You are on page 1of 137

Şeyh Bedreddin, Osmanlı'da ortak mülkiyeti savunan bir İslam alimiydi.

Bir süre sonra bu amaçla başkaldırdı. Müritleri Börklüce Mustafa ve Torlak


Kemal'le birlikte başlattığı isyana binlerce köylü katıldı ve binlercesi kılıçtan
geçirildi. Bedreddin ise, ibreti alem için Edirne'de Serez çarşısında çırılçıplak
idam edildi. İdam edilirken de fikirlerinden taviz vermedi. Yüzyıllarca adı
toplumcu mücadelenin simgesi oldu.

Bezmi Nusret Kaygusuz'un Şeyh Bedreddin adlı eseri Atatürk döneminde


yayınlanmıştır. Yazar kitabını imzalayarak Atatürk'e sunmuştur. Kendisi de
m ü f t ü olan Kaygusuz, bir anlamda Bedreddin geleneğini devam ettiren
Atatürk dönemi bilimadamlarının bir örneğidir.

Yayınlanmasından 70 yıl sonra Kaygusuz'un eserini, Öner Yağcı'nın titiz


çalışması ile günümüz Türkçesine kazandırıyoruz.
ŞEYH BEDREDDİN
Bezmi Nusret Kaygusuz
Editör: Öner Yağcı
Yazarı tarafından Atatürk'e imzalanarak tediye edilen 1 9 2 0 tarihli ilk baskısının ismi " Ş e y h
Bedreddin-i Selçuk?", 1 9 5 7 tarihli ikinci b s k ı s ı n ı n i s m i " Ş e y h Bedreddin S i m a v e n î " d i r

ISBN 9 7 5 - 6 2 8 8 - 3 4 - 5

İLERİ YAYINLARI ŞEYH BEDREDDİN SİMAVENÎ


No: 45
Birin< i Hasım: Nisan 7 0 0 5

© 2 0 0 5 , İlmi Yayıncılık Reklamcılık ur. Nak. inş. Gıda San. ve Tic. Ltd. Şti.
Kilolun Kim ynyuı lıııklcııı İlmi Yayım ılık Keklancılık Tur. Nak. inş. Gıda San. ve Tic. Ltd. Şti.'ne aittir.
YayıneviniInn yu/ılı l ı l n ulumdan kuınen veyatamamen alıntı yapılamaz,hiçbir şekilde kopya
edileme/, çoQ(lltll(ım<l/ vr yayımlanamaz.

İLERİ YAYINLARI
Y Ö N E T İ M YERİ: h t i k l â l Cad Ayhan Işık S>k. 7 / 5 Beyoğlu İ S T A N B U L T e l / F a k s : ( 0 2 1 2 ) 2 9 2
73 00 ANKARA BÜRO GMK Bulvarı 45/ 1 Kızılay Tel: (0312) 229 76 87 İZMİR BÜRO Şair
Eşref Bulvarı N o : 3 7 / 3 Alsancak Tel: (0232) 4 6 4 7 1 5 2 A D A N A B Ü R O C e m a l Paşa
Mahallesi 5 S o k a k N o 4 D a i r e 1 2 - 1 3 S(yhan T e l : ( 0 3 2 2 ) 4 5 3 4 8 4 0 İ Z M İ T B Ü R O
Karabaş M a h a l l e s i Şohabettın B ı l g i s u Ccd. N o : 2 2 Kcrt:l D a i r e : 1 T e l : ( 0 2 6 2 ) 3 2 3 4 7 4 5
E D İ R N E B Ü R O Mıthalpaşa M a h A r ı f p a ş r C a d . Selahattin G ü r e k e Apt. D a i r e : 4 T e l : ( 0 2 8 4 )
214 70 16 Internet: www ıleri2000.ori| rposta: ileri2000@hotmail.com
Baskı: Günaydın Ofset (0212) 5 0 1 2 9 4 5
İÇİNDEKİLER

GİRİŞ , • "

BEDREDDİN
Soyu
Doğumu 45
Öğrenimi ' 49
Eğilimleri 57
Öğretmenliği 61
Dervişliği 65
69
Timur'la Görüşmesi
Şeyhliği ^5
79
Uyanış Belirtileri
Memlekete Dönüş 85
Kazaskerliği 93
Sürgünlüğü 99
Mesleği '03
117
Halifeleri
Asılması '29
Eserleri '47
Netice '55

VARİDAT
Varidat Tercümesi '7'
Açıklama 233

r
Giriş
V arlık ve yokluğun sırrı ve hakikati gibi oııcmli bazı mese-
lelerin çözülmesi insan için kolay olmamıştır. Âdemoğlu,
varlığının tamamen yok olmasına hiçbir biçimde razı değildir. O
hususta ne kadar doğru fikirler elde etse, yine kalbine bir inanç
gelmez. Bununla ilgili nereden gözüne bir bilgi ışığı ilişse, derhal
oraya doğru koşar. Esasen aramak hasleti insan tabiatında saklıdır.
İnsanların çoğu merak ettikleri noktalar üzerinde kendilerini
aydınlatacağını sandıkları bir adamı görünce, hemen ona bağlanır-
lar. Nail olacakları doğru yolu gösterme nimetinin karşılığı olmak
üzere mürşide hizmet ve itaati borç bilirler.
İlkçağdan zamanımıza kadar gizli ve açık bütün toplumların
teşekkülüne, bu arayıp tarama tabiatı ile bazılarında az çok
erdirmek kudretinin varlığı sebep olmuştur. Bununla beraber yol
göstermelerin sırf dini veya felsefi bir mahiyette kaldığını sanmak
doğru değil. Telkinler ekseriyetle siyasi ve yasak olan bağlara
dayanmaktadır. Topluluğa giren kişilere dini birtakım emanetler cağını anlayınca Amr ibn-ül Âs'ın tavsiyesiyle askerinin mızrakları-
meyanında esrarın gayesi olarak yavaş yavaş siyasi maksat da na birkaç Kurmanı Kerim astırdı. Muharebe derhal durdu. İşin
aşılanır. Zaten bir toplumun istekleri yalnız inançlardan ibaret olsa hakem ile hallini kararlaştırdılar. İmamı Ali fıkıhçı sahabelerden
bile müritleri fırkanın dışında kalanları kendilerine yabancı ve "bunak" Ebu Musa-el Aş'arî'yi (ö: 51 H.), Muaviye de "tilki'VAmr
hatta düşman bileceklerinden sakınmak veya saldırmak isteğiyle ibn-ül Âs'ı hakem tayin etti. Netice malum: hile ile Muaviye'nin
meydana gelecek durumun rengi yine siyasetle bulanmış olur. valiliği kabul edildi.

Tarih, bize en eski milletlerde dahi gizli kümelerin bulunduğunu İşte Hâriciler bu hakem meselesini ayaklanmak için sebep buldu-
bildiriyor. Ezcümle Hindistan'daki B r a h m e n l e r Cemiyeti, lar. Güya: "Ve mehteleftüm fihi min şey'in fehukmühü ilellahi."
Mısır'daki Ölü Şirketleri, Yunanlılardaki Fisagorîler ayeti meydanda iken, halifenin hakem usulünü kabul eylemesi
(Pytagorasçılar), Yahudilerdeki Esenyanlar o kabildendir. Mısır ve Kur'anı Kerim hükümlerine aykırı imiş. Halbuki İmamı Ali anlaş-
Hindistan'daki gizli cemiyetlerin büyükleri taç ve taht ile ilgiliydi. ma yolunu diğer tarafın ısrarı ile kabule mecbur kalmıştı. Ve
Bunlar, milyonlarca ahaliyi hükümdara esir gibi tâbi t utmaktaydı. "Fec'alû hakemen min ehlihî ve hakemen min ehlihâ" ayeti ker-
O sebeple Nemrud ve Firavun halkın tapınışlarına mazhar olmuş- imesine dayanıyor, İslamlardan lazla kan dökülmesini istemiyordu.
tu. Zerdüşt mezhebi, Sâsanîler tarafından Mani (ö: 275 M.) ve Karı ve koca meselelerinde hakeme müracaat gerekliği kabul edil-
Mezdck (ö: 535 M.) dinlerine karşı tutulduktan sonradır ki, İran'ın ince, böyle büyük bir işte o gereklik daha ziyade sabit olmaz mı?
her tarafına yayılabildi. Hazreti M u h a m m e d (570-633 M.) Hâricilerin iddiası zahiren dinî, bâtıncn tamamıyla siyasiydi.
(Sallallahü aleyhi veselem) "Ümmetim yetmiş üç fırka olsa gerek- Hilafeti Ali'den alıp başkasına vermek fikrinde idiler. Nehrevan
tir. Hepsi cehennemliktir. Ve illaki biri değildir." buyurmuştur. Savaşında reisleri Harkııs hin Zülıeyr (ö: 37 II.) gebertildi.
Hadisteki sayı kesinliğe değil, mübalağaya matuftur. Gerçekte Avenesinin çoğu da kılıçtan geçirildi. I-akat tükenecek yerde
İslâm fırkalarının adedi çoktan yetmiş üçü geçti. çoğaldılar.
İslam âleminde ilk muhalefet fırkası Hazreti Ali'nin (Kerre-mal- Esasen Benî Haşim ve Benî l Inııniyye karşıtlığını, kabile ve soy
lahü vechehu) halifeliği zamanında kuruldu. Havariç Fırkası en ihtilaflarını İslamiyet bir türlü kökünden kazıyamamış, ayrılıklar
önce Sıffîn Savaşında görünmüştür. daha Cenabı Peygamberin sağlığımla başlamıştır.
Şam Valisi Muaviyc (ö: 60 H.), Osman'ın (ö: 35 H.) ölümü üzer- Resuli Ekrem, hayatının son zamanlarında Gadr i H u m denilen
ine bağımsızlık sevdasına uğradı. Ve halkı Osman'ın intikamını mahalde Ali'yi elinden tutup yüksekçe bir yere çıktı. Ve şunları
almak için hilafete yeni geçen İmamı Ali'nin (599-662 M.) aleyhine söyledi:
kışkırtmaya koyuldu. Ömer'in hilafetinde Mısır'ı zapteden. meşhur
"Kim dost ve yardımcı isterse, Ali onun dostu ve yardımcısıdır.
İskenderiye Kütüphanesini yaktıran Amr ibn-ül Âs'ı (ö: 43 H.) Nil
Ya Rab, Ali'yi seveni sev. Düşmanına düşman ol. Yardım kılana
diyarına gönderdi. Ali'nin oradaki valisini ateşte yaktırdı. Kendisi
yardım, kahr ve zulüm edene lanet eyle." Derhal "Bugün dininizi
de Ali'ye karşı yürüdü. İki ordu Sıffin'de karşılaştı. 1 10 gün savaş
ikmal ettim. Sizin üzerinize nimetimi tamamladım. Ve din olarak
oldu. İki taraftan yetmiş bin kişi öldürüldü. Muaviyc, mağlup ola-
İslam'ı tercih eyledim." ayeti nazil oldu. Resullüğün hitam bul- yolda "Fatıma benim vücudumun parçasıdır. H e r kim onu incitirse
duğuna ve Peygamberin göçeceğine kanıt sayılan bu olay, Ali'ye beni ve bizi inciten Allah'ı incitmiş olur." hadîsini göz önüne
karşı bazılarının kalplerinde beslenen haset duygularını bir kat getirmeyerek, Fatıma-tüz Zehra'yı (612-633 M.) bile tazyik eyledil-
daha kızıştırdı. er. Ebu Bekir, kızı Ayşe'nin uydurduğu "Nebilerin mirası olmaz,
terk ettiğimiz mal sadakadır." sözünü ileri sürmek suretiyle Fidek
Kısa bir müddet sonra, Şam yolunu açmak ve Muta yenilgisinin
hurmalığını F a t ı m a ' d a n almaya kalkıştı. Halbuki Cenabı
öcünü almak için Bizans'ın himayesinde bulunan Suriye'ye karşı üç
Peygamber bunu Hayber vakasında "Sana yakın olanın hakkını
bin kişilik bir ordunun hazırlanmasına başlandı. Peygamber, ver." ayetinin gelmesi üzerine, ölümünden üç yıl önce kendisine
Zeyd'in oğlu Üsame'yi komutan yaptı. Ve "Ali ve Fazl'dan başka hibe ve temlik etmişti. O n d a n maada zaten bırakılacak bir malı da
Üsame'nin bayrağı altına gitmeyene Allah'ın laneti olsun." buyur- yoktu. Fatıma'dan tanık istenildi. Fakat gösterilen şahitler birer
du. Bunu birkaç defa da tekrar etti. Ebu Bekir (ö: 13 H.) ve Ö m e r bahane ile kabul edilmedi. Fatıma, "Ya Ebu Bekir, sen pederinden
(ö: 23 H.) duymazlığa geldiler. miras aldığın halde, beni ne diye babamın verdiğinden mahrum
O esnada Hazrcti M u h a m m e d (aleyhisselam.) hastalandı. bırakırsın?" dediyse de, sözü dinlenmedi. Hurmalığı cebren elin-
Yatağa düştü. Fakat buna rağmen orduya hareket emrini verdi. den aldılar. Oradan ağlaya ağlaya ayrıldı. Henüz yirmi bir yaşında
Üsame, Ebu Bekir'le Ö m e r ' e haber gönderdi. Gitmediler. Çünkü iken Ali'yi ve çocuklarını arkada bırakarak, babasının yanına uçup
yokluklarında Ali'nin hilâfete geçirilmesinden korkuyorlardı. gitmesi, bu gibi acı hâdiselerin zehirli tesiriyle olsa gerektir.
Peygamberin sağlık durumu gitgide bozuldu. Sahabelerine dedi İmamı Ali, "Yühlikü bike isnâııi mühibbün gâliıı ve mübgidun
ki: "Bana divit ve kâğıt getirin. Size bir şey yazayım. Ta ki benden gâlin." hadisinde işaret olunduğu gibi, dost ve düşman kazanmak
sonra doğru yoldan çıkmayasınız." Ömer, Ali hakkında bir vasiyet hususunda garip bir talih cilvesine ma/hardı. I lavariç fırkası bunun
yapılmasından ürktü. Ve "Hasta fazla işgal edilmez. Allah'ın kitabı bir tecellisidir.
bize yetişir." sözleriyle buna da mâni oldu.
Doğru yoldan çıktıkları için Haricî adını alan bu serseriler üç
Nihayet Resuli Ekrem fâni dünyadan göçtü. Ali ve Fazl bin noktada birleşmişlerdi:
Abbas ile Benî Haşim'den bazıları ölü ile meşgul oldular. Ebu
a) Mümin, muttaki olandır. JGünah işleyenler ve Kur'anı Kerim'e
Bekir, Ömer, Ebu Ubeyde, Ebu Huzeyfe vesaire, o anda Benî
yanlış mâna verenler kâfirdir.
Sâide Sakifesinde halifeliği paylaşmakla uğraştıkları için, cenaze
namazında dahi bulunmadılar. Ömer, üç gün kılıçla sokaklarda b) Ali'yi ve Osman'ı sevenler mümin değildir.
dolaşarak, Ebu Bekir'e biat edenlerin çoğalmasını sağladı. Bu işler c) Zalim imama karşı gelmek vaciptir.
bitince, Cenabı Peygamber hatırlarına geldi. Kabrinden çıkarıp
Bu fırkadan bilahare Muhakkime Acarida, Ebaziye, Azrakîye,
tekrar namazını kılmak istediler. Ali (Radiyallâhu anhu) bırak-
Behsiye, Necdat, Asfariyc şubeleri türedi.
madı.
İçlerinde en çok kuvvet kazanan Ebaziye'dir. Bunu Trablusgarp
Onu da biat ettirmek için ne mümkün ise hepsini yaptılar. Bu
Berberîlerinden Abdullah bin Ebazal Murri al-Tamimî tesis etmiş, li kaynağı oldu.
153 senesinde halife Mansur'un valisini öldürerek Afrika'ya hâkim
Havaric'in tepkisi Şi'a fırkasını doğurdu. Gerçi eskiden beri
olmuştur. Şubeleri Hafsiye, Harisiye, Rabia, Yezidiye'dir. Halen
Ali'yi seven ve ona taraftar olanlar pek çoktu. Hatta Osman'ın
Ebaziye Afrika ile U m m a n ' d a yaygın ve Zengıbar ahalisinin resmî
ölümü (35 H.) akabinde Şi'a-i ûlâ teşekkül etmişti. Bunlara ehli
mezhebidir. Yezidiye kolu ise Musul havalisini sarmış bulunmak-
sünnet itikadında idi. Ve yalnız imametin Ali'ye ait olduğunu iddia
tadır. Hakikatte bunun İslamiyet'le alâkası çok şüphelidir. Ebaziye
ederlerdi. Halbuki şimdi işin rengi çok değişiyordu. Aslen haham
mensupları bile Yezidî'lcrden çekinirler.
olduğu söylenen Sanalı Abdullah ibn-i Scbc' başka bir şekilde
Acarida'nın da kollan şunlardır: Meymuniye, Hamzaviye, mücadele meydanına atıldı. Vc Şiîliğin Galiye şubesini kurdu. Bu
Şuaybiye, Hazimiye, Halfiyc, Atrafiye, Malûmiye, Mechuliye, zat vaktiyle İmamı Ali ile konuşmalar yaparak, bilgisine, büyük-
Saltiyc, Sa'libe, Şeybaniye, Mükcrrcmiyc. lüğüne hayran kalmış ve İslâm olmuştu. Sevgisinin çokluğundan
onun hakkında (Entel'ilâhü) tabirini kullandığı için, Medine'den
Hazreti Ali, hayatı müddetince hiç rahat yüzü görmedi. Halifeliği
Medayin tarafına sürüldü. Hazreti Ali'nin ölümü üzerine, iddiasını
hep bozut ve ayırga ile geçti. Bunun belli başlı iki sebebinden birisi
büsbütün kuvvetlendirdi.
Emcvîlerin sönmek, tükenmek bilmeyen habaset ve adavetleri,
diğeri Ali'nin hak ve fazilet çerçevesinden zerre kadar ayrılmak Bu mezhebe göre, Ali şehit edilmemiştir. Onda Tanrılık özellik-
istememesi ve zamanın değişmesiyle ahlakın eski safiyetini kaybet- leri vardır. Bulutlar üstünde bulunmaktadır. (îök gürlcıncsi Ali'nin
miş, Ebu Bekir ve Ö m e r devrinde olduğu gibi hak yolunda men- sesi, yıldırım kamçısıdır. Son / a m a n d a yeryüzüne inecek vc dünya
faatsiz hizmet edecek kimselerin çok azalmış bulunduğunu göz ahvalini düzeltecektir. Haranı denilen şeyler cıımleten mubahtır.
önüne almamasıdır.
Onun ardından İmamıyye adı ile hııyıık bir kol daha türedi. Bu
Sonunda Haricîlerden A b d u r a h m a n bin mülcem adında bir da Hazreti Ali'nin imametini savgalıyor, sahabelerden bazılarını
melunun zehirli hançeriyle şehit edildi. Çoluk çocuğu senelerce kötülüyordu. İmamıyye'deıı İsııû Aşeriyyc ve ondan Şeyhiye ve
zalimlerin kanlı ellerinde kaldı. Ve birer birer babalarının, Keşfiye tarikatları vücut buldu.
dedelerinin yoluna gittiler.
Daha sonra, îmamı Zeynelâbidin'in oğlu Zeyd'e (ö: 122 H.) men-
Ali'nin kahır görmesi, çocuklarının zulme uğraması temiz sup olanlar Zeydiyye mezhebini ihdas eylediler. Zcyd, Hişam bin
Müslüman kalplerini ona doğru meyil ettirdi. Zulüm gören, Abdiilmelik (ö: 125 H.) zamanında kırk bin askerle kendisini
mağlup olan veya istilaya uğrayan insan ve memleketlerin gönülleri kuvvetlendireceklerini vadeden Kııfelilere aldanarak, hilafetini
hep Ali'ye aktı. Bu sevgi, dar kabile zihniyetini, Arap inhisarcılığını ilan eylemiş, halbuki hizmetine topu topu beş yüz kişi gelıriiş, bu
kaldırdı. Küçük bir Yahudi cemaati içinde yetişen İsa'nın mazlu- zayıf kuvvet Irak Valisi Yusuf bin Âmir'in gönderdiği orduya
miyeti muhtelif birçok milletleri birbirine yanaştırdığı gibi, Ali de mağlûp olmuş, Yusuf bin Ömer-us Sakîfî ismindeki melun tarafın-
masum vc mazlumların sembolü, ondan ve çocuklarından akan dan şehit edilen Zeyd'in gövdesi Küfede, başı Şam'da günlerce
mübarek kanlar haksızlığa uğrayan fert ve cemiyetler için bir tesel- halka teşhir edilmişti. Zeydîlcr halen de Yemcn'de yaşarlar.
İmameti Fâtıma'nın sülalesine bağlarlar. Günah işleyenlerin cehen- uyandırdılar. Ve hilafeti Abbasîlere intikal ettirdiler. Abbasîler
nemlik olduğuna inanırlar. Zeydiyye mezhebi Carudiye,
devrinde erkân ve vüzeranın İranlılardan alınması âdet oldu.
Süleymaniye, Salihiye kollarına ayrılmıştır.
Mısır'da Fatımî'ler (297- 67 H.) Şiî halifeliğini kendi malları
Şiîliğin de Havariç gibi siyasi maksatlara dayandığı aşikârdır.
sayıyor ve Şiîliği yaymak için her türlü fedakârlığı yapmaktaki geri
Önceleri Arap kabileleri içinde doğan Ş i a mezhebi kuvvetli ele-
kalmıyorlardı.
manlar elinde birçok şekillere girmiş, süratle her tarafa yayılmış,
bilhassa İslam yayılmasıyla egemenliğini kaybeden milletlerde çok Bağdad'da teessüs eden Âl-i Büveyh devleti de (320-447) Şiîliğe
fazla bir rağbet bulmuştur. Çünkü zemin ve zaman bu gelişmeye hayli kuvvet verdi.
pek elverişliydi. Ve nihayet Şah İsmail Safevî tarafından bir Eglise haline konulan
Haybcr, Yesrib ve Yemen mıntıkalarında tepelenen Yahudiler bu mezhep İran'da resmiyet kazandı. Hususi şekilleriyle halen de
tabiatıyla Arap'a karşı küskün idiler. Bazıları da Tevrat'tan aldıkları dünyanın birçok yerinde yaygın bulunmaktadır.
ilhamla Davut) veya Süleyman gibi kudreti iki âleme yayılmış bir Şi'a'nın Sebeeiye, İmamıyye ve Zeydiyc'deıı başka şu kolları da
hükümdarı bekleyip duruyorlardı. Bu güceniklik ve bekleyişi aslen vardır: Kâmiliye, Ulyaniye, Mugayyiriye, Mansuriye, Ilattabiye,
Yahudi olan bazı kimselerin ilk fırsatta fırkacılığa kalkışmaları ile Numaniye, Nusayriye, Cenahiye, Gıırâbiye, Rezamiye, Zcrariye,
birleştirmek mümkündür. Mütefevviziyye, Bedâiye, Benaniyc.
Yemenliler, milattan 110 yıl önce kurdukları Himyerî devletini ve Ashap asrının sonlarına doğru bir de Kadcriyye mesleği meydana
Himyerîlerin parlak medeniyetini bir türlü unutamamışlardı. çıktı. Bunu kuran Mâbed-i Cühanî (ö: «0 H.) şu fikirleri etrafa
İranlılar, asırlarca hükümran oldukları memleketlerin genişliği saçtı:
ve devletlerinin şan ve şevketiyle övünürler, kendilerini bütün ulus- "Allah, Kur'an'ı Kerim'de gösterildiği gibidir. Yaratıklar tam
ların hâkimi sayarlardı. İslamiyet'in yayılması üzerine, vaktiyle olarak halk edilmiştir. İnsanın yaptıkları kendi iradesinin mah-
hakir gördükleri Arapların istilasına maruz kaldılar. Zorla sulüdür. Harici bir kuvvetin veya kaza ve kaderin neticesi değildir.
Müslüman oldular. Fakat Araplara bir türlü ısınamadılar. Firdevsî Fiil ve hareketler önceden takdir olunmamıştır. Bunlar, beşerin
Tusî (ö: 411 H.) meşhur bir kıtasında bu dargınlığın çok güzel bir istek ve kudretine tâbidir. Cenabı I lak, kullarının işlerine karışmaz
ifadesini veriyor: ve fenalığı irade etmez. Herkes tutacağı yolu bizzat tâyin eder."
"Deve sütü içmekten ve kertenkele yemekten A r a p işi o derec- Bu nazariye ile şeriata tazim edilmek isteniliyorken, bilmeyerek
eye vardırdı ki, İran hükümdarlarının tacını arzu ediyor. Tu, feleğin Hak Teala'nın kendi mülkünde arzu etmediği işlerin vuku bulduğu
çarhına tu!.." ve onların başkaları tarafından işlendiği neticesine varılıyordu.
Acemler, İslamiyetc İran ruhuna uygun bir şekil vermek, Kisra Önce Basra'da kurulan bu meslek, yavaş yavaş Şam'a ve
saltanatını tekrar yaşatmak emelinde idiler. Ş i a mezhebi onlara bir Medine'ye kadar yayıldı. Emevîlerden Abdülmelik bin Mcrvan (ö:
nimet gibi geldi. Emeviye devleti aleyhinde şiddetli bir cereyan 86 H.) Mâbed'i öldürttü. Fakat mezhebini söndürmeyi başaramadı.
Beş on yıl sonra, Cebriye adında diğer bir mezhep şark diyarını Ata (ö: 131 H.), İtizal mezhebini tesis etti. Mu'tezile'nin
kaplayıverdi. Kaderiye'ye karşı çıkan bu mezhepçe: nazariyeleri şöyle özetlenebilir:
İnsanda kudret ve ihtiyar yoktur. Her şey kaza ve kaderin 1) Allah birdir. Cevherinden başka vasfı yoktur. Sıfat öncesiz
tesiriyle vücuda gelir. G ü n a h ve isyan vehim ve hayaldir. Fail olmaz. İrade, İşitme ve görme hak ile kaim bir mâna sayılma/.
Allah'ın iradesine boyun eğmiştir, fiil hakkın muradına muvafıktır.
2) Cenabı Hak mekân, suret, cisim, yer tutmak, göçmek, sona
Gerçi bu, yüksek bir düşüncedir. Vahdeti vücut nazariyesiyle pek ermek, değişmek ve teessür gibi şeylerden beridir. Gözle görün-
güzel birleştirilebilir. Lakin sıradan insanlar için zararlıdır. Zira mez. Bu babtaki ayetler birbirine benzemektedir ve yoruma muh-
insanı cansız bir cisim derekesine indirerek, iyilik ve kötülük, iyiler taçtır. Kuranı Kerim hadistir. Allah ile kaim değildin
ve fenalar arasında hiçbir fark bırakmıyor. İslam'ın düşüşüne bu
3) İnsan, fiil ve hareketlerinde serbesttir. İyi ve kötüyü isteyerek
inancın çok tesiri olmuştur.
yapar. Akıl, hakikatleri algılamaya kâfidir, güzel ve çirkini seçmek-
Cebriye'ııin kuruluşu ile ilgili bulunan Celim bin Safvan'dan (ö: te hâkimdir. O n u n içindir ki. Âdemoğlu yaptığı işleve göre, mükâ-
128 H.) başka bir fırka daha zuhur etti. Cahmiye adını taşıyan bu fat veya cezaya layık görülür. (,'enabı I lakk'ın emrettiği veya yasak-
mezhep, yaratık sıfatlarının yaradana atfedilmesini doğru bulmuy- ladığı şey dileğine göre değildir. Kulların işlerine riayet etmek
or, Allah'ın her şeyden âri, büsbütün manevi ve soyut bir varlık Allah için gereklidir.
olduğunu iddia ediyordu.
4) Günah iman ile Kül'r arasında bir aralıktır. Mümin, tövbe ile
Sıfatların inkârı, üç mühim meseleye yol vermiş oldu: dünyadan ayrılırsa, bir şey lazım gelmez. Tövbe etmeksizin giderse,
a) Bir şeyin görünmesi cisim olması ile kabildir. Cenabı Hak bir işlediği büyük g ü n a h l a r d a n dolayı, ebediyen ateşte kalmaya
cisim olmadığına nazaran görünmez. mahkûm olur. Şu kadar ki, günahkâra verilecek ceza, kâfire verile-
cek cezanın daha alçaltıcısıdır.
b) Arş bir mekândır. Orada ancak bir cisim bulunabilir.
İtizal mezhebi, başta pek ziyade revaç bulmuşken, 232'de
c) Vakıalar cisim ile kaimdir. Söz olağan bir şeydir. Allah ile kaim
olamaz. O itibarla Kur'anı Kerim mahluktur, yani sonradan Elmütevekkil'in halifeliğe geçmesiyle ikbali sönmeye yüz tuttu.
yazılmıştır. Ancak usulü halen devam eden /.eydiye ve İmamiyye mezhep-
lerinde kaldı.
Bu esaslar kabul edilince, Allah'a yaklaşmak. Peygamberin
Mu'tezile'den şu şubeler doğmuştur: Necariye, Hüzeliye,
miracı, semaya doğru el açmak, gökten iniş gibi dinî mevzuların
Nizamiye, Hâitiye, Beşeriye, Muammeriye, Müzdariye,
mânası kalmaz. Cahmiye mensupları, dinden tamamıyla ayrıl-
masını da istemedikleri için, bunları türlü türlü sözlerle yorumlar- Sümmaniye, Hişşamiye, Cahziyc, Hayatiye, Ka'biye, Cebâiye,
lardı. Behşemiye, Ömeriye, Esvariye, Eskâfiye, Caferiye, Salihiye,
Hudeybiye. Nacariye'den de Berğusiye, Zâğfûraniye, Müstedrike
O sıralarda, Basra'da Hasan-iil Basrî'nin (21-110 H.) medrese- kolları çıkmıştır.
sine devam ederken, bir meseleden dolayı oradan ayrılan Vasıl bin
İkinci yüz yılın ortasına varmadan, Ebu Selt Seman (ö:-152 H.) bu cemiyet halifeyi f e n a halde ürküttü. Oğuz T ü r k l e r i n d e n
namında biri, amelin niyet ve itikattan sonra geldiğini, günah ve toplanan bir ordu üzerlerine gönderildi. Mukanna Keş'te yaka-
isyanın imana zarar vermeyeceğini, suçluların sonsuza kadar landı. Elleri ve ayakları koparıldı. Gövdesi ateşte yakıldı.
cehennemde kalmayacaklarını iddia ederek, Murcia mesleğinin
Bâtınîlik fikirleri, önce Mukanna'nın mezhebinde göründü.
temelini attı. Murcia, ilk İbaha mezhebi sayılır. Bunun taraftarları,
Bilahare bazı fırkaların esasını teşkil etti.
ibadete pek az önem verirler, "Esas marifet ve ihlâstır. Marifet
bulunmazsa iman mümkün olmaz. Kulun ibadetle cennete girmesi Aradan çok bir zaman geçmemişti ki, İbni Ravendi (ö: 166 H.)
kabil değildir. Oraya ancak ihlâs ve muhabbetle girilir." derlerdi. zararlı telkinleri ile büyük bir şöhret kazandı. Bu şahıs, Isfahan
Murcia'daıı beş kul çıkmıştır: Yunusiye, Ubeydiye, Gassaniye, civarında doğmuş, Bağdatl'da büyümüştür. Pederi Yahudi'den
Subaııiye, Sumeniye. dönme idi. İbni Ravendi, her gün inançlarını değiştirir, para muka-
bilinde kitap yazardı. "/:'/ Haşini" adındaki kitabı için Sâmerrâ
Yine o tarihte Müşebbihe fırkası göründü. Bunun kurucusu
Yahudilerinden 4000 dirhem aldığı rivayet olunur. "Kitab-iit Tac"ı
Belhli Mekatil bin Süleyman (ö: 150 11.), Allah'ı yaratıklara benze-
âlemin kıdeminden bahseder. "Kitah-üz ZüiHürriieP'ünde peygam-
tir, Tanrı'nın cisim ve cesedi bulunduğuna, Arş üzerinde oturduğu-
berlik ve peygamberler aleyhinde bulunmuş, mucizeleri gözbağcılık
na inanır, bir zamanda iki imamın içtimaını desteklerdi.
ile vasıflandırmıştır. "Kitab-ül Daınig" adlı eserinde Kur'anı
Abbasilerden Muhammed Mehdî'nin (ö: 169 H.) zamanında Kerim'de bazı tutmazlıklar olduğunu söylemektedir.
Mervlı Abdullah (ö: 159 H.) ortaya çıktı. Aslen Mecusi iken, ilim ve
Sistematik şekilde h e p İslamiyet aleyhinde çalıştı. Halife
felsefede şöhret bulmuş ve sonradan Müslümanlara katılmıştı. Kısa
Muhammed Mehdi bununla ve mensuplarıyla epeyce bir müddet
boylu, çirkin suratlı bir adamdı. Yüzünü daima boyalı bir örtü ile
uğraşmak mecburiyetinde kaldı.
kapadığı için, tarihte Mukanna adıyla anılır.
Hicrî 215 yılında Haricilerden Bâbck (o: 223 II.), herkese hür-
Bu adam, Abbasilere hilafeti temin etmesine mukabil, halife
riyet ve müsavat (eşitlik) dağıtmaya ve kadınları dahi ayırmaksızın
Mansûr tarafından kahpece öldiirtülcn ve ölümü halkta büyük bir
her şeyde ortaklaşmayı telkin etmeye kalkıştı.
elem ve teessür bırakan Türk aslanı Horasanlı Ebu Müslim'de (ö:
137) bulunan tanrısallık ruhunun kendisine intikal eylediğini ileri Bu mezhep, hakikatte pek de yeni bir şey değildi. Ondan 300 yıl
sürerek, Zend ve Mezdek akidelerinden bazılarının ilâvesiyle evvel, İran'da Mezdek, Mecusilcı in Bcrhemiye ve Saibiye dinlerini
İslamiyeti değiştirmeye, gayriahlâki hareketleri, israf ve sefahati genişleterek, Mazdeizm dinini vazetmiş, ana vc kızkardeşe kadar
genelleştirmeye çalışırdı. zinayı helal tutmuş, mülk ortaklığını desteklemiş, savaş ve vatan-
severlik aleyhtarlığı yapmıştır. Şah Kubad'ı da bu dine almayı
Ebu Müslim'in intikamını almak, Abbasîleri düşürmek isteyen-
başardığından birçok İran şehriyle birlikte Ahvaz, Farıs, Şehri Zor,
lerin cümlesi Mukanna'ya sarıklı. Bunlara Abbasîlerin siyahına
Semerkant gibi bazı Türk illeri de Mezdikîlcrin nüfuzu altına
karşı beyaz giyindikleri için Mubeyyize, kırmızı kemer taşıdıkların-
düşmüştü. Kubad'ın oğlu Nuşircvaıı Mezdek'i idam ve dinini men
dan dolayı da Muhammere denilirdi. Her gün biraz daha büyüyen
eylemiştir.
Bu mezhep yeniden tazelendi ve ismi Bâbekiyye oldu. Bâbek, lar. Nusayriler bunlardan azmadır.
halife M e m u n (ö: 218 H.) zamanında ele geçirdiği müstahkem
Hicretin 483 yılında Hasan bin Sabbah fırkası ortaya çıktı. Bu
Bedir kasabasını merkez ittihaz ederek, durmaksızın etrafa sarkın-
tayfanın sergerdesi Alevlerden Müstansir'in hilafeti için halkı
tılık yapmaktaydı. Harun-ür Reşid'in Türk zevcesinden gelen halife
teşvik e t m e k memuriyetiyle Mısır'a gönderilmişti. O r a d a n
Mutasım Billah (ö: 228 H.) 218 senesinde meşhur Türk bey-
Arabistan'a dönüşünde bir mezhep kurmasını tasarladı. İlk tâbi-
lerinden Afişin'i Azerbaycan'a gönderdi. Dört yıl süren savaş net-
lerinin gayretiyle şahinlerin bile güç konabileceği Alamut kalesini
icesinde Bâbek Kürt iline kaçtı. Ermeniler kendisini yakalayıp
zaptetti. Aleyhinde bazı tedbirler alan Selçuk başveziri ve eski
Afşin'e teslim ettiler. Bağdad'da oğlu ile birlikte idam olundu.
medrese arkadaşı Nizam-iil Mülk'ü (ö: 485 H.) bir fedai vasıtasıyla
230 tarihinde Muhammed bin Kerram Sicistanî İmamıyye'den öldürttü. Ondan sonra fikirlerini büsbütün açığa vurdu.
Hişşam bin Hikem'in Müccssime'sini genişletti. Bu zat, Allah'ın
Hasan bin Sabbah'ııı mezhebi, başlangıçta Şiîliğe yakın bir şey
beşeri surete ve sıfatlara malik olduğunu söyler, kitapta katiyen
iken, git gide gelmiş ve geçmiş İbabacı mezheplerden bazı esaslar
tevil kabul etmezdi. M u h a m m e d bin Kerram'ın d u r u m u
alarak, en ziyade Bâtınîyye şeklini aldı. Bu mezhebce, dinin bir içi,
Türkistan'da tehlikeli görüldüğü için, kıık bin müridiylc beraber
bir de dışı vardır. Nasıl ki, bademin kabuğu maksut olmayıp asıl
Herat'tan kovuldu. Senelerce mahpuslarda kaldı. Sonunda kendi
içidir. Kur'an'ın zâhiriyle emir ve yasak edilen ne kadar hüküm
eceliyle Kudüs'te öldü.
mevcutsa, hepsi lüzumsuz, şeriatın farizaları kaldırılmış, haram
Üçüncü yüz yıl bitmeden, Karmat kasabasından Ebu Ali Hasan olan şeyler mubahtır. Bâtınî mâna, kitap ve sünnete bakmakla
bin Ahmed, ekser kurallarını Bâbekiyye'den alarak, Karmatiyye anlaşılmaz. Bunu bildirmek için masum bir imamın varlığı ve onun
mezhebini kurdu. söylediklerini itirazsız kabul etmek gerektir... Bu son fikirle de
Karmatiyye mezhebinde her şey mubahtı. Karmatî, kızkardeşi ve Bâtınîyye'den Abdullah bin Meymun'uıı "Saklı imam" akidesi ve
hattâ öz kızı ile cinsî münasebette bulunabilirdi. Sadaka, dua, oruç Ismailîlerin nazariyeleri tamamen benimsenmiş oluyordu.
gibi dinî akideler ret olunuyor, her türlü malda ortaklık isteniliyor- İmamı Cafer-us Sadık (ö: 148 11 ), sağlığında büyük oğlu İsmail'i
du. imamete halef tâyin eylemişti, İsmail'in ölümü üzerine oğlu
İlkin Küfe civarında görünen bu mezhep, Az zaman içinde din ve Muhammed imam kabul edildi. O suretle İsmailiyye'nin şu dört
hilâfet için bir afet kesildi. Taraftarları Hacer-i Esved'i yıktıkları umdesi doğdu:
gibi, İslamiyetin esaslarını da sarstılar. Kur'anı Kerim'i isteklerine a) İmamet İsmail'in evladına mahsustur.
göre yorumluyorlardı. Reislerinden Ebu Sait Cenabı (ö: 301 H.) ve
b) İmamların her fiili haktır. Zira onlar temiz ve masumdurlar.
oğullarının kazandığı şevket ve azamet her tarafı yıldırdı. Ayni
habislerden Ebu Tahir (ö: 311 H.) Basra'yı ve bütün Kûfe'yi eline c) İmam'ın her sözü Kur'an mahiyetinde ve Allah'ın emri
geçirdi. Karmadılar, hükümdar tahtını tehdit etmekten bir an geri mesabesindedir.
kalmadılar. Bağdad halifeleriyle döğüşe döğüşe 372'de son buldu- d) İmam, yer yüzünde Cenabı Hakk'ın ruhuna mazhar olmuş bir
tanrıdır. olabilir.
Hasan bin Sabbah, İsmailiyye akidelerinin verdiği kuvvet ile cen- Bu adam, Şiraz'da Muhiddin Hatimî'den Si'a usulünü, Hasan
net ve cehennemi de tasarrufu altına aldı. Müritleri kendisinin Sabbah'ın halifesi Hand Alâcddin'den de bâtınlığı öğrenmişti.
ölmüşleri diriltmeye kadir olduğuna, uğrunda ölenlerin Cennete Alâeddin Keykubad, Muhiddin Hatimî'yi Sivas kadılığına getirince,
gireceğine inanır, yapmaya memur oldukları işi ölümden korkmak- O n u n yanına yanaşarak, gizliden gizliye Şiîliği yaymaya başladı.
sızın mutlaka icra ederlerdi. Tarikata yeni girenlere esrar içirildik- 621'de Muhiddin Hatiınî ahirete kavuştu. İshak Kefersudî de
ten sonra, Cennet tarzında yapılmış hususi bir sarayın içi ve dışı Sivas'tan Amasya'ya geçti. Burada Mesudî tekkesi şeyhi ve
gösterilir, şeyhe sadakat yolunda ölenlerin oraya konulacağı Bâbâiyye tarikatının piri Horasanlı Baba İlyas'a yapjştı. 20 yıldan
söylenerek, maneviyatlarına kuvvet verilirdi. Hasan bin Sabbah beri içinde sakladığı emellerinin tahakkukuna mâni gördüğü Emîr
Dâi-i Ekber, veziri Büzrük İran'da hüküm süren Sclçukîlerden Berke'yi Amasya valiliğinden kaldırtmak için, onu himaye eden
Sultan Sencer (ö: 522 11.), ocaklarını hemen söndürmek üzereyken, Alâeddin Kcykııbad'ı (ö: 634 H.) gafil şehzadesine zehirletti.
bir gece yatağında bir hançer ile bir kâğıt buldu. Tezkerede "Bu Bunun üzerine Emîr Berke azledildi. Baba İshak da istediği gibi
hançeri yatağınıza saplayan el, göğsünüze de saplayabilir. Eğer biz- teşkilat yapmağa fırsat buldu. Topladığı 50 bin Bâbâî'nin başına
den vazgeçmezseniz, akıbet o da olacak. Sineniz yataktan kati geçti. Önce halifeliğini ilan etti. Daha sonra bununla kanaat etmey-
değildir." ibaresi yazılı idi. Bu tehdit yok etme hareketini derhal erek, Hazreti Muhammed'in ruhen İmamı Ali'ye ve ondan kâmiller
durdurdu. vasıtasıyla kendisine intikal eylediğini etrafa yaydı. Ve bütün
işlerinde daha serbest olmak için de.Peygamberlik abasını giydi.
518'de Hasan bin Sabbah öldü. Lâkin Halifelerinin haydutluğu Baba İlyas, bu iddiaları işitince, derin bir nefretle çiftliğine çekildi.
devam ededurdu. Nihayet Hülâgû (ö: 663 H.) kalelerini yıktırdı. Trabzon Kralı Komnenos. İshak'a yardımda bulunmak maksadı ile
Bazı müritler bu mezhebin bir m ü d d e t daha yaşamasına İslâm hudutlarına yüklendi. Baba İshak, Kayseri'yc doğru yürüy-
çalışmışlarsa da, Timur'un (ö: 708 Ii.) demir pençesi yetişerek, erek, yolda Tckûr Sinan Bey'in askerine galip geldi. Havza Emîri
onları da cümlcten diğerlerinin yanına gönderdi. Şemseddin Me.hmed'i, Kedeğre Emîri Mübarizüddin İsa Bey'i ve
Hasan bin Sabbah mezhebi Mclâhide, İsmailiyye, Haşşaşiyyc ve daha birçok iman ehlini şehit kıldı,
Bâtıııîyye adlarıyla tarihte kanlı bir şöhret bırakmıştır.
O günlerde Amasya'dan Konya'ya kaçanların feryadı Gıyaseddin
637 senesinde Amasya'nın Kefersud nahiyesinde oturan Baba Keyhüsrev'i gaflet uykusundan uyandırdı. Meşhur Ü m e r a d a n
İshak, yüzündeki dindarlık maskesini bir tarafa atarak, siyaset sah- Mübarizüddin Şah'ı Baba İshak'ın üzerine saldırdı. Sevahil Emîri
nesine çıktı. Hüsameddin Efcndi'nin Amasya tarihinde Baba Alişir Bey de Trabzon Kralı'nın işini bitirerek, Amasya'ya ulaştı.
İshak'ın Bizans İmparatorluğunu işgal eden Komnenos ailesinden Baba İshak Köfersudî yakalandı ve 638'de asıldı. Horasanlı Baba
bir prens olduğu bildirilmektedir. Fakat bizce bu cihet çok şüphe-
İlyas da (ö: 675 H.) tekkesine döndü.
lidir. Sevilmeyen şahısları Rum veya Ermeni yapmak eski tarihçi-
lerin âdetidir. Baba İshak'ın Komnenos ile münasebeti ancak siyasi Bu olaydan 182 yıl sonra, Şeyh Bedreddin tarikatı zuhur etti.
Bedreddin fırkası, Bâtınîler ve Avrupa'daki Karbonariler dere-
cesinde sürekli olmamış ise de, pek az zaman zarfında gizli bir Bâb'ın huzuru ile halka şu yolda telkinlerde bulunuyordu:
cemiyetin başından sonuna kadar görüp göstereceği suretleri "Bâb hükümeti teessüs etmedikçe ve kanunu aranızda hükümran
tamamıyla meydana koyup hususi tarihçesini ikmal eylemiştir. olmadıkça, şeriata itaat edip etmemekte muhtarsınız. Şimdilik cen-
G e ç e n asrın başlarında Hanbelî ulemasından A h d ü l v e h a b abı hakkın vicdanlarınıza nakşetmiş olduğu kanunlarla kendiniz
M u h a m m e d Tamı Necid kıtasında biraz palazlaştıktan sonra, kızını kendinize rehber olunuz. İyi olan her şeyi yapınız ve fenalıktan
D e r i y e şehrinin en nüfuzlu adamı M u h a m m e d bin Suûd'a vermek kaçınız, hepiniz aynı c e m a a t i n âzası, hepiniz kardeşsiniz.
suretiyle büsbütün kuvvetlendi. 1218'de Mekke'ye girdi. Mübarek Kardeşlerce münasip olduğu gibi, mallarınızı aranızda taksim edi-
kabirleri yıktırdı. Mezhebini kabul etmeyenleri kılıçtan geçirdi. niz."
Aynı vahşeti Medine'de de yaptı. Hatta Ravza-ı Mutahhare'yi yık- İran hükümeti, bu mezhebin taraftarları ile müteaddit çarpış-
tırmak istediyse de, halkın pek çok ricasıyla ancak onu bıraktı. malarda bulunduktan sonra, 1267'de Bâb'ı ele geçirdi ve kurşuna
Bu mezhebe göre, peygamber ve velilerin kerametleri hayatlarıy- dizdi. Kurre-tül Ayn da en korkunç bir zindana atıldı. Aradan bir
la kaimdir. Ölmüşlerden medet dilemek ve onları ziyaret etmek müddet geçince, üç Bâbî Nâsirüddin Şah'a bir suikast yaptılar.
memnudur. Tütün, çubuk, nargile içmek haramdır. Muska, uğursu- I.akin muvaffak olamadılar. Bunun intikamını almak için Kurre-tül
zluktur. Müezzinlerin salât-ii selâm getirmeleri caiz değildir. Ayn ateşte yakıldı.
Cemaatle namaz kılmak vaciptir. Münferit namaz Şiîliktir. Camiye Bâb'ın talebelerinden Yahya Subh-i Ezel ile kardeşi Bahâullâh
gidip gitmemek yoklamaya ve mazeretsiz gitmeyenler cezaya Bağdad'a kaçtılar. Fakat orada da kışkırtıcı hareketlerde bulunduk-
tâbidir. larından Osmanlı hükümeti Yahya Subh-i Ezel'i ve yanallarını
Vehabîler, 1228 yılında Mısır, Şam ve Irak cihetlerine de Kıbrıs'ta, Bahâullâh ile müritlerini Akkâ kasabasında oturmaya
saldırdılar. İkinci Sultan M a h m u t (ö: 1255 H.), Mısır Valisi mecbur tuttu. Subh'i Ezel, Bâbîlerin kötü takımı ile sarılı kaldı.
Mehmet Ali Paşa'yı (ö: 1266 H.) bunları tepelemeye memur etti. Çoğunluk ve aydın tarafı Bahâullâh'» geçti. Halen Avrupa ve
Reisleri Abdullah bin Suûd yakalanıp İstanbul'da idam olundu. Amerika'da itibar bulan Bahâııllâh'ın tarikatıdır. Ve Bâhaîlik
Fakat Vehabilik sönmedi. Âl-i Suûd ve Âli Reşid muharebeleri Bâbîliğin yerine geçmiştir.
senelerce sürdü. Şimdi Arabistan'a Suudiler hâkimdir. Bâbîliğin açık ve bilinen esasları şunlardır:
Son olarak da, Seyyid M u h a m m e d Ali Bâb Şiraz'da yeni bir 1) Bâbîler nazarında bütün dinler eşittir. Cenabı hakka taallûk
mezhep kurdu. Bu zat, Şeyhiye tarikatının kurucusu A h m e d e d e n itikatları İslâm'ın ilk akidesinden pek az farklıdır.
Zeynuddin el-Ahsaî'nin talebelerinden Seyyid Kâzım'ın mürididir. Mu'tezile'ninkine daha ziyade yakın görünür.
Bâbî ihtilâli, Nâsirüddin Şah'm cülûsuna tesadüf eder. İlmiyle,
2) Yaradılışta her şey temiz olduğu için taharet kayıtları ile fazla
lisanının düzgünlüğüyle, yüzünün ve endamının güzelliğiyle, bilhas-
uğraşmak lüzumsuzdur.
sa namus ve faziletiyle şöhret bulan Kurre-tül Ayn Tâhire adında
Kazvinli bir Türk kızı ihtilâlcilerin başında idi. M u h a m m e d Ali 3) Bâb'ın namazı iki rekât ve orucu on dokuz gündür.
4) İtidal ve kanaat bir fazilettir. O sebepten afyon, tütün, kahve in yüksekliği ve samimiyeti itibariyle bütün İslâm âleminde eşsizdir.
kullanmak yasaktır. Her Bâbî sarhoşluk veren şeyler imal edebilir. İlk defa, G a r p tarihçilerinden Yuhan Wilhelm Tesink Ayzen, bu
Fakat onu kullanamaz. olayın Osmanlı padişahlarıyla Bizanslılar arasında cereyan eden
5) Kadın ile erkek arasında hukuken bir fark yoktur. H e r Bâbî önemsiz çekişmelere benzemeyip, Osmanlı saltanatının dayandığı
aynı mezhepteki kadınlarla çarşafsız oldukları halde görüşmeye manevî esasları yıkabilecek bir mahiyette olduğunu iddia etmiş,
mezundur. Ancak faydasız ve laubali konuşmalar yapılmaz. İzdivaç d a h a sonra Franz Babinger şeyhe dair yazdığı bir kitapta
mecburidir. On bir yaşını dolduranların evlenmeleri lâzımdır. Bir Bedreddin vakıasının halihazır hadiseler ile birçok noktalarda
Bâbî'nin eşi de Bâbî olacaktır. Ayrılmak gayricaizdir. dikkati benzeyişler gösteren sosyal bir hareket olnjasına nazaran
çok önemli b u l u n d u ğ u n u belirtmiştir. M e h m e t Şerif Bey'in
6) Hapis cezası ya nakden veya kabahatli bulunan karı ve " H a n e d a n ve Millet" adlı eserinde de şu cümleler okunuyor:
kocadan birini kabahatsiz olan diğerinden ayırmak ile tatbik
olunur. "Simavlı Bedreddin'in ortaya çıkışı, doğrudan doğruya içtimaî
hareketler ortasında yükselmiş keskin bir dehanın inkılâp isteyen
7) Bâbî selamlaşması da hususidir. Selâm veren "Allahii E k b e r "
bir temayülüydü. Koca Türk, bugünkü m u s t a r i p beşeriyetin
der. Diğeri "Allahu Âzam" ile mukabelede bulunur.
ıstıraplarını doğuran sebep ve âmilleri daha o günden keşfettiğini
8) Bir Bâbî ticaret için memleketinden 2 seneden fazla ayrıla- göstermektedir. Bu büyük adamın tarihlerimizde bir kalem darbe-
maz. Eğer arada deniz varsa, bu müddet 5 seneye kadar çıkarıla- si ile geçiverileıı hayatını bir inceleyici tamamıyla malumat sahası-
bilir. na atamamış, ulvi ve pek insanî olan düşüncelerini tahlil etmek vaz-
Bunların zevahirden ibaret olması da mümkündür. Çünkü Mısır ifesini bugüne kadar kimse deruhte etmemiştir."
âlimlerinden Reşid Rıza el-Hüseynî, bir eserinde "Babîlik mezhebi Hakikatte Türklüğün ruhundan doğan saf ve temiz ahlak, asri
birtakım gafillerin zannettiği gibi, yeni bir mezhep değil, yeni bir insaniyetçiliğin kurtarıcı akideleri, insanlığın kurtuluş ve serbestisi-
dindir ve İslamiyet'ten ziyade Hıristiyanlığa yakındır. Bâbîler, ni üzerine alabilecek yüksek kaideler tümüyle Bedreddin tarikatın-
mezhep vâzıının gökten inmiş olduğuna inanırlar. Evvelce gizli gizli da kaynaşmaktadır. Onun için Bedreddin'in şahsiyet ve mesleği
propaganda yaparlardı. Bilahare El Dürrü Behiye adındaki kitabı başkalarından üstündür ve daha fazla incelenmeye değer.
bastırtarak, akidelerini açığa döktüler. Bu kitapta Kur'anı Kerim'in
belagat ve fesahat cihetinden insan kudretinin üstünde olduğu
inkâr ve âyetler kendi itikatlarına uygun bir tarzda açıklanmak-
tadır." diyor.
Şimdi, yukarıdan beri tarih sırasıyla ve kısaca zikrettiğimiz bu
çeşit çeşit fırka ve mezhepler içinde bizim en çok dikkat nazarımızı
Bedreddin tarikatı çekmiştir. Vehâbîler meselesi istisna edildiği
takdirde, Osmanlı tarihinde hiçbir benzeri yoktur. Bilhassa idealin-
Bedreddin
f

Soyu

S oy ululuğu, tek başına övünmeye dayanak olamaz. İnsana asıl


şeref veren özel meziyetlerdir. Ancak aydın ve faziletli bir
adamın temiz ve asil bir kana sahip bulunması kıvanmaya sebep
olmayacak bir şey de değildir.
Bedreddin, bilgi, e r d e m ve ecdat şerefliliklerini nefsinde
toplamış bahtiyarlardan sayılır. "Mevzuat ı Ulum"un ifadesine göre,
kendisi Selçukîlcrden Sultan Alâeddin'in kardeşi oğludur. Dedeleri
Selçukluların Vezirliğinde bulunmuştur. "Tac-ıtl Tevarilı" büyük
ceddinin Sultan Alâeddin'in yakın hısımlarından ve vezirlerinden
bulunduğunu beyan eder. "Kısas ı Enbiya", Alâeddin'in amcasının
oğlu diye gösteriyor. "Sicil-li Osınaııî", ecdadının sadece Selçuk
devleti vezirlerinden olduğunu söylemekle iktifa etmiştir; Tarihi
rivayetler bu hususta birbirine uymuyor. Bir kısım tarihçilerse büs-
bütün suskunluğu tercih etmişlerdir. Bedreddin'in isyanla suç-
landırılmış olması saraya hoş görünmek alışkanlığında bulunan
çoğu tarihçilerimizin kendisini ihmal etmesine sebep olmuştur. Son Onun üzerine, Asya Hükümdarı Selçuklu Melik Şah, Süleyman'ın
zamanlarda yazılan Kâmil Paşa'nın siyasi tarihinde Bedreddin'in biiyük oğlu Davıtd Han 'ı Konya Saltanatına nasbetti. Bunun kardeşi I.
ismi bile yoktur. Bazılarının, Selçuk neslinden olduğunu açığa vur- Kılıç Arslan, Türkmen büyüklerini elde ederek ve savaşarak İznik
malarını soysal bir cesaret saymak caizdir. kasabasına girdi. Davud Han öldürüldü ve kendisi Rum Selçuklularının
Şu halde bu hısımlığın derecesini açıkça belirtmek için bir nebze hükümdarı oldu. Melik Şah, Kılıç Arslan'ııı bu hareketini iyi görmedi.
Selçukîlerden bahsetmek gerekiyor: Uıfa Valisi İnıadüddiıı Buran Bey'i üzerine saldırdı. Kılıç Arslan esir
düştü. Ve Melik Şah ııı yanma getirildi. Bu sırada Melik şah alıirete
Selçukluların büyük ceddi Dakak'tır. Dakak, Oğuzların üç ok kolun-
göçtü. Yerine önce küçiik oğlu Mahmut, bir süre sonra Biiyük şehzadesi
dan ve Uygur Devleti tebaasından idi. Dirayet ve şecaati sayesinde Bıgıı
Rükniiddin Berkyaruk geçti. Kılıç Arslan, Berkyarıık't'aıı özgürlüğünü
Han'ın hizmetine girmişti.. Selçuk! Dakak'ııı oğludur. Bu zat, yaradılış-
almaya muvaffak oldu. Anadolu'ya gelerek tekrar hükümdarlık
tan babasının meziyetlerine sahip bulunduğundan gitgide başbuğ oldu.
makamını işgal etti. 0 sırada Elıli Salip orduları Anadolu'yu istilâya
Fakat Bıgıı Han 'ııı zevcesi, Selçuk 'ıııı kazandığı nüfuz ve kudreti çeke-
başladılar. Danişnıendiye Emîri Gazi İsmail Han Konya'nın imdadına
ıneyerek, onu ortadan kaldırtmak için kocasını kışkırtmaktaydı. Selçuk,
yetişti. Kılıç Arslan Haçlıları Anadolu'dan çıkardı Bu başarısı sebebiyle
bu vaziyet karşısında orada ralıat kalamayacağım anladığından yan-
"Sultan-ı Rum" unvanını kazandı.
daşlanyla beraber memleketinden çıkıp Siııcl şehrine gitti. Selçukîler o
zamana kadar ateş ve yıldıza taparlardı. Burada İslâm dinini kabul Kılıç Arslan'ııı vefatında biiyiik oğlu Melih Şah, bilahare kiiçiik
ettiler. Selçuk'un Mikâil. İsrail, Musa ve Yunus adında dört oğlu vardı. Şehzadesi I. Mesııcl Selçuk tahtına oturdu. Birinci Mesııd, Asıl Selçuk
Mikâil bir kaleyi muhasara ederken öldü. İsrail de Gazjıeli Sultan havzasını ilk oğlu İzzeddin'e. Daııişmeııdiye'yi ikinci oğlu Nâsırüdclin
Mahmud tarafından mağlûp edildi ve onun verdiği acıyla öldü. Selçuk Şehinşah a verip dünyadan ayrıldı. Ondan sonra sıırı ile I. Gıyaseddin,
yüz sene yaşadı. Vefatında yerini Mikâil'in oğlu Tuğrul'a bıraktı. III. İzzeddin Kılıç Arslan, ikinci defa Gıyaseddin, 1. İzzeddin Keykâvus.
I. Alâeddin Keykubad yekdiğerinin yerine geçtiler. Alâeddin'in ölümünde
Tuğrul bey, İran ve Aceın Irakı'm fethederek, Rey şehrini merkez itti-
oğlu II. Gıyaseddin hükümdar oldu. Lâkin Moğol Hakanı Mengii 'nün
haz eyledi. Amcası İsrail'in oğlu Kııtulmuş'u Kafkasya ve Şarkî Anadolu
Anadolu Nazın Baycıı Nıtyin Selçuk hükümetinin her türlü işine karış-
taraflarına akın etmeye gönderdi. Kııtulmuş, Tuğrul Bey'in saltanatı
maktan geri kalmıyordu. Gıyaseddin, bu müdahaleden duyduğu teessür-
sonlarında erginlik kazanmaya çalışmış ise de, Tuğrul'un halefi Alp
le saltanatı şehzadelerine bırakarak inzivaya çekildi.
Arşları 'la ettiği muharebede bozguna uğradı. Kaçarken atından düşmek
suretiyle öldü. Oğlu Süleyman esir tutuldu. Vezir Nezam-ill Mülk'ün Üç şehzade, ortaklıkla devleti idare etmeye başladılar. Ekser Türk ve
şefaatiyle idamdan af olunup Bilecik ile Uıfa beynindeki arazi ikametine Acem tarihçileri, II. İzzeddin Keykâvus tan bahsettikleri halde, kardeş-
sürgüne gönderildi. Alp Arslan 'ııı ölümünde yerine geçen Melik Şah, leri IV. Rükniiddin Kılıç Arslaıı ve II. Alâeddin Keykubad'ı zikretmezler.
Süleyman'ı Kızılırmak ile Karadeniz boğazı arasındaki memleketleri Halbuki üç kardeş ııamı/ıa basılmış müşterek sikkeler İstanbul
fethe memur kıldı. Süleyman zaferler kazandı ve İznik şehrini kendisine müzesinde saklıdır. Keza Yeşilırınak köprüsünün ortasında bulunan bir
merkez edindi. Ancak Saltanatı uzun sürmedi. 479'da Halep tarafların- kitabe de müşterek hükümetin delilidir. Üç kardeş arasında çekişme ve
da savaştığı esnada maktul düştii. bozuşma hiç eksik olmamıştır. Reyleri bir noktada birleşemiyor, son söz
Bâycıı'ya kalıyordu. Sonu uda II. Alâeddiıı Keykubad kendi rızası ile kesildiler. Zulümlerin çokluğu, tahsilatın şiddeti halkı usandırdı. Her
saltanatı kardeşlerine bıraktı. Bir nıiiddet sonra Mengii'nün Anadolu taraftan II. Mesud'un tekrar saltanata getirilmesi istirham ediliyordu.
vekili Şantuk Nuyin'in ölütnii ile ilgilendirilerek Mugan'a çağırıldı. Mahnuıd Gazan, şark tarafını II. Mesud'a, Konya cihetini de
Erzincan'a vardığı zaman birdenbire oluverdi. 658'de Hiilâgû Han. Eerümiirz'un oğlu III. Alâeddiıı Keykubad'a verdi. Fakat Tatar mezalimi
kalan iki kardeşin didişmesini bertaraf etmek için, Konya tarafını İzzed- bir türlü sükûn bulmadı.
din Keykâvııs'a. Amasya cihetini de Rükııeddin Kılıç Arslan'a tahsis
Türk beylerinden Baltu Bay, Tatarların nüfuzuna nihayet vermek için
eyledi. 660"ta Mısır hükümetiyle müttefik olduğu bahane edilerek İzzed-
iki hükümeti birleştirmek, Alâeddiıı 'iti küçüklüğüne binaen oıııı bertaraf
clin Keykâvus azloluııdu. Bütün Anadolu Rükniiddin'e kaldı. Mazul
ederek II. Mesud'a taın bir istiklâl kazandırmak eıneliyle ortaya atıldı.
Sultan, perişan bir surette memleketinden çıkıp üç oğlu ve bazı tâbi-
II. Mesıtdiı yanına alarak Konya'ya doğru yürüdü. Mahnuıd Gazan,
leriyle birlikte Kırım'a gitti. Rükııüddin Hiilâgû'nün halefi Abakcı
şöhretli komutanlarından Kııtluğ Şah'ı büyük bir ordu ile Anadolu'ya
Han' ın husumetine uğrayarak idam olundu. Yerine oğlu III. Gıyasedclin
yolladı. Baltu Bay bozuldu ve Sultan Mesud esir diiştii.
Keyhiisrev geçti.
Bundan sonra, Kııtluğ Şah Baltııbay'ayardımda bulunduğu anlaşılan
Kının Ham Möngke Timur 'un yctnuıda misafir bulunan II. Izzeddin
Mısır hükümeti üzerine yüriidü. Orada dehşetli bir bozguna uğradı.
Keykâvus bu esnada vefat etti. Moğol hükümdarı Berke Han'ın kızı olan
Türk beyleri, Konya'da oturan III. Alâeddiıı Keykubad'ııı bütiiıı
zevcesi üı bay Hatun, şehzadeleri II. Mesıtd, Kılıç Arşları ve Feramürz ile
Anadolu'da istiklalini ilan ettiler. Mahmut Gazan bizzat Anadolu'ya
beraber Amasya'ya geldi. Burada iki şehzadesini bırakıp Mesıtd ile
geldi. Alâeddiıı İsfahan'a getirilip idam edildi. Müteakiben oğlu
Tebriz'e gitti ve Abakcı Han'a kavuştu. Bu .buluşma, Gıyaseddin
Gıyaseddin de boğduruldu. Sultan Alâeddiıı'in öldürülmesi biitiin
Keylıüsrev'in atılmasını ve II. Mesud'un atanmasını sağladı.
Türklerin üzüntüsünü ve ııçbeyleriniıı istiklalini mucip oldu. Tire'de
Argıtıı Han'ın zamanında II. Mesud da azlolondu ve yerine IV. Aydın, Manisa'da Sarühan, Muğla'da Menteşe, Silifke'de Karaman,
Gıyaseddin Keyhiisrev tayin edildi. Tatarların müdahaleleri herkesin Kütahya'da Germiyan, İsparta'da İla mit, Antalya'da Teke,
sabır ve tahammülünü çoktan aşmıştı. Gıyaseddin, umumun bu Kastamonu'da İsfendiyar, Maraş'ta Dıtlkadir, Adana'da
nefretinden istifade ederek, epeyce bir nüfuz ve istiklâl kazandı. Argını Ramazanoğıılları bağımsızlıklarım ilân eyledikleri gibi, Söğüt
Han telaşa düştü. Kuvveti azaltmak için Amasya taraftın ıııazul ikinci Kasabasında da Osman Gazi kendi ııamına İstiklal hutbesi okuttu.
sultan Mesud'a verdi. Aradan çok zaman geçmedi. Gıyaseddin öldü.
Tam o sırada Mısır hükümdarı Melik Nasır, Gazan Han'ın
Anadolu yine kamilen Mes'ud'a kcıldı. Lakin memleket iyi idare olıtııa-
himayesinde bulunan Şam'ı zaptetti Gazan Han, Mısır ile savaşmak
ınadı. Devlet erkânının kötü işleri ve Hıristiyanların tahakkümleri
iizere ikinci defa Anadolu'ya geldi. Halep'e kadar gitti. Lakin art sız
ahaliyi bizar bıraktı.
arasız yağcın yağmurlar sebebiyle her taraf çamur olduğundan geri dön-
Sultan Mahnuıd Gazan, birbiri ardınca yapılan şikâyetlerden cesaret meye mecbur kaldı. Anadolu'da iken Tiirk umumi efkârının Sultan
alarak, Selçuk saltanatını büsbütün ortadan kaldırdı. Anadolu'yu dört Mesud'a taraftar olduğunu anladı. Mısır hükümetine mutlaka galip
kısma ayırdı ve her parçaya bir emir tayin etti. II. Mesıtd Harşene kale- gelmek arzusunu beslediği için Anadolu'nun gönlünü kazanmaktaki
sine gönderildi. Emirler meydanı boş buldular ve birer hükümdar siyasi menfaati göz önünde tutarak mahpus II. Mes'ud'a Selçuk
saltanatım tevcih eyledi. Bununla beraber nüfuz ve hâkimiyet yine demesini teşkil eden o ayrıntılı biyografi "Keşf-el Zımun"den alın-
Tatarların elinde idi. 702 yılında Gazan Han Mısır Hükümetine mağlûp mıştır. "Keşf-el Zunıuı"un hatası zahirdir. Bu eserin 1. cildinde
oldu. Teessüründen hastalandı. Ölümü üzerine yerine Muhanımed İsmail, İkinci cildinin 357, 429, 508, 629. sayfalarında hep İsrail
Hudâbende geçti. Felçli bir halde Amasya'da ikamet eden ikinci Mesııd denilmiştir. Esasen bu isim Selçuk tarihine yabancı değildir.
da dünyadan göçtü. Selçuk'un oğullarından birinin adı da İsrail'dir.
Muhanımed Hudâbende Han, Mısır'a karşı altmış bin Tatar askeriyle Bu yazdıklarımızdan anlaşıldığı üzere, Bedreddin baba
Kazancik Nuyin 'i gönderdi. Tatarlar Sis şehrine gelince, Karanıanoğlu cihetinden İsrail, Abdülâziz, Feramürz vasıtaları iie Selçuk Sultanı
Bedreddin Mahmud, Antalya emîri Seyfeddin Mahmud gibi değerli ve ikinci İzzeddin Keykâvus'a ve Feramiirz'ün zçvcesi Orbay
pişkin ümeranın birleşik hücumuna uğrayarak perişan oldular. Türk Hatun'un babası Asya hükümdarı Berke 1 lan'a bitişir.
beyleri Sultan Mesııd'ıııı şehzadesi Taceddin Altınbaş'ı Gazi Çelebi
Bedreddin'in dedesi Abdülâziz, kardeşi III. Alâeddin
unvanıyla Amasya'da Selçuk tahtına oturttular. Hudâbende. Anadolu
Keykubad'm vezirliğinde de bulunmuştur. Bazı tarih yazarlarının
ahi valinin sükıiıı bulması içiıı. Şehzadenin saltanatını kabul eyledi.
Bedreddin'in ecdadını Selçuk vezirlerinden göstermeleri bundan
Gazi Çelebi Tatar mümessili İşbtıga Nııyin iıı kontrolü altında hüküm
ileri gelmiştir. Gerçi Namık Kemal Bey "Osmanlı Tarihi" ndc bunu
sürdü. Hudâbende İlan vefat edince, halefi tarafından Havza'claki
yalanlamak için Konya Selçuklularının hiçbir zaman Şehzadelerini
çiftliğine gönderildi. Selçuk devletinin de nam ve şanı tarihlere miras
vezaret hizmetinde kullanmadıklarım iddia ediyorsa da doğru
kaldı.
değildir. Hicrî 9. yüzyılda yaşayan tarihçilerden Âdil oğlu Oruç
"Şakayık-ı Nuınaniyye" ile "Varidat"m "Mukaddeme"sinde ve Bey'in yazdığı "Tarilı-i Al-i Osman"ın 8. sayfasında Osman Gazi'nin
"Lûgat-i Tarihiye ve Coğrafiye"nin 2. cildinde Bedreddin'in Selçuklu civardaki t e k f u r l a r a karşı yardım dilemek üzere Alâeddin
Sultanı Alâeddin'in öz yeğeni olduğu yazılıdır. Ancak yukarıda Keykubad'm yanına gönderdiği kardeşi oğlu Ak Timur'un oradan
bildirildiği veçhile, Selçuk tarihinde üç Alâeddin vardır. getirdiği harp mühimmatı ile Karahisar'ın fethedilmesinden çok
Bedreddin'le ilgili olan hangisidir? Rahmetli Hayrullah Efendi bu memnun kalan Sultan Alâeddin'in Abdülâziz namındaki Veziri ile
şüphemizi gidermektedir; tarihinin altıncı cildinde, zikredilen O s m a n Gazi'ye istiklâlini bildiren bir buyrultu ve Mısır
Alâeddin'in Feramürz'un oğlu olduğunu beyan ediyor. Feramürz Hükümdarından gelmiş Hazret i Peygamberin ak sancağı ile tuğ ve
ile diğer kardeşi Kılıç Arslan'a Saltanat tacı nasip olmamıştır. alem ve kıymetli diğer bazı hediyeler gönderdiği ve Osman
Şimdi Bedreddin'in babası ile Feramürz'iin oğlu ve III. Sultan Gazi'nin gönder üzerindeki hilali çıkartıp büyük bir saygı ile otağı
Alâeddin'in kardeşi olan dedesini öğrenmek ciheti kalıyor. Yine üstüne koydurduğu tasrilı edilmiştir. Selçuk Sultanının bu
Hayrullah Efendi Tarihiyle "Varidat"m "Mukaddeme"ünde babası hediyeleri öz kardeşiyle yollaması yüksek bir cemile ve iltifat
İsrail ve büyük babası Abdülâziz olarak tespit edilmiştir. mahiyetindedir. Osman Gazi'nin buna mukabil Abdülâziz'e gayet
Bedreddin'in kendi eserlerinden "Câmi-ül Fusûleyn"de ise samimi bir hüsnü kabul göstermiş olması lâzım gelir. Âbdülâziz'in
babasının ismini İsmail buluyoruz. Brockclman'ın yazdığı A r a p ve bazı hısımlarının bilâhare Osmanlılara geçmesi mutlaka bu ilk
edebiyat tarihinde de o yoldadır. "Câmi-iil Fusûleyn"in mukad- tanışmanın tesiriyledir.
Bedreddin'in babası İsrail'in âlini ve fazıl bir zat olduğu tahmin Dimetoka'yı zaptettiler. Gazi İsrail, 300 kişilik bir kuvvet ile diğer
edilmektedir. "Tabakat-i Seniye" yazarı Takiyüddin E f e n d i , bir şehre hücum etti. Bu kalenin tekfuru ve çoluk çocuğu kaçarken
gençliğinde öğrenime pek hevesli bulunduğunu ve o maksatla yakalandı. İsrail, ganimetlerin hepsini gazilere dağıttı. Yalnız Kale
Türkistan'a kadar giderek oranın âlimlerinden, bilhassa beyinin güzel kızını kendine alıkoydu ve buna Melek diye ad verdi.
Semerkand'ın baş hocası Abdülmelik'tcn ders aldığını İbni Kızın akrabasından yüz kişi İslam dinine girdi. Birkaç gün geçince,
Arabşah'tan naklen söylüyor. İsrail arkadaşlarını ve yeni eşini alıp Burgaz'a gitti."
Yazdığı "Menakıbnânıe"de: İşte Bedreddin'in anası bu "Melek"tir. Yüksek zekâlar için
Lombrozo'nun aradığı ırk ve iklim kaynaşması burada güzel bir
"Bu menakip içre ne kim söyledim
örnek göstermiştir.
Şeyhten işitileni nakleyledinı
Niceler şeyhe menakip yazdılar Bu izahlardan sonra, Bedreddin'in kütüğünü emniyet ve gerçek-
Yazdılar amma, havada gezdiler." likle tertip edebiliriz:
iddiasında bulunan Bedreddin'in torunu Hafız Halil, Şeyh'in
babasının Katlı İsrail ve dedesinin Abdülâziz olduğunu, Sultan İzzettin Keykâvus DL
Abdülâziz'in Selçuk neslinden geldiğini, Konya'da doğduğunu.
Sultan Alâeddin'e vezirlik ettiğini, amcası II. Gıyaseddin Mesud un
tekrar padişah olması üzerine Selçukîlerin yanından ayrıldığını Sultan Gıyaseddin Mes'ud Feramürz Kilit; A r s l a n
bildirdikten sonra, şu tamamlayıcı bilgileri veriyor:
I
"Abdülâziz, savaştan çok hoşlanırdı. Hangi muharebeye girse, Taceddin Altunbaş
mutlaka düşmanı yenerdi. Abdülmümin ve Fazıl Bey adındaki iki
kardeşi ve başına ak sarık sardığı için Tülbendi İlyas dedikleri
kızkardeşinin oğlu ve hemşiresinin kızından gelen Hacı İlbeyi ve
Gazi Ege ve bunların babası Haşini ve kendi oğlu İsrail olmak S u l t a n A l â e d d i n Keykubat Abdüla/.iz Ahdülıııümin

üzere yedi arkadaşı ile beraber Süleyman Paşa'nın maiyetinde I I I


Rumeli'ye geçti. Az zaman içinde çok yerler alındı. Fakat Süleyman
Gıyaseddin İsrail Müeyyed
Paşa atından düşerek öldü ve Bolayır'a gömüldü. M u r a d
I
Hüdavendigâr Malkara'da bunlarla buluştu. Hacı İlbeyi Burgaz'ı,
Bedreddin Mahmud
Abdülâziz ile Abdülmümin Dimetoka taraflarını almaya memur
edildi. Gaziler Kayası denilen yerde Abdülâziz pusuya düştü ve
şehit edildi. 100 yıldan fazla yaşamış bulunuyordu. Bu felaketi
haber alan Hacı İlbeyi Abdülmümin ile İsrail'e yetişti. Beraberce
Doğumu

B edrettin'in doğduğu yeri öğrenmek için, umumiyetle yanlış


bir surette ismine katılan "Sinıavi" kelimesini bilmek kafi
görünüyor. Acaba doğru bir şey midir?
Yakın zamanlara kadar Türkiye dahilinde Simav adında iki kaza
merkezi bulunmaktaydı. Ancak Bağdad vilâyetine tâbi olan Simave
kazasının o tarihte Türklerin elinde bulunmadığı için bahse mevzu
olamayacağı aşikârdır. Şu halde Kütahya vilâyetinde, Keşiş dağının
Güney batısındaki Simav kasabasını Bedreddin'in doğum yeri
olarak tanımamız lâzım geliyor. Bunu "Hanınıer'iıı Tarihi" ile
Bursalı Tahir Bey'in "Osmanlı Müellifleri" adındaki eseri berkitmek-
tedir. Bu kasaba şimdi kaza merkezidir. Yalnız şehrin altı ve bütün
kazanın otuz iki bin nüfusu vardır. Ahmed Mithat Efendi'nin
"Mufassal" adındaki tarihinde eskiden gayet büyük bir vilâyet
merkezi olduğu beyan ediliyor. I. Sultan Murad (ö: 791 H.)
zamanında Osmanlı idaresine geçmiştir. "Li'ıgal-i Tarihiye ve
Coğrafiye"nin Orhan Gazi (ö: 761 H.) devrinde fetholunduğunu tur. Edirne'nin yakınında Hezar'da Simavna derler bir hisarcık
yazması hata eseridir. Simav, o sırada Germiyanoğullarına ait idi. mevcut olup o n d a doğmuştur. Babası ol kalenin fethinde
Murad Hudavendigâr'ın cülûsunda Karamanlılar Müslüman askerinin beyi idi. Sonra kadı olmuştur." Hakikaten
Germiyanoğulları ile birleşip saldırıya başlamışlardı. Sultan Bedreddin'in şöhreti İbni Kadı-ı Simavna'dır. Kütahya'daki'Simav
Murad, Karamanlıları cezalandırdı. Germiyan hâkimi Ali Bey'le hiçbir zaman Simavna suretinde söylenmemiştir. Edirne'deki
mesele tatlıya bağlandı. Kızkardeşi Devlet H a t u n şehzade kalenin ismi ise Simaven olarak söylenmektedir. Hayrullâh Efendi
Bayezıd'a verildi. Eğrigöz, Tavşanlı, Simav ve Kütahya gelinin Tarihinin 6. cildinde o tarzda yazılıdır. "Varidat"ın kapağında da
cehizi oldu. O suretle Simav Osmanoğullarına hediye şeklinde "Bedreddin el-Simavenî" denilmiştir. Birçok has isimlerde yapıldığı
geldi. Bedreddin'in, babasının oradaki kadılığı esnasında doğ- gibi sonradan nihayetine bir hayı resmiye ilâvesi ile Arapça şekline
duğunu Taşköprülüzadc ile I loca Sadcddin Efendi söylüyor. Bu konulmuş olması mümkündür. Simaven, halihazırda bir harabeden
hesapça doğumunun 783 tarihinden sonra olması icap eder. ibarettir. Üzerinde istihkâmlar yapılmıştır. Yanı başında bulunan
Hezar köyü halen mevcut ve ivdir ne'ye sekiz saat uzaktadır. İbni
Bu iddiayı doğru diye kabul ettiğimiz takdirde, zorluklar içinde Arabşah ve Takiyyüddin Efendi de Bedreddin'in doğum yerini
kalırız. İlkin, doğum tarihi 783 olunca, yaşaması müddeti 40 sene Edirne'deki Simaven göstermişlerdir. "Meham-iil Filkaha" sahibi
olmuş olur. Eserleri ve yaptıkları öyle kısa bir ömre inanmaya Edirneli Kâmî Efendi de Simaven'in Edirne kırında olduğunu
mânidir. İkincisi, Bedreddin'in Seyyid Şerif ile ders arkadaşı doğruluyor.
olduğunu diğer bölümde göreceğiz. Seyyid Şerif 739'da doğmuştur.
Bedreddin 783'te doğmuş olursa, Seyyid Şerif kendisinden 44 yaş Bedreddin'in torunu Halil'in "Menakıl)iıâme"sin(ic şu satırlara
büyük olur. Bu sebeple ikisinin ders ortağı olması güçleşir. Üçleyin, tesadüf ediyoruz: "Kadı İsrail'in durduğu kalenin adı Simavna idi.
Bedreddin'in 801'de Mısır şehzadesi Ferec'e öğretmen olduğunu Bu köyün kilisesini kendisine ev yapmıştı. I ler gün zırh ve silahıyla
çıkıp akşama kadar bizzat çift sürerdi. Bedreddin Mahmud 760
ileride mütalaa edeceğiz. Yukarıdaki d o ğ u m tarihine göre,
yılında burada doğmuştur. O zaman daha Edirne alınmamıştı. Kadı
Bedreddin o zaman henüz 18 yaşına girmiş bulunuyor. Bir kere
İsrail'in Bedreddin'den başka birkaç oğlu daha dünyaya geldi.
düşünülsün: Mısır'da birçok âlim ve fazıllar d u r u p dururken bir
Bunların içinde âlim olanları ve olmayanları da vardı."
çocuğun şehzadeye öğretmen olması mümkün müdür? Dörtleyin,
bazı muteber eserlerde Simav'ın Bedreddin'in pederi tarafından Bu söylentilerden açıkça anlaşılan şudur ki, Simaven kalesi Gazi
fetholunduğu yazılıdır/" Halbuki mezkûr kazanın Türkiye'ye barış İsrail tarafından zaptedilmiş, Osmanlı hükümeti kendisini buranın
yolu ile geçmiş olduğunda bütün tarihçiler birleşiktir. Bu karşıtlık âmil ve kadısı olarak tanımış, orasını bir malikâne şeklinde idare
da ayrıca bir önemi haizdir. eylemesini münasip görmüş ve Edirne'nin fethi için bir mukad-
deme hazırlamıştır. "Şakayık / Numaııiyye" ile "Lı'ıgat-i Tarihiye ve
Bütün bunlar, Simav hakkında bizi şüpheye düşürmekten geri
Coğrafiye" Bedreddin'e "Simavna Kadısı" diyorlar. Bu hata İbni
kalmadı. Tetkik neticesinde aradığımız Simav'ı Kütahya'da değil,
Kadı-ı Simavna unvanından mütevellittir. Bedreddin'in doğum yeri
başka yerde bulduk. "Varidat"ın "Mukaddeme"sinde şu cümleler
burasıdır. Doğum tarihinin de, Halil'in dediği gibi, 760 olduğunu
vardır: "Şeyh Bedreddin, (İbni Kadı-ı Simavna) denmekle maruf-
ŞEYH BEDREDDİN ŞEYH BEDREDDİN

kabul edersek katiyen yanılmayız.


Bedreddin'e gelinceye kadar aynı ismi taşıyan zevat çoktur.
Meselâ, Amasya hükümdarı Şahınşah'ın atabeyi ve amcası oğlu
B e d r e d d i n Şahınşah, meşhur k o m u t a n l a r ı n d a n Bedreddin r
Aydoğdu, 612'de Simrc (Amasya) Valisi olan Bedreddin Ebu
Bekir, 7. asır âlimlerinden Bedreddin Mahmud bin Ali, Karaman
devletinin kurucusu Bedreddin Mahmud Bey, Kedeğre emîri
Bedreddin Mahmud Çelebi, Karaman Hâkimi II. Bedreddin. Şey-
hin dünyaya gelişinde Bedreddin Mahmud adı ile adlandırılması bu
adın o zamanlarda pek makbul tutulduğundan olsa gerektir.
Öğrenimi
Tanıklar:
l . M e v z u a t - ı U l u m , 'Iuşkörülü/.utlc, c. I. s. 748; Tac-iit Tcvarih, Hoca
S a a d e d d i n , c: 2, s. 422.

S imaven'in fethinden üç seııc soıııa İ d i m e de zaptolundu.

Edirne şehri en eski kentlerden biıiılıı Miladın ikinci yüz


yılında R o m a İmparatoru Adriyeıı (aralından iıııar edildiği için adı
Adriyanopoli kalmıştır. İstanbul'a ve kıızey ülkelerine karşı gayet
kıymetli bir hareket noktası olduğundan I Mıırad zabtını çok arzu
ederdi. Başkomutan Lala Şahin l'aşa'yı fethe memur ederek ken-
disi de büyük bir ordu ile Babaeski'ye doğru yürüdü. Edirne
Tekfuru hisar içinde bekleyecek yeıde, Türkleri açıkta karşılamak
hatasında bulundu. Sazlıdere'de mağlûp oldu. Bizimkiler kaleye
dayandılar, fakat içeriye giremediler. O esnada padişah yetişti.
Kuşatılanlar, yeni kuvvetlerin geldiğini görünce ister istemez teslim
oldular. Murad Hüdavendigâr, şehir muhafızlığını Lala Şahin
Paşa'ya vererek, suyunu ve havasını pek sevdiği Dimetoka'ya
döndü. Aradan dört yıl geçince, Edirne başşehir ittihaz edildi. Ve o
vaziyeti İstanbul'un fethine kadar devam etti. Edirne'nin fethi Âşık
Paşazade'ye göre 761'de, Ali'nin rivayetine nazaran 762'de, ekser Efendi namıyla şöhret bulmuştu. Hafidi Musa Çelebi, "Kadı zade-
Müverrihlerce 763 tarihinde müyesser olmuştur. İsrail, bu savaşlar- i Rumî" denilen meşhur bilgindir. Bedreddin fırsatı kaçırmadı.
da pek ziyade yararlık gösterdi. Ve Edirne'nin fethi üzerine Mahmud Efendi'den kelâm dersi aldı. Bu dersler altı ay kadar
Simaven'den ayrılarak buraya yerleşti. (1) sürdü. Yaz gelince, M a h m u d Efendi ile torunu Bursa'ya dynecek
B e d r e d d i n ' i n öğrenimi E d i r n e ' d e başlar. K u r a n ı Kerim'i oldular. Bedreddin, bunları uğurlamaya çıktı. Onlarla bir gece
babasından, ilimlerin ilk unsurlarını Mevlânâ Şahidî'den öğren- yolda yattı. Maksadı birlikte Bursa'ya geçmekti. Fakat Koca
miştir.® "Kiinh-ül Alıbar" yazarı Âli Efendi, Mevlânâ Şahidî'yi Efendi, "Şimdi sefer vardır. Bir zaman için yine Molla Yusuf tan
Bedreddin'in hem hocası, hem de ceddi olarak gösteriyor. Şeyh'in oku. Savaş bitince, Müeyyed ile beraber kaplıca medresesine gelir,
bütün soyu malumdur. Ve içlerinde o isimde kimse yoktur. Franz ders okursunuz." diyerek, kendisini E d i r n e ' y e d ö n d ü r d ü .
Babinger Şahidî'yi Aceııı diye yazar. Bazılarının Mevlevi ari- Bedreddin Edirne'de bir türlü oturamadı. Ve bir müddet sonra
flerinden Şahidi İbrahim Dedc'yi öne sürmeleri ise büsbütün Bursa'yı boyladı. Bir yıl kadar Müeyyed ve Kadızade ile birlikte
hatadır. İbrahim Dede'ııin öliimii 925'teıı sonradır. Onun vefatı ile Mahmud Efendi'den ders aldı. Koca Efendi, kendisinde bunlara
Bedreddin'in ölümü arasında 100 senelik bir zaman mesafesi verilecek bal kalmadığını anlayınca, Konya'ya gidip Feyzullah'tan
vardır. Binaenaleyh Bedrettin'in sağlığı zamanında dünyaya bile mantık okumalarını tavsiye etti.(6)
gelmemişti. Hasılı sözü geçen Şahidi'nin hayatı bizce meçhuldür. Üç genç yola düştüler. Bunların en yaşlısı Müeyyed, ortancaları
İkinci hocası Mevlânâ Yusuf'tur. O n d a n gramer ve sözdizimi dersi Kadızade, küçükleri Bedrcddin'di. Konya'da Feyzullah'ın
aldı. (3) "Varidat"ın " M u k a d d e m e " s i n d e n bu zatın Fenarizade medresesine vardılar. (7)
olduğunu anlıyoruz. Mumaileyh, henüz 17 yaşındayken Bursa'da
Feyzullah, meşhur Fazlullalı i Naimî'nin talebelerindendir.
Sultan Medresesinde müderristi. Birçok ihtiyarlar derslerine
Fazlullah Naimî ise harflerin esrarından bahseden "Cavidaıı-i
devam ederdi.1(4) 846'da vefat etmiştir.
Kebir" adındaki tanınmış eserin sahibidir. 7972de Miranşah'ın emri
Bedreddin, 20 yaşına girince, gördüğü dersleri yeterli bulma- ile idam olunup Esterâbâd şehrinde gömülmüştür. M a h m u d
maya ve tahsilini ilerletmek çarelerini aramaya başladı. Amcası Sencanî ve Seyyid Nesimî en ünlü halifeleridir. Mahmud Sencanî,
Abdülmünin ile oğlu Müeyyed haçtan döndükleri vakit, kendisine hocasının sözünü dinlemeyerek, nokta ilmini ortaya koyduğu için
Şam ve Mısır âlimlerinden uzun uzadıya bahsetmişlerdi. O günler- reddolunmuş ve ismi herkesin ağzında Mahmud Merdud kalmıştır.
den beri bir türlü kabına sığamıyor, Edirne'den daha bilgili yerlere "Cavidaıı-i Sağîr" isminde bir kitabı mevcuttur. Seyyid Imadüddin
gitmeyi tasarlıyordu. Bilhassa Arapçayı hakkıyla ö ğ r e n m e k Nesimî (ö: 820 H.) İbni Mansıır el- Hallaç (ö: 306 H.) ile aynı
arzusunda idi. Daima arkadaşlarına dil bilmenin bilimin yarısını meşrebdeydi ve aynı acıklı âkibete uğramıştır. Hayat betisi
elde etmek demek olduğunu söylerdi.® "Menakıb-ııl Vasılın" vc "Tezkere-i Lâtif!"de yazılıdır. Eski Türk
büyüklerinden birçokları, ezcümle Fuzulî, Bağdadlı Ruhî, Refiî,
O sırada Murad Hüdavendigâr Bursa'dan Edirne'ye geldi.
Mukimi, Temennaî, Mağribî, "Aşkııâıne" yazarı Ferişteoğlu
Yanında Bursa kadısı Mahmud ve torunu Musa vardı. Mahmud
HurutTdirler. Feyzullah, harf ilminden başka, mantık ve astronomi
efendi, zamanının en kuvvetli âlimiydi. İhtiyarlığına binaen, Koca
de okuturdu. Bedreddin, hu dersleri dikkatle takip etti.(8) Bedreddin, Kadızade'den ayrıldıktan sonra, Müeyyed ile birlikte
Şam'a geldi. Fikri Mısır'a gitmek, oradaki âlimlerden okumak idi.
Şu münasebetle "Mir'at-ıil Mekcısid fi Def il Mefâsid" in 134. say-
Mısır'da bazı Türk münevverlerinin dc bulunduğunu biliyor, onlara
fasında Hurufîlerin arasına Bedreddin de karıştırılmıştır. Halbuki o
katılmak istiyordu. Şam'da o sırada laun vardı. O sebeple b i r a d a n
Hurufîliğin harf ve rakam hesaplarıyla değil, asıl felsefesiyle
vazgeçerek, Kudüs tarafına döndüler. Yolda haramilere rastladılar.
uğraşmıştır. Eserlerinde Hurufîliğe delalet edecek bir şey bulun-
Bunların elebaşısı Halep civarında Hedrcddin'e yoldaşlık etmişti.
muyor.
Kendisini görünce, derhal atından inip Bedreddin ile kucaklaştı ve
Bedreddin, Konya'da dört ay kaldı. (9) Buradaki eğleşmesi ihtimal altına at çekti. Öylece Kudüs'e varıldı. İki amcaoğlu Mesçidi Aksa
ki daha çok devam edecekti. Fakat Feyzullah"ın ölümü üç gencin da mekân tuttu. Bedreddin, ders okıılan âlimlerin derslerini birer
Konya'dan ayrılmasına sebep oldu. birer dinledi. İçlerinden yalnız Askalâni'yi beğendi. İbni Hacer-ul
Kadızade, Belh'e gitti. Timurleıık'in oğlu Şahruh (ö: 850 H.) Askalânî, hadîs ilminde, Şafiî fıkıhııula çok şöhret kazanmış bir zat-
kendisini Semerkant'a davet etti. Ve oğlu Ulıığ Bey'e öğretmen tır. 150 eser yazmıştır. 773'te Mısır'da doğmuş, 852'de yine orada
yaptı. Kadızade, Feyzullah'tan aldığı astronomi hevesini öğrenci- ölmüştür. Bedreddin, bundan "Salıilıeyıı"i okudu. Altı ay geçtikten
sine de aşıladı. Uluğ Bey 814'te babasının yerine geçti. İlk işi sonra iki arkadaşta para kalmadı Sefalete düştüler. Ali Keşmirî
Semerkant'ta muntazam ve mükemmel bir rasathane kurmak ve adında çok zengin ve nüfuzlu biı bey bunların halini ve
bir Zeyç tertibine (takvim düzenlemek) teşebbüs etmek oldu. Bu Selçukoğullarından olduklarını lıabeı alınca yardımlarına koştu.
işe Kadı iade memur edildi. Zeyçin tertibine de başlandı. Fakat Kendilerine her gün ziyafetler verdi Bu şölenlerde Arap âlimleri
ikmal olunmadan ölüm rüzgârı Kadızade'yi sonsuzluğa getirdi. ile Bedreddin arasında tartışmalaı geçer, hepsi onun bilgisine ve
Uluğ Bey'e nispet edilen ve Kadızade'nin talebelerinden Ali Kuşçu yüksek zekâsına hayran kalırdı. Alı Keşmirî daha ziyade rahat ede-
Bey tarafından ikmal olunan bu Zeyç 1665 tarihinde İngiltere'nin bilmesi için Bedreddin'e müstakil ve döşeli bir ev de tahsis etti. Bu
Oksford şehrinde basılmış ve birçok Avrupa diline tercüme değer bilen zat, soyadından da anlaşıldığı üzere, mutlaka Türk bey-
edilmiştir. Uluğ Bey (ö: 835 H.) eski astronomların sonuncusu lerinden biridir. Bedreddin, nihayet onu da Mısır gezisine sürükle-
sayılmaktadır. Ondan kısa bir süre sonra, Nicolas Copernic di.^
Dünya'nın hareketini buldu ve astronomi yeni bir şekle girdi.
Mısır'da Ali Keşmirî'nin oradaki konağına indiler. Ertesi gün
Kadızade'nin "Şarlı-ı Çağınim", "Risale-i Kavs Kıızalı", Şarlı-ı Tesis-
Cuma idi. Camiye gittiklerinde, Bedreddin'in salâh ve kemalini işit-
iil Eşkâl", "Senıt-i Kıble" adındaki eserleri meşhurdur. Herblot'un
miş olanlarla Anadolu ve Rumeli'den gelmiş bulunanlar onun
"Şark Kütüphanesi" adındaki kitabında Kadızade'nin adı
e t r a f ı n d a toplandı. G ö r ü ş ü p biliştiler. N a m a z d a n sonra, Ali
Salâhaddin diye gösterilmiş ve garblılar arasında bu adla tanın-
Keşmirî bütün hocaları evine davet etti. İstiyordu ki, onları
mıştır. "Histoir general de arabes"in yazarı Seddillo da Kadızade'ye
Bedreddin'le tanıştırsın. Hepsini akşam yemeğine alıkoydu.
Hasan Çelebi diyor. Daha garibi şu ki, Montucla, "Riyaziyat
Bunların içinde Mısırın en büyük öğretmeni Mübarek Şah ve
Tarihi"ndc Rumî lâkabını Romalı'ya çevirmiştir.
öğrencilerinden Seyid Şerif tic bulunuyordu. Sabaha kadar tatlı
tatlı aytışmalarla vakit geçirdiler. Mübarek Şah, Bedreddin'i çok Bedreddin'i de yanına aldı. Akabe körfezinin ağzındaki Taran
beğendi. Hattâ Seyyid Ş e r i f e ona benzemesini söyledi. Bu ilk tanış- Adası önlerinde fırtınaya tutuldular. Bindikleri gemi battı.
ma, Bedreddin'i Mübarek Şah ve Seyyid Şerif ile kaynaştırdı/ 11 ' Zorlukla karaya çıktılar. Bu ıssız adada aç ve çıplak kaldılar. Birkaç
gün sonra, oradan geçen bir gemi kazaya uğrayanları alıp Ciddç'ye
Seyyid Şerif, Esterâbâd eline bağlı Cürcan kasabasındandır. O da
eriştirdi. Buradan M e k k e ' y e gittiler. "Meııakıbııâıııe"dc Şeyh
bilgisini çoğaltmak için Mısır'a gelmişti. Hammer, Bedreddin'in
Seyyid Ş e r i f t e n mantık dersi aldığını yazar. Murad Bey de şeyhi Zeylaî'nin evine indikleri ve Bedreddin'in bundan ders aldığı
Seyyid Ş e r i f i n seçkin talebelerinden addeder. Bunlar, yaptıkları yazılıdır. Diğer bazı kaynaklarımız da aynı iddiadadırlar. Bu
hatadan dolayı mazurdurlar. Çünkü Bedreddin'in 783'te doğ- rivayetin doğruluğu bizce şüphelidir. Çünkü m e ş h u r Fıkıhcı
duğunu sanıyorlardı. Bu cihet yukarıdaki bölümde düzeltildiğinden Zeylaî'nin ölümü 743 tarihindedir. Hac zamanı gelince, İbni
arkadaşlık hususunda şüphe ve t e r e d d ü d e mahal kalmıyor. Keşmirî de Mısır kafilesinin başkanı sıfatı ile Mekke'ye ulaştı. Ve
Aralarında 14 yaş kadar bir fark vardır. Seyyid Şerif, bilahare çok Bedreddin ile buluştu. Hacdan sonra hep birlikte Medine'ye geçtil-
yükselmiş, o kadar ki "8. yüzyılın Yeniletmeni" unvanını kazan- er. O günlerde Seyyid Ş e r i f t e n bir m e k t u p alındı. B u n d a
mıştır. Eserleri 50 sayısını geçiyor. 816'da Şiraz'da vefat etmiştir. Ekmelüddin'in " H i d a y e " okutacağı bildiriliyordu. Bedreddin
Medine'de bir ay kadar kaldı ve yine hocası ile beraber Mısır'a
O sırada Cclâleddin Hızır adında bir genç daha bunlara katıldı. döndü.
Aslen Konyalı olan bu zata Aydınlı Hacı Paşa da derler. Tahsilden
O zamanlarda Mısır'da tahsilin tamamlanması likmelüddin'in
sonra bir süre "Bimaristan-ı Mısır" denilen hastanenin başhekim-
derslerini bitirmekle şartlı idi. Seyyid Şeı il ve I lacı I'aşa Bedreddin,
liğinde bulundu. Hayatının sonlarına doğru Aydınoğlu Mehmet
Şeyh Ekmel ile tanıştırdılar. Bedreddin, Seyyid Şerif, Hacı Paşa
Bcy'in ısrarı ile çok sevdiği Birgi'ye geldi. Orada öğretme ve kitap
Sultan Şah, Abdiillâtif Hindî bir rahlenin oııünde birleştiler ve çok
yazma ile meşgul oldu. Vefatı 820 yılına tesadüf eder. Mantık ve
faydalandılar. Ekmeliiddin, Haneliye şeyhi ve asrının en büyük
tıpla ilgili "Teshil ve Şifa" adlı iki ve tefsir ve kelâma dair altı eseri
âlimi idi. Kendisiyle görüşen İbııi Haldun (732-801 H.) hakkında
kalmıştır.
derin bir hayranlık gösteriyor. I ler ilersin sonunda söyleşiler, tartış-
Konumuza dönünce, bu arkadaşların Mübarek Şah'ın mantık malar, münazaralar yapılıyor, galebe daima Bcdreddın'de kalıyor-
derslerine devam ettiklerini görüyoruz. (12) Seyyid Mübarek Şah, du. Bunların beşi de kitap yazmaya kudret kazanmışlar, her tarafa
tasavvufçu şairlerden ve mantık âlimlerindcndir. Mantıktaki ün salmışlardı. Bedreddin'in iktidar ve şöhreti diğerlerinkinden
özgününden ötürü Mübarek Şah-ı Mantıkî deniliyor. Seyyid
fazla idi. Bilgisini daha iyi bir şekilde kullanabiliyordu. <13) Son
Şerifin Mübarek Şah'tan Kadı Sıraceddin Urumevî'nin mantık ve
hocasının bu zat olduğuna ve bunun da 786'da vefat ettiğine
felsefeden bahis "Matali-al Eııvâr"ı üzerine Kutb-u Tahtanî'nin
bakılırsa, tahsilini o sıralarda tamamladığına hükmetmek lâzım
yazdığı şerhi okumuş olduğuna göre, Bedreddin'in de ayni eserden
gelir.
ders aldığına şüphe yoktur.
Bedreddin, bu tarihte tam 26 yaşında bulunuyordu. Hayatının bir
Günün birinde Mübarek Şah hacca gitmek arzusunu izhar etti. dakikasını bile boş geçirmemiş, dersinden faydalanması m ü m k ü n
görünen âlimlerin hiçbirisini ihmal etmemiş, usanç ve gevşeklik
getirmeksizin hepsinden feyz almaya çalışmıştı.

Tanıklar:
1. M e n a k ı b n â m e , Hafız Halil.
2. Tac-üt Tevarih, c. 2, s. 422.
3. agy.
4. Mufassal, c. 1, s. 593.
5. M e n a k ı b n â m e .
6- agy.
7. Künk-ül Ahbar, c. 4, s. 142.
8. Şakayık-ı Numaııiyye, Iiüjköprüliizade Şemseddin A h m e d , s. 77. Eğilimleri
9. Mevzııat-ı U l u m , c. 2, s. 422.
10. M e n a k ı b n â m e .
t i . Kaza.
12. Tac-üt Tevarih, c. 2, s. 422.
13. Menakıhnâme.

B edreddin, tahsilini bitirince, iki yol karşısında bulundu. Ya


Rusum âlimlerinin gidişini takip etmesi veya Sofiyye arifleri
arasına girmesi gerekiyordu. Birinci yöııscmede genlik ve ürün,
ikincisinde tehlike ve yoksunluk vardı. Bununla beraber Resmiyet
âlimlerini bir türlü sevemiyordıı. Çünkü İslamiyeti onların suiisti-
male uğrattığına inanmakta idi.
"Hazreti Muhammed'in (aleyhisselaın) dininde iki esas bulunuyor;
biri Kuranı Kerim, diğeri herkesin akıl ve kavrayışı. Kitap ile halk
arasında ruhani bir sınıfa yer verilmemiştir. Fakat tatbikatta böyle mi
oldu? İmamı Azam Ebu Ilaıııfe, "Beni taklit etmeyin. Kanıtlarımı alın.
Neye dayanarak söylediğimi bilmeyenler için sözümle fetva vermek caiz
olaınaz." eliyor. Sair imamlar da ayın şeyleri söylemişlerdir. Halbuki bir
kısım Fıkılıçılar Kadı Ebu Yusuf'un "Halkın hadîs ile amel etmesi caiz
değildir. Ona lâzım olan Fıkıhçılara ııynıasıdır." sözünü ilere sürerek.
İslam ümmetini sapınca düşürmüştür. Önceki âlimler, hadîsin zâkiriyle
amel olunabileceğine inanmışlardı. Lakin tdklitçi bocaların mezhebi Rumların da çok sayıda ve İslâm olarak camiaya karışmaları da tesir-
galebe etti. Bunlar siyaset aleti ve riyaset yardakçısı olduklarından, emir siz kalmadı. Bizans'ın çöküşü devrinde Keşişlik, İnzivacılık, Tcırik-i
ve sultanların yardımlarına nail oldular Ümmetin halini düzeltmek için dünyalık ilerlemişti. Her derede bir ayazma, her mezarda bir gaipten
uğraşanlar hep kahır ve azaba maruz kaldı. Nitekim Şeyhülislâm haber verici bulunurdu. Mucize izharı, gaipten haber vermek, hastalık-
Takiyyiiddin zindanlarda çürüdü. Her fırka bir mezhebe kapılanarak, ları iyileştirmek, günahtan arındırmak, saadete kavuşturmak... Bunlar
âyet ve hadîsleri kendi mezhep ve siyasetine göre yorumluyordu. İmamı birer alışveriş mevzuu olmuştu. O köhne şeyler hep Osmanlılara geçti.
Gazali "İhyaul Ulum-el Dininde der ki: "Fakîhlerin yekdiğeriyle atış- İlk gazalarda şehit düşen kabile erkânının mezarları Rum ayazmaları
malarının sebebi emir ve halifelerin gözüne girmek ve o sayede paye ve gibi derman arayan dertlilere ziyaret mahalli oldu, Meryem Ana kandil-
makam kapmaktır. Dikkat edilirse, mücadele ve muharebelerin en leriyle donandı. İstanbul'un kuşatılmasında fethin giin ve saatim tâyin
ziyade Hanefiye ile Şafiîye beyninde olduğu görülür. Zira rütbe ve edenler bile bulundu. Bolaytr zaferim kazanan merhum Süleyman
makam ancak ikisinde bulunmakladır " Bu şiddetli ihtilaflar yüzünden Paşaya Semavî süvariler katıldı Bununla gazilerin şanı gölgelendirildi.
İslam dininin çığırından çıkarıldığım gören gözler eksik değildi. Lakin o
Müslüman memleketleri harap oldıı llaleıı dahi iki mezhep erbabı bir-
hareketleri padişahlar himaye ettiği ıçm ses çıkardamıyordu. Tez vakitte
likte namaz, kılmıyor Bazılarının cemaatle namaz kılarken "amin"i
Osmanlı medeniyeti asli İshım hükümlerinden hayli uzaklaşmıştır."
açıkça söyleyip, bazılarının gizlice z.ikr eylemesi, tevhit şahadetinde bir
kısmının parmağım kaldırıp diğerlerinin kaldırmaması karşıtlık ve düş- Bedreddin, cahilane tefsir ve müdahalelerle ilinin yanlış anlaşıl-
manlığa büyük bir vesile olmaktadır. Mezhep kurucuları Allah'ın masından ve tatbik edilmesinden çok müteessirdi. Binaenaleyh tak-
resulüne istinat ediyorsa, bunlara lüzum ne? Bilhassa Müslümanlık litçi âlimler arasına giremezdi. Esasen Şeyh I knıelıiddin'in dersleri
kolaylıktan ibaret iken, sonradan sayısız kayıtlara uğradı. Nazariyat ve tasavvufa karşı kendisinde kalbi bir özlem uyandırmıştı. Bu mesleği
farklılıklarla doldu. daha saf ve samimî buluyordu.
Osmanlı medeniyet binası İslam hükümleri üzerine kurulmuştur. Evvelce dervişlerin de ahvalini hiç beğenme/di. Onları dinden
Fakat Muhammed dininin asli basitliğine Osmanlı Türkleri de sarıla- ayrılmış bir taife vaziyetinde görürdü. I lalla biı gün yolda giderken
nındı. Bunun başlıca sebeplerini Murad Bey "Tarih-i Ebü-1 Faruk "ta neyler çalınıp Semâ' edilen bir yere rast gelmiş, orada gördüğü
gösteriyor: "Tavaif-i müliik denilen devrin muzır mahsulü olan dilenci ve Hanefileri ney dinlemekten alıkoymuştu. Sofulara aşırı derecede
meddah alayları, padişah ihsanlarının çokluğu sebebiyle Osmanlı mem- muhalifti. Hepsini açıktan açığa kâfir 'ilan ederdi. Bu hususta
leketlerine hücum etmişti. Bu özel sınıf "Ahkâm-i şef iye miizayedeci- önüne çıkacak ve kendisini susturabilecek kimse de yoktu.®
leri" naınıyla bilinir. Mevki ve kisve itibariyle görünüşte pek muteber
idiler. Hakikatte ise şahsi menfaatten başka maksadı olmayan, şeriatı Halbuki şimdi Tasavvufa âşık olmuştu. Dervişlere müsamahalı
kötü işerine vasıta eyleyen birtakım münafık cüheladan ibaretti. bir nazarla bakıyordu. Mutasavvıfların eserlerini inceledikçe, bu
Mütegallibelere yaranmak için türlü türlii tevil ve tefsirlerle din hüküm- irfan yoluna karşı biraz daha hayran kalmaktaydı. Bu irdelemeler
lerini değiştirmeye alışmışlardı. Osmanlı Türklerine iltihak edince sayesinde fikir ve hisleri yükseldi. I lakikati ve bütün insanları daha
mesleklerinden ayrılmadılar. Ve Osmanlı saltanatını cidden bozdular. çok sevmeye ve daha geniş düşünmeye başladı. Gitgide gelişerek
mutasavvıfların ahlakını aldı. Artık bütün kâinatı apaçık görüyor,
herkesi derin bir şefkatle seviyordu.
Dinî bir inkılâbın yapılması gerekliğine tamamiyle inanmıştı,
istiyordu ki, İslam akidesi Tasavvuf üzerine istinat ettirilsin. Ve
bütün Müslümanlar ilahî ahlak ile donanmış olsunlar.
Sonradan diğer baz. sebepler zuhur etmeseydi, bu yüksek
zekânın sırf dinî bir reformcu olması çok muhtemeldi.

Tanıklar:
1. M e n a k ı b n â m e .
Öğretmenliği

B edreddin'in Mısır'da bulunduğu sıralarda ahval çok karışık-


tı. Salâhaddin Eyyubi'nin kurduğu devlet sona ermiş, Mısır
saltanatı alt tabakadan yetişmiş oldukları için tarihte Kölemenler
veya Memlükler diye anılan Türk reislerinin elinde kalmıştı.
Bunların arasında birlik yoktu. I l e p ııilak ve anlaşmazlık içindey-
diler. Bu uyumsuzluk erkeyi zaptetmek için fırsat bekleyen Çerke-
zlerin emellerini kuvvetlendiriyordu. <) sırada güzel bir vesile oldu.
Türk Memlüklerinin sonuncusu Melik I [acı Salih Bey küçük yaşta
bulunduğundan kendisine bir atağ tayini lâzım geldi. Devlet erkân
ve ümerası Çerkezlerden Berkuk'ıı seçtiler. Bcrkuk, sultan naibi
olunca, fırkasının kuvvetlenmesine ve Türklerin zararına olarak
zenginleşmesine var kuvvetiyle çalıştı. 789'da dayanabilecek bir
çoğunluk temin etmiş bulunuyordu. Ümeranın ittifakıyla hareket-
lerinde istiklâle mazhar oldu. Artık Melik-ül Salih'in adı bile
anılmıyordu. Türkler bunu hazmetmediler. 791'de kuvvetli bir ihti-
Berkuk Hüseyin Ahlatî'ye ve Bedreddin'e iki cariye hediye etti.
lal tertip ederek maksatlarına kavuştular. Berkuk, Kerek hapis-
Bunlar Habeşistan'dan getirilmiş çok güzel iki kızkardeş idi
hanesine gönderildi. Hacı Salih Bey de tekrar tahtına geçirildi.
Hüseyin Ahlatî'ye Mâriye, Bedreddin'e Cazibe denilen daha
Çerkezler, bıı mağlubiyete karşı lakayt kalmadılar. Esasen
küçüğü düştü. ( , ) '
Berkıık'un zamanında oldukça kuvvetlenmişlerdi. Sekiz buçuk ay
sonra B e r k u k ' u h a p i s h a n e d e n kaçırdılar. Berkuk dosdoğru Bedreddin'in Sarayla bu tarzda başlayan münasebeti yıllarca
Kahire'ye geldi. Sultan Naibi sıfatını bir tarafa bıraktı. Sultan uzadı. Berkuk, oğlu Ferec'in öğretmenliğini de ona verdi. (2) "Künh-
Melik-üz Zahir Seyfeddin Berkuk unvanı ile tahtı işgal etti ve ül Ahbar"ı yazan Filibeli Âli, bu olaydan Bedreddin'in Seyyid Şerif
Mısır'da hüküm süren "Çerkeş Menılükleri"nin birincisi oldu. ile zamanın diğer bilginlerinden üstün olduğu neticesini çıkarıyor.
Dirayetli, ilim ve irfanı seven bir zattı. Kahire'deki Zahiriye Doğrudur; her türlü imkân ve yetkiye malik bir hükümdarın en
Medresesi ve Bcrkukiye Zaviyesi onun himmeti eseridir. cevherli ve faziletli kimseyi oğluna öğretmen seçeceğine şüphe yok-
tur. Bedreddin'in bu vazifede ne kadar emek sarf ettiğini tahmin
Bedreddin'in şöhreti her tarafa, hatta Sarayı Hümayun'a da
edebiliriz. Ancak tamamıyla başarılı olduğuna kail değiliz. Bir
yayılmıştı. Övgüsünü duyan Berkuk kendisiyle görüşmek istedi ve
şehzadeyi okutmak ve o afacan mahluku istenilen kalıba koymak
bir gün özgü surette sarayına davet etti. Olay, 798 yılına tesadüf
çok güç bir şeydir.
eder. Bedreddin o zaman 38 yaşındaydı. Ondan başka, bu davette
Hüseyin-i Alılati, "Mesııevi"yc şerh yazan İbni Haşim ve daha bazı Berkuk, 10 yıl saltanat sürdükten sonra, 801 senesinde alıirete
büyük şeyhler de bulunuyordu. göçtü. Mısır taç ve tahtı münhasıran F e r e c e kaldı. Bedreddin'in
öğretmenliği şöyle böyle az bir müddet daha devam edebildi. Şu
Hüseyin-i Ahlati, Bcrkuk'un şeyhiydi. Hükümdarın işitilmedik
hesapça Sultan Ferec kendisinden üç yıl ders almış oluyordu.
d e r e c e d e inancını ve saygısını kazanmıştı. Bu zatın lakabı
Necmeddin Ayn-üd Devle'dir. Bitlis'in Ahlat kasabasında doğmuş, Bu işten Hüseyin Ahlatî'niıı arzusu ile çekildiği hakkında tarihî
Timur Salgı'nın doğuracağı kargaşalıkları evvelden keşfederek, bazı rivayetler vardır. Fakat Hüseyin'i bu isteğe sevk eden sebep
taraftarlarıyla birlikte memleketini bırakıp Mısır'a gelmişti. Nasıl meçhuldür. Kaynaklarımızın hiçbirisi bu bilmeceyi çözmüyor.
ki, Celâleddin Rumî'nin babası Bahaeddin Veled de, daha eski bir Bir Padişah'ın hocalığı sebepsiz bırakılmaz. Olayda mutlaka
z a m a n d a Moğol istilâsını ö n c e d e n anlayarak, H o r a s a n ' d a n kuvvetli bir sebep bulunmaktadır. Lakin bunun mahiyeti ne ola-
Konya'ya göç eylemişti. Hüseyin Ahlâti'nin veliliğine inananlar bilir?
olduğu gibi, kendisini Hakim (bilge) ve Hakîm bilenler de çoktu.
"Varidat"m "Mnkaddeı>u>"smdc "Ferec'e bağlılığından İlâhî cezb-
Duasını veya ilacını isteyenler kapısından hiç de eksik olmazdı.
eye mağlûp olduğu" söyleniyor. Şems Tebrizî için Mevlânâ'dan
"Usul-ül Alikâm" adlı eseri makbul kitaplardan sayılmaktadır.
şüphe eden, İmamı Âzam'ın ders takrir ederken öğrencilerinden
O gece sabaha kadar sarayda zikir ve tevhid ettiler. Bedreddin, imamı Muhammed'i önüne almayıp arkasında oturttuğunu söz
K u f ' a n ı Kerim'dcn okunan parçaları tasavvufa uygun şekilde çok tutamağı yapan kötü sanı erbabının bu ifadeden dolayı şüpheye
ince ve yüksek manalarda açıklayıp yorumladı. Gerek Hükümdar, girmeleri mümkündür. Fakat o ciheti biz asla kabul edemeyiz.
gerek onun şeyhi zekâsına ve kemaline hayran kaldılar. Ertesi gün
Dervişliği

H üseyn-i Ahlatî'nin manevi nülü/.u dalıa birinci görüşmede


Bedreddin'in ruhu üzerinde ıleıin bir tesir bırakmıştır.
Bacanak olmaları da aralarında ayrıca biı bağ oldu. Fakat ne de
olsa hoca zihniyeti Bedreddin'in tabialiııda az çok bir eser, bir pas,
bir küf bırakmış olduğu için, hâlâ dervişlerle bir türlü kaynaşamıy-
or, onlardan adeta çekiniyordu.
Mesut bir tesadüf, Bedreddin'in fikirlerini altüst etti. Ahlatlı
Hüseyin'in aldığı Mâriye'dcıı Miı Hasan, ondan bir yıl sonra da
Bedreddin'in eşi Cazibe'den İsmail doğdu. Mâriye, doğan çocuğu
ve kardeşini görmek için, bir gün ( a/.ibe'nin evine geldi. Geceyi de
orada geçirdi. Bedreddin ile yüksek bahislere girişti. Kocasından
uyanmış olduğu için, açılan bahislerde Bedreddin gülün yanında
diken gibi kaldı. İşte o zaman Ik'dıcddin tasavvufun nazari kısmını
öğrenmekle hakikatin elde cdilemeyeceğini, bunun bir de amelî
tarafı bulunduğunu ve onsuz işin tamam olamayacağını hakkıyla
anladı. tahakkuk etmek üzere idi. Timur, Osmanlı Padişahı'nın bazı
Ertesi gün İmam Şafiî'nin türbesine gidip bir hayli ağladı ve hareketlerinden kırgındı. Yıldırım Bayezıd, T i m u r ' u n himaye
Allah'tan bazı dilekler diledi. O r a d a n dışarı çıktı. Fakat ne eylediği Azerbaycan hâkimi Tahir'in mülkünü yağma ve çocuklarını
yapacağını ve nereye gideceğini bilmiyordu. Şeyhüniyye'deki odası- katlettirmiş, düşmanı olan Irak hükümdarı A h m e d Celâyh/e ve
na gitmekten vazgeçti. Düşünmeden ve istemeden dosdoğru tekk- Karakoyunlu Emîri Yusuf'a hüsııükabul göstermişti. Timur Mısır
eye gitti ve Hüseyin Ahlatî'den nasip aldı.(1) Bu suretle zahirî hükümetine de kızıyordu. Berklik, Timur tarafından kendisine tâbi
kemalâtı gibi, mânevi kcmalâtını da tamamlamış oldu. Tarikatının olmasını tebliğ etmek için gönderilen Şeyh Save namındaki âlimi
silsilesi şöyle uzanır: öldürtmüştü. Ferec de saltanat makamına geçince, Timur'un
akrabasından Otlamış'ı esir tuttu, limur, Berkuk'ün zamanında
Hüseyin-i Ahlatî, Ebu I Feth Saidî, Ebu Midyen Mağbibî (ö: 589
idam edilen elçisi için tarziye istemek ve ( Mlamış'ı tahliye ettirmek
H.) Ebu Said Endülüsî, Ebu-I Bcrckât Ali cl-Senmanî, Ebu-1 Fadl
maksadıyla Ferec'in yanına iki elçi daha gönderdi. Ferec, 15 yaşına
İbrahim Bağdadî (o: 525 11.), Ahmed Gazali (ö: 517 H.), Ebu Bekr
yeni girmişti. Tecrübesizdi. Doğru düşünemedi. Elçileri Halep'te
Nessâc (ö: 487 II.), Ebu-1 Kasım Gürgâııî (o: 450 II.), Ebu Osman
zindana attırdı. Timur, bu gibi sebeplerden dolayı ( î a r p seferini
Mağribî (ö: 373 H ) , Ebu Ali el- Kâtib (ö: 356 H ) , Ebu Ali Rudbarî
açmıştı. 803 senesinde Şam civarında I r r e e ile karşılaştı. Mısır
(ö: 322 H ) , Cüneyd Bağdadî (ö: 298 H.).
askeri bozguna uğradı. Şam ahalisinin çogıı kılıçtan geçirildi.
O günden itibaren, üstündeki ağır libasları çıkarıp kıldan bir aba Muharebeye devam edip etmemek hususunda l e ı e ı ile komutan-
giydi, elindekini şuna buna dağıttı. Kitaplarının hepsini Nil'e savur- ları arasına ihtilaf girdi. Mecburen Mısır'a m at edildi.
du. Büsbütün vecd ve semâ'a, düşler âlemine daldı. Bir gün sokak-
ta düşüp kendisinden geçti. Arabayla tekkeye getirdiler. Mûsa, Mısır ordusuna katılmış, onlarla bitlikle savaştıktan sonra
kaçmaya çalışırken, ağır bir ok yaıası alaıak csıı düşmüştü. Bunun
Z a m a n geçtikçe, Bedreddin'in cezbesi artıyor, bazı bazı kendisi-
Mısırlı olmadığı anlaşılınca, kcyliyel l'inıııı'a aıv.edildi. Hakan,
ni kaybediyor, benliğinden soyuluyordu. Mısır'da bulunan tanıdık
Yıldırım Bayezıd'tan haber almak islediği için bu tutsağı derhal
Türk vatandaşları onun bu halinden endişe duymaya başladılar ve
huzuruna getirtti. Mûsa, Kaili Isıail adında bir bilginin, bir savaş
babasına haber vermek için Müyyed'i Rumeli'ye gönderdiler. Diğer
erinin kulu olduğunu, bu zalııı oğlunu almak için Mısır'a yol-
taraftan Kadı İsrail de oğlunun derviş olduğunu, cezbeye
landığını, Bedreddin'in çok bııyıık bu alim ve mutasavvıf olduğunu,
düştüğünü haber almış, Bedreddin'i alıp nezdine getirmek için,
Yıldırım Bayezıd'ın onunla görüşmek ve tanışmak istediğini, hattâ
Şehne Mûsa adlı bir subaşıyı yola çıkarmıştı. İki yolcu Gelibolu'da
şimdiden ona mahsus mükemmel biı medrese yaptırmış bulun-
hatibin evinde buluştular. Nice yıllardan beri birbirini görmemiş
duğunu söyledi. Timur, kendisini Mısır'a göndereceğini vadetti. Ve
olduklarından ağlaşıp koklaştılar. Burada iki gün oturduktan sonra,
filhakika Yıldırım Bayezıd'la çarpışmak üzere Osmanlı diyarına
Müeyyed Edirne'ye hareket etti. Amcasına oğlunun sıhhat haberi-
dönerken vadini yerine getirdi
ni ve ahvalini bildirdi.
Subaşı, Mısır'da Bedreddin'le buluştu. Ağlayarak boynuna
Mûsa, Şam'a yanaştığı vakit, Hüseyin Ahlatî'nin zan ve tahmini
sarıldı. Birkaç gün sonra, babasının yanına gitmesi için yalvarmaya
başladı. Fakat bir türlü razı edemedi. Bedreddin, o tarafa hiç yanaş-
madı. Sonunda Şehne Mûsa yalnız başına Edirne'ye dönmek
mecburiyetinde kaldı. Gördüklerini babasına anlattı. Kadı İsrail,
oğlunun tasavvuf yolunda ikinci bir Bâyezıd-ı Bistamî olması için
Cenabi Hakk'a dualar eyledi.(2)

Tanıklar:
1. Mevzuat-ı Ulum, c. 1 s. 748; Kiiuh-ül Akbar, c. 3, s. 148.
2. Menakıbnâme.

Timur'la Görüşmesi

B edreddin, riyazete fazla düştüğünden çok zayıfladı ve


sonunda hastalandı. Şeyhi kendisine günlerce elma şarabı
içirtti. Sığır dili yedirdi. Fakat bir fayda görülmedi. Nabzı yine her
yana oynayıp duruyordu. Hüseyin, ilaç ile tedavisini zor gördü. Bir
müddet, seyahate çıkmasını gerekli buldu. Şarka doğru bir gezi
yapmasını ve dönerken de Bitlis'e uğramasını tavsiye etti.
Bedreddin, günün birinde Mısır'dan ayrıldı. Dolaşa dolaşa
Tebriz'e geldi. Filhakika seyahat sıhhatine yaradı. O r a d a Timur'un
ovaya konmuş olduğunu öğrendi.
Timur, Suriye seferini bitirince, Erzincan'a geçmiş, Yıldırım
Bayezıd'dan Kara Y u s u f u n kovalanmasını istemişti. Yıldırım,
"Kelb-i Akur" (Kuduz Köpek) hitabı ile başlayan o meşhur mek-
tubu yolladı. Bu delice hareket üzerine araları büsbütün açıldı. İki
ordu Ankara önünde buluştu. Timur geceleyin hiç uyumadı. H e p
tedbir düşündü. Bayezıd ise şimdiye kadar mağlûp olmadığı için bu âlimlerinin başkanı Abd-iil Cebbar'e hitaben, 'Söyle ki, feth ettiğim
muharebede de galibiyetini muhakkak bilip rahat rahat uyudu. memleketlerin ulemasına sorup da sarih cevap alamadığım bir meseleyi
Halbuki arada büyük bir oransızlık vardı. Bayezıd'ın askeri 150, kendilerinden soracağını. Bunlar da o şehrin uleması gibi olmasınlar.
Timur'unki 700 bin idi. Ondan başka son zamanda yapılan harca- İçlerinde en âlim ve fâzıl kim ise o cevap versin ve söylediğini bilsin.
malardan dolayı askerî vazifeler ve savunmalar azaltılmış, bu hal Ulema ile görüş alışverişim, bilgi ile ihtisas ve kaynaşmam vardır.'
o r d u d a memnuniyetsizlik getirmişti. M u h a r e b e başlayınca Büyük Kadı Şerafeddin, beni Halep müftüsü sıfatı ile tavsiye eyledi.
T i m u r ' u n nezdinde bulunan eski A n a d o l u Beyleri Osmanlı Timur, bazı şeyler söyledi. Abd-iil Cebbar, suali Aı apçaya çevirdi: 'Diin
ordusundaki askerlerini kaçmaya teşvik ettiklerinden ordunun bizden ve sizden maktul düşenlerden hangileri şehittir? Bizim maktuller
kuvveti daha ziyade azaldı ve mağlûbiyet gözükmeye başladı. İlkin nıi, yoksa sizden ölenler ini?' Herkes sustu. Sultanın ulemaya bazı güç
Veziriâzam Ali Paşa, Subaşı Hasan Ağa büyük Şehzade Süleyman meseleler irade ederek cezalandırmaya sebep ittihaz ettiğini işitnıiştik.
Çelebi'yi alarak Bursa yolunu tuttular. Sırp Kralı, bunları çeviriyor- Kendi kendimize, bizi aldatmak istiyor, dedik. Mecburen cevap verdim:
muş gibi görünerek ricat eyledi. İhtiyatta bekleyen Mehmet Çelebi Bu bir sualdir ki, Resülullâh efendimize de tevcih edilmiştir. Bir k'rabî
Amasya'ya, İsa Çelebi Balıkesir'e kaçtı. Şehzade Mustafa ortadan Cenabı Peygambere, kimisi hamiyet, kimisi şecaat göstermek, kimisi
kayıp oldu. Yalnız Mûsa Çelebi ile Yeniçeriler ve Kapıkulu askeri şöhret kazanmak için harb eder. Bunların hangisi hak yolundadır? diye
padişahın yanında kaldı. E n c a m k â r akşam yaklaştı. Artık sordu. Resuli Ekrem, îlây-ı Kelimetullah maksadı ile savaşanların şehit
mukavemete de imkân kalmadı. Mevlâııâ Hatifî'nin rivayetince, olduğunu beyan buyurdu..'. Timur, Hub, Hub, yani güzel, güzel... dedi
Yıldırım bizzat Timur'u öldürmek fikriyle alemlerin bulunduğu ve daha tatlı konuşulmaya başlandı. Son suali şu oklu: ' Ali ile Mııaviye
tarafa hücum etti. Germiyanoğlu, Yıldırım'ı tanıyarak Timur'a hakkında ne dersiniz?" Kadı Şerafeddin'e ne cevap vereceğimi sordum.
haber verdi. Timur, Mahmut Han adlı serdarını üzerine saldırdı. Ve Çünkü Timur Şiî idi. Oııa mülayim bir şey söylemek lazım geliyordu.
Yıldırım ile Musa Çelebi'yi esir tutmaya muvaffak oldu. Timur, bu Şerafeddin'i dinlediğim sırada, Kadı İlmiiddin bir söz söyledi ki, meali,
galibiyetten sonra nereye gitti ise âdeti veçhile orasını yağma ettir- 'Onların cümlesi müçtehitdirlcr ' demekten ibaretti. Tinıur, bundan son
di. Anadolu beylerini eski hükümetlerine yerleştirdi. Yıldırım derece hiddetlenerek. Hak Ali 'dedir. Mııaviye zaliın, Yezid fesatçıdır. Siz
kahrından öldü. Timur da Semerkand'a dönmeye lüzum gördü. Halepliler Şam elliline tâbisiniz. Onlar Yezididirler. Hüseyni katlettiler.'
Onun içindir ki, Tebriz'den geçiyordu. dedi. Ben Maliki'nin sözünden özür dilemek suretiyle Bir kitapta
gördüğünü söyledi. Mânasını bilmez..' dedim. Hakan genişlendi ve eski
Burada önemli bir meselenin kendi huzurunda hallini bilginlere
haline döndü."
emretti. Bu aytışmadan kaynaklarımızın hepsi dem vurduğu halde,
neye ait olduğunu hiçbirisi açıklamıyor. Timur, ötedenberi âlimleri Tebriz bilginlerine sorulan ilmî meselenin de böyle çetin ve belki
sınamaktan, hatta yekdiğerine katmaktan çok hoşlanırdı. Halep daha elastikli bir şey olması muhtemeldir. Nitekim bir türlü hal
şehrinde geçirdiği üç beş gün içinde de bilginleri kısa bir sınavdan edilemiyor, birinin verdiği hükme diğerleri kail olmuyordu.
geçirmişti. O vakıayı İbni Şahne şöyle naklediyor:
O mecliste hazır bulunanlardan birisi de Sirezli Şemseddin
"Timur, kaleye girişinin ikinci güm'i (ilimleri ve kadıları istedi. Gittik. M e h m e t Cezerî idi. Timur, Bursa'yı zabtedince, Şemseddin Fenarî
ile Seyyid Buharı ve Mehmet Cezerîyi orada buldu. Hepsini ordusuna katılan kanı bozukları gördükçe içi burkuluyordu. Bu
Semerkand'a getirmesini teklif etti. Cezerî razı oldu. Diğerleri sırada onu arayan yasavullardan birisi yanına vardı. Şeyh
makbul özürler göstererek muvafakat etmediler. Timur, Suriye ve Cezcrî'nin kendisini davet ettiğini söyledi. Ve saygı ile Bedreddin'i
Ankara facialarından sonra, Kütahya'da bulunduğu zaman, Şeyh beyaz bir ata bindirdi. Mehmet Cezerî çadırların önünde sabırsı-
Cezeri'yi elçi vazifesiyle Mısır'a göndermişti. Tekrar Otlamış'ın zlıkla onu beklemekte idi. İki dost biribiriyle kucaklaştılar. Oradan
bırakılmasını, sikke ile hutbede adının söylenmesini istiyordu.® otağa gidildi. Otağın içi İran ve Turan âlimleri ile dolu idi. Cezerî,
Şeyh M e h m e t Cezerî, orada Bedreddin'le tanışarak, onun üstün- Bedreddin'i Hakan'a takdim etti. Timur, memnuniyet gösterdi ve
lüğünü ve iktidarını teslim etmişti. yan tarafına oturttu. Bedreddin'in üstündeki elbise çuldan ve
abadan idi. Bu kıyafetle bir bilginden ziyade bir köylüye benzerdi.
Nazmizade'nin rivayetine göre, Timur'un Bursa'dan ayrılışı 804,
Bazı Acem âlimlerinin göz ve dudaklarında istihza gülümsemeleri
ölümü 807'de olmuştur. Aradaki uzun mesafe göz önüne alınırsa,
beliriyor, içlerinden "Bu derviş de kim?" dedikleri açık bir surette
Tebriz'e 805 içinde varmış olduğuna ve bu söyleşmenin o tarihte
seziliyordu. Yeniden bahse başlandı. Cezcrî'nin tembihi veçhile,
cereyan eylediğine hükmetmek lazım gelir. "Zcıfenıâme" kitabının
Bedreddin onların sözlerine karışmadı. Konuşmalar yine uzadıkça
sahibi Şcrafeddin-i Yezdî, Hakan'ın Tebriz'de 20 kaldığını söylüyor
uzadı ve kesin bir cevap veren olmadı. Hakan, Bedreddin'e işaret
ve bu süre içinde ulemaya birçok söyleşiler yaptırdığını doğruluyor.
etti. Bedreddin'in söylediklerine hiçbir kimse itiraz edemedi.®
Şeyh Cezerî, Bedreddin'in bu esnada Tebriz'de bulunduğunu O r a d a hazır bulunan bütün âlim ve fâzıllar verdiği hükme, bilgi ve
bilmeksizin ihtilafı teşkil eden meselenin ancak onun tarafından zekâsına hayran kaldılar.
hallolunabileceğini Timur'a arz ctti.<2) Bu isim Hakan'a yabancı
gelmedi. Şam civarında bir tutsaktan da bu adamın medhini duy- O günden itibaren Timur'un ona karşı muamelesi çok samimî ve
duğunu hatırladı. Derhal getirtilmesini emretti. Bedreddin ile saygılı bir şekilde devam eyledi. I ler gece çadırına gidiyor, saatlerce
beraber Rum diyarından gelen bazı Acemler, onun da Tebriz'e sohbet ediyor, gündüzleri Bedreddin ı otağına çağırtarak yalnızca
ulaşmış olduğunu haber verdiler. Bu güzel tesadüfe hayret edenler konuşuyordu/ 4 '
çok oldu. Taşköprülüzade'nin ifadesine nazaran, Hakan gönlünü yapmak
Tarihî rivayetlere rağmen, biz bu olayı ne bir tesadüf eseri telâk- için kendisine birçok kıymetli şeyler hediye etmiş ise de, Bedreddin
ki ederiz, ne de Mehmet Cezcrî'nin falcılığına inanırız. Koca zengin olmak hırsını taşımadığından hiçbirini kabul eylememiştir.
Sirczli, Bedreddin'in gelişini yol arkadaşlarından duymuş ve bun- "Menâkibnâme"de üç teklifde bulunduğunu söylüyor:
dan habersiz görünerek hükümdara ilhamı (illuminatique) bir jest 1. Kızını Bedreddin'in alması.
yapmak istemiştir. Nitekim "Meııcıkibııâ))ie"de de aynı telâkki
2. Şeyhülislâm olması.
görünmektedir..
3. Herhangi bir memleketin emrîliğini kabul etmesi...
Bedreddin aranmaya başlandı. I lerkes gibi o da ulu yoldan geçen
askerleri seyrediyor, bunların içinde O s m a n l ı l a r d a n Timur Bu göz kamaştırıcı ihsanların da hiçbirisi Bedreddin'i tatmin
edemedi. Çünkü onun en büyük arzusu hak yolunda hizmet ve
ibadette bulunmak ve nihayet Hüseyin Ahlatî'ye söz vermiş olduğu
için vefatında şeyhinin yerini boş bırakmamaktı.
İşin hayırlısını anlamak kastıyla bir gece istihareye yattı.
Rüyasında şeyhi tarafından bir şahin geldi. Gagasıyla onu alıp
Mısır'a götürdü. Uykudan uyandığı zaman, Cazibe'nin kölesi
Feyyumlu Kasım'ı yanında gördü. Bunu Hüseyin Ahlatî bir önsezi
zoruyla göndermişti. Bedreddin hemen sırtına kara kıldan bir aba
geçirdi. Oradaki eşyadan bir çöp bile almadı. Kasım ile o gece yola
çıktılar. Bedreddin, Timur'un kendisini bırakmayacağını iyice
bildiği için gizlice ayrılmayı daha uygun buldu. Geceleyin yürümek, Şeyhliği
gündüzün ya bir mağarada saklanmak veya bir kaya dibine sinmek
suretiyle dört günde Ahlat'a geldiler. Ertesi gün de Bitlis'e
vardılar.' 5 ' Halvetiyc kollarından Zeyıı iyye tarikatını kuran meşhur
velilerden Zeynuddin al-Hâfî (o: II.) medresesine kondular ve
ona misafir oldular. Bedreddin'in geldiğini duyanlar ziyaretine
koşuştular. Kalenin muhafızı Şir Alî, Hüseyin Ahlatî'nin
yetiştirmelerinden olduğu için ilk gelenler arasında idi. Bedreddin
burada ancak üç gün kaldı. Ondan sonra, hayvanlar tedarik edilip
Şir Ali'nin de refakati ile Diyarbakır, Halep ve Şam yolundan
tekrar Nil'e kavuştu.
B edreddin'in tekkeye ulaşması, bulun dervişleri aşırı dere-
cede sevindirdi. Akşamüstü I lüscyin Ahlatî kendisini odası-
na çağırdı ve orada Erbain çıkarmasını (40 gün hücrede çile çek-
mek. Y. N.) teklif etti. Bedreddin, Erbain'e girmeden önce,
çocuğunu görmek istedi. İsmail'i getirmek üzere Kasım Cazibe'ye
Tanıklar: gönderildi. Mâriye, Bedreddin'in eve gelmesi ricasında bulundu.
1. Mufassal, c. 1, s. 594.
Bir gün ve iki gece evinde kaldı. Ondan sonra birbiri ardınca üç
2. Mcvzuat-ı Ulum, c. 1, s. 748
3. Künh-ül Ahbar, c. 3, s. 143.
kere Erbain'e girdi. Yemeden, içmeden halvette geçirilen bu uzun
4. Menakıbnâme. ve yorucu günler Bedreddin"i çok zayıflattı. O kadar ki, sesi işi-
5. Tac-üt Tevarih, c. 2, s. 422. tilmiyor, göz kapakları kapanmayarak açık kalıyordu.
Takatsizlikten ayakta duramadığı için namazların sünnetlerini otur-
duğu yerde kılıyordu. Hüseyin Alılati başka bir Erbain çıkarmasına
mâni oldu. Israrına karşı "İstediğin sendedir. Senden Irak
değildir." dedi. O gece kendisine son sırlar perdesini açtı ve hilâfet
verdi.
Bu cismim belasıdır adım Yunus olduğu
Çok geçmeden, Hüseyin Ahlatı cuma namazını kılmak üzere git-
Zâtını sorar olursan sultana benim sultan."
tiği Tulun camiinde hastalandı. El üstünde tekkeye getirdiler.
Yerine B e d r e d d i n ' i n geçmesini vasiyet etti. Son dakikada
Bedreddin'e d ö n ü p "Ey Rum mülkünün Mansûru!.. Canını dost "Küııh-ülAJıbar"da Bedreddin'in Mısır'a dönüşünde şeyhini vefat
yoluna vermek gerektir." diyerek güldü. Bu acı tebessümün etmiş bulduğu naklediliyorsa da, tarihçilerin ekserisi bizim
arkasından gözleri yaş ile doldu. Biran sonra cankuşu göklere uçtu. yazdığımıza kaildir. Keza Evliya Çelebi "Seyahatnamesi"nde büyük
Bedreddin, şeyhinin işaretinden müteessir olarak bir hayli bir hata yer almıştır. Güya Hüseyin Ahlatî'nin mezarı Van
düşündü. Bir müddet geçince, hak yoluna teslim olmak yolunun Gölü'nün kuzeybatı kenarında, eski saraylar mevkiindedir. Halbuki
yolcusu olduğunu göz önımc getirip sükûn ve teselli buldu. O sıra- bu söylenti doğru değildir. Türbesi Mısır'dadır ve halen ziyaret
da, birinci ve üçüncü beytlerini dünyadan gidinceye kadar güzel edilmektedir. Kahire'de Ahlatlılar isminde bir mahalle de vardır.
sesli dervişlerinden birine sık sık okuttuğu Yunus Emre'nin şu Bedreddin'in tekkede geçen hayatı hiç de rahat ve sükûn görme-
nefesi gönlünü kapladı: di. Her taraftan gelen post meraklısı halifeler Bedreddin'i çeke-
meyerek dedikodu yapmaya başladılar. Kendilerinden daha genç
"0/ diirrü Yeliıııiııı ki görmedi hem ıııııman olduğunu ileri sürdüler. Hiç olmazsa yalandan bir "Seyyid" unvanı
Bir katreyim illâ ki ımımana heııim ımıman takınmamış olmasına itiraz ettiler ve nihayet ondan ziyade bu yerin
ehli olduklarını iddia edecek kadar küstahlık gösterdiler.
Gel mevc-i acaip gör deryayı ııilıaıı gizler Bedreddin, içlerinden birini seçmelerini ve kendisi de dahil olduğu
Zi bahr nihayetsiz kat rede olur pıınlıan halde, hepsinin ona biat etmelerini söyledi. Bu teklif karşısında da
birleşemediler. (1)
Dem ıırnıaz idi Mamur tevhid-i Ene-el Hakdan 808'de Mısır Sultanı Ferec'iıı aleyhindeki ccreyan da şiddetlendi.
Aşk darına dost ziilfii asmıştı beni üryan Bu, Suriye mağlûbiyetinde başlamıştı. Hükümdar, gizlenmeye
mecbur kaldı. Eski talebesinin uğradığı felaket Bedreddin'in sıkın-
Bunda demedi mecnun Leylî adını mevzun tısını büsbütün artırdı.
Kâh Leylâ idim anda. kâh mecnun idim hayran
Bu tekkede, bu uzlet ve inziva yerinde ne işi vardı? Burada ne
yapacaktı? Ne fazla bir şey görecek ve ne de fazla bir şey göstere-
Bu âleın-i Kesrette sen Yıısııf. men Yakııb
bilecekti. Bu ise mesleğine aykırıydı. Bedreddin için hayatta iki
01 âleın-i Vahdette ne Yusuf ve ne Kenan
gaye vardı: Biri öğrenmek, diğeri öğretmek... Sırf Hüseyin
Ahlatî'ye olan hürmetinden, bağlılığından ve bilhassa ona söz ver-
Yunus ulaşmadın can kalıbına düşmedin
miş olmasından bu zahmetlere katlanmıştı. İlelebet bu tekkeye
Aşk tadı ile mest geldîim. hem mest gideriim bundan
bağlı kalamazdı. Esasen son zamanlarda fikirleri, inançları büyük
değişmelere uğramıştı. Tekkenin postnişinliğini isteklilerin hepsine
birden bıraktı. Fiilen şeyhliği ancak altı ay kadar sürebildi. 2

Tanıklar:
1. M e n a k ı b n â m e
2. Şakayık-ı Numaniyye, s. 78.

Uyanış Belirtileri

B ir taraftan Tebriz seyahati, diğer taraftan I iüseyin Ahlâti'nin


hilâfet verirken bazı hakikatleri açıklaması vc onun ölümün-
den sonra tekkeye üşüşen açgözlü Arap halifelerinin marifetleri
Bedreddin'in maneviyatı üzerinde çok derin tesirler yaratmış, A r a p
mezhep ve tarikatlarının Türk ruhunu teshir edebilecek kudreti
haiz olmadıkları kanaatini kendisinde uyandırmıştır.
Filhakika İslam dini en ziyade Arap kavmini gözetmiş, diğerlerine bir
kıymet vermemiştir. Cennet ve cehennem bile Arap'ıtı fikrine ve duy-
gusuna göre temsil edilmiştir. Soğuk iklimde yaşayan bin ateş görünce
hoşlanır. Fakat Arap 'ııı gözünü yıldıran zaten sıcaklıktır. Arap güneşin
kızgın hararetinden usannııştır. Cehennemin zift ve katran dolu kazan-
ları oıııı daha ziyade korkutur. Keza Anıp'ııı en çok hasret çektiği sıı,
ağaç, gölge ve serinliktir. Cennette bunların hepsi vardır. Arabııı latif
cinse meyli fazladır. Huri ve (idman o meylin karşılığıdır. Türk bünyesi
İslam dininde göz önüne alınmamıştır. Onun içindir ki, dar ve nıttsama-
hasız Ehli sünnet akaidi Türk ananesine uymadı. Yesevî dervişleri Anadolu'ya gelmeye başlamıştır. Türk töresine, Ali
İslam dininin o kadar farz ve sünnetleri yetişıniyormıış gibi, her adına and içen, bel bağlayan bu canlar yer yer zaviyeler açtılar.
tarikat pîri de kendi galeyan ve tecellisine göre bir âyin kıırdu. Kalenderîler, Hcıydarîler, Bâbâîler, Ahiler, birbiriyle sıkı surette ilişkileri
Abdulkadir Geylânî "Devran"ı, amcası Ahnıed Rifâî "Zikr-i Kıyam"ı, olan bu cemaatler Alevîlik ile birlikte Türklüğü yaşatıyorlardı. ,
İbrahim Halveti "Darb-ı esnıa'yı Mevlâııâ Celâleddin Rıtnıî "Semâ"ı. Alevîlik cereyanı, bazılarının zannettiği gibi İran mahsulü değildir.
tamim etti. İnsanı yoran ve kıskıvrak bağlayan bu lüzumsuz şekiller ve Şiîlik cereyanının ve İslam sofuluğunun İran'dan gelnienıiş olduğu
merasim Türk'ün serbest ve engin gönlünü saramadı. Türk, Mazhaı 'da, şarkiyatçı Goldziher, Nöldeke, Profesör Loıtis Massignoıı ve Fuat
Kudııın'da veNay'da lıep Arap çeşnisini buldu. Kopuz oııcı daha uygun- Köprülü gibi kuvvetli âlimler tarafından ispat edilmiş bulunmaktadır.
du. Senelerden sonra Şiîliği İran 'da tesis eden yine bir Türk, Karakoyıınlıı
Türk içtimaî hayatında kadının, kadınlarla beraber tertip edilen sazlı hükümdarı Uzun Hasan Bey'in torunu Şah İsmail Safevî ve ona yardım
ve şaraplı Şölenin büyük bir ehemmiyeti vardı. Han ve hatun riyaset yapan yine Türknıeıılerdir.
makamını müştereken işgal ederlerdi llatıııı, han gibi başkomutan da Türk, millî ananesini her yerde arayacak ve mutlaka bulacaktı. Diğer
olurdu: Nasıl ki, Tiınoçiıı'iıı Anası senelerce eline ve ordusuna hâkim şeyler hep ciladan ibaretti. Netekinı Türkler arasında ilk yayılan
ölmüştür. Elıli sünnet âlimleri ise kadını umumi hayat dışına atmak Yeseviye tarikatında eski Türk ananelerinin izleri ve Tiirk Şanuınilerin
istiyorlar, şölenleri de şer'an yasak görüyorlardı. İslam'ın sıkı ahkâmı bazı hususiyetleri apaçık görünmekledir.1 Ankara Ahileri, Amasya 'nııı
Türkmen hayatiyle bir türlü telif olunamadı. Bu muğlak itikat sistemleri Bâbâîleri Yesevî tarikatından yetişmiş, Karamanoğullarıntıı babası
Türk 'ün basit ve sade akidelerini, ananelerini ve eski dininden bazı Nııreddin Siıfî, Aydıııoğıtlları, leke ve llamidogullcırına tâbi mem-
kısımları tamamen izale edememiş tiireci ve milliyetçi Türk türesini, leketler halkı, Aşık Paşazade'ttiıı Ahiyan, Abdalaıı, Bacıyım meyatıında
milliyetini hiçbir zaman unutmamıştır. Her kavmi Acem diyerek hakir "Gaziyaııı Rum" dediği Uçbeyleri bilvasıta lıep o ocaktan ateş almıştır.
gören Araba, bu ezeli düşmana ve onun, kozmopolit mefkuresine Türk
Biiyiik Tiirk idealisti Hacı Bektaşi Veli, Alımed Yesevî'nin öz
ısınamadı. Hürriyet zevkini, istiklâl aşkını Alevî ocağında buldu. Millî
torunudur. Anası Hâleme Hatun Alımed Yesevî'nin kızıdır. Hacı Bektaşi
azatlık hissini orada duydu.
Veli"ııiıı son Miizebzeb Selçuk Devrinde Kırşehir'de Suluca
Türk, hilekâr Arap'tan ve riyakâr Acem'den mâneıı çok çekti. İleri Karahüyiik'te uyandırdığı meşale paslı gönülleri aydınlattı. Oııım
giden her adımı bunlar çeııkelediler. Araplar Gazııevîlere, Isfahan maneviyatı tesiriyle kara posta el vuran, Ali'ye iman eden, hak yoluna
Tufeylileri Konya Selçııkîlerine yapıştı. Selçuk'ıııı torunları Keykubad, can ve baş koyan erenler büsbütün çoğaldı. Yunus Emre 'ııiıı sâf Türkçe
Keyhiisrev oldu. Türk töresi, Türk dili yerine Gazne'de "Şelınâme", nefesleri Anadolu ve Rumeli'ııiıı her tarafında istekle karşılandı. Baba
Konya'da Mevlâııâ'nın "Mesnevi"si zafer buldu. Gaznevî. Karahanlı, İlyas Horasan'ı'ııiıı hafidi ve Muhlis Paşcı'ıım oğlu Aşık Paşa nın sâf
Selçııkî, Osmanlı padişahları Arabın halifelik aşısı ile hep Sünnîliği Türkçe "Garibnâıııe"si her yerde heveste okundu. Gerçi Mesnevi de
müdafaa etliler. Fakat halkın çokluğu Sünnîliğe pek az temayül göster- Alevidir. Fakat dili ve sesi Farisi olduğu ve içinde Tiiı k ateşi bulunmadığı
miştir. Daha ilk Selçııkîler zamanından itibaren Türkmen boyları ile için istenilen zevki ve sıcaklığı vermemiştir. "Mesnevi", Acem edebiy-
beraber birçok Türkmen babaları, Orta Asya, Harzeni ve Horasan 'elan atının Anadolu 'da yayılmasına ve Mevlevilerin beyaz tennııreli âyinleri
Acem ateşperestlerinin beyaz entarilerle yaptıkları ibadetin memleke- Turan elinden nasıl göç ettiyse, Oğuz Töresinde şölen âyini nasıl
timize sokulmasına sebep olmuştur. açılırdıysa, o da Ali er meydanını, muhabbet meydanını öyle açtı. Hacı
Esasen Mevlâııâ milliyet diye bir şey tanımıyor. "Tiirk" kelimesini Bektaş meydanında bal, ayran, kımız sundu. Kadın tesettür yapmadı.
Moğol ve köylü mânalarında kullanmaktadır. Selçukluları da Rum ve Dişi, erkek farklarına bakılmadı. Töresini muhafaza eden Alevîler kâh
Yunan diye anıyor. Onıııı nazarında Türk daima yıkıcıdır. "Görmüyor Celâlî, kâh Zındık, kâh Müllıit oldu. Anadolu baştan başa ferdî ve içti-
musun, diyor. Tanrı bir yeri harap etmek dileyince Türkleri yolluyor. "2 maî istiklâlleri için çarpışan Türklerin kemikleri ile, kanları ile doludur.
Anadolu isyanları, Asya huruçları daima din perdesi altında türeyen
Eflâkî, Hünkâr Hacı Bektaşi Veli'nin Mevlâııâ Celâleddin Rumî çağ-
Türk istiklâlinin cidalidir. Türk ve Turanlı hep bıı ınillî aşkın kokusu ile
daşlarından olduğunu ve aralarında zıddiyet bulunduğunu yazar.
ınest olmuş, fakat yabancılar oııu aldatmaya çalışmıştır. Alevî âyin ve
Doğrudur; Mevleviler Arap ve Acem harsına (kültürüne) fazla bir kıymet
erkânı Oğuz Töresi'hin, Şaman Türk çadırının ayındır, gayri değildir.
verdiklerinden daha o zamandan beri Türkmen babalarına fena bir
Bir Şaman mabediyle bir Bektaşi tekkesi aynı şeydir3 Bektaşilik, millî
gözle bakmışlar, onları kendilerine rakip görmüşlerdir. Aşık Paşa,
benliktir ve asırlarca millî harsın kaynağı olmuştur. Dinî istibdat içinde
"Gcıribnâme"sini yazarken Arap ve Acem tuzağına düşmemiş, sırf
ilk hürriyet havası onda teneffüs edilmiştir
Türk'ü düşünmüş, onu Arap ve Acem baskısından kurtarmak, onun
güzel dilini ve idrakini yük seltmek istemişi ir. Bir taraftan Bak şu ezrak Bedreddin, Anadolu'da bu dinî cereyanları, bu Türk kaynaş-
pı'ış (Riya ve hile giyinmiş) sofu çarkına" diye Mevlevi âyinine ve neyine masını düşündükçe büsbütün sıkılmaya başladı. Ağır A r a p kokusu
kızıyor, diğer taraftan Türk sazına ve sözüne yeni yeni ufuklar açıyor... onu tiksindiriyordu. Artık memleketine d ö n m e k , anasını ve
Mukadder olan da bu idi. Türk dili ve Kopuzu nihayet muzaffer olacak- babasını ziyaret etmek arzusu kalbini dağlamaktaydı. Tahsilini
tı. Nasılki, Osmanlılıkta Türk dili hâkim oldu ve Farisi dili Selçukî burada bitirmiş, istibdat ve esarete ııcfreli, halk ve istiklâle muhab-
devleti ile birlikte resmiyetten düştü. Gerçi Alevî zümrelerin yardımıyla beti önce bu ehramlar diyarında his etmişti. Hafızası Mısır
meydana gelen Osmanlı İmparatorluğu'mın mezhebi de Sünnî idi. hatıraları ile doluydu. Sarayın sefilıanc hayatı, büyüklerin küçük-
Fakat devletin istinat ettiği ordu kamilen Bektaşi idi. Hacı Bektaş lükleri hep dimağında izler bırakmıştı. Bilahare ortaya koyduğu
tarikatının Yeniçeriye yaptığı nefes, Türklük aşısı bu orduyu büyülemiş, içtimaî akidelerin üremesine o hatıraların çok tesiri olmuştur.
dönmez ve yenilmez bir mertebeye ulaştırmıştı. Hacı Bektaş'm âyini
Türk ve Tiirkçedir. İşte bütün sihir ve füsun bundadır. Tanıklar:
1. Türk E d e b i y a t ı n d a İlk Mutasavvıflaı, M. I uad Köprülü.
Tiirk Alevîliği kurucularının en belirgin ülküsü Tiirk dilini, Soyunu, 2. M e n a k ı b - a l Ârifîıı, Eflâkî.
kanını korumaktı. Türk Alevîsi, yabancı ile evlenmedi. İki kadın almadı, 3. Tekke Alevîliği, İçtimaî Alevîlik, Baha Said, (Türk Y u r d u ) .
talâk yapmadı. Yardımlaşma ve dayanışmayı hakkıyla icra etti. "Benim
malım, mülküm." demedi, "Her şey ve herkes" dedi. Dilini bozmadı.
Töresinden ayrılmadı. Mukaddes bildiği ocağına hizmet etti. Yaşlılara
dede, baba, bacı, kardeş dedi. Gençlere hürmet ve muhabbet gösterdi.
Sazııu elinden düşürmedi. Sözünü Türk dilinin gözettiğinden ayırmadı.
Memlekete Dönüş

B edreddin, bir gün dostlarına veda ederek eşi vc çocuğu ile


birlikte Kahire'den samimî ve caııa yakın ufuklara doğru
açıldı. İki konak ayrıldıktan sonra, tekkedekiler gidişini duydular
ve birbirine girdiler. Bunlardan 17 kişi lekkeyi bırakıp Kudüs'te
Şeyh'e yetiştiler ve maiyetine girdiler.
Evvelce Kudüs'te hukluğumuz Ali Keşinin çoktan ölmüş, yerine
oğlu İdris geçmişti. Bedreddin'i yanında alıkoydu. Kendisine mürit
oldu. Şam'a kadar da eşlik etti ve onu onurlandırdı.
Şam'da bir hafta kaldıktan sonra Ilalep'e geldiler. Halep'te
Türkmenlerden bin kişi karşılamaya çıktı. Hepsi Şeyh'e biat ettiler.
Burada bir tekke yapmak ve Bedreddin "i başka tarafa salmamak
istediler. Fakat bir türlü kandıramadılar.
Orada iken Fcrec'in tahtını kurtardığını işiterek çok sevindi.
Ferec'in yokluğunda 8 yaşındaki kardeşi saltanata geçirilmiş,
hükümet işleri birtakım cahillerin eline düşmüştü. Ferec, üç ay sak- türeyen Muhammed Nür-iil Arabi'nin Melâmiye'sine tesir etmiş
lanıp fırsat kolladı ve zamanında idare başına geçti. Daha 6 yıl olması çok muhtemeldir. Bilindiği üzere Melâmîlik, vahdeti vücut
saltanat sürdü. 815'te kendi komutanlarından Şeyh Nevruz ile Şam nazariyesini aşırı biçimde benimser. Bu münasebetleri incelemek
civarında yaptığı muharebede öldü. ve bir neticeye bağlamak faydalı olur. Ancak konunun derjjıliği
Bedreddin Halep'te fazla durmadı. Konya'ya geçti. Burada kendi hasebiyle ayrıca incelenmesi daha uygundur. Karamanoğlu,
şehrine gelmiş gibi rahat eyledi. Konyalılar eskiden okuduğu Bedreddin vasıtası ile Hamîdeddin'i sarayına davet etti. Onlarla
medresenin yanında düzenli bir evi onun oturmasına tahsis ettiler. uzun uzun görüştü ve her ikisine bol bol iyilik ve ihsanlarda bulun-
Medreselilere her gün evinde yemek yedirmekle haz duyardı. du.
Birçok âlimler Bedreddiıı'c mürit oldular. Bedreddin, daha hayli zaman Konya'da oturacaktı. Fakat yıllar-
Sofuları pek de sevmeyen Karamanoğlu, Şeyh'in Konya'da dur- ca devam eden ana ve baba hasretine tahammülü kalmamıştı. Bü
masını istemiyordu. Zoraki şekilde sarayına davet edip ziyafet sebeple oradan kalkıp Tire'ye doğru hareket elli. Tire, o zamanlar-
verdi. Söz arasında bir münasebet getirerek Şeyh'ten keramet da Aydınoğlu'nun merkezi idi. Hacı Bektaşi Velinin (Allah, sırrını
göstermesini istedi. Bedreddin yemiş ağaçlarının nereden bittiğini kutlasın.) Fatiha Sûresi hakkında yazdığı bir tefsir kitabının yanan
sordu. Karamanoğlu, gülerek topraktan yetiştiğini söyledi. Tire Kütüphanesinde yakın yıllara katlaı mıılıafa/.a edildiği ve
Akarsuların nereden çıktığını sual etti. Bunların da yerden çıktığı Aydınoğlu'nun Alevî olduğu malûııı bulunduğuna göre, Tire muhi-
cevabını aldı. O n u n üzerine "Bizden sen keramet iste. Dünya ker- tinin Alevîlik ile olan alâkasını anlamak ııııışkııl değildir.
ametle doludur. Bu yolda toprak'ölursan, bütün yemişler senden Bedreddin'in oraya gelişi hiç de lesadül eseıi sayılamaz. Geçtiği
biter. İçin, dışın kerametle dolar. Hikmet pınarları senden çıkar." yerlerin halkı ile temaslar yapıyor, onları aydınlatıyordu. Tire'de
dedi. O anda dervişlerine d ö n ü p zikir etmelerini emretti. Şeyh de büyük bir hüsnükabul gördü. Kendisini ziyaret etmeyen kalmadı.
onları izlemeye daldı. Karamanoğlu, bu mânevi âlem içinde ben- Bu sırada Börklüce Mustafa da a / ı / üstadın ııe/dine geldi. O da
liğinden geçmiş, ruhu yükseklere çıkmıştı. Gönlündeki perdeler bu havalide bulunmaktaydı. Börk, yuvarlak ve pustsuz kalpak
birer birer kalkıyor, her defasında başka bir âlem seyrediyordu. demektir. Büyük sarık mânasında da kullanılmıştır. En evvel
Eski haline döndüğü zaman Şeyh'in ayağına kapandı. Ve ondan Orhan Gazi devrinde Yeniçerilere Akbork giydirildi. Bilecik'te
nasip aldı. (1) imal olunurdu. Bektaşileriıı elli tacına benzer. Mustafa'nın unvanı
Hamîdeddin Aksarayî, Bedreddin'in Konya'da olduğunu haber mutlaka başlığından kinayedir. Borklucc, "Börke benzeyen külâhlı
alınca Bursa'dan buraya geldi. Bedreddin ile beraber günlerce baş adam" anlamındadır. Türkçede böyle isimler çoktur: Saruca Paşa,
başa söyleştiler. Somuncu Baba lakabı ile de anılan bu zat Çamlıca gibi. Miladi 1450 tarihinde Foça'da Cenevizlilerin
Kayserilidir. 815'te Aksaray kasabasında ölmüştür. Tasavvuf başkâtibi bulunan tarihçi Yulıaıı I >ııkas, Mustafa'nın Karaburun'da
lisanıyla yazdığı "Hadîs-i Erbain Şerhi" bilgisine şahittir. Ariflerin doğmuş bir Türk köylüsü olduğunu yazıyor. Rahmetli Murat Bey,
biıyüklerindendir. Hacı Bayram Velinin mürşididir. Bedreddin'in İzmir civarında doğduğunu söylemekle yetiniyor. Biz, bu söylen-
verdiği derslerin Bayramiye tarikatına ve ondan geçen yüz yılda tilere inanmıyoruz. Mustafa'da görülen inkılâpçı ruh ve seciye bas-
bayağı bir adamın köyde büyüyen oğlunda pek de bulunmaz bir kadar zahmet çekmedi ve bir daha da yanından ayrılmadı.
şeydir. Babasının Burhaneddin adını taşıdığını gerçeklikle biliriz ve
O esnada Sakız Tekfuru, Şeyh'in şöhretini duyarak kendisini
bize öyle geliyor ki, bu zat meşhur Kadı Burhaneddin olacak.
adaya davet etti. Sakız Adası o devirde Cenevizlilerin elindeydi.
Kadı Burhaneddin Ahmed, Kayseri Hâkimi Şemseddiıı Mehmed'in Bedreddin, Anadolu'yu baştan başa dolaşmış, halkın ve muhterem
oğludur. 745'te Kayseri'de doğmuş, Halep ve Mısır'da tahsil gördükten kişilerin maksat ve emellerini anlamıştı. Buna mukabil,
sonra memleketine dönerek Erzincan Eminnin kızını nikâhla alınıştı. Hıristiyanların fikirlerine, papazların itikatlarına, kendi
Bilahare akrabalık düşmanlığa sebep oldu. Kadı Burhaneddin mem- akideleriyle Hıristiyan din ahkâmı arasında ne gibi farklar bulun-
leketin büyüklerinden bazılarıyla birleşti. Kayınpederini ortadan duğuna vakıf değildi. Gerçi Börklüce Mustafa Hıristiyanların da
kaldırdı ve beyliğini ilan etti. Şecaati birçok olaylarla sabittir. Bununla dertlerini, bütün insanların karanlık bir hayat içinde ıstırap çektik-
beraber kılıçtan ziyade ilmî ve edebi kudreti itibariyle biyografi lerini, bulunacak devanın genel olması lâzım geldiğini uzun uzadıya
yazarlarının övgüsüne mazlıar olmaktadır. Cenabı Peygamberin niedhi- anlatmış, kendisine geniş bir mevzu hazırlamıştı. Fakat her şeyi
ni yapan Arabi kasidesi ve Tasrif usulünden "Fksir ı Saadat" namluda- yakından ve bizzat görmek, bilmediklerini tam yerinde tamamla-
ki eseri meşhurdur. Bilhassa Sadeddiıı Teftazaııî'nin "Telviliııe yazdığı mak elbet daha iyi idi. Şimdi bu fırsat da eline geçmiş oluyordu.
haşiye (bir eseri açıklayan ve yorumlayan kitap. Y. N.) çok makbuldür. Davet etmeye gelen yedi papaz Şeyh'in önünde başlarını yere
"Divan "ı son zamanlarda basılmıştır. koyup adayı şereflendirmesini yalvarıp duruyordu. Beylerinin
Sakız'dan dönülünceye kadar oğlunu rehin bırakmak için gönder-
Yıldırım Bayezıd, Kadı Burhaneddin in idaresi altında balunan
miş olduğunu söylediler. Bedreddin buna razı olmadı. İzmir'den bir
Tokat, Sivas ve Kayseri'yi zapt etmek maksadı ile 800 senesinde üstüne
gemiye binip Sakız'a açıldılar. Ada'ya yaklaştıkları vakit, Sakız Beyi
yiirüdii. Kadı Sultanın maiyetinde 25 bin asker bulunuyordu. Fakat
kayık ile Şeyh'i karşıladı ve gemiden alıp sarayına indirdi. Börklüce
kuvvetine tamamen güvenemedi. Harpııt taraflarındaki yüksek dağlara
Mustafa Şeyh'in tercümanlığını yapıyordu. Papazlar arasında
sığındı. Kaçtığım gören Akkoyunlu aşireti reisi Kıra Yüliik Osınan Bey
Arapça bilenler de vardı. Tekfur, Astronomi'ye pek meraklı idi.
üzerine musallat olmuş ve yapılan savaşta Kaçlı Sultan maktul
Görüşmeleri bundan başladı. Sonra Hazret i İsa'ya ve tevhide
düşmüştür. Kabri Sivas tadır.
geçtiler. Etrafta ne kadar münevver adam varsa, şeyhi görmek ve
İşte Börklüce Mustafa, pederi olduğuna kani bulunduğumuz onunla görüşmek için her gün sarayın bahçesinde toplanırdı.
Kadı Burhancddin'in ölümü üzerine, bir taraftan Yıldırım'ın, diğer Bedreddin'i görenler ve sohbetini dinleyenler, İsa'nın tekrar
taraftan Kara Yülük Osman Bey'in bir fenalık yapmasından yeryüzüne indiğine inandılar. Uzaklardan yılda bir kez Ada'ya
korkarak Karaburun'a kaçmış ve orada kılık kıyafet değiştirerek uğrayan çok itibarlı ve bilgin iki rahip gizlice İslam dinini kabullen-
yaşamış, hiç kimseye kendisini bildirmemiştir. Tarihçilerin babasın- di. Şeyh bunlara Edirne'de buluşmaya söz verdi. Beş kişi daha
dan bahsetmeyişleri ya şu sebeple bilgi sahibi olmadıklarından veya onların yolunu tuttu. Tarihçilerimiz Sakız Beyi'nin de
tarafgirlik duygusundan dolayı olabilir. Karaburun'da Rumlarla Müslümanlığı kabul ettiğini rivayet ediyorlarsa da, garp tarih-
görüşerek Rumcayı mükcmmelen öğrenmişti. Bedreddin'le buluş- lerinde vc " M e n a k ı b n â m e " d e buna dair bir kayıt yoktur.
tuğu zaman, fikren boş değildi. Şeyh'in kıymetini anlamakta zerre
Bedreddin Sakız'da on gün kaldı ve çok iyilik ve ikram gördü. müsaade istiyordu. Hakikatte bu Sakız'daki yabancı iki büyük
Kendisini uğurlamak için, Tekfur ve Ada'nın ileri gelenleri yolun papazdan biri idi. Şeyh, hususi odasından çıkıp bunları selamlığa
yarısına kadar kayıklarla bindiği gemiyi takip ettiler. Bu seyahatin aldı. Abdüsselâm'ın kızkardcşi dışındakiler o gün İslamiyet'i kabul
hangi tarihte vuku bulduğu ve Sakız Beyi'nin adı sanı tarihçe etti. Müslüman olmayan kadın bir Ermeni'ye varmış ve ondan
meçhuldür. Ancak olayların gidişi bizi 810 yılma doğru getiriyor. H a r m a n a adlı gayet güzel bir kız dünyaya getirmişti. Şeyh'in oğlu
İsmail derhal bu kıza vuruldu. Harmana da onu sevdi. Her ikisi
Şeyh, İzmir'den gemi ile Rumeli'ye geçmeyi düşündü. Fakat
henüz evlenecek çağda olmamakla beraber, Bedreddin gönüllerini
Rum korsanları deniz yollarını tutmuş, Saruhan gemileri onlarla
kıramadı. Bu küçükleri hemen birleştirdi. Onlardan kız ve oğlan
savaşa girişmişti. Onun için Kütahya'ya gitti. O yoldan Domaniç
torunları oldu. "Menakibııâıne"sini yazan Hafız Halil'de bunlardan
dağını aştı. Buradaki köylerin birinde bir alay Torlaklar türlü türlü
biridir.
tümbültülerle Şeyh in karşısına çıktılar. Şeyh'e münasebetli-
münasebetsiz bazı sualler sordular. Verilen karşılıklar üzerine
Tanıklar:
Bedreddin'e mürit oldular. Onlar da kafileye katılarak, Bursa'ya,
t. M e n a k i b n â m c .
oradan da Gelibolu'ya gidildi. Koğar Dağı na geldikleri zaman,
2. Şakayık-ı N u m a n i y y e , s. 78; Sicil li O s m a n î , M e h m e t Süreyya, c. 2, s. 10.
hısım ve akrabasının karşıya çıkmış olduklarını gördüler. O gece 3. M e n k i b n â m e .
Malkara'da kaldılar. Filesi gün yollarına devam ettiler. Fdirne'de
ana ve babasını sağ ve salim buldıı. P) O sene burada kaldı. Ertesi yıl
yapılan davetlere dayanamayarak Bursa'ya ve Aydın eline gitti.
Uğradığı köy, kasaba ve şehirlerde hep canlar yetiştirdi. Edirne'ye
dönünce, Cazibe yi hasta buldu. Soğuk iklim zavallıya yaramamıştı.
Yapılan bunca tedaviye rağmen kurtulamadı. O n u n ölümü
Bedreddin'i çok kahırlattı. Birkaç yıl dışarı çıkmadı. Bütün zaman-
larını halvette geçiriyor, yalnız namazdan namaza hariçte görünüy-
ordu. Ara sıra pişmiş bir şalgam yiyor, günlerce ağzına hiçbir şey
koymuyor, kendisinin yaptığı bir macunla yaşıyordu.® Babası ve
annesi onu evlenmeye pek çok zorladılar. Sırf onların hatırını boz-
mamak için istedikleri kadınla nikâhlandı. Bu, Cazibe'nin bıraktığı
elemi biraz hafifletti.

Günlerin birinde kıyafetlerinden Hıristiyan oldukları anlaşılan


erkekli kadınlı bir kafile Bedreddin'in evine çıkageldi. Bunlardan
birisi, Şeyh'in elinde İslam olduğunu ve Abdüsselâm adını almış
bulunduğunu söyleyerek Bedreddin'i görmek için ev halkından
Kazaskerliği

A nkara felaketinden sonra, büyük şehzade Süleyman Çelebi


Edirne'de Tahta çıktı. İsa Çelebi, Bursa'da hükümet icrası-
na başladı. Mehmet Çelebi, Amasya'da emirliğini ilan etti. Yalnız
Mûsa Çelebi biraderleri gibi pederini bırakarak zevk ve saltanat
kaygısına düşmemiş, babasının cenazesiyle birlikte Bursa'ya dön-
müş ve Timur tarafından al damga ile Bursa hükümetine tâyin
edildiği halde bir işe karışmamıştı. Mehmet Çelebi ile İsa Çelebi
A n a d o l u ' n u n idareleri altında kalan kısmını paylaşamadılar.
Aralarında vuku bulan muharebede İsa Bey mağlûp oldu ve büyük
kardeşi Sultan Süleyman'a sığındı. Süleyman, küçük bir ordu ile
kendisini tekrar Anadolu'ya gönderdi. Yine mağlûbiyete uğrayarak
Eskişehir taraflarında öldürüldü. Bu defa da bizzat Sultan
Süleyman Anadolu'ya geçti. Lâkin müsbet bir iş göremedi. Alıştığı
gibi Bursa'da sarhoşluğa ve sefahata daldı. M e h m e t Çelebi,
Mûsa'ya Rumeli'ye geçmesini teklif etti. Mûsa'nın yüreği dertlerle
doluydu. Sultan Süleyman'dan ümidini kesmiş, Mehmet Çelebi'nin Mûsa kıyafetini değiştirerek Bedreddin'i görmek için camiye git-
Karaman ve Dulkadir Beylerine fazla yürüşme göstermesi kendisi- miş. Yolda yanında bulunan Melek Şah'a bu rüyayı söylemiş.
ni gücendirmişti. Osmanlı şevketinin iadesi hususunda kardeşlerini Bunlar camide sünnetleri kılmışlar. Farzda Şeyh imamete geçip
kifayetsiz buluyordu. O sebeple yapılan teklifi kabul etti ve R a h m a n ve Fecir sûrelerini kıraat eylemiş. Namazdan sonra, Mûsa,
Rumeli'ye geçti. Eflâk Voyvodası Mirçâ ve Sırp Kralı vasıtasıyla Şeyh'in eline ve ayağına düşmüş ve kim olduğunu bildirmiş. Şeyh
epeyce asker topladı. Edirne'ye yürüdü. Süleyman Anadolu'dan onları evine getirip önlerine bal ve süt koymuş. Mûsa bu keram-
dönmeye mecbur kaldı. İstanbul'dan geçerken, İ m p a r a t o r ' u n etler karşısında şaşırıp kalmış. Bedreddin'e kazaskerliğini kabul
yardımını temin etti. İmparator, gönderdiği hilekâr adamlarla etmesi için çok yalvarmış. Şeyh bunu katiyen kabul etmek iste-
Sırpları Mûsa'dan ayırttı. Ağaların çoğu da Süleyman tarafına memiş ise de, yapılan yalvarmalara ve sürekli yakarmalara dayana-
geçiverdi. O suretle Mûsa Çelebi bozguna uğradı. Süleyman, bu mayarak, nihayet bu vazifeyi üzerine almaya mecbur olmuş.
galibiyetin neşesiyle büsbütün zevk ve salaya dalarak hamamdan Rumeli Kazaskerliği, devletin şeyhülislamlığı ve başhâkimliği
çıkmaz oldu. Musa Çelebi, fırsattan istifade etmesini bildi. Mihal demektir. İslam'ın başlangıcından II. Sultan Mehmed'e kadar en
oğlu Mehmet Bey'i beylerbeyi yaptı ve yeniden asker toplayarak yüksek ulema rütbesi Kazaskerlik payesi idi. Kazasker, bütün
Edirne surlarına dayandı. Süleyman, ıııest ve bihuş bir halde İstan- kadıların amiri ve mercii, aynı zamanda da I )ivan-ı I lümayunun en
bul yolunu tuttu. Fakat çok gidemedi. I Kıyımlar Kariycsine varınca, nüfuzlu üyesiydi. Önce Fatih Sultan Mehmet, payitahtıııdaki
yakalanıp öldürüldü. Bu olayın tarihi 813'tür. (1) müftüye şeyhülislam unvanını verili ve müftülüğü kazaskerliğin
Sultan Süleyman'ın ölümü üzerine, saltanat mirası münhasıran önüne geçirdi.
Mûsa Çelebiye düşüyordu. Mehmet Çelebi, biraderlerinin en Bedreddin, vazife başına gelir gelmez, "Cami-iil Fıısûleyıı" adın-
küçüğü idi. Yıllarca kardeşlerinin veraset haklarını tanımaması daki eserini yazmaya başladı ve on ay zarfında tamamladı. "Cami-
onların hakkını iptal edemez. Mûsa, bu tarihten itibaren hakkıyla iil Fıısûleyıı", O zamanın "medeni kaııun"u ayarındadır. Bunu o
Osmanlı padişahı sayılır. İlk işi Süleyman'ın sadrazamı İbrahim kadar kısa bir müddet içinde meydana getirmesi, her işte kanunu
l'aşa'yı yerinde bırakmak oldu. hâkim kılmak arzusuna delâlet eder.
Şeyh Bedreddin, üç yıldan beri Edirne'de oturuyor, bütün Türk O sıralarda Hoca Ahnıeıl isminde bir tacir Türkistan'dan
milleti nezdinde pek yüksek bir mevki işgal ediyordu. Herhangi Edirne'ye geldi. Şeyh'e Kadızade'den uzun bir mektup getirdi.
tarafta mühim bir mesele türese derhal Şeyh'e müracaat edilirdi. Bunda Uluğ Bey'in bilgi ve ahlakı övülüyor, saltanata geçtiği
Yeni hükümdar, Bedreddin'in büyük kıymet ve nüfuzunu anlamak- bildiriliyor, kendisi Uluğ Bey namına Semerkand'a davet olunuyor-
ta gecikmedi ve kendisine Kazaskerlik makamını verdi.® du. Şeyh, yine Hoca Ahmed ile Kaılızade'ye vaziyetini izah eden bir
"Meııakıbııâme"de bu olayı bir masal şeklinde okuyoruz: Mûsa cevap ve "Cami-iil Fıısûleyıı"in bir nüshasını yolladı. Uluğ Bey bu
geceleyin Bedreddin'i rüyasında görmüş. Şeyh, kendisine süt ve bal kitabı âlimlere vererek, saltanatı müddetince medreselerde okuttu.
ikram etmiş. Sabah namazında da imamlığa geçip ilk rekâtta Bedreddin, idare hususunda da geniş bir dirayet gösterdi. Halkın
Rahman, ikinci rekâtta Fecir sûrelerini okumuş. Sabah olunca,
hakiki ihtiyaç ve arzularını pek iyi bildiğinden, umumun isteği sini geri alarak, babası zamanındaki hududa dayandı. Bunun üzer-
veçhile hareket eyledi. İlim ve irfanının şöhretine idarî anlayış, akıl ine, Kayser Manüel el altından M e h m e t Çelebi ile muhabereye gir-
ve feraseti de katılınca, ahali üzerinde daha büyük bir nüfuz işti. Padişah, İbrahim Paşa'yı İstanbul'a gönderdi. Vazifesi biriken
kazandı. Börklüce Mustafa, Şeyh'in kethüdası, yani yardımcısıydı.® vergileri almak, tezvir ve fesattan vazgeçeceğine dair İmparator'-
Hususi işlerini de hep o görüyordu. dan teminat istemekti. İbrahim Paşa kendi hükümdarına ihanet
ederek Kayser'e muhalefet tavsiyesinde bulundu ve M e h m e t
Sultan Mûsa, beyleri tâbiliğe indirmeye çalıştı. Bazılarının san-
Çelebi tarafına geçti. Mûsa son derece müteessir oldu. Tatar mül-
cak ve zeametlerini aldı. Sadık bildiği adamlarına tevcih kıldı.
tecilerinden Kör Melckşah'a Sadrazamlığı tevcih etmekle beraber,
Filhakika beyler birer hükümdar kesilmişti. Sancaklarına müebbed
h e m e n İstanbul'u kuşattı. İ m p a r a t o r telâşa düştü. M e h m e t
bir malikâne ve evlâdiye nazariyle bakıyorlardı. Sırası gelince
Çelebi'ye feryatçılar yağdırdı. Tam o sırada Kör Melek Şah da
velinimetlerine ihanet etmekten çekinmezlerdi. Mûsa, Ankara
Mûsa'nın şiddetine dayanamadığı ve mevkiini sağlam görmediği
savaşında ve burada kararan o çirkin hallere şahit olmuştu. İhtiyar
için İstanbul'a kaçtı. Padişah büyük bir teessür ve n e f r e t l e
Evrenos Bey Screz'deki malikânesinden Sultan'ın nezdine gelmeye
Edirne'ye döndü.
bile lüzum görmedi. Malısıısan haber gönderdi. Gözlerinin
görmediği bahanesiyle daveti reddetti. Cebren getirtti. Sinnine Mehmet Çelebi, Kayser'in arzusunu kabul etti. Kardeşine karşı
hürmeten kendisine bir fenalık yapmadı. Ümeranın birçoğu bu gitmek zilletini üstüne aldı. Üç gün, üç gece süren eğlencelerden
muamelelerinden ürktü. Hele en bol ihsanlarını kapısına yeni sonra, beraberce Rumeli'ye geçildi. Miiltefik orduları İııcekiz'de
gelenlere vermesi, her muharebede yanından ayırmadığı Koyun bozguna uğradı. A n a d o l u ' d a da Ciineyd Bbcy baş kaldırdı.
Mûsa denmekle maruf çobanlıktan yetişme birisine pek fazla tevec- Mehmet Çelebi o bahaneyle yerine dondu. Daha geniş hazırlıklar-
cüh göstermesi, zadegân ve eşraf takımını büsbütün kızdırıyordu. da bulundu. Kazanılacak savaş ganimetlerini vâdetmek suretiyle
Bu siyaseti beylerin boynunu bükmek, rezaletlerine nihayet ver- Dulkadir Emîri Süleyman Bcy'dcn yardım aldı. Sırp Kralı ile ittifak
mek, mülkü ıslah eylemek maksadını güttüğü için mâkul idi. Fakat sözleşmesi yaptı. Önce Vize'ye, oradan Sofya'ya ve Sırbistan'a
tehlikeli ve zamana aykırı idi. Çünkü Anadolu yakasında fırsat geçildi. Evvelce körlüğünden deııı vuran Evrenos Bey Tirhala
bekleyen bir rakibi vardı ve şiddetli muamelelcriyle ona birçok Beylerini alarak Çclebi'nin ordusuna katıldı. Sultan Mûsa'nın çoğu
taraftarlar kazandırıyordu. ümerası da aynı ihanet yolunu tuttu. I'adişah'ın yanında Beylerbeyi
Mihal Oğlu Mehmet bey, Kazasker Şeyh Bedreddin, Mîrialem
Şeyh Bedreddin, kendisini ikaza çalışıyor, lakin bir türlü muvaf- (padişah sancaktarı) Azeb Bey ve Yeniçerilerle has takımından
fak olamıyordu. Timur'un ahlak ve tabiatı ona geçmiş, yaıadılışın- başka kimse kalmadı ve bunlar sonuna kadar sadakatten ayrıl-
daki şiddet ve celadeti bir kat daha arttırmıştı. madı. (4) İki ordu Sofya'nın güneyinde Samakov civarında çarpıştı.
Aynı şiddeti haricî işlerde de gösterdi. Şehzadeliği esnasında Mehmet Çelebi'ye iltihak eden Yeniçeri Ağası Hasan bir tepeciğe
sözünden dönen Sırp Kralı'nı tepeledi. Kardeşi Süleyman, çıktı. Askeri Musa'dan ayırmaya çalışıyordu. Padişah dayanamadı.
Rumeli'ye geçirilmesine karşılık Kayser'e Karadeniz ve Adalar Bu küstahın üzerine hücum etti. Hasan Ağa'yı bizzat parçaladı.
denizi sahillerinde önemli bazı yerler bırakmıştı. Sultan Mûsa, hep-
Lâkin diğer bir hain dehşetli bir kılıç darbesiyle Sultan'ın kolunu
yere düşürdü. Bu olay askerin bozulmasına sebep oldu. Hükümdar
yaralı ve bitkin olarak yana doğru gitti. Fakat atı bir bataklığa sap-
landı. Onu çıkarmaya çalışırken, takibine gönderilen Saruca Paşa
yetişti ve Mûsa yakalandı. Mehmet Çelebi'nin yanına getirilerek
şehit edildi. Bedreddin'in Kazaskerliği de kara bir sayfayla
kapandı.
Mûsa'nın şehadetini bütün tarihler 816'da gösteriyor. Yalnız
"Haber-i Salıilı" yazarı buna kanaat getirmeyerek 818'de şehit
olduğunu iddia etmiştir. Gerçekten Çelebi Sultan Mehmet tarafın-
dan zaferinden Bursa Kadısı'na gönderilen fermanda "Zulmet-i
Sürgünlüğü
adavet envar-ı nusret-i ilâhî ile zudude (pak edilmiş) olduğu
sebepten tarihi hüve zu' (ziya, aydınlık) 818 düştü." ibaresi vardır. (5)
Keza bu galibiyeti Karaman hükümdarı Mehmet Bey, Recep 818
tarihinde Çelebi M e h m e d ' e yazdığı mektupla tebrik ediyor.
Binaenaleyh 818 tarihi doğrudur. Bu hesaba göre, Mûsa'nın
saltanatı 5 yıl sürmüş, Bedreddin'in resmî vazifesi de o kadar
devam etmiştir. Ç elebî Sultan Mehmet, 12 yıl kardeşleri ile savaştıktan sonra,
saltanatta rakipsiz kaldı. Sultan Musa'nın maiyetinde bul-
duğu Kazasker Bedreddin'i büyük bir âlim olduğu ve ecdadı
Tanıklar:
Rumeli'nin fatihlerinden olduğu için idam etmeye ya kıyamamış
1. Âşık P a ş a z a d e Tarihi, s. 82; Künh-iil A h b a r . c. 3, s. 123.
2. Âşık P a ş a z a d e Tarihi, s. 48; Heşt Behişt. İdris-i Bitlisi, s. 195.
veyahut cesaret edememiş, hazineden kendisine bin akça tahsis
3. Âşık P a ş a z a d e Tarihi, s. 48: Iavarih âl-ı O s m a n . Lütfi Paşa, s. 42. eyleyerek, eşi ve ondan Edirne'de doğan Ahmed adındaki oğlu ve
4. Kiinh-ül Ahbar, c. 3. s. 173. kızı ile birlikte® İznik kasabasına ııcfi etmiştir. İdris-i Bitlisî'nin
5. M e c m u a - ı Miinşeat-ı Selâtin. A h m e d Feridun, c. 1. s. 129. ilmini yayması için oraya gönderildiğini, Hammer'in Ali'ye daya-
narak İznik'e kadı tayin olunduğunu rivayet etmeleri, Hayrullâh
Efendi'nin İzmit'i sürgün yeri göstermesi hayal mahsulüdür. Doğru
olan şu ki, Bedreddin mahfuzaıı İznik'e sürgün edilmiş ve orada
göz hapsinde tutularak kaçmasına meydan verilmemesi de
alâkalılara sıkı sıkıya tembih olunmuştur.®
İznik kasabası, bilindiği gibi. Bursa vilayetine bağlı bir kaza
merkezidir. İskelesi Gemlik'tir. Şimdiki halde 1500 nüfusa malik küçük
ve harap bir yerdir. Milattan 300 yıl önce, İskender'in serdar ve varis-
Bedreddin'e karşı kalbi bir bağlılık besleyen bir saadet sayardı.
lerinden Aııtigon'un emriyle kurulmuştur. Eskiden Bitinya'mn en
meşhur ve mamur bir şehri idi. Coğrafyacılardan Hipparchııs ve tari- Şeyh Bedreddin, daha kazasker olmaksızın gezdiği yerlerde gös-
hçilerden Dioıı Cassius üıı doğduğu yerdir. Muhtelif tarihlerde üç defa terdiği fazıl ve kemal ve meydana koyduğu kıymetli eserlerle halk
burada büyük rahip meclisleri toplanmıştır. İkinci bölümde yazıldığı nezdinde büyük bir teveccühe mazhar olmuştu. Kazaskerliği tabi-
gibi. Hicrî 469ytlmda Selçukîlerden Süleyman tarafından zaptolıınarak atıyla daha ziyade mevkiini yükseltti. Öteden beri Allah yolunda bir
başkent yapılmış ve 20 yirmi yıl sonra Ehl- i Salih 'in eline düşmüş, 60yıl davaya meyli bulunduğu için dinî kanaatle yaşar ve bu işlerle
Haçlıların işgali altında kalmıştır. Orhan Gazi devrinde Osmanlı idare- uğraşırdı. O sebepten az zaman zarfında keşif ve keramet kabilin-
sine geçmiştir. İç'ndeki camiler ve sair İslâm hayratı bu kasabanın den görülmedik ve işitilmedik bazı şeyler göstermek suretiyle de
Osmanlı Devleti 'nin iptidalarında büyücek bir şehir olduğuna kanıttır. kutsal bir şöhret kazanmıştı. (3) Unutmamak lâzımdır ki, akideler sırf
Eski şehri kuşatan iki kat bir sur halen eski halini muhafaza etmekte- nazarı ve hayalî oldukça, kitleler üzerinde yapılması istenilen tesiri
dir. Ne garip bir tecellidir ki. Selçuk Devleti 'ııiıı ilk başkenti olan bu tamamen ifa edemez. Bir sürü yasakları sıralamak kâfi değildir. Bu
şelıir o hanedanın son asil oglıııııııı sürgüne gönderildiği yer oldu... hususta müspet ve somut dayanaklara ihtiyaç vardır. Mezarlar, azi-
zler, bilhassa mucize vc kerametler itikatların dayanağı sayılır.
Bizim kanaatimizce, hu kasabanın sürgün yeri olarak Bedreddin'in yaptığı şeyler yeni bir yolun hazırlıklarıydı. Nitekim o
seçilmesinde iki ihtimal vardır; biri Hıristiyan âleminin kuruluş yıl- yol yavaş yavaş açılıp duruyordu.
larında İznik'in Roma'dan sonra en önemli merkezi olması sebe-
biyle Bedreddin'in Hıristiyanlıkla alâkadar gösterilmek istenilmesi; Şimdi o kadar yüksek gören ve düşünen, nüfuzlu bir adamın boş
diğeri ise o yıllarda İznik gölünün sazlıklarından gelen sıtmalı durmayacağı ve uğradığı felaketten er geç sıyrılacağı şüphesizdi.
rüzgârın sakalına ak düşmeden insanı ahirete göndermesi ve bu Öyle cesur ve ateşli bir zekâ tabii ki boş duramazdı. Nasıl ki de en
suretle Şeyh'in kendiliğinden ölümünün temin edilmesidir. küçük fırsatlardan akıl ve fikrinin kemaliyle faydalanmaktan geri
kalmamıştır.
Börklüce Mustafa, Şeyh'in bazı işlerini bitirmek üzere bir süre
daha Edirne'de kalmıştı. Bu esnada Bedreddin'in Seyyid Beşa da Şeyh'in, İznik'te maddi sıkıntıları yoktu. İsyanla suçlandığı
denilen büyük oğlu İsmail Bey korkunç günlerde sığındığı köyden zamana kadar maaşı devam elli. Kendisini rahatlatacak bazı
çıkarak Edirne'ye gitmek istedi. Yolda eceliyle öldü. Hezar köyü vesileler de olmuyor değildi. Mesela burada bir erkek çocuğu daha
halkı kendisini gömdükten sonra olayı mektupla Börklüce'ye dünyaya geldi ve buna Mustafa adını verdi.
bildirdi. Mustafa, derhal adamlar göndererek ölmüşün oğlu Halil'i Ancak kalebentlikten çok müteessirdi. Hürriyete alışmış bir
ve iki kızını yanına getirtti ve olayı Bedreddin'e yazdı. Şeyh, torun- ruhun esaret kaydına uğramasından daha feci ne olabilir? Kabahati
larını istediğinden Börklüce bunları alıp İznik'e getirdi. Bedreddin ne idi? Kimlere fenalık etmişti? Kazaskerliği kendi isteğiyle değil,
onları görünce, gözleri yaşla doldu, içini elem kapladı. Sultan Musa'nın ret kaldırmayan emir ve iradesiyle idi. Yoksa
Börklüce de İznik'te mekân tuttu. 'Şeyh'ten başka saf bir Türk, başkaları gibi o da ecdadının saltanatını canlandırmaya mı
çalışmıştı? Hayır, hiçbiri değil. O halde Mehmet Çelebi'nin onu
halis bir Müslüman, kâmil bir insan tanımamak derecesinde
küçük, viran, sıtmalı bir kasabada, adeta demir bir kafes içinde tut-
maya ne hakkı vardı? Bu, zulümden başka bir şey miydi?
Şeyh'in İznik'te çektiği manevi acıları orada tamamladığı"Teshil"
adındaki şerhin mukaddemesinden anlayabiliriz. Bu mukaddem-
eye küçük, fakat dikkati çok çeken bir dua ile başlanmıştır: "Cenabı
Hak, beni zalimlerin elinden ve onların yardımcıları şerrinden kur-
tarsın. Ayıplarımı gizlesin, elem ve felaketlerimi def ve yok
eylesin." Sonunda da şu yanık cümleler var: "Şerhi bitirdiğim bu
sırada hapis ve gurbet, hüzün ve kasvet, sıkıntı ve belalar içindey-
im. Kalbimde yanan ateş günden güne artmaktadır. Ey gizli lûtuflar Mesleği
sahibi, bizi korktuklarımızdan sakla ve koru." Bu çok mânalı ve zul-
mden yakınan ifadenin içinde devrin büyükleri için herhalde lanet
ve isyan kaynıyor.
Bedreddin, "Teshirin bir nüshasını İmamoğlu ile padişaha
takdim etti ve kendisinden I lac'ca gitmek ve oradan Mısır'a dön-
mek için müsaade istedi. Tekkeden gelenler, evvelce kavga çıkaran,
dedikodu yapan halifeler namına af dilemişler, Şeyh'in avdeti için V eyh Bedreddin, İznik'te yazım ve öğretim hürriyetine sahip
çok yalvarmışlar ve nihayet Bedreddin'den vâd de almışlardı. Fakat w idi. Fazlını ve meziyetlerini işiten ve bilenler kendisinden isti-
Çelebi Sultan izin vermedi.® f a d e etmek maksadıyla her gün yanına gelip giderlerdi. Kısa bir
zaman içinde talebesi fevkalâde çoğaldı. Birçok sofi ve bilginler de
Tanıklar: öğrencileri meyanında bulunmaktaydı. O cihetten Hoca Sadeddin
1. Â ş ı k P a ş a z a d e Tarihi, s. 84; Tarih-i Al-i O s m a n , Adil oğlu Oruç, s. 102. "Şeyhin ahbabı bihesab oldu. Deıgehi cay-ı şeylı-ü şah oldu." diyor.
2. N e ş r i Tarihi, s. 308; Ktinh-ül Ahbar, c. 3, s. 140.
Bedreddin, kâh kitap yazmak ile meşgul olur, kâh gelenlere ders
3. H e ş t Behişt, s. 393.
verir, yol gösterici telkinlerde bulunurdu. İslamın esasından uzak-
4. M e n a k ı b n â m e .
laşıp İslamiyet'in tanınmayacak bir hale getirildiğinden bahseder,
din ve devletin değişiklikleri üzerine dinleyicilerin dikkatlerini çek-
erek fenalıkların ıslahı gerekliliğiyle ilgili bahislerden söz açardı.
Şeyh'i bu inanca kavuşturan sebep ve etkeleıi anlamak için güçlük
yoktur. O, Mısır'da, İran'da, Türkiye'de hep zulüm ve yolsuzluğa şahit
olnıuş, Anadolu'yu bitkin bir halde bulmuştu. Yıldırım Bayezıt'uı kötü
idaresi Osmanlı Devleti nin düzenini bozmuştu. Saltanata geçtiği
dakikada ilk işi kardeşi Yakıtp Bey'i öldürtmek oldu. Bu olay Osmanlı evlerinin enkazıyla yapıldı. Bayezıd oğullarının arasındaki kapışmalar
tarihini lekeleyen örneklerin birincisidir. Kardeş katilliği ilk defa Türkler ise büsbütün halkı bitirdi. Panorama gibi her dakika biri çıkıyor, bir
arasında görüldü. Türk töresi bu kanlı cinayetlerden âri idi. Sırp dakika sonra o geçiyor, diğeri onun yerine geliyordu. Ahali satılığa
Prensesi Olivera'nın hiisııü cemaline olan iptilası kendisini işret ve sefa- çıkarılan bir köleye dönüşmüştü. Birinden diğerine geçiyor/ fakat
lıata sevk etti. Sazende ve hanendelerin en ünlüleri hükümdarı hiçbirisinden şefkat ve merhamet görmüyordu. Bugiin ekilen bir tarlanın
eğlendirmek için gece ve giındiiz çalışıyordu. Oğlan muhabbeti ertesi sabah çiğnenmeyeceğim kimse temin edemezdi. Esasen arazi
güdüsüyle tahtın yanı başında memleketin eıı güzel çocuklarından sahipleri sürekli değişmekteydi. Servet, mülkiyet hakkı, hatta hayat
bölükler teşkil edildi. İsraflar günden giine umumi servette gedikler açıy- hakkı hiçbir biçimde güvende sayılamazdı. Garp Hıristiyan âlemi de
ordu. Bu yaraları sarması lazım gelen şeriat hâkimleri ise en ziyade daha bahtiyar değildi. Onların da vaziyeti çok kötüydü. Hepsi zulüm
halkın feryat ve figanına yol açıyordu. O derecede ki. kadıların zulüm ve altında inliyordu. Bunun için <ıt unsal bir kurtuluş çaresi bulmak
irtikâbı Bayezıd'uı bile hiddetim galeyana getirdi. 80 kadar hâkimi diri lazımdı. Taa ki o çare yalnız lîiıklerı ve Müslümanları değil, biitiin
diri yaktırmak istedi. Bir cücenin maskaralığıyla kadılar bu cezadan zulüm gören ve ıstırap çekenleri kurtarabilsin. Ihı ahvalin acıklı gözlemi
kurtulabildi. Halkın zerre kadar öııeıııı kalmamıştı. Alt tabaka, hep üst Bedreddin 'i içtimaî mesleğe sevk etlen tik etkendir.
tabakanın rahatlığı için çalışırdı. Bütiin fenalıklar üst tabakadan alt
Şeyh'in marazı görüp anladıktan sonra tedavi cihetini de uzun
tabakaya bulaştı. Bir gün Bursa'da meczuplardan Akbıyık, evvelce
uzadıya düşündüğü muhakkaklıı. I laslaya nasıl hir ilaç verilecekti?
kadılıkta bulunan vezir Kara Halil Paşa ile camide konuşurken demiş
Bu ilacın terkibi ne gibi şeylerden ibaıel olacaktı? Umumi ahlakın
ki: "Avamın yaptıklarından ulema zümresinin sorumlu olması ihtimali
ıslahı hususunda şiddet politikasının faydasız olduğunu anlamıştı.
geçerlidir. Zira. tefecilik, içki, zina ve livata (oğlancılık) önce da niş-
Sultan Mûsa şiddetin her türlüsünü kullandığı halde hiçbir şeye
ine/idlerde görüldü, sonra avama geçti. Siz domuz eti yemediniz.
başarılı olamamıştı. Feci akıbeti leılip etliği ilacın zarar verici
Ulemamız yemedi diye cıvanı da ağzına koymadı. Fakat diğer fenalıklara
olduğunu göstermiyor muydu? Şeyh, bunu gözleriyle görmüştü.
rağbetiniz ziyade olduğu içiıı cahiller de size uymuştur. O devirde ümer-
Zorlamak insanları iyiliğe değil, fenalığa sürer. Onun için her şeyde
aya ve zenginlere her şey mubahtı. Devlet memurları soylulara, derebey-
yumuşaklık taraftarıydı. Esasen hislerine hâkim, hayatın her türlü
lerine, kapı (saray) halkına hasredilmişti. Tımar sahipleri köy çocuk-
cilvesini görmüş, hayat safhalarını bilge bakışıyla incelemiş, heye-
larını medreseye gitmekten men ederlerdi. Çünkü onlara kendi
can nöbetini geçirmiş, sükûn devrine girmiş, zeki, ve etkili bakışlı,
malikâneleri nazarıyla bakarlardı Bu suretle insanlığın en basit hakları
tam mânasıyla kâmil bir insandı. Manen böyle olduğu gibi, cismen
çiğneniyordu. Timur, Anadolu'ya gelince halka Yıldırım'ı arattı. Eski
de her fâniden farklı idi. Geniş omuzları, beyaz ve uzun sakalı,
derebeylerinin yerlerine geçirmesiyle zulmün artmasına sebep oldu.
burma ve heybetli sarığı ile şeylıden çok evliyaya benziyordu.®
Bunların çoğu insanlık haysiyet ve ulviyeti itibariyle en düşkün, vicdan
Börklüce Mustafa'nın içtimaî incelemelerde Şeyh'e çok yardımı
ve akılları fesat çamuruyla sıvanmış takımdandı. Hükümdara, milliyete,
olduğunu ve Bedreddin'i tasavvuftan içtimaî mesleğe geçirmek için
namus ve şeriata karşı isycın etmek onlar için en önemsiz bir işti. İstib-
çok çalıştığını inkâr etmek imkânsızdır. Mustafa, cin gibi kurnaz ve
dadın, zulmün, ahlaksızlığın türlii çeşidini icra ederlerdi. Yeni mas-
gayet zeki bir adamdı.® Bedreddin'in bazı fikirlerine muhalifti. O
raflarını kapatmak için ahalinin elinde kalanı aldılar. Yeni saraylar köy
coşkun ve taşkın, heyecanlı ve pervasız bir şahsiyet idi. Her şeyde nazarlarını büyülemişti.
aşırı giderdi. Yapılması lüzumuna inandığı inkılâbı başarmak için
Bitlis'teyken, Türklerin buralardan geçerek Anadolu'ya yayılmaları,
her türlü aracı caiz ve meşru görüyordu. İnkılâbın vukuu halinde
Alevî zümrelerin Van Gölü kenarından garba doğru göçmeleri mevzuunu
tayin ve tespit olunacak şekli de hiç aramıyordu. Halbuki
irdelemiş, Ahlat'ın Selçuk tarzındaki sivri tepeli kümbetleri, eski Ahlat
Bedreddin asıl bu noktalarda düşünüyordu.
mezarlığını süsleyen işlemeli çeşit çeşit Türk ınezartaşları önünde derin
Bedreddin, Anadolu'da yaşayan insanların özelliklem, ve isteklerini, derin tahayyüle dalmış, nice oymak ve kabilelerin benliklerini koruyan
gelmiş ve geçmiş devletlerin yaşama tarzlarını inceden inceye tetkik yüksek dağlar arasında Türklerin aşınmayan geleneklerini aramıştı.
etmiş bulunuyordu. Daha Konya'da tahsildeyken Selçukîlerle çok
Mısır'dan dönüşünde Halep'ten geçerken Caber Kalesini bile unut-
meşgul olmuştu. Oğuz töresinin bir maddesine göre, Kayıhanlı'dan
mamış, Fırat Nehrinin yanı başında bulunan Süleyman Şalim türbesi-
sonra Bayındırlı ve o bulunmazsa Bozoklu geçecekti. Halbuki
ni ziyaret etmiş, Ertuğrul Bey 'iıı >00 er halkıyla dolaştığı bu yerleri hep
Osnıanoğullarınm halis Kayıhanlı olduğunda bazı şüpheler mevcuttu. O
gözden geçirmiş ve Tire'de Aydmoyju ile Alevîlik üzerinde uzun ıızun
itibarla Dakak oğlu Selçuk 'un çocuktan töre bakımından daha kuvvetli
görüşmelerde bulunmuştu.
sayılırdı. Çiiııkü Bozoklu ve Kınık soyundan idiler. Bayıııdırhlann
Selçııkîleıe yıllarca itaat ettikleri halde, Osmanlı'ya daima isycııı ve Memleketin her tarafında derinden mustarip bir iniltinin geldiğini
mukavemet eylemelerim. Karamaııoğullarımn Türkmen kabileleri duymuştu. Mevcut dinî ve siyası mezhep ve mesleklerin bu karışıklık
üstünde Osmanlı dan fazla samimi bir nüfuza sahip bulunmalarını o içinde pek zayıf kalmasına karşılık. Bektaşîliğin bunalmış ruhlar
sebebe bağlamak mümkündür. O halde çok sağlam esaslara dayanan o üstünde yapmak istediği milli varlık inkılabı ile siyasi benlik ve hür-
koskoca Selçuk Devleti'ni kemiren ve nihayet bitiren ne idi? Acaba riyetin de az çok muhafaza edilebildiğini görüyordu.
Araplar mı, yoksa Haçlılar mı? Bunların da çok zararları olmuştur. Bedreddin, dâvanın esasını arlık kavramıştı "Şalımı Ali, imanını Ali."
Fakat asıl sebep, bu devletin kendi soyundan, benliğinden, kültüründen diyen Alevî zümreleri hakikatte dördüncü halife llazreti Ali'yi aramıyor-
uzaklaşması idi. Gerçi bunu önlemek maksadıyla bazı tedbirler alın- lardı. Ali, asırlarca evvel ahirde göçmüştü Onların bulmak istedikleri
mamış değildi. Bahaeddiıı Veld'iıı Belli şehrinden getirtilmesi sırf Ali Veliyullaliııı Arap'tan gayrı kavunlcıc kıymet veren mefkuresi, kendi
Bağdat ve Haneme karşı manevi bir dayanç bulmak içindi. Ve onun
millî benlikleriydi. Bünyelerine avgını re ıstıraplarım giderebilecek bir
beceremediğini oğlu Mevlâııâ Celaleddin Rumî yapmış, Selçuk hüküme-
varlık yaratmaya çalışıyorlardı Şevli Bedreddin de başka bir şey düşün-
tine adeta müstakil bir din vermişti. Lakin Arabi hoş görmeyen bu dinin
müyordu. O da ancak camianın birliğini korumak, müşterek bir saadet
pek biiyiik bir kusuru vardı. Türk milletinin ruhundan doğmamıştı.
temin etnıek istiyordu.
Felsefesi İran 'ııı eski Zerdüşt dinine dayanıyor, yazıyı, lisanı, saray ve
hükümeti Acemleştiriyor, Arap'ııı yerine Acem'i, kadının yerine ıııalı- Ahi'lerin tarihî hayatı kendisi için takip edilecek yolu bulmaya yardım
bııbıı (sevgiliyi) ikame ediyordu. Selçuk Devletini çöktiiren böylelikle elti. Ahilerin mevcudiyeti yakın hır geçmişe cleıık düşüyordu. Şeyh'in
millî benliğini bir türlü bulmamış olmasıydı. Ona mukabil Kırşehriıı doğumundan üç yıl önce zeval bulmuşlardı. İnsanın gönlünü çekecek
dinî uyanıklığı, millî hareketi o zamanlarda bile Bedreddin'in dikkat siyasi bir hayata malik idileı Sofivye mesleğinden feyz ve illıaın alarak
içtimaî Alevîlik ve Fiitüvvet vohıııa ve uhuvvet bağıyla bağlanmışlardı.
Hallerini yabancılardan gizleyip daima ibadet ve dindaşlarına yardımla Allah, vazettiği kanunlardan hakkı ile istifade etmek için insana akıl
meşgul olurlardı(3> İnsanlar yekdiğerinin kardeşidir itikadını taşırlardı, ve izan vermiştir. Herkes kendi aklının muhiti dairesinde Allah'ın emir-
isimleri de zaten onu anlatır. Şimdiki Farmasonlar gibi tarikatları dışın- lerini kabul eder. Birinin muhiti, itikadı diğeıierinkine benzemediği için
da kalan adamları kendilerine yabancı bilirlerdi. Merkezleri olan cebir ve şiddet göstermek muvafık değildir. Fikir ve vicdan tabiat düzen-
Ankara ve havalisi o zaman Anadolu kıtası içinde zenginlik ve bayıııdır- liğinin mahsulüdür. Cebrin tesirinden masundur. Gerek
lığıyla ün salınıştı. O sebeple yağmacılar için gözdikeği idi. Ahiler Müslümanlıkta, gerek Hıristiyanlıkta ulemanın ve papazların hataları
aralarındaki bağlaşmaya dayanarak kötülük yapanları def ediyor, ile nice bid'atler ihdas olunmuştur. Bunlar kaldırılırsa din bir olur.
onların fenalıklarından kurtulabiliyor/ardı. Selçuk Devleti'nin batması Hıristiyanların Allah'a ibadet ettiklerini inkâr eden dinsizdir.
ve Anadolu 'da birtakım beylerin ortaya çıkıncısı üzerine onlar da bir nevi Müslüman, Hıristiyan. Musevi, Mecusi hep Allah kuludur, birdir,
cumhuriyet ilan eylediler(4). Bu müşterek idare altında ahali daha ziyade kardeştir. Aralarında sevgi ve kardeşlik bulunması şarttır. Onların
refah ve saadet ile yaşadı İbııi Buluta, Seyahatnamesinde Ahilerin görüşme ve muhabbetleri sayesinde hak bâtıla galebe eder. Matlııb ve
zaviyelerinden, Antalya'dan itibaren Bursa'ya kadar dolaştığı şehirlerde gaye gürültüsüz, kendiliğinden hasıl olur.
bunlara tesadüf ettiğinden uzıııı uzadıya bahseder. Tarikatlarına dair Zuliim ve tagalliip mahsulü olan bir hükümetin tecavüzlerini hoş
"Fütüvvetnâme" adında bir kitapları vardır 762'de Osmanlı hükümeti görmek ve emirlerine itaat etmek katiyen caiz değildir Saray, saltanat,
Ahi idaresini söndürdü. Muhakkaktır ki. Ahilerin siyasi hayatı da Yeniçeri ve muharebe hep zulüm eseridir. Tekkeler, dervişler, âlimler de
Bedreddin'in mefküresi üzerinde biiyiik bir tesir yapmıştır. zulüm ve tagalliip mahsulüdür. Onlar da zulüm ve tegaUiibe alet oluyor-
lar. Hükümet, Zaınan-ı Saadette olduğu gibi millet tarafından belirlen-
Nihayet bu muhtelif zümrelerin belirsiz ve dağınık emel ve
melidir. Herkes tam bir hürriyet içinde kendi fikir ve mesleğinin sahibi
mefkureleri Şeyh in dimağında yeni bir mezhep şeklini aldı. Bu
olabilmeli, komşusunun meslek ve mezhebine hürmet etmelidir(5)/, "
mezhebin esaslarını bizzat kendisi şöyle anlatıyordu:
"Cenabı Hak. dünyayı yaratmış, insanlara bahşetmiştir. Erzak, Bu mezhebin en önemli kaideleri kanaat, eşitlik ve mal
elbise, davar, arazi ve bütiin toprak mahsulleri umumun müşterek birgeliğiydi (collectivisme). İştirakte yalnız nikâhlı kadınlar ayrı
hakkıdır. İnsanlar yaradılıştan ve tabiaten müsavidirler. Birinin servet tutulmuştu. Diğer bütün şeylerde ortaklık geçerli olacaktı. Şeyh'in
toplayıp biriktirmesi ile diğerlerinin ekmeğe bile muhtaç kalması ilâhî kanış unsurunu tarikatına eklemesi biraz da tasavvufla fazla ilgili
maksada muhaliftir. Her şeyin çift olarak halk edildiğine, madde ve olmasındandır. Fakat bunu diğer tarikat pirleri gibi fakrü zarurete,
ruhun varlığa vücut verdiğine, milsbet ve menfi kuvvetlerin münase- acizlik ve miskinliğe kadar teşmil etmiyordu. Abdülkadir Geylânî
betiyle hayat ve hareketin uyandığına, kcırı ve kocanın birleşmesinden "Ey dünyanın düşkünleri vc muhibbi! Dünyadan sakın. Dünya seni
insanlığın doğmakta olduğuna göre, nikâhlı kadınlar iştirakten müstes- mahv ve helak eder. Dünya o kötü nikâhlıya benzer ki, nikâhlısının
nadır. Bu birlik haricinde kaldfi-her şey insanların müşterek malıdır. gayrisine boyn eğer. Onun tevcccülı vc ikbaliyle övünme. Sana tam
Ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim. Sen benim eşyamı ikbal gösterdiği vakitte senden yüz çevirir." der. A h m e d Rifâî de
kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. Emlâkimize karşılıklı tasarruf ede- şöyle diyor: "Fakirlik şerefli örtüdür. Peygamberlerin elbiseleri, sal-
bilmeliyiz. ihlerin ziyneti, kralların tacı, ariflerin ganimeti, müritlerin mak-
Hıristiyanlara iyi muamele ediyorlardı. "Bektaşîlik Tetkikleri" adlı
sudu, Cenabı Hakk'ın rızası ve velilere bahşeylediği şeref ve
bir eser yazan Profesör F. V. Hasluk: "Bektaşîler yalnız Hıristiyan
izzettir." Halbuki Cenabı peygamber fakirliği tasvip etmez. Bilakis
ibadetgâhlarına el koymamakla kalmamışlar, kendi ibadetgâh-
çalışmayı tavsiye ediyor. İşte kanıtları:
larının kapılarını da tamamiyle Hıristiyanlara açık tutmuşlardır. En
1. Fakirlik dünya ve ahirette yüz karasıdır. ziyade dikkate değer cihet burasıydı. Türk m e m l e k e t i n d e k i
2. Dünya için ölmeyecekmiş gibi, ahiret için de yarın ölecekmiş Hıristiyanlar, Nakşibendiyye gibi Sünnî tarikatlara bağlı olanlara
gibi çalışın... göre, daha hoş görünmektedir. Hıristiyanlar arasında yapılan açık
propagandaya ait yegâne tarihî vesika, 15. asrın ilk yıllarında ortaya
Bedreddin'in kanaattan maksadı ancak ihtiyaç ve ihtirasları
çıkan Bedreddin Simavî isyanına müteallik rivayetlefde mevcuttur.
mümkün mertebede daraltmaktı. Socrates, Zenon ve eski filo-
Bu, şimdiye kadar vâzıhan beyan ve iddia edilmemiş olmasına rağ-
zofların birçoğu aynı fikirde idiler. Yeni tarikata göre, insanın
men, Bektaşî ve Hurufî tarikatları ile pek de alâkasız olamaz. Bu
insanlığı sabır ve kanaat, çalışma ve kanaat içinde büyür. Servet,
isyan kısmen dinî, kısmen de içtimaî bir hareketti. Bunun programı,
fenalıkların kaynağıdır. Her an ihtiyaçlarımızın sahası ortasında bin
dinleri kaynaştırmak, emvali birleştirmek hakkındaki Bektaşî ve
garip arzu doğurur. Mülkiyetin lezzetinde sarhoş eden bir hassa
Hurufî hükümlerini ihtiva ediyordu. Bedreddin'in tarikatında
vardır. Onu biraz tadanın başı döner ve bir daha sahip olma sev-
Hıristiyan müritler şevk ve vccd ile karşılanıyor, Hıristiyan dininin
dasından ayılamaz. Yeryüzünde hiçbir kimse için sahip olunacak
de hak olduğunu inkâr eden bir Müslüman'ın asıl kendisinin dinsiz
yerin sınırı olamaz. Iöpıak uslu, insanların malikânesidir. Sermaye,
olduğu alenen beyan ediliyordu." diyor. Saltık varlık nazariyesinde
onu mesaisiylc faydalı bir şekle sokanlarındır. Fenalığın başlıca
yaratan ile yaratılmışın birliği esas olduğuna göre, İsa ve
kaynağı malların az miktarda bazı şahıslar elinde toplanarak bu
Meryem'in tanrılıkta birleştiğine inanan Hıristiyanlar esasen yeni
adamların o sayede diğerlerini çalıştırması ve onların emek-
mezhebin dinî akidesine muhalif olamazdı. Bütün insanlar aynı
lerinden istifade eylemesidir. Eğer bütün insanların hür ve müsavi
cevherden yaratılmışken, aralarındaki düşmanlık ancak cehalet ve
olarak doğdukları doğru ise, bir kısım insanların asil ve zengin bir
anlaşmazlık eseri olabilirdi. Bu tarikat muhtelif dinlere mensup
aileden yetişmiş olduğu için servet ve asaletin imtiyazlarına
insanlar beynindeki ayrılıkları muhabbetle doldurmak, sevişmeyen-
malikiyetleri ve hiçbir şey yapmaksızın yaşamaları, diğer taraftan
leri seviştirmek, Türkiye halkını benzersiz bir ulus haline koymak
bu talihe mazhar olmaksızın doğmuş olan birçok zavallıların sırf
azminde idi.(6)
yaşamak için sürünmeleri adalete uygun mudur Şeyh Bedreddin
istiyordu ki, beşer arzu eylediği tarzda hür ve serbest yaşasın. Bedreddin, hükümeti de iyi bir nazarla görmüyordu. Er geç
İnsanlar tarafından icat edilen zincirler kırılsın. Cemiyet içinde fenalıklar hükümetle beraber cemiyeti de sürükleyip gidecekti.
kademe, mertebe kalmasın. Bay ve yoksul, kul ve sahip, emir ve O n u n indinde idare cihazı bir zorbalık kuvveti idi. O zamanki
esir, hepsi eşit olsun. Herkes eşit surette çalışarak kısmetini bulsun. hükümet şekilleri kamilen istibdada dayandığı için hepsini şiddetle
baltalıyordu. Şeyh'in gayesi, bütün insanları başka bir hayata,
Hıristiyanlar da yeni tarikatın dışında bırakılmamıştı. Onların
eşitliğe kıymet veren mesut bir devre ulaştırmaktı. Bir anarşist gibi
aleyhinde bulunanlar kötü sayılıyor, b ü t ü n m e z h e p sâlikleri
cemiyet kanunlarını ve içtimaî müesseseleri kökünden yıkmak görüşlerini tamamıyla giderememiş, eski ananelerin ekserisi dirim-
taraftarı değildi. Bununla birlikte yeni bir medeniyet, yeni bir hayat ini muhafaza etmiştir."
kurabilmek için bazı değişiklikler yapmak gerekiyordu. Bedreddin Netice itibariyle anlatmak istiyor ki, bu tarikat Karamite'nin
o tarihten 400 yıl sonra gelişen Sosyal Demokrasi yi daha o zaman- teşebbüsü gibi Şiîlikten doğmuş bir harekettir. Mesele bu kefdar
da yaymak ve uygulamak emelinde idi. sade ve basit bir şey ise, bu yazarın Bedreddin hakkında kitabiyat
Şeyh'in mesleğinde hakiki sosyalistlerin amaçladığı insanî kural- ve bilhassa şişirmelerle dopdolu koca bir kitap vücuda getirmesine
ların cümlesi mevcuttur. Üzüntü duyulur ki, düşündüğü şeyler ne lüzum vardı?
henüz en medeni memleketlerde bile kabul ve tatbike mazhar ola- Bedreddin, mesleğinin esaslarını dinde aramamış,-Sünnîliği ve
mamıştır. Zamanımızda görülen Komünizm samimî ve insanî Şiîliği karıştırmamış, hele prensiplerinin dine uygunluğunu iddia
olmaktan ziyade Emperyalizmi hedef alan siyasi bir tuzaktır. İşti- etmemiştir. Tarikatının dine mutabakat derecesini incelemek
rakçiliğin mümeyyiz vasfı insan haklarını ve fikir hürriyetini fazladır. Kendisinin tasavvufla olan münasebeti Şiîliğe istinat
mukaddes tanıması, hükümeti vatandaşın emrine ve iradesine bağlı etmez. Tasavvuf, Şiîlik demek değildir. "Sosyalistlik din bahsini içti-
bilmesi ve başkasının vatanına karşı ihtiras beslenmemesidir. maî meseleden büsbütün ayrı olmak üzere telâkki eder. Hattâ dinin
Sovyet rejimi ise hürriyet ve insan hakkı diye hiçbir şey tanımadığı hususi bir keyfiyet olduğunu defalarca ilan etmiştir. Sosyalistlerdin
gibi, vatandaşı da hükümetin esiri addetmekte ve bütün civar mem- akidesine bakmazlar." (7) İsa ve Ma/reti Muhammed servetin kıs-
leketleri yutmak emelindedir. O itibarla Şeyh'in Kolektivizme men tesviyesini şefkat ve merhamet hislerini işletmekte, zekât ve
dayanan doktrinini şimdiki Sovyctizm ile karıştırmamak lazım sadakada aradılar. Bedreddin'in seçtiği yol ise çok kestirmedir.
gelir.
Şeyh'in mal mülk iştiraki doktrininde ecdadının geleneklerinden
Franz Babinger, Bedreddin'in tarikatında İştirakçilik izleri ilham almış olması akla ve mantığa daha uygundur. "Eski
bulunduğunu kaydettikten sonra, bu nazariyenin kökenini aklınca T ü r k l e r d e beylerin ne kadar servetleri varsa, umumiyetle İl'e aitti.
tetkik ederek diyor ki: "İslam'ın esas kaidelerinde mal mülk işti- Türk ilinde kendine mahsus bir nevi Komünizm vardı. Boy beyleri
rakine delâlet edecek hiçbir şey yoktur. Veraset teşkili ve sair mülk ile hatunlar ekseriya şölen adı verilen umumi ziyafetler verirlerdi.
hukukuyla ilgili sıkı birtakım hükümleri ihtiva eden bir dinde şahsi İl'e mensup bütün fertler bu genel sofralarda yer, içer, eğlenirdi.
emlakin cemiyete verilmesi bahse mevzu olamaz. Zekât, vergi Bunların arasında çıplak olanlara elbise giydirilir, borçluların borcu
mahiyetini haiz olup Sosyalizm ile ilişkili değildir. Kuram Kerim ödenir, düşkünlere yardım edilirdi. Türklerde beylikle tamah ve
aile bağının muhafazasını içine alır. İslamiyet bünyesi bu kabil cimrilik birleşmezdi. Gerek beylerbeyi, gerek boy beyleri servetleri
teşebbüsleri asla hazmetmediği halde Sünnîliğe muhalif bulunan için birer mütevelliden başka bir şey değillerdi. Bunların bütün
Şi'a mezhebi daima hüsnü suretle telâkki eylemiştir. Şiîlik Küçük servetleri, menfaatları umuma ait vakıflar hükmündeydi. Fakirler
Asya'da kuvvetli devirler yaşamıştır. Anadolu Selçukîlerinin Şiîliğe de zenginlere haset etmezdi. Çünkü zenginlerin servetleri kendiler-
yakın oldukları muhtemeldir. Konya'da Acem kültürünü gösteren ine dağıtılmak için daima dolup boşanan birer genel hazine idi.
birçok eserler mevcuttur. Osmanlı Devleti Anadolu ahalisinin dinî Türk Komünizmi, yalnız beylerle halk arasındaki dayanışmadan
ibaret değildi. Doğrudan doğruya halk arasında da canlı dayanışma adalara kadar yayıldı. Artık sâliklerini teşkilâtlandırmak, mezhep
zümreleri mevcuttu. Her kırk haneye dayanan bir cemaat teşkil esaslarını daha geniş ölçüde yaymak lazım geliyordu. Bedreddin ise
ederdi. Bu zümrelerden her birinde yılda en az dört izdivaç olması bundan fazla bir şey yapamazdı. Çünkü kalebent idi. İznik'ten
kanunî bir mükellefiyet halindeydi. Geline masraf yapacak iktidar- dışarı çıkamıyor, ancak yanına gelenleri aydınlatabiliyordu. Diğer
da olmayan delikanlıların masrafları bu cemaatler tarafından veril- taraftan olgun bir adamdı. Daha ziyade çalışamazdı. Bedreddin'e
erek evlendirilirdi. Hangi cemaat bu mükellefiyeti ifa etmezse hareketlerinin mesuliyetini üstüne almak ve fikren hazırlanan
sorumlu olurdu. Türklerde birden fazla kişiyle evlenme usulü cari inkılâba yol açmak için çevik ve faal bir arkadaş lazımdı.
olmadığı halde nüfusun haddinden fazla çoğalması bu izdivaç Bu vazifeyi Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal üzerlerine
dayanışmasının neticesi idi. Bu kaideye göre hiçbir delikanlı bekâr aldılar. Şeyhlik âdeti üzere Mustafa'ya icazet ve hilafet verildi <9).
kalamazdı ve hiçbir baba küffü olan bir gence kızını vermemezlik Börklüce, evvelce bulunduğu Karaburun kazasına tekrar gittiği
edemezdi. Romalılarda baba ölmedikçe oğulları vatandaş hukuku- takdirde pek çok kimseleri irşat edebileceğini ümit ediyordu. Sahil
na malik olamazdı ve malını istediğine vermek hakkına sahipti. memleketlerinin dış münasebetlere açık bulunması hasebiyle heye-
Türklerde her çocuk baliğ olunca vatandaş sırasına girer, ana ve can ve harekete daha uygun olduğuna kani idi. İki arkadaş, çok
babası hayatta iken ailesinin müşterek servetinden hissesini alarak kuvvetli emellerle Aydın tarafına yollandılar.
ayrı ve müstakil bir hayat yaşayabilirdi."

Bedreddin'in müritlerine şarap içmek, saz çalmak için izin ver- Tanıklar:
1. Ş e y h B e d r e d d i n , R a g ı p Şevki, Kesimli Ay M e c m u a s ı .
miş olduğu hakkında İdris-i Bitlisî'ııin naklettiği rivayeti tekzip
2. M u f a s s a l . A h m e t M i d h a t , e. 1, s. 758.
etmeyeceğiz. Ancak bunu Batıniye'den aldığını ilave etmesini
3. Lûgat-i Tarihiye ve C o ğ r a f i y e , A h m e t Rıfat. c. 1. s. 106.
doğru bulmuyoruz. Çünkü Batıniye mezhebine ne hacet? Türkler 4. M u f a s s a l , c. 1, s. 449.
kımız içer, kopuz çalar, kadınlarıyla birlikte eğlenti yaparlardı. 5. Tarih-i Ebii-1 Faruk, e. 1, s. 237.
Türklerde hatundan bahsetmek ayıp sayılmazdı. Hanın eşi hanım, 6. Kısas-ı Enbiya, A h m e t C'evdel l'aşa, c. 12, s. 1159; D e v l e t - i O s m a n i y e
beyin dişisi begüm idi. Türk, anasını, kızkardeşini, hatununu hakîr Tarihi. H a m m e r , c. 2, s. 134.
7. Sosyalizm, J e o r g e Turneı.
görmezdi. Türk kadınları evlerinde ve dışarıda kaç göç bilmezlerdi.
8. Türk D e v l e t i n i n Tekâmülü, Ziya < iökalp, D e r g â h M e c m u a s ı .
Namus ve iffetlerinin muhafazası Arap'ın tesettürüne muhtaç 9. H e ş t B e h i ş t , s. 393.
değildi. Türk hakanları yüzlerine nikap (peçe) germez, Türk ser-
darları perde arkasında saklanmazdı. Aralarında gizlilik yok, mert-
lik vardı. Bütün hayatlarını samimî bir hava içinde geçirirlerdi.

Şeyh'in kısmen ecdadından alınan ve kısmen de zekâsından


doğan fikir ve nazariyeleri muhit ve zamanında pek büyük tesirler
yarattı. Halk kuvvetli bir istekle yeni mezhebe sarıldı. Tarikatının
şöhreti Bursa, Konya, Aydın vilâyetlerine, Sakız'a, Girit'e ve diğer
Halifeleri

B örklüce Mustafa, Karaburun'da karar kıldı. O, cahil bir


adam değildi. Bazı tarihlerde imimi olarak gösterilmesi,
ezcümle Ahmet Mithat Efendi nin alaylı bir tarzda "Mustafa Ağa"
diye onu anması saray saltanatım tııcııııuııı etmek içindir. Börklüce
Mustafa'nın tasavvuftan "Tasvir el Kıılılb" adında Türkçe bir eseri
yakın zamana kadar Aydın kütüphanesinde mevcuttu. Kitabın
mukaddemesinde övgüyle Şeyh Bedreddin'den bahseylediği gibi,
kendisinin de Burhaneddin'in oğlu olduğunu söylemektedir.
Tasavvufu konu edinen bir eser yazan bir zat ümmi olur mu?
Karaburun'da "Sofi Kisra" ilamıyla da yâdolunmakta idi. Burada
ailesini gizliyor, soranlara Nuşirevan neslinden olduğunu soyuyor-
du.® Bazılarının sandığı gibi doğduğu yer Karaburun olsaydı, bit-
tabi o şekilde hareket edemezdi. Çünkü halk arasında soyunu sop-
unu bilenler olacaktı.

Mustafa, üzerine aldığı vazifenin icaplarını hakkıyla müdrikti. Ne


yaptığını ve ne yapacağını pekâlâ takdir ediyordu. Yeni tarikatın beyan eder. Bu rivayetlerin hakikate m u t a b a k a t derecesi
nazariyelerini herkesin zihnine yerleştirmek için şöyle etkili hita- meçhuldür. Bizim anladığımız şu ki, Mustafa vicdanı huzurunda
betlerle işe başladı: şahsiyetini bir "kurtarıcı", bir veli görürdü. Çünkü hak ve insaniyet
dostuydu ve bu tarzda hareket edenlerin ne birincisi, ne de sonjtın-
Biçare ahaliye yazık oluyor. Onlar da Allah'ın kuludur. Yaşamak,
cusuydu. Dükas ve ona dayanarak H a m m e r Mustafa'yı "Şiddetli
rahat etmek, çoluk ve çocuğuyla, mal ve ırzıyla mesut ve bahtiyar olmak
bir mutaasıp" buluyorlar. Fakat bu taassubun nevi ve mahiyetini
ister. Bütün, yıl rahat yüzü görmüyor. Hayvan, gibi çalışıyor. Kazancım
izah etmiyorlar. Biz Börklüce'de taassup yerine geniş bir vicdan,
bey alıyor. Geri kalan kısmını olsun rahatlıkla yiyemiyor. Tatarlar geliy-
serbest bir düşünme, yüksek bir hürriyet sevgisi görüyoruz. Aksine
or, yağma ediyor. Onlara karşı ordu çıkıyor, diğer bir yağma oluyor.
Dükas ve Hammer'in iddiası dinî taassup eseridir. Mustafa'da kay-
Derken Karamaııoğlu veya Ciiııeyd Bey, hasılı şu, bu geliyor, alıyorlar,
nayan fazla heyecan insaniyetin kemaline karşı duyduğu sevgi ve
yıkıyorlar, yakıyorlar, karıları, çocukları, ihtiyarları kesiyorlar, doğrııyor-
saygıdan ileri geliyordu. Başkalarının üç dört yılda yapamayacağını
lar. Timıırlar, Osmaııoğıdları, Karcımaniler bizim nemize lâzını?
o pek kısa bir zaman içinde icra edebildi. Birkaç ay zarfında 3 bin
Kozlarını kendi kendilerine kırsınlar ve bizi rahat bıraksınlar. Biz kendi
kadar savaşmaya ve darba yarar adam Dede Sultan'a bağladı/ 3 ' Bir
işimizi biliriz, kendimiz görürüz. Allah 'ııı kelâmı dertlerimize kâfi der-
işte safiyet ve ulviyet bulunursa böyle akıllara hayret verecek seri
man olabilir. Bir kaçlı nerede olsa bulunur. Bize zorbaların,, zalimlerin,
neticeler görülür ve can vermek kadar her şey göze aldırılır.
kan içicilerin lüzumu yoktur. Allah insanları hür ve kardeş olmak, bir-
birini kucaklamak, sevmek üzere halk etmiştir. Birbirini kesmek, doğra- Yeni mesleğe girenlerin şiarı "Benim hanem senin hanendir.
mak, inala. ırza ve cana tecavüz etmek, canavar olmak için yarat- Evimden evin gibi istifade edebilirsin." düsturuydu. H e r fert
mamıştır. Yaşasın müsavat ve uhuvvet (eşitlik ve kardeşlik), var olsun diğerinin elbisesini, arabasını ve diğer bütün eşyasını serbestçe kul-
hürriyet."(2) lanmak hakkını haizdi. Arazi ve hayvanlar, yenilecek vc giyilecek
her şey kamu'nun müşterek malıydı. I liç kimsenin belli bir ikamet-
Bu gibi çekici ve yakıcı söylevler elektrik ceryanı gibi derhal
gâhı yoktu. Hepsi açıkta yatarlar, mülkten feragat nazariyesini
tesirini gösterdi. Müslim ve gayrimüslim herkes Mustafa'yı takdis
fiilen tatbik ederlerdi. Bir kumaştan yapılmış yeknesak (tek tip)
etmeye başladı. Bunun nişanesi olarak kendisine " D e d e Sultan"
elbise giyerler, yalın ayak, saç kesik ve baş açık olarak gezerlcrdi. <4)
lakabı verildi. Bu unvan, otorite sahiplerine verildiği gibi, mânevi
G a r p Hıristiyanları alınlarını kapadıklarından Börklüce'nin mürit-
iktidara, hürmet ve muhabbete de delâlet eder. Erenlerin ekserisi
leri başlarını çıplak tutmak suretiyle bir taraftan Avrupalılara,
sultan namını taşırlar. O n l a r uluhiyet (Tanrısallık) âleminin
diğer taraftan da Sünnîlerin beyaz sarığına muhalefet göstermiş
hükümdarlarından sayılır. Ancak Kadı B u r h a n e d d i n ' e "Kadı
oluyorlardı. Saçlarını kestirmeleri dervişlik icaplarından olsa
Sultan" denildiği hatırlanırsa, bunun babadan kalma bir sıfat
gerektir. Ahiler de sakallarını tıraş ettiriyorlardı. Sofî erkânında saç
olmaSı ihtimali de akla gelir. Mevlânâ Neşri, Mustafa'nın velilik
ve sakal tuzağa benzetilmiştir. Keza saç ve sakal ziynet mahiyetinde
iddiasında bulunup halkı İbahat mezhebine davet eylediğini yazar.
olduğundan hakiki Sofiler bu ziynetten vazgeçmek
Âşık Paşazade ile Lütfi Paşa peygamberlik iddiasında bulun-
mecburiyetindedirler.
duğunu; H a m m e r kendisini " E b ve Ruhani sahip" ilân ettiğini
D e d e Sultan, Bedreddin'den aldığı ilham ile gerek de tam Müslüman addetmiyor. "Tabileri Kelimci şahadetin birinci
Müslümanlık'ta, gerek Hıristiyanlık'ta ulema ve ruhbanın hataları fıkrasını söylerlerdi. Lakin Hazrcti Muhanımed Mustafa'yı ihtiva
ile bir çok bid'atler vücut bulduğunu, bunlar kaldırıldığı takdirde eden ikinci cümlesini yâd etmezlerdi. Serdarları olan mülhidi
iki dinin bir olacağını vc Hıristiyanların Allah'a ibadet ettiklerini peygamber yerine korlardı." diyor. İslamiyet gayreti bu tarihçileri
inkâr edenlerin dinsiz olduğunu söyler, kendisine katılan mazur gösterebilir. Fakat Katolik bir Hıristiyan'ın tarihçi
Hıristiyanları gökten inmiş melâike gibi kabul ederdi. (5) Tarikatına Hammer'in Mustafa'yı sapık addeylemcsine ne demelidir?
gayrimüslimlerin girmesine çok istekliydi. Bu da mesleğini u m u m a
Börklüce, ikna edemediklerini Şeyh e gönderiyor, önemli mese-
teşmil etmek arzusundan ileri geliyordu. O fikirle iki müridini
leleri de ona danışıyordu. Karaburun'dan l/.ııik'e gidip gelenlerin
Sakız A d a s ı n a gönderdi. Bunlar başları açık, yalın ayak, arkaların-
arkası kesilmiyordu. 8 Şeyh Bedreddin, yanına gelenleri ilmî cer-
da aba olduğu halde Turlot Manastırında oturan dünyasından
bezesiyle kemalâtına hayran bırakırdı. Yeni tarikata ve kurucusuna
vazgeçmiş Giritli bir rahibi ziyarete gittiler. Müritlerden biri
karşı kalplerinde büyük bir irtibat ve hürmet hissederek Aydın iline
papaza "Ben de senin gibi inziva hayatı yaşıyorum. Ve ibadet
dönerlerdi. Garibi şurası ki, bu tarikatın gizli bir tarafı yoktu. Gizli
ettiğin aynı Allah'a ibadet ediyorum. Geceleyin dalgaları aşarak
cemiyetlerin din ve hükümet aleyhindeki gayesine ancak reisleri
yanına geliyorum." dedi. Keşiş buna kanaat getirdi ve Börkliice
vâkıf olur. İkinci, üçüncü derecedeki elebaşılar sır ve maksatların
Mustafa'nın da böyle denizde yürüyerek yanına geldiğini tarihçi
yalnız bir kısmına vâkıf olabilerek, hele esaslı tertip ve hareketler
Diikas'a nakletti. Dükas, rahibin düşüncesini pek masumane buldu
onların da malûmu olamadığından büyüklerin emir ve işaretlerine
ve onunla eğlendi. Halbuki papazın söylediği şaşılacak bir şey
tâbi kalırlar. Fertler ise hiçbir şeyden haberdar olmaksızın öne
değildir. Her mesleğin kendine mahsus lisan ve tabirleri vardır.
geçenlerin emellerine körü koriiııe hizmet e d e r l e r . Halbuki
Turlotas zahidinin, ziyaretine gidenlerin deniz üstünde yürüdük-
Bedreddin'in tarikatı u m u m a açıktı. Herkes mezhebin bütün
lerini söylemesi zahirî mânaya matuf olmayıp belki bu tarikatın
esaslarından haberdardı. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal gibi
ulviyetine, mensuplarının kuvvetli itikadına ve akidelerinin doğru-
bizzat Bedreddin tarafından eğitilen halifelerden başka, ikinci,
luğuna işarettir. Bu rahibten başka yeni mezhep sâliklcri arasında
üçüncü mertebede bulunan müritler bile başkalarını kendilerine
daha birçok keşişler mevcuttu. 6 Tarikata mensup olan İslam,
iman ettirecek derecede iknaya muktedir ve esrara vâkıftı. Nitekim
Hıristiyan, Musevi hep kardeşçesine hareket ederlerdi. 7 Aralarında
yukarıdaki satırlarda Dede Sultan'ın gelişigüzel iki müridini
çok samimî bir kardeşlik oluşmuştu. Dede Sultan'ın Hıristiyanlara
Sakız'a yollayıp insan kazanmayı başardığını arz etmiştik.
fazla önem vermesi birçok tarihçilerin dinî asabiyetini kışkırtmak-
tan geri kalmamıştır. Eski tarihlerden herhangi birini açsak Bedreddin'in ikinci halifesi Torlak Kemal, Manisa vilayeti
görürüz ki, yeni mezhebin kurucusu Şeyh Bedreddin olduğu halde dahilinde kalmış, orasını irşat merkezi yapmıştı. Kemal'in şahsiyeti
ona karşı bir şey denilmiyor da, Börklüce Mustafa "Ser Hayl-ı ve Bedreddin'le olan alâkası hakkında tarihî kaynaklarda pek az
Lliâm" (Melunlar G ü r u h u n u n Başı), "Rcis-i Müllıidan" bilgi vardır. Bazı tarihçiler, Musevi dönmesi olduğunu ve bundan
(Tanrısızların Reisi), "Şahs-i Leîm" (Alçak Adam) tabirleriyle evvel "Torlak H u t " denildiğini yazıyorlar. Bu iddia hakikata uygun
alaya alınıyor, aşağılanıyor. Filibeli Âli, Dede Sultan'ın müritlerini görünmüyor. Alman tarihçilerinden Fredrich Giese'nin yayınladığı
anonim "Tevarih-i âl-i Osman"da ve "Menakıbnâme"de "Torlak etmek fikrinde olsalardı bile mazur görülürlerdi. Çiinkii tahammülü
Hüve Kemal", "Neşri Tarihi"nde "Tor Hüve Kemal", "Heşt Behişt"te kabil olmayan bir hal ve vaziyetten kurtulmak için şiddet kullanılması-
"Hüve Kemal Torlak" şekillerine tesadüf olunur. Bu eserler, en eski na kesin lüzum ve viicııp hissedildiği takdirde ihtilal pek tabii ve meşru
Osmanlı tarihleridir. Bunlarda Yahudi kelimesi bulunmuyor. Daha bir şekil alır. Cenabı Hak. Şiiara Sûresinde "Yeryüzünde ıslalı değil,
eski bir zamanın adamı olan Liitfi Paşa, ilkin "Torlak Yahudi ifsat yapan müsriflerin emirlerine itaat etmeyiniz." buyurmuştur.
Kemal" adını kullanmış, fakat Yahudilik keyfiyetini nereden Zamanımızda da sıkıntıların giderilmesi için kanunî bir çare kalmayın-
öğrendiğini zikretmemiştir. Yahudi kelimesinin, Kemal'in unvanı ca ihtilale müracaat edilmiyor mu? Zulüm ve istibdat allında inleyen
olup dinin zamiri anlamına gelen H ü v e d d i n ' d e n uydurulmuş her milletin ihtilal yapmak hususundaki lıakkı Amerika 'ııiıı Bağımsızlık
olması mümkündür. Nasıl ki, Hüveddin tabiri daha başka tahriflere ve Fransa'nın İnsan Hakları Bildirgelerine bile girmiştir
de uğramıştır. Bu kelime Solakzade'nin tarihinde "Hud bin", "Tac-
Halbuki yeni mesleğe karşı önce hükümet harekete geldi. Şeyh
ili Tevariirtc "Hud bin Kemal", "Kamııs-ül ÂIâm"da "Hus", "Tarihi
Bedreddin kana bulaşmamış temiz bir inkılâbın taraftarıyken, hal-
Ebii-l Faruk"Vd " H u b b i i d d i n " şeklinde görünüyor. Torlak
ifeleri kıyam ve isyana mecbur edildi. Çelebi Sultan Mehmet,
kelimesinin Musevilik ile alâkası yoktur. Torlak öz Türkçedir.
tarikatın ilerleyişinden ürktü ve Saruhan Valisi Süleyman Bey'i
Genç, yabani, toy ve gürbüz delikanlı mânasmdadır. Tor, torun da
D e d e Sultan üzerine gönderdi. Süleyman Bey, Bulgar Kralı'nın
aynıdır. Civanti Entimenavino seyahatnamesinde "Torlak" adında
oğluydu. Evvelce Aleksandr Sisman denilirdi. 6 bin derviş tarafın-
bazı Türk oymaklarına tesadüf etmiş olduğundan uzun ıızadıya
dan savunulan Stilaryos Dağı geçitlerinde tekmil askeriyle beraber
bahseder. Biz, Kemal'in Yahudi dönmesi olduğuna katiyen ikna
öldürüldü. 9 Mustafa'yı taassup ile suçlayan Hammcr, Süleyman
olmayız. Bilakis Torlak kelimesine istinaden pek eski bir Türk
Bey için "Ecdadının dinini terk etmiş bir Hıristiyan,
aşiretine m e n s u p ve Türk oğlu Türk olduğu iddiasındayız.
Müslümanlıktan çıkmış bir güruhun darbeleri altında telef oldu."
"Memlekete Dönüş" b ö l ü m ü n d e Kütahya civarında birtakım
diyerek asıl taassubun nasıl olduğunu bizzat kanıtlıyor. Bu ilk gali-
Torlakların Bedreddin'e illilıak ettiklerini söylemiştik. İşte Kemal
biyet tarikat müritlerinin manevi kuvvetini artırdı. Bunlar zaten
onlardan biridir. Bu zat, Manisa vilayetinde tıpkı Mustafa gibi
mesleklerinin doğruluğuna inanmış ve galibiyetin kendilerinde ola-
hareket etmekteydi. Lâkin her neden ise Börklüce kadar kuvvetli
cağına şüphe bile etmedikleri halde, şimdi bir de göz göre göre
bir şöhrete nail olamamıştır.
galip gelmeleri üzerine, bundan böyle her muharebede yene yene
Her ikisinin teşkil eylediği cemiyet esasta saldırıdan çok savunma yeryüzünü düzeltmeyi başaracaklarını kesinlikle zihinlerine koydu-
fikrine dayanıyordu. Ne yazık ki çoğunlukla savunma saldırmaya dönüy- lar. İslam ve Hıristiyan komşu ahaliden henüz yeni tarikatı kabul
or. Meselâ Cizvitler Cemiyeti Hıristiyanlığı Protestanlık'tan korumak etmemiş olanlar peyderpey o tarafa meylederek işin rengi değişti.
için teşkil edilmişken, savunma maksadıyla yaptığı saldırılar birçok Padişahın fermanları dinlenmez oldu. Kendilerini yok etmeye
kanlar akıtmış ve Cizvitlere kcırşı kurulan İluınineler Cemiyeti de savun- çalışan kara bir kuvvete artık itaat edilemezdi.
ma kastıyla kurulduğu halde intikam yolunda Cizvitlerden aşağı
O aralık Aydın ve Saruhan Valiliği ne tayin edilen Ali Bey'e bu
kalmamıştır. Bununla beraber Bedreddin 'iıı halifeleri bir ihtilal tertip
iki eyalet arazisinde toplayabileceği kuvvetlerin tamamıyla
Börklüce'ye hücum etmesi emrolundu. Talih yıldızı, Sisman'dan duğundan bu muharebede mevcut olmadığını söylüyorsa da, diğer
ziyade Ali Bey'e yaver olmadı. Ateş gibi savaşan dervişlerin elinde tarihçiler aksini söylüyorlar. Murad Çelebi, ordusunu Karaburun'a
askerinin çoğu telef olmuş ve kendisi pek az bir maiyetle Manisa'ya doğru sevk etti. Kendisi Sultan'ın büyük oğlu olmakla beraber,
kaçabilmiştir. 10 Mustafa'nın müritlerinde kahramanca bir gayret, henüz 12 yaşında idi. Vakaa o cihet bu gibi büyük işlerin
hürriyet heyecanı, insanlığı esaretten kurtarmak şevk ve neşesi halledilmesine ve düzeltilmesine engel görünebilir. Ancak
vardı. Kalplerinde gaza ve şehadet hakkındaki itikat tazelendiğin- şehzadeler meyanında daha küçük bir çocuk iken çok önemli işler
den gülerek ölüme gidiyorlar, yiğitlik ve dirençlerine herkesi görenler az değildir. Babasının sağlığında Orhan Gazi'nin yaptığı
hayran bırakıyorlardı. Coşkuları durdurıılamayacak bir şekli* gir- şanlı gazalar malûmdur. Asıl iş görecek şehzadenin kılıcı değil,
mişti. Camilere, kiliselere, sinagoglara dokunmuyorlardı. Lakin nüfuzu olduğundan dervişler üzerine Murad Bey'in yürümesi
tembel yatağı saydıkları tekkelerle manastırlara aman vermiyor- hükümce padişahın yarı tesirini yapmıştır. Çelebi'nin ordusu,
lardı." İkinci zafer, dervişleri haddinden çok kuvvetlendirmiştir. İzmir'den Çeşme yakasına kadar erkek ve kadın kime rastgeldiyse,
Her tarafa halifeler göndererek galibiyetlerini yaydılar. Ondan kılıçtan geçirdi. 12 Nihayet Stilaryos Dağı önünde muharebeye gir-
başka, her kim Osmanlı hükümetinin askerî hizmetine girerse işildi. Ali, muharebenin Tire kasabası yakınlarında olduğunu, bazı
amansız öldürüleceğini ve herkesin yeni mezhebe bir an önce katıl- garp tarihçileri Dede Sultan'ın Rumeli'ye geçtiğini ve muharebenin
ması lâzım geldiğini her yana ilan ettiler. Z a f e r haberi Rumeli'ye ve orada vuku bulduğunu yazar. Güvenilir tarihçilerin cümlesi savaşın
hatta Avrupa'ya da yayıldı. Gaile, Türkiye İmparatorluğu için Karaburun'da cereyan eylediğini beyan ederler. Dede Sultan,
büyük ve gerçek bir endişe yaratmıştı. Aydın, Saruhan, Antalya gibi k a h r a m a n c a savunmada bulunur. A n o n i m tarihe göre o n u n
Dede Sultan'ın nüfuzuna tâbi bulunan vilayetlerden asker topla- maiyetinde 2-3, Neşri ve Hemdemî'ye nazaran 5, İdris Bitlisî'ye
mak ve onları dervişlerin aleyhinde kullanmak imkânı kalmamıştı. göre 10 bin piyade ve süvari vardır. Hoca Sadcddiıı ile "Haber-i
Esasen Anadolu'da yaşayan daha birçok T ü r k m e n kitleleri benlik- Salıih" yazarı Mazhar Fevzi E f e n d i İdıis'in rivayetini tercih
lerini Alevîlik ruhuyla karıştırmış oldukları için Sünnîliği temsil etmişlerdir. Dervişlerin gösterdiği kahramanlığın hiçbir muharebe-
eden Osmanlı hükümetine ısınamamış ve o sebepten bu tarikatın de, hiçbir askerde görülmemiş olduğunu Rum tarihleri de itiraf
ortaya çıkışını can ve gönülden karşılamıştı. Bu işi olur olmaz ser- ediyor. Saatlerce boğaz boğaza muharebeden sonra Dede Sultan'ın
darların da bastıramayacağı anlaşılıyordu. savunması daha ziyade talihin himayesine layık iken iş tersine
döner. Bu pek kanlı mücadelede dervişlerden 4 bin kişi keskin
Selanik Kalesinin fethi ile meşgul olan Çelebi Sultan Mehmet, kılıçlarla doğranır. 1 3 Neşri, İdris ve Lütfi Paşa M u s t a f a ' n ı n
daha şiddetli tedbirler almaya mecbur oldu. Amasya Valisi Şehzade Karaburun'da derhal idam edildiğini zikrederler. Hakikatte Dede
Murad Bey'i Anadolu ve Rumeli kuvvetlerinin toplamıyla yeni Sultan savaş esnasında yaralanır, fakat ölmez. Esir edilen mürit-
mezhep müritlerini ezmeye memur eyledi. Yanına da Vcziriâzam leriyle birlikte Ayasuluğ'a götürülür. 1 4 Ayasuluğ Aydın ili'nin
Bayezıd Paşa'yı verdi. Bayezıd Paşa kendisini Ankara merkezinde bulunduğu için o taraflarda mebzulen yaşayan derviş
muharebesinden kurtardığı için en çok güvendiği bir adamdı. İdris- zümreleri kazanılan zaferi yakînen görecekler ve ürkeceklerdir.
i Bitlisi, Bayezıd Paşa'nın Rumeli'de padişahın nezdinde bulun- O r a d a Dede Sultan'ı tarikattan vazgeçtirmek için en şiddetli vası-
talar kullanılır. Fakat hep beyhude oluru. En müthiş işkenceler eye çalışarak der ki: "Börklüce hakkındaki muameleyi yapanların
hiçbir şeye yaramaz. Bu eziyetlerin yapılmasında iki maksat vardır: gaddarlığından çok zamanın fikir ve âdetlerine tâbi olduklarına
Biri Börklüce'den intikam almak, diğeri Mustafa'ya yeni mezhebin kani olmak lazım gelir. Bu işkcnce ilk defa yapılmış olsaydı,
butlanını söyletmek vc o suretle taraftarlarını Sünnîliğe şehzade ordusunu idare eden Bayezıd Paşa lanetlenmekten kurtu-
döndürmektir. Lakin Dede Sultan'ın ne teşviklere kapılarak ve ne lamaz ve Sultan Mehmed'in sername-i şanı da lekelenmiş olurdu."
de işkenceden ürkerek hiçbir veçhile tarikatından dönmediğini Biz de ilave edelim ki, zulmün tekerrürü mahiyetini değiştirmez.
halk görünce, onlar da mesleklerinde böyle bir fedakârlığı göze Ve zalimler her vakit lanet ve nefrete müstahaktırlar. Âlemi
alırlar. Mustafa'nın nazarları önünde çoğu müridi öldürülür. yaratan "Ela la'netüllahi alezzalimîn-e" buyurmuştur. Öldürülen-
Bunlar "Dede Sultan, yetiş imdadımıza!" diyerek kendilerini vuran lerin kâmilen kanı temiz Türk çocuğu olduğu düşünülünce, bu
hançerlerin üzerine atılıyorlar, itikatlarını, mürşitlerine olan nefret kat kat fazlalaşır.
bağlılıklarını tazeliyorlardı. 15 Franz Babinger, müritlerin bu imdat
Bu olay, 823 Hicri yılının başlarında vuku buldu. Birkaç tarihçi,
istemelerinden tarikatın piri Cenabı Bedreddin'in kastedildiğini
olayı 818'de göstermiş ise de, kaliyeıı doğru değildir. Sultan Mûsa
söylüyor ki, mâkul bir fikirdir. Sonunda Dede Sultan kolları ve
ile Mustafa'nın şehadetleri aynı tarihe nasıl tesadüf edebilir?
bacakları gerilmiş olarak ıı/ıııı bir tahtaya çivilenir. 16 Rivayet eder-
İkisinin arasından mutlaka dört beş yıl geçmiş olacaktır. Hacı
ler ki, çarmıha çakılırken, o işi yapan insafsızlara "Acele etmeyin.
Kalfa'nın "Takvim al- Tevarih"\ndc ve "Kanıusii-l Âlâm" ile "Kısas-ı
İntikam yavaş yavaş alınır." demiştir. Nefesi tükendikten sonra,
Eııbiya"da 823 tarihi kabul edilmiştir. Doğrusu da budur.
cesedini bir devenin üstünde köy köy gezdirip teşhir ederler.
Ahaliden birçoklarının ahirette onun kendilerine şefaat etmesini Dede Sultan'ın şehadeti fırkasının kuvvetini kırmakla beraber,
yüksek sesle istirham ederek düşmanın kılıçlarına baş eğdikleri tar- ona karşı beslenen sevgi ve saygı duygularını kaybettirmemiştir.
ihlerde yazılıdır. Doğrusu itikadın o dcrccesi insana hayret verir. Arkasında kalanlar arasında onun hâlâ sağ olduğu rivayeti dolaşıp
duruyordu. Hattâ Giritli p a p a / da o itikattaydı. Mustafa'nın halen
Jeorge Jacob, Mustafa'nın idamından bahsederken "Cezanın Sisam Adası'nda yaşamakta bulunduğunu tarihçi Dükas'a
icra tarzı bu isyan hareketinin Hıristiyanlığı kabul mahiyetinde söylemiştir. Bu rivayeti Dede Sultan'ın halk nezdinde yüksek bir
telakki edildiği fikrini veriyor." Profesör F. V. Hasluk da Bektaşîlik mevki ve mertebe kazanmış olduğuna hamletmelidir. Hak Taalâ
hakkındaki eserinde "Asilerin Hıristiyanlar lehine olan temayül- "Ya Muhammed, elbet sen ele öleceksin. Müşrikler de ölecek."
leri, Müslümanlarca elde ettikleri reisleri cezalandırılmak için çar- buyuruyor. Şeyh Bedreddin, Hazreti İsa'nın dahi beden unsuruyla
mıha germek suretiyle vâzıhan ikrar edilmiş oluyordu." diyorlar. diri olamayacağı fikrindedir. "Belki ruhu ile hay, cesediyle
Filhakika Bayezıd Paşa'nın Dede Sultan'ı haç şeklinde bir çarmıha ölmüştür." diyor. Aynı mürşidin müritleri ona aykırı itikatta ola-
germesi olayı Hıristiyanlıkla ilgili göstermek istediğine delildir. Bu maz. O tarzda söylenmesi saygıya dayanmaktadır.
muharebede kullandığı şiddet, önüne gelen gayrimuharip kadın,
erkek, genç ve ihtiyarı kılıçtan geçirtmesi eleştirilmesi gereken Mustafa'nın ölümünden sonra, ordu Manisa tarafına yürüdü.
hallerden iken, merhum Namık Kemal Bey kendisini beraat ettirm- Torlak Kemal ile savaşa girişti. İdrîs Bitlisi, Kemal'in 2-3 bin askeri
bulunduğunu söylüyor. Lütfi Paşa, Filibeli Âli ve Solakzade daha az
olduğunu beyan ederler. Her iki iddiayı birleştirmek mümkündür.
Şöyle ki Kemal'in asıl maiyeti 2 bin kişiden ibaret olup Dede
Sultan'ın yenilmesinden sonra kılıçtan kurtularak Manisa'ya geçen-
lerle 3 bine ulaşmıştır. Bu muharebe önceki gibi geniş bir cephede
ve muntazam bir şekilde cereyan etmemiş, ancak şiddet ve dehşeti
diğerinden fazla olmak üzere hayli zaman devam eylemiştir.
Neticede K e m a l mağlûp oldu. Müritlerinin çoğu öldürüldü.
Kendisi de esir düştü ve Manisa şehri içinde bir müridiyle beraber
asıldı." Hâlâ oralarda bir " Ibrlak Pınarı" bulunmaktadır. Bu sure-
tle Bedreddin tarikatı Anadolu'da kökünden kazılmış oluyordu.
Asılması
Tanıklar:
1. Künh-ül Ahbar, c. 3, s. 176.
2. Tarih-i Ebü-1 Faruk, c. 1, s. 240.
3. Mufassal, c. t , s. 758.
4. Dükas Tarihi, s. 62.
5. Keza.
6. Kamus-ül Âlâm, Şemsedılin Sami, c. 2, s. 1376.
7. Kısas-ı Enbiya, c. 12, s. 1159. V eyh Bedreddin, Mustafa'nın savaştığını haber alınca, soruş-
8. Mufassal, c. 1, s. 758; Tarih-i Ebü-1 Faruk, c. 1, s. 239. V J turmaya uğrayacağını düşündü. Dökülen kanlardan crgeç
9-10-11. H a m m e r Tarihi sortnnlu tutulacağından korktu. İznik'te hatununu, kızını, oğulları
12. Dükas Tarihi, s. 62.
Ahmet ile Mustafa'yı, torunları Halil'i ve bunun iki kızkardeşini
13. Künh-ül Ahbar, c. 3, s. 176.
14. H a m m e r Tarihi, c. 2, s. 135. bıraktı 1 ]. Ve bir gece kölesi Mısırlı Cafer ile beraber sürgün
15. Dükas Tarihi, s. 62. yerinden kaçtı. Bu olay, 822 senesi Ccmaziyelcyvelinin 10. gününe
16. Keza, s. 63. rastlamaktadır.
17. Neşri Tarihi, s. 319.
"Resimli Ay" Mecmuasında Ragıp Şevki imzalı bir makalede, bu
firar olayında Bedreddin'e torunlarından Halil'in refakat ettiği ve
sonuna kadar yanında bulunduğu rivayet olunuyor. Bu söylentinin
aslı esası yoktur. Bizzat Hafız Halil "Mencıkıbnâme"de İznik'te
kaldığını beyan etmektedir.
Bedreddin sürgün yerinden ayrılırken, büsbütün Anadolu'dan
dışarı çıkmak, Türkistan'a gitmek kararındaydı. 2 O da babası Kadı
İsrail gibi eski yurdunu görmek istiyordu. Bu meyil pek tabiîdir. etmediğini görünce, Kırım'a gitmesini tavsiye etti. 3 Kırım Hanı'nın
Herkes ecdadının üzerinde yaşadığı yerleri görmek arzusunu Mehmet Çelebi tarafından kardeşi öldürtülmüş olduğu için kendi-
besler. Turan, bütün Türklerin can ve gönülden özlediği mübarek
sine çok yakınlık ve samimi bir sevgi ve saygı göstereceğini sözler-
bir kıtadır. Merv, Buhara, Semerkand, Hive, Taşkent... Bu isim-
ine ekledi. Çoluk çocuğunu Kastamonu'ya aldıracağına ve bunlara
lerde bir tılsım vardır ki, hepimizin ruhunu çeker. Bin yıl önce, bu
bakıp gözeteceğine de söz verdi.
şehirlerde şenlik, güzellik, bereket ve emsalsiz bir soysallık par-
lardı. Marius Fontac'ın söylediğine göre, vaktiyle bir kedi yere Namık Kemal Bey, İsfendiyar oğlunun Şeyh'i doğrudan doğruya
düşmeksizin damdan dama atlayarak Taşkent'ten Aral Denizi'ne Rumeli'ye sevketmiş olduğu iddiasındadır. "Osmanlı Tarilıi"nm 3.
kadar gidebilirmiş. Turan, o kadar kalabalık ve o kadar bayındır idi. cildinde görüşünü şöyle söylüyor: "İsfendiyar oğlunun beyan
Dünyanın en büyük bilginleri, en büyük kahramanları bu kıtada eylediği reyin sebebi Osmanlı korkusu değil, devleti aliye
yetişmiştir. Buralarda gezmek, ecdadının teneffüs eylediği saf ve mülkünde fitneyi idame ettirmek arzusu olduğu şüphesizdir.
kutsal havayı almak, ayııı feyzli, bereketli topraklara basmak az Çünkü İsfendiyar Bey'in Osmanlılardan korkması gerçek olsaydı,
zevk midir? Bunu kim istemez? müritleri fırka fırka isyan âlemlerinde dolaşan bir zatı Türkistan'a
değil, Osmanlı mülküne sevketmekten korkması lazım gelirdi."
Ne çare ki, Kastamonu'da arzusu müşkülata uğradı. İsfendi-
yaroğlu, Şeyh'in gelmekte olduğunu sınır muhafızlarından öğren- Bu düşüncede isabet bulmuyoruz. İsfendiyaroğlu, Şeyh'e çok
ince, karşılamaya çıktı. Beraber şehre getirdi. O gece Bey'in bir hürmetkârdır. Şahruh'u her nedense kem gözle görmüştür. Oraya
oğlu dünyaya geldi. Kundağıyla Bedreddin'in kucağına koydular. gitmesine razı olmuyor. Mehmet Çelebi den de çekiniyor. O
Şeyh, bir hurma çiğnedi. Suyunu çocuğun ağzına akıttırdı ve adını sebepten araya giremiyor. Fakat Bedreddin'in güzel konuşması ve
İsmail koydu. bilgisi sayesinde padişahın gönlünü yumuşatacağını sanıyor. Lakin
buna da tamamıyla kani değildir. ()ıııın için bu fikirden vaz geçerek
İsfendiyaroğlu, Bedreddin'in Türkistan'a gitmesine katiyen razı selameti Kırım'a gitmesinde buluyor. Bundan siyasi bir menfaat de
olmadı. İran ve Turan hükümdarı Muinüddin Şahruh'uıı (o: 850 H ) umuyor. Kırım Hanı M e h m e t Çclebi'yc kalben güceniktir.
Timur neslinden zalim ve c e b b a r bir h ü k ü m d a r o l d u ğ u n u , Bedreddin, Han'ı İsfcndiyaroğluna yaklaştırıp Mehmet Çelebiye
Osmanoğulları ile savaş ettiği için, Rum diyarında bulunanlar
karşı ikisi arasında bir ittifak hazırlayabilir.
hakkında iyi duygular beslemediğini, eğer oraya gidecek olursa,
Allah korkusuna ve fetvaya uymayan tekliflerle karşılaşacağını ileri Şeyh, ister istemez Isfendiyaroğlunıın sözüne baş eğdi. Fakat
sürdü. Eğer Mehmet Çelebi şiddetli ve gönlü katı bir kimse fikrinden de vazgeçmedi Kırım'da bir kolayını bulup oradan
olmasaydı, araya girmekten çekinmeyeceğini, fakat zaten kendisine Türkistan'a gidecekti. Sinop'tan gemiye bindi. O tarihte
kötü gözle bakmakta ve ortadan kaldırmak için vesile aramakta Karadeniz'de savaş eksik olmazdı. Gemi Eflâk sahiline yanaştı.
olduğunu ve hatta Bedreddin'in Kastamonu'da bulunduğunu Bedreddin, sabah namazını kılmak üzre dervişleriyle birlikte
duyarsa, işin fenaya varacağını, bizzat Rumeli'ye geçip padişaha karaya çıktı. Aptes alıp cemaate imam oldu. İkinci rekâtta Şafiî
sığınmasının daha uygun olacağını söyledi. Şeyh'in bunu kabul mezhebince Kuııût duasını okudu ve Hakk'a yalvardı. Namazdan
sonra, geminin yelken açıp denize açılmış olduğunu gördü. Aradan
uzun bir süre geçmemişti ki, denizde bir kıyamet koptu. Bir düş-
vilayetlere mektuplar gönderdi. Bu mektuplarında şöyle diyordu:
man kalyonu bu gemiye yanaşmış ve iskele tarafından ateş vermişti.
Denize düşenleri düşman tutsak alıyor, Şeyh onların acıklı halini "Halifelerimden Börkliice Mustafa Aydın ilinde huruç eyledi. Ben de
gözleriyle karadan görüyordu. Bunların içinde bulunan geminin burada hilafeti üzerime aldım. Bundan sonra padişahlık benimdir.
kaptanı Kara Haydar Mûsa senelerden sonra tutsaklıktan kurtulup Sancak isteyen, Sııbaşılık isteyen, hasılı her ne isteği olan yanıma
İzmir'e geldi. Şeyh'in torunu Halil'i buldu. Olayı olduğu gibi ağla- gelsin. "5
yarak anlattı. Bu macera o suretle "Menakıbnâıne"ye geçti. Bu ibareyi "Heşt Belıişt"te daha açık ve daha mânalı buluruz:
Şeyh, Kefc'den Dobruca'ya girdi. Eflâk Beyi Mirçâ, Bedreddin'in "Ey haklanın kaybetmiş olanlar, kıyanı edin (ayaklanın). Mustafa ve
Kazaskerliği zamanından beri tanıdığıydı. Kendisini hüsnü suretle Kemal Torlak Halife ve daileriınizdir (duacı). Halkı doğru yola davet
karşıladı. Esasen Osmanlı Devleti'nin gizli düşmanlarındandı. Ne için göndermişizdir. Göz işaretiyle âlem mülkünde ortaya çıkmayı ve
padişahın güceneceğini, ne de Bedreddin'in İslam ve Hıristiyan'ı ayaklanmayı mürit ve mutemetlerimize helâl kıldık. Memleketi irade ve
birleştirmek hususundaki fikirlerinden korkan Kclise heyetini itikat edenlere taksim eylemek, ilim kuvveti ve sırrı tevhidin hakikatiyle
dikkate aldı. Şeyh'i olanca kuvvetiyle himaye ve taraftarlarına taklit ehlinin millet ve mezhep kanunlarını değiştirmek ve boşu boşuna
dağıtılmak üzere birçok elbise de hediye etti. 4 Bedreddin, Tuna haranı sayılan bazı şeyleri tabiat kanunlarıyla helâllaııdırmak
Nehri'ndcn Silistre'yc gitti. Silistre'nin Rami Işıklar Karyesinde
mıtradımızdır"
İbrahim Paşa'nın ecdadından Abdülkerim Ağa'nın selamlığında bir
süre misafir kaldı. Kazaskerliği esnasında pek çok kimseleri İdris Bitlisî'nin ifadesinde dikkati çeken birkaç nokta var;
ellerinden tutup ikbal mevkiine getirmiş olduğundan o yüzden nice Bâtınîlerin "Dai" tâbirine burada da tesadüf ediyoruz. Sonra
adamlar kendisine minnettardı.. Bunlar kâmilen yanında toplandı. Bedreddin'in Torlak Kemal ile olan münasebeti doğrulanmış ve
Z a t e n onlar da Velinimetleri gibi düşkünlüğe uğramıştı. tarikatın belli başlı esasları hakkında da bazı işaretler verilmiştir.
Binaenaleyh tekrar ŞeylTc sarılmaları gayet tabiîdir. Dervişler "Mademki Şeyhimiz huruç etti (ayaklandı). Biz de bey
oluruz." fikriyle akın akın Deliorman'a doğru gelmeye başladılar. 6
Bundan sonrası için tarihçilerin çoğu diyor ki, Şeyh Bedreddin
Şu suretle Börklücc Mustafa ile Torlak Kemal'in Küçük Asya'da
vehme kapılarak bir kere firar etmiş ve hükümdarı fena zanna
yaymayı taahhüt ettikleri mezhebin üçüncü fırkası Balkanlar'da
düşürmüş olduğundan ya hayatını korumak kaygısıyla veya talebe
genişleyip duruyordu.
ve ahbap çokluğu sebebiyle kendi başına bir hükümet kurmaya yel-
tenerek, Silistre'de toplanan cemiyetle Deliorman'a indi. I. Sultan Mehmet, Börklüce'nin isyanından sonra Bedreddin'in
de ortaya çıktığını işitince son derece kederlendi. Hâlâ Selânik
Deliorman, Dobruca'nın alt tarafında, Bulgaristan'ın doğu
civarında bulunuyordu. Bazı garp tarihçileri ve ezcümle Franz
kuzeyindedir. Neşri ve Âşık Paşazade geniş orman anlamına olarak
Babinger padişahın Düzmece Mustafa'yı yok etmek için Sclâııik'e
buna "Ağaç Denizi" namını veriyorlar.
inmiş bulunduğunu zikreder. Filhakika Timur vakıasında
Bedreddin, efradını çoğaltmak için buradan gizli sofilerle tagayyübedcıı Bayezıd'ın oğlu Mustafa Çelebi Selânik'te ortaya
çıkmıştır. Fakat ayaklanması Sultan Mchmcd'in zamanında değil,
II. Murat devrindcdir. Çelebi Sultan Mehmed'iıı ölümü ve II. kavurmuşken, Şeyh'i derdest etmek için yeni tarikatı kabul edecek
Muradın cülûsu 824, Düzmece Mustafa Olayı 825'te vuku bulmuş- surette adam gönderilmesi lüzumsuz olmaz mı? Bedreddin'in
tur. 7 Bu hesapça o olay Bedreddin olayından sonradır. Buna binaen nezdinde toplananların miktarından tarihler neden bahsetmiyor ?
iki olayı karıştırmamalıdır. Sultan Mehmet, Selânik seferini sırf (

orasını zaptetmek için ihtiyar eylemişti. Lakin bir türlü hisara Bizce, Şeyh Bedreddin saltanat dâvasında bulunmamış ve tenkili
giremedi. Etrafın ganimetleriyle iktifa etti ve Serez kasabasına çek- için de savaş olmamıştır. Vakıa, tarih kitaplarının noksan ve
ildi.8 Bedreddin isyanını bastırmadan diğer bir işin açılmasını hususiyle biribirine aykırı hükümleri arasında saklanan bazı
muvafık görmedi. ifadelerinden anlaşıldığı üzere şu suretle cereyan etmiştir:
Şeyh malûm sebeplerden dolayı evvelâ Türkistan'a; daha sonra
Nihayet Anadolu meselesi sona erdi. Şehzade Murad'ın muzaf-
da Kırım'a gidemeyince, sonucu ne olursa olsun Çelebi Sultan
fer ordusu Posfor'u (İstanbul Boğazı) geçti ve Şeyh Bedreddin
Mehmet'e iltica etmesinin mukadder olduğunu aklına koydu. Ve
üzerine yürüdü.'Şeyh'in yanında toplanan halkı kolayca dağıtmak
padişahın huzuruna gelmek maksadıyla" Dobruca'ya geçti. Orada
için Börklüce ve Torlak'ın akıbeti her tarafa duyuruldu. Dervişler
Sultan Mûsa'nın komutanlarından eski arkadaşı Azeb Bey'le buluş-
önce buna pek inanmamışlarsa da kendilerine gelen hususi haber-
tu. Her ikisi beraberce Mehmet Çelebi'ye gitmekte mutabık
ler dahi aynı mahiyette olduğundan birçokları yerlerine döndüler. 10
kaldılar. Fakat her nedense Azeb Bey bilahare fikrinden caydı.
Bir rivayete göre, kendileri kurtulmak için Şeyh'i bizzat taraftarları
Bedreddin ise verdiği kararda sebat etli. "Meııakıbııâme"de tekrar-
yakalayıp teslim etmişler. 11 Diğer bir söylentiye göre, Şehzade
lanan bir atasözü vardır ki, tam yerindedir: "Avın eceli gelince avcıya
Murad Çelebi sadık bendelerinden bazılarını firari suretinde Şeyh
gider"
tarafına göndermiş, Şeyh bunlar tarafından ansızın yakalanıp
götürülmüştür. 12 Ancak Serez yakınlarında şiddetli bir muharebe O, özenerek yazdığı "Nıır-ııl Kıılılb" adlı eserini padişaha sunup
yapıldığına dair bir rivayet daha bulunmasına binaen Bedreddin'in af ve takdire mazhar olacağını tahayyül ediyordu." Eskiler bu
hangi şekilde yakalanmasının savaştan sonra olduğunu kabul konuda "Zehi tasavvur-ı bâtıl, zclıi lıayal-i muhal, (imkânsız)" der-
etmek lazım gelir. lerdi. Ne söylenir ki, büyük adamların bazen böyle sâf düşünce ve
hareketleri de oluyor.
Bu rivayetlerin hepsi bize hayalî geliyor. Şeyh'in ruhuna ve
mesleğine nüfuz eden bir adamın onun saltanat iddiasıyla ortaya Evliya Çelebi, Seyahatnamesinin II cildinde nakleder ki. Hacı
atıldığına, bilhassa nakledildiği gibi o derece çocukça hareketlerde Bektaşi Veli'ııin başlıca halifelerinden Sarı Saltık denmekle mâruf
bulunduğuna inanmak kabil değil. Söylenen sözler mantık ve Mehmet Buharı 726 tarihinden soııı a tâbi/eriyle birlikte buralara gelmiş
muhakemeye dayanmıyor. Padişah, Selânik'in fethine elbette ve Köstence ile Varna arasında Karadeniz'e doğru uzanan Kalıakra bur-
kuvvetli bir ordu ile gitmişti. Oranın zabtedilmesinden vaz geçince, nunda mekân tutmuştur. Bu azizin ınâııevi nüfuzu az zamanda tesirini
aynı ordu ile Bedreddin'i tenkil edemez miydi? Sirez'de (Screz'de) göstermiş, krala varıncaya kadar ahalinin cümlesini kendisine biat ettir-
neden bekliyor? Şehzade Murad Bcy'lc Bayezıd Paşa'ııın yardım- miş ve büyük bir tekke de yaptırmıştır. Asıl bedeni halen oradadır.
larına ne ihtiyaç vardı? Şehzade'niıı ordusu Anadoludakileri kasup Bununla beraber namına izafetle Baba Dağinda. Koıfıı Adasinda.
Ohri Gölü kenarında türbeleri, Babaeski'de bir dergâhı, Dimetoka'mıı kurtulduğu gibi, Bedreddin de belki bu zor geçidi geçebilecekti.
alt tarafında bir köyü vardır. Üzü Valisi Kenan Paşa ve "Mııhammediye" Lakin bir türlü bırakmadılar. Bedreddin bir gün "Kavmi arasında
sahibi Yazıcıoğlıı ayrı ayrı menakıbım yazmışlardır. Gayet önemli bir şeyh, ümmeti arasında peygamber gibidir." hadîsini izah etmişti.
şahsiyetti. Ondan başka yine Bektaşi büyüklerinden Akyazılı Sultan, Bundan kendisinin peygamberlik dâvasında olduğu mânasını
Varna şehri ile Balçık iskelesi ortasında bulunan Pravadi kasabasında çıkarıp onu da padişaha söylediler.
karar kılarak 824 senesine kadar halkın irşadıyla meşgul olmuş ve
Çelebi Sultan Mehmet, şeylerdenden Kara Dayı denilen bir zat
vefatında Seyahatname'nin üçüncü cildinde pek çok medheclilen orada-
ile istişarede bulundu. Kara Dayı, Bedreddin'in padişah emrine
ki tekkesinde gömülmüştür. Besim Atalayüı ifadesine göre, Varna,
karşı gelmeyeceğini, ondan katiyen muhalefet beklenmediğini
Deliorman ve Dobıuca taraflarında halen de epeyce miktarda Bektaşî/er
söyledi.20 Fakat diğerlerinin bitmez ve tükenmez tezvirleri Kara
yaşıyor.
Dayı'nın sözlerini çürüttü.
Bu ara sözden maksadımız, Bedreddin'in Dobruca'ya gelişinde
Padişah, kapıcıbaşı Elvân Ağa'yı Âli'nin rivayetince 200,
Bektaşîliğin esaslı bir surette Balkanlaı'ın kuzey kısmını sarmış,
Solakzade'nin mübalâğalı nakline göre 1500 süvari ile şeyhin üzer-
olgun bir muhit hazırlamış olduğunu arzetmektir. Öyle sanıyoruz
ine gönderdi. "Meııakıbnâme"de bunların 200 kişiden ibaret
ki, buralardaki Bektaşîler derhal Bedreddin'e yanaşmış, ona muhip
olduğu, aralarında şeyhi sevenlerden Ütücü, Kara Sinan ve Yusuf
ve mürit olmuştur.
Bey adında üç zatın bulunduğu yazılıdır.
Dobruca'da nereye gitti ise, derin bir saygı ile karşılandı. Her
Şeyh, hasetçi ve fesatçılar tarafından hükümdarın kışkırtılmakta
yerde fazla oturması için yalvarıyorlardı. Hele Silistre'de pek çok
olduğunu nasılsa haber almış, bizzat Sultan'ın haşmetli eteğine yüz
ısrar ettiler. Fakat mümkün değildi. H e r şeyden önce cebbar
sürmekten başka çare kalmadığını anlayarak Zağra'dan ayrılmış,
hükümdarın azamet ve celaletini okşamak lazımdı. O n u n için yolu-
Sirez (Serez) taraflarına gelmişti. Ortalığı karanlık bastığı için
na devam etti ve Deliorman'ı geçerek Eski Zağra'ya vasıl oldu. 15
yanındakilerle küçük bir köyde gecelemek istedi. Yatsı namazını
Burada Şeyh'in akrabası vardı. 16 O esnada padişah tarafından kıldı. Göğe baktığı zaman iki yıldızın bir noktada birleştiğini gördü.
emekliye ayrıldığı ve orada ikameti emredildi. 17 İhtimaldir ki, Bunu iyiye yormadı. Yanına koyduğu saatteki kum tanelerinin
hısımları sebebiyle Zağra'da oturmasını bizzat istida etmiş ve onun tamamen akmasıyla beraber bir felaketin olmasının muhtemel
üzerine buna müsaade olunmuştu. Halk ilmini ve amelini görüp olduğunu etrafındakilere haber verdi. Hakikaten kum tanelerinin
başına toplandı. tükendiği dakikada kendisini aramakta olan müfrezenin sesleri
Bedreddin, Börklüce'nin isyanından esasen suçluydu. duyuldu. Müritleri karşı koymak istediler. Şeyh onları bırakmadı ve
18
Düşmanlarıysa buna bir ek derecesindeydi. Hizmetine herkesin kendi rızasıyla Elvân Ağa'ya teslim oldu. 21 A h m e t Mithat Efendi,
koşuştuğunu görünce, hükümdara fit verdiler: " A h b a p toplayarak "Mufassal"mda uşaklıktan yetişmiş bu cahil ve milliyeti belirsiz
saltanat kurmak fikrindedir." dediler. 19 İshak Kefersudî'nin isyanı Elvân Ağa'nın başarısını büyük göstermek için Şeyh'in ellerini ve
üzerine Baba İlyas Horasanî'nin çiftliğine çekilip Şelçukîlerden ayaklarını bağladığını yazıyorsa da, biz buna pek de ihtimal vermiy-
oruz. Çünkü bu şekilde hareket etmesine hiçbir sebep yok. Yolda
giderken Bedreddin kendisinden geçti. Nabzı durdu. Ölmüş - Sen ne diye hakka aykırı hareket eyledin?
sandılar. Bir saat sonra aksırarak kendine geldi. Bu hal yolda yedi
- Benim hakka muhalefetim nedir?
defa tekrarladı. Sirez"e (Serez) vardıkları vakit, onu tek başına
viran bir evin içine tıktılar. - Hacca gitmek istedim, izin vermedin. Böylece şeriat hükümler-
ine muhalefet olunan bir yerden ayrılmak mecburiyetinde kaldım
"Tarilı-i Ebi'ı-l Faruk"ta ve Mehmet Zeki Beyin "İslâm" der-
ve İsfendiyar oğlunun nezdinc gittim.
gisinde çıkan bir makalesinde Kdirnc'ye gidildiği yazılmış ise de
doğru değildir. Edirne'ye götürüldüğü takdirde tekrar Serez'e sevk Ondan sonra başına gelenleri ayrıntılı olarak anlatmış, fakat
edilmesi mânâsız olur. E d i r n e ' d e hayatına son verilebilirdi. hükümdarın hiddet ve şiddeti bir türlü sükûn bulmamıştır. Şeyh'i
Tarihçilerin çoğunluğu, dosdoğru Serez'e götürüldüğüne kani ve saltanatı için hâlâ büyük bir tehlike gül mektedir ve meşhur âlimler-
kail bulunmaktadırlar. den mürekkep olarak bizzat huzurunda toplanacak bir divanda
sorgu ve muhakemesini emreyler. 22
Tarihçi Neşri, olayın arkasını pek basit olarak kaydeder, der ki:
Bu meclisin toplatılması sebebsiz değildi. O sayede Bedreddin'in
"Mevlânâ Haydar'dan sordular:
tarikatı herkesin önünde çürütülecek, kendisi de küçültülecekdi.
- Bu dânişment bir kişidir. I lali nedir? Taa ki halk ortaya konulan hakikatin mahvı için Şeyh'in yok
Haydar cevap verdi: edildiğine kail olmasın. O hakikat istenildiği gibi değiştirilsin.
Bedreddin'in ölümünün de hayatı derecesinde ahaliye tesir ede-
- Kanı helal ve malı haramdır...
bileceğini Çelebi Sultan Mehmet biliyor ve onun içindir ki. ileride
Bunun üzerine Serez pazarında bir dükkân önünde berdar ettil- doğacak vukuatın şimdiden söndürülmesini düşünüyordu.
er."
Üç gün sonra ulema divanı kuruldu. Meclis erkânının her biri
Yazarı meçhul "Osmanlı Tarihi" ile Âşık Paşazadenin ifadesi de çeşit çeşit melamet taşlarıyla Şeyh'i taşladı. Kimi "Edallehüllahü
bu yoldadır. alâ ilmin." zümresinden bulunduğunu söyledi. Kimi ulemanın ak
Halbuki hâdiseler bu basitliği yalanlıyor. "Menakıbnâme"nin yüzüne kara çamur sürdüğünden dolayı azarlama ve cezaya müsta-
yazdığına göre, Çelebi Sultan M e h m e t Bedreddin'i huzuruna hak olduğunu beyan etti. Kimi dereden tepeden bazı sözlerle idam
getirtmiş, çok fena karşılamış ve aralarında şöyle soğuk bir konuş- edilmesi gerekliğini ispata çalıştı. 23 Orada toplananların iki gayesi
ma geçmiştir: vardı; biri mecliste hazır bulunan padişahı m e m n u n bırakmak,
diğeri "Varidat" adlı eseri sebebiyle Şeyh'i hırpalamaktı. "Varidat"ın
- Ne için benzin sarı? Yoksa canını Keler mi soktu? Neye bir
bir iki yerinde hocalara yapılan hakaret hatırdan çıkmamıştı.
yerde oturup karar kılmadın?
Şeyh'e karşı beslenen hınç en çok oradan geliyordu, İçtimaî
- Padişahım, güneş batacağı vakit sararır. mesleğini anlayıp da ondan dolayı aleyhinde bulunan kimse yoktu.
- Ne için ulu-1 emre muhalefette bulundun? Mecliste en çok kendisini gösteren Molla Fahreddin Acemî ile
Molla Haydar Hcrevî'ydi. 25 Fahreddin Acemî, Seyyid Ş e r i f i n
toplanmışken cemaatinizi ikiye ayırmak için birisi gelecek olursa
öğrencisi idi. II. Murad devrinde bir müddet kadı olmuş, 870'te
Edirne'de vefat etmiştir. Haydar Herevî o zamanın müftüsü ve onu öldürünüz."
ulema reisiydi. Aslen bu da İranlı'dır. Osmanoğullarının bol "Meıtakıbııânıe"dc H a y d a r Herevî'nin tartışmalar s o n u n d a
keseden ihsanlarını duyarak Anadolu'ya gelen çanak yalayıcıların- Şeyh'in fazlını anlayarak kendisine hürmet ve saygı göstermek
dan biriydi. Sadeddin Teftazanî'nin öğrencilerindendi. Hocasının zorunda kaldığını, şeriatça öldürülmesine bir sebep görmediğini ve
"Keşşaf'ına karşı Sayyid Şerif tarafından yazılan itirazlı talika cev- kanına girilmemesini söylediyse de, sözünü dinletemediği, Bayezıd
abî bir haşiye ve meânidcıı İzah'a ve Feraiz-i Sırâciye'ye şerhler Paşa ile şehzade hocası Fahreddin'in ve onlardan başka hüküm-
yazmıştır. 830 yılında henüz otuzsekiz yaşında iken ölmüştür. darın nasıl olursa olsun Şeyh'i yok etmek istediğini bilen bazı
namussuzların baskısıyla fetva verdiği zikrediliyor.
"Habeı-i Sahih" yazarı meclisin Şeyh'i susturduğunu söylüyor.
Güya konuşmaların sonunda kusurunu itirafa mecbur kalmış. İdris Bitlisî, fetvanın verilmesi üzerine Şeyh'in "Mademki sul-
Halbuki bundan büyük yalan olamaz. İlkin Bedreddin günahsızdı. tanın emir ve itaatinden ayrılarak İslam bağlılığından kendi fiil ve
Bir suçu ve kabahati yoktu ki itiraf etsin. Sonra heyet arasında rızam ile çıkmışım; ilaha siyasete boynumu uzatmaya razıyım."
ilmen onunla boy ölçüşecek bir kimse bulunmuyordu. En büyükleri dediğini beyan eder. Mevlânâ Ruhî, fetvayı bizzat Bedreddin'in de
sayılan Haydar Herevî Âli'nin tabiriyle Şeyh'in tilmizi ve çömezi imzalamış olduğunu yazmıştır. Bu, garip görülecek bir şey değildir.
derecesinde idi. Haydar'ın hocası Sadeddin Teftazanî, Seyyid Şerif Fetvaların gizlice ve hiçbir yere kaydedilmeksizin yazıldığı malûm-
ayarında bir zattı. "Tabaka!" yazarlarından bilinir ki, Teftazanî bir dur. "Zeyd zamanın padişahına karşı isyan ettikte hakkında ne
gün Timur ile beraber otururken Seyyid Şerif önlerinden koşarak lâzım gelir?" tarzında yazılan bir fetvanın usulen ve teamülen cev-
geçmiş. Timur, "Şu adama bak. Vücudunun zayıflığına rağmen abı idamdır. Bununla b e r a b e r Şeylı daima h ü r m e t görmeye
nasıl koşuyor?" demiş. Teftazanî şu cevabı vermiş: "Hakanım! alışkındı. Birçok hükümdarların iltifat ve teveccühüne nail olmuş-
Bundaki ilim bizde olsaydı, mutlaka uçardık..." Bedreddin ise tu. Son günlerde ise hep hakarete uğramaktaydı. Elvân Ağa'ya
Teftanizaııî'nin o kadar övdüğü Seyyid Ş e r i f t e n herhalde çok yük- tesadüf ettiği gccedenbcri umulmayan dereceden fazla eza ve
sekti. Şeyh'in ilim semasında bir yıldız gibi parladığı, muhalifleri cefaya uğradığı muhakkaktır. O kadar kı işkencelerden bitkin bir
tarafından da bilinen bir şeydi. Özellikle içtimaî müşkülleri halde, hayatı sönmek üzereydi. Maddi ve mânevî ıstıraplarının
çözmekte eşsizdi. Murad Bey, ulemanın kendisini bir türlü sustura- verdiği yeis ve füturla kendi idamını imzalamış olması da
madığını beyan etmektedir. Idrisi Bitlisî de Bedreddin'in bir sözde mümkündür.
durmadığını söylemek suretiyle bunu ima ediyor.
Fetvadan sonra, çarşı içinde bir siyaset (idam) sehpası hazırlandı.
Nihayet, Haydar Herevî katlinin cevazına dair bir fetva verdi. Yanı başında bir nalbant dükkânı vardı. O gün gökyüzü solgundu.
Birçok tarihçiler Haydar I lercvî ismini yanlış olarak Seyyid, Said, Halk, Bedreddin'in asılacağını öğrenmiş, Serez kasabasını matem
Halil şeklinde zaptctırıişlerdir. Başkasını kargımamak için bu kaplamıştı. Yalnız çanak yalayıcılar verilen kararın icrasından
dalkavuğun adını iyice bellemek gerektir. Fetva, İdris-i Bitlisî'nin memnunlardı ve kendilerine yapılacak ihsanların tahayyülüyle
naklettiği gibi, şu hadîse dayatılmıştır: "Sizin işiniz bir adamda meşguldü. Bedreddin zindandan çıkarılarak siyasetgâha getirildi.
Elbisesini tamamiyle çıkarmışlar, m ü b a r e k vücudunu üryan duğunu söylemişler. O saatten itibaren Saraya tutularak el ve ayağı
(çıplak) ve perişan bırakmışlardı. Zulüm ve alçaklığın derecesini bükülmüş ve Şeyh'in haksız yere idamına sebep olanları kapısından
bundan anlamalıdır. O, ölümü tam bir huzur ve teslimiyetle bekliy- kovmuş. Rivayetin sıhhatini temin edemeyiz. Ancak Çelebi Sultan
or ve hattâ özlüyordu. Cellatlara: "Bana az bir zaman aman verin, M e h m e d ' i n felce uğramış bulunduğu da tarihçe mazbut, ve
aptes alıp namaz kılayım." dedi. 25 Muvaffakat ettiler. Müritleri muhakkaktır.
biraz uzakta duruyorlar, fakat yaşlı gözlerini kendisinden ayırmıy- Bedreddin'in asılmasını Taşköprülüzade ile Filibeli Ali ve Floca
orlardı. Dervişlerinden Mecııun'u yanına çağırdı. Yıkanmasını ve Sadeddin 818'de, "Sicilli Osmanî" 825'te, " M u f a s s a l " 820'de gös-
nereye gömüleceğini kısaca vasiyet etti. Sonra müritlerine doğru teriyor. Garip bir şeydir ki, "Ktsas-ı Enbiya"da Börklüce'nin 820,
baktı ve derhal yüzünde ulvi bir gülümseme belirdi. Üzerinde bin Bedreddin'in 818'de idam edildikleri bildiriliyor. (Keza Kâtip
ihlâs okuduğu deve yününden örülmüş bir ipi cellâda uzattı. 26 Bu ip, Çelebi'nin "Keşf-el Zunun"unda 2.cildin 625. sayfasıda 818 ve aynı
mutlaka tig-i bent olacak, l ig i bent tarikata ve bilhassa Bektaşîliğe cildin 357, 429, 508. ve 1. cildin 381. sayfalarında 823 gösterilmiştir.
girenlerde bulunur. Vefa ve teslimiyet alameti sayılır. İptida Daha tuhafı, Serez'de yaptığımız araştırmaya göre, türbesinde 817
M u h a m m e d Bakır ı şehit etmek için münafıklar tarafından hazır- yazılmış olmasıdır. Şeyh'in torunu I lafız Halil'in de yazdığı şu beyit
lanmışken halis bir mümin Şalı-ı Velayet in torunu yerine kendi 819 yılını ifade ediyor: "Dedi llalıl bin İsmail bin Şeyh - Cedde
boynuna koyup bekaya göçmüştür. Bedreddin'i bu tig-i bentle tarih İnnehû meczubün lıüve." Bedreddin, "Varidat"ında 818 yılın-
astılar 27 ve orada bulunanlar parlayan bir alevin söndüğünü hayre- da cemaziyelâhırın o n u n d a Mııhyiddin Arabi'yi rüyasında
tle gördüler. gördüğünü yazıyor. Bu hakikata nazaran, "Varidat"ın yazılışı 818
Şeyh'i yakından tanıyan İbn-i Arabşah nakleder ki, Bedreddin tarihinden sonradır. Onun asılması ise, daha sonra olacaktır.
namaz kıldıktan sonra büyük şeyhlerin âdeti üzere ruhu bedenin- Edilen rivayetler kamilen tahminidir. Doğrusu 823 Hicrî senesidir
ve Şevvalin yirmi yedinci Cuma güııiı şehit edilmiştir. Kendisi
den sıyrılıp cesedi ölü gibi düşüverdi. Merhumun nâşını padişahın
hakkında söylenen aşağıdaki kıtanın delâleti de 823'tiir:
emrini yerine getirmek için astılar. Aynı rivayete Taşköprülüzade
tercümesiyle "Lfıgcıt-i Tarihiye ve Coğrafiye" ûc de tesadüf ediliyor. "Gabe an kesreti kevni likâi a had-i
Ceset bir gün bir gece dar ağacında kaldıktan sonra asıldığının Mürşidi ehli tarikin seneden an sened ı
ertesi günü kuşluk vaktinde alınıp eski caminin yanında yıkandı. Vâkıf iil hicreti kad küle lieclit târılıı
Vasiyeti üzere müritleri hemen nalbant dükkânını satın aldılar ve Accililvasle lehii aşka vedfıdil' ebed i"
oraya defnettiler. Üstüne de muazzam bir türbe yaptırdılar. Çelebi Mânası: "Müteselsil senetle tarikat ehlinin mürşidi olan zat,
Sultan, bu inşaatı yasaklayamadı. ahadiyet camaline kavuşmak arzusuyla varlık kesretinden gaybubet
"Menakıbnâme"ye göre, B e d r e d d i n ' i n asıldığı gün Çelebi kıldı. Onun için hicrî tarihe vâkıf bulunan birisi 'Subhanî aşk ona
Mehmet can sıkıntısından bahçeye inmiş ve şeyhi karşısında gör- ilâhî vuslatı tâcil etti.' diye vefatının tarihini tanzim eylemiştir." 28
müş. Bahçeye girmesine müsaade ettikleri için bendelerine fena 823 Hicrî yılı Milâdi 1421 yılına tesadüf eder. Bu hesapça
halde çıkışmış. Onlar Bedreddin'in sabahtan beri asılı bulun-
Bedreddin'in hayatı 63 yıldan ibarettir. 18. Tac-iit Tevarih. c.2, s. 422.
19. Mevzuat-ı U l u m , c . l , s. 748.
Şeyh'in mezarı Rumeli'nin istilasına kadar büyük bir ziyaret-
20. Müntahab-üt Tevarih, Kutbcddin Mekkî, c. 1, s. 196.
gâhtı. Türbe Selçukî künbetleri tarzında ehramlı bir binaydı. 21. Keza.
Yanında bir cami de yapılmıştı. Bedreddin caminin sağ tarafında 22. Haber-i Sahih, c. 2, s. 144.
yatıyordu. Türbe kapısının üstünde şıı uydurma hadîs yazılı idi: "İzâ 23. Tac-üt Tevarih. c . l , s. 296.
tehayyertüm fil'ümûr-i festeinû nün ehlilkûbûr-i." Yani: "Ne vakit 24. Hayrııllâh Efendi Tarihi, c. I. s. 58.
25. U k u d - u n Nasiha, İbn-i Arabşah, s. 55.
bir işte hayrette kalırsanız, ölülerden yardım dileyin..." Bu, bizce şu
26. Müntahab-üt Tevarih. s. 196.
demektir ki, müşkül zamanlarda ölmüşlerin geçmiş hayatlarından, 27. Keza.
tecrübe ve eserlerinden istifade etmelidir. Yunanlıların emsalleri 28. Simavna Kadısıoğlu Bedreddin, Ş c ı a f e d d i n Yaltkaya, s. 70.
gibi bu cami ve türbeyi de yıktırmış olacağına şüphemiz yoktur. O
endişeyle Serezli Ferid Rasim Mey ve arkadaşları göç esnasında
Şeyh'in kemiklerini İstanbul'a getirmişlerdir. Bu kemikler bir san-
duka içinde Topkapı Sarayı müzesinde bulunmaktadır. Topraktan
alındığı zaman bazı yerlerinin çürümüş olduğu görülmüştür. Halen
bu büyük şahsiyetin ancak ismi ve birkaç eseri kalmış demektir.

Tanıklar:
1. Âşık Paşazade Tarihi, s 92.
2. Künh-ül Ahbar, c. 3, s. 144.
3. Şakayık-ı Namaniyye, s. 79.
4. Tac-tit Tevarih, c. 1, s. 296.
5. Neşri Tarihi, s. 319.
6. Âşık Paşazade Tarihi, s. 92.
7. Tac-tit Tevarih. c. 1, s. 315.
8. Heşt Behişt. s. 396.
9. Keza.
10. Haber-i Sahih, c. 2, s. 143.
11. Neşri Tarihi, s. 320.
12. Osmanlı Tarihi, Ahmed Rasim. c. 1, s. 87.
13. Varidat Mukaddemesi.
14. Keza.
15. Heşt Behişt, s. 39.
16. Şakayık- ı Nıımaniyyc, s. 79.
17. Künh-ül Ahbar, c. 3. s. 143.
Eserleri

V eyh'in yazdığı kitaplar kemalini' en büyük şahittir. Merhum


Bursalı Tahir Bey, Serez'de görılügıı "McıuıkıbiKiıııe"ye atfen,
büttın eserlerinin 38 parça olduğunu rivayet ediyor. Bizim elim-
izdeki nüshada da aynı adet vardır. Ve yazık ki, sözün uzamaması
bahanesi ile, bunlar hakkında hiçbir bilgi verilmemiştir.
Taşköprüliizade ile Kutbeddin Mckkı sayı zikretmeksizin gayet çok
telifleri bulunduğunu söylüyorlar.
Değerli bilginlerimizden Şerafeddin Yallkaya, BurStl'da Ulu
Cami Kütüphanesi'nde Şeyh'in şimdiye kadar bilinmeyen fıkıhtan
bir eserini bulmuştur. Bu risale, iki kişinin Ayni hakları (Mülkiyet,
İrtifak, Rehin, Gayrimenkul mükellefiyeti) üzerindeki dâvalarının
7670 şekilde tasavvur edilebileceğini gösterir bir şemayı ihtiva ediy-
ormuş.
"Meııakibııâıııe,,dcn de tarikat ahvaline dair Türkçe bir kitabının
varlığını öğrenmiş bulunuyoruz. Fakat görmüş değiliz. bahseder. "Mecma-iil Bahreyn" in tertibini andırır. Fazla uzatılmış
Bizim şöyle böyle görebildiklerimiz ancak 10 tanedir: hüküm ve kaidelerin ekserisinden insanı usandırır. Her fasılda
Mecmâ, Muhtar, Kenz, Vikaye adlı ilgi gören kitaplarda görünen
Bunlardan fıkıh füru'undan "Câmi-ül Fetavâ", nahivden "Çırağ- bütün meseleler toplanmış ve o kitaplarda bulunmayan birçok
ul F ü t u h " ve tahminimizce İznik'te son olarak yazdığı tefsirden şeyler de ilave edilmiştir.
"Nur-ul Kulûb" yeter derecede şöhret kazanmamışlardır. Sebebi şu
ki, onları görenler çok az olmuştur. "Menakıbııâme" deki şu satırlar Özellikle muamelâta mütaallik "Câmi-ül Fusûleyn" hâkim ve
bunu açıklıyor: "Şeyh'in felakete uğraması üzerine "Nur-ul kulûb" müftülere çok hizmet etmiştir. Bu kitap, Bedreddin'in kazaskerliği
namındaki tefsirini dervişleri saklamışlardı. Şimdi çocukları zamanında vücuda getirilmiş, 813'te yazılmaya başlanarak 814'te
tarafından gizli tutulmakta ve dışarıya verilmemektedir." sona erdirilmiştir. Bu adın verilmesi, "Fıtsûl" adlı pek meşhur iki
kitabın kaynak olarak esas tutulmasındandır. İptidası "Elhamdü lil-
İlim çevrelerinde asıl önemli ve makbul sayılan eserleri şun- lâhillczî a'lâ şe'nişşerîati"dir. Büyük iki cilt ve kırk bölüm olarak
lardır: toplanmıştır. Dâvaların sıhhatine ve nevilerine, kadıların, vasilerin,
"Matîa-ı husus ıl kilem fi meânifusus ıl hikenı." Bu bir hâşiyedir. vekillerin azil ve nasbine, dâva tenakuzuna, yemine, şahitlere ve
Ve tasavvufa dairdir. Metni, I U S U N ınukaddcmesinin şerhidir. 12 şahit ihtilâfına, akar tahdidine, bey'ıil vefa, beyyinelerin tercihine,
bölümdür. Mutasavvıf ulemadan Davutl Kayserî'nin eseridir. satış ve icarelere, nikâh ve nafakaya, fuzuli tasarruflara, borçlara,
tereke ve mirasçılara, muhayyerliklere, /.aınân ve tazminata dair
"Meserret-iil Kulûb" yine tasavvuftan bahistir. Bedreddin'in
kıymetli şer'î malûmatı havidir. İlci sayfasında Bedreddin'in fıkha
kıymetli teliflerinden biri sayılır.
ait siması pek bariz şekilde göze çarpar. O, fıkıhçıların sözlerini
"Sarftan Maksucl" risalesine "Unkud-ıtl Cevâlıir" unvanıyla yazdığı olduğu gibi kabul etmemiştir. Bazılarına karşı esaslı ve kendisine
şerh de pek muteberdir. Başlangıcı "Elhamdü liliâhil vûhibi külle has itirazları vardır. Bazılarını diğerlerine tercih etmektedir. İçti-
mcvcûdin" dir. Şair Senaî, Zeynuddin al-Aynî, Alımed Manisavî hatları mutlaktır. İmam ve mezhep kaygıısuyla kayıtlanmış değildir.
tarafından ayrı ayrı Türkçeye tercüme edilmiştir. Bazı ulema da Birinci bölümde Ebü-1 Fetih Mergmanî'nin "FıısıH" ünden şu
"Matlub" adıyla şerh etmişlerdir. parçayı alıyor: "Zamanımız müftüsü, sorulan meselede İmam-ı
Bedreddin'in fıkıhtan ilk şöhret kazanan eseri "Letâif-iil Âzam ve İmameyn sözüyle fetva verebilir. Şahsi reyi ile onlara
İşârat"tır. Bunu kazaskerliğinden evvel yazmıştır. Yazılış tarihini muhalefette bulunamaz. İsterse fen iiliınleri alimi olsun. Çünkü
muahhar gösteren Cenabı, Taşköprülüzadc ve Filibeli Âli hata hak bizim ashabımızda olup onların gayrisinde olmadığı zâhirdir.
ediyorlar. Acaba bu tarihçiler "Letâif-iil İşârat"tan "Câıni-ül Müftünün içtihatı imamlarımızın içtihatları derecesine erişemez.
Fıısûleyn"e bazı ilavelerin alınmış olduğunu görmemişler midir? Ve onlara muhalefet etmiş olanlara bakılmaz." Bu zorbaca ve isko-
"Hikmetin iktiza eylediği veçhile insanı tekmil eden Allaha hamd lastik hükmün altında Bedreddin şu mütalâayı yürütüyor: "Bir din
ederiz." ibaresiyle başlıyor. Dikkat buyurulsun; Bedreddin'in aliminin reyi kitap, sünnet, icmâ, sahâbi ve tâbi sözüne aykırı
duaları dahi ne kadar manidardır. "Letâif" fıkhın her kısmından olmayıp yalnız İmamı âzam veya imameyn reyine muhalif olacak
olursa fetvası kabul edilir. Nitekim sahabe zamanında Şerih'in fet- esaslı kaidelerden meydana gelir. Bedreddin bunda da nakil ve
vaları kabul edilirdi. Mademki kendi reyinin hak ve gayrisi üzerine rivayet ile iktifa etmemiş, çoğu meselelerde içtihadını ve şahsiyeti-
racih olduğuna zâhibtir. O n a kendi reyiyle amel vâcip olur. ni göstermiştir Kitabın Mukaddemesinde şöyle diyor: "Bu eserde
Başkasını taklit etmesi haramdır." Hocaları kızdıran noktalardan zihnimden bine yakın nükte zikredildi. Ekvel (üstün söz) diye işaret
biri de budur. O sözü sarf etmesi, büyük bir cüret eseri telâkki olunan satırlar benimdir. Zeki ve anlayışlı insanların imtiyazına
edilmiş. Bu, fikrinin bozuk olduğuna ve müçtehitlere iştirak etmek sebep kendi sözleridir. Sade rivayetleri bilmek ve nakletmek hüner
emelini beslediğine kesin bir delil imiş. "Câmi-iil Fusûleyıfe iptida sayılmaz. Diğer bilgilerde tasarrufa kadir birçok bilginler taklit
hücum eden " D u r c r " sahibi Molla Hüsrev'dir. O n d a n sonra yüzünden fıkıhta sağır ve dilsizdirler. Tasarruf etmeleri şöyle dur-
Zenbilli Ali Efcndi'nin oğlu Füzeyi Cemali, Hacı Fakîh, Mustafa sun; çoğu incelikleri anlayamazlar bile. Bana yalnız mülk sahipliği
Ebül Mcyamin, M e h m e t bin Azadlu ve Şafiîzade gibi bazı ve hariç bahsinde 7070 meselenin meydana gelmesi müyesser oldu.
nasuhteler tenkide yeltenmiştir. Bunlar yeniliğe düşman ve koyu Bu cihetler ümit ederim ki zeki mütefekkirlere münkeşif olur."
muhafazakâr olduktan başka, Bedreddin'in siyasi vaziyetinden de Birgivî Mehmet Efendi, "Teshin mütedavil gayrimuteber kitaplar-
kuvvet almıştır. Yazdıkları şeyler tarafsız ve garazsız addolunamaz. dan addediyor. Bu hüküm kişisel vc çelişkili bir şeydir. Yüzlerce yıl
Esasen mahiyetleri tezyiften ibarettir. Nispeten daha insaflı âlimlerin elinde dolaşan bir eser itibarsız olur mu? Hocam, bu nasıl
hareket eden usul âlimleri de vardır. O cümleden Zcynuddin ibni sözdür? "Teshin Emir Fazıl isminde bir zat haşiyelendirmiştir.
Necim-i Mısrî "Câmi-iil Fusûleyn"c yazdığı tâlik'te bazı itirazlarda
Bedreddin'in en önemli ve en canlı eseri "Varidat"tır. Bu eser,
bulunmakla beraber, birçok bahislerde dc Bcdreddin'i övmekten
tasavvufla ilgilidir. Şeyh'in akidelerini özetle ihtiva etmektedir.
kendini alamamıştır. Keza noksan ve ziyade ile tasarrufa kalkışan
Diğerleri gibi o da Arapçadır. Muhtasar ise de veciz ve emsalsizdir.
"Nur-ul Ayıı" müellifi Nişancızadc M e h m e t Efendi, kadılığı
Bazı yerlerinde taklitçi ulemaya karşı sert ve amansız bir dil kul-
zamanında dâva meselelerini gösteren kitapların en nefisi ve en
lanılmıştır. Onun içindir ki, pek fazla itirazlara hedef oldu. Kâtib
faydalısı bunu bulduğunu itiraf ediyor. Taşköprülüzade, "Câmi-ül
Çelebi, "Varidat"m en büyük düşmanlarından sayılır. O nakleder ki,
Fusûlyen" için "Bediî bir tarzda ve lâtif bir üslûp ile tertip olunmuş-
z â h i r v e bâtın ilimlerini nefsinde toplayan ulemadan Alâeddin Ali
tur." diyor. Bir bibliyografya olan "Mevzuat-ı Ulum" sahibinin bu
el-Arabî Manisa Dağı'nın üst taraflarında otururdu. Bir gün köy
ifadesi ve mezkûr esere karşı ekser âlimlerin asırlarca süren sevgi
imamlarından biri kendisini ziyarete geldi. Alâeddin misafire
ve hayranlığı başka takdirlere lüzum bırakmaz 1300 yılında
hitaben "Sende necaset kokusu var." dedi. İmam elbisesini yokladı.
Mısır'da basıldı. Diğer eserleri o cemileye nail olmamıştır.
Fena koku verecek hiçbir şey bulamadı. Mindere oturacağı sırada
"Letaif-itl İşarat"ın bizzat yazarı tarafından şerhi olan "Teshirde cebinden "Varidat" risalesi düştü. Alâeddin kitabı inceledi vc onda
çok faydalı ve makbul bir eserdir. Bu şerh metninden ziyade rağbet ümmetin tamamına aykırı şeyler buldu. Çok pis kokan bu risalenin
bulmuştur Şeyh "Teshin 816'da Edirne'de yazmaya başlamış ve hemen orada yakılmasını söyledi. Lâkin imam razı olmadı. O esna-
818'de İznik'e gittikten dört beş ay sonra ikmal eylemiştir. İbadat da karşıdan bir ateş göründü. İmam o tarafa bakınca evinin yan
muamelat ve ukubattan bahistir. Hilaf ilmine usûl ve fürua dair makta olduğunu anladı. Alâeddin'e muhalefet ettiğinden dolayı
pişman oldu ve yanan hanesine doğru gitti... Biz bu fesatçı fellahı bilhassa cesetlerin toplanması meselesini ele alarak aziz üstada şid-
biliriz. Yahya-ı Şirvani'nin halifesi Alâeddin Halvetî'nin mürid- detli hücumlarda bulunmuştur. Meşhur Şeyhülislâm Ebu Suud
lerindendir. Fatih zamanında İstanbul'da her işe burnunu sok- Efendi'nin babası Muhiddin İıııadî de "Varidat"ı şerh eylemiştir.
tuğundan dolayı padişah tarafından Manisa'ya sürgün edilmişti. Şerhinde Şeyh'in "Muhakkiklerin Sultanı" olduğunu söylüyo;. Ve
Nakledilen hikâye şüphesiz ki uydurmadır. Ancak "Varidat" cesetlerin toplanmasıyla ilgili fikirlerini tamamen doğru buluyor.
hakkında hocaların beslediği gayz ve husumeti apaçık gösteren Bunlardan başka, Melâmiyc tarikatının kurucusu M u h a m m e d Nur-
güzel bir misaldir. Bu fıkra da bize şunu anlatır ki. Torlak Kemal ul Arabi'nin Arapça, Harirîzade Seyyid Kemaleddin ile daha bir iki
Manisa muhitinde pek kuvvetli izler bırakmıştır. Bir köy imamının zatın çok muğlak ve anlaşılmaz bir ifade ile yazılmış Türkçe şerhleri
dahi "Varidat"ı üstünde taşıması ve A r a p Alâcddin'in İsrarına rağ- vardır.
men yakmaya kıyıııayışı ne demektir? Bu gönül ve inan bağlılığı
Sayın okuyucular "Varidat"m tarafımızdan aslına uygun ve sadık
değil de nedir? "Varidat"ın hacı ve hocalarda uyandırdığı
bir şekilde yapılan kâmil bir tercümesini ikinci kısmımızda bulacak-
husumetin başlıca sebebi çok derin meselelerden bahis olmasıdır.
Tasavvuf, bilgi ile anlaşılmaz. Onu hakkıyla kavrayabilmek için ayrı lardır.
bir zevk ve istidat lazımdır. Bu eserin inceliklerine intikal ede- Şeyh'in eserleri meyanında içtimaî bir kitaba tesadüf olunmadı.
meyenler maksatlarını kötüye yorarak, yazanı hakkında hep küfür Dinî akidelerini "Varidat" mdü ve tarikat ahvalini Halil'in söylediği
savurmuşlardır. Ahmet Cevdet Paşa, muasırlarından Arif Hikmet Türkçe eserinde tebarüz ettirdiği gibi, içtimai mezhepini (doctrine)
Bey'in bu kitabı nerede bulsa ucuz pahalı demeyip satın aldığını ve de ayrıca bir kitapta belirtmiş olması düşünülebilir. Ancak kim bilir
yakmak suretiyle yok ettiğini rivayet ediyor. O sebepten "Varidat"ın o kitap hangi cahil veya garezkârın elimle hcdeı olup gitmiştir.
nüshaları pek nadirdir. Bu adamın diğer bir marifeti daha vardır:
1262'de, Şeyhülislam olmadan önce, m e m u r e n Rumeli'yi dolaşmış
ve bütün Bektaşî tekkelerini yıktırmıştır.

"Varidat", sürgünde yazılmıştır. İptida mutasavvıflardan Şeyh


Abdullah İlâhî tarafından şerh olunmuştur. Bu zat Kütahya'nın
Simav ilçesinde doğmuş, Kerman'da Ali Tusî'den, Heıat'ta Molla
Câmî'den, Buhara'da Bahaeddin Nakşibend'den ders almış, 893
yılında Vardar Yenicesi'nde vefat eylemiştir. Kutbcddin Mekkî,
"Mün-telıab-iit Tevarilı"mde "Varidat"] Şeyh'in torunu Halil'in de
şerh etmiş olduğunu söyler. Fakat biz bunu görmedik. Ve esaslı bir
şey olacağına da kail değiliz. O n d a n sonra hu eşsiz eseri
Nurcddinzade Muhiddin Persî şerh etmiştir. Nureddiıızade, hocası
Sofyalı Balî Efendi gibi, Bedreddin'in muarızlarındandır. Şerhinde
r

Netice

arihçi ve bilginlerin hepsi Şeyh Bedreddin'in ilim ve fazlını


X övgü ve takdirle itiraf ediyor:
Seyyid Şerif Cürcanî, Şeyh'i daima kemal ve fazilet çokluğu ile
övermiş. 1 Yazarlardan biri, tarihin bu rivayetinden Seyyid Şerifin
Şeyh'ten sonra vefat ettiği mânasını çıkarmıştır. Halbuki Seyyid
Ş e r i f i n ölümü 816'dadır. Seyyid Şerifin övgüsü büyük bir önemi
haizdir. Bu zat, sinirli, çeçen, pek az kimseyi beğenir bir şahsiyetti.
Aksaraylı Şeyh Cemaleddin'in Maani'den "İzah"a yazdığı şerh'için
aslından az ve metnin kırmızı, şerhin siyah mürekkeple yazılmış
bulunmasına kinaye olarak "Yer yer sığır etine konmuş sinek izine
benzer." demiş, meşhur Kadızade hakkında da "Riyaziyat ve felse-
fiyata mağlûp ve düşkündür." hükmünü vermiştir. Öyle titiz ve
müşkülpesent bir bilginin Bedreddin'i övmesi Şeyh'in yüksek
kıymetine kanıttır.
İbni Arabşah Şihabeddin Ahmed, İsfendiyar Emîri ile beraber göstermiş bulunduğunu yazıyor.
Şeyh'in meclisinde bulunduğu sırada, O "Benim Hidaye yazarına Merhum Ahmed Mithat Efendi, Şeyh Bedreddin'deki ilim ve
cevabını veremeyeceği 1090 sualim vardır." dediğini söylemekte ve irfan ile fazl-u kemalin kendi asrında yaşayan ulema ve meşayihi
o münasebetle ilim vc fazlını pek çok değerlcmektedir. İbn-i
âciz bırakacak bir mertebede olduğunu söylüyor.
Arabşah (791-804), sözü doğru, âlim ve fâzıl bir tarihçidirir. Çin'e
kadar bütün islam memleketlerini dolaşarak birçok büyüklerle Ahmed Refik Bey ise, Bedreddin'in tasavvurundaki iktidar ve
tanışmış ve onlardan faydalanmıştır. Çelebi Sultan Mehmed'in meziyetlcriyle şöhret kazanmış olduğunu zikretmektedir.
şehzadelerine uzun süre hocalık yapmıştır. Eserleri dil ve tarih Hasılı bu hususta aksini iddia eden bulunmadığı halde, feci âki-
bakımından pek kıymetlidir. Bedreddin'in kendisine noksanından beti bahsinde müverrihler arasında çok geniş bir ayrılık vardır:
bahsettiği "Hidaye" ise fıkıh kitaplarının en önemlilerindendir.
Bazıları, şeyhin saltanat dâvasında bulunduğuna ve katle müsta-
Yazarı Şeyhülislam Burlıaneddin Merginaııî'dir (530-593).
hak olduğuna inanmışlardır; meçhul yazar ile Mevlânâ Neşri,
"Hidaye"nin İngilizceye tercüme edilmiş olduğunu söylemek
Börklüce'nin ittifakı ile Rumeli'ye geçtiğine kaildir.
kıymetini anlatmaya kâfidir. Böyle önemli bir eserin sahibine sual
yöneltmek kudretini ancak Bedreddin gibi büyük bir şahsiyet nef- Âşık Paşa'nın oğlu da Bedreddin'in aleyhindedir. "Haber-i
sinde görebilir. Sahih"şu ibare okunuyor: "Teessüf olunur ki, eserleri herkes için
bir irşat kaynağı ve yakîn ehlinin bir burhanı olan öyle faziletli bir
İdrisi Bitlisi der ki: "Şeyh Bedreddin, zamanın bir tanesi, akranı- zat şeytanın aldatmasıyla mesleğini şaşırıp cahil bir adam gibi
nın güzidesi, tuttuğu yolda ve hal ehlinin makamlarındaki merte-
büyüğüne karşı isyan etmek töhmetiyle mahvolup gitmiştir."
besi halk nezdinde söz getirmeyen ve ahval ve sözlerde görülmedik
ve işitilmedik bazı şeyler izhar eden meşhur bir âlimdi." Hammer, Bedreddin ve arkadaşlarının gizli maksatları Avrupa
ve Asya'da hükümet kurmak olduğunu yazar.
Filibeli Âli, "Simavna Kadısıoğlu Bedreddin çeşitli eserleriyle
bilinen ve yüksek kerametleriyle dünyanın ve asırların malûmu Franz Babinger, Şeyh'i ortaya çıkaran sebepleri daha derinden
bulunan namlı bir filozof ve çok büyük bir âlimdi. Sultan Mûsa'nın tetkik ederek diyor ki: "Bedreddin'in her türlü şüpheden üstün
saltanatı zamanında ondan gayri âlimin bulunduğu malûm değildir. bulunan yüksek şahsiyeti ve ilmî kudreti kendisinin âdi bir suçlu,
Mevlânâ'nın binde birini tutacak muasırı yoktu." diyor. yahut yalancı bir peygamber telakki edilmesinden bizi men eder. O,
silsile ve nazariyesi birçok hususta tarikat sahibi Şihabeddin
Hoca Sadcddin Efendi ile Solakzade, Şeyh'i her şeyini veren, Sühreverdî'ninkiyle tevafuk etmektedir. Şihabeddin, "Hikmet-el
teberrudan çekinmeyen fâzıllardan vc fenalıklardan sakınan müt- İşıak" adlı eserinde yeryüzünde daima bir mutasavvıfın mevcut
takî âlimlerden addediyor. olduğunu vc o mutasavvıfın Allah tarafından gönderilmiş bir halife
Hammer, Sultan Mûsa zamanının uleması meyanında onu seçkin olarak tanınması lazım geldiğini müdafaa etmiştir. Bedreddin'in
buluyor ve en yüksek ilmî rütbeye çıkmış, bugün dahi muteber dâvası bu fikirle ilgili görünüyor."
sayılan eserleriyle fıkıhta çok derin malûmat sahibi olduğunu Bizce, Franz Babinger'in mütalâası hayalîdir. Şihabeddin
Sührevedî'nin öne sürdüğü imamet nazariyesini kendisi dahi gelmeyeceği önceden söylendiğini ve Bedreddin'in mukavemetsiz
gerçekleştirmek için uğraşmamıştır. Bedreddin'in öyle bir fikirle teslim olduğunu beyan etmesi de o n u n isyan çıkarmak
ortaya atıldığı ispat edilemez. düşüncesinde bulunmadığını ifade eder. Solakzade, tarihinin 134.
sayfasında "Börklüce'nin taşkınlığından dolayı tenkit edilmek
Saltanat dâvası ise büsbütün isnattan ibarettir. Zulmün şiddetle
kaygısı âkibet Şeyh'in başına bu felaketi getirdi. Yoksa bunca şer'î
aleyhinde bulunan, saltanatı zorbalık eseri addeden bir adamın
eser sahibi olan ve eserleri müftü ve muhakkik âlimlerce muteber
aynı gayeyi amaç edemeyeceği aşikârdır. Şeyh Bedreddin, eğer
birer senet sayılan koca bir âlim ve fâzıldan bu fenalığın olması
böyle bir fikirde olsaydı, Çelebi Sultan Mchmcd'in Osmanlı birliği-
beklenemez. Ve bunun isnat olduğu katı zâhir ve ayandır." diyor.
ni sağlamasını vc bütün gaileleri bertaraf etmesini beklemezdi.
Hoca Sadeddin Efendi de aynı diyemde bulunuyor. Bu kanaati
Fetret Devri'ndcn daha müsait bir zaman mı olurdu? O esnada
müneccimbaşıda di görüyoruz. Taşköprülüzade, "Şeyh'in mazlu-
Anadolu'nun her tarafında öyle adamlar türemişti ki, hiçbiri
men hayattan ayrıldığını", Hayrullâh Efendi "Birtakım cühelanın
Bedreddin'in sahip olduğu vasıfların bir ikisine bile malik değildi.
iftirasıyla kazaya uğradığını" söylüyorlar. Bu itiraflar,
İlminden, fazlından vazgeçelim; Şeyh bir kere Selçuk siilâlesinden-
Bedreddin"in mâsumiyetini ispata yetmez mi?
di. Sonra Timur'un yakın tanıdığıydı. D a h a sonra babası bizzat
kılıcıyla zaptettiği Simavna'da müstakilen hâkimdi. Binaenaleyh Şeyh'in çok yüksek bir âlim olması ve eserlerinin kıymet bilen-
Timur'a müracaatı halinde istediğine nail olabilirdi. Lâkin maksat lerce pek makbul tutulması hasebiyle ona dil uzatamayan eski tari-
o değildi. hçilerin bir kısmı zavallı Börklüce'ye hücum etmektedir. Halbuki
ortada bir kusur ve kabahat varsa, onu içtimaî nizamın bozukluğun-
Bazıları da şöyle rivayet ederler: "Şeyh, zâhir ve bâtın ilimlerini
da arayıp bulmalıydılar. Şeyh Bedreddin ve halifeleri her türlü suç-
kapsamıştı. Saltanat iddiasında bulunmamıştır. Ancak o suretle I.
tan âri ve beridirler. Onlar acılı beşeriyetin inlemelerini susturmak,
Sultan Mehmed'e fitlendiğinden astırıldı." hakikatte bu fikir çok
saadeti eşitlik dairesinde bütün insanlara dağıtmak cmelindcydiler.
d o ğ r u d u r . Nitekim "Mcıuıkıbııâıne"de şu satırları okuyoruz:
Ve biz bu yüce ülküleriyle bihakkın kıvanç duyabiliriz.
"Börklüce Mustafa'dan Şcyh'e çok mazarrat dokundu. Bununla
Düşünülmelidir ki, 1846 yılında Papa IX. Pic sosyalizmi veba
beraber onun başına gelenler hep ahbap çokluğundaııdır. Her
addetti. 1891'de Papa III. Leoıı sosyalistlcreküfretti. Büyük bir
yerde bütün halk yanına üşüşür, kendisine tâbi olurdu. Nereye
Türk düşünürü, bir İslam âlimi ise onlardan yüz yıllarca önce
gitse, güneşin de birlikte gittiği sanılırdı. Şeyh, züht ile, takvâ ile
sosyalizm fikir ve nazariyelerini ortaya koymuş, bu ideal üzerinde
âlemi mamur etmek istiyordu. Lâkin zamane şeyh ve âlimleri
yürümüş ve uygulamasına çalışmıştır.
Bedreddin'in tarikat ve şeriattaki yüksek mevkiine haset ettik-
lerinden onun hiç gönlüne gelmemiş olan saltanat dâvasında Şeyh Bedreddin'in eşsiz büyüklüğünü yadsımak imkânsızdır. İlmî
olduğunu söyleyerek aleyhinde bulunurlardı. Sultan Mehmet, büyüklüğüne eserleri, bilginlerin ve tarafsız tarihçilerin sözleri
Şeyh'in kadrini bilmez değildi. Ancak ondan kendi saltanatına bir birer tanıtdır. Arzu etseydi, bugün en büyük tarikat pirlerinden biri
tehlike gelmesinden korkuyordu. Aradaki fetva bir suretten ibaret- sayılırdı. "Varidat"ın bir yerinde Cenabı Hakk'ın insanda belirdiği
tir." Kutbeddin Mckkî'nin, Kara Dayı tarafından Şeyh'in karşı konusunda Bâyczıd-ı Bistamî'nin bir karıncayı diriltmesini ben-
ö m r ü n ü n sonuna kadar yanından ayırmayacak derecede takdir ve
zetmek suretiyle ölmüş bir kelebeği nefesle dirilttiğini söylüyor. Âli,
muhabbetine mazhar oluşu idare kudretini ispata kâfidir.
bunu büyüte büyüte nihayet tarihinin 144. sayfasında "Kerametler
göstermek hususunda meşhur olduğundan ve iki defa da ölmüşleri H e l e m u h a t a p l a r ı n ı k a n ı t m a k h u s u s u n d a çok kuvvetli idi.
dirilttiğinden..." dem vuruyor. Bir kelebek misali o k a d a r Tebriz'de ilmî bir cemiyeti ikna etmesi, sürgünde iken bile sayısız
mübalâğaya uğrarsa, "Varidat"-A daha bazı tansıklar yazılsaydı, taraftarlar kazanması, Rumeli'de padişahın gazabına uğramak
acaba ne derece abartılırdı? Osmanlı tarihçilerinin hassasiyet ve tehlikesine önem vermeyerek birçok kişinin hizmetine koşması
muhayyilesi çok geniştir. H e r şey beklenir. Eski bir tarihçi "Şeyh ikna gücünü apaçık izah etmektedir.
için öyle garip şeyler naklederler ki demek olmaz." diyor. 2 Diğer Tarikatına girenlerin adedi azımsanamayacak bir raddede idi.
birisi de Bedreddin"iıı kendi arzusuyla kazaskerlikten çekilip D e d e Sultan ile Torlak Kemal' in topladığı 12 bin cengâver göz
E d i r n e ' d e yeraltında bir m a ğ a r a d a nefsini kırdığını yazıyor. ö n ü n e alınırsa, o miktarda harp ve darba yarar adam çıkaran bir
Bununla birlikte o pek az bir emekle koskoca bir "Salıib-i Z a m a n " cemiyetin erkek, kadın vc çocuk bütün nüfusunun iki yüz binden
olabilmesi isteğine bağlıydı. A n c a k B e d r e d d i n lıakikata ve aşağı düşmeyeceğine şüphe edilemez. Anadolu ve Rumeli'de
insaniyete âşıktı. Bilhassa tam bir realist ve idealistti. Mesleğini doğrudan doğruya Bedreddin'e yanaşanları da en az 100 bin farz
skolastik bir şekle koymadı. O n u n indinde gizli, kapaklı bir şey
edersek, bu tarikatın topyekün MM) bin yandaşı bulundüğuna
yoktu. H e r şeyi çekinmeden söylüyordu. O sebepledir ki, bazı
hüküm edilebilir.
mutaassıplar tarafından tez ve mesleği küfür ve irtidat ile tavsif
olunmuştur. Bedreddin tarikatında müritlerini âzami surette bağlayan ve
onlara kuvvet ve tahammül veren pek ulvi ve büyüleyen ilkelerin
Murad Bey pek haklı olarak şu hükmü veriyor: "İhtimaldir ki, mevcudiyetini sezmemek mümkün değildir, taraftarlarının çektik-
Börklüce Mustafa vc Torlak Kemal o iddiaları kıifür dairesine leri ızdırap ve işkencelere bakmayarak umutsuz ve pişman olma-
kadar sürmüş olsun. Fakat bu işler vc dilevler tarafsızlıkla tetkik malarından bu anlaşılmaz ıııı?
edilince esasın ulviyetini, İslamiyetin esaslarına uygunluğunu
Şeyh'in asılmasından sonra ila kentlisine inanlar ve mürit olanlar
inkâra mahal kalmaz. Hele Osmanlı inkılâbının ilk rehberliği
vardı. 4 II. Sultan Bayezıd devrinde Sofiyyc ünlülerinden Safiyüddin
rütbesini onlardan çekip almak caiz olamaz. Osmanlı inkılâbını
Erdebili'nin neslinden Şeyh G ü n e y d i n Halep seferinde yanında
hazırlayan mücahitler defterinin başına Bedreddin Simavî, Dede
Bedreddin'in müritlerinden birçokları mevcuttu. 900 senesinde
Sultan ve Kemal H u b b ü d d i n isimleri yazılmalıdır." 3 Şeyh
Mısır hükümdarı Çakmak'ın askeriyle yaptığı savaşta Cüneyd'in
Bedreddin. ilim ve fazlı nispetinde idare u m u r u n a da vâkıftı.
yetmiş k a d a r adamı helâk oldu. Bunlardan 25'inin aslen
Kanunî Sultan Süleyman'dan önce kanunlar esaslı ve ihtiyaca yete-
B e d r e d d i n ' i n müritlerinden olduğu tarihçe bellidir. 5 Şeyh
cek surette tanzim edilmemiş olduğu için kazaskerlik yani
C ü n e y d ' i n t o r u n u Şah İsmail'in İran Türklerine d a y a n a r a k
başhâkimlik çok önemli ve ağır bir vazifeydi. Şeyh'in bu güç vazifeyi
Safeviye saltanatını tesis ederken dayanak yaptığı fakr-u kanaat,
kolaylıkla ve herkesin gönlünü kazanacak şekilde başarması, Sultan
basit vc umumi hayat, Hırisliyanlara hoşgörü gibi bazı köklerin
Mûsa gibi pek sert ve ateşli bir hükümdarın samimî teveccühüne ve
Bedreddin'in ilkeleriyle sıkı sıkıya ilgili ve Hatâî mahlası ile bu zındıktırlar. Kur'an'ı inkâr ederler. N a m a z kılanı, oruç tutanı
fikirleri nazım olarak etrafa yayan Şah İsmail'in öncea o ilkelerden sevmezler. D ö r t halifeye her vesile ile dil uzatırlar. Bunlara
kuvvet almış olduğu şüphesizdir. Bedreddin tarafından vaiz ve Simavenî derler. Çokluk taifedir. Yer yer zaviyeleri ve şeyhleri
telkin edilen prensiplerden bazılarının Şah İsmail'de de görülmesi vardır." 6
tesadüf eseri sayılamaz. Dinî riyanın, sahte takvanın canlı bir timsali olan bu vesikalardan
Sofyalı Bali E f e n d i , Kanunî Sultan Süleyman'a yazdığı bir anladıklarımızdan biri de şu ki, Bedreddin'in fikir ve iman üzerinde
dilekçede "Şeyh Bedreddin soyundan Çelebi Halife n a m ı n d a vukua getirdiği zelzelenin sarsıntıları yıllarca sürmüş, 1025 tarihine
birinin D o b r u c a ve Deliorman ahalisini kamilen emir ve itaati altı- kadar memleketin her tarafında devam cdegelmiştir.
na aldığını ve kadın, erkek birlikte şarap içtiklerini ve şeriatın Şurada kaçamak yoluyla bir iki söz söylemek gerektendi; Bu gibi dinî
duvarlarını yıkıp laubali h a r e k e t l e r d e bulunduklarını ve hal- tesvil ve tezvirlerin tesiriyle Yavuz Sultan Selim Anadolu'da tam 40 bin
ifelerinin buralardan başka bütün dünyaya yayılmış olduklarını" Bektaşî babasının kanma girmiştir. Öldürülen efradın adedini ise yalnız
yana yakıla anlatıyor. Allah bilir. Doğranılan zavallılar tamamen liirk idi. Celâli eşkıyalığı alt
O n u n üzerine Şeyhülislam E b u Suud E f e n d i (896- 983), tabakanın yukarıya doğru mukabil bir baskı ve fışkırmasıydı. Irkımızın
" V a r i d a f ' ı hayranlıkla şerh e d e n pederi Şeyh Muhiddin İmadî'nin gördüğü her felâkette Tecvit ulemasının iştirak hissesi olmuştur. Birçok
hatırını gözetmeksizin şıı fetvayı vermiştir: "Şeyh Bedreddin ehib- i'biçarenin mahvını amaçlayan yukarıdaki m izaların yazılmasına sebep,
basından bir taife kadınları ve oğlanları ile bir yerde cem olup şurb- sofu melanet ve bozgunculuktan başka bir şey midir ':' Bir kısım halk içki
ı hamr edip şeyhleri adına olan cahil-i mezbur Şeyh'in türbesi için içermiş ve kadınlarını kapalı tutmuyormuş Ihı büyük günahtan dolayı
Kabe budur, o k u m a k yazmak nedir, ilim bizim bâtın ilmimizdir, padişahı tebaasına musallat etmek mı lâzım gelir ''
deyüp mezburlar dahi tasdik eyleyüp bu makule şer'i şerife muhalif Osman Gazi Bilecik sahrasında vapılım düğünde Köse Mihal ile diğer
nice davranış ve sözleri olup yanlarında bulunan Sünnîler ahval ve tekfurlardan fazla içmiştir, örlıan (iazi'nin Bursa Yenişehir'de, Murad
fiillerinden kemal-i m e r t e b e d e muazzep olsalar zeyde ve mezbu- Hüdavendigâr'ın Maltepe sahrasında nasıl eğlendikleri Hayrullâh
relere ne lâzım olur? Beyan buyurula. Elcevap: İlhatları izhar Efendi tarihinde uzun uzadıya smaylanmıştır. Timur'un da işret eylediği
edilip katlolunurlar." tarilıen sabittir. Sonradan gelenlerin çoğunlukla dem kullandığı
Celvetiye tarikatının kurucusu Üsküdarlı Aziz M a h m u d Efendi herkesçe meçhul olmayan bir hakikatin. Unutmamalıdır ki. Müslüman
de Birinci Sultan A h m e d ' e aynı şekilde ihbarda bulunuyor: "Şeylı olmadan önce Türklerde işret mubahtı Ve kadınlar umumi hayat dışı-
Bedreddin avenesi hâlâ D o b r u c a taraflarında Dücalar d e n m e k l e na çıkarılmamıştı. Tüıkmenlerde kadınlarla beraber sazlı ve şaraplı
mâruf köylerde fesat çıkarmaktan geri durmuyorlar. 1007 sen- âyini içtimalar yapılırdı. Türkler hilkaten kale duvarları içinde mahpus
esinde A n a d o l u ' d a zuhur eden Celâlî eşkıyası da onlardandı. kalmaya değil, hayatın geniş ufuklu yaylalarında alışmışlardı, islam
Kızılbaş ile birdirler. O r a d a bulunan sipahiler Kızılbaş seferi olun- fıkıhçılarmın karışık ve sıkıntılı telkinleri onlara eski ve millî gelenekleri-
ca gitmezler. Tımar hatırı için ere kılıç çekmeyiz, derler. Ve ni kâınilen unutturamazdı. İnsan, kabul ettiği bir şeye kendi tabiat ve
Kızılbaşın zuhur ve intişarını her an beklerler. Mülhit, râfızî ve seciyesine uygun bir şekil vermeye çalışır. Türlü türlü isim ve kanaatler-
le Anadolu 'da faaliyet gösteren sayısız tarikatların ve bâtını zümrelerin
kuruluşlarına sebep hep budur. Bedreddin sülâlesinin ne vakte kadar devam ettiği meçhuldür.
Bilgimiz ancak birinci ve ikinci derecelere inhisar ediyor. Şeyh
Bedreddin'in ve arkasından gidenlerin de dinsel anlayışlarına
İznik'e sevk edildiği sırada, Mısır'da Cazibe'deıı doğan ilk çocuğu
aynı itkelerin tesir etmemiş olması imkânsızdır.
İsmail Beşa ortada görünmemek maksadı ile köyüne gitmek ii/ere
Âşık Paşazade, Bedreddin için "İmanla mı gitti, imansız mı? Edirne"den ayrıldı. Yolda Menderes suyuna yakın bir yerde âni
Niyeti nenin üzerine olduğu malûm bulunmadığından biz onun olarak kalp sektesinden öldü ve Nezar köyüne defnedildi. Olaydan
ölüm halini bilmeyiz." diyor. Derviş Ahmed'in bu yersiz söz- haberdar edilen Bedreddin, ölmüşün oğlu Hafız Halil'i ve onun iki
lerinden ceddi Baba İlyas Horasanî'nin ve babası Âşık Paşa'mn kızkardeşini ve kendisinin ikinci refikasından Edirne,'de dünyaya
ruhları mutlaka incinmiştir. Hüseyin Ahlati'nin ölürken "Sen Rum gelen kızı ile oğlu Ahmed Beşa'yı Börklüce vasıtası ile İznik'e
mülkünün Mansıır el I lallâc'ısın. Dost yolunda ölmek gerek." getirtti. O r a d a da Mustafa isminde bir oğlunun doğduğunu biliy-
dediğini ve Şeyh'in daima dervişlerine Yunus Emre'nin "Dem oruz. Demek ki, Şeyh'in üç erkek ve bir kız çocuğu olmuş, oğlu
ıtrmaz idi Mansür tevlıid-i Ene el Hak 'dan / Aşk darına dost zülfü İsmail Bey'in de bir erkek ve iki kı/ evladı dünyaya gelmiştir. Diğer
asmıştı beııi ııryan." nefesini okutup dinlediği hatırlanır ve sonunda oğulları A h m e d ve Mustafa'nın çocukları bulunup bulunmadığı bil-
da çıplak ve üryan bir halde asıldığı göz önüne getirilirse, onun inmemektedir.
niyeti ve kutsal bir şahsiyet olduğu anlaşılır. Onun niyeti bizce
hayra mâtuftu. Çünkü dinsel ve toplumsal bir inkılâbı amaçlıyordu. Halil'in yazdığı "Meııakıbnâme"de su tamamlayıcı malûmatı
buluyoruz: " D e d e m i z , İsfendiyaroğluna kaçtığı zaman, biz
Şeyh'i yakından tanıyan tarihçilerden biri diyor ki: "Yaşadığı İznik'teydik. Sonradan asıldığını duyduğumuz vakit İznik bize dar
sürece Tanrı'nm boynu bağlı kıılıı olup her yönde Çalabın rızasın- geldi. Ata ve anamızdan ayrıldığımız gibi, şimdi de büyük babamızı
dan dışarı çıkmadığı ve her türlü günah ve beşerî kabahatlardan kaybetmiştik. İçimiz içimize sığına/, olmuştu. Memleketimize git-
münezzeh bulunduğu cihetle sonunda miracı Hak Sehpası olmuş mek istiyorduk. Nihayet Edirne'ye geldik. Orada Şeyh'i sevenler
ve mahlûk sıfatından sıyrılıp halik ne/dine yükselmiştir." bizi hoş tuttular ve okuttular. Yaşım biraz ilerleyince, Molla
Fakat bir inkılâbı başarabilmek için ilim ve fazilet kâfi değildir. Hüsrev'in hizmetinde Cami i Kebir e imam oldum. Lâkin ailemiz-
Bedreddin'in sakin, ilıtirassız vc olgun tabiatlı olması, diğer ta- den birinin çıkardığı bir olay yüzünden bu vazifeden ayrılmak
raftan sürgün ve az çok gözaltında bulunması bütün işi halifelerinin mecburiyetinde kaldım. Bursa'ya, oradan Göynük kasabasına gittik
elinde bıraktı. Bunlar fazla acele ettiler. Gizli gizli, tapajsiz çalışa- ve amcalarımızı bulduk. Bunların ikisi de Akşemseddin'in yanında
cak yerde, dâvalarını pek erken açığa döküverdiler. Ve neticede Erbain çekmekte idiler. Biz ile ona mürit olduk. Akşemseddin,
zafer hükümette kaldı. Şüphesiz ki. Çelebi Sultan Mehmed'in bu Şeyh'ten fıkıh, tefsir ve heyet okumuş olduğunu söyler, her zaman
başarısı fenalığa ve dalâlete karşı bir galebe sayılamaz. Bilâkis dedemizin adını 'Üstadını' diye anar, amcalarım için 'Çocuk,
insaniyet ışığına ve dinin hakiki çehresine ağır bir vuruş idi. atasının sırrıdır.' der, onların gönlünü okşardı. O sırada II. Sultan
Türk'ün yeniliğe ilk teşebbüsü o suretle söndürülmüş oldu. Murad (806-855) Sırp ve Macarlara karşı askerini Kosova'da
topladığı için biz de sefere katıldık. Sabahleyin savaş durumu
alındı. O gün savaş akşama kadar sürdü ve sonunda düşman yenilir küçük bir kızı vardı. Onunla evlendim. Mevlâ bize bir kız ve iki oğul
gibi oldu. Sultan Murad bu sevinçle bizi otağına çağırttı. ihsan eyledi. Birine İsrail, diğerine Mahmud adını verdik. Bir gece
Amcalarımı kendi oturduğu minderin üstüne oturttu. Namaz vakti büyük atam rüyama girdi. Ve beni Serez'e çağırdı. Bir süre
gelince, dışarı çıktı. Ben otağın önünde oturuyordum. Derhal türbesinde hizmet eyledim." '
tanıdı. 'Molla Hafız'ı beri alın. İmam olsun.' dedi. 'Allahû nur...' Bu açıklamadan Börklüce olayında şiddet ve vahşetin son
âyetini okumamı söyledi. Akşam orada yenilip içildi. Padişahın kertesini gösteren II. Mıırad'ın Şeyh'in çocuklarına şefkatli
sevinci devam ediyordu. Amcalarımla benim için şöyle şakalaştı: muamelelerle hatırlarını hoş etmeye çalıştığını anlıyoruz. Bu da,
- Bir kul hizmetini bırakıp kaçtıktan sonra ele geçerse cezası Bedreddin hakkında beslenen kötü fikirlerin zamanla değiştiğine
nedir? ve Şeyh'in haksız yere yok edilmesinden pişmanlık duyulduğuna
delâlet eder. O n d a n başka, Karaburun'da işlenen cinayetlerin asıl
- Hiç azat etmeyerek kullukta bırakmaktır.
failini de apaçık meydana koymaktadır. Mehmet Çelebi'yi Ankara
-Bir yıldır Caıni-i Kcbir'iıı imamı kaçtı. Bu, benim kaçkınımdır. muharebesinde Timur'a esir düşmekten kurtardığı için onun
Onu ben hapsedeceğim. zamanında seraskerlik mevkiine çıkarılan ve Murad'ın da fikir ve
Yatsı namazında Mustafa, sabah namazında Ahmed amcalarım hareketleri üzerinde çok kııvvellı bir rol oynayan Arnavut Bayezıd
imam oldular. Bize bir çok iyilik ve ihsanda bulundu. Sonra göç Paşa (ö: 824 H.) bu savaşta yoktu. Kasten " D ü z m e " lakabıyla
oldu. Filibe'ye konduk. Askerin geçmediği yollardan Zagra'ya git- anılan ve hakikatte Bayezıd'ııı şehzadesi olduğu Mihal, Evrenos ve
tik. Şeyh'in orada suyu bol bir pınarı vardı. Dedemizin hizmetinde Doğanoğullarının kendisini iltizam etmelerinden anlaşılan Mustafa
bulunmuş olanlardan geldiğimizi duyanlar bizi görmek için Çelebi'nin (ö: 825 H.) özel danışmanı ve Ayılınoğııllarının sonun-
etrafımızı sardılar. Bunların içinde Şapçı İbrahim isminde bir cusu Cüneyd Bey (ö: 830 H.) tararından idaııı ettirilmiş bulunuyor-
meczup da vardı ki, tanımadığı kimselerin ata ve anasının adını du. Eğer şimdi de padişahın yanında bulunmuş olaydı,
söyler, kalbindekini açıklardı. Bunun halini işiten Sultan Murad Bedreddin'in çocuklarına yapılan iltifatların hiçbiri vâki olmazdı.
Şapçılar köyünü ona vakfedip beratını göndermişti. Fakat İbrahim
Şeyh'in ikinci oğlu Alımed Beşa Bıırsa'ııııı Kasapbaşı mezarlığm-
vakıftan ekmek yemeye yanaşmadı. Bizi köyüne getirdi. Her türlü
dadır. Mezartaşının bir yüzünde "Tcvlı Ahmed Beşa ibni Şeyh
ikramda bulundu. Yaya olarak Edirne'ye kadar da bize eşlik etti.
Bedreddin" ibaresi yazılıdır. Diğer tarafında da 834 Hicrî yrlınm
Şehir içine girmeden, amcalarıma padişahın bulunduğu beldede
cemaziyelâhır ayında ölmüş olduğu beyan edilmektedir. Bu kabrin
oturmamalarını söyleyip köyüne döndü. Amcalarımla Bursa'ya git-
yanında Antakyalı Abdurrahnıaıı Bishıııü gömülüdür. 844 yılında
tik. 855 yılında II. Sultan Mıırad'ın yerine oğlu II. Mehmet (833-
çok yaşlı olarak vefat eden Abdııırahman Bistamî'nin sonradan
886) padişah olunca İstanbul seferi hazırlandı. Bu gazada
Ahmed Beşa'nın yanında defnedilmiş bulunduğu anlaşılmaktadır.
Akşemseddin'le birlikte ben de bulundum. Şehrin fethi üzerine
O büyük ulemamızdandır. "Diirrc tiit Tac" adlı eserinde daha önce
Fatih'ten izin alıp yerime döndüm. Amcam Ahmed Beşa'nın
yazdığı "Scıyha-ı Rum fi Havadis i Runı" adlı kitabını 816'da
Akşemseddiri in oğlundan dul kalmış Kübra isminde yaşı pek
Edirne'de Şeyh Bedreddin"in tenezzülen okumuş olduğunu iftihar-
la yazıyor. Şu hale göre, Bedreddin'in dost ye takdirkârlarındaıı
bulunması sebebiyle oğlunun yanı başında defnedilmesini vasiyet
etmiş olması muhtemeldir.
r
İşte Bedreddin'in sülâlesi hakkında bilgimiz bu kadardır.
Bundan daha ötesi bilinmiyor. Zamanımızda Şeyh'in ailesine nis-
pet iddia eden hiçbir kimsenin varlığı da duyulmamıştır.
Cenabı Peygamber, "Belânın en şiddetlisi nebiler, sonra veliler,
sonra âlimler, daha sonra da mertebeler üzerinedir." buyurmuştur.
Şeyh Bedreddin, hayalında belanın, çevir vc cefanın her çeşidini
gördü. Sırf ilim tahsili için bütün gençliğini ana ve babasından,
vatanından uzak, yabancı diyarlarda geçirdi. Kazaskerliğe tayini
üzerine şöyle böyle bir yuva kurmaya çalıştı. Fakat çok zaman
sürmedi. Sultan Mûsa'nın ölümüyle beraber, sürgüne gönderildi.
Daha o tarihte başlamış olan hocaların telkinlerinin tesiriyle affa
nail edilmeyerek, İznik gibi sıtmalı vc sıkıntılı bir yerde yıllarca
mahpus kaldı. Akıbeti ise büsbütün kanlı bir faciadır.
O dünyaya erken gelmiş ve kendisine layık bir muhit bulamamış
talihsiz büyüklerden sayılır. Bütün arzusu cenneti alıirctten
dünyaya nakletmekti. Halbuki Hazreti M u h a m m e d ' i ı ı (aley-
hisselâm) "Sevad-ı Âzam: Büyük Karaltı" dediği ve teselli yolunda
onlardan ve onlarla beraber olduğunu söylediği avam sınıfının kö-
lelik hayatına kim bilir bu kara toprak kaç asır daha şahit olacaktır.

Tanıklar:
1. Mevzuat-ı U l u m , c. 1, s. 748; Tac-tit Tevarih, c. 2, s. 422.
2. Neşri Tarihi, s. 325.
3. Müntehab-üt Tevarih, s. 1%.
4. Kısas-ı Enbiya, c. 12, s. 1059.
5. Âşık Paşazade Tarihi, s. 266.
6. Simavna Kadısı Oğlu Bedreddin. s.7t.

Vâridat
f

Varidat Tercümesi

Ahiret
Ey hak ve hakikati öğrenmek isleyen kişi, I>• I ki ahiret işleri cahil-
lerin zan ve tahmini gibi değildir. Ahiret işleri ruhlar âlemindendir.
Avamın onları görünen ve bilinen âlemden sanması tamamen yan-
lıştır. Peygamberlerin bunlara ait sözleri doğrudur. Onlar asla yalan
söylemezler. Lakin marifet onları hakkıyla anlamaktadır. Hiç
şüphe etme ki. Semavî kitaplarda yazılı veya haberle yayılı köşkler,
ırmaklar, cennet, huri, azap, cehennem ve emsali şeylerin herkesçe
bilinen anlamlarından başka mânaları da vardır. Ve onları ancak
hakka ermiş olanlar bilirler.

İbadetin Hikmeti
İbadeti kurmaktan murat, ezelî vc büyük varlığa gönüllerin
yönelmesi ve kapılmasıdır. Yoksa dünya «umuruna dalmış bir kalp
ile bin yıl namaz kılmış ve oruç tutmuş olsan, bundan dolayı hiçbir
Yine Kur'an'da bahsi geçen huriler, köşkler, ırmaklar, ağaçlar ve
sevap ve mükâfata nail olamazsın. emsali şeylerin toplamı cisim âleminde değil, hayal âleminde
gerçeklenir. Cin de böyledir. İsmi bile onu gösterir.CfElcinnü anil-
Bedenin Sonu hissizzâ-hirî" denilir ki, bu "Dış duygudan kayıp oldu." anlamın-
dadır. "Cini gördük." diyenler gözle gördüklerini sanarlarsa da
Bu beden için kalım olmadığı gibi, sona erdikten sonra cüzleri
hakikat öyle değildir. Onlar cini muhayyile kuvvetiyle gör-
için de eski şekli üzçre bileşim yoktur. Gerçi Kur'anı Kerim'de ölü-
müşlerdir. Eğer zahirî hisleriyle görmüş olsalardı, dış duygularda
lerin dirileceği hakkında bazı işaretler geçer. Fakat onlardaki mâna
herkes ortak olduğundan cinin hep birden görünmesi lâzım gelirdi.
başkadır. Yokluğa karışan örgelerin birleşmesi ve evvelki halini
bulması değildir. Bu, imkânsızdır.
Eşyanın Yekdiğerinde Bulunuşu
Ey gafil, sen nerede, hakikat nerede? Dünya işleriyle fazla
uğraştığın için hakkı algılayamazsın. Vehimleri kemal sanırsın. O Bütün âlemler, h l l c r nesnede, hatta her zerrededir. Görülmez
sebeple haktan çok uzaksın. Fğer hakikati bilip de asıl kemalin ne mi ki, tasavvur itibariyle bir çekirdek tanesinde bir ağacın hepsi
olduğunu anlasan derhal hakka doğru eğilirsin. gizlenmiş olduğu gibi, çekirdek ile ağacın her parçasında
gömülüdür. Çünkü ağaç çekirdekten, çekirdek de ağacın meyvesin-
Sen çocuk gibisin. Çocruğa tahsilden ürkıncmcsi ve öğrenmeye
den, meyve ise ağacın parçalarından meydana gelmektedir. Âlem-
heves etmesi için, bilimler yemişlere benzetilir. O suretle çocuk
l e r d e böyledir.Bütün parçalarıyla keııılı aslında, o asıl da âlemlerin
öğretime alıştırılır. İste Nebiler de çocuk Relileri mesabesindedir. her birinde mevcuttur. Öyleyse bulun alemlerin her zerrede bulun-
Sizi kemale ulaştırmak için, ahiret işlerini birtakım görünen şeyler- duğu şüphesizdir.
le tanıtmışlardır.
Burası malûm olunca, hak ıslı klısını- " k u n t u kenzcıı mah-fîyyen
Sen bu aldatılmış kalp ile "Allah'ı bilirim." veya "Kitap okumak-
feahbebtü en ıı'rel'e fehalcktııllıalka liıı'ıele." hadîsinin sırrı ayan
la hakkı anladım." zannında mı bulunuyorsun? Emin ol ki, sen bu
olur: Cenabı Hak, gizli biı hazineydi Bilinmek istedi. Bilinsin diye
derste ve bu iddiada devam ettikçe, o nispette hakkı idrak eylemek-
bu yaratıkları yarattı. Halbuki onu bilen yine kendisidir. Başkası
ten uzaklaşırsın.
değil. Kendisi her şeyden aıi olmakla beraber, her şey ile de sıfat-
lanmıştır.
Kur'an Terimleri
Her ne ki ararsan, mutlaka insanda vardır. Lakin örtülüdür.
Tanrı buyruğu, özünün gereğidir. Söyleyişten, harflerden ve A r a p Örtünün kalktığı miktarca hak ehli için keşfe yol açılır.
dilinden münezzehdir. "Allah şu şeyi buyurdu." demek "Mutlak
Kalpte gizli bulunan içyağındaıı ibaret bir fitilin hak mücahedesi
varlığın özü o şeyi öyle gerektirdi." demektir.
ateşiyle erimesinden bende salı bir nur hasıl oldu. Bu nur nasıl
Kur'anı Kerim'de zikredilen "Kalem" her şeyin hakikatidir. Ve olmasın ki, kalp bin ısıııak ile çevrilmiştir.
saltık varlıktan ibarettir. Mesela senin bir hakikatin, bir hüviyetin
Ey yola yeni giren arkadaş, ümidini kesme. Tehlikeleri atladıktan
yok mu? İşte o kimlik senin için bir kalemdir.
sonra, senin de o nur ile sevinmen umulur. Hasılı sende melekler ve şeytanlar doludur. Hangisi galip gelirse
o hükmeder.
Boşuna Tapınmak -Cinler, bunlar arasında bulunan bir takım orta kuvvetlerdir.
f
İnsanların bazısı bazısına, bir kısmı gümüş ve altına veya büyük-
lüğe ve azamete, birtakımı da yenilecek ve içilecek şeylere tapıyor- Yağmur
lar da, Allah'a ibadet etmekte olduklarını sanıyorlar. Yağmur tanelerinden her bilisinin bir sebebi vardır. Bir damla
ancak o sebeple dünyanın biı yerine düşer. Buna "Damlanın
İnsanlara Verilen Emanet düşmesi sebebi" denir. Damlayı o yere indiren Melek de o sebep ve
kuvvetten ibarettir.
Allah "İnnâ aradne-l'emânatc alessemavati vel'erdı velcibâl-i
feebeyne en yehmilnchâ ve eşfakne minhâ ve hamelehel'insan-ü Her damlanın varlığını leşkıl eden cüzlerden her biri için de bir
innehû kâne zalûmen cehûl-cn." buyurdu. Tahkik erbabı, bundaki sebep ve kuvvet bulunur. Bu sebep ve kuvvetler vasıtası ile o tane
maksadın Allah bilgisi olduğunu söylerler. Ben derim ki, bu teşekkül etmiş ve damla haline girmiştir.
emanetin hak sureti olması ihtimali daha kuvvetlidir. Zira insan
" H e r damla için bir Melek varılır." ve "Her damla için birtakım
hak sureti üzere yaratılmıştır. Hak sureti tüm kılığıdır. Bu ise
Melekler vardır." önermeleri beyninde uymazlık yoktur. Bunlardan
başkasında değil, ancak insandadır. Binaenaleyh bu iş için gökler-
birincisi damlanın düşmesi illelini, ikincisi varlık sebeplerini gös-
den ve dağlardan ehil ve erbap aramağa ve boşu boşuna onları
terir. Her ikisi de şüphesiz doğrudur.
değerlendirmeye hacet yoktur. Bunların nefisleri emaneti yüklen-
emedi. Ve madde cihctiyle insan buna tahammül edebildi. Bunun böyle olması bir kuvvetin bir suret ile temesstil etmesine
ve o suretin "Melek" ismiyle adlanmasına mâni değildir. Her
Şu halde bu âyetin hakiki mânası "Biz bizzat göklere, yerlere, kuvvet bir suret ile temsil edehiliı Ve o surete de "Melek" adı ver-
dağlara kendi kılığımızı inamlamak istedik. Onlar o sureti kabul ilir.
edip yüklenmekten çekindiler. Halbuki insan rahmani sureti kab-
ulden önce maddesi itibariyle çok zalim ve cahil idi. O sureti kabul
Tanrı'nın Karşıtları
edince âlim ve âdil oldu." demektir.
Azap, rahmet, elem, lezzet ve onlara benzeyen şeylerin toplamı-
Melek Ve Şeytan "Hak"tır. Bunların Hak'tan ibaıet olmalarına hiçbir mâni yoktur.
Onlar Allah'ın kabulcnnıesi gereğidir. Nisbî işler kabilindendir.
Seni hakka teşvik eden her şey melek ve rahman, haktan gayrı
şeylere yönetleyen her şey de iblis ve şeytandır. Daha açık bir ifade Bununla beraber ulu »uların cümlesinden münezzehtir.
ile, doğru yola, hak yoluna seni meylettiren ve kalbinde bu meyli Nitekim insan ve yılandan lıeı birinin ağzındaki salya kendisine
uyandıran insanî kuvvetlerin birer melek, fitne ve fesat yollarına uygun geldiği halde diğerine zararlı ve zehirlidir. Halbuki hayvan
sevk eyleyen hayvani duygu ve vehimlerin de birer şeytandır. hakikati hem her ikisinden hali olmaz, hem de o zehir ve zarardan
külliyen hâlidir. Tekrar edelim ki, Allah bu mertebelerden âridir. Fakat onlardan
Tanrı da böyledir. Bir taraftan varlık mertebelerinin icaplarından hâli de değildir. Şimdi bâtıl dahi vücut cihetinden "Hak"tır.
âridir, Diğer taraftan o varlıklardan ayrı gayrı değildir. Çünkü Haksızlığı, bâtıllığı ise nispîdir.
tümeller tümüdür, (

Mertebelerin Cisimlenmesi
Hakkın Zuhura Meyli Mertebe ve suretlerin hepsi cisimlere katlanmıştır. Hatta cisim-
Tanrı'nın bizzat görünmeye meyli muhakkaktır. Çünkü onun ler âlemi büsbütün yok olsa, ruhlar âlemi ve soyut kavramlar
gerçekleşmesi parçalara tâbi olmasıyladır. "Küntü kenzen mah- denilen ruhani şeyler de kalmaz.
fîyyen..." hadîsinde zikredilen muhabbet de o gereklik ve zatî mey- "Mirsad-ill İbad" yazarı, bu konuda öne sürdüğü bir misalde,
ilden ibarettir. cisimleri şeker kamışlarına, ruhları onların usaresine benzetmiş ve
Şimdi bu anlayışa göre, hadîsin mânası "Ben, her türlü suretten bu teşbih ile cisimsiz ruh olabileceğini söylemek istemiştir. Fakat
âri saltık bir varlık idim. Fakat görünmeye zatî meylim olduğu için bu olanaksız bir şeydir. Çünkü ruh ile cisim arasındaki başkalık
bu yaratıklarla karışıp gerçekleşerek zuhura geldim." demek olur. hakiki değil, itibarîdir. Ruh ve cisim birbirinin aynıdır.
Bizim dediğimizle bazı şeyhlerin bu hadîse verdikleri yanlış mâna İnsan bedeni aslında ruh ve can idi. Yani madde ve suret ile
arasında uzun bir mesafe vardır. Hatalı vc tehlikeli yollarda bezenmemiş bir cevherdi. Suretlerin birikmesi ile koyıılaşa koyu-
dolaşanlara uymaktan sakın. Hatip, iıııam ve müderris gibi etmek laşa ve bir kalıptan diğer kalıba giıv gire nihayet insan bedeni oldu.
olsun. İbadetin cemaat büyüklerinin dileği hak olmazsa, bunlardan Bu birleşme ve sıklaşmadan husule gelen suretler birer birer
çekinmek gerektir. Meğer ki maksat onları irşat temeli, maksudun ortadan kalkınca, insan yine ltılla ııgıayarak eşten ve ortaktan ârî
"Hak" olmasıdır. Bir cemaatte bu temel bulunmayınca, yaptıkları " H a k " olur.
ibadetler de kaybolur. Yalnız, kötü toplantıları kalır. Fenalık
üzerinde toplananlardan sen hemen ıı/aklaş.
İnsanda İki Cihet
Ondan Başka Yok İnsan, tesir cihetinden hak, leessııı cihetinden kul, yaratık, köle-
men ve sınıktır. Fiil bir surettir. < )liilı bu mertebe ve surette işleyen
Bunu bizzat kendisi söyler: Lâ mevcûde illâ hû. Asıl maksud da Allah'tır. Bütün fiiller haktıı. Sıııvlleı ise hep onun aletleridir.
odur. Ariflerin "Ya m a k s u t " ve "Ya mevcut" demeleri buna Hak, insan suretinde görünmüş ve o suret ve alet vasıtası ile
delildir H a k , bütün eşyaya şamildir. Velev ki bazısı bazısına karşıt faaliyetini yürütmekte buluıımuşlııı
olsun. Eşyanın tamamı "Varlık" kavramı içindedir. Her şey bu tek
varlığın bir görünüşüdür. Birbirine zıt ve muhalif olmaları ancak Âdemoğlu, bu işte gafildir Benliğine ait irade, ihtiyar, fiil ve
suret ve mertebe itibariyledir. vücut bulunduğunu sanır. Halbuki insanın bu gafleti, bir dülgerin
yaptığı işi yine kendisinin iıııal ettiği bir aletine isnat etmesine ben-
zer. Bu tasavvur, gaflet eseri olduğu için kötüdür. eksik akıllılara uygun gclmeyecekmiş. Varsın, gelmesin.
Ancak, kendisinin haktan ve hakkın da kendisinden başka bir şey
olmadığını bilir de, fiil ve ihtiyarını " H a k " tanıdığı kendi nefsine Allah'ın İşleri
mal ederse, bu yoldaki telakkisi doğrudur. O takdirde fiilin bir Âlem, cinsiyle, çeşidiyle ve mutlak şahsıyla kadim olmakla
suretten çıkmış olduğunu ve o suret sahibinin gerçekte "Hak"tan beraber, sonradan meydana çıkan özelliği de vardır. Fakat bu son-
başka bir şey olmadığını kavramış ve buna inanmış olduğundan radan meydana çıkmak zamanı değil, zatîdir.
tasavvuru uygun ve yerindedir.
T a n r f d a n muhtelif suretlerin ortaya çıkışı varlığının icabı olduğu-
Onun içindir ki, "Ben yaptım." ve "Ben işledim." sözlerini arifler na göre, buna ortaya çıkış adı verilmiş ve lâkin gerek ile gerekli
söyleyebilirler. Lakin cahillerin sarf etmesi hatadır. arasına bir an bile girmemiştir
Cenabı Hak'tan birbirine /ıl işleı meydana gelir. Bunların bazısı-
İrade Ve İhtiyar
na razı olur, bazısına olmaz. Ancak karşıt şeylerin ortaya çıkması
Bunun mânası, bir isi yapan kuvveti bilmekten ibarettir. Yoksa zatının gereği olduğundan onlarııı herhalde vukuu lâzımdır. Çünkü
"dilerse işlemek ve dilerse bırakmak" demek değildir. Fiillerin aslın gereği aslından ayrılmaz.
ortya çıkması irade iledir. Dalıılı ve harici bazı sebeplerin bir arada
Bu karşıt işler iki kısma ayrılı t Hııı keıııal edinmek gibi âlemin
toplanması ile husule gelen birtakım mertebe ve suretler iradenin
düzenine ait, diğeri yüksek istekten lıaıiçtiı. Hiıijıci bolüme "rıza-
ortaya çıkmasını gerektirir. Onun ardından gereklik yolu ile fiiller
h", ikincisine "ızasız" denir.
hasıl olur.
Yapılan işlerden bazısıjıııı beğenilip diğeı bazısının beğe-
İnsan bu fiilleri yapmamaya gücünün yettiğini sanır. Lakin bu nilmediği doğrudur. Hak'tan beğenilmeyen şeylerin ve işlerin
zan çok yanlıştır. Bırakmak da, yapmak gibi bir fiildir. Hakikatte, çıkışı, bir kişinin sükût ve sükûn zamanlat ıııda işlemeye razı olmay-
bir fiili işleyen kişiye o işin kendisinden çıktığını bilmekten başka
acağı birtakım çirkin işleri kızgınlık halinde istemeyerek yapmasına
bir şey kalmaz. İrade ve ihtiyar da ancak budur.
benzer.
Bir hayvanın karşıt işler yapması, "dilerse işlemek ve dilerse Terk Vakaa eşyanın ve fiillerin ortaya çıkması irade iledir. Fakat bu
etmek" mânasında bir irade ve ihtiyar bulunduğu zannını verirse
iradet zatın gereği anlammadır Yoksa zahir ehlinin sandığı mânaya
de, hakikat benden işittiğin şekildedir. Horozun çöplükte eşin-
değil. Onlardan bazıları, çirkin ve aşırı işlerin Tann'dan çıktığını,
mesinde ve gece yarılarında ötmesinde bir nevi garabet bulan avam
lâkin bu ortaya çıkışın kendilerince muteber sayılan mânadaki
kısmı zanneder ki, horozun "dilerse yapmak ve dilerse bırakmak"
irade ve ihtiyarla vuku bulduğunu iddia etmişlerse de, Allah o çeşit
anlamında bir iradesi var da, kendi isteğiyle süprüntülükte eşe-
irade ve ihtiyardan ve zalimlerin dediklerinden tamamen münezze-
leniyor ve gece yarılarında ötüyor. Halbuki bu işler hep zor iledir.
htir.
İşte keşif ve ilhamın bana verdiği şey... Fakat bu benim fikrim
Mürşide İtaat aslında mevcut olmayan bazı şeylerle iştahlandırıp veya korkutarak
erişkinliğe teşvik ettikleri gibi, nebiler de ümmetlerini maddi şeyler
Hak isteklisi hastaya, kemal sağlığa, cehalet hastalığa, mürşit ise
ve hissedilen suretlerle tamalılandırıp veya sakındırarak kemal ve
usta hekime benzer.
hak bilimlerine rağbet ettirirler. t
Bir hasta kendisini hekime teslim eder. Hekim muayeneden
Şu kadar ki, çocuklara söylenen şeyler bazen yalan olabilir. Fakat
sonra ona bazı ilaçlar verir. Hasta bu ilaçların acılığına, yapılan
yalvaçlarda böyle bir şey olamayacağından ümmetlerinin durumu-
tımarın acı ve sızısına katlanır. İyi olmak ümidiyle hekimin her
na, bünyesine uygun olarak müjdelemek, sakındırmak ve şevk-
sözüne uyar. Umduğu esenliği bazen görür, bazen görmez. Öyle
lendirmek yoluyla sarf ettikleri sözlerin başka mânaları da vardır.
iken hekimin yine her emrine uyması lâzım gelir. "Beni iyi etmey-
Ancak onları kavrayabilmek için arif olmak gerektir.
ince söylediklerini dinlemeyeceğim ve dediklerini yapmayacağım."
dese, bu sözü mâkul olmaz. Nitekim avamdan birine "Şıı ışı işlersen sana nurdan iki kuş ver-
ilecektir." denildiği zaman, o kimse "nurdan iki kuş" sözünü halk
Doğru yolu bulmaya çalışan kimse de böyledir. Dünyaya ve nef-
arasında bilinen anlama haınledeı I lalbuki burada kastedilen şey,
sine ait ilgilerini kesip, işleğine kavuşmak için şeyh ve mürşidi
nebiler ve veliler beynimle söylenen mânadır. Bu iki kuş ilmî iki
tarafından kendisine ııe gibi şeyler tavsiye olunursa, o emirlere
meseleden ibarettir.
itaat etmesi ve hemen onlarla uğraşması gerekir. Mürşidine "İste-
diğim şey hasıl olmayınca söylediklerini yapmayacağım." demesi Rüya da bunun nazil idir. < )ıula da gonınen suret zahirî gibi
akılsızlık ve cehalet alâmeti sayılır. değildir. Fakat rüya çoklukla vaki olduğundan herkes bunun zahirî
üzere olmadığına alışmış bulunmakla ve oıııııı için tabiri cihetine
İnsan, şahsına faydalı olan şeyi kazanmaya çalışmalı, ancak
gidilerek delalet eylediği şeyin anlaşılmasına çalışılmaktadır.
feleğin her hususta müsaade etmeyeceğini de bilmelidir. Eğer
emeği mukabilinde emeline erişirse sevinmeye haklı, eğer kader- Peygamberlerin meslekleri Allah'ın velilerinden başkasına kapalı
den önüne bir mâni çıkarsa şüphesiz mazur olur. olduğu cihetle, onlardan başka butun halk bu yollarda kördür.
Nereye bastıklarını bilıne/leı Velileı ise keşif ve ilham ışığıyla o
Dünya ile ilgilenmeyi bırakmak, Hakk'a kavuşmak yollarının en
yolları pek güzel görürler. Ve oıalanla kalp gözünün açıklığıyla
kestirmesidir. Halbuki birçok kişi Hakk'a ulaşmak arzusunda
yürüyüp giderler.
bulundukları halde, dünya ile alâkalı heveslerinden vaz geçmeleri
kendilerine teklif edilince, "İstediğimiz şeye nail olmadan dünya ile Halkın tuttuğu mesleğe dikkatle bakarsan, zan ve şüphelerle
ilgilenmeyi terk edemeyiz." derler. Ve bunun akılsızca bir lakırdı dolu olduğunu görürsün.
olduğunu düşünmezler. Mânevi yollar, başka başka ilimlerdir. "Men lemyezuk lem ya'rif:
Tatmayan bilmez."
Dünyevi Meslekler
Peygamberler, çocuk babalarına benzerler. Onlar çocuklarını
Hazreti İsa Bilmezler ki, tasavvur ettikleri şey dışarıda değil, kendi zihin-
lerindedir.
Hazreti İsa, ruhu ile diri, cesediyle ölüdür. Lakin kendisi
"Ruhullâh" olduğu vc ondan dolayı ruhaniliği cismaniliğine galip Bu aldatıcı zannın sebebi, hayal ve duygu gözlemlerinin birbirine
bulunduğu ve ölüm ise ancak gövdeye taallûk eylediği içiıı "İsa benzemesidir. Mesela bir kimse herhangi bir şeye çok dikkatle bak-
ölmedi." dediler. Vc bunu " E l h ü k m ü lılgalib-i" kaidesine tıktan sonra gözlerini yumsa, o şeyi hatırında kaldığı şekilde yine
dayandırdılar. Yoksa "İsa ölmedi." sözüyle "İsa cesediyle sağdır." gözleriyle görür gibi olur.
demek istemediler. Çünkü ceset maddesinin ölmemesi ve diri
kalması imkânsızdır. Sözlerime çok dikkat eyle. Rüyanın Hakikati
800 senesinde bir Cuma gecesinde mâna âleminde yeşil elbiseye Filozoflar, rüyayı tarif ederken "İnsanın ruhu soyut varlıklar
bürünmüş iki adam gördüm. Bunlar İsa'nın ölü cesedini iki elleriyle âlemine ulaşır da, oradan vakıaların suretleri kendisine akseder."
tutup bana gösteriyorlar ve o suretle, ölmüş bulunduğunu anlatmak dediler.
istiyorlardı. Bunun böyle olması ihtimali olduğu gibi, görülen şeyin uyuyan
kimseden hariç olmaması vc belki onun dimağındaki hayal ve
Ölmüşlerin Dirilmesi tasavvurdan ibaret bulunması da mümkündür. İnsan, eşyayı uyanık
Avamın sandığı gibi, cesetlerin haşri, yani gövdelerin tekrar iken tasarımladığı gibi, düş halinde de tasavvur eylemektedir.
dirilip mahşere çıkması olanaksızdır. Meğer ki bir zaman gelsin de, Uyuyan kimsenin uykusunda gördüğü şey, r u h u n onunla
dünyada insan cinsinden hiçbir kimse kalmasın. Ondan sonra karşılaşması ve mânevi âlem ile bitişmesi üzerine hasıl olmuş bir
anasız, babasız topraktan bir insan doğsun ve yine üreme başlasın. mâna ve suret göstermiyor. O itibarla hükemanm bu husustaki söz-
lerinde isabet yoktur. Hattâ umarım ki, hak benim dediğim tarz-
Yine Melekler dadır. Uyuyan kimse ancak uyanık iken bildiği,'gördüğü, işittiği ve
imgelediği veya onlara uygun bir şey görebilir. Eğer rüya filo-
Melekler gökler âlemindendir. Onların gerçekleşmesi yer âlemi
zofların söylediği veçhile ruhun soyut varlıklarla karşılaşıp bitişme-
dolayısıyladır. Çünkü gökler âlemi yer âleminin batnıdır.
siyle husule gelmiş olsaydı, uyuyan kişinin rüyasında gördüğü şeyler
Yukarlarda söylediğimiz gibi, iyilik sebeplerine melek, kötülük arasında gerek kendisini, gerek cinsini evvelce hiç görmediği,
sebeplerine de şeytan ve iblis adı verilmiştir. Nasıl ki, haktan yüz işitmediği, hatırına getirmediği bir şey dahi bulunabilirdi. Halbuki
çeviren hileci ve günahkâr kimseler için de şeytan ismi kullanılır. uyuyan adam böyle bir şey asla görmüyor. Gördüğü şeyler hep
Bazı insanlar melek ve şeytan denilen bu sebeplerden birisini uyanık iken sanayladığı ve tasarımladığı şekillerdir.
hayallerine alıp zihinlerinde tasarlayınca, o şeyi kendi istidatlarına Kalp ve dimağ, uyanıklık zamanında olduğu gibi, uyku esnasında
göre maddi bir şekilde görürler. O n u n da diğer şeyler gibi gerçek- da faaliyette bulunur. Tasavvur ve tahayyülden bir an bile geri
ten dışlarında, duyulan ve anlaşılan bir şey olduğunu sanırlar. kalmaz. İnsanın gönlü ve zihni temiz ve halis olduğu takdirde,
tasavvur ve tahayyüllerinde isabet de vâki olabilir. reyinde bulundular.
Hasdı rüya denilen şey, uyuyan kimsenin birtakım suretlere ben- Bu bozuk itikatlar tamamıyla cehalet eseridir. Allah'ın iradesi,
zeşmiş kendi zihninin hatıralarından başka bir şey değildir. meşiyeti, ihtiyarı hep âlemin istidadı üzere yürür. Ve ona uyar. Bir
şeyde anıklık olmayınca, onda bir eserin zuhur etmesi ihtimalyyok-
Âlemin Yaradılışı tur. "Yefalüllahü mâ yeşâü." vc "İnnellahe yahkümü mâ yürîd-ü."
âyetleri, "Taş ve ağaç, küfür ve İslam, zulüm ve adalet gibi karşıt
"Tanrı ilk önce bir cevher yarattı. Sonra ondan bu âlemi halk
şeyleri bir şeyde irade etmek salâhiyeti Allah'ta var." demek
eyledi." sözü herkesçe bilinmektedir. Ben derim ki, bu cevherden
değildir. Belki bunların mânası "Allah bir şeyin her neye istidadı
hakkın muradı, ilkin kendisinde zuhur eden iptidasız varlıktır. O
varsa onu diler ve işler." demektir, istidadı olmayan şeyi ne diler ve
halde bunun mânası şu şekli alır: Cenabı I lak, önce sade ve yalınç
ne de işler. Çiinkü Allah'ın iradesi, anıklığa uyucudur. Bütün kâi-
bir surette zuhur etti. Sonra o suretten diğer suretler ayrılıp dalla-
nat istidat yoluyla kendisinden hasıl olmuştur.
narak nihayet bütün yaratıklar vücut buldu.
İşte Cenabı Hakk'ın dünyayla ilgisi, ancak bu suretledir. Bunun
Dua Ve Zikir aksine var oluş ve irade olanaksızdır. Evet, Tanrı dilediği şeyi işler.
Fakat yalniz o istidatta olan şeyi diler. Dilediği şeyi işlemesi
Dualar ve zikirler hep kalbin istenilen şeye yönelmesi içindir.
zaruridir. Zira dilemesi aslının gerekliğidir. İşlemesi de kendi var-
Bunlar hakka karşı birer rabıta hükmündedir. Asıl etkili olan ise
lığına aynadır.
yönelim dediğimiz teveccühtür. Kalbin bu teveccühünden birçok
şeyler ayrıntılanır. Ve gaflet ehline gizli olan keyfiyet o sebeple "Sıhhatül fi'li vet terk-i" ile ifade edilen irade ve ihtiyarın
ayan olur. mânasını hoca nasıl anlar ki, insan bazen bilmediği ve
kestiremediği bir sebepten dolayı tasalanır. Halbuki o sebebi bilse,
Amelsiz ilim inansız bilime ve yahut ruhsuz bedene benzer.
kaygısı derhal yok olacak. Onu bilemediğinden içinde bir acı duyar.
Ve bu acı ile günlerce mustarip olur. Bu iç sıkıntısı ve gönül azabı
Yine İrade Ve İhtiyar da bir iştir. İnsan bunu da "Sıhhatül fi'li vet türk-i" mânasına alınan
Kelâmcılar "Allah kadir ve muhtardır." dediler. Ve bu ilıtiyare de irade ve ihtiyarla mı yapar?
"Sıhhatül fi'li vet terk-i" mânasını verdiler. Yani: İşlemek ve bırak-
mak, her ikisi de hakikattirtir. Onların bu sözleri Ccnabıı Hakk'ııı İki Kelamın Tefsiri
Müslüman olmayanların küfrünü ve zalimlerin zulmünü irade ve
"Lâilâlıe illcllahü" kelâmı "Mâ fil kevnii gayrullah-i", yani
ihtiyar etmiş olduğunu ifade eder. Ebu Ali ve emsali dahi "Allahü
"Kâinatta Allah'tan gayrı bir şey yok." demektir. Her şey zeval
Taalâ'nın kendisi varlıktır. Onun varlığı âlemin varlığına aykırıdır.
bulur. Ancak hakkın zatî sıfatları baki kalır.
Yek diğerine muhalif olduğu halde su ile ateş birbirine tesir ettiği
gibi, hakkın varlığı da aynı şekilde âlemin varlığına müessirdir." "Köpek bulunan eve melek girmez." anlamına gelen "Elme-lekü
lâ yedhulü beyten fîlıi kelbüıı." hadîsi de, hakikatte "ahibinde
köpek sıfatı bulunan kalpte kutsal vasıflardan bir sıfat bulunamaz." doğrudur. Çünkü görünüş haliyle hiç bir mazhardan bütün şeyler
mânasındadır.
çıkmamıştır.
Gerçeklik itibariyle cümle eşya birdir. "Yaradan" lafzının sadık
Mevhum Allah'a İbadet
olduğu mâna ne ise, "Azık veren" lafzının delâlet ettiği şey de c/dur.
İnsanlar, cahillik devrinde gözle görülen ve el ile tutulan puta Bununla birlikte asılda çokluk ve değişme yoktur. Çokluk ve
taparlardı. Zamanımızda ise görülmeyen ve tutulmayan, fakat başkalık hep vehim ve hayal kabilindendir. İtibarlar için harici
zihinlerde sanaylanan puta ibadet ediyorlar. Umarım ki, Tanrı vücut bulunmaz.
hakkı izhar eyler de, halk gerçek olan Allah'a ibadet eder.
"Kânellahü velem yekûn meahû şey'ün ve hüve e'âne alâ makâne
aleyh-i." kelâmı ile "Küllü şey'in hâlikün illâ vechehü" âyeti ker-
Allah Nedir? imesi bunun burhanıdır. Birincisinin mânası şudur: "Allah vardır.
Tanrı, saltık varlığından ibarettir. Bütün fiiller o varlıktan zuhur Onunla beraber hiçbir şey yoktur. İşte bu Allah halen olduğu
ettiği ve bu itibarla her kemali nefsinde topladığı için ona "Allah" gibidir." Nitekim rüyada rüyayı gören mevcut ve görülen şeyler
denilmiştir. aynı ve hayalidir. İkincisi "Hak cemalinden başka her şey fânidir."
anlamınadır.
Şu kadar ki, fiillerin, sıfatların ve hal ve kemalin ondan zuhuru
ancak görünen şeyler vasıtasıyla olduğundan umumiliği hasebiyle
mazharların kâffesi hakkın kcıııalûtını tamamlamış ve onların Oyun Ve Eğlence
ayrılıkları sebebiyle her birinden yek diğerine uymayan şeyler çık- Kur'anı Kerim'de "İnncmel hayatüddünyâ leibün ve lehvün."
makta bulunmuş ve ondan otüıü çokluk görünücüde değil, belki buyrulmuştur. Burada dünyaya "Leibün ve lehvün", yani oyun ve
görünenlerde vukua gelmiştir. eğlence denildi. Oyundan murat, Hakk'a meyil ve teveccühten
Allah, bütün mazharlarda görünen aslî bir varlık ve bâtıni bir alıkoyan şeydir. Dünya, insanı lânı ı'ya rağbet ve muhabbetten geri
cevher olduğundan, mazharlardan her biri görünüş itibariyle diğer- bıraktığı için oyun ve eğlence sıfatını alınıştır.
ine muhalif ise de, hakikat bakımından hepsi birdir. Fakat şunu da derhal söyleyelim ki, dünya iki cihetlidir: H e m
İmdi mazharlardan herhangi birisi "Ben Allahım." demiş olsa, Hak'tır, hem de Hak'tan gayridir. Hu cihetten insanı Hakk'a, diğer
bu söz yalan değildir. Çünkü her şey ondan çıkmıştır. cihetten Hak'tan gayriye yönetir. Onunla uğraşmak bir taraftan
hakla ilgilenmek demek olduğu için mubahtır. Diğer taraftan
Onunla beraber, Allah'ın sayıca çoğalması da lazım gelmez.
hakkın gayrisi, eski tabiri üzere dünya ile uğraşmaya vesile
Evvelce söylediğimiz gibi, çokluk görünücüde değil, görünen
olduğundan haramdır. Kur'an'ııı onu yermesi mutlaka bu ikinci
şeylerdedir. Asıl birdir. Çokluksuretlerdedir. Görünücii ve asıl, tek
noktadandır.
varlıktır. Ve bu varlık şartsız ve kayıtsız olarak haktan ibarettir.
Tarikat ehlinin "Semâ"' dedikleri âyin de bunun gibidir. Halis ve
Yine "Mazharlardan her biri Allah'ın gayrısıdır." sözü de
riyasız olanlar hakkında semâ' Hak ile meşguliyetleri miktarınca
helaldir. Çünkü güzel sesleri işittikleri vakit kalpleri Cenabı Hakk'a vücudu gerçeklik bakımından hak, görünüş cihetinden mahlûktur.
doğru uçar. İçlerinde dünyaya ait alâkalardan bir zerre bile kalmaz,
"Sübhâne men merecelbahreyni yeltekiyân-i beynchiımâ ber-
Gönüllerini kamilen Allah sevgisi kaplar.
zehun lâ yebğiyân-i" denilmiştir. Yani: "Ben o yüce Allah'ı anarım
Şimdi insaf edelim; Şu suretle Hakk'a kavuşmaya vesile olan bir ki, iki denizi birbirine karıştırdığı halde, aralarındaki ince uzun
şeyi haram görmek ve haram olduğunu söylemek bir Müslüman'a kara parçası onları yekdiğerine bozuşturtmaz." Buradaki
helâl olabilir mi? "Bahreyn"dcn maksat, gereklik ve imkân denizleridir. Onların bir-
birine kavuşması, ikisinin bir varlıkta birleşmesidir. Aralarındaki
Yola Girenlerin Dereceleri "berzah" dae ancak o varlıktır, "lâ ycbgiyân" kelimesi, birbirini
bozmayan bu denizlerin yekdiğerine benzemediklerinden
Tarikat erbabı, odun gibi birkaç çeşittir:
kinayedir.
Bunların birtakımı çok kurudur. Az bir ateş ile tutuşur ve bir
daha sönmez. Yana yana kamilen ateş haline girer. Sofiyyc'nin "Sâf Gereklik vc imkân itibariyle, ne " H a k " olan bir şey mümkün, ne
ve halis bir kişi her yandan tamamlanınca Allah olur." sözü bu de mümkün olan bir şey " H a k " olabilir. Lâkin varlığın özü
mânaya gelir. bakımından her ikisi birdir. Hakikatte vacip vc mümkün için ayrı
ayrı vücut yoktur. Bazıları " H e r birinin ayrı ayrı vücudu vardır."
İkinci kısmı son derece önemlidir. Yaşlığı bir az zail olmayınca bir
demişlerse de, bu itibari ve farazi bir şeydir.
türlü yanmaz.
Bu bahsi şöylece izah edelim: Saltık varlık haktır. Hak her şeyde
Üçüncüsü orta sınıftır. Bazı tarafları az bir zahmet ile yanar. ve her şey de onda tecclli etmektedir. Bundan dolayı aslında ve
Tutuşunca da sonuna kadar sönmez. Fakat diğer tarafların yanması
hakikatte görünücü ve görünen, eski tabiriyle zahir ve mahzar bir
çok güç olur. O kısımlardaki rutubeti kurutmak için çalışmak
şeydir. Aralarındaki başkalık vc uymazlık itibari vc farazidir
lâzımdır. Biraz ihmal edilirse hemen söııüverir.
Hakkın eşyada zuhuru kendi özü ile değil istidadı hasebiyledir.
İşte sen de odun gibi âdetlerini yakarsan, âdet üstü şeyleri
görürsün. Saltık Varlık
Saltık varlık, gcııcl ve mutlak oluşu itibariyle bu eşyaya geçmiş.
Tek Varlık
Cemal ve Celâli ile hepsini süslemiştir. Halbuki bu ulu varlık yine
Hakkın özü her şeyden âridir. Bununla beraber her şey onda ve saltık olması cihctiylc cümlesinden beridir. Aşağılık, büyüklük,
o her şeyde gereklidir. Hiçbir suretin ondan ayrılmak ihtimali yok- karanlık ve aydınlık gibi şeyler h e p mazharlarda görünür.
tur. imkân, görünüş itibariyledir. Ve hayalden ibarettir. Önceden Başkalıklar o mazharlara göre husule gelir. Saltık varlığa nispetle
veya sonradan olmak hali hep suretin ardından gider. Gerçi Allah hepsi birdir. Gerçekte saltık varlıktan "Başka" yoktur. Bin bir
suretten münezzehtir. Fakat yine surettedir. O suretin aslı ve surette görünse dahi yine tek şeydir.
hakikati ondan başka bir şey değildir. Bunun için mümkünün
İrade Ve Ruh mak... Akıl kalbinin âlemi öyle tükenmez ve sonsuzdur ki, her an ve
zamanın istidadına göre, zuhur aynasında bir türlü cilvelenir. Acele
Tanrının dilediği özünün gereklililğinden ibarettir. Cahillerin bu
etmemeli; H e r meyvenin vakti vardır. Ancak celıt ve mücahedede
konudaki sanısı da yanlıştır.
kusursuz olarak hızlı gitmek gerektir. '
Cenabı Hakkın "Feiza sevveytülıu ve nefahtü fihi min ruhi"
buyurması, "Sebeplerin birleşmesi ve anıklığın husulü üzerine, Yine Saltık Varlık
insan bedeni kendi şeklini alınca, daha açık bir ifade ile, her uzuv
yaraşık yerine yerleşip bunun ruha istidadı tamamlanınca onda Saltık varlık, kendi kendiliğinden gereklidir. İmkânsız olması
üfürmeden gelen ruh zuhur eder." anlamını vermektedir. Ruhun gayrikabildir. Çünkü varlık ile yokluk arasında uymazlık bulun-
" ü f ü r ü m " denmesi, ikisi arasında mevcut bir benzeyişten ötürüdür. duğundan birisi diğeriyle sıfatlanamaz. Ne var olan yok, ne yok
Yoksa bu gerçel bir tabir değildir. olan var olabilir. Nerede kaldı ki, vacip olsun.
Saltık varlığın has imkân ile vücudu mümkün ise varlığı da, yok-
Hayat luğu da gerekli değildir. Her iki tarafı da eşit olursa, varlığı mükte-
sep olmak lâzım gelir. O halde nefsine nazaran hakikatte yok olan
Bedende hasıl olan dirilik bir terkip hassası ve maddi cüzlerin
bir şey olması ve aslında yok olunca gerçekte de yokluk ile sıfatlan-
işlemesi neticesidir. İnsan ile hayvan arasındaki ayrılık, bireşim
ması gereklenir. Halbuki varlığın yokluk ile sıfatlanması
ayrımından naşidir. Hepsinin aslı ise birdir. Tek olarak bilinen bu
asil, her mertebede ayrı bir zuhuru gerektirmiş ve o çıkış hayvan olanaksızdır.
mertebesinde "hayvan ruhu", insan mertebesinde "nefs-i natıka" Saltık varlığın has imkân ile mümkün olduğu kabul edildiği
tesmiye olunmuştur. Yoksa hariçten hiçbir şey gelmemiştir. Ve takdirde, varlığı için mutlaka bir mevcuda ihtiyacı vardır. Bu ise
bunlardan başka şeyler de değildir. Yalnız mertebeleri ayrıdır. İkisi katiyen bâtıldır. Çünkü var eden eğer mevcut bir şey ise, saltık var-
beynindeki fark ancak anıklık yüzündendir. lığın her halde onun iç yüzünden gerçekleşmiş olması icap eder ki,
o takdirde saltık varlık nefsinden önce tahakkuk etmiş olur. Bu ise
Ölmüşten Ayrılan Cevher bir şeyin kendi nefsinden evvel meydana gelmesi demek olduğun-
dan imkânsızdır. Eğer o var eden mevcut olmayıp da yok olan bir
Bir beden öldüğü zaman ondan ayrılan cevher, o surette zuhur şey ise, yokluğun diğer bir şey var edemeyeceği aşikârdır. Şu iki
etmiş olan saltık varlıktan ibarettir. Suretin bozulması ile saltık var- ihtimale göre de, saltık varlığın has imkân ile mümkün bir şey ola-
lığa hiç bir halel gelmez. O, sonsuz olarak bakidir. Yalnız suretini mayacağı ve kendi kendisinin varlığı gerektirdiği tahakkuk etmek-
değiştirir. Bu cevherin kendi kendine, suretsiz belişmesi kabil tedir.
olmadığından her zaman surete muhtaçtır. Ondan dolayı muhtelif
suretlerde görünmekten bir an bile geri kalmaz. Saltık varlığın vücudu vacip olunca, onun Allah olduğu ve her
şeyin varlığı ondan husule geldiği ve bundan dolayı bütün eşya ona
Bizden ip ucu vermek ve içten dışa çıkarmak, dostlardan da çalış- mazhar ve kendisinin o eşyada zahir bulunduğu gerçekleşir.
Öz varlık mertebesinde öncelik, sonluk, iç ve dış yüz yoktur. Bu
Bazı İtibarlar
mertebedeki varlık her şeyden soyulmuştur. Öncelik ve sonluk gibi
Saltık varlık, hakkın ta kendisidir. Hak, her mertebede iki itibar- şeylerin tahakkuku varlığın bütün eşyaya girmesi sebebiyledir.
dan hâli değildir; biri tesir, diğeri teessür. Etki yönünden Allah, Hattâ öz varlık mertebesinde öncesizlik ve sonrasızlık da bulun-
etkinme cihetinden âlem, yaratık ve hadistir. maz. O n d a ikisi de tek şeyden ibarettir.
Varlıkta üç itibar daha bulunur; öz, saltık, bağlı ve şartlı varlık...
Bağlı ve şartlı olmayan öz varlık haktan ibaret olduğu gibi, bağlı ve İnsan Sureti
şartlı varlık da haktan ibarettir. Hak, bağdan ve şarttan hâli bir var-
Peygamberimiz, "Hiç şüphesiz, Allah âdemi kendi suretinde
lık olmak itibarıyla ne tümel ve ne de tikeldir. Çokluk kayıtsızlık,
yaratmıştır." buyurdu. Tevrat'ta da öyledir. Bunun hakiki mânası,
azlık kayıtlı olmak itibariyledir. Kendisinin bütün eşyayı kapladığı
Tanrı insanı kendi kemalinin sureli üzere yaratmış demektir.
göz önünde tutulunca, ona tümel, ondan yalnız bir mazharın çık-
Hadîsteki suret, hissî değil, mânevidir. Tanrılık mertebesinde
tığına göre de tikel sıfatı verilir. Bundan ııaşi Tann'riın öz hakikati,
Cenabı Hakk'ın gözle görünen bir şekli yoktur. Allah, o mertebede
aslî ve zatî cihetinden çokluk ve azlık üzere önceldir. Ve bunlar
bütün hissî suretlerden münezzciıliı I lıssi suret, âlemin gerçeklik-
onunla birlikte kalıba dökülmüştür. Her ne kadar kayıtlanmak ve
lerindendir. Hak sureti ise o mertebelerde iç yüzden ibarettir. Vc
kayıtlanmamak vasıfları ile sıfatlannıaktan hâli değilse de.
insanın iç yüzü hakkın sureti iizeıedit
Ondan başka, iki itibar daha vardır; taayyün ve la taayyün.
Bu suretler "Yedeyn" ile tâbir edilmiş olup "Kendi elimle yarat-
Bunların birisi hakkın belişmesi, diğeri belişmerriesidir. Birinci
tığım kimseye seni secde etmekten hangi şey alıkoydu?" anlamına
itibarla "Vâhif'tir. Bu, Cemal makamıdır. İkinci itibarla ona
gelen "Mâ meneake en tescilde liınâ haleklü biyedeyye." âyetinde-
" A h a d " denilir. Ve Celâl sıfatı ile vasıflandırılır.
ki "Yed"den maksat da hem hissi, heııı mânevi surettir. Nitekim
Cemal ve Celâl sıfatları iki el veya iki kuvvet mânasına gelen kudsî bir hadîste "Ben onun işitmesi ve görmesi olurum." denildi
"Ycdeyn" kelimesiyle tâbir edildiği gibi, Allah'ın alıcı ve verici, de, "gözü ve kulağı" denilmedi. Yine yukarılarda bahsi geçen "İnnâ
zahir ve bâtın misillü karşılıklı sıfatlarından ikisine birden aradne-l'emanâte..." âyetindeki 'YlVmaııcte" lâfzı da hissî ve
"Yedeyn" adı verilir. Nitekim Cenabı Peygamber'in "Haleka mânevi suretleri birleştiren ilâhî surete işarettir.
âdemu biyedihi." kelâmında mütekabil sıfatlara işaret olunmuştur.
İşte insan bu suret üzere halk edilmiş vc onunla yer yüzünde
"Yedeyn" lâfzı hak ve âlem suretleri için de söylenir.
Allah'ın vekili olmuştur.

Tanrı'nın Kimliği Uyku Vakıaları


Özü cihetiyle cismanilikten soyulmuş olan safi varlık Allah'ın
Uykuda görünen vakıalaı hep bilgi derecelerini ve tevhidin
benliğidir. O n u n üstünde hiçbir mertebe olmaz. Öz varlık her şeyin
hakikatini gösterir. Bundaki hikmet, tarikata gireni doğru yola
üstünde olduğu için eşya ondan çıkmakta, bununla beraber kendisi
erdirmektir. Ta ki bu olguları görerek, daha yükseklere çıkmak ve
bütün eşyanın içinde bulunmaktadır. Kül ondandır. O ise küldür.
nihayet halin zevki ile husule gelen tevhide kavuşmak için nefsi ile de haktan hakka gelen uyandırıcı birtakım tembihlerdir.
savaşsın.
Hal zevkinden doğan tevhit ise, en üstün bir derecedir. Sâlik,
Uyku vakıalarının işaret ettiği tevhit ile halden doğan tevhit bunda eşyayı kendisine bitişik ve belki kendisinin aynı olarak görür.
arasında uzun bir mesafe vardır. Herkes uyur ve uykusunda bazı
Ancak halde bu zevki bulmak için istidat lâzımdır. O mertebe di^ ve
şeyler görür. Fakat hale, hele hal zevkine varanlar azdır.
kalem ile tarif olunmaz.
Onun için hal üzerinde bir miktar duralım:
Yola giren kişi, bazen uyanık iken yakasını başına çekip kendi Tevhit
haline dalınca, bedeninin yayıldığını, genişlediğini, hattâ bütün Cenâb-ı H a k k ' ı birlemek, üç türlüdür: Birincisi ilmîdir.
gökler ve melekler âlemini içine aldığını sanır. Dağları, ırmakları, Büyüklerin ağzından ve kitaplardan alınmıştır. İkinci kısım, tembih
ağaçları, bostanları ve sair cümle eşyayı nefsinde bulur. Hiçbir şeyi suretiyledir. Uyku vakıaları ve Allah sırlarının görünmesi yolyla
kendisine aykırı görmez. Belki her şeyi kendisi olarak bilir. Kalp hasıl olmaktadır. Ve birincisinden iyidir. Üçüncüsü halin verdiği
gözü ile gördüğü her şey için " O benim ve ben O y u m . " der. zevk ile husule gelen tevhittir ki, hepsinden üstündür. İstenilen de
Nefsinden gayrı hiç bir şey görıiıez. Hatta güneşle zerreyi bir-
hudur.
birinden ayırmaz. Zamanı da bir bilir. "Şu âdem zamanı, bu da
M u h a m m e d zamanıdır." diye ayrımlar yapmaz. Z a m a n ı n
Tasavvuf Nedir?
değişmeksizin bir andan ibaret olduğuna ve onda öncelik ve sonluk
bulunmadığına inanır. Sonra başka bir hale geçer. O r a d a da kâh "Tasavvufun sonu iki yüzlülüktür." demişlerdir. Çünkü tam bir
âlemin varlığına, kâh yokluğuna hükmeder. Sonra bütün eşyayı, tasavvufçu gözlerin görmediği, kulakların işitmediği birtakım gizli
hatta kendisini dahi hayret içinde bulur. Bunun ardınca kendisi de halleri anladığı halde bunların çoğunu söylemez. Herkesin aklına
dahil olduğu halde her şeyin salt yokluktan ibaret olduğunu müşa- ve tabiatına uygun olanları aşikâr edeı Ve uygun olmayanları
hede eder. Daha sonra çokluk âlemine girer. Orada eşyayı zarf ve kalbinde gizler. Her gördüğü ve anladığı şeyi söyleyecek olursa,
mazruf, sebep ve müsebbip şeklinde görür. O âlemde de bir müd- kendisini öldüreceklerini kesinlikle biliı Şu halde iki yüzlü olmaz
det dolaşıp dış duygusuna döner. da ya ne olur?

Anlattığımız şu haller bazı müritlerimizce de görülen şeylerdir. Scriyy-es Sakatî "Tam tasavvufçu o kimsedir ki, bilgi ışığı ile
Bunları şu yolda açıklayabiliriz: amelinin aydınlığını söndürmez. Kitabın açık mânasını bozan iç bil-
gisini ortaya koymaz. Gördüğü adet ustıi hallerden dolayı ilâhî
Eşyanın salt yokluktan ibaret olması "Ahadiyet" denilen görün-
gizliliklerin örtülerini yırtmağa cüret etmez." demiştir, Bu sözler,
mez mertebeye, kalbin bazen eşyanın varlığına, bazen da yokluğu-
bizim dediğimizin aynıdır. O da tasavvufun iki yüzlü olduğunu
na hükmedilmesi "Vâhidiyet" ismini alan görünmek mertebesine,
imalamaktadır.
çokluğu ve kendisinde her şeyi görmesi ve bir şeye bakınca, " O
benim ve ben O yum." demesi tevhide alâmettir. Ve bunların hepsi Ancak buna "Hakiki tasavvufçu sakladığı şeye inandığı gibi,
söylediği veya gösterdiği şeye de itikat eder. Ve bu vaziyette içi dışı-
na uygun bulunduğundan münafık olmaz," diye karşılık verilebilir.
Bu tasavvufçunun inançta iki zıddı nasıl birleştirdiğine veya bir- mahiyetinin tamamıyla hakka ait olduğu kendisine ayan olur.
leştirebileceğine şaşılırtsa da, biraz derin düşünüldüğü takdirde, Tasavvufçuların "Zikir, Zakir, Mezkûr hep birdir." sözü de
bunda şaşılacak bir şey bulunmadığı görülür. Zira bu iki itikattan Hakk'ın varlığından başka varlık bulunmadığını ve bu üç şeyin
her biri kendi yerinde ve mertebesinde haktır. gerçekte tek şeyden ibaret olduğunu anlatır. Varlığın hakikati nok-
tasından anma, anan, anılan kelimeleri bir olunca, ilmel yakîn mey-
Kesin Bilgi dana gelir. Hakk'al yakîn ise yola girenin bunlarla hep birden sıfat-
lanmasıdır.
Hak erenleri, bilimi üçe ayırmışlardır: İlmel yakîn, Aynel yakîn,
Hakk'al yakîn. Bunlar için türlü türlü sözler söylenmiş, yazılar Benim kanaatime göre, dilden çıkan zikir sahici anmanın sure-
yazılmıştır. Fakat hepsi de zaiftir. Buraya geçirmeye ne yer, ne tidir. Hakiki zikir de kalbin anmak şekliyle örgelenmesidir. O n u n
imkân var. Biz ancak kendi düşüncemizi söyleriz. için kalbe zikir sıfatı verilmiştir. Kalp ise " H a k " olduğundan anma,
anan ve anılan hepsi birdir. Bunun misali şudur: Rüzgâr sertçe
Bu lâfızlar yalnız tevhit için değildir. Yiğillik, cömertlik gibi
estiği zaman "Su" başka bir şekle girer vc dalga olur. Halbuki dal-
başka şeylerde de tatbik olunabilir. Mesela: Bir kimse bir kişinin
ganın o sudan başka bir şey olmadığı herkesçe malûm. İşte kalp
cömert veya yiğit olduğunu duyar vc buna inanırsa, kendisinde o
böyledir. Zikir kendisini kaplayınca, anan o olur. Ve bu şekil
adamın yiğitliğine, "İlmel yakîn"; o yiğitliği ve cömertliği kendi göz-
leriyle görürse onda "Aynel yakîn"; bu sıfatı şayet kendisi taşırsa anmakla örgelendiği için hakiki zikir namını alır. Dildeki anmaya
"Hakk'al yakîn" hasıl olur. da onun sureti denir. H e r ne kadar sahici anmak şekilsiz ise de,
maksadı anlatmak için kalbi kaplamasından dolayı şekil ile tâbir
Demek ki, İlmel yakîn müşahedesiz, lâkin kesin delil ile bilmek- edilir.
ten, Aynel yakîn ise görmek suretiyle hasıl olan bilişten, Hakk'al
Bu sözlerimizden iki hatıranın kalpte birden toplanamayacağı ve
yakîn de kendinin onunla sıfatlanmasından ibarettir.
birleşemeyeceği de bilinir. Herhangi bir angı kalbe girince, o anda
Şimdi bunları Hakk'ı birlemek üzerine tatbik edelim: kalp bundan ibaret olur ve onunla uğraşır. O zaman da diğer bir
Yola giren kişi Hakk'ın varlığından gayrı fail vc müessir hatıranın kalbe girmesi gayri mümkündür. Nasıl ki, rüzgârıri esme-
olmadığını işkilsiz kanıtlarla bilirse, bu bilişe ilmel yakîn denir. siyle dalgalanıp özgü bir şekil alan denizin o şekilde bulunduğu
Bunu bizzat kendisi görürse, ona da Aynel yakîn adı verilir. Şunu sırada başka bir dalga şekli ile dalgalanmasının ve başka bir şekil
da hatırlatalım ki, buradaki görümden maksat gözün görmesi almasının imkânsız olduğu gibi.
değildir. Bunu daha yüksek ve mânevi bir anlama almak lâzımdır. Benzetişlerime dikkat eyle. Çünkü bu bahis pek incedir. Ve
Zira Hakk'ın varlığı imsel ve imselemekten âridir. Eğer kendisinin sanırım ki, bu mevzuda beni geçen de olmamıştır.
Hak varlığından olduğunu ve bütün varlığın haktan ibaret bulun-
duğunu anlarsa, bu biliş de Hakk al-yakîndır. Sâlik, bu mertebeye
Gönül Görümleri
varınca, hiç bir şeyin ve hattâ kendisinin dahi varlığı olmayıp
Ben, bazen kendimi hayret edilecek derecede güzelleşmiş
görürüm. Şu beden sureti benim gözle görünmeme sebep olmaktan Ve lâtelıinnî eltaden
başka bir şey değildir. Bu beden suretinin o güzelliğin dış sureti İllâ celileıı sameden
olduğuna ve ondan gayri bir şey olmadığına kailim. Gördüğüm
güzellik bu beden sureti ile ortaya çıkmış ve o sebeple görülmesi Yani: Ey nefsim, sonsuz olarak Allah'ı zikir eyle. Ey nefsim,
mümkün olmuştur. sıkıntı ve kaygıdan öl. Ve büyük Allah'tan başka kimseden bir istek-
te bulunma.
Bunu bir misal ile anlatalım: Gaz şeklindeki cisimler gayet latif
olduğundan göze görünmez. Fakat koyulaşarak bulut suretine gir- O esnada yanımda bazı fıkıhçılar vardı. Onlar benim bu halim-
ince görünüyor. İmdi bulutun görünen dış sureti, görünmeyen iç den korkuya düştüler. Bunların içinde Mısır'da "Berkukiye"
suretine zıt değil, Belki onun aynıdır. Aralarındaki fark ise güzellik Medresesi öğretmeni Mevlânâ Seyfiiddin ve oğlu bulunuyordu.
ve koyuluk cihctindendir. Hakikatte diğer bir şey bulut olmuş Kendimden geçtiğim zaman ilkin onu, fakat kendi kılığında değil,
değildir. Bunun gibi insanın görünen sureti görünmeyen güzel "Şeyhuniye" Medresesi müderrisi Mcvlânâzade'nin suretinde
ruhunun suretidir. Ancak güzellik ve koyuluk cihetiyle birbirinden gördüm. İkinci bakışta ise asıl kendi şeklinde buldum. Bir kişinin
ayrılmıştır. Şu kadar var ki, Bu benzetiş konuya aydınlık vermek bazen başka bir şahıs suretinde görünmesi, o iki kişi arasında ilgi ve
içindir. Yoksa gaz ile insan arasında hiç bir benzeşlik yoktur. uyarlık bulunduğunu gösterdiği gibi, tevhide dahi delâlet eder.

Bazen de okumaya veya ibadete daldığım sırada birdenbire


İnsan Olgun Bir Mazhardır
kalbime birisinin sureti doğar. Ve bütün gönlümü kaplayarak âdeta
işime mâni olur. H e r ne kadar onu kalbimden çıkarmaya çalışırsam Kur'an-ı Kerim'dc "Tanrı bütün eşyanın atlını Âdem'e öğretti.
da, bir türlü gücüm yetmez. Ertesi gün o suretin sahibi yanıma çık- Sonra meleklerden o adları sordu." buyrıılmuştur.
agelir. Bana kendisini his ile de gösterir. İnsana öğretilen ve onlarla vasıflanması istenilen adlar işitici,
Resuli Ekrem "Peygamberlikten yalnız hayırlı alametler kalır." görücü, bilici vesaire gibi Allah'ın kendi adlarıdır. Bu, o demektir
buyurmuş. Hayırlı alametler Hakk'ın ilhamıdır. "Rüya peygamber- ki, Cenabı Hak ilim, kudret, işilme, görme, istek ve dilek ve emsali
likten bir parçadır." hadîsi hayırlı alametlere aittir. Esasen peygam- isimlerine tamamıyla ıııazhaı olmak üzere melekleri değil, insanı
berlik de rüya ile başlamıştır. Rüyalardan gizli bazı şeyler anlaşıla- yaratmıştır.
bileceğinden tâbirlerine Hak isteklisinin önem vermesi faydalıdır. insanın asıl şerefi de o ilâhî isimlere mazhar oluşudur. Ondan
İbadetle meşgul olduğum bir gecede de, parlaklığıyla gözleri başka canlı vc cansız hiçbir mahlûk böyle bir nailiyet görmemiştir.
kamaştıran bir nur her tarafımı kapladı. Kendimi kaybettim. O Bu isimlerdeki büyüklük diğerlerinde yoktur. Ağaç, taş gibi şeylere
gece Allah'ın nice nice sırlarına karıştım. Ve çok yüksek, mânevi konulan adları almaktan 11e çıkar? O çeşit harf ve lafızları bilmek
lezzetler tattım. O âlemde şunu söyledim: insan için iftihara sebep olamaz.
Yâ nefsi'ı sebbilıî ebeden
Yâ nefsii nıûtî kemeden
Meleklerin Faaliyeti Bir Tavsiye
Yerlere, göklere, öğelere vesaireye hükmeden melekler aynı Hak isteklisine yaptığı ibadetleri az kazandığı olgunluğu küçük,
şeylerde bulunan vc daima eser meydana getiren tabiat kuvvet- işlediği ayıp ve günahları büyük görmek yakışır. Eğer böyle,yap-
leridir. Meleklerin ibadetten bir an geri kalmamaları ve her an mazsa, kendisinde halis bir istek ve arzu bulunmadığına
Allah'ı anmaları kendilerinden mütemadiyen eser çıkmakta hükmedilebilir.
olmasından ibarettir. Nitekim Kur'an'da "Allah'a hamd ile teşbih
Ondan başkaa hak isteklisine Kur'anı Kerim'i göz önünde
etmeyen yoktur." denilmiştir.
tutarak, dünya ve ahiretten bahseden âyetlerin sayısını
Bunun gibi, insanın damarlarına giren şeytanlar da insanı hay- deneştirmek suretiyle, aralarındaki nisbeti bilmesi' ve ona göre
vanlığa güden, din ve hak yoluna karşı gözlerini perdeleyen vehim, vakit ve zamanlarını dünya ve ahiret bilimlerine taksim eylemesi vc
hırs, şehvet gibi tabiî kuvvetlerdir. "Şeytan kan damarlarında akaç öylece harcaması yaraşır.
durur." hadîsi de buna işarettir.
Otuz cüzden ibaret bulunan Kıır'an'ın yalnız bir cüzü dünyayla,
Ey cahiller, ey resmiyet bilgiçleri, si/ Hak lisanını bilmediğiniz yirmi dokuzu alıiretle ilgilidir. Kitabı Mübin'in bu nisbet üzere
gibi, nebi ve velilerin dilinden de bir şey anlamazsınız. Aklınızın inişi, halkın dünya ve ahiretle âlimlerin de bunlara ait bilimlerle o
azlığı ve kalbinizin paslığı ile, ahiretten gafletiniz ve dünyaya olan nisbeti gözeterek uğraşmalarının gerekli olduğuna alâmettir.
çok sıkı bağlılığınızla onların sözlerinden anladıklarınızın hiç birisi
vâki ve hakikate uygun değildir. Siz bu işlerde sapıtmışsınız. Allah'ın isim Ve Sıfatlan
Lakin şunu da apaçık söylemek lâzım gelir ki, menfaatiniz gafle- İsimlerin, sıfat ve fiillerin hepsi anıklıklara uyruktur. Tanrı'nın
tinizde ve kurtuluşunuz cclıalctinizdedir. Cenabı Hak, halinize acı- ilim, kuvvet, işitme ve görme gibi sıfatları ile yedirme, içirtme,
yarak ahiret işlerini o yolda size gösterdi. Nasıl ki, kader meselesin- yaratma misillû fiilleri ve bunlardan iştikak eden isimleri hep eşya-
deki cahilliğiniz sizi hak yoluna erdirmiştir. Yalnız kalbinizin gözü da ve mazharlarda zuhur eder. Ancak bunların çıkışı kendi kendi-
o meselede kör kaldı.
liklerinden değil, o mazharlardaki istida! sebebiyledir, istidatsız hiç
Nebi ve velilerin her gerçeği açıkça söylememeleri o şeyi bir şey olamaz. Alınyazısı dediğimi/, ka/a ve kaderin gizli tarafı da
bilmediklerinden değildir. Onlar hakikatleri ay ve güneşi görüp her halde buna dayanıyor.
bildikleri gibi yakînen bilirler. Fakat sizi ahlâkça düşkün ve akılca Çok şükür Allah'a ki, beni su ince işlere yabancı kılmamış ve bu
zayıf buldukları için her hakikati ayan etmemişlerdir. Siz de eğer
esrarın bende açılması mütalaa veya öğretmen yardımı ile de
içyüzünüzü bir az temizlerseniz, o zaman belki onların sözlerinden
olmamıştır.
bazılarını anlamaya başlarsınız.
Cennet Ve Âdem
Cennet melekler âleminden ibaret olduğu gibi, Hazreti Âdem'in
oradan çıkışı da kendisinin azar azar sıklaşıp koyulaşarak sonunda kalbe girmesi ve onu tamamen kaplaması.. İşte veliliğin esası
şu sureti almasından ibarettir. budur.

Okumanın Lüzumu "Ben Allahım" Denüebilir Mi? '


Fıkıhçılar dünya işlerine ait meseleleri, ahiret bilginleri de Ağacın "İnnî enellahü", yani "Ben Allah'ım." demesi bir insanın
ahirete mütaallik hükümleri hep âyet ve hadîsten çıkarmışlardır. bu sözü söylemesinde şaşılacak bir şey bulunmadığına delildir.
Fıkha ait bir meseleyi hakkıyla öğrenmek için nasıl fıkıh kitapları- Mademki bütün âlem hakkın suretinden ibarettir. O halde her kim
na müracaat etmek lazımsa, ahiret işlerini anlamak isteyen bir kim- ve hangi şey "Ben O'yum." dese, yalan söylemiş olmaz. Zira
senin de behemehal ahiret âlimlerinin eserlerini okuyup inceleme- buradaki "Ben" kelimesi âlemin bir cüzü olan ve söylemek
si lâzımdır. mazharını taşıyan şahsa değil, âlem suretinin hakiki sahibi bulunan
Fıkıhta "Ben de likıhçılaı gibi bir insanım. Onlar nasıl âyet ve " H a k k " a işarettir.
hadîsten hükümler çıkarıııışlarsa ben de aynını yaparım. Herhalde Bunu şöyle bir misal ile de izah edebiliriz:
eserlerini okumaya bir mecburiyetini yok." demlemediği gibi,
Zeyd, "Ben Zeyd'im." dediği zaman, bu söz doğrudur. Halbuki
ahiretten bahseden eserlerden de istiğna gösterilmesi ve hele "Biz
bu cümledeki "Ben" lafzı onu söyleyen ve nihayet bir et parçasın-
ne isek ahiret âlimleri de odur." iddiasına kalkışılması büsbütün
dan ibaret olan Zeyd'in dilini mi gösteıiı? Hayır, "Ben" kelimesi
yakışık almaz. Bu hususta olgun bazı zevatı istisna etmek caiz ve
bize Zeyd'in benliğini anlatır, işte bit insanın veya bir şeyin "Ben
hattâ lüzumludur. Fakat diğerleri için bu fikir ömürlerinin boşu
Allah'ım." demesi de o kabildendir.
boşuna geçirilmesine sebep olur.
Ancak şurasını hatırlatalım ki, Zeyd'in dilinden çıkan "Ben
Zeyd'im" cümlesi sahih olmakla berabeı biı başkasının "Bu zeyd'in
Allah'ı Nasıl Görmeli?
dilidir" vc yalıııt "Bu dil Zeyd'in kendisidir." demesi doğru
Tanrı'nıı\ özünü ve benliğini göz ile algılamak imkânsızdır. Gerçi olmaz.Onun gibi, bir ağaç, bir insan veya başka bir şey "Ben
gönlü Allah sevgisiyle dolu olan bir ârîfe Cenabı Hak bazen tanın- Allah'ım." diyebildiği halde, diğer biı kişinin o şahsa, o ağaca veya
mamış ve bilinmemiş bir suretle görünür. Fakat bu pek seyrektir. o şeye "Evet, sen Allah 'sın demesi katiyen yersizdir.
O halde ne yapmalı? Yapılacak şey, kalbi tasfiye etmekten ibaret- Cenabı Peygamberin "Allah var itli ve onunla birlikte hiçbir şey
tir. Gönül her şeyden âri, saf vc temiz olunca, içinde parlamaya yoktu." hadîsi, tasavvufta vâhidiyet ve taayyün denilen görünme
başlayan bilgi ışığı sayesinde Allah kendisine hissî şekilde değil, mertebesinden üstün ve görünmeyen daha bir mertebenin bulun-
hakiki sureti ile ayan olur ve bu tecelli üzerine şüpheler ortadan duğuna delâlet eder. Çiinkü görünen mertebede bütün eşya mev-
kalkar. cuttur.
Bu noktadan velilik mertebesine doğru gidilir. Kalbin dünya
sevgisinden büsbütün hâli olması ve Allah muhabbetinin gerçekten
Ölmezden Evvel Öl
Dünya Ve Ahiret
Resuli Ekrem "Ölmezden önce öl." demiş. Fakat hiçbir kimse
Var olmak ve yok olmak, hir suretin bir maddeden gitmesi ile
kendi isteği ve kendi gücüyle ölmez. Bunun gerçekte daha başka
yerine bir diğerinin gelmesinden ibarettir. Bu da öncesiz ve son-
mânaları vardır:
rasızdır. Ondan dolayı dünya ve ahiret itibari bir şeydir. Görünen
suretler fâni sayılan dünya, görünmeyenler ise baki telâkki edilen 1. Ölmezden önce ölmek, dünyanın zevklerinden ve hayvani hırs
ahirettir. Hakikatte bunların her ikisi için de tüken yoktur. Fakat ve şehvetlerden sakınmaktır. Onu yapabilen insan, şüphesiz ki
itibar galibe olduğundan dünyaya tüken, ahirete de kalım hakiki varlık ile birleşir. Ve sonsuz hayat ile diri olur. Lâkin insan-
denilmiştir. lar dünyanın bin bir türlü çekici ve aldatıcı zevkinden, çeşit çeşit
yakıcı hırslarından ayrılmadıkları için buna gönül vermezler.
Cennet Ve Huriler 2. İstenel ölmenin bir mânası da Allah'ın ahlâkı ile bezenmektir.
O mertebeyi bulmuş bir adanı için hakikatte ölmek yoktur.
Olgun insanlarda hasıl olan akıl ve kemal lıazları huri ve cennet
Görünüşte ölse dahi, güzel sıfatları her vakit anılacağından gerçek-
lezzetlerine benzetilerek, keıııalât için onların isimleri kullanılmış
te ölmemiş sayılır.
ve bununla akıl ve kemal zevklerini tatmayan ve bilmeyen kim-
selerin arzu ve hevesleri uyandırılmak istenmiştir. 3. Kendi benliğini ortadan kaldırıp Tanrı dan başka hiç bir şey
mevcut görmemek, Allah yolunda yok vç onunla birlikte var olmak
Eğer fazl-ü kemalin verdiği zevkler herkese apaçık söylenseydi,
da önceden ölmektir. Kendisinin ayrı bir şahsiyeti olmayıp hak kay-
aklı gözünde bulunanlar onlara ehemmiyet vermeyip dünya
lezzetlerini elde etmeğe çalışacak ve büsbütün hakkı ihmal edecek- naklarından bir pınar olduğunu bilen ve ikilikten sıyrılarak hakla
lerdi. Onun için olgunluk lıazları köşk, ırmak, ağaç, gölge, cennet bitişiveren bir kimse daima diridir. Çünkü onun gözünde ancak bir
ve huri ile tâbir olundu, 'la ki insanlar onlara meyletsin de, hakikati varlık kalmıştır. Bu varlığın yokluk ile sıfatlanması ise imkânsızdır.
anlayıncaya kadar ibadetle uğraşıp o sayede hakkı algılasınlar. Bu
işin o şekilde tertip edilmiş olması sebepsiz ve faydasız değildir. Cennet Kapılan
Çünkü halk en ziyade maddi şeylerden zevk alır. Manevi hazlardan Cennetin sekiz, cehennemin yedi kapısı bulunduğuna dair bazı
hiç bir şey anlamaz. Fakat bu zevkler cennet ve huri gibi şeylerle haberler verilmiştir. Ben bunu şöyle anlıyorum: Cennetin tavanı
tâbir olununca, onları kazanmak hevesi bir çok insanları ibadete ve göklerin üstüdür. Gökleri süsleyen Güneş, Ay, Zühre, Müşteri,
binnetice olgunluğa sevk etmekten hâli kalmamıştır. Utarit, Zühal, Merih ve sabiteler cennetin taban kısmıdır. Ve bun-
Kitapta "Ulu Tanrı hakkı söyler ve doğru yolu gösterir." buyrul- lar sekiz kapı itibar edilmiştir. Cehennem sabitelerin altındadır.
muştur. Hiç şüphe yoktur ki, Allah tarafından yapılan cazip ve Cehennemin tavanı sabiteler olunca, alt tarafta bulunan yedi kapı
güzel va'dlerin ve türlü türlü k o r k u t m a l a r ı n kâffesi haktır. cehenneme ait olmuş olur.
Maarifet, bunları örten esrarı kaldırıp hakikatin kapısını bula- Bu karışık bahsi düşündüğüm sırada Mushaf-ı Şerifi elime
bilmektir.
aldım. Gelişi güzel açtım. Ve "Sözlerimi yalanlayanlara ve onları Kıyamet
tutmayıp nefsini büyük görenlere cennetin kapıları olan gökler açıl-
Cenâb-ı Hak, " l â h â " sûresinde "Kıyamet koptuğu zaman dağlar
maz." âyet-i kerimesiylc karşılaştım. Bizim dediğimizin de kısacası ne olacak, diye soracaklara sen de ki, Rabbim onları kökünden
budur: Gökler cennet kapılarıdır. koparıp parça parça eder. Ve yerlerini de ottan, ağaçtan 'hâli,
düpedüz yapar. Sen onlarda alçaklık, yükseklik ve eğrilik göre-
Namazlar Ve Niyazlar mezsin." buyurmuştur.
Kazaya kalan namazların tertibi hakkında birbirine uymayan bir Bu âyet-i kerime, Hazret i Muhammed'in zuhuru ile tevhidin her
sürü rivayetler vardır. Bunların bazıları konulan düzenin gerek- tarafa yayılacağına ve hak zatının, tamamen zâhir olacağına işaret-
liğine, birtakımı gereksizliğine dalâlet ediyor. Birinciye Ebu tir. Filhakika böyle de olmadı mı? Bütün dünyayı salt tevhide davet
Hanife, ikinciye Şafiî yanattır. Aynı uymazlık selâm vermekte de eden ve birlemekte hiç bir eğrilik ve güçlük bırakmayan kimdir?
görünüyor. Hanefiye mezhebi naınaz kılanın sağına ve soluna, Ondan evvel gelip geçen Peygamberlerin dinlerinde sıfatların
Maliki mezhebi önüne doğru selâm vermesi lâzım geldiği içtihadın- hükümlerine fazla bir ehemmiyet verilmişti. Resuli Ekremin
dadır, Kezalik teşehhüt duası için de türlü türlü eserler geldi. Bir gelişinden sonra, dağ gibi sıfatların saltanatı yerine hak zatının
kısmı namazda oturup tehiyyati okurken, meselâ bir kadının evlen- hükümleri kaim oldu.
mesini dilemek kabilinden halk diliyle bazı temenniler yapılabile-
İşte büyük kıyametin mânası budur. Cenâb-ı Hak, bu kelâmında
ceğini, diğer bir kısmı ise yapılamayacağını beyan eder. Bu mevzu-
sıfatların hükümlerini dağlara ve onların ortadan kalkmasını
da Şafii birinciyi, Hanefi ikinciyi terviç eylemiştir. Sair zâhirî
dağların kum olarak savrulmasına benzetmiştir.
amellerde de bir çok uymazlıklara tesadüf edilmektedir.
İmdi bu karşıt haber ve eserlerin gelişi, istenilen şeyin namaz ve Yer Ve Gök
niyazların şekli olmadığını apaçık gösteriyor. Eğer hakkın dileği
doğrudan doğruya namazlar ve niyazlar olsaydı, aynı şey için türlü Tanrı, "kuvvetimizi inkâr edenler görmüyorlar ıııı ki, yer ye gök
türlü haber ve eserler gelmezdi. Bütün namazlar ve niyazlar yek diğerine bitişikti Ve biz bunları kudretimizle ayırdık." buyur-
ahlakın düzeltilmesi ve iç yüzün arılanması için birer vasıtadan du. Yorumcularda aynı mânayı veriyorlar. Yalnız bazıları "Gökten
ibarettir. Hakiki ibadetin hiç bir kayıt ve şartı yoktur. H e r hangi maksat güneştir. Bu âyetle, arzı güneşten kopardık, demek iste-
tarzda yapılırsa yapılsın, Tanrı'nın dileğine uygun olur. nilmiş." diyorlar.

Ancak dış âlimleri içi bırakıp lıep kapuğa sarılmışlardır. Asıldan Bizim fikrimizce, yer ve gök ayrı ayrı birer âlemdir. Ve bu iki
söz açmazlar. Bir alay lüzumsuz şeylerden dem vururlar. Eğer bun- âlem insanın nefsinde toplanmıştır. O halde buradaki yer ve gökten
ların içleri açılsa, Dünya ve Başkanlık sevdasından gayrı hiç bir şey murat ancak insan olabilir. Bu âyeti kerimede ben "Menide ve
görünmez. Allah öylelerini kahreylesin. dölyatağında yer ve gök âlemleri bitişikti. Sonra biz o mazhara ruh
verdik. Ve bunları birbirinden ayırdık. O mazharda da yer ve gök
eserlerini belirtik." anlamını buluyorum.
Karışık Usul Bu âyeti kerimenin dclâletile anlıyoruz ki, yeniden yetişen
meyveler bozulanların benzeridir. Lakin kendisi değil. Onun gibi,
"îhyah-u Ulûm-el Diıi\ "Kimyaıı-es Sade" gibi bazı kitaplar tahkik
yeni yeni türeyen bedenler de çürüyen vc kokan vücûtların eşidir.
ve taklit ilimleri arasında bir berzahtır. Bu mütevassıt yolun faydası
Fakat ayni değildir f
çoktur. Halkın ilkte: tahkik vc tahlil için ne kudreti ve ııe de taham-
mülü vardır. Eğer her hakikat onlara başta açıkça söylense, ya
sapıtırlar, yahut ki o hakikatleri ortaya koyanları tekfir ederler.
Bir Benzetiş
Halbuki bahsettiğimiz usul herkesin kabul edip etmeyeceği şeyleri "Mâ halkuküm ve lâba'süküm illâ kenefsin vahidesin." âyeti ker-
birbirine karıştırmak suretiyle iki tarafı da kollanır. Ve o sayede imesi "Yaradılışınız ve öldükten sonra lıaşrc gönderilmeniz bir
halk yavaş yavaş hakkı kabul etmeğe alıştırılır. nefes gibidir." anlamındadır.
Bu âyet, iyisi ve kötüsü, aşağısı ve yukarısı, göze görünüp görün-
Cin memesiyle, kısaca her işi ile bütün âlemin tek bir şahıs hükmünde
Kur'an-ı Kerim'de geçen "Cin" tâbiri melek, şeytan, iblis lafı- olduğuna ve binaenaleyh eşyanın bolluğu azanın bolluğuna ben-
zlarından geniş ve bunlar ona dahildir. Hepsi de cisimler âle- zeyip, uzuvların çok olmasından insanın birliğine bir halel
minden değil, ruhlar âlcmindeııdir. Ruhlar âlemi ise cisimlerdeki gelmediği gibi, eşya çokluğunun da Allalıııı tek oluşuna mâni
tümel ve tikel kuvvetlerdir. Evvelce de söylediğimiz gibi, insanı bulunmadığına alâmettir
Allah'a yaklaştıran kuvvetlere melek, haktan uzaklaştırıp dünyaya
bağlıyan güçlere de şeytan adı verilmiştir. Dinlerdeki Aykırılık
Çin'in melek ve şeytana da şamil olduğunu "Ve cealû beynehü ve Eşyanın hakikatlerini (iğrenmek ancak nefsini terbiye etmek ve
beynclcinneti neseben" âyeti kerimesinden de anlaıyabiliriz. Bu hak yolunda çok fazla uğraşmakla kabildir; Zaman ve mekânın
âyeti kerimenin "Kâfirler Allah ile cin arasında soy tesis etmek iste- tesiriyle mücahedenitı şeklinde çok değişiklikler olmuştur. Bunun
diler. Cinlerin Allah kızları olduğunu kabul eylediler." mânasında için dinlerde uymazlık görulııı Peygamberlerin sözleri ve halleri de
okluğuna ve hıristiyanların cin ve şeytanlara "Allahm kızları" buna delâlet eder. Fakat dal ve budak cilıctiyle Şeriatlarında ihtilâf
demeyip bu isim ve sıfatı ancak meleklere verdiklerine göre, bulunduğu halde, kok bakımından aralarında hiç bir fark yoktur.
Kur'an'daki "Cin" tâbirinin meleklere de şamil bulunduğuna ve Uymazlık yalnız ayrıntılardadıı Ve bu onların hak olmalarına zarar
meleklerin "Cin" cinsinden türediğine asla şüphe kalmamaktadır. vermez. Çünki asıl birdir. Bunların kâffesi "Hak"tan hak üzere
gönderilmiştir. O itibarla riyazet ve ibadetin yapılış şekilleri
Dönüş Yok üstünde durmak lüzumsu/.dııı I lepsi aynı yola çıkar.

Allah, "Suyu gökten indirdik. Her meyveyi onunla çıkardık,


ölüyü de öylece çıkarırız. Belki bunu siz düşünürsünüz." buyurmuş-
Cennete Girim
tur. " M e n kale lâilâhe illellalıü dehalelcennet-e." hadîs-i şerifi
"Lâilâlıe illellah diyen cennete girer." demektir. Bunu yedi türlü ölümdür. Uyku görümleri ahirete ait müşahedelerden farksızdır.
tefsir edebiliriz: Bu iki şeyin aynı cinsten olduğu kabul edilince, semavi kitaplarda
1. Buradaki cennet lâfzından m u r a t , köşkler ve hurilerle vasıflandırılan huri, cennet azap, ateş ve emsali şeylerden her
zinetlenmiş olan mükâfat yeridir ki, herkesçe bilinen mâna da birinin kendisine uygun bir hal ve mertebeye müstenit olduğu teza-
odur. hür eder.
2. Cennet eminlik yeridir. Vaktiyle hıristiyanlar yağmaya uğra- Bu söylediklerime dikkat eyle ki, ahiretin, cennet ve hurilerin,
mak, tutsak olmak ve öldürülmekten korktukları halde, müslü- cehennem ve zebanilerin neden ibaret olduklarını bilip gafil olma-
ınanlar rahat ve güvenlik içinde yaşadıkları için, Cenabı Peygamber yasın. Fakat hakikati öğrendikten sonra ibadeti de asla terk etme.
bunlardan İslamiyeti kabul edeceklerin tehlikeden ayrılıp eminlik Çünk hakiki bilginin, açınlamak yolunun, olgunluk ve yetkinliğin
yere gireceğini imaylamış ve lügatçe bahçe anlamına gelen cenneti temeli nefsini terbiye ve hakka ibadet etmektir. Sakın aklanıp da
emniyet kalesine benzetmiştir. "Dünya ve ahiret, huri ve cennet bundan ibaret olunca, ibadet ve
riyazete ne lüzum var?" deme. Zira bu söz azgınlık eseridir. Şeriat
3. Cennet, örtü ve siper mânasını alır. O halde bu hadîs-i şerif
hükümleri gereğince o gibi şeyleri söyleyenin idamı mubahtır.
"Tevhit kelimesini söyleyen, sıkıntı ve yıkımlardan kendisini koru-
muş ve bütün gailelerden kurtulmuş olur." mealini verir. 7. Buradaki cennetin bir mânası da gizli ve kapalı olmaktır. O
halde bu hadîse göre tevhit kelimesini söyleyen bir kimse, gözle
4. Cennetten maksat, hakkın didarıdır. Bahse mevzu hadîse göre,
görülen şeylerden ayrılıp görünmeyen ve duyulmayan şeye dahil
ruhani ve cismani âlemlerde Tanrıdan başka bir varlık bulun-
madığını bilen ve ona iman getiren kimse suphanî cemal cennetine olur. Daha açık bir ifade ile, gözle müşahede edilen ve el ile tutu-
kavuşur. lan putlara tapmaktan vaz geçip duygu ile algılanmayan Cenabı
Hakk'a ibadet etmekle uğraşır.
5. Cennet sönmiyen ilâhî güzellik ile de tâbir edilebilir. O
Bu tefsirlerle "Şüphesiz ki Kur'an'ın içi ve dışı ve her bir içinin
takdirde hadîsin mânası şu şekli alır: Allah yolunda benliğini yok
bir içi var. Yedi dereceye kadar." anlamını veren hadîs-i şerifteki
eden, vücut karanlıklarından sıyrılıp ebedî güzelliğe vasıl olur.
yedi derece tamamen tatbik edilmiş olur. Gerçi Resuli Ekrem
6. Çirkin ve iğrenç her şeye ateş ve cehennem denildiği gibi, yük- Kur'anı Kerim'in yedi derece üzerinden tâbir olunabileceğini
sek ve şerefli her mertebeye de cennet ismi verilir. beyan etmiş ve hadîsler hakkında hiç bir şey söylememiş ise de ken-
Bu sözümüzü sadık bazı rüyalar teyideder. Bir adam uykusunda disi lâfzı az, mânası çok olan sözlerin mazhârı olduğundan her
kendisinin ferahtı bir bahçede veya gönül açıcı bir köşkte bulun- kelâmında, hele vahiy olması itibariyle Kur'an'ın ayarında bulunan
duğunu görse, bu rüya onun şerefleneceğini ve isteğine kavuşa- yukarıdaki hadiste de yedi derecenin uygulanması muvafıktır.
cağını gösterir. Gerçekten de az bir zaman sonra o zat yüksek bir Hattâ bu hâdîs-i şerif Aralını Cevâmiul kelim dediği lâfzan kısa ve
mertebeye nail olur. Ve o vakit rüyada gördüğü bahçe veya köşkün mânaca geniş sözlerden olduğu için ashab-tan bile bazılarını tered-
bu m e r t e b e d e n ibaret olduğunu anlar. Uyku muvakkat bir düde düşürmüştür. Halbuki ("enab-i I lakla ilimde kuvvetli olanlar-
dan başka kimsenin bilemeyeceği nice şeyler vardır. Bütün insanlar
için gelen bir dinde her şey kesin ve apaçık olamaz. Onda biraz da Yâ Rab, ateş ile cehaletten tam kelimelerine, kâmil nefeslerine
elastikiyet bulunması zaruridir. Bazı kimseler Şeriatta eğrilik ve sana sığınırım.
görüyorlarsa da, bu eğrilik ancak onların kendi duygu ve algıların-
dadır. Her Nebiye gelen vahiy, iç yüzü, dış yüzü ve bütün olasıları Allah Âlemi Muhittir '
ile beraber haktır.
"Vallahü. min verâihim mühît-ün." âyet-i kerimesi, Tanrfnın
bütün kâinatı kaplamış olduğunu anlatmaktadır ki, asıl hakikat de
Deccâl, Dabbe Ve Kıyamet
budur. Cenabı Hakk'ın bu âlemi ve her şeyi kuşatmış olması,
Hazreti Peygamberin hayatında bazı kimseler K u r a n ve hadîsten Zeydiıı kendi örgenlerini sarmış bulunmasına benzer.'
anlamış oldukları deccâl, dabbe ve kıyamet gibi şeylerin o sıralarda
Meselâ: Zeydin âzasından biri bir hareket yapsa veya bir fiil
zuhurunu beklediler. Nitekim İni bekleyişleri meşhur ve mufassal
işlese onu yapan kimdir? Zeydin âzası mıdır, yoksa kendisi mi?
kitaplarda yazılıdır.
Şüphesiz ki, bu doğrudan doğruya Zeydin işidir. O n u n gibi, âlemin
Onlardan sonra gelenler de kendi zamanlarında dcccâlın, dabbe- cüz ve fertlerinden biri taralından yapılan fiil vc hareketin işleyicisi
tül-arz denilen ve kıyamet alâmeti sayılan hayvanın ortaya çıkması- de ancak Allah'dır. C uz ve lert değildir. Azanın, cüzlerin, fertlerin
na ve kıyametin kopmasına intizar ettiler. Bunlardan bazıları o şey- vazifesi eser ve fiillerin ma/harı olmaktan ibarettir.
lerin hicretin üçyüz senesinde, bazıları ise Mehdi zamanında
Mazharların çoğalması ile de ıııazhaı sahibinin sayıca artması
görüneceğini ve Mehdinin de yediyüz ile sekizyüz arasında dünyaya
lâzım gelmez. Nitekim örgcıılcr çoktur. Fakat Zeyd bir tanedir. Cüz
geleceğini tâyin eylediler.
ve fertler de sayısızdır. Lakin Allah birdir ve her şeydir.
Halbuki 8. yüzyılın yarısına doğru yaklaşmış olduğumuz halde,
Bu bahsi bir az da şöyle izah edelim: Zeyd âzasından ibaret
onların imgeledikleri şeylerin hiçbirisi zuhur etmediği gibi, bundan
değildir. Uzuvların her biri onun bir mazharıdır. Zeyd her örgenin
sonra daha nice yıllar gcçecck, yine hiçbir şey görünmeyecek ve
anıklığına göre onda bir eser gösterir. Elde alma, ayakta yürüme,
umdukları cesetlerin haşri de asla olmayacaktır. dilde söyleme, kulakta işitme eserleri zuhura gelir. Gerçekte
Sev fe terâ izencelel ğııbârıı yürüyen, söyleyen ve dinleyen hep Zeyd'dir. Zeyd bunların her biri-
Efresiin tahteke em İlimcini ni bütünlüğü ile işliyor: Ayrılık yolu ile değil. Çünkü Zeyd
dediğimiz varlık taksim kabul etmez. Sorarım sizlere: Zeyd dövse,
Yani: Toz ve duman açıldığı vakit, bindiğiniz şeyin at mı yoksa Zeyd'in eli mi veya ayağı mı, yoksa Zeyd mi dövdü, deriz? Zeyd'in
eşek mi olduğunu görürsünüz. bazısı olmaz. O, bir bütündür. Bölünmesi ve ayrılması imkânsızdır.
Bizim bildiğimize göre, kıyamet zatın zuhuru ve sıfat saltanatının Bölünme keyfiyeti beden ve âza itibariyledir. Halbuki asıl Zeyd
sönmesidir. E ğ e r s e n dilersen ölen her hangi birisi için "Kıyameti beden içinde gizlenmiştir. Esasen kendisi zahir olmadığı içindir ki,
koptu." diyebilirsin. Haşirde ölünün benzerini dünyaya getirmek- görünen bedene "Zeyd" adı verildi.
ten ibarettir.
Tekrar edelim ki, her hangi bir örgenin fiil ve hareketi ancak
Zeyd'in benliğine dayanır. Zeyd'in her uzvu dili gibi söz söyleye - konuşmaları onun hakkındaki muhabbet ve itikadı zayıflatır. O
bilip "Ben Zeydim." demiş olsa doğru söylemiş olur. Fakat bundan cihetten yaşadığı, zamanlarda kendisine tâbi olanlar az bulunur.
dolayı Zeyd'in parçalara ayrılıp çoğalması iktiza etmez. Allah dahi Öldükten sonra araya ayrılık girdiği için kavmin ona sevgisi ve iyi
yaratıklara nisbetle öyledir. Beden Zeyd'in sureti olduğu gibi, âlem sanısı ziyadeleşir. '
de hakkın suretidir. Mazharlarm çokluğu Allah'ın birliğine hiç 3. Bir Nebi veya Velinin meziyeti, fazileti ve büyüklüğü yavaş
halel getirmez. O halde bu âlemde Tanrı'dan başka yürüyücü, söy- yavaş meydana çıkar. Muhabbet ve itikadın gecikmesi ondan da
leyici ve işitici olmadığına şüphe edilemez. olabilir.
Benim bıı hakikatlere vukufumu çok görme. Allah "Eğer vücut 4. Yukarıdakilerden daha kuvvetli bir sebep te, halkın Nebilikte
sahipleri bizim hakkımızda mücahede ederlerse, yer ve gök âlem- ve Velilikte olmayacak bir alay şeyler tevehhüm etmesidir.
lerinden onlara yollarımızı açar ve iki âlemin hakikatlarını gösteren
Nitekim Kur'an-ı Kerim'in delalet ettiği üzere, münkirler
ilâhî esinler ve gönül doğaçları bulmakta kendilerini kolaylaştiriz."
Peygamber olan zatın yeyip içmeyeceğini, sokaklarda yürüyüp
buyurmuştur.
gezmeyeceğini, insan değil, melek olacağını, olanaksız bir takım
tansıkları göstermeğe kaadir olabileceğini sanaylaınışlardı. Resuli
Nebiler Ve Veliler E k r e m ise bunların imgeledikleri tarzda olmadığından
Bir Nebi veya Veliye kendi zamanında pek az. kimse itimat gös- " M u h a m m e d de bizim gibi bir insandır. Yiyip içiyor. Sokaklarda
terir. Öldükten sonra halkın ona rağbet ve muhabbeti artar. geziyor. İstediğimiz tansıkları ila gösteremiyor. Evvelce gelen
Nihayet terkes Peygamberliğini veya Veliliğini tasdik eder. Bunun Yalvaçlar böyle değil idiler. Bizim oııdaıı beklediğimiz şeylerin
belli başlı sebeplerini aşağıda gösteriyoruz: eşlerini onlar gösterirlerdi. Binaenaleyh Muhammed Peygamber
değildir." diye kendisini yerleşmişlerdi
1. Bir Nebi veya Velinin sağlığında ona kıskananlar çok bulunur.
Ekseriya bu adamlar memleketin ileri gelenlerindendir. Ötede İmdi, öteden beri insanlar Nebi ve Velilerde olanaksız sıfatlar
beride ona karşı dururlar. Halkın ondan kaçınmasını gerektirecek aradıkları için, bu sıfatların onlarda bulunduğunu işitmek suretiyle
çirkin bir takım sözler söylerler. Nas da bunların dedi kodusuna öğrendikleri eskilere inandıkları halde, içlerinden çıkan ve
inanarak o Nebi veya Veliye lâyık olduğu ehemmiyeti vermez. aralarında yeni yetişen Nebi veya Velide bunları görmeyince
Lâkin o vefat edince, hasetçileri de onun ardından birer birer aynı hemen onu inkârda acele etmişlerdir. Halbuki gelmiş ve geçmiş
âkıbete uğramaya başlar. Hakkında söylenen sözler gitgide ortadan Peygamberlerin dahi o Nebi veya Veli gibi olduklarını bilmezler,
kalkar. Onların yerine sırf ınedhiye ve menkıbeler geçer. Bunun hatta o ciheti hatır ve hayallerine bile getirmezler. Olsa ki eski
üzerine halk da onu sevmeye, ona inanmaya başlayarak sonunda Yalvaçların zamanında bulunsalardı, şüphesiz onları da inkâr ede-
hepsi Nebiliğini veya Veliliğini tasdik ederler. ceklerdi. Nasıl ki o zamanın insanları da aynı yolda hareket
etmişlerdir.
2. Fazla görüşme ve buluşma sevgi ve saygıyı azaltır. Bir Nebi
veya Veli ile ulusunun daima birbirlerini görmesi ve karşılıklı Bizim vardığımız netice şudur ki, avam tarafından Nebi ve
Velilere bol keseden isnat edilen vasıflar ne eski asırlarda olmuş, ne ziyade sevgenliğe dayanır. Şahit getirilmese dahi hiçbir şey lazım
de şimdi veya ileride olabilen şevlerdir. gelmez.
İşte halkın yaşayan kâmilleri inkâr edip te, geçmiş ve göçmüş İmam Müslim'in zincirleme suretiyle İbni Malik'ten naklettiği
olanlara inanması bu dört madde içinde saydığımız sebeplerden hadîs-i şerif sözlerimizin sıhhatini teyit eder. Bu hadîsin anlatmna
ııaşidir. göre, Resuli Ekrem bir ramazanın sonunda iftar etmeksizin ertesi
günün orucuna niyet eylemiş vc ashaptan bazıları da o yolu tutmuş-
İbadetlerin Taksimi tur. Bu hal Cenabı Peygamberin kulağına varınca, onların hareket-
lerini fena görmemiş, yalnız "Eğer ramazan ayı bizim için bir az
Avam görenek ve alışkanlığın sevkı ile, yola yeni girenler korku
daha uzatılmış olsaydı, dinde pek derinlere gidenler dayanamayıp
ve ümit sebebiye, ortaya kadar gelenler makam ve kerametlere
imsaksız ve îftarsız orucu bıraksalar dahi biz devam ederdik."
kavuşmak, sona eıenleı ise Şeriatın sınırını korumak için ibadet
buyurmuştur.
ederler. İbadetler de zaten bu esaslara göre kurulmuştur.
Bundan da anlaşılır ki, bir kimsenin bu günkü orucunu yarınki
Fakat ciddi riyazetin ve hakiki ınücahedenin şekli ve sonu yoktur.
orucu ile birleştirmesi haram değildir. Hazreti Muhammed'in
Çünkü bunlar nihayeti bulunmayan süblıanî bilim ve siyretleri
evvelce onu nehyetmesi sırf iman ehline fazla ağırlık olmamak için
edinmek içindir. Bizim sözümüz zahirî ibadetlere aittir. Riyazet ve
dir. Kendisinde kuvvet bulan bir kişinin bunu yapması beğenik ve
mücahedcye matuf değildir.
sevap bir iştir.
"İnkıta" ilellah" tâbiri tasavvufçu terimidir. Düşünme vc ibadet-
Ebu Bekir'in 6, Zubcyr'iıı oğlu Abdullah'ın 7, öncellerden
ten vaz geçer. Bunun için Cenabı Hak o gibilerin kalblerini mü-
bazılarının 25, bir kışını müminlerin de 40 gün iftarsız ve imsakiz
hürleyerek şahsını bunlara bildirmemiş, kendilerine hava ve heves-
oruç tuttukları mervidir. Bu rivayet, oruçları birleştirip uzatmanın
lerini "ilâh" ittihaz ettirerek, onları o yolda ibadete sevketmiştir.
caiz ve sevap olduğuna şüphe bırakmıyor. Hatta " H e r kim geceli,
Bundaki hikmeti ve faydayı yalnız arifler anlar.
gündüzlü 40 gün oruç tutsa, gökler ve melekler âleminden kendi-
sine bir nevi kudret, yani ilâhî bazı sırlar zahir ve ayan olur." diyen-
Oruçların Birleştirilmesi ler de vardır.
îftarsız ve imsaksız orucu uzatmak mekruh bir şey değildir. Gerçi
Peygamber'iıı onu nelıiy eden bir emri vardır. Fakat bu bizim aley- Peygamberi Görmek
himizde değil, lehimizdedir. Çünkü genlik ve sevgenlik içindir.
Bazı kimseler uykularında Resuli Ekrcıııi görürler. Ve müşahede
Yoksa bu orucun uzatılması caiz olduğu gibi. bırakılmasında da bir
ettikleri suretin gerçekten Peygamberin sureti olduğunu sanırlar.
beis yoktur. Her ikisi de suç ve kabahat olamaz.
1 Ialbuki rüya sahibinin gördüğü şey yine kendisidir. O günlerde her
Nitekim "Sizden adalet sahibi olan kimseleri şahit getiriniz." hangi bir sebepten dolayı Peygambcr'le ilgilendiğinden kendi ruhu
âyeti kerimesindeki "Şahit getiriniz." emri de aynıdır. Gereklikten Resul'ün kıyafetine girerek uykuda kendisine görünmüştür.
Uyuyan kişinin rüya âleminde gördüğü sair suretler de hep bu oluyor.
kabildendir.
Yine bir gün odamda oturuyordum. Hava çok bulutluydu. Güneş
Bir adam uyanıklık halinde her kiminle ilgilenir veya hangi şey île hiç görünmüyordu. Vakti bir türlü tâyin edemedim. Ansızın ikindi
uğraşırsa, uyku halinde iken ruhu alâkalandığı kimsenin veya şeyin ezanının okunduğunu kalbimle duyar gibi oldum. O anda ezaA ses-
suretine girer ve kendisine görünür. Mâna âleminde bazen de lerini kulağımla da işittim. "Lâ ya'lemülgaybe illâ hû." Gaybi bilen
kendi durumu rüya sahibine ayan olur. ancak " O " olduğundan kendimin " 0 " n d a n başka olmadığımı bu
Bu hususta arif ile arif olmayan arasındaki farklardan birisi, bun- hâdisenin delaletiyle de anladım.
ların "Ba'derrbbi, Kablerrabbi" yani "Rab'dan sonra ve Rab'dan Keza arada sırada nefsimde çok kuvvetli bir hareket, âdeta hızlı
önce" keyfiyetlerindcki ayrılıklarıydı. Arif her fiili bizzat kendisine, bir yürüyüş hissederim. H e m de bunu yalnız işitme kuvvetimle
arif olmayan ise ilkin Allah'a, sonra şahsına isnat eder. değil, bütün güçlerim ve uzuvlarım ile duyarım. Bu da tek varlığın
hakikatine delalet eder.
Tek Varlık Nişaneleri Bu sırların benim tarafımdan ortaya konması yine Allah'ın işidir.
Bir gün odamda yalnız oturmuş, başımı murakabeye salmıştım. Cenabı Hak "Allah bir Nebi veya Velinin araya girmesi ile halkın
O esnada vücudumda bir sıcaklık duydum. Yanan bir tahtanın doğru yolu bulmasını dileyince elbette vâki olur. O n u n men'ine hiç
yatırdığını andıran bir sesin içimden çıkmakta olduğunu işittim. kimse kadir olamaz." buyurmuştur. Tespit ettiğimiz vakıalar o âyeti
Bunun ardınca karşımda kırmızıya yakın bir renk gördüm. kerimenin işaretlerinden olsa gerektir. Diğer bir âyet de bunu
Vaktaki eski halime döndüm. Ocakta tutuşan bir odun parçasının takviye eder: "Kâfirler iyi görmeseler de Cenabı Hak onun nurunu
mâna âleminde gördüğüm alev gibi parladığını ve işittiğim ses gibi tamamlar."
bir çatırdı çıkardığını müşahede etlini. Bunun üzerine murakabe
halinde nefsimde görünen şeyin ondan ibaret bulunduğunu ve Ruh
ocaktaki odundan çıkan çatırtının benim sesimle, yanan şeyin çek- Cesedi örgüleyen cüzlerin işlemesi ile bedende görünen ve ceset
tiği ıstırabın benim rahatsızlığımla, yükselen kırmızı alevin de aletleri marifetiyle hareket ve fiillerin bedenden çıkmasına sebep
gördüğüm renkle bir olduğunu bildim. Ve hükmettim ki, hakikatte olan keyfiyete ruh adı verilmiştir.
insan ile sair şeyler arasında hiç bir fark yoktur. Hepsi tek varlık
Filozoflar ve kelamcıların dediklerine göre, bu tarife giren ruh
içindedir.
cesetten sonra hadistir.
Ebu Bekir-us Sıddîk "Hiçbir şey görmedim ki, ondan evvel
Halbuki rüya âlemi vasıtası ile beden suretini imsileyen şeye de
Allah'ı görmeyeyim." demiştir. Bu söz, kendisinin kalbini, nefsini
ruh denildiği ve ruhun bir maye, bir nur cevherinden ibaret bulun-
ve gördüğü her şeyi haktan ibaret bildiğini izah eder. "Hiçbir şey
duğu düşünülürse, cesetten iki mertebe önce tahaddüs etmiş
görmedim ki, onda Allah'ın sıfatını görmeyeyim." diyen Osman,
olduğunu kabul etmemiz lâzım gelir. Çünkü rüya âlemi bedenden
Her nereye baksa ilkin o şeyi, sonra Allah'ı gördüğünü itiraf etmiş
bir mertebe evveldir. Vc onun suretidir. Ruhlar âlemi ise rüya âle- yadısamak değildir. Biz yedi dereceye kadar olan bütün mânaları
minden bir mertebe daha öncedir. O itibarla ruhun cesetten iki ve içi ile dışı kendimizde birleştirmişiz. İndimizde Kur'an ve hadîs
mertebe evvel hudus eylemiş bulunduğuna şüphe kalmaz. her cihetten haktır. Yalnız esası bilmek gerek.
/
"Ruhlar cesetlerden 2000 yıl önce yaratıldı" hadîs-i şerifi de aynı
mânadadır. Buradaki "2000" kelimesi "2 mertebe" mânasınadır. Gayp İşleri
Zamanın taksimi insanların isteğine tâbidir. Bu iki mertebeden her Gayp işleri, bazen ayan olur.gözle görülen ve el ile tutulan
biri Hazreti Peygambere bin yıl suretinde görünmüş, o da aynı şek- suretlerde ayan olur.
ilde haber vermiştir. lâbiri ise bizim dediğimiz veçhiledir. Bu tâbir-
Bir gün uyanıklık ile uyku hali arasında bulunduğum bir sırada
den gaflet eyleme.
karşımda bir suret göründü. Söylediği bir çok şeylerden yalnız
Resuli I kreme zahir olan şeyler hep görünen ve hissedilen "Bana rağbet edeni haktan uzaklaştırırım." sözünü iyice işittim.
suretlerde zuhur etmiştir. O gibi mânalar ise tefsir edilmeğe muh- Gözlerimi açıp bunun rüya olduğunu anlayınca, gördüğüm şekli
taçtır. Cahiller bunlardaki maksadı bilemediklerinden- zahirleri dünya ile tâbir eyledim.
üzere anlamışlardır. Lakin Allah'a gönül bağlıyan kâmiller onları
Yine aynı halde olduğum başka bir zamanda da ruhumu gördüm.
açıklamaktan geri durmazlar.
Etrafıma güneşten daha parlak ışıklar ve yaltırıklar saçıyordu.
Bu sözlerimize karşı eğer "Peygamber bunları niçin aydınlat- Derhal aklım gitti ve kendimden geçtim. Sevincimden ağlamak
mayıp da olduğu gibi bıraktı?" denilirse, şöyle cevap veririz: istiyordum. Müınkıııı olmadı. Bu esnada birisi bana "Dünya ile
Zamanını gereği böyle idi. Resülullâh o devirde bunları yormağa ahiret beynindeki fark gençlik ile ihtiyarlık arasındaki başkalık
mezun bulunmadığı için tâbir etmemiştir. Fakat şimdi aıtık onları gibidir." dedi. Yahut ki bu söz kendiliğinden kalbime doğdu.
tefsir etmekte ve asıl mânalarını bulup çıkarmakta hiçbir mahzur Hakikatte genç zaman ile ihtiyar olduğu gibi, dünya denilen şeyde
kalmamıştır. zaman ile değişerek ahiret olabilir.
Nc hakikati anlamaya uğraşmak vc ne de âlimlerden öğrenmek Bir gün de odamda bir tarafa yaslanmıştım. Hafif bir uykuya
kabiliyetine malik olmayan bu gafillere ne denir? Birtakım cahiller dalmışım. Bu vaziyette iken bütün varlıkların Allah'tan ibaret
karşısında kalıp da onları dalâlet vadisinden ayıramayan ve başka olduğunu gözümle gördüm. Vc dilimin "Enellahü", "Beıı Allahım"
bir dalâlette kalmamaları için hiç bir tenbihde bulunamayan kemal diye seslendiğini kulağımla işittim. Demek ki, bütün âlem haktan
sahiplerine acınır. Ey kör ve bedbaht insanlar, size ne oldu ki, zikir ibaret olunca, benim dilim de Allah'ın lisanı olmuş ve onunla tekel-
ehline inanmıyorsunuz? lüm etmiştir. O anlarda içimde hisseylcdiğim bayıltıcı zevk ve
Söylediklerimizden Kur'anın ve hadîslerin zahirî mânalarını lezzeti hâlâ ararım.
inkâra kalkıştığımız anlaşılmasın. Cenâb-i Peygamber "înne
lilkur'âni zahren vc batnen..." demiştir. Bir âyet ve hadîsin iç Ruhun Beslenmesi
mânası hakkında bir şey söylersek, muradımız dış mânasını İnsan, ruh ile bedenin birleşmesinden mürekkeptir. Bunlardan
her birinin gıdaya, rahat ve nimete ihtiyacı vardır. Bir kimse kadar şu iki çeşit iştigal arasında bir karşıtlık bulunursa da, bu
bedeninin beslenmesi için yenilecek ve içilecek şeyler tedarikine ancak görünüş cihetindendir.
çalıştığı gibi, ruhunun gıdasını da hazırlamak zorundadır. Hatta Kısacası: Sofî, zaman adamıdır.
akıllı olan, ruhunun ihtiyaçlarını daha çok düşünür. Çünkü her f
hangi bir kişi ccsediyle değil, ruhu ile insandır. Ruhunun gıdasını Zındıklarına
tedarike çalışmayan adam yoksun kalır. Ve hayatta iken ölmüşlerin
Tarikata giren bir kimse, dinsizlik mertebesine varıp o kapıyı
sırasına girer.
geçmedikten sonra tam Müslüman olmaz. Bu mertebe iki İslam
arasında bir berzahtır. O r a d a kalan bir yolcu zındıklaşır.
Şeyhlere Sevgi
Bu duraktan Allaha sığınırız. Ben de o yere ulaştım. Hattâ
Cenabı Peygamber "Dünyanızın günlerinde Allah'ın üfürümleri
epeyce bir zaman da orada kaldım. Nihayet Hakk'ın yardımı ile bu
vardır. Bu üfürümleri anlayınız." demiş. Buradaki " Ü f ü r ü m l e r "
tehlikeli geçidi atlıyarak selâmete çıktım.
kelimesi kâmil mürşitlere işarettir. Diğer bir hadiste de "Bir ulusa
sevgi gösteren o ulustandır." denilmiş.
İki Vakıa
Şimdi bu hadîslerden sonra, kendi izahatımıza geçelim: Bir şey
diğer bir şeye yaklaşınca, onun hükmüne geçer. Seven, sevilenin Miiridlerimizden bir kaç kişiyi bizim bağa bekçi koymuştum. Bir
gönül ve candan en yakınıdır. Görülmez ıııi ki, geceyle gündüz gün bunlardan birisi yanıma geldi. Şunları söyledi:
yekdiğerine yanaşınca, birbirinin hükmünü alırlar. Akşamın ala- - Geçenlerde bir çocuğun bağa girdiğini ve bir ağaçtan yemiş
cakaranlığı gündüzün geceye ve tanyerinin ağarması gecenin koparmak üzre olduğunu gördük. Bir arkadaşımız çocuğu dışarı
gündüze bir miktar tâbi olmasıdır. Bu müddetler meyledilen çıkarmağa gitti. Ve ona hafifçe bir tokat vurdu. Bilmem neden, bu
tarafın hükmündedir. Nitekim bir yana doğru yürüyen şey o yere şamarı ben yemiş gibi oldum. O kadar ki ayakta duramayıp derhal
varmış ve oraya katılmış sayılır. yerlere yuvarlandım. Tokadı yiyen tanımadığım bir başkası olduğu
ve onun ile aramızda tahminen yüz metre kadar bir mesafe bulun-
Tasavvufçu Ne Yapar? duğu halde, benim çocuktan daha ziyade müteessir oluşuma hâlâ
hayret ederim.
Sofî, geçmişi düşünüp eseflenmediği gibi, geleceği de asla göz
önüne getirmez. Bütün vakitlerini yönelime, içirti arılamağa ve Müridimiz bu olayda bir gariplik bulmuştur. Halbuki sona eren-
haline uygun şeyler düşünmeğe sarfeder. lere ve hatta ortadakilere göre, o gibi şeylerde hiçbir gariplik yok-
tur.
Tasavvufçu, hiçbir yol tutmaz, Bir türlü ibadette bilmez. O n u n
için hepsi birdir. Her vakit hakka uyar. Haktan başka hiçbir şeye Ara sıra bizi ziyaret eden tüccardan genç bir dostumuza görünen
bakmaz. Bazen gönül hoşluğu için halk ile uğraşırsa da, gerek o bir olay da aynı cinsdendir. O zat da gördüğünü şöylece anlatmıştır:
sırada, gerek sair zamanlarda hep hak ile meşgul olur. H e r ne - Bir gece odamda uyuyordum. Birisi beni uyandırdı. Yatağımın
üzerine oturdum. Ve bu adama bakakaldım. Yüzünde nurlar ayrı birer varlık sayılması her birisinin varlık mertebelerinden bir
parıldıyordu. Bu nur ne hoş ve gönül alıcı idi. Bildiğimiz ışıkların mertebe ve mazharlarından bir mazhar olması itibariyledir.
hiç birisine benzemiyordu. O zat bir şey söylemeksizin bir müddet
Saltık varlık, her varlığa, her fiil vc harekete, her mertebeden
karşımda durdu. Sonra birdebire kayıp oldu. Odanın aydınlığı da
diğerine geçer. Kâh felek, kâh melek, kâh öğe, bazen maden, bazen
derhal söndü, ikinci ve üçüncü gecelerde de aynı hal tekrarlandı.
nebat, bazen hayvan ve bazen insan suretinde görünür. Âlemlerin
Son defada yanında bir kişi daha bulunuyordu. Onun da yüzü
cn aşağısına iner ve en yükseğine çıkar.
etrafa nur salardı! Ertesi sabah bu olayı sevdiklerimden bazılarına
söyledim. Bir daha da onları görmedim. Birkaç gün sonra çok ağır . Saltık varlık, o şeydir ki, ilkin öğeler, sonra madenler şeklinde
bir hastalığa tutuldum ve ölüm derecesine geldim. zuhur etmiş, ondan sonra nebat, daha sonra da insan suretine
geçmiştir. Bu suretlerin asıl sahibi saltık varlıktır. O da Allah'an
İnsanın Üstünlüğü ibarettir. Hatta bu suretler kamilen ortadan kalksa, vücuttan başka
bir şey kalmaz.
İnsandaki algıların, biliş ve tasarrufların gerek mücerredat
denilen ruhani şeylerde, gerek onların daha üstlerinde bulunması Mesela bir koyun yenilince insan olur. Bu inkılâp nefsin bedende
imkânsızdır. Saltık varlık için bu kcıııalât ancak insan mertebesinde bazı tedbirler ifa etmesiyle oluir.
hasıl olur. Başka mertebelerde olamaz. Bunun gibi, saltık varlık da bir cinsten diğerine, bir mertebeden
İnsan, saltık varlığın sadık vc parlak bir aynasıdır. "Levlâke lev- öbürüne geçmek suretiyle kül için gereken tedbirleri alır.
lâke lema halektül' eflâk.", yani "Sen olmayaydın, ben yer vc gökii Hazreti Alin'in "Kalem benim, levlı benim, arş ve kürsü
halk etmezdim" kudsî hadîsi sırf insan için söylenmiş ve melekler bendedir." kelâmı saltık varlığın kalbten kalbe girdiğine manalı bir
dahi insana secde eylemeye memur edilmiştir. işarettir.
Tüm akıl, tüm nefes ve bunların fevkindeki mertebeler insanın
vücudunda zuhur etmedikçe, insan gibi bir şeyi bilmenin ve algıla- Allah'ın Görülmesi
manın onlar için imkânı yoktur. Çünkü varlığın özü her şeyden Cenabı Hakk'ın görülen ve hissedilen bir suret ile kendisini Veli
âridir. O n u n bir şeyi insan ayarında idrak etmesi ancak bu mertebe- kullarına göstermesi ve bu yolda onların Tanrı'yı görmeleri
de mümkün olabilir. Gerçi gördüğümüz bütün şeyleri yapan ve mümkündür. Bu da onlara bir türlü şefkat ve keramet ihsanıdır.
algılayan saltık varlıktır. Fakat bunlar hep ayine ve mazlıarlar vası- Şüphesiz ki, Allah istediğini yapmaya ve istediğine şu veçhile
tası ile oluyor. görünmeye kadirdir.

Bunu anla, irşat olursun. Kuşeyriyyc risalesinin keramet faslında buna dair bazı tafsilât
vardır.

Her Şeyde O
Akıl, nefis, ruh, kalb hep saltık varlıktan ibarettir. Bunların ayrı
Kelebek Hikâyesi hissedilip algılanmaktadır.

Bir gece odamda oturuyordum. Bir kelebek geldi. Kandilin Mazharlardan bir an vazgeçelim: Tanrı bizzat kendisi de bu sıfat-
etrafında dolaşmağa başladı. Bir kaç defa kendisini kandilin ları haizdir. Fakat o sıfatlar zahirî sıfatlara benzeyişten beri, akıl ve
kenarlarına çarptı. Sonunda yere düştü. Ölüp ölmediğini anlamak hayalin anlayışından çok yüksektir.
için elime aldım. Her yerini inceden inceye gözden geçirdim. Hakk'ın sıfatları, gerek ruhani, cismani, hayvani, nebati olsun,
Zavallı hayvanda hayattan hiçbir eser kalmamıştı. O zaman gerek göğe veya yere.mensup bulunsun, hep eşyada gerçekleşir. O
Bayezıd-ı Bistamî'nin ölmüş bir karıncayı ncfesiyle dirilttiği hatırı- cümleden hayat sıfatı ile her şey dirilmekte, kelâm sıfatıyla da her
ma geldi. Ben de temiz ve katıksız bir kalp ile bu hayvancağıza şey onu anmaktadır.
üfürdıim. Derhal dirildi. Sanki ışığın ateşiyle kavrulan mahlûk o
Sübânellahilvâsi': 11er şeyi geniş olan Allah'ı anar ve takdis eder-
değilmiş gibi uçarak gitti.
im.
Sakın şu vakıayı hayal mahsulü sanma. Arifte Hakk'ın tecelli
ettiğini kabul eylediğimize göre, bunu da Allah'ın bir fiili olarak Fazla İbadet
bilmemiz lazım gelir.
İnsanın işitmesi, görmesi ve sair iç ve dış kuvvetleri hep Hak'tan
ibarettir. Peygamber'in bunu nafilelerle yakınlık kazananlara has
Tabirin Sebebi
kılmasının sebebi şu olabilir: Nafile namaz ve oruçları ile uğraşıp
Peygamberler, uykuda olduğu gibi, uyanıklık halinde de ruhları Hak nezdine yanaşanlar kendi kuvvetlerinin hep Hak'tan ibaret
ile bu âlemden rüya âlemine geçer vc orada bir alay şeyler de olduğunu kesin bir bilgi ile kavradıkları ve onları yapmayanlar bu
görürler. Bunun için onların gördükleri şeylerin bazıları tabire hakikatten gafil bulundukları için kudsî hadîste "Nafilelerle bana
muhtaç olur. Nitekim Resuli Ekrem öyle bir durumda iken müşa- yaklaşanların işitmesi ve görmesi ben olurum." buyrulmus ve diğer-
hede ettiği bir kadın suretini bizzat dünya diye tabir etmişti. leri bu hükümden istisna edilmiştir. Nasıl ki, ilmiyle amel etmeyen
İmdi buna kıyasen bir Nebiye yine dünya içinde görünen köşk, âlim, bilgisiz sayılarak cahiller sırasına konulduğu gibi.
cennet, huri gibi şeylerin suretlerini kendilerine münasip birer
mâna ile tabir etmek ve onlar hakkında gelen âyetleri uygun Günah İnanca Tâbidir
şekillere çevirmek muvafıktır. Cenabı Peygamber, Kur'anı
İtikatların birbirinden farklı oluşu, günahların ağırlık derecesini
Kerim'in yedi dereceye kadar tefsirine izin vermiş değil midir?
değiştirir. Günahların büyüklük ve küçüklüğü itikada bağlıdır. Bir
asi ve günahkâra kendi inancına göre muamele edilir. Kul kısmı
Allah'ın Sıfatlan ancak itikadı ile muaheze olunur. Nitekim "Ene inde zanni abdî
Hak Taalâ'nın işitme, görme, dirim ve kudret gibi birçok sıfatları bî..." kudsî hadîsi bu mânayı tazammum eder. Cenabı Hak,
vardır. Bunların hepsi mazharlarda görünmekte vc o vasıta ile Peygamber'in lisanı ile "Ben kulumun zannı indindeyim." buyuruy-
or.
dir.
Acı ve sızı, nimet ve rahat, aşağı ve yukarı dereceler de inanca
bağlıdır. H e p o Kökten dallanırlar. Bazı kimselerin kederlenme- İkinci yol ise daha sağlamdır. Yanıltması ve şaşırtması yoktur.
sine ve cehennemlik olmasına sebep olan bir fiil, diğer bazılarının Ancak diğerinden çok güçtür. Çünkü bunda içini arılamak, Hakk'a
sini ve cennetlik olmasını gerektirir sevinmesini ve cennetlik yönelmek, Peygamberlere tâbi olmak lazımdır, O zaman akıl kalp
olmasını gerektirir. ve gönül ile birleşir. Zihinde mânevi bir ışık, keşif anıklığı peyda
olur. Ve her hakikat açık va ayan görünür.
Rüya dahi böyledir. Düş, görenin itikadı cihetinden farkeder.
Aynı rüya bir Müslüman için iyi, bir Hıristiyan için fena olabilir.
Bunun tersi de birdir. Yine Bir Rüya
Bir gece mâna âleminde bir iki yıldıza güya elimi değdirdim. Ve
Tanrı İle Söyleşme bunların gökten ayrı birer şey olmadıklarını görür gibi oldum.

(S 10 yılında safer ayı gecelerinden birisinde şiddetli bir hastalığa Aynı halde iken hatırıma şu geldi: Tavus kuşunıııi tüyündeki
tutuldum. O kadar ki hayatımdan ümidim kalmadı. Her şeyden vaz parıltılar başlı başına birer şey değildir. Kanadın ciizlerindendir.
geçerek I lakka yöneldim. Gönlümden "Yâ Rab, bu hastalıkla beni Yalnız renk itibariyle diğer kısımlardan farklıdır. Bazı elmanın da
götürecek misin?" diye sordum. Bunun üzerine hiç bir suret bir tarafı kırmızı, sair yerleri beyaz. olur. Bununla beraber elma
gömleksizin Tann'nın "Ben seni bu hastalıktan kurtaracağım." birdir. Renklerin ayrılığı bu cüzlerin elmadan ayrı sayılmasına
dediğini işittim. Hemen kendime geldim. Vücudumda rahatsızlık sebep olamaz.
ve ıstıraptan hiç bir eser kalmadı. Ferahla yataktan kalkıp yerime O âlemi terk etmeden bana öyle geldi ki, yıldızların da göğe nis-
oturdum. Ve hüveşşâfi: Şifa verici O'dur. petle böyle olmasına hiçbir mâni yoktur. Onların da başlı başına
birer şey olmaması, ancak beyazlık ve kırmızılık gibi renklerle
Fikir Ve Keşif semanın diğer cüzlerinden ayrılmış bulunması muhtemeldir.
Aklın bir şeyi algılaması iki suretledir: Ya görme ve düşünme,
yahut kalp gözü ve keşif yoluyla. Dünya Ve Ahiret
Aklın fikir ve nazar üzerine dayanan tarafına fazla güvenmek Dünya ve ahiret, birbirinin mukabilidir. Her şeyin başlangıcına
doğru değildir. Görüş ve düşünüşe vehim ve hayal çok karışır. Bir "Dünya", sonuna da "Ahiret" denilir. Meselâ zina, rakı ve şarap
insan bütün iştigalini fikir ve nazar cihetine hasrederse, vehim ve gibi şeylerle ilk önce tatlı bir lezzet hasıl olur. Fakat bu sevincin
hayalin kendisine sataşmasından kurtulamaz ve eşyanın hakikatini ardından insana bir rezalet ve pcşimanlık gelir. İşte o lezzete
bir türlü keşfedemez. "Dünya", o pişmanlığa da "Ahiret" denir. Halbuki bunların her
ikisi de bu âlemde vâki olmaktadır. Bütün işleri ve onları takip eden
Kelâmcılann bir meseleyi akıl nazarı ile hal edip, bunun üzerinde
neticeleri buna kıyas edebilirsin.
bir müddet karar kıldıktan sonra, yanlış olduğunu anlayarak,
ondan dönmeleri bu yolun pek de doğru olmadığını göstermekte-
İki Rüya Daha meşgulse, Hakkı algılamaya ve sevmeye hiç de imkân kalmaz.
Bunun içindir ki, yola girenin ilkte Allah'la münasebet peyda
Hicrî 818. yılının 6. ayının l l ' i n e rastlayan bir Perşembe
etmesi kolay olmaz. "Allah'ı çok zikirle zikredin." âyetinde göster-
gecesinde Muhyiddin-i Arabi'yi rüyamda gördüm. Bana "Şeytanı
ildiği üzere, bu ancak Cenabı Hakk'ı hatırlamak ve daima imgele-
dünyadan attım. Şimdi yalnız bazı eserleri kalmıştır." dedi. Yine
mekle mümkündür.
uyku halinde bunu ashabımdan birkaçına söyledim ve münasip
zamanda hatırıma getirmelerini tenbih ettim. Bir insan zikre devam edince, zikir onun kalbine, gönlüne ve cis-
minin her zerresine nüfuz eder. İçinde Hakk'a karşı sevgi kayna-
Bu rüyamın mânası açıktır: Şeytan insandaki vehim ve hayal
mağa ve zikirde zevk ve lezzet bulmağa başlar. Zikirdeıj hoşlanmak
kuvvetine, Şcyh-ııl Hkber'iıı onu dünyadan çıkarmış olması birçok
sevginin arttığına, o da zikir edenin istidadına göre rahmet
kıymetli kitapları ile tcvhid ilmini herkese yaymış bulunmasına,
kapılarının açılmasına ve mânevi bahtiyarlığa alâmettir.
şeytandan bazı eserlerin kalması da vehim ve hayalin bazı kimsel-
erde hâlâ hüküm sürmekte olduğuna işarettir. Cenabı Peygamber "Cennetin kapısı üzerinde Lâ ilahe illallah
yazılıdır." buyurmuştur. Bundan da anlaşılır ki, zikirsiz Allah
O sıralarda Muhyiddin ı Arabi'nin "Fiisûs-ul Hikenı" adlı eserini
algılanamaz ve cennete de girilemez.
okumakta bulunuşum, bu rüyanın tembih olarak bana görünme.-
siııe sebep alsa gerektir.
Âlemin Düzeni
Yine bir gün mâna âleminde tanımadığım birisinin fcrahlı ve çok
güzel bir bahçede Allah'ı anmakla meşgul olduğunu gördüm. Bütün âlem kendisini örgütleyen cüzleriyle birlikte sapasağlam
Uyanır uyanmaz, yanımda bir müridin zikrettiğini müşahede ettim. bir insan gibidir. Ucu bucağı bulunmayan bu boşluk içindeki büyük
O anda "Cennet bahçelerinden birine malik olmak isteyen Allah'ı ve küçük her hangi bir şeyin diğerlerine çok kuvvetli bir bağlantısı
zikreylesin." hadîs-i şerifi aklıma geldi. Uykuda gördüğüm vakıa, ve hafifsenemcyecek bir çok tesirleri vardır. Bu âlemin düzenine
bence bu hakikati teyit etmiş oldu. sebep olan şey, onun bu rabıtalı hal üzere kurulmuş olmasıdır.
"Yer, gök ve diğer yıldızlar bulundukları derecelerden biraz yük-
Zikrin Faydalan selse ve yahut ki bir miktar alçalsalar kâinatın düzeni mutlaka'
bozulur." diyenler çok doğru söylemiştir.
Allah'ı çok anmak bütün kemalâtın anahtarıdır. Çünkü
kemalâtın cümlesi Allah'tandır. Kemal edinmek yakınlık ile, yakın-
lık da muhabbet ile, muhabbet ise zikre devam etmekle husul Her Şeyde İki Cihet
bulur. "Bir kimse sevdiği şeyi çok anar." hadîsi buna işarettir. Çok Evet, her şeyde iki cihet vardır: Birisi güzellik, diğeri çirkinlik.
anmak sevgi verir ve muhabbet yakınlık getirir.
Tanrı, eğer bir kuluna bir işi işletmek isterse, ona bu işin güzellik
Allah'ı sevmenin zikirden başka yolu yoktur. Tanrı gözle görüle- cihetini ve şayet o fiili yaptırmamak arzusunda bulunursa çirkinlik
mez ki, o suretle onu sevelim. Eğer gönlümüz de başka şeylerle tarafını gösterir. Kul da ona göre hareket eder.
Her şeyin böyle iki cihetli olması hiç de garip bir şey değildir.
Âlemin her zerresinde birbirine zıt şeyler bulunduğu görülmüyor
mu? Cenabı Hak buna kadir olduktan başka, bu ayrıca büyük bir
asla da dayanmaktadır. Allah, cemal vc celâl sıfatları ile her
t
zerrede tecelli eyler. Ve her şey bu iki sıfatın eserlerini taşımak-
tadır.

Açıklama

V
süre
aridatı tercüme ederken, Arapça metnini esas tutmakla
beraber Kütahyalı Abdullah'ın ve meşrutiyet devrinde bir
şeyhlik meşihat makamında bulunan yüksek bir
mutasavvıfımızın tercümelerinden de istifade ettik. Onlardan başda,
kendi zevkimizi, tasavvuftaki bilgi ve anlayışımızı kamilen harcadık.
Vc bu kıymetli eseri her kesin anlayabilmesi içiıı, açıkça ve sâf
Türkçe ile nakletmeye çok özendik. Böylece okuduğunuz tercüme
meydana geldi.
Ancak mevzu pek derin ve şaşırtıcı olduğundan belki yine anlaşıl-
mayacak yerleri kalmış olabilir. Çünkü bu biraz da zevk ve istidat
işidir. Bununla beraber rehbersiz bir sokağı bile bulmak mümkün
değil iken, hak vc hakikat yoluna delilsiz kavuşmak tabiatıyla kolay
olamaz. O sebepten aşağıdaki izahat ile de bu tercümeyi daha çok
aydınlatmaya çalıştık.
* * *
Jeoloji âlimlerinin hesabına göre, bizim bildiğimiz hayat 6 milyon 3. Kâinat ezelî hareketlerden meydana gelmiştir. Bunda hiçbir
yıl önce başlamış ve bunun ardından insan nesli yer yüzünde görün-
şeyin tesiri, irade ve ihtiyarı yoktur. Ancak sebebin sonucu icap ve
müştür. O zamandan bugüne kadar insanların aklını ve ruhunu en
iktiza ettirmesi kabilindendir. Yalnız tabiat kanunlarının dahliyle
çok meşgul eden şey, Allah'ın varlığı veya yokluğudur. Âde-
âlem vücuda gelmiştir. Şu halde âlem amaç; madde ile hareket
moğullarının bir kısmı onun yokluğuna, bir kısmı ise varlığına iman
sebeptir.
eylemişlerdir.
Allah'ın varlığına inanan "Theiste"ler (teistler) de şu kanaatte-
Tanrının yokluğuna kail olan "athee'ler" (ateistler) şöyle düşün-
dirler:
müşlerdir:
Hiçbir şey gayesinden ayrılamaz. 1 langi şeyin gayesi kadim veya
Âlem iki sebeple vücut bulmuştur: Biri boşluğu dolduran ve bütün hadis olursa, o şeyin de kadim veya hadis olması lâzım gelir. Gayesi
cisimlere nüfuz eden "esîr"dir ki, buna madde "matiere" de denilir kadim olan bir şeyin olaylar sırasında bulunması tasavvur ve
(Esir: E vrcni dolduran vc bütün cis,nılerc nüfuz eden; fizikçilere tahayyül olunamaz. Misal olarak hareketin zamanen gecikmesine
ışık, ısı ve elektrik gibi şeyleri nakletme aracı olduğu varsayılan,
izin verilse, amacın o zamana kadar hareketsiz kalması gerekir ki,
tartısız, elastiki ve akıcı hafif bir cisim. Kelime Rumcadan Arapçaya
Nedensellik (Causalite) kanunu buna müsait değildir. Çünkü amaç
geçmiştir. Yayıncının notu.) Diğeri esir parçalarının hareketlerinden
ile hareket arasında ilişki zaruridir. Bundan dolayı kadim bir gayeyle
ibaret bulunan kuvvettir. Bu hareketlerin hariçte bir dayanağı yok-
sonradan meydana gelmiş malûllerin nispet edilmesi aklen bâtıldır.
tur. Sebebi ancak kendisidir. Esir cüzleri doğal hareketleri esnasın-
Eğer kâinatın gayesi kadim olan maddenin ezelî hareketleri olsaydı,
da yerçekimi kanunu gereğiyle toplanıp su buharı halinde bir küre
şu malûl değişikliklerin de kadim olması icap ederdi. Halbuki yine
vücuda gelmiş, merkezi etrafında devir ve harekete başlamış ve
materyalistler bütün cisimlerin sonradan vücut bulduğunu beyan
Güneş teşekkül etmiştir. Yerküre ve yıldızlar ondan kopmuştur. Arz
ederler.
küresi yavaş yavaş soğumuş, kabuk bağlamış ve devam eden hareket
nedeniyle kâinatın maddi parçalarının toplanmasından bazı unsurlar Maddecilik mesleği maddenin iyice tanınmaya başlandığı günden
peyda olmuş, onlardan da madenler, bilkiler, hayvanlar ve nihayet beri eski itibarını kayıp etmiştir. Çiiııkü madde dayanç olabilecek
insanlar meydana gelmiştir. kuvveti haiz görünmüyor. Cisimler göze görünmeyen milyarlarca
zerrelerden müteşekkildir. O küçücük zerreler birbirine dokunmak-
Bu fikirler üç esasa dayanıyor: sızın yekdiğeri etrafında daimî surette döner dururlar. Vc bunlar
1. Esir kadimdir. Onun aslından olan hareket de kadimdir. Bunlar bizzat kuvvet merkezi sayılır. O halde madde ilerdedir? Madde
arasında ezelen vc ebeden yakınlaşma ve uzaklaşma vardır. denilen şey kudret altında ezilmektedir '.
Birbirlerinden ayrılmaları caiz değildir.
Bu fikri başka şekilde de açıklayabiliriz: Cisimlerin her biri dön-
2. Yıldızlar, Yerküre vc diğer varlıklar maddeden çeşitlenerek, mekte olan ve esîr girdaplarından teşekkül etmiş olmaları muhtemel
sonradan oluşmuş, bunlardan hayvan cinsleri diğerlerinden, insanlar bulunan bir takım küçük cüzlerin kümesinden terekküp eden
da diğer hayvanlardan sonra vücut bulmuştur. Atomların toplanması ile teşekkül eder. Bu zerreler kendi hızların-
dan büyük bir kuvvet kazanır. Dengelerinin bozulması şekline göre
mağara duvarına dönük bulunuyoruz. Hakikatler aydınlıklar gibi
ışık, ısı, elektrik vesaire tevlit ederler. Maddenin oluşumu yalnız
arkamızdadır ve bizim görebileceğimiz şeyler sadece mağara duvarı-
unsurlarının hareketteki sürati sayesinde husule gelir. Bu hareket
na vuran gölgelerdir. İlme düşen gayret bu gölgeleri okumak, bir
gecikecek olsa, madde hiçbir eser bırakmaksızın esirin içinde
araya koymak, onları mümkün olan sadelikle izaha çalışmaktır.
mahvolur gider. Bize sabit ve sakin görünen madde ancak eczasının
Bilginlerden bir çoğu ilmin varabildiği hakikatlerin birtakım tasvir-
devir ve hareket sürati sebebiyle mevcuttur. Hızla dönen, dolaşan
lerden veya birtakım itibarlardan ileri gitmediğini tasdikte berab-
bir cevher olması bakımından ona doğrudan doğruya bir kuvvet veya
erdirler. Birçoklarının iddiasına göre, felsefe bakımından 20.
kuvvetin özgü bir şekli nazarıyla da bakılabilir. I lasılı madde esir gir-
yüzyılın göze çarpan eseri ne zamanla mekânı sımsıkı birleştiren
daplarının hareketlerinin neticesi olarak metanetlerinin husulüne
Rölativite nazariyesi, ne şimdilik sebebiyet kanunlarını inkâr eder
kâfi bir dereccde sürat kazandığı zaman doğar. Hızın gevşcmesiyle
görünen Kuanta teorisi, ne de yaptığı keşiften eşyaların hiçbir vakit
ihtiyarlar. Eczası hareketlerini kaybedince artık mevcut olamaz 2.
göründükleri gibi olmadıkları sonucuna varan Atom tahlilleridir. 20.
Evrende sırf mekanik hakikatlerin hüküm sürdüğünü, olaylarda yüzyılın en önemli eseri bize son hakikate erişmemiş olduğumuzu
yalnız "Hareketlerdin göze çarptığını iddia edenlerin nazariyesi de öğretmesidir 3.
boşa çıktı. Mckanikçilere göre, bütün evreni dolduran elâstikî,
mihaniki bir vasat kocaman bir makine olan âlemi içine alıyor,
buradaki mihaniki tesirleri bir taraftan bir tarafa naklediyor, kâinat- Fek eski zamanlardan şimdiye kadar gelmiş vc geçmiş birçok
ta her şey, madde dalgaları, kudret dalgaları, nihayeti olmayan bu mütefekkirler ilmin durakladığı yerde, tecrübe ve vakıaya değil,
jelatini kütlenin, bu mekanik esirin içinde doğup çırpınıyor Modern akla, teamüle dayanan metafiziğin, yani ilim ötesinin başladığına ve
fizik, uzun yıllar süren çetin tecrübelerle bu elâstikî vasatı pek çok maddenin fevkinde daha başka bir şc niyetin (Realite) bulunduğuna
araştırdı. Fakat öyle bir esirin varlığı hiçbir tecrübeyle meydana çık- kail olmuştur.
madı. Alemin mihaniki izahı modern ilmin tecrübe ve müşa- Ancak bunlardan bazıları bu yüksek hakikatin mahiyetini anla-
hcdeleriyle uzlaşamadı. Neticede tabiatın mekanik bir kalıba mak için yine münhasıran ilmi usule dayandığından, görüşleri içten
girmediği, mekanik bir şemaya uymadığı anlaşıldı. ziyade zahire ve satha inhisar etmiştir. Çünkü Allah düşünceden
Bugün ilim ve fen denilen şey, karına karışık, birbirine bağlantısı ziyade ruha ve duyguya hitap eden bir mefhumdur. Dimağ bu
olmaksızın toplanmış bilgi parçalarının toplamından ibarettir. mevzuu tamamıyla kavramaktan acizdir. Binaenaleyh yalnız akla
Bunların birçoğu tamamıyla faydasızdır. Bu bilgiler şüphe götürmez istinat eden iilûhiyet telâkkileri çok noksandır. Aklın bu kifayetsi-
hakikati gösterecekleri yerde, ekseriya kısa bir zamanda değişen ve zliği karşısında bâtını hislere ve ruhî tecrübelere dayanan ilimden
bâtıl olduğu anlaşılan birtakım zan vc faraziyeleri meydana çıkar- üstün bir keşif ilminin varlığını kabul etmek zarureti kesin ve mut-
maktadır. Kim ne derse desin, ilim olayların derinliğinde gizlenen laktır. Meydana çıkarma, insan şuurunun saltık varlıkla doğrudan
son hakikate erişmiş değildir. Platon'un meşhur misalinde belirttiği doğruya birleşme imkânını bulmaktadır. Buının usulüyle alelade
gibi, biz hâlâ bir mağarada kapalı, sırtımız aydınlığa, yüzümüz ilim vc felsefenin takip ettiği metot arasında ayrılıklar vardır. İlim ve
felsefe, aklî yollarla hakikate ermeye çalıştığı halde, keşif ilmi kalp
temizliğine, maddi meyil ve ihtiraslardan uzaklaşmaya, yüksek bir sevmek de Allah'ı sevmektir. Zira o esasen bunu ister. Ve kendisi
aşk ve imana, derin bir vecit ve istiğraka dayanır. Bu iki mesleğin bir- bizdedir. Hamilton, mutlak sır huzurunda sâf ve katıksız bir iman
leştiği nokta, her ikisinin ilkte müşterek ilim kaynağından faidelen- izhar eder.
mesidir. Bir filozof için yüksek bir ilim lazım olduğu gibi, bir * * * /

mutasavvıfın da ilim ve irfan ocağında kemal yaşını doldurması şart-


tır. Mutasavvıf , bu mertebeye vardıktan sonra ilim perdesini yırtmak Dünyanın en yüce dâhisi Hazreti Muhammed (53 H.e-10 H.s)
mecburiyetinde kalır. O, artık derin bir coşku içinde kudreti derece- (Salât ve selâm ona olsun.), akıl ve nakle müsteniden tedvin eylediği
sine göre hakikati apaçık seyretmek fırsatını bulmuştur. dinden başka, ayrıca ıııükâşefc (Mysticisme) ilmini de ümmetine
talim kılmıştır.
Nitekim filozoflardan bazılarının da İşrakî (Pitagorasçı) metot ile
hakikati bulmak lüzumunu hissetmiş oldukları görülüyor. O cümle- İslam tasavvufu, esaslarını âyet ve hadîsten almış ve asıl itibarı ile
den Socrates ibadet yoluyla ilâhi ilhama (Revclation) mazhar olu- yabancı hiç bir kaynağa muhtaç olmamıştır. K u r a n ı Kerim, "Ve lâ
nacağı kanaatinde idi. I'laton, Allah ile insan arasında vasıtasız bir ratbin ve lâyâbisin illâ fi kitabin ııııılıil-in." âyeti kerimesinin delâleti
münasebetin, yani I lıcoplıanic'ııin tesis edileceğine kail, mücahede veçhile, dünya ve ahretin bütün sır va hakikatlerini camidir. Ancak
ve mükâşefeye sahipti. Philon'a goıe insanın Cenabı Hak ile irtibat bunlardan bazılarının hakikî mânaları kapalı ve çok derinlerdedir.
peyda etmesi mümkündür, (ieıçi Allah miiteal olduğu için insanlar- Bunun da öyle olması halkın idrak kabiliyeti sebebiyledir.
la münasebette bulunmak istemezse ile, sal ve teiniz ruhlarla temas Resûlullâh (Aleyhisselâm.), herkesin aklı derecesine göre söz söyle-
etmesini sever. Bir insanın o saffeti kazanabilmesi âlemden ve kendi mekle mükellefti. O devirde çıplak hakikatlerin kabulüne henüz tam
nefsinden alâkasını kesmekle kabildiı Ihınım vasıtası ise vecittir bir istidat hasıl olmamıştı. Fahr-ı Kâinatın kavmini putlardan kurtar-
(Extase). Platon, dua ve ibadetin başarılı neticelerine kanidir. Bu maya çalıştığı bir zamanda, meselâ Hak Taalâ'nın bütün eşyada
zata göre, felsefeden maksat insan ıulumun Allah ile vasıtasız bir- mütecelli olduğunu vazıh bir lisanla anlatmağa kalkışması elbet
leşmesidir. Bu da coşku ve gözlem ile olur. () sayede kendisinin maslahata muvafık olamazdı. Ebu Siifyan'a Müslüman olması teklif
birkaç defa Allah'ı gördüğünü söylemiştir. Prophyros da vecit ve edildiği vakit, bu kara cahil adamın "Eğer (Allah'tan başka Allah
dalma âleminde üç kere Hakk'ın visaline nail olduğunu iddia yoktur." desem, bu kadar putları ne yapayım? Lât ve Menat'tan
eylemiştir. Bacon, cinlere ve perilere inanacak kadar maneviyata nasıl geçeyim?" dediği ve Taif'in muhasarasında Benî Sakıf kabilesi
sahiptir. Malebranche, Rüyet-i fillâha (Vision en Dieu) âşıktın. eşrafının "Lât" ismindeki putun üç sene müddetle hali üzere terkini
Allah'tan başka her şeyi terk ve ilhamla Allah'a kavuşulacağına rica ettikleri malûmdur. Arabın en akıllıları dahi bu seviyede iken
inanır. Onun itikadınca, Cenabı I lak bütün ruhlarla vasıtasız surette daha ileriye gitmek tehlikeli olurdu. Onun için tasavvufun hususiyet-
münasebet halindedir. Allah ile olan irtibatımız sebebiyledir ki, leri yalnız aklı erenlere, yakın ve emin olanlara, bu ilim için istidat
ruhumuz yaratılmış şeyleri görür. Bütün arzu ve heveslerimiz gösterenlere açıklanmış ve onların himmetiyle ileride yayılması
Cenabı Hakk'a müteveccihtir. Çünkü yegâne saadet Hak'la bir- temin edilmiştir. Tefsir ve tevil kapısını "İnne lil kur'ân-ı zahren ve
leşmektir. Evrenin yaratılması Allah'ı görmek içindir. Kendimizi batnen..." hadîs-i şerhiyle iptida Hazreti Peygamber açmıştır.
Peygamber'in "Kardeşim, Amcamın oğlu, Gözümün n u r u " dediği ve
İmam-ı Cafer-us Sadık (80-148), ccddi Ali bin Ebu Talib'in
kendisinin yetiştirdiği Ali bin Ebu Talip (Mekke 23 Fl.e.-Necef 40
Selnıan-ı Farsî'ye şöyle buyurduğunu nakleder: "Ben, her gece
H.s.) dir. Selman-ı Ffık (ö: 36 H.), Kümeyi ibni Ziyad (ö: 73 H.),
Resııli Ekrem'in ziyaretine giderdim. Ekseriya sırlara dair söyleşir
Hasan-ı Basrî (21-110 H.) bu ilmi ondan aldılar. Bunlardan ^da
ve bazı vakitler de birlikte gezerdik. O, benden başka bir kimseyi
Habib-i Acemi (ö: 120 H ) , Davud Tai (ö: 160 H.), Füzeyi bin Ayaz
esrarının mahremi bitmemiştir. Halvette bulunduğu sırada yanına
(00: 187 H ) , Ma'ruf-el Kcrhî (ö: 202 H . ) , Ebu-1 Feyz Züniın Mısrî
ancak ben girebilirdim. Cebrail ile konuştukları bile benden saklı
(180-240 Fİ.), Scriyy-es Sakatı (o: 1251 H.), Bayezıd-ı Bistamî (ö:
olmazdı. Hanesine gittiğimde yalnız bulunmak için haremlerini
261 FF), İbrahim Edhem (ö: 280 H.), İbrahim Flavvas (ö: 291 H.),
dışarıya çıkarırdı. Evimde halvet ettiğimiz zamanlarda da Fatıma ile
Cüneyd Bağdadî (ö: 298 H ) , Ebu Muhammed Ruveym-(ö: 302 H.),
çocuklarımız evde oturmazdı. Benim suallerime ondan gayrisi güç
Ebu Bekr-i Şiblî (ö: 314 H.) vasıtalarıyla sonradan gelenlere intikal
yetirmezdi. Hep mihribanlık yüzüyle cevaplar verirdi. H a r a m ve
etti. O suretle "Kitab-iil Taamıf'u yazan Kelâbadî (ö: 280 H.),
helal, emir ve nehiy, ibadet ve günah hakkında nüzul eden âyetlerin
"Kuvvet-el Ktılııb"u yazan Ebu Talib Mekkî (ö: 386 H.), "Risale-tiil
hepsini talim etmiştir. Kendisi imlâ eder, ben hattında yazardım.
Kuşeyriyye" sahibi Ebu-1 Kasını Kuşeyrî (ö: 465 H.), "İlıya-ııl Ulum"
Her âyetin zahir ve bâtın tevillerini bana ayrıca ayan eylerdi. Her ne
ve "Kiıııvau-es Sade" yazarı İmanı (îazalî gibi bilgili mutasavvıflar ve
söyledi ise tamamı halırımdadır. Asla unutmadım." \
birçok tarikat kurucuları yetişti.
Bu çok önemli beyanattan sonra, "Ben ve Ali ikimiz bir nur- * * *

danız.", "Ben ilmin şehriyim. Ali 0111111 kapısıdır.", "Yâ Ali, sen bana
Musa ve Harun yerindesin.", " H e r kim ki, Âdem'i ilminde, Nuh'u Tasavvufun esası Vahdet i Vücut felsefesidir. Bu akideyle ilgili
takvasında, İbrahim'i hilmiyetinde (yumuşak huylııhık), Musa'yı bazı âyetleri beraberce okuyabiliriz:
heybetinde, İsa'yı ibadetinde görmek isterse, Ali bin Ebu Talib'e "Sizi rahimlerde tasvir eden ()'dıır."
baksın." hadîslerinin iç mânası daha iyi anlaşılıyor.
"Nefisleri ölümleri anında Allah öldürür."
Hele Ebu Hüreyre'niıı (ö: 59 H.) şu sözleri dikkati çok çekecek
"O, kullarından tövbeyi kabul eder ve sadakaları alır."
mahiyettedir: "Allah'ın Resulünden iki türlü ilim hıfzettim.
Bunların birisini sizin aranızda neşreyledim. Diğerine gelince, eğer "Ektiğiniz şeyi siz 111i zer'cdcısiniz, yahut biz ıııi?"
onu neşretseydim, bu boğaz benden kesilirdi." "Bana haber veriniz; İçtiğiniz sııyıı buluttan siz mi indirdiniz,
Ali Veliyullah'ın (Kcrrcmallahii vechehu.) torunu İmamı yoksa indiren biz miyiz?"
Zeynelâbidin (36-95 H.) de aynı iddiayı şu yolda ifade eylemiştir: "Kıır'an'ı okuduğumuzda kıraatini dinleyip tekrar et."
"Nice ilim cevheri vardır ki, eğer onu söylemiş olsam, bana 'Sen puta
"Onları siz öldürmediniz. Allah öldiirdii. Ve attığın vakitte sen
tapanlardansın.' denilir ve Müslüman adamlar benim kanımı helal
atmadın. Allah attı."
sayarlar, yaptıkları bu fena işi de iyi görürlerdi." 5.
"Sana biat edenler, hemen ancak Allah'a biat ederler. Allah'ın eli
Hiç şüphe yoktur ki, İslam tasavvufunun ilk mürşidi, Cenabı
onların ellerinin üstündedir." eserinde Allah'ın arş üzerinde oturup mahlûklarını hıfz ve onlara
"Biz insana şah damarlarından daha yakınız." nezaret eylediğini ispata çalışmaktadır.
"İşlerin cümlesi ona rücu eder." Bu itikadın butlanı zahirdir: Kâinatın vaziyeti katiyen buna teva-
fuk etmemektedir. Her şeyden sarfınazar, arz küresi her yirmydört
"Maşrık ve Mağrip Allah'ındır. Yüzünüzü ne tarafa çevirseniz
saat zarfında kendi mihveri üzerinde bir devir yapmakta olduğun-
Allah'ın veçhi oradadır."
dan ulvi addedilen cihet insanlara nispetle sabit kalamaz.
"Her şey yok olucudur. Ancak onun zatı ölücü değildi."
Mu'tezile, Cahmiye, Haruriye fırkaları âyeti kerimedeki (üstüva)
"Allah her şeyi muhittir." kelimesinin (üzerine çıkıp oturmak) mânasında olmadığına, burada
"Allah göklerin ve arzın nurudur." (kaplamak, istilâ etmek) anlamına geldiğine kanidirler. Ve Allah'ı
mekândan tenzih ederler. Sonradan yetişen âlimler de, Allah'ın
"Evvel ve âhir, zahir ve bâtın O dur."
mekândan münezzeh olduğuna inanmışlardır. Ve akait kitaplarına
"Ben âdemi ruhumdan ülürdüm." da o yolda geçmiştir.
"Sanır mısınız ki, Hak liıalâ si/i abes yere yarattı ve geri ona Tasavvufçulara göre, Cenabı Hak özgii bir mekânda değildir.
gelmez mi siniz?" Bununla beraber her şey onun vücudu ile kaim olduğundan her
"Âfaktaki nişanlat biaynihi senin nefsinde de vardır. Her kim ki o mekânda mevcuttur. Gerçi ulemadan bazıları da "Allah her yerde
nişanları nefsinde buldu. Allahı bildi." hazırdır." diyorlarsa da onlar Tanrı'nııı her şeyde zatı ve vücudu ile
değil, ilmi ile hazır bulunduğuna inanmışlardır.
Kur'anı Kcrim'de vahdet vücuda delâlet eden daha bir çok âyetler
* * *
bulunduğu halde, aleyhde sayılabilecek topu topu üç âyet vardır:
1. "Allah arş üzerine üstüva elli." Tasavvuf bakımından hakiki vücut birdir. Bütün kayıtlardan
azadedir. Ve bu haldeyken zatı anlaşılmayan bir sırdır. Çünkü mut-
2. "İyi sözler ona yükselir."
lak bir şeyi tasavvur etmenin imkânı yoktur. Tasavvur kaydı mucip-
3. "Gökte olan Allah'ın sizi yere gcçirmeyeceğinden emin mi tir. Ne kadar zihnimizi yorsak, Allah yine anlayışımızın dışında kalır.
oldunuz?" Ne söylesek onu tamamıyla tarif etmiş olmayız. Mislinin bulun-
Bunlar müteşâbihât çeşidinden oldukları için tevile muhtaçtırlar. mayışı ve sonsuz oluşu künhünün idrakine mânidir. Akil ancak sonu
Kast edilen gaye, Allah'ı putlardan berileyip yükseklere çıkarmaktır. olan olan şeyi kavrayabilir. Gayri mütenahiyi algılamak için onun
Fakat ilk İslam âlimleri zahiri mânadan başka hiçbir şey kabul mütenahi olması lâzım gelir. Hak Taalânın bu mertebesi künh ve
etmediklerinden Allah'ın arş üstünde bulunduğuna kail olmuşlardır. hakikatidir. Bu mertebedeyken onun ne şekli, ne sureti, ne isim ve
Bilhassa Müşebbithe fırkası Cenabı Hakka cihet ve mekân isbat sıfatı vardır. Kendisiyle beraber başka bir şey de bulunmaz. Resuli
etmekte çok ileriye gitmiştir. Şeyhülislam İbn-i Teymiyye (ö: 728 Ekrem, Peygamber olduğu halde, "Yâ Rabbi, sen azîm-üş şanı bütün
H ) , Muhyiddin-i Arabi'nin bu en büyük muhalif ve muarızı, her noksanlardan tenzih ve takdis ile teşbih ederim ki, biz zatını ve
ülûhiyetinin azametini marifet vc künh ile idrak edemedik." diyerek
bu konuda aciz göstermiştir. Tasavvuf da Lâ yureften "İnconnaiss- olmamıştır. Evvelce zatta gizlenmişti. Zatın iktizası ve inkılâbı ile
ablc" ileri gitmiyor. Yalnız bir işaret olmak üzere Cenabı Hakka vücut bulmuştur. Hiçbir şey yoktan var olmaz. Ancak suret değişiy-
" H u : O " demekle iktifa ediyor. Bu felsefe Bilinmezcilik or. Meselâ hava suya, kara, buza dönüştüğü gibi esasta hepsi birdir.
(Agnoticisme=Agnostizm) ile birdir. Ve Ncoplatoicisme'den (Yeni İnkılâp ile türlü türlü görünür. H e r şeyin vücudu Hak'la kaimdir.
Platonculuk) garp felsefesine de intikal etmiştir. Her mevcudun hakikati ilm-i ilâhîde onun oluşması nisbetinden
ibarettir ki, buna sabit aynler veya mahiyet denilir. Sabit aynler, her
Bununla beraber Cenabı Hakk'ın zatî hakikatim tamamıyla idrak
mevcudun ezeli ilimdeki kaçınılmaz suretidir. O mevcudun geçire-
edemesek dahi, anlıyoruz ki, her şeyin sebebi O dur. Bütün varlıklar
ceği iç yüz istihalelerini, tabii gelişmeleri idare eden o aynlerdir. Bu
mutlak vücudun imkânsızlığını açığa vurmaktadır. Hakikatte zaman
aynlerin varlıkla münasebetleri ancak bâtınî varlıklarıyla bulunuyor.
vc mekân, ruh vc ınadde henüz tecelli bulmadan ezelî kudret Amâ
Sabit aynleri Cenabı Hak mutlak gayb âleminde iken, evrent, insan
âlemi (Le monde de La nebulasite) denilen kendi âleminde gizliydi.
ve hiçbir şey yaratılmadan mazharları için tasavvur etmiştir. Her
Resuli Ekrem'e sormuşlar: " M a h l û k a t yaratılma/dan evvel
mevcut sabit ayninin sınırından hariç hiçbir şey yapamaz. Çünkü
Rabbimiz neredeydi?" Şu cevabı vermiş: "Üzerinde ve altında hava
sabit aynler her mevcudun kaderini tedbirleyen kazanın âmiridir.
olmayan amâ da idi." Ancak hakiki bir mevcudun ıııahz-ı ademi
Mutlak vücutla kayıtlı vücut arasında zahiren fark vardır. Bâtinen
kabul etmediği gibi, ilelebet bilinmemeye dc tahammül edemeye-
hiçbir ayrım mevcut değildir. Vücut mertebelerinde daimî bir çıkış,
ceği aşikârdır.
bir gelişme görünmektedir. Ezelî kudret için tecelli ve zuhurda son
Nitekim Cenabı Hakk'ın zatî meyil ve icabı, kendisinin yok olmak- yoktur. Dalalar zattan gelir, yine zata gider. Buna "Her gün O bir
tan var olmaya, ehadiyetten vâhidiyete, yani bilinmemekten bilinm- haldedir." âyeti kerimesinden daha kuvvetli bir delil olamaz.
eye geçmesini mucip olmuştur. Saltık varlık, her şeyi üzerinde
Yerde ve gökte cilvelenen ancak bir zat ve bir hakikatdır. Her
toplamış olduğuna göre, mutlak kemâldir. Öyle olunca da aynı
mazharda görünür. Herkesin zan ve itikadına göre her mertebe ve
zamada mutlak cemaldir. Bu ise gizli kalamaz. Onun şanı kendisini
makamda yüz gösterir. Nasıl ki, güneşin nuru bir olduğu halde,
izhar etmektir. Cemal, aşkı gerektirir. Onsuz olmaz. Ezelî kudret
muhtelif renkli camlara yansıyınca çeşit çeşit renkler alır. Cüneyd
hüsün ve aşkı nefsinde bulmuş ve kendi kendisine âşık olmuştur.
Bağdadî'nin "Suyun rengi kabın rengidir." sözü tam bu mânadadır.
Âşık olmak tabiatıyla görmeği, görmek de tanımağı ıııüstclzimdir.
Muhyiddiıı-i Arabî, "Fusus"unda Allah'ı görmek için eşyaya bakıl-
Saltık vücut, kendisini görmek için, zıddı olan mutlak ademi âyine
masını tavsiye eder. Yaratılmışa bakılmaksızın Allah'ın aklen
gibi telâkki etmiş ve ikisinin tekabülünden bu mevcudat tekevvün
bilinebileceğini iddia eden İbni Sina ve Gazalî'yi beğenmiyor. Hilkat
eylemiştir. Çüııkü "Her şey zıddı ile inkişaf eder."
(L'etrete=Yaratılış), ad ve sıfatın vücut bulma sahasında tecellisin-
Tekvin (Cosmogenie) nazariyesi şöylecc de izalı olunmaktadır: den ibarettir. Bolluk vc çokluğun ortaya çıkmasındandır. Hakikatte
Mutlak cemal, tokgözlülüğü terk edip aşk üfüriîğüylc çalkalanınca, hepsi bir vücuttur. Tecelli vc zuhur için hayır ve şer eşittir. Bunlar
zuhur mertebeleri tecelli etti. Sabit aynler, misal ve emir, mülk ve yekdiğerinin tamamlayıcısıdır. Kemalâtin görünmesi noksanların
halk gibi birçok âlemler meydana geldi. Bunlar yoktan hasıl mevcudiyetine bağlıdır. Şer (Le mal) olmayınca, Hayr (Le bien)ın
kıymeti ölçülemez. Esasen habaset ve hasaset ancak taayünün lardır."
hükümleri icabındandır. Bize şer görünen şey, Hak için hayırdır. Tasavvufun bu felsefesi Vücudiye-i Hayal iyeni 11 (Pantheisme ide-
İnsanın bazı şeylerde münasebetsizlikler bulması iyi düşünmemesin- aliste) esasıdır. Garp âlimlerinden bazılarının da bu nazariyeye
den ileri gelir. Cenâb-ı Hak her hali ve her zevki görmek ister. H e r kıymet vermeye başladıkları görülüyor. O cümleden Jan Tusa harici
şey onıııı cilvesi (Apparance), mazharı ve gölgesidir. Âşık, eşayayı onlara renk veren ve şekillerini değiştiren hislerimizin bir
maşukunu her hangi elbise içinde görse tanır. nevi dağınıklık içinde idrak etmekte olduğumuzu, meselâ sesin ve
* * *
ışığın bize göre ses ve ışık olduğunu, Alferd Bine cisimlerin elbise
giydirilmiş ihsaslarımızdan başka şeyler olmadığını, Gustave le Bon
Hakikatte bütün varlıklar müstakil birer varlık değildir. Hayal ve
bütün olaylara kendi akıl kuvvetimizin zaruri eşkâli nazarı ile bakıl-
serap mesabesindedir. Çünkü her an değişirler. Bizim hislerimiz bu
mak lazım geldiğini, hislerimiz tarafından teşkil edilen varlıkların
daimi değişmeleri fark ve temyizden aciz olduğu için, bunlarda
hakiki âlemin özet ve ister istemez sahih olmayan bir tercümesinden
ayniyet görürüz. Onların aslı adem, yani yokluktur. Ve daima o hal
ibaret bulunduğunu iddia etmektedir.
üzre görünürler. Mevcut görünmeleri akıl ve hissimize göredir.
Hatta dağlar ve taşlar bile böyledir. Eşyanın hakikati ancak Hakk'ın Ancak eşyanın harici mevcudiyetlerini büsbütün inkâr etmek fazla
vücudu ile sabit ve kaimdir. hayale kapılmaktır. Evet, kar, buz, bulut, buhar esasta hep sudan
ibarettir. Fakat ayrıca harici birer vücutları da vardır. Bilfarz buz
Sofiyyc şairlerinden Abdurrahman Câmî (K27-S98 II.) bu fikri
yüksekten düştüğü vakit başımızı yarıyor. Bizim anladığımıza göre,
şöyle ifade ediyor:
mutasavvıfların eşyaya vehim ve hayal demeleri, eşyanın hislerimize
"Varlıkta her ne varsa hepsi ya vehim ve hayal ve aynalardaki yan- nispetle olan mevcudiyetlerinden sarfınazar etmeleri ve tebeddül ve
sımalar kabilindendir ve yahut gölge gibi şeylerdir." tagayyürden münezzeh bulunan Hakkın vücudundan başka bir şey
"Bütün cihanda bir nurdan başka şey yoktur. O nur, zuhurun görmemeleri itibariyledir. Şu halde mükevvenat hislerimizin gözü
envai ile zahir olmuştur. Cenabı Hak nurdur. Ve zuhurunun ile hakiki, basiret nazarı ile vehim ve hayal görünmektedir.
görünüşü âlemdir. Tevhid budur. Bundan başkası vehim ve gurur-
dur.a
Vahdet-i Vücut itikadına mukabil, Garp felsefesinde Vücudiye
"Ne vakte kadar cisim, boyut ve cihat lâkırdısını yapacaksın? Ne veya Vahdet-i Mevcut (Pantheisme) ismini alan diğer bir mezhep de
zamana kadar madenden, hayvandan, bitkiden bahsedeceksin? vardır. Bu mezhep, iki şekilde tezahür eder:
Muhakkak olan yalnız bir zattır. Zatlar değildir. Bu vehmî olan
kesret, şüun ve sıfattır." A. Yalnız Allah hakikidir: Âlem onunu bir takım tezahürlerinden
başka bir şey değildir. Bu, pantheisme'in mystique şeklidir.
Mevlânâ Celâleddin Rumî (604-672) de şöyle diyor:
B. Her ne varsa bu âlemdedir: Âlemden gayri Allah denilen bir
"Şu varlık âlemi uykuda olan bir kimsenin rüyası gibidir. Uyuyan
şey yoktur. Allah âlemin toplamından ibarettir. Buna gösterdiği
zanneder ki, rüyada gördüğü şeyler kendi kendine kaim varlık- şekle göre ya Tabii Vücudiye (Pantheisme Naturaliste) veya Maddi
* * *
Vücudiye (Pantheisınc Materialiste) adı verilir.
Hal böyleyken genel karakteri itibarı ile Panteizim sebeple sonu- Şeriat ehlinin bu konudaki itikadı şudur: Allahu Taalâ, evreni yok-
cu, söyleyenle söylenileni aynı telâkki ediyor. Bu mezhebin esası tan var etmiştir. Kendisi kadimdir. Zat ve sıfatından başka her şey
şudur: Allah vahdet, akıl vc ruhtan mürekkebtir. Akıl vahdetten, ruh hadistir. Zatı, mahlûkatından bayın, ayrıdır. Fail-i muhtardır. Yedi
akıldan, mükevvenat külli ruhtan sudur etmiştir 6. Ezelî kudret, kâi- aslî sıfatı vardır: Hayat, ilim, işitme, basar, iradet, kelâm, kudret.
natın rüşeymi, nüvesi, ruhudur ve evrenden gayri bayındır. Âlemin Bunlar ne onun aynı, ne de gayri dir. 10 adedini teşkil eden İ lerden
kendisinden zuhuru, hararetin ateşten, ziyanın güneşten suduru her birinin 10 sayısının aynı vc gayri olmadığı gibi. Bu sıfatlar zahir
gibidir. Şu halde Allah evrenden hariç değildir. Bunun neticesi olduğu vakit esma olur. Şu halde Allah hay, alîm, işidici, basir,
olarak Allah'ın kıdcıniyle kâinat kadimdir. Allah ile âlem bir şey mürit, mütekclliııı ve kadirdir. Gizli ve aşikâr, olmuş ve olacak her
demek olduğundan, eğer âlem ıııahvolsa Cenabı Hakk'ın da yok şeyi bilir. Bilmediği nesne yoktur. Hayr ve şer onun kaza ve
olması lâzım gelir. Hakkın iradesi, kanuni zaruretten ibarettir. O kaderiyle dir. Her olup olacağını ezelde takdir etmiş ve
itibarla Allah fail i muhtar da değildir. Yaradılışın kendisinden Levhimahfuza yazmıştır. Dilediğini işler. Dilemediği vücuda gelmez.
zuhurunda kendisi ınuztar olmakla nuıcib-i bizattir. Tezahüratı Hiçbir şey ona lâzım ve vacip değildir. İstediğini yaratır veya yok
zaruridir 7. Btı meslek mensuplarından bazılarınca, Allah'ın sıfatları eder. Taşı, ağacı söyletir ve yürütebilir. İsterse suyu gümüş yapar.
ve kendi nefsine şuuru dahi yoktur. İnsan suretine girdiği zaman * * *

şuur hasıl eder. Onlara göre, Panteizm şahsiyetin mukabili, yani şah-
siyetsizliktir. Çünkü Enc'nin (Moi) temeyyüz etmesi bir Lâ ene'nin İslâm tasavvufunun Pantheisınc ile olan iştiraki birinci şekline,
(Non-Moi bulunmasına bağlıdır. Halbuki cevher bir olduğundan bilhassa vücudun birliğine münhasırdır. Sair cihetlerde aralarında
onu bir şahıs olarak temyiz cdecck bir şey mevcut değildir. büyük farklar vardır. Mutasavvıflara göre:
Allah âlemden ibaret değildir. Âlem, Hakkın vücudu ile kaim vc
Bu mezhebin Avrupa âlimlerinden pek çok taraftarları olduğu
zahir olduğundan, vücut haysiyetiyle onun aynı ise de, eşyanın oluş-
gibi. bazı düşmanları da bulunuyor. Bunlardan Paul Janet, "Principes
ması ve hususiyetleri itibariyle ondan gayridir. Muhyiddin-i Arabi,
de ınetaphisigue" adlı eserinde "Panteizm, Allahsızlık (Atheisme) vc
"Fütuhat"ında "Allah Allah'tır. Âlemin mevcut olması veya olma-
Âlemi inkâr (Acosmisme) meslekleri arasında istikrarsız bir haddir.
ması müsavidir." demiştir. Cenabı Hak, bir an varlığını eşyanın
Ve bu iki meslekten birisi tarafından yıkılmaya mahkûmdur. Çünkü
üzerinden alsa hepsi yok olur. Çünkü onların aslî halleri yokluktur.
Vahdct-i Mevcut ancak bir varlık kabul eder. O halde bu varlık yal-
Âlem ıııahvolsa da, Allah zatî sıfatlarıyla baki kalır. Yine "Fütuhat"
nız âlemden ibaret ise Allah vc yahut yalnız Allah'a ait ise âlem yok
da zikredildiği üzere, kâinat haddi zatinde sonu olan ise de, fiilen ve
demektir. Şu imkânsızlık, Panteizm mezhebini çürütmeye kâfidir.
hakikaten mevcut olan evren sonsuzdur. Boşu (Vide) dolduran
Hakiki Panteizm, iyi anlaşılmış Tanrıcılık (Theismc) mezhebinden
Hakk'ın varlığı tükenme ile açıklanamaz. Âlem sonu olan, Hak
ibarettir." mütalâasındadır. Schopenauer de panteistleri dinsizlikle
Taalâ sonsuz olunca, âlemin Allah olamayacağı açıktır.
ittiham eder. Zira, der, Allah ile tabiatın ikiliğini kaldırırlar ve
Cenabı Hakk'ı tabiata inkılâp ettirirler. Cenabı Hak, meydana çıkıp çıplak kalması haysiyetiyle Allah'tır.
Meydana çıkma ile giyinme halinde halk ve âlemdir. Allah'ın âleıniıı lıakikatlerindendir. Ülııhiyet mertebesinde Hakkın sureti ancak
vücudu denilince kadim, eşyaya nisbet edildiği, yani eşyanın vücudu bâtını ve mânevidir. Kalbin tasfiyesi halinde hakiki suretiyle de
denildiği taktirde hadistir. Eşyada kadim olan şey onlarda tecelli görünebilir.
eden Hakk'ın vücududur.
Cenabı Hakkin sıfatları mahzarlarda zıılııır etmesiyle idrak olunmak-
Allahu Taalâ, zatı itibariyle âlemden doygundur. Fakat mucib-i tadır. Mahzarlardan sarfınazar, bıı sıfatlar bizzat Cenabı Hak'ta da mev-
bizattir. Birlik mertebesinde iken her şey kendisinde gizlidir. Bir cuttur. Ondaki sıfatlar, görünen ve bilinen sıfatlara teşbihdeıı beri, akim
tohumdan çiçeğin gelişmesi gibi, âlem ondan tecelli etmiştir. Tecelli ve hayalin idrakinden mütealîdir.
ve zuhurda kendisi muztardir. Bu ihtiyaç zatî meyil ve icap anlamı-
Hak Taalânııı zatî meyli vardır. Çiinkii oıııııı tahakkuku ancak ciiz'iy-
nadır. Zuhura mecbur olduğunu kendisi de bilir. Lâkin bunu bilme-
ata tâbiiyetle dir. "Kiintü benzeti..." lıadîsindeki muhabbet, zatî iktizadan
si kendisini mucib-i bizzat olmaktan kurtaramaz.
ibarettir.
Cenabı Hak, ilim sıfatı ile sıfatlanmışttır. Akıl, mahlûk ve insana
Vücudu Mutlak, bütün eşyaya sâridir. Bir mertebeden diğerine geçer.
mahsustur. Allah'a nispet edilemez. Akıl, malûm şeylerden meçhul-
İptida anasıra, sonra nebatata, sonra hayvanata, daha sonra insana
leri istihraç eder. Halbuki Hak Taalâ için meçhul bir şey yoktur.
intikal etmiş ve hepsini vücudu ile süslemiştir.
Herhangi bir meçhulde de Hak zahirdir. Zatına dahi alimdir ve şah-
siyetsiz değildir. İnsanın da şahsiyeti vardır. Fakat Allah hakikatin Cenabı Hak, taayyün mertebesinde celâl ile birlikte cemal sıfatını da
kendisi ve vücududur. İnsanın şahsiyeti ise, bu hakikatte tezahür alır. Eşyanın zıtları cami olması bu iki sıfatın onlarda tecelli etmesiıı-
eden bir suretten ibarettir. dendir. Bu ihtilâf, her birinden muhtelif eşyanın zuhuruna sebeptir.
Hakkin miitebayin ve uygunsuz suretlerde zuhuru oııaıı tenezzülâtı muk-
İlâhî sıfatların her biri birer hakikat-i külliyedir. Bunlar vacip ile
tazasıdır.
mümküne, yani Cenabı Hak ile mahlûkata şamildir. Lâkin hakikati
bir olan su bulunduğu araziye teb'aıı tatlı, acı ve tuzlu olduğu gibi, Alem, kadim olmakla beraber hıtdııs ile de muttasıftır. Bu hııdus
bu sıfatlar da Cenâb-ı Hakta en mükemmel şekilde, mah-lûkatta ise zamanı değil, zatîdir. Yani vücudunu Hak'tan aldığı için hâdis-i bizzat clır.
onların istidat ve kabiliyetleri tesiriyle noksan ve mü-tefavit derecel- Allah, âlemi muhittir. Bu, Zeyd'iıı kendi azasını muhit olmasına benz-
erdedir. Bilfarz insandaki ilim sıfatı Hakkın ilmine nispetle hiç er. Herhangi uzuv bir hareket yapmış olsa, bu fiilin faili o uzuv değil,
mesabesindedir. Bütün bu sıfatlar cemal ve celâl sıfatlarının mazharı Zevd'iıı kendisidir. Zeyd azadan ibaret değildir. Belki âzcı Zeyd'iıı meza-
dır. Ve her şeyi bu iki büyük asla irca etmek mümkündür. hiridir. Zeyd her uzuvda o uzvun istidadına göre bir eser izhar eyler.
* * * Meselâ elde tutmak, avaktcı yürümek, dilde söylemek, kulakda dinlemek
zuhura geliı:
Şeyh Bedreddin, sair mutasavvıflardan daha açık ve samimî
konuşuyor: Zat-ı Hak. her şevden münezzehtir. Bununla beraber lıer şey onda ve o
her şevde vâcibdir. Hiçbir surette vücudun oııclcm ayrılmak ihtimali yok-
"...Vücudu Sırf. Alkili ııı hüviyetidir. Allah bu mertebede celâlden
tur. İmkân suret hasebiyledir. Ve binaenaleyh hayalî dir. Suretlerde cilve-
ibarettir. Hissî bir sureli yoktur. Gözle idraki imkânsız clır. Hissi sııret
alıirettir. Mesela şarap ve zina iptida insanda bir lezzet husule getirir.
lenen ancak O'clnr. Vücut ile inıkcın için ayrı bir vücut yoktur. Vücut. Sonra bunu bir nedamet, bir kırıklık takip eder. Bunun iptidası diinya,
Cenabı Hcıkk'a münhasırdır. Bolluk mahzarlardadır. sonrası alıirettir. Halbuki bunların her ikisi de şu âlemde vâkıdır."
Eşyanın sudum meşivet ile dir. Fakat o meşiyet zatın iktizası manası- "Varidat"tan icmalen aldığımız bu sanihalara dayanarak, Şeyh
nadır. Hakkın iradesi hep âlemin istidadı üzere cari ve esma. sıfat, efal Bedreddin'in fikrî karakterini şöyle tespit edebiliriz:
istidatlara tâbidir. Bunların eşyada zuhuru kendi kendilerine değil o
1. Maddeye fazla bir kıymet verenlerdendir.
mahzardaki kabiliyet sebebiyledir. Bir şeyde istidat olmayınca, onda bir
eser zuhur edemez. 2. Allah'ı zuhur ve tecelliye nıuztar, yani mııcib-i bizzat telâkki
Hcıycıt, ınaddi eczanın işlemesi neticesidir. Sebeplerin içlımafve isti- ediyor.
dadın husulü ile her uzuv keııdı mahallinde teşekkül edip beden tamam 3. İradenin selebi ile yerine Allah'ın ef'alini eşyanın istidadına tâbi
olunca onda ruh zıılıuı eder kılıyor.
Alemin her suret ve mertebesi eı sanıda mündemiçtir. Cisimler âlemi 4. Diğer mutasavvıflar gibi, o da imkân ve mümkinatı zil ve hayal
mahvolsa ruhlar âleıni de kalmaz, Çıiııkii ı ıılı ve cisim yekdiğerinin aynı sayıyor.
dır. insanın bedeni evvelce ruhtu. Yani gayrı maddi vc her hangi bir suret- 5. Cenabı Hakk'ın esma vc sıfatı hasebiyle muhtelif mahzarlar da
ten hâli idi. Suretlerin teakubu ile nihayet tekasüf ederek beden oldu. tecelli ettiğine kail olduğuna göre sıfatı nefî edenlerden değildir. O
Nitekim Hazret ı Ademin Cennetten çıkışı da Melekti t âleminde tekasüf itibarla Allah'ın alîm vc kendisinin mucibi bizzat olduğuna ilminin
etmesi suretiyledir. yeterli bulunduğuna inanıyor.
Ölilm, cesede taallûk eder. Hazreti İsa'nın halen hayatta bilinmesi 6. İki türlü ruh tasavvur ediyor. Biri hayat kunusıındadır. Cisim ile
rııhaniyetinden kinayedir. Yoksa cesediyle hav olması imkânsızdır. Suret ilgilidir. Cisimle birlikte mahvolduğunu söylediği ruh budur.
zail olunca, insan yine Hakka riicıı edeı Eski lıal ile tekrar dünyaya Nitekim bu ruhu filozofların bedenden sonra hadis gördüklerini
gelmek yoktur. Yeni yetişen meyveler nasıl yenilen veya çürüyenlerin avın zikrediyor. Ondan maada misal vasıtasıyla nurani bir cevherin
olmadığı gibi. dünyaya yeni gelenler de gidenlerin misli ve müşabihi olup beden suretine girmiş olduğunu ve bu ruhun bedenin hudusundan
aynı değildir. Allalı ile ittisal pevda edenler hakiki vücut ile mevcut ve iki mertebeyle mukaddem bulunduğunu söylüyor. Bacon da insanda
ebedi hayat ile lıav dırlar. iki ruh farz eder. Biri maddidir. Kan ve sinirden ibarettir. Diğeri bu
Surelin fesadı ile vücudu mutlak fasit olmaz. O ilelebet baki ve ken- maddi ruhun yanı başında Allah tarafından mânevi kıymette
disinden eşyanın zuhuru mütevellidir. Bu cevherin kendi kendine mey- yaratılmıştır. Bu iki mütefekkir indinde ikinci ruhun maddiyatla
dana gelmesi olmadığından her zaman kendisi için bir suretin bulunması alâkası yoktur. Maddi unsurlardan evvel mevcuttu vc beden unsuru
zaruridir. mahvolduktan sonra da yine mevcut olur.

Doğmak ve ölmek maddede bir suretin zevaliyle yerine diğer bir suretin 7. İnsanın bir daha aynı şekilde dünyaya gelmcycccğinc kanidir.
hudıısııdur. Bu da ezeli ve ebedi dir. Dünya ve ahiret de öyledir. Birine Çünkü avdet, terkibin butlanından evvelki taayyünü muktazidîr. Bu
fani, diğerine baki denilmesi itibaridir. Her şeyin evveli diinva, akıbeti
ise asla rüeua muhaliftir. Cenabı Hak, Bakara sûresinde "İnnâ lillâhi Harfleriyle gizli şeyi izlıar eden Kitabı Miibin sensin.
ve innâ ileyhi râciûn-e: Biz şüphesiz Allah içiniz. Ve hiç şüphe yok Hariçteki şeye ihtiyacın yoktur.
ki, yine ona rücu ederiz." demiştir. Neşir denilen bedenin inhilalin- Sende mestur olan şey senden haber verir."
den sonra, haşrin vukuu, yani aynı vücut eczasının tekrar bir arada Hakikatte insanın mâneviyeti, büyüklüğü diğer hiç bir ^eyde
toplanması imkânsızdır. Ancak madde kayıp olmadığına göre bunun bulunmaz. İnsan mahsûsatı his, mâkulâtı akıl, mânayı kalp gözü ile
başka bir biçimde zuhuru gayet tabiîdir. seyir eder. Yaratıklar içinde bu kudrette başka bir mevcut tasavvur
Bu kanaatlere göre, Bedreddin hem Maddeci, hem Maneviyatçı edilemez.
(Spiritualistc) dir. Fakat mâneviyatçılığı maddeciliğine galiptir. İnsanın taşıdığı kalp ve gönül, ilâhî tecellinin başlıca merkezidir.
Maddeyi yaratan değil, yaratılan şeklinde görüyor. Cenabı Hakk'ın Her şeyi ihata edecek kadar geniş ve derindir. İ m a m Gazali,
mahlûkatından mütebayiıı olmadığını söylemekle beraber, onu ayrı "Kimyaıı-es Sade"sinde "Allahu Tealâ seni iki nesneden halk
ve müteal bir kudret sahibi tanıyor. (îöı üşte bundan büyük fark ola- etmiştir. Biri zahirî beden, diğeri bâtını mânadır. Bu gönülden başka
maz. Materyalistler böyle külli bir kuvvet ve kudreti katiyen kabul bir şey değildir. Gönül bedenin padişahıdır. Teklif ve hitap ona vâki
etmezler. Onlarca her şeyin asıl ve esası maddeden ibarettir. O olmuştur. Hakikatinin bilinmesi Allah bilgisinin anahtarıdır. İnsan-
itibarla Bedreddini bir Materyalist ve yalıııt tam bir Panteist telâkki da ondan şerif bir cevher yoktur. Aslı I laktan gelmiş ve yine Hakka
etmenin imkânı yoktur. racidir." diyor.
* * *
İnsana bu yüksek payenin verilmesi İslâm tasavvufuna münhasır
Tasavvufta önem itibariyle Allah'tan sonra insan gelir. Çünkü değildir. "Büyiik ve küçük âlem" tasavvurunu ilk defa ortaya koyan
insan bütün isimleri zatında toplayan isııı-i âzamin mazharı ve 18 bin Arapların Hazret-i İdris dedikleri ıııcşlıtıı filozof ve kimyacı Hermes
âlemin istinsah edilmiş muhtasar bir suretidir. Haricî evrende Toth'tur. Bu telâkki bazı garp filozoflarında ila vardır. Ve gariptir ki,
tafsilen mevcut olan şeylerin toplamı insanda bulunuyor. O August Conıte (1798-1875) İspatiye (Positivisme) felsefesinin vâzu
sebepten evren büyük bir âlem (Macrocosme), insan ise küçük bir olduğu halde, hayatının son senelerinde insanlara ibadet fikrini
âlem (Microcosme) telâkki edilmektedir. ileriye sürmüş ve bunun için bazı ayinler bile ihdas etmiştir.

Velilerin Şahı, Ariflerin Sultani Ali-yül Murtaza (Radiyallâhu Sofîlerce lâhuti nura mensup ve Cenabı Hakk'ın mahzarı
anhu.) bir şiirinde bu tasavvuru şöyle izah ediyor: addedilen insanın bunu lisaniyle ile izhar etmesi suç teşkil etmiyor.
Bununla beraber o kadar ileriye gidilmesini bazı büyükler hoş
"Senin ilâcın kendilidedir.
görmemektedir. Ahıııed Rifâî "Bıırlıan-ııl Müeyyed" adlı kitabında
Lâkin sen biliniyorsun.
"Eııe-l Hcık" diyen Hüseyin bin Mansûr el- Hallac'ı muaheze eder.
Marazın da sendedir.
Hatta evliyalığını bile şüpheli görür. Abdülkadir Geylânî de "Belı-
Fakcıl sen görmüyorsun.
çet-iil Esrar ında İbni Hallac'ın bu sözü sekre halinde sarf ettiğini
Kendini kiiçiik bir cisiın zannediyorsun.
söyler. Mevlânâ'ya göre, demirin ancak kızıp kırmızı bir ateş haline
Halbuki en büyük âlem senin gönlünde yayılmıştır.
geldiği vakitte "Ben ateşim" demesi doğru olabilir. Sair zamanlarda Şeyh Bedreddin'in bu husustaki telâkkileri şu satırlarda hulâsa
o sözü söylemesi yalan olur. Çünkü soğuk bir cisimden ibarettir. olunabilir:
İnsan da gömülmüş halinde mazurdur. Zira bu mertebede kendini
"İnsanda bulunan idrak, ıttıla ve tasarruf hassalarının gerek nıiicerre-
beğenmesine şuuru olmaz. Cezbeye tutulanlar yerde, gökte Hak'tan
datta, gerek onların mafevklerinde bulunmak ihtimali yoktur. Bir şeyin
gayri bir şey görmez. Onlar Allah mefhumu içinde erimiştir. Ölme-
insancasma idraki ancak insan mertebesinde kabildir. İnsan, varlığın
den evvel ölenler bunlardır. Hesapsız ve a/apsızdırlar. Oıııın için
âyinesi ve ilim, kudret, işitıne, basar, irade gibi ilâlıi isimlerin mahzarıdır.
Veliliği Nebiliğc üstün sayan la ı var. Velayet nübüvvetin, nübüvvet
Dünya insan için yaratılmış ve her şey oııa inkıyada memur edilmiştir.
velayetin dışıdır. Nebi bazı kayıdlaıla bağlıdır. Meselâ şarap içse
halk derhal ona nüitabaal eıleı. Halbuki Veli için hiçbir çekinme Aleni Hakkın suretinden ibaret olduğuna göre, her kim ve her hangi
yoktur. Nitekim raeczııblaı diııi teklifleri hi/./.al iskat etmiş oldukları şey Ben O'vunı dese doğrudur. İnsanın bunu söylemesi ise her halde dalıcı
halde Resmiyet âlimleri bile oıılaıı hoş biı nazar ile görmüş, fakat mâkudıır.
tavırlarını taklide rıza gösterini ıııişliı Hakikatte herkes meczup Ölmezden evvel ölenler ebediyen havdırlar Çiiııkü bunlar hayvani
olunca cemaat olaınaz. I ııdişe ılıııi değil, içtimaidir. hislerden sakınırlar. İlâhi ahlâk ile talıallûk ederler. Kendi benliklerini
Allah'ın tafılil eylediği kiıııseleı lıeı şeyi Misal (İdce) âleminde selbedip saltık varlıktan başka hiç bir şevi vücut tanımazlar. Varlığın yok-
görürler. Misal âlcıııi, ııılıl.ıı ve cisimler âlemleri arasındadır. lukla ittisafi bittabi muhaldir.
Mclekût âlemine ittisali ıılıctıvlc mutlak misal. Mülk alemiyle itti- Velavet, Allah sevgisinin kalbe girmesi ile kalbin dünya muhabbetinden
sali hasebiyle dc mukayyet misal denilir. Mutlak mertebesindeki tamamen hâli kalmasıdır. Velilerin bazı harikalar izhar etmeleri
nuişahedclcı asla mıılalııklıı liıbire muhtaç değildir. Mukayyet mümkündür. Çiinki Allah ârifde müteceHi ve lıeı şevi ifaya muktedirdir.
mertebesinde goııık ıışı vlı ı rüyadır. Bunlarda bazen hata ve bazen
Nebiler uyku halinde olduğu gibi, uyanık ıkcıı de bu âlemden ruhen
de isabet bulumu
misal âlemine intikal ederek orada bu lakını şevler müşahede ederler.
İnsanların tul vı haıcketlcıi evvelden mukadderdir. Günahlar Bunun için onların gördükleri şeylerin bazıları tevil ve tâbire muhtaç olur.
dahi Allah'ın rı/.a ve ıııııvııllakalı ile işlenir. Esasen irade ve ihtiyar
İnsan, tesir cihetinden Hak, teessilı cihetinden kul ve mahlûktur.
ubudiyete ımılıaliltiı İnsanın kendi vücuduna bile tasarruf ve şuuru
Bilcümle ef'al Hakkmdır. Suretler lıep oıııııı aletleridir. İnsan bundan
pek mahduttur. Ne kalbinin hareketini, ne kanının cereyanını dur-
gaflet ederek kendisine ıııalısııs bu irade ve ihtiyar var zanneder. Halbuki
durabilir. Çocukluğunda lu ı şeyden bihaberdir. Büyüdüğü zaman
bu zehabı yanlıştır. Ancak kendisim Hak bilir de, fiili kendisine isnat
bir kısım ahvale muttali ıılııı Hela uyurken büsbütün âmâdır. Onu
eylerse isabet etmiş olur.
idare eden, ona şeıel ve kıymet veren Hakk'ın iradesidir. Kur'anı
Kerim dc "Allah "ııı ııııı vermediği kimsenin nuru yoktur." Her şevde iki cihet var: Bıı i lıiisiin, diğeri kubıılıdur. Allah, bir kuluna
denilmiştir. Tanrı dilediğini hidayete sevk eder ve istediklerinin yol- bir işi işletmek isterse o fiilin ıvı tarafını, bıraktırmak isteyince de fena
unu şaşırtır. cihetini gösterir. Hak Taalâ her zerrede dahi cemal ve celcıl sıfatlarıyla
* * *
tecelli eylemiştir.
Ef alin sıulum meşiyet ile dir. Meşiyet, harici ve dahili sebeplerin içti- "Melekler hayır ilham etmek, şeytanlar şer saçmak vazifeleri ile
mai ile bilviicııp husule getir." muvazzaftırlar. Melekler halika karşı zikir ve teşbih, şeytanlar ki bir ve
Şeyh Bedreddin'in yukarıdaki uıııdeleriyle mutasavvıfların daha inat etmektedir. Melekler ne ver ve ne içerler. Onlarda erkeklik ve dişilik
evvel zikredilen inanışları arasında Iniyilk farklar yoktur. Her iki ele bulunmaz. Kimi iki, kimi üç kanatlı dır. Peygamberleri de vardır.
tarafın görüşü İşrakidir (İllunıiııii|uc). Bedreddin, için tasfiyesiyle Cebrail bir saatte gökten yere iner. Ve kanadının bir tüyii ile bir dağı
kâinatı teşkil eden ruhun bulunacağına kaildir. Bu ruhla bizzat itti- kaldırabilir. Mikâil yaratıkların azıklarını dağıtmağa. Azrail canları
sal peyda edenlerden ve (İlcine osl.) diyenlerdendir. Varlığını yok almağa. İsrafil sûr denilen boynuzu iifiirıneye memurdur.
etmiş veyahut bütün vaılık kemlisi olmuştur. O itibarla insanı her kdenı oğlanları mezara gömülünce, münkir ve ııekiriıı sualleri ile
şeye üstün görmesi, "En el I lak" söziiııü gayet tabiî bulması, iradeyi karşılaşır. Kâfir ve fâsıkalar cevaba muktedir olamaz ve türlü türlü
selb eylemesi, insandan ba/ı hârikaların zuhurunu kabul etmesi azaplar görür.
Mesleği (Doctrinc) ieabıdıı Müceıredata gösterdiği alâka ruhun-
Kıyamet kopmadan önce, Deccâlin hurucu, isa ve Mehdi'ııiıı nüzulü,
dan nabcan eylcıneklediı Bi/e söylediği tansıkların her ne kadar bu
Yeciic ve Meciic ve Dabbetiilarzin yer yüzünde görünüşü, güneşin
gün fennî sebeplerini bilııu sek de, yine birer (Vakıa) olduğunu inkâr
mağriptaıı doğması gibi bazı nişan ve alâmetler belirecektir.
edemeyiz. Bunların zuhuru Allah dan olduğu gibi, benliğini
mahvederek Hakka karışanlardan da vâki olabilir. Çünkü o halde Bunun üzerine İsrafil sûra iifiiriip diinya üstünde hiç bir canlı kalmay-
ortada Hak lan başka bu mevcudiyet kalmamıştır. acak, dağlar kuş tüvü gibi uçacak, gökler eriyip dökülecektir. Nebiler,
veliler ve salihler cennetten verilmiş hülleler giyip buruklara binecekler,
Bedreddin'in bu bahislerde tasavvuftan ayrıldığı noktalar da var:
geri kalanlar aç, susuz, iiıyan, ayak iistiiııde duracaklar ve bu hal elli bin
Şeyh e göre, ıııyada goıiilen şeyler uyuyan kimsenin bir takım yıl devam edecektir.
suretlere giııniş kendi hayal ve tasavvurlarıdır. Eğer rüya ruhun
Ondan sonra Mizaıı kurulup her kesin giinah ve sevabı tartılacak ve
ıniiccrrcdata illisaliyli' husule gelmiş olsaydı, nâimin gördüğü şeyler
kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprü cehennemin üzerine kurulacak,
meyanııula evvelee hiç görmediği, bilmediği, işitmediği bir şey dahi
bütün halk kiıııi yıldırım gibi, kimi günahlarının ağırlığı nispetinde inleye
bulunabilirdi.
inleye onım üstünden geçecektir.
Enbiya ve evliyayı da insan mertebesinden yukarı çıkarmıyor. Bir
Cennete girecek olanlar havuzlardan tarafa gidecekler. Bizim
Nebi veya Veli ııiıı zamanında pek az kimselerin meyil ve muhabbet
Peygamberimizin havuzu sair nebilerin havuzundan büyüktür. Bir
göstermesi sebeplerini sııl İlimci (Scientiste) bir görüşle tetkik ediy-
canibinden diğer canibine kadar bir aylık yoldur. Kenarındaki bardaklar
or.
yıldızlardan çoktur. Ondan bir kere içen bir daha susametz. Suyu baldan
+* *
tatlı ve sütten aktır.
Ahiret işleri hakkında lasavvulçıılaı çekinerek söz söylemişlerdir. Cennetin toprağı misktendir. Binasının bir kerpici altın ve biri
İhtimal ki dinin kurduğu hayali tesisatı sarsmak istemediler. Şeriat gümüştür. Oraya girenler bir elaha çıkmazlar. Oııeleı ölmek, kocamak yok-
ehli indinde: tur. Elbiseleri dahi eskimez. Yiyecek ve içecek lıer ne isterlerse huriler ve
gılmaıılar deıiıcıl önlerine getirirler. ııaıı külli ve ciiz'i kuvvetlerden ibarettir. İnsanı iviliğe sevk eden kendi
Cehenneme konulanlar da daima orada kalırlar. Deve boynu gibi kuvvetleri birer nıelek ve fenalık yaptıran her kuvvet de birer şeytandır.
yılanlar ve silıiıii katır gibi Akreplerle azap olunurlar. Sıcak sular ve kızıl İnsan melek ve şeytan ile doludur. Ve bunlar yalnız insanda bulunmaz.
alevler içinde yanıp kömiir olduktan sonra tekrar dit ilerek yeniden avın Daima kendilerinden eser zuhur eden tabiat kuvvetleri de birer melektir.
muameleyi görürler. Azapları hiç bir zaman tükenmez."8 Meselâ bir yağmur danesi bir sebep ve kuvvetle teşekkül eder. O katre viııe
• bir kuvvetin tesiri ile vere düşer. Katreyi teşekkül ettiren ve ver vüziine
Tasavvuf kitapları hu hususta sükûtu tercih etmiş, hattâ
indiren kuvvetler birer nıelek sayılır.
Muhyiddin-i Arabi gibi serbestçe düşünen ve pervasızca konuşan bir
mutasavvıf dahi o bahislerde çok kaçamaklı hareket eylemiştir. Deccâl, Dabbe ve Mehdinin zıılıııru gibi kıyamet alâmetleri asırlardan
Ancak nüshası nadir bulunan birkaç yazma risalede şu şekilde bazı beri beklendiği halde hiç birisi göriinmemiştir. Bundan sonra da nice bin
itikat serpintilerine tesadüf olunmaktadır: seneler geçecek ve yiııe bir şey vukua gelmeyecektir.
"Melekler, insani ve ruhani kuvvetlerdir. Mizan, adalettir. Sırat, Hakka Vücut eczasının tekrar bir arava gelmesine ve ceketlerin haşı ine imkân
varacak doğru yoldur. Kevser, Ali'den zuhur eden Muhammed'm irfanın- yoktur. Meğer ki bir zaman ver yüzünde hiç bir insan kalmasın. Ve
dan kinayedir. Cennet, ruhun müşahedeleri, rahmanın tecellivatı, Lediin yeniden anasız, babasız topraktan bir Adem tevellüt edip ondan sonra
ilminin sıfatıdır. Cehennem, nefsaniyet perdesi, gaflet ve cehalet sure- yine tenasül başlasın.
tidir. "
Her güzel şey cennet ve fena olan her şev de cehennemdir. Semavi kita-
"Hazreti Peygambere Cebrail gelir gider ve her şeyi haber verirdi. Bu, plarda vasjedilen cennet ve cehennem lıa val âleminde tahakkuk etmiştir."
kendilerinin aklıdır. Nitekim Resul-i Ekrem 'Benimle Hak arasında bir
Şeyh Bedreddin, Hak Taalâ'nın bütün evrenimuhit, her şeye sâri
vakit ohır ki. onda ne Nebi ve ne Melek sığar.' demiştir. Bu, tanı istiğrak
ve her şeyde mevcut olduğuna sıdk ve hulûs ile inanıyor. Bu, böyle,
ve sırf tevhit makamı dır. 0 mertebede Haktan gayri bir şey görünmez.
olunca, o büyük kudretin ayrıca mabeyncilere, vezirlere, müşavirlere
Bazı kimseler 'Yarın kıyamet kopacak.' derler. Bu söz illıaddir. Onu ihtiyacı olamaz. Binaenaleyh şeyhe göre melek ve şeytanın, nıizan ve
söyleyenler Nebi ve Velilerin reınzlerini anlamamışlardır. Tarikat ehli, sıratın, cennet ve cehennemin maddi hiç bir mânası yoktur. Ancak
kıyametin kopmasını beklemez. Haşir ve neşri bunda görür. Cenabı Hak bunlar büsbütün îsrailiyattan intikal etmiş rivayetler de sayılamaz.
'Yâ Muhammed, dünyada kör olan alıiratte de kördür.' buyurmuştur. Belki bunların başka başka mânaları vardır. Melekler, cinler ve şey-
Belki de bir nesnenin adı hem dünya ve hem ahirettir."I0. tanlar hariçte tahakkuk etmiş vücutlar değildir. Bu kuvvetler maddi
* * * âmillerin ittihadından da hasıl olmamıştır. Bilâkis maddeyi ve maddi
âmilleri onlar husule getirmektedir. Cennet ve cehennem de bir
Bedreddin, her türlü endişeden sıyrılarak, ahiret işlerine ait gizli, temsilden ibarettir. Esasen nübüvvet rüya ile başlamıştır. Ve bazı
kapaklı lıiç bir şey bırakmamıştır. "Varidat''a şöyle beraberce bir göz rüyalar uyanık iken de görülür.
gezdirelim:
* * *

"Melek ve şeytan, ruhlar ülemindendir. Ruhlar âlemi cisimlerde bıılu-


Mutasavvıflara göre, insanı Allah'a bağlayan en sağlam vasıta
ibadettir. Ve bu ibadetin şekli yoktur. Onlar bunu riyazet ve miıca- Peygamberin dediği her şeye hiç düşünmeden tâbi olmalı, gece ve
hede derler. Üç esasa istinat ediyor: Az yemek, az uyumak, insanlar- gündüz onun emrettiği namazdan, niyazdan ve oruçtan başka hiç bir
la az münasebette bulunmak. İşte nefis terbiyesinin, yüksek ülkelere şey yapmamalıdır.
çıkmanın ilk şartları... Fakat bu kadar kâfi değil, Necmüddin Kiıbra, Halbuki "Varidat "ın diğer bazı yerlerinde de şu cümlelere tesadüf
"Usııl-iı Aşere" adındaki kitabında Allah'a götüren yolların dünyada-
edilir:
ki mahlûkların nefesleri adedince çok olduğunu söyledikten sonra,
birincisi züht vc takva, ikincisi nefis ve kalp tasfiyesi, üçüncüsü aşk "İbadeti koymaktan maksat, kalplerin o biiyiik ve ebedi varlığa tevec-
olmak üzre, bunları üçe ayırmıştır. Birinci yoldan maksada ulaşanlar cüh ve iııcizabıdır. Dua ve zikirler rabıta hükmündedir. Ası! müessir
pek azdır. İkincisi ile oraya varanlar evvelkilere nispetle fazladır. Hakk 'a teveccühtür.
Üçüncüsü asıl vuslat yoludur. Hakiki aşk birliğe yetmektir. Bu İnsanlar cahiliyet devrinde görülen puta taparlardı. Bu zamanda
huzur, daimî bir zikirdir. Cenabı Hak da böyle istiyor: "Fezkürullahe görülmeyen puta tapıyorlar. Ümit ederim ki. Allah lıakkı izlıar eder de,
kıyâmcn vc kuûd-cn. yani: Allahı ayakta iken ve otururken zikredi- hakiki mabuda ibadet kılarlar.
nız.
Avam görenek ve alışıklığm şevki ile, yola yeni girenler korku ve iinıit
* * *
sebebi ile, ortaya kadar gelenler makam ve kerametlere kavuşmak, sona
erenler ise Şeriatların hududunu korumak için ibadet ediyorlar.
Şeyh Bedreddin'in de bazı fikirlerine bakılacak olursa, kendisini
tam bir Ortodoks, bir medrese hocası addederiz: İnsanlar, Allah 'ı lıakkiyle bilecek olursa, içlerinden pek az kimse ibade-
"Kııraıı 'ı Kerim oluz ciizden ibarettir. liıı cüzlerden yalnız bir cüz tle uğraşır. Ekserisi ibadetten vazgeçer
dünyaya ve diğerleri lıep ahirde müteallikin İnsan, hu nispeti göz önüne Biitiin namazlar ve niyazlar ahlakın düzeltilmesi ve iç yiizün unlan-
alarak dünya ve ahiret ile iştigal et mel ulu ması içindir. Hakiki ibadetin hiç bir kavil ve şaı tı yoktur. Her hangi tarz-
da yapılırsa yapılsın, Tanrının işleğine uyguıı olur"
İftar etmeksizin orucu günlerce uzatmak ınendıtbdıtr.
Bu fikirler arasındaki mübaycnetiıı sebebini aşağıdaki fıkralardan
Nafilelerle iştigal edenler liakk'ayaklaşırlar. Olgun bilgi onlarda husul
anlayabiliriz:
bulur.
Keşif yolu tasfiye, teveccüh ve enbiyaya illi ha ile lıasıl olur. Fikir ve "Alıiretiıı, ceııııet ve hurilerin, cehennem ve zebanilerin neden ibaret
nazar yolu insan için hacaleti muciptir. Her sâlike riyazette Nebilere itti- olduklarını öğrendikten sonra, i badeli asla terk etıııe. Çünkü hakiki bil-
ba etnıek ve akla ittibaı terk eylemek evlâdır. ginin temeli, nefsi terbiye ve Hakka ibadetdir. Sakın aklanıp da 'Diiııya ve
ahiret, huri ve cennet bundan ibaret olunca, riyazet ve ibadete ne lüzum
Allah'ı çok zikretmek kemaldim analılarıdır. Kemalât Allah'tandır. Ve var? ' eleme. Zira bu söz azgınlıktır Şcı ıal hükümleri gereğince, o gibi şev
oııcı yaklaşmak ise zikrin devamı ile mümkündür. Ceııâb-ı Hak zikirsiz
leı i söyleyenin idcımı mübalıdır.
idrak olunamaz."
Hakiki tasavvııfçıı, herkesin anlayamadığı şeyleri bildiği halde, bun
Bu fikirlerden çıkan mâna şudur: Nakil akla üstündür. kırın çoğunu halkçı söylemez.. Onları meydana koyacak olursa, öldiirüle
ceğini takdir eder. Gerçi bu iki yüzlülük sayılabilir. Fakat saklanılan ile orucu, bunların yapabilecekleri fenalıklardan sakınmalarıdır.
söylenilene aynı şekilde inanılırsa, dışla için farkı olmaz. Her inanış Onlarca namaz ve niyaz samimiyeti kayıp ettiği taktirde riyakârlığa
kendi yerinde ve mertebesinde haktır. kalbolur. Allah dalkavukluğa, sadakaya muhtaç değildir. Ne yaltak-
Tahkik ve taklit ilimlerini karıştırmanın faydası çoktur. Halkın ilkte lanın bir yalvarıştan dolayı iradesini değiştirecek kadar zaif, ne^de
tahkik ve tahlil için kudret ve tahammülü yoktur. Eğer hakikat onlara bu yalvarışı yapmadığı için kulu ile uğraşacak kadar kinlidir. Hak ila
başta açıkça söyleniverse ya yollarını sapıtırlar ya da o hakikatları ortaya mahlûk arasına vasıta, usul, merasim giremez.
koyanlara küfür ederler Halbuki ortalama usûl ile herkesin kabul edip İnsan, bir ciiz'ii olduğunu hissettiği ve ef ali için rehberlik gördüğü ulu
etmeyeceği şevler birbirine karıştırılarak iki taraf da kollanılır ve o savede varlığa karşı münasebet ve vaziyetini saıııiınî ve riyasız bir şekilde tâyin
halk Hakk 'ı kabul etmeye alıştırılır." etmek mecburiyetindedir. Havaim çirkin ihtiraslardan, hayvani
Hiçbir mutasavvıf bu konutla Bedreddin kadar da açık konula- temayüllerden, bekimi duygulardan kurtarılması ve güzelleştirilmesi için
mamıştır. Muhyiddiıı ı Arabi, kur'aııı Kerim'in zahir mânalarım mutlaka bu lazımdır. Ruhumuzda, şuurumuzun derinliklerinde parlayan
daima mahfuz tutmuş, halka Şeriat hükümlerine harfi harfine riayet ilâhî ışık bizim için en büyük hazinedir. Oıııııı sönmesi insanı zaif ve sefil
edilmesini tavsiyeden hâli kalmamış, "Fütuhat"m 70. faslında namazı bir hayvan insanın cılız bünyesine sarsılmıyaıı kuvveti veren de budur.
terk edenlerin kâfir olduğunu bile iddia etmiştir. Radyum gibi dua ve ibadet de bir nur ve ışık nıenbaıdır. Ve arzın cazibesi
• • *
gibi bir hakikatdır. Biz dua ettiğimiz zaman kendimizi kâinatı döndüren
lâyezal kuvvete raptetmiş oluruz. Ve bu kudretin iir parçasının bizim
Hakikatte gerek Bedreddin'in, gerek diğer mutasavvıfların ihtiyaçlarımıza tahsisini dileriz. Bit istirhamda bulunurken, beşerî
inanışları dinî taassuptan çok uzaktır. Onların nazarında, resmiyete ııakîsalarımız örtülmüş, ıslah olmuş ve dalıa kuvvetlenmiş bir vaziyette
giren ibadetler mürettep ve vakitlanmıştır. '[eıııiz düşünenlerin, iyi ayağa kalkarız. İbadet, insanı ezeli ve ebedî kudrete yaklaştıracak bir
kalplilerin namaz ve niyazları ise özgür ve devamlıdır. Bunların gayret, biiyiik varlıkla bir irtibattır
güzel huyları, güzel amelleri, güzel fikirleri hep zikiı sayılır. Cenabı
Ancak bunu şekillere boğmadan, zaman ve mekâna bağlamadan,
Peygamber (Sallallahu aleyhi veselem.), "Müminin iniltisi teşbih,
ruhumuzdan nebean eylediği tarzda, kalbimizin bütün sâfiyetiyle
sükûtu tehlil, uykusu ibadettir." buyurmuştur. Âbdülkadir Geylânî
yapmak gerek. Yoksa mütemadi ve gayri şuurî bir zikir, insanı cezb-
"Mirkat-iil Mercıtib" adındaki eserinde "Takvanın alâmeti, lüzumsuz
eye sevkeder, bütün hislerini bozar ve nihayet telebatik hâdiseleri
çalışmayı bırakmak ve külfetli iş tutmamaktır. Müttakî, Cenabı
kendisine keramet zannettirir.
Hakk'a tekellüfsüz taat ve ibadet eder." der. Gavsiyye risalesinde de
* * *
"Yarabbi, hangi namaz sana en yakındır? dedim. O namazdır ki,
onda benim gayrim olmaya ve kılan ondan gaib ola, cevabını aldım." Şeriat, semavi kitaplarda nakledilen şeylerin ve dinî zaruriyetten
diyor. Sofiler nezdinde abdestin, guslün, hac ve zekâtın mânaları her hangi birisinin inkâr edilmesini küfür saymıştır. Ancak akla
hep bediî ve ahlâkidir. Mesela, oruç ağza inhisar etmez, her azaya mülayim gelmeyen nakliyatın ve hatta birçok Nassi (Dogmatique)
kapsal ve süreklidir. Elin, dilin, gözün, kulağın, belin ve ayağın hükümlerin tefsir ve teviline de müsamaha gösterilmiştir. Halbuki
medrese âlimleri kendi dar zihniyetlerine uygun gelmiyen her fiili ve insaniyetçidir. Abdülkadir Geylânî "El Futuh-ur Rabbani" adlı
her temayülü tekfir ettiler. Ananeye, sevk-i tabiîye ve halkın huzu- eserinde "Bütün insanlar için cehennem kapılarını kapamak ve cen-
runa hiç ehemmiyet vermediler. Her şeyde bir günah, bir suç buldu- net kapılarını açmak" istediğini söyleyerek ne kadar geniş kafalı ve
lar. Meselâ mâruf ulemadan Birgili Mehmet Efendi'nin risalesine engin hisli olduğunu belirtir. Maşrıktan harpçi hislerle Rum diyarı-
şöyle geçici bir nazar dolaştıralım. Rahmetli der ki: na gelen ve Selçuk hükümdarına küffar ile daima savaşmayı tavsiye
"Kâfirlerin işlerini güzel itikal etmek küfürdür. Bir şehrin halkı misvakı eden Muhyiddin-i Arabi bile "Fıısııs" unun Yunus faslında
terk iizre olsalar, kâfir kırar gibi onları kırmak gerektir. Biri 'Allalıtıı "Allahcılık gayretiyle muharebeye gidip adam öldürmekten ise
hükmü böyledir.' dese. diğeri Beıı Allah ııı hükmiiııü ne bileyim.' dese insanlara şefkatle muamele etmek daha münasiptir." ve diğer bir
veya bir kimse 'Adeııı Peygamber ıııı dir, değil mı dır bilmem') dese veva bahiste de "Arif hakikaten Arif olursa, yalnız bir itikatla bağlı
Muhammedİıı Peygamberlerin alıııı olduğunu bilmese vevalıııt ki biri- kalmaz. Hepsi ile alâka peyda eder." diyor. Mevlânâ Celâleddin
sine 'Şunu yap. Çünkü sünnctdıı') denildiği lıakle o da 'İşlemem.' Rumî'nin "Baza, baza..." diye başlayan rubaisinin mânası ne kadar
karşılığında bulunsa küfürdür Bıı kişive 'Namaz kıl.' deseler; o geniş ve serbest düşündüğünü göstermeye kâfidir:
Kılmam.' diye cevap verse, bu kimse Allalı bana cenneti ihsan else sen- "Tekrar tekrar gel. Her ne olursan ol yine gel. ister kâfir, ister rint ve
siz istemem.' demiş olsa veva bir tllıme btığz else veyahut kiiçiik bir giinah ister putperest ol viııe gel. Zira bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı
işlemesi üzerine bir diğeri ona tövbe eylemesini teklif edip 'Ne işledim ki değildir. Tövbeni yiiz defada bozmuş olstııı viııe gel."
tövbe edeyim.' dese küfürdür Bir adam ' Allah-u Taalâ gökte benim * * *

şalıidiındir'dese., Allah'a mekân ispat etmiş olduğundan kâfir olıır. Keza


'Tanrıdan hâli yer yoktur' demek de küfürdür. 'Rızk Allah'tandır. Lâkin Şeyh Bedreddin, muhtelif akideleri bir asla irca ederek hepsini
kuldan hareket gerektir' sözü dalıı şirktir. Zira hareket de Allah'tandır. hak görüyor. Ve büyük ihtilâfların esasını şu neticeye bağlıyor:
Bu gibi küfürler, işlenmiş ibadetlerin sevabını mahveder. Kiifiir işleyen- "Zaman ve mekânın tebeddülü hasebiyle dinlerde aykırılık göıiilüı:
lerin hemen nikâhları bozulur Boğazladıkları yenmez. Ve kendilerini Birbirlerine fiirıı cihetiyle mulıalıfmleı Fakat usul cihetiyle aralarında
öldürmek şercin caizdir. Paka t o kimisi küfürden döner ve tövbe ederse hiç bir fark yoktuı: Hepsi Hak 'tan lıuk üzere gönderilmiştir.
yeniden Müslümanlığa giıeı:"
İtikatların ayrılığı günahların tesit derecesini değiştirir. Bir günahkâra
Tasavvufta mutlak küfrün imkânı yoktur. Hattâ her neye olursa ancak kendi itikadına göre mıtameh • olunur Ene inde zanni abdi bi: Ben
olsun Allah deyip ibadet eden kimse doğru söylemiş, Allah'a ibadet kulumun sanısı içindeyim.' kııdsı hatlısı buna delildir. Nitekim cıynı
etmiş olur. Çünkü taptığı şey Hakkın mazharıdır. "Saneme (put) rüyayı Müslümanlar başka. llıı istivanla/ başka lürlii tefsir ve kabul eder-
tapan da Samede tapar." sözü meşhurdur. Klâsik tasavvufun esası ler."
"72 millete bir gözle bakmak"tır. Cenabı Hak "Yâ Muhammed, ** *

isteyeydik bir ümmet ederdik." buyuruyor. Fakat o zaman tecelli yal-


nız bjr ismin sureti olurdu. Halbuki Hak Taalâ her zevki ve her hali Tasavvufta servet ve şahsî mülkiyet pek makbul sayılmaz. Çünkü
görmek arzusundadır. Tasavvuf, müsamahacı, sulhçü ve alâyiş ve ihtişam ruh aydınlığını soııdıııebilir. Bununla beraber fakir-
lik de hiçlik demek değildir. Hele onu fazilet ile karıştırmak doğru kısmı gümüş ve altına veya büyüklük ve azamete, birtakımı da yenilecek
olamaz. Mutasavvıfların aradığı hakiki fakirlik şöyledir: Her şeye ve içilecek şeylere tapıyorlar."
malik ola ve bir şeye malik olmaya... Bu üç fıkradan birincisi bedenî ve ruhi çalışmayı istihdaf ediyor.
Şarkın eşsiz tarikatlar dünyası, Han ve Hakan soyundan İbrahim İkincisi güzelim dünyayı cifc olmaktan kurtarıyor. Üçüncüsü gok
Edhem ile Şakik Belhî (ö: 174 h.) arasında geçen lakonik bir muha- mühimdir; Bedreddin, bu fıkra ile insanların kanaatkar
vere bütün tasavvuf ruhunu hulâsa eder. Şakik soruyor: "Yaşama olmayışlarını, gümüş ve altına tapınmalarını, bazılarının daha
hakkında düsturunuz nedir?" Şah İbrahim Edhem cevap veriyor: büyüklere ve daha kuvvetlilere boyun eğmelerini, yenilecek ve içile-
"Bulunca şükrederiz, bulmayınca sabrederiz." Şakik kızıyor ve cek nesnelere ve onlar için başkalarına yüzsuyu dökmelerini açık bir
"Bizim Horasan'ın köpekleri de böyle ederler." diyor. İbrahim surette tenkit ediyor. Bu ibarenin altında insanları müsavi görmek
Edhem şaşarak "Ya siz ne yaparsınız?" diye soruyor. Şakik derhal şu emeli saklıdır. Çok derin vc kıymetli bir mütefekkirimiz, profesör
mukabelede bulunuyor: "Bulunca dağıtırız. Bulmayınca şükreder- Hilmi Ziya Ülken de bizim gibi aynı sezişi "Türk Filozofları" namın-
iz." daki eserinde izhar etmiştir; "Varidat'ta Bedreddin'e isnat edilen
İştirakçilik fikirlerini hatırlatacak yegâne satırlar bunlardır." diyor.
Hakikaten tasavvuf ehli hayatın kanaatkar yolcularıdır. Şeriatta
mülkiyetler senin vc benim diye ayrılmıştır, 'tasavvufta mülkiyet yok- Bedreddin, malların zecrî taksiminden ziyade, kanatkârlığın
tur. Feragat ve mahviyet var. Orada her şey sade, her kes kardeşdir. taammümü ile müsavatın teessüs edeceği fikrinde görünüyor. Ona
Hayatta, ef'al ve âmalda, varlık ve yoklukta hep Ortaklaşacılık göre, zenginlerin mütemadiyen servet biriktirmelerine mâni olmak,
(Collectivisme) caridir. Buradan biraz daha ilerlersek hakikat mer- fakirlerin yeni yeni isteklerde bulunmalarını önlemek için insanın
tebesine geliriz ki, onda ne sen kalırsın, ne de ben kalırım. Mutlak hırs ve iştihasını darlatacak bir kanaat terbiyesi tamim etmek
varlık âleminde yalnız Allah tecelli eder. lâzımdır. Bu sayede müsavat teessüs edecek, umumi sefalet ve onu
* * *
doğuran büyük müsavatsızlıklar ortadan kalkacaktır.
•»*
"Varidat"ın muhtelif yerlerinde bu bahis ile ilgili şu cümleleri
okuyoruz: Bedreddin ile Muhyiddin-i Arabi arasında fikrî bazı benzerlikler
bulanlar vardır. Nitekim Malatyalı olduğu halde Mısır'da uzun müd-
"insan, ruh ite bedenden ibarettir. Bunlardan her ikisinin gıdaya ihtiy-
det kaldığı için Mısrî ilamıyla şöhret bulan Tarikat sahibi Niyazi
acı vardıı: Ve bu maddi ve mânevi gıdaların tedariki için çalışmak gerek-
çetrefilli lisanıyla divanında "Mıılıyiddin ve Bedreddin ettiler ihyayı din-
tir.
Derva, Niyazi, Fıısııs, enlıarıdır Varidat." demiştir.
Dünya iki ciheti camidir; İnsanı hem Hakka, hem ınâsivaya vöneltir.
Filhakika vahdet i vücuda mutekit olan bu iki zat Müteal
Hak ile iştigal edilmesi mubah ve ibadet, mâsiva ile uğraşılması haram
(Transcendant) bir kudrete de inanmıştır. Muhyiddin'in
veya kerahettir. Kur'aıı-ı' ıı onu zem etmesi de ancak ikinci itibariyledir.
"Fusus"unda şu mülâhazayı okuruz: "Tabiatın kendisinden zuhur
Cenabı Hakk'a ibadet ettikleri zannıyla insanların bazısı bazısına, bir eden hâdisat ve eşyanın azaldığını görmediğimiz gibi, onların zuhur
etmemesinden de çoğaldığını görmedik..." Aynı fikri varidatta da İskenderiye'de yetişen Ptolemee'nin kâinat nazariyesine inanıyordu.
buluruz. O zamanlarda evren üç kat şeklinde tasarlanırdı. En aşağısı
Bedreddin'in hareket noktası Mükâşefcdir (Revelation). Şeyh-ul dünyanın altı, ortası sabit ve düpedüz bir daire şeklinde tasavvur
Ekber de aynı yolu takip eder. Her ikisine filozof denilemez. edilen diinya, yukarısı da kubbeye benzeyen ve arzın etrafırjda
Eserlerinde hiçbir filozofun ismi ve nazariyesi geçmez. İlâhî bilgide dönen gök katı idi. Aşağı kat cehennemlilere, gök tarafı Allah'a ve
fikir ve nazara itimatları yoktur. Onlar için sağlam yol ancak riyazet, iyi ruhlara mahsustu. Bedreddinin ölümünden 53 yıl sonra doğan
mücahede ve mükâşefcdir. Fikirleri geniş ve etraflı bir Metafiziğe Nicolas Copcrnic (1471-1543), güneşin sabit olduğunu, arzın ve
dayanır; Ahlak ve Estetiğe istinat etmez. Ahlâk, ilim, hattâ mukad- diğer seyyarelerin onun etrafında döndüğünü, alt ile üstün nispî
des kitaplar bunlar için yalnız birer vasıtadır. bulunduğunu ortaya koymuş, fakat kimseyi inandıramamış, 1560
yılında Galilei Galileo "Dünya dönüyor." dediği için mahkeme
Her iki Mutasavvıf (Mystique) aynı (Theosophie) ye bağlı bulun- huzurunda tövbeye zorlanmıştır.
makla beraber, profesör Hilmi Ziya Ülken'in "Tiirk Filozofları
Antolojisi"nde dediği gibi, "Bedreddin Muhyiddin'dcıı daha insicam- 2. Muhyiddin-i Arabî, her şeye karışmıştır. "Fiituhat-ı Mekkiye"nin
lı ve vazıhdır." Bilhassa daha Mâkul (Rationncl) ve Gerçekçi 7, 64, 71, 79, 308, 370 inci baplarında Fiziğe, Heyete dair muhtelif
(Realiste) dir. Muhyiddin gibi atak değildir. İlmî vekarını daha çok fikirlerine tesadüf ederiz. Simya vc Kimya ilimlerini de bildiğini ve
muhafaza edebilmektedir. Meselâ: bunları Cenabı Hak'tan konuşma suretiyle öğrendiğini iddia eder.
H a r f l e r d e n bazı esrar çıkarır. "Şecere-i Nıtınaniyye" adındaki
1. Şeyh-i Ekber'e göre, dünyanın üstünde dumandan yaratılmış
eserinde Tefeül (Prasage), Cifr, İstikbal Keşfi gibi iııanılmıyacak
kati ve şeffaf birer cisimden ibaret yedi kat gök vardır. Arz, âlemin
şeylerle de uzun uzadıya uğraşmaktadır. Ve bu faydasız çapalamalar
merkezidir. Felek-i Atlas bu katların üzerindedir. Sonra Felek-i
Şeyh-i Ekber'in kıymetli düşüncelerini gölgelendirmekten geri
Buruç, sonra Cennetler ve Tuba ağacı, daha sonra Felek-i
kalmıyor.
Mükevkep gelir ("Fiitııhat-ı Mekkiye": bab 327, 371). Yedi kat yerin
altında da su, hava ve zulmet bulunmaktadır. Ay, diğer seyyareler- Bedreddin'dc bunları bulamayız. Varidat da garip görülebilecek
den fazla bir süratle menzilleri kat'eder (Bab 198). Gece ve gündüz satırlar, ancak bir Tefeül ile üç beş rüyayı ihtiva ediyor. Kur'anı
güneşin hareketiyle vuku bulur (bab 327). Kerim'den açtığı fal gelişi güzel, hissi bir harekettir. Rüyalar ise, kıs-
men kendi hayatını anlatmak, kısmen de sirrî tecrübeler hakkında
Bu boşv dâvaya Bedreddin de temas etmiştir. "Cennet Kapıları"
misal vermek için nakledilmiştir. Ve latifenin o kadarını hoş görmek
başlıklı yazısında o biçimden birkaç söz geçiyor. Lakin anlaşılıyor ki,
mümkündür.
onları yazmaktan maksadı Kitap ve hadîste görülen bazı haberleri
izahtan ibarettir. Ve bu bahis üzerinde pek az durmuştur. Hiç de 3. Şeyh-ul Ekber, Velilik bahsinde de çok ileri gitmiştir. Onun
karışmasaydı, daha iyi olurdu. Bizce varidatın tek çüriik tarafı indinde Nübüvvet (Prophetie) Allah'ın sıfatlarından değildir.
budur. Velayet (Saintete) ilâhî sıfatlardandır. Nitekim Hak Taalâ'nın isim-
lerinden biri de (Veli) dir. Hazret-i Muhanımed hem Nebi, hem
Fakat ne diyelim ki, eski hükemanın hepsi Milâdın iki yüz yılında Velidir. Nübüvvet inkıta bulmuş, lâkin velayet asla munkatı
muhtemel değildir. Binaenaleyh bu benzeyişlerin kâffesi ancak birer birçok Türk âlimlerinin çıkmış olduğunu, bu meycında İbni Türk
tevarüt olabilir. Cevlî'nin de bulunduğunu gözönüne koyclu. Filhakika Dilınan dcılıi
denilen Gevlân Horasan 'ııı ötesinde halis bir Türk şehridir. Bağdadin
Bu iki mutasavvıfın müşabehetini her ikisinin bilvasıta Abdülkadir
yanında ela bir Ceyl kasabası varsa ela. Şemseddin Sami Bey de "Kaımıs-
Geylânî'den, müşterek bir kaynak dan feyz almış olmalarında ara-
ül Âlâm"nida Abdülkadir'in doğum yerini bizim dediğimiz gibi gösteriy-
mak en doğru bir harekettir.
or. Fuad Köprülü ile Hilmi Ziva Ülkenin fikirlerini birleştirirsek.
* * *
Abdülkadir Geylânî ailesinin Tiirk olduğuna hüküm etmemek mümkün
Muhyiddin-i Arabi, Abdülkadir Geylânî'nin en yakın hal- değil. Şu önemli ve enteresan konu üzerinde etiit yapmayı, bu işe ilk
ifelerinden Cemaleddin el- Kassâr ile Ebu Midyen Mağribî'nin him- başlayan kıymetli âlimlerimize bırakıyoruz.
met ve sohbetlerine nail olmuştur. Bedreddin'in de tarikat silsilesi Bizim aradığımız Muhyiddin ile Bedreddin'in az çok biribirine
Hüseyin-i Ahlatî ve Ebül Fetih Saidî vasıtalarıyla Ebu Midyen benzemelerinin sebebi dir. Bu da, yukarıda söylediğimiz veçhile, her
Mağribî'ye dayanmaktadır. Şu suretle Muhyiddin ve Bedreddin Ebu iki üstadın çok kuvvetli vc çok derin bulduğumuz Abdülkadir
Midyen Mağribî'de birleşiyor. Ebu Midyen Mağribî'nin Ebu Said Geylânî'nin mektebinden yetişmiş olmalarıdır.
Endülüsî ve Ebu Yuaz Mağribî adında daha iki şeyhi varsa da, asıl
Bununla beraber, Bedreddin; Abdülkadir Geylânî'nin,
hocası Muhyiddin Abdülkadir Geylânî'dir.
Muhyiddin-i Arabi'nin, Hacı Bektaşi Veli'nin kendi düşünce vc
Abdülkadir Geylânî beş vasıta ile Ciiııeyd Bağdadîye ve onunla da akideleri üzerinde tesir yaptığını kabul etmiyor. Esasen hiçbir şah-
İmamı Ali'ye ittisal peyda eder. Bu zat "Kademi haza alcı rekabeti kiilli siyete bağlanmış görünmemektedir. Ne Kadiri'dir. Ne
veliyullah." diyen ve ayağının bütün Velilerin boynu üstünde olduğunu Ekberiye'dendir. Ne de Bektaşî'dir. O, bir Üveysî dir. Ve kendi başı-
umum muasıra/arma ve o meyanda Alımed Rifâî'ye dahi kabul ettiren na geniş, hudutsuz, engin bir âlemdir. "Varidat"ta "Çok şükür
çok biiyiik bir şahsiyettir. "Behçet-ul Esrar, Gavsiyye, Gunyet-ııl Allah'a; Beni şu ince işlere yabancı kılmamış ve bu esrarın bende
Talibin, Füyuzat, Yevakit-ul Hikem, Celâ-ul Hatır, Mirkat, Beşair-ül açılması mütalâa veya bir öğretmen yardımıyla de olmamıştır.",
Hayrat, Futuh-iil Gayb, Mcvahib-ul Rabbaniyye, Vasiyetname, Keza "Kesin Bilgi" bahsinde de "Benzetişlerime dikkat eyle. Bu
Divan" gibi mühim bir çok eserleri vardır. Vahdet-i Vücut nazariyesi en bahis pek incedir. Vc sanırım ki, bu mevzuda beni geçen de bulun-
ziyade onun himmetiyle vtis'at buldu- Bütün tarikatlarda onun tesiri mamıştır." demektedir. Bedreddin, ortaçağdan miras kalan ve bizde
sezilmektedir. Şevli Alımed Rifcıî, Abdülkadiriıı amcasıdır. Rifâî tarikatı son zamanlara kadar devam ede gelen "Üstadın sözüne göre hük-
ile eski Tiirk dini Şamanizm arasında bir çok münasebetler bulunmak- metmek: Jurer sur la parole du maitrc" kaidesine hiç yanaşmamış,
tadır. Ayinleri biribirine çok benzer. İkisi de yorucu ve gürültülüdür, başkasının beyniyle düşünmeye de asla tenezzül etmemiştir.
istiğraklar, ihtilâçlar, taşkınlıklarla doludur, tik defa ba müşabeheti deşen **t
Fuat Köprülü oldu. Ve Zehebî tarihinden aldığı malûmat ile bu noktayı
aydınlatmaya çalıştı. Daha sonra Hilmi Ziya Ülken. Abdülkadir Şimdiye kadar yaptığımız gibi, "Varidat"ı sırf tasavvuf bakımından
Geylânî'nin Türk olması ihtimalinden bahsetti. Ve Gevlân kasabasından tetkik edersek, onda hiçbir hata ve kusur bulamayız. Bilakis onun
mükemmel, fevkalâde bir eser telâkki ederiz. Fakat bu görüşümüz etmesi lazımdı. İnsanların yaşayışını ve Allah ile münasebetlerini
hatalı olur. Çünkü konumuzun diğer bir cephesi daha vardır: daha basit ve ahenk dar bir şekilde izah etmesi ve nihayet dinde ve
Bedreddin yalnız mutasavvıf değildir, onun asıl mümeyyiz vasfı siyasette tahayyül eylediği çifte hürriyet ile bundan daha mesut ve
büyük bir inkılapçı olmasıdır. İşte bu iki sıfatı birlikte göz önüne elemsiz bir âlem yaratması Bedreddin gibi çok büyük bir inkılâpçı
getirince, "Varidat"ta bazı önemli noksanlar görünür. Bedreddin, bu için mümkündü. Maalesef ki bunu başaramamıştır.
eserinde: * * *

A. Fikrî ve amelî itiyatlara fazla bağlanmış, itiyat haricine çık-


Ancak insaf ile düşünmek gerektir ki, zamanımızda her şeyi söyle-
masını pek az istemiş, aklının kıvraklığını, elastikiyetini zorla daralt-
mek nispeten kolaydır. Fakat bundan 500 yıl önce, -garpta dahi
maya, fikirlerini herkesin alıştığı şekiller içinde saklamağa
dünyanın düz ve hareketsiz olduğuna her kesin inandığı, istibdat ve
çalışmıştır. Zühd ve takva (Ascese) ya ayırdığı bolca sahifelcr bunun
taassubun eri çok kaynaştığı bir devirde her hakikati apaçık ortaya
en bariz delilidir. Gerçi zavahir deşilince, varidatda tasavvufa dayan-
dökmek, insanları akıllarının ermediği istikametlere sevk etmek pek
mak suretiyle dinî bir inkılâp yapmak arzusu pek âlâ seziliyor.
tehlikeli idi. Bedreddin, ihtimal ki ileride başka bir eserle fikirlerini
Kitapta bu yolda yapılmış küçük küçük hamleler çoktur. Fakat
ikmal edecekti. Lakin "Varidat "ta beraberce okuduğumuz ve yukarı-
eserin sahibi geleneklerden bir türlü ayrılmadığı için bunları dahi
daki satırlarda biraz da küçümsediğimiz hakikatler, siyasi mesleğine
lüzumsuz şeylerle örtmüştür.
katlanarak, daha ileri gitmesine zaman ve imkân bırakmamış ve
B. Bahse mevzu eylediği meseleler iyice tasnif olunmamış, onları serbest düşünce ve inançları henüz altmış üç yaşında iken bu büyük
var eden sebepler, aralarındaki münasebetler hakkıyla tâyin ve tahlil Türk mutasavvıfının hayatına mal olmuştur. O n u n mübarek şah-
edilmemiş, muhtelif fikirler beyninde bir muvazene tesisi siyeti ve yüksek ülküleri önünde huşu ve saygıyla eğilirim.
düşünülmemiş, bunlardan sağlam bir esas ve netice çıkarılmamış,
hasılı düşünmekte vc tertipte Usule (Methode) riayet edilmediğin-
den o kıymetli sanilıalar dağınık ve sistemsiz bir bilgi mahiyetinde
Tanıklar:
kalmıştır.
1. L'inconnu, C. Flammanon.
C. Bedreddin, bu eserde siyasi mesleğiyle muvazi ve müterafik bir 2. Maddenin Tekâmülü, Gustave Le Bon, s. 73.
3. M o d e r n İlimde Kâinat, Dr. Vasfı Yener, s. 33-71.
surette hareket etmemiş, amelî hayata hiç ehemmiyet verme mistir.
4. Hüsniye, Ebül Fetih Mekkî. s. 83.
Alemin düzelmesi ve her türlü fenalığın ortadan kalkması ibadetle, 5. Vahdet-i Vücud ve Muhyiddin-i Arabî. İsmail Fennî, s. 53.
zühd ve takva ile kabil olsaydı, dünyada bundan kolay bir şey ola- 6. Platon.
mazdı. Ondan beklenen şey, dinî akidelerine siyasi fikirlerine 7. B. Spinoza.
muvazi bir veçhe vermek, siyasi vc dinî düşünceleri arasında sıkı bir 8. Birgivî Mehmet Efendi Risalesi, yazılış tarihi: 970 H.
Birlik (Ünite) kurmaktı. Bunu yapabilmek için de, din müess- 9. Defter-i Âşık ve Seyr-i Sadık. Kaygusuz Abdal.
10. Muhyiddin-i Mağribî Risalesi.
esesinde lüzumlu görülen tadilleri evvelden tâyin eylemesi ve dinî
isteklerini birer Umde (Princip) halinde ve usul dairesinde formüle

You might also like