Professional Documents
Culture Documents
com Sayfa ~ 1 ~
1914’te başlayan I. Dünya Savaşı 1918’de sona erdi. Bu savaş, birçok imparatorluğun yıkılmasına,
milyonlarca insanın ölümüne ve sakat kalmasına, dünya üzerinde maddi ve manevi hasarlara sebep olduğu için
insanlık tarihinin en önemli olaylarından biridir.
I.Dünya Savaşı’nın çıkış sebeplerini XIX. yüzyıl boyunca süren ve XX. yüzyıl başlarında devam eden olay ve
gelişmeler oluşturmaktadır.
11.sınıf Türkiye Cumhuriyeti inkılap Tarihi dersinde bu savaşın sebepleri genel ve özel olmak üzere iki
kısımda incelenmişti. Genel sebeplerin Fransız ihtilali sonucunda yayılan milliyetçilik anlayışı ve Sanayi inkılabını
gerçekleştiren Avrupa devletleri arasındaki ekonomik rekabet olduğu belirtilmişti.
Fransız ihtilali sonucunda özellikle milliyetçilik akımından etkilenen milletler, büyük devletlerin kışkırtması
sonucunda Avrupa’da birçok savaşın çıkmasına neden oldu.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında İtalya (1870) ve Almanya’nın (1871) siyasi birliklerini geç kurmuş olmaları,
sanayilerini güçlendirerek ham madde ve pazar arayışlarına girmeleri mevcut dengeleri bozdu. Almanya’nın bu
girişimi o zamana kadar sömürgecilikte rakipsiz olan İngiltere, Fransa ve Rusya’nın yeni müttefik aramalarına yol
açtı. Almanya’nın güçlenmesi, İngiltere, Rusya ve Fransa’yı birbirlerine yaklaştırdı.
I. Dünya Savaşı’nın özel sebepleri arasında devletlerarası ilişkiler önemli bir yer tutuyordu. Almanya’nın
siyasi birliğini kurarken işgal ettiği (1871) Fransız toprağı Alsace-Lorraine (Alsas-Loren) yüzünden, Fransa ile arası
açılmıştı. Fransa, önemli kömür ve demir yatağı olan bu bölgeyi geri almak istiyordu. Balkan toprakları Avusturya-
Macaristan ile Rusya arasında rekabet alanı hâline geldi. Avusturya-Macaristan geçmişte sahip olduğu Balkanların
tamamına tek başına egemen olmak istiyordu. Rusya da sıcak denizlere açılma ve Panislavizm politikası gereği
Balkanlara hâkim olma düşüncesindeydi. Rusya bu düşüncelerini gerçekleştirmek için Osmanlı ve Avusturya-
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 2 ~
Macaristan topraklarında yaşayan Slavları isyana teşvik ediyordu. Avusturya-Macaristan ile ortak politika izleyen
Almanya Pancermenizm (Cermen birliği) politikası gereği Rusya’nın Balkanlara yerleşmesine karşıydı. Ayrıca
Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne yakınlaşma politikası, sömürgelerine giden en kısa yolun kesilmesinden endişe
eden İngiltere’yi rahatsız etmiş ve İngiltere’yi Fransa ve Rusya’yla işbirliğine yöneltmişti.
Rusya, bu işbirliğiyle İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını ele geçirip Akdeniz’e açılarak tarihî emeline
kavuşmak istiyordu.
Sanayisini güçlendiren İtalya, ham madde için Akdeniz ve çevresinde sömürgeler elde ederek eski gücüne
ulaşmak niyetindeydi. Bu nedenle İngiliz sömürgelerine göz dikmişti. Ayrıca Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
egemenliğinde kalmış İtalyan topraklarını da kurtarmak istiyordu.
1.Dünya Savaşı, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da Avusturya-Macaristan veliahdı Ferdinand’ın bir Sırp
milliyetçisi tarafından öldürülmesi ile başladı. Savaş kısa sürede üç kıtaya yayıldı. Önceleri tarafsız kalan ABD’nin
savaşa girmesiyle “İtilaf Devletleri” savaşı kazandı. Bloklar arasında ateşkes antlaşmaları imzalandı.
İttifak Devletleri Ateşkes Antlaşmaları Barış Antlaşmaları
Bulgaristan Selanik (29 Eylül 1918) Neuilly (Nöyyi) (27 Kasım 1919)
Osmanlı Devleti Mondros (30 Ekim 1918) Sevres (Sevr) (10 Ağustos 1920)
Avusturya Villa Gusti (3 Kasım 1918) Saint Germain (Sen Jermen) (10 Eylül 1919)
Almanya Rethondes (Retondes) (11 Kasım 1918) Versailles (Versay) (28 Haziran 1919)
Macaristan Macarlar 24 Ekim 1918’de bağımsızlıklarını ilan ederek Trianon (Triyanon) (4 Haziran 1920)
Avusturya’dan ayrılmışlardı.
2.Paris Konferansı
I. Dünya Savaşı’nı kesin olarak bitirecek ve bozulan dengeyi yeniden kuracak barış antlaşmalarının
imzalanmasını sağlamak amacıyla 18 Ocak 1919’da, Paris’te bir konferans toplandı.
Konferansa otuz iki devlet katıldı. Ancak kararlara egemen olan beş devletti. Bunlar; İngiltere, ABD, Fransa,
İtalya ve Japonya idi. Bu devletlerin içinde de İngiltere ve Fransa belirleyici oldu.
Avrupa’da Paris Barış Konferansı’nın toplandığı tarihten kısa bir süre önce Osmanlı Devleti Mondros
Ateşkes Antlaşması’nı (30 Ekim 1918) imzalamış ve işgaller başlamıştı. İşgallere karşı yurdun değişik bölgelerinde,
Anadolu halkı direniş cemiyetleri kurmaya başladı. Trakya Paşaeli Cemiyeti, Kilikyalılar Cemiyeti, Doğu Anadolu
Mudafaai Hukuk Cemiyeti ilk kurulan direniş cemiyetlerindendir.
Konferansın çalışmaya başlamasından sonra ABD’nin isteğine uygun olarak Milletler Cemiyetinin
statüsünün belirlenmesine öncelik verildi. İstediğini elde eden ABD yalnızlık politikasına geri döndü. İngiltere ve
Fransa bundan yararlanarak Wilson Prensiplerini dikkate almadan kendi çıkarları doğrultusunda barış şartlarını
belirlemeye çalıştı. İlk antlaşma Almanya ile yapıldı.
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 3 ~
Osmanlı Devleti ile yapılacak barışş antlaşmasının hazırlanamama nedeni ise İtilaf Devletleri’nin Osmanlı
topraklarını paylaşma konusunda anlaşmazlığa düşmesidir. Osmanlı Devleti’yle yapılacak barışın koşullarını
hazırlamak için daha sonra 1920’de San Remo Konferansı toplandı.
3 Mart 1918’de Sovyet Rusya ve Almanya arasında Brest Litovsk Antlaşması imzalanırken Avusturya-
Macaristan, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan da görüşmelere katıldı. Buna göre Sovyetler; Polonya, Litvanya,
Estonya, Letonya, Ukrayna, Finlandiya’dan çekilecek ve buraların geleceğini ittifak Devletleri belirleyecekti. Ayrıca
Rusya; Kars, Ardahan ve Batum’u Osmanlı Devleti’ne geri verecek ve Doğu Anadolu’dan çekilecekti.
İtilaf Devletleriyle
kısmı Çekoslovakya’ya verileli. Danzig, serbest şehir oldu. Belçika ve İtalya’ya kömür vermesi ve taahhüt etti. Avusturya, Çekoslovakya
savaşta zarar görenlere tazminat • Alman donanması itilaf Devletlerine ve Polonya’nın bağımsızlığını tanıdı ve
• Almanya’nın bütün sömürgeleri İngiltere, Fransa,
ödemesi kararlaştırıldı. teslim edilerek her çeşit silah ve denizaltı kurulan Milletler Cemiyetini kabul etti.
Belçika ve Japonya arasında paylaştırıldı.
yapımı yasaklandı.
• Kiel Kanalı ile Alman nehirleri, uluslararası bir duruma
getirildi.
SEN-JERMEN
• Yugoslavya’ya Bosna-Flersek; İtalya’ya Tirol, Trieste ile • Avusturya’da zorunlu askerlik kaldı-
AVUSTURYA
• Yunanistan’a Gümülcine ve Dedeağaç; Romanya’ya • Bulgaristan’ın savaş tazminatı • Bulgaristan’ın asker sayısı 25.000 kişiyle
Dobruca;Yugoslavya’ya da batı sınırından bazı yerler verildi. ödemesi kararlaştırıldı. sınırlandırıldı.
(10 Ağustos 1920) OSMANLI DEVLETİ
Not: Paris Barış Konferansı’nda İtilaf Devletleri’nin Osmanlı toprakları üzerinde anlaşmazlığa düşmesi üzerine,
Osmanlı Devleti’yle imzalanan Sevres Barış Antlaşması’nın ön taslağı 1920’de San Remo Konferansı’nda hazırlandı.
Ancak 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevres Antlaşması yürürlüğe girmedi.
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 4 ~
Dünya Savaşı, 1815 Viyana Kongresi ile kurulan ancak bazı değişikliklere uğrayarak 1914’e kadar gelen
Avrupa siyasi haritasının değişmesine ve güçler dengesinin yıkılmasına sebep oldu.
Rusya, Osmanlı Devleti, Almanya ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları yıkılarak yerlerine yeni
devletler kuruldu.
Avrupa’da itilaf Devletleri lehine yeni bir siyasi harita ve güçler dengesi oluştu.
Yıkılan imparatorluklardan doğan siyasi boşluğu, başta İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya ve Japonya gibi
devletler doldurmaya çalıştı.
I. Dünya Savaşı sonunda dünyanın bir daha böyle büyük felaketlerle karşılaşmaması için Milletler Cemiyeti
kuruldu.
Sömürgecilik, isim değiştirerek “manda yönetimi” adıyla daha da yaygınlaştı.
Sömürge rekabeti Uzak Doğu’dan Orta Doğu’ya kaydı.
Dünyada “milliyetçilik” düşüncesi güç kazandı, yeni millî devletler, yeni rejimler ortaya çıktı.
Savaş sonrasında sınırların çiziminde etnik yapıya dikkat edilmemesi azınlıklar sorununu ortaya çıkardı.
Savaşa katılan yaklaşık 65 milyon civarındaki askerin 9,2 milyonu öldü.
I. Dünya Savaşı’nın Galip Devletler Açısından Sonuçları
ABD’nin I. Dünya Savaşı’na katılışı ve Avrupa’ya asker sevkiyatı Amerika’nın Monroe Doktrini’nden ilk
ABD
ayrılışıdır. Savaştan sonra ABD, Avrupa ile ilgisini keserek Monroe Doktrini’ne geri dönmüştür.
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 5 ~
En büyük rakibi Almanya’yı saf dışı bıraktı. Rusya’yı etkisiz hâle getirdi. Sömürgelerini muhafaza ederken
İngiltere bunlara yeni yerler ekledi. Yapılan anlaşmalarla Orta Doğu’da manda yönetimleri vasıtasıyla egemenlik
kurdu. Fransa’yı ikinci plana iterek Avrupa’nın ve dünyanın bir numaralı devleti hâline geldi.
Almanya ve Avusturya-Macaristan imparatorluğu’nun yenilmesi ile sınırlarındaki iki büyük tehlikeden
Fransa
kurtuldu. Avrupa ve Orta Doğu’daki kazanımlarıyla İngiltere’den sonra en kazançlı devlet oldu.
Avusturya’dan aldığı topraklarla sınırlarını kuzeye doğru genişletti. Anadolu’da ise payına düşen
İtalya toprakların bir kısmının Yunanistan’a verilmesinden dolayı İngiltere ve Fransa’yla arası açıldı. Elde ettiği
toprak ve adalarla Akdeniz ve çevresinde güçlü bir duruma geldi.
Japonya Uzak Doğu’da kazanımlar elde ederek bu bölgede söz sahibi oldu.
B.SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİ (SSCB), ORTA ASYA’DAKİ TÜRK DEVLET VE TOPLULUKLARI
Rusların kurduğu bilinen ilk büyük devlet olan Kiev Knezliği XIII. yüzyılda Moğol istilasına uğrayarak yıkıldı.
XIV. yüzyılda kurulan Moskova Knezliği ise zamanla gelişerek XVI. yüzyılda Rusya Çarlığı haline geldi. Bu Çarlık
XVIII. yüzyılda daha da güçlenerek Rusya İmparatorluğu’nu oluşturdu.
XIX. yüzyıl ortalarından itibaren siyasi ve ekonomik çalkantılar yaşayan Rus imparatorluğu 1917 Mart ayına
gelindiğinde I. Dünya Savaşı’nın olumsuz etkilerini derinden hissetti. Hayat şartlarının daha da ağırlaşması,
yolsuzluk ve vurgunlar toplumun her kesiminden insanları çarlık yönetimini devirmeye yöneltti. Petersburg’da
kadın işçilerin başlattığı grev kısa sürede yayıldı. Bu hareketi dağıtmakla görevli askerlerin de katılmasıyla grev, bir
devrime dönüştü. Zor durumda kalan Çar II. Nikola tahttan çekildiğini açıkladı. Duma (meclis) üyeleri tarafından
kurulan geçici hükümet yetkiyi devraldı.
Önceleri geçici hükümeti destekleyen Bolşevikler, sürgündeki İlyiç Vilademir Lenin’in Petersburg’a
dönmesiyle geçici hükümeti devirmeye karar verdiler. Geçici hükümet ciddi bir muhalefetle karşı karşıya kaldı.
Savaş devam ederken toplumun barış arzusu yaygınlaşmış, ordudan kaçanların sayısı artmıştı. “Barış, toprak ve
ekmek” vaat eden Bolşeviklere olan destek gittikçe arttı. Bu gelişmeler sonunda geçici hükümet devrilerek
Bolşevikler yönetimi ele geçirdi (Ekim 1917).
Almanların büyük toprak talepleri karşısında çoğunluk savaşa devam etmeyi önerirken Lenin, zaman
kazanmak amacıyla 3 Mart 1918’de Brest Litovsk Antlaşması’nı imzaladı. Dış güçlerin desteklediği Çar yanlısı Beyaz
Ordu yeni yönetime karşı saldırıya geçti. Üç yıl süren bu iç savaş Bolşeviklerin zaferi ile sonuçlandı. Fakat savaşta
ve onu izleyen kıtlıkta on üç milyon insan ölmüş, ekonomi alt üst olmuş, sanayi üretimi bitme noktasına gelmişti.
Bu nedenle Lenin, Bolşeviklerin güçlenmesi için geçici uzlaşma politikalarından ibaret NEP (Novaya
Ekonomiçeskaya Politika) adı verilen yeni ekonomi politikasını ilan etti (1921).
Tarım ürünlerine el koymaktan vazgeçilerek köylülere ürünlerini pazarlama özgürlüğü ile küçük esnafa ve
tüccara kolaylıklar sağlandı.
Yirmi kişiden az çalışanı bulunan küçük sanayi işletmelerinin devletleştirilmesinden vazgeçildi.
Yabancı sermayeye çeşitli imkânlar sağlandı.
Buna karşılık devlet; bankalar, büyük sanayi kuruluşları ve ulaşım üzerindeki egemenliğini koruyarak
ekonominin hızla düzelmesini sağladı.
Yönetimde de eski Rus imparatorluğu federasyona dönüştürüldü ve devlet 1 Ocak 1923’te Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği (SSCB) adını aldı. Otuza yakın farklı statüdeki toprakları bünyesinde topladı (sosyalist, özerk
ve demokratik cumhuriyetler ile özerk bölgeler).
Birlik, cumhuriyetlere yönelik siyasi ve ekonomik alanlarda merkeziyetçi bir politika izledi. Her şey yönetim
yetkisini elinde bulunduran Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kontrolündeydi.
1924’te Lenin’in ölümü ile iktidar mücadelesini kazanan Joseph Stalin, birinci beş yıllık kalkınma planını
uygulamaya koyarak (1928).
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 6 ~
Rusya’nın kendi öz kaynaklarıyla kalkınmasını sağlamayı amaçladı. Tarım devrimini gerçekleştirmek için
köylülere ait küçük toprakları devletleştirerek makinelerle donatılmış büyük çiftlikler hâline getirdi.
“Kolektifleştirme” denilen bu politika köylü tarafından büyük tepki ile karşılandı. Zorunlu kolektifleştirme
sırasında izlenen sert politikalar dört milyon civarında köylünün ölümüne ve tarımsal üretimde düşüşe neden oldu.
Bununla birlikte ağır sanayide hızlı bir ilerleme görüldü. Eski fabrikalar modernleştirildi. Özellikle traktör imalatı ve
demir-çelik alanlarında yeni fabrikalar kuruldu. Ülkedeki petrol, gaz ve maden rezervleri işletilmeye başlandı.
Stalin Dönemi’nde toplum üstünde büyük bir baskı kuruldu, muhalifler tasfiye edildi. Eşitlik ilkesine dayanan
resmî ideolojiye rağmen toplumda ve gelir dağılımında büyük bir eşitsizlik vardı. İşçilerin hayat standardına karşılık
köylüler sefalet içindeydi. Aydınlar (yazar, sanatçı vb.) ile komünist parti yöneticileri birçok hizmetten parasız
faydalanabiliyordu. 1930’dan itibaren toplumun tüm kesimleri için eğitim mecburi oldu. Bilim ve teknoloji
alanında büyük ilerleme kaydedildi. Bu alandaki gelişmeler orduya da yansıdı. SSCB ordusu dönemin güçlü
ordularından biri hâline geldi.
IX. yüzyılda Hazar Kağanlığı hâkimiyeti altında yaşayan Slavlar, bu devletin yıkılmasından sonra Xl. yüzyıldan
itibaren Rusya’da Kiev, Moskova vb. knezlikler (prenslik) kurmuşlardır. Bunlar Altın Orda Devleti’nin (1227-1502)
kurulmasıyla bu devletin egemenliğine girmişler; Altın Orda Hanı, Rus knezliklerinin “knezlik makamını” sembolik
olarak sürdürmelerine izin vermiştir. Altın Orda Devleti’nin yıkılmasıyla Kazan, Kırım, Ejderhan, Kasım ve Sibir gibi
hanlıklar kurulmuştu. Bu hanlıklar önceleri Rus knezlerini zor durumda bırakmıştı. Aralarında birlik sağlayan Ruslar,
Batı’nın askerî tekniğinden ve Türk hanlıklarının kendi iç mücadelelerinden faydalanmasını bildiler. İlk olarak XVI.
yüzyılda Kazan Hanlığını ele geçirdiler. Bu durum diğer Türk bölgelerinin istilasını kolaylaştırdı. Ruslar XVIII. yüzyılın
son yarısına gelindiğinde Türk hanlıklarının tamamını ele geçirmiş oldu. XIX. yüzyılda Kuzey Kafkasya ve Türkistan
bölgesinde istila hareketlerine devam eden Ruslar, Uygur Türklerinin yaşadığı Doğu Türkistan hariç Türk
ülkelerinin hepsini işgal altına aldı. Türklerin bağımsızlık hareketleri Ruslar tarafından sert bir şekilde engellendi.
XX. yüzyılın hemen başında Çarlık yönetiminin baskıcı idaresi Türklerden başka Rus olmayan diğer milletleri de
harekete geçirmiş ve 1905 ihtilali çıkmıştır. İhtilalden sonra Türkler millî kültürlerini geliştirme imkânı buldular. Bu
sırada Yusuf Akçura ve İsmail Gaspıralı’nın çalışmalarının da etkisiyle 15 Ağustos 1905’te “Rusya Müslümanları I.
Kongresi” gayri resmî olarak toplandı. Kongrenin ikinci ve üçüncü toplantısı 1906’da yapıldı. Bu çalışmalar
sonucunda Müslüman Birliği Partisi kurularak Duma’ya temsilciler gönderildi.
Baskılarını artıran Ruslara karşı Türkler de “Rusya Müslüman Türk Kavimlerinin Haklarını Koruma Cemiyeti”ni
kurarak uluslararası alanda haklılıklarını duyurmaya çalıştılar. Bu arada Rus Çarlığından siyasi ve kültürel haklarının
verilmesini istemişlerdi. Ancak bu istekleri kabul edilmeyen Türkler 1916’da Türkistan’da Millî istiklal
Ayaklanmasını başlattılar.
Çarlık yönetiminden sonra kurulan geçici hükümet, tüm halkların kanun önünde eşit olduğunu ilan etti.
Türkler, politik ve kültürel alandaki çalışmalarını hızlandırdı. 1-11 Mayıs 1917 tarihleri arasında “Bütün Rusya
Müslümanlarının I. Kurultayı” toplandı. Bir süre sonra başlayan Sovyet istilasına karşı Türk toplumları ayrı ayrı
mücadele vermek zorunda kaldı.
Geçici hükümeti deviren Bolşevik yönetimi, Orta Doğu, Güney Kafkasya, İran yöresinde etkili güç olan
İngilizlerin desteklediği Türklerin ve diğer milletlerin giriştiği bağımsızlık hareketlerine engel olmak için onlara
kendi kaderlerini tayin etme hakkı tanıdı. Bu karar Sovyet Rusya’nın o günkü şartlarda zaman kazanmak için
uyguladığı bir oyalama politikasıydı. İlk olarak Kazan Türkleri, Ufa şehrinde 29 Kasım 1917’de “İdil-Ural Devletini;
Kazaklar, 13 Aralıkta “Alaş Orda Özerk Cumhuriyetini yine aynı tarihlerde Hokand’da toplanan “IV. Müslümanlar
Kongresinde de “Özerk Türkistan Cumhuriyetini” kurdular.
Sovyetler Birliği’nin kurulduğu dönemdeki karışıklıktan yararlanan Türkler, bulundukları bölgelerde bağımsız
devletler kurmaya başladı. Başkurdistan Sovyet Cumhuriyeti, Harezm Halk Cumhuriyeti, Türkistan ve Kırgız muhtar
cumhuriyetleri bunlara örnek verilebilir. Bu gelişmelerden rahatsız olan Sovyet yönetimi, 1920 yılının sonlarına
doğru Türk devletleri üzerinde doğrudan hâkimiyet kurmaya yöneldi.
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 7 ~
Basmacı Hareketi
“Baskın yapan, hücum eden” manasına gelen basmacı tabiri, Çarlık Dönemi’nde Ruslar tarafından Türkmenistan,
Başkurdistan ve Kırım’da faaliyet gösteren kuvvetler için kullanılmıştı. 1918 yılı başında Millî Hokand Hükûmeti’nin
Ruslar tarafından dağıtılması üzerine Basmacı Hareketi bir halk hareketine dönüştü.
Hokand şehrinde başlayan bu hareket, kısa zamanda Fergana vadisine ve diğer bölgelere yayıldı. Basmacı
Hareketlerinin tek gayesi, Türkistan’ı Ruslardan kurtararak istiklâline kavuşturmaktı. Eylül 1919’da tekrar Türkistan
(Fergana) hükümeti kuruldu. Bu bölgede Ruslarla birlikte hareket eden Ermeniler, 180 Türk köyünü ateşe verdi.
Bütün Türkistan’ı işgal etmek isteyen Sovyet Rusya ve Basmacılar arasında çok çetin mücadeleler yaşandı.
Enver Paşa’nın 8 Kasım 1921’de Türkistan’a gelip Basmacılara katılmasıyla mücadeleler daha da şiddetlendi.
1922’de Sovyet Rusya’nın genel bir saldırıya geçmesi üzerine “Basmacı liderleri” birbirlerinden ayrılmak zorunda
kaldılar. Enver Paşa’nın Ağustos 1922’de şehit olmasıyla Basmacı Hareketleri devam etmesine rağmen istenilen
sonuca ulaşılamadı. Bu mücadeleler 1931’e kadar sürdü ve bu tarihten sonra Ruslar, Basmacı Hareketi’ne kesin
olarak son verdiler. 5 Aralık 1936’da Batı Türkistan’da SSCB’ye bağlı Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve
Türkmenistan Cumhuriyetleri kuruldu. Bu cumhuriyetlerin millî bir askerî güce sahip olma hakları kaldırıldı.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyet yöneticileri, savaş sırasında değişik Türk ve Müslüman topluluklarını, düşmanla
iş birliği yapmakla suçladılar. Bunun sonucunda Kırım Türklerini ve Kafkasya’da yaşayan Karaçay, Balkar, Ahıska
(Meshet), Çeçen ve inguş halklarını, Orta Asya ve Sibirya’ya sürgün ettiler.
Coğrafi konumu, yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle önem arz eden Orta Doğu, I. Dünya Savaşı’na kadar,
İran hariç olmak üzere Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde bulunmaktaydı. Fakat XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin
iyice zayıflaması, içte ve dışta birçok meseleyle uğraşmak zorunda kalmasıyla bu bölge, başta İngiltere, Fransa,
Rusya, sonra da Almanya ve İtalya’nın etkin olmak için uğraştıkları bir alan hâline geldi. Batı Avrupa devletleri bu
mücadeleyi yürütürken aynı zamanda Rusya’nın bölgeye inmesini engellemeye çalıştılar ve bunu başardılar da.
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 8 ~
Ancak XX. yüzyılın başında İtilaf blokunun kurulması ve Osmanlı’nın bunun karşısındaki blokta yer alıp savaş
bitiminde yıkılması Orta Doğu’da bir otorite boşluğuna yol açtı.
I.Dünya Savaşı devam ederken İngiltere, Fransa ve Rusya aralarında yaptıkları gizli antlaşmalarla Anadolu
ve Orta Doğu’yu paylaştılar. 1917 İhtilali ile savaştan çekilen Rusya, gizli antlaşmaları açıkladı. ABD, savaşa girerken
yayınladığı Wilson Prensipleri ’ne göre gizli antlaşmaları kabul etmeyeceğini açıkladı. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin
Türk nüfusunun yoğun olduğu bölgelerinde egemenliğinin devam etmesi, diğer bölgelerinde ise halkların kendi
geleceklerini belirlemesi isteniyordu.
Wilson Prensipleri, İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu planlarını bozacak nitelikte maddeler içermekteydi.
Bunun üzerine iki devlet, ortak deklarasyon yayınlayarak Orta Doğu ülkelerinde halkların kendi idarelerine
dayanan hükümet ve yönetimler kurabileceklerini bildirdiler.
İngiltere ve Fransa Nisan 1920’de toplanan San Remo Konferansı’nda Orta Doğu’yu kendi aralarına
paylaştılar. Buna göre Fransa, Suriye ve Lübnan’ı; İngiltere, Irak, Filistin ve Ürdün’ü aldı. Ayrıca Sevr Antlaşması ile
Anadolu’da nüfuz bölgeleri kurarak buraları işgal etmeye başladılar. Bunlar dışında İngiltere daha önceden işgal
etmiş olduğu Mısır ve Kıbrıs’ı resmen kendisine bağladı.
Böylece Orta Doğu toprakları, I. Dünya Savaşı sonunda galip devletlerin kontrolü ve egemenliğine girmiş
oldu. Ancak Wilson Prensiplerinden biri de “yenilen devletlerden toprak alınmaması” idi. İtilaf Devletleri bu
maddeyi etkisiz kılabilmek için görünüşte bu maddeye paralel gibi duran “manda yönetimi” sistemini ortaya
atarak bunu Orta Doğu’da uygulamak için harekete geçtiler.
Osmanlı egemenliğinde sorunsuz yaşayan bölge halkı, İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci devletlerin
sözlerine inanarak bağımsızlıklarının verilmesini bekledi. Ancak vaatlerini yerine getirmeyen büyük devletlerin
izledikleri politikalar, bölgede yeni bir siyasi harita ve statü ortaya çıkardı. Bu durum günümüze kadar süren
sorunların çıkmasında etkili oldu.
İngiltere’nin Uzak Doğu’daki sömürgelerine ulaşmada en kısa yol olan Orta Doğu, 1869’da Süveyş
Kanalı’nın açılması ve XIX. yüzyılın sonlarında bölgede önemli petrol rezervlerinin bulunmasıyla daha da önem
kazandı. Almanya’nın Osmanlı Devleti’yle yakın ilişkiler kurarak Hicaz Demir Yolu Projesi’yle de bölgede üstünlük
sağlaması İngiltere’yi tedirgin etti. II. Abdülhamit Dönemi’nde İslamcılık politikası ve tehlike olarak görülen Şerif
Hüseyin’in İstanbul’da tutulmasıyla milliyetçiliğe bağlı ayaklanmaların bu bölgede görülmesi engellenmeye
çalışıldı. Ancak İttihat ve Terakki yönetimi ile bu politikanın terk edilmesi ve Şerif Hüseyin’in bölgeye gönderilmesi
İngilizlere istenen fırsatı verdi. Böylece İngilizlerin kışkırtmaları sonucunda Orta Doğu’da yerel liderler devlete karşı
ayaklanmaya başladılar. Özellikle I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin bu bölgeye gönderdiği ajanlarla bu
ayaklanmalar daha da arttı ve Türklere karşı bazı bölge liderleri İngiltere’nin yanında yer aldı.
I.Dünya Savaşı’ndan sonra daha da güçlenen İngiltere, Orta Doğu’dan aldığı en büyük payla bölgenin
hâkim gücü oldu. Böylece İngiltere, Libya sınırından Hayfa’ya kadar uzanan bütün Akdeniz kıyısını egemenliğine
aldı. İngiltere, bölgedeki bu çıkarlarını sürdürecek bir politika izlerken bölge halkı da İngiliz egemenliğinden
kurtulmanın yollarını aramaya başladı.
İngiltere’nin Irak’a yerleşmesinden sonra Musul, Türkiye ile İngiltere arasında sorun oldu. Lozan’da sonuca
bağlanamayan bu mesele 1926’da yapılan Ankara Antlaşması’yla çözüldü.
I.Dünya Savaşı sırasında yanında yer alan yerel liderlere İngiltere’nin bağımsızlık vaadi üzerine Hicaz Emiri Şerif
Hüseyin kendini “Arap Ülkeleri Kralı” ilan etti. Ancak İtilaf Devletleri onu sadece Hicaz Kralı olarak tanıdı. Şerif
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 9 ~
Hüseyin, oğullarını Irak ve Ürdün’e kral tayin etti ve 5 Mart 1924’te halifeliğini ilan ederek bölgedeki konumunu
güçlendirdi. Başlangıçtan beri bölge liderliği konusunda rekabet eden Necd Emiri Abdülaziz İbni Suud, Şerif
Hüseyin’e savaş açtı. Galip gelen İbni Suud kendini Hicaz ve Necd Kralı ilan etti. İngiltere’nin 1927’de tanıdığı bu
krallık 1932’de “Suudi Arabistan Krallığı” adını aldı.
Suudi Krallığı’nın 1936’da Amerikan şirketi Aramco’ya petrol ayrıcalığı vermesiyle ABD bölgeye girmiş oldu.
İngiltere’nin Arap Yarımadası’nda uğraştığı bir diğer bölge Yemen’di. Yemenliler, İngilizlerin I. Dünya Sava-
şı’nda işgal ettikleri Yemen topraklarını geri alabilmek için mücadeleye başladılar. Karışıklıktan faydalanarak
Kızıldeniz’e sokulmaya çalışan İtalya’nın olaya müdâhil olarak Yemenlilere yardım etmesi üzerine İngiltere 1934’te
Yemen’in bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Ancak bölgede İngiltere’nin Yemen ve İtalya ile olan mücadelesi
devam etti.
Irak: İngiltere sömürge yollarını Akdeniz’den Basra Körfezi’ne kadar birleştiren Irak topraklarına tam olarak
egemen olmak istiyordu. Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığında Irak, Musul dışında İngiliz kontrolüne
bırakıldı. San Remo Konferansı’nda zengin petrol yataklarına sahip olan Musul da İngiltere’ye verildi. Irak’ta kendi
politikalarına uygun bir yönetim oluşturmak isteyen İngiltere, 1921’de Hicaz Kralı Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı Irak
krallığına getirdi. Bu durumu kabul etmeyen Iraklıların başlattığı bağımsızlık mücadelesi sonucu İngiltere, Irak’a
bazı tavizler verdi. 30 Haziran 1930’da yapılan antlaşma ile Irak, bağımsızlığını kazandı. Bu antlaşmaya göre: Dış
politikada iki devlet birbirine danışacak, Irak saldırıya uğrarsa İngiltere yardım edecek ve Irak ordusunu eğitecekti.
1938’de Irak yönetimi İngiliz yanlısı olan Başbakan Nuri Sait Paşa’nın eline geçti. Böylece İngiltere, II. Dünya Savaşı
öncesinde Irak üzerindeki egemenliğini sürdürmüş oldu.
Ürdün: Sınırları ve yönetim biçimi İngiltere’nin isteğine göre Milletler Cemiyetinin kararıyla belirlenen Ürdün
1922’de İngiltere’nin mandası olarak kuruldu. Başına Hicaz Kralı Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah’ın getirildiği manda
yönetimi doğrudan Filistin’deki İngiliz komiserine bağlıydı. Ürdün, bağımsızlığına 1946’da kavuştu.
Filistin: San Remo Konferansı’nda İngiliz mandasına bırakılan yerlerden biri de Filistin’di. İngiltere’nin
Filistin’de “Yahudi yurdu” kurma çalışmaları, Wilson Prensipleri’ne uygun olarak ABD tarafından desteklendi.
İngiltere otuz yılı aşkın hüküm sürdüğü Filistin’de çelişkilerle dolu siyasetiyle bölgede huzuru sağlayamadı. II.
Dünya Savaşı öncesi Almanya ve İtalya’nın yayılmacı politikalarına karşı Ortadoğu’daki dengeleri ve çıkarlarını
korumak isteyen İngiltere bir taraftan Yahudilerin devlet kurma girişimlerini desteklerken diğer taraftan Araplarla
arasının bozulmasını istemiyordu. Zira İngiltere’nin muhtemel bir savaşta stratejik konumları, petrol vb.
nedenlerle Araplara kesin ihtiyacı vardı. İngiltere’nin bu tutumu II. Dünya Savaşı’na kadar bölgede Yahudi-Arap
çatışmasının şiddetlenerek devam etmesine neden oldu.
Savaş sonrasında Yahudilerin İngiltere’ye karşı silahlanmaları, artan Siyonist propaganda baskısı, Yahudi
göçlerinden doğan Yahudi-İngiliz-Arap çatışmalarının artması, Arapların baskısı, II. Dünya Savaşı’nın neden olduğu
yıkım nedeniyle ekonomik bir çöküntü yaşamakta olan ve bölgedeki şiddet olaylarını kontrol altına alamayan
İngiltere’nin, Arap-Yahudi meselesini Birleşmiş Milletlere (BM) taşımasına neden oldu. 2 Nisan 1947’de BM’ye
başvurarak Filistin sorununun BM Genel Kurulu gündemine alınmasını talep eden İngiltere için Hindistan’daki
yönetiminin sona ermesiyle Ortadoğu’da manda yönetimini sürdürmesinde etkili olan birincil neden ortadan
kalktı. İngilizler bir yıl daha Filistin’de kalarak geçici hükümette görev aldı, sonra bölgenin geleceğinin
sorumluluğunu BM’ye devretti. Bu tarihten itibaren Filistin sorununu BM ele adı.
Mısır: 1882’de Mısır’ı işgal eden İngiltere, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesiyle de 1914’te topraklarına
kattığını açıklamıştı.
İngiltere’nin Mısır’ı işgaliyle başlayan milliyetçilik hareketleri Wilson Prensipleri’nin yayınlanmasıyla gelişerek
Mısır’da bağımsızlık ümidini güçlendirdi. Mısır milliyetçilerinin çıkardığı ayaklanmalar sonunda İngiltere, 1922’de
Mısır’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Ancak İngiltere, Süveyş Kanalı ve Mısır’daki yabancıların haklarını
korumayı üzerine aldı. Böylece Mısır’daki egemenliğini dolaylı olarak sürdürdü.
Mısır halkı, İngiltere’nin Süveyş Kanalı koruyuculuğundan vazgeçmesi ve Mısır’daki askerlerini çekmesi
konusunda baskı yaptı. Bu esnada İtalya’nın Habeşistan’ı (1936) işgal ederek Nil’in kaynaklarına egemen olması ve
İtalya’nın Almanya ile Orta Doğu’da bağımsızlık isteyen milletleri kışkırtarak yardım etmesi İngiltere’nin Mısır
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 10 ~
politikasında değişikliğe gitmesine sebep oldu. Bu gelişmeler İngiltere’yi Mısır ile anlaşma ve ittifak yapmaya
zorladı. Buna göre: İngiltere, Mısır’dan çekilirken sömürge yolu üzerindeki Süveyş Kanalı’nda sürekli asker
bulundurma hakkı elde etti. Ayrıca İngiltere, saldırı hâlinde Mısır’ı koruyacaktı. Böylece İngiltere, Mısır’daki
nüfuzunu korumuş oldu.
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla Orta Doğu’da söz sahibi olmak isteyen devletlerden birisi de Fransa’ydı.
San Remo Konferansı’nda Fransa’nın payına Suriye ve Lübnan düşmüştü. Ayrıca Sevr Antlaşması ile Güney Doğu
Anadolu’yu, diğer İtilaf Devletleriyle birlikte, Boğazları ve İstanbul’u işgal etmişti. Fransa’nın amacı, aldığı yerleri
korumak hatta daha da genişletmekti.
Suriye’nin çeşitli bölgelerinden temsilcilerin oluşturduğu Suriye Ulusal Kongresi, Mart 1920’de merkezi
Şam olmak üzere Lübnan ve Filistin topraklarını da içine alan Suriye Krallığı’nı kurdu. Başına Kral Faysal’ın
getirildiği bu devlet, San Remo Konferansı’nda tanınmadı. Filistin bu devletten alınarak İngiltere’ye, Lübnan ve
Suriye ise Fransa mandası altına verildi. Suriye’yi işgal eden Fransa, Kral Faysal’ı tahttan indirerek bölgeyi sıkı
askerî denetimi altına aldı.
Lübnan’ı, topraklarını iki kat artırarak Suriye’den ayırdı. Fransa’nın Suriye’yi eyaletlere ayırarak federal bir
düzen kurması, Arapların tepkisini daha da artırdı.
Anadolu’da işgal ettiği yerlerde Türk kuvvetlerine karşı direnemeyen Fransa, Ankara Antlaşması’yla Güney
Doğu Anadolu’yu boşaltarak bütün dikkatini Suriye’ye yöneltti. Kuvvet yoluyla buralarda tutunamayacağını
anlayınca 1926’da Lübnan’a, 1930’da da Suriye’ye bağımsızlıklarını verdi. Ancak her iki devletin de anayasasında
Fransız mandasının devamını sağlayan maddeler vardı.
İtalya’nın Habeşistan’ı işgali ve Akdeniz’de tehlikeli olması, Almanya’nın Orta Doğu’da İngiltere ve Fransa
aleyhine girişimlerinden sonra Fransa 1936’da Lübnan ve Suriye ile ittifak antlaşması yaptı ancak Fransa
parlamentosu antlaşmaları onaylamadı. Fransa, Suriye ve Lübnan’dan 1946’da tamamen çekildi.
XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar derebeylik (feodal) düzenin hâkim olduğu
Japonya, dış dünyaya kapalı bir ülkeydi. Şogun adı verilen ordu komutanı, bu
derebeylerin en güçlüsünden seçiliyordu. Asıl güç Şogun’un elindeydi.
İmparator sembolik olarak devletin başındaydı. Batılı devletler ticari
gerekçelerle Japonya’yı kapılarını kendilerine açması için zorlamaya
başlayınca 1854’te Batılı devletlerle ticari anlaşmalar yapıldı. Ancak
Japonya’nın Batı’ya açılımı, ülkede tepkiyle karşılandı ve anlaşmayı
imzalamakla suçlanan Şogun yönetimi, ülke üzerindeki etkisini kaybetti.
l867’de genç yaşta tahta geçen imparator Mutsuhito’nun aydınların Batı tarzı
yenilikler yapılması fikirlerine destek vermesiyle Japonya’da “Meiji
Restorasyonu” denilen reform süreci başlamış oldu.
özendirdi. Ağır sanayi, demir-çelik ve gemi yapımcılığı geliştirilirken tekstil sanayi de çağdaş seviyeye getirildi.
Devlet Japon girişimcilerle ortak çalışarak ihracatçılara, sanayicilere ve deniz taşımacılığına her türlü desteği
sağladı.
Japonya’nın ihracatı, özellikle ipek ve tekstil dalında yükselişe geçti. Tüm bu gelişmelerin ardında “güçlü
ordusu olan zengin bir ülke olma” ideali vardı.
Gerçekleştirilen bu reformlarla kısa sürede gelişen Japonya, XIX. yüzyılın sonlarında güçlü bir devlet hâline
geldi. Sanayileşen fakat hammadde açısından fakir olan Japonya, Asya kıtasına ulaşmak için yayılmacı bir politika
izlemeye başladı. Çin’in yönetimindeki Kore’yi ele geçirmek isteyince Çin’le karşı karşıya geldi. İki devlet arasında
yapılan savaşta galip gelen Japonya, Batılı devletler ve Rusya’nın tepkisi nedeniyle elde ettiği toprakları Çin’e geri
verdi.
Çin toprakları Japonya ve Rusya arasında rekabet alanı hâline geldi. Rusya ile Japonya arasında 1904-1905
savaşı çıktı. Rusya bu savaşta yenilerek Çin ve Kore üzerindeki etkisini kaybetti. Japonya bir süre sonra Kore’yi
topraklarına katarken Rusya ve Çin’e karşı elde ettiği başarılarla Uzak Doğu’da yeni bir güç olarak ortaya çıktı.
1929 Dünya Ekonomik Krizi, 1929’da başlamış, 1930’lu yıllar boyunca devam etmiş, Kuzey Amerika ve
Avrupa’yı merkez almasına rağmen, dünyanın özellikle de sanayileşmiş diğer ülkelerinde yıkıcı etkiler meydana
getirmiştir.
I Dünya Savaşı, özellikle Avrupa dışında üretim kapasitesinin olağanüstü artmasına sebep olduğundan,
sanayileşmiş ülkeler ihraç ettikleri ürünlerden büyük kârlar elde etmişti. Bununla beraber 1920’lerde tarımsal
üretimdeki artış, tarım ürünleri fiyatlarının düşmesine neden olmuştu. Tarım ülkeleri ekonomik büyümeden
yeterince faydalanamamıştı.
Amerika’da I. Dünya Savaşı’nın getirdiği zorluklar karşısında küçük şirketler birleşerek savaş sonrasında
tekeller oluşturmuşlardı. Öyle ki 1929 yılına gelindiğinde Amerikan ekonomisinin % 50’si üzerinde söz sahibi olan
holding sayısı 200 kadardı. Bu da tek bir holdingin bile iflasının ekonomiyi sarsmaya yeteceğini gösteriyordu.
Bu dönemde Amerikan banka ve şirketlerinin çalışma esaslarını düzenleyen yasalar yetersizdi. Hissedar
yatırımcıların bilgilendirilmesinde ve denetlemede görülen eksiklikler Amerikan ekonomisinin olumsuz
özelliklerindendi.
Amerika, 1924-29 yılları arasında gerçekleştirdiği ihracat fazlası ile dünyanın kredi veren ülkesi konumuna
geldi. Bu esnada ülkede otomobil, yapı, elektrik gibi yeni endüstriler gelişmeye başladı. Yeni gelişen endüstrilere
talebin fazla olması borsanın spekülatif (yapay) olarak aşırı yükselmesine neden oluyordu. Amerika’nın verdiği
kredileri geri alamaması zamanla Amerikan ekonomisini zorda bırakmıştı.
Aynı dönemde İngiltere’de para birimi poundın (paund) aşırı değer kazanması, ihracatta düşüşe ve
ekonominin iyice bozulmasına yol açmıştı. Almanya ise savaş tazminatlarını ödemek için karşılıksız para basmış, bu
da ülkede hiperenflasyona (aşırı enflasyon) sebep olmuştu.
Dönemin Amerikan ekonomi yönetiminin, krizle ilgili gerekli kararları yerinde ve zamanında alma-ması
krizin büyümesinde etkili olmuştur.
New York Borsası 1928 yılının başından 1929 yılı Ekim ayının başına kadar olan süreçte gittikçe yükseliyor
ve yüksek fiyat/kazanç oranı getiriyordu. Ancak 3 Ekim 1929 tarihine gelindiğinde borsanın yükselişi durmuş hatta
birkaç büyük holdingin hisse senetleri düşmüştü. Bu düşüş 21 Ekim günü yabancı yatırımcıların kâğıtlarını
ellerinden çıkarmalarıyla hızlandı ve “Kara Perşembe” olarak anılan 24 Ekim 1929 Perşembe günü borsa, dibe
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 12 ~
vurdu. 1929 yılının fiyatlarıyla 4,2 milyar dolar yok oldu. Bu süreçte çok sayıda banka batmış, binlerce insanın mal
varlığı yok olmuştu. Bu insanlar, açlığa sürüklendi, sebze ve meyve yetiştirip satarak yaşamaya çalıştılar. Piyasadaki
para bir anda yok olduğu için insanlar ihtiyaçlarını karşılamada takas yoluna giderek bir nevi değiş-tokuş
ekonomisine geri döndüler. Maddi varlıklarıyla beraber sosyal konumlarını ve ruh sağlıklarını da kaybettiler.
Bunalımın etkileri, II. Dünya Savaşı’nın etkileriyle de birleşerek uzun yıllar devam etti.
Kriz, en çok sanayileşmiş şehirleri vurmuş, bu kentlerde bir “işsizler ve evsizler ordusu” oluşturmuştur.
Bunalımdan etkilenen birçok ülkede inşaat faaliyetleri durmuş; tarım ürünü fiyatlarındaki %40-60’lık düşüş,
çiftçileri ve kırsal bölge nüfusunu kötü etkilemiştir. Talebin beklenmedik düzeyde düşmesi nedeniyle madencilik
alanı krizin en fazla etkilediği sektörlerden biri olmuştur. Ekonomik kriz dünyada 50 milyon insanın işsiz kalmasına,
yeryüzündeki toplam üretimin % 42 oranında ve dünya ticaretinin de % 65 oranında azalmasına sebep olmuştur.
1929 yılına kadar dünyada oluşan diğer krizlere bakıldığında dünya ticaretinin en fazla % 7 oranında düştüğü
düşünülürse 1929 bunalımının ne derece etkili olduğu görülebilir. Ekonomik kriz farklı ülkelerde değişik tarihlerde
sona ermiştir.
Dünyayı sarsan bu Ekonomik Buhran Türkiye’de de ekonomik durgunluğa yol açtı. Özellikle tarım ürünleri
ihraç eden Türkiye’de döviz gelirlerinin azalmasına neden oldu. Dolayısıyla tarım üreticileri yoksullaşma sürecine
girdi. Buhran karşısında Türkiye, ekonomide devletçilik ilkesini uygulamaya başladı. 1929’da Millî İktisat ve
Tasarruf Cemiyeti kurularak yerli malların kullanılması için kampanyalar düzenlendi. 1930’da Merkez Bankası
kuruldu. 1934’te Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulamaya koyuldu. Bu dönemde ham maddesi yurt içinde olan
sanayi kuruluşlarına öncelik verildi.
1938’de çıkarılan bir kanunla hükümete ithalatta kota getirme (sınırlamalar) yetkisi verildi. Dış ticarette
tarım ve sanayide kullanılan makine, araç-gereç ve tıpta kullanılan malzemeler hariç mamul gıda maddeleri,
alkollü içecekler, parfüm, elbise, ayakkabı ve diğer deri eşyalar gibi tüketim mallarının ithalatı yasaklandı. Bu
uygulama ile amaç, ticaret dengesini sağlamak ve yurt içi üretimi korumaktı.
İthalat ve ihracat dengesini bozmadan dış ticareti arttırmak için “kliring (kiliring) sistemi” uygulandı. Malını
alanın malını alma zorunluluğu anlamına gelen bu sisteme göre Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya başta olmak
üzere birçok ülkeyle Türkiye ikili antlaşmalar yaptı. Bu antlaşmalar ayrıca karşılıklı gümrük indirimleri ve ticaret
kotalarını da içeriyordu. Kliring ve kotalar sisteminin uygulanmasıyla yapılan ticaret 1934-1939 döneminde,
Türkiye’nin ithalatının %84’ünü ve ihracatının %81’ini oluşturdu.
Ekonomik Buhran üzerine ABD Başkanı Hoover, borç ödemelerini durdurma anlamına gelen bir mora-
toryum ilan etti. Türkiye bu doğrultuda 1931’den 1933’e kadar dış borç ödemeyi durdurdu. Sonuç olarak Türkiye,
Ekonomik Buhranı uyguladığı devletçi ve planlı ekonomi politikasıyla daha az hasarla atlatmıştır.
c.Türkiye'nin 1929'da 224 milyon lira olan bütçe gelirleri, 1933'te 205 milyon liraya düşmüştür.
Dünya barışının korunması ve sürekliliğinin sağlanması amacıyla uluslararası bir teşkilatın kurulma fikri XIX.
yüzyılda ortaya atıldıysa da gerçekleşmemişti. I. Dünya Savaşı ise bu düşünceyi daha da güçlendirdi. I. Dünya
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 13 ~
Savaşı sonunda yapılan antlaşmalarla, bir düzen sağlanmış gözükmekle birlikte birçok soruna da neden olacak bir
ortam oluşmuştu. Wilson Prensiplerinde belirtildiği gibi savaş sonrası ABD ve İngiltere bu amaçla çalışmalara
başlamış; Paris Barış Konferansı’nda 32 devlet tarafından uluslararası bir teşkilat kurulması kabul edilmişti. 10
Ocak 1920’de merkezi Cenevre olmak üzere asil üyelerini I. Dünya Savaşı’nda galip gelen devletlerin
oluşturduğu Milletler Cemiyeti kuruldu. Daha sonraki dönemde genel kurulun uygun gördüğü devletler teşkilata
katıldı. Ancak ABD, senatonun kabul etmemesi sebebiyle fikir önderliğini yaptığı Cemiyete katılmadı. Savaşta
tarafsız kalmış ülkeler asil üyeler arasına alındı. Türkiye de davet üzerine 1932’de Cemiyete katıldı. Kuruluşunda 18
üyesi olan Cemiyet 1920’de 48, daha sonra da 63 üyeye ulaştı.
Uluslararası barışı korumaya yönelik bir diğer gelişme de Locarno Antlaşması’nın imzalanmasıdır. Bu
antlaşma, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya arasında 1 Aralık 1925’te Londra’da
imzalandı.
Almanya bu antlaşma ile uluslararası iş birliğine yeniden katılmış oldu. Antlaşmadan hemen sonra da
Milletler Cemiyetine üye olarak Avrupa’nın büyük devletleri arasındaki yerini aldı. Antlaşmayla birlikte Avrupa’daki
siyasi gerginlik bir süre azaldıysa da bu durum kısa sürdü.
Fransa, Avrupa’daki durumunu güçlendirmek ve ilişkilerini geliştirmek için ABD’ye, bir barış paktı
imzalamayı teklif etti. ABD ise savaş sonrası Monroe (Monreu) Politikası gereği Avrupa’daki sorunlara müdahil
olmak istemedi. Bu nedenle ABD Dışişleri Bakanı Kellogg, bu paktın bütün dünya devletlerini kapsayacak şekilde
düzenlenmesini istedi.
Briand-Kellogg (Bıraynt Kelog) Paktı 27 Ağustos 1928’de Paris’te ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya,
Japonya, Polonya, Çekoslovakya ve Belçika arasında imzalandı. Aynı yıl Sovyetler Birliği ve Türkiye de antlaşmaya
dâhil oldu.
Briand-Kellogg Paktı ile “savunmaya dayanmayan savaş, kanun dışı sayılmış ve devletlerarası ilişkilerde
barışçı yollara başvurulması” esas alınmıştır.
Fransa meşru savunma hakkına, İngiltere ise sömürgeleri ile dünyanın bazı bölgelerinde hareket
serbestisine sahip olmak istiyordu. Bu nedenle Fransa ve İngiltere bu antlaşmayı bazı çekinceler koyarak kabul
etmişlerdir.
Pakt 1930’larda Almanya, İtalya ve Japonya’nın saldırgan politikalarıyla işlevsiz duruma düşmüştür.
Bütün bu çabalar, ortaya çıkan anlaşmazlıklara çözüm olmadığı gibi, II. Dünya Savaşı’nın çıkmasını da
engelleyememiştir. Bunda büyük devletlerin iç ve dış politikalarında meydana gelen gelişmeler de önemli rol
oynamıştır.
I. Dünya Savaşı, milyonlarca insanın ölmesinin yanı sıra ABD ve Avrupa’nın siyasi, sosyal ve ekonomik
hayatında önemli değişiklilere yol açtı.
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 14 ~
Savaş sebebiyle Avrupa’dan ABD’ye yapılan göçler azalırken Avrupa içindeki göçler hız kazandı. Avrupa
devletleri istihdam ve çalışma şartlarına yasal düzenlemeler getirmeye başladı. Örneğin Fransa, Hollanda ve
İspanya 8 saatlik iş günü uygulamasına geçti.
Savaşın ardından demokratik süreçte önemli değişiklikler gündeme geldi. 1920’den sonra çoğu ülkede
bütün yetişkin erkeklere ve bazı ülkelerde kadınlara da oy hakkı tanındı. Böylece seçmen kitlesi genişledi. Büyük
savaş, başta ağır sanayiyi, silah ve motorlu taşıt imalatını canlandırdı. Yeni üretim tekniklerinin ve teknolojilerin
devreye girmesini sağladı. Sanayileşmiş ülkelerin çoğunda ekonomik atılımlar yaşandı. Politikacılar işçi sınıfının
görüşlerini hesaba katmak zorunda kaldı.
Gıda ve ham madde fiyatlarında 1920’lerin başlarında görülen çarpıcı düşüş, bütün Avrupa’da çiftçileri ve
köylüleri sarstı. En ağır darbeyi Orta ve Doğu Avrupa aldı. SSCB, sınırlarını ticarete kapatırken Almanya’da hızla
yükselen enflasyon ekonomik felç oluşturdu. Ekonomik durgunlukla birlikte işsizlik arttı. Almanya hiperenflasyon
döngüsüne girdi. Orta Avrupa para birimleri de bu gelişmelerden zarar gördü. Avrupa ekonomileri ancak 1924’ten
sonra düzene kavuşmaya başladı. 1930’larda kırsal alanlardan kentlere göç istikrara kavuştu. Şehir merkezinin
uzağına yerleşim yerlerinin kurulması ve buralara hizmet veren demir yolu hatlarının açılmasıyla kentler büyüme
sürecine girdi.
1920’li yıllarda ABD ekonomisi hızla büyürken borçlanmaya dayalı bir tüketim patlaması yaşanıyordu. Aynı
yıllarda savaştan sonra ülkelerini inşa etmek isteyen Avrupa devletleri de ABD bankalarına borçlanıyordu. Ekim
1929’da ABD borsasının çöküşüyle Amerika, verdiği borçları geri istedi. Şirketler battı, işsizlik hızla yükseldi.
1932’de Alman fabrikalarının üretim hacmi 1928’deki düzeyin ancak % 60’ı kadardı. 1933’te çalışan nüfusun %
44’ü işsiz kalmıştı. Tasarrufları tükenen ve yerel dükkânlarda veresiye alışveriş yapamayan halk, perişan duruma
gelmişti. Avrupa’nın diğer devletlerinde de durum aşağı yukarı aynı idi.
1920’lerin sonlarına doğru Rusya’da çok ağır ilerleyen bir ekonomik canlanma görüldü.
Lenin, ülkenin kendi kaynaklarını harekete geçirmeye yönelik olarak 1921’de Yeni Ekonomik Politika’yı
(NEP) ilan etti. Lenin’in 1924’te ölmesiyle iktidarı ele geçiren Stalin 1928’de ilk beş yıllık kalkınma planını
uygulamaya koydu. Temel amacı toprak sahiplerinden toprakların alınarak özel mülkiyetin yerine geniş ve ortak
mülkiyet esasına dayalı tarım alanları oluşturmak olan kolektifleştirme politikası Rus köylülerinin tepkisine neden
oldu. Bu durum 1930’larda tarım bunalımına yol açtı. 1932’de Stalin, ilk beş yıllık plan hedeflerine 4,5 yıl içinde
ulaştı. Rusya’nın uyguladığı planlı ekonomi sanayide hızlı bir gelişme sağladı.
1920’lerde ekonomik kriz içinde olan Almanya ekonomisi, 1930’ların ortalarında tekrar büyümeye başladı.
Büyüme sürecine giren birçok Avrupa ülkesi sosyal güvenlik sistemlerini geliştirmeye yöneldi. Yaşlılar için
emeklilik, işsizlik sigortası, iş kazaları tazminatı gibi yenilikler kabul edildi.
Almanya, Adolf Hitler’in (Adaf Hitler) 1933’te iktidara gelmesi ile köklü bir rejim değişikliği yaşadı. Hitler,
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Die Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei’nin) önderiydi. Hitler başa
geçince önce anayasayı değiştirerek rakip partileri saf dışı bıraktı. Sonra silahlı kuvvetleri yeniden kurdu.
Diplomatik manev¬ralara girişerek Almanya’yı yeniden büyük bir devlet yapmak istedi. Hitler içerde işsizliğe son
vererek Alman halkının çoğunun sevgisini pekiştirirdi ve Almanya’yı kısa sürede Avrupa’nın en etkin gücü
konumuna yükseltti.
Hitler, Almanya’nın geleceğinin ancak doğudaki geniş toprakları ele geçirip Almanların buralara
yerleştirilmesiyle güvence altına alınacağını öne sürdü. Hitler’in 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırması II. Dünya
Savaşı’nın başlamasına yol açtı.
İngiltere’de savaş öncesindeki refah düzeyine ulaşma çabalarından istenen sonuç alınamadı. Ülkede
yüksek oranda işsizlik görüldü. Fransa’da harap olan ülkeyi yeniden imar etmek için büyük kamu harcamalarına
ihtiyaç duyulması ekonomik kalkınmayı önledi.
İtalya’da savaşın neden olduğu huzursuzluklar 1922’de Faşist Partisini (Partito Nazionale Fascista) iktidara
getiren bir hükümet darbesine yol açtı.
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 15 ~
a.İtalya’da Faşizm
İtalya, I. Dünya Savaşı’na yeni sömürgeler elde etmek için katılmıştı. Ancak savaş sonunda umduğunu elde
edemediği gibi vaat edilmesine rağmen Alman sömürgelerinden ve Anadolu’dan da pay alamadı. Savaş, İtalya’nın
sosyal ve ekonomik hayatında sarsıntılara neden oldu. Aynı zamanda İtalya’da liberal demokrasinin yanında
sosyalizm, komünizm gibi akımlar önem kazandı. Bu akımların etkisiyle işçiler, fabrikaların idaresine ve kararlarına
ortak olmak istediler. Ayrıca ülkenin her tarafına dağılmış asker kaçakları, terhis olan asker ve aydınların maddi ve
manevi beklentileri, işsizlik, iç politikada istikrarı bozdu. Bu durum Benito Mussolini (Benite Musuloni)
liderliğindeki Faşist Partisinin işine yaradı.
Kasım 1919’da seçimlere ilk kez katılan bu Parti, meclise giremedi ancak ülkedeki karışıklıktan dolayı
aydınlar, askerler ve halk arasında hızla taraftar topladı. 1922 Ağustosundaki genel işçi grevi ekonomiyi felce
uğratıp ülkeyi karıştırdı. Faşist Partisinin "Kara Gömlekliler”i Napoli’den Roma’ya yürüdü. Darbe yapılmasından
çekinen hükümet istifa etti. İtalyan kralı 31 Ekim 1922’de başbakanlığa Mussolini’yi atamak zorunda kaldı.
b.Almanya’da Nazizm
Almanya, I. Dünya Savaşı sonlarına doğru cephe gerisinde iç sorunlarla karşı karşıya kaldı. Kasım 1918’de
askerî bir ayaklanma sonucu imparatorluk yıkılarak cumhuriyet ilan edildi.
Ateşkes anlaşmasının imzalanması, iç karışıkları daha da artırmış, Almanya iç politika ve ekonomik yönden
çöküntüye uğramıştı. Versay Antlaşması’nın imzalanması ise bu bunalımı daha da artırdı. Bu anlaşma toplumun
her kesimi tarafından tepkiyle karşılandı. Bunlar yaşanırken Ağustos 1919’da “Weimar Anayasası” ilan edilerek
demokratik düzene geçildi.
Weimar Cumhuriyeti’nin hükümetleri Almanya’nın savaş sonrasında karşılaştığı siyasi, ekonomik ve sosyal
sorunları çözmekte yetersiz kaldı. Kurulduğu günden itibaren Versay Antlaşması’nın yok edilmesini ve Alman
ırkının üstünlüğünü savunan Nazi Partisi 1924 seçimlerinde ilk kez parlamentoya girdi.
1929 dünya ekonomik buhranı ile Almanya’nın sanayi üretimi yarı yarıya düştü. Ticarethaneler iflas etti ve
işsiz sayısı birden bire artmaya başladı. Bütçede açığın kapatılması için vergi borçlarının arttırılması, bir yandan da
Almanya’nın savaş tazminatını ödemekte zorlanması Nazi Partisini güçlendirdi ve taraftar sayısını arttırdı. 1930
seçimlerinde en güçlü ikinci parti olan Nazi Partisi, 1932 seçimlerinden en güçlü parti olarak çıktı. 30 Ocak 1933’te
Adolf Hitler başbakan oldu ve bir fırsatını bularak komünistlere karşı sert tedbirler aldı. İlk iş olarak seçimleri
yeniledi. Ancak Mart 1933 seçimlerinde çoğunluğu sağlayamadı. Bunun üzerine Hitler, tevkif edilen komünist ve
sosyal demokrat milletvekillerinin bulunmadığı sırada meclisten 4 yıl süre ile olağanüstü yetkiler alarak
diktatörlüğünü ilan etti. Nazi Partisi, Alman milletinin ekonomik kültürel ve sosyal hayatını her yönüyle kontrol
altına aldı.
İspanya’da XIX. yüzyıldan beri istikrarsızlık ve iç karışıklıklar yaşanmıştır. 1902’de ispanya tahtına geçen
XIII. Alfonso (Alfonze) anayasayı ilan etmesine rağmen ülkede istikrar sağlanamadı. 1923’te ordu yönetime
müdahale ederek bütün demokratik müesseselerin kapatıldığı asker destekli bir yönetim kurdu. Başarısız olan
hükümet askerî desteğini kaybedince istifa etti ve anayasal sistem tekrar kuruldu. Fakat bu gelişme de ülkeye
huzur getirmedi ve Kral Alfonso ülkeyi terk edince cumhuriyet ilan edildi.
Yeni cumhuriyet yönetiminin dine ve din adamlarına karşı tavır alması, toprak reformlarına girişmesi ve
köylülerin, zenginlerin topraklarını ele geçirmek istemesi silahlı çatışmalara sebep oldu. 1936’da karşıt gruplar
arasında işlenen cinayetler iç savaşın başlamasına yol açtı.
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 16 ~
İç savaş sonrasında iktidara gelen Franco yönetimi ilk dönemlerde Batılı devletler tarafından dışlandı. II.
Dünya Savaşı’ndan sonra BM’nin ispanya ile ilişkilerini kesmesiyle bu olumsuz süreç devam etti. Soğuk Savaş
Dönemi’nde kutuplaşmanın artmasıyla Batılı devletlerin İspanya’ya yakınlaşması ilişkilerin düzelmesini sağladı.
İspanya 1955’te BM’ye, 1958’de Avrupa Ekonomik iş Birliği Teşkilatına girdi ve ABD ile imzalanan anlaşma ile bu
devlete üsler verdi.
Savaş sırasında yaşanan ekonomik sıkıntılar savaştan sonra tüketim isteğinin artmasında ve sanayinin
gelişmesinde etkili oldu. Sanayide kullanılan petrol ve elektrik günlük hayata girdi; evlerde elektrikli araçların
kullanımında artış görüldü. Avrupa'da kara ve demir yolları yapılarak ulaşım kolaylaştırıldı. Dünyada taşıt
yapımında seri üretim yaygınlaştı. Kıtalar arası ulaşımda gemilerin yanında havacılık teknolojisinin gelişmesiyle
birlikte uçaklar da kullanılmaya başlandı.
Bu dönemde şehircilik ve mimari gelişti. Mimari bir akım olan Bauhaus (Bahauz) şehir planlaması
konusunda yenilikler getirdi. Yeni bir mimari tarz başlatılmasını savunan Bauhaus akımının temsilcileri 1933'te
Nazilerin baskıları sonucu farklı ülkelere giderek bu anlayışı geliştirip yaygınlaştırdı. Yine bu dönemde yüksek
binalar, geniş düzenli caddeler ve yeşil alanları ile büyük şehir projeleri tasarlandı. ABD'de New York'ta 1931'de
tamamlanan “Empire State Building” ile beraber gökdelenlerin sayısında artış görüldü.
İletişim araçlarının gelişmesiyle haberleşme kolaylaştı. Dünyanın en ücra köşelerindeki halklar, kültürleri
ile beraber tanındı. Yazılı basında önemli tiraj artışı oldu. Radyonun önem kazanması ile “konuşan basın” dönemi
başladı. Radyo siyasi faaliyetlerde vazgeçilmez bir iletişim aracı olarak kullanıldı. Radyo aracılığıyla caz, klasik
müzik, tiyatro da halka ulaştı.
Fotoğraf, çizgi film, sinema gibi görsel sanatlardaki gelişmeler kitle kültürünün şekillenmesine yardımcı
oldu. Yazılı basın, fotoğraflarla desteklendi. Savaş öncesi çocuk yayınları çerçevesinde başlayan çizgi filmler, büyük
gelişme kaydetti. Avrupa'da “Tintin (Tenten), Barbar”, Amerika'da “Popeye (Temel Reis), Süperman” gibi çizgi film
kahramanları bu dönemde doğdu. 1895'te ortaya çıkan sessiz sinema, 1920'li yılların sonuna doğru, sesin de
kullanılması ile kitle iletişim aracı olarak önemini devam ettirdi. 30'lu yıllarda ekonomik buhranı konu alan
filmlerin yapılması sinema izleyicilerinin sayısını arttırdı. Dünyada sinema propaganda aracı olarak kullanılmaya
başlandı. Ayrıca bu dönemde radyo ve gazetelerin etkisiyle spor, kitlelere mal olurken izleyici sayısı da hızla arttı.
Almanya'da rejim değişikliğine bağlı olarak Albert Einstein başta olmak üzere bazı bilim insanları ülkelerini
terk etmek zorunda kaldılar. Bu bilim insanları gittikleri ülkelerde önemli bilimsel gelişmeler yaşanmasına
katkılarda bulundular. Türkiye'ye kabul edilen bilim insanları da üniversitelerimizde önemli bilimsel çalışmalar
yaptılar. Bu dönemde Einstein'in izafiyet teorisi fizik alanında yeni bir çığır açtı. Fizik bilimi, nükleer protonu
(Rutherford, 1919), pozitif elektronu (Anderson, 1931) ve nötronu (Chad-wick, 1934) keşfetti. Frederic et Irene,
Joliot-Curie (Julyet Kür) ve Enrico Fermi, yapay radyoaktiviteyi buldu. Uranyum fizyonu 1939'da Almanya'da
gerçekleştirildi. Böylece nükleer enerji alanındaki gelişmeler birbirini takip etti.
Sağlık sahası başta olmak üzere biyoloji biliminde önemli ilerlemeler sağlandı. Bazı hastalıkların tedavisi
için aşı ve ilaçlar bulunurken organ nakline başlandı. Banting ve Best 1922'de insülini ayrıştırmayı başardı.
Tüberküloza karşı ilk etkili silah olan BCG aşısı 1921'de Calmette ve Guerin tarafından bulundu. 1929'da Alexander
Fleming penisilini keşfederek antibiyotiklerin gelişeceği alanı açtı.
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 17 ~
Sosyal bilimler, ihtisas alanlarını belirleyerek bir yenilenme sürecine gitti. Psikoloji önem kazandı ve bu
alanda yeni akımlar ortaya çıktı. Felsefe alanında Fenomenoloji (Metafiziğe karşı çıkarak somut yaşantıyı temel
alan felsefi görüş) ve Varoluşçuluk (Bireysel deneyimleri insan doğasını anlamanın temeli olarak gören felsefi
görüş) bu dönemde ortaya çıkan akımlardır.
1929’da tarih biliminde Fransız ekolünün ortaya çıkışı ile geleneksel tarih anlayışında önemli değişiklikler
yaşandı. Yeni tarih anlayışı ile geleneksel tarihin temel öğesini oluşturan; savaş tarihi, kral ve imparatorlar tarihi
önceliğini kaybetti. Yeni tarih anlayışı, yerel tarih, sosyal, ekonomik ve medeniyet konularını öne çıkardı.
I.Dünya Savaşı sonunda Batı medeniyeti ve bu medeniyetin dayandığı değerlerin sorgulanması, Avrupa
edebiyatını etkiledi. İki savaş arasında, birçok yazar yaşadıkları toplumlara karşı eleştirel gözle bakarak eserlerini
bu doğrultuda verdiler. John Steinbeck’in (Con Stenbek) Gazap Üzümleri (1939) adlı eseri 1929 krizinden sonra
Amerika’nın sosyal ve ekonomik durumunu anlatan önemli eserlerden biridir. Bazı romancılar da buhranlı bir
dönemden geçen Avrupa’yı konu edinmekten kaçınarak otobiyografi tarzını tercih etmişlerdir.
İki savaş arası dönemde tiyatro da bir yenilenme sürecine girdi. Aktör ve seyirciye eleştiri hakkı tanınarak
günümüz tiyatrosuna öncülük edildi.
I.Dünya Savaşı’nın tam ortasında Zürih’te, bütün toplumu, burjuva sanatını tamamen ve sert bir şekilde
reddetmeye dayalı “Sürrealizm” akımı doğdu. Sürrealizm kendini daha ziyade resim sanatında gösterdi. Geçmişle
bağlarını koparan sürrealist ekolün dışında, savaş öncesinde de var olan ekspresyonizm (dışa vurumculuk),
özellikle Almanya ve kuzey ülkelerinde birçok sanatçı ve yazarı hareketin bünyesinde toplamayı başardı. Aynı
zamanda bazı sinemacılar da bu ekole önemli eserler kazandırdı.
İki savaş arasında klasik müziğe dönüş yaşandı. Özellikle Orta Avrupa’dakiler başta olmak üzere birçok
müzisyen, klasik eserleri folklorik unsurlarla birleştirmeyi amaçlıyordu. Aynı dönemde ABD’nin savaşa girmesi ve
Avrupa üzerinde etkili olmasıyla caz, bütün Batı dünyasında yayılma fırsatı buldu.
Millî Mücadele’nin askerî ve diplomatik safhasını başarıyla sonuçlandıran Türkiye, Lozan Barış Antlaşması
ile uluslararası alanda resmen tanındı.
1923’ten sonra Türkiye dış politikada Lozan’da halledilemeyen Musul, dış borçlar, Suriye sınırı, nüfus
mübadelesi ve Boğazlar sorunlarına öncelik verdi. Bu konular ve Millî Mücadele’den itibaren Batılı devletlere karşı
duyulan güvensizlik, Sovyetler Birliği’yle var olan iyi ilişkilerin devamını sağladı. Türkiye, Lozan’dan kalan
sorunlarını çözdükten sonra Batı ülkeleri ile de iyi ilişkiler kurmaya başladı.
Lozan Antlaşması sonrası ülkenin yaralarının sarılabilmesi ve yapılan inkılapların başarıya ulaşabilmesi için
yurt içinde ve uluslararası alanda barış ortamına ihtiyaç vardı. Türkiye ilk andan itibaren dış politikada, Atatürk’ün
"Yurtta barış, dünyada barış.” sözünü ilke edinerek barışçı bir politika izlemeye çalıştı.
1930’dan itibaren özellikle Avrupa’da ortaya çıkan bunalımlar, I. Dünya Savaşı’nın getirdiği statükoyu
korumak isteyen (İngiltere, Fransa gibi) devletler ile bu yapıyı değiştirmek isteyen (Almanya, İtalya gibi)
devletlerarasında gittikçe keskinleşen bir kutuplaşmaya sebep oldu.
Avrupa’daki gelişmelerle ilgili olarak Atatürk, Versay Antlaşması’nın I. Dünya Savaşı’nın sebeplerini yok
etmediğini aksine düşmanlıkları daha da arttırdığını düşünüyordu. Ona göre yenen devletler, yenilenlere barış
şartlarını zorla kabul ettirirken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini göz önüne almamışlardı.
Atatürk, İtalya’daki gelişmelerle ilgili olarak da şu sözleri söylemişti: “Mussolini’nin yönetimi altında
kuşkusuz büyük bir kalkınmaya ve gelişmeye sahne olmuştur. Eğer Mussolini, gelecekteki bir savaşta, İtalya’nın
görünen büyüklüğünü, savaş dışında kalmak biçimiyle, gerektiği gibi kullanabilirse barış masasında başlıca
rollerden birini oynayabilir. Ancak korkarım ki İtalya’nın bugünkü şefi, Sezar rolünü oynamak isteğinden kendisini
kurtaramayacak ve İtalya’nın askerî bir güç oluşturmaktan henüz çok uzak olduğunu hemen gösterecektir.”
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 18 ~
Bu dönemde, Türkiye, 1932’de Milletler Cemiyetine üye olarak Batılı devletlerle olan iyi ilişkilerini
pekiştirdi. Bölgesel ve uluslararası alandaki barışçı faaliyetlere aktif bir şekilde katılmakla beraber, kendi
güvenliğini ön planda tutarak öncelikle bölgesel ittifaklara yöneldi. Balkan ve Sadabat Paktlarının kuruluşuna
öncülük etti. Boğazlar ve Hatay meselelerini uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde kendi lehinde bir çözüme
kavuşturdu. Aynı zamanda Avrupa’daki askerî ve siyasi gelişmeler (özellikle İtalya ve Almanya’daki) üzerine Batılı
ülkeler ile Sovyetler Birliği arasında hassas bir denge kurmaya gayret gösterdi. Böylece izlediği dış politika
sayesinde Türkiye, bölgede bir istikrar unsuru oldu.
Milletler Cemiyeti, I. Dünya Savaşı’ndan sonra barışı koruyacak uluslararası bir örgüt olarak kurulmuştu.
Başlangıçta 42 üyesi olan Milletler Cemiyetine üye olmak için Genel Kurulun üçte iki çoğunluğuyla karar vermesi
gerekiyordu.
Lozan Antlaşması’ndan sonra Batılı devletlerle sorunlarını çözen ve komşu devletlerle de dostluk
antlaşmaları imzalayan Türkiye, Batı ile daha iyi ilişkiler kurmak istedi.
1930’dan itibaren Avrupa’da gruplaşmaların belirli bir durum alması uluslararası barış ve güvenliği tehdit
etmeye başladı. Bu durumun yaşandığı sıralarda Türkiye’nin uluslararası politikada artan önemi Batılı devletler
üzerinde de etkisini gösterdi. Türkiye ile iş birliği yapmak isteyen Batılı ülkeler, onu Milletler Cemiyetinin
bünyesine katmak istedi. Milletler Cemiyeti Genel Sekreterinin Türkiye’yi Milletler Cemiyeti üyeliğine davet etmesi
üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi 9 Temmuz 1932’de Cemiyete katılma kararı aldı.
İki yıl sonra da konsey üyeliğine seçilen Türkiye, Milletler Cemiyetine üye olmakla aynı zamanda
uluslararası iş birliğine resmen katıldı. Bundan sonra cemiyet içinde ve dışında barışın korunması çabalarına da
devam etti.
Türkiye Balkan devletleri ile iyi ilişkiler kurmayı amaçlıyordu. Bu sebeple 1923’te Arnavutluk, 1925’te de
Bulgaristan ve Yugoslavya ile ikili dostluk antlaşmaları imzaladı. Bu arada Balkan devletleri kendi aralarındaki
sorunları çözmeye çalışmaktaydı. 1926’da Türkiye, tüm Balkan devletleri arasında sınırların karşılıklı olarak
güvence altına alınması amacıyla bir girişimde bulundu. Türkiye’nin amacı, imzalanacak bir anlaşmayla Balkanlarda
istikrarı sağlamak, aynı zamanda Balkanlar dışından gelebilecek tehlikeleri engellemekti. Ancak Türkiye’nin bu
girişimleri sonuçsuz kaldı.
Bu tarihlerde en büyük tehlike, Balkanlarda ve Doğu Akdeniz’de yayılmacı bir politika izleyen, sahip olduğu
On iki Ada ile de bölgeye yerleşen İtalya idi. Balkan devletleri arasındaki bazı anlaşmazlıkların ortadan kalkması ile
bir anlaşma zemini oluşmaya başladı.
30 Ekim 1930 günü, Türkiye ve Yunanistan arasında Dostluk, Tarafsızlık ve Uzlaştırma Antlaşması’nın
imzalanması Balkan devletleri arasında dayanışmanın gerçekleştirilmesinde önemli bir gelişme oldu. Atatürk ve
Venizelos’un önderliğinde Türk-Yunan dostluğu gelişti. 1933 yılında Türkiye sırasıyla Yunanistan, Bulgaristan,
Romanya, Yugoslavya ile birer Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması yaptı. Bu ikili antlaşmalar Balkan devletleri
arasında anlaşma yolunu açarak Balkan Paktı’nın imzalanmasına zemin hazırladı. Venizelos, Türk-Yunan
ilişkilerinde ve Yakın Doğu’da barışın sağlanmasındaki büyük katkılarından dolayı Atatürk’ü 12 Ocak 1934’te Nobel
Barış Ödülü’ne aday gösterdi.
Balkan Paktı, 9 Şubat 1934’te Atina’da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya Dışişleri Bakanları’nca
imzalandı. Bununla birlikte, Pakt’a girmeyen Bulgaristan ve Arnavutluk’a katılım hakkı açık tutuldu. Buna rağmen
Arnavutluk İtalya’nın etkisi altında kaldığından; Bulgaristan ise Balkanlarda yayılmak istediğinden antanta
katılmadı.
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 19 ~
Balkan Antantı, kuruluşundan itibaren çeşitli alanlarda başarılar elde etti. 1935’te İtalya’nın Habeşistan’a
saldırması üzerine, Milletler Cemiyetinin aldığı zorlayıcı ekonomik önlemlere Antant’a üye dört devlet birlikte
katıldı. 1936’da Montrö Konferansı’nda, Boğazlar statüsünün Türkiye lehine değiştirilmesinde, Antant üyelerinin
Türkiye’yi desteklemesi ve dayanışma politikasını izlemesi bu başarılara örnektir. Üye devletlerinin Balkanların
dışından gelebilecek tehlikeler karşısındaki direnme isteği ve gücüne bağlı başarılar gösteren Balkan Antantı’nın
durumu 1936’dan itibaren değişmeye başladı. Büyük devletlerin ekonomik, siyasi yayılma ve etki politikaları,
Antant’ın zayıflamasına yol açtı. Özellikle 1937’de, Yugoslavya’nın Bulgaristan ile bir dostluk antlaşması
imzalaması, gittikçe güçlenen İtalya karşısında Yunanistan’ın bu devlete yaklaşması, bu durumu daha da
hızlandırdı.
Lozan Antlaşması’nda halledilemeyen meselelerden biri de Boğazlar meselesiydi. Türkiye, o günkü şartlar
altında Boğazlar Bölgesi’nin silahtan arındırılması ve geçişin denetlenmesi işinin “Uluslararası Boğazlar
Komisyonu”na bırakılmasını kabul etmek zorunda kaldı. 1930’lara gelindiğinde Türkiye, İtalya’nın Doğu Akdeniz ile
Balkanlar üzerindeki emellerinden endişe duymakta ve stratejik öneme sahip Boğazlar’ın güvenliğini sağlamak
istemekteydi. Konuyu ilk kez Mayıs 1933’te “Londra Silahsızlanma Konferansı”nda gündeme getirdi.
İtalya’nın, 1935’te Habeşistan’a saldırması ve On iki Ada’yı silahlandırmaya başlaması, Almanya’nın Ren
Bölgesi’ne yeniden asker sevk etmesi ve Locarno Anlaşmalarına son vermesi Türkiye’yi, Boğazlar Sözleşmesi’nin
değiştirilmesi konusunda harekete geçirdi.
Türkiye, Sovyetler Birliği ve Balkan Paktı’yla Balkan devletlerinin desteğini aldı. Pakt’a üye olmayan
Bulgaristan, Türkiye’nin Boğazlar’la ilgili girişiminin Nöyyi Antlaşması’nın silahtan arındırma ile ilgili hükümlerinin
değiştirmesine yol açabileceğini düşünerek tepki göstermedi. İtalya’nın Akdeniz’deki emellerini bilen İngiltere bu
girişimi olumlu karşıladı. Asya’da genişleme çabası içinde olan Japonya da konuya ilgisiz kaldı.
Bu durumda Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin imzacılarından sadece İtalya, Akdeniz’deki emellerinden dolayı
bu sözleşmenin değiştirilmesine karşı çıkabilirdi. Dünyadaki bu gelişmeler üzerine Türkiye, yeni bir Boğazlar
Rejimini ortaya koymak üzere bir Konferans toplanmasını istedi. Devletlerin (İtalya dışında) bu olumlu tutumları
üzerine 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ni değiştirmek üzere, 22 Haziran 1936’da İsviçre’nin Montrö kentinde bir
konferans toplandı.
Türkiye, Avustralya, İngiltere, Bulgaristan, Fransa, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği ve
Yugoslavya’nın katıldığı Montrö Boğazlar Konferansı’nda 20 Temmuzda Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile “Boğazlar Komisyonu” kaldırılıp Türkiye’ye Boğazlar ve çevresinde asker
bulundurma hakkı verilerek Boğazlar’da Türk egemenliğini ve kontrolünü esas alan bir düzenleme yapıldı. Yeni
düzenleme ile Boğazlar’da denizden geçiş serbestliği ilkesi kabul edilmekle beraber belirli kurallara dayanan yeni
bir geçiş statüsü oluşturuldu.
Buna göre barış zamanında ya da Türkiye’nin savaşa girmediği durumlarda ticaret gemilerinin serbestçe
geçişine izin verildi. Savaş gemilerinin geçişi konusunda Türkiye’ye önceden bilgi verilmesi şartı getirildi.
Türkiye’nin yer almadığı herhangi bir savaş durumunda savaşın içinde olan devletlerin savaş gemilerinin
Boğazlardan geçişi yasaklandı.
Türkiye içinde bulunduğu bir savaş ya da güvenliğini tehdit eden bir durum karşısında Boğazlar üzerinde
tam yetki elde etti. Türkiye ile savaş hâlinde olmayan devletlerin ticaret gemilerine kontrollü olarak geçiş hakkı
verildi.
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 20 ~
Sadabat Paktı; Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında imzalanmış, çok taraflı bölgesel bir antlaşmadır.
Bununla taraflar birbirlerine saldırıdan kaçınmayı ve bölgede barışı korumak üzere iş birliği yapmayı
benimsemiştir. Bu sadece bir saldırmazlık ve iyi komşuluk paktıdır, savunma için yardımlaşma paktı değildir.
1930 yılında İngiltere, Irak’ın bağımsızlığını, bazı sınırlamalarla tanıyıp onunla bir ittifak antlaşması
imzalayınca Irak hükümeti İngiltere’ye olan bağımlılığını dengelemek için, Türkiye ile görüşmeler yaptıktan sonra,
1933 sonbaharında İran ve Türkiye’ye birer saldırmazlık antlaşması önermişti.
O sırada Irak’ın Türkiye ile ilişkileri gayet iyiydi. Kral Faysal 1931 Haziranında Türkiye’yi ziyaret etmiş,
Başbakan Nuri Said Paşa da Ankara’da zaman zaman siyasi görüşmelerde bulunmuştu. Bu dönemde Irak ile İran
arasında sorunlar vardı. Bu nedenle Irak, İran’la uzlaşmak istiyordu.
Irak’ın bu girişimleri üzerine, Türkiye ayrı ayrı saldırmazlık paktları yerine, Balkan Paktı örneğindeki gibi bir
bölgesel pakt kurulmasının yararlarını Irak ve İran’a bildirmişti. Üç bölge devletinin imzalayacağı bir metin
hazırlanıp 2 Ekim 1935’te Cenevre’de onaylanmıştı. Ancak SSCB’nin önerdiği Afganistan’ın, Irak’ın istediği Suudi
Arabistan’ın Pakta alınıp alınmaması üzerindeki görüşmeler ve Irak ile İran arasındaki sorunlar, paktın
imzalanmasını geciktirmişti. Sonunda Afganistan’ın girmesi kabul edilmiş ve Pakt 8 Temmuz 1937 günü dört devlet
arasında Tahran’da Şah’ın yazlık Sadabat Sarayı’nda imzalanmıştır.
Türkiye açısından Pakt, Atatürk’ün barışçı dış politikasını ve ülkenin etrafını dostluk çemberi ile kuşatma
isteğini yansıtıyordu. İçerikleri farklı da olsa Balkan Paktı ile Sadabat Paktı Türkiye’nin Batı ile Doğu arasında bir
barış köprüsü olmak isteğinin de ilk somut göstergesiydi. Pakt, Batı’da ve İslam Dünyası’nda olumlu karşılanmıştı.
Ancak Pakt, 1939’da II. Dünya Savaşı başlayınca önemini yitirmeye başlamıştır. Savaş boyunca İngiltere Irak’ı
denetimi altında tutmuştu. İran ise SSCB ve İngiltere’nin işgaline girmişti. Savaştan sonra durum normale dönünce
İran 1948’de Pakt’ın canlandırılmasını hatta Pakt’a Pakistan’ın da alınmasını önermişti.
Savaş sonrasında, SSCB tehditlerine karşı Orta Doğu’da 1955’te Bağdat Paktı kurulunca Sadabat Paktı
önemini kaybetmiş ve 1980’de Irak-İran savaşı çıkınca artık var oluş nedenini de yitirmiş, tarihteki yerini almıştır.
Halkının büyük çoğunluğu Türk olan ve Misakımillî sınırları içerisinde bulunan Hatay (İskenderun Sancağı),
Fransa’yla 20 Ekim 1921’de imzaladığımız Ankara Antlaşması ile Türkiye sınırları dışında kaldı. Ancak burada özel
bir yönetim kurulacak ve Türk parası resmî para olarak kullanılacaktı. Türklere millî kültürün korunmasında her
türlü kolaylık sağlanacaktı. Bu doğrultuda 1922’de Hatay’da bölgesel idare kuruldu.
Misakı milli sınırları içinde olan Hatay’ı anavatana dâhil etmek isteyen Atatürk 15 Mart 1923’te Adana’da
yaptığı konuşmada “Kırk asırlık Türk yurdu, düşman elinde esir kalamaz!” diyerek Hatay’ın Türkiye için millî bir
mesele olduğunu belirtmişti.
Almanya ve İtalya’nın yayılmacı politikaları ve II. Dünya Savaşı’nın çıkma ihtimali üzerine Fransa 1936’da
Suriye ve Lübnan’a bağımsızlık verdi. Bu arada Hatay’ı Suriye’ye bıraktı. Bu olay üzerine Atatürk, Meclis’te yaptığı
konuşmada şunları söylemiştir: “Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir sorun, hakiki
sahibi öz Türk olan İskenderun, Antakya ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve katiyetle
durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok önem verdiğimiz Fransa ile aramızda tek ve büyük sorun
budur. Bu işin doğrusunu bilenler ve hakkı sevenler, alakamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve doğal
görürler.”
“Hatay’ın Suriye’ye verilmesini kabul etmeyen Türkiye, 9 Ekim 1936’da Fransa’ya verdiği bir notayla Suriye ve
Lübnan’a yapıldığı gibi İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini talep etti. Fransa’nın olumsuz cevabı
üzerine sorun Milletler Cemiyetine havale edildi. Milletler Cemiyeti ise aldığı kararla, İskenderun’un iç işlerinde
bağımsız, dış işlerinde Suriye’ye bağlı olmasını kabul etti. İskenderun Sancağı’nın toprak bütünlüğü, Türkiye ve
1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA ÜNİTESİ DERS NOTU www.tarihsinifi.com Sayfa ~ 21 ~
Fransa’nın garantisi altında olacaktı. Türkiye ile Fransa arasında Hatay’ın yeni statüsünü belirleyen antlaşma
Cenevre’de imzalandı (1937). Ancak bu antlaşma da uyuşmazlığı sona erdiremedi.
Almanya’nın Avusturya’yı ilhakı üzerine Türkiye ile ilişkileri geliştirmek isteyen Fransa, Hatay konusundaki
tutumunu yumuşattı. Fransa çeşitli sebeplerle geciktirdiği Hatay seçimlerine izin verdi. Yapılan seçimler sonrasında
kurulan Hatay Meclisi, bağımsızlık ilan ederek Hatay Cumhuriyeti’ni kurdu (2 Eylül 1938).Cumhurbaşkanlığına
Tayfur Sökmen seçilirken Başbakanlığına da Abdurrahman Melek atandı. Türkiye Cumhuriyeti kanunları ve parası
kabul edildi. Hatay Devleti yöneticileri, Türkiye’ye katılmak isteğinde bulundular. Bu sırada Avrupa’da savaş
ortamına girilmesi Fransa ve İngiltere’yi Türkiye’ye yaklaştırdı. Fransa ile yapılan anlaşma sonucu Fransa,
askerlerini bölgeden çekerek Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kabul etti.
Hatay’ın bağımsızlığı ve Türkiye’ye katılması için büyük çaba sarf eden Atatürk, hayatının son aylarında sağlığını
bile hiçe sayarak tüm çabasını bu sorunun çözümüne ayırmıştır. Bu doğrultuda hasta yatağından kalkıp 20 Mayıs
1938’de Mersin’e giderek Hatay’la ilgili çalışmalar hakkında bilgi almış, Hatay sorunu çözülene kadar Mersin’de
kalacağını belirtmiştir. 24 Mayıs 1938’de Adana’ya geçerek askerî birliklerin geçit törenini izleyip yabancı elçiliklere
Hatay konusundaki kararlığını göstererek mesaj vermek istemiştir. Ancak rahatsızlığının artmasıyla Ankara’ya
dönmüştür. Onun bu çabaları sayesinde Hatay sorunu Misakımillî kararları doğrultusunda Türkiye’nin lehine
çözümlenirken bugünkü Türkiye - Suriye sınırı da kesin olarak çizilmiş
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~1~
I. Dünya Savaşı sonunda galip devletler, çıkarları doğrultusunda antlaşmalar imzalamak istedi. Bu
sebeple yenilen devletlere siyasi, ekonomik ve askerî kısıtlamalar ve ağır yükümlülükler getiren
antlaşmalar imzalandı. Savaş sonunda Osmanlı Devleti, Rus Çarlığı, Avusturya-Macaristan ve Alman
İmparatorluğu’nun yıkılması, Avrupa güç dengesini temelinden sarstı. İtilaf Devletleri sarsılan dengeyi
yeni millî devletler kurarak gidermeye çalıştı. Ancak farklı millî unsurlardan oluşturulan Yugoslavya ve
Çekoslovakya’da milli devlet anlayışı uygulanmadı.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra, Sovyet Rusya’nın komünist rejimi uygulaması, uluslararası alandan
soyutlanmasına ve dışa kapalı bir politika izlemesine yol açtı. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla ortaya
çıkan Orta Doğu kuvvetler dengesindeki boşluk, İngiltere ve Fransa’nın yayılmacı politikasıyla
dolduruldu. İtilaf Devletleri, Almanya ile ağır şartlar içeren Versay Antlaşması’nı imzaladı. Böylece
Almanya’nın Avrupa’yı tehdit etmesi engellenmiş oldu. Ancak Almanya’nın uluslararası alanda
bıraktığı boşluk büyük sorunlara yol açtı.
1925 Locarno Antlaşması’na kadar barış antlaşmalarıyla kurulan düzen yerleştirilmeye çalışıldı.
Locarno Antlaşması ile de milletlerarası politikada yumuşama ve iş birliğine gidilerek barışın
sürekliliğini sağlamak amacıyla silahsızlanma çabalarına girişildi. Dünya bu şekilde barışın sürekliliğini
sağlamaya çabalarken 1929 Dünya Ekonomik Buhranı etkilerini dünyanın her yerinde göstermeye
başladı. Krizin etkileri siyasi gelişmeleri etkiledi. 1931’de Japonya’nın Mançurya’ya saldırması ve art
arda çıkan siyasi buhranlar, dünyayı yeni bir savaşın eşiğine getirdi.
a.Japonya
I. Dünya Savaşı’nda, Avrupalı devletlerin birbiriyle olan mücadeleleri, Uzak Doğu’ya olan ilgilerini
azaltmıştı. Japonya, bu durumu Asya’daki yayılmasını hızlandırmak için bir fırsat olarak gördü.
Almanya’ya karşı savaşa girerek Pasifik’te ona ait (Carolina, Marianne ve Marshall) adaları işgal etti.
Çin’den birçok ekonomik ayrıcalıklar kazandı.
Japonya, 1920’li ve 1930’lu yıllarda Uzak Doğu’nun en güçlü devleti oldu ve Asya içlerine kadar
yayılmak istedi. Uzak Doğu’da çıkarları olan Avrupa 1922'de “Washington Deniz Silahsızlanması
Konferansı”nı toplayarak Japon deniz kuvvetleri sınırlandırdı.
1929 Ekonomik Buhranı’nın çıkması, Japonya’nın, askerî güce dayalı bir yayılmacı politika izlemesinde
etkili oldu. Bu doğrultuda Japonya, 1931’de Mançurya’yı işgal ederek Çin’e yöneldi. Japonya Asya’da
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~2~
istediği gibi hareket edebilmek için 1933’te Milletler Cemiyetinden; 1934’te Washington Antlaşması’ndan çekildi. Aynı zamanda 1934’te, “Asya, Asyalılarındır.” diyerek Batılıların Çin’le olan
münasebetlerini kesmelerini istedi. Bu gelişmeler, Uzak Doğu’da güçler dengesini bozdu.
İngiltere ve ABD gibi devletler, 1937’de Japonya’nın Çin’e saldırmasına kadar bu duruma tepkisiz kaldı. Bu gelişme üzerine Çin’e yardıma başladı. 1938’de Japonya doğu ve orta Çin’in
topraklarını ele geçirdi. Batılıların doğu Asya’dan atılmasını öngören “Yeni Düzen” ilan etti. Japonya’nın emperyalist tutumu nedeniyle Uzak Doğu, II. Dünya Savaşı’nın cephelerinden biri oldu.
• 1936’da İtalya’nın Habeşistan’a saldırısına, Almanya’nın Ren Bölgesi’ne asker sevketmesine yeterli tepki gösterilememesi,
• İngiltere’nin yatıştırma politikasına başlaması ve İspanya’da iç savaşın yaşanması gibi gelişmelerin Avrupa’dan Japonya’ya etkili bir tepkinin gelmeyeceğini göstermesi,
• Kasım 1936’da Japonya ve Almanya’nın imzaladığı Pakt ile SSCB’nin baskı altına alınması,
b. İtalya
I. Dünya Savaşı’nda istediklerini elde edemeyen İtalya, savaşın sonunda siyasi, sosyal ve ekonomik sıkıntılarla karşılaştı. Bu sorunlar da İtalya’da 30 Ekim 1922’de Benito Mussolini
önderliğinde Faşisizm’i iktidara taşıdı.
İtalya’nın uzun süreden beri sömürgecilik emelleri vardı. Bu emeller, Mussolini ile birlikte “Roma İmparatorluğu’nun yeniden kuruluşu” adı ile millî bir ideal hâline geldi. İtalya yayılmacı bir dış
politika izlemeye başladı. Bu doğrultuda 1924’te İtalya, Yugoslavya’ya baskı yaparak “Serbest Şehir” statüsündeki Fiume’yi, topraklarına kattı.
Milletlerarası bir komisyonda görevli İtalya temsilcisinin Yunanistan’da öldürülmesi üzerine İtalya, Yunanistan’a ait Korfu Adası’nı işgal etti.1924 yılı sonunda Arnavutluk’taki bir iç meseleyi
fırsat bilerek Arnavutluk’u nüfuzu altına aldı.
İtalya, 1930’lu yıllarda taleplerini arttırarak saldırgan politikasını sürdürdü. Bu sırada, Mussolini Mare Nostrum (Bizim Deniz) idealince eski Roma İmparatorluğu sınırları içinde yer alan Doğu
Akdeniz ve Anadolu’yu da yayılma alanları arasında saymaktan çekinmedi.
İtalya’nın Akdeniz’de güçlenmesi Fransa'yı rahatsız etti. Bu sebeple İtalya, Almanya’yı Fransa’ya karşı bir denge unsuru olarak gördü. İngiltere ise I. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da üstünlük
sağlayan Fransa’ya karşı İtalya’yı bir denge unsuru olarak gördü. Bu yüzden 1935’e kadar İngiltere-İtalya ilişkileri iyi bir şekilde devam etti.
Savaş sonrası ekonomik sıkıntılar ve 1929 Ekonomik Buhranı’nı İtalya'yı oldukça etkiledi ve doğal zenginliklere sahip Habeşistan’a doğru yöneltti. Ayrıca Japonya’nın yayılmacı faaliyetlerine ve
Almanya’nın Versay şartlarından kurtulma girişimlerine İngiltere ve Fransa’nın tepkisiz kalması İtalya’yı harekete geçirdi.1934’te başlayan Habeşistan saldırısı1936’da işgalle sonuçlandı. İtalya,
Akdeniz’de deniz gücünü elinde tutan İngiltere’ye karşı kuvvetli bir rakip hâline geldi. İtalya’nın Habeşistan’a saldırısı ile Almanya, Locarno Antlaşması’nı feshetti. Avrupa’daki mevcut durum
bozuldu.
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~3~
Nazilerin Almanya’da iktidara gelmesi üzerine İtalya nüfuzu altındaki Orta Tuna bölgesini tehdit altında gördü. Bu sebeple İngiltere ve Fransa ile 1935’te ortak bir cephe kurdu. Ancak
İtalya’nın Habeşistan’ı ele geçirmesi İngiltere ile arasının açılmasına ve Almanya’ya yakınlaşmasına neden oldu. Fransa’da ise 1936 seçimlerinde Halk Cephesi’nin iktidara gelmesi, Fransa’yı
SSCB’YE yaklaştırırdı. Böylece ortak cephe bozuldu.
1936’da Almanya’nın, Avusturya ile birleşmeyeceğini taahhüt etmesi, İtalya-Almanya ilişiklerini geliştirdi. Böylece Avrupa’da bir İtalyan-Alman ortak cephesi olan "Berlin-Roma Mihveri”
kuruldu.
1936’dan itibaren Almanya’nın, SSCB’ye rejiminden dolayı tavır alması, Japonya’nın da Asya içlerine kadar ilerlemek istemesi SSCB’ye karşı Almanya ve Japonya’yı birbirine yakınlaştırdı. 25
Kasım 1936’da Alman-Japon Paktı imzalandı. Bu ittifakla "Berlin-Tokyo Mihveri” kuruldu. İtalya’nın 5 Kasım 1937’de bu Pakta katılması ile "Berlin-Roma-Tokyo Mihveri” teşekkül etmiş oldu.
• Almanya, İtalyan-Habeş savaşını bahane ederek Versay Antlaşması’nın Ren Bölgesi’nin askerden arındırılmasıyla ilgili maddesini kaldırdı.Bu buhran, Kasım 1936’da İtalya ve Almanya’yı
birbirine yaklaştırdı ve Berlin-Roma Mihveri kuruldu.Temmuz 1936’da İspanya’da milliyetçiler ve cumhuriyetçiler arasında çatışmalar yaşanmaktaydı. İtalya, milliyetçi gurubu, Fransa ve SSCB
ise cumhuriyetçileri destekledi. Berlin-Tokyo Mihveri kuruldu.
d. Almanya
Nazilerin Almanya’da iktidara gelmesiyle Alman dış politikası yeniden şekillendi. Üç aşamada gerçekleşen bu dış politikanın ilk hedefi Versay Antlaşması'nın maddelerinden kurtulmaktı. "Tek
millet ve tek devlet" olarak adlandırılan ikinci aşamada bütün Almanca konuşan toplulukları tek bir Alman devleti altında toplamak amaçlandı. Alman dış politikasının üçüncü aşaması ise
"Hayat Sahası" olarak adlandırıldı. Bu aşamada Almanya’nın topraklarının Alman ırkına yeterli gelmeyeceği düşüncesiyle Avrupa’da yayılma politikası takip etmekti. Nazi Partisinin iktidara
gelmesi Versay’la birlikte kurulan devletler başta olmak üzere birçok devleti endişelendirdi.
Fransa, Versay Antlaşması ile Avrupa’da kurduğu üstünlüğü kaybetme ihtimalinden dolayı tedirgindi. SSCB, Nazi Partisinin komünist milletvekillerine karşı sert tutumuna tepki olarak Almanya
ile ticari ilişkilerini keserek ABD ve Batılı devletlere yaklaştı. Eylül 1934’te SSCB, Milletler Cemiyetine kabul edildi ve konsey üyeliğine seçildi.
Polonya ise Versay Antlaşması’yla kendisine bırakılan Danzig Bölgesi’nin Almanya tarafından işgal edilme ihtimalinden endişe duydu. Hitler ise öncelikle 1921 Fransa-Polonya ittifakını
zayıflatmak istedi. Bu sebeple Avrupa’da barış yanlısı bir izlenim oluşturmak amacıyla 1934’te Polonya ile saldırmazlık bildirgesi imzaladı.
Daha sonra Almanya yayılmacı dış politikasının ilk hedefini uygulamaya koydu. Versay’ın getirdiği askerî kısıtlamalardan kurtulmak için gizlice silahlanmaya başladı ve ordusunu güçlendirdi.
1933’te Silahsızlanma Konferansı ve Milletler Cemiyetinden çekildi. Bu sebeple İngiltere ve Fransa savunmasını güçlendirdi. Bu gelişmeleri fırsat bilen Hitler, ülkesini koruma gerekçesi ile
askerliği mecburi hâle getirip asker sayısını daha da arttırdı. Versay Antlaşması’yla Fransa’ya bırakılan Saar Bölgesi halk oylaması sonucunda Alman yönetimine geçti (1 Mart 1935). 7 Mart
1936’da Almanya Ren Bölgesi’ne asker gönderdi. Fransa bu durumu kabul etmek zorunda kaldı. Almanya 13 Mart 1938’de Avusturya ile birleştiğini ilan ederek burayı ilhak etti. Böylece
Versay Antlaşması’nın son kalıntısından kurtuldu.
Hitler’in, dış politikadaki ikinci hedefi, Almanya dışındaki Almanların yaşadıkları toprakları almaktı. Çekoslovakya’nın Südetler Bölgesi’nde 3,5 milyon Alman yaşamaktaydı. Hitler, bu ülkedeki
Nazilerin çıkardıkları karışıklıklardan yararlandı. 28 Mayıs1938’de Çekoslovakya’yı işgal etme kararı aldı. İtalya, Südet buhranı sırasında Almanya’yı desteklerken İngiltere ve Fransa bu konuda
ortak bir cephe oluşturamadı. SSCB ise müttefiki Çekoslovakya’ya iç sorunları ve sınırları ortak olmadığı için yardım gönderemedi.
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~4~
Avrupa’da genel bir savaş ihtimalinin ortaya çıkması üzerine Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere arasında 29 Eylül’de Münih Konferansı toplandı. Bu Konferans’ta Südet, Almanya’ya verilirken
Çekoslovakya toprakları İngiltere ve Fransa’nın garantisi altına alındı. Bu konferansa davet edilmeyen SSCB, Batılı devletlerden uzaklaşıp Almanya’ya yakınlaştı.
Münih Konferansı’nın ardından 2 Ekim’de Polonya, Çekoslovakya’nın Teschen Bölgesi’ni işgal etti. 2 Kasım’da da Macaristan, imzaladığı bir anlaşmayla Slovakya’dan sınır boyunca bir toprak
şeridini aldı.
Çekoslovakya buhranında Batıkların pasif kalması, Berlin- Roma Mihveri’nin yayılma ve genişleme emellerini daha da arttırdı. Almanya ve İtalya’nın peş peşe çıkardığı buhranlarla Avrupa,
Eylül 1939’da savaşın eşiğine geldi. Münih Konferansı’yla Çekoslovakya’dan Südet bölgesini alan Almanya, 15 Mart 1939’da Prag’a girerek Çekoslovakya’yı işgal etti. Tamamı Almanlardan
oluşmayan Çekoslovakya’nın işgali, Hitler’in yayılmacılıkta sınır kabul etmediğini gösterdi. “Hayat Sahası” politikası uygulanmaya koyuldu. Gelişmelerden yararlanan Macaristan, Rutenya’yı
işgal etti. Hitler, Memel’i de Litvanya’dan istedi ve imzalanan bir antlaşma ile Memel Alman yönetimine geçti.
HAYAT SAHASI: I. Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın üzerinde bulunduğu toprakların Alman ırkına yeterli gelmeyeceğine ilişkin mevcut olan fikrin, Hitler tarafından Almanya’nın
Avrupa’da yayılma politikasının bir gerekçesi olarak kabul edilmesi sonucunda ortaya çıkan kavramdır. Benzer iddialar Japon ve İtalyanlar tarafından da ileri sürüldü.
Japonya, 1939’da Uzak Doğu’da Hainan Adası’nı ele geçirirken İngiltere ve Fransa’ya ait ayrıcalıklı bölgeleri abluka altına aldı. Japon-ABD Ticaret Antlaşması feshedildi. Polonya Savaşı
sürerken Fransa da Alman sınırındaki Maginot Hattı’nı kuvvetlendiriyordu.
MAGİNOT HATTI: Fransız generalleri, 1930’larda dünyanın en güçlü savunma hattını kurmaya karar vererek Maginot Hattı’nı oluşturdular. II. Dünya Savaşı’na kadar hiç test edilmeyen bu
hat, birbirinden bir top atımı uzaklıkta 50 savunma kulesi ve bunlara bağlantılı yer altı sığınaklarından oluşuyordu. Düşmanın ele geçirmesi neredeyse imkânsız olan sığınaklarda,
askerlerin yaşaması için her şey mevcuttu. Maginot Hattı’nın iki zayıf noktası vardı: Belçika sınırı ve askerlerin ilerlemesini olanaksız kılan sıklıkta ağaç örtüsüyle Ardennes ormanları civarı.
Fransızlar savaş başladığında Almanların kuzeyden savunmasız Belçika sınırından saldıracaklarını hesaplamışlar ve güçlerinin büyük bir kısmını bu bölgeye kaydırmışlardır. Almanlar ise
Ardennes’de Fransız hatlarını yararak “aşılmaz” Maginot Hattı’nı geçtiler ve Belçika sınırına yığılmış Fransız ordularını arkadan sararak teslim aldılar. Prof. Dr. Baskın ORAN, Türk Dış
Politikası, c. I, s. 410
Almanya’nın işgallerinden cesaret alan İtalya, 7 Nisanda, 1926’dan beri nüfuzu altında bulunan Arnavutluk’u işgal etti. Bu işgal Almanya tarafından desteklenirken İngiltere ve Fransa
tarafından sert tepkiyle karşılandı. Alman ve İtalyan ittifakı 22 Mayısta “Çelik Pakt” ile pekiştirildi.
Almanya’nın ticari bir anlaşmayla Romanya’yı da nüfuzu altına alması, İngiltere’nin yatıştırma politikasından vazgeçmesinde etkili oldu.
YATIŞTIRMA POLİTİKASI :II. Dünya Savaşı’na giden dönemde İngiltere Başbakanı Chamberlain’la özdeşleşen politikadır. Hitler’in esas ilgi alanının doğuda olduğuna inanan
Chamberlain, SSCB’ye karşı Almanya’nın kendileriyle iş birliğine gireceğini düşünüyordu. Chamberlain, Münih Antlaşması ile Südet’i alan Hitler’in artık durarak kazandıklarını elinde tutmaya
çalışacağını tahmin etti. Fakat 15 Mart’ta Almanya, az sayıda Alman’ın yaşadığı Çekoslovakya’yı işgale başlayınca yatıştırma politikası sona erdi. Prof. Dr. Baskın ORAN, Türk Dış Politikası, c. I,
s. 408
Almanya, Versay’la serbest şehir statüsüne geçirilen Dantzig’i Polonya’dan istedi. Bu istek kabul edilmeyince Almanya Polonya’yı işgal etmeye karar verdi. Ancak İtalya’nın 1942 yılı sonuna
kadar savaşa girmeyeceğini bildirmesi üzerine Almanya SSCB’ye yaklaştı. 23 Ağustos’ta “SSCB- Almanya Saldırmazlık Paktı” imzalandı. Pakt’ın gizli maddelerine göre Baltık Bölgesi ve Polonya
toprakları iki devlet arasında pay edildi. Bu gelişme üzerine İngiltere ve Fransa, SSCB ile ilişkisini kesti. İngiltere, Polonya ile bir ittifak antlaşması yaptı. Bu siyasi gelişmeler neticesinde
devletler bloklaşmaya başladı ve blokların birbirleriyle olan ilişkileri kopma noktasına geldi.
Almanya’nın, 1 Eylül’de Polonya’ya saldırması üzerine İngiltere ve Fransa 3 Eylül’de Almanya’ya savaş açtı. II. Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra SSCB’nin de katılmasıyla Polonya işgali hız
kazandı. Daha sonra SSCB, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı işgal etti. Finlandiya bütün çabalarına rağmen bazı sınır bölgelerini SSCB’ye vermek zorunda kaldı (1940).
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~5~
B. SAVAŞ YILLARI
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~6~
3 Eylülde Almanya’ya karşı savaş ilan eden Fransa ve İngiltere, hemen savaşa girebilecek güçte değildi. Bu yüzden Mihver Devletler savaşın ilk üç yılı içerisinde Müttefiklere karşı üstünlük
sağladı. Savaş; Avrupa, Pasifik ve Kuzey Afrika olmak üzere üç cephede cereyan etti.
1. Avrupa’da Savaş
İngiltere ve Fransa, Alman ekonomisini zayıflatarak savaşın süresini kısaltmak istedi. Bu iki devlet, İsveç’ten Norveç yoluyla Almanya’ya gelen kömür cevherinin gelişini durdurmak için Norveç
kıyılarını mayınladı. Bunun üzerine Fransa’ya saldırmayı planlayan Almanya, Danimarka ile Norveç’i ele geçirdi. 10 Mayıs 1940’ta Hollanda, Belçika ve Fransa’ya saldırdı. Hollanda ve Belçika’yı
kısa sürede ele geçirdi, ardından Fransa da düştü. 22 Haziranda Almanya ile Fransa ateşkes kararı aldı. Yapılan anlaşma ile Fransa topraklarının büyük bir bölümünü işgal eden Almanya, kalan
bölümde de kendi kontrolünde Vichy (Vişi) hükümetini kurdu.
Almanya hızlı ve ani saldırılarla, düşmanın düzenli bir savunma kurmasını engelleyip sonra da hızlı bir şekilde yok etmeyi hedefleyen Yıldırım Savaşı ile Avrupa'yı hızlı şekilde işgal etmesi
üzerine İngiltere Avrupa'da yalnız kaldı. Ağustos sonlarında Hitler, İngiltere’ye karşı hava saldırısı başlattıysa da başarılı olamadı.
Hitler, hava ve deniz kuvvetleri açısından üstün olan İngiltere'ye karşı başarı kazanmanın zor olduğunu anladı. Hayat sahası için gerekli zenginlikleri doğuda aramaya karar vererek SSCB'yi
hedef seçti. Aynı zamanda SSCB'nin Alman hayat sahası içindeki Balkanlar ve Boğazlara doğru genişlemesi ve silahlanması, Almanya'nın çıkarlarına uygun değildi. Finlandiya'nın işgalinde SSCB
ordusunun zorlanması Hitler'i saldırı için cesaretlendirdi.
Almanya, SSCB işgalinden önce Balkanlara yönelerek Romanya ve Bulgaristan ile ittifak antlaşmaları yaptı. Kısa sürede Yugoslavya ve Yunanistan'ı ele geçirdi. Daha sonra 22 Haziran 1941'de
SSCB’ye saldırarak “Barbarossa” harekâtını başlattı. Bu harekâtla 6 ay içinde SSCB'yi teslim almak isteyen Almanya, iklim şartlarından dolayı hedefine ulaşamadı. Buna karşılık iklime alışık
Ruslar, Alman hatlarının en ileri uzantılarını durdurarak sınırlı da olsa onları geriletti.
Almanya, 1942 ilkbaharında ikinci saldırıya geçti ise de Moskova düşmedi. Aynı zamanda Almanya güneye doğru yöneldi. Amacı Kafkaslar üzerinden İran'a geçerek petrol kaynaklarını ele
geçirmek, Batılıların İran yolu ile SSCB'ye yardımını engellemek ve Hindistan'a ulaşarak Japonya ile birleşmekti.
Alman ordusu Mayıs ayında Kırım’ı alarak Kafkaslara girdi ve "Maikop petroller bölgesi” düştü. Böylece SSCB’nin kömür ve elektrik kaynaklarının yarısı ele geçirildi. SSCB’nin orduları
Stalingrad’a çekildi. 22 Ağustosta Stalingrad’da başlayan ve üç ay süren mücadele, Almanların yenilgisiyle sonuçlandı. Bu yenilgi Mihver Devletler için bir dönüm noktası oldu.
SSCB’ye karşı mücadelede Almanya’nın kaynakları hızla tükenmeye başladı. Aynı zamanda ABD’nin savaşa girerek İngiltere ve SSCB’ye her türlü yardımı yapması üzerine Almanya topyekûn
savaşa girdi ve işgal ettiği bölgelerdeki ekonomik kaynakları sömürmeye başladı. Savaşın ilk yıllarında işgal bölgelerindeki Almanya’ya karşı zayıf bir şekilde başlayan yer altı direnişleri, giderek
güç kazandı. Almanya el emeğine ihtiyaç duyunca işgal bölgelerindeki işçileri fabrikalarda çalıştırmaya zorladı. Bu durum gençlerin yer altı direniş örgütlerine katılmasında etkili oldu.
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~8~
1940’ta Fransa savaş dışı kalırken İtalya’nın savaşa girmesi Akdeniz ve Doğu
Afrika’da İngiltere’yi zor durumda bıraktı. İngiltere, denizlere egemen bir devletti.
İngiltere’nin mağlup edilebilmesi ancak İngiliz donanmasının en önemli üslerinin
alınmasıyla sağlanabilirdi. Bu önemli üslerden biri de Süveyş Kanalı idi. Bu
bakımdan stratejik ve ekonomik yönleriyle Kuzey Afrika, savaşan taraflar için
önemli bir alandı ve savaşın genel seyrini etkileyecek nitelikteydi.
İtalya, 31 Mart 1941’de Almanya’nın müdahalesi ile Kuzey Afrika’da yeni bir
harekât başlattı. Almanya, bu harekâta büyük önem veriyordu. Plana göre İtalya, güneyden; Almanya, Kafkaslar ve İran üzerinden Mısır’a gelip Orta Doğu Bölgesi’ni kıskaç içine alacaktı.
Japonya’nın, Birmanya ve Hindistan üzerinden İran’a gelmesiyle savaş sona erecekti. Bu yüzden Almanya, bu harekâta hem kara hem de hava kuvvetleri ile destek verdi.
Bingazi, Derne, Tobruk ve Sallum ortak Alman-İtalyan saldırısı ile İngiltere’den alındı. Bu durum üzerine İngilizler karşı saldırıya geçerek Alman-İtalyan kuvvetlerini Mısır ve Libya’dan attıkları
gibi Bingazi’ye kadar ilerleyişini de sürdürdü. Bu harekâtla İngiltere İtalya’nın sömürgelerini elinden alırken Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümünü ele geçirdi.
ABD, II. Dünya Savaşı’na girince Kasım 1942’de Fransa’ya ait Atlas Okyanusu ve Akdeniz kıyılarına asker çıkardı. Fas ele geçirilince İngiltere de İtalya’nın Afrika topraklarına karşı saldırıya geçti.
1943 Mayısına gelindiğinde tüm Alman ve İtalyan birlikleri teslim oldu. Müttefikler 250.000 kadar Mihver askerini tutsak aldılar. Bundan sonra müttefikler Avrupa’ya yöneldi.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD Avrupa’daki gelişmelere karışmama kararı aldı. II. Dünya Savaşı çıktığı zaman Amerikan kamuoyu, Hitler’in diktatör (totaliter) rejimi, saldırgan politikası,
Yahudilere karşı tutumu, demokratik rejimlere karşı bakışı ve antlaşmaları çiğnemesi sebebiyle Almanya’ya karşıydı. Ancak tarafsızlık politikası gereği ABD başkanı Roosevelt, savaş sırasında
bir demeç vererek Amerikan halkından düşüncelerinde bile tarafsız kalmalarını istedi. Başlangıçta taraflara silah satmayan ABD, savaşın Almanya lehine dönmesi üzerine tarafsız yasalarını
değiştirdi ve silah satışını serbest bıraktı. Alman ilerleyişi durdurulamayınca 1940’ta İngiltere’ye para ve silah yardımı da yaptı. 1941’de Amerika “Ödünç Verme ve Kiralama Yasası”nı çıkardı.
Buna göre her ülke yiyecek ve savaş malzemesi dâhil her türlü yardımı “bedeli savaş sonunda ödenmek şartıyla” alabilecekti.
9-10 Ağustos 1941’de ABD ve İngiltere bir araya gelerek Atlantik Bildirisi’ni yayınladı.
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~9~
Japonya I. Dünya Savaşı’ndan sonra Pasifik bölgesinde ABD ve İngiltere’nin baskısı altında kalmıştı. Japon yöneticiler II.
Dünya Savaşı ile bu baskıdan kurtulmak istedi. Savaş çıktığı sırada Japonya, Çin’in işgaliyle uğraşıyordu. İngiltere ve
Fransa Avrupa’da savaşınca ABD, Uzak Doğu’da yalnız kalarak Çin’i desteklemekten vazgeçti. Böylece Japonya daha
serbest kaldı ve güneye doğru yöneldi. İlk adım olarak da Hainan Adası’nı ele geçirdi. 1940’ta da Fransa, Almanya’ya
yenilince Almanya’nın Vichy hükümetine baskısı sonucu Japonya, Fransa’ya ait Çinhindi’nden stratejik üsler aldı.
Roosevelt, Japonya’ya petrol ambargosu koyarak Japon ekonomisini yıprattı. Bu meseleyi diplomatik yollarla çözemeyen
Japonya, 7 Aralık 1941’de ABD’nin Pasifik üstünlüğünü simgeleyen Hawaii takımadalarından Honolulu’daki deniz ve hava
üssü Pearl Harbour’a (Pörl Harbır) saldırdı. Kısa sürede ABD’nin Pasifik donanmasıyla hava filosunun büyük bölümü
etkisiz hâle getirildi. Bu saldırı üzerine ABD savaşa girmiş oldu. Ancak Japonya’nın ABD’nin Hawai’deki petrol depolarını
vurmaması ve askerî açıdan önemli bu üssü işgal etmemesi, harekâtın stratejik açıdan başarılı olmasını engelledi.
Almanya, Roma-Berlin-Tokyo Mihveri’ne göre bir yükümlülüğü olmamasına rağmen dört gün sonra ABD’ye savaş açtı.
ABD, Ocak 1942’de İngiltere, SSCB ve yirmi iki devletin katılımı ile Birleşmiş Milletler İttifakını kurdu. Böylelikle Mihver
Devletlere karşı ortak savaşma ve barış antlaşması imzalama kararı alındı. İlk önce Almanya’nın yenilgiye uğratılması
kararlaştırıldı. Savaş sırasında karşılıklı antlaşmalar devam etmesine rağmen Müttefikler genel olarak aralarında ortak
strateji belirleyemedi.
c. Pasifik Savaşları
1942’ye gelindiğinde Almanya Avrupa’da; Japonya Uzak Doğu’da üstünlüğü elinde tutmaktaydı. Japonya, Pearl Harbour
saldırısından sonra güneye doğru yöneldi. ABD’nin Manila; İngiltere’nin ise Singapur ve Hong Kong’ta üslerini ele geçirdi.
Daha sonra Birmanya’ya ve Endonezya’ya asker çıkararak ilerledi. Bölgenin hâkimi Hollanda 100.000 tutsak vererek
teslim oldu.
Nisan 1942’de Japonya, Avustralya’da durduruldu. Mayısta Amerikan ve Japon filoları Mercan Denizi’nde karşılaştı ve
Japonya burada yenildi. Savaş sırasında ABD donanmasının toparlandığını gören Japonya, vakit kaybetmeden ABD’nin Midway üssüne saldırı planladı. 4 Haziran’da gerçekleştirilen
Japonya’nın Midway saldırısı, başarısızlıkla sonuçlandı. Bu gelişme Pasifik’teki savaşın seyrini etkileyecek bir dönüm noktası oldu.
C. BARIŞA DOĞRU
14-24 Ocak 1943’te Roosevelt (Ruzvelt) ve Churchill (Çörçil), Kazablanka Konferansı’nda aldıkları kararla “Mihver Devletlerin kayıtsız şartsız teslim alınması” için harekete geçtiler.
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~ 10 ~
İtalya’yı Kuzey Afrika’dan atan Müttefikler Avrupa’ya yöneldi. Saldırı için en uygun yer İtalya idi. Temmuz 1943’te önce Sicilya’nın stratejik noktalarına hava saldırısı düzenlendikten sonra
denizden çıkarma yapıldı. İngiltere ve ABD’nin bu harekâtı Stalingrad ölçüsünde bir başarı olmamakla beraber Mihver Devletlerin Avrupa’daki yenilmezliği sona erdi. Bu yenilgiler
Mussolini’nin otoritesini sarstı. Mussolini, iktidardan düşerken yerine onun görevden aldığı Genelkurmay Başkanı Mareşal Badoglio başbakan oldu ve Müttefiklerle 3 Eylül 1943’te ateşkes
antlaşması imzaladı. Almanya bu düzenlemelere tepki olarak Kuzey İtalya’yı işgal edip bir hava harekâtı ile Mussolini’yi tutsak olduğu yerden kurtardı. Daha sonra Almanlar, Roma’yı ele
geçirerek Müttefiklere karşı savunma hattı kurdu. Müttefikler ancak Haziran 1944’te Roma’ya girip 1945 yılının başında Kuzey İtalya’yı ele geçirebildi.
(Sovyetler Birliği, Belarus ve Ukrayna) aldı. Böylece SSCB konferanstan en kârlı çıkan devlet oldu. Konferansta SSCB'nin Japonya'ya karşı savaşa girmesi karara bağlandı.
Daha sonra gerçekleşen San Fransisco Konferansı sırasında 7 Mayıs 1945'te Almanya kayıtsız şartsız teslim olmuş ve Avrupa'da savaş sona ermişti. Bunun üzerine Müttefikler arasında Berlin
yakınlarında Potsdam'da ABD, İngiltere ve SSCB arasında 17 Temmuz-2 Ağustos tarihleri arasında yeni bir konferans toplandı. Bu konferansa SSCB adına Stalin, ABD adına Truman katıldı.
İngiltere Başbakanı Churchill ise konferans sürerken ülkesindeki seçimlerde yenilgiye uğrayınca yerini rakibi Attle'ye devretti.
Potsdam Konferansı'nda, Almanya'nın teslim olmasından sonra ortaya çıkan sorunlar, yapılacak olan barış antlaşmalarının temel şartları ve yöntemleri belirlendi. Görüşmelerde Avrupa,
Müttefiklerin istekleri doğrultusunda şekillendirildi. Almanya, dört işgal bölgesine ayrılarak ABD, İngiltere, Fransa ve SSCB yönetimine bırakıldı. Ayrıca Almanya için ekonomik ve askerî
kısıtlama ve yükümlülükler getirildi.
Savaş suçlularının tutuklanmasına ve diğer ülkelerde bulunan Almanların Almanya'ya götürülmesine karar verildi.
Avusturya ve başkenti Viyana'nın dört işgal bölgesine ayrılması, İtalya ile koşulları ağır olmayan bir barış anlaşması imzalanması karara bağlandı.
ON İKİ ADA
On iki adalar Türkiye'nin Ege kıyılarına yaklaşık 2 km mesafedeki Sisam ile Rodos adaları arasında yay
şeklinde dizilmiş olan 20 adadan oluşmaktadır. Her bir adanın kendi seçtikleri "12 kişilik bir ihtiyar
heyeti” tarafından yönetiliyor olmasından dolayı, bu adalara on iki adalar adı verilmiştir. 1912'de Uşi
Antlaşması ile İtalya'nın eline geçen bu adalar Mussolini'nin devrilmesi ve İtalya'nın savaştan çekilmesi
üzerine Almanlar tarafından işgal edildi. Almanya'nın teslim olma¬sından sonra da Müttefiklerin eline
geçti ve aynı yıl Yunanistan'a bıra¬kıldı. 27 Haziran 1946'da Paris'te yapılan Dışişleri Bakanları Konfe-
ransı'nda On İki Ada'nın Yunan hâkimiyetine geçmesi kabul edildi. İtalya bunu 10 Şubat 1947'de
onay¬ladı ve Nisan 1947'de On İki Ada resmen Yunanistan'a bırakıldı.
Japonya, Filipinlerde General Mac Arthur komutasındaki ABD kuvvetlerine yenildi. Ekim1944’te yapılan
Leyte Savaşı’nda Japon donanması hemen hemen ortadan kaldırıldı. Daha sonra Pasifik Adaları alınarak
Japon Adaları’na ulaşmak, ABD’nin temel savaş stratejisi oldu. Ancak Japonya’nın bu şekilde teslim
alınmasının Amerikan ordusunda büyük kayıplara sebep olacağı düşünülerek ilk kez atom bombası
kullanıldı.
6 Ağustos’ta Hiroşima’ya atılan ilk atom bombası ile 70.000 kişi, 9 Ağustosta Nagazaki’ye atılan
ikinci bomba ile 80.000 kişi öldü. ABD’nin Hiroşima üzerine atom bombasını kullanmasının ardından
SSCB, 8 Ağustos’ta Japonya’ya savaş ilan etti ve Mançurya’yı ve 38. enlemin kuzeyindeki Kore
topraklarını işgale başladı. Japonya, Nagazaki’nin bombalanması üzerine barış istemişti. Japonya 14
Ağustos’ta kayıtsız şartsız teslim oldu. 2 Eylül 1945’te ateşkes antlaşması imzalandı ve II. Dünya Savaşı
sona erdi.
10 Şubat 1947’de İtalya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan ve Finlandiya ile Paris’te barış
antlaşmaları yapıldı. Japonya’yla da 8 Eylül 1951’de San Francisco’da barış antlaşması imzalandı. Ancak,
1919 Versay düzenlemesinin kilit ülkesi Almanya’yla bu defa antlaşma yapılamadı.
D. SAVAŞIN ETKİLERİ
1939-1945 yılları arasında gerçekleşen II. Dünya Savaşı kısa sürede yayılarak topyekûn bir savaşa dönüştü. Bu sebeple savaşın sonuçları oldukça kapsamlı oldu. Bu sonuçları siyasi, ekonomik
ve toplumsal olmak üzere sınıflandırmak mümkündür.
a. Siyasi Sonuçlar
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~ 13 ~
1945’ten sonra dünyanın siyasi yapısı yeniden inşa edilmeye başlandı. Birçok ülkede savaşın
olumsuz etkilerinden kurtulmak amacıyla reformlar başlatıldı.
II. Dünya Savaşı sonunda İtalya’da Faşizm, Almanya’da Nazizm iktidardan uzaklaştı. Almanya
ve Avusturya toprakları dört işgal bölgesine ayrıldı. İtalya, sömürge imparatorluğunu kaybetti
ve ekonomik ve siyasi alanda zorluklarla karşılaştı. 1946’da düzenlenen bir halk oylamasıyla
İtalya’da cumhuriyet rejimine geçildi.
Savaşın diğer mağlup devleti Japonya, ABD orduları tarafından işgal edildi ve daha önce ele
geçirdiği toprakları kaybetti. ABD; demokratik bir anayasa hazırlaması, orduyu kaldırması ve
eğitim reformu gibi köklü yenilikler yapması konusunda Japonya’ya baskı yaptı.
Savaşın diğer galibi SSCB’nin Almanya’ya karşı önemli zafer kazanması, Çekoslovakya başta
olmak üzere bazı Avrupalılar tarafından kurtarıcı olarak görülmesine sebep oldu. SSCB’nin
1930’larda karşılaştığı uluslararası alandan dışlanma süreci sona erdi. Avrupa kıtasının
yarısına hâkim olan SSCB, savaş sonunda büyük bir güç hâline geldi.
ABD savaştan en az etkilenen devlet oldu. Savaş sonunda atom bombasına sahip olmakla
önemli bir avantaj elde etti. ABD’nin dünya ekonomisi üzerindeki gücü arttı. Birleşmiş
Milletlerin New York’u, Uluslararası Para Fonunun (IMF) Washington’u merkez olarak
seçmesi ABD’nin gücünü ve Avrupa merkezli uluslararası sistemin sona erdiğini
göstermekteydi.
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~ 14 ~
Barışı korumak amacıyla daha II. Dünya Savaşı sırasında ABD ve İngiltere, Atlantik Bildirisi’ni
yayınlayarak Birleşmiş Milletler Teşkilatının temelini attı. 1943’te de Moskova Konferansı ile daimî bir
barış teşkilatının kurulması üzerinde anlaşmaya varıldı. 1944’te Washington’da teşkilatın taslak biçimi,
görev ve yetkileri belirlendi. Şubat 1945’te Yalta Konferansı’nda Mart 1945’e kadar Mihver Devletlere
savaş ilan eden devletlerin Birleşmiş Milletlere üye olarak kabul edilmesine karar verildi. Haziran
1945'te San Francisco Konferansı’nda büyük devletler olarak adlandırılan ABD, SSCB, İngiltere, Çin ve
Fransa teşkilat üzerinde kesin üstünlük kurmak istedi. Sonuç olarak Genel Kurulda devletlerin eşitliği,
Güvenlik Konseyinde büyük devletlerin üyeliklerinin sürekliliği ve “veto” haklarının varlığı kabul edildi.
Konferans sonunda Birleşmiş Milletler Antlaşması kabul edilerek Birleşmiş Milletler Teşkilatı kuruldu.
Milletler Cemiyeti 19 Nisan 1946’da yetkilerini bu Teşkilata devretti.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra kalıcı bir barış hedeflenirken iki yıl gibi kısa bir sürede gergin bir ortama
girildi. Savaş sırasında ortaya çıkan fikir ayrılıkları iyice belirginleşerek devletlerarasında kutuplaşmalar
görüldü. Devletler, II. Dünya Savaşı sonunda önemli güç hâline gelen ABD ve SSCB’nin liderliğinde,
ideolojik ayrılığa dayalı “Batı Bloku” ve “Doğu Bloku” adı altında gruplara ayrıldı.
b. Ekonomik Sonuçlar
II. Dünya Savaşı’nda Almanya’daki kentler başta olmak üzere Avrupa’da birçok kent hasar gördü.
Fabrika, liman ve demiryolları hatlarının yıkılması üretim ve ticareti olumsuz yönde etkiledi. Tarım ve
sanayi üretimi 1939’a göre % 30-70 arasında düşüş gösterdi. Maddi hasar tahminen 2 trilyon dolara
yaklaştı. Savaş sonunda İngiltere ekonomisi iflas etti. Savaş sonrasında Avrupa ülkelerinde önemli fiyat
artışları görüldü. 1949’dan itibaren Avrupa’da ekonomi eski canlılığına kavuştu. Savaşın açtığı tüm
hasar kısa sürede onarıldı. Avrupa yanında SSCB ve Japonya’da da aynı ilerlemeler görüldü.
Temmuz 1944’te kırk dört devlet, ABD’de yeni bir uluslararası para sistemi kurmak üzere bir araya geldiler. Dolar, altın yerine kullanılabilen uluslararası para birimi oldu. Washington’da, kırk
beş ülkenin imzasıyla “Uluslararası Para Fonu” (IMF) kuruldu. Ayrıca “Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası” oluşturularak üye devletlerin yeniden yapılanma ve kalkınma çabalarına maddi
destek sağlanması amaçlandı.
c. Toplumsal Sonuçlar
II. Dünya Savaşı’nda cephe gerisindeki siviller de hayatını kaybetti. 60 milyona yakın kişi hayatını kaybetti. Savaş sonunda Avrupa ve Asya’da çeşitli nüfus hareketleri görüldü. Savaş sırasında
gönüllü ya da zorla çalıştırılan milyonlarca yabancı işçi, savaş esirleri ve toplama kamplarından kurtulanlar ülkelerine geri döndü.
Japonya’ya atom bombasının atılması, toplama kamplarında insanlık dışı uygulamaları, işlenen savaş suçları vb. gelişmeler toplumlarda telafisi zor izler bıraktı. Savaş sonunda sorumluların
yakalanması ve yargılanmasına çalışıldıysa da tam anlamıyla başarılı olunamadı.
II. Dünya Savaşı’nda insan hakları ve uluslararası antlaşmalar ihlal edildi. Özellikle Almanya, SSCB ve Japonya savaş esirlerine ve sivillere yönelik kötü muamele, yargısız infaz, talan, askerî
neden olmaksızın yakıp yıkma vb. faaliyetlere yönelerek savaş kurallarını ihlal etti ve savaş suçu işlediler. Aynı zamanda siyasi görüş, ırk ve din ayrımına dayalı cinayet, toplu öldürme, sürgün
ya da diğer insanlık dışı eylemlerle insanlık suçu işlediler. Nazi Almanyası, Avrupa’nın Yahudi ve Roman azınlıklarının ve muhaliflerin önemli bir kısmını toplayarak ölüm kamplarında yok etti.
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~ 15 ~
1945’te Müttefik Devletler, Potsdam Konfe-ransı’nda II. Dünya Savaşı’ndaki hukuki olmayan ve insanlık dışı uygulamaların sorumlularının yargılanmasına karar verdi ve yedi maddelik bir
uluslararası sözleşme hazırlayarak bu yargılamada takip edilecek usul ve esasları tespit etti.
Kasım 1945’ten Ekim 1946’ya kadar Nürnberg’de, uluslararası bir mahkeme tarafından suçlu görülen Nazi Alman yöneticileri, Nazi Partisi siyasi liderleri ve diğer suçlular da mahkeme karşısına
çıkarılarak yargılandı. 1946’da Tokyo’da kurulan bir mahkemede de Japon yöneticiler yargılandı. Yargılama sonucunda hapis, müebbet hapis ve idam cezaları verildi. II. Dünya Savaşı’nda
yaşananlardan dolayı “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına ilişkin Sözleşme” 9 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edildi. Savaş sırasında işlenen insanlık
suçları “soykırım” olarak adlandırıldı. Bu kapsama giren suçlar ve suçluların cezalandırılması ile ilgili kararlar alındı. 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Teşkilatı, “İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi”’ni kabul etti.
Mihver ve Müttefik devletler II. Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi, coğrafi konumundan dolayı kendi yanlarında savaşa sokmak istediler. Yoğun baskılarla karşılaşan Türkiye, savaş dışı kalmak,
toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını korumak amacıyla belirlediği dış politikasından taviz vermedi. Türkiye, Mihver ve Müttefik devletler arasındaki güç çatışmalarını kullanarak bir denge
politikası uyguladı ve II. Dünya Savaşı sonuna kadar savaş dışında kaldı.
Nisan 1939’da İtalya, Arnavutluk’u işgal etti. Bu durum Türkiye, İngiltere, Fransa’yı birbirine yaklaştırdı ve karşılıklı yardımlaşma antlaşmaları için görüşmeler başladı. Bu dönemde askerî araç
gereç yönünden yetersiz olan Türkiye’nin, SSCB’ye karşı savaşa girme ihtimaline karşı büyük miktarda askerî ve mali yardım istemesi, görüşmelerin yavaşlamasına neden oldu. 23 Ağustos
1939’da Almanya ve SSCB’nin imzaladıkları dostluk ve saldırmazlık paktıyla Doğu Avrupa’yı aralarında paylaşmaları Türkiye’nin dış politikası ile ilgili hassas dengeleri bozdu. Bir yanda İngiltere
ve Fransa diğer yanda SSCB’nin bulunması izleyeceği politikada bir yol ayrımına gelen Türkiye’yi zor durumda bıraktı. İlk önce her iki tarafla da iyi ilişkilerini sürdürmek istedi. SSCB’nin daveti
üzerine 25 Eylül’de Moskova’ya giden Türk Dışişleri Bakanı, İngiltere ve Fransa ile imzalanacak antlaşmaya bu ülkenin de katılımını sağlamaya çalıştı. Buna karşılık SSCB ise Boğazlar geçiş
statüsünün kendi lehine değiştirilmesini ve Boğazlar üzerinde Türkiye ile birlikte söz ve kontrol hakkı ve Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile yakınlaşmasını engellemek istemiştir.
Görüşmelerden olumlu bir sonuç çıkmaması üzerine Türkiye, 19 Ekim 1939’da İngiltere ve Fransa ile “Karşılıklı Yardım Antlaşması”nı imzaladı. Antlaşma Avrupalı bir devletin Akdeniz’de
savaşa yol açan bir saldırısı hâlinde Türkiye’nin, her iki devletle “etkin bir iş birliği” şartını getiriyordu. Bu antlaşmanın Türkiye’ye getirdiği sorumluluklar, İngiltere ve Fransa’nın öncelikle
taahhüt ettiği ayni ve maddi yardımların yapılmasına bağlandı. Ayrıca antlaşmaya eklenen ayrı bir protokolde Türkiye, kendisini SSCB ile savaşa girmek zorunda bırakacak herhangi bir
yükümlülükten muaf tutuldu.
İtalya’nın 10 Haziran 1940’ta İngiltere ve Fransa’ya savaş ilan etmesiyle antlaşmada öngörülen durum açıkça ortaya çıktı. Ancak SSCB-Alman yakınlığı devam ederken Türkiye’nin Müttefikler
yanında savaşa doğrudan katılması SSCB’nin tepkisine yol açabilirdi. Bu yüzden Türkiye, kendisine vaat edilen silah ve malzemenin verilmeyişini ve ek protokolü gerekçe göstererek teklife
olumlu cevap vermedi.
1940 yılı sonlarına doğru Balkanlarda kendisini hissettirmeye başlayan Alman-Sovyet rekabeti, eylül ayından itibaren Türk-SSCB ilişkilerinde kısmen bir iyileşme sağladı. Bu durumu
değerlendiren Türkiye, bölgedeki dengeleri koruma amacına yönelik bir birlik oluşturmak için çaba sarf ettiyse de istenilen sonuç elde edilemedi.
İngiltere, 1941 yılı başlarında Hitler’in Balkan Harekâtı’na başlamasıyla Almanların Türkiye üzerinden Orta Doğu petrollerine ulaşmasından endişelendi. Bunun üzerine İngiltere, Türkiye’nin
kendi yanında savaşa katılması durumunda her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu belirtti. Yunanistan’ın Almanlarca işgali ve Bulgaristan’ın Mihver Devletler safında savaşa girmesi,
tehlikeyi Türkiye sınırına kadar dayandırdı. Bu gelişmelerden sonra Almanya, Türkiye ile İngiltere’nin yakınlaşmasını önlemeye çalıştı. 18 Haziran 1941’de Almanya ile Türkiye arasında bir
saldırmazlık paktı imzalandı. 22 Haziran’da Alman ordularının SSCB üzerine saldırıya geçmesiyle Türkiye üzerindeki baskı azaldı.
1941 yılı sonlarında Almanların Orta Doğu ve Kafkasya bölgesine yönelik harekâta girişmesi, ABD’nin savaşa girmesi ve SSCB’nin Almanya ile savaş içinde bulunması Müttefik Devletlerin
Türkiye’nin kendi yanlarında savaşa girmesi konusundaki taleplerini daha da arttırdı.
2.ÜNİTE: II. DÜNYA SAVAŞI DERS NOTU KONU ÖZETİ http://www.tarihsinifi.com ~ 16 ~
Almanların Kasım 1942’de Stalingrad yenilgisinden sonra Müttefiklerin Türkiye üzerindeki beklentilerinin artmasıyla İngiltere ve Türkiye 30 Ocak 1943’te Adana Konferansı’nda bir araya geldi.
Yapılan görüşmelerde, Türkiye’nin savaşa katılmak için hazırlıksız olduğu ve özellikle SSCB’nin savaştan galip çıkması hâlinde duyduğu ciddi endişeler dile getirildi. İngiltere konferans sonunda
Türkiye’nin askerî ihtiyaçlarının tespit edilerek Müttefik Devletlerce yapılacak yardımın arttırılabileceğini bildirdi. Böylece Türkiye Müttefiklere yakınlaşmakla beraber savaş dışında kalmayı
başardı. Aynı yılın sonlarına doğru Moskova’da, bir araya gelen Müttefik güçler, SSCB’nin ısrarı ile Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda ikna edilmesini kararlaştırdı. Bunun üzerine İngiltere
ve Türkiye dışişleri bakanları 5-6 Kasım tarihlerinde Kahire’de bir araya geldi. Türkiye Müttefiklerin savaşa girmesi konusundaki teklifleri reddederek savaş dışı kalmayı sürdürdü.
1943 başlarında İngiltere’nin Türkiye’yi savaşa dâhil etme konusunda ısrarcı olmasının iki sebebi vardı. Birincisi Almanya’yı etkisiz hâle getirmek için Avrupa içlerine girmek zorunda olması,
ikincisi ise savaş sonunda stratejik bir öneme sahip olan Balkanlarda oluşabilecek bir boşluğun SSCB tarafından doldurulmasından endişe duymasıydı. Dolayısıyla Türkiye’nin bölgede açacağı
bir cephenin bu sebepleri ortadan kaldıracağını düşünmesiydi. Faruk SÖNMEZOĞLU, Türk Dış Politikası, s. 7
Müttefiklerin isteği üzerine Türkiye’yi savaşa katılma konusunda ikna etmek isteyen Roosevelt ve Churchill, İnönü’yü Kahire’ye davet etti. Böylelikle, 4-6 Aralık’ta gerçekleşen Kahire
görüşmelerinde İnönü Türkiye’nin ihtiyacı olan silah ve malzemenin sağlanması şartıyla savaşa katılmayı ilke olarak kabul etti. Ancak 1944 yılı başlarında Türk ve İngiliz askerî yetkililerinin
Türkiye’nin ihtiyaçlarının tespiti konusundaki çalışmaları sonuca ulaşamamıştır. Bu durum Müttefiklerin Türkiye’ye yaptıkları yardımı kesintiye uğratırken taraflar arasındaki ilişkileri durma
noktasına getirdi. 1944 yılı içerisinde Türkiye, Müttefiklerle olan ilişkilerini yeniden canlandırmaya gayret etti. Bu amaçla askerî nitelikli Alman gemilerin Boğazlar’dan geçmesini engelledi ve
Almanya’ya yaptığı ihracatı durdurdu.
Türkiye 23 Şubat 1945’te savaş sonrası düzenin oluşturulacağı San Francisco Konferansı’na katılabilmek ve Yalta Konferansı kararları uyarınca Birleşmiş Milletler Teşkilatının asil
üyeleri arasında yer alabilmek için Almanya’ya savaş açtı. Ancak savaş ilanı yalnızca simgesel bir hareket olarak kaldı.
Türkiye II. Dünya Savaşı’na fiilen katılmamasına rağmen, savaşın getirdiği ağır ekonomik şartları tümüyle yaşadı. Savaş
ihtimaline karşılık ülke gelirinin önemli bir kısmı savunma alanına ayrıldı. Hedeflenen ekonomik planlar ve sanayi yatırım
programları ertelenmek zorunda kaldı. Seferberlik dolayısıyla tarım ve sanayi sektöründe iş gücünün azalması üretimin
büyük ölçüde gerilemesine sebep oldu. 1929 Ekonomik Buhranı sonucunda büyük ölçüde daralmış olan ithalat, daha
savaşın ilk yıllarında yarı yarıya düştü. Müttefik ülkelerin Türkiye’nin Almanya ile olan ticari faaliyetlerini durdurma
yönündeki telkinleri ekonomik gelişme sürecini de durdurdu.
Savaş yıllarında Türkiye’de izlenen ekonomik politika, büyümeyi ve gelişmeyi hızlandırmak hedefinden ziyade mal darlığını
hafifletmek, fiyat artışlarını frenlemek, karaborsa ile mücadele etmek ve sosyal adaleti sağlamak gibi hedeflere yönelmişti.
Çünkü savaşın başladığı ilk günlerde hemen hemen her eşyaya önemli ölçüde talebin olması, gereksiz yere fazla mal alınarak
stoklanmasına yol açtı. Bu malların yüksek kâr elde edilerek satılması, mevcut hükümetleri bazı kararlar almak zorunda
bıraktı. Yersiz fiyat yükselmelerine engel olmak amacıyla fiyatları yükseltilen maddelere “narh koyma” bu kararlardan bir
tanesiydi. 18 Ocak 1940’ta çıkan ve 1942’de değişikliğe uğrayan “Millî Korunma Kanunu” alınan tedbirlerin dayanak noktası
oldu. Millî Korunma Kanunu, hükümete ekonomik hayatı düzenleyici çok geniş imkânlar sağlamaktaydı. Bu kanun ile üretim,
dağıtım ve tüketim ilişkileri tümüyle devlet kontrolü altına alındı. Devlet, gerektiğinde üretimi aksatan işletmelere el
koyabilme yetkisine sahipti. Dış ticaretin düzenlenmesi ve kontrolü gibi müdahaleler de devlet eline bırakıldı. Ayrıca
hükümet, halkın ve millî savunmanın ihtiyaç duyduğu maddelerin değer fiyatının ödenmesi karşılığında almaya ve amacına
göre ihtiyacı olan kurumlara kârsız vermeye yetkiliydi. Millî Korunma Kanunu’nun 6. maddesine dayanarak Petrol Ofisi, Et ve Balık Kurumu gibi bazı kurumlar oluşturuldu.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 1
II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1991’e kadar SSCB liderliğindeki Doğu Bloku ile ABD liderliğindeki Batı Bloku arasında süren ve gerginlikle geçen döneme “Soğuk Savaş Dönemi” adı verilmiştir.
II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa ve Asya’da, güçler dengesinde büyük boşluklar meydana geldi ve dengeler beklenildiği gibi hemen kurulamadı. Bu durumun oluşmasında, yenilen devlet-
lerle birlikte galip devletlerden İngiltere ve Fransa’nın da savaştan büyük ölçüde yıpranmış olarak çıkması önemli rol oynadı. Bu devletlerin kendilerine gelebilmeleri için uzun yıllara gerek
vardı. Avrupa’da Almanya’nın, Asya’da Japonya’nın yerini tek başına dolduracak nitelikte bir devlet yoktu. Bununla beraber Batılı devletler barışı tesis ettiklerine inanarak ve Birleşmiş Millet-
ler Teşkilatının varlığına güvenerek ordularının büyük bir kısmını terhis ettiler. Bu ortamda savaştan sonra güçlü olarak ayakta kalabilenler ise siyasi ve ekonomik doktrinleri birbiriyle çatışan
ABD ile SSCB idi.
SSCB, savaş sonundaki antlaşmalarla Avrupa’nın önemli bir bölümünü nüfuzu altına aldı ve ordusunu güçlendirerek
savaş sanayisini geliştirdi. Uluslararası politikada aktif bir rol oynayarak politikaya doktrin ve ideoloji unsurlarını dâhil
etti. Dış politikasını kendi rejimini bütün dünyaya yaymak esası üzerine kuran SSCB, yayılmacı bir politika izledi. Dün-
yada tek atom bombası yapabilecek güce sahip olmasına rağmen ABD’nin bu ülkedeki savaş karşıtı kamuoyunun etkisi
ile kıtasına çekilme eğilimi göstermesi SSCB’nin işine yaradı. Savaş sırasında işgal ettiği Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini
her yönüyle kendine bağlayan SSCB, Türkiye, Yunanistan ve İran üzerinde baskı kurmaya çalıştı. Uzak Doğu’da ve
Çin’de iç mücadelelerin ortaya çıkmasına sebep oldu. SSCB rejiminin getirdiği düzene karşı olan ülkeler, onun bu çaba-
larına karşı koydu ve kendilerini güvende hissetmedikleri için ABD’ye yaklaştı.
II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası mücadele, farklı dünya görüşlerinin çatışmasıyla oluştu. “Soğuk Savaş” olarak ad-
landırılan dönemde bu devletleraralarındaki anlaşmazlık ve çatışmaları doğrudan birbirlerine karşı sıcak bir savaşa gir-
meden sürdürdüler.
1945’e kadar uluslararası ilişkilerin ve dünya politikasının merkezi Avrupa idi. Asya, Afrika ve Latin Amerika, XX. yüzyılın
ortalarına kadar uluslararası politikada aktif bölgeler değildi. Ancak savaş sonunda farklı kıtalar ve bölgeler dünya poli-
tikasında aktif rol oynamaya başladı. Asya’da Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan gibi geniş ve kalabalık nüfuslu iki ülke-
nin ortaya çıkışı ve Japonya’nın büyük bir ekonomik kuvvet olarak tekrar güç kazanması ile bu kıta, milletlerarası politi-
kada önemli bir güç hâline geldi.
Asya ve Afrika’daki sömürge hâlindeki ülkeler, bağımsızlığını kazanmaya başladı. Böylece “Üçüncü Dünya” veya “Bağlantısızlar Bloku” adı verilen yeni bir blok doğdu. Aynı zamanda II. Dünya
Savaşı sırasında hava sahasının kullanımı ile ortaya çıkan yeni rekabet alanı, bu dönemin sonlarına doğru teknolojik gelişmelere paralel olarak uzaya kadar taşındı.
A.BLOKLARIN KURULUŞU
SSCB, II. Dünya Savaşı’nda Almanları durduran ve ilk kez yenilgiye uğratan devlet olmuştu. 1944 yazından itibaren Almanları topraklarından çıkarmayı başardı ve batıya doğru işgal hareketle-
rini sürdürdü. Batılı devletler savaşın bir an önce bitmesini istediği için SSCB’nin Almanya’ya karşı savaştan çekilmesinden endişe duydu ve bu işgallere karşı çıkmadı.
SSCB orduları Doğu Avrupa’da ilerleyerek bu topraklardaki Alman işgaline son verdi. Savaş sonunda barış antlaşmalarının esaslarının görüşüldüğü konferanslarda SSCB, her ne kadar bu
bölgeleri boşaltmaya söz verdiyse de boşaltma şekli ve süreci konusunda belirleyici kararlar alınamadı. Savaş sonrasında da bu bölgelerdeki işgal devam etti. SSCB, bu bölgelerde savaş önce-
sinde Moskova’ya sığınan komünist parti liderlerinin ülkelerine geri dönmelerine imkân sağladı. SSCB ordularının kurtarıcı olarak görüldüğü bu bölgelerde kalması komünist partiler için büyük
bir dayanak oldu. SSCB bir taraftan Orta Doğu’ya girmeye çalışırken bir yandan da Avrupa’daki durumunu sağlamlaştırmak için, işgal altında tuttuğu ülkelerde komünist rejimler kurdu. Böy-
lece uydu devletler oluşturarak Doğu Bloku’nun oluşmasına zemin hazırladı.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 2
Şubat 1945’te Yalta Konferansı sonunda İngiltere, ABD ve SSCB “Kurtulan Avrupa Hakkında Bildiri” yayınladılar. Bildiride SSCB işgalindeki ülkelerde serbest ve demokratik seçimler gerçekle-
şinceye kadar bütün siyasi eğilimleri temsil eden geçici hükümetler kurulması istendi. Bu ülkelerde hükümetler genellikle koalisyon kabineleri şeklinde kuruldu. Fakat kabinelerde önemli
bakanlıklar ve bunlara bağlı güvenlik kuvvetleri, mahkemeler ve kitle haberleşme araçları, SSCB yanlısı güçlerin kontrolü altına girdi. Bir süre sonra da hükümetler, tamamen Sovyet yanlıların-
dan meydana gelmiş oldu. 1947’ye gelindiğinde Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Polonya ve Çekoslovakya’daki hükümetlere karşı muhalefetin tamamı tasfiye edildi.
Savaştan yenik çıkan Almanya, savaş sonunda dört işgal bölgesine ayrılmıştı. Barış antlaşmaları imzalandıktan sonra Batılılar, Almanya’nın işgal statüsünün sona erdirilerek bütünlüğünün
tekrar sağlanabileceğini düşünüyordu. Birleşmeye giden yolu açmak için İngiltere, Fransa, ABD, işgalleri altındaki bölgeleri birleştirdiler. Bu gelişme üzerine SSCB’nin Batılıları Berlin’den
atmaya çalışması Berlin Buhranı’nı ortaya çıkardı. Berlin, SSCB tarafından ablukaya alındı. Şehre giriş ve çıkışlar kontrol altına alındı. Şehir, elektrikten ve yiyecekten yoksun bırakıldı. Batılı
devletler hava köprüsü kurarak şehre aylarca yiyecek taşıdı. Ablukadan istediği sonucu alamayan SSCB, ablukayı kaldırdı. Sonunda 23 Mayıs 1949’da Federal Alman Anayasası ilan edilerek
Batı Almanya’da resmî adı ile “Federal Alman Cumhuriyeti” kuruldu.
Federal Alman Cumhuriyeti’nin kurulmasına karşılık, SSCB de kendi işgal bölgelerinde Ekim 1949’da Demokratik Alman Cumhuriyeti’ni kurdu.
Federal Alman Cumhuriyeti Batı’nın desteğiyle hızlı bir gelişme gösterdi. Bu gelişme Demokratik Alman Cumhuriyeti’nde yaşayanların ilgisini çekmeye başladı. Bunun üzerine Demokratik
Almanya tarafından Federal Almanya’ya geçişler yasaklandı. Bu itibar kaybını önlemek için Sovyet lideri Kruşçev, Berlin’in tarafsız bir şehre dönüştürülmesini istedi. Ancak şehrin bütün kont-
rol noktaları Demokratik Almanya’nın denetiminde kalıyordu. Batılıların bu öneriyi reddetmesi üzerine üç sene süren gergin dönem, Demokratik Almanya’nın Batı Berlin’i çeviren duvarı inşası
ile son buldu.
Komünist rejimlerin kurulması Doğu Bloku içinde genellikle SSCB’nin etkisi ile gerçekleşirken Yugoslavya ile Arnavutluk’ta bu rejimler farklı şekillerde iktidara geldi. Her iki ülke savaş sırasında
Alman işgaline uğrayınca bu ülkelerin komünist partileri hemen direniş kuvvetleri oluşturmuşlar ve savaş boyunca Almanlara karşı çarpışarak ülkelerinin kontrolünü ellerine almışlardır. Bu
gelişmelerde SSCB’nin hiçbir yardımı ve tesiri olmamıştır. Bu nedenle Yugoslavya ve Arnavutluk, Moskova’ya karşı bundan sonra daha bağımsız bir tutum izlemişler ve Moskova’nın etkisinde
kalmamışlardır.
Çin’de komünist yönetimin kurulması iç savaşlar sonucunda gerçekleşmiştir. Savaş sırasında Japon saldırılarına karşı beraber mücadele eden Çinli komünistler ve milliyetçiler savaştan sonra
birbirleriyle iktidar mücadelesine girdiler. ABD’nin yaptığı geniş ekonomik ve askerî yardımlarla 1946 ve 1947 yıllarında üstün duruma geçen milliyetçiler, başarısız bir yönetim sergileyince
Sovyet Rusya’dan yardım alan komünistler, milliyetçileri yenilgiye uğrattılar. Mao Zedong, 1 Ekim 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etti.
Kore, 1945’te Yalta Konferansı’nda alınan kararla iki işgal bölgesine ayrılmıştı. Rusya Kuzey Kore’yi; Amerika da Güney Kore’yi işgal edecekti. Potsdam Konferansı’nda 38. enlem, iki bölgeyi
ayıran sınır olarak kabul edildi. Aralık 1945’te Moskova’da buluşan dört büyükler (ABD, SSCB, Çin ve İngiltere) Kore için demokratik bir hükümet tasarısı hazırlama kararı aldılar. Fakat bir
taraftan Amerika ile SSCB arasındaki müzakereler, diğer yandan Birleşmiş Milletlerin çabaları iki Kore’nin birleşmesini sağlayamadı. Bunun üzerine ABD, 10 Mayıs 1948’de Güney Kore’de
seçimler düzenledi ve bunun sonucunda Güney Kore Cumhuriyeti kuruldu. SSCB de Kuzey Kore’de 1948 Ağustosunda bir seçim düzenledi ve onlar da kuzeyde, 9 Eylül 1948’de Kore Halk
Cumhuriyeti’ni kurdular. Böylece SSCB kontrolünde Kuzey Kore’de komünist yönetim kurulmuş oldu.
Küba uzun yıllar diktatörler tarafından yönetilmişti. Batista diktatörlüğüne karşı başlattığı mücadeleyi başarıyla sonlandıran Fidel Castro, kendi hükümetini kurarak başbakan olmuştu (1959).
Castro, kendine iki kutup arasında bir yer edinmek istiyordu. Fakat ABD’nin Castro’yu iktidardan uzaklaştırmak istemesi ilişkilerin bozulmasına ve Küba ile SSCB’nin yakınlaşmasına neden
oldu. Ülkedeki özel işletmeleri kamulaştıran Castro, sosyalist bir yönetim kurdu.
Komünist partilerin yönetime hâkim oldukları Doğu Avrupa ülkelerinde yapılan anayasalarla siyasi, ekonomik ve sosyal düzen Sovyet modeline göre kuruldu. Ayrıca SSCB, bu devletleri kont-
rolü altında tutmakla beraber, bu devletlerarasında dostluk, iş birliği ve saldırmazlık anlaşmaları imzalanmasını sağlayarak bir blok oluşturmuştur.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 3
SSCB’nin Avrupa’da egemenlik kurmaya başlaması, ABD’yi tedbir almaya sevk etti. Amerika bu nedenle 1947 Martında Truman Doktrini’ni ve 1947 Haziran’ında da Marshall Planı’nı uygula-
maya koydu. Truman Doktrini, Amerika’nın Sovyet tehdidine maruz kalan ülkeleri destekleme, Marshall Planı da hür Avrupa’yı ekonomik bakımdan kalkındırma ve güçlendirme amacını
taşıyordu.
Amerika’nın bu yeni tutumu SSCB‘yi telaşlandırdı. SSCB, ekonomik, siyasi ve askerî yönden kendine bağlı uydu ülkelerle Moskova arasındaki bağları daha da güçlendirmek ve aynı zamanda da
uluslararası ideolojik faaliyetleri bir merkezden idare etmek için yeni tedbirlere başvurmaya karar verdi. Bu amaçla 1947 Eylül ayında Sovyet Rusya, Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Maca-
ristan, Polonya, Çekoslovakya, Fransa ve İtalya komünist partilerinin liderleri Polonya’da toplandı. Yayınladıkları bildiride 5 Ekim’de “Cominform”un (Kominform) kurulduğunu ilan ettiler.
25 Ocak 1949’da komünist ülkeler arasında ekonomik iş birliği ve dayanışma amacıyla “Comecon” kuruldu. Bu teşkilatta kurucu üye olarak SSCB, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Polonya
ve Çekoslovakya gibi ülkeler yer almaktaydı. Kuruluşa daha sonra Arnavutluk, Demokratik Almanya, Moğolistan ve Küba da katıldı.
1949’da kurulan NATO’nun askerî etkinliklerini artırması üzerine Doğu Bloku’nda kollektif savunma ve iş birliği amacıyla 14 Mayıs 1955’te Varşova Paktı kuruldu. Pakt’ın kurulmasında ilk imza
atan ülkeler Arnavutluk, Romanya, SSCB, Demokratik Almanya, Bulgaristan, Polonya, Çekoslovakya ve Macaristan’dı.
1924’ten beri SSCB’yi yöneten Stalin, 5 Mart 1953’te Moskova’da öldü. Daha Stalin ölmeden önce baş gösteren siyasi çatışmalar ve onun ölümüyle ortaya çıkan iktidar mücadelesi bloktaki
sarsıntıları iyice arttırdı. SSCB’nin hâkimiyet politikasına karşı gerek rejim ortaklığı olan devletlerde gerekse uydu devletlerde tepkiler ortaya çıktı. Blok içindeki bu sarsıntılar SSCB’nin dış
politikasını da etkiledi.
SSCB-Yugoslavya İlişkileri
Yugoslavya, Doğu Bloku’na dâhil olmakla beraber, 1945 yılından beri bazı konularda SSCB ile anlaşmazlık içindeydi. Bu durumun nedenleri arasında SSCB’nin diğer uydu devletlerde olduğu
gibi Yugoslavya’yı da tam denetimi altına almak istemesi ve Yugoslav lideri Tito’nun buna yanaşmaması, Tito’nun Moskova’yla iyi ilişkiler içinde olmakla beraber Balkanlarda liderliği üstlen-
mek istemesi ve SSCB’nin buna karşı çıkması ve iki devlet arasındaki ideolojik görüş ayrılıkları gösterilebilir. Bu gelişmeler sonucunda iki devletin arası açıldı ve SSCB’nin direktifleri sonucunda
Yugoslavya, 28 Haziran 1948’de, Cominform’dan çıkarıldı.
Yugoslavya, komşusu olan diğer Doğu Bloku devletleri tarafından tehdit edilince 1953’te Balkan Paktı’na girdi. Bu durumdan yararlanmak isteyen ABD, Yugoslavya’yı Batı Bloku’na çekmek
için, bu ülkeye askerî ve ekonomik yardıma başladı. SSCB-Yugoslavya ilişkileri ancak 1955’ten itibaren düzelmeye başladı. Bununla beraber Yugoslavya, bu tarihlerden itibaren daha çok Asya
ve Afrika ülkeleriyle, Bağlantısızlar Bloku’nun öncülüğünü yapacak bir dış politika izlemeye başladı.
SSCB-Çin İlişkileri
Çin Halk Cumhuriyeti’nin 1949’da kurulması, güçler dengesini etkilemiştir. Yeni yönetim, SSCB ile ilişkilerini güçlendirmeye yönelik politika izlemeye başladı. 1950’de imzalanan dostluk anlaş-
masından sonra aynı yıl başlayan Kore Savaşı bu yakınlaşmayı daha güçlendirdi. Buna karşılık ABD yeni Çin yönetimini tanımadı ve bu ülkeye ticari ambargo uygulamaya başladı. Daha sonra
Pekin hükümeti, Birleşmiş Milletler (BM) Teşkilatından çıkarılarak yerine Tayvan hükümeti alındı. Bu gelişmelerin de etkisiyle 1953 yılına gelindiğinde Çin-Rus dostluğu en üst seviyeye ulaştı.
Zamanla büyük bir güç hâline gelen Çin Halk Cumhuriyeti, SSCB’den bağımsız bir politika gütmeye başladı. SSCB-Batı ilişkilerinde başlayan yumuşama, Çin’in yalnız kalmasına ve dayanışmanın
bozulmasına neden oldu. SSCB-Çin arasında 1960’tan itibaren artan anlaşmazlığın nedenleri arasında iki ülke arasındaki liderlik iddiası, tarafsız ülkelerde nüfuz rekabeti, Batılı devletlerle
ilişkilerin şekli; Doğu Türkistan, Moğolistan gibi sınır bölgeleri sorunu, SSCB’nin Çin’e yapacağı ekonomik yardımın miktarı ve zamanı gösterilebilir.
Çin, 1965-1966’daki Kültür İhtilali’nden sonra çok yönlü dış politika izleyerek Amerika ile ilişkilerini düzeltmiş, BM’ye tekrar üye olmuştur. Bu gelişmeler Doğu Bloku’nun güç kaybetmesine yol
açmıştır.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 4
SSCB-Macaristan İlişkileri
Stalin’in ölümünden sonra Doğu Bloku’nda ayaklanmalar hızla yayılmaya başlamış, Doğu Berlin’den sonra Macaristan’daki fabrika işçileri ekonomik şartlardan dolayı Haziran 1953’te ayaklan-
mışlardı. Bunun üzerine SSCB, imre Nagi (Naj)’yi yeni başbakan olarak atadı. Nagi, siyasi baskıları azaltarak reformlar yaptı. Nagi’nin komünist sistemi yumuşatmaya yönelik politikaları SSCB
tarafından tepkiyle karşılandı ve Nagi görevden alındı.
Alınan tedbirlere rağmen Nagi Dönemi’nde temelleri atılan adımlar, Macarlar arasında değişim isteğini güçlendirmiş bulunuyordu. 23 Ekim 1956’da Budapeşte’de yapılan gösterilere yaklaşık
200.000 kişi katılmıştı. Polisin kalabalığa ateş açmasıyla barışçı gösteriler bir anda ayaklanmaya dönüştü. Halk, silahlanmaya başladı. Ülkenin hemen her kentinde millî ihtilal komiteleri kurul-
muştu. Yeniden iktidara gelen Nagi’nin üst üste verdiği ödünler, ayaklanmayı durdurmaya yetmedi. SSCB, 30 Ekim’de birliklerinin Macaristan’dan çekileceğini deklare etmesine rağmen 31
Ekim’de Budapeşte’yi kuşattı. Nagi, 1 Kasım’da Varşova Paktı’ndan ayrılma kararını açıklayarak Birleşmiş Milletler aracılığıyla büyük devletlerin korumasını istedi. Bu gelişme üzerine SSCB
birlikleri Budapeşte’yi işgal etti. Kısa sürede silahlı direniş bastırıldı. İşçilerin başlattığı genel grevin sona erdirilmesi ise birkaç haftayı aldı. Düzenin sağlanmasından sonra geniş çaplı tutukla-
malara girişildi.
Macar Millî Ayaklanmasında Arnavutluk, Çekoslovakya, Bulgaristan SSCB’yi desteklemiş, Çin ise ayaklanmacıların haklı olduğunu savunmuştur.
SSCB-Çekoslovakya İlişkileri
II. Dünya Savaşı’ndan önce Çekoslovakya’da “sosyal demokrasi” anlayışı hâkimdi. Çekoslovak toplumu; liberal, milliyetçi, demokrat vb. farklı düşünceden insanlardan oluşuyordu.
Çekoslovakya, savaştan sonra SSCB’nin etkisinde kalarak Varşova Paktı’na girdi. 1953 yılı baharında Doğu Bloku’nda görülen ağır ekonomik şartlar Çekoslovakya’da da kendini gösterdi. Mev-
cut hükümetin 30 Mayıs 1953’te enflasyonu düşürmeye yönelik yayınladığı kararlar halk tarafından tepkiyle karşılanmış, bazı şehirlerdeki fabrika işçileri “hür seçim” sloganlarıyla ayaklanarak
mevcut yönetimi ve SSCB’yi protesto etmişlerdi. SSCB’nin de desteğini alan Çekoslovak Komünist Partisi yönetimi, sert tedbirlerle ayaklanmaları bastırmıştı.
Çekoslovakya’da 1967’de Aleksander Dubcek liderliğinde “insancıl komünizm” hareketi başladı. Bu hareketin amacı, Çekoslovakya’da insan hürriyetini esas alan bir komünist sistemini uygula-
maktı.
1968’de yayınlanan “harekât programı” sosyalizmin demokrasi ilkeleri ile birleştirilerek yeni bir siyasi sistemin oluşturulması amacındaydı. Tek partili sosyalist devlet yönetimine karşı olan
inkılapçı nitelikteki bu hareket ile toplanma ve dernek, düşünce ve ifade, inanç ve kanaat gibi insanın temel hak ve hürriyetlerinin sağlanması gerektiği vurgulandı. Çekoslovakya’nın şartlarına
uygun sosyalist demokratik modelin kurulması ve serbest seçimlerin yapılması da ifade edildi.
SSCB, Varşova Paktı üyelerinin desteğini de alarak Çekoslovakya’daki “insancıl komünizm” hareketini ikili görüşmeler ve baskı yoluyla engellemeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Gelişmeler
üzerine “Varşova Paktı ordusu” 21 Ağustos 1968’de Çekoslovakya’yı işgale başladı. Çeklerin “insancıl komünizm” hareketi başarısızlıkla sonuçlandı.
ABD, 1946’dan sonra SSCB yayılmasına karşı Doğu Bloku’nu kuşatmaya yönelik bir “çevreleme politikası” izlemeye başladı. Bu doğrultuda Truman Doktrini ve Marshall Planı uygulamaya
konulmuş, paktlar kurulmuş, askerî anlaşmalar imzalanmıştır.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 5
a. Truman Doktrini
ABD’nin Batı dünyasının liderliğini açık bir şekilde üstlenmek için yaptığı ilk girişim, Truman Doktrini’nin ilanı olmuştur. Truman Doktrini’nin uygulamaya konulmasının nedeni ABD yöneticileri-
nin dünyanın SSCB tehdidi altında bulunduğuna dair endişeleridir. Truman Doktrini, yeryüzünün iki bloka ayrıldığını ve SSCB-ABD mücadelesinin başladığını ilan etmiştir. Ayrıca Doğu Avrupa
ve Balkanlardaki bölünmeyi çok daha kesin çizgilerle ortaya koymuştur. Yunan İç Savaşı’nın seyrini değiştirip merkezî hükümetin komünistleri yenmesini sağlamıştır.
Doktrinin uygulanması bir başka açıdan II. Dünya Savaşı’ndan önce İngiltere’nin etkisi altındaki bir bölgenin kontrolünün ABD tarafından devralındığının göstergesidir.
ABD, bu doktrini Orta Doğu’ya doğru genişletmek için girişimlerde bulundu. Ancak Moskova’nın o dönemde Orta Doğu’da fazla etkin olmaması nedeniyle kendilerini tehlikede görmeyen Arap
devletleri doktrinin genişletilmesine izin vermediler.
b. Marshall Planı
ABD, ekonomik sıkıntılarına yardımcı olmak için Batı Avrupa’ya 15 milyar dolar ekonomik yardım yapmış fakat bu yardım verimli kullanılmamıştı. Marshall Planı’na göre, Avrupa ülkeleri her
şeyden önce kendi aralarında bir ekonomik iş birliğine girişmeli, iş birliği sonunda ekonomik açık ortaya çıktığında ABD, bu açığın kapatılması için yardım etmeliydi. Plan, her Avrupa ülkesine
Amerikan malı malzeme ve makine yardımını kapsıyordu.
16 Avrupa ülkesinin üyeleri Türkiye dâhil, 22 Eylül’de Amerika’ya sunulmak üzere bir “Avrupa Ekonomik Kalkınma Programı” hazırladılar. Bu program üzerine ABD, 3 Nisan 1948’de “Dış
Yardım Kanunu”nu çıkardı. Bu kanuna dayanarak daha ilk yılında 16’lara (İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avus-
turya, Norveç, Danimarka ve İsveç) 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı. Bu yardım ileriki yıllarda 12 milyar dolara ulaştı. Marshall Planı, SSCB ve onun uydularına da açık olmakla
birlikte, Yogoslavya dışındaki Doğu Bloku üyeleri buna katılmak istemediler. Avrupa’da Marshall yardımları sonucunda üç yıllık bir süre içinde tarım ve sanayi üretimi savaş öncesine oranla
büyük bir artış gösterdi. Dış Yardım Kanunu’nun çıkması üzerine 16 Avrupa ülkesi, 16 Nisan 1948’de “Avrupa Ekonomik İş Birliği Teşkilatı”nı kurdular.
c. NATO’nun Kuruluşu
Marshall Planı ve Truman Doktrini, SSCB’nin Orta Doğu ve Avrupa’daki yayılma faaliyetlerine karşı ABD’nin almış olduğu ilk tedbirlerdir. Çekoslovak darbesinden (Şubat 1948) sonra, İngiltere,
Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında “Batı Avrupa Birliği” (Mart 1948) adı verilen bir ittifak sistemi kurulmuştur. Berlin Buhranı (Haziran 1948), Batı savunmasının örgütlenme-
sine hız vermişti. Ancak Batı Avrupa devletlerinin gücü SSCB’ye karşı gerekli dengeyi kurmaktan yoksundu. Bu nedenle Amerika’nın bu savunma sistemini desteklemesi gerekiyordu.
Sonunda SSCB’nin tehditlerine karşılık 4 Nisan 1949’da 12 Batılı ülke (İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, İzlanda, Danimarka, Lüksemburg, Norveç, Portekiz, ABD, Kanada) ara-
sında kısa adı ile NATO (North Atlantik Treaty Organization) olan Kuzey Atlantik İttifakını kurdu.
İttifak, savunma amacı yanında siyasi, ekonomik, sosyal alanlarda da iş birliğini amaçlıyordu. NATO’nun kurulmasıyla Sovyet yayılmasına karşı etkili bir set kurulmuş, Doğu Bloku’na karşı
denge sağlanmış ve Batı Bloku ortaya çıkmıştır. Türkiye ve Yunanistan 1952 de, Batı Almanya 1955’te ve İspanya da 1982 yılında NATO’ya katılmıştır.
Avrupa devletleri bu bütünleşmeyle hem kendi ekonomik potansiyellerini birleştirerek bir Avrupa pazarı oluşturmak hem de Sovyetler Birliği’nin Batı’ya doğru yayılmasının engellenmesi
yönünde önemli bir adım atmak istemişlerdi. Birliğin asıl temeli ise 9 Mayıs 1950 tarihinde Fransız Dış İşleri Bakanı Schuman’ın yayımladığı bir bildiri ile atılmıştır.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 6
Bu girişim sonucunda Fransa, Federal Almanya, Belçika, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda’nın katılımıyla Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kurulmuştur (18 Nisan 1951). Bu başarılı girişim,
Avrupa’da daha geniş kapsamlı bir ekonomik birleşmenin gerçekleştirilmesine yönelik yeni görüşlerin doğmasına yol açmıştır.
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu oluşturan devletler 1957’de Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğunu kurmuşlardır.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere ve Fransa'nın kışkırtmaları sonucunda Orta Doğu'da Osmanlı Devleti egemenliğinde yaşayan bazı Arap toplulukları millî devletlerini kurabilmek için ayak-
lanmışlardı.
SSCB yönetiminin Çarlık Dönemi'ne ait gizli antlaşmaları açıklaması ve ABD'nin de sömürgeci politikalara karşı çıkması, İngiltere ve Fransa'nın planlarını bozmuştu. Bunun üzerine İngiltere ve
Fransa manda yönetimleri kurarak bölgedeki egemenliklerini devam ettirmişlerdi.
I.Dünya Savaşı'ndan yıpranarak çıkan Avrupa devletleri, Orta Doğu ülkelerinin bağımsızlık mücadelelerine karşı koyacak durumda değildi. Ayrıca SSCB ve Nazi Almanyası'ndan gelen tehditler
İngiltere ve Fransa'nın hareket alanını kısıtlıyordu. Milliyetçi hareketlerin güçlenmesiyle Orta Doğu'da sömürgeci devletler gittikçe artan bir muhalefetle karşılaştılar. Muhalefetin öncülüğünü
ya halk içinden çıkan geleneksel yöneticiler ya da eğitimli seçkinler yapıyordu. 1930'ların ekonomik bunalımıyla ortaya çıkan toplumsal huzursuzluklar, muhalefet liderlerinin halk desteğini
arkalarına almalarında önemli bir etkendi. Bu şartlar İngiltere ve Fransa'nın bölgedeki etkinliklerinin azalmasına neden olmuştu.
Bu gelişmeler üzerine bölge ülkeleri bağımsızlıklarını kazanmaya başladı ve monarşi yönetimleri kuruldu. Pek çok ülkede asgari ölçülerde de olsa kendi kendini yönetme hakkı kabul edildi.
Birçok Müslüman ülkede milliyetçi ve modernleşme yanlıları iktidara geldi.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Soğuk Savaş Dönemi'nde Batılı devletlerin ABD, Doğu Bloku ülkelerinin ise SSCB önderliğinde iki kutba ayrıldığı dünyada özellikle Müslüman toplumlar kendilerini
bu iki kutbun dışında tutmaya çalıştılar. Bununla beraber bağımsızlık sürecinde Batı karşıtlığının artması ve Sosyalist Blok'tan da gelen destek, Mısır, Suriye, Irak gibi bölge ülkelerinin Doğu
Bloku ile ilişkilerinin gelişmesini sağladı. Batılı devletler, kültürel ve dinî özelliklerini bir tarafa bırakarak bu devletleri gelişmekte olan ülkeler statüsündeki blokların dışında değerlendirdiler.
Bölgenin zengin yer altı kaynaklarına sahip olmasına rağmen ekonomik açıdan gelişememiş halk, bu zenginlikten faydalanamamıştır. Manda döneminin mirası olarak toplumlardaki etnik ve
dinî parçalanmışlık, Orta Doğu ülkeleri için sorun teşkil etmeye devam etmiştir. Etnik ve dinî kaynaklı sorunlar, bölge ülkelerinde günümüze kadar süren iç çatışmalara sebep olmuştur. Bu da
ülkelerin siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmesini de engellemiştir.
1. İsrail’in Kuruluşu
İngiliz mandası altındaki Filistin'de bir Yahudi yurdunun kurulması çalışmaları, XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştı. Bu amaçla toplanan ilk kongre, 29 Ağustos 1897'de İsviçre'de Ba-
sel'de toplanmış ve bu kongrede Yahudilerin Filistin'de bir “yurt” edinmesi kararı alınmıştı.
Filistin, Osmanlı Devleti toprakları içerisinde yer almaktaydı. Bu nedenle Dünya Siyonist Örgütü Başkanı Theodor Herzl, Yahudilerin Filistin'e göç etmelerine izin verilmesine karşılık II. Abdül-
hamid'e Osmanlı Devleti'nin dış borçlarını ödemeyi önermiş ancak istediği sonucu alamamıştı. Buna rağmen Filistin'de izinsiz olarak kurulan Yahudi kolonilerinin sayısı 1914'te kırk altıya
ulaşmıştı.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 7
I. Dünya Savaşı sırasında, Başkan Wilson’un da Yahudi sorununu benimsemesi, İngiltere’yi harekete geçirmiş, İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, 2 Kasım
1917’de Siyonist Federasyonu Başkanı’na gönderdiği mektupta, İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını kabul ettiğini resmen bildirmişti.
“Balfour Deklarasyonu” adını alan bu belge, Yahudi devleti kurulması sorununun bir dönüm noktası sayılmaktadır. Bu tarihten sonra Yahudiler, büyük
kitleler hâlinde Filistin’e göç etmeye başladılar.
İngiltere’nin 1917’den sonra takındığı tutum ve izlediği politika, Araplar arasında bu devlete karşı sert tepkilere yol açtı. Diğer yandan Araplar ile Yahudi-
ler arasında çarpışmalar başladı. Bu arada Filistin’in iki taraf arasında bölünmesi düşüncesi ortaya atıldıysa da bundan bir sonuç alınamadı. Ancak bu dö-
nemde Filistin’e Yahudi göçü devam etti. Bunun sonucunda da 1882 yılında 35.000’i geçmeyen Yahudi nüfusu 1939 yılı sonlarında 463.535’e ulaştı.
Yahudiler, II. Dünya Savaşı sırasında da Filistin’de bir İsrail devleti kurmak amacıyla çalışmalarını sürdürdüler. Savaşın sonlarına doğru Filistin’deki Yahudi-
ler de girişimlere başladı. Bu arada Filistin’de bağımsız Arap Devleti kurulması için Arap devletleri de çalışmalarını hızlandırdılar.
İngiltere’nin Yahudileri desteklemesine karşılık Almanya ve İtalya, Arapları destekliyordu. İngiltere, ABD’nin de desteğini alarak 1947’de Filistin sorununu
Birleşmiş Milletler Teşkilatına götürdü. Burada Filistin’in Araplar ve Yahudiler arasında bölünmesine, Kudüs’e tarafsız bir statü verilmesine karar verildi.
Birleşmiş Milletlerin bu taksim kararı Arap ülkelerinde tepkiyle karşılandı. Bu ülkelerde ABD ve Birleşmiş Milletler aleyhinde gösteriler yapıldı. 1947 yılı
Aralık ayı başlarından itibaren, Filistin’de, Arap ve Yahudiler arasında çarpışmalar başladı. Güvenlik Konseyi konuyu ele alarak görüştü fakat bir sonuç
alınamadı. Bu sırada da İngiltere, 14 Mayıs 1948’de, Filistin’deki manda yönetimini tek taraflı olarak kaldırdı. Aynı gün, İsrail Devleti’nin kurulduğu ilan
edildi. Bu tarihten sonra günümüze kadar uzanan Arap-İsrail savaşları ve Filistin sorunu başlamıştır.
2. Eisenhower Doktrini
İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’dan çekilmesinden sonra bölgedeki siyasi boşluğu doldurmak isteyen ABD, Bağdat Paktı’nın kurulmasında, Süveyş krizi esnasında İngilizlerin ve Fransızların
Mısır’dan çıkarılmasında etkin ve tarafsız bir rol oynamıştı. Ama Süveyş krizinde SSCB’nin Araplardan yana tavır koyması bu devletin Orta Doğu’da ilgi görerek taraftar bulmasına, Batı karşıtlı-
ğının artmasına sebep oldu.
ABD Başkanı Eisenhower, Orta Doğu’nun SSCB’nin kontrolüne girmesini engellemek ve bölge halkını ABD’nin yanına çekmek için 5 Ocak 1957’de kongreye bir mesaj gönderdi. “Eisenhower
Doktrini” adını alan bu mesajın amacı: Orta Doğu ülkelerine ekonomik ve askerî yardım yapmak, bu ülkelere komünist bloktan bir saldırı gelmesi hâlinde Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin kulla-
nılması için izin almak ve her yıl 200 milyon dolar harcama yetkisi istemekti. Eisenhower Doktrini ile ABD, Orta Doğu ile ilişkilerini geliştirmiş, SSCB ile ilk defa Orta Doğu’da karşı karşıya
gelmeye başlamıştı.
Bu doktrin ile Orta Doğu ikiye ayrılmıştı. Lübnan, Pakistan, Irak, Türkiye, Afganistan, Libya, Tunus, Fas ve en sonunda İsrail bu doktrini kabul ettiklerini bildirdiler. Buna karşılık Mısır, Suriye,
Ürdün ve Suudi Arabistan’dan olumsuz tepki geldi. Bir kaç hafta sonra Suudi Arabistan, tutumunu değiştirerek Eisenhower Doktrini’ni “iyi ve müsbet” bulduğunu bildirdi.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 8
Eylül 1949’da Mao’nun yönetimi ele geçirmesi ile Çin’de komünist yönetim iş başına gelmişti.
Çin’deki rejim değişikliği, ülke içinde büyük değişikliklere neden olduğu gibi Çin’in dış siyasetini ve
uluslararası politikayı da etkilemiştir
Çin’deki yeni rejim, SSCB ve müttefikleri tarafından hemen tanınarak Çin’le otuz yıllık dostluk ve
ittifak antlaşması imzalandı. Bu durum Asya’daki güçler dengesinde Doğu Bloku’nun ağırlığını ar-
tırmasına neden oldu.
Çin, ideolojisine uygun dış politika izleyerek ABD’ye karşı Kore Savaşı’na girdi. 1956 Süveyş krizin-
de Batılı devletlere karşı Mısır’ı destekledi.
Daha önce SSCB-Çin ilişkilerinin 1960’tan sonra Moskova-Pekin çatışmasına dönüştüğü anlatıl-
mıştı.
Hindistan’ın güçlenen Çin’i bir tehdit unsuru olarak görmesi, Çin’in Hindistan sınır bölgesindeki
Nepal, Bhutan ve Tibet’te ideolojisini yaymak istemesi, 1959’dan itibaren iki ülke ilişkilerinin bo-
zulmasına neden oldu. Ayrıca Pakistan’ın Keşmir meselesinden dolayı Hindistan ile ilişkilerinin bo-
zulması, Çin-Pakistan yakınlaşmasına sebep oldu.
Çin, Malaya’da ingilizler ve Çin Hindi’nde (Vietnam, Laos, Tayland, Kamboçya) Fransızlarla müca-
dele eden devrimci gruplara ve Vietnam Savaşı’nda ABD’ye karşı komünist Kuzey Vietnamlılara destek oldu.
İzlediği dış politikayla uluslararası alanda yalnız kalan ve SSCB ile ilişkileri bozulan Çin, 1960’ların sonundan itibaren Batılı devletlerle ilişkilerini düzeltmeye başlamış ve 1972’de BM’ye tekrar
üye olmuştur.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da oluşan Soğuk Savaş bir süre sonra Uzak Doğu’da da çatışmalara neden oldu. Uzak Doğu’daki bu durumun sebebi, ABD ile SSCB arasındaki çıkar çatışma-
larıdır. Ayrıca ABD ve SSCB askerlerinin Kore’deki, Fransa’nın Çin Hindi’ndeki varlığı diğer sebepler arasında gösterilebilir.
a. Kore Savaşı
II. Dünya Savaşı sonunda yapılan anlaşmalara göre Japonları Kore’den uzaklaştırma görevi ABD ve SSCB’ye verilmişti. Japonya savaşta yenilip teslim olunca SSCB, Kuzey Kore’ye; ABD de
Güney Kore’ye yerleşerek 38. enlem sınır olarak kabul edilmişti. Daha sonra SSCB ve ABD’nin iki bölgeyi birleştirmeye yönelik müzakereleri sonuç vermeyince konu Birleşmiş Milletlere götü-
rülmüştü.
Bu girişimden de bir sonuç çıkmayınca kuzeyde SSCB kontrolünde Kore Halk Cumhuriyeti, güneyde de ABD kontrolünde Güney Kore Cumhuriyeti kurulmuştu.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 9
ABD’nin Güney Kore ve Japonya’da asker bulundurarak üstünlük sağlaması, SSCB’yi tedirgin etmişti. SSCB bu duruma Çin’de komünist yönetim kuru-
luncaya kadar ses çıkartmamıştı. SSCB, Çin’de komünist yönetimin iş başına gelmesiyle ABD’yi Uzak Doğu’dan uzaklaştırmaya karar verdi.
Moskova’nın talimatı ile Kuzey Kore, Güney Kore’ye 25 Haziran 1950’de saldırıya geçti. Bu saldırı karşısında ABD’nin başını çektiği bir Birleşmiş Milletler
Kuvveti oluşturuldu. Türkiye de bu kuvvete bir tugayla katıldı. Savaş 1953 yılında sona erdiyse de iki taraf da birbirine kesin üstünlük sağlayamadı.
Savaş sonunda SSCB, ABD’yi Kore’den çıkaramayacağını anladı.
• Kore Savaşı ile birlikte Soğuk Savaş’ın ilk sıcak savaşı gerçekleşmiş oldu.
• Batılı ülkeler, ABD’nin nükleer silah üstünlüğüne rağmen Sovyetlerin yine de savaş başlatabildiğini gördüler; bu nedenle aralarındaki bağları güçlen-
dirdiler, NATO’yu genişlettiler (Türkiye, Yunanistan ve Federal Almanya, NATO’ya alındı).
II. Dünya Savaşı sonunda Kore gibi Vietnam da ikiye bölündü. Kuzey Vietnam’da komünistlerin güçlerini arttırması ve Kore Savaşı ABD’yi yeni tedbirler
almaya yöneltti. ABD, Uzak Doğu’daki etkinliğini arttırmak için bu bölgede yeni bağımsız olan Tayland, Laos, Kamboçya ve Güney Vietnam’a askerî
yardımlarını arttırdı. Ayrıca Güney Doğu Asya Anlaşma Teşkilatını (SEATO) kurdu(8 Eylül 1954). Bu Teşkilat ABD, İngiltere, Fransa, Yeni Zelanda, Avust-
ralya, Filipinler, Tayland, Pakistan’dan oluşmuştu. Böylece ABD, kurmuş olduğu SEATO ve diğer teşkilatlarla SSCB’yi ve Çin’i Batı Avrupa kıyılarından
Pasifik’e kadar uzanan bir çember içine almıştı.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 10
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 11
I.Dünya Savaşı sonrasında sömürge ülkelerde bağımsızlık hareketlerinin başlamasına rağmen II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar bu hareketler başarıya ulaşamamıştı. II. Dünya Savaşı’ndan
önce Avrupa’da eğitim gören halkın içinden çıkan bazı aydınlar Asya’da ve Afrika’da milliyetçiliği yayarak bu düşüncenin önemli bir ideolojik güç hâline gelmesinde etkili olmuşlardı.
II.Dünya Savaşı ise milliyetçiliğin dünya genelinde yayılmasında ve sömürgeler üzerinde Batı egemenliğinin yıkılmasında belirleyici etken oldu. Batı Avrupa’nın güçlü devletleri, Asya’dan
Afrika’ya kadar uzanan bölgede sömürge halklarının kararlı bağımsızlık talebiyle baş edemeyecek kadar itibar ve güç kaybetmişlerdir. Bu durumda II. Dünya Savaşı’nda Batılı devletlerin üst
üste aldığı askerî başarısızlıklar, sömürge altında yaşayan milletlerin bağımsızlık mücadelesine hız kazandırdı.
Savaş yıllarında toplumların olaylara bakışında meydana gelen değişimle bağımsızlık düşüncesinin önem kazanması ve toprak ilhakının hoş görülmemesi, sömürgeciliğe karşı tepkinin artma-
sına yol açtı. Ayrıca Soğuk Savaş Dönemi’nde sömürge halklarının bağımsızlık talebi, bu halkları yanlarına çekebilmek amacıyla sömürgeci devletlerin dışındaki bloklar tarafından da destek-
lendi. Böylece Asya’dan Afrika’ya kadar birçok ülke bağımsızlığını kazandı.
1763’ten beri İngiliz sömürgesi olan Hindistan’da 1917’de Mahatma Gandhi’nin faaliyetleri milliyetçilik hareketlerine hız kazan-
dırdı. Bunun üzerine İngilizler 1919’da bazı eyaletlerde bir kısım yetkileri halk tarafından seçilen yerli liderlere bıraktıysa da bu
gelişme,
Hindistan’daki bağımsızlık mücadelesini durdurmaya yetmedi. Bağımsızlık hareketleri Batı’da okuyan Hintli aydınlar tarafından
örgütlendi. Halk tarafından desteklenen bu aydınlar ilk olarak yerel yönetimlerde söz sahibi olmaya başladı. İngilizler, 1935’te
Hindistan’da yeni bir anayasa hazırladı. Eyaletlerde bütün yönetim yetkileri Hintli yöneticilere bırakıldı. 30 milyon kadar Hint-
liye seçme hakkı tanındı. Bu sırada Hindu egemenliğindeki Müslü- manlar, Hintlilerden ayrılarak ayrı bir devlet kurma istekle-
rini dile getirdiler. 23 Mart 1940’ta Lahor’da toplanan “Müslümanlar Birliği Cemiyeti Kongresi”, Hindulardan ayrı bir Pakistan
Devleti kurulmasını kararlaştırdı. Bu hareketin liderliğini Muhammed Ali Cinnah yapmaktaydı.
1945 yılında İngilizler, yeni bir anayasa hazırlanmasına karar vererek, kurucu meclis ve geçici bir hükümet kurulmasını kabul
etti. 1946’da Hint Yarımadası’nda Hindistan ve Pakistan adlarında iki bağımsız “dominyon” kurulması kararlaştırıldı. 14 Ağustos 1947’de İngiliz askerlerinin Hindistan’ın kuzeyinden çekilmesi
ile Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeler -İngiliz Uluslar Topluluğu (Common-wealth) içinde ve dominyon statüsünde- Pakistan adı ile kuruldu. Ancak bu devlet, Kuzey Hindistan’ın doğu
ve batısında birbirinden çok uzakta iki bölümün birleşmesinden meydana geliyordu.
Pakistan’ın bu durumu 1971’e kadar sürdü.) 15 Ağustos 1947’de İngiltere’nin Hindistan’dan çekilmesi ile Hindistan, bağımsızlığını kazandı ve İngiliz Uluslar Topluluğunun bir üyesi oldu.
Hindistan ve Pakistan’daki bağımsızlık mücadelesi bölge ülkeleri üzerinde etkisini göstermiş; Seylan, Birmanya ve Malezya İngiltere’den; Endonezya Hollanda’dan; Vietnam, Laos ve Kam-
boçya Fransa’dan bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Hindistan 1947’de bağımsızlığını kazandıktan sonra iki bloka da dâhil olmayıp Bağlantısızlar Hareketi’nin önde gelen devletlerinden biri oldu. Keşmir meselesi sebebiyle 1965’te çatışmalar
yaşadığı Pakistan’ın Çin ile ittifak yapması üzerine SSCB ile iyi ilişkiler kurdu. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ABD ile olan iyi ilişkilerini daha da geliştirdi.
Bugün kalabalık nüfusu ve askerî gücüyle önemli bir ülke hâline gelen Hindistan, buna rağmen kişi başına düşen millî gelir açısından hızlı bir büyüme gösterememiştir. Ülkede toplumsal, dinî,
bölgesel nitelikli çatışmalar hâlâ devam etmektedir. Hindistan, yaşadığı sorunlara rağmen günümüze kadar demokratik hükümet şeklini koruyabilmiştir.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 12
Kurulduğu günden itibaren uzun süre ordu tarafından yönetilen Pakistan, Afganistan’ın SSCB tarafından işgal edildiği dönem, Af-
gan mültecilerinin akınına uğradı. SSCB-Hindistan ittifakına karşı Afgan direnişçilerine destek verdi. Hindistan ile yaptığı savaşlarla
beraber ülkedeki dinî, askerî ve siyasi çekişmeler ülkenin sosyal ve ekonomik dengelerini sürekli bozmaktadır.
Güney Asya ülkelerinde II. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar karışıklıklar hüküm sürdü. Vietnam, Kamboçya gibi bazı ülkelerde
bağımsızlık kazanıldıktan sonra iç savaşlar çıktı. İç çekişmelerin yanında Malezya ve Endonezya gibi komşu ülkeler arasında sınır
çatışmaları yaşandı. Bölge ülkelerinin birçoğunda uzun yıllar diktatörlük yönetimleri hüküm sürdü. Bu durum demokrasinin geliş-
mesini engelledi. Parlamenter sisteme geçişler yakın zamanda görülmeye başladı.
Bölge ülkeleri Soğuk Savaş Dönemi’ndeki siyasi şartlara bağlı olarak farklı bloklarla ilişki kurmuşsa da kendi aralarındaki sorunların
çözümünde büyük güçlerin müdahalesini dengelemek, siyasi, ekonomik ve ticari alanda iş birliğini sağlamak amacıyla ASEAN (Gü-
neydoğu Asya Milletleri Birliği)’ı kurdu (8 Ağustos 1967). Filipinler, Malezya, Tayland, Endonezya ve Singapur’un kurduğu bu teş-
kilata daha sonra Brunei, Vietnam, Laos, Birmanya (Myanmar) ve Kamboçya dâhil olmuştur.
Bölge ülkeleri yer üstü ve yer altı zenginliklerine (demir, kömür, petrol, manganez, çinko vb.) sahip olmasına rağmen uzun yıllar sömürge yönetiminde kaldıkları için ekonomik açıdan birkaç
ülke dışında (Malezya, Endonezya gibi) yeterince gelişme gösterememişlerdi
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 13
2. Afrika’daki Gelişmeler
1941’de Atlantik Paktı’nda Roosevelt ve Churchill tarafından açıklanan ilkeler (hür irade ve özerklik) Afrika’daki Avrupa sömürgeciliğinin sonunun geldiğini belirtiyordu. Afrika’da sömürgecili-
ğin sona ermesi, İtalyanların Etiyopya (1941) ve Libya’dan (1943) çıkarıldığı yıllarda başladı.
Afrika’daki devletlerin, bağımsızlıklarını kazanmalarına rağmen insanlar dünya standartlarının altında yaşamaktadırlar. Kabilecilik anlayışının hâkim olması demokratikleşmenin önünde en
büyük engeldir. Serbest seçim, özgür basın vb. kavramların toplum nazarında pek bir değeri yoktur. Ülkelerin çoğunda tek parti ve askerî diktatörlükler işbaşındadır.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 14
Bugün dünyanın en borçlu kıtası olan Afrika’da dünyanın en fakir ülkeleri yer almaktadır. Dış ülkelerden gönderilen yardımların çoğu verimli kullanılmamıştır. Ülkelerin dış ticaret hacmi son
derece zayıftır. İnsan ve hayvan hastalıklarındaki artış, kötü yönetim, tarım arazilerinin azalması gibi sebepler üretilen gıda miktarının düşmesine neden olmaktadır. Sağlık sorunları, altyapı ve
finansman eksikliği yüzünden en üst noktaya ulaşmıştır. 1970’ten beri Afrika’nın dünya pazarındaki payı yarıya inerken dış borcu 20 kattan fazla artmıştır. Kıtada kara ve demir yolları, şehir ve
kasabaların altyapıları son derece yetersizdir. Tüm bu olumsuzlukların yanında Batı kültürünün etkisi ve Batı’nın siyasi, iktisadi müdahaleleri Afrika’daki geri kalmışlığın sebepleri arasındadır.
Bağımsızlıklarını kazanan devletler, Doğu-Batı mücadelesinde her iki blokun dışında kalarak öncelikle ekonomik kalkınmayı hedeflemişlerdir. Bu amaçla 25 Mayıs 1963’te Afrika Birliği Teşki-
latı (OAU), 32 bağımsız Afrika ülkesi tarafından kurulmuştur. Teşkilatın amaçları: Afrika ülkeleri arasındaki birlik ve dayanışmayı geliştirmek, üyelerinin bağımsızlıklarını gözetmek, tüm koloni-
leşme biçimlerini ortadan kaldırmak, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne ve insan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne uygun olarak uluslararası iş birliğini ilerletmek; üyelerinin ekonomi, diplo-
masi, eğitim, sağlık, bilim ve savunma politikalarını uyumlu hâle getirmektir.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Batı Avrupa’nın Sovyetler Birliği tehdidi altında kalması üzerine İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Danimarka, İrlanda, İtalya, Norveç, İsveç 5 Mayıs
1949’da Londra’da antlaşma imzalayarak Avrupa Konseyini kurmuşlardı.
Batı ile siyasi, ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesi ve güvenliğini arttırma adına Türkiye ittifaklar sistemine yönelik önemli bir adım atarak askerî niteliği olmayan bu teşkilata 8 Ağustos 1949’da
üye oldu.
Türkiye NATO’ya ilk müracaatını Mayıs 1950’de, ikinci müracaatını ise Ağustos 1950’de yaptı. ABD, Türkiye’nin bu isteğine itiraz etmedi. Fakat İngiltere ve bazı Avrupa devletleri, Türkiye
NATO’ya alınırsa bunun SSCB tarafından tepki ile karşılanacağı hatta savaşa neden olacağı düşüncesiyle Türkiye’nin başvurusuna karşı çıktılar.
25 Haziran 1950’de başlayan Kore Savaşı, NATO’ya girerek Batı Bloku içinde yer almak isteyen Türkiye için bir fırsat oldu. Savaşın başlaması üzerine Birleşmiş Milletler Teşkilatının davetine
olumlu cevap veren Türkiye ilk olarak 4.500 kişilik bir kuvvetle BM gücünde yer aldı. Böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez yurt dışına asker yollandı. Savaşa fiilen katılan Türk askerinin
sayısı 23.000’dir. Kore Savaşı’nda 734 askerimiz şehit olmuş, 2147’si yaralanmıştır. 234 askerimiz esir düşmüş, 175 askerimiz ise kayıp olmuştur.
Kore Savaşı’nın meydana getirdiği kaygı verici ortam ve Türkiye’nin Kore Savaşı’nda gösterdiği başarı, Türkiye ile ilgili itirazları azaltmıştı. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin Avrupa’ya saldırma ihtima-
line karşı SSCB’ye yakın bir üs gerektiği, bunun için en uygun yerin Türkiye olduğu strateji uzmanlarınca belirtilmiş, bu da Türkiye’ye ilgiyi arttırmıştı.
15 Eylül 1951’de Ottowa’da toplanan NATO Bakanlar Konseyi, Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte kabul edilmesine karar verdi.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 15
TBMM, 18 Şubat 1952 tarihinde Kuzey Atlantik Antlaşması ve Protokolü’nü kabul etti. Türkiye’nin NATO’ya girişi ile Türkiye-ABD ilişkileri daha da gelişti. Diğer üye ülkelerin toprakları gibi
Türkiye toprakları da NATO güvencesi altına alınmış oldu.
Bunun üzerine, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ise TBMM’de yaptığı konuşmada Orta Doğu savunmasının gerek stratejik, gerek ekonomik bakımlardan Avrupa’nın korunması için zorunlu oldu-
ğunu belirtmiştir. Bu nedenle Türkiye, Atlantik Paktı’na katılınca Orta Doğu’da üzerine düşen rolü etkin biçimde yerine getirmek ve gerekli tedbirleri birlikte almak için, ilgili ülkelerle derhâl
müzakereye girmeye hazır olduğunu söylemiştir.
Türkiye, NATO’ya girişinin ardından hem Balkanlarda hem de Orta Doğu’da savunma sistemi arayışına girmişti. Bu tarihlerde Arap-İsrail gerginliği, İngiliz-Mısır anlaşmazlığı Orta Doğu’da
gergin bir hava oluşturmuştu.
Bu ortamda bölgede savunma ve güvenlik amaçlı kurulan, Bağdat Paktı’nın temeli Türkiye-Irak arasında atılmış (24 Şubat 1955), daha sonra Pakt’a İngiltere, İran, Pakistan da katılmıştır. Arap
Birliğini kurmak isteyen Arap ülkeleri ile bu ülkeleri yanına çekmek isteyen SSCB de bu Pakt’a tepki göstermiştir.
1958 Temmuzunda Irak’ta krallık rejiminin yıkılması sonucu yeni yönetim 24 Mart 1959’da, Bağdat Paktı’ndan çekildiğini resmen açıkladı. ABD bu gelişmelere rağmen Pakt’ın devamından
yana tavır sergiledi. Irak’ın ayrılmasından sonra Pakt’ın merkezi Ankara oldu. Pakt’ın adı 18 Ağustos 1959’da Merkezî Antlaşma Örgütü (CENTO) olarak değiştirildi. Bu şekliyle yirmi yıl devam
eden örgüt, Pakistan ve İran’ın ayrılmasıyla hukuken olmasa bile fiilen sona ermiş oldu.
2. Türkiye’de Hayat
a. Siyaset
Türkiye’de demokrasi alanındaki gelişmeler Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar gitmektedir. Türk toplumu I. Meşrutiyetle ilk kez seçme hakkını kullanırken II. Meşrutiyetle beraber
çok partili hayat ile tanışmıştı.
Atatürk, tam bağımsızlık sağlandıktan sonra egemenliğin millete ait olması gerektiğine inanmış ve cumhuriyeti ilan etmiş, daha sonra da çok partili hayata geçiş denemelerinde bulunmuştur.
Fakat şartların yeterince olgunlaşmadığını görüp denemelerden vazgeçmiştir.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası ortamın elverişli olması, Batı’nın demokratik fikirlerinden etkilenmiş bir kuşağın ve halkın demokrasi talepleri, çok partili hayata geçişte etkili olmuş-
tur. Cumhurbaşkanı ismet İnönü Ankara’da 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda (1945) demokratik gelişmeden bahsetmiş ve “Siyasi hayatımızda demokratik prensipler daha büyük ölçüde
hâkim olacaktır.” demişti. İnönü’nün bu açıklamalarından sonra ilk muhalefet partisi, Temmuz 1945’te Nuri Demirağ tarafından Millî Kalkınma Partisi adıyla kuruldu. Diğer taraftan bir grup
CHP milletvekili (Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü) parti programı ve kanunlardaki bazı değişiklik tekliflerinin (dörtlü takrir) CHP grup toplantısında reddedilmesi
üzerine partiden ayrılarak 7 Ocak l946’da Demokrat Partiyi (DP) kurdular. Aynı yıl içinde iç işleri Bakanlığından izin alınarak 13 parti kurulmuştur.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 16
Birden fazla parti ile 1946 yılında seçimlere gidildi. Bu seçimde CHP 397, DP 61, Bağımsızlar da 7 milletvekilliği kazandı. 1948 yılında DP’nin iktidara karşı muhalefetini yetersiz gören bir grup
milletvekili DP’den istifa ederek Millet Partisi (MP)’ni kurdular. Böylece Mecliste üç parti yer aldı (CHP, DP, MP). 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerden Demokrat Parti aldığı % 55,2 oy oranı
ile birinci parti olarak çıktı. Seçimlere katılım % 89 ile yüksek bir orana ulaşmıştı. Böylece 27 yıl süren CHP iktidarı sona ermiş ve DP iktidarı başlamıştı.
22 Mayıs 1950’de DP Genel Başkanı Celal Bayar cumhurbaşkanı seçilerek hükümet kurma görevini Adnan Menderes’e vermiştir. Uyguladığı sosyal politikalar (ücretli hafta sonu tatili, işçilere
sendika kurma izni, genel af vb.), 1947’de başlayan ABD yardımlarının bu dönemde artması ve II. Dünya Savaşı’nın ekonomik etkilerinin azalması 1954’te yapılan seçimlerde DP’yi 1950 seçim-
lerinden daha yüksek bir oyla (% 58,4) tekrar iktidara taşımıştır. Ekonomi alanında CHP’nin devletçilik modeline karşı daha liberal bir ekonomi modelini benimseyen DP aralıksız on yıl ikti-
darda kalmıştır.
b. Ekonomi
1946 seçimlerinden sonra yeni kurulan hükümet ekonomik problemlerin çözümü için yeni kararlar alınmasına ve ekonomide liberalleşmenin gerektiğine inanıyordu. 1947 yılı, ekonomi ala-
nında da değişimlerin yaşandığı bir yıl oldu. "7 Eylül 1947 Kararları” ile Türk lirasının değeri % 50 (1 ABD doları = 280 kuruş) düşürülerek ithalat kolaylaştırılmış, bankaların altın satmalarına
izin verilmişti. Türkiye’de devletçi ekonomiden liberal serbest pazar ekonomisine geçişin ilk adımı bu kararlarla gerçekleşmiştir.
DP iktidarının ilk yıllarında Marshall yardımlarıyla desteklenen tarım, hızlı gelişme gösteren en önemli alanlardan biri olmuştur. Dışarıdan alınan krediler, ithal makinelerin alınmasında kulla-
nılmıştı. Traktör sayısındaki artış, ekilip biçilen toprak miktarının da artmasını sağlamıştır. Çok iyi giden hava koşulları da eklenince Demokrat Parti yönetiminin ilk üç yılında tarım ürünleri
üretimi ve çiftçinin geliri oldukça artmıştı. Tarımdaki bu büyümenin öncülüğünde, ekonomi bir bütün olarak % 11¬13 oranda büyüdü.
1951’de hükümet, Türkiye’de yabancı yatırımı teşvik etmek için bir yasa hazırladı. Böylece yabancı sermayenin Türkiye’de yatırım yapacağı bekleniyordu. Fakat bütün teşviklere rağmen
yabancı yatırımcılar beklenen oranda yatırım yapmadı. Liberalizme ilişkin bütün beklentilere rağmen devlet, yatırımların % 40-50’sini yapmak zorunda kaldı.
1950-60 arasında 17 kamu iktisadi teşekkülü kuruldu. 1950-1954 yıllarında yatırımlar kara yolu, inşaat, sanayi ve tarım alanlarında yoğunlaştı.
Kara yolu yapımındaki hızlı gelişmeyle beraber, artan ithal otomobil ve kamyon sayısı, daha etkin bir pazarlama ve dağıtım olanağı sağladı. Demir yolları yapımı ise neredeyse tamamıyla
durdu. Özel yatırımcıların isteksizliği ve sermaye yetersizliği büyük devlet işletmelerinin özelleştirilmesini engelledi.
Türk ekonomisinin zayıflama eğilimi ilk kez Eylül 1953’te alınan ekonomik önlemlerde kendisini gösterdi. Bu önlemlerle dışa açılma ve dünya ekonomisiyle hızlı bütünleşme dönemi sona
erdirilerek ithalat ve döviz denetim altına alınmaya çalışıldı. Ekonomik canlanma dönemi 1954’te sona erdi. Tarımda büyüme modern tarım yöntemlerinin kullanılmasından çok ekili alanların
genişletilmesine bağlı olduğundan, yaşanan kuraklıklar tarım üretimini düşürdü ve Türkiye yeniden buğday ithal etmek zorunda kaldı. Ekonomik büyüme % 4’e kadar düşerken dış ticaret açığı
büyük bir hızla arttı. Hükümet buna rağmen ithalatı ve yatırımları devam ettirdi. Ancak Ağustos 1958’de hükümetin dış borca duyduğu gereksinim sonucu IMF’den borç alındı.
Bu dönemde başta caz olmak üzere Rock and Roll ve diğer müzik türleri Türkiye’yi etkisi altına almaya başlamıştır. Özellikle gençler radyolar ve plaklar aracılığıyla bu yeni müzik akımlarını
takip etmiştir. Bu dönemin en önemli çıkışını önce bir radyo sanatçısı olarak ünlenen ve sonradan sahnelere geçen Zeki Müren yaptı. Müzeyyen Senar, Neşet Ertaş gibi isimler dönemin diğer
ünlü sanatçıları arasında gösterilebilir.
Batı etkisi savaştan sonra sinemada da hissedilmeye başlandı. Bu dönemde çevrilen Ö. Lütfi Akad’ın “Vurun Kahpeye” filminde Batı sinemasının izleri görülmüştür. 1949-1959 arasında çoğu
edebiyat eserleri ve yabancı filmlerden uyarlama 553 film çekildiği saptanmıştır. Bu dönemde Hollywood sineması dünyada olduğu gibi Türkiye’de de etkisini hissettirmiştir.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 17
Tiyatroda ise ekonomik durum ile ahlak ilişkisi, sarsılan değer yargıları, orta sınıfın sıkıntıları, aydınların toplumdan kopukluğu bu dönem oyunlarının başlıca temalarıdır.
1940’tan sonraki yazar ve şairlerin daha çok sosyal gerçekçilik akımına bağlı kaldıkları görülür. Ülkenin içinde bulunduğu sosyal değişim ve gelişme bütün yönleriyle bu dönemin eserlerine
yansır. Roman ve hikâye yazarları, II. Dünya Savaşı’nın toplumumuzda sebep olduğu çeşitli olumsuzlukları, çevrelerindeki yoksulluğu, geri kalmışlığı, köyden kente göçü ve bunun getirdiği
sorunları, tarım sanayi ilişkilerini ve gelir dağılımındaki dengesizlikleri eserlerinde sıkça işlediler. Dilde özleşmenin yaşandığı bu dönemde sanatçılar eserlerine kendi siyasi düşüncelerini de
yansıttılar.
1940’lı yıllarda ilk edebi hareket şiir alanında Garip Akımı ile başladı. Orhan Veli’nin öncülüğünü yaptığı grup, şiiri kurallardan soyutlamayı, anlatımda yeni bir dil kullanmayı ilke edindi. Bu
akıma karşı ortaya çıkan “İkinci Yeniler” ise konuşma dilinden uzak, edebî sanatlı, anlaşılması güç bir dil anlayışını benimsedi. Dönemin diğer bir akımı 1950’de ortaya çıkan Hisarcılar
Grubu’dur. Grubu birleştiren temel amaç; toplumsal değerleri korumaktır. Ayrıca sanatçı bağımsızlığı, yaşayan dil ve millî sanat grubun benimsediği temel ilkelerdir.
Genel sağlık konusunda ise bu dönemde başta verem olmak üzere salgın hastalıklarla mücadele millî bir dava olarak kabul edilmiştir. Kırsalda yaşayan halkın sağlık hizmetlerinden yararlana-
bilmesi, sağlık personeli sayısının artırılması, personelin eğitim amacıyla yurt dışına gönderilmesi, genel bütçeden sağlığa ayrılan payın arttırılması sağlık politikasının temelini oluşturmuştur.
Bu nedenle birçok sağlık merkezi, verem dispanserinin yanında Verem Hastaneleri ile Ankara Ebe ve Hemşire Okulu hizmete açılmıştır. Bu dönemde bütçeden sağlık alanına ayrılan pay 1950-
1957 arasında on iki kat arttırılmıştır.
1930’larda büyük bir bunalım geçiren dünya, II. Dünya Savaşı’ndan sonra esaslı bir büyüme sürecine girdi. Büyük sanayi ülkeleri, 1945-1975 yılları arasında benzeri görülmemiş bir ekonomik
büyüme yaşadılar. XX. yüzyılın ilk yarısında yalnızca iki kat artan dünyadaki toplam üretim, bu dönemde üç katına çıktı. Petrol, elektrik ve otomotiv gibi bazı sektörlerde üretim, on kat hatta
daha fazla arttı. Yıllık % 5 civarında seyreden büyüme oranı bazı dönemlerde yavaşladıysa da üretimde uzun süreli bir gerileme yaşanmadı ve işsizlik hep çok düşük bir düzeyde kaldı.
Bu dönemde göze çarpan diğer bir olgu, hızlı nüfus artışıydı. Nüfusun en hızlı arttığı bölgeler, Asya’nın, Afrika’nın ve Latin Amerika’nın yoksul bölgeleriydi. Savaşı takip eden 25 sene içinde
Batı’daki sanayileşmiş ülkelerde doğum oranı büyük artış gösterdi.
Sanayileşmeyle birlikte şehirlere göç hızlandı. Şehirlerin hızla genişlemesi ulaşımda otomobilin kullanılmasına ve otomobil kültürünün doğmasına neden oldu.
Şehirleşmeyle birlikte insan hayatında geleneksel ilişkiler değişti. Büyük aileler parçalandı ve doğum oranında düşüş görüldü.
Diğer açıdan şehirlerde ekonomik refaha kavuşamayan kitleler çoğu kez aşırı siyasi akımların gelişmesine uygun ortam oluşturdular. Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi ülkelerde iktidarın
değiştiği (diktatörlüklerin kurulması, bağımsızlıkların kazanılması gibi) görüldü. Özellikle bloklara dâhil ülkeler belirledikleri toplumsal, ekonomik, siyasi ve askerî hedeflere ulaşmak için büyük
çaba sarfetti. Soğuk Savaş ortamında her ülkede orduya büyük önem verildi. Askerî harcamalar arttı.
Savaş yıllarında erkeklerin cephede olmaları kadınların birçok iş kolunda çalışmalarına sebep oldu. Savaştan sonra erkekler tekrar iş hayatına döndüyse de kadınlar da iş hayatında etkin
olmaya devam ettiler. Bu dönemde birçok “kadın hareketi" ortaya çıktı.
Savaş sonunda teknik alanda sağlanan gelişme günlük hayatı daha da kolaylaştırdı. Daha önce lüks olarak algılanan birçok ürün evlerde kullanılmaya başlandı. Tüketimin teşvik edilmesi
reklam sektörünün hızla büyümesine sağladı.
Radyo ve sinemanın önemi, televizyonun icadıyla azaldı. Bu dönemde aşırı nüfus artışı dünyada genç bir kitlenin oluşmasına sebep oldu. Ekonomik büyüme içinde rahat bir hayata sahip olan
bu gençler yaşadıkları ortamı sorgulama imkânına sahip oldular. Bu tepkiler birçok alanda kendini gösterdi. Müzik alanında Amerikan hayat tarzını sorgulayan “Rock and Roll" müziği ortaya
çıktı. 1956-58 arasında bu müzik türünde Elvis Presley büyük bir çıkış yakaladı.
III.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ ÜNİTESİ DERS NOTU KONU ÖZETİ www.tarihsinifi.com Sayfa 18
II. Dünya Savaşı'ndan sonra fen ve sosyal bilimler hızlı bir gelişme gösterdi. 1920'lerde ABD'de 15 bin olan araştırmacı sayısı 1940'larda 400 bine ulaşmıştı. Savaş öncesi Almanya'dan liberal
demokrasinin hâkim olduğu ülkelere yapılan beyin göçü bilimsel gelişmelere katkı sağladı.
II. Dünya Savaşı sırasında geliştirilen bilgisayarlar insan yaşamını her alanda etkiledi. Savaş yıllarında Amerikalı bilim adamları tarafından ENIAC adlı ilk bilgisayar yapıldı. Füze teknolojisinde
sağlanan ilerleme sonucunda ilk uydu Sputnik SSCB tarafından uzaya gönderildi (1957). Böylece atmosfer ve uzayın keşfedilmesiyle, yerküremiz ve onun çevresi hakkında pek çok yeni bilgi-
lere sahip olunmuştur. Bu gelişmeler uluslararası rekabeti uzaya taşıdı.
Siyasi ve sembolik öneminden dolayı nükleer olgu savaş sonrası teknik ilerlemenin temel alanlarından biri hâline geldi. Bu alandaki bilgi önce askerî alanda kullanıldı. Nükleer enerji daha
sonra elektrik üretiminde de kullanıldı.
Hidrojen atomlarının parçalanmasından elde edilen reaksiyonlarla, kıtalar arası roketlerin yapılması olağanüstü genişlikte iletişim ve denetim ağlarının kurulmasını sağladı.
Biyoloji alanında DNA’nın kimyasal yapısı çözüldü. Tarımsal alanda ilaçlarla, uygun tohumlukların seçilmesi ve gübrelemeyle, sanayide ilerlemiş tüm ülkelerde tarım hayatı kökten değişti.
Kimya laboratuvarlarında yapılan yeni sentetik maddeler, sanayide gittikçe önem kazandı.
Seyahatlerde demir yolları ve gemiler kadar uçaklar da önemli bir yere sahip oldu. Televizyon, günlük hayatın bir parçası oldu. Uzak yerler arasında telefon iletişimi de gelişti ve birçok du-
rumda mektupların ve telgrafların yerini alma eğilimi gösterdi. Bilim ve teknik alanındaki gelişmeler teknik eleman ihtiyacının artmasına, gelişmiş ülkelerle geri kalmış ülkeler arasındaki farkın
büyümesine neden olmuştu.
Mimari alanda savaştan sonra Avrupa’da şehirlerin yeniden inşa edilmesi yüzyılın ilk yarısında ortaya konan modellerin uygulanmasına imkân sağladı. Şehirlerde nüfusun hızla artması, toplu
konutların yaygınlaşmasına neden oldu. Ayrıca kule ve gökdelenlerin inşasına da önem verildi.
Savaşın Avrupa’da yayılması bilimde olduğu gibi sanat alanında da birçok kişinin Amerika’ya göç etmesine sebep oldu. Sürrealizm’in temsilcilerinden Breton, Duchamps, Masson gibi edebiyat-
çılar ve sanatçılar Amerika’ya göç ederek yaşamlarını burada devam ettirdiler. Bu akımın etkileri 1960’ların ortalarına kadar sürdü. Avrupa ve ABD’de soyut resim anlayışı gelişme gösterdi.
Böylece New York, Paris için kullanılan sanatta “Batı’nın Başkenti” unvanını aldı.
Sporda Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin katıldığı bir organizasyon olan Akdeniz Oyunları, Ekim 1951’de ilk kez Mısır’ın İskenderiye kentinde düzenlendi. Ayrıca Avrupa’da UEFA (Avrupa Futbol
Federasyonları Birliği) Şampiyon Kulüpler Kupası 1955-1956 sezonunda ilk kez düzenlendi ve kupanın ilk sahibi İspanya’nın Real Madrid takımı oldu. Yaşar Doğu güreşte 1946’da Avrupa,
1948’de Olimpiyat, 1951’de de dünya şampiyonluklarını elde etti.1957’de ise Güreş Millî Takımı Dünya Şampiyonu oldu.
https://t.me/tarihogretmenleri
● Doğu ve Batı blokları dışında “ Üçünçü Dünya
YUMUŞAMA
Ülkeleri” denilen ülkelerin katılımıyla “ Bağlantısızlar
Hareketi” ortaya çıkmıştır.
DÖNEMİ
b) ABD’nin Pekin Ziyareti
● Çin’in dış politikası hem SSCB hem de “ABD
emperyalizmine” karşı çıkmak ve Üçüncü Dünya
ülkeleri ile işbirliği yapmak çizgisini izliyordu.
A) Yumuşama Dönemi ● Aynı zamanda Çin, güneyinde ABD, kuzey ve
Anlamı, Kökeni ve Ortaya kuzeybatısında ise SSCB’nin tehdidi altındaydı.
SSCB’nin artan tehditlerine karşı ABD, güvenlik
Çıkışı strateji dengesini kurmak için, Sovyet Rusya’ya karşı
Çin’i kullanmak istemiştir.
● Yumuşama (detant), ayrıca, soğuk savaş ● 1971′de Başkan Nixon’un ulusal güvenlik
döneminde Doğu-Batı ilişkilerinde çatışma ve danışmanı Henry Kissinger’in Çin’e yaptığı tarihi
gerginliğin azaldığı tarihsel bir dönemi tanımlamak ziyaret, iki ülke ilişkilerinin normalleşmesinin ilk
için de kullanılmaktadır. adımını oluşturdu. Başkan Nixon’un 21–28 Şubat
1972′de yaptığı ziyaret ise iki ülkenin diplomatik
● 1962 Küba Bunalımı’ndan sonra ABD ile SSCB’nin ilişkileri olmadığı bir ortamda gerçekleşti.
nükleer bir savaşın eşiğinden dönmesi iki devleti
birbirlerine karşı gerginliği azaltıcı ve daha yumuşak
bir siyaset izlemeye yöneltmiştir.
a) Yumuşama’nın Etkileri
● Yumuşama Dönemiyle beraber Doğu ve Batı
Avrupa devletleri arasında AGİK Görüşmeleri
başlamış ve ilişkiler güçlenmiştir.
1
https://t.me/tarihogretmenleri
2
https://t.me/tarihogretmenleri
c) Stratejik Silahları Sınırlandırma
Anlaşmaları ( SALT Görüşmeleri)
1963–1979
● 1961 yılında ortaya çıkan Küba Krizi sırasında ABD
ile SSCB arasında ortaya çıkan nükleer füze bunalımı
iki devleti uzlaşmaya sevk etti. 1963'te de ABD, SSCB
ve İngiltere arasında Moskova'da ilk kez "Nükleer
Denemelerin Kısmen Yasaklanması Anlaşması"
imzalandı. Ancak bu anlaşmaya rağmen iki devlet
nükleer silahlanmaya devam etti.
3
https://t.me/tarihogretmenleri
Finlandiya - Helsinki
4
https://t.me/tarihogretmenleri
● Helsinki Nihai Senedi'nin en dikkat çekici yönü, 35 ilişkilerinin bir Zirve Konferansı yoluyla geliştirilmesi
imzacı devlet arasındaki ilişkilere rehberlik edecek 10 görüşünde birleşmişlerdir.
temel ilkenin ortaya konmasıdır. AGİK'in anayasası
sayılan 10 ilke şunlardır:
— Egemen eşitlik ve egemenliğe saygı,
— Kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma ● Bu amaçla da Amerika Birleşik Devletleri, Sovyet
tehdidinden kaçınma, Rusya, İngiltere, Fransa ve Federal Almanya arasında
— Sınırların ihlal edilmezliği, 16 Mayıs 1960 tarihinde Paris'te Zirve Konferansı
— Devletlerin toprak bütünlüğünün korunması, yapılması kararlaştırılmıştır. Ancak bu konferans
— Anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözümü, yapılamadı. Çünkü 5 Mayıs 1960'ta, Sovyetler Birliği
— İçişlerine karışmama, lideri Kruşçev, ülkesinin sınırlan içerisinde bir
— İnsan hakları ve temel özgürlüklere saygı, Amerikan U2 casus uçağının düşürüldüğünü
— Halkların eşit haklardan ve kendi kaderlerini tayin açıklayarak, Washington Hükümeti'nden özür
hakkından yararlanması, dilemesini istedi.
— Devletlerarasında işbirliği,
— Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin iyi ● Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Eisenhower’ın
niyetle yerine getirilmesi. red cevabı üzerine, Sovyetler Birliği delegasyonu
Paris'ten geri döndü ve konferans da toplanamadı. U2
uçağının düşürülmesiyle Washington ile Moskova
arasında gerginliğin artmasından kısa bir süre sonra,
1962'de Küba bunalımı, bu iki "Süper Devleti" bu defa
bir savaşın eşiğine kadar getirdi.
5
https://t.me/tarihogretmenleri
● Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Kennedy, ● SSCB, meseleyi BM Güvenlik Konseyine taşımakla
22 Ekim 1962'de yaptığı televizyon konuşmasında, birlikte savaş gemilerini de bölgeye gönderdi. ABD ve
Sovyetler Birliği'nin Küba topraklarına, Amerika'nın SSCB'nin bu tavrı durumu daha da gerginleştirirken
büyük bir kısmını vurabilecek nükleer başlıklı füzeleri bir nükleer savaş ihtimalini ortaya çıkardı.
gizlice yerleştirdiğini açıklayarak, Kruşçev'den
füzelerin hemen sökülmesini istedi. ● Nükleer savaş ihtimali karşısında ABD ve SSCB
geri adım atmak zorunda kaldı. SSCB, Türkiye'deki
ABD'ye ait Jüpiter füzelerinin sökülmesi karşılığında
Küba'daki füzeleri sökebileceğini bildirdi. ABD'nin
öneriyi kabul etmesi sonucunda karşılıklı füze sökümü
ile Küba Buhranı çözüldü.
6
https://t.me/tarihogretmenleri
7
https://t.me/tarihogretmenleri
oybirliğiyle kabul edilmiş ve antlaşma 10 Kasım
1967'de yürürlüğe girmiştir.
ABD, Rusya’ya gözdağı verecek nükleer başlıklı ● Ancak Cenevre Sözleşmeleri’nde yer alan hukuki
füzelerden 15’ini Türkiye’ye 1961’de teslim etti. İzmir boşluklar üzerine toplanan Üçüncü Deniz Hukuku
Çiğli’ye yerleştirilen ve ‘İbrahim’ adı verilen füzeler, konferansı 1974 toplanmaya başlamış ancak 30
ABD’nin Rusya ile Küba krizini aşmadaki kozu olunca Nisan 1982 günü, Türkiye, Amerika Birleşik
1963’te geri götürüldü. Devletleri, Venezüella ve İsrail'in kullandıkları 4
aleyhte oya karşı 130 oyla kabul edilmiştir.
İzmir Çiğli’de konuşlu füzeler için Türkiye’nin
toplamda görevlendirdiği asker-sivil personel sayısı 2
bini buldu. Hazırlanan sözleşme, ülkelere karasularını 12 mile
Türkiye’nin füzelerin idaresini devralması için kadar genişletme hakkı vermektedir. Bunun Ege
Denizi'nde uygulanması, Yunanistan'a haksız bir
ABD’ye eğitime gönderilen subaylar, 18 Nisan 1962’de üstünlük sağlayacağı gibi, Türk gemi ve uçaklarının
deneme atışı da yaptı. NASA’nın Cape Canaveral’daki Ege'den Akdeniz çıkışlarını sınırlayacak bir durumu
üssünde tamamen Türkler’in komutasındaki bir Jüpiter ortaya çıkaracağından, Türkiye daha konferansın
füzesi başarıyla fırlatıldı. başında, buna itiraz etmiş ve Ege gibi çok özel
niteliklere sahip yarı kapalı denizlerin bu genel ilkenin
● Ancak, bunun ortaya çıkardığı büyük tehlike ve dışında tutulmasını istemiştir.
Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği'nin
politik ve askeri alanlarda dengeye ulaştıklarını Ancak bu görüş, sözleşmede yer almadığı gibi,
anlamaları, bir çatışmayı önlediği gibi, iki devlet Türkiye'nin sonuç belgesine çekince koyma istemi de
arasındaki ilişkilerde bir yumuşamanın, dolayısıyla kabul edilmemiştir. Bu nedenle Türkiye, sözleşmenin
bloklararası ve devletlerarası ilişkilerde değişimin oylanmasında red oyu vermiş ve sözleşme ile sonuç
de başlangıcı oldu. belgesini imzalamamıştır.
8
https://t.me/tarihogretmenleri
● 1964 Ağustosunda Kuzey Vietnam donanmasına ABD, Vietnam'dan askerlerini çekmeyi ve yapılacak
ait gemiler Tokin Körfezi'nde ABD donanmasına müzakerelerle birleşmenin gerçekleşmesi kabul
saldırdı. Bu gelişme üzerine ABD, 1965 Şubatında edildi. Antlaşmanın imzalanmasında yeni ABD
Kuzey Vietnam’da askerî hedefleri bombalayarak başkanı Nixon'ın orduyu Vietnam'dan çekme kararı
savaşa girdi. ABD asker sayısını kısa zamanda alması, SSCB ve Çin'le kurulan siyasi yakınlaşma
600.000'e çıkardı. Ancak ülke genelinde başlayan etkili oldu.
savaş karşıtı gösteriler üzerinde ABD Kongresi
tutumunu değiştirdi. Batı Bloku ülkelerinden destek ● Savaşı S.S.C.B, Çin, Kuzey Kore, K.Vietnam
göremeyen ABD yönetimi Vietnam'da istediği kazandı. Vietnam Savaşı'nın başlangıcında Çin-
başarıyı elde edemedi. Sovyet ilişkilerinin düzelmesini sağlayacağı
varsayılıyordu, fakat algı farklılıkları ilişkilerin daha
da bozulmasına sebep olmuştur. Sovyet-Çin
farklılıklarının derinleşmesi, çok kutupluluğu
güçlendirerek Yumuşama (detant) sürecinin
hızlanmasına sebep olmuştur. Böylece, ABD'nin
Vietnam'ı bölme planı suya düşerken, Kuzey
Vietnam ve Güney Vietnam 1975 yılında birleştiler.
9
https://t.me/tarihogretmenleri
gördü. Çin'in Tibet'i işgalinde Hindistan'la çatışmaya
girmesi üzerine Pakistan'la Çin arasında
yakınlaşma başlattı. 1963'te Hindulara Müslümanlar
arasında başlayan çatışmalar 1965te savaşa
dönüştü.
11
https://t.me/tarihogretmenleri
SSCB’nin Afganistan’ı işgali SSCB birliklerinin Afganistan’dan çekilmesi
13
https://t.me/tarihogretmenleri
14
https://t.me/tarihogretmenleri
● Bağlantısızlar, blokların nükleer gücüne karşı
silahsızlanma politikasına başvurmuşlardır.
Bağlantısızların silahsızlanmada kullandıkları ortam
Birleşmiş Milletler olmuştur.
D) ARAP – İSRAİL
SAVAŞLARI
a) 1948–1940 Savaşları
Katılan Devletler: Mısır, Ürdün, Suriye,
Lübnan, Irak ve İsrail
15
https://t.me/tarihogretmenleri
18
https://t.me/tarihogretmenleri
kurulması için gerekli altyapı oluşturulması için ortak hareket edilmesini ve bağımsız bir Filistin
çalışılmasını öngörüyordu. Devleti'nin kurulmasını kararlaştırdı. Ancak bu
tepkiler İsrail ile Mısır arasında yapılan barış
● Camp David Antlaşması’na Avrupa Topluluğu görüşmelerini engelleyemedi.
destek verirken SSCB ve Arap ülkeleri tepki
gösterdi. Suriye, Cezayir, Libya, Güney Yemen ve ● 26 Mart 1979'da karşılıklı toprak bütünlüğü ve
Filistin Kurtuluş Örgütü; Mısır'a ekonomik boykot bağımsızlık düşüncesine saygı duymayı esas
uygulanması, SSCB ile ilişkilerin geliştirilmesi, ortak alarak bugünkü İsrail-Mısır sınırlarını çizen "İsrail-
bir komutanlık kurulması ve Arap Birliği merkezinin Mısır Barış Antlaşması" Washington'da imzalandı.
Kahire'den başka bir yere taşınması kararını aldı. Bu antlaşma, İsrail'in, güneyde güvenliğini
garantilerken Mısır'ın Arap dünyası ile ilişkilerinin
kopmasına yol açtı. Arap ülkelerinden Mısır'a
yapılan ekonomik yardım kesilirken ABD, Mısır'a
ekonomik yardımda bulundu.
E) 1973 PETROL
BUNALIMI
● 1967 Arap – İsrail Savaşı’ndan sonra sorunun
çözümünde istediğine ulaşamayan Arap Ülkeleri
oldukça önemli bir enerji kaynağı durumunda olan
petrolü batı’ya karşın bir baskı aracı olarak
kullanmak istemeleri krizin çıkmasına yol açmıştır.
21
https://t.me/tarihogretmenleri
● Petrol üreten Arap ülkeleri, bilhassa geri kalmış
veya gelişmekte olan Müslüman ülkeler için yeterli
bir yardım programı da gerçekleştirmediklerinden,
Batının zengin ülkelerine vurmak istedikleri
darbenin acısı, bu Müslüman fakir ülkelerin
sırtından çıkmıştır.
● Bilhassa Suudi Arabistan, İsrail’i kesinlikle tutan ● Petrol ihtiyaçlarının, arzı sınırlı ve çok önemli bir
Amerika ve Hollanda’ya karşı petrol ambargosu ham madde kaynağına sahip olmalarına karşı petrol
tatbik etti ise de, bu ambargo bilhassa Amerikanın fiyatlarının uzun yıllar düşük yüzeyde kalması,
Orta Doğu politikasında hiç bir değişiklik ve tesir OPEC'i kurulmasında rol oynayan en önemli
yapmadı. Kaldı ki, Amerikanın bu ambargoya karşı faktördür.
tepkileri de bir hayli sert oldu. Hatta petrol üreten
Arap ülkelerinin petrol politikası, Batının sanayisini ● OPEC'in üye ülkelerin petrol ihtiyaçlarının,
çökertecek hale geldiği takdirde, Amerikanın Basra kotalarla sınırlandırarak petrol fiyatlarını artırma
Körfezi bölgesine bir silahlı müdahale ihtimalinden politikası 1972- 1981 yılları arasında fiyatlarını
veya bunun planlamasından dahi söz edildi. %750 artmasını sağlamıştır.
● Arapların bu petrol silahına karşı Amerikanın ● Bu artışların önemli bir kısmı 1973 ve 1979
başvurduğu ikinci yol da, Avrupa İktisadi İşbirliği ve yıllarında gerçekleşmiştir.1980'lerin başında
Kalkınma Teşkilatı (OECD) çerçevesinde, 1974 OPEC'in dünya petrol fiyatları üzerinde ki etkisi
Ekiminde, Amerika, Kanada, Fransa hariç Ortak azalmaya başlamıştır. Batılı sanayileşmiş ülkenin
Pazar ülkeleri, Japonya, İspanya, Türkiye, başta kömür ve nükleer enerji olmak üzere farklı
Avusturya, İsviçre, İsveç ve Norveç’in katılması ile enerji kaynaklarına yönelmesi, kendi ülkelerinde,
Milletlerarası Enerji Ajansının (İnternational Energy petrol arama ve çıkarma çalışmalarına ağırlık
Agency) kurulması oldu. vermesi, enerji talebini, kısmaya yönelik, tasarruf
önlemleri almaları Meksika, SSCB gibi başka
● Bu kuruluşun amacı, enerji ve fakat bilhassa ülkelerden petrol gereksinimleri karşılama
petrolün sağlanmasında, kullanılmasında bir gayretleri, bu ülkelerin OPEC ülkelerinde üretilen
işbirliğini, dayanışmayı ve ortak planlamayı petrole bağımlılığını azaltmıştır.
gerçekleştirmekti.
● OPEC 1982'de petrol fiyatlarını düşürmek,
● Krizin sonuçlarına bakıldığında ise: Batının üretimini kısmak zorunda kalmıştır. Batının petrol
sanayileşmiş ülkeleri, artan petrol fiyatlarını talebini düşürmesinin örgütün kendi içindeki
kolaylıkla kendi sanayi mamullerine ve anlaşmazlıklar ve İran Irak savaşı nedeniyle
teknolojilerine aksettirdiler.
22
https://t.me/tarihogretmenleri
zayıflamış olan iç bütünlüğünün daha da ● Hükümet programı konusunda başlayan
bozulmasına neden olmuştur. anlaşmazlıklar üzerine Baas yanlısı Saddam
Hüseyin'in başında bulunduğu bir grup subay
temmuz sonlarında öteki darbeci hizipleri saf dışı
bıraktı. Devlet başkanlığı ve başbakanlığa el-Bekir
getirildi.
F) ORTADOĞU’DAKİ
GELİŞMELER
a) Irak
● 1958 yılında yapılan darbeyle monarşinin
yıkılarak cumhuriyet rejimine geçilen Irak’ta 17
Temmuz 1968'de gerçekleşen kansız bir darbenin
ardından iktidar tamamen Baas Partisi’ne geçti.
24
https://t.me/tarihogretmenleri
G) YUMUŞAMA
DÖNEMİNDE DÜNYADA
25
https://t.me/tarihogretmenleri
ORTAYA ÇIKAN ÖNEMLİ
GELİŞMELER
Ekonomi
● II. Dünya Savaşı sonrasında bilim ve teknolojideki
ilerlemelerin sanayide kullanılması ile büyük bir
verimlilik elde edildi. Petrol, elektrik ve otomotiv
sektörlerinde önemli üretim artışı oldu. Bu
gelişmelerle dünya ekonomisi hızlı bir büyüme
dönemi yaşadı.
26
https://t.me/tarihogretmenleri
SSCB uydusu Sputnik I araştırma kuruluşlarının bilgisayarlarını bünyesinde
toplayarak büyüdü.
● 1962'de ABD aynı şekilde karşılık vererek uzayda
rekabeti hızlandırdı. 1969'da ise Amerikalı astronot ● 1991'de ABD'de internetin, ticari amaçla
Neil Amstrong'un aya inmesi ile ABD uzay kullanılmasını engelleyen tüm kısıtlamalar kaldırıldı.
yarışında liderliği ele geçirdi. Bir yıl sonra grafik web tarayıcı "Mozaic" devreye
girmiş ve internetin bir alt kümesi olan "World Wide
Web"in (Geniş Dünya Ağı) yıllık büyüme hızı
artmaya başlamıştır. Tüm dünyayı kapsayan bu ağ
ile aralarında bağlantı bulunan tüm belgeler ve
dijitalleştirilmiş nesneler bir araya getirilmek
istenmiştir.
Kültürel Hayat
● Çin’de Mao’nun önderliğinde “Kültür Devrimi”
başladı. Ancak devrim yüz binlerce Çinli’nin
ölümüne yol açtı.
27
https://t.me/tarihogretmenleri
FIBA logosu
28
https://t.me/tarihogretmenleri
● Bu dönemde Kıbrıs Konusunda ABD’nin tavrını
ortaya koyan Johnson Mektubu ve 1975–1978
yılları arasındaki ambargo dönemi Türk – Amerikan
ilişkilerinde sarsıntılara yol açmıştır.
Johnson Mektubu
Kıbrıs’ta yaşanan çatışmaların artması ve Rum
tarafının silahlanma kararı alması üzerine 2 Haziran
1964 tarihinde Türkiye hükümeti Kıbrıs’a çıkarma
yapma kararını açıkladı ve gerekli hazırlıklara başladı.
Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nde de askeri
hareketlilik artmaya başlamıştı. Yaşanan gelişmelerden
rahatsızlık duyan ABD, bölgede çıkacak bir savaşı
kendi stratejik çıkarlarına aykırı bulmaktaydı.
b) Türkiye – SSCB
Münasebetleri
● 1950–1964 arası dönemde Türk SSCB
münasebetlerinde 1950 ile 1960 arasında
Ortadoğu’da ortaya çıkan gelişmelerinin ortaya
çıkardığı huzursuzluk devam etmiştir. 1964’e kadar
SSCB Türkiye’nin Kıbrıs’ı bir NATO üssü haline
getirmesinden korktuğu için, Kıbrıs konusunda
Türkiye aleyhinde bir politika izlemiş, Türkiye’nin
adaya müdahalesine karşı çıkmıştır.
31
https://t.me/tarihogretmenleri
● 1973 Petrol Krizi’yle beraber yükselen petrol
fiyatları Türkiye’nin Arap ülkeleriyle ilişkilerini
güçlendirme ihtiyacını artırmış, özellikle bu ülkelerle
ihracaat yapılması için girişimler artmıştır.
Mescid-i Aksa
32
https://t.me/tarihogretmenleri
e) Kıbrıs Meselesi ve
Orhan Gündüz Türk – Yunan İlişkileri
● II. Dünya Savaşı'nın sonuçlanmasından sonra
Yunanistan, Kıbrıs konusuna daha çok eğilmeye
başlayarak 1954 yılında konuyu Birleşmiş
Milletler Teşkilatına taşımıştır. Yunanistan, bu ilk
başvurusunda, Kıbrıs Adası halkına kendi
geleceğini kendilerinin tayin etmesi ilkesinin
(self-determination) uygulanmasını istemekteydi.
Ancak Birleşmiş Milletler bu öneriyi görüşerek
reddetmiştir.
Mehmet Baydar ● Bu tarihten sonra Türkiye, Yunanistan'ın amacının
Adaya sahip olmak olduğunu anlayınca konuyla
● Ermeni teröründe, Türkiye’deki iç huzursuzluğun daha yakından ilgilenmiş ve bunu milli bir politika
zirveye çıktığı 1979 yılından itibaren büyük bir artış hâline getirmiştir. Türkiye, Kıbrıs Sorunu’nu Batı
gözlenmeye başlanmıştır. Ermeni teröristler, 21 dünyasının ve müttefiklerinin dayanışması
ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri açısından ele almış, bu anlaşmazlıktan dolayı
de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasındaki ilişkilerin
olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda 42 bozulmamasını istemiştir.
diplomatımız ile 4 yabancı hayatını kaybederken,
15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır.
33
https://t.me/tarihogretmenleri
34
https://t.me/tarihogretmenleri
35
https://t.me/tarihogretmenleri
himayesinde, Girne bölgesinden Kıbrıs'a ayak
basmaya başladı.
37
https://t.me/tarihogretmenleri
● Taraflar arasında tıkanan görüşmeleri tekrar
canlandırmak amacıyla bu defa ABD Türk ve Yunan
taraflarına bir plan sunmuştur. Ancak bu plan hem
Türk hem de Rum tarafını memnun etmediği için
kabul görmemiştir.
39
https://t.me/tarihogretmenleri
40
https://t.me/tarihogretmenleri
● 1962’de siyasi çekişmelerin sonucu olarak CHP-
AP koalisyon hükümeti dağıldı. Yerine AP’nin
dışındaki meclisteki tüm partilerin katılımıyla yeni bir
koalisyon hükümeti kuruldu.
41
https://t.me/tarihogretmenleri
ödemeler dengesinin sağlıklı bir yapıya
● Ekonomik çalkantıların, işçi grevlerinin artması ve kavuşturulması, her alanda yeterli sayıda ve üstün
sağ- sol çekişmesine dayalı öğrenci olaylarının nitelikli bilim adamı ve teknik eleman yetiştirilmesi,
yoğunlaşmasına karşı hükümetin tutumundan bu hedeflerin sosyal adalet ilkesiyle uyumlu bir
rahatsız olan üst düzey askeri yetkililer 11 Mart biçimde sağlanması.
1971’de Yüksek Askeri Şurayı toplamış ve bir
muhtıra yayınlamıştır. Bu muhtırada “ Parlamento
ve hükümetin tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdun
anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik
huzursuzluklar içine sokulduğu tespiti yapılmıştır.
42
https://t.me/tarihogretmenleri
32,7 oranında devalüasyon ( kur ayarlaması)
yapılarak günlük kur ilanı uygulamasına gidilmiş,
Çarpık Kentleşme
İthalat kademeli olarak libere edilmiş, ihracat; vergi
iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal
● 1960–1970 yılları arasında uygulanan "ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan
ikameci sanayileşme" ile daha önce ithal edilen teşvik sistemi ile teşvik edilmiştir.
tüketim mallarının ülkede üretimi amaçlanmıştı.
Bu dönemde, sanayi daha çok demir-çelik, çimento,
kâğıt, kimya, petrol rafinerisi, alüminyum ve c) 12 Eylül Askeri Müdahalesi
madencilik alanında yoğunlaştı. 1970'li yıllarda ● 1979 ve 80 yıllarında çok sayıda siyasi amaçlı faili
uygulanan "ileri ithal ikameci model" ile buzdolabı, meçhul cinayetlerin gerçekleşmesi
televizyon, çamaşır makinesi gibi dayanıklı tüketim ( Abdi İpekçi, Nihat Erim, Fikret Ünsal, Mürsel
mallarının yanı sıra ülkemizde artık otomobil de Karataş …)
üretilmekteydi.
● TBMM’de birçok turun ardından yeni bir
● Bu açıklar özel yabancı sermaye ve rezervlerle cumhurbaşkanı seçilememesi
finanse edilmiştir. Fakat bu finansman sekli, diş
borçların artması, borçlanma yapısının bozulması ● Konya’da şeriat içerikli Kudüs Mitinginin yapılması
ve konvertibe ( çevrilgen) döviz rezervlerinin ● Dış ticaret açığındaki artış, döviz darboğazı,
azalması seklinde üç alanda kötüleşmeye neden işsizlik ve ekonomik sıkıntıların giderek artması
olmuştur.
● Sağ-sol gerginliğine dayanan siyasal ve toplumsal
şiddet olaylarının yoğunlaşması gibi gelişmeler
Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren liderliğindeki
Ordu mensuplarının 12 Eylül 1980 günü devlet
yönetimine el koyması sonucunu doğurmuştur.
43
https://t.me/tarihogretmenleri
dönemine aykırı olarak özgürlükleri artıran gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye,
Türkiye'nin en demokratik anayasasıdır. aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Her iki anayasayı hazırlayan sivil kesimin hükümet sonucunda kabul edilerek yürürlüğe girdi.
kurma ve bakanları düşürme yetkisinin olmaması ve ● 15 Ekim 1961'de yapılan seçimlere Cumhuriyet
seçimle değil atamayla iş başına gelmesi Halk Partisi (CHP), Adalet Partisi (AP),
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP), Yeni
Türkiye Partisi (YTP) katıldı.
1961 ve 1982 Anayasalarının Farklı Tarafları ● Cumhurbaşkanlığına Cemal Gürsel seçildi. 1965
seçimlerine kadar koalisyon hükümetleri iktidarda
1961 Anayasasının aksine 1982 Anayasasında kaldı. 10 Ekim 1965'te yapılan genel seçimleri AP
kazandı. 27 Ekim 1965'te Süleyman Demirel'in
anayasanın kabulüyle cumhurbaşkanlığının seçilmesi
birleştirilmesi. başbakanlığı ile başlayan AP iktidarı, 12 Mart 1971
Askerî Muhtırasına kadar devam etti.
1982 anayasasının 1961’e daha sert olması. ● Demokrasiye zarar veren bu muhtıra sonucunda
1982 Anayasasına göre 1961 anayasası temel hak Başbakan Süleyman Demirel istifa etti. Daha sonra
ve özgürlüklere daha fazla yer vermesi. ise partisinden istifa ederek bağımsız kalan Nihat
Erim başbakanlığında meclis dışından ve farklı
1982 Anayasasında özgürlüklere oranla devlet partilerin milletvekillerinden oluşan geniş tabanlı ve
otoritesine daha çok önem verilmesi hiçbir siyasi partiyle doğrudan ilişkili olmayan bir
hükûmet kuruldu.
g) Kültürel Gelişmeler
● 1960'tan sonra Türk toplumunun sosyoekonomik
yapısında görülen değişiklikler edebiyat, sinema ve
müzik alanında etkisini gösterdi.
46
https://t.me/tarihogretmenleri
47
https://t.me/tarihogretmenleri
düşüncenin etkisiyle 1970-1980'li yıllar artık ● 1963'te Metin Erksan'ın "Susuz Yaz" filmi, Berlin
yabancı oyunlardan ziyade yerli oyunların Film Festivali'nde "Altın Ayı" ödülünü kazanarak
sahnelendiği yıllar olmuştur. uluslararası alanda önemli bir ödülün sahibi oldu.
Türk sinemasının gelişme göstermesiyle ilk kez
● Türk Sineması toplumsal sorunlara ağırlık vererek 1964'te Antalya Film Festivali düzenlenmeye
gelişme göstermiştir. Metin Akpınar, Zeki Alaysa, başlandı. Ömer Lütfi Akad, Metin Erksan ve Halit
Münir Özkul, Adile Naşit, Şener Şen ve Kemal Refiğ dönemin önemli yönetmenlerindendir.
Sunal sosyal içerikli konuları güldürü yoluyla işleyen
filmlerde rol almışlardır.
48
https://t.me/tarihogretmenleri
ilk kez bahsedildi. Bu tarzın önemli isimlerinden biri
de Barış Manço oldu.
Moğollar Grubu
Blok Bilgiler
➔ ABD Başkanı Kennedy ve SSCB lideri
Kruşçev, Yumuşama Döneminin mimarları
arasında yer alır.
E) Küba Bunalımı
➔ 30 Ekim 1973 yılında İstanbul’da Boğaz
Köprüsü hizmete açılmıştır.
2. Türkiye;
➔ Türkiye 20 Temmuz 1974’te I. Kıbrıs Barış I. Bosna
Harekâtı’nı, 14 Ağustos 1974’te ise II. Kıbrıs II. Kore
Barış Harekâtı’nı düzenlemiştir. III. Afganistan
B) Milletler Cemiyeti
51
https://t.me/tarihogretmenleri
C) Balkan Antantı
D) Birleşmiş Milletler
TEST 01
8. 1978 yılında İsrail Devleti ile Filistinliler arasında
imzalanan antlaşma aşağıdakilerden hangisidir?
4. Ülkemizde “Güçler Ayrılığı” ilkesi kesin çizgilerle
ilk kez hangi anayasamızda yer almıştır? A) Washington
E) 1982 Anayasası
52
https://t.me/tarihogretmenleri
15. “Petrol İhraç Eden Ülkeler” anlamına gelen
A) Yalnız I B) Yalnız II C) Yalnız III teşkilatın kısa yazılışı aşağıdakilerden hangisinde
doğru olarak verilmiştir?
D) I ve II E) II ve III
A) OPEC B) SEATO C) CENTO
D) BM E) NATO
11. Başta ünlü boksör Muhammed Ali Clay olmak
üzere Amerika kamuoyunun Vietnam Savaşı’na
büyük tepki göstermesinde aşağıdakilerden
hangisinin etkili olduğu söylenemez?
I. Şatülarap Su Sorunu,
II. Süveyş Bunalımı,
III. Petrol Krizi
D) I ve II E) II ve III
13. Türkiye’nin düzenlendiği Kıbrıs Barış Hareketi’nin Cevapları Kontrol Ediniz LYS / Test 01
amaçları arasında aşağıdakilerden hangisi yer almaz? EDEDBAEBDDAACEA
D) II ve III E) I, II ve III
53
https://t.me/tarihogretmenleri
● Siyasi otoritesini güçlendiren Gorbaçov glastnost
KÜRESELLEŞEN ve perestroyka politikaları doğrultusunda yenilikler
yapmaya başladı.
Glasnost( Açıklık):
1985’ten itibaren Gorbaçov tarafından SSCB’nin
demokratikleşmesine doğru değişim amacıyla
uygulanmış politikaların tümüne verilen addır.
Gorbaçov’un amacı halkın devlete güvenini
artırmak için toplumun her düzeyinin
katılabileceği, herkese söz hakkı tanınacak olan
bir tartışma ortamını mümkün kılmaktı.
1
https://t.me/tarihogretmenleri
2
https://t.me/tarihogretmenleri
3
https://t.me/tarihogretmenleri
değiştirildi ve parti Bulgaristan Sosyalist Partisi
adını aldı.
● Bulgaristan'da, 15 Ocak 1990'da Komünist ● Doğu Almanya, 3 Ekim 1990'da Batı Almanya
Partisi'nin hâkimiyetini öngören anayasa maddesi ile birleşti.
4
https://t.me/tarihogretmenleri
COMECON'un feshi kararını, NATO'ya karşı
● 12 Aralık 1990'da Arnavutluk'ta yeni partilerin kurulmuş olan Varşova Paktı'nın 1 Temmuz
kurulmasına izin verildi. 1991'de son verilmesi kararı takip etti. Böylece,
Sovyetler Birliği'nin dağılmasını Doğu Bloku'nun
● 21 Mart 1990'da bir Uzakdoğu ülkesi olan dağılması olayı takip etmiş oldu.
Moğolistan'da Komünist Partisi'nin etkinliğine ve
öncülüğüne son verildi. Ülkede çok partili siyasi Devlet Bağımsızlık tarihi
hayata geçildi.
1. Gürcistan 28.04.1991
● Doğu Bloku'nu oluşturan bu devletlerde başlayan 2. Estonya 20.08.1991
sistem değişikliği, çok partili hayatın başlaması ve 3. Letonya 21.08.1991
Pazar ekonomisine geçiş uygulamaları; 4. Ukrayna 24.08.1991
Gorbaçov'un beklediği bütünleşme ve güçlenme 5. Beyaz Rusya 25.08.1991
çabalarını dağılmaya götürdü. Bu dağılma, ülkelere
bağımsızlığı ve Blok'tan kopmaları getirdi.
6. Moldova 27.08.1991
7. Azerbaycan 30.08.1991
● Ancak, bağımsızlık ilanları Sovyetlerin 8. Kırgızistan 31.08.1991
dağılmasını istemeyen Gorbaçov başta olmak üzere 9. Özbekistan 31.08.1991
Rus yöneticileri tarafından tepki ile karşılandı. 10. Litvanya 06.09.1991
● SSCB'ye bağlı cumhuriyetlerdeki bağımsızlık 11. Tacikistan 09.09.1991
ilanlarına karşı Gorbaçov'un gerekli tedbirleri 12. Ermenistan 21.09.1991
almadığını düşünen ve "Egemen Devletler Birliği 13. Türkmenistan 27.10.1991
Antlaşmasına” karşı olan ordu içindeki bazı 14. Kazakistan 16.12.1991
komutanlar, bakanlar ve KGB liderinin aralarında 15. Rusya Federasyonu 26.12.1991
bulunduğu bir grup, 18 Ağustos 1991 günü
Gorbaçov'a karşı bir darbe yaptı.
Stanislav Petrov
● Sovyetler Birliği'nde ilk kopmalar Baltık ● ABD ülkesinde gerçekleştirilen terör olaylarını
ülkelerinde (Estonya, Letonya ve Litvanya) gerekçe göstererek Afganistan'ı işgal etti. Nükleer
meydana geldi ve bunu diğerleri takip etti. silah bulundurduğunu öne sürerek Irak'a askerî
müdahalede bulundu. Böylece Rusya'nın
● Asıl Rusya'yı oluşturan üç cumhuriyetten kontrolünde olan Orta Asya'ya yakınlaşma ve
(Moskova Rusyası, Ukrayna Rusyası ve Beyaz önemli petrol yataklarının bulunduğu Orta
Rusya) özellikle Ukrayna Rusyasının bağımsızlığını Doğu'yu ve Basra Körfezi’ni kontrol etme imkânı
ilan etmesi, Sovyetlerin sonunu getiren en önemli buldu.
gelişme oldu.
● Güç dengesinde Avrupa Birliği’nin, ABD'ye karşı
● Eski Sovyetlerin dağılması, Türkiye'ye ek olarak denge unsuru olma isteği İngiltere'nin ABD yanlısı
beş Türk Cumhuriyeti'nin daha tarih sahnesine politikasından dolayı başarılı olamadı.
çıkmasını sağladı. Bunlar; Azerbaycan, Yeniden güçlenmek için çalışmalar başlatan Rusya
Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Federasyonu "Şangay Beşlisi" adı altında yeni bir
Kazakistan olup, ayrıca Azerbaycan'a bağlı özerk örgütlenmeye gitti. 1996 yılında kurulan bu örgüte
bir cumhuriyet olan Nahçıvan ile Türkiye'nin Rusya, Çin, Kazakistan, Türkmenistan ve
ilişkileri yeni bir ivme kazandı. Tacikistan katıldı. 2001'de Özbekistan'ın da
katılımıyla "Şanghay İş Birliği Örgütü" adını
● Avrupa ve Asya haritası 1991'de yeniden aldı.
değişirken, değişiklik Sovyetlerin dağılmasıyla
sınırlı kalmadı. 1989'da Almanya birleşmesini
tamamlarken, Yugoslavya parçalanmaya başladı.
7
https://t.me/tarihogretmenleri
● Bağımsız Azerbaycan'ın Hazar petrolleri üzerinde
söz sahibi olması Rusya'yla ilişkilerini, İran
topraklarında 30 milyon Azeri Türkünün yaşaması
İran'la ilişkileri ve Dağlık Karabağ'ın Ermenistan
tarafından işgali Azerbaycan'ın dış siyasetinde etkili
olan gelişmelerdir. Bu nedenle İran, Rusya ve
Ermenistan arasında dostluk, iş birliği ve
saldırmazlık anlaşmaları imzalanmıştır. Buna
Haydar Aliyev: "Biz bir millet, iki devletiz." karşılık Azerbaycan, Türkiye ve Gürcistan iyi
ilişkiler kurmuştur.
8
https://t.me/tarihogretmenleri
9
https://t.me/tarihogretmenleri
● Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Türk olan ve yüksekliklerden ilerleyerek, kasaba sakinlerini
Azerbaycan toprakları içinde yer alan Dağlık doğudakı açılışa doğru sıkıştırmışlar. 26 Şubat
Karabağ'a XIX. yüzyılın başlarından itibaren sabahına kadar mülteciler Dağlık Karabağ’ın
Rusya tarafından Ermeniler yerleştirilmeye
doğu yüksekliklerine ulaşmış ve aşağıdaki Azeri
başlanmış bu göç SSCB döneminde daha da
yoğunluk kazanmıştır. kenti olan Ağdam'a doğru inmeye başlamışlar.
Burdaki tepeciklerde yerleşen sivilleri güvenli
● 1985'ten sonra SSCB'deki iç gelişmelerden arazide takip eden Dağlık Karabağ askerleri
faydalanan Ermenistan, Karabağ'ı kendisine onlara ulaşmışlar. Mülteci kadın Reise Aslanova
bağlamak istemiştir. Bu istek Halk Cephesi İnsan Hakları İzleme Örgütüne verdiği
önderliğindeki Azerilerin tepkisine neden olmuştur. açıklamada "Onlar sürekli ateş ediyorlardı"
diye konuşmuştu. Arabo'nun savaşçıları daha
● Çoğunluğu Ermenilerden oluşan Karabağ
parlamentosu Şubat 1988'de Ermenistan'a katılma sonra uzun zaman kalçalarında taşıdıkları
kararı aldı. Ermenilerle Azeriler arasındaki bıçakları kınlarından çıkarakak bıçaklamaya
çatışmaların savaşa dönüşmesi üzerine 1990'da başlamışlar. Şu anda yalnız kuru çimenden esen
Moskova hükûmeti, yayınladığı bir kararname ile rüzgârın sesi ıslık çalıyordu ve ceset kokusunu
bölgedeki yasal olmayan tüm silahlı kuruluşların uçurması için bu rüzgâr henüz erkendi. Monte
kapatılmasını ve silahların teslim edilmesini üzerinde kadınların ve çocukların kırılmış
istemiştir.
kuklalar gibi saçıldığı çimene eğilerek "Disiplin
● Azerilerden silahlar toplanırken Ermenistan yok" diye fısıldadı. O bu günün önemini
Meclisi bu kararnameyi kendi topraklarında anlıyordu: bu gün Sumgayıt
uygulamamış, Azerilerin tamamen silahsız Pogromunun dördüncü yıldönümüne
kalmasını fırsat bilerek Karabağ’ı işgal etmiştir. yaklaşıyordu.”
Hocalı başta olmak üzere birçok kentte çok sayıda
sivil öldürülmüş veya göçe zorlanmıştır. Bugün Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı
BM'nin ve birçok uluslararası kuruluşun zamanda bir öç alma eylemiydi. Bugünkü
Ermenistan'a Karabağ'daki işgali sona erdirerek Ermenistan cumhurbaşkanı ve savaş süresinde
çekilmesi yönünde yaptıkları telkinlere rağmen Karabağ'da Ermeni güçlerine kumandanlık
işgal hâlâ devam etmektedir. yapmış Serj Sarkisyan'ın İngiliz araştırmacısı ve
yazarı Thomas De Waal'a söylediklerine göre
Hocalı Katliamı 1992
Ermeni güçleri 1992 yılının 25 Şubatı 26 Şubat'ta “Hocalıdan önce, Azerbaycanlılar bizim şaka
bağlayan gecede bölgedeki 366. Alayın da desteği yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma
ile önce giriş ve çıkışını kapadığı Hocalı karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz
kasabasında, Azeri resmî kaynaklarına göre, 83 bunu [stereotipi] kırmayı başardık. Ve olay işte
çocuk, 106 kadın ve 70'den fazla yaşlı dâhil olmak bu. Ayni zamanda o delikanlıların arasında
üzere toplam 613 sakin öldürülmüş, toplam 487 kişi Bakü'den ve Sumgayıt'tan kaçanlarında
ağır yaralanmıştır. 1275 kişi ise rehin alınmış ve
olmasını anlamalıyız. Ermenistan
150 kişi ise kaybolmuştur. Cesetler üzerinde
yapılan incelemelerde cesetlerin birçoğunun Maslahatgüzar'ı Movses Abelyan, Birleşmiş
yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, başları kesildiği Milletler Genel Kurulu'na Ermenistan Dış İşleri
görülmüştür. Hamile kadınlar ve çocukların da Bakanlığı tarafından takdim ettiği mektupta,
maruz kaldığı tespit edilmiştir. Azerbaycan'ın olayı "utanmazcasına
Eski ASALA eylemcilerinden Monte Melkonyan, kullandığını" söylemiştir.”
Hocalı'ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklere Abelyan, eski Azerbaycan cumhurbaşkanı Ayaz
komutanlık yapmış ve katliamdan bir gün sonra Mutallibov'un Çek gazeteci Dana Mazalova ile
Hocalı çevresinde gördüklerini günlüğünde yaptığı ve 2 Nisan 1992'de Rusya'nın Nezavisimaya
anlatmıştır. Melkonyan'ın olümünden sonra, Markar Gazeta gazetesinde yayımlanan röportaja
Melkonyan kardeşinin günlüğünü Benim dayanarak, sivillerin kaçışını kolaylaştırmak
Kadeşimin Yolu (My Brother's Road) başlığıyla amacıyla Karabağ'daki Ermenilerin açmış olduğu
ABD'de çikardığı kitapta Hocalı katliamını şöyle dağ geçidinden yerli halkın kaçışının Azerbaycan
tasvir ediyor… Halk Cephesi militanları tarafından önlendiğini
“Bir gece önce akşam 11 civarında, 2.000 savunmuştur.
Ermeni savaşçısı, Hocalı'nın üç tarafındaki
10
https://t.me/tarihogretmenleri
Ayrıca Abelyan, Ermenilerin Azeri sivillere beyaz
bayrak ile kasabayı terk etme çağrısında
Pakistan
Azerbaycan
Meksika
11
https://t.me/tarihogretmenleri
İslam Kerimov
4) Özbekistan
12
https://t.me/tarihogretmenleri
5) Kırgızistan
Ünlü Kırgız yazarı, çevirmen, gazeteci ve politikacı olan Hikâyelerinde milletinin temel mülkü olan millî hafızaya
Cengiz Aytmatov, 12 Aralık 1928'de Kırgızistan’ın Talas ait efsane, destan, masal, hikâye ve türküleri ve bunların
Eyaleti'ne bağlı Şeker Köyü'nde doğdu. Bişkek'te meydana geldiği şartları, ardındaki hikâyeleri, insanları
Veteriner Fakültesi’nden mezun oldu. kullanırken, Kırgız Türk kültürünü, psikolojisiyle, duyuş
ve anlayış tarzıyla, maddi manevi zenginliğiyle o kültürü
Yazarlığa 1952'de başlayan Aytmatov, 1959'da Kırgız bina edenlerin evlatlarına yeniden hatırlatmaya çalıştı.
Pravdası gazetesinde muhabir oldu. Daha sonra Povesti
Gori Stepey (Dağlar ve Steplerden Masallar) adlı öykü Ayrıca hikâyelerinde halkının değerlerini, dertlerini,
kitabıyla büyük ün kazandı. Bu eseri, 1963'te Lenin varsa onun içindeki çürümeyi anlatan yazarın en önemli
Ödülü'ne layık görüldü ve bu ödül onu aynı zamanda en özelliği, özüne bağlılık, kendinden, halkından,
genç Lenin Ödüllü yazar da yaptı. coğrafyasından haberdar olma olarak kendini gösteriyor.
Eserlerini, Kırgızca ve Rusça olarak kaleme alan Eserleri Türkçenin yanı sıra 150'den fazla dile tercüme
Aytmatov, eserlerinin çoğunda tema olarak aşk, dostluk, edilerek milyonlarca baskıya ulaşan Aytmatov, 1958'de
savaş döneminin acıları ve kahramanlıkları ile Kırgız Kırgız Yazarlar
gençliğinin gelenek ve göreneklerine bağlılığını seçti.
13
https://t.me/tarihogretmenleri
Birliği Prezidyumu üyeliğine, 1962'de de Kırgız
Sinematografi İşçileri Birliği birinci sekreterliğine
getirildi.
Manas Heykeli
Manas Destanı
Beline ok-yay bağladı,
Yakup Han’ın Çiriçi Hatundan
Hem de erkek çocuğu oldu.
Bu çocuğa bakıp gördü:
Eti ap-ak kumaş gibi.
Kemikleri bakır gibi.
Ak-boz kısrak kestirdi,
Yakup Han doğan oğlunun
Dört peygamber kocaya
Adını Manas koydurdu.
14
https://t.me/tarihogretmenleri
15
https://t.me/tarihogretmenleri
6) Türkmenistan
7) Diğer devletler
16
https://t.me/tarihogretmenleri
● Tataristan SSCB'nin dağılmasıyla Tataristan'da
da geniş çapta bir milli kurtuluş hareketi başladı.
1992'de Tataristan tam siyasi bağımsızlığını ilan
etmiş ve Rusya'dan ayrılma niyetini bildirmiştir.
Ancak Rusya Parlamentosu buna ret cevabı
vermiştir. Bugün Tataristan Rusya Federasyonuna
bağlı özerk bir Türk cumhuriyetidir.
SSCB YIKILACAKTIR
“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur,
müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat
yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı
Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya Macaristan İmparatorluğu
gibi SSCB de parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün
SSCB’nin elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından
kaçabilirler. Dünya yeni dengeye ulaşabilir. İşte o zaman
Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun
idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz
vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır
olmak yalnız o günü susup beklemek değildir.
Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanıyor?
Manevi köprüleri sağlam tutarak… Dil bir köprüdür.
İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize
inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde
bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını
beklememeliyiz, bizim onlara yaklaşmamız gereklidir.
SSCB bir gün dağılacaktır. O zaman Türkiye onlar için
örnek bir ülke olacaktır.”
17
https://t.me/tarihogretmenleri
işbirliğini projeler ve programlar aracılığı ile 2006 yılında da yapılanmasını geliştirecektir.
geliştirmek amacıyla 24 Ocak 1992’de kurulmuştur. Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna-
Hersek, Etiyopya, Filistin Ulusal Yönetimi,
TİKA’nın Görevleri Gürcistan, Karadağ, Kazakistan, Kırgızistan,
Kosova, Makedonya, Moğolistan, Moldova,
● Gelişme yolundaki ülkelerle ekonomik, ticari, Özbekistan, Senegal, Sudan, Tacikistan,
teknik, sosyal, kültürel ve eğitim işbirliğini, bu Türkmenistan ve Ukrayna(Kırım)'da Program
ülkelerin kalkınmalarına katkıda bulunacak Koordinatörleri görev yapmaktadır.
projelerle geliştirmek,
Bu çerçevede: Bütün kesimleri kucaklayan,
● Gelişme yolundaki ülkelerin kalkınma hedefleri “Bölgesel İşbirliklerini Geliştiren” projeler
ve ihtiyaçlarını da göz önüne alarak, ekonomik, uygulayarak, barışa ve işbirliğine uygun ortamları
ticari, teknik, sosyal, kültürel ve eğitim işbirliği ve oluşturmayı, Az gelişmiş bölgelerde (Afrika, Orta
yardım konularını belirlemek ve bu amaçla gerekli Doğu v.b.), öncelikli insani problemlerin çözümüne
proje ve programları hazırlamak veya özel yönelik projeler uygulayarak, yaraların kısmen
kuruluşlara hazırlatmak, sarılmasını, “Kalkınma Desteği” sağlayarak bu
bölgelerde yeni işbirliği alanları oluşturmayı,
Nispeten gelişmiş bölgelerde, (Doğu Avrupa, Orta
Asya) Makro Projeler uygulayarak, işbirliği
imkânlarını maksimize etmeyi ve “Kalkınma İçin
Küresel Ortaklık Anlayışı” ile sistemleri uyumlu
hale getirmeyi, Kültür coğrafyasının kültürel
unsurlarını ve değerlerini evrensel boyuta taşıyarak,
“Küresel İşbirliğini” kolaylaştırmayı benimsemiştir.
21
https://t.me/tarihogretmenleri
22
https://t.me/tarihogretmenleri
Ukrayna ile oluşturduğu ortaklığı ve ayrıca isteyen Çek İspanya Macaristan Türkiye
Akdeniz ülkeleriyle arasında güçlenen diyaloğu Cumhuriyeti
yansıtan yeni yapılar yaratmıştır. Geniş çapta iç ve Danimarka İzlanda Norveç Yunanistan
dış reformlar geçirmiş ve yeni millenyumun
başında kendisinin Avrupa-Atlantik bölgesinin
barış ve istikrarı için bir vasıta haline getirmiştir.
23
https://t.me/tarihogretmenleri
Avrupa Birliğinin Genişleme
Süreci ve Türkiye
● Avrupa Birliği, 1993 Kopenhag Zirve
Toplantısında aldığı kararlar uyarınca eski Varşova
Paktı ülkeleri olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini
kapsayan bir genişleme süreci başlatmıştır. Türkiye
ise genişleme kapsamına alınmamıştır.
24
https://t.me/tarihogretmenleri
Fransa'dan Beykent Üniversitesine Gelen
Erasmus Öğrencisi Celiné Levy anlatıyor.
Türkiye'ye gelmek üzere Fransa'dan ayrılırken
gerçekte burada ne keşfedebileceğimi
bilmiyordum. Bu ülke, insanlar, üniversite ve
diğer şeyler hakkında hiçbir fikrim yoktu! Şimdi
diyebilirim ki bütün beklentilerim karşılandı. Her
şey çok yeniydi, değişikti. Türk insanı ile birlikte,
içiçe yaşamak gerçek bir şans. Türk kültürü
gerçekten çok zengin bir kültür.Önce güzel
İstanbul'u gezdim. Bir köyde kadınlarla mantı
pişirdim, Çanakkale'de Türk ve Fransızların ortak
tarihini öğrendim. Konya'da Mevlana'nın varlık
nedenini ve anlamını keşfettim... Hiç şüphesiz,
bir Erasmus değişiminin en önemli
özelliklerinden biri yeni insanlarla tanışmaktır.
Türk insanının benim Erasmus maceramın iyi
gitmesinde payı büyüktür.
25
https://t.me/tarihogretmenleri
Avrupa Parlamentosu’nu danışma organı
Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve kimliğinden yasama parlamentosu kimliğine taşımış
Avrupa Parlamentosu’nun İşleyişi ve ulusal parlamentolara benzer yetkilerle
donatmıştır. Tüm Parlamentolar gibi Avrupa
● Avrupa Birliği üye ülkelerin oluşturduğu siyasi Parlamentosu’nun üç temel yetkisi vardır: yasama,
çatıdır. Bu çatı içerisinde çeşitli faaliyet alanları için denetim ve bütçe.
kurumlar oluşturulmuştur. Bu kurumlar: Avrupa
Birliği Konseyi, Avrupa Adalet Divanı, Avrupa ● Avrupa Parlamentosu AT hukukunun ve
Sayıştayı, Ekonomik ve Sosyal Komite, Bölgeler Topluluk bütçesinin oluşturulması ve Avrupa
Komitesi, Avrupa Yatırım Bankası, Avrupa Merkez Komisyonu ve Bakanlar Konseyinin faaliyetlerinin
Bankası, Avrupa Yatırım Fonu, Avrupa denetlenmesi sorumluluklarına sahiptir. Bu
Ombudsmanı (Aracı, halk temsilcisi, halkın çerçevede AP, Komisyon’un önerilerini inceler ve
Konsey ile birlikte yasama sürecine katılır;
sözcüsü ve koruyucusu) Avrupa Ajansları
yönelttiği yazılı veya sözlü sorularla başta
komisyon olmak üzere tüm AB kurumlarını
I. AVRUPA KONSEYİ denetleme yetkisine sahiptir. AB’nin yıllık
● Konsey Topluluğun yasama organıdır; Toplulukla bütçesini onaylamak ve uygulanmasını denetlemek
ilgili pek çok konuda yasama gücünü Avrupa suretiyle Konsey ile birlikte bütçe yetkisini paylaşır.
Parlamentosu ile beraber kullanmaktadır. Ayrıca Toplantıları ve tartışmaları kamuya açık olan AP’
üye devletlerin genel ekonomik politikalarını nin kararları, tutum belgeleri ve toplantı tutanakları
koordine etmekte ve Topluluk adına bir veya birden AB Resmi Gazetesi’nde yayınlanır.
çok ülke ile uluslar arası kurumlar ile uluslararası
anlaşmaları gerçekleştirmektedir.
III. ADALET DİVANI
● Adalet Divanı, AB'nin en yüksek hukuksal organı
● Avrupa Birliği Anlaşmasına göre, Konsey ortak
niteliğini taşımaktadır. Adalet Divanı nihai yargı
güvenlik ve dış politikaların belirlenmesi ve
organı olup kararlarının temyizi yoktur.
uygulanmasına ilişkin kararlar alıp üye devletlerin
faaliyetlerini koordine etmekte ve suç teşkil eden
● Adalet Divanının görev alanına giren başlıca
konularda Polis ve İçişleri ile eşgüdüm içinde çeşitli
konular; üye devletlerin diğer üye devletlere karşı
tedbirleri uygulamaya koyabilmektedir.
açtığı davalar, Komisyonun üye devletlere karşı
açtığı davalar ve Birliğin kurumları aleyhine açılan
● Konsey her üye devletten bakan seviyesinde bir
davalardır.
temsilciden oluşmakta olup bu kişi kendi
hükümetini temsil yetkisine sahiptir. Konsey IV. SAYIŞTAY
üyeleri siyasi olarak kendi ulusal parlamentolarına ● Sayıştayın görevi, AB'nin ve bağlı kuruluşların
karşı sorumlu bulunmaktadırlar. gelir ve harcamalarını incelemek, bunların yasalara
uygun şekilde yürütülmesini sağlamaktır.
II. AVRUPA PARLAMENTOSU
● Avrupa Parlamentosu (AP) Topluluğa üye
devletlerin halklarını bir araya getirmektedir.
Avrupa Birliği halklarının siyasal talepleri
doğrudan seçilmiş AP üyeleri tarafından yerine
getirilmektedir. Avrupa Parlamentosu,
Avrupa vatandaşlarının temsilcilerinden oluşur.
1979 yılından beri beş yılda bir doğrudan oyla
seçilen Avrupa Parlamentosu üyelerinin sayısı 6.
dönemde (2004- 2009) 732’dir.
26
https://t.me/tarihogretmenleri
27
https://t.me/tarihogretmenleri
üzerinde çıkarlarını devam ettirmek ve Büyük Sırp
Krallığını kurmak istemesi birçok sivil insanın
ölümüyle sonuçlandı.
b) Bosna - Hersek Sorunu
● 29 Şubat 1992 tarihinde yapılan referandum
(halkoylaması)sonucu Bosna-Hersek'in bağımsızlığı
% 64 ile kabul edilmiş, Cumhurbaşkanı olan Aliya
etmiştir. Bağımsızlığın ilan edilmesinden sonra
Saraybosna'da çatışmalar başlamıştır.
29
https://t.me/tarihogretmenleri
Savaşında anahtar rol oynayan isimler arasında
yer almıştır, sağlık sorunları nedeniyle 2000
yılında başkanlıktan ve partisinin başkanlığından
çekildi. Daha önce iki kez kalp krizi geçiren
İzzetbegoviç, Saraybosna hastanesinde 19 Ekim
2003 tarihinde vefat etti.
30
https://t.me/tarihogretmenleri
33
https://t.me/tarihogretmenleri
çaplı bir müttefik kara saldırısı başladı. Müttefikler
üç gün içinde Irak direnişini çökerterek Kuveyt
kentini geri aldı.
II. Körfez Savaşı 2003 ● 1 Mayıs 2003’te ABD Birlikleri Irak’ın büyük bir
bölümünü kontrol altına almış, Saddam Hüseyin
● 11 Eylül 2001 tarihindeki İkiz Kule saldırısından
sonra yeni dış politika siyaseti çerçevesinde yönetimini devirmiştir.
dünyadaki terör eylemlerine son vermeye yönelik
olarak 20 Mart 2003’te Irak’ı işgaliyle başlayan
savaştır. ABD bu işgaline gerekçe olarak BM Genel
Kuruluna Irak’ın hala kitle imha silahlarına sahip
olduğunu ileri sürmüş ve Saddam yönetiminin El
Kaide terör örgütünü desteklemesini göstermiştir.
35
https://t.me/tarihogretmenleri
Bağdat’a giren ABD askerleri gözetiminde ● 1993 yılında FKÖ ( Filistin Kurtuluş Örgütü)
Saddam Hüseyin’in heykeli yıkılırken lideri Yaser Arafat’la İsrail Başbakanı İzak Rabin
● Mevcut Irak yönetimi fazla bir direnç arasında geçici Otonomi Antlaşması ( Oslo – I)
gösteremedi. Yöneticilerin bir bölümü teslim imzalanmıştır.
olurken bazıları kaçarak kurtulmayı denedi. Devlet ● Bu antlaşmayla FKÖ ve İsrail, birbirlerini
Başkanı Saddam Hüseyin, 30 Aralık 2006'da idam karşılıklı olarak tanıyorlardı. FKÖ, “İsrail
edildi. devletinin barış ve güvenlik içinde yaşama hakkını
tanıyor” ve İsrail adına Rabin de “İsrail
hükümetinin FKÖ’yü Filistin halkının temsilcisi
olarak tanımaya ve FKÖ ile görüşmeler sürdürmeye
karar verdiğini” açıklıyordu.
38
https://t.me/tarihogretmenleri
Grubu kurulmuştur. Su Çalışma Grubu ilk
Bu sorunun çözümüne yönelik olarak Amerika toplantıdan sonra sırasıyla; Washington (Eylül
Birleşik Devletleri, Japonya, Kanada ve çeşitli 1992), Cenevre (Nisan 1993), Pekin (Ekim 1993),
Avrupa devletlerinin girişimiyle Su Çalışma Umman (Nisan 1994), Atina'da (Aralık 1994)
olmak üzere 6 toplantı düzenlenmiştir. Türkiye söz
konusu toplantılara gözlemci olarak katılmıştır.
39
https://t.me/tarihogretmenleri
40
https://t.me/tarihogretmenleri
● Spor özellikle futbol, olimpiyat oyunları tüm
dünya tarafından izlenen önemli bir etkinlik ve
ekonomik sektör haline geldi. Spor etkinlikleri ve
müsabakalar toplumlar arası etkileşime, diyaloga ve
birlikteliğe yol açan önemli bir olguya dönüştü.
G) DÜNYADA ORTAYA
ÇIKAN ÖNEMLİ
GELİŞMELER
● 1990 yılında internet uluslar arası alanda
kullanıma açıldı. İnternetin kullanımı her türlü
bilgi, belge ve envanterin çok kısa bir süre içinde
tüm dünyaya yayılmasına ve insanların kısa süre
içinde bu unsurlara erişimini kolaylaştırdı.
44
https://t.me/tarihogretmenleri
dünyayı etkisi altına almıştır. 2008 yılının ekim
ayında ABD'de meydana gelen ekonomik krizin
dalgalar hâlinde yayılması bunun en son örneğidir.
Küreselleşme ve Etkileri
● Son yıllarda sanattan spora, kültürden ekonomiye
kadar her alanda en fazla duyulan kelimelerin birisi
de "Küreselleşme"dir. En yalın anlamıyla
küreselleşme, "Endüstriyel genişlemeye ve kitle
iletişim araçlarının yaygınlaşmasına paralel olarak
siyasi, kültürel ve ekonomik düzeydeki çok yönlü
toplumsal ilişkilerin dünya çapında yaygınlaşması"
olarak tanımlanmaktadır.
45
https://t.me/tarihogretmenleri
● Bu bağlamda Türkiye, bu devletlerin BM ve
AGİT gibi uluslararası örgütlere üye olmaları
konusunda gereken desteği vermiştir. Türkiye
ayrıca, bu devletlerin NATO'nun Barış İçin Ortaklık
H) SON DÖNEMDE TÜRK (BİO) programında Ortak Üye Ülkeler olmaları
DIŞ POLİTİKASI yönünde de olumlu bir rol oynamıştır.
● Türkiye, Orta Asya Türk devletleriyle 400’ün
üzerinde anlaşma imzalayarak yaklaşık 6 milyar
dolarlık yatırım yapmış, böylece bölgeyle olan
Türkiye ve Orta Asya kültürel ve tarihi bağlarının devamına ne kadar
önem verdiğini ortaya koymuştur.
● Türkiye'nin Orta Asya'da bağımsızlıklarını
kazanan Cumhuriyetlere yaklaşımı,
hükümranlıklarına ve toprak bütünlüklerine saygı
ve karşılıklı kazanım temelinde, hepsiyle dostane
münasebetler geliştirme temeline dayanmaktadır.
Türkiye, bu anlayıştan hareketle, herhangi bir
ayrımcılık yapmaksızın bu bağımsız devletleri
tanıyan ilk devlet olmuştur. Türkiye ile Orta Asya
Cumhuriyetleri arasındaki ilişkiler 1991 yılında
başlayarak süratle gelişmiştir.
46
https://t.me/tarihogretmenleri
Hazar havzası enerji kaynaklarının üretiminde ve
taşınmasında rol almak, ayrıca bölgedeki etnik
çatışmaların azaltılması mülteci akını ve
kaçakçılığın engellenerek istikrarın sağlanmasına
çalışmaktır. Böylece Türkiye, Kafkasya'da siyasi,
ekonomik ve güvenlik boyutu olan bir politika
izlemektedir.
Türkiye ve Ortadoğu
● Türkiye 1980’den sonra da Filistin Sorununa
verdiği desteği sürdürmüş, Arap Ülkelerinin bu
konudaki fikirlerini uluslararası platformlarda
desteklemiştir.
48
https://t.me/tarihogretmenleri
49
https://t.me/tarihogretmenleri
uçaklarına açmış ve bu doğrultuda tahsis edeceği ● 1989 – 1991 yılları arasındaki Doğu Bloğunun
koridorları taraflara bildirmiştir. dağılmasıyla Balkanlarda başlayan değişim
sürecinde Türkiye, her Balkan devleti ile ayrı fakat
● Ayrıca Türkiye, işgalin henüz sona erdiği Nisanın tutarlılık içinde ikili ve çoklu ilişkiler ağı kurmaya
sonu ve Mayısın başında söz konusu olan İran ve çalışmıştır.
Suriye’ye yönelik olası Amerikan müdahalelerine
karşı oldukça kararlı bir tutum sergilemiş ve ● Bu çerçevede Türkiye, Yugoslavya’nın dağılma
bölgede yeni karışıklıklara yol açacak güç sürecine katkıda bulunmaktan özenle kaçınmakla
kullanımına karşı olduğunu ortaya koymuştur. birlikte, dağılma sürecinin fiilen gerçekleşmeye
başlaması hâlinde, Yugoslavya’dan ayrılıp
● Türkiye’nin Irak’la ilgili çekincelerinin başında bağımsızlığını ilan eden cumhuriyetlerin
PKK/Kongragel terör örgütünün Irak’ta faaliyet bağımsızlıklarını tanımakta gecikmemiştir.
göstermesi, Musul ve Kerkük’te bulunan
Türkmenlerin peşmergelerce baskı altında tutulması ● Türkiye Bosna Hersek Sorununda ise soruna tek
bulunmaktadır. Türkiye bu konularda Irak ve ABD başına müdahale etmekten kaçınarak “BM
yönetiminden daha kalıcı çözüm yolları şemsiyesi altında çok taraflı askerî müdahale”
beklemektedir. seçeneğini hayata geçirmeye çalışmıştır.
● Soğuk Savaş sonrası dönemde Türk dış politikası ● Türkiye ve Yunanistan arasında 1974 yılından
açısından öncelikli konulardan bir tanesi, bölgede itibaren iki temel sorun yaşanmaktadır. Bunlar
bulunan Türk ve Müslüman azınlığın durumu ve Kıbrıs ve Ege olarak sıralanabilir. Ege sorununun
statüsü olmuştur. Bunun öncelikli bir duruma nedeni Yunanistan’ın yayılmacı bir politika
gelmesi Bulgar yönetiminin Türk azınlığa izlemesi ve kıyı ülkelerinden biri olan Türkiye'nin
uyguladığı politikadan kaynaklanmıştır. hak ve çıkarlarını dikkate almayarak,
Bu, Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde Ege Denizi'nin tamamını bir Yunan denizi olarak
karşılaştığı ilk ciddi sorundur. Bulgaristan’da görmesidir. Yunanistan, 1923 yılında Lozan
1985 yılında Bulgar yönetimi tarafından başlatılan Antlaşması ile kurulmuş olan haklar ve
“yeniden doğuş” hareketi, yani azınlıkların asimile sorumluluklar dengesini değiştirme girişiminde
edilmesi, aksi hâlde topluca göçe zorlanması bulunmuş ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesi
stratejisi, 1989’da doruk noktasına ulaşmıştır. çerçevesinde, halen 6 mil olan karasuları genişliğini
Yaklaşık 350 bin kişi Türkiye’ye sığınmak zorunda hem anakarası hem de Ege’deki adalar için 12 deniz
bırakılmıştır. miline çıkarmaya hakkı olduğunu iddia etmektedir.
Bu Türkiye tarafından kabul edilebilir bir tutum
● Türkiye buna karşı Bulgaristan’a karşı sert bir olmadığından Türk hükümetleri Yunanistan’ın
tavır almaktan kaçınmış, Bulgaristan’ı bu Ege’de karasularını tek taraflı olarak 12 mile
politikasını değiştirmek zorunda bırakmıştır. çıkarmasının Türkiye tarafından casus belli (savaş
Böylece Bulgaristan’da bulunan nedeni) sayılacağını açıklamıştır.
Türk ve Müslüman azınlığın, gecikmeli de olsa
Türk ve Müslüman isimlerini geri almalarına ve ● Yunanistan’a bırakılan Doğu Ege adalarını
tekrar ülkeye dönmelerine imkân sağlanmıştır. imzalamış olduğu uluslararası anlaşmalarda
belirlenmiş olan “silahsızlanma” hükmüne rağmen,
bu adalar 1974 Kıbrıs olaylarından sonra
silahlandırılmıştır. Karasuları sorunuyla ilgili olarak
6 millik karasularının üzerinde 10 millik
"ulusal hava sahası" olduğu iddia edilmektedir.
Yunanistan, Türk devlet uçaklarından uçuş
planlarını istemekte ve Atina FIR (Flight
Information Region) hattının ihlal edildiğini öne
sürmektedir. Türkiye ise, Yunanistan’ın
FIR sorumluluğunu “kötüye kullanmasından ve bu
sorumluluğu egemen hakları içeriyormuş gibi
kullanmaya çalışmasından” şikâyet etmektedir.
Bulgaristan’da Türklere yapılan baskıyı ve göç
edenleri tasvir eden temsili bir resim
50
https://t.me/tarihogretmenleri
uygulama kararı, Türkiye'nin iyi niyetli ve yapıcı
gayretlerinin örnekleridir.
Kıbrıs Sorunu
● Türkiye ile Yunanistan arasında uzun yıllardır
devam eden "Kıbrıs sorunu" bu dönemde de en
önemli sorunlardan biri olmaya devam etmiştir.
Türkiye, Kıbrıs'ta iki toplumun da eşit haklara
sahip olduğu bir cumhuriyet yönetiminin sorunu
çözeceği tezini savunmaktadır. Rum tarafının
Ocak 1996’da Ege Denizindeki Kardak Kayalıkları
yüzünden Türkiye ve Yunanistan savaşın eşiğine kadar uzlaşmaz tutumu konunun uluslararası platforma
gelmiştir taşınmasına yol açmıştır. Bundan sonra BM
Genel Sekreteri ve özel temsilcileri iki toplum
liderleri ile birçok görüşmeler yaptı. 1992 yılı
sonlarına kadar yapılan görüşmelerde bir
çözüme ulaşılamadı.
51
https://t.me/tarihogretmenleri
Kıbrıs sorununun çözümü için görüşmeler arasındaki ilişkilerin daha da yumuşamasına neden
devam etmektedir. olmuş ve bu sıcak atmosfer ikinci tur görüşmelerine
de yansımıştır.
● Bölücü terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah
Öcalan’ın, Şubat 1999’da Kenya’nın başkenti ● Üçüncü tur görüşmeler, uzman kuruluş
Nayrobi’deki Yunan Büyükelçiliği’nden ayrıldıktan temsilcilerinin de katılımlarıyla, turizm, çevre ve
sonra, hava alanında Türk yetkililer tarafından ticaret konularında 21–22 Ekim 1999 tarihlerinde
yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi, Ankara-Atina Ankara'da; kültür, bölgesel işbirliği, organize suç,
ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. yasadışı göç, uyuşturucu kaçakçılığı ve terörizm
konularında 25–26 Ekim 1999 tarihlerinde Atina'da
● İki ülke ilişkilerinde son zamanlarda başlayan yapılmıştır. 8 Aralık 1999 günü Atina'da toplanan
yumuşama süreci çerçevesinde, Türk Dışişleri Steering Komitesi'nde ise üzerinde görüş birliğine
Bakanı Yunan meslektaşına 24 Mayıs 1999 varılan anlaşma taslaklarının müzakeresi
tarihinde, mevcut sorunların birlikte çözümü tamamlanarak, nihai anlaşma metinleri
amacıyla bir çağrıda bulunmuştur. 30 Haziran oluşturulmuştur.
1999'da New York 'ta bir araya gelen iki ülke
dışişleri bakanları, turizm, çevre, kültür, ticaret, ● Yunanistan Dışişleri Bakanı'nın 19–22 Ocak
organize suçlar, uyuşturucu kaçakçılığı, yasadışı 2000'de Türkiye'ye yaptığı resmi ziyaret ile Türk
göç ve terörizm gibi konularda ikili anlaşmalar Dışişleri Bakanı'nın 3–5 Şubat 2000'de
yapılması hususunda görüş birliğine varmışlardır. Yunanistan’a yaptığı resmi ziyaretler sırasında,
sözü edilen konularda 9 işbirliği antlaşması
imzalanmış; ayrıca ikili ilişkiler ile bazı bölgesel ve
uluslararası konular ele alınmıştır.
Kızılay’ın Amaçları
● Kızılay savaşta felâkete uğrayanları koruyan 12
Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleriyle
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin taraf bulunduğu
uluslar arası anlaşmaların kendisine yüklediği
hizmetleri görür veya yerine getirilmesine yardımcı
olur,
Kızılay
54
https://t.me/tarihogretmenleri
● 1983 milletvekili genel seçimlerinde Turgut
Özal’ın liderliğindeki Anavatan Partisi (ANAP)
iktidara geldi. ANAP Hükûmeti ekonominin
liberalleşmesi konusunda hızlı adımlar attı ve
1987’ye kadarki ilk iktidar döneminde ülke
ekonomisinde belirgin iyileşmeler görüldü.
Türkiye’nin dünyaya açılmasında önemli adımlar
atılarak AB’ye tam üyelik için başvuru yapıldı.
Turgut Özal
a) Siyasi Gelişmeler
55
https://t.me/tarihogretmenleri
Abdullah Gül
b)Terör
● Jeopolitiği ve coğrafi konumu Türkiye’nin birçok
dış güçler bakımından ihmal edilemeyecek bir
bölgede bulunduğunu göstermektedir. Komşu
ülkelerin istikrarsız siyasi yapıları; niyet ve araçları
yönündeki güvenliğimizi tehdit edici politikaları;
Türkiye’nin güçlenmesi karşısında duydukları
korku sıcak savaşa başvuramadıkları için terörü
desteklemelerini gündeme getirmektedir.
56
https://t.me/tarihogretmenleri
Aletsel büyüklüğe göre 7,5 büyüklüğünde
gerçekleşen deprem, büyük çapta can ve mal
kaybına neden olmuştur.
Açılım Süreci
● Demokratik açılım süreci Başbakan Recep ● 17 Ağustos depremi, tüm Marmara Bölgesi'nde,
Tayyip Erdoğan'ın başlatmış olduğu Türkiye'de Ankara'dan İzmir'e kadar geniş bir alanda
insan haklarına saygı, demokrasi, özgürlükler ve hissedildi. Resmi raporlara göre, 57.840 ölüm,
standartlarını geliştirmeyi amaçlayan bir projedir. 143.953 yaralı oldu. 505 kişi sakat kaldı. 285.211
Projenin bir diğer ismi de Milli Birlik ve Kardeşlik konut, 42.902 işyeri hasar gördü.
Projesi'dir.
● Deprem Türkiye’nin komşu Yunanistan gibi ● GAP'ın meydana getireceği yüksek tarım ve
dostluk ilişkilerinin zayıf olduğu devletlerle olan sanayi potansiyeli Bölgede gelir düzeyini 5 kat
münasebetlerin iyileşmesi için fırsat doğurmuştur. artıracak, Bölge nüfusunun yaklaşık 3,8 milyonuna
Aynı yıl Atina’da meydana gelen deprem de iş imkânı yaratılacaktır.
Türkiye, Yunanistan iyi komşuluk elini uzatmış bu
gelişmeler iki taraf arasındaki ilişkilerin e)Kültürel Gelişmeler ve Sosyal Hayat
normalleşmesi için önemli olmuştur. ● Köyden kente göç olgusu artarak devam etti.
Şehirlerde yaşama oranı 2007'de %70,5'e çıktı.
Şehirlerde göçü artıran etkenler arasında tarımda
makineleşme, sanayileşmeyle beraber şehirlerde iş
gücüne duyulan ihtiyacın artması ve şehirlerdeki
hayat standartlarının etkisi vardır.
59
https://t.me/tarihogretmenleri
Naim Süleymanoğlu
f) Ekonomik Gelişmeler
● 1980'den sonra ekonomi önceki dönemlere göre
büyük bir değişim gösterdi. 24 Ocak 1980'de alınan
kararlar Türk ekonomi anlayışında bir dönüm
İnternet Hastalığı noktası oldu. Bu kararlara göre ödemeler dengesini
düzeltmek, enflasyonu düşürmek, serbest piyasa
● Naim Süleymanoğlu'nun 1988 Seul ekonomisine geçmek ve ihracata yönelik üretimi
Olimpiyatları'nda altın madalya kazanmasıyla teşvik etmek temel önceliklerdi. İhracatı artırmak
başlayan süreç, birçok branşta olimpiyat için özel sektöre düşük faizli kredi verilmesi, vergi
madalyaları kazanılmasıyla devam etmiştir. En çok iadesi ve ucuz döviz bulmada yardım gibi
altın madalya Naim Süleymanoğlu, Hafız kolaylıklar sağlandı.
Süleymanoğlu ve Halil Mutlu başta olmak üzere
halterci sporcular tarafından kazanılmıştır. ● 1980'lerin sonuna gelindiğinde artık yabancı
sermaye girişi ve ihracat artmıştır. Dış ticaret
tabloları incelendiğinde ihracat ürünleri içinde
sanayi ürünlerinin ağırlığının artmaya başladığı ve
enflasyon oranlarının düştüğü görülür. Fakat yine
de dış ticaret açığı kapatılamamıştır.
60
https://t.me/tarihogretmenleri
● 1997, 1998, 2001 ve 2008 yıllarında yaşanan
ekonomik krizler Türk ekonomisini olumsuz
etkilemiştir. Bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak
ve dış ticaret açığını kapatabilmek için İMF
(Uluslararası Para Fonu) ile anlaşmalar
imzalanmıştır. Ocak 2005'ten itibaren Türk
lirasından altı sıfır silinmiştir.
61
https://t.me/tarihogretmenleri
amaçlayan sürdürülebilir insani kalkınma felsefesi
üzerine kurulmuştur. Kalkınmada adalet,
katılımcılık, çevrenin korunması, istihdam,
mekânsal planlama ve altyapı geliştirilmesi GAP'ın
temel stratejileridir. Projenin büyük bir kısmı
bitirilmiştir. Kalan kısmı için çalışmalar devam
etmektedir.
62
https://t.me/tarihogretmenleri
oluşması, Sularda, tarım topraklarında “Kurşun” vb. kutupların ve dağ buzulların erimesine sebep olması
ağır metallerin birikmesi, Teknoloji kazaları ve ve deniz seviyesinin yükselmesi küresel ısınmanın
doğal afetler, gibi etkenler yol açmaktadır. gerekçeleridir. Okyanus akıntısı değişikliklerinin,
“El Nino” gibi kasırgalara yol açması bunun bir
göstergesidir.
● Küresel ısınmanın etkisinin XXI. yüzyılda yoğun
olarak görüleceği, buzulların erimesiyle denizlerin
su seviyelerinin yükseleceği bilinmektedir.
İnsanların büyük bir kısmının yaşadığı dünyanın
tarımsal üretim deposu olan kıyı ovalarının sular
atında kalacağı bilim adamları tarafından
açıklanmaktadır. Ayrıca iklimlerde değişmeler
olacağı, kuraklık ve su ihtiyacının artacağı, bazı
yerlerin çölleşeceği, yağışların dengesizleşeceği ve
2025 yılı itibarıyla dünya nüfusunun yarısının
susuzlukla mücadele etmek zorunda kalacağı
tahmin edilmektedir. 2050'ye kadar ise bitki ve
● Çevre Kirliliğinin önlenmesi için: Toplumun,
hayvan türlerinin dörtte birinin yok olacağı ve bu
çevre sorunlarına karşı duyarlılığı arttırılmalı,
durumun doğal dengeyi geri dönülemez şekilde
Kimyasal atıkların etkileri ve petrol sızıntıları
bozacağı ifade edilmektedir.
uydulardan izlenmeli, Kirlilik temizleme
çalışmalarında ileri teknolojiler kullanılmalıdır.
b) Küresel Isınma
● Bir seranın cam ile kaplı çatı ve yan duvarlarına
çarpan güneş ışınları sera camından kolayca içeri
girer. Ancak, sera içindeki cisimlere çarpan ışın
enerjisi, ısı enerjisine dönüşür ve dalga boyları
değişir. Bu dalga boyundaki ısı enerjisinin sera
dışına çıkmasını camlar engeller ve geriye yansıtır.
Böylece güneş ışığı geldiği sürece sera ısınmaya
devam eder. Seranın içiyle dışarısı arasında büyük KÜRESEL ISINMANIN TÜRKİYE'YE OLASI
sıcaklık farkı oluşur. Bu fiziksel olaya "sera etkisi" ETKİLERİ
denir. Atmosferdeki doğal sera etkisinin, insan Çevre ve Orman Bakanlığının isteğiyle İstanbul
faaliyetleri sonucunda daha da artarak küresel Teknik Üniversitesi tarafından hazırlanan,
boyutta aşırı ısınmaya neden olmasıdır. "Türkiye için İklim Değişikliği Senaryoları"
başlıklı rapora göre; 2070'te Türkiye genelinde
sıcaklıkların 6°
C yükselmesi beklenmektedir. Bu durumda Ege,
Akdeniz, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu
kesimlerinde sıcaklık yükselmeleri etkili
olacaktır. Karadeniz Bölgesi'nde yağışlar da %
20 civarında artarken güneyde ise % 30 civarında
her azalma görülecektir. Türkiye'de kar
yağmadığı kışlar görülürken beklenmedik zaman
ve yerlerde kar yağabileceği tahmin edilmektedir.
Ülkemizde enerji üretimi ve sulamada çok önemli
● Fosil yakıtların dumanı ve endüstri gazlarının bir yere sahip olan Fırat ve Dicle nehirlerinin
atmosfer dengesini bozması,CO2, metan gibi sera havzalarında yağışlar azalacak. Ekosistemlerinde
gazlarının kontrolsüz olarak atmosfere salınması, meydana gelecek değişme sonucu ülkemizdeki
yer ve atmosfer arasında, doğal “Karbon Döngüsü” birçok canlı türü de yok olma tehlikesiyle karşı
denk kapanmaması, Sanayi devrimiyle başlayan karşıya kalacaktır.
aşırı kirlenmenin artarak devam etmesi, maliyet
artışları getireceği için yeterli derecede önlem
alınmaması, her yıl milyonlarca ton “Karbon”un
atmosferde birikmesi, Atmosferdeki ısınmanın hızlı
bir KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ yaratması,
63
https://t.me/tarihogretmenleri
● Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbon dioksit
ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın
salınımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa
salınım ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz
vermişlerdir. Protokol, ülkelerin atmosfere
saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere
düşürmelerini gerekli kılmaktadır.
Gezegendeki canlı türlerini yüzde 30'u yok olma ● Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen
tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Sıcaklık 5, 4 derece araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen
artarsa: Denizler 5 m yükselecek. Deniz seviyesi teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme
ortalaması 70 metre olacak. Dünyanın yiyecek stokları sağlanacak, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik
tükenecek. temel ilke olacaktır. Atmosfere bırakılan metan ve
Sıcaklık 6, 4 derece artarsa: Göçler başlayacak. karbon dioksit oranının düşürülmesi için alternatif
enerji kaynaklarına yönelinelecektir.
Yüz milyonlarca insan uygun iklim koşullarında
yaşamak umuduyla göç yollarına düşecek.
● Fosil yakıtlar yerine örneğin bio dizel yakıt
Kadınlar su bulamadıkları için saçlarını kullanılacak, Çimento, demir-çelik ve kireç
kestirecekler. Denizler çölleşecek. Kuraklık yaşanacak. fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde
Okyanuslardan aktarımla içme suyu elde edilecek. atık işlemleri yeniden düzenlenecektir. Termik
Suda yaşayan bazı hayvanlarımız ( kutup ayısı, santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler,
teknolojiler devreye sokulacak, Güneş enerjisinin
fok balığı vs.) tırmanacak buz bulamayacaklar.
Yüzmekten yorulup ölecekler. önü açılacak, nükleer enerjide karbon sıfır olduğu
için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak ve Fazla
İnsanlar 50 yaşındayken susuzluktan 85 yaşında yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla
gibi gözükecekler. Bebeklerin sakat doğma olasılığı vergi alınacaktır.
artacak.
d) Çernobil Nükleer Kazası
● Küresel ısınmaya alınabilecek önlemler: Enerji
dostu ampuller kullanılmalı, Televizyonlar bekleme
26 Nisan 1986
● Çernobil reaktör kazası, 20. yüzyılın ilk büyük
konumunda bırakılmamalı, Doğru ışıklandırma
nükleer kazasıdır. Ukrayna’daki Çernobil Nükleer
kullanılmalı, Klima yerine vantilatör kullanılmalı,
Güç Reaktörü’nün 4. ünitesinde meydana gelen
Evler ısı kaybına karşı yalıtılmalı ve Eşyalar,
kazayla büyük miktarda fisyon ürünleri salındığı
radyatörleri kapatmayacak şekilde yerleştirilmeli,
ortaya çıkmış, radyoaktif serpinti tüm Avrupa’ya ve
Atmosfere salınan sera gazlar kontrol altına alınıp
Türkiye’ye yayılmıştır.
azaltılması, “Kyoto Protokolü” hükümleri istisnasız
uygulanmalı.
● Çernobil nükleer reaktöründeki patlama
sonucunda çevre ülkelere yayılan radyoaktif
c) Kyoto Protokolü ( 11 Aralık 1997) parçacıkların büyüklüğü ve etkileri üzerine kazanın
● Kyoto Protokolü, Birleşmiş Milletler İklim üzerinden geçen yıllarda ciddi bilimsel
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine (BMİDÇS) bir araştırmaların yapılmamış ve radyasyon seviyesini
ek niteliğindeki uluslararası bir çevre anlaşmasıdır. gösteren sayısal değerlerin açıklanmamış olması
Kyoto Protokolü, küresel ısınma ve iklim kazanın olumsuz etkilerinin ortaya çıkarılmasını
değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya engellemiştir.
yönelik uluslararası tek çerçeve anlaşmasıdır.
● Çernobil kazasının Türkiye üzerinde önemli bir
etkisinin olmadığı şeklindeki açıklamalarına karşın,
64
https://t.me/tarihogretmenleri
radyoaktif değeri 600 Bq/kg’ın altında olduğu ● Gelişmiş ülkeler ise bu artışın dünyanın sosyo-
belirtilen ve İngiltere’ye ihraç edilen fındık İngiltere ekonomik dengelerini ve istikrarını bozabileceği
tarafından iade edilmiştir. Bu durum endişesini taşımaktadırlar.
Karadeniz’deki radyoaktif kirliliğinin etkilerini
göstermesi açısından önemli bir veridir. ● BM'nin raporlarına göre, ülkelerin nüfus artışları
mevcut hızıyla devam etmesi hâlinde dünya
nüfusunun 2030 yılında 10 milyara yaklaşacağı ve
bunun 8,4 milyarın gelişmiş ülkelerde yaşayacağı
tahmin edilmektedir.
65
https://t.me/tarihogretmenleri
gelişmeler, tarımsal üretimdeki verimliliği büyük
oranda artırmıştır. Yeryüzünde tarıma elverişli
topraklar sınırlı olmasına rağmen verimlilik artışları
sayesinde birim araziden elde edilen ürün miktarı
büyük oranda artırılabilmektedir.
67
https://t.me/tarihogretmenleri
● Küreselleşme ile birlikte terörizmle mücadele,
Gerektiğinde diğer İhtisas Kuruluşları ile işbirliği devletler için tek başlarına yürütebilecekleri bir
yaparak kazalardan doğan zararları önleyebilecek politika olmaktan çıkmıştır. Bu doğrultuda
önlemlerin alınmasını teşvik etmek.
devletler, terörizmle mücadelede uluslararası
Gerektiğinde diğer İhtisas Kuruluşları ile işbirliği kuruluşlar bünyesinde daha fazla iş birliği
yapmaktadır. Ancak sürekli yeni yöntemler
yaparak, beslenme, mesken, eğlence, ekonomik ve
çalışma koşullarının ve çevre sağlığı ile ilgili diğer geliştiren terörün güncellenmeyen yasalarla
bütün unsurların iyileştirilmesini kolaylaştırmak. önlenmesi mümkün olmamaktadır.
Bunun için geniş kapsamlı bir terörle mücadele
Sağlığın geliştirilmesine katkıda bulunan bilim ve anlaşması gerekmektedir.
meslek grupları arasında işbirliğini kolaylaştırmaktır.
ı) Salgın Hastalıklar
h) Uluslararası Terör ● Küreselleşen dünyamızda çok sayıda insan uzak
● Son yıllarda dünyada uluslararası güvenlikle ilgili mesafelere sık sık seyahat etmektedir. Böylece
en önemli sorun terördür. Buna rağmen, terör olarak herhangi bir salgın hastalık kısa sürede yayılarak
kabul edilen eylemler konusunda devletlerarasında küresel bir salgına dönüşmekte, dünyayı tehdit eden
ortak bir fikre varılamamıştır. Uluslararası politik önemli sorunlardan biri hâline gelmektedir.
dengeler ve ülkelerin çıkarları fikir birliğine
varılamamasında önemli bir etken olmuştur. ● Yeni salgın hastalıkların yanında tüberküloz,
Özellikle terörist örgütler listesi oluşturmak kolera, veba ve sıtma gibi daha önceden bilinen
devletlerarasında pazarlık konusu edilmiştir. Bunun bazı hastalıkların çeşitli ilaçlara ve antibiyotiklere
temel nedeni ise uluslar arası bir terör tanımının karşı direnç geliştirmesi bu hastalıkların da tehlike
bulunmamasıdır. yaratmasına neden olmuştur. Bunun yanında
tropikal hastalıklar hâlâ büyük bir tehlike olmaya
● Uluslararası bir terör tanımının yapılamaması devam etmektedir. Dünya Sağlık Örgütüne göre,
terörü yasaklayan genel bir uluslararası anlaşmanın uzun ve maliyetli bir süreç olan yeni ve etkili
hazırlanmasını da engellemektedir. ilaçların geliştirilmesi, hastalıkların yayılma hızına
ayak uyduramamaktadır.
● BM'nin teröre bakış açısı, Genel Kurulun 1994'te
yayınladığı deklarasyondaki "Politik sebeplerle
yapılan, toplumun tamamında veya bir bölümünde
korku ortamı yaratacak cezai eylemler, siyasi,
felsefi, ideolojik, etnik, ırksal, dinî veya herhangi
bir gerekçe ile haklı gösterilemez." hükmü ile
ortaya konmuştur.
68
https://t.me/tarihogretmenleri
Suudi Arabistan, Yemen, Filistin, Bahreyn ve Mısır
gibi ülkelerde yönetime, iktidara ve diktatörlere baş
kaldırıyorlardı. Bu dönemde sıklıkla duyduğumuz
“Domino Etkisi” analizi önlenemez ayaklanmanın
nasıl yayıldığını anlatan kelimeydi.
Tunus’taki olaylar
● Bu dönemde ordudan muhaliflerin tarafına
● Bu internet siteleri “devrimci” lerin en büyük geçişlerde olmuş artık eylemcilerde silahlanmış ve
dostu olmuş, çok kısa bir zamanda toplanan ve çok olaylar daha da önüne geçilmez bir hal almıştı.
büyük kısmını da sol ve demokrat görüşlü gençlerin Senaryo 2 durumda da aynıydı. İçeride ve dışarıda
oluşturduğu gruplar Tunus, Cezayir, Libya, Ürdün, istenilmeyen adam konumuna gelen mübarek
yönetimi yeni bir -Anayasa- yapılacağını
69
https://t.me/tarihogretmenleri
söyleyerek görevi Ordu’ya bıraktı. Böylece 30 bunun hesabını soracağını net bir şekilde söylüyor
yıllık iktidarı 18 günde devrilmiş oldu. Mısır halkı hatta daha fazla ileri giderek uluslar arası bir
ise görevi bırakan Mübarek’in yargılanmasını ve müdahale olursa aynı şekilde karşılık verileceğini
yapılanların hesabını vermesini istiyordu. Nitekim de çekinmeden söyleyebiliyordu.
Mübarek’in –Demir Kafes- arkasındaki duruşma
görüntüleri o dönemde zihinlere kazınmıştı. ● Ancak bu söyledikleri olmuş giderek şiddetlenen
çatışmalara kayıtsız kalamayacaklarını söyleyen
Fransa önderliğindeki NATO güçleri duruma el
atmışlardı. Kaddafi içinse içinden çıkamayacağı bir
süreç böylece başlamış oldu.
Hüsnü mübarek
Muhammed Kaddafi
Mısır’da Tahrir Meydanındaki olaylar
● Çocuklar içeri alınınca, Dera bölgesindeki Esad kendi halkına bomba yağdırıyor
aşiretlerin reisleri, Dera’nın istihbarat sorumlusuna
gidiyor ve bu çocukların bırakılmasını istiyorlar.
Ancak hakaretle karşılaşıyorlar ve bunun üzerine
TÜRKİYE NEDEN SÜRECE DÂHİL
bir sonraki gün 1000 kişi çıkıyor sokağa. OLDU?
Çocukların bırakılmamasını ve aşiret reislerine
yapılan bu hakareti protesto ediyor. ● Türkiye yanı başında yaşanan trajediye kayıtsız
kalmadı ve sürece dâhil oldu. Önce sadece insani
● Dera Bölgesi yapı itibariyle özel bir yerleşim ihtiyaçlar şeklinde sığınmacıları kabul etti ardından
birimi. Dera’da yaşayanlar büyük bir çoğunluğu da muhalif güçlere lojistik destek verdi. Türkiye’de
seyyidi, Ehl-i Beyt torunları... muhalefetin ve dış basından çıkan haberlere göre bu
destek kimi zaman silahlı yardıma dönüştü. Bu
● Dera şehrinde insanlar öldükçe isyan önce bütün durum Suriye ve Türkiye’yi karşı karşıya getirdi.
şehre yayıldı. İlk başlarda birkaç bin kişi gösterilere
çıkarken, kısa bir zaman içinde on binlerce Deralı ● Türk uçağı keşif yaparken Suriye sınırında
sokakları doldurmaya başladı. Peygamber torunları düşürüldü, Türkiye topraklarına Suriye’den atılan
olan seyyidlere, Baas rejiminin geçmişten beri bombalar isabet etti. Kısacası kapı komşumuzdaki
büyük baskı uyguladığı biliniyor. Bunun da yangın bize de zarar verdi. Bu zararı asgariye
etkisiyle Dera’daki isyan büyüdükçe diğer indirmek adına Hükümet Esad rejiminin bir an
şehirlerde de etkisini gösterdi. İsyan dalgası Şam, evvel devrilmesi fikrinde ve bu amaç doğrultusunda
Lazkiye, Humus, Banyas, Hama, Kamışlı ve dış politika izliyor.
Halep’e doğru genişledi.
Beşer Esad
Kürt muhalifler
Kürt muhaliflerin ana organı Kürt Yüksek
Komitesi'dir. Bazı Kürt gruplar ise Suriye Devrimi
Muhalefet Güçleri Koalisyonu ile işbirliği
yapmaktadır. Bu gruplar, "Kürt insanların haklarını
ve özgürlüklerini almak" amacıyla faaliyet gösterir.
73
https://t.me/tarihogretmenleri
74
https://t.me/tarihogretmenleri
➔
Türk Cumhuriyetleri ve başkentleri
Azerbaycan Bakü
Türkmenistan Aşkabat
Kazakistan Alma Ata
1998’den sonra Astana
Özbekistan Taşkent
Kırgızistan Bişkek
➔ Dünyanın en uzun destanı olan Manas ➔ ABD, Johnson Mektubu ile Türkiye’nin
Destanı Kırgızlara aittir. Kıbrıs adasına yönelik düzenlediği Barış
Harekâtı’nı durdurmasını istemiştir.
➔ İslam Konferansı Teşkilatı 25 Eylül 1969
tarihinde imzalanmıştır. Bu teşkilatın ➔ Asala terör örgütü 1970 yılından sonra
Genel Sekreterliğini günümüzde Türkiye’nin yurt dışındaki diplomatlarına
Ekmeleddin İhsanoğlu yürütmektedir. yönelik saldırılar düzenlemiştir.
(İKÖ’ün ilk Türk genel sekreteridir.)
➔ 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk
➔ İran ve Irak arasında Şattülarap Su Sorunu Cumhuriyeti kuruldu. Kıbrıs Türk Federe
yüzünden 8 yıl süren bir savaş Devleti Rauf Denktaş önderliğinde 13
yaşanmıştır. Şubat 1975’te kurulmuştur.
➔ 1979 yılında İran’da Şahlık rejimi yıkılmış, ➔ 27 Mayıs 1960 askerî darbesi ile Başbakan
Humeyni liderliğinde İslam Cumhuriyeti Adnan Menderes’in başında bulunduğu
kurulmuştur. Demokrat Partisi’nin iktidarına son verildi.
➔ Irak, İran, Kuveyt, Suudi Arabistan,
Venezüella devletleri bir araya gelerek ➔ 1961 ve 1982 Anayasaları halk oylaması
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü anlamına sonucunda kabul edilmiştir. 1921 ve 1924
gelen OPEC’i kurmuşlardır. Anayasaları halk oylamasına
sunulmamıştır.
➔ 1958 yılında ABD, Ulusal Havacılık ve
Uzay Dairesi (NASA)’ni kurarak ilk ➔ Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi Türk
uydusunu uzaya göndermiştir. Cumhuriyetlerinden olan
Kazakistan’dadır.
➔ Yuri Gagarin uzaya giden ilk kozmonot
(1961 Vostok-1 Uzay aracı) ile, Neil ➔ Türkiye 24 Ocak 1992 tarihinde TİKA (Türk
Amstrong ise (1969) aya ilk ayak basan İş Birliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı)
kişidir. Teşkilatını kurmuştur.
➔ Avrupa Futbol Şampiyonası’nın UEFA ➔ Türkiye’nin en kısa kara sınırı özerk bir
tarafından 1960’tan itibaren 4 yılda bir cumhuriyet olan Nahçıvan Özerk
düzenlenecek şekilde organize edilmesi Cumhuriyetiyledir.
kararlaştırılmıştır.
➔ 1957 yılında Roma Antlaşması ile Avrupa
➔ 1960–1980 yılları arasında düzenlenen Ekonomik Birliği adını alan birlik 1993
FİFA Dünya Kupası’nda sırasıyla Brezilya yılındaki Maastricht Antlaşmasıyla Avrupa
(1962), İngiltere (1966), Brezilya (1970), Birliği adını almıştır.
Almanya (1974) ve Arjantin (1978)
şampiyon oldu.
76
https://t.me/tarihogretmenleri
➔ Maastricht şehri Hollanda, Kopenhang ➔ Afganistan’dan uzaklaştırılan Taliban
şehri Danimarka, Helsinki şehri ise yönetiminden sonra BM Güvenlik Konseyi
Finlandiya’da yer alır. tarafından ülkede Uluslar arası Güvenlik
Destek Gücü (ISAF) kurulmuştur.
➔ Maastrihct Kriterleri ekonomik,
Kopenhang Kriterleri ise siyasi ve kültürel ➔ Türkiye, uzun süre ISAF’ın komutanlığını
hakları içermektedir. üstlenerek başarı ile sürdürmüştür.
➔ Türkiye AET’nin kurulmasından kısa bir ➔ 1996 yılında dünya “Dolly” adlı koyun
süre sonra 1959 yılında topluluğa tam kopyalanırken, Türkiye’de ise 2007 yılında
üyelik için başvuru yapmıştır. “Oyalı” adlı koyun kopyalanmıştır.
➔ Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 1 Ocak ➔ 1997 yılında çekilen Titanik Filmi, 11
1996 tarihindeki Gümrük Birliği yürürlüğe alanda Oscar ödülünü kazanmıştır.
girmiştir.
➔ 1992 yılında Türkiye’nin önderliğinde
➔ 10–11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de Karadeniz Ekonomik İş Birliği Teşkilatı
yapılan AB Devlet ve Hükûmetler (KEİ) kurulmuştur.
Başkanları zirvesinde Türkiye, oy birliği ile ➔ Türkiye, Somali, Kosova, Bosna, Lübnan,
Avrupa Birliği’ne aday ülke olarak kabul Afganistan, Arnavutluk ülkelerine dünya
edilmiştir. barışına katkı sağlamak amacıyla kurulan
Barış gücüne asker vermiştir.
➔ Yugoslavya’nın dağılmasından sonra
Hırvatistan, Bosna Hersek, Sırbistan gibi ➔ Ocak 1996 yılında Kardak Kayalıkları
devletler kurulmuştur. yüzünden Türkiye ve Yunanistan savaşın
eşiğine gelmişlerdir.
➔ Sırplar ve Bosnalılar arasında yaşanan
“Bosna Savaşı” Dayton Antlaşması ile ➔ 1980–1990 yılları arasında Bulgaristan
sona ermiştir. sayıları 1,5 milyona ulaşan soydaşlarımıza
yönelik bir asimilasyon politikası
➔ Bosna Savaşı’nda Sırplar, Bosnalılara bir izlemiştir.
soykırım uygulamış, Sırp lider Slobadan
Miloseviç Lahey Adalet Divanında ➔ Galatasaray 2000’de UEFA ve Süper
yargılanmıştır. Kupa’yı alarak Türk Futbol tarihinde bir
destan yazdı. (Teşekkürler Fatih Terim,
➔ Irak’ın Kuveyt’i ilhak etmesi sonucunda I. Teşekkürler Hagi)
Körfez Savaşı yaşanmıştır.
➔ Nisan 2004 tarihinde Kuzey Kıbrıslı
➔ ABD, 11 Eylül 2001 tarihinde Dünya Türkler Annan Planı’na % 65 evet oyu
Ticaret Merkezi’ne düzenlenen saldırılar verirken, Rumlar ise % 76 ile hayır oyu
sonucunda teröre destek verdiğini ileri vermişlerdir.
süren Afganistan’a hava saldırısı
düzenlenmiştir.
77
https://t.me/tarihogretmenleri
➔ Türkiye’de ilk renkli televizyon yayını
1984’te, ilk özel televizyon kanalı ise 1990
yılında yayın hayatına başlamıştır.
B) Demokrat Parti
E) Adalet Partisi
78
https://t.me/tarihogretmenleri
2. 1975 Helsinki Nihai Senedi, Batı ve Doğu E) Cumhurbaşkanının yalnızca meclis tarafından
Blokları arasında Yumuşama (Detant) Politikası'nın seçilebilmesi
en önemli aşamasını oluşturur.
E) Bölücülük – Misyonerlik
79
https://t.me/tarihogretmenleri
8. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne karşı D) Türkmenistan E) Azerbaycan
bağımsızlığını ilan eden ilk Türk devleti
aşağıdakilerden hangisidir?
A) Kazakistan B) Türkmenistan C)
Özbekistan
13. • İstanbul ve Çanakkale Boğazları’na sahip
D) Azerbaycan E) Kırgızistan olunması
• Orta Doğu petrollerine komşu olunması
E) Kosova Savaşı
11. Aşağıdakilerden hangisi, Yugoslavya’nın 15. Avrupa Birliği'ne katılmak isteyen aday
dağılmasıyla bağımsızlığını ilan eden devletlerden devletlerden yerine getirilmesi istenen kriterlerin
biri değildir? genel adı aşağıdakilerden hangisidir?
C) Marshall Esasları
12. Ekonomik ilişkilerimizin kuvvetli olduğu, Bakü
– Ceyhan boru hattı aracılığı ile de petrol aldığımız D) Kellog Kriterleri
Türk Cumhuriyeti aşağıdakilerden hangisidir?
E) NATO istekleri
A) Kırgızistan B) Kazakistan C) KKTC
80
https://t.me/tarihogretmenleri
16. I. Meşrutiyet'in ilanından itibaren ülkemizde iki
dereceli seçim sistemi uygulanmaya başlamıştır.
Aşağıdakilerden hangisiyle ilk defa tek dereceli
seçim sistemine geçilmiştir?
A) 1904 seçimleriyle
B) 1912 seçimleriyle
C) 1923 seçimleriyle
D) 1927 seçimleriyle
E) 1946 seçimleriyle
D) Litvanya E) Türkmenistan
81