Professional Documents
Culture Documents
ISBN 9 7 5 - 6 2 8 8 - 3 4 - 5
© 2 0 0 5 , İlmi Yayıncılık Reklamcılık ur. Nak. inş. Gıda San. ve Tic. Ltd. Şti.
Kilolun Kim ynyuı lıııklcııı İlmi Yayım ılık Keklancılık Tur. Nak. inş. Gıda San. ve Tic. Ltd. Şti.'ne aittir.
YayıneviniInn yu/ılı l ı l n ulumdan kuınen veyatamamen alıntı yapılamaz,hiçbir şekilde kopya
edileme/, çoQ(lltll(ım<l/ vr yayımlanamaz.
İLERİ YAYINLARI
Y Ö N E T İ M YERİ: h t i k l â l Cad Ayhan Işık S>k. 7 / 5 Beyoğlu İ S T A N B U L T e l / F a k s : ( 0 2 1 2 ) 2 9 2
73 00 ANKARA BÜRO GMK Bulvarı 45/ 1 Kızılay Tel: (0312) 229 76 87 İZMİR BÜRO Şair
Eşref Bulvarı N o : 3 7 / 3 Alsancak Tel: (0232) 4 6 4 7 1 5 2 A D A N A B Ü R O C e m a l Paşa
Mahallesi 5 S o k a k N o 4 D a i r e 1 2 - 1 3 S(yhan T e l : ( 0 3 2 2 ) 4 5 3 4 8 4 0 İ Z M İ T B Ü R O
Karabaş M a h a l l e s i Şohabettın B ı l g i s u Ccd. N o : 2 2 Kcrt:l D a i r e : 1 T e l : ( 0 2 6 2 ) 3 2 3 4 7 4 5
E D İ R N E B Ü R O Mıthalpaşa M a h A r ı f p a ş r C a d . Selahattin G ü r e k e Apt. D a i r e : 4 T e l : ( 0 2 8 4 )
214 70 16 Internet: www ıleri2000.ori| rposta: ileri2000@hotmail.com
Baskı: Günaydın Ofset (0212) 5 0 1 2 9 4 5
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ , • "
BEDREDDİN
Soyu
Doğumu 45
Öğrenimi ' 49
Eğilimleri 57
Öğretmenliği 61
Dervişliği 65
69
Timur'la Görüşmesi
Şeyhliği ^5
79
Uyanış Belirtileri
Memlekete Dönüş 85
Kazaskerliği 93
Sürgünlüğü 99
Mesleği '03
117
Halifeleri
Asılması '29
Eserleri '47
Netice '55
VARİDAT
Varidat Tercümesi '7'
Açıklama 233
r
Giriş
V arlık ve yokluğun sırrı ve hakikati gibi oııcmli bazı mese-
lelerin çözülmesi insan için kolay olmamıştır. Âdemoğlu,
varlığının tamamen yok olmasına hiçbir biçimde razı değildir. O
hususta ne kadar doğru fikirler elde etse, yine kalbine bir inanç
gelmez. Bununla ilgili nereden gözüne bir bilgi ışığı ilişse, derhal
oraya doğru koşar. Esasen aramak hasleti insan tabiatında saklıdır.
İnsanların çoğu merak ettikleri noktalar üzerinde kendilerini
aydınlatacağını sandıkları bir adamı görünce, hemen ona bağlanır-
lar. Nail olacakları doğru yolu gösterme nimetinin karşılığı olmak
üzere mürşide hizmet ve itaati borç bilirler.
İlkçağdan zamanımıza kadar gizli ve açık bütün toplumların
teşekkülüne, bu arayıp tarama tabiatı ile bazılarında az çok
erdirmek kudretinin varlığı sebep olmuştur. Bununla beraber yol
göstermelerin sırf dini veya felsefi bir mahiyette kaldığını sanmak
doğru değil. Telkinler ekseriyetle siyasi ve yasak olan bağlara
dayanmaktadır. Topluluğa giren kişilere dini birtakım emanetler cağını anlayınca Amr ibn-ül Âs'ın tavsiyesiyle askerinin mızrakları-
meyanında esrarın gayesi olarak yavaş yavaş siyasi maksat da na birkaç Kurmanı Kerim astırdı. Muharebe derhal durdu. İşin
aşılanır. Zaten bir toplumun istekleri yalnız inançlardan ibaret olsa hakem ile hallini kararlaştırdılar. İmamı Ali fıkıhçı sahabelerden
bile müritleri fırkanın dışında kalanları kendilerine yabancı ve "bunak" Ebu Musa-el Aş'arî'yi (ö: 51 H.), Muaviye de "tilki'VAmr
hatta düşman bileceklerinden sakınmak veya saldırmak isteğiyle ibn-ül Âs'ı hakem tayin etti. Netice malum: hile ile Muaviye'nin
meydana gelecek durumun rengi yine siyasetle bulanmış olur. valiliği kabul edildi.
Tarih, bize en eski milletlerde dahi gizli kümelerin bulunduğunu İşte Hâriciler bu hakem meselesini ayaklanmak için sebep buldu-
bildiriyor. Ezcümle Hindistan'daki B r a h m e n l e r Cemiyeti, lar. Güya: "Ve mehteleftüm fihi min şey'in fehukmühü ilellahi."
Mısır'daki Ölü Şirketleri, Yunanlılardaki Fisagorîler ayeti meydanda iken, halifenin hakem usulünü kabul eylemesi
(Pytagorasçılar), Yahudilerdeki Esenyanlar o kabildendir. Mısır ve Kur'anı Kerim hükümlerine aykırı imiş. Halbuki İmamı Ali anlaş-
Hindistan'daki gizli cemiyetlerin büyükleri taç ve taht ile ilgiliydi. ma yolunu diğer tarafın ısrarı ile kabule mecbur kalmıştı. Ve
Bunlar, milyonlarca ahaliyi hükümdara esir gibi tâbi t utmaktaydı. "Fec'alû hakemen min ehlihî ve hakemen min ehlihâ" ayeti ker-
O sebeple Nemrud ve Firavun halkın tapınışlarına mazhar olmuş- imesine dayanıyor, İslamlardan lazla kan dökülmesini istemiyordu.
tu. Zerdüşt mezhebi, Sâsanîler tarafından Mani (ö: 275 M.) ve Karı ve koca meselelerinde hakeme müracaat gerekliği kabul edil-
Mezdck (ö: 535 M.) dinlerine karşı tutulduktan sonradır ki, İran'ın ince, böyle büyük bir işte o gereklik daha ziyade sabit olmaz mı?
her tarafına yayılabildi. Hazreti M u h a m m e d (570-633 M.) Hâricilerin iddiası zahiren dinî, bâtıncn tamamıyla siyasiydi.
(Sallallahü aleyhi veselem) "Ümmetim yetmiş üç fırka olsa gerek- Hilafeti Ali'den alıp başkasına vermek fikrinde idiler. Nehrevan
tir. Hepsi cehennemliktir. Ve illaki biri değildir." buyurmuştur. Savaşında reisleri Harkııs hin Zülıeyr (ö: 37 II.) gebertildi.
Hadisteki sayı kesinliğe değil, mübalağaya matuftur. Gerçekte Avenesinin çoğu da kılıçtan geçirildi. I-akat tükenecek yerde
İslâm fırkalarının adedi çoktan yetmiş üçü geçti. çoğaldılar.
İslam âleminde ilk muhalefet fırkası Hazreti Ali'nin (Kerre-mal- Esasen Benî Haşim ve Benî l Inııniyye karşıtlığını, kabile ve soy
lahü vechehu) halifeliği zamanında kuruldu. Havariç Fırkası en ihtilaflarını İslamiyet bir türlü kökünden kazıyamamış, ayrılıklar
önce Sıffîn Savaşında görünmüştür. daha Cenabı Peygamberin sağlığımla başlamıştır.
Şam Valisi Muaviyc (ö: 60 H.), Osman'ın (ö: 35 H.) ölümü üzer- Resuli Ekrem, hayatının son zamanlarında Gadr i H u m denilen
ine bağımsızlık sevdasına uğradı. Ve halkı Osman'ın intikamını mahalde Ali'yi elinden tutup yüksekçe bir yere çıktı. Ve şunları
almak için hilafete yeni geçen İmamı Ali'nin (599-662 M.) aleyhine söyledi:
kışkırtmaya koyuldu. Ömer'in hilafetinde Mısır'ı zapteden. meşhur
"Kim dost ve yardımcı isterse, Ali onun dostu ve yardımcısıdır.
İskenderiye Kütüphanesini yaktıran Amr ibn-ül Âs'ı (ö: 43 H.) Nil
Ya Rab, Ali'yi seveni sev. Düşmanına düşman ol. Yardım kılana
diyarına gönderdi. Ali'nin oradaki valisini ateşte yaktırdı. Kendisi
yardım, kahr ve zulüm edene lanet eyle." Derhal "Bugün dininizi
de Ali'ye karşı yürüdü. İki ordu Sıffin'de karşılaştı. 1 10 gün savaş
ikmal ettim. Sizin üzerinize nimetimi tamamladım. Ve din olarak
oldu. İki taraftan yetmiş bin kişi öldürüldü. Muaviyc, mağlup ola-
İslam'ı tercih eyledim." ayeti nazil oldu. Resullüğün hitam bul- yolda "Fatıma benim vücudumun parçasıdır. H e r kim onu incitirse
duğuna ve Peygamberin göçeceğine kanıt sayılan bu olay, Ali'ye beni ve bizi inciten Allah'ı incitmiş olur." hadîsini göz önüne
karşı bazılarının kalplerinde beslenen haset duygularını bir kat getirmeyerek, Fatıma-tüz Zehra'yı (612-633 M.) bile tazyik eyledil-
daha kızıştırdı. er. Ebu Bekir, kızı Ayşe'nin uydurduğu "Nebilerin mirası olmaz,
terk ettiğimiz mal sadakadır." sözünü ileri sürmek suretiyle Fidek
Kısa bir müddet sonra, Şam yolunu açmak ve Muta yenilgisinin
hurmalığını F a t ı m a ' d a n almaya kalkıştı. Halbuki Cenabı
öcünü almak için Bizans'ın himayesinde bulunan Suriye'ye karşı üç
Peygamber bunu Hayber vakasında "Sana yakın olanın hakkını
bin kişilik bir ordunun hazırlanmasına başlandı. Peygamber, ver." ayetinin gelmesi üzerine, ölümünden üç yıl önce kendisine
Zeyd'in oğlu Üsame'yi komutan yaptı. Ve "Ali ve Fazl'dan başka hibe ve temlik etmişti. O n d a n maada zaten bırakılacak bir malı da
Üsame'nin bayrağı altına gitmeyene Allah'ın laneti olsun." buyur- yoktu. Fatıma'dan tanık istenildi. Fakat gösterilen şahitler birer
du. Bunu birkaç defa da tekrar etti. Ebu Bekir (ö: 13 H.) ve Ö m e r bahane ile kabul edilmedi. Fatıma, "Ya Ebu Bekir, sen pederinden
(ö: 23 H.) duymazlığa geldiler. miras aldığın halde, beni ne diye babamın verdiğinden mahrum
O esnada Hazrcti M u h a m m e d (aleyhisselam.) hastalandı. bırakırsın?" dediyse de, sözü dinlenmedi. Hurmalığı cebren elin-
Yatağa düştü. Fakat buna rağmen orduya hareket emrini verdi. den aldılar. Oradan ağlaya ağlaya ayrıldı. Henüz yirmi bir yaşında
Üsame, Ebu Bekir'le Ö m e r ' e haber gönderdi. Gitmediler. Çünkü iken Ali'yi ve çocuklarını arkada bırakarak, babasının yanına uçup
yokluklarında Ali'nin hilâfete geçirilmesinden korkuyorlardı. gitmesi, bu gibi acı hâdiselerin zehirli tesiriyle olsa gerektir.
Peygamberin sağlık durumu gitgide bozuldu. Sahabelerine dedi İmamı Ali, "Yühlikü bike isnâııi mühibbün gâliıı ve mübgidun
ki: "Bana divit ve kâğıt getirin. Size bir şey yazayım. Ta ki benden gâlin." hadisinde işaret olunduğu gibi, dost ve düşman kazanmak
sonra doğru yoldan çıkmayasınız." Ömer, Ali hakkında bir vasiyet hususunda garip bir talih cilvesine ma/hardı. I lavariç fırkası bunun
yapılmasından ürktü. Ve "Hasta fazla işgal edilmez. Allah'ın kitabı bir tecellisidir.
bize yetişir." sözleriyle buna da mâni oldu.
Doğru yoldan çıktıkları için Haricî adını alan bu serseriler üç
Nihayet Resuli Ekrem fâni dünyadan göçtü. Ali ve Fazl bin noktada birleşmişlerdi:
Abbas ile Benî Haşim'den bazıları ölü ile meşgul oldular. Ebu
a) Mümin, muttaki olandır. JGünah işleyenler ve Kur'anı Kerim'e
Bekir, Ömer, Ebu Ubeyde, Ebu Huzeyfe vesaire, o anda Benî
yanlış mâna verenler kâfirdir.
Sâide Sakifesinde halifeliği paylaşmakla uğraştıkları için, cenaze
namazında dahi bulunmadılar. Ömer, üç gün kılıçla sokaklarda b) Ali'yi ve Osman'ı sevenler mümin değildir.
dolaşarak, Ebu Bekir'e biat edenlerin çoğalmasını sağladı. Bu işler c) Zalim imama karşı gelmek vaciptir.
bitince, Cenabı Peygamber hatırlarına geldi. Kabrinden çıkarıp
Bu fırkadan bilahare Muhakkime Acarida, Ebaziye, Azrakîye,
tekrar namazını kılmak istediler. Ali (Radiyallâhu anhu) bırak-
Behsiye, Necdat, Asfariyc şubeleri türedi.
madı.
İçlerinde en çok kuvvet kazanan Ebaziye'dir. Bunu Trablusgarp
Onu da biat ettirmek için ne mümkün ise hepsini yaptılar. Bu
Berberîlerinden Abdullah bin Ebazal Murri al-Tamimî tesis etmiş, li kaynağı oldu.
153 senesinde halife Mansur'un valisini öldürerek Afrika'ya hâkim
Havaric'in tepkisi Şi'a fırkasını doğurdu. Gerçi eskiden beri
olmuştur. Şubeleri Hafsiye, Harisiye, Rabia, Yezidiye'dir. Halen
Ali'yi seven ve ona taraftar olanlar pek çoktu. Hatta Osman'ın
Ebaziye Afrika ile U m m a n ' d a yaygın ve Zengıbar ahalisinin resmî
ölümü (35 H.) akabinde Şi'a-i ûlâ teşekkül etmişti. Bunlara ehli
mezhebidir. Yezidiye kolu ise Musul havalisini sarmış bulunmak-
sünnet itikadında idi. Ve yalnız imametin Ali'ye ait olduğunu iddia
tadır. Hakikatte bunun İslamiyet'le alâkası çok şüphelidir. Ebaziye
ederlerdi. Halbuki şimdi işin rengi çok değişiyordu. Aslen haham
mensupları bile Yezidî'lcrden çekinirler.
olduğu söylenen Sanalı Abdullah ibn-i Scbc' başka bir şekilde
Acarida'nın da kollan şunlardır: Meymuniye, Hamzaviye, mücadele meydanına atıldı. Vc Şiîliğin Galiye şubesini kurdu. Bu
Şuaybiye, Hazimiye, Halfiyc, Atrafiye, Malûmiye, Mechuliye, zat vaktiyle İmamı Ali ile konuşmalar yaparak, bilgisine, büyük-
Saltiyc, Sa'libe, Şeybaniye, Mükcrrcmiyc. lüğüne hayran kalmış ve İslâm olmuştu. Sevgisinin çokluğundan
onun hakkında (Entel'ilâhü) tabirini kullandığı için, Medine'den
Hazreti Ali, hayatı müddetince hiç rahat yüzü görmedi. Halifeliği
Medayin tarafına sürüldü. Hazreti Ali'nin ölümü üzerine, iddiasını
hep bozut ve ayırga ile geçti. Bunun belli başlı iki sebebinden birisi
büsbütün kuvvetlendirdi.
Emcvîlerin sönmek, tükenmek bilmeyen habaset ve adavetleri,
diğeri Ali'nin hak ve fazilet çerçevesinden zerre kadar ayrılmak Bu mezhebe göre, Ali şehit edilmemiştir. Onda Tanrılık özellik-
istememesi ve zamanın değişmesiyle ahlakın eski safiyetini kaybet- leri vardır. Bulutlar üstünde bulunmaktadır. (îök gürlcıncsi Ali'nin
miş, Ebu Bekir ve Ö m e r devrinde olduğu gibi hak yolunda men- sesi, yıldırım kamçısıdır. Son / a m a n d a yeryüzüne inecek vc dünya
faatsiz hizmet edecek kimselerin çok azalmış bulunduğunu göz ahvalini düzeltecektir. Haranı denilen şeyler cıımleten mubahtır.
önüne almamasıdır.
Onun ardından İmamıyye adı ile hııyıık bir kol daha türedi. Bu
Sonunda Haricîlerden A b d u r a h m a n bin mülcem adında bir da Hazreti Ali'nin imametini savgalıyor, sahabelerden bazılarını
melunun zehirli hançeriyle şehit edildi. Çoluk çocuğu senelerce kötülüyordu. İmamıyye'deıı İsııû Aşeriyyc ve ondan Şeyhiye ve
zalimlerin kanlı ellerinde kaldı. Ve birer birer babalarının, Keşfiye tarikatları vücut buldu.
dedelerinin yoluna gittiler.
Daha sonra, îmamı Zeynelâbidin'in oğlu Zeyd'e (ö: 122 H.) men-
Ali'nin kahır görmesi, çocuklarının zulme uğraması temiz sup olanlar Zeydiyye mezhebini ihdas eylediler. Zcyd, Hişam bin
Müslüman kalplerini ona doğru meyil ettirdi. Zulüm gören, Abdiilmelik (ö: 125 H.) zamanında kırk bin askerle kendisini
mağlup olan veya istilaya uğrayan insan ve memleketlerin gönülleri kuvvetlendireceklerini vadeden Kııfelilere aldanarak, hilafetini
hep Ali'ye aktı. Bu sevgi, dar kabile zihniyetini, Arap inhisarcılığını ilan eylemiş, halbuki hizmetine topu topu beş yüz kişi gelıriiş, bu
kaldırdı. Küçük bir Yahudi cemaati içinde yetişen İsa'nın mazlu- zayıf kuvvet Irak Valisi Yusuf bin Âmir'in gönderdiği orduya
miyeti muhtelif birçok milletleri birbirine yanaştırdığı gibi, Ali de mağlûp olmuş, Yusuf bin Ömer-us Sakîfî ismindeki melun tarafın-
masum vc mazlumların sembolü, ondan ve çocuklarından akan dan şehit edilen Zeyd'in gövdesi Küfede, başı Şam'da günlerce
mübarek kanlar haksızlığa uğrayan fert ve cemiyetler için bir tesel- halka teşhir edilmişti. Zeydîlcr halen de Yemcn'de yaşarlar.
İmameti Fâtıma'nın sülalesine bağlarlar. Günah işleyenlerin cehen- uyandırdılar. Ve hilafeti Abbasîlere intikal ettirdiler. Abbasîler
nemlik olduğuna inanırlar. Zeydiyye mezhebi Carudiye,
devrinde erkân ve vüzeranın İranlılardan alınması âdet oldu.
Süleymaniye, Salihiye kollarına ayrılmıştır.
Mısır'da Fatımî'ler (297- 67 H.) Şiî halifeliğini kendi malları
Şiîliğin de Havariç gibi siyasi maksatlara dayandığı aşikârdır.
sayıyor ve Şiîliği yaymak için her türlü fedakârlığı yapmaktaki geri
Önceleri Arap kabileleri içinde doğan Ş i a mezhebi kuvvetli ele-
kalmıyorlardı.
manlar elinde birçok şekillere girmiş, süratle her tarafa yayılmış,
bilhassa İslam yayılmasıyla egemenliğini kaybeden milletlerde çok Bağdad'da teessüs eden Âl-i Büveyh devleti de (320-447) Şiîliğe
fazla bir rağbet bulmuştur. Çünkü zemin ve zaman bu gelişmeye hayli kuvvet verdi.
pek elverişliydi. Ve nihayet Şah İsmail Safevî tarafından bir Eglise haline konulan
Haybcr, Yesrib ve Yemen mıntıkalarında tepelenen Yahudiler bu mezhep İran'da resmiyet kazandı. Hususi şekilleriyle halen de
tabiatıyla Arap'a karşı küskün idiler. Bazıları da Tevrat'tan aldıkları dünyanın birçok yerinde yaygın bulunmaktadır.
ilhamla Davut) veya Süleyman gibi kudreti iki âleme yayılmış bir Şi'a'nın Sebeeiye, İmamıyye ve Zeydiyc'deıı başka şu kolları da
hükümdarı bekleyip duruyorlardı. Bu güceniklik ve bekleyişi aslen vardır: Kâmiliye, Ulyaniye, Mugayyiriye, Mansuriye, Ilattabiye,
Yahudi olan bazı kimselerin ilk fırsatta fırkacılığa kalkışmaları ile Numaniye, Nusayriye, Cenahiye, Gıırâbiye, Rezamiye, Zcrariye,
birleştirmek mümkündür. Mütefevviziyye, Bedâiye, Benaniyc.
Yemenliler, milattan 110 yıl önce kurdukları Himyerî devletini ve Ashap asrının sonlarına doğru bir de Kadcriyye mesleği meydana
Himyerîlerin parlak medeniyetini bir türlü unutamamışlardı. çıktı. Bunu kuran Mâbed-i Cühanî (ö: «0 H.) şu fikirleri etrafa
İranlılar, asırlarca hükümran oldukları memleketlerin genişliği saçtı:
ve devletlerinin şan ve şevketiyle övünürler, kendilerini bütün ulus- "Allah, Kur'an'ı Kerim'de gösterildiği gibidir. Yaratıklar tam
ların hâkimi sayarlardı. İslamiyet'in yayılması üzerine, vaktiyle olarak halk edilmiştir. İnsanın yaptıkları kendi iradesinin mah-
hakir gördükleri Arapların istilasına maruz kaldılar. Zorla sulüdür. Harici bir kuvvetin veya kaza ve kaderin neticesi değildir.
Müslüman oldular. Fakat Araplara bir türlü ısınamadılar. Firdevsî Fiil ve hareketler önceden takdir olunmamıştır. Bunlar, beşerin
Tusî (ö: 411 H.) meşhur bir kıtasında bu dargınlığın çok güzel bir istek ve kudretine tâbidir. Cenabı I lak, kullarının işlerine karışmaz
ifadesini veriyor: ve fenalığı irade etmez. Herkes tutacağı yolu bizzat tâyin eder."
"Deve sütü içmekten ve kertenkele yemekten A r a p işi o derec- Bu nazariye ile şeriata tazim edilmek isteniliyorken, bilmeyerek
eye vardırdı ki, İran hükümdarlarının tacını arzu ediyor. Tu, feleğin Hak Teala'nın kendi mülkünde arzu etmediği işlerin vuku bulduğu
çarhına tu!.." ve onların başkaları tarafından işlendiği neticesine varılıyordu.
Acemler, İslamiyetc İran ruhuna uygun bir şekil vermek, Kisra Önce Basra'da kurulan bu meslek, yavaş yavaş Şam'a ve
saltanatını tekrar yaşatmak emelinde idiler. Ş i a mezhebi onlara bir Medine'ye kadar yayıldı. Emevîlerden Abdülmelik bin Mcrvan (ö:
nimet gibi geldi. Emeviye devleti aleyhinde şiddetli bir cereyan 86 H.) Mâbed'i öldürttü. Fakat mezhebini söndürmeyi başaramadı.
Beş on yıl sonra, Cebriye adında diğer bir mezhep şark diyarını Ata (ö: 131 H.), İtizal mezhebini tesis etti. Mu'tezile'nin
kaplayıverdi. Kaderiye'ye karşı çıkan bu mezhepçe: nazariyeleri şöyle özetlenebilir:
İnsanda kudret ve ihtiyar yoktur. Her şey kaza ve kaderin 1) Allah birdir. Cevherinden başka vasfı yoktur. Sıfat öncesiz
tesiriyle vücuda gelir. G ü n a h ve isyan vehim ve hayaldir. Fail olmaz. İrade, İşitme ve görme hak ile kaim bir mâna sayılma/.
Allah'ın iradesine boyun eğmiştir, fiil hakkın muradına muvafıktır.
2) Cenabı Hak mekân, suret, cisim, yer tutmak, göçmek, sona
Gerçi bu, yüksek bir düşüncedir. Vahdeti vücut nazariyesiyle pek ermek, değişmek ve teessür gibi şeylerden beridir. Gözle görün-
güzel birleştirilebilir. Lakin sıradan insanlar için zararlıdır. Zira mez. Bu babtaki ayetler birbirine benzemektedir ve yoruma muh-
insanı cansız bir cisim derekesine indirerek, iyilik ve kötülük, iyiler taçtır. Kuranı Kerim hadistir. Allah ile kaim değildin
ve fenalar arasında hiçbir fark bırakmıyor. İslam'ın düşüşüne bu
3) İnsan, fiil ve hareketlerinde serbesttir. İyi ve kötüyü isteyerek
inancın çok tesiri olmuştur.
yapar. Akıl, hakikatleri algılamaya kâfidir, güzel ve çirkini seçmek-
Cebriye'ııin kuruluşu ile ilgili bulunan Celim bin Safvan'dan (ö: te hâkimdir. O n u n içindir ki. Âdemoğlu yaptığı işleve göre, mükâ-
128 H.) başka bir fırka daha zuhur etti. Cahmiye adını taşıyan bu fat veya cezaya layık görülür. (,'enabı I lakk'ın emrettiği veya yasak-
mezhep, yaratık sıfatlarının yaradana atfedilmesini doğru bulmuy- ladığı şey dileğine göre değildir. Kulların işlerine riayet etmek
or, Allah'ın her şeyden âri, büsbütün manevi ve soyut bir varlık Allah için gereklidir.
olduğunu iddia ediyordu.
4) Günah iman ile Kül'r arasında bir aralıktır. Mümin, tövbe ile
Sıfatların inkârı, üç mühim meseleye yol vermiş oldu: dünyadan ayrılırsa, bir şey lazım gelmez. Tövbe etmeksizin giderse,
a) Bir şeyin görünmesi cisim olması ile kabildir. Cenabı Hak bir işlediği büyük g ü n a h l a r d a n dolayı, ebediyen ateşte kalmaya
cisim olmadığına nazaran görünmez. mahkûm olur. Şu kadar ki, günahkâra verilecek ceza, kâfire verile-
cek cezanın daha alçaltıcısıdır.
b) Arş bir mekândır. Orada ancak bir cisim bulunabilir.
İtizal mezhebi, başta pek ziyade revaç bulmuşken, 232'de
c) Vakıalar cisim ile kaimdir. Söz olağan bir şeydir. Allah ile kaim
olamaz. O itibarla Kur'anı Kerim mahluktur, yani sonradan Elmütevekkil'in halifeliğe geçmesiyle ikbali sönmeye yüz tuttu.
yazılmıştır. Ancak usulü halen devam eden /.eydiye ve İmamiyye mezhep-
lerinde kaldı.
Bu esaslar kabul edilince, Allah'a yaklaşmak. Peygamberin
Mu'tezile'den şu şubeler doğmuştur: Necariye, Hüzeliye,
miracı, semaya doğru el açmak, gökten iniş gibi dinî mevzuların
Nizamiye, Hâitiye, Beşeriye, Muammeriye, Müzdariye,
mânası kalmaz. Cahmiye mensupları, dinden tamamıyla ayrıl-
masını da istemedikleri için, bunları türlü türlü sözlerle yorumlar- Sümmaniye, Hişşamiye, Cahziyc, Hayatiye, Ka'biye, Cebâiye,
lardı. Behşemiye, Ömeriye, Esvariye, Eskâfiye, Caferiye, Salihiye,
Hudeybiye. Nacariye'den de Berğusiye, Zâğfûraniye, Müstedrike
O sıralarda, Basra'da Hasan-iil Basrî'nin (21-110 H.) medrese- kolları çıkmıştır.
sine devam ederken, bir meseleden dolayı oradan ayrılan Vasıl bin
İkinci yüz yılın ortasına varmadan, Ebu Selt Seman (ö:-152 H.) bu cemiyet halifeyi f e n a halde ürküttü. Oğuz T ü r k l e r i n d e n
namında biri, amelin niyet ve itikattan sonra geldiğini, günah ve toplanan bir ordu üzerlerine gönderildi. Mukanna Keş'te yaka-
isyanın imana zarar vermeyeceğini, suçluların sonsuza kadar landı. Elleri ve ayakları koparıldı. Gövdesi ateşte yakıldı.
cehennemde kalmayacaklarını iddia ederek, Murcia mesleğinin
Bâtınîlik fikirleri, önce Mukanna'nın mezhebinde göründü.
temelini attı. Murcia, ilk İbaha mezhebi sayılır. Bunun taraftarları,
Bilahare bazı fırkaların esasını teşkil etti.
ibadete pek az önem verirler, "Esas marifet ve ihlâstır. Marifet
bulunmazsa iman mümkün olmaz. Kulun ibadetle cennete girmesi Aradan çok bir zaman geçmemişti ki, İbni Ravendi (ö: 166 H.)
kabil değildir. Oraya ancak ihlâs ve muhabbetle girilir." derlerdi. zararlı telkinleri ile büyük bir şöhret kazandı. Bu şahıs, Isfahan
Murcia'daıı beş kul çıkmıştır: Yunusiye, Ubeydiye, Gassaniye, civarında doğmuş, Bağdatl'da büyümüştür. Pederi Yahudi'den
Subaııiye, Sumeniye. dönme idi. İbni Ravendi, her gün inançlarını değiştirir, para muka-
bilinde kitap yazardı. "/:'/ Haşini" adındaki kitabı için Sâmerrâ
Yine o tarihte Müşebbihe fırkası göründü. Bunun kurucusu
Yahudilerinden 4000 dirhem aldığı rivayet olunur. "Kitab-iit Tac"ı
Belhli Mekatil bin Süleyman (ö: 150 11.), Allah'ı yaratıklara benze-
âlemin kıdeminden bahseder. "Kitah-üz ZüiHürriieP'ünde peygam-
tir, Tanrı'nın cisim ve cesedi bulunduğuna, Arş üzerinde oturduğu-
berlik ve peygamberler aleyhinde bulunmuş, mucizeleri gözbağcılık
na inanır, bir zamanda iki imamın içtimaını desteklerdi.
ile vasıflandırmıştır. "Kitab-ül Daınig" adlı eserinde Kur'anı
Abbasilerden Muhammed Mehdî'nin (ö: 169 H.) zamanında Kerim'de bazı tutmazlıklar olduğunu söylemektedir.
Mervlı Abdullah (ö: 159 H.) ortaya çıktı. Aslen Mecusi iken, ilim ve
Sistematik şekilde h e p İslamiyet aleyhinde çalıştı. Halife
felsefede şöhret bulmuş ve sonradan Müslümanlara katılmıştı. Kısa
Muhammed Mehdi bununla ve mensuplarıyla epeyce bir müddet
boylu, çirkin suratlı bir adamdı. Yüzünü daima boyalı bir örtü ile
uğraşmak mecburiyetinde kaldı.
kapadığı için, tarihte Mukanna adıyla anılır.
Hicrî 215 yılında Haricilerden Bâbck (o: 223 II.), herkese hür-
Bu adam, Abbasilere hilafeti temin etmesine mukabil, halife
riyet ve müsavat (eşitlik) dağıtmaya ve kadınları dahi ayırmaksızın
Mansûr tarafından kahpece öldiirtülcn ve ölümü halkta büyük bir
her şeyde ortaklaşmayı telkin etmeye kalkıştı.
elem ve teessür bırakan Türk aslanı Horasanlı Ebu Müslim'de (ö:
137) bulunan tanrısallık ruhunun kendisine intikal eylediğini ileri Bu mezhep, hakikatte pek de yeni bir şey değildi. Ondan 300 yıl
sürerek, Zend ve Mezdek akidelerinden bazılarının ilâvesiyle evvel, İran'da Mezdek, Mecusilcı in Bcrhemiye ve Saibiye dinlerini
İslamiyeti değiştirmeye, gayriahlâki hareketleri, israf ve sefahati genişleterek, Mazdeizm dinini vazetmiş, ana vc kızkardeşe kadar
genelleştirmeye çalışırdı. zinayı helal tutmuş, mülk ortaklığını desteklemiş, savaş ve vatan-
severlik aleyhtarlığı yapmıştır. Şah Kubad'ı da bu dine almayı
Ebu Müslim'in intikamını almak, Abbasîleri düşürmek isteyen-
başardığından birçok İran şehriyle birlikte Ahvaz, Farıs, Şehri Zor,
lerin cümlesi Mukanna'ya sarıklı. Bunlara Abbasîlerin siyahına
Semerkant gibi bazı Türk illeri de Mezdikîlcrin nüfuzu altına
karşı beyaz giyindikleri için Mubeyyize, kırmızı kemer taşıdıkların-
düşmüştü. Kubad'ın oğlu Nuşircvaıı Mezdek'i idam ve dinini men
dan dolayı da Muhammere denilirdi. Her gün biraz daha büyüyen
eylemiştir.
Bu mezhep yeniden tazelendi ve ismi Bâbekiyye oldu. Bâbek, lar. Nusayriler bunlardan azmadır.
halife M e m u n (ö: 218 H.) zamanında ele geçirdiği müstahkem
Hicretin 483 yılında Hasan bin Sabbah fırkası ortaya çıktı. Bu
Bedir kasabasını merkez ittihaz ederek, durmaksızın etrafa sarkın-
tayfanın sergerdesi Alevlerden Müstansir'in hilafeti için halkı
tılık yapmaktaydı. Harun-ür Reşid'in Türk zevcesinden gelen halife
teşvik e t m e k memuriyetiyle Mısır'a gönderilmişti. O r a d a n
Mutasım Billah (ö: 228 H.) 218 senesinde meşhur Türk bey-
Arabistan'a dönüşünde bir mezhep kurmasını tasarladı. İlk tâbi-
lerinden Afişin'i Azerbaycan'a gönderdi. Dört yıl süren savaş net-
lerinin gayretiyle şahinlerin bile güç konabileceği Alamut kalesini
icesinde Bâbek Kürt iline kaçtı. Ermeniler kendisini yakalayıp
zaptetti. Aleyhinde bazı tedbirler alan Selçuk başveziri ve eski
Afşin'e teslim ettiler. Bağdad'da oğlu ile birlikte idam olundu.
medrese arkadaşı Nizam-iil Mülk'ü (ö: 485 H.) bir fedai vasıtasıyla
230 tarihinde Muhammed bin Kerram Sicistanî İmamıyye'den öldürttü. Ondan sonra fikirlerini büsbütün açığa vurdu.
Hişşam bin Hikem'in Müccssime'sini genişletti. Bu zat, Allah'ın
Hasan bin Sabbah'ııı mezhebi, başlangıçta Şiîliğe yakın bir şey
beşeri surete ve sıfatlara malik olduğunu söyler, kitapta katiyen
iken, git gide gelmiş ve geçmiş İbabacı mezheplerden bazı esaslar
tevil kabul etmezdi. M u h a m m e d bin Kerram'ın d u r u m u
alarak, en ziyade Bâtınîyye şeklini aldı. Bu mezhebce, dinin bir içi,
Türkistan'da tehlikeli görüldüğü için, kıık bin müridiylc beraber
bir de dışı vardır. Nasıl ki, bademin kabuğu maksut olmayıp asıl
Herat'tan kovuldu. Senelerce mahpuslarda kaldı. Sonunda kendi
içidir. Kur'an'ın zâhiriyle emir ve yasak edilen ne kadar hüküm
eceliyle Kudüs'te öldü.
mevcutsa, hepsi lüzumsuz, şeriatın farizaları kaldırılmış, haram
Üçüncü yüz yıl bitmeden, Karmat kasabasından Ebu Ali Hasan olan şeyler mubahtır. Bâtınî mâna, kitap ve sünnete bakmakla
bin Ahmed, ekser kurallarını Bâbekiyye'den alarak, Karmatiyye anlaşılmaz. Bunu bildirmek için masum bir imamın varlığı ve onun
mezhebini kurdu. söylediklerini itirazsız kabul etmek gerektir... Bu son fikirle de
Karmatiyye mezhebinde her şey mubahtı. Karmatî, kızkardeşi ve Bâtınîyye'den Abdullah bin Meymun'uıı "Saklı imam" akidesi ve
hattâ öz kızı ile cinsî münasebette bulunabilirdi. Sadaka, dua, oruç Ismailîlerin nazariyeleri tamamen benimsenmiş oluyordu.
gibi dinî akideler ret olunuyor, her türlü malda ortaklık isteniliyor- İmamı Cafer-us Sadık (ö: 148 11 ), sağlığında büyük oğlu İsmail'i
du. imamete halef tâyin eylemişti, İsmail'in ölümü üzerine oğlu
İlkin Küfe civarında görünen bu mezhep, Az zaman içinde din ve Muhammed imam kabul edildi. O suretle İsmailiyye'nin şu dört
hilâfet için bir afet kesildi. Taraftarları Hacer-i Esved'i yıktıkları umdesi doğdu:
gibi, İslamiyetin esaslarını da sarstılar. Kur'anı Kerim'i isteklerine a) İmamet İsmail'in evladına mahsustur.
göre yorumluyorlardı. Reislerinden Ebu Sait Cenabı (ö: 301 H.) ve
b) İmamların her fiili haktır. Zira onlar temiz ve masumdurlar.
oğullarının kazandığı şevket ve azamet her tarafı yıldırdı. Ayni
habislerden Ebu Tahir (ö: 311 H.) Basra'yı ve bütün Kûfe'yi eline c) İmam'ın her sözü Kur'an mahiyetinde ve Allah'ın emri
geçirdi. Karmadılar, hükümdar tahtını tehdit etmekten bir an geri mesabesindedir.
kalmadılar. Bağdad halifeleriyle döğüşe döğüşe 372'de son buldu- d) İmam, yer yüzünde Cenabı Hakk'ın ruhuna mazhar olmuş bir
tanrıdır. olabilir.
Hasan bin Sabbah, İsmailiyye akidelerinin verdiği kuvvet ile cen- Bu adam, Şiraz'da Muhiddin Hatimî'den Si'a usulünü, Hasan
net ve cehennemi de tasarrufu altına aldı. Müritleri kendisinin Sabbah'ın halifesi Hand Alâcddin'den de bâtınlığı öğrenmişti.
ölmüşleri diriltmeye kadir olduğuna, uğrunda ölenlerin Cennete Alâeddin Keykubad, Muhiddin Hatimî'yi Sivas kadılığına getirince,
gireceğine inanır, yapmaya memur oldukları işi ölümden korkmak- O n u n yanına yanaşarak, gizliden gizliye Şiîliği yaymaya başladı.
sızın mutlaka icra ederlerdi. Tarikata yeni girenlere esrar içirildik- 621'de Muhiddin Hatiınî ahirete kavuştu. İshak Kefersudî de
ten sonra, Cennet tarzında yapılmış hususi bir sarayın içi ve dışı Sivas'tan Amasya'ya geçti. Burada Mesudî tekkesi şeyhi ve
gösterilir, şeyhe sadakat yolunda ölenlerin oraya konulacağı Bâbâiyye tarikatının piri Horasanlı Baba İlyas'a yapjştı. 20 yıldan
söylenerek, maneviyatlarına kuvvet verilirdi. Hasan bin Sabbah beri içinde sakladığı emellerinin tahakkukuna mâni gördüğü Emîr
Dâi-i Ekber, veziri Büzrük İran'da hüküm süren Sclçukîlerden Berke'yi Amasya valiliğinden kaldırtmak için, onu himaye eden
Sultan Sencer (ö: 522 11.), ocaklarını hemen söndürmek üzereyken, Alâeddin Kcykııbad'ı (ö: 634 H.) gafil şehzadesine zehirletti.
bir gece yatağında bir hançer ile bir kâğıt buldu. Tezkerede "Bu Bunun üzerine Emîr Berke azledildi. Baba İshak da istediği gibi
hançeri yatağınıza saplayan el, göğsünüze de saplayabilir. Eğer biz- teşkilat yapmağa fırsat buldu. Topladığı 50 bin Bâbâî'nin başına
den vazgeçmezseniz, akıbet o da olacak. Sineniz yataktan kati geçti. Önce halifeliğini ilan etti. Daha sonra bununla kanaat etmey-
değildir." ibaresi yazılı idi. Bu tehdit yok etme hareketini derhal erek, Hazreti Muhammed'in ruhen İmamı Ali'ye ve ondan kâmiller
durdurdu. vasıtasıyla kendisine intikal eylediğini etrafa yaydı. Ve bütün
işlerinde daha serbest olmak için de.Peygamberlik abasını giydi.
518'de Hasan bin Sabbah öldü. Lâkin Halifelerinin haydutluğu Baba İlyas, bu iddiaları işitince, derin bir nefretle çiftliğine çekildi.
devam ededurdu. Nihayet Hülâgû (ö: 663 H.) kalelerini yıktırdı. Trabzon Kralı Komnenos. İshak'a yardımda bulunmak maksadı ile
Bazı müritler bu mezhebin bir m ü d d e t daha yaşamasına İslâm hudutlarına yüklendi. Baba İshak, Kayseri'yc doğru yürüy-
çalışmışlarsa da, Timur'un (ö: 708 Ii.) demir pençesi yetişerek, erek, yolda Tckûr Sinan Bey'in askerine galip geldi. Havza Emîri
onları da cümlcten diğerlerinin yanına gönderdi. Şemseddin Me.hmed'i, Kedeğre Emîri Mübarizüddin İsa Bey'i ve
Hasan bin Sabbah mezhebi Mclâhide, İsmailiyye, Haşşaşiyyc ve daha birçok iman ehlini şehit kıldı,
Bâtıııîyye adlarıyla tarihte kanlı bir şöhret bırakmıştır.
O günlerde Amasya'dan Konya'ya kaçanların feryadı Gıyaseddin
637 senesinde Amasya'nın Kefersud nahiyesinde oturan Baba Keyhüsrev'i gaflet uykusundan uyandırdı. Meşhur Ü m e r a d a n
İshak, yüzündeki dindarlık maskesini bir tarafa atarak, siyaset sah- Mübarizüddin Şah'ı Baba İshak'ın üzerine saldırdı. Sevahil Emîri
nesine çıktı. Hüsameddin Efcndi'nin Amasya tarihinde Baba Alişir Bey de Trabzon Kralı'nın işini bitirerek, Amasya'ya ulaştı.
İshak'ın Bizans İmparatorluğunu işgal eden Komnenos ailesinden Baba İshak Köfersudî yakalandı ve 638'de asıldı. Horasanlı Baba
bir prens olduğu bildirilmektedir. Fakat bizce bu cihet çok şüphe-
İlyas da (ö: 675 H.) tekkesine döndü.
lidir. Sevilmeyen şahısları Rum veya Ermeni yapmak eski tarihçi-
lerin âdetidir. Baba İshak'ın Komnenos ile münasebeti ancak siyasi Bu olaydan 182 yıl sonra, Şeyh Bedreddin tarikatı zuhur etti.
Bedreddin fırkası, Bâtınîler ve Avrupa'daki Karbonariler dere-
cesinde sürekli olmamış ise de, pek az zaman zarfında gizli bir Bâb'ın huzuru ile halka şu yolda telkinlerde bulunuyordu:
cemiyetin başından sonuna kadar görüp göstereceği suretleri "Bâb hükümeti teessüs etmedikçe ve kanunu aranızda hükümran
tamamıyla meydana koyup hususi tarihçesini ikmal eylemiştir. olmadıkça, şeriata itaat edip etmemekte muhtarsınız. Şimdilik cen-
G e ç e n asrın başlarında Hanbelî ulemasından A h d ü l v e h a b abı hakkın vicdanlarınıza nakşetmiş olduğu kanunlarla kendiniz
M u h a m m e d Tamı Necid kıtasında biraz palazlaştıktan sonra, kızını kendinize rehber olunuz. İyi olan her şeyi yapınız ve fenalıktan
D e r i y e şehrinin en nüfuzlu adamı M u h a m m e d bin Suûd'a vermek kaçınız, hepiniz aynı c e m a a t i n âzası, hepiniz kardeşsiniz.
suretiyle büsbütün kuvvetlendi. 1218'de Mekke'ye girdi. Mübarek Kardeşlerce münasip olduğu gibi, mallarınızı aranızda taksim edi-
kabirleri yıktırdı. Mezhebini kabul etmeyenleri kılıçtan geçirdi. niz."
Aynı vahşeti Medine'de de yaptı. Hatta Ravza-ı Mutahhare'yi yık- İran hükümeti, bu mezhebin taraftarları ile müteaddit çarpış-
tırmak istediyse de, halkın pek çok ricasıyla ancak onu bıraktı. malarda bulunduktan sonra, 1267'de Bâb'ı ele geçirdi ve kurşuna
Bu mezhebe göre, peygamber ve velilerin kerametleri hayatlarıy- dizdi. Kurre-tül Ayn da en korkunç bir zindana atıldı. Aradan bir
la kaimdir. Ölmüşlerden medet dilemek ve onları ziyaret etmek müddet geçince, üç Bâbî Nâsirüddin Şah'a bir suikast yaptılar.
memnudur. Tütün, çubuk, nargile içmek haramdır. Muska, uğursu- I.akin muvaffak olamadılar. Bunun intikamını almak için Kurre-tül
zluktur. Müezzinlerin salât-ii selâm getirmeleri caiz değildir. Ayn ateşte yakıldı.
Cemaatle namaz kılmak vaciptir. Münferit namaz Şiîliktir. Camiye Bâb'ın talebelerinden Yahya Subh-i Ezel ile kardeşi Bahâullâh
gidip gitmemek yoklamaya ve mazeretsiz gitmeyenler cezaya Bağdad'a kaçtılar. Fakat orada da kışkırtıcı hareketlerde bulunduk-
tâbidir. larından Osmanlı hükümeti Yahya Subh-i Ezel'i ve yanallarını
Vehabîler, 1228 yılında Mısır, Şam ve Irak cihetlerine de Kıbrıs'ta, Bahâullâh ile müritlerini Akkâ kasabasında oturmaya
saldırdılar. İkinci Sultan M a h m u t (ö: 1255 H.), Mısır Valisi mecbur tuttu. Subh'i Ezel, Bâbîlerin kötü takımı ile sarılı kaldı.
Mehmet Ali Paşa'yı (ö: 1266 H.) bunları tepelemeye memur etti. Çoğunluk ve aydın tarafı Bahâullâh'» geçti. Halen Avrupa ve
Reisleri Abdullah bin Suûd yakalanıp İstanbul'da idam olundu. Amerika'da itibar bulan Bahâııllâh'ın tarikatıdır. Ve Bâhaîlik
Fakat Vehabilik sönmedi. Âl-i Suûd ve Âli Reşid muharebeleri Bâbîliğin yerine geçmiştir.
senelerce sürdü. Şimdi Arabistan'a Suudiler hâkimdir. Bâbîliğin açık ve bilinen esasları şunlardır:
Son olarak da, Seyyid M u h a m m e d Ali Bâb Şiraz'da yeni bir 1) Bâbîler nazarında bütün dinler eşittir. Cenabı hakka taallûk
mezhep kurdu. Bu zat, Şeyhiye tarikatının kurucusu A h m e d e d e n itikatları İslâm'ın ilk akidesinden pek az farklıdır.
Zeynuddin el-Ahsaî'nin talebelerinden Seyyid Kâzım'ın mürididir. Mu'tezile'ninkine daha ziyade yakın görünür.
Bâbî ihtilâli, Nâsirüddin Şah'm cülûsuna tesadüf eder. İlmiyle,
2) Yaradılışta her şey temiz olduğu için taharet kayıtları ile fazla
lisanının düzgünlüğüyle, yüzünün ve endamının güzelliğiyle, bilhas-
uğraşmak lüzumsuzdur.
sa namus ve faziletiyle şöhret bulan Kurre-tül Ayn Tâhire adında
Kazvinli bir Türk kızı ihtilâlcilerin başında idi. M u h a m m e d Ali 3) Bâb'ın namazı iki rekât ve orucu on dokuz gündür.
4) İtidal ve kanaat bir fazilettir. O sebepten afyon, tütün, kahve in yüksekliği ve samimiyeti itibariyle bütün İslâm âleminde eşsizdir.
kullanmak yasaktır. Her Bâbî sarhoşluk veren şeyler imal edebilir. İlk defa, G a r p tarihçilerinden Yuhan Wilhelm Tesink Ayzen, bu
Fakat onu kullanamaz. olayın Osmanlı padişahlarıyla Bizanslılar arasında cereyan eden
5) Kadın ile erkek arasında hukuken bir fark yoktur. H e r Bâbî önemsiz çekişmelere benzemeyip, Osmanlı saltanatının dayandığı
aynı mezhepteki kadınlarla çarşafsız oldukları halde görüşmeye manevî esasları yıkabilecek bir mahiyette olduğunu iddia etmiş,
mezundur. Ancak faydasız ve laubali konuşmalar yapılmaz. İzdivaç d a h a sonra Franz Babinger şeyhe dair yazdığı bir kitapta
mecburidir. On bir yaşını dolduranların evlenmeleri lâzımdır. Bir Bedreddin vakıasının halihazır hadiseler ile birçok noktalarda
Bâbî'nin eşi de Bâbî olacaktır. Ayrılmak gayricaizdir. dikkati benzeyişler gösteren sosyal bir hareket olnjasına nazaran
çok önemli b u l u n d u ğ u n u belirtmiştir. M e h m e t Şerif Bey'in
6) Hapis cezası ya nakden veya kabahatli bulunan karı ve " H a n e d a n ve Millet" adlı eserinde de şu cümleler okunuyor:
kocadan birini kabahatsiz olan diğerinden ayırmak ile tatbik
olunur. "Simavlı Bedreddin'in ortaya çıkışı, doğrudan doğruya içtimaî
hareketler ortasında yükselmiş keskin bir dehanın inkılâp isteyen
7) Bâbî selamlaşması da hususidir. Selâm veren "Allahii E k b e r "
bir temayülüydü. Koca Türk, bugünkü m u s t a r i p beşeriyetin
der. Diğeri "Allahu Âzam" ile mukabelede bulunur.
ıstıraplarını doğuran sebep ve âmilleri daha o günden keşfettiğini
8) Bir Bâbî ticaret için memleketinden 2 seneden fazla ayrıla- göstermektedir. Bu büyük adamın tarihlerimizde bir kalem darbe-
maz. Eğer arada deniz varsa, bu müddet 5 seneye kadar çıkarıla- si ile geçiverileıı hayatını bir inceleyici tamamıyla malumat sahası-
bilir. na atamamış, ulvi ve pek insanî olan düşüncelerini tahlil etmek vaz-
Bunların zevahirden ibaret olması da mümkündür. Çünkü Mısır ifesini bugüne kadar kimse deruhte etmemiştir."
âlimlerinden Reşid Rıza el-Hüseynî, bir eserinde "Babîlik mezhebi Hakikatte Türklüğün ruhundan doğan saf ve temiz ahlak, asri
birtakım gafillerin zannettiği gibi, yeni bir mezhep değil, yeni bir insaniyetçiliğin kurtarıcı akideleri, insanlığın kurtuluş ve serbestisi-
dindir ve İslamiyet'ten ziyade Hıristiyanlığa yakındır. Bâbîler, ni üzerine alabilecek yüksek kaideler tümüyle Bedreddin tarikatın-
mezhep vâzıının gökten inmiş olduğuna inanırlar. Evvelce gizli gizli da kaynaşmaktadır. Onun için Bedreddin'in şahsiyet ve mesleği
propaganda yaparlardı. Bilahare El Dürrü Behiye adındaki kitabı başkalarından üstündür ve daha fazla incelenmeye değer.
bastırtarak, akidelerini açığa döktüler. Bu kitapta Kur'anı Kerim'in
belagat ve fesahat cihetinden insan kudretinin üstünde olduğu
inkâr ve âyetler kendi itikatlarına uygun bir tarzda açıklanmak-
tadır." diyor.
Şimdi, yukarıdan beri tarih sırasıyla ve kısaca zikrettiğimiz bu
çeşit çeşit fırka ve mezhepler içinde bizim en çok dikkat nazarımızı
Bedreddin tarikatı çekmiştir. Vehâbîler meselesi istisna edildiği
takdirde, Osmanlı tarihinde hiçbir benzeri yoktur. Bilhassa idealin-
Bedreddin
f
Soyu
Tanıklar:
1. M e n a k ı b n â m e , Hafız Halil.
2. Tac-üt Tevarih, c. 2, s. 422.
3. agy.
4. Mufassal, c. 1, s. 593.
5. M e n a k ı b n â m e .
6- agy.
7. Künk-ül Ahbar, c. 4, s. 142.
8. Şakayık-ı Numaııiyye, Iiüjköprüliizade Şemseddin A h m e d , s. 77. Eğilimleri
9. Mevzııat-ı U l u m , c. 2, s. 422.
10. M e n a k ı b n â m e .
t i . Kaza.
12. Tac-üt Tevarih, c. 2, s. 422.
13. Menakıhnâme.
Tanıklar:
1. M e n a k ı b n â m e .
Öğretmenliği
Tanıklar:
1. Mevzuat-ı Ulum, c. 1 s. 748; Kiiuh-ül Akbar, c. 3, s. 148.
2. Menakıbnâme.
Timur'la Görüşmesi
Tanıklar:
1. M e n a k ı b n â m e
2. Şakayık-ı Numaniyye, s. 78.
Uyanış Belirtileri
Bedreddin'in müritlerine şarap içmek, saz çalmak için izin ver- Tanıklar:
1. Ş e y h B e d r e d d i n , R a g ı p Şevki, Kesimli Ay M e c m u a s ı .
miş olduğu hakkında İdris-i Bitlisî'ııin naklettiği rivayeti tekzip
2. M u f a s s a l . A h m e t M i d h a t , e. 1, s. 758.
etmeyeceğiz. Ancak bunu Batıniye'den aldığını ilave etmesini
3. Lûgat-i Tarihiye ve C o ğ r a f i y e , A h m e t Rıfat. c. 1. s. 106.
doğru bulmuyoruz. Çünkü Batıniye mezhebine ne hacet? Türkler 4. M u f a s s a l , c. 1, s. 449.
kımız içer, kopuz çalar, kadınlarıyla birlikte eğlenti yaparlardı. 5. Tarih-i Ebii-1 Faruk, e. 1, s. 237.
Türklerde hatundan bahsetmek ayıp sayılmazdı. Hanın eşi hanım, 6. Kısas-ı Enbiya, A h m e t C'evdel l'aşa, c. 12, s. 1159; D e v l e t - i O s m a n i y e
beyin dişisi begüm idi. Türk, anasını, kızkardeşini, hatununu hakîr Tarihi. H a m m e r , c. 2, s. 134.
7. Sosyalizm, J e o r g e Turneı.
görmezdi. Türk kadınları evlerinde ve dışarıda kaç göç bilmezlerdi.
8. Türk D e v l e t i n i n Tekâmülü, Ziya < iökalp, D e r g â h M e c m u a s ı .
Namus ve iffetlerinin muhafazası Arap'ın tesettürüne muhtaç 9. H e ş t B e h i ş t , s. 393.
değildi. Türk hakanları yüzlerine nikap (peçe) germez, Türk ser-
darları perde arkasında saklanmazdı. Aralarında gizlilik yok, mert-
lik vardı. Bütün hayatlarını samimî bir hava içinde geçirirlerdi.
orasını zaptetmek için ihtiyar eylemişti. Lakin bir türlü hisara Bizce, Şeyh Bedreddin saltanat dâvasında bulunmamış ve tenkili
giremedi. Etrafın ganimetleriyle iktifa etti ve Serez kasabasına çek- için de savaş olmamıştır. Vakıa, tarih kitaplarının noksan ve
ildi.8 Bedreddin isyanını bastırmadan diğer bir işin açılmasını hususiyle biribirine aykırı hükümleri arasında saklanan bazı
muvafık görmedi. ifadelerinden anlaşıldığı üzere şu suretle cereyan etmiştir:
Şeyh malûm sebeplerden dolayı evvelâ Türkistan'a; daha sonra
Nihayet Anadolu meselesi sona erdi. Şehzade Murad'ın muzaf-
da Kırım'a gidemeyince, sonucu ne olursa olsun Çelebi Sultan
fer ordusu Posfor'u (İstanbul Boğazı) geçti ve Şeyh Bedreddin
Mehmet'e iltica etmesinin mukadder olduğunu aklına koydu. Ve
üzerine yürüdü.'Şeyh'in yanında toplanan halkı kolayca dağıtmak
padişahın huzuruna gelmek maksadıyla" Dobruca'ya geçti. Orada
için Börklüce ve Torlak'ın akıbeti her tarafa duyuruldu. Dervişler
Sultan Mûsa'nın komutanlarından eski arkadaşı Azeb Bey'le buluş-
önce buna pek inanmamışlarsa da kendilerine gelen hususi haber-
tu. Her ikisi beraberce Mehmet Çelebi'ye gitmekte mutabık
ler dahi aynı mahiyette olduğundan birçokları yerlerine döndüler. 10
kaldılar. Fakat her nedense Azeb Bey bilahare fikrinden caydı.
Bir rivayete göre, kendileri kurtulmak için Şeyh'i bizzat taraftarları
Bedreddin ise verdiği kararda sebat etli. "Meııakıbııâme"de tekrar-
yakalayıp teslim etmişler. 11 Diğer bir söylentiye göre, Şehzade
lanan bir atasözü vardır ki, tam yerindedir: "Avın eceli gelince avcıya
Murad Çelebi sadık bendelerinden bazılarını firari suretinde Şeyh
gider"
tarafına göndermiş, Şeyh bunlar tarafından ansızın yakalanıp
götürülmüştür. 12 Ancak Serez yakınlarında şiddetli bir muharebe O, özenerek yazdığı "Nıır-ııl Kıılılb" adlı eserini padişaha sunup
yapıldığına dair bir rivayet daha bulunmasına binaen Bedreddin'in af ve takdire mazhar olacağını tahayyül ediyordu." Eskiler bu
hangi şekilde yakalanmasının savaştan sonra olduğunu kabul konuda "Zehi tasavvur-ı bâtıl, zclıi lıayal-i muhal, (imkânsız)" der-
etmek lazım gelir. lerdi. Ne söylenir ki, büyük adamların bazen böyle sâf düşünce ve
hareketleri de oluyor.
Bu rivayetlerin hepsi bize hayalî geliyor. Şeyh'in ruhuna ve
mesleğine nüfuz eden bir adamın onun saltanat iddiasıyla ortaya Evliya Çelebi, Seyahatnamesinin II cildinde nakleder ki. Hacı
atıldığına, bilhassa nakledildiği gibi o derece çocukça hareketlerde Bektaşi Veli'ııin başlıca halifelerinden Sarı Saltık denmekle mâruf
bulunduğuna inanmak kabil değil. Söylenen sözler mantık ve Mehmet Buharı 726 tarihinden soııı a tâbi/eriyle birlikte buralara gelmiş
muhakemeye dayanmıyor. Padişah, Selânik'in fethine elbette ve Köstence ile Varna arasında Karadeniz'e doğru uzanan Kalıakra bur-
kuvvetli bir ordu ile gitmişti. Oranın zabtedilmesinden vaz geçince, nunda mekân tutmuştur. Bu azizin ınâııevi nüfuzu az zamanda tesirini
aynı ordu ile Bedreddin'i tenkil edemez miydi? Sirez'de (Screz'de) göstermiş, krala varıncaya kadar ahalinin cümlesini kendisine biat ettir-
neden bekliyor? Şehzade Murad Bcy'lc Bayezıd Paşa'ııın yardım- miş ve büyük bir tekke de yaptırmıştır. Asıl bedeni halen oradadır.
larına ne ihtiyaç vardı? Şehzade'niıı ordusu Anadoludakileri kasup Bununla beraber namına izafetle Baba Dağinda. Koıfıı Adasinda.
Ohri Gölü kenarında türbeleri, Babaeski'de bir dergâhı, Dimetoka'mıı kurtulduğu gibi, Bedreddin de belki bu zor geçidi geçebilecekti.
alt tarafında bir köyü vardır. Üzü Valisi Kenan Paşa ve "Mııhammediye" Lakin bir türlü bırakmadılar. Bedreddin bir gün "Kavmi arasında
sahibi Yazıcıoğlıı ayrı ayrı menakıbım yazmışlardır. Gayet önemli bir şeyh, ümmeti arasında peygamber gibidir." hadîsini izah etmişti.
şahsiyetti. Ondan başka yine Bektaşi büyüklerinden Akyazılı Sultan, Bundan kendisinin peygamberlik dâvasında olduğu mânasını
Varna şehri ile Balçık iskelesi ortasında bulunan Pravadi kasabasında çıkarıp onu da padişaha söylediler.
karar kılarak 824 senesine kadar halkın irşadıyla meşgul olmuş ve
Çelebi Sultan Mehmet, şeylerdenden Kara Dayı denilen bir zat
vefatında Seyahatname'nin üçüncü cildinde pek çok medheclilen orada-
ile istişarede bulundu. Kara Dayı, Bedreddin'in padişah emrine
ki tekkesinde gömülmüştür. Besim Atalayüı ifadesine göre, Varna,
karşı gelmeyeceğini, ondan katiyen muhalefet beklenmediğini
Deliorman ve Dobıuca taraflarında halen de epeyce miktarda Bektaşî/er
söyledi.20 Fakat diğerlerinin bitmez ve tükenmez tezvirleri Kara
yaşıyor.
Dayı'nın sözlerini çürüttü.
Bu ara sözden maksadımız, Bedreddin'in Dobruca'ya gelişinde
Padişah, kapıcıbaşı Elvân Ağa'yı Âli'nin rivayetince 200,
Bektaşîliğin esaslı bir surette Balkanlaı'ın kuzey kısmını sarmış,
Solakzade'nin mübalâğalı nakline göre 1500 süvari ile şeyhin üzer-
olgun bir muhit hazırlamış olduğunu arzetmektir. Öyle sanıyoruz
ine gönderdi. "Meııakıbnâme"de bunların 200 kişiden ibaret
ki, buralardaki Bektaşîler derhal Bedreddin'e yanaşmış, ona muhip
olduğu, aralarında şeyhi sevenlerden Ütücü, Kara Sinan ve Yusuf
ve mürit olmuştur.
Bey adında üç zatın bulunduğu yazılıdır.
Dobruca'da nereye gitti ise, derin bir saygı ile karşılandı. Her
Şeyh, hasetçi ve fesatçılar tarafından hükümdarın kışkırtılmakta
yerde fazla oturması için yalvarıyorlardı. Hele Silistre'de pek çok
olduğunu nasılsa haber almış, bizzat Sultan'ın haşmetli eteğine yüz
ısrar ettiler. Fakat mümkün değildi. H e r şeyden önce cebbar
sürmekten başka çare kalmadığını anlayarak Zağra'dan ayrılmış,
hükümdarın azamet ve celaletini okşamak lazımdı. O n u n için yolu-
Sirez (Serez) taraflarına gelmişti. Ortalığı karanlık bastığı için
na devam etti ve Deliorman'ı geçerek Eski Zağra'ya vasıl oldu. 15
yanındakilerle küçük bir köyde gecelemek istedi. Yatsı namazını
Burada Şeyh'in akrabası vardı. 16 O esnada padişah tarafından kıldı. Göğe baktığı zaman iki yıldızın bir noktada birleştiğini gördü.
emekliye ayrıldığı ve orada ikameti emredildi. 17 İhtimaldir ki, Bunu iyiye yormadı. Yanına koyduğu saatteki kum tanelerinin
hısımları sebebiyle Zağra'da oturmasını bizzat istida etmiş ve onun tamamen akmasıyla beraber bir felaketin olmasının muhtemel
üzerine buna müsaade olunmuştu. Halk ilmini ve amelini görüp olduğunu etrafındakilere haber verdi. Hakikaten kum tanelerinin
başına toplandı. tükendiği dakikada kendisini aramakta olan müfrezenin sesleri
Bedreddin, Börklüce'nin isyanından esasen suçluydu. duyuldu. Müritleri karşı koymak istediler. Şeyh onları bırakmadı ve
18
Düşmanlarıysa buna bir ek derecesindeydi. Hizmetine herkesin kendi rızasıyla Elvân Ağa'ya teslim oldu. 21 A h m e t Mithat Efendi,
koşuştuğunu görünce, hükümdara fit verdiler: " A h b a p toplayarak "Mufassal"mda uşaklıktan yetişmiş bu cahil ve milliyeti belirsiz
saltanat kurmak fikrindedir." dediler. 19 İshak Kefersudî'nin isyanı Elvân Ağa'nın başarısını büyük göstermek için Şeyh'in ellerini ve
üzerine Baba İlyas Horasanî'nin çiftliğine çekilip Şelçukîlerden ayaklarını bağladığını yazıyorsa da, biz buna pek de ihtimal vermiy-
oruz. Çünkü bu şekilde hareket etmesine hiçbir sebep yok. Yolda
giderken Bedreddin kendisinden geçti. Nabzı durdu. Ölmüş - Sen ne diye hakka aykırı hareket eyledin?
sandılar. Bir saat sonra aksırarak kendine geldi. Bu hal yolda yedi
- Benim hakka muhalefetim nedir?
defa tekrarladı. Sirez"e (Serez) vardıkları vakit, onu tek başına
viran bir evin içine tıktılar. - Hacca gitmek istedim, izin vermedin. Böylece şeriat hükümler-
ine muhalefet olunan bir yerden ayrılmak mecburiyetinde kaldım
"Tarilı-i Ebi'ı-l Faruk"ta ve Mehmet Zeki Beyin "İslâm" der-
ve İsfendiyar oğlunun nezdinc gittim.
gisinde çıkan bir makalesinde Kdirnc'ye gidildiği yazılmış ise de
doğru değildir. Edirne'ye götürüldüğü takdirde tekrar Serez'e sevk Ondan sonra başına gelenleri ayrıntılı olarak anlatmış, fakat
edilmesi mânâsız olur. E d i r n e ' d e hayatına son verilebilirdi. hükümdarın hiddet ve şiddeti bir türlü sükûn bulmamıştır. Şeyh'i
Tarihçilerin çoğunluğu, dosdoğru Serez'e götürüldüğüne kani ve saltanatı için hâlâ büyük bir tehlike gül mektedir ve meşhur âlimler-
kail bulunmaktadırlar. den mürekkep olarak bizzat huzurunda toplanacak bir divanda
sorgu ve muhakemesini emreyler. 22
Tarihçi Neşri, olayın arkasını pek basit olarak kaydeder, der ki:
Bu meclisin toplatılması sebebsiz değildi. O sayede Bedreddin'in
"Mevlânâ Haydar'dan sordular:
tarikatı herkesin önünde çürütülecek, kendisi de küçültülecekdi.
- Bu dânişment bir kişidir. I lali nedir? Taa ki halk ortaya konulan hakikatin mahvı için Şeyh'in yok
Haydar cevap verdi: edildiğine kail olmasın. O hakikat istenildiği gibi değiştirilsin.
Bedreddin'in ölümünün de hayatı derecesinde ahaliye tesir ede-
- Kanı helal ve malı haramdır...
bileceğini Çelebi Sultan Mehmet biliyor ve onun içindir ki. ileride
Bunun üzerine Serez pazarında bir dükkân önünde berdar ettil- doğacak vukuatın şimdiden söndürülmesini düşünüyordu.
er."
Üç gün sonra ulema divanı kuruldu. Meclis erkânının her biri
Yazarı meçhul "Osmanlı Tarihi" ile Âşık Paşazadenin ifadesi de çeşit çeşit melamet taşlarıyla Şeyh'i taşladı. Kimi "Edallehüllahü
bu yoldadır. alâ ilmin." zümresinden bulunduğunu söyledi. Kimi ulemanın ak
Halbuki hâdiseler bu basitliği yalanlıyor. "Menakıbnâme"nin yüzüne kara çamur sürdüğünden dolayı azarlama ve cezaya müsta-
yazdığına göre, Çelebi Sultan M e h m e t Bedreddin'i huzuruna hak olduğunu beyan etti. Kimi dereden tepeden bazı sözlerle idam
getirtmiş, çok fena karşılamış ve aralarında şöyle soğuk bir konuş- edilmesi gerekliğini ispata çalıştı. 23 Orada toplananların iki gayesi
ma geçmiştir: vardı; biri mecliste hazır bulunan padişahı m e m n u n bırakmak,
diğeri "Varidat" adlı eseri sebebiyle Şeyh'i hırpalamaktı. "Varidat"ın
- Ne için benzin sarı? Yoksa canını Keler mi soktu? Neye bir
bir iki yerinde hocalara yapılan hakaret hatırdan çıkmamıştı.
yerde oturup karar kılmadın?
Şeyh'e karşı beslenen hınç en çok oradan geliyordu, İçtimaî
- Padişahım, güneş batacağı vakit sararır. mesleğini anlayıp da ondan dolayı aleyhinde bulunan kimse yoktu.
- Ne için ulu-1 emre muhalefette bulundun? Mecliste en çok kendisini gösteren Molla Fahreddin Acemî ile
Molla Haydar Hcrevî'ydi. 25 Fahreddin Acemî, Seyyid Ş e r i f i n
toplanmışken cemaatinizi ikiye ayırmak için birisi gelecek olursa
öğrencisi idi. II. Murad devrinde bir müddet kadı olmuş, 870'te
Edirne'de vefat etmiştir. Haydar Herevî o zamanın müftüsü ve onu öldürünüz."
ulema reisiydi. Aslen bu da İranlı'dır. Osmanoğullarının bol "Meıtakıbııânıe"dc H a y d a r Herevî'nin tartışmalar s o n u n d a
keseden ihsanlarını duyarak Anadolu'ya gelen çanak yalayıcıların- Şeyh'in fazlını anlayarak kendisine hürmet ve saygı göstermek
dan biriydi. Sadeddin Teftazanî'nin öğrencilerindendi. Hocasının zorunda kaldığını, şeriatça öldürülmesine bir sebep görmediğini ve
"Keşşaf'ına karşı Sayyid Şerif tarafından yazılan itirazlı talika cev- kanına girilmemesini söylediyse de, sözünü dinletemediği, Bayezıd
abî bir haşiye ve meânidcıı İzah'a ve Feraiz-i Sırâciye'ye şerhler Paşa ile şehzade hocası Fahreddin'in ve onlardan başka hüküm-
yazmıştır. 830 yılında henüz otuzsekiz yaşında iken ölmüştür. darın nasıl olursa olsun Şeyh'i yok etmek istediğini bilen bazı
namussuzların baskısıyla fetva verdiği zikrediliyor.
"Habeı-i Sahih" yazarı meclisin Şeyh'i susturduğunu söylüyor.
Güya konuşmaların sonunda kusurunu itirafa mecbur kalmış. İdris Bitlisî, fetvanın verilmesi üzerine Şeyh'in "Mademki sul-
Halbuki bundan büyük yalan olamaz. İlkin Bedreddin günahsızdı. tanın emir ve itaatinden ayrılarak İslam bağlılığından kendi fiil ve
Bir suçu ve kabahati yoktu ki itiraf etsin. Sonra heyet arasında rızam ile çıkmışım; ilaha siyasete boynumu uzatmaya razıyım."
ilmen onunla boy ölçüşecek bir kimse bulunmuyordu. En büyükleri dediğini beyan eder. Mevlânâ Ruhî, fetvayı bizzat Bedreddin'in de
sayılan Haydar Herevî Âli'nin tabiriyle Şeyh'in tilmizi ve çömezi imzalamış olduğunu yazmıştır. Bu, garip görülecek bir şey değildir.
derecesinde idi. Haydar'ın hocası Sadeddin Teftazanî, Seyyid Şerif Fetvaların gizlice ve hiçbir yere kaydedilmeksizin yazıldığı malûm-
ayarında bir zattı. "Tabaka!" yazarlarından bilinir ki, Teftazanî bir dur. "Zeyd zamanın padişahına karşı isyan ettikte hakkında ne
gün Timur ile beraber otururken Seyyid Şerif önlerinden koşarak lâzım gelir?" tarzında yazılan bir fetvanın usulen ve teamülen cev-
geçmiş. Timur, "Şu adama bak. Vücudunun zayıflığına rağmen abı idamdır. Bununla b e r a b e r Şeylı daima h ü r m e t görmeye
nasıl koşuyor?" demiş. Teftazanî şu cevabı vermiş: "Hakanım! alışkındı. Birçok hükümdarların iltifat ve teveccühüne nail olmuş-
Bundaki ilim bizde olsaydı, mutlaka uçardık..." Bedreddin ise tu. Son günlerde ise hep hakarete uğramaktaydı. Elvân Ağa'ya
Teftanizaııî'nin o kadar övdüğü Seyyid Ş e r i f t e n herhalde çok yük- tesadüf ettiği gccedenbcri umulmayan dereceden fazla eza ve
sekti. Şeyh'in ilim semasında bir yıldız gibi parladığı, muhalifleri cefaya uğradığı muhakkaktır. O kadar kı işkencelerden bitkin bir
tarafından da bilinen bir şeydi. Özellikle içtimaî müşkülleri halde, hayatı sönmek üzereydi. Maddi ve mânevî ıstıraplarının
çözmekte eşsizdi. Murad Bey, ulemanın kendisini bir türlü sustura- verdiği yeis ve füturla kendi idamını imzalamış olması da
madığını beyan etmektedir. Idrisi Bitlisî de Bedreddin'in bir sözde mümkündür.
durmadığını söylemek suretiyle bunu ima ediyor.
Fetvadan sonra, çarşı içinde bir siyaset (idam) sehpası hazırlandı.
Nihayet, Haydar Herevî katlinin cevazına dair bir fetva verdi. Yanı başında bir nalbant dükkânı vardı. O gün gökyüzü solgundu.
Birçok tarihçiler Haydar I lercvî ismini yanlış olarak Seyyid, Said, Halk, Bedreddin'in asılacağını öğrenmiş, Serez kasabasını matem
Halil şeklinde zaptctırıişlerdir. Başkasını kargımamak için bu kaplamıştı. Yalnız çanak yalayıcılar verilen kararın icrasından
dalkavuğun adını iyice bellemek gerektir. Fetva, İdris-i Bitlisî'nin memnunlardı ve kendilerine yapılacak ihsanların tahayyülüyle
naklettiği gibi, şu hadîse dayatılmıştır: "Sizin işiniz bir adamda meşguldü. Bedreddin zindandan çıkarılarak siyasetgâha getirildi.
Elbisesini tamamiyle çıkarmışlar, m ü b a r e k vücudunu üryan duğunu söylemişler. O saatten itibaren Saraya tutularak el ve ayağı
(çıplak) ve perişan bırakmışlardı. Zulüm ve alçaklığın derecesini bükülmüş ve Şeyh'in haksız yere idamına sebep olanları kapısından
bundan anlamalıdır. O, ölümü tam bir huzur ve teslimiyetle bekliy- kovmuş. Rivayetin sıhhatini temin edemeyiz. Ancak Çelebi Sultan
or ve hattâ özlüyordu. Cellatlara: "Bana az bir zaman aman verin, M e h m e d ' i n felce uğramış bulunduğu da tarihçe mazbut, ve
aptes alıp namaz kılayım." dedi. 25 Muvaffakat ettiler. Müritleri muhakkaktır.
biraz uzakta duruyorlar, fakat yaşlı gözlerini kendisinden ayırmıy- Bedreddin'in asılmasını Taşköprülüzade ile Filibeli Ali ve Floca
orlardı. Dervişlerinden Mecııun'u yanına çağırdı. Yıkanmasını ve Sadeddin 818'de, "Sicilli Osmanî" 825'te, " M u f a s s a l " 820'de gös-
nereye gömüleceğini kısaca vasiyet etti. Sonra müritlerine doğru teriyor. Garip bir şeydir ki, "Ktsas-ı Enbiya"da Börklüce'nin 820,
baktı ve derhal yüzünde ulvi bir gülümseme belirdi. Üzerinde bin Bedreddin'in 818'de idam edildikleri bildiriliyor. (Keza Kâtip
ihlâs okuduğu deve yününden örülmüş bir ipi cellâda uzattı. 26 Bu ip, Çelebi'nin "Keşf-el Zunun"unda 2.cildin 625. sayfasıda 818 ve aynı
mutlaka tig-i bent olacak, l ig i bent tarikata ve bilhassa Bektaşîliğe cildin 357, 429, 508. ve 1. cildin 381. sayfalarında 823 gösterilmiştir.
girenlerde bulunur. Vefa ve teslimiyet alameti sayılır. İptida Daha tuhafı, Serez'de yaptığımız araştırmaya göre, türbesinde 817
M u h a m m e d Bakır ı şehit etmek için münafıklar tarafından hazır- yazılmış olmasıdır. Şeyh'in torunu I lafız Halil'in de yazdığı şu beyit
lanmışken halis bir mümin Şalı-ı Velayet in torunu yerine kendi 819 yılını ifade ediyor: "Dedi llalıl bin İsmail bin Şeyh - Cedde
boynuna koyup bekaya göçmüştür. Bedreddin'i bu tig-i bentle tarih İnnehû meczubün lıüve." Bedreddin, "Varidat"ında 818 yılın-
astılar 27 ve orada bulunanlar parlayan bir alevin söndüğünü hayre- da cemaziyelâhırın o n u n d a Mııhyiddin Arabi'yi rüyasında
tle gördüler. gördüğünü yazıyor. Bu hakikata nazaran, "Varidat"ın yazılışı 818
Şeyh'i yakından tanıyan İbn-i Arabşah nakleder ki, Bedreddin tarihinden sonradır. Onun asılması ise, daha sonra olacaktır.
namaz kıldıktan sonra büyük şeyhlerin âdeti üzere ruhu bedenin- Edilen rivayetler kamilen tahminidir. Doğrusu 823 Hicrî senesidir
ve Şevvalin yirmi yedinci Cuma güııiı şehit edilmiştir. Kendisi
den sıyrılıp cesedi ölü gibi düşüverdi. Merhumun nâşını padişahın
hakkında söylenen aşağıdaki kıtanın delâleti de 823'tiir:
emrini yerine getirmek için astılar. Aynı rivayete Taşköprülüzade
tercümesiyle "Lfıgcıt-i Tarihiye ve Coğrafiye" ûc de tesadüf ediliyor. "Gabe an kesreti kevni likâi a had-i
Ceset bir gün bir gece dar ağacında kaldıktan sonra asıldığının Mürşidi ehli tarikin seneden an sened ı
ertesi günü kuşluk vaktinde alınıp eski caminin yanında yıkandı. Vâkıf iil hicreti kad küle lieclit târılıı
Vasiyeti üzere müritleri hemen nalbant dükkânını satın aldılar ve Accililvasle lehii aşka vedfıdil' ebed i"
oraya defnettiler. Üstüne de muazzam bir türbe yaptırdılar. Çelebi Mânası: "Müteselsil senetle tarikat ehlinin mürşidi olan zat,
Sultan, bu inşaatı yasaklayamadı. ahadiyet camaline kavuşmak arzusuyla varlık kesretinden gaybubet
"Menakıbnâme"ye göre, B e d r e d d i n ' i n asıldığı gün Çelebi kıldı. Onun için hicrî tarihe vâkıf bulunan birisi 'Subhanî aşk ona
Mehmet can sıkıntısından bahçeye inmiş ve şeyhi karşısında gör- ilâhî vuslatı tâcil etti.' diye vefatının tarihini tanzim eylemiştir." 28
müş. Bahçeye girmesine müsaade ettikleri için bendelerine fena 823 Hicrî yılı Milâdi 1421 yılına tesadüf eder. Bu hesapça
halde çıkışmış. Onlar Bedreddin'in sabahtan beri asılı bulun-
Bedreddin'in hayatı 63 yıldan ibarettir. 18. Tac-iit Tevarih. c.2, s. 422.
19. Mevzuat-ı U l u m , c . l , s. 748.
Şeyh'in mezarı Rumeli'nin istilasına kadar büyük bir ziyaret-
20. Müntahab-üt Tevarih, Kutbcddin Mekkî, c. 1, s. 196.
gâhtı. Türbe Selçukî künbetleri tarzında ehramlı bir binaydı. 21. Keza.
Yanında bir cami de yapılmıştı. Bedreddin caminin sağ tarafında 22. Haber-i Sahih, c. 2, s. 144.
yatıyordu. Türbe kapısının üstünde şıı uydurma hadîs yazılı idi: "İzâ 23. Tac-üt Tevarih. c . l , s. 296.
tehayyertüm fil'ümûr-i festeinû nün ehlilkûbûr-i." Yani: "Ne vakit 24. Hayrııllâh Efendi Tarihi, c. I. s. 58.
25. U k u d - u n Nasiha, İbn-i Arabşah, s. 55.
bir işte hayrette kalırsanız, ölülerden yardım dileyin..." Bu, bizce şu
26. Müntahab-üt Tevarih. s. 196.
demektir ki, müşkül zamanlarda ölmüşlerin geçmiş hayatlarından, 27. Keza.
tecrübe ve eserlerinden istifade etmelidir. Yunanlıların emsalleri 28. Simavna Kadısıoğlu Bedreddin, Ş c ı a f e d d i n Yaltkaya, s. 70.
gibi bu cami ve türbeyi de yıktırmış olacağına şüphemiz yoktur. O
endişeyle Serezli Ferid Rasim Mey ve arkadaşları göç esnasında
Şeyh'in kemiklerini İstanbul'a getirmişlerdir. Bu kemikler bir san-
duka içinde Topkapı Sarayı müzesinde bulunmaktadır. Topraktan
alındığı zaman bazı yerlerinin çürümüş olduğu görülmüştür. Halen
bu büyük şahsiyetin ancak ismi ve birkaç eseri kalmış demektir.
Tanıklar:
1. Âşık Paşazade Tarihi, s 92.
2. Künh-ül Ahbar, c. 3, s. 144.
3. Şakayık-ı Namaniyye, s. 79.
4. Tac-tit Tevarih, c. 1, s. 296.
5. Neşri Tarihi, s. 319.
6. Âşık Paşazade Tarihi, s. 92.
7. Tac-tit Tevarih. c. 1, s. 315.
8. Heşt Behişt. s. 396.
9. Keza.
10. Haber-i Sahih, c. 2, s. 143.
11. Neşri Tarihi, s. 320.
12. Osmanlı Tarihi, Ahmed Rasim. c. 1, s. 87.
13. Varidat Mukaddemesi.
14. Keza.
15. Heşt Behişt, s. 39.
16. Şakayık- ı Nıımaniyyc, s. 79.
17. Künh-ül Ahbar, c. 3. s. 143.
Eserleri
Netice
Tanıklar:
1. Mevzuat-ı U l u m , c. 1, s. 748; Tac-tit Tevarih, c. 2, s. 422.
2. Neşri Tarihi, s. 325.
3. Müntehab-üt Tevarih, s. 1%.
4. Kısas-ı Enbiya, c. 12, s. 1059.
5. Âşık Paşazade Tarihi, s. 266.
6. Simavna Kadısı Oğlu Bedreddin. s.7t.
Vâridat
f
Varidat Tercümesi
Ahiret
Ey hak ve hakikati öğrenmek isleyen kişi, I>• I ki ahiret işleri cahil-
lerin zan ve tahmini gibi değildir. Ahiret işleri ruhlar âlemindendir.
Avamın onları görünen ve bilinen âlemden sanması tamamen yan-
lıştır. Peygamberlerin bunlara ait sözleri doğrudur. Onlar asla yalan
söylemezler. Lakin marifet onları hakkıyla anlamaktadır. Hiç
şüphe etme ki. Semavî kitaplarda yazılı veya haberle yayılı köşkler,
ırmaklar, cennet, huri, azap, cehennem ve emsali şeylerin herkesçe
bilinen anlamlarından başka mânaları da vardır. Ve onları ancak
hakka ermiş olanlar bilirler.
İbadetin Hikmeti
İbadeti kurmaktan murat, ezelî vc büyük varlığa gönüllerin
yönelmesi ve kapılmasıdır. Yoksa dünya «umuruna dalmış bir kalp
ile bin yıl namaz kılmış ve oruç tutmuş olsan, bundan dolayı hiçbir
Yine Kur'an'da bahsi geçen huriler, köşkler, ırmaklar, ağaçlar ve
sevap ve mükâfata nail olamazsın. emsali şeylerin toplamı cisim âleminde değil, hayal âleminde
gerçeklenir. Cin de böyledir. İsmi bile onu gösterir.CfElcinnü anil-
Bedenin Sonu hissizzâ-hirî" denilir ki, bu "Dış duygudan kayıp oldu." anlamın-
dadır. "Cini gördük." diyenler gözle gördüklerini sanarlarsa da
Bu beden için kalım olmadığı gibi, sona erdikten sonra cüzleri
hakikat öyle değildir. Onlar cini muhayyile kuvvetiyle gör-
için de eski şekli üzçre bileşim yoktur. Gerçi Kur'anı Kerim'de ölü-
müşlerdir. Eğer zahirî hisleriyle görmüş olsalardı, dış duygularda
lerin dirileceği hakkında bazı işaretler geçer. Fakat onlardaki mâna
herkes ortak olduğundan cinin hep birden görünmesi lâzım gelirdi.
başkadır. Yokluğa karışan örgelerin birleşmesi ve evvelki halini
bulması değildir. Bu, imkânsızdır.
Eşyanın Yekdiğerinde Bulunuşu
Ey gafil, sen nerede, hakikat nerede? Dünya işleriyle fazla
uğraştığın için hakkı algılayamazsın. Vehimleri kemal sanırsın. O Bütün âlemler, h l l c r nesnede, hatta her zerrededir. Görülmez
sebeple haktan çok uzaksın. Fğer hakikati bilip de asıl kemalin ne mi ki, tasavvur itibariyle bir çekirdek tanesinde bir ağacın hepsi
olduğunu anlasan derhal hakka doğru eğilirsin. gizlenmiş olduğu gibi, çekirdek ile ağacın her parçasında
gömülüdür. Çünkü ağaç çekirdekten, çekirdek de ağacın meyvesin-
Sen çocuk gibisin. Çocruğa tahsilden ürkıncmcsi ve öğrenmeye
den, meyve ise ağacın parçalarından meydana gelmektedir. Âlem-
heves etmesi için, bilimler yemişlere benzetilir. O suretle çocuk
l e r d e böyledir.Bütün parçalarıyla keııılı aslında, o asıl da âlemlerin
öğretime alıştırılır. İste Nebiler de çocuk Relileri mesabesindedir. her birinde mevcuttur. Öyleyse bulun alemlerin her zerrede bulun-
Sizi kemale ulaştırmak için, ahiret işlerini birtakım görünen şeyler- duğu şüphesizdir.
le tanıtmışlardır.
Burası malûm olunca, hak ıslı klısını- " k u n t u kenzcıı mah-fîyyen
Sen bu aldatılmış kalp ile "Allah'ı bilirim." veya "Kitap okumak-
feahbebtü en ıı'rel'e fehalcktııllıalka liıı'ıele." hadîsinin sırrı ayan
la hakkı anladım." zannında mı bulunuyorsun? Emin ol ki, sen bu
olur: Cenabı Hak, gizli biı hazineydi Bilinmek istedi. Bilinsin diye
derste ve bu iddiada devam ettikçe, o nispette hakkı idrak eylemek-
bu yaratıkları yarattı. Halbuki onu bilen yine kendisidir. Başkası
ten uzaklaşırsın.
değil. Kendisi her şeyden aıi olmakla beraber, her şey ile de sıfat-
lanmıştır.
Kur'an Terimleri
Her ne ki ararsan, mutlaka insanda vardır. Lakin örtülüdür.
Tanrı buyruğu, özünün gereğidir. Söyleyişten, harflerden ve A r a p Örtünün kalktığı miktarca hak ehli için keşfe yol açılır.
dilinden münezzehdir. "Allah şu şeyi buyurdu." demek "Mutlak
Kalpte gizli bulunan içyağındaıı ibaret bir fitilin hak mücahedesi
varlığın özü o şeyi öyle gerektirdi." demektir.
ateşiyle erimesinden bende salı bir nur hasıl oldu. Bu nur nasıl
Kur'anı Kerim'de zikredilen "Kalem" her şeyin hakikatidir. Ve olmasın ki, kalp bin ısıııak ile çevrilmiştir.
saltık varlıktan ibarettir. Mesela senin bir hakikatin, bir hüviyetin
Ey yola yeni giren arkadaş, ümidini kesme. Tehlikeleri atladıktan
yok mu? İşte o kimlik senin için bir kalemdir.
sonra, senin de o nur ile sevinmen umulur. Hasılı sende melekler ve şeytanlar doludur. Hangisi galip gelirse
o hükmeder.
Boşuna Tapınmak -Cinler, bunlar arasında bulunan bir takım orta kuvvetlerdir.
f
İnsanların bazısı bazısına, bir kısmı gümüş ve altına veya büyük-
lüğe ve azamete, birtakımı da yenilecek ve içilecek şeylere tapıyor- Yağmur
lar da, Allah'a ibadet etmekte olduklarını sanıyorlar. Yağmur tanelerinden her bilisinin bir sebebi vardır. Bir damla
ancak o sebeple dünyanın biı yerine düşer. Buna "Damlanın
İnsanlara Verilen Emanet düşmesi sebebi" denir. Damlayı o yere indiren Melek de o sebep ve
kuvvetten ibarettir.
Allah "İnnâ aradne-l'emânatc alessemavati vel'erdı velcibâl-i
feebeyne en yehmilnchâ ve eşfakne minhâ ve hamelehel'insan-ü Her damlanın varlığını leşkıl eden cüzlerden her biri için de bir
innehû kâne zalûmen cehûl-cn." buyurdu. Tahkik erbabı, bundaki sebep ve kuvvet bulunur. Bu sebep ve kuvvetler vasıtası ile o tane
maksadın Allah bilgisi olduğunu söylerler. Ben derim ki, bu teşekkül etmiş ve damla haline girmiştir.
emanetin hak sureti olması ihtimali daha kuvvetlidir. Zira insan
" H e r damla için bir Melek varılır." ve "Her damla için birtakım
hak sureti üzere yaratılmıştır. Hak sureti tüm kılığıdır. Bu ise
Melekler vardır." önermeleri beyninde uymazlık yoktur. Bunlardan
başkasında değil, ancak insandadır. Binaenaleyh bu iş için gökler-
birincisi damlanın düşmesi illelini, ikincisi varlık sebeplerini gös-
den ve dağlardan ehil ve erbap aramağa ve boşu boşuna onları
terir. Her ikisi de şüphesiz doğrudur.
değerlendirmeye hacet yoktur. Bunların nefisleri emaneti yüklen-
emedi. Ve madde cihctiyle insan buna tahammül edebildi. Bunun böyle olması bir kuvvetin bir suret ile temesstil etmesine
ve o suretin "Melek" ismiyle adlanmasına mâni değildir. Her
Şu halde bu âyetin hakiki mânası "Biz bizzat göklere, yerlere, kuvvet bir suret ile temsil edehiliı Ve o surete de "Melek" adı ver-
dağlara kendi kılığımızı inamlamak istedik. Onlar o sureti kabul ilir.
edip yüklenmekten çekindiler. Halbuki insan rahmani sureti kab-
ulden önce maddesi itibariyle çok zalim ve cahil idi. O sureti kabul
Tanrı'nın Karşıtları
edince âlim ve âdil oldu." demektir.
Azap, rahmet, elem, lezzet ve onlara benzeyen şeylerin toplamı-
Melek Ve Şeytan "Hak"tır. Bunların Hak'tan ibaıet olmalarına hiçbir mâni yoktur.
Onlar Allah'ın kabulcnnıesi gereğidir. Nisbî işler kabilindendir.
Seni hakka teşvik eden her şey melek ve rahman, haktan gayrı
şeylere yönetleyen her şey de iblis ve şeytandır. Daha açık bir ifade Bununla beraber ulu »uların cümlesinden münezzehtir.
ile, doğru yola, hak yoluna seni meylettiren ve kalbinde bu meyli Nitekim insan ve yılandan lıeı birinin ağzındaki salya kendisine
uyandıran insanî kuvvetlerin birer melek, fitne ve fesat yollarına uygun geldiği halde diğerine zararlı ve zehirlidir. Halbuki hayvan
sevk eyleyen hayvani duygu ve vehimlerin de birer şeytandır. hakikati hem her ikisinden hali olmaz, hem de o zehir ve zarardan
külliyen hâlidir. Tekrar edelim ki, Allah bu mertebelerden âridir. Fakat onlardan
Tanrı da böyledir. Bir taraftan varlık mertebelerinin icaplarından hâli de değildir. Şimdi bâtıl dahi vücut cihetinden "Hak"tır.
âridir, Diğer taraftan o varlıklardan ayrı gayrı değildir. Çünkü Haksızlığı, bâtıllığı ise nispîdir.
tümeller tümüdür, (
Mertebelerin Cisimlenmesi
Hakkın Zuhura Meyli Mertebe ve suretlerin hepsi cisimlere katlanmıştır. Hatta cisim-
Tanrı'nın bizzat görünmeye meyli muhakkaktır. Çünkü onun ler âlemi büsbütün yok olsa, ruhlar âlemi ve soyut kavramlar
gerçekleşmesi parçalara tâbi olmasıyladır. "Küntü kenzen mah- denilen ruhani şeyler de kalmaz.
fîyyen..." hadîsinde zikredilen muhabbet de o gereklik ve zatî mey- "Mirsad-ill İbad" yazarı, bu konuda öne sürdüğü bir misalde,
ilden ibarettir. cisimleri şeker kamışlarına, ruhları onların usaresine benzetmiş ve
Şimdi bu anlayışa göre, hadîsin mânası "Ben, her türlü suretten bu teşbih ile cisimsiz ruh olabileceğini söylemek istemiştir. Fakat
âri saltık bir varlık idim. Fakat görünmeye zatî meylim olduğu için bu olanaksız bir şeydir. Çünkü ruh ile cisim arasındaki başkalık
bu yaratıklarla karışıp gerçekleşerek zuhura geldim." demek olur. hakiki değil, itibarîdir. Ruh ve cisim birbirinin aynıdır.
Bizim dediğimizle bazı şeyhlerin bu hadîse verdikleri yanlış mâna İnsan bedeni aslında ruh ve can idi. Yani madde ve suret ile
arasında uzun bir mesafe vardır. Hatalı vc tehlikeli yollarda bezenmemiş bir cevherdi. Suretlerin birikmesi ile koyıılaşa koyu-
dolaşanlara uymaktan sakın. Hatip, iıııam ve müderris gibi etmek laşa ve bir kalıptan diğer kalıba giıv gire nihayet insan bedeni oldu.
olsun. İbadetin cemaat büyüklerinin dileği hak olmazsa, bunlardan Bu birleşme ve sıklaşmadan husule gelen suretler birer birer
çekinmek gerektir. Meğer ki maksat onları irşat temeli, maksudun ortadan kalkınca, insan yine ltılla ııgıayarak eşten ve ortaktan ârî
"Hak" olmasıdır. Bir cemaatte bu temel bulunmayınca, yaptıkları " H a k " olur.
ibadetler de kaybolur. Yalnız, kötü toplantıları kalır. Fenalık
üzerinde toplananlardan sen hemen ıı/aklaş.
İnsanda İki Cihet
Ondan Başka Yok İnsan, tesir cihetinden hak, leessııı cihetinden kul, yaratık, köle-
men ve sınıktır. Fiil bir surettir. < )liilı bu mertebe ve surette işleyen
Bunu bizzat kendisi söyler: Lâ mevcûde illâ hû. Asıl maksud da Allah'tır. Bütün fiiller haktıı. Sıııvlleı ise hep onun aletleridir.
odur. Ariflerin "Ya m a k s u t " ve "Ya mevcut" demeleri buna Hak, insan suretinde görünmüş ve o suret ve alet vasıtası ile
delildir H a k , bütün eşyaya şamildir. Velev ki bazısı bazısına karşıt faaliyetini yürütmekte buluıımuşlııı
olsun. Eşyanın tamamı "Varlık" kavramı içindedir. Her şey bu tek
varlığın bir görünüşüdür. Birbirine zıt ve muhalif olmaları ancak Âdemoğlu, bu işte gafildir Benliğine ait irade, ihtiyar, fiil ve
suret ve mertebe itibariyledir. vücut bulunduğunu sanır. Halbuki insanın bu gafleti, bir dülgerin
yaptığı işi yine kendisinin iıııal ettiği bir aletine isnat etmesine ben-
zer. Bu tasavvur, gaflet eseri olduğu için kötüdür. eksik akıllılara uygun gclmeyecekmiş. Varsın, gelmesin.
Ancak, kendisinin haktan ve hakkın da kendisinden başka bir şey
olmadığını bilir de, fiil ve ihtiyarını " H a k " tanıdığı kendi nefsine Allah'ın İşleri
mal ederse, bu yoldaki telakkisi doğrudur. O takdirde fiilin bir Âlem, cinsiyle, çeşidiyle ve mutlak şahsıyla kadim olmakla
suretten çıkmış olduğunu ve o suret sahibinin gerçekte "Hak"tan beraber, sonradan meydana çıkan özelliği de vardır. Fakat bu son-
başka bir şey olmadığını kavramış ve buna inanmış olduğundan radan meydana çıkmak zamanı değil, zatîdir.
tasavvuru uygun ve yerindedir.
T a n r f d a n muhtelif suretlerin ortaya çıkışı varlığının icabı olduğu-
Onun içindir ki, "Ben yaptım." ve "Ben işledim." sözlerini arifler na göre, buna ortaya çıkış adı verilmiş ve lâkin gerek ile gerekli
söyleyebilirler. Lakin cahillerin sarf etmesi hatadır. arasına bir an bile girmemiştir
Cenabı Hak'tan birbirine /ıl işleı meydana gelir. Bunların bazısı-
İrade Ve İhtiyar
na razı olur, bazısına olmaz. Ancak karşıt şeylerin ortaya çıkması
Bunun mânası, bir isi yapan kuvveti bilmekten ibarettir. Yoksa zatının gereği olduğundan onlarııı herhalde vukuu lâzımdır. Çünkü
"dilerse işlemek ve dilerse bırakmak" demek değildir. Fiillerin aslın gereği aslından ayrılmaz.
ortya çıkması irade iledir. Dalıılı ve harici bazı sebeplerin bir arada
Bu karşıt işler iki kısma ayrılı t Hııı keıııal edinmek gibi âlemin
toplanması ile husule gelen birtakım mertebe ve suretler iradenin
düzenine ait, diğeri yüksek istekten lıaıiçtiı. Hiıijıci bolüme "rıza-
ortaya çıkmasını gerektirir. Onun ardından gereklik yolu ile fiiller
h", ikincisine "ızasız" denir.
hasıl olur.
Yapılan işlerden bazısıjıııı beğenilip diğeı bazısının beğe-
İnsan bu fiilleri yapmamaya gücünün yettiğini sanır. Lakin bu nilmediği doğrudur. Hak'tan beğenilmeyen şeylerin ve işlerin
zan çok yanlıştır. Bırakmak da, yapmak gibi bir fiildir. Hakikatte, çıkışı, bir kişinin sükût ve sükûn zamanlat ıııda işlemeye razı olmay-
bir fiili işleyen kişiye o işin kendisinden çıktığını bilmekten başka
acağı birtakım çirkin işleri kızgınlık halinde istemeyerek yapmasına
bir şey kalmaz. İrade ve ihtiyar da ancak budur.
benzer.
Bir hayvanın karşıt işler yapması, "dilerse işlemek ve dilerse Terk Vakaa eşyanın ve fiillerin ortaya çıkması irade iledir. Fakat bu
etmek" mânasında bir irade ve ihtiyar bulunduğu zannını verirse
iradet zatın gereği anlammadır Yoksa zahir ehlinin sandığı mânaya
de, hakikat benden işittiğin şekildedir. Horozun çöplükte eşin-
değil. Onlardan bazıları, çirkin ve aşırı işlerin Tann'dan çıktığını,
mesinde ve gece yarılarında ötmesinde bir nevi garabet bulan avam
lâkin bu ortaya çıkışın kendilerince muteber sayılan mânadaki
kısmı zanneder ki, horozun "dilerse yapmak ve dilerse bırakmak"
irade ve ihtiyarla vuku bulduğunu iddia etmişlerse de, Allah o çeşit
anlamında bir iradesi var da, kendi isteğiyle süprüntülükte eşe-
irade ve ihtiyardan ve zalimlerin dediklerinden tamamen münezze-
leniyor ve gece yarılarında ötüyor. Halbuki bu işler hep zor iledir.
htir.
İşte keşif ve ilhamın bana verdiği şey... Fakat bu benim fikrim
Mürşide İtaat aslında mevcut olmayan bazı şeylerle iştahlandırıp veya korkutarak
erişkinliğe teşvik ettikleri gibi, nebiler de ümmetlerini maddi şeyler
Hak isteklisi hastaya, kemal sağlığa, cehalet hastalığa, mürşit ise
ve hissedilen suretlerle tamalılandırıp veya sakındırarak kemal ve
usta hekime benzer.
hak bilimlerine rağbet ettirirler. t
Bir hasta kendisini hekime teslim eder. Hekim muayeneden
Şu kadar ki, çocuklara söylenen şeyler bazen yalan olabilir. Fakat
sonra ona bazı ilaçlar verir. Hasta bu ilaçların acılığına, yapılan
yalvaçlarda böyle bir şey olamayacağından ümmetlerinin durumu-
tımarın acı ve sızısına katlanır. İyi olmak ümidiyle hekimin her
na, bünyesine uygun olarak müjdelemek, sakındırmak ve şevk-
sözüne uyar. Umduğu esenliği bazen görür, bazen görmez. Öyle
lendirmek yoluyla sarf ettikleri sözlerin başka mânaları da vardır.
iken hekimin yine her emrine uyması lâzım gelir. "Beni iyi etmey-
Ancak onları kavrayabilmek için arif olmak gerektir.
ince söylediklerini dinlemeyeceğim ve dediklerini yapmayacağım."
dese, bu sözü mâkul olmaz. Nitekim avamdan birine "Şıı ışı işlersen sana nurdan iki kuş ver-
ilecektir." denildiği zaman, o kimse "nurdan iki kuş" sözünü halk
Doğru yolu bulmaya çalışan kimse de böyledir. Dünyaya ve nef-
arasında bilinen anlama haınledeı I lalbuki burada kastedilen şey,
sine ait ilgilerini kesip, işleğine kavuşmak için şeyh ve mürşidi
nebiler ve veliler beynimle söylenen mânadır. Bu iki kuş ilmî iki
tarafından kendisine ııe gibi şeyler tavsiye olunursa, o emirlere
meseleden ibarettir.
itaat etmesi ve hemen onlarla uğraşması gerekir. Mürşidine "İste-
diğim şey hasıl olmayınca söylediklerini yapmayacağım." demesi Rüya da bunun nazil idir. < )ıula da gonınen suret zahirî gibi
akılsızlık ve cehalet alâmeti sayılır. değildir. Fakat rüya çoklukla vaki olduğundan herkes bunun zahirî
üzere olmadığına alışmış bulunmakla ve oıııııı için tabiri cihetine
İnsan, şahsına faydalı olan şeyi kazanmaya çalışmalı, ancak
gidilerek delalet eylediği şeyin anlaşılmasına çalışılmaktadır.
feleğin her hususta müsaade etmeyeceğini de bilmelidir. Eğer
emeği mukabilinde emeline erişirse sevinmeye haklı, eğer kader- Peygamberlerin meslekleri Allah'ın velilerinden başkasına kapalı
den önüne bir mâni çıkarsa şüphesiz mazur olur. olduğu cihetle, onlardan başka butun halk bu yollarda kördür.
Nereye bastıklarını bilıne/leı Velileı ise keşif ve ilham ışığıyla o
Dünya ile ilgilenmeyi bırakmak, Hakk'a kavuşmak yollarının en
yolları pek güzel görürler. Ve oıalanla kalp gözünün açıklığıyla
kestirmesidir. Halbuki birçok kişi Hakk'a ulaşmak arzusunda
yürüyüp giderler.
bulundukları halde, dünya ile alâkalı heveslerinden vaz geçmeleri
kendilerine teklif edilince, "İstediğimiz şeye nail olmadan dünya ile Halkın tuttuğu mesleğe dikkatle bakarsan, zan ve şüphelerle
ilgilenmeyi terk edemeyiz." derler. Ve bunun akılsızca bir lakırdı dolu olduğunu görürsün.
olduğunu düşünmezler. Mânevi yollar, başka başka ilimlerdir. "Men lemyezuk lem ya'rif:
Tatmayan bilmez."
Dünyevi Meslekler
Peygamberler, çocuk babalarına benzerler. Onlar çocuklarını
Hazreti İsa Bilmezler ki, tasavvur ettikleri şey dışarıda değil, kendi zihin-
lerindedir.
Hazreti İsa, ruhu ile diri, cesediyle ölüdür. Lakin kendisi
"Ruhullâh" olduğu vc ondan dolayı ruhaniliği cismaniliğine galip Bu aldatıcı zannın sebebi, hayal ve duygu gözlemlerinin birbirine
bulunduğu ve ölüm ise ancak gövdeye taallûk eylediği içiıı "İsa benzemesidir. Mesela bir kimse herhangi bir şeye çok dikkatle bak-
ölmedi." dediler. Vc bunu " E l h ü k m ü lılgalib-i" kaidesine tıktan sonra gözlerini yumsa, o şeyi hatırında kaldığı şekilde yine
dayandırdılar. Yoksa "İsa ölmedi." sözüyle "İsa cesediyle sağdır." gözleriyle görür gibi olur.
demek istemediler. Çünkü ceset maddesinin ölmemesi ve diri
kalması imkânsızdır. Sözlerime çok dikkat eyle. Rüyanın Hakikati
800 senesinde bir Cuma gecesinde mâna âleminde yeşil elbiseye Filozoflar, rüyayı tarif ederken "İnsanın ruhu soyut varlıklar
bürünmüş iki adam gördüm. Bunlar İsa'nın ölü cesedini iki elleriyle âlemine ulaşır da, oradan vakıaların suretleri kendisine akseder."
tutup bana gösteriyorlar ve o suretle, ölmüş bulunduğunu anlatmak dediler.
istiyorlardı. Bunun böyle olması ihtimali olduğu gibi, görülen şeyin uyuyan
kimseden hariç olmaması vc belki onun dimağındaki hayal ve
Ölmüşlerin Dirilmesi tasavvurdan ibaret bulunması da mümkündür. İnsan, eşyayı uyanık
Avamın sandığı gibi, cesetlerin haşri, yani gövdelerin tekrar iken tasarımladığı gibi, düş halinde de tasavvur eylemektedir.
dirilip mahşere çıkması olanaksızdır. Meğer ki bir zaman gelsin de, Uyuyan kimsenin uykusunda gördüğü şey, r u h u n onunla
dünyada insan cinsinden hiçbir kimse kalmasın. Ondan sonra karşılaşması ve mânevi âlem ile bitişmesi üzerine hasıl olmuş bir
anasız, babasız topraktan bir insan doğsun ve yine üreme başlasın. mâna ve suret göstermiyor. O itibarla hükemanm bu husustaki söz-
lerinde isabet yoktur. Hattâ umarım ki, hak benim dediğim tarz-
Yine Melekler dadır. Uyuyan kimse ancak uyanık iken bildiği,'gördüğü, işittiği ve
imgelediği veya onlara uygun bir şey görebilir. Eğer rüya filo-
Melekler gökler âlemindendir. Onların gerçekleşmesi yer âlemi
zofların söylediği veçhile ruhun soyut varlıklarla karşılaşıp bitişme-
dolayısıyladır. Çünkü gökler âlemi yer âleminin batnıdır.
siyle husule gelmiş olsaydı, uyuyan kişinin rüyasında gördüğü şeyler
Yukarlarda söylediğimiz gibi, iyilik sebeplerine melek, kötülük arasında gerek kendisini, gerek cinsini evvelce hiç görmediği,
sebeplerine de şeytan ve iblis adı verilmiştir. Nasıl ki, haktan yüz işitmediği, hatırına getirmediği bir şey dahi bulunabilirdi. Halbuki
çeviren hileci ve günahkâr kimseler için de şeytan ismi kullanılır. uyuyan adam böyle bir şey asla görmüyor. Gördüğü şeyler hep
Bazı insanlar melek ve şeytan denilen bu sebeplerden birisini uyanık iken sanayladığı ve tasarımladığı şekillerdir.
hayallerine alıp zihinlerinde tasarlayınca, o şeyi kendi istidatlarına Kalp ve dimağ, uyanıklık zamanında olduğu gibi, uyku esnasında
göre maddi bir şekilde görürler. O n u n da diğer şeyler gibi gerçek- da faaliyette bulunur. Tasavvur ve tahayyülden bir an bile geri
ten dışlarında, duyulan ve anlaşılan bir şey olduğunu sanırlar. kalmaz. İnsanın gönlü ve zihni temiz ve halis olduğu takdirde,
tasavvur ve tahayyüllerinde isabet de vâki olabilir. reyinde bulundular.
Hasdı rüya denilen şey, uyuyan kimsenin birtakım suretlere ben- Bu bozuk itikatlar tamamıyla cehalet eseridir. Allah'ın iradesi,
zeşmiş kendi zihninin hatıralarından başka bir şey değildir. meşiyeti, ihtiyarı hep âlemin istidadı üzere yürür. Ve ona uyar. Bir
şeyde anıklık olmayınca, onda bir eserin zuhur etmesi ihtimalyyok-
Âlemin Yaradılışı tur. "Yefalüllahü mâ yeşâü." vc "İnnellahe yahkümü mâ yürîd-ü."
âyetleri, "Taş ve ağaç, küfür ve İslam, zulüm ve adalet gibi karşıt
"Tanrı ilk önce bir cevher yarattı. Sonra ondan bu âlemi halk
şeyleri bir şeyde irade etmek salâhiyeti Allah'ta var." demek
eyledi." sözü herkesçe bilinmektedir. Ben derim ki, bu cevherden
değildir. Belki bunların mânası "Allah bir şeyin her neye istidadı
hakkın muradı, ilkin kendisinde zuhur eden iptidasız varlıktır. O
varsa onu diler ve işler." demektir, istidadı olmayan şeyi ne diler ve
halde bunun mânası şu şekli alır: Cenabı I lak, önce sade ve yalınç
ne de işler. Çiinkü Allah'ın iradesi, anıklığa uyucudur. Bütün kâi-
bir surette zuhur etti. Sonra o suretten diğer suretler ayrılıp dalla-
nat istidat yoluyla kendisinden hasıl olmuştur.
narak nihayet bütün yaratıklar vücut buldu.
İşte Cenabı Hakk'ın dünyayla ilgisi, ancak bu suretledir. Bunun
Dua Ve Zikir aksine var oluş ve irade olanaksızdır. Evet, Tanrı dilediği şeyi işler.
Fakat yalniz o istidatta olan şeyi diler. Dilediği şeyi işlemesi
Dualar ve zikirler hep kalbin istenilen şeye yönelmesi içindir.
zaruridir. Zira dilemesi aslının gerekliğidir. İşlemesi de kendi var-
Bunlar hakka karşı birer rabıta hükmündedir. Asıl etkili olan ise
lığına aynadır.
yönelim dediğimiz teveccühtür. Kalbin bu teveccühünden birçok
şeyler ayrıntılanır. Ve gaflet ehline gizli olan keyfiyet o sebeple "Sıhhatül fi'li vet terk-i" ile ifade edilen irade ve ihtiyarın
ayan olur. mânasını hoca nasıl anlar ki, insan bazen bilmediği ve
kestiremediği bir sebepten dolayı tasalanır. Halbuki o sebebi bilse,
Amelsiz ilim inansız bilime ve yahut ruhsuz bedene benzer.
kaygısı derhal yok olacak. Onu bilemediğinden içinde bir acı duyar.
Ve bu acı ile günlerce mustarip olur. Bu iç sıkıntısı ve gönül azabı
Yine İrade Ve İhtiyar da bir iştir. İnsan bunu da "Sıhhatül fi'li vet türk-i" mânasına alınan
Kelâmcılar "Allah kadir ve muhtardır." dediler. Ve bu ilıtiyare de irade ve ihtiyarla mı yapar?
"Sıhhatül fi'li vet terk-i" mânasını verdiler. Yani: İşlemek ve bırak-
mak, her ikisi de hakikattirtir. Onların bu sözleri Ccnabıı Hakk'ııı İki Kelamın Tefsiri
Müslüman olmayanların küfrünü ve zalimlerin zulmünü irade ve
"Lâilâlıe illcllahü" kelâmı "Mâ fil kevnii gayrullah-i", yani
ihtiyar etmiş olduğunu ifade eder. Ebu Ali ve emsali dahi "Allahü
"Kâinatta Allah'tan gayrı bir şey yok." demektir. Her şey zeval
Taalâ'nın kendisi varlıktır. Onun varlığı âlemin varlığına aykırıdır.
bulur. Ancak hakkın zatî sıfatları baki kalır.
Yek diğerine muhalif olduğu halde su ile ateş birbirine tesir ettiği
gibi, hakkın varlığı da aynı şekilde âlemin varlığına müessirdir." "Köpek bulunan eve melek girmez." anlamına gelen "Elme-lekü
lâ yedhulü beyten fîlıi kelbüıı." hadîsi de, hakikatte "ahibinde
köpek sıfatı bulunan kalpte kutsal vasıflardan bir sıfat bulunamaz." doğrudur. Çünkü görünüş haliyle hiç bir mazhardan bütün şeyler
mânasındadır.
çıkmamıştır.
Gerçeklik itibariyle cümle eşya birdir. "Yaradan" lafzının sadık
Mevhum Allah'a İbadet
olduğu mâna ne ise, "Azık veren" lafzının delâlet ettiği şey de c/dur.
İnsanlar, cahillik devrinde gözle görülen ve el ile tutulan puta Bununla birlikte asılda çokluk ve değişme yoktur. Çokluk ve
taparlardı. Zamanımızda ise görülmeyen ve tutulmayan, fakat başkalık hep vehim ve hayal kabilindendir. İtibarlar için harici
zihinlerde sanaylanan puta ibadet ediyorlar. Umarım ki, Tanrı vücut bulunmaz.
hakkı izhar eyler de, halk gerçek olan Allah'a ibadet eder.
"Kânellahü velem yekûn meahû şey'ün ve hüve e'âne alâ makâne
aleyh-i." kelâmı ile "Küllü şey'in hâlikün illâ vechehü" âyeti ker-
Allah Nedir? imesi bunun burhanıdır. Birincisinin mânası şudur: "Allah vardır.
Tanrı, saltık varlığından ibarettir. Bütün fiiller o varlıktan zuhur Onunla beraber hiçbir şey yoktur. İşte bu Allah halen olduğu
ettiği ve bu itibarla her kemali nefsinde topladığı için ona "Allah" gibidir." Nitekim rüyada rüyayı gören mevcut ve görülen şeyler
denilmiştir. aynı ve hayalidir. İkincisi "Hak cemalinden başka her şey fânidir."
anlamınadır.
Şu kadar ki, fiillerin, sıfatların ve hal ve kemalin ondan zuhuru
ancak görünen şeyler vasıtasıyla olduğundan umumiliği hasebiyle
mazharların kâffesi hakkın kcıııalûtını tamamlamış ve onların Oyun Ve Eğlence
ayrılıkları sebebiyle her birinden yek diğerine uymayan şeyler çık- Kur'anı Kerim'de "İnncmel hayatüddünyâ leibün ve lehvün."
makta bulunmuş ve ondan otüıü çokluk görünücüde değil, belki buyrulmuştur. Burada dünyaya "Leibün ve lehvün", yani oyun ve
görünenlerde vukua gelmiştir. eğlence denildi. Oyundan murat, Hakk'a meyil ve teveccühten
Allah, bütün mazharlarda görünen aslî bir varlık ve bâtıni bir alıkoyan şeydir. Dünya, insanı lânı ı'ya rağbet ve muhabbetten geri
cevher olduğundan, mazharlardan her biri görünüş itibariyle diğer- bıraktığı için oyun ve eğlence sıfatını alınıştır.
ine muhalif ise de, hakikat bakımından hepsi birdir. Fakat şunu da derhal söyleyelim ki, dünya iki cihetlidir: H e m
İmdi mazharlardan herhangi birisi "Ben Allahım." demiş olsa, Hak'tır, hem de Hak'tan gayridir. Hu cihetten insanı Hakk'a, diğer
bu söz yalan değildir. Çünkü her şey ondan çıkmıştır. cihetten Hak'tan gayriye yönetir. Onunla uğraşmak bir taraftan
hakla ilgilenmek demek olduğu için mubahtır. Diğer taraftan
Onunla beraber, Allah'ın sayıca çoğalması da lazım gelmez.
hakkın gayrisi, eski tabiri üzere dünya ile uğraşmaya vesile
Evvelce söylediğimiz gibi, çokluk görünücüde değil, görünen
olduğundan haramdır. Kur'an'ııı onu yermesi mutlaka bu ikinci
şeylerdedir. Asıl birdir. Çokluksuretlerdedir. Görünücii ve asıl, tek
noktadandır.
varlıktır. Ve bu varlık şartsız ve kayıtsız olarak haktan ibarettir.
Tarikat ehlinin "Semâ"' dedikleri âyin de bunun gibidir. Halis ve
Yine "Mazharlardan her biri Allah'ın gayrısıdır." sözü de
riyasız olanlar hakkında semâ' Hak ile meşguliyetleri miktarınca
helaldir. Çünkü güzel sesleri işittikleri vakit kalpleri Cenabı Hakk'a vücudu gerçeklik bakımından hak, görünüş cihetinden mahlûktur.
doğru uçar. İçlerinde dünyaya ait alâkalardan bir zerre bile kalmaz,
"Sübhâne men merecelbahreyni yeltekiyân-i beynchiımâ ber-
Gönüllerini kamilen Allah sevgisi kaplar.
zehun lâ yebğiyân-i" denilmiştir. Yani: "Ben o yüce Allah'ı anarım
Şimdi insaf edelim; Şu suretle Hakk'a kavuşmaya vesile olan bir ki, iki denizi birbirine karıştırdığı halde, aralarındaki ince uzun
şeyi haram görmek ve haram olduğunu söylemek bir Müslüman'a kara parçası onları yekdiğerine bozuşturtmaz." Buradaki
helâl olabilir mi? "Bahreyn"dcn maksat, gereklik ve imkân denizleridir. Onların bir-
birine kavuşması, ikisinin bir varlıkta birleşmesidir. Aralarındaki
Yola Girenlerin Dereceleri "berzah" dae ancak o varlıktır, "lâ ycbgiyân" kelimesi, birbirini
bozmayan bu denizlerin yekdiğerine benzemediklerinden
Tarikat erbabı, odun gibi birkaç çeşittir:
kinayedir.
Bunların birtakımı çok kurudur. Az bir ateş ile tutuşur ve bir
daha sönmez. Yana yana kamilen ateş haline girer. Sofiyyc'nin "Sâf Gereklik vc imkân itibariyle, ne " H a k " olan bir şey mümkün, ne
ve halis bir kişi her yandan tamamlanınca Allah olur." sözü bu de mümkün olan bir şey " H a k " olabilir. Lâkin varlığın özü
mânaya gelir. bakımından her ikisi birdir. Hakikatte vacip vc mümkün için ayrı
ayrı vücut yoktur. Bazıları " H e r birinin ayrı ayrı vücudu vardır."
İkinci kısmı son derece önemlidir. Yaşlığı bir az zail olmayınca bir
demişlerse de, bu itibari ve farazi bir şeydir.
türlü yanmaz.
Bu bahsi şöylece izah edelim: Saltık varlık haktır. Hak her şeyde
Üçüncüsü orta sınıftır. Bazı tarafları az bir zahmet ile yanar. ve her şey de onda tecclli etmektedir. Bundan dolayı aslında ve
Tutuşunca da sonuna kadar sönmez. Fakat diğer tarafların yanması
hakikatte görünücü ve görünen, eski tabiriyle zahir ve mahzar bir
çok güç olur. O kısımlardaki rutubeti kurutmak için çalışmak
şeydir. Aralarındaki başkalık vc uymazlık itibari vc farazidir
lâzımdır. Biraz ihmal edilirse hemen söııüverir.
Hakkın eşyada zuhuru kendi özü ile değil istidadı hasebiyledir.
İşte sen de odun gibi âdetlerini yakarsan, âdet üstü şeyleri
görürsün. Saltık Varlık
Saltık varlık, gcııcl ve mutlak oluşu itibariyle bu eşyaya geçmiş.
Tek Varlık
Cemal ve Celâli ile hepsini süslemiştir. Halbuki bu ulu varlık yine
Hakkın özü her şeyden âridir. Bununla beraber her şey onda ve saltık olması cihctiylc cümlesinden beridir. Aşağılık, büyüklük,
o her şeyde gereklidir. Hiçbir suretin ondan ayrılmak ihtimali yok- karanlık ve aydınlık gibi şeyler h e p mazharlarda görünür.
tur. imkân, görünüş itibariyledir. Ve hayalden ibarettir. Önceden Başkalıklar o mazharlara göre husule gelir. Saltık varlığa nispetle
veya sonradan olmak hali hep suretin ardından gider. Gerçi Allah hepsi birdir. Gerçekte saltık varlıktan "Başka" yoktur. Bin bir
suretten münezzehtir. Fakat yine surettedir. O suretin aslı ve surette görünse dahi yine tek şeydir.
hakikati ondan başka bir şey değildir. Bunun için mümkünün
İrade Ve Ruh mak... Akıl kalbinin âlemi öyle tükenmez ve sonsuzdur ki, her an ve
zamanın istidadına göre, zuhur aynasında bir türlü cilvelenir. Acele
Tanrının dilediği özünün gereklililğinden ibarettir. Cahillerin bu
etmemeli; H e r meyvenin vakti vardır. Ancak celıt ve mücahedede
konudaki sanısı da yanlıştır.
kusursuz olarak hızlı gitmek gerektir. '
Cenabı Hakkın "Feiza sevveytülıu ve nefahtü fihi min ruhi"
buyurması, "Sebeplerin birleşmesi ve anıklığın husulü üzerine, Yine Saltık Varlık
insan bedeni kendi şeklini alınca, daha açık bir ifade ile, her uzuv
yaraşık yerine yerleşip bunun ruha istidadı tamamlanınca onda Saltık varlık, kendi kendiliğinden gereklidir. İmkânsız olması
üfürmeden gelen ruh zuhur eder." anlamını vermektedir. Ruhun gayrikabildir. Çünkü varlık ile yokluk arasında uymazlık bulun-
" ü f ü r ü m " denmesi, ikisi arasında mevcut bir benzeyişten ötürüdür. duğundan birisi diğeriyle sıfatlanamaz. Ne var olan yok, ne yok
Yoksa bu gerçel bir tabir değildir. olan var olabilir. Nerede kaldı ki, vacip olsun.
Saltık varlığın has imkân ile vücudu mümkün ise varlığı da, yok-
Hayat luğu da gerekli değildir. Her iki tarafı da eşit olursa, varlığı mükte-
sep olmak lâzım gelir. O halde nefsine nazaran hakikatte yok olan
Bedende hasıl olan dirilik bir terkip hassası ve maddi cüzlerin
bir şey olması ve aslında yok olunca gerçekte de yokluk ile sıfatlan-
işlemesi neticesidir. İnsan ile hayvan arasındaki ayrılık, bireşim
ması gereklenir. Halbuki varlığın yokluk ile sıfatlanması
ayrımından naşidir. Hepsinin aslı ise birdir. Tek olarak bilinen bu
asil, her mertebede ayrı bir zuhuru gerektirmiş ve o çıkış hayvan olanaksızdır.
mertebesinde "hayvan ruhu", insan mertebesinde "nefs-i natıka" Saltık varlığın has imkân ile mümkün olduğu kabul edildiği
tesmiye olunmuştur. Yoksa hariçten hiçbir şey gelmemiştir. Ve takdirde, varlığı için mutlaka bir mevcuda ihtiyacı vardır. Bu ise
bunlardan başka şeyler de değildir. Yalnız mertebeleri ayrıdır. İkisi katiyen bâtıldır. Çünkü var eden eğer mevcut bir şey ise, saltık var-
beynindeki fark ancak anıklık yüzündendir. lığın her halde onun iç yüzünden gerçekleşmiş olması icap eder ki,
o takdirde saltık varlık nefsinden önce tahakkuk etmiş olur. Bu ise
Ölmüşten Ayrılan Cevher bir şeyin kendi nefsinden evvel meydana gelmesi demek olduğun-
dan imkânsızdır. Eğer o var eden mevcut olmayıp da yok olan bir
Bir beden öldüğü zaman ondan ayrılan cevher, o surette zuhur şey ise, yokluğun diğer bir şey var edemeyeceği aşikârdır. Şu iki
etmiş olan saltık varlıktan ibarettir. Suretin bozulması ile saltık var- ihtimale göre de, saltık varlığın has imkân ile mümkün bir şey ola-
lığa hiç bir halel gelmez. O, sonsuz olarak bakidir. Yalnız suretini mayacağı ve kendi kendisinin varlığı gerektirdiği tahakkuk etmek-
değiştirir. Bu cevherin kendi kendine, suretsiz belişmesi kabil tedir.
olmadığından her zaman surete muhtaçtır. Ondan dolayı muhtelif
suretlerde görünmekten bir an bile geri kalmaz. Saltık varlığın vücudu vacip olunca, onun Allah olduğu ve her
şeyin varlığı ondan husule geldiği ve bundan dolayı bütün eşya ona
Bizden ip ucu vermek ve içten dışa çıkarmak, dostlardan da çalış- mazhar ve kendisinin o eşyada zahir bulunduğu gerçekleşir.
Öz varlık mertebesinde öncelik, sonluk, iç ve dış yüz yoktur. Bu
Bazı İtibarlar
mertebedeki varlık her şeyden soyulmuştur. Öncelik ve sonluk gibi
Saltık varlık, hakkın ta kendisidir. Hak, her mertebede iki itibar- şeylerin tahakkuku varlığın bütün eşyaya girmesi sebebiyledir.
dan hâli değildir; biri tesir, diğeri teessür. Etki yönünden Allah, Hattâ öz varlık mertebesinde öncesizlik ve sonrasızlık da bulun-
etkinme cihetinden âlem, yaratık ve hadistir. maz. O n d a ikisi de tek şeyden ibarettir.
Varlıkta üç itibar daha bulunur; öz, saltık, bağlı ve şartlı varlık...
Bağlı ve şartlı olmayan öz varlık haktan ibaret olduğu gibi, bağlı ve İnsan Sureti
şartlı varlık da haktan ibarettir. Hak, bağdan ve şarttan hâli bir var-
Peygamberimiz, "Hiç şüphesiz, Allah âdemi kendi suretinde
lık olmak itibarıyla ne tümel ve ne de tikeldir. Çokluk kayıtsızlık,
yaratmıştır." buyurdu. Tevrat'ta da öyledir. Bunun hakiki mânası,
azlık kayıtlı olmak itibariyledir. Kendisinin bütün eşyayı kapladığı
Tanrı insanı kendi kemalinin sureli üzere yaratmış demektir.
göz önünde tutulunca, ona tümel, ondan yalnız bir mazharın çık-
Hadîsteki suret, hissî değil, mânevidir. Tanrılık mertebesinde
tığına göre de tikel sıfatı verilir. Bundan ııaşi Tann'riın öz hakikati,
Cenabı Hakk'ın gözle görünen bir şekli yoktur. Allah, o mertebede
aslî ve zatî cihetinden çokluk ve azlık üzere önceldir. Ve bunlar
bütün hissî suretlerden münezzciıliı I lıssi suret, âlemin gerçeklik-
onunla birlikte kalıba dökülmüştür. Her ne kadar kayıtlanmak ve
lerindendir. Hak sureti ise o mertebelerde iç yüzden ibarettir. Vc
kayıtlanmamak vasıfları ile sıfatlannıaktan hâli değilse de.
insanın iç yüzü hakkın sureti iizeıedit
Ondan başka, iki itibar daha vardır; taayyün ve la taayyün.
Bu suretler "Yedeyn" ile tâbir edilmiş olup "Kendi elimle yarat-
Bunların birisi hakkın belişmesi, diğeri belişmerriesidir. Birinci
tığım kimseye seni secde etmekten hangi şey alıkoydu?" anlamına
itibarla "Vâhif'tir. Bu, Cemal makamıdır. İkinci itibarla ona
gelen "Mâ meneake en tescilde liınâ haleklü biyedeyye." âyetinde-
" A h a d " denilir. Ve Celâl sıfatı ile vasıflandırılır.
ki "Yed"den maksat da hem hissi, heııı mânevi surettir. Nitekim
Cemal ve Celâl sıfatları iki el veya iki kuvvet mânasına gelen kudsî bir hadîste "Ben onun işitmesi ve görmesi olurum." denildi
"Ycdeyn" kelimesiyle tâbir edildiği gibi, Allah'ın alıcı ve verici, de, "gözü ve kulağı" denilmedi. Yine yukarılarda bahsi geçen "İnnâ
zahir ve bâtın misillü karşılıklı sıfatlarından ikisine birden aradne-l'emanâte..." âyetindeki 'YlVmaııcte" lâfzı da hissî ve
"Yedeyn" adı verilir. Nitekim Cenabı Peygamber'in "Haleka mânevi suretleri birleştiren ilâhî surete işarettir.
âdemu biyedihi." kelâmında mütekabil sıfatlara işaret olunmuştur.
İşte insan bu suret üzere halk edilmiş vc onunla yer yüzünde
"Yedeyn" lâfzı hak ve âlem suretleri için de söylenir.
Allah'ın vekili olmuştur.
Anlattığımız şu haller bazı müritlerimizce de görülen şeylerdir. Scriyy-es Sakatî "Tam tasavvufçu o kimsedir ki, bilgi ışığı ile
Bunları şu yolda açıklayabiliriz: amelinin aydınlığını söndürmez. Kitabın açık mânasını bozan iç bil-
gisini ortaya koymaz. Gördüğü adet ustıi hallerden dolayı ilâhî
Eşyanın salt yokluktan ibaret olması "Ahadiyet" denilen görün-
gizliliklerin örtülerini yırtmağa cüret etmez." demiştir, Bu sözler,
mez mertebeye, kalbin bazen eşyanın varlığına, bazen da yokluğu-
bizim dediğimizin aynıdır. O da tasavvufun iki yüzlü olduğunu
na hükmedilmesi "Vâhidiyet" ismini alan görünmek mertebesine,
imalamaktadır.
çokluğu ve kendisinde her şeyi görmesi ve bir şeye bakınca, " O
benim ve ben O yum." demesi tevhide alâmettir. Ve bunların hepsi Ancak buna "Hakiki tasavvufçu sakladığı şeye inandığı gibi,
söylediği veya gösterdiği şeye de itikat eder. Ve bu vaziyette içi dışı-
na uygun bulunduğundan münafık olmaz," diye karşılık verilebilir.
Bu tasavvufçunun inançta iki zıddı nasıl birleştirdiğine veya bir- mahiyetinin tamamıyla hakka ait olduğu kendisine ayan olur.
leştirebileceğine şaşılırtsa da, biraz derin düşünüldüğü takdirde, Tasavvufçuların "Zikir, Zakir, Mezkûr hep birdir." sözü de
bunda şaşılacak bir şey bulunmadığı görülür. Zira bu iki itikattan Hakk'ın varlığından başka varlık bulunmadığını ve bu üç şeyin
her biri kendi yerinde ve mertebesinde haktır. gerçekte tek şeyden ibaret olduğunu anlatır. Varlığın hakikati nok-
tasından anma, anan, anılan kelimeleri bir olunca, ilmel yakîn mey-
Kesin Bilgi dana gelir. Hakk'al yakîn ise yola girenin bunlarla hep birden sıfat-
lanmasıdır.
Hak erenleri, bilimi üçe ayırmışlardır: İlmel yakîn, Aynel yakîn,
Hakk'al yakîn. Bunlar için türlü türlü sözler söylenmiş, yazılar Benim kanaatime göre, dilden çıkan zikir sahici anmanın sure-
yazılmıştır. Fakat hepsi de zaiftir. Buraya geçirmeye ne yer, ne tidir. Hakiki zikir de kalbin anmak şekliyle örgelenmesidir. O n u n
imkân var. Biz ancak kendi düşüncemizi söyleriz. için kalbe zikir sıfatı verilmiştir. Kalp ise " H a k " olduğundan anma,
anan ve anılan hepsi birdir. Bunun misali şudur: Rüzgâr sertçe
Bu lâfızlar yalnız tevhit için değildir. Yiğillik, cömertlik gibi
estiği zaman "Su" başka bir şekle girer vc dalga olur. Halbuki dal-
başka şeylerde de tatbik olunabilir. Mesela: Bir kimse bir kişinin
ganın o sudan başka bir şey olmadığı herkesçe malûm. İşte kalp
cömert veya yiğit olduğunu duyar vc buna inanırsa, kendisinde o
böyledir. Zikir kendisini kaplayınca, anan o olur. Ve bu şekil
adamın yiğitliğine, "İlmel yakîn"; o yiğitliği ve cömertliği kendi göz-
leriyle görürse onda "Aynel yakîn"; bu sıfatı şayet kendisi taşırsa anmakla örgelendiği için hakiki zikir namını alır. Dildeki anmaya
"Hakk'al yakîn" hasıl olur. da onun sureti denir. H e r ne kadar sahici anmak şekilsiz ise de,
maksadı anlatmak için kalbi kaplamasından dolayı şekil ile tâbir
Demek ki, İlmel yakîn müşahedesiz, lâkin kesin delil ile bilmek- edilir.
ten, Aynel yakîn ise görmek suretiyle hasıl olan bilişten, Hakk'al
Bu sözlerimizden iki hatıranın kalpte birden toplanamayacağı ve
yakîn de kendinin onunla sıfatlanmasından ibarettir.
birleşemeyeceği de bilinir. Herhangi bir angı kalbe girince, o anda
Şimdi bunları Hakk'ı birlemek üzerine tatbik edelim: kalp bundan ibaret olur ve onunla uğraşır. O zaman da diğer bir
Yola giren kişi Hakk'ın varlığından gayrı fail vc müessir hatıranın kalbe girmesi gayri mümkündür. Nasıl ki, rüzgârıri esme-
olmadığını işkilsiz kanıtlarla bilirse, bu bilişe ilmel yakîn denir. siyle dalgalanıp özgü bir şekil alan denizin o şekilde bulunduğu
Bunu bizzat kendisi görürse, ona da Aynel yakîn adı verilir. Şunu sırada başka bir dalga şekli ile dalgalanmasının ve başka bir şekil
da hatırlatalım ki, buradaki görümden maksat gözün görmesi almasının imkânsız olduğu gibi.
değildir. Bunu daha yüksek ve mânevi bir anlama almak lâzımdır. Benzetişlerime dikkat eyle. Çünkü bu bahis pek incedir. Ve
Zira Hakk'ın varlığı imsel ve imselemekten âridir. Eğer kendisinin sanırım ki, bu mevzuda beni geçen de olmamıştır.
Hak varlığından olduğunu ve bütün varlığın haktan ibaret bulun-
duğunu anlarsa, bu biliş de Hakk al-yakîndır. Sâlik, bu mertebeye
Gönül Görümleri
varınca, hiç bir şeyin ve hattâ kendisinin dahi varlığı olmayıp
Ben, bazen kendimi hayret edilecek derecede güzelleşmiş
görürüm. Şu beden sureti benim gözle görünmeme sebep olmaktan Ve lâtelıinnî eltaden
başka bir şey değildir. Bu beden suretinin o güzelliğin dış sureti İllâ celileıı sameden
olduğuna ve ondan gayri bir şey olmadığına kailim. Gördüğüm
güzellik bu beden sureti ile ortaya çıkmış ve o sebeple görülmesi Yani: Ey nefsim, sonsuz olarak Allah'ı zikir eyle. Ey nefsim,
mümkün olmuştur. sıkıntı ve kaygıdan öl. Ve büyük Allah'tan başka kimseden bir istek-
te bulunma.
Bunu bir misal ile anlatalım: Gaz şeklindeki cisimler gayet latif
olduğundan göze görünmez. Fakat koyulaşarak bulut suretine gir- O esnada yanımda bazı fıkıhçılar vardı. Onlar benim bu halim-
ince görünüyor. İmdi bulutun görünen dış sureti, görünmeyen iç den korkuya düştüler. Bunların içinde Mısır'da "Berkukiye"
suretine zıt değil, Belki onun aynıdır. Aralarındaki fark ise güzellik Medresesi öğretmeni Mevlânâ Seyfiiddin ve oğlu bulunuyordu.
ve koyuluk cihctindendir. Hakikatte diğer bir şey bulut olmuş Kendimden geçtiğim zaman ilkin onu, fakat kendi kılığında değil,
değildir. Bunun gibi insanın görünen sureti görünmeyen güzel "Şeyhuniye" Medresesi müderrisi Mcvlânâzade'nin suretinde
ruhunun suretidir. Ancak güzellik ve koyuluk cihetiyle birbirinden gördüm. İkinci bakışta ise asıl kendi şeklinde buldum. Bir kişinin
ayrılmıştır. Şu kadar var ki, Bu benzetiş konuya aydınlık vermek bazen başka bir şahıs suretinde görünmesi, o iki kişi arasında ilgi ve
içindir. Yoksa gaz ile insan arasında hiç bir benzeşlik yoktur. uyarlık bulunduğunu gösterdiği gibi, tevhide dahi delâlet eder.
Ancak dış âlimleri içi bırakıp lıep kapuğa sarılmışlardır. Asıldan Bizim fikrimizce, yer ve gök ayrı ayrı birer âlemdir. Ve bu iki
söz açmazlar. Bir alay lüzumsuz şeylerden dem vururlar. Eğer bun- âlem insanın nefsinde toplanmıştır. O halde buradaki yer ve gökten
ların içleri açılsa, Dünya ve Başkanlık sevdasından gayrı hiç bir şey murat ancak insan olabilir. Bu âyeti kerimede ben "Menide ve
görünmez. Allah öylelerini kahreylesin. dölyatağında yer ve gök âlemleri bitişikti. Sonra biz o mazhara ruh
verdik. Ve bunları birbirinden ayırdık. O mazharda da yer ve gök
eserlerini belirtik." anlamını buluyorum.
Karışık Usul Bu âyeti kerimenin dclâletile anlıyoruz ki, yeniden yetişen
meyveler bozulanların benzeridir. Lakin kendisi değil. Onun gibi,
"îhyah-u Ulûm-el Diıi\ "Kimyaıı-es Sade" gibi bazı kitaplar tahkik
yeni yeni türeyen bedenler de çürüyen vc kokan vücûtların eşidir.
ve taklit ilimleri arasında bir berzahtır. Bu mütevassıt yolun faydası
Fakat ayni değildir f
çoktur. Halkın ilkte: tahkik vc tahlil için ne kudreti ve ııe de taham-
mülü vardır. Eğer her hakikat onlara başta açıkça söylense, ya
sapıtırlar, yahut ki o hakikatleri ortaya koyanları tekfir ederler.
Bir Benzetiş
Halbuki bahsettiğimiz usul herkesin kabul edip etmeyeceği şeyleri "Mâ halkuküm ve lâba'süküm illâ kenefsin vahidesin." âyeti ker-
birbirine karıştırmak suretiyle iki tarafı da kollanır. Ve o sayede imesi "Yaradılışınız ve öldükten sonra lıaşrc gönderilmeniz bir
halk yavaş yavaş hakkı kabul etmeğe alıştırılır. nefes gibidir." anlamındadır.
Bu âyet, iyisi ve kötüsü, aşağısı ve yukarısı, göze görünüp görün-
Cin memesiyle, kısaca her işi ile bütün âlemin tek bir şahıs hükmünde
Kur'an-ı Kerim'de geçen "Cin" tâbiri melek, şeytan, iblis lafı- olduğuna ve binaenaleyh eşyanın bolluğu azanın bolluğuna ben-
zlarından geniş ve bunlar ona dahildir. Hepsi de cisimler âle- zeyip, uzuvların çok olmasından insanın birliğine bir halel
minden değil, ruhlar âlcmindeııdir. Ruhlar âlemi ise cisimlerdeki gelmediği gibi, eşya çokluğunun da Allalıııı tek oluşuna mâni
tümel ve tikel kuvvetlerdir. Evvelce de söylediğimiz gibi, insanı bulunmadığına alâmettir
Allah'a yaklaştıran kuvvetlere melek, haktan uzaklaştırıp dünyaya
bağlıyan güçlere de şeytan adı verilmiştir. Dinlerdeki Aykırılık
Çin'in melek ve şeytana da şamil olduğunu "Ve cealû beynehü ve Eşyanın hakikatlerini (iğrenmek ancak nefsini terbiye etmek ve
beynclcinneti neseben" âyeti kerimesinden de anlaıyabiliriz. Bu hak yolunda çok fazla uğraşmakla kabildir; Zaman ve mekânın
âyeti kerimenin "Kâfirler Allah ile cin arasında soy tesis etmek iste- tesiriyle mücahedenitı şeklinde çok değişiklikler olmuştur. Bunun
diler. Cinlerin Allah kızları olduğunu kabul eylediler." mânasında için dinlerde uymazlık görulııı Peygamberlerin sözleri ve halleri de
okluğuna ve hıristiyanların cin ve şeytanlara "Allahm kızları" buna delâlet eder. Fakat dal ve budak cilıctiyle Şeriatlarında ihtilâf
demeyip bu isim ve sıfatı ancak meleklere verdiklerine göre, bulunduğu halde, kok bakımından aralarında hiç bir fark yoktur.
Kur'an'daki "Cin" tâbirinin meleklere de şamil bulunduğuna ve Uymazlık yalnız ayrıntılardadıı Ve bu onların hak olmalarına zarar
meleklerin "Cin" cinsinden türediğine asla şüphe kalmamaktadır. vermez. Çünki asıl birdir. Bunların kâffesi "Hak"tan hak üzere
gönderilmiştir. O itibarla riyazet ve ibadetin yapılış şekilleri
Dönüş Yok üstünde durmak lüzumsu/.dııı I lepsi aynı yola çıkar.
Bunu anla, irşat olursun. Kuşeyriyyc risalesinin keramet faslında buna dair bazı tafsilât
vardır.
Her Şeyde O
Akıl, nefis, ruh, kalb hep saltık varlıktan ibarettir. Bunların ayrı
Kelebek Hikâyesi hissedilip algılanmaktadır.
Bir gece odamda oturuyordum. Bir kelebek geldi. Kandilin Mazharlardan bir an vazgeçelim: Tanrı bizzat kendisi de bu sıfat-
etrafında dolaşmağa başladı. Bir kaç defa kendisini kandilin ları haizdir. Fakat o sıfatlar zahirî sıfatlara benzeyişten beri, akıl ve
kenarlarına çarptı. Sonunda yere düştü. Ölüp ölmediğini anlamak hayalin anlayışından çok yüksektir.
için elime aldım. Her yerini inceden inceye gözden geçirdim. Hakk'ın sıfatları, gerek ruhani, cismani, hayvani, nebati olsun,
Zavallı hayvanda hayattan hiçbir eser kalmamıştı. O zaman gerek göğe veya yere.mensup bulunsun, hep eşyada gerçekleşir. O
Bayezıd-ı Bistamî'nin ölmüş bir karıncayı ncfesiyle dirilttiği hatırı- cümleden hayat sıfatı ile her şey dirilmekte, kelâm sıfatıyla da her
ma geldi. Ben de temiz ve katıksız bir kalp ile bu hayvancağıza şey onu anmaktadır.
üfürdıim. Derhal dirildi. Sanki ışığın ateşiyle kavrulan mahlûk o
Sübânellahilvâsi': 11er şeyi geniş olan Allah'ı anar ve takdis eder-
değilmiş gibi uçarak gitti.
im.
Sakın şu vakıayı hayal mahsulü sanma. Arifte Hakk'ın tecelli
ettiğini kabul eylediğimize göre, bunu da Allah'ın bir fiili olarak Fazla İbadet
bilmemiz lazım gelir.
İnsanın işitmesi, görmesi ve sair iç ve dış kuvvetleri hep Hak'tan
ibarettir. Peygamber'in bunu nafilelerle yakınlık kazananlara has
Tabirin Sebebi
kılmasının sebebi şu olabilir: Nafile namaz ve oruçları ile uğraşıp
Peygamberler, uykuda olduğu gibi, uyanıklık halinde de ruhları Hak nezdine yanaşanlar kendi kuvvetlerinin hep Hak'tan ibaret
ile bu âlemden rüya âlemine geçer vc orada bir alay şeyler de olduğunu kesin bir bilgi ile kavradıkları ve onları yapmayanlar bu
görürler. Bunun için onların gördükleri şeylerin bazıları tabire hakikatten gafil bulundukları için kudsî hadîste "Nafilelerle bana
muhtaç olur. Nitekim Resuli Ekrem öyle bir durumda iken müşa- yaklaşanların işitmesi ve görmesi ben olurum." buyrulmus ve diğer-
hede ettiği bir kadın suretini bizzat dünya diye tabir etmişti. leri bu hükümden istisna edilmiştir. Nasıl ki, ilmiyle amel etmeyen
İmdi buna kıyasen bir Nebiye yine dünya içinde görünen köşk, âlim, bilgisiz sayılarak cahiller sırasına konulduğu gibi.
cennet, huri gibi şeylerin suretlerini kendilerine münasip birer
mâna ile tabir etmek ve onlar hakkında gelen âyetleri uygun Günah İnanca Tâbidir
şekillere çevirmek muvafıktır. Cenabı Peygamber, Kur'anı
İtikatların birbirinden farklı oluşu, günahların ağırlık derecesini
Kerim'in yedi dereceye kadar tefsirine izin vermiş değil midir?
değiştirir. Günahların büyüklük ve küçüklüğü itikada bağlıdır. Bir
asi ve günahkâra kendi inancına göre muamele edilir. Kul kısmı
Allah'ın Sıfatlan ancak itikadı ile muaheze olunur. Nitekim "Ene inde zanni abdî
Hak Taalâ'nın işitme, görme, dirim ve kudret gibi birçok sıfatları bî..." kudsî hadîsi bu mânayı tazammum eder. Cenabı Hak,
vardır. Bunların hepsi mazharlarda görünmekte vc o vasıta ile Peygamber'in lisanı ile "Ben kulumun zannı indindeyim." buyuruy-
or.
dir.
Acı ve sızı, nimet ve rahat, aşağı ve yukarı dereceler de inanca
bağlıdır. H e p o Kökten dallanırlar. Bazı kimselerin kederlenme- İkinci yol ise daha sağlamdır. Yanıltması ve şaşırtması yoktur.
sine ve cehennemlik olmasına sebep olan bir fiil, diğer bazılarının Ancak diğerinden çok güçtür. Çünkü bunda içini arılamak, Hakk'a
sini ve cennetlik olmasını gerektirir sevinmesini ve cennetlik yönelmek, Peygamberlere tâbi olmak lazımdır, O zaman akıl kalp
olmasını gerektirir. ve gönül ile birleşir. Zihinde mânevi bir ışık, keşif anıklığı peyda
olur. Ve her hakikat açık va ayan görünür.
Rüya dahi böyledir. Düş, görenin itikadı cihetinden farkeder.
Aynı rüya bir Müslüman için iyi, bir Hıristiyan için fena olabilir.
Bunun tersi de birdir. Yine Bir Rüya
Bir gece mâna âleminde bir iki yıldıza güya elimi değdirdim. Ve
Tanrı İle Söyleşme bunların gökten ayrı birer şey olmadıklarını görür gibi oldum.
(S 10 yılında safer ayı gecelerinden birisinde şiddetli bir hastalığa Aynı halde iken hatırıma şu geldi: Tavus kuşunıııi tüyündeki
tutuldum. O kadar ki hayatımdan ümidim kalmadı. Her şeyden vaz parıltılar başlı başına birer şey değildir. Kanadın ciizlerindendir.
geçerek I lakka yöneldim. Gönlümden "Yâ Rab, bu hastalıkla beni Yalnız renk itibariyle diğer kısımlardan farklıdır. Bazı elmanın da
götürecek misin?" diye sordum. Bunun üzerine hiç bir suret bir tarafı kırmızı, sair yerleri beyaz. olur. Bununla beraber elma
gömleksizin Tann'nın "Ben seni bu hastalıktan kurtaracağım." birdir. Renklerin ayrılığı bu cüzlerin elmadan ayrı sayılmasına
dediğini işittim. Hemen kendime geldim. Vücudumda rahatsızlık sebep olamaz.
ve ıstıraptan hiç bir eser kalmadı. Ferahla yataktan kalkıp yerime O âlemi terk etmeden bana öyle geldi ki, yıldızların da göğe nis-
oturdum. Ve hüveşşâfi: Şifa verici O'dur. petle böyle olmasına hiçbir mâni yoktur. Onların da başlı başına
birer şey olmaması, ancak beyazlık ve kırmızılık gibi renklerle
Fikir Ve Keşif semanın diğer cüzlerinden ayrılmış bulunması muhtemeldir.
Aklın bir şeyi algılaması iki suretledir: Ya görme ve düşünme,
yahut kalp gözü ve keşif yoluyla. Dünya Ve Ahiret
Aklın fikir ve nazar üzerine dayanan tarafına fazla güvenmek Dünya ve ahiret, birbirinin mukabilidir. Her şeyin başlangıcına
doğru değildir. Görüş ve düşünüşe vehim ve hayal çok karışır. Bir "Dünya", sonuna da "Ahiret" denilir. Meselâ zina, rakı ve şarap
insan bütün iştigalini fikir ve nazar cihetine hasrederse, vehim ve gibi şeylerle ilk önce tatlı bir lezzet hasıl olur. Fakat bu sevincin
hayalin kendisine sataşmasından kurtulamaz ve eşyanın hakikatini ardından insana bir rezalet ve pcşimanlık gelir. İşte o lezzete
bir türlü keşfedemez. "Dünya", o pişmanlığa da "Ahiret" denir. Halbuki bunların her
ikisi de bu âlemde vâki olmaktadır. Bütün işleri ve onları takip eden
Kelâmcılann bir meseleyi akıl nazarı ile hal edip, bunun üzerinde
neticeleri buna kıyas edebilirsin.
bir müddet karar kıldıktan sonra, yanlış olduğunu anlayarak,
ondan dönmeleri bu yolun pek de doğru olmadığını göstermekte-
İki Rüya Daha meşgulse, Hakkı algılamaya ve sevmeye hiç de imkân kalmaz.
Bunun içindir ki, yola girenin ilkte Allah'la münasebet peyda
Hicrî 818. yılının 6. ayının l l ' i n e rastlayan bir Perşembe
etmesi kolay olmaz. "Allah'ı çok zikirle zikredin." âyetinde göster-
gecesinde Muhyiddin-i Arabi'yi rüyamda gördüm. Bana "Şeytanı
ildiği üzere, bu ancak Cenabı Hakk'ı hatırlamak ve daima imgele-
dünyadan attım. Şimdi yalnız bazı eserleri kalmıştır." dedi. Yine
mekle mümkündür.
uyku halinde bunu ashabımdan birkaçına söyledim ve münasip
zamanda hatırıma getirmelerini tenbih ettim. Bir insan zikre devam edince, zikir onun kalbine, gönlüne ve cis-
minin her zerresine nüfuz eder. İçinde Hakk'a karşı sevgi kayna-
Bu rüyamın mânası açıktır: Şeytan insandaki vehim ve hayal
mağa ve zikirde zevk ve lezzet bulmağa başlar. Zikirdeıj hoşlanmak
kuvvetine, Şcyh-ııl Hkber'iıı onu dünyadan çıkarmış olması birçok
sevginin arttığına, o da zikir edenin istidadına göre rahmet
kıymetli kitapları ile tcvhid ilmini herkese yaymış bulunmasına,
kapılarının açılmasına ve mânevi bahtiyarlığa alâmettir.
şeytandan bazı eserlerin kalması da vehim ve hayalin bazı kimsel-
erde hâlâ hüküm sürmekte olduğuna işarettir. Cenabı Peygamber "Cennetin kapısı üzerinde Lâ ilahe illallah
yazılıdır." buyurmuştur. Bundan da anlaşılır ki, zikirsiz Allah
O sıralarda Muhyiddin ı Arabi'nin "Fiisûs-ul Hikenı" adlı eserini
algılanamaz ve cennete de girilemez.
okumakta bulunuşum, bu rüyanın tembih olarak bana görünme.-
siııe sebep alsa gerektir.
Âlemin Düzeni
Yine bir gün mâna âleminde tanımadığım birisinin fcrahlı ve çok
güzel bir bahçede Allah'ı anmakla meşgul olduğunu gördüm. Bütün âlem kendisini örgütleyen cüzleriyle birlikte sapasağlam
Uyanır uyanmaz, yanımda bir müridin zikrettiğini müşahede ettim. bir insan gibidir. Ucu bucağı bulunmayan bu boşluk içindeki büyük
O anda "Cennet bahçelerinden birine malik olmak isteyen Allah'ı ve küçük her hangi bir şeyin diğerlerine çok kuvvetli bir bağlantısı
zikreylesin." hadîs-i şerifi aklıma geldi. Uykuda gördüğüm vakıa, ve hafifsenemcyecek bir çok tesirleri vardır. Bu âlemin düzenine
bence bu hakikati teyit etmiş oldu. sebep olan şey, onun bu rabıtalı hal üzere kurulmuş olmasıdır.
"Yer, gök ve diğer yıldızlar bulundukları derecelerden biraz yük-
Zikrin Faydalan selse ve yahut ki bir miktar alçalsalar kâinatın düzeni mutlaka'
bozulur." diyenler çok doğru söylemiştir.
Allah'ı çok anmak bütün kemalâtın anahtarıdır. Çünkü
kemalâtın cümlesi Allah'tandır. Kemal edinmek yakınlık ile, yakın-
lık da muhabbet ile, muhabbet ise zikre devam etmekle husul Her Şeyde İki Cihet
bulur. "Bir kimse sevdiği şeyi çok anar." hadîsi buna işarettir. Çok Evet, her şeyde iki cihet vardır: Birisi güzellik, diğeri çirkinlik.
anmak sevgi verir ve muhabbet yakınlık getirir.
Tanrı, eğer bir kuluna bir işi işletmek isterse, ona bu işin güzellik
Allah'ı sevmenin zikirden başka yolu yoktur. Tanrı gözle görüle- cihetini ve şayet o fiili yaptırmamak arzusunda bulunursa çirkinlik
mez ki, o suretle onu sevelim. Eğer gönlümüz de başka şeylerle tarafını gösterir. Kul da ona göre hareket eder.
Her şeyin böyle iki cihetli olması hiç de garip bir şey değildir.
Âlemin her zerresinde birbirine zıt şeyler bulunduğu görülmüyor
mu? Cenabı Hak buna kadir olduktan başka, bu ayrıca büyük bir
asla da dayanmaktadır. Allah, cemal vc celâl sıfatları ile her
t
zerrede tecelli eyler. Ve her şey bu iki sıfatın eserlerini taşımak-
tadır.
Açıklama
V
süre
aridatı tercüme ederken, Arapça metnini esas tutmakla
beraber Kütahyalı Abdullah'ın ve meşrutiyet devrinde bir
şeyhlik meşihat makamında bulunan yüksek bir
mutasavvıfımızın tercümelerinden de istifade ettik. Onlardan başda,
kendi zevkimizi, tasavvuftaki bilgi ve anlayışımızı kamilen harcadık.
Vc bu kıymetli eseri her kesin anlayabilmesi içiıı, açıkça ve sâf
Türkçe ile nakletmeye çok özendik. Böylece okuduğunuz tercüme
meydana geldi.
Ancak mevzu pek derin ve şaşırtıcı olduğundan belki yine anlaşıl-
mayacak yerleri kalmış olabilir. Çünkü bu biraz da zevk ve istidat
işidir. Bununla beraber rehbersiz bir sokağı bile bulmak mümkün
değil iken, hak vc hakikat yoluna delilsiz kavuşmak tabiatıyla kolay
olamaz. O sebepten aşağıdaki izahat ile de bu tercümeyi daha çok
aydınlatmaya çalıştık.
* * *
Jeoloji âlimlerinin hesabına göre, bizim bildiğimiz hayat 6 milyon 3. Kâinat ezelî hareketlerden meydana gelmiştir. Bunda hiçbir
yıl önce başlamış ve bunun ardından insan nesli yer yüzünde görün-
şeyin tesiri, irade ve ihtiyarı yoktur. Ancak sebebin sonucu icap ve
müştür. O zamandan bugüne kadar insanların aklını ve ruhunu en
iktiza ettirmesi kabilindendir. Yalnız tabiat kanunlarının dahliyle
çok meşgul eden şey, Allah'ın varlığı veya yokluğudur. Âde-
âlem vücuda gelmiştir. Şu halde âlem amaç; madde ile hareket
moğullarının bir kısmı onun yokluğuna, bir kısmı ise varlığına iman
sebeptir.
eylemişlerdir.
Allah'ın varlığına inanan "Theiste"ler (teistler) de şu kanaatte-
Tanrının yokluğuna kail olan "athee'ler" (ateistler) şöyle düşün-
dirler:
müşlerdir:
Hiçbir şey gayesinden ayrılamaz. 1 langi şeyin gayesi kadim veya
Âlem iki sebeple vücut bulmuştur: Biri boşluğu dolduran ve bütün hadis olursa, o şeyin de kadim veya hadis olması lâzım gelir. Gayesi
cisimlere nüfuz eden "esîr"dir ki, buna madde "matiere" de denilir kadim olan bir şeyin olaylar sırasında bulunması tasavvur ve
(Esir: E vrcni dolduran vc bütün cis,nılerc nüfuz eden; fizikçilere tahayyül olunamaz. Misal olarak hareketin zamanen gecikmesine
ışık, ısı ve elektrik gibi şeyleri nakletme aracı olduğu varsayılan,
izin verilse, amacın o zamana kadar hareketsiz kalması gerekir ki,
tartısız, elastiki ve akıcı hafif bir cisim. Kelime Rumcadan Arapçaya
Nedensellik (Causalite) kanunu buna müsait değildir. Çünkü amaç
geçmiştir. Yayıncının notu.) Diğeri esir parçalarının hareketlerinden
ile hareket arasında ilişki zaruridir. Bundan dolayı kadim bir gayeyle
ibaret bulunan kuvvettir. Bu hareketlerin hariçte bir dayanağı yok-
sonradan meydana gelmiş malûllerin nispet edilmesi aklen bâtıldır.
tur. Sebebi ancak kendisidir. Esir cüzleri doğal hareketleri esnasın-
Eğer kâinatın gayesi kadim olan maddenin ezelî hareketleri olsaydı,
da yerçekimi kanunu gereğiyle toplanıp su buharı halinde bir küre
şu malûl değişikliklerin de kadim olması icap ederdi. Halbuki yine
vücuda gelmiş, merkezi etrafında devir ve harekete başlamış ve
materyalistler bütün cisimlerin sonradan vücut bulduğunu beyan
Güneş teşekkül etmiştir. Yerküre ve yıldızlar ondan kopmuştur. Arz
ederler.
küresi yavaş yavaş soğumuş, kabuk bağlamış ve devam eden hareket
nedeniyle kâinatın maddi parçalarının toplanmasından bazı unsurlar Maddecilik mesleği maddenin iyice tanınmaya başlandığı günden
peyda olmuş, onlardan da madenler, bilkiler, hayvanlar ve nihayet beri eski itibarını kayıp etmiştir. Çiiııkü madde dayanç olabilecek
insanlar meydana gelmiştir. kuvveti haiz görünmüyor. Cisimler göze görünmeyen milyarlarca
zerrelerden müteşekkildir. O küçücük zerreler birbirine dokunmak-
Bu fikirler üç esasa dayanıyor: sızın yekdiğeri etrafında daimî surette döner dururlar. Vc bunlar
1. Esir kadimdir. Onun aslından olan hareket de kadimdir. Bunlar bizzat kuvvet merkezi sayılır. O halde madde ilerdedir? Madde
arasında ezelen vc ebeden yakınlaşma ve uzaklaşma vardır. denilen şey kudret altında ezilmektedir '.
Birbirlerinden ayrılmaları caiz değildir.
Bu fikri başka şekilde de açıklayabiliriz: Cisimlerin her biri dön-
2. Yıldızlar, Yerküre vc diğer varlıklar maddeden çeşitlenerek, mekte olan ve esîr girdaplarından teşekkül etmiş olmaları muhtemel
sonradan oluşmuş, bunlardan hayvan cinsleri diğerlerinden, insanlar bulunan bir takım küçük cüzlerin kümesinden terekküp eden
da diğer hayvanlardan sonra vücut bulmuştur. Atomların toplanması ile teşekkül eder. Bu zerreler kendi hızların-
dan büyük bir kuvvet kazanır. Dengelerinin bozulması şekline göre
mağara duvarına dönük bulunuyoruz. Hakikatler aydınlıklar gibi
ışık, ısı, elektrik vesaire tevlit ederler. Maddenin oluşumu yalnız
arkamızdadır ve bizim görebileceğimiz şeyler sadece mağara duvarı-
unsurlarının hareketteki sürati sayesinde husule gelir. Bu hareket
na vuran gölgelerdir. İlme düşen gayret bu gölgeleri okumak, bir
gecikecek olsa, madde hiçbir eser bırakmaksızın esirin içinde
araya koymak, onları mümkün olan sadelikle izaha çalışmaktır.
mahvolur gider. Bize sabit ve sakin görünen madde ancak eczasının
Bilginlerden bir çoğu ilmin varabildiği hakikatlerin birtakım tasvir-
devir ve hareket sürati sebebiyle mevcuttur. Hızla dönen, dolaşan
lerden veya birtakım itibarlardan ileri gitmediğini tasdikte berab-
bir cevher olması bakımından ona doğrudan doğruya bir kuvvet veya
erdirler. Birçoklarının iddiasına göre, felsefe bakımından 20.
kuvvetin özgü bir şekli nazarıyla da bakılabilir. I lasılı madde esir gir-
yüzyılın göze çarpan eseri ne zamanla mekânı sımsıkı birleştiren
daplarının hareketlerinin neticesi olarak metanetlerinin husulüne
Rölativite nazariyesi, ne şimdilik sebebiyet kanunlarını inkâr eder
kâfi bir dereccde sürat kazandığı zaman doğar. Hızın gevşcmesiyle
görünen Kuanta teorisi, ne de yaptığı keşiften eşyaların hiçbir vakit
ihtiyarlar. Eczası hareketlerini kaybedince artık mevcut olamaz 2.
göründükleri gibi olmadıkları sonucuna varan Atom tahlilleridir. 20.
Evrende sırf mekanik hakikatlerin hüküm sürdüğünü, olaylarda yüzyılın en önemli eseri bize son hakikate erişmemiş olduğumuzu
yalnız "Hareketlerdin göze çarptığını iddia edenlerin nazariyesi de öğretmesidir 3.
boşa çıktı. Mckanikçilere göre, bütün evreni dolduran elâstikî,
mihaniki bir vasat kocaman bir makine olan âlemi içine alıyor,
buradaki mihaniki tesirleri bir taraftan bir tarafa naklediyor, kâinat- Fek eski zamanlardan şimdiye kadar gelmiş vc geçmiş birçok
ta her şey, madde dalgaları, kudret dalgaları, nihayeti olmayan bu mütefekkirler ilmin durakladığı yerde, tecrübe ve vakıaya değil,
jelatini kütlenin, bu mekanik esirin içinde doğup çırpınıyor Modern akla, teamüle dayanan metafiziğin, yani ilim ötesinin başladığına ve
fizik, uzun yıllar süren çetin tecrübelerle bu elâstikî vasatı pek çok maddenin fevkinde daha başka bir şc niyetin (Realite) bulunduğuna
araştırdı. Fakat öyle bir esirin varlığı hiçbir tecrübeyle meydana çık- kail olmuştur.
madı. Alemin mihaniki izahı modern ilmin tecrübe ve müşa- Ancak bunlardan bazıları bu yüksek hakikatin mahiyetini anla-
hcdeleriyle uzlaşamadı. Neticede tabiatın mekanik bir kalıba mak için yine münhasıran ilmi usule dayandığından, görüşleri içten
girmediği, mekanik bir şemaya uymadığı anlaşıldı. ziyade zahire ve satha inhisar etmiştir. Çünkü Allah düşünceden
Bugün ilim ve fen denilen şey, karına karışık, birbirine bağlantısı ziyade ruha ve duyguya hitap eden bir mefhumdur. Dimağ bu
olmaksızın toplanmış bilgi parçalarının toplamından ibarettir. mevzuu tamamıyla kavramaktan acizdir. Binaenaleyh yalnız akla
Bunların birçoğu tamamıyla faydasızdır. Bu bilgiler şüphe götürmez istinat eden iilûhiyet telâkkileri çok noksandır. Aklın bu kifayetsi-
hakikati gösterecekleri yerde, ekseriya kısa bir zamanda değişen ve zliği karşısında bâtını hislere ve ruhî tecrübelere dayanan ilimden
bâtıl olduğu anlaşılan birtakım zan vc faraziyeleri meydana çıkar- üstün bir keşif ilminin varlığını kabul etmek zarureti kesin ve mut-
maktadır. Kim ne derse desin, ilim olayların derinliğinde gizlenen laktır. Meydana çıkarma, insan şuurunun saltık varlıkla doğrudan
son hakikate erişmiş değildir. Platon'un meşhur misalinde belirttiği doğruya birleşme imkânını bulmaktadır. Buının usulüyle alelade
gibi, biz hâlâ bir mağarada kapalı, sırtımız aydınlığa, yüzümüz ilim vc felsefenin takip ettiği metot arasında ayrılıklar vardır. İlim ve
felsefe, aklî yollarla hakikate ermeye çalıştığı halde, keşif ilmi kalp
temizliğine, maddi meyil ve ihtiraslardan uzaklaşmaya, yüksek bir sevmek de Allah'ı sevmektir. Zira o esasen bunu ister. Ve kendisi
aşk ve imana, derin bir vecit ve istiğraka dayanır. Bu iki mesleğin bir- bizdedir. Hamilton, mutlak sır huzurunda sâf ve katıksız bir iman
leştiği nokta, her ikisinin ilkte müşterek ilim kaynağından faidelen- izhar eder.
mesidir. Bir filozof için yüksek bir ilim lazım olduğu gibi, bir * * * /
danız.", "Ben ilmin şehriyim. Ali 0111111 kapısıdır.", "Yâ Ali, sen bana
Musa ve Harun yerindesin.", " H e r kim ki, Âdem'i ilminde, Nuh'u Tasavvufun esası Vahdet i Vücut felsefesidir. Bu akideyle ilgili
takvasında, İbrahim'i hilmiyetinde (yumuşak huylııhık), Musa'yı bazı âyetleri beraberce okuyabiliriz:
heybetinde, İsa'yı ibadetinde görmek isterse, Ali bin Ebu Talib'e "Sizi rahimlerde tasvir eden ()'dıır."
baksın." hadîslerinin iç mânası daha iyi anlaşılıyor.
"Nefisleri ölümleri anında Allah öldürür."
Hele Ebu Hüreyre'niıı (ö: 59 H.) şu sözleri dikkati çok çekecek
"O, kullarından tövbeyi kabul eder ve sadakaları alır."
mahiyettedir: "Allah'ın Resulünden iki türlü ilim hıfzettim.
Bunların birisini sizin aranızda neşreyledim. Diğerine gelince, eğer "Ektiğiniz şeyi siz 111i zer'cdcısiniz, yahut biz ıııi?"
onu neşretseydim, bu boğaz benden kesilirdi." "Bana haber veriniz; İçtiğiniz sııyıı buluttan siz mi indirdiniz,
Ali Veliyullah'ın (Kcrrcmallahii vechehu.) torunu İmamı yoksa indiren biz miyiz?"
Zeynelâbidin (36-95 H.) de aynı iddiayı şu yolda ifade eylemiştir: "Kıır'an'ı okuduğumuzda kıraatini dinleyip tekrar et."
"Nice ilim cevheri vardır ki, eğer onu söylemiş olsam, bana 'Sen puta
"Onları siz öldürmediniz. Allah öldiirdii. Ve attığın vakitte sen
tapanlardansın.' denilir ve Müslüman adamlar benim kanımı helal
atmadın. Allah attı."
sayarlar, yaptıkları bu fena işi de iyi görürlerdi." 5.
"Sana biat edenler, hemen ancak Allah'a biat ederler. Allah'ın eli
Hiç şüphe yoktur ki, İslam tasavvufunun ilk mürşidi, Cenabı
onların ellerinin üstündedir." eserinde Allah'ın arş üzerinde oturup mahlûklarını hıfz ve onlara
"Biz insana şah damarlarından daha yakınız." nezaret eylediğini ispata çalışmaktadır.
"İşlerin cümlesi ona rücu eder." Bu itikadın butlanı zahirdir: Kâinatın vaziyeti katiyen buna teva-
fuk etmemektedir. Her şeyden sarfınazar, arz küresi her yirmydört
"Maşrık ve Mağrip Allah'ındır. Yüzünüzü ne tarafa çevirseniz
saat zarfında kendi mihveri üzerinde bir devir yapmakta olduğun-
Allah'ın veçhi oradadır."
dan ulvi addedilen cihet insanlara nispetle sabit kalamaz.
"Her şey yok olucudur. Ancak onun zatı ölücü değildi."
Mu'tezile, Cahmiye, Haruriye fırkaları âyeti kerimedeki (üstüva)
"Allah her şeyi muhittir." kelimesinin (üzerine çıkıp oturmak) mânasında olmadığına, burada
"Allah göklerin ve arzın nurudur." (kaplamak, istilâ etmek) anlamına geldiğine kanidirler. Ve Allah'ı
mekândan tenzih ederler. Sonradan yetişen âlimler de, Allah'ın
"Evvel ve âhir, zahir ve bâtın O dur."
mekândan münezzeh olduğuna inanmışlardır. Ve akait kitaplarına
"Ben âdemi ruhumdan ülürdüm." da o yolda geçmiştir.
"Sanır mısınız ki, Hak liıalâ si/i abes yere yarattı ve geri ona Tasavvufçulara göre, Cenabı Hak özgii bir mekânda değildir.
gelmez mi siniz?" Bununla beraber her şey onun vücudu ile kaim olduğundan her
"Âfaktaki nişanlat biaynihi senin nefsinde de vardır. Her kim ki o mekânda mevcuttur. Gerçi ulemadan bazıları da "Allah her yerde
nişanları nefsinde buldu. Allahı bildi." hazırdır." diyorlarsa da onlar Tanrı'nııı her şeyde zatı ve vücudu ile
değil, ilmi ile hazır bulunduğuna inanmışlardır.
Kur'anı Kcrim'de vahdet vücuda delâlet eden daha bir çok âyetler
* * *
bulunduğu halde, aleyhde sayılabilecek topu topu üç âyet vardır:
1. "Allah arş üzerine üstüva elli." Tasavvuf bakımından hakiki vücut birdir. Bütün kayıtlardan
azadedir. Ve bu haldeyken zatı anlaşılmayan bir sırdır. Çünkü mut-
2. "İyi sözler ona yükselir."
lak bir şeyi tasavvur etmenin imkânı yoktur. Tasavvur kaydı mucip-
3. "Gökte olan Allah'ın sizi yere gcçirmeyeceğinden emin mi tir. Ne kadar zihnimizi yorsak, Allah yine anlayışımızın dışında kalır.
oldunuz?" Ne söylesek onu tamamıyla tarif etmiş olmayız. Mislinin bulun-
Bunlar müteşâbihât çeşidinden oldukları için tevile muhtaçtırlar. mayışı ve sonsuz oluşu künhünün idrakine mânidir. Akil ancak sonu
Kast edilen gaye, Allah'ı putlardan berileyip yükseklere çıkarmaktır. olan olan şeyi kavrayabilir. Gayri mütenahiyi algılamak için onun
Fakat ilk İslam âlimleri zahiri mânadan başka hiçbir şey kabul mütenahi olması lâzım gelir. Hak Taalânın bu mertebesi künh ve
etmediklerinden Allah'ın arş üstünde bulunduğuna kail olmuşlardır. hakikatidir. Bu mertebedeyken onun ne şekli, ne sureti, ne isim ve
Bilhassa Müşebbithe fırkası Cenabı Hakka cihet ve mekân isbat sıfatı vardır. Kendisiyle beraber başka bir şey de bulunmaz. Resuli
etmekte çok ileriye gitmiştir. Şeyhülislam İbn-i Teymiyye (ö: 728 Ekrem, Peygamber olduğu halde, "Yâ Rabbi, sen azîm-üş şanı bütün
H ) , Muhyiddin-i Arabi'nin bu en büyük muhalif ve muarızı, her noksanlardan tenzih ve takdis ile teşbih ederim ki, biz zatını ve
ülûhiyetinin azametini marifet vc künh ile idrak edemedik." diyerek
bu konuda aciz göstermiştir. Tasavvuf da Lâ yureften "İnconnaiss- olmamıştır. Evvelce zatta gizlenmişti. Zatın iktizası ve inkılâbı ile
ablc" ileri gitmiyor. Yalnız bir işaret olmak üzere Cenabı Hakka vücut bulmuştur. Hiçbir şey yoktan var olmaz. Ancak suret değişiy-
" H u : O " demekle iktifa ediyor. Bu felsefe Bilinmezcilik or. Meselâ hava suya, kara, buza dönüştüğü gibi esasta hepsi birdir.
(Agnoticisme=Agnostizm) ile birdir. Ve Ncoplatoicisme'den (Yeni İnkılâp ile türlü türlü görünür. H e r şeyin vücudu Hak'la kaimdir.
Platonculuk) garp felsefesine de intikal etmiştir. Her mevcudun hakikati ilm-i ilâhîde onun oluşması nisbetinden
ibarettir ki, buna sabit aynler veya mahiyet denilir. Sabit aynler, her
Bununla beraber Cenabı Hakk'ın zatî hakikatim tamamıyla idrak
mevcudun ezeli ilimdeki kaçınılmaz suretidir. O mevcudun geçire-
edemesek dahi, anlıyoruz ki, her şeyin sebebi O dur. Bütün varlıklar
ceği iç yüz istihalelerini, tabii gelişmeleri idare eden o aynlerdir. Bu
mutlak vücudun imkânsızlığını açığa vurmaktadır. Hakikatte zaman
aynlerin varlıkla münasebetleri ancak bâtınî varlıklarıyla bulunuyor.
vc mekân, ruh vc ınadde henüz tecelli bulmadan ezelî kudret Amâ
Sabit aynleri Cenabı Hak mutlak gayb âleminde iken, evrent, insan
âlemi (Le monde de La nebulasite) denilen kendi âleminde gizliydi.
ve hiçbir şey yaratılmadan mazharları için tasavvur etmiştir. Her
Resuli Ekrem'e sormuşlar: " M a h l û k a t yaratılma/dan evvel
mevcut sabit ayninin sınırından hariç hiçbir şey yapamaz. Çünkü
Rabbimiz neredeydi?" Şu cevabı vermiş: "Üzerinde ve altında hava
sabit aynler her mevcudun kaderini tedbirleyen kazanın âmiridir.
olmayan amâ da idi." Ancak hakiki bir mevcudun ıııahz-ı ademi
Mutlak vücutla kayıtlı vücut arasında zahiren fark vardır. Bâtinen
kabul etmediği gibi, ilelebet bilinmemeye dc tahammül edemeye-
hiçbir ayrım mevcut değildir. Vücut mertebelerinde daimî bir çıkış,
ceği aşikârdır.
bir gelişme görünmektedir. Ezelî kudret için tecelli ve zuhurda son
Nitekim Cenabı Hakk'ın zatî meyil ve icabı, kendisinin yok olmak- yoktur. Dalalar zattan gelir, yine zata gider. Buna "Her gün O bir
tan var olmaya, ehadiyetten vâhidiyete, yani bilinmemekten bilinm- haldedir." âyeti kerimesinden daha kuvvetli bir delil olamaz.
eye geçmesini mucip olmuştur. Saltık varlık, her şeyi üzerinde
Yerde ve gökte cilvelenen ancak bir zat ve bir hakikatdır. Her
toplamış olduğuna göre, mutlak kemâldir. Öyle olunca da aynı
mazharda görünür. Herkesin zan ve itikadına göre her mertebe ve
zamada mutlak cemaldir. Bu ise gizli kalamaz. Onun şanı kendisini
makamda yüz gösterir. Nasıl ki, güneşin nuru bir olduğu halde,
izhar etmektir. Cemal, aşkı gerektirir. Onsuz olmaz. Ezelî kudret
muhtelif renkli camlara yansıyınca çeşit çeşit renkler alır. Cüneyd
hüsün ve aşkı nefsinde bulmuş ve kendi kendisine âşık olmuştur.
Bağdadî'nin "Suyun rengi kabın rengidir." sözü tam bu mânadadır.
Âşık olmak tabiatıyla görmeği, görmek de tanımağı ıııüstclzimdir.
Muhyiddiıı-i Arabî, "Fusus"unda Allah'ı görmek için eşyaya bakıl-
Saltık vücut, kendisini görmek için, zıddı olan mutlak ademi âyine
masını tavsiye eder. Yaratılmışa bakılmaksızın Allah'ın aklen
gibi telâkki etmiş ve ikisinin tekabülünden bu mevcudat tekevvün
bilinebileceğini iddia eden İbni Sina ve Gazalî'yi beğenmiyor. Hilkat
eylemiştir. Çüııkü "Her şey zıddı ile inkişaf eder."
(L'etrete=Yaratılış), ad ve sıfatın vücut bulma sahasında tecellisin-
Tekvin (Cosmogenie) nazariyesi şöylecc de izalı olunmaktadır: den ibarettir. Bolluk vc çokluğun ortaya çıkmasındandır. Hakikatte
Mutlak cemal, tokgözlülüğü terk edip aşk üfüriîğüylc çalkalanınca, hepsi bir vücuttur. Tecelli vc zuhur için hayır ve şer eşittir. Bunlar
zuhur mertebeleri tecelli etti. Sabit aynler, misal ve emir, mülk ve yekdiğerinin tamamlayıcısıdır. Kemalâtin görünmesi noksanların
halk gibi birçok âlemler meydana geldi. Bunlar yoktan hasıl mevcudiyetine bağlıdır. Şer (Le mal) olmayınca, Hayr (Le bien)ın
kıymeti ölçülemez. Esasen habaset ve hasaset ancak taayünün lardır."
hükümleri icabındandır. Bize şer görünen şey, Hak için hayırdır. Tasavvufun bu felsefesi Vücudiye-i Hayal iyeni 11 (Pantheisme ide-
İnsanın bazı şeylerde münasebetsizlikler bulması iyi düşünmemesin- aliste) esasıdır. Garp âlimlerinden bazılarının da bu nazariyeye
den ileri gelir. Cenâb-ı Hak her hali ve her zevki görmek ister. H e r kıymet vermeye başladıkları görülüyor. O cümleden Jan Tusa harici
şey onıııı cilvesi (Apparance), mazharı ve gölgesidir. Âşık, eşayayı onlara renk veren ve şekillerini değiştiren hislerimizin bir
maşukunu her hangi elbise içinde görse tanır. nevi dağınıklık içinde idrak etmekte olduğumuzu, meselâ sesin ve
* * *
ışığın bize göre ses ve ışık olduğunu, Alferd Bine cisimlerin elbise
giydirilmiş ihsaslarımızdan başka şeyler olmadığını, Gustave le Bon
Hakikatte bütün varlıklar müstakil birer varlık değildir. Hayal ve
bütün olaylara kendi akıl kuvvetimizin zaruri eşkâli nazarı ile bakıl-
serap mesabesindedir. Çünkü her an değişirler. Bizim hislerimiz bu
mak lazım geldiğini, hislerimiz tarafından teşkil edilen varlıkların
daimi değişmeleri fark ve temyizden aciz olduğu için, bunlarda
hakiki âlemin özet ve ister istemez sahih olmayan bir tercümesinden
ayniyet görürüz. Onların aslı adem, yani yokluktur. Ve daima o hal
ibaret bulunduğunu iddia etmektedir.
üzre görünürler. Mevcut görünmeleri akıl ve hissimize göredir.
Hatta dağlar ve taşlar bile böyledir. Eşyanın hakikati ancak Hakk'ın Ancak eşyanın harici mevcudiyetlerini büsbütün inkâr etmek fazla
vücudu ile sabit ve kaimdir. hayale kapılmaktır. Evet, kar, buz, bulut, buhar esasta hep sudan
ibarettir. Fakat ayrıca harici birer vücutları da vardır. Bilfarz buz
Sofiyyc şairlerinden Abdurrahman Câmî (K27-S98 II.) bu fikri
yüksekten düştüğü vakit başımızı yarıyor. Bizim anladığımıza göre,
şöyle ifade ediyor:
mutasavvıfların eşyaya vehim ve hayal demeleri, eşyanın hislerimize
"Varlıkta her ne varsa hepsi ya vehim ve hayal ve aynalardaki yan- nispetle olan mevcudiyetlerinden sarfınazar etmeleri ve tebeddül ve
sımalar kabilindendir ve yahut gölge gibi şeylerdir." tagayyürden münezzeh bulunan Hakkın vücudundan başka bir şey
"Bütün cihanda bir nurdan başka şey yoktur. O nur, zuhurun görmemeleri itibariyledir. Şu halde mükevvenat hislerimizin gözü
envai ile zahir olmuştur. Cenabı Hak nurdur. Ve zuhurunun ile hakiki, basiret nazarı ile vehim ve hayal görünmektedir.
görünüşü âlemdir. Tevhid budur. Bundan başkası vehim ve gurur-
dur.a
Vahdet-i Vücut itikadına mukabil, Garp felsefesinde Vücudiye
"Ne vakte kadar cisim, boyut ve cihat lâkırdısını yapacaksın? Ne veya Vahdet-i Mevcut (Pantheisme) ismini alan diğer bir mezhep de
zamana kadar madenden, hayvandan, bitkiden bahsedeceksin? vardır. Bu mezhep, iki şekilde tezahür eder:
Muhakkak olan yalnız bir zattır. Zatlar değildir. Bu vehmî olan
kesret, şüun ve sıfattır." A. Yalnız Allah hakikidir: Âlem onunu bir takım tezahürlerinden
başka bir şey değildir. Bu, pantheisme'in mystique şeklidir.
Mevlânâ Celâleddin Rumî (604-672) de şöyle diyor:
B. Her ne varsa bu âlemdedir: Âlemden gayri Allah denilen bir
"Şu varlık âlemi uykuda olan bir kimsenin rüyası gibidir. Uyuyan
şey yoktur. Allah âlemin toplamından ibarettir. Buna gösterdiği
zanneder ki, rüyada gördüğü şeyler kendi kendine kaim varlık- şekle göre ya Tabii Vücudiye (Pantheisme Naturaliste) veya Maddi
* * *
Vücudiye (Pantheisınc Materialiste) adı verilir.
Hal böyleyken genel karakteri itibarı ile Panteizim sebeple sonu- Şeriat ehlinin bu konudaki itikadı şudur: Allahu Taalâ, evreni yok-
cu, söyleyenle söylenileni aynı telâkki ediyor. Bu mezhebin esası tan var etmiştir. Kendisi kadimdir. Zat ve sıfatından başka her şey
şudur: Allah vahdet, akıl vc ruhtan mürekkebtir. Akıl vahdetten, ruh hadistir. Zatı, mahlûkatından bayın, ayrıdır. Fail-i muhtardır. Yedi
akıldan, mükevvenat külli ruhtan sudur etmiştir 6. Ezelî kudret, kâi- aslî sıfatı vardır: Hayat, ilim, işitme, basar, iradet, kelâm, kudret.
natın rüşeymi, nüvesi, ruhudur ve evrenden gayri bayındır. Âlemin Bunlar ne onun aynı, ne de gayri dir. 10 adedini teşkil eden İ lerden
kendisinden zuhuru, hararetin ateşten, ziyanın güneşten suduru her birinin 10 sayısının aynı vc gayri olmadığı gibi. Bu sıfatlar zahir
gibidir. Şu halde Allah evrenden hariç değildir. Bunun neticesi olduğu vakit esma olur. Şu halde Allah hay, alîm, işidici, basir,
olarak Allah'ın kıdcıniyle kâinat kadimdir. Allah ile âlem bir şey mürit, mütekclliııı ve kadirdir. Gizli ve aşikâr, olmuş ve olacak her
demek olduğundan, eğer âlem ıııahvolsa Cenabı Hakk'ın da yok şeyi bilir. Bilmediği nesne yoktur. Hayr ve şer onun kaza ve
olması lâzım gelir. Hakkın iradesi, kanuni zaruretten ibarettir. O kaderiyle dir. Her olup olacağını ezelde takdir etmiş ve
itibarla Allah fail i muhtar da değildir. Yaradılışın kendisinden Levhimahfuza yazmıştır. Dilediğini işler. Dilemediği vücuda gelmez.
zuhurunda kendisi ınuztar olmakla nuıcib-i bizattir. Tezahüratı Hiçbir şey ona lâzım ve vacip değildir. İstediğini yaratır veya yok
zaruridir 7. Btı meslek mensuplarından bazılarınca, Allah'ın sıfatları eder. Taşı, ağacı söyletir ve yürütebilir. İsterse suyu gümüş yapar.
ve kendi nefsine şuuru dahi yoktur. İnsan suretine girdiği zaman * * *
şuur hasıl eder. Onlara göre, Panteizm şahsiyetin mukabili, yani şah-
siyetsizliktir. Çünkü Enc'nin (Moi) temeyyüz etmesi bir Lâ ene'nin İslâm tasavvufunun Pantheisınc ile olan iştiraki birinci şekline,
(Non-Moi bulunmasına bağlıdır. Halbuki cevher bir olduğundan bilhassa vücudun birliğine münhasırdır. Sair cihetlerde aralarında
onu bir şahıs olarak temyiz cdecck bir şey mevcut değildir. büyük farklar vardır. Mutasavvıflara göre:
Allah âlemden ibaret değildir. Âlem, Hakkın vücudu ile kaim vc
Bu mezhebin Avrupa âlimlerinden pek çok taraftarları olduğu
zahir olduğundan, vücut haysiyetiyle onun aynı ise de, eşyanın oluş-
gibi. bazı düşmanları da bulunuyor. Bunlardan Paul Janet, "Principes
ması ve hususiyetleri itibariyle ondan gayridir. Muhyiddin-i Arabi,
de ınetaphisigue" adlı eserinde "Panteizm, Allahsızlık (Atheisme) vc
"Fütuhat"ında "Allah Allah'tır. Âlemin mevcut olması veya olma-
Âlemi inkâr (Acosmisme) meslekleri arasında istikrarsız bir haddir.
ması müsavidir." demiştir. Cenabı Hak, bir an varlığını eşyanın
Ve bu iki meslekten birisi tarafından yıkılmaya mahkûmdur. Çünkü
üzerinden alsa hepsi yok olur. Çünkü onların aslî halleri yokluktur.
Vahdct-i Mevcut ancak bir varlık kabul eder. O halde bu varlık yal-
Âlem ıııahvolsa da, Allah zatî sıfatlarıyla baki kalır. Yine "Fütuhat"
nız âlemden ibaret ise Allah vc yahut yalnız Allah'a ait ise âlem yok
da zikredildiği üzere, kâinat haddi zatinde sonu olan ise de, fiilen ve
demektir. Şu imkânsızlık, Panteizm mezhebini çürütmeye kâfidir.
hakikaten mevcut olan evren sonsuzdur. Boşu (Vide) dolduran
Hakiki Panteizm, iyi anlaşılmış Tanrıcılık (Theismc) mezhebinden
Hakk'ın varlığı tükenme ile açıklanamaz. Âlem sonu olan, Hak
ibarettir." mütalâasındadır. Schopenauer de panteistleri dinsizlikle
Taalâ sonsuz olunca, âlemin Allah olamayacağı açıktır.
ittiham eder. Zira, der, Allah ile tabiatın ikiliğini kaldırırlar ve
Cenabı Hakk'ı tabiata inkılâp ettirirler. Cenabı Hak, meydana çıkıp çıplak kalması haysiyetiyle Allah'tır.
Meydana çıkma ile giyinme halinde halk ve âlemdir. Allah'ın âleıniıı lıakikatlerindendir. Ülııhiyet mertebesinde Hakkın sureti ancak
vücudu denilince kadim, eşyaya nisbet edildiği, yani eşyanın vücudu bâtını ve mânevidir. Kalbin tasfiyesi halinde hakiki suretiyle de
denildiği taktirde hadistir. Eşyada kadim olan şey onlarda tecelli görünebilir.
eden Hakk'ın vücududur.
Cenabı Hakkin sıfatları mahzarlarda zıılııır etmesiyle idrak olunmak-
Allahu Taalâ, zatı itibariyle âlemden doygundur. Fakat mucib-i tadır. Mahzarlardan sarfınazar, bıı sıfatlar bizzat Cenabı Hak'ta da mev-
bizattir. Birlik mertebesinde iken her şey kendisinde gizlidir. Bir cuttur. Ondaki sıfatlar, görünen ve bilinen sıfatlara teşbihdeıı beri, akim
tohumdan çiçeğin gelişmesi gibi, âlem ondan tecelli etmiştir. Tecelli ve hayalin idrakinden mütealîdir.
ve zuhurda kendisi muztardir. Bu ihtiyaç zatî meyil ve icap anlamı-
Hak Taalânııı zatî meyli vardır. Çiinkii oıııııı tahakkuku ancak ciiz'iy-
nadır. Zuhura mecbur olduğunu kendisi de bilir. Lâkin bunu bilme-
ata tâbiiyetle dir. "Kiintü benzeti..." lıadîsindeki muhabbet, zatî iktizadan
si kendisini mucib-i bizzat olmaktan kurtaramaz.
ibarettir.
Cenabı Hak, ilim sıfatı ile sıfatlanmışttır. Akıl, mahlûk ve insana
Vücudu Mutlak, bütün eşyaya sâridir. Bir mertebeden diğerine geçer.
mahsustur. Allah'a nispet edilemez. Akıl, malûm şeylerden meçhul-
İptida anasıra, sonra nebatata, sonra hayvanata, daha sonra insana
leri istihraç eder. Halbuki Hak Taalâ için meçhul bir şey yoktur.
intikal etmiş ve hepsini vücudu ile süslemiştir.
Herhangi bir meçhulde de Hak zahirdir. Zatına dahi alimdir ve şah-
siyetsiz değildir. İnsanın da şahsiyeti vardır. Fakat Allah hakikatin Cenabı Hak, taayyün mertebesinde celâl ile birlikte cemal sıfatını da
kendisi ve vücududur. İnsanın şahsiyeti ise, bu hakikatte tezahür alır. Eşyanın zıtları cami olması bu iki sıfatın onlarda tecelli etmesiıı-
eden bir suretten ibarettir. dendir. Bu ihtilâf, her birinden muhtelif eşyanın zuhuruna sebeptir.
Hakkin miitebayin ve uygunsuz suretlerde zuhuru oııaıı tenezzülâtı muk-
İlâhî sıfatların her biri birer hakikat-i külliyedir. Bunlar vacip ile
tazasıdır.
mümküne, yani Cenabı Hak ile mahlûkata şamildir. Lâkin hakikati
bir olan su bulunduğu araziye teb'aıı tatlı, acı ve tuzlu olduğu gibi, Alem, kadim olmakla beraber hıtdııs ile de muttasıftır. Bu hııdus
bu sıfatlar da Cenâb-ı Hakta en mükemmel şekilde, mah-lûkatta ise zamanı değil, zatîdir. Yani vücudunu Hak'tan aldığı için hâdis-i bizzat clır.
onların istidat ve kabiliyetleri tesiriyle noksan ve mü-tefavit derecel- Allah, âlemi muhittir. Bu, Zeyd'iıı kendi azasını muhit olmasına benz-
erdedir. Bilfarz insandaki ilim sıfatı Hakkın ilmine nispetle hiç er. Herhangi uzuv bir hareket yapmış olsa, bu fiilin faili o uzuv değil,
mesabesindedir. Bütün bu sıfatlar cemal ve celâl sıfatlarının mazharı Zevd'iıı kendisidir. Zeyd azadan ibaret değildir. Belki âzcı Zeyd'iıı meza-
dır. Ve her şeyi bu iki büyük asla irca etmek mümkündür. hiridir. Zeyd her uzuvda o uzvun istidadına göre bir eser izhar eyler.
* * * Meselâ elde tutmak, avaktcı yürümek, dilde söylemek, kulakda dinlemek
zuhura geliı:
Şeyh Bedreddin, sair mutasavvıflardan daha açık ve samimî
konuşuyor: Zat-ı Hak. her şevden münezzehtir. Bununla beraber lıer şey onda ve o
her şevde vâcibdir. Hiçbir surette vücudun oııclcm ayrılmak ihtimali yok-
"...Vücudu Sırf. Alkili ııı hüviyetidir. Allah bu mertebede celâlden
tur. İmkân suret hasebiyledir. Ve binaenaleyh hayalî dir. Suretlerde cilve-
ibarettir. Hissî bir sureli yoktur. Gözle idraki imkânsız clır. Hissi sııret
alıirettir. Mesela şarap ve zina iptida insanda bir lezzet husule getirir.
lenen ancak O'clnr. Vücut ile inıkcın için ayrı bir vücut yoktur. Vücut. Sonra bunu bir nedamet, bir kırıklık takip eder. Bunun iptidası diinya,
Cenabı Hcıkk'a münhasırdır. Bolluk mahzarlardadır. sonrası alıirettir. Halbuki bunların her ikisi de şu âlemde vâkıdır."
Eşyanın sudum meşivet ile dir. Fakat o meşiyet zatın iktizası manası- "Varidat"tan icmalen aldığımız bu sanihalara dayanarak, Şeyh
nadır. Hakkın iradesi hep âlemin istidadı üzere cari ve esma. sıfat, efal Bedreddin'in fikrî karakterini şöyle tespit edebiliriz:
istidatlara tâbidir. Bunların eşyada zuhuru kendi kendilerine değil o
1. Maddeye fazla bir kıymet verenlerdendir.
mahzardaki kabiliyet sebebiyledir. Bir şeyde istidat olmayınca, onda bir
eser zuhur edemez. 2. Allah'ı zuhur ve tecelliye nıuztar, yani mııcib-i bizzat telâkki
Hcıycıt, ınaddi eczanın işlemesi neticesidir. Sebeplerin içlımafve isti- ediyor.
dadın husulü ile her uzuv keııdı mahallinde teşekkül edip beden tamam 3. İradenin selebi ile yerine Allah'ın ef'alini eşyanın istidadına tâbi
olunca onda ruh zıılıuı eder kılıyor.
Alemin her suret ve mertebesi eı sanıda mündemiçtir. Cisimler âlemi 4. Diğer mutasavvıflar gibi, o da imkân ve mümkinatı zil ve hayal
mahvolsa ruhlar âleıni de kalmaz, Çıiııkii ı ıılı ve cisim yekdiğerinin aynı sayıyor.
dır. insanın bedeni evvelce ruhtu. Yani gayrı maddi vc her hangi bir suret- 5. Cenabı Hakk'ın esma vc sıfatı hasebiyle muhtelif mahzarlar da
ten hâli idi. Suretlerin teakubu ile nihayet tekasüf ederek beden oldu. tecelli ettiğine kail olduğuna göre sıfatı nefî edenlerden değildir. O
Nitekim Hazret ı Ademin Cennetten çıkışı da Melekti t âleminde tekasüf itibarla Allah'ın alîm vc kendisinin mucibi bizzat olduğuna ilminin
etmesi suretiyledir. yeterli bulunduğuna inanıyor.
Ölilm, cesede taallûk eder. Hazreti İsa'nın halen hayatta bilinmesi 6. İki türlü ruh tasavvur ediyor. Biri hayat kunusıındadır. Cisim ile
rııhaniyetinden kinayedir. Yoksa cesediyle hav olması imkânsızdır. Suret ilgilidir. Cisimle birlikte mahvolduğunu söylediği ruh budur.
zail olunca, insan yine Hakka riicıı edeı Eski lıal ile tekrar dünyaya Nitekim bu ruhu filozofların bedenden sonra hadis gördüklerini
gelmek yoktur. Yeni yetişen meyveler nasıl yenilen veya çürüyenlerin avın zikrediyor. Ondan maada misal vasıtasıyla nurani bir cevherin
olmadığı gibi. dünyaya yeni gelenler de gidenlerin misli ve müşabihi olup beden suretine girmiş olduğunu ve bu ruhun bedenin hudusundan
aynı değildir. Allalı ile ittisal pevda edenler hakiki vücut ile mevcut ve iki mertebeyle mukaddem bulunduğunu söylüyor. Bacon da insanda
ebedi hayat ile lıav dırlar. iki ruh farz eder. Biri maddidir. Kan ve sinirden ibarettir. Diğeri bu
Surelin fesadı ile vücudu mutlak fasit olmaz. O ilelebet baki ve ken- maddi ruhun yanı başında Allah tarafından mânevi kıymette
disinden eşyanın zuhuru mütevellidir. Bu cevherin kendi kendine mey- yaratılmıştır. Bu iki mütefekkir indinde ikinci ruhun maddiyatla
dana gelmesi olmadığından her zaman kendisi için bir suretin bulunması alâkası yoktur. Maddi unsurlardan evvel mevcuttu vc beden unsuru
zaruridir. mahvolduktan sonra da yine mevcut olur.
Doğmak ve ölmek maddede bir suretin zevaliyle yerine diğer bir suretin 7. İnsanın bir daha aynı şekilde dünyaya gelmcycccğinc kanidir.
hudıısııdur. Bu da ezeli ve ebedi dir. Dünya ve ahiret de öyledir. Birine Çünkü avdet, terkibin butlanından evvelki taayyünü muktazidîr. Bu
fani, diğerine baki denilmesi itibaridir. Her şeyin evveli diinva, akıbeti
ise asla rüeua muhaliftir. Cenabı Hak, Bakara sûresinde "İnnâ lillâhi Harfleriyle gizli şeyi izlıar eden Kitabı Miibin sensin.
ve innâ ileyhi râciûn-e: Biz şüphesiz Allah içiniz. Ve hiç şüphe yok Hariçteki şeye ihtiyacın yoktur.
ki, yine ona rücu ederiz." demiştir. Neşir denilen bedenin inhilalin- Sende mestur olan şey senden haber verir."
den sonra, haşrin vukuu, yani aynı vücut eczasının tekrar bir arada Hakikatte insanın mâneviyeti, büyüklüğü diğer hiç bir ^eyde
toplanması imkânsızdır. Ancak madde kayıp olmadığına göre bunun bulunmaz. İnsan mahsûsatı his, mâkulâtı akıl, mânayı kalp gözü ile
başka bir biçimde zuhuru gayet tabiîdir. seyir eder. Yaratıklar içinde bu kudrette başka bir mevcut tasavvur
Bu kanaatlere göre, Bedreddin hem Maddeci, hem Maneviyatçı edilemez.
(Spiritualistc) dir. Fakat mâneviyatçılığı maddeciliğine galiptir. İnsanın taşıdığı kalp ve gönül, ilâhî tecellinin başlıca merkezidir.
Maddeyi yaratan değil, yaratılan şeklinde görüyor. Cenabı Hakk'ın Her şeyi ihata edecek kadar geniş ve derindir. İ m a m Gazali,
mahlûkatından mütebayiıı olmadığını söylemekle beraber, onu ayrı "Kimyaıı-es Sade"sinde "Allahu Tealâ seni iki nesneden halk
ve müteal bir kudret sahibi tanıyor. (îöı üşte bundan büyük fark ola- etmiştir. Biri zahirî beden, diğeri bâtını mânadır. Bu gönülden başka
maz. Materyalistler böyle külli bir kuvvet ve kudreti katiyen kabul bir şey değildir. Gönül bedenin padişahıdır. Teklif ve hitap ona vâki
etmezler. Onlarca her şeyin asıl ve esası maddeden ibarettir. O olmuştur. Hakikatinin bilinmesi Allah bilgisinin anahtarıdır. İnsan-
itibarla Bedreddini bir Materyalist ve yalıııt tam bir Panteist telâkki da ondan şerif bir cevher yoktur. Aslı I laktan gelmiş ve yine Hakka
etmenin imkânı yoktur. racidir." diyor.
* * *
İnsana bu yüksek payenin verilmesi İslâm tasavvufuna münhasır
Tasavvufta önem itibariyle Allah'tan sonra insan gelir. Çünkü değildir. "Büyiik ve küçük âlem" tasavvurunu ilk defa ortaya koyan
insan bütün isimleri zatında toplayan isııı-i âzamin mazharı ve 18 bin Arapların Hazret-i İdris dedikleri ıııcşlıtıı filozof ve kimyacı Hermes
âlemin istinsah edilmiş muhtasar bir suretidir. Haricî evrende Toth'tur. Bu telâkki bazı garp filozoflarında ila vardır. Ve gariptir ki,
tafsilen mevcut olan şeylerin toplamı insanda bulunuyor. O August Conıte (1798-1875) İspatiye (Positivisme) felsefesinin vâzu
sebepten evren büyük bir âlem (Macrocosme), insan ise küçük bir olduğu halde, hayatının son senelerinde insanlara ibadet fikrini
âlem (Microcosme) telâkki edilmektedir. ileriye sürmüş ve bunun için bazı ayinler bile ihdas etmiştir.
Velilerin Şahı, Ariflerin Sultani Ali-yül Murtaza (Radiyallâhu Sofîlerce lâhuti nura mensup ve Cenabı Hakk'ın mahzarı
anhu.) bir şiirinde bu tasavvuru şöyle izah ediyor: addedilen insanın bunu lisaniyle ile izhar etmesi suç teşkil etmiyor.
Bununla beraber o kadar ileriye gidilmesini bazı büyükler hoş
"Senin ilâcın kendilidedir.
görmemektedir. Ahıııed Rifâî "Bıırlıan-ııl Müeyyed" adlı kitabında
Lâkin sen biliniyorsun.
"Eııe-l Hcık" diyen Hüseyin bin Mansûr el- Hallac'ı muaheze eder.
Marazın da sendedir.
Hatta evliyalığını bile şüpheli görür. Abdülkadir Geylânî de "Belı-
Fakcıl sen görmüyorsun.
çet-iil Esrar ında İbni Hallac'ın bu sözü sekre halinde sarf ettiğini
Kendini kiiçiik bir cisiın zannediyorsun.
söyler. Mevlânâ'ya göre, demirin ancak kızıp kırmızı bir ateş haline
Halbuki en büyük âlem senin gönlünde yayılmıştır.
geldiği vakitte "Ben ateşim" demesi doğru olabilir. Sair zamanlarda Şeyh Bedreddin'in bu husustaki telâkkileri şu satırlarda hulâsa
o sözü söylemesi yalan olur. Çünkü soğuk bir cisimden ibarettir. olunabilir:
İnsan da gömülmüş halinde mazurdur. Zira bu mertebede kendini
"İnsanda bulunan idrak, ıttıla ve tasarruf hassalarının gerek nıiicerre-
beğenmesine şuuru olmaz. Cezbeye tutulanlar yerde, gökte Hak'tan
datta, gerek onların mafevklerinde bulunmak ihtimali yoktur. Bir şeyin
gayri bir şey görmez. Onlar Allah mefhumu içinde erimiştir. Ölme-
insancasma idraki ancak insan mertebesinde kabildir. İnsan, varlığın
den evvel ölenler bunlardır. Hesapsız ve a/apsızdırlar. Oıııın için
âyinesi ve ilim, kudret, işitıne, basar, irade gibi ilâlıi isimlerin mahzarıdır.
Veliliği Nebiliğc üstün sayan la ı var. Velayet nübüvvetin, nübüvvet
Dünya insan için yaratılmış ve her şey oııa inkıyada memur edilmiştir.
velayetin dışıdır. Nebi bazı kayıdlaıla bağlıdır. Meselâ şarap içse
halk derhal ona nüitabaal eıleı. Halbuki Veli için hiçbir çekinme Aleni Hakkın suretinden ibaret olduğuna göre, her kim ve her hangi
yoktur. Nitekim raeczııblaı diııi teklifleri hi/./.al iskat etmiş oldukları şey Ben O'vunı dese doğrudur. İnsanın bunu söylemesi ise her halde dalıcı
halde Resmiyet âlimleri bile oıılaıı hoş biı nazar ile görmüş, fakat mâkudıır.
tavırlarını taklide rıza gösterini ıııişliı Hakikatte herkes meczup Ölmezden evvel ölenler ebediyen havdırlar Çiiııkü bunlar hayvani
olunca cemaat olaınaz. I ııdişe ılıııi değil, içtimaidir. hislerden sakınırlar. İlâhi ahlâk ile talıallûk ederler. Kendi benliklerini
Allah'ın tafılil eylediği kiıııseleı lıeı şeyi Misal (İdce) âleminde selbedip saltık varlıktan başka hiç bir şevi vücut tanımazlar. Varlığın yok-
görürler. Misal âlcıııi, ııılıl.ıı ve cisimler âlemleri arasındadır. lukla ittisafi bittabi muhaldir.
Mclekût âlemine ittisali ıılıctıvlc mutlak misal. Mülk alemiyle itti- Velavet, Allah sevgisinin kalbe girmesi ile kalbin dünya muhabbetinden
sali hasebiyle dc mukayyet misal denilir. Mutlak mertebesindeki tamamen hâli kalmasıdır. Velilerin bazı harikalar izhar etmeleri
nuişahedclcı asla mıılalııklıı liıbire muhtaç değildir. Mukayyet mümkündür. Çiinki Allah ârifde müteceHi ve lıeı şevi ifaya muktedirdir.
mertebesinde goııık ıışı vlı ı rüyadır. Bunlarda bazen hata ve bazen
Nebiler uyku halinde olduğu gibi, uyanık ıkcıı de bu âlemden ruhen
de isabet bulumu
misal âlemine intikal ederek orada bu lakını şevler müşahede ederler.
İnsanların tul vı haıcketlcıi evvelden mukadderdir. Günahlar Bunun için onların gördükleri şeylerin bazıları tevil ve tâbire muhtaç olur.
dahi Allah'ın rı/.a ve ıııııvııllakalı ile işlenir. Esasen irade ve ihtiyar
İnsan, tesir cihetinden Hak, teessilı cihetinden kul ve mahlûktur.
ubudiyete ımılıaliltiı İnsanın kendi vücuduna bile tasarruf ve şuuru
Bilcümle ef'al Hakkmdır. Suretler lıep oıııııı aletleridir. İnsan bundan
pek mahduttur. Ne kalbinin hareketini, ne kanının cereyanını dur-
gaflet ederek kendisine ıııalısııs bu irade ve ihtiyar var zanneder. Halbuki
durabilir. Çocukluğunda lu ı şeyden bihaberdir. Büyüdüğü zaman
bu zehabı yanlıştır. Ancak kendisim Hak bilir de, fiili kendisine isnat
bir kısım ahvale muttali ıılııı Hela uyurken büsbütün âmâdır. Onu
eylerse isabet etmiş olur.
idare eden, ona şeıel ve kıymet veren Hakk'ın iradesidir. Kur'anı
Kerim dc "Allah "ııı ııııı vermediği kimsenin nuru yoktur." Her şevde iki cihet var: Bıı i lıiisiin, diğeri kubıılıdur. Allah, bir kuluna
denilmiştir. Tanrı dilediğini hidayete sevk eder ve istediklerinin yol- bir işi işletmek isterse o fiilin ıvı tarafını, bıraktırmak isteyince de fena
unu şaşırtır. cihetini gösterir. Hak Taalâ her zerrede dahi cemal ve celcıl sıfatlarıyla
* * *
tecelli eylemiştir.
Ef alin sıulum meşiyet ile dir. Meşiyet, harici ve dahili sebeplerin içti- "Melekler hayır ilham etmek, şeytanlar şer saçmak vazifeleri ile
mai ile bilviicııp husule getir." muvazzaftırlar. Melekler halika karşı zikir ve teşbih, şeytanlar ki bir ve
Şeyh Bedreddin'in yukarıdaki uıııdeleriyle mutasavvıfların daha inat etmektedir. Melekler ne ver ve ne içerler. Onlarda erkeklik ve dişilik
evvel zikredilen inanışları arasında Iniyilk farklar yoktur. Her iki ele bulunmaz. Kimi iki, kimi üç kanatlı dır. Peygamberleri de vardır.
tarafın görüşü İşrakidir (İllunıiııii|uc). Bedreddin, için tasfiyesiyle Cebrail bir saatte gökten yere iner. Ve kanadının bir tüyii ile bir dağı
kâinatı teşkil eden ruhun bulunacağına kaildir. Bu ruhla bizzat itti- kaldırabilir. Mikâil yaratıkların azıklarını dağıtmağa. Azrail canları
sal peyda edenlerden ve (İlcine osl.) diyenlerdendir. Varlığını yok almağa. İsrafil sûr denilen boynuzu iifiirıneye memurdur.
etmiş veyahut bütün vaılık kemlisi olmuştur. O itibarla insanı her kdenı oğlanları mezara gömülünce, münkir ve ııekiriıı sualleri ile
şeye üstün görmesi, "En el I lak" söziiııü gayet tabiî bulması, iradeyi karşılaşır. Kâfir ve fâsıkalar cevaba muktedir olamaz ve türlü türlü
selb eylemesi, insandan ba/ı hârikaların zuhurunu kabul etmesi azaplar görür.
Mesleği (Doctrinc) ieabıdıı Müceıredata gösterdiği alâka ruhun-
Kıyamet kopmadan önce, Deccâlin hurucu, isa ve Mehdi'ııiıı nüzulü,
dan nabcan eylcıneklediı Bi/e söylediği tansıkların her ne kadar bu
Yeciic ve Meciic ve Dabbetiilarzin yer yüzünde görünüşü, güneşin
gün fennî sebeplerini bilııu sek de, yine birer (Vakıa) olduğunu inkâr
mağriptaıı doğması gibi bazı nişan ve alâmetler belirecektir.
edemeyiz. Bunların zuhuru Allah dan olduğu gibi, benliğini
mahvederek Hakka karışanlardan da vâki olabilir. Çünkü o halde Bunun üzerine İsrafil sûra iifiiriip diinya üstünde hiç bir canlı kalmay-
ortada Hak lan başka bu mevcudiyet kalmamıştır. acak, dağlar kuş tüvü gibi uçacak, gökler eriyip dökülecektir. Nebiler,
veliler ve salihler cennetten verilmiş hülleler giyip buruklara binecekler,
Bedreddin'in bu bahislerde tasavvuftan ayrıldığı noktalar da var:
geri kalanlar aç, susuz, iiıyan, ayak iistiiııde duracaklar ve bu hal elli bin
Şeyh e göre, ıııyada goıiilen şeyler uyuyan kimsenin bir takım yıl devam edecektir.
suretlere giııniş kendi hayal ve tasavvurlarıdır. Eğer rüya ruhun
Ondan sonra Mizaıı kurulup her kesin giinah ve sevabı tartılacak ve
ıniiccrrcdata illisaliyli' husule gelmiş olsaydı, nâimin gördüğü şeyler
kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprü cehennemin üzerine kurulacak,
meyanııula evvelee hiç görmediği, bilmediği, işitmediği bir şey dahi
bütün halk kiıııi yıldırım gibi, kimi günahlarının ağırlığı nispetinde inleye
bulunabilirdi.
inleye onım üstünden geçecektir.
Enbiya ve evliyayı da insan mertebesinden yukarı çıkarmıyor. Bir
Cennete girecek olanlar havuzlardan tarafa gidecekler. Bizim
Nebi veya Veli ııiıı zamanında pek az kimselerin meyil ve muhabbet
Peygamberimizin havuzu sair nebilerin havuzundan büyüktür. Bir
göstermesi sebeplerini sııl İlimci (Scientiste) bir görüşle tetkik ediy-
canibinden diğer canibine kadar bir aylık yoldur. Kenarındaki bardaklar
or.
yıldızlardan çoktur. Ondan bir kere içen bir daha susametz. Suyu baldan
+* *
tatlı ve sütten aktır.
Ahiret işleri hakkında lasavvulçıılaı çekinerek söz söylemişlerdir. Cennetin toprağı misktendir. Binasının bir kerpici altın ve biri
İhtimal ki dinin kurduğu hayali tesisatı sarsmak istemediler. Şeriat gümüştür. Oraya girenler bir elaha çıkmazlar. Oııeleı ölmek, kocamak yok-
ehli indinde: tur. Elbiseleri dahi eskimez. Yiyecek ve içecek lıer ne isterlerse huriler ve
gılmaıılar deıiıcıl önlerine getirirler. ııaıı külli ve ciiz'i kuvvetlerden ibarettir. İnsanı iviliğe sevk eden kendi
Cehenneme konulanlar da daima orada kalırlar. Deve boynu gibi kuvvetleri birer nıelek ve fenalık yaptıran her kuvvet de birer şeytandır.
yılanlar ve silıiıii katır gibi Akreplerle azap olunurlar. Sıcak sular ve kızıl İnsan melek ve şeytan ile doludur. Ve bunlar yalnız insanda bulunmaz.
alevler içinde yanıp kömiir olduktan sonra tekrar dit ilerek yeniden avın Daima kendilerinden eser zuhur eden tabiat kuvvetleri de birer melektir.
muameleyi görürler. Azapları hiç bir zaman tükenmez."8 Meselâ bir yağmur danesi bir sebep ve kuvvetle teşekkül eder. O katre viııe
• bir kuvvetin tesiri ile vere düşer. Katreyi teşekkül ettiren ve ver vüziine
Tasavvuf kitapları hu hususta sükûtu tercih etmiş, hattâ
indiren kuvvetler birer nıelek sayılır.
Muhyiddin-i Arabi gibi serbestçe düşünen ve pervasızca konuşan bir
mutasavvıf dahi o bahislerde çok kaçamaklı hareket eylemiştir. Deccâl, Dabbe ve Mehdinin zıılıııru gibi kıyamet alâmetleri asırlardan
Ancak nüshası nadir bulunan birkaç yazma risalede şu şekilde bazı beri beklendiği halde hiç birisi göriinmemiştir. Bundan sonra da nice bin
itikat serpintilerine tesadüf olunmaktadır: seneler geçecek ve yiııe bir şey vukua gelmeyecektir.
"Melekler, insani ve ruhani kuvvetlerdir. Mizan, adalettir. Sırat, Hakka Vücut eczasının tekrar bir arava gelmesine ve ceketlerin haşı ine imkân
varacak doğru yoldur. Kevser, Ali'den zuhur eden Muhammed'm irfanın- yoktur. Meğer ki bir zaman ver yüzünde hiç bir insan kalmasın. Ve
dan kinayedir. Cennet, ruhun müşahedeleri, rahmanın tecellivatı, Lediin yeniden anasız, babasız topraktan bir Adem tevellüt edip ondan sonra
ilminin sıfatıdır. Cehennem, nefsaniyet perdesi, gaflet ve cehalet sure- yine tenasül başlasın.
tidir. "
Her güzel şey cennet ve fena olan her şev de cehennemdir. Semavi kita-
"Hazreti Peygambere Cebrail gelir gider ve her şeyi haber verirdi. Bu, plarda vasjedilen cennet ve cehennem lıa val âleminde tahakkuk etmiştir."
kendilerinin aklıdır. Nitekim Resul-i Ekrem 'Benimle Hak arasında bir
Şeyh Bedreddin, Hak Taalâ'nın bütün evrenimuhit, her şeye sâri
vakit ohır ki. onda ne Nebi ve ne Melek sığar.' demiştir. Bu, tanı istiğrak
ve her şeyde mevcut olduğuna sıdk ve hulûs ile inanıyor. Bu, böyle,
ve sırf tevhit makamı dır. 0 mertebede Haktan gayri bir şey görünmez.
olunca, o büyük kudretin ayrıca mabeyncilere, vezirlere, müşavirlere
Bazı kimseler 'Yarın kıyamet kopacak.' derler. Bu söz illıaddir. Onu ihtiyacı olamaz. Binaenaleyh şeyhe göre melek ve şeytanın, nıizan ve
söyleyenler Nebi ve Velilerin reınzlerini anlamamışlardır. Tarikat ehli, sıratın, cennet ve cehennemin maddi hiç bir mânası yoktur. Ancak
kıyametin kopmasını beklemez. Haşir ve neşri bunda görür. Cenabı Hak bunlar büsbütün îsrailiyattan intikal etmiş rivayetler de sayılamaz.
'Yâ Muhammed, dünyada kör olan alıiratte de kördür.' buyurmuştur. Belki bunların başka başka mânaları vardır. Melekler, cinler ve şey-
Belki de bir nesnenin adı hem dünya ve hem ahirettir."I0. tanlar hariçte tahakkuk etmiş vücutlar değildir. Bu kuvvetler maddi
* * * âmillerin ittihadından da hasıl olmamıştır. Bilâkis maddeyi ve maddi
âmilleri onlar husule getirmektedir. Cennet ve cehennem de bir
Bedreddin, her türlü endişeden sıyrılarak, ahiret işlerine ait gizli, temsilden ibarettir. Esasen nübüvvet rüya ile başlamıştır. Ve bazı
kapaklı lıiç bir şey bırakmamıştır. "Varidat''a şöyle beraberce bir göz rüyalar uyanık iken de görülür.
gezdirelim:
* * *