You are on page 1of 296

SELAHATIİN EYYUBİ

Charles J. Rosebault

••
NOKTA KİTAP
Abide-i Hürriyet Cad. Hak Apt. No: 27 Daire: 2
Şlflllistanbul
Tel: 0212 343 10 23 (pbx) Fax 0212 34310 24
www.noktakltap.eom.tr/e-mall:lnfoOnoktakltap.eom.tr

1. Baskı: Eylül 201 O

GENEL YAYIN YÖNETMENİ: OYA UGUR


EDİTÖR: AHMET SEYREK
ÇEVİREN: ÖZGÜR ÖZOL
BİLGİSAYAR UYGULAMA: DENİZ KARATAG
KAPAK TASARIM: DENİZ KARATAG
FİLM-GRAFİK: BERK GRAFİK
BASKl-CİLT: EGE BASIM
Sertifika No: 13304

Davutpaşa Cad.
Güven Sanayi Sitesi
O Blok- No: 1271128
Zeytinburnu - İstanbul
Tel: 0212 544 75 72
SELAHATrİN
+

EYYUBI

CHARLES J. ROSEBAULT

;.. �: ..
�... :

NOKTA KİTAP .
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM Selahattin'in Şövalyeli�i 7

İKİNCİ BÖLÜM Tanrı Böyle İstiyor! 15

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Kutsal Topraklar 25

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Görkemli Kentler 35

BEŞİNCİ BÖLÜM Yol Taşları 47

ALTiNCi BÖLÜM Savaşçıların Soyundan 61

YEDİNCİ BÖLÜM Mısır Sultanı 71

SEKİZİNCİ BÖLÜM Kıskançlık İlleti 85

DOKUZUNCU BÖLÜM Suriye'ye Giriş 97

ONUNCU BÖLÜM Da!71daki İhtiyar 111

ON BİRİNCİ BÖLÜM Tek Başına 121

ON İKİNCİ BÖLÜM Sultanla Bir Gece 137

ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Sultanın Görevleri 149

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Eli Açık Selahattin 161

ON BEŞİNCİ BÖLÜM Kutsal Savaşa Hazırlık 175

ON ALTiNCi BÖLÜM Hıttin Çarpışması 185

ON YEDİNCİ BÖLÜM Kudüs'e Do!71ru 199

ON SEKİZİNCİ BÖLÜM Talih Dönüyor 215

ON DOKUZUNCU BÖLÜM Akka'da Çarpışma 237

YİRMİNCİ BÖLÜM Selahattin ve Richard 255

YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM Aşkelon'un Harap Edilişi 267

YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM Uzlaşma 277

YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Selahattin'in Ölümü 291


BİRİNCİ BÖLÜM
Selahattin'in Şövalyeliği

1167 yılında Kral Amalric'in İskenderiye'nin dışındaki


ordugahında iki adam karşı karşıya geldiler. Birisi, Hristiyan
şövalye Toronlu Humphrey'di. Diğeri, Eyüp'ün oğlu, Şam
hükümdarı, amcası Şirkuh'un sağ kolu ve Hristiyanlara karşı
koyan Türkmen savaşçılarının komutanı olan Selahattin'di.
Amalric'in İskenderiye üzerine yaptığı taarruzları yetmiş beş
gün boyunca püskürtmüş, ateşkes ilanından sonra da kralın
konuğu olarak Hristiyan ordugahına gelmişti.
Humphrey, henüz otuzunda bile olmayan konuğundan
yaşça büyüktü. Silah arkadaşlarının birçoğunun aksine, ko­
nuğunun temsil ettiği insanların diline ve geleneklerine aşi­
naydı, hatta bazılarıyla arkadaşlık bile kurmuştu. Durumun
gerektirdiği nezaketi gösterdi ve konuğunun da iyi niyetli
tavrı sayesinde, bu nezaket kısa bir tanışma faslından sonra
cana yakın bir uzlaşmaya dönüştü. Ne de olsa, koşullar düşü­
nüldüğünde bu iki düşman arasında çok ortak nokta vardı.
Her şeyden önce, ikisi de üstün adamlarda takdir edilen

cesaret, zeka, beden zindeliği ve kabiliyet gibi nitelikleri

görür görmez tanıyabiliyorlardı. Adı duyulmamış bir savaş­

çı olsa da, Selahattin elindeki küçücük destek birlikleriyle,

güçlü bir ordunun taarruzlarını göğüsleyerek yiğitliğini ka­

nıtlamıştı. Kendi soyunun ikinci kuşağı olan Humphrey ise

miras aldığı adına layık olduğunu pek çok savaş meydanında

göstermişti.

Soylu Hristiyan şövalyelerinin mahremine girmiş olan Müs­

lüman konuk etkilenmişti. Bunlar, muazzam başarıları .doğu­

da efsane halini alınış, iri yan, güçlü adamlardı._ Ağır zırhları

içinde tek başlarına bir sürü düşmanla başa çıkabiliyor, ağır

kılıçlarını ve hantal mızraklannı sazdan kamışlarmış gibi ra­

hatça taşıyabiliyorlardı. Kendilerine güvendiklerinin kanıtı

olan kibirli duruşlarıyla, yalnızca seçkinlere verilen şövalye­

lik onurunu hak eden sıra· dışı adamlar olduklarını kanıtlar

gibiydiler. Müslüman bu kadarını biliyordu ve merakını gide­

rebilecek kadar daha öğrenmek tirsatını yakalamıştı. Yeni ar­

kadaşından bu ünlü organizasyonun ilkelerini ve şövalyeliğin

nasıl edinildiğini kendisine anlatmasını istedi.

Humphrey bilgi vermekten çekinmiyordu. Adayın şöval­

yeliğe kabulünün, genellikle her birinin simgesel anlamları

olan, karmaşık dini törenlerle gerçekleştiğihi anlattı. Talibin

saf ve alçakgönüllü olması gerekiyordu; çünkü gurur bir le­

keydi ve hiçbir gerçek şövalye bedenin ölümlü, güç ve göste-


rişin geçici olduğunu ve öbür dünyada anlamları olmadığını
da unutmamalıydı. Selahattin, bir şövalyenin ömrü boyui1ca
onurunun, Tanrı'nın ve Kutsal Kilise'nin hizmetinde ve aynı
zamanda zayıfı n savunulması ve erdemlinin korunması adına
uygulamaya ant içtiği görevleri yerine getirebilmesi için her
bir ayrıntısı önemli olan törenleri açıklayan ev sahibinin ardı
�ıra yürürken, ara sıra şaşkınlıkla sözünü bölüyordu: "Alla­
h ım bu çok güzel, bunu duymak çok güzel."
Temellere karşı duyulan bu şevk ve yeni kumlan arkadaş­
lıklarından kaynaklanan anlayış, aslında şövalye tarikatına
katılmak isteyen çırağın sorup. ustanın yanıtlamasından çok
daha doğal bir süreçti. Elbette. sabaha birbirleriyle savaşıyor
olacaklardı ve ne kadar hoşgörülü ve açık görüşlü olursa ol­
sun , bu konuk eninde son und a her Hristiyan'ın gözüne.le
,

nedamet getirip, melun inançlarından sıyrılıp, gerçek dini


kucaklamadığı sürece cehennem azabında kavrulacak olan
bir Müslüman 'dı. Dahası, şöval ye l i ği n temel varoluş nedeni
.de Kilise'yi desteklemekti. Kibar Humphrcy'nin bu hassas
sorunu nasıl bertaraf etmiş olduğu tartışmaya açıkl ır, ama
herhalde bu soylu ve tutkulu Arap'ın şövalyelik yeminlerini
etmesinin, konuşmayı umduğu gibi � a pab ilmeleri ni sağl:iya­
'

cağını düşünmüş olduğunu varsaymak fazla ileri gitmek ol­


mayacaktır.
Peki, "dinin ve dünyanın refahı" anlamın a gelen Selahattin
ac.lı bile dini sadakatinin belirlisi olan bu Müslüman ne dü-

9
şünüyorc.lu? fülgelerin öğretilerini ve peygamberin hikmeti­

nin mirasını unutmuş muydu? "Gerçek İnancın" kılıcına olan


bağlılığı ve düşmanlarını cezalanc.lırmak isteği, şövalyeliğin
ülkülerine duyduğu hayranlık içinde unutulmuş muydu? Pek

mümkün görünmüyor. Selahattin, ömrü boyunca tek bir ka­

rarsızlık ya da kafa karışıklığı belirtisi göstermemiştir.

Ona göre, şövalyeliğin biraz önce ifade edilen temelleri,

Kilise'ye ya da Hristiyanlığa adanmakla değil, şövalyenin üç


temel görevinde yatıyordu: Haklıyı savunmak ve adaletsizliğe

neden olmamak; hiçbir kadını kandırmamak ve gerektiğinde

onların yanında olmak; nefsini ink�'ir etmek ve oruç yoluyla

bedensel arzularını bastırmak. Dördüncüsü, yani ayinlere ka­

tılmak, yalnızca Peygamber'in yol gösterici ışığına erişeme­

miş olanlar içindi. Kendisi için bu kural, Ku ran ' ın ve Pey­


gamber hadislerinin buyurduğu gibi, saatlerce titizlikle dua
etmek anlamına geliyordu.

Bütün bunlaJ' tarihi kaynaklarla kanıtlanmış mıdır? Tek


bir sözcüğü bik İslam kfıtipleri taralindan yazılmış değildir.

Genç adam, olasılıkla bunlardan evde de, buyruğu altında ol­

chığu amcasının yanında da söz etmemeyi uygun bulmuştu.

Pek çok kere görüldüğü gibi gençlik, eski kuşağın mantığa ve

taıtışmaya karşı sıklıkla önyargılı olduğunun farkına varır ve


kimi zaman ite dalaşacağına çalıyı dolaşmayı yeğler.

Ancak Hristiyan yazarlar, yalnız şiirde değil, olayların cid­


diyetle ele alındığı kayıtlarda da bu konuda çok yazınişlardır.

10
Kimi zaman, bu tören doğrulansa da tarzı değişir. Gelecek
zamanların Haçlılarından biri olan Vinsauflu Gcoffrey şöyle
yazar:
"Zaman içinde olgulaşıp, savaşmaya uygun duruma geldi­
ğinde, hilat kuşanmak için gizlice Filistin'in meşhur prensi
Tourslu Enfrid'e geldi ve Frenklere karşı olumlu tavırları so­
nucunda şövalyelik kuşağını kuşandı."
Çok sonraları, ömrünün sonuna doğrn, içinde Aslan Yü­
rekli Richard'ın da bulunduğu koca bir Hristiyan ordusu
önünde yeğeninin şövalyelik unvanı almasına onay verdi. Do­
layısıyla, bütün bunlan kendisinin de şövalyeliği kabul etmiş
okluğuna dair kanıt kabul etmesek bile, şövalyeliğin altında­
ki ilkeleri onayladığını biliyoruz. Aslında, bütün yaşamını in­
celediğimizde, kendisine Sör Humphrey tarafından Çizilmiş
olan ilkelere azimle sadık kalmanın en öne çıkan özelliği ol­
duğunu da görebiliyoruz.
Yoklan çıkma dürtüsünün çok güçlü, kimi zaman karşı
konulmaz olduğu anlar da gelmiştir. Kimi zaman, ritkipleri­
nin vakur antlar içip, sonradan bunları aynı titizlikle yerine
getirmemiş olmaları buna neden olmuştur. Ancak, 1-Iristi­
yanlığın şövalyeleri kimi zaman sözlerini tutmazlarken ve
hırsları yüzüne.len özveri antlarını bile unuturlitrken, kayıtlar
bu Müsli.iınan'ın andına sadakatle bağlı kaklığını göstermiş­
tir. Hristiyan vakanüvisleri, neredeyse istisnasız olarak kafir
bir Müslüman olduğu için Selahattin'e söverken bile, onun

11
söziiniin eri olduğuna, şaşmaz nezaketine, merhametine ve

cömertliğine tanıklık etmişlerdir.

Ondan iiııce pek çok büyük sult a n gelmiş, "bilge", "muh­

teşem", "yiirekli" unvanlarını a lmışlar, Selahattin'e Chivalro­

us unvanı kalmıştır. Talihsiz Hristiyan esirler, son ricalarında

adaleti sağlayacağ ın dan kuşkusuz ve merhametli davranaca­

ğından ümitli olarak ona başvurmuşlardır. Gözü yaşlı dul l ar

ve yetimler yan.hın dilemek için ona gelmiş ve hiçbiri eli boş

dönmemiştir. Yenilen düşmanl arı, kendileri kazanmış olsa

asla kabul etmeye cekl eri koşulları o kabul ettiğinde güven­

mişlerdir. Bağışlayıcıl ıkta L c:cl birsi z ce sav urgan, yard ı mse­

verlikte müsrif ama kendi yaşam tarzında olabildiğince yalın

olan Sel:ıhallin, yoksul ölmÜ:5tiir. ''Sultan'' sözciiğiiniin çoğu­

muzda çağrıştırdığı diktatürl ük kavramı, y:tşamı-boyunca ona

yaklaşmamış. "enayilik'" c.lcncbikct:k kadar cömert ve sabırlı

davmnmıştır. Sonuçta. biitiin ulusların ve ırkların g<>zündc

yiğit bir kahramana di>niişmiiş, u)·gar dünyanın her yerinde

hevesli yazarların. şairlerin ve o za n l a rı n hayranlığıııı kazan­

mış ve çoğu ic.;in Prince of C hival ry olmuştur.

Bir uzmanın dediği gibL o c.;ağlar, üst sınıfa arrıcılıklar ta­

nınn� as ın ı sağlayan. onura dayalı bir türe geliştirmiş olmanın

görkemini her zaman yaşayacaktır. rnr başkası, ş<iva!�·el iğin

dünyaya soylu hizmet gc)revi k avramını tanıt.Lığını söyler. Ce­

sareti ve r<inetinıde itaati kunımsallaştırc.lığını, as ke r i maha­

reti Kilist:'nin hizmetine.le kutsallaştırdığını. özgiirliik<.;iilük,

12
\...:,.,
rL'ı fı ,, ,. r .: s 'f
.._ . u\
en · s � G .1 u r ı
,,

iyilik, inançlılık, cömc:rllik ve n c: z a kc: ı c:rdcmkrini yüceltmiş


olduğunu anlatır. Öle yanda, Hristiyan zihinlc:rin Kilise'nin
seçkin hizmetkarları için icat dım:k c.lunımunda kaldıkları
'"soylu -önciiliik" C>ğrc:lisine kendini fanat i k l i k derecesinde
adamış bir Müslüman durmaktadır.
.. . !
. '
- .
İKİNCİ BÖLÜM
Tann Böyle İstiyor!

Resimlere konu olmaya değdiği kadar, tüyleri de ürperten


zamanlardı. Dcnizleıin ötesindeki dağların ardından her tür­
lü hırstan ya da zenginlik umudundan c.lahll güçlü bir ülküy­
le kışkırtılmış insan sürüleri Anadolu 'ya gelmişlerdi. Tanrı,
-kendi Tann'lan- onları evlerinden uzaklara yollamıştı. Yıllar
önce, Cleımont Konseyi'nde Papa 11. Urban ve Keşiş Pierre
l'Ermite, Tann'nın onlard:in kutsal mekanlarını kurtarmaları­
nı istediği söylediklerinde, çağrının meşnı ve haklı olduğuna
inanan kalabalıklar, hep bir ağızdan yanıtlamışlan.h. Papanın
vaazının sonunda hini erce gırtlaktan "Tanrı böyle istiyor!"
sesleri yükselmişti ve onun kelfürn, elektriğin hayal hile edile­
mediği o günlerde sanki çağdaş dönemin radyosu kullanılmış
kadar mucizevi' bir hızla yayılmıştı.
İster kilise, ister meyhane olsun, aşağı tabakanın toplan­
dığı yerlerde insanlar birdenbire kendilerini yüce amaçların
çağrısıyla hareketlenir bulımışlardı . Güçlülerin saraylarında

ve k:ıldcrindc de içki yarı�m:ıJarı da, bildik sav:ış, kumar ve

av muhabbekri de umıtulmuştu; yeni bir girişim ilgi çekiyor­

d u. Doğru dürrü, doğru zamanda verildiğinde insan kitleleri­

ni kahraman adaylarına dönüştürmekten kolay bir şey yoktu

ve gereken ilham da hülunınuştu. Evini, ocağını_, tezgfü11nı,

sabanını, kalesini ve kulübesini fukaralığm gamsızlığıyla ge­

ride bırakıveren kitleler, tehlikelerle dolu bir dünyanın bi­

linınezine atıldılar. O güne kadar maceraya karşı böylesine

kendiliğinckn ve topyekun bir şevk görülmüş değildi, o gün­

den sonra da görülırn.-:di. On sekizinci yüzyılın Fransız yazar­

larından biri, dönemin kibar sinik düşüncesine kapılmış olsa

gerek, ilk. Kırmızı Haç savaşçılarını (Haçlılar sağ omuzlukla­

rına kırmızı bir haç takarlardı) farklı dürtülerin etkilediğini

iddia etti ve çoğunun fedakarlıkla ilgisi olmadığını ileri sür­

dü. "Önderler şöhret ve toprak peşindeydiler, papazlar ilgi

ve hünnet istiyorlardı, sıradan insanlar özgürlük ve yağma is­

tiyorlardı. Keşişler ise Haç'a olan yeni yeminlerinin arkasına

sığınıp, Tanrı'y:ı olan yeminlerini günaha girmeden bozma­

nın yolunu arıyorlardı. Yalnızca tek tük ·sade insan gerçekten

Kutsal Topraklar'a ulaşmanın tutkusuyla harekete geçmişti."

Bu, giinahların ve ayıpların insanlar.ı yapıştığı ve inancın ve

adanışın sorgulanamadığı o dönemin koşullarını görmezden

gelmekti. Yaşam koşullarının erdem ve ahlaka pek de izin

vermediği Karanlık Çağların düşüncesini daha aydınlık bir


dönemin büyüteci altında inceleyip eleştirmek bir sonuca
varmayacaktır.
İnsanların sefil kulübelerde köpekler gibi yaşadıkları ve
daha güzel şeylere duyduklan özlemleri bir dahaki yaşama
erteledikleri bir dönemdi. Tanrı inancı, büyük bir çoğunluk
için bu dünyada yaşamayı dayanılır kılan tek şeydi. Yol kavşa­
ğında gözünü kırpmadan gırtlak kesen haydut bile azizlerin
çilesi anlatılırken ağlayabilir ve evliyanın heykeli sokaktan
geçerken, çaldıklarını hata kucağında sımsıkı tutuyor olsa
.
da, takva içinde diz üstü çökebilirdi. Yemesi içmesi gerektiği
için, insan zayıf ve günahkardı ama günahlar son kertede töv­
be gözyaşlarıyla yıkanabilirlerdi. Eşkıya darağacında tövbe
eder ve kurtuluş umudu içinde günah çıkarırdı.
Kötülük yapanlar ve yozlaşanlar bile Tanrı'ya ve yarattık­
larına inancını koruyabiliyorduysa, yalnızca küçük hatalar ya­
pan sokaktaki adam onlardan daha da fazla kornyordu. Şimdi,
Tanrı'nın ordusuna çağrı yapan borazanlar bencil hırslarını
körüklüyorsa, bunun nedeni sağduyularını boğan ve onları
bilinmezin tehlikelerine karşı bile kaygısız kılan bu görev
duygusuydu.
Kaderin bu hayalci çağrısına kapılan yüz binleıin arasın­
da, yağmayı güçlü ve birincil öncelikli bir dürtü olarak algı­
layanlar elbette olmuş olabilir. Ancak, inançsızları soymanın
Tanrı'nın gözünde haklı ve saf göründüğüne inanmış olma­
ları, servet avcılığını onların gözünde bile saf çıkarcılıktan

17
yüce bir komuna getiriyordu. İsa'nın doğum yeri ve türbesi
kurtarılacaktı ve bu başarının şerefi yanında biraz mülk edin­
mek ve keseyi doldurmak da elbette kaçınılmazdı.
İdealizm ateşi o günün Avrupa'sında kor gibi yanıyordu ve
geride terk edilmiş evler ve düzeni bozulmuş toplumlar bı­
raksa da yangın yayılmayı sürdürdü. Piskoposlar bölgelerini,
papazlar kiliselerini, keşişler hücrelerini, ustalar tezgahlarını,
tüccarlar işlerini terk ettiler. Geride bırakılan kadınlar kadar,
erkekler de oldu.
İngiltere'den, İskoçya'dan, İrlanda'dan, Fransa'dan ve
İtalya'-dan gözleri parlayarak, tehlikeye ve zorluklara karşı ka­
yıtsız yiiriidüler. Bu kaygısız ve gözü pek maceracılar, Tanrı
adına ıssız oımanlara daldılar, hırçın denizleri geçtiler ve geçit
vennez dağlara tınnandılar. Akıl almaz zorluklara katlandılar,
kavurucu güneşin ve donduran yelin işkencelerine, açlığa ve
susuzluğa dayandılar ve sonunda Vaat Edilmiş Topraklar'a var­
dıklarında, isimsiz mezarlara gömülmek üzere, cesur ve genel­
lil<le kendilerinden kalabalık bir düşmanla kapıştılar.
Bu sırada yaklaşan çığın söylentisi Kutsal Topraklar'a ve
komşu ülkelere ulaşmıştı. Haberler ne kadar korkutucuysa,
Hz. Muhammed'i reddeden, haç biçimli bir puta tapanların;
Tann'nın bir olduğunu, tek ve bölünmez olduğunu ve İsa'nın
her ne kadar peygamber olsa da, Taun olmadığını bir türlü
kabul etmeyen bu kibirli, münafık köpeklerden intikam al­
mak kararı da o kadar güçlüydü. Eğer ölüm, cennete ulaşmak

18
ve dünyada imkansız olan sonsuz bir mutluluğa kavuşmak

anlamına geliyorsa, bu deli siirüsiine haddini bildirmekten ve

onlarla ölümüne çarpışmaktan daha görkemli bir şey olabilir

miydi?

Bir ülkü, benzeri bir başkasıyla karşı karşıya gelmişti. İkisi

ele Tanrı'nın vahyini kendinde hissediyorlardı ve davalarının

haklı olduğundan, dürtülerinin saflığından, ödüllerinin kesin

olduğundan eminlerdi. Uygarlığın ağır aksak yürüyüşü bo­

yunca, o günden sonra da benzer bir ötkeyle, harap etme

şevkiyle, iki tarafın da keneli haklılığına sarsılmaz inancıyla

dolmuş olarak defalarca yüzleştiler. Aslında bu tür olaylar,

onları mümkün kılan çılgınlığı anlayamayacağımız kadar biz­

lere de uzak değildir ama Haçlı Seferleri, şiddeti, süresi ve iki

tarafın da duygusal yoğunluğu açısından farklılıklar gösterir.

Haçlıların adil tavırdan saptıkları dönemler okluğu itiraf

edilmelidir. Aynı zamanda, Mısır lükslerinin pek çok kere­

ler Tanrı yoluna hizmetten daha çekici geldiğini de görmek

gereklidir. Sonıınsuz maceraperestlerin buyruğundaki ayak

takımı, masumları katletmeye, yağımı ve tecavüze yönlendi­

rilmiştir. Yolculuk boyunca gördükleri konukseverliğin kar­

şılığını, soygunlar ve yangınlarla ödemişlerdir. Kurbanlar,

dindaş Hristiyanlarla değişmez günah keçileri olan Yahudiler

olmuştur.

Köln'de başpiskoposun koruması bile Yahudileri, Kont

Emicho'nun başpiskoposluğun kapısını kırarak girmesine ve


kadın, erkek ve çocukları katletmesine engel olamamıştı. An­

kara yakınlarındaki bir köyün Hıistiyan halkı, haçın ardından

yürüdüğünü gördükleri işgalcilere kucak açmak için çıktıkla­

rında acımasızca yağmalandılar. İmparator Konstantin Haçlı­

lara yiyecek ve barınak sağlarken, tebaası soyuldu ve eziyete

uğradı. Macar kralı kentlerinin kontrolünü sağlamak için sa­

vaşmak zorunda kaldı. Ancak unutulmaması gerekir ki, bun­

lar aşın heyecanlanmış, ilahi müdahaleyi çağrıştıracak her­

hangi bir işarete aç, kararları bu saı1!an yığınını ateşleyecek

kıvılcımı çakabilecek ilk çılgına ya da dolandırıcıya bağlı olan

cahil bir yığındı. Şehitlik kavramını yalnızca kötü düşünenler

taratindan yaratılmadı.

Tanrı'nın o günlerde gerçekten ne istemiş okluğu bugün

de anlaşılabilmiş değildir ama Tanrı'nın onuru için mücadele

vermiş olan iki taraf arasında karşılıklı inişler çıkışlar oldu­

ğunu biliyoruz. 1096 yılının farklı zamanlarında -dört tanesi

yürekli ve sonuç alabilen şövalyelerden oluşan- Avnıpa'dan

beş ordu yola çıktı: Lorraine Dükü Bouillonlu Godfrey; A pu­

lia ve Kalabriya Dükü'nün oğlu Bohemond; Narbonne Dükü

Raymond ve Fatih William'ın oğlu Normandiyalı Robert...

Anadolu'ya ilk ulaşan dağınık sürünün başında Çulsuz Walter

ve Papa il. Urban'ın bütün bu hareketi başlatmasına ön ayak

olan keşiş Pierre rErınite vardı.

B.u ikili, neredeyse bir anda yok edildiler ama diğerleri cid­

di zorlukların ardından pek çok kenti ve nihayetinde Kudüs'ii

20
ele geçirmeyi başardılar. Kıskançlıklardan ve rekabetten kay­

naklanan birçok hasis olay bu hedefe gölge düşürse de, den­

geyi sağlayabilecek kadar cesurca girişimler ve kahramanca

direnişler de oldu.

Antakya kuşatmasında Normandiyalı Robert, büyük kılı­

cıyla Arap rakibinin başını tek hamlede keserken, Bouillon­

lu Godfrey geride kalmamış, düşmanın arasındaki bir devle

kapışmıştı. Arap'ın darbesi Godfrey'in kalkanını titretse de

kendisi üzengide sükunetle dikilip, rakibini tek bir darbede

ikiye böldü. Adamın bedeninin üst yarısı yere düştüğünde,

ayakları hfüa atın üzengisindeyc.li. "Sükunetle" tanımına dik­

kat çekerim. Herhalde şövalyemizin sıradan bir askermiş gibi

şic.lc.letle ya da güç harcadığını gösterecek biçimde bir şey

yapması beklenmiyordu.

Antakya, uzun bir kuşatmanın ardından, Feims adlı bir

Ermeni'nin içeriden ihaneti sonucunda düştü. Haçlılar, bu

uzun direnişi halktan altı bin kişiyi bir gecede katlederek ce­

zalanc.lırdılar. Ancak bunun ardından büyük bir Arap ordusu

Haçlıları kuşattı ve içeridekilerin çektiği cefayı bu kez işgalci­

ler çekmeye başladılar. Önderlerin çoğu kaçtı, çözülme ufuk­

ta göıiindü ama bu yılmaz savaşçıların defalarca yaptıkları

gibi, en can alıcı anda kalabalık rakiplerinin üzerine hücuma

g
çıktılar ve düşmanlarını da ıttılar. Haçlıların o bunaltıcı du­

ruma karşı koyabilmelerini sağlayan mucize, Romalı askerin

İsa'ya saplamış olduğu Kutsal Mızrak'ın bulunmuş olmasıydı.

21
Bir de herhalde Mızrak'ın varlığıyla uyanmış olan beyaz atlı,

beyaz sancaklı hayaletlerin birdenbire görünmeleıi...

Gariptir ki, Peter Bartholomew'in Mızrak'ı buluve1111esini

sağlayan ve sonrasında başka görkemli mucizelere de neden

olan göıiileıine inanmayanlar o zaman da oldu, hatta Haç­

lılann arasından bile böyle düşünen inançsızlar çıktı. Peter

kırk bin Haçlının önünde ateş sınavını geçtiğinde bile bazıla­

rı ikna olmadılar. Bu kişiler, Peter birkaç gün sonra ölünce,

şevke gelen inananların onu kucaklarken fazla hırpaladıkları

konusunda ısrar edenleri de elbette dinlemediler ve ölümü­

nü yanıklarıyla ilişkilendirmekte inat ettiler.

Birkaç ay sonra, tarihi kesin olarak belirlenemiyor olsa da,

büyük olasılıkla 1 099 yılının Mayıs sonlarında kıyı boyunca

Kudüs'e yürüyor, yolda bazı kasaba ve kentleri ele geçiriyor­

lardı. Yola çıkan ve sayısı yüz bin ile altı yüz bin arasındaki

geniş bir yelpazede tahmin edilmiş olan kalabalıktan, şimdi

on beş bini şövalye olmak üzere elli bin kişi kalmıştı.

6 Haziran'da Kutsal Kent'in duvarlarını ve kulelerini ilk

kez gördüler. Vakanüvislere göre ne o güne kadar, ne de o

günden sonra öylesi bir toplu duygu patlaması yaşandı. Di­

dişmeler, rekabet, dünyevi şeylere olan özlem unutulmuştu.

İnanılması güç zorluklara ve yoksunluklara göğüs germiş, gö­

zünü kırpmadan savaşmış, can almış, insan S?.katlaınış iıi yarı,

güçlü adamlar yüksek sesle ağlıyor ve kavuşmanın coşkusuy­

la dizüstü gelip toprağı öpüyorlardı. Hedeflerini görünce, yü-

22
rckleri de zihinleri de başlangıca dönmüş ve tek ülküye adan­

maya odaklanmıştı. Ne yazık ki, nefisleri onların bu düzeyde

uzun süre kalmasına olanak veremeyecekti.

Üç dinin kutsal kenti olan, Yahudilerin, Müslümanların ve

Hristiyanların kutsal anılarıyla dolup taşan Kudüs, insan kanını

da, insan acısını da çok görınüş olsa da, olasılıkla Hristiyanlığın

yiğit savaşçılannın savunmalan kırıp taıihi sokaklarına doluştuk­

ları o günkü -15 Temmuz olarak kabul edilir- kadarını gömıemiş­

ti. İsa'nın ruhu, gözleıini bürüyen kanın içinde unutuldu gitti.

Müslümanlar güvende olduklarını sanırlarken Hristiyan­

larla uzaktan alay etmiş, gözlerinin önünde İsa'nın insanoğ­

ltımın kefaretini ödemek için kanını akıttığı haç olduğuna

inanılan Kutsal Çarmıhı dövmüşler, alaycı şivelerle "Franklar,

bakın bu kutsal haç!" diye bağmnışlardı ve şimdi saygısızlık­

larının bedelini ödeyeceklerdi. Kadınların ve bakirelerin ırzı­

na geçikli; susamış kılıçlar kana doydular.

Sokaklarda mağluplar kaçışıyor ve boş yere saklanacak yer

. aranıyorlardı. Bir tanığın yazdığına göre: .. Kulelerden atılan­

ların bazılarının kafası kopmuş, bazıları oklarla delik deşik ol­

muştu. Kimi uzun işkenceler sonunda ateşe atıldı. Sokaklarda

ve meydanlarda kellelerden, ellerden ve ayaklardan yığınlar

seçiliyor, insan ayakları ve at toynakları kaldırımlardan ancak

cesetleri çiğneyerek geçiyorlardı."

Önderlerden bazıları biraz merhamet gösterdiler. Sicilya­

lı Tancred, Tapınak'taki altın pilili perdeleri kendi için ayır-

23
dıktan sonra, oraya sığınmak isteyenleri kommayı vaat etmiş

olsa da sözünü tutamadı. Raymond, Davut Kulesi'ne ulaşa.

bilenleri sahiden kurtardı ama katliam kollarında kılıçlan ve

hançerleri kaldıracak dennan kalmayıncaya kadar sürdü. Er·

tesi gün, öldürmeye ve işkenceye kaldıkları yerden devam

ettiler. "Putperestlerin böylesi katledildiği ne görüşmüş, ne

duyulmuştur" diyordu bir vakanüvis, "ölü sayısını yalnız Tan­

rı biliyor."

İki katliam arasında seferin yüce amacı bir an için akla gel-

di. Kıyımdan çekilen Godfrey, Kutsal Mezar Kilisesi (Kıya­

met Kilisesi) ilk yönelen oldu. Yalnız keten bir giysi kuşanıp,

İsa'nın türbesine çıplak ayakla gitti. Oradaki herkes onu izle­

di. Silahlar ve kanlı pusatlar kenara bırakıldı. Onlar ela çıplak

aya�la, başları açık, sevinç gözyaşları dökerek, yakararak ve

tövbe şarkıları söyleyerek yürüdüler.

Beş yüz yıl sonra, savaştan çıkmış bir askeri birlik, Papa­

lık sarayının resimleriyle heykelledni yapan adamı çalışırken

gönnek için MikeJanj'ın atölyesini işgal ettiler. Oradan da

hala mızraklara takılı gözleri, kulakları ve bunmları alıp kili·

seye gittiler. Muzafferlerin kamı susamışlığının dizginlenmesi

uzun bir zaman alınış oldu.


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kutsal Topraklar

Bir Amp gezgini olan Makdisi, Haçlıların ele geçirdikleri


topraklaıı "Bir güzelin yüzündeki lekeler gibi kızıllı, beyazlı,
karalı tarlalar ve bahçeler varc.lır" diye anlatır ve dört kuşağa
ayırır: İlki. Akdeniz kıyısındaki. yer yt:r tarım alanları ile bö­
lünen beyaz kumluklanlır. 13tıralanla kıyı kentleri bulunur.
İkinci kuşak, pınarlar, yakın köyler ve tarlalarla dolu dağlık
ve sık ormanlık bir bölgedir. Kudüs ve Antakya kentleri bu
kuşakta yer alırlar. Üçüncü kuşak, küylcri, dereleri, bakımlı
tarlaları ve çivit yataklarıyla, Ürdün Vadisi'ni kapsar. Burada
Jericho ve Taberiye kentleri bulunur. Dördüncü kuşak, çöle
komşudur. Dağları yüksek ve kel olsa ela köyleri, su pınar­
ları ve ağaçlık alanları vardır. Bu kuşakta Şam ve Halep gibi
önemli kentler bulunur. Huleh Suyu ile Seir Dağı arasındaki
bölümü dışında iklimi ılımandır. Oraları da, çivit ağacının,
muzun ve palmiyenin yetiştiği sıcak yörelere.lir. "Suriye" diye
devam eder Makdisi, "bir ucuzluklar ülkesidir; çeşitli mey-
5�r.ıg.1ııi11 SrruGi

velerle dolu. pek çok kutsal adamm yaşa dığı bir nimetler di­

yarıdır. Yunanlıların memleketine yakın olan yukarı eyaletin

dereleri de mahsulü de zeng ine.l ir ve iklimi soğuktur. A�ağı

e ya letse, lezzetli me y veleri ve bir sürü pal miyesi olduğu içi n

daha da harikadır." Yalnız Filistin bölgesinde, ba�ka hiçbir

yerde bir arada bulunamayan otuz altı ürün sayar. ''Dünyada

ve ahrette huzur da bir sonın değildir" diye bi t i rir sözünü,

"çünkü bu ül ke de yürekler yumuşar w insa nla rın kolları iba­

det için yuka rı kalkmaya başlar.··

Haçlı seferlerine.len ön ce bu topraklar pl'f..: çok iniş çıkı�

görmüştür. llz. Muh:ımmed'in haletleri blam'ın ka rşı konul­

maz orduları sayesinde geniş topraklara hükmetmiş. halife­

nin gücü bir noktada Mısır, İran. Suriye, Kuzey Afrika ve hat­

ta İspanya 'ya kadar uzanmıştı. 9. y üzyı l da gücü azalmaya ve

10. yüzyılı n sonlarında ikti darı tükeıııneyl· başladığın d a y e rel

Arapların yünettiği birçok kü � ü k emirlik öne çıksa da, l 1.


·

yiiz)' t lın başından itibaren İran'ı, Nk:zopotamya'yı, Suriye'yi

ve Filistin 'i ele geçiriveren yeni vt· etkili bir güç, bunların

hepsini temizlemiştir. Tiirkistan'dan gelen bu k abileler. Türk­

le rin Oğuz boyunun beyi ola n Sdçuk'un torunları, bu bölge­

nin giderek yozlaşan sakinlerinin üzerine bir gazap ri.izgftrı

gib i çökmüş n· hemen hiç direnç gi)rmec.len, fatihler olarak

karşılanmışlardı. Yeni tebaalarrnm dinini zaten daha önc eden

kabul ermiş oldukları için. bölgeye yeni bir coşku a�ılaınayı

başarmışlardır. Kısa zamanda, Afganistan 'ın b atıs ından Akde-

26
CSg..ırfcsJ. U\.05cG.111fı

niz kıyılarına kadar, Asya'nın batısı bütünüyle onların idare­

sini kabul etmişti.

Selçuklu sultanları bölgeye sıkıca yerl<.:şir yc.:rleşınez ilk iş­

leri ortamı düzeltip cilalamak olmuştur. 1072'de Melikşah ik­

tidara g<.:çtiğinde, Müslüman Asya benzeri nadir görülmüş bir

sorumluluk duygusuyla hareket eden bir hükümdarın buyru­

ğuna girmiş dunınıdadır. Avrupa, bu insancıl ve aydın hüküm­

darın yönetimine benzer bir sisteme o anda sahip değildir,

daha uzun süre de benzerini geliştiremeyecektir. Melikşah'ın

iktidarı, benzeri göıiilıııemiş, sağlam ve tam bir nıutlakıyetti.

Eşsiz gücüne, yönettiklerine karşı tartışmasız bir sorumluluk

duygusu eşlik ediyordu. Tebaası, bencil arzular, eğilimler· ya

da kaprisler araya girmeksizin, hükümdarın düzenli ilgisine

ve kabulüne sahipti. Yükümlülüğü, görevlerinin bilincinde,

ayrıcalıklarını yalnızca daha iyi hizmet vernı�k için kullandığı

yiğitçe bir yüktü. Melikşah'ın veziri olan ve onun ülküsünün

sorumluluğunu taşıyan Nizamiilnıiilk, sultanın istc.:ği üzerine,

yönetim ilkelerini ve hükümdarların yükümlülüklerini herke­

sin anlayabileceği biçime.le anlatan ve o günden beri dünyada

hayranlık uyandıran bir siyasetname yazmıştı.

Bu katı zorunluluklar arasında gösterişe ve lüks<.: en ufak

yer yoktu. Hükümdarhk mesleğinin kolay ve eğlenceli oldu­

ğumı sanan sokaktaki adam için pek de çekici bir tanımlama

değildi. Nizanıülmülk'ün tarif ettiği hükümdar, sıradan insana

kıyasla gerçekten üstün tanımlanmıştı. Kızgınlık, nefret, kıs-


j fc .1 P. .ı t ı i 11
-'
S ,
, " ıı
L L
Gi

kançlık, gurur, hırs. tamah, garaz, �ehvct, bencillik, dlişünce::­

sizlik, yalan, vefasızlık ya da hoppalık gibi zayıflıklar ona göre

değildi . O kendini alçakgöniilli.i, kibar, edepli, merhametli ve

kendine lu1kim olarak eğitmeliydi. Yumuşak başlı, minnettar,


cömert ve sadık davranmalı, bilgi ye ve adalete :1şık olmalıydı.

Asıl şaşılacak olan şey, bu melekler standardına kendisinin de


bir insanın başarabileceği kadar yaklaşmış olmasıdır. Ku�ku­
suz, iktidara gel diğin de Scfahattin'in aklında da bu örnek yer
etmiş durumdaydı .

Melikşah'ın katı vekilinin sıraladığı bc:lirgin g<'lrevler. bu


sayılan erdemlerin pek çoğunu barın dırm a y ı gerektiriyordu.
Hüki.imc.lar haftada iki kez görii�c çıkmalı ve gelen herkesi
kabul etmeli, talep ve �il dyetkrini dinlemeliydi. Katılım hak­
kı en sıradan kul;r hile ac;ık olmalı ve arabuluculuk yapılma­
malıydı . Gelen haftalardır yıkanmamı ş olsa da, lavanta koku­
yor olsa da hiiklimc.lar şahsen onunla ilgilenml'li, onu sabı rla
dinlemel i ve her şeyi tarttıktan sonra karar k1 lma hydı . "Hatırı

sayı lı r tek bir karar" demişti vezir. "hiikiirndarlık için giiçlü


bir ordudan çok daha etkilidir.··
Nizaıni.ilmiilk, uyarılarının önemini vurgulam ak için, so­

nımluluklarını rcrine ge ti rmeye özen göstermeyen başka


hükümdarlardan örnekler vermişti: Bir hüklimc.lar, danışman­
l arı nın boynu hiikük olanlarla k en d is in in arasına girme eği·
limini bildiği için, maruzatı olanlann kızıl dibbdcr giyerek
gel m elerini ve kal abalığın i çi nde bile kolay seçilmelerini is-

28
temişti. Bir ba şkası. geniş bir düzlükte at üs tü nde durur ve

yan aş an lar ı c.la, araya gir m eye çalışanları da bl>yle s c<;ermi ş.

Son ola ra k, bir Buhara hiikünıc.larının vicdanı o k:ıc.l:ır sı zla mış

ki, aşırı gayretkeş kullarından biri tarafından gii ndü zü n geri

çevrilmiş olan bir gari ban a tcsadüfc:n tekrar rastlayabilmek

uımıduyla hiiliin bir geceyi kar fırtınası altında kent mcyda­

nında geçirmişti.

Valilerden ka p ı nöbe::tçilerinc kadar, devlet ıncımırlannın

halka baskı yapmaları tc.:hlik1.:siııt: karşı uyanları da aynı de­

recede vakurdur ve bunları n teftiş yüntenıkL'i de i>zc.:nle be­


lirlenmiştir. Gezici tüccar, hat t a din adamı kılığına sokulmuş
casusların ülkenin dürt bir yanına gö nd erilip tanık oldukları
,

olaylar hakkında a y rı ııt ıl ı raporlar \'L'rmesi söz k onus u du r. Bir


ba şka ünlem de meıııurlarrn sık tayin edilmL·si ve )'l'.rl<:rinin

değiştirilmesidir. Böy lec e b i r y c.:rde oraya lı;ikim olduklarını


.

düşünebilecek kadar kal malarının cngdknınesidi r. Benzer


bi ç i m de, hi ç ki ms eye müsamaha gösterilmemesi ve kimse­

nin kay ır ı lma mas ı esast ır.

Bütün bunlar, sorumluluğun su lta n ın üzerine bindirilmesi


anlamına geliyordu Dç.:netkyici kendisi olacaktı ve kim seye
.

güvenmeyecekti. Ülkesi Çin'e.len Fenikc'ye. Semerkant'tan

Maveraünnehir'c, hatta Tiirkisıan kentlerine doğru ya y ı ld ı kça

büıiin vü n ct imi n onun ıam c.lern.:tiıni altında o l abilmes i ici n


. ·'

dev bir ör gütlen me ge rek i y or olsa da \'<.: yalnı zc a raporların

gelmesi sultanın hareket etmesi için yet erl i zaman bırakını-


yorsa da, Nizamülmülk çok sertti. Bu kadarla k almıyordu ; sal­

tanat alışkanlıklarına bile sükunetle ve k orkusuz ca karışıyor­

du. Hüki�mcların kendine karşı sert olması ger eklidir , kadehe

nadiren el uzaunalıdır, havailiği ele engellemelidir diy o rdu .

Onun görevi her k on uda örnek oluştumıaktır, oruç tutmalı­

dır , _elini görevleıini yerine getirmelidir, ze k ;'ltın ı vermelidir

diye ısrar ediyordu.

Doğulu vakanüvislerin taraflılığını göz önünden ayırma­

dan düşünecek olsak bile, yönetimin erdemli ve başarılı ol­

duğu da, Mclikşah'ın ve sıra dışı vezirinin altlarındaki emirle­

re ve valilere örnek oldukları da, halkın kalkındığı ve refaha

ulaştığı ela apaçık ortadadır. lkpsindc.:n önemlisi, Avnıpa'da

güvenliğin mumla arandığı bir çağda, bu ülkede herkes canı­

nın ve malının güvenliğinden emindi. Roma'ya gid en hacılar

bile hem gidiş, hem de dönüş yolunda soyulac.lursunlar, sul­

tanın geniş topraklarında isteyen istediği yere, taşıdığı malını

da kendi canını da dert etmede n y o lculu k edebiliyordu. So­

nımluluğu yerel halkın üzerine yükleyen ustaca bir yasa sa­

yesinde , yolcu malını istediği yerde bırakabiliyor ve oradaki

herkesin kendisini koruyacağından sonuna kadar emin olabi­

li yordu. Nadiren mala bir şey olduğu durumlarda da tazminat

doğrudan bölge halkıııa ödetiliyordu.

Kalkıııma konusunda ela estetik alanda olsun, maddi

alanda olsun büyük atılımlar yapılmıştı. Bilginler, şairler ve

düşünürler hem huzura gelmeye teşvik ediliyorlardı, hem


de Nizaınülmülk onları çekmek için her türlü çabayı göste­

riyordu. Eskiçağ Yunan eserlerini Arapçaya çevirtmek için

Konstantinopofü;'ten özel olarak bilgink:r getirtmişti. Her

türlü yetenek destekleniyordu ve bütün bunlardan önemli

olarak, tüm görüşlere h oşgörü gösteriliyorc.lu. Aydın vezir,

günümüz Londra'sındaki tüm nifakçıların kalplerine kazıma­

sı gereken şu sözleri söylüyordu: "Bir devlet için fanatiklik,

tüm görüş ayrılıklarından daha tehlikelidir."

Nizam ülınü l k parasını kendi vakfettiği görkemli okullar

ve kütiiphaneler dikerken, .Melikşah cfüncrtliktc <>ndan geri

kalmıyor ve bütün bunların giderleri fazlasıyla karşılanıyor­

du. Bir bütün olarak, Mussolini'nin 'Hayırsever despotizmin

faydaları' biçimine.le alıntı yapabileceği, son derece etkili bir

yönetim kurulnrnştu.

Elbette. barışın h uzuru içinde sık sık kan aktığı da otu­

yordu. Savaş a lışı lmadık bir şey değildi ve kılıcın bırakılıp

sabana yapışılması biçimindeki çağdaş düşünce, Mclikşah'ın

sarayında şaşkınlık, hatta öfkeyle karşılanıyorc.lu. O dönemi n

kahramanı akıllı olduğu kadar güçtü d e bir adam olmak duru­

mundaydı ve sağduyu s;ıhibi otan kimse i nsanın doğal olarak

savaşan bir hayvan olduğu kuramına karşı çık mıyordu.

Asya'nın Avnıpa'ya k ıyasla durumu işte böyleydi. Dünya

hükümdarları inançları için, kar için, halta z�vk için savaşı­

yorlarken, a ncak istisnai olanlar savaşlarını haklı gösterme­

ye kafa yoruyorlardı. Kazanan her şeyi alıyordu ve evine dö-

31
nen fatih, saldırgan da olsa savunan taraf da olsa kulaklarına

aynı kutlama sesleri geliyordu. Zaferin cğkncesine gölge

diişiirecek eleştirilerin ya ela şikayetin pek görülmediği bir


.
dünyaydı. Hristiyan ülkelerde kilise çanları çınlarken, İslam

Lopraklarında borular füüyor ve davullar gümlüyordt.ı. Kaybe­

denler, kazananın önünde çamurda sürükleniyor, kişiliğinin

elverdiğince metin davranıyor, yüreğinde herhangi bir yan­

lışlık duygusu değil, yalnızca intikam isteği oluyordu. Mülkü

kazananın eline geçiyordu ve onun kararlarının herhangi bir

biçimde kısıtlanması kimsenin akltna bile gelmiyordu. Tama­

men siyaset gereği ya da kazananın merhametli bir adam ol­

ması yüzünden kimi mağlup bağışlanabiliyordu ama zincire

vurulup sürüklenecek de olsa, ıie doğrudan ilgisi olanlar, ne

de izleyenler bunu yadırgarlarclı.

fürlikleri tarafından terk edilen Aksungur, muzaffer rakibi

Tacüddevle Tutuş'un huzuruna getirildiğinde "Eğer sen beni

esir almış olsan ne yapardın?" diye sordu kazanan. "Öldürür­

düm" diye alacı bir yanıt geldi. Ne olduğunu bilmek için çok

zeki olmaya gerek yok. Tüm zamanlara uzaktan ve genel ba­

kıldığında, onurlu yiğitlik sahneleriyle acı vahşet sahneleri

arasındaki tezada karşı, biraz da dehşetten kaynaklanan bir

hayranlık duyulmuştur. Kibar bir şövalye esirlerinin gözleri­

ne mil çekip, burunlarını, ayaklarını ve ellerini kesip, onu

yoldaşlarına bir uyarı olması için geri yollar. Bir başkası kafa­

larını kesip kızartır ve bunların şölen sofrasını süsleyecekleri

32
söylencesine neden olur. Aslan Yürekli Richard'ın da konuk
olduğu bir şölenin çok daha gaddarca tasvir edildiği şiiri olay­
dan çok daha sonraları duyup da yazan şair, ilham kaynağını
bu duygudan almış olabilir. Erkekler, kadınlar ve çocuklar
yerle bir olmuş kentlerin sokaklarında, bir veba kaynağı gibi
üst üste yığılırlar. Esirler zincirler içinde yürütülür ve binler­
cesi soğukkanlılık içinde doğranır.
12. yüzyılda Irak hükümdarı olan başka bir Melikşah,
veziri tarafından zincire vurulup hapsedilir ve vezir, hırsın
kan bağından daha güçlü olabileceğini düşünerek, devirdiği
hükümdarın kardeşini tahta davet eder. Kardeş tahta otur­
duğunda ilk işi vezirin kafasını yandaşlarının gözü önünde
kestinnek olur. Bedenini de köpeklere atar. Bağdat'ın gurur­
lu emiri İbn Atir, bir hükümlünün cesedini sokaklarda sürün­
dürüp yaktırır. Dört gün sonra kendi öldüğünde cenaze alayı
aynı sokaktan geçerken kalabalık üşüşür, bedenini ele geçirir
ve ona da aynı şeyi yaparlar. Roha başpapazı, kent hüküm­
darının yokluğunda, kent savunmasını desteklemek kisvesi
altında, kendi kesesini d.oldunnak amacıyla yeni bir vergi ko­
yar. Düşman kente ulaştığında, altını cübbesinin altına sokup
tapınağından çıkıp, düşman giremeden iç kaleye ulaşmaya
çalışır. Ancak geç kalmıştır ve kapılar çoktan zorlanmaktadır.
Kaçmaya çalışır ama haram zenginlikleri onu hantallaştırır.
İşgalcilerin atlarının önünde tökezler ve toynaklar altında ezi­
lir.

33
Bu şiddet ve bencillik örneklerine karşı, ateşli kahraman­

lıkları, zafer anında gösterilen cömert hoşgörüleri, yiğitçe

lütuftan, duygulan tetikleyen durumlara karŞı içgüdüsel tep­

kileri anlatan örnekler de verilebilir. Ancak bunların, genel

tavrı pek de doğru yansıtmayan istisnai hareketler olduğunu

görebilmek gereklidir. İşte bu istisnai durumları kendi yaşa�

mında sıradanlaştıracak kadar özgün bir insan olan Selahattin

adlı bir adamın yaptıkları bu satıdarda sık geçecektir.


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Görkemli Kentler

Haçlıların hedefi Kudüs olsa da, yol boyunca birçok şehri


ele geçirmişlerdi ve bunların hepsinde rahatlıkla ve çekicilik­
le karşılaştılar. Nizamülmülk'ün ve efendisinin yedi yıl kadar
önce ölmelerinden beıi koşullar değişmişti. Melikşah'ın oğul­
ları ve dul kansı onun kadar erdemli değillerdi ve sarayda
ikilik çıktığında daha sultanın bedeni soğumamıştı bile. Dul
kalan Terken Hatun, o zaman döıt yaşında olan oğlunun tah­
ta geçmesini sağlama almak için sultanın ölümünü gizlemişti
ve orduyu teftişten geçirip, herkes çocuğa biat edene dek
cenaze bile yapılmadı. Yine de bu çabası pek verimli olmadı,
çünkü küçük hükümdar birkaç yıl içinde öldü. Melikşah'ın
büyük oğlu Berkyaruk ile kardeşi Muhammet Tapar taht için
kavgaya tutuştular ve babalarının özenle kurduğu koca impa­
·
ratorluk parçalanıverdi. Kısa zamanda İslam dünyası karıştı
ve küçük emirliklere bölündü. Çoğunlukla memluk olan -as-

35
lında köle olan, yetenekleri ve sadakatleri yüzüne.len sultan

tarafından önemli mevkilere.getirilmiş olan ve çoğu bu mev­

kileri taşıyabilecek kadar becerikli adamlar- eyalet valileri

bağımsızlıklarını ilan etmek için bu fırsatı değerlendirdiler.

Haçlıl:inn başarısını mümkün kılan asıl etmen, Melikşah'ın

ülkesinin parçalanması ve ardından gelen yıkıcı savaşlar

oldu. Bütün ülke güÇlü bir hükümdar altında birlik olabilsey­

di, Hristiyan işgalcilerin pek şansı olamazdı.

Urfa ve Antakya gibi kentlerin cazibesi Birinci Haçlı

Seferi'nin önderlerine o kadar çekici gelmişti ki, Kudüs'e

yürüyüşleri uzun süre aksamıştı. Eski dünyanın en büyük

kentlerinden biri olan Antakya, bir zamanlar İskenderiye ile

birlikte Roma İmparatorluğu'nun doğusuna merkezlik yap­

mış bir kentti ve o büyük kudretini artık kaybetmiş olsa bile,

çepeçevre bağları ve bahçeleriyle hfüa çok güzeldi. İnanıl­

ması zor güçlüklere dayanmış askerler için harika bir konak

yeriydi ve çevreye yapılacak ganimet harekatları için de bu­

lunmaz bir merkezdi.

Urfa da, taıihi eski çağlara dayanan, Roma döneminde

Hristiyanların elinde bulunmuş olan, mozaik kaplanmış gör­

kemli kubbe tavanı bir Arap yazar tarafından dünyanın c.löıt

harikasından biri olarak betimlenmiş eski bir kentti. Üç yüz­

den fazla kilise barındırıyordu. Çeşitli dönemlerde Yunanlı­

lar, Romalılar ve Araplar tarafından süslenmişti ve dünyaca

ünlüydü. Gelecekte Haçlıların elinden alınması Avrupa'cla


yoğun duyguları tetikleyecek ve İkinci Haçlı Seferi'nin başla­
masında önemli etkisi olacaktı. Boullionlu Godfrey ve karde­
şi Baldwin yönetimindeki ordu, bu kentte bir süre oyalandı.
Araplarla Haçlılar arasında gelecekteki mücadelelerde
önemli bir rol oynayacak olan Fenike kökenli iki kent olan
Trablus ve Sur, Urfa'dan sonra Hristiyanların eline geçti. İki­
si de etkili kentlerdi ve özellikle Sur, güçlü savunmalara ve
gösterişli yapılara sahipti. Beynıt çarşıları o kadar gösterişli
süslenmişti ki, Makdisi burayı gezdiğinde sultanın ziyaret et­
mek üzere olduğunu düşünmüştü. Bağları ve bahçeleri, "bir
hükümdarın keyfine yakışacak kadar" güzellerdi.
Haçlıların Kudüs'ün işgaliyle kazandıkları başarıyı geliş­
tirerek ele geçirmeyi istedikleri önemli başka kentler hfüa
Mi.isli.imanların elindeydi. Bu şehirlerden olan Halep, çok
sayıda saldırıya uğradı. "Güzel, korunaklı, harika bir kent"
diye yazmıştı Makdisi, "sakinleri de aydın, varlıklı ve anlayış­
lı insanlar. " Evleri taştandı ve yedi kapısı olan beş kilomet­
relik bir surla çevrelenmişti. Hoş bir ırmak boyunca uzanan
yaylaya kurulmuş olan, çevresinde kilometrelerce bahçeler
uzanan, alışılmadık derecede ele serin ve sağlıklı bir iklimi
olan bu meşgul ve çalışkan kent, kervan ticaretinin önemli
bir durağıydı.
Humus kenti, Mısır ve Filistin'den kuzeye çıkan büyük
yola da, Asi Irmağı'na da h:1kimcli ve tarih boyunca çok sa­
vaş görmüştü. Güneş Tanrısı Baal'a adanmış, yıkıntıları bu-

37
gün de durmakta olan olağanüstü bir tapınağı vardı. Sağlam
kalesi ve muazzam duvarlarıyla, Suriye'de Arapların elindeki
en güçlü kentlerden biriydi. Emevi halifelerinin elindeki as­
keri bir merkez olduğu dönemde, etkisi Tadmur'dan denize
kadar uzanırdı. "Kadınları güzellikleriyle, erkekleri yiğitlikle­
riyle ünlüdür, toprakları ve bahçeleri verimlidir" diye kıvı­
rıveren Makdisi'nin burada hoş olmayan bir şeyler yaşamış
olduğunu varsayıyonım. "Kentin yükse�erincle, uzaklardan
bile seçilen bir kalesi var. Müslümanlar burayı ele geçirdikle­
rinde kiliseye el koymuşlar ve yansını cami yapmışlar" diye
yazmış Makdisi. "Bu cami pazar meydanında ve kubbesinin
tepesinde dört bir yana doğnı bakan. dökme pirinçten balık
üzerinde adam heykelleri var. Bu heykeller hakkında rivayet
çeşitli ama güvenilir olanı yok. Kentin başına pek çok talih­
sizlikler gelmiş, hatta da şimdi bile yok olma tehdidi altında.
İnsanları budala. "
Haçlılar, Suıiye'nin en büyük kenti olan ve hatta dünyanın
hfüa ayakta kalan en eski kenti olduğu söylenen Şam üzerine
pek çok girişimde bulundular. Dördüncü Halife Ali katledil­
dikten sonra hilafet merkezi Mekke'den buraya taşınmıştı ve
Şam bir süre Emevi hilafetinin başkentliğini yapmıştı. Hristi­
yanların eline geçeceği düşünülen bir an gelse de, Haçlı ön­
derleri kötü danışmanları yüzünden bu kentten püskürtüldü­
ler. Burası tarihin başlamasından bile önce büyük bir kentti ve
bilinen her dönemde görenlerde coşku uyandırmıştı. Kuzey
· sınırında iki ırmak tarafından sulanan, olağanüstü bereketli
bağlar ve bahçelerle dolu geniş bir ova vardı. Yunanlılar, Ro­
malılar, Mısırlılar ve Araplar buranın mimarisine ellerinden
gelenin en iyisini katmışlardı ve kentin evleri görkemli mo­
zaiklerle, oymalarla bezenmiş duvarlarıyla ve tavanlarıyla ün­
lüydü. Yunanlılar buraya "En Güzer' derdi, Araplar ise "Dün­
yanın Gelini. " Doğunun tüm kentleriyle yapılan ·ticaretin en
büyük merkeziydi. Sayısız keı.-Van buraya uğrardı. Sergileri,
yalnız doğu zanaatkarının elinden çıkmış nadide eşyalar satıl­
clığı için değil, Asya'nın- tüm toplumlarından gelen her çeşit
insanla dolu olduğu için de görmeye değerdi.
Makdisi'nin söz ettiği o günlere kıyasla, Haçlı istilası dö­
neminde de saraylar, anıtlar, halifelerin diktirdiği görkemli
yapılar, hatta kenti boydan boya geçen bir kapalı çarşı olan
· "Düz Sokak" bile pek değişmiş değildi. "Derelerle bölünmüş,
ağaçtan yoksun" olan bu kentte her eve kanallarla su sağla­
nıyordu. "Burada fiyatlar ortalamadır. Meyve de çeşni de bol
bulunur. Satılık kar bile vardır. Başka bir yerde bu kadar gör­
·
kemli hamamlar, bu kadar güzel çeşmeler, bu kadar dikkate
değer insanlar görmedim."
Romalılar arkalarında güçlü duvarlar ve göreni hayran bı­
rakan kapılar bırakmış olsalar da, Şamlıların asıl gunıru çok
eskiden de bir tapınak olan, sonrasında Aziz John Kilisesi ola­
rak kullanılan Ulu Cami idi. Kapısındaki "Yüce İsa, hükmi.in
sonsuzdur ve saltanatın kuşaklarca dayanacaktır" yazılı kitabe

39
dışında, geri kalan her şeyiyle camiye çevıilmişti. Girip çıkan

insanın sayısız olması, Makdisi'nin merakını uyandırmıştır.

Caminin görkemini öve öve bitiremez: Dış duvarları eşit ke­

silmiş dört köşe taştandır. Tepelerinde şahane burçlar bulu­

nur. Çatıyı taşıyan kara cilalı sütunlar, geniş aralıklarla üçlü

sıralanmışlardır. Mihrabın tepesir;ıde büyük bir kubbe bulu­

nur. Bembeyaz mermer döşeli avlusunu, tepelerinde pence­

reler olan yüksek kemerler çevirir. Caminin alaca mermer

duvarları iki adam boyundadır. Tepelerinde, tavan hizasında ,

ebnıli renklerle ve altınla işlenmiş zarif ağaçlar, kentler ve

yazılar bulunur. Sütunların kaideleri altın kaplıdır ve kemer­

kıin tonozları mozaiklerle·bezenmiştir. Tapınağın içinde de,

çevresinde de akikler, firuzeler ve yüzüklerde kullanılan di­

ğer değerli taşlar kakılmıştır. "Mozaikleri yapmak için Halife

Velid İran'dan, Hindistan'dan, Batı Afrika'dan ve Bizans'tan

ustalar getirtmiş ve bunlara Suriye'nin yedi yıllık geliriyle bir­

likte on sekiz gemi yükü altın ve gümüş harcamıştır. Hem

de buna Bizans imparatonmun hediye ettiği mücevherler ele

dahil değildir. "

Yapımı sekiz yıl sürmüştür ve tamamlandığında yazmanla­

rın tüm masrafları gösteren kayıtları halifeye götürebilmeleri

için on sekiz deve gerekmişti. Halife Velid'in bilgeliği konu­

sunda bir kanıt gerekiyorsa, bu kağıtlar konusunda verdiği

kararı göstermek yeterli olacaktır. Kayıtlara göz bile atmamış

ve tümünü yakmalarını buyurmuş, hem her türlü savurgan-

lfO
lığın kanıtını bir anda yok etmiş, hem de onları okumak zah­
metinden kurtuluvermiştir. Konumunun üstünlüklerinin far­
kında olan bir hükümdardı. Fazla masrafı şurada burada yeni
birkaç vergi koyarak halledebilecekse, müteahhitle olası bir
anlaşmazlığı neden göze alsın ki? Mümkün olanın en iyisini
istemişti ve elde de etmişti. Halifenin ibadeti için ayrılan ka­
fesin kapısı altındandır. Caminin içini altın zincirlere asılı altı
yüz lamba aydınlatır. Yirmi bin kişinin birlikte namaz kılabil­
mesine yeterli yer bulunur.
Filistin Müslümanların elindeyken başkenti Kudüs değil
Ramlah (Ramla ya ela Ramleh) oldu. Makdisi, .burası için,
"Akan suyu olsa, taıtışmasız, İslam'ın en güzel kenti olurdu"
tanımını yapmıştı. Evleri beyaz, yeşil, mavi ya da kırmızı mer­
merden yapılmış, büyük bölümü heykellerle ve süslemelerle
donanmıştı. Çarşının ortasında bulunan ulu cami, doğu mi­
marisinin mücevherlerinden biriydi. Adı · "Ak Cami" idi ve
Şam'daki Ulu Cami ile rekabet edebilecek kadar önemliydi.
Mısır ticaretinin pazarlarından biri olarak iki denize de ulaşa­
bilen bir duraktı. Müşkülpesent Makdisi her ne kadar insan­
larını anlatırken "cömert ama biraz aptal" diyor olsa da, kent,
hoş iklimi ve lezzetli meyveleriyle Müslümanların gözünde
bile yüce bir yerdeydi.
Kudüs'e gelince, zaman içinde mimarları buradaki kutsal
yerlerin önemini yansıtmak için ellerinden geleni artlarına
koymamış olsalar da, genel görünümünü de korumuşlardı.
Gerek M iislii ınan, gerekse Hristiyan yazarların aktardığına

göre, başka hiçbir yerele bu kentin taştan binalarının mima­

risinin sağlamlığına rastlanamazdı. Devasa duvarlarla çevriliy­

di. Sokakları taş döşen mişti. Doğu işi, taştan çatılarl a örtiil­

miiş çarşıları genişti ve yerlilerin de hacıların d a aradı klarını

buralarda bulabilmeleri m iimkiindii. Haçlı seferleri öncesiiı­

de "her çeşit :llimin ve hekimin bulunabildiğin i , çünkü bu

kentin kafası çalışan her insanın yüreğine h i tap ettiğin i " söy­

leyerek öviinebiliyorlarclı .

Harem-i Şerif adı verilen bölgede, M üslümanlar i ç i n kut­

sal olan ı\ıkscid-i Ak.sa, Kubbet' iis Sahra , Ku bbet ' iil S i lsile

ve birçok küçük tapınak vardı. Hz. M u h a m m e d ' i n Cebrail

kılavuzluğunda Burak adlı atı üzerinde uçarak geldiği ve İb­

rahi m ; M usa ve İsa pe)'gamberlerle karşılaştığı yer, Cebra i l

Kayası'yc.lı. Burada h e p birlikte secdeye gelmişlerd i v e H z .

Muhammed i l e m elek, Işıktan Merdive n ' i t ı rmanarak bura­

dan cennete çıkmış, gelecekteki tüm ibadetin biçimini be­

lirleyecek olan Allah ile görüşmeye gitmişlerdi. Süleyman

Tapınağı 'nın ortasında duran Tabutü ' l Ahd da aynı kayaday­

dı. Cennetten düştüğü içiı1 kökeni ilahiydi ve altrnda Al lah'ın

kıyamet gününe.le ·inançlı ların ruh ları nı bir araya get i receği
. .

Ruhlar M ağarası vardı. Dolayısıyla, Müslüman banilerin i l k iş-

lerinden biri , daha peygamberin vahyinin iizeri nc.kn yüz yıl

bile geçmeden bu kayayı korum a k üzere s e kizgen bir kubbe

dikmek olmuştu. Beyaz nıerıncr.c.len yapılmıştı ve bazı tas-


virlere göre çatısı kızıl altınla kaplanmıştı. Aslında on iki pa­

yanda ve otuz sütunla desteklenen, üst üste iki kubbe vard ı .


İ ç kubbenin tavanı altın mozaiklerle bezenmişti v e h e r biri

beş metreden yüksek, bir buçuk metreden geniş, farklı renk­

lerdeki elli altı pencereden süzüle n parlak doğu güneşinin

ışığında, içerisi herhalde o lağanüstü pırıltılara boğuluyordu.

Gece bile, tavandan sarkan üç yüz gümüş lambanın tümü ya­

nardı. Görkemli yapın ı n çevresi iki yüz kırk metre, yüksekliği

kırk beş metreydi ve çevredeki c.lağlardan gelen yoııa·rı n her

birinden seçilebilirdi. İ nananlar, hepsi mermer sundurmalı

clöıt ayrı gösterişli kapıdan girerlerdi.

Hristiyanların Ö mer Cami dediği El-Aksa Caınisi'ni yap­

tıran Halife Abdülmelik, burayı m uhtcmelen Justinian'ın Mer­

yem Kilisesi 'nden sökülen taşlardan yaptırmıştı, özellikle altın ·

ve gümüş kapılarını n sağlam olc.luğu i l k günlerinde muhteşem

görünüyordu. Bu cami, güzelliği bakımından Şanı Camisi' nden

b ile yüksek tutuluyordu, çünkü açıklamaya göre, halifenin ve

mimarlarının gözleri önünde duran ve Müslümanları özendi­

rip , ilham almaların ı sağlayan Kutsal Mezar Kilisesi vardı. El­

Aksa .Camisi ' n i n yalnız küçük bir bölümünü n üstü kapalıydı.


İ nananlar, mermer sütunlarla desteklenen kemerlerin altında

etkileyici kalabalıklar halinde toplanırlardı. Muazzam bir çatı­

sı ve bunun üzerinde de görkemli kubbesi vardı.

Hareın-i Şerif bölgesinin tümü altı yüz elli metreye iki

yüz otuz metrelik, kurşun köşeli, taş döşenmiş yollarla kaplı

4-3
bir alandı ve içinde her biri ayrı bir mucizeyi anlata n , baş­

ka kubbeli yapılar barındırırdı. M üslüman hacı da, Hristiyan

ela, Kutsal Kent 'i gördüklerinde ımıh tem ekn ayn ı coşkuyu

yaşarlai·d ı . Kentin güneydoğu köşesinde kendi surla rıyla çev­

ril i bu bölüm, İslam 'ın çocukları için k utsal bi r h azi n eydi .

Kubbetü'l Silsile adı, Davut'un Cebrail'den b i r tanığın doğru

s öyleyip söylemediği bilgisini alışını çağrı ş tı rıyordu . K i m i n e

göre Davut 'un Adalet Sarayı 'ncla b i r değneğe bağlı b i r çan,

masum ile yalancı dokunduğu n d a farklı çınlard ı . K u bbeyi

inşa et tiren halifeler de dahil olmak üzere , k i m i l e ri de b u n u n

bir d eğnek deği l zincir ol duğunu söyler v e çanı b ü t ün üyl e

atarlardı. Zi n ci ri n sihirl i özel likleri vardı ve yal n ı z doğru sö y­

leye n onu tutabi lird i , sahtekar ise ne kadar uğraş ı rs a uğraşsm

dokunamazdı bile.

Bunların dışında, m inberin arkasındaki mermere kazın mış

çifte yazı olan El-Aksa Tılsımı vardı : "M uhamıned Al lah 'ın söz­

cüsüdür" ve "Bağışh1)1an ve esi rgeye n Allah ' ı n adıyla . . . " Bu ya­

zılar akrebin de örümceğin de ısırığını zararsız kı larla rd ı . İ b n

Asakir' i n , eski b i r kitap t a Kml üs'te b u ö l ü m c ü l hayva n l a rdan

çok bulunduğunu ve herhalde çok d a korkulduğu n u , Hristi­

yanla r ı n bile bun lara karşı Kutsal Mezar K i l ises i ' nde b u l unan

yılan başlıklı i k i sütun sayesi n de korundu klarını o k u d uğu

söylen i r Denildiğine göre; ısırılan b i r k iş i kent s u rl a rı i ç i n­


.

de üç yüz a l t mış gün kakl ığı takd i rde bu s ütunlar sayesinde


,

zehirden etkilenmezmiş ama s u r dışına b i r gii n o l su n ç ı k arsa


CSg.1 ı• fc 5 J . � 0 5 c b.1 ıı ft

ö l ü m ü kaçın ıl mazm ış. Kutsal Topraklar'da benzeri pek çok

Lılsım vardır. Humus kenlinde, ısırılan kişiler kubbedeki yarı

insan, yarı akrep biçiml i bir figüre bir avuç ki l baslırarak ve k i l

karıştırıl m ış s u içerek etkilenmezlernıiş . .Marat-ün Nunı a n ' da

akreplerin girmesi n i engelleyen ve içeri taşınanların da e n

kısa yoldan kaçmaların ı sağlayan bir kolon bulunurdu.

Cehennem Vadisi ' n i n girişimle duran bir kişi , cezalandı­

rılanları n çığl ı klarını duyabilird i . Gerçi, bir Arap yazar olan

Nasır Küsra uzun süre d inleyip bir şey duyamamış olsa da,

herhalde b u çığlı kları duymak için belli bir k ulak yapısı ge­

rekiyordu . Günümüze.le de bozuk bir notayı bile ayı rt edeme­

yen kulaklar bulunmaktadır.

Elbeltc Hristiyanların da efsaneleri vardı ve yazarların ı n

anlaLtıkl arı m ucizeler külliyeler doldururdu. Bunlar genellikle

İsa ' nı n çarmıha geril mesi ve ardından yaşananlar hakkınday­

d ı ama ancak doğaüstü güçlerin Hristiyanları kurtarabileceği

d u ru m larda evliyaların yardıma koşuşunu an latan öyküler de

yok deği l d i . Bunlar arasında en ilginç olanları , .Müslüman kay­

naklarında anlalılan aynı kutsal yerlerin kökenleri ve önemle­

ri hakkındaki yorumlan ve buraları n bir zamanlar Hrist iyan­

ları n e l i n d e b u lu ndukları nı ve aslında o nlara ail olduklarını

öne s ü re n l c: rdir. K onslantin tarafından k urulımış olduğu ke­

sin o lan ve başka bir Bizans im paratoru t arafından yıkıl ı p ,

sonra t c.: k rar yap ı l m ış o l a n K utsal i\kzar Kil isesi dışında p e k

az y e r aslında öyleyd i . Kubbet ü ' s-Sahra d a , Kubbe t ü ' l S i lsile

4-5
· de, Mescid-i Aksa da, pek çok başk a yer ve yapı ela Hristiyan

kaynaklarda, Müslümanların anlattıklarıllclan farklı kökenlere

sahip gösterilmişti.

İ ki taraf, tek bir konuda anlaşıyorlardı: Kucliis insanın ka­

nını kaynatıyordu ve ruhunu coşturuyordu. Sihirli etkisini

görebilmek için biiyiik zorluklara katlanan hacıların beklenti­

sini fazlasıyla karşılıyordu ve herkes için aynı düzeyde güzel

ve büyiileyici bir kentti.


BEŞİNCİ BÖLÜM
Yol Taşlan

Sdahattin doğduğunda, ilk Haçlı seferinin Anadolu'ya dal­

masından beri kırk yıl geçmişti. Hristiyanlar, yerlilerin deyi­

miyle ' Frenkler'. Kudüs kentinin, Suriye kıyılarının ve Antak­

ya, Urfa, Trablus, Sayda ve Akka gibi kentlerin hakimiydiler.

Sıradan bir yaşam sürmeye alıştıkça ve eski clüşmanlanyla ba­

rışçıl ilişkiler kurmak zorunda kaldıkça, fanatik ateşleri ağır

ağır sönmüştü. Doğunun �lurağan havası ve dingin ruhu kıuşı

konulması kolay bir şey değildi. ' Bırakın yapsınlar' tavn, hoş­

görü ve müsamaha, hatta kardeşlik duygulaı:ı gemleri ele al-

. mıştı. Hristiyan erkekler Müslüman kadınlarla evlenmişlerdi;

Hristiyan ve Müslüman hükümdarlar arasında ittifaklar bile

kurulmuştu.

Shayzar (Şayzer) Kalesi'nin hakimi olan, aynı zamanda şair

ve betimleyici bir tarihçi olan Usaıne b. Munkız, Kudüs'teki

Tapınak Şövalyeleri'nin konuğu olduğunda ibadet edebilı-ne­

si için ona bir küçük mabet tahsis ettiklerini aülatır. Kiliseye

'+7
bağlı askeri bir örgütün, kendi kutsal alanlarının Peygamber' e

övgiilerle kirletilmesine bile izin vermesinde, barış güverci­

ninin çok etkili olduğu açtıktır. Usaıne b. Munkız, bu olayın

ilk Haçlılann bölgenin ruhuna yenik düşmeleriyle İkinci Haç­

lı Seferi 'nin başlaması arasındaki döneme denk geldiğini an­

latır. Bu iki dönem arasında gelen Avrupalı hacılar, b u raların

geleneklerine ve etkisine aşina olmadıkları içi n , eski dindaşla­

rıyla "kafirler" arasındaki dostça i lişkilere çok öfkelenmişler,

hatta açıkça bu ilişkileri baltalamaya çalışmışlardı. En temel

uyuşmazlıkların üstesinden gelinmiş değildi, görmezden ge­

liniyorlardı. Hristiyanlar haçlarına, Müslümanlar peygamber­

leıine eskisi kadar sıkı bağlıydılar ve ikisi arasındaki rekabet

dindirilmiş değildi. Kudüs' i.in ikisinden birinin elinde bulun­

ması, dışarıda kalanın etine saplı bir diken oluyordu. Araplar

buraya 'Kutsal Ev' (Beytü'I Mukaddes) diyorlar ve Mekke ve

Medine'yle bir tutuyorlardı. "Kıyamet Günü Büyük Toplan­

ma" burada olacaktı. Hristiyanlar, o gün geldiğinde imansız

Müslümanların cehennem ateşleıinde yanacaklanndan emin­

lerdi. Peygamber'i destekleyenlerinse, zındık Hristiyanların

aynı acımasız cezalan çekeceklerinden kuşkuları yoktu. An­

cak, iyi niyetin egemen olduğu bu kısa mola sırasında, iki

taraf da diğerinin bu dünyadaki hayatına karışmamaya ve ge­

leceğin işkencelerini de Tanrı'ya havale etmeye eğimliydi.

Hristiyanların egemenliğini sağlayan şey, Müslümanlar

arasındaki yıkıcı savaştı. Güvenlik ortadan kalkmıştı ve her

lf8
kent güçlü bir kılıcın ödülü olabiliyordu. Bir gün köle olan,
ertesi gün efendi olabilirdi. Bitmeyen ayaklanma ve isyanlar
yüzünden, hiçbir hükümdar kendi adamlarına bile bütünüyle
güvenemiyordu. Bir sultanın bir zamanlar azametle dikildiği
bir caminin kapısında dilenmek dummunda kalışını anlatan
öyküler bile vardı. İnsanlar önderliğin sürekli et değiştirme­
sinden ürkmüşlerdi ve yeni hükümdara tepki vermez olmuş­
lardı, çünkü baştaki kişinin değişmesi onları iyi ya da kötü
etkilemiyordu.
Hristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki iyilik ve kardeşlik
· dolu geçiş süreci sonunda Müslümanlar güçlerini artırdılar.
Bir Arap yazar, Müslümanlann zayıflığından ve Hristiyanların
giderek şiddetlenen akınlarından kederle söz eder: "Birlikleri
kalabalıktı ve kolları sanki bütün İslam dünyasııu ele geçire­
cek gibi uzanıyordu. Art arda akınları günlerce sürüyordu. Bu
akınlarda Müslümanlara çok zulmettiler ve onları mahveden
darbeler vurdular. Müslümanların mutluluk yıldızı kararmış­
tı, iktidarları yarılmıştı ve refah güneşi sönmüştü."
Birkaç güçlü kent dışında, Hristiyanlar her yerde gibiy­
diler. Mısir sınırında bile ... İnsanların paralarını ve mallarını
alıyor, onları "küçümseme ve baskı yoluyla hafı.fletiyorlardı. "
Ticareti sekteye uğratıyorlardı ve işgallerinden kurtulmuş
kentler bile haraç vermek zorunda kalıyorlardı. "Bu sefalet
içinde" diye bitirir sözlerini tarihçi, "insanlar ölmeyi diler ol­
muştu. "

4-9
Araplarla Haçlılar arasında bir çatışma
(12. yüzyıl Aziz Denis Kilisesi'nin penceresinden)

Ancak bu durum sonsuza elek sürmeyecekti. Ne de olsa


zalimler yabancı bir topraktaydılar ve sayıları da çok azdı.
Dahası, yerliler boynu bükük doğası olan insanlar değillerdi,
savaşçı soydan geliyorlardı. Birbirleriyle didişmekten cayıp,
ortak düşmana karşı koyacakları gün elbette gelecekti. Bu
c.lunım, İmadeddin soyadına (dinin direği) sahip olan Zengi
harekete geçtiğinde gerçekleşmeye başladı.
Zengi, Melikşah'ın çok değer verdiği kölelerinden birinin
oğluydu. O dönemde köleler, sözcük anlamının çağrıştırdığı
kadar sefil insanlar değillerdi. Aksungur saray kethüdası ya­
pılmış, sonraları daha da çok ün kazanacağı Halep valiliğine
getirilmişti. Ölümünden sonra yandaşları, gelecekte Musul
hakimi olarak önemli bir Müslüman emir olacak on yaşında­
ki oğlu Körboğa'nın çevresinde toplanıp, onu himayelerine
almışlardı. Çocuk savaşçı olmak üzere yetiştirilmişti ve ilk
çarpışmasına katıldığında henüz on beş yaşındaydı. Bu çar­
pışmada sıkışık bir anda hamisinin kendi adamlarını savaşa
çağırması sonucu öyle bir şevkle vunışmuşlardı ki düşman
dağıtılmış ve çocuk da günü kurtarmıştı.
Zengi, hem kendi halkının madden ve manen iyi bir ör­
neği olacak biçimde, hem c.le büyük işler başarmak üzere
yetiştirilmişti. Haçlılar, Zengi'nin çıkarabileceği sorunun bo­
yutlarını, adamlarının önünde dörtnala gelip mızrağını kent
kapısına sapladıktan sonra tek eliyle çarpışıp, yaralanmadan
kurtulduğu Taberiye kuşatması sırasında anlayabilmişlerdi.
Zengi uzun süre, Musul emirleri, Bağdat Halifesi ve son
olarak Selçuklu Sultanı Mahmut gibi farklı efendilere hizmet

51
etti. Bulunduğu her yerde hızla tepeye tırmandı, itibar gördü,

ödiillendirildi ve 1 1 27 yılında Musul ve El-Cezire Valisi ila n

edilerek, atabeylik unvanına, yani sultanın iki oğlunu yetiştir­

mek görevine nail oldu.

Çağdaşı olan başka adamlar için bu onur ve güç yeterli

sayılabilecek olsa da, Zengi için bunlar yalnızca asıl büyük

tutkusunu -Frenkleıin halkından kopardıklannı geri almayı­

başarmasını sağlayacak olan araçlardi. Yaşamının geri kalanı

boyunca kendini bütünüyle bu amaca adadı.

Yapması gereken ilk şey, diğer Müslüman emirlerin işine

karışmayacaklarından emin olabilmek için, olası rakiplerine

saldırıp onları devre dışı bırakmaktı. Bunlar sıradan rakipler

değillerdi. Artuklu emirleri, yöreye dehşet saçan akınlarını

dağlardaki kalelerinden inerek yapmaya alışkınlardı ve ege­

men olan Frenkler tarafından bile saygı gösterilen kişilerdi.

Bağdat Halifesi ise Sultan Mahımıt'u desteklemiş olduğu için

Zengi'ye zaten diş biliyordu .

Zengi 'nin ilk işi, Artuklu bölgesinde kalan ve Musu l ' a karşı

isyan etmiş olan Diyarbakır'a girmek oklu. Bunun ardından

birkaç müstahkem yeri daha ele geçirdi ve hemen arkasından

Haçlılann Fırat boyundaki kalelerinin hakimi olan Courtenay­

lı Joscelin ile anlaşma yaparak, yüzünü Suriye'ye dönebilecek

hareket serbestliğini sağladı. Fetihlerini sağlama alır almaz,

uzun zamandır Frenklerin zulmüne karşı direnen Hale p ' te n

gelen bir yardım çağrısını değerlendirdi v e k ntin yönetimini


52
ele aldı. İ ki yıl sonra, Halep yöresinin başına en büyük bela

olan Athareb Kalesi'ni Frenklerin elinden aldı ve Hristiyanla­

ra karşı büyük seferini başlatmış oldu.

Bu kalenin kuşatması sırasında Kudüs Kralı Baldwin'in sa­

vaşçılarından biri, bu saldıranın birkaç yıl önce Taberiye kapı­

lannda tek başına at süren o genç adamın ta kendisi olduğu ko­

nusunda kralı uyardı ve bu tehlikeli kıvılcımın yangına dönüş­

ırn:den söndürülmesini öğütledi. Baldwin bu öneriye uydu ve

genç zıpçıktıyı karşılamak üzere şövalyelerden ve deneyimli

savaşçılardan oluşan güçlü bir birlik yolladı. Zengi'nin danış­

manları, böyle bir ordu karşısında geri çekilmeleri gerektiği­

ni, Athareb'i savunanların da deneyimli savaşçılar olduğunu

ve bu biçime.le arada kalmanın ne kadar tehlikeli olacağını ona

söyleseler de, Zengi çaresizliklerde çare aramaya daima hazır­

c.lı . El-Cezire'yi de ordusunun bir bölümünün taşmak üzere

olan Dide'yi yüzerek geçmesi sayesinde ele geçirmişti . Geri

çekilmek yerine yine ileri çıktı ve kralın birlikleriyle yüzleşti.

Savaşta hep ön saflarda duran ve Peygamber' in "Cehennemin

tadına bakın! " savaş narasını salarak çarpışan Zengi, onun coş­

kusuna kapılan adamlarıyla birlikte tam anlamıyla bir "prens­

ler, şövalyeler ve kontlar kıyımı" yaptı. El-Tahir'in aktardığına

göre; " Kazananlar kan denizinde ilerledikçe, Tanrı' nın kılıcı

düşmanlarının gırtlaklarını kın belliyordu. "

Sert bir rakip ve sıkı bir hükümdardı. Yönetimi nezaket­

ten uzaktı ve disiplini katıydı. "Benim toprağımda ancak bir

53
hü kümdar olur" d ereli Söyle n ceye göre; nöbette uyuyan bir
.

ka yı kçı tepesinde onun soğuk gözlerini buluverince korku­

dan ölmüştü. Yönetim örgütü M elikşa h ınkine benziyordu


'

ama yöntemleri daha amansızdı. Her yerde casu sları vardı.

Savunmasındaki bir zayıflığın düşmana sızmasını eng elle m ek

için, topraklarından dışarı kimsenin çıkmasına izin vermezdi.

Şiddet suçlularını çarmıha gerdirirdi. Kişisel köleleri bile kor­

ku içinde titrerlercli ve bu da zaman içinde acıklı sonuçlara

neden oldu. Bunlara karşın . kimseyi şımartmadığı gibi kendi

de şımarmazdı ve ken d in e hizmet edenlere vefasızlık etmez­

di. İ leride görüleceği gibi, Selahattin'in ailesini çok kritik bir

anda öne çıkarabilmesini de bu yö n ü n e borçlu o lacak tı.


Ara sıra geri çekilmek zornnda kalsa da bun la rda n pek et­

ki l enm eden yakaladığı fırsatları da iyi değerlendirerek Haçlı­


,

ların üzerine yürümeyi sürdürdü ve sonunda en büyük başa­

rısına ulaştı: Urfa'yı fethetti. "Yukarı Mezopotaınya 'nın gözü"

düştüğünde Haçlıları yöneten kişi , valilik g ö revi n d en çok

kişisel zevkleriyle i lgi lenmeyi yeğleyen Kont II. J oscelin 'eli.

Zengi, kontun kentte o lm adığı bir a n ı denk getirip, küçük

bir başka kasaba üzerine yü rüyo rmuş gibi yola çıktı. Yalnızca

paralı askerlerin koruduğundan emin olduğu and a da U rfa

üzerine birdenbire çöktü ve güçlü duvarlara dur durak din­

lemeden saldırdı. 23 Aralık ı 1 44 tarihinde as ke rleri duvarda

açtıkl arı gedikten içeri doldular ve zevkten k e nd il e ri nden

geçerek, Müslüman dünyasının bu kentin yönet ic ilerini n

54-
elinden çektiklerinin öcünü almak üzere her yeri yakmaya
başladılar. Zengi, adamlarına zafer sarhoşluğunu meneden
Müslüman hükümdarlardan değildi ve acımasız fatihler ye­
nilenlerin üzerine çullanırken, onları gemleyen yoktu. Kili­
selere dalıp mihrapları ve haçları devirdiler. Keşişleri ve pa­
pazları kestiler. Evlere dalıp herkesi öldürdüler, yalnız genç
erkekleri köle etmek üzere, genç kızları da cariye yapmak
üzere sağ bıraktılar. Pazarlara dalıp yağma yaptılar. Koca
kent bir mezbahaya dönecek gibi görünmeye başlamıştı ki,
yıkım tamamlanamadan Zengi göründü. Geniş sokakları ve
soylu yapılarıyla kenti� güzelliği onu büyülemişti. Burayı vi­
raneye çevirmek açık<;a bir suç olacaktı. Buyruk verildi ve çıl­
dınnış askerler durdumldu. Genç erkek ve kızlar salıverildi,
mallar sahiplerine iade edildi, ahali gizlendiği yerlerden çıktı
ve yeni bir hükümdarın gölgesinde olsa da, gündelik yaşam­
larına dönmeleri teşvik edildi.
İki yıl sonra, Zengi altmış iki yaşındayken, Fırat boyun­
daki Caber Kalesi kuşatması sırasında öldürüldü. Çadırındaki
şarabı içmekte olan köleleri onun uyandığını gördüklerinde
sabahleyin çarptırılacakları cezadan korkup üstüne çullan­
dılar ve yardım bile çağıramadan onu hançerleriyle deştiler.
Hristiyan işgalcileri püskürtmeyi başarabilen Müslümanların
ilk büyük hükümdarı, böyle yüz kızartıcı biçimde öldü.
Bir sonraki lider Nurettin'di. İmadeddin Zengi'nin üç oğ­
ltından biriydi ve gerçekten yakışan bir oğul olduğunu kanıt-

55
lamıştı . Başlangıçta Halep Emiri'yken , babasının başladığı işi

üstlendi ve çok daha öteye taşıdı. Zengi'nin ölümünden iki

ay geçmeden, Kont Joscelin kentteki Ermenilerin d e deste­

ğiyle Urfa'ya bir gece saldırısı düzenledi. Türk garnizonun

çoğunlukla uyuyor olması sayesinde surlar sonmsuz alınsa da

iç kale direndi. Joscelin daha burayı zorlayamadan haber uçu­

nılan Nurettin Halep 'ten kalkıp bütün hızıyla Urfa'ya ulaştı

ve kuşatanları kuşatıverdi. Kont ve Nurettin'in gazabından

kaçmaya çalışan Ermeni müttefikleri, Halep ordusu ile Urfa

garnizonu arasında·sıkıştılar. Özellikle ihanet eden Ermeniler

büyük bir hezimete tığradılar. Kont Joscelin o an için ceza­

sını ertelemeyi ve kaçmayı başarsa da Nurettin ' e bağlı emir­

lerden biri tarafından yakalandı ve Nurettin'in merhametine

bırakıldı. Kont, Nurettin'in yaverinin zırhını, onun baş düş­

manı olan Sultan Mesut'a gönderecek kadar aptalca davran­

mıştı ve Nurettin ' in zırhını da göndereceğine söz vermişti.

Şimdi cezasını ödüyordu . Nurettin, kontun kör edilmesini ve

Halep zindanlarına atılmasını buyurdu. Kont dokuz yıl sonra

orada öldü.

Daha önce belirtildiği gibi, Urfa'nın düşmesi Avrupa'da

yankı uyandırmıştı ve Nurettin'in art arda başarıları İkin­

ci Haçlı Seferi'ne yol açtı. Dönemin pek muhterem ve dil­

baz hatiplerinden olan Claievauxlu Aziz Bernard, asıl ilham

kaynağı olmuştu ve yalnız halkta bir kızgınlık körüklemek­

le kalmamış, Alman Kralı III. Konrad'ın ve Fransa Kralı VII.


Louis'nin de yeni sefere katılmak üzere tahtlarından kalkma­

larını sağlamıştı . Gelecekte romantik skandall:ır:ı ı..,- . • lı olacak

olan Fransa Kraliçesi Elenor da haçı kabul etmişti.

Coşkulu bir aşkla başlayan sefer, doğrudan başarısızlığa

süıiiklendi. Aziz Bernard' ı n orduyu yönetmesini istiyorlardı

ama o kabul etmedi. Daha sefer başlamadan önce bile yanan

ateşe söz geçiremiyordu. Almanya'da bir rahibe Yahudilerin

katledilmesine ön ayak olmuştu. Ö nden yola çıkan Konrad' ı n

ordusu d üzenden yoksundu. Geçtiği ülkeler. azgın askerleri-


.
.

n i n yağmalarına karşı ayaklanıyordu. Edirne-İ stanbul (Kons­

tantinopolis) arasındaki bir ırmağın taşmasıyla binlercesi bo­

ğuldu. Bizans İ mparatoru Manuel onlara kızgındı ve bu giri­

şimi baltalamak için el altından her yolu denedi . Sattığı una

tebeşir kattığı ve kalp para verdiği söylenmektedir. Dahası,

o n ları yanlış yönlendirecek kı lavuzlar verdi ve en hazırlıksız

oldukları n oktalarda Haçlılara saldırmaları için Türkleri kış­

k ırtt ı . İ znik'e ancak ordunun onda biri varabildi.

Louis'nin talihi biraz daha yaver gitmişti. Konrad'ın uy­

durma ordusuyla i znik'te birleşti ve Anadolu kıyısı boyunca

güneye ilerleyerek Efes'e kadar ulaşabildi. Burada, Türklerin

karşılarında ciddi bir ordu toplamakta olduklarını öğrenince

Konrad Konstantinopolis'e dönmeye ve orada kışlamaya ka­

rar verdi. Menderes lrmağı 'nı geçerken yakaladığı başarılarla

kendine güveni gelen Louis yola devam etse de iki gün sonra.

Eskihisar'ı geçtikten sonra " dorukları cennete (k:ğcn , etekle-

57
5f� .ı f, .1 t t ; 11
-
€" ,, ıı
L L
G;

riııdeki sel cehennemden çıkan " bir dağ sırasıyla karşılaştı.

Pek akıllıca olmayan b i r kararla, ordunun bir bölümü dağı

t ı rmandı ve düşmanı n yüksekten ok yağc.l ırabil eceğ i bir yer­

ele silah çattı. Anlaşılan Türkler, her fı rsatta Haçlı lara çomak

sokma}'a gayret eden Bizanslılarla ittifak h alind e ydiler. Louis

adamlarını kurtarmaya boş yere çabalarke n , savaş bir katliama

dönüştü. Te pel erden yuvarlanan kütükler ve kay alar i nsanları

da atları da süpüriiverdi. Antalya'ya ancak k üçük bir toplulu k

ulaşab ildi. Burada Louis, kendi ordusu Antakya'ya geçerken

silahsız hacıların da Tarsus'a gec,:rnesi n i sağlaması için füzans

valisiylt: an laştı ama i hanete uğradı. Büyük acılar çekmek du­

nıımında kalan hacıların pek çoğu, ken dilerini açlığa mah küm

eden dindaşları Yunanlılarla, kendilerine acıyıp yemek veren

Tü rkl eri art arda görünce din değiştirdiler. ''Merhamet, Yu­

nanlıların ihanetinden bile acımasızmış ! " diye yazıyordu bir

Latin yazar. ''Türkler ekmek verip , i nanç çaldılar. "

Lou is, A ntakya da iyi karşılanmıştı (Mart


' 1 1 48) ç ü n kü ka­

rısının amcası Raymond buraya h ii kmec.l iyord u . Ancak Louis,

amcanı n karısına biraz fazla ilgi li olduğ un dan k u ş ku d uyu n ca

anlaşmazlık çıktı. İlerleyen günlere.le soylu kocanın kıskanç­

lığına neden olan k işinin Raymond değil, Selahattin ac.lın c.la

ge n ç bir Arap olduğu , onun yiğitlik öykült' r in in k raliçe n i n aş­

kın ı tutuşturduğu söylen tisi c.le yazı ldı . Yazar, b u aşk ın ayrın­

tı !arını aktarırken kraliçen i n yün:ğinc.len geçen i herkesle pay­

laştığın ı . Selahat ı i n ' i n de aşkını almak için An ta kya Limanı'na


muhteşem bir gemiyle geldiğini anlatır. Kadıncağız, Louis'yi

kraliyet yatağın d a terk edip rıhtıma yarı çıplak koşturmuş

ama işgüzar bir hizmetçinin ihaneti sayesinde Louis son anda

yetişmiş ve kraliçeyi geri almış. Fakat, tarihi bir ayrıntı bu

muhteşem aşk öyküsünün güzelliğine gölge düşürmektedir.

Çünkü Selahattin , o günlerde çok uzaklardaki Beyrut 'ta on

üç yaşında bir okul çocuğudur. Öykü, Louis'nin Elenor'u haş­

laması ve " Neden?" d iye sormasıyla sürer� Kadın da karşılık

olarak ona daha çok bağırır. Tembel kocası, amcasının sağla­

c.lığı l ü ks içinde keyfine bakarken , ulaşmaya kendini adadığı­

nı söylediği kutsal Kuclüs'ü filan unutmuştur. O zaman öyle

bile olsa, Raymond'un Halep üzerine yfüiiınek macerasına

bulaşmak istemeyen ve yan çizen Louis Kudiis'c gittiğinde

Elenor da yanındaydı.

Bu arada, Konrad deniz yoluyla Humus'a gitmiş ve Şam

üzerine bir saldırıya katılmıştı . Kudüs Kralı Baklwin, Louis

ve Konrad'ı yanına, k utsal haçı da önüne alıp Ü rdün'ü ge­

çerken, Suriye'nin başkentini kısa zamanda ele geçireceğini

düşünüyordu. Ancak kentin çevresindeki bağ ve bahçelerde

düşman ları pusu atmıştı ve okları Haçlı saflarından çok hede­

fe isabet etti. Zorlu çarpışmalar sonunda Araplar püskürtülse

d e , Hristiyanlar su içmek için ırmağa yanaştıklarında karşı­

ları nd a bir ordu daha buldular. Konrad o günün kahramanı

oldu ve onu izleyenlere ilham vererek düşmanı kente geri

kaçmaya zorladı.

59
5f � ,1 ıJ ,ı f t i 11
.
s ,,(. ,, il
(.
ı; i

Her şeye karş m , bu sefer sonuçsuz kald ı . A rap k urn a z lı ğ ı

ve a l t ı n , savaşarak başarı lamayan ı başa rdı. Yerli Hristiyan larla

deniz aşırı yoldaşları arasındaki kıskançl ı k usta l ı k l a k ullan ıl­

dı. Y e rli ler . se fe ri n baş a rı l ı ol masının kendileri n i n Fransız ve

Alınan buyruğuna girmderi a nlamın a geleceğine inandırıldı­

lar. Ö nderler arası ki ş isel rekabet de gözden kaçırı l m a mıştı .

Bun ların üst üne, orduyu yönetenlerin e n az yiyecek sto k l a ­

rı kadar yeters iz olması eklendi. Kısa zamanda k u şat m a n ı n

kaldırı lması falları dolanmaya başladı ve K o nrad b ı kıp evi n e

yel ken a ç tı . Loııis de bir pi sonra o n u izledi.

fltı b a�a rı sı zl ı k Avnıpa'da şaşkın l ı k ve kızg ı n l ığa nc:d en

ol du . Ckrmont papazı n a "Aziz" d e n m e kt e n vazgec.;· ikl i , onun

yeri ne keha net i n i n başarısı z lığıyla alay edi l d i . Asya ' d a Nu rcı ­

tiıı , ımızaffer i lerleyişini sü rc.l ii rd ii . Avnıpa 'tlak i H ri sl iya n l a r i l e

Kutsa l Toprak lar'daki d i mla!jl arı a rası nda g iivens i z l i k tolrnm­

ları ekilmi� o l d u . Biil iin hu k oş ul la r sayesi nde, Sela l ı at t i n ' i n

ön ü ndeki yol un ı aşları Leker teker c.Iüşen i�'ord u .

Go
ALTi NCi BÖLÜ M
Savaşçı ların Soyu ndan

" Ko n u muza gelel i m " diye yazar, Sdahattin ' in baş vakan i.i­

vis i , yakın dostlarından b iri ve İsl am dünyasının büyii k bir

bilgini olan Bahatt i n . 1 Iükiimdarııı yardımsever olduğunu,

gerçek i nanç doktri n i n i yeniden sağladığın ı , lla<,"a i nananları

yere çaldığın ı , adalet ve h ayırseverli k çıtasın ı yi.iksdttiğini,

kendisi n i n d ünya n ın ve i nancın (ed-d i n ) refahı (Salah) ol­

duğu n u , İsla m ' ın ve Müslümanların sultanı o lduğunu, Kut·

sal K e n t ' i p utperestl<:rin e l inden geri aldığını, i k i mabed i n

h i zmetkarı olduğu n u , adın ı n d a E b u l\hızaffcr Yusuf olduğu­

mı a n la t ı r.

G e rçek adı Ebu Muzaffer Yusuf ya da Eyi.i p oğlu Sdahattin

Yusuf idi ama Avrupa d ünyası onu " Salad i n " olarak tanı d ı .

Sclahaıt i n mesafel i . gururlu ve bağımsız sava�çı dağlılar olan ,

Ernı e nistan 'ı n ötesindeki yüksek bölgelerde ya�aya n , İskoçla­

rı aratmayacak kadar kabileci davranan ve ba� kalarının mal la­

rı n ı yağmalamaktan çek i n meyen Kürt toplrnmından geliyor­

d u . Dolayısıyla komşuları arasında pek sevilmezlerd i , b u n u

61
da pek unnırsanıazlardı. Cahil lerc.li ve uygarlıktan nasiplerini

almamışlardı. Ermenileri ya c.la İranlıları yağınalamac.lıkları za­

manlan.fa yabani bir yaşam sürüyor olsalar c.I:t, onurlu ve ko­

nuksever olarak tanınmışlardı.

Selahattin'in ailesi Ravadiye boyundan geliyordu ve ge­

leneksel yurtları Güney KaJkasya'daki Erivan yakınlarındaki

Dovin köyündeydi. Bir İslam tarihçisi, soylarını otuz üç ku­

şak öteden Adeın 'e bağlayabileceğini öne sürse ele ve Kürt­

ler arasında soyuyla övünmek sık görülen bir özellik olsa da,

Selahattin büyük babası Şadi ibn Merunan'dan öte soyunu

bilmediğini itiraf ederdi. Sultan, M uhammed takvimine göre

532 yılında (bizim takvimimize göre 1 1 37-1 1 38 dolayları)

doğduğu nda ailesinin ve kaderinin durumu bir elverişsizlik

örneği gihiydi. En güçlü oklukları yörelere.len kendisi doğdu­

ğu gün kovulmuşlardı ve yakın gelecekte bir sığınm a umudu

da görünmüyordu. Savaşla ve geçimsizlikle kavrulan b i r d ün­

yaya gelen bu bebeğin geleceği herhalde karanlık görünüyor­

du. Birileri bu evsiz çocuğun günün b i rinde İslam ' ı n gururu

olacağını ve dünya çapında ün kazanacağını söylemeye ciiret

etseydi, herhalde amcası Şirkuh'un da, babası Eyüp ' ü n de du-

. dakJanna alaycı bir gülümseme yayılırd ı .

İkisi de o günlerde çaresiz halde olsalar ela aslında u mutsuz

değillerdi. Sultanın damarlarında akan kan, kaderin seıt c ilve­

lerine boyun eğecek bir kan deği ldi. Gençliğinden itibaren,

ancak büyük cesaretle ve kararlılıkla üscesi nclen gelinehile-

62
<S g .ı •• rc s J . �� ., s c ı; .ı il r ,

cc:k sıkıntılarla v e boğucu sorunlar karşısında iim ilsizliğe ka­

pılmadan çözüm üretebilme becerisi gen:ktiren durumlarla

yüzleşecek olan Sclahattin, bu yetenekleri kanında taşıyordu.

Gerçekten sıra d ışı bir aileydi ve bu son filizll'ri de kalıbına

uygun davranan bir adam olacaktı.

Söz edilen çıkmaz duru mdan ünce her şey yolundayd ı .

Şadi, oğulları için daha düzgün fırsatlar yakalayabilmek için

olsa gerek, Bağdat'a göçmüştü ve orada vali olan Bihruz ile

daha onun köle olduğu günlerden, Eyüp'e Dicle: boyundaki

Tikrit Kalcs i ' n i n komutanlığı n ı verdiği zamanlardan tanışı­

yorlar d ı . Şadi ve Şirkuh geçiniyorlardı ve Şirkuh ' u n bir dev­

let memuruyla didiştiği gün lerde ailenin refahı güvence al­

t ında gibi görünüyordu. Söylent iye güre didişmenin nedeni,

Şirk u h ' u n bir kadının iffetini savu nmasıydı. Bu çok da tuhaf

bir fikir değil d i çünkü Kürtler kadınlara karşı korumacı ta­

vırlarıyla ü nlüydüler. Her halükarda Şirkuh kılıcını tacizciye

sapl ayıvermişti ve o da oracıkta ölmüştü. O dönc:ımlc: ara sıra

bir i n i n ölmesi çok büyük bir suç sayılmasa da, ölen kişi dev­

let görevlisiydi ve Bih nız'un Şad i ' n i n çocuklarından huzur­

suz olması için yeterli nedeni zaten vardı . Büyük olasılı kla,

ilk anlaşmazlık o n u n gözünde aslında daha büyük bir suçtu

ve bu ikincisi de cezalandırmak için bahanesi olmuştu. İlkin­

de, di dişen Eyi.ip olm uştu. O anda yanlış gibi algılanabilecek

bir dürtüyle harc,:ket etmiş, Zengi i l e yüz yüze gel miş ve onu

kendisine karşı borçlu duruma getirmişti . Zengi o günlerde


5 � r.1 E ., 1 1 i 11 € r r ıı G i

bir çıkmazdaydı. Nadir görülen geri çekilmelerinden birinde

ordusu dağılm ıştı ve Dide boyuna ulaş tı kl arı nda onları kova­
,

layan Sultan Mesut'un ordusunun soluğunu enselerine.le his­

sediy o r lardı . Suyun karşısmda kasvetli Tikrit Kalesi vardı ve

karşıya o kalenin rızası olmadan geçmek olanaksızdı. Eyüp,

Zengi'yi kurtarmayı seçmişti. Güçlerini karşıya geçirmesi için

teknelerin yanında, tayın ve malzeme de göndermişti. Zengi

bu yardımı asla u nutmamıştı ama Bihruz c.la buyruğu altında­

kiler arasında en laf dinlemezi olan Musul Atabeyi 'ne yapılan

bu yardımdan h uzursuz olmuştu. Eyüp'e yazdığı mektupta

şöyle diyordu: " Düşmanım eline düşmüşt ü . Neden ona iyi

davrandın ve kaçmasına neden izin verdin ? "

Eyü p ün açıklamasının kaydı bulunmasa d a , akıllıca y a d a


'

tesadiifen veri lmiş bir kararla eski efendisiyle köprüleri at­

tığı, yeni bir iş için Zengi 'ye yanaştığı ve onun da bu talebi

karşıladığı bir gerçektir.

Şirkuh da, Zengi 'nin ordusunda tatmin edici bir iş bulmuş­

tu ve ikisi de hızlı yükseldiler. Baalbek'in l 1 39 ' da işgali üze­

rine Eyüp buraya vali yapıldı ve oğlu da orada ergenliğe ulaş­

tı. Baalbek o günlerde sıradan bir kent değildi. Eski çağların

He l i op ol is ' i Güneşin Kenti, Baal inancının merkezliğini yap­


,

mıştı ve sonralan bir Roma sömürgesi olduğu için ilgi çekici

bir mimariye de sahipti. Aynı zamanda, yalnız Suriye 'nin de­

ğil, bütün bilinen dünyanın en soğuk yeri olmakla ü n lüydü.

Suriye insanının bir efsanesine değinmek gerekirse: " Birisi

. 6Lf
Soğuk'a 'seni nerede bulurum' diye soracak olursa, 'Balkan­

larda' diyecektir. 'Peki ya orada değilsen?' diyecek olurlarsa

da, Soğuk 'aslında evim Baalbek' tedir' diye cevap verecektir. "

Ancak Selahattin, iklimin sertliğinden kötü yönde etkilenme­

di, aksine, güçlü ve sert bir adam oldu. Zengi'nin ölümü son­

rasın<la babası, Zengi 'nin iki oğlu arasındaki veraset kapış­

masına karışmamanın doğru olacağına karar verdi. Şam' da ki

Selçuk sultanı Baalbek kapılarına dayandığında, Musul 'dan

yardım filan geldiği yoktu ve Eyüp kendi başına yapabileceği

en iyi anlaşmayı yaparak, Şam yakınlarındaki birkaç küçük

ama verimli köyü ve bir konağı almayı başardı. Ordu komuta­

nı olduğu için, hükümdarı işe yarar olduğuna ikna edebildiği

anlaşılmaktadır. Nurettin' in birlikleri kent kapılarına dayanıp

teslim olmalarını talep ettiklerinde, kenti yöneten Eyüp'tü.

Durum şimdi ilginç bir hal almıştı, çünkü kuşatan komu­

tan, Zengi'nin ölümü sonrasında Nurettin'e bağlanmış olan

kardeşi Şirkuh' un ta kendisiydi. Eyüp ile ikisi karşılarındaki

soıumı tarafsız ve sakin biçimde tartışmak için bir araya gel­

diler. Birbirlerinin boğazına sarılmanın ve bu arada birçok

Müslüman'ın ölümüne neden olmanın utanç verici olduğuna

karar verdikleri anlaşılmaktadır. Karar, Eyüp'ün kenti teslim

etmesi şeklinde oldu. Bunun doğru karar olduğuna Şam emir­

lerini ikna etmeyi başardı ve kent kapıları sonra açıldı.

Bundan sonra iki kardeş, Nurettin'in gözünde de babası­

nın nazarında oldukları düzeyde tutuldular. Şirkuh Şam böl-


gesinin naibi oldu, Eyüp de kentin valisi yapıldı. O günden

sonra Selahattin, İslam kültürünün bu önemli merkezinde

eğitim göm1eye başladı .

İkinci Haçlı Seferi' nin başarısızlığından sonra, Anadolu' mm

egemenliği, Bizans imparatoru, Türkler, Türkmenler, Sel­

çuklular ve Ermeni kralları gibi birçok hükümdar arasında

paylaşılmıştı. Suriye kıyıları, Antakya ve Trablus eyaletleri

ve Filistin Frenklerin elindeydi. Başlarındaki ili. Baldwin -il.

Baldwin'in oğlu- Kudüs' ü tutuyordu ve ona bağlı Hristiyan

hükümdarlar da başka yerlerde egemenlerdi. Araplara karşı

genellikle birlikte hareket ediyor olsalar da, her zaman du­

mm böyle olmuyordu ve Hristiyanların Müslümanlarla ittifak

yaptığı olaylar da görülüyordu. Feodalizm Avnıpa'da artık

ölüyor olsa da Kutsal ToprakJar'da Haçlı seferlerinin başın­

dan beri çok revaçtaydı ve küçücük toprakların ağaları bile

bağımsızlıklarına sıkı sıkıya bağlıydılar. Bununla birlikte, Hris­

tiyanların merkezi bir kontrolden yoksun olmalarına karş ı n,

Müslümanlar da birlikte hareket etme yetisinden en az onlar

kadar yoksundular. Son olarak Mısır, kendi h ilafetlerine sa­

hip olan ve Bağdat'a burun kıvıran, hatta düşmanlık besleyen

Fatımilerin elindeydi.

Selahatti n ' in gençliği hakkında çok fazla bilgi yoktur,

olanlar da çelişkilidir. Kimileri, onun sonraki yıllarda inan­

cına olan tutkusu ve dindar öğretmenlerine olan bağlılığına

ve töreye sadakatine dayanarak gençliğini çalışarak geçirmiş

. 66·
olan, en gözde önderlerden birinin oğlu olmasına karşın,

Nurettin'in muhteşem huzurunda karşısına çıkan fırsatları

tepmek pahasına delikanlılık yaşamamış bir münzevi olduğu

sonucuna varmışlardır. Babası, sultanın huzuruna çıkma izni

olan tek Şamlıydı. Amcasına dev ordular ve en hayati görevler

emanet ediliyordu ve neredeyse efendisine eşit görülüyordu.

Yine de bu genç soylunun yıllarını kitaplar ve zikirle geçir­

diğini ve yaşının getirdiği dürtüleri ve eğlenceyi görmezden

geldiği öne sürülür. Aslında bu tezin tek temeli, dönemin ya­

zarlarının ve Selahattin hayranlarının onun gençliği hakkında

bir şey yazmamış olmalarıdır.

Onun konumundaki bir gencin eğitimi oldukça basitti:

Kuran' ı n öğrenilmesi, hafızasına elinden geldiğince bunu

kazıması, gerek konuşma, gerek yazma konusunda Arap di­

linin inceliklerini, şiiri anlamayı ve üretmeyi öğrenmesinden

ibaretti. Bedensel gelişimin yanında bu da geleceğin büyük

savaşçısı için bir ön koşuldu. Erkekliğe adım atarken de kılıç

kullanmayı ve savaş ilkelerini öğrenecekti. Kafasını rahatla­

mak istediği zamanlarda satranç oynar, halka açık alanlarda at

biner, polo oynar (aslında İran'dan ithal edilmiş bir spordur)

ve çeşitli avlara çıkardı. Şahincilik yapmak ve İngiliz ileri ge­

lenlerinin av köpekleri benzeri, oranın soylularının beslediği

leoparlarla avcılık yapma seçenekleri de vardı. Son olarak,

yeterince cesur ve girişken olanlar için, ormanlar kralının

kendisini avlamaya kalkışmak da bir seçenekti.


Belki de Selahattin, genellikle gösteıikliği kadar saf ve içine

kapanık bir insan değildi. Belki de dönemin yazarlarının onun

büyiicliiğü yıllarla ilgili suskunluklarının altında bambaşka bir

açıklama yatıyordu. Gerçekten doğulu bir ketumluk içinde, ge­

lecek yılların ilkeli öndeıini korumak için, her türlü gençlik taş­

kmlığından arındıracak biçimde, kalemlerini kendi nzalaııyla mı

korkak alıştınrnşlardı? Bahattin ve pek çok meslektaşı, Selahat­

tin gençliğinin zirvesindeyken yaşanan ve aksakallıların burun

kıvırdığı bazı olaylan, aileye karşı saygıdan dolayı hasıraltı etmiş

olamazlar mıydı? Her tür maceranın ahfadı, hem talihe meydan

okumaya hazır, hem de talepleıini karşılayabilecek olanaklara

sahip olan genç bir adamın gençlik tutkularını bastınp ela kö­

şesinde gam içimle otunnası pek olası göıiinmiiyor. Adı geçen

yazar Bal1attin'in sözlerinde kısacık ama belirgin bir ima sezilir:

Aıncasıııın ölümünü izleyen kıizden ve genç adama kadeıin çağ­

ıısından söz ederken Bahattin, onun "Şarabı da, dünyevi zevkleri

de mtık bir kenara bıraktığını " yazmaktadır.

Demek ki, bunlarla daha eskiden, yirmi yedi yaşında amca­

sıyla birlikte Mısır'a yola çıkmasından önce oyalanmış olabile­

ceği kuşkusuyla uğraşılması mümkündür. Demek ki, Şam çeş­

melerini n mahir ezgileri, ona da diğer gençlere geldiği k;ıdar

çekici geliyordu. Zaten gerçekten uyuşuk, solgun bir genç

olsaydı, polo oynarken pervasızca saldırmakla suçlanır m ıydı?

Ya ela köle pazarlarında ve cumbaların ardında gördüğü gii­

zelliklerden doğan çocukların babası olmakla? Gözü pek bir

68
asker ve parlak bir önder olacak olan bu adamın gençliğin i n

renksiz geçtiğini ö n e sürmek oldukça mantıksız görünüyor.

O dönemlere.le göze batmaktan kaçındığı bir gerçektir.

Amcası Mısır seferine.le yardımını istediğinde ona itiraz et­

miştir. Yıllar sonra Bahattin ' e böyle söylediğini biliyoruz. Bu

kadarı bile, Şam nilüferlerini bırakmanın kaygısız bir genç

adam a ne kadar zor geldiğinin göstergesi olamaz mı? Ü stün

başarı gösterdiği ilk Mısır seferinden sonra bile Şam' dan ay­

rı lmakta kararsızdı ve Nurettin'in -ve amcası başaramayınca,

büyük olasılıkla babası nın da- onu Mısır üzerine i kinci bir se­

fere ikna etmek için uğraşması gerekmişti. Elbette, sultana

gerçekten ayak sürüyecek hali yoktu.

Büyük insanların yaşamları incelenirken, sorumsuz gencin

aniden olgunluk kaftanını kuşandığı anın tam tespitini yapma

tutkusu doğal bir dürtüdür. Selahattin için bu an, işte bu se­

fer sırasında -aslı nda tam olarak, sonunda- gelmişti . Ansızın

ve beklenmedik biçimde geldiğimle de, o güne kadar hedef­

siz görünen genç, olgunluğu duraksamadan kabullendi. Zevk

i çindeki geçmişine.len ve Şam' ı o kadar çekici kılan her ney­

diyse ondan ayrıldı. Gençlik dürtülerinin, bunca gayret iste­

yen bir amacın yavuz gerçeklerine müdahale etmelerine izin

vermesi aıtı k m üm k ü n değildi. Kader fırsat kapısını açmış

ve büyük bir gelecek göstermişti . Baş döndürücü olasılıklara

karşı konması i m k a nsızdı. Ö m ıiin ü n cevherini oluşturacak

olan bu görüşten , bundan sonra bir an bile sapmayacaktı.


YEDİNCİ BÖLÜM
Mısır Sultam

Şirkuh'un ilk Mısır seferinin nedeni, azledilen bir vezirle

· halefi arasındaki tartışma olmuştu. Bahtsız vezir olan Şaver

(Shawer), Nurett in'e gelip, kendisini yeniden yönetime ge­

çirmesi karşılığı büyük vaatlerde bulunmuştu. Ancak zaten

Frenklerle başı sıkışık olan Suriye sultanının tereddütlerini

ortadan kaldıran kişi Şirkuh oldu. Hevesli. eski asker her za­

man yeni maceralara açıktı ve daha fazla güce sürekli özlem

duyuyordu. Şaver'in teklifinde de kendisi için büyük bir fır­

sat olasılığı sezmişti.

Yüzyıllarca Fatımi hükmü altında güçlü olan Mısır, artık

inişe geçiyordu. Bağdat'taki geleneksel halifenin bütün gü­

cünden vazgeçmiş ve yalnız dini önderlik vasfına sanlinış ol­

ması gibi, Şiilerin desteğiyle ayakta duran "sapkın" halffe de

aslında artık vezirlerinin elinde bir kuklaydı ve yerinden edil­

memesinin tek nedeni, Peygamber'in kızı ve Halife Ali'nin

karısı olan Fatma'nın soyundan geliyor olmasıydı. Ülke, ge-

71
reken cesareti ilk gösterecek olanın eline düşüverecek ol­

gun bir meyveyi andırıyordu. Bu durum içeride de, dışarıda

da biliniyordu. Aslında, o güne kadar kalkışılan birkaç fetih

girişimi de, ancak halifelerin hazineleri sayesinde durdurul­

muştu. Tam bu sıralarda da Kudüs kralını ve Haçlıları uzak

tutmak için ödenen yı11ık haraç gönderilmek üzereydi ama

Nurettin'in yükselen gücü dürumda değişiklik yaratmıştı.

Şaver'in Suriye sultanından talebi, Mısırlı siyasetçilerin ni­

yetini de belli ediyordu. Nurettin , Mısır'ın Hristiyan eline

düşmesini engellemek için elinden gelen her şeyi yapardı.

Elbette onlar da, Nurettin Mısır'ı fethe koyulacak olursa uslu

oturacak değillerdi. Dolayısıyla Mısırlıların oyunu, iki tara­

fın karşılıklı rekabetine dayanıyordu. Nurettin ' den yardım

dilerken Şaver'in aklından geçen şeyler, yaşanacak olaylarla

basbayağı kanıtlanacaktı. Şaver'in önerdiği rüşvet, bir sulta­

nın aklını çelebilecek kadar yüklü olduğuna göre, Nurettin

ele bu kadarından kuşkulanmış olmalıdır: Şaver bütün sefer

masraflarını karşılamayı ve Mısır'ın gelirinin üçte birini ona

bağlamayı öneriyordu.

Kararın verilmesini Kudüs'ün yeni kralı Amalric sağla­

dı. Şaver'i alaşağı eden yeni vezir Dargam (Dargham), hazır

Amalric'in bütün dikkati Nurettin'in saldırılarına karşı uğraş­

maya odaklanmışken, Kuclüs' e haraç ödemeden yırtabilece­

ğini düşünmüştü . Sonuçta Amalric Mısır'a bir ordu yolladı.

Nurettin de, ülkeyi ele geçirebilmesi ve rakibini iki taraftan

72
es E r s J . ��
.1 ,. c o r
5 c ı; .1 " t

kıstırabilmesi fırsatını görünce harekete geçmekte gecikme­

di.

Amalric, Dargam ' ı yendi ama vezir Nil üzerindeki barajla­

rı açtırıp ülkeyi sele boğunca durmak ve anlaşmak zorunda

kaldı . Dargam, Şaver'in anlaşmasını öğrenince olast sonuçlar­

dan korkmuş ve Nurettin 'e karşt ittifak aramak için hemen

Kudüs'e bir teklif göndermişti. Amalıic daha buna yanıt vere­

meden , Şirkuh ' u n seçkin Türkmen birlikleri, Sclahattin'in ön­

cülüğü nde Mısır'a doğru hareketlendiler. Bilbcis Savaşı'nda

Dargam yen i ldi ve Kahire'ye çekileli ama halife ve ordu da

kendisine karşı dönünce halk tarafından linç edildi. Şaver ye­

niden vezir olunca seferin söze.le hedefi ne ulaştlmış oldu ve

sözünü de o anda bozdu.

Şirku h , Bilbeis' i ve doğu eyaletini ele geçirip, kentin başt­

na Selahatti n ' i geçirdiği anda da Şaver, Nurettin'in ordusunu

ü l keden çıkarmaya oldukça n iyetli olan Amalric'e yanaştı.

Çünkü Nurettin Mısır-Hristiyan Filistin ittifakı tarafından teh­

dit edilecek olursa, Şam ve Mısır arasında kalan Hristiyanların

durumu daha da ciddiye gidecekti. Amalric ve Şaver'in itti­

fak kuvvetleri Şirkuh'un ordusunu üç ay boyunca Bilbeis'te

kuşatma altında tuttular. Sonunda Nurettin, başarılı bir Filis­

tin seferine çıkarak Amalric'i geri dönmeye zorladı. 27 Ekim

1 1 64'te ateşkes yaptldı.

Şirkuh Şam'a döndüğüne.le, Nuretti n'in pek çok kent ele

geçird iğini ve Antak')'a Prensi Bohemonc.I, Trablus Kontu Ray-


ınond ve Lusignanlı Hugh gibi önem l i esirleri zincire vurup

Halep'e getirmiş olduğunu öğrendi.

İlginç biçime.le, dönemi n önemli yaz;irlarından olan İbn d­

Atir, Selahattin ile ilgi l i bir olayı " Kuran okuma sanatının ho­

cası" Zekiedc.lin Ahmet bin Mesut'tan aktarırken, Selahatti n ' i n

Mısır deneyiminden önce başarıl ı b i r Harem kuşatması yap­

mış olduğunu söyler. Ona göre aralarında Sdahattin 'in ek

bulunduğu üç genç subay kl,ı şatınayı taıtışırlarken biri demiş

ki : "Keşke Nurettin Haren1 'i aldığında beni yan ın d a görev­

lendirse. " Buna karşılık Selahattin demiş k i : "Eğer efendimiz

Mısır'ı alırsa, beni oraya komutan yapması için kutsal ve yüce

Allah 'a yakarıyorum. " Sonra üçüncü kişiye dönerek eklemiş:

"Sen ele bir dilek dilemelisin şimd i . " O da yanıt ver111iş: "Siz

M ısır'ın efendisi, Mecittin de Harem'in efendisi olursa bana

ne kaldı?" Ama Selahattin ve Mecitti n bastırmışlar ve sonunda

Ayın (Eimın) kentinde gözü olduğun u itiraf ettirmişler ama

bunların hepsi zaman kaybıymış aslında, çünkü "Allah'ın di­

lediğinden başka bir şey olmaz" mış. Elbette, üçü d e sonunda

istedikkri şeylere kavuştular. Güve!1 ilirliği sorguya açık olan

bu şirin öykü, Kemalettin bin Adin tarafı ndan yazılmış bir Ha­

lep tarihinde geçiyor olsa da, başka kimse taratindan kaleme

alınmamıştır.

Aynı zamanlarda, kuşatm:.ı dan önceki savaş sırasında,

Nurettin'in Tanrı'ya yakarmanın gücüne olan inancı nı ser­

gileyen bir olay yaşan mışt ı . Sağ kanat Frenk süvari lerinin

74
önünde çekilmeye başladığı zaman attan inen sultan secdeye

gelerek bağırmıştı: "Tanrım ! Ulu efendim! Aksungur torunu ,

Zcngi'nin oğlu Mahmut olarak sana yalvarıyorum. Beni çare­

siz kılma ve yardımını esirgeme. Peygamberine ve müritleri­

ne inancı olanlara yardı m edersin. Yakarışıma yanıt vermek

lütfüne.le bulun ve evime sağ salim dönmemi sağla! Düşman­

larımın arkamı görüp neşelenmelerine izin verme! " Gözlerin­

den yaşlar süzülerek secdede beklemişti.

Bir yonuncu, bütün bunların -Doğu kültürüne çok da ya­

bancı olmayan- kusursuz bir oyunculuktan ibaret olduğunu,

asıl amacın adamlarını gi.içlednin son damlasına kadar zor­

lanmaya ve sağ kanadın geri çekilmesinin aslında Hristiyan

ordusunun geri kalanına· kolay yüklenmelerini sağlayacak

planlı bir hile olduğuna inanmaya ikna etmek olduğunu söy­

lemiştir. Olaylar da bu biçimde gelişmiştir. Aym hamle, ileri­

de görüleceği gibi , başka Müslüman komutanlar tarafından

da kullanılacaktır.

Şirkuh Mısır'daki koşulları gördükten sonra, ikinci bir se­

fer için iştahı iyice kabarmıştı. Çünkü ülkenin geçmiş azame­

tinden kalan kaynakları aynı olsalar da, askerleri itaatsizleşmiş

görünüyordu. Kahire, mim�tri güzellikleri ve süslemeleriyle

hfüft görkemli bir kentti. Halifenin sarayındaki zenginlikler de

orayı h:1Hi bir masal diyarına çeviriyordu.

Aınalric'in elçileri Caiserealı Hugh ve Tapmak Şövalyesi

Geoffrey Fulcher, daha sonraları bu saraya girdiklerinde göz-

75
5 f g
o: ,, ,, {{i il 2 " ,, il
1... 1...
6i

leri nc inanamamışlard ı . Şatafa t l ı askerlerin k o rud uğu gizc m l i

koridorlardan v c kapılard a n geçip, mermer k a id dere otur­

muş dev kemerlerle çevril i geniş iç avl u l a ra ç ı k m ışlard ı . A l t m

ka k ı l m ış v e mozai k lerle bezen m iş o y m a tava n l a r görm üşler,

mozaik döşeli taşla r üzerinde y iiriimiişk:rd i . Mücevh c r işlcn­

miş zengi n ipekler gözlcrin e h itap etmiş, d a h a önce görme­

m iş olc.hıkları m uhteşem k uşların şakı maları d i n l e m işlerd i .

Bahçelerde v e i ç odalard a " uyan ı k d ü nyad a n ç o k , sanat ve

rüyadan ohışımış başka b i r dü nyaya a i t gibi görü n en yara t ı k­

lar" dolanıyord u . "Ancak d a h i b i r ressam e l i n i n , b i r ş a i ri n ya

da düş gören biri n i n tasvir edeb ileceğ i , doğu n u n n: giineyi n

göz ününe sere b i l diği ama batın ı ıı asla görm ediği hatta nadi­

ren duyduğu. çeşit çeş it hayvanlar . . . " Sonunda a rz oda.sma

u laştıklarında, hari ku lade giyd i ri lm i ş görevl iler v e u z u n p i l i­

lerinin ahlın cla görmeye değer şeyler s a k l a d ı k l a rı kes i n ola n .

inci işlenmiş, tantanalı pcn.lekr tarafı n d a n karş ı l a n m ış l a rd ı .

Pek bayıl ıyor o l masa d a , Hrist iyan k ra l ı n elçi leri n i k e n d i s i

ka rşılamış olan Şavcr, bu perden i n ün üne.le eği l d iğinde perde

açı l d ı ve a l t ı ndan tahtı üzerine.le h a l i fe gör ü n d ü . Bu i n a n <,'­

sız şövalyelerin Kutsal İ ınaın ' ı gürliyor o l m a l a rı b i k belli ki


h ü rmetsizl i k sayı l ıyord u a m a k o� u l l ar b ı ı n u g<:re k t i rın i � t i .

Nuret t i n ' i n yaşadı k ları n d a n ders a l m ış o l a n A n ı a l ri c . verikıı

scizlcr h a f i f<: lara fı n c.lan şahsen onayl a n m a d ı k �·a Şaver' i n yar­

<.lı ın ı n a g<:l meyi rcdd <.' tm i .� t i . Biiyle b i r ken d i n i b i l m ez l i k kar­

şısında, kuşk usuz h a l ife n i n dal kavukla rın d a n p e k çoğ u n u n


e l leri silahlarının kabzalarına uzan m ış t ı a m a halife şahsen

razı o l d u kça yapaca k bir şey de yokt u . Korkusuz şüvalyelere

gelince, giirdükkri şeylerden şaşkına d ö n m ü ş olsalar da, bu

m ü nasebetsiz tecavüzleri n i n neden i n i ıımıı ımış deği llerdi ve

h a l i fe: vez i r i n in söylec.l i k krin e e l d iven l i diyle onay ve rince,

H ugh ·· G e rçeği n gizlen meye iht iyacı yok t ur" demiş ve h ü­

küm darların söz verd i kten sonra, gizli işler çevin:meyecek­

lerini bel irtmişti . Kafi ri n im kaba hakare t i b ü t ü n l'vli.isli.iman­

Jarı n kulakların ı d ikse de Hugh kozların ı iyi oynamış, halik

c.Ie bi raz zoraki gülü msedikten sonra, eldivenini çı karıp öyle

el etmişti .

İttifak an l aşmas ı , yıllık vergi n i n yanı sıra, derhal iki yüz

bin a l t ı n d i na r -bugün aynı değerde İngi l i z sterl i n i ne cşittir­

öde n ın e s i n i ve benzeri bir meblağın i leri bir tarihte tekrar­

l a n m as ı n ı gere k t i rdiğine göre, hazinede k i a l tı n ı n haddi he­

sabı herhalde yoktu . Bu sıralarda Şirk u h ü lkeye girmişti ve

Kah i rc 'nin al tmış k i l om e t re güneyinden N i l ' i geçmişti. Kısa

zaman son ra karşı k ıyıda Amalri c ' i n ordusu d a bel i rd i . İki ta­

rafın da K a h i re 'yc yanaştığı karşılıklı hamlc.:lerden sonra , Şir­

k u h geri çekildi ve i k i ord u El-Babeyn 'de çatışmaya tutuştu .

Ş i r k u h bu çarpışmada, N u retti n ' i n f lan:ın 'c.le uyguladığı

taktiği t e k ra rladı. Sclahat t i n merkezdeki süvari n i n başındaydı

ve gücünü olduğundan büyük güstert:bi lınek i ç i n , b i r l i kl eri­

n i n arasına i kmal kollarırn da almıştı . Aldığı emir, biraz d i­

rc:n c.l i k t e n sonra geri çekilmek ve ancak Amalri c ' i n süva risiz
5 e fu g .ı ı ı i ıı € r r 11 G i

kalacak olan birl i klerinin üstüne Şirkuh çullandıktan sonra

yeniden dönüp, kendisini izleyenlerle çarpışmaktı . Her şey

planlandığı gibi işledi . Aınalric'in savaşçıları Selahattin ile

çarpışmalarından döndüklerinde Mısır k uvvetlerin i Şirkuh ' u n

önünden kaçarken bulunca, kendileri de kuyrukları n ı kıstı­

rıp, ikmal kollarını bile bırakarak kaçtılar. Böylece Selahattin,

ilk bağımsız çarpışmasında kendini parlak biçimde kanıtla­

mış oldu.

Yine ele Şirkuh, kaçan ittifak kuvvetlerin i izleyecek gücü

kendinde bulmamıştı. Kuzeye dönüp, İskendcriye'yi d i reniş

görmeden aldı ve Selahattin ' i burada bırakara k , kendisi ü l ke

içlerine.le çarpışmaya gitt i . Bir zamanların gönülsüz yeğeni ,

Aınalric ve müttefikleri İ skenc.leriye'yi yetmiş beş gün boyun­

ca kuşattıkları zaman, amcasının ona katıl ması için ısrarların­

da ne kadar haklı olduğuna keneli bile inand ı . Ki min kazandı­

ğını en ufak biçimde uin ursamayan bir kentin içinde, yanın­

da yalnızca bin adamla, bir ya ndan kısa zamanda baş göste­

ren kıtlıkla uğraşan, öte yandan sürekli düşman taarruzlarına

maruz kalan genç komutan gerçek mizacını burada ortaya

koydu. Kent tesl i m olmak istiyor okluğü halde, Frenklerin

onlara yapacakları n ı n korkusu nu kitlelerin yüreğine sokma­

yı başardı ve arbedeye engel oklu . Bir yandan da kuşatanla­

rın savaş maki nelerine karşı duvarları tutarak ve Şirkuh ' u n

yardıma yetişmesini bekleyerek sert bir savunma yaptı . Şir­

kuh Kahire'yi ele geçirme peşindeydi a m a savaş iki cephede


ele berabere bitti ve i k i taraf da birer zafer ilan ettiler. İ ki

ord unun da Mısır'ı M ısırlılara bırakıp çckil ırn:si konusunda

anlaşmaya varılsa da, Amalric bu koşulları ihlal etti. Keneli

garnizonunu Kahire'de bıraktı ve Şaver'dcn anlaştıkları yıllık

yüz b i n d i nar talebini sürdürdü. Şirkuh , elli bin dinarı alıp

götürmüştü. Şaver, hangisi kalı rsa kalsın ileride keneli iktidarı

için sorun olacak dostuna da düşmanına da rüşvet olarak M ı­

sırl ıların parasın ı dağıtmakta tereddüt etmedi . Ancak bu bile,

kaçınılmazı ancak biraz geciktirebildi.

Kendi n i dizginleyemeyen ilk kişi ı\malric oldu. Söylentiye

göre, M ısır'dan döner dönmez onu, Nurettin'i hemen atlatıp

işgali tamamlaması için kışkırtan kişi, Amalric'in i kinci karı­

sının b üyük amcası olaıi Bizans İ mparatoru Manuel olmuştu.

Hospitalier Şövalyeleri de aynı şeyi önerirken, bu kadar taze

bir anlaşmayı çiğnemenin rezalet olduğu görüşüne.le ısrar

edenler yalnızca Tapınak Şövalyek:ri'ydi . Mısır'dan aynlma­

sından bir yıl kadar sonra, 1 1 68 Ekim 'inde ı\malric geri dön­

d ü ve Kasım ortasında Kahire surlarına dayandı. Kenti alması

asl ı n da pek zor olmazdı ama Şavcr kralın tereddüt ettiği süre­

de Nurettin i le görüşmeleri çoktan başlatmışl ı . Aralık ayında

Şirkuh geri döndü ve Amalric onu karşı lamak için kuşatmayı

kaldırmak durumunda kakl ı . Türkmenler kralı al latmayı ba­

şard ılar ve Mısırlılar da de geçirdiği kentlere.le yaptığı kıyım

yüzünden ona sırtları n ı döndüler. Sonunda Fil istin'<.: dönü p ,

Arapların orada yarattığı belalarla uğraşmak zorunda kald ı .

79
Sclahattin, amcasının bu seferinde de ona katılmamak için

çok ayak diremişti ve ancak Nurett i n ' i n müdahalesi sayesinde

yola geldi. "Allah için" dediği söylenir, " bana Mısır'ın h üküm­

darlığı verilse bile gitmem. " Olacaklar şöyle bir diişii niilürse,

bunların tuhaf sfüler olduğu göriiliir. Mazeret olarak Mısır' da

yaşadığı zorlu mücad<.:leyi gösteriyordu ama o yaşananlar,

yılların getirecekleriyle kıyaslanınca, aslında küçük diclişme­

lerdcn ibaretti. Nice büyük sınavları başarıyla verip döndü­

ğünde, Bahattin'e dönüp şöyle diyecekti: "O kadar adamın

arasında, o sefere katılmayı en az isteyen bendim ve a m camla

gitm e m de kendi rızamla değildi."

Muzaffer Şirkuh , Kahire'ye onu kurtarıcı olarak karşılayan

halkın coşkulu kutlaması arasında gird i . Müslüman hüküm­

darların egemenliğini simgeleyen kaftan olan hilatı , halife

kendisine şahsen giydirmişti. Şirkuh, yeni giysisiyle hemen

halkın önüne çıktı, çünkü yaşlı kurdun siyaset sezgisi, b u kez

Şaver'e haddini bildirmesi gerektiğini söylüyordu.

Herhalde bu savaşkan ve kası ntı K ü rt, Mısırl ı ların gözüne

keneli yurdunun insanlarına olduğu kadar çekici gelm i yordu.

İyi bir insan olarak tanımlanamayacak kadar kusurluydu ve

sırtında hilatla sokaklarda yaptığı geçit resmine bakıp pis pis

sırıtanlar, kimsenin sevmediği vezirden kurtulmanın rahatlığı

karşılığı bunu kfü1 bedel olarak görüyorlardı . Bu y üzden Şir­

kuh o güne dek hep sert davranmıştı. Herkes yine b u n u bek­

liyordu. " Böyle durumlarda zaten hep at üstünde, davullar,

80
bomlar ve sancaklar eşliği ncle gelirdi" ama bütün bu patırtı

bile gerçeği gizleyemiyordu. Şirkuh, kurtarıcı olduğu kadar

fatihti. "İmanın Aslanı'nın pençeleri Mısır'a kenetlendi" cliye

yazıyordu Bahattin. Şirkuh 'un lakabı Asadettin'di, yani "İma­

nın Aslanı. "

Şaver'in artık gülünç olmaya başlayan sözde hükmüne son

vermek Selahattin'e düştü. Suriyeliler, vezirin yeni bir ihanet


·

tezgahladığını v bu kez adan�larının Şirkuh' u bir şölende

ele geçirmeye çalışacağını öğrendiler. Vezir, Şirkuh'u ziyaret

edip esir almak üzere giderken, Selahattin yanıncla birkaç ada­

mıyla onu karşılamaya çıktı. Bu durum kısa zamanda sarayda

duyuldu ve halife , Şirkuh'tan vezirin kellesini isteyen yazılı

bir talep gönderdi. Bu durumlarda sık görüldüğü gibi kelle

uçtu ve halifeye törenlerle ulaştırıldı. Yanık tenli, çelimsiz,

hatta kadınsı tavırlı bir genç olan halifeyi, haremindeki cari­

yelere kanlı kelleyi göstererek, onu bunca gülünç durumlara

düşürmüş olan adamın korkunç sonuyla övünürken tasavvur

etmek pek de zor değildir.

Koşulların gerekliliklerinin farkında olan ve anlaş � lması

zor olmayan bir şükran duygusu içinde bulunan halife , vezir­

lerinden birinin kaftanını Şirkuh' a göndererek, onu Şaver'in

halefi ve yönetimin başı ilan etti. Böylece genel amaca ulaşıl­

mış oldu. Artık Mısır'ın ve zengin kaynaklarının efendisiydi .

Eınin olabilmesi için her şey Nurettin' e bağlıydı ama o da

uzun bir süre kendi toprağında meşgul olacaktı ve Mısır'a

81
t1laşmak da çok kolay değildi. Buranın yöneticisi, aslında sal­

tanatın tüm imtiyazlarına sahip bir hükümdar gibiydi.

Şirkuh, halkla kaynaşmak için zaman kaybetmedi. Şaver'in

ne kadar taraftarı olduğundan emin değildi ve sabık vezirin

sarayının halkın yağmasına açık olduğunu bildiren tellallar

dolaştırmaktan çekinmedi. Ayaktakımı bir anda, büyük teza­

hüratlar eşliğinde işini yapmaya koyuldu. Ertesi gün biterken

sarayda bir yastık bile kalmamıştı.

En büyük umutlarını gerçekleştiren Şirkuh gevşedi ve

kendini Mısır'ın ünlü lüks hayatının zevkine teslim etti. Yö­

netimin sonmlarını, gündelik işlerde deneyimsiz birisi içi n

beklenmedik derecede iyi hallettiği anlaşılan yeğenine dev­

retti. Vakanüvislerden biıi , genç yeğenin, kendisi bütün işi

yüklenirken ve bütün sorumlulukları omuzlarken, amcasının

keyfine bakıp, yeni rütbesinin ayrıcalıklarını kullanması gibi

bir sonucu zaten başından beri bekliyor olduğunu ima eder.

Ancak bu dunun çok sünnedi. Şirkuh 'un sofra keyfine olan


_
zafiyeti kabul edilebilir sınırları aşıyordu. Yemeğe düşkünlü­

ğü yüzünden hazımsızlık çekmeye başladı. Yine de öğütleri

.dinlemedi ve sonunda ceza�ını doğa verdi. Halife taratinclan

Muzaffer Sultan ve Başkomutan ilan edilişinin üzerinden üç

ay geçmeden beklenmedik bir kriz geçirdi. Artık, kaderin

ayak sürüyen Şamlı gence, bu huzursuz edici rolü neden

zorla yüklediği anlaşılmaya başlanıyordu. Şirkuh sahneden

çekilir çekilmez Selahattin halifenin vezirleri tarafından in-


celenmek üzere saraya çağrıldı. El-Atir, Peygamber' den alıntı

yaparak şöyle der: " Bazı insanları cennete getirmek için zin­

cire vurmanız gerekir. " Bahattin de Kuran'dan alıntıyla şöyle

yazar: "Sizin için iyi olan bir şeyden nefret ediyor olmanız

bile m ümkündür. "

Binbir Gece Masalları'ndaki o tuhaf öykülere.len birini an­


dıran, insana " kısmet işte! " dediıten bir sondu. Göni. lsüz ge­

len otuz yaşındaki savaşçı, firavunlara halef oluyordu.


SEKİZİ NCİ BÖLÜM
Kıskançl ı k İ l leti

Selahattin, iddiaya göre, halifeden gelen ve Şirkuh yeri­

ne vezir olması teklifine direnmiş ve uzun uğraşlar sonunda

ikna edilmesi gerekmişti. Kuşkusuz; vezir kaftanı giyinmiş

halde ve vakur " Savunmanın Meliki" (Malikü'l-Nasır) unvanı­

nı taşıyarak vezaret sarayına döndüğünde, ikna edilmeye izin

vermesinin doğru bir karar olup olmadığını düşünüyordu.

Amcasının altında ona hizmet etmiş olan emirlerden hiçbi­

ri , nezaketen bile olsa orada değillerdi. Onların yoklukları,

keneli adamları arasında bile muhalefet bulunduğunun açık

göstergesiydi . Hepsi bu makama adaydılar ve hiçbiri arala­

rından en genç , en az savaş görmüş ve en deneyimsiz olanın

seçilmesine göz yumaınıyorlardı. Halifenin, aralarından en

gencinin seçilmesini özel olarak istediği, çünkü en zayıfla­

rının o olduğunu düşündüğü iddiası bile üstünde dunnaya

değerdir. Ancak halife de, emirler de yanılıyorlardı. Çünkü

bu güvensizlik ve muhalefet, aslında Selahattin'in kişiliğinin


oluşması ve cevherini sergilemesi için tam ela gereken şeydi .

İlk yalnızlık anlarında, başka birisi olsa silah arkadaşlarının bu

tavrın a karşı .belki seıtleşircli ve intikamı bile düşünebilirdi

ama Selahattin sorunu açıkça irdeledi. İçerlediğini belli etme­

di ve bunu hoşgörüyle karşılamayı başardı.

Geri durmasına neden olan dürtü ne olursa olsun, kaderin

ona sunduklarıyla yüzleşmeye hazırdı. Ondan önce ve son­

ra pek çok büyük adamın başına geldiği gib i , içsel istikrarı

ve üçün beşin hesabını yapmadan devam edebilme becerisi,

bu krizde öne çıktı. Aldığı terfi çok öi1emli olsa da, bunun

sınırları n ı bile oldukça aşan, gül lük gülistanlık bir geleceğe

yönelik görüş açısındari güç alarak kirli tabağını boşalttı ve

kişisel tutkularını bastırdı . Dünyevi zevkler de, gençliğinin

taşkın k;'isesini sağduyudan ayrı düşüren şarap da artık ondan

uzaktı. Yalnız olsa da kendine bir yol çizdi ve en acil olan

şeylere hazırlandı. O anda yapacağı tek bir yanlış bile, gözleri

önüne belirgin biçimde serilen büyük geleceği yok edebilir­

di. İlk adımı, hemşehrileriyle uyum sağlayabilme yeteneğini

kanıtladı. On lara doğrudan hitap etmek zayıf görünecekti ve

sonucu ancak ölümcül olurdu. Biat etmeye zorlamak isyana

neden olabilir ve Mısır'daki Suriye egemenliğini teh l ikeye dü­

şürebilirdi. Kendi başına hareket eden bir aracı gerek iyordu

ve Selahattin, Şirkuh ile birlikte Mısır'a gelmiş bir hukuk­

çu olan Heccari'yi bu amaçla seçti . Gerçekten ele doğululara

özgü bir plan kuruldu. Hukukçu, emirleri birer birer ziyaret

86
etmeye başladı. İlk olarak, Ahmet oğlu Seyfettin Ali'yi seç-

ınişti.

"Zaten sen kazanamazclın ki" d iye yakındı Heccari, " Dinin

Gözü Yarnki de, Telil'in oğlu da adaydı çünkü. "

B u söylediğindeki gerçek payı açıktı, b u sayede ilk mü­

racaat başarılı oldu. Sırada Selahattin'in dayısı olan Haremi

vardı. Hukukçu açık konuştu:

"Kız kardeşinin oğlu olan Selahattin ülkenin başında oldu­

ğuna göre. onun ayrıcalığını kendinin gibi görebilirsin. Her

durumda, sakın ondan bunu almaya kalkışan sen olmayasın,

çünkü o zaman bu unvan sana asla gelmez."

Mantığı kabul gördü ve dayı, yeğenine biat etti. Muzaffer

hukukçu, bu kez Kudbettin'e yöneldi.

"Sen ve Yanıki dışında herkes Selahattin'i kabul etti" diye

çıkıştı. "Ama sizin aranızda özel bir bağ var. İ kiniz de Kürtsü­

nüz ve egemenliği Türklere vermeyi istemezsiniz. "

Bundan sonraki atış, hedefi bu kadar iyi vuramadı. Yarnki

dişli çıkmıştı. Gerek konumu, gerekse adam sayısı olarak çok

güçlüydü. Kurnaz hukukçu bütün hitabet ve ikna gücünü har­

cadı ama emirin kıskanç öfkesi dinmedi. Hiddetle dikildi ve

adamları da, birkaç küçük emir de onun peşi sıra ayrıldılar.

Ancak ordugiiha döndüklerinde Nurettin onları tersledi ve bu

ela Müslümanların gözünde Selahattin'i iyice yükseltmiş oldu.

Bu sırada Selahattin ayrılanları görmezden geliyor ve ken­

di yatağını düzeltiyordu. Karışık ve güvenilmez Mısır birlikle-


rini lağvedip, kendi Kürt savaşçılarından oluşan etkili, küçük

bir kuvvet oluşturduktan sonra, bütün yaşami boyunca onu

simgeleyecek olan armağan saçma işine girişti. Bu cömertlik

hem savaşçılara, hem de sivillere karşıydı ve amcasından ka­

lan büyük servet iki tarafa da dağıtıldı. Kuşkusuz, bir m i ktar

armağan dağıtmak zaten siyasetin gereğiydi ama Selahattin

vermeye can atıyordu ve bu eli açıklıktan yararlananların

çoğu, bir karşılık beklenemeyecek olan yoksi.ıl füimler, şair­

ler ve din adamlarıydı.

Şaşılacak kadar kısa zamanda egemenliği kesinleşti. Kıs­

kanç rakipleri, büyüklerinin üstüne yükseliveren bu gence

bunın kıvırmayı kestiler. Halife ve yandaşları bir sabah uyan­

dıklarında, sözde fatihler arasında en zayıf halka olması gere­

ken, bu gencin yalnız kendi adamlarına değil, rakiplerine de

hiikınedebildiğini şaşkınlıkla fark ettiler. Kızgınlık ve hüsran

alelacele hasıraltı edilse de, sarayın gündelik öğünlerinden

olan fesat· devreye giriverdi. Yeni plan, Selahattin' in küçük

kuvvetleriyle ülkenin uzak bir bölgesine gitmesini sağlanarak

halifeyle Frenkler arasındaki yeni bir ittifak tarafından berta­

raf edilmesiydi.

Ancak Selahattin uyuyor değildi. Melikşah örneğini de

gördükten sonra casusları h ep meşguldüler ve fesatçılar, dü­

şündüklerini yapmaya fırsat bulamadan ifşa edildiler. Ö nder­

leri olan saray hadım ağası yazlığında yakalandı ve hemen kel­

lesi vunıldu. Kahire yönetiminde görevli elli bin kadar zenci

88
ayaklandılar ve isyan ancak h ilafet sarayıyla vezaret (vezirlik)

arasındaki meye.iane.la kanlı çarpışmalar sonunda bastırılabil­

di. I3u olayın yankıları yıllarca sürdü ve ülkenin dört bir ya­

nına yayıldı. Birkaç tane daha sert cezadan sonra, siyahlar da

yen i efendilerini bulduklarına kanaat getirdiler ve tahrikleri­

ni kestiler.

Resmi itaatsizliklerin dinmesinden öncesinde bile, Sela­

hatt i n ' in gözü asıl amacındaydı. Emirlerin başkaldırması me­

selesiyle başa çıkabilmesini sağlayan bakış açısı günbegün

gelişiyordu. Mısır'ın kontrol edilmesi küçük bir mesele olu­

vermişti . Daha şimdiden kendini daha büyük bir kadere ha­

zırhyoı;du. Birilerinin Zengi ve Nurettin'in başlattığı muhte­

şem işi sırtlanıp ileri götürmesi gerekiyordu. Birilerinin Müs­

lümanların mirasını geri kazanmak ve İ slam ' ı n kutsal yerleri­

ne Peygamber' i n sancağını yeniden dikmek amacıyla kişisel

hedeflerini b i rleştirmeyi becermesi gerekiyordu. Tabii ki bu

kişi uluların m irası n a layık olacağına göre, Tanrı tarafından

seçilmiş olmaktan başka bir dayanağı olabilir miydi?

Bu kadar uzun vadeli bir görüş, durmaksızın Frenk kes­

m e kte o la n Nurettin'in de dikkatini çekmiş olmalıdır çünkü

yeni vezire karşı tavrı da, hitap biçimi de, onun dizginden

boşanacağı kuşkusunu taşımaya başlamıştır. Yaşlı savaşçı ,

eserinin bir yabancı tarafından taşınmasını istiyor değildi.

Hayatının asıl amacı kafirlerle dövüşmek olmasına ve bunu

kişisel ç ıkarlarının bile üstünde görmesine karşın o da insan-


dı ve önderl iği kendi a i lesinde tutup, kaza n c ı n ı k e n d i soyuna

:lktarmak istiyordu. Eyii p ' ii n bu genç Yusuf, bel l i ki ön der­

lik i ç i n yaralılınışlı ama Nuretti n d e y ı l l a rca k a n ve ter dö­

kerı:k kazandığı h:1 k i m i yet kaft a n ı n ı bir yabancıya vermeyi

istemiyordu. Böylece, ulağı Selahattin 'e u l aştığınd a ona ve

" M ısır'daki Liim diğer e m i rlere" h i lap ederke n , ona yü k l ediği

"Emirlerin Seçme Kom u ta n ı " u nvanında bile, o k o m u tan l ığı

Nurett i n ' i n bahşettiği gizlenmiyord u. S elahattin ' i n yaptığı ya

da söylediği hiçbir şey. gön ü l den bağlılığı konusunda kuşku

yarat mıyord u . Hut b e sırasında kend i adı d eğ i l . Nurett i n ' in

adı söylen iyordu. Hatta vezir, yeri geldi kçe ya p tığı her şeyi

efendisi Nurett i n ' i n adına yaptığı n ı h a l ka a ç ı k yerle rd e de

d i le getiriyordu.

Bu cüm lelerin allında yatan başka şeyler olabileceğinden

kuşku duyan Lck kişi N u retti n değ i l d i . Bahatt i n ' i n s o n raları

yazacağı gibi, Selahattin ' i n destekçil eri kadar d üşman ları da,

kendileriyle konuşurken için i ç i n giildi.iği.inü hissediyo rlardı.

"Kendi ağzından şöyle c.hıyd u m " der Sclahattin ' i n kfıti bi , "Tan­

n Mısır'ın h:1kimiyetin i o kadar az çabayla elde e t m e m i sağla­

dığında, bana Sah i l ' i n fethi n i de bahşedeceğini a n l amıştım,

çünkü bunu aklıma sokan da O idi . " B u , Nuretti n ' e a i t olan ve

Haçlıların elinde bulunan tüm Suriye kıyıları n ı da ele geçirme­

yi düşündüren hırsın i t i rafından başka b i r şey cleğilcl i .

· İlerleyen yıl la rd a k e n d i n e h a k i miyet v e sab ı r a b i d esine

döniisecek o la n Selahatti n , henüz koza asaınasın cla olsa da,


.. .
yaşına ve insanları yönetmek konusundaki deneyimsizliğine

göre yine de sıra dışıydı. Geleceğin Selahattin'i, Nurettin ile

ilişkisini daha kendinden emin yürütürdü. Ondan kaçmazdı.

Bu durum iki kere görüldü. İlki, Suriye'den Mısır'a uzanan

çöl yollarına h:lkim olan ve Müslüman kervanlarına sorun çı­

karan Shobek kentini kuşattığında oldu. Nurettin'in Şam'dan

ayrılıp kendisine yardıma geldiğini öğrendiğinde kuşatma sü­

rüyordu. Efendisini bekleınemesinin bahanesi, Mısır'da yeni

bir fesadın başladığı oldu ama aslında bunun oluşmasını en­

geilemiş d urumdaydı ve kardeşleri de zaten buyruklarını uy­

gulamak üzere oradaydı. İkinci olay, çöl ticaretine ve Mekke

hacılarına musallat olan başka bir Frenk kalesine saldırırken

oldu. El Kerak, daha önceden de dikkatini çekmiş bir y�rdi.

Güçlüydü ve iyi korunuyordu. Nurettin'in buyruğu üzerine

Sdahattin buraya saldırdı ama efendisinin yarc.lıma geleceğini

öğrenince , korkusuna süz geçiremeyip yine çekildi.

Bu sefer bahanesi, Eyi.ip'ün başına gelen bir kazaydı ama

babası Selahattin Kahire'ye ulaşmadan çok önce zaten ölmüş­

tü. Bu. büyük bir kayıptı çünkü Şirkuh'un aksine Eyi.ip sakin

ve bilgeydi. Daha kısa zaman önce, oğlunun büyük bir hata

yapmasmı engellemişti.

Shobek çekilmesinin ardından Nurettin yardımcısın ı bul­

maya kararlıydı ve ortada M ısır'ın işgal edilmesi sözü dola­

nıyordu . Bir aile toplantısında Sdahattin'in güvenilir destek­

çilerinden biri karşı koymayı önerdiğinde, Selahattin'in aklı

91
5 f.: .1 1} .ı t t i 11
·
e v " 11
L L
Gi

da hafifçe kaymıştı ama ihliyatlı olduğu kadar dikkatli olan

Eyüp, genç adamı n sözlerini ağzına tıkıvermişti.

"Ben senin babanım" demişti Selahattin'e dönerek. ''Şi ba­

bettin de annenin kardeşi. Burada toplananlar arasında senin

iyiliğini ikimizden daha çok düşünen biri var m ıdır sence?" Se­

lahattin , "Allah biliyor, yok" dediğinde de Eyüp devam elti: "O

zaman şunu unutma, eğer ben ve amcan, Nuret tin'lc karşıla­

şacak olsaydık, önünde attan inip ayağın ın dibinde yeri öpme­

mizi hiçbir şey engelleyemezdi. Kclk:mizi keseceği nden kor­

kuyor olsak bile bunu yapardık. Buna göre, bir de diğerlerinin

ne yapacağın ı düşiin. Buradaki herkesin c.k.', bütün sava�çıların

da Nurettin'e biat etmeye ihtiyacı var. Bu toprak onun ve eğer

seni tahttan indirecekse uymak zorundayız. Sana öği.idiiın şu­

dur: Ona bir mektup yaz. De ki; Bu ülkeye b i r sekr d iizcnlc:: me

niyetinde olduğun kulağıma çalındı. Buna neden gerek var ki?

Boynuma bir urgan bağlayıp beni sana götürmesi içi n develi

bir ulak göndersen , burada kimsenin sesi zaten çı kmaz. "

Eyüp ' ü n kurnazlığı . . . Topl antı dağıldıktan sonra -bu ara­

da halkın önünde de bir konuşma yap ı p , oradaki h erkesin

Nuretti n ' i n malı ve köleleri olduğunu söylemeyi ihmal etme­

mişti- pek çoğu kendisine i hanet etmek için fı rsat kol l ayan­

ların önünde hırslarını gösterdiği için Selahatt i n ' i azarladt.


Sonra, içindeki savaşçının gerçek d uygu larını dile getirdi:

"AJlah b i liyor, Nurettin tek bir şekc:r kamışı m ıza b i le d a ha el

uzatırsa, beı1 de onunla ülümiine dövüşürü m . "

92
Ö ğüdü hakl ıydı ve etk i l i o l d u . N uret t i n , buyruğunun i t i­

razlarına i n a n ıyor gibi göründü ve vezir yerine.le bırakıldı.

Aslında N urett i n ' i n de kendi toprağında başı sıkışıktı ve

uzak lara gi dip de ü l kesi ni saldırıya açık dunımda bırakmayı

istem iyord u .

Selahattin i l e N u re tt i n arasındaki gergin l i k geçmeden önce

önem li bir yardımlaşma olayı daha oldu. Amalric, Mısır'ın

Müslümanların elinde olmasından rahatsızdı. Bizans i m pa­

ratorunun desteğin i kazanmış ve büyük olasılıkla M ısır' daki

hoşml lsuz ailelerden gizlice yardım sözü d<: alıp D i myat'ı ku­

şatmıştı. Selahattin yardım istediğinde, Nurettin hemen birlik

göndereli ve Amalric ' i n düşüncesi engellendi. Bir Arap atasö­

zünden keyifl e a l ı ntı yapan İbn Atir, '"Devekuşu boynuz der­

d i n e düşün ce, kulağı nı kaybedermiş" diye yazacaktı. Bizans

donanması e nkaza dündü ve Amalri c ' in ordusu da perişan

oldu . Bu savaş, herhangi bir püskürtmeden daha öteye gide­

cekti ve Haçlılar artık yal nızca savunmada kalacaklardı.

O günden sonra o layla r belirgin biçimde Selahittt i n ' i n le­

hine gelişti. Suriye ce p h es i n d e taarruza kalkıp, Frenklere ait

k i m i y erl eri yağmalayıp, k i mileri n i ele geçirdi ve l\:lısır'daki

ü nii n ti artırı p . hal ifeye olan bağını kopararak 1\bbasi h i lafeti­

ne yöneld i . Nuretti n de kendisi de aslında bu ın e zh c b e bağlı­


lardı ve i kisi ele aslında Ş i i l erle ittifak yapmış olmaktan m em­

nun değil l e rd i . Hatta Nurettin b u sah te tavrı bırakmayı çok

uzun zamandır düşü nüyordu ama Selahat t i n ' i n danışmanları

93
kuşkusuz aksini söylüyorlardı. Bu son anda bile tereddütlü

bir hamleydi ama h utbenin Bağdat halifesi adına okutulması ,

şaşkın homurtulardan daha fazlasına neden olmadı .

Mısxr halifeleri n i n sonuncusu olan El-Adid Ebu Muham­

med Abdullah , başına geleni hiç bilemedi. O sırada hastaydı

ve Selahattin ' i n buyruğu üzerine haber ondan saklanmıştı.

"Kendini toplarsa, yakında zaten öğrenir" demişti Selahat­

tin, "ölecekse de bırakın huzurlu ölsü n . " Bu eli n i reform un

üzerinden üç gün geçmeden, halife ardında dört karı , on

bir oğul ve pek çok akraba bırakıp; olup b itenler hakkında

bir fikri olmaksızın öldü. Çoğunluğu Selahattin 'in güvenilir

adamları tarafından , sarayda alışmış oldukları l üks yaşamın

içine kapatıldılar ve erkeklerle kadınlar ayrılarak, sayılarının

artması engellendi .

Selahattin 'in nezaketi şimdiden konuşulmaya başlanm ıştı.

Ö lmekte olan halifenin şahsen görüşme dileği ni önce red­

detmiş olsa da, halifenin art n iyetli olmadığını anladığında,

reddettiği için vicdan azabı çektiğini açıkça ifade etti, onun

kibarlığını ve diğer üstün n iteliklerini övdü . Kendi yaşamına

ve h ü kmüne karşı kurulan fesadın boyutları göz önüne alı ndı­

ğında, bu hareketi alicenaplıktan başka türlü n itelenemezdi .

El Adid 1 3 Eyl ül 1 1 71 tari h i nde öldü. Böylece M ısır' da

korkulacak bir ımıhalefet kalmamış oldu. Halifeden kalan

hazineni n emirler, savaşçılar · ve halk a rasında pay edil mesi

Selahattin 'in popülerliğini yükseltti ve i tibarın ı çok a rtırd ı . Ha-

94-
zinc, yalnız altın bakımından deği l, m ücevhtT bakımından ela

devasaydı. Yüzyıllar boyunca Anadolu, Afrika ve İ spanp 'dan

toplanan değerli taşlar, Mısır' da hilaf<.:t scp<.:tk:rindc birik­

mişti . Binb i r Gece Masallarını yazanlar. bu nadide parç;t ların

bazılarının parıltısını ve zarafetini tasvir bile edemiyorlardı.

İ bn El-Ati r bir zümıiitten söz ederken, "Yumruğun bir buçuk

katı" demişti. K i m in eli olduğu ve böyle bir taşın nasıl ol�ıp

da i d d ia edildiği gibi bir yüzüğe takılabildiği konusu bir yana,

bu mücevherleri n bazıları bugün var olanların çok üstündey­

d i ve en önemli taçlan süsleyenleri bile çok aşıyorlardı.

1 1 74 M ayıs'ında Nurettin öldü: Böylece. Selahatt in'in

uzun vadeli planlarının önü açılmış oldu. Eski efendisinin

ailesine bağlılığı n ı beyan cdiyor ve Mısır hmbelerinde onun

oğlu Melik Salih İ smail'in adını ok İ. ı l llyor olsa da, bunun çok ·

sürmeyeceği de belliyd i . Aslan gidince. enik pek de ciddiye

alınmıyordu. Suriye'nin kal.elerinde çok fazla kıskanç rakip

vardı ve bazıları kendi hi.iküınkrini sağlay:ıbilmek için Frenk­

lerle iş birliği yapmak tan bile çekinmiyorlardı. Selalıatt in'in,

geleceğe giden yolun taşlarını c.löşeyebilmek için h:tl;l zama­

na ihtiyacı vard ı .

Aynı yılın güzünde Frenkler M ısır'ı tekrar zorlad ılar. Aslında

bunun zenc ilerin ayaklanması ve birkaç ımıhalif Ti.irkmen'lc

eş güdümlü olması d iişiini.ilm iiştü ama fesat yine fark edildi

ve acımasızca ezild i . nuinı öğrenen Filistin Frcnklcri yerlerin­

den kıpırdamadılar. Yalnız Sicilya kralı İskenderiye'ye donan-

95
mayla gelip, savaşçı indireli. Bir ara küçük savunma birlikleri­

ni kırabilecek gibi oldu ama Selahattin'in büyük kuvvetlerle

yardıma geldiği haberi garnizonun şiddetli bir huruç yapma­

sına ön ayak oldu ve Sicilyalılar kesin yenilgiye uğradılar.

Bu zafer, evde de dışarıda da etkili oldu. Daha Nurettin

Ölmeden Sudan'cla ve Arabistan'cla başarılı seferler yapan

kardeşi Turan Şah ' ın fetihleriyle birleşince, İsla m ' cla yeni bir

güneşin doğduğu anlaşılmıştı . Sör Humphrey'nin hfüihazırda

Mısır sultanı olan "Müslüman şövalye "si, imparatorluk tacına

doğru dörtnala yol alıyordu.


DOKUZUNCU BÖLÜM
Suriye'ye Giriş

Şam'ın ileri gelenleri arasındaki anlaşmazlık sonunda, bazıları

Selahattin'e bir davet gönderip, kenti Musul Emiri Gümüştekin'in

tehdidinden kurtarıuasını istediler. Tekrar çağırmaları gerekme­

di. Sultan zaten Suriye siyasetine müdahale etmenin fırsatını

kolluyordu ve kuvvetlerini toplamak için bile beklemedi. Başvu­

ranlara f!.kir değiştirebilecekleri kadar z.-ıman tanımamalıydı. Ya­

nında yalnızca seçkin yedi yüz atlıyla, çölden çıkarken Frenklere

yakalanma riskini de göze alarak Şam kapılarında göründüğünde

kimse onu bu kadar erken beklemiyordu. Girişine karşı koyan

olmadı. Tersine, gençliğini geçirdiği kentte sıcak bir karşılama

gördü ve hemen büyüdüf,rii eve gitti.

O günlerde Suriye ve Filistin'de koşullar neredeyse aynıy­

dı. Amalric'in ölümü sonrasında Kudüs tahtına cüzamlı bir

çocuk olan IV. Baldwin geçmişti. Trabluslu Raymond onun

naibi olarak seçilmiş olsa da, diğer Hristiyan hükümdarlar

arasında toplu hareket etmelerini engelleyen h izip ve kıs-

97
kançhklar bulunuyordu. Böyle olmasaydı, her güçlü emirin

Nurettin'in ve Zengi'nin tahtına oynaması yüzünden kendi

içlerinde kargaşa yaşayan Suriye Müslümanları için bir tehdit

olabilirlerdi.

Selahattin, bu. konum ile ilgili kuşkulan ortadan kaldır­

dı. El-Atir, Selahattin'in Şam'ın rakip beylerine yolladıği bir

mektupta, Nurettin'in kendisini Mısır tahtına oturtmasının

nedeninin, onu önderlikte halef bellemiş -elbette kendi oğlu

adına- olduğunu kanıtladığını anlatır. Salih'in ve mülkünün

hamiliğinin kendisine ait olduğunu öne sürmüş ve Şam'a gel­

mesinden itibaren, bu hakkını güç kullanarak korumaktan

çekinmeyeceğini bildirmiştir.

Bunun ötesinde, gözden düşmüş olan · emirlerin cezalan­

dırılması tehdidi de v�rdı. Bu tanım, sözde genç hükümda­

ra karşı görevlerini aksatan emirler anlamına geliyordu ama

emirlerin hepsi bu sözlerin gerçek anlamını biliyorlardı.

Bazıları Frenklerle iş birliği yapıyorlardı, rüşvet alıyorlardı

ve Müslüman rakiplerine karşı destek için haraç ödüyorlar­

dı. Ortak düşmanla olan bu tür yakınlaşmalar, Selahattin'in

gözünde oldum olası aşağılamayla ve gazapla karşılanmıştı.

İnançsız olanlara karşı hoşgörüsü bile, kendi adamları arasın­

dan dönmelere olandan fazlaydı ve bu iletişim onun gözünde

Tanrı'ya da Peygamber'e de ihanet anlamına geliyordu.

Şamlılann bağlılığını cömertçe para harcayarak güçlendir­

dikten sonra, Mısır'dan gelen_ birliklerinin de desteğiyle, en


büyük direnç noktalan olan Halep ve Musul beylerine bağlı

yerlere boyun eğdirmek üzere yola çıktı. Urfa, Hama ve diğer

kentler savaşmadan teslim oldular ama sözde efendisinin de

Gümüştekin'le birlikte. bulunduğu Halep' e ulaştığında kapıla­

n kapalı, burçları da dolu buldu.

Salih yalnızca on iki yaşında olsa da, kafasının çalıştığı ve

yaşından b üyük düşünebildiği anlaşılmaktadır. Daha uygun

koşullarda gelişebilmesine izin verilmiş olsa, mirasına sahip

çıkabilmesi çok daha olası görünmektedir. Selahattin'in ge­

lişiyle -ki bu gelenin de başka bir kurt adam gibi anlatıldığı

açıktır- çocuk Halep meydanına atıyla fırladı ve halktan ko­

runma istedi: "Babamın sizlere karşı ne kadar anlayışlı oldu­

ğı.mu biliyorsunuz" dedi gözlerinden yaşlar süzülerek. "Ben

size emanetim. Şimdi ele babamın kendisine bahşettiklerini

inkar eden, nankör bir adam kentimi almaya geliyor. Buna ne

Tanrı gözünde, ne insan gözünde hakkı yoktur. "

Bir çocuk için fazlaca yetişkin bir komışma olduğu sezilse

de beklenen etkiyi yaptı. İ nsanlar önce onunla birlikte ağladı­

lar. Sonra silahlandılar ve o kadar iyi çarpıştılar ki, Selahattin

henüz zamanın gelmediğine karar verip daha kolay avların

peşine düştü.

Gurur ya da kan hırsı taşımadığı için, bu püskiiıtülme ona

pek bir şey ifade etmiyordu . Hedefi tekti ve ona ulaşmak için

en kolay yol, daha uzun sürecek olsa da en bilgece olanıy­

dı. Her şeyden önemlisi, Müslüman kentlerini harap etmek,

99
Müslümanların refahını sekteye uğratmak ya da onların kanı­
nı gereksiz yere dökmek çok ciddi bir yanlış olurdu. Bunların
hepsinin daha büyük bir amaç için elden geldiğince saklan­
maları lazımdı. Bu yüzden işgal ordusu oradan oraya gezme­
ye ve kolay elde edilebilenleri hedef almaya başladı. Bu arada
yalnız zorlandığı zaman savaşıyor, o zaman da bunu göz ardı
edilemeyecek bir ders verecek kadar güçlü ve şiddetli yapı­
yordu.
Böylece, Musul ve Halep orduları onu Hama yakınlarında
yakaladıklarında uzlaşmayı, hatta ele geçirdiği bazı yerleri geri
verıneyi önerdi. Ancak, daha büyük kuvvetlere sahip olan ve
zaferden emin rakipleri önerisini küçümsediler ve reddettiler.
Selahattin'in askeri dehasını hesaba katmamışlardı. Sonunda
savaş çattığında, rakip kuvvetler tam onun istediği gibi konuş­
landılar. Kaderle oyun oynanacak ya da siyasi nedenlerle elini
korkak alıştıracak zaman değildi. Şam ve Mısır savaşçılarının
arasında bir vadide kıstırılan Halep ve Musul savaşçıları kıyı­
ma uğradılar ve Halep'e kadar kovalandılar. Burada, Halep ve
yakın çevresi dışında Nurettin'in Suriye'de sahip olduğu tüm
toprakların hükmünü Selahattin'e veren bir barış anlaşması
yapıldı. Bu durum, Salih'e göstermelik bağlılık iddialarının
tümüne son verdi. Talihsiz genç hükümdar, Gümüştekin'le
ortak olduğu için kaybetti. Gümüştekin'in umursamazlığını
görünce de Salih özgürlüğünü kazanmanın tek yolunu onun
kellesini vurdurtmakta buldu. Selahattin, artık Mısır sultanlı-

100
ğı yanında Suriye hükümdarlığını da kazanmıştı ve Kahire' de

darp edilen altın sikkelerde şöyle yazıyordu: "Yardımsever

Hükümdar, Eyüp Oğlu Yusuf: Sancağı Üstte Olsun."

Yeni bir hükümdar geldiğinde Bağdat halifesinin onun

hükmünü törenle onaylaması gerekirdi. Aslında bu yalnız

usulen böyleydi çünkü halifenin gerçek bir gücü kalmamıştı

ve bir fatih ortaya çıktığında talepleıine karşı duracak hali

de yoktu. Mührünü vurmamayı ara sıra düşündüğü olsa da,

ha lifenin itirazının başarılı bir savaşçıya engel olduğu günler

çoktan geçmişti.

Bağdat'taki saray töreni, mümkün olan en dramatik bi­

çimde yapılırdı. Halife altından tahtında oturur, çevresini

yardımcıları doldurur ve hükümdar huzura çıktığında halife

tahtından inip onu karşılardı. Kutsal Adam'ın başında Ab­

basilerin kara duvağı, sırtında Peygaınber'in hırkası, elinde

Peygamber'in değneği, boynunda bir Kuran bulunurdu. Ken­

eli elleriyle hükümdara beş ya da altı yeleği üst üste giydirip

altından bir cübbeyle sarar, beline iki kılıç asar ve başına tacı

koyardı. İ lgili herkesin davet edildiği, büyük bir şölenle biten

ve hükümdar ayrılıncaya kadar tezahüratlarla sürüp giden

görkemli bir törendi. Herhalde, adet olmasının yanı sıra, yeni

gelenin kurumunu aıtırmayı ve insanları etkileyip, onun gör­

kemini tanıtmayı ela amaçlıyordu.

Selahattin'in o günlerde usul törenlerine ayıracak zama­

nı yoktu ve halifeden ilgili kuralları da içeren yazılı çağrı ge-

101
linceye dek Bağdat'a gitmeyi aklından bile geçirmedi. Davet

1 1 75 yılında Selahattin Hama'dayken eline ulaştı.

Bir yıl boyunca Selahattin ele geçirdiği bölgelerin yöneti­

mini düzenlemekle uğraştı . Sonunda Musul Emiri Seyfettin

yeniden karşılaşmak için koşulların olgunlaştığına karar ver­

di. Haleplilerle yeniden birlik oldular ve Selahattin 'in karşısı­

na çıktılar. Bu kez Selahattin 'i talih ve rakiplerinin becerik­

sizliği kurtardı. Çünkü o anda adamları atları sulamak üzere

dağılmışlardı, kendisi de küçük bir birlik eşliğinde Türkmen

Kuyusu denen bir yere gidiyordu. Bu sırada bir saldırı yapı­

labilseydi müttefiklerin çok şansı olabilirdi ama belirleneıne­

. yen bir nedenle bir gün beklediler ve Selahattin adamlarını

istediği gibi konuşlandırmış oldu.

Bir süre için terazi ona karşı hareket eder gibi oldu. Sonra­

dan Selahattin'e gelip kayınbiraderi olacak olan Erbil Hüküm­

darı Muzafferüdclin Kökbörü, Selahatti n ' in sol kanadını geri

iten sert bir taarruza kalktı ve Selahattin ' i n şahsen yönettiği

bir karşı taarruzla tehlike ancak savuşturuldu. Seyfettin canı­

nı zor kurtardı ve subaylarının büyük bölümü esir edildi.

Bu zafer görii ndüğün de b üyüktü , çünkü Selahattin esir­

lerine o kadar iyi davranmıştı ki, eve döndüklerinde onu

övmeye başladılar. Birçoğu ona hediyeler getirdiler, hatta

yaralıların bazıları onun şefkatli bakımı sayesinde hayatta

kalabildiler. Bunlar toparlandıklarında, birçoğu Selahattin'in

sancağı altında toplandı. Başarılı bir halkla ilişkiler ve diplo-

102
masi örneği uygulandı ve havadisler doğm yere doğru etkiyle

ulaştırıldı. Bu arada kendi adamlarını da ihmal etmemişti.


_
Seyfettin mallarını toparlayacak zaman bulamamıştı ve ga­

nimet büyüktü. Tamamı subaylar ve savaşçılar arasında pay

edildi. Bunu, Membij ve Azaz Kalesi gibi yerlerin ele geçi­

rilmesi izledi. İ leride anlatılacağı gibi, bu kalede Nurettin'in

kızmada bir miktar zaman ayırdı.

Araplar ve Frenkler kuşatmalarda aynı yöntemi izlerlerdi.

Mancınıklar duvarların üzerinden taşlar atarlardı ve bazen

koçbaşı da eklenirdi. Genellikle birkaç ayrı yerde mancınık­

lar kullanılırdı. Bunlarm etkinliklerfrıi anlamak için şöyle bir

örnek verilebilir: İ lerideki kuşatmalardan birinde bir mancı­

nığın saldığı bir taş, duvarların içinde on iki adam öldürmüş­

tü. Mancınıkları kuşatılanlar da kullanırdı. Ünlü Akka kuşat­

masında, baş belası bir mancınığa Frenkler "Kötü Komşu"

adını vermişlerdi ve bu mancınık, Arapların benzer bir tavırla

"Kötü Hısım" dedikleri bir başka mancınık tarafından devre

dışı bırakılmıştı.

Sirkeye bulanmış ham derilerle ateşe karşı korunan , te­

kerlekler üzerinde yol alan ve ·altındaki adamlar hendeklere.

taş toprak doldururken onları korumayı amaçlayan "oluk"

gibi başka icatlar da vardı. Son olarak, farklı yüksekliklerde

olan, genellikle kuşatılan duvarlardan yüksek yapılan ahşap

kuleler vardı. Bunlar da tekerlekliydiler ve içeriden hareket

ettirilirlerdi. Farklı katlarında mancınıklar, koçbaşları ya da

103
okçular bulunurdu. Bunlar da Rum ateşine karşı sirkeli deriy­

l e korunurdu. Taarruz makineleri, aslında Roma'dan beri pek

ilerleme göstermiş değildi.

Selahattin , genellikle lağımcılan ve duvarları yerinden sök­

mek için ateş kullanırdı. En çok risk alan ve kendini tehlikeye

atanlara büyük öcliüler verilirdi. Aynı yöntemler İ ngiliz Kra­

lı Richard ve diğer Haçlı öndederi tarafından da kullanıldı.

Ulaşılamaz yerlerde, dev duvarların ardında aşılmaz görünen

kaleler, komik denecek kadar küçük bir insan gücü sayesin­

de alındılar.

Azaz'ı ele geçirdikten sonra Selahattin Halep ' e döndü ve

buraya o kadar gayretle saldırdı ki, savunanlar uzlaşmak zo­

runda kaldılar. Fethini geçerli kılan antlaşma 29 Haziran 1 1 76

tarihinde kabul edildi ve altı yıl sürdürüldü. Eylül'de Mısır'a

dönüp, Kahire'nin duvarlarını güçlendirmekle ve diğer bina­

laıı , okulları ve hastaneleıi geliştirmekle uğraştı. Bütün bir yıl

bu çalışmalarla geçtikten sonra, Kudüs kralıyla yaptığı anlaş­

maya uymayıp topraklarını yağmalayan Fre n kleri cezalandır­

mak üzere yeniden çıktı.

Bu sefere kendine güveni tam çıkıyordu, çünkü yanına

sekiz bin savaşçı memluktan ve on sekiz bin zenciden olu­

şan yeterli kuvvet almıştı. Bir süre işler yolunda gitti. Ordu

Filistin içleıine neşe içinde yürüyüp , Kudüs kapılarına kadar

olan her yeri yağmaladı. Sonra, 25 Kasım 1 1 77' de birdenbire


·
Hristiyanların ortak bir kuvveti onu Ramlah (Ramla) yakınla-

10lf.
CSg.ı rfcsJ. U?. o s � G a ııft

rında hazırlıksız yakaladı (E. n : M ontgisard Savaşı) . Ordunun

büyük bölümü uzaktaydı ve Selahattin'in yanında yalnız ken­

di fedaileri vardı. Adamlarını çarpışma düzenine sokup, biraz

savunma yapmayı başardı ama düşman çok güçlüydü. Yaşa­

mı boyunca göreceği en büyük yenilgi sonunda, şansı yaver

gittiği için kurtulabildi ve hızlı bir devenin sııtında, çölü yal­

nız başına geçti. Mısır'c.lan onunla birlikte neşe içinde ayrılan

muhteşem ordudan geri dönebilen çok az kişi oldu.

Korkunç bir sekte yaşamış olsa ela, güvene ulaştıktan son­

ra pek de etkilenmedi. Şam'ı yönetmek üzere bıraktığı ağa­

beyi Turan Şah 'a yazdığı mektup, kendi tarzına göre bir bayii

abartılı ve süslüydü : "Saflarımızda mızraklar savnılurken, de­

mirden ciritler kanımızla sulanırken, aklımdan sen geçiyor­

dun . " Belki de, kendisi daha gençken ona hava atan ağabe­

yine biraz gösteriş yapmak ve bu korkutucu deneyimin onu

sarsamadığını kanıtlamak istemiştir.

Yenilgi, düşmanla karşılaşmasını çok geciktiremedi. Üç ay

sonra yeni bir orduyla Suriye'ye girdi ve ordugfü11nı Humus

yakınlarında kunıp, Frenklerle dalaşmalara başladı. Yenilgisi­

nin acısını tam olarak unutamamış olacak ki, onun ünlü mer­

hametine pek yakışmayacak biçimde, birkaç esirin kellesini

vurdurmuştu.

Kral Baldwin'in, Toronlu I-Iumphrey'in yiğitçe kendini

feda etmesi sayesinde zar zor kaçtığı başarılı birkaç küçük ça­

tışmadan sonra, iki ordu 1 1 78 Haziran 'ında Banyas yakınların-

105
ela karşılaştı. Arapların kaçmaya başlamasıyla, onlan i zleyen

Frenkler bir kez daha zafer kazandıkları n ı düşündüler ama

kovalamaca fazla ileri gitti. Özell ikk d<.: Amancl l ı Odo önder­

liğindeki Tapınak Şövalycleri 'nin fazla açıldığı Selahattin'in

dikkatli gözlerine.len kaçmamıştı . Savaşı kazandıklarını düşü­

nüp. Arapların bıraktığı malları yağmalamış ve iyice ağırlaş­

mış olan düşmanının üzerine, Seyfettin'Je savaşındakine ben­

zeyen hic.lc.letli bir çıkış daha yaptı. Frenkler tam anlamıyla

dağıldılar; çoğu öldürüldü ve esir düştü. Kalanlar savaşa tu­

tuştular. En öneml i şövalyelerden yetmiş tanesi Selahattin'in

otağına getirildiğine.le, aralarında kendine çok güvern:n Oc.lo,

Trahlusl u Raymond, İbelinli. Balian, Ram la hl ı Baldwin, Tabe­

riyeli Hugh ile Hospitalier Şövalycleri'nin üstadı da bulunu­

yordu.

Selahattin, i ki ay sonra Yakup Kalesi ' ni de geçird i . Kral

Balclwin burayı kısa zaman önce, Selahatti n'in b ütü n uyarları­

na karşın onarmıştı. Kale uzun zamandır tarafsız kabul edilen

bir ovaya hakimdi ve rakip devletlerin sürüleri burada bir­

likte otluyor, çobanlar ela arka�laşlı k ediyorlard ı . Sclahattin,

kalc:den çekilmesi için krala büyük bir m eblağ ödemeyi bile

önermişti ama geri çevı:ilm işti .

Bu kaleye yapılan saldın sırasında, daha önce �mlatılan,

alınması olanaksız görülen yerlere taarruz yöntemleri kul­

lanıldı . M üslümanlar duvarın altına l ağ ı m açıp, burayı tahta

dolclıfrup ateşe verdiler. Isının yaratacağı genleşmenin bazı

106
taşlan yerinden oynatacağını düşünmüşlerdi ama taşlar o ka­

dar ağ�r ve kalındı k i alevler etkilemedi. Bunun üzerine Sela­

hattin, buraya getirilen her dolu matara için bir altın verece­

ğin i ilan etti. Kısa zamanda lağımları dolduracak kadar suyu

oldu. Bu sayede dehlizler derinleştirildi ve yen i bir yangın,

bu kez istenen sonucu verdi.

Bu iki yenilgiye, uzun süren kuraklık yüzünden oluşan

kıtlık ve kralın cüzzamının i lerlemesi de eklenince Frenkler

barış istediler. Selahattin'in toprakları da susuzluktan muzda­

ripti ve onun ela bu barışa niyeti zaten vardı. 1 1 80 yazında,

karada ve denizde silah bırakıldı. Aynı yıl içinde Selahattin,

Müslüman hükümdarları ve Ermeni kralları da kapsayan ge­

niş bir barış ilan etti. Ihı da iki yıl sürdü. Sonra Mısır'a döndü

ve orada da iki yıl kaldı.

Bu sırada Suriye ve Irak'taki bazı önemli gelişmelere kayıt­

sız kalamadı. Seyfettin ölmüş ve Musul tahtına Mesut geçmiş­

ti . Daha önemlisi , bağırsak iltihabı ya da zehirlenme nedeniy­

le Salih de ölmüştü ve onun varisi olarak da Mesut belirmişti .

Bazı Frenk prensleri anlaşmaya aykırı hareketler yapar olmuş­

lardı. Ancak Selahattin. ne kadar kışkırtılırsa kışkırtılsrn , sözü­

nün eri bir adam olduğunu kanıtlamak istercesine yerinden

)Gpırclamaclı .

Bütün yaşamı boyunca, antlaşmalar 0 11 1 1 11 için harfi harfi­

ne uyulması gereken şeyler oldular ve bir kere b il e antlaşma

bozmadı. Rakiplerinin başına gelen talihsiz clunımları elbet-

107
te görmezden gel m iyordu ama h eybelli sabn tükenmek bil­

m iyordu. Zamanı geldiğind e de, antlaşmaya rağm e n zararsız

tüccar kervanlarına ve hacılara sald ı rı p duran Chatillonlu

Reginald'ın yakında öğreneceği gibi cezaları iki katı kesiyor­

du . Ayn ı şey, Frenklerle b i rlikte onu oıtak düşman belleyen

ve tekrar fesat anlaşmalara giren M iislii manlar için de gcçer­

Jiyc.li .

Sefahattin , bir şey yapmaktan c,:ok , oralarda bulunmak

amacıyla 11 Mayıs'ta Suriye'ye döndü. Mısır'dan ayrı lışı had­

dinden fazla büyütiilen dramatik bir o layla olmuştu . Çev­

resindeki dünya da, en akıllı insanlar d a batıl inançlardan

arınmış değillerdi ve Selahattin de, her n e kadar ayc.l ı n lannı ış

olursa olsun, bütünüyle o çevrenin ya c.la dönemin üstüne.le

deği ldi. Ayrıca, iyi ve kötü cinlere ve bunların insanların iş­

lerine karışmalarına i nanmak onun dininin de b i r parçasıydı.

. Kuran'da bile b irkaç yerde bunlardan söz ec.lil iyorc.l u. Hatta

pek çok .Müslüman, "Abdi.i l " denen bazı k imsderin d ü nyada

kutlu yaşamlat sürüp, öldiihen sonra da bu dü nyanın işleri·

ne müdahale etme hakkı edindiklerine inanıyorlard ı . Ordu­

sunda her zaman kahinler bulu nurdu ve önem l i kararlardan

önce yıldızlara danışırlard ı .

Kahi re ' clen ayrılacağı gece, i leri gelenler v e d ostları sul­

tana veda etmek üzere toplan ınışlarc.l ı . Sazlı sözlü genel bir

şenliğin keyfi sürerken , Selahattin ' i n çocu kları n da n b irinin

öğretmeni öne çıktı ve kendi yazdığı bir mısrayı o k uyuverdi:


.

108
" M enekşelerin saldığı kokuların keyfini son kez çıkarın: Gece

bitiyor ve .artık menekşe olmayacak."

Sehthattin tuhaf biçimde etkilenmişti. Az önce gülen çeh­

resi düştü ve donuklaştı. Oradakilerin tümünün içine kötü

bir şey olacağı duygusu doğdu. Genç öğretmenin bu kasvetli

kehaneti söylemesine bir cin mi neden olmuştu?

Selahattin, Mısır'ı bir daha görmedi.


ON UNCU BÖLÜM
Dağdaki İ htiyar

O günl erd e şansın: yüzüne güldüğüne inanacak birisi var­

sa, o da Selahattin'cli. Dağdaki kötü niyetli, ürkütücü ihtiyar

· on u n yaşamını alm aya iki kez çalışmıştı ve ikisi ne.le de başa­

rısız ol muştu . Bu, bi r çeşit mucizeydi . Haşhaşiler hedeflerini

p ek sık ıskalamazlarc.lı. Bu korkunç örgüt , kunılc.luğu güne.len

beri, en güçlü h ed efl ere karşı bile amacına ulaş mı ştı Bu fa­
.

nati k topluluğun hem kurucularından, hem c.le bir zamanlar

destekçilerinden olan ku rnaz ve kudretli Nizamiilınülk i l k

. kurbanlarından biriyd i . Büyük Sultan Mclikşah 'ın bile b i r

Haşhaş i tarafından ze h irl e ndiğ i diişünülüyorc.lu.

" Haşh aş i " sözcüğü, güçlü bir uyuşturucu olan haşhaş bit­

kisi suyunu kullanan ve zehirler hakkında derin bilgisi olan

adam anlamındadır. Zehir ve hançer, bu tarikatın efendisi

tarafi ndan belirlenen k iş i leri devre dı şı bırakmak i ç i n eşit

oramla kullanılan silahlardı. Sıklıkla c.la i kisi birlikte kullanılır­

clı . Arada sırada gözü kara bil " lıiikiimdar bu katilleri cezalan-

111
dırmaya kalkışırdı. Bunların arasında Nurettin bile vardı ama

onun çabalan da diğerleri gibi boşa çıkmıştı ve alay konusu

olmuştu. Yüzlerce savaş alanında kendini göstermiş olan kor­

kusuz Nurettin, korkunç şeyhin ilk yanıtını gördükten sonra,

saldırgan tavrını sürdürecek yüreği kendinde bulamamıştı.

Yastığına saplanmış zehirli hançere asılı bir uyarı mektubu,

en cesurların bile şevkini kırmaya yeterliydi. " Bu akşama ka­

dar ordugahını toplamazsan" diyordu ürkütücü mektup , " bu

hançer senin karnına gömülmüş olacak. "

Şeyhin söylediklerinde her zaman küstah, gücünden emin

bir zorbanın tavrı sezilirdi. Nurettin'in kuvvetleri taratindan

yapılan bir akına yanıt olarak şöyle bir yazı gelmişti: " Bizi

savaşla tehdit etmek, ördeği suya atmakla tehdit etmektir.

Güvercin kartala meydan okuyormuş! Kellemi vurup, kalemi

yıkacakmışsın ! Boş umutlar bunlar! Beyhude hayaller. . . "

Nurettin'in Haşhaşilerin kasvetli sığınağına yeni bir müda­

halede bulunmayı planladığı günlerde öldüğü bilinmektedir.

Selahattin'in hayatına ilk kastedildiğinde, Halep üzerine

yürii mekte olduğu düşünülüyor ve bu girişimin Vezir Gü­

müştekin taratindan başlatıldığına inanılıyordu. Birkaç katil

sultanın ordugahına sorunsuzca girmişler ama Haşhaşi böl­

gesine yakın bir noktada olan Ebu Kubeys Kalesi'nin Emiri

Kameıtekin tarafından fark edilmişlerdi.

"Sizi buraya kim getirdi ve neden gel<.liniz?" Emir, orada

bulunmalarıı�ın bile fesat anlamına geldiğinin farkında olma-

112
yan saf bir tavırla sordu. Yanıtları, emiri ciddi biçimde yamla­
yan bir hançer darbesi oldu ve Selahattin'in otağına dalıver­
diler. Bereket versin, yardım yakındı ve sultana ulaşamadan
durduruldular. Yine de, alt edilmeden önce yardımcıların­
dan birkaçını öldürmeyi başardılar. Altı ay sonra, Selahattin
otağında yalnızken bir adam içeri sızdı ve tarpuşunun (E.n:
Eskiden kullanılan mavi ipek püsküllü kırmızı takke) altına
giydiği örme zırh başlığı olmasa onu öldürebilecek olan dar­
beyi vurmayı başardı. Selahattin adamın bileğini yakaladı ama
kalkamadığı için üst üste inen darbeleri de engelleyemedi.
Öldürme sanatında eğitimli olan saldırgan hançeri ustalıkla
kullanıyordu. Hedefi sultanın gırtlağıydı. Sürekli oraya vuru­
yor, ancak entarinin altına zırh giymiş olması sayesinde ulaşa­
mıyordu. Sultanın çağrılarına yardım yetişti ve subaylarından
biri, parmaklarını kesmek pahasına, gözü dönmüş saldırgan
darbelerden bayılana dek hançeri tuttu. Ancak henüz son gel­
memişti. Daha o yere düşmeden, bir başka katil otağa daldı
ve korumalara rağmen Selahattin'e ulaşmaya çabaladı. Ölün­
ceye kadar da durmadı. İkisi de düşünce belanın savuştuğu­
nu düşünüp rahat bir soluk alsalar da yanılıyorlardı. Şeyhin
üçüncü bir elçisi otağın dışında bekliyor ve fırsat kolluyordu.
O da içeri daldı ama sultana ulaşamadan yakalandı. Selahattin
ilk kez korkuya kapılmıştı. Kendisinden üstün düşmanlara
karşı cesur çıkışlarıyla, kanlı savaşların belirsiz sonuçlarını ça­
tık kaşlarla kabullenebilmesiyle ünlü olan korkusuz savaşçı,

113
saldırının hızı ve saldırganların korkusuz kurnazlıkları yüzün­

den bir an afallamıştı. Katiller otağına kadar ulaşabiliyorlarsa,


.

nöbetçileri ve gözcüleri ne işe yarıyorlardı? Hemen bir sonış­

tunna açıldı ve sonuçları da aynı derecede vahim oldu. Üç

saldırgan, sözde ince elenip sık dokunarak seçilmiş olması

gereken fedaileri arasından adamlardı. Selahattin hemen fe­

dailerini çağırttı ve yüzünü şahsen tanımadığı herkesi kovdu.

Ancak hfila güvende hissetmiyordu.

Bütün dünya Haşhaşilerden korkardı ve bunda ela haklılar­

dı. Lübnan dağlarındaki sığınıklarından çıkan hançeri zehirli

adamlar nereye isterlerse girebilirler, kime isterlerse ulaşabi­

lirler ve korkunç efendilerinin hüküm verdiği herkese ölümü

· taşıyahilirlerdi. Becerileri kadar, onları sam1alayan ürkütücü

gizem de dehşet vericiydi. En iyi korunan yerlere bile başarıyla

sızmalarında insanüstü bir acımasızlık ve kurnazlık yatıyordu.

Organize cinayetin bu korkunç pamıakları , ölüm ve işkence

olasılığı karşısındaki tavırlarıyla insan cesaretinden fazlasını

gösteriyorlardı. İstedikleri kılığa hemen bürünebilınelerinin

altında yatan yöntemleri hiçbir yabancı anlayamıyordu.

Yüz yıl kadar sonra bu örgütü anlatan Marko Polo, bu

adamların çaresizlik içinde başardığı şeyleri akla yatkın bi­

çime sokarak aktarmaya çalışmıştır. Dağlardaki güzel bir va­

dide, seçme meyve ağaçlarıyla ve hoş kokulu çalılarla dolu,

etkileyici bir bahçe bulunurdu. İçinde zarafetle süslenmiş ve

döşenmiş muhteşem saraylar inşa edilmişti. Bu saraylardan


bahçeye açılan zekice düşünülmüş kanallardan temiz su,

şarap, süt ve bal akardı. Bu sığınağı çekici kılan şey yalnız"

bu kadar değildi. Bu cennetin mucidi gerçek bir hovarday­

dı ve muhteşem bir hayal gücüne sahipti. İ çeride yalnızca

hem göze çekici görünen, hem de bu çekiciliğin şanını artı­

racak her çeşit sanatta eğitilmiş güzel kızlar bulunurdu. Şarkı

söylerler, her çeşit çalgıyı çalarlar ve oynarlardı. Hepsine.len

önemlisi, "çekici bir cilveye ve şehvete" sahip olacak biçimde

eğitilmişlerd i . Başlarındaki kadın korumalar pek göz önünde

olmasa da, onlar günlerini bahçede geçirirlerdi.

Bu mükellef girişimin amacı, çevreden seçilen, yürek­

li, yetenekli ve güçlü genç adamların gözü önünde, Hz.

Muhamm ec.l'in i nananlara vaat ettiği, hurilerle dolu cenneti

. yaratmaktı. B unlar her gün şeyhlerinin şaşırtıcı güçlerini an­

latan ve Tanrı'nın görüntüsü olduğu için kendisine muclak

itaat edilmesi gerektiğini söyleyen dilbazları dinlerlerdi. Bu

kullann sadakati, yalnız sözle sağlanmazdı. Öğreti yeterince

anlatıldıktan sonra Hint keneviri suyu verilir ve saraylara gö­

türülürlerdi. Ayıldıklarinda kendilerini canlı ve cansız güzel­

likler arasında bulurlar, en lezzetli yemekleıi yiyip, en güzel

şarapları içerler ve müzik eşliğinde kızların kollarında şehve­

tin doruğuna ulaşırlard ı . Bu masum dağ köylülerinin, gerçek­

ten de Peygamber' i n tarif ettiği cennete giriş izni kazandıkla­

rına i nanmış olduklarından kuşku yoktur. Bu bedensel coşku

birkaç gün sürdükten sonra, yeniden kasvetli evlerin i n yakın-


larında ayılırlardı ve doğal olarak cennetin güzelliklerini geri

isterlerdi. Mutlak itaat etmeye her şeyleriyle hazır olduklarını

kanıtlarlarsa yeniden girebilecekleri söylenirdi. Peki, şeyhin

buyrukları yüzünden ölecek olurlarsa ne olacaktı? Elbette bu

dununda ela istediklerine kavuşmuş olacaklarclı, hem bu kez

mutlulukları sonsuza dek sürecekti.

Bu öğretinin insanları ne kadar derinden sardığı, sığınağa

konuk olan ve bizzat şeyhin kendisi tarafından ağırlanan bir

ziyaretçi tarafından göriilınüş ve aktarılmıştır. Dağların içle­

rindeki gezintilerinden birinde bu ziyaretçi, kayalık bir çıkın­

tıya tünemiş olan, dikkatli tavırlarla her hareketleıini izleyen

bir gözcü gönuiiştü. Şeyhin ani bir el hareketiyle hiç durak­

samadan kendini baş aşağı vadiye attı ve efendisinin ayakları­

nın dibine kanlı bir kemik yığını olarak düştü.

Selahattin, bütün olanlardan sonra artık yaş�mını yalnız

şansa bırakamayacağının farkındaydı ve bu yüzden ordusuyla

dağa yürüdü. Sözde amacı İhtiyar' ı ve kabilesini bitirmekti

ama aslında konu bundan biraz daha çetrefilliydi. Sonrasında

olanlar hakkında giiveniİir kayıtlar bulunmamaktadır. Bir kay­

da göre, dönemin şeyhi olan Sinan, arayı düzelteceği vaadiyle

sultanın dayısını araya sokmuş, öte yandan da Selahattin geri

çekilmezse onu ve ailesini öldürmekle tehdit etmişti. Başka

biri, daha tanımlayıcı ve ilginç fikirlerle doludur. Bu açıkla­

madaki doğaüstü kavramlar, kişinin bu konuya bakışma bağlı

olarak anlatılanlardan sökülebilir ya da kabul edilebilir.

116
Selahattin, Sinan'ın bölgesini harap edip, kalesinin bulun­

duğu dağ zirvesine yürüdü ama burayı alamadı. Sinan orada

değildi ama Selahattin'in ulağı , onu ve iki yardımcısını yakında­

ki bir köyde buldular. Ulak, karşısındakini onursuz bir teslimi­

yete davet ediyor olmanın verdiği aşağılayıcı bir tavırla şeyhe

yanaştı ama birdenbire şaşkına döndü. Anlatılana göre şeyh,

şaşaalı bir ışıkla kaplanmıştı . Elçi, Dağdaki Korkunç İhtiyar'da

gördüğü kadar göz kamaştırıcı bir görkemle ya da yenilmez bir

güçle hiç karşılaşmamıştı. Büyülenmiş gibi bakarken ışık daha

da arttı. Ne ileri ne de geri gidemeyen elçi, pişmanlık içinde

yeni efendisinin hizmetine girebilmek için yalvarıyordu. He­

men sultana dönmesi ve gördüklerini anlatması buynıklu.

" Ona de ki" diye buyurdu şeyh, şeytani bir tavırla, " eğer

beni bulmak istiyorsa gelsin. Gördüğün gibi yalnızca iki ada­

mım var. Gelmezse, yarın ben ona geleceğim. "

Şeyhin tarafını tuttuğu belli olan b u anlatıya göre sultan,


İhtiyar'ın davetini tuzak okluğu kuşkusuyla geri çevirdi. Bu­

mın üzerine Sinan ve iki adamı, yakındaki bir dağın tepesine

çıktılar. Selahattin, üçünü birden yakalamak umuduyla dağın

eteklerine yerleşmişti. Ancak elli kadar " emir ve seçkin as­

ker" tarafından yönetilen adamları dağa yürüme emri alınca

hareket edemediklerini fark ettiler. Bacaklannı uyuşturan bir

güç onları dermansız kılıverdi. Sultan, silahsız ulaklar yolla­

mayı denese de, onlar da bu görünmeyen güç karşısında ba­

şarısız oldular.

117
Selahattin gelen raporlardan. çok huzursuz oldu. Tanrı 'nm

yansıması olduğunu iddia eden rakibinin bir çeşit b üyii yap­

tığı açıktı. Selahattin bunu kabul edemiyor olsa ela, İblis'in

yakınlarında maddeleşmiş olmadığından ela tam anlamıyla

emin olamıyordu. AJttarafı bir insan olarak, doğaüstü güçler

tarafından desteklenen birine karşı üstün gelmeyi becerebi­

leceğinden kuşku duydu. Yine ele hemen pes etmedi. Gece

otağına girildiğini fark edebilmek için çevresini tebeşir tozu

ve külle doldurdu. Nöbetçilere meşaleler dağıtıldı ve devıi­

yeler artırıldı. Her şeye karşın rahat uyuyamadı ve kötü düş­

manmın göıiinmeyen ajanlan tarafından sarılmış olduğu ka­

nısından kuıtulamadı.

Bir gece, gözcüler şeyhin dağdaki sığınağında tuhaf bir

ışık gördüler. Tepeden aşağı süzülüp, çadırların arasında yok

oldu. Selahattin kılbuslardan uyandığında dışarı çıkmakta

olan bir gölge gördü. Apar topar kalktı ve içerideki lambala­

rın yerlerinin değiştiğini, başucunda da Haşhaşilerin geldiğini

gösteren çöreklerden olduğunu gördü. Zehirli hançer saplan­

mış bir kağıtta şunlar yazıyordu: " Krallığın görkemi adına! Ne

yaparsan yap elindekileri yitireceksin ve zafer bizim olaca k .

Sana sahip olacak kadar seni tanıyoruz v e hesabın kesileceği

güne kadar bağışlıyoruz. "

Sultanın bağırışları şaşkın nöbetçilerin içeri dolmasına

neden oldu. Bütün önlemlere karşın Dağdaki İ htiyar o nları

atlatmıştı. Sultanın yastığına kadar ulaşmış ve ne kötülük is-

118
terse yapabileceğini göstermişti. Bu başarının ancak bir mu­

cize olarak açıklanabileceği düşüncesi, otağın çevresindeki


· küllerde yalnızca dışarı giden ayak izleri bulunduğu görülün­

ce daha da güçlendi. Düşmanlarının bütün önlemler�yle alay

ettiği de, istese hiç ayak izi bı �kmamasının mümkün olduğu

da açıktı. Bütün bunlar, onun isteklerine karşı ne kadar çare­

siz olduklarını göstermek içindi. Ertesi sabah ordugah kalktı,

mancınıkları ve diğer ağırlıkları bile bırakıp oradan ayrıldı.

" Onu gördüm" dedi Selahattin. "Ve bu, onun sözlerini

duymaktan çok farklı. Bu adama gidip geçiş izni isteyin ve

eski hatalarımı bağışlaması için dua edin."

Bu anlatılan doğru olsa da, olmasa da, Selahattin'in Haş­

haşi seferinin ilk ayı sonunda amacına ulaşamadan döndüğü

bir gerçektir. Her zamanki kadar güçlü ve sinsi kaldılar ve

yıllar boyunca çevredeki Hristiyan ve Müslüman hükümdar­

ları yaptıklarıyla dehşet içinde bırakmayı sürdürdüler. Siyasi

amaçlar ya da kişisel düşmanlıklar nedeniyle daha uzun süre

kiralanacaklardı ve çok can alacaklardı . Ancak Selahattin'i bir

daha rahatsız etmediler. Her nasıl becerdiyse, düşmanlaı:ı ar­

tık ona karşı Dağdaki İ htiyar'ın yardımını alamıyorlardı.

119
ON Bİ RİNCİ BÖLÜM
Tek Başına

Selahattin'in Suriye'ye dönme ihtiyacı duymasına neden

olan olay, Şam'da yönetici olarak bımkınış olduğu yeğeni

Fermh Şah'ın ölümü oldu. Fernıh'un en sevdiği yeğenlerin­

den biri olduğu ve en çok ona güvendiği anlaşılmaktadır.

Becerikli bir savaşçı olduğu kadar yetenekli de bir şairdi ve

onun kaybını derinden hisseden amcası, üzüntüsünü dile

getirmekten çekinmiyordu . En çok kendi soyundan çekinen

ve taht hakkı olanlardan kurtulmak için, doğu tarihini baba­

nın oğlunu, amcanın yeğenini öldürdüğü korkunç öykülerle

dolduran nüfuzlu kişilerin çoğunun aksine, Selahattin kendi

soyuna karşı şefkatliydi. Mısır' ela hükümdar olduğundan beri

çevresin e ailesinden kişileri topluyordu ve onlara kaldırabile­

cekleri kadar yetki ve güç bahşed iyordu. Şirkuh'un ölümünü

Nurettin'e haber verirken, kare.leşlerinin yanına yollanmasını

istemişti ama Nurettin reddetmişti. Kardeşleri, ancak Frenk­

ler Mısır'ı işgal etmeye başladıklarında gönülsüz salıverilmiş-

121
5 c c .ı g ., , , i 11 €rr Gi
il

!erd i . Bu tavrın nede n i , Nurettin ile Selahaltin ' i n büyük ağa·

beyi Turan Şah arasındaki konuşmadan anlaş ı l ı r:

" Eğer kardeşini esk iden gördüğün gibi göreceksen " dem iş­

ti Nuretti n , "sen otunı rken sana h izmet eden k e n d i h a lindeki

Yusuf olmasını bekl iyorsa n, oraya gitmemeni öneriyorum.

Ü lkeye karışı klık götürürsün ve seni geri çağ ı rıp h a k ettiğin

eczayı vermek zorunda kalırım. Ama eğer onu M ısır' ın tek

h:ikimi olarak ve benim yard ı mcım olarak görebileu:ksen,

bana göst erdiğin sadakati ona da gösterebileceks c n , kan.leşi·

nin yanına gidip, ona h e r türlü işinde yard ı mcı olabil i rsi n . "

Elbette, Turan Şah iyi b i r savaşçı olmaya söz verm işti . Nu­

rettin henüz kene.fi yardımcısın ı kıskanıyor c.leğil c.li ve Turan

Şah ile birlikte baba Eyiip'ün de. pek çok dostlarını n da yolcu·

luklarını kolaylaştırmak için, çöl yolunda bulunan ve m üdaha·

le edebilecek tek yer olan Kerak Kalesi ' n i bile k uşatmıştı.

Turan Şah, iyi b i r yardımcı olmuştu. Bir o rduyla Yeınen'e

yürüyüp, N u rettin günün birinde niye t i bozup d a Mısır'a gi·

recek olursa d iye, orada Sdahatlin ' i n çekilebileceği bir geri

cephe oluşturmuştu . Aya klanan . zencil eri k e n d i ü lkelerine

geri püskürt ü p , halifenin taraftarlarıyla bağla n tılarını oıtaya

çıkarmıştı . Ancak elbette, büyük kardeş okluğu gerçeğini ele,

bir zamanlar Yusuf'u kolayl ı kla i ti p kakabilcliğin i de u nutabil·

miş değildi. Asıl şaşırtıcı olan, i nsan sarrafi okluğun u defalar·

ca kanıtlamış olan Nurettin ' i n , bu durumda olanaksızı isti)'Or

olduğunu görememiş olmasıyd ı .

122
Turan .şah sürekli taleplere.le bulunuyordu ve Sclahattin
c.le, kendisini ulanc.lırsalar bile bunlara karşı koyamıyordu.
Alenen çirkin olaylardan biri, ağabeyinin Baalbek Kalesi'nin

kom utanlığını istemesi olayı olmuştu. Selahattin. buranın yö­


netimini Şam'ın ele geçirilmesi sırasında yararlıklar gös te ren
Şemsettin Muhaınmed'e vermişti ve o da kaleyi teslim etme­
yi istemiyordu . Selahattin eski müttefikinin üstüne yürümek
zorunda kalmış ve ancak kaleyi kuşalarak ikna edebilmişti.
Sonuçta uzlaşmaya varılsa c.la, arkadaşlarına sadakatiyle ün
yapmış Selahattin için bütün bunlar acı verici olmuştu.
Selahattin, Turan Şalı 'ı Yeınen'e yollarken orada kalmasını
ve kendine bir imparatorluk kurmasını bekliyordu ama Turan
Şah yaşamın sunduğu güzel şeylere fazlaca hağlıyc.lı ve Suriye
kadar verimli topraklar şuracıkta dururken, Yemen gibi ıssız
bir lilkeyle yetinemiyordu. Selahattin'in ulağı ona ulaşıp, ora­
da kalmasını ve ülkeyi geliştirmesini buyuran mektubu ver­
diğine.le, Turan Şah kethüc.lasına bin altın verip bununla buz
almasını söylemişti.
'·Ama efendim , burası Yemen. Jluz nasıl bulacağız?" diye
sordu kethüda.

"O zaman bir tepsi kayısı al" c.lec.li hükümdar.


"Onu nasıl bulabilirim ki?" dedi kethüda.
Turan Şah, Şam çarşısında bulunabilecek meyveleri say­
dıkça diğeri aynı yanıtı verdi. Sonunda ulağa dönerek " Bu
zengin liklerle ne yapacağımı merak ediyorum, çünkü bana

123
zevk de veremiyorlar, istediğim yaşamı da sağlayamıyorlar.

Parayı yiyecek tkğilim ya" demişti.

Elbette bütün bunlar, ağabeyini bu kadar istemediği bir

yerde tutmaya devam etmesinin ne kadar zor okluğunun kar­

deşine aktarılması için gösterilmişti. Zengin ve karlı arpalık­

lara sahip olmasına karşın, Turan Şah öldüğünde iki yüz bin

dinardan çok parası yoktu ve Selahattin alacaklılara kendi ce­

bine.len ödeme yapacaktı.

Diğer bir kardeşi olan Melik Adil konusunda da Sdahattin

büyük yardımlar yapmış, en güçlü döneminde onu sağ kolu

olarak atamış ve kardeşi uzun bir süre Mısır'da Selahattin'i

temsil etmişti. Bir keresinde, uzun bir ziyaretin ardından Adil

Mısır'dan ayrılırken, Selahattin yolculuğunun bir bölürniinde

ona eşlik etmek için ısrar etmişti. Bu kardeşi, Frenkler arasında

"Sefahactin" olarak biliniyordu ve Aslan Yürekli Richard tara­

fından yakından izleniyordu. İ ngiltere kralının damat olarak al­

mayı düşiimlüğü kişi oydu ve Richard ordular arası silah bırak­

ma ve barış görüşmeleri talebinde bulunduğunda Selahattin

onu göncleıınişti. Daha önce beliıtilcliği gibi, Richard'ın büyük

bir törenle şövalye ilan ettiği kişi de zaten Adil'in oğluydu.

Selahattin'in bazı yeğenlerine karşı olan tutkusu gerçek·

ten derindi. Kare.leşi Şchinşah 'ın oğlu Tacettin ' i n ölüm habeıi

ulaştığında Adil 'i, Bahattin ' i ve en yakın okluğu emirlerine.len

üçünü çağırttı ve uşaklar bile dahil olmak üzere diğer herkesi

uzaklaştırdı . Gelc.likleıinde kötü haberi taşıyan mektubu 'onla·

124-
ra u za tt ı . O ana kadar sükfınetini bozma•111ştı ama birdenbire

bir feverana kapılıve rmes i daha ne olduğunu arilamayan ko­


.

nuklarını bile ağlattı. Bahattin ona Tanrı'nın böyle istediğini

ve buna çok isyan etmenin de doğru olmadığını hatırlatana

kadar bu böyle sürdü.

Akrabalarına olan inancını sınayan pek çok o lay yaşadı .

Bir keresinde. emiri Alamett in'le vilayetlerin ve yönetimin

aile içinde bölünmesi konusunda ta rtışırk e n emir demişti ki:

" Vas iyetleri n i n harfi harfine uygulanacağını , av gezisinde

veri l e n buyruklar gib i hemen yerine geti ri lece kl eri n i düşü­

nüyorsun. Kuşlar bile senden daha uzak görüşlüler, bundan

rahatsız ol m uyo r m usun? "

" N e demek o?" diye sordu Sdahattin, emirin açık sözlülü­

ğüne gülerek.

" Kuş, yavrusuna yuva yapmak is ted iğ i nd e onları tehlike­


,

den k oruyab ile ce k bir kuş tepesi seçcr ama sen muazzam

kal e l e ri akrabalarına verip, çocuklarını yere koyuyorsun. Ha­

mat, yeğe n i n Tacetti n ' de ; Asa ck ddi n Şi rku h ' ta du ruyor. Bu

arada oğlun El-Efdal Mısır'da Ta ccui n in istediği zaman sona


'

erd i rebi l eceğ i buyruğu altında. Başka bir oğlun , ona canı ne

isterse yapabilecek olan ağabeyi nl e aynı çadırda. "

Bu zehir i ş gördü mü? Öyl e gö rü n üyo r Olayı anlatan,


.

Sc l ah a t ti n ' i n sözlerini şöyle k ;�ydet miş :

"Haklısın ama söyledi k le ri n sır olarak kalsın . " Bumın

ardından Halep i Adi l'in elinden alıp oğlu Zahir'e verdi ve


'

125
kardeşini ele oğullarına sorun çıkaramayacağı kadar uzağa,

Suriye'nin dışındaki kentl<:: re atadı.

Bu olayın giicü, söz konusu emirin Adil ona istediği terfiyi

vermediği için kızgın olduğunu ve Selahattin'in de bunu bil­

diğini öğrenmemiz nedeniyle elbette biraz düşüyor. Sefahat­

tin, siyasi olarak doğru sonucu vereceğini düşündüğü fikirle­

re katılıyor gibi görünmeyi iyi becerirdi ve Adil'e olan tavrı

da şüpheden her zaman uzak oldu. Vasiyetinde, oğullarının

hamisi olarak da Adil 'i seçecekti.

Ailesinden uzun süreler ayrı kalsa da, çocuklarına karşı

duyduğu şdkaı dillerdeydi. Bir keresinde en küçüğüne olan

özlemi o kadar arttı ki M ısır'dan yanı n a �;ağırttı ve sefer bo­

yunca da yanında tuttu. Son günlerinde, yaşamının e n .yorucu

seferinden sonra, en küçük oğluyla oynarken iki Frenk elçisi

geldi. Bu iki savaşçının görünümü çocuğu korkuttu. Al ışık

olduğu sakallı gfüiiniimiin tersine, yeni tıraş olmuş tuhaf yüz­

lerini görünce gözyaşlarına boğuldu. Selahattin hemen izin

istedi ve elçileri huzurdan gönderdi. Korkan oğluyla ilgilen­

diği için de onları bir daha kabul etmedi.

Eyüp, ailenin başı olarak hak ettiği hürmeti ve saygıyı her

zaman gördü. Bahattin'in anlattığına göre, Mısır'a geldiği za­

man Selahattin gücünii ona devretmeyi önermişti ama Eyüp

danışman kalmayı yeğlemişti. "Sevgili oğlum" demişti, "Tan­

rı , senin bu makarna layık olduğun kanaatinde olmasa, bura­

ya seni çıkarmazdı. Talih yüzümüze gülüyorsa, onu değiştir-

126
meye çalışmamalıyız. " Oğl u n u n nqak<.:tine uygun bir yanı ttı ;
karşılıklı a nlayış ve içtenlik sayesinde oğulla babanın ilişkbi

daha da iyiye gitti. Eyüp Mısır hazin<.:sinin başına geçirildi ve

ölene kadar da bu önemli görevde kald ı .

Şirk u h , sofra zevklerine aşırı düşkünlükten ölmüştü . Eyi.ip


ise defalarca uyarılmış olmasına karşın vazgeçeırn:: d iği aşırı
hızlı at yarışlarından biri sırasında attan clüşeı:ek öld ü . Yaşa­

mın zevklerinden mantıksız derecede uzak duran Selahattin ,

sonunda amaca o kadar odaklandı k i , geçen yıl lar içinde ya­

şamı bundan ibaret d u ruma gele.ti. Toplumsal yaşama olan


bağlı lığı , av mera k ı , hatta çok iyi bcccn\iği polo tutkusu bile

ancak sefer a ralarında zoraki yaptığı şeyler haline geldiler.

Bütün h u nlara ve vakanüvislcrin de yazdıklarına bakan yara­

tıcı beyinler tarafından bu sıra dışı adam hakkında alışılmadık

fik i rler eviril d i , hatta g<>rünüşü bile hayal konusu oldu:

"Ortalamadan i riye.t i . İnce uzun bacaklarını n ve zarif <:.:ile­

rin i n beckn i n e oranı dengeli olsa da, son zamanlarda sergile­

diği d in ç l iği ve esnekliği pek sergilemiyorlardı. Ancak daha

yak ı ndan bakınca, uzuvları n ı n her türlü hantallıktan tecrit

edilmiş olduğu görül üyordu. Büyük bir savaşçıdan <;ok, yor­

gun ve b i t k i n b i r bedene yakışacak biçimde, yal nız kemik

ve kas belirgi n d i . Çehresi, doğul u kabile soyuna yakışır b i r


benzerl i k gösteriyordu ve n e şarkıcıların anlattığı k:lfir sa­
vaşçı ların tasvirleri ne benziyord u , ne de resimlerde gördü­

ğümüz kadar görkemliyd i . Doğt� güne�i altında kavrulduğu

127
anlaşılan, kıvrık bir sakalla sona eren yüzünün hatları kiiçük,

oranlı ve zarifti. Burnu düz ve sıradandı. Parlayan kara gözleri

keskin ve derindi. Dişleri, geldiği çölün fildişleri kadar güzel

görünüyordu. Kısacası, bu Arap'ın kişiliği de, bedeni de par­

lak, kıvrık ve keskin bir Şam kılıcına benziyordu. Yaşammın

baharında olan emir, alnı birazcık daha geniş olsaydı, Avnıpa

güzellik anlayışı için fazlasıyla yakışıklı sayılabilirdi. "

Selahattin'den kalan tek portre budur. Maalesef bu da

zengin bir hayal gücünün iirünüdür ve büyük olasılıkla

Selahattin'i ancak andırmaktadır. Sör Walter Scott, Haçlı

Seferleri konulu romantik eseri olan "Tılsıın"a sultanı a kta­

rırken, Richard' ın en büyük düşmanının görüntüsü hakkın­

da o güne dek bir şeyler söylemiş olan herkesten ayrıntılar

toplamış, kalanları da şairlere yakışır biçimde ilahlaştırarak

yazmıştır. Sultanın çağdaşı olan pek çok yazmada söz edilen

ayrıntıları ve imaları kullanarak sıra dışı bir birey yaratmış­

tır ve kendisi bir portre oluşturamayan binlerce o kuru için

Selahattin 'e can vermiştir.

Bazı ayrıntılarda kusur bulmak pek de zor değildir. Örne­

ğin "burnu düz ve sıradandı" konusunda; bunun ortalama bir

doğulu burnu olmadığı açıktır. Selahattin Kürt olduğu için,

Scott büyük olasılıkla onun Aryan ırkına benzemesi ve Sami

komşularından çok farklı olması gerektiğini düşün müştür.

Her nedense, inançlı insanları yöneten büyük bir kuman­

danın burnunun çıkıntılı ve büyük olması yerine, kılıcı gibi

128
eğimli olması yazara daha uygun gelmiş görünmektedir. Ayrı­

ca " kara gözler" konusunu sorgulamak da yersiz olmayacak­

tır. Bahattin, gözlerinin yumuşak baktığını ve çabuk yaşardık­

larını söyler. Bu tanım, doğulularda en sık görülen, sert bak­

salar da, tutkulu kara gözlere oranla çok daha fazla melankoli

içeren kahverengi gözleri daha çok çağrıştınnıyor mu?

Bütün yazarların anlattıklarından ortak olarak anlaşılan,

uzun boylu olduğu, yaşamını eyer üstünde geçirdiği ve takın­

tılı denecek kadar az yemek yediğidir. Teni, hem soyu nede­

niyle, hem de sürekli güneş altında kalmaktan dolayı mutla­

ka koyuydu. Elbette sakallıydı -çocuğun tıraşlı Frenklerden

korkması olayını hatırlayalım- ve sakalı herhalde gençken

karaydı ama Scott'ın anlatmayı seçtiği dönemde kıra çalmaya

başlamış olduğunu Bahattin'den öğreniyonız. Bu bilgi bize

Richard Kudüs'ü kuşattığı sırada Selahattin'in diz üstü gelip

yakarması olayı dolayısıyla anlatı lıyor: "Kır sakalına gözyaşla­

rı damladığını gördüm" diye yazmış katip.

Sakalın bakımlı okluğundan emin olabiliriz. Müslümanlar

yıkanmak ve sakal konularmda her zaman titizlerdi. Tarama­

ya, fırçalamaya ve koku sürünmeye çok dikkat edilirdi. Bu­

gün Avrupa'da hala sakal bırakan tek toplum olan Fransız­

larınkinden daha uzun bir sakaldı. Soylular genellikle elma­

cık kemiklerinden aşağı doğnı bırakırdı ve yaşlandıkça daha

uzardı. Ancak yaşlı da olsa genç de olsa, özen gösterildiğinin

işareti olarak, her bir telin belirgin olması gerekliydi.

129
Etkileyici bir görünümü olduğunu okuyornz, demek ki

dimdik ve güçlü durduğu konusunda Scott'la hemfikir ola­

biliriz. Soylu ve iyi eğitimli bir savaşçı olduğuna göre kollan

bedenine yakın duruyor olmalıydı ve elleri pala kullanmanın

verdiği alışkanlıkla çevik ve gerginlerdi. Kaşları, yaşamın te­

melleri üzerine onun kadar derin düşünen, kimseden, ölüm­

den bile korkmayan ve insanları okumayı bilen biline yakışa­

cak biçimde, kalkık, dingin ve kibirli olmalıydı. "Yüzü neza­

ketle doluydu, alçakgönüllüydü ve son derece kibardı. "

Bu kadar ayrıntıyla yetinmemiz gerekiyor. Daha az önemli

kişiler hakkında çok fazla ayrıntı veren vakanüvisler, her ne­

dense bu büyük kahmmanı betimlemekten kaçınmışlardır.

Günümüzün büyük şehir gazeteciliği içinde yetişmiş bir mu­


·
habirin o günlerde yaşamamış olması acıdır. İnsanlık tarihin­

de gelmiş geçmiş en önemli insanlardan biri olan Selahattin,

kişilik özellikleriyle yanındakilerden hemen ayrılan, keskin,

olumlu düşünen ve ilkeleri konusunda çelik gibi sert ama duy­

gusallığa karşı bir o kadar açık bir insandı. Böyle bir m uhabir

var olabilseydi, dünyaya sanki cömeıtlik ve güzellik yapmaya

gelmiş gibi yaşayan, hayata tutkuyla bağlı olsa da geçiciliğinin

de farkında olan, sıkıntılara pratik bir kafayla yaklaşmakta ve

sorunları saptamakta becerikli olsa da geçici başanlara burun

kıvıran bu kişi hakkında çok daha fazla bilgi sahibi olabilirdik.

Scott, onun tavrını "ciddi, zarif ve ağırbaşlı" olarak tanım­

lıyor ve bu tavır, yaptıklarıyla da öıtüşüyor. İyi ama b unların


"sıcakkanlı ve çabuk öfkelenen insanların, kendi tez canlı

yaradılışlarına ket vurabilmek için yarattığı alışkanlıkların"

göstergesi olduğu gibi bir çıkarıma nasıl ulaşıyor? Bunlar, bil­

diğimiz gerçeklerle nasıl örtüşebilirler ki?

Haddinden fazla yorucu bir günün sonunda bitkin diişmiiş

halde odasına çekilmek üzere olduğu bir akşam yaşh bir köle

otağına girdi ve Selahattin'den bir dilekçeyi imzalamasını iste­

di. "Y9rgunum" dedi sultan, "sonra bakarım. " Memluk, itaat

edeceği yerde sultanın kendisine olan sevgisine güvenerek

dilekçeyi açtı ve oradaki adları görmesi için gözlerinin önüne

kaldırdı. Selahattin en baştaki adı göri.ince, değerli bir insan

olduğunu ve dinlenmesi gerektiğini söyledi. "O zaman izin

verin, efendim o nayını yazsın" diye üsteledi köle. Sultan, hok­

kasının yanında olmadığını söyledi. " İşte oradalar" dedi kök.

Yakında duran bir hokkayı ve tüyü gösterdi ama gidip getir­

medi. Selahattin döndü, almak için uzandı ve kendi imzasını

da kağıda ekledi. Köle gittiği zaman, bütün bunlara şaşkınlıkla

tanık olmuş olan Bahattin, sultana ne kadar nazik olduğunu

söyleyince, "Sözünü etmeye bile değmez" diye yanıt verdi.

Yazarların, onun kendini kaybettiği anlardan söz etmeleri

gerçekten nadirdir. Bunun tek istisnası, yakınlarının kaybına

üzüntü duyduğu ya da bahtsız insanlar için acıma hissettiği

anlardır. Her zaman yorgun olmasına karşın, ne ani bir ötke

patlaması, n e de kızgınlık gösterisi yoktur. Yaşı ilerledikçe

daha da belirginleşen ve edindiği gücün hiçbir biçimde ba-

131
şını döndüremediğini kanıtlayan bu kendine hakimiyet, her­

halde kalıtsal olmalıdır.

Yağma izinlerini kısıtladığı için ona kızgın olan bazı emir­

lerin, düşmana saldırı buyruğunu dinlemedikleri bir olay dik­

kate değerdir. O gece otağı kurulduğunda, emirleri onunla

yüzleşmeye çekindiler. Oğlu Melik el-Zahir, Dahattin ' e birkaç

idam beklediğini itiraf etti . "O çağırmasa, otağına girecek ce­

saretim yoktu" dedi melik. " Girdiğim zaman, Şaın 'dan gelen

bol miktarda meyve olduğunu gördüm. ' Emirlere haber yolla'

dedi, 'gelip, bunların tadına baksınlar. ' Bu sözleri gerginliği­


'
mi azalttı ve gidip onları çağırdım. Geldiklerine.le titriyorlardı

ama babam onları o kadar güler yüzlü ve cömertçe karşıladı

ki onlar da sakinleştiler. "

En az malzeme çıkan konu, onun gönül işleridir. M üslii­

rnan yazarlar, bir kadını işin içine sokarak bu kahramanın

görkemini bozmak istemediklerinden midir, yoksa doğulu­

lar aşk meselesine biz batılılar gibi bakınaclıkları için midir

bilinmez, evlilik yaşamı hakkında yüzeysel bilgiler dışında,

karşı cinsle ilişkisi hakkıiıda bir şey bilmiyoruz. Selahattin'i

her zaman şaşırtıcı bir kişilik olan gören, kimi zaman öven,

kimi zamanda yeren Hristiyan yazarlar, duygusal bir öykü bu­

labilmek için çok derin ve geniş araştırmalar yapmışlardır.

Bulamayınca da birkaç tane uydurımışlarclır.

Fransız Elenor'dan söz etmiştik. Selahatti n'i n zamanından

yüz yıl sonra bile Fransız hanımefendileri, "Soylu Hanı mın

132
Öyküsü" şiirini okuyup heyecanlanıyorlardı. Kraliçenin, altın

ve gümüşle dolu sandıklar taşıyan iki nedimesiyle birlikte oda­

sındaki gizli geçide girip, uyuyan Antakya Limanı'nda kendi­

sini bekleyen Selahattin'in yanına gidişini dinlerken kim bilir

nasıl heyecanlanıyorlardı! Hele hanımefendi "bir ayağı kara­

da, bir ayağı denizde" beklerken oluşan o gerilim . . . Fransız

hanımlar kimin tarafını tutuyordu? Soylu kralın mı, yoksa yal­

nızca parlak başarılarını uzaktan duymakla bile leydinin aşık

oluverdiği genç Arap'ın mı? Burada kuşkuya pek yer yoktur.

Onlar bütün Müslümanları hor görmeleri gerektiğini bilen iyi

Hristiyanlar olsalar da, yazarın romantizmi çok kışkırtıcıydı .

Bu yüzden. kral b i r açıklama isteyerek Elenor'un karşısına di­

kilc.liğinc.le, hanım larımızın küçük ayaklarını kızgınlıkla yere

vurduklarını da, kraliçe "Senin ödlekliğin yüzünden gidiyo­

rum, çürük bir elma kadar değerin yok, hfübuki Selahattin

hakkında neler duydum" c.lediğinc.le kendi aralarında kıkırcla­

clıklarını da rahatlıkla varsayabiliriz.

Arap kaynaklan da, kuşkulu bir gözün oldukça farklı yo­

rumlayacağı bir öykü anlatırlar. Kfıfeli güzel bir şarkıcıdan

söz edilir. Sdahattin , bu kadını ku rtarmak için Kılıçarslan' ın

topraklarını işgal etmiştir. Kılıçarslan'ın damadı ve Kufe

Kalesi ' n i n komutanı o lan Nurettin'e yardım etmektedir. Kı­

lıçarslan , Selahatlin'e bir ulak yollar ve der ki: " Nurettin, o

şarkıcı kadın l a birlikte olarak kızıma ihanet etti. Topraklarını

işgal etmek ve cezasını vermek benim hakkımdır." Sdahat-

133
tit1, çoğunlukla yasalara ve geleneklere bağlı bir hükümdar

olsa da, bu mektubu görmezden gelmekle kalmaz, iki gün

içinde Kılıçarslan'ın başkentinde ol.acağını ve malını mül­

künü elinden alacağını söyler. Bu kadar haşin ve mantıksız

davranmasının nedeni, gerçekten müttefikjne olan bağlılığı

mıydı? Kabul edilen sav budur. Ertesi gün biraz daha esnek

davranır, çünkü kurnaz elçi ona reddedemeyeceği bir teklif

yapar: "Sizin gibi büyük bir sultanın, inancımıza düşman olan

Frenklerle barış yapıp, Allah'ın izniyle b.aşlatmış olduğumuz

kutsal savaşı sekteye uğratması, bütün eyaletlerden topladığı

savaşçılarla üzerimize yürüyüp de sınırlarının, topraklarının

ve tebaasının güvenliğini bir fahişe uğruna tehlikeye atması,

günah değil midir efendimiz? Bunun hesabını Allah' a , diğer

İslam hükümdarlarına ve halka nasıl verirsiniz? Terk edilmiş

kızımızı savunmayacaksanız bile, en azından bu kötü kadının

. tarafını da tutmayın."

Sonuç � a uzlaşmaya varılır. Nurettin şarkıcı kadını bir yıl

içinde bırakmayı vaat eder ve Selahattin de eğer o sözünü

tutmazsa bu kez Kılıçarslan'ın yanında olacağı sözünü verir.

Bir yıl sonra kadın Bağdat'a gönderilir ve bildiğimiz kadarıyla

Selahattin bir daha onunla ilgilenmez. Onu savunmaya kal­

kışmasından önce, bu kadını tanıdığına dair bir bilgi sahibi

değiliz. Bunları düşününce, baştan çıkarıcı bir kadın olduğu

kesin olsa da, bundan ötesi hakkında tahminde bulunmak bi·

raz zorlama olacaktır.


Bir de, ileride söz edilecek olan Antakya prensesi mese­

lesi vardır. Selahattin, Burziye şehrini aklığı zaman prenses

gizleniyordu ama onu özel olarak arattı ve buldurdu. Orada

olduğunu nereden biliyordu ve kadın neden gizleniyordu?

O güne kadar bu kadınla ilgili hiçbir şeyden söz edilmemiş­

tir ama Arap yazar der ki: " Sultana düşmanlarına karşı pek

çok kere ��kıl vem1işti. Onların sırlarını iyi bildiği için des­

tekleniyor ve armağanlar alıyordu. Sultan, onun ve ailesinin

Antakya'ya yolculuğunu kolaylaştırdı ve Müslüman davasına

daha fazla yardım etmesini sağlamaya çalıştı." Bu hanımın bir

kocası, bir kızı ve bir üvey oğlu vardı. Buradan sonra, bu ka­

dın da resimden çıkıverir. Onunla birlikte, en zorlama tah­

min olasılıkları da ortadan kalkar. Selahattin, karşımıza devlet

adamı olıirak, diplomat olarak, savaşçı ve büyük hükümdar

olarak çıksa da, bir sevgili olarak asla çıkmamaktadır.

135
ON İ KİNCİ BÖLÜM .
Sultan la Bir Gece

Selahatti n , oldukça etkin olan sefc.:r gidiş gelişkri arasın­

daki d u raklamalar sırasında, Şam 'c.laki sarayında dostlarını ve

her yerden gelen konuklarını eğle n c.l i ri rc.l i Polo ve av yanın­


.

da, zi h n i canlandırmak için satranç da bulunur hepsinin öte­

sinde sosyal etkinlikler düzenlenirdi.

"Tılsım " adlı eserinin girişine.le Scott, Sc:lalıatti n ' i n " Onu

eğlen d i re nlerin bile belli bir mesafe: durmalarına neden olan

bir ağırbaşlı lığa" sahip olduğunu söyler. Evet, m ü nasebetsiz

söz ya c.la tavırlar sultan tarafından hoş gfüiilmezd i . ·'İsteme­

d iği bir şeyi duymamak i çin" diye yazar Bahattin, "derli toplu

konuşmayan k imseyle muhabbet c:tmc:zcl i . "

Bu tavı r, s ul tanla bir a kşam geç i r m e nin vakur bir şey ol­

duğu ya da görgü kuralları konusunda aşın tit i zlend i ğ i n i m i

gösteriyor? Çağdaşlarının çoğu b u n u n tersini c.l iişünüyordu.

Hatta huzurunda her şeyin fazla rahat ya p ı la b i ldiğin i eleşti-

1 37
renler de vardı. Önceki sulta n ların zorladığı görgü k u rallarını

herkesin sevmediği anlaşılıyor. Örneğin Nurett i n ' i n kabu lle­

rinde i nsan lar sert kurallara uyarlard ı , k imse söz verilmeden

konuşamazdı ve korku veren. etkileyici bir kişi olarak sul­

tan, her birinin kaderini avucunda tutuyor olduğu gerçeği­

nin unutulmasına izin vermezdi . El-Atir'e gü re konuşırnılar


,

i l m i içtihatlar, din ve evl iyaların tarihi konularıyla sını rlıydı .

S ö z alabilmek i ç i n Kuran ' ı hatmetmiş olmak , töreyi ç o k iyi

bilım:k ya da sahabeleri ve eski büyük adamları okunnış ol­

mak gerekliydi. Bir d e Peyganıber'i n ağızdan ağza akt:�rıla­


rak gelmiş olan tarihini kadar hilen şairler k onuşabilird i . B u

etkinlikler vakur v e ancak köşelerde fısıltıyla konuşulabi le"n

olaylardı.

Sclahattin 'in getirdiği özgiirl ii k , ondan öı1cekiler zama­

nında sahneye sahip olmuş olan bu ayrı cal ı k l ı kişileri şaşırttı.


Şamlı Ebu ' I Kacim bin Asker, Selahatti n ' i n verdiği izinlerdcn

o kacl:ır r;ı hatsız olmuştu ki, bir toplantıyı terk edip, sonraki

davetlcri de geri çevirmişti. Sclahattin bir açı klama istediğin­


de alim .s6zlerinf sakınmamıştı: "Toplantıların dan benliğimin

tiirniiylc: iğreniyoru m " dedi açı kça. "Kimsenin dinlemcdiği


ve birb i r i n e yanit vermediği avam toplantılara benziyorlar.

Eskidc n , Nurelti n ' i n huzunınc.la toplanırken , o n u n fik i rleri

bizde o kadar biiyiik sayg ı uyandırırdı k i , ' başım ı za bir kuş

konduğunu' sanırdık . Konu�tuğunda sessizce d inlerd i k ve

bize s<iz verdiğinde ele ilgi gör ii rcli.i k . "


Selahatti n , hiddetli alimin azarını alçakgönüllülükle kabul

etti , usulünce özür diledi ve -en azından yaşlı adam ortalık­

tayken- daha dikkatli olmaları konusunda arkadaşlarını ela

uyard ı . Bahattin , sultanın hoş bir akşam tanımından ne an­

lac.lığı konusu nda şöyle yazar: "Arapların eski şecereleri ni ve

savaşlarını iyi bilirdi. Onların maceralarının yanında, atlarının

bile soylarını tanırdı. İlginç ve sıra dışı bir çeşit irfanın usta­

sıyd ı . Bu yüze.len , onunla konuşan insanlar, başka kimseden

öğrenemeyecekleri şeyleri duyarlardı . " Bi.iti.in bunlara, "cana

yakınlığını ve tatl.ı dilini" de ekleyince, onun toplantılarının

Nurettin' i n kilerden neden farklı olduğunu anlamak pek de

zor olmayacaktır.

Selahattin b ilgelerin ve alimlerin arasında olmayı yeğlese

c.le, her çeşit yeteneğin değerini bilirdi ve akşamları en çok


. .

bilgeleri davet etse de, eğlendirecek olanları da çağırmaktan

geri kalmazd ı . Ara sıra hoşuna giden bir şiiri kendi okurdu,

bu yüze.len şairlere de kapısı her zaman açıktı .

Seçkin M üslümanların soy kütükleri sözlüğünün yaza­

rı İlmi I-Ialli kan , sultanın en sevdiği şiir olarak şunu aktarır:

'' Baharın m üjdecisi sesini c.luyurclu, sevdiğimin hayali rüyama

gireli, kıskanç casuslara karşı tedbirler aldı. Ziyaretin sevin­

ciyle etrafı az daha uyanc.lıracakmışım ki o, aşkını saklayan

p e rdeyi arzuyla yırtar oldu. Umutlarım en büyük ıiiyaının

olunma inandırınca uyandım; ama sonra mutluluğum hüzne

dönüştü. "

139
5 c f ,, _,ı: .1 ı c i 11 € v v "
\.. L
G;

Elbelte. hu topluluk ralnız erkeklerden oluşurdu. kadınlar


kendi bölümlerine.le olurlardı. Sürekli katılımcılardan biri, bilgili
bir yargıç olan Kac.lı el-Fac.lıl'dı. Bir diğeıi, Selahattin Mısır'a ilk
gdc.liğinc.le kıskanç emirleri ikna etmesine yardımcı olan, sonra­
dan sultanın dış işleri bakanlığına getirilen ve sultana yakınlığına
güvenerek her ;;;eyi kaba bir diiıiistliikle oıtaya k oyup, huzurda­
kileri şaşkınlık lam sürüklemekten çekinmcyt·n, l nı kukçu Hecca­
ıi idi. Hukukc,;u cübbesi altında asker giysileri içine.le etkileyici bir

güıiinLüsii vardı. Bunlardan başka. yaşamı kan ve siyasetle <>riilü

bir macera öyküsü olan, Şeyzar'ın (Sheyzar) romantik hükiimc.la-


11 Usaıne de cmıda olurdu. Yaşam öyküsüne bakılırsa, birlikte ol­
duğu herhangi birinin ağzını şa�kınlı ktan açık bırakabilecek pek
çok iiykii ye ı;ahipti. Son olarak. o anda Şam'c.la bulunan seçkin
yabancılar da ornc.la olurlardı çünkü sul lan uz:ıklardan gelenleri
ağırlamaya büyük önem verirdi.
Btı kadar farklı adamları bir araya top layan bir ev sahib i­
n i n konuklarını rahat bıra ktığını ve i letiş i m i kısıLlamac.lığıııı
görmek pek zor değildir. Çevresine zeki ve yeten e k l i adam­
ları toplarken vı.: onları yön lendirirken amacı, aynı zam an da
bir dost l u k C)ıtanıı yaratmak; şai rleri n ve öyk iiciilcrin onl arı
scrbestc,,:e eğlen<.lirebi lmelerin i sağlamaktı . Bu �:ı m geceleri n i
daha c.krin k urcalaclıkça. kat ı l ımcı la rın yiiz yüze görüştüğü,
rahat olduğu ve serbestçe kon uştuğu im orta m lar sayesin d e ,
yüce amaçlarını n c.l:ı canlı t utulması lı edeJkri n e ulaşıld ığına

inanmak koı:ıylaşır.
Ekl c k i kanıtl a rl a , büyksi bir gc<.:cyi ycnidcn k urmak vc

d uygus u n u verm ek çok zor değildir. Sultan. sahnc;ye crk<.:n­

c.len ge l i rd i ç ü n k ü konu k larına karşı nezaket ko nu su nda c.;· ok

titizd i . Giyi m kuşaını basitti , çünkü yal nız yün , pamuk ya da


kcten giyerdi . Din adam larına, �airkre, :ilim lere, h i.ikümdar­
lara, c;J�·ilcrc ve seçkin savaşçılara gCisterişl i giysilcr armağan
etmekle ü n l ü o lsa da, belli ki kendi zevki bunları giyınd: ye­

rine vermek yônündeyd i .

Kon u k lar geldikçe basit ve <.:andan karşılanır lard ı, çi.in kii

Selahat t i n elindcn ge l diğinc e resmi ti>renlerdcn uzak dunı r­

c.ltı . Yeni gele nlere bile buranın bir sarayın arz odası deği l ,

bir e v o ld u ğ u karşılayan adamın d a hükümdar gibi deği l , ki­


,

bar bir ev sahibi gibi görülmesi gerektiği h isscttiril irdi. Hem

d e düşiinceli ve eli açık bir ev sahibiyd i , çünkü sofrasında

da, konu klarına ilgisinde de h içbi r şey eks i k olmazd ı . Canları

ne çc kcrse. yal nız h ü k ü m d a rları olduğu için değil, doğu�tan

;İ licc.:nap b i r i nsan o lduğu için onlara verırn.:ye çal ışırd ı .

O y e n i geknlc rc yiincldikçc, konukları i çeri geçer ve

yak ı n l ık la rı n a y a da farklı önderlerin başlat tığı konuşma ko­

n ularına güre toplu luk lar o l u�tunırlard ı . Kimi zamanlar b ll

hevesl i k o ırn�maları ı ı ugul tuları mükcmmcl iyetçi İlrni Asak i r

gibil cri rahatsız ctsc d c , b u sah nck r aynı zamanda İslaın' ı n

ba�ke n t i nc.lc k i k i i l l ii re l ya�aını yöncıcn kişiler arasında nc ka­

l ı l ığ ı n . ne dc ü rk e k li ğ i n olmadığ111 1 11 da kant l ıyd ı .

B u toplaıı lı l a r, zarif ınc.skklcrdcn gelen adamları n, :;;a i rk·


rin, yazarların, oyuncuların , müzisyenlerin, başka bir deyişle,

meslekleri zihni kullanmalarmı, yaşamın estetik yönüyle te­

mas etmelerini ve yolculuk etmelerini gerektiren kişilerin bir

araya geldiği; 11er birinin diğerinden daha ilginç olmaya çaba­

ladığı ve sıkıcı olanların b u etkileyici çemberden dışlandık­

ları, günümüzün küçük kulüp toplanularına benzetilebil ir.

Doğulunun doğal hitabet tarzı ve sözcükleri süsleme eği l i m i

öykülerine renk v e coşku katardı ve anlattıkları şeyin zengin


_
göıiinmesi için ellerinden geleni yaparlardı .

O gün tesadüfen bir aslan avı olmuştu ve çağdaşları arasın­

da aslanlar hakkında en çok bilgi sahibi olduğunu alçakgönül­

lülükle kabul eden Usaıne ele oradaydı . Zengin deneyimlerini

oradakilerle paylaşıyordu: "Bu Şam şehrinde, bir zamanlar

küçükten yetiştirilmiş genç bir aslan yaşard ı . Bu aslan , atla­

ra saldırmayı alışkanlık edinmişti ve pek çok şehi rl i n i n hay­

vanını yaralamıştı. Allah rahmet eylesi n , Emi r Müyi nettin'e

şikayetler geldiğinde ben de oradaydı m . 'Bu aslan ' dediler,

'çok insana zarar verdi, artık o sokakta olduğu zaman atlar

kaçışıyor. ' Aslan, gece günd(ir emirin evi n i n yakınında bir

yerde otururdu. Emir dedi ki: ' Gidin terbiyecisine söyleyin ,

aslanı d a alıp bana gelsi n . ' Sonra d a hizmetçisine döndü ve

'Kesilecek koçlardan birini m u tfaktan al ve avluda sal , baka­

lım aslan ne yapıyorm uş ' dedi. Hizmetçi koçu getirdiği sı­

rada terbiyeciylc aslan ela geldiler. Koç, aslanı gördüğü gibi

üzerine saklmlı ve toslaya toslaya kovaladı. Gülmemek için


kendi mizi zor tuttuk. Sonra, toprağı bol olsun, emir dedi ki:
'Bu aslan zavallının tekiymiş. Götürün gırtlağını kesin bunun,
postunu da bana getirin.' Kestiler ve yi.izdükr. Koç da salıve­
rildi ve kesilmekten de kurtuldu."
Bu sırada bütün konuklar gelmiş, Selahaltin de içeride
gezinmeye başlamıştı. İslam dünyasından ünlülerin konuş­
maları dinlerken her zamanki gibi etkileyici görüyordu. Her
zamanki zarafeti ve nezaketiyle gruptan gruba geçip. yanın­
dakileri şaşırtan bir anda bir tanesine katılıveriyorclu.
Yetenekli bir İtalyan ya da Felemenk ressamın o sahneleri
çizmemiş olması üzücüdür. Çünkü henüz dini inancı sanata
izin veriyor olmasa da, kendileri kafir olsalar da, model ala­
cakları adamın hepsini şaşkına çevireceğinden kuşku }'Oktur.
İnsan, ilham sahibi bir zihnin Ye yetenekli parmakların, bu
önyargıyı k ı rabilmenin bir yolunu bulabileceğini düşünmek­
ten kendini alamıyor. Renkli giysileri içindeki bu güçlü, sa­
kallı adamlar kadar doğulu bir sarayının pırıltıları da bunu
sağlayabilirdi. Çünkü sultan her ne kadar gösterişten uzak bir
i nsan olsa da, güzelliklere gözü kapalı değildi ve buynığun­
dak( i nsanlann, hükümdarın evinde ihtişam ve güç simgeleri
görmek istediklerinin ek farkındaydı. Bu onlar için soluk alıp
vermek gibi bir şeydi ve büyük adamların sarayında lüksün
var olmaması durumunu da anlayamazlardı. Ayrıca, burası
Selahattin 'den çok daha öncesine.len beri saraydı ve şaşaalı
mobilyaları, zarif ferahlığı ve zengin c.löşcrneleri de önceki
hükümdarlardan kalmıştı . Kahire halifesinin daha önce söz

edilen lüks döşeme merakından uzak olsa b ik , hoş mozaik­

ler, görkemli perdeler, göz alıcı halılar, altından ve gümüşlen

lambalar, doğu işçiliğinin harika tasarı mları, pek çoğu gani­

met olarak alınmış sayısız sanat eserleri hftla oradaydılar ve

hava bile doğuya yakışan baştan çıkarıcı parfümlerle doluy­

du.

Özel ilgi isteyen, eği timli bir yabancını n ağı rlanacağı ve

müziğin eğlencenin önemli bir parçası olacağı bir gece mi

söz konusu? O zaman sanatçı mutlaka şarkı söyleyip oynardı

ve sultan ela onunla birlikte kalkar, ancak sanatçı sustuğu za­

man makamına geri otururdu.

"Tevazuda yüceydi, nezakette kusursuzdu" diye yazar Ba­

hattin. Bir teveccüh ustası olarak, burada ela karşım ıza kusur­

suz şövalye çıkıyor. Ihı ustalı k , söz konusu ister şövalyelikle

olsun, isterse bir şeylerin inceliklerini görmek sanatında ol­

sun, onun bulunduğu yeri hak eden bir insan okluğunu yeni­

den ortaya koyuyor.

El üstüne.le tutulan bir :ilim ve hekim olan Abdüllatif, sul­

tan hakkındaki düşüncesini şöyle özetl iyor: "Selahattin'in

şahsında, görür görmez saygı ve hürmet uyandıran, hoşgö­

rülü, gerçekten bilge , cömert ve soylu düşünen büyük bir

hükümdara tanık oldum . "

En güçlülerin bile önünde sindiği, bir parmağıyla ölüm

ya da yıkım getirebilen doğulu despotun a l ışıldık görüntüsü,


sultanların en büyüğünün huzunındaki mütevazı füimlerden

birinin rahatlığını anlatan bu evrensel şahitliği sayesinde bir

hayli silikleşiyor.

Bahattin, Selahattin'in sahip olduğu kudretine karşı olan

kayıtsızlığını gösteren, hatta kimileri terbiyesizlik olarak nite­

lenecek dunımlar karşısında bile uysal olduğunu betimleyen

bazı sahneler aktarır. Tebriz hükümdarının oğlu, sufi olmak

için saltanatından feragat etmişti. Sufilik, insan yaşamını bir

yolculuk olarak gören, Tann'yı arayanı bir yolcuya benzeten,

bu yolcunun nihai amacını da kendi benliğinden sıyrılarak

Tanrı'nın kusursuzluğunda soğnılmak olarak tanımlayan bir

öğretidir. Bu adam, bir akşam kadı evine teklifsizce gelmiş ve

duydukları yüzünden hayran olduf,'1.ı sultanı görmek istediğini

söylemişti. Bahattin, aynı gece Selahattin ile bir görüşme ayar­

ladı. Konuk, bu ziyareti sırasında hadisler aktarıp, dinden söz

ederken ve sultanı "iyi şeyler yapması" için teşvik ederken, Se­

lahattin saygıyla, hocasını dinleyen bir öğrenci edasıyla dinle­

di. Geceyi kadının yanında geçiren sufi, ertesi sabah ayrılmak

istediğini söyledi. Kadı, hiç değilse sultana bir veda ziyareti

yapması için onu ikna etmeye boşuna çabaladı. Tebriz tahtın­

dan bile geçmiş olan bu adam, sultana saygı göstermeye ikna

edilemiyordu. Kısıtlı bir törenle ayrıldı ve kadıyı zor dununda

bıraktı. Selahattin, ilk ve son kez yardımcısına darılmıştı.

" Ö yle bir adamın kabul edip de, ona eli açıklığımı göstere­

mezsem, ben neyim ki?" diye bağırdı.


O kadar kızmıştı ki, kac.lı onu sakinleştirmesi gerektiğini

sezdi ve sufıye dönmesi için yalvaran bir mektup yolladı. Gel­

diğine.le, sultan onu günlerce onur konuğu olarak ağırladı ve

"armağanlarla donatarak; bir cübbe ve uygun bir binek hay­

vanı yanında, ailesine, müıitlerine ve komşülarına dağıtması

için giysiler vererek, yolculuğunun masrafları için ele para ar­

mağan ederek" gönderdi.

Evinde ağırladıkları arasında en çok bu tür adamlar, yete­

nekli Kuran tefsircileri ona neşe verirdi. Saraydaki toplantılar­

da bu kişilerden biri söz aldığında; meclistekilerin davranışları

asla eleştiri konusu olmazdı. Neredeyse soluksuz kalan izleyi­

ciler, hafızın c.lolgun sesiyle hitabetine şiirleri ve Peygamber

kıssalarını katmasını sessizce izlerlerdi. Hz. Muhaınmec.l'in

yaşamından alıntılar da öğretisinin bazı inceliklerinin ortaya

çıkarılması da, bu konuşmaların konusu olurdu.

Kuran'ın ritminde bir ezgi ve doğal olarak şiir duygusu bı.ı­

lumır. Bunu doğru ortaya koymak ve dinleyiciye hissettirmek

için beden de ritmik biçimde hareket ettiıilir. Dinleyicilerin bir

müna.tiğın kınanmasına da, bir cömeıtlik gösterisine de aynı coş­

kuyla kendileıini kaptırdıklarını düşünmek yanlış olmayacaktır.

Selahattin için -ve herhalde tüm konukları için- bu öyküle­

ri dinlemek büyük bir entelektüel keyifti, çünkü gizli anlam­

ları ortaya çıkaran ve ince mantık oyunları yapan bu yorum­

cular, Doğulu zihniyet için bir nimetti ve yalnız ruhları değil,

zihinleri de ziyafet çekiyordu .


Şam sarayındaki bu geceler, önceden Kahire'de yaşanan­

lar kad ar verimli ve keyifliydi . Lakin sultan "cihat" ilan ettik­

ten son ra p ek nadir yaşanabilir oldular.


O N ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Sultanın Görevleri

Melikşah gibi, Selahattin de sultanlığı zor bir görev olarak

algılıyordu. Ancak, Melikşah'ın ülkesi zaten birleşmiş dunnn­

daydı ve en büyük sorunu, işlerin düzgün idare edilmesiydi.

Selahattin ise, kendisini umursamayan, hatta açıktan düşman­

lık eden emirleri hizaya sokmak istiyordu ve en büyük tutku­

su olan Haçlıları kovmak arzusu yüzünden hi.ikümet koltu­

ğundan sık sık ayrılmak zorunda kaldığı için, işi çok daha zor

ve karmaşıktı. Dahası, kardeşi Melik El-Adil gibi, danışmanı

El-Fadıl gibi, dış işleri bakanı İ madeddin gibi yetenekli danı�­

manları ve yardımcıları olsa da, bunlar lk:hası efendisine eşit,

hatta üstün olan birer Nizamülmülk değillerdi . Bu yiizden,

siyaseti, çekici kişiliği ve tebaasında güven ve saygı uyandır­

ma yeteneği olsa ela Selahattin yalnızdı. Bu da aslında, işlerin

ancak onun elinde kusursuz işlemesi ve hükmünü geçirmek

konusunda kendini hiçbir zaman tam güvende hissedeme­

mesi anlamına geliyordu.


En önemli sıkıntısı, kendi vicdanının bitmeyen kışkırtma­

larıydı. Gelenek ele, doğulu zihnin yapısı da onun her konuda

halkının babası olmasını gerektiriyordu . Tebaası arasındaki

anlaşmazlı klarda hakemlik etmek için şahsen orada bulun­

malıyc.lı; hangisinin büyük güce tevazuyla yaklaşabileceği

sorularını kendisi çözmeliydi. Selahattin için bu gelenekler

zorunluydu ve zaman ya da güç kazanmak için bile b unları

savsaklamak için bir bahanesi olamazdı. En zorlu seferlerinin

birinin ortasında bile, önüne gelmek isteyen herkese yargıç­

lık etmeyi sürdürdü. Savaş talihi ona somurttuğu zamanlar­

da, tedirginliği zihnini kanser gibi kemirse de, daha alt düzey

görevlilerin kararlarını umursayıp patırtı çıkaranları şahsen

dinlemeye devam etti.

"Adil bir yönetici, Tanrı 'nın yeryüzündeki gölgesidir"

der Ebtibekir. "Tanrı 'ya kendisi ve başkaları adına inançla

hizmet eden kişi, Tanrı'nın tahtının gölgesine.le oturacaktır

ve gün geldiğinde o gölgeden başka bir şey kalmayacaktır . "

Peygamber'in halifesinin bu söylemi, Selahattin ' i derinden

etkilemişti. Her pazartesi ve perşembe açık yargı lama yapar,

çevresine.le kaclılada ve hukuk konusunda deneyi m l i diğer

füiın lerle otururdu. "Dereli olan herkes" diye yazmıştı yardım­

cısı, "ister güçlü ister yoksul olsun, yaşlı kaclmlardan sakatlara

kadar. kim olursa kabul edilirdi. Yalnız şehirde olduğu zaman­

l:trda deği l , seferdeyken bile dilekçeleri kendisi kabul eder ve

her türlü zuliiın şikayetini sona erdirmek için bütün gücüyle


çalışırc.h. Şikayeti olan ya da tazminat talep eden kimseyi geri

çevirmezdi. Her gün, gündüz ya da gece bir saat yardımcısıyla

oturup, tüm dilekçelerin üzerine Tanrı' nın ona öğütlediği çö­

zümü ve bir c.le duayı yazardı. Bir davacı geldiğinde dinlemek

için durur ve konuyu ehil ellere teslim ederdi."

Hiç kimse, suçlanamayacak kadar yüce ya da büyük de­

ğildi. Şamlı bir vatandaş, en sevdiği yeğeni olan Tacettin

hakkında suçlamada bulunduğunda, sultan herkesin duya­

bilmesi için yeğeninin halka açık mahkemeye çağırılmasını

buyurmuştu. En yüce olan kendisi bile, tebaanın en önemsiz

kişileri tarafından dava edilebilirdi.

Bir gün, Bahattin Kudüs'te yargıç kürsüsüne.leyken, Ömer

Kelati adlı Ahlatlı bir tüccar, elindeki onaylı sözleşmenin

okunmasını talep etti.

" Kimden davacısın?" diye sordu yargıç.

"Davam sultanladır" dedi şik:1yetçi adam. "Burası adalet

h uzunıdur ve ben de adam ayırmadığınızı duydum . "

Kadı, büyük olasılıkla efendisinin adının davalılar arasında

bulunmasından hoşnut değildi. Şikayeti kabul etmeden önce

kanıtları dikkatle inceledi. Sonunda, düıiist ve korkusuz bir

yargıç olarak, sultanın kendisine iltimas geçmesini istemeye­

ceği kanaatine varmış olmalı ki, davaya halka açık bir dunış­

mada bakmayı kabul etti.

Öıner'in sultan karşısında haklı bir davası olduğu anlaşılı­

yor. Büyük paralar emanet etmiş olduğu bir kölesi kaçmıştı.


Tüccar geri alamadan köle ölmüştü ve sultan da üzerinde bu­

lunan paraya el koymuştu. Şimdi tazminat istiyordu ve anlat­

tıklarını doğrulayacak belgeleri de tanıkları da resmi olarak

geçerliydi. Bahattin, efendisi için en uygun koşulları yaratsa

da, davacının haklarını da korudu.

" Davalının haberi olmadan bir suçlamayı değerlendirmek

haksızlık olur" dedi. "Sultana haber vereceğim ve yanıtını da

size ulaştıracağım . "


Ömer bunun adil b i r karar olduğunu kabul etti v e davanın

görüleceğine inanıp gitti. Aynı gün içinde sultana durum bil­

dirildi. Selahattin çok şaşırıp, bu suçlamanın saçma olduğuna

inancını dile getirse de, davanın usule uygun sürmesini istedi

ve şahsen gelip kendini savunacağını söyledi. Kendisi adına

konuşmak üzere tayin edilecek bir avukatın tanıklarla konuş­

masını istedi ve duruşma günü kararlaştırıldı .

Zamanında çok tartışma yaratmış bir komı olduğunu dü­

şünebiliriz. Yüce sultan kendini açı k mahkemede savuna­

caktı ve valilerinde çok ayıpladığı bir suçla itham ediliyordu.

Bundan sonra olanlar hakkında, yargıcın kaleminden çıkmış,

oldukça iyi raporlar sayesinde bilgimiz bulunuyor.

Sultan ilk gelenlerden biliydi ve yargıcın yanında oturdu.

Davacı göründüğünde, Selahattin yargıcın önüne gelmesini

buyurdu ve kendisi de kalkıp onun yanına geçti. Duruşma

davacının konuşmasıyla başladı ve sonra savunma için sultan

söz aldı.
"Bu Sungur, benim memluklarımdan biriydi ve ben ona

özgürlüğünü bahşedene dek, her zaman bana ait oldu. Öldü

ve varisleri mirasını paylaştılar."

Ömer, efendisinden geliyor olsalar ela, bu iddiaların altın­

da kalmaya niyetli değildi. Mahkeme gerçekten adilse, herke­

sin sözü, diğerininki kadar geçerli olmalıydı.

"Elimde söylediklerimin gerçek olduğunu kanıtlayacak bir

şey var" dedi. "Lütfen açın ve içindekileri söykyin. "

Belge yargıca götürüldü. Yargıç açtı, okudu ve Ömer'in

söylediklerini doğruladı. Kanıtlara göre Ömer haklıydı. An­

cak Sefahattin de halkının önüne hazırlıksız çıkacak adam

değildi.

"Bu k�'iğıdın tarihi nedir?" diye sordu.

Yargıç yüksek sesle okudu.

"O tarihte Sungur'un bana ait okluğunu ve Kahirc'de bu­

lunduğunu söyleyecek tanıklarım var" eledi sultan. "Bir yıl

önce onunla birlikte sekiz tane daha köle almıştım ve özgür­

lüğünü verene kadar bana ait kaldı."

Tanık kürsüsüne art arda birkaç önemli devl<.:t görevlisi

çıktı ve hepsi sultanın iddiasını desteklediler. Anlaşılan bir

kimlik karışıklığı söz kon usuydu ve davacı gerçekten iyi ni­

yetle hareket etmiş olsa da, yanlış bilgilendirilmişti. Bunu

kabul etmekten de çekinmedi. Yargıç suçlamaları düşürdü.

Böylece Selahattin'in kendi mahkemesinde yargılandığı tek

olay kapanmış oklu. Ancak, gerçek son, duruşma mevzuatı

15 3
t amamlandıktan sonra Sel:ıhattin 'e özgü bir tavırla gı:.'ld i. Ba­
hattin. hükümdarlarının nasıl bir adam olduğu nu halkın gör­
mesini i stt'diği için midir, yoksa Selahattin ' i n d u ru m u tanı an­
lanı:ic.lığını düşündüğü için midir bilinmez, davacı n ın kendini
sultanla e�il" tutmadığını , yalnızca mah kemenin gerekirse sul­
tana kar::;ı bir davada bile adil olabileceğine i nandığı için gcl­
mis olduğunu açıklama gereği duydu. Öm<:r, karar yüzüne.len
doğal olarak allak bullak olmuştu ama buradan e fend isin in
merhametine.len yoksun olarak mı ayrılacaktı?
" Ha, bu bambaşka bir konu'' dedi sultan. Ü nıer'e bir hi­
lal armağan e di lmesini ve ı�ıasranarını karşılayacak kadar da
para verilmesini buyurdu. " Bakın ız" di ye bitiri r kadı üyki.isi.i­
nii. "lütfu na, yasalara ve mevzuata olan bağlılığına, gururunu
bir yana koyabilmesine ve ceza verme hakkın a bile: sahipken
sergilediği cömertliğine iyi bakınız. n

Kendisine başvuran herkesin yükünü üstlenme}'C iten ba­


bacan ruh u , şahsen gelemeyen ama ona mektupla ulaşmanın
bir yol un u bulabilenlcre karşı da h:ıreketlenin.li. Sekreterleri
yardım ediyor olsalar da, bu duru m onun zamanına ve gü­
cüne ağır bi r yük daha yüklüyordu . Runun yan ı nda, devl e t
yön e ti m i nin düzenine karşı duyduğu içgiic.liisel sevgiyl e ve

koşulları M cl ikşah dönemindeki yü kse k standartlara ç ı ka r­


mak arzusuyla , günbegün arlan topraklarındaki ajanlarıyla da
sürekli yazışması gerekiyordu . Eyerde geçen zor bir günün
ardından hatta fiilen çarpıştı ktan sonra bile, bütün orduga h
huzur içinde uyurken, sultanın otağında gece lambaları ya­

nardı.

Ayrıca, tören lere katılma görevi de bir kenara bırakıla­

mazd ı . Kendi gücii ne karşı her zaman kayıtsız olsa da, sul­

tan halkın istediği gösteriyi yapmak zorundaydı. Kendisi nin

merkezde b ulunduğu görkemli şeyler yapılması gerekiyordu.

"Geniş k o l l u , siyah bir entari giyip, miğ.ferinin üzerine poşu

sarar, içine çeli k yele k giyer, belinde bir Arap kılıcı taşırd ı . "

Değerli taşlarla ve altın sırmalarla si.islenmiş eyer örtüsü. ha­

nedan ı n i leri gelenlerinden biri tarafından taşınırdı. Melikler­

e.len biri sarı ipekten bir şemsiyeyi başının üzerine.le tutardı ve

hiikii nı c.larlı k alemi de bir başka soylu tarafından taşınırdı. Atı

bile hanedan ın renklerine göre ihtişamla süslenirdi.

Res m i geçitlerin eksiksiz olmaları kadar, halkı etkileyecek

v<:: duyguları hareketlendirecek biçimde olmaları ger<:: k iyor­

d u . lfrr ayrıcalığı k ıskanan müttefik devktkrin emirlerinin

ve yaban c ı elçilerin uygun gösteri ve törenle kabul edilmeleri

lazı md ı . Evin hizmetlileri bile bu cakadan paylarını almalıydı­

lar ve disiplin altında tutulabil meleri için kendilerini önemli

görebi lecekleri bir görgüye sahip olmalıydılar. Bütün bunlar,

günü n zaten giderek azalan saatlerini daha da kısıtlıyordu.

fitınd a n sonra da sırada hiçbir sulta n ı n savsakla yamayacağı

-Selahattiıı ' i n zaten savsaklamayı aklından bile geçirmeyece­

ği- d i n i görevler geliyordu. Aslı nda bunlar bir i nsanı tartarken

onun için b i rinci sırada gelirdi. En sevdiği hırslarından bile

155
5.: f.1 ı: .1 1 t i 11 €.. " v u G i
-' L L

vaz ge<ı,· mişti . İnancma son u na kadar sadı k biri ola ra k , d i n i

bütü n , sadı k bir Hz. M uhammed i n a n ın olmakta n vazgeçme­

si, aklına en son gelecek olan şeyd i .

Hafrada b i r ayin e giderek Tann'ya karş ı görevleri n i fazla�

sıyla yerine getirdiğini d üşün e n çağdaş i ns a n içi n , koskoca

ülkelerin yöneticisi ve d ü nyanı n en büyük savaşçılarından

birisi olan . pek çok halkın yargıcı ve h ü k ü m d arı bu s u l ta n ın

kişisd zamanını seve seve feda ettiğ i n i tasavv u r etmek bile

hayret vericidir. Bahattin ' i çevirmiş olan General C. W. Wil­

son der ki: "Selahatti n ' in gü ne.lelik duaları, beş vakit n amazın

dışında k i m i zaman üç de gönüllü namazd ı . Ilımlar genel likle

geceleri, i k işer rekiit biçimine.le olurd u . "

Zoru n l u namaz i ç i n bclirknen zaman lar ş u nlanl ı r: 1 - Gün

doğuşu ; 2- Güneş i n tepeden i nmeye başlaması ; 3- Öğlen iki

ile dört arası; 4- Gün batımın ı n hemen sonrası; 5- Gece n i n

ilerleyen saatleri .

nahattin ' i n söylediğine göre; Selahattin d ü zenli i badeti c.lı­

şı n<la, gece uyanacak olursa o zama n . uyanmazsa c.la sabah

namazından önce kalkar ve d u a ederd i . Yol c u l u k ederken ,

vakti gelc.liğinc.le attan i nerd i .

İnançlı olsalar bile, Haçlı la r arası ndaki h ü k ü mdarları n ,

d i n i vecibeleri n i yeri ne getirmek konusunda İ s l a m h ü k üm­

darlarının büyük çoğunluğu kadar titiz olchı kları n ı söylemek

biraz zordur. Yah udiler için haha m ları n t al i matları ne kadar

katıysa, onlar için c.le K uran öyledir. Peygamber'c göre İs-


<S f, f � s J . j( " s G
.ı ı· � ..:ı " ft

lam beş temelin üzerinde yükselir: Tanrı ' n ın birliği ni kabul


etmek, düzenli i badet etmek. hayır için bağı�la bulunmak.
Ramazan ay ı n d a oruç tutmak ve Tanrı 'nın ku lsal evi olan
i\ık k kc'yc hacca gitmek. Bunlardan herhangi biri savsaklana-.
nıaz. A n ca k her birini aşırıya kaçan bir t itizlikle yerine getir­
miş o l a n Selahatti n , çok istemiş olsa da koşullar nedeniyle
hacca gidememiştir.
Hal ife I lasa n 'ın yaşamında. K uran ' ın i nananlar üzerinde
ne k a d a r büyü k etkisi okluğunu gös t eren bir örnek \'ardır.
Ölüm cezası na çarptırılan bir köle. kendin i efendisinin ayak­
ları n ın dibine atar ve Kutsal Kit:ıp'tan bir alıntı yapar:
"Cennet, öfkesine h a k im olabilenler içindir. "
" Öfkeli değilim" der halife.
"Ve bağışlamayı bilenler içine.lir" d iye ekler yalvaran.
''Seninkini bağışlac.lım" der Hasan.
"Kendis i ne kötül ü k edene bile iyilik edenler. Tanrı 'nın
sevgili k u l larıdır" der köle, biraz daha cesaretini top l aya rak .
"Öyleyse" der halife , "s:ın:ı özgürlüğünü ve dört yüz de
gümüş veriyorum."
Bu öykü, Scl:ıhattin için c.le geçerli olabilirdi. Çünkü onun
yaşamı c.l:ı , dindarlığını ve ahir yaşamı bu dünyadaki yaşam­
dan önemli görclüğünii beli rten örneklerle doludur. Yakar­
manın gücüne olan sonsuz i nancıyla. ilahi irac.lcnin insanlara
müdahale ettiğine.len k uşku bile c.luyınadan . en zor ve acil
durumlarda yüzünü Tanrı'ya döndüğü defalarca göl'i.ilmüştii.

157
Düşmanları Kudiis'ü geri almak üzere yürürlerken ve başar­

maları için tüm koşullar da hazırken, gelmelerinden önceki

gergin geceyi dua ederek geçirm işti. İç yüzünü bilmediği

nedenlerle o saldırı başarıya ula;;aınac.lı. Bu bariz mucizeyi,

Her Şeye Kadir Ola n ' ın müdahalesine.len başka ne sağlamış

olabilirdi ki?

Demek ki din ac.lamlarının sözleıine sıkı sıkıya bağlı olma­

sına ve bu uğurda gerekenleri feda etmekten kaçınmamasına

�a şaşmamak gerekir. Beden sağlığı açısından orucun zarar­

lı olacağı zamanlarda, hekimi de din adamları da kendisini

kutsal bir savaşı yürüten kişi nin, diğer insanlardan ayrıcalıklı

olabileceği yolunda uyarmışlarsa c.Ja kulak asmamıştı. Böylesi

bir olay son günlel'inde yaşandığında, gücün ü saklaması için

kendisine yalvaranlara şöyle demişti: "Ne olacağını h i ç kimse

bilemez. Tek güvenilecek şey, her şeyi olması gerektiği gibi

yapmakllr."

Bütün gücünü ve yeteneklerini yüce efendisinin çağrısı

olarak algıladığı şeylere oc.laldamıştı ve gerçekten gerekiyor­

sa, Tanrı 'nın kendisine acil zamanlarda insanüstü b i r direnç

bahşedeceğine yürekten inanıyordu. Kuşkusuz, bu aynı za­

manda kendisiyle iş birliği yapmayanlara karşı duyduğu net�

q
retin de nedeniydi. Bütün iyi Miisl manları desteklemekle

görevli olduğundan emind i , " cihadı" eleştirenlere karşı acı­

masızdı ve yoldan çıkanlara tahammül ü yoklu. Kafir düşma­

nın cezalandırılımısı işini bile Tanrı 'ya bırakabiliyordu ama


i t aatsizl i k edenler ve boyun cğmcycnlcn: gazap sac.:ırordu.
Bu yüzden. çağının en büyük frl i m krindcn olan Si.ilm:vertli'yi
bile, da lalet içinde k<lfirlerle iş birliği yapmakla suçlayıp. idam
eı tircbildi.
Günkri ve gecderi , üzerine aklığı pek çok sommlulukla
dolu olsa da. ülkenin dört bir yanından gelen alimleri ve din
adamlarını ağırlamak, dcsıekk:mek ve onlara danışmak için
mutlaka zaman bulurdu. Bu da, tebaasına karşı sıradan bir
h ükü mdardan çok daha yakın durmak istediğinin bir başka
kanıtıdır.
Daracık zamanına bütün bu müdahaleleri kabul etmesinin
nedeni olara k, günlerce yargıçlık etmekten ya da uzun ve ge­
reksiz ayrı ntı larla dolu arzuhal leri dinlemekten keyif aldığını
düşün memek elde değildir. İslam dünyası onun ailesiydi ve
çocukları ndan h içbiri, kayıtsız kalabileceği kadar uzakta ya
da önemsiz değildi.
Selahattin ' i , dikkat çckinek için birbirini ezercesine yarı­
şan bi r davacılar i zd ihamını n önünde, yastıklar üzerinde otu­
nırken t asavvur ctmek mümkündür. Sultan, bütün im miica­
ddcye karşın sak i n ve merhametli bir tavırla oturmuş. eline

en yak ı n kağıdı kabul etmiş, bütün dikkatini de bu k<lğıda


ver m iştir. Ancak izdiham. gfügü kurallarını h içe sayar. Altın­
daki yastı kları bile çiğnerler. Kendi anlatliğına göre. Bah:nti n
dehşete düşmüş, bir o kadar da telaşlanmıştır ama sultan en
ufak memnuniyetsizlik göstermemektedir.

159
Peki , seferlerini planlamak, d:'ihice savaşlarının kurgu­

sunu tasavvur etmek, kıskançlı klarla baş etmek ve kargaşa

çıkaran emirleri yeniden bayrağı altında toplayabilmek içi n ,

Peygambcr'in bu seçkin hizmeLkarın ı n n e kadar zamanı ka­

lıyordu? Buna verilebilecek tek yanıt, gerçekten meşgul in­

sanların , mutlaka daha fazla zaman yaratabiliyor oldukları ve

dahilerin başarılarının sı radan engellerle durdumlamayacağı­

dır. Sürekli uyuşturucu çekip, muhteşem sarayın ı n parfüme

bulanmış Lenha odalarında gezerken, çevresinde oynayan ca­

riyelerini izleyip kendinden geçerek zaman öldüren sultan

tasviıi, Selahattin 'in yaşamı ve başardıkları düşüniildüğünde

silinip gider.
O N DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Eli Açı k Selahatti n

O dönemin çatışmalarından ve garezlerinden kaynaklanan

korkunç zulümlerin yanında, büyük çoğunluğu Müslümanlar

tarafından yapılan sıra dışı fllicenaplıklar da yaşandı . Kudüs

Kralı ili. Baldwin öldüğü zaman yaşanan kargaşa, Nurettin'e

Filistin' i işgal edebileceği fırsatı verdiği zaman, böyle yap­

masını öğütleyen emirlerine burun kıvırarak şöyle demişti:

"Efendisinin yasını tutan insanların acısından faydalanmak in­

sanlık dışıdır ve kendini savunamayacak durumda olan birine

saldırmak benim şanıma yakışmaz."

Haçlıların bu kadar cömert davranabildikleri durumlar ol­

muşsa bile, tarih bu konuda sessizdir. Yine de bu tür girişim­

leri olmuşsa dadaha doğmadan öldüğünü varsaymak pek de

yanlış olmaz çünkü Kilise, bunun böyle olmasını sağlamak

için sürekli tepelerindeydi.

Müslüman hükümdarlar arasında bu tavrı aşırıya kadar

götüren Selahattin oldu. İnançların tekrar tekrar ihlalini ve


sözlerin defalarca bozulmasını tek tük istisnai durum dışında

görmezden gelmeyi becermiştir. Bu arada kendisi sözünden

hiç dönmemiştir ve hele ki koşullar düşünülecek olursa, düş-

. manına kavranması zor olan soylu bir ruhla yaklaşmayı da her

zaman başarmıştır.

Bunun açıklaması, Toronlu Humphrey tarafından· şövalyeli­

ğe alındığı zaman kendisine anlatılan ilkeleriıi. gelecek yaşamı

boyunca onu etkilemiş olması olabilir mi? Daha gençken, Yiğit

Humphrey'in İskenderiye dışında kendisine çizmiş olduğu kor­

kusuz ve kinsiz şövalye resmine uygun davranmaya mı kamr ver­

mişti? Belki de bu, çağdaşlarını da, o günden beri bütün dünya­

yı da şaşkınlıklara sürükleyen ve hangi açıdan bakılırsa bakılsın

umutsuzca idealist görünen hareketlerinin tek açıklamasıdır.

Düşmanın arasındaki bazı şövalyelerin, hatta konumlan

gereği diğerlerine örnek oluşturması gereken üst rütbeli ki­

şilerin bile bu ilkeleri ihlal ettikleri kendisine defalarca ka­

nıtlanmış olmasına karşın, onu eleştirenler bir kerecik olsun

onun da benzer bir ihlalde bulunduğunu ya da kendi yüce

ülkülerine aykırı davrandığını söyleyememişlerdir. Böylesi

bir iddia kendi halkından da gelse, bir yabancı da söylese ina­

nılması zor olurdu. Bu tür suçlamalar zaten genellikle onu

şeytanın hizmetkarı , basit bir kafir olarak gören ve sons�ız

acılara mahkum olacağını tekrarlayıp duran kilise görevlile­

rinden gelmişti. Bu kişiler, gerektiğinde zor bile kullanarak

onun altını oymaya ve erdemlerini küçümsemeye kendilerini


adamış oldukları için, gelecek kuşaklar onu bu kişilerin aktar­

c.lığı bilgiler ışığında değerlendirirkeri diğer hükümdarlardan

ayrı bir konumda tutmaya özen göstermelidirler.

Askerleri, düşman kampından yeni gelmiş bir Hristiyan

kadını Selahattin'in önüne getirirler. Ağlayıp dövünen bu ka­

dın , telaşlı bir acının resmini çizmektedir. Bir çevirmen aracı­

lığıyla Selahattin kendisinden ne istediğini sorar.

"Dün gece çadırıma birkaç Müslüman hırsız girdi ve küçük

kızımı kaçırdılar" der kadın. "Bütün gece yardım için yalvar­

dıın ve kendi hükümdarlanm bana Müslümanların hüküm­

darından yardım istememi söylediler. 'Çok merhametlidir'

dediler. 'Ona gidip kızından haber sonnana izin veriyornz'

dediler. Cepheyi bu sayede geçtim ve çocuğumu kurtarmak

için kalan tek umudum sizsiniz."

Selahattin çok etkilenir ve hemen ordugahın aranmasını

emreder. Ulağı bir saat sonra, kayıp kız omzunda olduğu hal­

e.le geri gelir. Kızı gören annesi kendini yere atarak o kadar

şiddetle ağlamaya başlar ki sultan dahil izleyenlerin de gözk­

ri yaşarır. Kadını ve kızını bir ata bindirip, Hristiyan hatlarına

geri yollar.

Bundan sonra, Selahattin'in adalet duygusunu gösteren

örnek bir gelişme yaşanır. O günlerde tarafların birbirlerinin

ordugahlaıından bir şeyler çalmak için adam salmaları olduk­

ça sıradan bir durumdu ve Araplar c.la bu konuda oldukça

iyiydiler. Dolayısıyla kızı kaçırmak bu adamın hakkıydı ve


kimse müdahale etmemiş olsa onu bir köle pazarında satabi­

lirdi. Sultan olarak, tüm ganimet içinden istediğini alabilmek

hakkına sahip olmasına karşın küçük kızı karşılık ödemeden

alabileceği halde, kişiliğine aykırı düşecek bu tavrı göstermez

ve adama gerekli tazminatı da Ötler.

Haçlıların sultanın yüce gönüllülüğünden faydalanmak

istedikleri durumlar defalarca tekrarlanınışur. Safed kuşal­

masıncla esir düşen iki Tapınak Şövalyesi onun merhametim:

kurnazca sığınırlar. Müslüman esirlere insafsız davrandıkla­

rı ve barışların bozulmasında her zaman parmakları olduğu

için, Selahattin ' in bu tarikata karşı kin beslemek için haklı ve

yeterli sebebi vardı. Yine de adamlardan biri içt e n görünen

bir tavırla; "Sizin nazik ve cana yakın yüziinüzii görd ük len

sonra, artık bize bir zarar gelmeyeceğine i nandım " dediği za­

man, Selahattin başka zaman olsa verilmesi uygun olan idam

cezasını değiştirme zorunluluğu hisseder.

Daha önemsiz olan ve doğru söylediği belli olan başka bir

esir, yalnız ölümden kurtulmakla kalmadı, özgürlüğünü de

kazandı. Yüzünün her çizgisi nde dehşet görülen b u adam,

sultanın önüne büyük bir heyecan içinde getiri l m işti.

" Neden titriyorsun?" diye sordu çevirme n .

Adam , daha soru bitmeden kendini toparlamıştı. Gözle­

rini sultana dikip, basitçe şöyle dedi: " O n u n yüzünü görene

kadar çok korkuyordum ama şimdi h uzurundayım ve onu gö­

rebiliyorum. Bana zarar vermeyeceğinden eminim artık. "


Selahattin ' i n yüce gönüllülüğünü gösteren en önemli ör­

nekse, sultanın Kudüs'ü ele geçirişinden söz eden bir Hristi­

yan tarihçinin satırlarında yatar. Sultanın şehir halkına karşı

sert davranmak için yeterli nedeni vardı. Haçlıların Kudüs'ü

aldı klarında savunmasız Müslümanları topyekun katledişlcri­

nin anı ları hfüa tazeydi . Kentin komutanı olan İbelinli Balian

sözünü çiğnemişti . Hıttin Savaşı 'ndan kaçanlardan biriydi ve

sultana yazarak Müslüman hatlarının arasından geçmesine,

kansını Sur' dan Kudüs' e getirmesine izin vermesi için yalvar­

mış, orad!l bir geceden fazla kalmayacağına da yemin etmişti.

Sultan her zamanki nezaketiyle izin vermişti ama Balian oraya

ulaştığında, zor d urnmdaki Kucliis'ü terk edip gitmesinin, bir

kclfirc verdiği sözü çiğnemesinden daha büyük günah olduğu

konusunda Başpiskopos Heraklius tarafından ikna edilmişti.

"Eğer Kudüs ' ü kaderine terk ederseniz, bu sizin için de,

�·ocuklarınız için de büyük bir ayıp olarak kalacaktır" demişti

papaz.

Aynı temcit pilavı devam ediyordu. Bir k:1firin şövalyelik

onuruna olan güveninden faydalan ama kurtulduğun anda

kendin bu onuru o kadar ciddiye alma. . . "O zaman Balian

kalmaya söz verdi" diye anlatır tarihçi "ve şehirdekiler ona

biat edip, efendileri saydılar. "

Ancak şimdi ödeşmek zamanıydı. Kudüs, yeni efendisinin

çabalarına karşın alındı· ve Müslüman ordusunun eline geç­

ti. Balian'a ne oldu? Cezasız kuıtulmakla kalmadı, sultan beş


yüz esiri de fidyesiz alıp gitmesine izin verdi. Fatihe ait ol­

ması gereken altınlarla dolu arabalara atlayıp kaçmakta olan

başpiskoposaysa yedi yüz esir daha. verikli. Hristiyan halkın

haline acıyan ve onları kölelikten kuıtarmak isteyen kardeşi

El-Adil'e de bin kişi verdi. Böylece i ki b i n iki yüz kişi, fatihle­

rinin cömertliği sayesinde serbest kaldı. Sultan, bundan son­

ra da kendisi için bir hesap yaptı: "Kardeşim kendi zekatını

ödedi; başpiskopos ve Balian ela ödediler. Şimdi kendiminki­

ni ödeyeceğim . "

Bundan sonra şehirde tellallar dolaştı ve t ü m yaşlı kadın

ve erkeklerin fidye ödemek�izin Aziz Lazarus Kapısı 'ndan çı­

kıp gidebileceklerini duyurdular. Yaşlılar, gün doğumundan

batımına kadar sultanın koruması altında olacaklardı.

Bu tür hareketlere bütün emirler sıcak bakmıyordu. Hat­

ta bazıları, Haçlıların şehıi aldıklarında yapmış olduklarıyla

bunun örtüşmediğini söyleyerek karşı koydular ama itirazla­

rı kabul görmedi. Şehrin dışında, sultanın gözünden uzakta,

bazı emirler ve adamları bildiklerini okudular ve cesaret e de­

bildikleri kadar soygun yaptılar. Ancak surların içinde , düş­

man tarafından işgal edilmiş gibi bir görüntü bile yoktu. İşgal

anından itibaren biıilerinin zarar görmesini e ngellemek için

köşe başlarına nöbetçiler dikildi ve teslim koşulları zonınlu

olmadıkça sertliğe başvurnlmaclan rahatlıkla gerçekleşt i .

Bu büyük cömertlikle ilgili h e r şey, Balia n ' ı n yamağı Er­

noul'un ağzından bize ulaşmaktadır çünkü Bahattin de, eli-

1GG
ğer doğulu yazarlar da, Kutsal Kent'in ele geçmesinin coş­

kusunun kafalarını meşgul ediyor olmasının da etkisiyle olsa

gerek, efendilerinin bu alışıldık hareketlerinden söz etmeye

pek de gerek duymazlar.

"İşte Selahattin'in sayısı belirsiz zavallı kalabalığa göster­

diği merhamet bu kadar büyüktü" diye anlatır yamak. "Ama

burada bitmedi. Kudüs'te yardıma muhtaç pek çok hanım

bulunuyordu; savaşta ölen ya da zindanlarda çüriiyen şöval­

yelerin dulları, eşleri, kız kardeşleri ve kızları kalmıştı. Bun­

lar, hoşgörülü fatihin yardımını dilemek üzere kalabalık ha­

linde geldiler.

Selahattin onları gördüğünde, kim olduklarını ve ne is­

tediklerini sordu. Savaşta ölen ya da esir düşen şövalyelerin

eşleri ve kızlan oldukları söylendi. O zaman ne dilediklerini

sordu. Tanrı adına kendilerine merhamet göstermesini iste­

diler. Erkeklerini hapse attığını, bazılarını öldürdüğünü, top­

raklarını kaybettiklerini; şimdi de Tanrı adına onlara akıl ve el

vermesi gerektiğini söylediler. Selahattin ağladıklarını göriin­

ce onlara acıdı ve kendisi de ağladı. Sonunda bütün o esirler

salıverildiler. Dullarla yetimlere de eski zenginlikleriyle oran­

tılı olarak kendi hazinesinden para verdi. O kadar eli açık

davrandı ki, hepsi onun adına dualar ettiler ve Selahattin'in

gösterdiği nezaketi ve merhameti her yerde anlattılar."

Başka şehirlerin kapılarına kadar Müslüman savaşçılar eş­

liğinde giden kaçak Hristiyanlar, o kadar nazik bir karşılama


5 c f,, g,, ı ı i ıı € r r ıı G i

görmediler. Hele Trablus Kontu , zavallıların yüzüne kapıları­

nı kapattı ve askerlerini yollayıp, fatihin yanlarında götürme­

lerine izin verdiği malları yağmalattı.

Fethettiği düşmanına karşı hoşgörüsünü anlatan öyküler

sonsuzdur ve bu cömertliğinin bedel i , yaşamının e n büyük

yenilgisinde ona karşı çevrilen silahlar olacaktır. Kıyı şeri­

dindeki şehirleri aldığında garnizonların silahlarıyla birlikte

çıkıp gitmelerine izin vermemiş olsa Akka kuşatması müm­

kün olamazdı. Sur. şehrinde bir araya gelen savaşçıların baş­

latacağı bu hareket hakkında, zamanı gelince daha çok bilgi

" erilecektir.

Doğal olarak, bu cömertliği yalnız rakiplerine karşı değildi.

Müslüman dünyasındaki ağızlar, sürekli iki eliyle birden ve­

ren ve başkalarını refaha ulaştırmaktan keyif alan sultan için

edilen dualarla kaplıydı. Alicenaplıkta bu kadar yüce olan,

tamahkarlığı ise bu kadar aşağılayan başka bir hükümdarın

daha gelmemiş olduğu konusunda bütün kaynakla·r ağız bir­

liği ederler. "Para denen şeye çöldeki kum kadar değer ver­

meyen birileri olabilir bu dünyada" dediği söylenir. Bu bir

böbürlenme midir? Siirc:: k li olarak vermek, profesyonel ha­

yırseverlerde dünyayı hor görme duygusu yaratıyor olabilir

mi? Yardımcısının anılan bunu inkar ediyor. Anlaşılan, bu

cömeıtliği içgüdüseldi ve bastırılması da olanaksızdı. Nere­

deyse akılsızlığa vardığı zamanlarda, anlamayan arkadaşları

ve yardımcıları kaygılanıyorlardı. "Yokluk zamanlarında da,


bolluk zam a n ı o l duğu kadar çok verird i " d iye yazar Bahattin

ve haznedarın ı n acil duruml ara para ayı rabilmek için kimi

zaman hazi ne n i n boş olduğunu söylemek zorunda kaldığını

anlatır. Bu aldatma, elbette uzun sürm üyordu.

Klışkusuz, kişisel serv<::t e olan bu uzaklığ ı . genellikle aç­

gözlü olan e m i rlerin desteğin i kazanmak ve sürdürmek konu­

sunda işine yarıyordu . Başlangıçta, aim:asınc.lan m i ras aldığı

büyük zeng i n l i kleri dağıtması , emirk:ri kendi bayrağı altına

toplarken çok yard ı m ı olmuştu. Kendine neredeyse h içbir

şey a l m a m ıştı . Mısır halifelerin i n sonuncusunun ölümünden

sonra kalan büyük zengin l i klere.len de pek bir şey istemedi.

Binbir Gece M asaJJarından çıkmış gibi görünen, altınlar,

mücevherler ve değerli eşyalarla silme dolu bir hazine dinin

altın dayd ı . Avuçlarca inci, batı dünyasının hayal bile edeme­

yeceği , " dört parmak uzun luğunda bir zümrü t " , hatta i k i bin

dört yüz karat b i r yakut! Filc.lişinden ve abanozdan yetenekli

sanatçıl arın oyduğu mobilyalar. altın ve gümüş kakılmış paha

biçi l mez tunç eşyalar. taşlarla süslenmiş gümüşten aynahır ve

altın sırımlarla süslü c.lokunıalar . . .

O harikalar sa rayında oturmayı reddetmesi ve dolayısıyla

emirlerin kıskançlığından kurtulması, yaşından çok ötede ,

bilgece b i r h a reket olarak görülmüştür. Lüksün onu rahatsız

ettiği ve m e m u rlarına harika evler verirken aslında kendisin­

den b i r şey fed a ediyor gibi h issetm ediği . ancak çok sonraları

anl:ışılm ıştır. Halkındaki d iğer büyükler arasında alışılmadık


kadar sade zevkleri kesinlikle ona özgü bir yön d ü · ve baş­

ka bir nedene bağlanamaz. Ne babasında, ne de zevke aşın

düşkünlüğü yüzünden ölüp ona büyük lirsatı sağlayan amca­

sında bu yön yoktu, birine acıdığı zaman ağlamak yönü de

bulunmU}'Ordu. "Tamahk:1rlı k , tüccarlarda gerekli olabilir"

demişti bir emirine, " ama hükümdarlara yakışmaz. " Bu tavır,

döneminin diğer yöneticilerinde pek de itibar görmeyen bir

düşüncenin ürünüydü.

Komutanlarından biri Kudiis' teki fidyclerden bir günde

yetmiş bin dinar toplamıştı, ertesi güne yalnızca otuz dinar kal­

mıştı. Selahattin bütün parayı yoksul Müslümanlara dağıtmıştı.

Akka Ovası'ndaki zaferden sonra on bin at ele geçirm işti . Bun­

ların tümünü subayları ve savaşçıları arasında dağıtmakla kal­

madı; esir düşen Müslümanların evleıine dönebilmeleri için

gereken fidyeyi de kendi kesesinden ödedi. Hiçbir şair, füim

ya da hafız onun huzunından armağan almadan ayrılmadı. On­

dan faydalanıldığını söyleyenlere de içerlerdi. Yardımcı lan vic­

dansızlaıın arsızlıklaıına karşı onu korumak istedikleri zaman

kabul etmedi. "Bir şey istemeye gelenlerin açgözl i.ilü klerindcn

çoğu zaman ben utanırdım " diye anlatır bir yardımcısı ama o

kişiye daha önce de vem1iş olduğunu söylemek bile işe yara­

mıyonlıı çünkü "daha önce hiç vermemiş gibi şevkle" yeniden

vermek istiyor, hatta miktarı artırıyordu .

Sahtek:lr hizmetçileri cezalandırmak sıradan b i r olay olsa

da Selahattin işkenceye izin verme·zdi ve bir keresine.le kendi-

170
sine.len iki kese Mısır altını çalınıp, yerine bakır kuruşlar kon­

duğu zaı�1an kuşkulanılan köleleri kovmuştu, daha fazlasını

yapmasını söyleyenleri de dinlememişti.

Bu zafiyetine.len faydalanmak istenildiği açıkça görülen

durumlarda bile görmezden gelirdi ve hilekfırlann istediğini

yapardı . Halep'i savunanlar kendisiyle barış yapmak için ona

Nuretti n ' in kızını yollamışlardı. Selahattin, kadını armağan­

larla donattıktan sonra, daha yapabileceği bir şey olup olma­

dığını sordu. Önceden öğretilmiş olan kadın, yakın zamanda

ele geçirmiş okluğu Azaz Kalesi'nin özlemini ne zamandır

çektiğini söyled i . Niyet açıkça belli olsa da, Selahattin bir şey

demeden kaleyi kadına bahşetti.

Bu öykülerin kimine inanmak gerçekten zordur. Servetini

yitiren zengin bir adam hamama girer ve çıktığında bıraktığı

paçavraların yerinde yeni ve zarif giysiler bulur. Kimin bırak­

tığı belli değildir ve ancak görevliye sorunca öğrenir. Bu yal­

nızca başlangıçtır, çünkü giysinin cebinden içinde bin dinar

olan bir de kese çıkar. Kapıda kendisini bir uşak ve kuşamları

tamamlanmış bir at beklemektedir. O günden sonra da aylık

bağlanır ve eski gücüne yeniden kavuşur.

Cömert olduğu kadar sabırlıydı ve nazikti. " Bir gün ben gö­

reve.leyken , bindiğim katır develerde korktu ve sultana çarp­

tıın " diye anlatır Bahattin. " Kasığını yaralamış olsam da, Allah

razı olsun , bana gülümsedi! Başka bir sefcrin<.k, rüzgarlı ve

yağmurl u bir günde, katırımın üstünde Kuc.lüs'e onun önün-

171
5 f g
c .ı .ı ' ı ; 11 2 " ,, 11
L L
G;

den giriyordlim. O kadar c;;a ın url u yd u k i , katır s u l t a n ı n üstü­

ne başına çam u r sıçrat ıyordu, giys i lerin i de berbat edi rord u .

Yalnızca gii ldii vc arkas ı n a geçmek istediği m i a n l asa d a izin

vermedi . "

B i r keresi nde, ağı r bir hastalı ktan k a l k t ı ktan s o n ra h a m a­

ma götüriilnıiiştii. Çok sıcak olduğu i ç i n soğ u k s uyla ı l ı t ın ala­

rı nı ist cdi . Geti ren köle sakarl ı k ell i ve sultanm üstüne sıcak

su döktü. O bitkin halinde yaşadığı şok o ldukça c i ddiydi ama

bir şey demecl i . İ k inci bir köle, i l k k azadan d o l ayı d a gergin

olsa gerek , kazayı tekrarladı, hem d e bu kez tasta k i bütün

suyu dökt ü. Dehşete düşen meml u k kekeleyerek özür d i ledi .

"Beni 61<.liirmeye çalışıyorsan " dedi Selahatt i n . ''bari süylc de

bileyim . " Başka bir şey ek demedi.

Sur ken t i kuşatması s ı rasında şehrin k om u t a n ı olan

Konrad'm bahası Mark i Monfcrrat s u rl arın d i b i n e getirildi

ve şehri tesli m etmezlerse öldiiriileccğ i söylendi . O �ii n krin

Awupa ve doğu ahlakına aykırı b i r tavır d eğ i l d i ama K o n rad

bahasının yeterince yaşamış olduğu n u , o n u n için k e n t i n tek

bir t aşını bile vermeyeceğ i n i , isterlerse ü l d ii rcbi lecekk:rini

sörlediğindc Selaha t t i n teh d i d i n i .yerine getircırn.:di ve esiri

Şam 'a geri yollad ı .

Şirk u h ' u n oğl u v e kendis i n i n de yeğe n i o l a n Nasrett i n ' i n ,

sultan ölecek olursa Şam ' ı e l e geçirmeyi d iişiinc.lli ğ ii n ü fark

etse de görmezden geldi ve Huımıs şehri n i o n u n on b i r yaşın­

daki oğl un a wrc.l i . B i r yıl sonra b i r a raya gel d i klerimk. .Sela-

1 72
<S G .ı ı· f� s J . 2)\ o �_, ı;,ı ıı fı

hall i n her zam a n k i neza ket iyle çocuğa Kuran hatminin nasıl
gittiği n i sordu . Düşman ları nı n kışkırt ması yüzünden midir,
çocuk kendi kendine m i d üşünmüştür b ilemiyoruz ama şüylc
yanıt verd i : 'Tam 'yc:tim hakkı yiyen lerin iç organ ları cehen­

nem aıqinde k:ıvnılacaktır' diye yazan yere geld im."


Bu süzkr , babas ı n ı n mallarına d konmasına atıflı ama Se­
lahat t i n bu n u kendisi i ç i n deği l , devlet için yap ın ışc ı . 1' üsıah­
l ığa karşı l ı k verırn.:di.
Sclahatıin 'in bu iyi l i k ve eli açıklık öykü leri, neredeyse
tekdüze denecek kadar sı k tekrarlanarak bilmek bilmeden
sii rnlcr. S o n u nda, cömertliği neredeyse yanl ış bir tavra dö­
nüşür. Bu kada r b üyük zenginlikl<.: ri fc:ı heden adam o kadar

yoksul ölmüştür ki. cenazesine yetecek kadar bile parası yok­


tur. " Koca eyaletleri başkalarına bahşetmişt i ama" diye an­

latır yarc.lııncıst, " kendisi ne mal, ne mülk, ne köy, ne arazi


miras b ı rak t ı . " K işisel hazi nesinde:, yal nız bir Sur altınıyla kırk
yedi gü m ü� si k ke bulu n uyordu .

H'.I.. Muha m m c:d der k i : ··cömert i nsan tökc:zlcdiği ntk Tan­

rı onu e l i n d e n tutar. " Sc:lahattin, kc:ndini Tanrı' n ı n bir parçası


yapmak i<.;in uğraşıyord u .

1 73
ON B EŞİNCİ BÖLÜM
Kutsal Savaşa Hazırlık

Emirlerinin davetine karşılık Şam'a geldiği andan itibaren,

Selahattin'in zihninde iki temel amaç dolanıyordu. Nurettin'in

varisi olarak önderliğinin kabul edilmesi ve Frenklerin de

Müslümanların da kafasında onun İslam hükümdarlığı konu­

sunda kuşku olmaması gerekiyordu. Bu amaçlara ulaşmasının

üzerinden dokuz yıl geçmişti. Kavgalarla, gergin bekleyişlerle

ve çileden çıkaran günahlarla geçen bu yıllarda, kimi zaman

sabır taşının çatlama noktasına geldiği olsa da, sakin yargı ye­

teneği ve güçlü iradesi omm yola çıkarken kurduğu planın

dışına çıkmasına da, saygınlığına en ufak leke düşürmesine

de engel olmuşlardı.

Mısır'dan Şam ' a döndüğünde, hazırlık için ayırdığı zama­

nın yarısı dolmuştu. Koşullar uygun değildi. İzzettin Musul'da,

hırslı kare.leşi İmaclettin de Halep'te başa geçmişlerdi ve se.:­

leikrinin anlaşmasına açıkça karşı çıkıyor olmasalar bile,

Selahattin 'i kabul etmeye de pek niyetli cleğillercli. İsyan ka-

1 75
5 c r.1 � .1 ı ı ; € r r " G ;
..

zanının kaynamakla olduğunu kendisi de gayet iyi bi liyordu.

Dahası, bunların bir ittifak yapmaları, hem de bunu yalnız

Frenklerle değil , eski düşmanı Dağdaki i htiyar'la yapmaları

bile söz konusu olabilirdi.

O günlerde Sclahallin'in eli kolu, kendi üretmiş olduğu bir

anlaşmayla bağlıydı. Frenkler topraklarına akınlar yapıyorlar­

dı, yağmalayıp soyuyorlardı ve Kerak Kalcsi'ndeki çapulcu

Chatillonlu Rcgirİ ald, barışçıl kervanları basarken , tamamen

onun barış sözüne güveniyordu. Sultanın yapabildiği şey

sözlü kınamalardan öteye geçemiyordu . Kerak'ın efendisi,

sultanın kız kardeşinin de aralarında b u lunduğu hacıları dur­

durunca, Kudüs'e giden bir hacı gemisi durd urularak yanıt

verilmişti ama haddini bilmez kontun topraklarına karşı bir

hamle yapılmamıştı. Gelecek için pek çok şey düşüniilüyor

olsa da, o anda eylemsizlik egemendi.

Sonunda, l 1 82'in Eyli.il ayında barış anlaşması sona erdi.

Kimisi M usul ve Halep ile didişmeleri sonucunda yeıi.i katıl­

mış olan müudikleriyle birlikte yürüdükçe, pek çok şehir

kapılarını açıp onun hükmünü kabul ettiler. Ama seferi nin

amaçları pek de kolay değildi. Halep, Kerak ve Musul, zaman

içinde pek çok saldı rıya uğramış olsalar da·a1ınaınaınışlardı.

Bunlardan ilki, daha önemli bir şehir okluğu için, Scla­

hattin 'in almış olduğu Sincar karşılığında ele geçirilebilmişti.

Ancak bu, İ madettin'in Halep halkı tarafı n dan sevilmiyor ol­

duğu için doğan korkuları sayesin de olmuştu. Bu durum öğ-


renildiğinde şehir sokaklarında yuhalanmıştı ve kalabalık ona

bir çamaşır teknesi atarak, yöneticiliği bırakmasını, becerebi­

leceği bir şeylere kalkışıp çamaşırcılık yapmasını söylemişti.

Selahatti n ' i kucak açarak karşıladılar.

Kerak, ancak defalarca kuşatıldıktan sonra boyun eğdi.

Selahattin zorladığı sırada şehir, Toronlu Humphrey'in kralın

kızıyla yapacağı dördüncü evliliği için şenlikteydi ve iç kale­

ye zorlukla kaçabilen Reginald orada tüm saldırılara direndi.

Ona yardım edebilecek olan başka bir birliğin yakında oldu­

ğunu öğrenen Selahattin, baş belası düşmanını ele geçirmeyi

çok istiyor olsa. da, kuşatmayı devam etmeye değer bulmadı.

Burada da onurlu tavırlarından biri görülür. Kibirden m i­

dir, kendi şövalyelik algısından mıdır bilinmez, Selahattin'e

şenlikten et ve şarap göndennişti ve sultan da gerdek süresin­

ce kuleye ateş edilmemesini emretti.

Zaman, karşılıklı akınlar ve bazıları önemli sonuçlar do­

ğuran çatışmalarla geçti. Sonra Selahattin bir süre için Şam'a

döndü ve iki taraf da barışa kavuştu. Hasta olan Kral IV. Bald­

win öldü ve V. Baldwin'in küçük olması nedeniyle oluşan iç

çekişmeler, Frenklerin zomnlu olmadıkça savaştan kaçınma­

larına neden oldu. Krallık naibi Raymond ile Selahattin arasın­

da, Tapınak Şövalyelerine, Hospitalier Şövalyelerine ve Cha­

tillonlu Reginald ' a karşı dört yıllık bir anlaşma yapıldı . Küçük

Baldwin ' i n ölümünde sonra, bunlar Başpiskopos Heraklius

ile birlikte Lusignanlı Guy'un tahta geçmesi için komplo ku-

177
nmca, Raymond'un sultanla ittifak yaptığı söylentileri yayıl­

dı. Böylece sultan, herkes kadar taht hakkı olan Raymond'a

yardım edecekti. Rayınond, Müslüman esirleri serbest bıraktı

ve o günlerde kıtlık yaşayan Şam'a yiyecek yolladı.

Selahattin'in düşman ülkesinde olanlar hakkında güçlü is­

tihbarata sahip olduğu ve oraları sürekli huzursuz etmek için

her fırsatı değerlendirdiği görülür. Düşmanları arasında en

yeteneklisi olan Raymond kendi tarafında birleşik bir destek

bulabilseydi, sultanın ilerlemesi daha zor olurdu. Ancak Hris­

tiyanlar arasındaki uçurum, Müslümanlar arasında olanlardan

daha geniş ve derindi. Raymond, bu bölgenin aıtık bir parça­

sı olmuş olan ve yerel gelenekleri kabul etmekte pek zorlan­

mayan ilk yerleşimcilerin başıydı. Bunlar Müslümanlarla barış

içinde yaşamak isterlerken, daha yeni gelmiş olan ve Haçlı

ruhundan hfüa etkilenen rakipleri, kafirlerle her türlü anlaş­

maya karŞıydılar. Doğal olarak Selahattin onları kösteklemek

istiyordu ve Raymond'la olan ilişkisi de diğerlerini kişisel ola­

rak sevmiyor olması nedeniyle daha da gelişiyordu.

Raymond'u desteklemesinin bir nedeni daha vardı. Herak­

lius ve iki dini şövalye tarikatının büyük üstatları Akka' da top­

lanan bir kurultaydan sonra, destek aramak için Avrupa'ya

gitmişlerdi ve eğer bu aralar Kutsal Topraklar' da savaş olursa

ve Hristiyan birliği oluşamazsa onların işi de zorlaşırdı. Zaten,

İngiliz soylularının haçı kabul etmelerini de, Fransız ve İngiliz

krallarının desteğini kazanmayı da başarmış olmalarına karşın


yardım için gelen giden yoktu. Bu sırada Selahattin kendi sa­

vunmasını güçlendiriyordu ve alışmamış olduğu kadar uzun

süre Şam' da kalabilmenin zevkini çıkarıyordu.

Bağdat'taki yeni halife olan El-Nasır selefinden daha atıl­

gandı ve İzzettin ile sultanın arasını yapabilmek için Şeyhle­

rin Şeyh i ' n i Selahattin'e bu amaçla elçi olarak yollamıştı. O

sırada Musul'da yaşamakta olan Bahattin de bu görevin bir

parçasıydı ve Selahattin ' i çok etkilemiş, yüksek yargıçlık tek­

lifini de bu sıralarda almıştı. Ancak kadı da, genç yaşına kar­

şın böylesi bir yardımı kabul edip, sonra kendisini yollamış

olan kişinin yanına eli boş dönmeyecek kadar bilgeydi. Zaten

görev başarıya ulaşamadı. Musul Atabeyi, Selahattin'e katılan

bazı Mezopotamyalı alt düzey yöneticileri cezalandırmaya

kalkıştığı için Musul yine kuşatma altındaydı.

Atabey korkuyordu. Musul ve çevresinin Nurettin'in soyu

olan ailelerinin hakkı olduğuna Selahattin'i ikna etmeleri

için, yanlarına birçok üst düzey hanımı da vererek annesiy­

le yeğenini yolladı. Bazı Arap yazarlar, sultanın bu hanımları

karşılamasını eleştirirler ve doğnı bulmazlar. Aslında, ne ufak

tefek şeyler yüzünden dikkatinin dağılması, ne de planların­

dan caydırılması mümkündü ve nezaketi bir an olsun eklen

bırakmamış olsa bile kararından da vazgeçmedi.

Ancak Musul alınamadı. Savunmaları çok güçlüydü, halkı

iyi savaşıyordu ve uzun bir kuşatma dışında alınamıyordu, ki

Selahattin de bundan mümkün olduğunca uzak dururdu. Or-

1 79
dusu sıcaktan bıkmış ve yorulmuştu. Sclahattin bu d urumu,

daha serin olan Ermeni topraklarına girip, n e zamandır yar­

dımını istemekte olan Müslümanları oradaki zorbaların zul­

münden kurtarabilme fırsatı olarak değerlendirdi.

O sorunu istediği gibi çözdükten sonra yeniden Musul sal­

dırısına döndü. Ancak bu sefer de yağmur mevsi mi gelmişti

ve solunum yoluyla bulaşan hastalıklara karşı zaafı yeniden

kendini gösterdi. Bu kez o kadar sertti ki öleceğini düşünen­

ler oldu. Eyerde zor durarak Harran 'a ulaştı ve orada b ir süre

ölüm kalım mücadelesi verdi. O sıradaki kafa yapısı , komu­

tanlarını çağırıp, oğullarına biat etmelerini söylemesinden

çıkarılabilir. Kardeşi El-Adil Halcp' ten hekimler getirse de,

iyileşmesi sancılı ve uzun oldu.

Bu hastalık, İzzettin'in barış için bir başka heyet yollaya­

cak cesareti bulmasını sağladı ve heyetin başındaki kişi olan

Bahattin, sultanın içinde bulunduğu duru m u e n iyi biçimde

değerlendirdi. Kendi yazdığına göre, görevi en kısa zamanda

kabul edilebilir koşullar sağlamaktı ve o da h i ç zaman kay­

betmedi. l 1 86'in Şubat ayında anlaşmaya varılarak sultana ve

kardeşine biat edildi. Kurnaz kadı, sultanın d urumu kuşkulu

olduğu için kardeşini de andın içine eklemeyi ihmal etme­

m işti.

Bu anlaşma sayesinde atabey şehrini ve topraklarının

önemli bir bölümünü k urtardı ama hutbelerde adını okutarak

ve sikkelere adını koyarak sultanın egemenliğine girmiş oldu.

180
Adil bir anlaşmaydı ve bütün dünyaya İslam bedeni içindeki

yarıilar<.ian sonuncusunun da iltihabının artık akmış olduğu

mesajını yolladı. Hata yerel yöneticiler arasında kan davaları

vardı ve Kürtlerle Türkmenler arası ndaki kavga daha yıllarca

sürecek , Yukarı Mezopotamya'yı, Diyarbakır'ı , Suriye'yi ve

Azerbaycan ' ı kana bulayacaktı ama bunlar İslam'ın önderliği­

ni tehdit etmiyordu ve sultan artık rakipsizdi.

Hii1:1 uzun bir nekahet devresinde olan Selahattin önce

Halep ' e , oradan da büyük kutlamalar arasında Şam'a geçti

ve kendi topraklarındaki barış sayesinde artık kalkışabilece­

ği büyük seferini kurmaya başladı . İlk adımı, egemenliğini

pekiştirebilmek için önemli yerlerin başına kendi ailesinden

insanları yerleştirmek oldu. Yaklaşmakta olan atılımın bütün

zamanını ve gücünü alacağını önceden görmüş olmalı ki.

yerel yöneticilere kendi bölgelerinde daha fazla yetki ve so­

ruınhıluk vermek istiyordu. Kolay bir iş değildi ve yerlerin­

den edileceklerin bu dunıımı nasıl algılayacaklarını dikkatli

tartması gerekiyordu. Örneğin Mısır'dan çağırdığı yeğeni El­

Melik El-Muzaffer o kadar huzursuz olmuştu ki, Barka göçe­

belerine katılmasını engellemek için Mısır'daki yukarı düzey

devlet m emurları ara}1a girdiler. Selahattin'in bundan mutla­

ka haberi vardı ama aile üyeleri arasındaki ilişkilerin iyi olma­

sına çok önem veriyordu ve genç adam Şam'a döndüğünde

bunun sözünü bile etmedi. Hatta kendisi şehirden bir günlük

yola kadar çıkıp, onu yokla karşıladı.

181
Mısır'ın yeni valisi Melik El-Adil olmuştu. Yani, içlerinden

en yeteneklisi en önemli toprakların başındaydı. İ şler sıkıştığı

zaman, adam ve erzak için son çare her zaman Mısır'dı ve El­

Adil'in gereken şeyleri toplayabileceğinden de, kısa zamanda

yetiştireceğinden de sultanın kuşkusu yoktu.

Oğlu El-Melik Ez-Zahir, "sultan" unvanıyla Halep ' e git­

ti. Bu, onun için büyük bir onur olduğu kadar, Haleplileri

de pohpohlamak içindi. Halep ve çevresi o kadar büyük bir

öneme sahipti ki, Bahattin "sultanın gücünün temeli" diye

yazacak kadar ileri gidebiliyordu ve orada egemenliğinden

emin olduğu sürece, Yukarı Mezopotamya, Musul ve Kelat

gibi daha doğudaki illerin bağlılığı konusunda kaygısı olma­

yacağını söylüyordu .

Selahattin, planlarını tamamlayıp , Halep 'ten de birlikler ala­

rak Kerak Kalesi 'ne yeni bir saldırı için yola çıktığında, 1 1 87

yılının Mart ayıydı . Kuneyitre yakınında durdu ve Suriye'den

ve Mısır'dan gelen takviyeleri beklerken Reginald'ın toprak­

lanna yağma kolları çıkardı. Diğer Frenklerin ona burada ol­

duğu sürece salclırınayacaklarından emindi ve yapmış olduğu

bu anlaşma sayesinde, en belalı düşmanıyla savaşırken ilk kez

kendini bu kadar serbest hissediyordu.

Reginald'ın hacı kervanına saklınp, esirleri bırakması­

nı söyleyenlere de " Muhammed gelsin de kurtarsın" diye

hakaret ettiğinin üzerinden bir yıl geçmişti. Aynı günlerde

Arabistan'ı işgal etmek ve Peygamber'in mezarına girip ke-

182
ıniklerini parçalama tehditleri de savurmuştu. Hatta Akabe

Körfezi'ne tekneler indirmişti ve kıyıları yağmalamak dışın­

da, Kızıldeniz'deki El-Havra üzerinden Medine'ye yürümenin

yolunu kuruyordu. Bir Mısır filosu bu seferi dağıtmıştı, serü­

venci kont da canını zor kurtarmıştı ama yarattığı şok Müs­

lümanlar arasında unutulmamıştı. Selahattin de, kont uygun

biçimde cezalandırılmadığı sürece kendini ödeşmiş saymaya­

caktı. İlk kez kanlı bir intikam istiyor ve bunu gizlemiyordu.

Hiç kimse Peygamber'e hakaret edip, mezarına saygısızlık

tehditleri savurup, sonra ceza görmeden kurtulamazdı. Sul­

tan, bu canavarı kendi elleriyle öldüreceğine ant içmişti. An­

cak zamanı gelmemişti. Kader, Selahattin'in Kerak'ı almasını

engelleyecekti ve bu zafer başkasına nasip olacaktı ama sul­

tan büyük ülküsüne, Kerak hükümdarını ele geçirmek ama­

cına yakında kavuşacaktı.


O N ALTi NCi BÖLÜM
H ıtti n Çarpışması

Selahatti n ' i n yaşamı boyunca, Hıttin Ovası' nda kazandı­

ğı zafer kadar kesin olan , o kadar büyük sonuçlar doğuran,

dahice kurgulanan ve kusursuz yönetilen başka bir çarpişma

yoktur. Uzun uzun ve dikkatle hazırlanmışt ı , düşmanın ha­

talarından iyi yararl anmıştı ve çarpışmayı kendi istediği yer

ve zamanda yapmayı başarmıştı. İ lk andai1 itibaren zaferin

mayası n ı oluşturan büyük muhakeme yeteneği, çarpışmanın

başından sonuna kadar haklı çıktı .

O günü anlatan Arap ve Hristiyan yazarlar, olayları aynı

biçimde anlatsalar el a H ristiyanlar neden öyle okluğunu açık­


,

lamaya daha çok önem vermişlerdir. Trabluslu Rayınond, sul­

tana karşı dostça tavırları ve Tapınak Şövalyeleri 'nin Büyük


Üstadı Riclefortlu Gerard ile didişmeleri dolayısıyla, merkezi

bir roldeydi . Anlaşılan , Lusignanl ı (i uy 'u n Gerard t arafından

Kudüs Kralı ilan edilmek istennı cs i . R:ıyıı ı n ı ı d ' u ıı k i n i n i arttı­

rıyord u. Onun kadar güçlü ve becerikli bir savaş<;m ı n ı l risti-


yan davası ndan kaybedilmesi anlamına geliyor olsa da, arala­

rındaki düşmanlı k bitmiyordu. Gerard ' ın en azından şimdilik

sakin olmasını ; f-I ospitalier Büyük Üstadı ve İbelinli Balian 'la

birlikte Raymond'a gitmesini, onu Selahattin'k bağlarını ke­

sip, eski müttefiklerinin arasına dönmeye ikna etmeye çalış­

mas1111 ancak kralın da desteğiyle kurulan bir soylular meclisi

sağlayabildi.
Üçü Tabcriyye'ye yola çıktılar ama talihsiz Balia n , d iğerle­

ri Faba 'ya devam ederken yolda bir yere uğradı . Kaleye ertesi

gün ulaştığında surlarını boş, kapıları nı açık buldu. Geride

kalan iki sakattan, Müslümanların topraklara girdikleri ni du­

yan üstatların apar topar ayrıldıklarını öğrendi. Merakla daha

ileri giden kont, daha fazla bilgiye ulaşınca korkuları n ın ger­

çek olduğunu anladı.

Sdahatti n'in oğlu El-Efdal, bir gün önce Ü rd iin ' ii geçmek

üzere Raymond'dan bir günlük izin almış, karşılığında tek

bir eve ya da yerleşime el ini sürmeyeceğine. giin baı madan

önce de dönmüş olacağına söz vermişti. Aslında Ernt<.lal bir

i kmal lOplama görevindeydi ve sözü n ü tuttmıştu a ma çabuk

hiddetlenen Gerard , Naseriyye 'den topladığı yedi yüz asker

ve kırk şövalyeyle üzerine atılmıştı. Bu delice bir sald ı rıydı

çünkü Araplar sayıca bire on üstünlerdi ve aptallığının bede­

lini adamları ödedi. Hospitalier Büyük Üstadı öldü ve Gerard,

bütün adamlarmı savaş meydanında bırakıp arkasına bakma­

dan kaçtı.

186
Bu felaket M üslümanların davasına şevk verse de, Ray­

mond'un krala ve Tapınak Şövalyeleri 'ne karşı memnuniyet­

siıliği bir kenara bırakmasını da sağladı. Bir araya geldiler,

kral ve kont kucaklaştılar ve herkes Sclahattin'in karşısına

bir an için birlik olarak çıkabileceklerini düşündü. Ancak

Gerard'm sakinleşeceği de, Raymond'a karşı kininin dinece­

ği de yoktu.

Temmuz ayında, bağımsız kıyı kentlerinin kuvvetleriyle

desteklenen bir krallık ordusu, Akka ile Taberiye Gölü (Cdile

Gölü) arasında bir yerde bulunan Sufuriyye pınarlarında ko­

nuşlandı. Raymond'un karısından Sclahattin'in Taberiye ken­

tinin kapılarına dayandığı ve tek başlarına dayanamayacakları

habeıi de burada geldi. Kral, soylular meclisini topladı ve

onun isteği üzerine Raymond söz aldı: "Size önemli şeyler

söyleyeceğim ama inanacağınızdan kuşkuluyum. Taberiye'yi

bırakın. Karımı, adamlarımı ve mallarımı alsalar bile, zamanı

gelince geri alırım. Her şeyi yitirmektense, sırf onları yitire­

lim. Burasıyla Taberiye arasında küçük bir pınar dışında su

kaynağı yok. Biz insanları ve hayvanları sulayamazken ve düş­


·
manın elinde her türlü olanak varken nasıl yürürüz? Bu yola

girmek, yok olmak demektir."

Konuşması inandırıcıydı ve orduyu daha uygun bir zaman

yakalayana kadar elde tutabilmek adına şehrin bırakılmasına

karar verildi. Ancak uzlaşmak bilmez Gerard, rakibinin bu kü­

çücük başarısına bile katlanamadı. Yatışmak bilmez ruhunda,


yılanın zeh i r iin:ımesi gibi k i n ve nefret giidii yorc.l u . Düşma­

n ın ı n sözü d in lenmiş o kl uğu içi n duyduğu hic.l c.letle odasına

geri döndüğünü kes t i rmek zor deği l d i r. D iğer h e rkes uyudu­

ğu zaman da kralın çadı rı na dündii ve söz iste d i .

Eleştirenlerin söylediği g i b i , G u y büyü k olası l ı k l a zayıf ve

beceri ksizd i . çii nkü Gcrard onu yeniden kazanmakta pek de

zorlanmad ı . Soyl ular ertesi sabah uya nd ık la rında , kra l ı n d ü n

geceki b rarları tersine çeviren em i rl e riyle karşı laşt ı lar. Ya­

k ın mal arı da bir işe yaramadı. Ord u , kısa zam a n d a bahtsız

yürüyüşüne başladı. Tek u m u tları, başpiskopos tarafından

Kudüs'ten get i ril mi ş olan ve yoğu n k o nınıa a l ım d a o nla rla

birlikte yürüyen kutsal andacın , İsa ' n ın şa hse n geril mi.� o klu­

ğu haçı n bir m ucize yaratmasında yat ı yord u .

Frenk ord usunun yaklaştığı h aberi ulaştığı n d a Raym ond ' un

kansı, Taberiye'yi yağmalayan Selahatti n 'e k arşı kalesi ne.len

elinden geldiği n ce savunma yapmaya çalışıyord u . Se l a hatt i11 ,

geri de küçük bir kuvvet bıra karak o n l a rı karş ı l amaya çıktı.

Şeh i rden beş kilometre kadar uza k t a onl arı k uşat t ı la r. H ıttin

kıvrı m ı n ı n altındaki tek bir pınar b i l e b u l u n mayan b i r vad ide

-yakalanan kral , bu en sıcak mevs i m i n kavurucu g ü n eşi altına

ordusun u kond urmak zorun da k a l d ı .

Sclahat t i n kendisin i talihli görüyord u çiin kii o gii n , bütün

camilc:rd e ıı Peygaınbc:r' e ortak d uaları n y ükse leceği . o n un

d a ordusuna kol kanat gereceği b i r cuma g ü n üyd ü . Yirmi bin

sec,:mc sava�çıdan o l uşa n iyi bir ordusu vard ı ve: k ra l ı n k endi

188
es G •l I' c� ' J . u� " s � G .ı il rt

onlu.su n u si.idi k le ın iş o ld u ğu çık mazın da fark ı ıı dayd ı . Raki­

b i n i n ağır ve h a n t a l o rd u s u n u , sıcak, taşl ı k , susuz yolc u l u kla­

rı boyu nca kt:ncli hafif süvarisi de huzu rsuz e d i p cl ur m u� t u .

Onun gözi.inclen. koşullar kusursuzdu. A<,;ık bir alanda ve s ı­

radan bir günde Frenkler yenilmez gibiydiler: Hatları, yarılması

mümkün o lmayan bir katılıkta olurdu. İnsanları da atları da ağır

zırhlar i ç indeydil e r ve şövalyeler mızrak ve oktan n ere c.ll:yse Iıiç

etkiknmiyurlardı. Onlar için yt:gfüı e tehlike, al düştüğü zaman

ağır zırh l ı bi nicisinin de düşmesiydi. Bir şövalye, bir düzine ra­

kiple birden başa çıkabiliyordu ve sıradan savaşçıları da teke t e k

d<>vüştt: M üslümanlarınkinden daha iyi dövi.i�iiyordu. Son ol a­

rak, Avrupalıyla ı\�}'al ı her karşılaştığında ortaya ı,·ıkan, batılıların

kt:nc.likrini üstün gürmc.:k ve tt:z canlı doğuluları horlamak alış­

kanlığı da vardı. Ok yağmuru altında birisi c.levrildiğind<.:, bir şey

olmamış g ibi saflar sıklaştınlırdı v<.: hareketlerin<: aynen c.lc\'am

ederlerd i . Özellikle atılar, şövalyeler v<: yamakları, k<:: n di lt:ri n<.:

sald ıra nla ra uımırsamaz t avırlarla i k'rlerlerdi. Çevrd<.:rindt:. t'\ l i.is­

lünıan süvarisinin ani salc.lııılannı püsküıtec<:: k yaya savaşçılar

olurdu. Kendileri genellikk y ed e k durur, çağırıklı klarımla d üş­

manın karşısına ancak çok büyük kayıplarla aşılabilecek bir taş

duvar gibi d i kilir ya da doğru zamane.la bu insan perdesini n arka­

sından çıkıp, karşı konulmaz bir güç!<: düşmana c.;:uvıp, o nları

kasırgara d i.işmi.iş saman yığını gibi dağıtırlardı.

Araplar ya l n ı z hafif zırh giy e rl e rd i -bazen h i ç giymt:zkr­

di- ve d u rumdan faydalannıaya uygun b içi md e h ızlı ve a n i


5 c f.ı g .ı ı t i ıı € r r " G ;

hareket ederlerdi. Ciddi hasar vermeleri mümkündü ama

Selahattin düşmanın taş bir duvarın ardındaymış gibi görü­

nen aşılmazlığına defalarca tanık olmuştu . Kendi savaşçıları

çlüşmanınkilcrle karşılaştırıldıklarında neredeyse silahsız gö­

rünüyorlard ı . Yanlarında yalnız yay ve çivi kakılmış sopalar

taşıyorlardı, mızraklarının yalnız ucu demirdendi, sapları ka­

mıştandı. Hı:dı atları üzerine.le rüzgar gibi kaçıp, i.z leyenler

takibi bıraktığında tekrar toplanıyorlardı ve en beklenmedik

anda geri dönüyorlardı. "Israrlı bir sinek gibiler" diye yazar

bir tarihçi, " kovalasan da mutlaka geri gelirler; o nlara bakar­

san uzakta dururlar ama dikkatini başka bir şeye çevirdiğin

anda yeniden saldırırlar. "

O gün de, avlarının yakınlarında dolanıp duran, her fırsat­

ta saldırıp, karşılık verilmesini bile beklemeden çekiliveren,

ısırdıkları yeri zehirleyip kaçan bu ısrarlı sineklerin s ü rekli

claclanmasıyla geçen, yorucu ve sıcak bir gün olmuştu. As­

kerlerin durumu bunu zorunlu kılınış olsa bile, geceyi vadide

geçirmek karan ölümcül oldu. Elbette pek seçenek yoktu;

tepeleri taze Müslüman birlikleri sımsıkı tutuyordu ama dü­

rüstçe anlaşmak için bu son fırsatt ı . Balian 'ın yamağı lm fikri

Raymond'a iletmiş olsa da , Raymond kr;i lın bu iyi teklifi din­

lemeyeceğini ve kendisi durm ayı önerse de diğerlerinin ne


·
pahasına olursa olsun harekete devam etmeyi istediklerini,

suya ulaşmanın her şeyden önemli olduğun u öne sürdükleri­

ni söyledi. Gün boyunca ordugah içine.le dolaşıp , şu sözcükle-


<S g .:ı ı• fc s J . tR. 0 5 c b.:ı �ı ft

ri söylediğini hayal etmek zor değildir: "Heyhat. Tanrım! Bu


savaş bitti. Hepimiz öldük. Krallık dağıldı."
Her yandan su için yalvaran sesler arasında, bir damla su
olmadan geçen berbat bir geceydi . Araplar, rakiplerinin için­
de bulunduğu durumu gayet iyi bildikleri için her yönden
kuşatmışlardı ve bir kişiyi bile çıkarm ıyorlardı.
"Cennetin ve cehen nemin melekkri bayram ediyorlardı.
Bu tek gecede, binlerce sıradan gecenin toplamından daha
büyük bir güç vardı, çünkü melekler ve kutsal ruh sabahki za­
ferimizi sağlamak için yere inmişlerdi. Bizler, sanki Tanrı 'nın
şahsen konuştuğu ve yalnız bu dünyada değil, ahrette de
mutluluk vaat ettiği kişilerdik . " Müslümanlar arasında hu tür­
e.len övgüler dolanıyordu.
Ancak, Sclahattin ilahi desteğe güveniyor olsa da, insanın
yapabileceği hiçbir şeyi Tanrı'ya bırakmamıştı. Kaçmaları
için küçücük bir delik, en ufak bir şans bile olmamalıydı.
Kendilerine güvenen savaşçıları önceden zafer şarkıları söy­
lerken, o gerekebileceğini düşündüğü yerlere ok siperlikle­
rinin dikilmesini sağlamak için cephe boyunca gezdi. Dört
yüz denk yedek ok yaptırdı ve bunların kolay dağıtılabilmesi
için develer tayin ettirdi. Tek kaygısı; Faba'daki Fn:: n k birlik­
lerinin ileri bir hareket yaparak Amer Vadisi'n<len lkyzan'a
yürüm eleri ve Ürdün üzerindeki köprülere saldırarak, ken­
disinin çekil iş yolunu tek bir köprüyle kısıtlamaları olasılığı
olabilirdi. En azından, bizim çağımızın İngiliz komutanların-
dan olan Yarba)� C.R. Conder, durumu dikkatle incelediğinde

bu düşünceye varmıştır ama Selahattin 'in böyle bir saldırıya

karşı önkm alıp almadığını bilmiyoruz ve sergilediği kendine

güven, bu tür bir h uzursuzluk duymadığını da bize bir m i ktar

gösteriyor.

" Dilediğimiz old u " dedi heyecan içinde. "Kendimize gü­

venirsek onları deviririz ve Taberiye bölgesini. de, k ıyıları da

kaybederlc:r. "

Eı1esi sabah yeni bir cehennem gibi başladı ve kavrulan

düzlüklerden kalkan Frenkler d üşmanın ü zerine çaresiz yürü­

düler. Zırhları onları m ızrak ve oka karşı korud uğu için, atlan

yaralanmadığı sürece şövalyelerin daha fazla şansları vardı

ama susuzl u k tan ve ayaklarındaki yaralardan deliye dön müş

olan, hem de bir ok yağmuru altında yürümeye çalışan pi­

yadeler dehşetin eşiğine.leydiler ve kendilerini kısa zamane.la

kaybettiler. Piyadeyle süvari arasındaki alışıldık dayanışma

kayboldu ve herkes kendi başına kaklı. Bu işkenceyi artırmak

için . Araplar kurumuş otlan ateşe verdiler ve Frenkler kara

dumanlar içine.le boğulmaya başladılar.

Selahattin, güne her zamanki s ükunetiyle başlad ı . Yanına

yalnız bir yamak alıp, iki ordu arasında at s ü rerek araziyi ince­

ledi ve iki taralin da güçl ü ve zayıf oldukları noktaları saptadı.

Düşman keskin nişancıları tarafı n da n atılan o klara aldırma­

dan gözcülüğünü kısa zamanda bilirdi ve ordular hareketlen­

meden döndü. Günün geri kalanında, gerektikçe cephenin


çeşitli yerlerine gidip buyruklar vererek yönetti, yüreklendir­

di ya da sakinleştirdi.

"Frenkler ölüme geliyorlardı" diye yazdı Bahattin. " Önle­

rinde felaket ve yıkını vardı ve ertesi gün mezarda olacakla­

rından eminlerdi. Yine de kapışma inatla sürdü. Kesin zafer

kazanılana kadar her bir atlımız kendini düşmanın üzerine

attı ve kfü1rler helak oldular. "

Frenkler açısından bu son ve çaresiz girişimdi ve Müslümanla­

rın zaferi de ucuz olmadı. Piyadeler susuzluğun ve sıcağın işken­

cesiyle savaş dışı kalmış olsalar cfa, şövalyeler düşmanı uzun süre

tutn1L1r. Bu toprakların efendisi olduğu için, savunulmasında da

başı çekmesi kral tarafından emredilmiş olan Raymond, Müslü­

manlann aI"asına çaresiz bir taanuz yaptı. 01.ı.daki komutan ze­


·
kice bir hareketle safütrmı ayırdı ve kontla adanılan geçince ye-

niden kapanıp, kralın güçlerini bölmeyi başardı. Raymond, �ar­

pışmanın çaresizliğine inamncaya dek direndi ve sonra Trnblus'a

lmçtı. OmcL-ı, kimilerine göre.acısmcL-ın, kimine göreyse Haşhaşi

hançerleri sayesinde kısa zamanda öldü.

Haç için savaşanlarm son savunma noktası, dôğal olarak

kutsal haçın çevresi oldu. Bu haç, �ralın otağının ardıncL-ıki bir

yükseltiye dikilmişti ve ikisinin de çevresinde son savunanlar

Ş
biıikmi ti. Selahattin'in oğlu El-Efdal, Peygamber'in savaşçıları

üzerlerine çullanırken bu son direnen kahramanların mücade­

lesini babasının yamndan izlediğini anlatır. Şövalyeler taamıza

kalkıp, Müslümanları sultana kadar geri itmişlerdi.

193
"Onu izlerken yüzünde korku gördüm" der çocuk. "Ren­

gi değişti, sakalını yolarak fırladı ve 'Şeytana haddini bildi­

rin' diye bağırmaya başladı. Böylece Müslümanlar düşmanın

üzerine yeniden çullandılar ve onlar da tepeye geri çekildi.

Frenklerin kaçtıklarını ve Müslümanların kovaladıklarını gö­

rünce 'Dağıttık onları! ' diye coşkuyla bağırdım ama Frenkler

yeniden taarrnza kalktılar ve adamlarımızı bir kez daha baba­

mın olduğu yere kadar gerilettiler. Onları yeniden toparladı

ve düşmanın üzerine sürdü. Yine ' Dağıttık onları ! " diye ba­

ğırdım ama babam bana dönüp şöyle dedi: Sessiz ol! Düşma­

nın otağı orada dikildiği sürece onları yenmiş olmayacağız. "

Deneyimli savaşçı, önderin alemi ayakta durduğu sürece çev­

resine ne kadar büyük etkisi olduğunu biliyordu. Kendisi de

daha az önce yenilip kaçan savaşçılarını toplayıp geri yollamış

değil miydi? Ancak, bu sözleri söylemesinin hemen ü zerine

otağ da, kraliyet sancağı da devrildi. " O zaman sultan atımları

indi, secdeye geldi ve gözyaşları içinde Tanrı 'ya şükretti. "

Şövalyelerin çoğunluğu ölmüş, gerisi esir düşmüştü. Bu

yenilgiyle birlikte, Hristiyan dünyasını yıllarca acıya boğacak

bir şey daha olmuş, kutsal haç da devrilmişti. "Kızıl altınla

kaplanmış, inciler ve değerli taşlarla süslenmiş" bu kutsiıl

tahta, nice çaresiz taarrnzun ilhamı olmuş , beyhude sanılan

umutların parlak zaferlere dönüşmesini sağlamıştı. Şimdi

imansızların elindeydi ve alay konusu olması kaçınılmazdı.

Çaresiz kalan şövalyeler savunmayı kestiler ve kendilerini


yere attıhu·. Susuzluktan mahvolmuş, tükenmenin sının na dayan­

mış bu savaşçılar koyunlar gibi sıraya sokuldular ve fatihin otağı­

na getiıildiler. Bu kadar büyük bir felaket görülmüş şey değildi.

Hıistiyan davasının en cesur yiğitleri yanında, kral da esir düş­

müştü. Pek azı kaçabilmişti. Raymond ile birlikte Sayda Prensi

ve Balian da bun.lann arasındaydı. Felaketin asıl sorumlusu olan

Gerarcl, Hospitalier.lerin yeni üst<iclı olan ve gerdeğine su.itan ta­

ratindan anlayış gösteıilıniş olan Toronlu genç Humphrey, Kont

Rar.mond'un oğlu, Gaddar Reginald ve Jibeil Kontu ela esirler

arasındaydılar. Diğerlerinin çoğu ölclürülınüştü.

"Sıradan insanlara gelince, kimisi ölmüştü, kalanları esir-

di. Tutsaklar dışında, koca ordudan sağ kurtulan olmadı.

Önemli önderlerin çoğu , yaşamını kurtarabilmek için esareti

kabullendiler. Güvenilir olduğunu düşündüğüm bir adam,

Havran'da bir Müslüman savaşçının, çadır ipiyle bağladığı

otuzdan fazla tutsağı güderken gördüğünü anlattı. Hepsini

tek başına esir etmişti; yenilginin yarattığı dehşet, işte bu ka­

dar büyüktü" diye yazar Bahattin.

Tepeler ve vadiler cesetlerle, karpuz tarlası gibi kesik baş­

larla kaplı olarak günlerce kaldı . O kadar çok at ele geçmişti

ki savaşçılar satacak adam bulmakta zorlandılar ve Şam ' da

Hristiyan kölelerin fiyatı üç dinara kadar düştü. Bir savaşçı,

tutsağını bir çift ayakkabıyla takas etmişti. Bir başkası; tutsak

bir adamı, karısını, üç oğlunu ve iki kızını toplam seksen di­

nara satabildiği için kendini şanslı addediyordu.

195
Guy'un ordusunun gücü hakkındaki raporlar çcşillidir.

Kimi, yirmi üç bin kadar düşük sayılar dile getirir, kimi alt­

mış üç bin der. İmadettin, yalnızca ölenkıin otuz bin kişi

olduğunu söyler. tkr durumda, Selahattin 'in ordusundan

en azından iki kat kalabalık oldukları açıktır. Müslümanların

bu oranlarla zafer kazandıkları tek savaş buydu ve bu kazanç

bütünüyle sultanın fırsatı hızlı değerlendirip, doğru zamanda

doğm hamleyi yapması sayesinde olmuştu.

Şimdi de sıra yargılamaya gelmişti. Hristiyan şövalyeliği­

nin çiçeği elindeyken nasıl bir karar verecekti? Geçmişi dii­

şünüldüğünde ım:rhametli ve kesin bir adalet duygusu içinde

davranması beklenirdi, ki olaylar da öyle gelişti.

Ödenmesi gereken bazı pis borçlar vardı. Örneğin , Chatil­

lonlu Reginald 'ın borcu . . . Aynı biçime.le, Ridfordlu Ger:ml ve

onunla birlikte, hoşgörülü Müslümanların inançlarına saygısız­

lık etmekten hiç çekinmemiş olan Tapmak Şövalyeleri' nin ve

Hospitalier Şövalyeleri'nin tümü c.le bu borcun altındaydılar.

Yorgun soylular, sarhoş gibi sallanarak otağına getirildi­

ler ve ilk olarak kral ve Reginald huzura çıkarıldı . Kral için

bir sandalye kondu. Ne kadar bitkin olduğunu gören sultan,

bir çanak buzlu gül şerbeti getirilmesini buyurdu. Kral su­

suzluğunu giderdikten sonra çanağı Kt'.rak Lordu 'na uzattı

ama Selahattin müdahale etti. "Krala söyle" dedi çevirmeni­

ne, "bu adama içecek sunmak onun değil , benim elimdedir."

Bu sözün nedeni, Reginald'e karşı olan tavrının yanlış anlaşıl·


masını engellemekti çünkü Arap geleneklerine göre bir esire

konukseverl i k göstermek, yaşamının bağışlanacağı anlamına

gelirdi . Sonra Regi nald'e döndü ve dedi ki: "Kaç yere yemin

edip, sonra bozdun? Anlaşmalar yapıp sonra uymadın; bizim

güvenimizi suistimal etmek dışında ne yaptın?"

Tehditkar sesi ve haşin gözleri, kontun akıbetini anlatıyor­

lardı ama o anda bir şey olmadı. Sclahattin başka çadırların ve

sancaklann dikilmesini emredip atına bindi ve herhalde se­

rinlemek ve düşün m ek için uzaklaştı. Geri geldiğinde, kral ve

Reginald tekrar ot:ığııı a getirildiler. Kral girişte otunıyordu,

Kerak Lord u ise ayaktaydı. Peygamber' in kişiliğiyle ve gücüy­

le alay ettiğini h atırlattıkt a n son ra Selahattin gaddar bir sesle

şöyle dedi: "Hz. Muhanımed'i sana karşı savunuyonım!"

Bundan sonra olanlar hakkında tanıklar arasında anlaşmaz­

lık vardı r Bir tan esi , sultanın adamı n boynuna vurduğunu,


.

sonra bir hizmetçinin onu dışa rı sürükleyip işini bitirdiğini

anlatır. Başka b i ri , Selahatt i n ' i n kılıcını sıyırıp Reginald'in ko­

lunu k o pardı ğı nı ve yardım c ıların ın da son ra kafasını kestik­

lerini söyler. Her ne o lduysa, sonuç aynıydı; Kral Guy. aynı

�eyin kendi başına da geleceği korkusuyla sandalyesinde

dehşet içinde büzüldü ama Selahattin nazik tavrına döndü ve

onu rahatlattı. Otağın içine götürdü ve şöyle dedi: "Hüküm­

darlar birbirlerini öldürmemelidir ama o adam bütün sınırlan

aşmıştı. Kö t ül ü k l eri ihaneti artık kabul edilmez boyuta gel­


,

mi şt i. Ay m a zl ığı . kendi sonunu getirdi. "

197
Gerard, zincire vunılarak Şam 'a yollandı ama diğer Tapı­

nakçılar ve Hospitalierler sultanın gazabıyla yüzleştiler: Hep­

si iclam edildiler.

O gece Müslüman ordugahında kimse uyumadı. Bitkin

tutsaklar talihlerine küserlerken, Müslüman savaşçılar sevin­

ce boğuldular ve zafer şarkıları söylediler. " Her yandan 'Alla­

hiiekber! ' ve "La ilahe illallah ! ' sesleri yükseliyordu. "


O N Y E D İ N Cİ B Ö L Ü M
Kudüs'e Doğru

"Başan kapısı önünde aralanan kişi fırsatı değerlendirip

girmelidir, çünkü kapının ne zaman kapanacağını bilemez. "

Selahattin, Peygamber' in bu sözlerini unutacak adam değildi.

Gerçek bir doğuluydu ve " kısmetin" belirgin gücünü ilikleri­

ne kadar hissediyordu. Mısır krizi sırasındaki fırsatı kucakla­

yarak güce ulaşmıştı ve yirmi yıldan uzun zaman sonra, şimdi

ele koşulların önüne bu kadar açıkça sunduğu durumu değer­

lendirmeye çoktan hazırdı.

Büyük zafer, Müslümanların önünde Filistin'in kapılarını

açmıştı ve koca şehirleri de, kaleleri de büyük fatihin toplaya­

bileceği olgun birer m eyve gibi önlerinde duruyordu. Hüküm­

darlan da savunuculan da ölmüşlerdi ya da tutsak düşmüşlerdi.

Ancak kıyıda köşede kalmış birkaç kale kuşatmaya direnebile­

cek güçteydi, ki bunların da büyük bölümü eski efendilerine

çok da tutkun olmadıkları için, ölümüne bir savunma yapma­

yacakları belliydi. Tuhaf biıtakım rastlantılar sonunda Sur şehri

199
Frenklerin eline kaldı -ve ileıide de işlerine yaradı- ama kıyıda­

ki diğer şehirler ve kaleler, kimi hiç karşı koymadan, kimi de

hafif savunmalar yaptıktan sonra, birer birer teslim oldular.

Hıttin'den hemen sonra, Selahattin ordusunu Raymond'un

eşinin büyük bir cesaretle elde tutup, sonunda çaresizlikle

teslim ettiği Taberiye Kalesi'ne soktu. Kadının ve çocukları­

nm güvenle kaleden çıkmalarını sağladı. İ ki gün sonra, önem­

li Akka şehrinin kapısında belirdi. Şehir halkı dışarı çıkıp,

teslim olmalarına ve mallarını kurtam1alanna izin verilmesini

dilediler. Selahattin, bu öneriyle karşılaşıldığında adet olduğu

üzere kabul etti. Mallarının içinden taşıyabileceklerini topla­

maları için bir gün izin verildi ve sonra ordu içeri yürüdü.

Müslüman savaşçılar, en açgözlülerinin bile doyacağı kadar

yağmaya kavuştukları bir başka zafer yaşamış oldular. Savaşçı­

lar şehre dağılırken her biri seçtiği bir evin kapısına kendi mız­

rağını dikti ve orayı istediği gibi yağmaladı. Ellerini uzatıp alı­

vermekten başka bir şey yapmaları gerekmedi , çünkü zengin

Frenkler bir gece önce şehri terk etmişlerdi. Halka açık yerler·

de ve silahlıklarcla dikkatle yaptıklan aramalar sonunda büyük

hazineler ortaya çıktı. Bu sırada sultan yağmadan kendi payını

almış, büyük bölümü Tapınakçılar'a ait olan mallardan ve ken­

di takdir ettiği büyük alimlerin eserlerinden seçmiş ve kenara

çekilmişti. Haznedarı, evlerine gönderilecek olan yoksul Müs­

lümanlara bu yağmadan pay dağıtmakla bir hayli meşguldü.

Şehıi ve civar köylerini oğlu El-Melik El-Efdal ' e bahşetti.

200
Üstte: Haçlıların kuşattığı bir Arap kalesi

(Bi r 13. yüzyıl Sanatçısı tarafından çizil m iş)

Altta: Selahattin , Kudüs kra l içesinin ricasın ı c.linl iyor

(Eski bir Fransız eserinden).

201
Güçlii bir kale olan Toron, iki hafta kadar sonra kuşatıldı
ve savunan nadir yerlerden biri oldu. "Cesaretleri denenmiş
ve inançlarına sonuna kadar bağlı" adamların savunduğu ka­
lenin alınabilmesi için mancınıklar kurulması ve üst üste taar­
ruzlar yapılması gerekti.
Bu sırada El-Adil temizliğe yardımcı olmak için M ısır'dan
bir orduyla gelmişti ve saldırıp Yafa'yı almıştı. Dört bir yana
kuvvet gönderildi ve bu kollar Beyrut, Sayda, Jibeil, Hayfa,
Caeseria, Nasıriyc, Scfuriye ve Tibni n gibi pek çok yeri ele
geçirdiler. ·'Beyrut'un alınmasıyla Frenkler oradan :ıyrıldılar
ve anayurduna bir yabancı gibi kalmış olan İslam . evine dön­
dü. " Kudüs, Sur, Aşkelon ve Tapınak Şövalyeleri 'yle Hospi­
talierkr tarafından tutulan birkaç kale daha dışında Kudüs
Krallığı sultanın eline geçmişti. Aşkelon ' u bir kuşatmayla
Eyliil'ün beşinde aklı. Güçleri çok seyrelmiş durumda olma­
saydı ve "her savaşçı kendi yağmasıyla uğraşıyor" olmasaydı,
Sur şehrini de zorlayabilirdi.
Selahaui n daha önce gitmeyi seçmiş olsaydı Sur bu du­
rumda bile alınabilirdi; zaten tesli m i için koşu llar bile c.lii­
şünülmüştü. Antakya prensini lemsi! eden Saye.lalı Reginald
ve yerel komutanlar, Selahattin kuvvetleri n i çekerse teslim
olmayı önerdiler. Sonuçtan emin olan sultan. b urçlara dikil­
mek üzere iki sancağı nı gönderdi. Ancak Monferat l\farkisi
Konrad 'ın beklenmedik gelişiyle işler değişiverdi.
"Marki, kafirlerin en iman.sız olanıyd ı " diye yazar El-Atir.

202
"Bir talihsizlik iblisiydi; k u rttan beter, itten aşağı lık, eşi ben­

zeri olmayan bir iğfalciydi. " Bunu söylerken , Arap tarihçi bu

adamın Mi.isli.imanların etinde bir diken olduğunu söylemek

istiyordu ve bu olaylarda gerçekten de öyle olduğun u gös­

terdi. Akka'ya bir zaman önce gemiyle geldiği zaman şeh­

rin Frenklerin elinde o lduğunu sanıyordu çünkü yenilgileri

onun ayrılmış olduğu Konstantinopolis'e henüz ulaşmamıştı.

Akka'c.la adet olduğu üzere, k e ndisini karşılamak için çanla­

rııı çalmadığını görünce şaşırmış ve bir açıklama istemişti.

El-Efdal'in yolladığı u la k markiz tarafı ndan kandırıldı ve ma­

sumane bir tavırla H ıttin çarpışmalarını anlattı: Frenklerin

Filistin ' den sürüldükleri n i , yal n ız Kudi.is'te ve birkaç başka

küçük yerde kaldıkları n ı söyledi. İ k i taraf da hataların ı daha

görüşme bitmeden anlamışlardı ve ulak markiyi<: birlikte ge­

miye el konulmasını sağlamak için şehre dönerken gemi de­

mir aldı ve Sur şehrine yelken açıp, sultanın teslim koşulları­

n ı n bildirilmesi nden bir gece önce ulaştı. Yeterince savaşçısı

ve yiyeceği vardı ve den eyi mli kuvvetlerle destekleniyordu;

bu yüzden Saydalı ' n ı n kabul ettiği teklifleri reddetti. Sultanı n

sancakları hendeklere atıldı v e Saye.lalı Antakya'ya kaçarken,

Konrad şehri kuşatmaya karşı hazırlamaya başladı . Çevre

yerleşimlere dayanmalarını söyleyen ulaklar gönderildi, yen i

surlar dikilip, eskiler güçlendirildi, hendek derinleştirildi

ve halk şiddetli bir direniş göstermek üzere yüreklendirildi.

Planlan aksayan Selahattin, karşısındaki rakibin zeki ve be-

203
5e f., g ., ı ı i ıı S r r u G i

cerik l i bir adam olduğunu n fark m d aydı ve bura d a zaman vc

giiç harcam aya değm eyeceğine karar verdi. ı\şkclon'a doğru

yola çıktı.

Scfcıin son biiyii k ham lesi olan Kudiis k uşat ması için artık

yol açı ktı . Oradaki güçlü kişilere ulak y o l layı p , şt'l1ri teslim

etmelerin i t a l ep etti. Heyet ona u laş t ı ğ ı zaman d a şehri bir ku­

şatmamn c.khşet inden korumak istediğini a n l a t ı p , D a l i a n ' ın

yuşağıııa şun ları söy l ed i : "Ben de K u d iis'ii n Tan rı ' n ın evi ol­

c.lıığuna inanıyorum ve Tanrı' n ın evi n i kuşatmak d a , o raya ta­

a rnı z ermek c.le istenıiroru m . narış Ye iyi n i yetle: a l a b i l i rsem,

ne yapacağımı s ize söyleyeyim. Size ot uz bin Bizans :ı ltını

vereceğim v e şeh ri de, beş fersah ç ev re s ind e k i t o p rakları da

size bırakacağım. Paskalya'ya kadar yetecek yiyecek d e vere­

ceği m . O z:ıınamı kada r ya rd ı m geti re b i l i rseniz ne a l a ; ama

eğe r o gün geld iğinde hi'i1:1 k u rtu lma umu d u n u z yoksa şehri

teslim edeceksin iz, hen de halkın ızı ve m a l ları n ı sağ sal i m

Hris t iy a n bölgesin<.:' g e ç i receğim . ..

K oşulla r düşün ü ldüğünde a l ışı lmadık b i r t e k l i fli Vt' Scla­

hattin söz konusu olmasa bu t e k l ife i n a n ıl m as ı da pek müm­


kün d e ği l d i . Jlcyet teklifi reddetti. K urlancı ları n ı n o n ların

selameti için kan akıtıp, acı çekmiş olduğu �ehri tesl im et me­

leri n i n mümkün o lmadığını söyledikr. Sel a h a l t i n y:ı n ı l ı altlı·


ğında cesaretlerine ve sadakatlerin e saygı gös t e rd i ve ş e h ri

almak i çi n temiz b i r savaştan başk a b i r yohı ba�\'urmaracağı ­

na anl i�· l i .

204-
Kudiis'iin kuşatılmak üzere okluğu haberi, kulsal şehre

de;, Sclahatti n ' e de p e k çok katı l ı m a neden oldu. İslam dün­

yasındaki son i natçılar da Sclahat tin ' i n önderliğini kabul edip

ordusuna katı ldılar. Bi nlerce H ristiyan savu nmasına yardım

elmek ya da sığınmak amacıyla şehre geldi ler. Bu yiiz<.len


şe ıir aşırı kalabalıkla::;tı ve i nsanlar sokaklarda yatar oldular.

Aynı zamanda yiyecek ve ikmal sağlamak ve savu nmaları güç­

J<:: nclirınek için çaresiz girişimler ek başladı.

Yeni komutan I3alian, Müslüman ordusuna karşı zafer

kazanabileceğinden k uşkuluyd u , aynca Selahatli n'c verdiği

sözü tutmamış .olduğu içi n kişisel kaygıları da vardı . Yin e de

koşulların elverdiğince en iyisini yapmaya çalışlı ve K utsal

Mezar K i l iscs i ' nckki gümüşleri siiküp. savaşçılara ver m ek

üzere eritip sikke yapan başpiskopostan da biraz yardım al<.l ı .

Yalnız i k i şövalye kalmış olduğu için, Balian yen i konumları­

nın onları yüreklendiri p , özveride bulunmalarını sağlayacağı­

nı d üş i.i nd ii ğ i i kırk k i�iyc şövalyelik verdi .

Surlarda gergin bekleye n le r. 1 1 87 yıl ı n ı n 20 Eylül pazar

günü M üs l üman ordusun u n Davut Kapısı ' na gelen yoldan

yaklaşcığını seçt i le r. Pcygam ber' i n savaşçıları, izleyenlerin

kaygı lı gözlerin i n alabildiğince tozlu yola yayılm ışlardı ve ya­

k ında şehrin sonunu g eti recek olan k ul e leri ve mancın ı kları


yanlarında getiriyorlard ı . Hıttin çarpışmasından sonra geçen

yetmiş bc.:ş gün boyunca b u savaşçılar Filistin 'i yere sermişler­

di; �imdi durdurulabi lcceklcrini düş ü n me k de anlamsızd ı .


Sultan, başlangıçta kuvvetlerini Davut Kapısı'yla Aziz Ste­

fan Kapısı arasındaki surların karşısında konuşlandırmak ha­

tasına düştü. Burası Davut Kulesi 'nin hükmettiği bir bölgeydi

ve güneş de Müslüman ordusunun . gözünü alıyordu. Kule

gan1izonunun üst üste yaptığı huruçlar, mancınıkları kurma­

ya çalışan mühendisleri geri püskürttü, kuleden atılan oklar

da ciddi hasara neden oldu. M ühendisler ancak gün battıktan

sonra gelişme gösterebildiler ve ertesi gün yeni saldırılarla o

emekleri de boşa gitti. Birkaç gün sonra sultan komım değiş­

tirmeye karar verdi. Çadırlar toplandı ve ordu hareket etti.

Kıs�l bir an için Kudüs halkı sultanın kuşatmayı kaldırdı­

ğını ve şehrin Müslüman belasından kurtulduğunu düşündü­

ler. Kadınlar ve erkekler kiliselere koşup şükran sunarken,

şehir sokakları neşeyle doldu. Ertesi sabah uyandıklarmda

kuşatanları bütün güçleriyle şehrin surlarının en zayıf olduğu

kuzeyinde gördüklerinde, mancınıklar çoktan kurulm uş, Ce­

viz Vadisi' ne bakan duvarlardan birinin altındaki lağımlar bile

açılmıştı. Şimdi güneş savunanların gözüne giriyordu.

Duvardaki bir çatlak kısa zamanda genişledi. S urlara o ka­

dar çok ok yağıyordu ki, kimse çıkmaya cesaret edemiyor­

du. İki günde dış duvarın altında otuz metre lağım açılmıştı

ve bu patlatıldığında duvar hendeğe çöküverdi. En iyimser

olanlar bile umutlarını kaybettiler. Balian ve başpiskoposun

son toplantısında, şövalye cesur bir savaşçının vereceği ka­

rara ulaştı. Bu karar, geceleyin kuşatanlara u m u tsuz bir çıkış.

206
yapıp çarpışarak ölmekti ve savaştan sonra utanç içinde öl­

dürülmeye razı o lmuyordu . Kutsal şehri teslim etmektense,

İsa Peygamber'in kendileri için ölmüş olc.luğu yerde kendisi

de ölmeyi yeğliyorc.lu. B u cesur konuşmasına şövalyeler c.le,

şehirliler ele katı ldılar ama başpiskopos müdahale et ti.

Son bir b iiyiik savunmac.la ölmek istemeleri gayet uygun

olsa c.la, bunun k urtarılabilecek olan ruhları c.la tehli keye ·at­

mak olacağını söyledi. Kcnc.lileri k u rtulsalar bile, kadın ları ve

çocukları Hristiyanlığın büyük kaybı ol urdu. Müslümanlar

onları ölc.liirmeseler de, inançlarını değişti rmeye çalışacaklar­

dı. İsa adına, kadın ve çocukları korumak biri ncil görevleri

değil miydi?

Bu söyleme karşı konulamazdı. Daha sonraları, özellikle

de kilise hazinesini toplayıp götürmesinin ardından, kimileri

Heraklius'un farklı amaçları olduğundan kuşku duyacak ol­

salar da, Balian'ın planın ın kahramanca ve gösterişli olduğu

kadar korkunç sonuçları olacağı da açıktı . Sonunda Balian'ın

sultanla şehrin teslim koşullarını konuşmasına karar verilc.li.

Balian ile sultan a rasındaki konuşmada olanlar hakkında

kayıtlarda farklılıklar vardır. İmac.lettin , sultanın hic.ldetli ol­

cluğumı ve şövalyeye d o ksan b i r yıl önce Haçlıların şehri al­

dıkları zamanki tavrı göstermeye niyeti olduğunu söylediğin i

aktarır. Erkekler öldürülece k , kadınlar ve çocuklar esi r edile­

cektir. Balian, nüfusun serbestçe çıkması hakkında ısrar edin­

ce, Selahattin ona güvenmediği n i ve bu koşulları kab u l et-

207
nıeyeceğini söyler. Kudüs ıor ku llanarak alınacaktır ve halkı

<la ölüm ve esaret bekkmektedir. Erkeklel'in kanı nı dökecek,

kadınları ve çocukları da canı nasıl isterse öyle yapacaktır.

Olacaklar c.1 üşiinüldüğiinde, sultanın zeki yardımcısının ya

yanıltıldığı ya da efendisini yanlış okuduğu anlaşılmaktadır.

Selahattin, böyle bir dili ancak karşısındakini korkutmak için

kullanmış olabilir, ki blöf yaptığı da pek göriilmez. İınaclet­

tin, Balian'ın yanıtını şöyle aktarır: " Bi z kurtarılmayı ummak­

tan caydık ve barış ya da merhamet aramıyomz ama işte bu

nedenle kendimizi ölene dek savunuruz ve canımızı pahalıya

satarız. Hiçbirimiz sizden on kişiyi yaralamadan yaralanmaz.

Evlerimizi yakar, kulelerimizi yıkarız. Ancak bir harabeyi yağ­

maliıyabilirsiniz. Şahrah ' ın yok edersek pişman olursunuz.

Şahrah Kulesi de yıkılır ve Sulvan çeşmeleri doldurulur. Beş

bin Müslüman esir, konumuna bakniadan k atledilir. Altın ve

değerli eşyaları yok edip, kadınlarımızı ve çocuklarımızı öl­

dürürüz; taş üstünde taş bırakmayız. Bu harabe sizin ne işi­

nize yarar? "

El-Atir, Balian'ın benzer sözlerini aktarır ama daha akla

yatkın sözcükler kullanır. Şövalye, daha az böbürlenmektedir

ve uyarısında içten bir çaresizlik sezilmektedir: "Yüce sultan,

bu şehrin Tanrı'nın yanındaki savaşçıları olarak b izler, sizin

diğer pek çok şehre gösterdiğiniz m erhameti göstereceğiniz

umuduyla kavgayı gevşetiyoruz. " Burada, merhamet dilenil­

mesinclen hiç hoşlanmayan bir adam, diplo m ati k zarif bir ta-

ıo8
lep söz konusudur. Tehditkar tavrın boş ve anlamsız kalacağı

kesin olan böylesi bir anda, çok daha makul bir yöntemdir.

Balian'ın yamağının anlattığına göre, efendisi Selahattin ' e

gidip teslim koşullarını konuştu a m a daha onlar konuşurlar­

ken surlara bir saldırı oldu ve burçlarda birkaç Müslüman

sancağı dikildi. Selahattin alayla sordu: "Adamlarım ve sanca­

ğım oradayken ve şehir de açıkça benimken, neden anlaşma

yapayım?"

Ancak bu sırada savunanlar çaresiz bir taarnıza kalkıp

burçları geri alınca Selahattin konuyu ertesi gün ayrıntılı ko­

nuşmaya karar verdi ve Balian da meclise dunımu anlatmak

üzere Kudüs ' e geri döndü .


..

O � ece şehir korkuya yenik düştü. Bir ihanet lafı dolaşma-

ya başladı ve insanlar komşularından korkar oldular. Papaz­

ların, keşişlerin ve rahibelerin yas dolu tören geçidi, haçın

ardından sokaklarda Tanrı ' da n merhamet dilenen ilahiler

söyleyerek dolaştı. Kiliseler, korkudan deliye dönen insan­

ların ilahi yardım dilemek için üşüşmesiyle ana baba gününe

döndü. Anneler, kızlarının saçlarını kesip, güzelliklerini biraz

olsun gizleyeceğini umarak onları çırılçıplak soğuk suya ba­

tırdılar. "Ama şehirdeki arbede yüzünden, Tanrı ona uzanma­

ya çalışanları gönnedi, duaları da dinlemedi . "

Balian, ertesi gün sultana döndü. Şövalyenin sözü bir şe­

kilde sultanın talihsizlere karşı duyduğu merhamete getirip

durduğu uzun konuşmalardan ve pazarlıklardan sonra anlaş�


maya varıldı. Selahattin şehri taarruzla almaya ant içmiş olsa

da, halk için makul bir fidye almayı kabul etti ve erkek başına

on, kadın baş1na beş, çocuk başına bir Bizans altını kararlaş­

tırıldı. Yoksullara gelince, erkek, kadın ve çocuk fark etmek­

sizin, her yedi bin tanesi için otuz bin altın talep etti. Fidyesi

ödenenlerin şehirden malları ve silahlarıyla çıkmasına izin

verdi. Ödemelerin kırk gün içinde yapılmasına ve bu süre

içinde ödeyemeyenlerin sultanın mutlak mülkü haline gele­

ceklerine kar.lr verildi. Gücünü talihsizlere karşı ne biçimde

kullandığı, zaten önceden anlatılmıştı.

Müslüman silalılı kuvvetlerinin bu son başarısı yine

bir cuma gününe denk gelmişti ve sevinçleri, o günün

Peygamber'in cennete yükselmiş olduğu gecenin yıldöniimü

olması dolayısıyla daha da artmıştı. "Şehrin teslim olduğu gü·

nün, Hz. Muhammed'in Cebrail'le birlikte Kudüs'e yolculuk

etmesinin yıldönümüne denk gelmesi yüzünden, tüm İslam

dünyası heyecana büründü. Bilenlere göre, zaten bu işga­

lin belirtisiydi. Ne ha�ka bir tesadüf! " der inançlı Bahattin.

"Tanrı, Müslümanların şehri alması için Peygamberimizin


_
gece yolculuğunun yıldönümünü seçti. Yaptıklarımızın O'nu

memnun ettiğini görmemiz için başka bir işaret gerekli mi­

dir?"

Bu düşünce bütün İslam dünyasına yayıldı ve bir yolunu

bulan her hafız ve alim kutlamalara katılmak için şehre akın

etti. Bundan sonraki haftalar boyunca, altın haç camiden indi-

210
rilirken ve cami yeniden gül sularıyla yıkanıp, Hristiyanların

elinde kaldığı süre boyunca maruz kaldığı saygısızlıklardan

arındırılırken, bu bilgeler sokaklarda kutsal şehri Tanrı'nın

gözündeki yüceliği�e yeniden kavuşturabilmek için ne yapıl­

ması gerektiğini tartıştılar.

Peygamber'in aracısı olarak gördükleri Selahattin'e övgü

yağdırırlarken, fısıltılarla eleştirmekten de geri durmuyor­

lardı. Hristiyanların pek tabii hak etmiş oldukları sıkıntıları

hafifletmek için, gereğinden fazla yardım yapılmıştı. Ancak

bu kınamalar, konu aldıkları kişi yağmayı dağıtmaya başladı­

ğında kesiliverdi, çünkü hiçbir frlim ya da din adamı es geçil­

memişti.

Fetihten bir hafta sonra, El-Aksa Camisi'nin önünde sul­

tanla beraber dev bir kalabalık toplandı. Halepli baş kadı,

"Talihimizin dönüşünü kutlayın" diye öğütlüyordu herkese

vaazında, "Tanrı yaptıklarınızdan memnun; bir insanın is­

teyebileceği en üst noktadasınız. Yolun.u şaşırıp yüzyıllar­

ca kftfırlerin elinde neredeyse yüz yıl kalmış olan bu deve­

yi İslam'a geri getirmenizi O sağladı. Eğer Tanrı'nın seçkin

hizmetkarları olmasaydınız bu mutluluk size bahşeclilmezdi.

Kadisiye'nin , Yarmuk'un, Hayber'in anılarını canlandırdınız;

Halit'i, Tanrı' nı n Kılıcı'nı yeniden yaşattınız. Tanrı sizlere bu­

mm karşılığını veriyor ve döktüğünüz kan karşılığında sonsu­

za dek cennet vaat ediyor. Tanrım! O ki, senin keskin kılıcın,

yanan ateşin, inancının hizmetkarı, kutsal yerlerin savunucu-.

211
su, imanda ve dirençte yüceler yücesidir. Büyük , muzaffer
kral, dinin destekçisi, haça tapanlan alt eden , dünyanın ve
imanın onuru, İslam'ın ve Müslümanların sultanı, kutsal ta­

pınağı arındıran, Eyüp'i.in oğlu Ebu Muzaffer Yusuf'un başı­


mızdaki hükmünü uzun tut. . . Sana yakarı;;Iarımızı duy: nana
da, atalarıma da bahşettiklerine şükran duymama, doğru ola­
nı yapmama ve senin istediğin gibi olmama yardım et. Sadık
hizmetkarlarının arasında yaşayabilmcmi sağla. "
Bu sırada, yenilenler Davut Kapısı ' ndan çıkıp gidiyorlar,
ağlıyorlar ve kendileri için de dünyadaki en kutsal yer olan
bu şehri terk etmenin yasını tutuyorlardı . Kendisine başvu­
ran dertli hanımların başvurusu üzerine c.le olsa, yolculuk­
larını güvenli biçime.le yapmalarını sağlamak için gösterdiği
çaba, Selahattin'in onların cluruınunc.Jan ne kadar etkilen­
diğinin kanıtıdır. Emriyle mülteciler üç gruba ayrıldılar. Bir
tanesi Tapınakçılar'ın, birisi Hospitalierler'in, üçüncüsü de
Balian ve başpiskoposun yanına verildi. Her birine yeterince.:
Müslüman atlı kanıma atandı. Ernoul, bunlann kendilerini
konıcluklarını, yetişemeyen kadınlara atlarını verip kendileri
yayan gittiklerini, çocukları da atlarının arkasına aldıklarıııı
anlatır.
Böylece, güven içinde Trablus kapılarına, kendi halkları­
nın bölgesine ulaştılar ve burada Müslümanlardan görcliiklc.:·
rinin tersi muamele gördüler. Çünkü Trablus Kontu perişan
haldeki bitkin mültecilere kapılarını kapadı . Hristiyan savaş·

212
CSga r fe s J . U'?.. os,· G a ıı ft

çılar şehirden çıktılar ve fatihin mültecileri n yanlarında gö­

türmelerine izin verdiği n e varsa yağmaladılar.

Mısır'a sığınmayı seçmiş olanların talihi biraz daha yaver

gitti, çünkü İskenderiye emiri de Selahattin'le aynı ruh halini

paylaşıyordu. İtalyan limanlarına geçişleri için hazırlıklar ya­

pılırken bu evsiz gezginleri şehrin dışında kondurdu ve hem

yiyecek, hem de koruma için savaşçı gönderdi. Dahası, gemi

sahipleri onlardan yararlanmaya kalktıkları nda müdahale

etti. Çünkü Selahattin ' i n onlara vermiş olduğu güven içinde

Hristiyan topraklarına ulaştırmak sözünü birkaç haydudun

bozmasına izi n veremezdi . " Denizciler başka türlüsünü ya­

pamayacaklarını anladıkl arında, bu zavallıları taşıyacaklarını

söylediler" ve emir h e r birinden bu insanları yerlerine ulaştı­

racakları sözünü alıp, bu sözü tutmazlarsa uğrayacakları inti­

kamı açıkça anlattı.

Artı k sultanın çevresi, Hz. Muhammed'in kanunlarını tef- ··'

sir eden ve her biri Allah ' ı n ve Peygamber'in kutsal yerlerin­

de yaşanan zındıklı kların izl eri ni nasıl bütünüyle ortadan . kal­


dırabilecekleri konusunda fikir ö ne süren alimlerle doluydu.

Sabırlı h ü k ü m da r bir sözcü kler denizinin oıtasında kalmıştı,

hatta bu deniz sokaklara ve halka açık yerlere bile taşmıştı.

Mutaassıpların tartışmalarının kavgaya dönüşmesini engelle­

mek için ciddi bir diplomasi gerekir, çünkü barışa asıl tehdit

yaratan şey, ortam h eyecanlıyken ve sinirler gergin ken dini

yorumlamaların yapıldığı ortamlardır. İ slam 'ın neşesi cıva gi-

21 3
bidir ve kolaylıkla tehlikeli yollara sapabilir. Ancak komutan

ne zaman içine ginnesi, ne zaman geri durması gerektiğini,

gemleri ne zaman gevşek, ne zaman sıkı tutması gerektiğini

. bilir ve kaynama durulup ela en ateşliler bile barış ortamı nı

yeniden bulana kadar da asla elinden bırakmaz. Buna destek

olarak fidyelerden toplanan ve tamamı sultana ait olan iki yüz

yinni bin dinar da kullanıldı ve elinde hiçbir şey kalmadı. Bü­

yük bölümü de hukukçulara ve dervişlere verildi.

Aksa Caınisi'nin büyük mihrabının üzerinde şöyle ya­

zar: "Bağışlayıcı ve merhametli Allah'm adıyla! Allah' ın bu

şehri onun vasıtasıyla almasından sonra bu mihrabın ve

Aksa Camisi'nin onarılmasını 583 yılında buyuran, Allah'ın

hizmetkarı ve vekili; muzaffer hükümdar, dünyanın ve dinin

lütfü, Eyüp oğlu Ebu Muzaffer Yusuf'tur. Bu hizmeti karşılı·

ğıncla, Allah'tan O'nun merhameti ve adaleti sayesinde gü­

nahların azalmasına katkıda bulunabilmesi için kendisine

esin vermesini dilemiştir. "


ON SEKİZİNCİ BÖLÜM
Tal i h Dönüyor

Doğulular bir fıkra anlatırlar: Bir Hz. Muhammed inanın

Zengi'yi cennetin en güzel bölümünde görünce şaşırmış. Na­

sıl bu kadar göze girebildiğini sonınca atabey şöyle demiş:

"Urfa'yı aldığım için Tanrı diğer günahlarımı bağışladı."

Kudüs'ün yanında Urfa neydi ki? Bir adam, kıyamet günü­

nün buluşma noktası olan bu kutsal şehri almaktan daha bü­

yük bir zafere ulaşabilir miydi? İslam'ın tüm şairlerinin dediği


gibi, o kişinin cennete girmesi artık kesin sayılmaz mıydı?

Selahattin artık yarım yüzyıldan yaşlıydı. Liderliğinin zir­

vesindeydi. Hristiyan şövalyenin onu şövalyeliğe kabul ettiği

günden beri, çok da ciddi olmayan birkaç pürüz dışında so­

nın yaşamamıştı. Tanrı'nın ve Peygaınber'in lfitfuna erişmişti

ve bütün bunları, desteklemeye ant içmiş olduğu davaya olan

bağlılığı konusunda en ufak bir kuşku yaratmadan yapmış­

tı. İstilacı kafirler kaçıyordu. Müslüman topraklarını kısa za­

manda tamamen terk edeceğini düşünmemek için bir neden

215
yoktu. Peygamber'in yılmaz savaşçısı olarak Selahattin, daha

şimdiden deniz aşırı bir harekatı düşünmeye başlamıştı. Ci­

hadı düşman topraklarına, en uzak köşelere taşımayı kuru­

yordu ve göğün altında gerçek inancı tanımayan bir kişi bile

bırakmamayı düşünüyordu. Bahattin der ki: "Tanrı adına sa­

vaşmak onun için gerçek bir tutkuydu. Ailesini, çocuklarını,

doğduğu yerleri bırakmasına neden olmuştu. Bütün dünyevi

zevklerden geçmişti, rüzgarda sağa sola savrulan bir çadırda

yaşamayı bile kabullenmişti. "

"Sana bir şey söyleyeyim mi?" diye sordu yardımcısına,

birlikte Akdeniz'in fırtınalarını birlikte izledikleri bir gün.

"Elbette" dedi diğeri.

"Tanrı 'nın yardımıyla bu kıyılarda hiçbir Frenk kalmadığı

zaman" dedi sultan, "topraklarımı bölüştürmeyi ve halefime

son emirlerimi vermeyi düşünüyorum. Sonra, peşlerinden

bu denize açılacağım. Yeryiizünde Tann'yı inkar eden bir tek

kişi kalmayıncaya kadar ya da ben bu uğurda ölünceye kadar,

bu denizde ve adalarında onları kovalayacağım. "

Koskocaman dalgalar karşısında dehşete düşmüş olan Ba­

hattin, bir ölümlünün bu kadar kaypak bir ortama nasıl olup

da girebileceğini tasavvur edemiyordu. Bir hukuk bilgini ola­

rak zamanında söylemiş olduğu "denizde gezen kişinin şa·

hitliği kabul olunmaz" sözleıi, hayran olduğu bu kahraman

yüzünden şimdi anlamını yitirmişlerdi.

"Sence ölümlerin en şereflisi nedir?" diye sordu sultan.


"Tanrı yol unda ölmektir" d iye yanıtladı kadı .

Gürültücü denizi vakur bir coşkuyla süzen Selahattin , seıt

bir sesle konuştu : " O zaman ölümlerin en şereflisinin kapısı­

nı aşındırmalı yı m . "

Ancak Kudüs' ü aldığı 30 Ekim tarihinden itibaren b u tut­

kusu hep sekteye uğradı. O güne kadar tek tük çekilmeleri

dışında, sürekli zafer kazanmıştı ama Peygamber gerçekten

bu hizmetkarının yaptıklarından memnun idiyse bile, bun­

dan sonra en kritik anlarda herhalde k ulaklarını tıkar oldu;

çünkü tal ihin pırıltısı giderek daha hızlı titremeye başladı.

Biz, uzun zaman sonra dönüp baktığım ı zda bile görüntü­

deki değişikliği görebi liyoruz. Artık o sakin . yenilmez, şairle­

rin ve inanırların hamisi, güçl ünün ve güçsüzün babası, hoş­

göıiilü, cömert, muhteşem a macına doğru sabırlı bir tutkuyla

yürüyen s ultan deği l d i . O güne dek çatılmamış kaşları umar­

sızca seğirmeye başlamıştı, m uhteşem sabrı kırılma noktası­

na kadar geri l m işti . Dirençli beden i , çelikten iradesinin bile

kimi zaman engel olamadığı, a ksi bir kişiliğin bitmek bilmez

saldırıları karşısınd a güçten d üşmüştü. füı m uhteşem savaş­

çının , hayran l ı k ve beğeni simgesi olmak yerine, her yünden

gelen s:ıkl ı rılar karşısında acınacak kadar ımızdarip durumla­

ra düştüğü anlar yaşanmaya başlandı .

Urfa'nın düşmesi Avnıpa'da heyecan rüzgilrları yarat mıştı,

Kudüs' ün kiyse bi r afete neden okl u . İlki bir Haçlı seferine ne­

den olduğuna göre , ikincinin daha azıyla yetinmesi mümkün


değildi. Din tutkunları da, maceracı şövalyeler de derine.len

sarsılmışlardı. Tanrı ' n ın biricik krallığına tecavüz edilmişti.

Kendisine.len öncekilerin edinmiş olduklarını şimdi topluca

elinde bulunduran k:lfirin elinden bütün o zenginlikleri geri

almak tutkusu içlerini ateşliyord u . Papa 111. Urban yc:: n i öl­

müştü. Aslında kutsal şehrin <lüşmesinckn önce ölmüş olsa

da, halk arasında bu felaketin acısıyla ölm üş olduğu kanısı

yaygındı ve bu da haçın altında yeni savaşçılar toplanmasına

bir hayli yardımcı oldu. Haçlı ruhu o kadar keskindi k i , kanli·

naller yalvarmak pahasına bile olsa, siyasetten ve lüksten eJ.

lerini çekip, İsa'nın türbesini k uıtarmaya gideceklerine dair

antlar içtiler.

Yeni Papa VIII. Gregor'un çağrısı üzerine, ileri gelen

hükümdarlar kişisel hırsların ı bırakıp haçı k ab u l ettiler.

İngiltere'de Poitou Kontu Richard b u nların ilkiydi. Aynı

Richard, daha sonraları kral olacak, "Aslan Yürekli" olarak

dünyaca ün kazanacak ve aynı zamanda büyük Müslüman

hükümdarın da başına bela olacaktı. İki ay son ra Fransa ve

İngiltere kralları, Sur şehrinin başpiskoposu ve Haçlı seferle­

rinin büyük tarihçisi olan, Kudüs düşer d üşmez de Hristiyan

dünyasını harekete geçirmek üzere Avrupa 'ya gelmiş olan

William taratindan barıştırıldılar. İki kral haçı o n u n elinden

aldılar ve Flanders Kontu ile birlikte, kutsal topraklarda kulla·

nacaklan renkl eri beyaz, kırmızı ve yeşil olarak seçtiler.

İngiltere'de bütün vatandaşların omzuna "Sdahattin Ver·


gisi" adıyla bilinen yeni bir yükümlülük getirildi. Kutsal sava­

şa destek amaçlı toplanan bu vergiyi ödememenin cezası afo­

rozdu. Benzer bir vergi Fra nsa'da da uygulandı ve iki ülkede

de en dilbaz hatipler yaklaşan sefere karşı heyecan yaratmak

için diyar diyar gezdile.r.


Ö nceki Haçlı seferlerinin değişmez görüntüleri olan he­

yecanlar, sözde mucizeler, özveri destanları ve toplu histeri

sahneleri yeniden yaşandı. Kutsal Topraklar'a yürümek için

her şey hazırlanmışken, Fransa ve İngiltere arasında yeni bir

anlaşmazlık çıktı ve sefer defalarca ertelendi. Sicilyalı \Villi­

am harekete geçen ilk Avnıpalı hükümdar oldu ve Trablus,

Sur ve Antakya'ya yardım getiren de, Yafa'yı toparlamalarını

sağlayan da o oldu. Frederik Barbarossa artık yaşlı bir adam

olsa da, daha ileri bir safhada benzer biçimde tahtını bıraka­

caktı. Richard ile Fransız Philippe' in ortak seferi 1 1 90 yılının


Haziran'ına kadar başlamadı. Kudiis'iin alınmasından sonra

bir hayli zaman geçmişti ama bu gecikme, Selahattin'in ya­

şayacağı sınavları geciktirmekten başka pek bir şeye neden

olmadı.

Bu sırada o da boş durmuyordu. Kasım'ın ilk gününde,

ülkesi için son ciddi belayı oluşturan Sur şehrinin surlarının

önünde belirivermişti. Onun tutkuları açısından bakılırsa, bu

amacında tutarlı davranmamış olması acıdır ve bu saldırıyı

sürdürmemesi, kuşkusuz bütün yaşamının en büyük hatası­

dır.

219
Gözü kara M ont ferrat Markisi bu sırada boş d u rmamıştı.

Hendekler kazılmış ve uzatı lmış lardı ve işgalciler aıtık dara­

cık bir yerden yanaşabiliyorlardı. Surlar çok güçlendirilmişt i

ve ambarlar tayınlarle doldunı l ımıştu. İnsan ve silah mikta­

rı da, Selahatti n ' in gereğine.len fazla cömert tavrı yüzünden

kale ve şehirlerden silahlarıyla bir l i kte salınan savaşçıların

doluşması sayesine.le bir hayli art mıştı . Konrac.I d urmaksızın

uğraşmıştı, savunmalarını kusmsuz dunı ına g eti r m iı:; t i ve sul­

tanın kuşatmasının uzun ve pahalı olması i çi n gereken her

şeyi hazırlamıştı.

Selalıattin'in talihi de bu kez eskisi gi b i deği l d i . Mısır'dan

yola çıkaı;dığı fi lonun l i m a nı t ı kama giri ş i m i felaketle sonuç­

Jannıışrı . Denizden ikmali kesi lebi lecek olsayd ı , yapılması

gereken tek şey şehre giren kara yol l a rın ı tut mak olacaktı

çün kü şehrin yiyecek yedekleri a ncak bir yere kadar dayana­

bilirdi. Ancak Müslüman donanma komutanı gece nöbet leri­

ni savsaklamıştı. Markinin ge m ileri o n u basmış, beş gem iyi

ele geçirip, birçok savaşçıyı da üklürmüştii . Bundan sonra

donanma bir işe yarayaınazdı, zaten Beynı t ' a sığın mak üzere

kaçmaya çalışırken yakala ndı ve yok edi l d i .

Karada da tali h Müslümanlara karşıyd ı . İlerleme kayde­

diyor gibi göründ ü kleri ve mark i n i n deniz savaşıyla meşgul

okluğu sırada, savunma kulelerine saldırıp , a n a d u varı Jağım­

Jamaya koyu lmuşlarc.lı ama marki kapıları b i rdenbire açıp üst­

lerin e çullanmıştı ve ağır kayı plar verd i rm işti.

220
Kötü hava yak la şıyo r d u E m i rler d e s ava şçı la r da huzur­
. ,

suzl aşmaya başlamışl a rdı ve sultan da zaten uzun ku�atma ları

sevmezdi . Orc.lııMınun iş birliğine yeterince g üveneb i l iyo r ol­

sayc.lı uzun tutabil i r ın i )1di sorusu tartışmaya açı k t ı r ama Müs­

lüman savaşçıların a ç ı k ar a z i c.k ki kısa vur-kaçlard:ı g öst erd iği

soğukkanl ı lığı böyle: uzun s ü re l i hare k:illarc.la bc:kleım: k söz

konusu olduğunda, işkr onun a leyhinc:yc.l i . Ayrıca, k ış yak­

laştıkça evlere.len gelen çağrılara d i r<.:nmek zorlaşıyord u . Sa­

vaş çı l ar kar ı l arın a d ö n m e k ist iyorl ard ı ve mevsim somında

hareket zaten yavaşladığı için, o nları baharda dönırn:k üze­

re terhis e tm e k de adc.:uc.:ndi . B<iylecc Sefahattin bir emirl<.: r

meclisi top l ac.l t. Kimi si c e s urc a k u şatm ayı siird iirmcyi öner­

c.l ilc:r ve: m a k u l b i ç i me.it.: , S u r d üştüğü takdire.le Fr enk l crin asıl

para, y i yecek ve i nsan güc ü kaynağı olan deniz yol u üzerin­

den gel ecek i kmal ve destekkrinin yo k o l a c ağ ı n ı i fade et t iler

ama ıirnhakfet daha kalabalık ve: inatçı çı k tı Bu kadar fark lı


.

d üşünen adamların arasındaki S c l a h a t t i n belk i de kalabalı­

ğın is t e ğ i ne uymaktan farklı bir şey yapamazdı . Sonra açık­

ça göriik:ceği üzer e onun kutsal sitv:ışa o lan bağlılığını pek


,

azı payl aşıyor d u ve n c.;re d e ys e tümünün öncel ik leri kişiseld i .

Ayrıca, k i mi uzun zamandır süregelen kıskançlıklar d a vardı

ve orada temsi l edilen boy sayısı kadar sayıda farklı d üş ünce

ortaya atı l ıyordu.

İ lginç bir gel i ş m e , sultanı n emirlerini dinlemc.;}1i bir süre

askıya a lmas ı na neden olc.lu. Şehri savunanların arasındaki bir

221
şövalyenin şöhreti, Sdahattin 'in ilgisini hatta hayranlığını ka­

zanmıştı. Şövalye Vcıt, sanki üstün insanların da var olabilece­

ğini kanıtlamak üzere dünyaya geliniş olan o şaşııtıcı İspanyol­

lardan biliydi ve şiirlere konu olacak bir yiğidin tüm nitelikle­

rini taşıyordu. Sicilyalı William ile birlikte gelmişti ve o andan

itibaren her türlü çatışmanın yıldızı olmuştu. Yeşil tolgasından

uzanan bir çift geyik boynuzundan ve yeşil kalkanından tanı­

nıyordu ve Müslüman keskin nişancıları da ellerinden geleni

artlarına koymamaya clavet ediyorclu. Her lrnnıcun önderiydi,

kılıcını etsanderclcki Orlando ve Cid gibi ustalıkla kullanıyor,

kalabalık düşmanın ortasına küçümseyen bir tavırla dalıyor,

oklan da, mızrakları da umursamıyorclu. Şaşıran Müslümanlar,

hiçbir tehdidi umursamadığına göre, bir çeşit cinin k o rumasın­

da olduğundan emin oldukları bu karşı konulmaz savaşçının

önünden çekiliyorlardı. Onun bu cesur hareketleıi kendisine

zarar veriyor olsa da, Selahattin bu adamın yaptıklarından etki­

lenmekten kendini alamıyordu, çünkü Ernoul 'un dediği gibi,

"Sultanın en sevdiği şey, iyi bir şövalyeydi . "

Emirleri ve savaşçılannı terhis eden Selahatt i n kendi

adamlarıyla birlikte Akka'ya döndü ve Frenkler destek aldık­

larında olacakları anlamış olacak ki, kışı orada savunmalarını

güçlendirmekle geçireli. Surlu Willia m ' ı n kara yelkenli gemi­

siyle Avrupa'ya gidip oraları kaynattığını b i l m iyor olamazdı

ve onun etkisi ne olursa olsun , sultan, rakiplerinin Kudüs'e

bir biçimde karşılık verecekleri olasılığına hazır olmalıydı.

222
Baharın gelmesiyle yollar yeniden yürünür oldular ve Se­

lahattin lıfüfı düşman elinde olan kaleleri n üzerine yürüye­

rek Sur şehri n i n savunmaların ı zayıflatmayı düşündü. Kuv­

vetleri tarafı ndan kuşatılmış durumda olan Havkab ü ' I Hava

Kalesi'nden başladı . Burayı kuşatmış olanlar, karııı-çamunın

içinden buraya gel mekte olduğu n u öğrenmelerinin hemen

üzerine Hospitali e rler'c.lcn bir gece baskı n ı yemişlerdi. Kale,

üst üste sert b i rkaç taarruz yapılsa da, kısa bir kuşatmayla a l ı­

namayacak kadar güçlüydü, bu yüzden Şam 'a gitti ve birkaç

gün içinde Fren klerin tehdidi altında olan Jubail'e yola çıktı.

Orayı rahatlattıktan sonra bölgeyi keşfe çıktı ve -Frenkleri n

bir ra poruna bakı l ı rsa- Trablus'u kuşattı .

Ancak b u şehir, Sicilyalı Williaın ve Monferrat Markisi

tarafından desteklenmişti , b u yüze.len al ınması olanaksızdı.

Yeşil şövalye burada da karşısına çıktı ve sultan bu kez onu

daha yakından tanım a k istedi . D üşman ordugahına bir ulak

yollandı ve güvenliği temin edilerek bir görüşme talep edildi.

Şövalye de terbiyeli b i r k işiydi ve sultanın otağına gittiğinde

onurlu bir karşı lama gördü, kendisine atlar ve mücevherler

armağan edildi ve serbestçe konuştu. Selahattin bu konuğunu

gerçekten kendi tarafı n a çekebileceği n i düşündü mü, yoksa

bu deneysel girişimi tamamen !'re nklerin düşün üş biçimin i

anlamak i ç i n m i yaptı bilemiyoruz a m a ondan kendi yan ında

kalması durumunda topra k , güç ve şöhret vereceğini söyle­

di. Ancak şövalye, böylesi b i r kahramandan beklenir biçimde

223
armağanları da teklifi ele geri çevireli. Kutsal Topraklar'a Müs­
lüman olmak için eleği!, Müslümanlarla yüzleşip, çarpışmak
için · geldiğini ve elinden geldiğince ele onlara zarar vermek
istediğini belirlti. Kavgaya meyilli bu sözlere karşın görüşme
makul bitti ve birbirlerine saygısızlık etmeden ayrıldılar.
Bu sırada, Kudüs Kraliçesi Sibyl <le sultana bir ulak yolla­
clı ve hfü:1 Şam 'da tutsak olan kocasının serbest bırakılmasını
rica etti. Selahattin cömertçe tavrını yine sergiledi ve Şam'a
haber salıp, Kral Guy'un yanına getirilmesini buyurdu. Ayrı­
ca, I-Iıttin'cle tutsak düşen şövalyelerden en önemli on tane­
sini ele yanına çağırttı ve kendisine karşı bir daha asla silah
kuşanmayacaklan yeminini aldıktan sonra hepsini saldı. Her
zamanki gibi, bırakıldıktan kısa zaman sonra papazlar tarafın­
dan yeminleri geçersiz ilan edileli ve yaşamlarını bağışlayan
kişinin başına bela olmayı kaldıkları yerden sürcliircliiler.
Sultanın bir clahaki hamlesi, bir Kürt kalesi olan, genel­
likle Şövalye Koyağı adıyla bilinen ve Yukarı Suriye' nin kıyı
bölgesinde bulunan Hospitalier üssüne doğru oldu. Ancak
bu aşılması zor kale çok son�alan alınabilecekti. Oğulları­
na haber salan Selahattin, El-Zahir ve El-Muzaffer'i Antakya
çevresindeki yöreleri savunmakla görevlendirdi ve kendisi
bir süre hareketsiz kalıp bölgeyi kolaçan ettikten sonra çev­
re kasabaları almaya girişti. Pek çok diğer yerleşim <le birer
ikişer kapılarını a�tılar ya ela taarruzla alındılar. Antakya üze­
rine yürümeyi düşünmeye başlamıştı ki, oranın hükümdarı

22lf
Bohemuncl'dan anlaşma tekli fi geldi ve o şehirle sekiz aylık
bir barış yapıldı.

Sultan, yine emirlerinin, özel likle Sincar Hükümdarı İma­


dcttin'in seferi kesip c:vll:rine dönmek baskısından etkilen­
mişti. Savaştan yorulm uşlardı ve sürekli başarı gösterip, yağ­
ına toplamış obalar da dinlenmek ve gevşemek istiyorlardı.
Ayrıca, oruç ayı olan Ramazan geliyordu. Hepsi kendi birlik­
leriyle evlerine döndüler, Sdahallin de biraz dinlenmek umu­
duyla Şam'a döndü. Ancak koşullar onun birkaç gün i çi n de
yeniden sahaya çıkmasına neden oldu.
Bu kez, derin uçurumlarla çevrili olan, ulaşılması güç Sa­
fed Kalesi'ne yürüdü ve boyun eğdirmesi bir aydan fazla sür­
dü. Artık Aral ı k ayı gelmişti ve durmaksızın yağan yağmur
yolları ela tarlaları da çamura çevirmişti ama Selahattin. Sur

şehrinden geri dönmüş olmasının ve işine başka şeyleıin de


taş koymasının huzursuzluğuyla, doğanın önüne çıkardığı
sorunlardan etkilenmiyordu. Mancınıklann kurulması işiyle
hile şahsen ilgileniyordu ve o günlerden bir fırtınalı gü n ün
gecesinde, yardımcısı istediği gibi kurulduklarından emin
oluncaya dek uyumayı bile reddettiğini yazıyordu.
Safed' ten yayladaki I-Iavkabü'I Hava'ya ikinci kez yürüdü.
Kaleyi hafif birliklerle sardı ve o kadar yakına yanaştı ki, savtı­
nanların saldıkları oklar onun çevresine düşmeye başladılar.
Ordugahı açık b ir konumdaye.it, rüzgar çadırları çamur içinde
bırakıyordu ve düşmanın keskin n işancıları kendini gös teren

225
herkese ok atabiliyorlardı. Yine de kuşatma o kadar şiddetle

sürdü ki, savunanlar çok daha kötü bir kaderle yüzleşmekten­

se boyun eğmeyi yeğlediler.

Bu sırada sultan büyük bir baş belasının teslim olmasının

keyfini yaşadı. Kerak, yeni efendisi olan Toronlu Humphrey'in

özgürlüğünün bedeli olarak boyun eğdi. Bu olayda Selahattin,

Humphrey'in atasına verıniş olduğu söze uygun davranarak

hayatının en büyük cömertliklerinden birini sergileyecekti.

Kerak'taki garnizon, kendilerini kuşatmış olan El-Adil' in bir­

liklerine karşı o kadar cesurca savaşıyordu ki, teslim olma­

larını sağlamak için aç bırakmak dışında bir yol kalmamıştı.

İçeridekiler, bu tehdidin etkisini azaltmak için kadınları ve

çocukları dışarı attılar. Büyük olasılıkla, Müslümanların uzun

kuşatmaları sevmiyor olduklarına güveniyorlardı ya da dışarı­

dan bir destek geleceğini umuyorlardı . Sonuçta, savaşmaıun

en önemli iş olduğu o dönemin acımasız koşullarına çok da

aykırı düşmeyen bir tavırla, savaşmayan boğazlardan kurtul­

mak için zavallı halk kovulmuştu . Kaderleri Müslümanların

elinde haremlere ya da köle pazarlarına düşmek olmalıydı

ama Selahattin, onları tutsak eden herkese para ödeyerek tü·

münü satın aldı ve hepsini saldı.

Bundan sonraki dört ay, daha önemli seferlerin hazırlıkla·

rıyla ve kısa bir molayla geçti. Denizin ötesinde kendisi için

yeni bir belanın hazırlanmakta olduğu duygusu yakasını bı·

rakmak bilmiyordu. Bu duygu, onu Aşkelon ve Akka Kalele·

226
rinin savunmalarını tekrar incelemeye itti ve oradaki komu­

tanlarının savunmalarını kusursuzlaşt111n ak için ne kadar ne

kadar büyük çaba gösterdiklerini görünce şaşırdı. Kudi.is'te

ve Şam' ela kısa bir süre kaldıktan sonra, 1 189 baharında ye­

niden sahadaydı.

Hedefleri arasında, Banyas yakınlarındaki güçlü bir kale

olan ve Saydalı Reginald tarafından yönetilen Şekif (Belfort)

Kalesi vardı . Tüm rakipleri arasında bu adam, gaddarlığı

yüzünden kellesini alınış olduğu diğer Reginald'den sonra

onu en çok rahatsız eden kişiydi. Sultan kalenin dışındaki

ordugahını düzenlemekle meşgulken, Reginald'den sorun is­

temediği yolunda bir haber geldi. Kaleyi teslim etmeye zaten

niyetliydi ama bu kadar büyük bir kuvvetin, ikmal kollarının

ve savaş makinelerinin ne gereği vardı?

Bu kadar terbiyeli, zarif ve takdire şayan başka bir şövalye

görülmüş değildi . Alçak gönüllüydü , açık sözlüydü ve mantı­

ğa Selahatti n ' in tanışmış olduğu şövalyelerin çoğundan daha

açıktı . Bu çekici özellikleri sultanı etkiledi ve teklifini dinle­

di. "Sultan daha önemli işlerle ilgilensin" diyordu şövalye. Bu

sırada Sur'da olan kansı ve ailesi için yeni bir sığınak bula­

caktı. Herhalde, işleri istediği gibi düzenlemesi üç ay kadar

sürecekti ama o sürenin sonunda Şekif Kalesi mutlaka teslim

edilecekti.

Selahattin psikoloji konusunda da, diplomasi konusunda

ela toy bir delikanlı olmadığına göre ve dost olmaya bu ka-

227
dar hevesli bir d üşmandan işkillen miş o lacağı ke s i n olduğuna

göre bu adamın rolünü çok iyi oynamış olduğunu varsaymak

gerekir. Her inandırmayı becerdi. Şaın'a sığınmak istediğini

ve ailesini geçindirebilecek kadar destek dilediğini .söylediği

zaman, Selahattin onu müttefik olarak, hatta m üstakbel bir

M üslüman olarak gördü. Sultanın yanında kiler de aynı de re­

cede ikna olmuşlardı, çünkü Bahattin Rcginakl hakkrnda " Di­

nimizle ilgili konularda bizimle tartıştı ve kendi inançlarının

boş olduğunu ona kanıtladık. Çok iyi konuşuyordu, kendini

ifade ederken de nazik ve terbiydiycl i " diye yazdı.

Böyle seçkin ve akıllı bir şöva lyenin din değiştirmesi b üyük

bir zafer gibi görünüyordu. Reg i n ald tüm Kmsal Topraklar'da,


hem kendi insanları, ulaştığında hem de: M üs l ümanlar arasın­

da tanınıyordu. Çoğu savaşçıııın tersine eğitiml iydi , A rapça

okuyup yazabiliyordu ve m ai ye l i ı ıd e ona Arap edebiya t ı ı ıdan

seçmeler okuyan, söz oyunlarını n: derin a nlamları yorumla­

yan bir Arap ela bul unuyordu.

Sultan, güven içine.le diğer konu lara dündü. K ral G uy'un

Müslümanlarla .savaşmamak sözü n ü � i m d iden u n uttuğu ve

Sur'a doğru büyük bir orduyla i l c:rliyor ol du ğu h aberi d ik k ati­

ni vermesini gerektiriyordu. Konra d ' ın kapı l a rı krahn yüzüne

kapamış olduğu öğrenilse de, ikisi arasında diişmanlık ol ma­

mıştı ve kral surların dışında ordug:lh k u rımıştu .

Kısa bir beklemeden sonra, Sur'dan bazı birliklerle de

desteklenen Guy' un ordusu ye n iden yliriiylişc kal k t ı ve :-;ul·

228
<S g f s J ;)?_
,, •. c . o f
5 c G a ıı t

tan , bu sef<.:rki h edeflerin i n Akka olc.hığu nu kestird i . nu hare­

kat biraz yavaş ilerl ese de eninde sonunda b uraya u laşacağı

belliydi ve küçü k bi rkaç çarpışmadan sonra, Sclahattin de

Fren klerin as ıl h edefi olduğunu d üşü nc esin d e n e m i n olarak

J\ k ka ' ya gitti. Surlar daha da giiçlendirildi ve bütün sorumlu­

larn ala rm da o l m aları buyunı l c.l u .

H u sırada, Saye.la hükümdarının sultanın yüzün e gülüp

01111 a l da ttı ğı ve bu süreyi savunmasını berkitip, ikmali n i

tamamlamak i ç i n k ul l andığı söylentisi dolanıyordu. nu kuş ­

kular sultanın k u lağına u la ş tı ğ ı n da onu harekete ge ç i rdil e r .

Şekif Kalesi ' n i n t<.:sl i m edileceği söz verilmiş olan ta rihe bir­

ka<; gü n kal a , sultanın ordusu yak ın daki t e pe l erde ye niden

kon mu�tu .

Kurnaz h i l c d b u sorundan e tki l e n miş olsa bile bunu be l l i

etmed i ve daha önc<.:ki gibi sadık bir tavırla sul t an ın otağına

e rkenden geldi . D iişiincesi11<kki d eğiş i k lik le ri anlatmasına

fırsat bile vermeden, şehrin el d eğişt irm e işl e ml erinin bekle­

t il mesine gc:rc k ol madı ğ ı n ı ve o gün ya c.la ertesi gün yapılma­


sın ı ıı da k c:nc.lisi için pek fark e tmeyec eği ni süyl e c.li Bazı aile
.

iiyekr i n i n h e n ü z Sur' dan ayrılamamış olmaları d ı şı n da bir ge­

cikme n ed e n i yo ktu , bu da bi rkaç gün içine.le halledilecekti .

Selahaltin, şiivalye n i n pa zarl ı k koşullarına uymaya bu kadar

h eve s li olmasından kuşku lanmış m ı dır ya da verdiği süre d o l ­

nıac.Ian fikir d e ğ iş ti rm iş olduğunu bel l i etmemek mi istemişti r

bilinm ez; karşısındakin i n iyi n iyeti ne inanır b i r tavır gösterdi.

229
Birkaç gün sonra, anlaşmanın son saatlerine gelindiğinde

Reginalc.l yeniden geldi ve biraz daha müsamaha istedi. Bu

kez, dokuz ayl ı k ya da yuvarlama olsun diye bir yıllık zaman

istiyordu ! Sükunetini koruyabilmesi, sinirlerinin ne kadar

güçlü olduğunu ve cesaretinin büyüklüğün ü gösterir gibiydi.

Müslümanların sultanı , adının Selahattin olmasına ve merha­

metinin eşsizliğiyle ün salmış o lmasına karşın bir insandı ve

bu kadar zorlanmamalıydı. Reginald'ın talebine karşılık savru­

lacak palanın uğultusunu hayal etmek pek zor olmasa gerek.

Orada bulunanların yazdıkları, sultanın Saydalı ' nı n kendisiyle

başından beri oynadığına artık inandığını anlatır. Yine ele si­

nirine hakim oldu ve sakin yanıt verel i : " Konuyu düşünece­

ğiz. Danışmanlarımla konuşup, kararı size bildireceğiz. "

Reginald o gece kendi yatağına dönmedi. Sultan ayrılması­

na izin vermemişti ve kendi otağının yakınında onun için de

bir çadır gerilmesini, gerekirse ona kolay danışabi lmek istedi­

ğini söyledi. Aslında pek az komışma oldu, ancak şehrin teslim

edilmesi için belirlenen süre dolana kadar oyalandılar çünkü

Selahattin sözünü harfi harfine tutmaya her zaman özenliydi.

Son konuşma için toplandıklarında artık hile istemediğini söy­

ledi ve Reginald'ın sözünü tutmasını istedi. Şövalye yeniden

savuştunnaya çalışınca da sözünü sertçe kesti: "Bizi kandır­

maya çalıştın. Kaleni onardın ve ikmalini tamamladın. "

Reginald o anda allak bullak olm uşsa bile b u n u belli et­

medi. Tam tersine, sultanın suçlamalarına m eydan okudu ve

2 30
güvendiği iki adamını surları incelemek üzere göndermesi­

ni istedi. Bu sırada onlar da teslim koşullarını konuşacaklar­

clı. Teklifin h ayasızlığına şaşmamak elde değildir, çünkü iki

adam da döndüklerinde surların onarılmış olduğunu ve tes­

lim talepleri.n in de geri çevrildiğini söylediler.

Sonunda foyası ortaya çıkan Reginald, ikili oynadığını itiraf

etti mi? Hayır. Aynı içten tavırla oyununu oynamayı sürdürdü.

Kendi ulağını göndeıip, kale komutanına teslim olmasını söyle­

meyi önerdi. Komutan, efendisinden emir alacağını ama efendi­

sinin ulağının sözünü dinlemeyeceğini söyledi. Reginalcl kendisi

halledeceğini söyledi, kale kapısına katır üstünde gitti ve içeride­

kilere kapıyı sultana açmalarını söyledi. Bir rahip çıktı, Reginald

ile hiçbir Müslümaiı'ın bilmediği kendi dillerinde konuştular. Ra­

hip dönünce olan tek gelişme kalenin direncinin aıtması oklu.

Reginald yine de kapının açılması için haberler gönder­

meyi sürdürmeyi teklif etti. Bir efendinin uşakları tarafından

reddedildiği utanç verici dunımlardan biriydi. .Müslüman su­

bayların yüzüne karş ı , efendilerinin emirlerini dinlemeyecek­

lerini söylediler. Gece çökünce küçük topluluk Müslüman

ordugfüıına döndü. Kapılar kapalı, burçlar da dolu kaldı.

"Sultan, kendisinin ve ordusunun üç ayı hiçbir şey yap·

madan harcamış olmalarına neden olduğu için bu adama çok

hiddetliydi" diye yazdı Bahattin. Başka doğulu sultanların uy­

guladığı bazı işkenceleri ona uygulamamasının tek nedeni,

Selahattin 'in kim olduğunu unutmamasıydı.


Arkadaşı ve hayranı olan Usame, b i r Mısır halifesi n i n ka­

rıları nı n , hali feyi öldüren adamdan n:ısıl intikam aldıklarını

ve saray duvanna canlı canlı çivilett i rc.li klcri n i ayrı ntılarıy la

kuşkusuz ona anlatmıştı. Kahire 'deki i l k zaman larında Sela­

hattin , halifen i n c.liişmanlannın ölü ya da d i ri atıldığı ınağara­

laıı ela görmüş olmalıydı. G eçmişin ve şimdiki zam a n ı n dahi

zihinlerinin bu gibi dunı ınları ele alırken ne gibi yüntemler

uygulaclıklan, rahiplere clircııınelerini söylemekle suçlanan

Saydah'ya yanındakiler tarafı ndan an latıl d ı . Ancak hu tchc.lit­

kr Reginald 'ı etkilemedi. Bdki Sclahat t i n doğrudan söylc:nıiş

olsaydı daha etkili olabilirl erdi .

Balıanin , "Döndüğü gece. boyun eğmesi n i sağla m a k için

korkunç tehditlerle karşılaş t ı " diye yazar ama bu n l a rı kimin

savurduğunu bel irtmez. Zaten işe de yaramadılar. Selahat­

tin , daha sonra Reginakl'ı "i kiyii:dii okluğu i ç i n haşladı" ama

sultanın kı lıcı kının dan çı kmadı ve şövalye Banyas Kaksi'nc

hapsedildiğine.le işkence de gc>rnıedi .

Sul tanın di kkati daha önemli �eylerc.· odaklanmışt ı . Kay­

bedilen değerli zamanı Sayc.lalı 'yı cezalandırarak geri kazana­

mazdı ve zaman artık o kadar değe rl iydi ki daha fazlası nı da

harcayamazdı. Kral Guy'un ordusu İngil t ere ve Fransa'dan

gelen katılım larla büyüyordu v c Ak k a ' n ı n başına bela olacak·

larından artı k kuşku k:ılmaı111şt ı . Scl:ıhattin yine c.k duraksadı.

Guy'un ordusu bekled iği yc'inc.le i l erliyordu ve Sici l ya Kralı

William ' ın bazı kuvvetleri de ona katı l m a k ü zere Sur'd:ın yola

23 2
ç ı k mı şt ı ama bütü n bunlar l\ıl iisliimanları n Şekif Kalesi kuşat­
masını kaldırmalarını s ağla m a k için bir tezgah da olabilird i .
Ancak 26 Ağustos'ta büt ü n kuşkular ka lktı. O gece, Frenk

ön c ii l e rin i n Akka'nın on beş k ilometre yak ı nı n a kadar geldi k ­


lerini h aber veren b i r u lak yetişt i . Biit ün va l i l c.: re hemen birl i k
ve ikmal yol l :ı nı al a rııı ı emreden haberler sal ı ıı c.lı v e ordunun
heme n o gece top l a n m aya b a şl am as ı için kesin emir veri l d i .
Ert esi sabah s u l t a n şahsen Ürdiiıı Vac.lisi'ndcydi , Tibnin yo­
lundan da düşmanın hareketleri h a kk ı nda düzenli aralı klarla
bilgi ge t i rırn: k l c gi>rcvl i b i r keşif kolu çıka rı lmıştı .
Sultan art ı k iyice ted i rgindi ve Lek amacı Frenkler ciddi
biçimde yolu kapatmadan önce şelm.: tl<:stck kuvvcl y e L i ş ­

Lirl'b i l m e k t i . Şehirdeki adam ve yiy e ce k miktarı yeterince


yükselinceye dek art arda b i rl i k ler yollayarak bunu başard ı ,
heınc.:n ard ı ndan da s o n hazırl ı kları yapmak i ç i n şahsen şehre
g i rd i A rt ı k ye t e ri n c e hazı rd ı . Şehri n savunması olabildiğin­
.

ce yerleşm işt i ve herha ngi b i r baskı nı piiskii rı ebilt·ct:k g iice


ula�ını�tı. Frcnkll'r siirc.:kli t akvi ye :ılıyor olsala r da, henüz sa­
yıca ç o k iisti.iıı dunıın a gelm iş değil lerd i . Aslında, i k i tarafın
verdikleri s a yı lar b i rh i ri y k çelişiyor olsalar da. val i lerin de
yolladıkları ekkn incc sulta n ın ordusun u n K ral Guy'un kuv­
vct l c ri n den sayıca üstü n dunıma gelıni� olduğu varsayılabi­
lir. Bu saye d t: kral şehri k ıışa t ırken Sdaha t t i n de Frenklc.:ri n
. .

kampını k rn;;a ı ı y o nl u Kralı n ordusu <;evre tl·pderlc: şd1ir ara­


.

sında kal ını�t ı ve koşullar ı\t iisliinıan ordusunun dii�ın:ı ıı ına

233
i ki yönden yüklenip d ağ ıtm as ın a uygun görün üyordu. Aci l
bir durum o luşmas ı olasıl ığına karşın Fre n k k uvvetleri denize
yakın konuşlanmayı b;ışarmışlardı ama en azme.lan ş ehre yö­
nelik t e h d i t şimdilik bertaraf ed i l m iş gibi görün üyordu.
Ancak Miislüman tarafı n işine taş koyan ciddi bir s o run
var<.lnre yeni başlayan bu sefer boyunca da sıkıntı yaratmayı
sün.liirecckti. Sultan uzun zamandır hastaydı . Fre n k l eri n sal­
dırı fırsatı ya kal adı kla rı n ı düşündük leri g ün lerd e durumu o
kadar kötüydü k i , ı\kka yol u boyunca eyerde ancak i radesini
zorlayarak kalabilmişti. O da, ancak sık s ı k mola vererek ve
üs tü nd e tutulan bir parça kumaşın gülgcsinde din lenerek . . .
Kendis i n i bir hekime teslim e t m e s i ge re k i rdi ama hastalığı­

nın Fren k le rin kulağına gitmes i nde n o kada r çekiniyordu ki,


ordug:1h konmadıkça kendi çadırının kurulmasına d a izin
verm iyord u.

Rahatsızlığının tam olarak ne olduğu pek a ç ı k olmasa da,


sıcak mevsimde varoşlardan yü kselen kötü h avanın onu çok
et ki ledi ği kesindir. Arap tarihçi lerin anlat tıkları bel i rti l eri i n­

c e l e yen bazı tıp uzmanları , sıtma derdi çektiği kanısına var­


mışlardır. Ba zı la rı ysa tifo belirtileri saptamıştır. S u götürme­
yen şey, g iic iin iin tükenmekte olduğu ve elkinliği n i n se kteye
uğradığıd ı r. G ün gel i yord u , ordunun k o n u m u askeri k uram­
lar değil komutanının sağlığı göz önüne a l ı n a rak s e çiliyo r­
du. 13una ancak dumımı çok ci dd i ye gitt iği nd e ve başka bir
yol izlemenin ölmek anlamına gek c c ği n e e m i n olduğunda
başvurmuş tur ama sık sık başvu rmak zorunda kaldığı da ger­

çektir. K a vga şiddetlen di kçe, Selaha t t i n ' i n beden direncine

eskiden o lduğ u kadar güvenemem esi büyük bir sıkı n tı hali n e

gelecekti.
O N DOKUZU N C U B ÖL Ü M
Akka ' d a Çarpışma

Ayn ı a d l ı körfe z i n k ıy ı s ı n da b u l u n a n Akka, i k i b i n yıldan

uzun zam a n e.f ı r a s k e ri aç ı d a n ü n c m l i b i r yc rk�i n H.l i ve fira­

vunlar d ;l h i l pek c;ok h ü k ii ı n c.l a rı n IH:tkl'i o l ı mı�tu. i\ l ı s ı r l ı l : ı r ,

llah i l l i ler, Pc rs lc r, Yah u d i l e r ve Romal ı l a r b u rası için sava�­

ın ışla rd ı . K lcopatra ' n ı n za ferle g i rd i ğ i yer. l k ro d u n Sezar' ı


'

<.:ğl<.:nc.l i rd iği yer b m a s ıyd ı . Ancak o g ü m: kadar, başl amak

(izc.:re olan uzun ve k a n l ı k uşatma g i b isi n i ya�:ı m a ı ıı ışı ı .

Kara ta ra fı n ı kuleleri<: dc:stckknl'tı ç i ft b u rçlu surlar ko­

rurord u . Şehird e n uza n a n b i r d i l i n ü ze ri nd e S i m: k l c r K u l esi

vardı -es k i bir d-;a n eye güre, s i n l'.kkr ya myam i l kt:l k ri n k a n l ı

k u rba n t ören lcriııdcıı b e r i b u ra rı m e k a n ed i n m i� lcrdi- v e li­

mana koruma s : ı ğ l ı yo rd u . füı d e n iz savu n ması , kar�ı duvara

kadar c;ek i k : n dev b i r z i n c i r l e bcrk i t i l ın i�l i . Ba rış zam a n ın da

hu l i man Filist i n ' in e n i }'i l i ma n ı yd ı ve �anl ' m dı�ı mla El-Ce l a l

�<.:h ri n i n de ayağıyd ı . Şeh i r, Avrupalı hacıl a rı n a y a k basma yni

< >l n ı ı ışt u ve Sdahal l i n ' i n fe ti hleri ba�lanı adan (ince Kudii s ' ii n

237
oynadığı rolü oynuyordu. Bir Arap yazar bu şehir için şöyle
yazmıştı: "Suriye'deki Frenk yerleşimlerini taşıyan sütundur.
Denizin üzerinde dağlar gibi görünen koca gemiler yanaşır.
Zanaatkarların ve kervanların buluşma yeridir, her taraftan
Müslüman ve Hristiyan tüccarlar buraya gelirler."
Ancak el sanatları gibi zarif uğraşlar, şimdi resmin dışın­
daydı. Sıtmalı ovanın ortasında yükselen bir tepede, I-Iristi­
yan ordusunun merkezinde Kral Guy'un otağı bulunuyordu.
Dış ülkelerden gelen destekle, pek çok ünlü şövalye ona ka­
iılımştı. Kısa zamanda müthiş bir önder olacak olan Avcnnes­
li James, VI. Louis'nin oğlu Dreuxlu Robert ve rahip olduğu
kadar savaşçı ela olan kardeşi Beausvaisli Plıilip, Brien ve Bar
kontlarıyla Thurı.ıngenli Alınan Louis . . . Bu sonuncusu, aynı
zamanda Monferat Markisi'ni katılmaya ikna eden kişiydi.
Ayrıca, sultana karşı asla silah kuşanmamak sözü sayesinde
Şam 'c.laki esaretinden kumılmuş olan Ridfordlu Gerard ela
buradaydı.
Neredeyse sürekli çatışma oluyordu. Guy'un kuvvetleri
bir süre sonra şehri kuşatmayı başardılar ama denize yakın
bölgedeki birlikler hafif silahlılarc.lı ve sultanın güçleri bunları
yarıp kapı yolunun açık kalmasını sağladılar. İk i ordugiihtan
da küçük birlikler, eskisi gibi sürekli didişiyorlardı. Hızlı yer
değiştiren Araplar, Frenklerin yiyecek arayan kollarını vurup,
kellelerini sultana getiriyorlardı. Zırh kuşanmış, erkeklerden
ancak ayak bileklerine taktıkları nişanlar sayesinde ayırt edi-
len kadınlar vahşice dövüşüyorlardı ve Müslüman t utsaklara

işkence e d iyorla rd ı .

Bütün b u karşılaşm alarda s u l t a n h;IJ:l hasta o l s a da cep­

hedeydi ve zırhı da h erhalde giderek ona daha da ağır geli­

yordu. " Çocuğu kaçırılmış b i r ana kadar" girişken ve etkindi.

İki gün süren b i r çarpışmaya kendini o kadar ve rmişti k i , he­

kimbaşı ona a n cak b i r l o k m a yemek yedireb i l m işti . A ncak,

o hastal ıkla kaygı arasında m ücadele ededurs u n , !'iavaşçı ları

bu sürek l i çatışma h a l ine.len sıkılmaya başlamışlardı. Aynı şey

düşman i ç i n de geçerliydi ve Müslümanlarl a Frenkl erin çar­

pışmayı orta d a kesip m u habbete başlad ı kları d u rumlar görü­

lüyord u . Hatta yayladaki orc.lugahta n , şehirdeki leri şaşırta n ,

iki tarafın oza n l arını n atışması ve kararı n b u n a göre verilmesi

fi kirleri bile rüksel iyo n.l u . Sıkıntı d uygusu o kadar derin leş­

t i ki bir program yapıld ı . Şehirden ve ordug:1htan getirilen

çocuklardan takımlar kurulup dövüştürülüyor, büyükler de .

onları teşvik edip bahse giriyorlardı. Elbette bu c.lu mm sabık

dostların sonra b i rb i rl eriyle dövüşmesine engel olmuyordu

ve bu arkadaşça eğl<.:nceler uzun süre için kanlı mücadeleler­

le bölün üyordu. Akka çarpışmasının savaşın sonunu geti rme­

si ve Haçlıların gelecektek i tüm çabalarını da boşa çıkarabil­

mesi m ü m k ü n d ü . B u kadar belirleyici olmamasının nede n i ,

Selahattin ' i n hastalığının b u girişi m e engel ol masıyd ı .

1 E k i m sabah ı , M üs l ü m a n karakolları Frenk ordus u n u n

çarpışma k o n u m u alc.lığını bilc.lirc.l i ler. Gele neksel c.l üzenc.le

239
yerleşm işlerd i : şövalyeler merkezde , yayalar ve okc,:ular ön­

deydi. OrLada Kral Guy, önü nde sat�n sancaklar a l ı n da İncil­

ler taşıyan adamlarını n i lerleyişleri Müslüman ordugahın dan

görünüyordu. Tepelerin beli n i kaplamışlard ı , sol kanatları

nehre dayanmıştı ve sağ kanatları neredeyse denize kadar

uzanıyordu. Selahattin adamla rını düşmanın k a rşısına geçirdi.

Kendisi merkeze.leydi , iki oğlu Efdal ve Zahi r i l e Mus u l 'dan ve

Diyaı'bakır' dan gelen savaşçılar merkezin sağını tutuyorlard ı .

E n sağ uçta, d<:nize yakın bölgede sultanın yeğeni v <: en başa­

nlı komutanı olan Tacettin vardı. Merkezi n solunda K ü rl ler,

Sin carlı savaşçılar ve Muzaffe r' in m ü ri tleri kon u�J:urn ı ışlı . Sol

uçla c.la Şirkuh ile b i rl i kte Mısır' ı ele geçiren deneyi m l i gazikr

lml unuyordu.

İki ordu gün doğuımmc.lan sonraki d ö rt saat boyunca b i r­

birleri n e yaklaştılar ve sonunda Frenkler Tacelli n ' i n kana(fı­

na bir saldın başlattılar. M iisliiman kom utan , s a l d ı rganları

destek b i rl i klerinden uzaklaştırmak ve zamanı gel i n ce o nları

kanattan vurabilmek umuduyla geri çeki li r gibi yap l ı . Sclahat­

tin bu hamleyi gerçek b i r geri çekilme sanclı ve kendi ac.lanı­

larınclan bazı ları n ı yeğenine desteğe yolladı. Saldırı böylece

püskürtüldü ama geri çeki l meler yüzünden merkezi n zayıl�

hımış olduğu gözden kaçmadı ve yeni sald ı r ı b u kez sul la­

nın giiçlerine yapı l d ı . Frenk piyadeleri l'v1iisl ii m a n hal larına

yaklaştıkları nda a<;·ı lıp şöval}1elere yol verdiler. Diyarba k ı r ve

Musııl ' dan gelenler ram teçh izatlı b u savaşçıların karş ısında

2lfO
duramazlardı, kısa zamanda peşlerinde şövalyek:rlc kac.,· maya

başlac.lılar. Sağ kanat paniğe kapıldı ve ordu tüm üyle dağıla­

cak gibi oldu. Bu çek i l meyi gem l emeye çalışan Sdahatt i n ' i n

yanı nda fedailerinden yalnız beşi kalını�tı .

M üslüma n l arı ordugfihlarına kadar kovalayan v e sultanın

otağında biraz oyalan a n m uzaffer şövalyeler, peşkrinden ge­

len dcs t e k o lmadığını ve aslında kendilerini ordudan ayırm ış

olduklarını fark ettiler. Geri dönme leri gerekiyordu, onlar da

bu işe koyul dular. Bu sırada sultanın ordusu toparlanıyordu .

Sağ ve sol kanatlar sağlamdı ve Selahattin i pleri yeniden eline

almıştı . �övalyekr geçerlerken J\:lüslümanlar saldı rmak istese

de, Sclalıattin onları tasınalarından sıkı sıkı tuttu. M uzaffer

gcirünen d üşmanın üzerine atılıverdiği ve parlak beceris i n i

kanı tladığı o ü n l ü anlardan biriydi.

Şövalyelerin geçnıdcri engellenmedi ve neredeyse tehli­

kenin c.lı�ına kadar çıktılar. Sonra Sdahauin '· İslam içi n ! " na­

rasın ı salarak adam larını onların peşine karşı konulmaz bir

güçle saldı. Şövalyek:rin bir bölii m ü düştüler. Daha çok M üs­

lüman �aldırıya katıldıkça daha fazla şöv�tlye atından devrilip

ö ld ürüldü. Yakındaki Frenkleri <.khşct c�ir aldı vc Tacettin ' i n

sal dırısı d a b u dehşeti bütün Frenk ordusuna yayd ı . B irde nbi­

re bütün Hristiyan ordusu kaçmaya başlad ı. Artçılar sayesin­

de b ü t ü n üyle yok olmaktan zor kurtuldular.

Fren k kayıpları , Hıttin çarpışmas ı ndan beri görülen e n

yüksek d üzeydeydi . Yal n ı z Tapınak Şövalyeleri' n de n , arala-


rında büyük üstatları da bulunan yirmi tanesi öldürülmüştü.

Ridfordlu Gerard, artık ne keneli ordusu içinde ikilik çıkara­

bilecek, ne düşmanın içinde intikam duygularına neden ola­

caktı. En azından ölümü soylu oldu. Kaçması salık verildiğin­

de şöyle dediği söylenir: "Tanrı korusun, arkasında yoldaşlan

ölürken kendini kaçıp kuıtarmış denilmesine ve benim de

tarikatımın da adının lekelenmesine göz yumamam. "

Kral, şevksiz müttefiki Monferatlı Konrad' ı kmtardı ve

Avannesli James de onun için kendini feda eden bir yardım­

cısının atıyla kaçabildi. Ancak kanlı meydanda pek çok şöval­

yenin cesedi, binlerce askerin ölüsüyle birlikte kaldı. Müslü­

manların buna karşılık yüz elli kayıp vermiş oldukları yolun­

da yazdıkları şeyler doğru olsa da, olmasa da, kayıp oranları

oldukça düşüktü.

Müslümanların o gece şenlik yapmasını bir tek olay engel­

ledi. İslam'm düşmanlarına karşı zaferleıinden memnun hal­

de ordugaha döndükleıinde arkadan vurulduklarını gördü­

ler. Ordugah hizmetçileri, Diyarbakır ve Musul savaşçılarının

kaçışını ve Hristiyan şövalyelerin ordugiiha kadar girip sonra

geri gidişlerini görünce sultanın yenildiğine kanaat getirmiş­

lerdi ve ordugah ikmalinin de yağmaya açık olduğu sonucuna

varmışlardı. ·Böylece, yorgun savaşçılar kutlama umutlarıyla

dönmezden önce hizmetçiler her şeyi yağmalamış ve ordu

gelmeden Şam yolunu tutmuşlardı bile. Döq.enlerin hüsranla­

rı ve kızgınlıkları herhalde bütün zafer ·coşkusunu silivermiş-


tir. Evlerine dönüş için sakladıkları ganimet, giysiler, silahlar,

para ve daha kim bilir neler yok oluvermişti.

Adamlarını iyi tanıyan Selahattin, kaçanların peşinden

ulak salmakta hiç gecikmedi ve firariler çaldıklarını satama­

dan ele geçtiler. Sultan, danışmanlarının arasında, otağının

önünde oturdu ve ganimetin önüne yığılmasını izledi. Sonra

bütün savaşçılar geldiler ve kendi mallarını ayırt edip şevkle

ayrıldılar. " Kalabalık bir çarşıya benziyordu; gerçi bu kadar

çeşitli mal bir arada hiç toplanmamıştır, o ayn . " Selahattin

yorgun olmasına karşın, "Büyük bir dirayet ve mizah anlayışı

sergiledi. Sakin ve dingin görünüyordu ve en ufak ayrımcılık

yapmıyord u . "

Birkaç gün sonra Selahattin emirlerini topladı v e onlara

şöyle seslendi: "Allah 'ın adıyla! O ' nun inayeti sözcüsünün

üzeıinde olsun ! AJlah ' ın ve ırkımızın düşmanları ülkemizi iş­

gal ettiler ve İ slam topr;ığını ayakları altında çiğnediler ama

AJlah' ı n yardımıyla onlara karşı kazanacağı mız zafer ufukta

göründü. Şimdi bir avuç düşmanımız kaldı. Hepsini topyekun

ortadan kaldırmamız zamanı geldi . Allah şahidim olsun, bunu

görevim addediyorum. Destek olarak yalnız El-Adil 'in getir­

mekte olduklarını umabileceğimizi biliyorsunuz. Düşman

orada. Onu rahat bırakırsak ve deniz kıyısında kalırlarsa, bü­

yük destek alacaklar. Benim göıiişüme göre en doğnı karar,

zaman kaybetmeden saldınnamızdır ama her birinizin düşün­

düğünü söylemesini istiyoru m . "


Bilgece ve i leri göıiişlii sözlerdi ama emirler kabul eLnıek­
l<: duraksadılar. Onlara göre y;ıpılınası gereken i l k iş, o n.t u r u
daha sağlıklı bir hülge olan El-Harnıha'ya taşımakt ı . Sonrasııı­
da, adamların da, al ların da din knım:si gerekiyord u. Elli gün­
dür silah altında ve eyer üstündeydiler. Dinlenmek ruhların ı
canlandıracaktı. Bu sırada El-Adil de onlara kat ı labil irdi ve ka­
çaklar da geri toplanabilirdi.
" Sultan o sıralarda, kendisini yiyip bitiren gergin l i k dolayı­
sıyla ve uzun zamandır taşıdığı zırhm da y üziiıH.kn iyin� an­
mış olan ciddi bir rahatsızl ı k yaşıyord u . Bu yiizd e ı ı , m eclisin
sonunda ikna oldu. "
Sclahatl in'in emi rleri ni dinlcırn:s i n i n neden ini Bahallin

böyle açıklıyor. Sur şehrinck k i ha t asından sonra, ya�amın ın


en büyük ikinci yanlışı hu oldu. Frenklc.:ri n bir avuç kalnıı�
ordusu yeni lgiden çükınii�tü ve on ların merham etine bakı­
yordu. Avrupalı istilacı helası bir hayl i güç kaybetmiş t i . Sur,
yenkk:n kolay bir avdı. Kadı, başka b i r zaman Peygam ber' den

alınlı yaparak şöyle der: "İ nsanlarım arasında karar vermeyi

de, konuşmayı da iyi bilenler vardır, Ömer de b u n lardan bi­

ridir. " Ömer konuştu ama başarılı olamadı karşısındaki güçlü

direnci kırmayı da beceremedi .


Ilu sıralarda, Alman im paraLorun u n bü}rtik bir güçle gel­

mekte olduğu haberi ulaşcı ve sul ta n bütün eyalet valilerine

ulaklar salıp, bahar seferi için ayırabi leceklc.:ri her adamı hazır

etmelerini istedi . Aynı zamanda, k ı şı g e çirm ek d üşüncesiyle


Akka 'ya y ii riic.l ii ve şehri savu n mak için zoru n l u o l m a ya n t ii ın

sa vaşç ı la rı da kış i ç i n terh is e t t i .

U z u n aylar boy u n ca boş d u r m a d ı Bahat t i n , ya rd ı m ını ala­


.

b i l m ek için Bağdat ha li fes i n e gönderi l d i . ;vı ısır'<.la k i ya rd ı n ı ­

c ı l a rına h ava iz i n Yerd iği anda A k k a ' ya yollanmak iizcrc.: b i r

d o n a n m a ya p m a la rı n ı s C:iyl e d i . Ayrn zamanda h e r çt·�il i k ma l

y o l l an d ı , s a n ı n ın : ı l : ırı gc listirildi n: diişnıanrnkilcrc cevap ve­

rebi l ecek sa \'a s ın : ı k i n d e ri ü reti l d i . Bahar ge l i p de. bH"l i k l e r

<,,· a ımıra hat ma d a n han.: k e t edebil i r oldukların da, A kka müm­

kün o l a n e n sert sa ld ı rıya kar�ı bile d i renebilecek c.h ınımday­

dı.

Akdl'. n i z ' i n sakin leşmesiyle d a ha d a fazla destek ve i k m a l

ge l d i . Bah:ı t t i n ' i n e l çil iği i ş e yaramıştı. Halifenin üzd bir

t emsi lc is i , Peygamber soyund an gelen genç bir adam, n eft

k u l l a n ma k k o nusunda uzma n larla h a tır ı sayı l ı m i ktarda nefl­

ya ğ ı geti rm işti. Ayrıca sultana tüccarlardan y i rm i bin a l tın

borç a l m a k ve hu b o rcu h a l i fey e yü kleye bi l m ek yetkis i de

veri l m işti ama Selahatı.in b u n u kullanmakta d i k kat l i yd i . Ve rgi


y ii ksclt m e k t e n h iç hoşlanmıyordu ve ha li fe ye para aktanna k

i c,,:i n yapıl ı yo r gibi g ci rün cc e k o l a n v e e n i n e.l e sonuııua 1 . : : . k a

gümriik v e rgi leri n e neden olacak bu g i b i b i r u ygu l a m ad an d a

c.;ekiniyorc.lu.

Her yönden birli kler geli yordu . K i m il e ri , ö rn eği n El­


Zahi r' i n H a k p ' tcn geti rd iği kuvvetler o kadar iyi d u nı ın d ay ­

d ı l:ır k i , s u l t an b un lara Fre n k l e ri n ordu g a h ı na ya kın bir yere.il'

2 4-5
geçit resmi yaptırdı ve rakibine saldıracak olursa neyle karşı­

laşacağını gösterdi. Ordu, ani bir saldırı olasılığına karşı şeh-

· rin yakına çekildi ve sultan kendini ilgi ve armağanlar yoluyla

yeni savaşçılarını daha iyi tanımaya ve onların hayranlığını

kazanmaya adadı.

Birlikleri ve önderleri arasında sadakati arttırmasını ve iyi

niyeti pekiştirmesini sağlayabilecek hiçbir fırsatı kaçırmıyor­

du. Ö nderler, mümkün olduğu kadar kişisel ilgi ve saygıyla

karşılanıyorlardı. Selahattin'in yalın ve basit tar.lı bu konuklar

ağırlanırken unutuluyordu. Kadılar ve kethüdalar en önce ge­

lip saygılarını sunuyorlardı. Sonra , hepsi komutan ve eyalet

valisi olan sultanın oğulları geliyordu. Son olarak sultan şah­

sen gelip, sıcak bir karşılama sunuyordu. Birlikler sancakları­

nı açıp, selam duruyorlardı. Bazen sultan bile şahsen atlanıp

ordugahın dışına çıkıyor konuğunu yolda karşılama nezake­

tini gösteriyordu.

Sincar hükümdarı sultanın otağında mükellef bir şölenle

karşılandı ve ayağının altına satenden b ir halı serildi. Yalnız

sultana ait olan yastığın bir benzerine oturtuldu ve "o kadar

nadir ve güzel" armağanlar sunuldu ki, kadı efendinin betim­

leme giiciinü aştılar. Yeğeni olan Cezire hükümdarı da ben­

zer biçimde armağanlar ve unvanlarla taltif edildi ve aıncası­

nınkinin yanında ona özel bir çadır gerildi. Musul hükümda­

rının oğlu Mesut'a "muhteşem bir armağan" verildi ve çadırı

sultanın iki oğlunun çadırlarının arasına kondu.


Bahar aylarında sultanı yüreklendiren olaylar yaşandı. Şe­

kif Kalesi' ndeki garnizon, efendilerini hapisten çıkarabilmek

için sonunda teslim oldu. Donanma Mısır'dan geldi ve Frenk­

lerin kendisini sıkıştırmak için körfeze salmış olduğu donan­

mayı da sıcak bir çatışma sonunda yendi. Yanında, Akka'daki

kuvvetlerin ruh halini oldukça düzelten taze ikinal de getir­

mişti. Surlara yanaşırken savunanların yüreğine korku salan

üç dev mancınık belası da Şamlı sıradan bir savaşçının dehası

sayesinde bertaraf edildi.

Karşılıklı icat edilen savaş makinelerinin her biri rakip

ordugahı ürkütürdü ama hiçbiri bunlar kadar korku yaratmış

değildi. Selahattin kışı bahardaki çarpışma için hazırlanarak

geçirirken Frenkler boş durmamışlardı ve bu kuleler de üret­

tiklerinin başında geliyorlardı. Şehir surlarından yüksek ol­

maları ve alışıldık yöntemlerle yok edilemiyor olmaları Müs­

lümanları irkiltmişti. "Tanımlanması zor bir dehşete neden

oluyorlardı" der Bahattin "ve savaşçılar şehrin kurtarılmasının

mümkün olmadığına inanmaya başlıyorlardı. " Sultan neftçile­

ri çağırttı ve bu kuleleri yok edebilirlerse büyük ödüller vaat

etti ama çabaları boşa çıktı. Bu yapıların ön yüzünü kaplayan,

şaraba ve sirkeye yatırılmış ham deri hiçbir biçimde tutuşmu­

yordu. Frenkler, sonunda yok edilemeyen bir saldırı aygıtı

icat etmişler gibi görünüyordu .

İşte o sıracfa, barış zamanında kaz.'ln üreticisi olan genç Şam.lı,

bazı malzemeler kendisine sağlanırsa bu kuleleri yok edebilece-

247
ğini söyledi. Bunların ne olduğu bilinmiyor ama fikri boş değildi.
Malzemesini netle katıp, kaynattığı bakır çanaklar içine.le yakıp
kulelere att ığında her biri söndüriilern cyen ateşlere bürlinüver­
dilcr. Kı sa zamanda bu dev yapılardan geriye köz ve eıimiş me­
tal kal d ı. Diğer bela yaratan icatların da püskürtülmesi sağlandı.
Özel tasarJanmış koçbaşla n da, Sinekler Kulesi'ni hedef a l an n:

limanı koruyan bu önemli savunma noktasını yok ctırn:ye yakla­


şan bir yangın teknesi de p iis kiiı1 ii ld ii . Arn.:ak, b u nl ar uzun sürdi
bir kuşatmada yalnızca yerel ve k üçük olaylardı ve şehre y<>nelik
büyük tehdidi ortadan ka ld ı rıyor değ ill erdi . Frenkler hı11;1 surla­
rııı önündeki ordugfüılarındaydılar. kış boyunca da yerlerini bcr­
kitmişlcrdi. İmpaı;ıtor Fredeıick'in dev ordusu da, ar:ılanndaki
anJaşnıazlıklan çözmüş ve Kmsal Topı;ıklar'a birlikte h are k et et­

miş olan İngiliz ve Fr:ınsız kmvetleıi de hfüfı uzakta olsalar bile,


her geçen gün yaklaşıyorlardı.

Almanların ilerleyişi ha k k ın d a bilgi Selahattin ' i n cas us­


larından ve Ermeni Katolikos'tan ge ld i . Katolikos'un mek­
t u bu çok açıklayıcıydı. M acari stan ' ı \'C Yunan topraklarını
geçtiklerini. Konya'ya vard ı kları n ı , K ı l ı ça rslan'ın i tt i fa k ın ı \T

Frederi ck 'i n yoldaki bir · derenin soğuk suyuna dfr�nıesi so­


nucu ölclüğünü anlatıyord u . Alman ord usunun biiyiik biil ü­
mü cıimiş olsa da. Frcc.Jcıick'in kiiçiik oğl u n u n emri ne.le h:ll;i
giic;lii bi rl ikler vardı ve hedefe doğru y ii r ti yorlardı.
Bu mektubun sultanı ve emirlerini neden telaşlandırdığını

anlamak zor d eği ld i r. Alman kuvvetleri, her çeşit silaha sahip


olan k ırk i k i bin atlı ve kalabal ı k b i r piyade giicii olara k a n latı­

lıyord u . Yeni komutan ları o n l arı katı bir diizene s okm u şt u Ye

k e n d i k r i n e gereken i k mali d e ge ç t i k k ri t oprak la rda n yapı­

yorlanl ı . He psind e bir gfüev b i l i n ci vardı ve e n k ü ç ü k k u s u r

bik çok sert ceza gör iiyo rc.lu . " Uygunsuz davra n a n herkes,

k oyu n gi b i hoğazla n ıyordu. " Hiz m et ç is i n i haksız yere döven

bi r asi l cil iim Cl'zası b i l e: a l m ı�t ı . B e t im len en bu sahneler, b i r

amaca kararlı adım la rl a yürüyen Spaı1alıları a n ı msatıyordu .

Daha sonra St:laha t ti n ' i n B izans i m paratorundan a ldığı mek­

t u p fa rk l ı b i r havada yd ı . Al manların sayıları n ın çok az kaldı­

ğı n . yorgun ve savaş yetenekleri n i kaybetmiş durumda ol­

du k l a rı nı . s i l a h l a rı n ın y et ers iz o l duğu n u , su l ta n ın h u işgakkn

çek i n m es i n i n ye rsiz olduğunu a n la t ı yord u . Ancak bu h alK·r

ula� t ı ğ ın d a , n i fa k <.; ok tan yeri ne ula�m ış d u nını daydı .

S u l t a n ın o rdusu m ı n büyiik bir bülümii, Tacett i n ' i n se<;ki n

birl i kl<.: ri \'e Ha le p savaşçıları dahil o l m ak ü ze n: , Kaı olikos'un


mektubu iizl'ri ne eın i rk rl e yap ı l a n b i r toplant ı n ın sonucu n­
da A l m a n l a rı ka rşı l a m a k ii zcre a y rı l m ışt ı. G e ri de Fre n kl e ri
k arş ı l:ı ına k i ç i n gfü.;siiz bir ordu kal mı ştı . Frenkler El-ı\d i l ' i n

kı ıvvet k ri k a rsıs ı nd a c i d d i bir y t"n i l g i a l m ı ş olsalar da -Ba hat­

tin di>rı bin k işi n i n üld iirüld iiğ ii n ii ve katı rıy la gt'Çl'rkl'n ce­
seı k ri n sayısın ı şaşırd ığını a n la l ı rk c n , "Ta n rı ' n ın kıl ıcı o n l a rı

infaz e l t i . ru h la rı n ı hedenkrimkn . kellelerini oımızl arından

ayırd ı " i fa desi ni k u l l a nı r- ll rist iyan orc.hıgfü11 çok da s a rs ı l ın ı �

d eği l d i .
Bundan sonra bir süre küçük çarpışmalar clışınc.l a b i r şey

yaşanmadı . Şeh i rden bir huruç Fre n k ordugah ına g i rmeyi ve

mancını klarııı büyük bölümüne hasar veri p , b i rkaç subayı

ıutsak et meyi başardı . M üslümanlar, Bcynıt 'tan getin.likle­

ri bir gemiyi ku�atına içine kurnazca soktular ve garnizonu

tehdit eden kıtlık meseksini çözdüler. Fre n k g i b i giyinmiş,

sakalları nı da kesmiş denizciler k uşatan donanmanın içine

cesaret le girdiler. G üverteye yayılmış olan d o m uzlar da, bu

hileyi tamam layan önemli b i r ayııntı o ld u .

füı gem i . bel l i k i Akka ' n ın h:lla M üsl üman l arın el i n d e ol­

duğumı bil meyen dost bir gem iyd i . Durum onlara a�;ıklandı.

"P<:kfll a" dediler k ı l ı k değişti rm i ş M üslümanlar, ''ordug:llıa

gideriz biz, ama hemen arkamızdan aynı riizgı1rı k u l lanan bir

gemi daha geliyor, onları da l imana g i rm e m e leri i ç i n uyarı n . "

Ufukta b i r gemi daha gerçekten vardı v e Fre n kler o n u n ko­

mutanı n ı uyarmak üzere ayrılınca, rüzga rın da elverişl i olma­

sından yararlanan Müslümanlar l imana kaçıverc.li ler. Başarıyla

uygulanan yürekli b i r girişimdi ve garnizon d ört. yüz çuval

mısıra, bol mi ktarda peyni re, soğana, koyuna ve diğer ö nemli

malzemeye kavuşt u ; elbette dom uzlar başka bir i ş e yaramaz­

lardı ama zaten bu kadarı da fazlasıyla yeterl i y d i .

Avnı pa'cla yas tutan rahipler, Montferat Markisi tarafından

yapılmış olan ve Kudüs şehrin i betimleyen kocaman bir resmi

köyden köye gezdiriyorlard ı . Resimde K utsal M ezar K i lisesi

göriin ii rordu ve b i r Müslüman atlısı, İsa ' nı n t ü rbesi n i atıyla


ezerek saygısızlık ec.liyorc.lu. Bir başkası , Araplar tarafından

açıklığını anlattıkları yaralara bürünmüş olan Kurtarıcı 'yı gös­

teren resmini taşıyordu. Bütün batı dünyası bu yanlışlıkları

düzeltmek üzere mal ve insan hazinelerin i seferber ettikten

sonra, b i rkaç bin ada m ın kaybının ne önemi vardı? Kuşatan­

ların o rc.lugfthlarını bozma ri1aları yeterliydi.


Sultan bunun farkındaydı . Valilere.len destek bekleyen mek­

tuplarının sayısı artıyordu. Bütün İslam dünyasına karşı rica

ediyor, seı�1:eni�te bulunuyor ve tehdit ediyordu. Müslümanlık

ruhu neredeydi? Yorgunluktan tükenmiş, ülümciil hasta· hal­

de bile olsa ne malını , ne canı nı sakınmayan düşmarn görmü­

yorlar m ıydı? Savaştan bitkin düşmüş olan Sincaı· hükümdarı

buyruklara karşı geldi ve s ulta n ı n onu güsterişle buyur etmiş

olduğu ordug:llıtan ayrı ldı. Ona yolda yetişen Tacettin duruma

müdahale edip de biraz gözdağı verince geri döndü. Sultan,

insanlar yöneltilen suçlamaların çoğu olayda abartılı olduğunu

bilecek kadar deneyimliydi ama bu olayda, kendisi gerçekleri

görmeze.len gelmeyi seçmişti. Kısa süre sonra, genç kaçağın

amcası İ madeddin de gitmekten söz etmeye başladı. Selahat­

tin kendi eliyle şunları yazdı : " Benim gibi bir adamın desteğini
g
yitirmen i n senin ne işine yarayaca ını öğrenmek isterim. " Bu

örtülü güzdağı etkili oldu ama iki olay da sultanın kendi ordu­

su içinde neyle karşı karşıya olduğunu göstermiş oldu.


Bu s ü reçte kendisi acılar içinde olsa da birliklerin i yönet­

meyi sürdürdü ve bunu yapamadığı tek olayda da yardımcı-


5 ,. f'.1 .ı; .ı ı t i ıı E v v ıı f: i
L l.

sı yanak ları ndan eziyet gi>zya�ları siizii l d iiğünt' tanık o l d u .

B ü t ü n bt:dcni b d d e n yu karı <.,: ıbaıı ka p la m ı � l l ve yiy e b i kct'k

kadar bile oturaınac.l ığı h a l d e , biitiin saba hı eyer iistii n d e gl'­

çi rm i�ti Kadı ve h e k i m s i te m e ı s d e r de u m u rs a m a d ı ve eyer


.

üst ündeyken o kadar acı çe kmed iği n i söyled i . Ko� u l l a r h ı zla

kötüye gidiyor olsa d a pes t:tmeyi d ii� i i n d iiğ ii yok t u . B i i y iik

bir sabır ve d i renç sergi l iyord u . B u n la r, Clı a m p:ıgnc Kolllu

Troyesl i H c n ry kar�ı tarafa yiyecek , s i la h n: o n bin a d a m c.lcs­

tc:ğiyle geldiği zaman d a , <.,:ok kork u l a n ı\l ırıa n l a rd : ı n geriye

kalan bi rkaç b i n adam geld iği zama n da sars ı l nı :ı d ı l : ı r . Bii t ii ı ı

bunlar. Avrupa l ı ların y a l nı zca li ncii l eriydi. G l: ı ıw i l l i H a n u ı r

koımııas ı n d:ıki b i r i n gi l i z J1los u , d a h a fazla :ıda ııı ve yiyc:­

cek birl i k t e Baltlw i n ' i , Cc:ntc:rbury başpisk o p os u n u , 1 l ulwrı

.wa Jrer ' i ve Sal i sb u ry Ba�piskopos u ' m ı da ge l i nl i . Bu ki::;ilc:r.

�ah.sen yola ç ı k m ış o l a n İ ngiliz \'C Fransız k ra l la rı n ııı m i"ı jdc:­

ci lcriyd i l er.

Emirler arasınd a u m ut suzl u k ba� l a m ı � o l d tı!� ll gibi. bu

yc:ni gt:lenil" r d e f l rist iyan on.l uga h m ı n koşu l l a rı nı pe k d e iyi

b u l m a d ı l : ı r. Sdah a l l i n , ba�piskoposun yayın l a d ı ğ ı d u y u nı yı ı

o k u yabilst:ydi herhalde ç o k sev i n i rd i : · · lizii l l' n: k siiyliiyonını

ki orcl u m ı ızu utaııc; verici i ş l e re bula�nı ı� h a l Lk , erdem yc:rine

tem b e l l iği \T �elı\'tlİ d estekler d u nı ımla b u l d u k. Başkom u ­

t a n ord ı ıg:l l ı ı a d eğ i l ; h i<; b i r şey yeri n e get i r i l m iyor. K o nı ıı­

ıa n l a r ar:ısıııda k ısk:ı nc.;l ı k ve çeki� m e var. ı\ya k ı a kı ın ı yanlını

aradığında ki msc:yi b u lam ıyor. Ordug:lh i c.; i m l c a d a p . a1�ı rba ş-


J ı l ı k , i ı ı anç ve yarc.l ı ınsnrcrl i k kal m a ı ı ı ı�. Türkler bizi k u\i a t mış

d unını c.l a y k c n , her giin zorl uyo r vc ı:-.rarla L a<.:iz ediyorlarkcn

�övalyderi miz <;ad ı rlarırn.la pi n dd iyorlar. Sda h a llin ' i n gii c ü

g ün begün a rı ı �·or ama b i z i m o rd u m u z k iiçli l iiyor. "

Sdah a l t i n , o rdusunu s ı L m a l ı ovadan çckm i\ilİ ve A k k a i l e

haberl<:�m c:-.i ı ı i : u ı c a k h a b e r güvcrc i nlc.:ri ya c. l a hecc ri k l i Arap

yüziici i l c: r yol uyla sağlı yord u . ı\ııca k d iı�manı yak ın da n izle­

m eyi s iird ii riiyordu \'t.' çıkan her h i rl ik l<: k a p ı � nıaya h azırdı.

Bu l"ırsa ı ı , d i.i�nı a ı ı ı n büyü k b i r k uvn:li Hayfa 'dan yiyecek

c d i n n ı ı.: k üzcrL" (; ı k ı ıgında ya k a l a d ı . <_:arpı�ma gi.i ı ı lercc sürd ü

,�e Fre n k lerin k a y ı p ları :\ l ü s l ii m a n l a rdan fa z l a oldu.

Bir s ü re sonra . Fre n kleri n ba!:ika b i r k o l u p usuya d ii!iii r ü l­

d ii \T Fra n s ı z k ra l ı n ı ı ı l ı:ızııcdarı da d a h i l o l m a k üzen.:, i lcri

gckn h:ızı subaylar t u tsak cc.l i lc.li ler. Scl:ıhal l i n , has t a olma­

s ı n a k ar�ı n o nmlu b i r savas(;ı olduğu n u k a n ı t lamak fı rsat ı m

kaçı rn ı :td ı . B u ada m l a rı n he psi oLagına geti rildikleri ne.le on la­

ra lwn u ml:ı rı ı ı a yakı!:'t r hi<.;imc.Ie davrandı ve ··onur dibbdcri


armağan cu i . Fransız kom uı.:ma b i ri nci sın ıf bir k ü rk \Trd i ,
o gii n k rd l· o l d u k<:a sert o l a n soğuktan c t k i l enen d iğerleri ne

de k li r kl c r a rmağaıı el l i . " Bi r �ölen d ü z e n l e nd i Vt' onlar için

üze! b i r çad ı r geri l d i . Daha �onra, dostlarına yazma ları na da.

ord ug:'ı h ıa n k i::;isd e:;; y aları n ı geLirtmdcri ı ı c de izin veri l d i .

S o n o l a ra k , Şanı ' a gitmeleri i<.,: i n i y i a t l a r sağlandı \'t.' y o l bo­

y u nca :-;ava ş t utsak l a rı gibi dc:ğil, on u r l u k o n u k l a r gibi nrna­

m d e gürd iiler.

253
5 c e .1 g ,, ı ı i 11 €r r ,, ı; ;

SulLanın büyük sıkıntılar yaşadığı günlere biraz olsun hoş­


ltık getiren bir süreç oldu. Efendisini sürekli kollayan kadı,
hastayken kendini bu kadar yormaması gerektiğini söylese
ele, rakibiyle öllim kalım mücadelesine girmiş olan ünlü bir
Müslüman savaşçmın sözleriyle cı:: vap verdi: "İkimizi clt: öl­
dürün! Onu da benimle birlikte öldürün!" Kendisini ve düş­
manını aynı anda yok edecı:: ksc, ölümü kucaklamaya çoktan
hazırdı.
Yİ R M İ N Cİ B Ö L Ü M
Selahattin v e R i c ha rd

Kader, sanki büyük İ slam komutan ı n ı n kişiliğini daha

da belirgin leştirmek istermiş gibi , karşısına Aslan Yürek­

l i Richard ' ı koydu . Sultanm en başarılı okluğu anda, r.ıkip

i nançları n ve zıt uygarlı kların bu iki kahramanı doğrudan

çatışmaya gird iler ve şahsen hiç karşılaşmamış olsalar bile,

Richard Kutsal Toprakları, terk edinceye kadar, İ slam ve

Hristiyanlık m ücadelesin i n tüm düzlemlerinde, aralarındaki

çekişme hem silahla, hem de a kılla sürd ü . Fransız Philippe ve

diğer soylular haç tarafında, El-Adi l ve Tacettin de Peygam­

ber tarafında kendi rollerini elbette oynadılar ama bu rollelin

hepsi küçük rollerd i .

Richard, Hristiyan şövalyesinin idealizc edilmiş haliyd i .

''Kızılla san arasındaki saçı" kadar, yürekliliği d e o n u özgün

kılıyord u . Dev gibi bir adamdı, dev bir kılıcı savurabilecek

uzu n kolları ve koca cüssesini taşıyabilecek güçlü bacakları

vard ı . "Terbiyesiyle de, gücüyle de tüm erkekleri gölgede b ı-

255
rakı yord u . " İ ngilLcre'den geldiği yo l cu l u ğ u boyunca o n a h ay ­

ran kalmış b i r yazarın sözleriyl e: " K ral ı n karada o l d u ğ u kadar

denize.le de cesur, sağlı kl ı ve güçlü o l ması h ari k a b i r ş <:: ydi .

Bunu g füii nce c.liinya üzeri nde karada d a , den izde d e o ndan
,

daha gi.iç l ii biri ni n olma d ığ ı so nucun:ı vardı m . "

Cesur, yakın dövüşte olağanüstü yeLı.:nekl i , gli<,·lii, ar:-;ız ve:

Tann'nm gözünde bile h er şeye kad ir bir krald ı. Yalnız görün­

Lüsii bil e c.liişınanda tam teçhizatlı bir şi)va lye a layını n yarattı­
,

ğı ü rkütücü durguyu yaratabiliyordu. Pek de kolay ü rk m eyen

Müslümanlara bile oldukça d oğaüstü göıiin üyordu. M ü sl ü man

aLlılan laf di n le m eyen binekleri ne, " Ncck:n yo ld a n bu kadar çeki­

niyorsun? Yoksa Kral Richard mı var iletide?" d iye sonıyorlarc.lı.

ı\k ka 'ya ge l mesi nd en önce bik tehditk:'ir b i r s ı k ı m ı o l m uş­

tu, çiinkii üıı ii k en d isi n d e n çok önde ge l iyo rd u . G c:lmcs i ııden

kısa sün: sonra da bir baş belası ve cf-;ane oldu. Ayrı lmas111-

dan önce b ü t ü n M iisl liman ordus u n u n ön ii ndı.: lek haş ı ı ı a aL

s iir iip m ı zrağını sal laya ra k m eyda n o k u m uş t u ama İ!-i la nı · ı n


,

cesu r savaşçı la rın dan h i çb i ri karş ı l ı k vcrenı t:m işti . Asl ında o

g ü n bi raz isya n ka r l>ir tavırdaydılar ve sessizl i k l eri t e m elde


s u l t a n a ka rşı yd ı am a lic ha n.I b u n u b i l m iyord u ve d o l ay ısıyla

ct:sa ret i n i n de buıı unla bir i lgisi olamazd ı .

Selahaıti n ' i n cesareti d e aşağı k al ın ı y ord u N eredeyse.: l ı er


.

çarpışmadan önce i ki ord ıınun aras ın d a at süre r ve savaş

meydanını iııcelerd i . Diişmanın kes k i n n işancı ları n a h edef

veriyor olsa da te h li k ey i um ursamazd ı . " Kavgan ı n ortasında,

?�6
-)
iki ordunun arasında gezerdi. . . Kendi birliklerinin önünde

sağdan sola geçerdi, taburlarını düzenler, onları cepheye ça­

ğırır ve önemli gördüğü yerlerde konuşlandırırdı. . . " Bu tavır

da yürek isterdi ama Selahattin bunu Richard' ınki kadar dra­

matik ya da gösterişli yapmazdı.

Bunun dışında, iki komutanın yöntemleri bambaşkaydı.

Richard her zaman savaş hattında bulunur ve birliklerini şah­

sen yönetirdi; Selahattin ise ancak çok çaresiz durumlarda

örnek oliıştunnak için kendisi savaşırdı. Onun tavrı, çağdaş

bir komutanın düzenleyici, diğerlerini yöneten, çarpışmanın

değişken yapısını sürekli izleyen kuvvetlerini en etkili olabi­

lecekleri yere kısa zamanda kaydırmaya odaklanan tavrına

daha çok benzerdi.

Sefer sona erdiğinde, Salisbury Piskoposu'na Richard'ın

çılgınca saldırılan konusundaki fikirlerini şöyle ifade etmiş­

ti: "Gereksiz tehlikelere sık atılıyor ve yaşamını hiçe sayıyor.

Kendi açımdan, ne kadar büyük bir hükümdar olursam ola­

yun, cesaret ve saldırganlık yerine, akıl ve dikkatle donatıl­

mış olmayı yeğlerim."

Aynı ünlü piskopos, iki hükümdar hakkındaki düşünce­

lerini şöyle dile getirmişti: "Zaten, sizin soylu niteliklerinizi

Kral Richard' a ve onunkileri de size eklemek mümkün olsay­

dı, dünya böyle iki hükümdarı birden kaldıramayabilirdi. "

"Tılsım" adlı eserinin girişinde Scott, iki hükümdarı baş­

ka biçimde kıyaslar: "O dönemde, Richard gibi savaşçı bir

25 7
kişiliğin desteklendiği, abartılı erdemlerin ve pek çok saçına

yanlışın yapıldığı bu şövalyelik anlayışı , Selahattin'in tersiydi.

Hristiyan İ ngiliz hükümdar, bir doğulu sultan kadar acıma�

sız ve sertken, diğer yanda Selahattin bir Avrupalı soyludan

beklenen derin siyaset ve sağduyu tavrını sergiliyordu. İkisi,

yalnızca cesaret ve cömertlik gibi erdemler konusunda yan­

şabilirlerdi. "

Richard, ordugaha 8 Haziran 1 1 91 'de vardı . "Yanında, sa­

vaşçı, silah ve ikmal malzemesiyle dolu yirmi beş gemi ge­

tirmişti" diye yazar Bahattin. Geldiği gibi, zaruri malzemeyle

dolu bir gemiyi de batırarak Müslümanlara ilk darbeyi vur­

muştu. "Frenkler onun gelmesiyle o kadar neşelendiler ki,

ordugahlarını aydınlatan dev ateşler yaktılar. Önderleri, bize

sık sık onun yakında geleceğini hatırlatır, . bunu tepemizde

bir tehdit olarak sallandırırlardı . Şimdi de, ordugahlarına gi­

rip çıkan insanların söylediğine göre, karaya ayak bastığı gibi

kuşatmayı ileri götüm1eye başlamasını bekliyorlardı. Karar

yeteneğiyle ve deneyimiyle gerçekten sıra dışı. görünen bu

hükümdar, çok cesur ve hırslıydı. Bu yüzden, gelişini duyan

Müslümanlar dehşete kapıldılar. "

Kral Philippe birkaç ay önce gelmişti ve kuşatanlara cesa­

ret aşılamıştı. Kuşatmanın sıkılaştırılması için uğraşmamış da

değildi ama Richard'ın gelişinin yarattığı etki bambaşkaydı. O


andan itibaren kuşatma yeni bir havaya büründü ve Hristiyan

ordugahında özgüven duygusu yükseldi. Richard hemen ye-


rel hastalıkların pençesine düştü ve seferde yer alamadı, ay­

rıca Philippe ile arasındaki kıskançlıklar ordunun önderliğini

de zedeledi ama kontrol kaybedilmedi ve inançlı kadı bile,

yorgun şehrin surlarına kazınmaya başlanan felaket işaretle­

ıini seçebilir oldu.

Frenkler şimdi savaş makinelerini toparlıyorlardı ve Müs­

lümanların dahice yöntemlerle yok ettiklerinin yerine yeni­

leri getiriliyordu. Richard bunlardan bazılarını kendi tasar­

lamıştı ve çalışmalarını izlemek için de arabayla geziyordu.

Hasta yatağından bile, bir çapraz yayı etkili kullanabiliyordu.

Sultan da aynı inanç ve gayretle Hristiyan ordugahına saldır­

mayı sürdürüyordu. O güne de!Y göstermediği bir ilhamla,

bıkmadan usanmadan çalışıyor ve sonsuz bir sabır ve boyun

eğmez bir irade gösteriyordu. Kavgayla geçen koca bir gün

boyunca, ağzına tek lokma atmadan eyerde oturmuştu, yal­

nızca hekimbaşının zorla verdiği ilacı almıştı. Eğer savaş bu

iki ordu arasında kalabilseydi, kimin kazanacağını kestirmek

çok güç olurdu . Ateşli mektupları sonunda etki etmişti ve

ordusu yavaş yavaş mükemmel dunıma gelmişti.

Ancak, Akka sürekli saldın altındaydı, savunanlar gece

gündüz çarpışıyorlardı. Savaşçıları hendekten sürekli insan

ve at cesetleri temizleyip, surlarda açılan gedikleri . onarıyor­

lardı. Uykuları alarmlarla bölünüyordu ve savaşa çoğunlukla

aç karnına gidiyorlardı. İ kmal gizlice de olsa sokuluyordu ve

şehirden yükselen her davul işareti, sultanın kuşatanlara sal-

25 9
dırmasıyla sonuçlanıyordu ama uzun süren gerginlik, kuşatı­
lanların direnme gücünü yıpratıyordu.
Richard ilk iş olarak rakibiyle tanışmak istem işti . Gelişin­
den iki hafta sonra, Hıistiyan ordug:1 hına yakın gelişen ve
kimsenin üstün gelemediği bir çarpışmanın ardından, EI­
Adil' e bir ulak geldi ve sultanla görüşmek istedi . Anlaşılan
Richard, sultanın kardeşinin daha yumuşak başlı olduğunu
fark etmişti ve İngiliz kralı o günden sonra zaman zaman
onunla bağlantı kurdu.
Selahattin ulağı kabul ettiğinde, Richard ' ın görüşmek is­
tediği haberini aldı. Sultan, kurnazlığıyla bütün doğuda ün
salınış olan rakibinden elbette kuşku duyuyordu ve kişisel bir
görüşmeden zararlı çıkmaktan çekiniyordu. Onun kadar hay­
siyetli ve kibar bir insan, ola ki İngiliz hükümc.ları o alışıldık
seıt patlamalarından birini gösterecek olursa buna gücenme­
den edemezdi ve böyle bir şey olursa, ikisinin arasında gek:­
cekteki olası görüşmelerle birlikte barış olasılığı ela tehlikeye
girerdi. Selahattin'in sözleri, aklından böyle şeyler geçtiğini
gösterir:
"Hiikümdarların bir anlaşina zemini konusun da mutabık
olmadan görüşmeleri adetten değildir. Çünkü karşılıklı ko­
nuştuktan ve öyle durumlarda alışıldığı üzere b irbirlerine
güven verdikten sonra savaşmaları kolay olmaz. Bu yüzden ,
kabataslak da olsa bir görüşme planı yapılması önceliklidir
ve aramızda güvenilir bir çevirmenin bulunup, ikimize de

260
diğerinin ne dediğini çevirmesi gereklidir. Taslak hazırlanır

hazırlanmaz, Allah'ın izniyle göıiişıne yapılabilir. "

Bu söyledikleri , uygun bir yanıt görmedi, ilişkilerin iyi­

ye gitmesin i de sağlamadı. Birkaç gün sonra Müslüman

ordugahına yapılan bir saldırıda bir Müslüman tutsak, silah

arkadaşlarının gözleri önünde ateşe verildi. Benzer bir şiddet

tavrı da hemen Müslüman taraftan geleli.

Richard ' ı n bütün Müslüman önderlerle, özellikle de sul­

tanla iletişiminde alay eden bir tavrı sürekli sergilediğini gös­

teren bel i rtiler bulunur. Düşmanına zarar vermek için hiç­

bir fırsatı kaçırmak istemeyen Richard, bir dostluk gösterisi

sergi lemeyi ve karşıdan sürekli taviz istemeyi sürdürdü. Sela­

hattin bunu yutmamış olsa da, bu taleplere karşı istifini boz­

madan aynı nezaketle yanıt verdi. Buzlu şerbetler, dağlardan

getirilen meyveler, Richard ' ı n isteği üzerine bedavaya sağ­

landı. Bir keresinde, Arap müziğinin ününü çok duyduğunu

ve kendisini bu cazibeye kapılmakla yükümlü gördüğünü El­

Adil ' e söylemesi üzerine otağına yetenekli bir şarkıcı yollandı

ve ona çalıp söyl<:: d i. Richard, bu nezakete karşın teşekküre

tenezzül etmed i .

Sultanla görüşmek talebine dönen Richard, ulağını b u kez

El-Ad i l ' e yolladı ve diğer Hristiyan hükümdarların, böylesi bir

görüşmenin zararlı olacağını düşündükleri için araya girdik­

leri yolundaki haberleri yalanladı . "Gecikme nedenimle ilgili

yayılan söylentilere aldırmayın" diye yazdı kral. "Ne yapaca-


ğıma ben tek başıma karar veririm. Eylemlerimin tek hakimi

benim ve üzerimde bir otorite yok. Ancak , geçen günlerde

hastalığım nedeniyle bir şey yapamadım. Gecikmenin nedeni

budur. Birbirlerine yakın oldukları zaman hükiirndarların kar­

şılıklı armağanlar göndermeleri adettendir. Şu anda elimde

sultana layık bir armağan bulunuyor ve göndemıek için izin

istiyonım."

Adil, kralın da eş değerde bir karşılığı kabul etmesi şartıyla

armağanın kabul göreceğini bildirdi. Böylesi bir koşul öne

sürmesi zaten zorunlu değildi ama ulak, Richard'm denizaşırı

ülkelerden getirttiği şahinleri yollamayı düşündüğünü, lakin

kuşların yolculuktan yorgun düşmüş olduklarını, talim yapıp

kendilerine gelmeleri için önlerine biı·kaç kuş atmak istedi; ,

ğini söyleyince bütün bunların da latife okluğunu anlamış ve

bu yüzden o yanıtı vermişti. Yani, Richard sofrasında biraz

tavuk istiyordu ve Adil bunu anlamıştı. Fakat Richard, daha

sonra bir Müslüman esiri de saldı ve sultan da ona hilat ar­

mağan etti. Bu türden ziyaretlerin istihbarat amaçlı olduğu

açıktır ve sultanın da ulak gelmeden önce ortamı kendi uyan­

dırmak istediği duyguya göre düzenlettiği de bilinmektedir.

Sonuç olarak, kamçı Richard' m elindeydi, o ela bunu bi­

liyordu. Akka savunması ağır da olsa belirgin biçimde yonı­

luyordu ve sultan Frenklerin dikkatini sert saldırılarla başka

yöne çekmeye çalışsa da, Richar<l'ın buldok azmi kırılmıyor­

du. Sultan, " Çocuğunu kaybeden bir ana kadar telaşlıydı. . .

262
Taburdan tabura gözlerinde yaşlarla koşturup, ' İslam için! '

diye beyhude bağırıyordu. " Şehirden gelen bir mektup, sa­

vunanların tükendiğini, teslim olmak zonında kaldıklarını

ve kazananlardan yaşamlarını bağışlamalarını dileyeceklerini

bildirdi.

Bu darbe Selahattin'e çok ağır geldi. Bütün İslam'ın en

iyi kuvvetleri, Kudüs'ün, ·Şam'ın, Halep'in, Mısır'ın ve diğer

Müslüman ülkelerinin savaşçıları yanı başındaydılar ve savaş­

maya da kararlıydılar ama o, bu büyük kayba engel olamıyor­

du. Hatta sultan çaresizlik içinde son planlarını. yaparken, şe­

hirden elçiler Fransız kralıyla konuşuyorlardı. Başlarını çeken

Seyfettin el-Mestub, hükümdara şöyle hitap etti:

"Biz de sizden şehirler aldık ve zorla girdiğimiz zamanlar­

da bile, yenilenlere uygun koşullar sunmayı adet edindik. On­

lara sığınmak istedikleri yerlere kadar eşlik ettik ve elimizden

geldiğince iyi davrandık. Sizden de şehrimizi aynı koşullarla

teslim almanızı bekliyoruz. " Kral buna gülerek yanıt verdi:


.

"Sizin ele geçirdikleriniz köleler ve hizmetçilerdi. Siz de bi-

zim kölemizsiniz. Ne yapacağımızı görürsünüz. "

Emir b u azan yiyip Akka'ya döndüğünde ü ç yardım­

cısı o kadar korkmuşlardı ki bir tekne ele geçirip sultanın

ordugahına kaçtılar ama bulunmaktan ödleri koparak ora­

da da saklandılar. Birisi ele geçirildi ve zincirlendi. Ancak,

ordugah içinde de isyan havası esmeye başladı ve sultan erte­

si gün savaşçılarına kazma kürekleri kapıp, düşman siperleri-


n� saldınnalarını buyurduğunda hepsi reddettil er ve " İslam'ı

yok edeceksin ! " diyerek ona karşı durdular.

Selahattin yine de mücadele etti ve gemleri yeniden ele

geçireli. Parasıyla yeni bir grup Türkmen kiraladı, Sheyzar

Emiri de taze kuvvetlerle geldi. Ordugah bile, gizemli bir olay

sayesinde biraz cesaretlendi. Şehrin içinden bir kalabalığın

yüri.iyüşünü andıran bir ses yükseldi ve kuşatanların kulak­

larına kadar gitti. Hristiyanlar ne kadar destek geldiğini öğ­

renmek için şehre ulak saldılar. "Bin tane atlı " dedi nöbetçi.

"Hayır" dedi Frenk, "o kadar olamaz, kendim gördüm . Yeşil­

ler giyinmişlerdi. "

Yeşil! Bu renk, İslam şehitlerinin cennette gi�diği renkti

ve şehir için savaşacak olanlar da bu ruh halindeydiler. Kısa

bir süre için umut yükselir gibi oldu ve sultan düşman üssüne
.
güçlü bir gece saldırısı yapacağı haberini yollayıp, içerideki­

lerin de aynı anda huruç etmelerini isteyince, herkese sanki

bir ihtimal varmış gibi geldi.

Belki de gerçekten vardı ama değerlendirilemedi. El-Atir,

Selahattin 'in kaleyi savunanların her şeyi geride bırakıp deni­

ze doğru huruç etmelerini isteyişini, kendisinin de bu arada

kuşatanlara yandan saldırıp, şehirden çıkanlarla birleşip, or­

tak bir hareket başlatmayı umduğunu anlatır. Ancak şehir­

dekiler mallarını düzene koymakla o kadar çok uğraştılar ki,

şafak sökene dek çıkabilecek duruma gelemediler ve o za­

mana kadar da düşman haber alıp hazırlık yaptı. Müslüman

ı6Lj.
savaşçıların mallarını bırakmaya i kna edilemedikleri yağımı­
nın dönüp dolaşıp kendi başlarına hela yarattığı bir olay daha
yaşanmış oldu.
Sonunda şehi r teslim oldu ve sultan bunu ancak hemen
sonrasında öğrendi. Şehirden yüzerek gelen bir dalgıç, şeh­
ıin komutanının kabul ettiği koşulları beliı1en bir mektup ge­
tirdi. Şehrin ve içindeki savaş makinelerinin, ambarlarındaki
malların ve gemilerin teslimi dışında, Frenklere iki yüz bin
altın dinar ödenecekti, yüz tanesi yetkili, beş yüz tanesi ayak­
takımından esir verilecekti ve kutsal haç iade edilecekti. Bu,
Bahattin'in verdiği bir bilgidir. Başka yazarlar, garnizonun
fidyelere karşılık rehin tutulacağını ve sultanın iki yüz şöval­
yeyle bin beş yüz diğer Hristiyan savaşçıyı salmasını istediği­
ni aktarırlar. Yılgındı ve kabul etmedi. Danıştığı emirlerin hiç
birinden yardım alamadı ve Frenklerin sancakları surlara <li­
kilirk�n ancak bir protesto mektubu gönderebildi. Akka'nın
iki yıl süren kuşatması, savunan ordunun başkomutanının iti­
razl�ırı arasında 1 2 Temmuz 1 1 9 1 'de sona erdi.
Şimdi Richard, onu öven nice ozanın ve şairin bile temiz­
leyemeycceği bir vahşet suçunu işleyecekti. Teslim koşulları­
nın tümünün yerine getirilmesine.le zorluklar yaşanıyordu ve
Selahattin, özellikle de Hristiyan esirlerin salınması konusun­
da daha fazla zaman istiyordu. Anlaşmanın yaptırımlarının
üç aylı k dilimler halinde gerçekleşmesi kararlaştırılmıştı. İlki
hemen karşılandı ama sıra ikinciye gclc.liğinc.le Frenklerin iste-
eliği esirlerden bazıları bulunamadılar ve Richard' ın adamları

buna itiraz ettiler. Selahatti n , zorlukları anlattıktan sonra iki

ayn çözüm önerdi. Müslüman esirler yine d e salınabilird i ve

kendisi de bulunamayan tutsaklar için taksit ödeyebil irdi. Ya

da Fren kler pazarlığın kendilerine düşen bölümü karş ı lığında

rehi n bırakabilirlerdi. O güne dek Frenklerin ne kadar sözle­

rini çiğnedikleri d iişiinii lürse, bu çok haksız b i r öneri değildi

ama bu tekliflere yanıt bile gelmedi. Bir hafta sonra Akka'dan

ovaya iiç bin Müslüman tutsak salındı ve soğu kka n l ı l ı kl a kat­

ledikli . Yalnızca fidyesi ödenebilecek kadar önemli olanlar

içeride tutuldular.

"Kimilerine güre " diye yazdı kad ı , "bu tutsaklar Müslüman­

ların katletmiş olduğu kişilerin intikamı adına öld ürülmüşler­

di . Bazıları , Ridıard' ın Aşkelon ' u almaya kararlı olduğunu ve

arkasınqa Akka'da o kadar tutsak bırakmak istemediğini söy­

lediler. Gerçek neden in ne olduğunu ancak Tanrı bilir."

O günden !
sonra bir süre Selahattin ' i n Hristiyan t u tsak ara

karşı alışılmadık bir sertli k uygulamış olması herhalde şaşır­

tıcı değildir. Bunları n pek çoğun u n kelleleri , b u lundukları

yerde vuml uvermiştir.


Yİ R M İ BİRİ NCİ BÖLÜM
Aşkelon'un Harap Edi lişi

Akka'da bir garnizon bırakan Richard, ordusuyla kıyı bo­

yunca, görünüşe göre Kudüs'ü hedeflemiş olarak yürüdü.

Sultan hemen ardındaydı ve iki ordu uzun süre birbirlerinin

yakınlarında kaldılar. Müslümanlar sürekli olarak çatışına çı­

karmanın yolunu arıyorlardı . Selahattin'den en düşük ere ka­

dar bütün kademelerde acı bir hava h:lkim<.li.

Arap yazarlar, Richard'ın ordusunun yaz sıcağı altında

kusursuz bir disiplin içi nde yürüyüşünü anlatırlar. Günler

boyunca Arap süvarileri huzmsuzluk yaratan taktiklerini uy­

guladılar; hızla yanaşıp ok yağdırdılar ve geldikleri gibi hızla

çekildiler. Frenkle r istiflerini bozmadılar ve hızlarını da dü­

şürmediler. Atlılar ve yayalar belli düzende ilerliyorlardı ve

görünüşe göre bu saldırıları da umursamıyorlardı. Anlaşıldığı

kadarıyla, bu saldırılar örme yel ekler ve dolgu zırhl:tr kuşan­

mış piyadelere bile pek hasar veremiyordu. Kadı , " üzerinde

on tane o k sallanan" savaşçıları n . pek de sorun yaşamadan

yürümeyi sürdürdüklerini gözüyle gördüğünü anlatır.


-5 f c .ı I! "
_,
fti il 2 \l \l il
(. L
Gi

Sclaha t t i n h a lii a teşl i bağırsak i ltihabı çekiyordu a m a düş­

mana b i r darbe nırmaya kafayı t a k ınıştı ve hasta l ı ğ 1 11 ı u nı u r­

saınıyonh ı . O rdusu n u Fre n k k o l u n u n üst ü n d e k i t e p clcrde

yii rütiiyonlu ve b i r atmaca gibi her fırsat ı değerlendi rnıcyc

çalışıyord u. Tayın bir hayli azal m ışt ı , h a l ta ord u n u n b irkaç

konağı nda c:kım:k bile ç ı k m a m ış t ı . Başka zam a n da fi yatlar

fahiş oluyordu ama Selahatt i n , b i l d i k cömert l iği i ç i n de adam­

larına a l t ı n ı bol keseden dağı l ı yo rd u .

K i m i zaman düş m a n ı n sal d ı rı la rı u m u rsamama t avrın ı k ı ra­

bil iyordu ve çı kan çatışma larda i k i t ara r da zarar göriiyord u .

Sonunda, Eyl ü l ' ü n ycd i n ci g ü n ü n d e , Cat"screa-Yafa yol unda­

k i A rsuf yakın ları nda ciddi bir kapışma yaşa n d ı . Sclalıattin 'in

amacı R iclıard ' ın artçı böl ü m ü n ü d u rd ur m a k ve o rd usunu

i k i ye ayırmaktı. Sultan her y<:rc koşuyor v<: a d a m l a r ı n ı teş­

vik ediyordu . .Müslüman zaferi n i n yakın gii r i i n d iiği.i b i r a nda,

Hospi talicr Şövalyeleri'nd<.:n bazıları H ic h a rd ' ı n sak i n d u rma­

l a rı yöniinckk i buyru kları n a karşı gelere k b i nl c: n h i rc döndü­

ler.

''Şövaly<::l c ri n . piyadeler tarafı n d a n k o ru na n bir c,,Tmher

biçi m i n e .it: toplanışl arı n ı kend i m izled i m " diye yazdı kad ı .

"Kargı ları nı d i k t i l e r, b i r savaş n a rası a tt ı l a r Ye p i yadclc:rin

safları o n l a ra yol vermek i ç i n a ral a n d ı . Sonra a t ı l d ı l a r vc her

yöne saldı rdılar. Bir bölü m ü k<.:ml i n i b i z i m sağ k a n a d ı m ıza

attı , b i ri sol um uza attı v<.: üçii n c ü b i r h ü l li nı c.k m e rk e z i m ize

dalıp kuvvet lerim i z i karmakarı ş ı k e t t i . "

268
Ihı karşı saldırı Richan.l'ı n n iyet i n i değiştirdi ve o d a cep­
heye koş t urd u . G üçlü sava�çıların başına kendisi geçt i ve
karşı koını lmaz bir taarruza kal kt ı . MüslümanJ;mn yeni lgisi
b o zgun a dönü�tü, SdalıaLtin adamlarının c.lağılınalarını en­
gelleyemed i . Kazananları n takip et ırn:me nede n i , Ri chard ' ı n
koru l uklarda bir pusuya düşmekten çekin mesi o lc.l u .
Bu ye n i lg i yüzümlc:n iy i c e çökmüş olsa da Sdahattin ertesi
gü n düşmanı çekmek için yeniden girişimde: b u l u ndu :una

Richard tekrar ya naş ı k düzene dönmüştü ve; m e yda n okuma­


lara kula� asmadı . Bu girişim son deneme oldu v<.: Richard
ordusun u Yafa'ya götürü rk e n , Selahattin de: gü ç l e ri n i n bir
böl ü m ü n ü düşmanı izlem<::s i i ç i n El-A d i l ' e bırakara k , ken<.lisi
Aşkelo n ' a d evam etti .

Selahattin , Aşkdon'un Richard'ın dine geçmesini, Kudüs sal­


c.lırısı için bir üs ol uşt u mı as ını ve Mfü;lümanların Mısır'la bağ lamıı
kesmesini cngdlc.:nıek için bu şeh ıi yok etmeye kararlıydı. Ş ehıi
gördüğünde Bahatti n'e şöyle; dedi: " Ta ı111 biliyor, bu surlardan
bir tek taş yıkma k ta nsa bütün çocuklaıınıı yitinneyi yeğlerdi m
ama Tanıı b öyle i s t i yor. Müslüman davası bunu gc rek ti ıiyo r."
Aşkclo n , savunması güçlü, zengin, görünümü güz<.:! bir şe­
hirdi ve s u l t a n ın bu kararı , yalnız ona değil b üt ü n !Vlüslürnan­
lara ağır geliyordu. Elbette ş ehre d a nışan olmamıştı. Savaş,
sivilleri h içb i r zaman p e k umursamazdı v e Sclahatt i n hile, n e
k a da r a nlayışlı ol ursa olsun , Aşk e l o n ' u n ba rışçıl halkının b u
k o n u d a s ö z s a h i b i olabileceğini d üşü n m ezd i .
Selahattin'in memlu klarından biri olan şehir valisine ha­

ber salımlı; bütün işgiicüni.i toparlaması ve surları yıkma işle­

mine başlaması buyruldu. Bu, pek kolay bir iş değildi çünkü

o s�ırlar dayanmak üzere yapılmışlardı ve duvarları "bir kargı

uzunluğu kadar" kalındı. Elimizde, sakin ve güven içinde ya­

şarken birdenbire acımasız bir yıkımın eline düşüveren bu

şehrin bir resmi bulunmaktadır.

Göz açıp kapayana kadar her şey birbirine karıştı. Yüce

sultanı karşılamak için neşe içinde toplan mış olan halk, iyileş­

tinneye değil, yok etmeye gelmiş olduğunu öğrendi. Alkışla­

maya gelmiş olafııar ürkütücü işe koşuluverdiler. Her yandan

itirazlar ve feryatlar yükseldi. Zengin şehirliler evlerini alevler,

kendilerini de yoksulluk içine.le buluvermek tehdidiyle karşı

karşıya kaldılar. Mesleklerinin sonu geldi. Kimsenin uğramaz

oldtiğu pazarlarında on dirheme aldıkları malı bir dirheme sat­

maya başladılar. Gösteıişli haremlerin odalıkları, kaderin onlar

için neler gizlecliğihi bilemedikleri gerçek dünyayla yüzleşiver­

diler. Ne oyalanacak, ne düşünecek zaman vardı. Frenkleıin

müdahalesi olasılığı, işin mümkün olduğunca çabuk yapılması­

nı gerektiriyordu. "Durumun korkunçluğuna yakışır, korkunç

olaylar yaşandı" diye yazdı Bahattin . "Kitlelerin şehirden yaya

olarak ayrılması gerekiyordu çünkü n e binek vardı, ne de olsa

alacak para . . . " Kimi Suriye'ye yollandı, kimi Mısır'a gitti.

Şehrin sökülmesi sürerken sulta n , El-Adil ' de n Richard'ın

elçilerinin barış koşullarını konuşmak istedikleri n i söyleyen


bir mektup aklı. Toronlu Humphrcy'in oğluy la da bir konuş­
.
ma yapmıştı ve sultanın kıyı bölgelcıi ndcki şchirl<:: ri teslim
etmeyi. kabul etmesi koşuluyla barış yapmak istediklerini öğ­
renmişti.
Sclahattin'in bu teklifi kabul etmeye niyetli olması, o an­
daki kafa . yapısını anlamak için en açıklayıcı örnckLir. Kısa
zaman önce burun kıvırıp geri çevirmişti ama bu arada di­
renci de çok zayıflamıştı. Adamları yorgundu, savaşmaktan
bitkin düşmüşlerdi ve mallarını bırakmak zonında kaldıkları
için moralleri de oldukça bozuktu. ''Yokluktan bitap düştü- .
ter" diye. yazıyordu kadı. Selahattin de büyük olasılıkla, on­
lara daha ne kadar güvenebileceğinden emin değildi. Zaten
aksi takdirde, kardeşine görüşmelere başlamasını ve "ona uy­
gun görünen koşullarda" barış yapmasını söylemezdi. Ç�inkü
son sözü başkasına teslim etmek, sultanda alışılmış bir huy
dcğilc.li.
Düşman, Yafa' nın savunmasını onarmakla -ve şehrin sun­
duklarının keyfini sürmekle- meşguldü. Yazarlara göre, bu
meşguliyet, kutsal yerleıi kafirlerin dinden kurtarmaya yemin
etmiş haçlı savaşçıların;\ pek yakışır şeyler ele değildi. Anlaşı­
lan, doğunun etkisine onlar <la direnemiyorla rdı ve Akka'dan
beri getirdikleri kac.lınlarla çiçekten çelenkler altında birlikte
olmak onlara es.ki Bakkalian efsanelerini çağrış'tı rıyorc.lu.
El-Adil, Richarc.l'ın Aşkelon' da olanlardan haberdar olma­
c.lığın ı ve:: kendisinin c.le oradaki işin bitmesini sağlayacak ka-

271
dar zaman kazanabileceğini yazdı. Bu haber, sultanın kararlı­

lığını artırdı. Artık işin başında şahsen duruyordu , işçi grup­

ları arasında geziyordu , komutlar veriyordu ve fazladan çaba

gösterenlere ödül vaat ediyordu. Sürekli at üstündeydi ve

bu yorgunluk, onu birkaç gün yatağa bağlayan bir h astalığa

dönüşüverdi. Surların yerle bir edilmesi bir aydan uzun sür­

müştü ve bir kale kadar sağlam olan Hospitalier Kulesi hala

yıkılmış değildi. Kazma işe yaramayınca kule iki gün boyunca

yakıldı ve ancak o zaman taşlar sökülebilecek kadar kırılgan

hale geldiler. Bu iş de bitince Sefahattin kardeşiyle konuşmak

üzere Aşkelon'dan ayrıldı.

Amacı, düşmanın yiyecek kollarını yoklamak ve Frenklere

üs olabilecek kasabaları yıkmaktı. ilamla (Ramle) Kalesi ve

Luc.I ilk yıkılanlar oldu. Müslümanların gün batana dek yiye­

medikleri ve içemedikleri Ramazan ayı gelmişti ama bu yıkım

işine engel olmadı. Sultan her akşam çalışmaları denetledi ve

orada iftar açtı.

Kudiis'ü ziyaret etme kararını aniden verdi. Sonuçta

Richard'ın bütün çabası bununla ilgiliydi ve bu amaca ulaşa­

bilmesi olasılığı da Selahattin'in e ri büyük tedirginlik kayna­

ğıydı. Komutayı El-Adil ' e devretti ve küçük bir koruma bir­

liğiyle gizlice ayrılıp, ertesi gün Kudüs' e ulaştı. Savunmaları

dikkatle inceledikten sonra surların güçlendirilmesi ve hen­

değin genişletilmesi gerektiği ne kaı'ar verdi. Gergin ve ku­

mntulu olduğu , gözetimle ve yönetimle yetinmeyip, şahsen

272
işe koşulmasından da anlaşılabilir. Zaten iyi olmayan sağlığını

bu ağır işe koşması akıllıca değildi ama sultanın kendi ulu

omuzlarında taş taşıdığını gören halk harikalar yarattı. Zen­

gini yoksulu, güçlüsü güçsüzü, yaşlısı genci bu örneğin pe­

şinden gittiler. Hammadde yetersizliği soıunu kısa zamanda

çözüldü. Ancak efendilerinin hızına yetişmekte yine de zor­

lanıyorl�rdı.

Richard ' ın adamlarının surlara saldırması sahnesi gözle­

rinin önüne gelmiş olacak ki, kendisini insanüstü denecek

oranlarda zorladı. Şafakla otağından çıkıp, öğlene kadar dur­

madan çalışıyordu. Sonra dönüp yemek yiyordu ve güneşin

dışarı çıkmayı tehlikeli kıldığı saatlerde biraz dinleniyordu .

Dörtte yine ayaklanıyordu ve karanlık yüzünden devam ede­

mez olana dek çalışıyordu.

Yatağından çıkmaması gereken, çevresinden hekimler ay­

rılmayan hasta bedenini sınırlanna kadar zorlayan bir dönem

oldu , yine de tatmin olmadı. İş arkadaşları, sonuna kadar hak

ettikleri akşam yemeği sonrasında şantiyede dinlenirlerken,

hatta yataklarına çekildikten sonra bile sultanın lambası sön­

müyordu. Sabahın ilk ışıklarına kadar onun otağını diğer ça­

dırlardan ayıran özellik de genellikle içinde ışık yanması olu­

yordu. Ertesi günün işlerini ayrıntılarıyla planlamadan yastığa

başını koymuyordu.

İ şler onu tatmin edecek kadar tamamlandığında Kudüs' ten

ayrıldı ve orduya döndü. Onun yokluğunda düşmanın yiye-

273
cek arayan kollarına birkaç saldırı yapılmıştı ve bunlardan

birinde Richard avlanırken pusuya düşmüştü. Adamlarından

birinin kahramanca müdahalesi sayesinde kargı ona isabet et­

memişti ve hükümdar kaçabilmişti.

El-Adil ile görüşmelerde Monferat Markisi yeni bir yak­

laşım izledi. Bu becerikli şövalye, Richard onun hırslarına

müdahale ettiği için kızgındı. Sur şehrinde Selahattin 'in sal­


.
dırısını boşa çıkarmasının üzerinden çok zaman geçmişti. Bir

yıl önce Kraliçe Sybil'in ve çocuğunun ölümü, markinin taht


_
umutlarını canlandırmıştı . Frenk şövalyelerinin de ciddi bir

bölümünün desteğini almış olan Guy her zamankinden daha

popülerdi. Çünkü Konrad aslında onların ülkülerine bir hayli

uzaktı ve Sur'daki başarısı da markinin itibarını pekiştirmişti.

Kardeşi, kraliçenin ilk kocasıydı . Guy da Sybil'in kız kardeşi

İzabella'yı Toronlu Humphrey'den boşanıp kendisiyle evlen­

meye ikna ederek elini güçlendirmişti.

Bütün bunlar, Philippe'in ve Richard'ın Kutsal Topraklar'a

doğnı yola çıkmalarından beri süregelen İngiliz�Fransız çekiş­

mesinin bir parçasıydı . İ kisi, pek çok kere ilişkileri kesme

noktasına gelmişlerdi. Richard, Philippe'in Sicilyalı Tancrcd'i

kendisine karşı kışkırttığını ortaya çıkannıştı. Sonra da Ric­

hard, çocukluktan beri nişanlısı olan Philippe'in kız kardeşiy­

le evlenmeyi reddetmişti ve bununla kalmayıp kadını aşağı­

lamıştı. İşin kana bulanmasını engelleyen; elbette Richard'ın

düşüncesiz tavırları olmadı. Akka kuşatmasından beri anlaş-


mazlıkları sürüyordu. Sonra, İngiliz başpiskoposu boşanmaya

karşı çıkarken izabella'yı markiyle evlendiren kişi Philippe'in

kuzeni oldu. Sonunda Philippe, Richard'ın itirazlarını umur­

samadan Fransa'ya döndü ama geride kalan Fransızlar didiş­

meyi sürdürdüler. Konrad ile Richard arasındaki anlaşmaya

göre Guy krallığını alacaktı ama gelirini Sur ve Beyrut hüküm­

darı olan markiyle paylaşacaktı. Guy'un ölümü sonrasında da

taç yeni evlilikten olan çocuklardan birine geçecekti.

Anlaşıldığına göre marki hfüa tatmin olmamıştı, çünkü bu

kez de Müslümanlara barış önderdi. Kendisi Sayda ve Beyn.ıt'a

sahip olacaktı ve Akka'ya saldınp aldıktan sonra onu sultana

verecekti. Selahattin bunu kabul etti. Richard ile "bayağı çe­

kindiği" bir adam olan markinin açılmasından daha çok işine

gelen bir durum olamazdı. Tek koşulu, Konrad'a Saycla'yı ve

Beynıt'u verıneden önce Sur'daki ve Akka'daki Müslüman

tutsakların salıverilmesiydi.

Ancak bu görüşmelerden bir sonuç çıkmadı. Richarcl bun­

ları öğrendiği ya da sezdiği için, marki bir şey yapamadan

Akka'ya gitti ve savunmayla garnizonu güçlendirdi. Aynı za­

manda El-Adil ile görüşmelere yeniden başladı ve top çeviren

bir cambaz gibi, her şeyi birden aynı anda idare etmeyi başar­

dı. Bahattin, içeriğinin Selahattin'e ulaşmasını rica ederek şu

mektubu yolladığını aktanr:

"Müslümanlar da Frenkler de güçlerinin sonundalar. Şe­

hirleri yok oldu ve iki tarafın da adamları ve er.lakı bitti. Artık

275
buradaki durum belirginleştiğine göre konuşulacak tek konu

Kudüs, sınırlar ve haçtır. Kudüs ' ü size verm emeye ve son

adamımız ölene dek çarpışmaya kararlıyız. Sınırlar konusun­

da, Ürdün'ün ötesine kadar bize vermenizi istiyoruz. Son ola­

rak, haç konusunda -ki size hiçbir şey ifade etmezken, bizim

gözümüzde çok değerlidir· sultan onu bize verecek olursa,

bunca yorgunluğun ardından barış görebilir ve rahat soluk

alabilir."

Sultan buna şöyle yanı t verdi: " Kudüs size olduğu kadar

bize de aittir ve bizim gözümüzde sizin için o kluğundaıl daha

değerlidir çünkü hem Peygamberimizin yolculuğunu tamam­

ladığı şehirdir, hem dc meleklerin toplandı kları yerd ir. Bu

yüzden, şeh1'i size vereceğimizi de, bizi buna ikna ed ebilece­


ğinizi de düşünmeyin. Sınırlar meselesine gelince, en başta

zaten bize aittiler ve saldıran da sizdiniz. Eğer bir ara ele ge­

çirmişseniz, bunun nedeni beklenmedik biçi m de saldırmış

olmanız ve o zamanlar orayı savunan Müslümanları n zayıf

kalmış olmalarıdır. Savaş sürdüğü sürece Tan rı bu ü l k ede taş

üstüne taş koymanıza izin vermeyecektir. Son olarak, haç ko­

nusunda, onu elimizde tutmak bizim için bir üstün lüktür ve

İslam adına büyük bir karşılık almadıkça veremeyiz. "

Bundan bir süre sonra, Richard şaşırtıcı bir ö neride bulun·


du ve Sicilya Krah'nın dul eşi olan kız kardeşi Joan'ın, El-Adil

ile evlendirilmesinin barışı sağlayabileceğini öne sürdü.


Yİ R M İ İ Kİ NCİ B Ö L Ü M
Uzlaşma

Richard, İngiltere'nin en hi.iyük krallarından biri, parlak


bir asker, gözü pek bir maceracı olarak hatırlanır, hatta şair
bile olduğu söylenir. Akıllı ve güçlü kişi} i kli bir adam olduğu
açıktır. Ancak, çağdaşların ı n ve ondan sonra da yaşamış olan­
ları n gözü nde bu kazanmış olduğu itibarı yitirdiğine kanıt
olarak, Akka'nın düşmesinden sonra Selahattin'in elçilerine
yaptığı tuhaf şakayı anlatan bir 1 4. yüzyıl şiiri gösterilebilir.
Buna göre, Richard bir zamanlar hastayken biraz domuz eti
ister ve M üslüman topraklarda domuz bulunamadığı için,
aşçıbaşı -artık nasıl bir kafa yapısına sahip bir insansa- bir
Müslüman tutsağın kafasını kestirip, sosları ela kullanarak
domuz kafasına benzetmeyi akıl eder. Kral, bunu sonradan
öğrendiğinde iyi bir fikir olduğunu düşünür ve elçilere de
aynı şeyi tekrarlatır. Elçiler bazı seçkin emirlerin tutsaklıktan
salınmaları için pazarlı k ederlerken, Richard bu söz konusu
emirlerin kellelerini sultanın elçilerini eğlendirdikleri bir şö­
lene.le im biçimde sunmanın uygun olacağı kanaatine varır ve

277
yanlışlık olmasını engellemek için de her emirin kellesinin

yanına adını da yazdırır. Konukları dehşet içinde bu katliama

bakarlarken kendisi burun kıvırır ve iyi yemekten anlamıyor

olmalarından dolayı huzursuz olduğunu söyler. Ardından da

daha makul yiyeceklerin getirilmesini buyurur.

Elbette , bu şiir Miislümanları kızarttırıp, yürüdüğü yol bo­

yunca ardında dizdirmiş olan ve insan yediklerinin düşünül­

mesini sağlayarak, bu sayede düşmanlarını korkutmayı amaç­

layan daha önceki bir haçlı şövalyesinden esinlenmiş bir kur­

macadır. Ancak Richard'ın da kurbanlarının gülümsemesine

pek nadir neden olacak bir şaka anlayışına sahip olduğu da

tartışılmayacak kadar açıktır.

Kız kardeşi ]oan ile El-Adil'in evlenmelerini teklif ederken de

sultanla kafa bulmuş olmalıdır, ki sultan da bunu sezmiş gibi gö­

rünüyor. Yine de bu teklif ciddiyetle ve ayrıntılarıyla ele alındı.

Çift, kıyıdaki bazı kentlerle birlikte onlara ait olacak olan Kudüs

şehrinde yaşayacaktı. Akim, Yafa ve çevreleri Richatd tara.fmdan

onlara verilecekti, sultan da kendine ait topraklardan verecekti.

El-Adil, bütün bunların kralı olacaktı. Kendi elinde bulunan şe­

hir ve topraklar da onda kalacaktı. Tapınakçılar ve Hospitalierler

kendilerine ait köyleri ve kaleleri ellerinde tutacaklardı. Karşılıklı

esir değişimi yapıl�rcaktı ve Frenkler kutsal h.1çı alır almaz da Ric­

hard keyifle İngiltere'ye dönecd.ı:i.

El-Adil, kadıyı çağırttı ve onu kralın teklifini sultana bildir­

mek üzere oluşturduğu heyetin sözcüsü yaptı. Sultan kabul


ederse, orada bulunanlar buna tanık olacaklardı. Koşulları
reddederse de hepsi tarafından hu kaydedilecekti.
Sultan dikkatle dinledi ve resmi onayını verdi. Kadının is­
teği üzerine, üç kez üst üste "evet" diyerek bu kararını sarih
kıldı ve orada bulunanların hepsinden bu sözüne tanık olma­
larını, "Çünkü İngiliz kralın yine işi kurnazlığa ve alaya vur­
duğundan ve bu söylediklerinin hiçbirini yapmayacağından
emin okluğunu" ekledi.
El-Adil o kadar da emin değildi. Kralla bir hayli dost ol­
muşlardı ve bir süredir Richard'a kardeşim diyordu. Richard
onun için gösteıişli eğlenceler düzenlemişti, kendisi de ona
pek çok değerli hediyeler ven11işti ama Adil'in gözleri yakın­
da açılacaktı. Richard, sultanın yanıtını bildirmek üzere yolla­
nan emire Joan'ın bir Müslüman'la evlenmek istemediğini bu
teklife de çok kızdığını söyledi. Bu biricik engeli aşmak için
El-Adil'in Hristiyan oluven11esini önerdi.
Bu sırada iki taraf da birbirine elinden geldiğince hasar
vermeye çalışıyorlardı. Müslüman donanrpası, birisi beş yüz
acL-ım taşıyan iki gemi ele geçirınişti. "Bu haber" diye yaz­
mıştı kadı, "bize güzel bir ezgiyi dinlemek kadar büyük keyif
verdi. " Yafa yakınlarında sultanın fedaile �inin yaptığı sert bir
saldırıda genç savaşçılar Frenkler tarafından ciddi biçimde
hırpalandılar ve "ancak atlarının ya da kendi bacaklarının
gücü sayesinde" kaçabildiler. Tacettin'in ölümü de sultana
ürkütücü bir darbe daha vurdu.

279
Marki ile görüşmelere yeniden başlanmıştı ve kendileri bu

kez, sinsi hileleri yüzünden sultanı çok rahatsız etmiş olan

Sayda hükümdarı tarafından temsil ediliyorlardı. İhtimamla

karşılandı, çadırı "büyük adamlara ve hükümdarlara yaraşan"

halılar ve yastıklarla süslendi. Sultan, Richard ve Konrad'ı ay­

rık tutmasının sağladığı üstünlüğe her zamankinden daha faz­

la titizleniyor<lu. Sultanın, Richard 'ın kuvvetleıine saldırmayı

kabul edecek olursa markiyle anlaşmaya hazır olduğunu söy­

lediği bir görüşme yapıldı.

Bunun hemen ardından El-Adil ile Richarcl bir sevgi şö­

leninde daha buluştular. El-Adil, çadırını her çeşit içecekle,

lezzetli yiyeceklerle ve "Ancak bir hükümdardan diğerine

verilebilecek armağanlarla doldurmuştu. Böylesi armağanlar

verdiğinde, kimse görkem konusunda onunla yarışamazdı. "

Kral bunları kabul etti ve El-Adil'i odasına davet etti. O gün


ikisinin aşçıbaşıları rekabet halindeydiler çünkü kral, ken­

di ülkesine özgü yemeklerden oluşan ve El-Adil ' in tabağına

yakışacağını düşündüğü bir öğün hazırlatmıştı. İkisi . bütün

gün birbirlerinin mutfaklarını tartışmış ve yorumlamışlar gibi

görünüyor ama savaşın üzücü gidişini tartışacak zaman da

buldular ve bunun sonucunda Toronlu Humphrey yeniden

elçi olarak sultana gitti ve Richard'dan haber götürdü. "İç-

. tenliğiniz hoşuma gidiyor ve arkadaşınız olmak istiyorum "

diye yazmıştı kral. Bunun ardından da, El-Adil' i hem bütün

Müslümanların gözünde aklayabilecek, hem de Frenklerin

280
<Sg.ı ı• f.: s ) . �( 0 5 .: b a 11 fı

serzenişini engelleyebilecek olan, tatmin edici bir anlaşmaya

varılabileceğine inandığını söylemişti. Bunun yolu, Frenkle­

rin Kudüs'ün bir bölümüne sahip olmalarıydı.

Selahat�in hemen muvafık oldu ama aslında içten olma­

dığını elçi gider gitmez kadıya belli etti. Hatta ilk anda unut­

muş h avası yaratarak, Humphrey'i bu durumda tutsaklar

meselesinin ne olacağını görüşmek için geri çağırttı. Aslında

tek <.mıacı usulca sorun çıkarıp, böyle bir barışa ülaşılmasını

engellemekti. Herhalde ruhsal çöküntüsü artık ona egemen

de::ğ ildi ve düşmanla anlaşmanın tdılike:: l erini görebiliyordu.

" Bu insanlarla barış yapacak olursak, onların kancıklıklarına

karşı kendimizi koruyacak bir şeyimiz kalmaz. nen öle� ek

olursam , böyle bir orduyu tekrar toplamak kolay olmaz, bu

arada düşman iyice:: güçlenir. Yapacak en iyi şey, hepsini kı­

yıdan sökene kadar kutsal savaşı sürdürmek ya da bu uğurda

ölmek . ..

Selahattin emirlerini topladı ve kral ile markinin teklifini

ortaya koydu. Kadıya göre. soyluların ve halta kadının · bile

itirazlarına karşı, kral evlilik fikrine geri dönmüştü. Dul oldu­

ğu için Papa' nın onayın ı alması gerekiyordu ve bu da altı ay

sürebilird i . Papa kabul etineyecek olursa, kardeşinin kızı da

Joan kadar uygundu ve bütünüyle kendi kontrolünde olan

bir bakire olduğu için sorun da çıkmazdı.

Sultan , Frenkleri ikiye böleceğini ve birbirlerine düşürece­

ğini düşündüğü için, markizle bir evlilik fikrini destekliyordu.

281
Ancak emirleri, kralla anlaşmanın daha doğru olacağı ve mar­

kinin slizüne de, Suriyeli m iittefiklcrine de çok güveneme­

yecekleri düşüncesindeydiler. Evliliğin Joan ile yapılmasında

ısrarlıydılar. Bu evlilik konusunun hiçbir Hristiyan yazar ta­

rafından kaleme alı nmamış olması ama kadının yanında pek

çok başka Müslüman yazarın <.la, bu konunun uzun tartışma­

lara neden olduğundan söz etmesi ayrıca dikkat çekicidir.

Bu süreçte, karşılıklı didişmeler bütün hızıyla sürüyordu

ve Richarcl her ne kadar "sevgili kardeşini" ziyaret etmek­

ten mutluysa da, Sayda hükümdarının da ordugahta çok za­

man geçirdiğini görmekten huzursuzdu. M arkinin kurnaz

elçisi, genellikle El-Adil'in yanında okluğunu gizlt:miyordu .

. Richard'ın güçlt:rini gören bir tepeye birlikte at sü rüyorlardı

ve sanki birliklerinin konumlarına bakarak, birlikte plan ku­


.
ruyorlan lı. l lerhakle becerikli şövalye, bu tavrmın Richard'ın

markiye karşı durmak konusundaki inadını k ı racağını diişiin­

ıniişLii, El-Adil de kralın bu sayeck: sultanla anlaşmaya yanaş­

masını umuyonlu.

Üstünlük sağlamak için süre giden bu çaba, yağmur mev­

siminin çökmesine ve sultanın birliklerini Kudüs'e çekme­

sine kadar sürdü. Kralın kız kardeşi yerine yeğenini olarak

yedek kullanmak fikri hem sultan, hem de kardeşi tarafin·

dan geri çevrilmiştf ama bunun dışında Richard' ın koşulları

kabul edilmişti. Gelecek sefer için taze birlikler toplamakla

görevli olarak geride bırakılan El-Adil, Richard'la göriişmele·

282
ri sürdürmekle de yükümlüydü ama zaten Papa'ya yollanan
elçi dönmeden herhangi bir şey yapılamayacağı da açıktı. Bu
sırada sultan, komutasındaki birlikleri terhis etti ve kışı kutsal
şehirde geçirdi.
Ertesi baharda pazarlık daha da kızıştı. Richard ile marki-
. nin birleşebilmeleri olasılığı belirmişti ve sultan da Tacettin'in
halefi olan kendi oğlunun isyankar tavırlarından çok rahatsız­
c.lı. Richard bu haberi alınca Müslümanlar anısında bir savaş

olasılığını gördü ve barış görüşmelerini kesti. Sonunda sultan


Sayda hükümdarıyla anlaştı. Richard iki ateş arasın da kala­
cakmış gibi görünse de, markiye yapılan suikasttan sonra bu
tehdit ortadan kalktı.
İki haşhaşi tarafından gerçekleştirilen saldırının nedeni
olarak, Konrad'ın Dağdaki İhtiyar'a ait bir gemiye el koymuş
olması gösterildi. Açıklanamamış olan bir nedenle bu suç sul­
tanın üzerine atıldı, hftlbuki markinin ortadan kalkmasının o
sırada onun çıkarlarına ters ole.tuğu !!Çıktı. Daha kabul edile­
bilir bir açıklama, bunun Konrad'ın sultanla anlaşmasından
umutsuzluğa düşmüş olan Richard'ın eliyle yaptırılmış olma­
sı olurdu.
Bu sıralarda Richard, sultanın öngördüğü gibi Ku<lüs'e
doğnı harekete geçmişti ama haklı çıkmış olmak sultanı pek
rahatlatmadı. Mısır'dan gelen büyük bir kervan, esirkri, zen­
gin mallan, binlerce atı ve devesiyle Richard'ın eline geçin­
ce, durum olduğundan bile karanlık görünür oldu. Kudfrs'ii n
almması o l a s ı l ı ğı hfüa c.l u nıyo rc.l u ve a rllk M ısır b a ğ l a n tı sı c.la
Richard ' ın el i nc.leyc.l i .

l lasta v e tedirgin olan Sel ah a t ti n ondan beklenırn.:yccek


,

bir şic.ldetlc sarsı l d ı . K e n di si ve ordusu K u c.l iis t c kalsalar ve


'

es i r d üşme o la sı l ığ ı na kucak a<,;salar. acaba bu r Iristiya n sal­


dırganlığı na ka rş ı Müslüman d i re n işi n i n sonu n u ge t i reb i l i r
miydi? Her şeyi riske atıp, d ü ş m a n ı k u t.sal şeh r i n ü n ü n d e kar­
şılasa ve son bir büyük sa v aş yapsa nas ı l o l u rdu ? Ke n di n <: ve
emirkri ne bu soruları sonıyorcl u . O n l a r g üç l e ri n i n bir böl li­
,

miiylc şch irdc n ç ı k masının ve kendileri n i n kalan k uv\'etlcrle


burada k a l ı p ellerine.len geldiğince k a rşı koym alarının d a h a
,

doğru olacağı diişiincesi ndeyc.likr. Sefahattin k e n d i h al k ı n ı


t anı yo rd u ve aldatılması kol ay deği ldi. SC>zcii l eri o la n Sey­

fettin d-ı\kştup o na şu sözleri taşıd ı : ·' Efendimiz, biz sizin


hizmetk:1rı mz ve kö l e n i zi z Bize kar::; ı cöırn.:rt
. da\'ra n d m ız ve
her biri m izi güçlü ve zengi n kıldınız. Boyu n la rı m ı z e m ri n i ze
amadedir. Tanrı biliyor. ölene dek birimiz b i l e sizd en desrt·ği·
ınizi çek m ey iz . " Oradaki herkesin bu sözkri çılgınca a l k ı ş l a­
maları s u l tana biraz güven verdi ve zi h n i n i rahatla t t ı . Ancak,
o gece otağmda yal n ız kal d ı ğ ın d a yancıları n m sözüne i nan­
,

maktan nc k ad a r uzak olduğu n u k a d ı y a sezd i rd i .

Payt a k yüriidiiğii ve b a ş kal a rı ayakta d u r u rken o t u rması


gerektiği i ç i n "şişko" olarak bili nen Ebu Feyca, kuşk uları­

nı haklı çıkaran i l k k i ş i old u . Sultanın nı e m hı k l arı n d a n pek


çoğun u n şehi rde ka l ma fikri ne kar�ı oldu kları nı a m a düş-

284-
ru .
\..::; )
rı •1 I' '1
I' ı: \ 1) • '-
\)
(}\ , ' ,1 1 1
O � ı: L I' t

manı d ışarı d a karşıl amaya a k ı l ları n ı n yattığını siiyl<:d i . Sonra

Sdahatti n ' e şehrin savu n masın ı ba�kalarına bıra k ı p , kc..: n d i­

s i n i n gi t ın c..: s i n i n İ\i<:: yaramayacağı n ı . K ü rtlerle Türklerin b i r­

b i rl e r i n i d i nk'ınc..: y ece k k ri n i b i l d i re n b i r mesaj geld i . Böylc..: c c

kazan yeniden karnamaya başlau ı .

M üslü man davas ı n ın k h i n e olara k , onlara ımısa llal olan

u yumsuzl u k l a r ı n b c n z<.:rl<:ri F re n k le ri n ırn.:d isinde de vardı .

An ı k � e h ri görebi l<.:cek kadar yak ın a yanaşm ışlardı ve yi.irü­

m e nH:: l<.: ri İ\: i n görü n ü r bir n<.:den de yok t u . Sofu kad ı , Fren k­

k r i n a n i cli> n l"ı şl<:ri ı ı i n neden i n i cuma namazı n ın gücün<.: ve

s u l t a n ın göz le ri mk n siizi.i len yaşla r secdc..: y e geldiği halıyı sı­

rılsıklam ederken başkaları n ı n duyamayacağı bi <.;i ın ck fısılda­

dığı varl ı k la ra bağla d ı .

Richard ' ın söyk d i kkri 11tk daha alışıl d ı k nedl'.nler bulu­

n u r. S u riyc..: l i ler dı:: , Fre n k kr ek , Tapmak Şövalyeleri Ye I-Ios­

pitalic.:rkr de, hava n ı n crz:ı klara zarar verd iğin i , z ı rhlarını

pasla n d ı rc.lığı nı . d ii\iına n ı n k i rlet miş olduğu su kaynaklarıyla

o rd u yu beskyemeyL·cekkri n i ve şüvalyekri ıı de, piyadelerin

de şd ı ri a l may ı becerecl'k olsalar bile.:, hc.:ıne n a rdından ev­

leri n e d önecL·kleri n i , bu y üzd e n i k rlcırn : n i n a n lamsız oldu­

ğ u n u d iişü n iiyorlard ı . A�kd o n ' u \'L' �am ' ı ele ge�· i ri p M ı s ı ı" a

g ilrnt: k d a h a iyiyd i .

B u d ü:jü nccye Fransızlar kar� ı ç ı k t ı lar v e buraya k u lsal

k e n t i k u rta rmaya gelmi� oldukları nı ve bu amaç t a n t lfüı nı e­

n i n ayıp olacağı ı ı ı siiyletl i lcr. (an.:si z l i k lc bii l ü ıı m ü� meclislc:r

­
-Q
? 0 )
sonunda, kar;\r beş Fransız, beş Hospitalier, beş Tapınakçı ve
Suriyeli beş soyludan oluşan bir meclise bımkıldı. Verdikleri

karar Mısır'a yürümek oldu ve ertesi gün Kudüs kulelerinde­


ki Müslümanlar gözcüler, düşmanın Ramlah ' a (Ramlch ya da
Ranila) ge ri dönmekte okluğunu gördüler.
Sultan bu kadar kaypak bir düşmanla barış yapmak konu­
sumlaki fıkıini değ işt i rm em iş olsa bile, iki taraf ela savaşmak­
tan eşit düzeyde yorgundu ve anlaşmaya eğilimliydi . Yine de
uzlaşmalan zaman alacaktı. Monferrat mMarkisi 'nin boşalttığı
tahta Champagneli Henri geçmişti ve sultana gelen bir daha­
ki elçi , onun elçisi oldu. O kadar tuhaf tal ep l e rde bulundu ki
sultan onun yüzün e karşı kızmamak için kendini zor tuttu.
Bundan sonra Richarc.l'dan, sultanın krala boyun eğmesi­
ni ist eyen ve taraflar arasında dostça bir çözüme ulaşılma­
sını umduğunu söyleyen bir m e ktu p geld i . Sultan, buna da
alışıldık nezaketiyle yanıt verdi ve ulaklar san k i durum iyiye
gidiyormuş havası i ç i nde _karşılıklı gidip geldiler ama bu kez
yolları Aşkelon şehriydi. Richard, kendisi ve şövalyeleri tara­
fından kurulan h er şeyin yen id en yıkı l m as ın ı kabul edemedi.
Selahattin ise bu şehrin düşman elinde sağlam olarak kalma­
sına razı gelmedi .
Göıiişmel er sonuçsuz kalınca iki taraf da saklınnak için yeni
fırsat kollamaya başladılar. Richard Beyrut'a bir sefer planlarken,
Selahattin Yafa üzeıine yüıiidü. Şeh ıi ele geçirdiğinde, savunan­
ların çekildiği iç kalenin de teslim edileceği sözünü almayı kabul

286
elti. Çünkü Müslüman komutan adamlarının kackdilmcsini i:-;te­
miyordu ama Richard Akka'clan gemilerle geldiğinde, adaınla11nı
tutmayı pek de başaramadı. Müslümanlar tar:ıfmdaki güçler ka­
rışıktı. Türkler ve Kürtler bu önemli şehri uzun zaman sonra ye­
niden yağmalamaya niyetliydiler ve sultanın şehri Kucliis'ii aldığı
gibi almak yönünde yapmaya çalıştığı anlaşmalarına müdahale
ettiler. Böyle bir şeyin olabilmesi için M iisliimanların yağmala­
maktan vazgeçmeleri gerekiyordu ve sultanın memluklan, sul­
tanın hiç hoşuna gitmiyor. olsa da bunu başarabilmek için kimi
yerde güç kullanmak durumunda kaldılar.
Sonunda kaybeden Müslümanlar oldu. Kavganın içinde
bulunmuş olan ve sultanla ordugfüu arasında ulaklık eden
kadı , bu sırada olanları betim lerken yandaşlıkları görmezden
geleli. Onun anlattığına göre Frenklerle olan savaş, kendileri­
nin sarsılmaz kahramanlıkları nın ve dikkatlerinin bir örneği­
ni, bunun yanında da Richarc.l'ın önderlik niteliklerine övgü­
leri içeriyordu.
Surlar Müslüman ınancın ı k larını n bombardımanı sonun­
da yıkıldığı nda Hristiyan savaşçılar gedikleri doldurmak için
m ızraklardan bir hat kurdular. Mancınık taşlarından biri , bir
savaşçıyı burçlardan aşağı savurduğunda, hemen başka biri
yerini dolduruyor ve aynı kaderi beklemeye koyuluyordu. Sa­
vaşçılardan biri kaleden burçlara kadar olan yüksekliği aştı ve
denize atlayıp, Richard'a kalenin henüz düşmemiş olduğunu
ve yardımını beklediklerini haber verdi. "Çok iyi savaşçılar-
c.lı" diye anlatır kadı, "cesur ve bahac.lırlardı . " Richard ' ın ge­

misi karaya ilk yanaşan oldu. Adamlarının başında, dev kılıcı

düşmanm üzerine savrularak atıldı ve ön ü ndeki Müslümanlar

canlarını kurtarmak için zar zor kaçabildiler.

Eıtesi gün El-AcJil'in kc:thüc.lası geldiğinde füchard neşeliy­

di: " Bu sultan çok güçlü ve İslam topraklarında onun kadar

büyük ve güçlü başkası yok. O zaman , beni görür görmez

neden kaçtı? Tanrı biliyor, silahlı da c.leğilcli m , hazır ela değil­

diın. Ayağımda hfıl:l dün giydiğim ayakkabılarım duruyor. "

Aslında sultan, onun gelmiş olduğun u şehirden ayrı ldık­

tan sonra öğrenmişti ve kadı ona haber getire.fiğinde kalenin

teslimi konusunu iki elçi ile konuşuyordu.

"Eline sağlı k ! " diye devam etti Richarc.1, " ben Yafa'yı iki

ayda alamaz sarnyorduın ama iki günde aldı ve başına bile

geçti . "

Ancak , ket hüdayı çağırtmasının asıl nedeni b u yoru mla­

n yapmak değil, barış talebini yineleınekti. Çekişmele r hfü;1

sürüyordu ve becerikli Richarcl, Yafa ve Aşkelo n ' d a bıraktı­

ğı bi rliklerin sultana katılacaklarını düşi.i n müyorclu. Elbette

yemi yutmadı . Sultan belki Yafa 'yı verirdi ama Aşkelon ' u ver­

mezdi. Kralın elçileri bu kez sultanın Aşkel o n ' u vermesi koşu­

luyla barışın altı gün içinde yapılacağını ve k ralın S u riye'den

hemen ayrılacağını söylediler. Selahattin b u na Richard ' ı n ne

olursa olsun gidemeyeceğini, böyle bir şey yaparsa kazandığı

her şeyi geri alınacağını söyleyerek yan ı t verd i .

288
"Eğer kendileri kışı insanlarından ayrık, evinden iki ay
uzakta, buralarda geçirmeyi başarabiliyorsa" diyordu mektup
"ve hayattan asıl keyif alması gereken yaştayken bile buna
katlanabiliyorsa, ben neden kalamayayım hatta yazı bile bu­
rada geçirmeyeyim? Ben ülkemdeyim, kendi evimde, çocuk­
lanmlayıın ve ne istersem elimin altında. Dahası, artık yaşlı
bir adamım ben, bu dünyanın zevklerinden bir beklentim de
yok. Onlardan nasibimi aklım ve eleğimi de astım. Bana kışın
hizmet eden savaşç�ları , yazın başkaları izleyecek. Hepsinden
önemlisi, ben böyle davmnarak Tanrı'nın istediği bir şeyi ya­
pıyorum. O , zaferi hangimize verecekse verene dek bundan
vazgeçmem."
Bundan birkaç gün sonra sultan, Richard'ı Yafa yakınla­
rında küçük bir birlikle bastı. Piyade sayısı binin altındaydı,
şövalyeler de ancak bir düzineydiler ama Richard oradaydı
ve varlığı sayı açığını kapatıyordu. Belki de bundan daha
önemli olan Müslümanların savaşmak istemiyor olmalarıydı.
Richard'ı ve adamlarını ele geçirmek için bulunmaz bir fır­
sat gibi görünüyordu ama sultanın birlikten birliğe gezerek,
Frenklere saldıracak olanlara büyük ödüller vaat etmesi bile
beyhude oldu. Yalnızca oğlu El-Zahir yanıt verdi, onu da sul­

�an engelledi, çünkü tek başınaydı. Bunun açıklaması, Kürt


emirlerden biri olan El-Jenah'ın yorumunda yatar:
"Selahattin ! O emri sen, hem yağmayı toplayıp hem de
bizleri savaşmaya döverek yollamaya çalışan memluklarına
ver! İş savaşmaya gelince sıra hep bizde oluyor ama yağmaya
gelince onlann sözü dinleniyor. "
Selahattin doğal olarak kırgındı ve Richard da sanki olup
bitenleri sezermiş gibi kendi ordusunun önünde, elinde mız­
rakla at sürerken bağırarak meydan okuyordu ama karşısına
tek bir Müslüman çıkmadı. Ona neden "Aslan Yürekli" den­
diğine örnek olarak gösterilebilecek sahnelerin belki de en
önemlisi bu oldu.
Selahattin savaş alanından öfkeyle ayrıldı. D uygularına na­
sıl söz geçirdiği de, somurtkan emirlerini o gece nasıl dav<:l
ettiği de daha önce anlatılmıştı . ''İnlikam alabileceği halde
bağışlamayı bilecek kadar kibar ve cömert bir adamdı " diye
yazdı İmadettin.
Richard sonunda barış yapmaya ikna oldu. İngiltere'den
gelen haberler, uzakta kalmasına aıtık izin vermeyecek kadar
huzursuz ediciydi ve:: herhalde başlarında Selahattin olduğu
sürece Müslümanların üstesinden gelemeyeceğine de artık
inanmıştı. Selahattin'in öne sürdüğü koşulları kabul etti ve
Aşkelon boşaltıldı. Richard 9 Ekim 1 1 92 y ı lınd a Selahattin
,

ile hiç karşılaşmamış olarak ayrıldı ama barış için konmuş


olan üç yıllık sürenin sonunda geri döneceğini ve Kutsal
Topraklar'ı fethedc::ceğini bildiren bir haber bıraktı. Neza­
ketinden hiç ödün vermeyen Selahattin, ola ki bir gün bu
toprakları kaybedecekse, bunun İngiliz kralına olmasını yeğ­
leyeceği yanıtını verdi.
Yİ RMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Selahattin'in Ölü m ü

Selahatti n, amcasına ilk Mısır seferinde eşlik ettiği za­


man yirmi yedi yaşındaydı . Rkhard'la barış yapıp, askerlik
yaşamına nokta koyduğunda da elli beş · yaşındaydı. Kutsal
Topraklar'a birleşik İslam egemenliğini geri getirmek için
ödemesi gereken bedel, sürekli olmasa bile, çok da uzun mo­
lalar verilmeyen, yirmi sekiz yıJJık savaş olmuştu.
Barış anlaşması yapılırken orada bulunan İbelinli Balian,
Selahattin'in İslam' ın kahramanı olarak gösterdiği başarıyı,
farkında olmadan sözleriyle övmüş oldu: "Müslümanların ara­
smdan hiç kimse Hristiyanlara sizin yaptığınız kadar kötülük
yapmamıştır. Bu kadar çok Frenkin öldüğü başka dönem gör­
medim. Sizi bulmak üzere yola çıkan savaşçıları sayınca altı
yüz bin kişi olduklarını gördük. Bunların on tanesinden biri
bile ülkesine dönemedi. "
Ancak zaferin bedeli d e ağırdı. Selah:ıttin'i kalbi kırık, yor­
gun bir adama çevirmişti.
Şam ' a dönüşü büyük coşku göst e ri le ri ne ve halkın patır­
tısına neden oldu. Her yerd e halkın kurtarıcısı olaı:ak , Müs­
lümanların Frenklere karşi üstünlüğünün simgesi durumun­
daki ulusal bir kahraman olarak s el aml andı . Yine d e bar ı ş ın
akıllıca bir fikir ol duğunda n kuşkuluydu. Anlaşmayı imzala­
mak üzereyken bile kadıya şöyl e de mişti : "Düşman gücünü
arttıracak ve onlara bıraktığımız topra k l a rdan ç ık ıp , kurtardı­
ğımız yerleri geri alacak. Görürsün, her biri bir tepeye kale
konduracak. Artık geri adım atamam ama b u barış anlaşması
Müslümanların sonu o laca k. "
Yine de sözünü titizlikle tuttu. Richar<l hacıların sayısın­
dan huzursuzdu ve sultandan Kudüs ziyıı.retl erin e biraz gem
vurmasını istemişti ama Selahattin buna yanaşmadı. Kutsal
kent onlara açık kalacaktı ve yolda da korunacaklardı. "İçle­
rinden seç ti k l erini onurlanc.lırdı ve onlarla dosLça sohbetlere
girdi. " Richard'a şöyle yazdı : "Kut.s ili yerleri görmek için çok
uzaklardan gel enler var ve bizim töremiz onları e n ge l l eme m i­
ze izin vermez. "

Bir süre , Selahattin 'in en sevdiği şehir olan Şam' da aile­


cek bir araya geldiler. El-Efdal ile babasının gözdesi gibi görü­
n en , sultanın savaşın bir bölümünde yan ı n da taşımış olduğu·
El-Zahir ilk gelenler oldular, sonra El-Adi l geldi. Ev herhalde
oldukça kalabalık olmuştu, çünkü yaşayan on yedi oğlu ve
bir kızı vardı. Sultan ve El-Adil bir süre dinlendiler, kcy i tk
ava çıktılar ve çevgen oy na d ıl ar . Bu dönemi, a k l ı n d aki pek
çok yeni fi k ri uygu lamaya ha ş la madan öne<: b i r b o şlu k ol a ra k

al g ı l a d ı .

Bunlardan b i ri M e k kt: 'yt: hacca gitmekti. B i r d iğeri M ısı r' ı

yeniden ziyaret etmek v e o ü lkc.:yle i lgili ü ç d ü ş ünc es i n i ya�a­

ma geçirmekti. S o n o l a rak , M ü s l ii m a n Su l c anl ı ğı ' n ın gücünü

peki\itirmek için fi k i rler kunı }'Ord u .

İ b n El-Atir, s u l t a n ı n . El-Adil ' i n v e El-Efdal ' i n bi r komışma­

s ı n ı akta rır. El-Adi l , h ü k ü m darı sultana verdiği sözleri tutma­

dığı i <.; i n K el at ü zerine silahlı b i r sder öneriyordu . El-Efdal,

c.lüşman l a rla sık s ı k iş b i rl i ğ i yapmt\i olan Kı lıçarslan'ın varis­

l e ri n i n to prak ları na gi rmeyi y e ğ l i yordu . Sultan, iki nci fi k ri uy­

gulayacağın ı ama bu arada El-Adi l ' i n de Kdat'a karşı ö n le m­

l e r a l mas ın ı söyledi. Daha sonra bi rleşip İ ra n ' a gcçecekkrdi.

B u s ı rada, kend isi evde kalan son i ş l e rl e ilgilenirken El-Ad il

K t: ra k ' a gidt:cekt"i ve işleri yoluna koyaca k t ı .

A n c a k b ü t ü n bu fi k i rler. m ı rı l t ılardan i baret t i . Önce, hep­

s i n i n d iişüml üğiinc.len dl: güçlü v<: b ü yü k bir düşmanın alt

edi l mesi gerekiyord u , ki hiçbiri bunu yapabilecek ka d ar akıl­

lı değilkrdi. İki y ı ld ı r işine taş koyup d u ra n hastalığı , hekim­

lere i natla d i re n iyordu. Hiçbiri ne olduği.ımı anlamıyorlard ı ,

nası l sağal taca k la rı n ı da b i l m iyorlard ı . Y i n t: de hftl:l kcndine

ayrı ca l ı k tan1111ıyord u . Adaletin dağı t ı lması ve başvu ru ların

değerlendi rilmcsi gere k i yord u . O n u görmek isteye n k i t leler

i �� i n açık k abu l le r d ü zenlcdi ve h erkc.:sin girırn:s ine izin verdi.

Şairler gel i p o n u n '·adaleti n kanatları n ı herkesin üzerine gcr-

29 3
5 f I! •l _ı,' .1 ı t j 11 s \' ,, i l
(. L
ı; j

mesini ve alicenap l ı k b u l utlarından h a l k ı n a l ü t uf yağd ırması­

nı" önliikr. Hazımsızl ı ktan , dermansızlıktan ve b i t ki n l i kten

şikayct lt.:rine hunlar çare olmad ı .

Kışın sonunda duru m u o kadar köt üye gitti k i , artık ziya­

retçi kabul edemez oldu. Tek t ii k aym:a l ı kl ı dostl a rı n d a n biri

olan kadı, doğasının bir parçası olan ca n l ı lığı a rt ı k onda gön:­

mez oldu. İştahı kesil d i ve zorlu k l a hareket eder o ld u . Yine

<le iradesi yerindeydi ve M e kke'ye giden h a c ı l a rı taşıyan ker­


vanı karşı lamak için yola çıkmakta ısra r ed iyord u . Ş ubat ' ın

sonlarıydı ve hava hfılfı nemli ve soğ u k t u . D i k katsiz uşakları ,


her zaman giydiği yeleğin i ge t i rm eyi ek tıııutımışlan.l ı . Anlaşı­

lan. kadı soruncaya kadar keml isi ele yeleği n o l madığın ı n far­

kında değildi. Getiri lmed iği a n laşı l ınca k a labal ı k saraya dön­

mesi için ısrar <:eti. En kötüs ünü dilşiin c n k ad ı , o n u ba hçeler

içinden hemen eve geri götiinlii. Bu. dış dünyayla son temas.ı

oldu. Uzu n ve acılı bir m ücadeleden sonra 4 Mart 1 1 9 3 'te

üldii .

Biitiin Şam gözyaşlarına boğu l d u v e bin,;oğu d uaları bile

un utup, kc.:nc.l incr m ı rı ldanır old u . Ö l ü m ü duyuru ld uğu za­

man kapılar kapatıldı ve sokaklar ıssız ka l d t . "Ki mse" d iye

yazdı bir tarihçi, " r


ş e h i yağma la mayı d iişii n nı e d i b i l e .. ,

Cenaze basit oklu . Ne şai rlerin söylemesine, ne agıtl:ıra,


ne cenaze n u t u k l arına izin verildi . Tab u l ll basit bir k u maşl a

öı1 iiklii ve savaş boyunca t:ışıdığı k ı l ı cı da üzeri n e k o n d u . Ü l­

mek üzereyken akmc.l a rı nı çağırtıp şüyle d ediği söylenir:


"Savaşlarda a lemim i sen ta�ıc.lın , ölüm sancağımı ela sen la�ı.

PL·spaye bir paçavra ol s u n . Onu bir mızrağın ucunda Şanı sokak­

ları n da geze.li r ve 'Bütün doğunun hükümdarı Selahatti n bile, p­

n ıııda bu pac;avradan ba�ka bir �ey götüremedi ' dire duyur . "

Sarayda para ka l nıa m ı�tı . ··cenaze ic,·in gcrcken lcri ed i n­

m e k i ç i n borç a l m;ı m ı z gere k l i " diye yazdı kad ı . " i'ıkzarc.laki

t uğlaları n k i l i n i karı�tıraca k o l a n k a m ı� g i b i , iiç k unı::;l ı ı k �ey­

l er i ç i n b i k . . . '' El-Efd a l . i k i yı l sonra şeh ri n k uzey t a rafın da

bir mescil yap ll nl ı ve cenaze oraya a k t a rı ld ı . Veziri olan Kadı

El-Fad ı l ' ı n kazıtt ı g ı kitabe k a p ıs ı n da h{tl;'i dunıyor:

" A l l a h ı m . h u nıl ı u kabul et ve ona cennetin kapıları n ı aça­

rak , hep u md uğu son zaferi bah�et . "

Sdahaı tin lı a k km d a gii n ünı ii ze u l a�abilcn bilgiler a rasın­

da, o n u n k işi l i ğ i n i en iyi 't:ın ı m l ayan sözler, oğlu Ez-Zahir

sava� ran sonra babasına e l ved a d i y i p , atandığı bülge ye yola

ç ı kmadan ö n ce S c l ahatt i n ' i n ona söylediği �u sözkrcli r:

'· Se n i . b ü t ü n iyi l i klerin kaynağı olan Yikc Allah'a emanet

e diyoru m . A l la lı ' ı n i slec.l i klcri n i yerine getir; barı�ın yolu bu­

d u r. Kan a k ı t ma ktan çek i n ; u n u t m a , kan asla u y umaz. 'J'e:: b aa­

rnn k a l p l eri ni kazanmaya çalış, onl a rı n çıkarları n ı güz,ct, çü n­

kü ünce A l l a h ve sonra da hl'n i m tara fı mdan , onların iyil iğini

sağla ma kla görc v le:: n d i r i l d i n . E m i rleri n i , hakanları n ı ve soylu­

l arı nı tat m i n e t meye çaba l a . l k n . b ugün k ü gi.icii m e kibar ve

nazi k davranara k u la�Lı m . Hiç k i msen i n kiiliil ügii ı ı i.i d ikırn : ,

�- ii nk ü ö l ü m k i mseyi bağı:;; l am az. "

295

You might also like