinin nefasetini ve ipeğin dış ülkelere ih­
raç edildiğini aynen Schiltberger'den alarak kanıtlıyor: "Şam'da, Ke-
fe'de ve Türkiye'de Müslümanların payitahtı olan VVursa'da (Bursa)
ipekten güzel kumaşlar yapılır, ipek, Venedik ve Lickka'ya (Lucca) gö­
türülür ve oralarda güzel kadife yapılır." (J. Schiltberger, Travels and
Bordage, Telfer neşri, Londra, 1879, s. 34.)
Bursa'da o zaman 200.000 (iki yüz bin) hane (Haus-ev) bulundu­
ğunu yazması biraz mübalağalı bile görülse de, şehrin ne muazzam
olduğunu gösterir ve Müslüman, Hıristiyan, Musevi gibi her dinden
insana (bedava?) "bakan" 8 (sekiz) hastanesinin bulunduğundan söz
etmesi de sosyal tarihimiz yönünden son derece önemlidir. Yine bu

20
açıdan, göçebe hayatın Anadolu Türkmen kabileleri arasında hâlâ
(15. yüzyıl) esas olduğu, Karakoyunlu Beyi Kara Yusuf'un hikâyesi an­
latılırken, ortaya çıkmaktadır.
Tarihimizle ilgili büyük şahsiyetlerden bazıları hakkında verdiği bil­
giler, onların karakteristik yönlerini belirgin hale getirmektedir. Yıldı-
rım'ın hiddet ve şiddeti, Timur'un acımasızlığı anlatılan olaylardan
meydana çıkmakta; Karaman Beyi'ne Yıldırım'ın, "Neden bana tâbi
olmak istemedin?" diye sorması üzerine, Bey'in Türkmen gururu için­
de ve istifini bozmadan, "Çünkü ben de senin gibi bir Bey'im" diye
cevap vermesi, kitabın merakla ve yararlanılarak okunmak gerektiğini
gösterir.
Büyük doğubilimci R. Hartmann, Kadı Burhaneddin hakkında yazı­
lanların isabetine işaret eder.
Schiltberğer, son olarak bulunduğu ve Tataristan dediği Kırım ve
ötesi ülkelerden bahsederken Kefe şehri hakkında da epeyce malû­
mat verir. Şehrin iç içe iki surla çevrili olduğunu, asıl şehri çeviren ilk
sur içinde 6.000 hane bulunduğunu ve buralarda VValchenler (Cene­
viz tüccarları veya Eflâklı-VValehliler), Rumlar ve Ermenilerin oturduğu­
nu, dış sur içinde ise 11.000 hanede Katolik, Rum, Ermeni ve Süryani
Kilisesi'ne bağlı çeşitli Hıristiyanların bulunduğunu kaydeder. Ayrıca
şehirde Müslüman ve Museviler ve bunlara ait mabedler bulunduğu­
nu belirtir. Şehrin civarında da 4.000 ev daha bulunuyormuş. Anlaşılı­
yor ki, Kefe o zamanlar tam bir milletlerarası liman şehri imiş.
Schiltberğer, biraz dolambaçlı şekilde de olsa Kuzeydoğu Karade­
niz Bölgesi'nde yaşayan ve İlâhileri ve duaları tamamen "Tatarca"
(Türkçe) olan insanlardan da söz eder. Neumann, bunların "Bulgar-
lar" olduğunu tahmin ediyor. Schiltberger'in en eski nüshalarında,
birtakım küçük farklarla kitabın en sonuna eklediği ve duyduğu gibi
yazdığı Pater Noster (Babamız) duası şöyledir: "Ata bizüm ki kökte
sen, alguşludur senün adun, kelsün senün hanlugun bolsun senün
erkün alay yerde u-kökte, ver bizüm gündelük ötmekimizni bugün,
goy bizm yasogni, alay biz dagi goyalum bizüm yasoglomuzni, goy-
ma bizni sunamaga, illa gurtar bizni yamandan!" Amin.
Yaklaşık 600 yıl sonra İstanbul'da, Kitab-ı Mukaddes'in Yeniahid
bölümünün baş taraflarındaki bu duayı, Almancasından ben şöyle çe­
virebildim:
"Ey gökteki babamız, adın kutsansın, hâkimiyetin bize uzansın, ira-

21
den gökte olduğu gibi yerde de yürüsün. Bize günlük ekmeğimizi ver
ve bizim borçlularımızı bağışlamamız gibi (sen de) bizim borçlarımızı
(günahlarımızı) bağışla ve bize yolumuzu şaşırtma (bilâkis) kötülükler­
den kurtar!" Altıyüz yıl önceki Rus steplerinden bize uzanan ve tüyle-
.rimizi heyecanla ürperten Türkçenin çağıltısını iyice duymak için kale­
mi bırakıp, sadece duymak ve düşünmek istiyorum. Evet, duyalım ve
düşünelim.
Tarih ve Toplum, Sayı 17, Mayıs 1985

SEÇME KAYNAKÇA
Akpınar, Turgut: "Avrupa'nın ilk Türkoloğu Schiltberğer", Hayat Tarih Mec­
muası, 1974, sayı 8.
Akpınar, Turgut: Schiltberger'in eserinin Türkçe çevirisi (henüz yayınlanma­
mıştır) - (Makale yazıldığı sırada henüz yayımlanmamış olan, elinizdeki
kitap kastediliyor - Ed.n.).
Babinger, Franz: Die Aufzeichnungen des Genuesen lacopo de Promontori-
ode Campis über den Osmanenstaat um 1475, München, 1957.
Diez, Ernst: So sahen sie Asien, Reiseberichte von Herodot bis Moltke, Bd.
II., Berlin-Wien-Leipzig, 1944.
Hakkı Muhlis: Fatih-Millet Kütüphanesi, Ali Emin/Tarih No. 280-281. (Eserin
dörtte biri kadarının yazma halinde çevirisi.) H. 1338.
Neumann, Karl Friedrich: J. Schiltberğer - Reisen in Europa, Asia und Afrika
von 1394, bis 1427, (Nachdruck) Amsterdam, 1976.
Peters, Richard: Von der alten und neuen Türkei, Ankara, 1944.
Schlemmer, Ulrich: Johannes Schiitberger - Als Sklave im Osmanischen Reich
und bei den Tataren 1394-1427, Stuttgart, 1983.
22
A lm a n M a r c o P o l o ' su
ROBERT ANHEGGER

erginizin 17'nci sayısında, Sayın Dr. Turgut Akpınar tarafından


D Hans (ya da Johannes) Schiltberger'in Seyahatnamesi'nin öne­
mini ve özelliklerini tanıtan değerli bir yazı yayımlandı. Ben burada,
eserin çeşitli baskıları üzerine birkaç söz söylemek istiyorum.
Sayın Akpınar'ın belirttiği gibi, bu Seyahatname'nin dört yazması
bilinmektedir: Nürnberg, Heidelberg, Donaueschingen ve (eksik olan)
St. Galen yazmaları. Bunlar yazılış, bölümlerin sıralanışı ve içerik bakı­
mından iki gruba ayrılmaktadır:
1) Nürnberg yazması. Bunu, Dr. Valentin Langmantel hazırladığı
kritik edisyona esas almıştır (Hans Schiltbergers Reisbuch, Tübingen
1885).
2) Heidelberg/Donaueschingen yazmaları. Prof. Kari Friedrich Ne-
umann'ın kritik edisyonu bunlara dayanmaktadır (Reisen des Johan­
nes Schiltberger aus München in Europa, Asia und Africa von 1394
bis 1427), München 1859, yeni baskı: Amsterdam 1976). Ulrich
Schlemmer de, Schiltberger'in dilini bugünkü Almancaya çevirerek
yayımladığı baskı için, K. F. Neumann'ın kitabından faydalanmıştır
(Als Sklave im Osmanischen Reich und bei den Tataren, 1394-1427,
Stuttgart 1983).
Dr. Langmantel, hazırladığı baskıda bütün yazmalarda görülen ay­

23
rılıkları Lesarten başlığı altında toplayıp, ayrıca metinde geçen kişi ve
yer adlarının açıklamalı bir listesini de kitabına eklemiştir. Schlemmer
ise, kişi ve yer adlarının bir listesini düzenlemediği gibi, bunların aslı­
nın saptanmasına da önem vermemiştir. Gerçekten, Schiltberger'in
kişi ve yer adlarını yazılış tarzı, bazen kolay çözülecek türden değildir.
Fakat Schlemmer, Langmantel baskısına ve Türkçeyi bilen birisine
başvursaydı, karşılaştığı güçlüklerden kurtulabilirdi.
Birkaç örnek vermekle yetineceğim. [Langmantel'in kitabının (?)
1885'te, Schlemmer'inkininse (S) 1983'te çıktığını unutmayalım.]
L s. 53 "Donguslu": "Denizli"
S s. 118 "Donguslu": "Tonguslik"
L s. 54 "VVegbazary": "Begbazar" (Schiltberger W ve B harflerini
karıştırıyor!)
S s. 119 "VVegureisarı": açıklama yok
L s. 54 "Czegnick": "Dschanik" (Almanca'da "dsch", C harfine kar­
şılıktır: Canik
S s. 119 "Zegnitsch": açıklama yok
L s. 54 "Caraman": "Karaman"
S s. 119 "Karaman": "Karaman, Ermeni olan Sofr'un oğlunun adı.
Bu ad sonradan o memleketin ismi olmuştur." (bak. not 18)
L s. 56 "Ersinggan": "Ersingan"
S s. 123 "Ersingen": "Ersingan, Arzendschan yahut Erzerum."
(bak. not 32)
L s. 58 "Thabres": "Tabriz"
S s. 125 "Thaurbes": olasılıkla "Teheran"
iki basım arasındaki metin değişikliklerinden de üç örnek vereyim:
L s. 55: "Effes şehri, burada Sen Jan'ın mezarı bulunmaktadır...
memleket iyidir ve Hıristiyan olmayanların dilinde ona Eydin derler,
fakat burada (Hıristiyanlar arasında) adı Asia'dır."
Açıklamalar: "Effes": "Ephesus"
"Eydin": "Aydın"
"Asia": "Bu adı taşıyan Roma eyaleti, metinde Aydın ile eşanlam­
da."
S s. 118: "Asia şehri, orada Sen Jan'ın mezarı bulunmaktadır...
memleket iyidir ve Hıristiyan olmayanların dilinde ona Edein derler,
fakat burada (Hıristiyanlar arasında) adı Hoches'tir.
Açıklamalar: "Asia": "Ephesus, Türkçe Aisulugh ki Schiltberger'in

24
asia yazışı büyük bir olasılıkla bundan gelmektedir."
"Edein": "Aidin"
"Hoches": açıklama yok.
L s. 54: "Engury denilen bir şehir vardır, memleketi iyidir ve ona da
Angury derler, şehirde birçok Ermeni Hıristiyan yaşamaktadır."
Açıklama: "Engury, Angury": "Angora"
S s. 118: "Siguri memleketinde bulunan Anguri'de Aramaeisch
(Süryani) Hıristiyanlar yaşamaktadır."
Açıklama: "Anguri yahut Ancyra (Ankara). Sultan Ogi vilâyetinde-
dir. Siguri adı herhalde bundan (Sultan Ogi'den) elmektedir. [Arama­
eisch (Arami) bu asırda bir halkın değil, bir dilin (Aramca) adıdır.
Schlemmer Armenisch (Ermeni) ile karıştırmış olacak!]
L s. 38: "Stzulet memleketine geldi, burası dağlık bir memlekettir
ve birçok Hıristiyan vardır... papazları... Latince bilmeyip (ilahileri) Ta­
tar dilinde söylerler ve Tatarca okurlar. Bu, papaz olmayanların dine
daha kuvvetli bağlanmaları için böyle düzenlenmiştir."
Açıklama: "Stzulet, Zulet": "Dschulat (Culat), şimdi harab olan Ye-
katerinograd yakınındaki Terek ırmağında."
S s. 107: "Birçok Hıristiyan'ın yaşadığı Setzalet memleketinden ge­
çildi. Papazların... vaazlarını Latince veriyorlar, fakat (ilahileri) Tatar
dilinde söylüyorlar ve Tatarca okuyorlar. Bunu, papaz olmayanların
itikatlarını kuvvetlendirmek için yapıyorlar."
"Setzalet": açıklama yok.
Sayın Akpınar'ın kitabı tanıtırken verdiği bilgilere bir örnek daha
eklemek istiyorum: "Rum ve Ermeniler birbirlerine neden düşman­
dır?" başlığını taşıyan 66'ncı bölümde, Ermenileri yücelten ve Rumları
küçülten efsane türünden bir öykü okuyabiliyoruz. Bu öykünün tarih
bakımından bir değeri olmamakla beraber. Ermeni ve Rumlar arasın­
da ötedenberi süregelmiş çekemezliği vurgulayan ilk belgelerden biri
olması açısından önemlidir.
Sayın Dr. Akpınar'ın Türkçe çevirisinin bir an önce çıkması dileğiyle
sözlerime son vermek istiyorum.

Tarih ve Toplum, Sayı 20, Ağustos 1985

25
B en jo h a n n e s s c h il t -
BERG ER, BAVYERA’DA D O Ğ D U Ğ U M ŞE H İR
O LA N M Ü N İH ’T EN , M A C A R K R A LI SIG ISM U N D
M Ü S L Ü M A N L A R A K A R Ş I SE F E R A Ç T I Ğ I N D A ,
M A İY E T İN D E B U L U N D U Ğ U M D ER EBEY İ LE IN -
H A R D T R IC H A R T IN G E R İLE B İR L İK T E Ç IK T IM .
BU OLAY İSA ’N IN D O Ğ U M U N D A N S O N R A 1394
Y ILIN D A O LD U VE A N C A K 1427 Y ILIN D A M Ü S ­
LÜ M A N Ü LK E LE R İN D E N G ER İ D Ö N D Ü M . M Ü S ­
LÜ M A N ü l k e l e r in d e g e ç e n bu sü r e z a r -
F IN D A G Ö R D Ü Ğ Ü M S A V A Ş L A R , iL G l Ç E K lC l
A SK ER Î SEFERLER, BÜ YÜ K ŞEH İR LER , N EH İR LER
V E S U L A R D A N A K L IM D A K A L A N L A R I PEK
N O K S A N S I Z S A Y IL M A Z S A D A B U R A D A K A Y ­
D ETT İM . Ç Ü N K Ü BEN KEND İ B A Ş IM A BU Y R U K
DEĞİL, BlR SA V A Ş T U T S A Ğ I iD lM . FA KA T KAV­
RAYIP DİKKAT EDEBİLDİĞİM K A D A R IY LA Ü L K E ­
LERİ VE ŞEH İRLERİ K EN D l D İLLERİN D E SÖ Y L E N ­
DİĞİ G İB İ YAZDIM . BAZI ZA RİF V E G A R lP M A ­
C E R A LA R IM D A O LD U Kİ D İN LEM EĞ E D EĞER.
1. B ö l ü m

Kral Sigismund’un Türklerle Yaptığı Meydan Savaşı

üslüm anların kendisine M acaristan ’da büyük za


rarlar verm esi üzerine Kral Sigism und, 1394 yı­
lında diğer H ıristiyanları yardım a çağırdı. Bu ülkeler
kendisini destekledi ve büyük bir ordu yardım ına koş­
tu. Bu ordu ile Sigism und, M acaristan, Bulgaristan ve
Eflak’ı birbirinden ayıran D em irkapı’ya yürüdü. T u n a’yı
geçti ve Bulgaristan’da, ülkenin büyük ve önem li bir
kenti olan Pudem (V idin) önlerine vardı. Bunun üzeri-
ne kentin ve çevrenin hakim i de oraya gelerek Kralın
merham etine sığındı. Kral, kenti güvenilir üçyüz şöv al­
ye ve askeriyle işgal edip, birçok T ürkün yaşadığı başka
bir şehrin önlerine geldi. O rada beş gün kaldı, fakat
Türkler şehri teslim etm ek istemiyorlardı. Bu nedenle
işgal kuvvetleri onları zorla çıkararak kenti Krala sun­
dular. Bu esnada pek çok Türk öldürüldü, diğerleri de
tu tsak ed ild i. K ral ikiyüz a d a m ın ı k e n te y erle ştirip
Sch iltaw ’a doğru yola devam etti. Bu ken tin adı M üs­
lüm anların dilinde N icopoly (N iğb o lu )’dur. Şehri, k a­
radan ve nehir yönünden 16 gün kuşattı. Kral N iğbolu
önlerinde iken W yasit (Bayezid) denilen “T ürk K ralı”
ikiyüzbin kişilik bir kuvvetle yardım a geldi. K ral Sigis-
29
mund bunu öğrenince, yaklaşık on altıbin kişilik kuv­
vetiyle bir mil yakına gelinceye kadar o n a doğru yürü­
dü. Bu sırada Eflak D ük’ü (V oyvoda) gelerek, kıraldan
düşm ana karşı keşif kolu çıkarm ak için izin istedi. Kral
da bu izni verdi. D ük yanına bin kişi daha alarak düş­
m anı gözetledi. D öndüğünde, krala, d üşm an ordusu­
nun, her biri, altında onbin kişilik bir kuvvetin toplan­
dığı yirm i S a n c a ğ ı bulu n du ğun u b ild ird i. H er Sa n -
cak ’m savaşçıları ayrı bir ordugâhta toplanm ıştı. Kral
bunu öğrenir öğrenmez, iyi düzenlenmiş bir savaş planı
hazırlamaya karar verdi. Eflak D ük’ü, ilk saldırıyı k en ­
disinin yapmasına izin verilm esini diledi. Kral buna da
izin verecekti fakat durumu öğrenen Burgonya Dükü,
bu şerefi ne Eflak D üküne ne de başkasına bırakm ak is­
tiyordu. Çünkü, o, yaklaşık olarak altıbin kişilik kuvve­
tiyle o kadar yol tepm iş ve o kadar çok yiyecek h arca­
mıştı ki, ilk atlı hücumu kendisinin yapm asına izin ver-

30
meşini kraldan diledi. A slın da Kral, bunun M acarlara
bırakılm asını istiyordu. Ç ü n k ü o n lar T ü rk lerle d ah a
önceleri de çarpışm ışlardı ve onların tehlikeli yönlerini
diğerlerinden iyi biliyorlardı. Fakat Burgonya Dükü bu­
nu M acarlara bırakm adı ve atlı kuvvetini alarak düş­
m ana karşı yürüdü ve bu arada iki askeri birliği yarıp
geçti. Yalnız üçüncüsüyle karşılaşınca geri döndü ve çe­
kilmek istedi. Fakat düşm an artık onu çem ber içine al­
mış bulunuyordu. Türkler yalnız atlara n işan aldıkları
için adam larının yarısından çoğu atlarını kaybetm işti.
S o n u n d a k açam ad ı ve tutsak edildi. K ral, Burgonya
D ükünün kendiliğinden saldırm ış olduğunu duyunca
ordunun kalan kısm ını alıp, Türklerin önden yolladık­
ları, onikibin Yaya askerinin üzerine atlariyle yürüdü.
Bu yayaların hepsi öldürüldü veya atların ayakları a l­
tın d a ç iğ n e n d i. B u ç a rp ışm a d a b e n im d e r e b e y ’ im
(H err) Leinhardt Richtartinger, vurularak atın dan düş­
tü. Ben, H ans Schiitberger, onun içoğlanı olarak bunu
görünce, atım ı ordunun içine sürüp onu kendi atım a
bindirdim, ben de bir T ürkün atını alıp, arkadaşım a ge­
ri döndüm . Yaya askerinin hepsi yok edildikten sonra,
Kral, diğer atlı Türk birliklerinin üstüne yürüdü. Türk
K ralı, Sigism u n d ’un üzerine doğru geld iğin i görünce
kaçm ak istedi. “D espot” d en ilen Sırb ista n D ükü onu
tanıyarak, Türk K ralına ve onbeşbin kişilik iyi askerle­
re sahip diğer San cak Beylerine yardıma koştu.
D esp ot, kuvvetleriyle, K ralın S a n c a ğ ın a yürüdü ve
teslim aldı. Kral Sigism und, San cağın ın indiğini ve du­
rumun artık kurtardacak gibi olm adığını görünce kaç-

31
m aya başlad ı. V on C ily ve N ü rn b erg K a le si K o n t’u
H ans, Kralı ortalarına alıp, ordu içinden çıkardılar ve
bir gemiye getirdiler. Bu gemiyle K ral İstanbul’a hare-
ket etti. Şövalyeler ve askerler, K iralın kaçtığını görün­
ce, kendileri de sıvıştı. Bunların çoğu T una’ya kaçtılar,
bazıları gemilere ulaştılar. G em ilere pek çok kimse bin ­
mek istiyordu, am a gem iler o kadar dolm uştu ki hiç yer
yoktu. Buna rağm en bazıları, gem ilere çıkm ak istiyor­
lar, o zaman gem inin içindekiler, gem iye yapışanların
ellerini keserek onların boğulm alarına ned en oluyor­
lardı. Tuna’ya doğru kaçarken, yam açlardan yuvarlana­
rak da birçok kişi öldü. Benim D erebey’im Leinhardt
R ichtainger, W ernher Pentznauer, U lric h K uchler ve
küçük bir Steiner ki bunların hepsi Bavyeralı Şö valy e­
lerdi, çarpışm ada öldüler. Keza birçok şövalye ve asker,
nehirde kendilerini kurtarabilecek gem ilere ulaşam a­
dıkları için öldürüldüler. K ısaca ordunun bir bölüm ü
32
yokedildi. Bununla beraber daha büyük bölüm ü tutsak
edildi. Böylece Burgonya Dükü ve D erebeyi H an s B o
ucicault ve C h ateau M orand ki her ikisi de Fransa’dan
gelm iş soylulardı, tutsak edildiler. M acaristan Büyük
K ontu ve diğer kudretli Derebeyler, Şövalyeler ile ara­
larında benim de bulunduğum birçok asker de tutsaklı­
ğa düştük.

33
2. B ölüm

Türk Kralının Tutsaklara Karşı Davranışı

ayezid, zaferi kazandıktan sonra, O rdugâhını, Kral


Sigism und’un ordusiyle birlikte kaldığı yere kurdu.
Son ra savaş alanına giderek şehit düşenleri, gözden ge­
çirdi. N e kadar çok adam ının öldüğünü anlayınca bü­
yük bir hüzne düştü ve dökülen bu kanları intikamsız
bırakm am aya an diçti. A d am ların a, ertesi gün bütün
tutsakları önüne getirm elerini em retti, aksi halde ağır
şekilde cezalandırılacaklardı.
Ertesi gün adam ları geldiler, herkes kendi aldığı tut­
sakları bir ipe bağlı olarak sürüyordu. Ben de diğer iki
kişiyle birlikte iple bağlı idim. Tutsaklar, önüne getiri­
lince, Kral öldürülen adam larının intikam ını nasıl aldı­
ğın ı görm esi için B urgonya D ükünü y an ın a çağırdı.
D ük, kralın h id d e tin i fark ed in ce, o n d a n k en d isin in
oniki adam ını seçip alm asına m üsaade etm esini diledi.
Bu dileği yerine getirildi. O zaman Dük, kendi v atan ın ­
d an oniki soylu kişiyi aldı. Bunlar arasında D erebeyi
Steph an Synher ve H arisen von Boden de vardı.
Sonra Kral, herkesin kendi tutsağını öldürm esini, bu­
nu yapm ak istem eyenlerin, kendileri adına başkasına
yaptırm aların ı, em retti. B en im beraber olduğum iki
34
tutsak da alındı ve kafaları kesildi. Sıra bana gelm işti ki
Kralın oğlu (şehzade) bana bakıyordu; benim hayatta
bırakılm am ı, öldürülm em em i sağladı. B en i diğer ç o ­
cukların yanm a götürdüler, çünkü yirmi yaşından kü­
çük olanlar öldürülmüyordu. Ben o sırada henüz onaltı
yaşında bile yoktum.
Bavyeralı bir derebeyi olan H an s G re iff’ın diğer üç
tutsakla birlikte iple bağlı olarak getirildiğini gördüm.
O , kendilerinden nasıl kanlı bir in tikam alın acağın ı
anlayınca, öldürülmek üzere orada bulunan şövalyeler
ve askerleri, yüksek sesle şöyle teselli etti: “M utluluk
duyun ki şimdi kanımız H ıristiyan inancı için dökülün­
ce, Tanrının iradesi ile İsa’nın önüne cennete gidece­
ğiz.” So n ra dizinin üstüne oturdu, kendisi ve kader ar­
kadaşları kafalarını uzattılar.
Bu kan dökm e işi, sabah tan akşam ın ilk saatlerine
kadar sürdü. Kralın danışm anları bu kırım ın sonu gel-

35
m eyeceğini anlayınca, ayağa kalktılar ve Kralın önün-
de diz çöküp O ndan , A llah rızası için hiddetini unut­
m asını dilediler. K an dökülüşünün artık yeterli olduğu­
nu, aksi halde A lla h ’ın gazabına uğrayabileceğini, söy­
lediler. Kral, bu dileği kabul etti ve öldürmeye son veri­
lip kalan tutsakların toplanm asını em retti. Bunlar ara­
sından kendi payını seçip ayırdı, ve kalanları da onları
tutsak almış olanlara bıraktı.
Ben, Kralın payına düşen tutsaklar arasındaydım . O
gün öldürülenlerin sayısı onbin kadar tahm in ediliyor­
du. Kral kendi tutsaklarını Y unanistan’daki A dronopo-
li (E d irn e)’ye gö n d erd i.* O rada onbeş gün kaldıktan
son ra deniz yoliyle K a lip o li’ye (G e lib o lu ) getirildik.
G elibolu Türklerin denize açıldığı bir lim an şehridir.
O rada tümümüz üçyüz kişi, bir kulede iki ay hapsedil­

( * ) S c h iltb e rg e r , ay n ı isim li d iğ e r y e rlerd en ay ırm a k iç in “Y u n a n ist a n ’d a k i” d e m iş


o lm a lı.

36
dik. Burgonya Dükü de kendisinin ölüm den kurtardığı
kimselerle birlikte bu kulenin üstünde hapsedilm işti.
Bu sırada K ral Sigism u n d gem iyle şeh rin ön ün d en
g e çti, o n u H ır v a tis ta n ’a gö tü rm ek istiy o rlard ı. Bu,
Türklerin kulağına gelince, hapiste bulunanların hepsi­
ni kuleden çıkarıp deniz ken arın a getirdiler ve kralı
tahkir için, yanyana dizdiler. Bu esnada da gem iden çı­
kıp gelerek adam larını kurtarm asını bağırarak söylüyor­
lardı. Böylece onunla alay ediyorlardı. Bu esnada uzun
süre, denizdekilerle ufak çapta karşılıklı ateş açıldı. F a­
kat Türkler, K irala birşey yapamadılar, kral rahatça ge-
çip gitti.

37
3. B ölüm

Bayezid’in Bütün Bir Memleketi Yoketmesi

kadar çok insanın idam ından ve biz tutsakların


yukarıda belirtilen şehre getirilm esinden üç gün
so n ra , K ral M a c a r is ta n ’a doğru y o la ç ık tı. M itro tz
(M itroviz) yakınında S a v a y ı geçti, bütün o m em leketi
im ha etti. O radan Pettau (Steierm ark, Avusturya) D ü ­
künün bölgesine gitti, buradan erkek, kadın, çocuk o la ­
rak ve bütün mal ve mülkleriyle beraber onaltıbin kişi­
yi tutsak aldı. Pettau şehrini, fethetti, yaktı ve ahalisini
esir aldı. T utsaklardan bir kısm ını Y un an istan ’a g ö n ­
derdi. S a v a n ehrini geçtik ten sonra, G e lib o lu ’ya bir
h ab e rci gön d ererek , bizlerin deniz y oliy le b a şk e n ti
B russa’ya (B ursa) götürülm em izi em retti. O rada Kral
gelinceye kadar kaldık. Bayezid şehre geldiğinde, Bur-
gonya Dükünü, onun kurtarmış olduğu adam larıyla bir­
likte alıp Sarayının yakınındaki bir eve götürdü. Baye­
zid M ısır Su ltan ı’na, M acaristan Derebeylerinden Ho-
dor ile altmış askeri, şeref hediyesi (ih san) olarak gö n ­
derdi. Bunlar arasında ben de bulunacaktım . Fakat üç
yaram yüzünden kötü durumda idim, yolda ölebilece-
ğim den korkulduğundan, ben T ürk K ralının nezdinde
kaldım . Kral (Bayezid) Bağdat ve İran kırallarm a da ar-

38
m ağan olarak tutsaklar gönderdi. H atta Beyaz Tataris-
tan ’a ve Büyük E rm en istan’a * ve d ah a birçok ülkeye
böyle hediyeler gönderdi. Ben, T ürk K ralının Sarayına
geldim ve orada başkalariyle birlikte altı yıl süreyle,
kral nereye giderse ben de yaya olarak oralara önden
yürüyerek gitmek zorunda kaldım . Ç ü nkü H üküm darın
önünde yaya olarak gidilm esi âdettir. Bu altı yıl sonun-
da bir binek hayvanına sahip olm a hakkını elde ettim
ve altı yıl daha süvari olarak onun yanında kaldım ki
cem ’an oniki sene Bayezid’in erm in d ey d im .**
T ürk kralının bu oniki yıl içindeki, icraatı o kadar il­
ginçtir ki bunları parça parça yazdım.

( * ) S c h ilt b e r g e r ’in a ra d a b ir k u lla n d ığ ı B üyiik E rm e n ista n , K ü ç ü k E r m e n ista n gib i


k a v ra m la r, o d ö n e m le r d e A v r u p a ld a r ın k u lla n d ığ ı “ c o ğ r a fi” terim lerd ir.

(**) B u r a d a S c h ilt b e r g e r y a n ılm a k t a d ır . O n u n t u t s a k o ld u ğ u N iğ b o l u S a v a ş ı


(1 3 9 6 ) ile Y ıld ırım B ay e z id ’in T im u r’a y e n ild iğ i A n k a r a M u h a r e b e si ( 1 4 0 2 )
a r a sın d a sa d e c e 6 yıl geç m iştir.

39
4. B ölüm

Bayezid’in Eniştesiyle Savaşıp Onu Öldürmesi


(K aram an’ın Fethi)

B
u olaylardan h em en sonra Bayezid, en iştesi olup
adını hâkim olduğu m em leketten alan K aram an ile
savaşa başladı. Bu m em leketin başkentinin ismi K aran ­
da (Lârende, bugünkü K aram an) idi. K aram an (Beyi)
kayınbiraderine tabi olm ak istem ediğin den , Bayezid
yüzellibin kişilik bir kuvvetle üzerine yürüdü. Karam an,
K ral Bayezid’in k e n d isi üzerine ge ld iğ in i an lay ın ca,
m em leketin en iyileri olarak telakki ettiği yetm işbin
kişiyle harekete geçti. Böylece K irala karşı durm ak isti­
yordu. Her iki ordu, Karam an Bölgesine ait olan Konia
(K onya) şehri önündeki ovada mevzilendiler. Birbirle-
riyle karşı karşıya gelince de, savaşm aya başladılar. Bir
günde iki muharebe yapıldı fakat hiçbiri öbürünü yene­
medi. Her iki taraf gece için silâh bırakışm ayı kararlaş­
tırdılar. Karam an bütün gece boru, nefir ve davullarla
büyük bir gürültü çıkararak, uyanıklığını gösterip Baye-
zid’i yıldırmak istiyordu. Bayezid ise adam larına sadece
yemek pişirmek için ateş yakm alarını sonra da söndür­
m elerini em retti. G eceley in otuzbin kişilik kuvvetini
y av aşça arkadan saldırm ak göreviyle d ü şm an ın arka
40
hatlarına gönderdi. G ü n ışır ışımaz, Bayezid hücum b o ­
rusunu çaldırdı, otuzbin- kişi, Kralın planladığı şekilde
düşm ana arkadan saldırdı. Karam an, düşm anın iki yön­
den hücum ettiğin i an layın ca, ken di şehri K o n y a’ya
kaçıp orada savunm aya geçti. Fakat Bayezid O rdugâhı­
nı şehrin önünde kurdu ve onu ele geçirem eden onbir
gün süreyle kuşattı.
O zaman şehir ahalisi Bayezid’e bir heyet göndererek
can ve m allarını korum ası şartiyle şehri kendisine tes­
lim edeceklerini bildirdiler. Bayezid de bunu kendileri­
ne vaad edince, ahali ona, şehre hücum etm esini, ken­
dilerinin, şehri fethedebilm esi için surlarda ona geçit
açacakları haberini ilettiler.
Karam an, eniştesinin şehre girdiğini görünce, m uh a­
ripleriyle üzerine atılarak onunla şehir içinde çarpıştı.
Şehir ahalisinden küçük bir yardım görseydi, Bayezid’i
zorla şehirden sürüp çıkarabilirdi. Fakat hiçbir yardım
alam ayacağını anladı ve kaçm ak istedi.
Yakalanıp Bayezid’in önüne getirildi. O , “N ed en b a­
na tâbi olmayı kabul etm ek istem edin?” diye sorunca,
K aram an, “Ç ünkü ben de senin gibi bir B ey’im” diye
cevap verdi. Bayezid bunun üzerine çok öfkelendi ve
üç kere bağırarak, birinin K aram an’ı alıp götürm esini
bildirdi. A n ca k üçüncü keresinde biri m eydana çıkıp
K aram an’ı yakaladı ve onu biraz arkaya götürdü. O rada
kafasın ı keserek B ayezid ’in y an ın a dön dü. O , K ara-
m an’ı ne yaptığını sorunca “K afasını kestim ” dedi. O
zaman, Bayezid hiddetlendi ve bu adam a da aynı şeyin
yapılm asını emretti. K aram an’m başının kesildiği yere

41
götürüldü ve onun da kellesi kesildi. Bunun yapılm ası­
nın nedeni, kudretli bir Beyi bu kadar çabuk öldürme
hakkının kimsede olm adığını gösterm ekti. Bayezid, hü­
küm darın öfkesi geçene kadar beklenm esi gerektiği fik­
rindeydi.
Bundan sonra Kral, K aram an’ın başının bir mızrak’a
geçirilerek her tarafta gösterilm esini buyurdu, böylece
Beylerinin öldürüldüğünü duyan şehirdeki diğer kim se­
ler d ah a çabuk teslim o lacak lard ı. N ih a y e t Bayezid
Konya şehrini adam lariyle işgal etti ve başkent Laren-
de önlerine gitti. O radaki şehir sakinlerine artık kendi­
lerinin Beyi olduğunu ve teslim olm aları gerektiğini
bildirdi.
Bu emre uymazlarsa, buna kılıç gücüyle zorlanacak­
lardı. O zam an ah ali eşrafdan dört kişiyi göndererek
can ve m allarının korunm asını dilediler ve ona, eğer
Beyleri gerçekten ölmüşse şehirde daha iki oğlu bulun­
duğundan Bayezid’in bunlardan birini şehrin Beyi yap­
m ası teklifinde bulundular. Eğer buna yanaşırsa on a
şehri teslim edeceklerdi.
Bayezid cevap olarak, onların can ve m allarını koru­
yacağını, şehri alınca şüphesiz başına bir Bey getirece­
ğini bunun ya K aram an’m oğullarından biri veya kendi
oğlu olacağını, bildirdi. Heyet ayrıldı. Şeh ir ahalisi B a ­
yezid’in cevabını dinleyince, ona şehri teslim etm em ek
istediler ve eğer Beyleri ölmüşse geriye oğullarını bırak­
tığını onlarla birlikte ya kurtulacaklarını veya ölecekle­
rini, söylediler. K irala karşı kendilerini m üdafaa ettiler.
Bayezid bunların direnm esini görünce daha çok asker,

42
tüfek, kuşatm a teçhizatı getirm elerini em retti.*
K aram an’ın oğulları ve anneleri bunu öğrenince, en
iyi vatandaşlarını yanlarına çağırtıp onlara dediler ki:
“Görüyorsunuz ki Bayezid daha kudretli olduğundan,
biz sizi idare edemiyoruz, başınıza geçemiyoruz. Bizim
yüzümüzden sizlere zarar gelm esini istemiyoruz, böyle
bir durum bize acı verir, bunu yapm am anızı istiyoruz.
Bu nedenle annemizle mutabık kaldık onun m erham e­
tine sığınacağız.” Bu sözler, şehirlilerin çok hoşuna git­
ti. Böylece K aram an ’m oğulları, annelerin i ve şehrin
en büyük eşrafını yanlarına alıp, kale kapısını açıp d ı­
şarı çıktılar. O nlar orduya yaklaşınca anneleri, oğulları­
nın her biri bir kolunda olarak Bayezid’e doğru yürüdü.
Bayezid hem şiresini oğullariyle birlikte görünce çad ı­
rından çıkarak onlara doğru yöneldi. O nlar ise yere k a­
panıp, ayaklarını öpdüler, a f dileyip, şehrin anahtarını
teslim ettiler. Kral bunun üzerine yanındaki soylu kişi­
lere onları kaldırm alarını emretti. D aha sonra şehri a l­
dı ve kendi B eylerin den birini şeh rin h âk im i olarak
atadı. Kız kardeşi ile oğullarını beşkenti Bursa’ya gö n ­
derdi.

( * ) T i ir k l e n n 11e z a m a n d a n h e ri t ü fe k k u lla n d ık la r ı h k . h k . M . C e z a r , O sm an lı
Türklerin de Levendler, s. 156.
5 . B ölüm

Bayezid’in Sivas Kralını Kovması

aktiyle, M arsuang (M arsivan-M erzifon) ülkesinin


başkenti olan A m asya’da M iracham ad (M ir A h '
m ed?) isminde bir hüküm dar vardı.
Bu ülke K aram an’a bitişikti. M ir A hm ed, Bayezid’in
K aram an ülkesini fethettiğini duyunca, on a bir haberci
göndererek Siv as K ralı B urhaneddin’in (K ad ı Bur h a '
neddin) haksız olarak orada hükm ettiğini, gelip kendi'
lerinin birşey yapam adığı Burhaneddin’i ülkeden sürüp
çık arm ası d ileğin d e bulu n du ve B ayezid k e n d isin e,
devleti içinde başka bir yer verirse, ülkeyi ona devret­
mek istediğini bildirdi.
Bunun üzerine Bayezid, oğlu I. M eh m ed’i otuzbin k i­
şilik bir kuvvetle ona gönderdi. Bu ku v vet sayesinde
Kral Burhaneddin ülkeden kovuldu.
S o n ra M ir A hm ed, teşekkür için yalnız şehri değil
bütün ülkeyi Bayezid’e teslim etti ve o da ken t’i, ilk sa ­
vaşını başarı ile sonuçlandıran oğlu M eh m ed’e verdi.
Bayezid, M ir A h m ed ’i kendi d evletin e beraberinde
götürerek ona başka bir toprak verdi.

44
6. B ö l ü m

Bizden Altmış Hıristiyanm Tasarladığı Kaçış Planı

ayezid, başken tin e döndüğünde, biz altm ış kadar


Hıristiyan, kaçm a im kânı olup olm adığını düşünü­
yorduk. Bir uzlaşmaya vardık ve karşılıklı olarak hürri­
yete veya ölüme birlikte gideceğimize yem in ettik. H e ­
pimizin hazır olacağı belirli bir zam an kararlaştırdık. O
saatte bir araya gelip aramızdan iki lider seçtik. Bunlar
ne emrederse ve ne yaparsa bizler de uyacaktık.
G ece yarısından sonra yola koyulduk ve atlarımızı te ­
pelere doğru sürerek gün ağarırken oraya vardık. D ağın
eteğine gelince atlarım ızdan inip onları güneş doğun­
caya kadar, dinlenm eye bıraktık. S o n ra tekrar binip
bütün gün ve gece sürdük\ Kral kaçışımızı duyunca ar­
kamızdan beşyüz atlı gönderdi ve bizi bulup getirm ele­
rini em retti. Bir geçit yerinde bu kuvvet bize yetişti,
bağırarak teslim olmamızı istediler. Biz o niyette değil­
dik, atlarım ızdan inip yaya olarak savunm aya geçtik,
bir süre karşılıklı ateş ettik. O nların kom utanı kendi­
mizi m üdafaa ettiğimizi görünce, öne çıktı ve bir saat
ateş kesm e, teklif etti. Yanımıza gelerek teslim olm am ı­
zı rica etti ve Hayatımızı garanti edeceğini söyledi. Biz
bunu aram ızda görüşeceğim izi söyledik ve görüşm eyi
45
yaptık. Sonra şu cevabı verdik: “G ayet iyi biliyoruz ki
teslim olursak Kralın önüne götürülür götürülmez öldü­
rüleceğiz. O nun için, Hıristiyan inancım ız için sav aşa­
rak ölmeyi yeğleriz.” Yüzbaşı bizim ne kadar kararlı o l­
duğumuzu anlayınca, bir kere daha teslim olmamızı is­
tedi. H ayatta kalacağım ıza söz verdi. Eğer Kral öfkeli
olup d a bizi öldürmek isterse, o da ilk defa-kendisini öl-
dürtecekti. Bu hususta yem in etti, biz de teslim olduk.
Bizi K rala götürdü, o d a hem en orada öldürülm em izi
em retti. O zaman bizi takip eden yüzbaşı öne çıktı, kra­
lın önünde diz çökerek “Ben, M erham etinizden em in ­
dim ve onların h ayatın ın bağışlan acağın ı v aad ettim ”
dedi. Bize, hayatımızın korunacağını yem inle vaadetti-
ğinden, hayatımızı bağışlam asını K raldan, diledi. Kral
“Bir zarar yapmışlar mı?” diye sordu ve o da “H ayır” d i­
ye cevapladı. Bunun üzerine Kral bizi zincire vurdurdu,
46
böylece dokuz ay zindana atıldık; bu sürede içimizden
o n ik isi öldü. M ü slü m an ların R am azan B ay ram ın da,
Kralın Şeyhi Emir Süleym an bizim için istirham da bu­
lundu ve Kral bizi affederek yanm a çağırttı. Bir daha
kaçm aya kalkm ayacağım ıza söz verdik, o d a bize tekrar
at verdi ve aylıklarımızı yükseltti.

47
7. B ölüm

Bayezid’in Samsun Şehrini Fethi

u olayları takip eden yaz geldiğinde, Bayezid sek-

B senbin kişilik kuvvetle Tsanika (C an ik ) toprakları­


na girdi ve başkent Sam so n ’u (Sam sun ) kuşattı. Bu şe­
hir, “Kuvvetli Sam son ” tarafından inşa edilm iş ve ona
izafe edilm işti. Şeh rin hakim i de bu bölgeye izafetle Si-
maid ismini taşıyordu.*
Kral bu Beyi şehirden tardetti. A h ali bunu duyunca
Bayezid’e teslim oldular. Bayezid şehre ve bölgeye k en ­
di adam larını yerleştirdi.

( * ) S im a id , h e r h a ld e bir y a n lış a n la m a v e y az m ad an k a y n a k la n m a k ta d ır . A s lın d a


B a y e z id ’in şe h ir d e n ç ık a rd ığ ı " K ö tü r ü m B ay e z id ” d e n ile n lsfe n d iy a r B e y idi.

48
8. B ö l ü m

Yılanlar ve Engerekler

en B ayezid n e zd in d e b u lu n d u ğu m süre için d e ,

B Sam su n ’da heyecan verici, m ucizevî, bir olay y a­


şandı. Şeh rin önünde o kadar çok yılan ve engerek var­
dı ki bunlar kentin önündeki ovayı bir m illik daire h a ­
linde adeta kuşatm ışlardı. C an ik (ki buna Sam sun da
dahildir, odunu bol, çok orm anlık bir yerdir. Yilanların
bir kısm ı bu orm anlık bölgeden, diğerleri ise denizden
geliyordu. Yılanlar birbirleriyle savaşa girişm eden önce
dokuz gün boyunca toplandılar. Bu hayvanların korku­
su n d an kim se şeh ird en d ışarı çıkam tyord u, h alb u k i
bunlar ne hayvanlara ne de insanlara bir zarar veriyor­
lardı.
Bu sebeple şehrin ve ülkenin hâkim i yılanlara doku-
nulm am asını em retm işti, zira ona göre bunlar herşeye
kaadir Tanrının takdiri ilahisi idi. O nuncu gün yılanlar
birbirleriyle burun buruna gelip sabahtan güneşin batı­
şına kadar savaştılar. Sam su n hâkim i ve ahalisi bunu
görünce, Bey kale kapılarından birini açtırıp atlı olarak
küçük bir grupla şehrin önüne çıktı ve yılanların sava­
şını seyretti. Su yılanlarının orm anlardan gelenler kar­
şısında gerilediğini gördü. Ertesi sabah yılanların hâlâ
49
o rad a olup o lm ad ık ların ı görm ek için tekrar şeh rin
önüne atla gittiğinde sadece ölü yılanlar buldu. Bunları
toplattırıp saydırdı, sekizbin tane idiler. Bir çukur kazı­
larak bütün yılanların içine atılm asını ve üzerinin top­
rakla örtülm esini em retti. S o n ra bu sırada T ürklerin
hüküm darı olan Bayezid’e bir haberci göndererek onu
bu hayret verici olaydan haberdar etti.
Bayezid bu olayı şehrin yeniden fethetm işçesine bü­
yük bir talih eseri saydı. O , orm an engereklerinin deniz
yılan ların ı yenm esine seviniyor ve şöyle söylüyordu:
“ Bu, herşeye kaadir A lla h ’ın bir işaretidir, ve ben den i­
ze çok yakın bir ülkenin kudretli bir Beyi ve K ralı o la­
rak umuyorum ki herşeye kaadir T anrının yardım iyle
aynı zamanda denizlerin de kudretli bir hükam darı ve
Kralı olacağım .”

50
Sam sun aslında, surları birbirinden,, aşağı yukarı bir
ok atım ı uzaklıkta, birbiri karşısında iki şehirdir. Şehrin
birinde Hıristiyanlar, Cenevizliler, diğerinde ise çevre­
deki toprakların sahibi olan M üslüm anlar yaşar. Eski­
den şehrin ve bölgenin hâkim i, orta Bulgaristan m en­
şeli D ük Sism an idi. Bulgaristan ise vaktiyle üçyüz k a­
lesi, ve şehri olan bir ülke olup başkenti T em ow a (Tır-
nova) idi.
Bu ülkeyi Bayezid fethedip Dükayı ve oğlunu tutsak
etmişti. Baba, tutsaklıkta iken öldü. O ğlu, kendini h a­
yatta bıraksınlar diye M üslüm anlığı kabul etti. Bayezid
o sırada Sam sun ve C a n ik ’i fethettiğinden, bu şehri ve
bölgeyi kaybettiği ülkesine karşılık o larak, ölünceye
kadar kendisine verdi.

51
9. B ölüm

Müslümanların Sürüleriyle KıŞ'Yaz Otlaklarda Kalması

ü slüm an ü lkelerin d e b irçok B e y ’ in sürüleriyle


oradan oraya dolaşm ası âdettir. Güzel otlakların
bulunduğu bir bölgeye gelince, bu m em leketin h a k i­
m inden otlatm a hakkını, satın alırlar.
Vaktiyle, sürüleriyle dolaşan O tm an (O sm an ) isimli
bir Bey v ard ı,* o bir yaz, Başkenti de aynı ismi taşıyan
S e b a st (S iv as) isimli ülkeye geldi. S iv as Kralı Burha-
neddin’den, yaz boyunca kendisini ve sürüsünü besle­
yebilecek bir otlak yeri verm esini rica etti. K ral on a
adam ları ve sürüsüyle yaz boyunca yerleşeceği bir arazi,
verdi. O sm an, sonbaharda, bütün m al ve mülkü ile K i­
rala h aber verm eden ve o n un iznini a lm ad an çekip
kendi mem leketine gitti. Kral bunu duyunca çok öfke­
lendi, yanına bin kişilik bir kuvvet alarak O sm a n ’ın
yazı geçirdiği otlağa ordugâhını kurdu. O sm an ’ın peşin­
den dörtbin atlı göndererek, onu bütün varı yogiyle ve
canlı olarak kendisine getirm elerini em retti.
O sm an, Kralın peşinden atlılar gönderdiğini duyunca
bir dağda saklandı ve kendisini takip edenler onu bula-

( * ) A k k o y u n lu B ey i O sm a n .

52
ınadılar. O sm an’ın çekildiği dağların önündeki ovada,
ordugâh kurdular. Bütün gece orada kaldılarsa da düş­
m andan bir iz bulamadılar. O sm an, gün ışırken en iyi
İtin süvarisini seçerek düşm anı keşfe çıktı; onların h iç­
bir n ö b etçi koym adan endişesizce k o n ak lam ak ta o l­
duklarını görünce saldırıya geçti ve henüz savunm aya
fırsat bulam adan onları gafil avladı. Bu sırada birçoğu
öldü, kalanlar da kaçtılar.
Kirala, O sm an’ın kendisini takip edenleri nasıl yen­
iliği bildirilince inanm ayarak bunu bir söylenti olarak
kabul etti, ta ki kaçanlardan birkaçı kendisine ulaşana
kadar. O zaman bile h âlâ inanamıyordu ve bunu ince­
leyip öğrenm ek üzere yüz atlı gönderdi. Fakat O sm an
artık halkiyle beraber K irala karşı yürüyordu, yüz atlıyı
görünce atını dörtn ala sürerek orduya ulaştı. Kral ve
adam ları baskına uğradıklarını anlayınca ve savunm a
im k ân ın ın o lm ad ığ ın ı gö rü n ce k açm ay a b aşlad ılar.
Kralın bile atm a binip.kaçm aktan başka çaresi kalm a­
dı. O sm an ’ın bir savaşçısı onu görünce dağın eteğine
kadar takip etti. K ral d ah a fazla kaçam azdı, takipçisi
teslim olm ası için seslendi fakat o kabul etm edi. Diğeri,
okunu gererek atm ak istiyordu ki kral kendini tanıtıp
serbest bırakmasını rica etti, buna karşılık o n a bir kale
ve toprak vereceğini söyledi. Bunun delili ve garantisi
olarak da ona parm ağındaki yüzüğünü verm ek istiyor­
du. O sm an ’ın savaşçısı, bu teklifi kabul etm eyip kralı
tutsak edip, kendi Beyine getirdi.
O sm an ise bütün gün akşam ın geç saatlerine kadar,
düşm an ordusunu takip e tti ve birçokların ı öldürdü.

53
Son ra, K ralın ordugâh kurduğu yere dönerek çadırını
kurdurdu, diğer adam larına dağda bıraktığı sürüleri ge­
tirmeleri için haber gönderdi.
A şireti ve sürüleri gelince, kralı da alarak hap birlik­
te Başkent Sivas önlerine giderek ordugâh kurdu. Ş e h ­
re elçi göndererek, kırallarını tutsak ettiğini, şehri tes­
lim ederlerse onlara sulh ve em niyet sağlayacağını b il­
dirdi. Şehir ahalisi, şöyle cevap verdiler: “K irala sahip
olsan da bizde de oğlu vardır ve bize hüküm dar olarak
yeterlidir, h albuki sen bizim Beyim iz o lab ilm ek için
çok zayıfsın.” O zaman O sm an, Kirala: “Eğer canını se­
viyorsan, v atan daşların ı, hem şehrilerini, şehri teslim
etm eye ikna et” dedi. Kral, “ Beni şehrin önüne götü­
rün, bir deneyeyim” diye cevap verdi. O nu şehre götür­
düklerinde, hem şehrilerinden, kendisini ölüm den kur­
tarm alarını ve şehri O sm an ’a teslim etm elerini, diledi.
Fakat onlar: “O sm an’a şehri teslim etm ek istemiyoruz,
çünkü o bize hükümdar olm ak için çok zayıftır. A rtık
sen de bizim Beyimiz olam ayacağından oğlunu alıyoruz,
o bizim başımız olsun” dediler. O sm an bunu duyunca
çok öfkelendi. Kral da bunu öğrenince ondan h ayatı­
nın bağışlanm asını diledi. Buna karşılık O sm an, K ayse­
ri şehrini ona ait bütün topraklar ile birlikte elde ede­
cekti.
Fakat O sm an bu teklifi kabul etm edi; şehirden iyice
görülecek şekilde kralın kafasını kestirdi ve vücudunu
dörde böldürdü. Emri üzerine bu parçalardan herbiri bir
kazığa geçirilm iş o lara k ayrıca b a şı d a bir m ızrağın
ucunda, şehrin önünde sergilendi.

54
Şeh rin kuşatılm ası esnasında, kralın oğlu, Beyaz Ta-
taristan’da kudretli bir Bey olan kayınbiraderine haber­
ciler göndererek O sm an ’ın, babasını öldürdüğünü ve
şehri kuşatarak büyük bir orduyu şehrin önlerinde top­
ladığını bildirip, yardım rica etti. K ayınbiraderi bunu
öğrenir öğrenmez halkını, kadınları ve çocukları ve sü­
rülerini topladı. O rada da, hayvanlarla birlikte otlaklar
aram ak üzere oradan oraya göçm ek âdettir. O da Si-
1vas’a giderek ülkeyi O sm an ’dan kurtarm aya karar ver­
di. A şireti kadınlar ve çocuklar dışında yaklaşık olarak
kırkbin kişi idi.
O sm an, Tatar Beyinin yaklaştığını haber alınca, bü­
tün aşiretini alarak dağlara çekildi, ve orada yerleşti.
Tatar Beyi şehrin önüne ordugâhını kurdu. O sm an bu­
nu öğrenince binbeşyüz kişi aldı bunu ikiye ayırdı. K a ­
ranlık basarken iki ayrı yere şevketti ve (bu arada) bü­
yük gürültü, yaptırttı. Tatar Beyi bunu duyunca yenil­
m ekten korkup, şehre çekildi. Fakat adam ları durumu
öğrenince kaçm aya başladılar. O sm an kaçanları takip
edip birçoklarını öldürdü, m allarından büyük m iktarını
ele geçirdi. T atarlar kendi m em leketlerine döndüler,
O sm an ve adam ları elde ettiği hayvanlar ve m allarla
birlikte tekrar dağlara çekildi. D ah a gün ağarm adan,
Tatar Beyi atına binip halkını geri getirebilm ek için ar­
kalarına düştü. Fakat onlar kendisine karşı koydular, o
da yurduna geri döndü. O sm an yeniden şehrin önünde
ordugâhını kurdu, ve teslim olurlarsa, vaadettiklerini
yerine getireceğini bildirdi. Bununla beraber ahali yine
de red detti. Bayezid’e h a b e rc i^ ö n d e r e re k gelip O s-

55
m an’ı ülkeden defetm esini dilediler. Buna karşılık şehir
ona boyun eğecekti.
Bayezid, en büyük oğlunu yirm ibin atlı ve d örtbin
yaya askeri ile yardıma gönderdi ki bu askerî harekâta
ben de katılm ıştım . O sm an, Bayezid’in oğlunun yaklaş­
tığını öğrenince, bütün mal ve m ülkünü ve sürülerini,
evvelce de çekilm iş olduğu dağa gönderdi. K endisi bin
atlı ile ovada kaldı. Bayezid’in oğlu önden ikibin atlıyı,
O sm an ’ın yerini keşfetm ek için gönderdi. O sm an, bun­
ları görünce hem en saldırdı ve çarpıştılar. Bayezid’in
oğlunun adam ları, O sm an ’ı yen em eyeceklerini a n la ­
yınca yardım istediler.
Bunun üzerine Bayezid’in oğlu, bütün kuvvetleriyle
yaklaştı. O sm an bunları görünce ona da saldırdı ve or­
du henüz düzenini alm am ış olduğundan neredeyse boz­
guna uğrayacaktı. Bayezid’in oğlu, adam larını bağırarak
şevke getirdi ve savaşı başlattı. O rdular üç defa birbir­
lerine girdiler. Bunlar savaşırken, yaya kuvvetler O s­
m an’ın ordugâhına doğru ilerliyordu. O bunu duyunca,
dört yüz atlıyı geriye gönderdi, bunlar ordugâhtaki n ö ­
b etçilerin yardım iyle yaya ask erin i püskürttüler. Bu
arada O sm an geri çekilm e savaşı vererek, m al ve m ül­
künü gönderdiği dağa doğru çekilm ek zorunda kaldı.
O radan bir aracı göndererek bu sürede dağın eteklerin­
de bekledi.
Bayezid’in oğlu şehrin önlerine geldi. A h ali kale ka­
pılarını açtılar ve atlarıyle dışarı çıkıp ondan şehri işgal
etm esini dilediler. Fakat Bayezid’in oğlu bunu istemedi,
babasına gelip şehri ve m em leketi teslim alm ası için

58
haber gönderdi. Bayezid, yüzellibin kişilik kuvvetle ge­
lip şehre ve bütün bölgeye adam larını yerleştirdi. O s­
m an’ın kovduğunu değil, kendi oğlunu (I. M ehm ed’i)
Kral tayin etti.

59
10. B ö l ü m

Bayezid’irı Mısır Sultanının Bir Ülkesini Elinden Alması

B
ayezid, feth ettiğ i K ırallığı o ğlu n a tev d i e ttik te n
sonra, (M ısır’daki) Sultan, M alatia (M alatya) şehri
ve bu şehre bağlı, ülke için bir mesaj gönderdi. Ç ünkü
her ikisi de yukarda adıgeçen kırallığa ait ve S u lta n ’a
tabi idi. Bayezid, kırallığı feth ettiğ i için, S u lta n ’dan
M alatya şehrini ve ona bağlı toprakları istiyordu. S u l­
tan, cevabında, o şehri ve toprakları kılıcı ile aldığını,
kim bunları elde etm ek isterse onun da kılıcı ile kazan­
ması gerektiğini bildirdi. Bayezid bu cevabı aldığında,
ikiyüzbin kişilik bir kuvvetli bi ülkeye girdi ve şehrin
önüne gelip iki ay süreyle kuşattı. Ş eh ir sakin lerinin
teslim olm ayacaklarını anlayınca, hendekleri doldurt­
tu, şehri bir ordu ile çembere aldı ve orduyu hücum a
geçirdi. O zaman şehirdekiler a f için yalvardılar ve tes­
lim oldular. Fakat o şehri ve m em leketi, fethedip, iskân
etti.
Tam bu sırada Beyaz Tatarlar Bayezid’e ait bir şehir
olan A n gora’yı (A n kara) kuşattılar. Bayezid bunu öğre­
nince, en büyük oğlunu otuzikibin kişilik bir kuvvetle
oraya gönderdi. O , bir m uharebeyi kazandıysa da so ­
n un da çekilm eye m ecbur oldu ve b a b asın ın y an ın a

60
döndü. Bayezid on a d ah a fazla asker vererek yeniden
oraya gönderdi. Böylece oğlu, yeniden T atarlarla savaş-
tı ve bu kez galip geldi. Tatar Beyini ve on a bağlı iki
Beyi tutsak edip, babasına getirdi. Böylelikle Beyaz T a­
tarlar, Bayezid’e teslim oldular, o da onların başına yeni
bir Bey tayin etti. U ç tutsağı kendisiyle birlikte baş­
kentine götürdü. O radan Su ltan a tabi olan A d alia (ya­
hut S a ta lia ) şehri önlerin e geldi. Bu şehir K ıbrıs’tan
pek uzak değildir. Ç evresindeki topraklarda sadece d e­
ve yetiştirilir başka hayvan yetiştirilmez. Bayezid şehri
ve on a ait toprakları fethedince, kendisine onbin deve
arm ağan edildi. Şehri ve m em leketi işgal edip, develer­
le kendi yurduna döndü.

61
ı ı . b ö l ü m

Mısır Sultanı Hakkında

B
u sıralarda S u ltan Barquq (M em luk Su ltan ı Ber-
kuk) öldü. Ve Joseph (Yusuf) den ilen oğlu kral o l­
d u .* Fakat babasının hizm etindekilerden biri kendisiy­
le krallık için m ücadele etti. Yusuf, Bayezid’le barışa­
rak, onun yardımını diledi. O da kendisine yirm ibin k i­
şilik bir kuvvet gönderdi. Bu yardım birliğine ben de
dahildim . Bu şekilde Yusuf rakibini zorla başından d e­
fetti ve kudretli bir kral oldu. Son radan kendisine, em-

( * ) S c h i l t h e r g e r , b u r a d a y a n ı lm a k t a d ır . B u Y u s u f İ s m in in n e r e d e n ç ı k t ı ğ ı n ı
b ilem iy o ru z. B e rk u k ’u n y e rin e N a sir e d - D in F a r a c ’ın g e ç tiğ i b ilin m e k te d ir.

62
rindeki kim selerden beşyüz kişinin, suikast hazırladık­
ları ve düşm anla birlikte çalıştıkları bildirildi. Bu kişi­
ler yakalandı ve bir m eydana götürüldü. Ve sonra da
kral bunların gövdelerinin ikiye bölünm elerini emretti.
Biz, tekrar hükümdarımız Bayezid’e geri döndük.

63
12. B ölüm

Timur’un Sivas Krallığını Ele Geçirişi

K
ral Bayezid, yukarıda anlatıldığı şekilde O sm an ’ı
S iv a s’tan çıkardığında, o da tâbi bulunduğu Bey
o lan Tim ur’a gitti ve orada Bayezid’den şikâyette bu­
lundu. Kendisinin nasıl Siv as krallığını fethetm ek iste­
diğini ve Bayezid’in ne şekilde kendisini oradan çıkar­
dığını an lattı. T im ur’dan, krallığı için yardım diledi.
Timur, Bayezid’e (birini) göndererek krallığı geri iste­
yeceği cevabını verdi; dediğini de yaptı. Bayezid krallı­
ğı geri verm eyeceğini çünkü orayı savaşla kazandığını
ve böylece O sm an kadar kendisinin de orada hakkı bu ­
lunduğunu cevaben bildirdi. Timur bunu duyunca, on
kere yüzbin* kişi topladı ve S iv a s ’a yürüdü, ve şehri
yirmibir gün süreyle kuşattı. Şeh ir surlarının birkaç ye­
rinde lağımlar açıldı. Böylece her ne kadar Bayezid beş-
bin silahlıyı koruyucu olarak bırakm ış idiyse de, şehri
fethetm eyi başardı. Bütün bu koruyucular, canlı olarak
gömüldü. Böyle yapılm asının sebebi şuydu Tim ur şehri
fethettiğinde işgal kuvvetlerinin yüzbaşısı onların kan-

( * ) O r ta ç a ğ d a b e lirli b ir z a m a n a k ad ar, m ily o n ra k a m ı b ilin m iy o r d u . B u se b e p le


(b ild iğ im iz k a d a riy le bizde d e o ld u ğ u g ib i) “ m ily o n ” , o n k e re y ü z b in k e lim e ­
siyle d o la m b a ç lı şe k ild e ifa d e e d iliy o rd u .

64
larının dökülm em esini dilem işti. Tim ur da kendisine
bunu vaadetm işti, bu sebeple hepsi diri diri göm üldü­
ler. D ah a sonra Timur, şehri yıktırdı, ah alisin i tutsak
edip, kendi m em leketine götürdü. Bunlar arasında do-
kuzbin bakireyi de tutsak etm iş ve m em leketine getirt­
mişti. Fetih esnasında Tim ur yaklaşık olarak üçbin kişi
kaybetm iş olarak ülkesine döndü.

65
13. B ö l ü m

Bayezid’in Ankara Savaşı’nda Yenilgisi

T
imur, ülkesine geri döner dönmez, Bayezid üçyüz-
b in kişilik bir kuvvet topladı ve K üçükerm enis-
tan ’a yürüdü, ve onu Tim ur’un elinden a ld ı.* Bayezid
b aşken t E rsin gen ’i (E rzincan) ve o ran ın Beyi Tarat-
h an ’ı (M utahharten) b aşe ğd ird i.** So n ra da m em leke­
tine döndü.
Timur, Bayezid’in ad ıgeçen m em leketi feth ettiğ in i
öğrenince, binaltıyüz kere bin (1 .600.000) kişilik kuv­
vetle onunla savaşm aya gitti. Bunun üzerine Bayezid,
bindörtyüz kere bin (1 .400.000) kişi toplayarak onun
üzerine yürüdü. A ngora (A n k ara) yakınında her iki or­
du karşılaştı ve kıyasıya savaştılar. Bayezid yaklaşık o la ­
rak otuzbin Beyaz Tatarı en ön saflara koymuştu. Fakat
bunlar T im ur’un tarafın a geçtiler. R akipler, birbirini
püskürtem eden iki kere d ah a karşılaştılar. Timur, bu
defa yanında bulunan otuziki Eğitilm iş F ili’ni savaşa
sokm a emrini verdi. Bayezid kaçm aya başladı ve yakla-

( * ) “ K ü ç ü k e rm e n ista n ” c o ğ ra fi b ir te r im o la r a k k u lla n ılm ış tır . V a k tiy le R o m a lıla ­


rın h â k im iy e t i d ö n e m in d e , F ır a t ’ ın b a t ıs ın d a P o n ıp e iu s t a r a fın d a n b ir “ ta b i
d e v le t ” k u ru lm u ş v e V e sp a sio n ta r a fın d a n R o m a İm p a r a to r lu ğ u ’n a ilh a k e d il­
m işti.

( * * ) Y aşar Y ü c e l, M u ta h h a r te n v e E rz in c a n E m irliğ i.

66
şık bin atlı ile dağlık bir yere çekildi. O zam an Timur,
kaçam ayacağı şekilde bütün dağı çem bere alarak onu
esir e tti.* Bunu m üteakip Timur, sekiz ay süre ile m em ­
lekette kalıp onu tam am en feth ve işgal etti. N ihayet,
tutsağı Bayezid’i yanında götürerek, onun başkentin e
girdi. Bayezid’in hâzinelerinden, bin devenin taşıyabi­
leceği kadar gümüş ve altın aldı. Timur, Bayezid’i kendi
m em leketine götürm ek istiyordu fakat Bayezid oraya
giderken yolda ö ld ü .**
Böylece ben de T im ur’un tutsağı oldum ve onunla
birlikte'ü lkesin e gitm ek zorunda kaldım . D ah a sonra
on u n m aiyetin e v erild im . Buraya k ad ar bild ird iğim
herşey, Bayezid’in em rinde bulunduğum sürede geçti.

( * ) B ay e z id ’in tu tsa k o lu şu 2 0 T em m u z 1 4 0 2 tarih in d e d ir.

( * * ) B ay e z id ’ in M a r t 1 4 0 3 iç in d e ö ld ü ğ ü b ilin iy o rsa d a , b u n u n b ir in tih a r o lu p o l ­


m a d ığ ı, m ü n a k a şa lıd ır. [P rof. N e u m a n n , “ S c h ilt b e r g e r 'in k a fe s t e n b a h s e tm e ­
m e si se b e b iy le b u n u n b ir m a s a ld a n , ib a re t o ld u ğ u a n la ş ılm ış tır ,” d iy o r sa d a ,
b ö y le b ir m a n tığ ı k a b u le im k â n y o k tu r.] T im u r'u n o n u k a fe se k o y d u rd u ğ u v e
in tih a r e t tiğ i id d iası F u a t K ö p rü lü t a r a fın d a n k u v v e tle sa v u n u lm u ştu r . (T .T .K .
B e lle te n , sayı 2 v e 2 7 )

67
14. B ö l ü m

Timur’un Mısır Sultaniyle Savaşı

T
imur, Bayezid’i yenip devletine dönüşünden sonra,
bütün M üslüm anların dinî başkanı olarak (H alife)
kabul edilen Sultan la (M ısır M em lûk Su ltan ı) bir sav a­
şa başladı. Bunun için binikiyüzkerebin kişilik bir ordu
topladı ve bununla S u ltan ın d ev leti üzerine yürüdü.
O rada, dörtyüzbin haneden oluşan H alep şehri ö n le ­
rinde karargâhını kurdu. H alep V alisi seksenbin kişi
topladı, onlarla şehirden çıkarak T im ur’la çarpışm aya
başladı. H içbir son uç alam ayınca tekrar şehir surları
içine sığındı. Fakat bu çekilm e sırasında adam larından
birçoğu öldürülmüştü. Kuvvetli bir savunm aya rağmen,
Timur, dört gün sonra şehrin dış m ahallelerini fethetti.
Bu esnada tutsak edilen bütün kişilere bir lâğım kazdı­
rıldı ve dört yerine odun ve süprüntü dolduruldu. L a ­
ğım lar sert kayaların içine doğru on iki kulaç oyuldu.
Bundan sonra Timur, şehre saldırdı ve valiyi tutsak e t­
ti. Şehirdeki bütün m alları müsadere etti ve U rum hala
(R um kale) isimli başka bir şehre yürüdü. Bu şehir tes­
lim olunca, A n tep ’e devam etti. Bu yer, dokuz gün sü­
reyle kuşatıldı, onuncu gün zorlukla alın ab ild i. A n-
tep’in yağm alanm asındna sonra ordu B ehesna’ya (B es­

68
ni) yürüdü. Burada kuşatm a onbeşgün sürdü. Sonunda
şehir teslim oldu ve işgal edildi. Bütün adıgeçen şehir-
ler Suriye’nin önem li yerleridir. N ih ayet ordu ülkenin
asıl baş şehri olan D am aschk’a (Ş am ) ge ld i.*
' Su ltan , düşm anın Şam önlerinde olduğunu duyunca,
Tim ur’a bir ulak göndererek şehri tahrip etm em esini ve
özellikle şehirdeki m abedi korum asını diledi. Tim ur bu
ricayı kabul ederek yoluna devam etti. Şeh rin m abedi
(cam ii) o kadar büyüktü ki dışarıya açılan kırk büyük
kapısı vardı. İçinde onikibin kandil asılıydı ki bunlar­
d an hergün dokuzbini yakılıyordu. F a k at her C u m a
onikibin kandilin hepsi de yanıyordu. Bu kandillerden
birçoğu gümüş ve altın dan yapılm ıştı. Bunları krallar
veya kudretli Beyler yaptırmışlardı.

( * ) S c h ilt b e r y e r ’in bazen (D a m a ş k ). b azen (T a m a ş) d e d iğ i “Ş a m ” şe h r in in A r a p ç a


ism i b ilin d iğ i yibi D ım a şk ’dır.
Timur Şam ’dan çekilince, Su ltan otuzbin kişilik kuv­
vetle, başkenti C h orch ei’den (K ah ire) hareket etti.Tı-
mur’a zarar verebileceğini sanıyordu ve onikibin kişiyi
Ş a m ’a gönderdi. Tim ur bunu h aber alın ca S u lta n ’m
üzerine yürüdü, bunun üzerine o d a b aşk en tin e geri
döndü. Fakat Tim ur onu takip etti. S u ltan , ordugâh
kurduğu yerlerden sabah ları ayrılm adan evvel bütün
suları ve otlakları zehirletti. Timur bu yerlere her geldi­
ğinde adamları ve hayvanları arasından büyük kayıplar
veriyordu ve bu sebeble de S u ltan ’a yetişem edi. O za­
m an Timur geri döndü ve Ş a m ’a yürüyüp (şehri) üç ay
süreyle kuşattı. Bu üç aylık sürede, hergün bir çarpışm a
olduysa da, şehri ele geçiremedi. Fakat şehirde bulunan
onikibin kişilik kuvvet, hüküm darlarından hiçbir yar­
dım alam ad ıkların ı görünce, T im u r’d an serbest çıkış
hakkı istediler, o da bu izni verdi, bunun üzerine gece­
leyin şehirden çıkıp Beylerine geri döndüler. Bundan
sonra Timur şehre saldırarak, onu ele geçirdi. Şeh rin
a lın ışın d an son ra, h em en h em en p isk o p o sa tek abü l
eden Kadhi (K adı) Tim ur’a gelerek ayaklarına kapandı
ve kendisi ve hocalar için m erham et diledi. Timur, h o ­
calarla cam ide toplanm alarını em retti. Kadı, çoluk ç o ­
cuğu ile birlikte hocaları alarak cam ie gitti. Bu arada
başka kim seler de cam ie girdiler. İhtiyar ve genç hepsi
otuzbin kişiydi. Timur, cam i dolunca kapıların kap an ­
ması talim atını verdi ve emir.yerine getirildi. Son ra c a ­
m iin etrafına odunlar yığdırdı ve ateşlenm esini em ret­
ti. Bu suretle cam id ek i bütün in san lar öldü. A yrıca
adam larından herbirinin kendisine bir adam ın kellesi­

70
ni getirm esini emretti. Bu emir de yerine getirilerek üç
gün devam ınca sürdü. Timur, bu kafalardan yığma yo-
liyle üç kule yaptırdı, ve şehri tahrip etti. So n ra da sa-
dece hayvancılık yapan Sch erch (? “Şe rh ” bilinm iyor)
bölgesine gitti; burası derhal teslim oldu. A haliye, di-
şarda şehrin önlerindeki adam ları çok acıktıklarından,
k en d isin e yiyecek getirm elerini, em retti. M em lekete
ve şehirlere adam larını yerleştirip sonunda, kendi d ev­
letine geri döndü.

71
15. B ö l ü m

Timur’un Bağdat’ı Fethi

imur, Sultan ın ülkesinden yurduna döndükten h e ­


men sonra, bin kere bin kişilik bir ordu topladı, ve
Babylon’e (B abil yani B ağdat’a) yürüdü. O ranın kralı
bunu duyunca, adam ların ı gerekli şekilde yerleştirip
şehri terketti. Timur, ordugâhını şehrin önüne kurdu
ve onu bütün bir ay boyunca kuşattı. Bu süre içinde şe­
hir surları altında lağım lar kazdırdı. Böylece şehri ala­
bildi ve yakıp kül ettirdi. Şeh rin eskiden bulunduğu
yerleri sürdürdü ve arpa ektirdi çünkü şehri, bu yerler­
de vaktiyle ev olup olm adığını kim senin söyleyem eye­
ceği kadar esaslı bir şekilde tem elinden yerle bir edece­
ği hususun da yem in etm işti. D ah a son ra bir n eh rin
içinde kurulmuş bulunan bir kaleye geldi. Bu kalede,
kral hâzinesini saklıyordu ve kale surlarla çevrili oldu­
ğu sürece Tim ur’un buna birşey yapabilm esine im kân
yoktu. Bu sebeple o önce suların yatağını değiştirtti. Bu
esnada iki büyük kurşun sandık buldu ki altın ve gü­
m üşle doluydu. H erbiri iki kulaç boyun da bir kulaç
eninde idi. Kral bunları kale fethedilirse hiç olm azsa
altınlar kalsın diye orada suların altına göm m üştü. T i­
mur bu sandıkları aldı ve sonra kaleyi fethetti. Kalede
72
onbeş adam bulup hepsini astırdı ve altın ve gümüş d o ­
lu dört sandık daha bularak onları da beraber aldı. U ç
şeh ri d ah a fe th e ttiy se de yaz g e ld iğ in d e n , sıc a k la r
yüzünden bu yerlerde kalam adı.

73
16. B ö l ü m

Timur’un Küçükhindistan’ı Ele Geçirmesi

B
ağdat’tan döndükten sonra Timur, bütün adam ları­
nın dört ay içinde hazırlanm alarını zira kendisinin
K üçükhindistan’a * yürüyeceğini bildirdi.
B aşken tin den oraya kadar dört aylık bir yol vardı.
Verilen süre geçince dörtyüzbin kişilik bir ordu ile Kü-
çükhindistan yoluna koyuldu. Bu yolculukta, yirmiiki
günde, büyük su sıkıntısı içinde bir çölü geçti. Son ra
ordu, bir sıra dağa ulaştı ki bunu geçm ek sekiz gün aldı.
Bu dağda yolun öyle bir kısmı vardı ki, orada atlar ve
develerin tahta kalıplar üstüne bağlanıp aşağı sarkıtıl-
ması zorunluğu vardı. M üteakiben derin bir geçide gel­
diler bu geçitte gündüzün bile kimse birbirini tanıyam ı-
yordu (o kadar karanlıktı). Bu boğaz yarım gün sürüyor
ve sonra üç gün üç gecede geçilen yüksek bir dağa geli­
niyor, sonunda ülkenin başkenti önünde uzanan güzel
bir ovaya varılıyordu. O rm anlık bir dağın yam açların­
d ak i bu şehrin , önünde T im ur ad am larıy le o rd u gâh
kurdu ve m em leketin kralına şu haberi gönderdi: “M iri
temiri gilden” bu şu anlam a geliyor: “Teslim ol, M ir Ti-

( * ) O r ta ç a ğ d a H o r a s a n 'd a n ln d ııs n e h r in e k a d a r o la n b ö lg e y e K ü ç ü k H in d is t a n
d en iy o rd u .

74
mur geldi.” Kral bu m esajı alınca, Tim ur’la kılıç vasıta-
siyle görüşmek istediği cevabını bildirdi. Bundan sonra
ordusunu hazırladı ve dörtyüzbin kişilik kuvvetle ve
dörtyüz adet, savaş için eğitilm iş fille karşısına çıktı.
H er filin sırtında kule şeklinde bir sem er vardı ki üs­
tünde en aşağı on silahlı adam bulunuyordu. Tim ur bu­
nu öğrenir öğrenmez o da ordusiyle yola koyuldu.
Kral fillerini en ön saflara koymuştu. İki ordu karşı­
laştığ ın d a Tim ur savaşm ayı istediği h ald e yapam adı,
çünkü atlar filleri görünce ürktüler ve ilerlem ek iste­
mediler. Böylece sabahtan neredeyse öğleye kadar v a ­
kit geçti. Bunun üzerine Timur geri dönm ek ve m üşa­
virleriyle fillerin nasıl alt edileceğini görüşm ek zorunda
kaldı. Bunlardan (Süleym an Ş a h ) isminde biri, devele­
ri alıp sırtlarına odun yüklenm esini tavsiye etti. Filler
yaklaşınca odunlar ateşlenip develer öne sürülecekti.
Bu alevler ve develerin çığlıkları sayesinde filler yeni­
lebilirdi zira bunlar ateşten korkarlardı. O zam an T i­
mur, yukarda belirtildiği şekilde yirm ibin deveyi hazır­
lattı. Bu sırada, düşm an kral, önde filler olm ak üzere
tekrar yaklaşıyordu. Tim ur üzerine yürüdü, develeri öne
sürerek odunları tutuşturttu. D eveler korkunç sesler ç ı­
karıyorlardı. Filler bunu duyunca üstelik de ateşi g ö ­
rünce dönüp kaçm aya başladılar, kimse onları durdura­
madı. Bunun üzerine Tim ur bütün kuvvetiyle düşm a­
nın üzerine yürüdü birçok fil öldürüldü. K ral bunu gö ­
rünce tekrar şehre döndü. Tim ur ise o n u tak ip edip
şehri on gün kuşattı. Bu süre içinde kralla pazarlığa gi­
rişerek, A rab altınından daha değerli olan iki katır yü­

75
kü H ind altınına pazarlık yaptı. Kral on a ayrıca birçok
m ücevherat da verdi. Bunun d ışında Tim ur’a istediği
yerde kullanm ası için otuzbin kişilik bir orduyu ödünç
olarak emrine vermeyi vaadetti. Böylece m utabık k al­
dılar. Kral kendi krallığını korudu Tim ur da yurduna,
yüz fil ile kralın kendisine terkettiği hazineler ve kıy­
m etli eşyalarla birlikte döndü.

76
17. B ö l ü m

Bir Beyin Timur’un Birçok Malını Kaçırışı

K
üçü kh in distan ’dan döndüğünde Timur, C h eb ak h
(C h eib ek ) isimli bir Beyi on bin kişilik kuvvetle
S o ltan ia (Sultaniye) şehrine, ödem ek zorunda olduğu
vergi ve gümrük tutarını tahsil etm ek üzere gönderdi.
Beş yıl boyunca, Fars ve Erm enistan eyaletlerinin vergi
ve gümrük resmi orada toplanm ıştı. Tem silci geldi, ver­
gileri toplayıp, bunları bin adet arabaya yükledi. Sonra
arkadaşı olan M azenderan Bölgesi Beyine bir m ektup
yazdı, o da ellibin askerle geldi. A nlaştılar, hâzineleri
kendilerine alıkoyup onları M azanderan’a getirdiler.
Tim ur bunu öğrenince, peşlerinden büyük bir kuvvet
gönderdi. Bu birlik adıgeçen m em leketi feth ed ecek,
her iki Beyi yakalayıp getirecekti. Ordu M azanderan’a
gelince, hiçbir şey yapam adı, zira ülke büyük orm anlar­
la çev rili idi. D ah a fazla kuvvet için T im u r’a haber
gönderildi. O da ağaçların kesilm esi ve yol açılm ası
için yetm işbin kişi gönderdi. H ernekadar on m illik bir
bölgenin ağaçları kesildiyse de, yine de ülkeye birşey
yapam adılar ve durumu Tim ur’a bildirdiler. Timur geri
dönm eleri emrini verdi, böylece adam ları eli boş yurd-
larına döndüler.
77
1 8. B ö l ü m

Timur’un Yedibin Çocuğu Öldürtmesi

ilâhare Timur, H issaphan (Isfahan) krallığına yürü­


dü ve aynı isim deki b aşken t ö n ün d e ordugâh ını
kurdu. Şehrin teslim olm asını istedi. Şeh rin sakinleri,
boyun eğerek kadın ve çocuklariyle kendisini karşıladı­
lar. O nlara m erham et etti ve şehri altıbin askerle işgal
etti. Şeh rin hâkim i S ch ach iste r’i (Ş a h ?) beraberine
alarak m em leketi terketti.
Isfahan halkı, T im ur’un m em leketi terkettiğin i d u ­
yunca, şehrin kapılarını kilitleyip, altıbin işgal kuvveti­
ni öldürdüler. Timur bunu öğrenince geri dönüp, şehrin
önüne tekrar geldi ve onbeş gün kuşattı. Fakat şehri
feth edem eyin ce a h alisi ile bir an laşm a yaptı. O n lar
kendisine şehirde bulunan n işancıları büyük bir sefer
için kendisine ödünç verecekler, Tim ur da bunları so n ­
radan onlara geri yollayacaktı. Şehirliler ona onikibin
nişancı gönderdi, Tim ur da bunların başparm aklarını
kestirip şehre geri yolladı. Ertesi gün şehri zaptederek
atı ile içeri girdi. A haliyi yakalatarak 14 yaşından bü­
yük olanların kafalarını kestirdi. 14 yaşından küçükler
ayrıldı. Kesilen kafalardan şehrin ortasında bir kule ya­
pıldı. Sonra kadınlar ve çocukların şehrin dışındaki bir
78
yere sevkedilm elerini em retti. Yedi yaşından küçük ço ­
cu k ların b elirli bir yerde to p lan m aları gerekiyordu.
' A d am ların a bunların atların ayakları altın d a çiğnen-
m esini emretti. Kendi danışm anları ve çocukların an a­
ları bunu duyunca ayaklarına kapanıp çocukları öldürt-
m em esini dilediler. Bunu işitmezlikten gelip çocukları
atlariyle ezmelerini yeniden em retti fakat kimse ilk ol­
m ak istemiyordu. O zam an öfkeye kapıldı ve kendisi
atını sürerek: “Şim di kim arkam dan gelm ek istemiyor,
görm ek istiyorum” dedi. O nlar da Tim ur’u takip etm ek
zorunda kaldılar. İki defa çocukların üzerinden geçerek
hepsini ezdiler. T üm ü yedibin kadard ı.* So n ra şehir ta­
m am en yakıldı. Tim ur, kadın ları ve k alan ço cu kları
alıp m em leketine götürdü. Böylece, oniki yıldan beri
ayrı olduğu kendi başkenti Sem erkant’a döndü.

( * ) B u in a n ılm a sı zor c a n a v a r lık , b ir ç o k D o ğ u lu t a rih ç i ta r a fın d a n d o ğ r u la n m ış bir


o la y d ır (N e u m a n n ).

79
19. B ö l ü m

Timur’un Büyük H ana karşı Savaş Girişimi

aktiyle Ç in ’in Büyük H anı, (C h etey-H ıtay’m B ü­


yük Hüküm darı) Tim ur’a, dörtyüz atlı ile bir elçi
göndererek ondan beş yıldan beri ödem ediği haracı ta ­
lep etmişti. Timur, elçilik heyetini, kendisi başkentine
dönene kadar beraberinde alm ıştı, sonra onları E fendi­
lerine göndererek şunu bildirm elerini istedi; kendisi ne
haraç veren ne de tâbi olan bir kim se olm ak istem e­
mekte, bilakis Büyük H anın kendisine haraç verip tâbi
olm asını beklem ektedir, bunun için de kendisi bizzat
gelecektir.
B u n un üzerine d e v le tin in her ta ra fın a h a b e rcile r
göndererek, herkesin hazırlanm ası, k en d isin in Ç in ’e
yürüyeceği haberini saldı. Böylece binsekizyüz kere bin,
(bir milyon sekizyüzbin) kişi topladı ve bir ay süre ile
yürüyüş devam etti. Bu arada geçilm esi yetmiş gün sü­
ren bir çöle geldiler.* D aha on günlük m esafede idiler
ki susuzluktan adam ları büyük kayıplar verdi. Soğuktan
dolayı da Tim ur’un, atları ve hayvanları büyük zarara
uğradı, zira bu bölgede hava çok soğuktu. Timur, adam-

( * ) B il ç ö liin T a rım V a d isin d e k i T a k la m a k a n Ç ö lü o ld u ğ u t a h m in ed iliyo r.

80
ları ve h ayvan larındaki büyük kayıpları görünce geri
dönm e emrini verdi ve başkentine geri geldi. Ve orada
hastalandı.

81
2 0 . B ö l ü m

Timur’un Ölümü

imur, üç nedenle o kadar hiddet, ye’se kapıldı ki

T h astalan d ı ve bu h a stalık ta n da öldü. B irin cisi,


soylularından birinden gördüğü alçaklık olup bu, T i­
mur’a ait haraç gelirini kaçırm ıştı. D iğeri üç karısı o l­
m asından kaynaklanıyordu. Bunların en genci ki onu
en fazla seviyordu, Tim ur’un seferde bulunduğu sırada
onun Beylerinden biri ile ilişki kurmuştu. Timur yurdu­
n a döndüğünde en yaşlı karısı, en gencin bir soylu ile
gönül eğlendirdiğini ve iffetini yitirdiğini, kendisine
söyledi. Fakat Timur buna inanam adı. Yaşlı karısı gele­
rek: “O n a git ve sandığtnı açm asını iste, orada taşlı bir
yüzükle, adam ın on a yazdığı m ektupları b u lacak sın ”
d ed i. Tim ur, ak şam a k e n d isin e g e le c e ğ i h u su su n d a
gen ç karısına haber iletti. O d asın a girince, sandığını
açm asını istedi, o da açtı, yüzüğü ve m ektupları buldu.
Y anm a oturup yüzüğü ve m ektupları nereden aldığını
sordu. Kadın önüne eğilerek öfkelenm em esini rica edip
bunları bir Beyin kendisine özel bir nedeni olmaksızın
gönderdiğini söyledi. Timur odadan çıkıp derhal kadı­
nın kafasının kesilm esini emretti. Ve bu buyruk yerine
getirildi. Son ra da Beyin peşine beşbin atlı göndererek
82
yakalanıp getirilm esini istedi. Fakat Bey, takipçilerin
kom utanı tarafından uyarıldı, beşyüz adam ını ve ailesi­
ni alarak M azanderan ülkesine kaçtı. O rada onu bula­
mazlardı. Timur, karısını öldürttüğüne ve Beyin e lin ­
den kaçm asına son derece kederlendi.
B unun sonucu vefat etti ve kendi ülkesinde büyük
bir ihtişam la gömüldü. Şun u da bildirm em gerekir ki
ölüm ünden itibaren bir yıl süre ile geceleri m ezarından
ah üfigan lar geliyordu. M ezarını bekleyen h o calar bu
sesleri açık seçik duyuyorlardı. K ralın arkadaşları, bu şi­
kâyetlerin sona ermesi için büyük kurbanlar kestiler fa ­
k at fayda etm edi. H o calar aralarında görüşüp oğluna
gittiler ve ondan, babasının diğer ülkelerde tutsak aldı­
ğı bütün esirlerin, özellikle başkentte olan ların serbest
bırakılm asını dilediler. Ç ünkü tutsaklardan, zenaat er­
babı olanların hepsini Timur, kendi başkentine getir­
mişti. Bunlar orada Timur için çalışm ak zorunda idiler.
O ğlu bunların hepsini serbest bıraktı, bu yapılır yapıl­
maz d a m üteveffanın şikâyetleri kesildi.
Burada bildirdiğim herşey, Tim ur’un yanında bulun­
duğum altı yıl zarfında aynen olmuştur çünkü bunları
bizzat yaşadım .*

( * ) B u r a d a S c h ilt b e r g e r ’i h a fız a sı y a n ıltm a k ta d ır . Ç ü n k ü k e n d is in in e sir d ü ştiiğ ii


A n k a r a S a v a ş ı ’n d a n (2 0 T em m u z 1 4 0 2 ) T im u r ’u n ö lü m ü n e ( Ş u b a t 1 4 0 5 ) k a ­
d a r y a k la şık üç y ıl g eçm iştir.

83
21. B ölüm

Timur’un Oğulları

imur geriye iki oğul bıraktı. Büyüğünün adı Sch a-


T roch (Şah ruh ) idi. O nun da bir oğlu vardı ki, T i­
mur ona başkent ile bu kente ait toprakları vasiyet e t­
mişti. Timur iki oğlu Şahruh ve M iraschach’ın (M iran-
şah ) herbirine İran’da birer krallık ile geniş topraklar
verdi. Tim ur’un ölüm ünden sonra ben, başkenti olan
H e r a t’tan H o rasan K ra llığ ın ı idare e d e n o ğlu Ş a h -
ruh’un yanına geldim . Tim ur’un küçük oğlu (M iran-
şah) İran’da Thaures (Tebriz) K rallığının sahibiydi. B a ­
basının ölüm ünden sonra, Joseph (Y u su f)* adında bir
Bey gelerek M iranşah’ı krallığından sürüp, çıkardı. O
da durumu kardeşi Şah ru h ’a bildirerek, krallığını tekrar
ele geçirmesi için kendisine yardım etm esini rica etti.
Kardeşi seksenbin kişilik bir kuvvetle geldi. M iranşah
da onun emrine otuzbin kişilik bir kuvvet daha gönder­
di. Kendisi de kırkikibin kişilik kuvvetle Yusuf’un üze­
rine yürüdü. Yusuf, bunu duyunca altm ışbin kişilik bir
kuvvetle karşı harekâta geçti. İki taraf da bütün gün
boyunca, herhangi belirli bir zafer kazanam adan savaş-

( * ) A d ıg e ç e n Y u su f, K a ra K o y u n lu B e y i o la n K a r a Y u su f’tur. T im u r 'u n ö lü m ü n d e n
so n r a B ah il ü lk e sin i v e İra n ’ın h a tı k ısm ım (A z e r b a y c a n ) h ü k m ü a lt ın a ald ı.

84
tılar. O zaman M iranşah, diğer kuvvetlerle gelm esi için
kardeşine haber gönderdi. Yardım kuvveti gelince heri-
kisi birlikte Yusuf’la savaşıp nihayet onu püskürttüler.
Böylece M iranşah, yeniden krallığına kavuştu.
İki ülke: C hurten (?) ve Küçükerm enistan, Yusuf’un
yanında savaşm ıştı. Şah ru h bunları d a fethedip yeni­
den kardeşine verdi. Son ra da kendi devletine döndü.
D aha önce kardeşine yedek kuvvet olarak yirm ibin kişi
bıraktı ki bu birliklerde ben de bulunuyordum. Bu şe­
kilde ben Schiltberger, Tim ur’un oğlu M iranşah’ın ya­
nında kalm ış oldum.

85
2 2. BÖLÜM

Yusuf un M iranşahrn Boynunu Vurdurması ve


Bütün Devletini Ele Geçirişi

B
undan sonra M iranşah bir yıl rahat etti. Fakat daha
sonra Yusuf tekrar büyük bir ordu ile onun ülkesine
saldırdı. M iranşah bunu öğrenince, dörtyüzbin kişiye
yakın bir kuvvetle üstüne yürüdü. Sch arab ach (Kara-
bağ) ovasında iki ordu karşılaştı ve iki gün birbirleriyle
çarpıştı. So n u n d a M iran şah yen ildi ve tutsak edildi.
Yusuf onu derhal öldürttü. Bunun neden i şuydu: Yu­
su f’un bir kardeşi M iseri (M usa) M iran şah ’m kardeşi
Zychanger’i (C ih an gir) öldürmüştü. D ah a sonra yapı­
lan savaşta M iranşah M iseri’yi tutsak etm iş ve onu zin­
danında öldürtmüştü. Bu sebeple, M iranşah da hem en
öldürüldü.*
Yusuf, M iranşah’ın kafasının bir mızrağa geçirilerek,
Krallığın ismi gibi Tauris (Tebriz) adını taşıyan başkent
önüne getirilm esini emretti. A h alin in daha çabuk tes­
lim olm asını tem in için halka, göstertti. Onlar, Beyleri­
nin öldüğünü görünce teslim oldular ve Yusuf şehri ve
bütün krallığı hakim iyeti altına aldı.

( * ) N e u m a n ’a g ö r e (sh . 8 4 d ip n . 7 9 ) A s lın d a K a ra Y u su f’u n k a rd e şi M isse C h o d s c -


h a ’dır. C ih a n g ir 'in M u s a H o c a t a r a fın d a n ö ld ü r ü ld ü ğ ü s o n r a d a M u s a H o -
c a 'n ın M ira n şa h ’ı ö ld ü rd ü ğ ü g e rç e k d ışıd ır. C ih a n g ir 1 3 7 5 ’d e t a b iî ş e k ild e ö l ­
m ü ştür. H a m m e r d e b u n u v a k tiy le b e lirtm işti.

86
2 3. B ö l ü m

Yusuf un Bir Kralı Yenip Kafasını Kesmesi

usuf, bu krallığı feth ettikten sonra, Bağdat Kralı,


Y ken d i egem enlik alan ın a girm esi ve tah tın ın da
onun topraklarında bulunm ası nedeniyle krallığın k en ­
disine iadesini talep etti. Yusuf’un bu krallığa hükm et­
me hakkı bulunm adığını çünkü soylu bir kişi olm adığı­
nı bu yüzden de kötü bir derebeyi olduğunu (ilâve etti).
Yusuf bunun üzerine, orada bir tem silcisinin bulunm ası
gerektiği cev ab ın ı verdi. B ağd at K ralı bunu sağlarsa
kral adına sikke bastıracağını ve onun kendine ait şey­
lerin hepsine sahip olacağını bildirdi. K ral buna razı o l­
madı, çünkü onun krallığı devretm ek istediği bir oğlu
vardı. Bu sebeple ellibin kişilik kuvvetle Yusuf’la sav a­
şa gitti. Yusuf bunu öğrenir öğrenmez altm ış bin kişi ile
karşısına çıktı. A ch u m (?) den ilen büyük bir sahrada
birbirleriyle savaştılar. K ral, o v a n ın k en arın d ak i bir
şehre kaçm aya başladı. Yusuf onu kovaladı ve yakaladı.
Kafasını kesti ve böylece artık bu krallığın da hâkim i
oldu.

87
2 4. B ö l ü m

Ebubekir’in Yanma Gelişim

imur’un oğlu M iranşah’ın, belirtildiği gibi, savaşta


yenilip katledilm esinden sonra, oğlu Ebubekir’in
payına düşdüm, onun yanında dört yıl kaldım .
B ağd at K ralının Yusuf tarafın d an öldürülm esin den
sonra Ebubekir, Kralın D evletine ait olan Irak toprakla­
rını fethetti. Ebubekir’in Erban ülkesinde hüküm süren,
M ansur isminde bir kardeşi vardı, onu ayağına çağırın­
ca, M ansur itaat etm ek istemedi. Bunun üzerine Ebube­
kir üzerine yürüdü, tutsak etti ve bir süre zindana attı.
Sonunda onu öldürüp ülkesini kendisininkine kattı.
Ebubekir kuvvetiyle tanınm ıştı. Öyle ki bir Türk oku
ile (yekpare) bir araba tekerleğine (kağnı tekerleğine)
attığında, okun dem ir ucu onu delip geçer, fakat sapı
içinde kalırdı. Böyle bir tekerlek Tim ur’un başkenti Se-
m erkant’ta bir mucize işareti olarak şehir kapısı önüne
asılm ıştı. Su ltan , E bubekir’in kuvvetin i duyunca ona
altı kilo ağırlığında, tahm inen bin G u ld en altını değe­
rinde bir kılıç gönderm işti. K ılıç kendisine getirildiğin­
de, o kılıcı denem ek için üç yaşında bir öküz getirtti.
Öküzü bir vuruşta ortasından ikiye böldü. Bu olay, h e ­
nüz Timur sağken olmuştu.
88
2 5. B ö l ü m

Kıpçak Ülkesinde Bir Şehzade

E
b u b e k ir’ in S a ra y ın d a , Büyük T a ta r is ta n ’d an bir
^ K ral-O ğ lu y a şıy o rd u .* (G ü n ü n b irin d e ) idareyi
. devralm ak üzere, yurda dönm esi hususunda bir haber
aldı. Ebubekir’den gitm esine m üsaade edilm esini rica
etti o da m uvafakatini bildirdi. Şehzade, benim de ara-
, larm d a bulunduğum , altıyüz süvari ile evin e döndü.
B ö y lece beş ark ad aşım la Büyük T a ta rista n ’a geld ik;
hangi m em leketlerden geçerek geldiğimizi anlatm ak is-
; tiyorum.
Ö n ce ipek (ip ek b öceği) yetişen S tra v a S tr a n a ’d an
(E rivan ?) geçildi. S o n ra koruyucu pirleri Aziz G eorg
olan ve inançlarını hâlâ devam ettiren H ıristiyanların
y aşadığı G ü rc ista n ’a geldik. D ah a son ra k afile Loc-
h in sch an ’a (?) vardı ki burada da ipek yetişir. En iyi
ipek Ş ir v a n ’da yetişir ve Şam , K efe keza T ü rk iy e ’de
başkent Bursa pazarlarında satılan nefis ipek dokum alar
bunlardan yapılır. Bu ipek Venedik ve L u cca’ya da gö­
türülür ve orada bundan iyi cins kadifeler dokunur. Fa-

ı
( * ) “ B iiy iik T a t a r is t a n ” : H a z a r D e n iz i ile M o ğ o lis t a n a r a s ın d a k i b ö lg e y e v e r ile n
isim d ir. A ltın O rd u b ö lg e sin e ise “ K ü ç ü k T a ta r is t a n ” d e n ile b ilir d i.

89
k at m em leketin sağlığa çok zararlı bir iklim i vardır.
So n ra şehzade, Sch abram ’dan (?) ve Tatar dilinde T e'
murtapit (D em ir kapı) denilen ve dem irden kapı a n la '
m ına gelip, İran’ı T ataristan ’dan ayıran yerden, geçti.
Edil (İdil) denilen bir nehrin ortasında kurulmuş çok
büyük bir şehir olan O rigens’den (A strah an ) de geçtik'
ten sonra yolumuz içinde birçok H ıristiyanın yaşadığı
h a tta bir piskoposluğa da sahip olan , dağlık Setzalet
m e m le k e tin e de u ğrad ı. “ Ç ıp la k A y a k lıla r T arik a-
tı”ndan olan Rahipler, Lâtince vaaz veriyorlar fakat ilâ'
hileri ve duaları Tatar dilinde söylüyorlardı. Bunu, hal-
k m inançlarını kuvvetlendirm ek için yapıyorlar. Bir-
çok M üslüm an, rahiplerin söyledikleri İlâhileri ve oku­
dukları şeyleri anladıkları için H ıristiyanlığa geçiyorlar.
N ihayet Büyük T ataristan’da Ediği (Edegu) adını taşı­
yan ve şehzadeye mesaj gönderen, Beyin yanına ulaş­
tık. Biz oraya vardığım ızda, E d igu ’da tam Ibissibur’a
(Sibirya) sefere çıkıyordu.
Büyük T ataristan ’da ilginç bir gelenek vardır, buna
göre kralın üzerinde bir emirülümera vardır ki, kralı o
seçer, onu nasb ve azleder ve Beyler üzerinde nüfuzu
vardır. O sırada, Ediği (Ediğe) em irülüm era id i.* O ra­
da, kralın, em irülüm eranın ve Beylerin çoluk çocukları
ile kış yaz göçetm esi ve arazide çadırlarını kurması mu-
taddı. Kral çadırlarını nereye kurarsa, orada yüzbin ku­

( * ) E d iğ e , A ltın o r d u d e v le tin d e b irk a ç H a n ’ı t a h t a o tu rtm u ş v e fiile n d e v le ti id are


e t m işt ir . Ç o k n ü fu z lu b ir e m ir id i. C e n g iz s o y u n d a n o lm a d ı ğ ı n d a n k e n d is i
t a h t a ç ı k a m ıy o r d u . A l t ı n o r d u d e v l e t i n d e r e s m e n v e y a g e l e n e k s e l o la r a k
H a n la r ı se ç m e y e y e tk ili b ir m a k a m v e y a k işi y o k tu .

90
lübe (? çadır) kurulur. A d ın d an bahsedilen kral-oğlu,
ki adına Zegra (? Ç ekre) deniliyordu, E diğe’nin nezdi-
ne geldi ve, onunla birlikte Sibirya topraklarına gitti.
Oraya ulaşabilm ek için iki ay yürümek zorunda kaldı-
lar. Bu m em lekette bir dağ vardır ki (A ltay D ağları ?)
bunun geçilm esi otuz gün sürer, bu dağın arasında, h a l­
kın söylediğine göre bir çöl varmış ve bu çöl dünyanın
b ittiği yermiş. V ahşi h ayvan lar ve y ılan lar yüzünden
orada kimse yaşam az(m ış).
Bu dağda yalnız yaşayan vahşiler varm ış. Bunların
elleri ve yüzleri dışında bütün vücutları kırmızı olup,
dağdaki hayvanlar gibi hareket eder ve yapraklan, o tla­
rı ve bulduklarını yerler. Bu m em leketin hakim i, Edi-
g e ’ye bir v ah şi adam la k adın ve d ağlard a y ak alan an
vahşi atlar gönderdi. Bu atlar aşağı yukarı eşek büyük­
lüğün d e idi. F a k a t A lm a n y a ’da o lm a y a n b e n im de
isimlerini bilm ediğim daha birçok hayvan vardı. S ib ir­
ya’da küçük arabaları ve kızakları çeken ve h atta üzer­
lerinde elbise gibi örtüler bulunm ası gereken köpekler
vardır. Bunlar aşağı yukarı bir eşek büyüklüğünde olup
aynı zam anda etleri de yenir.
Şu da ilginçtir ki oradaki insanlar, İsa’ya inanırlar.
“Ü ç K utsal K ral,” arm ağanlarını Beytüllahim ’e götür­
düklerinde, İsa’yı orada bir sam anlıkta gördüklerinden,
bu insanlar İsa’yı bir sam an lıkta tasvir ederler. Bunu
m abetlerinde de yaparlar ve bu resim lerin önünde du­
alarını okurlar. Bu inancın saliklerinin ismi “U grier”
olup, T ataristan’da da onlardan çok vardır.
Henüz evlenm em iş bir genç ölürse, ona en iyi elbise-

91
92 93
sini giydirmek, adettir. Sonra, çalgıcılar çağrılır, ölü üs­
tü örtülü bir tabuta konulur.
Bütün gençler en iyi giysilerini giyinip, çalgıcılarla
birlikte tabutun önünde giderler, ölen in anababası ve
arkadaşları onları takip eder. Böylece ölü, bütün 'gen ç
ahali ve çalgıcılar tarafından eğlence ve şarkılarla gö ­
türülür. Buna m ukabil, tabutu takip eden, babası, anası
ve arkadaşları, yüksek sesle ağıt söylerler.
Ö lü göm üldükten sonra hepsi, yem eklerini içkilerini
mezarın başına getirirler. Gençler, müzisyenler, çalgıcı­
lar yerler, içerler ve çok neşelidirler. A n a, baba ve ar­
kad aşları ayrı otururlar ve ağlaşırlar. S o n ra b ab a ve
anayı alıp evlerine götürürler orada ağıtlar, devam eder.
Bütün bunlar, ölenin henüz evlenm em iş olm ası seb e­
biyledir ve sanki onun aynı zamanda düğünü yapılıyor­
muş gibidir.
Bu m em lekette sadece, fasulya gibi baklagiller ekilir
ve orada ekmek yenilmez. Bütün bunları ben, şehzade
Zegra’nın nezdinde iken, gördüm.

94
2 6. B ö l ü m

Birbiri Ardından Hükümdar Olanlar

dige ve Zegra, Sibirya’yı feth ettikten sonra, Wal-


h er’e (V olga k en arın d ak i B u lgaristan ) d ön ü p bu
devleti de ele geçirdiler. Vaktiyle Büyük T ataristan ’da
Sedichbekhan (H an S ad i Beg, 1401-1407) isminde bir
kral hüküm sürüyordu. “K h an ” (H an ) T atarca bir keli­
me olu p aşağı yukarı “ k ral” an lam ın ad ır. A d ıg e ç e n
H an, Ediğe’nin kendi ülkesine gelm ekte olduğunu du­
yunca kaçtı. Ediğe, arkasından onu yakalam aları için
adam lar gönderdi ise de (H an ) savaşta öldürüldü. S o n ­
ra Ediğe, Polet’i (Pulad, 1407-1410) kral tayin etti. Pu-
Iad, birbuçuk yıl hüküm darlık yaptı. O nu, atarak Sege-
lalladin (C e lâled d in ) iş başın a geçti. S o n ra P ulad ’ın
kardeşi kral oldu. Fakat ancak ondört ay hüküm et etti.
Kardeşi T h ebak (K ebek) krallığı ele geçirm ek için sa­
vaşarak onu bir okla öldürdü. Bununla beraber kendisi
değil kardeşi Kerum berdin (K erim Berdi) kral olduysa
da krallığı sadece beş ay sürdü. K ebek gelerek K erim
Berdi’yi iş başından uzaklaştırdı ve kendisi kral oldu.
N ihayet Ediğe ve benim Beyim olan Zegra geldiler ve
adıgeçen kralı uzaklaştırdılar. Ve Ediğe, vaadettiği gibi
Zegra’yı hükümdar yaptı. M aam afih bu sadece dokuz ay
95
sürdü sonra M achim et (U lug M uham m ed) gelip Zegra
ve Ediğe ile savaştı. Zegra, D estihipschach (D eşti K ıp ­
çak) ülkesine kaçtı. Ediğe tutsak edildi, M uham m ed
kral oldu ise de o da W aroch (B arak) tarafından tah ­
tından atıldı. M uham m et yeni kuvvetler toplayıp, Ba-
r a k ’ ı u zak laştırarak y e n id e n k ral o ld u . D o b ta b a rd i
(D e v le t B erdi) tekrar M u h am m ed ’ i y en erek üç gün
krallık yaptı, onu W aroch (B arak) isimli biri kovdu ise
de bunu da M ach m et (U lu ğ M u h am m ed) öldürerek
yerine geçti. Benim Beyim Zegra, bu M uham m ed’le sa­
vaşıp, m ücadele ederken öldü.

96
2 7. B ö l ü m

Putperest Bir Kadın ve Dörtbin Bâkiresi

B
en, Zegra’nın yanında bulunduğum sıralarda, Ediğe
v e B eyim e “ S a d u rm e lic k ” ism in d e , m a iy e tin d e
dörtbin kızoğlankız ve kadın olan çok kudretli bir Tatar
kadını başvurdu. K ocası bir Tatar Beyi tarafından öldü­
rülmüştü. Şim di kadın, ondan intikam alm ak istiyordu
ve Edige’den kendisine bu Tatar Beyini defetm esi için
yardım dilemeye gelm işti. Okuyucular bilm elidir ki bu

97
Tatar kadın-hüküm dar ve yanındakiler savaşa atlı o la ­
rak katılıyor ve erkekler kadar güzel ok atıyorlardı. Bu
kadın bir savaşa atiyle giderken her iki tarafına bir kılıç
ve yay asıyordu. Bir kralla yapılan çarpışm ada kralın
yeğeni tutsak edilm işti ki bu adam, T atar kadının k o ca­
sını öldürmüş olan adam ın ta kendisiydi. A dam , kadın ­
ların önüne getirildi. O zaman adam ı diz çöktürdü kılı­
cını çekti ve bir vuruşta kafasını kesti. So n ra da “Şim di
intikam ım ı aldım ” dedi. B en de orada idim ve bunu
kendi gözlerimle gördüm.

98
2 8. B ö l ü m

Bulunduğum Ülkeler

S izlere buraya kadar, ben im p u tp erestler (M üslü-


m anlar) yanında bulunduğum süre içindeki çarpış­
m aları ve kavgaları anlattım . Şim d i ise Bavyera’dan ay-
rıldıktan'sonra gittiğim m em leketlerin isim lerini söyle­
yip tanım ını yapacağım.
M üslüm an lara karşı büyük sav aş b aşlam ad an ben
M acaristan’a geldim ve orada, evvelce belirttiğim gibi
ayrılana kadar, on ay kaldım . Eflak’ı de, h atta oranın
iki büyük şehri: A grich (A rçus) ve Bukuretsch’i (B ük­
reş) de gördüm. Diğer bir şehir olan İbrail, Tuna ken a­
rındadır. Orada “K oggen” denilen gem iler ile kadırga­
lar, M üslüm an m em leketlerden ticaret eşyası, m alları
getiren gemiler demirlerler. İlginçtir ki büyük ve küçük
E flak’de de, ah ali H ıristiyanlık in an cın a bağlıdır ve,
kendi dilleri vardır. S a ç ve sakallarını uzatırlar ve asla
kesmezler. Küçük Eflak’te ve Erdel’de (bugün Transil-
vanya) de bulundum. Erdel, A lm an ların oturduğu bir
m em leket olup başkenti H erm anstadt’dır (Sib iu ), baş-
ken ti K ron stad t (B raşov ) olan B urzerland’da da A l­
m anlar oturur. Bunlar, benim Tuna’nın berisinde gör­
düğüm memleketlerdir.

99
2 9. B ö l ü m

Tuna ile Deniz Arasında Gördüğüm Memleketler

Ş
imdi, Tuna ile Deniz arasında olup da benim gön
müş olduğum m em leketleri dinleyeceksiniz.

Evvela hepsine de Bulgaristan denilen üç m em leket'


te bulundum . B irin ci B u lg aristan ’a, M a c a rista n ’dan
D em irkapı’ya geçilince varılır, başkenti Pudem (V idin)
ism ini taşır. İkinci Bulgaristan, başkenti Ternau (Tır-
nova) olup, Eflâk’ın karşısmdadır. Ü çüncüsü, T una’nın
den ize d öküldüğü yerdedir, b a şk e n ti K a lla te r k a ’dır
(V arna’nın Kuzeyinde eski Bulgar şehri G a llat). Yuna-
n istan ’da da bulundum. Başkent A dranapoli (Edirne ?)
ellibin haneye sahiptir. Yunanistan’da Ege denizi kena­
rında büyük Selanik şehri vardır. Aziz T h im iter orada
göm ülüdür. K u tsal m ezardan zeytinyağı (O l) akar ve
onun gömülü olduğu kilisenin ortasında, daim a bu A zi­
zin kutlandığı gün su ile dolan bir çeşm e vardır. H albu­
ki yıl boyunca kurudur, suyu yoktur. Se la n ik ’i ben biz­
zat gördüm. Y u nanistan’ın başka büyük bir şehri Se-
res’dir (Serez). Tuna ile deniz arasındaki topraklar Türk
kralına aittir. Kalipoli (G elibolu) şehri ve kalesi, civ a­
rında denizden karşıya geçilir, ben oradan Büyük T ü r­
kiye’ye geçtim . İstanbul’a d a aynı denizden gidilir. İs-
100
tanbul’da üç ay süreyle oturdum, aynı şekilde Büyük-
T ü rk iy e ’ye o rad an d a ulaşılır. T ü rk iy e ’n in b a şk e n ti
Bursa’dır. Bursa, ikiyüzbin haneden oluşur ve sekiz ta­
ne, Hıristiyan, M üslüm an veya Yahudi olduğuna bakıl­
maksızın fakirlerin kaldığı hastahanesi vardır. A şağıda
belirtilen büyük yerler dışında, şehre ait üçyüz hisar
vardır. B u n lard an b irin c isin in adı A s ia ’dır (E fesu s,
Ayasuluğ). Incil’i yazan H avarilerden Joh an n es’in m e­
zarı oradadır. Buna, M üslüm an dilinde Edein (A ydın)
d en ile n güzel m em leket de d ahildir. B u n a köylerde
“H oches” (?) derler.
Diğer bir şehir kendisine ait topraklarla birlikte Ismi-
ra (İzmir) adını taşır, Aziz N ikolaus orada piskoposluk
yapmıştı. M agnasa (M anisa) şehri bereketli topraklara
sahiptir. Aynı şekilde Donguslu (D enizli) ve kendisine
ait topraklarla Seroch on (Saruh an ) da öyledir. O rada
ağaçlar yılda iki kere meyve verir. Sara ten ülkesindeki
A d alia (A d ala) şehrinde, aynı zam anda kesilip yenilen
develerden başka hayvan yetiştirilmez. K en n an (G er-
m iyan) bölgesinde bir dağın üstünde, yüksekte K achei
(K ütahya) şehri kurulmuştur.
Siguri (S u lta n O gi-ön ü ?) bölgesin deki, A n g u ri’de
(Engürü, A nkara) A ram î inancına bağlı, birçok H ıris­
tiyan yaşamaktadır. Kiliselerinde gece gündüz, parlayan
bir haç vardır. Orayı M üslüm anlar da ziyaret ederler ve
bu h aç’a ışık saçan taş derler. M üslüm anlar bir keresin­
de bu taşı kendi m abedlerine, tapm aklarına kaçırm ak
istem işler fakat H a ç’ı tutan herkesin elleri çarpılm ış.
W egureisari (?) ülkesinin başkenti aynı ismi taşır. K ara­

101
m an’ın başkenti ise K aranda’dır. (Lârende, K aram an).
K o n ia (K o n y a ) şe h ri de bu m e m le k e tte d ir. O rad a
Schem esdin (Şem seddin) isimli bir V elinin mezarı var­
dır. Bu M üslüm an bir din adam ı idi fakat gizlice kendi­
ni vaftiz ettirm işti. Ö lüm ünde bir Erm eni papazı ona
bir elm a içinde şaraplı ekm ek sunmuştu. Bu veli, büyük
mucizeler göstermişti. K assaria (K ayseri) bölgesinin ay­
nı adı taşıyan başkentinde, Aziz Basilius piskopos idi.
Ben vaktiyle bir krallık olan S e b a st’ta (S iv a s) da bu­
lundum. Karadeniz sahilinde Zegnitsch (C an ik ) bölge­
sinde Sam sun şehri bulunur. Yukarıda adıgeçen bütün
memleketler, bölgeler ve şehirler T ürkiye’ye aittir. K a ­
radeniz bölgelerin den Zepun (N asu n ?) da böyledir.
O rada ahali sadece darı eker ve bundan ekm ek yapar­
lar. T arbesanda (T rabzon) K rallığı küçük, k ap alı bir
m em lekettir ve çok fazla şarap çıkarır. Trabzon Rum ca-
da Kureson (G iresun) denilen şehirden, uzakta değildir
ve o da Karadeniz kıyısındadır.

102
3 O. B ölüm

Atmaca Kalesi ve Korurıuşu

B
ir dağda “A tm aca K alesi” den ilen bir kale vardır.
İçinde güzel bir bâkire, tünek’e tünem iş bir atm aca
ile birlikte yaşar.
O raya herhangi bir kim se gelip de üç gün, üç gece
hiç uyumadan nöbetçi kalırsa o zaman bu kızdan bir di­
lek dileyebilir. Bu dilek şerefli bir istek ise arzusu yerine
getirilir. N öbetçiliğin i yerine getirebilen, kaleye girer
ve güzel bir saraya varır. O rada tünekte duran atm acayı
görür. A tm aca, ziyaretçiyi görür görmez bir çığlık atar.
Bunun üzerine bâkire o d asın d an çıkarak, şu sözlerle
konuğu karşılar: “S e n bana üç gün üç gece uyumayıp
nöbet tutarak, hizmet ettin, bu sebeple şerefli birşey o l­
mak şartiyle, senin arzun yerine getirilecektir” der ve
dediğini de tutar.
Fakat bir kimse, kibirlice, iffetsizce ve kabaca dilek­
lerde bulunursa, bâkire onu ve ailesini, soyunu öyle lâ-
netler ki o bir daha iflâh olmaz.

103
3 1. B ölüm

Fakir Bir Adamın Atm aca İçin Nöbet Tutması

ir zamanlar iyi ve fakir bir delikanlı gelip, üç gün,


üç gece kalenin önünde nöbet tuttu. Son ra saraya
girdi. A tm aca onu görünce çığlık attı ve bakire, o d a­
sından çıkıp kendisini karşıladı ve şöyle söyledi: “ B en ­
den ne dilersin? Bu dünya ile ilgili ve nam uslu, şerefli
bir şeyse, yerine gelecektir.” D elikanlı da kendisi ve a i­
lesinin, soyunun itibar ve saygıya ulaşm asını diledi ve
bu dilek yerine geldi. O raya E rm en istan ’d an bir kral
oğlu da geldi ve o da üç gün üç gece boyunca nöbet tu­
tup atm acanın bulunduğu saraya ulaştı. A tm aca bağı­
rınca, bâkire gelip onu, hangi dünyevî ve nam usluca
dileği olduğu sorusiyle karşıladı. O dedi ki: “ Ben Erm e­
n istan ’da kudretli bir kralın oğluyum ve yeteri kadar
güm üş, altın ve buna benzer m ücevh eratım kıym etli
taşlarım var. Fakat eşim yok, evde hanım ım yok, senin­
le evlenm ek istiyorum.” Bakire bunun üzerine: “Sen in
kibrinin öcü, şahsından ve sana ait bütün kudretlerden
alınm alı” diye cevap verdi ve onu ve bütün soyunu la­
netledi”.
R odos Şövalyeleri tarikatından bir Şövalye de A tm a ­
ca Kalesine gelerek nöbet tuttu ve saraya girdi. Bâkire
104
gelip isteğini sordu. O zam an şövalye hiç boşalm ayan
bir para kesesi diledi. Arzusu yerine getirildi fakat hâki-
re sonradan onu lanetledi ve dedi ki: “Sen i sürükleyen
açgözlülük çok kötü birşeydir. Bu yüzden seni lânetliyO'
rum, Tarikatın azalsın çoğalm asın” . Böylece şövalye bâ-
kirenin yanından ayrıldı.

105
3 2. B ölüm

Yine Atm aca Kalesi Hakkında

A
rkadaşlarla ben bu bölgeye gelince, bizi adıgeçen
kaleye götürm esi için birinden ricada bulunduk
ve bunun için kendisine para d a verdik. O raya vardığı­
mızda içimizden biri kalıp nöbet tutm ak istedi. R eh be­
rimiz bunu yapm am ası gerektiğini ve n öbete day an a­
m ayan herkesin kaybolduğunu nereye gittiğini de kim ­
senin bilm ediğini, söyledi. Ü stelik kale öyle kapanm ıştı
ki içeriye kimse giremezdi. R um papazları da kaleye g i­
d ilm e sin i y asak lıy o rlard ı, çün kü o n la ra göre o rad a
olanlar Tanrının değil Şeytanın işidir; öyle diyorlardı.
Bunun üzerine, oradan ayrılıp Kereson (G iresun ) şehri­
ne vardık. Lasia (Lazistan?) bölgesi de yukarıda adıge-
çen k rallığa aittir, v erim li bir m em lek et olup şarap
(üzüm) yetiştirilir, ahalisi Rumdur.
Ben, başkenti Ersingen (Erzincan) olan Küçük Erm e­
n ista n ’da da bulundum . B undan başka, iyi toprakları
olan Kayburt (Bayburt) da oradadır. K am ach (K em ah)
yüksek bir dağ üzerinde bir yer olup, eteklerinden Fırat
nehri akar. Fırat cen n etten çıkan ırm aklardan biridir.
Fırat, önce Küçük E rm enistan’dan geçer, sonra on gün­
lük mesafeyi çölden geçer. N ihayet sular, kum lar içine
106
sızarak kaybolur, kim se nereye gittiğini bilmez. Fırat,
İran’dan da geçer.
O rada diğer bir yerin ismi Karaffer (K arahisar) olup,
şarap yetiştiren verim li bir bölgedir. H am un t (H arput
?), sav aşçı bir h alk ın oturduğu S iy ah T ü rk iy e ’n in (?
Schwarze T ürkei) başkentidir. C hurt (K ürdistan ?) d e­
nilen başka bir m em leketin başkenti B estan ’dır (Bitlis
?). Kursi (G ürcistan) Krallığındaki ahalinin dini, Rum-
(O rto d o k s?) in a n cıd ır, k a v g a c ı in sa n la rd ır. A b la s
(A baza ülkesi) başkenti Zuchtun (Suppu) ile birlikte,
sağlığa zararlı bir memlekettir, orada erkekler ve kadın­
lar kafalarında dörtköşe bir başlık taşırlar. Bunu, ikli­
m in sağlığa zararlı olm ası nedeniyle yaparlar. Başkenti
K a th o n (C h a ri) o la n M eg ral (M in g r e lie n ), a h a lisi
R u m -(O rto d o k s) d in in d en o lan küçük bir bölgedir.
M erdin (? M ardin) Krallığında ise M üslüm anlar yaşar.
Ben bütün bu mem leketlerde bulundum ve hepsi h ak ­
kında bizzat sorarak bilgi topladım.

107
3 3 . B ö l ü m

İpek (Böceği) Yetiştiren Ülke, İran ve Diğer Krallıklar

üm İran Krallığının başkenti T haures (Tahran ?)

T . ism ini taşır. Pers K ralı, bu şeh ird en , H ıristiy an


mem leketlerindeki en kudretli kralların gelirinden faz­
la kazanç sağlar, çünkü bu şehre pek çok tüccar gelir.
İran’da, başkentine “Su ltan ia” (Sultan iye) denilen bir
devlet daha vardır. Büyük bir bölge R ei (R ey) şehrine
ait olup buranın ahalisi diğer M üslüm anlar gibi Mu-
ham m ed'e değil H ıristiyanlığı hakir, aşağı görenlerin
en büyüğü olarak nitelenen A li’ye inanırlar. Bu inancı
taşıyanlara Raphaky (?) den ilir.* N ach son (N ah civan )
şehri, üzerinde N u h ’un ge m isin in bulu n du ğu d ağ ın
(A ğrı) eteklerindedir. M aragara (M araga), G elat, Kir-
na iyi toprakları olan yerlerdir. Bir tepe üzerindeki Me-
ya (M agu) şehrindeki ahali R om a-K ath olik kilisesine
m ensup olup hatta bir de piskoposlukları vardır. R ah ip ­
ler, Vaizler-Tarikatma m ensup olup, vaızlarını Erm eni­
ce yaparlar. G ilan yalnız pirinç ve hurm a yağı üreten
zengin bir memlekettir, ahalisi örülmüş ayakkabılar gi­
yerler. Büyük bir şehir olan ve iyi topraklara sahip bu­

( * ) B u k e lim e b e lk i R afızî o la b ilir. A s lın d a A le v îlik , “ Ş iî lik ’ b a h is k o n u su d u r.

108
lunan R ess’de (R eşt) iyi cins ipek kum aşlar dokunur.
Strau b a’nın (A strabad) da iyi topraklan vardır. A nti-
o ch ia’nın (A n takya) şehir surları, H ıristiyan kanlariyle
bo yan d ığın d an kırm ızıdır. A lm etze (A la n c ık ) şehri,
fethedilene kadar, onaltı yıl Tim ur’a karşı kendini m ü­
dafaa etm iştir. M azenderan bölgesi, h içk im sen in ona
birşey yapam ayacağı kadar orm anlarla kaplıdır. Beyaz
Deniz (H azar Denizi?) sahilindeki Sch eid ik ’de de ipek
(böceği) yetiştirilir. Aynı durum başkenti Sch om achy
(Şam ah iye) olan Schuruan (Şirv an ) için de geçerlidir.
G erçi havası sıcak ve sağlığa zararlı ise de en iyi ipek
orada üretilir. Isphahan (Isfahan) da güzel topraklara
sah iptir. Keza İran ’d a bu lu n an , H o ro so n (H o ra sa n )
Krallığı, Hore (H erat) denilen üçyüzbin haneli bir baş­
kente sahiptir.
Ben orada iken, bu krallıkta, M üslüm anların iddiala-
109
rina göre, üçyüzelli yaşında bir adam yaşıyordu. Elinin
tırnakları, başparm ak uzunluğunda idi, kaşları yanakla­
rına kadar uzanıyordu. D işleri iki defa tam am en dökül­
müş, iki tanesi ise üçüncü defa çıkm ıştı. Fakat bu dişler,
hakiki diş gibi sert değil, yumuşaktı, bu yüzden onunla
çiğneyip yiyem ediğinden, başkaları tarafından beslen­
m esi gerekiyordu. K ulaklarının kılları çene kem iğine,
sakalı ise dizlerine kadar uzanıyordu. B aşında hiç saçı
kalm am ıştı. Konuşam ıyordu da, ancak işaretle an la tı­
yordu. A rtık yürüyem ediğinden, onu taşım ak gerek i­
yordu. Bu adam a, M üslümanlar, bir Aziz gibi saygı gös­
teriyorlar, perestiş ediyorlardı ve Azizlere yapıldığı gibi
onu ziyaret ediyorlardı. O nlara göre, bu (zat) A llah ın
seçkin kulu idi. Ç ünkü son bin yıl içinde hiçbir insan
bu k ad ar uzun y aşa m am ıştı. O n a p e re stiş e tm e k le ,
onun kanaliyle mucizesini gösteren ve işaretini veren
Tanrıya tapılmış olurdu. Bu zatın adı Shiradam scheich
(O kunuş: Şir A dam Şeyh ) idi.
İyi toprakları olan büyük şehir Sch iras’a (Şiraz) h iç­
bir Hıristiyan tüccar giremezdi. Özellikle şehrin içine.
K erm achan (K erm anşah) da keza iyi topraklara sah ip­
tir. İnci yetişen denizin kenarında olan K eschan (K e ­
şan ) da öyledir. H ognus (Hürmüz) deniz kenarında bü­
yük bir şehir olup oradan H in distan’a gidilir. Şehre bir­
çok H indli tüccar gelir. İyi toprakları vardır ve Hürmüz
civ arın d a birçok kıym etli taşlar bulunur. K a ff (K aç-
C u tc h ) bölgesi de keza verim li bir m em lekettir, zira
orada birçok çeşitli b ah arat bulunur. O rad an Büyük
H in distan’a gidilir. W alascham ’ın (?Badahşan) yüksek

110
dağlarında keza birçok kıym etli taşlar bulunursa da yı­
lanlar ve vahşi hayvanlar yüzünden kim se bunları ara­
mağa kalkmaz. Yalnız yağmur yağıp da sel suları taşları
sürüklerse, o zam an bu işi bilenler çam urların arasın ­
dan taşları arayıp b u lm ağa gelirler. Bu d ağlard a tek
boynuzlu devler de oturmaktadır.
3 4 . B ö l ü m

Babil’deki Büyük Kule

B
abilonien (B abil) K rallığında da bulundum . M üs­
lüm anların dilinde B abil’e W aydat (B ağdat) denir.
D ev Babil şehri tümü 25 “leg” uzunluğunda bir surla ta­
m am en çevrilidir. Bir “leg” yaklaşık olarak üç Ceneviz
m ili’dir. Surlar ikiyüz K ubicen (?) yükseklikte ve elli
K ubicen kalınlıktadır.
Fırat nehri, şehrin ortasından akar. Fakat şehir bugün
tam am en tahrip edilm iş olup artık içinde kimse otur-
m am aktadır. Babil K u lesi 54 S ta d ie n yüksekliktedir.
D ört S ta d ie n yaklaşık o larak bir C en ev iz m ili tutar.
K ulenin uzunluğu ve genişliği 10 legdir.
Bu kule A rap çölünde K aide (C h ald ae a) K rallığına
giden yol üzerindedir. Bu çölde pek çok canavar yılan
ve diğer tehlikeli haşarat bulunduğundan, kuleye nadi­
ren gidilir:
Bu kuleyi M üslüm an dilinde M arburtirudt (al Binsi
N im ru d -N em ru d ’in Z in d an ı ?) N em ru d d e n ile n bir
kral yaptırmıştır. Bu kule, bir leg ve üç lom bardiya mili
ve dört Stad ien yaklaşık olarak bir C eneviz m ili, bo-
y u tların d ad ır. Bir C e n e v iz m ili b in ad ım m ış ve bir
adım beş ayak, bir ayak ise dokuz U nzen imiş. Bir “U n-

112
Schiltberger’in yaşadığı yılların
tasarım larına göre çeşitli hayvanlar.

113
ze” ise başparm ağın ilk boğum una tekabül eder.*
Fakat şim di okuyucu yeni B abil (B ağ d at) hakkın da
bazı şeyler daha öğrenmelidir. Yenisi eskisinden uzaktır,
schatt (Şattülarap) denilen gerçekten büyük olan n eh ­
rin kenarındadır (?). Bu nehirde H ind D enizinden ge­
len garip hayvanlar vardır. Sahilde ağaçlarda T altal d e ­
nilen bir m eyva yetişir, M üslüm anların dilinde buna
Kyrma (H urm a) denir. M eyvalar an cak leylekler gel­
dikten sonra toplanır çünkü onlar, ağaçların altlarında
ve üstünde yaşayan yılan ları yokederler. Bu yüzden,
hernekadar hurmalar yılda iki mahsul verirse de kimse
onları toplayamaz. B ağdat’ta ilginç bir husus da şehirde
A rap ça ve Farsça olm ak üzere iki dil konuşulm asıdır.
O rada ayrıca içinde çok çeşitli hayvanlar bulunan bir
bahçe vardır. Bu yaklaşık olarak on mil uzunluğundadır
ve tam am en çitlerle çevrilm iştir. Ö yle ki h ay v an lar
hiçbir yerinden dışarı çıkamazlar. A slan lar özel bir çit
içinde serbest yaşarlar. Bu bahçeyi ben bizzat gezdim.
Bütün Krallıkta hiç ordu yoktur. Ben Küçük-H indis-
tan ’da da bulundum. Burası iyi bir krallıktır, başkenti
Dily’dir (D elh i). Bu m em lekette pek çok fil ve Surnasa
(Zürafa) denilen bir hayvan vardır. G eyiğe benzerse de
boyu çok yüksek olup yaklaşık olarak dört Klafter veya
d ah a fazla uzunlukta bir boynu vardır. Ö n ayakları uzun
arka ayakları kısadır. Bu hayvanlardan Küçük H in dis­
tan ’da pek çoktur. O rada bol m iktarda m uhabbet kuş-

( * ) E sk i B a b il şe h ri F ır a t k e n a r ın d a id i. B a b il y a k ın ın d a s o n r a d a n k u r u la n B a ğ ­
d a t 't a n a k a n n e h ir ise F ır a t o lm a y ıp D ic le ’d ir. B u ik i ş e h ir ayrıdır. S c h ilt b e r -
g e r 'in sö z ü n ü e t tiğ i K u le d e m e şh u r B a b il K u le si o lm a lı.

114
lan, deve kuşları, arslanlar ve diğer hayvanlar ve kuş­
lardan sayam ayacağım kadar hayvan vardır. O rada Ze-
katay (Ç ağatay) isimli bir m em leket d ah a vardır. B aş­
kenti Sam arkand, büyük ve ihtişam lı bir şehirdir. Ü l­
kede yarı Farsça, yarı T ü rk çe özel bir d il konuşulur.
H alkı çok savaşçıdır. Ve bütün ülkede h iç ekm ek yen­
mez. Şun u da belirteyim ki, Timur, ben onun yanında
iken, bu m em lekete hâkim di. Bütün bu m em leketleri
bizzat gördüm fakat Timur, benim bulunm adığım daha
birçok ülkenin de hâkim i idi.

115
3 5. B ölüm

Büyük Tataristan

B
üyük T a ta r is ta n ’d a da b u lu n d u m . M e m le k e tin
âdetlerinden aşağıdakiler ilginçtir: E vvelâ bilinm e­
lidir ki bu m em lekette sadece darı ekilir. İnsanlar ek­
mek yemezler ve şarap içmezler, bunun yerine at veya
deve sütü içerler. Bu hayvanların etini de yerler. İlginç­
tir ki bu m em leketin Kralı ve Beyleri bile karıları, ç o ­
cukları, hayvanları ve bütün m alları mülkleri ile kış yaz
çadırlarda otururlar. Bir otlaktan diğerine taşınırlar, zi­
ra m em leket tam am en engebesiz ve düzlüktür.
Bir Kral seçtiklerinde, onu beyaz bir keçeye oturtur­
lar ve üç defa havaya kaldırırlar. Son ra onu alıp çadıra
götürürler tah ta oturtup eline altın bir kılıç verirler.
B undan sonra K ralın âdet o lan şekilde yem in etm esi
gerekir.
D ikkat çekicidir ki Tatarlar bütün diğer M üslüm anlar
gibi yemek, içmek için yere otururlar.
Bütün M üslüm an halklar arasında Beyaz Tatarlar k a­
dar savaşçı ayrıca harpte ve seyahatte daha kanaatkâr
bir m illet yoktur.* Ben kendim bunların düşm anlarını

( * ) N e u m a n n “d ie ro te n T a rta r e n ” (K ız ıl T a ta r la r ) d iy o r k i d o ğ r u su hu o lm a lı.

116
nasıl öldürdüklerini, k an ın ı toplayıp son ra d a pişirip
yediklerini gördüm. Bunu, başka hiçbir yiyecekleri kal­
m am ışsa yaparlar. Eğer aceleleri varsa, acele yola çık­
m ak zorunda iseler, eti, ince dilim ler h alin d e kesip,
eğerlerinin altına koyarlar ve bunun üstünde atlarını
sürerler.* A cıkınca bu ¿tte n yerler. Et önce tuzlanır ve
onlara göre, bu et kendilerine zarar vermez çünkü et,
atın ısısı ile kurur ve atın hareketi sebebiyle eğerin al­
tında gevrekleşip, yumuşar ve suyu çıkar. Yemek hazır­
lam ak için vakitleri yoksa böyle yaparlar.
D iğer bir âdetleri şudur: Kral sabahları uyanınca ona
altın bir kâse içinde kısrak sütü takdim ederler o da
bunu aç karnına içer.

( * ) P a stır m a , b a stırm a ( e t ) k e lim e si b u r a d a n gelm e k te d ir.

117
3 6. B ölüm

Tataristan’ın Benim Gördüğüm Yerleri

Ş
imdi Büyük T ataristan’m benim bulunduğum yerle­
rini sayacağım . H orosm a (H arezm ) ülkesinin baş­
ken ti O rgen s’tir (U rgen ç), E dil (İd il) d en ilen büyük
bir n ehrin kıyısındadır. D iğer dağlık bir ü lken in adı
Bestan (O xus veya A m u Derya) olup başkenti Zulat’tır
(?). O rada diğer bir şehir H aitzicherchen (A strah an )
olup iyi topraklan olan büyük bir yerleşim alanıdır. Sa-
rei (S aray ) diğer bir şeh rin ism i olup, T atar d ilin d e
“Krallığın A h ırı” gibi bir anlam ı vardır. Başka şehirler
Bolar (Bolgar) ki burada birçok çeşitli hayvan vardır,
Ib issib u r (?) v e H ıristiy a n la rın A la th e n a d ed ik le ri
A sac h ’dır (A zak). Azak, Tena (D on ) nehri kenarında­
dır ve çok hayvan yetiştirilir. G em ilerle m em leketten
V enedik ve C e n o v a ’ya büyük ölçüde balık götürülür.
Tataristan’ın diğer bir bölgesi Kopetzach (K ıpçak) d e­
nir, başken ti B u lch at’tır (S u d ak ?). Burada her türlü
h ububat yetiştirilir. K affa (K efe) K aradeniz kıyısında
iki surla çevrilidir. Surlardan birinin içinde altıbin ev
vardır, bunlarda Cenevizli tüccarlar, Rum lar ve Erme-
niler oturur. Bu gerçek bir şehirdir. D ıştaki ikinci surlar
içinde de Katolik, Rum O rtodoks ve Erm eni ve Suriye -

118
li çeşitli mezheplerden H ıristiyanların oturduğu onbir-
bin hane vardır. K efe’de üç tane de Piskoposluk mev-
cuttur: R om a (kath olik), R um (O rtodoks) ve Erm eni
(G régorien?). Şehirde kendi m abetleri de bulunan bir­
çok M üslüm an yaşar. Bundan başka iki ayrı toplanm a
evleri (Sinagogları) olan iki cins Yahudi vardır. Surlar
dışında, dörtbin hane vardır. Deniz kenarında dört şe­
hir daha Kefe’ye bağlıdır.
Karkeri (C herson) S u d i’nin başkenti olup buna Müs-
lüm anlar T h at (?) derler. O rada R um -O rtodoks Hıristi-
yanlar yaşar ve iyi şarap yetişir (yapılır). Şeh ir deniz
ken arın d ad ır, bu b ö lged e M ü slü m an ların Seru ch er-
m ann (A kkerm an) dedikleri şehir civarında Aziz Cle-
m ens denize göm ülm üştü. Yine K aradeniz kenarında
Starch as (Çerkesler) Ü lkesi vardır. A h alisi R um -O rto­
doks inancındadır. Fakat bunlar kötü insanlardır. Ç ü n ­
kü ken d i ço cu k ların ı M ü slü m an lara satarlar. A yrıca
başkalarının çocuklarını da çalıp satarlar. Ç erkesler üs­
telik yol kesici, haydutturlar. K endilerine m ahsus bir
dilleri vardır. Şöyle bir adetleri vardır: yıldırım çarpm a­
sından ölen bir kim seyi bir sandık (tab u t) içinde bir
ağacın tepesine koyarlar. A ğacın altında yörenin ah ali­
si toplanır. Yiyecek ve içeceklerini de beraber getirirler,
dansedip büyük bir bayram yaparlar. Sığır ve kuzu keser
ve kurban ederler Bu, üç gün devam eder. O layın yıl­
dönüm ünde ölü hâlâ ağaçta duruyorsa yeniden gelip yi­
ne aynı şekilde ölü tam am en çürüyünceye kadar kut­
larlar. Bunun sebebi şudur: onlara göre bu ölü kutsaldır
çünkü yıldırım tarafından öldürülmüştür.

119
Reussen (R us) Krallığı da Tatar K ralına haraç ö d e ­
mek zorundadır. Kızıl T atarlar arasında üç soy vardır,
K ayat’lar, U igur (U ygurlar) ve M ugal (M oğollar). Tata-
ristan doksan günlük yol boyunca tam am en ovadır, ne
bir ağaçlığa ne de taşa rastlanır, sadece otlar, çim enler
ve çalılara rastlanır. Saydığım bütün m em leketler, be­
nim bizzat gördüğüm ve Büyük T ataristan ’a ait yerler­
dir.
A rabistan ’da da bulundum ki oranın başşehri, M üs­
lüm an dilinde M issir (M ısır ) ismini taşır. Bu şehir her-
birinde o n ikibin bin a bulunan, o n ikibin caddeye s a ­
hiptir. Bütün M üslüm an K rallarının üstünde bir kral
o lan S u ltan ’ın oturduğu yer burasıdır.* S u ltan bütün
M üslüm an ların hüküm darıdır. K u dretli bir adam dır,
gümüş, altın ve kıym etli taşlardan yana zengindir. S a ­
rayında hergün (m isafir?) yirmi bin kişi vardır. M ısır’a
Esir olarak gelm iş o lan lar d ışın d a kim se S u lta n o la ­
m a z .**

( * ) S c h iltb e r g e r , K a h ir e ile M ısır’ı k arıştırıy o r. A s lın d a K a h ir e şe h r in d e n b a h s e ttiğ i


a ç ık ç a a n la şılıy o r.

( * * ) M ısır M e m lu k S u lt a n la r ı’n ın Ç e r k e ş v e T ü r k K ö le le r o ld u ğ u b ilin e n b ir g e r ­


çe k tir.

120
3 7. B ölüm

Ben M üslümanlar Arasında İken


N e Kadar Sultan Gelip Geçti

imdi, benim tutsaklığım süresince kaç S u ltan vardı


Ç ^/o n u öğreneceksiniz. B irin cisin in ad ı B aro ch lo ch
(B arkok, Berkuk) idi, onu M ath as (?) takip etti. Bu,
tutsak edildi, iki tah ta arasına konulup uzunlam asına
testere ile kesildi. O nun halefi Joseph ’in (Yusuf) yanın­
da sekiz ay süreyle kaldım . Sonra o da tutsak edildi ve
kafası k e sild i. O n d a n son ra Z ach an ve m ü teak ib en
S c h ia c h in S u lta n oldu . Bu dem ir bir kazık üzerine
oturtuldu. Ç ünkü şöyle bir adet vardı: Eğer iki kişi sal­
tan at için çarpışırsa, galip gelen yenileni tutsak eder,
ona bayramlık elbiselerini giydirir ve içinde dem ir k a­
zıklar dikilm iş özel bir şekilde yapılmış eve götürür, tut­
sak kazıklardan biri üzerine kargının ucu boynundan
dışarı çıkacak şekilde oturtulur. O rada çürümeye terke-
dilir.
S c h ia c h in ’d en so n ra M e le k sc h e isc h a r f (S h ay k h -
Şeyh ?) Sultan oldu. Bu Sultan, bir ara düğününe davet
için R om a’ya ve bütün H ıristiyan m em leketlere daveti­
yeler gönderdi. B urada on u n m ektubunu, kullandığı

121
bütün unvanlarla birlikte yazıyorum :(*) Biz Salm ander,
K artaca’nın M utlak hâkim i, asil Sarazen ’lerin Sultan ı,
Puspile Beyi, Jerusalem ’in En Büyük T anrısının Beyi,
Kapodokya Prensi, Ü rdün ve Sıcak Denizin sona erdiği
Doğunun H âkim i, Bethlehem (B eytüllahim in) Beyi ki
orada sevgili kadınım ız (M eryem anam ız) doğm uştur,
yeğenimiz ve oğlu, N azareth ’li yeğenim iz S in a i Beyi,
Talapharum ve Josephat V adisinin Beyi, H epsi mermer
yetm iş iki kapısı olup dağ yam acındaki So rm o n ’un hâ-
kim i, dörtyüz mil uzunluğunda, yetmiş iki dil konuşu­
lan büyük orm anın hâkim i, m em leketim iz K apodok-
ya’da bulunan C e n n e tin ve oradan çıkan ırm akların
hakim i, H ellen’lerin Efendisi (V ogt), İstanbul’un K u d­
retli İmparatoru, Kailam ar A rach (?), G algarya hakim i,

( * ) B u m e k tu b u n v a ılığ m ı E rm e n ile rin id d ia e ttiğ in i, S c h ilt b e ıg e r ’in o n la r d a n ö ğ ­


re n d iğ in i, P rof. N e u m a n n v u rg u la m a k ta d ır.

122
Kurumuş A ğacın Beyi, G üneş ve ayın doğduğu yerlerin
ve Z enit’den aşağı gittiği yerlerin hüküm darı, E noch ve
E lia s’ın mezarının bulunduğu yerlerin Beyi, R o m an ­
ya’da Başrahibin Koruyucusu, Bağdad hakim i, İskende­
riye Muhafızı, Yetmiş iki dilin doğduğu kuvvetle (tah ­
kim edilm iş) B ab il’in kurucusu, krallar kralı, H ıristi­
yanların, Yahudilerin, M usevilerin, M üslüm anların hü­
kümdarı, Tanrıların gözdesi” , R om a’ya yazdığı ve kızı­
nın düğününe çağırm ak için yazdığı m ektup böyle baş­
lıyordu, bu düğünde ben de bulundum . S u lta n la rın
m em leketinde şu gelen ek de ilginçtir. E vli kadınlar,
kendilerinin bayramı olan hafta içinde serbesttirler ve
istediklerini yapar- ve herşeye m üsaade edebilirler, n e­
den hoşlanırlarsa onu yapar diğer erkeklerle veya başka
şeylerle gönül eğlendirebilirler. N e kendi kocaları ne
de başkaları buna birşey diyemez, çünkü gelenek böyle-
dir.
Su ltan atiyle bir şehre girerken veya yabancı m em le­
ketlerden insanlar ken disin e geldiğinde, yüzünü (bir
peçe ile) örter, öyle ki karşısındaki onu göremez. Bir
Bey onun huzuruna çıkınca üç defa diz çökm ek ve yeri
öpm ek zorundadır. A n c a k bundan son radır ki ayağa
kalkıp Sultan a doğru gidebilir. Bu kimse bir M üslüm an
ise Su ltan ona (çıplak elini uzatır, H ıristiyansa elbisesi­
nin koluyla elini örter ve öpm esi için uzatır.
S u ltan bir haberci çıkartırsa, her H anda, eğerlenmiş
atlar onun için hazır beklerler. Bu habercilerin kuşa­
ğında bir bezle örtülmüş çıngıraklar sokuludur. A tların
bulunduğu istasyona, H an a yaklaşınca çıngırakların se­

123
sinin iyice çıkm ası için bezi kaldırır. Ç ıngırak sesi du­
yulunca, hem en haberciye bir at hazırlanarak, onun atı
hem en hareket edecek şekilde bulm ası sağlanır. Böyle-
ce haberci bir duraktan diğerine at koşturur ve her git­
tiği yerde yeni atları hazırlanmış bulur, bu gideceği yere
kadar devam eder. Sultan ın habercileri için atları hazır
tutan bu Hanlar, bütün yollarda vardır.
H abercilerin, yolda alıkonulm alarından korkulduğu
büyük tehlikeli zam anlarda Su ltan , “H aber G ü vercin ­
leri” yollar. Ç oğun lukla S u ltan bu güvercinleri Kahi-
re’den Şam ’a gönderir, çünkü arada büyük bir çöl var­
dır. Bu güvercinler, Sultan ın arzu ettiği her şehirde şöy­
le eğitilir: Bunun için bir güvercin çifti alınır yem leri­
ne şeker katılarak çok iyi beslenir fakat bir yere uçm a­
larına engel olunur. Ç iftleşm e zamanı gelince erkek gü­
vercin Su ltan a getirilir, dişisi yerinde bırakılır. Erkek

124
güvercinin hangi şehirden olduğu işaretle sap tan ır ki
kesin olarak hangi şehirden geldiği bilinsin. Ö zel bir
kafese konulur, fakat başka hiçbir güvercin in y anına
yaklaşm asına izin verilmez, ve artık eskisi gibi fazla yi­
yecek özellikle de şeker verilmez. Bu, geldiği şehri daha
çok özlesin diye yapılır. O gönderilm ek istenirse, k a­
natları altına mektup bağlanır. Ve erkek güvercin, eği­
tildiği eve doğru uçar ve orada yakalanıp, m ektup a lı­
nır ve alıcısına iletilir.
S u ltan a, bir Bey olsun, tacir olsun, m isafir gelince,
Sultan ona bir Tavsiye M ektubu verir, o kim se bu m ek­
tubu, devlet içinde kime gösterse, o hem en diz çöker,
ve m ektubu okur, öper ve misafire büyük saygı gösterir.
O nu bir şehirden diğerine çok uzak olsa da götürür. Bir
kraldan veya yabancı bir hüküm dardan S u ltan a bir elçi
gelirse, M üslüm anlarda adettir, elçi, üçyüz-dörtyüz atlı
ile h atta altıyüz atlı ile gelir. Sultan, gelişi öğrenir ö ğ­
renmez tahtına oturur, pahalı elbiseler giyer, kıym etli
taşlar tak ın ır ve önüne yedi k at perde çektirir. E lçi
onun önün e çıkm ak istediğin de perdeler birer birer
açılır. H erbirinin önünde elçinin eğilip yeri öpm esi ge­
rekir. S o n perde açılınca, elçi Sultanın önünde diz ç ö ­
ker. S u ltan elini uzatır o da öper sonra getirdiği haberi
sunar.
A rab istan ’da S a k a ism inde bir kuş vardır,( * ) turna­
dan büyüktür ve uzun bir boynu ve geniş bir gagası var­

( * ) S c h ilt b e r g e r ’in S a k a d e d iğ i k u ş, h iz d ek i “ S a k a K u şu ” ile ilg ili d e ğ ild ir. B ilin d iğ i


gih i s a k a d iy e su ta şıy a n la ra d en ilir. B u k u şu n ta rifin d e n P e lik a n v e y a o c in s hir
k u ş o ld u ğ u a n la şılıy o r.

125
dır. R engi siyahtır, kazın ayağına benzeyen büyük siyah
ayakları vardır. Tüyleri turnanınki gibidir fakat boy­
nunda büyük bir kursağı bulunur ki çeyrek kova suyu
herhalde rahatça alır. Bu kuş, su bulunan yerlere uçar
ve kursağını su ile doldurur. S u ile çöle gider ki orada
su bulunmaz, ve suyu bir kayanın çukuruna doldurur.
Bunun üzerine çöldeki diğer kuşlar gelip, su içerler. S a ­
ka da bu kuşları gıda için yakalar. Bunu, M uham m ed’in
mezarına giderken geçilen çölde görm ek mümkündür.

126
3 8. B ölüm

A ziZ'Katharine Kutsal Sina Dağı

ızıl Denizin genişliği ikiyüzkırk İtalyan milidir. Bu


denizin ismi Kızıl Deniz ise de gerçekte h iç de kır­
mızı değildir, yalnız sahilindeki topraklar bazı yerlerde
kırmızıdır. D iğer hususlarda başka denizler gibidir ve
A rabistan ’a kadar uzanır. Aziz K ath arin e’ye yahut Sin a
D ağına gitm ek istenirse bu denizi geçm ek gerekir. K en ­
dim oraya gitm edim fakat oraya da gitm iş H ıristiyan ve
M ü slü m a n la rd a n d in le d im . M ü slü m a n la r bu d ağ a
“ M u n tagi” derler ki “Tezahür, G örün m e D ağ ı” a n la ­
mındadır, çünkü orada Tanrı M usa’ya, on a h itap eden
alev şeklinde görünmüştür. D ağın üstünde, çok sayıda
R um rah ib in bulunduğu bir m an astır vardır. B u n lar
münzevi yaşarlar, şarap içmez ve et yemezler. K utsal ki­
şilerdir, çünkü devam lı oruç tutarlar. M anastırın kilise­
sinde pek çok kandil yanar, zira onlar, Tanrının bir m u­
cizesiyle yakmak ve yem ek için yeterli m iktarda zeytin­
yağına sahiptirler. Zeytin ağaçlarının m eyvaları olgun­
laşınca, ülkenin bütün kuşları toplanırlar, ve bunlardan
h erb irb gagasm a bir zeytin dalı olarak S in a ’daki Aziz
K atharin e’e uçar.
Kuşlar, rahiplerin yem esine ve kandillerinde yakma-
127
sın a yeterli o lu n cay a k ad ar d alları taşırlar. K ilise d e
m ih rabın arkasında, T an rın ın M u sa’ya yan an çalılar
arasında göründüğü yer bulunur. R ahipler buraya girer­
lerse yalınayak girerler çünkü burası kutsal bir yerdir.
Tanrı, M usa’ya da kutsal bir yerde bulunduğundan d o ­
layı, ayakkabılarını çıkarm asın ı em retm işti. Bu yere,
Tanrının Yeri denilir. U ç basam ak yukarda Aziz K atha-
rine’nin kem iklerinin bulunduğu yere çıkılır. Başrahip,
hac ziyaretine gelenlere bu kutsal yeri gösterir, elinde
gümüş bir alet vardır, bununla azizlerin kem iklerine d o ­
kunur, o zam an ter dam lasına benzeyen bir parça yağ
dışarı çıkar, fakat bu ne sıvı yağ, ne de pelesenkdir. B u ­
nu hacılara verir. En sonunda ziyaretçilere Aziz’in başı­
nı ve diğer birçok kutsal em anetleri gösterir. M an astır­
da diğer mucizevî bir işaret vardır. O rada, rahiplerin sa ­
yısı kadar kandil vardır, ve bunlar devam lı yanar. Bir
rahip ölm ek isterse, kendi kandilini yerinden alır, k an ­
dil sönerse rahip de ölür. Baş rahip ölürse, ona İlahî ve
dua okuyan kim se, m erasim den sonra, m ihrabta yeni

128
baş rahibin kim olacağına dair bir m ektup bulur. Bun­
dan sonra başrahibin kan dili ken d iliğin d en yanm aya
başlar. M anastırda bir de M usa’nın asa’sı ile taşa vurdu­
ğunda suların kaynam aya başladığı kaynak vardır. M a­
nastırdan pek uzak olm ayan, Aziz Bakire (M eryem ) şe­
refine vakfedilm iş olan ve rahiplere M eryem ’in (zam an
zam an) göründüğü bir kilise vardır. Bunun biraz yukarı­
sında, küçük M usa Kilisesi vardır ki orası M usa Tanrıyı
kendi gözleriyle görüp de kaçtığı yerdir.
D ağda (S in a) Ilyas Peygamber adına bir küçük kilise
de vardır. Bu yerin ismi “O reb”dir. M usa K ilisesinin ya­
kın ın d a, T an rın ın M u sa’ya O n Em ri taşıy an levhayı
verdiği yer de bulunmaktadır. Bundan başka bu dağda
M usa’nın kırk gün oruç tuttuğunda çekildiği m ağara da
bulunmaktadır.
D ağın eteklerindeki vadiden bir hayli gidince Aziz
K atharin e’nin M elekler tarafından getirildiği dağa geli­
nir. Aynı vadide Kırk Şeh id in şerefine inşa edilen k ili­
se bulunur. O rada rahipler sık sık d inî törenler yapıp
İlâhiler okurlar. Azize’nin M elekler tarafından getirildi­
ği yer çıplak kayalardan ibarettir. O rada bulunan küçük
kilise (K apelle) yıkılmıştır. S in a ism ini taşıyan, birbiri­
ne yakın iki dağ mevcuttur.

129
3 9. B ölüm

M ambre (N âsıra) Yakınındaki Kurumuş Ağaç Hakkında

E
bron (şeh ri)’nden pek uzakta olm ayan M am ber v a ­
disinde bir “Kuru A ğ a ç” vardır ki, M üslüm anlar bu
ağaca “Kurrutherek” (Kuru diraht) derler. Sirpe (Serv i)
de d e n ilir. Bu a ğ a ç İb ra h im z a m a n ın d a n itib a re n
İsa’nın çarm ıhda ölüm üne kadar daim a yeşildi. O za­
m andan beri kurumuştur. Kâhinlerce söylendiğine gö ­
re, B atıdan bir Bey İsa’nın mezarını (M üslüm anlardan)
geri fethedip de ağaçların altında bir d inî m erasim yap­
tığında, bu ağaç da yeniden yeşerip m eyva verecektir.
M üslüm anlar on a büyük saygı gösterirler ve gayet iyi
korurlar. Bir kim senin sarası olup da bu ağacın altına
getirilirse artık düşüp bayılm az.* Bu ağacın diğer bazı
faziletleri de olduğundan bu kadar iyi korunm aktadır.
K udüs’ten İsa’nın büyüdüğü, yetiştiği, N âsıra’ya k a ­
dar iki günlük yol vardır. Burası vaktiyle gerçek bir şe­
hirdi fakat bugün (sadece) bir köydür, evleri dağınık
şekilde serpilm iştir. T ep elerle çevrilid ir, orad a M er­
yem ’in C ebrail’den m esajını aldığı yerde bir kilise var-

( * ) R o se G r â t e l, b u a ğ a ç t a n k ü ç ü k b ir y o n g a (k ıy m ık )ı ü z erin d e ta şıy a n sa r ’a d a n
kurtu lu r, diye çe v irm iştir.

130
dır. Fakat bir sütun dışında kiliseden birşey kalm am ış­
tır. Bu sütunu, M üslümanlar, H ıristiyanların oraya ge­
tirdikleri kurbanlar, sadakalar yüzünden, çok iyi koru­
maktadırlar. Bunları alırlar fakat yine de H ıristiyanlara
düşm andırlar, yalnız S u lta n ’ın em ri nedeniyle onlara
hiçbir şey yapamazlar.

131
4 0 . B ölüm

Kudüs ve Kutsal M ezar

B
en Kudüs’te iken aslında büyük bir seferde bulunu­
yorduk ve -zannederim otuzbin kişi- geniş güzel bir
ovada ordugâh kurmuştuk. Bu yüzden bütün kutsal yer­
leri bizzat ziyaret edem edim , bununla beraber h iç o l­
mazsa aşağıda tasvir ettiklerim i gördüm. Yusuf isminde
bir yaya askerle birlikte iki defa Kudüs’e gittim .
Kudüs, aşağıya doğru birçok suların aktığı iki dağ ara­
sındadır. M üslüm anlar, Jerusalem ’e Kurtzitabil (K udis
Şerif) derler. Kutsal Mezar Kilisesi, güzel, yüksek kub­
beli bir binadır. Dam ı kurşunla kaplıdır. Bu kilise v ak ­
tiyle şehrin önlerinde iken şimdi bulunduğu yerde şeh ­
rin içinde kalmıştır. Kiliseye gelir gelmez, sağda İsa’ya
işkence edildiği K alvarien tepesi bulunur. O niki m erdi­
ven basam akla çıkılır ve yukarıda R ah ip Jo h an n ’m ül­
kesinden (gelm iş) rahiplerin kaldığı küçük kilise v ar­
dır. K ilisede d ağın yanında bir m ihrap bulunuyor ki
orada, İsa’nın cezalandırıldığı sırada bağlanm ış olduğu
sütun durmaktadır. Bu mevkide yerin kırkiki basam ak
altında, kutsal H aç ve iki haydutun (Sch aech er) haçı
bulundu. Kilisenin içinde, sağda mezarın etrafında n e­
fis bir muhafaza m ahalli vardır. İçeri girilince hem en
132
sağda asıl mezar vaıdır fakat içeriye sadece m ühim kişi­
ler bırakılır. Duvarlar arasına, K utsal M ezar’dan bir taş
yerleştirilm iştir. Bu taşı H acılar öper ve o n a elleriyle
dokunurlar. O rada bir kandil vardır ki bütün yıl boyun­
ca, İsa’nın çarm ıha gerildiği gün olan K arfreitag’a k a ­
dar yanar. O tarihte söner ve O stersonntag (Paskalya
Pazarında) kendiliğinden yen iden yanar. O steraben d
(Paskalya A kşam ı) Kutsal M ezar’dan bir alevin ışığına
benzeyen bir pırıltı görünür. Erm enistan, Suriye ve R a ­
hip Jo h an n ’ın m em leketinden (efsanevi bir m em leket)
bu ışığı görm eye birçok insan gelir. K ilise kap ısın ın
önünde onsekiz basam akla bir yere çıkılır ki orada, İsa,
çarm ıhtan anasına şöyle seslenm işti: Bak O ğlunu G ör!
Aziz Johannese ise “ Bak, gör, bu senin annendir.” İsa
bu m erdivenleri, sırtında çarm ıhla çıkm ıştı. Yukarıda
kü çü k bir k ilise bu lu n u r ki o rad a, rah ip Jo h a n n ’ ın
m em leketinden rahipler bulunur.
Şeh rin kenarında, onun taşlandığı yerde, Aziz Stefan
K ilisesi vardır. Jo sa p h a t vad isin e karşı, K u tsal M ezar
K ilisesinin önünde A ltın K apı vardır. K utsal M ezardan
pek uzak olm ayan bir m esafede büyük A ziz Jo h a n n
H astah anesi bulunup O rada hastalara bakılır. H astaha-
ne yüzotuzdört sütuhludur, diğer bir tane d ah a vardır ki
ellidört mermer sütuna istinat eder. H astah an en in alt
kısm ında güzel bir kilise vardır, ismi M eryem A n a Bü­
yük Kilisesi adını taşır. Bu arada M eryem adına bir k ili­
se d ah a m evcuddur k i, M aria M a g d a le n a ve M aria
Elepphe’nin Isa’yı çarm ıhta görünce elbiselerini çıkar­
dıkları yerde kurulmuştur. Bu kilisenin önünde, Kutsal

133
mezar yönünde İsa’nın M abedi vardır, çok güzel, yük­
sek kubbeli ve üstü kalayla (kurşun?) örtülüdür. Ç e v re ­
sinde evler ve mermerle döşenm iş bir meydan bulunur.
Oraya M üslümanlar, ne Yahudileri ne de H ıristiyanları
bırakırlar. H em en m abedin yanında “Süleym an ’ın A h ı­
rı” denilen dam ı kurşun kaplı kilise vardır, onun solun­
da Süleym an M abedi denilen, bir Saray vardır ki için ­
de Azize A n n a ’ya vakfedilm iş, kuyusu olan bir kilise
vardır. Burada yıkanan kimse, hastalığı ne olursa olsun
iyileşir. Aynı yerde (vaktiyle) İsa yatalak bir hastayı iyi­
leştirmişti.
Ç o k yakında Pilatus’un Evi hem en onun yanında ço-
134
cukları öldürten H erodes’in evi vardır. Biraz ilerde Azi-
ze A n n a Kilisesi bulunur. O rada, Aziz Joh an n es Chris-
tostim os’un bir kolu ve Aziz Stefan ’m kafatasının bü'
yük bir kısmı muhafaza edilir. Zion D ağı’na çıkm ak is­
tenirse, üstünde Jakob K ilisesinin bulunduğu sokaktan
geçilir. Oraya yakın ve M eryem ’in yaşayıp öldüğü yerde
de bir kilise vardır. Zion dağına çıkışta bir küçük kilise
vardır ki içinde, K utsal M ezar’a yuvarlanan taş durur
bundan başka, Yahudiler kendisini çarm ıha gerdikleri
zaman İsa’nın bağlanm ış olduğu sütun da vardır. O sı­
rada Yahudilerin yüksek rahibi A n n as da orada bulu­
nuyordu. O tuz iki b a sa m a k la İsa ’n ın h a v a rile rin in
ayaklarını yıkadığı yere çıkılır, bunun çok yakınında
Aziz Stefan gömülüdür. Yine orada meryem, m eleklerin
dinsel merasimde ilahiler okuduğunu işitm işti. Küçük
Paskalya (P an tk o t) da K u tsal R uh o n lara geldiği za­
man, havariler (aynı kilisede hem en m ihrabın yanın­
d a) oturuyorlardı. Yine bu yerde İsa havarileriyle Pas­
kalya Yortusunu kutladı. Bu tepe halen Kudüs’ün için ­
dedir, şehirden yüksektir. T ep en in alt kısm ın da S u l­
tan ’ın yaptırdığı güzel bir kale vardır. D ağda S u ltan la­
rın, Kral D avid ve diğer birçok kralın mezarları bulu­
nur. Z ion D ağ ı ile S ü le y m a n M a b e d in in a ra sın d a ,
İsa’nın M eryem’i ölüm den kurtardığı ev vardır.
Peygamber Isaias’ın mezarı da şehirdedir. Şehrin ke­
narında Peygamber D avid (D avud) gömülüdür. Zeytin-
dağı ile Kudüs arasında Josaphat vadisi bulunur ki, şeh­
re kadar uzanmaktadır. Bu vaadi boyunca bir çay akar,
y ine orad a bir k ilise d e kırk b a sa m a k la in ile n M e r­
yem ’in Mezarı bulunur. O nun yakınında Yakup ve Ze-
keriya peygamberler gömülüdür. V adinin üst kısm ında
Zeytindağı vardır. O n u n hem en bitişiğindeki G alilea
D ağı Ö lü Denize kadar uzanır. K udüs’ten oraya kadar
ikiyüz Stadien (1 Stad ien = 180-190 m .) mesafe vardır,
denizin kendisi ise yüzelli Stadien genişliğindedir. Ü r ­
dün (Jordan) ırmağı Ö lü Deniz’e akar, denize döküldü­
ğü yere yakın bir yerde Aziz Joh an n es’in K ilisesi vardır.
Irmağın biraz yukarı kısm ında Hıristiyanlar, genellikle
burada yıkanırlar, çünkü ırmak orada ne geniş ne de
derindir. Irm akta pek ço k balık bulunur. Irm ak aynı
dağda bulunan iki kaynaktan çıkar. Bunlardan birinin

136
adı “Jo r” diğerinin “D on ”dur. Jordan adı buradan gelir.
O bir gölden akıp geçer ve sonra bir geniş ovaya gelir
ki bu o vada, M üslüm anlar, yılda birkaç defa Panayır
kurarlar. Bu ovada Jak o b ’un (Yakub) mezarı da bulun­
maktadır. Ben bu ovada genç bir kral ve otuzbin kişilik
kuvvetiyle birlikte bulundum , bu kuvveti T ü rk Kralı
ona ödünç verm işti. Ü rdün V adisinde birçok H ıristi­
yan yaşar bunların çoğu R um ’dur. M üslüm anların K u t­
sal Mezarı ele geçirmeleri 1280 yılında vukubulmuştur.
Ebron, Kudüs’ten yedi “ leg” uzaklıktadır ve Philister
bölgesinin başkentidir. O rada Patrik A d am , A braham ,
Isaak ve Jakop ile bunların karıları Eva, Sarah , Rebec-
ca ve L e a ’nın m ezarları bulunur. A ynı yerde M ü slü ­
m an ların , kutsal A zizlerin orada yatm aları sebebiyle
çok iyi korudukları ve saygı gösterdikleri güzel bir kilise
vardır. M üslümanlar, ne H ıristiyanları ne de Yahudileri
içeri sokmazlar, meğer ki S u ltan ’dan özel bir m üsaade­
leri olsun. O nlara göre bizler, bu kadar kutsal yerlere
girmeye layık değilmişiz.
H ıristiy a n la rın “ K a ir o ” (K a h ire ) d ed ik le ri M issir
(M ısır) şehrinin kenarında bir bahçe vardır ki orada,
sadece H in distan’da yetişen pelesenk ağaçları bulunur.
S u ltan bu yoldan büyük gelir sağlar. M üslüm anlar pele-
senk’i (balsam ı) başka şeylerle karıştırırlar. Aynı şekil­
de tacirler ve Eczacılar da çok daha fazla kazanç sağla­
mak için içine birçok şeyleri katıştırırlar. H akiki, ger­
çek pelesenk, berraktır, rengi sarımtraktır, güzel bir ko­
kusu vardır. Fakat gayrı şeffaf ve kırmızı ise, halis değil­
dir. Bir dam la pelesenki eline al güneşe tut, halis pele­

137
senk ise, ısısına dayanam azsın, çünkü ısıyı emer, elini
yakar. Bıçağın üzerine bir dam la pelesenk alıp ateşe so­
kun, yanarsa, halistir. Yahut, keçi sütü ile dolu bir gü­
müş bir kâse veya kadeh al iyice karıştır içine bir dam la
pelesenk koy, eğer iyi cins ise süt bir an da kesilir. İşte
pelesenk böyle muayene edilir.

138
4 1. B ö l ü m

Cennette Dört Ayrı Suyu Olan Kaynak

C
ennette, sonradan çeşitli ülkelerden akan dört ır­
m ağın çıktığı bir kaynak vardır. B irincisinin adı
Phison (İndus) olup H in d istan ’dan geçer. Bu nehirde
çok altın ve kıym etli taşlar bulunur. İkincisi N il’dir,
H a b e şista n ve M ısır’d ai} geçer. Ü ç ü n c ü sü ise D icle
olup A sya (Küçük A sya) ve Büyük E rm enistan’ ı kate-
der. D ördüncüsü Fırat olup İran ve K üçük E rm en is­
tan ’dan akar. Bu dört nehirden ben N ili, D icleyi ve F ı­
rat’ı gördüm. Bu nehirlerin geçtiği m em leketlerde yıl­
larca bulundum, iyi ve kötü çok şeyler yaşadım ki bun­
lardan daha çok an latacak şey var.

139
4 2 . B ö l ü m

Hindistan’da Biber N asıl Yetişir

iberin yetiştiği Büyük H in d istan ’da bizzat bulu n­


m adım fakat M üslüm an ülkelerin seyyahlarından
kendi gözleriyle görm üş olanlardan biberin nerede ve
nasıl yetiştiği hakkın da çok şey öğrendim . İşittiğim e
göre ö zellik le, L am b o r d e n ile n bir o rm an için d e k i
Lam be (M alabar) şehri civarında yetişmektedir. Bu or­
m an yaya an cak ondört günde geçilecek kadar uzan­
maktadır. O rm anda, H ıristiyanların oturduğu iki şehir
ve birçok köy vardır. Biberin yetiştiği yerlerde, h ava
çok sıcaktır. Biber, yaban üzümlerinin kütüklerine b en ­
zeyen ağaçlarda büyür, meyvaları, yabaneriğine benzer
fakat rengi yeşildir. Bitkiyi, asm alar gibi, sırıklara bağ­
larlar. A ğ a ç pek çok m eyva verir, bunlar, yeşil renk
alın ca olgunlaşm ış dem ektir. O zam an biberler to p la­
nır, ve üzüm gibi güneşte kurutulur. U ç türlü biber var­
dır: uzun (o lan lar), ve yapraklı olarak büyüyen siyah
olanlar ve beyaz biberler. En iyisi bu beyazlardır, onu
m em lekette alıkoyarlar çünkü bu cinsten diğerleri k a­
dar çok yetişmez. İklim in sıcaklığı nedeniyle oralarda
pek çok yılan bulunur. Bazılarının söylediğine göre, b i­
berler siyah olur çünkü olgunlaştıklarında yılanları k a­
140
çırm ak için orm anda ateşler yakılır. Fakat bu iddia d oğ­
ru olamaz çünkü ateşten ağaçlar kurur ve bir d ah a mey­
ve vermez. Fakat şu gerçektir ki, (toplayıcılar) ellerini
elmaya benzeyen ve lim on denilen m eyvanın suyu ile
yıkarlar veya oralarda büyüyen başka otları kullanırlar.
Yılanlar kokudan kaçarlar ve onlar da tehlikesizce bi­
berleri toplayabilirler. Bu ülkede iyi cins zencefil ve d a­
h a birçok baharat da yetişmektedir.

141
4 3 . B ö l ü m

İskenderiye

İ skenderiye, yaklaşık olarak yedi (İtalyan m ili) uzun­


luğunda ve üç mil genişliğinde güzel bir şehirdir. N il
burada denize dökülür ve yegâne içme suyu kaynağıdır.
Bunun dışında sadece Sarn ıç suyu vardır. W elsch m em ­
leketlerinden yani Venedig ve C e n o v a ’dan birçok tica­
ret gem isi gelir. C en evizliler keza V enedikliler orada
kendilerine mahsus ticaret kolonilerine sahiptirler. İs­
kenderiye’de bu İtalyanların hepsinin, ikindi vakti ge­
lince kendi ticaret evlerine dönm eleri zorunludur. D a ­
h a fazla şehirde kalamazlar, bu hapis ve para cezalariyle
m enolunm uştur. H ep si ticaret evlerin e dönü nce, bir
M üslüm an (görevli) gelip bunları üstlerinden kilitler
ve anahtarı ertesi sabaha kadar alır götürür ve sonra da
yine o açar. İskenderiyeliler bu İtalyanların şehrin h a ­
kim iyetini ele geçirm elerinden korkm aktadırlar çünkü
şehir bir keresinde bir Kıbrıs kralı tarafından feth edil­
miştir. İskenderiye’nin lim an girişinde güzel, yüksek bir
kule (fener) vardır, daha yakın zam anlara kadar bu ku­
lede, İskenderiye’den Kıbrıs’a kadar denizdeki gemileri
gösteren bir ayna bulunuyordu. Bu aynadan gem ilerin
bütün hareketleri gözetlenebiliyordu. Vaktiyle Kıbrıs
142
Kralı İskenderiye’ye karşı savaşırken, hiçbir başarı sağ­
layamamıştı. O sırada bir papaz gelerek, aynayı kırarsa
ken disin e ne vereceğin i krald an sordu. K ral, aynayı
kırdığı takdirde, ona kendi ülkesinde istediği gibi bir
piskoposluk vereceğini vaadetti. R ahip bunun üzerine
R om a’ya Papaya gitti ve planından bahsederek bu p la­
nın tatbiki sırasında kendisinin H ıristiyanlığını inkâr
etm esine müsaade edilm esini diledi. Papa ona bu m ü­
saadeyi verdi fakat bunu sad ece sözle y ap ab ileceğin i
gerçekten ve kalpten yapam ayacağını ve buna sadece
H ıristiyanlık yararına o lacağı için ve M üslüm anların
bu ayna ile H ıristiyanlara denizde büyük zarar verm ele­
ri nedeniyle müsaade edildiğini bildirdi.
Papaz, R om a’dan İskenderiye’ye gitti, M üslüm anlığı
kabul etti, kitaplarını inceledi hatta M üslüm an bir H o ­
ca ve Vaiz oldu, H ıristiyanlığa karşı M üslüm anlığı öğ­
retiyordu. M üslüm anlar ona karşı büyük saygı gösteri­
yorlar ve hayranlık duyuyorlardı çünkü o evvelce bir
H ıristiyan papazıydı. Buna rağm en on a inanıp güveni­
yorlardı.
O n a isterse hayatı boyunca sahip olacağı bir mabed,
vereceklerini söylüyorlardı. Aynalı kulenin içinde bir
m escid vardı, o da bunu istedi. Kendisine binanın ve
h atta aynaların bulunduğu yerin an ah tarın ı verdiler.
Bu arada dokuz yıl geçti. Bir süre sonra papaz, Kıbrıs
kralına haber göndererek, gemileriyle gelm esini, aynayı
(gerektiği zam anda) kıracağını bildirdi. Fakat yaptığı
plan a uygun şekilde, ayna kırıldığında gem iler orada
olmalıydı ki kendisi kaçabilsin. Böylece bir sabah bir-

143
sm
m
çok gemi geldi. Papaz aynayı kırdı, aynanın parçalan ­
ması için üç kere kuvvetle vurması gerekti. Darbelerin
çıkardığı sesten şehrin ahalisi korktular. H epsi kalkıp
kuleye koştular ve kapıyı, papazın üstüne kaçm asını ö n ­
lemek üzere, kilitlediler. O , kulenin penceresinden de­
nize atladiyse de yere düşüp öldü. H em en sonra, Kıbrıs
Kralı büyük bir deniz kuvvetiyle gelip şehri fethetti ve
üç gün süreyle elinde tuttu. Bundan sonra Sultan onun
üzerine yürüdü. Kral ise daha fazla şehirde kalm ak iste­
medi, şehri yaktı, ahalisini tutsak edip, kadın ve çocuk­
ları bütün m al ve eşyalariyle kendi krallığına götürdü.

146
4 4 . B ö l ü m

Dev Gibi Bir Şövalye

aktiyle, M ısır’da, M üslüm an dilinde “ A llenklais-


sar, A lla n k a ssa r” d en ilen bir şövalye yaşıyordu.
O rada H ıristiyanların Kairo (K ah ire) diye isim lendir­
dikleri M issir (M ısır) şehri de bulunm aktadır. Bu şehir,
Su ltan lığın başkentidir. Şehirde onikibin fırın vardır.
A dıgeçen şövalye o kadar kuvvetliydi ki günün birinde
bütün fırınlara yetecek kadar odunu şehre bir yükleniş­
te getirm işti. Ü cret olarak her fırıncı ona bir som un ek­
mek verdi yani tümü onikibin ekm ek ediyordu ki şö ­
valye bunların hepsini bir günde yedi.
Bu devin baldır kemiği, A rabistan ’da dağlık bir yerde
iki tepe arasında durmaktadır. O rada içinden bir akar­
suyun aktığı, kayalar arasında çok derin bir vaadi var­
dır. Fakat su o kadar derindedir ki görülmez, sadece ça­
ğıltısı duyulur. Bu vadi üzerine devin baldır kem iği ko­
nulmuştur ve köprü görevi yapar. O raya gelen atlı, yaya
herkes bu baldır kem iğinden geçm ek zorundadır. T acir­
lerin de seyahat ettiği tek bir yol vardır çünkü dağlık
m ıntıka o kadar diktir ki bu yoldan başka yol yoktur.
B aldır kem iğinin uzunluğunu M ü slüm an lar bir “Far-
seng” yani bir ok atımı veya biraz fazla, tahm in etmek-
147
tedir. Tacirlerden gümrük alınır. T ahsil edilen bu para
ile, zeytinyağı alınıp kem iğin çürüm em esi için üzerine
sürülür. Ç o k eski olm ayan bir zam an önce, Sultanlar-
dan biri, baldır kem iği yakınında bir köprü inşa ettir­
miştir, köprünün üstündeki yazılara b ak ılırsa h em en
hem en ikiyüz seneliktir. Bunu y aptırm asının nedeni,
kalabalık bir maiyetiyle buradan geçecek bir Beyin, ke­
mik köprüden geçm ek zorunda kalm ak istememesidir.
Fakat geçm ek isteseydi, bunu yapabilir, o zam an da bu
m em lekette inanılmaz bir m ucizenin bulunduğunu ve
bunun gerçek olduğunu söyleyebilirdi. Eğer bu gerçek
olm asaydı ve ben bizzat görmeseydim, bundan hiç bah ­
setmezdim.

148
4 5. B ölüm

Putperestlerin Çeşitli Dinleri

İ lginçtir ki putperestler beş çeşitli dindendirler. E vve­


la bazıları vardır ki H ıristiyanlığın büyük düşm anı,
onu h akir gören A li d en ilen bir şövalyeye inanırlar.
Sonra, M olw a (M olla) (denilen) bir M üslüm an rahibe
in an an lar gelir. Ü çü n cü o larak bazıları henüz vaftiz
edilm em iş oldukları zam anlardaki “Ü ç K ral”a inanırlar.
S o n ra A te şe in an an lar, ta p a n la r vardır. Bunlar, A -
dem ’in oğlu A bel (H abil) Herşeye Kaadir O lan a (K â ­
in atın S a h ib in e ) kurban getirdiği zam an, bu kurban
alevdi, ateşti, bu sebeple bunlar ateşe inanırlar. N ih a ­
yet putperestlerin en büyük bölümü, M oham m ed d en i­
len birine inanırlar.

149
4 6. B ö l ü m

Muhammed ve Dininin M eydana Çıkışı

B
urada şim di M uham m ed’den, n asıl m eşhur oldu­
ğundan ve dininin nasıl meydana geldiğinden bah ­
sedeceğim . O A rabistan ’da doğdu. A n a, babası fakir in ­
san lardı. O nüç yaşm a gelince yabancı m em leketlere
gitti. M ısır’a gitm ek isteyen tacirlere gelerek kendisini
de beraber götürm elerini rica etti. O nu develere ve a t­
lara bakması şartiyle yanlarına aldılar. M uham m ed n e­
reye gitse veya nerede dursa başının üstünde bir siyah
bulut dolaşıyordu. Kervan M ısır’a geldiğinde çadırlarını
bir köy yakınında kurdular. O zam anlarda M ısır’da Hı-
ristiyanlar vardı. O ranın papazı gelip tacirleri yemeğe
çağırd ı. O n lar, d a v e ti k ab u l e ttile r yaln ız M uh am -
m ed’in bu sırada develer ve atlara göz kulak olm ası la­
zımdı ve öyle yapıp onu bıraktılar.
Tacirler papazın evine gelince o hepsinin orada olup
olm adığını sordu ve tacirler, binek hayvanlarına göze­
ten bir çocuk dışında hepsinin orada olduğu cevabını
verdiler. Fakat bu papaz, iki ayrı cins aileden doğmuş
birinin Hıristiyanlığa karşı bir din kuracağına, dair bir
kehanet okumuştu. Bunun işareti bu kim se nerede ise,
siyah bir bulutun onun üzerinde bulunm asıydı. Papaz
150
evin önüne çıktı ve genç M ukam m ed’in üstünde siyah
bir bulutun bulunduğunu gördü. Bunu görür görmez,
tüccarlardan çocuğu getirm elerini rica etti, o n lar da
alıp geldiler. Papaz, ona ism inin ne olduğunu sordu, o
da “M uham m ed” diye cevapladı. Bu ismi de papaz k e ­
hanette okumuştu. Ayrıca M uham m ed’in kudretli bir
hüküm dar olacağını ve H ıristiyanlığa çok büyük gü ç­
lükler getireceğini de tesbit etm işti. O nun dini bin yıl
bile sürm eden gerileyecekti. Papaz, gencin ism inin M u­
ham m ed olduğunu ve siyah bir bulutun devam lı üstün­
de dolaştığını, bunun yeni dini kuracak olan kimse ol­
duğunu anlayınca çocuğu, yem ekte tacirlerin üst başı­
na oturttu ve ona büyük saygı gösterdi. Yem ekten son­
ra, papaz taccarlara genci daha evvelden tanıyıp tan ı­
m adıklarını sordu, onlar “Hayır, fakat bize geldi ve M ı­
sır’a kendisini de getirmemizi rica e tti” dediler. Papaz
151
bunun üzerine kehanetini anlattı ve bu gencin H ıristi­
yanlığa karşı bir din kuracağını, ve bu d in in H ıristiyan­
lığı zor durum da bırakacağını an lattı. B unun alâm eti
ise devam lı şekilde onun üzerinde d olaşan siyah bulut­
tu. O nlara bulutu gösterip onun gem ide bile üzerinde
olduğunu söyledi.
Ç o cu ğa dönüp: “S e n ilerde büyük bir Ö ğretici o la ­
caksın ve putperestler arasında bir din kurup, Hıristi-
yanları kudretinle em rin altına alacaksın. Soyun da bü­
yük bir kudret sahibi olacak. Sen d en ricam benim so ­
yumu, Erm enileri sulh içinde bırakm an onlara dokun-
m am andır.” dedi. G en ç, ona bunu v aa d e tti.*
B u n un üzerine o, tacirlerle birlikte B a ğ d a t’a gitti.
Büyük bir âlim, putperestlik kitaplarının, m etinlerinin
büyük bir bilgini oldu ve petperestlere, Tek Tanrıya,
G öğün ve yerin yaratıcısı Tanrıya inanıp, putlara inan-
m am alarnı vaazetti. Bu putların sadece insanların ya­
rattığı şeyler olduğunu, kulakları olup, işitm ediklerini,
gözleri olup görm ediklerini ağızları olup konuşm adıkla­
rını, ayakları olup yürümediklerini ve kendilerine bun­
ların hiçbir yardım yapam ayacağını ne bedenlerine ne
ruhlarına yararları olm ayacağını, söylüyordu. Bu şekil­
de Bağdat kralını ve onunla birlikte kalabalık halkını
kendi dinine kazandı. Kral onu benim sedi ve m em leket
üzerindeki hâkim iyetini ona devretti.
Kral öldüğünde M uham m ed onun başkadını ile ev­
lendi ve hem en hem en Papa kadar kudretli bir “H alife”

( * ) N e u m a n n ’ın , S u lt a n ın m e k tu b u n u n E rm e n i id d ia sı o ld u ğ u n u y az d ığ ın ı b e lir t­
m iştik (b k . 3 7 . B ö lü m ). B en z eri b ir d u ru m a b u ra d a d a rastlıy o ru z .

152
oldu. Yanında, M üslüm anlığa göre âlim , dört kişi vardı
ki herbirine bir m em uriyet verdi. Biri dinî bakım dan
işlerin m urakabesini, diğeri dünyevî işlerin kin i aldı.
Ü çüncüye (ki ismi A bubach (Ebubekir) idi) terazi (ti­
caret) işleri ve zanaatın m urakabesini verdi. O nun her­
kesin zan aatini dürüstçe icra etm esin e d ik k at etm esi
gerekiyordu. Dördüncüyü m ensuplarının gözeticisi yap­
tı o dönem de oralard a h â lâ H ıristiy an lar bulunduğu
için, on ları ih tid a ettirm ek, İslâm a dön d ürm ek için
A rabistan ’a gönderdi. D önm ek istem eyenleri, kılıcı ile
buna zorlayacaktı. M üslüm anlığın kitabı A lk o ri (Ku-
ran)da onun A rab istan ’da bir gün içinde doksanbin k i­
şiyi İslâm dini uğruna öldürdüğü yazılıdır.* Böylece bü­
tün A rab istan ’ı M üslüm an yaptı. M uham m ed onlara,
yeri göğü yaratan T anrıya karşı n asıl d av ran acak ları
hususunda bir kanun verdi, hüküm ler koydu.
Bu İslâm Kanunu şu şekilde başlar: Bir erkek çocuk
doğup da onüç yaşm a ulaşınca, sünnet edilm esi gerekir.
Bir gün içinde, ibadet ile geçirilm esi gereken beş vakit
tesbit edilm iştir. İlk ibadet gün d oğark en , m üteakip
olanı öğle zam anı üçüncüsü ikindi vakti, dördüncüsü
güneş batm adan ve beşincisi gün ve gecenin ayrıldığı
zam anda yapılır. İlk dört ibadette, duada göğü ve yeri
yaratan A lla h ’ı m ethederler överler, beşincisi ile Mu-
ham m ed’in A llah nezdinde kendilerine şefaatte bulun­

( * ) B iitiin bu a ç ık la m a la r g ö ste riy o r k i S c h iltb e rg e r , İslâ m iy e t h a k k ın d a h iç b ir c i d ­


d i b ilg iy e sa h ip d eğ ild ir. Y a n ın d a k i d ö r t k işi ile H ü le fa - i- R a şid in (D ö r t H a life )
k a sd e d ild iğ i a ç ık sa d a (G r a e s s e l'in k ita b ın d a H z. A l i o ld u ğ u sö y le n e n ) A r a b is ­
t a n ’d a b ir g ü n d e d o k sa n b in k işiy i ö ld ü rd ü ğ ü b e lir tile n k im se v e d iğ e rle ri h a k ­
k ın d a n e k a d a r y a n lış b ilg ile r e s a h ip o ld u ğ u an la şılıy o r.

153
m alarını dilerler. Bu vakitlerin hepsinde cam ilere git­
mek zorundadırlar. C am ie girm eden önce herkes, ağız­
larını ellerini ve ayaklarını göz ve k u lak ların ı yıkar.
Eğer bir kimse karisiyle beraber olm uşsa, o ancak bütün
vücudunu tem izledikten sonra tapınağa girebilir. Bunu
M üslümanlar, biz H ıristiyanların günah çıkarm ası gibi
yaparlar. M üslüm anlara göre, o yıkandığı zam an, bir
H ıristiyanın tam bir pişm anlıkla, papaz önünde günah
çıkarttığındaki gibi tertem iz olun T ap ın ağa girm eden
önce, ayakkabılarını çıkarır ve çıplak ayakla içeri girer­
ler. Yanlarına, küçük bir çakı dahil hiçbir silah alam az­
lar. Erkekler içerde iken, kadınlar da içeri giremezler.
T apınakta toplanınca yanyana dururlar ellerini bağlar­
lar, eğilirler ve yeri öperler. Papazları, önde bir san dal­
ye, iskemle üstünde oturur ve duaları yüksek sesle okur,
herkes onu tekrarlar. C am ide kimse yanındaki ile ko­
nuşam az, ibadet bitene kadar ona bakam az. C am id e
kimse diğerinden öne çıkamaz, bütün ayaklar aynı h i­
zada, yanyanadır. C am in in içinde dolaşam az ve etrafa
bakamazlar. Bir yerde sessizce dururlar, ellerini büküp,
katlayıp ibadet bitene kadar öyle kalırlar. İbadetlerini
bitirince birbirlerini selam larlar ve ancak o zam an A l­
lah’ın evini terkedebilirler. C am ide hiçbir kapı açık b ı­
rak ılm az. İçin d e resim ve ta b lo la r y ok tu r. S a d e c e
h at’lar ve çiçek veya geom etrik m otifli süsler bulunur.
İçeri hiçbir Hıristiyan giremez. Bundan başka kimse c a ­
mide tüküremez, öksüremez veya buna benzer şeyler ya­
pamaz. Buna rağm en böyle birşey vaki olursa, gidip yı­
kanm ası (abdest alm ası) gerekir, bir de diğerlerinin ağır

154
azarlarına m uhatap olur. Bir kimse, aksırır, öksürür, v e­
ya tükürmek zorunda kalırsa dışarı çıkm ak ve sonra yı­
kanm ak zorundadır.
İlginçtir ki M üslümanlar, bizim Pazar günümüz gibi,
C um a gününü kutlarlar, tatil yaparlar. Bir kimse C u m a
günü cam ie gitmezse, onu alır ve bir el m erdivenine
bağlarlar, sonra şehrin bütün sokaklarından geçirerek
cam i’in önüne getirirler bir yere bağlayıp ibadet bitene
kadar bekletirler. Son ra çıplak vücuduna zengin olsun
fakir olsun yirmibeş değnek vurulur. H erkes, hayvan la­
rından cum a günü aldığı m ahsulü hastahaneye getirir.
O nların papazlarının söylediklerine göre, C u m a ibade­
tini ifa ettikten sonra rahatça işlerine gidebilirler zira
çalışm a kutsaldır ve insanlar boş geçen vakitlerinde ça­
lıştıkları zam anlara göre daha çok gün ah işlerler. Bu
nedenle, halka ibadetlerini yaptıktan sonra, C u m a gü­
nü de çalışm aya müsaade edilir. .
M üslüm anlar ellerini Tanrıya kaldırıp, koro halinde
H ıristiyanlardan intikam için niyazda bulunurlar, bu
esnada şunu söylerler: “Herşeye kaadir A llah ım , Hıris-
tiyanlara hiçbir zaman sulh ve rahat verm em eni niyaz
ediyoruz.” Bununla şunu söylem ek isterler ki, Hıristi-
yanlar birleşir ve aralarında sulh olursa, M üslüm anlar
onlara mağlup olacaklardır.
Ü ç nevi m abet vardır: Birine herkes gidebilir, Pfarr­
kirche (C e m aa t K ilisesi ?) gibidir. D iğerin e papazlar
(H ocalar) gider ve etrafında vakıfları olan M anastırlar
gibidir. Ü çüncülerde Krallar ve m em leketin büyükleri
gömülüdür. O rada A llah rızası için fakir kim seler Yahu­

155
di olsun, Hıristiyan olsun, M üslüm an olsun konaklar­
lar. Bu mabedler bir nevi Sp ital (Fakirler Evi) gibidir.
Birinci nevi mabede “M esgit” (M escit), İkinciye “Med-
rassa” (M edrese) ve üçüncüye ise “A m a ra t” (İm aret)
denilir. M abetlere ve çevresine ölü gömülmez. Ölüler,
açıklığa ve yol kenarlarına gömülür. Bunu böyle yap­
m alarının sebebi gelen geçenin onlar için A lla h ’a dua
etm elerini temindir. Bir kim senin ölm esi yaklaşınca,
yakın ları etrafın a to p lan ır ve o n a m erh am et etm esi
için, A llah ’ı anm ası ona yalvarm ası gerektiğini ken d i­
sine söylerler. Ö lünce dışarda yıkarlar ve papazları onu
İlâhiler söyleyerek mezara götürüp gömerler.
M üslüm anlar yılda bir ay oruç tutarlar ve bu her yıl
başka ayda olur. O rucu bütün gün tutarlar, yıldızlar
gökte görününceye kadar yemezler, içmezler. So n ra p a ­
paz (müezzin) bir kuleye çıkarak halkı ibadete davet
eder. İbadethanelere gider ve ibadetlerini yaparlar. A n ­
cak ondan sonra eve gidip gün ağarana kadar et ve baş­
ka neleri varsa yerler. O ruç süresince karılarına yaklaş­
mazlar. G ebe kadınlar, loğusalar ve hastalar, gündüzün
de yiyebilirler. Ram azan ayında ne ev için kira ne de
nera’a getiren diğer şeyler için para talep etm ezler.*

( * ) E v iç in e sa s an la m ı faiz o la n “ Z in s” in a n la m ı k ira o lu p b u d a R a m a z a n d a da
şü p h e siz alın ab ilir. S c h iltb e rg e r , b e lk i bazı m ü n fe rit o la y la r ı k u ra l sa n m a k ta d ır.
4 7. B ö l ü m

Müslümanların Paskalyası (Ramazan Bayramı)

üslüm anların Paskalyası h akkın da şunlar söyle-


nebilir: D ört haftalık oruç süresi geçince Müslü-
manlar üç gün Bayram yaparlar.
İlk günü sabah, m abedlerine giderler ve bilinen, her
zam anki ibadetlerini yaparlar. S o n ra b asit h alk gidip
zırhlarını giyerler ve en büyük din adam ının evi ön ü n ­
de Beyler ve uşaklar toplanır. Ü stü kapalı bir tahtıre­
van alıp altın sırmalı ve kadife kum aşlarla süslerler. İle­
ri gelenler H ocayı alıp cam iin önüne getirirler. T ahtı
revan’m önünde, San cak taşınır ve yine önden çeşitli
çalgıcılar gider.
T anrının evine gelince tah tırevan ı indirirler ve en
büyük hoca, içine girip v a ’z verir. Bilâhare eline bir k ı­
lıç verirler, kılıcı kınından çıkarır ve kalabalığa h ita ­
ben: “A lla h ’tan, M üslüm anların düşm anı olan lara karşı
(savaşıp) kılıçla onları m ağlup edebilm em iz için, niyaz­
da bulunun” der. Bunun üzerine herkes ellerini göğe
kaldırıp, A lla h ’tan bunu dilerler.
So n olarak en kudretli Beyler cam ie girer ve duaları­
nı yaparlar.
Bu esn ada sıradan halk, tah tırev an ve Beyleri için

157
nöbet tutarlar. Beyler de ibadetlerini bitirince H ocanın
içinde olduğu tah tırevan elleri üstünde, çalgıcılar ve
San caktarla birlikte H ocanın evine getirilir. Son ra da
herkes evine gider ve üç gün bayram yapar.

158
4 8. B ölüm

Müslümanların Diğer Bir Bayramı

B
u Bayram dan bir ay sonra M üslüm anların, A bra-
ham (Hz. İbrahim ) şerefine kutladıkları diğer bir
bayram vardır. Bu bayram da kuzular ve sığırlar keserler
ve etini A llah rızası için ve İbrahim ’in şerefine fakirle­
re dağıtırlar, çünkü o A lla h ’a itaat ederek oğlunu kur­
ban etm ek istem işti. Bu bayram da M üslüm anlar Mu-
ham m ed’in kabrini ve İbrahim ’in inşa ettiği tapınağı
ziyaret ederler. İçinde M uham m ed’in göm ülü olduğu
bu m abed, M edine şehrinin kenarındadır. Bu bayram da
Sultan, İbrahim Tapınağını kadife bir örtü ile örter ve
bir din adam ı oraya gelen her hacıya bu örtüden küçük
bir parça kesip verir, H acılar da bu parçayı, orayı ziya­
retlerinin bir işareti olarak yanlarında götürebilirler.

159
4 9. B ölüm

Müslümanların Kanunu

Ş
imdi, M uham m ed’in M üslüm anlara K anun olarak
koyduğu emirlerden söz edeceğim . E vvela o, Müs-
lüm anlara sakallarını kesmeyi yasakladı, çünkü bu, ilk
insan olarak A d em ’i kendi İlâhî şekline göre yaratm ış
olan Tanrının iradesine aykırı olurdu. Bu sebeple, Müs-
lümanlar, Tanrının kendisini yarattığından başka türlü
görünenler, genç olsun yaşlı olsun T an rın ın iradesini
değiştirmiş ve ona aykırı davranm ış olm aktadır, derler.
Ayrıca sakalını kesen bir kim senin kibirli ve mağrur oh
duğu ve dünyada hoşa gitm ek için süslendiği kanaatin-
dedirler. Böylelikle o, ilahî yaratım ı hor görmüş olur.
Bunu özellikle Hıristiyanlar, karılarının hoşuna gitsin
diye yaparlar. Bu o n lara göre, T an rın ın verdiği şekli
(sırf) dünyaperestlik yüzünden d eğiştirm ek olup son
derece nahoş bir davranıştır. B undan başka M uham -
med M üslüm anların hiçbirinin, diğerleri yanında başı­
nı açm am asını, ne kral veya imparator, ne de soylu o l­
m ayanın önünde başm dakini çıkarm am asını em retm iş­
tir. O nlar da bu emre uyarlar. Fakat kudretli bir kimse
önlerinden geçerken eğilirler ve diz çökerler. İnsan ba-
şındakini ancak ölen baba, ana veya bir arkadaş ise ce-
160
naze önünde çıkarm alıdır derler ve böyle de davranır­
lar. Eğer bir kim seden davacı iseler, şapkalarını çıkarıp
onun önüne yere fırlatırlar ve sonra da dava ederler.
M uhammed, herkesin, besleyebileceği kadar karı al­
m asına izin vermiştir. Yine kuraldır ki, bir kimse karısı
Kamile ise ona doğurm asından ondört gün geçinceye
kadar yanaşam az. Bu sürede başka k a d ın la yatabilir.
M ü slü m an ların d ed iğ in e göre, K ıy am e t G ü n ü n d e n
sonra da onların birçok karıları olacak fakat onlar her
y atıştan sonra yine de bakire kalacaklarm ış. B undan
başka, T anrının bu türlü evliliği sad ece “ M üslüm an ”
olarak ölenler için yarattığına inanırlar.
M uham m ed bunun dışında, an cak boynu kesilm ek
suretiyle kanı akıtılan hayvan ve kuşların yenm esini
emretmiştir. Bu kurala da uyarlar ve M uham m ed yasak­
ladığı için domuz eti de yemezler.

161
5 0 . B ö l ü m

M uhammed Şarabı M üslümanlara Neden Yasakladı

uham m ed’in şarabı kendilerine neden yasakladı­


ğını M üslüm anlar şöyle anlatıyorlar: G ünlerden
birgün, M uhammed yardımcılariyle birlikte içinde bir­
çok insanın eğlendiği bir evin önüne geldi. M uh am ­
med, insanların bu kadar neşeli olm alarının nedenini
sorduğunda, yardım cılardan biri bunun şarap tan ileri
ge ld iğ i ce v ab ın ı verdi. B u n un üzerine M uh am m ed:
“Dem ek ki şarap insanları neş’elendiren bir içki” dedi.
A kşam tekrar evin önüne geldiğinde büyük bir bağrış­
ma duydu. Erkekler ve kadınlar birbirlerine girmişlerdi
ve ikisi de bu arada ölmüştü. O yeniden bunun nedeni­
ni sorduğunda, hizmetkârlarından biri: “Evvelce o kadar
n e ş’eli olan kim seler şim di ken d ilerin i kaybetm işler,
çok şarap içmişler ve artık ne yaptıklarını bilmiyorlar”
dedi. Bunun üzerine M uham m ed, şarap içmeyi herkese
bunlar ister din adam ı, ister dünyevi m esleklere sahip
kimseler, isterse imparator, kral, dük, hür, şövalye, uşak
veya yardakçı olsunlar, bundan böyle ağır ceza koyarak
yasakladı. O nun dinine inananlar artık, hasta olsunlar,
sağlam olsunlar şarap içemeyeceklerdi. İşte bu, M üslü­
m anların bana anlattıklarına göre, M uham m ed’in on la­
162
ra şarabı yasaklam asının nedenidir. M uham m ed onlara,
Erm eniler hariç, (?) H ıristiyan lara ve M üslüm an lığa
düşman olanlara karşı gece gündüz savaşm alarını em ret­
ti. Bunlardan yalnız Ermeniler aralarında serbest olm a­
lıydı. Eğer M üslüm anlar Ermeniler üzerinde hakimiyet
kurmuşlarsa bunların ayda iki Pfennigden (m etelik) faz­
la haraç ödememeleri gerekiyordu.*
M uham m ed, (çocukluğunda) Erm eni Papaza, evvel­
ce anlattığım ız gibi böyle bir vaadde bulunmuştu. M u­
ham m ed bundan başka, M üslüm anlara, m ağlup ettikle­
ri Hıristiyanları öldürm em elerini, bilakis onları, kendi
d in lerin i k u v vetlen d irip yaym ak için, ih tid a e ttirip
M üslüm anlığa kazanmaya çalışm alarını söylemişti.

( * ) B u r a d a y in e E rm e n ile r le h in e , y a n lış şe y le r sö y len iy o r. Ç ü n k ü M ü s lü m a n lık ta


b ö y le b ir ay ırım yok tu r. B ü tü n H ıristiy a n la r v e K it a p sa h ib i g ay rı m iislim le r a y ­
n ı h ü k ü m le re tab id irler.

163
5 l . B ö l ü m

Bir Müslüman Mezhebi Hakkında

uham m ed henüz h ay atta iken kırk yardım cısı


vardı. Bunlar özel bir teşkilât kurdular ve Hıristi-
yanlara karşı bir anlaşm a yaptılar. K uralları şu idi: teş­
kilata girmek isteyen herkes, rastladığı hiçbir Hıristiya-
nı sağ bırakmamaya, tutsak alm am aya ve bunu herh an­
gi bir yarar için veya para için yapm am aya, yem in e t­
m ek zorundaydı.
M üslüm anların, hıristiyanlara karşı açtığı bir savaşta
bulunm ayan herkesin, bir hıristiyan satın alıp onu ö l­
dürm esi gerekiyordu. Bu teşk ilatın üyelerine “T h e y ”
(G azi?) d e n ilird i.* T ü rk iy e’de bun lardan çok vardır.
K an u n ları, kuralları gereğin ce d aim a H ıristiy an lara
karşı sefere çıkarlar.

( * ) S c h ilt b e r g e r ’i y en i A lm a n d ilin d e y a y ın la y a n la rd a n G r a e s s e l b u t e şk ilâ t ın A s-


s a sin 'le r (H a şşa şin ) o ld u ğ u n u , y a n i H a ssa n S a b b a h ’ın k u rd u ğ u te şk ilâ t o ld u ğ u ­
n u zik red iy o rsa d a y u k ard ak i a ç ık la m a la ra b a k ılın c a b u n la r ın N e u m a n n 'ın d e ­
d iğ i g ib i “ G a z i” ler o lm ası d a h a a k la y a tk ın gelm e k te d ir.

164
5 2. B ö l ü m

Bir Hıristiyan N asıl Müslüman Olur

B
ir H ıristiyanın nasıl M üslüm an olabileceği ilginç­
tir. Bir Hıristiyan M üslüm anlığı kabul etm ek ister­
se yapacağı ilk iş, bir parm ağını kaldırıp şu sözleri söy­
lemesi gerekir: “La il lach illallach, M uham m ed onun
gerçek elçisidir” . Bunu söyleyince onu en büyük p apa­
zın (M ü fti) önüne götürürler. O rad a, bu kim se aynı
şeyleri bir kere daha söyler ve H ıristiyanlığını reddeder.
Bundan sonra ona yeni bir kıyafet giydirirler ve papaz
başına yeni bir bez (sarık) sarar. Bunu, M üslüm an oldu­
ğu anlaşılsın diye, yaparlar, zira H ıristiyanlar başlarına
mavi, Yahudiler ise sarı bez bağlarlar.
So n ra papaz bütün oradakilere hazırlanm alarını, ve
atı olanların, atlı olarak yürüyüşe katılm alarını em re­
der. Bu emir o bölgedeki bütün hocalar için de geçerli-
dir. H epsi toplanınca, M üslüm anlığa geçen kimseyi bir
ata bindirirler, basit halk önden yürür, din adam ları ar­
kadan giderler. Bu arada borular, davullar ve zurnalar
çalarlar. İki h o ca yüksek sesle “T h ary wirdur, m esse
chulochur, m aria(lara) (kara) baschidur m achm et kas-
suldur” diye bağırırlar ki anlam ı şudur: “Tanrı birdir,
M esih (İsa) kuludur, M eryem kızıdır, M uham m ed en

165
büyük Peygamberdir” .* M ühtedi şehrin bütün sokakla­
rında dolaştırıldıktan sonra, onu cam ie götürürler ve
orada sünnet ederler. Fakirse büyük ölçüde m al, eşya
toplayıp kendisine verirler. En yüksek Beyler, onu özel­
likle onurlandırırlar ve zengin ederler. Bunu yapm aları­
nın nedeni hıristiyanların, M üslüm anlığa d ah a kolay
dönm elerini sağlamaktır. İslâmiyeti kabul eden bir ka­
dınsa, keza en yüksek papaza (M üftiye) götürülür, ora­
da yukarıda belirtilen sözleri söylem ek zorundadır. S o n ­
ra müfti, kadının kem erini alır, parça parça keser, bun­
dan bir haç yapar. Bu h a ç ’ı kadının üç defa çiğnem esi
ve H ıristiyan inancından vazgeçtiğini ve adıgeçen söz­
leri söylemesi gerekir.
M üslüm anların, ticarette güzel bir gelenekleri vardır.
Bir kimse kim den olursa olun birşey satm alm aya kalkı­
şın ca, satıcıya şunu söyler: “S e n , geçin eb ilm en için,
(ancak) Tanrının öngördüğü kadar kazanm alısın. (Faz­
lasını değil).” Bunun üzerine tacir, kırk parada bir para
veya kırk altında bir altın dan fazlasını alam az. Buna
onlar, “A lla h ’ın h o şu n a giden satın alm a ve k azan ç”
derler. Bunu onlara M uham m ed emretmiştir, şu an lam ­
da ki herkes birbirinden geçinir, fakir zenginden. Her
vaazden önce, hocaları onlara, birbirlerine karşı yardım
etm elerini ve hüküm dara karşı itaatkâr olm alarını, söy­

( * ) S c h ilt b e r g e r ’in ağız d an d u y u p , n o t e ttiğ i bu ib a re d e ç o k ilg in ç b ir şe y g ö rü y o ­


ruz. D a h a o z a m a n T ü r k le r , “T a n r ı b ird ir ” d iy o r la r m ış. Y a n i “A l l a h ” y e r in e
“ T a n r ı” k e lim e si k u lla n ılıy o rm u ş. B u ra d a k i m e tn in d o ğ ru a n la m ı ise “T a n rı b ir­
dir. M e sih o n u n k u lu d u r. M e ry e m k a ra b a şıd ır (k a d ın k u lu d u r ), M u h a m m e d r e ­
su lü d ü r.” A ç ık t ır k i bu m e tin g e rç e k “k e lim e i şe h a d e t ” e u y m ay an , S c h ilth e r -
g e r’in y a k ıştırm a sın d a n ib arettir.

166
ler. Zenginler, fakirlere karşı alçak gönüllü olm alıdır.
Böyle alçak gö n ü llü o lu rlarsa, her şeye k aad ir o lan
Tanrı onlara, düşm anlarına karşı kuvvet ve kudret ve­
rir. M üslümanlar, hocalarının ilâhi işler hususunda söy­
lediklerine inanırlar ve bu sözlere riayet ederler.
İşte M uham m ed’in M üslüm anlara verdiği dinin ku­
ralları, öğrenebildiğim kadar bunlardır.

167
5 3. B ö l ü m

Müslümanların İsa ve Meryem Halikındaki İnançları

M
üslümanlar, İsa’nın bir bâkireden doğduğuna ve
d oğu m d an son ra da M ery em ’ in b ak ire o lara k
kaldığına inanırlar. O nlar aynı zam anda İsa’nın doğu­
mundan sonra annesiyle konuştuğuna ve onu teselli e t­
tiğine ve İsa’nın bütün peygam berlerin en üstünü oldu­
ğuna ve asla günah işlem ediğine, başka h iç kim senin
onunla eşit olm adığına da inanırlar. Yalnız İsa’nın çar­
m ıha gerildiğine inanmazlar. H atta onlara göre, H ıristi­
yanların bu inançları, İsa Tanrının en yakını olduğu ve
asla günah işlemediği halde, çarm ıha gerildiğine in an ­
m aları, kötü ve yanlış bir inançtır. Eğer İsa tam em en
suçsuz, günahsız, çarm ıh a gerilm iş o lsaydı, o zam an
T anrının âdil bir hâkim olm am ası gerekirdi.
O nlara Baha, Oğul, Kutsal R uh ’dan oluşan Tanrıdan
bahsedilince, bunların üç şahıs olup Tanrı olm adığını
çün kü K u ra n ’da “ ü çlü lü k ” ten h iç b a h se d ilm e d iğ in i
söylerler. İsa’nın, “Tanrının kelâm ı, sözü” olduğu söyle­
nince de, “T abiî biz T anrının konuştuğunu biliyoruz,
aksi halde o Tanrı olmazdı” diye cevap verirler. K en d i­
lerine, M eleğin bildirdiği bir söz üzerine M eryem ’den
doğm asının Tanrının O ğlunun hikm etinin olduğu veya
168
“Biz H ıristiyanların hepim izin M ahkem e önüne çıka­
cağımızdan bahsedilen söz hatırlatıldığında bunun ger­
çek olduğu, karşılığını verirler. Kim se T anrının sözleri­
ne karşı çıkam az. O n lar d a aynı zam an d a k im sen in
Tanrının sözlerinin büyüklüğünü kavrayam acağını söy­
lerler. O n ların K itapları K u r’an da bundan yani Me-
lek’in (C ebrail?) M eryem ’e söylediği, Isa’nın Tanrının
K e lâm ın d an doğduğu h u su su n d an , sözeder ve bunu
açıklar. M üslüm anlar bundan başka, İbrahim ’in Tanrı­
nın dostu ve M usa’nın onun peygamberi olduğunu ve
Isa’nın Tanrının kelâm ı olduğunu söylerler. Fakat o n ­
larca M uham m ed, A lla h ’ın gerçek elçisidir. O n ların
kanaatına göre de Isa, Tanrıya en yakın, en şerefli dört
kişi arasındadır. O , m ahşer gününde bütün insanları
yönetecektir.

169
5 4. B ö l ü m

Müslümanların Hıristiyanlar Hakkında Söyledikleri

üslüm anlar, H ıristiyanlardan feth ettikleri mem-


leketleri, kendi kudretleri yüzünden veya hakîm ,
derin düşünüşlü, yahut da kutsal veya m übarek o lm ala­
rı sayesinde değil, H ıristiyanların M üslüm anlara karşı
bu derece adaletsizlik, tiksindiricilik ve kendini beğen­
m işlik göstermeleri yüzünden kazandıklarını iddia eder­
ler. Bu yüzden her şeye kaadir Tanrı, H ıristiyanların bu
m em leketleri ne dinî ne de dünyevî hakim iyetini, doğ­
ru dürüst yürütem ediğinden, ellerinden alm aya karar
vermiştir. Hıristiyanlar hakları diye, sadece m ülkiyet ve
yararlarını düşünüyorlar ve zenginler büyük bir kendini
beğenm işlikle fakirleri eziyorlardı. Fakirlere ne bir ta­
kım yardımlarla ne de kanunlarla, kurallarla yardımcı
olmuyorlar, M esih’in, onlar için koyduğu, emirlere, söz­
lere uymuyorlardı.
M üslüm anlar, aynı zam anda, bulundukları keh an et­
lerde H ıristiyanların kendilerini fethettikleri topraklar­
dan sürüp çıkaracakları ve onları yeniden ele geçire­
cekleri hususunda bazı ipuçları bulduklarını da söyle­
mektedirler. Fakat, H ıristiyanlar bu derece günahkârlık
ve iğrençlik içinde yaşadıkça ve dinî ve dünyevî Efen-
170
dileri böyle düzensiz bir hayat sürdükleri sürece, olduk­
ları yerlerden sökülüp atılm alarından, korkm am akta­
dırlar. “Çünkü biz A lla h ’tan korkuyoruz” diyorlar, “Ve
dinimize uygun bir şekilde ve nam usluca, dürüstçe yaşı­
yoruz, A lla h ’a şükrediyor onun en sevgili elçisine m in­
n et duyuyoruz. O bize, g e tird iği e sa sla rla gerek bir
inanç, din verdi. O nun em irlerine uyarız, on a itaatkârız
ve onun Kuran’da yazılı emirlerine kendi rızamızla se­
verek uymaktayız.”

171
5 5. B ö l ü m

iddialara Göre Hıristiyanlar


Hangi Konularda Emirleri Tutmuyorlar

M
üslümanlar, H ıristiyanları, ne M esih ’in em irleri­
ne ne de inançlarına riayet etm em ekle ve o n la­
rın Inzil (In cil)’de (ki “Evangelium ” da denir) bulunan
emirlere ve bu kitapta zikredilen kurallara uym adıkla­
rından dolayı suçlarlar.
Hıristiyanlar özel bazı haklarını ki bunlar din ve dün­
ya işlerine ilişkin olup, In cil’in emir ve kurallarına ay­
kırı oldukları halde, muhafaza etmektedirler.
Bu kitabın (In cil’in) hepsi kutsal ve âdildir fakat H ı­
ristiyanların kendiliklerinden çıkardığı em ir ve kural­
lar, yanlış ve gayrı âdil, haksızdır.
Bu kurallar, sırf m ülkiyet ve itibar (sağlam ak) için
konulm uştur ve hepsi de Tanrının en sevgili peygam ­
berinin iradesine aykırıdır.
Bütün bunlar, H ıristiyanların adaletsizliğinden dolayı
başlarına gelen felaketlerin, şikâyet ve sıkıntıların, n e­
deni olup, Tanrı tarafından onlara m ukadder kılınm ış­
tır.

172
5 6. B ö l ü m

M uhammed N e Zaman Yaşadı

uhammed doğduğunda, İsa’nın doğum undan 609


y ıl g e çm işti. M ü slü m a n la rın in a n d ığ ın a göre
onun doğduğu gün, binbir adet kilise kendiliğinden yı­
kılmıştı. Bu olay onun ilerde H ıristiyanlığı çok tehlike­
li bir duruma koyacağının bir işareti idi.
Şim di, Rum -ortodoks inancında kullanılan diller’den
bahsetm ek istiyorum. Birincisi, R um dilidir ki bununla
kitaplar da yazılmıştır, Türklerde bu dile “U rrum ” den i­
lir. So n ra R eussen-dili vardır ki “orrust” (R us) derler.
Ü çüncüsü Bulgarca olup on a da “bulgar” tesmiye eder­
ler. W endische (B atı S la v ) dillerinden olan dördüncü
dil ise “arnaut”dur. Beşincisi Eflak’ın dilidir ki “ İfflach-
Eflak” denilir. A k ın cısı “ lassen” (O ssetler) olup Müslü-
m anlar “A fs” derler. Yedincisi K u thia-dilidir ki buna
T h att (T at) derler. Sygun’a ise “ ischerkas” (Ç erkeş) di­
yorlar. D okuzuncu d il, A b u k a se n ’ların d ili olup bu
M üslüm anlarda “appias” / A baza ismini taşır. Onuncu-
su G orchillas olup “kurtzi” (G ürcü) denilir. O nbirincisi
M egrellen olup Türkler de aynı şekilde söylüyorlar.
Suriye inancı ile Rum -ortodoks inançları arasında sa­
dece tek bir fark vardır. Bu yüzden Rum lar bunun ikisi-

173
n in aynı olduğunu söylerler. F ak at Su riy eliler Jak o -
bis’dirler yani Aziz Jak o b ’un inancına bağlıdırlar, buna
göre her rahip, Tanrının vücudunu tem sil eden (ve k i­
lisede rahiplerce ağza koyulan) kaşeyi bizzat kendi eliy­
le hazırlamak zorundadır. Bunu yapan “H am ur”u hazır­
larken, sakalının tellerinden birini alır ve bunu k aşe­
nin (O blate) içine koyarsa onu Tanrının Vücudu, eti
haline dönüştürmüş olur. Bu R um (O rtodoks) inancına
göre önem li bir farktır. Suriyeli rahiplerin kilisede ses­
lendirdikleri veya okudukları şeyler Sy risch (Suriye)
dilinde olup R um ca söylenmez.

174
5 7. B ö l ü m

İstanbul

K
onstantinopel (İstanbul) çok güzel, büyük ve gös­
terişli bir şekilde inşa edilm iş bir şehirdir. Surları­
nın uzunluğu kesin o larak söylenebilir ki on İtalyan
mili uzunluğunda olup binbeşyüz kapısı vardır. Şehrin
kesiti üçgen şeklindedir, bunun iki kenarı deniz tarafın­
dan çevrilmiştir. Rumlar, şehre “İstim boli” , Türkler ise
“Stam po l” derler.
Karşıda “Pera” (Beyoğlu) şehri vardır ki Rum lar ve
M üslüm anlar buna “K alath an ” (G alata) ism ini verirler.
İki şehir arasında üç m il uzunluğunda ve yaklaşık o la­
rak yarım mil genişliğindeki bir deniz kolu, körfez içeri
uzanmaktadır. Kara yolu uzun olduğu için, bir şehirden
diğerine bu körfez üzerinden geçilir. Beyoğlu veya G a ­
lata C enevizlilere aittir. Büyük İskender, iki denizin
birbirine akmasını sağlam ak için, kayalar ve dağlar ara­
sında onbeş mil uzunluğunda bir kanal açtırmıştır.
Bu kanal, Büyük D eniz veya K aradeniz d en ilen ve
Tuna ile birçok başka neh itlerin döküldüğü denize açı­
lır. Buradan K affa’ya (K efe), A lath e n a (?) ve Trabes-
sand (Trabzon) ve Sam so n (Sam su n ) gibi bu denizin
kenarında bulunan şehirlere gidilir. İstanbul yakınında-

17b
ki deniz koluna Rum lar “H ellespont” , T ürkler ise “Po-
ges” “ B o gh es” (B oğaz) derler. İstan b u l’un karşısında
deniz kenarında bir iskele vardır ki Türklere ait olup is­
mi “Scu tari”dir (Ü sküdar). Türkler oradan karşıya ge­
çerler. İstanbul’dan çok uzak olm ayan güzel bir ovada
“T roja” (Truva) vardır. H âlâ, eskiden şehrin nerede o l­
duğu gayet iyi görülmektedir.
İstanbul’daki İm paratorun, şehirde iki Sarayı vardır.
Bunlardan biri çok güzel olup içi altın yaldız ve m er­
m erlerle, zengin şekilde süslenm iştir. Saray ın önünde
turnuvalar ve yapılacak diğer eğlenceler için büyük bir
m eydan vardır. O rada uzun, yüksek bir m ermer sütun
üstünde İmparator Justinian us’un at üstünde bir heyke­
li bulunmaktadır. Bir şehirliye, bu heykelin neden ya­
pıldığını sorduğumda, çanların yapıldığı bronzdan olup,
at ve süvarinin yekpare dökülm üş olduğunu söyledi.

176
Burada bazıları ise, onun deriden yapılm ış olduğu buna
rağm en ve herhalde bin senedir orada durduğu kana-
atindedirler. D eriden yapılm ış olsaydı bu kadar dayan­
maz, çoktan çürümüş olurdu. Süvari bir zam anlar elin ­
de, kendisinin H ıristiyanlar ve putperestlerin kudretli
bir İmparatoru olduğunu sim geleyen altın bir elm a taşı-
yormuş. Bugün İm parator bu kudreti haiz olm adığın ­
dan elm a da ortadan kaybolmuş.

177
5 8. B ö l ü m

Rumiar

İ stanbul’a pek uzak olm ayan bir yerde Lem prie A dası
(?) vardır. O rada İstan bul’un B u lutların a uzanacak
kadar yüksek bir tepe bulunur. Tepenin üstünde bir k i'
lise vardır ki H in distan’da bile daha güzeli bulunamaz.
K ilisenin adı “San k ta So p h ia ”dır (A yasofya), ve tam a­
m en kurşunla örtülüdür. K ilisenin içinde insan kendini
aynada gibi görür, mermer ve duvarların cilası o kadar
berrak ve iyi işlenmiştir.
Bu kilisede R um Patriği kendisin e bağlı rahiplerle
birlikte oturur, Patriğe bağlı bütün insanlar, biz gün ah ­
larımız nedeniyle nasıl R o m a’ya gidiyorsak, o n lar da
buraya h ac için gelirler. K onstantin bu kiliseyi yaptırdı­
ğında, onu güzelleştirm ek için kubbenin ortasına beş
altın yuvarlak levha koydurmuştu. Her dilim bir değir­
m en taşı büyüklüğü ve kalınlığında idi. Fakat İm para­
tor, T ürk Kralı Bayezid’e karşı giriştiği savaşta, Türkler
yedi yıl İstanbul önlerinde kalınca levhalardan ikisini
indirtti.
Bu sıralarda ben T ürk Kralı em rinde bulunuyordum.
Kilisede bizzat üç levhayı gördüm. Ayasofya K ilisesi’nin
üçyüz kapısı vardır ve hepsi de pirin çten (sarı bak ır­

178
d an ) yapılm ıştır. İsta n b u l’da üç ay süreyle P a trik ’in
evin de bulundum . F ak at, M üslüm an lar bizi tan ıyıp,
İm paratordan geri isterler korkusiyle, bana ve arkadaş­
larım a şehirde dolaşm aya m üsaade edilm iyordu. Şehri
gezip görmeyi çok isterdim, fakat İm parator yasakladı­
ğ ın d an bunu y apm am ak gerekiyordu. B u n a rağm en
Patriğin hizm etindekilerle birkaç kere dışarı çık tık .*

( * ) S c h ilt b e r g e r ’in İsta n b u l’u d o ğ ru d ü rü st gez e m e d iğ i a n la şılıy o r. Ş e h r e , k a ç a m a k


b irk a ç k e re g ittiğ in i yazıyorsa d a A y a so fy a ’yı A d a ü stü n d e g ib i g ö ste r m e sin i an -
U yam adık .
5 9. B ö l ü m

Rumların İnançları

R
um ların, H ıristiyan lığın “ teslis” (ü çlükte birlik)
esasın a ve R o m a’daki K utsal T ah t ve Papaya da
inanm adıkları göze çarpmaktadır. O nlar kendi Patrik­
lerinin R om a’daki Papa kadar kudretli olduğunu söylü­
yorlar.
R um lar “Sak ram en t” i (takdis m erasim ini) şarap ve
sıcak su ile karıştırdıkları takdis edilm iş ekm ekle, d eği­
şik şekilde yapıyorlar. R ahip Tanrının vücudunu (tem ­
sil eden şaraplı ekm eği) hazırlarken herkes başını eğer,
bakmaz çünkü onların kanaatince hiçbir insan T an rıyı
görmeye lâyık değildir. Rahip, dini m erasim i bitirince,
dönüştürdüğü ekmeği alır küçük parçalara bölüp bir ç a ­
nağa koyar. Erkekler ve kadınlar çöm elirler, eğilirler,
rahip veya öğrencisi dolaşır ve onlara ekm eği götürür.
Herkes bir parça ekmek alıp, yer. Ekm eğe onlar “pros-
sura” (Prosphora) derler ve bu ekm ek ne bir erkek, ne
de bir kadın tarafından değil bir bâkire veya M anastır­
da yaşayan bir kadın tarafından pişirilir. R um lar çocuk­
lara da “Sakram ent” verirler buna m ukabil hiçbir kim ­
seye Kutsal Yağ vermezler. Bunun âdet olm adığını, ve
insanların herbirinin ancak m ahşer gününde hakettiği

180
şekilde cehennem e veya cennete gideceğini, söylerler.
Bizdeki gibi çok dini m erasim yapmazlar. O nlara gö ­
re, bir günde M erasim M asası (A ltar) üzerinde birden
fazla dini m erasim yapılmam alıdır. M ihraplarında dini
merasim hiçbir zaman Lâtince yapılmaz, çünkü dualar
yalnızca Rum ca okunabilir. O nların kanaatince, R um ­
ca, inançlarına dahil bir unsurdur.
Rumlar, yalnız kendi inançlarının gerçek H ıristiyan­
lık olduğunu, diğer bütün inançların yanlış olduğunu
iddia ederler. Yalnız pazar günleri (kilised e) m erasim
yaparlar, iş günlerinde değil. Çünkü rahipleri zanaat sa­
hibi olup çalışm ak zorundadırlar. Bu rahiplerin hepsi
evlidir fakat ancak bir defa evlenebilirler. Bir rahibin
karısı ölürse artık bir daha ne eş olarak ne de başka şe­
kilde kadın alamaz. Faraza bir rahip bir kadın la ilişki
kurar ve piskopos bunu öğrenirse onun rahiplik yetkisi­

181
ni alır ve bir daha o kim se d inî m erasim yönetemez.
Piskopos, bir kimseyi kutsayarak ona rahiplik verirken,
beline bir kuşak bağlar, rahip kurallara aykırı hareket
ederse piskopos kuşağı geri alır. Bunun anlam ı onun ar­
tık dini merasim yönetem em esi ve m em uriyetini kay­
betmesidir. En iyi ve en zengin kadınlar,'rahiplerle ev­
lenirler. Bir M ecliste rahibin eşi, m asan ın en başın a
oturur, kadınlar birlikte bir yere giderlerken yine o, ö n ­
den yürür.
R um ların kiliseleri m üstakil değildir. Bir kilise yaptı­
ran kimse ölünce, varisleri diğer m allar gibi kiliseye de
sahip olurlar ve onu diğer herhangi bir bina gibi satab i­
lirler de.
Onlar, bekâr bir kadınla ilişkiye girm enin günah o l­
madığını, bunun tabii olduğunu, hele hiçbir zam an bü­
yük gün ah (Todsünde) olm adığını söylerler. Bir ayda
yüz Pfennig (kuruştan) iki kuruş faiz alınırsa (yılda yüz­
de 24) bu onlara göre Tanrının razı olduğu bir kazanç
olup m urabaha değildir. Ç arşam ba günleri et yemezler,
cum aları ise zatece zeytinyağı ve balık yerler. C u m arte­
si. on ların laflarına bakılırsa oruç günü değildir ve o
gün rahatlıkla et yenilebilir. Kilisede kadınlar ayrı bir
yerde dururlar ve ne erkekler ne de kadınlar m ihraba
yanaşamazlar. H aç çıkarmayı sol elleriyle yaparlar. Bir
kimse ölürse yeniden vaftiz edilir. K endilerini her yıl
vaftiz ettiren b irçok kim seye rastlan ır. K iliselerin d e
vaftiz çeşm esi yoktur. Piskopos kilisede bulunuyorsa, o
rahiplerinin ortasında, koro halinde dururlar. Piskopos
bütün yıl boyunca hiç et yemez. O ruç tutm a zam anın­

182
/
da o, diğer rahipler ne balık ne de kanı o lan şeyler yi­
yebilirler. Bir çocuk vaftiz edildi mi on veya daha fazla
vaftiz babası ona bir vaftiz göm leği veya bir m um geti­
rirler. Rumlar, derler ki bizim rahiplerimiz, lâyık olm a­
dıkları halde hergün dinî m erasim yaparlarsa, günaha
girerler. Yine onların iddiasına göre, rahipler sakallarını
tıraş ederlerse büyük günaha girmiş olurlar, zira bu d in­
darca bir davranış olm ayıp, züppece birşeydir ve kadın­
ların hoşuna gitmek için yapılmaktadır.
Bir kimse ölüp de duası okununca, rahip ve orada bu­
lunanlara eski geleneklere göre yem eleri için ekşim iş
buğday verilir. Bu buğdaya “ coleba” denilir. Ö lüler gö­
m ülm eden önce yıkanır. R ahipler diğer tüccarlar gibi,
alıp, satabilirler. Bunlar, gerçek oruç zam anında da elli-
gün boyunca oruç tutarlar. A d v en t’te (İsa’nın doğumu)
rahipler ve din adam ı olm ayanlar kırk gün, K utsal O ni-
ki H avari için otuz gün, M eryem ’in G öğe Yükselm esin­
de onbeşgün oruç tutarlar. Sevgili Kadınım ız M eryem
şerefine yılda üç gün bayram yaparlar, çünkü “L ic h t­
m ess” ! (2 Şubat) kutlamazlar. Efendimiz İsa’nın yeni­
den dirilm esi Bayram ını bizim gibi değil, Paskalya gü­
nünü takip eden C u m a gününde kutlarlar. O zam an
“Xristos anesti” duasını terennüm ederler ki bu “İsa D i­
rildi” anlam ına gelir.

183
6 0. B ölüm
i

İstanbul Şehrinin Kuruluşu

İ stanbul’daki İmparator, Patrikleri bizzat tayin eder ve


kiliselere bütün m evhibe-i ilâhiyeleri tevcih eder. O
kendi devleti içinde hem dinî hem de dünyevî hüküm ­
dardır. Rum bilginlerden birçok defalar işittiğim e göre
Aziz K o n sta n tin u s b irço k gem i ve k a d ırg a ile R o-
m a’dan Y unanistan’a yani bugün İstanbul’un bulundu­
ğu yere gelmiştir. O sırada Tanrının bir m eleği görüne­
rek ona: “Burada yerleşm eksin, fakat şim di atından in­
me, arkana bakm a ve atını, yola çıktığın yere sür.
A tın d an inmeyip yarı gün boyunca atını sürdü, sonra
ata b in d iği yere y aklaştı. O zam an b aşın ı döndürüp
baktığında, arkasında adam boyunda bir duvarın yük­
selmiş olduğunu gördü. O andan itibaren nereye dönüp
baksa, dönse, yola çıktığı yere kadar duvar yerinde dur­
mayıp, yirmi adım veya daha fazla aralıkla onu takip
ediyordu. Sonradan sık sık boşluğu doldurm ak için gay­
ret edildi ve üstü örüldü ise de durm ak bilmiyordu. Ve
denize doğru gidiyordu, öyle ki böylece duvar, (surlar)
karaya doğru olm ası halinden daha az nöbetçi gerekti­
riyordu.
Bu yeri bizzat gördüm orada duvar, kazıklarla yapıl-

184
mış set üzerinde kurulmuştu. Bu yüzden R um lar bu sur­
ların M elek tarafından inşa edildiğini de söylerler. İm ­
paratorun başında taşıdığı taç da, ilahi bir taçtır. O nu
M elek gökten, Aziz K on stan tin ’e getirmiştir. Bu yüzden
İstanbul İm paratorundan daha saygıdeğer ve daha yük­
sek yaratılışlı hiçbir İm parator yoktur.
Bir rahip ölünce, dini m erasim sırasında üzerinde ta­
şıdıklarını öylece bırakırlar, bir koltuğa oturtup mezara
koyarlar ve sonra da toprakla üzerini örterler. Eskiden
yılda sadece bir kere söyledikleri, “ ayos oth eos” İlâhisi­
ni artık her yortuda okurlar. O ruç yortusunda, kilisede
iseler, “H allelu ja’ yı hergün okurlar. D ini ayin sırasında
“C h riste eleison” değil “Kyrie eleison”u tegan n i eder­
ler. S a d e ce bir Tanrı, “ U lu h iy et” olduğunu, ve B aba
Tanrı ile O ğul Tanrı arasın d a hiçbir fark olm adığın ı
söylerler. Bu nedenle “ İsa”yı teganni etm enin doğru o l­
m adığına inanırlar. R ahipleri önünde alçakgönüllülük­
le eğilirler. Bir kim se bir rahibe rastlayınca şapkasını

185
çıkarır, mütevazı şekilde eğilerek: “ Beni takdis et, Efen­
dimiz” , der. R ahip o zam an elini o kim senin başının üs­
tüne koyarak: “O theos efflon effenam ” der ki anlam ı,
“Tanrı seni takdis etsin” demektir. İşte kadın olsun, er­
kek olsun bir rahibe rastgeld iklerin de böyle h arek et
ederler.
Bir rahip evlenirse bu, onun rahip olarak vaftiz (ta ­
yin) edilm esin den ö n ce yapılır. S e b e b i çocuğu olup
olam ayacağını anlam ak içindir. Ç ocuğu olm azsa rahip
tayin edilemez. Ç ocuğu olur olmaz rahipliğe yükseltilir.
A h ali yalnız “Babamız” (Pater N o ster) duasını okurlar
fakat Ave M aria (M eryem ) duasını okumazlar. Birçok
rahip, dini merasim elbisesi olarak beyaz kılık taşırlar.

186
6 1. B ölüm

Gürcüler ve Ossetlerde Evlenme Adetleri

argetter (G ürcüler) ve Jassen ’lerde (O ssetler) ev­


lenm ede şöyle bir âdet vardır: Bunlar bir bakire
ile evlenm ek isterlerse dam adın ana babası gelinin an ­
nesine, kızlarının temiz bir bakire olm ası şartını koşar­
lar. Eğer kız böyle değilse o evlenm e geçersiz olur. Bun­
dan sonra evlenm e aktedilir. Düğünde gelin şarkılarla
zifaf yatağına götürülür ve yatar. M üteakiben dam at,
delikanlılar arasında dal bir kılıçla yatağın önüne gelir
ve üstüne bir kere vurur. Bunun üzerine hepsi yatağın
önüne otururlar, yerler içerler, dans edip, şarkı söyleye­
rek eğlenirler. So n ra, dam adın elbiselerin i çıkarırlar,
üstünde sadece göm leği kalıncaya kadar onu soyarlar
ve hepsi dışarı çıkarlar. D am at gelinin yanm a uzanın­
ca, erkek kardeşi veya en yakın arkadaşlarından biri ge­
lir ve kapının önünde kınından çıkarılm ış bir kılıçla,
dam at tekrar kalkıncaya kadar nöbet tutar. D am at, ge­
linin bakire olm adığını anlarsa, annesine bunu haber
verir. A nnesi arkadaşlariyle gelerek yatak çarşafını bir­
likte muayene ederler. N orm al bir bakirede olm ası ge­
reken durumu göremezlerse, hepsi çok üzülürler.
Ertesi sabah, gelinin ebeveyni düğünevine gelirler, o

187
sırada dam adın annesi dibi delik bir içki kabını hazırla­
mıştır. Kâseyi şarapla doldururken deliği bir parm ağı ile
tıkar. Son ra içmesi için gelinin annesini uzatır. Parm a­
ğını çekince tabiatiyle şarap alttan akm ağa başlar. Bu
sırada o, gelin in an n esin e: “İşte kızın da böyleym iş”
der. Bu, gelinin ana-babası için büyük bir utanç konu­
sudur. G elin i görm ek için alırlar ve dam adın ebeveyni­
ne, oğullarına tertemiz bir kızı karı olarak verm ek iste­
diklerini fakat kızlarının böyle olm adığını, ifade eder­
ler. Bunu m üteakip rahip ve hatırlı kişiler gelirler ve
dam adın ana babasından gelin için özür dilerler. D am a­
da gelini hâlâ isteyip istem ediğini sorarlar. O istiyorum
derse rahip ve bunu isteyen eşraf, kızı ona eş olarak v e­
rirler. Fakat razı olmazsa, taraflar tam am en muteber şe­
kilde ayrılmış olurlar. Taraflar, evlilik için getirdiklerini
geri verirler, dam adın geline yaptırdığı elbiseler de iade
edilir. Bundan sonra erkek ve kız başka kim selerle e v le ­
nebilirler.
Erm enistan’da da birçok kimse arasında aynı gelenek
vardır. M üslüm anlar bun lara “G o rg ite n ” (G ü rcü ler)
derler. Ossetlerde ise bunların ismi “A ffs” lardır.

188
6 2. B ölüm

Ermeniler, Şehirleri ve Âdetleri

E
rm enistan’da çok bulundum . Tim ur’un ölüm ünden
sonra, E rm en istan ’d a iki krallığa sah ip o lan oğlu
S c h a ro c h ’un (Şah ru h ) yan m a geldim . Ş ah ru h Erm e­
n istan ’ı seviyordu çünkü orada, doğa çok güzeldir. O
h a tta kışı da ço ğu n lu k la, güzel o tla k la rı bulu n du ğu
için, orada halkı ile birlikte geçirirdi. “C h u r” yahut
“Tigris” (D icle) denilen büyük nehir bu m em leketten
geçer. ( ? ) * Burada nehrin çevresinde en iyi ipek (böce­
ği) yetişir. Bu bölgeye M üslüm an dilinde “K arabağ” d e­
nilir, E rm e n ista n ’d a b u lu n u y o rsa d a b ü tü n b u ralar
M üslüm anların elindedir. Erm eniler köylerde de yaşar­
lar ve, M üslüm anlara haraç ödem ek zorundadırlar. Ben
daim a Erm enilerin yanında oturdum çünkü onlar A l­
ınanlara karşı m ültefittirler ve sırf bu yüzden de beni
evlerinde misafir ederlerdi. B ana ken d ilerin in “V ate­
runser” (Pater N oster) dualarını ve dillerini öğrettiler.
Biz A lm anlara onlar “N jem isch ” (N em se ?) derler.
Erm enistan üç krallıktan oluşuyor: Tiflis, S is (K ozan)
ve Ersingen (Erzincan). Erm eniler Isingkan diyorlar, bu

( * ) A s l ın d a C h u r (K u r a = K a r a sa y ) b a şk a b ir ırm ak o lu p K a r s b ö lg e s i v e k ısm e n
b u g ü n k ü E rm e n ista n ’d a n akar.

189
Küçük Erm enistan’dır. O nlar uzun süre B abil’e (?) sa ­
hip olmuşlardır fakat artık kendi krallıkları yoktur. Ben
orada bulunurken Tiflis ve Erzincan T im ur’un oğluna
aitti. Sis, M ısır Sultan ın a aitti fakat 1277 yılında K a h i­
re Sultanı tarafından feth ed ild i.*

( * ) S c h ilt b e r g e r , M ısır S u lt a n ı (M e ııılû k le r ) ile K a h ir e S u l t a ı ı ı ’n ı (? ) n e y e g ö re


ayırıyor, b elli d e ğ il.

190
6 3. B ö l ü m

Ermenilerin İnançları

E
rm eniler kutsal, üçlülükte birlik’e (Teslis) inanırlar.
O nların rahiplerini, dini merasim e giderlerken ve
kilisede, vaazlarında kendilerini H ıristiyanlığa döndü­
ren Aziz Bartholom aeus ve Aziz T h ad eu s’un iki kutsal
elçi hikâyesini çok dinledim . Fakat Erm eniler sık sık
bu inançtan ayrılmışlardır.
G regorius isminde, yeğeni Erm eni Kralı olan, kutsal
bir adam vardı. Bu, Aziz Sylvester’in R om a’da Papa o l­
duğu zam ana rastlar. İyi bir H ıristiyan olan Erm eni kra­
lı öldü ve yerine oğlu D erthat (D erdad T ridates) geçti.
Ç o k kuvvetli olup kırk öküzün kuvvetine sahipti. Yani
bunların çekeceği ve kaldıracağı şeyi tek başına yapabi­
liyordu. Bu kral, evv elce an lattığ ım gibi, K u dü s’teki
büyük kiliseyi inşa ettirm işti. Fakat kral olunca tekrar
putperestliğe döndü ve H ıristiyanları çok aşağılıyordu.
Yeğeni G regorius’u tutuklayıp, ondan kendi putlarına
tapm asını istedi. M übarek adam bunu kabul etm ek is­
tem ediğinden, onu içinde, engerekler, yılanlar ve diğer
tehlikeli böceklerin bulunduğu bir çukura, yesinler d i­
ye, attırdı. Fakat bu hayvanlar ona hiçbir şey yapm adı­
lar. G regorius, oniki yıl bu çukurda yaşadı. Bu arada,

191
K utsal Bakireler Fransa’dan gelip, Erm eni inançlarına
karşı H ıristiyanlık inançlarını vaazlarla telkin ettiler.
Kıral bunu işitince, o bakireleri yanına getirtti. O nlar-
dan Susanna isimlisi çok güzeldi. O nu odasına getirtip,
orada dokunulm am ışlığını zorlamak istedi. Fakat kral o
kadar kuvvetli olduğu halde bütün kuvvetine rağm en
bakireye hiçbir şey yapam adı çünkü Tanrı onun y anın­
daydı. Çukurdaki tutukluya bu hikâyeyi anlattıklarında
o: “D om uz!” diye bağırdı. A ynı an da kral, tah tın dan
yuvarlandı ve bir domuza dönüştü ve orm ana kaçtı.
Böylece m em lekette büyük bir kargaşa başladı. Ü lk e ­
n in büyükleri araların d a m üzakere edip, G rego riu s’u
çukurdan çıkardılar ve ondan, krala yardım cı olm asını
rica ettiler. O , krala ancak, kendileri ve kral H ıristiyan
olurlarsa yardım edeceğin i söyledi. Ü lk e n in Beyleri,
bunu kendileri ve kral adına vaadettiler. O zam an Gre-
192
gorius: “A tlarınıza binip orm ana gidin ve onu arayıp
buraya getirin” dedi. O n u n dediği gibi yaptılar, kralı
bulup G regorius’un önüne getirdiler. K ral G regorius’u
görünce ona doğru koştu ve ayaklarını öptü. Gregorius
diz çöküp herşeye kaadir Tanrı’dan bu insanı affetm esi'
ni ve onu tekrar eski haline getirm esini niyaz etti. Bu-
nun üzerine kral yeniden bir insan oldu ve bütün teba-
ası halkı ile birlikte H ıristiyanlığa döndü. S o n ra B ab il’e
putperestler üzerine yürüdü, şehri ve bütün m em leketi
fethetti ve onları ve ayrıca üç krallığı da aynı şekilde
H ıristiyanlığa döndürdü. G regorius’u en yüksak rahip
olarak atadı Ve dinsel düzenin koruyucusu yaptı. Böyle-
ce Erm enilerin inancı, K ral D erthat ve Aziz Gregorius
tarafından sağlanmış oldu.
Putperestlerden birçok topraklar ele geçirdiler ve o n ­
ları kılıç zoriyle H ıristiyanlığa döndürdüler. Bugün ar-

193
tık krallıklarının hepsini kaybetm işlerdir fakat h âlâ sa ­
vaşçı insanlardır. K rallıklarını kaybedip S is ’in Sultan a
geçm esi pek eski değildir.
Patrikleri de eski başkentlerinde oturursa da Su ltan a
büyük ölçüde haraç ödem ek zorundadır. Kıbrıs Kralı,
E rm e n ista n ’d an pek ç o k kim seyi S a ra y ın a alm ıştır,
çünkü çok yakındadırlar.
Papa Sylvester’in, K onstantin R om a im paratoru bu­
lunduğu sırada yaptığı m ucizeden de bahsedilir. O nu
bu, ağır bir hastalıktan kurtarmıştı.
R ivayete göre, bütün çocuklar, öldürülm ek için İm ­
paratora getirilm işti, çünkü doktorlar, yakalandığı h as­
talıktan kurtulabilm esi için çocukların kanı ile yıkan­
m ası gerektiğini ona söylemişlerdi. Papa bir mucize ile
(onu iyileştirerek), bunu engellem işti.

194
64. B ölüm

Aziz Gregorius

G
regorius, iyice düşündü ve krala dedi ki: “S e n in
bana vermiş olduğun yetkinin, benim Aziz Peder
Sylvester’den aldığım ın dışında hiçbir kuvveti yoktur.”
Sonra da krala, Kutsal Peder’in İm parator K onstantin
için gösterdiği mucizeden bahsetti. Kral bunun üzerine
kendisinin de Papayı m em nuniyetle görm ek istediğini
ve on unla R o m a’ya gideceğini bildirdi ve hazırlandı.
M em leketin ihtiyaçlarını da tem in etti. B eraberinde
kırkbin kişilik, şövalye ve askerlerini, ayrıca, Aziz Pe­
der Sylvester’e sunm ak istediği arm ağanlar ve kıym etli
taşları aldı. Gregorius, çevresindeki bilginlerden en iyi­
lerini yanına aldı. B abil’den hareket ederek, İran, B ü­
yük Erm enistan ve diğer birçok ülkeden geçtiler. İki
deniz arasındaki D em irkapı’dan geçip, Büyük Tataris-
tan ’a ulaştılar, R usya’ya, E flak’d an geçerek, Bulgaris­
tan ’a, M acaristan’a, Friaul.. a ve Lom bardiya’ya, Toska-
na’ya geldiler. Sonunda, ayakları ıslanm adan R o m a’ya
gelm iş oldular çünkü hiçbir denizi geçm em işlerdi.
N ihayet R om a’ya ulaştıklarında, Papa Sylvester, bul­
duğu bütün körleri, kötürümleri ve hastaları onları kar­
şılam aya gönderdi. O bununla G regorius’un mucizevi

195
kudretini denem ek istiyordu. Kral bu insanları görünce
çok sinirlendi, çünkü Papanın onlarla alay ettiği k an a­
atinde idi. Fakat, G regorius, kızm am asını ve Papanın
bununla ne dem ek istediğini bildiğini, söyledi. Su ge­
tirtm esini söyledi, diz çöküp, herşeye kaadir Tanrıdan,
bu suyu serpeceği herkesin iyileşmesini niyaz etti. S o n ­
ra bir sünger aldı, bir değneğin ucuna bağladı ve bu­
nunla ahalinin üzerine su serpti. Suyun değdiği herkes
iyileşti, körler, görmeye başladılar. Papa Sylvester bunu
öğrenince bütün rahipleri ve R om alı vatandaşları ile
onu karşılamaya geldi ve ona pâye ve şeref verdi. Ba-
bil’den R om a’ya yapılan bu seyahat karadan bir yıl sür­
müştü. G regorius, Papadan kendisine yetki devretm esi­
ni ve kendi rahipleri ve halkını R o m a’nın hâkim iye­
tinden çıkarm asını zira Kutsal Şehre kadar olan m esa­
fenin çok uzak olduğunu kendisinin sık sık Kutsal Ma-
kam ’a seyahat edem eyeceğini bildirerek, dilekte bulun­
du. Bunun üzerine Papa kendisine Patriklik yetkisi ver­
di. Bu yetkiyi alm ak isteyenlerin R om a’dan başka yer­
den alam ayacakları ve üç yıl sonra yeniden bir elçilik
heyetinin R om a’ya gönderilm esi gerektiğini (bildirdi).
Gregorius, şükranlarını sundu ve kendisine bağlı, din
adam ı olsunlar veya o lm asın lar h ep sin in R o m a ’daki
Kutsal M akam ’a (Papalığa) tabi olm ak zorunda bulun­
duklarını söyledi. M em leketinde bu esasa riayet etm e­
yen herkesin, ister piskopos olsun, ister Bey veya uşak,
yahut da zengin, fakir olsun, P apanın aforoz cezasına
uğrayacağını belirtti. Aynı şeyleri Kral, bütün şövalye­
leriyle birlikte and içerek, vaad etti. G regorius’un ölü­

196
münden üçyüz yıl sonra bile, onlar h âlâ K utsal M aka­
ma tâbi idiler. A rtık Papaya gelmeyip patriklerini k en ­
d ileri seçm eye başlad ılar. Bu P atriğe “K a h h a g e n e s”
(K ath olikos) ve Krala “Tachauer” diyorlar.

197
6 5 . B ö l ü m

Bir Ejderha ve Tek Boynuzlu C anavar

V
aktiyle R om a yakınındaki dağlarda bir ejderha ile
tek boynuzlu bir canavar vardı ve sokaklardaki in­
sanlara zararlar veriyorlardı. Kim se bunlara karşı bir ç a ­
re bulamıyordu. O zam an Papa Sylvester, Erm eni kralı
çok kuvvetli bir insan olduğu için, ondan Tanrı rızası
için, bu ejderha ve canavarı öldürmeyi denem esini rica
etti.
Kral tek başına bunların inlerinin, neresi olduğunu
öğrenm ek için gitti. T am da on lar birbirini ısırırken
vardı. O nları ejderha kaçm aya başlayana kadar seyretti.
Tek boynuzlu canavar, diğerini kayalar içindeki bir m a­
ğaradan dışarı çıkarm akta idi. Ejderha geriye döndü ve
tek boynuza karşı savunm aya geçti. Tek boynuzlu, d i­
liyle ejderhaya vurup onu dışarı çekm ek istedi. O da
tek boynuzluyu ağziyle yakaladı birbirlerini hırpalaya­
rak çekmeye başladılar, öyle ki tek boynuzlu, ejderhayı
boynuna kadar, m ağaradan çıkarm ıştı fakat hiçbiri d i­
ğerini bırakmıyordu. O anda kral atıldı ve ejderhanın
kafasını kesti. Fakat tek boynuzlu o kadar hırpalanm ıştı
ki ejderhanın kafası ile birlikte kayalardan aşağı yuvar­
landı. Kral arkasından atlayıp onu da öldürdü. Son ra

198
R om a’ya dönerek, kelleleri gidip getirm elerini emretti.
Ejderhanın kafası ancak bir arabaya sığdı. Böylece Kral
D erthat R om alıları bu canavarlardan kurtarm ış ve bu
nedenle de Rom alılar ve özellikle Kutsal Peder (Papa)
ona büyük saygı göstermişlerdi.
Bunu m üteakip G rego riu s, P apaya gid erek o n d an
“dinsel gereçleri” (m ukaddes em anetleri) rica etti ve
elde etti. Sonra m em leketlerine döndüler ve Gregorius,
Papadan öğrendiği şekilde, H ıristiyan inançlarını öğre­
tiyordu. E vvelce söylendiği gibi, E rm en iler son radan
buna riayet etmediler, bu arada kendi patriklerini k en ­
dileri seçmeye başladdar. Patrik seçm ek istediklerinde
oniki piskopos ve dört başpiskopos gerekiyordu. Bunlar
içlerinden birini patrik seçiyordu. Ermeniler, Gregori-
us’un R om a’dan kendilerine getirdiği “em an et” lerden
birçoğunu değiştirdiler ve bu arada da R om a K ilisesin­
den ayrıldılar.
O n ların rahipleri, “ S a k ra m e n t” (tak d is m erasim i)
için, pide kullanırlar. D ini m erasim için gerekli bu pi­
deler, içlerinden sadece biri tarafın d an hazırlanır. O
b u n ları h azırlark e n d iğ e rle ri M ezm u r’d a n p a rç a la r
okurlar. Başka rahip yoksa, bu parçaları kendisi okur.
O nların iddiasına göre K utsal Takdis için gerekli olan
ekm eği herhangi bir erkek veya k ad ın ın hazırlam ası
büyük günahlardandır ve bu ekm eğin diğer ekm ekler
gibi satılm ası doğru değildir. Ermeniler, K utsal Takdis-
de (ekm eği Tanrının vücuduna, sim gesel olarak, dönüş­
türürken) su değil, şarap kullanırlar. D ini m erasim yap­
mak isteyenler hepsi bir arada ayakta dururlar. R ahip

199
asıl kürsüde, bunu yapm adan içlerinden kim se “ dönüş-
türm e”yi ifa edemez. Böylece hepsi birlikte D önüştür­
meyi yaparlar. Incil’i güneşin doğm asına doğru okurlar.
M erasim i yürüten rahip, aynı gün gece yarısından son ­
ra artık uyuyamaz, ve takdis merasimi yapacaksa üç gün
evvelinden ve bir gün sonraya kadar, karisiyle yatamaz.
H içbir “D iakon”u veya Takdis edilm işlerden birini de
mihraba bırakmazlar, bu ancak bir rahip için m üm kün­
dür. G ünah çıkarm am ış ne erkek ne kadın kimse dini
merasime katılamaz. Aybaşısı olan kadınlar kiliseye g i­
remezler. Biriyle arasında kin ve düşm anlık olanlar, bu
kavga halledilinceye kadar kilise dışında kalır, içeriye
salmazlar. Erkekler ve kadınlar m erasim i yöneten ra­
h ip le beraber “V ateru n ser” ve diğer d u aları tegan n i
ederler. Çocuklara bile “Sakram ent” verirler. R ahipler
ne saçlarını ne de sakallarını keserler. K utsal Yağ olarak
200
pelesenk kullanırlar, çünkü patrikleri, kendi piskopos­
luk ruhani bölgesinde d ağıtm ak üzere, pelesen k için
Sultan a çok para öder.
Rahipliğe tayin edilen bir kimse, kırk gün ve kırk ge­
ce kilisede kalm ak zorundadır. Kırk gün geçince, ilk d i­
ni m erasim ini yapar. O nu ilahilerle ve m erasim kılığı
için d e d ışarıy a çık arırlar. K a rısı ve ç o c u k la rı gelip
önünde diz çökerler, o da onları takdis eder. D aha son ­
ra rahibin arkadaşları ile karıları ve diğer bütün d av et­
liler gelip, adaklarını, hediyelerini getirirler. Sonunda,
evlenirken yaptığı düğünden daha büyük bir kutlam a
yapılır. Rahip, kırk gün arka arkaya dini m erasim yaptı­
ğı sürece karısı ile beraber olamaz. A n cak bundan son ­
ra birbirlerine yaklaşabilirler.
Bir çocuk, vaftiz edilirken ancak bir erkek tarafından
tutulabilir, kadınlar tutamazlar. O nların söylediğine gö ­
re, Efendimiz’i (İsa’yı) da bir erkek vaftiz ettirm işti, bir
kad ın ı vaftize beraber getirm ek büyük bir gün ahtır.
Vaftize büyük saygı gösterirler. H atta vaftiz babalarını
görünce diz çökerler. O nlarda, evlenm e yoliyle doğan
ak rab alık dördün cü kuşağa kadar uzanır. Erm eniler,
m esela R um ların hiç yapm adıkları şeyi yapar ve bizim
kiliselerim izdeki m erasim lere severek katılırlar. O n la ­
rın kanaatince, kendi inançları ile bizimki arasında bir
kıl payı mesafe varken, Rum ların inancı ile aralarında
uçurum vardır.
Ç arşam ba ve cum a günleri oruç tutarlar. A d v e n t’te
oruç tutmazlar buna m ikabil Paskalyada elli gün tutar­
lar ve bu sürede sadece zeytinyağı yerler. Paskalya günü

201
istedikleri kadar yerler. K utsal G regorius Bayram ında
bir hafta süreyle oruç tutarlar, perhiz yaparlar. Bir de
hekim Aziz A u ren ciu s’ları vardır ki onun için de bir
hafta perhize girerler. Eylülde Kutsal H aç G ününde ve
büyük Aziz Jakop için de aynı süre ile perhiz yaparlar.
S e v g ili Kadınım ız (M eryem A n am ız) için A ğu sto sta
onbeş gün Kutsal U ç K ral gününde yine bir hafta, per­
hize girerler. O nların Azizlerin’den biri “T erchis” şöval­
ye idi. Bir savaşa giriştiklerinde veya zorda kaldıkları
zam anlarda on a başvururlar. O n u n için de bir h afta
perhiz yaparlar. Birçok Şövalye ve Soylu insanlar vardır
ki, onun için üç gün ne yer ne içerler, çünkü o, en zor
zam anlarda im dadlarm a yetişen biridir.
Erm enilerin tatil günü cum artesidir. Paskalya günü
akşam ı ikindiden sonra bir dinî m erasim yaparlar ki o
sırada Kudüs’teki Kutsal M ezar’dan ışık parıldar. Bizim­
le müşterek olan bayramları sadece Paskalya, Pfingsten
(P antkot Yortusu) ve İsa’nın G öğe Yükselişidir. Diğer
bayramları kendilerine mahsustur. O n lar da N oel, H açı
Suya A tm a Yortusudur. O akşam ikindi vaktinden son ­
ra, d in i m erasim yaparlar. İsa’nın, doğu m un d an tam
otuz yıl sonra vaftiz edildiğini söylerler. Bu yüzden de
İ s a ’n ın d o ğu m u n u ve V a ftiz in i ay n ı g ü n d e y an ı 6
O ca k ’ta kutlarlar. O niki havari için bir h afta perhize
girerler fak at sadece bir günü, cum artesiy i kutlarlar.
“Ave M aria” duasını yılda sadece bir defa, o da perhiz
zam anındaki Tebliğ gününde okurlar.
Evliliği bizim gibi anlamazlar. İki eş birbirlerine kat-
lanam ıyorlarsa veya biri diğerini istem iyorsa yem ekte

202
ve yatakta ayrılırlar. Fakat her iki taraf da artık birbiri­
ni hiç istemiyorsa tam am en ayrılırlar ve herbiri başka
bir eş alabilir. Ç ocuklar varsa bunlar, babaya verilir.
K iliselerin in h epsi serbesttir. Bu sebep le son rad an
hiç kim se miras olarak eline geçiremez veya satam az.
Bir rahip kendi servetiyle, bir kilise yaptırırsa onu ce­
m aate arm ağan etm ek zorundadır. Böylece onun ö lü ­
m ünden sonra kimse herhangi bir h ak iddia edemez.
A ksi halde kilise inşa ettirtmezler. Bir Derebeyi de an ­
cak, sonradan kim senin hak iddia edem eyeceği şekilde
bir kilise yaptırtabilir. Eskiden onlarda bir kilise inşa
ettiren, din adamı veya din sınıfı dışı bir kim senin m i­
rasçıların ın kiliseyi diğer m allar gibi tevarüs etm esi,
miras yoliyle ona sahip olm ası, gelenekti. Kiliseyi kira
karşılığında kiralayabilir veya diğer m allar gibi satabi­
lirlerdi. Şim di bu adeti kaldırm ışlardır çünkü Tanrının
evi m üstakil olmalıdır, diyorlar.
E rm en ilerin rah ip leri h er gece M es, veya K u ddas
A yini’ne giderler ki bunu R um papazları yapmaz. Bir­
çok zengin Erm eni d ah a h ay atın d a iken k en d ilerin i
(ölüm için) okuttururlar. Dediklerine göre, bir insanın
kendi ışığını kendi eliyle yakm ası, bunu başkalarının
yapm asından daha iyidir. Bununla şunu kasdediyorlar,
bir kimse daha hayatında iken kendi ruhu için ilgilen­
mezse, arkadaşları herhalde hiçbir şey yapmazlar. A rk a­
daşlar, sadece para elde edip etm eyeceklerine bakar, se­
nin ruhun umurunda bile olmaz. Bir insan kendi eliyle
kendi ruhunun selâm eti için birşeyler yaparsa Tanrı da
ondan hoşnut olur. Fakir bir adam günah çıkartm adan

203
veya Fronleichnam (K atholiklerde esas yortu) da ölür­
se, buna rağm en kilisenin avlusuna getirilir M ezarlığa
göm ülür ve mezarına büyük bir taş konulur. Taşın üze­
rine Tanrının ve ölenin ismini yazarlar. Bu onun ger­
çekten öldüğünü gösterir (?). Bir piskopos veya rahip
ölünce, sanki dini m erasim e gidiyorm uşçasına giydiri­
lir. Rahipler mezarı kazarlar, cenazeyi kiliseye götürür­
ler, bir koltuğu oturturlar, böylece gömülür. İlk gün m e­
zarı beline kadar doldururlar. Son ra hergün mezara gi­
dip onun için Mezmur (Psalm en) okurlar ve her rahip
üzerine bir kürek toprak atar. Bunu hergün, sekizinci
güne kadar yaparlar sonra mezar tam am en kapatılır. Bir
delikanlı veya bir bâkire ölürse, ona ipekli ve kadife el­
biseler giydirirler, kıza küpeler ve yüzükler takarlar. E v­
lenmemiş genç insanlar böyle defnedilir. Bir kimse bir
bakireyi karı olarak alır ve onun dokunulm am ış olm a­
dığını anlarsa, kızı babasına geri yollar ve ancak ev v el­
ce kararlaştırılandan daha fazla çehiz (drahom a) öde­
nirse alır.
Kiliselerinde sadece bir tane H aç vardır. Efendimiz
(Isa )’nın çarm ıha gerildiği haçın birden çok olm asının
büyük bir günah olduğunu söylerler. M ihrapları, dinî
m erasim kürsüleri üstünde resim yoktur. N e rahipleri
ne piskoposları bir kimseyi G ünah tan temizleyemezler.
O n lara göre, bağışlam a ve gü n ah tan kurtarm a y aşa­
m akta olan Tanrının işidir. Bir kimse pişm anlık duya­
rak ve Tanrıyı düşünerek kiliseye giderse Tanrı ona
merham et eder ve bağışlar ve günahlarından temizler.
Rahip bir dini merasimi bitirince, genel olarak bir kut­

204
sam a yapamaz, ancak kürsüden iner erkek ve kadınlar
önüne gelirler elini teker teker herbirinin başına koyar
ve “Tanrı günahlarını bağışlasın” der. D ualarını herke­
sin işiteceği şekilde yüksek sesle yaparlar. Bu esnada
kendilerine tavsiye ve ten bih edilm iş şeyler için dua
ederler ve dilekleri olan şeyleri m esela: bütün H ıristi­
yan âlem inin dinî ve dünyevî düzeni için, R om a İm pa­
ratoru, Dükler, Serbest Kontlar, ve ona bağlı şövalyeler
için, dua ederler. R ahip dua ederken, ahali diz çöker ve
ellerini Tanrıya kaldırarak birlikte: “ Bizi bağışla T an ­
rım” derler. R ahip dua ettiği sürece bu kelim eler tek­
rarlanır.
Büyük bir huşu içinde kilisede dururlar, etraflarına
bakmazlar, ve ayin esnasında konuşmazlar. Kiliselerini
çok güzel süslerler. R ahipler ipekli ve kadife kum aşlar­
dan çeşitli renklerde güzel m erasim giysileri taşırlar.
D in adam ı olm ayan kimseler, bizde okuyup yazmışların
yaptığı gibi Incil okuyamaz. Bizdekiler, bir kitap görün­
ce hem en içindekileri okurlar, Erm enilerde bu caiz d e ­
ğildir. O n larda birisi In cil’ i okursa, Patrik tarafından
afaroz edilir, onlarca Incil’i (Evangelium ) ancak bir ra­
hip okuyabilir.
C u m artesi gecesi ve Bayram ak şam ların d a buhur,
günlük yakarlar. Fakat on lard a A rab istan ve H in d is­
ta n ’da y etişen beyaz gün lük vardır. R ah ip le r ve d in
adamı olm ayan kimseler, M üslüm anlar gibi yere otur­
muş vaziyette yemek yerler. R ahipleri arasında Vaiz v e­
renler pek çok değildir. Ç ü nkü hepsi vaaz etm ek yetki­
sine sah ip değillerdir. Bir vaiz onlarda, K u tsal K itap

205
üzerinde bilgin bir kim se olm alıdır ve vaaz edebilm ek
için, Patrik tarafından verilm iş m üsaadesi olm alıdır.
Bu yetkiyi haiz ise o bir piskoposu bile cezalandırabilir.
Bu vaizlere “W artaped” denilir, katholiklikteki Legat,
papan ın fevkalade m urahhası, gibidir. B unlardan çok
vardır ve bir şehirden diğerine gidip vaazlar verirler.
Bir rahip veya piskopos bir h ata işlerse onu cezalandı-
rırlar. Zira bir rahibin Tanrının sözlerini bildirdiğini,
eğer onu iyi bilm iyor ve anlam ıyorsa, gü n ah a girm iş
olacağını söylerler.

206
6 6. B ölüm

Rum ve Ermenilerin Düşman Olmalarının Nedeni

R
umlar, ötedenberi Erm enilere düşm anlık beslerler.
B u n u n n ered en k a y n a k la n d ığ ın ı E rm en ile rd en
duyduğum şekilde anlatm ak istiyorum. Tatarlar, kırk-
bin kişilik kuvvetle R um devletine saldırıp büyük za­
rarlar vermişlerdi. Bunlar İstanbul’u da kuşatınca, İm ­
parator, Erm eni kralına haber göndererek yardım rica
etti. Kral, düşm anların sayısını sorduğunda elçi, kırk-
bin kişi diye cevapladı. O zaman kral: “İm paratora kırk
şöv aly e gö n d ereceğim , b u n lar T a n rın ın yardım ı ile
M üslüm anları yenecekler ve onları zorla m em leketten
kovacaklar” dedi. Şövalyeler İstanbul’a geldiklerinde,
elçi im paratora kendisine söylenenleri nakletti. İm pa­
rator bu haberi istihza olarak kabul etti ve Erm eni K ra­
lın ın kendisiyle alay e ttiğ i k a n aatin e vardı. Ü ç gün
sonra, Erm eni şövalyeler İm paratora gelerek düşm anla
savaşm ak için izin istediler. İm parator, kırkbin kişiye
karşı ne yapacaklarını sordu, onlar sadece kendilerinin
gitm elerine müsaade edilm esini ve kale kapısının arka­
ların d an k ap atılm asın ı, k e n d ile rin i T an rıya e m an et
edeceklerini onun yardımiyle H ıristiyanlık için sav aş­
mak istediklerini ve buraya bunun için ve bu yolda öl-

207
mek için geldiklerini söylediler. O zaman, İm parator iz­
ni verdi ve onlar da dışarı düşm ana karşı çıktılar.
Binyüz düşman öldürdüler ve aldıkları tutsakları da,
şehrin kapısı önüne getirdiler. İm parator ancak bu tut­
sakları da öldürürlerse içeri alınm alarını istedi. Bunun
üzerine şövalyeler, kapı önündeki bütün tutsakları ö l­
dürdüler. İmparator bunun üzerine çok ürktü, birşeyi is­
ter istemez yerine getirilm iş olm ası onu endişelendirdi.
Böylece, şövalyeler hergün düşm anla savaşıp her defa­
sında büyük zararlar verdiler. Kısa sürede düşm anı şe­
hirden uzaklaştırdıkları gibi ülkeden de zorla sürüp ç ı­
kardılar. Dindar şövalyeler, Tatarları kovduktan sonra,
İm paratora çıkıp, kendi krallarına dönm ek için izin is­
tediler. Fakat İm parator bunları nasıl öldürtebileceğini
düşünüyordu. U ç gün daha yanında kalm alarını zira
onların şerefine büyük ziyafetler vermek istediğini söy­
ledi. T ellallar çıkararak, kim İm paratorun Sarayın da
üçgün süreyle yemek, içm ek ve eğlenm ek istiyorsa, S a ­
raya gelsin, diye çığırttı. Herbir şövalyeye ayrı bir ev
verdi ve birer bakire kız gönderdi. İstediği, şövalyelerin
bu kızlarla yatarak, geride tohum larını bırakm aları idi.
Kendi soylularına, ağaçların önce m eyvasını toplayıp
sonra kesilm eleri gerektiğini, söylem işti. O nun kana-
atince, şövalyeleri öldürürse Erm eni K ralı kendi tab i­
iyetine girmek zorunda kalacaktı. Ü çün cü gece bütün
şövalyelerin, evlerinde öldürülm elerini em retti. D en i­
len yapıldı, yalnız içlerinden biri kaçtı. O nu , yanındaki
bâkire uyarmıştı. K açan şövalye, kralına ulaşdı ve bü­
tün arkadaşlarının im parator tarafından öldürülm esin­

208
den şikâyette bulundu. Kral ürperdi ve dindar şövalye­
leri için çok üzüldü. Sonra im paratora bir mektup yaza­
rak, kendisine kırkbin kişi değerinde, kırk şövalye gön ­
derdiğini, Ermeni Kralı olarak gelip, kırk şövalye için
kırkbin kişiyi öldüreceğini, bilm esi gerektiğini, iletti.
S o n ra B a ğ d a t’a elçi gö n d ererek R um İm p arato ru n a
karşı yapacağı sefer için yardım a çağırdı. Halife,bizzat
büyük bir kuvvetle, Kralı desteklem ek için geldi. Dört-
yüzbin kişilik kuvvetle im paratora karşı birlikte yürü­
düler.
İm parator bunu duyunca, büyük bir ordu ile onlara
karşı çıkıp savaştı. Ç arpışm a uzun sürmedi. İmparator,
İstanbul’a kaçtı. H alife ve Kral, onu denize kadar takip
edip şehrin karşısında ordugâh kurdular. Kral, H alife­
den, tutsakları kendisine bırakm asını buna m ukabil bü­
tün ganim etleri alm asını rica etti. Ve böyle de yapıldı.
Kral tutsakları şehrin karşısına dizdi ve kırk defa kırk-
bin kişiyi öldürttü. Körfez, kandan kızardı, çünkü D en i­
zi kana boyayacağına andiçm işti. Bu iş bittikten sonra
bile hâlâ elde birçok tutsak kalm ıştı. H er otuz Rum u
bir baş soğanla değiş tokuş etti. Bunu hakeret için yapı­
yordu ve böylece kral, otuz Rum u bir soğana sattığını
söyleyebilecekti.
Erm eniler, H ıristiyanların veya M üslüm anların y a­
nında olsunlar, sadık insanlardır. Aynı zam anda usta iş­
çidirler. M üslümanlar altın yaldızlı, ipekli ve kadife ku­
maşları dokum akta ne kadar tanınm ışlarsa, aynı şekilde
E rm en ileriıı de “Sch arlach w eb erei” d ok u m acılığı da
takdire şayandır.

209
M üslüm anların y anında iken bulunduğum , ülkeler,
şehirler ve bölgeleri dinlediniz. Katıldığım , savaşları da
tasvir ettim , ayrıca, öğrenebildiğim kadariyle M üslü-
m an in an cın d an b ah settim . B una ilâveten kulağım a
gelen mucizevî şeylerden sözettim. Şim d i sizlere nasıl
ve hangi ülkelerden geçerek yurduma döndüğüm ü an ­
latacağım .

210
6 7. B ö l ü m

Müslüman Ülkesinden Hangi Yollardan Geçerek Döndüm

y rın tılı o lara k a n la ttığ ım g ib i, Z egra (Ç e k re )


m ağlup olduğunda, ben de Ç ek re’n in m üşavirle­
rinden M anutsusch ism inde bir Beyin yanm a gelm iş­
tim. Fakat o çekilm ek zorunda kalm ış ve K efe’ye geri
dönmüştü. Kefe, m uhteşem bir şehirdir. Burada Hıristi-
yanlar da dahil tümüyle altı farklı dinden olan insanlar
yaşarlar. Beyim, Kefe’de beş ay kaldıktan sonra K arade­
niz’in bir kolu üzerinden (?) Zerchas (Ç erkeş) ülkesine
geldi ve orada altı ay süreyle oturdu. Türk kralı bunu
öğrenince, Ç erkeş Beyine elçiler göndererek, M anut-
susch’u ülkesinde barındırmazsa, büyük bir hizmet yap­
m ış o lac ağ ın ı, bildirdi. B u n un üzerine M an u tsu sch ,
M igrellien’lerin m em leketine gitti. Biz oraya varınca,
beş H ıristiyan, M üslüm anların ülkesinden yurdumuza
kaçm ayı denem eyi kararlaştırdık. Ç ünkü M igrel m em ­
leketinden, Karadeniz’e üç günlük m esafe bile yoktu.
U ygun bir fırsatta beşimiz adıgeçen Beyin y anından k a­
çarak, başkenti Bothan (B oti, Batum ) olan m em lekete
geldik ki bu şehir Karadeniz kenarındadır. Bizi gemiyle
karşı tarafa geçirm elerini rica ettikse de kabul etm edi­
ler. Ş e h ri terkedip, atlarım ızı sah il boyu n ca sürdük.

211
D ağlık bir bölgeye geldik ve dört gün sonra bir tepeye
çıktık. Oradan, denizde kenarları yüksek yelkenli gem i­
lerden birini gördük, yaklaşık olarak sahilden sekiz İtal­
yan m ili uzakta idi. G eceye kadar tepede kalıp, h ava
kararınca bir ateş yaktık. G em in in kaptanı ateşi görün­
ce, tayfaları küçük bir kayıkla, tepenin üzerindekilerin
kim olduğunu anlam aya gönderdi. A dam lar bize yakla­
şınca işaretler verdik. K im olduğumuzu sordular, biz de,
M acar Kralı N igbolu’da mağlup olduğunda tutsak edil­
miş kim seler olduğumuzu ve Tanrının yard imiyle bura­
ya ulaştığımızı söyledik. Eğer bir kere denize çıkarsak,
ailelerimize ve H ıristiyanlığa kavuşacağım ızı üm id etti­
ğimizi ekledik. Ö nce bize inanm ak istem ediler ve “V a­
teru n ser” ve “A ve M aria ” duaların ı ve “G la u b e n b e ­
k e n n tn is” söyleyip söyleyem eyeceğim izi sordular. Biz
e v e t diyip h em en d u aları bağırarak o kuduk. B unun
üzerine kaç kişi olduğumuzu sordular, beş kişi dedik.
Ö nce bize tepede beklememizi söyleyip, bizim söyledik­
lerimizi nakletm ek için âm irlerine gittiler. O , gemiye
getirilm em izi em redince kayıkla gem iye gelip, yukarı
çıkarıldık.
G em ideki üçüncü günümüzde korsan lara rastladık,
üç kadırga halinde idiler ve bizi soym ak istiyorlardı.
T ürk idiler. Ü ç gün ve iki gece bizi kovaladılarsa da b i­
ze hiçbir şey yapam adılar. Böylece, S a n k t M asicia’ya
(A m astris-A m asra) ulaştık, ve dört gün kaldık. Türkler
nihayet (bizi bırakıp) yollarına gittiler. H em en sonra
biz denize açıldık. Hedefim iz İstanbul’du. G ö k ve d e­
nizden başka birşey görülm eyecek kadar denize açılm ış­

212
tık ki bir fırtına çıktı ve gemiyi yaklaşık olarak sekizyüz
İtalyan mili geriye Sin o p şehrine kadar sürükledi. O ra­
da sekiz gün lim anda yatıp bütün yolu tekrar katetm ek
zorunda kaldık. Birbuçuk aydır denizde idik. Yiyecek­
ler, erzakımız, tükendi, ne yiyecek ne içecek birşey k al­
m ad ı. D en izd ek i bir k a y a lık ta n m id y e le r ve den iz
örüm ceği toplayıp dört gün bunlarla yetindik. İsta n ­
bul’a ulaşıncaya kadar, bir ay daha, denizde yol aldık.
A rkadaşlarım la ben orada kaldım . G em i Boğazlardan
geçip İtalya’ya gitti.
Şeh rin kapısından içeri girerken nereden geldiğimizi
sordular. Biz M üslüm anlar nezdinde tutsak iken kaçtı­
ğımızı ve şimdi dindaşlarımıza geri gitm ekte olduğum u­
zu söyledik. Bizi R um (Bizans) İm paratorunun (Johan n
II. P alao lo gos) y anına götürdüler, bizim n asıl tutsak
düştüğümüzü m erak ediyorm uş. H erşeyi baştan a n la t­

213
tık. Hikâyemizi dinleyince bizi teselli etti. Endişelen­
memizi, bizi sağlık içinde evimize göndereceğini, söyle­
di. Bizi, ikametgâhı, İstanbul’da olan Patriğe gönderdi
ve orada M acar K raliçesinin nezdinde bulunan birade­
rini beklem em izi em retti. İm parator, onu alm aya bir
kadırga gönderecekti, onunla Eflak’e gidecektik.Böyle-
ce üç ay İstanbul’da bekledik. İstanbul’un surları, onse-
kiz İtalyan m ili uzunluğundadır, ve binbeşyüz kapısı,
(B urc’u) vardır. Şeh rin binbir tane kilisesi mevcuddur.
A n a kilise San kta So p h ia (Ayasofya) adını taşır ve c i­
lalı mermerden yapılmış olup, tabanı da mermerle d ö ­
şelidir. İlk defa kiliseye gelindiğinde bir kim se kendini
su dolu bir kilisede sanır, mermerler o kadar berraktır.
Bütün kilise kubbelidir ve kurşunla kaplıdır. Uçyüz alt­
mış kapısı vardır ki bunların yüz tanesi pirinç (sarı b a­
kırdandır).
U ç ay sonra R um İm paratoru bizi, bir kadırga ile,
G illy (K ilia) Sarayına gönderdi. O rada Tuna K arade­
niz’e dökülür. Bu kalede ben yol arkadaşlarım dan ayrı­
lıp, tü ccarlara k atıld ım . O n larla b irlik te A lm a n ca sı
“Beyaz Şehir” (A kkerm en, A kkirm an) olan ve Eflak’te
bulunan bir şehre geldim . O radan A sparseri ve sonra
S e d sc h o f’a (Sudsch aw a) vardık ki bu K üçük E flak’ın
başkentidir. D ah a sonra A lm an ca “Lim bürg” den ilen
şehre geldik ki Küçük-Beyaz R usya’nın beşkentidir. S o ­
nunda Polonya’nın başkenti K rakau’a ulaşm adan, o şe­
hirde üç ay h asta yattım . O rad an S a c h se n yönünde,
N e ic h se n ve Ş ile z y a ’n ın b a şk e n ti B r e sla u ’a gid ilir.
Breslau’dan Eger, Regensburg ve Landsh ut üzerinden

214
yola devam ettim . N ih ay et, doğduğum yer o lan Fre-
ising’e (M ünih civarında) geldim.
Tanrının yardım iyle sonunda evim e ve dinim e ka-
vuştum . H erşeye k aad ir T anrıya ve bu kon uda ban a
yardımcı olan herkese müteşekkirim. A rtık M üslüm an-
lardan ve onların kötü inançlarından kaçam ayacağım a
ve bu sebeple de Hıristiyan cem aatine bir daha asla d ö ­
nem eyeceğim e ve o n d an ebediyyen ayrı k alacağım a
inanmıştım. Herşeye kaadir Tanrı, benim H ıristiyan d i­
nine ve onun ilahi sevinçlerine olan iştiyakım ı gördü
ve beni vücudca ve ruhça bozulma hususundaki en d işe­
lerimi, m erham etiyle üzerimden kaldırdı. Bu nedenle
ben, bu kitabı okuyan veya okunurken dinleyen h er­
kesten, benim Tanrıya karşı durumumu iyice düşünm e­
lerini ve böylece ağır ve H ıristiyan âlem i dışındaki bir
tutsaklığa düşm ekten korunm alarını Tanrıdan dilerim.
A m en

21b

You might also like