You are on page 1of 24

Herşey enerjidir ve herşey yalnızca bundan ibarettir.

Sahip olmayı istediğiniz gerçekliğin frekansına uyumlandığınızda artık yapacak bir şey yoktur, o
gerçeklik size ait olur.

Bundan başka bir yol yoktur, bu felsefe değildir, bu fiziktir.

Evrenin gizemini anlamak istiyorsanız, enerji, titreşim ve frekans cinsinden düşünün.

1920 yılında Raymond Rife, frekansları kullanarak virüsleri yok etmeye başarmıştır.

Biyofizikçi Alman doktor Fritz Albert Popp, DNA ve tüm canlı hücrelerin ışık saçtığı ve frekans
yayınladığını saptamıştır.

1980 li yıllarda Radyolog Bjorn Nordenstrom elektrot içinde yerleştirilen tümörün verilen akım ile
eridiğini bulgulamıştır.

Amerikalı Dr Robert Becker; insan bedeninin elektriksel frekansı olduğunu bildirmiştir.

Amerikalı Dr Bruce Tainio, insanların biyofrekanslarını geliştirdiği cihaz ile ölçülmesini sağlamıştır.

Sağlıklı bir insanın bedeni 62-68 hrz

Ercuze kasidesi sekine ferdün hayyul kayyum hakem adl kuddüs

Grip 58 hrz

Kanser 42 hrz

Konuya ilişkin Tarhan kitabında;

"Yapılan araştırmalar, insanda üç çeşit temel duyunun olduğunu tespit etmiştir. Bunlardan
birincisi dokunmak, fiziksel temas, ışık gibi mekanik duyular; ikincisi, tat, koku gibi kimyasal
duyular; üçüncüsü ise, manyetik duyulardır. 'Manyetik duyu' hayvanlarda da vardır. 'Altıncı
his' gibi ifadelerle anlatmaya çalıştığımız bu duyu, olacakları hissedebilme yetisinin
hayvanlarda da olduğunu göstermektedir. Bu arada şu soru da akıllardan uzak tutulamaz:

Manyetik duyuların insandaki yüksek duyguların kapısı, onların algılama kısmı olup
olamayacağına dair sorulması muhtemel soruyu bir duyumuzu modelleyerek
cevaplandırabiliriz: Ses titreşimini mekanik kulakta algılarız; iç kulağımızda 'quartz
kristalleri' vardır. Titreşimler, 'piezo-elektrik' denilen bir olayla, kulağımızdaki ses enerjisini
elektrik enerjisine dönüştürür. İşitme duyusu olarak kulak, işitme enerjisini elektrik enerjisine
dönüştürmekle görevlidir. İşte insanda da sevgi, nefret, öfke gibi duygular mevcuttur.

Bu duygular, beyindeki elektrik enerjisini radyo enerjisine çevirir. Yahut da çevreden gelen
sevgi gibi manyetik enerjiyi beynimizin bir bölgesi elektrik enerjisi haline getirerek, beynin
algılamasını sağlar. Manyetik duyguyu, duyu ve enerjiye çeviren beyin, onu kimyasal ve
elektriksel olarak 'proses' eder ve biz de bu yolla algılamaya başlarız. Bu durum, henüz
kanıtlanmış olmasa da aklî veriler ışığında beynimizdeki manyetik enerjiyi elektrik enerjisine
dönüştüren mekanizmanın varlığını ve kablosuz bağlantılarımızın gerçekleşme halini
göstermektedir.

Konuya ilişkin bir başka örnek ise köpeklerdir. Köpekler, kendilerinden korkan kişileri
hissedebilirler. Korku, salınım ve titreşim yoluyla köpek tarafından algılandığında; saldırma
ihtimali ortaya çıkar.

Aynen bunun gibi, birine karşı sevgi hissettiğimiz zamanlarda da ürettiğimiz bir salınım ve
titreşim vardır. Korkan insanın yaydığı enerji farklıdır; sevgi ve güven sahibi insanın enerjisi
farklıdır. Kalbi yoğun olan insanın yaydığı ancak şu anda bizim ölçemediğimiz bu salınım,
evren de bağlanılabilir bir frekansla iletişime geçebilir.

Nasıl ki bir radyo frekansının gönderdiği frekans cihazlar kanalıyla buluşup onları
dinlememize vesile oluyorsa; bizden yayılan frekanslar da kendimize benzeyen insanlardaki
frekansla uyuşup, bağlantıya dönüşüp, adeta ilahi kaynaktan gelen titreşimleri düzenleyerek,
onların birbirleriyle duygusal alışveriş yapmalarını sağlamaktadır" diyor...
Paylaş:

Yaşamın Yakıtı: Frekans Ve Enerji


in: Nora Gülüm Erdinç, Sayı: 55, Yeni Çağ

Yazının tüm hakları tarafımıza aittir. İzinsiz kullanılamaz ve yazar ismi kullanılmadan
kopyalanamaz ve paylaşılamaz.

“Hastalıkların bugün doktorlar ve psikologlar tarafından açıklandığı gibi tarif


edilmeyeceği, ancak müzikal terimlerle tıpkı piyanonun notalarından farklı bir nota
tınlaması gibi tarif edileceği günlerin geleceğine inanıyorum,” demiştir ünlü
filozof, bilim adamı, sanatçı, ezoterist, yazar, aynı zamanda antropozofi’nin kurucusu
Rudolf Steiner (1861-1925). Rudolf Steiner aslında burada enerji sistemlerinden
bahsediyor. Üstelik bu cümleyi dile getirdiği zamanlarda bu olguyu açıklamak ya da
kanıtlamak çok daha zordu, fakat şu an baktığımızda artık pek de imkânsız gözükmüyor.
Aslında çok fazla çalışma yapılmış ve yapılıyor da, fakat ana akım bilimin gerek aşırı
pozitivist, materyalist görüşü gerekse bilim adamlarının bilim camiasından dışlanma
korkuları ve tabi ki bilim camiasına yapılan engellemeler neticesinde hala çekinilen bir
alan olmayı da sürdürmekte. Bunlara rağmen eleştirel yaklaşımlar/teorisyenler de yok
değil. Onlar, dünyamızda enerjinin her şeyi kapsadığına ve enerji
sistemlerinin bilinç sahibi olduklarına katılmaktadırlar. Bununla ilgili yaptıkları
araştırmalar da gün geçtikçe artmakta. Örneğin; Dr. Bruce Tainio ve arkadaşları, BT3
adını verdikleri “Titreşim İzleme Sistemi”ni icat ettiler ve yıllar içinde bunu
geliştirerek insan bedeninin titreşimlerini (Biyofrekans) ölçer hale getirdiler.
Araştırmalarının sonuçlarından bazıları ise şunlardı: Sağlıklı bir insan vücudunun 62-72
MHz aralığında bir frekansa sahip olduğu ve iyi hissettiğimizde farklı, kötü
hissettiğimizde ise farklı frekanslar oluşturduğumuzu gözlemlediler. Yani radyo dalgaları
kadar kontrollü olmasa bile değişken bir frekans aralığımız vardı. Araştırmalarının
devamında ise olumsuz düşüncelerin insan frekansını 12 MHz kadar düşürdüğünü ve
olumlu düşüncelerin ise 10 MHz kadar yükselttiğini tespit etiler. Ayrıca Tainio ve
arkadaşları, bir kişinin frekansı optimum sağlıklı aralığın altına düştüğünde bağışıklık
sisteminin de tehlikeye girdiğini belirlemişlerdir. Kanserin görüldüğü beden frekansı 42
MHz’e kadar düşerken, ölüm süreci başladığında ise beden frekansı, 20 MHz olarak
ölçümlenmiştir.

Biyofrekans sistemi aslında Bruce Tainio ve arkadaşlarının araştırmalarından da


öncesine dayanmaktadır. Çünkü zihin-beden bağlantısı binlerce yıldır bilinen ve kullanılan
kavramlardır. Bunun kanıtı günümüzde yoga ve pranayama (nefes alma egzersizleri) gibi
tekniklerin uygulamalarında görülmektedir. Bu kavramlara verilen bilimsel destek ise 19.
ve 20. yüzyıllarda ortaya çıkmış, Claude Bernard (1865’te homeostazi kavramını tanıtan
fizyolog) tarafından başlatılmış ve ardından fizyolog Ivan Tarchanoff, X ışınlarının merkezi
sinir sistemi, hayvan davranışı, kalp, dolaşım ve embriyonik gelişim üzerindeki etkisini
keşfetmesiyle devam etmiştir. Nitekim Tarchanoff bu çalışmaları ile bilimde
(Radyobiyoloji) gibi yeni bir alanın doğmasına da katkıda bulunmuştur. Ayrıca Tarchanoff,
1885’te yaptığı çalışmasında kalp atış hızının gönüllü kontrolünün de mümkün olduğunu
kanıtlamıştır. Bunların dışında Dr. Robert O. Becker, “The Body Electric” adlı kitabında,
insan vücudunun elektriksel bir frekansa sahip olduğunu ve aynı zamanda bir insanın
sağlığı hakkında çok fazla şeyin frekans düzeyleriyle belirlenebileceğini söylemektedir.
“Vibrational Medicine”in yazarı olan Dr. Richard Gerber ise enerji bedenlerimizdeki
işlevsiz kalıpları değiştirmenin en iyi yollarından birinin “titreşimsel ilaçlar şeklinde
frekansa özgü ince enerjinin” terapötik (İlacın terapötik dozu, en fazla yararı sağlamak için
gerek duyulan miktarı ifade eder.) biyoenerji dozlarını uygulamak olduğunu
söylemiştir. Nikola Tesla insan vücudundaki frekansları, dış frekanslardan
yalıtabildiğimizde hastalıklara karşı büyük bir direnç göstereceğimizi savunuyordu.
Henüz Tesla hayatta iken 1920 yılında Dr. Raymond Rife, belirli frekansları kullanarak
virüsleri ve bakterileri ve hatta kanserin bile yok edilebileceğini buldu.

Fakat bilin bakalım sonra ne oldu?

“Rife, Aynı zamanda koordinatları ayarlanabilen rezonans tekniğini bulan kişiydi. Bu teknik


kanserli tümörleri ve virüsleri yok edebiliyordu. Heidelberg Üniversitesi’nden derecesi olan;
buluşları on dört ödüle layık görülmüş ve çalışmaları Timen Bearing şirketinin sahibi
multimilyoner Henry Timken tarafından finanse edilmiş bir bilim insanıydı. Tekniği 1934
yılında Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan deneylerde on altı ölümcül kanser vakasında
denenmiş ve üç ay içinde hepsi de tamamen iyileşmişti. Fakat ne yazık ki, Rife’ın bilimsel
teorileri ve metotları, Ortodoks bakış açısı ile çatışma içerisine girdi. Sonradan Amerikan
Tıp Derneği’nin (AMA) başkanı olan, Morris Fishbein, bulgularını kendi şirketi lehine
kullanmak istedi. Rife bunu reddedince araştırma çalışmaları durduruldu ve Barry Lynes’ın
Kanserin İyileştirilmesi, Elli Yıllık Örtbas isimli kitabında anlattığı gibi hasıraltı edilmeye
çalışıldı. (Bu arada AMA’nın eski başkanı ve kurucusu Dr. Milbank Johnson, Rife’nin kanser
terapisi çalışmalarının sonucunu duyurmak üzereyken zehirlenerek öldürüldü ve hazırladığı
raporlar bulunamadı.) AMA tarafından bu yöntemi kullanan doktorlara baskı yapılmaya
başlandı. Çoğu boyun eğdi ve cihazları bıraktı. Rife’ın laboratuarına hırsız girdi ve
mikroskobu çalındı. Rife’ın laboratuarları kundaklanarak yok edildi. Onun çalışmalarını
yedekleyen Dr. Nemesis, araştırma raporlarını yok eden yangında  gizemli  bir şekilde
öldürüldü. Benzer bir yangın, Rife’ın araştırmalarını onaylayan, Burnett Laboratuarını da yok
etti. New Jersey’deki Burnett Laboratuarı tam Rife’ın buluşunu konfirme edeceği sırada
arsenik nedenli yangın çıktı. Rife’ın frekans aletlerini üreten şirket battı. Birlikte çalıştığı Dr.
Kendall, bir anda bilinmeyen bir sebeple zengin olup emekliye ayrılıp Meksika’ya gitti.
Başka doktorlar da aniden Rife’ın tekniğini bırakıp reçete yazmaya başladılar. Rife, AMA
tarafından mahkemeye verildi. Uzun süren ve maddi açıdan yıpratıcı geçen bir dönemden
sonra Rife mahkemeyi kazandı. 1944 yılında Johnson basın toplantısı ayarladı, niyeti klinik
sonuçlarını açıklamaktı, nedense toplantıdan bir gün önce kaza geçirerek öldü ve notları
kayboldu. Çalışmaları ise hasır altı edildi. O günden bu yana “kronik” adı altında ölümün
son saniyesine kadar bin bir yan etkisi olan ilaçlara mahkûm bırakıldığımız süreç
başladı.”(alıntı:kuraldışıdergi)

Şaşırdınız mı?!

Peki, nedir bu uğruna canların verildiği frekans ve enerji sistemi?

Birim zamanda (genellikle 1 saniye) oluşan tekrar (titreşim) sayısına frekans denir.
Frekansın birimi “Hertz” (Hz) dir. Frekans boşlukta veya madde içinde yayılan enerjinin
titreşimidir. Bir yerden başka bir yere yayılan enerjinin sinyalidir. Frekans aslında enerjinin
ifadesidir. “Eğer frekansa sadece bir dalga olarak bakarsak o halde bunun tanımı,
bir  zaman  döngüsü içinde sabit bir noktadan geçen dalga sayıları, şeklinde olur.”
(hayatinisaretdili.com) Dalga sayıları aynı zamanda dalga uzunluğu ile belirlenir. Bu
dalgaların yaydığı güce ise enerji denir. Dalga boyu uzun olanların dalga sayısı az
dolayısıyla frekansı düşük ve yaydığı enerji düşüktür. Bu yayılan enerjiye ise
elektromanyetik dalga adı verilir. Her şeyin etrafına yaydığı bir elektromanyetik dalgası
vardır. Örneğin; Bir beton binanın yaydığı frekansın dalga boyu uzun, dalga sayısı az
dolayısıyla titreşimi ve yaydığı enerji düşüktür. Elektromanyetik alanı ise dardır. Binalara
baktığımızda içimizin daralması, göz zevkimizin bozulmasının nedeni budur.   Aşağıdaki
görsele bakarak bazı frekans değer aralıklarını (elektromanyetik spektrum) görebilirsiniz.
(Bknz:Görsel:1)

Görsel: 1

Evrende görünen ve görünmeyen her şey madde veya enerji formunda bulunmaktadır.
Madde, titreşimlerini yavaşlatarak (kabalaştırarak) kendini gösteren enerjiden başka bir
şey değildir. “E=mc²”  formülü ile kütle ve enerjinin aynı fiziksel varlık olduğunu ve
birbirlerine dönüşebileceklerini açıklayan,  Albert Einstein‘ın Özel Görelilik Kuramı‘ndaki
denklemidir. (Alıntı:evrenbilim) Einstein bu formülle bize enerji ve madde arasındaki
dönüşümün en net formülünü vermiştir. Yani madde olarak gördüğümüz her şey
(vücudumuz da dâhil) enerjidir ve ilk önce enerji, ardından maddeler oluşur.  Fakat bizim
beş duyumuzla algıladığımız frekans değerleri sınırlıdır. Mesela; Gama ve X-Ray
ışınlarının dalga boyu kısa ve sık, yani titreşimi yüksektir. Bizim duyumuzun dışındadırlar
fakat etkilerini deneyimleyebiliriz. Örneğin radyasyonun zararlı etkilerine maruz
kalmamak için röntgen teknisyenleri kurşun geçirmez yelek giyerler. Fakat, ultraviyole
ışınının bir kısmı bizim duyu alanımıza girer. Örneğin; Güneş ışığı. Aşağıdaki görselden bu
ışınların elektromanyetik spektrumuna bakabilirsiniz. (Bknz: Görsel:2) İşitmede de aynı
şey geçerlidir. Kulağımız sadece belli aralıktaki sesleri ayırt edebilir. Fakat bazı psişikler
bu aralığın dışındaki sesleri duyabiliyorlar. Kediler ve köpekler de bizden daha fazla ses
duyar. Görsel:3’e bakarak, insan ve bazı hayvanların işitme sınırlarını da görebilirsiniz.
Görsel: 2

Görsel: 3

Gelgelelim bize; ne ilginçtir ki bizler enerjiye, üzerinde yürüdüğümüz toprağın ötesine


yayılmış, çok uzaklarda bir yerlerde, bizim dışımızda işleyen bir sistem gözüyle
bakarız. Hakikat ise, varlığımızın tam içinde ve yaşadığımız atmosferin her tarafında
mevcut olmasıdır. Bizler yaşarken kozmosun her köşesini enerji boyutunda etkileyen aynı
zamanda etkilenen varlıklarız. Bu nedenle enerji frekansları konusuyla uğraşırken
bunların stratosferde titreşen gizemli bir şey olmadığını hemen kendi içsel alanımızda
bulunduğunu, hem fiziksel hem de ruhsal anlamda enerjiyle beslendiğimizi ve buna
ihtiyacımız olduğunu bilmemiz gerekir. Kısacası enerji vücudumuzun yakıtıdır. Enerjilerin
bizi şifalandırma ya da bize zarar verme becerisi vardır; bu yüzden, sağlıklı kalmak
istiyorsak, bunların bizi nasıl etkilediğini iyi bilmemiz gereklidir. Örneğin; Bilgisayarlar, cep
telefonları ve elektronik aletler tarafından üretilen belirli elektromanyetik enerjiler,
bedenimizle iyi bir uyum içinde ve senkronize halde olmayan enerji kodları ve
frekanslarını içlerinde barındırırlar. Kendimizi bu tipli elektromanyetik enerjilerle
çevrelediğimizde, vücudumuzun doğal akışındaki enerjimizin bozulmasına yol açarlar. Bu
sebeple bu tip enerjiye uzun süreli maruz kaldığımızda, enerjimizin doğal akışının
bozulmasına ve çeşitli sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına sebep olabilir. Bilgisayar
ekranına çok uzun süre baktıktan sonra baş ağrısı ve göz yorgunluğu yaşamamızın
sebebi budur. Düşük frekans içeren bir yemek yiyor olmamız da, enerji seviyemizin
bozulmasına sebep olabilir. Genetiği değiştirilmiş, doğal olmayan gıdalar buna örnek
gösterilebilir. Vücudumuzun parçalarının belirli frekansları yayması gibi, yiyecekler de
farklı frekansları tutar. Organik ve taze yiyeceklerin konserve veya işlenmiş yiyeceklerden
daha sağlıklı olduğu bilinir, fakat nedenini biliyor musunuz? Dr. Bruce Tainio ve
arkadaşları bunları da ölçmüş ve şöyle bir sonuca ulaşmışlardır:

Taze yiyecek ve otlar: 20-27 Hz

Kuru yiyecek ve otlar: 15-22 Hz

İşlenmiş veya konserve yiyecek: 0 Hz

Yani konserve yiyebilirsiniz fakat bu sadece sizin açlığınızı giderir. Sizin beden
titreşiminize etkisi olmaz. Ayrıca belli frekanslardaki müzik de bizleri olumlu ya da
olumsuz etkileyebilir. Mesela; Beatles’ın bir konseri İsrail’de iptal edilmiştir, sebebi ise
“kitlesel histeri yaratması, cinsel istekleri tetiklemesi ve saldırganlığı tırmandırması”
olarak belirtilmiştir. Bugün A yani La notası 440 Hz’e sabitlenmiş ve buna “Standart
Tunning” adı verilmiştir. Normalde insan bedenine iyi gelen ve yükselten frekans 444 Hz
hatta 528 Hz’dir.  Müziğin ruhun gıdası olduğunu, ses dalgalarının yarattığı titreşimlerin,
su moleküllerini değiştirebildiğini ve bedenimizin de %80’ninin suyla kaplı olduğunu
bildiğimizde, müzikten etkilenmemek pek de mümkün gözükmemektedir.

O halde neden La notası 440 Hz’e sabitlendi?  

Bununla ilgili çeşitli iddialar var. Radyo tekelini elinde bulunduranların “Standart Tunning”
dedikleri bu frekans ile mekanik olarak dinleyicilerin duygularını kontrol altına almaya
yönelik çalışmalar yaptığı ve bu sayede kitlelere ticari ilgi alanlarını önceden
dayattırdıkları yönündedir. Hatta müzik sektörünün buna göre konumlandırılması da kitle
denetimi ile ilgili olabileceği söylenmektedir. Ayrıca 1. ve 2. Dünya Savaşı sırasında
frekans teknolojileri alanında bilimsel çalışmaların yapıldığı bilinmektedir. Petrokimya ve
ilaç devleri tarafından frekans teknolojisinin bu savaşlarda kullanılmış olduğunu
düşünürsek, bu iddianın pek de asılsız olduğunu söyleyemeyiz. Sadece radyo değil
televizyon, sosyal medya, yazılı medyanın da direkt olarak bizim algı frekansımıza etki
ettiğini pekâlâ söyleyebiliriz. Zira bir düşünceyi ya da ideolojiyi dikte etmek de aslında
frekans sisteminin kullanılmasından ibaret.  Popüler kültüre hiç girmiyorum bile!

“Müzik ruhun gıdasıdır.” demiştik; işte müzikle ilgili bir diğer örnek ise; Solfeggio Frekans
sistemidir. ‘Solfeggio Frekansları’ – ‘Solfeggio Skalası’ antik çağlardan gelen, müzikal bir
ton skalasıdır. Eskiler, bu ton skalasının evrenin prensipleriyle uyumlu olduğuna inanmış
ve bu skalanın ruh ve madde dünyasının mükemmel uyumunun bir yansıması olduğunu
söylemişlerdir. Hatta ilahilerde bu skala kullanılmış fakat daha sonra yasaklanmıştır.
Günümüzde ise bunu tekrar gündeme getiren kişi Dr. Joseph Puleo’dur. Puleo, ilk olarak
çalışmalarına 1988 yılında başlamış ve kendisi bu unutulmuş bilgiyi tekrar ortaya çıkaran
kişi olmuştur. Dr. Joseph Puleo mistik bir vizyon görmüş, ardından teorisini oluşturmaya
başlamış ve kendisini bu konuya adamıştır. Kendisi DNA’nın kollektif hafızayla bağlantılı
olduğunu, her şeyin bir bütün olduğunu belirtmiş ve çalışmalarını DNA’nın aktivasyonu
üzerinde yoğunlaştırmıştır. Spesifik olarak 528 Hz frekansın DNA üzerinde iyileştirici
etkilerini bulgulamıştır. “Healing Codes for the Biological Apocalypse“ adlı kitabında ise
skalasını pisagor karesi metodu adı verilen bir çeşit numeroloji metodu ile oluşturduğunu
yazmıştır.

Enerji sistemleri nasıl çalışır?

“Her şey enerjidir ve her şey yalnızca bundan ibarettir. Sahip olmayı istediğiniz
gerçekliğin frekansına uyumlandığınızda artık yapacak bir şey yoktur o gerçeklik size ait
olur. Bundan başka bir yol yoktur. Bu felsefe değildir. Bu fiziktir.”  Albert Einstein

Aslında enerji sistemi öncelikle düşünce ve duygularımızı etkiler, ardından fiziksel


bedenimize yansır. Bunu bir lineer bir çizgi gibi düşünebilirsiniz. “Yaşanılan Olay
(Travmatik olabilir de olmayabilir de) – Düşünce – Duygu  – Bedensel Hisler
(Psikosomasyon) – Fiziksel Rahatsızlıklar.” (Burada genetik rahatsızlıklar, konu dışı
tutulmuştur; bunun için epigenetik konusu ve karma sistemi araştırılabilir.) Fakat bazıları
direkt olarak bedenimize girer. Mesela; Güneş ışığı, müzik, besinler, aromatik kokular…
Ama ister direkt ister duygu ve düşüncelerle olsun enerjiler bize, aurayı (enerji bedeni)
aracı kılarak etki ederler. Aura yani enerji bedeni, bir nevi bedenimizi saran kılıf gibidir.
İnsanın enerji alanı ya da enerji bedeni (Aura) ya da biyo-alan, insan yaşamıyla yakından
ilişkili olan evrensel enerjinin dışavurumudur. Fiziksel bedeni kuşatan ve fiziksel bedene
nüfuz eden ışık bedeni olarak tarif edilebilir. Her aura kendi karakteristik radyasyonunu
yayar. Her auranın meridyenleri (enerji yolları) ve çakraları (enerji merkezleri) bulunur.
Aura, fiziksel bedenimizden çok daha yüksek bir titreşime sahiptir. Bu sebeple beş duyu
algımızın dışındadır. Ama bazı psişikler bunu görebilir ya da bizler de altıncı his dediğimiz
duyumla onu hissedebiliriz. Bu sisteme inanmayan bir insan bile aslında gün içerisinde
aurasının yarattığı etkileri sezgisel anlamda deneyimler. Örneğin; Kalabalık bir ortama
girdiğinde şöyle diyebilir: “Burası beni sıktı, iyi hissetmedim.” Hatta bulunduğu ortamı terk
edebilir. Aslında bu o kişinin enerji alanının, içine girdiği alanla olan uyumsuzluğu sonucu
ortaya çıkar. Ya da bir anda arkadaşının hastalandığını sezip, telefonla arayabilir. Bunlar
altıncı hissimiz ve enerji bedenimiz (Aura) vasıtasıyla olur. Aksi halde bedenimiz çok
kaba bir titreşim olduğu için bu gibi yüksek sezgisel hisler ona direkt olarak tesir edemez.
Aurayı fotoğraflayan teknikler geliştirilmiştir. Bunlardan biri Kirlian Tekniği’dir. Fakat hala
bilimsel otoritelerce sorgulanmaktadır ve auraya inanmayan bir kısım da bulunmaktadır.
Fakat bu muhalif yaklaşımlara rağmen aura antik uygarlıklardan beri bilinmekte ve aurayı
kuvvetlendirecek teknikler ortaya konulmaktadır. Günümüzde EFT (Duygusal Özgürleşme
Tekniği) olarak bilinen tekniğin kökeni, Çin Akupunktur Tıbbı’na dayanmaktadır.
Tamamen aurayı kuvvetlendirme ve psikolojik, fiziksel rahatsızlıkların iyileşmesi üzerine
odaklanmaktadır. Yoga, meditasyon gibi sistemler de aurayı kuvvetlendiren, insanın enerji
dengesini kurmasını sağlayan ve binlerce yıldır uygulanan tekniklerdir. Hatta bu teknikler
artık enerji tıbbı olarak literatürde yerini bulmaya başlamıştır. Bunu enerji psikolojisi de
takip etmektedir. EFT aynı zamanda bir enerji psikolojisi tekniğidir. Kısacası enerji tıbbı
bugün eski şamanik şifa uygulamalarının modern kültürlere tanıtılmasından, modern
hastanelerdeki güçlü elektromanyetik ve görüntüleme teknolojilerinin kullanımına kadar
pek çok alanda yer almaktadır.

Hastalıklarımız çoğunlukla enerjetiktir; sürekli öfkeli olan birinin yaydığı enerjetik


frekanslar negatif tarafta fakat yüksek titreşime sahiptir. Bu nedenle etrafına ve
kendisine daha fazla yıkım getirir. Eğer bu problemini çözmezse, bir süre sonra bedensel
rahatsızlığa yakalanma olasılığı daha yükselecektir.  Bir örnek vermek gerekirse,
depresyon, dış uyaranlara karşı duyarlığın azalması, girişim gücünün ve kendine güvenin
yiterek umutsuzluğun, karamsarlığın güçlenmesi biçiminde beliren ruhsal bozukluktur.
Enerji sistemindeki tanımına göre ise depresyon, enerji akışının çok düşük olması halidir.
“Depresyon ile kalp kırılması deneyimi arasında mutlak bir bağlantı bulunmaktadır. Kalp
kırıklığı insanların depresyona girmesinden önce yaşanır ve insanlar genellikle kalplerinin
neden kırıldığının farkındadırlar. Bu mecazi değil,  gerçek  bir tanımdır. Kalbi doğrudan
etkileyen bir olay, yüreğin merkezi dediğimiz enerji sisteminde blokajlar oluşturan arızalara
yol açar. Neyse ki enerjinin kalbi bir kemik gibi kırılmaz. Bu, enerjiyle onarılabilecek bir
sistemdir. Kalbi iyileştirecek olan enerji yalnızca sevgidir.”(Alıntı: Dr. Silvia Hartmann)
Çünkü aslında çağımızın vebası olan depresyonun çıkış sebebi sevgisizliktir. Sevgisizliğe
karşı oluşturulan bir savunma kalkanıdır.

‘’Düşünce şeklimiz ve tarzımız bir devrim geçirdi. Artık eskiye göre daha farklı gözlerle
bakıyor; farklı kulaklarla duyuyor ve farklı düşünüyoruz.’’ Thomas Paine

Yeni çağ sezgisini ve bilgisini birleştirenin olacak…

Gelgelelim ki; sistem, enerji ile bu kadar tümleşik bir şekilde yapılanmışken, bunu
görmezden gelmemiz mümkün gözükmemekte. Zaten bu konuda ilgimiz de gün geçtikçe
artıyor. Çağımızda hiç olmadığı kadar enerji terapisti var, her 5 insandan 2’si enerji nedir
biliyor. Yoga ve meditasyon gibi sistemlere dönüş arttı. Bununla ilgili kitaplar da çoğaldı.
Hatta psikoloji bilimi Mindfulness ile, temeli bu sisteme dayanan yeni bir tekniği literatüre
soktu. Üstelik araştırma sonuçlarına göre bu teknikleri düzenli kullanan kişilerde
psikolojik rahatsızlıkların iyileşmesinde olumlu etkiler de görülmüştür. Kısacası kaotik
olduğu kadar müthiş potansiyel yüklü bir zamanda yaşadığımızı çoğumuz artık fark
etmeye başladık. Tıpkı yaklaşan bir depremi hissedip huzursuzlanan hayvanlar gibi siz de
büyük bir değişim için gizliden gizliye hazırlandığınızı seziyor olabilirsiniz. Gitgide iç ve
dış enerjinin, bu enerjilerin niteliklerinin ve hangi prensiplerle (frekans, vibrasyon,
rezonans, dalga, salınım,  döngü  vb.) işlediklerinin daha çok farkına varmaktayız. İnsanlık
değişiyor, insanlık tekâmül ediyor ve insanlık frekansını yükseltiyor. Artık bilgi çağı (bilgi
toplumu) evrim geçiriyor ve sezgi çağına (sezgi toplumu) doğru evriliyor. Artık
salt akıl sorunları çözmeye yetmiyor. Akıl, sezgi ile birleştirildiğinde anlam ifade ediyor.
Bizler frekans anlamında gerçekleşen evrim sürecindeyiz. Bu süreç bizim duygularımıza
ve düşüncelerimize ivme kazandırıyor. Dolayısıyla daha hassas, daha uyanık ve daha
empatik bir hale geliyoruz. Ama bununla birlikte sistemi yanlış kullanan kişiler/kurumlar
tarafından etkilere de daha açık hale geliyoruz. Bu sebeple sevgili okurlar, iyice öğrenin ve
araştırın. Zira bu sistem çok hassas bir terazide işlemekte ve bir silah olabileceği gibi bir
şifa da olabilmekte…

Yazının tüm hakları tarafımıza aittir. İzinsiz kullanılamaz ve yazar ismi kullanılmadan
kopyalanamaz.

Kaynaklar:

Web Siteleri:

http://www.cochlea.org/en/hear/human-auditory-range

https://hayatinisaretdili.com/frekans-titresim-ve-salinim/

https://www.mindvibrations.com/528-hz-dna-repair/

http://www.butundunya.com/pdfs/2016/05/115-119.pdf

http://www.mistikakademi.com/dr-robert-becker-ve-dr-john-zimmerman-in-arastirmalari

https://courses.lumenlearning.com/introchem/chapter/plancks-quantum-theory/

https://socratic.org/questions/how-does-energy-relate-to-wavelength-and-frequency

https://www.quora.com/What-are-the-postulates-of-Planck-s-quantum-theory

https://byjus.com/physics/frequency-and-wavelength/

https://listelist.com/zehirli-frekans/
https://dergipark.org.tr/download/article-file/177808

https://mindfulnessinstitute.com.tr/mindfulness-bilincli-farkindalik-nedir/

https://www.iris.edu/hq/inclass/animation/
building_resonance_the_resonant_frequency_of_different_seismic_waves

https://www.emfresearch.com/the-body-electric/

https://www.goodtherapy.org/learn-about-therapy/types/biofeedback

https://medium.com/meducated-org/how-to-heal-your-body-by-using-the-frequency-of-
life-9307af550fbb

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22947381

https://innerself.com/content/living/health/healing-disciplines/9755-how-to-clear-heal-
energize-and-protect-your-energy-frequency.html

https://www.magnificentu.com/vibrational-medicine-energy-healing/

Kitaplar:

The Body Electric- Robert O. Becker/Gary Selden

The Promise Of Energy Psychology- David Feinstein, Donna Eden, Gary Craig

Vibrational Medicine- Richard Gerber

Frekans-Penney Pierce

Enerji Tıbbı- Donna Eden

Enerji EFT- Silvia Hartmann

Bu Yazılar Ilginizi Çekebilir...


https://www.yogixo.com/index.php?route=blog/article&article_id=19
Her şeyin özü
enerjidir. Kütle, enerjinin yoğunlaşmış halidir. Enerji sürekli titreşerek bir salınım oluşturur.
Bizler de sürekli titreşen enerjileriz. Titreşim seviyemiz düşük olduğu için yeryüzünde çökeltilmiş
şekilde yani kütle-beden olarak hayatlarımızı devam ettiriyoruz. Bizim titreşimimize uygun
şekilde titreşen enerjileri de kendi titreşim dünyamızda kütle olarak görebiliyoruz (diğer insanlar,
hayvanlar,esyalar...)
İnsan bedeninin doğal titreşim düzeyi saniyede ortalama 300 titreşimdir.
Frekans yani titreşim düzeyi arttıkça kişilerin doğaüstü güçleri de artmaktadır. Dusunce bir
enerjidir. Dusunce ile istenilen frekans yayılabilir.
Şifa verme gücüne sahip olan kişilerin titreşim düzeyleri saniyede ortalama 500 titreşimdir.
Her organın kendine özgü titreşimi vardır. Bedenin titreşiminin dışında organlar da kendi
aralarında farklı hızlarda titreşirler. Örneğin kalbin titreşim hızıyla böbreğinki aynı değildir.
Böbrek arıza yaptığında bu aynı zamanda onun titreşiminde bir sorun olduğu anlamına gelir.
Frekans teknolojisi günümüzde kısmen de olsa tıpta kullanılıyor ancak gün gelecek pek çok
hastalığın tedavisi frekanslarla yapılabilecek. Her hastalığa uygun frekans bulunacak ve hasta kişi
o frekans ortamına sokularak tedavi edilecek
Herkesin kendisine en uygun titreşimi bulma potansiyeli vardır. Kendimizi dinlemek diye ifade
ettiğimiz kişinin bir karar vermeden önce içe dönme hadisesi de budur aslında. Kendimizi
dinlediğimizde titreşimlerimizi de fark ediyoruz ve titreşimler iç ses olarak bizim için neyin iyi ve
doğru olacağını bize söylüyor. Bir miktar derin düşünme ve yalnız kalmak kendimizi yani
titreşimlerimizi anlamak için yeterlidir.
Kisacasi huzur insanın kendi elinde. Hayatin akışında titresimler bizi yönetiyor biz de titresimleri.
Istediginiz enerji seviyesine sevgi ile aşk ile müzik ile yada aromatik yağlarla ulaşabiliriz.
FREKANS VE TİTREŞİMLER – SCHUMANN
REZONANSI VE BEYİN DALGALARI
Eylül 24, 2020
   Frekans ve Titreşimler

‘’Evrenin gizemini anlamak istiyorsanız enerji, frekans ve titreşim kanunları ile


düşünün.’’

-NİKOLA TESLA                                                                                                                                             

Nikola Tesla’nın yukarıdaki sözünden yola çıkarak her şeyin bir enerjisi, titreşimi ve
frekansı varsa dünyanın da bir frekansı var mıdır?

Bu soruya cevap arayan fizikçi Winfried Otto Schuman 1952 yılında yaptığı


araştırmalar sonucunda dünyanın belli bir titreşimi olduğunu kanıtlamıştır.

Şimşek ve yıldırımlar şeklinde yeryüzüne ulaşan elektrik enerjisi, yer kabuğu ile
iyonosfer arasındaki boşlukta çeşitli elektromanyetik rezonans alanları diğer bir
deyişle değişik frekanslarda titreşen elektromanyetik alanlar meydana getirirler.
Oluşan bu alanların titreşimine onu keşfeden fizikçinin adı verilerek ‘’Schumann
rezonansı’’ denmiştir. Dünyanın kalp atışı olarak ifade edilen Schumann
rezonansının frekansı 7,8 Hertz olarak ölçülmüştür.1952 yılından itibaren düzenli
olarak ölçülen frekans değerlerinin 1980 yılından sonra 11 Hertz’in üzerine çıktığı
gözlemlenmiş.*

Beyin Frekans ve Titreşimler


Schuman rezonansının keşfinden çok önce Alman Hans Berger 1924 yılında insan
beynindeki  frekansları  elektroensefalografi  günümüzde bilinen adıyla EEG cihazıyla
kaydetmeyi başarmıştır.**

‘’Beynimizin dışarıya yaydığı elektromanyetik titreşimlerin 5 ana frekansta olduğu


tespit edilmiştir:

 Delta dalgaları (1-3 Hertz) = Derin uykuda, bilinçsiz haldeyken beynin yaydığı
elektromanyetik titreşimlerdir
 Teta dalgaları (4-7 Hertz) = Derin gevşeme, uyuşukluk, hafif uyku halinde
beynin yaydığı elektromanyetik titreşimlerdir.
 Alfa dalgaları (7-11 Hertz) = Rahatlamış bir halde iken ve uykudan önceki
safhada beynin yaydığı elektromanyetik titrşimlerdir.
 Beta dalgaları (11-25 Hertz) = Beyin aktifken, uyanık haldeyken, çalışırken,
dikkat ederken, bilgi alıp verirken beynin yaydığı elektromanyetik
titreşimlerdir.
 Gama dalgaları (25-60 Hertz) = Öğrenme, anlama, idrak için zihnin zorlandığı
sırada beynin yaydığı elektromanyetik titreşimlerdir.’’***

Hawkins Bilinç Haritası


Bu alanda çalışma yapan isimlerden bir diğeri ise Dr.David Hawkins’tir. İnsanların
zihin ,duygu durumları ve frekansları üzerine birçok çalışma yapan Hawkins
insanların duygularının açığa çıktığı anda farklı frekanslar oluşturduğu, yüksek 
titreşimli duygu ve düşüncelerin, düşük titreşimli duygu ve düşüncelerden çok daha
kuvvetli ve etkili olduğunu ortaya koymuştur.

Dr.Hawkins’in ‘’Bilincin Anatomisi ‘’ adlı kitabında yüksek bilinç titreşimlerinin,


kendilerinden    düşük titreşimleri dengelediği sonucuna ulaşmıştır.

Buna göre;

 Frekansı 300 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 90.000 kişiyi,


 Frekansı 400 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 400.000 kişiyi,
 Frekansı 500 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 750.000 kişiyi,
 Frekansı 600 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 10 milyon kişiyi,
 Frekansı 700 seviyesindeki bir kişi ise 200’ün altındaki 70 milyon kişiyi
dengelediği görülmüş.
‘’Hawkins, insanlığın %85’inin 200’ün altında frekans ve titreşimler yaydığını, son
zamanlarda insanlığın ortalama farkındalık seviyesinin 204’e ulaştığını, ancak insanın
tam anlamıyla kendini gerçekleştirme  ihtimalinin  250’den düşük seviyede
gerçekleşemediğini yazmaktadır.’’

Günümüzde elektromanyetik alanlara daha çok maruz kalma, çocuklarımızın tablet


ve internet bağımlısı olması, yediğimiz içtiğimiz ürünlerin içeriklerinin bozulması
sebebiyle 200’ün altında frekans ve titreşimler yayan insanların sayısının gittikçe
çoğaldığını tahmin etmek hiçte zor olmasa gerek.

Aynı frekans seviyeleri birbiriyle eşleşme durumunda olduğuna göre yaşadığımız


olay , durum ve kişileri mıknatıs gibi kendimize çektiğimizi her an hatırlamalıyız.
Bizden yayılan her olumlu ya da olumsuz düşünce bize aynı frekanstaki olayları
beraberinde getirir.

Dünyanın değişen frekansları konusunu geri dönecek olursak…


Bizim ve dünyanın frekanslarını eşitlemek zorunda olduğumuzu hatırlatmak isterim.
Yani yaşadığımız  çevrede olup biten olaylarda hep karşı tarafı suçlarız , kızarız,
hüküm ve yargılama içinde olmayı seçeriz ya! İşte o durumlarda hangi frekansları
yaydığımıza tablodan lütfen göz atalım.

Asıl dikkat çekmek istediğim konu ise; dünyanın frekansının giderek yükselme
eğiliminde olduğu ve bu frekanslarla uyumlu hale gelmeyen insanların bundan çok
olumlu etkilenmeyeceğini fark etmesidir. Frekanslarımızı yükseltme yollarını bulmak
ve uygulamak durumundayız.

Öncelikle eğer hayatınızda isteklerinizin olmadığını hissettiğiniz, her şeyin gelip sizi
bulduğunu düşündüğünüz anlar çoğaldıysa, içinize dönüp bakmanın tam zamanı.
Bütün bunların sebebi sizin yaydığınız titreşimlerin düşük olmasından
kaynaklanabileceğini düşündünüz mü?

Düzeltmek için sadece cesaret edip yola çıkman yeterli. İçeri bakmaya hazır mısın?

Kaynakça:

1. * tr.wikipedia.org/wiki/schumann_rezonansı
2. ** en.wikipedia.org/wiki/Hans_Berger
3. ***Tolga Ayşe/’’Titreşimini Yükselt Hayatın Değişsin’’

Karma yazısı için
Frekanlas ve Şifa Özellikleri
337 Hz: Kan dolaşımını düzene sokar 396 Hz korkulardan arınmamıza 528
Hz frekansı tüm evreni şifalandıracak kapasitede mucizevi titeşimlere
sahiptir. DNA onarıcı gücü vardır.
537 Hz: Endokrin sistemini düzene sokar (büyüme, gelişme, cinsellik,
metabolisma ilşe alakalı hormonal denge) 582 Hz ruhumuzla bağlantıya
geçmeye yarar.
625 Hz: Böbrek fonksiyonları
635 Hz. Hipofiz bezi (pituary)
654 Hz: Pankreas
662 Hz: Epifiz bezi (pineal)
696 Hz: Kalp 741 Hz farkındalığın artmasına
751 Hz: Karaciğer
763 Hz: Tiroid
764 Hz: Sinir sistemi
835 Hz: Bağışıklık sistemi
1335 Hz: Adrenalin, stresle mücadele
1565 Hz: Ruhsal şifa                                                               

You might also like