You are on page 1of 15

M.Ü.

İlâhiyat Fakültesi Dergisi


29 (2005/2), 205-219

Rubûbiyyet∗
H. A. Ali
Çev. Dr. Aydõn TOPALOĞLU∗∗

Rubûbiyyet terimi Sâmi dillerinde, çeşitli kelimelerin ortak kökü olan ‘Rab’
kelimesinden türemiştir. İbranice, Süryanice ve Arapça’da ‘Rab’ kelimesi besleyip
büyüten ya da yiyecek ihtiyaçlarõnõ karşõlayan anlamlarõna gelmektedir. Beslenme
ihtiyacõ insan hayatõnõn temel ihtiyaçlarõndan olduğu için, erken dönem Semitik
anlayõşta, ”Rab” terimine besleyip büyüten anlamõ verilmesi, Tanrõ’ya götüren bir
yaklaşõm, hatta ilk yol olarak tasavvur edilebilir. Rab kelimesi ayrõca öğretmen,
melik, hükümdar ve Tanrõ anlamlarõna gelmektedir. Önde gelen bazõ dilbilimci-
lere göre ise çok çeşitli çağrõşõmlara sahip olan Rubûbiyyet terimi, Kur’anî
çerçevede şu anlama gelmektedir:
“Bir şeyi, tabiatõnda var olan yetenek ve ihtiyaçlarõna uygun bir biçimde saf-
ha safha geliştirmek ve onu en mükemmel durumuna kavuşturmak.”
Rubûbiyyet böylece bir şeyin mümkün olabilecek yetkinliğine kavuşabilmesi
için adõm adõm, safha safha besleyip büyütme sürecidir. Ancak Kur’anî yaklaşõm-
da, Mevlânâ Âzâd’õn da işaret ettiği gibi, bu süreç daimî surette bir rahmetin
tesiriyle olmaktadõr. Mevlânâ Âzâd bir örnekle sözlerine şöylece açõklõk kazan-
dõrmaktadõr: Bir çocuk doğduğunda yaşamaya, beslenmeye ve sevk olunmaya
meyilli olan hareketli bir et parçasõndan ibarettir. Derken annesi tarafõndan
gösterilecek uzun bir şefkat, sevgi, koruma ve güler yüz süreci başlar. Bu süreç o
çocuğun sadece zihnen veya bedenen büyümesine kadar değil, yetişkin olmasõna
kadar devam eder. Bütün bu süreçte her safhanõn veya şartlarõn durumuna göre
değişiklik arz eden ve karşõlanmasõ gereken sayõsõz ihtiyaçlar ortaya çõkmaktadõr.
Tanrõ’nõn hikmeti sayesinde annenin zihnine Rubûbiyyet (besleyip büyüt-
me) özelliği aşõlanmõş ve böylece o anne çocuğunu ilk doğduğu andan itibaren
yetişkinlik safhasõna gelene kadar büyütmektedir. Çocuğun midesi herhangi bir
şeyi hazmedemediğinde ona sadece süt verilir. Daha katõ yiyecekleri kabul etti-
ğinde ona bu tür şeyler verilir. Ayaklarõ üstüne basamadõğõ süre zarfõnda, gittiği


H. A. Ali, “Rubûbiyyat” (Divine Providence), md. Encyclopadia of the Holy Qur’an (nşr. N.K.
Singh, A.R. Agwan), Delhi 2000, IV, 1272-1283.
∗∗
Araştõrmacõ, TDV İslâm Araştõrmalarõ Merkezi (İSAM).
206 ! H.A. Ali (Çev. Aydõn Topaloğlu)

her yere annesi onu kucağõnda götürür. Ayakta durabilecek duruma geldiğinde
elleri ve parmaklarõnda tutarak, adõm adõm yürümesine yardõmcõ olur.
“Rubûbiyyet” böylece bir kişinin bütün aşamalarda ve her safhada ihtiyaçlarõnõn
karşõlandõğõ daimî bir süreçtir. Kur’an’õn Allah’õ “Rab” olarak takdim etmesi böylece
daha kolay anlaşõlmõş olacaktõr. “Rabbü’l-Âlemin”, Kur’an tarafõndan “Rab”lõk gö-
revi bulunmasõndan dolayõ Allah’a izafe edilen bir sõfattõr. -ya da belirli bir toplu-
mun veya sõnõfõn besleyeni olduğu için kendisine böyle bir sõfat verilmiştir-. Bununla
birlikte Allah bütün insanlõğõn ve âlemde varolan her şeyin “Rabb’idir”.

Lütuf ve İnâyet Düzeni: Mevlânâ Âzâd ilâhî ‘Rubûbiyyet’in işlevinin belirli


planlar neticesinde ortaya çõktõğõnõ ileri sürmektedir. Her şey, değişkenlik göste-
ren her aşamada kendi varlõğõ için ihtiyaç duyduğu özel şeylerle donatõlmõştõr.
Karõncalar yeryüzünde sürünür, solucanlar toprakta yollarõna devam eder, balõk-
lar suda yüzer, kuşlar havada uçar, çiçekler bahçelerde açar, filler ormanda
dolaşõr ve yõldõzlar gökyüzünde dönerler. Ancak bunlarõn hepsi Tanrõ’nõn koru-
yucu inâyetine dayanõr ve onun lütfunu inkâr etmezler.
Gerçekte, çõplak gözümüzle idrak edemeyeceğimiz, küçük parçalara ayrõla-
mayacak ölçekte sayõsõz yaratõlõş çeşitleri bulunmaktadõr. Tanrõ’nõn inâyeti büyük
cüsseli bir varlõk olan file ihsan ettiği gibi bunlarõn her biri için de gerekli olan
varoluş şartlarõnõ, beslenme ve büyüme imkânlarõnõ hazõrlamõştõr. Bütün bunlarõ
insanoğlu dõş dünyasõnda gözlemleyebilir. Ayrõca kendi yaratõlõşõna baktõğõnda,
varlõğõnõn her anõnda, Tanrõ’nõn ‘Rubûbiyyeti’nin sevk ve idare ettiği bir hare-
ketlilik dünyasõnõ keşfedecektir.
“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardõr. Kendi nefislerinizde de öyle.
Görmüyor musunuz?” (ez-Zâriyât 51/20-21)

Hâricî Âlem: Kur’an, hayat şartlarõnõn sağlanmasõyla Rubûbiyyet’in işlevi


arasõnda ayõrõm yapmaktadõr. Değişik biçimlerde yer alan etken ve şekiller haya-
tõn varlõğõ ve devamõ için önemlidir. Ancak onlarõn sadece tedarik edilmiş olmasõ
bir Rubûbiyyet fiili olarak görülemez. Bu olsa olsa yaratõcõ fiilin izahõdõr. Diğer
yandan “Rubûbiyyet” bu nesnelerle uyumlu bir biçimde işleyen sistem ve şartlarõn
tedarik yönteminde yatmaktadõr. Mesela, hayatõn varolmasõ için suya ve rutubete
ihtiyaç duyulmasõ gibi.
Hayat için belirli bir zaman diliminde bulunmadõkça ve belirli nitelikte ol-
madõkça, suyun kendi başõna varlõğõ doğrudan bir anlam ifade etmeyecekti.
Suyun yaratõlõşõ, Kur’an’a göre, rahmet veya ilahî lütfun bir göstergesidir. Onun
yeryüzüne damla damla düşmesi, belirli mevsimlerde ve belirli niteliklerde her bir
noktaya ulaşmasõ, en küçük varlõklarõn dahi susuzluğunu gidermesi “Rubûbiyyet”
in eseridir.
“Gökten uygun bir ölçüde yağmur indirip onu arzda durdurduk. Bizim onu gider-
meye de elbet gücümüz yeter. Böylece onun (yağmurun) sayesinde sizin yararõnõza
Rubûbiyyet ! 207

hurma bahçeleri ve üzüm bağlarõ meydana getirdik. Bunlarda sizin için birçok mey-
veler vardõr ve siz onlardan yersiniz” (el-Mü’minûn 23/18-19)

Yukarõdaki âyette de ifade edildiği gibi, Kur’an, hayatõn iyi yönlerinin öne-
mine, her canlõ nesne için hesaplandõğõ gibi, tabiatõn her şeyi belirli ölçülerde
tedarik ettiği, bütün bunlarõn da özel bir plan çerçevesinde vuku bulduğu gerçe-
ğine sõkça işaret eder:
“Her şeyin hazineleri yalnõz bizim yanõmõzdadõr. Biz onu ancak belli bir ölçüyle in-
diririz” (el-Hicr 15/21).
“Her dişinin neye gebe kalacağõnõ, rahimlerin neyi eksik, neyi ziyade edeceğini Al-
lah bilir. Onun katõnda her şey ölçü iledir”. (er-R’ad 13/8);
“Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattõk” (el-Kamer 54/49).

Yeryüzünde su var; ancak bu su özenli bir şekilde yeryüzüne dağõtõlmõştõr.


Neden böyle? Güneş õşõnlarõ okyanusun yüzeyinden neden havaya doğru tabaka
tabaka yükselir ve neden rüzgar onu havaya yükselecek ve tekrar belirli bir
mevsimde damla damla inecek şekilde dalgalandõrõr ve neden yağmur yağdõğõnda
belirli yerlerden su birikir ve o belirli yerler neden ihtiyacõ kadarõnõ çeker? Neden
belirli mevsimlerde dağlarõn zirvesinde kar bulunur ve bu karlar neden belirli
zamanlarda eriyerek ovalarda kõvrõm kõvrõm dolaşan nehirlere doğru akar ve
yeryüzünün diğer yerlerini sular?
Bütün bunlar neden bu şekilde (bir düzen içerisinde) cereyan eder de başka
şekilde devam etmez? Bunu Kur’an şöyle cevaplar: Tanrõ’nõn inâyeti tabiatta
işlemektedir ve amacõ da suyu bu şekilde ortaya çõkarmak ve yine özel bir biçim-
de dağõtõmõnõ sağlamaktõr. Suyu yaratan unsur Allah’õn rahmeti veya lütfudur.
Ancak yaşayan her canlõ varlõk için onu beslenme vasõtasõ haline getirmesi Onun
Rubûbiyyet’i veya inâyet sõfatõdõr.
“Size rahmetinden tattõrsõn, emriyle gemiler yüzsün, fazlõndan (nasibinizi) arayasõ-
nõz ve şükredesiniz diye (hayat ve bereket) müjdecileri olarak rüzgârlarõ göndermesi
de Allah'õn (varlõk ve kudretinin) delillerindendir” (er-Rûm 30/46).

Hayatta en çok ihtiyaç duyulan şeyler bolca tedarik edilmiştir. Buna benzer
biçimde, özel bir iklimde veya sadece muayyen bir şartta ihtiyaç duyulan şeyler de
o iklime veya şarta bağlõ olarak ihtiyaç duyulan iklimlerde veya şartlarda sõnõrlõ
biçimde karşõlanmõştõr. En başta ihtiyaç duyulan şey havadõr. Bir insan yiyeceksiz
ve susuz olarak bir süre daha hayatõnõ devam ettirebilse de havasõz kalamaz. Bu
sebeple hava her yerde, yaygõn biçimde bulunacak şekilde ihsan edilmiştir.
Bununla birlikte havanõn bulunmadõğõ herhangi bir köşeye rastlamak çok zordur.
Havadan sonra önem sõrasõna göre ikinci olarak ihtiyaç duyulan sudur. Su da
hava gibi en çok bulunan nesnedir. Dünyanõn her tarafõnda, yerkabuğunun
üstünde veya altõnda nehirler akmaya devam etmektedir. Buna ilaveten, tuzlu
okyanuslardan suyu çekip alarak onu havada tatlandõracak ve depolayacak ve
208 ! H.A. Ali (Çev. Aydõn Topaloğlu)

gerektiğinde yeryüzüne tekrar geri döndürecek atmosferik etmenlerde işbaşõnda-


dõr. Hava ve sudan hemen sonra yiyecek ihtiyacõ gelmektedir ve bu ihtiyacõ
karşõlayacak olan besinler de dünyanõn her tarafõna her canlõ türünün hayat
ihtiyacõnõ giderecek şekilde bolca yayõlmõş bulunmaktadõr.
Eğer bir kimse evrensel inâyetin işleyişini tefekkür edecek olsa, bu sistemin
hayatõ devam ettirmek ve onu bütün yönleriyle birlikte geliştirmek olduğunu açõk
bir şekilde anlayacaktõr. Güneş orada õşõk ve õsõ vermek, okyanuslardan düzenli
bir şekilde su çõkarmak (suyu buharlaştõrmak) için durmaktadõr. Rüzgarlar serin-
lik ve sõcaklõk sağlamak için eser; bazan da denizdeki su damlacõklarõnõ havaya
sürükleyerek bulut katmanlarõnõn arasõna sokar; sonra bu bulutlarõ tekrar suya
dönüştürerek yağmur şeklinde yeryüzüne döndürür. Yeryüzü ise büyüme ve
hayatõn devamõ için bir depo olarak kullanõlan bir ev gibi hizmet görür; bağrõna
ekilen tohumlara ve büyüyen bitkilere hayat sunar.
Kõsacasõ hayat düzeni aralõksõz bir şekilde böyle çalõşmaktadõr. Tabiattaki her
şey hünerlerini sergilemekte, bütün sebepler de etkilerini ortaya koymaktadõr. Bir
şeyin büyüme istidadõ gösterdiği anda bütün hayat mekanizmasõ da dikkatini ona
vermektedir. Güneşin olağanüstü hareketleri, mevsimlerin düzenli seyri, yeryü-
zünün imkânlarõ, elementlerin birbirleriyle ortaklaşa hareketleri, karõncanõn
yumurtasõnõ bõrakõşõ, bir çiftçinin torbasõndaki tohumlarõ ekişi bütün bunlarõn
kanõtõdõr.
“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katõndan (bir lütuf olmak üzere) size
boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardõr”. (el-Câsiye
45/13)

“Rubûbiyyet” ya da inâyetin işleyişine dair en dikkat çekici şey, Mevlânâ


Âzâd’a, göre onun metodik birliğidir, yani tek bir ilkenin bütün nesnelerdeki
işleyişini görmemizdir. Taş, hoş kokulu bir çiçekten farklõ gözükebilir ancak her
ikisi de varoluşunu ve sürekliliğini aynõ biçimlerde almaktadõr. Bir insan yavrusu
ile bir bitki dalõnõn farklõ kanunlara ait olduklarõ gözükse de her ikisinin büyüme
şekline baktõğõmõzda onlarõ birbirine bağlayan tek bir hayat ve büyüme düzeninin
varlõğõnõ göreceğiz. Bir taş parçasõ, bir çiçek tomurcuğu, bir insan yavrusu, veya
bir karõncanõn yumurtasõ, hepsi belirli doğum zamanõna-şartlarõna sahiptir. Hepsi
için yaşama şartlarõ, henüz doğduklarõnda hazõrlanmõştõr. Çocukluk, ergenlik,
gençlik, yetişkinlik ve olgunluk safhalarõ aynõ şekilde devam etmektedir. Hepsi
için büyüme ve yaşlanma, oluş ve yok oluş ortak bir durumdur:
“Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardõndan kuvvet veren ve sonra kuvvetin
ardõndan güçsüzlük ve ihtiyarlõk veren, Allah'tõr. O, dilediğini yaratõr. O, hakkõyla
bilendir, üstün kudret sahibidir (er-Rûm 30/54).
“Görmedin mi? Allah gökten bir su indirdi, onu yerdeki kaynaklara yerleştirdi, son-
ra onunla türlü türlü renklerde ekinler yetiştiriyor. Sonra onlar kurur da sapsarõ ol-
Rubûbiyyet ! 209

duklarõnõ görürsün. Sonra da onu kuru bir kõrõntõ yapar. Şüphesiz bunlarda akõl sa-
hipleri için bir öğüt vardõr” (ez-Zümer 39/21).

Yiyecek ihtiyacõnõn teminine bakõnõz! Hayvanlar içerisinde bazõlarõnõn yav-


rularõnõn sütle, diğerlerinin çeşitli yiyeceklerle beslendiğini görürüz. Kendileri için
tasarlanmõş olan birbirinden farklõ bu beslenme şekilleri üzerinde düşününüz!
Mesela insanõn durumunu ele alalõm. Doğduğu anda yapõsõna en uygun olarak
ihtiyaç duyduğu yiyecek insanõn en yakõnõnda bulunmaktadõr! Anne, sevgisinden
dolayõ henüz yeni doğmuş bebeğini kucağõna alõr, bağrõna basar ve tam orada
bebek ihtiyaç duyduğu besin deposunu bulur. Ve daha sonra onun uymak zorun-
da kalacağõ, gittikçe artan günlük besin ihtiyaçlarõna ve bu ihtiyaçlarõn karşõlan-
masõna bakõn! Başlangõçta bebeğin midesi çok hassas olduğu için nispeten sulu
süte ihtiyacõ bulunmaktadõr. Bunun için anne sütü, diğer canlõlar içerisinde bile,
bebek için başlanacak en ideal besindir. Bebek büyüdüğünde ve midesi gelişti-
ğinde (katõ yiyecekler yemeğe başladõğõnda), artõk bebeklik çağõ geride kalacaktõr
ve buna paralel bir biçimde artõk annesinin göğsü de kurumaktadõr. Bu çocuğun
artõk süte ihtiyaç duymadõğõnõ, diğer yiyecekleri alabilecek bir seviyeye geldiğini
gösteren ilâhî inâyetin işaretidir.
“Biz insana, ana-babasõna iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşõdõ ve
zahmetle doğurdu. Taşõnmasõ ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihâyet insan, güç-
lü çağõna erip kõrk yaşõna varõnca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin ni-
mete şükretmemi ve razõ olacağõn yararlõ iş yapmamõ temin et. Benim için de zürri-
yetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben Müslümanlar-
danõm” (el-Ahkaf 46/15)

Yine, inâyet ilkesinin annenin tabiatõna yerleştirdiği ve çocuğuna karşõ her


türlü zorluğa göğüs germesini temin eden sevgisini üzerinde de düşünün! Annede
en yüce duygularõn oluşmasõna ilham eden işte bu sevgidir. Çocuğu uğruna
annenin feda etmeyeceği hiçbir şey yoktur. Çocuk doğduğunda annenin şefkati
ve sevgisi en yüksek noktasõndadõr. Ancak çocuğun zamanla büyümesi neticesin-
de bu sevgi, daha küçük canlõlarda görüldüğü gibi tamamen kaybolmasa da,
aşamalõ olarak yoğunluğunu ve sõcaklõğõnõ kaybetmektedir. Bu neden böyle
olmaktadõr? Çocuk doğduğu anda annedeki bu büyük şefkat duygularõ neden
aniden yükselir ve bir yere kadar devam eder de, neden bir süre sonra tedricen
kaybolur?
Çünkü inâyet ilkesi böyle çalõşmaktadõr. İnâyet, çocuğun zayõf olduğu dö-
nemde başkalarõ tarafõndan beslenmesi gerektiğini ister. Bundan dolayõ, çocuğun
beslenmesiyle ilgili hareket ettirici bir güç olarak annedeki şefkat duygusu yer
edinmiştir. Annesinin yakõn korumasõna gerek duymadõğõ bir seviyeye çocuk
ulaştõğõnda, annedeki sevgi de aynõ şekilde sürüp gitmez.
Doğrusu, bu sevginin aynõ yoğunlukta sürüp gitmesi, anneyi gereksiz yere ge-
recek, çocuğun gelişimini de engelleyecektir. Çocuk ilk doğduğu bebeklik anõnda
210 ! H.A. Ali (Çev. Aydõn Topaloğlu)

hassas bakõma ihtiyaç duyar. Annenin sevgisinin bu dönemde yoğun olmasõ bu


nedenledir. Ancak çocuk yõllar içerisinde gelişip büyüdükçe, dõşarõdan ihtiyaç
duyduğu her türden yardõm da azalacaktõr. Yavrusu için bir annenin sevgisinin
daima canlõ kaldõğõndan şüphe yoktur. Bununla birlikte bu sevgi çocuk büyüdük-
çe azalacaktõr. Ancak bu sadece sosyal bir değerden ibaret olacaktõr. Çünkü
bebeklik dönemindeki annenin içgüdüsel itinasõ artõk devam etmeyecektir.
Bununla birlikte canlõlar arasõnda özellikle küçük canlõlar açõsõndan bazõ
yavrularõn bakõmõnda farklõlõklar bulunmaktadõr. Bu farklõlõklar özellikle daha
küçük canlõlar âleminde görülmektedir. Mesela, yumurtadan çõkan bir yavrunun
beslenmesi annesinden doğan ve süt emmek zorunda olan bir yavrunun beslen-
mesinden farklõdõr. İlk günden itibaren normal ya da sõradan bir şekilde yaşama
eğiliminde bulunan bir yavru için yaşamanõn nasõl olacağõnõ gösteren birileri
tedarik edilmiştir. Tavuk yavrusu yumurtadan çõktõğõ andan itibaren yemini
bulmak zorundadõr. Ve annesi de bu yemi nasõl bulacağõnõ kendisine öğretmekte-
dir. Bazan, anne yavrusu için yemi kendisi bulduktan sonra onu kursağõnda
eritip, bilâhare onu ağzõnõ açarak bekleyen yavrusunun ağzõna boşaltmaktadõr.
Enfüsî Yön: İnâyetin dõş dünyaya ait olan boyutundan ziyade iç dünyaya da-
ir yönü daha da ilginçtir. Varlõklarõn sadece maddî yönlerinde değil, enfüsî
yönlerinde de inâyet söz konusudur. Hayatõn görülebilen maddî boyutlarõndaki
tedarik her ne olursa olsun, eğer her canlõ bu tedariki doğru bir şekilde kullanabi-
lecek dahili bir yetenekle mükafatlandõrõlmamõşsa bunun bir değeri bulunmaya-
caktõr. Her iki boyut da öylesine tasarlanmõştõr ki enfüsi yetenekler hayatõn dõş
dünyaya yönelik maddî ihsanlarõyla birlikte uyumlu çalõşabilecek, büyümesine ve
gelişmesine yardõm edebilecek bir yetenekte bahşedilmiştir. Yaratõlõşta, hayat
(beslenme) vasõtalarõnõ reddeden herhangi bir nesne bulunmamaktadõr.
Bu konuyla ilgili olarak, Mevlânâ Âzâd, Kur’an’õn da defaatle dikkat çektiği
hayatõn bu iki etmenini gündeme getirmiştir. üzerinde durmuştur. Birincisi
İngilizce’ye kader olarak çevrilen “takdir” diğeri ise “hidâyet” ya da rehberliktir.
Takdirin anlamõ özel bir görevi nicelik veya nitelik açõsõndan olsun her şeye
hamletmektir. Bu nedenle biz her şeyi doğasõnda bulundurduğu hâricî ve enfüsi
yönleriyle birbirine irtibatlõ olarak görürüz. Birbirine irtibatlõ olan bu şeyler ve
diğer şartlar mükemmel bir uyum içerisinde çalõşmaktadõr:
“Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O bir çocuk edinmemiştir, mülkünde ortağõ
yoktur . Her şeyi yaratmõş, ona ölçü , biçim ve düzen vermiştir” (el-Furkan 25/2)

Burada şu soru ortaya çõkmaktadõr: Her nesne neden kendine en uygun şart-
larda büyür? Hârici ve enfüsî yönleriyle bütün nesneler neden çevrelerinin
karakterlerine uygundur? Veya bunun tam tersi olarak neden çevreler içerisinde
yaşayan nesneleriyle uygunluk taşõrlar? Çünkü hayat şartõ, yani İlâhî takdir
böyledir ve hikmet sahibi yaratõcõsõ bunu böyle takdir etmiştir: Takdir kanunu
Rubûbiyyet ! 211

sadece canlõ ve madensel dünyayla sõnõrlõ kalmamõştõr, ayrõca her şeyi idare
etmektedir. Hatta gezegenler âlemi de bu kanuna bağlõdõr.
“Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah'õn
takdiridir” (Yâsîn 36/38)

Canlõlar âlemi hayatõnõ devam ettirmek ve gelişimini sağlamak için ihtiyacõ


olan her şeyi çevresinde bulur. Uçan kuş, yüzen balõk, yürüyen dört ayaklõ hay-
vanlar, sürünen böcekler yaşadõğõ çevreye uygun olan veya böyle bir çevrenin
gerektirdiği vücuda sahiptir. Denizde yaşayan bir kara kuşu bulamazsõnõz, çünkü
deniz bir kara kuşunun ihtiyaçlarõnõ karşõlayacak konumda değildir. Balõk kuru
zeminlerde üreyemez; çünkü kuru zeminler onun hayatõna uygun değildir. Eğer
bir nesne doğduğu çevreden başka bir çevreye geçerse hayat kanunu, yani takdir
ile tenakuza düşecektir.
Her canlõ varlõğõ sona erse veya varolmaya devam etse de tedricî olarak yeni
muhitinin özelliklerine ve davranõş biçimine uyacak bir yapõ ve düzen geliştir-
mektedir. Çünkü her tür belirli bir çevreye uygun olabilecek bir biçimde şekil-
lenmiştir. Soğuk bir iklimde büyüyen bir nesne sadece o iklime uyacak bir biçim-
dedir. Bu kural sõcak iklimlerde yaşayan nesneler için de geçerlidir. Kuzey kut-
bunda hayatõnõ sürdüren ayõ, ekvator da görülmeyecektir. Sõcak kuşağõn hayvan-
larõ kutuplarda bulunmayacaktõr. Bütün bunlar tabiattaki dağõlõm yasasõnõn, bir
tertibin, yani takdir-i ilâhînin eseridir. Şimdi ikilinin diğerine, hidâyet konusuna
geçebiliriz.
Hidâyet: ‘Hidâyet’ yol göstermek veya bir yola doğru yöneltmek anlamlarõna
gelir. Detaylõ olarak dile getirilebilecek pek çok çeşidi bulunmaktadõr. Burada
sadece hidâyetin ilk biçimine yani yaratmanõn bütün nesneleri için (mahlukât)
kendisini doyuracak olan uygun beslenme yollarõnõn sağlanmõş olmasõna dikkat
çekilecektir. Bu hidâyet veya tabiatõn yönlendirmesi gerçekte ilâhî inâyetin
hidâyetidir. İnâyette mündemiç olan böyle bir hidâyet olmasaydõ, yaratõlõşõn
hiçbir nesnesi çevresinde tedarik edilen yaşama ve büyüme vasõtalarõndan istifa-
de edemeyecekti. Ve böylece hayat kendi fonksiyonunu sürdüremeyecekti.
Bu sevk edici güç, Kur’an’a göre, tabiatõn içgüdüsel dürtüsünden veya duyu
idrakinde varolan yetenekten başka bir şey değildir. Bir nesneyi hayat vasõtalarõ-
na çeken şey bu enfüsî güçtür. Bir insanõn veya hayvanõn yavrusu doğduğu andan
itibaren içgüdüsel olarak ihtiyacõ olan şeyin anne göğsünde olduğunu bilir ve
derhal kendisini oraya doğru yönlendirir. Annenin göğsüne dokunduğu anda
doğrudan emme süreci başlar. Bir kedi yavrusunun dahi doğduğu andan itibaren
hatta daha gözlerini açmadan dahi annesinin kendisini yaladõğõ bir anda süt
emmeye yöneldiğini görürüz. Hayata yeni adõm atan bebek doğar doğmaz daha
dõş dünyadan etkilenmeden annesinin göğüslerinin beslenme kaynağõ olduğunu
212 ! H.A. Ali (Çev. Aydõn Topaloğlu)

içgüdüsel olarak bilir ve hemen ağzõnõ oraya doğru uzatõr. Kendi duyu organlarõn-
dan önce yavruyu beslenmesine sevk eden şey sahip olduğu içgüdüsüdür.
Şâyet evinizde bir kediniz varsa onun gebe kaldõğõnda neler yaptõğõnõ fark
edeceksiniz. Bunun onun ilk deneyimi olduğunu düşününüz. Yaklaşan doğum
anõnõ hissettiğinde öncelikle yavrularõnõn kalabileceği güvenli bir yer aramaya
koyulacaktõr. En doğru yer için evin her bir noktasõnõ, bütün kuytu köşelerini
araştõrõr. Uygun bir yerde doğurduğunda dahi yavrularõ üzerine titrer ve güvenlik-
leri açõsõndan yerlerini devamlõ surette değiştirir. Kediye bunu yaptõran, doğacak
yavrularõnõn güvenliğini düşündüren ve dahasõ onlarõn güvenliğe ihtiyaçlarõ
olduğunu hissettiren şey nedir? Ona yavrularõnõn doğduğu anõ bildiren, düşman-
larõnõ öğreten, an be an onlarõn güvenlik için dolaştõran şey nedir? Açõkçasõ bu
İlâhî Rubûbiyyet (inâyet) tarafõndan kedinin tabiatõna yerleştirilmiş hidâyet
içgüdüsüdür. Bu içgüdü yaşamasõnõ ve hayatta kalmasõnõ sağlamak için bütün
canlõlarda bulunmaktadõr.
Hidâyetin ikinci aşamasõ duyumlar ve düşünme melekesidir. Daha aşağõ de-
recedeki hayvanlar düşünme ve anlama yeteneğine sahip olmasa da hayatlarõnõ
devam ettirecek derecede ihtiyaç duyduklarõ barõnma, beslenme, üreme ve
güvenlik gibi şeyler için duyu organlarõnõn gücüne sahiptir. Tabi ki bu güç (içgü-
dü) hepsinde aynõ derecede değildir. Bununla birlikte hepsine ihtiyaç duyduklarõ
oranda verilmiştir. Karõncada yiyeceğini bulup yuvasõna getirmesi için çok şiddet-
li bir koku alma yeteneği vardõr. Kartalõn veya akbabanõn görüşü çok iyidir; aksi
takdirde avõnõ bulamaz ve yükseklerde hedefine odaklanamaz. Bu hayvanlardaki
içgüdünün ilk günlerinden itibaren veya sonradan ihtiyaçlarõ neticesinde elde
edilmiş şeyler olduğunu tartõşmanõn bir anlamõ yoktur. Bu gücün onlarda doğanõn
bir hediyesi olduğunu bilmek yeterlidir.
Kur’an’a göre, açõkça görüldüğü gibi, Tanrõ’nõn Rubûbiyyeti, yaratõlmõş olan
her nesne için kapsamlõ bir tedârik planõnda kendini açõğa çõkarõr: Her nesnenin
yapõsõna uygun bir orantõ ve dağõtõm (tesviye), herkese uygun bir kader veya
karakter (takdir) ve hayatda serbestçe hareket etmesini sağlayacak olan hâricî ve
enfüsî yönlendirme duyusu (hidâyet). Gerçekte, Kur’an bu ihsanlarõn her birini
zikretmek için özel bir dikkat göstermektedir. Şöyle buyurmaktadõr:
“Yüce Rabbinin adõnõ, yaratõp düzene koyan, takdir edip yol gösteren, (topraktan)
yeşil otu çõkaran, sonra da onu kapkara bir sel artõğõna çeviren yüce Rabbinin adõnõ
tesbih (ve takdis) et”. (el-A’lâ 87/1-3)

Temel Amaç: Kur’an’õn, kâinatta cereyan eden hayatõn doğasõna işâret ede-
rek Allah’õn Rubûbiyyet ameliyesini anlattõğõ durum budur. Bu anlatõmõn özel bir
amacõ vardõr: Bir yandan bütün bunlar Allah’õn birliğinin delili olarak ortaya
konur. Diğer yandan da bu olan bitenler insanõ düşündürmeye sevk eder: Kâinat-
Rubûbiyyet ! 213

taki her şey, tek bir hayat ilkesi altõnda, birbirine irtibatlõ biçimde ve özel bir
amaca uygun olarak düzenlenmiştir. Hiçbir şey boşuna yaratõlmamõştõr:
“İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onlarõ ancak bilenler düşünüp
anlayabilir” (el-Ankebût 29/43),
“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanlarõ üzerine yatarken (her vakit) Allah'õ
anarlar, göklerin ve yerin yaratõlõşõ hakkõnda derin derin düşünürler (ve şöyle der-
ler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadõn...” (Âl-i İmrân 3/191).

Yaratõlõşõn bu gâi (amaçlõ) yönünü Mevlânâ Âzâd, tahlîk bi’l-Hakk olarak ya


da önemli bir amaç için yaratma olarak tanõmlamõştõr. Bi’l-hak terimi Kur’an’õn
değişik yerlerinde geçmekte olup hiçbir şeyin sebepsiz ve değersiz olmadõğõnõ
vurgulamak için kullanõlmõştõr. Ayrõca var olan her şeyin varlõğõnõ sürdürmesi için
ihtiyaç duyduğu şeyleri tabiatta bulabileceğini vurgular:
“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kul-
larõnõn küfrüne razõ olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder. Hiçbir gü-
nahkâr diğerinin günahõnõ çekmez. Nihâyet hepinizin dönüp gidişi, Rabbinizedir.
Yaptõklarõnõzõ O size haber verir. Çünkü O, kalplerde olan her şeyi hakkõyla bilen-
dir” (ez-Zümer 39/7),
“Güneşi õşõklõ, ayõ da parlak kõlan, yõllarõn sayõsõnõ ve hesabõ bilmeniz için ona (aya)
birtakõm menziller takdir eden O'dur. Allah bunlarõ, ancak bir gerçeğe (ve hikmete)
binaen yaratmõştõr. O, bilen bir kavme âyetlerini açõklamaktadõr” (Yûnus 10/5).

Yine Kur’an’da bi’l-Hak sözcüğü tabiatõn güzelliğini ifade etmek, ya da her


şeyin bir güzellik ya da mükemmellik nesnesi olmasõnõ arzulayan kâinattaki
mevcut bir güzellik ya da uyum (harmony) yasasõnõn bulunduğunu ileri sürmek
için kullanõlmõştõr:
“Gökleri ve yeri olmasõ gerektiği gibi yarattõ. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de gü-
zel yaptõ. Dönüş ancak O’nadõr” (et-Tegâbün 64/3).

Aynõ şekilde Kur’an, tahlîk bil-Hak ibaresinin zõmnõndaki sebeplilik ilkesin-


den de söz etmektedir. Bu dünyadaki her şey hayatta kendi rolüne uygun bir
yeteneğe ve bunun neticesinde elde ettiği sonuçlara sahiptir. Bu yetenek (veya
özelliklerle) kendilerinden çõkan sonuçlar sabittir. Böyle olmasaydõ hareketleri-
mizin iyi ya da kötü özelliklerine uygun sonuçlarõ nasõl tahmin edebilirdik. Her
şeyde iyi ile kötüyü ayõran tabiat yasasõ insan davranõşlarõnda geçerli olmayõp,
başarõsõz mõ olacaktõr?
“Bu (Kur’an), insanlar için basiret nurlarõ, kesin olarak inanan bir toplum için Hidâ-
yet ve rahmettir. Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlõklarõnda kendilerini,
inanõp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağõmõzõ sandõlar? Ne kötü hüküm
veriyorlar!” (el-Câsiye 45/20-21).

‘Âhiret’ hayatõ ya da ölümden sonraki hayat da ‘tahlîk bi’l-Hakk’õn tabiî bir


sonucudur. Âlemdeki her şey belirli bir amaç için hareket eder ve belirli bir
hedefe doğru ilerler. İnsan hayatõnõn da belirli bir amacõ ve ulaşmasõ gereken bir
214 ! H.A. Ali (Çev. Aydõn Topaloğlu)

hedefi vardõr. Hedef de âhiret hayatõdõr. Aksi takdirde insanõn sadece kõsa bir
süre yaşamasõ için yaratõldõğõnõ ve daha sonra yok olup gideceğini düşünmek
makul değildir:
“Onlar, dünya hayatõnõn görünen yüzünü bilirler. Âhiret’ten ise, onlar tamamen ga-
fildirler. (er-Rûm 30/7)
“Kendi kendilerine, Allah'õn, gökleri, yeri ve ikisinin arasõnda bulunanlarõ ancak hak
olarak ve muayyen bir süre için yarattõğõnõ hiç düşünmediler mi? İnsanlarõn birçoğu,
Rablerine kavuşmayõ gerçekten inkar, etmektedirler.” (er-Rûm 30/8)

Allah’õn Birliğinin İspatõ: Kur’an’õn, Rubûbiyyet’in fonksiyonu başta olmak


üzere önde gelen ilkelerini desteklemek amacõyla ilâhî sõfatlarõn sergilenmesine
dikkat çekmesini burada ifade etmek gerekir. Tanrõ’nõn birliği konusunda, mese-
la, kâinatõn işleyişi, her şeyi düzenleyişi, bu sebeple içerisindeki her şeyin hayata
katkõsõnõn bulunmasõ, büyümesi ve her bir durum için faydalõ olmasõ, içgüdüsel
olarak insanda bütün evreni ve hayatõ var eden, onu koruyan ve bu açõdan belirli
niteliklere sahip olmasõ gereken bunun yanõnda mükemmel ve hatasõz olan
varlõktaki bu işleyişin onsuz asla gerçekleşemeyeceği inancõnõ oluşturur. Kur’an
şöyle sorar: İnsanõn içgüdüsü kendisini, bütün bu âlemin kendi başõna var oldu-
ğunu, bir amacõ veya hedefi bulunmadõğõnõ inanmaya sevk edebilir mi? Böyle bir
varlõk makinesinin şu an olduğu gibi herhangi bir tasarõmcõsõnõn olmamasõ müm-
kün müdür? Bütün bu hayat düzeni, varlõğõnõ sadece, cansõz bir madde ve duygu-
suz bir elektron olan, kör ve sağõr, iradesiz ve akõlsõz bir tabiata mõ borçludur?
Eğer durum yukarõdaki gibi olsaydõ, inâyetin fonksiyonu her yerde işleyecek,
ancak arkasõnda bir fâil bulunmayacaktõ. Her yerde bir düzen olacak ama bir
düzen sağlayõcõ (tasarõmcõ) bulunmayacaktõ. Sevgi (rahmet) veren olacak ancak
bu sevginin kaynağõ bulunmayacaktõ. Kõsacasõ, her şey var olacak ama bütün
bunlar hiçbir şey olmadan gerçekleşecekti Halbuki insan doğasõ için failsiz bir
eylemin olabileceğine, düzenleyici olmadan bir düzene, herhangi bir şey olmaksõ-
zõn bir plana inanmak çok zordur. İnsanõn içgüdüsü böyle bir şeyin olamayacağõnõ
haykõracaktõr. Doğasõ öyle şekilde oluşturulmuştur ki böyle bir şeyin asla vuku
bulamayacağõnõ, aksine bir yaratõcõnõn sayesinde olacağõnõ kabul edecektir.
İnançsõzlõk şüphesine geçit yoktur.
Kur’an’a göre kâinatõn işleyişini tefekkür eden ve buna rağmen her şeyi ku-
şatõcõ inâyetin varlõğõnõ inkar etmek insanõn tabiatõna aykõrõdõr. İnsan cehalet ve
kibirden dolayõ her şeyi inkar edebilir. Ancak kendisine karşõ çõkamaz. Çevresine
baktõğõ zaman ilâhî inâyetin her yerde bulunduğunu görecektir. O kişinin tabiatõ
gördüğü şeylerin Tanrõ’nõn inâyeti olmadan varolamayacağõnõ ilan edecektir.
Kur’an’õn takdim tarzõ önermeler ileri sürmek, entelektüel ifadeler kullan-
mak ve iddiasõnõ tartõşmalar üzerine kurmak değildir. Diğer yandan muhatabõ ise
insanõn tabii içgüdüleri ve yetenekleridir. Tanrõ kavramõnõn insanõn fõtratõnda
Rubûbiyyet ! 215

bulunduğuna işaret eder. Eğer bir insan buna kayõtsõz kalõrsa bu kayõtsõzlõğa karşõ
uyarõlmasõ gerekir. Fakat buna karşõlõk uygulanacak yöntem bütünüyle entelek-
tüel olmayacaktõr. Öncelikle insanõn gönlüne hitap edilmeli ve şuuru uyandõrõl-
malõdõr. Böyle yapõldõğõnda inanmak için onun herhangi bir argümana ihtiyacõ
bulunmayacaktõr. İnanç bu durumda ona tabii gelecektir. Bu yüzden Kur’an
insanõn kendi tabiatõnõ yine kendisine karşõ bir düşman olarak şöyle ifade etmiş-
tir:
“Artõk insan, kendi kendinin şahididir. İsterse özürlerini sayõp döksün” (el-Kõyâme
75/14-15).

Yine Kur’an doğrudan insan doğasõnõn kendisine hitap ederek, kalbinin de-
rinliklerinden şu sorulara cevap vermesini bekler:
“(Resûlüm!) De ki: Size gökten ve yerden kim rõzk veriyor? Ya da kulaklara ve göz-
lere kim mâlik (ve hakim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çõkarõyor, diriden ölüyü
kim çõkarõyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyle ise
(Ona âsi olmaktan) sakõnmõyor musunuz?” (Yûnus 10/31)
“İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tõr. Artõk haktan (ayrõldõktan) sonra sapõk-
lõktan başka ne kalõr? O halde nasõl (sapõklõğa) döndürülüyorsunuz?” (Yûnus 10/32)
“(Resûlüm!) De ki: Hamd olsun Allah'a, selam olsun seçkin kõldõğõ kullarõna. Allah
mõ daha hayõrlõ, yoksa O'na koştuklarõ ortaklar mõ?” (en-Neml 27/59)
“(Onlar mõ hayõrlõ) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla,
bir ağacõnõ bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'-
tan başka bir tanrõ mõ var! Doğrusu onlar sapõklõkta devam eden bir güruhtur”. (en-
Neml 27/60)
“(Onlar mõ hayõrlõ) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kõlan, aralarõndan (yer altõn-
dan ve üstünden) nehirler akõtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasõna en-
gel koyan mõ? Allah'tan başka bir tanrõ mõ var! Doğrusu onlarõn çoğu (hakikatleri)
bilmiyorlar” (en-Neml 27/61)
“(Onlar mõ hayõrlõ) yoksa darda kalana kendine yalvardõğõ zaman karşõlõk veren ve
(başõndaki) sõkõntõyõ gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kõlan mõ? Allah'tan başka
bir tanrõ mõ var! Ne kadar da kõt düşünüyorsunuz!”. (en-Neml 27/62)
“(Onlar mõ hayõrlõ) yoksa karanõn ve denizin karanlõklarõ içinde size yolu bulduran,
rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârlarõ müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan
başka bir tanrõ mõ var! Allah, onlarõn koştuklarõ ortaklardan çok yücedir, münezzeh-
tir”. (en-Neml 27/63)
“(Onlar mõ hayõrlõ) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayõ tekrar eden ve sizi hem
gökten hem yerden rõzõklandõran mõ? Allah'tan başka bir tanrõ mõ var! De ki: Eğer
doğru söylüyorsanõz siz kesin delilinizi getirin!” (en-Neml 27/64).

Burada sorulan her biri soru kendi içerisinde bir iddiadõr. Her biri için de bi-
rer cevap bulunmaktadõr. Bu durumu hesaba katmasõ için insan doğasõ da evren-
sel ve kabul edilmiş bir etmendir. Tanrõ’nõn vahdaniyetini ve inâyet sisteminin
216 ! H.A. Ali (Çev. Aydõn Topaloğlu)

değişik boyutlarõnõ vurgulamak için âlemdeki her nesne için tedarik edilen hayat
amaçlarõna Kur’an da sayõsõz referanslar yapõlmõştõr.
“İnsan, yediğine bir baksõn! Yağmurlar yağdõrdõk; sonra toprağõ göz göz yardõk; bu
suretle orada ekinler bitirdik; üzümler, yoncalar, zeytinlikler, hurmalõklar, iri ve sõk
ağaçlõ bahçeler, meyveler ve çayõrlar bitirdik. (Bütün bunlar) sizi ve hayvanlarõnõzõ
yararlandõrmak içindir.” (Abese 80/24-32)

“İnsanoğlu baksõn” ifadesi üzerinde düşününüz! Mamafih kayõtsõz insan za-


manla reşit hale gelebilir ve fakat hayatõn gerçekleriyle yüzleşmekten kaçabilir.
Ancak bu gerçekler kendi evrensellikleri ve boyutlarõ içerisinde daima onun
önüne çõkacaktõr. Birisi dünyadaki her şeye karşõ gözlerini kapayabilir. Fakat o
kendi hayat vasõtalarõna gözlerini kapayamaz. Mesela, önüne koyduğu yiyeceğe
bir baksõn! Sözgelimi buğday tanesine! Onu avucunun içine koysun ve o buğday
tanesinin o ana kadar geçirdiği aşamalarõ iyice düşünsün. Bu önemsiz bir buğday
tanesinin kendi başõna varolmasõ mümkün mü? Bütün hayat onun özel bir şekil-
de büyümesine borçlu değil mi? Böylesine organize olmuş hayat işlemeye başladõ-
ğõnda bu işleyişi idare eden bir yönetmenin –düzenleyicinin- olmadõğõ nasõl
söylenebilir? Nahl sûresinde bu arguman farklõ bir biçimde şöyle dile getirilmek-
tedir:
“Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardõr” (en-Nahl 16/66)
“Zira size, onlarõn karõnlarõndaki fõşkõ ile kan arasõndan (gelen), içenlerin boğazõn-
dan kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz. Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem
içki hem de güzel gõdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklõnõ kullanan kimseler için
büyük bir ibret vardõr” (en-Nahl 16/67)
“Rabbin bal arõsõna: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve insanlarõn yaptõklarõ çardaklardan
kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana
kolaylaştõrdõğõ yaylõm yollarõna gir’, diye ilham etti (en-Nahl 16/68)
Onlarõn karõnlarõndan renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çõkar ki, onda insanlar için şifa
vardõr. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardõr” (en-Nahl
16/69)

Her ne kadar Kur’an yaratõlõş âlemini bir Yaratõcõnõn varlõğõ için delil olarak
sunsa, hayat düzenine ve hayatõn evrende gelişmesine işaret etse de bununla
sadece yönetici bir aklõn varlõğõnõ kanõtlamayõ değil, ayrõca bu düzenin hatasõz ve
mükemmel olduğunu, dolayõsõyla bir Hakîm (akõl) tarafõndan düzenlendiğini
göstermeye çalõşmõştõr.
Başka biri bunu daha güzel bir biçimde açõklayabilir. Bu dünyadaki her şeyin
beslenmeye ihtiyacõ bulunduğunu ve o şeylerin de tedarik edildiğini biliyoruz.
Dolayõsõyla bunlarõ yapacak birinin olmasõ gerekir. Peki kim olabilir? Beslenmeye
muhtaç insanõn bizzat kendisi olamaz. Bu ispat metodunun yer aldõğõ aşağõdaki
âyetleri okuyun:
“Şimdi bana, ektiğinizi haber verin” (el-Vâkõa 56/63),
Rubûbiyyet ! 217

“Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?” (el-Vâkõa 56/64)


“Dileseydik onu kuru bir çöp yapardõk da şaşar kalõrdõnõz” (el-Vâkõa 56/65)
“Doğrusu borç altõna girdik” (el-Vâkõa 56/66)
“Daha doğrusu, biz yoksul kaldõk" (derdiniz) (el-Vâkõa 56/67)
“Ya içtiğiniz suya ne dersiniz?” (el-Vâkõa 56/68)
“Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?( el-Vâkõa 56/69)
“Dileseydik onu tuzlu yapardõk. Şükretmeniz gerekmez mi?” (el-Vâkõa 56/70)
“Söyleyin şimdi bana, tutuşturmakta olduğunuz ateşi” (el-Vâkõa 56/71)
“Onun ağacõnõ siz mi yarattõnõz, yoksa yaratan biz miyiz? (el-Vâkõa 56/72)
“Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlerin istifadesi için yarattõk” (el-Vâkõa 56/73).

Âhiretin Varlõğõnõn İspatõ:


Tahlîk bi’l-Hak terimi ayrõca ‘âhiret’ ya da ‘ölümden sonraki hayata’ olan
ihtiyacõ da tartõşmaktadõr. Çünkü âhiret, yeryüzündeki hayatõn kendisine doğru
ilerlediği hedef, varõş noktasõdõr. Dolayõsõyla insanõn dünyada sadece birkaç
dakika yaşayõp daha sonra tamamen yok olacağõnõ sanmak, düşünülebilecek bir
şey değildir. İnsanoğlu gibi dünya üzerinde en güzel şekilde tasarlanan ve gelişimi
çok titiz bir şekilde sağlanan bir nesnenin varlõğõnõn anlamõ ve amacõ olmalõdõr.
Böyle bir varlõk dünyada biraz dolaşmak ve daha sonra sonsuza değin yok olmak
için yaratõlmamõştõr. Her şeyi özel bir sebeple yaratan kâinatõn yaratõcõsõ, yaratmõş
olduğu en değerli varlõğõ, yani insanõ, değersiz bir nesne gibi başõboş bõrakmaya-
caktõr:
“Sizi sadece boş yere yarattõğõmõzõ ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeye-
ceğinizi mi sandõnõz?” (el-Mü’minûn 23/117)
“Kendi kendilerine, Allah'õn, gökleri, yeri ve ikisinin arasõnda bulunanlarõ ancak hak
olarak ve muayyen bir süre için yarattõğõnõ hiç düşünmediler mi? İnsanlarõn birçoğu,
Rablerine kavuşmayõ gerçekten inkâr, etmektedirler” (er-Rûm 30/7)

Buraya kadar konu Kur’an’õn anlaşõlõr metoduyla ortaya konmaya çalõşõldõ.


Bununla birlikte, bilim dilinde, birisi insanõn yaratõcõ evrimin neticesinde ortaya
çõkan en son ve en soylu halka olduğunu ileri sürebilir. Mevlânâ Âzâd’a göre eğer
biz geriye bakarsak, yaratõlõştaki hayatõn ilk dürtülerine geri gittiğimizde, yeryü-
zündeki hayatõn insanõn kemalini amaçlayan ve ölçülemeyecek derecede genişliği
olan bir gelişim süreci olduğunu göreceğiz. Diğer bir deyişle, tabiat, akõşõndan
itibaren en soylu parçasõnõn, yani insanõn, şekillenmesi için milyonlarca yõlõnõ
harcadõ. Yeryüzünün güneşten koptuğu günden itibaren geçen süreyi, soğumasõ,
sõcaklõğõnõn yaşanabilir bir dereceye düşmesi ve insan hayatõ için müsait olmasõna
kadar geçen uzun süreyi bir an için göz önünde bulunduralõm! Kim bilir ilk canlõ
hücrenin, protoplazmanõn ortaya çõkmasõ için ne kadar süre geçti; bir insan
vücudunu şekillendirmesi ne kadarõnõ aldõ; aşağõ bir düzeyden yüksek bir seviyeye
218 ! H.A. Ali (Çev. Aydõn Topaloğlu)

doğru ne kadar sürede çõktõ; ve bugünkü şeklini ne kadar sürede aldõ? Ve kim
bilir insanoğlunun kültürel arenada yerini almasõndan önce gerekli aklî düzeyinin
oluşumu için ne kadar süre geçti? Eğer yeryüzünün şekillenmesinden itibaren
tasarlanan bütün şeylerin insanõn uzun hayatõ ve gelişimini sağlamak için oldu-
ğunu ileri sürersek yanõlmõş olmayõz.
Burada şu soru gündeme geliyor: Tabiatõn son derece dikkatli bir şekilde iş-
lediği bir nesne (insan) yeryüzünde sadece kõsa bir süreliğine yemek ve içmek için
mi bulunur ve daha sonra sonsuza değin ortadan nasõl kaybolur? Benzer bir soru
daha karşõmõza çõkõyor: Eğer insan hayatõ daha iyi bir forma kavuşmak için daimî
olarak bir değişiklik dizgisinden geçmişse, aynõ sürecin gelecekte devam etmesini
neden beklemeyelim? Eğer geçmişteki insan hayatõnõn daha iyiye ulaşmak için
ardõ ardõna değişiklik sürecinden geçtiği söyleniyor ve buna şaşõrmõyorsak, şu
andaki hayatõn daha iyi bir hayat için sona ereceği söylendiğinde neden kuşkula-
nõyoruz?
“İnsan, kendisinin başõboş bõrakõlacağõnõ mõ sanõr! O, (döl yatağõna) akõtõlan meninin
içinden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra bu, alaka (aşõlanmõş yumurta) olmuş,
derken Allah onu (insan biçiminde) yaratõp şekillendirmişti” (el-Kõyâme 75/36-38)
“Ki, siz elbette halden hale geçeceksiniz” (el-İnşikâk 84/19).

Vahyin İspatõ:
Aynõ şekilde Kur’an, Rubûbiyyet yahut ilâhî inâyet düzeninden hareketle in-
san hayatõnda etkin olan iyilik ve kötülük prensibine ve ilâhî vahiy kanõtõna
dikkatleri çeker. Mevlânâ Âzâd, fizikî büyüme ve gelişme için ihtiyaçlarõmõzõ
karşõlayan âlemlerin rabbinin Rabbu’l-âlemîn rûhî sağlõğõmõzõ atlamasõnõn veya
insanõn rûhî ihtiyaçlarõnõn tâbi olmayacağõ bir hayat sistemini düzenlemeyeceğini
sanmanõn imkânsõz olacağõnõ belirtmektedir:
“Kitap, azîz ve hakîm olan Allah tarafõndan indirilmiştir” (el-Câsiye 45/1).

Ayrõca Kur’an vahiy gerçekliğinden şüphe edenlerin varlõğõndan da kesinlik-


le haberdardõr:
“(Yahudiler) Allah'õ gereği gibi tanõmadõlar. Çünkü "Allah hiçbir beşere bir şey in-
dirmedi" dediler. De ki: Öyle ise Musa'nõn insanlara bir nûr ve Hidâyet olarak getir-
diği Kitab'õ kim indirdi? Siz onu kâğõtlara yazõp (istediğinizi) açõklõyor, çoğunu da
gizliyorsunuz. Sizin de atalarõnõzõn da bilemediği şeyler (Kur’an'da) size öğretilmiş-
tir. (Resûlüm) sen "Allah" de, sonra onlarõ bõrak, daldõklarõ bataklõkta oynaya dur-
sunlar!” (el-En’âm 6/91)

Yukarõdaki âyette de ifade edildiği gibi, Kur’an maddî dünyamõzdan benzer-


likler kurarak, fizikî ihtiyaçlarõ sistemli bir biçimde (Allah tarafõndan) karşõlanan
insanõn, rûhî ihtiyaçlarõnõn da aynõ şekilde, Allah tarafõndan karşõlanmõş olduğu-
nu anlatõr.
Rubûbiyyet ! 219

Kaynakça:
Ahmad, Anis, "The Miracle Called Qur'an at the Mercy of Charlatans," Al-Ittihad,
Vol. 15/2, 1978, pp. 45-62.
Ahmad, Rashid, "Qur'anic Exegesis and Classical Tafsir", Islamic Quarterly, Vol.
12/1-2, 1968, pp. 71-119.
Izutsu, Toshihiko, God and Man in the Koran, Tokyo, Keio Institute of Linguistic
Studies Keio University, 1964.
Makino, Shinya, "Creation and Termination. A Semitic Study of the Structure of the
Qur'anic World-View", Studies in Humanities and Social Relations, Vol. XII, Tok-
yo, 1970.
Pickthall, M.M., The Meaning of the Glorious Koran, New York, New American
Library, 1983
Rahman, A.M.N. Wahidur, "Abu Al-Kalam Âzâd's Approach to the Qur'an”, Journal
of the Asiatic Society of Bangladesh, Vol. XXXI, June 1986, pp. 30-32.
Ringgren, Helmer, "The Conception of Faith in the Qur'an”, Oriens, Vol. IV, 1951, p.
11.

You might also like