Professional Documents
Culture Documents
Türkler ve
Tatarlar Arasında
( 1394- 1427)
Als Sklave im Osmanischen Reich
und bei den Tataren: 1394-1427
KAPAK Üm it Kıvanç
DESENLER Bu kitaptaki ağaçbaskı desenler Schiltberger’in eserinin
A ugsburg 1477 ve Frankfurt 1554 baskılarından,
Je a n de M andeville’nin 1499’da StraKurg’da basılan
seyahatnam esinden ve Bernhard von Breydenbach’m
1486 tarihli seyahatnam esinden alınmadır.
DİZGİ Rem zi Abbas
KAPAK BASKISI Sena Ofset
İÇ BASKI ve CİLT Şefik M atbaası
İ le t iş im Y a y ın la rı
K lodfarer Cad. İletişim Han No. 7 C ağaloğlu 3 4 4 0 0 İstanbul
Tel: 212.516 22 60-61-62 • Fax: 212.516 12 58
1ttUuufyliítli)*/¡lnMt
İÇİNDEKİLER
Ç evirenin Önsözü 9
T U R G U T AK PIN A R
A vrupa’n ın tik Türkotoğu Bavyeratı
Johannes (H ans) Schiltberger (1381-1440) 11
T U R G U T AK PIN A R
A lm anların M arco Polo’su Schiltberger (1380-1440) ve Eseri 16
ROBERT A N H EG G ER
A lm an M arco Polo’su 23
TURGUT AKPINAR
NOT: Anılar ve yazarı hakkında bir fikir vermek üzere kitabın başına sayın
Dr. R. Anhegger'in ve çevirmenin üç yazısı eklenmiştir.
9
AVRUPA'NIN İLKTÜRKOLOĞU
Ba v y e r a li J o h a n n e s
(HANS) SCHILTBERGER
( 1381 - 1440 )
TURGUT AKPINAR
B
ugün, Bavyera Eyaletinin başşehri olan Münih'te ve Freising ka
sabası ve civarında binlerce Türk, misafir işçi olarak yaşamakta
dır. Fakat bundan 550-600 yıl önce belki de ne bir tek Türk Bavye-
ra'yı görmüş ne de bir Bavyerali Türkiye'yi tanımıştı. Kader ve "Kıs
met" (Almanlar bizim kısmet kelimesini "kismet" şeklinde ve aynı an
lamda kullanırlar) bir genç asilzadeyi Alplerin eteklerinden alıp Türki
ye'ye ve oradan Suriye, Mısır, İran, Ortaasya ve Sibirya'ya kadar sü
rüklemiştir. İşte ilerde Türkolojinin kurucusu sayılacak bu Bavyerali
gencin romanlarda bile az rastlanan macerası ve yurduna döndükten
sonra yazdığı hatıraları bu yazının konusunu teşkil edecektir.
Schiltberger, 1381 yılında Münih'le Freising arasında Lohof yakı
nında Hollers köyünde doğmuştur. Flenüz 16 yaşında iken, Macaris
tan Kralı Sigismund hizmetinde Niğbolu Muharebesine (1396) iştirak
etmiş ve yeniçeriler tarafından esir alınmıştır.
Bilindiği gibi Macar Kralı Sigismund, Balkanlarda gittikçe yayılarak
Avrupa'ya doğru ilerleyen Türkleri durdurmak üzere bir Haçlı ordusu
teşkil etmiş, muhtelif devletlerin gönderdiği yardımcı kuvvetlerle
11
130.000 kişiyi bulan bir ordu ile Niğbolu Muharebesine girmişti. J.
Schiltberger işte bu ordu içinde bulunuyordu.
Niğbolu Meydan Savaşı Türklerin büyük bir zaferi ile neticelenmiş
ti. Fakat zamanın bazı yabancı kronikçilerine bakılırsa Türkler 60.000
şehit vermişlerdi (?). Mağrur Bayezid, şehitlerle dolu savaş alanını bü
yük bir acı ile seyrederken kendini tutamayarak ağlamış, intikam için
and içmişti. Rivayete göre sayıları onbinleri bulan esirin Sultanın
önünde kafaları kesilmişti. Bu arada diğer iki esirle beraber bağlam
mış çok genç bir Alman da Sultanın önüne götürülmüştü. Esirin ço
cuk denecek kadar genç oluşu dikkati ve rikkati çekmiş olmalı ki Şeh
zadesinin ricası üzerine, Sultan 20 yaşından küçük olanların öldürül-
memesine karar verdi. Kendi ifadesine nazaran Münihli Johannes
Schiltberger o zaman henüz 16 yaşında bulunuyordu. Hayatı gençli
ğine bağışlandı ve diğer birçok esirle birlikte Gelibolu üzerinden o za
manki Başkent Bursa'ya sevkedildi. Yıldırım Bayezid, esirlerden bir kıs
mını zaferinin işareti ve şeref armağanı olarak dost hükümdarlara
gönderiyordu. J. Schiltberger Mısır'da Sultan Berkuk'a gitmesi gere
kenlerdendi. Ayaklarındaki yaralar sebebile gönderilemeyen tutsak,
30 Eylül 1396'dan 30 Temmuz 1402'ye kadar Sultan Bayezid emrin
de kalmış, Ankara Meydan Savaşındaki yenilgi üzerine Timur'un tut
sakları arasına katılmıştır. Bu suretle 6 yıl Osmanlı esaretinde kalan
Alman genci için yeni bir macera başlıyordu. Timur'un ölümünde dör
düncü oğlu ŞahrulVun payına düşen esir, sonradan diğer bir oğlu Mi
ran Şah'ın mülkiyetine geçmiştir. 1408 yılında Miran Şah'ın, Karako-
yunlulardan Kara Yusuf'a karşı yaptığı savaşda şehit olması üzerine,
Schiltberger bir kere daha sahip değiştirmiş ve Miran Şah'ın ikinci oğ
lu Ebubekir'in kölesi olmuştur. Ebubekir'in Sarayında o sıralarda Çek-
re yahut Schiltberger'in ifadesi ile (Tzegre) isimli, taht üzerinde hak
iddia eden Altınordulu bir Prens veya hakiki bir Han yaşıyordu. O ta
rihlerde Han'ları istediği gibi tahta çıkarıp indiren kudretli bir kabile
reisi ve bir nevi Naip olan Edegu, Çekre'ye tahta oturması için haber
salmıştı. Ebubekir, Çekre'nin dönüşünde maiyetine 600 atlı verdi.
Bunlar arasında Alman Evliya Çelebisi Schiltberger de bulunuyordu.
Bu sırada Edigu, Sibirya üzerine bir sefere çıkmıştı. Çekre ve bu arada
seyyahımız da ister istemez ona katılmak zorunda kaldılar. Richard
Peters'in iddiasına bakılırsa Avrupa'ya Sibirya'nın ismini ilk getiren
Schiltberger olmuştur.
12
Fakat Schiltberger'in bizi asıl ilgilendiren yönü Türkiye ve Türkler
hakkında verdiği bilgilerdir. Karl Friedrich Neumann'ın yayınladığı ki
tabın 51-73'üncü sayfaları Türkiye'ye hasredilmiştir. Yazar aslında bir
ilim adamı veya fikir adamı olmadığından verdiği bilgiler için Franz
Babinger; Seyahatname yazarının "putperestler diyarı", I. Bayezid'in
ölümünden sonraki safha için pek fazla bir şey söylememekte oldu
ğuna ve 15. yüzyılın ilk çeyreği için kaynak olarak ancak kısmen kulla
nılabileceğine işaret etmektedir. Fakat bu, eserin büyük tarihi değeri
ni azaltmaz. Titizce yazılmış eserleriyle tanınmış bilgin Richard Hart
mann, "Die Welt des Islams" Dergisinin 23. cilt 1/2 sayısında (1941)
H. H. Giesecke'nin Bezm ü Rezm neşrini tenkid ederken, bu eserde
Kadı Burhaneddin konusunda verilen malûmatın Schiltberger'in gü-
venilebilirliğini hayret edilecek şekilde meydana çıkardığını söylüyor.
Richard Peters ise (Von der alten und neuen Türkei) kitabında
Schiltberger'in (Bizans kaynaklan ile Marco Polo'nun eseri dışında)
bizzat kendi gördüklerine dayanarak Türkler ve Osmanlı Devletinin ilk
devirleri hakkında Avrupa'da büyük ilgi uyandıran bilgiler veren bir
eser yazdığını söylüyor ve "memleketi olan Almanya'da dolayısiyle
bütün Avrupa'da Türk milleti, ile dili ve âdetleri ve Devleti hakkında
güvenilir bilgiler veren ilk yazar olduğunu" ileri sürüyor.
Gerçekten Schiltberger'in eserinin sadece çok eski oluşu bile bü
yük bir değer taşımaktadır. Böyle bir eserin satır satır, kelime kelime
tenkidi bir görüşle incelenmesi gerekir. Bu satırları yazdığımız anda
eser elimizde bulunmuyor. 13-14 yıl önce Bayerische Staatsbibliot-
hek'de aldığımız bazı notlardan bir ikisine işaretle yetineceğiz.
R. Peters, Schiltberger'in Seyahatnamesi sayesinde Yıldırım Baye
zid'in kafese konulması olayının bir masaldan ibaret olduğunun anla
şıldığını iddia ediyor. Bu iddianın doğruluğuna inanamıyoruz. Vaktiyle
büyük bilgin Köprülü mükemmel bir araştırmasında hem kafese ko
nulma hem intihar olayının doğruluğunu ortaya koymuştu. (Belleten,
sayı: 2 ve 27) Bu mesele hakkında Schiltberger'de açık bir kayıt ise (ki
bizim bildiğimize göre bu netice hiçbir kayıt olmamasından çıkarıl
maktadır) sadece bu bile bizim için eserin kıymetini büyütür. Çünkü
ilmin gayesi sadece fayda temini değil bitmeyen insan tecessüsünü,
öğrenmek, bilmek hususundaki susuzluğu gidermektir.
Schiltberger'in Anadolu hakkında verdiği bilgiler arasında medeni
yet tarihimiz için çok ilgi çekici noktalar vardır.
13
Meselâ o zamanki başşehir Bursa'da sekiz hastahane bulunduğu
nu ve bu hastahenelerde hastaların Hıristiyan, Yahudi veya Müslü
man gibi hiçbir dini" ayırım yapılmadan yatıp tedavi edildiğini söylü
yor.
Samsun (Amisus)'dan "en güzel şehirlerden biri" olarak bahsedi
yor ve şehrin birbirine, bağırsan duyulacak kadar yakın, kale içinde
Müslüman ve Cenevizlilerin oturduğu iki ayrı şehirden ibaret olduğu
nu söylüyor.
Yazdıkları her zaman isabetli değildir. Meselâ Bayezid'in esaretin
de 12 yıl kaldığını yazmaktadır. Halbuki esir düştüğü Niğbolu Muha
rebesi ile Timur'un kölesi haline geldiği Ankara Meydan Muharebesi
arasında ancak altı yıl geçmişti. (1396-1402) Ölünceye kadar Yıldırım
Bayezid'in yanında kalmış olsa bile (8 Mart 1403) yine de büyük bir
yanılma olduğu aşikârdır. Bunun sebebi hatıraların çok sonraları ve
kontrolsüz yazılmış olmasıdır, denilebilir. Çünkü evvelce belirttiğimiz
gibi Schiltberger çocuk denecek yaşta esir düşmüş ve ancak 30 yıl
dan fazla bir zaman sonra memleketine dönebilmiştir. Artık Bavyeralı
genç asilzade, çok gezmiş, çok görmüş ve mihnet çekmiş olgun bir
şahsiyet idi. Türkçe, Farsça, Ermenice ve Yunancayı öğrenmişti. Dük
III. Albrecht bu çok tecrübeli gezgini hemen hizmetine aldı.
Schiltberger, Dükün malikânesinde artık rahat ve huzur içinde bir
hayat sürmeye ve hatıralarını yazmaya başlamıştır.
J. Schiltberger'in eseri 1427'de yazılmış ve 1460'da Augsburg'ta
basılmıştır. Aynı sene içinde beş defa yayınlanan eser, büyük bir alâ
ka uyandırmıştı. Sonradan 16. yüzyılda yeniden basılmış olan eser,
1859 yılında Karl Friedrich Neumann tarafından bastırılmıştır.
Halen, Schiltberger'in eserinin 4 yazma nüshası mevcuddur. Bun
lar Donaueschingen, Heidelberg, Nürnberg ve St. Gallen'de Manastır
Kütüphanesinde bulunan yazmalardır. Neumann'ın yayınladığı eser
Heidelberg nüshasıdır.
1879'da Schiltberger'in seyahatnamesi Londra'da İngilizceye de
çevrilmiştir.
Babinger, birçok defalar yayınlanan seyahatnamenin en iyisinin Va
lentin Langmantel tarafından, Nürnberg'deki yazmaya dayanarak
1885'de Tübingen'de neşredilen olduğunu yazmaktadır. Bu kitabın
148. ve müteakip sayfalarında Schiltberger'in Seyahatnamesinin yaz
ma ve basmaları hakkında bilgi verilmiştir.
14
Bildiğimize göre bu konuda en yeni olarak, Rose Graessel 1947'de
Hamburg'ta "Hans Schiltbergers Reise in die Heidenschaft" ismiyle
bir kitap yayınlamıştır. Dileğimiz bu çok eski seyahatnamenin Türkçe-
ye de çevrildiğini görmektir.
KAYNAKLAR
1) Karl Friedrich Neumann: Reisen des Johannes Schiitberger aus München
in Europa, Asia und Afrika von 1394 bis 1427, München 1859. Tıpkıba
sım Amsterdam 1975.
2) Richard Peters: Von der alten und neuen Türkei, Ankara 1944, s. 107-110.
3) Franz Babinger: Die Aufzeichnungen des Genuesen lacopo über den
Osmanehstaat um 1475, München 1957, s. 9.
15
ALMANLARIN MARCO POLO'SU
SCHILTBERGER (1380-1440) VE ESERİ
TURGUT AKPINAR
N
iğbolu Muharebesinde tutsak edildikten sonra altı yıl Yıldırım
Bayezid emrinde kalan ve 1402 Ankara Savaşı'nda onunla bir
likte Timur'a tutsak olup Orta Asya'ya götürülen Timur ve halefleri ile
Kırım Hanı nezdinde yirmialtı yıl daha kaldıktan sonra Almanya'ya ka
çabilen -yazdığı eser o dönemde adeta kapışılan- Bavyeralı soylunun
maceraları.
Tanınmış Osmanlı Tarihi yazarı J. Hammer'in "Almanların Marco
Polo'su" dediği, "Türklerin Tarihi" isimli Amerika ve Almanya'da ya
yınlanmış popüler bir eserin müellifi Richard Peters'in "Büyük Bir Tür
kolog" ve "Türkolojinin temellerini atanlardan biri" olarak nitelendir
diği Schiltberger kimdir?
Almanya'da, Bavyera Devleti'nin başkenti Münih ile Freising ara
sında bir köyde, soylu bir ailenin çocuğu olarak 1380 veya 1381 yılın
da doğan Hans Johann(es) Schiltberger, 1394 yılında Macar Kralı Si
gismund (ki sonradan Roma-Cermen imparatorluğu'nun başına da
geçmiştir) tarafından yönetilen orduya katılmıştır. Bilindiği gibi Sigis
mund, Balkanlar'dan bir sel gibi Avrupa içlerine doğru ilerleyen Türk-
leri durdurmak amacıyla bir Haçlılar Ordusu toplamış ve muhtelif Av
rupa devletlerinden ve beyliklerinin gönderdiği yardımcı kuvvetlerden
oluşan 130.000 kişilik bir orduyla Türkler üzerine yürümeye başlamış
16
tı. işte bu kuvvetlere katılan Bavyera birliklerinin içinde Schiltberger
de bulunuyordu. 25 Eylül 1396 Niğbolu'da bu ordu ile yapılan mey
dan savaşı, Türklerin büyük bir zaferi ile sonuçlandı. Zamanın kronik-
çilerine inanmak gerekirse, Türkler 60.000 şehit vermişlerdi. Mağrur
Bayezid, şehitlerle dolu savaş alanını büyük bir acı içinde dolaşırken,
kendini tutamayarak ağlamış ve şehitlerin intikamını alacağıma and
içmişti.
Bu nedenle, rivayete göre sayıları on binleri bulan tutsağın, Sulta
nın huzurunda kafaları uçurulmaya başlandı, tutsaklar, birkaç tanesi
birlikte bağlanmış olarak getiriliyorlardı. Bu arada, iki tutsakla birlikte
çocuk yaşta biri de Sultanın önüne getirildi. Diğer ikisinin işi bitirildik
ten sonra sıra üçüncüye geldiğinde, tutsağın çok genç olması, Sulta
nın yanında duran şehzadenin dikkatini çekti, çocuğa acıdı. Oğlunun
dileği üzerine Sultan tutsağı affettiği gibi, 20 yaşından küçük olanla
rın öldürülmesini men'etti. Kendi ifadesine göre, canını kurtaran
Schiltberger, o zaman henüz onaltı yaşında bulunuyordu. Hayatı
gençliğine bağışlanmış oldu. Diğer birçok tutsakla birlikte Gelibolu
üzerinden başkent Bursa'ya gönderildi.
Yıldırım Bayezid, tutsaklardan bir kısmını zaferinin bir nişanesi ve
şeref armağanı olarak gerekli gördüğü hükümdarlara gönderiyordu.
Schiltberger, Mısır'da Sultan Berkuk'a gidecek olanlar arasındaydı.
Fakat ayaklarındaki yaralar nedeniyle, gönderilmesinden vazgeçildi ve
böylece Ankara Savaşı'na kadar 6 yıl kadar Yıldırım'ın emrinde kaldı.
Kendi anlattıklarına göre, Sultan bir yere giderken, âdet olduğu üze
re, önünde yürüyen yaya askerler arasına onu da kattılar. Schiltber
ger bu işi altı yıl yaptıktan sonra, bir ata sahip olmasına ve ata binme
sine izin çıktı.
Yıldırım Bayezid'in Ankara Savaşı'ndaki talihsiz yenilgisi üzerine Ti
mur'un tutsakları arasına girmekle, genç Bavyeralı asker için, altı yıllık
Türkiye ikametinden sonra, 25 yıl kadar daha süren yeni bir Asya ma
cerası başlamış oldu. Timur'un ölümünde (1405), dördüncü oğlu
Şahruh'un payına düşen köle, sonradan diğer bir oğlu Miranşah'ın
mülkiyetine geçti. 1408 yılında Miranşah'ın Karakoyunlu Kara Yu
suf'la yaptığı savaşta maktul düşmesi üzerine, Schiltberger, bir kere
daha sahip değiştirerek, Miranşah'ın ikinci oğlu Ebubekir'in köleleri
safına katıldı.
Ebubekir'in sarayında o sırada Çekre adında, ülkesinin tahtı üzerin
17
de hak iddia eden Altınordulu bir prens veya gerçek bir han, yaşıyor
du. O dönemde hanları istediği gibi tahta çıkarıp indiren çok kudretli
bir kabile reisi olan Edegu, Çekre'ye gelip tahta oturması için haber
salmıştı. Çekre ülkesine dönerken, Ebubekir, onun maiyetine 600 atlı
kattı. Bunlar arasında Schiltberger de bulunuyordu. Bu sırada Edegu,
Sibirya üzerine sefere çıkmıştı. Çekre de bu sefere katıldı ve böylece
Schiltberger, Sibirya'yı da görmüş oldu. R. Peters'in dediğine bakılır
sa, Avrupa'ya "Sibirya" adını ilk getiren kişi Schiltberger olmuştur.
Tutsak olarak bulunduğu son ülke olan Kırım'dan bir yolunu bula
rak arkadaşlarıyla birlikte kaçan Schiltberger, Kafkasya, Batum, İstan
bul yoluyla Tuna üzerinden ülkesine döner. Bir süre sonra "Anılar'Tnı
yazar.
Halen bu anıların dört ayrı "yazma"sı bilinmektedir: Nümberg, Do-
naueschingen, Heidelberg ve St. Gailen (İsviçre) nüshaları. Schiltber-
ger'in yazdıkları büyük ilgi uyandırmış olacak ki, Johannes Guten-
berg'in Mainz şehrinde ilk matbaayı açmasından (1450) kısa bir süre
sonra, matbu nüshaların birbiri ardınca yayınlandığını görüyoruz, ilk
baskı R. Peters'e göre 1460'da Augsburg'ta, Ernst Diez'e ve Brockha-
us'a bakılırsa 1473'te Ulm şehrinde yapılmış ve daha ilk basıldığı yıl
birkaç kez yeniden yayınlanmış, sonra 1476, 1477, 1478, 1549 (iki
kez), 1553, 1554, 1560 ve 1565'de basılmıştır. Daha sonra 19. yüz
yılda 1859'da Prof. Kari Friedrich Neumann ve 1885'te Valentin
Langmantel tarafından, açıklamalarla yayınlanmıştır. Bütün bu basım
lar o devrin Almancası ile, yani orijinal diliyle yapılmıştı. 1944 yılında
Rose Graessel, son olarak da Ulrich Schlemmer, eseri bugünkü Al-
mancaya çevirmişlerdir.
Marco Polo'nun büyük eseri ancak 19. yüzyılda ilgi toplayıp basıl
maya başladığı halde, Schiltberger'in anılarının daha yazıldıklarını ta
kiben hemen büyük ilgi uyandırması, Almanya'da ve Avrupa'da bü
yük heyecan uyandıran "Türkengefahr" (Türk tehlikesinin günün so
runu olması ve herkesin bu tehlikeyi yaratan insanları yakından tanı
mak, merakını gidermek, istemesinden doğmuştur, diyebiliriz.
Bu kadar büyük ilgiyle karşılanan kitap nasıl bir eserdi? Schiltber
ger'in eseri pek büyük bir kitap değildir. Mesela son Ulrich Schlem
mer basımı gayet gevşek ve rahat bir düzen içinde 254 sahife tuttu
ğu halde, Prof. Neumann'ın gotik harfli gayet sık ve küçük puntolu
kitabında metin kısmı, 51-161. sayfalar arasındadır. Demek ki, 150-
18
200 sayfalık bir hacimdedir. Adı geçen yeni basımlarda, kitap bir ve
ya birkaç sayfalık 67 bölümden oluşmaktadır. Bir fikir vermek üzere
bu bölümlerin bazılarının başlıklarını aşağıya alıyorum:
19
aramamalıdır. O dönemde yaygın olduğu şekilde gerçekle, masal ve
ya efsane, söylentiler yanyana ve kucak kucağadır" diyen odur. Yılan
lar ve Engerekler bahsinde, Samsun önlerinde deniz yılanları ile or
manlardan gelen engereklerin savaşı anlatılır ve bu sahiden olmuş gi
bi ballandırılarak nakledilir. Bu olay zayıf bir ihtimalle (leyleklerin kar
tallarla savaşı kabilinden) vuku bulmuş olsa bile, Atmaca Kalesi bah
sinde anlattıkları tamamen masaldan ibarettir. O halde her tarihi eser
karşısında olduğu gibi dikkatli bulunmak gerekir. Schiltberger, Marco
Polo'nun yaptığı gibi, Doğu'dan zamanında tuttuğu birtakım notlarla
gelmemiştir. Tutsak hayatının şartları belki de bunu imkânsız kılıyor
du. Bu nedenle, yani hafızasına dayandığı için birtakım büyükçe hata
larına rastlanır. Mesela tutsak edildiği tarihten itibaren Timur'a geçişi
ne kadar 12 yıl geçtiğini söyler. Halbuki açık seçik ortadadır ki, Niğ-
bolu Savaşı ile Ankara Savaşı arasında altı yıl kadar bir süre geçmiştir.
Kendisini görmeyip başkalarından duyduğunu, bir zaman sonra, bir
çok insanda olduğu gibi, gördüm sandığı da oluyor. Biz lâfı uzutma-
mak için eserin Türk tarihi için önemli olan yönlerine gelelim.
Diğer bazı tarihçilerin, hatta biraz da abartmalı takdirlerine rağ
men, bizim bildiğimiz kadariyle, Babinger, Schiltberger'in bize Os
manlIlar hakkında fazla bir şey söylemediğini belirten yegâne tarihçi
dir. Bu hüküm bizce de yerinde ise de, eserin Türk tarihi yönünden
önemini büsbütün kaldırmaz. Kullanmasını bilenler için Schiltber-
ger'den öğrenilecek çok şey vardır. Örneğin onun, sadece devrin Bur-
sası hakkında verdiği kısa bilgi dahi çok önemlidir, iyi bir tarihçinin
böyle birkaç cümlelik bilgiyi bile nasıl ustaca kullanabileceğini bize
Halil İnalcık göstermiştir. Bursa ticareti üzerine (Belleten 93), yaptığı
bir araştırmada, Bursa ipeklilerinin nefasetini ve ipeğin dış ülkelere ih
raç edildiğini aynen Schiltberger'den alarak kanıtlıyor: "Şam'da, Ke-
fe'de ve Türkiye'de Müslümanların payitahtı olan VVursa'da (Bursa)
ipekten güzel kumaşlar yapılır, ipek, Venedik ve Lickka'ya (Lucca) gö
türülür ve oralarda güzel kadife yapılır." (J. Schiltberger, Travels and
Bordage, Telfer neşri, Londra, 1879, s. 34.)
Bursa'da o zaman 200.000 (iki yüz bin) hane (Haus-ev) bulundu
ğunu yazması biraz mübalağalı bile görülse de, şehrin ne muazzam
olduğunu gösterir ve Müslüman, Hıristiyan, Musevi gibi her dinden
insana (bedava?) "bakan" 8 (sekiz) hastanesinin bulunduğundan söz
etmesi de sosyal tarihimiz yönünden son derece önemlidir. Yine bu
20
açıdan, göçebe hayatın Anadolu Türkmen kabileleri arasında hâlâ
(15. yüzyıl) esas olduğu, Karakoyunlu Beyi Kara Yusuf'un hikâyesi an
latılırken, ortaya çıkmaktadır.
Tarihimizle ilgili büyük şahsiyetlerden bazıları hakkında verdiği bil
giler, onların karakteristik yönlerini belirgin hale getirmektedir. Yıldı-
rım'ın hiddet ve şiddeti, Timur'un acımasızlığı anlatılan olaylardan
meydana çıkmakta; Karaman Beyi'ne Yıldırım'ın, "Neden bana tâbi
olmak istemedin?" diye sorması üzerine, Bey'in Türkmen gururu için
de ve istifini bozmadan, "Çünkü ben de senin gibi bir Bey'im" diye
cevap vermesi, kitabın merakla ve yararlanılarak okunmak gerektiğini
gösterir.
Büyük doğubilimci R. Hartmann, Kadı Burhaneddin hakkında yazı
lanların isabetine işaret eder.
Schiltberğer, son olarak bulunduğu ve Tataristan dediği Kırım ve
ötesi ülkelerden bahsederken Kefe şehri hakkında da epeyce malû
mat verir. Şehrin iç içe iki surla çevrili olduğunu, asıl şehri çeviren ilk
sur içinde 6.000 hane bulunduğunu ve buralarda VValchenler (Cene
viz tüccarları veya Eflâklı-VValehliler), Rumlar ve Ermenilerin oturduğu
nu, dış sur içinde ise 11.000 hanede Katolik, Rum, Ermeni ve Süryani
Kilisesi'ne bağlı çeşitli Hıristiyanların bulunduğunu kaydeder. Ayrıca
şehirde Müslüman ve Museviler ve bunlara ait mabedler bulunduğu
nu belirtir. Şehrin civarında da 4.000 ev daha bulunuyormuş. Anlaşılı
yor ki, Kefe o zamanlar tam bir milletlerarası liman şehri imiş.
Schiltberğer, biraz dolambaçlı şekilde de olsa Kuzeydoğu Karade
niz Bölgesi'nde yaşayan ve İlâhileri ve duaları tamamen "Tatarca"
(Türkçe) olan insanlardan da söz eder. Neumann, bunların "Bulgar-
lar" olduğunu tahmin ediyor. Schiltberger'in en eski nüshalarında,
birtakım küçük farklarla kitabın en sonuna eklediği ve duyduğu gibi
yazdığı Pater Noster (Babamız) duası şöyledir: "Ata bizüm ki kökte
sen, alguşludur senün adun, kelsün senün hanlugun bolsun senün
erkün alay yerde u-kökte, ver bizüm gündelük ötmekimizni bugün,
goy bizm yasogni, alay biz dagi goyalum bizüm yasoglomuzni, goy-
ma bizni sunamaga, illa gurtar bizni yamandan!" Amin.
Yaklaşık 600 yıl sonra İstanbul'da, Kitab-ı Mukaddes'in Yeniahid
bölümünün baş taraflarındaki bu duayı, Almancasından ben şöyle çe
virebildim:
"Ey gökteki babamız, adın kutsansın, hâkimiyetin bize uzansın, ira-
21
den gökte olduğu gibi yerde de yürüsün. Bize günlük ekmeğimizi ver
ve bizim borçlularımızı bağışlamamız gibi (sen de) bizim borçlarımızı
(günahlarımızı) bağışla ve bize yolumuzu şaşırtma (bilâkis) kötülükler
den kurtar!" Altıyüz yıl önceki Rus steplerinden bize uzanan ve tüyle-
.rimizi heyecanla ürperten Türkçenin çağıltısını iyice duymak için kale
mi bırakıp, sadece duymak ve düşünmek istiyorum. Evet, duyalım ve
düşünelim.
Tarih ve Toplum, Sayı 17, Mayıs 1985
SEÇME KAYNAKÇA
Akpınar, Turgut: "Avrupa'nın ilk Türkoloğu Schiltberğer", Hayat Tarih Mec
muası, 1974, sayı 8.
Akpınar, Turgut: Schiltberger'in eserinin Türkçe çevirisi (henüz yayınlanma
mıştır) - (Makale yazıldığı sırada henüz yayımlanmamış olan, elinizdeki
kitap kastediliyor - Ed.n.).
Babinger, Franz: Die Aufzeichnungen des Genuesen lacopo de Promontori-
ode Campis über den Osmanenstaat um 1475, München, 1957.
Diez, Ernst: So sahen sie Asien, Reiseberichte von Herodot bis Moltke, Bd.
II., Berlin-Wien-Leipzig, 1944.
Hakkı Muhlis: Fatih-Millet Kütüphanesi, Ali Emin/Tarih No. 280-281. (Eserin
dörtte biri kadarının yazma halinde çevirisi.) H. 1338.
Neumann, Karl Friedrich: J. Schiltberğer - Reisen in Europa, Asia und Afrika
von 1394, bis 1427, (Nachdruck) Amsterdam, 1976.
Peters, Richard: Von der alten und neuen Türkei, Ankara, 1944.
Schlemmer, Ulrich: Johannes Schiitberger - Als Sklave im Osmanischen Reich
und bei den Tataren 1394-1427, Stuttgart, 1983.
22
A lm a n M a r c o P o l o ' su
ROBERT ANHEGGER
23
rılıkları Lesarten başlığı altında toplayıp, ayrıca metinde geçen kişi ve
yer adlarının açıklamalı bir listesini de kitabına eklemiştir. Schlemmer
ise, kişi ve yer adlarının bir listesini düzenlemediği gibi, bunların aslı
nın saptanmasına da önem vermemiştir. Gerçekten, Schiltberger'in
kişi ve yer adlarını yazılış tarzı, bazen kolay çözülecek türden değildir.
Fakat Schlemmer, Langmantel baskısına ve Türkçeyi bilen birisine
başvursaydı, karşılaştığı güçlüklerden kurtulabilirdi.
Birkaç örnek vermekle yetineceğim. [Langmantel'in kitabının (?)
1885'te, Schlemmer'inkininse (S) 1983'te çıktığını unutmayalım.]
L s. 53 "Donguslu": "Denizli"
S s. 118 "Donguslu": "Tonguslik"
L s. 54 "VVegbazary": "Begbazar" (Schiltberger W ve B harflerini
karıştırıyor!)
S s. 119 "VVegureisarı": açıklama yok
L s. 54 "Czegnick": "Dschanik" (Almanca'da "dsch", C harfine kar
şılıktır: Canik
S s. 119 "Zegnitsch": açıklama yok
L s. 54 "Caraman": "Karaman"
S s. 119 "Karaman": "Karaman, Ermeni olan Sofr'un oğlunun adı.
Bu ad sonradan o memleketin ismi olmuştur." (bak. not 18)
L s. 56 "Ersinggan": "Ersingan"
S s. 123 "Ersingen": "Ersingan, Arzendschan yahut Erzerum."
(bak. not 32)
L s. 58 "Thabres": "Tabriz"
S s. 125 "Thaurbes": olasılıkla "Teheran"
iki basım arasındaki metin değişikliklerinden de üç örnek vereyim:
L s. 55: "Effes şehri, burada Sen Jan'ın mezarı bulunmaktadır...
memleket iyidir ve Hıristiyan olmayanların dilinde ona Eydin derler,
fakat burada (Hıristiyanlar arasında) adı Asia'dır."
Açıklamalar: "Effes": "Ephesus"
"Eydin": "Aydın"
"Asia": "Bu adı taşıyan Roma eyaleti, metinde Aydın ile eşanlam
da."
S s. 118: "Asia şehri, orada Sen Jan'ın mezarı bulunmaktadır...
memleket iyidir ve Hıristiyan olmayanların dilinde ona Edein derler,
fakat burada (Hıristiyanlar arasında) adı Hoches'tir.
Açıklamalar: "Asia": "Ephesus, Türkçe Aisulugh ki Schiltberger'in
24
asia yazışı büyük bir olasılıkla bundan gelmektedir."
"Edein": "Aidin"
"Hoches": açıklama yok.
L s. 54: "Engury denilen bir şehir vardır, memleketi iyidir ve ona da
Angury derler, şehirde birçok Ermeni Hıristiyan yaşamaktadır."
Açıklama: "Engury, Angury": "Angora"
S s. 118: "Siguri memleketinde bulunan Anguri'de Aramaeisch
(Süryani) Hıristiyanlar yaşamaktadır."
Açıklama: "Anguri yahut Ancyra (Ankara). Sultan Ogi vilâyetinde-
dir. Siguri adı herhalde bundan (Sultan Ogi'den) elmektedir. [Arama
eisch (Arami) bu asırda bir halkın değil, bir dilin (Aramca) adıdır.
Schlemmer Armenisch (Ermeni) ile karıştırmış olacak!]
L s. 38: "Stzulet memleketine geldi, burası dağlık bir memlekettir
ve birçok Hıristiyan vardır... papazları... Latince bilmeyip (ilahileri) Ta
tar dilinde söylerler ve Tatarca okurlar. Bu, papaz olmayanların dine
daha kuvvetli bağlanmaları için böyle düzenlenmiştir."
Açıklama: "Stzulet, Zulet": "Dschulat (Culat), şimdi harab olan Ye-
katerinograd yakınındaki Terek ırmağında."
S s. 107: "Birçok Hıristiyan'ın yaşadığı Setzalet memleketinden ge
çildi. Papazların... vaazlarını Latince veriyorlar, fakat (ilahileri) Tatar
dilinde söylüyorlar ve Tatarca okuyorlar. Bunu, papaz olmayanların
itikatlarını kuvvetlendirmek için yapıyorlar."
"Setzalet": açıklama yok.
Sayın Akpınar'ın kitabı tanıtırken verdiği bilgilere bir örnek daha
eklemek istiyorum: "Rum ve Ermeniler birbirlerine neden düşman
dır?" başlığını taşıyan 66'ncı bölümde, Ermenileri yücelten ve Rumları
küçülten efsane türünden bir öykü okuyabiliyoruz. Bu öykünün tarih
bakımından bir değeri olmamakla beraber. Ermeni ve Rumlar arasın
da ötedenberi süregelmiş çekemezliği vurgulayan ilk belgelerden biri
olması açısından önemlidir.
Sayın Dr. Akpınar'ın Türkçe çevirisinin bir an önce çıkması dileğiyle
sözlerime son vermek istiyorum.
25
B en jo h a n n e s s c h il t -
BERG ER, BAVYERA’DA D O Ğ D U Ğ U M ŞE H İR
O LA N M Ü N İH ’T EN , M A C A R K R A LI SIG ISM U N D
M Ü S L Ü M A N L A R A K A R Ş I SE F E R A Ç T I Ğ I N D A ,
M A İY E T İN D E B U L U N D U Ğ U M D ER EBEY İ LE IN -
H A R D T R IC H A R T IN G E R İLE B İR L İK T E Ç IK T IM .
BU OLAY İSA ’N IN D O Ğ U M U N D A N S O N R A 1394
Y ILIN D A O LD U VE A N C A K 1427 Y ILIN D A M Ü S
LÜ M A N Ü LK E LE R İN D E N G ER İ D Ö N D Ü M . M Ü S
LÜ M A N ü l k e l e r in d e g e ç e n bu sü r e z a r -
F IN D A G Ö R D Ü Ğ Ü M S A V A Ş L A R , iL G l Ç E K lC l
A SK ER Î SEFERLER, BÜ YÜ K ŞEH İR LER , N EH İR LER
V E S U L A R D A N A K L IM D A K A L A N L A R I PEK
N O K S A N S I Z S A Y IL M A Z S A D A B U R A D A K A Y
D ETT İM . Ç Ü N K Ü BEN KEND İ B A Ş IM A BU Y R U K
DEĞİL, BlR SA V A Ş T U T S A Ğ I iD lM . FA KA T KAV
RAYIP DİKKAT EDEBİLDİĞİM K A D A R IY LA Ü L K E
LERİ VE ŞEH İRLERİ K EN D l D İLLERİN D E SÖ Y L E N
DİĞİ G İB İ YAZDIM . BAZI ZA RİF V E G A R lP M A
C E R A LA R IM D A O LD U Kİ D İN LEM EĞ E D EĞER.
1. B ö l ü m
30
meşini kraldan diledi. A slın da Kral, bunun M acarlara
bırakılm asını istiyordu. Ç ü n k ü o n lar T ü rk lerle d ah a
önceleri de çarpışm ışlardı ve onların tehlikeli yönlerini
diğerlerinden iyi biliyorlardı. Fakat Burgonya Dükü bu
nu M acarlara bırakm adı ve atlı kuvvetini alarak düş
m ana karşı yürüdü ve bu arada iki askeri birliği yarıp
geçti. Yalnız üçüncüsüyle karşılaşınca geri döndü ve çe
kilmek istedi. Fakat düşm an artık onu çem ber içine al
mış bulunuyordu. Türkler yalnız atlara n işan aldıkları
için adam larının yarısından çoğu atlarını kaybetm işti.
S o n u n d a k açam ad ı ve tutsak edildi. K ral, Burgonya
D ükünün kendiliğinden saldırm ış olduğunu duyunca
ordunun kalan kısm ını alıp, Türklerin önden yolladık
ları, onikibin Yaya askerinin üzerine atlariyle yürüdü.
Bu yayaların hepsi öldürüldü veya atların ayakları a l
tın d a ç iğ n e n d i. B u ç a rp ışm a d a b e n im d e r e b e y ’ im
(H err) Leinhardt Richtartinger, vurularak atın dan düş
tü. Ben, H ans Schiitberger, onun içoğlanı olarak bunu
görünce, atım ı ordunun içine sürüp onu kendi atım a
bindirdim, ben de bir T ürkün atını alıp, arkadaşım a ge
ri döndüm . Yaya askerinin hepsi yok edildikten sonra,
Kral, diğer atlı Türk birliklerinin üstüne yürüdü. Türk
K ralı, Sigism u n d ’un üzerine doğru geld iğin i görünce
kaçm ak istedi. “D espot” d en ilen Sırb ista n D ükü onu
tanıyarak, Türk K ralına ve onbeşbin kişilik iyi askerle
re sahip diğer San cak Beylerine yardıma koştu.
D esp ot, kuvvetleriyle, K ralın S a n c a ğ ın a yürüdü ve
teslim aldı. Kral Sigism und, San cağın ın indiğini ve du
rumun artık kurtardacak gibi olm adığını görünce kaç-
31
m aya başlad ı. V on C ily ve N ü rn b erg K a le si K o n t’u
H ans, Kralı ortalarına alıp, ordu içinden çıkardılar ve
bir gemiye getirdiler. Bu gemiyle K ral İstanbul’a hare-
ket etti. Şövalyeler ve askerler, K iralın kaçtığını görün
ce, kendileri de sıvıştı. Bunların çoğu T una’ya kaçtılar,
bazıları gemilere ulaştılar. G em ilere pek çok kimse bin
mek istiyordu, am a gem iler o kadar dolm uştu ki hiç yer
yoktu. Buna rağm en bazıları, gem ilere çıkm ak istiyor
lar, o zaman gem inin içindekiler, gem iye yapışanların
ellerini keserek onların boğulm alarına ned en oluyor
lardı. Tuna’ya doğru kaçarken, yam açlardan yuvarlana
rak da birçok kişi öldü. Benim D erebey’im Leinhardt
R ichtainger, W ernher Pentznauer, U lric h K uchler ve
küçük bir Steiner ki bunların hepsi Bavyeralı Şö valy e
lerdi, çarpışm ada öldüler. Keza birçok şövalye ve asker,
nehirde kendilerini kurtarabilecek gem ilere ulaşam a
dıkları için öldürüldüler. K ısaca ordunun bir bölüm ü
32
yokedildi. Bununla beraber daha büyük bölüm ü tutsak
edildi. Böylece Burgonya Dükü ve D erebeyi H an s B o
ucicault ve C h ateau M orand ki her ikisi de Fransa’dan
gelm iş soylulardı, tutsak edildiler. M acaristan Büyük
K ontu ve diğer kudretli Derebeyler, Şövalyeler ile ara
larında benim de bulunduğum birçok asker de tutsaklı
ğa düştük.
33
2. B ölüm
35
m eyeceğini anlayınca, ayağa kalktılar ve Kralın önün-
de diz çöküp O ndan , A llah rızası için hiddetini unut
m asını dilediler. K an dökülüşünün artık yeterli olduğu
nu, aksi halde A lla h ’ın gazabına uğrayabileceğini, söy
lediler. Kral, bu dileği kabul etti ve öldürmeye son veri
lip kalan tutsakların toplanm asını em retti. Bunlar ara
sından kendi payını seçip ayırdı, ve kalanları da onları
tutsak almış olanlara bıraktı.
Ben, Kralın payına düşen tutsaklar arasındaydım . O
gün öldürülenlerin sayısı onbin kadar tahm in ediliyor
du. Kral kendi tutsaklarını Y unanistan’daki A dronopo-
li (E d irn e)’ye gö n d erd i.* O rada onbeş gün kaldıktan
son ra deniz yoliyle K a lip o li’ye (G e lib o lu ) getirildik.
G elibolu Türklerin denize açıldığı bir lim an şehridir.
O rada tümümüz üçyüz kişi, bir kulede iki ay hapsedil
36
dik. Burgonya Dükü de kendisinin ölüm den kurtardığı
kimselerle birlikte bu kulenin üstünde hapsedilm işti.
Bu sırada K ral Sigism u n d gem iyle şeh rin ön ün d en
g e çti, o n u H ır v a tis ta n ’a gö tü rm ek istiy o rlard ı. Bu,
Türklerin kulağına gelince, hapiste bulunanların hepsi
ni kuleden çıkarıp deniz ken arın a getirdiler ve kralı
tahkir için, yanyana dizdiler. Bu esnada da gem iden çı
kıp gelerek adam larını kurtarm asını bağırarak söylüyor
lardı. Böylece onunla alay ediyorlardı. Bu esnada uzun
süre, denizdekilerle ufak çapta karşılıklı ateş açıldı. F a
kat Türkler, K irala birşey yapamadılar, kral rahatça ge-
çip gitti.
37
3. B ölüm
38
m ağan olarak tutsaklar gönderdi. H atta Beyaz Tataris-
tan ’a ve Büyük E rm en istan’a * ve d ah a birçok ülkeye
böyle hediyeler gönderdi. Ben, T ürk K ralının Sarayına
geldim ve orada başkalariyle birlikte altı yıl süreyle,
kral nereye giderse ben de yaya olarak oralara önden
yürüyerek gitmek zorunda kaldım . Ç ü nkü H üküm darın
önünde yaya olarak gidilm esi âdettir. Bu altı yıl sonun-
da bir binek hayvanına sahip olm a hakkını elde ettim
ve altı yıl daha süvari olarak onun yanında kaldım ki
cem ’an oniki sene Bayezid’in erm in d ey d im .**
T ürk kralının bu oniki yıl içindeki, icraatı o kadar il
ginçtir ki bunları parça parça yazdım.
39
4. B ölüm
B
u olaylardan h em en sonra Bayezid, en iştesi olup
adını hâkim olduğu m em leketten alan K aram an ile
savaşa başladı. Bu m em leketin başkentinin ismi K aran
da (Lârende, bugünkü K aram an) idi. K aram an (Beyi)
kayınbiraderine tabi olm ak istem ediğin den , Bayezid
yüzellibin kişilik bir kuvvetle üzerine yürüdü. Karam an,
K ral Bayezid’in k e n d isi üzerine ge ld iğ in i an lay ın ca,
m em leketin en iyileri olarak telakki ettiği yetm işbin
kişiyle harekete geçti. Böylece K irala karşı durm ak isti
yordu. Her iki ordu, Karam an Bölgesine ait olan Konia
(K onya) şehri önündeki ovada mevzilendiler. Birbirle-
riyle karşı karşıya gelince de, savaşm aya başladılar. Bir
günde iki muharebe yapıldı fakat hiçbiri öbürünü yene
medi. Her iki taraf gece için silâh bırakışm ayı kararlaş
tırdılar. Karam an bütün gece boru, nefir ve davullarla
büyük bir gürültü çıkararak, uyanıklığını gösterip Baye-
zid’i yıldırmak istiyordu. Bayezid ise adam larına sadece
yemek pişirmek için ateş yakm alarını sonra da söndür
m elerini em retti. G eceley in otuzbin kişilik kuvvetini
y av aşça arkadan saldırm ak göreviyle d ü şm an ın arka
40
hatlarına gönderdi. G ü n ışır ışımaz, Bayezid hücum b o
rusunu çaldırdı, otuzbin- kişi, Kralın planladığı şekilde
düşm ana arkadan saldırdı. Karam an, düşm anın iki yön
den hücum ettiğin i an layın ca, ken di şehri K o n y a’ya
kaçıp orada savunm aya geçti. Fakat Bayezid O rdugâhı
nı şehrin önünde kurdu ve onu ele geçirem eden onbir
gün süreyle kuşattı.
O zaman şehir ahalisi Bayezid’e bir heyet göndererek
can ve m allarını korum ası şartiyle şehri kendisine tes
lim edeceklerini bildirdiler. Bayezid de bunu kendileri
ne vaad edince, ahali ona, şehre hücum etm esini, ken
dilerinin, şehri fethedebilm esi için surlarda ona geçit
açacakları haberini ilettiler.
Karam an, eniştesinin şehre girdiğini görünce, m uh a
ripleriyle üzerine atılarak onunla şehir içinde çarpıştı.
Şehir ahalisinden küçük bir yardım görseydi, Bayezid’i
zorla şehirden sürüp çıkarabilirdi. Fakat hiçbir yardım
alam ayacağını anladı ve kaçm ak istedi.
Yakalanıp Bayezid’in önüne getirildi. O , “N ed en b a
na tâbi olmayı kabul etm ek istem edin?” diye sorunca,
K aram an, “Ç ünkü ben de senin gibi bir B ey’im” diye
cevap verdi. Bayezid bunun üzerine çok öfkelendi ve
üç kere bağırarak, birinin K aram an’ı alıp götürm esini
bildirdi. A n ca k üçüncü keresinde biri m eydana çıkıp
K aram an’ı yakaladı ve onu biraz arkaya götürdü. O rada
kafasın ı keserek B ayezid ’in y an ın a dön dü. O , K ara-
m an’ı ne yaptığını sorunca “K afasını kestim ” dedi. O
zaman, Bayezid hiddetlendi ve bu adam a da aynı şeyin
yapılm asını emretti. K aram an’m başının kesildiği yere
41
götürüldü ve onun da kellesi kesildi. Bunun yapılm ası
nın nedeni, kudretli bir Beyi bu kadar çabuk öldürme
hakkının kimsede olm adığını gösterm ekti. Bayezid, hü
küm darın öfkesi geçene kadar beklenm esi gerektiği fik
rindeydi.
Bundan sonra Kral, K aram an’ın başının bir mızrak’a
geçirilerek her tarafta gösterilm esini buyurdu, böylece
Beylerinin öldürüldüğünü duyan şehirdeki diğer kim se
ler d ah a çabuk teslim o lacak lard ı. N ih a y e t Bayezid
Konya şehrini adam lariyle işgal etti ve başkent Laren-
de önlerine gitti. O radaki şehir sakinlerine artık kendi
lerinin Beyi olduğunu ve teslim olm aları gerektiğini
bildirdi.
Bu emre uymazlarsa, buna kılıç gücüyle zorlanacak
lardı. O zam an ah ali eşrafdan dört kişiyi göndererek
can ve m allarının korunm asını dilediler ve ona, eğer
Beyleri gerçekten ölmüşse şehirde daha iki oğlu bulun
duğundan Bayezid’in bunlardan birini şehrin Beyi yap
m ası teklifinde bulundular. Eğer buna yanaşırsa on a
şehri teslim edeceklerdi.
Bayezid cevap olarak, onların can ve m allarını koru
yacağını, şehri alınca şüphesiz başına bir Bey getirece
ğini bunun ya K aram an’m oğullarından biri veya kendi
oğlu olacağını, bildirdi. Heyet ayrıldı. Şeh ir ahalisi B a
yezid’in cevabını dinleyince, ona şehri teslim etm em ek
istediler ve eğer Beyleri ölmüşse geriye oğullarını bırak
tığını onlarla birlikte ya kurtulacaklarını veya ölecekle
rini, söylediler. K irala karşı kendilerini m üdafaa ettiler.
Bayezid bunların direnm esini görünce daha çok asker,
42
tüfek, kuşatm a teçhizatı getirm elerini em retti.*
K aram an’ın oğulları ve anneleri bunu öğrenince, en
iyi vatandaşlarını yanlarına çağırtıp onlara dediler ki:
“Görüyorsunuz ki Bayezid daha kudretli olduğundan,
biz sizi idare edemiyoruz, başınıza geçemiyoruz. Bizim
yüzümüzden sizlere zarar gelm esini istemiyoruz, böyle
bir durum bize acı verir, bunu yapm am anızı istiyoruz.
Bu nedenle annemizle mutabık kaldık onun m erham e
tine sığınacağız.” Bu sözler, şehirlilerin çok hoşuna git
ti. Böylece K aram an ’m oğulları, annelerin i ve şehrin
en büyük eşrafını yanlarına alıp, kale kapısını açıp d ı
şarı çıktılar. O nlar orduya yaklaşınca anneleri, oğulları
nın her biri bir kolunda olarak Bayezid’e doğru yürüdü.
Bayezid hem şiresini oğullariyle birlikte görünce çad ı
rından çıkarak onlara doğru yöneldi. O nlar ise yere k a
panıp, ayaklarını öpdüler, a f dileyip, şehrin anahtarını
teslim ettiler. Kral bunun üzerine yanındaki soylu kişi
lere onları kaldırm alarını emretti. D aha sonra şehri a l
dı ve kendi B eylerin den birini şeh rin h âk im i olarak
atadı. Kız kardeşi ile oğullarını beşkenti Bursa’ya gö n
derdi.
( * ) T i ir k l e n n 11e z a m a n d a n h e ri t ü fe k k u lla n d ık la r ı h k . h k . M . C e z a r , O sm an lı
Türklerin de Levendler, s. 156.
5 . B ölüm
44
6. B ö l ü m
47
7. B ölüm
48
8. B ö l ü m
Yılanlar ve Engerekler
50
Sam sun aslında, surları birbirinden,, aşağı yukarı bir
ok atım ı uzaklıkta, birbiri karşısında iki şehirdir. Şehrin
birinde Hıristiyanlar, Cenevizliler, diğerinde ise çevre
deki toprakların sahibi olan M üslüm anlar yaşar. Eski
den şehrin ve bölgenin hâkim i, orta Bulgaristan m en
şeli D ük Sism an idi. Bulgaristan ise vaktiyle üçyüz k a
lesi, ve şehri olan bir ülke olup başkenti T em ow a (Tır-
nova) idi.
Bu ülkeyi Bayezid fethedip Dükayı ve oğlunu tutsak
etmişti. Baba, tutsaklıkta iken öldü. O ğlu, kendini h a
yatta bıraksınlar diye M üslüm anlığı kabul etti. Bayezid
o sırada Sam sun ve C a n ik ’i fethettiğinden, bu şehri ve
bölgeyi kaybettiği ülkesine karşılık o larak, ölünceye
kadar kendisine verdi.
51
9. B ölüm
( * ) A k k o y u n lu B ey i O sm a n .
52
ınadılar. O sm an’ın çekildiği dağların önündeki ovada,
ordugâh kurdular. Bütün gece orada kaldılarsa da düş
m andan bir iz bulamadılar. O sm an, gün ışırken en iyi
İtin süvarisini seçerek düşm anı keşfe çıktı; onların h iç
bir n ö b etçi koym adan endişesizce k o n ak lam ak ta o l
duklarını görünce saldırıya geçti ve henüz savunm aya
fırsat bulam adan onları gafil avladı. Bu sırada birçoğu
öldü, kalanlar da kaçtılar.
Kirala, O sm an’ın kendisini takip edenleri nasıl yen
iliği bildirilince inanm ayarak bunu bir söylenti olarak
kabul etti, ta ki kaçanlardan birkaçı kendisine ulaşana
kadar. O zaman bile h âlâ inanamıyordu ve bunu ince
leyip öğrenm ek üzere yüz atlı gönderdi. Fakat O sm an
artık halkiyle beraber K irala karşı yürüyordu, yüz atlıyı
görünce atını dörtn ala sürerek orduya ulaştı. Kral ve
adam ları baskına uğradıklarını anlayınca ve savunm a
im k ân ın ın o lm ad ığ ın ı gö rü n ce k açm ay a b aşlad ılar.
Kralın bile atm a binip.kaçm aktan başka çaresi kalm a
dı. O sm an ’ın bir savaşçısı onu görünce dağın eteğine
kadar takip etti. K ral d ah a fazla kaçam azdı, takipçisi
teslim olm ası için seslendi fakat o kabul etm edi. Diğeri,
okunu gererek atm ak istiyordu ki kral kendini tanıtıp
serbest bırakmasını rica etti, buna karşılık o n a bir kale
ve toprak vereceğini söyledi. Bunun delili ve garantisi
olarak da ona parm ağındaki yüzüğünü verm ek istiyor
du. O sm an ’ın savaşçısı, bu teklifi kabul etm eyip kralı
tutsak edip, kendi Beyine getirdi.
O sm an ise bütün gün akşam ın geç saatlerine kadar,
düşm an ordusunu takip e tti ve birçokların ı öldürdü.
53
Son ra, K ralın ordugâh kurduğu yere dönerek çadırını
kurdurdu, diğer adam larına dağda bıraktığı sürüleri ge
tirmeleri için haber gönderdi.
A şireti ve sürüleri gelince, kralı da alarak hap birlik
te Başkent Sivas önlerine giderek ordugâh kurdu. Ş e h
re elçi göndererek, kırallarını tutsak ettiğini, şehri tes
lim ederlerse onlara sulh ve em niyet sağlayacağını b il
dirdi. Şehir ahalisi, şöyle cevap verdiler: “K irala sahip
olsan da bizde de oğlu vardır ve bize hüküm dar olarak
yeterlidir, h albuki sen bizim Beyim iz o lab ilm ek için
çok zayıfsın.” O zaman O sm an, Kirala: “Eğer canını se
viyorsan, v atan daşların ı, hem şehrilerini, şehri teslim
etm eye ikna et” dedi. Kral, “ Beni şehrin önüne götü
rün, bir deneyeyim” diye cevap verdi. O nu şehre götür
düklerinde, hem şehrilerinden, kendisini ölüm den kur
tarm alarını ve şehri O sm an ’a teslim etm elerini, diledi.
Fakat onlar: “O sm an’a şehri teslim etm ek istemiyoruz,
çünkü o bize hükümdar olm ak için çok zayıftır. A rtık
sen de bizim Beyimiz olam ayacağından oğlunu alıyoruz,
o bizim başımız olsun” dediler. O sm an bunu duyunca
çok öfkelendi. Kral da bunu öğrenince ondan h ayatı
nın bağışlanm asını diledi. Buna karşılık O sm an, K ayse
ri şehrini ona ait bütün topraklar ile birlikte elde ede
cekti.
Fakat O sm an bu teklifi kabul etm edi; şehirden iyice
görülecek şekilde kralın kafasını kestirdi ve vücudunu
dörde böldürdü. Emri üzerine bu parçalardan herbiri bir
kazığa geçirilm iş o lara k ayrıca b a şı d a bir m ızrağın
ucunda, şehrin önünde sergilendi.
54
Şeh rin kuşatılm ası esnasında, kralın oğlu, Beyaz Ta-
taristan’da kudretli bir Bey olan kayınbiraderine haber
ciler göndererek O sm an ’ın, babasını öldürdüğünü ve
şehri kuşatarak büyük bir orduyu şehrin önlerinde top
ladığını bildirip, yardım rica etti. K ayınbiraderi bunu
öğrenir öğrenmez halkını, kadınları ve çocukları ve sü
rülerini topladı. O rada da, hayvanlarla birlikte otlaklar
aram ak üzere oradan oraya göçm ek âdettir. O da Si-
1vas’a giderek ülkeyi O sm an ’dan kurtarm aya karar ver
di. A şireti kadınlar ve çocuklar dışında yaklaşık olarak
kırkbin kişi idi.
O sm an, Tatar Beyinin yaklaştığını haber alınca, bü
tün aşiretini alarak dağlara çekildi, ve orada yerleşti.
Tatar Beyi şehrin önüne ordugâhını kurdu. O sm an bu
nu öğrenince binbeşyüz kişi aldı bunu ikiye ayırdı. K a
ranlık basarken iki ayrı yere şevketti ve (bu arada) bü
yük gürültü, yaptırttı. Tatar Beyi bunu duyunca yenil
m ekten korkup, şehre çekildi. Fakat adam ları durumu
öğrenince kaçm aya başladılar. O sm an kaçanları takip
edip birçoklarını öldürdü, m allarından büyük m iktarını
ele geçirdi. T atarlar kendi m em leketlerine döndüler,
O sm an ve adam ları elde ettiği hayvanlar ve m allarla
birlikte tekrar dağlara çekildi. D ah a gün ağarm adan,
Tatar Beyi atına binip halkını geri getirebilm ek için ar
kalarına düştü. Fakat onlar kendisine karşı koydular, o
da yurduna geri döndü. O sm an yeniden şehrin önünde
ordugâhını kurdu, ve teslim olurlarsa, vaadettiklerini
yerine getireceğini bildirdi. Bununla beraber ahali yine
de red detti. Bayezid’e h a b e rc i^ ö n d e r e re k gelip O s-
55
m an’ı ülkeden defetm esini dilediler. Buna karşılık şehir
ona boyun eğecekti.
Bayezid, en büyük oğlunu yirm ibin atlı ve d örtbin
yaya askeri ile yardıma gönderdi ki bu askerî harekâta
ben de katılm ıştım . O sm an, Bayezid’in oğlunun yaklaş
tığını öğrenince, bütün mal ve m ülkünü ve sürülerini,
evvelce de çekilm iş olduğu dağa gönderdi. K endisi bin
atlı ile ovada kaldı. Bayezid’in oğlu önden ikibin atlıyı,
O sm an ’ın yerini keşfetm ek için gönderdi. O sm an, bun
ları görünce hem en saldırdı ve çarpıştılar. Bayezid’in
oğlunun adam ları, O sm an ’ı yen em eyeceklerini a n la
yınca yardım istediler.
Bunun üzerine Bayezid’in oğlu, bütün kuvvetleriyle
yaklaştı. O sm an bunları görünce ona da saldırdı ve or
du henüz düzenini alm am ış olduğundan neredeyse boz
guna uğrayacaktı. Bayezid’in oğlu, adam larını bağırarak
şevke getirdi ve savaşı başlattı. O rdular üç defa birbir
lerine girdiler. Bunlar savaşırken, yaya kuvvetler O s
m an’ın ordugâhına doğru ilerliyordu. O bunu duyunca,
dört yüz atlıyı geriye gönderdi, bunlar ordugâhtaki n ö
b etçilerin yardım iyle yaya ask erin i püskürttüler. Bu
arada O sm an geri çekilm e savaşı vererek, m al ve m ül
künü gönderdiği dağa doğru çekilm ek zorunda kaldı.
O radan bir aracı göndererek bu sürede dağın eteklerin
de bekledi.
Bayezid’in oğlu şehrin önlerine geldi. A h ali kale ka
pılarını açtılar ve atlarıyle dışarı çıkıp ondan şehri işgal
etm esini dilediler. Fakat Bayezid’in oğlu bunu istemedi,
babasına gelip şehri ve m em leketi teslim alm ası için
58
haber gönderdi. Bayezid, yüzellibin kişilik kuvvetle ge
lip şehre ve bütün bölgeye adam larını yerleştirdi. O s
m an’ın kovduğunu değil, kendi oğlunu (I. M ehm ed’i)
Kral tayin etti.
59
10. B ö l ü m
B
ayezid, feth ettiğ i K ırallığı o ğlu n a tev d i e ttik te n
sonra, (M ısır’daki) Sultan, M alatia (M alatya) şehri
ve bu şehre bağlı, ülke için bir mesaj gönderdi. Ç ünkü
her ikisi de yukarda adıgeçen kırallığa ait ve S u lta n ’a
tabi idi. Bayezid, kırallığı feth ettiğ i için, S u lta n ’dan
M alatya şehrini ve ona bağlı toprakları istiyordu. S u l
tan, cevabında, o şehri ve toprakları kılıcı ile aldığını,
kim bunları elde etm ek isterse onun da kılıcı ile kazan
ması gerektiğini bildirdi. Bayezid bu cevabı aldığında,
ikiyüzbin kişilik bir kuvvetli bi ülkeye girdi ve şehrin
önüne gelip iki ay süreyle kuşattı. Ş eh ir sakin lerinin
teslim olm ayacaklarını anlayınca, hendekleri doldurt
tu, şehri bir ordu ile çembere aldı ve orduyu hücum a
geçirdi. O zaman şehirdekiler a f için yalvardılar ve tes
lim oldular. Fakat o şehri ve m em leketi, fethedip, iskân
etti.
Tam bu sırada Beyaz Tatarlar Bayezid’e ait bir şehir
olan A n gora’yı (A n kara) kuşattılar. Bayezid bunu öğre
nince, en büyük oğlunu otuzikibin kişilik bir kuvvetle
oraya gönderdi. O , bir m uharebeyi kazandıysa da so
n un da çekilm eye m ecbur oldu ve b a b asın ın y an ın a
60
döndü. Bayezid on a d ah a fazla asker vererek yeniden
oraya gönderdi. Böylece oğlu, yeniden T atarlarla savaş-
tı ve bu kez galip geldi. Tatar Beyini ve on a bağlı iki
Beyi tutsak edip, babasına getirdi. Böylelikle Beyaz T a
tarlar, Bayezid’e teslim oldular, o da onların başına yeni
bir Bey tayin etti. U ç tutsağı kendisiyle birlikte baş
kentine götürdü. O radan Su ltan a tabi olan A d alia (ya
hut S a ta lia ) şehri önlerin e geldi. Bu şehir K ıbrıs’tan
pek uzak değildir. Ç evresindeki topraklarda sadece d e
ve yetiştirilir başka hayvan yetiştirilmez. Bayezid şehri
ve on a ait toprakları fethedince, kendisine onbin deve
arm ağan edildi. Şehri ve m em leketi işgal edip, develer
le kendi yurduna döndü.
61
ı ı . b ö l ü m
B
u sıralarda S u ltan Barquq (M em luk Su ltan ı Ber-
kuk) öldü. Ve Joseph (Yusuf) den ilen oğlu kral o l
d u .* Fakat babasının hizm etindekilerden biri kendisiy
le krallık için m ücadele etti. Yusuf, Bayezid’le barışa
rak, onun yardımını diledi. O da kendisine yirm ibin k i
şilik bir kuvvet gönderdi. Bu yardım birliğine ben de
dahildim . Bu şekilde Yusuf rakibini zorla başından d e
fetti ve kudretli bir kral oldu. Son radan kendisine, em-
( * ) S c h i l t h e r g e r , b u r a d a y a n ı lm a k t a d ır . B u Y u s u f İ s m in in n e r e d e n ç ı k t ı ğ ı n ı
b ilem iy o ru z. B e rk u k ’u n y e rin e N a sir e d - D in F a r a c ’ın g e ç tiğ i b ilin m e k te d ir.
62
rindeki kim selerden beşyüz kişinin, suikast hazırladık
ları ve düşm anla birlikte çalıştıkları bildirildi. Bu kişi
ler yakalandı ve bir m eydana götürüldü. Ve sonra da
kral bunların gövdelerinin ikiye bölünm elerini emretti.
Biz, tekrar hükümdarımız Bayezid’e geri döndük.
63
12. B ölüm
K
ral Bayezid, yukarıda anlatıldığı şekilde O sm an ’ı
S iv a s’tan çıkardığında, o da tâbi bulunduğu Bey
o lan Tim ur’a gitti ve orada Bayezid’den şikâyette bu
lundu. Kendisinin nasıl Siv as krallığını fethetm ek iste
diğini ve Bayezid’in ne şekilde kendisini oradan çıkar
dığını an lattı. T im ur’dan, krallığı için yardım diledi.
Timur, Bayezid’e (birini) göndererek krallığı geri iste
yeceği cevabını verdi; dediğini de yaptı. Bayezid krallı
ğı geri verm eyeceğini çünkü orayı savaşla kazandığını
ve böylece O sm an kadar kendisinin de orada hakkı bu
lunduğunu cevaben bildirdi. Timur bunu duyunca, on
kere yüzbin* kişi topladı ve S iv a s ’a yürüdü, ve şehri
yirmibir gün süreyle kuşattı. Şeh ir surlarının birkaç ye
rinde lağımlar açıldı. Böylece her ne kadar Bayezid beş-
bin silahlıyı koruyucu olarak bırakm ış idiyse de, şehri
fethetm eyi başardı. Bütün bu koruyucular, canlı olarak
gömüldü. Böyle yapılm asının sebebi şuydu Tim ur şehri
fethettiğinde işgal kuvvetlerinin yüzbaşısı onların kan-
64
larının dökülm em esini dilem işti. Tim ur da kendisine
bunu vaadetm işti, bu sebeple hepsi diri diri göm üldü
ler. D ah a sonra Timur, şehri yıktırdı, ah alisin i tutsak
edip, kendi m em leketine götürdü. Bunlar arasında do-
kuzbin bakireyi de tutsak etm iş ve m em leketine getirt
mişti. Fetih esnasında Tim ur yaklaşık olarak üçbin kişi
kaybetm iş olarak ülkesine döndü.
65
13. B ö l ü m
T
imur, ülkesine geri döner dönmez, Bayezid üçyüz-
b in kişilik bir kuvvet topladı ve K üçükerm enis-
tan ’a yürüdü, ve onu Tim ur’un elinden a ld ı.* Bayezid
b aşken t E rsin gen ’i (E rzincan) ve o ran ın Beyi Tarat-
h an ’ı (M utahharten) b aşe ğd ird i.** So n ra da m em leke
tine döndü.
Timur, Bayezid’in ad ıgeçen m em leketi feth ettiğ in i
öğrenince, binaltıyüz kere bin (1 .600.000) kişilik kuv
vetle onunla savaşm aya gitti. Bunun üzerine Bayezid,
bindörtyüz kere bin (1 .400.000) kişi toplayarak onun
üzerine yürüdü. A ngora (A n k ara) yakınında her iki or
du karşılaştı ve kıyasıya savaştılar. Bayezid yaklaşık o la
rak otuzbin Beyaz Tatarı en ön saflara koymuştu. Fakat
bunlar T im ur’un tarafın a geçtiler. R akipler, birbirini
püskürtem eden iki kere d ah a karşılaştılar. Timur, bu
defa yanında bulunan otuziki Eğitilm iş F ili’ni savaşa
sokm a emrini verdi. Bayezid kaçm aya başladı ve yakla-
( * * ) Y aşar Y ü c e l, M u ta h h a r te n v e E rz in c a n E m irliğ i.
66
şık bin atlı ile dağlık bir yere çekildi. O zam an Timur,
kaçam ayacağı şekilde bütün dağı çem bere alarak onu
esir e tti.* Bunu m üteakip Timur, sekiz ay süre ile m em
lekette kalıp onu tam am en feth ve işgal etti. N ihayet,
tutsağı Bayezid’i yanında götürerek, onun başkentin e
girdi. Bayezid’in hâzinelerinden, bin devenin taşıyabi
leceği kadar gümüş ve altın aldı. Timur, Bayezid’i kendi
m em leketine götürm ek istiyordu fakat Bayezid oraya
giderken yolda ö ld ü .**
Böylece ben de T im ur’un tutsağı oldum ve onunla
birlikte'ü lkesin e gitm ek zorunda kaldım . D ah a sonra
on u n m aiyetin e v erild im . Buraya k ad ar bild ird iğim
herşey, Bayezid’in em rinde bulunduğum sürede geçti.
67
14. B ö l ü m
T
imur, Bayezid’i yenip devletine dönüşünden sonra,
bütün M üslüm anların dinî başkanı olarak (H alife)
kabul edilen Sultan la (M ısır M em lûk Su ltan ı) bir sav a
şa başladı. Bunun için binikiyüzkerebin kişilik bir ordu
topladı ve bununla S u ltan ın d ev leti üzerine yürüdü.
O rada, dörtyüzbin haneden oluşan H alep şehri ö n le
rinde karargâhını kurdu. H alep V alisi seksenbin kişi
topladı, onlarla şehirden çıkarak T im ur’la çarpışm aya
başladı. H içbir son uç alam ayınca tekrar şehir surları
içine sığındı. Fakat bu çekilm e sırasında adam larından
birçoğu öldürülmüştü. Kuvvetli bir savunm aya rağmen,
Timur, dört gün sonra şehrin dış m ahallelerini fethetti.
Bu esnada tutsak edilen bütün kişilere bir lâğım kazdı
rıldı ve dört yerine odun ve süprüntü dolduruldu. L a
ğım lar sert kayaların içine doğru on iki kulaç oyuldu.
Bundan sonra Timur, şehre saldırdı ve valiyi tutsak e t
ti. Şehirdeki bütün m alları müsadere etti ve U rum hala
(R um kale) isimli başka bir şehre yürüdü. Bu şehir tes
lim olunca, A n tep ’e devam etti. Bu yer, dokuz gün sü
reyle kuşatıldı, onuncu gün zorlukla alın ab ild i. A n-
tep’in yağm alanm asındna sonra ordu B ehesna’ya (B es
68
ni) yürüdü. Burada kuşatm a onbeşgün sürdü. Sonunda
şehir teslim oldu ve işgal edildi. Bütün adıgeçen şehir-
ler Suriye’nin önem li yerleridir. N ih ayet ordu ülkenin
asıl baş şehri olan D am aschk’a (Ş am ) ge ld i.*
' Su ltan , düşm anın Şam önlerinde olduğunu duyunca,
Tim ur’a bir ulak göndererek şehri tahrip etm em esini ve
özellikle şehirdeki m abedi korum asını diledi. Tim ur bu
ricayı kabul ederek yoluna devam etti. Şeh rin m abedi
(cam ii) o kadar büyüktü ki dışarıya açılan kırk büyük
kapısı vardı. İçinde onikibin kandil asılıydı ki bunlar
d an hergün dokuzbini yakılıyordu. F a k at her C u m a
onikibin kandilin hepsi de yanıyordu. Bu kandillerden
birçoğu gümüş ve altın dan yapılm ıştı. Bunları krallar
veya kudretli Beyler yaptırmışlardı.
70
ni getirm esini emretti. Bu emir de yerine getirilerek üç
gün devam ınca sürdü. Timur, bu kafalardan yığma yo-
liyle üç kule yaptırdı, ve şehri tahrip etti. So n ra da sa-
dece hayvancılık yapan Sch erch (? “Şe rh ” bilinm iyor)
bölgesine gitti; burası derhal teslim oldu. A haliye, di-
şarda şehrin önlerindeki adam ları çok acıktıklarından,
k en d isin e yiyecek getirm elerini, em retti. M em lekete
ve şehirlere adam larını yerleştirip sonunda, kendi d ev
letine geri döndü.
71
15. B ö l ü m
73
16. B ö l ü m
B
ağdat’tan döndükten sonra Timur, bütün adam ları
nın dört ay içinde hazırlanm alarını zira kendisinin
K üçükhindistan’a * yürüyeceğini bildirdi.
B aşken tin den oraya kadar dört aylık bir yol vardı.
Verilen süre geçince dörtyüzbin kişilik bir ordu ile Kü-
çükhindistan yoluna koyuldu. Bu yolculukta, yirmiiki
günde, büyük su sıkıntısı içinde bir çölü geçti. Son ra
ordu, bir sıra dağa ulaştı ki bunu geçm ek sekiz gün aldı.
Bu dağda yolun öyle bir kısmı vardı ki, orada atlar ve
develerin tahta kalıplar üstüne bağlanıp aşağı sarkıtıl-
ması zorunluğu vardı. M üteakiben derin bir geçide gel
diler bu geçitte gündüzün bile kimse birbirini tanıyam ı-
yordu (o kadar karanlıktı). Bu boğaz yarım gün sürüyor
ve sonra üç gün üç gecede geçilen yüksek bir dağa geli
niyor, sonunda ülkenin başkenti önünde uzanan güzel
bir ovaya varılıyordu. O rm anlık bir dağın yam açların
d ak i bu şehrin , önünde T im ur ad am larıy le o rd u gâh
kurdu ve m em leketin kralına şu haberi gönderdi: “M iri
temiri gilden” bu şu anlam a geliyor: “Teslim ol, M ir Ti-
( * ) O r ta ç a ğ d a H o r a s a n 'd a n ln d ııs n e h r in e k a d a r o la n b ö lg e y e K ü ç ü k H in d is t a n
d en iy o rd u .
74
mur geldi.” Kral bu m esajı alınca, Tim ur’la kılıç vasıta-
siyle görüşmek istediği cevabını bildirdi. Bundan sonra
ordusunu hazırladı ve dörtyüzbin kişilik kuvvetle ve
dörtyüz adet, savaş için eğitilm iş fille karşısına çıktı.
H er filin sırtında kule şeklinde bir sem er vardı ki üs
tünde en aşağı on silahlı adam bulunuyordu. Tim ur bu
nu öğrenir öğrenmez o da ordusiyle yola koyuldu.
Kral fillerini en ön saflara koymuştu. İki ordu karşı
laştığ ın d a Tim ur savaşm ayı istediği h ald e yapam adı,
çünkü atlar filleri görünce ürktüler ve ilerlem ek iste
mediler. Böylece sabahtan neredeyse öğleye kadar v a
kit geçti. Bunun üzerine Timur geri dönm ek ve m üşa
virleriyle fillerin nasıl alt edileceğini görüşm ek zorunda
kaldı. Bunlardan (Süleym an Ş a h ) isminde biri, devele
ri alıp sırtlarına odun yüklenm esini tavsiye etti. Filler
yaklaşınca odunlar ateşlenip develer öne sürülecekti.
Bu alevler ve develerin çığlıkları sayesinde filler yeni
lebilirdi zira bunlar ateşten korkarlardı. O zam an T i
mur, yukarda belirtildiği şekilde yirm ibin deveyi hazır
lattı. Bu sırada, düşm an kral, önde filler olm ak üzere
tekrar yaklaşıyordu. Tim ur üzerine yürüdü, develeri öne
sürerek odunları tutuşturttu. D eveler korkunç sesler ç ı
karıyorlardı. Filler bunu duyunca üstelik de ateşi g ö
rünce dönüp kaçm aya başladılar, kimse onları durdura
madı. Bunun üzerine Tim ur bütün kuvvetiyle düşm a
nın üzerine yürüdü birçok fil öldürüldü. K ral bunu gö
rünce tekrar şehre döndü. Tim ur ise o n u tak ip edip
şehri on gün kuşattı. Bu süre içinde kralla pazarlığa gi
rişerek, A rab altınından daha değerli olan iki katır yü
75
kü H ind altınına pazarlık yaptı. Kral on a ayrıca birçok
m ücevherat da verdi. Bunun d ışında Tim ur’a istediği
yerde kullanm ası için otuzbin kişilik bir orduyu ödünç
olarak emrine vermeyi vaadetti. Böylece m utabık k al
dılar. Kral kendi krallığını korudu Tim ur da yurduna,
yüz fil ile kralın kendisine terkettiği hazineler ve kıy
m etli eşyalarla birlikte döndü.
76
17. B ö l ü m
K
üçü kh in distan ’dan döndüğünde Timur, C h eb ak h
(C h eib ek ) isimli bir Beyi on bin kişilik kuvvetle
S o ltan ia (Sultaniye) şehrine, ödem ek zorunda olduğu
vergi ve gümrük tutarını tahsil etm ek üzere gönderdi.
Beş yıl boyunca, Fars ve Erm enistan eyaletlerinin vergi
ve gümrük resmi orada toplanm ıştı. Tem silci geldi, ver
gileri toplayıp, bunları bin adet arabaya yükledi. Sonra
arkadaşı olan M azenderan Bölgesi Beyine bir m ektup
yazdı, o da ellibin askerle geldi. A nlaştılar, hâzineleri
kendilerine alıkoyup onları M azanderan’a getirdiler.
Tim ur bunu öğrenince, peşlerinden büyük bir kuvvet
gönderdi. Bu birlik adıgeçen m em leketi feth ed ecek,
her iki Beyi yakalayıp getirecekti. Ordu M azanderan’a
gelince, hiçbir şey yapam adı, zira ülke büyük orm anlar
la çev rili idi. D ah a fazla kuvvet için T im u r’a haber
gönderildi. O da ağaçların kesilm esi ve yol açılm ası
için yetm işbin kişi gönderdi. H ernekadar on m illik bir
bölgenin ağaçları kesildiyse de, yine de ülkeye birşey
yapam adılar ve durumu Tim ur’a bildirdiler. Timur geri
dönm eleri emrini verdi, böylece adam ları eli boş yurd-
larına döndüler.
77
1 8. B ö l ü m
79
19. B ö l ü m
80
ları ve h ayvan larındaki büyük kayıpları görünce geri
dönm e emrini verdi ve başkentine geri geldi. Ve orada
hastalandı.
81
2 0 . B ö l ü m
Timur’un Ölümü
83
21. B ölüm
Timur’un Oğulları
( * ) A d ıg e ç e n Y u su f, K a ra K o y u n lu B e y i o la n K a r a Y u su f’tur. T im u r 'u n ö lü m ü n d e n
so n r a B ah il ü lk e sin i v e İra n ’ın h a tı k ısm ım (A z e r b a y c a n ) h ü k m ü a lt ın a ald ı.
84
tılar. O zaman M iranşah, diğer kuvvetlerle gelm esi için
kardeşine haber gönderdi. Yardım kuvveti gelince heri-
kisi birlikte Yusuf’la savaşıp nihayet onu püskürttüler.
Böylece M iranşah, yeniden krallığına kavuştu.
İki ülke: C hurten (?) ve Küçükerm enistan, Yusuf’un
yanında savaşm ıştı. Şah ru h bunları d a fethedip yeni
den kardeşine verdi. Son ra da kendi devletine döndü.
D aha önce kardeşine yedek kuvvet olarak yirm ibin kişi
bıraktı ki bu birliklerde ben de bulunuyordum. Bu şe
kilde ben Schiltberger, Tim ur’un oğlu M iranşah’ın ya
nında kalm ış oldum.
85
2 2. BÖLÜM
B
undan sonra M iranşah bir yıl rahat etti. Fakat daha
sonra Yusuf tekrar büyük bir ordu ile onun ülkesine
saldırdı. M iranşah bunu öğrenince, dörtyüzbin kişiye
yakın bir kuvvetle üstüne yürüdü. Sch arab ach (Kara-
bağ) ovasında iki ordu karşılaştı ve iki gün birbirleriyle
çarpıştı. So n u n d a M iran şah yen ildi ve tutsak edildi.
Yusuf onu derhal öldürttü. Bunun neden i şuydu: Yu
su f’un bir kardeşi M iseri (M usa) M iran şah ’m kardeşi
Zychanger’i (C ih an gir) öldürmüştü. D ah a sonra yapı
lan savaşta M iranşah M iseri’yi tutsak etm iş ve onu zin
danında öldürtmüştü. Bu sebeple, M iranşah da hem en
öldürüldü.*
Yusuf, M iranşah’ın kafasının bir mızrağa geçirilerek,
Krallığın ismi gibi Tauris (Tebriz) adını taşıyan başkent
önüne getirilm esini emretti. A h alin in daha çabuk tes
lim olm asını tem in için halka, göstertti. Onlar, Beyleri
nin öldüğünü görünce teslim oldular ve Yusuf şehri ve
bütün krallığı hakim iyeti altına aldı.
86
2 3. B ö l ü m
87
2 4. B ö l ü m
E
b u b e k ir’ in S a ra y ın d a , Büyük T a ta r is ta n ’d an bir
^ K ral-O ğ lu y a şıy o rd u .* (G ü n ü n b irin d e ) idareyi
. devralm ak üzere, yurda dönm esi hususunda bir haber
aldı. Ebubekir’den gitm esine m üsaade edilm esini rica
etti o da m uvafakatini bildirdi. Şehzade, benim de ara-
, larm d a bulunduğum , altıyüz süvari ile evin e döndü.
B ö y lece beş ark ad aşım la Büyük T a ta rista n ’a geld ik;
hangi m em leketlerden geçerek geldiğimizi anlatm ak is-
; tiyorum.
Ö n ce ipek (ip ek b öceği) yetişen S tra v a S tr a n a ’d an
(E rivan ?) geçildi. S o n ra koruyucu pirleri Aziz G eorg
olan ve inançlarını hâlâ devam ettiren H ıristiyanların
y aşadığı G ü rc ista n ’a geldik. D ah a son ra k afile Loc-
h in sch an ’a (?) vardı ki burada da ipek yetişir. En iyi
ipek Ş ir v a n ’da yetişir ve Şam , K efe keza T ü rk iy e ’de
başkent Bursa pazarlarında satılan nefis ipek dokum alar
bunlardan yapılır. Bu ipek Venedik ve L u cca’ya da gö
türülür ve orada bundan iyi cins kadifeler dokunur. Fa-
ı
( * ) “ B iiy iik T a t a r is t a n ” : H a z a r D e n iz i ile M o ğ o lis t a n a r a s ın d a k i b ö lg e y e v e r ile n
isim d ir. A ltın O rd u b ö lg e sin e ise “ K ü ç ü k T a ta r is t a n ” d e n ile b ilir d i.
89
k at m em leketin sağlığa çok zararlı bir iklim i vardır.
So n ra şehzade, Sch abram ’dan (?) ve Tatar dilinde T e'
murtapit (D em ir kapı) denilen ve dem irden kapı a n la '
m ına gelip, İran’ı T ataristan ’dan ayıran yerden, geçti.
Edil (İdil) denilen bir nehrin ortasında kurulmuş çok
büyük bir şehir olan O rigens’den (A strah an ) de geçtik'
ten sonra yolumuz içinde birçok H ıristiyanın yaşadığı
h a tta bir piskoposluğa da sahip olan , dağlık Setzalet
m e m le k e tin e de u ğrad ı. “ Ç ıp la k A y a k lıla r T arik a-
tı”ndan olan Rahipler, Lâtince vaaz veriyorlar fakat ilâ'
hileri ve duaları Tatar dilinde söylüyorlardı. Bunu, hal-
k m inançlarını kuvvetlendirm ek için yapıyorlar. Bir-
çok M üslüm an, rahiplerin söyledikleri İlâhileri ve oku
dukları şeyleri anladıkları için H ıristiyanlığa geçiyorlar.
N ihayet Büyük T ataristan’da Ediği (Edegu) adını taşı
yan ve şehzadeye mesaj gönderen, Beyin yanına ulaş
tık. Biz oraya vardığım ızda, E d igu ’da tam Ibissibur’a
(Sibirya) sefere çıkıyordu.
Büyük T ataristan ’da ilginç bir gelenek vardır, buna
göre kralın üzerinde bir emirülümera vardır ki, kralı o
seçer, onu nasb ve azleder ve Beyler üzerinde nüfuzu
vardır. O sırada, Ediği (Ediğe) em irülüm era id i.* O ra
da, kralın, em irülüm eranın ve Beylerin çoluk çocukları
ile kış yaz göçetm esi ve arazide çadırlarını kurması mu-
taddı. Kral çadırlarını nereye kurarsa, orada yüzbin ku
90
lübe (? çadır) kurulur. A d ın d an bahsedilen kral-oğlu,
ki adına Zegra (? Ç ekre) deniliyordu, E diğe’nin nezdi-
ne geldi ve, onunla birlikte Sibirya topraklarına gitti.
Oraya ulaşabilm ek için iki ay yürümek zorunda kaldı-
lar. Bu m em lekette bir dağ vardır ki (A ltay D ağları ?)
bunun geçilm esi otuz gün sürer, bu dağın arasında, h a l
kın söylediğine göre bir çöl varmış ve bu çöl dünyanın
b ittiği yermiş. V ahşi h ayvan lar ve y ılan lar yüzünden
orada kimse yaşam az(m ış).
Bu dağda yalnız yaşayan vahşiler varm ış. Bunların
elleri ve yüzleri dışında bütün vücutları kırmızı olup,
dağdaki hayvanlar gibi hareket eder ve yapraklan, o tla
rı ve bulduklarını yerler. Bu m em leketin hakim i, Edi-
g e ’ye bir v ah şi adam la k adın ve d ağlard a y ak alan an
vahşi atlar gönderdi. Bu atlar aşağı yukarı eşek büyük
lüğün d e idi. F a k a t A lm a n y a ’da o lm a y a n b e n im de
isimlerini bilm ediğim daha birçok hayvan vardı. S ib ir
ya’da küçük arabaları ve kızakları çeken ve h atta üzer
lerinde elbise gibi örtüler bulunm ası gereken köpekler
vardır. Bunlar aşağı yukarı bir eşek büyüklüğünde olup
aynı zam anda etleri de yenir.
Şu da ilginçtir ki oradaki insanlar, İsa’ya inanırlar.
“Ü ç K utsal K ral,” arm ağanlarını Beytüllahim ’e götür
düklerinde, İsa’yı orada bir sam anlıkta gördüklerinden,
bu insanlar İsa’yı bir sam an lıkta tasvir ederler. Bunu
m abetlerinde de yaparlar ve bu resim lerin önünde du
alarını okurlar. Bu inancın saliklerinin ismi “U grier”
olup, T ataristan’da da onlardan çok vardır.
Henüz evlenm em iş bir genç ölürse, ona en iyi elbise-
91
92 93
sini giydirmek, adettir. Sonra, çalgıcılar çağrılır, ölü üs
tü örtülü bir tabuta konulur.
Bütün gençler en iyi giysilerini giyinip, çalgıcılarla
birlikte tabutun önünde giderler, ölen in anababası ve
arkadaşları onları takip eder. Böylece ölü, bütün 'gen ç
ahali ve çalgıcılar tarafından eğlence ve şarkılarla gö
türülür. Buna m ukabil, tabutu takip eden, babası, anası
ve arkadaşları, yüksek sesle ağıt söylerler.
Ö lü göm üldükten sonra hepsi, yem eklerini içkilerini
mezarın başına getirirler. Gençler, müzisyenler, çalgıcı
lar yerler, içerler ve çok neşelidirler. A n a, baba ve ar
kad aşları ayrı otururlar ve ağlaşırlar. S o n ra b ab a ve
anayı alıp evlerine götürürler orada ağıtlar, devam eder.
Bütün bunlar, ölenin henüz evlenm em iş olm ası seb e
biyledir ve sanki onun aynı zamanda düğünü yapılıyor
muş gibidir.
Bu m em lekette sadece, fasulya gibi baklagiller ekilir
ve orada ekmek yenilmez. Bütün bunları ben, şehzade
Zegra’nın nezdinde iken, gördüm.
94
2 6. B ö l ü m
96
2 7. B ö l ü m
B
en, Zegra’nın yanında bulunduğum sıralarda, Ediğe
v e B eyim e “ S a d u rm e lic k ” ism in d e , m a iy e tin d e
dörtbin kızoğlankız ve kadın olan çok kudretli bir Tatar
kadını başvurdu. K ocası bir Tatar Beyi tarafından öldü
rülmüştü. Şim di kadın, ondan intikam alm ak istiyordu
ve Edige’den kendisine bu Tatar Beyini defetm esi için
yardım dilemeye gelm işti. Okuyucular bilm elidir ki bu
97
Tatar kadın-hüküm dar ve yanındakiler savaşa atlı o la
rak katılıyor ve erkekler kadar güzel ok atıyorlardı. Bu
kadın bir savaşa atiyle giderken her iki tarafına bir kılıç
ve yay asıyordu. Bir kralla yapılan çarpışm ada kralın
yeğeni tutsak edilm işti ki bu adam, T atar kadının k o ca
sını öldürmüş olan adam ın ta kendisiydi. A dam , kadın
ların önüne getirildi. O zaman adam ı diz çöktürdü kılı
cını çekti ve bir vuruşta kafasını kesti. So n ra da “Şim di
intikam ım ı aldım ” dedi. B en de orada idim ve bunu
kendi gözlerimle gördüm.
98
2 8. B ö l ü m
Bulunduğum Ülkeler
99
2 9. B ö l ü m
Ş
imdi, Tuna ile Deniz arasında olup da benim gön
müş olduğum m em leketleri dinleyeceksiniz.
101
m an’ın başkenti ise K aranda’dır. (Lârende, K aram an).
K o n ia (K o n y a ) şe h ri de bu m e m le k e tte d ir. O rad a
Schem esdin (Şem seddin) isimli bir V elinin mezarı var
dır. Bu M üslüm an bir din adam ı idi fakat gizlice kendi
ni vaftiz ettirm işti. Ö lüm ünde bir Erm eni papazı ona
bir elm a içinde şaraplı ekm ek sunmuştu. Bu veli, büyük
mucizeler göstermişti. K assaria (K ayseri) bölgesinin ay
nı adı taşıyan başkentinde, Aziz Basilius piskopos idi.
Ben vaktiyle bir krallık olan S e b a st’ta (S iv a s) da bu
lundum. Karadeniz sahilinde Zegnitsch (C an ik ) bölge
sinde Sam sun şehri bulunur. Yukarıda adıgeçen bütün
memleketler, bölgeler ve şehirler T ürkiye’ye aittir. K a
radeniz bölgelerin den Zepun (N asu n ?) da böyledir.
O rada ahali sadece darı eker ve bundan ekm ek yapar
lar. T arbesanda (T rabzon) K rallığı küçük, k ap alı bir
m em lekettir ve çok fazla şarap çıkarır. Trabzon Rum ca-
da Kureson (G iresun) denilen şehirden, uzakta değildir
ve o da Karadeniz kıyısındadır.
102
3 O. B ölüm
B
ir dağda “A tm aca K alesi” den ilen bir kale vardır.
İçinde güzel bir bâkire, tünek’e tünem iş bir atm aca
ile birlikte yaşar.
O raya herhangi bir kim se gelip de üç gün, üç gece
hiç uyumadan nöbetçi kalırsa o zaman bu kızdan bir di
lek dileyebilir. Bu dilek şerefli bir istek ise arzusu yerine
getirilir. N öbetçiliğin i yerine getirebilen, kaleye girer
ve güzel bir saraya varır. O rada tünekte duran atm acayı
görür. A tm aca, ziyaretçiyi görür görmez bir çığlık atar.
Bunun üzerine bâkire o d asın d an çıkarak, şu sözlerle
konuğu karşılar: “S e n bana üç gün üç gece uyumayıp
nöbet tutarak, hizmet ettin, bu sebeple şerefli birşey o l
mak şartiyle, senin arzun yerine getirilecektir” der ve
dediğini de tutar.
Fakat bir kimse, kibirlice, iffetsizce ve kabaca dilek
lerde bulunursa, bâkire onu ve ailesini, soyunu öyle lâ-
netler ki o bir daha iflâh olmaz.
103
3 1. B ölüm
105
3 2. B ölüm
A
rkadaşlarla ben bu bölgeye gelince, bizi adıgeçen
kaleye götürm esi için birinden ricada bulunduk
ve bunun için kendisine para d a verdik. O raya vardığı
mızda içimizden biri kalıp nöbet tutm ak istedi. R eh be
rimiz bunu yapm am ası gerektiğini ve n öbete day an a
m ayan herkesin kaybolduğunu nereye gittiğini de kim
senin bilm ediğini, söyledi. Ü stelik kale öyle kapanm ıştı
ki içeriye kimse giremezdi. R um papazları da kaleye g i
d ilm e sin i y asak lıy o rlard ı, çün kü o n la ra göre o rad a
olanlar Tanrının değil Şeytanın işidir; öyle diyorlardı.
Bunun üzerine, oradan ayrılıp Kereson (G iresun ) şehri
ne vardık. Lasia (Lazistan?) bölgesi de yukarıda adıge-
çen k rallığa aittir, v erim li bir m em lek et olup şarap
(üzüm) yetiştirilir, ahalisi Rumdur.
Ben, başkenti Ersingen (Erzincan) olan Küçük Erm e
n ista n ’da da bulundum . B undan başka, iyi toprakları
olan Kayburt (Bayburt) da oradadır. K am ach (K em ah)
yüksek bir dağ üzerinde bir yer olup, eteklerinden Fırat
nehri akar. Fırat cen n etten çıkan ırm aklardan biridir.
Fırat, önce Küçük E rm enistan’dan geçer, sonra on gün
lük mesafeyi çölden geçer. N ihayet sular, kum lar içine
106
sızarak kaybolur, kim se nereye gittiğini bilmez. Fırat,
İran’dan da geçer.
O rada diğer bir yerin ismi Karaffer (K arahisar) olup,
şarap yetiştiren verim li bir bölgedir. H am un t (H arput
?), sav aşçı bir h alk ın oturduğu S iy ah T ü rk iy e ’n in (?
Schwarze T ürkei) başkentidir. C hurt (K ürdistan ?) d e
nilen başka bir m em leketin başkenti B estan ’dır (Bitlis
?). Kursi (G ürcistan) Krallığındaki ahalinin dini, Rum-
(O rto d o k s?) in a n cıd ır, k a v g a c ı in sa n la rd ır. A b la s
(A baza ülkesi) başkenti Zuchtun (Suppu) ile birlikte,
sağlığa zararlı bir memlekettir, orada erkekler ve kadın
lar kafalarında dörtköşe bir başlık taşırlar. Bunu, ikli
m in sağlığa zararlı olm ası nedeniyle yaparlar. Başkenti
K a th o n (C h a ri) o la n M eg ral (M in g r e lie n ), a h a lisi
R u m -(O rto d o k s) d in in d en o lan küçük bir bölgedir.
M erdin (? M ardin) Krallığında ise M üslüm anlar yaşar.
Ben bütün bu mem leketlerde bulundum ve hepsi h ak
kında bizzat sorarak bilgi topladım.
107
3 3 . B ö l ü m
108
lunan R ess’de (R eşt) iyi cins ipek kum aşlar dokunur.
Strau b a’nın (A strabad) da iyi topraklan vardır. A nti-
o ch ia’nın (A n takya) şehir surları, H ıristiyan kanlariyle
bo yan d ığın d an kırm ızıdır. A lm etze (A la n c ık ) şehri,
fethedilene kadar, onaltı yıl Tim ur’a karşı kendini m ü
dafaa etm iştir. M azenderan bölgesi, h içk im sen in ona
birşey yapam ayacağı kadar orm anlarla kaplıdır. Beyaz
Deniz (H azar Denizi?) sahilindeki Sch eid ik ’de de ipek
(böceği) yetiştirilir. Aynı durum başkenti Sch om achy
(Şam ah iye) olan Schuruan (Şirv an ) için de geçerlidir.
G erçi havası sıcak ve sağlığa zararlı ise de en iyi ipek
orada üretilir. Isphahan (Isfahan) da güzel topraklara
sah iptir. Keza İran ’d a bu lu n an , H o ro so n (H o ra sa n )
Krallığı, Hore (H erat) denilen üçyüzbin haneli bir baş
kente sahiptir.
Ben orada iken, bu krallıkta, M üslüm anların iddiala-
109
rina göre, üçyüzelli yaşında bir adam yaşıyordu. Elinin
tırnakları, başparm ak uzunluğunda idi, kaşları yanakla
rına kadar uzanıyordu. D işleri iki defa tam am en dökül
müş, iki tanesi ise üçüncü defa çıkm ıştı. Fakat bu dişler,
hakiki diş gibi sert değil, yumuşaktı, bu yüzden onunla
çiğneyip yiyem ediğinden, başkaları tarafından beslen
m esi gerekiyordu. K ulaklarının kılları çene kem iğine,
sakalı ise dizlerine kadar uzanıyordu. B aşında hiç saçı
kalm am ıştı. Konuşam ıyordu da, ancak işaretle an la tı
yordu. A rtık yürüyem ediğinden, onu taşım ak gerek i
yordu. Bu adam a, M üslümanlar, bir Aziz gibi saygı gös
teriyorlar, perestiş ediyorlardı ve Azizlere yapıldığı gibi
onu ziyaret ediyorlardı. O nlara göre, bu (zat) A llah ın
seçkin kulu idi. Ç ünkü son bin yıl içinde hiçbir insan
bu k ad ar uzun y aşa m am ıştı. O n a p e re stiş e tm e k le ,
onun kanaliyle mucizesini gösteren ve işaretini veren
Tanrıya tapılmış olurdu. Bu zatın adı Shiradam scheich
(O kunuş: Şir A dam Şeyh ) idi.
İyi toprakları olan büyük şehir Sch iras’a (Şiraz) h iç
bir Hıristiyan tüccar giremezdi. Özellikle şehrin içine.
K erm achan (K erm anşah) da keza iyi topraklara sah ip
tir. İnci yetişen denizin kenarında olan K eschan (K e
şan ) da öyledir. H ognus (Hürmüz) deniz kenarında bü
yük bir şehir olup oradan H in distan’a gidilir. Şehre bir
çok H indli tüccar gelir. İyi toprakları vardır ve Hürmüz
civ arın d a birçok kıym etli taşlar bulunur. K a ff (K aç-
C u tc h ) bölgesi de keza verim li bir m em lekettir, zira
orada birçok çeşitli b ah arat bulunur. O rad an Büyük
H in distan’a gidilir. W alascham ’ın (?Badahşan) yüksek
110
dağlarında keza birçok kıym etli taşlar bulunursa da yı
lanlar ve vahşi hayvanlar yüzünden kim se bunları ara
mağa kalkmaz. Yalnız yağmur yağıp da sel suları taşları
sürüklerse, o zam an bu işi bilenler çam urların arasın
dan taşları arayıp b u lm ağa gelirler. Bu d ağlard a tek
boynuzlu devler de oturmaktadır.
3 4 . B ö l ü m
B
abilonien (B abil) K rallığında da bulundum . M üs
lüm anların dilinde B abil’e W aydat (B ağdat) denir.
D ev Babil şehri tümü 25 “leg” uzunluğunda bir surla ta
m am en çevrilidir. Bir “leg” yaklaşık olarak üç Ceneviz
m ili’dir. Surlar ikiyüz K ubicen (?) yükseklikte ve elli
K ubicen kalınlıktadır.
Fırat nehri, şehrin ortasından akar. Fakat şehir bugün
tam am en tahrip edilm iş olup artık içinde kimse otur-
m am aktadır. Babil K u lesi 54 S ta d ie n yüksekliktedir.
D ört S ta d ie n yaklaşık o larak bir C en ev iz m ili tutar.
K ulenin uzunluğu ve genişliği 10 legdir.
Bu kule A rap çölünde K aide (C h ald ae a) K rallığına
giden yol üzerindedir. Bu çölde pek çok canavar yılan
ve diğer tehlikeli haşarat bulunduğundan, kuleye nadi
ren gidilir:
Bu kuleyi M üslüm an dilinde M arburtirudt (al Binsi
N im ru d -N em ru d ’in Z in d an ı ?) N em ru d d e n ile n bir
kral yaptırmıştır. Bu kule, bir leg ve üç lom bardiya mili
ve dört Stad ien yaklaşık olarak bir C eneviz m ili, bo-
y u tların d ad ır. Bir C e n e v iz m ili b in ad ım m ış ve bir
adım beş ayak, bir ayak ise dokuz U nzen imiş. Bir “U n-
112
Schiltberger’in yaşadığı yılların
tasarım larına göre çeşitli hayvanlar.
113
ze” ise başparm ağın ilk boğum una tekabül eder.*
Fakat şim di okuyucu yeni B abil (B ağ d at) hakkın da
bazı şeyler daha öğrenmelidir. Yenisi eskisinden uzaktır,
schatt (Şattülarap) denilen gerçekten büyük olan n eh
rin kenarındadır (?). Bu nehirde H ind D enizinden ge
len garip hayvanlar vardır. Sahilde ağaçlarda T altal d e
nilen bir m eyva yetişir, M üslüm anların dilinde buna
Kyrma (H urm a) denir. M eyvalar an cak leylekler gel
dikten sonra toplanır çünkü onlar, ağaçların altlarında
ve üstünde yaşayan yılan ları yokederler. Bu yüzden,
hernekadar hurmalar yılda iki mahsul verirse de kimse
onları toplayamaz. B ağdat’ta ilginç bir husus da şehirde
A rap ça ve Farsça olm ak üzere iki dil konuşulm asıdır.
O rada ayrıca içinde çok çeşitli hayvanlar bulunan bir
bahçe vardır. Bu yaklaşık olarak on mil uzunluğundadır
ve tam am en çitlerle çevrilm iştir. Ö yle ki h ay v an lar
hiçbir yerinden dışarı çıkamazlar. A slan lar özel bir çit
içinde serbest yaşarlar. Bu bahçeyi ben bizzat gezdim.
Bütün Krallıkta hiç ordu yoktur. Ben Küçük-H indis-
tan ’da da bulundum. Burası iyi bir krallıktır, başkenti
Dily’dir (D elh i). Bu m em lekette pek çok fil ve Surnasa
(Zürafa) denilen bir hayvan vardır. G eyiğe benzerse de
boyu çok yüksek olup yaklaşık olarak dört Klafter veya
d ah a fazla uzunlukta bir boynu vardır. Ö n ayakları uzun
arka ayakları kısadır. Bu hayvanlardan Küçük H in dis
tan ’da pek çoktur. O rada bol m iktarda m uhabbet kuş-
( * ) E sk i B a b il şe h ri F ır a t k e n a r ın d a id i. B a b il y a k ın ın d a s o n r a d a n k u r u la n B a ğ
d a t 't a n a k a n n e h ir ise F ır a t o lm a y ıp D ic le ’d ir. B u ik i ş e h ir ayrıdır. S c h ilt b e r -
g e r 'in sö z ü n ü e t tiğ i K u le d e m e şh u r B a b il K u le si o lm a lı.
114
lan, deve kuşları, arslanlar ve diğer hayvanlar ve kuş
lardan sayam ayacağım kadar hayvan vardır. O rada Ze-
katay (Ç ağatay) isimli bir m em leket d ah a vardır. B aş
kenti Sam arkand, büyük ve ihtişam lı bir şehirdir. Ü l
kede yarı Farsça, yarı T ü rk çe özel bir d il konuşulur.
H alkı çok savaşçıdır. Ve bütün ülkede h iç ekm ek yen
mez. Şun u da belirteyim ki, Timur, ben onun yanında
iken, bu m em lekete hâkim di. Bütün bu m em leketleri
bizzat gördüm fakat Timur, benim bulunm adığım daha
birçok ülkenin de hâkim i idi.
115
3 5. B ölüm
Büyük Tataristan
B
üyük T a ta r is ta n ’d a da b u lu n d u m . M e m le k e tin
âdetlerinden aşağıdakiler ilginçtir: E vvelâ bilinm e
lidir ki bu m em lekette sadece darı ekilir. İnsanlar ek
mek yemezler ve şarap içmezler, bunun yerine at veya
deve sütü içerler. Bu hayvanların etini de yerler. İlginç
tir ki bu m em leketin Kralı ve Beyleri bile karıları, ç o
cukları, hayvanları ve bütün m alları mülkleri ile kış yaz
çadırlarda otururlar. Bir otlaktan diğerine taşınırlar, zi
ra m em leket tam am en engebesiz ve düzlüktür.
Bir Kral seçtiklerinde, onu beyaz bir keçeye oturtur
lar ve üç defa havaya kaldırırlar. Son ra onu alıp çadıra
götürürler tah ta oturtup eline altın bir kılıç verirler.
B undan sonra K ralın âdet o lan şekilde yem in etm esi
gerekir.
D ikkat çekicidir ki Tatarlar bütün diğer M üslüm anlar
gibi yemek, içmek için yere otururlar.
Bütün M üslüm an halklar arasında Beyaz Tatarlar k a
dar savaşçı ayrıca harpte ve seyahatte daha kanaatkâr
bir m illet yoktur.* Ben kendim bunların düşm anlarını
( * ) N e u m a n n “d ie ro te n T a rta r e n ” (K ız ıl T a ta r la r ) d iy o r k i d o ğ r u su hu o lm a lı.
116
nasıl öldürdüklerini, k an ın ı toplayıp son ra d a pişirip
yediklerini gördüm. Bunu, başka hiçbir yiyecekleri kal
m am ışsa yaparlar. Eğer aceleleri varsa, acele yola çık
m ak zorunda iseler, eti, ince dilim ler h alin d e kesip,
eğerlerinin altına koyarlar ve bunun üstünde atlarını
sürerler.* A cıkınca bu ¿tte n yerler. Et önce tuzlanır ve
onlara göre, bu et kendilerine zarar vermez çünkü et,
atın ısısı ile kurur ve atın hareketi sebebiyle eğerin al
tında gevrekleşip, yumuşar ve suyu çıkar. Yemek hazır
lam ak için vakitleri yoksa böyle yaparlar.
D iğer bir âdetleri şudur: Kral sabahları uyanınca ona
altın bir kâse içinde kısrak sütü takdim ederler o da
bunu aç karnına içer.
117
3 6. B ölüm
Ş
imdi Büyük T ataristan’m benim bulunduğum yerle
rini sayacağım . H orosm a (H arezm ) ülkesinin baş
ken ti O rgen s’tir (U rgen ç), E dil (İd il) d en ilen büyük
bir n ehrin kıyısındadır. D iğer dağlık bir ü lken in adı
Bestan (O xus veya A m u Derya) olup başkenti Zulat’tır
(?). O rada diğer bir şehir H aitzicherchen (A strah an )
olup iyi topraklan olan büyük bir yerleşim alanıdır. Sa-
rei (S aray ) diğer bir şeh rin ism i olup, T atar d ilin d e
“Krallığın A h ırı” gibi bir anlam ı vardır. Başka şehirler
Bolar (Bolgar) ki burada birçok çeşitli hayvan vardır,
Ib issib u r (?) v e H ıristiy a n la rın A la th e n a d ed ik le ri
A sac h ’dır (A zak). Azak, Tena (D on ) nehri kenarında
dır ve çok hayvan yetiştirilir. G em ilerle m em leketten
V enedik ve C e n o v a ’ya büyük ölçüde balık götürülür.
Tataristan’ın diğer bir bölgesi Kopetzach (K ıpçak) d e
nir, başken ti B u lch at’tır (S u d ak ?). Burada her türlü
h ububat yetiştirilir. K affa (K efe) K aradeniz kıyısında
iki surla çevrilidir. Surlardan birinin içinde altıbin ev
vardır, bunlarda Cenevizli tüccarlar, Rum lar ve Erme-
niler oturur. Bu gerçek bir şehirdir. D ıştaki ikinci surlar
içinde de Katolik, Rum O rtodoks ve Erm eni ve Suriye -
118
li çeşitli mezheplerden H ıristiyanların oturduğu onbir-
bin hane vardır. K efe’de üç tane de Piskoposluk mev-
cuttur: R om a (kath olik), R um (O rtodoks) ve Erm eni
(G régorien?). Şehirde kendi m abetleri de bulunan bir
çok M üslüm an yaşar. Bundan başka iki ayrı toplanm a
evleri (Sinagogları) olan iki cins Yahudi vardır. Surlar
dışında, dörtbin hane vardır. Deniz kenarında dört şe
hir daha Kefe’ye bağlıdır.
Karkeri (C herson) S u d i’nin başkenti olup buna Müs-
lüm anlar T h at (?) derler. O rada R um -O rtodoks Hıristi-
yanlar yaşar ve iyi şarap yetişir (yapılır). Şeh ir deniz
ken arın d ad ır, bu b ö lged e M ü slü m an ların Seru ch er-
m ann (A kkerm an) dedikleri şehir civarında Aziz Cle-
m ens denize göm ülm üştü. Yine K aradeniz kenarında
Starch as (Çerkesler) Ü lkesi vardır. A h alisi R um -O rto
doks inancındadır. Fakat bunlar kötü insanlardır. Ç ü n
kü ken d i ço cu k ların ı M ü slü m an lara satarlar. A yrıca
başkalarının çocuklarını da çalıp satarlar. Ç erkesler üs
telik yol kesici, haydutturlar. K endilerine m ahsus bir
dilleri vardır. Şöyle bir adetleri vardır: yıldırım çarpm a
sından ölen bir kim seyi bir sandık (tab u t) içinde bir
ağacın tepesine koyarlar. A ğacın altında yörenin ah ali
si toplanır. Yiyecek ve içeceklerini de beraber getirirler,
dansedip büyük bir bayram yaparlar. Sığır ve kuzu keser
ve kurban ederler Bu, üç gün devam eder. O layın yıl
dönüm ünde ölü hâlâ ağaçta duruyorsa yeniden gelip yi
ne aynı şekilde ölü tam am en çürüyünceye kadar kut
larlar. Bunun sebebi şudur: onlara göre bu ölü kutsaldır
çünkü yıldırım tarafından öldürülmüştür.
119
Reussen (R us) Krallığı da Tatar K ralına haraç ö d e
mek zorundadır. Kızıl T atarlar arasında üç soy vardır,
K ayat’lar, U igur (U ygurlar) ve M ugal (M oğollar). Tata-
ristan doksan günlük yol boyunca tam am en ovadır, ne
bir ağaçlığa ne de taşa rastlanır, sadece otlar, çim enler
ve çalılara rastlanır. Saydığım bütün m em leketler, be
nim bizzat gördüğüm ve Büyük T ataristan ’a ait yerler
dir.
A rabistan ’da da bulundum ki oranın başşehri, M üs
lüm an dilinde M issir (M ısır ) ismini taşır. Bu şehir her-
birinde o n ikibin bin a bulunan, o n ikibin caddeye s a
hiptir. Bütün M üslüm an K rallarının üstünde bir kral
o lan S u ltan ’ın oturduğu yer burasıdır.* S u ltan bütün
M üslüm an ların hüküm darıdır. K u dretli bir adam dır,
gümüş, altın ve kıym etli taşlardan yana zengindir. S a
rayında hergün (m isafir?) yirmi bin kişi vardır. M ısır’a
Esir olarak gelm iş o lan lar d ışın d a kim se S u lta n o la
m a z .**
120
3 7. B ölüm
121
bütün unvanlarla birlikte yazıyorum :(*) Biz Salm ander,
K artaca’nın M utlak hâkim i, asil Sarazen ’lerin Sultan ı,
Puspile Beyi, Jerusalem ’in En Büyük T anrısının Beyi,
Kapodokya Prensi, Ü rdün ve Sıcak Denizin sona erdiği
Doğunun H âkim i, Bethlehem (B eytüllahim in) Beyi ki
orada sevgili kadınım ız (M eryem anam ız) doğm uştur,
yeğenimiz ve oğlu, N azareth ’li yeğenim iz S in a i Beyi,
Talapharum ve Josephat V adisinin Beyi, H epsi mermer
yetm iş iki kapısı olup dağ yam acındaki So rm o n ’un hâ-
kim i, dörtyüz mil uzunluğunda, yetmiş iki dil konuşu
lan büyük orm anın hâkim i, m em leketim iz K apodok-
ya’da bulunan C e n n e tin ve oradan çıkan ırm akların
hakim i, H ellen’lerin Efendisi (V ogt), İstanbul’un K u d
retli İmparatoru, Kailam ar A rach (?), G algarya hakim i,
122
Kurumuş A ğacın Beyi, G üneş ve ayın doğduğu yerlerin
ve Z enit’den aşağı gittiği yerlerin hüküm darı, E noch ve
E lia s’ın mezarının bulunduğu yerlerin Beyi, R o m an
ya’da Başrahibin Koruyucusu, Bağdad hakim i, İskende
riye Muhafızı, Yetmiş iki dilin doğduğu kuvvetle (tah
kim edilm iş) B ab il’in kurucusu, krallar kralı, H ıristi
yanların, Yahudilerin, M usevilerin, M üslüm anların hü
kümdarı, Tanrıların gözdesi” , R om a’ya yazdığı ve kızı
nın düğününe çağırm ak için yazdığı m ektup böyle baş
lıyordu, bu düğünde ben de bulundum . S u lta n la rın
m em leketinde şu gelen ek de ilginçtir. E vli kadınlar,
kendilerinin bayramı olan hafta içinde serbesttirler ve
istediklerini yapar- ve herşeye m üsaade edebilirler, n e
den hoşlanırlarsa onu yapar diğer erkeklerle veya başka
şeylerle gönül eğlendirebilirler. N e kendi kocaları ne
de başkaları buna birşey diyemez, çünkü gelenek böyle-
dir.
Su ltan atiyle bir şehre girerken veya yabancı m em le
ketlerden insanlar ken disin e geldiğinde, yüzünü (bir
peçe ile) örter, öyle ki karşısındaki onu göremez. Bir
Bey onun huzuruna çıkınca üç defa diz çökm ek ve yeri
öpm ek zorundadır. A n c a k bundan son radır ki ayağa
kalkıp Sultan a doğru gidebilir. Bu kimse bir M üslüm an
ise Su ltan ona (çıplak elini uzatır, H ıristiyansa elbisesi
nin koluyla elini örter ve öpm esi için uzatır.
S u ltan bir haberci çıkartırsa, her H anda, eğerlenmiş
atlar onun için hazır beklerler. Bu habercilerin kuşa
ğında bir bezle örtülmüş çıngıraklar sokuludur. A tların
bulunduğu istasyona, H an a yaklaşınca çıngırakların se
123
sinin iyice çıkm ası için bezi kaldırır. Ç ıngırak sesi du
yulunca, hem en haberciye bir at hazırlanarak, onun atı
hem en hareket edecek şekilde bulm ası sağlanır. Böyle-
ce haberci bir duraktan diğerine at koşturur ve her git
tiği yerde yeni atları hazırlanmış bulur, bu gideceği yere
kadar devam eder. Sultan ın habercileri için atları hazır
tutan bu Hanlar, bütün yollarda vardır.
H abercilerin, yolda alıkonulm alarından korkulduğu
büyük tehlikeli zam anlarda Su ltan , “H aber G ü vercin
leri” yollar. Ç oğun lukla S u ltan bu güvercinleri Kahi-
re’den Şam ’a gönderir, çünkü arada büyük bir çöl var
dır. Bu güvercinler, Sultan ın arzu ettiği her şehirde şöy
le eğitilir: Bunun için bir güvercin çifti alınır yem leri
ne şeker katılarak çok iyi beslenir fakat bir yere uçm a
larına engel olunur. Ç iftleşm e zamanı gelince erkek gü
vercin Su ltan a getirilir, dişisi yerinde bırakılır. Erkek
124
güvercinin hangi şehirden olduğu işaretle sap tan ır ki
kesin olarak hangi şehirden geldiği bilinsin. Ö zel bir
kafese konulur, fakat başka hiçbir güvercin in y anına
yaklaşm asına izin verilmez, ve artık eskisi gibi fazla yi
yecek özellikle de şeker verilmez. Bu, geldiği şehri daha
çok özlesin diye yapılır. O gönderilm ek istenirse, k a
natları altına mektup bağlanır. Ve erkek güvercin, eği
tildiği eve doğru uçar ve orada yakalanıp, m ektup a lı
nır ve alıcısına iletilir.
S u ltan a, bir Bey olsun, tacir olsun, m isafir gelince,
Sultan ona bir Tavsiye M ektubu verir, o kim se bu m ek
tubu, devlet içinde kime gösterse, o hem en diz çöker,
ve m ektubu okur, öper ve misafire büyük saygı gösterir.
O nu bir şehirden diğerine çok uzak olsa da götürür. Bir
kraldan veya yabancı bir hüküm dardan S u ltan a bir elçi
gelirse, M üslüm anlarda adettir, elçi, üçyüz-dörtyüz atlı
ile h atta altıyüz atlı ile gelir. Sultan, gelişi öğrenir ö ğ
renmez tahtına oturur, pahalı elbiseler giyer, kıym etli
taşlar tak ın ır ve önüne yedi k at perde çektirir. E lçi
onun önün e çıkm ak istediğin de perdeler birer birer
açılır. H erbirinin önünde elçinin eğilip yeri öpm esi ge
rekir. S o n perde açılınca, elçi Sultanın önünde diz ç ö
ker. S u ltan elini uzatır o da öper sonra getirdiği haberi
sunar.
A rab istan ’da S a k a ism inde bir kuş vardır,( * ) turna
dan büyüktür ve uzun bir boynu ve geniş bir gagası var
125
dır. R engi siyahtır, kazın ayağına benzeyen büyük siyah
ayakları vardır. Tüyleri turnanınki gibidir fakat boy
nunda büyük bir kursağı bulunur ki çeyrek kova suyu
herhalde rahatça alır. Bu kuş, su bulunan yerlere uçar
ve kursağını su ile doldurur. S u ile çöle gider ki orada
su bulunmaz, ve suyu bir kayanın çukuruna doldurur.
Bunun üzerine çöldeki diğer kuşlar gelip, su içerler. S a
ka da bu kuşları gıda için yakalar. Bunu, M uham m ed’in
mezarına giderken geçilen çölde görm ek mümkündür.
126
3 8. B ölüm
128
baş rahibin kim olacağına dair bir m ektup bulur. Bun
dan sonra başrahibin kan dili ken d iliğin d en yanm aya
başlar. M anastırda bir de M usa’nın asa’sı ile taşa vurdu
ğunda suların kaynam aya başladığı kaynak vardır. M a
nastırdan pek uzak olm ayan, Aziz Bakire (M eryem ) şe
refine vakfedilm iş olan ve rahiplere M eryem ’in (zam an
zam an) göründüğü bir kilise vardır. Bunun biraz yukarı
sında, küçük M usa Kilisesi vardır ki orası M usa Tanrıyı
kendi gözleriyle görüp de kaçtığı yerdir.
D ağda (S in a) Ilyas Peygamber adına bir küçük kilise
de vardır. Bu yerin ismi “O reb”dir. M usa K ilisesinin ya
kın ın d a, T an rın ın M u sa’ya O n Em ri taşıy an levhayı
verdiği yer de bulunmaktadır. Bundan başka bu dağda
M usa’nın kırk gün oruç tuttuğunda çekildiği m ağara da
bulunmaktadır.
D ağın eteklerindeki vadiden bir hayli gidince Aziz
K atharin e’nin M elekler tarafından getirildiği dağa geli
nir. Aynı vadide Kırk Şeh id in şerefine inşa edilen k ili
se bulunur. O rada rahipler sık sık d inî törenler yapıp
İlâhiler okurlar. Azize’nin M elekler tarafından getirildi
ği yer çıplak kayalardan ibarettir. O rada bulunan küçük
kilise (K apelle) yıkılmıştır. S in a ism ini taşıyan, birbiri
ne yakın iki dağ mevcuttur.
129
3 9. B ölüm
E
bron (şeh ri)’nden pek uzakta olm ayan M am ber v a
disinde bir “Kuru A ğ a ç” vardır ki, M üslüm anlar bu
ağaca “Kurrutherek” (Kuru diraht) derler. Sirpe (Serv i)
de d e n ilir. Bu a ğ a ç İb ra h im z a m a n ın d a n itib a re n
İsa’nın çarm ıhda ölüm üne kadar daim a yeşildi. O za
m andan beri kurumuştur. Kâhinlerce söylendiğine gö
re, B atıdan bir Bey İsa’nın mezarını (M üslüm anlardan)
geri fethedip de ağaçların altında bir d inî m erasim yap
tığında, bu ağaç da yeniden yeşerip m eyva verecektir.
M üslüm anlar on a büyük saygı gösterirler ve gayet iyi
korurlar. Bir kim senin sarası olup da bu ağacın altına
getirilirse artık düşüp bayılm az.* Bu ağacın diğer bazı
faziletleri de olduğundan bu kadar iyi korunm aktadır.
K udüs’ten İsa’nın büyüdüğü, yetiştiği, N âsıra’ya k a
dar iki günlük yol vardır. Burası vaktiyle gerçek bir şe
hirdi fakat bugün (sadece) bir köydür, evleri dağınık
şekilde serpilm iştir. T ep elerle çevrilid ir, orad a M er
yem ’in C ebrail’den m esajını aldığı yerde bir kilise var-
( * ) R o se G r â t e l, b u a ğ a ç t a n k ü ç ü k b ir y o n g a (k ıy m ık )ı ü z erin d e ta şıy a n sa r ’a d a n
kurtu lu r, diye çe v irm iştir.
130
dır. Fakat bir sütun dışında kiliseden birşey kalm am ış
tır. Bu sütunu, M üslümanlar, H ıristiyanların oraya ge
tirdikleri kurbanlar, sadakalar yüzünden, çok iyi koru
maktadırlar. Bunları alırlar fakat yine de H ıristiyanlara
düşm andırlar, yalnız S u lta n ’ın em ri nedeniyle onlara
hiçbir şey yapamazlar.
131
4 0 . B ölüm
B
en Kudüs’te iken aslında büyük bir seferde bulunu
yorduk ve -zannederim otuzbin kişi- geniş güzel bir
ovada ordugâh kurmuştuk. Bu yüzden bütün kutsal yer
leri bizzat ziyaret edem edim , bununla beraber h iç o l
mazsa aşağıda tasvir ettiklerim i gördüm. Yusuf isminde
bir yaya askerle birlikte iki defa Kudüs’e gittim .
Kudüs, aşağıya doğru birçok suların aktığı iki dağ ara
sındadır. M üslüm anlar, Jerusalem ’e Kurtzitabil (K udis
Şerif) derler. Kutsal Mezar Kilisesi, güzel, yüksek kub
beli bir binadır. Dam ı kurşunla kaplıdır. Bu kilise v ak
tiyle şehrin önlerinde iken şimdi bulunduğu yerde şeh
rin içinde kalmıştır. Kiliseye gelir gelmez, sağda İsa’ya
işkence edildiği K alvarien tepesi bulunur. O niki m erdi
ven basam akla çıkılır ve yukarıda R ah ip Jo h an n ’m ül
kesinden (gelm iş) rahiplerin kaldığı küçük kilise v ar
dır. K ilisede d ağın yanında bir m ihrap bulunuyor ki
orada, İsa’nın cezalandırıldığı sırada bağlanm ış olduğu
sütun durmaktadır. Bu mevkide yerin kırkiki basam ak
altında, kutsal H aç ve iki haydutun (Sch aech er) haçı
bulundu. Kilisenin içinde, sağda mezarın etrafında n e
fis bir muhafaza m ahalli vardır. İçeri girilince hem en
132
sağda asıl mezar vaıdır fakat içeriye sadece m ühim kişi
ler bırakılır. Duvarlar arasına, K utsal M ezar’dan bir taş
yerleştirilm iştir. Bu taşı H acılar öper ve o n a elleriyle
dokunurlar. O rada bir kandil vardır ki bütün yıl boyun
ca, İsa’nın çarm ıha gerildiği gün olan K arfreitag’a k a
dar yanar. O tarihte söner ve O stersonntag (Paskalya
Pazarında) kendiliğinden yen iden yanar. O steraben d
(Paskalya A kşam ı) Kutsal M ezar’dan bir alevin ışığına
benzeyen bir pırıltı görünür. Erm enistan, Suriye ve R a
hip Jo h an n ’ın m em leketinden (efsanevi bir m em leket)
bu ışığı görm eye birçok insan gelir. K ilise kap ısın ın
önünde onsekiz basam akla bir yere çıkılır ki orada, İsa,
çarm ıhtan anasına şöyle seslenm işti: Bak O ğlunu G ör!
Aziz Johannese ise “ Bak, gör, bu senin annendir.” İsa
bu m erdivenleri, sırtında çarm ıhla çıkm ıştı. Yukarıda
kü çü k bir k ilise bu lu n u r ki o rad a, rah ip Jo h a n n ’ ın
m em leketinden rahipler bulunur.
Şeh rin kenarında, onun taşlandığı yerde, Aziz Stefan
K ilisesi vardır. Jo sa p h a t vad isin e karşı, K u tsal M ezar
K ilisesinin önünde A ltın K apı vardır. K utsal M ezardan
pek uzak olm ayan bir m esafede büyük A ziz Jo h a n n
H astah anesi bulunup O rada hastalara bakılır. H astaha-
ne yüzotuzdört sütuhludur, diğer bir tane d ah a vardır ki
ellidört mermer sütuna istinat eder. H astah an en in alt
kısm ında güzel bir kilise vardır, ismi M eryem A n a Bü
yük Kilisesi adını taşır. Bu arada M eryem adına bir k ili
se d ah a m evcuddur k i, M aria M a g d a le n a ve M aria
Elepphe’nin Isa’yı çarm ıhta görünce elbiselerini çıkar
dıkları yerde kurulmuştur. Bu kilisenin önünde, Kutsal
133
mezar yönünde İsa’nın M abedi vardır, çok güzel, yük
sek kubbeli ve üstü kalayla (kurşun?) örtülüdür. Ç e v re
sinde evler ve mermerle döşenm iş bir meydan bulunur.
Oraya M üslümanlar, ne Yahudileri ne de H ıristiyanları
bırakırlar. H em en m abedin yanında “Süleym an ’ın A h ı
rı” denilen dam ı kurşun kaplı kilise vardır, onun solun
da Süleym an M abedi denilen, bir Saray vardır ki için
de Azize A n n a ’ya vakfedilm iş, kuyusu olan bir kilise
vardır. Burada yıkanan kimse, hastalığı ne olursa olsun
iyileşir. Aynı yerde (vaktiyle) İsa yatalak bir hastayı iyi
leştirmişti.
Ç o k yakında Pilatus’un Evi hem en onun yanında ço-
134
cukları öldürten H erodes’in evi vardır. Biraz ilerde Azi-
ze A n n a Kilisesi bulunur. O rada, Aziz Joh an n es Chris-
tostim os’un bir kolu ve Aziz Stefan ’m kafatasının bü'
yük bir kısmı muhafaza edilir. Zion D ağı’na çıkm ak is
tenirse, üstünde Jakob K ilisesinin bulunduğu sokaktan
geçilir. Oraya yakın ve M eryem ’in yaşayıp öldüğü yerde
de bir kilise vardır. Zion dağına çıkışta bir küçük kilise
vardır ki içinde, K utsal M ezar’a yuvarlanan taş durur
bundan başka, Yahudiler kendisini çarm ıha gerdikleri
zaman İsa’nın bağlanm ış olduğu sütun da vardır. O sı
rada Yahudilerin yüksek rahibi A n n as da orada bulu
nuyordu. O tuz iki b a sa m a k la İsa ’n ın h a v a rile rin in
ayaklarını yıkadığı yere çıkılır, bunun çok yakınında
Aziz Stefan gömülüdür. Yine orada meryem, m eleklerin
dinsel merasimde ilahiler okuduğunu işitm işti. Küçük
Paskalya (P an tk o t) da K u tsal R uh o n lara geldiği za
man, havariler (aynı kilisede hem en m ihrabın yanın
d a) oturuyorlardı. Yine bu yerde İsa havarileriyle Pas
kalya Yortusunu kutladı. Bu tepe halen Kudüs’ün için
dedir, şehirden yüksektir. T ep en in alt kısm ın da S u l
tan ’ın yaptırdığı güzel bir kale vardır. D ağda S u ltan la
rın, Kral D avid ve diğer birçok kralın mezarları bulu
nur. Z ion D ağ ı ile S ü le y m a n M a b e d in in a ra sın d a ,
İsa’nın M eryem’i ölüm den kurtardığı ev vardır.
Peygamber Isaias’ın mezarı da şehirdedir. Şehrin ke
narında Peygamber D avid (D avud) gömülüdür. Zeytin-
dağı ile Kudüs arasında Josaphat vadisi bulunur ki, şeh
re kadar uzanmaktadır. Bu vaadi boyunca bir çay akar,
y ine orad a bir k ilise d e kırk b a sa m a k la in ile n M e r
yem ’in Mezarı bulunur. O nun yakınında Yakup ve Ze-
keriya peygamberler gömülüdür. V adinin üst kısm ında
Zeytindağı vardır. O n u n hem en bitişiğindeki G alilea
D ağı Ö lü Denize kadar uzanır. K udüs’ten oraya kadar
ikiyüz Stadien (1 Stad ien = 180-190 m .) mesafe vardır,
denizin kendisi ise yüzelli Stadien genişliğindedir. Ü r
dün (Jordan) ırmağı Ö lü Deniz’e akar, denize döküldü
ğü yere yakın bir yerde Aziz Joh an n es’in K ilisesi vardır.
Irmağın biraz yukarı kısm ında Hıristiyanlar, genellikle
burada yıkanırlar, çünkü ırmak orada ne geniş ne de
derindir. Irm akta pek ço k balık bulunur. Irm ak aynı
dağda bulunan iki kaynaktan çıkar. Bunlardan birinin
136
adı “Jo r” diğerinin “D on ”dur. Jordan adı buradan gelir.
O bir gölden akıp geçer ve sonra bir geniş ovaya gelir
ki bu o vada, M üslüm anlar, yılda birkaç defa Panayır
kurarlar. Bu ovada Jak o b ’un (Yakub) mezarı da bulun
maktadır. Ben bu ovada genç bir kral ve otuzbin kişilik
kuvvetiyle birlikte bulundum , bu kuvveti T ü rk Kralı
ona ödünç verm işti. Ü rdün V adisinde birçok H ıristi
yan yaşar bunların çoğu R um ’dur. M üslüm anların K u t
sal Mezarı ele geçirmeleri 1280 yılında vukubulmuştur.
Ebron, Kudüs’ten yedi “ leg” uzaklıktadır ve Philister
bölgesinin başkentidir. O rada Patrik A d am , A braham ,
Isaak ve Jakop ile bunların karıları Eva, Sarah , Rebec-
ca ve L e a ’nın m ezarları bulunur. A ynı yerde M ü slü
m an ların , kutsal A zizlerin orada yatm aları sebebiyle
çok iyi korudukları ve saygı gösterdikleri güzel bir kilise
vardır. M üslümanlar, ne H ıristiyanları ne de Yahudileri
içeri sokmazlar, meğer ki S u ltan ’dan özel bir m üsaade
leri olsun. O nlara göre bizler, bu kadar kutsal yerlere
girmeye layık değilmişiz.
H ıristiy a n la rın “ K a ir o ” (K a h ire ) d ed ik le ri M issir
(M ısır) şehrinin kenarında bir bahçe vardır ki orada,
sadece H in distan’da yetişen pelesenk ağaçları bulunur.
S u ltan bu yoldan büyük gelir sağlar. M üslüm anlar pele-
senk’i (balsam ı) başka şeylerle karıştırırlar. Aynı şekil
de tacirler ve Eczacılar da çok daha fazla kazanç sağla
mak için içine birçok şeyleri katıştırırlar. H akiki, ger
çek pelesenk, berraktır, rengi sarımtraktır, güzel bir ko
kusu vardır. Fakat gayrı şeffaf ve kırmızı ise, halis değil
dir. Bir dam la pelesenki eline al güneşe tut, halis pele
137
senk ise, ısısına dayanam azsın, çünkü ısıyı emer, elini
yakar. Bıçağın üzerine bir dam la pelesenk alıp ateşe so
kun, yanarsa, halistir. Yahut, keçi sütü ile dolu bir gü
müş bir kâse veya kadeh al iyice karıştır içine bir dam la
pelesenk koy, eğer iyi cins ise süt bir an da kesilir. İşte
pelesenk böyle muayene edilir.
138
4 1. B ö l ü m
C
ennette, sonradan çeşitli ülkelerden akan dört ır
m ağın çıktığı bir kaynak vardır. B irincisinin adı
Phison (İndus) olup H in d istan ’dan geçer. Bu nehirde
çok altın ve kıym etli taşlar bulunur. İkincisi N il’dir,
H a b e şista n ve M ısır’d ai} geçer. Ü ç ü n c ü sü ise D icle
olup A sya (Küçük A sya) ve Büyük E rm enistan’ ı kate-
der. D ördüncüsü Fırat olup İran ve K üçük E rm en is
tan ’dan akar. Bu dört nehirden ben N ili, D icleyi ve F ı
rat’ı gördüm. Bu nehirlerin geçtiği m em leketlerde yıl
larca bulundum, iyi ve kötü çok şeyler yaşadım ki bun
lardan daha çok an latacak şey var.
139
4 2 . B ö l ü m
141
4 3 . B ö l ü m
İskenderiye
143
sm
m
çok gemi geldi. Papaz aynayı kırdı, aynanın parçalan
ması için üç kere kuvvetle vurması gerekti. Darbelerin
çıkardığı sesten şehrin ahalisi korktular. H epsi kalkıp
kuleye koştular ve kapıyı, papazın üstüne kaçm asını ö n
lemek üzere, kilitlediler. O , kulenin penceresinden de
nize atladiyse de yere düşüp öldü. H em en sonra, Kıbrıs
Kralı büyük bir deniz kuvvetiyle gelip şehri fethetti ve
üç gün süreyle elinde tuttu. Bundan sonra Sultan onun
üzerine yürüdü. Kral ise daha fazla şehirde kalm ak iste
medi, şehri yaktı, ahalisini tutsak edip, kadın ve çocuk
ları bütün m al ve eşyalariyle kendi krallığına götürdü.
146
4 4 . B ö l ü m
148
4 5. B ölüm
149
4 6. B ö l ü m
B
urada şim di M uham m ed’den, n asıl m eşhur oldu
ğundan ve dininin nasıl meydana geldiğinden bah
sedeceğim . O A rabistan ’da doğdu. A n a, babası fakir in
san lardı. O nüç yaşm a gelince yabancı m em leketlere
gitti. M ısır’a gitm ek isteyen tacirlere gelerek kendisini
de beraber götürm elerini rica etti. O nu develere ve a t
lara bakması şartiyle yanlarına aldılar. M uham m ed n e
reye gitse veya nerede dursa başının üstünde bir siyah
bulut dolaşıyordu. Kervan M ısır’a geldiğinde çadırlarını
bir köy yakınında kurdular. O zam anlarda M ısır’da Hı-
ristiyanlar vardı. O ranın papazı gelip tacirleri yemeğe
çağırd ı. O n lar, d a v e ti k ab u l e ttile r yaln ız M uh am -
m ed’in bu sırada develer ve atlara göz kulak olm ası la
zımdı ve öyle yapıp onu bıraktılar.
Tacirler papazın evine gelince o hepsinin orada olup
olm adığını sordu ve tacirler, binek hayvanlarına göze
ten bir çocuk dışında hepsinin orada olduğu cevabını
verdiler. Fakat bu papaz, iki ayrı cins aileden doğmuş
birinin Hıristiyanlığa karşı bir din kuracağına, dair bir
kehanet okumuştu. Bunun işareti bu kim se nerede ise,
siyah bir bulutun onun üzerinde bulunm asıydı. Papaz
150
evin önüne çıktı ve genç M ukam m ed’in üstünde siyah
bir bulutun bulunduğunu gördü. Bunu görür görmez,
tüccarlardan çocuğu getirm elerini rica etti, o n lar da
alıp geldiler. Papaz, ona ism inin ne olduğunu sordu, o
da “M uham m ed” diye cevapladı. Bu ismi de papaz k e
hanette okumuştu. Ayrıca M uham m ed’in kudretli bir
hüküm dar olacağını ve H ıristiyanlığa çok büyük gü ç
lükler getireceğini de tesbit etm işti. O nun dini bin yıl
bile sürm eden gerileyecekti. Papaz, gencin ism inin M u
ham m ed olduğunu ve siyah bir bulutun devam lı üstün
de dolaştığını, bunun yeni dini kuracak olan kimse ol
duğunu anlayınca çocuğu, yem ekte tacirlerin üst başı
na oturttu ve ona büyük saygı gösterdi. Yem ekten son
ra, papaz taccarlara genci daha evvelden tanıyıp tan ı
m adıklarını sordu, onlar “Hayır, fakat bize geldi ve M ı
sır’a kendisini de getirmemizi rica e tti” dediler. Papaz
151
bunun üzerine kehanetini anlattı ve bu gencin H ıristi
yanlığa karşı bir din kuracağını, ve bu d in in H ıristiyan
lığı zor durum da bırakacağını an lattı. B unun alâm eti
ise devam lı şekilde onun üzerinde d olaşan siyah bulut
tu. O nlara bulutu gösterip onun gem ide bile üzerinde
olduğunu söyledi.
Ç o cu ğa dönüp: “S e n ilerde büyük bir Ö ğretici o la
caksın ve putperestler arasında bir din kurup, Hıristi-
yanları kudretinle em rin altına alacaksın. Soyun da bü
yük bir kudret sahibi olacak. Sen d en ricam benim so
yumu, Erm enileri sulh içinde bırakm an onlara dokun-
m am andır.” dedi. G en ç, ona bunu v aa d e tti.*
B u n un üzerine o, tacirlerle birlikte B a ğ d a t’a gitti.
Büyük bir âlim, putperestlik kitaplarının, m etinlerinin
büyük bir bilgini oldu ve petperestlere, Tek Tanrıya,
G öğün ve yerin yaratıcısı Tanrıya inanıp, putlara inan-
m am alarnı vaazetti. Bu putların sadece insanların ya
rattığı şeyler olduğunu, kulakları olup, işitm ediklerini,
gözleri olup görm ediklerini ağızları olup konuşm adıkla
rını, ayakları olup yürümediklerini ve kendilerine bun
ların hiçbir yardım yapam ayacağını ne bedenlerine ne
ruhlarına yararları olm ayacağını, söylüyordu. Bu şekil
de Bağdat kralını ve onunla birlikte kalabalık halkını
kendi dinine kazandı. Kral onu benim sedi ve m em leket
üzerindeki hâkim iyetini ona devretti.
Kral öldüğünde M uham m ed onun başkadını ile ev
lendi ve hem en hem en Papa kadar kudretli bir “H alife”
( * ) N e u m a n n ’ın , S u lt a n ın m e k tu b u n u n E rm e n i id d ia sı o ld u ğ u n u y az d ığ ın ı b e lir t
m iştik (b k . 3 7 . B ö lü m ). B en z eri b ir d u ru m a b u ra d a d a rastlıy o ru z .
152
oldu. Yanında, M üslüm anlığa göre âlim , dört kişi vardı
ki herbirine bir m em uriyet verdi. Biri dinî bakım dan
işlerin m urakabesini, diğeri dünyevî işlerin kin i aldı.
Ü çüncüye (ki ismi A bubach (Ebubekir) idi) terazi (ti
caret) işleri ve zanaatın m urakabesini verdi. O nun her
kesin zan aatini dürüstçe icra etm esin e d ik k at etm esi
gerekiyordu. Dördüncüyü m ensuplarının gözeticisi yap
tı o dönem de oralard a h â lâ H ıristiy an lar bulunduğu
için, on ları ih tid a ettirm ek, İslâm a dön d ürm ek için
A rabistan ’a gönderdi. D önm ek istem eyenleri, kılıcı ile
buna zorlayacaktı. M üslüm anlığın kitabı A lk o ri (Ku-
ran)da onun A rab istan ’da bir gün içinde doksanbin k i
şiyi İslâm dini uğruna öldürdüğü yazılıdır.* Böylece bü
tün A rab istan ’ı M üslüm an yaptı. M uham m ed onlara,
yeri göğü yaratan T anrıya karşı n asıl d av ran acak ları
hususunda bir kanun verdi, hüküm ler koydu.
Bu İslâm Kanunu şu şekilde başlar: Bir erkek çocuk
doğup da onüç yaşm a ulaşınca, sünnet edilm esi gerekir.
Bir gün içinde, ibadet ile geçirilm esi gereken beş vakit
tesbit edilm iştir. İlk ibadet gün d oğark en , m üteakip
olanı öğle zam anı üçüncüsü ikindi vakti, dördüncüsü
güneş batm adan ve beşincisi gün ve gecenin ayrıldığı
zam anda yapılır. İlk dört ibadette, duada göğü ve yeri
yaratan A lla h ’ı m ethederler överler, beşincisi ile Mu-
ham m ed’in A llah nezdinde kendilerine şefaatte bulun
153
m alarını dilerler. Bu vakitlerin hepsinde cam ilere git
mek zorundadırlar. C am ie girm eden önce herkes, ağız
larını ellerini ve ayaklarını göz ve k u lak ların ı yıkar.
Eğer bir kimse karisiyle beraber olm uşsa, o ancak bütün
vücudunu tem izledikten sonra tapınağa girebilir. Bunu
M üslümanlar, biz H ıristiyanların günah çıkarm ası gibi
yaparlar. M üslüm anlara göre, o yıkandığı zam an, bir
H ıristiyanın tam bir pişm anlıkla, papaz önünde günah
çıkarttığındaki gibi tertem iz olun T ap ın ağa girm eden
önce, ayakkabılarını çıkarır ve çıplak ayakla içeri girer
ler. Yanlarına, küçük bir çakı dahil hiçbir silah alam az
lar. Erkekler içerde iken, kadınlar da içeri giremezler.
T apınakta toplanınca yanyana dururlar ellerini bağlar
lar, eğilirler ve yeri öperler. Papazları, önde bir san dal
ye, iskemle üstünde oturur ve duaları yüksek sesle okur,
herkes onu tekrarlar. C am ide kimse yanındaki ile ko
nuşam az, ibadet bitene kadar ona bakam az. C am id e
kimse diğerinden öne çıkamaz, bütün ayaklar aynı h i
zada, yanyanadır. C am in in içinde dolaşam az ve etrafa
bakamazlar. Bir yerde sessizce dururlar, ellerini büküp,
katlayıp ibadet bitene kadar öyle kalırlar. İbadetlerini
bitirince birbirlerini selam larlar ve ancak o zam an A l
lah’ın evini terkedebilirler. C am ide hiçbir kapı açık b ı
rak ılm az. İçin d e resim ve ta b lo la r y ok tu r. S a d e c e
h at’lar ve çiçek veya geom etrik m otifli süsler bulunur.
İçeri hiçbir Hıristiyan giremez. Bundan başka kimse c a
mide tüküremez, öksüremez veya buna benzer şeyler ya
pamaz. Buna rağm en böyle birşey vaki olursa, gidip yı
kanm ası (abdest alm ası) gerekir, bir de diğerlerinin ağır
154
azarlarına m uhatap olur. Bir kimse, aksırır, öksürür, v e
ya tükürmek zorunda kalırsa dışarı çıkm ak ve sonra yı
kanm ak zorundadır.
İlginçtir ki M üslümanlar, bizim Pazar günümüz gibi,
C um a gününü kutlarlar, tatil yaparlar. Bir kimse C u m a
günü cam ie gitmezse, onu alır ve bir el m erdivenine
bağlarlar, sonra şehrin bütün sokaklarından geçirerek
cam i’in önüne getirirler bir yere bağlayıp ibadet bitene
kadar bekletirler. Son ra çıplak vücuduna zengin olsun
fakir olsun yirmibeş değnek vurulur. H erkes, hayvan la
rından cum a günü aldığı m ahsulü hastahaneye getirir.
O nların papazlarının söylediklerine göre, C u m a ibade
tini ifa ettikten sonra rahatça işlerine gidebilirler zira
çalışm a kutsaldır ve insanlar boş geçen vakitlerinde ça
lıştıkları zam anlara göre daha çok gün ah işlerler. Bu
nedenle, halka ibadetlerini yaptıktan sonra, C u m a gü
nü de çalışm aya müsaade edilir. .
M üslüm anlar ellerini Tanrıya kaldırıp, koro halinde
H ıristiyanlardan intikam için niyazda bulunurlar, bu
esnada şunu söylerler: “Herşeye kaadir A llah ım , Hıris-
tiyanlara hiçbir zaman sulh ve rahat verm em eni niyaz
ediyoruz.” Bununla şunu söylem ek isterler ki, Hıristi-
yanlar birleşir ve aralarında sulh olursa, M üslüm anlar
onlara mağlup olacaklardır.
Ü ç nevi m abet vardır: Birine herkes gidebilir, Pfarr
kirche (C e m aa t K ilisesi ?) gibidir. D iğerin e papazlar
(H ocalar) gider ve etrafında vakıfları olan M anastırlar
gibidir. Ü çüncülerde Krallar ve m em leketin büyükleri
gömülüdür. O rada A llah rızası için fakir kim seler Yahu
155
di olsun, Hıristiyan olsun, M üslüm an olsun konaklar
lar. Bu mabedler bir nevi Sp ital (Fakirler Evi) gibidir.
Birinci nevi mabede “M esgit” (M escit), İkinciye “Med-
rassa” (M edrese) ve üçüncüye ise “A m a ra t” (İm aret)
denilir. M abetlere ve çevresine ölü gömülmez. Ölüler,
açıklığa ve yol kenarlarına gömülür. Bunu böyle yap
m alarının sebebi gelen geçenin onlar için A lla h ’a dua
etm elerini temindir. Bir kim senin ölm esi yaklaşınca,
yakın ları etrafın a to p lan ır ve o n a m erh am et etm esi
için, A llah ’ı anm ası ona yalvarm ası gerektiğini ken d i
sine söylerler. Ö lünce dışarda yıkarlar ve papazları onu
İlâhiler söyleyerek mezara götürüp gömerler.
M üslüm anlar yılda bir ay oruç tutarlar ve bu her yıl
başka ayda olur. O rucu bütün gün tutarlar, yıldızlar
gökte görününceye kadar yemezler, içmezler. So n ra p a
paz (müezzin) bir kuleye çıkarak halkı ibadete davet
eder. İbadethanelere gider ve ibadetlerini yaparlar. A n
cak ondan sonra eve gidip gün ağarana kadar et ve baş
ka neleri varsa yerler. O ruç süresince karılarına yaklaş
mazlar. G ebe kadınlar, loğusalar ve hastalar, gündüzün
de yiyebilirler. Ram azan ayında ne ev için kira ne de
nera’a getiren diğer şeyler için para talep etm ezler.*
( * ) E v iç in e sa s an la m ı faiz o la n “ Z in s” in a n la m ı k ira o lu p b u d a R a m a z a n d a da
şü p h e siz alın ab ilir. S c h iltb e rg e r , b e lk i bazı m ü n fe rit o la y la r ı k u ra l sa n m a k ta d ır.
4 7. B ö l ü m
157
nöbet tutarlar. Beyler de ibadetlerini bitirince H ocanın
içinde olduğu tah tırevan elleri üstünde, çalgıcılar ve
San caktarla birlikte H ocanın evine getirilir. Son ra da
herkes evine gider ve üç gün bayram yapar.
158
4 8. B ölüm
B
u Bayram dan bir ay sonra M üslüm anların, A bra-
ham (Hz. İbrahim ) şerefine kutladıkları diğer bir
bayram vardır. Bu bayram da kuzular ve sığırlar keserler
ve etini A llah rızası için ve İbrahim ’in şerefine fakirle
re dağıtırlar, çünkü o A lla h ’a itaat ederek oğlunu kur
ban etm ek istem işti. Bu bayram da M üslüm anlar Mu-
ham m ed’in kabrini ve İbrahim ’in inşa ettiği tapınağı
ziyaret ederler. İçinde M uham m ed’in göm ülü olduğu
bu m abed, M edine şehrinin kenarındadır. Bu bayram da
Sultan, İbrahim Tapınağını kadife bir örtü ile örter ve
bir din adam ı oraya gelen her hacıya bu örtüden küçük
bir parça kesip verir, H acılar da bu parçayı, orayı ziya
retlerinin bir işareti olarak yanlarında götürebilirler.
159
4 9. B ölüm
Müslümanların Kanunu
Ş
imdi, M uham m ed’in M üslüm anlara K anun olarak
koyduğu emirlerden söz edeceğim . E vvela o, Müs-
lüm anlara sakallarını kesmeyi yasakladı, çünkü bu, ilk
insan olarak A d em ’i kendi İlâhî şekline göre yaratm ış
olan Tanrının iradesine aykırı olurdu. Bu sebeple, Müs-
lümanlar, Tanrının kendisini yarattığından başka türlü
görünenler, genç olsun yaşlı olsun T an rın ın iradesini
değiştirmiş ve ona aykırı davranm ış olm aktadır, derler.
Ayrıca sakalını kesen bir kim senin kibirli ve mağrur oh
duğu ve dünyada hoşa gitm ek için süslendiği kanaatin-
dedirler. Böylelikle o, ilahî yaratım ı hor görmüş olur.
Bunu özellikle Hıristiyanlar, karılarının hoşuna gitsin
diye yaparlar. Bu o n lara göre, T an rın ın verdiği şekli
(sırf) dünyaperestlik yüzünden d eğiştirm ek olup son
derece nahoş bir davranıştır. B undan başka M uham -
med M üslüm anların hiçbirinin, diğerleri yanında başı
nı açm am asını, ne kral veya imparator, ne de soylu o l
m ayanın önünde başm dakini çıkarm am asını em retm iş
tir. O nlar da bu emre uyarlar. Fakat kudretli bir kimse
önlerinden geçerken eğilirler ve diz çökerler. İnsan ba-
şındakini ancak ölen baba, ana veya bir arkadaş ise ce-
160
naze önünde çıkarm alıdır derler ve böyle de davranır
lar. Eğer bir kim seden davacı iseler, şapkalarını çıkarıp
onun önüne yere fırlatırlar ve sonra da dava ederler.
M uhammed, herkesin, besleyebileceği kadar karı al
m asına izin vermiştir. Yine kuraldır ki, bir kimse karısı
Kamile ise ona doğurm asından ondört gün geçinceye
kadar yanaşam az. Bu sürede başka k a d ın la yatabilir.
M ü slü m an ların d ed iğ in e göre, K ıy am e t G ü n ü n d e n
sonra da onların birçok karıları olacak fakat onlar her
y atıştan sonra yine de bakire kalacaklarm ış. B undan
başka, T anrının bu türlü evliliği sad ece “ M üslüm an ”
olarak ölenler için yarattığına inanırlar.
M uham m ed bunun dışında, an cak boynu kesilm ek
suretiyle kanı akıtılan hayvan ve kuşların yenm esini
emretmiştir. Bu kurala da uyarlar ve M uham m ed yasak
ladığı için domuz eti de yemezler.
161
5 0 . B ö l ü m
163
5 l . B ö l ü m
164
5 2. B ö l ü m
B
ir H ıristiyanın nasıl M üslüm an olabileceği ilginç
tir. Bir Hıristiyan M üslüm anlığı kabul etm ek ister
se yapacağı ilk iş, bir parm ağını kaldırıp şu sözleri söy
lemesi gerekir: “La il lach illallach, M uham m ed onun
gerçek elçisidir” . Bunu söyleyince onu en büyük p apa
zın (M ü fti) önüne götürürler. O rad a, bu kim se aynı
şeyleri bir kere daha söyler ve H ıristiyanlığını reddeder.
Bundan sonra ona yeni bir kıyafet giydirirler ve papaz
başına yeni bir bez (sarık) sarar. Bunu, M üslüm an oldu
ğu anlaşılsın diye, yaparlar, zira H ıristiyanlar başlarına
mavi, Yahudiler ise sarı bez bağlarlar.
So n ra papaz bütün oradakilere hazırlanm alarını, ve
atı olanların, atlı olarak yürüyüşe katılm alarını em re
der. Bu emir o bölgedeki bütün hocalar için de geçerli-
dir. H epsi toplanınca, M üslüm anlığa geçen kimseyi bir
ata bindirirler, basit halk önden yürür, din adam ları ar
kadan giderler. Bu arada borular, davullar ve zurnalar
çalarlar. İki h o ca yüksek sesle “T h ary wirdur, m esse
chulochur, m aria(lara) (kara) baschidur m achm et kas-
suldur” diye bağırırlar ki anlam ı şudur: “Tanrı birdir,
M esih (İsa) kuludur, M eryem kızıdır, M uham m ed en
165
büyük Peygamberdir” .* M ühtedi şehrin bütün sokakla
rında dolaştırıldıktan sonra, onu cam ie götürürler ve
orada sünnet ederler. Fakirse büyük ölçüde m al, eşya
toplayıp kendisine verirler. En yüksek Beyler, onu özel
likle onurlandırırlar ve zengin ederler. Bunu yapm aları
nın nedeni hıristiyanların, M üslüm anlığa d ah a kolay
dönm elerini sağlamaktır. İslâmiyeti kabul eden bir ka
dınsa, keza en yüksek papaza (M üftiye) götürülür, ora
da yukarıda belirtilen sözleri söylem ek zorundadır. S o n
ra müfti, kadının kem erini alır, parça parça keser, bun
dan bir haç yapar. Bu h a ç ’ı kadının üç defa çiğnem esi
ve H ıristiyan inancından vazgeçtiğini ve adıgeçen söz
leri söylemesi gerekir.
M üslüm anların, ticarette güzel bir gelenekleri vardır.
Bir kimse kim den olursa olun birşey satm alm aya kalkı
şın ca, satıcıya şunu söyler: “S e n , geçin eb ilm en için,
(ancak) Tanrının öngördüğü kadar kazanm alısın. (Faz
lasını değil).” Bunun üzerine tacir, kırk parada bir para
veya kırk altında bir altın dan fazlasını alam az. Buna
onlar, “A lla h ’ın h o şu n a giden satın alm a ve k azan ç”
derler. Bunu onlara M uham m ed emretmiştir, şu an lam
da ki herkes birbirinden geçinir, fakir zenginden. Her
vaazden önce, hocaları onlara, birbirlerine karşı yardım
etm elerini ve hüküm dara karşı itaatkâr olm alarını, söy
166
ler. Zenginler, fakirlere karşı alçak gönüllü olm alıdır.
Böyle alçak gö n ü llü o lu rlarsa, her şeye k aad ir o lan
Tanrı onlara, düşm anlarına karşı kuvvet ve kudret ve
rir. M üslümanlar, hocalarının ilâhi işler hususunda söy
lediklerine inanırlar ve bu sözlere riayet ederler.
İşte M uham m ed’in M üslüm anlara verdiği dinin ku
ralları, öğrenebildiğim kadar bunlardır.
167
5 3. B ö l ü m
M
üslümanlar, İsa’nın bir bâkireden doğduğuna ve
d oğu m d an son ra da M ery em ’ in b ak ire o lara k
kaldığına inanırlar. O nlar aynı zam anda İsa’nın doğu
mundan sonra annesiyle konuştuğuna ve onu teselli e t
tiğine ve İsa’nın bütün peygam berlerin en üstünü oldu
ğuna ve asla günah işlem ediğine, başka h iç kim senin
onunla eşit olm adığına da inanırlar. Yalnız İsa’nın çar
m ıha gerildiğine inanmazlar. H atta onlara göre, H ıristi
yanların bu inançları, İsa Tanrının en yakını olduğu ve
asla günah işlemediği halde, çarm ıha gerildiğine in an
m aları, kötü ve yanlış bir inançtır. Eğer İsa tam em en
suçsuz, günahsız, çarm ıh a gerilm iş o lsaydı, o zam an
T anrının âdil bir hâkim olm am ası gerekirdi.
O nlara Baha, Oğul, Kutsal R uh ’dan oluşan Tanrıdan
bahsedilince, bunların üç şahıs olup Tanrı olm adığını
çün kü K u ra n ’da “ ü çlü lü k ” ten h iç b a h se d ilm e d iğ in i
söylerler. İsa’nın, “Tanrının kelâm ı, sözü” olduğu söyle
nince de, “T abiî biz T anrının konuştuğunu biliyoruz,
aksi halde o Tanrı olmazdı” diye cevap verirler. K en d i
lerine, M eleğin bildirdiği bir söz üzerine M eryem ’den
doğm asının Tanrının O ğlunun hikm etinin olduğu veya
168
“Biz H ıristiyanların hepim izin M ahkem e önüne çıka
cağımızdan bahsedilen söz hatırlatıldığında bunun ger
çek olduğu, karşılığını verirler. Kim se T anrının sözleri
ne karşı çıkam az. O n lar d a aynı zam an d a k im sen in
Tanrının sözlerinin büyüklüğünü kavrayam acağını söy
lerler. O n ların K itapları K u r’an da bundan yani Me-
lek’in (C ebrail?) M eryem ’e söylediği, Isa’nın Tanrının
K e lâm ın d an doğduğu h u su su n d an , sözeder ve bunu
açıklar. M üslüm anlar bundan başka, İbrahim ’in Tanrı
nın dostu ve M usa’nın onun peygamberi olduğunu ve
Isa’nın Tanrının kelâm ı olduğunu söylerler. Fakat o n
larca M uham m ed, A lla h ’ın gerçek elçisidir. O n ların
kanaatına göre de Isa, Tanrıya en yakın, en şerefli dört
kişi arasındadır. O , m ahşer gününde bütün insanları
yönetecektir.
169
5 4. B ö l ü m
171
5 5. B ö l ü m
M
üslümanlar, H ıristiyanları, ne M esih ’in em irleri
ne ne de inançlarına riayet etm em ekle ve o n la
rın Inzil (In cil)’de (ki “Evangelium ” da denir) bulunan
emirlere ve bu kitapta zikredilen kurallara uym adıkla
rından dolayı suçlarlar.
Hıristiyanlar özel bazı haklarını ki bunlar din ve dün
ya işlerine ilişkin olup, In cil’in emir ve kurallarına ay
kırı oldukları halde, muhafaza etmektedirler.
Bu kitabın (In cil’in) hepsi kutsal ve âdildir fakat H ı
ristiyanların kendiliklerinden çıkardığı em ir ve kural
lar, yanlış ve gayrı âdil, haksızdır.
Bu kurallar, sırf m ülkiyet ve itibar (sağlam ak) için
konulm uştur ve hepsi de Tanrının en sevgili peygam
berinin iradesine aykırıdır.
Bütün bunlar, H ıristiyanların adaletsizliğinden dolayı
başlarına gelen felaketlerin, şikâyet ve sıkıntıların, n e
deni olup, Tanrı tarafından onlara m ukadder kılınm ış
tır.
172
5 6. B ö l ü m
173
n in aynı olduğunu söylerler. F ak at Su riy eliler Jak o -
bis’dirler yani Aziz Jak o b ’un inancına bağlıdırlar, buna
göre her rahip, Tanrının vücudunu tem sil eden (ve k i
lisede rahiplerce ağza koyulan) kaşeyi bizzat kendi eliy
le hazırlamak zorundadır. Bunu yapan “H am ur”u hazır
larken, sakalının tellerinden birini alır ve bunu k aşe
nin (O blate) içine koyarsa onu Tanrının Vücudu, eti
haline dönüştürmüş olur. Bu R um (O rtodoks) inancına
göre önem li bir farktır. Suriyeli rahiplerin kilisede ses
lendirdikleri veya okudukları şeyler Sy risch (Suriye)
dilinde olup R um ca söylenmez.
174
5 7. B ö l ü m
İstanbul
K
onstantinopel (İstanbul) çok güzel, büyük ve gös
terişli bir şekilde inşa edilm iş bir şehirdir. Surları
nın uzunluğu kesin o larak söylenebilir ki on İtalyan
mili uzunluğunda olup binbeşyüz kapısı vardır. Şehrin
kesiti üçgen şeklindedir, bunun iki kenarı deniz tarafın
dan çevrilmiştir. Rumlar, şehre “İstim boli” , Türkler ise
“Stam po l” derler.
Karşıda “Pera” (Beyoğlu) şehri vardır ki Rum lar ve
M üslüm anlar buna “K alath an ” (G alata) ism ini verirler.
İki şehir arasında üç m il uzunluğunda ve yaklaşık o la
rak yarım mil genişliğindeki bir deniz kolu, körfez içeri
uzanmaktadır. Kara yolu uzun olduğu için, bir şehirden
diğerine bu körfez üzerinden geçilir. Beyoğlu veya G a
lata C enevizlilere aittir. Büyük İskender, iki denizin
birbirine akmasını sağlam ak için, kayalar ve dağlar ara
sında onbeş mil uzunluğunda bir kanal açtırmıştır.
Bu kanal, Büyük D eniz veya K aradeniz d en ilen ve
Tuna ile birçok başka neh itlerin döküldüğü denize açı
lır. Buradan K affa’ya (K efe), A lath e n a (?) ve Trabes-
sand (Trabzon) ve Sam so n (Sam su n ) gibi bu denizin
kenarında bulunan şehirlere gidilir. İstanbul yakınında-
17b
ki deniz koluna Rum lar “H ellespont” , T ürkler ise “Po-
ges” “ B o gh es” (B oğaz) derler. İstan b u l’un karşısında
deniz kenarında bir iskele vardır ki Türklere ait olup is
mi “Scu tari”dir (Ü sküdar). Türkler oradan karşıya ge
çerler. İstanbul’dan çok uzak olm ayan güzel bir ovada
“T roja” (Truva) vardır. H âlâ, eskiden şehrin nerede o l
duğu gayet iyi görülmektedir.
İstanbul’daki İm paratorun, şehirde iki Sarayı vardır.
Bunlardan biri çok güzel olup içi altın yaldız ve m er
m erlerle, zengin şekilde süslenm iştir. Saray ın önünde
turnuvalar ve yapılacak diğer eğlenceler için büyük bir
m eydan vardır. O rada uzun, yüksek bir m ermer sütun
üstünde İmparator Justinian us’un at üstünde bir heyke
li bulunmaktadır. Bir şehirliye, bu heykelin neden ya
pıldığını sorduğumda, çanların yapıldığı bronzdan olup,
at ve süvarinin yekpare dökülm üş olduğunu söyledi.
176
Burada bazıları ise, onun deriden yapılm ış olduğu buna
rağm en ve herhalde bin senedir orada durduğu kana-
atindedirler. D eriden yapılm ış olsaydı bu kadar dayan
maz, çoktan çürümüş olurdu. Süvari bir zam anlar elin
de, kendisinin H ıristiyanlar ve putperestlerin kudretli
bir İmparatoru olduğunu sim geleyen altın bir elm a taşı-
yormuş. Bugün İm parator bu kudreti haiz olm adığın
dan elm a da ortadan kaybolmuş.
177
5 8. B ö l ü m
Rumiar
İ stanbul’a pek uzak olm ayan bir yerde Lem prie A dası
(?) vardır. O rada İstan bul’un B u lutların a uzanacak
kadar yüksek bir tepe bulunur. Tepenin üstünde bir k i'
lise vardır ki H in distan’da bile daha güzeli bulunamaz.
K ilisenin adı “San k ta So p h ia ”dır (A yasofya), ve tam a
m en kurşunla örtülüdür. K ilisenin içinde insan kendini
aynada gibi görür, mermer ve duvarların cilası o kadar
berrak ve iyi işlenmiştir.
Bu kilisede R um Patriği kendisin e bağlı rahiplerle
birlikte oturur, Patriğe bağlı bütün insanlar, biz gün ah
larımız nedeniyle nasıl R o m a’ya gidiyorsak, o n lar da
buraya h ac için gelirler. K onstantin bu kiliseyi yaptırdı
ğında, onu güzelleştirm ek için kubbenin ortasına beş
altın yuvarlak levha koydurmuştu. Her dilim bir değir
m en taşı büyüklüğü ve kalınlığında idi. Fakat İm para
tor, T ürk Kralı Bayezid’e karşı giriştiği savaşta, Türkler
yedi yıl İstanbul önlerinde kalınca levhalardan ikisini
indirtti.
Bu sıralarda ben T ürk Kralı em rinde bulunuyordum.
Kilisede bizzat üç levhayı gördüm. Ayasofya K ilisesi’nin
üçyüz kapısı vardır ve hepsi de pirin çten (sarı bak ır
178
d an ) yapılm ıştır. İsta n b u l’da üç ay süreyle P a trik ’in
evin de bulundum . F ak at, M üslüm an lar bizi tan ıyıp,
İm paratordan geri isterler korkusiyle, bana ve arkadaş
larım a şehirde dolaşm aya m üsaade edilm iyordu. Şehri
gezip görmeyi çok isterdim, fakat İm parator yasakladı
ğ ın d an bunu y apm am ak gerekiyordu. B u n a rağm en
Patriğin hizm etindekilerle birkaç kere dışarı çık tık .*
Rumların İnançları
R
um ların, H ıristiyan lığın “ teslis” (ü çlükte birlik)
esasın a ve R o m a’daki K utsal T ah t ve Papaya da
inanm adıkları göze çarpmaktadır. O nlar kendi Patrik
lerinin R om a’daki Papa kadar kudretli olduğunu söylü
yorlar.
R um lar “Sak ram en t” i (takdis m erasim ini) şarap ve
sıcak su ile karıştırdıkları takdis edilm iş ekm ekle, d eği
şik şekilde yapıyorlar. R ahip Tanrının vücudunu (tem
sil eden şaraplı ekm eği) hazırlarken herkes başını eğer,
bakmaz çünkü onların kanaatince hiçbir insan T an rıyı
görmeye lâyık değildir. Rahip, dini m erasim i bitirince,
dönüştürdüğü ekmeği alır küçük parçalara bölüp bir ç a
nağa koyar. Erkekler ve kadınlar çöm elirler, eğilirler,
rahip veya öğrencisi dolaşır ve onlara ekm eği götürür.
Herkes bir parça ekmek alıp, yer. Ekm eğe onlar “pros-
sura” (Prosphora) derler ve bu ekm ek ne bir erkek, ne
de bir kadın tarafından değil bir bâkire veya M anastır
da yaşayan bir kadın tarafından pişirilir. R um lar çocuk
lara da “Sakram ent” verirler buna m ukabil hiçbir kim
seye Kutsal Yağ vermezler. Bunun âdet olm adığını, ve
insanların herbirinin ancak m ahşer gününde hakettiği
180
şekilde cehennem e veya cennete gideceğini, söylerler.
Bizdeki gibi çok dini m erasim yapmazlar. O nlara gö
re, bir günde M erasim M asası (A ltar) üzerinde birden
fazla dini m erasim yapılmam alıdır. M ihraplarında dini
merasim hiçbir zaman Lâtince yapılmaz, çünkü dualar
yalnızca Rum ca okunabilir. O nların kanaatince, R um
ca, inançlarına dahil bir unsurdur.
Rumlar, yalnız kendi inançlarının gerçek H ıristiyan
lık olduğunu, diğer bütün inançların yanlış olduğunu
iddia ederler. Yalnız pazar günleri (kilised e) m erasim
yaparlar, iş günlerinde değil. Çünkü rahipleri zanaat sa
hibi olup çalışm ak zorundadırlar. Bu rahiplerin hepsi
evlidir fakat ancak bir defa evlenebilirler. Bir rahibin
karısı ölürse artık bir daha ne eş olarak ne de başka şe
kilde kadın alamaz. Faraza bir rahip bir kadın la ilişki
kurar ve piskopos bunu öğrenirse onun rahiplik yetkisi
181
ni alır ve bir daha o kim se d inî m erasim yönetemez.
Piskopos, bir kimseyi kutsayarak ona rahiplik verirken,
beline bir kuşak bağlar, rahip kurallara aykırı hareket
ederse piskopos kuşağı geri alır. Bunun anlam ı onun ar
tık dini merasim yönetem em esi ve m em uriyetini kay
betmesidir. En iyi ve en zengin kadınlar,'rahiplerle ev
lenirler. Bir M ecliste rahibin eşi, m asan ın en başın a
oturur, kadınlar birlikte bir yere giderlerken yine o, ö n
den yürür.
R um ların kiliseleri m üstakil değildir. Bir kilise yaptı
ran kimse ölünce, varisleri diğer m allar gibi kiliseye de
sahip olurlar ve onu diğer herhangi bir bina gibi satab i
lirler de.
Onlar, bekâr bir kadınla ilişkiye girm enin günah o l
madığını, bunun tabii olduğunu, hele hiçbir zam an bü
yük gün ah (Todsünde) olm adığını söylerler. Bir ayda
yüz Pfennig (kuruştan) iki kuruş faiz alınırsa (yılda yüz
de 24) bu onlara göre Tanrının razı olduğu bir kazanç
olup m urabaha değildir. Ç arşam ba günleri et yemezler,
cum aları ise zatece zeytinyağı ve balık yerler. C u m arte
si. on ların laflarına bakılırsa oruç günü değildir ve o
gün rahatlıkla et yenilebilir. Kilisede kadınlar ayrı bir
yerde dururlar ve ne erkekler ne de kadınlar m ihraba
yanaşamazlar. H aç çıkarmayı sol elleriyle yaparlar. Bir
kimse ölürse yeniden vaftiz edilir. K endilerini her yıl
vaftiz ettiren b irçok kim seye rastlan ır. K iliselerin d e
vaftiz çeşm esi yoktur. Piskopos kilisede bulunuyorsa, o
rahiplerinin ortasında, koro halinde dururlar. Piskopos
bütün yıl boyunca hiç et yemez. O ruç tutm a zam anın
182
/
da o, diğer rahipler ne balık ne de kanı o lan şeyler yi
yebilirler. Bir çocuk vaftiz edildi mi on veya daha fazla
vaftiz babası ona bir vaftiz göm leği veya bir m um geti
rirler. Rumlar, derler ki bizim rahiplerimiz, lâyık olm a
dıkları halde hergün dinî m erasim yaparlarsa, günaha
girerler. Yine onların iddiasına göre, rahipler sakallarını
tıraş ederlerse büyük günaha girmiş olurlar, zira bu d in
darca bir davranış olm ayıp, züppece birşeydir ve kadın
ların hoşuna gitmek için yapılmaktadır.
Bir kimse ölüp de duası okununca, rahip ve orada bu
lunanlara eski geleneklere göre yem eleri için ekşim iş
buğday verilir. Bu buğdaya “ coleba” denilir. Ö lüler gö
m ülm eden önce yıkanır. R ahipler diğer tüccarlar gibi,
alıp, satabilirler. Bunlar, gerçek oruç zam anında da elli-
gün boyunca oruç tutarlar. A d v en t’te (İsa’nın doğumu)
rahipler ve din adam ı olm ayanlar kırk gün, K utsal O ni-
ki H avari için otuz gün, M eryem ’in G öğe Yükselm esin
de onbeşgün oruç tutarlar. Sevgili Kadınım ız M eryem
şerefine yılda üç gün bayram yaparlar, çünkü “L ic h t
m ess” ! (2 Şubat) kutlamazlar. Efendimiz İsa’nın yeni
den dirilm esi Bayram ını bizim gibi değil, Paskalya gü
nünü takip eden C u m a gününde kutlarlar. O zam an
“Xristos anesti” duasını terennüm ederler ki bu “İsa D i
rildi” anlam ına gelir.
183
6 0. B ölüm
i
184
mış set üzerinde kurulmuştu. Bu yüzden R um lar bu sur
ların M elek tarafından inşa edildiğini de söylerler. İm
paratorun başında taşıdığı taç da, ilahi bir taçtır. O nu
M elek gökten, Aziz K on stan tin ’e getirmiştir. Bu yüzden
İstanbul İm paratorundan daha saygıdeğer ve daha yük
sek yaratılışlı hiçbir İm parator yoktur.
Bir rahip ölünce, dini m erasim sırasında üzerinde ta
şıdıklarını öylece bırakırlar, bir koltuğa oturtup mezara
koyarlar ve sonra da toprakla üzerini örterler. Eskiden
yılda sadece bir kere söyledikleri, “ ayos oth eos” İlâhisi
ni artık her yortuda okurlar. O ruç yortusunda, kilisede
iseler, “H allelu ja’ yı hergün okurlar. D ini ayin sırasında
“C h riste eleison” değil “Kyrie eleison”u tegan n i eder
ler. S a d e ce bir Tanrı, “ U lu h iy et” olduğunu, ve B aba
Tanrı ile O ğul Tanrı arasın d a hiçbir fark olm adığın ı
söylerler. Bu nedenle “ İsa”yı teganni etm enin doğru o l
m adığına inanırlar. R ahipleri önünde alçakgönüllülük
le eğilirler. Bir kim se bir rahibe rastlayınca şapkasını
185
çıkarır, mütevazı şekilde eğilerek: “ Beni takdis et, Efen
dimiz” , der. R ahip o zam an elini o kim senin başının üs
tüne koyarak: “O theos efflon effenam ” der ki anlam ı,
“Tanrı seni takdis etsin” demektir. İşte kadın olsun, er
kek olsun bir rahibe rastgeld iklerin de böyle h arek et
ederler.
Bir rahip evlenirse bu, onun rahip olarak vaftiz (ta
yin) edilm esin den ö n ce yapılır. S e b e b i çocuğu olup
olam ayacağını anlam ak içindir. Ç ocuğu olm azsa rahip
tayin edilemez. Ç ocuğu olur olmaz rahipliğe yükseltilir.
A h ali yalnız “Babamız” (Pater N o ster) duasını okurlar
fakat Ave M aria (M eryem ) duasını okumazlar. Birçok
rahip, dini merasim elbisesi olarak beyaz kılık taşırlar.
186
6 1. B ölüm
187
sırada dam adın annesi dibi delik bir içki kabını hazırla
mıştır. Kâseyi şarapla doldururken deliği bir parm ağı ile
tıkar. Son ra içmesi için gelinin annesini uzatır. Parm a
ğını çekince tabiatiyle şarap alttan akm ağa başlar. Bu
sırada o, gelin in an n esin e: “İşte kızın da böyleym iş”
der. Bu, gelinin ana-babası için büyük bir utanç konu
sudur. G elin i görm ek için alırlar ve dam adın ebeveyni
ne, oğullarına tertemiz bir kızı karı olarak verm ek iste
diklerini fakat kızlarının böyle olm adığını, ifade eder
ler. Bunu m üteakip rahip ve hatırlı kişiler gelirler ve
dam adın ana babasından gelin için özür dilerler. D am a
da gelini hâlâ isteyip istem ediğini sorarlar. O istiyorum
derse rahip ve bunu isteyen eşraf, kızı ona eş olarak v e
rirler. Fakat razı olmazsa, taraflar tam am en muteber şe
kilde ayrılmış olurlar. Taraflar, evlilik için getirdiklerini
geri verirler, dam adın geline yaptırdığı elbiseler de iade
edilir. Bundan sonra erkek ve kız başka kim selerle e v le
nebilirler.
Erm enistan’da da birçok kimse arasında aynı gelenek
vardır. M üslüm anlar bun lara “G o rg ite n ” (G ü rcü ler)
derler. Ossetlerde ise bunların ismi “A ffs” lardır.
188
6 2. B ölüm
E
rm enistan’da çok bulundum . Tim ur’un ölüm ünden
sonra, E rm en istan ’d a iki krallığa sah ip o lan oğlu
S c h a ro c h ’un (Şah ru h ) yan m a geldim . Ş ah ru h Erm e
n istan ’ı seviyordu çünkü orada, doğa çok güzeldir. O
h a tta kışı da ço ğu n lu k la, güzel o tla k la rı bulu n du ğu
için, orada halkı ile birlikte geçirirdi. “C h u r” yahut
“Tigris” (D icle) denilen büyük nehir bu m em leketten
geçer. ( ? ) * Burada nehrin çevresinde en iyi ipek (böce
ği) yetişir. Bu bölgeye M üslüm an dilinde “K arabağ” d e
nilir, E rm e n ista n ’d a b u lu n u y o rsa d a b ü tü n b u ralar
M üslüm anların elindedir. Erm eniler köylerde de yaşar
lar ve, M üslüm anlara haraç ödem ek zorundadırlar. Ben
daim a Erm enilerin yanında oturdum çünkü onlar A l
ınanlara karşı m ültefittirler ve sırf bu yüzden de beni
evlerinde misafir ederlerdi. B ana ken d ilerin in “V ate
runser” (Pater N oster) dualarını ve dillerini öğrettiler.
Biz A lm anlara onlar “N jem isch ” (N em se ?) derler.
Erm enistan üç krallıktan oluşuyor: Tiflis, S is (K ozan)
ve Ersingen (Erzincan). Erm eniler Isingkan diyorlar, bu
( * ) A s l ın d a C h u r (K u r a = K a r a sa y ) b a şk a b ir ırm ak o lu p K a r s b ö lg e s i v e k ısm e n
b u g ü n k ü E rm e n ista n ’d a n akar.
189
Küçük Erm enistan’dır. O nlar uzun süre B abil’e (?) sa
hip olmuşlardır fakat artık kendi krallıkları yoktur. Ben
orada bulunurken Tiflis ve Erzincan T im ur’un oğluna
aitti. Sis, M ısır Sultan ın a aitti fakat 1277 yılında K a h i
re Sultanı tarafından feth ed ild i.*
190
6 3. B ö l ü m
Ermenilerin İnançları
E
rm eniler kutsal, üçlülükte birlik’e (Teslis) inanırlar.
O nların rahiplerini, dini merasim e giderlerken ve
kilisede, vaazlarında kendilerini H ıristiyanlığa döndü
ren Aziz Bartholom aeus ve Aziz T h ad eu s’un iki kutsal
elçi hikâyesini çok dinledim . Fakat Erm eniler sık sık
bu inançtan ayrılmışlardır.
G regorius isminde, yeğeni Erm eni Kralı olan, kutsal
bir adam vardı. Bu, Aziz Sylvester’in R om a’da Papa o l
duğu zam ana rastlar. İyi bir H ıristiyan olan Erm eni kra
lı öldü ve yerine oğlu D erthat (D erdad T ridates) geçti.
Ç o k kuvvetli olup kırk öküzün kuvvetine sahipti. Yani
bunların çekeceği ve kaldıracağı şeyi tek başına yapabi
liyordu. Bu kral, evv elce an lattığ ım gibi, K u dü s’teki
büyük kiliseyi inşa ettirm işti. Fakat kral olunca tekrar
putperestliğe döndü ve H ıristiyanları çok aşağılıyordu.
Yeğeni G regorius’u tutuklayıp, ondan kendi putlarına
tapm asını istedi. M übarek adam bunu kabul etm ek is
tem ediğinden, onu içinde, engerekler, yılanlar ve diğer
tehlikeli böceklerin bulunduğu bir çukura, yesinler d i
ye, attırdı. Fakat bu hayvanlar ona hiçbir şey yapm adı
lar. G regorius, oniki yıl bu çukurda yaşadı. Bu arada,
191
K utsal Bakireler Fransa’dan gelip, Erm eni inançlarına
karşı H ıristiyanlık inançlarını vaazlarla telkin ettiler.
Kıral bunu işitince, o bakireleri yanına getirtti. O nlar-
dan Susanna isimlisi çok güzeldi. O nu odasına getirtip,
orada dokunulm am ışlığını zorlamak istedi. Fakat kral o
kadar kuvvetli olduğu halde bütün kuvvetine rağm en
bakireye hiçbir şey yapam adı çünkü Tanrı onun y anın
daydı. Çukurdaki tutukluya bu hikâyeyi anlattıklarında
o: “D om uz!” diye bağırdı. A ynı an da kral, tah tın dan
yuvarlandı ve bir domuza dönüştü ve orm ana kaçtı.
Böylece m em lekette büyük bir kargaşa başladı. Ü lk e
n in büyükleri araların d a m üzakere edip, G rego riu s’u
çukurdan çıkardılar ve ondan, krala yardım cı olm asını
rica ettiler. O , krala ancak, kendileri ve kral H ıristiyan
olurlarsa yardım edeceğin i söyledi. Ü lk e n in Beyleri,
bunu kendileri ve kral adına vaadettiler. O zam an Gre-
192
gorius: “A tlarınıza binip orm ana gidin ve onu arayıp
buraya getirin” dedi. O n u n dediği gibi yaptılar, kralı
bulup G regorius’un önüne getirdiler. K ral G regorius’u
görünce ona doğru koştu ve ayaklarını öptü. Gregorius
diz çöküp herşeye kaadir Tanrı’dan bu insanı affetm esi'
ni ve onu tekrar eski haline getirm esini niyaz etti. Bu-
nun üzerine kral yeniden bir insan oldu ve bütün teba-
ası halkı ile birlikte H ıristiyanlığa döndü. S o n ra B ab il’e
putperestler üzerine yürüdü, şehri ve bütün m em leketi
fethetti ve onları ve ayrıca üç krallığı da aynı şekilde
H ıristiyanlığa döndürdü. G regorius’u en yüksak rahip
olarak atadı Ve dinsel düzenin koruyucusu yaptı. Böyle-
ce Erm enilerin inancı, K ral D erthat ve Aziz Gregorius
tarafından sağlanmış oldu.
Putperestlerden birçok topraklar ele geçirdiler ve o n
ları kılıç zoriyle H ıristiyanlığa döndürdüler. Bugün ar-
193
tık krallıklarının hepsini kaybetm işlerdir fakat h âlâ sa
vaşçı insanlardır. K rallıklarını kaybedip S is ’in Sultan a
geçm esi pek eski değildir.
Patrikleri de eski başkentlerinde oturursa da Su ltan a
büyük ölçüde haraç ödem ek zorundadır. Kıbrıs Kralı,
E rm e n ista n ’d an pek ç o k kim seyi S a ra y ın a alm ıştır,
çünkü çok yakındadırlar.
Papa Sylvester’in, K onstantin R om a im paratoru bu
lunduğu sırada yaptığı m ucizeden de bahsedilir. O nu
bu, ağır bir hastalıktan kurtarmıştı.
R ivayete göre, bütün çocuklar, öldürülm ek için İm
paratora getirilm işti, çünkü doktorlar, yakalandığı h as
talıktan kurtulabilm esi için çocukların kanı ile yıkan
m ası gerektiğini ona söylemişlerdi. Papa bir mucize ile
(onu iyileştirerek), bunu engellem işti.
194
64. B ölüm
Aziz Gregorius
G
regorius, iyice düşündü ve krala dedi ki: “S e n in
bana vermiş olduğun yetkinin, benim Aziz Peder
Sylvester’den aldığım ın dışında hiçbir kuvveti yoktur.”
Sonra da krala, Kutsal Peder’in İm parator K onstantin
için gösterdiği mucizeden bahsetti. Kral bunun üzerine
kendisinin de Papayı m em nuniyetle görm ek istediğini
ve on unla R o m a’ya gideceğini bildirdi ve hazırlandı.
M em leketin ihtiyaçlarını da tem in etti. B eraberinde
kırkbin kişilik, şövalye ve askerlerini, ayrıca, Aziz Pe
der Sylvester’e sunm ak istediği arm ağanlar ve kıym etli
taşları aldı. Gregorius, çevresindeki bilginlerden en iyi
lerini yanına aldı. B abil’den hareket ederek, İran, B ü
yük Erm enistan ve diğer birçok ülkeden geçtiler. İki
deniz arasındaki D em irkapı’dan geçip, Büyük Tataris-
tan ’a ulaştılar, R usya’ya, E flak’d an geçerek, Bulgaris
tan ’a, M acaristan’a, Friaul.. a ve Lom bardiya’ya, Toska-
na’ya geldiler. Sonunda, ayakları ıslanm adan R o m a’ya
gelm iş oldular çünkü hiçbir denizi geçm em işlerdi.
N ihayet R om a’ya ulaştıklarında, Papa Sylvester, bul
duğu bütün körleri, kötürümleri ve hastaları onları kar
şılam aya gönderdi. O bununla G regorius’un mucizevi
195
kudretini denem ek istiyordu. Kral bu insanları görünce
çok sinirlendi, çünkü Papanın onlarla alay ettiği k an a
atinde idi. Fakat, G regorius, kızm am asını ve Papanın
bununla ne dem ek istediğini bildiğini, söyledi. Su ge
tirtm esini söyledi, diz çöküp, herşeye kaadir Tanrıdan,
bu suyu serpeceği herkesin iyileşmesini niyaz etti. S o n
ra bir sünger aldı, bir değneğin ucuna bağladı ve bu
nunla ahalinin üzerine su serpti. Suyun değdiği herkes
iyileşti, körler, görmeye başladılar. Papa Sylvester bunu
öğrenince bütün rahipleri ve R om alı vatandaşları ile
onu karşılamaya geldi ve ona pâye ve şeref verdi. Ba-
bil’den R om a’ya yapılan bu seyahat karadan bir yıl sür
müştü. G regorius, Papadan kendisine yetki devretm esi
ni ve kendi rahipleri ve halkını R o m a’nın hâkim iye
tinden çıkarm asını zira Kutsal Şehre kadar olan m esa
fenin çok uzak olduğunu kendisinin sık sık Kutsal Ma-
kam ’a seyahat edem eyeceğini bildirerek, dilekte bulun
du. Bunun üzerine Papa kendisine Patriklik yetkisi ver
di. Bu yetkiyi alm ak isteyenlerin R om a’dan başka yer
den alam ayacakları ve üç yıl sonra yeniden bir elçilik
heyetinin R om a’ya gönderilm esi gerektiğini (bildirdi).
Gregorius, şükranlarını sundu ve kendisine bağlı, din
adam ı olsunlar veya o lm asın lar h ep sin in R o m a ’daki
Kutsal M akam ’a (Papalığa) tabi olm ak zorunda bulun
duklarını söyledi. M em leketinde bu esasa riayet etm e
yen herkesin, ister piskopos olsun, ister Bey veya uşak,
yahut da zengin, fakir olsun, P apanın aforoz cezasına
uğrayacağını belirtti. Aynı şeyleri Kral, bütün şövalye
leriyle birlikte and içerek, vaad etti. G regorius’un ölü
196
münden üçyüz yıl sonra bile, onlar h âlâ K utsal M aka
ma tâbi idiler. A rtık Papaya gelmeyip patriklerini k en
d ileri seçm eye başlad ılar. Bu P atriğe “K a h h a g e n e s”
(K ath olikos) ve Krala “Tachauer” diyorlar.
197
6 5 . B ö l ü m
V
aktiyle R om a yakınındaki dağlarda bir ejderha ile
tek boynuzlu bir canavar vardı ve sokaklardaki in
sanlara zararlar veriyorlardı. Kim se bunlara karşı bir ç a
re bulamıyordu. O zam an Papa Sylvester, Erm eni kralı
çok kuvvetli bir insan olduğu için, ondan Tanrı rızası
için, bu ejderha ve canavarı öldürmeyi denem esini rica
etti.
Kral tek başına bunların inlerinin, neresi olduğunu
öğrenm ek için gitti. T am da on lar birbirini ısırırken
vardı. O nları ejderha kaçm aya başlayana kadar seyretti.
Tek boynuzlu canavar, diğerini kayalar içindeki bir m a
ğaradan dışarı çıkarm akta idi. Ejderha geriye döndü ve
tek boynuza karşı savunm aya geçti. Tek boynuzlu, d i
liyle ejderhaya vurup onu dışarı çekm ek istedi. O da
tek boynuzluyu ağziyle yakaladı birbirlerini hırpalaya
rak çekmeye başladılar, öyle ki tek boynuzlu, ejderhayı
boynuna kadar, m ağaradan çıkarm ıştı fakat hiçbiri d i
ğerini bırakmıyordu. O anda kral atıldı ve ejderhanın
kafasını kesti. Fakat tek boynuzlu o kadar hırpalanm ıştı
ki ejderhanın kafası ile birlikte kayalardan aşağı yuvar
landı. Kral arkasından atlayıp onu da öldürdü. Son ra
198
R om a’ya dönerek, kelleleri gidip getirm elerini emretti.
Ejderhanın kafası ancak bir arabaya sığdı. Böylece Kral
D erthat R om alıları bu canavarlardan kurtarm ış ve bu
nedenle de Rom alılar ve özellikle Kutsal Peder (Papa)
ona büyük saygı göstermişlerdi.
Bunu m üteakip G rego riu s, P apaya gid erek o n d an
“dinsel gereçleri” (m ukaddes em anetleri) rica etti ve
elde etti. Sonra m em leketlerine döndüler ve Gregorius,
Papadan öğrendiği şekilde, H ıristiyan inançlarını öğre
tiyordu. E vvelce söylendiği gibi, E rm en iler son radan
buna riayet etmediler, bu arada kendi patriklerini k en
dileri seçmeye başladdar. Patrik seçm ek istediklerinde
oniki piskopos ve dört başpiskopos gerekiyordu. Bunlar
içlerinden birini patrik seçiyordu. Ermeniler, Gregori-
us’un R om a’dan kendilerine getirdiği “em an et” lerden
birçoğunu değiştirdiler ve bu arada da R om a K ilisesin
den ayrıldılar.
O n ların rahipleri, “ S a k ra m e n t” (tak d is m erasim i)
için, pide kullanırlar. D ini m erasim için gerekli bu pi
deler, içlerinden sadece biri tarafın d an hazırlanır. O
b u n ları h azırlark e n d iğ e rle ri M ezm u r’d a n p a rç a la r
okurlar. Başka rahip yoksa, bu parçaları kendisi okur.
O nların iddiasına göre K utsal Takdis için gerekli olan
ekm eği herhangi bir erkek veya k ad ın ın hazırlam ası
büyük günahlardandır ve bu ekm eğin diğer ekm ekler
gibi satılm ası doğru değildir. Ermeniler, K utsal Takdis-
de (ekm eği Tanrının vücuduna, sim gesel olarak, dönüş
türürken) su değil, şarap kullanırlar. D ini m erasim yap
mak isteyenler hepsi bir arada ayakta dururlar. R ahip
199
asıl kürsüde, bunu yapm adan içlerinden kim se “ dönüş-
türm e”yi ifa edemez. Böylece hepsi birlikte D önüştür
meyi yaparlar. Incil’i güneşin doğm asına doğru okurlar.
M erasim i yürüten rahip, aynı gün gece yarısından son
ra artık uyuyamaz, ve takdis merasimi yapacaksa üç gün
evvelinden ve bir gün sonraya kadar, karisiyle yatamaz.
H içbir “D iakon”u veya Takdis edilm işlerden birini de
mihraba bırakmazlar, bu ancak bir rahip için m üm kün
dür. G ünah çıkarm am ış ne erkek ne kadın kimse dini
merasime katılamaz. Aybaşısı olan kadınlar kiliseye g i
remezler. Biriyle arasında kin ve düşm anlık olanlar, bu
kavga halledilinceye kadar kilise dışında kalır, içeriye
salmazlar. Erkekler ve kadınlar m erasim i yöneten ra
h ip le beraber “V ateru n ser” ve diğer d u aları tegan n i
ederler. Çocuklara bile “Sakram ent” verirler. R ahipler
ne saçlarını ne de sakallarını keserler. K utsal Yağ olarak
200
pelesenk kullanırlar, çünkü patrikleri, kendi piskopos
luk ruhani bölgesinde d ağıtm ak üzere, pelesen k için
Sultan a çok para öder.
Rahipliğe tayin edilen bir kimse, kırk gün ve kırk ge
ce kilisede kalm ak zorundadır. Kırk gün geçince, ilk d i
ni m erasim ini yapar. O nu ilahilerle ve m erasim kılığı
için d e d ışarıy a çık arırlar. K a rısı ve ç o c u k la rı gelip
önünde diz çökerler, o da onları takdis eder. D aha son
ra rahibin arkadaşları ile karıları ve diğer bütün d av et
liler gelip, adaklarını, hediyelerini getirirler. Sonunda,
evlenirken yaptığı düğünden daha büyük bir kutlam a
yapılır. Rahip, kırk gün arka arkaya dini m erasim yaptı
ğı sürece karısı ile beraber olamaz. A n cak bundan son
ra birbirlerine yaklaşabilirler.
Bir çocuk, vaftiz edilirken ancak bir erkek tarafından
tutulabilir, kadınlar tutamazlar. O nların söylediğine gö
re, Efendimiz’i (İsa’yı) da bir erkek vaftiz ettirm işti, bir
kad ın ı vaftize beraber getirm ek büyük bir gün ahtır.
Vaftize büyük saygı gösterirler. H atta vaftiz babalarını
görünce diz çökerler. O nlarda, evlenm e yoliyle doğan
ak rab alık dördün cü kuşağa kadar uzanır. Erm eniler,
m esela R um ların hiç yapm adıkları şeyi yapar ve bizim
kiliselerim izdeki m erasim lere severek katılırlar. O n la
rın kanaatince, kendi inançları ile bizimki arasında bir
kıl payı mesafe varken, Rum ların inancı ile aralarında
uçurum vardır.
Ç arşam ba ve cum a günleri oruç tutarlar. A d v e n t’te
oruç tutmazlar buna m ikabil Paskalyada elli gün tutar
lar ve bu sürede sadece zeytinyağı yerler. Paskalya günü
201
istedikleri kadar yerler. K utsal G regorius Bayram ında
bir hafta süreyle oruç tutarlar, perhiz yaparlar. Bir de
hekim Aziz A u ren ciu s’ları vardır ki onun için de bir
hafta perhize girerler. Eylülde Kutsal H aç G ününde ve
büyük Aziz Jakop için de aynı süre ile perhiz yaparlar.
S e v g ili Kadınım ız (M eryem A n am ız) için A ğu sto sta
onbeş gün Kutsal U ç K ral gününde yine bir hafta, per
hize girerler. O nların Azizlerin’den biri “T erchis” şöval
ye idi. Bir savaşa giriştiklerinde veya zorda kaldıkları
zam anlarda on a başvururlar. O n u n için de bir h afta
perhiz yaparlar. Birçok Şövalye ve Soylu insanlar vardır
ki, onun için üç gün ne yer ne içerler, çünkü o, en zor
zam anlarda im dadlarm a yetişen biridir.
Erm enilerin tatil günü cum artesidir. Paskalya günü
akşam ı ikindiden sonra bir dinî m erasim yaparlar ki o
sırada Kudüs’teki Kutsal M ezar’dan ışık parıldar. Bizim
le müşterek olan bayramları sadece Paskalya, Pfingsten
(P antkot Yortusu) ve İsa’nın G öğe Yükselişidir. Diğer
bayramları kendilerine mahsustur. O n lar da N oel, H açı
Suya A tm a Yortusudur. O akşam ikindi vaktinden son
ra, d in i m erasim yaparlar. İsa’nın, doğu m un d an tam
otuz yıl sonra vaftiz edildiğini söylerler. Bu yüzden de
İ s a ’n ın d o ğu m u n u ve V a ftiz in i ay n ı g ü n d e y an ı 6
O ca k ’ta kutlarlar. O niki havari için bir h afta perhize
girerler fak at sadece bir günü, cum artesiy i kutlarlar.
“Ave M aria” duasını yılda sadece bir defa, o da perhiz
zam anındaki Tebliğ gününde okurlar.
Evliliği bizim gibi anlamazlar. İki eş birbirlerine kat-
lanam ıyorlarsa veya biri diğerini istem iyorsa yem ekte
202
ve yatakta ayrılırlar. Fakat her iki taraf da artık birbiri
ni hiç istemiyorsa tam am en ayrılırlar ve herbiri başka
bir eş alabilir. Ç ocuklar varsa bunlar, babaya verilir.
K iliselerin in h epsi serbesttir. Bu sebep le son rad an
hiç kim se miras olarak eline geçiremez veya satam az.
Bir rahip kendi servetiyle, bir kilise yaptırırsa onu ce
m aate arm ağan etm ek zorundadır. Böylece onun ö lü
m ünden sonra kimse herhangi bir h ak iddia edemez.
A ksi halde kilise inşa ettirtmezler. Bir Derebeyi de an
cak, sonradan kim senin hak iddia edem eyeceği şekilde
bir kilise yaptırtabilir. Eskiden onlarda bir kilise inşa
ettiren, din adamı veya din sınıfı dışı bir kim senin m i
rasçıların ın kiliseyi diğer m allar gibi tevarüs etm esi,
miras yoliyle ona sahip olm ası, gelenekti. Kiliseyi kira
karşılığında kiralayabilir veya diğer m allar gibi satabi
lirlerdi. Şim di bu adeti kaldırm ışlardır çünkü Tanrının
evi m üstakil olmalıdır, diyorlar.
E rm en ilerin rah ip leri h er gece M es, veya K u ddas
A yini’ne giderler ki bunu R um papazları yapmaz. Bir
çok zengin Erm eni d ah a h ay atın d a iken k en d ilerin i
(ölüm için) okuttururlar. Dediklerine göre, bir insanın
kendi ışığını kendi eliyle yakm ası, bunu başkalarının
yapm asından daha iyidir. Bununla şunu kasdediyorlar,
bir kimse daha hayatında iken kendi ruhu için ilgilen
mezse, arkadaşları herhalde hiçbir şey yapmazlar. A rk a
daşlar, sadece para elde edip etm eyeceklerine bakar, se
nin ruhun umurunda bile olmaz. Bir insan kendi eliyle
kendi ruhunun selâm eti için birşeyler yaparsa Tanrı da
ondan hoşnut olur. Fakir bir adam günah çıkartm adan
203
veya Fronleichnam (K atholiklerde esas yortu) da ölür
se, buna rağm en kilisenin avlusuna getirilir M ezarlığa
göm ülür ve mezarına büyük bir taş konulur. Taşın üze
rine Tanrının ve ölenin ismini yazarlar. Bu onun ger
çekten öldüğünü gösterir (?). Bir piskopos veya rahip
ölünce, sanki dini m erasim e gidiyorm uşçasına giydiri
lir. Rahipler mezarı kazarlar, cenazeyi kiliseye götürür
ler, bir koltuğu oturturlar, böylece gömülür. İlk gün m e
zarı beline kadar doldururlar. Son ra hergün mezara gi
dip onun için Mezmur (Psalm en) okurlar ve her rahip
üzerine bir kürek toprak atar. Bunu hergün, sekizinci
güne kadar yaparlar sonra mezar tam am en kapatılır. Bir
delikanlı veya bir bâkire ölürse, ona ipekli ve kadife el
biseler giydirirler, kıza küpeler ve yüzükler takarlar. E v
lenmemiş genç insanlar böyle defnedilir. Bir kimse bir
bakireyi karı olarak alır ve onun dokunulm am ış olm a
dığını anlarsa, kızı babasına geri yollar ve ancak ev v el
ce kararlaştırılandan daha fazla çehiz (drahom a) öde
nirse alır.
Kiliselerinde sadece bir tane H aç vardır. Efendimiz
(Isa )’nın çarm ıha gerildiği haçın birden çok olm asının
büyük bir günah olduğunu söylerler. M ihrapları, dinî
m erasim kürsüleri üstünde resim yoktur. N e rahipleri
ne piskoposları bir kimseyi G ünah tan temizleyemezler.
O n lara göre, bağışlam a ve gü n ah tan kurtarm a y aşa
m akta olan Tanrının işidir. Bir kimse pişm anlık duya
rak ve Tanrıyı düşünerek kiliseye giderse Tanrı ona
merham et eder ve bağışlar ve günahlarından temizler.
Rahip bir dini merasimi bitirince, genel olarak bir kut
204
sam a yapamaz, ancak kürsüden iner erkek ve kadınlar
önüne gelirler elini teker teker herbirinin başına koyar
ve “Tanrı günahlarını bağışlasın” der. D ualarını herke
sin işiteceği şekilde yüksek sesle yaparlar. Bu esnada
kendilerine tavsiye ve ten bih edilm iş şeyler için dua
ederler ve dilekleri olan şeyleri m esela: bütün H ıristi
yan âlem inin dinî ve dünyevî düzeni için, R om a İm pa
ratoru, Dükler, Serbest Kontlar, ve ona bağlı şövalyeler
için, dua ederler. R ahip dua ederken, ahali diz çöker ve
ellerini Tanrıya kaldırarak birlikte: “ Bizi bağışla T an
rım” derler. R ahip dua ettiği sürece bu kelim eler tek
rarlanır.
Büyük bir huşu içinde kilisede dururlar, etraflarına
bakmazlar, ve ayin esnasında konuşmazlar. Kiliselerini
çok güzel süslerler. R ahipler ipekli ve kadife kum aşlar
dan çeşitli renklerde güzel m erasim giysileri taşırlar.
D in adam ı olm ayan kimseler, bizde okuyup yazmışların
yaptığı gibi Incil okuyamaz. Bizdekiler, bir kitap görün
ce hem en içindekileri okurlar, Erm enilerde bu caiz d e
ğildir. O n larda birisi In cil’ i okursa, Patrik tarafından
afaroz edilir, onlarca Incil’i (Evangelium ) ancak bir ra
hip okuyabilir.
C u m artesi gecesi ve Bayram ak şam ların d a buhur,
günlük yakarlar. Fakat on lard a A rab istan ve H in d is
ta n ’da y etişen beyaz gün lük vardır. R ah ip le r ve d in
adamı olm ayan kimseler, M üslüm anlar gibi yere otur
muş vaziyette yemek yerler. R ahipleri arasında Vaiz v e
renler pek çok değildir. Ç ü nkü hepsi vaaz etm ek yetki
sine sah ip değillerdir. Bir vaiz onlarda, K u tsal K itap
205
üzerinde bilgin bir kim se olm alıdır ve vaaz edebilm ek
için, Patrik tarafından verilm iş m üsaadesi olm alıdır.
Bu yetkiyi haiz ise o bir piskoposu bile cezalandırabilir.
Bu vaizlere “W artaped” denilir, katholiklikteki Legat,
papan ın fevkalade m urahhası, gibidir. B unlardan çok
vardır ve bir şehirden diğerine gidip vaazlar verirler.
Bir rahip veya piskopos bir h ata işlerse onu cezalandı-
rırlar. Zira bir rahibin Tanrının sözlerini bildirdiğini,
eğer onu iyi bilm iyor ve anlam ıyorsa, gü n ah a girm iş
olacağını söylerler.
206
6 6. B ölüm
R
umlar, ötedenberi Erm enilere düşm anlık beslerler.
B u n u n n ered en k a y n a k la n d ığ ın ı E rm en ile rd en
duyduğum şekilde anlatm ak istiyorum. Tatarlar, kırk-
bin kişilik kuvvetle R um devletine saldırıp büyük za
rarlar vermişlerdi. Bunlar İstanbul’u da kuşatınca, İm
parator, Erm eni kralına haber göndererek yardım rica
etti. Kral, düşm anların sayısını sorduğunda elçi, kırk-
bin kişi diye cevapladı. O zaman kral: “İm paratora kırk
şöv aly e gö n d ereceğim , b u n lar T a n rın ın yardım ı ile
M üslüm anları yenecekler ve onları zorla m em leketten
kovacaklar” dedi. Şövalyeler İstanbul’a geldiklerinde,
elçi im paratora kendisine söylenenleri nakletti. İm pa
rator bu haberi istihza olarak kabul etti ve Erm eni K ra
lın ın kendisiyle alay e ttiğ i k a n aatin e vardı. Ü ç gün
sonra, Erm eni şövalyeler İm paratora gelerek düşm anla
savaşm ak için izin istediler. İm parator, kırkbin kişiye
karşı ne yapacaklarını sordu, onlar sadece kendilerinin
gitm elerine müsaade edilm esini ve kale kapısının arka
ların d an k ap atılm asın ı, k e n d ile rin i T an rıya e m an et
edeceklerini onun yardımiyle H ıristiyanlık için sav aş
mak istediklerini ve buraya bunun için ve bu yolda öl-
207
mek için geldiklerini söylediler. O zaman, İm parator iz
ni verdi ve onlar da dışarı düşm ana karşı çıktılar.
Binyüz düşman öldürdüler ve aldıkları tutsakları da,
şehrin kapısı önüne getirdiler. İm parator ancak bu tut
sakları da öldürürlerse içeri alınm alarını istedi. Bunun
üzerine şövalyeler, kapı önündeki bütün tutsakları ö l
dürdüler. İmparator bunun üzerine çok ürktü, birşeyi is
ter istemez yerine getirilm iş olm ası onu endişelendirdi.
Böylece, şövalyeler hergün düşm anla savaşıp her defa
sında büyük zararlar verdiler. Kısa sürede düşm anı şe
hirden uzaklaştırdıkları gibi ülkeden de zorla sürüp ç ı
kardılar. Dindar şövalyeler, Tatarları kovduktan sonra,
İm paratora çıkıp, kendi krallarına dönm ek için izin is
tediler. Fakat İm parator bunları nasıl öldürtebileceğini
düşünüyordu. U ç gün daha yanında kalm alarını zira
onların şerefine büyük ziyafetler vermek istediğini söy
ledi. T ellallar çıkararak, kim İm paratorun Sarayın da
üçgün süreyle yemek, içm ek ve eğlenm ek istiyorsa, S a
raya gelsin, diye çığırttı. Herbir şövalyeye ayrı bir ev
verdi ve birer bakire kız gönderdi. İstediği, şövalyelerin
bu kızlarla yatarak, geride tohum larını bırakm aları idi.
Kendi soylularına, ağaçların önce m eyvasını toplayıp
sonra kesilm eleri gerektiğini, söylem işti. O nun kana-
atince, şövalyeleri öldürürse Erm eni K ralı kendi tab i
iyetine girmek zorunda kalacaktı. Ü çün cü gece bütün
şövalyelerin, evlerinde öldürülm elerini em retti. D en i
len yapıldı, yalnız içlerinden biri kaçtı. O nu , yanındaki
bâkire uyarmıştı. K açan şövalye, kralına ulaşdı ve bü
tün arkadaşlarının im parator tarafından öldürülm esin
208
den şikâyette bulundu. Kral ürperdi ve dindar şövalye
leri için çok üzüldü. Sonra im paratora bir mektup yaza
rak, kendisine kırkbin kişi değerinde, kırk şövalye gön
derdiğini, Ermeni Kralı olarak gelip, kırk şövalye için
kırkbin kişiyi öldüreceğini, bilm esi gerektiğini, iletti.
S o n ra B a ğ d a t’a elçi gö n d ererek R um İm p arato ru n a
karşı yapacağı sefer için yardım a çağırdı. Halife,bizzat
büyük bir kuvvetle, Kralı desteklem ek için geldi. Dört-
yüzbin kişilik kuvvetle im paratora karşı birlikte yürü
düler.
İm parator bunu duyunca, büyük bir ordu ile onlara
karşı çıkıp savaştı. Ç arpışm a uzun sürmedi. İmparator,
İstanbul’a kaçtı. H alife ve Kral, onu denize kadar takip
edip şehrin karşısında ordugâh kurdular. Kral, H alife
den, tutsakları kendisine bırakm asını buna m ukabil bü
tün ganim etleri alm asını rica etti. Ve böyle de yapıldı.
Kral tutsakları şehrin karşısına dizdi ve kırk defa kırk-
bin kişiyi öldürttü. Körfez, kandan kızardı, çünkü D en i
zi kana boyayacağına andiçm işti. Bu iş bittikten sonra
bile hâlâ elde birçok tutsak kalm ıştı. H er otuz Rum u
bir baş soğanla değiş tokuş etti. Bunu hakeret için yapı
yordu ve böylece kral, otuz Rum u bir soğana sattığını
söyleyebilecekti.
Erm eniler, H ıristiyanların veya M üslüm anların y a
nında olsunlar, sadık insanlardır. Aynı zam anda usta iş
çidirler. M üslümanlar altın yaldızlı, ipekli ve kadife ku
maşları dokum akta ne kadar tanınm ışlarsa, aynı şekilde
E rm en ileriıı de “Sch arlach w eb erei” d ok u m acılığı da
takdire şayandır.
209
M üslüm anların y anında iken bulunduğum , ülkeler,
şehirler ve bölgeleri dinlediniz. Katıldığım , savaşları da
tasvir ettim , ayrıca, öğrenebildiğim kadariyle M üslü-
m an in an cın d an b ah settim . B una ilâveten kulağım a
gelen mucizevî şeylerden sözettim. Şim d i sizlere nasıl
ve hangi ülkelerden geçerek yurduma döndüğüm ü an
latacağım .
210
6 7. B ö l ü m
211
D ağlık bir bölgeye geldik ve dört gün sonra bir tepeye
çıktık. Oradan, denizde kenarları yüksek yelkenli gem i
lerden birini gördük, yaklaşık olarak sahilden sekiz İtal
yan m ili uzakta idi. G eceye kadar tepede kalıp, h ava
kararınca bir ateş yaktık. G em in in kaptanı ateşi görün
ce, tayfaları küçük bir kayıkla, tepenin üzerindekilerin
kim olduğunu anlam aya gönderdi. A dam lar bize yakla
şınca işaretler verdik. K im olduğumuzu sordular, biz de,
M acar Kralı N igbolu’da mağlup olduğunda tutsak edil
miş kim seler olduğumuzu ve Tanrının yard imiyle bura
ya ulaştığımızı söyledik. Eğer bir kere denize çıkarsak,
ailelerimize ve H ıristiyanlığa kavuşacağım ızı üm id etti
ğimizi ekledik. Ö nce bize inanm ak istem ediler ve “V a
teru n ser” ve “A ve M aria ” duaların ı ve “G la u b e n b e
k e n n tn is” söyleyip söyleyem eyeceğim izi sordular. Biz
e v e t diyip h em en d u aları bağırarak o kuduk. B unun
üzerine kaç kişi olduğumuzu sordular, beş kişi dedik.
Ö nce bize tepede beklememizi söyleyip, bizim söyledik
lerimizi nakletm ek için âm irlerine gittiler. O , gemiye
getirilm em izi em redince kayıkla gem iye gelip, yukarı
çıkarıldık.
G em ideki üçüncü günümüzde korsan lara rastladık,
üç kadırga halinde idiler ve bizi soym ak istiyorlardı.
T ürk idiler. Ü ç gün ve iki gece bizi kovaladılarsa da b i
ze hiçbir şey yapam adılar. Böylece, S a n k t M asicia’ya
(A m astris-A m asra) ulaştık, ve dört gün kaldık. Türkler
nihayet (bizi bırakıp) yollarına gittiler. H em en sonra
biz denize açıldık. Hedefim iz İstanbul’du. G ö k ve d e
nizden başka birşey görülm eyecek kadar denize açılm ış
212
tık ki bir fırtına çıktı ve gemiyi yaklaşık olarak sekizyüz
İtalyan mili geriye Sin o p şehrine kadar sürükledi. O ra
da sekiz gün lim anda yatıp bütün yolu tekrar katetm ek
zorunda kaldık. Birbuçuk aydır denizde idik. Yiyecek
ler, erzakımız, tükendi, ne yiyecek ne içecek birşey k al
m ad ı. D en izd ek i bir k a y a lık ta n m id y e le r ve den iz
örüm ceği toplayıp dört gün bunlarla yetindik. İsta n
bul’a ulaşıncaya kadar, bir ay daha, denizde yol aldık.
A rkadaşlarım la ben orada kaldım . G em i Boğazlardan
geçip İtalya’ya gitti.
Şeh rin kapısından içeri girerken nereden geldiğimizi
sordular. Biz M üslüm anlar nezdinde tutsak iken kaçtı
ğımızı ve şimdi dindaşlarımıza geri gitm ekte olduğum u
zu söyledik. Bizi R um (Bizans) İm paratorunun (Johan n
II. P alao lo gos) y anına götürdüler, bizim n asıl tutsak
düştüğümüzü m erak ediyorm uş. H erşeyi baştan a n la t
213
tık. Hikâyemizi dinleyince bizi teselli etti. Endişelen
memizi, bizi sağlık içinde evimize göndereceğini, söyle
di. Bizi, ikametgâhı, İstanbul’da olan Patriğe gönderdi
ve orada M acar K raliçesinin nezdinde bulunan birade
rini beklem em izi em retti. İm parator, onu alm aya bir
kadırga gönderecekti, onunla Eflak’e gidecektik.Böyle-
ce üç ay İstanbul’da bekledik. İstanbul’un surları, onse-
kiz İtalyan m ili uzunluğundadır, ve binbeşyüz kapısı,
(B urc’u) vardır. Şeh rin binbir tane kilisesi mevcuddur.
A n a kilise San kta So p h ia (Ayasofya) adını taşır ve c i
lalı mermerden yapılmış olup, tabanı da mermerle d ö
şelidir. İlk defa kiliseye gelindiğinde bir kim se kendini
su dolu bir kilisede sanır, mermerler o kadar berraktır.
Bütün kilise kubbelidir ve kurşunla kaplıdır. Uçyüz alt
mış kapısı vardır ki bunların yüz tanesi pirinç (sarı b a
kırdandır).
U ç ay sonra R um İm paratoru bizi, bir kadırga ile,
G illy (K ilia) Sarayına gönderdi. O rada Tuna K arade
niz’e dökülür. Bu kalede ben yol arkadaşlarım dan ayrı
lıp, tü ccarlara k atıld ım . O n larla b irlik te A lm a n ca sı
“Beyaz Şehir” (A kkerm en, A kkirm an) olan ve Eflak’te
bulunan bir şehre geldim . O radan A sparseri ve sonra
S e d sc h o f’a (Sudsch aw a) vardık ki bu K üçük E flak’ın
başkentidir. D ah a sonra A lm an ca “Lim bürg” den ilen
şehre geldik ki Küçük-Beyaz R usya’nın beşkentidir. S o
nunda Polonya’nın başkenti K rakau’a ulaşm adan, o şe
hirde üç ay h asta yattım . O rad an S a c h se n yönünde,
N e ic h se n ve Ş ile z y a ’n ın b a şk e n ti B r e sla u ’a gid ilir.
Breslau’dan Eger, Regensburg ve Landsh ut üzerinden
214
yola devam ettim . N ih ay et, doğduğum yer o lan Fre-
ising’e (M ünih civarında) geldim.
Tanrının yardım iyle sonunda evim e ve dinim e ka-
vuştum . H erşeye k aad ir T anrıya ve bu kon uda ban a
yardımcı olan herkese müteşekkirim. A rtık M üslüm an-
lardan ve onların kötü inançlarından kaçam ayacağım a
ve bu sebeple de Hıristiyan cem aatine bir daha asla d ö
nem eyeceğim e ve o n d an ebediyyen ayrı k alacağım a
inanmıştım. Herşeye kaadir Tanrı, benim H ıristiyan d i
nine ve onun ilahi sevinçlerine olan iştiyakım ı gördü
ve beni vücudca ve ruhça bozulma hususundaki en d işe
lerimi, m erham etiyle üzerimden kaldırdı. Bu nedenle
ben, bu kitabı okuyan veya okunurken dinleyen h er
kesten, benim Tanrıya karşı durumumu iyice düşünm e
lerini ve böylece ağır ve H ıristiyan âlem i dışındaki bir
tutsaklığa düşm ekten korunm alarını Tanrıdan dilerim.
A m en
21b