Professional Documents
Culture Documents
Rubûbiyyet∗
H. A. Ali
Çev. Dr. Aydõn TOPALOĞLU∗∗
Rubûbiyyet terimi Sâmi dillerinde, çeşitli kelimelerin ortak kökü olan ‘Rab’
kelimesinden türemiştir. İbranice, Süryanice ve Arapça’da ‘Rab’ kelimesi besleyip
büyüten ya da yiyecek ihtiyaçlarõnõ karşõlayan anlamlarõna gelmektedir. Beslenme
ihtiyacõ insan hayatõnõn temel ihtiyaçlarõndan olduğu için, erken dönem Semitik
anlayõşta, ”Rab” terimine besleyip büyüten anlamõ verilmesi, Tanrõ’ya götüren bir
yaklaşõm, hatta ilk yol olarak tasavvur edilebilir. Rab kelimesi ayrõca öğretmen,
melik, hükümdar ve Tanrõ anlamlarõna gelmektedir. Önde gelen bazõ dilbilimci-
lere göre ise çok çeşitli çağrõşõmlara sahip olan Rubûbiyyet terimi, Kur’anî
çerçevede şu anlama gelmektedir:
“Bir şeyi, tabiatõnda var olan yetenek ve ihtiyaçlarõna uygun bir biçimde saf-
ha safha geliştirmek ve onu en mükemmel durumuna kavuşturmak.”
Rubûbiyyet böylece bir şeyin mümkün olabilecek yetkinliğine kavuşabilmesi
için adõm adõm, safha safha besleyip büyütme sürecidir. Ancak Kur’anî yaklaşõm-
da, Mevlânâ Âzâd’õn da işaret ettiği gibi, bu süreç daimî surette bir rahmetin
tesiriyle olmaktadõr. Mevlânâ Âzâd bir örnekle sözlerine şöylece açõklõk kazan-
dõrmaktadõr: Bir çocuk doğduğunda yaşamaya, beslenmeye ve sevk olunmaya
meyilli olan hareketli bir et parçasõndan ibarettir. Derken annesi tarafõndan
gösterilecek uzun bir şefkat, sevgi, koruma ve güler yüz süreci başlar. Bu süreç o
çocuğun sadece zihnen veya bedenen büyümesine kadar değil, yetişkin olmasõna
kadar devam eder. Bütün bu süreçte her safhanõn veya şartlarõn durumuna göre
değişiklik arz eden ve karşõlanmasõ gereken sayõsõz ihtiyaçlar ortaya çõkmaktadõr.
Tanrõ’nõn hikmeti sayesinde annenin zihnine Rubûbiyyet (besleyip büyüt-
me) özelliği aşõlanmõş ve böylece o anne çocuğunu ilk doğduğu andan itibaren
yetişkinlik safhasõna gelene kadar büyütmektedir. Çocuğun midesi herhangi bir
şeyi hazmedemediğinde ona sadece süt verilir. Daha katõ yiyecekleri kabul etti-
ğinde ona bu tür şeyler verilir. Ayaklarõ üstüne basamadõğõ süre zarfõnda, gittiği
∗
H. A. Ali, “Rubûbiyyat” (Divine Providence), md. Encyclopadia of the Holy Qur’an (nşr. N.K.
Singh, A.R. Agwan), Delhi 2000, IV, 1272-1283.
∗∗
Araştõrmacõ, TDV İslâm Araştõrmalarõ Merkezi (İSAM).
206 ! H.A. Ali (Çev. Aydõn Topaloğlu)
her yere annesi onu kucağõnda götürür. Ayakta durabilecek duruma geldiğinde
elleri ve parmaklarõnda tutarak, adõm adõm yürümesine yardõmcõ olur.
“Rubûbiyyet” böylece bir kişinin bütün aşamalarda ve her safhada ihtiyaçlarõnõn
karşõlandõğõ daimî bir süreçtir. Kur’an’õn Allah’õ “Rab” olarak takdim etmesi böylece
daha kolay anlaşõlmõş olacaktõr. “Rabbü’l-Âlemin”, Kur’an tarafõndan “Rab”lõk gö-
revi bulunmasõndan dolayõ Allah’a izafe edilen bir sõfattõr. -ya da belirli bir toplu-
mun veya sõnõfõn besleyeni olduğu için kendisine böyle bir sõfat verilmiştir-. Bununla
birlikte Allah bütün insanlõğõn ve âlemde varolan her şeyin “Rabb’idir”.
hurma bahçeleri ve üzüm bağlarõ meydana getirdik. Bunlarda sizin için birçok mey-
veler vardõr ve siz onlardan yersiniz” (el-Mü’minûn 23/18-19)
Yukarõdaki âyette de ifade edildiği gibi, Kur’an, hayatõn iyi yönlerinin öne-
mine, her canlõ nesne için hesaplandõğõ gibi, tabiatõn her şeyi belirli ölçülerde
tedarik ettiği, bütün bunlarõn da özel bir plan çerçevesinde vuku bulduğu gerçe-
ğine sõkça işaret eder:
“Her şeyin hazineleri yalnõz bizim yanõmõzdadõr. Biz onu ancak belli bir ölçüyle in-
diririz” (el-Hicr 15/21).
“Her dişinin neye gebe kalacağõnõ, rahimlerin neyi eksik, neyi ziyade edeceğini Al-
lah bilir. Onun katõnda her şey ölçü iledir”. (er-R’ad 13/8);
“Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattõk” (el-Kamer 54/49).
Hayatta en çok ihtiyaç duyulan şeyler bolca tedarik edilmiştir. Buna benzer
biçimde, özel bir iklimde veya sadece muayyen bir şartta ihtiyaç duyulan şeyler de
o iklime veya şarta bağlõ olarak ihtiyaç duyulan iklimlerde veya şartlarda sõnõrlõ
biçimde karşõlanmõştõr. En başta ihtiyaç duyulan şey havadõr. Bir insan yiyeceksiz
ve susuz olarak bir süre daha hayatõnõ devam ettirebilse de havasõz kalamaz. Bu
sebeple hava her yerde, yaygõn biçimde bulunacak şekilde ihsan edilmiştir.
Bununla birlikte havanõn bulunmadõğõ herhangi bir köşeye rastlamak çok zordur.
Havadan sonra önem sõrasõna göre ikinci olarak ihtiyaç duyulan sudur. Su da
hava gibi en çok bulunan nesnedir. Dünyanõn her tarafõnda, yerkabuğunun
üstünde veya altõnda nehirler akmaya devam etmektedir. Buna ilaveten, tuzlu
okyanuslardan suyu çekip alarak onu havada tatlandõracak ve depolayacak ve
208 ! H.A. Ali (Çev. Aydõn Topaloğlu)
duklarõnõ görürsün. Sonra da onu kuru bir kõrõntõ yapar. Şüphesiz bunlarda akõl sa-
hipleri için bir öğüt vardõr” (ez-Zümer 39/21).
Burada şu soru ortaya çõkmaktadõr: Her nesne neden kendine en uygun şart-
larda büyür? Hârici ve enfüsî yönleriyle bütün nesneler neden çevrelerinin
karakterlerine uygundur? Veya bunun tam tersi olarak neden çevreler içerisinde
yaşayan nesneleriyle uygunluk taşõrlar? Çünkü hayat şartõ, yani İlâhî takdir
böyledir ve hikmet sahibi yaratõcõsõ bunu böyle takdir etmiştir: Takdir kanunu
Rubûbiyyet ! 211
sadece canlõ ve madensel dünyayla sõnõrlõ kalmamõştõr, ayrõca her şeyi idare
etmektedir. Hatta gezegenler âlemi de bu kanuna bağlõdõr.
“Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah'õn
takdiridir” (Yâsîn 36/38)
içgüdüsel olarak bilir ve hemen ağzõnõ oraya doğru uzatõr. Kendi duyu organlarõn-
dan önce yavruyu beslenmesine sevk eden şey sahip olduğu içgüdüsüdür.
Şâyet evinizde bir kediniz varsa onun gebe kaldõğõnda neler yaptõğõnõ fark
edeceksiniz. Bunun onun ilk deneyimi olduğunu düşününüz. Yaklaşan doğum
anõnõ hissettiğinde öncelikle yavrularõnõn kalabileceği güvenli bir yer aramaya
koyulacaktõr. En doğru yer için evin her bir noktasõnõ, bütün kuytu köşelerini
araştõrõr. Uygun bir yerde doğurduğunda dahi yavrularõ üzerine titrer ve güvenlik-
leri açõsõndan yerlerini devamlõ surette değiştirir. Kediye bunu yaptõran, doğacak
yavrularõnõn güvenliğini düşündüren ve dahasõ onlarõn güvenliğe ihtiyaçlarõ
olduğunu hissettiren şey nedir? Ona yavrularõnõn doğduğu anõ bildiren, düşman-
larõnõ öğreten, an be an onlarõn güvenlik için dolaştõran şey nedir? Açõkçasõ bu
İlâhî Rubûbiyyet (inâyet) tarafõndan kedinin tabiatõna yerleştirilmiş hidâyet
içgüdüsüdür. Bu içgüdü yaşamasõnõ ve hayatta kalmasõnõ sağlamak için bütün
canlõlarda bulunmaktadõr.
Hidâyetin ikinci aşamasõ duyumlar ve düşünme melekesidir. Daha aşağõ de-
recedeki hayvanlar düşünme ve anlama yeteneğine sahip olmasa da hayatlarõnõ
devam ettirecek derecede ihtiyaç duyduklarõ barõnma, beslenme, üreme ve
güvenlik gibi şeyler için duyu organlarõnõn gücüne sahiptir. Tabi ki bu güç (içgü-
dü) hepsinde aynõ derecede değildir. Bununla birlikte hepsine ihtiyaç duyduklarõ
oranda verilmiştir. Karõncada yiyeceğini bulup yuvasõna getirmesi için çok şiddet-
li bir koku alma yeteneği vardõr. Kartalõn veya akbabanõn görüşü çok iyidir; aksi
takdirde avõnõ bulamaz ve yükseklerde hedefine odaklanamaz. Bu hayvanlardaki
içgüdünün ilk günlerinden itibaren veya sonradan ihtiyaçlarõ neticesinde elde
edilmiş şeyler olduğunu tartõşmanõn bir anlamõ yoktur. Bu gücün onlarda doğanõn
bir hediyesi olduğunu bilmek yeterlidir.
Kur’an’a göre, açõkça görüldüğü gibi, Tanrõ’nõn Rubûbiyyeti, yaratõlmõş olan
her nesne için kapsamlõ bir tedârik planõnda kendini açõğa çõkarõr: Her nesnenin
yapõsõna uygun bir orantõ ve dağõtõm (tesviye), herkese uygun bir kader veya
karakter (takdir) ve hayatda serbestçe hareket etmesini sağlayacak olan hâricî ve
enfüsî yönlendirme duyusu (hidâyet). Gerçekte, Kur’an bu ihsanlarõn her birini
zikretmek için özel bir dikkat göstermektedir. Şöyle buyurmaktadõr:
“Yüce Rabbinin adõnõ, yaratõp düzene koyan, takdir edip yol gösteren, (topraktan)
yeşil otu çõkaran, sonra da onu kapkara bir sel artõğõna çeviren yüce Rabbinin adõnõ
tesbih (ve takdis) et”. (el-A’lâ 87/1-3)
Temel Amaç: Kur’an’õn, kâinatta cereyan eden hayatõn doğasõna işâret ede-
rek Allah’õn Rubûbiyyet ameliyesini anlattõğõ durum budur. Bu anlatõmõn özel bir
amacõ vardõr: Bir yandan bütün bunlar Allah’õn birliğinin delili olarak ortaya
konur. Diğer yandan da bu olan bitenler insanõ düşündürmeye sevk eder: Kâinat-
Rubûbiyyet ! 213
taki her şey, tek bir hayat ilkesi altõnda, birbirine irtibatlõ biçimde ve özel bir
amaca uygun olarak düzenlenmiştir. Hiçbir şey boşuna yaratõlmamõştõr:
“İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onlarõ ancak bilenler düşünüp
anlayabilir” (el-Ankebût 29/43),
“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanlarõ üzerine yatarken (her vakit) Allah'õ
anarlar, göklerin ve yerin yaratõlõşõ hakkõnda derin derin düşünürler (ve şöyle der-
ler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadõn...” (Âl-i İmrân 3/191).
hedefi vardõr. Hedef de âhiret hayatõdõr. Aksi takdirde insanõn sadece kõsa bir
süre yaşamasõ için yaratõldõğõnõ ve daha sonra yok olup gideceğini düşünmek
makul değildir:
“Onlar, dünya hayatõnõn görünen yüzünü bilirler. Âhiret’ten ise, onlar tamamen ga-
fildirler. (er-Rûm 30/7)
“Kendi kendilerine, Allah'õn, gökleri, yeri ve ikisinin arasõnda bulunanlarõ ancak hak
olarak ve muayyen bir süre için yarattõğõnõ hiç düşünmediler mi? İnsanlarõn birçoğu,
Rablerine kavuşmayõ gerçekten inkar, etmektedirler.” (er-Rûm 30/8)
bulunduğuna işaret eder. Eğer bir insan buna kayõtsõz kalõrsa bu kayõtsõzlõğa karşõ
uyarõlmasõ gerekir. Fakat buna karşõlõk uygulanacak yöntem bütünüyle entelek-
tüel olmayacaktõr. Öncelikle insanõn gönlüne hitap edilmeli ve şuuru uyandõrõl-
malõdõr. Böyle yapõldõğõnda inanmak için onun herhangi bir argümana ihtiyacõ
bulunmayacaktõr. İnanç bu durumda ona tabii gelecektir. Bu yüzden Kur’an
insanõn kendi tabiatõnõ yine kendisine karşõ bir düşman olarak şöyle ifade etmiş-
tir:
“Artõk insan, kendi kendinin şahididir. İsterse özürlerini sayõp döksün” (el-Kõyâme
75/14-15).
Yine Kur’an doğrudan insan doğasõnõn kendisine hitap ederek, kalbinin de-
rinliklerinden şu sorulara cevap vermesini bekler:
“(Resûlüm!) De ki: Size gökten ve yerden kim rõzk veriyor? Ya da kulaklara ve göz-
lere kim mâlik (ve hakim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çõkarõyor, diriden ölüyü
kim çõkarõyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyle ise
(Ona âsi olmaktan) sakõnmõyor musunuz?” (Yûnus 10/31)
“İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tõr. Artõk haktan (ayrõldõktan) sonra sapõk-
lõktan başka ne kalõr? O halde nasõl (sapõklõğa) döndürülüyorsunuz?” (Yûnus 10/32)
“(Resûlüm!) De ki: Hamd olsun Allah'a, selam olsun seçkin kõldõğõ kullarõna. Allah
mõ daha hayõrlõ, yoksa O'na koştuklarõ ortaklar mõ?” (en-Neml 27/59)
“(Onlar mõ hayõrlõ) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla,
bir ağacõnõ bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'-
tan başka bir tanrõ mõ var! Doğrusu onlar sapõklõkta devam eden bir güruhtur”. (en-
Neml 27/60)
“(Onlar mõ hayõrlõ) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kõlan, aralarõndan (yer altõn-
dan ve üstünden) nehirler akõtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasõna en-
gel koyan mõ? Allah'tan başka bir tanrõ mõ var! Doğrusu onlarõn çoğu (hakikatleri)
bilmiyorlar” (en-Neml 27/61)
“(Onlar mõ hayõrlõ) yoksa darda kalana kendine yalvardõğõ zaman karşõlõk veren ve
(başõndaki) sõkõntõyõ gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kõlan mõ? Allah'tan başka
bir tanrõ mõ var! Ne kadar da kõt düşünüyorsunuz!”. (en-Neml 27/62)
“(Onlar mõ hayõrlõ) yoksa karanõn ve denizin karanlõklarõ içinde size yolu bulduran,
rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârlarõ müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan
başka bir tanrõ mõ var! Allah, onlarõn koştuklarõ ortaklardan çok yücedir, münezzeh-
tir”. (en-Neml 27/63)
“(Onlar mõ hayõrlõ) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayõ tekrar eden ve sizi hem
gökten hem yerden rõzõklandõran mõ? Allah'tan başka bir tanrõ mõ var! De ki: Eğer
doğru söylüyorsanõz siz kesin delilinizi getirin!” (en-Neml 27/64).
Burada sorulan her biri soru kendi içerisinde bir iddiadõr. Her biri için de bi-
rer cevap bulunmaktadõr. Bu durumu hesaba katmasõ için insan doğasõ da evren-
sel ve kabul edilmiş bir etmendir. Tanrõ’nõn vahdaniyetini ve inâyet sisteminin
216 ! H.A. Ali (Çev. Aydõn Topaloğlu)
değişik boyutlarõnõ vurgulamak için âlemdeki her nesne için tedarik edilen hayat
amaçlarõna Kur’an da sayõsõz referanslar yapõlmõştõr.
“İnsan, yediğine bir baksõn! Yağmurlar yağdõrdõk; sonra toprağõ göz göz yardõk; bu
suretle orada ekinler bitirdik; üzümler, yoncalar, zeytinlikler, hurmalõklar, iri ve sõk
ağaçlõ bahçeler, meyveler ve çayõrlar bitirdik. (Bütün bunlar) sizi ve hayvanlarõnõzõ
yararlandõrmak içindir.” (Abese 80/24-32)
Her ne kadar Kur’an yaratõlõş âlemini bir Yaratõcõnõn varlõğõ için delil olarak
sunsa, hayat düzenine ve hayatõn evrende gelişmesine işaret etse de bununla
sadece yönetici bir aklõn varlõğõnõ kanõtlamayõ değil, ayrõca bu düzenin hatasõz ve
mükemmel olduğunu, dolayõsõyla bir Hakîm (akõl) tarafõndan düzenlendiğini
göstermeye çalõşmõştõr.
Başka biri bunu daha güzel bir biçimde açõklayabilir. Bu dünyadaki her şeyin
beslenmeye ihtiyacõ bulunduğunu ve o şeylerin de tedarik edildiğini biliyoruz.
Dolayõsõyla bunlarõ yapacak birinin olmasõ gerekir. Peki kim olabilir? Beslenmeye
muhtaç insanõn bizzat kendisi olamaz. Bu ispat metodunun yer aldõğõ aşağõdaki
âyetleri okuyun:
“Şimdi bana, ektiğinizi haber verin” (el-Vâkõa 56/63),
Rubûbiyyet ! 217
doğru ne kadar sürede çõktõ; ve bugünkü şeklini ne kadar sürede aldõ? Ve kim
bilir insanoğlunun kültürel arenada yerini almasõndan önce gerekli aklî düzeyinin
oluşumu için ne kadar süre geçti? Eğer yeryüzünün şekillenmesinden itibaren
tasarlanan bütün şeylerin insanõn uzun hayatõ ve gelişimini sağlamak için oldu-
ğunu ileri sürersek yanõlmõş olmayõz.
Burada şu soru gündeme geliyor: Tabiatõn son derece dikkatli bir şekilde iş-
lediği bir nesne (insan) yeryüzünde sadece kõsa bir süreliğine yemek ve içmek için
mi bulunur ve daha sonra sonsuza değin ortadan nasõl kaybolur? Benzer bir soru
daha karşõmõza çõkõyor: Eğer insan hayatõ daha iyi bir forma kavuşmak için daimî
olarak bir değişiklik dizgisinden geçmişse, aynõ sürecin gelecekte devam etmesini
neden beklemeyelim? Eğer geçmişteki insan hayatõnõn daha iyiye ulaşmak için
ardõ ardõna değişiklik sürecinden geçtiği söyleniyor ve buna şaşõrmõyorsak, şu
andaki hayatõn daha iyi bir hayat için sona ereceği söylendiğinde neden kuşkula-
nõyoruz?
“İnsan, kendisinin başõboş bõrakõlacağõnõ mõ sanõr! O, (döl yatağõna) akõtõlan meninin
içinden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra bu, alaka (aşõlanmõş yumurta) olmuş,
derken Allah onu (insan biçiminde) yaratõp şekillendirmişti” (el-Kõyâme 75/36-38)
“Ki, siz elbette halden hale geçeceksiniz” (el-İnşikâk 84/19).
Vahyin İspatõ:
Aynõ şekilde Kur’an, Rubûbiyyet yahut ilâhî inâyet düzeninden hareketle in-
san hayatõnda etkin olan iyilik ve kötülük prensibine ve ilâhî vahiy kanõtõna
dikkatleri çeker. Mevlânâ Âzâd, fizikî büyüme ve gelişme için ihtiyaçlarõmõzõ
karşõlayan âlemlerin rabbinin Rabbu’l-âlemîn rûhî sağlõğõmõzõ atlamasõnõn veya
insanõn rûhî ihtiyaçlarõnõn tâbi olmayacağõ bir hayat sistemini düzenlemeyeceğini
sanmanõn imkânsõz olacağõnõ belirtmektedir:
“Kitap, azîz ve hakîm olan Allah tarafõndan indirilmiştir” (el-Câsiye 45/1).
Kaynakça:
Ahmad, Anis, "The Miracle Called Qur'an at the Mercy of Charlatans," Al-Ittihad,
Vol. 15/2, 1978, pp. 45-62.
Ahmad, Rashid, "Qur'anic Exegesis and Classical Tafsir", Islamic Quarterly, Vol.
12/1-2, 1968, pp. 71-119.
Izutsu, Toshihiko, God and Man in the Koran, Tokyo, Keio Institute of Linguistic
Studies Keio University, 1964.
Makino, Shinya, "Creation and Termination. A Semitic Study of the Structure of the
Qur'anic World-View", Studies in Humanities and Social Relations, Vol. XII, Tok-
yo, 1970.
Pickthall, M.M., The Meaning of the Glorious Koran, New York, New American
Library, 1983
Rahman, A.M.N. Wahidur, "Abu Al-Kalam Âzâd's Approach to the Qur'an”, Journal
of the Asiatic Society of Bangladesh, Vol. XXXI, June 1986, pp. 30-32.
Ringgren, Helmer, "The Conception of Faith in the Qur'an”, Oriens, Vol. IV, 1951, p.
11.