You are on page 1of 100

ISSN 2149-9950

9 772149 995004
EDİTÖRDEN
Hüseyin ÇUKUR “ACILARIN ÇOCUĞU”
017’nin ilk sayısında Sherlock Holmes, ikinci sayısında Agat-
2 ha Christie’yi bilinmeyen yönleriyle incelediğimiz dergimiz-
de, portre yazar “dedektifliğimiz” Poe ile devam ediyor. Ancak
Poe’nun yazdığı birçok öykünün polisiye unsurlardan ziyade gotik
öğeler, korkunun nüvelerini taşıması onun polisiye edebiyatın
kurucu metinlerine imza attığı gerçeğini değiştirmiyor. Yazılı ve
“kurgu” diyebileceğimiz ilk polisiye metnin Habil’le Kabil hikâyesi
olduğunu savunuyorum üstelik...
Edgar Allan Poe için bu başlığı, “arabesk” olsun diye koymadım
elbette. Trajik bir ölümle erken yaşta sonlanan hayatı, bu başlığı
atabilmek için yegâne sebep de değil... Yaşamı boyunca, annesi
ve eşi de dahil, değer verdiği herkesi çeşitli hastalıklar yüzünden
çok genç yaşta kaybeden bir delikanlının, yaşadığı acılarla nasıl
sınandığı ve bu acıların onu nasıl dünya çapında bir yazar haline
getirdiğini bir dosya kapsamında tekrar gündeme getirmek istedik.
Poe öykülerindeki “sorunlu” kadın karakterler ve yazarın öykü-
cülüğünün birçok eleştirmen tarafından küçümsenmesi ve ona deli
ya da sapık gözüyle bakılmasının çok da önemli olduğunu düşün-
müyorum. Hayatının tamamında ölüm olgusuyla yüz yüze gelen
bir yazarın böyle eserler üretmesinin arkasındaki psikolojik ve
psikanalitik çözümlemeler, bu tür eleştirilerin çok önündedir bana
göre. Üstelik edebi anlamda da akıl açıcı, yol gösterici bir misyo-
nu vardır. Poe’dan etkilenen dünya çapındaki yazarları saymaya
kalksak editör yazısına sığmaz.
Dolayısıyla Poe’yu dosya konusu yapmaya karar verdiğimizde,
polisiye anlamında elimizde kısıtlı bir arşiv olduğunu biliyorduk
ama sonuçta polisiye edebiyat çerçevesinde de bizi tatmin eden bir
içerikle okurlarımıza ulaştığımızı düşünüyoruz.
Poe’nun sorunlu kadın imgesinin altında yatan nedenler, öykü-
lerinde bu nedenlerin ne şekilde ortaya çıktığı; döneme, dönemin
eserlerine ve kendisinden önceki çağlara yaptığı göndermeler; pul
221B, Sayı 9, Mayıs-Haziran 2017, koleksiyonlarındaki yeri; eserlerinin film ve tiyatro uyarlamaları;
İki Aylık Süreli Yayın
modern edebiyata etkisi; spiritüalizme konu olması ve Poe’ya ada-
Yayın Kurulu:
Ahmet Ümit, Algan Sezgintüredi, Ece Özbaş, nan bir Progressive Rock albümü dosya kapsamında okurlarımızın
Erol Üyepazarcı, Hüseyin Çukur, Özlem Özdemir, ilgisini bekliyor.
Sevin Okyay
Dosya dışı köşelerimiz ve ilginizi çekeceğini düşündüğümüz
Editör: Hüseyin Çukur, Özlem Özdemir, Yoldaş Özdemir
diğer yazılarımız da daha önceki sayılarımızda olduğu gibi sayfa-
Kapak Tasarım: Pınar Kurt
larda yerini aldı.
İç Tasarım: Eren Taymaz
Reklam: Kamile Karakadılar
Poe, her şeyden önce iyi bir entelektüel ve hiciv ustasıydı.
(kamile@mylosyayingrubu.com) Bütün o karanlık öykülerinde bile onun ironisi ve taşı gediğine
221bdergi.com | bilgi@221bdergi.com oturtan göndermeleri bu konudaki yeteneğini kanıtlar nitelikte.
facebook.com/221bdergi | twitter.com/221bdergi Ama acının peşini bırakmadığı bir bireyin, “karanlık” yönüyle
Mylos Yayın Grubu Yayıncılık Danışmanlık Hizmetleri Ltd. edebiyatta yer edinmesi de bilinçli ve yadsınamaz bir gerçek olarak
Şti. adına İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Özlem Özdemir
önümüzde duruyor. Poe’yu Poe yapan da bu acıları sanırım...
Adres: Caferağa Mah. Zuhal Sok. Banu Apt. No:1, Daire:1,
Buradan bir de haber verelim: Fulya Turhan çevirisiyle, Poe
Kadıköy - İstanbul - Tel: 0216 345 00 46 öykülerinin ilk cildini kronolojik sıralamaya sadık kalarak, açıkla-
Baskı: Uniprint Basım Sanayi ve Ticaret A. Ş. malı notları ve her bir göndermeye düşülen notlarıyla, çok yakında
Ömerli Mah. Hadımköy-İstanbul Cad. No:159, Arnavutköy, Labirent Yayınları etiketiyle raflarda göreceksiniz.
İstanbul - 0212 798 28 40 - Sertifika No: 12196
Sonuçta Poe, hâlâ güncel ve hâlâ bir mihenk taşı! Bize de onu
Dağıtım: DPP (0212) 622 22 22
okuyup anlamaya çalışmak düşüyor.
221B’de yayımlanan tüm yazı, çizim ve karakterlerin
yayın hakları saklıdır. Yayınevi, yazar ve çizerin izni
olmaksızın hiçbir yazılı, basılı ve görsel yayın organı ve sanal
ortamlarda kullanılamaz.

3
kaNDaN Ve
kiReÇteN ŞaRkılaR
Seda ERSAVCI

61

Diyalektik ������������������������������������������������������������8
Celil OKER
BiR POliSiye ROMaN PaRODiSi: kaN Ve GÜl ���12
Erol ÜYEPAZARCI
kORe DağlaRıNDaN SeSSiz Çığlık:
the WaılıNG ��������������������������������������������������������14
Yigilante KOCAGÖZ
haRRy BOSCh ������������������������������������������������������18
Fulya TURHAN
“POliSiye, Daha öNCe hiÇ GitMeDiğiNiz
Doruk TATAR 48
yeRleRe aÇılaN BiR kaPıDıR” ��������������������������20
Laurie R. KING
ÇalıNaN MektUP: Röportaj: Çağla ÜREN
SıRRıN yÜzeySelliği
BiR katille SOhBet �������������������������������������������26
Ve BilGi ekONOMiSi Elçin POYRAZLAR
ikiz kaRDeŞleR: kURGU Ve hayat ������������������28
Cenk ÇALIŞIR
OkUR NaMlUNUN UCUNDa ���������������������������������32
POe ölÜMlÜ BiR yazaRDıR �������������������������������52
Yankı ENKİ
eDGaR allaN POe, MORGUe SOkağı
CiNayetleRi Ve C� aUGUSte DUPıN ������������������58
90 Tunç TAYANÇ

Çağla ÜREN

kUtSal DeDektiFlik BÜROSU


SAYI 9

eDGaR allaN POe Ve Fulya TURHAN 38


SORUNlU kaDıN iMGeSi
ölDÜkteN SONRa Da
yazMaya DeVaM eDeN (!) BiR yazaR: POe ��64
Koray SARIDOĞAN
“MORGUe SOkağı CiNayeti” ��������������������������66
ATLAS TİYATRO ARAŞTIRMALARI EKİBİ
Röportaj: Çağla ÜREN
eDheM Bey �������������������������������������������������������72
Yazan: Mahir Ünsal ERİŞ - Çizen: Ferit GÜLEÇ
RahiP CiNayeti �����������������������������������������������76
Çağatay YAŞMUT
JO NeSBø’NUN DikkatiNe! �����������������������������80
Ceyhan USANMAZ
SCalPeD�����������������������������������������������������������82
H. Barlas OMAY
tOPRak, BUz Ve kaR aRaSıNDa:
tRaPPeD ����������������������������������������������������������84
Ezgi ÖZCAN
POliSiyeNiN SatıR aRalaRı �������������������������88
Yankı ENKİ
kıRMızı kaleM ������������������������������������������������95
Kadri Görkem AKA 54

Sevin OKYAY

CORMaN POe’yU
BUlUNCa���
EPISODE DERGİ ÖNERİYOR

TüRKİyE’NİN TEK Dİzİ KülTüRü DERgİsİ EpisoDE DERgİ, 221B DERgİ


oKURlaRiNiN sEvEcEğİNİ DüşüNDüğü, BU yiliN ÖNE ÇiKaN DİzİlERİNDEN
BİR sEÇKİ HaziRlaDi.

TwiN pEaKs
Doksanlı yılların başını yakalayanların daha iyi
hatırlayacağı, o yılları yakalamasa da dizi tutku-
sundan yahut David Lynch aşkından ötürü bir
şekilde izlemiş olacağı Twin Peaks (İkiz Tepeler)
geri dönüyor.
Yayınlandığı dönemde çok tartışılıp konuşulan
fakat gerek reyting sorunu, gerekse Körfez Sava-
şı’nın getirdiği kimi politik ve ekonomik durum-
lardan ötürü yayından kaldırılan, daha sonra bir
sinema filmiyle (Twin Peaks: Fire, Walk With Me)
hikâyeye giden yolu izleyiciye anlatmak istese
de dizinin başarısını yakalayamayan proje, 26 yıl
aradan sonra geri dönüyor.
Elbette işin başında yine David Lynch ve Mark
Frost var. Üstelik kadronun hatırı sayılır bir kısmı
da aynı oyunculardan oluşuyor. Yani yeni sezon
bir spin-off değil; yeni bir hikâye anlatmayacak,
Laura Palmer hikâyesine kalınan yerden devam
edecek.
10 bölümlük sezon 21 Mayıs’ta başlayacak ve
Türkiye’de FX’te yayınlanacak.

amERicaN goDs
Çizgi roman tutkunlarının, fantastik ve bilim-
kurgu sevenlerin, Neil Gaiman okurlarının tümü-
nü yakalayan dizi, bu yılın en iddialı projelerin-
den ve iddiasını kaybetmeyen bir giriş yaptı.
Starz ve Amazon’da yayınlanan American Gods,
Neil Gaiman’ın aynı adlı eserinden uyarlandı.
Türkçede İthaki Yayınları etiketiyle okuduğumuz
“Amerikan Tanrıları” en kısa ifadeyle eski ve yeni
Tanrıların savaşını anlatıyor fakat bu ifadeden,
karşı karşıya gelmiş devasa tiranları falan anlama-
mak gerek. Hikâye, sıradan günün, sıradan şehrin
ve son derece normal birer insan gibi görünen
varlıkların arasında geçiyor.
Hannibal’ın yaratıcısı Bryan Fuller ve Michael
Green’i mutfağında buluşturan dizide Ian
McShane, Emily Browning, Gillian Anderson,
Ricky Whittle, Yetide Badaki, Bruce Langley ve
Pablo Schreiber gibi isimler yer alıyor.

6
THE HaNDmaiD’s TalE
Margaret Atwood’un aynı isimli romanından için evlere gönderiliyor. Sadece üreme amaçlı
uyarlanan ve 2017’nin en tartışmalı dizilerinden yani damızlık olarak kullanılan kadınlar, evlerde
biri haline gelen The Handmaid’s Tale, Türkçeye komutanlar ve eşleriyle birlikte yaşıyor fakat
“Damızlık Kızın Öyküsü” adıyla çevrilmişti. kişisel hiçbir hakları yok. En ufak bir yanlış sözün
Daha önce Birleşik Devletler’in parçası olan hayatına mal olacağı bu korkunç toplumda Offred
Gilead isimli totaliter bir toplumda geçen hikâyeyi ve diğer kadınlar; komutanlar, onların acımasız
anlatıyor. Doğal afetler ve nüfus düşüşüyle yüz eşleri ve bu hastalıklı toplum yapısında hayatta
yüze kalan Gilead isimli distopik toplum, kadın- kalmaya çalışıyor.
ları devletin malı olarak gören köktendinci bir Hulu’da yayınlanan diziyi BluTV’de izleyebi-
rejim tarafından yönetiliyor. Halen doğurganlığını liyoruz. 10 bölümlük ilk sezon bölümleri parça
yitirmeyen kadınlar, devlet kademelernde hiz- parça yayınlanıyor ve sezon henüz yarılanmadan
met veren komutanlara “doğum hizmeti” vermek 2. sezon onayını aldı bile.

sENsE8
The Matrix’in yaratıcıları
Wachowski kardeşlerin son harika-
larından olan Sense8, 2015’teki ilk
sezonuyla bomba gibi düşmüştü.
Wachowskilere özgü sinematografi,
kurgu ve senaryosuyla ilgi çeken
dizi, aynı ruh kümesine dahil olan
fakat dünyanın farklı ülkelerinde,
farklı kültürlerde yaşayan sekiz
“psişik” insanı ve onların peşindeki
gizemli oluşumları anlatıyor. İlk
sezonda daha çok, karakterlerin
hikâyelerinin arka planında kalan
ana konu, 2. sezon itibarıyla son
derece detaylandırılmış durumda.
Diziyi Netflix kütüphanesinde
bulabilirsiniz.

7
FRoNTiER
Frontier geçtiğimiz yılın sonun-
da Netflix’te gösterime giren ve
başrolünde Khal Drogo namıyla
tanınmaya devam eden Jason
Momoa’nın yer aldığı bir dizi ve
yeni sezona yaklaştığımız şu süreç-
te gözden kaçmamasını istediğimiz
için bu listede yer verdik.
18. yüzyıl sonlarında Kuzey
Amerika’da devletlerin, şirketlerin
ve yerel grupların kürk ticareti üze-
rinden ele geçirmeye çalıştığı zen-
ginlik ve iktidar savaşını anlatan
dizide, Jason Momoa’nın canlandır-
dığı Declan Harp’ın geçmişine dair
kişisel savaşını da izliyoruz.
Altı bölümlük ilk sezonla tadı
damakta kalan dizinin ikinci sezon
onayı çoktan verilmişti. 2017
içerisinde henüz belli olmayan bir
tarihte yeni sezonu izleyebileceğiz.

13 REasoNs wHy
Esasen bir “gençlik dizisi”
olan 13 Reasons Why, alışılmış
sığlıktaki Amerikan gençlik
dizilerinden ayrılıyor. İntihar
eden ve intiharının sebeplerini
açıkladığı 7 kasetlik ses kaydını
arkasında bırakan Hannah Baker
ve kasetleri dinleyen arkadaşı
Clay Jensen üzerinden farklı
karakterleri tanıyarak hikâyeyi
tamamlamaya çalışan dizi, vakit
kaybetmeden 2. sezon onayını
aldı bile.
Netflix’te yayınlanan dizi,
özellikle Amerika kamuoyunu
ikiye ayırmış; bir yanda “intihara
özendiriyor” eleştirilerine maruz
kalırken diğer yanda da “gençli-
ğin durumunu anlatıyor” destek-
lerini kazanmış halde. Okulların,
ebeveynlere diziye dair uyarılar
göndermesinin ardından Netflix
dizideki yasal uyarıların sayısını
artırmaya karar vermişti.
Her ne kadar “gizem” katego-
risinde değerlendirilse de olayla-
rın çözüm aşamasında “polisiye”
veya polislerin/dedektiflerin
8 karıştığı bir hikâye değil.
REMZİ ÜNAL’IN MACERALARI

DİyalEKTİK
Celil OKER

yandığımda tahta, “Dur ben bir alo diyeyim patrona,” dedi


U bildiğiniz kahve
sandalyelerinden birinde
birincisi. Ortada birikmiş kâğıtların solun-
daki cep telefonunu aldı. Biraz kurcaladı.
oturuyordum. Oturuyor- Kulağına götürdü. Ne dediğini duyamadım.
dum demek de doğru değil, Nedense fısıldıyordu.
kollarım biraz arkaya Kel kafalı önüne döndü. Uzanıp bir sigara
çekilerek sandalyenin sırt yaktı boşluktan yararlanarak. Dumanın
dayadığınız yerine sabit- kokusu bana kadar geldi. Son sigaramı
lenmişti. İple bağlanmamıştı sanıyorum, kol- Odakule’nin yanındaki aralıktan caddeye
larım ip kesiği hissetmiyordu, galiba ambalaj kavuşunca yaktığımı hatırladım. Kafama ne
bandıyla bağlıydım oturduğum yere. indiğini anlamadığım sokağa girmeden biraz
Kafamın arka tarafında müthiş bir zonk- önce yere atmıştım. Ellerim serbest olsa ben
lama vardı. Elim serbest olsa kocaman bir de bir tane tüttürürdüm diye düşündüm.
şişlik bulurdum yoklayınca. Belki parmakla- Yüzü bana bakan adam telefonu masaya
rıma biraz da kan bulaşırdı. bıraktı.
Uyandığımı üç metre uzaktaki masada kâ- “Geliyor,” dedi.
ğıt oynayan iki adamdan yüzü bana dönük “Oyna,” dedi karşısındaki.
olanı fark etti. Galiba pişti oynuyorlardı. Oturduğum yerden eli kimin almaya
Kâğıtları masaya hızlı hızlı vurmalarından yatkın olduğunu anlayamıyordum. Oyunu
anladım. takip etmek yerine, durumu kendi kendime
“Uyandı seninki,” dedi yüzü bana dönük özetlemeye karar verdim.
adam. Ulviye Hanım’ın yardımcısı, biraz sert
Saçlarını sıfır numaraya kestirmiş, buna çıkınca kadının aileden kalan altınlarını
karşın sakalını alabildiğine salmıştı. Dudak- kendisinin aldığını itiraf etmişti. Dediği-
ları görünmüyordu ya da ben bir şeye ben- ne göre, yastığın altındaki kasa anahtarını
zetemedim uzaktan ve kafam bulanıkken. Ulviye Hanım, tuvaletteyken seslenerek
Gözlerinden hiç söz etmeyeyim. istemiş, şeyi almak için odaya girdiğinde de
Karşısında oturan geri döndü. Onun sa- cebine atmıştı. Kışlık evin anahtarı zaten
kalları daha kısaydı ama kafasında bir tek tel ondaydı. Her iki anahtarı da telefonuna
saç yoktu. kontör yükletmek bahanesiyle çıktığında
“Eğlenek mi biraz?” dedi bana küçümse- sevgilisine vermişti. İhtiyar kadını tuvalet-
yen bakışlarla bakarak. ten çıktıktan sonra, “Biraz hava almalısınız
Küçümsemekte haklıydı. Beyoğlu’nun o Ulviye Abla,” diyerek tekerlekli sandalyesine
çiş ve kusmuk kokan sokağına elimi kolumu oturtmuş, balkona çıkarmıştı. İki saat sonra
sallayarak girmekle hata etmiştim. İnsan, bu kez, “Sigaramı mutfakta içeyim,” diyerek
sağını solunu bir kollardı adım atmadan kalkmış, tam sözleştikleri saatte kapıyı açıp
önce. Beyoğlu’ydu bu, hafife almaya gelmez- anahtarları sevgilisinden geri almıştı. Dön-
di. Elli metre aşağıdaki İstiklal Caddesi’nin meden kasanın anahtarını yastığın altındaki
epeyi sönmüş de olsa pırıltısına kanmamak yerine koymak iki saniyelik işti.
gerekirdi. Sevgilisine gelince, ne iş yaptığı belli ol-

10
mayan hıyarın biriydi. Sorsanız oto kiralama Tamam, boğazımı kesmeyecekti belki ama
şirketi vardı ama sahip olduğu filonun tek tatsız şeyler yapacağı açıktı. Yine de sempa-
unsuru kendisinin bindiği Doblo’ydu, arka tik bakışımı değiştirmedim. Beni kurtaran,
camındaki padişah tuğrası eksik olmadan. kapının açılması oldu.
Genellikle oturduğu üçüncü sınıf kahvede Üçümüz birden kapıya baktık. İçeri giren
karşısına çıkınca hiç itiraz etmemişti. Arayı adam, bekçilerimden bir kıl daha benziyordu
ısıtmak için çay bile söylemeye kalkmıştı. normal bir insana. Yine de ilk göze çarpan,
Sonra öttü tamamıyla. Gözleri kahvenin omuzlarından öne doğru kıvrılan uzun
ucuz karo zemininde, altınları kime verdiği- saçlarına hiç yakışmayan bıyığıydı. Yukarı
ni anlattı. Pilot gözlüklü adamlardan korkar doğru beklenmedik şekilde kıvrılan bir tür
bu tipler nedense. Çayını içmedim, onu da Hercule Poirot bıyığı taşıyordu. Kafasının
söyleyeyim. üstü, yaşı nedeniyle çıplaktı. İktidar partisi-
Yine de hata bendeydi. Tedbiri elden bı- nin ileri gelenlerinde sık gördüğümüz kareli,
rakmamalıydım. Hedefimin uyduruk sanatçı açık mavi bir ceket giymişti. Altında cekete
organizasyonu şirketinin Beyoğlu’nun arka hiç uymayan bir pantolon vardı. Gömleğin-
sokaklarından birindeki bürosuna elimi ko- de dün gece onunla yatmış gibi kırışıklar...
lumu sallaya sallaya ilerlerken, ziyaretimin Önce bana, sonra kendi adamlarına baktı.
haberinin çoktan uçmuş olabileceğini kestir- Başıma bela açmaya niyetli gibi görünen kel
meliydim. Bu hatamın bedelini şimdi tahta kafalı geriye döndü. Gayrinizami bir esas
sandalyenin tepesinde elim kolum bağlı duruşa geçti neredeyse. Masada kâğıtları
oturarak, kafamda uğultularla ödüyordum. sayan adam ayağa kalktı. İkisi de bir şey
Bekçilerim kâğıtları birbiri ardından söylemedi.
masaya vurarak oyuna devam ediyordu. Patron bana doğru yürüdü. Patron oysa
Bana bakmıyorlardı bile. Patronlarıyla ne adı Köçek Cemal’di, kızın sevgilisinin söyle-
gibi bir alışverişim olduğunu bildiklerini diğine göre.
sanmıyordum. Parasını alamamış ve prob- “Herifi Hicaz Makamı’ndan bağlamışsı-
lem çıkarmaya kararlı bir sünnet palyaçosu nız,” dedi. “Aferin lan.”
olduğumu bile sanıyor olabilirlerdi. İşime Bekçilerimin yüzüne denetleyemedikleri
geliyordu bu. Sandalyenin tepesinde kımıl- bir gülümseme yayıldı. Yine de konuşmadı-
damadan oturmaya mahkûm olmaktan daha lar. Köçek Cemal bana doğru yürüdü.
elverişsiz işler de gelebilirdi başıma. Yaklaşık “Bu mu?” dedi yüzüme bakarak.
yarım kilo altın, insanlara çok kötü şeyler Suratımdaki sempati bakışını derhal
yaptırabilirdi. pazarlık etmeye meyilli bir kurban satıcısı
Üst üste iki zafer nidası geldi oyuncuların suratına çevirdim. Bir adım daha attı. Vücu-
masasından kısa aralarla. Karşımdaki sakallı, dundan gelen çemen kokusunu duyabiliyor-
Kasımpaşa kahvelerinde öğrenilmiş alengirli dum şimdi.
bir kâğıt çarpma hareketiyle noktaladı gös- “Epey korkutmuşsun Fırıldak Necmi’yi,”
terisini. Kel kafalı küfretti. İki kere. Sakallı dedi bana. “Olayın ne senin?”
oralı olmadı hiç. Kahkahalarla gülerek fırlat- “Altınları geri almaya geldim,” dedim yo-
tı son kâğıdını yere. Kel kafalı o öfkeyle aya- ruma açık olmayan bir ses tonuyla.
ğa kalktı. Bana doğru geldi. Yüzünde tuhaf “Bak sen!” dedi Köçek Cemal. “Elleri bağlı
şeyler yapmaya hazırlanan birinin ifadesi olmasa alıp gidecek torbayı, pırrr!”
vardı. Suratıma sempatik olmaya çalışan bir “Ellerim bağlı olmasa bir sigara içerdim
ifade yerleştirdim, öyle baktım adama. önce,” dedim.
Çabamın bana doğru kötü niyetlerle dolu “Çöz lan şunun tek elini,” dedi arkasını
bir bakışla ilerleyen adamda karşılığı yoktu. dönmeden. Sakalı denetimsiz koyveren

11
adam ayağa kalktı. Elinde bir sustalı vardı. manında Milli Emniyet’in İstanbul şefliğini
Mekanizmanın sesini duymamıştım. yapmış,” dedim. “Epey adam yetiştirmiş. Çok
Sol elimi sandalyeye rapteden bantları da sevilirmiş. Bunu aynen böyle söyle dedi
keserken gözlerimi patronundan ayırmadım. Ulviye Hanım bana.”
İkimiz de bekledik adamının işini bitirme- Bir an durdu patron. Sonra zorla gülümse-
sini. Serbest bileğimi Aikido çalışmasından yerek konuştu.
önceki ısınma hareketlerinde olduğu gibi “Ulan MİT’in Fetocu kovalamaktan başka
kıvırarak öne arkaya doğru çevirdim. işi yokmuş da moruğun altınlarının peşine
“Bir sigara yakın şu herife,” dedi yine göz- mi düşecekmiş?”
lerini benden ayırmadan. “Kimsin lan sen?” Bir nefes daha çektim sigaramdan. Bu kez
“Emekli pilotum,” dedim. “Ulviye Ha- ara vermedim konuşmadan önce.
nım’ın uzaktan akrabasıyım.” “Valla bilmem,” dedim. “Öyle söyledi.”
“Seni gönderdi demek moruk,” dedi, şimdi Bıyıklarını düzeltti patron. Hiç gereği
daha çok kendi kendine konuşuyor gibi. “Ne yoktu aslında.
yaptın da öyle korkuttun Fırıldak’ı?” “Şunun öteki elini de çözün,” dedi arkası-
“Onun korkmaya niyeti varmış,” dedim, na bakmadan.
bana doğru elinde sigarayla gelen sakallıya On dakika sonra, içinden boynumu üç
bakarken. kere çevreleyecek uzunlukta altın zincir
“Doğru lan,” dedi patron. eksilmiş lacivert kadife torbayı, kel kafa-
Sakallı, sigarayı serbest elime tutuştur- lının çekmecelerden birinde buluverdiği
du. Dudağıma götürdüm. Bildiğin muhtar Migros poşetine yerleştirmiş olarak hâlâ
çakmağıyla yaktı sigaramı. Benzinin kokusu çiş ve kusmuk kokan, gündüz bile karanlık
sigaranın kokusuna karıştı. Benimkinden Beyoğlu sokağını arkamda bırakmış, İstiklal
değildi markası ama hiç yoktan iyiydi. Caddesi’nde yürüyordum. İnsanların üstüne
İlk nefesi arsızlıkla çektim içime. Saldım bir garip neşe gelmişti sanki referandumdan
dumanları. sonra. Altın zinciri “evet”çilere bırakıp geri
“Teşekkür ederim,” dedim nikotinin kalanları kurtarmış gibi.
damarlarıma yayılmasının verdiği hafif baş Ulviye Hanım eşinin cenazesinin fotoğ-
dönmesiyle. Epey baygın kalmışım demek ki raflarını göstermişti bana. Çok kalabalıktı.
bu tahtanın tepesinde. Tabutun üstüne kırmızı zemin içinde sarı
“Güvendiğin bir şeyler olmalı, torbanın çark ve çekiçli bir bayrak sarılmıştı. Altta-
peşinden kalkıp buralara kadar geldiğine ki yeşil örtü çelenklerden ve buketlerden
göre,” dedi patron kılıklı adam. Hakikaten görülmüyordu ama. Fotoğrafların kiminde
merak ediyor gibiydi. yumruklarını havaya kaldırmış, kiminde
“Ulviye Hanım zincir onlarda kalsın, poli- alkışlayan gençler vardı. Bıyıkları insan
se gitmeyeceğim dedi,” dedim. “Kayınvalide- bıyığına benzeyen gençler. Flamaların iki
sinden kalmış, hiç sevmezmiş zaten.” ucundaki sopadan tutmuş kızlar, kol kola
“Anası güzel mi Ulviye Hanım’ın?” dedi zincir oluşturmuş adamlar. Ulviye Hanım
patron. “Hepsi elimdeyken ne diye geri vere- cenaze arabasına konulmuş tabutun arka-
cekmişim torba dolusu altını?” sında, koluna orta yaşlı adamlar girmiş, dik
Sigaramdan bir nefes daha çektim. Saldı- dik yürüyordu bir başka fotoğrafta. Bakışları
ğım dumanlar boya badana zamanı çoktan önündeki araçtaydı ama çevresindeki insan-
gelmiş duvarların sonlandığı tavanın dökün- ları da görüyor gibiydi.
tü kartonpiyerlerine ulaşana kadar bekle- Türkiye’de hakikat bir anda tersine dö-
dim. nerdi ara sıra. Buna ben de katkıda bulunur-
“Ulviye Hanım’ın merhum kocası, za- dum zaman zaman.

12
HOLMES-RUSSELL ORTAKLIĞINDA
YEPYENİ BİR MACERA!
AHİR ZAMAN HAFİYELERİ

BİR polİsİyE RomaN


paRoDİsİ: KaN vE gül
Erol ÜYEPAZARCI
ir polisiye roman çok-
Bu romanda alper Kamu yoKtu
ama Canıgüz yine geleneksel
B severi olarak hep tekrar
ettiğim bir savım var: Tür-
polisiye roman kurgusunun kiye, polisiye roman konu-
kendi ifadesiyle “arkaik” sunda uluslararası arenada
yapısının Canına okuyarak en iyilerle yarışacak seviye-
dedir. Polisiye roman dışında
halis bir polisiye roman bunu söyleyebilmeminse pek
kaleme almıştı. mümkün olduğunu sanmı-
yorum. Edebiyat tapınağının gardiyanları bana
kızacak ama gerçek bu. Bunu söylerken Fran-
sızca ve İngilizceden izleme olanağı bulduğum,
dünyada yayımlanmış polisiyelerden hareket
ediyorum ve her geçen gün bu kanaatim kuv-
vetleniyor. Alper Canıgüz’ün son romanı Kan
ve Gül’ü büyük bir keyifle okuyunca bu düşün-
cemin doğruluğuna bir kere daha inandım.
Bildiğimiz geleneksel kalıplardaki polisiye
romanın dışında bu kalıpları kırarak sanki
polisiye roman parodisi yazar gibi yapıp halis
polisiye roman yazmak bana göre bayağı güç
bir iştir. Sıradışı bir zekâ ister. Böyle bir yapıtı
ilk kez Türk kökenli ama Almanca yazan Akif
Pirinççi’nin “Dedektif Kedi Francis” öykülerin-
de görmüştüm. Bizde de yazan çıkacak mı diye
beklerken Alper Canıgüz’ün Oğullar ve Ren-
cide Ruhlar’ını okudum. Burada dedektif kedi
değildi ama ondan çok daha özgün biriydi. Beş
yaşındaki Alper Kamu. “Beş yaş insanın en
olgun çağıdır,” diye söze başlayan fırlatma.
Alper; yuva okulunda arkadaşlarının söyle-
diği, “Kestane, gürgen, palamut / Altı yaprak
üstü bulut / Orman ne güzel, ne güzel” diye
başlayan çocuk şarkısını dinlemektense evde
Şostakoviç dinlemeyi yeğleyen, Nietzsche oku-
yan ve içinde bulunduğu durumu “Milena’dan
mektup bekleyip o mektupları bir türlü açıp
okuyamayan Kafka”nın durumuyla kıyaslayan
hem filozof hem fırlatma bir oğlandı. Çözdü-
ğü zor cinayeti de tıpkı Agatha Christie’nin
Hercule Poirot’sunun yaptığı gibi bütün ilgili
kişilerin bulunduğu bir yerde, ölen kişinin kırk

14
mevlidinde açıklayacaktı. Canıgüz’e, var olan ve herkesin kullandığı
Oğullar ve Rencide Ruhlar’ı okuduktan sonra bir biçimi kullanmaktansa tam tersi bir biçimi
hemen Canıgüz’ün daha önce yayımlanan ilk yeğleyen bir edebiyat anarşisti de diyebilirsiniz
kitabı Tatlı Rüyalar’ı ve sonra da Gizli Ajans’ı ama onun “edebiyatın giderek arkaik bir sanat
okudum. Öğrendim ki yazarımız Boğaziçi haline gelme tehlikesine” dikkat çekmesine de
Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun kaygısız kalamazsınız.
ama kendi ifadesiyle “erkek Japon balıklarının Yazarımız geleneksel kurguyu tersine çevir-
cinsi hayatları üzerinde uzman (!)” imiş. Tatlı miştir ama romanı okurken halis bir polisiye
Rüyalar, eğitimini aldığı psikolojiyle tatlı tatlı romandan bekleyeceğiniz şaşırtıcı gelişmeler,
dalga geçtiği ve kendi ifadesiyle “psiko-absürd daha doğru deyimle sürprizler her bölümün
bir romantik komedi”ydi. Gizli Ajans ise kara sonunda sizleri şaşırtmayı başarıyor; merak
bir kediyle simgelenen şeytanın patron olduğu öğesi peşinizi bırakmıyor ve polisiye roman-
bir reklam ajansında çalışan ve Canıgüz’ün dan beklediğimiz “kaçış zevki”ni doya doya
tanımıyla “dünyanın şahsına kurulmuş bir yaşıyorsunuz.
komplo olduğuna inanan” metin yazarı Mu- Okuyucu, “kaçış zevkini” sakın küçümse-
sa’nın öyküsünü yine gizem dolu, heyecanlı mesin; polisiye romanın okur katında karşı-
ve de özellikle kışkırtıcı bir dille anlatıyordu. ladığı “kaçış zevki” yadsınamaz bir gerçek ve
Kendisi yapıtına “absürd” diyordu ama bana ihtiyaçtır. Bu arada “kaçış zevki”nin sanatın
göre hiç de öyle değildi, çok gerçekçi ve biraz her türünde olduğunu unutmamak gerekir.
da acıtıcı bir “kara mizah” başyapıtıydı. Çoğu olayın, çoğu gelişmenin, çoğu insanın
Derken uzun bir aradan sonra Alper Ka- dönüp de ikinci kez bakılmaya değmediği bir
mu’nun ikinci macerasını okuduk: Cehennem dünyadan “kaçarken”, sevdiğimiz ressamların
Çiçeği. Geçen uzun süreye karşın kahramanı- yapıtlarını tekrar tekrar bakalım diye duvar-
mız yine beş yaşındaydı ve bu kez, “İnsanlığa larımıza asmıyor muyuz? Bunca bayağılığın,
dair kavrayışımı biraz daha ileriye götürme- duygusuzluğun, tutarsızlığın, karmaşıklı-
yecekse bir cinayeti çözmenin ne anlamı var?” ğın egemen olduğu bir dünyadan “kaçarak”
diye dedektifliğin felsefesini de belirleyen anlam, tutarlılık, duygululuk yaşatan müziği
olgunlukla bir çocuğun ölümü ve eskimiş bir dinlemek için konser salonlarına veya evimiz-
aşk hikâyesinin arkasında gizli kalmış gerçek- deki müzik dinleme cihazlarına sığınmıyor
leri ortaya çıkarıyordu. muyuz?
Canıgüz’den yeni bir Alper Kamu öyküsü Bu nedenle polisiye romanın okuruna
beklerken yeni romanını okuma olanağını yoğun olarak “kaçış zevkini” tattırması aslında
buldum: Kan ve Gül. bu türün olağanüstü niteliğinin ve sıradan
Bu romanda Alper Kamu yoktu ama Canı- yazın türlerine üstünlüğünün bir kanıtı değil
güz yine geleneksel polisiye roman kurgusu- midir?
nun kendi ifadesiyle “arkaik” yapısının canına Canıgüz’ün son romanında bu “kaçış zev-
okuyarak halis bir polisiye roman kaleme ki”ni tam anlamıyla tadacak, romanı keyifle
almıştı. okuyacaksınız; çözümün ne olacağını merak-
Romanımızın kahramanı ikinci sınıf aşk la bekleyecek ve polisiye romanda pek sık
romanları çevirmeni “orta sıklet avare” Aziz, rastlanmayan ironi, daha doğru deyişle “kara
zamanda seyahat yaparak yirmi yıl öncesine, mizahı” tam anlamıyla bulacaksınız.
yirmi yıl gençleşmiş olarak dönüyor ve daha Sözün başında Türkiye’deki polisiye roma-
işlenmemiş bir cinayeti çözmeye çalışıyor. nın uluslararası arenadaki yerinin birinci sınıf
Bir sohbette yazar bu olayı, “suç ve suçun olduğunu söylemiştim. Okurlarım arasında
çözümü arasındaki zamansal ilişkiyi tersine yabancı dillerde yayımlanan polisiye romanla-
çevirmek” olarak tanımlıyor. Gerçekten de rı izleyenler varsa, polisiye romanla dalgasını
geleneksel polisiye romanda geçmişte işlenmiş geçerken halis bir polisiye roman yazmayı
bir cinayet çözümlenir ve cinayetin failinin başaran benim tanımadığım bir başka yazar
geleceğinin ne olacağı anlatılır. Canıgüz’ün bu tanıyorlarsa bana yazmalarını rica ederim.
romanında, gelecek zamanın geçmiş zamanı Benim bilgim, Canıgüz’ün bu konuda istisna
belirlemesi sözkonusu. teşkil ettiğini söylüyor.

15
TUHAF GÜNLER

KoRE DağlaRiNDaN sEssİz ÇiğliK:

THE wailiNg
Yigilante KOCAGÖZ

the Waılıng’in bizi şaşırttığı inemayı vizyonun öte-


ilginç noktalar boldur. S sinde takip eden ancak
popüler kültüre de ilgi besle-
mesela her şeyi çözmekle yen çoğu seyirci için Güney
Kore sineması varlığıyla
yükümlü polis Jong- büyük bir hazine sunuyor olsa
goo kıvrak zekâya sahip gerek. Batı dünyasının tür
kalıplarını alıp buna Uzakdo-
biri değildir. ayrıntıları ğu’nun estetik anlayışını ve
kültürel öğelerini ustalıkla eklemlendirir Güney
yakalayamaz, suçluluğundan Kore sineması; bir yanı Anglosakson seyirci için
şüphelendiği Japon münzeviyi çok tanıdık, öte yanı bambaşka, cazibe yüklü bir
otantizmle sarılıdır. Bu sebeple zombi istilası gibi
köyü terk etmesi için tehdit alabildiğine Amerikan öğelerle özdeşleştirilmiş
eder hatta sinirle kasabadan konuyu işleyen bir Güney Kore filmi (Train to Bu-
san, 2016) Cannes Film Festivali’nde gösterim fır-
bir kamyon adam toplayıp satı bulabilir. Ülkenin pazara sunulan zevklerinin,
kuzeydeki komşusuyla girilen kültürel rekabet
onu dövmek için evini basar. sonucu Batılı damağa uygun şekle sokulduğunu
iddia etmek belki de yanlış olmayacaktır. Bu tip
iddiaların haklılık payı ne ölçüde olursa olsun
kesin olan bir şey varsa o da Güney Kore’nin
sanatsal üretimine dünya çapındaki rağbetin her
geçen gün arttığı.
Tür sinemasında bolca gezinen bir kültürü
benimsediği için Güney Kore sinemasının yolu
doğal olarak polisiyeyle de sıklıkla kesişir. Üzerine
konuşulacak çok eser akla gelebilir ancak suç
draması ve gerilim türlerindeki iki özel filmin
(Oldboy ve Memories of Murder) 2003’te vizyona
girmesi dünya polisiye sinemasına yeni bir çehre
kazandırmıştır; 2003’ün ardından hem bir dolu
benzer Kore filminin dünyaya ihracı hızlanır, hem
de Batı sineması bu filmlerden esinle farklı pro-
jelere imza atar. (Memories of a Murder’ın beyaz-
perdeye taşıdığı enerjinin on sene sonra HBO’nun
fenomen dizisi True Detective’e ilham kaynağı
olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.) Gene de
tüm başarılı külliyatına rağmen Güney Kore’nin

16
günümüzde polisiye denince akla ilk gelen ülke- hal alır: Şimdi küçük kızın hayatı, polis babasının
lerden olmaması biraz şaşırtıcı. kasabanın üzerindeki “kara büyü”yü olabildiğin-
Yönetmenliğini Na Hong-Jin’in yaptığı 2016 ce çabuk kırmasına bağlıdır. Hikâye ilerledikçe
yapımı The Wailing (Kara Büyü), Güney Kore Jong-goo’nun macerasında ona bir de Şaman eşlik
sinemasının polisiyecilere sunduğu en yeni örnek- edecektir ancak bu eşliğin de ne ölçüde dostane
lerden biri olarak karşımıza çıkmakta. Daha önce olacağı tartışmalıdır.
The Yellow Sea (2010) ve Chaser (2008) filmleriyle İçerisindeki doğüstü öğelerden ötürü polisi-
gerilim/polisiye türlerinde kendini kanıtlamış yeden ziyade korku kimliğiyle seyirciye sunulan
olan Na Hong-Jin, bu sefer bize şeytanların ve The Wailing bir küçük kasaba gizemidir; bu tarz
lanetlerin işin içinde olduğu, korku ayağı belirgin hikâyelerin evrensel gereksinimlerinin hepsini
bir iş sunmakta. Vizyona girdiği ilk günden itiba- karşılar: Garip cinayetler, vaka karşısında tek
ren hem eleştirmenler hem de seyirci tarafından başına kalmış polis, kasabadaki gizemli yabancı
beğenilen The Wailing’i türün en iyi işlerinden hatta hikâyeye bir noir (kara film) öğesi veren
saymak her şeye rağmen tartışmalı olacaktır. Yine genç, güzel ve gizemli bir kadın karakter The
de seçtiği konu ve işlenişiyle polisiye anlatıları bir Wailing’in koyduğu oyun taşlarıdır. Ancak film bu
adım ileri taşıyacak pek çok öğeyi seyirciye sunar taşları, çekildiği ülkenin kültürüne adapte etmeyi
The Wailing, ki bu da üzerine bir miktar konuşma- ustalıkla başarır. Gündelik yaşamın yansıtılması
mızı gerektiriyor. bir yana, Kore’deki dini gelenekler filmin çekirde-
İncil’den bir alıntıyla başlayan The Wailing, ğinde büyük önem teşkil eder.
küçük bir Kore kasabasında gerçekleşen gizemli The Wailing’in bizi şaşırttığı ilginç noktalar
olayları ekrana taşımaktadır. Kasabada bir anda boldur. Mesela her şeyi çözmekle yükümlü polis
garip bir salgın baş göstermiştir. Salgından etkile- Jong-goo kıvrak zekâya sahip biri değildir. Ayrın-
nenler agresifleşmekte ve sevdikleri başta olmak tıları yakalayamaz, suçluluğundan şüphelendiği
üzere herkese saldırmaktadırlar. Gizemli hastalı- Japon münzeviyi köyü terk etmesi için tehdit eder
ğın kaçınılmaz sonuysa ölümdür. Hastalıkla ilgili hatta sinirle kasabadan bir kamyon adam toplayıp
vakaları araştıran polis memuru Jong-goo, kimliği onu dövmek için evini basar. Filmin kahramanına
belirsiz bir kadınla yaptığı konuşmanın ardından bir noktada yükseliş, kendini gerçekleştirme anı
dağlarda yaşamakta olan yaşlı bir Japon’un hasta- vereceğini düşünürüz ancak zamanla senaryonun
lıkla alakası olduğuna inanmaya başlar. Hastalığın başka planları olduğunu anlarız. Jong-goo karak-
yapısı bilinmediği gibi, Japon münzeviye ulaşmak teri bir noktadan sonra filmin itinayla yerleştirdi-
da zordur. Tüm bunların yanında Jong-goo da ği (en az iki) doğaüstü gücün çatışmaları arasında
kıvrak zekâsıyla ön plana çıkan bir polis değil- gözlemci ve kurban rolünde kalan bir figüre
dir, daha çok içgüdüleriyle hareket etmektedir. dönüşür.
Olaylar Jong-goo’nun küçük kızının da hastalığın Filmin doğaüstü bir konu çerçevesinde dön-
belirtilerini göstermeye başlamasıyla kritik bir mesi, onu polisiye kategorisinde kafa karıştırıcı

17
yönetmenliğini na hong-
Jin’in yaptığı 2016 yapımı
the Waılıng (Kara Büyü),
güney kore sinemasının
polisiyeCilere sunduğu
en yeni örneklerden
biri olarak karşımıza
çıkmakta. daha önCe
the yelloW sea (2010) ve
Chaser (2008) filmleriyle
gerilim/polisiye türlerinde
kendini kanıtlamış olan
na hong-Jin, bu sefer bize
şeytanların ve lanetlerin
işin içinde olduğu, korku
ayağı belirgin bir iş
sunmakta.
bir konuma getirmektedir. The Wailing gizemli asla net bir cevap vermez, finalde verdiği cevap ise
hastalıklar, gizemli karakterler, Doğu’nun kadim belli noktaları açıklığa kavuşturduğu gibi birçok
zamanlarından kalma şeytanlar üzerine bir film yeni soruyu da zihinlerde doğuracaktır. Her şeyi
olmaya çalışırken kriminal bir anlatı özelliği finaline bağlamış sinematik deneyimler çoğunlukla
taşıma çabasını asla elden bırakmaz. Son kısımla- ucuzcudur ancak The Wailing’in insanda ikinci bir
ra kadar filmin doğaüstü kimliğini öne çıkaracak seyri tetikleyecek cinsten ve işini iyi kotarmış bir
özel efektlere denk gelmeyiz. Genel olarak ger- finali olduğunu söyleyebiliriz.
çekleşen vahşi olaylar ile yaşlı yabancı arasındaki İki buçuk saatlik süresinin bazı noktalarda
görünmez bağ ve buna duyduğumuz meraktır uzunluğunu hissettirmesi dışında The Wailing’in
bizi filmin başında tutan. Ancak filmin fantastiğe son yıllarda karşımıza çıkan nadir fantastik polisi-
özgü, “benim dediğime güvenin, sorgulamayın”cı yelerden olduğunu özellikle belirtmek gerek. An-
doğası bu noktada bir dedektiflik hikâyesinin latılan hikâye bir Hollywood filminde 90 dakikaya
ihtiyaç duyacağı analitik yaklaşımla çatışır, film pekâlâ sığdırılabilir (ki yakın zamanda gerçek-
hastalık ile yabancı arasında bir bağ varsa bile leşmesi planlanan yeniden çevrimi muhtemelen
bunu ne bizim görmemize ne de polis karakteri- bunu deneyecektir) ancak hiçbir uzun metrajı iki
nin görmesine imkân tanır. saatin altında olmayan yönetmen Na Hong-Jin’in
Aslında bilinmezlik The Wailing için bir avan- bu geniş süreyi gerilimi doruğa çıkaracak bir şek-
tajdır zira film, bu bilinmezliğin içinde bizi zekice le sokmaya gayret ettiğini de söylememiz lazım.
kurgulanmış başka bir çatışmanın içine bırakır. Fil- Filmin tansiyonu en yüksek sahnelerinin (Şaman
min son yarısında Jong-goo, hastalığı ve ardındaki ayini, yaşlı Japon’un evine yapılan baskın ve final
gizemi bildiğini ifade eden üç karakter arasında kısmı) aynı zamanda en uzun süreye sahip sahne-
kalır. İnsan görünümündeki karakterlerden biri ler olmaları tesadüf değil. Küçük kasaba tedirgin-
kendini Şaman olarak tanıtırken diğer ikisininse liğinin çekiciliğine kendini kaptırmış tüm polisi-
şeytan ve hayalet oldukları iddia edilmektedir. yeseverlere The Wailing’i güncel bir örnek olarak
Doğaüstü üç kimliğin ortasında kalan Jong-goo ve tavsiye ederim. Daha fazlasına muhtaç bünyeler
biz seyirciler, filmin son yarım saatinde kime güve- ise yazının ilk paragraflarında bahsi geçen Oldboy
neceğimiz konusunda çaresiz bir şekilde olayların ve Memories of Murder filmleriyle yollarına devam
akışını takip ederiz. Film final dakikalarına kadar edebilirler.

18
DEDEKTİFLER NE YER, NE İÇER?

HaRRy BoscH
Fulya TURHAN

5. ve 16. yüzyıl Avru- ni anlattığı zengin eserlerinden epey etkilenmiş.


1 pa’sında, Protestan
Reformu’na zemin hazırlayan
Kendi döneminde oldukça ünlü olan ressam,
günümüzde özellikle “Dünyevi Zevkler Bahçesi”
ve daha sonraları Rönesans adlı triptik eseriyle tanınıyor. Eserin sağ pane-
olarak adlandırılacak dönem- linde cenneti, orta panelinde dünyevi zevkleri ve
de Da Vinci, Michelangelo ve sol panelinde de karanlık bir cehennem sahnesini
Rafael gibi usta ressamlarla tasvir etmiş. Michael Connelly’nin deyimiyle,
aynı havayı soluyan ve günü- eserlerinin çoğunda “çivisi çıkmış bir dünya”
müzde gerek özel hayatı gerek görmek mümkün. Bosch’un eserlerindeki dün-
eserleriyle hâlâ gizemini koruyan Hollandalı bir yayla günümüz arasında, özellikle de Los Angeles
ressam vardır: Hieronymus Bosch. şehriyle epey ortak nokta görmüş yazar. Dolayı-
Karakterine neden bu ismi verdiği, Michael sıyla düzensizlikten düzen yaratan dedektifine bu
Connelly’e yöneltilen soruların başında geliyor. ressamın ismini vermeyi uygun görmüş.
Bunlara cevaben, “Karakteri yaratırken hiçbir Tabii Los Angeles deyince Raymond
ayrıntının rasgele olmasını istemedim,” diyor Chandler’ın Philip Marlowe’u da geliyor akıllara.
Michael Connelly bir röportajında. “Karakterle Kendisi de bir Chandler hayranı olan Connelly,
ilgili her şeyin mümkünse anlamlı olmasını iste- Los Angeles’a gitmeden önce orayı Chandler
dim.” Üniversitedeyken kısa bir dönem Bosch’un romanlarındaki gibi parıl parıl parlayan, kara
eserlerini incelediği belirtiyor Connelly. Bosch’un bir romantizme sahip bir şehir gibi canlandırmış
ahlaksızlığı, şiddeti ve insanoğlunun zaafiyetleri- gözünde. Ancak Los Angeles’a geldiğinde şehrin o
eski pırıltısından eser kalmadığını görmüş. Hatta
Michael Connelly
1991’de, ilk Harry Bosch romanı yayımlandığın-
da, Los Angeles’taki suç oranlarının hiç olmadığı
kadar arttığı da kayıtlara geçmiş. Connelly’nin
Los Angeles macerası da gazetecilikle başlamış as-
lında. 1985’te Delta Hava Yolları’nın 191 numaralı
uçuşunu gerçekleştirirken düşen uçağın hayatta
kalan yolcularıyla yaptığı röportajlar nedeniyle
Pulitzer Ödülü finalistlerinden biri olmuş ve bu
başarı ona Los Angeles Times gazetesinde adliye
muhabirliği kapılarını açmış.
Bunları göz önünde bulundurunca Connel-
ly’nin, dedektifi Hieronymous “Harry” Bosch’a
Los Angeles’ta yaşadıklarından çok şey katması
normal elbette. Harry Bosch’un uğradığı resto-
ranlar, kafeler ve barlar bunların başında geliyor.
Connelly, romanlarında bildiği ve sevdiği gerçek
mekânlara yer veriyor, o nedenle Los Angeles’a
yolu düşen Harry Bosch hayranları mutlaka
bu mekânlara uğrayıp dedektifin hayatının bir
bölümünü tecrübe etmeye çalışıyor. Örneğin Los
Angeles Polis Akademisi’nin yakınlarında bulu-
nan Academy Grill adlı restoran, sandviçlerine
eski polis şeflerinin ya da ünlü polislerin isimle-

20
Harry Bosch rolünde
Titus Welliver

rini veriyor. Joe Friday, Bosch’un favorilerinden.


Rus restoranı Gorky’s’te ya da Original Pantry
Cafe’de kahve, kızarmış ekmek, yumurta, jambon
ve patatesle doyuruyor karnını ünlü dedektif.
Hollywood Bulvarı’nda bulunan Musso & Frank
Grill, Bosch’un özellikle klasik martini içmek için
tercih ettiği bir mekân. Tavuklu börek ve bonfile-
sinden de övgüyle bahsediyor romanlarda.
Los Angeles ve Hollywood restoranlarından
bahsedince, Harry Bosch’un güzel mekânlarda
yeme içmeye düşkün biri olduğu düşünülmesin.
19 kitaplık bir seri sözkonusu olduğunda mekân-
lar birikiyor elbette. O nedenle dedektiften de
biraz bahsetmek gerekiyor. Oğluna, hayran oldu-
ğu ressamın adını veren annesi, Bosch henüz 12
yaşındayken hayatını kaybetmiş. Yetimhanelerde
ve koruyucu ailelerin yanında büyüyen Bosch,
bu hayattan uzaklaşmak için orduya yazılmış.
Vietnam Savaşı esnasında görev yaptıktan sonra
ordudan ayrılıp Los Angeles Polis Departmanı’na
devriye polisi olarak katılmış. İşinde kısa sürede
parlayınca dedektifliğe yükselmesi de uzun sür- bir kadeh şarap ve John Coltrane’in “Song Of The
memiş. Ordudan fiziken sağ salim dönmeyi başar- Underground Railroad”unu dinliyor. Bosch’un bü-
sa da savaşın anıları maalesef peşini bırakmamış; yük bir caz hayranı olduğunu da belirtmek lazım.
dolayısıyla serinin ilk kitaplarında uykusuzlukla Frank Morgan, George Cables, Art Pepper, Ron
boğuştuğunu, bazı sabahlar çok sevdiği kahve Carter ve Thelonious Monk favorileri arasında.
yerine aspirin içtiğini görmek mümkün. Sehpanın Serinin başlarında yalnız bir dedektif olduğu-
üzerinde duran oyun kartları, dergiler, polisiye nu belirtmiştim ancak bu sonsuza kadar böyle
romanlar, paket paket sigaralar ve boş bira şişeleri gitmiyor. İlerleyen romanlarda FBI Ajanı Eleanor
de bu uykusuz gecelere işaret ediyor. Tüm bu Wish’le spagetti, şarap, tarçınlı çörek, kahve ve
olumsuzluklara rağmen Harry Bosch, davaları portakal suyuyla başlayan ilişkileri evlilikle ve
çözerken sistematik bir yolla ilerleyen, notlar tu- maalesef boşanmayla sonuçlanıyor. Bu evliliğin-
tan, bu notlarını sık sık gözden geçirerek sonuca den bir kızı oluyor Harry Bosch’un: Madeline
ulaşmaya çalışan, sezgileri güçlü, geleneksel bir Bosch. Ancak ne yazık ki kızının varlığından
dedektif portresi çiziyor. birkaç sene sonra haberi oluyor. Bazı talihsiz
Bosch parasını sadece yemek, alkol ve caz mü- olayların ardından baba-kız beraber yaşamaya
ziğe harcadığı için krediyle alabildiği evinde yal- başlıyor, dolayısıyla Harry Bosch’un da hayatı
nız yaşayan 40 yaşlarında bir dedektif. Dolayısıyla düzene girmiş oluyor. Yine geleneksel dedektif-
evinde yemek yaptığına çok şahit olmuyoruz. lerde olduğu gibi kızıyla çalkantılı bir ilişkisi var
Alkol olarak genellikle bira tüketiyor. En sevdiği Bosch’un. Polis teşkilatına katılmak isteyen kızına
markalar Fat Tire ve Anchor Stream. Verandasın- karşı korumacı bir tavır sergiliyor. Maddie, baba-
da ya da koltuğunda oturup birasını yudumlarken sına doğum günü yemeği hazırlıyor bir akşam;
karnının acıktığını hissettiğinde hindili sandviç ya domuz pirzolası, elmalı sos, kızarmış patates ve
da jambonlu peynirli sandviç hazırlıyor kendine. babasının en sevdiği Fat Tire marka bira. Zaten
Bir şeyler atıştırdığı zamanları da boş geçirmiyor pek konuşkan olmayan Bosch, “Çok lezzetli, güzel
elbette. Dosyaları önündeki masaya serip üzerin- kokuyor,” demekle yetiniyor çünkü aklı, kızı-
de uğraştığı davaları düşünüyor, notlarını gözden nın nasıl bira alabildiğine takılıyor. Bosch sahte
geçiriyor, bildiklerini organize ediyor. “Alkol ve kimlik bulma umuduyla gizlice kızının çantasını
caz,” diye geçiriyor içinden, “ve kıyafetlerinle arayınca geceleri tatsız bir şekilde son buluyor.
uyumak. Tam olarak klişe bir polissin.” Evde Neyse ki Maddie’nin yaptığı kek sayesinde tatlıya
yemek yaptığı nadir gecelerden biri, Noel gecesi. bağlıyorlar işi. “Adını mermer kek koydum,” diyor
Yılın bu zamanını yalnız geçirmek istemediği için Maddie babasına, “koyu ve açık renklerin karı-
gönüllü nöbetçi olduğu bir akşam, tavukgöğsü şımı, seni yansıtıyor; gördüklerini, yaptıklarını,
rostosu, buharda pişmiş pirinç ve bezelye, yanında yaşadıklarını.”

21
LAURIE R. KING

“polİsİyE, DaHa ÖNcE HİÇ


gİTmEDİğİNİz yERlERE
aÇilaN BİR KapiDiR”
Röportaj: Çağla ÜREN

“Bir kadının sezgileri bazen en mantıklı çıka-


rımlardan bile daha değerli olabilir. Karmaşık
beyinleriyle art arda sıraladıkları senaryoları
mutlaka dikkate alın.”
Sherlock Holmes (Arthur Conan Doyle)
ize Sherlock’un bir gün emekli olacağını ve
S yanına bir kadın çırak alıp arıcılık yapacağı-
nı söylesek inanır mıydınız? İnanıp inanmamak
sizlere kalmış. Ancak bunların gerçek olduğunu
da söyleyelim. Çünkü efsane, Laurie R. King’in
kalemiyle döndü. Sherlock’un önce çırağı, daha
sonra partneri olan Mary Russell ile atıldığı yeni
maceraları, yazarın Arıcının Çırağı, Kadınlar Ala-
yı, A Letter of Mary ve The Murder of Mary Russell
isimli kitaplarında okuyabilirsiniz. 1996’da başla-
yan ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında geçen seri,
yazara birçok ödülün yanı sıra “20. Yüzyılın En
İyi Polisiye Romanı” ödülünü de getirdi. Bizler de
Laurie R. King’i tanıyan ya da onunla tanışacak
olan okurlarımız için yazarla polisiye dolu bir
sohbet gerçekleştirdik. Keyifli okumalar dileriz.
Aslında oldukça geniş kapsamlı ve öznel
bir soruyla başlamış olacağız: Sizce polisiye
nedir ve ne işe yarar?
Suç ve dedektiflik hikâyeleri akılla bağlantı-
lıdır ve yarattıkları heyecan da kalp atışlarınızı
hızlandırır. Bu hikâyelerin benim ilgilendiğim
kısmı ise suç dünyasının tam ortasında yer alıyor:
Şüphe. Bu yüzden bir polisiye roman yazarken
okurların duygularına da sesleniyor ve onlar için
zekâ gerektiren bilmecelerle örülü bir “puzzle”
hazırlıyorum.
Aslında polisiye genel olarak bizleri eğlen-
diren bir şey. Bir yandan da aklımızı ve
empati yeteneğimizi kullanma-
mızı sağlıyor. Örneğin,
kurgudaki karakterle
özdeşlik kura-
bilirseniz,

22
onunla birlikte yürüyüp o olduğunuzu hayal mary russell, genç ve
edebilirseniz polisiye sizi deneyimlerinizin de feminist bir kadın. sherloCk
ötesine götürür. İnsanların bu yüzden daha ilginç
mekânlarda geçen polisiye hikâyeleri sevdiğini holmes’ün 20. yüzyıl
düşünüyorum. Çünkü polisiye, daha önce hiç versiyonu gibi. kafası tıpkı
gitmediğiniz yerlere açılan bir kapıdır.
Arıcının Çırağı kitabınızın önsözünde
sherloCk gibi çalışıyor.
“Mary Russell’ı ben yaratmadım, onunla ta- keşfedemez ve onu çırak olarak yanına almazdı.
nıştım,” diyorsunuz. Böyle demenizin nedeni Kısacası, onlar 1915’te tanıştığında Sherlock artık
nedir ve Mary Russell ile nasıl tanıştınız? o eski dünyanın sona erdiğini zaten fark etmişti.
Bir Sherlock Holmes öyküsü yazarsanız genel-
Conan Doyle’un kitaplarında Sherlock
likle bu öyküyü neden daha önce yazmadığınız
Holmes, gizemin yarattığı karmaşada John
sorulur. Örneğin Arthur Conan Doyle, buna cevap
Watson’a rehberlik ediyor. Watson da zaman
olarak bir öyküsü hakkında şöyle diyor: “Onu tey-
zaman okuyucu için bir vekil oluyor. Okuyu-
zemin çatı katında buldum. İkinci el bir dükkân-
cu, Watson ile özdeşlik kurabiliyor. Aynısını
dan aldığım teneke kutudan çıktı.”
Mary Russell için söylemek mümkün mü?
Arıcının Çırağı tam anlamıyla bir Sherlock
Watson’ın ve Russell’ın hikâyeyi anlatışında-
Holmes öyküsü olmasa da onunla bu türe yeni
ki farklar nelerdir?
bir bakış kazandırmak istediğimi söyleyebili-
Bana kalırsa Mary Russell, Sherlock Holmes’ün
rim. Zaten okurlarım da yıllar boyunca hikâyeyi
bir versiyonu. Watson ise okuyucunun sempati
kapıma gizemli bir şekilde bırakılan bir sandıktan
duyacağı, şaşkın, meraklı ve tamamıyla başka bir
çıkardığımı sandılar. İşte, bu yüzden Mary Russell
insan. Ayrıca daha az deneyimli bir okur kitlesi
ile tanıştığımı söylüyorum.
için yaratılmış, olayları açıklamayı seven ve biraz
Peki, Mary’ye partner ve hoca olarak da maskülen bir karakter. Modern okur ise olayın
neden Sherlock Holmes’ü seçtiniz? Neden nasıl çözüldüğü konusunda açıklama yapılıp ya-
Poirot ya da Miss Marple gibi diğer klasik pılmadığından çok, onun nasıl anlatıldığına bakı-
dedektifler değil? yor. Anlatıcı tarafından yönlendirilmek istemiyor.
Mary Russell, genç ve feminist bir kadın. Bunun yanı sıra bence okurlar, Mary Russell’ı
Sherlock Holmes’ün 20. yüzyıl versiyonu gibi. seviyor. Çünkü Mary de Sherlock gibi sabırsız ve
Kafası tıpkı Sherlock gibi çalışıyor. Kısacası Mary hoşgörüsüz biri. Bu da okurun, kendisini Mary
başka bir yerde, başka bir zamanda ve bedende Russell kadar zeki hissetmesini sağlıyor.
doğsaydı muhtemelen Sherlock Holmes olurdu.
Kadınlar Alayı efsanevi ikili Sherlock
Arıcının Çırağı’ndaki Sherlock Holmes ile Holmes ve Mary Russell’ın maceralarını kro-
Doyle’un yarattığı klasik Sherlock karakteri nolojik olarak anlatan serinin ikinci kitabı.
arasındaki farklar neler ve bu farklılıklar Roman, Mary Russell’ı bize tanıtan Arıcı-
sizce neden kaynaklanıyor? nın Çırağı’ndan iki yıl sonra yayımlandı.
Conan Doyle, Sherlock Holmes öykülerini Romandaki olay örgüsü ise Mary’nin Ox-
Birinci Dünya Savaşı arifesinde sonlandırdı. ford’daki eğitiminin sonlanmasıyla başlıyor.
Savaştan sonra ortaya çıkan bazı öyküler bile ön- Neden bunu tercih ettiniz?
ceden yazılmıştı. Doyle sanki Sherlock Holmes’ü Sanırım hikâyeye, Mary’nin çıraklık dönemini
1914 sonrası ya da savaş sonrası İngiltere’sinde bitirmenin ve bir partner olmanın çatışmasını
hayal edemiyordu. Ben bunun, Sherlock Holmes’e yaşadığı ve bu çatışmanın en net görülebileceği
ve onun olağanüstü zekâsına yapılan bir haksızlık yerden başlamak istedim.
olduğunu düşündüm. Bence Sherlock Holmes, Mary, hayatının Arıcının Çırağı’nda olduğu gibi
Viktoryen dünya Fransız siperlerinde ölüyor olsa tesadüfi davalarla ve gündelik işlerle geçeceğini
bile yaşamını sürdürebilir ve şartlara ayak uydu- düşünüyordu. Ancak 21 yaşına geldiğinde yani
rabilirdi. resmi olarak yetişkin olduğunda zor kararlar ver-
Sherlock, Mary Russell ile tanıştığında şüphesiz mesi gerekti: Sherlock Holmes ile yola devam mı
oldukça değişmişti. Sadece yaşlandığı için değil, edecekti yoksa davaları tek başına mı çözecekti?
çevresinde yaşanan travmalar da buna sebep Akademik bir hayatı mı tercih edecekti yoksa bir
olmuştu. Hâlâ Baker Sokağı’nda yaşayan Sherlock dedektif mi olacaktı? Bundan sonra sadece kendisi
Holmes olsaydı, Mary Russell’ın yeteneğini mi olacaktı yoksa Viktoryen dönemden kalma bir

23
sherloCk’un kadın düşmanı
İkinci kitap da Arıcının Çırağı gibi
değil, Cinsiyetinden bağımsız Sherlock Holmes’e hayat vererek Canon
Doyle’un edebi geleneğini sürdürüyor. Ancak
olarak herkesi küçümseyen Sherlock’un burada sesini biraz kıstığını ve
bir “insan düşmanı” “arka koltukta” oturduğunu düşünüyorum.
Bu bilinçli bir tercih mi?
olduğunu düşünüyorum. Ben bu kitapları aslında Mary Russell roman-
ları olarak düşündüm. Bu yüzden kapaklarda da
erkeğin üstten bakışlarına sonsuza kadar karşı
en üste onun ismi yazıldı. Ancak Sherlock’a dair
koymayı mı seçecekti?
birkaç kitap aldığımda yani Holmes’le ilgilenme-
Bu durum, bir bakıma Kadınlar Alayı ile üçün-
ye ilk başladığımda, onu herkesin yaratabileceği
cü kitap olan Letter of Mary arasında daha sonra
gibi durağan bir karakter olarak değil de değiş-
açılacak olan uçuruma benziyor.
mekte ve gelişmekte olan bir karakter olarak
Ayrıca önce karanlıkta bırakmak istediğim ve
düşünmeye başladım. Örneğin, Kadınlar Ala-
karakterler hayatlarındaki bir sonraki aşamaya
yı’nda Sherlock’un bilinçli olarak
geçtiğinde aydınlatmaya karar verdi-
biraz geri çekildiğini ve Mary’nin
ğim bazı olayların da bu tercihimde
kendi kararlarını almasına izin
etkisi oldu.
verdiğini görebilirsiniz. Bu seçimin
Bence Arıcının Çırağı ve Ka- Sherlock’u daha sonra nasıl etki-
dınlar Alayı üzerine feminist bir leyeceği üzerine çok düşünmedim.
okuma yapmak mümkün. Ancak Bu sayede Mary Russell, Sherlo-
özellikle Mary Russell aracılığıy- ck’un yönlendirmesinde olan bir
la Sherlock Holmes’ün karak- çırak olmaktan çıkıp onun partneri
terini de feminist bir okumaya haline geldi.
tabi tuttuğunuzu söyleyebilir
Mary Russell’ın sık sık John
miyiz? Mary Russell’ı bir yanıyla
Watson’ı eleştirdiğini hatta so-
Sherlock’un eleştirisi olarak gör-
nunda onun yerine geçtiğini gö-
mek mümkün mü?
rüyoruz. Peki, siz John Watson
Aslında feminist olmayan kitapla-
ve onun temsilleri hakkında ne
rın feminist okumaya tabi tutulabi-
düşünüyorsunuz? Mary Russell’ı
leceğinden pek emin değilim. Ancak
kurgularken Watson karakteri
feminizmi kabaca, yapılan bir iş
hakkındaki eleştirileriniz ve
karşılığında kadın ve erkeğin hakkı-
düşüncelerinizin etkisi oldu mu
nın eşit miktarda ödenmesi ve bunun
üzerinizde?
getirdiği diğer eşitlikler (eşit itibar
Aslında olayların içinde somut
görme, fikir belirtme eşitliği, eşit güç
olarak çok az yer almasına rağmen
elde etme vb.) olarak düşünürsek
John Watson’ın merkezde olduğu
Sussex Downs’ta Sherlock ile tanış-
bir kitap yazmaya çalıştım. Çünkü
tıkları ilk anda dahi Mary’nin bunları
Watson, Russell’ı merkeze yerleşti-
dile getirdiğini söyleyebiliriz.
rebilmek için de gerekli bir unsur.
Genellikle Holmes’ün bir kadın
Buna karşın, bahçedeki perilerle
düşmanı olduğu varsayılıyor. Mary de
ilgili yazı yazarak ya da olay örgü-
aslında bu varsayımı sorguluyor. Ben
sünü ilerletecek bazı gaflar yaparak
diğerleri gibi Sherlock Holmes’ün bir
yalnızca güldürü öğesi sağlamak için bile olsa
kadın düşmanı olduğunu düşünmüyorum. Örne-
görünür olmaya devam ediyor. Zavallı Watson,
ğin, onun ilk başarısız davası olan Bohemya’da
aslında bundan daha iyisini hak ediyor!
Skandal’da Sherlock, zeki bir kadın karşısında
yenilmiş ve bunu açıkça kabul etmişti. Ayrıca o, Mary Russell’ın ortağının Sherlock Hol-
kadın müşterileriyle onların karşılaştığı toplum- mes olmasından yani Sherlock’u hayatta
sal baskı konusunda şaşırtıcı derecede iyi empati tutmanızdan dolayı Arthur Conan Doyle’u
kurabiliyordu. sevdiğinizi düşünebiliriz. Bence Harris
Bu yüzden ben onun kadın düşmanı değil, cin- Stuyvesant karakteri de yer yer Dashiell
siyetinden bağımsız olarak herkesi küçümseyen Hammett’in yarattığı dedektifleri andırıyor.
bir “insan düşmanı” olduğunu düşünüyorum. Favoriniz hangi klasik dedektif ve yazar?

24
am Haklısın. Stuyvesant tam da Hammett tarzı
maskülen, duygusuz ve yumrukları sıkılı bir şe-
kilde hazırda bekleyen bir dedektif. Aslında Do-
rothy Sayers’in yarattığı Lord Peter Whimsey
karakterini ya da Josephine Tey’in Alan Grant
karakterini tercih ederdim.
Modern polisiye romanları takip edi-
yor musunuz? Bunların içinde favoriniz
hangisi?
Aslında son dönemlerde yayımlanan
na bir faydası yok ki!
tarihi kitapları daha çok seviyorum. Özellik-
r bilmiyoruz. Bak, sapasağlam
le Lyndsay
n bana bir faydası Faye’nin Gotham’ın Tanrıları ile
yok ki!
biz aval aval seyrettik.”
başlayan serisi gibi iyi bir araştırma sonucunda
orlar bilmiyoruz. Bak, sapasağlam
yazılan eserleri…
üler, biz aval aval seyrettik.”
Evet, Jason Goodwin’in İstan-
en birdenbire değiştiğini,
bul’da geçen Yeniçeri Ağacı serisinin müptela-
sıyım!değiştiğini,
bir âleme geçtiğini
uşurken birdenbire
ardırbir
aşka biliyordu.
âleme geçtiğini
Mary Russell’ı ve diğer serileri yazarken
karşılaştığınız en büyük zorluk neydi? Onu
e yıllardır biliyordu.
yine sanrılar geldi.
nasıl aştınız?
e başladın.
bak İlaçlar...”
yine sanrılarHer zaman olduğu gibi bir seri hazırlamanın
geldi.
en İlaçlar...”
meye başladın. zor kısmı, karakterlerin “tanıdık” kalmasını
ni yavaş yavaş öldürüyor.
sağlarken kitaba bağımsız bir akış kazandırmak
e vermeden ve bir öldürüyor.
şeyleri taze tutmaktır. Bunu yapabilme-
beni yavaşöldürdüler.
yavaş
ilaç kalayım
rine
üğü vermedennin bir yolu, karakterlerin dünyaya açılmasını
öldürdüler.
diye!”
sağlamak.
ellerine kalayım diye!” Örneğin, Russell ve Holmes’ün
Sussex’ten yola çıkıp Orkneys’e, Paris’ten
mekli matematikHindistan’a,
profesörü İsrail’den Japonya’ya ve ABD’ye
ra
en, gitmesi profesörü
emekli matematik gibi.
ın etkisiyle işlediğini düşündüğü
lığının Bu konuda
etkisiyle işlediğini
i muhakemesini yaparken, bulduğum diğer bir çözüm ise bir
düşündüğü

Hande Bitez, birkaç gün sonra serinin dışında kalan başka


kitabı bitirdiğimde
cdani muhakemesini yaparken,
kitaplar
düğü Hande Bitez, ya da
birkaç günalternatif
sonra seriler yazmak. Çünkü
ettiği şekilde öldürülür.
bir sene
tiraf ettiği şekilde boyunca başka karakterlerle yaşadığı-
öldürülür.
nızda onlara veda edip tanıdık yüzlere dönebil-
aya daya “hatırlamamak”
mek oldukça güzel bir şey.
da “hatırlamamak”
amma varken, “Gerçek ama
mli
r muamma varken, “Gerçek ama
Mary Russell ve Sherlock Holmes serisi
unun cevabı her şeyden önemli
sorusunun cevabı her şeyden önemli
haline içinde yeni bir kitap yayımlamayı düşünü-
gelecektir.
run haline gelecektir.
yor musunuz?
eçmişle günümüz
Türkiye’de
arasındaki
Mary Russell ve Sherlock Holmes
en, geçmişle günümüz
serisinin,arasındaki
yetişmem gereken çok sayıda hayranı
rgulanmış,
le ustausta
kurgulanmış, işi bir roman!
işi bir roman!
var. Bunu söylemekten mutluluk duyuyorum.
! Umarım onları sonunda görebilir ve beklentile-
rini karşılayabilirim.
Televizyon dizilerini takip ediyor musu-
nuz? Senaryo ve kurgu açısından beğendi-
ğiniz polisiye diziler var mı?
Ara sıra televizyon izliyorum ama çok
fazla izlediğimi de söyleyemem. Sherlock gibi
Oxford’da geçen İngiliz polisiyelerini izlemekten
keyif alıyorum. Bu dizilerin senaryo ve kurguları
oldukça zekice ve oyuncuları da harika.
İşaret ettiğimiz bu seçenek gerçek olursa
Russell ve Holmes’ü de televizyonda görebiliriz!
221B’DEN 3 KİTAP ÖNERİSİ

HAİN
Jonathan HOLT
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa’nın ama özellikle İtal-
ya’nın gizli tarihini adeta “deşen” ve günümüzde geçen bir polisiyeyi
tarihsel bağlarıyla anlatan “Carnivia Üçlemesi”nin veda kitabı. 11 Eylül
saldırılarından sonra ses getirecek büyük bir terör eylemi peşindeki
El-Kaide uzantılarının hedefinde bu sefer Venedik var. İtalyan polis
teşkilatının gözü pek memuru Kat, gerçek aşkı ve huzuru bulduğunu
düşünürken yaşamının en zor sınavıyla yüzleşecektir. Âşık olduğu
adamdan ve şehirden geriye kurtarılacak bir şeyler kalacak mıdır? Yüz
Karası’yla başlayıp Kayıp Geçmiş’le devam eden seri, Hain’le olabilecek
en görkemli şekilde sona eriyor.

KARANLIĞIMIN KIZIL GEÇİDİ


Suphi VARIM
1921 İstanbul’u. İngilizler yardımıyla “Kuvvacılara” kıyam peşinde
olan padişah yandaşları. Bir yanda yoksulluk, diğer tarafta karaborsa
ve yabancı devlet işbirlikçileri... Kızıl Üçleme’nin ilk romanı Simirna
Kızılı’nın kahramanı Sergey Andreyev, bir yandan bu kaotik ortamı
gözlemekle görevli, diğer taraftan ihbar sonucu öldürülen yoldaşının
katilini bulmak zorunda. Suphi Varım’dan yine nefis, müfredat dışı bir
dönem romanı!

DİŞİ KURTLAR
BOILEAU - NARCEJAC
Dişi Kurtlar, 1940’lı yıllarda Almanlara esir düşen Bernard ile
Gervais’nin Pomeranya esir kampından kaçışını konu alıyor. Bernard’ın
bir kaza sonucu hayatını kaybetmesi üzerine hikâye beklenmedik
bir şekilde seyir değiştiriyor: Gervais, Bernard’ın mektup arkadaşı
Hélène’e sığındığında, Bernard kimliğiyle hayatına devam etmek duru-
munda kalıyor. Özgürlüğe adım attığına inanmak isteyen Gervais içinse
asıl tutsaklık ve mücadele bundan sonra başlıyor. Polisiyenin usta
ikilisi Boileau ve Narcejac’tan başyapıt niteliğinde bir kitap.

26
LONDRA EKSPRESİ

BİR KaTİllE soHBET


Elçin POYRAZLAR

“ilk suçumu bir şekerCi arşımda kocaman bir adam


dükkânında hırsızlık K var. Uzun ve yapılı. Yaşının
ve yaşadıklarının yükü, bedenine
yaparak 10 yaşımda değil yüzüne kazınmış. Derin
mavi gözleri sert bir çene, çizgili
işledim,” diyor James. bir alın, yılların kötü alışkanlıkla-
11 yaşındayken de rıyla kızıl çatlakları belirginleşmiş
yanaklarının arasından dünyaya
babasından alınıp çoCuk bakıyor. Korku okuyorum gözle-
rinde. Ya da benim gözlerimdeki korkunun yansıma-
esirgeme kurumuna sını görüyorum.
yerleştiriliyor. Çünkü konuşacağım adam bir katil. İki kişiyi
öldürmüş eski bir mahkûm.
Erwin James, İngiltere’nin iyi bilinen yüzlerinden.
Şimdi gazetecilik yapıyor, kitaplar yazıyor ve psikolo-
ji seminerlerinde boy gösteriyor, ayrıca cezaevindeki
mahkûmların rehabilitasyonu için çalışıyor. İngilte-
re’nin yeniden hayata ve topluma kazandırdığı “bir
başarı öyküsü”.
Fakat James kendini böyle tanıtmıyor çevre-
sine. “Ben ömür boyu hapis cezasına mahkûm
olmuş bir katilim,” diyor. “Katilim, katilim,
katilim...”
Konuşmasında en çok kullandığı sözcük bu.
Ne kadar çok söylerse o kadar günah çıkaracak-
mış gibi.
Sıradan bir adam James; acıklı bir çocuklu-
ğun sonunda kayıp bir gençliğin ve sonunda
geri dönülemez bir yolun adamı. Bizden biri
değil, bunun farkında. Ama bize çok benziyor.
“Ben kim olduğumu anlamak için bir yol-
culuk yapıyorum,” diyor gözlerini kısarak.
“Acı veren bir hayatım oldu. Hem benim
hem de başkaları için.”
“Bugüne kadar 53 suçtan hüküm giy-
dim. Tehlikeli biriydim. Berbat suçlar
işledim. Hapse girdiğimde bir rahat-
lama geldi üstüme. Hayatım bittiği
için,” diyor.
“Ben kötü müydüm, sonra-
dan mı kötü oldum yoksa
kötü olmayı seçtim
mi?”

28
James’in açıksözlülüğü mü yoksa hâlâ acı
çektiğini görmenin etkisi mi bilmiyorum, nefessiz
dinliyorum onu. Bir yaprak hareketinde uçup gi-
decekmiş hissi uyandırıyor. Hem çok kırılgan hem
de tehlikeli bir yaratık gibi.
James, çocukluğundan başlıyor. İngiltere’nin
Somerset bölgesinde 1957 yılında doğan James
klasik bir giriş yapıyor hikâyesine: “Yoksulduk
ama mutluyduk,” diyor. “Kız kardeşim de doğ-
duktan sonra tam bir aile olmuştuk. Dördümüzün
olduğu bir fotoğrafta mutlu bir aile gibi görünü-
yorduk.”
Ta ki felakete kadar.
James 7 yaşındayken annesi sarhoş bir şoförün
kullandığı kamyonun altında can verince hayatı
altüst oluyor.
“Babam hastaneden eve döndüğünde artık
başka bir adamdı,” diyor duraksayarak. James ve
kız kardeşinin hayatında annelerinin ölümünden
doğan boşluğa alkol, şiddet, ihmal ve travmalar
yerleşiyor.
“İlk suçumu bir şekerci dükkânında hırsızlık
yaparak 10 yaşımda işledim,” diyor James. 11
yaşındayken de babasından alınıp çocuk esirgeme soruyorum. Kalbi ağrıyormuş gibi elini göğsüne
kurumuna yerleştiriliyor. götürüyor.
“Herkes yabancıydı. Sert ve güçlüymüşüz gibi “Ben hayatlar mahvettim, buna kendiminki de
davranmak zorunda hissediyorduk. Çevremdeki dahil. Kurbanların yakınları hâlâ kayıpları için
çocukların hiçbiri astronot, öğretmen, doktor yas tutuyor. Cinayetlerden söz etmek çok zor
olacağım demezdi. Hepimiz soyguncu, hırsız ya benim için, o ana gitmek istemiyorum,” diyor özür
da suçlu olmayı hayal ederdik.” dileyen bakışlarla.
15 yaşındayken çocuk yurdundan çıkar ve James, 1982 yılında soymaya girdiği bir evde ti-
sokaklarda yaşamaya başlar James. Hırsızlık ve yatro menajeri 48 yaşındaki Greville Hallam’ı bo-
soygunculuk yaşam tarzı olur. ğarak öldürmek ve ardından da sokakta soymaya
“Hayatta hiçbir yeteneğim, hayalim, azmim, çalıştığı Angus Cochrane’i öldürmek suçlarından
planım yoktu. Çoğunlukla sarhoş, oradan oraya ömür boyu hapis cezası aldı. Bu bilgilere onunla
sürüklenen bir serseriydim,” diyor ellerini açarak. konuşmamızın ardından ulaşıyorum.
“Aptalım tekiydim,” diye ekliyor. James konuşsun diye bekliyorum ama o susu-
27 yaşında girdiği cezaevinde karşısına çıkan yor. O ana dönmüş, yeniden yaşıyor gibi.
psikologdan söz ediyor gözleri parlayarak. Orta “Peki, cinayetleri planladınız mı?” diye soruyo-
yaşlı kadının ona insanca davranışını ve eğitimi- rum.
nin önünü açmasını anlatıyor. Yerinde sıçrıyor. “Tanrım! Hayır, kesinlikle
Cezaevindeyken gazetelere yazılar gönderme- planlamadım. Hayatım kaostu. O an bir boğuşma
ye başlıyor önce, sonra eğitimini tamamlıyor ve yaşıyorduk, kurtulmam için...” diyor cümlesini
üniversite diplomasını alıyor. Guardian gazetesi, yarıda keserek.
cezaevinde olanları aktarması için 2000 yılında “Bunların hiçbiri, yaptığım şeyin bahanesi ola-
ona bir köşe açıyor. James, 2004 yılında da 20 yıl maz. Utanmıyorum sanmayın. Çok utanıyorum,”
cezaevinde yattıktan sonra serbest kalıyor. diyor gözlerini bana dikerek.
“İlk okuduğum kitap Suç ve Ceza’ydı. Ben Ras- Kafamda dolanan son bir soru var. Kısa bir
kolnikov’dum. O, bana insan gibi davranmasaydı tereddütten sonra çıkarıyorum ağzımdan.
bugün burada olamazdım,” diye de ekliyor. “Bir kere o eşiği geçince, yani bir kez öldürün-
James’in 25 yaşındayken işlediği iki cinayetten ce bir daha cinayet işlemek daha mı kolay?”
hiç söz etmemesi gözümden kaçmıyor. Odanın Bana doğru eğiliyor. Gözlerime dikkatle bakı-
içinde kimsenin söz etmediği bir fiil var. yor ve, “Sana birini öldürmenin ne kadar kolay
Cesaretimi toplayıp cinayeti neden işlediğini olduğunu anlatamam,” diyor.

29
ÇIKMAZ SOKAK

İKİz KaRDEşlER:
KURgU vE HayaT
Cenk ÇALIŞIR

ikâyemiz başladığında muzu fark ettik. Ayşe bunun aynı şey olduğunu
H henüz sekiz yaşındaydık.
Sekiz yıl yaşamış, çok hayata
söyledi. Biz zekiydik, onlar salak. Ve onları çok
kolay kandırabildiğimizi fark ettik. Sanırım bu
yetecek kadar acı çekmiştik. ilk dönüm noktamızdı. Biz diğerleri gibi değildik.
Annemiz öldüğünde karde- Yeni duygularla tanışıyor, farklılaşıyor, büyüyor-
şim ve ben dört yaşındaydık. duk. Teneffüste Ayşe ile yan sınıftaki çilli Osman’ı
Bizi anasız, kendini kadınsız gördüm. İçimde bir şeyler yuvarlandı, duvara
bırakmaya niyeti olmayan ba- çarptı önce, kırıldı. Ayşe, Osman’la olamazdı.
bamız ikinci kez evlendiğinde, Ben, Osman’la olamazdım. Ayşe ile arama başkası
beş. Analık o götten bacaklıyı doğurduğunda, altı. giremezdi. O mesafe o kadar dardı ki kimse oraya
Kız doğduktan sonra ev bize zindan olmaya sığamazdı. Ne babam, ne analık ne de götten
başladı. Babamız, Kazım’dan; biz ise Kazım’ın bacaklı girebilmişti aramıza. Çilli Osman olmazdı.
piçlerinden daha öteye geçemedik. Kazım, inşaat- İzin veremezdim.
larda analık ve kızı için çalışıyordu. İşten gelince Okuldan çıkınca Osman’a bizimle oynamaya
götten bacaklıyı kucağına alıyor, gece olunca ana- gelmesini söyledim. Ayşe şaşırdı, Osman sevindi.
lığın koynuna sokuluyordu. Ne babamın göğsün- Dağın eteklerindeki çayırlığa çıktık. Önlükleri fır-
de ne de o iki göz odalı evde Kazım’ın piçlerine latıp çimenlere yayıldık. “Söyle bakalım Osman,”
yer yoktu. Analık, babamın ardından bizi sokağa dedim, “kardeşimi ne kadar seviyorsun?”
atıyor, babam işten dönene kadar içeri almıyor, Önce kem küm etti, sonra, “Çok...” dedi.
bize bir dilim ekmek vermiyordu. Kızı ve kendi- “İspatla!”
sinden ibaret dünyasında, bizim hamamböceği “Nasıl?”
kadar değerimiz yoktu. “Bir şey yap işte. Öyle bir şey yap ki onu sevdi-
Bizimle konuşması birkaç kelimeyi geçmez- ğine inanalım.”
di. “Koşmayın! Konuşmayın! Kazım’ın piçleri! Osman önce bana, sonra Ayşe’ye baktı. Gölge-
Kızcağızımı uyandırırsanız kırarım bacaklarınızı!” sinde oturduğumuz ağaca tırmanmaya başladı.
Kırdı da. Attığı bir tekmeyle Ayşe’nin dizi döndü. “Buradan aşağıya atlarım,” dedi ve kendini
Babama söylersek öbür bacağını da kırmakla teh- boşluğa bıraktı. Ayşe onu alkışlarken çoktan
dit etti. Söylemedik. Söyleyemedik. Ayşe, geceleri tırmanmaya başlamıştım. Osman’ın atladığı dalın
sessizce ağladı. Dizi şişti, morardı. Doktor yüzü üstündeki bir daldaydım. Kendimi boşluğa bırak-
görmedi. Babam çiğnenmiş ekmek bağladı. Ayşe tım. Osman etrafına bakındı, başka ne yapabilece-
o yaz topal kaldı. Artık koşamıyor, ip atlayamı- ğini düşünüyordu.
yordu. Analık ne kadar döverse dövsün, söverse Cebinden küçük bir çakı çıkardı. Öfkeyle ba-
sövsün analıktı. kıyordu. Ayşe’yi kolay bırakmayacaktı. Avcunun
Yaz bittiğinde okula başladık. İkiz olduğumuz içine çakıyı batırıp çekti. Elinin içini on santimlik
için aynı sınıftaydık. Birbirimize çok bağlıydık. çakı boyu kadar kesmişti. Kesik derin değildi.
“Ayşe ile Ali’yi başka sıralarda oturtmak müm- Elinden ince bir kan süzüldü.
kün değil,” derdi öğretmenimiz. Yeni eğlencemiz Gururla bakan gözleri, ben çakıyı alırken kü-
okumak ve yazmaktı. Adeta bir oyun gibiydi ve çüldü. Koluma sapladığım çakıyı bileğime kadar
çok çabuk bitiyordu. Sınıf arkadaşlarımız rakam- indirdim. Osman’ın korktuğunu görebiliyordum.
ları öğrenirken biz çoktan dört işleme geçmiş “Benim çişim geldi,” dedi.
oluyorduk. Onlar cümle kurana kadar biz kompo- “Tamam,” dedim. “İç çişini.”
zisyonu bitiriyorduk. Yaşıtlarımızın salak oldukla- Okula giderken götürdüğü su matarasına işedi.
rını sanıyorduk önceleri. Sonra çok zeki olduğu- Sonra içti. Çayırdaki kuzu boklarından tam bir

30
avuç topladım. Leblebi yer gibi teker teker yedim. geldik. Bu sefer evlerden çok uzakta, ağaçların
Osman kusarak ve ağlayarak uzaklaştı. arasında, çalılıkların arkasındaydık. Hiç konuş-
“Beni bu kadar çok mu seviyorsun?” diye sordu madan deli gibi öpüşmeye başladık. Dişlerimiz
Ayşe. Kuzu boklarının tadı kötüydü. Mataramdan birbirine çarpıyor, çenelerimizden tükürükler akı-
su içtim. Ayşe gözlerimin içine, içimdeki bana yordu. Çok mutluyduk. İçimizde akan coşkudan
bakıyordu. Onun gözlerinin dibinde gördüm ken- delirebilirdik. Kim bilebilir ki? Belki de çoktan
dimi. Oradaydık. O ağacın altında ilk kez öpüştük, delirmiştik.
dokunduk birbirimize. Eve döndüğümüzde kapının önü kalabalıktı.
Eve geldiğimizde kurt gibi acıkmıştık. Analık Feryat figan komşular, ayılıp bayılan analık. Ba-
köfte yapmış, bahçeyi nefis kokular sarmıştı. bam durgun. Bahçede bir köşeye sinmiş, sigaraları
Daha içeri girerken, kızına yaptığını söyledi. uç uca ekleyip içiyor. Polis arabası geldiğinde bile
“Aşırdığınızı görmeyeyim!” korkmadık. Hiç renk vermedik. Kimse o saate
Dolaptan aldığım bir parça peyniri, salça sür- kadar nerede olduğumuzla ilgilenmedi. Mahsus-
düğüm ekmeğin içine koyup Ayşe’ye uzattım. O tan üzüldük, şakacıktan ağladık hatta bir ara Ayşe
sırada kapı çaldı, analık kapıya gitti. Komşulardan gidip analığa sarıldı. Kimse fark etmedi. Artık
biriyle bahçede laflıyordu. Ayşe verdiğim ekmeğe biliyorduk. Tadını almıştık. Birlikte öldürmenin ve
baktı, almadan gitti. Kocaman ısırdığım ekmeği sevişmenin.
ağzımın içinde çeviriyordum ki analığın bağırış- Sonraki günlerde analık ne kadar inlediyse
larını duyup fırladım. Kızı saçlarından tutmuş olmadı. Bir daha hamile kalamadı. Analıkla Ay-
öyle bir çekiyordu ki Ayşe acısını azaltmak için şe’nin iniltilerini aynı gecelerde, aynı çatı altında
ayak uçlarında yükselmişti. Analık tank gibi bir çok dinledim. Sadece geceleri sevişmek artık
kadındı. Boyu babamla bir, kıçı ise çamaşır leğeni yetmiyordu. Okul çıkışlarında çayırlığa gitsek de
kadardı. Öfkeden kıpkırmızı olmuş suratıyla, sarı kış aylarında kuytu köşe aramak zorunda kalı-
dişlerini göstererek, “Kazım’ın piçleri! Ne de- yorduk. Birkaç kez sinemadan kovulduk. Kardeş
dim ben size ha, ne dedim?” diye soruyordu. Bir olduğumuzu bilmiyorlardı elbet. Babamız bütün
eliyle saçından çekip yukarı kaldırdığı Ayşe’ye günü inşaatlarda geçirdiğinden, gündüz evin bize
diğer eliyle sert bir tokat attı. Ayşe’nin ağzından kalması için analığın gezmeye gitmesini beklemek
fırlayan köfte parçaları etrafa saçıldı. Ayakları- zorunda kalıyorduk.
mın dibine savrulmuştu. Eğildim. Elinden tutup Günler geçiyor, büyüyorduk. Ayşe aramıza
kaldırdım. Dışarı çıktığımızda analık arkamızdan kan sokmaya bayılıyordu. İlk seferinde komşu-
söylenmeye devam ediyordu. Öfkem içimi yakı- ların bahçesinden çaldığı bir tavuğu kesip kanını
yordu. Ona bir daha böyle dokunmasına asla izin vücuduma akıttı. Ilık kan üzerimde yayıldıkça
vermeyecektim. Saatlerce sokaklarda dolaştık. Ak- başka bir zevk duymaya başladım. Hayvanın kanı
şamüzeri eve döndük. Analık yere serdiği yatakta üzerimde kuruyup beni dar bir elbise gibi sarma-
horlaya horlaya uyuyordu. Top atsan uyanmaz bir ya başladığında zevkten çıldırıyordum. Ayşe’nin
uykusu vardı. Götten bacaklı yanı başındaydı. O çıplak vücudu üzerime yatıp kalktıkça kızıla boya-
da uyuyordu. İçeri girdiğimizde Ayşe’nin analığa nıyor, okşadığımda küçük memelerinde yayılan
ve kızına nasıl baktığını gördüm. İkisinden de nef- kan ikimizi de başka dünyalara taşıyordu. Ve biz o
ret ediyor, onlar ölsün istiyordu. Benimse başka dünyanın merkezindeki çok daha büyük zevk-
planlarım vardı. lere ulaşmak için koşuyorduk. Kedi ya da köpek
Divanın üzerindeki minderi alıp götten bacak- bulamadığımızda vücudumuzda açtığımız delik ve
lının suratına bastırdım. Ayşe yanıma geldi. Beni kesiklerden birbirimizin kanını içmeye başladık.
durdurmak istediğini sandım önce. Ellerini elleri- Ritüel sevişmelerimizin büyüsünü kaçıran tek şey
min yanına koydu. Dört minik el, o minik vücuda zamansızlıktı. Geceleri yaşayamadığımız fantezi-
o kocaman yastığı bastırdık. Çok fazla çırpınmadı. leri, gün içinde birkaç saate sığdırmak zevkimizi
El ve ayaklarının titremesi bitince minderi çektim. kaçırıyordu.
Kalbimiz deli gibi atıyordu ama içimizde büyük Yeni bir evlat veremeyen analık, babamızın
bir huzur vardı. Analık kocaman kıçını yaymış, gözdesi değildi artık. Sürekli kavga ediyorlar-
horluyordu. Sessizce çöktüm yanına. Belim kadar dı. Analığın, “İnşaatlardan düşüp de geberesin
kalın kıllı kolunu kaldırıp götten bacaklının yüzü- inşallah!” bedduasına karşılık babam, “Geber de
ne koydum. kurtulayım senden!” diyordu.
Hava kararmaya yüz tutmuştu. Ayşe ile dışarı On beşimizi yeni bitirmiştik. Ayşe serpilmiş,
çıktık. Önce yürüyerek, sonra koşarak çayırlığa ben kaslanmıştım. İkimiz de birer genç olmuştuk.

31
Güzeldik. Çok güzel. Yataktaki arayışlarımız hiç analığın uyduruk elyazısını taklit ederek babamızı
bitmediğinden heyecanımız ilk günkü tazeliğini terk ettiğini bildiren bir mektup yazdı.
koruyordu. Babam her yaz olduğu gibi yine birkaç Beklediğimiz gibi olmadı. Peşine düşmedi,
haftalığına memlekete gitti. Dedemin fındıklığında sorup soruşturmadı babamız. “Allahından bulur
amcamlara yardım edip payına düşeni alıp gelecek- inşallah,” dedi, kestirip attı. Aralarındaki imam
ti. O yaz, analığın da gitmesini çok istemiştim. Ama nikâhına güvenerek boşadı analığı.
kavgalı olduklarından babam onu götürmedi. İki Sonraki yıl daha çok gitti Karadeniz’e. Her gi-
hafta boyunca çığlığımı yutmadan, Ayşe ile gece dişinde daha uzun kalmaya başladı. Genç bir dula
gündüz sevişebilmeyi çok istemiştim. gönlünü kaptırdığını duyduk. Bizim de işimize
Babamın gidişinin ertesi gününde, analık çorba geliyordu elbet. Ayşe ile keyfimize bakıyor, her
içtikten hemen sonra uyudu. Soyunmaya başladı gün artan hazlarımızın peşinde koşuyorduk. Gece
Ayşe. de bizimdi gün de.
“Ne yapıyorsun? İçeri geçelim,” dedim tedir- On sekizimizi bitirdiğimizde babam memle-
gince. kete yerleşmeye karar verdi. Artık inşaatlarda
Elimden tutup analığın yanına yatırdı. Kadı- çalışamayacak kadar yaşlanmıştı. Tapulu gece-
nın üzerindekileri çıkartmaya başladı. Analığın konduyu bize bıraktı. Birkaç yıl sonra kentsel
gözleri kocaman. “Zehirledim onu,” dedi karde- dönüşümden arsa karşılığı üç daire sahibi olduk.
şim. “Felç geçiriyor. Her şeyi görecek, duyacak, Bu arada Ayşe tıp fakültesini bitirdi. Ben avukat
anlayacak ama vücudu sadece nefes almasına izin oldum. Aynı evde yaşıyoruz. Arayışlarımız bit-
verecek.” miyor.
Analık çırılçıplak. Memeleri içi su dolu balonlar ***
gibi göğsünün iki yanından yanlara taşmış. Ayşe Sert bakıyorsun ama sen de fantezilerin
ısırıp koparttı bir memenin ucunu. Ağzında sakız yüzünden burada değil misin? Barda gördüğün
gibi çiğnedi. Analığın gözlerinde yaşlar. güzel bir kadın sana gülümsedi. Hepsi buydu. Ona
Kardeşimin kanlı ağzını öptüm. Yaladım dudak- tebessüm edip kendi yoluna gitmek varken sen ne
larını. Yere kalın, naylon bir örtü serdik. Analığı yaptın? Kalkıp yanına gittin, bir içki ısmarladın.
bu örtünün üzerine yuvarladık. Tombul vücudun- Onunla sevişmek istedin. Fanteziler kurup
dan fışkıran kanların sıcaklığında defalarca seviş- arzularına yenildin. Senden çok da farklı değiliz
tik. Analık öldü. Artık biliyorduk. Tadını almıştık. aslında. Biz de arzularımıza yeniliyoruz. Sade-
Birlikte öldürmenin, öldürürken sevişmenin. ce fantezilerimize seni de dahil ediyoruz. Evet,
Kaç saat geçtiğini tam olarak bilmiyorduk ama bunun için izin istemiyoruz. Bu kabalığı hep
kanın pıhtılaşmış olduğuna karar verip analığı yapıyoruz.
parçalamaya başladık. Ayşe mutfakta bütün gün Ayşe içeriye girdiğinde üzerinde vücudunun
kavurma yaptı. Okuldan bir öğretmenin adağı çok azını kapatan siyah, deri bir elbise vardı.
olduğunu söyleyerek fakir mahallemize dağıt- “Niye bu kadar konuşuyorsun, soy şunu!” dedi.
tık kavrulmuş eti. Analığı soran konu komşuya “Merak ettim.”
“yatıyor”, “başı tuttu”, “pazarda”, “gezmeye gitti” “Neyi?”
gibi yalanlar atarak geçiştirdik. Ayşe ile büyüyor, “Barda konuşurken sana polisiye yazarı oldu-
büyüdükçe farklılaşıyor, farklılaştıkça kendimize ğunu söylemiş ya…”
yetmiyorduk. Ölü bir bedenden artakalan par- “Evet.”
çalarla günlerce oynayarak seviştik. Babam her “Böyle bir kurgu yapabilmiş mi? Kurgular mı
aradığında analığın telefonunu ben ya da Ayşe daha acımasız, hayat mı?”
açarak, “Anam senle konuşmak istemiyormuş,” Duvardaki çengellere bağlanarak adeta çarmıha
dedik. Babamız kilometrelerce ötede Karadeniz’e gerilmiş adam güçlükle, “Ha... hayat,” diyebildi.
bakarak küfürler etti. Her seferinde, döndüğünde “Adın ne senin?”
kemiklerini kıracağını söyleyerek kapattı telefonu. “Ce... Ce... Cenk… Cenk Çalışır.”
Babamın gelmesine birkaç gün varken analıktan “Seninle işimiz bittiğinde romanlarını okuyaca-
artakalanları, elbiselerini, birkaç parça eşyasını, ğım. Bizden daha kötü bir karakter yaratamadığı-
ayakkabılarını bir valize koyup gece vakti, kimse- na eminim.”
ye gözükmeden ormana taşıdık. Ertesi gün gidip “Asıl benim sizinle işim bitti.”
yaktık. En büyük kemik parçası sigara paketinden “Anlamadım!”
büyük olmadığı halde ormanın dört bir tarafına “Bitti. Kurgu bitti.”
gömdük. Ayşe, defterinden kopardığı bir sayfaya -BİTTİ-

32
KAYGI kabusları gerçekti, gerçek ise tam bir kabus

İstanbul Film Prodüksiyon sunar “KAYGI / INFLAME”

ÖZGÜR ÇEVİK KADİR ÇERMİK BONCUK YILMAZ ALGI EKE SELEN UÇER ASİYE DİNÇSOY İPEK TÜRKTAN KAYNAK
KEREM KUPACI TANER BİRSEL NAZAN KESAL SERHAT MİDYAT SAYGIN SOYSAL CÜNEYT UZUNLAR
yardımcı yönetmen MERVE TOZ kostüm tasarım TUBA ATAÇ ses ÖZGÜR ÖZDEN ses tasarım ve miksaj FATİH RAĞBET müzik EKİN FİL
yapım tasarımı KEREM ARDAHAN ve SILA KARACA görüntü yönetmeni RADEK ŁADCZUK PSC kurgu AHMET CAN ÇAKIRCA
ortak yapımcılar ARMAĞAN LALE, CEYLAN ÖZGÜN ÖZÇELİK yapımcılar ADNAN M. ŞAPÇI, SADIK EKİNCİ, EMRE OSKAY
yazan ve yöneten CEYLAN ÖZGÜN ÖZÇELİK

www.kaygifilm.com
SÖYLEŞİ

oKUR NamlUNUN
UcUNDa
sevgiliniz 221b, seven dikenine katlanır şiarından yola çıkıp madem
polisiye seviyorsunuz, bu sefer namluyu size çevirelim diyerek
mikrofonu (lafın gelişi elbette; e-posta vasıtasıyla yaptık) Can
okurlara uzattı. buyurun bakalım, şimdilik üçünüz ne demiş…
221B: Merhaba, hanımefendi. Hiç uzatma-
dan namluyu çeviriyoruz üzerinize: Neden
polisiye?
Aslı Gürüney
AG: Polisiyeye duyduğum sevginin çocukluğum-
da başladığını sanıyorum. Çocukken televizyonun
karşısına ailecek kurulup mevcut kısıtlı ekranda
izlediğimiz dizilerden en sevdiklerim hep polisiye
türünde olan yapımlardı. Mesela her cuma gecesi
sabırsızlıkla beklediğimiz Mavi Ay (Moonlighting)
müthiş eğlenceli bir dedektiflik bürosunda çalışan
iki zıt kahramanın aşk soslu maceralarını anlatır-
dı. Zorlu İkili (Dempsey & Makepeace) dizisinde
kibar bir İngiliz kadın polisle Amerikalı dedektifin
gönülsüz işbirliğini izlerdik. Dedektiflik Bürosu
(Remington Steele), Pierce Brosnan’ın bebeklik
zamanında çevirdiği pek eğlenceli başka bir poli-
siye diziydi. Michael Douglas’ın tıfıllık dönemine
denk düşen ve o tümsekli yollarda Karl Malden ile
arabaları uçurduğu sahneleriyle kafama kazınmış
olan San Fransisco Sokakları’nı bile anımsıyorum.
Entelektüel dedektifiyle farklılaşan Spenser Emri-
nizde (Spenser For Hire), Tom Selleck ve bıyıkla-
rını meşhur eden Magnum (Magnum PI), Angela
Lansbury’nin nedense her adım başı bir cinayet
vakasıyla karşılaşan tonton amatör dedektif Jessica
Fletcher’e hayat verdiği Cinayet Dosyası (Murder,
She Wrote) kaçırmadan izlediğim dizilerdi hep. Bir
de David Suchet’in başrolünde oynadığı ve Agatha
Christie’nin efsanevi kahramanı Hercule Poirot’yu
sanki kitaplardan fırlamış gibi olağanüstü şekilde
canlandırdığı unutulmaz dizi vardı.
Bu dizi yüzünden mi Agatha Christie okumaya
başladım yoksa kitapları okuduğum için mi diziden
keyif alıyordum, orasını anımsamıyorum. Kesin
olan, polisiye edebiyata Agatha Christie roman-

34
ları ile adım atmış olmam. Cinayet romanlarına 221B: Pek hoş. Görebildiğim kadarıyla
düşkünlüğüm kesinlikle bu kitaplarla başladı. yabancı polisiyeler, özellikle whodunit tarzı
Christie kitaplarını okumak çok zevkliydi bir kere, beğenilerinizde öne çıkıyor. Peki, bizim po-
ipuçları hep gözümüzün önündeydi ama bunları lisiyeleri nasıl buluyorsunuz? Sizce eksikleri
Poirot sayıp dökene kadar ben asla fark etmi- var mı?
yordum. Olaya karışan tüm şüphelilerle dostça Polisiye edebiyatımızı gayet zengin buluyorum
sohbetler eden Poirot ise gri hücrelerini çalıştırıp ve merakla takip ediyorum. Özellikle kadın yazar-
ipuçlarını toparlıyor ve kitabın sonunda herkesi larımızın yarattığı kahramanları çok seviyorum.
etrafına toplayıp cinayetin çözümünü ballandıra- Sokakta karşılaşabileceğimiz, hayatın içinden
rak anlatıyordu. En önemlisi de hikâyeler daima bu kahramanlar amatör heyecanla dedektiflik
sürprizli bir sonla bitiyordu. Katilin kimliği veya yapmaya başlıyorlar ve İstanbul caddelerinde
cinayetin işleniş şekli çoğu zaman beni şoke gezinerek bu kadınlara maceralarında eşlik etmek
ediyordu. “Roger Ackroyd Cinayeti” veya “On bana apayrı bir zevk veriyor. Özellikle Esmahan
Küçük Zenci” ya da “Doğu Ekspresinde Cinayet” Aykol’un Kati Hirşel serisini harikulade buluyo-
romanlarını okuyup ters köşe olmak müthiş bir rum. Polisiye kitaplar satan, polisiye okumaya ba-
duyguydu. Hatta Poirot’nun son macerası “Ve yılan bu esprili, cevval kadın, karşılaştığı cinayet
Perde İndi” kitabının finalinde çığlık çığlığa bağır- vakalarını çözmek için okuduğu binlerce kitaptan
dığımı hatırlarım. edindiği tecrübeye güveniyor. Esra Türkekul’un
Polisiye romanları okumaya devam etmemin tombik ve huysuz Berna’sı ise hasbelkader ken-
temel sebepleri bunlar sanırım. Hikâyenin bir dini bir cinayet vakasının içinde bulduktan sonra
muamma etrafında örülmüş olmasını seviyorum. dedektifliğin keyfini alıyor ve karşılaştığı ikinci
Kitapta merak duygusunun sonuna kadar devam hadisede kişisel soruşturmasını yürütmekten
etmesi sayfaları adeta yutarcasına okutuyor bana. kendini alıkoyamıyor. Bu kadın karakterler her
Katili tahmin edememek benim için sorun değil. daim çok samimi ve esprililer, hikâyeyi de bizimle
Ben kendimi kitap kahramanıyla özdeşleştirip sohbet eder gibi anlatıyorlar. Salt cinayet peşinde
vakanın peşinde onunla beraber koşuyorum ve koşmuyorlar hem, karşılaştıkları polisin yakışıklı-
kahramanımız finalde meğerse pek bariz ama lığından, şişmanlık dertlerinden, ne bileyim İstan-
benim asla fark etmediğim ipuçlarını çatır çatır bul’un gündelik hayatta karşımıza çıkardığı türlü
açıklayarak katili ifşa ettiğinde keyiften dört türlü dertlerden de bahsediyorlar ve dolayısıyla
köşe oluyorum. Film, dizi ya da kitap; benim onları okumak beni çok mutlu ediyor.
için finaldeki sürpriz faktörü ve merak duygusu Aslında bizim polisiyelerimizde en sevdiğim
polisiyeyi sevdiren başlıca sebepler. Üstelik özellik, son derece eğlenceli olmaları. Okurken
polisiyede karşıma çıkan çok farklı karakterlere gülüp eğleniyorsam kitaptaki merak duygusu ve
de bayılıyorum; tuhaf takıntılara sahip eksantrik sürprizli final beklentisi sanırım önemini kay-
eski polis, esaslı kadın dedektif, mahallesindeki bediyor biraz benim için. Mehmet Murat So-
cinayeti çözmeye çalışan pervasız bir kedi, girdiği mer’in gündüzleri usta hacker, geceleri ise kulüp
evde cinayetle karşılaşarak dedektiflik yapmak işletmecisi travesti kahramanı Burçak Veral’ın
zorunda kalan hırsız, aman bu yaşta bir işimiz maceralarını anlatığı Hop Çiki Ya Ya polisiyeleri
olsun diye büro açan iki çocukluk arkadaşı... Kim gerçekten sürekli gülerek okuduğum bir seriydi
olursa olsun bu tipler, polisiyenin doğası gereği örneğin. Alper Canıgüz’ün mahalle sakinlerinin
zamana karşı yarışıyorlar. Bu yüzden polisiyenin kurban gittiği cinayetleri çözen bücür kahramanı
bence bambaşka bir temposu var. Bu dinamik Alper Kamu kendine has mizahıyla bir çırpıda
kurgu, hikâye örgüsü devam ederken arka planda okunuveriyordu. Armağan Tunaboylu’nun kadın
sürekli bir muammayı çözmeye çalışmak, yine de satıcısı pis kahramanı Metin Çakır ise bir yandan
kahramanımızın her koşulda sonuca ulaşacağını korkudan donuna edip beri yandan üstüne atılan
bilmek, hele merak duygusunun hiç bitmemesi ve cinayet suçlamasından kurtulmaya çalışırken
finalde beklediğim büyük sürpriz; bütün bunlar kullandığı argo terimler ve karaktersizliğiyle beni
benim için polisiyeyi izlemesi ve okuması en epey eğlendirmişti. 
zevkli tür haline getiren sebepler işte.  Ama en sevdiğim, okumaktan en çok mutluluk
Bu yüzden, yaşasın polisiye! duyduğum kitaplar bana göre polisiyemizin en

35
üst seviyesi olan Algan Sezgintüredi’nin Vedat & luktur. Bu yolculukta yalnız değilsindir; bir yanda
Tefo serisi idi. Nefis anlatımı, müthiş lezzetli dili katil, bir yanda kurban, ortada dedektif olan sen.
ve mevcut düzene getirdiği sağlam eleştirisiyle Ama yolculuk devam ettikçe kim kurban, kim
bu seri, güzel edebiyatın polisiye kılığına girmiş katil değişir ve sen bunu çözemezsen asla dedektif
haliydi bence. Alabildiğine orta halli, 35 yaşına olamazsın. İşte, bunun heyecanı, bunun sonucu
gelip bir baltaya sap olamamış, gayet sıradan için bile polisiye okunur. Çünkü polisiye okumak
kahramanımız Vedat ile çocukluk arkadaşı Te- bir ayrıcalıktır.
fo’nun dedektifliğe soyunmaları, aslında bizim bu
221B: Hem kitap hem de belirli bir türü
hikâyeleri Vedat’ın seneler sonra yazdığı hatı-
okumanın pek çok nedeni var ve hangi ne-
ralarından okumamız, acemi dedektifimizin her
denle okunursa okunsun sonunda okuyanda
macerada mesleğinde daha bir ustalaşması, aynı
bir şeylerin kalması, bir şeylerin kazanılması
zamanda hatıralarını yazarken kaleminin de her
kaçınılmaz elbette. Peki, söylediğiniz üzere,
kitapta daha bir tat kazanması bu kitapları eşsiz
“karanlık ve ölümcül beyinlerin dünyaları-
kılıyor benim gözümde. 
nın size açılması” sizde ne bırakıyor, size ne
Yerli polisiyemizin en büyük eksikliği, eser
kazandırıyor?
sayısının çok az olması bence. Şimdilik 5 kitaplık
RE: Beyinler derken burada yeni yazarlar,
bir seri olan Vedat & Tefo polisiyelerinin yeni
yeni kitaplar keşfetmeyi kastediyorum. Yazarın
bölümünü okumayı 2014’ün son günlerinden beri
kaleminden damlayan kanda gizli karakterler, ha-
ümitle bekliyoruz. Kati Hirşel serisinde 4 kitap
yatlar ve bunların size öğrettikleri. Evet, polisiye
var ve son kitap 2012’de yayımlanmıştı. Huysuz
de bir öğretidir ve öğrettikleri ders niteliğindedir.
Berna’nın başına neler geldiğini öğrenmek için ilk
Her ders sizde bıraktığı bir izdir.
kitaptan sonra 3 sene bekledik. Keşke yazarları-
mız daha sık roman yayımlasalar ve biz de daha 221B: Harika. Peki, klasik tarafa geçelim:
çok okuyabilsek. Polisiyede tercih ettiğiniz bir tür var mı?
Gördüğüm bir diğer eksiklik ise okuduğum Hangi yazarları seviyor, kimleri takip edi-
yerli polisiyelerin büyük çoğunluğunda olayların yorsunuz?
İstanbul’da geçmesi. Behzat Ç. bir Ankara polisi- RE: Polisiyede yenilikçiyim. Modern polisi-
yesiydi, diğerleri tümden İstanbul polisiyesi gibi yeden yanayım. Agatha ya da Sherlock hiç bana
(Vedat ve Tefo’nun ikinci macerası hariç). Farklı göre değiller. Ben daha karanlık, daha gizemli ve
şehirlerde, tanımadığım sokaklarda yaşanan hikâ- kanlı polisiyeleri seviyorum. Ve bunu yazanları.
yeleri de okumak isterdim polisiyelerde.  Bir Grange, bir Franck Thilliez, Craig Russell,
Bunun dışında yerli sinemada ve televizyon Simon Beckett ve Cody McFayden bana bunları
dizilerinde polisiyenin çok eksik kaldığını düşü- veriyor. Bunun yanında polisiyeye en çok yakışa-
nüyorum. Behzat Ç. ve Karanlıkta Koşanlar gibi nın tarih olduğunu düşünüyorum. Bir de duygusu
birkaç başarılı dizi vardı evet ama polisiye deyince olan, sadece cinayet soruşturması ile değil, bunun
aklıma gelen tüm yapımlar yabancı menşeli. dışında bambaşka bir duyguyu size sunan polisi-
Aslında kaynak olarak kullanılabilecek bu denli yeler var. Michael Connelly ve Henning Mankell
güzel eser varken yerli polisiye film üretememek bunun en güzel ispatıdır. Bunlardan başka yeni
üzücü, değil mi? yazarlar, yeni dünyalar, yeni polisiyeler demek
benim için. Özellikle yerli yazarlar keşfetmek ve
221B: Gerçekten öyle. Peki, Aslı Gürüney
“Vay bee, bizden de böyleleri çıkıyormuş!” demek
Hanımefendi’ye teşekkür ediyor, bir çiçek,
çok güzel.
bir böcek örüntüsüne uyarak namlumuzu bu
sefer Ramazan Eraslan Beyefendi’ye döndü- 221B: Tam onu soracaktık: Yerli polisiye-
rüyoruz. Konuşunuz lütfen, Ramazan Bey: mizi nasıl buluyorsunuz? Sizce eksikleri var
Neden polisiye? mı? Olumlu yönleri neler? Kimleri seviyor
Ramazan Eraslan veya takip ediyorsunuz?
Polisiye okumak bana yeni ve ölümcül beyin- RE: Türk polisiyesinin eksikleri var ve zaten
lerin dünyalarını açıyor. Bu dünyada her yeni değerli ustalar yeri geldikçe söylüyor, yazıyor.
polisiye, yeni bir hayat, yeni bir ölüm demektir. Benim ekleyeceğim tek şey, bazı yazarların
Bu aynı zamanda karanlık ve ölümcül bir yolcu- hayal dünyasının kısırlığı. Bunun dışında bütün

36
yeni-eski yazarları takip ediyorum hatta bir kita- Kısacası polisiye, kahramanımızla birlikte
bevine gittiğimde önce Türk polisiye yazarlarının yaptığımız ve her anından zevk aldığımız bir
kitaplarına bakarım, var mı yeni bir yazar ya yolculuktur.
da yeni kitabı diye. Hepsini çok seviyorum ama
221B: Teşekkürler. Peki, polisiyede tercih
şu ara yeni bir polisiye yazarını daha dikkatli
ettiğiniz bir tür veya dönem var mı? Gözde
takip ediyorum. Doruk Ateş, bence ileride birçok
yazarlarınız kimler?
polisiye okuru ve yazarın listesinde ilk sıraları
Belli bir tercihim yoktur. Her şeyi okurum.
alacak.
Kara Romanı da, Altın Çağ dönemini de. İskan-
221B: Ramazan Bey’e içten teşekkürleri- dinav polisiyelerini de, yerli polisiyeleri de. Her
mizi sunup sıradaki hedefimize dönüyoruz. biri farklı tatlar verir bana. O yüzden favori listem
Mine Hanım, peşin teşekkürlerimizi kabul oldukça uzundur. Biraz eski kafalı olabilirim tabii.
buyurun, lütfen. Neden polisiye? Yeni yazarları değil de eskileri daha çok seviyo-
Mine Şen rum. Ne varsa eskilerde var bence.
Polisiye bana bilinmeyeni keşfetmek gibi gelir. Serileri çok severim. Öyle ki yazarlar, kafamda
Okurken hep kim, neden ve nasıl sorularına cevap serileriyle ve ana karakterleriyle özdeşleşmiştir.
ararım ama bu arayış hiçbir zaman sonuç odaklı Biraz takıntılıyım da. Yayınevi, yeni keşfettiğim
olmaz. Katil A’ymış, B’ymiş, o kadar da önemli bir yazarın serisinin beşinci kitabını basmışsa ki
değildir. Önemli olan bilinmeyene ulaşmak değil, genelde hep öyle olur, o yazar baştan kaybeder
o sona nasıl vardığınızdır. Dedektifin peşinden maalesef. Şans vermem o yazara. Serinin ilk roma-
adım adım ilerlemeyi, ipuçlarını kovalamayı nıysa, ilgimi de çektiyse ancak o zaman kütüpha-
severim. Tıpkı bir hazine avı gibi, çok keyifli bir neme girer.
yolculuktur bu. Mesela olayı araştırırken dedek- Michael Connelly en sevdiğim yazardır.
tifin konuştuğu herkesin anlatacak bir hikâyesi Hakkında saatlerce konuşabilir ve yazabilirim.
vardır ve bu hikâye sizi gerçeklere bir adım daha Altın Kitaplar’ın bu kadar değerli bir yazarın yeni
yaklaştırır. Belki banka kasasından çıkan evraklar, kitaplarını basmamasını kabul edemiyorum bir
belki de kitabın arasından düşen bir mektup ya da türlü.
cesedin üzerindeki beyaz toz kalıntısı… Her şey, Harlan Coben romanları çok heyecanlı gelir.
bir şeyler anlatır. Bir başladım mı yarım bırakamam. Bir zaman-
Bir yapbozun parçaları gibi, bütün bu ipuçları lar sıkı bir Patricia Cornwell ve Kay Scarpetta
ve anlatılan hikâyeler bir araya gelir ve olay bir takipçisiydim, şimdilerde pek okumasam da bütün
bütün olur, anlam kazanır. romanlarını saklarım ve arada sırada yeniden
Agatha Christie’nin bir romanında Hercule okurum. Kathy Reichs’in neden Türkiye’de
Poirot, yöntemleri sorulduğunda şöyle der: kıymetinin bilinmediğini hâlâ çözemedim. Tess
“Parçaları birleştire birleştire bir resim meydana Gerritsen’ın Rizzoli ve Isles serisi ne kadar popü-
getiriyorsunuz. Mozaik gibi bir şey bu.” lerse Reichs’in Temperance Brennan serisinin de
Polisiye okumak gerçek hayatta asla yaşaya- o kadar şansı var bence. Özellikle de kitaplardan
mayacağınız bir maceranın parçası olmaktır. uyarlanan ve geçtiğimiz aylarda Amerika’da final
Heyecanlıdır. İçine girdiğiniz bir kaçıp kovalama- yapan Bones dizisi bu kadar popüler olmuşken.
cadır. Bir sonraki sayfada sizi hangi sürprizlerin Hâlâ umutla, Sue Grafton’ın Kinsey Millhone
beklediğini bilemezsiniz. Bana göre, kafanızda serisinin devamının çıkmasını bekliyorum. Robert
sürekli şimdi ne olacak sorusu varsa elinizdeki ro- Crais, Lee Child, Lawrence Block benim gözüm-
man iyi polisiyedir. Okurken polisiyenin ayrılmaz de Kara Roman’ın günümüzdeki temsilcileridir
parçası dedektifin de hayatına ortak olursunuz. ve bu yazarların Türkiye’de romanlarının doğru
Yalnız, sorunlu ve kasvetli dedektifler her zaman düzgün çıkmıyor oluşu, bence okur için büyük bir
daha çok ilgi çeker. Cesareti, zekâsı, inatçılığı, kayıptır.
her türlü olumsuzluklara rağmen olayın peşini Everest Yayınları, Raymond Chandler ve
bırakmaması, darbe üstüne darbe yerken ayakta Dashiel Hammett romanlarını kazandırdı okura
durabilmesi okurda hayranlık ve saygı uyandırır. ama hâlâ basılmayan romanları var bu yazarla-
Bazen göremediklerimizi görürler, bazen de akıl rın. Bilge Kültür Sanat en son 2009’da bir Ross
edemediklerimizi. MacDonald romanı çıkarttı. Oysa “Amerikan özel

37
dedektif romanı Hammett’la ölümsüzleşti, Mac- nim muhteşem üçlümdü o zamanlar. Hâlâ öyledir.
Donald’la zirveye taşındı,” denir. Yıldırım Üçtuğ’un sadece iki roman yazdıktan
Keşke bütün yayınevleri, Alfa Yayınları’nın sonra ortadan kaybolmasına üzülürüm. Kahrama-
Philip Kerr’i okurla buluşturması gibi buluştur- nı Haldun Kunter ile bana Agatha Christie tadını
sa okurla yazarı. Başka bir kayıp yazar, Minette vermiştir bu yazar. Bir gün kendisiyle bir yerlerde
Walters’ın Can Yayınları’ndan çıkan üç romanı, karşılaşırsam yeniden aramıza dönmesi ve yeni
Heykeltıraş, Kanlı Miras ve Buz Odasındaki Ölü’yü bir Haldun Kunter macerası için yalvarabilirim.
kaç kere okudum, hatırlamıyorum bile. Esmahan Aykol’un dedektifi Kati Hirşel bence bir
Türkiye’de İngiliz yazarlar pek tanınmaz. İngiliz mihenk taşıdır Türk polisiyesinde. Okura, kadın-
polisiyesi denince Sir Arthur Conan Doyle, Agatha ların da bu işi yapabileceğini göstermiştir. Yazar-
Christie ve Ruth Rendell bilinir genelde. Halbuki dan değil, dedektifinden bahsediyorum şüphesiz.
adalarda yetişen yazarlar sadece bunlar değildir. Bu seneye kadar, okumadığım son iki Remzi
Mesela Colin Dexter desem, pek çok okur bilmez Ünal romanını kütüphanemde saklıyordum. İnatla
Müfettiş Morse’un yaratıcısı olduğunu. Val McDer- okumadım. Okursam bitecekti zira. Sonra dayana-
mid romanlarını piyasada bulmak mümkün değil mayarak okudum tabii. Şimdi elimde okumadığım
artık. Oysa BBC ve ITV kanallarındaki birbirinden Remzi Ünal romanı kalmadı, yenileri bekliyorum.
ilginç polisiye dizilere baktığınızda, hemen hemen Biz okurlar çok arsız oluyoruz sevdiğimiz yazar-
hepsinin uyarlama olduğunu görürsünüz. Sadece lar konusunda. Celil Oker, 221B’deki hikâyesinde
Colin Dexter’ın Morse’u değil, Caroline Graham’ın Remzi Ünal ve Muhtar Hanım’ı bir araya getirdi-
Müfettis Barnaby’si, Peter Robinson’un Müfettiş ğinde inanılmaz mutlu olmuştum. Bir gün Muhtar
Banks’i, Ann Cleeves’ın Vera’sı, G.K. Chester- Hanım romanı yazar diye umutlanıyorum ve
ton’un Peder Brown’u, hepsi de gayet başarılı bekliyorum.
dizilerdir. Bu saydığım yazarları bırakın, Agatha Daha sonra duraklama dönemine girdi benim
Christie ile beraber Suçun Kraliçeleri sayılan için Türk polisiyesi. Takip etmeyi bıraktım. Ah-
Dorothy L. Sayers, Margery Allingham ve Ngaio met Ümit’in birkaç kitabını okudum o kadar.
Marsh’ı kim tanıyor ki Türkiye’de? P. D. James’i ise 2015’te, Kara Hafta Festivali’nde Çağatay Yaş-
sadece gerçek bir polisiyesever bilir. mut’un Başkomiser Galip’i girdi hayatıma. Çok
Bu konuda çok dertliyim. Gözde yazarlarımı utandım. Ben bu yazarı niye daha önce tanımadım
sordunuz. Ben size okumak istediklerimi anlatıyo- diye.
rum. Konuyu iyice dağıttım. Yine utanarak söylüyorum, kütüphanemde
Biz en iyisi İskandinav polisiyesine gelelim. beni hâlâ bekleyen, mutlaka okuyacağım Türk
Hem Per Wahlöö ve Maj Sjöwall’ın Martin Beck polisiyeleri var. Algan Sezgintüredi, Armağan Tu-
serisinden hem de Henning Mankell’in Kurt Wal- naboylu, Esra Türkekul ve Suphi Varım mutlaka
lander serisinden Türkiye’de çıkan bütün roman- okuyacaklarım arasında. Hâlâ okumadığım Ahmet
ları büyük bir keyifle okudum, yeniden okuyabili- Ümit romanlarım var. En son Verda Pars’ın Kadın
rim. Serilerin burada basılmayan romanları içinse Cinayetleri’ni okudum ve beğendim. Bir sonraki
resmen yas tutuyorum. Jo Nesbo’nun Harry Hole Misli macerasını takip edeceğim kesinlikle.
serisiyle Arnaldur Indridason’un Müfettis Erlendur Klişe olacak ama bazen korkuyorum. Hayat
serisini aynı zevkle takip ediyorum. Camilla kısa, okuyacak çok kitap var, yetişmeyecek diye.
Lackberg’e hâlâ başlayamadım. Bu yaz başlamayı Türkiye’de polisiye dünyası eskiden bu kadar zen-
düşünüyorum. Belki de uzun yıllardır okuduğum gin değildi. Ben hâlâ eskilerin peşinden koşsam
için bazen okuduklarımı unutmak gibi bir huyum da sürekli yepyeni romanlar çıkıyor piyasaya. Sık
var. O yüzden sevdiğim yazarların eski kitaplarını sık yazarlarla bir araya gelebileceğimiz organizas-
yeniden, aynı keyifle okuyorum. Sonunu bilmem yonlar düzenleniyor. Sosyal medyadan her şeyi
de fark etmiyor, en başta söylediğim gibi bana göre
anında takip edebiliyoruz. En önemlisi artık 221B
önemli olan o sona nasıl varıldığı zaten.
var. İnanılmaz zengin bir kaynak.
221B: Harika. Peki, yerli polisiyemizi ta- Keşke yayınevleri eski yazarların kıymetini
kip ediyor musunuz? Size göre ne durumda? daha çok bilse ve bizimle daha sık buluştursa bu
Türk polisiyesi ile 2000’lerin başında tanıştım. yazarları... Zira polisiye dünyası geçmişiyle de çok
Celil Oker, Yıldırım Üçtuğ ve Esmahan Aykol be- renkli ve kesinlikle heyecan dolu.

38
DOSYA
EDGAR ALLAN
POE
EDGAR ALLAN POE

EDgaR allaN poE vE


soRUNlU KaDiN İmgEsİ
Fulya TURHAN

anCak poe için sonu mutlaka “Şüphesiz, güzel bir kadının ölümü, dünyadaki en
şiirsel konudur.” Edgar Allan Poe
korkunç bir ölümle biten dgar Allan Poe, Amerikan edebiyatının belki
Kadın KaraKterler yaratmaK
gotik, kara romantizm ya da
E de en tartışmalı yazarlarından biri. Çoğu okura
ve eleştirmene göre dahi, Tanrısal ve büyüleyici
korku türünün gerekliliklerini olsa da bazıları için hâlâ deli, saplantılı ya da denge-
siz. Poe’nun eserlerinde, özellikle de hikâyelerinde
yerine getirmeye yarayaCak bir yer alan kadın imgesi ve kadının temsili bu tartış-
araçtan çok daha fazlasını maları yaratan etkenlerin başında geliyor aslında.
ifade ediyor, poe’nun zihninin Yüzeyden baktığımızda, şiir ve hikâyelerindeki
kadınlarla ilgili şunu söyleyebiliriz: Çoğu güzel, çe-
derinliklerinde yer alan bir kici ve zeki kadınlar, sonunda esrarengiz bir fiziksel
traJediyi simgeliyor. ya da zihinsel hastalıkla mücadele ettikten sonra
yaşamını yitiriyor. Hatta Poe kadınları ölmekle kal-
mıyor, çoğu zaman sürreal bir boyutta kendilerini
gösterip korkunun, dehşetin ve tekinsizin simgesi
haline geliyor. Bu kadın karakteri, Poe’nun da
öncüsü olduğu gotik edebiyat türünün ana element-
lerinden biri. Ancak Poe için sonu mutlaka korkunç
bir ölümle biten kadın karakterler yaratmak gotik,
Kara Romantizm ya da korku türünün gereklilik-
lerini yerine getirmeye yarayacak bir araçtan çok
daha fazlasını ifade ediyor, Poe’nun zihninin derin-
Harry Clarke
liklerinde yer alan bir trajediyi simgeliyor.
tarafından Bu kadın karakterlerden yola çıkarak 19. yüzyıl
çizilen Ligeia şartlarını, kadın hareketlerini ve değişen dünya
figürü. düzenini de göz önünde bulundurarak Poe’yu kadın
düşmanı olarak tasvir ve ilan eden eleştirmenler ve
akademisyenler de var elbette. Ne var ki Amerikan
gotiğinin ve Kara Romantizm’in en önemli tem-
silcisi, polisiye türünün babası, 1800’ler New York
edebiyat çevrelerinin “Kuzgun”u; sadece Sir Arthur
Conan Doyle’u değil, Metta Fuller Victor’dan Agatha
Christie’ye kadar birçok kadın yazarı da etkilemiş
Edgar Allan Poe’ya bu yaftayı kolayca yapıştırabil-
mek haksızlık gibi geliyor bana. Dolayısıyla izlen-
mesi gereken en mantıklı yollardan biri, yazara karşı
tüm önyargıları bir kenara bırakıp hayatı ve eser-
leri arasında bir köprü kurarak mirasını anlamaya
çalışmaktır. Lacan ve Derrida her ne kadar bu tarz
bir incelemeye sıcak bakmasalar da Poe’nun sorunlu
kadın imgesini Freudyen bir bakış açısıyla incelemek,
konuya bir nebze olsun ışık tutacaktır.
Poe, 19 Ocak 1809’da Boston’da dünyaya geldi.

40
Aktör bir anne ve babanın çocuğuydu. Annesi
Elizabeth Poe güzelliği, çekiciliği ve sahnede
inanılmaz güzellikteki elızabeth
Ophelia, Cordelia, Juliet olarak sergilediği yete- poe’nun bu dermansız hastalık
neğiyle ünlenmiş, yine onun gibi oyuncu olan eşi karşısında yavaş yavaş tükenmesi,
David Poe’yu her anlamda gölgelemiş bir kadındı.
1807, 1809 ve 1810 yıllarında üç çocuğu dünyaya
oğlunun hikâyelerindeki berenıCe,
geldi: William Henry Leonard Poe, Edgar morella, madelıne, eleanora ve
Poe ve Rosalie Poe. David Poe’nun bir lıgeıa adlı karakterlerin
anda ortadan kaybolmasıyla üç kü- kaderini belirleyeCekti.
çük çocuğuyla tek başına hayat
mücadelesi vermek zorunda lar almıştı elbette. Fakat “son
kaldı. Dur durak bilmeden günlerinde bir deri bir kemik
çalışmanın üzerine yaşadığı kalmıştı” ifadesini kendi ha-
duygusal stresler de eklenin- tıralarından yola çıkarak ak-
ce, henüz 24 yaşındayken tarmıştı. Elizabeth Poe’nun,
tüberküloza yenik düştü. Elizabeth Poe
oğlunun tüm hayatı üzerin-
Ne yazık ki küçük Edgar deki etkisini de son cümley-
annesini hiçbir zaman ger- le özetlemişti. Gerçekten de
çek anlamda tanıma fırsatı hayatına, ilişkilerine, rüya ve
bulamadı. Ancak Edgar’ın kâbuslarına “adeta bir gölge
küçük yaşta yaşadıkları, gör- gibi” gelip gidecekti. Edgar’ın
dükleri ve hasta annesine dair küçük yaşta yaşadığı bu trajedi-
son hatıraları mutlaka hafızasına nin hayatı boyunca kendini tekrar
kazınmıştı. Poe’nun hayatındaki en etmesinin bir nedeni daha vardı. Ne
önemli kadının imgesi, koşulsuz sevgi- yazık ki Poe’nun hayatına anne ya da eş
nin ve aidiyet duygusunun tek temsilcisinin bu olarak giren bütün kadınlar Elizabeth Poe’yla
son görüntüsü, bilinçaltına yerleşecek ve sonsuza aynı kaderi paylaşacak ve Edgar Allan Poe en iyi
dek orada yaşayacaktı. Elizabeth Poe’nun solgun bildiği kadın imgesinden, güzel ve ölü kadından
görünüşü, onu dünya dışı bir yere taşıyacak ve en hayatı boyunca kurtulamayacaktı.
nihayetinde oğlu Poe’nun hikâyelerinde sürekli Poe ailesinin başına gelen bu trajedinin ardın-
kendini gösteren dehşet verici ve esrarengiz bir dan, Richmond kentinin hali vakti yerinde ailele-
periye dönüştürecekti. İnanılmaz güzellikteki Eli- rinden Allanlar, Poe’yu sahiplenmeye karar verdi.
zabeth Poe’nun bu dermansız hastalık karşısında Frances Allan, Poe’nun annesi gibi zarif, narin ve
yavaş yavaş tükenmesi, oğlunun hikâyelerindeki maalesef kronik hastalıklara yatkın bir kadındı.
Berenice, Morella, Madeline, Eleanora ve Ligeia Kendi çocukları olmayan Allan ailesi Edgar’ı bir
adlı karakterlerin kaderini belirleyecekti. oğul gibi kabullendi ancak hiçbir zaman resmen
Poe’nun “Ligeia”dan, “en iyi hikâyem” diye evlat edinmedi. Edgar, annesi olarak tanıdığı kadı-
bahsetmesinin sebebi bu belki de. Annesinin im- na, Frances Allan’a çok düşkündü. Frances Allan
gesiyle Ligeia’yı çok iyi bağdaştırabilmiş. Ligeia, da Edgar’ı öz oğlu gibi bilmiş, tüm hayatı boyun-
hem güzelliği hem de kişiliğiyle baştan çıkarıcı ca adeta Edgar’ın koruyucu meleği gibi üzerine
bir karakter olarak tasvir edilir. Ancak anlatıcının titremişti. John Allan için aynısını söylemek zor
bir problemi vardır. Ligeia ile nerede tanıştıkla- maalesef. Edgar küçükken, mektuplarında ondan
rını, Ligeia’nın nerede doğduğunu, hangi aileye “küçük Edgar” olarak bahsediyor ve onu oğlu gibi
mensup olduğunu bilmiyor ya da hatırlamıyordur. gördüğünü hissettiriyordu. Ama Edgar büyüdükçe
Tıpkı Poe’nun annesinin köklerine vâkıf ola- araları açıldı.
maması gibi. Anlatıcının bildiği ve emin olduğu Hayatının büyük bölümünü maddi ve manevi
tek şey, kendi deyimiyle “Ligeia’nın kendisi”dir: sıkıntılarla geçirecek Poe’nun mutlu bir çocuklu-
“Uzun boylu, biraz da zayıftı ve hatta son günle- ğu vardı aslında. Arkadaşları tarafından sevilen,
rinde bir deri bir kemik kalmıştı. Hal ve tavırları- neşeli, zeki ve esprili bir çocuktu. İlkgençlik yıl-
nın görkemini, sükûnetini ya da ayak seslerinin larına adım attığında, karakterinin bu yönü kız ar-
anlaşılamaz hafifliğini ve nezaketini betimlemeye kadaşları tarafından da fark edilmeye başlanmıştı.
teşebbüs edersem, boşa çabalamış olurum. Adeta Dolayısıyla Edgar’ın kendi yaş grubundaki karşı
bir gölge gibi gelir ve giderdi.” Edgar, annesinin cinsle de sağlıklı ilişkileri vardı. Oysa Poe’nun
dış görünüşüne dair birçok kaynaktan duyum- aşk gibi güçlü bir duyguyu hissedebilmesi için

41
epey yakın tasvir etmesi ve özellikle de Bayan
Jane Stith Stanard
Stanard’ın ölümünün ardından kendi bulunduğu
konumu “ev” olarak adlandırması başlı başına bir
araştırma konusu aslında. Ne var ki Edgar, tüm
varoluşunu şekillendiren bu emsalsiz kadın ve aşk
konseptini henüz yirmi yaşına basmadan yazdığı
şu satırlarla gayet iyi özetliyor: “Ölüm, güzelliğin
nefesiyle karışmadığı müddetçe, birini sevebil-
mem mümkün değil.”
Poe’yu anlayabilmek için dönemin edebi
akımlarını da incelemek gerekiyor ki bunlara
yazının ikinci bölümünde değineceğim. Burada
şunu belirtmem gerekir: Poe’nun gençlik yılla-
rı ve şiirlerini kaleme aldığı dönem, Romantik
döneme denk geliyordu. Çok sevdiği Romantik
şairler Byron, Shelley, Wordsworth, Colleridge,
Edgar’ın üzerinde büyük bir etki yaratıyordu hiç
şüphesiz. Fakat eserlerindeki karakterler dönemin
edebi modasının ötesinde bir şeyi, Edgar’ın gerçek
duygularını, korkularını ve erken yaşta edindiği
hatıralarını barındırıyordu. Çocukluğunda yaşa-
dığı ve hayatı boyunca tekrar tekrar yaşayacağı
psikolojik travmanın ve bunun etkilerinin Poe da
farkındaydı. Duygularına, düşüncelerine, kalbinde
aşk hissini yaratan kadın imgesine baktığında,
çoğu eleştirmenin de iddia ettiği gibi kendisinde
nekrofili emareleri görüyordu. Edgar şüphesiz
kendini anlamaya çalışırken de kendisinden kor-
annesine duyduğu inanılmaz sevginin kendini kuyor ve dehşete kapılıyordu. Hikâyelerinde aşkın
başka kadınlarda da göstermesi, tekrarlaması ge- romantik halinden ziyade bu tekinsiz ve korku
rekiyordu. Ve bu kadınların ölümü de maalesef bu dolu halinin yer alması da şüphesiz bundan kay-
sürecin kaçınılmaz bir parçasıydı. Arkadaşı Robert naklanıyordu. Edgar’ın bunları ifade edebileceği
Stanard’ın annesi Jane Stith Stanard, Edgar’ın âşık tek kanalı eserleriydi. “Normal”e duyduğu özlem
olabileceği ve eserlerinde ölümsüzleştirdiği kadın karşısında teşebbüs ettiği her ilişkinin sonu aynı
imgesine oldukça uyuyordu. Bayan Stanard, 30’la- kâbusla bitiyordu ve maalesef bu daha başlangıçtı.
rında, sevecen ve güzel bir kadındı, nezaketi ve Bayan Stanard’ın ölümünden sonra Edgar
özellikle de yumuşak ses tonuyla Edgar’ı etkile- kelimenin tam anlamıyla yıkıldı, arkadaşların-
mişti. 14 yaşındaki Edgar’a bir anne gibi şefkat ve dan ve okulundan uzaklaştı. O dönem Frances
sevgiyle yaklaşıyordu. Ancak Bayan Stanard’ın da Allan’ın sağlığı da kötüye gidiyordu. Edgar, Bayan
fiziksel ve zihinsel sağlığı yerinde değildi. Bir gün Stanard’a güçlü duygular hissetmişti ancak haya-
aniden hastalandı ve Poe 15 yaşındayken hayatını tındaki en önemli kadın, gerçekten annesi yerine
kaybetti. Poe tecrübe ettiği ilk büyük aşk duygu- koyduğu Frances Allan’dı. Allan ailesindeki ye-
sunu, annesi gibi hasta ve maalesef hayatını kay- rini, taptığı güzellikteki Frances Allan’a borçluy-
bedecek Bayan Stanard’a duymuştu. Yukarıda da du. Bayan Stanard’ın son günlerinde ve Frances
söylediğim gibi, kadının bu mertebeye yükselebil- Allan’ın hastalıkla boğuştuğu günlerde Edgar’ı
mesi için dönüşümünü tamamlayıp tıpkı Elizabeth depresyonundan bir nebze uzaklaştırabilecek, onu
Poe gibi hayata veda etmesi... Genç Edgar’ın duy- normale yakınlaştırabilecek genç bir kadın vardı
gu ve düşüncelerine bu denli nüfuz eden Bayan yanında: Sarah Elmira Royster. Hayatındaki bu
Stanard, daha sonraları “To Helen” adlı şiire ilham güzel ve önemli kadınları aynı lanet hastalıktan
olacak ve Poe’nun edebi kariyerinde önemli rol kaybetme korkusu yaşarken, Elmira onun için
oynayacaktı. “Gezinirken yapayalnız denizlerin bir umut ışığı olmuştu. Virginia Üniversitesi’ne
üzerinde / Senin sümbül saçların ve klasik yüzün gitmeden hemen önce nişanlanmışlardı. John
/ Su perisi havaların getirdi beni eve.” Poe’nun Ba- Allan, Edgar üniversitedeyken Elmira’nın ailesiyle
yan Stanard’ı dış görünüş olarak Elizabeth Poe’ya görüşüp nişanı bozmuş ve Elmira başka biriyle

42
nişanlanmıştı. Edgar küçükken John Allan’ı yu-
muşatmayı başarıyordu ama yaşı ilerledikçe ara-
larındaki çekişme gitgide büyümüştü. Edgar, John
Allan yüzünden çok sevdiği Frances Allan’dan da
zorunlu olarak uzaklaşmak durumunda kalıyor, o
nedenle John Allan’la arasındaki Oidipus çatışma-
sı da iyiden iyiye kendini gösteriyordu.
Tüm bu yaşananların üstüne, Poe henüz 18 ya-
şındayken hayatının en önemli kararlarından birini
aldı ve John Allan’a boyun eğmektense yuva bildiği
Allan evini terk edip Boston’a doğru yola çıkma-
ya karar verdi. Annesinden Poe’ya kalan maddi
tek şey, Elizabeth Poe’nun minyatür resmiydi. O
resmin arkasında şu yazıyordu: “Annenin en iyi
ve en yardımsever arkadaşlarıyla tanıştığı, doğum
yerin Boston’u sev.” Edgar belki de bu en umutsuz
zamanlarında annesinden ona kalan tek nasiha-
tin peşinden gidiyordu. Yaşayan annesini geride
bırakıp artık bu dünyada olmayan annesine daha
da yakınlaşmayı seçiyordu. Belki de bilinç altın-
da daha güçlü bir dürtü, bu kararı almasında rol
oynamıştı. Babası David Poe, nasıl ki bir zamanlar
belki de sahne sanatını daha özgürce sergileyebil-
mek için ailesini terk ettiyse Poe da kendi edebi
kariyeri için evi bildiği şehirden ve annesi bildiği
Frances Allan’dan ayrılmayı göze almıştı. Sonuçta
her ne kadar istemese de bunu bilinçli yapmasa da
kendisini özdeşleştirdiği ilk erkek, babasıydı. Edgar Frances Allan
evden ayrıldığı ilk gün açlık çekmeye başlamıştı
ama geri dönmektense ölmeyi tercih ediyordu. olacaktı. Frances Allan’ın ölümü zihninde hep
Poe evden ayrıldıktan yaklaşık bir sene sonra, kaçmaya çalıştığı anıları canlandırdı. O dönemde
Frances Allan yaşamını yitirdi. Frances Allan yazdığı şiirlerinin çoğunda güzel ama ölü kadınla-
ölmeden önce kocasından iki ricada bulunmuştu: rı ele alacaktı.
John Allan, Edgar’ı kaderine terk etmeyecekti ve Edgar için artık John Allan’la bir gelecek
Frances Allan, Edgar onu son bir kez görmeden görünmüyordu. Hayatının o noktasında Ed-
toprağın altına girmeyecekti. Maalesef Frances’in gar’a kapılarını açan bir kadın daha vardı, halası
iki isteği de yerine gelmedi. Poe haberi aldığının Maria Clemm. Küçük kuzeni Virginia da orada
ertesi günü Richmond’a ulaştığında Frances Allan yaşıyordu. Kahverengi saçları ve menekşe rengi
çoktan toprağa verilmişti. Allanların hizmetçileri- gözleriyle odadan odaya koşuyor, büyük kuzeni
nin anlattıklarına göre Edgar, annesinin mezarına “Eddie” geldiği için çok seviniyordu. Edgar da
doğru ilerlerken Bayan Stanard’ın da mezarının Virginia’nın çocuksu masumiyetinden ve neşesin-
önünden geçmiş, Frances Allan’ın mezarına ulaş- den çok etkilenmişti. Poe uzmanlarının üzerinde
tığındaysa daha fazla dayanamayıp yere yığılmış- en çok tartıştıkları konulardan biri de Virginia
tı. Edgar yirmi yaşındaydı ve o genç yaşında aynı ile ilişkisidir. Başlarda kuzen ya da kardeş gibi
trajediyi üçüncü defa yaşıyordu. Annesi bildiği masum bir çerçevede başlayan ilişkileri ileride
ya da anne yerine koyduğu üç kadını da hastalık boyut değiştirecek ama yine aynı masumiyetle
nedeniyle genç yaşta kaybetmişti. Frances Allan, Edgar ve Virginia karıkoca olacaklardı. Virginia
öz annesinin ölümünden sonra onu her anlamda aslında Poe’nun ideal kadın tanımına birebir uyu-
sevmiş, sahiplenmiş ve on yedi yıl boyunca bakı- yordu. Büyük, koyu renk ve puslu gözleri vardı.
mını üstlenmişti. Frances Allan artık yoktu ve bel- Aynı zamanda söylenenlere göre tuhaf ve pek de
ki de onu Poe için gerçekten annelik mertebesine sağlıklı görünmeyen bir bedene sahipti. Solgun ve
ulaştıran onun ölümüydü. Edgar’ın yaşadığı en kırılgan bir yapısı vardı.
büyük ikinci trajedi Frances Allan’ın ölümüydü. Freud’un öğrencisi ve Poe’yu daha psikanalitik
Üçüncüsüyse kuzeni ve karısı Virginia’nın ölümü bağlamda ele alan Marie Bonaparte’ın şöyle bir

43
önermesi var: Poe’nun bilinçaltında yer alan, has- annesinin tabutunun başında dikildi. Elini anne-
ta ve güzel kadınlara hissettiği çekim gücü burada sinin alnına koydu.” Bu kısım, Poe hikâyelerinde
da kendini göstermişti. O zamanlar Virginia he- gördüğümüz tipik bir anlatıdır. İlginç olan kısım
nüz çok gençti ve hastalığın fiziksel ya da zihinsel Frederick Metzengerstein’ın bu olay karşısındaki
emarelerini taşıması imkânsızdı. Fakat Marie tavrının betimlemesidir: “Kırılgan vücudu bir an
Bonaparte’ın iddiasına göre Poe, Virginia’da bu olsun titremedi. Çocukluğundan beri kalpsiz, inat-
hastalığın kendisini göstereceğini sezmişti. Çünkü çı ve atılgan biri olmuştu. Ve bu yaşına kadar da
biz istemesek de bilinçaltımız her zaman bu tarz bu güçlü ve umursamaz tavırlarla gelebilmişti.”
işaretleri yorumlayabilirdi. Poe’nun “Morella” adlı Frederick Metzengerstein gerçek anlamda
hikâyesi de Bonaparte’ın bu iddiasını destekler Poe’nun ya da Poe anlatıcılarının aksine böyle
niteliktedir. Öyküde yine erkek bir anlatıcı ve bir kişiliğe sahipti. Şüphesiz Poe’nun bir parçası
yine hasta bir kadın görüyoruz. Anlatıcı, hastalıklı bilinçsizce de olsa Frederick Metzengerstein gibi
karısını şöyle tarif ediyor: “Zamanla, kızıl lekeler olmak istiyordu. Ancak bunları kurmaca eser-
yanaklarının üzerine sabit bir biçimde lerinde bile olsa dile getirmeyi annesinin
yerleşti ve solgun alnındaki damarlar anısına ihanet gibi görüyor olacaktı
gözle görülür şekilde belirgin- ki sonraki baskılarda bu kısımları
leşti.” Bu hastalıktan mustarip öyküden çıkarmıştı.
Morella ise hayatını kay- Poe’nun hayatına giren
bederken şu son sözleri kadınların arasında,
söylüyor: “Ölüyorum annesini çağrıştıran
ama yaşayacağım.” kadınların başında
Burada bahsedilen, Virginia geliyordu.
ruhani bağlamda bir Başka birini seviyor
yaşam değil aslında. olsa da hâlâ ilk aşkı-
Morella son nefesini John Allan na, annesine sadık
verirken bir kız ço- kaldığı hissini veri-
cuğu dünyaya geti- yordu belki de. Karısı
riyor. Adını annesin- Virginia, Poe’nun
den alan ve oldukça özel hayatında, iş
hızlı büyüyen çocuk hayatında, düşünce ve
10 yaşına geldiğin- duygularında büyük
de annesine o kadar boşlukları doldurmuş
büyük bir benzerlik ve aynı zamanda yazarın
gösteriyor ki baba, kızını bilinçaltında her zaman
çok sevse de bu benzerlik Poe’nun kırılgan ve ölmekte
karşısında dehşete düşmekten olan annesini canlandırmıştı.
kendini alamıyor. İlginçtir ki Poe Virginia’nın bu anlamda Poe’nun
“Morella”yı yazarken Virginia da 10 ilham meleği olarak kendini gösterdi-
yaşındaydı. Dolayısıyla Poe, belki de ta o ği ilk eser “Berenice”tir. Hikâyenin anlatıcısı
zamanlardan kendi zihninde Virginia’yı annesinin Egaeus aynı zamanda nişanlısı olan kuzeni Bere-
vârisi ilan etmişti. nice’i anlatırken şöyle söyler: “Ah, silueti bütün
Tüm bunlara bakınca Poe’nun bu trajik du- canlılığıyla gözlerimin önünde, gençlik zamanla-
rumdan bir tür haz duyduğu da düşünülebilir. rındaki gibi gamsızlığı ve neşesiyle!”
Bu doğru da olabilir ama Poe’nun tüm bunları Şüphesiz Virginia da hastalanmadan önce
arkasında bırakmak ya da eserlerine farklı boyut- Poe’nun gözünde böyle biriydi. Oysa annesinin
larda taşımak için gösterdiği çabaları da göz ardı anısı, eserlerinde hiçbir kadının zihinsel ve fiziksel
etmemek gerekiyor. İlk yazdığı hikâyelerinden olarak sağlıklı kalabilmesine imkân tanımıyordu.
“Metzengerstein”la ilgili ufak bir detayı inceleye- Nitekim Berenice’i öykünün ilerleyen bölümlerin-
biliriz bu bağlamda. Çok ayrıntıya girmeden bah- de şöyle tasvir edecekti: “Bir hastalık, ölümcül bir
setmek gerekirse öyküde Poe’nun daha sonraki hastalık vücuduna adeta bir samyeli gibi musallat
baskılarda çıkaracağı bir bölüm vardır. Hayatını oldu. Onu izlerken bile zihnini, alışkanlıklarını ve
kaybeden Leydi Mary ile ilgili şunları söyler: “O karakterini istila eden bir değişim geçirdiğini göre-
güzel Leydi Mary! Nasıl olur da ölebilirdi? Hem biliyordum. Öyle bir değişimdi ki sinsi ve korkunç
de tüberkülozdan! (...) Genç Baron Frederick ölü bir seyirle insanın kimliğini bile ele geçiriyordu!”

44
Böylelikle Poe’nun küçük kuzeni Virginia ya da kadınları ele aldığı çoğu hikâyesinde, farklı süreç-
Berenice yavaş yavaş kendi kimliğini kaybediyor ler olsa da benzer sonuçları görüyoruz. Sağlıklı
ve Poe’nun geçmişten gelen bir anısına, ölmekte ve sonsuza kadar onunla beraber olabilecek bir
olan annesinin görüntüsüne bürünüyordu. kadın, bir eş, bir anne fikrini tahayyül etmekte
Virginia hastalığın ilk belirtilerini göstermeye zorlanıyordu belki de Edgar Allan Poe. Berenice,
başladığında Edgar, annesiyle aynı kaderi paylaşa- Morella, Ligeia, Usherların Çöküşü, Eleonora, Ha-
cağına emin olmuştu. Virginia sürekli öksürüyor, yalperest, Metzengerstein ve daha birçok öyküsün-
Edgar gördüğü her kan damlası karşısında biraz de karşılaştığımız bu durum monoton ve tekrara
daha dehşete kapılıyordu. Poe çoğu zaman yaptığı düşen bir tema gibi görünebilir. Oysa sadece
gibi, hislerini eserlerine dökmeyi seçti. “Kızıl bu tekrarlar bile Poe’nun bilinçaltına yerleşen
Ölümün Maskesi” adlı öyküsünün o gerçekten de imgenin onu ve eserlerini ne denli ele geçirdiğini
kızıl havasını bu dönemlerde anlatmaya başla- göstermeye yeterlidir.
mıştı: “Kızıl Ölüm çoktandır ülkeyi yakıp kavuru-
yordu. Hiçbir hastalık bu kadar ölümcül, korkunç EDgaR allaN poE vE
olmamıştı. Simgesi ve mührü kandı; kanın kızıllığı 19. yüzyil
ve dehşeti.” Poe, 40 yıllık kısa hayatına birçok şiir ve hikâye
Poe artık ölmekte olan Virgina’nın yasını sığdırdı. Son derece üretken bir yazardı ve korku,
tutuyordu. Virginia’nın ölümü aynı zamanda bilimkurgu ve polisiye alanında birçok öncü esere
bastırdığı birtakım duyguları da gün yüzüne imza atmıştı. Katlanmak durumunda kaldığı zor-
çıkarıyordu. Güzel bir kadının tam olarak annelik luklar olmasaydı ve bu kadar genç yaşta hayatını
mertebesine ulaşabilmesi için ölmesi, o dönüşü- kaybetmeseydi mutlaka ardında daha pek çok
mü tamamlanması gerekiyordu. Poe bilinçaltında şaheser bırakacaktı. Öte yandan, içinde bulundu-
ancak o zaman huzur bulacaktı. Tüm bunlarla ğu durum ve koşullar bu şekilde gelişmese onu
başa çıkabilmesi için en güçlü silahıysa kalemiy- yazmaya iten yaratıcı dürtüleri de bu denli etkili
di. Kardeşi Rosalie’nin söylediğine göre Virginia olmayacaktı. Bu, sadece Poe’nun özel hayatı için
ölüm döşeğindeyken Poe, yazmakta olduğu bir geçerli değil tabii ki. 19. yüzyılın ilk yarısındaki
şiirin ilk taslağını kardeşine okumuştu. Şiirin adı kültürel, sosyal, ekonomik ve politik gelişmeler
“Annabel Lee”ydi. Şiir tamamlandığında Virginia Poe’nun eserleri için itici bir güç ve besin kaynağı
hayatını kaybedeli iki yıl olmuştu. Poe, bu şiiri görevi görmüştü. Poe, edebiyat tarihinin özellik-
Virginia için yazmadığını iddia etmişti ama sadece le de Amerikan edebiyatının oldukça önemli bir
bu kadar açık bir gerçeği reddetmesi bile Poe uz- döneminde yaşamıştı. Dolayısıyla bu muhteşem
manlarının aksini düşünmesi için yeterli olmuştu. dönemin etkileri de Poe’yu, duygularını, düşün-
İlk iki dizeyle, şiirine gotik ve esrarengiz bir hava celerini ve sanatını da şekillendirmişti. O nedenle
katarak başlıyordu Poe: “Uzun, uzun zaman ön- Poe’nun eserlerini ve edebi kimliğini dönemin ko-
ceydi / Denizin kıyısındaki bir krallıkta. (...) Ben şulları bağlamında irdelemek, eserlerinin döneme
çocuktum ve o da çocuktu / Ama aşktan çok daha ne denli ışık tuttuğunu da incelemek gerekir.
büyük bir aşkla sevdik birbirimizi.” Poe’nun edebiyat sahnesine çıkışından yüz-
Edgar, Virginia’yla evlendiğinde kız 13 yaşın- yıllar önce Platon, “mantık” ve “duygu” kon-
daydı ve Virginia, Edgar için her zaman küçük bir septlerini bir at arabasını çeken iki ata benzet-
çocuk olarak kalmaya devam etti. Çünkü Virginia, mişti. At arabacısı farklı yönlere giden bu iki atı
cinselliğin de içinde olduğu bir aşktan, evlilikten zaptetmek ve orta yolu bulmak durumundaydı.
ziyade, annesinin bir uzantısı olarak kalmıştı Platon’un MÖ 4. yüzyılda ele aldığı “mantık”
Poe’nun gözünde. ve “duygu” konseptleri, sonrasındaki yüzyıllar
“Bulutlardan buz gibi bir rüzgâr esti / Ve alıp boyunca felsefenin, sanatın ve edebiyatın ana
götürdü onu benden.” ikilemlerinden biri olacaktı. 18. yüzyılda Neokla-
Yazarın “güzel bir kadının ölümü” ritüeli sizmin “mantık”ın zaferini ilan etmesinin ardın-
kadının ölmesiyle son bulmuyor elbette. Poe’nun dan sıra “duygu”ya gelecekti. Romantikler, 19.
her zaman kaçmak istediği o nekrofili duyguları yüzyılda muzaffer “mantık” konseptinden kopup
burada da kendini gösteriyor. “O yüzden geceleri “duygu”yu odaklarına alacaktı.
onun yanında uzanırım / Deniz kenarındaki o Romantizm akımı, günümüzde bildiğimiz anla-
mezarın yanında.” mıyla “romantik aşk” konseptinden epey uzakta
Poe’nun hayatında ve eserlerinde kadınların duruyordu. Bireylerin, kendileri ve çevreleri hak-
anlamını ya da rolünü irdeleyebilmek için çok kında nasıl düşündüklerini yeniden şekillendiren
daha uzun sayfalar gerekiyor ancak Poe’nun bir akımdı. Romantizmin Avrupa’daki temsilcileri

45
Poe’nun da çok sevdiği ve etkilendiği William dan dışarı çıkarak bu yeni ve özgün edebiyatın
Wordsworth, Samuel Taylor Coleridge, John gelişiminde en güçlü etkiyi gösteriyordu.
Keats, Lord Byron, Percy Shelley gibi şairlerdi. Poe, bu sınırların dışına çıkmayı başarsa da
Akımın en karakteristik özelliklerinde biri, rasyo- eserlerinin bazı yönleri İngiliz Romantizm akı-
nalite ve mantıktan ziyade duyguları ve içgüdüyü mıyla büyük benzerlikler taşıyordu. Romantizm
öne çıkarmasıydı. Sanatın ne kadar sanat oldu- akımının en belirgin özelliklerinden biri, eserlerde
ğunu belirleyen şey, duygulara ve duyulara ne belirli bir yer ve zamanın belirtilmesi ya da üstü
denli hitap ettiğiydi. Öğretici ve rasyonel öğelerin kapalı söylenmesiydi. Çünkü duygulara vurgu
sanatta yerinin olmadığı savunuluyordu. Mantıklı yapan bu akım, sanatın mevcut dünyanın gerçek-
ve öğretici yazı türleri dini vaazlara ve bilimsel lerinden daha uzak ya da farklı bir yerde var oldu-
eserlere özgüydü. Poe’nun duygusal karakterleri ğuna inanıyordu. Sanatın gerçek amacı okurlarda
dönemin bu baskın inancına ışık tutuyor, hat- yoğun duygular uyandırabilmekti. Poe da okuru
ta Poe’nun yarattığı en mantıklı karakter, ünlü mevcut dünyadan uzaklaştırıp hikâyenin içine
dedektif Auguste Dupin bile mantıktan ziyade katabilmek için ya “Usherların Çöküşü”ndeki gibi
sezgiye dayalı bir yöntem izliyordu. Romantizm var olmayan bir yeri ya da “Ligeia”daki gibi İngil-
akımı Almanya’da başlayıp İngiltere’ye sıçramış, tere’nin saklı köşelerindeki bir manastırı mekân
oradan da çok geçmeden Amerika’ya ulaşmıştı. olarak seçmişti. Poe’nun dedektif hikâyeleri bile
İngiliz Romantizmi 1790’larda başlayıp 1830’lara Amerika’da değil, Fransa’da geçiyordu. Aynısı
kadar devam etti. İngiliz Romantizminden etkile- “zaman” için de geçerliydi. “Kuyu ve Sarkaç”
nen ve sonrasında kendine özgü öğelerle şekille- adlı öyküsünde İspanyol Engizisyonu dönemini
nen Amerikan Romantizmi ise 1800’lerde başlayıp seçmişti örneğin. Ya da “Metzengerstein”da oldu-
1860’lara kadar devam edecekti. ğu gibi zamanı tamamen sır olarak bırakıyordu:
Amerikan Romantizmi, Amerikan edebiyatında “Korku ve felaket asırlardır etrafımızda kol gez-
oldukça önemli bir yere sahip. O nedenle bu dö- mekte. O halde anlatacağım hikâye için bir tarih
nemden Amerikan Rönesansı olarak da bahsedilir. belirtmeye ne gerek var?”
Tabii Amerikan Romantizmini Avrupa Romantiz- Bu öğeler, Romantizmden doğacak olan gotik
minden farklı kılan epey keskin sınırlar vardı. Bu ve korku türlerinin de vazgeçilmez özelliklerinden
keskin sınırları daha iyi analiz edebilmek adına, olacaktı. Amaç, okuru fiziksel ve somut gerçek-
Amerika tarihine göz atmak gerekiyor. lerden uzaklaştırarak tamamen okurun duygula-
Poe, Amerikan Romantizm akımının sesini rına hitap etmekti. Uydurma mekânlar, zamanlar
bulabilmesine en büyük katkı sağlayan yazarların ve hatta isimler okuru gerçeklikten başka bir
başında geliyordu. Eserlerinde sıklıkla Amerika’ya boyuta taşıyacak, onları duygularıyla baş başa
özgü öğelere rastlanmasa da Poe, ruhen sınırlar- bırakacaktı. “Mary Shelley”nin ana karakterine

Poe Aile Ağacı

46
Frankenstein ismini vermesi de bir nebze bundan ne yazık ki poe’nun hayatına
kaynaklanıyordu: İngilizce bir isim olan “Frank”in
sonuna Almancayı çağrıştıran “stein” eki getirir. anne ya da eş olarak giren bütün
Bunu, gotik edebiyatın doğum yeri Almanya’ya Kadınlar elızaBeth poe’yla aynı
atıfta bulunmak için yapar tabii. Ama aynı zaman- kaderi paylaşaCak ve edgar allan
da yabancı bir isim, İngiliz okurun kendisini bu
talihsiz karakterden soyutlayarak öyküden daha poe en iyi bildiği kadın imgesinden,
da zevk almasını sağlayacaktır. Aynısı Poe’nun güzel ve ölü kadından hayatı
“Metzengerstein”ı için de geçerlidir. boyunCa kurtulamayaCaktı.
Poe, İngiliz Romantizmiyle bu tarz benzerlikler
taşırken bir yandan da Amerikan Romantizmini çının dükkânında bulunabilecek diğer eşyalar
inşa edecek ve Kara Romantizmin mimarlarından odanın etrafındaki pencerelerin önüne üst üste
biri haline gelecekti. Poe, sıradan konuları ele alan yığılmıştı ve herhangi bir ışığın sokağa kaçma-
eserleri edebiyattan saymıyordu. Çünkü bu olay- sını engelliyordu.” Poe, bununla da yetinmeyip
larla günlük hayatta karşılaşmak mümkündü. Me- betimlemelerinde esprili bir dil kullanarak okuru
sele okura günlük hayatında tecrübe edemeyeceği karmaşık duygulara itiyordu: “Kral, suratında
duyguları yaşatabilmekti. O nedenle hikâyelerinin sayısız kırışıklık belirecek şekilde alnını kaldırdı;
çoğunda yaşayan cesetlere, tekinsiz karakterlere gut hastası küçük ihtiyar bir çift körük gibi püfle-
ve dehşet verici çıkmazlara yer veriyordu. Poe, di; kefenli hanımefendi burnunu bir ileri bir geri
bireylerin sapkın duygularını, insan doğasının salladı; pamuklu don giymiş beyefendi kulaklarını
karanlık yönlerini ortaya çıkarmayı amaçlıyordu. dikti; kefenli diğer hanımefendi ölmekte olan bir
Tekinsiz, mantıksız ve esrarengiz konuları ele balık gibi soludu ve tabutun içindeki adam kaskatı
alarak bunların bireyler üzerinde yarattığı derin durup gözlerini devirdi.”
ve yoğun duyguları vurgulamak Poe’ya özgü bir Kara Romantizm, korku ve gotikten bahsedince
ustalık gerektiriyordu. Poe’nun eserlerinde, özellikle de hikâyelerinde
Öykülerinde endişeyi, korkuyu, ölümü, doğa- sadece bu tekinsiz duygulara değindiği düşü-
üstünü, çürümeyi ve deliliği ele alıyordu. Karak- nülmesin. Poe’nun inanılmaz bir espri ve hiciv
terlerinin çoğunu, özellikle de erkekleri zihinsel anlayışı vardı ve dönemin edebi kültürüne ilişkin
anlamda dengesiz ya da deli olarak tasvir ediyor- en büyük eleştirilerine bu hiciv dolu hikâyelerin-
du. Kadınlarsa ilk bölümde de bahsettiğim gibi de yer veriyordu. Buna, eserlerinden birçok örnek
güzel ve ölüydü ya da ölmek üzereydi. Poe, gotik verebilmek mümkün ancak burada kısaca, eserle-
türüne ait öğeleri alıp eserlerini kendisine özgü rinde sıklıkla rastladığımız Blackwood’s dergisine
olay örgüleriyle geliştiriyordu. Hikâyelerinde ve dair göndermelerden bahsedeceğim.
şiirlerinde cinayetleri, ölü sanılarak canlı gömü- Dönemin doktorları, komaya giren veya
len insanları, ruhunu şeytana satanları, fiziksel benzer katatonik davranışlar sergileyen hasta-
ve zihinsel işkenceye maruz kalan karakterleri lara sıklıkla ölü teşhisi koyuyor ve bu talihsiz
işliyordu. insanlar ölü sanılarak toprağa veriliyordu.
Tabii Poe eserlerinde karakterlerin karşılaştığı Gerçek hayatta bunun birçok örneğine rastla-
bu çıkmazlar veya talihsiz olaylar dönemin koşul- mak mümkündü. Tabutlarını kırarak mezardan
larına, özellikle de tıp alanındaki mevcut duruma çıkmaya çalışan, çığlık atarak toprağın altından
ayna tutuyordu. Kadın karakterlerinin çoğu tüber- seslerini duyurmaya çalışan insanlar vardı. Gaze-
küloz nedeniyle hayatını kaybediyordu örneğin. te ve dergiler sıklıkla bu olaylara yer veriyordu.
“Kral Veba” adlı öyküsünde, insanlık tarihinin en Fakat bu tür hikâyelerin okurları epey etkilediği
büyük salgın hastalıklarından birini konu alıyordu: görülünce bazı dergi ve gazetelerde kurmaca öy-
“Bu olaylı hikâyenin yaşandığı çağda ve öncesi ve küler de yayımlanmaya başlamıştı. Blackwood’s
sonrasındaki birçok yıl boyunca düzenli aralıklarla da canlı canlı gömülen bu gibi kişilerin ve ölüme
bütün İngiltere ama özellikle de başkent, ‘Veba!’ yakın deneyimlerin sansasyonel hikâyelerini
çığlığının korkunç tınısıyla yankılandı.” yayımlayan popüler bir dergiydi. Poe’nun benzer
Poe’nun resmettiği bu manzara bir gerçekti. bir tecrübeyi ele aldığı “Nefes Kaybı” adlı öyküsü
Ancak Poe’nun sihri, bu gerçekleri alıp çok daha de ilk baskısında “Blackwood Usulü Bir Hikâye”
dehşet verici detaylarla besleyerek okurda en uç alt başlığını taşıyordu.
duyguları uyandırmaktı: “Gruptaki her bir kişinin Poe’ya göre Blackwood’s gibi dergilerde yer
önünde, içki kadehi niyetine kullanılan bir parça alan hikâyeler, edebiyattan çok uzakta bir yerdey-
kafatası duruyordu. Tabutlar ve bir levazımat- di. Belirli bir formülün varyasyonlarından ibaret,

47
birbirini taklit eden, sığ verecekti. O zamanlar şairlik kariyeri
ve basit hikâyelerdi. hiçbir yerde Amerika’da olduğu kadar
Hatta bununla ilgili, “Bir küçük görülmüyordu şüphesiz. Çünkü
Blackwood Makalesi Nasıl ülkenin tüm odağı maddi başarıya
Yazılır?” adlı esprili ve çevriliydi. Dolayısıyla çiçeği burnun-
hiciv dolu bir öykü kaleme da bir şair, o zamanlar muhtemelen
almıştı. Bay Blackwood, kendisini daha da yalnız hissediyor,
hikâyenin kahramanı Bayan küçümseniyor ve hatta belki saklan-
Zenobia’ya, Blackwood tarzı maya itiliyordu. Ancak bu alanda
makaleler kaleme alabilmek tüm zorluklara rağmen ısrarla devam
için şu öğüdü veriyordu: etmesi ve ardından kısa hikâye-
“Yapmanız gereken ilk şey, ler kaleme almasıyla birlikte Poe,
daha önce hiç kimsenin Amerikan ve dünya edebiyatına hiç
tecrübe etmediği bir çıkmazın tahayyül edemeyeceği katkılarda
içine girmek. Mesela fırın, bulunacaktı.
fırın güzel bir fikirdi. Ama Tabii bu katkılardan en büyüğü
hazırda bir fırınınız yoksa de polisiye türüne ait ilk eserleri
benzer talihsizlikler hayal kaleme almasıydı. Poe’nun eğitimi
etmekle yetinmek zorun- ve entelektüel birikimi yaratıcılığıyla da birle-
da kalacaksınız.” Bay Blackwood aynı zamanda şince artık mevcut kalıpların bile dışına çıkarak
makalelerin edebi değerlerini artırmaya yarayacak kendine özgü türler üretmesine yol açmıştı. Tıpkı
ipuçları da veriyordu. Fransız tragedyasından ya da korku hikâyelerinde olduğu gibi polisiye romanın
Aristoteles’ten alıntılar yapmalı ve mutlaka Latince kökenleri de kısmen gazetelerde ve dergilerde
ya da Fransızca kelimeler kullanmalıydı. İşin ilginç yer alan gerçek suç hikâyelerine dayanıyordu. 16.
yanı şu ki Poe, yabancı kelimelerin ve alıntıların ve 17. yüzyılda yazılı kaynaklarda yer alan ya da
kullanılmasını alay konusu ederken kendisi de en sözlü olarak anlatılan bu gerçek suç olayları, katil-
ciddi hikâyelerinde bile bu yola başvurdu. Dolayı- lerin biyografileri, macera masalları, idam hikâ-
sıyla Poe öyküleri, açıklamalı notlarla okunması yeleri ve infaz vaazları Püriten bir bakış açısıyla
gereken, kelime kelime çözümleme isteyen eserler- topluma ibret aracı olarak anlatılıyordu. Zaman
dir. Bu mesele Poe’nun entelektüel birikimine de geçtikçe ve toplum değiştikçe bu anekdotların
vurgu yapıyor aslında. hepsi birer edebi eğlence araçları haline geldi.
Poe, çeşitli eserlerden birçok alıntıya ver verir, Poe, 1841’de “Morgue Sokağı Cinayetleri” ile bu
kendisinden yüzyıllar önce yaşamış düşünürle- anlatıyı bambaşka bir noktaya taşıdı. Dupin hikâ-
rin ve çağdaşlarının fikirlerine ve eserlerine epey yelerinde polisiye romanın klasik formunun tüm
aşinadır. Burada, henüz çok küçük yaştayken öğeleri vardı. Şehir ortamı, kapalı bir odada vuku
topluluklarda şiir ve gazete okuyarak insanları bulan vahşi bir cinayet, verimsiz polis teşkilatı, et-
büyüleyen Poe’nun kendisini geliştirmesinin rafındakilere tepeden bakan dâhi bir beyefendi ve
yanı sıra, aldığı eğitimin de önemi büyüktür. bu beyefendi kadar zeki olmayan bir anlatıcı. Poe,
Poe’yu eğitim alanında çağdaşlarına üstün kılan polisiye türüne ilk şeklini verdi ve ilk dedektifi
ilk nokta, altı yaşından on bir yaşına kadar yarattı. Poe, hikâyelerinin popülerliğinden mem-
İngiltere’de eğitim görmesiydi. Özellikle Latince nuniyetsiz değildi ancak insanların algıladıkları
derslerinden yüksek notlar alıyor, Shakespeare’le kadar muhteşem olduklarını düşünmüyordu. Bu
ve diğer İngiliz yazarlarla tanışıyordu. Yıllar hikâyelerin kıvraklığının fazla abartıldığına ina-
sonra, Edgar’ın okul arkadaşı Bay Hunter ondan nıyordu. Yepyeni bir şey yarattığının farkındaydı
bahsederken Fransızca konuşabildiğini, Latince ama daha sonraları bu türün babası olarak kabul
eserleri çözümleyebildiğini ve yaşıtlarına hatta edileceğini öngörememişti elbette. Poe, 1849’da
ondan daha büyüklere göre tarih ve edebiyat hayata veda ettiğinde cenazesine sadece birkaç
konusunda bilgili olduğunu söyleyecekti. Edgar kişi katıldı. Edebiyattaki yerinin ne denli önemli
Amerika’ya döndüğünde de coğrafya, tarih, olduğu, maalesef yıllar sonra anlaşılabilecekti.
hitabet, Fransızca, Latince ve matematikte iler- NOT: Edgar Allan Poe hikâyelerinin kronolo-
leyecek, özellikle Latince ve Yunancada büyük jik sıraya sadık kalan ilk cildi, Fulya Turhan’ın
başarılar elde edecekti. Virginia Üniversitesi’ne çevirisi, açıklamalı notları ve ayrıntılı Poe biyog-
gitmeden önce şiirler yazmaya başlayacak ve rafisiyle çok yakında Labirent Yayınları’ndan
edebiyat alanında uzmanlaşmak istediğine kadar çıkacak.

48
EDGAR ALLAN POE

ÇaliNaN mEKTUp:
siRRiN yüzEysEllİğİ vE
Bİlgİ EKoNomİsİ
Doruk TATAR

poe’nun “çalınan mektup”u


kendisinden sonra gelen
İ ngiliz edebiyatının en saygıdeğer yazarlarından
biri olan Edgar Allan Poe’nun aynı zamanda
popüler edebiyatla özdeşleşen modern polisiye
edebiyatının mucidi olması, bu edebi türün ortaya
polisiye/dedektiflik çıktığı andan itibaren yüksek (ciddi) ve popüler
öykülerini içerik olarak (eğlencelik) edebiyatlar arasında ayrımı zorlama-
sına neden olmuştur. Modern polisiye edebiyatın
etkileyen bir eser olmanın ilk örneklerini veren Poe, kendinden sonra gelen
ötesinde modern edebiyatın polisiye yazarlarını özellikle de Conan Doyle ve
Agatha Christie’yi derinden etkiler. Bu etkinin en
sır, bilgi, derinlik ve yüzey barizlerinden biri, hikâyedeki anlatıcının konu-
mudur. Poe’nun diğer polisiye öykülerindeki gibi,
temalarına yaklaşımında da bu yazıda üzerinde duracağım “Çalınan Mektup”
belirleyiCi bir rol oynar. da Dupin’in, ismini hiçbir zaman öğrenemedi-
ğimiz ortağının ağzından aktarılır. Bu açıdan
bakıldığında Doyle’un Watson’ı ile Christie’nin
Hastings’i tarafından temsil edilen anlatıcı gelene-
ğinin de ilk uygulayıcısıdır Poe.
Poe, yazdığı polisiye eserlerle sadece edebiyat
alanında öne sürülen bu ayrımı ve hiyerarşiyi zor-
lamakla kalmaz, aynı zamanda edebiyatla teoriyi
de bir arada düşünmek için geniş bir alan sunar.
“Çalınan Mektup” çokça teorik çalışma yapılmış
hikâyelerden biridir. 20. yüzyıldaki edebiyat ve
eleştirel teoriyi takip edenlerin aşina olduğu iki
metin ön plana çıkar. Bunlar, Jacques Lacan’ın
“Çalınan Mektup” üzerine verdiği seminer ile
Jacques Derrida’nın psikanalize ve Lacan’ın,
Poe’yu psikanaliz bazlı okumasına karşı kaleme
aldığı eleştirel makalesidir.
“Çalınan Mektup”, Dupin’den yardım istemeye
gelen Paris polis şefi ile açılır. Polis şefi, ismini
vermek istemediği ama devletin en üst düzeyinde
bulunan bir kadın (biz Kraliçe diyelim) tarafından
görevlendiğini söyler. Kraliçe için çok önemli bir
mektubu Bakan D. çalmıştır ve Kral’a mektubun
içeriğini açıklama tehdidiyle Kraliçe’ye şantaj
yapmaktadır. Olay şöyle vuku bulur: Kraliçe eline
geçmiş olan mektubu okurken Kral ve Bakan
D.’nin odasına girmesiyle mektubu telaşla şifo-
niyerin üzerine bırakır. Kral’ın gözünden kaçan

50
mektubu Bakan D. fark eder ve Kral’ın durumu akıl yürüterek mektubu nereye ve nasıl “sakla-
anlamasından korktuğu için müdahale edemeyen yacağını” tahmin eder. Burada Dupin’in polislere
Kraliçe’nin gözlerinin önünde alıp cebine atar. nazaran avantajı, Bakan D.’nin bilgisini ve akıl
Buraya kadar ilginç olan, bütün dedektiflik yürütme tarzını, soruşturmanın bir parçası haline
hikâyelerinin merkezinde bulunan gizemin nite- getirmektir. Belki de bilgi ekonomisinin oluştur-
liğidir. Mektubun çalınma anına dair bir bilinmez duğu bu oyun çekici gelmiştir Dupin’e.
yoktur. Mektubu kimin, nasıl ve niçin çaldığı Polis şefi, Bakan D.’nin evinde mektubu arama-
tespit edilmiştir. “Çalınan Mektup”ta gizem, larını tarif ederken, evi parsellere ayırdıklarını, her
mektubun içeriği de değildir. Mektubun içeriğinin bir parseli numaralandırdıklarını ve böylece hiçbir
ortaya çıkması durumunda yaratacağı sonuçları bölgeyi gözden kaçırmadıklarını iddia eder. Polis
bilmek hikâye için kâfidir. Hikâyenin gizemi, aramasındaki bu metodik tutum, hikâyenin geneli
Bakan D.’nin evinin polis tarafından günlerce açısından da önemlidir. Dupin, polisin kendince
detaylı bir şekilde aranmasına rağmen mektubun etkili ve metodik çalışma şeklini tiye alarak, polis
nasıl olup da bulunamadığıdır. Dupin’e, bu gizemi şefinin zekâsının bir “okul çocuğu”nunki kadar
çözüp mektubu gayrimeşru bir şekilde mülkiye- olmadığını iddia eder. Dupin’in bu durumu açıkla-
tinde bulunduran Bakan D.’den tekrar çalıp sahi- mak için anlattığı anekdot son derece ilginçtir ve
besine teslim etme görevi verilir. İşte, tam da bu bize bilgi ekonomisinin nasıl işlediğine dair önemli
yüzden “Çalınan Mektup”, Poe’nun diğer polisiye ipuçları verir. Çocukluk yıllarından bir arkadaşının
eserlerinden bir ölçüde farklıdır çünkü dedektifi- “tek mi çift mi” oyununda bütün okulu yendiğin-
miz Dupin bir hakikati ortaya çıkartan ya da bir den dem vuran Dupin, bu durumun şanstan ziyade
gizemi aydınlatan aktörden ziyade kurulu düzeni çok basit bir mantık içerdiğini öne sürer. Buna göre
tehlikeye atacak bir ifşanın önüne geçmeye çalışır. bu çocuk, karşısındakini nasıl düşündüğünü ve
Yani tehdit altında olan devlet düzenini ve hiye- düşüneceğini hesaplayarak bütün oyunları kazanır.
rarşisini (ve bir ölçüde de aile kurumunu) yeniden Eğer rakibi düz mantıklı biriyse elde tuttuğu nesne
tesis etmeye uğraşan bir faildir. Bu açıdan Dupin, sayısını her defasında tek ve çift arasında değişti-
dedektiften ziyade bir devlet görevlisi hatta bir rir. Fakat rakip daha komplike düşünen biriyse bu
ölçüde istihbarat memuru gibi davranır. sefer sözkonusu çocuğun bunu hesaplayıp diğer
Peki, bir dedektif olan Dupin’in görev tanımına seçeneğe gideceğini çözer ve aynı seçenekle devam
uymasa da “Çalınan Mektup”taki mevzuya dahil eder. Tabii karşısındakinin böyle düşüneceğini de
olma saikleri nedir? Para, bunlardan biridir. Ça- hesaba katacak kadar zeki olan çocuk, oyunu yine
lınan mektubu bulma görevini getiren polis şefi, kazanır. Dupin, bu anekdot ile gizemi nasıl çözece-
Dupin’e hizmetinin karşılığında ödeme yapmayı ğinin ipuçlarını verir.
teklif ettiğinde Dupin bunu memnuniyetle kabul Poe’nun hikâyesinin Conan Doyle’un
eder. Fakat bunun ötesinde, Dupin kendisine teklif “Bohemia’da Skandal”ıyla benzerlikleri dikkat
edilen görevi kabul ederek Ortaçağ edebiyatının çekicidir. Doyle’un macerasının konusu Irene
önemli figürlerinden biri olan şövalye rolünü de Adler’in kraliyet ailesine, fotoğraflarla yaptığı
üstlenir. En nihayetinde ortada, onuru ve saygın- şantajdır. Sherlock Holmes’ün amacı ise Dupin’in-
lığı tehlikede olan bir kadın vardır. Dupin devletin kine benzer şekilde, şantaj malzemesini Adler’in
en üst kademesindeki bu kadının, prenses olmasa elinden almaktır. Adler’i ziyareti sırasında Doktor
da Kraliçe’nin haysiyetini kurtaracak kişi olarak Watson’dan yakınlarda küçük bir yangın çıkar-
belirir. Dupin hikâyenin sonunda arkadaşına, “ha- masını rica eden Sherlock’un varsayımı, Adler’in
nımefendinin partizanı” olarak görevini yaptığını “kadınlık içgüdüsü” ile olası bir tehlike anında
itiraf eder. evdeki en değer verdiği şeye yöneleceğidir. Hol-
Poe’nun hikâyesinde mektup bir paradoksu mes’ün metodu, Dupin’inkiyle büyük bir ben-
barındırır, o da şudur: Mektubun sahibine verdiği zerlik gösterir. “Çalıntı Mektup”ta Dupin’in daha
güç, mektup kullanıldığında yani içerik ifşa önce ödeme yaptığı bir adam, deli taklidi yaparak
edildiğinde yok olur. Diğer bir deyişle mektubun Bakan’ın evi önünde kalabalığa kurusıkı bir tü-
gücü mutlak olmaktan ziyade, belirli bir “bilgi fekle ateş eder. Bakan dikkatini bu yöne çevirdiği
ekonomisi” içinde belirlenir; sırrın içeriğinden zi- anda ise mektubun yerini daha önce tespit etmiş
yade sırrı kimin bildiğinin bilgisi, kimin ne kadar olan Dupin, mektubu kendi yazdığı bir notla de-
bildiği meselesidir. Mesela Bakan D., polisin mek- ğiştirir. Sherlock da Dupin gibi planın ilk ayağın-
tubun onda olduğunun yanı sıra mektubu bulmak dan başarıyla çıkar. Lakin Dupin’in aksine hikâ-
için nasıl bir metot kullanacağını bilir. Dupin ise yenin sonunda Sherlock, Adler tarafından mağlup
Bakan D.’nin polisin nasıl çalıştığı konusunda edilir. Aslında Adler yangın tehdidini ilk hissettiği

51
anda Sherlock’un öngördüğü şekilde şantaj nesne- Jacques Derrida ise Lacan’ın bu analizine ciddi
lerini sakladığı yere bir bakış fırlatır. Sherlock, bu eleştirilerde bulunur. Bunlardan biri, psikanalizin
bakışı görür ve dolayısıyla fotoğrafların yerini her baktığı yerde psikanaliz görmesidir. Derri-
tespit eder. Fakat bu sefer Adler de Sherlock’un da’ya göre Lacan, Poe’nun metninin içeriğine,
kendi bakışlarını izlediğini ve dolayısıyla fotoğ- daha doğrusu ne anlattığına bakarak eserin
rafların yerini öğrendiğini anlar. Sherlock’un neyi edebi yönünü yani anlatım şeklini arka plana
bilip neyi bilmediğini hesaba katarak Adler, bilgi iter. Poe’nun “Çalınan Mektup”u öncelikle edebi
ekonomisinde avantaj elde eder. İşte, Sherlock’un bir eserdir ve bu nedenle metni yorumlarken
öngöremediği, Dupin’in ise hesaba kattığı değiş- merkeze psikanalizden ziyade edebiyat kavramı
ken tam da budur: Gizemi çözmenin ötesinde, onu yerleştirilmelidir. Derrida’nın başka bir iddiası ise
rakibin bilgisi olmadan yapmak. Bu da dedektiften Lacan’ınkine benzer biçimde, mektubun anlamı
çok, gizli ajanın çalışma şekline tekabül eder. içeriğinden değil de sahnelerde aldığı pozisyonlar-
Ünlü Fransız düşünür ve psikanalist Jacques dan gelir. Bu tespit, Poe’nun sözkonusu metninin
Lacan, Poe’nun hikâyesini yorumlarken “saklama” şeklini ve estetiğini anlamak için yardımcıdır.
kavramına odaklanır. Polisin hangi metotlarla ça- Lacan ve Derrida arasında cereyan eden po-
lıştığını bilen Bakan D. objeyi gözün görmeyeceği lemik, edebiyat ve edebi eleştiriye dair de kayda
bir deliğe ya da gizli bir bölmeye saklamaktansa değer içgörüler sunar. Bunlardan biri edebiyattaki
mektubun görünüşünü değiştirerek (buruşturur, yüzey ve derinlik tartışmasıdır. D.A. Miller, Roman
kirletir, yırtar) önemsiz bir kâğıt parçası gibi dik- ve Polis başlıklı kitabında, pek çok romandaki
kat çekmeyecek bir yerde bırakır. Aslında mektu- yazar/anlatıcının bir polis ya da istihbaratçı gibi
bu genelgeçer anlamıyla saklamayarak saklamış karakterlerini izlediğini, onların iç dünyalarına
olur. Lacan’ın kendi tabiriyle, Bakan’ın mektubu girdiğini ve buradan bilgi ürettiğini ileri sürer.
“saklama” şekli onu sembolik düzendeki yerini Bu tarz bir yazar/anlatıcı, roman türünün kurucu
değiştirerek gerçekleşir. Yani mektubu ortalıkta geleneklerinden biri olmakla beraber özellikle 19.
basit bir kâğıt parçası gibi bırakarak polisin ara- yüzyılda baskındır. Öte yandan, iki dünya savaşı
dığı çok önemli, sahibinin gözü gibi saklayacağı arasında olgunlaşan modernist edebiyat buna tepki
bir nesne olmaktan çıkarır. Buradan hareketle olarak geliştirdiği yüzey anlatısını sunar. Bu gele-
Lacan, gizemli mektubun metin içinde işgal ettiği neğin temsilcilerinden biri olarak edebiyat üzerine
sembolik pozisyondan dolayı kimsenin “malı” teorik fikirler üreten ve aynı zamanda dedektiflik
olamayacağını öne sürer; mektup ancak geçici romanları da yazan Alain Robbe-Grillet de “derin-
olarak elde tutulabilir. Bunun nedeni, mektubun lik”ten ziyade “yüzey”i savunur. Robbe-Grillet’in
kendini aşkın bir bilgi ekonomisinin parçası olma- “saf yüzeyin teorisi” olarak adlandırdığı çerçeveye
sıdır. Daha önce bahsettiğimiz gibi, Bakan D. için göre roman sanatı, yüzeydeki nesnelerin geometrik
mektubun gücünün kaynağı Kraliçe üzerindeki ve tekrarlayan tasvirleri üzerinden karakterlerin iç
etkisidir ve Kral’a ifşa edilene kadardır. dünyasını yansıtmalıdır. Okuyucu ise görünenin
Lacan, “Çalıntı Mektup”u ve mektubun belir- tekerrür eden tasvirlerindeki ayrıntılara dikkat
leyici gücünü bilgi ekonomisinin şekillendiği iki edip alakasız görünen parçaları birleştirerek daha
sahne üzerinden analiz eder. Bunlardan ilki, mek- “derin” anlamlara ulaşmalıdır.
tubun Kraliçe’den çalındığı andır. Her şeyden ha- Sonuç olarak “Çalınan Mektup”ta romanın
bersiz Kral bir yanda, Kral’dan mektubu saklayan şekli gibi soruşturma da derinliğe inmektense
Kraliçe diğer bir taraftayken bütün bu mizanseni yüzeyde seyreder. Daha öykünün ilk kısımlarında
gören, iki tarafın da bilgi ve bilgisizliğini çözümle- Dupin, polis şefine gizemlerin bazen aslında çok
yebilen bir Bakan D. vardır. Sahnedeki aktörlerin basit ve bariz açıklamaları olduğunu söyleyerek
pozisyonları üzerindeki hâkimiyeti Bakan D.’ye “Çalıntı Mektup” boyunca hâkim olan “yüzeysel-
mektubu kazandırır. Fakat ikinci sahnede işler liği” konusunda bir ipucu bırakır. Buna ek olarak,
değişir. Bakan D. kendisini ilk sahnede Kraliçe’nin Kraliçe’den çalınırken de Bakan D. tarafından
işgal ettiği pozisyonda bulur, Kral’ın pozisyonu polisten saklanırken de mektup ortalıktadır. Öyle
ise durumdan bihaber olan polistir. Bakan D., ki mektuba dair bilgimiz hiçbir zaman başka bir
mektubu polisten saklarken Dupin polisin cehale- boyuta geçemez, derinleşemez, yüzeyde kalır. Bu
tini ve Bakan D.’nin polis karşısındaki bilgisel üs- açıdan, Poe’nun “Çalınan Mektup”u kendisin-
tünlüğünü anlayarak mektubun yerini tespit eder den sonra gelen polisiye/dedektiflik öykülerini
ve sonunda mektubu ele geçirir. Kısaca söylemek içerik olarak etkileyen bir eser olmanın ötesinde,
gerekirse öykünün iki sahnesinde de karakterlerin modern edebiyatın sır, bilgi, derinlik ve yüzey te-
pozisyonlarını mektup belirler. malarına yaklaşımında da belirleyici bir rol oynar.

52
Edgar allan PoE Hakkında
10 Satır araSı Bilgi
• Koruyucu ailede büyümüştür. Gerçek adı Edgar
Poe’dur. “Allan” ismi ise koruyucu ailesi tara-
fından verilmiştir.
• Kedi bağımlısıdır. Siyam cinsi kedisinin
omzunda veya başucunda olması ona ilham
verir. Catterina isimli karma renkli bir kedisi
olduğu ve Poe öldükten çok kısa bir süre sonra
onun da aniden öldüğü biliniyor.
• 1826’nın Şubat’ında kaydolduğu fakat kumar,
alkol ve tütün yasaklarından ötürü bir yıl sonra
öğrenimini bırakmak zorunda kaldığı Virginia
Üniversitesi’ndeki bir odaya onun adı verildi.
• Beş parasız bir şekilde üniversiteyi bırakmak
zorunda kalınca 1827’nin Mayıs ayında ABD
Ordusu’na katıldı. 18 yaşında olmasına rağmen
22 olduğunu iddia ederek Boston Limanı’nda
görev alan Poe, burada sadece 5 dolar kazanı-
yordu. Buradaki görevi 2 yıl sürdü.
• Edgar Allan Poe 27 yaşındayken, 13 yaşındaki
Virginia Clemm’le, kilise başkanının kızın ya-
şını 21 göstermesi sayesinde, Baltimo-
re’daki evde özel bir törenle evlendi.
Lakin çiftin hiç birlikte olmadığı,
Poe’nun Virginia’dan “kız kardeşim
gibi” diye bahsettiği ve ona “Sister” anlamına
gelen “Sissy” veya “Sis” şeklinde hitap ettiği de
söylentiler arasında.
• 12 kopyasının halen bir yerlerde olduğuna
inanılan, 1827 ilk basımlı “Tamerlane ve Diğer
Şiirler” başlıklı 40 sayfalık eserin bulunan
bir kopyası 2009 yılının Aralık ayında New
York’taki bir açıkartırmada 662.500 Dolar’a
satıldı.
• Türkçeye “çıngırdamak” olarak çevrilebile-
cek “tintinnabulation” kelimesini İngilizceye
kazandıran Poe olmuştur. Bir çanın veya zilin
aralıksız bir şekilde çalmasını ifade eden sözko-
nusu kelime, 1848 tarihli bir Poe şiiri olan “The
Bells/Çanlar”da geçiyor.
• Virginia’nın ölümünden bir yıl sonra, alko-
lizme iyice kapıldığı sıralarda intihar etmeyi
denedi Poe. Bunun için de araç olarak afyon
yutmayı seçti fakat sonuç başarısız oldu.
• 1849 yılının 7 Ekim’inde hayatını kaybeden
Poe’nun defin işlemleri kuzenleri tarafından
tamamlandı. Cenaze töreninde sadece 7 kişi
vardı. (Hatta bazı kaynaklara göre 4 kişi.)
• Baltimore Ravens adlı Amerikan fut-
bolu takımının adı ve logosundaki kuzgun,
Poe’nun “Kuzgun” şiirinden ilhamla seçilmiş-
tir.

53
EDGAR ALLAN POE

poE Ölümlü BİR


yazaRDiR
Yankı ENKİ

audelaire’in zamanında yazdıklarıyla önemi


son on yıla baktığımızdaysa
poe’nun hem eserlerine hem
B Amerika’nın uzağında da kaydedilmeye başla-
yan Edgar Allan Poe’nun, genel anlamıyla Batı dün-
yasında bir öykü yazarı olarak kıymetinin bilinmesi
de gizemli yaşamöyküsüne
oldukça gecikti. Poe da çoğu polisiye, gotik, fantastik
eğilen kitaplarla karşılaşmak ya da bilimkurgu yazarı gibi kendi çağının değil, son-
mümkün. bunlar arasında raki nesillerin “büyük” yazarlarından biri oldu. Kült
bir yazarken 20. yüzyılın ortalarından itibaren klasik
edebiyat namına en önemli bir yazar konumuna “yükseldi.” Yüksek edebiyatçıla-
yerde Charles e. may’in 2010’da rın önüne, disiplinlerarası akademik çalışmalarla, türe
değil metne değer veren edebiyat eleştirisi ekolleriyle
yayımlanan “edgar allan poe: çekilen duvar sayesinde Poe ve benzeri yazarlar,
öykü üzerine bir inCeleme” adlı özellikle de korku edebiyatı yazarları şeytanın baca-
ğını kırdı, içimizdeki şeytanları daha geniş kitlelere
eseri bulunuyor. gösterir oldular.
Uzun bir dönem Baudelaire’in meşhur metni (ve
elbette edebiyat dergilerindeki çeşitli yazılarla bazı in-
celeme kitaplarında Poe’ya ayrılan bölümler) haricinde
Türkçede de Poe üzerine eleştirel veya biyografik eser
pek geçmedi elimize. Son on yıla baktığımızdaysa
Poe’nun hem eserlerine hem de gizemli yaşamöykü-
süne eğilen kitaplarla karşılaşmak mümkün. Bunlar
arasında edebiyat namına en önemli yerde Charles
E. May’in 2010’da yayımlanan Edgar Allan Poe: Öykü
Üzerine Bir İnceleme (Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi)
adlı eseri bulunuyor. Gerçek olaylardan ya da ünlü
karakterlerden beslenmeyi seven Peter Ackroyd’un
2011’de Türkçede yayımlanan Poe: Kısacık Bir Hayat
(YKY) başlıklı biyografisiyse tam olarak tatmin edici
bir eser olmasa da Poe’nun hayatının bilinmeyenleri
üzerine önemli bir boşluğu doldurdu. Susan Archer
Weiss’ın 2015’te yayımlanan Edgar Allan Poe’nun
Ev Yaşamı (Alakarga) adlı anı kitabı, Poe’yu yakın-
dan tanımış bir yazarın elinden çıktığı için belki de
Ackroyd’unkinden daha somut bir yaşamöyküsü anla-
tıyordu. Aynı yıl, bu sefer biyografik bir kurgu olarak
karşımıza çıkan, Poe’nun etrafındaki kadınlar üzerin-
den bir aşk üçgenini anlatan eser ise Lynn Cullen’ın
Bayan Poe (Doğan Kitap) adlı romanı oldu.
Charles E. May’in kitabının önemi, Poe’nun gizem-
li yaşamıyla değil, eserlerinin gizemiyle uğraşması

54
ve detaylı bir eleştiriye tabi tutmasında yatıyor.
May’in temel amaçlarından biri kaçınılmaz
şekilde Poe’nun itibarını iade etmek ama temel
tezlerinden biri, sadece Poe’nun değil, aslında
öykü türünün itibar görmemesi üzerine. Bunun
yanında yazar, asıl maksadının, öykünün edebi bir
biçim olarak ortaya çıkışından Poe’nun sorumlu
olduğunu göstermek olduğunu vurguluyor. May,
Amerikan edebiyatının dünü ve bugününü ku-
ramsal olarak ele alıp Poe’nun kurgu yaklaşımla-
rını bir edebiyat geleneğinin odağına, öyküleri tek
tek eleğinden geçirerek yerleştirmeye çalışıyor.
Peter Ackroyd ise Poe’nun yaşamöyküsünü
anlatmaya, yazarın ölümünü anlatarak başlıyor.
Zaten Ackroyd’un asıl ilgisini çeken ve gizem per-
desini aralamaya çalıştığı unsur, yazarın yaşamı yazarların iddia ettiği gibi imrenilecek bir çocuk-
değil ölümü. Ailesinin öyküsünü kısaca akta- luk geçirmediğini anlatıyor. Poe’nun çocukluk
rırken, “Poe’nun tekinsiz yaşamı doğumundan portresi her iki biyografide farklı tonlarla, kimi
önce başlamıştı,” diyor Ackroyd. Yazar, Poe’nun zaman daha karanlık, kimi zamansa aydınlık bir
çocukluğundan bile bahsederken, şu örnekte şekilde yansıtılıyor ama sıra ölüme geldiğinde bu
görüldüğü gibi, işin içine gotik içerikli rivayetleri kitaplar birbirini tamamlayan detaylara iniyor.
ekliyor: “Çocukluğuna dair anlatılan bir hikâyede Her iki biyografi, ölüm sözkonusu olduğun-
mezarlarla çevrili bir ahşap kulübenin yanından da sadece Poe’nun ölümüne dair söyledikleriyle
geçerken korkudan çığlık attığı söylenir: ‘Peşimiz- değil, yazarın erken yaşta kendini gösteren ölüm
den koşacaklar ve beni aşağı çekecekler!’” takıntısına dair ortaya koyduklarıyla da yan yana
Ackroyd’un çizdiği portre oldukça dekadan- geliyor. Ackroyd’un “gotik çocukluk” anekdotu-
dır; ölüm korkusu çocukluğunda başlayan yetim, nun aynısı ama bu kez daha etkileyici ve inandı-
yalnız, gençliğinde sürekli alkol tüketen, şişenin rıcı bir biçimde Weiss’ın anıları arasında da var.
dibini görmeden bırakmayan, dostu olmayan, yaşı Anlatılanlara bakılırsa mezarlardan, cesetlerden
ilerlediğinde kadınlarla sorunlu ilişkiler kuran, korkan, tabut gördüğünde irkilen Poe, geceleri
hiçbir yerde evinde hissetmediği için oradan uşakların anlattığı hayalet öykülerini dinlemek
oraya sürüklenen, çılgınlığın eşiğinde, kederin için onların yanına gidiyormuş. “Ölümden korkar-
peşinde bir Poe… Bu portre oldukça ümitsiz dı,” diyor Weiss, “ama tuhaf bir şekilde büyülen-
bir vakadır ama finalde Ackroyd, Poe’ya gayet miş gibi sürekli ölümle ilgili yazardı.”
yakışacak bir şekilde, gecikmiş bir umut ekler bu Suç, karanlık, kâbus ve ölüm, Charles E. May’in
yaşamöyküsüne: Poe bir yetim gibi yaşamış fakat kitabında da belirtildiği gibi “en temel insani du-
ölünce gerçek ailesine kavuşmuştur. O ailenin rum”lar kümemizin en önemli parçalarıdır, onlar
üyeleri Wells’tir, A.C. Doyle’dur, Kafka’dır, Dos- hakikidir, kaçınılmazdır ve inkâr edilemezdir.
toyevski’dir. Ackroyd, diğer eserlerinde de olduğu Edgar Allan Poe da insani durumların yazarıdır ve
gibi kitabının odağındaki kahramana romantik ve ister kurgu ister gerçek olsun, hakkında yazılan-
melankolik bir şekilde yaklaşıyor. ların gösterdiği üzere, ölümle içli dışlı bir hayatı
Weiss’ın aktardığı yaşamöyküsünü olmuştur. Poe biyografileri onun nasıl yaşadığını
Ackroyd’unkiyle karşılaştırdığımızda önemli anlatmaktan sıkılıp nasıl öldüğü üzerine eğilir
farklar göze çarpıyor. Bunların başında Poe’nun daha çok. Onun yaşamöyküsü bir ölüm öyküsü-
ölümü değil, bu kez doğumu geliyor, çünkü yaza- dür. Kısacık bir hayata sığmamış, öykü sayfalarına
rın iddiasına göre Poe’nun doğum tarihini yanlış taşmış bir ölüm… Belki de Baudelaire’in dediği
biliyoruz. Weiss, Poe’nun 1809’da değil, 1808’de gibi “uzun zamandır hazırlanan bir intihar”dır
doğmuş olması gerektiğini belirtiyor. Poe’nun kü- bu… Yazarlara en çok yakıştırdığımız sıfatlardan
çüklüğünden bahsederken ise zeki, hızlı öğrenen biri “ölümsüz”dür ama Poe gibi bir yazara verdiği-
ve sevimli bir çocuk olduğunu ama bir yandan da miz kıymeti göstermek istiyorsak ona tam aksine,
sıkı bir disipline maruz kaldığını, başka biyografi “ölümlü yazar” mı demeliyiz yoksa?

55
EDGAR ALLAN POE

coRmaN poE’yU
BUlUNca...
Sevin OKYAY

Corman, sinemanın yüreğine önetmen Roger Corman ile yazar/


yakın bir yerde durmayı hep Y şair Edgar Allan Poe’nun adları,
yönetmenin sekiz filmlik Poe Çevrimi
bilmiş, genç sinemaCılara ile ebediyen birbirine bağlı. Belki bu
yardımdan kaçınmamıştır. poe filmlerin sadece birinde oynayamayan
çevrimi ise bir bütün olarak aktör Vincent Price’ı da bu formüle
onun şaheseri sayılır. britanya dahil etmek gerek.
ve italya’dan bir şeyler ödünç Polisiye janrını icat eden kişi olarak
alsa, bazen hammer fılms ile kabul edilen Edgar Allan Poe, uyar-
lamanın da yıldızlarından biridir. 20. yüzyılın başından
marıo bava’nın etkisinde kalsa
itibaren, aralarında Jacques Tourneur, Jules Dassin, Fede-
da sekiz filmlik bir serinin her rico Fellini, Lucio Fulci gibi isimlerin bulunduğu birçok
filminde yeni bir şey denemeyi sinemacıyı etkilemiştir. Poe eserleri küçük ekranmış,
başarmıştır. perdeymiş demeden her dönemde uyarlanmıştır. Hem de
defalarca. Hal böyle olunca aralarından 5, hatta 10 tanesini
seçmek de zor oluyor. Öyleyse Poe’yu bulup onda ısrar
eden ve sekiz filmlik Poe Çevrimi adı verilen serinin ardın-
dan bir daha korku filmi yönetmeyen Roger Corman’ın
Poe filmlerini seçelim dedik. Ayrıca kendisi İstanbul Film
Festivali’ne geldiğinde bir de retrospektif düzenlendiği
için en azından İstanbul’da olanlarımızın, filmlerini ve onu
görme şansları da olmuştur.
“Pop Sinemasının Papası” lakaplı, Akademi Corman çevrimdeki sekiz filmi dört-beş yılda yaptı.
Onur Ödülü sahibi Roger Corman
Ancak onun bu dönem boyunca başka filmler de çektiğini
unutmayalım. 1960 ile 1965 yılları arasında Roger Corman,
hemen hemen hepsi American International Pictures (AIP)
şirketi yapımı korku filmleri olan 19 film yönetti. Araların-
da ünlü The Little Shop of Horrors ile X: The Man with the
X-Ray Eyes da vardı. Doğrusu, korku filmlerini ne kadar
severse sevsin, her yönetmen için çok yüksek bir sayı.
Onun için de The Tomb of Ligeia’nın (Ligeia’nın Mezarı)
ardından korku filmi yapmayı tamamen bırakıp başka tür-
lere dönmesine şaşmıyoruz. Hem de düşük bütçeli korku
filmleri yönetmeni olarak etiketlenmiş biri olduğu halde.
Oysa Corman, sinemanın yüreğine yakın bir yerde durma-
yı hep bilmiş, genç sinemacılara yardımdan kaçınmamıştır.
Poe Çevrimi ise bir bütün olarak onun şaheseri sayılır. Bri-
tanya ve İtalya’dan bir şeyler ödünç alsa, bazen Hammer
Films ile Mario Bava’nın etkisinde kalsa da sekiz filmlik
bir serinin her filminde yeni bir şey denemeyi başarmıştır.

56
James Nicholson ve Samuel Z. Arkoff’un
şirketleri AIP ile çalışan Roger Corman, Ed-
gar Allan Poe’nun sekiz filmini uyarlamaya
1959’da başladı. Aslında sekiz film çekmeye
niyeti yoktu. Sadece “The Fall of the Hou-
se of Usher”ı yapmak istiyordu. Arkoff ile
Nicholson’u 150’şer bin dolar maliyetli, on
günde bitecek iki siyah beyaz film çekmektense
bütçeleri birleştirip on beş günde renkli bir
film çekmenin daha hayırlı olacağına ikna
etti. Gerçekten de House of Usher (Korkunç Ev,
1960) şirketin imajını değiştirdi. Filmde soylu
ailenin en yaşlı erkek üyesini Vincent Price
oynuyor. Corman bütün çevrimde olduğu
gibi kâbus sekansını ve diri diri gömülmeyi
ihmal etmemişti. Çoğunda olduğu gibi Richard
Matheson senarist, Floyd Crosby görüntü
yönetmeni, Les Baxter besteci, Vincent Price
da başrolde. Malum kâbuslar ise serinin imzası
yerine geçiyordu. Filmlerin hepsi renkli ve gös-
terişliydi; müthiş kostümleri ve setleri vardı.
Corman, setleri başka filmlerde de değiştirip
kullanırdı.
House of Usher büyük iş yapınca Corman’a
da bir uyarlama daha yapmak düştü: The Pit
and the Pendulum (Dehşet Saati, 1961). Bu
seferki çok kısa bir hikâyedendi; özgün metin
birkaç sayfaydı. Vincent Price 16. yüzyılda
İspanya’da bir İngiliz soylusuydu. Corman
işin içine engizisyonu da katmıştı. Ama asil
Nicholas Medina’nın da onlara taş çıkaracak
işkence aletleri vardı. Corman’ın Poe uyar-
lamaları içinde Mario Bava filmlerine en çok
benzeyeni budur. Price da gerçekten harikaydı.
İki başarılı uyarlamanın ardından Corman,
AIP’yi bırakıp kendi başına çalışmak istedi.
Paris’teki Pathe Lab ile anlaştı. Price, AIP’nin
anlaşmalı oyuncusu olduğu için bu kez Akade-
mi Ödüllü Ray Milland ile çalıştı. Ancak sette
karşısında gene Arkoff ile Nicholson’ı buldu.
Filmin haklarını Pathe’den almışlardı. Yine bir
Poe uyarlaması olan The Premature Burial’da
(Ölmeden Gömülenler, 1962) Milland, babasının
tabutunun iç tarafında tırnak izleri bulunduğu
için diri diri gömülmekten çok korkan birini
oynuyor.
Corman bunun ardından AIP’ye kesinlikle
dönerek Tales of Terror’ı (1962) çekti. Film,
Corman’ın Poe uyarlamalarının vazgeçilmez
başrolü, usta aktör Vincent Price

57
üç ayrı Poe hikâyesini bir araya getiriyordu bir hastalık. Ötekilere göre biraz fazla iddialı
ve Vincent Price hepsinde ayrı bir roldeydi. olan filmde Corman, çevrimin sonuna doğru
“Morella”da, karısı doğumda öldüğü için kızını bile farklı, ilginç bir şey yapmaya çalışmış.
yatılı okula yollamış bir babaydı. Corman’ın Sekizinci film The Tomb of Ligeia (Ligeia’nın
komedi molası verip yaptığı “The Black Cat” Mezarı, 1965) ise gerçekten farklı. Kadrodan
(Kara Kedi) ile “The Cask of Amontillado”- sadece Corman ve Price kalmış. Yönetmen
nun karıştığı ikinci hikâyedeyse Peter Lorre sadece stüdyoda çekim yapma kuralını bozup
kendinden genç ve güzel bir kadının kocasıydı İngiltere çayırlarına açılmış, harap halde bir
ve onun kedisinden nefret ediyordu. Üçüncü şatoda gün ışığında çekim yapmış. Price ken-
hikâye “The Facts in the Case of M. Valde- dinden çok genç olan ve toprak yüzeyine ya-
mar”da Price, korkunç kın, içi görülen bir tabutla
bir hastalığa yakalanmış moRgUE soKaği gömülmüş karısının yasını
Valdemar’dı. Bu filmde cİNayETlERİ tutan bir adam. Derken
Price ile Lorre öyle uyuş- Morgue Sokağı Cinayetleri bir- genç ve asil bir kadına âşık
tu ki bir sonraki filmde çok defa sinema ve televizyon fil- olup evleniyor. Ligeia’dan
gene birlikte oynadılar. mi olarak uyarlandı. Öykünün ilk korkarak malikâneyi sat-
The Raven (Kuzgun, 1963) tam zamanlı film uyarlaması Uni- mak istiyor. Genç karısı ise
da komediydi ve Poe’nun versal Pictures tarafından 1932’de ortalıkta dolaşan kara kedi-
meşhur şiiriyle pek de ilgisi Murders in the Rue Morgue adıyla nin aslında kedi olmadığın-
yapıldı. Robert Florey’nin yönetti-
yoktu. 15. yüzyıldaki büyü- dan şüpheleniyor. Parlak
ği filmde Bela Lugosi, Leon Ames,
cüleri anlatıyordu. Aslında bir çevrime dört dörtlük bir
Sidney Fox ve Arlene Francis rol
büyücü Bedlo olan konu- final...
aldı. Phantom of the Rue Morgue
şan kuzgunu Peter Lorre, isimli bir başka uyarlama 1954’te Corman’ın Poe
kötücül Dr. Scarabus’u Warner Brothers yapımı olarak Çevrimi’ne ek olarak birkaç
Boris Karloff oynuyordu. çekildi. Roy Del Ruth’un yönettiği filmden daha söz etmek
Bu nefis korku yıldızları filmde başrollerde Karl Malden ve istiyorum. Biri, çok iyi bir
üçlemesi yetmezmiş gibi Patricia Medina oynadı. Gordon Poe uyarlaması olan ama
Bedlo’nun oğlunda, gence- Hessler’in yönettiği 1971 yapımı pek bilinmeyen 1997 yapımı
cik bir Jack Nicholson da Murders in the Rue Morgue ise öz- kısa film The Black Cat.
Corman’ın sürpriziydi. gün öyküden oldukça farklıydı. Je- Yönetmen, Rob Green. Bir
The Haunted Palace annot Szwarc’ın yönettiği, George başka yönetmen, Ken Jones
(Perili Ev, 1963) herhalde C. Scott, Rebecca De Mornay, Ian ise TV filmi An Evening
aslında Poe filmi olmadığı McShane ve Val Kilmer’ın oyna- with Edgar Allan Poe ile
için ötekilerden farklı bir dığı aynı başlıklı bir TV filmi ise harika bir iş çıkarmış. Vin-
filmdir. Sonradan araya di- 1986’da televizyonda yayınlandı. cent Price “tek kişilik oyun”
zeleri eklendiği için Poe’ya tarzı bir performansla The
ait bir başlık kullanılmıştı. Sphinx, The Tell-Tale Heart,
Corman aslında H.P. Lovecraft’ın hikâyesi “The Pit and The Pendulum ve The Cask of Amontilla-
Case of Charles Dexter Ward”u çekmek iste- do’yu canlandırıyor. Hepsi ayrı hikâye, ayrı bir
mişti. Bu ilk Lovecraft beyazperde uyarlama- set, aktör de hepsinde farklı bir kostüm giymiş.
sında Price iki ayrı karakteri oynuyor. Bir tür Sinema ve TV’deki en iyi uyarlamalardan biri.
ruhlar çatışması... The Masque of the Red Death Vincent (1982) ise Tim Burton imzasını taşıyor.
(Kızıl Ölümün Maskesi, 1964) ise yönetmenin Yönetmen bu kısa animasyonda kendi şiirini
İngiltere’de çektiği, Avrupa filmi havalı bir film. uyarlamış. Şiir ve film, büyüyünce idolü Vin-
Görüntü yönetmeni, sonradan yönetmenlik cent Price olmak isteyen bir çocuğu anlatıyor.
yapacak bir usta, Nicolas Roeg. Filmde Price, En sevdiği yazar da Edgar Allan Poe. Bir Poe
berbat bir adam olan bir İtalyan satanisti oynu- filmleri listesini noktalamak için çok uygun bir
yor. “Kırmızı Ölüm” ise köylüleri kasıp kavuran yapım.

58
PULLAR, POLİSİYE YAZARLARI VE KAHRAMANLARI

İlK polİsİyE yazaRi, İlK polİsİyE ÖyKü vE İlK DEDEKTİF:

EDgaR allaN poE, moRgUE soKaği


cİNayETlERİ vE c. aUgUsTE DUpiN
Tunç TAYANÇ

bildiğimiz posta pullarını, DoğUm güNü: 19 ocaK 1809


hangi ülkenin çıkardığına göre Poe, ABD’nin Massachusetts
eyaletinde, Boston’da “Edgar
değil de üzerlerinde yer verilen Poe” olarak gözlerini dünya-
konulara göre ayrıştırdığınızda ya açar. Üç yaşına gelmeden,
öyle bir çeşitlilik ve zenginlikle ikisi de oyuncu olan babası
David Poe’yu ve annesi
karşılaşırsınız ki -benim Elizabeth Arnold Poe’yu
gibi- şaşar kalırsınız. bu kaybeder: Babası sırra kadem
şaşırtıCı zenginliklerden biri basar, annesi de ölür. Böylece
de -elbette- polisiye yazarları, adlarını Edgar ile Poe’nun
arasına yerleştiren, Virginia,
yazdıKları ve yarattıKları Richmond’da yaşayan varlıklı
kahramanlardan oluşmaktadır. ABD, 16 Ocak 2009
John ve Frances Allan
bu konuya eğileCek birinin de tarafından büyütülür.
Richmond, annesinin öldüğü kenttir ve 16 Ocak
edgar allan poe’yu boşlaması 2009’da çıkardığı pulla Poe’nun doğumunun 200.
hiç hoş olmaz. “polisiyenin yılını anmayı unutmaz.
babası” diye adlandırılan poe, Edgar Allan Poe da şöyle tanıtılır: Amerika’nın en
büyük şair ve roman yazarlarından biriydi. Canlı düş-
kendisi dışında, “ilk polisiye gücüyle bir öykü ustasıydı. C. Auguste Dupin adında
öykü” ve “ilk kahraman”ın da parlak bir Fransız dedektifi bize tanıtan Morgue
yaratıCısıdır. böyleCe başlarız Sokağı Cinayetleri (The Murders in the Rue Morgue,
bu “üçlü”nün izini pullar Graham’s, Nisan 1841) “ilk polisiye öykü” olarak
kabul edilir. Ayrıca Amerikan yazınının en unutulmaz
üzerinde sürmeye... şiirleri, örneğin Annabel Lee (ölümünden sonra, New
York Daily Tribune, 9 Ekim 1849) Kuzgun (The Raven,
New York Evening Mirror, 29 Ocak 1845) da Poe’nun
kaleminden çıkmıştır.
Pulun üzerinde yer alan portre, ressam ve çizer
Michael J. Deas (1956)’indir. Birleşik Devletler Posta
İdaresi’nin çıkardığı, aralarında Marilyn Monroe,
James Dean, Cary Grant’ın da bulunduğu 16 anma
puluna imzasını atmıştır. Ayrıca Edgar Allan Poe
üzerine uzun yıllar çalışmış ve The Portraits and
Daguerrotypes of Edgar Allan Poe (1989) adlı kitabında
Poe’nun 70 kadar imgesine yer vermiştir.
Poe’nun 200. yaş gününü unutmayan iki ülke
Monako ile Bulgaristan olmuştur. 16 Şubat 2009’da
çıkardıkları pullarla Poe’yu anarlarken Monako’nun
tasarımını Pierre Albuisson (1952)’un yaptığı pul-
la Edgar Allan Poe’yu andığını, Bulgaristan’ın ise
“1809’da Doğan Ünlüler” serisinde Lincoln, Darwin
ve Gogol’un yanında Poe’ya da yer vermiş olduğunu
belirtmek gerekir.

60
Monako, 16 Şubat 2009

Bulgaristan, 16 Şubat 2009


São Tomé ve Príncipe, 2009
Bu iki ülkenin yanına, biri Avrupa’dan, öteki de
Afrika anakarasının batı kıyısında, Gine Körfezi San Marino’nun 16 Haziran 2009’da çıkardı-
açıklarında yer alan iki küçük devletin, San Mari- ğı üç puldan oluşan seride, Philip Marlowe ve
no ile São Tomé ve Príncipe Demokratik Cumhu- Sherlock Holmes’ün yanında, ilk kez Morgue So-
riyeti’nin çıkardığı pullar da unutulmamalıdır. kağı Cinayetleri’nde görünen Auguste Dupin’e ve
São Tomé ve Príncipe’in çıkarmış olduğu dört Poe’nun Kara Kedi (The Black Cat, The Saturday
pulda sırasıyla, Poe’nun 1846’dan ölünceye kadar Evening Post, 19 Ağustos 1843)’sine yer verilmiştir.
oturduğu, New York’ta şimdiki Poe Park’taki evi-
nin dış görünüşü, şöminenin bulunduğu oturma
odası, alt katta bulunan oda ve Poe’nun kullandığı
ayna ile sallanan koltuğu ve Kuzgun yer almak-
tadır.

San Marino, 16 Haziran 2009

Genellikle Morgue Sokağı Cinayetleri’nin deva-


mı olarak kabul edilen Marie Rogêt’nin Sırrı (The
Mystery of Marie Rogêt, Snowden’s Ladies’ Com-
panion, Kasım, Aralık 1842 ve Şubat 1843)’nda ve
Çalınan Mektup (The Purloined Letter, The Gift: A
Christmas and New Year’s Present for 1845, Aralık
1844)’ta da karşımıza çıkan Dupin, 1972’de Nika-

61
ragua’nın Interpol’ün 50. yılı için çıkardığı, “En
Ünlü 12 Dedektif”ten biri olarak yerini almıştır.

ABD, 7 Ekim 1949

Nikaragua, 1972

Ölüm Günü: 7 Ekim 1849


Poe öldüğünde 40 yaşındadır. Yazdıkları
gibi ölümü de “sır” doludur. 3 Ekim 1849 günü
Maryland, Baltimore’da sokakta kendini bilmez
bir şekilde bulunmuş ve hastaneye kaldırılmış, ne
olduğu anlaşılamadan da 7 Ekim günü ölmüştür.
Her ne kadar ölümünün 100. yılını sadece İlk Gün Zarfı, 7 Ekim 1949
ABD çıkardığı pulla anmış olsa da Macaris-
tan’ın 1948’de çıkardığı, Victor Hugo, William São Tomé ve Príncipe’in Edgar Allan Poe’ya
Shakespeare, Mark Twain vb. on ünlü yazarı neden ilgi duyduğu -şimdilik- “sır”sa da 2010’da,
kapsayan “Yazarlar” serisinde Edgar Allan Poe da “Ünlü Şair ve Yazarlar” serisinde Oscar Wilde’ın
yerini almıştır. yanı başında Poe’ya da yer vermiştir. Masanın
üzerinde duran kuru kafa ve kitapların üzerine
konmuş olan kuzgun, “mizansen”in diğer öğeleri
olmuşlardır.

Macaristan, 16 Ekim 1948

São Tomé ve Príncipe, 2010

62
EDGAR ALLAN POE

KaNDaN vE KİREÇTEN
şaRKilaR
Seda ERSAVCI

tales of mystery and üziğin ya da ilgi çekici bir düşüncenin yoklu-


ımagınatıon sintisayzır, davul, M ğunda renkler solgunlaşır, insanlar birer cesede,
evler birer yeraltı mezarlığına dönüşür ve ölüler,
gitar, orkestra çanı ve tüyler yalnızca bir anlığına bile olsa kıpırtısız yatar…
ürpertiCi ses efektleriyle poe 1975 yılında kurulan İngiliz progresif rock
edebiyatını müzikle yankılar. grubu Alan Parsons Project’in Tales of Mystery and
Imagination (1976) albümü Edgar Allan Poe’nun
alan parsons proJeCt, en tanınmış eserlerine yapılan büyüleyici bir işitsel
poe’nun birbirlerinden ayrık, yolculuktur. Poe’nun, sessizliğin ve çığlığın diliyle
kalabalıklara karışan, bir başına yazılmış, iblisle el ele yürüyen eserlerinin ilk kez
müziğe uyarlanışı değildir bu, son da olmayacak-
dolaşan, şiddet kusan, ölüm tır. Daha önce Bob Dylan, Joan Baez, The Beatles,
kıyısına uzanan insanlarını Queen gibi pek çok önemli isim ve grup, yazara
farklı vokallerle sunar. göndermede bulunmuş, eserlerini şarkıya dökmüş-
tür. Sonralarda onları Green Carnation, Lou Reed,
The White Stripes, Iron Maiden, Tangerine Dream,
Tool, Ark, Stevie Nicks hatta Britney Spears gibi
saymakla bitmeyecek başkaları takip edecektir.
Yine de en azından benim için, Alan Parsons
Project’in bu albümünün yeri ayrıdır. Çimendeki
çiy damlası gibi yapışır ruha. Deniz kıyısındaki bir
buluttan esen rüzgâr gibi üşütür. Çekmez gagasını
yürekten, hatıra bırakır; saçar tüylerini dört bir
yana.
Tales of Mystery and Imagination sintisayzır,
davul, gitar, orkestra çanı ve tüyler ürpertici ses
efektleriyle Poe edebiyatını müzikle yankılar. Alan
Parsons Project, Poe’nun birbirlerinden ayrık, kala-
balıklara karışan, bir başına dolaşan, şiddet kusan,
ölüm kıyısına uzanan insanlarını farklı vokallerle
sunar.
Fonda hafif bir gitar ve klavye duyulurken Orson
Welles’in dudaklarından o meşhur A Dream Within
a Dream (Bir Düşün İçinde Bir Düş) cümlesi dökü-
lür. Yakanıza yapışan düşüncelerin sırasıdır artık.
Sırasıdır asla yitmeyen görüntülerin. Kırılan dalga-
ların dövdüğü bir kıyıda durma, seslerin hüzünbaz
tehdidinde ürperip korkma zamanıdır. Çünkü tüm
sesler gırtlaklardan akan bir iniltidir.
Alan Parsons Project’in albümü Poe’nun
yazılarının kısaltılıp müziğe uyarlanmış halleri
değil, yeni baştan canlandırılması gibidir. Hikâye
ve şiirlerdeki temalar, yaratıcıları Alan Parsons
Project üyeleriymişçesine müziğe dökülür. The

63
Raven (Kuzgun) bunun en iyi örneğidir belki zayıfça gülüşünü duyarsınız, “huzur içinde yattı-
de. A Dream Within a Dream’in sonundaki basa ğınız” köşede.
Alan Parsons’ın ses kodlayıcıyla oynanmış vokali The Cask of Amontillado’nun sonrasında (The
eklenir. Tuhaftır ama duyduğu ses, bilinmezi System Of) Doctor Tarr and Professor Feather (Dr.
heceleyen o ses, insana tamamen doğal gelir. Ses Katran ile Prof. Telek’in Sistemi) başlar. Parçaya,
kodlayıcı yerini içli bir insan sesine bıraktığında öncekilerden farklı olarak klavyenin yanı sıra bir
şarkı sağa sola salınır, hortlar korolar. Parça, yine- piyano ve kilise orgu eşlik eder. İnsan kalabalığı-
lenen Nevermore, nevermore, never! (Bir daha asla!) nın sesi yükselir. Bir akıl hastanesidir burası ve
haykırışıyla sona erer. Ve -şimdi- aklıma, “Geceler kopan yaygarada delilik zafer çanlarını çalar.
diriltir beni, bir kuşun sesinde” dizesi düşer. The Fall of the House of Usher (Usher Evi’nin
The Raven’ı takip eden Tell-Tale Heart (Gam- Çöküşü) oldukça uzun, girişindeki -bizi 1831 sene-
maz Yürek) tıpkı öykünün kendisi gibi öfkelidir; sine götüren- muazzam alıntı hariç enstrümantal
Arthur Brown saldırgandır şarkısını söylerken, bir parçadır. Tamamı on dakikadan biraz fazla
kavgacı ve doyumsuz. Yalnızca vokal değil, sürer. İlk iki bölümü huzursuzluk saçan meşum
enstrümanlar da kabarır öfkeden. Kalp atışlarına bir klasik müzik parçası oluşturur; sonra sonra
öykünen davul ritmi felaket habercisidir sanki. araya takırdayıp şakırdayan çanların eşliğindeki
Solgun, mavi “akbaba gözü” artık sizin üzerinizde- progresif rock tınıları karışır. Tüm albümde belki
dir. Deliliğin ve sapkın bir saplantının yankısıdır de Edgar Allan Poe’nun ruhu didik didik eden
Tell-Tale Heart. Korolar, geri vokaller ve zillerle karanlığını en iyi yansıtan ve dinleyiciye tam
bezeli bu parçanın niyeti, duyuların keskinliğini
açığa çıkarmaktır besbelli. alan parsons proJeCt’in albümü
Ardından gelen The Cask of Amontillado’da poe’nun yazılarının kısaltılıp
(Amontillado Fıçısı) vokalist John Miles,
Montresor’a öykünerek soylu Fortunato’dan
müziğe uyarlanmış halleri değil,
intikam aldığı geceyi anlatır. Sakin, hani neredey- yeni baştan Canlandırılması
se huzurlu başlayan parçada ritim yavaş yavaş gibidir. hikâye ve şiirlerdeki
yükselip alçalır. Ritim yükseldikçe tuğla üstüne
temalar yaratıCıları alan parsons
tuğla örülür. Tuğlalar örüldükçe tıkılırsınız siz
de, rutubetli havası ciğerlerinize dolan mahzene; proJeCt üyeleriymişçesine müziğe
zincir seslerini, Fortunato’nun öksürükle karışık dökülür.

64
anlamıyla korku verici bir tecrübe gölgelerinde yüzer ve sevdiği her şeyi
yaşatan parça budur. Poe’nun koyu yalnız sever. Yanından uçarak geçen
gölgesi üzerinize yansır. Sanki bin- zamanda budur işte Edgar’dan kalan
lerce denizden gelen uzun, gürlemeli hikâye.
bir haykırıştır dinlediğiniz; derin Tales of Mystery and Imagina-
ve karanlık gölün suları ayakları- tion’daki şarkıların hepsi iç içedir.
nızın dibindedir. O gölgede yüzen Başka bir deyişle Alan Parsons
ruhunuz kurtulup da kalkamaz: Bir Project, parçaların birbirlerinden
daha asla. bağımsız kılınması çok da mümkün
Son parça To One In Paradise’da olmayan bir Poe derlemesi yarat-
(Cennetteki Kişiye) vokalist Terry mıştır.
Slyvester’dır. Geri vokallere bir de Sayısız kez anlatılmıştır Poe. Daha
Westminster City Okul Korosu sayısız kez anlatılacaktır. Gelgelelim
eşlik eder. Parçanın son bölümü Amerikan gotik edebiyatının ve poli-
Poe’nun şiirinin son kıtasıyla birebir aynıdır. siyenin öncülerinden, tüm zamanların
Geriye kalan kısımlarsa bir uyarlama şeklinde en önemli öykücülerinden (ve şairlerinden) biri
baştan, sanki tersine çevrilerek yazılmıştır. Albü- olan Edgar Allan Poe’yu sözü açık bir yaraya, zeh-
mün bütününe bakıldığında en durağan, en sakin re, kör bir yürüyüşe dönüştüren, sevdaya ve suça
parça budur. Tekinsizlik yerini huzura bırakır: bulayan, sessizliğe gömen bu adamı müziğe en
Ruh sessiz ve devinimsizdir. iyi taşıyanlardan biri Alan Parsons Project olmuş,
Deluxe Edition albümde ve plakta yer alan bir yapıtlarının kulağına yepyeni bir dil fısıldamıştır.
de bonus track vardır: Edgar. Alone (Yalnız) şiirini Gece kara kefenini serdiğinde yazarın ayak sesle-
anımsatır bu parça. Başkaları gibi değildir Edgar rini duymak isteyenlere…
çocukluktan beri. Görmez başkalarının gördüğü ***
gibi. Ne tutkularını almıştır ortak bir pınardan Ufak bir not: Grubun 1980 yılına ait The Turn
ne de kederini aynı kaynaktan. Ayakları birbiri- of a Friendly Card albümünde Gold Bug (Altın
ne dolanan bir dünyada, fırtınalı bir yaşantının Böcek) adlı bir enstrümantal parça yer alır.

65
EDGAR ALLAN POE

ÖlDüKTEN soNRa Da yazmaya


DEvam EDEN (!) BİR yazaR: poE
Koray SARIDOĞAN

edgar allan poe ile birlikte dgar Allan Poe ismi, her zihinde farklı imge-
shakespeare’in de ruhani etkisiyle E ler canlandırabilir elbet fakat bu imgeler ne
olursa olsun, ortak paydalarından birinin “karan-
yazdığını iddia ettiği şiirler, lık” olması kaçınılmaz. Evet, Poe, farklı türlerin
spiritüalizmin çeşitli şekillerde bazen ilk, bazen en karakteristik örneklerini
popüler olduğu dönem ortamına ortaya koyan ve bunu daima karanlık bir fon üze-
rağmen Ciddiye alınmıyor ve rine kuran bir yazar olmakla birlikte, bu karanlığı
doten’in dikkat çekmek için kendi hayatıyla da isteyerek veya istemeyerek diri
tutmuştur kuşkusuz.
böyle bir yola başvurduğu Çocukluğundan ilişkilerine, evliliklerinden
düşünülüyor. ölümüne kadar kimi spekülatif, kimi zaman içinde
kanıtlarını kaybetmiş pek çok karanlık iddia,
Poe’yu çok daha ikonik ve “kült” hale getiriyor.
Öyle ki bu karanlık, ölümüyle de bitmemiş,
öldükten sonra da onu, yazmaya devam eden bir
yazar haline getirmiştir.
Poe hakkında az bilinen, bilinse de detayına
pek girilmemiş, bugünün penceresinden biraz
eğlenceli lakin bazı açılardan tedirgin edici bu
durum, Poe’nun ölümünden sonra Lizzie Doten
adında Amerikalı bir kadın şairin ortaya çıkma-
sıyla başlıyor. Spiritüalist mevzulara inancı olma-
yanlar bu yazıda kendisine epey gülecektir ama
yine de onu öyle bir kalemde harcamamak gerek.
Lizzie Doten, 1 Nisan 1829’da Massachusetts’te
doğmuş. İyi bir temel eğitim almış fakat ço-
ğunlukla kendi kendini geliştirdiği söyleniyor
kısıtlı biyografik bilgilerde. Kadın haklarında,
kadın-erkek eşitliğinde ve ahlaki çifte standart-
ları eleştirme konusunda aktif bir birey olmakla
beraber şahsından “ilham verici bir konuşmacı”
ve “doğaçlama şiir yazan biri” olarak bahsedilir;
bunu pek de entelektüel bir emek veya çaba sarf
etmeksizin yapar zira yazdığı veya doğaçlama
söylediği birçok şeyi kendisine ruhların dikte
ettirdiğini söyler. Bu dikte ettirenlerden en ünlüsü
Poe olsa da tek isim o değildir.
Poe’nun öldüğü 1849 yılından 14 yıl sonra
Lizzie Doten “Poems From The Inner Life” adlı bir
şiir kitabı yayımlar. “İçsel Hayattan Şiirler” olarak
çevirebileceğimiz bu kitap, adından da sezileceği
üzere çeşitli trans hallerinde öte dünyadaki kimi

66
isimlerden kendisine aktarılan lir: Virginia’daki servet sahibi
şiirleri içeriyor. kadınla evlenmeden birkaç gün
Edgar Allan Poe ile birlik- önce Baltimore’dan Virginia’ya
te Shakespeare’in de ruhani geçen Poe, eski arkadaşlarıyla
etkisiyle yazdığını iddia ettiği buluştu, arkadaşları onu içki
şiirler, spiritüalizmin çeşitli içmeye davet etti fakat bilgimize
şekillerde popüler olduğu dö- göre o, bir yıl boyunca içkiden
nem ortamına rağmen ciddiye uzak durmuştu. Bu uzun sürenin
alınmıyor ve Doten’in dikkat ardından gelen davet, iştah
çekmek için böyle bir yola baş- uyandırdı. Kısa süre içinde aşırı
vurduğu düşünülüyor. Sarah Helen Whitman
sarhoş halde sokağa doğru yürü-
Tabii ki ona inanan okurlar dü ve ertesi sabah ölü bulundu.
ve bazı kimseler var. Örneğin Karanlık acılar ve işkenceler
Poe’nun ölen ilk eşinden sonra Elmira Shelton’la çeken ruh, Lizzie Doten’le haberleşerek yazdırdığı
nişanlanmadan önceki nişanlısı Sarah Helen bu şiirde, ölümünü canlı bir şekilde tasvir etti.”
Whitman, faytona atladığı gibi Doten’in yanı-
na varıyor çünkü tüm bu şiir yazdırma işlerini, lizziE DoTEN’İN KalEmİNDEN
Poe’nun kendisine ulaşma çabası olarak yorum- Lizzie Doten, bu kitaptan iyi bir gelir elde
luyor. etmiş midir, bilemiyoruz. Fakat öncesinde yahut
Poe’nun ruhunun yazdırdığını söylediği “The sonrasında bir başka ilginç hamlesini de görmedi-
Cradle or Coffin (Beşik veya Tabut), Resurrexi ğimiz yazarın, kitabın girişine “A Word to World /
(Diriliş kelimesine gönderme yapan bir kelime Dünyaya Bir Söz” başlığıyla yazdığı mukaddime,
oyunu), The Streets of Baltimore (Baltimore So- kendisinin Poe’yu ne biçimlerde görüp şiirleri
kakları), The Prophecy of Vala (Vala’nın Keha- nasıl ortaya çıkardığını anlatan ilginç ifadeler
neti), The Kingdom (Krallık), Farewell to Earth içeriyor.* Bunlara kısaca değinip bu ilginç dosyayı
(Yeryüzüne Elveda)” isimli şiirlerin üslubunu, burada kapatalım.
dönemin bazı eleştirmenleri gerçekten de Poe’nun “(Poe’yu görme biçimlerim) flaş çakmaları veya
üslubuna benzetmiş. arkasında bir iz bırakmadan görünüp kaybolma-
1844-1946 yılları arasında yayın yapan lar gibi değildi. Şiirler verilmeden önceki birkaç
Springfield Republican gazetesinde “Resurrexi” gün, onlardan (ruhlardan) öneriler alırdım. Bazı
şiirine dair Lizzie Doten’in yaşadığı trans halle- zamanlar ve özellikle Poe’nun etkisi altında, derin
rinde yazdırılan bir şiir olduğundan dem vurulur bir uykudan geceleri uyanır ve bu şiirlerin kopuk
ve eklenir: parçalarının aklımdaki geçişlerini görürdüm ki
“Dikkat çekici bir şiir. İşin gerçeği ne olursa birkaç dakika içinde bir rüya gibi iz bırakarak
olsun şiirde göze çarpan durum şudur: Görünen kaybolurlardı. Şiirleri yüksek sesle tekrar ederken
o ki Bayan Doten, böyle bir şiiri üretemez (başka uyandığım zamanlar da oldu.
şiirleri kastediliyor olsa gerek). Bir başkası tarafın- Poe’nun tebliğ ettiği ilk şiir, diğer şiirlerin
dan onun hafızasına okunmaktadır ve şiirdeki Poe hepsinden daha beklenmedik bir anda oldu. (...)
tarzı tonlamanın ve duygu yoğunluğunun Poe’yla Poe’nun etkisi pek iç açıcı olmadığı gibi kolay da
aynı olması harikadır. Şiiri kim yazmışsa Poe’ya değildi. Bunu sadece ‘duygusal bir arınma’ olarak
son derece aşina. Eğer Bayan Doten dürüstse ve açıklayabilirim. Huzursuz, öfkeli ve güçlü, düzen-
şiir onun söylediği gibi çıktıysa tartışılmaz bir siz görüntülerle beynimin kalabalıklaştığı duygu-
şekilde spiritüalizmin en şaşırtıcı ürünüdür bu.” larla işkence çekiyordum. (...) Onun etkisi altında,
özellikle yaşam enerjimin en
şİİRDEN ÇiKaRim büyük yorgunluğuyla acı çektim,
yapmaK çok ama çok acı çektim; öyle ki
“The Streets of Baltimore” şiirlerini verdikten sonraki birkaç
şiiriyle ilgili çarpıcı bir eleştiri günü genellikle hasta geçirdim.”
11 Ocak 1863 tarihli Banner of *Kitabın telif hakları sözkonusu
Light gazetesinde çıkar: olmadığı için online kopyasına
“Poe’nun ölüm koşulları ge- ulaşmak mümkün.
nel olarak bilinmemekle birlikte Kaynak: earlyamericanwo-
aşağıdaki şiirle bağlantılı olarak menpoets.wikischolars.columbia.
gerçekleri sunmak iyi olabi- edu/Lizzie+Doten

Lizzie Doten
67
EDGAR ALLAN POE

“moRgUE soKaği
cİNayETİ”
Röportaj: Çağla ÜREN

polİsİyE DEyİNcE aKlimiza Önce Atlas Tiyatro Araştırmaları’ndan


RomaNlaR, ÖyKülER ya Da popülER bahsedelim isterseniz. Bu serüven nasıl baş-
ladı? Atlas Tiyatro Araştırmaları’nı kurarken
KülTüRüN ETKİsİylE FİlmlER vE hedeflediğiniz ve aradığınız şey neydi?
DİzİlER gElEBİlİR. aNcaK polİsİyE, Sercan Özinan: Atlas Tiyatro Araştırmaları,
BU TüRlERlE siNiRli DEğİlDİR. Uludağ Üniversitesi Tiyatro Kulübü’nden çıkan
asliNDa polİsİyEyİ DüşüNüRKEN ve sonraki hayatında da tiyatroya devam etmek,
gENEllİKlE aTlaDiğimiz BİR onun okulunu okumak isteyen bir grup arkadaşla
kuruldu yani geçmişinde çok sıkı bağı olan arka-
TüR DaHa vaR: TİyaTRo. agaTHa daşlar tarafından kuruldu. Sonrasında hepimiz
cHRisTiE, siDNEy KiNgslEy gİBİ İstanbul’a gelip konservatuara girdik. Bunun
TİyaTRo EsERİ vEREN KlasİK yanında dışarıda da uygulamalarımızı sergileye-
yazaRlaRiN yaNi siRa BaşKa bileceğimiz bir grup oluşturma niyetindeydik ve
Atlas Tiyatro Araştırmaları böylece ortaya çıktı.
TüRDEN BİRÇoK polİsİyE EsER DE
Hem dışarıda pratik yapabileceğimiz, seyirciyle
TİyaTRoya UyaRlaNiyoR. ÖRNEğİN, buluşabileceğimiz hem de konservatuarda teorik
polİsİyENİN KURUcUsU olaRaK bilgilerimizi geliştirebileceğimiz bir süreç başladı
KaBUl EDİlEN EDgaR allaN bizim için.
poE’NUN üNlü BİR EsERİ gEÇTİğİmİz Genelde yazılı tiyatro metinlerini tercih
etmiyoruz. Öykü, roman vb. edebiyat eserlerine
aylaRDa İlK KEz TİyaTRoya daha çok yöneliyoruz. Çünkü bu metinlerin sahne
UyaRlaNDi. üsTElİK BU UyaRlama üzerinde araştırmaya ve rejisel buluşlara daha
TüRKİyE’DE yapilDi! aTlas TİyaTRo açık olduğunu düşünüyoruz. Mesela herhangi bir
aRaşTiRmalaRi EKİBİ TaRaFiNDaN modern metinde parantez içleri olur ve size hiçbir
UyaRlaNaN EsER İsE HEpİmİzİN şey bırakmaz. Size açıkça, “Sağdan gir,” der ancak
yönetmen belki sola sapacaktır. Bu nedenle belli
mUHTEmElEN ÇoK İyİ BİlDİğİ “moRgUE bir şema içinde yazılan metinlere uzak duruyo-
soKaği cİNayETİ”. TalİmHaNE ruz. Modern eserler kendi sınırlarını çekiyor. Biz
TİyaTRosU’NDa sERgİlENEN oyUN, bir öyküyü alırız ve onun sahne metni olması
polİsİyEsEvERlERİN KaÇiRmamasi için çabalarız, düşünürüz ve tartışırız. Metin bu
şekilde oluşur. O yüzden de ismimize “araştırma”
gEREKEN oyUNlaRDaN BİRİ.
kelimesini ekledik. Sadece seçtiğimiz metinler için
Bİz DE “polİsİyEcİ” oKURlaRimizi söylemiyorum, birçok farklı şey denemeye çalışı-
yoruz. İmkânlar el verdiği ölçüde, alışılmış tiyatro
aTlas TİyaTRo aRaşTiRmalaRi biçiminin dışında bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.
EKİBİylE BUlUşTURmaya KaRaR Akademik bir yönümüz de var. Ben ve nişanlım
vERDİK. “moRgUE soKaği cİNayETİ” akademisyeniz ve doktora yapıyoruz. Doktora
oyUNUNUN yÖNETmENİ sERcaN yapan başka arkadaşlarımız da var.
ÖzİNaN vE oyUNcUlaRi EcE Uyarladığınız ilk oyun, Kafka’nın bir ese-
ÇElİKÇapa, HasaN alİ yilDiRim İlE riydi, ikincisi ise Goethe’nin. Bu uyarlama da
ülKEmİzDE polİsİyENİN DURUmUNDaN Edgar Allan Poe’nun bir eseri. Genellikle kla-
sik eserleri seçmeniz bilinçli bir tercih mi?
TİyaTRoNUN gİDİşaTiNa KaDaR DolU Sercan Özinan: Evet, bu bilinçli bir tercih.
DolU BİR soHBET gERÇEKlEşTİRDİK. Kült eserler zaten kült oldukları için çok iyiler. İyi
KEyİFlİ oKUmalaR DİlERİz. oldukları için de kültler. Haliyle seçtiğimiz eserler

68
de çok iyi. Onları seçmemiz stratejik bir müdahale üzerine yaratacağınız hava çok önemli. Edgar
değil. İyi oldukları için herkes tarafından bilinen, Allan Poe’ya, daha önce de oyun olarak uyarlana-
sevilen eserler ve yazarlar. Bu nedenle onları bilir mi diye yönelmiştik. Birkaç kez denedik ve
tercih ediyoruz. bu sene başardık.
Ece Çelikçapa: Bilindik eserler seçmemizin Bu eseri çevirirken eserin % 70-80’ine sadık kal-
bir nedeni de bunların tiyatro eserlerine yansı- dık ancak aksiyonu korumak için birtakım ekleme-
maları nasıl olur diye araştırmak. O kadar büyük ler yapmamız gerekti. Her kelimeyi seçerken çok
şeyler değil ama literatüre ufak da olsa bir katkı düşündük ve zorlandık. Poe’nun eserlerinde atmos-
yapma amacındayız. feri yaratan her şey, yazarın diline de bağlıdır. Biz
de Poe’nun bu yapısına zarar vermek istemedik.
Bu kült eserleri uyarlamak oldukça zor
Sahne üstü gereçleri de çok iyi kullanmamız
olmalı. Son zamanlarda da belki bundan kay-
gerekti. Özellikle ışık, kostüm ve sahne tasarım-
naklı şöyle bir anlayış var: “Okurun bunları
cılarının rolü bu noktada çok önemli çünkü o
anlaması biraz zor. Her şeyi açıkça söyleye-
atmosferi yaratabilmek için onlarla sıkı fıkı olmak
lim hatta okurun gözüne sokalım.” Hiçbir
zorundaydık. Bu, eğlence odaklı bir oyun değil
şey okura bırakılmıyor.
Sercan Özinan: Haklısın, olabilir. Ancak ve polisiye havayı da korumak istiyoruz. Ancak
burada bir vaaz kürsüsü de kurulabilir. eğlenceli yerleri de olmalıydı çünkü son
Tiyatroda bunun bir sınırı yok. tahlilde bu bir tiyatro. İnsanların te-
Herkes istediği şekilde oyunu- bessüm edeceği yerler de olması
nu sergiliyor. Biz bir şeyleri gerektiğini düşünmedik değil
izleyicinin gözüne sokmayı yani bazı tatlı dokunuşlar
tercih etmiyoruz. Metnin da olması gerekiyordu.
gerektirdiği ölçüde mese- Poe’nun metinlerini
leyi açık ediyoruz. Onu okuduğunuzda genel-
da büyüyü bozmadan likle hikâye su gibi
yapıyoruz. akıp gider. Öykünün
Hasan Ali Yıldırım: bu yapısından da çok
Bir de bana kalırsa bu za- yararlandık. Kısacası
ten polisiyenin doğasında Poe’ya zaten laf yok!
yoktur. Biraz daha arkadan Arthur Conan Doyle,
işlenir olaylar. Seyirciye Agatha Christie gibi yazar-
tahmin etmesi, düşünmesi için ların temelini atan biri o.
açık kapı bırakılır. O yüzden poli-
Bir oyuncu olarak polisiye
siyeyi de bunun dışında tutabiliriz.
bir oyuna hazırlanmanın farkı ne
Sercan Özinan: Yaptığımız şey zaten
oluyor peki?
yapay, yani gerçekçi bir metinle gerçekçi bir
Ece Çelikçapa: Aslında biz metne birlikte
hava yaratma amacı gütmüyoruz. Bu zaten bir
karar vermiştik. Bu yüzden anlattığı sürece de çok
paradoks. Hatta tiyatroda ne kadar yapay bir şey
dahilim. Farklılık olarak şunu söyleyebilirim: Poli-
yaparsanız o kadar iyi olur. Çünkü oraya girdiğin
siye bir oyunda karakterlerin gündelik olmaması,
zaman tiyatroya girdiğini zaten biliyorsun. Elinde
sıradışı olması gerekiyor. Bunun yanında Poe’nun
iki şey oluyor: Oyuncu ve atmosfer.
dünyası da bambaşka.
Seyirci ise kendini inandırmak ve teslim etmek
Sercan Özinan: Aslında bu canlandırma gro-
istiyor. Bunu sağlayamazsanız zaten boşlukta
tesk dediğimiz bir biçim..
gezer. Çok iyi bir aktarımla ve yapay gerçeklikle
Ece Çelikçapa: Bu atmosferi hatırlamak için
seyirciyi oyunun içine almak gerekiyor. Seyirci de
defalarca başa dönüp bunu hatırlatacak imgeler,
seninle düşünmeli ve süreci takip edebilmeli. Bu
uyarlanmış filmler ve bu algıyı devam ettirecek
nedenle oyun ağır ilerlemek zorunda kalabilir.
tablolar, çağdaş sanat görselleriyle de haşır neşir
Polisiye bir eseri uyarlamanın diğer eser- olduk. Hepsine teker teker dönüp baktık. Bu
lerden farklı bir getirisi ya da zorluğu oldu yüzden biraz başıboşluk oluyor ve yönetmenin
mu? Örneğin, o esrarengiz havayı yaratmak bunların hepsini ortak üslup altında birleştirmesi
konusunda... biraz daha zor oluyor.
Sercan Özinan: Kesinlikle. Metnin dramatur- Polisiye oyunda denemeye korkmuyorsun. Kaf-
jisi, öykünün sahnelenecek hale gelmesi ve sahne ka’da ve Goethe’de böyle değildi. Onların kalıpları

69
klasik oyunları sadeCe verdiği mesaJ ihtiyacı var. Poe, Dupin karakteriyle bunu çok iyi
evrensel diye değişime uğratmamak gösteriyor. Dupin, cinayeti çözerken hem akılla
aklıma pek yatmıyor. aslında ilerliyor hem de sezgilerini kullanıyor. Dolayısıyla
sona adım adım yaklaşıyor ve cinayetleri çözüyor.
kendi dönemi ve koşulu içerisinde Zekâsı, ortalama bir zekânın üstünde. Bunu diğer
tekrar değerlendirilebilir. eserin polisiye yazarlarında da görüyoruz.
özümsenen çekirdeğini sabit tutarak Dupin, meslek olarak da dedektif değil,
ona müdahale etmek gerekiyor. bunu hobi olarak yapıyor.
Sercan Özinan: Evet, değil. Mesela Sherlock
daha netti. Biraz da dünyayı sevdiğimiz için polisi-
Holmes dedektiftir. Bundan para kazanır ancak
yenin sınırlarına dokunmayı da seviyoruz. Mesela
Dupin öyle değil. Cinayeti çözmekten haz duyu-
bugün oynadığım oyun öncekilerden farklıydı. Her
yor. Poe da öyküyü bir gazeteden uyarlayarak
defasında yeni şeyler eklememe izin verdi.
yazıyor. Dupin de diğer dedektiflerden bu noktada
Sercan Özinan: Bunlar çok büyük farklılıklar
ayrılıyor.
olmasa da bir çerçeve içerisinde istediğin gibi
yüzebiliyorsun. O yüzden polisiye oyunlar, oyun- Takip ettiğiniz başka polisiye yazarlar var
cuya da güzel bir deneme şansı veriyor. Kalıpları mı?
olan oyuncu bana göre iyi oyuncu değildir. Oyun- Sercan Özinan: Aslında şu an bizim yaşıtları-
cu bu çerçevede yeni şeyler eklemeli, araştırmalı. mızda biraz da Benedict Cumberbatch’ten dolayı
Ben bir yönetmen olarak bundan hiç rahatsızlık inanılmaz bir Sherlock sevgisi var. Ancak polisiye-
duymuyorum. ye ne kadar hâkimiz, tartışılır. Bence pek hâkim de-
Hasan Ali Yıldırım: Bunların yanı sıra polisi- ğiliz. Modern polisiye yazarlarımız var ancak bizde
ye sözkonusu olduğunda oyuna çözüm odaklı ba- genellikle Arthur Conan Doyle ve Agatha Christie
kıyorsun. Tuzaklar hazırlıyorsun. Gizemi kendin okunuyor. Son dönemde diziyle birlikte Sherlock
çözerken seyirciye de çözdürüyorsun. Bu da çok Holmes daha da popüler oldu ve herkesçe bilinme-
önemli. Karakteri oynarken bu şekilde hissettim. ye başladı. Yine de ben, bizden daha eski kuşaklar
Katillerin aramızda olabileceğini, onun üzerine polisiyeyi daha çok seviyormuş gibi, daha meraklı-
çözümleme yapmam gerektiğini, ayrıntılar ve larmış gibi hissediyorum. Öyle bir gelenek varmış
detaylarla uğraşmam gerektiğini düşündüm. Se- da unutulmuş gibi... Mesela Yeşilçam geleneğinde
yirciye de bu düşüncelerimizi yansıtmamız lazım. polisiye filmlerinin fazlalığından söz edebiliriz.
Seyirci de bizimle bir şeyleri çözüyor. Bu da beni
Başka bir klasik ya da modern polisiye
heyecanlandırıyor. Örneğin, Hasan Ali Toptaş
eseri uyarlamayı düşünüyor musunuz?
okumayı çok seviyorum. Onun romanlarında hep
Sercan Özinan: İnanın şu anda bir fikrim yok
şöyle olur: Okursunuz, okursunuz… Sonunda size
çünkü sevdiğimiz çok fazla eser var. Bir yandan
bir tokat atar. “A! Bu nasıl oldu?” dersiniz. Burada
maddi imkânlar el vermeli. Biz bu işi biraz da sa-
da şaşırıyorsunuz. “Morgue Sokağı Cinayeti”ni ilk
natsal açıdan kendimizi tatmin etmek için yapıyo-
okuduğumda o anlamda çok sevmiştim.
ruz. Velhasıl şartlar elverirse neden olmasın... Her
Poe, “Morgue Sokağı Cinayetleri” için zaman böyle bir ihtimal var ama spesifik olarak şu
şöyle diyor: “Öykünün esas meselesi cina- oyunu yapacağız diyemiyoruz maalesef.
yeti ortaya çıkarmak.” Ancak eser hakkında
Aslında ben de maddiyat konusuna ge-
birçok farklı yorum var. Poe da bence biraz
lecektim. Ödenek almıyorsunuz. Alternatif
mütevazılık etmiş çünkü öyküde çok güçlü
tiyatro yapıyorsunuz. Neden bunu tercih
metaforlar var. Bana göre öykünün ele aldığı
ettiniz?
esas mesele, aklın gücü ile hayvansal kaba
Sercan Özinan: Bence bağımsız olmak iyidir.
kuvvetin çatışması ve bu çatışma sonucunda
Bir yerden para alınca oraya bağımlı oluyormuş
aklın kazanacak olması. Siz ne düşünüyorsu-
gibi hissediyorum. Sponsor da buna dahil.
nuz bu konuda?
Sercan Özinan: Bence de metinde oldukça Peki, son dönemde özellikle devlet tiyat-
güçlü metaforlar var. Bir yerde Poe, her şeyin rolarında gördüğümüz siyasi ve ekonomik
rasyonel zekâyla çözülemeyeceğini de söylüyor. baskılar özel tiyatroları ve sizi etkiledi mi?
Çünkü salt akılcı olmaya çalışırken birtakım sez- Sercan Özinan: Aslında otosansür ve sansür
gisel güçlerimizi de yitirebiliriz. Bir şeyleri takip burada da var. Özel tiyatrolarda bu yok dersek ya-
edebilmek ve çözebilmek için insanın sezgiye de lan olur. Bazı şeyleri dile getirmiyorsun, getiremi-

70
yorsun. Böyle bir gerçeklik mevcut. Bazı yerlerde etmek gerekiyor. Mesela bir Shakespeare oyunu-
tiyatrocular bunu çok yansıtmıyor olabilir ama nu “Şekspiryen” bir tavırda oynamayalım bence
bu da otosansürün var olduğu gerçeğini değiş- artık. Onu özümseyecek ve bugüne taşıyabilecek
tirmiyor. Yanlış anlaşılmasın, sansürden dolayı başka versiyonlar da var.
klasik eserleri oynamıyoruz. Çünkü hayatımda da Bence geçmiş çağlara ait metinler çok fazla
haksızlıklara elimden geldiğince karşı duruyorum. konuşuyor. O yüzden burada, hikâyedeki bütün
Bunu özellikle tiyatroyla yapmamız gerekmez. Po- replikler bulunmuyor. Bilerek onları törpülüyoruz.
litik tiyatro da yapabilirdik ama yer yer vaaz kür- Perspektifi belki büyütüyorum ama biz Türkiye
süsüne dönebilirdi. Biraz riskli bir durum. Şayet olarak çok konuşuyoruz hatta yazarken de çok
bir Brecht değilseniz bu durum geçerli. Haksızlık- konuşuyoruz. Bütün ayrıntıları doldurmayı çok
lara karşı durmak için başka şeyler yapmak lazım, seviyoruz ancak hiçbir şey anlatmıyoruz. Nere-
insanların arasına karışmak lazım. deyse Çehov’un iletişimsiz oyunlarına dönüyoruz.
Biz bunları biraz daha estetik hale getirmekten
Klasik eserler evrensel olsa da bu eserlerin
yanayız çünkü günümüzde artık bu kadar konuş-
güncele uydurmaya çalıştığınız ya da değiş-
maya tahammülümüz kalmadı.
tirdiğiniz noktaları var mı?
Sercan Özinan: Bu noktada katılıyorum. Ör-
Sercan Özinan: Aslında yok. Bu anlamda
neğin bizim oyun bir saat sürüyor. On beş dakika
eserlere pek dokunmuyoruz. Zaten o eserin kült daha uzun olsa çekilmez hale gelir. Dupin de çok
olmasının sebebi 2017’de de güncel olması. Bir şey konuşuyor. Okurken başka olabilir ama seyreder-
yerleştirirsek oraya, çok eğreti durabilir. Bence ken algımız kopar.
eserleri ısrarla güncellemeye çalışmak gereksiz. Ece Çelikçapa: Zaten nispeten bunun için
Bazı metinler buna müsaade etmeyebilir. sanat artık yaşam alanımıza girmeye başladı. Bu
Ece Çelikçapa: Ben katılmıyorum buna, bu ikisini ayırmanın imkânı yok çünkü sokaktan
bir tercih meselesi. Klasik oyunları sadece verdiği geçerken rastladığımız şeyler artık daha çok
mesaj evrensel diye değişime uğratmamak aklıma ilgimizi çekiyor. “Aa, yolun kenarında müzisyen
pek yatmıyor. Aslında kendi dönemi ve koşulu mi varmış? Biraz bakayım. Tamam, bugünlük
içerisinde tekrar değerlendirilebilir. Eserin özüm- sanatımı aldım devam ediyorum,” diyoruz. Ancak
senen çekirdeğini sabit tutarak ona müdahale biz milletçe buna çok alışık değiliz. Hâlâ salonlara

71
aslında artık doğallığın da
sınırındayız. şu anda bir bakıma
ben de size performatif bir gösteri
sunuyorum. böyle bir şeye dönüştü
sanat. biz ise hâlâ klasik olarak
oturduğumuz yerden seyirCinin
tepkisini görünmez kılarak işe
devam ediyoruz.
Örneğin, bundan önce tek kişilik bir gösteri-
miz vardı. Koordinatörlüğünü ben yapmıştım.
Oyuncu hiçbir hazırlık yapmıyor ve oyun akşamı
seyirciyle oyuncu aynı bilgisizliğe sahip oluyor-
du. Önüne bir metin koyup onu okumasını söy-
lüyordum. Oyuncu geriliyordu bunu duyunca.
Yanaşmıyordu. O kadar tuhaf tepkiler aldım ki...
Farklı şeyler denemeliyiz bence ama hazır deği-
liz. Hatta çıktığımızda fikrine çok güvendiğim
kişilerden şunu duydum: “Olur mu ya? Oyuncu
önceden hazırlanacak kardeşim!” Benim amacım
zaten seyirciyle oyuncuyu aynı yere taşımak
çünkü seyirci, hazırlanmış oyuncuları izleyeceği-
ni biliyor. Ama bu sefer oyuncunun tüm stresiyle
girip ayrılmış olan yerde oturmayı tercih ediyoruz yüzleşiyor ve oyuncu da kendisiyle yüzleşiyor.
ama bu durum gittikçe değişiyor. İşte, böyle bir şey denedik.
Hasan Ali Yıldırım: Ben bile deneyim sahibi
Sokak tiyatrolarını da bu şekilde mi değer-
olmama rağmen geriliyorum. “Acaba yapabilir mi-
lendiriyorsunuz?
yim, yapamaz mıyım, hakkımda ne derler, komik
Ece Çelikçapa: Sokak tiyatroları değil de bel-
duruma düşer miyim?” diye düşünüyorum.
ki performans diyebilirim çünkü sokak tiyatrosu
çok önceden beri var. Aslında bizdeki bu sanatsal Bu belki piyasanın da dayattığı bir şey
işler, saygı duyulan işler değil. Bize göre sokak olabilir. Yanlış yaparsam biterim korkusu,
tiyatrocusuysan kesin paran yoktur, açsındır. Bu oyuncuları geriyordur.
anlamda çağın hakikaten gerisindeyiz. Örneğin, Ece Çelikçapa: Evet, zaten öyle. Oyuncu önce,
Avrupa’da bir atölyeye gittiğinde şoke oluyor- “Olur tabii, yaparım,” diyor. Sonra, “Ben biraz
sun ve bir yadırgama süreci başlıyor. Sonra düşündüm de metni hiç mi vermeyeceksin?” diye
alışıyorsun. “Evet, zaten böyle olmalı tiyatro,” soruyor. “Yani konuşmayacak mıyız bir hafta
diyorsun ama buraya döndüğünde tekrar eski öncesinden?” diyor. Zaten bizim bunlara alışık
haline geliyorsun. Orada yaşadığın şeyi unutu- olmamız gerek, eğitimliyiz biz. Eğitim de ayrı
yorsun çünkü orada öğrendiklerini buradakilere bir muamma. Yeniliğe açık bir tiyatro anlayı-
anlattığında olumlu cevap alamıyorsun. Artık şımız yok. Hocalar ya da öğrenciler, “Dışarıda
doğallığın da sınırındayız. Şu anda bir bakıma ne oluyor?” diye merak etmiyor. Mantıklı olan
ben de size performatif bir gösteri sunuyorum. metni alıp ezberlemek mi? Beceremiyorsun,
Böyle bir şeye dönüştü sanat. Biz ise hâlâ klasik doğal olamıyorsun. Doğala yaklaşınca da alelade
olarak oturduğumuz yerden seyircinin tepkisini oluyorsun, sıradan oluyorsun. Ne yapacağız biz o
görünmez kılarak işe devam ediyoruz. Oysa böy- zaman?
le olmamalı, birebir olmalı. Yan yana, yüz yüze, Malzememizi geliştirmek zorundayız. Bu da
omuz omuza olmalı. Bizde şiddet açığa çıkıyor, ancak açık fikirlilikle olur. Hem toplumun hem
hoşgörüsüzlük açığa çıkıyor. Biz bunları bece- dünyanın açık fikirli olması gerek yoksa olduğu-
remiyoruz. Beceremediğimiz raddede de zaten muz yerde kalırız, kalmaya da devam ediyoruz.
hiçbir şey yapamayacağız. Halihazırda birçok Umarım önümüzdeki senelerde tiyatronun başına
projemiz var, sunamıyoruz çünkü zamanı değil. bir şey gelmez.

72
ÇİZGİ POLİSİYE

74
75
76
77
BAŞKOMİSER GALİP POLİSİYESİ

RaHİp cİNayETİ
Çağatay YAŞMUT

inayet kilisede işlenmişti. derdikten sonra Başrahip Theodoros’un odasına


C Bu sefer olay mahalline
Mustafa’yla gittik. Tanrıy-
geçtik. Küçük ve temiz bir odaydı.
Theodoros yetmiş yaşındaymış. Buna rağmen
la hiç alakam olmamasına gür beyaz saçları, uzun boyu, zayıf bedeni ve mavi
rağmen, kiliseye girer girmez gözleriyle çok daha genç ve dinç gösteriyordu.
o ruhani atmosferi hissedince Tek kusuru, yüzünden taşan koca burnuydu. Bize
tüm dünyevi sıkıntılardan çok nazik davrandı. Rahip Dimitris’in ölümüne
garip bir şekilde uzaklaşıyor- çok üzüldüğünü söylemesine rağmen bu üzüntü-
dunuz. nün ufacık bir kırıntısını yüzünde göremedim.
Loş ve ruhani etkisi çok güçlü büyük bir salon, Dimitris’le kavgalarını sormakla başladım işe.
rahibin vaaz verdiği kürsüye kadar uzanan tahta Sakince, “Ölünün arkasından konuşulmaz ama
sıralar, kürsünün hemen arkasında, tepeye asılmış Dimitris dinden çıkmıştı,” dedi.
İsa’nın çarmıha gerilmiş büyük bir büstü, duvar- Mustafa hayretler içinde, “Bir rahip nasıl olur
larda Meryem Ana’nın ve meleklerin resmedil- da dinden çıkar?” diye sordu.
diği yağlıboya tablolar, mumlar, tütsü kokusu, “Maalesef çıkar delikanlı. Ünlü filozof Descar-
pencereleri süsleyen renkli dini motifler... Delil tes’ın söylediği gibi, Kötü Cin ya da şeytan, bizi
toplayan Olay Yeri İnceleme’nin beyaz elbiseli yanıltmak için her zaman iş başındadır. Rahip
elemanları kilisenin bu manevi havasını yerle bir Dimitris’in de ruhu Kötü Cin’in etkisi altındaydı...
etmeye başlamışlardı. Kendisine bu durumu ilgili mercilere bildireceğimi
Rahip Dimitris Stefandis, Bahariye Caddesi söyledim. Artık bu kilise çatısı altında, onunla
üzerinde bulunan Ayia Triada Rum Ortodoks birlikte çalışmamın mümkün olamayacağını ifade
Kilisesi’nin ikinci rahibiydi ve şu andan son- ettim. Çok sinirlendi. Ona karışamayacağımı, ken-
ra bir daha kilisesinde ayin yönetemeyecekti. di işime bakmamı söyleyerek bağırıp çağırdı.”
Çünkü kilisedeki odasında, koltuğunda, kalbinin “Kavganın sebebi bu muydu?” dedim.
tam üzerindeki bir kurşun deliğiyle bize cansız “Buydu tabii! Daha ne olsun? Tanrı katında
gözlerle bakarken herhalde çok sevdiği Tanrısının bir rahibin inancını kaybetmesi kadar günah bir
yanına gitmenin mutluluğunu yaşıyordu. Cinayet şey yoktur. Dimitris, inançsız olmasına rağmen
bir önceki gece saat onla on iki saatleri arasında çalışmaya devam etmek istedi. Buna razı gelemez-
işlenmişti. Katilin silah sesinin duyulmaması için dim.” Burnunu sildi. “Pardon,” diyerek cebinden
yastık kullandığı, etrafa saçılmış tüylerden anla- beyaz kumaş mendil çıkarıp önce elini mendile
şılıyordu. Rahibin cesedini sabah kiliseyi açmaya sildi, sonra da sümkürdü. Mendili katlayıp tekrar
gelen, kilisenin emektar görevlisi Bekir bulmuştu. cebine koydu. “Bu alerjik nezle insanın yakasına
Hemen başrahip Theodoros Konstantin’e durumu bir yapıştı mı bir daha asla bırakmıyor... Dimitris’i
bildirmiş, başrahip de polise haber vermişti. çok severdim. Onunla on yıl aynı çatı altında ça-
Bekir, sabah kilisenin kapısının açık olduğunu lıştık. Oğlum gibiydi. Onu ben yetiştirdim. Benden
fark edince hırsızlardan şüphelenmiş ama çalınan sonra bu kilisenin başrahibi olacaktı ama şeytan
bir şey olmadığını anlayınca rahibin odasına git- onun kanına girdi.”
miş ve bu korkunç manzarayla karşılaşmış. Bekir’i “Dün akşam neredeydiniz?” diye sordum.
biraz sıkıştırınca, Rahip Dimitris’le başrahibin Ciddiyetine hayret dolu bakışlar eklendi. “Ben-
arasında önceki gün çok sert bir tartışma geçti- den mi şüpheleniyorsunuz?”
ğini öğrendik. Tartışmanın nedenini bilmiyordu. “Şu an için karşıma çıkan herkesten
Bekir’in yazılı ifadesini almak için Emniyet’e gön- şüpheleniyorum,” dedim.

78
“Evdeydim,” dedi. oralı olmadım.”
“Bunu doğrulayacak kimse var mı?” Rahip Dimitris’in evi kiliseye beş dakika uzak-
“Maalesef yok. Yalnız yaşıyorum. Televizyon lıktaydı. Anahtarla içeri girdik. Küçük, karanlık
seyrettikten sonra yattım.” ve basık bir daireydi. Salondaki mobilyalar çok es-
“Yanlış anlamayın ama bu kötü oldu,” dedim. kiydi. Duvarda kocaman bir haç asılıydı. Oturma
“Dün kavga etmişsiniz.” odasına geçtik. Burası da salon gibi karanlık ve
“Herkes kavga ettiği kişiyi öldürmeye kalksa ruhsuzdu. Duvarında da yine koca bir haç asılıydı.
cehennem, insandan geçilmez. Öfkenizi kontrol Masanın üzerinde bir sürü din kitabı duruyordu.
altına almayı öğrenebilirsiniz. Platon ne söyler: “Tanrı inancını kaybetmiş birinin evinde bu
Her şey eğitimle başlar.” kadar İncil olur mu amirim?” dedi Mustafa.
“Bu ülkede işler maalesef Platon’un söylediği “Gerçekten enteresan!”
gibi yürümüyor,” dedim. Banyoda çok daha farklı bir manzarayla karşı-
Mustafa, “Yazılı ifadeniz için Emniyet’e gelme- laştık. Aynanın önünde plastik bir enjektör, lastik
niz gerekiyor,” dedi. bir kordon, çakmak, pamuk duruyordu. “Hemen
Tedirgin bakışlarını üzerimizde gezdirdikten Olay Yeri’ni çağır,” dedim Mustafa’ya.
sonra, zoraki “Olur,” diyebildi. Dimitris’in salonundaki parkelerden birinin
“Kilisenin arka kapısı var mı?” dedim. yerinden oynadığını fark edince parkenin altına
“Bahariye Caddesi’ne açılan bir kapısı daha zulalanmış iki küçük poşet beyaz toz bulduk.
var.” Necati, tozun ucundan tadına bakarak eroin
Gidip kapıya baktık. İçeriden kilitliydi. Bekir olduğunu söyledi. Evde bulduğumuz uyuşturucu,
bu sabah kapının kilidine hiç dokunmadığını söy- cinayete bakış açımızın değişmesine neden oldu.
ledi. Böylece, katilin arka kapıyı kullanmadığını Satıcıyı bulabilirsek katili de yakalayabilirdik.
anlamış olduk. Apartman görevlisinin anlattıklarıyla işler daha
Mustafa, “Rahip Dimitris nerede oturuyordu?” da karıştı. Rahibin, liseli gençlere evinde Hıristi-
diye sordu. yanlık hakkında dersler verdiğini öğrendik. Böy-
“Yoğurtçu Parkı’nın karşısındaki Rahmeti Arat lece rahibin kütüphanesindeki otuz tane İncil’in
Sokak’ta. Sedir Apartmanı, 4 numaralı daire.” sırrı çözülmüş oldu. Bir gece, Dimitris’i evinin
“Komşuymuşuz,” dedim, “ben de bir yan sokak- önünde çok feci dövmüşler. Apartman görevlisi,
ta oturuyorum.” saldırganların kim olduğunu bilmediğini söylese
Bu bilgiye pek aldırış etmedi. de onu içeri tıkmakla tehdit edince korkudan çö-
Kilisede işimiz bitmişti. zülüverdi. Rahip Dimitris’in, bu civarın Müslüman
Olay Yeri İnceleme ceset üzerindeki inceleme- gençleri tarafından dövüldüğünü istemeyerek de
lerini tamamladı. Tabancanın bir alt sokaktaki çöp olsa anlattı. Ona saldıranların elebaşı Selim isimli
konteynırında bulunduğunu öğrendik. Üzerinde bir gençmiş. Moda Camisi’nin cemaatindenmiş.
parmak izi yokmuş. Silahı balistiğe gönderdik. Caminin sokağında elektrikçi dükkânı varmış.
Güvenlik kamerası kayıtlarını ve Dimitris’in Selim’in dükkânına vardık. Uzun boylu, irice,
evinin anahtarlarını da aldıktan sonra kiliseden sakallı, sinirli bakışlıydı; otuzlarındaydı. Ken-
ayrıldık. Hemen aynı sokağın köşesindeki bakkala dimizi tanıtınca tedirginleşti. Rahip Dimitris’in
girdik. öldürüldüğünü söyleyince gözleri huzursuzlaştı
“Baksana bi’?” dedim. ama yiğitliği de elden bırakmadı. “Ölmeyi çoktan
“Buyurun?” dedi dik dik. hak etmişti, kim yaptıysa ellerine sağlık!” dedi.
“Polis.” Mustafa, “Adamı evinin önünde dövmüşsü-
Yumuşadı. nüz?” dedi.
“Dün gece kilisede bir cinayet işlendi.” “Evet, inkâr yok. Bu yüzden karakolda bir gece
“Duyduk, amirim.” nezarette kaldık.”
“Cinayet saatinde açık mıydın?” “Dün gece saat onla on iki arası neredeydin?”
Hayretle yüzüme baktı. diye sordum.
“Açıktım tabii amirim,” dedi. “Burası Kadıköy.” “Camideydim. Mahalleden bir arkadaşımız
“Gece bir şey duyup gördün mü?” vefat etti. Onun Kuran’ı vardı. Geç saatlere kadar
“O saatte buralarda sarhoşlar eksik olmaz, oradaydım. Sonra eve döndüm.”
amirim. Bu yüzden dikkat etmedim. Yalnız, bir “Saat kaçta çıktın camiden?”
ara etraf sakinleşmişken kilisenin bahçesinden bir “Gece yarısına doğru.”
hapşırma sesi duyar gibi oldum. Şarapçılar diye “Kuran gece yarısına kadar mı sürdü?”

79
“Kuran’dan sonra, din büyüğü bir abimiz var, Fakat bir süre sonra şantajlar başladı. Her ay
Hulusi Abi, onunla sohbet ettik.” yüklü miktarda para istiyorlardı. Meğer günah
Bu din büyüğü abisinin telefonunu aldık ve bir çıkarma sırasında rahip, karımın anlattıklarını
ekip çağırarak Selim’i merkeze yolladık. kaydetmiş.”
Emniyet’e döndüğümüzde ilk işimiz kilisenin “Hangi kilise bu?”
kapısındaki güvenlik kamerasının kayıtlarına “Ayia Triada Rum Ortodoks Kilisesi. Bahariye
bakmak oldu. Ben, Serdar ve Mustafa bilgisayarın Caddesi üzerinde.”
başına geçtik. Görüntülerde, saat dokuzda elleri “Biliyorum. Şantajı Rahip Dimitris mi yapıyor-
cebinde deri kabanlı bir adam kilisenin bahçe du?”
kapısında etrafını kolaçan ettikten sonra kilise- Hayretle yüzüme bakakaldı.
ye giriyordu. Uzun boyluydu. Kafasında siyah “Siz nereden biliyorsunuz?”
bir bere olmasına rağmen yüzü seçilebiliyordu. Önce mahallenin Müslüman gençleri, sonra
Görüntülere bakmayı sürdürdük. Adam yarım uyuşturucu satıcıları, şimdi de şantaj olayı
saat sonra kiliseden çıktı, hızlı adımlarla uzaklaştı. çıkmıştı. Dimitris’in yemediği bok kalmamıştı!
Gece yarısına kadar da kiliseye başka giren olma- Nicola Kadis melankolik bir sesle anlatmasını
dı. Şüphelimiz bu deri montlu adamdı. Bizde kaydı sürdürdü:
varsa kimliğini tespit etmemiz kolay olacaktı. “Geçen akşam karım benden habersiz kilisenin
Serdar’ı kimlik tespitine, Mustafa’yı da Selim’in başrahibi Theodoros’un evine kavgaya gitmiş. İşin
bahsettiği Hulusi’ye yolladım. içinde onun da olduğundan emindik. Sözüm ona
Cinayet gecesi kiliseye giren şahsın kimliğini bu şantaj olayından haberi yokmuş. Karımı inan-
tespit ettik. Kerim Kılıç. Kırk yaşında. Epeyce dıramamış. Elenor polise her şeyi itiraf edeceğini,
kabarık bir sabıka dosyası var. Başta uyuşturucu kendisiyle beraber onları da yakacağını söyle-
satıcılığı olmak üzere, adam yaralama, gasp suçla- yince, başrahip ertesi gün kayıt cihazını getirip
rından toplamda on yıl içeride yatmış. Elenor’a vermiş. Gördüğünüz gibi, rahip de işin
Akşamüstü Mustafa, Emniyet’e döndü. Hulusi, içindeymiş. Bunlar suç çetesi kurmuşlar.”
Selim’in anlattıklarını doğrulayınca Selim’i göz “Kayıt cihazı sizde mi?”
önünden ayrılmaması şartıyla serbest bıraktık ve “Almışlar. İçeride, şifoniyerin çekmecesindey-
şüphelimiz Kerim Kılıç’ın peşine düşmüştük ki, di.”
yeni bir cinayet anonsu aldık. Telefonum çaldı. Serdar arıyordu. Kerim Kılıç,
Elenor Kadis isimli bir kadın Moda Cadde- Maltepe’de yakalanmış, merkeze getirmişler. Evin-
si’ndeki evinde tabancayla kalbinden vurularak de bir miktar uyuşturucuyla birlikte bir ruhsatsız
öldürülmüştü. Ev darmadağın edilmişti. Karısının tabanca ve bir kayıt cihazı bulmuşlar.
cesedini eve geç vakit gelen işadamı kocası Nicola Merkeze döner dönmez kayıt cihazını dinledik:
Kadis bulmuştu. İlk başta, cinayetin hırsızlık amaç- Elenor Kadis o gece arabasıyla bir adama çarpıp
lı işlenmiş olduğu görünse de Nicola Kadis’in bize durmadığını, ertesi gün adamın öldüğünü gaze-
anlattıkları cinayete yeni bir boyut kazandırdı. telerden öğrendiğini, buna rağmen polise gide-
“Bize şantaj yapılıyordu!” dedi adam. Alnını mediğini anlatıyordu. Korkmuştu. Vicdan azabı
kırıştırdı, yüzünde hafif bir utangaçlık ifadesi çektiğini söylüyor ve ruhu için çaresizce yardım
belirdi. “Karım öldüğü için artık olup biteni sakla- dileniyordu. Rahip Dimitris kadını telkin etmeye
manın bir önemi kalmadı,” dedi bir şeyi itiraf edip çalışıyor, Tanrının bu konudaki düşüncelerini
kurtulacak olmanın rahatlamasıyla. anlatıyor, pişman olduğu için günah işlemediğine
“Ne demek istediğinizi anlamıyorum,” dedim. ama polise de gitmemesi gerektiğine kadını ikna
“Neyi saklıyordunuz?” etmeye çalışıyordu.
İç geçirdi. Alt dudağını yalayarak konuşmaya Kerim Kılıç irikıyım, sakallı, kalın enseli,
başladı. “Bundan tam üç ay önce karım arabayla kara kaşlı, kara gözlü bir herifti. Soğukkanlılıkla
birine çarptı.” Derin bir nefes aldıktan sonra gözlerimin içine bakıyordu. Yıllarca hapishanede
devam etti. “Çarpınca çok korkmuş, duramamış.” yatmanın, defalarca bu sorgu odalarından geçme-
“Ona duramamış demeyelim de kaçmış diye- nin rahatlığı ve tecrübesi vardı.
lim!” “Anlat bakalım,” dedim. “Rahip Dimitris ve
“Sonra gazetelerden öğrendik ki çarptığı adam Elenor Kadis’i niye öldürdün?”
ölmüş. Karım bu kazadan sonra depresyona girdi. “Ben kimseyi öldürmedim!” dedi dik dik baka-
Hayata küstü. Bu sırrı daha fazla saklayamadı ve rak.
kilisede günah çıkararak rahibe her şeyi anlattı. “Ulan geri zekâlı, rahibi öldürdüğün gece gü-

80
venlik kameralarında gözüküyorsun. Kayıt cihazı nim öldürdüğümü anlaması için cihazını çaldım.”
da senden çıktı. Evinde bulduğumuz tabancanın Kerim’i savcılığa postaladıktan birkaç gün son-
kadının cinayetinde kullanılan tabanca olduğu ra balistik raporları geldi. Elenor Kadis, Kerim’in
anlaşılınca seni sittin sene içeride tutacak delilleri Golt tabancasından çıkan kurşunla öldürülmüştü.
elde etmiş olacağım!” Şu çöpte bulduğumuz Beretta kime aitti acaba?
Kerim yelkenleri suya indirdi. Rahip Dimitris’i kim öldürmüştü?
“Tamam! O kadını ben öldürdüm. Ama rahibi Başa sarmıştık.
öldürmedim!” Kilise yine sessizdi. Theodoros en öndeki
“Ulan beyinsiz, hâlâ neyi inkâr ediyorsun?” sırada tek başına oturmuştu. Yanına gittiğimde
Güvenlik kameralarında Kerim’in saat dokuz ellerini birleştirmiş, dua ediyordu.
buçukta kiliseden çıktığı görülüyordu. Oysa rahip “Çok huzurlu görünüyorsunuz,” dedim.
onla on iki arasında öldürülmüştü. Bunu bilmeme “Huzurluyum. Katili yakalamışsınız,” dedi.
rağmen Kerim’in üstüne gitmeyi sürdürdüm. “Yakaladık. Ama sizin rahibi öldüren katil o de-
“Şu olup biteni en baştan anlat bakalım.” ğil. Siz bu şantaj işini biliyordunuz, Elenor Kadis
“Rahip Dimitris, Elenor denilen kadına şantaj evinize geldiğinde öğrenmiştiniz. En başta bana
yapıyordu.” niye anlatmadınız?”
“Onu biliyoruz. Sen bu işe nasıl dahil oldun?” Acı acı gülümsedi.
“Rahip uyuşturucu bağımlısıydı. Benden eroin “Ben ömrümü Tanrının yoluna adadım Galip
alıyordu. Parası bitince bir süre borca vermeye Bey. Ona ve onun evine gelebilecek zarar, eliyle
başladım. Fakat borcu çok artınca mal vermeyi kiliseyi göstererek beni mahvederdi.”
kestim. Yalvardı yakardı. Sonra aklıma bu günah “Rahip Dimitris’in katilini henüz yakalayama-
çıkarmalar geldi. Rahibe, günah çıkarmaya gelen- dık!”
lerin arasında kayda değer bir bilgi çıkarsa kayıt “Çok üzüldüğümü söyleyemeyeceğim.”
cihazına kaydetmesini söyledim. Bunun karşılı- “Ama bütün yollar size çıkıyor.”
ğında hem borcunu silecek hem de mal verecek- “Nasıl oluyor o?”
tim. Bir gün, bu Elenor denilen kadın, arabayla “Rahibi öldürmek için sizden başka kimsenin
çarpıp öldürdüğü adamı anlatmış. Kadın zengin. haklı bir sebebi yok.”
Kocası işadamı. Bundan iyi kısmet mi olurdu? He- “Pardon,” diyerek yine mendille burnunu sildi.
men işe koyularak şantaja başladık. Sistem tıkır “Neymiş o sebebim?” dedi.
tıkır işliyordu. Ama bu karı, işin içinde başrahibin “Kilisenizin şantajlarla anılması sizi mahve-
de olduğundan işkillenmiş, herife gidip çatmış.” decekti. Rahibin uyuşturucu bağımlısı olduğunu
“O da işin içinde miydi?” biliyordunuz. Şantaj olayı, bardağı taşıran son
“Ganimeti üçe bölecek kadar keriz değiliz! Baş- damla oldu. Cinayet gecesi Dimitris, Kerim Kı-
rahibin hiçbir şeyden haberi yoktu. Rahip olanları lıç’la buluşmak için kilisede kaldı. Kerim gittikten
öğrenince küplere binmiş, Dimitris’e çıkışmış. sonra anahtarınız olduğu için arka kapıdan içeriye
Onu kiliseden kovmakla tehdit etmiş. Kayıt ciha- girip rahibi öldürdünüz. Yine arka kapıdan çıkıp
zını derhal kendisine vermesini yoksa polise gide- gittiniz. Köşedeki bakkal o saatlerde kilisenin arka
ceğini söylemiş. Dimitris de polis molisi duyunca bahçesinden bir hapşırma sesi duyduğunu söyledi
tırsmış, kayıt cihazını kuzu kuzu rahibe teslim ama bunu şarapçılara yordu. Halbuki hapşıran
etmiş. Dimitris öldürüldüğü gece anlattı bana tüm sizdiniz. Alerjik nezle!”
bu olanları. Onu ben öldürmedim. Ben kiliseden “Güzel hikâye. Tanrının hizmetindeki birinin
ayrıldıktan sonra öldürmüşler onu.” cinayet işleyebileceğini nasıl düşünebilirsiniz?”
Başrahip, kilisesinin bu şantaj olayıyla anılma- “Ben bu ülkede olup biten hiçbir şeyi garipse-
sını istemediği için bize o masalı uydurmuştu. mem Sayın Rahip!”
“Kadını niye öldürdün peki?” Gülümsedi.
“Çünkü Dimitris’i bu kadının kocası “Öyleyse tutuklayın beni.”
öldürtmüştü. Ben de işimize taş koydukları için “Maalesef tutuklayamam. Çünkü yeterli kanı-
kadını öldürdüm.” tım yok.”
“Nereden biliyorsun öldürttüğünü?” “Öyleyse kanıtınız olduğunda gelin. Ben
“Başka kim öldürtecek?” buradayım. Her zaman Tanrının hizmetindeyim.”
“Kayıt cihazını niye aldın, bir işine yaramaya- Kalktım, koridordan kapıya doğru yürürken
caktı ki?” rahibi uğruna cinayet işlediği Tanrısıyla sonsuza
“Yaramayacağını biliyordum. Sırf karısını be- kadar baş başa bıraktım.

81
KUZEY RÜZGÂRI

Jo NEsBø’NUN
DİKKaTİNE!
Ceyhan USANMAZ er ne kadar tümüyle
H İngilizceye mahkûm
olmasak da, doğrudan
samuel bJørk, aslında frode sander
øien’in takma adı. roman yazarlığının İsveççeden ya da Norveççe-
yanı sıra tiyatro oyunu ve şarkı den -ve diğer dillerden-ya-
yazarı olarak da tanınıyor frode pılmış başarılı çeviriler
sander øien. bütün bu özellikleri bir okuyorsak da özellikle
araya getirinCe şöyle bir tabloyla Kuzeyli polisiyelerde, “ma-
karşı karşıya kalıyoruz: müzikle de alesef” gündemi halen İngilizce belirliyor.
ilgilenen, artık uluslararası arenada Ülkesindeki başarısını global düzeye taşımak
tanınan, norveçli başarılı bir istiyorsa bir yazar, kitabının öncelikle İngiliz-
polisiye yazarı... akla ister istemez ce yayımlanması gerekiyor. Sonrasında diğer
Jo nesbø’yu getiriyor değil mi... dünya dillerine ulaşması da kolaylaşıyor
böylelikle... Gerçi Kuzeyli polisiyelerin dünya
çapında bu kadar ünlenmesinin ardındaki
Britanya etkisi düşünülürse bir yönüyle ka-
bul edilebilir bir durum bu elbette. Romanla-
rıyla, televizyon dizileriyle pek sevdi İngiliz-
ler, Kuzeyli polisiyeleri (hikâyelerin karanlık
atmosferine kendilerini yakın hissetmiş
olabilirler) ve açıkçası dünyanın geri kalanı-
na da sevdirdiler! İşte, bunun son örneği de
Norveçli Samuel Bjørk...
Samuel Bjørk şu sıralar, merkezinde de-
dektifler Mia Krüger ile Holger Munch’ün
yer aldığı (Mia ve Munch serisi) ikinci romanı
The Owl Always Hunts at Night ile yeniden
gündemde. Çünkü Norveççe orijinali 2015
yılında yayımlanan bu romanın İngilizce
çevirisi, geçtiğimiz 20 Nisan itibarıyla satı-
şa sunuldu. İngilizcede görünür olmasıyla
birlikte hem Samuel Bjørk hem de serinin
çok satan ilk romanı, 2013 tarihli Ben Yalnız
Gezerim yeniden hatırlandı. (Mia ve Munch
serisinin ilk romanı olan Ben Yalnız Gezerim,
Türkçede 2016 yılında İngilizceden çeviri ola-
rak yayımlanmıştı, demek artık ikinci roma-
nın da Türkçeye çevrilmesi için geri sayıma
başlayabiliriz!)

82
Ben Yalnız Gezerim, bir “tanışma” romanı. aslında Ben Yalnız Gezerim, bir Kuzeyli po-
Bir bölümde Dedektif Mia Krüger’in, bir bö- lisiyeden çok, ABD kökenli bir polisiye-ge-
lümde Dedektif Holger Munch’ün hikâyesini rilim romanına daha yakın duruyor. Klasik
okuyarak başlıyoruz. Bir tarafta ikiz kardeşi Kuzeyli polisiyelerin tipik özelliklerinden
Sigrid’i kaybetmenin etkisiyle kendisini coğrafi bir vurgu yok örneğin Ben
insanların/medeniyetin dışına Yalnız Gezerim’de, Kuzeyli atmos-
itmiş, içki ve yatıştırıcı haplarla feri o kadar yoğun hissedemiyo-
ayakta duran Mia; diğer tarafta ruz; benzer şekilde, toplumsal bir
ailevi sorunlarıyla uğraşmaktan hikâyeden çok kişisel hikâyelerde
sıkılmış, cinayetleri çözmedeki odaklanılmış. Ama bir taraftan da
becerisi herkes tarafından kabul hakkını yemeyelim elbette! Sayfa
edilmiş olsa da kızağa alınmış sayfa ilerlerken katman katman
işkolik Munch... Çeşitli kişisel se- açılan hikâyenin yarattığı “geri-
beplerle ve ortak geçmişlerindeki lim”, insanı hep “zinde” tutuyor...
bir olay nedeniyle farklı noktalara Burada elbette ayrıntısına gir-
savrulmuş bu iki eski ekip arka- meyeceğiz ama romanın sonuna
daşını yeniden bir araya getiren ilişkin bazı -haklı- eleştiriler de
şey ise bir seri katilin harekete mevcut. Ama bir sonraki romanı
geçmesi olur. Küçük kız çocuk- merak etmemize engel olacak
ları kaçırılıyor ve kısa bir süre boyutta değil. (İngilizce çevirisi
sonra cansız bedenleri ağaçlara yeni yayımlanan ikinci romana
asılı halde bulunuyordur. Üstelik ilişkin küçük bir ipucu vermek
oyuncak bebek elbiseleri giydiril- gerekirse başkarakterlerin haya-
miş olarak... tındaki derinliklere biraz daha
“Çocuklar bulunduğunda üst- dalacakmışız gibi görünüyor.)
lerinde oyuncak bebek giysileri Samuel Bjørk, aslında Frode
vardı. Satırlar arasında görünme- Sander Øien’in takma adı. Roman
ye başlayan bir ifade daha vardı yazarlığının yanı sıra tiyatro
ama henüz dile getirilmemişti oyunu ve şarkı yazarı olarak da
çünkü burası Norveç’ti. Böyle tanınıyor Frode Sander Øien.
şeylerin olageldiği ABD veya Bütün bu özellikleri bir araya
herhangi bir başka ülke değildi. getirince şöyle bir tabloyla karşı
Ve bu ifade seri katildi. Hiçbir karşıya kalıyoruz: Müzikle de il-
yerde paylaşılmış değildi ama gilenen, artık uluslararası arenada
herkes bunu düşünüyordu.” tanınan, Norveçli başarılı bir po-
Norveç’in ABD’den “farklılı- lisiye yazarı... Akla ister istemez
ğı” meselesi, romanın ilerleyen Jo Nesbø’yu getiriyor değil mi...
bölümlerinde de tekrarlanıyor; (Üstelik Jo Nesbø’nun romanları
bir gazeteci, yaşananları şöyle da giderek ABD kökenli polisi-
değerlendiriyor mesela: “Olay ye-gerilim romanlarına daha çok
bütünüyle gerçeküstüydü. yanaşıyor.) Nitekim, genellikle
ABD’deki ya da televizyondaki Jo Nesbø ismiyle birlikte anılmış
bir olaya benziyordu ama burada, Samuel Bjørk şimdiye kadar. Jo
Norveç’te böyle şeyler olmazdı.” Nesbø’ya dikkatli olması gerek-
Böylesi cümlelerin sebebinin, elimizdeki tiğine dair uyarılarda bulunanlar da olmuş
romanın bir Kuzeyli polisiye olduğunu unut- yazılarda; kasabada yeni bir arkadaş dolanı-
turmama çabası olduğu düşünülebilir ama yor diyorlar!

83
ÇİZGİ ROMAN İNCELEME

H. Barlas OMAY

o Kadar uzun zamandır ünya tarihi, fikir ayrılıklarından dolayı ya-

dipteyim ki... burası


D şanan ölümlerin hastalıklardan ve afetlerden
daha çok can almasına sahne oldu her zaman.
Türümüzün en büyük düşmanının yine kendimiz
artık yüksek gibi olduğunu gösteren nice örnekten biri de Amerika-
görünmeye başladı. lılar ile Kızılderililer arasındaki savaştı.
İşte, geçmişten günümüze uzanan bu kanlı
çatışma Scalped’ın hikâyesinin temelini oluş-
turuyor. Çizgi Düşler tarafından yayımlanan,
Jason Aaron’ın yazıp R.M. Guera’nın çizdiği seri,
Dashiell Bad Horse’un doğduğu yere yani Güney
Dakota’daki Çayır Gülü Kızılderili yerleşkesine
dönmesiyle başlıyor. Safkan Kızılderili olan, dövüş
sanatlarında eğitim almış, küpeli, kel, sert bir tip
Dashiell. Kuduz bir köpek gibi etrafındaki her
serseriye sataşmaya başlayan ve ardında ayakkabı
tabanı şeklinde kan izleri bırakan bu genç adam,
yerleşkenin “Baba”sı tarafından yakalanıyor elbet-
te. Hikâyenin diğer ana karakteri olan bu “Baba”
yani Red Crow, alkol tüketimi ve suç oranıyla
ünlü, herkesin yaşamda patinaj çektiği Çayır Gü-
lü’nün en büyük suç patronu. Ayrıca Dashiell Bad
Horse ile tanışıklığı çok farklı bir yerden de geli-
yor ama detayları hikâyenin ilerleyen kısımların-
da öğreniyoruz. Kızılderili haklarını savunan bir
örgütün eski üyesi olan Red Crow, Bad Horse’a
bir teklif sunuyor ve genç adamı kabile polisi ola-
rak işe başlatıyor. Bir mafya babasının sabıkalı bir
adamı nasıl polis yaptığını soracak olursanız size
kendi ağzından cevap vereyim:
“Tek bilmen gereken şey, evlat, ben bu civar-
da... baba, oğul ve kutsal ruhun vücut bulmuş
haliyim.”
İlk sayının sonunda Dashiell’in sakladığı
büyük sırrı öğreniyoruz ve hikâyenin gidişatı sert
bir dönüş alıyor. Polislerin, FBI dedektiflerinin,
suç örgütlerinin, radikal Kızılderili aktivistlerin,
silahların, alkolün ve uyuşturucunun harmanlan-
dığı bu karanlık öyküyü iyi yapan noktalardan
biri de hiçbir karakterin saf iyi veya kötü olma-
ması. Hikâyenin ana kötüsü olan Red Crow’u ele
alalım... Herkes onu yüz karası bir psikopat olarak

84
görse de aslında o, halkının hakları için savaşıyor
ve motivasyonunu şöyle açıklıyor:
“O frengli s*k Kolomb’un gelişinden beri beyaz
halk, kıyılarımıza yığılıp istedikleri her şeyi
izinsiz aldı. Biz Lakotlardan Kara Tepeleri, Kutsal
Kapa Saha’yı ve orada gömülü bir milyar dolar
değerindeki altını aldılar. Bizon sürülerini ve on-
ların gezdiği çayırları aldılar. Bir zamanlar büyük
olan bir ulusun gururunu ve itibarını alıp yerine
sefalet verdiler. Ama hepsi bitiyor. Yüzlerce yıl
boyunca soyulduktan, rezil edildikten ve sığırlar
gibi katledildikten sonra bu iyiliklerin karşılığını
verme zamanı geldi de geçiyor. Artık tazminatı-
mızı alacağız Beyaz Amerika... ve hakkımız olanı
aldığımız zaman tüm o vurduğum, bıçakladığım,
kafa derisini yüzdüğüm, astığım ve gömdüğüm
kişiler boşa ölmüş olmayacaklar. Uzun zamandır
ilk kez düşlerim yeniden pişmanlıklarımdan fazla.”
Gergin yayından fırlamış ok hızıyla başla-
yan hikâyeyi karakterlerin hayatlarını ileri geri
sararak bırakın bir sayıyı, bir sayfada bile hız
kesmeden anlatıyor Jason Aaron. İlk birkaç sayıda
herkesin olabildiğince kötü, umursamaz, arsız
ve tavırlı olması başta size yavan gelebilir ama
sabredin. İyi bir suç hikâyesinde olması gerektiği
gibi gizemini uzun süre koruyan hikâye, katman
katman açılıyor; siz duvara yaklaştıkça pürüzsüz teren bir çizgi romanda böyle bir sansür olması
zannettiğiniz boyanın dallanıp budaklanan çatlak- yavan duruyor. Yine de okuma zevkini tamamen
larını daha iyi görmeye başlıyorsunuz. baltalayan bir detay değil.
Scalped’da kendinize örnek alabileceğiniz bir Scalped, iyi bir çizgi romanda olması gereken
kişi yok. Kahramanların olmadığı bir hikâye bu en önemli niteliklerden birine sahip: Hikâye-
ama hiçbir karakterin düşüncesi ve yaptıkları sinin atmosferini destekleyen ve hikâyeyle bir
boşa değil. Sadece hikâye ilerlesin diye yapmıyor- bütün oluşturan kaliteli görsellik. R.M. Guera’nın
lar yaptıklarını, o hayatı yaşayan birinin davrana- çizimleri ne Alex Ross kadar detaylı ne de Mike
cağı şekilde davranıyorlar ve bu, sizi karakterlere Mignola kadar minimalist. İkisinin arasında bir
daha da bağlıyor. yerde duran çizimler hem görselliğe gerçekçi bir
Hikâyeyle ilgili olumsuz bulduğum bir nokta, hava katıyor hem de özellikle karakter çizimle-
zamanda ileri geri atlama tekniğinin çok sık kulla- rinde bolca gölgeye yer bırakarak hikâyenin kara
nılıyor olması. 5 yıl önce, 5 yıl sonra ile kalmıyor film havasının içimize işlemesini sağlıyor. Renk-
atlamalar; 32 yıl öncesi, 10 yıl sonrası, 15 dakika lendirmeler yapılırken ise genellikle soluk tonlar
önce, 25 dakika sonra, 4 gün önce vs. Olayların tercih edilmiş. Normal renklendirme yapıldıktan
akış hızına fazlasıyla katkısı olsa da bu teknik bir sonra filtreden geçirilmiş gibi görünen paneller,
süre sonra sıradanlaşıyor ve yazarın kolaya kaçtı- sahneye göre melankoliyi veya gerginliği çok iyi
ğı hissiyatını uyandırıyor okuyucuda. yansıtıyor.
Yeri gelmişken diyaloglar ve çeviriyle ilgili de Toplamda 60 fasikülden oluşan hikâye, bittik-
şunu belirtmek isterim; hikâyenin sertliği ko- ten bir süre sonra 10 cilt halinde yayımlanmıştı.
nuşmalara da yansıyor haliyle. En ağır küfürleri, Çizgi Düşler şu ana kadar serinin 6 cildini ya-
cümleler arası bağlaç niyetine kullanan karakteri- yımladı ve devamı da gelecek. Çizgi romanda suç
lerin cirit attığı senaryoyu çevirirken Çizgi Düşler türüne ait en iyiler listelerinde daima ilk beşte yer
de konuyu üstün körü geçmemiş, küfürleri aynı bulan bu eseri yayımlayan Çizgi Düşler’e teşekkü-
sertlikte çevirmiş. Yalnız küfürler açık açık değil, rü borç bilir, size keyifli okumalar dilerim.
aralara “*” sembolü konularak yazılmış ki bence Batan güneşin kızıllığı eşliğinde tehlikeli kır-
her konuyu, her şiddet eylemini açık açık gös- sallarda gezinmeye bir an önce başlamalısınız.

85
DİZİ İNCELEME

TopRaK, BUz vE KaR


aRasiNDa: TRappED
Ezgi ÖZCAN

polisiye bir hikâyenin sadeCe 5 milyonluk İstanbul’da yaşamak ne demek?


ingiltere’nin puslu ve sisli 1 Trafikte çile çekmek, kalabalıktan omuz
yemeden çıkamamak, hafriyat kamyonlarından
ortamına değil, izlanda’nın şans eseri kurtulmak, her ay ev sahibinin zam
Buzlu ve KaranlıK ortamına salvolarından sıyrılmak, diğer yakada oturanlarla
da çok yakışaCağının bazen bir sene buluşamamak, yeni açılan metro
aktarma istasyonları arasında sürekli yol bulmaya
göstergesidir trapped. çalışmak… Sadece karmaşa ve defans çabası mı bu
görünüşte olağandışı hiçbir kentte yaşamanın karşılığı? Başka katmanları yok
şeyin olmadığı sakin bir mu? Bence var.
Buraya İstanbul için bir parantez açalım. Adı
yerleşim biriminin, nasıl “olay parantezi” olsun. Şehri bu paranteze aldığı-
olağanüstülükleri içinde mızda ne söyleyebiliriz? O zaman cevabımız ne
barındırdığını anlatır. olur? Benim cevabım belli: İstanbul bize küçük
olay yaşamayı unutturan, her gün büyük olaylarla
sınandığımız bir kazan. En önemli özelliği hayret
duygumuzun içini boşaltıp şaşkınlığımızı elimiz-
den alması. İstanbullular için metrobüs kazası
sıradan, trafik ortasında kavga sıradan, taciz
sıradan, cinayet sıradan, bomba sıradan, katliam
sıradan…
Bizim gibi sıradanlık algısı bozulmuş insanlar
için, daha küçük bir yerde yaşayan daha az sayıda
insanın hayatını tahayyül etmek çok güç. Dönüp
bakmaya iki saniyemizi bile harcamadığımız
ayrıntılar, durup hissetmeye tenezzül bile etme-
diğimiz duygular, üstünden atlamayı alışkanlık
haline getirdiğimiz olaylar, başka bir yerde başka
etkiler yaratıyor.
Mesela polisiye dediğimizde asla aklımıza gel-
meyecek olan İzlanda’da… 2015 yılı rakamlarına
göre 330.823 nüfusu olan ülke, popülasyon olarak
İstanbul’un neredeyse 50’de 1’i kadar. Bu hesaba
göre düşününce, İzlanda halkı birbiriyle karşıla-
şabiliyor ve karışabileceği bir olay yaratabiliyorsa
yine de iyi demekten insan kendini alamıyor.
Kaldı ki polisiye bir hikâyenin yaşanacağı ortam
olarak İzlanda’yı düşünmek… Yok, zorluyorum,
yine olmuyor.
Neyse ki Trapped’ın yaratıcısı Baltasar Karma-
kur, bizim gibi düşünmemiş ve İzlanda televizyon
tarihinin en yüksek bütçeli yapımına imza atmış.

86
Ülkenin kuzeyindeki Siglufjordur adlı küçük balıkçıların ağına bütün uzuvları kesilmiş bir
liman kasabasında geçen bir polisiye hikâyeyi çok erkek bedeni takılır. Bu haber anında kasabanın
kaliteli ve izlenesi on bölümde bizlere anlatmış. polis şefi Andri’ye ulaşır. Ceset, feribottan denize
Siglufjordur, İzlanda’daki herhangi bir yerleşim atılmış gibi görünmektedir. Andri hemen önlem
biriminden beklendiği gibi bembeyaz, karla kaplı olarak yolcuların inmesini engeller. Bu cesedin
bir yer. Herkesin birbirini tanıdığı, kapıların bile hikâyesi ve kime ait olduğu anlaşılana kadar,
kilitlenmediği bu küçük yerden sorumlu Andri feribot limanda demirleyecektir.
adında bir polis şefi vardır. Andri, eşinin ailesinin İklim gereği bol miktarda kar yağmasından
üst katında yaşamakta olan iki çocuk babası bir başka neredeyse hiçbir sıradışı olayın olmadığı bu
adamdır. Karısıyla boşanmak üzere olmalarına küçük yer için, cesetin bulunması çok büyük bir
rağmen parmağından alyansı çıkarmamış, onun haberdir. Dalga dalga, kasabadaki herkes denizde
gittiği yerden döneceği günü beklemektedir. O bir erkek cesedi bulunduğunu öğrenir. Öğrenenle-
dönene kadar da çocuklarıyla kayınvalidesi ve rin yüzündeki şaşkınlık ve dehşet ifadesi görülme-
kayınpederi ilgilenmektedir. ye değerdir.
Bu ailenin geçmişinde çok büyük bir acı vardır. Andri, karakolda kendinden başka iki polis
Evin genç kızı yıllar önce, erkek arkadaşıyla memuruyla çalışmaktadır: Asgeir ve Hinrika…
terk edilmiş bir depoda baş başa vakit geçirirken Onlar da cinayet haberini alınca afallar. Nihaye-
çıkan ani bir yangın sonucu hayatını kaybet- tinde bu ekip ateşli silahları bile olmayan ve buna
miştir. Erkek arkadaşı Hjörtur bu yangından sağ şimdiye kadar zaten ihtiyaç duymayan üç polisten
kurtulmayı başarmıştır. Ancak kasaba, böyle acı oluşmaktadır.
ve büyük olaylara alışık değildir. Herkes, genç Hiçbir uzvu yerinde olmadığı için ne bir par-
kızın ölümünden Hjörtur’ü sorumlu tutmuş, onu mak izi ne de başka bir ipucunu üstünde barındı-
katil olarak kabul etmiştir. Hjörtur, kız arkadaşını ran ceset, Andri için tam bir muammadır. Bu cina-
yakarak öldürmekten suçlu bulunmuş ve hapis yeti çözmek için yeterli yetkisi yoktur. Mecburen
yatmıştır. Hapisten çıktıktan sonra, bu küçük emniyet teşkilatıyla irtibata geçmek durumunda-
yerin keskin hafızasından kaçıp uluslarası seferler dır. O nedenle hemen üstlerine durumu bildirir.
yapan bir feribotta çalışmaya başlamıştır. Merkezden bunun için özel bir ekip gelecektir.
Tesadüf odur ki Hjörtur’ün çalıştığı feribot, Cinayet haberinin yankıları devam ederken,
Danimarka’dan gelip Siglufjordur Limanı’na kasabanın belediye başkanı Hrafn’ın başka bir
yanaşmaktadır. Feribot demir atmak üzereyken, faaliyet içerisinde olduğunu görürüz: Çinli bir

87
şirket, kasabaya uluslararası bir liman projesi için Polisiye bir hikâyenin sadece İngiltere’nin
taliptir. Bu büyük proje için de halkın arazilerini puslu ve sisli ortamına değil, İzlanda’nın buzlu ve
şirkete satmaya gönüllü olması gerekmektedir. karanlık ortamına da çok yakışacağının gösterge-
Ancak herkes bu satış işine ikna olmuş görün- sidir Trapped. Görünüşte olağandışı hiçbir şeyin
memektedir. Şirketi temsil eden yetkili, para ve olmadığı sakin bir yerleşim biriminin, nasıl olağa-
zaman kaybetmek istemediğini defalarca Başkan nüstülükleri içinde barındırdığını anlatır.
Hrafn’a ifade eder. Başkan ve ekonomik hayatın Yerden neredeyse hiç kalkmayan karların
liman projesiyle beraber canlanacağını düşünen altına gömülü sırları, küçük olayların arkasına
birkaç burjuva ise liman projesinin gerçekleşme- gizlenmeyi başarmış büyük yozlaşmışlıkları ve
sini mutlaka istemektedir. İfadelerinden anlarız ki günahları hiç acele etmeden tane tane bize izletir.
bu işin hayata geçmesi için birçok şeyi göze almış Seyirci olarak biz ne İzlanda’nın evreninden mah-
durumdadırlar. Adam öldürmeyi bile… rum kalırız, ne insanlara ait ayrıntılardan ne de
Ancak durumun birden çok şüphelisi var gibi cinayetin çözümüne giden yoldaki taşlardan…
görünmektedir: Yıllar sonra kasabaya dönen mim- Kar fırtınası yüzünden artık herkes bu kasaba-
li Hjörtur, Andri’nin isteklerine uymamak için her ya tıkılı kalmıştır. Yıllardır saklanan her ne varsa
türlü zorluğu çıkaran feribotun kaptanı, feribotun açığa çıkmak zorundadır. Başka çare yoktur. Çün-
içinde bulunan bir insan kaçakçısı… Andri bunca kü artık ne gerçeklerin ne de insanların kaçabile-
durumla baş etmeye çalışırken dört gözle emniyet cek bir yeri kalmıştır.
teşkilatından gelecek desteği beklemektedir. Başlarda ağır gelen temposuyla pekbir şey vaat
Bu esnada doğa oyununu oynar. Çıkan bir kar etmiyor gibi görünse de sahne sahne vaat kırıntı-
fırtınası kasabaya giden bütün yolları kapatır. larını biriktirip önce bir kartopuna sonra da koca
Hiçbir ulaşım aracı hiçbir şekilde ne kasabaya gi- bir çığa dönüştürmeyi başarır Trapped. Bir ceset
rebilmekte ne de kasabadan çıkabilmektedir. Halk kaç gizemin ipucu olabilir? Kaç gizem birbirinin
da fırtına yüzünden evlerine kapanmak zorunda üstünü örtebilir? Bu örtüleri kaldırmaya kim
kalmıştır. Tabii ki polis şefi Andri de… cesaret edebilir? Peki, İzlanda’nın soğuğu buna ne
Kar fırtınası bir süre sonra diner ancak kasa- kadar izin verir?
baya giriş çıkışlar hâlâ gerçekleştirilememektedir. Hayret duygunuzu yeniden hatırlamak ister-
Andri, Hinrika ve Asgeir için önlerinde çözülmesi seniz eğer… Büyük dünyaların ve kalabalıkların
gereken koca bir gizem vardır. Öldürülen adam ve içinde serseme döndüyseniz… Başka sıradan-
katili kimdir? lıkları da merak ediyorsanız… Trapped tam size
*** göre.

88
EDEBİ CİNAYETLER

polİsİyENİN saTiR
aRalaRi
Yankı ENKİ
olisiyenin ve suç kavramının
ingiliz polisiye edebiyatının
başlangıCından 2. dünya
P geçmişine uzanıldığında Kabil
ile Habil’in Eski Ahit’te anlatılan
savaşı’na kadar olan dönemini öyküsü sık sık bir başlangıç ya da
belli başlı eserler bağlamında temel olarak değerlendirilir. Âdem
ve Havva’dan doğan her iki kardeş
işliyor zeynep ergun. bu de Tanrıya armağan sunar ama
eserlerden ilki Wılkıe Collıns’in Tanrının farklı tepkisi Kabil’i bir
1868’de yayımlanan aytaşı adlı cinayete sürükler. Kabil, kardeşi
romanı. tüm eserlerin inCelendiği Habil’in katili olur ve Tanrı ona kardeşinin nerede
olduğunu sorduğunda, “Bilmiyorum, kardeşimin bek-
bölümlere sözkonusu eserin çisi miyim ben?” diye cevap verir. İşte, akademisyen
yazıldığı dönemin politik, sosyal Zeynep Ergun’un İngiliz polisiye edebiyatının tarihini
ve edebi portresini çizerek incelediği kapsamlı eseri Kardeşimin Bekçisi de buradan
başlayan ergun, aytaşı’nın alıyor ismini.
Ergun’un bu kitapta üzerinde özellikle durduğu un-
analizine de eserin yayımlandığı surlardan biri, polisiyenin temel sorunlarından birinin
yıllarda ingiltere’nin içinden iktidar kavramına dair olması ve bu iktidara odaklı
geçtiği değişimi yansıtarak problemin de toplumsal cinsiyet tanımlarının ortaya
giriyor. çıkardığı gerilimlerde yatması. “Suçun ya da cinayetin
eğretilediği çarpıklığı giderebilme yetisi, erki kazan-
mak, üstünlüğü saptamak ve yetkeyi üstlenebilmek için
bir araç durumuna gelir. Asıl savaşım, değişik erkek
imgeleri arasında sürdürülen ölümüne kavgadır,” diyor
Ergun ve kitaba ismini veren Habil-Kabil anekdotunu
şu şekilde yorumluyor: “Habil ve Kabil sürtüşmesi,
Kabil’in kıyıcı kıskançlığı ve kardeşini öldürme güdüsü,
ilk günkü kadar etkindir. Tek değişen, yargıç rolünün
Tanrının elinden alınıp en az onun kadar acımasız ve
adaletsiz olabilen topluma verilmiş olmasıdır. Dedektif,
bir yandan kardeşinin bekçisi konumunu üstlenmişken,
bir yandan da aynı kardeşin gözünü oymaktadır.”
İngiliz polisiye edebiyatının başlangıcından II.
Dünya Savaşı’na kadar olan dönemini belli başlı eser-
ler bağlamında işliyor Zeynep Ergun. Bu eserlerden
ilki Wilkie Collins’in 1868’de yayımlanan Aytaşı adlı
romanı. Tüm eserlerin incelendiği bölümlere sözko-
nusu eserin yazıldığı dönemin politik, sosyal ve edebi
portresini çizerek başlayan Ergun, Aytaşı’nın analizine
de eserin yayımlandığı yıllarda İngiltere’nin içinden
geçtiği değişimi yansıtarak giriyor. Kurumların işlevini
yitirmeye başlaması, kilisenin yeni sosyal düzene uyum
sağlayamaması, mal güvenliğinin en az can güvenliği

90
kadar önemli bir yerde olması ve ölüm cezasının
fazlasıyla yaygın olması gibi arka plan özellik- zeynep ergun’un, polisiyenin
lerinin önemini vurgulayan Ergun, daha sonra klasik ve modern örneklerini ele
biçim ve içerik olarak eseri incelerken, dönemin aldığı bu çalışması, Cinayetin,
“erkek” kimliğinin de eleştirisini yapıyor, “erkeğin suçun, kötülüğün, erkek
bölünmüşlüğü”nü irdeliyor. Bu bölümde, hem
yazar Collins’in üslubuyla hem de kurgudaki dünyasının (açık ya da örtük)
komplike yapıyla Aytaşı’nın bir kaçış edebiyatı ör- karanlığının ve şiddetinin
neği olarak görülemeyeceğine dair önemli tespit satır aralarının ne kadar derin
de öne çıkıyor. olduğunu gösteriyor bize.
İzleyen üç bölümde de benzer bir bakış açısıyla
erkek yazarların elinden çıkan dedektif kurgu- 1930 tarihli Papazın Evinde Cinayet adlı roman-
larını, kimi zaman birbirleriyle karşılaştırarak larını ele alan yazar, her iki eserle Christie’nin
erkek dedektif kahramanların temsil ettikleri ya polisiye geleneği içinde farklı bir rota çizdiğini
da onların temsiliyle sorunsallaştırılan toplumsal gösterirken, “kaçış edebiyatı” bağlamında döne-
cinsiyet tanımları çerçevesinde ele alıyor Zeynep min polisiye yazarının konumunu da tartışıyor.
Ergun. Bunlardan ilki, Sir Arthur Conan Doyle’un Ergun, iki büyük savaş arasında yazılan bu iki
1892’de yayımlanan ve bir kilitli oda bilmecesine romanın ışığında, yazarların dönemlerine ya-
sahne olan Lekeli Şerit Serüveni adlı kısa öyküsü; bancı kalamayacaklarını, “Altın Çağ” polisiye
ikincisi yine Doyle’un imza attığı ve türün bir örneklerinin belirli bir ihtiyacı karşıladıklarını,
klasiği haline gelmiş olan, 1902 tarihli Baskerville- burjuva kesiminin gündelik sıkıntılarını unutmak
lerin Köpeği; üçüncüsü ise Chesterton’ın 1911’de için böyle eserlere muhtaç olduğunu belirtiyor.
yayımlanan Görünmeyen Adam adlı öyküsü. Ancak diğer yandan, dönemin sorunlarını satır
Sherlock Holmes’ün İngiliz toplumunun o aralarında takip edebileceğimiz bu tür eserlerin
dönemde aradığı bir nevi kahraman, kurtarıcı bir gerçeklikten ve derinlikten o kadar da uzak olma-
karakter olduğunun altını çizen Ergun, diğer yan- dığını, o nedenle “kaçış” yaftasını yapıştırmanın
dan Holmes’ün dönemin çelişkilerini de taşıyan çok sağlıklı olmadığını da düşündürüyor. Elbette
bir karakter olduğunu vurguluyor. Görünürde her bölümde olduğu gibi burada da dönemin
yükselişte gibi görünen ama bir taraftan çöküş toplumsal cinsiyet meselesinde nasıl bir dönüşüm
dönemini yaşayan İngiltere’nin ve İngiliz toplum- gösterdiğini, kadınların toplumdaki yerinde nasıl
sal yaşamının çelişkilerini görmek için Doyle’un bir ilerleme olduğunu, erkeklik tanımlarında nasıl
eserlerinin önemli bir fırsat yarattığını gösteren bir kırılım olduğunu da örneklerle yansıtmaya
örnekler, 19. yüzyılın karanlığına ışık tutuyor. çalışıyor yazar. Dorothy Sayers’ın son bölüm-
Köylerin boşalması, işsizlerin Londra’nın belli de ele alınan, 1935 tarihli Mezunlar Gecesi adlı
başlı köşelerini sahiplenmesi, fahişeliğin yay- romanıyla 2. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar
gınlaşması, ahlaki olarak bir yozlaşma sürecine uzanan perde böylece kapanmış oluyor. Burada
girilmesi, Ergun’un da gösterdiği gibi, eski düzene da Sayers’ın ünlü dedektif kahramanı Lord Peter
duyulan özlemin giderileceği bir 20. yüzyıl başı Wimsey’yi inceleyen Ergun, Sayers’ın romanında
polisiyesine de sebep olmuş oluyor. Bu yüzden karşılaşılabilecek ideolojik çelişkileri feminist
de Sherlock Holmes gibi bir kahramanın topluma açıdan sorguluyor.
umut veren, simgesel erkek kimliğini yeniden inşa Zeynep Ergun’un, polisiyenin klasik ve modern
eden bir figür olması üzerinde duruyor Ergun. örneklerini ele aldığı bu çalışması, cinayetin,
Tabii Chesterton’ın maddi değil manevi yanıyla, suçun, kötülüğün, erkek dünyasının (açık ya da
Katolikliğiyle öne çıkan kahramanı Peder Brown örtük) karanlığının ve şiddetinin satır aralarının
da bir o kadar önemli bir yer kaplıyor. Zeynep ne kadar derin olduğunu gösteriyor bize. Polisiye-
Ergun’un bu bölümdeki Peder Brown eleştirisi nin edebi tarafını eleğinden geçirdiği gibi, politik,
yine erkeklik ve iktidar kavramlarının ilişkisi sosyal, kültürel ve tarihsel hatta psikanalitik
üzerinden yansıtılıyor. taraflarını da netleştirerek ve ilişkilendirerek ön
Son üç bölümdeyse bu kez kadın yazarla- plana çıkarıyor, kaçış edebiyatı olarak değerlen-
rın, Agatha Christie ve onun çağdaşı Dorothy dirilen ve bu yüzden de edebi değeri bilinmeyen
Sayers’ın eserlerine eğiliyor kitap. Christie’nin bir geleneğin ne denli ölümsüz olduğunu gösteren
1926’da yayımlanan Roger Ackroyd Cinayeti ve -deyim yerindeyse- bir otopsi yapıyor.

91
DİZİ İNCELEME

KUTsal DEDEKTİFlİK
BüRosU
Çağla ÜREN

duoglas adams’ı seven


okurlarımız bilir. onun
İ nsanlık bundan yüzyıllar önce yıldızların ve
onlara ulaşmanın hayalini kurmaya başladı.
Bugün gelinen noktada ise yıldızlara ulaşmanın
kitaplarını kahkaha atmadan ötesine geçerek “güneşi zapt etmenin” hayalini
okumak oldukça zordur. kurmaktayız. İnsanları uzay yolculuğu yapabile-
ceğine inandıran en büyük araç ise kurduğumuz
dırk gently serisi de aynı hayallerin ürünleri yani bilimkurgu romanları,
şekilde yüzümüzü güldüren filmleri ve dizileri oldu. Tıpkı Jules Verne’ün tüm
kitaplardan. dizi senaristleri dünyayı Ay’a gidebileceğine ikna etmesi gibi bu-
de adams’ın bu yönünü gün kurduğumuz hayaller de gelecekte insanlığın
yapacakları konusunda büyük bir öneme sahip.
oldukça iyi kavramış. Biz de bu yazıda hayal korumak konusunda
bir tık ileriye gittiğimiz bir macerayı tartışaca-
ğız: Douglas Adams’ın Dirk Gently kitap serisi
ve onun henüz ilk sezonu biten aynı isimli dizi
uyarlaması. Dirk Gently ile tanıştığımız günden
bu yana, sadece zamanda ve uzayda yolculuk
yapmanın hayalini değil, gezegenler ve zamanlar
arası dedektiflik yapmanın da hayalini kuruyoruz.
Bugün BBC One aracılığıyla diziye uyarlanan ve
tüm dünyaya duyurulan bu seri, kim bilir belki
bir gün gerçek olur. Böylece gezegenler arası bir
dedektiflik bürosu kuran insanlık, onun adını
Dirk Gently koyar. Biz de bu iki eser üzerine
henüz bugünden tartışmış ve onu bu sayfalardan
duyurmuş oluruz.

DiRK 101: DiRK gENTly


EvRENİNE gİRİş
Douglas Adams sevenler olarak dizinin ilk
sezonunun ilk kitabın uyarlaması olacağını dü-
şünmüştük. Bu yüzden öncelikle dizinin aslında
bir konsept uyarlaması olduğunu belirtelim. Yani
dizi, kitaptaki olayları birebir canlandırmak yerine
“bütünsel dedektiflik” fikrini ve Dirk Gently’i
konu alarak farklı yan karakterlerle olaylar inşa
ediyor. Dirk’ün ağzından söyletildiğine göre de
kitap serisinin devamı ve Dirk Gently’nin yeni
maceraları niteliği taşıyor.
Dirk Gently’nin maceralarına henüz dalmamış
olan okurlarımız için uyarlanan bu konseptten
biraz bahsedelim. Dirk Gently, kendi deyimiyle
“bütünsel bir dedektif” olarak çözülmesi gereken
davaların içinde ya tesadüfen kendini buluyor
ya da biri tarafından tutulur tutulmaz o davayla
bağlantılı hale geliyor. “Bütünsellik” ise burada

92
her şeyin temelde birbiriyle bağlantılı olması anla- numaranın nasıl yapıldığını bir türlü anlayamıyor
mına geliyor. Dirk Gently de davayla bağlantılı ve bunu yoldan geçen küçük bir çocuğa soruyor.
hale gelir gelmez tanışması gereken insanlarla Çocuk, “Adamın bir zaman makinesi olmalı,”
tanışıyor, bulunması gereken yerlerde bulunuyor cevabını verince karakter, gayet sade bir biçim-
ve tesadüfi olaylarla çözüme bir şekilde ulaşarak de makinenin varlığını keşfediyor. Bu noktada
davayı açıklığa kavuşturuyor. çocukların aslında önyargılardan ne kadar uzak
Kitapta Gordon Way’in ölümüyle başlayan olduğunu ve olayları çok daha açık görebildiğini
olaylar, bir zaman makinesinin ve hortlakların düşünüyoruz. Dizide ise zaman makinesinin keşfi
keşfiyle sonuçlanıyor. İngiltere, Cambridge’de ge- için üç farklı harita bulan kahramanlar, gizli geçit-
çen macerada Dirk’e, Gordon’ın hayaleti ve onun lerde mahsur kalıyor, ormanlarda kötü adamlarla
bir nevi damadı olan genç yazılımcı Richard Mac- savaşıyor ve her yeri kazarak makinenin parça-
duff ve zaman makinesinin sahibi yaşlı profesör larını buluyor. Kitaptaki gizem daha düşünsel
Reg Chronotis eşlik ediyor. (Evet, Doctor Who’da- süreçlerle çözülebiliyorken dizi, aksiyona ağırlık
ki Profesör Chronotis.) Dizide ise Patrick Spring vermeyi tercih ediyor.
isimli Amerikalı bir işadamının ölmeden önce Bunların yanı sıra her iki kurguda da Dirk
kendi ölümünü araştırması için Dirk Gently’i Gently’nin bütünsel dedektif olmasından kaynaklı
tutmasıyla başlayan olaylar, yine bir zaman ma- olarak tesadüfler oldukça geniş bir yer tutuyor.
kinesinin ve cinayetin keşfiyle sonuçlanıyor. Dirk Ancak önemli bir fark var: Kitapta “tesadüfler”
Gently ve ekibinin amacı Patrick Spring cinaye- üzerine bazı tartışmalar yapılıyor ve onların dü-
tini çözmek ve onun kaçırılan kızı Lydia Spring’i şünsel altyapısı üzerinde daha fazla duruluyor:
bulmak. Burada Dirk’ün çok daha geniş bir ekibi “Tesadüf sandığımız biçimler aslında basit
var. Onun gönülsüz asistanı Todd, Todd’un kız kurallara uyan sayıların karmaşık ve değişken
kardeşi Amanda, Springlerin koruması Farah Bla- ağlarının ürünleridir. Bunların hepsi sayılarla
ck, kayıp kız Lydia, kötü adam Gordon ve ileride tanımlanabilir.”
isimlerini anacağımız birçok karakter Dirk’e eşlik Kitapta tesadüflerin ne olduğu üzerine daha
ediyor. çok kafa yorulurken dizide daha fazla somut
Bu noktada dizinin olay örgüsünün kitaba göre tesadüf bulmak mümkün. Öyle ki dizide bulunan
oldukça hızlı olduğunu söyleyerek karşılaştırmaya hiçbir karakterin birbiriyle alakası yok. Tamamen
başlayalım. Kitabın düşünsel altyapısının diziye tesadüf zinciriyle bir araya gelen karakterlerin
oranla daha derin olduğunu söylemek mümkün. yolları sürekli kesişiyor ve karakterler bu şekilde
Dizi izleyicileri olarak olayları takip etmekte yer bir ekip haline geliyor.
yer zorlanıyor ve bir sürü aksiyonla karşılaşı-
yorken kitap, bu süreçte pek çok şeyi sorgulayıp sEmpaTİK BİR aNTİKaHRamaN:
tartışmaya açıyor. DiRK gENTly
Örneğin, her iki kurgunun da çözüm nokta- Elimizde iki farklı kurgu olduğunu düşünürsek
larından biri olan, “zaman makinesinin ortaya bu sorunun da iki farklı cevabı olduğunu söy-
çıkarılması” dizinin aksiyona verdiği önemi ve leyebiliriz. Her iki durumda da Dirk, bildiğimiz
kitabın düşünsel temellerini daha iyi gösterecek- türden bir dedektif değil. O, davayı çözebilmek
tir. Kitapta makinenin sahibi olan Profesör Reg, için ne ipucu topluyor ne de tanık dinliyor. Dirk
bir mezunlar yemeğinde küçük bir çocuğa hok- Gently’nin Poirot gibi “küçük gri noktaları” ya
kabazlık numarası yapıyor. Bu öyle bir numara da Sherlock gibi şaşırtıcı bir gözlem yeteneği ve
ki hokkabazlık konusunda az çok fikri olan Dirk, zekâsı da yok. Olayları sadece orada bulunarak

93
çözüyor. Kitapta kendisiyle Sherlock arasına da Dizideki Dirk Gently ise yine kendince kurnaz-
şöyle bir ayrım koyuyor: lıkları olan ancak insanları çıkarları doğrultusun-
“Sherlock der ki imkânsızı ortadan kaldırırsa- da kullanmayan bir karakter. Ayrıca çok yalnız ve
nız geride kalan şey aradığınız yanıt olur. Ben ise tek amacı arkadaş edinmek olan Dirk, duyuları
imkânsızı ortadan kaldırmak istemiyorum.” diğer insanlara göre daha güçlü olan bir grupla
Kısacası Dirk Gently, polisiyenin gördüğü belki askeriye tarafından genç yaşta alınmış ve “Kara
de en farklı dedektif. Öyle ki dizideki Dirk Gently Kanat” isimli bir projeye dahil edilmiş. Dizi, henüz
ile kitaptaki arasında da farklar var. bu hikâyeyi ayrıntıyla açıklamadığı için Dirk’ün
Kitaplardan uyarlanan dizilerde genellikle orada neler yaşadığını, bütünsel bir dedektife
izlenme kaygısıyla karakterler üzerinde belli nasıl dönüştüğünü bilmiyoruz. Ancak geçmişte
oynamaların yapıldığını görürüz. Bu oynama- yaşadığı kötü anılar dizide sık sık hissettiriliyor.
lar bazen hoşumuza gider, bazen de karakteri Bu da ona sempati duymamızı sağlıyor.
bozduğu için onları eleştiririz. Dirk Gently’nin de Bunun yanı sıra Dirk’ün asistanı Todd, belaya
karakteri, uyarlama yapılırken benzer oynamalara bulaşmaktan oldukça çekinen ve kardeşinin has-
maruz kalmış. talığı yüzünden kendini ona adamış bir karakter.
Kitapta karşımıza çıkan Dirk Gently’nin tam Bu yüzden Dirk’ten uzak durmaya çalışıyor, onu
bir antikahraman olduğunu söylemek mümkün. tehlikeli anlarda bırakıp kaçıyor ve ona oldukça
O, insanları kandırarak onlar üzerinden para kötü davranıyor. Bu da Dirk’e acımamızı sağlı-
kazanan, beleşçi, kibirli ve kurnaz bir karakter. yor ve ister istemez onun yanında taraf tutmaya
Örneğin Cambridge’de öğrenciyken bir sınavın başlıyoruz.
sorularını tahmin eden Dirk, bunun karşılığında
annesinin hasta olduğu yalanıyla öğrencilerden yaN KaRaKTERlERİN gücü
para topluyor. Daha sonra bir dedektiflik bürosu aDiNa!
açıyor ve teyzelerin kayıp kedilerini bulmaya Öncelikle her iki kurguda da yan karakterle-
başlıyor. Onlara, bütünsel bir dedektif olduğu için rin oldukça güçlü olduğunu söyleyelim. Kitap
yaptıklarının sorgulanmaması şartını koyuyor. ve dizideki en önemli yan karakterler, Dirk’ün
Kedileri bulma bahanesiyle sürekli bir yerlerde ta- yardımcısı konumunda olan ve birbirine olduk-
til yapıyor ve masraflarını müşterilerine ödetiyor. ça benzeyen Richard ve Todd. Karakterlerin her

94
ikisinin de müzikle ilgilenmesi ve hiç istemedik- kaynaklanan ayrımlar tabii ki var.
leri halde kendilerini olayların içinde bulmaları Kitabın her edebiyat eserinde olduğu gibi bir
onları ortaklaştıran yönlerden. Bu iki karakterin, anlatıcısı mevcut. Mizahi unsurları büyük ölçüde
diğerleriyle kıyasladığımızda en normal kişiler bu anlatıcı sağlıyor. Onun düşünce akışı esnasında
olduğunu da söyleyebiliriz. Yani o kadar delinin ve betimlemelerinde yaptığı espriler okuyucu-
arasında akıl sağlığımızı bu karakterlerle empati yu güldürürken dizide böyle bir anlatıcı sesini
ve özdeşlik kurarak koruyabiliyoruz. kurmak mümkün değil. Bu nedenle dizi, mizah
Diğer karakterlerin durumu ise birbirinden çok unsurlarını genellikle karakterler ve repliklerle
farklı. Kitapta tam anlamıyla bir kötü adamdan sağlıyor.
bahsetmek mümkün değil. Çünkü cinayetin faili Daha iyi anlatabilmek için kitaptan bir pasaja
zaten bozuk olan bir robot. Ancak dizide, “kötü bakalım:
adamlardan” bahsedebiliyoruz. Bu kötü adamlar “Yağmur ormanlarının derinliklerinde, yağ-
da en az Dirk kadar alışılmışın dışında çünkü be- mur ormanlarında genellikle olan şey meydana
den değiştirebiliyorlar. Örneğin onlardan en çok geliyordu: Yağmur yağıyordu. Yağmur ormanları
muhatap aldığımız Gordon karakteri, yıllarca bir adını da buradan alıyordu zaten.”
rock yıldızının bedeninde yaşamış ve ona bağım- Bu noktada yazarın, zaten apaçık ortada duran
lı hale gelmesi üzerine şişko ve işe yaramaz bir şeyleri betimleme zorunluluğuyla kelime tekrarla-
bedenle değiştirilmiş. Bunun sancılarını yaşayan rına başvurarak dalga geçtiğini görüyoruz.
karakter, dünyanın en geniş ve en hippi kötü ka- Dizide de aynı mantık güdülerek karakterlerin
rakteri olarak adeta Coen Kardeşler filmlerinden ağzından bu tip espriler yapılıyor. Amanda’nın,
fırlamış gibi görünüyor. “Bir özel dedektif gibi görünmüyorsun,” demesi
Bunun yanı sıra karakterler konusunda dizinin üzerine Dirk şu şekilde cevap veriyor:
parmak bastığı çok önemli bir nokta var. Dirk “Hiçbir özel dedektif, özel dedektif gibi gö-
Gently gibi kozmik ve sıradışı bir karakteri denge- rünmez. Zaten özel dedektif olmanın ilk kuralı
lemek amacıyla onun tersi bir karakter yaratılmış. budur.”
Bart adında bir kadın; Dirk’ün özelliklerine sahip, Bunun yanı sıra dizide güldürü öğeleri, yaşa-
canının istediği herkesi öldüren bütünsel bir sui- nan olaylar üzerinden de sağlanıyor. Örneğin,
kastçı. Ancak onun öldürdüğü insanlar genellikle dizinin “hiç beklenmedik anlarda ortaya çıkan
katiller, tecavüzcüler gibi kötü insanlar çıkıyor. kargaşa” unsuru, temel güldürü öğelerinden biri.
Bir nevi Dexter olan Bart ile Dirk, Çin felsefesinin Todd’un her şeyini kaybettiği, işinden ve evin-
meşhur öğretisi Yin ile Yang gibi birbirini dengede den kovulduğu, polis nezdinde şüpheli duruma
tutuyor. Bart’ın da bir Kara Kanat projesi olduğu- düştüğü ve kardeşinin hastalığıyla mücadele ettiği
nu eklemeyi unutmayalım. dramatik bir sahnede, bir anda FBI, CIA ve Ma-
Diğer bir Kara Kanat projesi ise “Üçlü Magan- gandalardan oluşan bir grubun birbirine girme-
da”. Punkçıları andıran giyim ve saç tarzlarıyla bu siyle silkiniyor ve gülmeye başlıyoruz. Bu şekilde
ekip, bir minibüste yaşıyor ve başkalarının psişik “plotu” parçalayan olaylar da önem kazanmış
güçlerini emerek sakinleşiyor. Haliyle dizi boyun- oluyor.
ca Dirk neredeyse onlar da orada bulunuyor. En Özet olarak dizinin, kitabın mantığını iyi
umulmadık sahnede ortaya çıkıp her şeyi kırıp kavradığını, karakter yapıları ve olaylar üzerinde
döken bu grup, Dirk’ün psişik enerjisini emerek yaptığı farklılıklarla da Dirk Gently serisine yeni
rahatlıyor ve sakinleşip gidiyor. Bu Kara Kanat bir soluk getirdiğini söyleyebiliriz.
grupları, hikâyenin bir yerine henüz bağlanmasa- Andy Weir, Mars’ta patates yetiştirmenin haya-
lar da askeriye onları geri toplamaya karar verdiği lini ilk kurduğunda bu bize tıpkı Dirk Gently gibi
için gelecek sezonlarda yan yana geleceklerini oldukça fantastik görünmüştü. Ancak şimdi bu
tahmin ediyoruz. gezegende bir koloni kurmak için canla başla ça-
lışan bir şirket ve başarılı olan iki roket deneyimi
BİR DoUglas aDams Klasİğİ: önümüzde duruyor. Bugün ışıktan hızlı hareket
mİzaHİ aNlaTim etmenin mümkün olmadığı söylense de bir gün
Duoglas Adams’ı seven okurlarımız bilir. Onun zamanda yolculuk yapmayı başaracağımızı dü-
kitaplarını kahkaha atmadan okumak oldukça şünen okurlarımız inancını taze tutsun ve Kutsal
zordur. Dirk Gently serisi de aynı şekilde yüzü- Dedektiflik Bürosu isimli diziyi izlesin, kitabı da
müzü güldüren kitaplardan. Dizi senaristleri de okusun. Çünkü zamanda yolculuk başarıldığında
Adams’ın bu yönünü oldukça iyi kavramış. Ancak anılacak isimlerden ikisi, Douglas Adams ve Dirk
kitap yazmak ve dizi çekmek arasındaki farktan Gently olmalı.

95
WE
MAKE
COCKTAILS.

Handcrafted Cocktails, Funky Vibes & Cozy Ambience


Mueyyet Sok. No:5 Asmalimescit / Istanbul
0555 889 69 55
@5istanbul
OKURDAN GELEN

KiRmizi KalEm
Kadri Görkem AKA

Kadri Görkem AKA en bulduğumda ölmüştü. Yazık. yaptı bunu?” dedi. Kimse cevap vermedi. Şaşırma-
1990, İstanbul
doğumlu. Bahçeşehir
B Küçücük hamster. Önce anla-
madım ne olduğunu, birinin beresi
dım, beslenme çantamdaki keki biri yediği gün de
söylemiştim öğretmene, o zaman da sormuştu sınıfa
Üniversitesi’nde
falan zannettim yere düşmüş. Sonra böyle, kimse cevap vermemişti. Suçlu insanlar suç-
Amerikan Kültürü ve
görünce içim kötü oldu. Kırmızı kanı larını söylemezler. Ceza alırlar diye. Sessiz kalma
Edebiyatı lisansını
ve Reklamcılık
vardı. Hamsterların kanı olduğunu hakkı. Filmlerde öyle diyorlar. Güzel filmler hep geç
yüksek lisansını bilmezdim. Keşke bilmeseydim. Son saatte oynuyor. Hiç sevmiyorum zaten filmleri.
tamamladıktan teneffüsten döndüğümde oradaydı. Öğretmen bağırdı sonra bize, tek tek sordu kim
sonra halen Bilgi Sınıfın arkasında, pencerenin içinde. yaptı diye, kimse bir şey söylemedi. Uzun uzun,
Üniversitesi’nde Birkaç haftadır görüyorduk bahçe- canlılara zarar vermenin ne kadar yanlış olduğu-
İletişim üzerine de, liselilerden bir abla, “Biri almış, nu anlattı. Sonra hademe teyzeyi çağırdı, kadın
doktora yapıyor. sonra sokağa bırakmıştır,” demişti. götürdü hamsterı, üzerine saplı kırmızı kalemle.
Duatlon’da Türkiye Bahçede yaşıyordu bence ama içeri Arkasından baktık öyle. Akşam anneannem, “Keşke
Şampiyonluğu de giriyordu. Ben gördüm, giriyordu. gömseydiniz,” dedi. Teyze gömdü mü acaba? Sor-
bulunan bir
Bahçe soğuk oluyor. Ben olsam ben madık, yarın sorarım.
milli sporcu.
de girerdim. Zil çalınca oturttu bizi yerlerimize öğretmenimiz.
Ayrıca bilgisayar
oyunlarında dünya
İlk ben döndüm sınıfa, demek ben- Bütün notlarım pekiyi benim. Derslerim hep iyi.
den önce biri dönmüş sınıfa ama ben
birincilikleri var. Sınıfta yaramazlık da yapmam, yaparsam annem
geldiğimde boştu. Bahçeden döner- kızıyor. Sessiz sessiz otururum. Ama oturamadım
ken en iyi arkadaşım Metehan, “Tuvalete gidece- o ders. “Cinayet işlendi sınıfta, olmamış gibi ders
ğim,” dedi, ben de sınıfa yalnız döndüm. Oradaydı, mi yapacağız?” dedim. Dinlemediler beni. “Her-
pencerenin içinde. Kalem saplamış biri küçük bede- kes kalem kutularını açsın!” dedim. Herkesin bir
nine. Kırmızı kalem. Dokunmadım ben, dokunma- sürü kalemi olur ama bir tane kırmızı kalemi olur.
mak lazım, suç şeysi ya, dokunmamak lazım. Öyle Kiminki eksikse katil odur. Ama dinlemediler beni;
demişlerdi televizyonda. Bazen bakıyorum filmlere, ben inat ettim, bağırdım ama öğretmen de bana
cinayetleri aydınlatıyor adamlar. Bakıp izliyorum. bağırdı, “Otur!” dedi. Ben ağladım, ağlayınca da
Babam izin vermiyor geç saatte olanları izlememe. alay ettiler. Metehan da alay etti. Aptal çocuk, zaten
Hepsi de geç saatte oynuyor. Aptal filmler. Zaten bisiklete binmeyi de bilmiyor. Hiç sevmiyorum.
hiç sevmiyorum. Ders geçti öyle. Boşa geçti. Sonra da zil çalınca
Kızlar geldi sonra sınıfa, onlar da gördü hams- fırladı herkes, bakamadım kalem kutularına. Ben de
terı. Başladılar bağırmaya, ağlamaya. Ne çok çıktı bindim servise; ağladığımı belli etmedim. Yine de
sesleri. Kaçışmalarını izledim. Her yana koşuştular. ön koltuktaki kız gördü ama söylemedi kimseye. İyi
Kocaman olduk, büyüdük. Dördüncü sınıfa gidiyo- kız o. Adını bilmiyorum. Soracağım bir gün.
ruz. Hiç yakıştıramadım hareketlerini. Ama kızlar Akşam çok düşündüm. Yemekte de düşündüm.
böyle. Beni oyunlarına da almıyorlar zaten, halbuki Hamster okulun bahçesinde yaşardı. Görürdüm
güzel oyunlar oynuyorlar, biz hep itişiyoruz. “Sen bazen koşarken. Bir kere ekmeğimden ufalayıp
erkeksin oynayamazsın,” dediler. Onlar da kız. İste- vermiştim. Gidip banka oturmuş, beklemiştim.
miyorum zaten, hiç sevmiyorum onları. Gelip yemişti. İyi bir hayvandı. Kimseye kötülük
Sonra herkes geldi. Öğretmenimiz de geldi. “Kim etmemişti. Kırmızı kalemle öldürdüler onu. Hiç

97
affetmeyeceğim ama dahasını da yapacağım: Katilini Ahmet’in kulağına fısıldadı. “Sen mi yaptın?” dedi.
yakalayacağım. Duydum. Ahmet de, “Hayır,” dedi. Bunlar yapsa bir-
Kim yapmıştır, düşündüm. Çok düşündüm. likte yapardı. Ahmet yapsa Hakkı’ya söylerdi, Hakkı
Kenara oturdum, düşündüm. Hatta bir ara babam, yapsa zaten yaptığını kendi bilirdi. Karışık biraz ama
“Ne oturuyorsun öyle hayırsız? Git, ders çalış!” dedi. çok düşündüm ben, eminim. Onlar da yapmadı. Bun-
Çalışıyorum zaten dersimi de. Bütün notlarım pekiyi. ları düşünürken çayım soğudu. İyi oldu. Ben zaten
Karneyi görünce kızmıyor ama. Aptal adam. Zaten soğuk içmeyi seviyorum.
onu da hiç sevmiyorum. Bir tek Osman kaldı geriye. Çok kötü bir çocuktur
Düşününce hatırladım. Hamster ilk cinayet değil Osman. Kabadayılık yapar hep. İter kakar bizi. Bir
sınıfımızda işlenen. Bir keresinde tahtanın önünde kere vurdu bana, dişim kanamıştı. Annem, öğret-
ezilmiş bir çekirge bulmuştuk öğle teneffüsünde. O meni aradı, o da Osman’a bağırdı. Osman’la yalnız
zaman biri kazara bastı sanmıştım. Şimdi anlıyorum. kalmamaya çalışıyorum o zamandan beri. Hep çirkin
O da cinayetti. Kaza süsü vermiş pis katil. Demek ki şeyler yapar. Küfür de etti bir kere. Hakkı’ya etti.
durum çok kötü. Büyük bir bela var karşımda. Bir Aslında Hakkı’nın annesine. Hakkı’nın annesiyle ne
seri katil… Daha önce hiç seri katille karşılaşmamış- alıp veremediği var acaba? Bilmiyorum. Bir kere veli
tım. Keşke önce seri olmayan bir katille karşılaşsay- toplantısında görmüştüm. Kötü bir kadına benzemi-
dım. Keşke katil daha seri olmadan önce katil oldu- yordu. Bilemiyorum. Osman’la aralarında bir mesele
ğunu anlasaydım. O zaman hamster ölmezdi. Bazen var herhalde.
ölmek nasıl bir şey diye düşünüyorum. Dedem öldü. Kötü çocuktur Osman, hep azar işitir öğretmen-
Dedemi de düşünüyorum. Şu üç tekerlekli üçgen den. Bir kere müdüre bile gitti. Dedi ki müdürü de
kaykayları da düşünüyorum. Koridorda falan hep dövmüş. Ben inanmadım ama belli olmaz. Çok fena
binebilirim aslında. Pahalı dediler, almıyorlar. Aptal çocuktur ama bence o da öldürmedi hamsterı. Çünkü
kaykay. Zaten hiç sevmiyorum. Facebook’tan hep fotoğraflar paylaşıyor köpeğiyle.
İnternete baktım. Seri katillerin yüzde seksen beşi Hep sarılıyorlar falan. Gördüm, elinden yemek bile
erkek olurmuş. Hamsterın katili de erkektir o zaman. yediriyor. Ablamın Facebook’undan görüyorum. Ben
Çünkü yüzden seksen beş çıkınca, on beş kalıyor. de açacağım bir Facebook ama babam izin vermiyor.
Seksen beş, on beşten büyük. O zaman demek ki Bu yaşta olmaz diyor. Halbuki kocaman adamım.
erkek katil. Öyle olması lazım. Çok düşündüm, Neyse. Aptal Facebook. Zaten hiç sevmiyorum.
eminim; öyle olması lazım. Hem kızlar cinayet işle- Birkaç kere bahçede de gördüm Osman’ı; sümük-
yemez. Beceremezler. Beni oyunlarına da almıyorlar. lüböceklere bakıyordu. Eliyle sevdiğini gördüm.
Hiç sevmiyorum onları zaten. İnsanlara vuruyor ama bence hayvanları seviyor;
Şimdi iş kolaylaşıyor. Biz sınıfta beş erkeğiz. Ben, hayvan öldürmez o.
Metehan, Ahmet, Hakkı ve Osman var. Ben öldür- Çok düşündüm sonra. O zaman anladım. Sınıfta
medim hamsterı, biliyorum. Bütün gün sınıftaydık, bir erkek daha var, onu atlamıştım. Halil Öğretmen.
hamster orada değildi ama cam açıktı. Sınıf giriş Bence o yaptı. Hatırlıyorum, bahçede bir hamster
katında. Demek ki hamster üşüyüp içeri girdi o son yaşadığını söylediğimizde, “Pis hayvandır; dokunma-
teneffüste, katil de onu öldürdü. Hamster bizim sı- yın,” demişti. Bir kere babam, arabasının önüne park
nıfta öldürüldüğüne göre de bizim sınıftan biri yaptı. edince yan apartmandaki amca da babama pis herif
Başka sınıftan biri yapamaz. Bir kere B şubesinin demişti. Küfürmüş, öyle dedi ablam. Demek ki ciddi
erkekleri bizim sınıfa girmeye kalktılar, elbirliğiyle bir söz. Hem erkek, demek ki katil olabilir. Hem
defettik. Giremezler bizim sınıfa. B şubesinin camları ben katili aramaya çalışırken engelledi beni, bağırdı
bahçeye bakıyor, bizimki arkaya. Kışın hep karanlık bana. Tabii bağırır. Katil oysa bağırır. Katil o mu
oluyor. Aptal B şubesi. Hiç sevmiyorum. emin değilim ama anlaması zor değil. O son derste
Metehan’la teneffüse birlikte çıktık. Hep yanım- beni susturduktan sonra, biz ödevlerimizi yaparken
daydı. O tuvalete gidince ben yalnız döndüm sınıfa. o da sabahki sınavın notlarını veriyordu. “Siz ödevi-
O zaman, o da yapmış olamaz. Evet, geriye az insan nizi yapın, ben de bu kâğıtları okuyayım,” demişti.
kalıyor. Sınavları hep kırmızı kalemle kontrol eder. Yarın
Ahmet’i de, Hakkı’yı da hiç sevmem. Onlar da kâğıtları dağıttığında eğer kırmızı değil de başka bir
beni sevmez ama birbirlerini çok severler. Onlar biz renk kalemle işaretlediyse kâğıtları, demek ki katil o.
teneffüse çıkarken daha içerideydiler. Onlar yapmış Zor iş. En fena adam katil çıktı. Eğer oysa katil,
olabilir ama zannetmiyorum. Bunlar hep birlikte şikâyet edeceğim onu. Cezasını bulacak. Gösteririm
gezer, her şeyi de birlikte yaparlar. Bir kere, öğret- ona ben. Gerçi bir daha bütün notlarım pekiyi olur
men Ahmet’i tahtaya kaldırdı, peşinden Hakkı da mu bilmiyorum ama bu daha önemli. Hamsterın canı
gitti. Çok güldük o gün. Öğretmen bize kim öldürdü daha önemli. Hem kötü not verse ne olacak? Aptal
hamsterı diye tek tek sorarken Hakkı’yı gördüm, karne. Zaten hiç sevmiyorum.

98
kirmizikedi@kirmizikedi.com www.kirmizikedi.com

You might also like