You are on page 1of 16

Alfabetik Sıraya Göre

Tam 480 Adet.

Ç e k
na ra r
e
K yim le
e
D rad a
Bu
Dikkat
Sınavlarda
Çıkabilir!
î v â nu
D
- T ürk
g â t i’t
L u

Türk dili tarihinin yeniden yazılmasını sağlayan ve Türkçenin karanlıktaki


pek çok konusunu aydınlatan Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü bizlere kazandıran,
Türklük biliminin (Türkoloji) kurucusu, Türk sözlükçülüğünün atası
'Kâşgarlı Mahmud Anısına'
Sınavlarda ve özellikle kendimizi daha anlaşılır kılmada yardımcı olacak
atalarımızdan yadigar deyimleri derlemeye çalıştım.

Ahmet F
atih ERD
EM

1
Açığa vurmak: Gizli, saklı bir şeyi
herkese duyurmak, ortaya Ağzından çıkanı kulağı işitmemek: Sözlerini tartmadan,
çıkarmak.”Yıllardır içinde sakladığı sırrı düşünmeden, öfke içinde, nere varacağını hesaplamadan
mahkemede açığa vurdu.” konuşmak. “İyice çıldırmış olmalısın. Çünkü ağzından
Açığı çıkmak: Saklamakla görevli bulunduğu para, eşya çıkanı kulağın duymuyor.”
veya başka bir şeyin sayım sonucu eksik olduğu Ağzından girip burnundan çıkmak: Çeşitli yollara
anlaşılmak. başvurarak birini bir şeye razı etmek; veya
“Kasiyerin salı günü akşamı 10.000 lira açığı çıktı.” kandırmak. “Ağzından girip burnundan çıktı ve ondan para
Açık kalpli /yürekli: Samimî, içi temiz, içi dışı bir olan koparmayı başardı.”
kimse. “Komşumuz kadar açık kalpli bir adam görmedim.” Ağzından kaçırmak: Söylemek istemediği bir şeyi, boş
Açık kapı bırakmak: Gerektiğinde bir konuya yeniden bulunup söyleyivermek. “Dikkatli ol, lafı ağzından kaçırıp da
dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak, ileriyi gideceğimiz yeri söyleme.”
düşünerek ılımlı davranmak. Ağzından laf almak / çekmek: Bir kimseyi değişik yollarla ve
“Bu kadar kesin konuşmayalım, açık kapı bırakalım da iyi ustalıkla konuşturup birtakım gizli şeyleri
düşünebilme fırsatları olsun.” öğrenmek. “Boşuna uğraşma, ağzımdan laf alamazsın.”
Ağırdan almak: Bir işi yapmakta acele etmemek, yavaş Ağzını bıçak açmamak: Kırgınlıktan, üzüntüden ya da
davranmak, isteksiz görünmek. “Hiç sebep yokken işi herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda
ağırdan almanı bir türlü anlamıyorum.” olmamak. “Boşuna uğraşma, evin yanışına öyle üzülmüş ki
Ağır gelmek: 1) Ağrına gitmek, onuruna dokunmak. ağzını bıçak açmıyor.”
“Hak etmediğim şu sözler öylesine ağır geldi ki bana.” Ağzının payını vermek: Sert söz ve davranışlarla karşılık
2) yapılması güç gelmek. “Bu yaştan sonra inşaat işlerinde vererek bir kimseyi yaptığına pişman etmek. “Demek öyle,
çalışmak artık ağır geliyor benim gibi ihtiyara.” ben de senin ağzının payını vermezsem bana da Hasan
Ağız aramak /yoklamak: Öğrenilmek istenilen şeyi demesinler!”
söyletecek yolda dil kullanmak. “Ağzını ara bakalım o Ağzının tadı kaçmak: Rahatı kaçmak, huzurunu kaybetmek,
konuda bir şey biliyor mu?” bir kimsenin kurulu dirliği, düzenliği bozulmak. “Şu vızır vızır
Ağız / söz birliği etmek: Daha önce bir konuda anlaşarak işleyen yol buradan geçince ağzımızın tadı kaçtı.”
aynı şeyi yapmak ya da söylemek. “Ağız birliği etmeliyiz.” Ağzı süt kokmak: Çok genç, toy ve tecrübesiz olmak. “Şu
Ağızda sakız gibi çiğnemek: Bir düşünceyi, bir sözü tekrar ağzı süt kokan mı yarışacak benimle.”
edip durmak. “Dolap da dolap! Artık ağzında sakız gibi Ağzı var dili yok: 1) Oldukça sessiz, sakin, kendi hâlinde. 2)
çiğneyip durma !” Konuşmayıp susan, derdini anlatmayan. “Telâşlanma sakın,
Ağız değiştirmek: Daha önce söylediğinin tersini ağzı var dili yok o çocuğun, seni hiç üzmez.”
söylemeye başlamak. “Babasını görünce korkusundan Ağzıyla kuş tutsa…: “Ne kadar çaba gösterse, ne yapsa da”
ağız değiştirdi.” anlamında kullanılır. “Ağzıyla kuş da tutsa da bu eve adım
Ağız kalabalığı: Birbirini tutmayan, gereksiz, konu dışı atamaz.”
sözler. “Asıl meseleyi ağız kalabalığı ile ört bas edip Ah almak: Birinin bedduasını üstüne çekmek. “Zalimliğine
kaçamazsın!” devam edersen daha çok kişinin ahını alacaksın.”
Ağzı (bir karış) açık kalmak: Çok şaşırmak, şaşakalmak. Akan sular durmak: Artık itiraz edilebilecek, karşı durulacak
“Onca seneden sonra sevdiği arkadaşını birden bir nokta kalmamak. “Siz Mehmet Ağa`ya gidin, o devreye
karşısından görünce ağzı açık kaldı.” girdi mi akan sular durur, kolay anlaşırsınız.”
Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek, sevindiği her Akıl kârı olmamak: Akıllı, dengeli ve ölçülü bir kişinin
hâlinden belli olmak. “Takdirname alınca sevincinden ağzı yapacağı iş olmamak. “Akıl kârımı senin yaptığın bu iş?”
kulaklarına vardı.” Akıl sır ermemek: Bir işin gizli yönlerini, niteliğini, asıl
Ağzı laf yapmak: Güzel, inandırıcı söz söyleme yeteneği sebebini anlayamamak. “Bu işi nasıl berbat ettiğine hâlâ
olmak. “Politikacı mı olacaksın, ağzın laf da yapmalı.” akıl sır erdiremedim.”
Ağzına (veya ağzının içine) bakmak: 1) Ne diyeceğini Akıntıya kürek çekmek: Olmayacak,gerçekleşmeyecek bir iş
beklemek. 2) Onun sözüne göre hareket etmek. uğrunda boşuna çaba sarf etmek.
Ağzına baktırmak: Etkili, güzel konuşarak kendini zevk ile “Desene boşun kürek çekmişiz, olmayacak bu iş.”
dinletmek, dinleyenleri kendisine hayran etmek. “O, ağzına Aklı çıkmak: Titizlikle üzerinde durmak, çok korku
baktırmasını bilen ender hatiplerdendi.” geçirmek,çok korkmak.“Elbisem yırtılacak diye aklı çıkıyor.”
Ağzına bir parmak bal çalmak: Amacına ulaşmak için birini
tatlı sözlerle bir süre oyalamak, kandırmak; umut verip
ikna ederek işini yaptırmak. “Öyle bir insan ki ağzına
bir parmak bal çal, sonra her istediğini yaptır.”
Ağzında bakla ıslanmamak: Sır saklamayı
becerememek,sırrı hemen açığa vurmak.
“Ağzında bakla ıslanmayan bu adama nasıl oluyor da
açılıyorsun?”
2
Aklına esmek: Daha önce düşünmemiş olduğu şeyi birden Armut piş, ağzıma düş: Bir işin hiç emek harcamadan
yapmaya karar vermek.“Birden aklına esti, kalkıp sahile olmasını, kendiliğinden hazır olup ayağına gelmesini
indi.” bekleyenlerin durumunu anlatmak için kullanılır.
Aklına gelen başına gelmek: Olmasından korktuğu şeyin Askıya almak: 1) Geciktirmek, belirsiz olarak ertelemek, bir
zarar verici etkisine uğramak.“Aklıma gelen başıma geldi, işi zamanında yapmayıp savsaklamak. 2) Altı boşalmış
evi su bastı.” yapıyı dikmelerle tutturarak yıkılmaktan kurtarmak. “Söyle
Aklını peynir ekmekle yemek: Akılsızca, şaşkınca, delice ona, o adamların tayin işlerini askıya alsın.”
işler yapmak. “Okula böyle gidilir mi? Sen aklını peynir Astarı yüzünden pahalı olmak: Bir işin ayrıntısına ödenen
ekmekle mi yedin?” paranın aslına ödenen paradan fazla olması, gerçek
Al aşağı etmek: Birini bulunduğu yerden, mevkiden değerinden fazlaya mal olması. “Elbiseyi diktin ama astarı
indirmek. ”Ya, gördün mü, demek ki el oğlu adamı al aşağı yüzünden pahalı oldu.”
ediyormuş !” Aşağıdan almak: Sert konuşan kimselere karşı yumuşak bir
Ali Cengiz oyunu: Kurnazca, haince aklı durduracak iş dil kullanmak. “Biraz aşağıdan alırsan onun sana zarar
yapmak anlamında kullanılır. vermesini kolayca önlersin.”
“Bana bir Ali Cengiz oyunu oynadılar ki sormayın gitsin.” Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık: Sakıncalı
Ali kıran baş kesen: Çok zorba, kaba kuvvetle hâkimiyet oluşları eşit olan iki karşıt davranıştan birine karar
kuran. “Mehmet, sınıfın Ali kıran baş kesini olmuştu.” verememe zorunluluğunu anlatmak için kullanılır.
Allak bullak etmek: Kurulu düzeni bozmak, karmakarışık bir Aşık atmak: Birisiyle yarışmak, özellikle kendisinden üstün
duruma getirmek. “Çocuklar evi allak bullak edip gitmişler.” birisiyle yarış etmek. “Sen benimle aşık atacak biri değilsin.”
Allayıp pullamak: Kötü görünüşü kapatmak için bir şeyi Ateş bacayı sarmak: Bir iş ya da olay önüne geçilemez,
süslemek, donatmak. “Hurda arabaları allayıp pullayıp tehlikeli bir durum almak. “Ateş bacayı sarmadan çabuk
pazara çıkarmışlar.” gidelim buradan!”
Altında kalmamak: 1) Bir şeyi karşılıksız Atıp tutmak: 1) Kendi gücünü aşacağı işler yapacağını
bırakmamak.“Onun bana yaptığı iyiliğin altında kalır söylemek, abartılı konuşmak. 2) Birisinin arkasından ileri
mıyım?” 2) Bir şeyin üstesinden gelmek. geri konuşmak, kötü sözler etmek. “Yüzüne karşı söyle,
“Bana verdiği işin altında kalmayacağım.” arkasından atıp tutma adamın.”
Altından girip üstünden çıkmak: Bir serveti, bir parayı, bir Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu dereceden, mevkiden,
kaynağı gereksiz yere, düşüncesizce, sorumsuzca önemli görevden daha aşağı bir yere inmek veya
harcayıp kısa zamanda bitirmek. “Bir ayda o kadar paranın alınmak. “Aklını başına toplamazsan adamı işte böyle attan
altından girip üstünden çıktı.” indirip eşeğe bindirirler.''
Altından kalkmak: Bir zorluğu yenip işi başarmak. Avucunu yalamak: Umduğunu ele geçirememek,
“Telâşlanma, işin altından kalkacaktır o.” beklediğini elde edememek. “Avucunu yalamak
Amana gelmek: Teslim olmak, önce direnirken zor istemiyorsan harekete geç.”
karşısında boyun eğmek. “Nihayet düşman amana geldi.” Ayağına bağ olmak: Bir işini yapmasına, bulunduğu yerden
Aman dilemek: Önce direnirken zor karşısında boyun eğip ayrılmasına engel olmak. “Bu çocuk ayağıma bağ oldu,
canının bağışlanmasını istemek, galip gelenin onu bırakıp da bir yere gidemiyorum.”
merhametine sığınmak. “Aman dileyene kılıç kalkmaz.” Ayağını çekmek: Daha önce gittiği yere artık uğramaz
Anasından doğduğuna pişman etmek: Çok eziyet olmak, ilişkiyi ve ilgiyi kesmek. “İyice ayağını çektin,
ederek canından bezdirmek, bir kimseyi çok üzmek. uğramaz oldun bize.”
“Karşıma bir çıksın, onu anasından doğduğuna pişman Ayağına / ayaklarına kara su inmek: Bir yerde ayakta
edeceğim.” beklemekten veya uzun süre dolaşmaktan çok yorulmak.
Araları açılmak / bozulmak: İyi ilişkileri, dostlukları, “Seni aramaktan ayaklarıma kara sular indi.”
arkadaşlık bağları kopmak; birbirlerine dargın hâle gelmek. Ayağını kaydırmak: Bir yolunu bularak birini bulunduğu
“Şu iki çiftin araları nasıl açıldı hâlâ anlayamadım.” işten, mevkiden uzaklaştırmak.
Aralarından su sızmamak: Çok iyi, çok yakın dostluk veya Ayaklar altına almak: Önem verilmesi gereken şeyleri hiçe
arkadaşlık kurmak, ahbap olmak. “Şunlara bak, aralarından saymak, çiğnemek. “Babasının onun için verdiği emekleri
su sızmıyor.” ayaklar altına alarak o serseriliği seçti.”
Arka çıkmak: Birilerine karşı, birini korumak; savunmak, Ayak uydurmak: 1) Adımlarını başkasınınkine uydurmak.
kayırmak. “Babası arka çıkmasaydı onu bir güzel 2) Kendi gidiş ve davranışını başkasınınkine benzetmek.
dövecekti.” “Bu bozuk topluma ayak uydurmak zorunda değiliz.”
Arkası / sırtı pek: 1) Soğuktan muhafaza edecek biçimde Ayıkla pirincin taşını: Bir işin oldukça karışık,
giyinmiş, iyi giyinmiş olan. 2) Güçlü bir kimseye ya da dolaşık, içinden çıkılması güç olduğunu
yere güvenen. anlatmak için kullanılır.
“Ona göre hava hoş, çünkü karnı tok, sırtı pek Aynı yolun yolcusu: Aynı düşünce ve
nasıl olsa!” davranışta olanlardan her biri.
Armudun sapı var, üzümün çöpü var demek: Hiçbir Ayyuka çıkmak: 1) Pek yükselmek
şeyi beğenmemek, her şeyin bir kusurunu bulmak. (ses için).
2) Herkesçe duyulmak, yayılmak.
“Öyle kızgındı ki sesi ayyuka çıkıyordu.”
3
Balık istifi: Çok sıkışık , üst üste, kalabalık Bet bet bakmak: Kötü bir şey yapacakmış gibi bakmak.
olarak. Beylik söz: Herkesçe kullanılan, basmakalıp söz.
Baklayı ağzından çıkarmak: Gizli tuttuğu Bıçak kemiğe dayanmak : Artık dayanılamayacak
şeyleri açıklamak, söyleyemediği şeyleri sabrı duruma gelmek.
tükenince söylemek. Bıçak sırtı: -1. Çok az (fark, zaman), -2. Çok yakın .
Baltayı taşa vurmak : İstemeden Bıyık altında gülmek : Birinin içinde bulunduğu duruma
karşısındakini rahatsız edecek, kızdıracak alay ederek, belli etmeden gülmek.
söz söylemek. Bin dereden su getirmek : Birini kandırmak için bir yığın
Bam teline basmak (dokunmak) (birinin) : Bir kimseyi gerekçe ileri sürmek, aldatıcı sözler söylemek; kırk
duyarlı olduğu bir konuda kızdıracak söz söylemek, dereden su getirmek.
davranışta bulunmak. Bindiği dalı kesmek: Yarar sağladığı bir şeyi ortadan
Bardaktan boşanırcasına : (Yağmur için) Çok miktarda, kaldırmak, kendisi için zararlı duruma getirmek.
şiddetli. Bin pişman olmak: Yaptığı şeyden çok pişman olmak.
Bardağı taşırmak : Sabretme gücü tükenmek. Bir arpa boyu yol gitmek : Az ilerleme sağlamak.
Basıp geçmek: 1. Önündekini geçmek. 2. Ona Bir baltaya sap olmak : Belirli bir iş tutmak, meslek sahibi
uğramamak. 3. Ona önem vermemek. olmak.
Basireti bağlanmak : Olabilecekleri sezdiği halde uygun Bir bardak suda fırtına koparmak : Önemsiz denecek
biçimde davranamamak. kadar küçük bir sorunu büyütüp, kavga konusu yapmak.
Bastığı yerde ot bitmemek: Gittiği yere uğursuzluk Birbirine düşmek : Aralarında anlaşmazlık çıkmak.
götürmek; çok şanssız olmak. Bir çuval inciri berbat / murdar etmek : Yolunda giden bir
Başa çıkmak (biriyle); Ona gücünü kanıtlamak, istediği işi, yanlış bir hareketle ya da sözle bozmak.
şeyleri yaptırabilmek. Bir dediğini (söylediğini) iki etmemek
Baş başa vermek : Görüş alışverişinde bulunmak (ikiletmemek): Onun her istediğini yerine getirmek.
amacıyla bir araya gelmek, bir iş için güçlerini Bir deri bir kemik (kalmak) : Vücutça çok zayıf ,
birleştirmek.. zayıflamış .
Baş göstermek : 1. Ortaya çıkmak, belirmek, gözükmek. Bir eli yağda bir eli balda (olmak) : Zenginlik, bolluk
2. (Güneş için) Doğmak. içinde (olmak). Bir kalemde : Toptan, bir işlemde.
Baş göz etmek (birini) : Onu evlendirmek, evermek. Bir kaşık suda boğmak (birini) : Bir kimseye çok kızmak.
Başı ağrımak : Bir işi, kararı vb. nedeniyle sorumlu Bir koltuğa iki karpuz sığdırmak : Aynı zaman içinde iki
olmak; bu konulardaki olumsuzluklardan etkilenmek, işi birden yapar durumda olmak.
üzülmek. Bir kulağından girip öteki kulağından çıkmak:
Başı altından çıkmak (birinin) : Kötü bir durum onun Söylenilenlere önem vermemek, hiç uymamak.
tasarım ve girişimiyle meydana gelmek; kafasının Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir zarardan
altından çıkmak. kurtulmak için çok büyük bir zararı göze almak.
Başı boş kalmak : Denetim altında bulunmamak, karışanı Bir yastığa baş koymak :Evli olmak, hayatını evli olarak
görüşeni olmamak. sürdürmek.
Başı dara düşmek (başı daralmak) : 1. Sıkıntılı bir durum Bol keseden atmak : Yerine getirilmesi güç vaatler
içinde olmak. 2. Paraca darlığa düşmek. bulunmak.
Başına çorap örmek : Birini kötü duruma düşürmek için Borusu ötmek: Nüfuzu olmak, sözü dinlenmek, sözü
gizli plan hazırlamak; çorap örmek. geçmek.
Başından (aşağı) kaynar su (sular) dökülmek : Üzücü, Boy göstermek : Gösteriş olsun diye ortalıkta görünmek.
utandırıcı bir olay, durum karşısında büyük bir sıkıntı Boynum kıldan ince : “Haksız olduğum anlaşılırsa,
duymak; vücudunu sıcak bir ter basmak; kafasından verilecek her ceza ya boyun eğeceğim.” anlamında.
kaynar su dökülmek. Bulanık suda balık avlamak: Karışık bir durumdan
Başını boş bırakmak: Bir şeyi ya da kimseyi kendi haline yararlanıp çıkar sağlamaya bakmak.
bırakmak; denetim altına tutmamak. Buluttan nem kapmak : En küçük bir şeyden bile alınmak,
Başının çaresine bakmak: İçinde bulunduğu güç çok alıngan olmak.
durumdan kendi olanaklarıyla kurtuluş yolu aramak. Burnu büyümek : Kendini büyük biri olarak görmeye
Başının etini yemek : Birisinden ısrarla, bıkkınlık verecek başlamak;başkalarını beğenmemek.
ölçüde bir şeyler istemek; kafasının etini yemek. Burnundan solumak : Çok öfkelenmek,
Baş kaldırmak (bir şeye, birine) : Ayaklanmak, isyan sinirlenmek.
etmek, karşı gelmek. Burnunda tütmek (bir şey, yer, kimse) : Onu
Baştan savma (iş): Özen göstermeden, gelişigüzel bir özlemek,
biçimde yapılan (iş). Burnu yere düşse almaz: Kendini
Bayram etmek: 1. Çok sevinmek, mutlu olmak. beğenmiş, kibirli kimse için söylenir.
2. Doyasıya yemek, içmek, dinlemek, bakmak vb. Burun kıvırmak (bir şeye): Onu beğenmemek,
şeyler yapmak. küçümsemek.
Belasını bulmak : Yaptığı kötülüklerin karşılığını Buz kesilmek : Üzücü bir olay karşısında
bulmak. donup kalmak.
Benzi atmak : Korkudan,heyecandan yüzü sararmak. 4
Caka satmak: Çalım satmak, gösteriş
Çağ açmak: Yeni bir gidişin, tutumun öncüsü olmak;
yapmak. “Caka satmayı bırak da işine bak.”
evrensel bir gidişe yol açmak. “İstanbul’un fethiyle yeni
Can atmak: Çok istemek, çok arzulamak.
bir çağ açıldı.”
“Babası ile parka gitmek için can atıyor.”
Çam devirmek: Farkında olmadan karşısındakini kıracak
Can evinden vurmak: En etkileyici, en can alıcı yönden
ya da kötü bir sonuca yol açacak söz söylemek,
saldırmak; bir daha yaşama imkânı kalmayacak şekilde
davranışta bulunmak. “Onun da çam devirmede üstüne
vurmak. “Onları can evinden vurmalıyız ki bir daha
yok hani.”
bellerini doğrultamasınlar.”
Çamura yatmak: 1. Kendisinden bekleneni, çeşitli
Can kulağıyla dinlemek: Kendini vererek, büyük bir
nedenler ileri sürerek yerine getirmemek, sözünü
dikkatle dinlemek. “Babasının söylediklerini can kulağıyla
tutmamak. "Odasını temizlememek için çamura yatıyor."
dinlemeye başladı.”
Çantada (torbada) keklik: “Ele geçirilmesi o kadar kesin
Canı burnuna gelmek: Bir şey yaparken çok zorluk
ki elde edilmiş sayılır” anlamında kullanılır.
çekmek, bunalmak. “Kömürü taşıdım ama canım da
“Beni çantada keklik sanıyor ama yanılıyor.”
burnuma geldi.”
Çaptan düşmek: Önceleri iyi olan durumu sonradan
Cana minnet (bilmek): İhtiyacı olduğu hâlde arayıp da
bozulmuş olmak; çalışma gücü, verimi tükenmiş olmak.
bulamadığı şeylerden saymak. “Yalnızca su mu? Canıma
“Adamın bir ayda çaptan düşeceğini sandılar.”
minnet, çabuk ver.”
Çarşamba pazarı: Her şeyi açıkta olan, karmakarışık
Canı çıkmak: 1. Ölmek. 2. Çok yorulmak. 3. Çok
yer. “Etrafı çarşamba pazarı gibi yapmış çocuklar.”
yıpranmak. “Onu razı edinceye kadar canım çıktı.”
Çenesi düşük: Geveze, çok konuşan, gereksiz şeyler
Canından bezmek: Çektiği sıkıntılar yüzünden içinde
söyleyen. “Senin kadar çenesi düşük bir adam daha
olduğu hayatı artık istemeyecek bir duruma gelmek.
görmedim.”
“Ne yapayım böyle hayatı, beni canımdan bezdirdi!”
Çığır açmak: Bir alanda yeni bir yol açmak; yeni bir
Canını dişine takmak: Büyük sıkıntıları, tehlikeleri göze
tutum, izlenecek yöntem bulmak. “Bilim adamları
alarak bir işi başarmaya çalışmak.
kanserle mücadelede çığır açmak için kolları sıvadılar.”
“Canını dişine takıp kayayı parçalamaya devam etti.”
Çığ gibi büyümek: Bir olay birdenbire ve etkileyici bir
Canı tatlı: Acıya, üzüntüye ve sıkıntıya
biçimde büyümek. “Olaylar bir anda çığ gibi büyüdü. ”
katlanmayan. “Öyle
Çiçeği burnunda: Çok taze, yeni koparılmış. “Çiçeği
de canı tatlı ki ne zaman bir şey taşınacak olsa bir
burnunda bir haber getirmek için yarışa girdi muhabirler.”
bahane bulup ortadan kayboluyor.”
Çil yavrusu gibi dağılmak: Toplu hâlde bulunan
Canı tez: Sabırsız, beklemeye tahammülü olmayan,
insanların her biri, herhangi bir sebeple bir yana
ivecen.
dağılmak. “Silâh sesini duyunca çil yavrusu gibi
“Bekle de gör, ne canı tez adamsın sen öyle!”
dağılmaya başladılar.”
Cart kaba kâğıt: Yüksekten atan, yapamayacağı şeyleri
Çorap söküğü gibi gitmek: Başlayan bir işin birbirine
yapar gibi konuşan kimselere karşı söylenen küçümseme
bağlı diğer bölümlerinin kolaylıkla halledilmesi. “Hele bir
ünlemi.
başla sen, bak nasıl çorap söküğü gibi gidecek iş.”
Cebi delik: Parasız, cebinde para tutmasını bilmeyen.
Çorbada tuzu bulunmak: Yapılan bir iş ya da hizmette az
“Daha ne kadar cebi delik dolaşacaksın.”
da olsa çabası, emeği bulunmak. “Haydi durmayın,
Cebini doldurmak: Karşılaştığı fırsatları değerlendirerek
çorbada sizin de tuzunuz bulunsun!”
bol para kazanmak. “Cebini doldurmaktan başka bir
Çürük tahtaya basmak: Tedbirsiz hareket edip, kötü
düşüncesi yok adamın.”
sonuçlanacak bir işe girişmek.”Allah kimseyi çürük
Cin çarpmışa dönmek: Neye uğradığını anlayamayacak
tahtaya bastırmasın.”
kadar kötü duruma düşmek. “Bir tokatta cin çarpmışa
döndürdü adamı.”
Cin fikirli: Zeki, çok kurnaz, her zaman kendi çıkarını
kollayan, çok anlayışlı. “Endişelenmeyin; o cin fikirli, o
işin de üstesinden
gelecektir.”
Cüret etmek: Ataklık etmek, yüreklilikle davranmak.
”O, hemen herkesin yanında söz söylemeye
cüret eden bir yapıya sahipti.”

5
Dağ devirmek: Çok zor görünen işleri başarmak. “İşi
ondan iyi kimse yapamaz, ne dağlar devirdiğini bilsen
şaşarsın.” Dilinde tüy bitmek: Sık sık söylemekten bıkmak,
Dağdan gelip bağdakini kovmak: Daha sonradan geldiği usanmak.“Size söyleye söyleye dilimde tüy bitti.”
bir yere ya da karıştığı bir işte eskiden beri bulunan bir Dilinin ucuna gelmek: 1. Tam söyleyecekken vazgeçip
kişinin yerini almaya çalışmak.“Şu densize bak hele, söylememek.
dağdan gelip bağdakini kovuyor!” 2. Hatırladığı şeyi söyleyecekken yine unutuvermek.
Daldan dala konmak: Çok sık, düşünce ya da konu “Dilinin ucuna geldi ama utandığı için söyleyemedi.”
değiştirmek. Dingonun ahırı: Gireni çıkanı çok olan ,kimin gelip gittiği
“Daldan dala konmayı bırak da bir işe sarıl artık.” belli olmayan yer. “Herkes istediği saatte gelip gidemez
Damdan düşer gibi: Aniden, yersiz olarak (söz bu eve, dingonun ahırı mı burası!”
söylemek). Dirsek çürütmek: Okumak, eğitim için uzun yıllar
“Damdan düşer gibi söz söyleyince ortalık birbirine girdi.” çalışmak. “Desene boşuna dirsek çürütmüşsün.”
Dananın kuyruğu kopmak: Olay patlak vermek, beklenen Diş bilemek: Öç almak, kötülük yapmak için fırsat
ve korkulan sonucun gerçekleşmesi. kollamak; öfkesini gösterir durum almak.“Bana diş
“Dananın kuyruğu bu gece kopacak, inşallah hayır bilediği bakışlarından belli.”
demezler.” Dize getirmek: Kendisine karşı geleni alt ederek
Darda kalmak: 1. Zor duruma düşmek. buyruğunu dinler duruma getirmek, boyun eğdirmek.
2. Paraca sıkıntı çekmek. “İki saatte düşmanı dize getirebiliriz.”
“Öğretmeninin karşısında darda kalmak istemeyen Dizgini (dizginleri) ele almak: Yönetimi ele geçirmek, işi
Ahmet, ödevini yapmayı hiç ihmal etmezdi.” kendisi yönetmeye başlamak.“Dizginleri ele almazsak
Defterden silmek: İlişkisini kesmek, yok saymak, adını fabrika kargaşa içinde boğulup kalacak, üretim
anmaz olmak, unutmak.“Ali’yi defterden iyice sildim.” yapılamayacak.”
Denizden çıkmış balığa dönmek: Yeni bir işe, ortama, Dizini dövmek: Çok pişman olmak.“Çocuklarını küçük
duruma alışmakta zorluk çekmek.“Eski işinden ayrılıp, yaşta eğitmezsen sonradan dizini döversin.”
yeni işine başlayınca denizden çıkmış balığa dönmüştü.” Dokuz doğurmak: 1. Bir işi güçlükler içinde sonuca
Deveye hendek atlatmak: Birisine yapılması çok zor, ulaştırmak.
hemen hemen yapamayacağı bir işi yaptırmaya 2. Merakla, heyecanla, sabırsızlıkla, sıkıntı çekerek
çalışmak.“Senin yaptığın deveye hendek atlatmak, bırak beklemek.“Otobüs gelinceye kadar dokuz doğurdu.”
şu garibin yakasını.” Dört başı mamur: Her yanı bakımlı, elverişli, güzel, tam
Diken üstünde oturmak: Bir yerde tedirginlik duymak, her istenildiği gibi.“Alırsam dört başı mamur bir ev alacağım.”
an kalkmak durumunu belirtir olmak, huzursuz Dört elle sarılmak: Yapacağı işe büyük bir önem verip
olmak. “İnan, diken üstünde oturuyorum şurada.” özen göstererek girişmek.“Başarılı olmak istiyorsan dört
Dil dökmek: Kandırmak, inandırmak ya da yararlanmak elle sarıl işine!”
için tatlı sözler söylemek.“Peşine düşen çocuğu ne kadar Dört gözle beklemek: Özleyerek, çok isteyerek, büyük bir
dil döktüyse de evde kalmaya razı edemedi.” sabırsızlıkla beklemek.
Dile getirmek: 1. Bir meseleyi belirtmek, ortaya atmak, “Annemin yolunu dört gözle beklemeye başladım.”
anlatmak, açıklamak. 2. Birini konuşturmak.“Hiç Dut yemiş bülbüle dönmek: Susmak; konuşkanlığını,
umulmadık bir anda konuyu dile getirdi, hepimizin sevincini, neşesini yitirmek; sesi çıkmaz olmak.
anlamasını sağladı.” “Onu dut yemiş bülbüle döndürmezsem bana da Hasan
Dili tutulmak: Herhangi bir sebepten ötürü söz demesinler!”
söyleyemez duruma gelmek.“Sevinçten dili tutuldu bizim
kızın.”
Dili varmamak: Bir sözü söylemeye gönlü razı olmamak.
“Sana git demeye dilim varır mı sanıyorsun?”

6
Ecel teri dökmek: Çok korkmak, heyecan içinde bulunup Faka basmak: Tuzağa düşmek, aldatılmak.
terlemek. “Köprüden geçerken ecel terleri döktüler.” “Beni nasıl faka bastırdılar anlayamadım bir türlü!”
Ekmeğine yağ sürmek: Birinin yararına göre eylemde Falso vermek: Açık vermek veya kusurlu bir durumu
bulunmak, istemese de birinin işine yarayacak biçimde olmak, kusuru açığa çıkmak. “Eninde sonunda bir falso
hareket etmek.“O işi bana vermemekle yabancıların verir dedim.”
ekmeğine yağ sürdün sen.” Fareler cirit oynamak: Bir yer ıssız olmak, kimseler
Ekmeğini taştan çıkarmak: En zor işleri bile yapıp bulunmamak.“Koca köyde fareler cirit atıyordu.”
geçimini sağlayacak beceriklikte olmak, her türlü işi Feleğin çemberinden geçmek: Hayatta çok günler
yapmak.“Ekmeğini taştan çıkaran insanların arasına görmüş, acı tatlı olaylar yaşayıp tecrübe kazanmış,
katılmakta gecikmedi.” olgunlaşmış.
El açmak: 1. Dilenmek. 2. Yardımını almak için “O ihtiyar mı? Feleğin çemberinden geçmiş biridir o.”
yalvarmak. Fellik fellik aramak: Telâşla, hemen her köşeye bakarak
“İhtiyarlayıp da el açacağı hiç aklına gelmemişti.” heyecanla aramak.“Bütün her yeri fellik fellik aradım ama
Elden ayaktan düşmek (veya kesilmek): Yaşlılık, hastalık bıçağı bulamadım.”
sebebiyle iş yapamaz, yürüyemez, kendi işini göremez Feragat sahibi: Gönlü tok, özveri gösterebilen, fedakârlık
duruma gelmek. yapabilen.
“Allah kimseyi elden ayaktan düşürmesin.” Ferman dinlememek: Kural, yasa, söz dinlememek; hiçbir
Ele avuca sığmamak: 1. Şımarık davranmak. 2. Söz yerden buyruk almamak.“Âşığın gönlü ferman dinlemez
dinlememek, kural tanımamak, zapt edilememek. oldu.”
“Sen ne ele avuca sığmaz bir çocukmuşsun meğer.” Fırıldak çevirmek: Düzen kurmak, hileli iş görmek.
El ele vermek: Güçleri birleştirip işbirliği yapmak, “Yine ne fırıldak çeviriyorsun sen?”
yardımlaşmak. Fırsat düşkünü: Çıkar sağlamak, kötülük yapmak için
“Bu ödevi ancak el ele verirsek yapabiliriz.” fırsat kollayan kimse.“Fırsat düşkünü insanlardan nefret
Eli sıkı: Kolay para harcamayan, cimri, çok tutumlu. ederim.”
“Bu kadar eli sıkı bir adam olmak zorunda değilsin.” Fikir yürütmek: Bir konu üzerinde kendi düşüncesini
Elle tutulur gözle görülür: Çok açık, gizli bir tarafı yok. söylemek, tahminlerde bulunmak.“Bu konuda fikir
“Şu zamana kadar elle tutulur gözle görülür bir iş yürütmek işime gelmiyor.”
yaptın mı ?” Fincancı katırlarını ürkütmek: Zararı dokunacak bir
El üstünde tutulmak: Çok değer verilip sevilmek, kimsenin hoşuna gitmeyen bir davranışta
kendisine büyük ölçüde saygı gösterilmek.“Dedem bulunmak.“Kaymakamla konuşurken dikkatli ol, fincancı
ailemizde el üstünde tutulurdu.” katırlarını ürkütme sakın!”
Enine boyuna: 1. Her yönü ile, eksiksiz, bütün ihtimalleri Fink atmak: Hiçbir şeye aldırmadan gönlünce gezip
göz önünde tutarak. 2. İri yarı, gösterişli (adam). eğlenmek, şurada burada oynayıp zıplamak.
”Şu meseleyi enine boyuna bir kez daha düşünelim.” Fiskos etmek: Birilerinin bulunduğu bir yerde birkaç kişi
Etekleri tutuşmak: Çok telâşlanmak, heyecanlanmak. gizlice ve alçak sesle konuşmak.
“Babasını parkta göremeyince etekleri tutuşmaya “Utanmıyor musunuz bu kadar kişi içinde fiskos etmeye?”
başladı, yoksa gelmeyecek miydi?” Fitil olmak: 1. Çok içip sarhoş olmak. 2. Aşırı ölçüde
Etekleri zil çalmak: Çok sevinmek, işler yolunda kızmak.“Fitil oluyorum şu adamın hareketlerine!”
olmak.“Yazılı sınavı umduğundan iyi geçen Halit`in Fitne sokmak: İnsanları birbirine düşürecek, aralarını
etekleri zil çalıyordu.” bozacak davranışta bulunmak, sözler sarf etmek.
Etliye sütlüye karışmamak: Kendini Fol yok yumurta yok: Ortada (bir konu ile ilgili) hiçbir
ilgilendirmeyen meselelerden, toplumu derinden belirti olmadığı hâlde varmış gibi bir kuşkuya
etkileyen olaylardan uzak durmak, kaçınmak düşmek.“Henüz ortada fol yok yumurta yok, sen adama
ve hiçbiriyle ilgilenmemek. “Kendine sahip çık, sakın para ödemeye kalkışıyorsun.”
etliye sütlüye karışayım deme oğlum.” Fora etmek: Açmak, çözmek.“Bütün yelkenleri
Evdeki hesap çarşıya uymamak: Önceden tasarlanan, fora ettik.”
düşünülen bir iş umulduğu gibi gitmemek, başka bir Forsu kalmamak: Sözü geçmez olmak; bir
yöndegelişmek. “O kadar uğraştık ama evdeki konuda saygınlığı, gücü kalmamak.“Adamları
hesap çarşıya uymadı, bu paraya istediğimiz arasında da forsu kalmayacak onun.”
gibi bir ev bulamadık.” Foyası meydana çıkmak: Yalanı, dolanı,
hilesi, kötü niteliği, kusuru ortaya
çıkmak.“Yakında onun da diğerleri gibi foyası
7 meydana çıkacak.”
Ben neden
yokum
acaba

Gafil avlamak / avlanmak: Bir kimseyi hazırlıksız ve Göz kulak olmak: 1. Korumak, bakmak, gözetmek. 2.
habersiz bir anında yakalamak, güç duruma düşürmek, Görme ve işitme yoluyla öğrenmeye çalışmak.
güç durumundan yararlanmak. “Yolda ona göz kulak ol da başına bir şey gelmesin.”
“Paranın değerinin düşeceğini bilmiyordum, gafil Gözleri dolmak: Ağlayacak gibi olmak, göz pınarlarına
avlandım.” yaş yürümek.“Hiç beklemediği bir anda beni karşısında
Göbeği çatlamak: Birçok güçlükleri yenmek için çok görünce gözleri dolu dolu oldu.”
uğraşmak, pek çok çaba sarf etmek.“Onu razı edeceğim Gözleri yaşarmak: Üzücü ve duygulandırıcı bir durum
diye göbeğim çatladı.” karşısında gözlerinden yaş gelmek.“Gurbetteki oğlundan
Göklere çıkarmak: Aşırı ölçüde övmek. gelen mektup eline tutuşturulunca gözleri yaşardı.”
“Adamı bu basit iş için göklere çıkartıp şımarttıkça Göze almak: Bir iş nedeniyle karşılaşabileceği her türlü
şımarttılar.” zararı ve tehlikeyi önceden kabullenmek.“Vatan için kim
Gökten zembille mi indi?: “Ona niçin ayrıcalık ölümü göze almaz?”
gösteriliyor?”, “Onun ne özelliği var ki ona özel imkânlar Göze batmak: 1. Başkalarını aşırı söz ve davranışlarıyla
tanınıyor?” anlamında kullanılır. tedirgin etmek. 2. Kıskançlığa, çekememezliğe yol
Gölge düşürmek: Bir şeyin önemini ve değerini açmak.“Her davranışınla gözüme batıyorsun. Kendine bir
azaltacak, ününü düşürecek işler yapmak. çeki düzen ver.”
Gölgesinden korkmak: Çok korkak olmak, en basit işlere Göze girmek: Yetenekleri ve davranışları ile çevresinde,
bile girmekten korkar olmak. bulunduğu yerde sevgi ve güven kazanmak.
“Gölgesinden korkan adamlarla hiçbir işe girilmez.” “Kısa zamanda yaptıklarıyla göze girmeyi başardı.”
Gün görmek: Bolluk, mutluluk, esenlik içinde huzurlu Göz gezdirmek: 1. Derinlemesine incelemeden okumak.
günler geçirmek.“Kaygılanma evlâdım, daha çok günler 2. Bir şeyi, bir yeri pek fazla dikkat etmeden çabucak
göreceksin.” incelemek.“Raftaki mallara şöyle bir göz gezdirip
Günü birliğine: Sabah gidip akşam dönmek üzere.“Size çıkalım.”
günü birliğine konuk olmak istiyoruz.” Göz kırpmamak: 1. Hiç uyumamak.
Güvendiği dağlara kar yağmak: Güvendiği kimselerden 2. Tehlikeye aldırmamak.
yardım alamamak, güvendiği bir şeyin işe yaramadığı “Bu gece hiç göz kırpmadım, hep seni düşündüm.”
anlaşılmak. Gözüne girmek: Birinin sevgi ve ilgisini kazanmak.
“Çok umutlusun, inşallah güvendiğin dağlara kar Gözü arkada kalmak: Kendisi ayrıldıktan sonra, bıraktığı
yağmaz.” şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek,merak etmek.
Göz boyamak: Gösterişle aldatmak, bir şeyi iyi gibi “Köyden ayrılıyordu ama gözü de arkada kalmıştı.”
göstermek, kandırmak, yanıltmak. Gözü pek (kara): Korkusuz, atılgan, cesur, tehlikelere
Göz atmak: Kısaca, dikkatli değil de şöyle bir aldırmayan. “Gözü pek insanlardan korkulmaz, çünkü
bakıvermek; üzerinde fazla durmamak.“Kütüphaneye kartlarını açık oynarlar.”
şöyle bir göz atıp gitti.” Göz yummak: Kabahatlerini, kusurlarını hoş karşılamak,
Gözdağı vermek: Korkutmak, tehdit etmek, istediğini görmezlikten gelmek, bağışlamak.“Sana bu yaşa
yaptırmak için yıldırmak.“Ona öyle bir gözdağı verin ki bir gelinceye kadar göz yumdum, ama artık yeter.”
daha buralara ayak basmasın!” Gözü ısırmak: Bir kimseyi sanki tanır gibi olmak.
Gözden düşmek: Kendisine daha önce duyulan sevgi ve
ilgiyi kaybetmek.“Eskisi gibi top oynayamayan Ali bir
sene gözden düştü.”
Göz dikmek: Bir şeyi ele geçirmek isteğinde
olmak.“Komşusunun tarlasına göz dikti.”

8
Haber uçurmak: Çabucak, İcabına bakmak: 1. Gereğini yerine getirmek.
gizlice haber 2. Yok etmek.
göndermek.“Hemen haber “Onun icabına bakarız, merak etme. ”
uçurun köye, kaymakam bu İçi dışı bir (olmak): İkircikli olmayan, iki yüzlü
gece misafir olacakmış!” davranmayan, düşündüğünü açıkça söyleyen, özü sözü
Haddini bildirmek: Yetkisi bir olan.
dışındaki işlere karıştığı için sert “İçi dışı bir olan insanlara her zaman güvenebiliriz.”
bir karşılık vererek onu İçi içine sığmamak: Çok heyecanlanmak, coşkunluk
cezalandırmak, yola getirmek, duymak ve sevincini belli etmekten kendini
uslandırmak, yetki sınırını alamamak. “Annemi karşımda görünce ne yapacağımı
bildirmek. şaşırdım, içim içime sığmıyordu, koşup boynuna
Hallaç pamuğu gibi atmak: Bir arada, toplu bulunan sarıldım.”
şeyleri ya da kimseleri dağıtmak, parçalamak; bu yolla İçinden pazarlıklı: Sinsi, yapacağı kötülükleri
sağa sola, her birini bir yana atmak.”Sizin takımı hallaç sezdirmeyen.
pamuğu gibi atacağız sahadan.” “Senin gibi içten pazarlıklı adamlarla iş yapmam ben.”
Hangi dağda kurt öldü?: Kendisinden hiç umulmayan, İçine kurt düşmek: Kuşkulanmak, kendisine zarar
beklenilmeyen bir kimsenin olumlu davranışı geleceğinden şüphe etmek. “Tilkiyi civarda dolaşırken
görüldüğünde; “Nasıl oldu da böyle güzel bir iş, bir iyilik gördüğü andan itibaren içine kurt düşmüştü.”
yaptı?” anlamında söylenir. İçine sindirmek: Benimsemek, iyice kabul etmek.
Hapı yutmak: Kötü bir duruma düşmek, zarar ve ziyana İçine sinmemek: 1. İçi rahat etmemek, yaptığı şeyden
uğramak.“Hapı yuttuk desene!” memnun olmamak. 2. İstediği gibi olmadığı için rahatlık,
Har vurup harman savurmak: Hesapsızca, düşüncesizce mutluluk duymamak; tadına varamamak. “İşi bitirdim ama
harcamak; malını, parasını ölçüsüzce, bol bol harcayıp hiç de içime sinmedi.”
tüketmek. İçini dökmek: Dertlerini, sıkıntılarını, üzüntülerini
Haşir neşir olmak: Aralarında bulunduğu kimselerle anlatmak.
kaynaşmak, bir arada bulunup uğraşmak; kimi işlerle “Şu koca dünyada içimi dökecek bir insan bulamadım.”
ilgilenip durmak.“İnsanlarla haşir neşir olmayı sevdiğim İçini kemirmek: Bir üzüntü ve düşünce dolayısıyla
söylenemez.” rahatsızlık duymak. “İçini kemiren bu düşünceden
Havadan sudan konuşmak: Öylesine, gelişigüzel, kurtulmak istiyordu.”
rastgele konuşmak. İçini (bir) kurt yemek: Sürekli olarak bir kaygı içinde
Havanda su dövmek: Bir işle boşuna uğraşmak.“Senin olmak.
yaptığına havanda su dövmek derler,bırak artık şu işle İğne atsan yere düşmez: Çok kalabalık, yürünecek gibi
uğraşmayı.” değil.
Hayra yormak: Bir rüya ya da olayı iyi ve yararlı bir İğne ile kuyu kazmak: Zor denecek bir işi yetersiz araç
durumun işareti görmek. ve gereçlerle başarmaya çalışmak.
Hem kel hem fodul: “Bu kadar kusuruna, bu İğne ipliğe dönmek: Aşırı derecede zayıflamak, kilo
yeteneksizliğine rağmen bir de övünüyor, üstünlük vermek.
taslıyor” anlamında kullanılır. “O iri yarı adam hapisten çıktı ki iğne ipliğe dönmüş.”
Hem nalına hem mıhına (vurmak): Birbirine zıt olan iki İki ayağını bir pabuca sokmak: Bir kimseyi, bir işi
yanı da desteklemek.“Ben hem nalına hem de mıhına yapması için zorlamak, sıkıntıya sokmak.
vuran adamlardan korkarım.” İki dirhem bir çekirdek: Çok şık, özenli giyinmiş (kimse).
Hem suçlu hem güçlü: Gerçekte kendisi suçlu olduğu “Bugünkü toplantıya iki dirhem bir çekirdek gelmiş.”
hâlde suç işlememiş gibi davranan ve karşısındakini İki yakası bir araya gelmemek: Geçim sıkıntısı içinde
suçlamaya çalışan kimse. olmak ve borçtan kurtulamamak.“Bilmiyorum ne zaman
Her telden çalmak: Pek çok konuda bilgi sahibi olmak, iki yakamız bir araya gelecek.”
içinde bulunduğu ortamın şartlarına göre her çeşit iş İnce eleyip sık dokumak: Titizlik göstermek, bir şeyi en
yapabilir olmak. ince ayrıntılarına kadar araştırmak, gözden geçirmek.
Hop oturup hop kalkmak: Ya heyecanından ya da “O kadar da ince eleyip sık dokunacak bir iş değil,
öfkesinden yerinde duramaz olmak. kaygılanma.”
Iska geçmek: 1. Hedefe isabet ettirememek,vuramamak. İpe un sermek: İstenilen işi yapmamak için
2. Üzerinde durmamak, önem vermemek, atlamak. birtakım bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük
“Bu sefer de ıska geçersen kaybedeceksin.” çıkarmak, engeller göstermek.
Islah etmek: Hatası, yanlışı olan kimseyi yola İple çekmek: Zamanın gelmesini sabırsızlıkla
getirmek, doğru olanı görmesini sağlamak. beklemek, çok istemek. “Yarını iple
“Allah seni ıslah etsin, ne zaman düzeleceksin!” çekiyorum.”
İbret almak: Kötü bir olaydan etkilenerek İzinden yürümek: Birine içten bağlanarak
ders almak. onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek,
“Çocuklar bu olaydan ibret alırsa bir daha fikirlerini ve hareketlerini aynen benimsemek.
sorun çıkmaz.”
9
Jetonu geç düşmek: Bir
Kendini dev aynasında görmek: Kendisini olduğundan
konuyu, sorunu ya da
büyük bir adam sanmak; üstün, yetenekli, güçlü görmek.
düşünceyi geç ve güç
“Kendini dev aynasında görmekten ne zaman
anlamak. “Jetonu geç düşüyor
vazgeçeceksin?”
galiba, şaka yaptığımızı
Kılı kırk yarmak: Titizlenmek, çok dikkat ederek en ince
anlamadı hâlâ.”
ayrıntılarına kadar incelemek, önemle üstünde
Jurnal etmek: Biriyle ilgili, yetkili kimselere kötülemede
durmak. “Bir malı almadan önce kılı kırk yararcasına evirir
bulunmak; yazılı, sözlü ihbarda bulunmak.
çevirir ve öyle alırdı.”
Kabak (birinin) başına (başında) patlamak: Birçok
Kitabına uydurmak: Yasal olmayan bir işi kimi
kimsenin ilgili olduğu olaydan yalnızca bir kimse zararlı
boşluklardan yararlanarak yasalmış gibi göstermek.
çıkmak; beklenmediği
Köküne kibrit suyu dökmek: Bir daha belirmeyecek, ortaya
halde, bir işin zararlı sonucuna katlanmak.
çıkmayacak biçimde yok etmek, ortadan kaldırmak.
Kabak tadı vermek: Bıktırmak, usanç vermek, tatsız
Kulağı delik: Olup bitenleri çabuk haber alan, hemen her
olmaya başlamak. “Senin bu şakaların da artık kabak
şeyden haberi olan. “Ne kulağı delik adamdır o, ne
tadı vermeye başladı.”
öğreneceksen ona sor.”
Kabına sığmamak: Sevinçten taşkın hareketlerde
Kulağı kirişte (olmak): Söylenecek sözü, gelecek haberi
bulunmak.
dikkatlice (beklemek). “Kulağınız kirişte olsun, ne
Kabuğuna çekilmek: Tek başına kalmak, dış dünya ile
duyarsanız iletin hemen.”
ilgisini kesmek, kimse ile görüşmemek. “Kazadan sonra
Kulağına kar suyu kaçmak: Rahatını bozan bir haber
iyice kabuğuna çekildi.”
işitmek, sıkışık bir duruma düşmek.
Kalburla su taşımak: Verimsiz, verim alınamayacak,
Kulağına küpe olmak: Başına gelen bir işten, gördüğü
olmayacak bir işle uğraşmak.
olaydan ders alıp hiç unutmamak. “Umarım bu iş senin
Kale almamak: Önemsiz görmek, sözünü etmeye değer
kulağına küpe olur da aynı hataya bir daha düşmezsin.”
bulmamak.
Kulak asmamak: Aldırıp önemsememek, dinlememek.
“O, kale alınacak bir insan değil.”
“Kulak asma sen onun söylediklerine.”
Kaleyi içinden fethetmek: Karşı taraftan birinin yardımını
Kulak kabartmak: Çaktırmadan, belli etmemeye çalışarak
alarak davasını kazanmak.
dinlemek. “Dayanamayıp konuşmalara kulak kabarttı.”
Kanadı altına almak: Korumak, gözetmek, himayesi
Kuş uçurmamak: Hiç kimsenin geçmesine, kaçmasına izin
altına almak. “Yeğenini kanadının altına aldı.”
vermemek, bunun için çok dikkatli davranmak. “Sıkı
Kara gün dostu: Yalnız iyi günlerde değil sıkıntılı, üzücü,
gözcülerdir, kuş uçurtmazlar, merak etme!”
düşkünlük günlerinde de insanın yardımına koşan,
Kuyruğuna basmak: Birini tahrik etmek, saldırmasına
dostunu yalnız bırakmayan kimse.
yol açmak.
Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu: “Dış görünüşe
Küçük dilini yutmak: Çok şaşmak, hayrete düşmek,
aldanmamalı, bir kişi ya da iş olağan görünebilir, ancak
donakalmak, hiçbir şey söyleyemez hale gelmek.
altından neler çıkabileceği hiç belli olmaz.” anlamında
“Ne o dostum, küçük dilini mi yuttun?”
kullanılır.
Külahları değişmek: “Araları bozulmak, bozuşmak”
Karınca kararınca: Az, önemsiz ve küçük de olsa, gücü
anlamında tehdit olarak kullanılır.
yettiği kadar, elinden geldiğince. “Caminin yapımına
“Hareketlerini düzeltmezsen külahları değişiriz, ona göre!”
karınca kararınca o da katkıda bulunmaya karar verdi.”
Küplere binmek: Haddinden fazla öfkelenme, kızmak,
Kaşla göz arasında: Çok çabuk, kimsenin sezmesine
sağa sola ateş saçmak. “Yeni saatimi kırdığımı öğrenen
fırsat vermeyecek kadar az bir zaman içinde. “Kaşla göz
annem küplere bindi.”
arasında kapıverdi mendili.”
Laf atmak: 1. Dokunaklı sözlerle sataşmak, uzaktan
Kaş yapayım derken göz çıkarmak: İşi düzelteyim, bir
işittirmek. 2. Karşılıklı söyleşmek, konuşmak. 3. Sözle
iyilik yapayım derken bozmak ve büyük bir zarar
sarkıntılık etmek. “Laf atarak beni sinirlendirmeye
vermek.
çalışıyorlardı.”
Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: En zor, en tehlikeli
Lafa tutmak: Birini konuşarak, gereksiz meseleler
durumdan zarar görmeden kurtulmak.
anlatarak işinden alıkoymak. “Onu biraz lafa tutup
Kedi olalı bir fare tuttu: İlk defa, neden sonra kendisinden
oyalamaya başladılar.”
beklenen bir iş yapabildi. “Temsilcimiz, nihayet kedi olalı
Lafı (sözü) ağzına tıkamak: Birinin sözünü bitirmesine
bir fare tuttu, yüklü bir iş yakaladı.”
fırsat vermemek, onu susmak zorunda bırakmak,
Kel başa şimşir tarak: Pek çok ihtiyaç giderilmeyi
konuşmasını önlemek. “Ağzını açar açmaz lafı ağzına
beklerken gereksiz özenti ve gösterişi belirtmek için
tıkadılar adamcağızın.”
kullanılır.
Lamı cimi yok: “Hiçbir bahane, itiraz, mazeret,
Kemerleri sıkmak: Tutumlu davranmak, açlığa ve
duraksama, karşı gelme yok” anlamında
susuzluğa katlanmak. “Kemerleri sıktıra sıktıra
kullanılır.
millette hâl bırakmadılar.”
Leb demeden leblebiyi anlamak: Daha sözün
Kendine yontmak: Ortaya çıkan fırsattan yararlanıp
başında ne demek istediğini anlamak, anlayışlı
başkalarını düşünmeyerek hep kendi çıkarını
ve kavrayışlı olmak.
sağlayacak yönde hareket etmek. “Hep kendine
Lokmasını saymak: Birinin ne kadar yediğine
yontma, biraz da bizi düşün, biz de insanız!”
10 bakmak, çok yiyeceğinden korkmak.
Madalyanın ters (öteki) yüzü: Olumlu bir olay, iş ya da Ocağına düşmek: Birine yardım etmesi için yalvarmak,
durumun düşünülmesi, hesaba katılması gereken koruması için sığınmak. “Ocağına düştüm ağam, beni bu
olumsuz yönü. işten ancak sen kurtarırsın!”
Madik atmak: Hile, düzen ve oyunla aldatmak; dolap Ocağına incir dikmek: Birinin evini barkını dağıtmak,
çevirmek. “Ona kolay kolay kimse madik atamaz.” düzenini alt üst etmek, yuvasını yıkıp toparlanamaz hâle
Mal etmek: 1. Bir malı hakkı olmadığı hâlde getirmek. “Ben de senin ocağına incir dikmezsem dedi
kendisininmiş gibi göstermek veya saymak. 2. Bir mala, ama dediğine pişman oldu.”
bir değer karşılığında sahip olmak. “O tarlayı kendisine Okkanın altına girmek: Haksız yere eziyet çekmek, zarar
mal etmesine göz yummayacağım.” ve ceza görmek. “Uyanık ol da okkanın altına gireyim
Mantar gibi yerden bitmek: Birdenbire ya da deme, tamam mı?”
kendiliğinden ortaya çıkmak. “Adamlar mantar gibi Ok yaydan çıkmak: Geri dönüşü olmayan,
yerden bitmişlerdi, bir anda etrafımızı sarıverdiler.” vazgeçilemeyecek bir şey oldu. "Ok yaydan çıktı bir kere,
Maskara olmak: Gülünç hallere düşmek, alay konusu çaresiz dövüşeceğiz."
olmak. “Kim düşmanının maskarası olmak ister?” Oldu bittiye getirmek: Emrivaki yapmak, geri dönülmesi
Maval okumak: Tutarlı, inandırıcı olmayan, yalan sözler güç ve imkânsız bir durum oluşturmak.
söylemek. “Kes sesini, maval okumandan bıktım artık!” “Oldu bittiye getirerek tarlayı satın aldılar.”
Maymun iştahlı: Kararsız, hevesi çabuk geçen. Omuz silkmek: Aldırmamak, önem vermemek,
“Maymun iştahlılığı yüzünden başına olmadık işler geldi.” benimsememek.
Mekik dokumak: İki yer arasında durmadan gidip “Sana bunu alacağım dedim ama o, omuz silkti.”
gelmek. “Mağaza ile ev arasında tam elli beş yıl mekik On parmağında on marifet: Çok hünerli, becerikli,
dokumuştu.” ustalığı çok, elinden her iş gelir.
Meteliğe kurşun atmak: Parasız pulsuz kalmak, hiç Oyuna gelmek: Aldatılmak, tuzağa düşürülmek.
parası olmamak. “Dün meteliğe kurşun atıyordu, ya “Onların oyununa gelmemeye çalış, dikkatli ol.”
bugün…” Oyunbozanlık etmek: Mızıkçılık etmek, birlikte yapılması
Meydanı boş bulmak: Kendisine mani olacak kimse gereken işten tek taraflı vazgeçmek.
bulunmadığı için aşırı davranışlarda bulunmak, bir “Oyunbozanlık etme de gel birlikte eğlenelim.”
şeyden çekinmemek. “Meydanı boş bulan eşkıyalar Öç almak: Yapılan bir kötülüğün acısını aynı derecede
ortalığı kasıp kavurmaya başlamışlardı.” bir kötülük yaparak çıkarmak. “Öç alma fikrinden
Minnet etmek: Boyun eğmek, yalvarmak. vazgeçirmeliyiz onu.”
“Ona buna minnet etmeden yaşamak istediğimi Öküzün altında buzağı aramak: Kimi sebepler, bahaneler
biliyorsun.” uydurarak suç ve suçlu bulma çabasında olmak.
Mumla aramak: Çok istek ve özlemle aramak. “O anneyi Ölçüyü kaçırmak: Uygun derecenin üstüne çıkmak, aşırı
siz mumla arayacak ama bir daha bulamayacaksınız.” gitmek. “Sofraya her oturuşunda ölçüyü kaçırırdı.”
Nabza göre şerbet vermek: Birinin hoşuna gidecek, Ömür çürütmek: Uzun süre bir şey için emek vermiş
eğilimlerine cevap verecek biçimde davranmak. olmak, ya da boşuna zaman harcamış olmak.
“Nabza göre şerbet vermeyi iyi biliyorsun.” “Bu ev için bir ömür çürüttüm ben.”
Nalıncı keseri gibi kendine yontmak: Hemen her işte Ömür törpüsü: İnsanı yıpratan, yoran, sıkıntıya sokan,
kendi çıkarını düşünerek hareket etmek. uzun ve yorucu iş.
Nefes aldırmamak: Dinlenmesine fırsat vermemek, Ön ayak olmak: Bir işin yapılmasında ilk başlayan olup
sıkıştırmak, rahat bırakmamak. “Nefes aldırmadı bize, herkesi arkasından sürüklemek. “Haydi ön ayak ol da
sabaha kadar çalıştırdı.” koşsunlar biraz.”
Nefes tüketmek: Bir şeyi anlatmaktan çok yorulmak. Örümcek kafalı: Geri düşünceli, yenilikleri kolay kabul
“Boşuna nefes tüketiyorsun, baksana anlamıyor.” etmeyen.
Ne oldum delisi olmak: Beklemediği bir duruma yükselip Özrü kabahatinden büyük: Bir kabahat için özür dilerken
şımarmak, ölçüsüz hareketler yapmak. daha büyük bir kabahat işleyen kimse için söylenir.
“Dikkat et, ne oldum delisi olan insanlar gibi olma.”
Nevri dönmek: Çok öfkelenmek, sinirlenip kızmak
ve bu sebeple rengi değişmek. “Saygısızca
konuşunca nevri döndü, öfkeyle elini kaldırdı.”
Nuh der peygamber demez: Son derece inatçıdır,
düşüncelerini değiştirmez, söylediklerinde ve
inançlarında direnir.
Nutku tutulmak: Korkudan, üzüntüden, heyecandan
konuşamaz olmak. “Beni karşısında görünce
nutku tutuldu.” 11
Saati saatine uymamak: Bir kimsenin durumu, huyu sık
sık değişir olmak. “Ona güvenemem, çünkü saati saatine
uymaz.”
Saçını süpürge etmek: (Kadın) çok büyük istekle çalışıp
hizmet etmek, özveri ile birileri uğrana çalışmak.
Pabucu dama atılmak: Kendisinden üstün birinin Saman altından su yürütmek: Hiç kimseye sezdirmeden
çıkmasıyla gözden düşmek, değer ve itibarını iş çevirmek, ortalığı birbirine karıştırmak.
kaybetmek. “Yeni bir elektrikçi aldılar, desene Murat’ın Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Kim olduğu bilinmeyen kimse.
pabucu dama atıldı.” Selâm verip borçlu çıkmak: Küçük bir ilgi göstermek
Paçaları sıvamak: Bir işi yapmak için hazırlanmak. karşılığında hemen kendisine bir iş yüklenilmek.
“Bir an önce paçaları sıvayıp işe başlamak istiyordu.” Sermayeyi kediye yüklemek: Parasını yiyip bitirmek, işini
Palas pandıras: Acele olarak, hazırlanmaya zaman ve parasını kaybetmek, batırmak.
bulamadan. “Palas pandıras evden çıkmak zorunda Seyirci kalmak: Bir olay karşısında hiç tepki
kaldık.” göstermemek, işe karışmamak.
Pamuk ipliği ile bağlamak: Etkisi az sürecek, köksüz, Sıcağı sıcağına: Hemen, olayın üzerinden fazla zaman
geçici bir çözüm yolu bulmak. geçmeden, unutulmadan. “Sıcağı sıcağına gidip onları
Parmağı ağzında kalmak: Çok şaşırmak, hayrete düşmek. barıştırmayı düşündü.”
Pay biçmek: Bir fikir elde edebilmek için, durumu bir şey Sıfırı tüketmek: 1. Elinde avucunda bir şey kalmamak,
ile kıyaslamak. malı ve parayı bitirmek. 2. Gücü kalmamak.
Payidar olmak: Kalmak, yok olmamak, yaşamak. Sık boğaz etmek: Bir şey yaptırmak için birini zorlamak.
“Milletimiz ilelebet payidar olacaktır.” Sırra kadem basmak: Bir kimse ortalıktan yok olmak.
Peyda olmak: Ortaya çıkmak, belirmek, oluşmak. Sırtını dayamak: 1. Güçlü bir yere veya birine güvenmek.
“Köşede bir adam peyda oldu.” 2. Bir yere dayanmak ya da yaslanmak.
Pire için yorgan yakmak: Önemsiz bir şey için kızıp daha Sırtını yere getirmek: 1. Üstün gelmek. 2. Güreşte rakibi
büyük zarara yol açacak davranış içine girmek. sırt üstü yere yatırarak yenmek. “Onun sırtını kimse
Pireyi deve yapmak: Küçük, basit bir olayı büyütüp mesele kolay kolay yere getiremez.”
yapmak, aşırı abartmak. Sinek avlamak: Satış yapamamak, iş ve müşteri
Pişkinliğe vurmak: Çıkarı için kötü bir davranışa veya söze olmadığından boş oturmak, iş yapamaz olmak.
aldırmamak. Soğuk duş etkisi yapmak: Ansızın bildirilen tatsız bir
Pişmiş aşa su katmak: Yoluna girmiş, bitmek üzere olan haber karşısında olumsuz bir tepki göstermek.
bir işi bozmak ya da aksatmak. Sözünün eri olmak: Verdiği sözü ne pahasına olursa
“Pişmiş aşa su katabilir, onu buraya sokmayın.” olsun yerine getiren bir kişi olmak. “Ona güvenin, o
Pişmiş kelle gibi sırıtmak: Anlamsız, çirkin, yersiz, dişlerini sözünün eri olan birisidir.”
göstererek gülmek. “Pişmiş kelle gibi gülmeyi bırak da Su götürmez: Kesin, başka bir yoruma açık olmayan.
işine bak.” Sudan çıkmış balığa dönmek: Yeni bir işe, ortama,
Posta koymak: Birini korkutmak, gözdağı vermek, tehdit duruma alışmakta zorluk çekmek.
etmek. Suya sabuna dokunmamak: Sakıncalı konulardan uzak
Postu sermek: Kısa bir süre için gittiği yerde, saygısızca durmak, davranışlarıyla birilerini incitmeyecek yol
ve sorumsuzca uzun süre kalmak. tutmak.
Pot kırmak: Gaf yapmak, farkında olmayarak Sünger çekmek: Unutmak, silmek, hiçbir şey olmamış
karşısındakini kıracak, incitecek söz söylemek. “Dikkatli ol, saymak.
bir pot kırma sakın.” Sürüden ayrılmak: Herkesin tuttuğu yolu bırakıp ayrı bir
Punduna getirmek: Bir şeyi yapmak için uygun şartları yol takip etmek. “Sürüden ayrılanı kurt kapar mı?”
elde etmek, fırsat kollamak. “Punduna getirir getirmez Süt dökmüş kedi gibi: Bir kabahat işleyip de bu
patlattı yumruğunu.” kabahatinden dolayı utanan, korkan kimsenin durumunu
Pusuya düşmek: Pusu kuran kimsenin saldırı alanı içine anlatmak için kullanılır.
girmek. “Eyvah,pusuya düşürdüler bizi!” Şaha kalkmak: 1. Atın ön ayaklarını yerden kesip arka
Rafa kaldırmak (koymak): Bir iş üzerinde artık durmamak, ayakları üstünde yerde durması. 2. Coşmak, kükremek,
o işi kenara itmek, ihmal etmek. “Bizim dosyayı yine rafa baş kaldırmak.
kaldırmışlar.” Şeytanın ayağını kırmak: 1.Aksiliği, uğursuzluğu
Ramak kalmak: “Bir şeyin olmasına çok az kalmak” yenmek. 2. Herhangi bir sebepten ötürü yapamadığı bir
anlamında kullanılır. “Makinenin elime değmesine ramak şey yapmak.
kalmıştı ki güçlükle kendimi geri attım.” Şeytana külahını ters giydirmek: Çok kurnaz
Rayına oturmak: Bozulmuş, düzensiz hâle gelmiş olmak; oyuna getirmek,kendisine iyi
bir işi yoluna koymak, iyi duruma getirmek. davranmayanları bir hile ile yaptıklarına pişman
Rengi atmak: 1. Solmak. 2. Korku, heyecan etmek.
sebebiyle benzi sararmak. Şimşekleri üzerine çekmek: Söz ve
Renk vermemek: Bir konu ile ilgili duygularını, davranışlarıyla çevresindekileri kızdırmak;
düşüncelerini belli etmemek; bildiği halde bilmez gibi rahatsız etmek; sert eleştirilerine, saldırılarına
görünmek.
12 hedef ve neden olmak.
Tabanları yağlamak: 1. Uzak bir Ucuz atlatmak: Güç ve tehlikeli durumdan az bir zararla
yere yayan olarak gitmek için sıyrılmak. “Ucuz atlattık, az kalsın uçuruma
hazırlanmak. yuvarlanacaktık.”
2. Hızlıca koşarak kaçmak. Uçan kuşa borcu (borçlu) olmak: Pek çok kişiye borçlu
Tadına varamamak: Bir şeydeki ince olmak.
güzelliği duyamamak, hissedememek “Babanın uçan kuşa borcu varmış diyorlar, doğru mu?”
ya da kavrayamamak. Uçan kuştan medet ummak: Pek sıkıntıda bulunup, bu
Takke düştü kel göründü: Kusuru, kabahati örten şey sıkıntıdan kurtulmak için her türlü çareye, olmadık yerlere
ortadan kalkınca bütün çirkinlikler, hileler, ayıplar ortaya başvurmak, yardım istemek.
çıktı. Ununu elemiş, eleğini asmış: Hayatta yapmak
Tası tarağı toplamak: Gitmek üzere bütün eşyasını istediklerini yapmış, geri kalan ömrü süresince artık
toplamak. yapacak önemli bir işi kalmamış kimseler için söylenir.
“Tası tarağı toplamış arabanın gelmesini bekliyorduk.” Uyku gözünden akmak: Çok uykusu gelmek, göz
Taşı gediğine koymak: Zekice bir hareketle gerekli bir kapakları kapanmak. “İki gündür yoldaydık, hemen
sözü tam zamanında ve yerinde söylemek. hemen hiç uyumamıştık, uyku gözlerimizden akıyordu.”
Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Bedence çok kuvvetli, Üç buçuk atmak: Çok korkmak, korku içinde olmak,
dinç kimse. istenmeyen bir durum olacak diye korkup durmak.
Taş kesilmek: Çok şaşırıp ne yapacağını, ne Üstesinden gelmek: Becermek, üzerine aldığı işi
söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak, başarmak, yapmak. “Hiç endişelenme sen, üstesinden
hareket edememek. gelecektir o işin.”
Tatlıya bağlamak: Bir anlaşmazlığı tarafları memnun Üstüne (üzerine) düşmek: 1. Bir şeyi elde etmek için çok
edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak. uğraşmak. 2. (Çocuğu) sevme ya da korumada çok ileri
Tavşanın suyunu suyu: İki şey arasında çok uzak bir ilgi gitmek. “Şu çocuğun üstüne bu kadar düşmeyelim,
olduğunu anlatmak için kullanılır. şımardıkça şımarıyor.”
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş: İki değersiz kişi Üstüne titremek: Pek fazla sevgi, özen göstermek; zarar
bir araya gelmiş, birleşmiş, yakışmışlar birbirlerine. gelmesin diye itinalı davranmak. “Öğrencilerinin üstüne
Tepeden bakmak: Küçümsemek, kendini üstün böyle titreyen bir öğretmen daha görmedim.”
görmek. “İnsanlara tepeden bakmayı bırak artık, aciz bir Üzerinde kara bulutlar dolaşmak: Sıkıntı ve felaketlerle
varlık olduğunu düşün.” geçen, uğursuz kabul edilen kötü günler yaşanmak.
Tepesi atmak: Çok sinirlenmek, birden öfkelenmek. "Bir haftadır ailemizin üzerinde karabulutlar dolaşıyor.
“Tepesi atar atmaz salondakileri dışarı çıkardı.” Vadesi gelmek (yetmek): 1. Ömrü sona ermek, eceli
Tereciye tere satmak: Birine çok iyi bildiği bir konuda gelmek, ölmek. 2. Süresi dolmak, ödeme zamanı
bilgi vermeye çalışmak. gelmek.
Tere yağından kıl çeker gibi: Hiç kimseye zarar “Vadesi geldi geçiyor ama senet sahibi hâlâ ortalıkta
vermeden, çok kolaylıkla yapılan işler için kullanılır. görünmüyor.”
Ters tarafından kalkmak: Aksi, huysuz ve ters olmak. Varlıkta darlık çekmek: Elinde her imkan olduğu halde
“Ters tarafından kalktın galiba, ne dersem tersini bunlardan yararlanamamak, sıkıntıya düşmek.
yapıyorsun.” Velveleye vermek: Gereksiz bir heyecana, telaşa
Teslim bayrağı çekmek: 1. Yenilgiyi kabullenmek, düşürmek.
teslim olmak. “Bir anda ortalığı velveleye verdiler; bağırmaya, sağa
2. Bir çekişme sonunda karşısındakinin istediğini sola koşmaya başladılar.”
yapmaya razı olmak. “Yakında teslim bayrağını çekerler, Verip veriştirmek: Ağır sözler söylemek, ağzına ne
endişeye kapılmayın.” gelirse söylemek.
Tok evin aç kedisi: Varlıklı olduğu halde doymayan, “Yüzüne karşı verip veriştirdi ama o tek kelime bile
ihtiyacı olmadığı halde aç gözlülük eden, her gördüğüne söylemedi.”
sahip olmak isteyen (kimse). Veryansın etmek: Hiç insaf göstermeden, acımadan
Toz kondurmamak: Bir şeyi kusursuz göstermek, onda saldırmak; ağzına geleni söylemek.
bir kusurun olabileceğini kabul etmemek. Vız gelmek (vız gelip tırıs gitmek): Hiç önemsememek,
Treni kaçırmak: Bir işi gerçekleştirme, bir şeyi elde aldırış etmemek.
etme olanağını yitirmek. Vidaları gevşemek: Kendini tutamayıp çok
Turnayı gözünden vurmak: Hiç beklenmedik bir gülmek."Çok komik fıkraymış, inan vidalarım
kazanç sağlama imkanını ele geçirmek. gevşedi."
Turp gibi: Çok sağlıklı, sağlam, rahatı yerinde. Vücuda getirmek: Oluşturmak, meydana
Tükürdüğünü yalamak: Verdiği sözden geri dönerek getirmek, var etmek. “Bütün bu canlıları Yüce
benliğini küçültmek. Allah`tan başka kim var edebilir.”
Tüy dikmek: Kötü bir işi, ortaya konan bir söz ya da
davranışla daha da kötüleştirmek.
Tüyleri diken diken olmak: Korku, heyecan, endişe veya
üşümekten vücuttaki tüyler, kıllar kabarmak, dikilmek.
13
Yabana atmak: Önem vermemek, önemsiz görüp dikkate Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: İki
almamak, üzerinde durmamak.”Babanın sözlerini sakın davranış, iki kimse, iki karşıt şey arasında bir tercih
yabana atayım deme.” yapamama zorluğunu anlatmak için kullanılır.
Yâd etmek: Anmak, hatırlamak. Yumurta kapıya gelmek: Yapılması gereken bir iş için
“Seni her gün yad ederiz buralarda.” zaman daralmış olmak, iş çok sıkışık zamana rastlamak.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: Bir tehlikeden, “Sen hep işleri yumurta kapıya gelince mi yaparsın?”
güç bir durumdan kaçarken daha kötüsüyle karşılaşmak. Yüreği ağzına gelmek: Birden bire çok korkmak, kalbi
Yağmur yağarken küpünü doldurmak: Kazanma fırsatı yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak. “Karanlık ve
varken ondan yararlanıp para veya mal edinmek. “Bana ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, yüreği ağzına
bak aslanım, daha ne istiyorsun, yağmur yağarken geldi o an.”
küpünü doldur yoksa pişman olursun.” Yüreğine su serpilmek: Duyduğu üzüntüyü hafifletecek
Yakasına yapışmak: Hesap sormak ya da bir şey istemek bir haberle karşılaşmak, ferahlamak. “Demek
için tutup bırakmamak. “Beni de götüreceksin diye mahkemeye başvurmaktan vazgeçmiş, yüreğime su
yakama yapıştı, ben de getirmek zorunda kaldım.” serpildi doğrusu, yoksa olayı hemen herkes duyacaktı.”
Yan basmak: 1. Aldanmak. 2. Kaypaklık edip dürüst Yüzünden (suratından) düşen bin parça olmak: Sıkıntısı,
davranmamak. öfkesi ve küskünlüğü yüz ifadesinden belli olmak.
“Sana tanınan bu fırsatı iyi değerlendir, sakın yan “Babamın yüzünden düşen bin parça, ne oldu yine?”
basayım deme.” Zembereği boşanmak: 1. Saatin zembereği kurulmaz
Yaş tahtaya (yere) basmamak: Kolay kolay tuzağa duruma gelmek. 2. Kendini tutamayarak uzun uzun
düşmemek, uyanık davranmak. “O, benim yaş tahtaya gülmek.
basmayacağımı iyi bilir.” Zevkten dört köşe olmak: Çok mutlu olduğu anlaşılmak,
Yelkenleri suya indirmek: Israrından, iddiasından, çok sevinip keyiflenmek ve aşırı zevk duymak.
direnmekten vazgeçip karşısındakinin dediğini kabul “Takımı galip gelince zevkten dört köşe oldu.”
etmek; yüksekten atıp tutmayı bırakarak Zeytinyağı gibi üste çıkmak: Bir konuda haksız olduğunu
yumuşamak. “Yelkenleri nasıl da suya indi dediğini kabullenmeyerek kurnazlıkla kendini haklı ya da suçsuz
yaptıramayınca.” çıkarmaya çalışmak.
Yenilir yutulur gibi değil: 1. Yenmeyecek nitelikte Zihnini bulandırmak: 1. Kuşkulandırmak.
(yiyecekler için). 2. Aşırı, çok pahalı. 3. Çok ağır, kabul 2. Düşünemez hâle getirmek.
edilmez (söz). 4. Kendisiyle başa çıkılamayacak Zil takıp oynamak: Çok sevinmek.
durumda olan. Ziyan etmek: Yersiz, boş yere harcamak.
“Doğrusu yenilir yutulur gibi değildi o sözler.” “O kadar ekmeği ziyan etmeye utanmıyor
Yer demir gök bakır: “Hiçbir yerden yardım alma umudu Zokayı yutmak: Aldatılıp zarara sokulmak.
kalmadı, bütün kapılar kapalı, yardım imkânları ortadan Züğürt tesellisi: Kötü bir işte en önemli şeyi kaybettiği
kalktı.” anlamında çaresizliği anlatmak için kullanılır. zaman bazı önemsiz, iyi olmayan bir yan bularak
Yerin dibine geçmek: 1. Çok utanmak, sıkılmak. 2. sevinmek ve kendini avutma.
Kaybolmak, göze görünmez olmak. Zülfüyâra dokunmak: İşle ilgili olanı, hatırlı ve güçlü
“Şuradaydı ama bulamıyorum, yerin dibine geçti sanki!” kimseyi veya yüksek bir makamı kimi söz ve
Yıldırımları (veya şimşekleri) üstüne çekmek: Kimi davranışlarla gücendirmek, darılmasına yol
davranışlarıyla pek çok kimseyi kızdırarak eleştirilere, açmak. “Hayır geri duramam, zülfüyâra dokunsa da
saldırılara yol açmak. söyleyeceğim.”
“Bu hareketlerinle şimşekleri üzerine çekiyorsun.”
Yola getirmek: Birinin bir konudaki ters tutumunu
düzeltmek.
Yolunu sapıtmak: Kötü yola düşmek, doğru yoldan
ayrılmak. “Yolunu sapıtmış şu adamı Allah’tan başka
kim doğru yola getirebilir?”

14
Katkılarından dolayı
Gülbahar Kaya'ya
teşekkür ederim.

Kaynak : Dilbilgisi.net

14

You might also like