Professional Documents
Culture Documents
Leninizm Ulusal Sorun Ve Sömürge Sorunu 6 Defter İnter Yayınları
Leninizm Ulusal Sorun Ve Sömürge Sorunu 6 Defter İnter Yayınları
LENiNiZM
PROLETARYANIN BÜYÜK ÖGRETMENLERiNiN ESERLERiNDEN
DERLENMiŞTiR
ULUSAL SORUN VE
SÖMÜRGE SORUNU
sorunun Konuluşu 1 Proletarya ve Ulusal
Kurtuluş Hareketi 1 Ulusal sorun ve
Sömürge sorununda Bolşevik Program 1
Sömürge Devrimleri ve savaş sonrası
Avrupa'sında Ulusal Hareketler 1 Prole·
tarva Diktatörlüğü Altında Ulusal sorun
6. DEFTER
Bu kitap, 1935'te Moskova-Leningrad'daki SSCB'ndeki Yabancı
İşçiler Yayınevi Kooperatifi tarafından yayınlanan orijinal Al
manca baskının Batı Almanya, Kiel, Ratfront Verlag tarafından
yapılan tıpkıbasımından Türkçeye çevrilmiştir.
6. DEFTER
ULUSAL SORUN VE
SÖMÜRGE SORUNU
Çeviren:
İSMAİL YARKIN
İÇİNDEKİLER
7
temasyanal önderlerinin övünebildikleri her şey
bundan ibaretti. Bugün, ulusal sorundaki bu iki
liğe ve yarım-gönüllülüğe artık son verilmiş gö
züyle bakılmalıdır. Leninizm, bu açık uygunsuz
luğu, beyazlar ile siyahlar arasındaki, Avrupalı
lar ile Asyalılar arasındaki, emperyalizmin <my
garı> ve «uygar olmayan)) köleleri arasındaki bu
ayrım duvarını yıktı ve böylece ulusal sorunu sö
mürgeler sorunuyla bağladı. Böylece ulusal sorun
özel bir sorun, bir devletin iç sorunu olmaktan çı
kıp, genel ve uluslararası bir sorun haline, bağımlı
ülkelerin ve sömürgelerin ezilen halklarının em
peryalizmin boyunduruğundan kurtuluşu dünya
sorunu haline geldi.
Eskiden, ulusların kendi kaderlerini tayin hak
kı ilkesi genellikle yanlış yorumlanırdı ve sık sık
ulusların özerklik hakkı biçiminde daraltılırdı.
Hatta IL Enternasyonal'in bazı önderleri, kendi
kaderini tayin hakkını kültürel özerklik hakkına;
yani tüm siyasi iktidar hakim ulusun elinde bıra
kılırken, ezilen ulusların kendi kültürel kuruş
Iarına sahip olma hakkına indirgeyecek kadar işi
ileri götürdüler. Bu durum, kendi kaderini tayin
fikrinin, ilhaklara karşı bir mücadele aracı olmak
tan çıkıp, ilhakların haklr gösterilmesi için bir
araç olmaya dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya
kalmasına yol açtı. Şimdi bu kafa karışıklığına üs
tesinden gelinmiş gözüyle bakilmalıdır. Leninizm,
kendi kaderini tayin kavramını, bağınılı ülkelerin
ve sömürgelerin ezilen halklarının tamamen ayrıl
ma hakkı. ulusların bağımsız devlet varlığı hakkı
olarak yorumlayarak bu kavramı genişletmiştir.
Böylelikle kendi kaderini tayin hakkı kavramını
özerklik hakkı olarak yorumlayarak ilhakları haklı
8
gösterme_ olanağı' dıştalanmıştır. Kendi kaderini ta
yin ilkesi ise, emperyalist savaş sırasında sosyal-şo
venierin elinde olduğu gibi, kitlelerin aldatılma
sımn bir aracı olmaktan çıkarak, bütün emperya
list ernellerin ve şovenist entrikaların maskesini
düşürme aracı, kitleleri enternasyonalizm ruhuy
la siyasi bakımdan aydınlatmanın bir aracı hali
ne geldi.
9
rak ele alımrdı. Sömürgelerdeki kurtuluş hareke
tiyle doğrudan ittifak olmaksızın Avrupa'da pro
letaryanın zaferinin mümkün olduğu, ulusal soru
nun ve sömürgeler sorununun sessizce, «kendiliğin
denıı, proleter devrimin anayolunun dışında, em
peryalizme karşı, devrimci mücadele olmaksızın
çözülebileceği sessizce varsayılırdı. Şimdi bu dev
rim karşıtı görüşün maskesi düşürülmüş olarak
görülmelidir. Leninizm tanıtlamış ve emperyalist
savaş ile Rusya'daki devrim doğrularmştır ki, ulu
sal sorun ancak proleter devrim ile bağlantı için
de ve proleter devrimin zemini üzerinde çözüle
bilir; Batıdaki devrimin zafer yolu, sömürgelerin
ve bağımlı ülkelerin emperyalizme karşı kurtuluş
hareketiyle devrimci ittifaktan geçer. Ulusal so
run, proleter devrimi genel sorununun bir parçası,
proletarya diktatörlüğü sorununun- bir parçasıdır.
lO
ki devrim, Leninizmin bu konuda vardığı sonuç
ları tamamıyla doğrular.
«Egemenn ulusların proletaryasımn, ezilen ve
bağımlı halkların ulusal kurtuluş hareketlerini des
tekleme, kararlılıkla ve aktif bir şekilde destekle
me zorunluluğu buradan çıkar.
Bu elbette ki, proletaryamn her ulusal hare
keti her zaman ve her yerde, tek tek bütün somut
durumlarda desteklemek zorunda olduğu anlamı
na gelmez. Burada söz konusu olan, emperyalizmi
sağlamlaştırmaya ve sürdürmeye yönelik hareket
ler değil, onu zayıflatmaya, devirmeye yönelik
ulusal hareketlerin desteklenmesidir. Tek tek ezi
len ülkelerin ulusal hareketlerinin, proletarya ha
reketinin gelişmesinin çıkadarıyla çatıştığı du
rumlar vardır. Kendiliğinden anlaşılır ki, böyle
durumlarda bir destek ·söz konusu olamaz. Ulus
ların hakları sorunu, soyut, kendi içine kapalı bir
sorun değil, tam tersine proleter devrimi genel so
rununun bir parçası, bütüne tabi ve bütünün ba
kış açısından görülmek zorunda olan bir sorun
dur. Geçen yüzyılın kırklı yıllarında Marx, Palon
yalıların ve Macarların ulusal hareketinden yana,
Çekierin ve Güney Slavların ulusal hareketine ise
karşıydı. Neden? Çünkü Çekler ve Güney Slavları
o sıralar «gerici halklarıı dı, Avrupa'daki «Rus ön
karakolların idi, oysa Polonyalılar ve Macarlar
mutlakiyete karşı mücadele eden <<devrimci halk
lanı idi. Çünkü o sıralar Çekierin ve güney Slav
larının ulusal hareketinin desteklenmesi, çarlığın,
Avrupa'daki devrimci hareketin en tehlikeli düş
manının dalaylı desteklenmesi demekti.
ll
yin hakkı, mutlak birşey değildir, tam tersine,
genel-demokratik (şimdi: genel-sosyalist) dün
ya hareketinin küçük bir parçasıdır. Tek tek
somut durumlarda parçanın bütünle çelişınesi
mümkündür, o zaman parça atılmalıdır." CBkz.
4. baskı, c. 22, s. 326, Rusça.)
12
rasındaki mücadelesi gerici bir mücadele idi; çün
kü emperyalizmi şirin gösteriyor, sağlamlaştırıyor
ve zafere götürmek istiyordu. Aynı nedenlerle Mı
sırlı tüccarların ve burjuva aydınların Mısır'ın ba
ğımsızlığı için mücadelesi, Mısır ulusal hareketi
nin önderlerinin burjuva kökenine ve burjuva top
lumsal konumuna rağmen, nesnel olarak devrimci
bir mücadele iken; İngiliz ((İşçiıı hükümetinin Mı
sır'ın bağımlı konumunu sürdürmek için mücade
lesi, bu hükümetin üyelerinin proleter kökeni ve
proleter toplumsal konumuna rağmen, bunların
sosyalizmden ((yanaıı olmalarına rağmen, aynı ne
denlerden ötürü gerici bir mücadeledir. Hindistan
ve Çin gibi, kurtulu_ş yolunda her adımları biçim
sel demokrasinin taleplerine pek uymasa bile, em
peryaİizme indirilen güçlü bir balyoz darbesi olan,
yani hiç kuşkusuz devrimci bir adım olan daha
başka, daha büyük sömürge ve bağımlı ülkelerin
ulusal hareketinden söz bile etmiyorum.
Lenin, ezilen ülkelerin ulusal hareketinin bi
çimsel demokrasi bakımından değil, tam tersine
emperya.lizme karşı genel mücadele bilançosunda
ki gerçek sonuçları bakımından değerlendirilmesi
gerektiğini, yani <<soyutlanarak değil, tam tersine
dünya ölçüsünden değerlendirilmesi gerektiğini
söylerken haklıydı (bkz. 4. baskı, c. 22, s. 326,
Rusça).
13
I
ULUS
Ulus nedir?
Ulus her şeyden önce bir topluluk, belirli bir
insan topluluğudur.
Bu topluluk bir ırk ve bir aşiret topluluğu de
ğildir. Bugünkü İtalyan ulusu Romalılardan, Cer
menlerden, E;trüsklerden, Yunanlılardan, Araplar
dan vb.; Fransız ulusu Galyalılardan, Romalılar
dan, Britanyalılardan, Germenlerden vb. oluşmuş
tur. Aynı şey, çeşitli ırk ve aşiretlerden insanların
bir ulusa biçimlendikleri İngilizler ve Almanlar
vb. için de geçerlidir.
Demek ki ulus, bir ırk ve bir aşiret topluluğu
değil, fakat tarihi olarak meydana gelmiş bir in
san topluluğudur.
Öte yandan, tarihi olarak meydana gelmiş ve
çeşitli aşiret ve ırklardan oluşmuş olmalarına rağ
men, bir Keyhüsrev'in veya bir İskender'in büyük
devletleri kuşkusuz ulus olarak adlandırılamaz.
Bunlar ulus değil, fakat şu ya da bu fatihin zafer
veya yenilgisine göre birleşip ayrılan rasgele ve
ge-vşek biçimde birleşmiş gruplar topluluğudur.
Demek ki ulus, rasgele ve geçici bir topluluk
değil, fakat istikrarlı bir insan topluluğudur.
Ancak her istikrarlı topluluk bir ulus değil
dir. Avusturya ve Rusya da istikrarlı topluluklar
dır, fakat hiç kimse bunları ·ulus olarak adlan.,
dırmaz. Ulusal toplululuğu devlet topluluğundan
ayıran ned,ir? Diğer şeylerin yanısıra, ulusal top
luluk ortak bir dil olmaksızın düşünülemezken,
devlet için ortak bir dilin mutlaka gerekli olma
ması. Avusturya'da Çek ulusu ve Rusya'da Polon-
14
ya ulusu, her biri ortak bir dile sahip olmaksızın
varolamazlardı, fakat Rusya'da ve Avusturya'da
bir dizi dillerin varlığı, bu devletlerin bütünlüğü
ne [Integritat] halel getirmez. Tabii ki burada yö
netimlerin resmi dilleri değil, halkın konuştuğu
diller söz konusudur.
15
kan ulusunu oluşturdu. Toprak ayrılığı, ayrı ulus
ların oluşmasına yol açtı.
Demek ki, toprak birliği ulusun karakteristik
belirtilerinden biridir.
Fakat hepsi bu değil. Tek başına toprak bir
liği henüz bir ulus oluşturmaz. Bunun için, ulu
sun tek tek bölümlerini bir bütünde birleştiren bir
iç iktisadi bağ da gereklidir. İngiltere ve Kuzey
Amerika arasında böyle bir bağ olmadığından,
bunlar iki ayrı ulus oluştururlar. Ancak, Kuzey
Amerika'nın tek tek köşe ve bucakları, araların
·
16
si ve kapitalizmin doğuşu Gürcistan'ın çeşitli böl
geleri arasında bir işbölümü yarattığı, prensiikie
rin iktisadi içe kapamklığım kesin olarak yıkıp
onları bir bütün içinde birleştirdiğinde ortaya çıktı.
Demek ki iktisadi yaşantı birliği, iktisadi bağ
lılık, ulusuiı karakteristik belirtilerinden biridir.
Fakat bu da henüz hepsi değildir. Bütün söy
lenenler dışında, bir ulus içinde birleşmiş insan
ların ruhi şekillenme özellikleri de göz önünde tu-.
tulmalıdır. Uluslar, sadece yaşam koşulları bakı
mından değil, fakat ulusal kültür özelliklerinde
lfadesini bulan ruhi şekillenmeleri bakımından da
birbirinden ayrılırlar. Eğer ayın dili konuşan İn
giltere, Kuzey Amerika ve İrlanda, buna rağmen
üç ayrı ulus oluşturuyorhirsa, bunda birbirinden
farklı yaşam koşulları sonucu kuşaktan kuşağa
meydana gelmiş olan bu özgül ruhi şekillenmenin
rolü az değildir.
Ruhi şekillenme, veya başka sözcüklerle söy
lenildiği gibi, «ulusal karakterıı , gözlemci için kav
ramlmaz birşeydir elbette; fakat bu. şekillenme,
bir ulusun ortak kültür özgünlüğünde ifadesini
bulduğu ölçüde kavramlabilirdir ve gözardı edile
mez.
«Ulusal karakterııin tüm zamanlar için sabit
birşey değil, fakat yaşam koşulları ile değişen bir
şey olduğunu söylemeye gerek yok; ama her ve
rili anda varolduğu için, ulusun fizyonomisine
damgasım vurur.
Demek ki bir kültür birliğinde ifadesini bulan
ruhi şekillenme birliği, ulusun karakteristik belir
tilerinden biridir.
Böylece ulusun tüm belirtilerinden söz ettik.
Ulus, tarihi olarak oluşmuş, dil, toprak, ikti-
17
sadi yaşantı birliği, ve kültür birliğinde ifadesini
bulan ruhi şekilleome birliği temelinde oluşmuş
istikrarlı bir insan topluluğudur.
Burada, her tarihi görüngü gibi, ulusun da
değişme yasasına tabi olduğu ve bir tarihe, bir
başlangıca ve bir sona sahip bulunduğu kendili
ğinden anlaşılır.
İleri sürülen belirtilerden hiçbirinin, tek ba
şına alındığında, ulus kavramıru belirlemeye yet
mediğini vurgulamak gereklidir. Dahası var: Bu
belirtilerden sadece bir tanesi yoksa, bir ulus ulus
olmaktan çıkar.
Ortak «ulusal karaktere sahip insanlar dü
şünülebilir, fakat bu insarilar iktisadi bakımdan
birbirinden ayrı iseler, ayrı topraklarda yaşıyor
larsa, ayrı dilleri konuşuyarıarsa vb., bunların bir
ulus oluşturdukları söylenemez. örneğin, bu biz
ce yekpare bir ulus oluşturmayan Rus, Galiçyalı,
Amerikan, Gürcü Yahudileri ve 'Kafkaslardaki Ya
hudiler için geçerlidir.
Ortak bir toprak üzerinde yaşayan ve ortak
bir iktisadi yaşantı sürdüren insanlar düşünüle
bilir, ancak ortak bir dile ve (<ulusal karakter» e
sahip olmayan bu insanlar gene de bir ulus oluş
turmazlar. Bu, örneğin Baltık bölgelerindeki Al
manlar ve Lehler için geçerlidir.
Nihayet Norveçliler ve Danimarkalılar aynı
dili konuştukları halde, diğer belirtiler eksik ol
duğundan bir ulus oluşturmazlar.
Ancak tüm belirtilerin varlığı bir ulusu mey
dana getirir.
Diğer belirtilerin aslında ulusun belirtileri de
ğil, sadece onun gelişiminin koşullan olduğu, «ulu
sal karakterJJin ise belirtilerden biri değil, fakat
18
ulusun biricik özel belirtisi olduğu düşünülebilir.
Örneğin Avusturya'da ulusal sorunun tamnmış te
orisyenleri R. Springer ve özellikle O. Bauer bu gö
rüşteler.
Bunların ulus teorilerini inceleyelim.
19
Ulusal karakter dem-ek, «bir milliyetten in
sanları, bir başka milliyettan insanlardan ayırt
eden belirtilerin toplamı, bir ulusu diğer ulus
tan ayırt eden fiziksel ve zihinsel belirtilerin
bütünü demektir_,.,.
'* A .g.e., s. 2.
** A .g.e., s. 24j25.
*** A .g.e., s. 139.
20
Bauer, «ortak bir dile sahip olmadıklarııı·* hal
de, Yahuelilerden ulus olarak söz ediyor, fakat bir
birinden tamamen ayrılmış olan, ayrı topraklar
üzerinde yaşayan ve ayrı diller konuşan diyelim
ki Gürcü, Dağıstan, Rus ve Amerikan Yahudile
rinin hangi kader birliğinden ve ulusal bağından
söz edilebilir?
Söz konusu Yahudiler, kuşkusuz Gürcüler, Da
ğısta.nlılar, Ruslar ve Amerikalılar. ile ortak bir
kültür atmosferi içinde, ortak bir iktisadi ve si
yasi yaşantı sürdürüyorlar; bu, onların ulusal ka
rakterinde zorunlu olarak iz bırakır; eğer arala
rında ortak bir şey kalmışsa, bu da dinleri, ortak
kökenieri ve bir ulusal karakterin bazı kalıntıla
rıdır. Bunların tümü kuşku götürmez. Fakat ke
miRleşmiş dinsel törenierin ve yok olan psikolojik
kalıntıların, söz konusu Yahudilerin c<kaderııleri
ni, onların içinde yaşadıkları canlı sosyoekonomik
ve kültürel çevreden daha güçlü etkilediği ciddi
olarak nasıl iddia edilebilir? Zaten, Yahudilerden
yekpare bir ulus olarak söz etmek, ancak bu var
sayıma dayanır.
Fakat bu durumda, Bauer'in ulusunu spiritü
alistlerin mistik ve kendi kendine yeten «ulusal
ruhııundan ayıran şey nedir?
Bauer, ulusun c<ayırıcı belirtisi)) (ulusal ka
rakter) ile, onun yaşam «koşulların arasına, bun
ları birbirinden ayırarak aşılmaz bir uçurum aç
maktadır. Fakat ulusal karakter, yaşam koşulla
rının bir yansıması, insanların içinde yaşadıkları
çevreden elde ettikleri izlenimlerin yoğunlaşması
değil de nedir? Onu kendisini yaratan zeminden
* A .g.e., s. 2.
21
kopararak, onu ayırarak, sadece ulusal karakterle
nasıl yetinilebilir?
Ayrıca: 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın
başlarında İngiliz ulusunu, daha Kuzey Amerika
((Yeni İngiltere)> olarak adlandırılırken, Kuzey
Amerikan ulusundan ayırt eden şey neydi? Ulusal
karakter değil elbette, çünkü Kuzey Amerikalılar
İngiltere'den geldiler; beraberlerinde Amerika'ya
İngiliz dili dışında, İngiliz ulusal karakterini de
getirdiler ve yeni koşulların etkisiyle elbette on
larda kendilerine özgü ayrı bir karakter oluşmaya
başladığı halde, beraberlerinde getirdikleri İngi
liz ulusal karakterini o kadar çabuk kaybedemez
lerdi. Ve onlar o -zaman, az veya çok karakter bir
liğine rağmen, İngiltere'den farklı bir ulus oluş
turuyorlardı! Açıktır ki o zaman ulus olarak <<Ye
ni İngiltere», ulus olarak İngiltere'den, ayrı bir
ulusal karakter bakımından değil, veya ulusal ka
rakterden çok, İngiltere'den farklı çevre ve yaşam
koşulları bakımından ayrılıyordu.
Bununla, gerçeklikte ulusun bir tek ayıncı
belirtisi �lmadığı açıklık kazanmış oluyor. Sade
ce, uluslar karşılaştrrıldığında, aralarında bazen
birinin (ulusal karakter) , bazan ikincisinin (dil) ,
bazen de üçüncüsünün (toprak ve iktisadi koşul
lar) göze çarptığı bir belirtiler toplamı vardır.
Ulus, birlikte alınmış tüm belirtilerin bir birleşi
midir.
Ulusu, ulusal karakterle özdeşleştiren Bauer'
in görüşü, ulusu toprağından kopanr ve onu, gö
rülmez, kendi kendine yeten bir güç haline dönüş
türür. Böylece bu, artık yaşayan ve etkin bir ulus
değil, mistik, kavranamaz ve öte yana ait bir şey
dir. Çünkü yukarıda söylendiği gibi, örneğin Gür-
22
cü, Dağıstanlı, Rus, Amerikan ve başka ulusların
Yahudilerinden oluşmuş, mensupları birbirini an
lamayan (ayrı diller konuşan), dünyanın farklı
bölgelerinde yaşayan, birbirlerini hiçbir zaman
görmeyecek, hiçbir zaman, ne barışta ne de sa
vaşta birlikte davranamayacak olan şu Yahudi
ulusu nasıl bir şeydir? ı
* A .g.e., s. 2.
** �.g.e., s. 389.
*** A .g.e., s. 388.
23
m* kanıtlamak istiyordu, fakat bununla, farkın
da olmaksızın, toprak birliğinin ulusun belirti
lerinden biri olduğunu yadsıyan kendi teorisini
yıkmış bulunuyor.
Ancak Bauer daha da ileri gidiyor. Kitabının
başında kesinlikle : «Yahudiler ortak bir dile sahip
değiller, ve buna rağmen bir ulus oluşturur
larıı** derken; daha 130. sayfaya geldiğinde cep
heyi değiştirmiştir ve yine aynı kesinlikle: ccortak
bir dil olmaksızm ulus obnazn +:·-H der (altını biz
çizdik).
Bauer burada ecdilin insanlar arası ilişkilerin
en önemli aracııı**�'* olduğunu kanıtlamak is,ti
yordu; fakat aynı zamanda farkında olmaksızın,
kamtlamaya hiç niyeti olmadığı halde, dil birli
ğinin önemini yadsıyan kendi ulus teorisinin sa
vunulamazlığını kanıtlamış bulunuyor.
idealist ipliklerle dokunmuş bir teori kendi
kendisini böyle çürütüyor işte.
II
ULUSAL HAREKET
* A.g.e., s. 396.
** A .g.e., s. 2.
*-u A .g.e., s. 130.
*;:-** A .g.e., s. 130.
24
rinde zafer kazanan kapitalizmin muzaffer yuru
yüşü sırasında İngilizler, Fransızlar, Almanlar,
İtalyanlar ve diğerle
, ri ulus biçimini aldılar.
Fakat oralarda ulusların oluşması, aynı za
manda bunların bağımsız ulusal devletlere dönüş
mesi anlamına geliyordu. İngiliz, Fransız ve baş
ka uluslar, aynı zamanda İngiliz vb. devletini
meydana getirir. Bu sürecin dışında kalmış olan
İrlanda, genel re.<ıimde bir şey değiştirmez.
Doğu Avrupa'da ise fark;lı bir süreç izlendi.
Batıda uluslar devletlere gelişirken, Doğuda çok
uluslu devletler, yani birçok milliyetten bileşik
devletler oluşuyordu. Avusturya-Macaristan ve
Rusya bu tür devletlerdir. Avusturya'da, Alman
ların politik bakımdan, en fazla gelişmiş oldukla
rr görüldü, ve Avusturya milliyetlerinin bir dev
let biçiminde birleştirilmesi görevini de bunlar üst
lendiler. Macaristan'da, Macar [Ungarisch] milli
yetlerinin çekirdeği olan Macarların [Madjaren]
devlet kurmada en elverişli milliyet olduğu gö�
rüldü ve 'Macaristan'ı birleştirenler çle onlar oldu
lar. Rusya'da ise milliyetlerin birleştirilmesi göre
revi, başlarında tarihi olarak oluşmuş güçlü ve
örgütlü soylu askeri bürokrasi bulunan Büyük Rus-
-
lar tarafından üstlenildi.
Doğuda sorun bu seyri izledi.
Devletlerin bu kendine özgü kuruluş biçimi,
geri plana itilmiş · milliyetlerin uluslar biçiminde
örgütlenmek için iktisadi bakımdan sağlarnlaşma
ya henüz vakit bulamamış olduğu, henüz tasfiye
edilmemiş feodalizm ve zayıf gelişmiş kapitalizm
koşulları altırtda mümkündü.
Fş.kat kapitalizm Doğu devletlerinde de geliş
meye başlar. Ticaret ve ulaşım yolları gelişir. Bü-
25
yük kentler kurulur. Uluslar iktisadi bakımdan pe
kişirler. Geri ittimiş milliyetlerin durağan yaşa
mına giren kapitalizm, bunları sarsar ve hareke
te geçirir. Basın ve tiyatronun gelişmesi: (Avus
turya'da) imparatorluk meclisinin [Reichsrat] ve
(Rusya'da) Duma'nın faaliyeti, «ulusal duygulanı
ın güçlenmesine yardımcı olurlar. «Ulusal düşün
ceıı , oluşmuş bulunan aydınların . iliğine işler ve
onlar bu doğrultuda etkinlikte bulunurlar.
Fakat bağımsız varlıklarının bilincine varmış
olan geri itHmiş uluslar, artık bağımsız devletler
oluşturmazÜtr : Yolları üzerinde, çoktan devletin
başına geçmiş olan hakim ulusların yönetici ke
simlerinin güçlü bir karşi koyuşları ile karşılaşır'"
lar. Çok geç ! . . .
Avusturya'da Çekler, Polonyalılar vb. ; Maca
ristan'da Hırvatlar ve diğerleri; Rusya'da Leton
yalılar, Litvanyalılar, Ukraynalılar, Gürcüler, Er
meniler ve diğerleri ulus biçimine işte böyle gelir
ler. Batı Avrupa'da istisna olan (İrlanda) , Doğu
da kural haline gelir.
Batıda İrlanda bu istisna durumuna bir ulu
sal hareketle yanıt verdi. Doğuda uyanmış ulus
lar da aynısını yapmak zorundaydılar.
Doğu Avrupa'nın genç uluslarını mücadele için
harekete geçiren koşullar böyle oluştu.
Mücadele, bir bütün olarak alınan uluslar ara
sında değil, fakat egemen uluslar ile geri itilen
ulusların egemen sınıfları arasında başladı ve alev
lendi. Mücadele normalde ya ezilen ulusun kent
küçük-burjuvazisi tarafından egemen ulusun bü
yük burjuvazisine karşı (Çekler ve Almanlar) ; ve
ya ezilen ulusun kır burjuvazisi tarafından egemen
ulusun büyük toprak sahiplerine karşı (Polonya'
26
da Ukraynalılar) ; ya da ezilen ulusun tüm ((ulu
saln burj uvazisi tarafından, iktidarı elinde bulun
duran ulusun başındaki soyluluğa karşı (Rusya'da
Polonyalılar, Litvanyalılar ,Ukraynalılar) yürütü
lür.
Burjuvazi, başrolü oynayan aktördür.
Genç burjuvazi için temel sorun pazardır. He
defi, metasını sürmek ve başka milliyetlerin bur
j uvazileri ile giriştiği rekabet savaşından muzaf
fer çıkmaktır. «Kendiıı «anavatann pazarını sağ
lama alma arzusu buradan gelir. Burjuvazinin mil
liyetçiliği öğrendiği ilk okul · pazardır.
Fakat sorun sadece pazarla bitmez. Egemen
ulusun yarı-feodal yarı-burjuva bürokrasisi, <<hapis
ve yasakn yöntemleriyle mücadeleye karışır. ikti
darı� elinde bulunduran ulusun burjuvazisi - kü
çük-burjuvazi veya büyük burjuvazi, fark etmez
- rakipleri ile <<çabukn ve cckesinıı hesaplaşma ola
nağını elde eder. <<Güçlerıı birleşir ve <<yabancı kö
kenliıı burjuvaziye karşı katHarnlara kadar varan
kısıtlama önlemleri alınır. Mücadele iktisadi alan
dan siyasi alana yayılır. Dolaşım özgür"ıüğünün kı
sıtlanması,. dilin zorla engellenmesi, seçim hakla
rının daraltılması, okul sayılarının azaltılması, di
ni inançların bastırılması vb., «rakipıılerin başına
iner. Bu önlemler sadece egemen ulusun burjuva
sınıfının çıkarlarını korumayı amaçlamaz elbette,
aynı zamanda yönetimdeki bürokrasinin, deyim
yerindeyse, özgül kastçı hedeflerini de güderler.
Fakat sonuçlar açısından bu önemli değildir : Bur
juva sınıflar ile bürokrasi bu konuda -ister Avus
turya-Macaristan'da, ister Rusya'da olsun- elele
yürürler.
Ezilen ulusun dört yandan zorlanan burjuva-
27
zisi doğası gereği harekete geçer. «Yerli halkın alt
tabakalarına» çağrıda bulunur, «vatanıı üzerine
avazı çıktığı kadar bağırarak kendi davasını tüm
halkın davasıymış gibi gösterir. «Vatanın çıkarları
uğruna, kendi «yurttaş))ları arasından kendisi için
bir ordu toplar. Ve <<halkın alt tabakaları)) bu çağ�
nlara her zaman kapalı kalmazlar, onun bayrağı
çevresinde toplamr : Yukarıdan gelen baskılar alt
kesimleri de hedef almakta ve onlarda hoşnutsuz-
1uk yara tmaktadır.
Ulusal hareket böyle başlar.
Ulusal hareketin gücü, ulusun geniş kesimle
rinin - proletarya ve köylülük - ulusal hareke
te katılma derecesine bağlıdır.
Proletaryanın burjuva milliyetçiliği bayrağı
altında yer alıp almayacağı ise, sınıf karşıtlıkla
rının gelişme derecesine, proletaryanın sınıf bilin
cine ve örgütlülüğüne bağlıdır. Sınıf bilinçli pro
letaryanın kendi denenmiş bayrağı vardır ve bur
j uvazinin bayrağı altına girmesi için bir neden
bulunmamaktadır.
Köylülüğe gelince, onun ulusal harekete ka
tılması her şeyden önce baskının karakterine bağ
lıdır. Eğer baskılar, İrlanda'da olduğu gibi, «top
rab çıkarlarına dokunuyorsa, geniş köylü kitle
leri ulusal hareket bayrağı altına hemen girerler.
Öte yandan, eğer örneğin Gürcistan'da azçok
ciddiye alınacak anti-Rus bir milliyetçilik yoksa,
bunun nedeni her şeyden önce, orada kitleler ara
sında bu tür bir milliyetçiliği besieyebilecek Rus
toprak sahiplerinin ve Rus büyük burjuvazisinin
'
olmamasıdır. Gürcistan'da anti-Ermeni bir milli
yetçilik vardır, fakat bu orada, henüz güçlenme
- miş Gürcü küçük-burjuvazisini alt ederek onu Er-
28
meni düşmanı bir milliyetçiliğe iten Ermeni bü
yük burjuvazisi olduğu için böyledir.
Ulusal hareket bu faktörlere göre, ya kitle ni
teliğine bürünerek gittikçe yayılır ( İrlanda, Ga
liçya) , ya da bir küçük çekişmeler zincirine dönü
şerek dükkan tabelaları uğrunda «mücadelen ve
skandallar biçiminde yozlaşır (Bohemya'da birta
kım küçük kasabalar) .
Elbette ulusal hareketin içeriği her yerde ay
nı olamaz : Bu içerik tamamen hareket tarafından
ileri sürülen değişik türden taleplere bağlıdır. İr
landa'da hareket bir tarım hareketi niteliği taşır,
Bohemya'da «dil» sorunu niteliğindedir ; burada
eşit yurttaşlık hakkı ve dini inanç özgürlüğü ta
lep edilir, şurada «kendin memurları veya kendi
parlamentosu istenir. Çeşitli taleplerde, ' genelde
ulusu nitelendiren (dil, toprak, vb.) belirtiler pa
rıldar: Burada dikkat edilecek nokta, hiçbir yer
de Bauerci evrensel ((ulusal karaktern talebiyle
karşılaşılmama.sıdır. Bu anlaşılırdır da. Tek başı
na ((ulusal karaktern kavramlmaz bi,r şeydir ve J.
Strasser'in haklı olarak belirttiği gibi : (( . . . bunun
siyasette yararı nedir?n "''
Ulusal hareketıerin biçimleri ve karakteri ge
nel olarak bunlardır.
Şimdiye dek söylenenlerden, yükselen kapita
lizm koşullarında ulusal mücadelenin, burjuva ·sı
nıflar arasında bir mücadele olduğu açıklık ka
zanmaktadır. Bazen burjuvazi proJetaryayı ulusal
harekete getirmeyi başarır, ve bu durumda ulusal
mücadele dışardan bakıldığında ((tüm halkınn mü
cadelesiymiş gibi gözükür, fakat yalnız dışardan
29
bakıldığında. Özünde ise daima esas olarak burju
vazinin yararına ve onun riza gösterdiği bir bur
juva mücadelesi olarak kalır.
30
bir köleliğe zemin yarattığı ve işçilerin kölelikten
kurtulmasını zorlaştırdığı içindir.
31
me hakkına sahiptir; bir ulusun yaşamına zorla
karışmaya, o ulusun okullarını ve diğer kurumla
rını yok etmeye onun töre ve geleneklerini yık
maya, kendi dilini kullanmasını zorla eng elleme
ye, onun haklarını daraltmaya hiç kimsenin hak
kı yoktur.
Fakat bu, Sosyal-Demokrasinin, bir ulusun tek
tek ve tüm geleneklerini ve kurumlarını destekle
yeceği anlamına gelmez. Herhangi bir ulusa teca
vüz edilmesine karşı mücadelede Sosyal-Demokra
si, sadece ulusun kendi kaderini kendisinin tayin
etme hakkını savunacak, ancak aynı zamanda, söz
konusu ulusun emekçi kesimlerinin bunlardan
kurtulmasını sağlamak için, bu ulusun zararlı ge
lenek ve kurumlarına karşı ajitasyon yürütecektir.
32
baskı politikasına bir son vermek, onu olanaksız
kılmak ve böylelikle uluslar arasındaki mücadele
yi ortadan kaldırmak, onu köreltmek ve asgariye
indirmektir.
33
HI
SORUNUN KOYULUŞU
34
uyuşacak çözür:p. hangisidir? Özerklik mi, federas
yon mu, yok.w. ayrılma mı?
Bütün bunlar, yanıtlanması söz konusu ulu
sun yaşadığı somut tarihi koşullara bağlı olan so
runlardır.
. Dahası var. Her şey gibi koşullar da değişir
ve belirli bir anda doğru olan bir karar, başka bir
zaman için tamamen kabul edilemez olabilir.
19. yüzyıl ortalarında Marx, Rus Polanya'sının
ayrılmasından yanaydı ve bunda haklıydı, çünkü
o zaman söz konusu olan, yüksek bir kültürün,
onu yıkan aşağı bir kültürden kurtarılmasıydı. Ve
o zaman da sorun sadece teoride değil, akademik
değil, fakat pratikten, yaşamın kendi içinden çı
�!yordu . . .
1 9 . yüzyıl sonunda Polonyalı Marksistler, ar
tık Polanya'nın ayrılmasına karşı tavır alıyorlar
ve onlar da haklılar; çünkü son elli yılda Polanya
ve Rusya'nın iktisadi ve kültürel yakınıaşması an
lamında . derinlere giden değişikler ortaya çıktı.
Bunun dışında, bu süre içinde ayrılma sorunu pra
tik yaşamın bir konusu olmaktan çıkmış, olsa ol
sa yurtdışında yaşayan aydınları heyecanıandıran
akademik tartışmaların konusu haline gelmiştir.
Elbette bu, Polanya'nın ayrılması sorununu ye
niden aktüel yapabilecek bazı iç ve dış konjonk
türlerin gündeme gelmesi olanağını ortadan kal
dırmaz.
Bundan şu sonuç çıkıyor : Ulusal sorun ancak,
kendi gelişimleri içinde incelenen tarihi koşullar
la bağıntılı olarak çözülebilir.
Bir ulusun içinde yaşadığı iktisadi, siyasi ve
kültürel koşullar, sorunun, yani şu ya da bu ulu
sun nasıl örgütleneceği, gelecekteki anayasasının
35
hangi biçimi alacağı sorununun karara bağlanma
sı için varolan biricik anahtardır. Her ulus için
soru.ı."lun özel bir çözümü zorunlu olabilir. Eğer
herhangi bir yerde sorunun diyalektik bir şekilde
koyuluşu gerekiyorsa, tam da burada, ulusal so
runda gerekiyor.
Bu nedenle biz, ulusal sorunun, kaynağını
.«Bundıı dan alan, ço� yaygın, fakat çok özet bir
çözümüne kesinlikle karşı çıkmak zorundayız.
Ulusal sorunu güya çözmüş olan -Rus Sosyal
Demokratlarının bu çözümü onlardan sadece dev
ralması gerekiyormuş- Avusturya ve Güney Slav
lan Sosyaf-Demokrasisine* dayanma kelepir yön
teminden söz ediyoruz. Burada, diyelim ki Avus
turya için doğru olan her şeyin, Rusya için de
dDğru olacağı varsayılır. En önemli ve verili du
rumda tayin edici olan şey gözardı edilir: Genelde
Rusya'nın ve özelde Rusya içindeki her bir milli
yetin yaşamındaki somut tarihi koşullar.
Örneğin, tamnmış Bundçu V. Kossovski'yi ko
nuşturalım :
36
Hepsi bu kadar ! N e Rus gerçekliğinin tahlili,
ne de Rusya'daki Yahudilerin yaşam koşulları so
rununun açıklığa kavuşturulması : önce Güney
Slavları Sosyal-Demokrat Partisi'nin çözümü alı
nıyor, sorı.ra bu çözüm «onaylanıyorn , sonra da
«oybirliğiyle kabul ediliyonı ! Bundçular Rusya'da
ulusal sorunu böyle koyar ve ccçözerlerıı işte . . .
Fakat Avusturya'daki koşullar, Rusya koşul
larından temelden farklıdır. Brünn'de ( 1 899) Gü
ney Slavları Sosyal-Demokrasisinin aldığı karar
doğrultusunda (birkaç önemsiz değişiklikle) · bir
ulusal program kabul etmiş olan Avusturya Sos
yal-Demokrasisinin, sorunu, deyim yerindeyse Rus
olmayan bir bıçimde ele alması ve sorunu Rus ol
mayan biçimde çözmesi de bu durumla açıklanır.
� Her şeyden önce sorunun koyuluşu. Sorun ulu
sal-kültürel özerkliğin Avusturyalı teorisyenleri,
Brünn ulusal prograrnı ve Güney Slavları Sosyal
Demokrat Partisi kararının yarumcuları Springer
ve Bauer t�rafından nasıl koyuluyor?
37
Demek ki çıkış noktası olarak, Avusturya'nın
devlet bütünlüğü.
Bauer de aynı şeyi söyler :
38
dır. Bundan sonra ulusal programı Avusturyalı
lardan alma olanağından hala söz edilebilir mi?
Devam. Avusturyalılar «milliyetlerin özgürlü
ğü»nü küçük reformlarla, yavaş yavaş gerçekleş
tirmeyi düşünüyorlar. Uh.İsal-kültürel özerkliği
pratik önlem olarak önerirken, asla öngörmedik
leri köklü bir değişikliği, bir demokratik kurtuluş
hareketini hiç hesaba katmıyorlar. Buna karşılık
Rus Marksistleri, «milliyetlerin özgürlüğü» sorunu
nu köklü değişikliklere, demokratik kurtuluş ha
reketine bağlıyorlar; onların reformlar üzerine he
sap kurmak için hiçbir nedenleri yoktur. Bu ise
Rusya'daki ulusların muhtemel kaderleri açısın
dan işi temelden değiştirir.
39
Böylece, temel anayasa kurumlannı inşa et
mek için Prusya 'ya iki onyıl gerekti. Benim
Avusturya'daki zaman ve z orluk ölçütü hak
kında herhangi bir hayale kapıldığım sanıl
masın."'"
.\!.
R. Springer, a.g.e., s. 281/282.
40
kronik siyasi kriz işte bununla açıklanır. Bu neden
le bu ülkede ulusal sorun, siyasi yaşamın ekseni,
bir ölüm-kalım sorunudur. Bundan ötürü, Avus
turyalı Sosyal-Demokrat politikacıların her şeyden
önce ulusal çatışmalar sorununu - tabii ki mevcut
parlamentarizm zemininde - parlamenter araçlar
la, · şu ya da bu biçimde çözmeye çalışmalarına şa
şılmaz . . .
Rusya'cia durum farklıdır. Rusya'da, birinci
si, «tanrıya şükür bir parlamento yokn . İkincisi, ve
önemli olan da budur, Rusya'da siyasal yaşamın
eksenini ulusal sorun değil, tarım sorunu oluştu
rur. Bundan ötürü Rus sorununun ve dolayısıyla
Rusya'daki ulusların «kurtuluşuıınun kaderi, tarım
sorununun çözümüne, yani serflik kalıntılarının
ybkedilmesine, yani ülkenin demokratikleştirilme
sine bağlİdır·. Rusya'da ulusal sorunun neden ba
ğımsız ve tayin edici bir sorun değil fakat ülkenin
zincirlerinden kurtarılması genel ve daha önemli
sorununun bir bölümü olarak ortaya çıktığı da bu
nunla açıklanır.
* A .g.e., s. 36.
41
Bauer de aynı şeyi söyler:
�·
O. Bauer, a.g.e., s. 401.
42
maksızın ulusal sorunu çözmenin olanaksız oldu
ğu bazı önkoşuları saptamak gerekmektedir. Bu
önkoşullar şunlardır : ulusların oluşumu, ulusal
baskının kaynağı, tarihsel gelişim süreci içinde
ulusal baskının biçimleri ve son olarak çeşitli ge
lişim dönemlerinde ulusal sorunun çözüm biçim
leri.
Bu dönemlerin sayısı üçtür.
Birinci dönem, Batıda feodalizmin tasfiyesi
ve kapitalizmin zaferi dönemidir. İnsanların ulus
lar halinde birleşmesi bu döneme rastlar. İngiltere
{İrlanda dışında), Fransa, İtalya gibi ülkeleri kaste
diyorum. Batıda - İngiltere, Fransa, İtalya ve kıs
men Almanya'da - feodalizmin tasfiye edilmesi ve
insanların uluslar haliru:le birleşmesi dönemi, genel
olarak, merkezi devletlerin oluşumu dönemiyle eş
zamanlı oldu, böylece buralarda, uluslar oliışurken,
devlet biçimlerine büründüler. Bu devletlerde baş
kaca he rhangi bir önemli ulusal grup olmadığından,
ulusal baskı da yoktu.
Avrupa'nın doğusunda ise ulusların oluşumu ve
feodal parçalanmanın tasfiyesi süreciyle merkezi
devletlerin oluşumu süreci eşzamanlı 'olmadı. Maca
ristan, Avusturya, Rusya'yı kastediyorum. Bu gibi ül
kelerde henüz · kapitalist gelişme yoktu ve belki de
henüz başlamıştı; öte yandan, Türklerin, Moğolların
v e Doğunun öteki halklarının istilasına karşı sa
vunmanın çıkarları, bu saldırılara karşı durabilecek
merkezi devletin oluşumunu gerektirmekteydi. Doğu
Av rupa'da merkezi devletin oluşumu süreci, insan
ların ulus halinde biraraya gelmesi sürecinden daha
hızlı olduğu . için, buralarda, henüz uluslaşmamış fa
kat ortak bir devlet içinde birleşmiş çeşitli halklar
dan o luşan karma devletler oluştu.
Böylece birinci dönem, kapitalizmin şafağın
da, Avrupa'nın batısında ulusal baskının olmadığı
43
saf ulusal devletlerin oluşması ile karakterize iken,
Doğu Avrupa'da, en gelişmiş ulusun başta bulun
duğu, politik, daha sonra da ekonomik açıdan ege
men ulusa bağımlı az gelişmiş uluslardan olU§an
Çok-uluslu devletler kuruldu. Doğu'nun bu çokulus
lu devletleri, ulusal çatışmaları, ulusal hareketle
ri, ulusal sorunu ve ulusal sorunun çeşitli çözüm
yöntemlerini ortaya çıkaran ulusal baskının ana
vatanı oldu.
Ulusal baskı ve ona kaqı mücadele yöntem
lerinin ikinci dönemine, Batıda emperyalizmin do
ğuşu dönemi tekabül eder, çünkü kapitalizm, pa
zar, hammadde, yakıt ve ucuz işgücü bulma yo
lunda sermaye ihracı ve büyük demir ve deniz yol
larının güven altına alınması amacıyla, ulusal dev
let sınırlarını yıkar, uzak ve yakın komşuları aley
hine topraklarını genişletir. İkinci dönemde, Batı
nın eski ulusal devletleri - İngiltere, İtalya, Fran
sa - ulusal devlet olmaktan çıkar, yeni toprak
ların ilhak edilmesi sonucu, çokuluslu devletlere,
sömürgeci devletlere dönüşür, ve böylece Avrupa'
nın doğusunda eskiden beri varolan aynı ulusal
sömürgesel baskıya sahne olurlar. Bu dönem, Doğu
Avrupa'da ezilen ulusların (Çekler, Polonyalılar,
Ukraynalılar) uyanması ve güçlenmesi ile karak
terizedir, ki bu, emperyalist savaş sonucu eski bur
juva çok-uluslu devletlerin yıkılınası ve büyük güç
ler denilen devletler tarafından köleleştii:"ilmiş ye
ni ulusal devletlerin oluşmasına yol açtı.
Üçüncü dönem, Sovyet dönemidir, kapitalizmin
yıkılınası ve ulusal baskının ortadan kaldırılması
dönemidir, egemen ve ezilen, uluslar sorununun
sömürgeler ve metropoller sorununun tarih arşiv
lerine atıldığı bir dönemdir, 'çünkü RSFSC sınır-
44
ları içinde gelişme hakkı olan, fakat ekonomik,
politik ve kültürel gerilikleri sonucu, tarihten mi
ras alınan eşitsizliklerini korumuş bulunan ulus
lar söz konusudur. Bu ulusal eşitsizliğin özünde,
tarihi gelişim sonucu geçmişten miras aldığımız
bir ulusun, yani Büyük Rus ulusunun politik ve
endüstriyel açıdan öteki uluslardan daha gelişmiş
olması yatar. Bir yıl içinde giderilmesi olanaksız
olan, fakat geri uluslar ve halklara yapılacak eko
nomik, politik ve kültürel yardım ile ortadan kal
dmlacak olan gerçek eşitsizlik işte buradan kay
naklanır.
Tarihi olarak .yaşanan ulusal sorunun üç ge
lişim dönemi budur.
İlk iki dönem ortak bir çizgi gösterir. Bu, her
iki dönemde de ulusların baskı ve köleliğe katlan
mak zorunda oluşudur; dolayısıyla ulusal müca
dele sürmekte, ulusal sorun çözülememektedir.
Ama, bu iki dönem arasında bir fark da vardır.
Bu fark, ulusal sorunun, birinci dönemde, tek tek
çok-uluslu devletlerle sınırlı kalması ve az sayıda
Avrupa uluslarını kapsamasıydı, ikinci dönemde
ise ulusal sorun, devlet içi bir sorun olmaktan çı
karak devletlerarası bir soruna, emperyalist dev
letler arasında bir savaş sorununa, amacı tüm hak
larından yaradanamayan milliyetleri boyunduruk
altında tutmaya devam etmek, Avrupa dışındaki
başka halkları ve aşiretleri kendi etkisi altına al
mak olan bir savaş sorununa dönüşmüştür.
Böylece, eskiden salt kültürlü ülkelerde öne
me sahip olan ulusal sorun, bu dönemde, tecrit
olmuş niteliğini yitirerek sömürgeler genel soru
nuyla kaynaşır.
Ulusal sorunun genel sömürgeler sorunu bi-
45
çiminde gelişmesi bir tarihsel rasıantı değildir. Bu
gelişim, birinci olarak, emperyalist savaş sırasın
da savaşan güçlerin emperyalist gruplarının or
duları için gerekli olan insanları sağladıkları sö
mürgelere başvurma zorunda kalmaları ile açıkla
nır. Bu sürecin; emperyalistlerin, sömürgelerin ge
ri halklarına kaçınılmaz başvurma sürecinin bu
halkları ve aşiretleri kurtuluşa, mücadeleye sars
mak zorunda kaldığına kuşku yoktur. Ulusal so
runun genişlemesine, kurtuluş hareketinin ilkön
ce kıvılcımları, daha sonra alevleri ile tüm küreyi
saran genel sömürgeler sorununa dönüşmesine yol
açan ikinci bir faktör daha vardır. Bu faktör, em
peryalist grupların Türkiye'yi parçalama ve onun
devlet varlığına son verme girişimiydi. Müslüman
halklar içinde en gelişmiş devlet olan Türkiye
böyle bir perspektifi kabul edemezdi, savaş bay
rağını açtı ve Doğu'nun halklarını, emperyalizme
karşı çevresinde topladı. Üçüncü faktör, emperya
lizme karşı mücadelede bir dizi başarı gösteren ve
doğal olarak Doğu'nun ezilen halklarını coşkuyla
dolduran, uyandıran, savaş yoluna sokan ve böyle
ce İrlanda'dan Hindistan'a kadar ezilen ulusların
birleşip cephesini yaratmaya olanak sağlayan Sov
yet Rusya'nın doğuşudur.
Ulusal baskının ikinci gelişim döneminde, bur
juva toplumunun ulusal sorunu sadece çözmemek
le kalmayıp, halklar arasında barışı yaratmamak
la kalmayıp, bilakis, tam tersine, ulusal mücadele
kıvılcımlarını, dünya emperyalizmine karşı ezilen
hakların, sömürgelerin ve yarı-sömürgelerin mü
cadelesinin alevi haline körüklemesinde etkin olan
tüm faktörler bunlardır.
Apaçık ki, ulusal sorunu çözebilecek, yani çe-
46
şitli uluslar ve aşiretlerin barış içinde birarada ya
şamalarına ve kardeşçe işbirliğine olanak sağlaya
cak tek rejim, Sovyet iktidarı rejimidir, proletarya
diktatörlüğü rejimidir.
47
4 - :Kendi Kmtuluşunun Önkoşulu Olarak
Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin
Proletarya Tarafından Desteklenmesi
48
mektupta genç Rus sosyalisti için pek övücü söz
ler kullanınakla birlikte, şunu da ekliyordu :
50
ne sahip ulus sayma) milliyetçi önyargılarına ka
pılmak demektir*.
Ama biz, İrlanda sorununa dönelim:
Marx'ın bu sorundaki tutumu, en açık bir şe
kilde mektuplarımn şu pasajlarında dile gelir:
'
" . . . İngiliz işçilerine neyi öğütleyeceğiz? Gö
rüşüme göre onlar, » C İrlanda'nın İngiltere ile)
«birliğinin Repeah [kaldırılmasını] ( yani İr
landa'nın İngiltere'den ayrılmasını) , «kısacası
1783 'teki espriyi, yalnızca demokratikleştirilmiş
ve zamanın koşullarına uyarlanmış bir şekilde
Pronunziamento'lannın » [ mücadele programla
rının ı «bir maddesi yapmalıdırlar. Bu, İrlanda'
nın kurtuluşunun bir İngiliz partisinin progra
mına alınabilecekbiricikolan
meşru ve bu
yüzden de tek olanaklı biçimidir. İki ülke ara
sında, sırf kişisel bir birliğin devam edip ede
meyeceğini ilerde deneyim göstermelidir . . .
51
İrlandallların ihtiyacı olan şudur:
ı l Özyönetim ve İngiltere'den bağımsızlık;
2) Tarım devrimi . . . "
52
uzak n tır ki, yarım yüzyıl sonra bile gerçekleşme
yen İrlanda'nın ayrılması davasını savunmuştur.
Marx'ın bu siyaseti hangi nedenlere dayanır ve bu,
yanlış bir siyaset değil miydi?
Başlangıçta Marx, İrlanda'yı, ezilen ulusun ,
ulusal hareketinin değil, ezen ulus içindeki işçi ha
reketinin kurtaracağına inanmıştır. Marx, bütün
milliyetlerin tam kurtuluşunu ancak işçi sınıfının
zaferinin gerçekleştireceğini bildiği için, ulusal
hareketi mutlak birşey haline getirmedi. Ezilen
ulusların burjuva kurtuluş hareketiyle, ezen .ulus
içindeki proleter kurtuluş hareketi arasındaki ola,
naklı olan bütün karşılıklı ilişkileri önceden kes
tirrnek olanaksızdır (bugün Rusya'da ulusal 80'
runu bu kadar zor kılan problem budur) .
-J
53
mesi olası ise de» İrlanda'mn İngiltere'den ayrıl
masım savunuyor.
Marx'ın vardığı bu sonucun teorik öncüileri
neydi? İngiltere'de burjuva devrim çoktan tamam
lanmıştır. Ama henüz İrlanda'da bu devrim ta
mamlanmış değildir; yarım yüzyıl sonra, ancak
şimdi, İngiliz liberallerinin reformlarıyla tamam
lanmaktadır. Eğer İngiltere'de kapitalizm, Marx'
ın ilkten umduğu kadar çabuk devriimiş olsaydı,
İrlanda'da bir burjuva-demokratik, genel-ulusal
harekete yer olmazdı. Ama bu hareket bir kez or
taya çıktıktan sonra, Marx, İngiliz işçilerine onu
desteklemeyi, ona devrimci bir atılım vermeyi ve
�end� özgürlüklerinin çıkarı gereği sonuna kadar
götürmeyi öğütledi.
.
54
da'yı hem de İngiltere'yi :Yalnızca bu siyaset, geJ
rekli dönü§ümlerin yarım yüzyıl boyunca gecik
tirilmesinden ve bu dönü§ümlerin liberaller tara
fından, gericiler lehine çarpıtılmasından kurtaraJ
bilirdi.
55
lı makineleri çalıştıran yerli makinistlerin yete-
, nekleri ve ustalıkları, buna kesin bir kanıttır.
Hurdvar kömür bölgesindeki çeşitli buharlı maki
neleri çalıştıran yerliler ve başka durumlar için
de bu geçerlidir. Doğu Hindistan Şirketi'nin ön
yargılarından büyük çapta etkilenmiş olmasına
karşın, Bay Campbell'in kendisi de itiraf etmek
zorunda kalmıştır ki, «Hindistan halkının büyük
kütlesi büyük bir sınai enerjiye sahiptir, serma
ye birikimine çok yatkındır ve matematiksel dü
şünme gücü, zihin açıklığı ve pozitif bilimlerde
·
yetenek bakımından olağanüstüdür.ıı aKavrayışla
rııı , diyor Bay Campbell, ((mükemmeldirD . Demir
yolu sisteminden kaynaklanan modern sanayi, Hin
distan'daki kastların, Hint ilerlemesinin ve Hint
gücünün önünde duran bu kesin engellerin da
yandığı geleneksel işbölümünü çözüştürecektir.
İngiliz burj uvazisinin yapmak zorunda kala
cağı her şey, halk kütlesini ne kurtaracak, ne de
yalnızca üretici güçlerin gelişimine bağlı olmakla
kalmayıp, bunların halk tarafından mülk edinil
mesine de bağlı olan onun sosyal konumunu öz
sel olarak iyileştirecektir. Her halükarda yapaca
ğı şey ise, her ikisinin de maddi önkoşullarını ya
ratmak olacaktır. Zaten burjuvazi bundan fazla
sını hiç yapmış mıdır ki? O herhangi bir ilerle
meyi, bireyleri ve halkları kan ve çirkef içinde, se
falet ve aşağılanma içinde süründürmeden husu
le getirmiş midir ?
Hintliler, bizzat Büyük Şritanya'da halen ege
men olan sınıfların yerine sanayi proletaryası ge
çene dek, ·ya da Hintiiierin kendileri İngiliz bo
yunduruğunu tümüyle kıracak denli güçlenene
dek, kendi aralarına . İngiliz burjuvazisi tarafından
56
saçılmış olan yeni toplumun ögelerinin meyvele
rini toplayamayacaklardır.
(Karl Marx, Seçme Yazı lar, Cilt Il, «Hindistan'daki İngi
liz Egemenliğinin Gelecekteki Sonuç/am>, s. 678 vd., 1853.)
57
sine karşı - ya da mutlak gücüne ve hakim ge
rici etkisine karşı da denilebilir - mücadelede,
Polanya'nın bağımsızlığından yana idi. Bu tavrın
doğruluğu, en açık ve somut bir şekilde, 1849'da
Rus feodal ordusu Macaristan'daki ulusal-özgür
lükçü, devrimci-demokratik isyanı hastırdığı za·
man ortaya çıktı. Bu zamandan Marx'ın ölümüne,
hatta da.ha sonraya, Fransa ile bağlaşan çarlığın
emperyalist olmayan ve u�usal bakımdan bağımsız
Almanya'ya karşı gerici bir savaş vermesi tehlike
sinin varolduğu 1890'a dek, Engels, her şeyden ön
ce çarlığa karşı mücadeleden yanaydı. Bu neden
le, ve yalnızca bu nedenle Marx ve Engels, Çekie
rin ve Güney Slavların ulusal hareketine karşıydı
lar. Marx ve Engels'in 1848/1849 yıllarında yaz
ctıkiarına kısaca bir göz atmak, Marksizmle ger
çekten ciddi biçimde (yalnızca Marksizmi bir ya
na atmak amacıyla değil) ilgilenenlere, Marx ve
Engels'in o sırada, Avrupa'da ccRusya'nın ileri ka
rakolu» olarak hizmet eden ccbütünüyle gerici
halklar» la ccdevrimci halkların, yani Almanları,
Polonyalıları ve Macarları karşı karşıya koyduğu
nu kanıtıayacaktır. Bu olgudur. Ve bu olguya o
sırada kuşkusuz doğru bir şekilde işaret edilmişti :
1 848'de, başdüşmanları çarlık olan devrimci halk
lar özgürlük için savaşıyorlardı, Çekler vb. ise ger
çekten de gerici halklarctı; çarlığın ileri karakol
larıydı.
Eğer Marksizme bağlı kalmak istiyorsak, so
mut olarak çözümlememiz gereken bu somut ör
nek bize ne söylemektedir? Yalnızca şunu: 1 ) Av
rupa'nın . bazı büyük halklarının kurtulw�unun çı
karları, küçük ulusların kurtuluş hareketinin çı
karlarından daha yüksektir; 2) demokrasi talebi
58
yalıtılmış bir şekilde değil, Avrupa çapında - bu
gün dünya çapında denilmelidir - ele alınmalıdır.
Bundan başka birşey değil. Falanyalıların
unuttuğu, Marx'ın ise daima bağlı kaldığı temel
sosyalist ilkenin reddedilmesinin izi yoktur : baş
ka halkları ezen bir halk özgür olamaz. Çarlığın
uluslararası politikada ağırlıklı etkiye sahip oldu
ğu bir sırada Marx'ın karşı karşıya bulunduğu so
mut durum yeniden tekrarlansaydı, örneğin, (tıp
kı Avrupa'da 1848'de burjuva-demokratik devrimi
başlattıkları gibi) birkaç halkın sosyalist bir . dev
rime başlaması, öteki halkların ise, burjuva geri
ciliğinin ana dayanakları olarak hizmet etmesi bi
çiminde yeniden tekrarlansaydı, bu durumda biz
de bu sonunculara - onlar içinde hangi küçük
ulusal hareketler dağarsa dağsun - karşı, dev
rimci bir savaş lehinde, onları ccparçalamakıı le
hinde, onların bütün ileri karakollarını yıkmak
lehinde alacaktık. Sonuç olarak, Marx'ın taktiği
nin örneklerini reddetmemeli - bu, sözle Mark
sist olduğunu söylerken, fiilen ona karşı çıkmak
anlamına gelirdi -, bilakis bunların somut çö
zümlemesinden gelecek için paha biçilmez dersler
çıkarmalıyız. Kendi kaderini tayin hakkı dahil,
demokrasinin tek tek talepleri, mutlak şeyler de
ğil, tersine dünya demokratik (şimdi : sosyalist)
hareketinin bir parçacığıdır. Tek tek somut du
durumlarda, parçanın bütünle çelişınesi mümkün
dür, o zaman parça reddedilmelidir . . .
. . . 1848-1 871 döneminden 1898-1916 dönemine
somut durum ne şekilde değişmiştir? (Dönem ola
rak emperyalizmin, İspanyol-Amerikan emperya
list sayaşından, Avrupa emperyalist savaşına ka
dar en önemli kilometre taşlarını alıyorum.) Bi-
59
rinci olarak, uluslararası mali sermaye, özellikle de
Fransız mali sermayesinin desteğinden ve ikinci
olarak da 1905 Devrimi'nden dolayı çarlık, açıkça
ve tartışma götürmez bir şekilde gericiliğin ana
dayanağı olmaktan çıkmıştır. O sıralar büyük ulu
sal devletler sistemi - Avrupa demokrasileri -,
çarlığa karşın, dünyaya demokrasi ve sosyalizmi
müjdeliyorlardı. Marx ve Engels, emperyalizm dö
nemini görecek kadar yaşamadılar. Şimdi, her bi
risi öteki ulusları ezen bir avuç (sayı olarak 5 ya
da 6) emperyalist «büyük güç>> sistemi oluşmuş
tur; ve bu baskı, kapitalizmin çöküşünü yapay ola
rak geciktirmenin ve dünyaya hakim olan emper
yalist ulusların oportünizm ve sosyal-şövenizmini
yapay olarak desteklemenin araçlarından biridir.
O sıralar büyük ulusları özgürlüğe kavuşturan Ba
tı Avrupa demokrasisi, tek tek küçük ulusal hare
ketleri gerici amaçlar için kullanan ç·arlığa karşı
duruyordu. Şimdi ise, çarlık emperyalizminin ve
ileri kapitalist Avrupa emperyalizminin bir dizi
ulusu ortaklaşa ezmesi üzerinde temellenen itti
fakının karşısında, şövenist, ((sosyal-emperyalist»
ve devrimci proletarya olarak bölünmüş olan sos
yalist proletarya durmaktadır.
Somut olma vaadlerine rağmen, Polonyalı sos
yal-demokratların gözardı ettikleri durumdaki so
mut değişiklik budur ! Bir ve aynı sosyalist ilke
lerin uygulanmasındaki somut değişiklik de bu
radan çıkıyor : O sıralar her şeyden önemlisi ccçar
lığa karşı)) (ve onun demokratik olmayan amaçlar
için kullandığı küçük ulus hareketlerine karşı) ve
Batının büyük devrimci halklarından yana olmak
t.ı; bugün ise her şeyden önemlisi, emperyalist güç
lerin, emperyalist burjuvazinin ve sosyal-emper-.
60
yalistlerin kurulmuŞ birleşik cephesine karşı, ve
emperyalizme karşı tüm ulusal hareketlerden sos
yalistyalist devrimin çıkarları doğrultusunda ya
rarlanmaktan yana olmaktır. Tüm emperyalist
cepheye karşı proletarya�ın mücadelesi ne kadar
arı olursa, enternasyonalist ilke de besbelli ki o ka
dar daha güncel hale gelir: ((Başka halkları ezen
bir halk özgur olamaz.))
(Lenin, Tüm Eserler, cilt XIX, «Kendi Kaderini Tayin Üze
rine Tartışmanın Sonuçları», s. 317 vd., 1916.)
61 .
temel görevine uygun olarak, ulusal sorunda da,
soyut ve biçimsel ilkeleri önplana çıkarmamalı, bi
lakis : birincisi, somut tarihsel ve her şeyden önce
ekonomik durumun doğru bir değerlendirmesin
den ; ikincisi, ezilen sınıfların, emekçilerin, sömü
rülenlerin çıkarlarının, hakim sınıfın çıkarları de
mek olan ulusal çıkarlar genel kavramından ber
rak bir şekilde ayrıştırılmasından; üçüncüsü, fi
nans kapital ve emperyalizm çağına özgü, yerkü
re nüfusunun muazzam çoğunluğunun bir avuç en
zengin ileri kapitalist ülkeler azınlığı tarafından
sömürgesel ve mali köleleştirilmesinin üstünü ört
ıneye çalışan burjuva-demokratik yalan ve fasar
yalara karşıt olarak, ezilen, bağımlı ve hak eşit
liğine sahip olmayan uluslar ile, ezen, sömüren,
tam hak eşitliğine sahip uluslar arasında yapılan
aynı biçimde berrak bir ayrımdan yola çıkmalıdır.
3) 1914-1918 emperyalist savaşı, göklere çıka
rılan «Batı demokrasilerin nin Versailles Antlaşma
sı'nın, Alman junkerlerinin ve Kayzer'in Brest-Li
tovsk Anlaşması'ndan daha vahşi ve iğrenç bir şe
kilde zayıf ulusların ırzına geçilmesi olduğunu
pratikte gözler önüne sererek, burjuva-demokratik
lafızların sahteliğini tüm dünyanın bütün ulusla
rına ve ezilen sımflarına açıkça göstermiştir. Mil
letler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) ve Antant'ın
tüm savaş sonrası siyaseti, bu doğruyu daha açık
ve keskin bir biçimde ortaya koyuyqr, ve onlar böy
lece hem ileri ülkelerde proletaryanın , hem sö
mürge ve bağımlı ülkelerde emekçi yığınların dev
rimci savaşımını güçlendiriyor ve ulusların kapi
talizm altında barış ve · eşitlik içinde birarada ya
şayabileceği şeklindeki küçük-burjuva milli düşle
rin çöküşünü hızlandınyor.
62
4) Ortaya konulan bu temel önermelerden şu
sonuç çıkar ki, Komünist Enternasyonal'in ulusal
soruna ve sömürge sorununa ilişkin tüm siyaseti,
bütün ulusların ve bütün ülkelerin proleterlerinin
ve emekçi yığınlarının, toprak sahipleri ile bur�
vaziyi devirmeyi amaçlayan ortak devrimci bir sa�
vaşım için karşılıklı yakınlaştırılmalarından yola
çıkmalıdır. Çünkü yalnızca böyle bir yakınlaş
ma, kapitalizm üzerinde zaferi sağlar, bu olma
dan, ulusal baskımn ve hak eşitsizliğinin ortadan
kaldırılması olanaksızdır.
5) Dünyamn siyasal durumu, şimdi proletar
ya diktatörlüğünü gündeme getirmiştir ve dünya
siyasetinin tüm olayları zorunlu olarak bir tek
noktada, dünya burjuvazisinin Rus Sovyet Cum
huriyeti'ne karşı savaşımında yoğunlaşmaktadır.
Çünkü o, bir yandan bütün ülkelerdeki ileri iş
çilerin Sovyet hareketini, bir �ndari da, kurtu
luşun dünya emperyalizmi karşısında Sovyet sis
teminin zafer kazanmasına bağlı olduğuna acı de
neyimlerle kanaat getiren sömürgelerin ve ezilen
halkların ulusal kurtuluş hareketlerini, kaçınılmaz
olarak çevresinde topluyor.
6) Dolayısıyla bugün artık, çeşitli ulusların
emekçilerinin karşılıklı yakınlaştırılmasını salt
sözle tammak ya da ilan etmekle yetinilemez, bi
lakis bütün ulusal ve sömürgesel kurtuluş hare
ketlerinin Sovyet Rusya ile en sıkı ittifakını ger
çekleştirecek bir siyaset izlenmelidir, ve bu itti
fakın biçimleri, her ülke proJetaryası içinde ko
münist hareketin gelişme düzeyi, ya da geri kal
mış ülkeler veya geri kalmış milliyetlerin işçi ve
köylüleri:r;ı.in burjuva-demçıkratik kurtuluş hareke
tinin gelişme düzeyine göre kararlaştırılmalıdır.
63
7J Federasyon, çeşitli ulusların emekçilerinin tam
birliğine geçiş biçimidir. Federasyon, amaca uygun
luğunu pratikte gerek RSFSC ile öteki Sovyet Cum�
huriyetleri (geçmişte Macar, Fin ve Letonya; şimdi
Azerbaycan ve Ukrayna) ile ilişkilerde, gerek daha
önce ne devlet, ne de özerk olan RSFSC içindeki
milliyetler (yani RSFSC içinde 1919'da k,urulan özerk
Başkı'r C umhuriye ti ile 1920'de kurulan özerk Tatar
Cumhuriyetil açısından gösterm.iştir.
BJ Bu bakımdan, Komünist Enternasyonal' e dü
şen görev, Sovyet sistemi ve Sovyet hareketi temeli
üzerinde yükselen bu yeni federasyonları daha ge
liştirme.k, incelemek ve pratikte denemektir. Eğer
Federasyon tam birliğe geçiş biçimi ?larak görü lü
yorsa, gittikçe daha sıkı bir federal ittifak hedeflen
meli ve şunlar göz önünde bulundurulmalıdır: birin
cisi, Sovyet Cumhuriyetlerirı:in sımsıkı bir ittifakı ol
madan, onların kendi varlıklarını korumaları im
kansızdır, çünkü onlar askeri olarak kendilerinden
ölçülemez derecede daha . güçlü -tüm dünyanın em
peryalist güçleriyle çevrilidirle.r; ikincisi, Sovyet
Cumhuriyetleri arasında sıkı bir iktisadi ittifak ge
reklidir, çünkü aksi taktirde emperyalizmin harap
ettiği üretici güçler ihya edilemez ve emekçi halkın
refahını güven altına almak mümkün değildir; üçün
cüsü, bütün ulusların proletaryası tarafından ortak
bir plana göre düzenlenen bir bütün olarak yekpa
re bir dünya ekonomisi yaratma eğilimi, daha kapi
talizm altında kendisini oldukça açıklıkla ortaya koy
muş olan bu eğili.m, sosyalizm altında mutıa.ka daha
da geliştirilmeli ve mükemmelleştirilmeye doğru gö-
türülmeıtdir.
9) Devlet içi ilişkiler alanında Komünist Enter
nasyonal'in . ulusal siyaseti, ulusal . eşitliği, yalınkat,
biçimsel, salt bildirisel nitelikte ve p ratikte herhan
gi bir yükümlülük altına sakimayan bir şe.kilde ta
nunakla yetinemez. Burjuva demokratlan - y ani
64
böyle olduğunu içtenlikle itiraf edenler olsun, II. En
ternasyonal sosyalistleri gibi kendilerini sosya.list
adıyla maskeleyenler olsun, fark etmez -ulusal eşit
liği böylesi bir tanımayla yetinmişlerdi.
Komünist partileri bütün propaganda ve ajitas
yonlarında - hem parlamento kürsüsünde, hem par
lamento dışmda - bütün kapitalist ülkelerde, «de
mokratik, anayasalarına rağmen, ulusların hak eşit
liğine ve ulusal azınlıkların güven altına alınmış
haklarına yönelik ihlalleri sürekli olarak gözler önü
ne sermekle kalmamalıdırlar. Bunun yanısıra, önce
proleterleri sonra da tüm emekçi nüfusu burjuvazi
ye karşı savaşımda birleştirerek, ulus ların gerçek
eşitliğini güven altına alabilecek tek sistemin Sovyet
sistemi olduğu konusunda sürekli bir aydınlatma ya
pılmalıdır; ikinci olarak, komünist partileri, bağımlı
ve -hak eşitliğine sahi!p · olmayan uluslardaki (örne
ğin İrlanda, Amerikalı zenciler v,b.J ve sömürgeler
deki devrimci hareketleri doğrudan desteklemelidir
ler.
Bu sonuncu, özellikle önemli önkoşul olmaksı
zın, bağımlı u lusların ve sömürgelerin ezilmesine
karşı savaşım, hem onların devlet olarak ayrılma
hakkının tanınması, II. Enternasyonal partilerinde
gördüğümüz gibi, sahte birer tabeZa olmaktan öteye
geçe.mez.
10) Söze gelince enternasyonalizmin kabul edil
mesi, ama eylemde, tüm propaganda, ajitasyon ve
pratik çalışmada onun yerine küçük-burjuva mil
liyetçiliği ve pasifizminin geçirilmesi, yalnızca II.
Enternasyonal partileri arasında değil, ama bu En
ternasyonal'den çekilen partiler arasında ve hatta
şimdi kendilerine komünist adını veren partilerde
bile çok yaygın olan kanıksanmış bir görüngüdür.
Bu musibete, kökleri çok derinlere dalmış olan kü
çük-burjuva-milli önyargılara karşı savaşım, pro-
65
letarya diktatörlüğünü ulusal bir diktatörlükten
(yani bir ülkede varolan ve dünya siyasetini be
lirleme gücünden yoksun bir diktatörlükten) ulus
lararası bir diktatörlüğe (yani hiç değilse birkaç
ileri ülkeyi içine alan ve tüm dünya siyaseti üze
rinde belirleyici bir etkisi alabilecek bir diktatör
lüğe) dönüştürme görevinin daha güncel hale gel
mesiyle bir o kadar önplana çıkmaktadır. Küçük
burjuva milliyetçiliği, ulusların hak eşitliğini salt
tanımanın enternasyonalizm olduğunu ileri sür
mekte, ve (bu tanımanın sadece dil ucuyla tanı
ma olduğunu bir yana bırakırsak) milli egoizmi
dokunmadan bırakmaktadır, oysa proleter enter
nasyonalizmi: birincisi, herhangi bir ülkedeki pro
leter savaşımın çıkarlarının, dünya ölçüsündeki
savaşımın çıkarlarına tabi olmasını; ikincisi, bur
juvazi üzerinde zafer sağlayan ulusun, uluslarara
sı sermayeyi devirmek için en büyük ulusal özve
rileri yapmaya yetenekli ve hazır olmasını talep
eder.
Böylece, proletaryanın gerçekten öncüsünü
oluşturan işçi partilerinin varolduğu tamamen ka
pitalist devletlerde enternasyonalizm kavramının
ve siyasetinin oportünist ve küçük-burjuva pasifist
çarpıtmalarına karşı savaşım, ilk ve en önemli gö
revdir.
(Lenin, Tüm Eser/er, cilt XXV, «Ulusal ve Sömürgesel So
run Ozerine Tezlerin İlk Taslağı, s. 350 vd., 1920.)
66
n -lJLUSAL VE SÖİ\.iÜRGE SORUNU VE
§OSYALİ ST DÜNYA DEVRİMİ (ULUSAL VE
SÖMÜRGE SORUNUNDA
BOLŞEVİZMİN PROGRAMI)
67
kaçınılmaz olarak, dünya kapitalizminin bunalımı- '
na yol açacaktır;
e) gelişmiş ülkelerdeki proletarya hareketinin
ve sömürgelerdeki ulusal kurtuluş hareketinin çı
karları, devrimci hareketin bu iki türünü.'1 ortak
düşmana karşı, emperyalizme karşı bir ortak cep
hede birleşmesini ger.ektirmektedir;
f) ortak devrimci bir cephe oluşturulup sağ
lamlaştırılmadan, gelişmiş ülkelerde işçi sımfının
zaferi ve ezilen halkların emperyalizmin boyundu
ruğundan kurtuluşu olanaksızdır;
g) ortak devrimci bir cephenin oluşturulması,
ezilen halkların «anavatanıı emperyalizmine karşı
kurtuluş mücadelesi ; ezen ulusun proJetaryası ta
rafından d Ô ğrudan ve kararlılıkla desteklenmeksi
zin olanaksızdır, çünkü <<başka halkları ezen bir
halk özgür olamazıı (Engels) ;
h) bu destek, ulusların ayrılma hakkı, bağım
sız devlet olarak var olma hakkı şiarımn . yüce tu- ·
tulması, savunulması ve gerçekleştirilmesi demek
tir;
i) bu şiar gerçekleştirilmeksizin, ulusların, tüm
dünyada sosyalizmin zaferinin maddi temelini oluş
turan yekpare dünya pazarı içinde birleşmelerini
ve işbirliğini sağlamak olanaksızdır;
j ) bu birlik, halkların karşılıklı güveni ve kar
deşçe ilişkileri temelinde oluşan yalnızca özgür bir
birlik olabilir.
Buradan, ulusal sorunda iki yan, iki · eğilim
ortaya çıkar : emperyalist zincirlerden siyasi kur
tuluş ve bağımsız ulusal devlet kurma eğilimi -bu,
emper;alist baskı ve sömürge sömürüsü temelinde
ortaya çıkan bir eğilimdir; ve ulusların iktisacten
birbirlerine yaklaşınaları eğilimi- bu, dünya pa-
'68
zarının ve dünya iktisadının oluşmasından ortaya
çıkan bir eğilimdir.
69
list <(butünııden ayrılmasından, onların bağımsız
devletlere dönüşmesinden geçtiğini bilir.
Egemen ulusların (İngiltere, Fransa, Ameri
ka, İtalya, Japonya vb. ) kendi emperyalist hü
k.ümetlerine kaqı mücadele etmek istemeyen ;
<(kendiıı sömürgelerinin ezilen halklarının baskı
dan kurtulma, devlet olarak ayrılma mücadelesini
desteklemek istemeyen <<sosyalistlerinin}) büyük
güç şovenizmine karşı inatçı, sürekli ve kararlı
mücadele zorunluluğu bundan ötürüdür.
Bu mücadele olmaksızın, egemen ulusların iş
çi sınıfını hakiki enternasyonalizm ruhuyla, ba
ğımlı ülkelerin ve sömürgelerin emekçi kitlelerine
yakınlaşma ruhuyla, proletarya devrimine gerçek
ten hazırlanma ruhuyla eğitmek düşünülemez.
Eğer Rus proletaryası, eski Rus imparatorluğunun
ezilen halklarının sempatisine ve desteğille sahip
olmasaydı, Rusya'da devrim zafere ulaşmazdı ve
Kolçak ve Denikin yenilmezdi. Ama bu halklatın
sempati ve desteğini kazanmak için o, her şeyden
önce, Rus emperyalizminin zincirlerini parçalamak
ve bu halkları ulusal baskıdan kurtarmak zorun
daydı.
Aksi taktirde, sovyet iktidarmı sağlamlaştır
mak, hakiki enternasyonalizmi sağlamak ve Sov
yet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adını taşıyan
ve halkların yekpare bir dünya iktisadındaki ge
lecekteki birliğinin yaşayan örneği olan, halkların
işbirliğinin büyük örgütünü yaratmak olanaksız
olurdu.
Kendi ulusal dar görüşlülüklerini aşmak iste
meyen ve kendi ülkesinin kurtuluş hareketi ile ege
men ülkelerin proletaryş, hareketi arasındaki ba
ğıntıyı kavramayan ezilen ülkelerin sosyalistleri-
70
nin ulusal içe kapanıklığına, dar görüşlülüğüne ve
yalıtıklığına karşı mücadele zorunluluğu bundan
ötürüdür.
Bu mücadele olmaksızın, ezilen ulusların pro
letaryasının bağımsız bir siyaset izieyebilmesi ve
ortak düşmanın devrilmesi için mücadelede, em
peryalizmin devrilmesi için mücadelede egemen
ülkelerin proletaryasıyla sımf dayanışmasını ger
çekleştirebilmesi düşünülemezdi.
Bu mücadele olmaksızın, enternasyonalizm
olanaksız olurdu.
Egemen ulusların ve ezilen ulusların emekçi
kitlelerini devrimci enternasyonalizm ruhunda
eğitmenin yolu budur.
İşçilerin enternasyonalizm ruhunda eğitilme
sine ilişkin komünizmin ikili görevi hakkında Le
nin şunları söylüyor:
71
'kaynaşmaktan' yanadır, Wilhelm II, Belçika ile
'kaynaşmaktan' yanadır vs.-, böylesi bir sos
yal-demokrat teoride gülünç bir doktriner, pra
tikte ise emperyalizmin · bir suç ortağı olur.
72
görülecektir. " (Bkz. 4. baskı, cilt 22 , s . 330-332,
Rusça.)
73
özgürlüğü olmadan birleşme özgür olarak ni
telenemez) .
. . . Biz, Rus . . . halkının cumhuriyetinin di
ğer ulusları kendine c ezbetmesini istiyoruz.
Ama neyle? Şiddetle değil, tam tersine yalnız
ca özgürce anlaşma ile� Yoksa tüm ülkelerin
işçilerinin birliği ve kardeşçe ittifakı yaralanır.
Burjuva demokratlarından farklı olarak bizim
şiarımız tüm ulusların kardeşliği değil, bilakis
tüm milliyetlerin işçilerinin kardeşliğidir, çün
kü bizim tüm ülkelerin burjuvazisine güveni
miz yok, biz onları düşman olarak görüyoruz.
(Lenin, Tüm Eserler, cilt XXI, s. 403 vd.)
74
artar. Kendi kaderini tayin hakkının* tamnması,
federasyon ilkesinin tanınmasıyla aym anlama gel
mez. Bir kimse bu ilkeye kesin olarak karşı olup,
demokratik merkeziyetçilik yanlısı olabilir, ama
tam demokratik merkeziyetçiliğe varan biricik yoJ
olarak, yine de, federasyonu, ulusal hak eşitsizli
ğine yeğ tutabilir.
İşte tam da bu bakış açısıyladır ki, merkezi
yetçi Marx, İrlanda ile İngiltere'nin federasyonu
nu, İrlanda'mn İngilizler tarafındaı-l zorla boyun
duruk altında tutulmasına yeğ tutmuştur.
Sosyalizmin amacı yalmzca küçük devletlere
[bölünmenin -ÇN] ve ulusların her türlü tecri
dinin kaldırılması değil, sadece ulusların yakınlaş
tırılması değil, aym zamanda onların kaynaştırıl
masıdır da. Ve tam da bu amaca ulaşmak için biz,
bir yandan kitleleri, Renner ve Otto Bauer'in fik
rinin ( «ulusal-kültürel özerklikıı denilen şey) ge
rici karakteri konusunda aydınlatırken, öte yan
dan, ezilen ulusların kurtuluşunu, genel boş söz
lerle, içi boş lafebelikleriyle, sosyalizmle avutarak
değil, bilaki.s berrak ve tam bir şekilde formüle
edilmiş siyasi . bir programda, hem de ezen ulus
ların sosyalistlerinin ikiyüzlülüğü ve korkaklığı
üzerinde özellikle durarak talep etmeliyiz. Nasıl ki
insanlık, sınıfların ortadan kalkmasına ancak ezi
len sımfın diktatörlüğünün geçiş dönemiyle ulaşa
bilirse, ulusların kaçınılmaz kaynaşmasına da an
cak tam kurtuluşun, yani tüm ezilen ulusların ay
rılma özgürlüğünün geçiş dönemiyle varabilir . . .
75
Sosyalist devrim pek yakin bir gelecekte baş
layabilir. Bu taktirde proletaryanın acil görevi: ik
tidarı ele geçirmek, bankaları mülksüzleştirmek ve
diğer diktatörlük önlemleri olacaktır. Burjuvazi
- ve özellikle Fabiancılar ve Kautskyciler tipin
den aydınlar - böyle bir anda, devrimi, ona, sı
nırlı demokratik hedefler yükleyerek bölmeye ve
frenlemeye çalışacaklardır. Burjuva iktidarının te
mellerine karşı proleterlerin saldırısının daha baş
langıcında, tüm saf demokratik talepler belli bir
anlamda devrimin · yolu üzerinde [engeller -ÇN]
durumunda ise, tüm ezilen halklara özgürlük (ya
ni kendi kaderini tayin hakkı) tanımak ve bunu
gerçekleştirmek, burjuva-demokratik devrimin za
feri için, örneğin 1848'de Almanya'da ya da 1905'
te Rusya'da ne kadar aktüel bir sorun idiyse, sos
yalist devrim için de öyle olacaktır.
·
76
lanmayan Almanya sosyalistleri ; Finlandiya, Po
lanya, Ukrayna vb.nin ayrılma özgürlüğünü talep
etmeyen Rusya sosyalistleri - bütün bu tür sos
yalistler, kana ve pisliğe bulanmış iğrenç emper
yalist krallıkların ve emperyalist burj uvazinin
uşakları olarak hareket etmektedirler. ,
(Lenin, Tüm Eserler, cilt XIX, «Sosyalist Devrim ve Ulus
ların Kendi Kaderini Tayin Hakkı>>, s. 43 vd., s. 51 vd., 1916.)
77
dan S(]>nra daha büyü.k olacağı şekilde budamış olan
Büyük Rus aşırı gerici milliyetçiliği karşısında, ay
rılma hakkından yanayız ! !
Kendi kaderini tayin hakkı, bizim genel mer
'
keziyetçilik öncünerimizden bir istisnadır. Bu is
tisna, Büyük Rus aşırı gerici milliyetçiliği göz
önünde tutulduğunda mutlaka zorunludur, ve bu
istisnadan en küçük vazgeçme oportünizmdir (Ro
sa Luxemburg'da olduğu gibi) , Büyük Rus aşırı
gerici milliyetçiliğine yaranmak için aptalca bir
oyundur. Ama istisna geniş anlamda yorumlanma
malıd1r. Burada söz konusu olan, ayrılma hakkın
dan başka hiçbir şey, ama hiçbir şey değildir ve
öyle olmalıdır.
(Lenin. Tüm Eserler, cilt XVII, S. G. Şaıımyan'a Mektup,
�- 105 vd. , 1913.)
İlhak kavramı genellikle şunları içerir: 1) Zor
kavramı (zor la katma) ; 2 ) başka bir ulus tara
fından ezilme kavramı ( <<yabancııı toprakların ka
tılması vb.) , ve - bazen 3) statükonun bozul
-
78
masına karşı)) olmak, (biz, tezlerimizin IV. kesi
ıninde aynı fikrin bu biraz değişik ifadesini özel
likle kullandık , ve Polonyalı yoldaşlar, § I, 4'ün
başında, bize tam açıklıkla yanıt vererek, «ezilen
ulusların ilhakçı devletin sınırları içinde zorla tu
tulmasına karşı olduklarınııı belirttiler) ulusların
kendi kaderini tayin hakkından yana olmakla ayın
şeydir.
Sözcükler üzerine kavga etmek istemiyoruz.
Eğer programında (ya da herkesi bağlayan "bir ka
rarında - önemli olan biçim d�ğildir) ilhaka* .kar
şı olduğunu, ezilen ulusların kendi devletinin sı
nırları içinde zorla tutulmasına karşı olduğunu ilan
etmeye hazır bir parti varsa, biz bu parti ile ilke
sel olarak tam bir fikirbirliği içinde olduğumuzu
söylemeye hazırız. «Ulusların kendi kaderini tayin
hakkııı deyimine sarılmak, anlamsız olurdu. Ve
eğer bizim Partimizde, Parti Programının § 9'unun
kelimelerini, formülasyonunu bu zihniyetle değiş
tirmek isteyen kimseler varsa, biz böylesi yoldaş
lada görÜş ayrılığını bir ilke ayrılığı saymayız !
Burada önemli olan tek şey sloganlarımızın si
yasal berraklığı ve teorik bakımdan olgunluğudur.
Bu sorundaki sözlü tartışmalar sırasında (ve
sorunun özellikle şimdi, savaş koşulları içindeki
önemini kimse yadsımamaktadır) şu argüman ile
ri sürüldü (buna basında rastıamadık) : Belirli bir
kötülüğü protesto etmek, bu kötülüğü dıştalayan
olumlu bir kavramın tanındığı anlamına mutlaka
gelmez. Bu argümanın iler-tutar yanı olmadığı
açıktır, ve herhalde bundan ötürüdür ki, basında
79
hiçbir yerde yinelenmedi. Eğer bir sosyalist parti,
«ezilen bir ulusun, ilhak eden devletin sınırları
içinde zorla tutulmasına karşıı> olduğunu ilan edi
yorsa, bu parti bununla kendisini, iktidara gelir
gelmez zorla tutmaktan feragat etmekle yüküm
lendirmektedir.
Kuşkusuz, eğer yarın Hindenburg Rusya'ya
karşı bir yarı-zafer elde ederse ve bu yarı-zaferin
ifadesi olarak (İngiltere'nin ve Fransa'nın, çarlığı
bir ölçüde zayıf düşürme arzusuyla bağlantı için
de) yeni bir Polanya devleti ortaya çıkarsa - ki
bu, kapitalizmin ve emperyalizmin iktisadi yasa
ları bakımından pekala <<gerçekleştirilebilir>> bir
ş�ydir -, ve sonra ertesi gün Petrograd, Berlin ve
Varşova'da sosyalist devrim muzaffer olursa, Po
lanya sosyalist hükümeti de, Rus ve Alinan sosya
list hükümetleri gibi, örneğin Ukraynallların «Po
lanya devletinin sınırları içinde» «zorla tutulrrıa
sv>ndan feragat edecektir. Ve eğer, <<Gazeta Robot
niczaı> nın yazı kurulu üyeleri bu hükümete katıl
mış bulunurlarsa, kuşkusuz onlar, «tezlerinden»
vazgeçecekler ve böylelikle «ulusların kendi kade
rini tayin hakkının sosyalist topluma uygulanama
yacağvı yolundaki <<teorinlerini çürüteceklerdir.
Eğer biz başka bir görüşte olsa idik, gündemimize
Polonyalı sosyal-demokratlada yoldaşça tartışma
diye birşeyi değil, şovenler olarak onlara karşı
amansız mücadeleyi koyardık.
Varsayalım ki ben, herhangi bir Avrupa ken
tinde sokağa çıkarak, kendime bir köle satın al
mama izin verilmediği için alenen <<protestoda»
bulundum ve bunu basında da protesto ettim. Hiç
kuşkusuz herkes, beni bir köle sahibi, kölecilik il
kesinin ya da sisteminin bir savunucusu saymakta
80
haklı olurdu. Benim köleciliğe olan sempatilerimin
olumlu bir biçimde ( <<ben kölecilikten yanayımıı )
değil de, olumsuz bir protesto biçimine bürünmüş
olması :- buna hiç kimse aldanmazdı. Bir siyasal
«protesto)), bir siyasal programla tamamen aym
anlama gelir ; bu o kadar açık birşeydir ki, bunu
anlatmak zorunda kalmak, insanı rahatsız ediyor.
Her halükarda biz, hiç değilse Zimmerwald solun
da - Zimmerwald grubundan bir bütün olarak
söz etmiyoruz, çünkü Martov ve öteki Kautskyci
ler de bu gruptadırlar -, bir siyasal protestoyu si
yasal programdan ayıracak, birini ötekinin karşıtı
gibi gösterecek vb. kimselere III. Enternasyonal'de
yer olmayacaktır dediğimizde, herhangi bir «pro
testo)) ile karşılaşmayacağımıza kesin olarak ina
myoruz.
(Lenin, Tüm Eserler, cilt XIX, «Kendi Kaderini Tayin
Üzerine Tartışmanın Sonuçları», s. 304 vd., 1916.)
81
Rusya «normalıı , «anayasal» bir yaşama va
ramamış, siyasi krizin henüz çözülmemiş olduğu
bir geçiş dönemi içinde yaşamaktadır. Önümüzde
fırtınalı ve «karışıkıı günler bulunuyor. Bugünkü
ve gelecekteki hareketin kendisine hedef olarak
[Rusya'yı -ÇN] tamamen demokratikleştirmeyi
koyması bundandır.
82
rın kendi kaderlerini tayin hakkı kaçımlmaz bir
noktadır.
83
O halde uhısal özerklik sorunun çözümü de
ğildir.
Peki ama çıkar yol nerededir?
84
te birleştirmek öneriliyor. Fakat azınlıkların yapay
biriikiere değil, yaşadıkları yerlerde gerçek pakla
ra ihtiyaçları var. Tam bir demokratikleşme ol
maksızın böyle birlikler onlara ne verebilir? Ya da
tam demokratikleşme durumunda özel ulusal bir
Iikiere ne gerek vardır?
85
haklannın güvencesi, ancak ve yalnız bu yolla
mümkündür.
86
olarak birleşik ve yekpare kollektiflerde toplanma
sı, bu kollektiflerin yekpare bir partide birleştiril
mesi - görev budur.
87
lık duygularımn okuludur, enternasyonalizm ya
rarına en güçlü ajitasyondur.
* I. Strasser, a.g.e.
88
ıanmıştır. «Bundıı , Stockholm uzlaşmasını akarne
te uğratmu�tır. Hemen Stockholm kongresinin er
tesinde «Bund n , tek tek bölgelerin işçilerini yek
pare, bütün milliyetlerin işçilerini kapsayan bir ör
güt içinde birleştirme çalışmasına köstek olmuş
tur. Ve «Bundn ; Rusya Sosyal-Demokrasisi hem
1907'de hem de 1908'de bütün milliyetlerden işçi
lerin tabandaki birliğinin nihayet gerçekleştirilme
si talebini ileri sürmesine rağmen, ayrılıkçı takti
ğini inatla sürdürmüştür. · Örgütsel ulusal özerklik
ile başlamış olan «Bundıı , tam kopuşa, ayrılıkçılı
ğa varmak için pratikte federasyona geçmiştir.
Rusya Sosyal-Demokrasisinden koparken, onun içi
ne parçalanmışlık ve örgütsüzlük taşımıştır. Ör
neğin, Jagiello olayım hatırlamak yeter.
Bu nedenle «uzlaşmaıı volundan ütopik ve za
rarlı bir yol olarak vazgeçilmek zcırundadır.
İki şeyden biri: Ya <<Bundıı un federalizmi - ki
o zaman Rusya Sosyal-Demokrasisi işçilerin milli
yetlere . göre <<ayrılmasın ilkeleri üzerine yeniden
kur-ulur; ya da enternasyonal örgüt · tipi - ki o
zaman <<Bundıı bölgesel özerklik ilkelerine göre,
Kafkasya, . Letonya, Polonya Sosyal-Demokrasileri
nin örneğine göre kendisini yeniden örgütler ve
Yahudi işçilerin Rusya'mn diğer milliyetlerinden
işçileri ile doğrudan birleşmesinin yolunu açar.
İkisinin ortası yoktur : ilkeler galip gelirler, fa
kat «Uzlaştırılmazlarıı .
Demek ki, ulusal sorunun çözümünde kaçıml
maz nokta olarak işçilerin enternasyonal birlik il
kesi.
89
3 - Ulusal Sorunda Sosyal-Şovenizme Ve
Merkezciliğe Karşı Leninist Program Uğrunda
Partinin Mücadelesi
90
lığı)) talep etmenin (<çok fazla)) ( ((Neue Zeitn. , 33,
II, s. 77, 1 6 Nisan 1 9 1 5) şey isternek olacağım söy
leyerek demokratik ilkeyi bile açıkça tahrif etmek
tedir. ((Ulusal özerklikı> , bakın hele, yeter de ar
tar bile ! ! Kautsky, emperyalist burjuvazinin tar
tışılmasına izin vermediği tam da en önemli sorun
dan, yani ulusların ezilmesi üzerinde yükselen dev
let sırurları sorunundan kaçınıyor; burjuvaziyi hoş
nut edebilmek için, en önemli şeyi programdan
atıyor. Proletarya, yasallığın çerçevesi içinde kaldı
ğı ve devlet sımdan sorununda burjuvaziye ((ses
sizce)) baş eğdiği sürece, burjuvazi her türlü ((ulus
ların hak eşitliğiıı , her türlü ((ulusal özerklikıı sözü
vermeye hazırdır ! Kautsky, sosyal-demokrasinin
ulusal programım devrimci değil, reformcu formü
le etmiştir.
Parabellum yoldaşın ulusal programını, ya da
daha doğrusu, onun ((biz ilhaklara karşıyızıı yollu
güvencelerini parti yönetim kurulu, Kautsky,Ple
hanov ve şürekası yürekten desteklemektedir, çün
kü bu program, egemen sosyal-yurtseverleri teşhir
etmemektedir. Bu programı burjuva pasifistleri de
onaylayabilir. Parabellum yoldaşın mükemmel ge
nel programı ( ((kapitalizme karşı devrimci yığın sa
vaşımııı ) - tıpkı altmışlarda Proudhoncuların yap
tığı gibi - o programla uyum içinde, onun ruhu
,
91
gürlüğünden yana propaganda yapmayan bir ezen
ulus sosyalistinin, bir sosyalist ve bir enternasyo
nalist değil, bilakis bir §Ovenist olduğunu ilan et
mediğimiz sürece, edihaklara karşı savaşımıı ımız
anlamsız kalacak ve sosyal-yurtseverler için tehli
kesiz bir savaşım olacaktır. Hükümet yasaklarına
rağmen, yani özgür, ya:ı;;ı.i illegal basında böyle bir
propaganda yapmayan bir ezen ulus sosyalisti,
ulusların hak eşitliğinin ikiyüzlü savunucusundan
başka birşey değildir;:..
(Lenin. Cilt XVIII. «Devrimci Proletarya v e Ulusların Ken
di Kaderini Tayin Hakkı», s. 430 vd., 1915 .)
*
Redaksiyonun notu. «Kendi Kaderini Tayin Üzerine Tar
tışmanın Sonuçları>mda Lenin bu düşünceyi geliştirerek şöyle
yazar:
92
B. «Ulusal-Kültürel Özerklik» Şiannın
Burjuva-Milliyetçi Özünün Teşhiri
93
ulusal kültürden salt onun demokratik ve sosya
list unsurlarım almakta; ve sadece istisnasız bur
juva kültüre, her ulusun burjuva milliyetçiliğine
karşı karşıt olarak yalmzca bunu almaktayız. Hiç
bir demokrat, hele hele hiçbir Marksist, dillerin
eşitliğini ve kendi dilinde «kendiıı burjuvazisine
karşı polemik yürütmenin, «kendiıı köylülüğü ve
«kendiıı küçük-burjuvaları arasında anti-dinci ve
anti-burjuva düşünceler propaganda etmenin ge
rekliliğini yadsımaz - bu kendiliğinden anlaşılır
dır, ama Bundcu bu reddedilmez doğrularla, tar
tışma konusu olam, yani sorunun gerçekten ner
de yattığını saklamaktadır.
94
o tüm ulusların işçilerini birleştirmeli ve hem «ken
din hem de yabancı burjuva milliyetçiliğine karşı
sabırlı bir mücadele yürütmelidir. Her kim ki ulu
sal kültür şiarını koruyorsa, o Marksistlerden de
ğil, milliyetçi küçük-burjuvalardandır .
95
Şimdi de programın kendisinden ,onun özün
den söz edelim.
96
Brünn Kongresi'nde · ( 1899) kabul edilen progra
mın metni.*
Program, <<ulusal çatışmaların Ayusturya'nın
siyasi ilerlemesini . . . felce uğrattığının, ((milliyetler
sorununun nihayet çözüme bağlanmasının . . . her
şeyden önce bir kültürel zorunluluk olduğunuıı,
((ve bu sorunun çözümünün, ancak genel, eşit ve
dolaysız seçim hakkı temelinde, gerçekten demok
ratik bir ortamda mümkün olduğunuıı açıkladık
tan sonra şöyle devam eder :
«Bütün Avusturya halklannın ulusal ooel
liklerinin** korunması ve geliştirilmesi, ancak
eşit haklar ve her türlü baskıdan kaçınılması
temelinde mümkündür. Bunun için her şeyden
önce, her türlü bürokratik devlet merkeziyet-
97
sama ve yönetimi genel, eşit ve dolaysız seçim
hakkı temelinde seçilen ulusal meclisler tara
fından yerine getirilir.
3 - Bir ve aynı ulusu meydana getiren
bütün özyönetim bölgeleri, kendi ulusal mese
lelerinde tamamen özerk olan bir ulusal birlik
oluşturur.
4 - Ulusal azınlıkların hakkı, imparator
luk parlamentosu tarafından çıkanlacak özel
bir yasa ile korunacaktır. "
98
Avusturya Sosyal-Demokrasisinin propaganda
sını yaptığı ulusal-kültürel özerkliği nasıl gerekçe
lendirdiğini görelim.
Ulusal-kültürel özerkliğin teorisyenleri Sprin
ger ve Bauer'e başvuralım.
Ulusal özerkliğin çıkış noktasım, ulusun, be
lirli bir topraktan bağımsız olan bir bireyler top
luluğu olduğu anlayışı oluşturur.
99
nınarı kapsayacak bir ulusal birlikte örgütlemek
tir. Onlara göre, ulusal azınlıkların kültürel çıkar
larını ancak bu tür bir birlik koruyabilir, ancak
böyle bir birlik ulusal kavgaya bir son verebilir.
1 00
açıklaması temelinde ulusal kadastrolar oluş
turulmalıdır.*
Devam.
101
Tüm bu söylenenlerin yalnızca Avusturya ile
ilgili olduğu düşünülebilir. Ancak Bauer bunu ka�
bul etmiyor. O kesinlikle, ulusal özerkliğin Avus
turya gibi birçok milliyetlerden oluşmuş diğer dev
letler için de kaçınılmaz olduğunu iddia ediyor.
1 02
renkli bir tablosunu arzedeceğini>ı * bildiğini sanır
ve şu sonuca varır : <<Sosyalist milliyet ilkesi, mil
liyetler ilkesinin ve ulusal özerkliğin daha üst bir
birliğidir.»*;(•
Yeter samrım . . .
Bauer ve Springer yapıtlarında, ulusal-kültü
rel özerkliği böyle gerekçelendiriyorlar.
öncelikle dikkati çeken şey, bütünüyle anla
şılmaz olan ve hiç bir şey tarafından haklı çıka
rılmayan, ulusal özerkliğin ulusların kendi kade
rini tayini yerine konmasıdır. İki şeyden biri : Ba
uer ya ulusların kendi kaderlerini tayinini kavra
mamıştır, ya da bunu kavramıştır ama, herhangi
bir nedenden ötürü bilerek kısıtlamaktadır. Çün
kü a) ulusal-kültürel özerklik çok uluslu devletin
b ütünlüğünü şart koşarken, kendi kaderini tayi
nin bu bütünlük çerçevesi dışına çıktığına; b) ulu
sun kendi kaderini tayininin, ulusa tüm hakları
m kazandırırken, ulusal özerkliğin salt ((kültürel»
hakları kazandırdığına hiç şüphe yoktur. Bu bi
_
rincisi.
İkinci olarak, gelecekte şu ya da bu milletin
çok uluilu devletten, diyelim ki Avusturya'dan ay
rılma kararı verebUeceği iç ve dış konjonktürie
rin biraraya gelmesi mümkündür. Rutenya Sos
yal-Demokratları, Brünri Kongresi'nde, kendi hal
kının «her iki kısmım» bir bütünde birleştirmeye
hazır olduklarını açıklamarolar mı?*** O halde,
((bütün uluslann işçi sınıfı için zorunlu olan» ulu�
malar» , s. 48.
1 03
sal özerklik de ne oluyor? Ulusları mekanik ola
rak devletin bütünlüğü Prakrustes yatağına* zor
layan sorunun bu «çözümüıı nasıl bir çözümdür?
Devam. Ulusal özerklik, ulusların bütün ge
lişimine ters düşmektedir. O, ulusların örgütlen.
mesi şiarını yayar, fakat yaşam, iktisadi gelişme,
onlardan birçok grupları koparırsa, çeşitli bölge
lere serpiştirirse, ulusları yapay olarak kaynaştır
mak mümkün müdür? Kapitalizmin ilk gelişme
evrelerinde ulusların biraraya geldiklerine hiç
şüphe yoktur. Fakat kapitalizmin daha üst evre
lerinde, ulusların parçalatıma sürecinin başladığı,
çalışmak için başka yerlere taşınan ve sonra da
devletin başka bölgelerine yerleşen çok sayıda
grupları uluslardan ayıran bir sürecin başladığı
da kuşku götürmez ;_ bu durumda göçmenler eski
bağları yitirirler, yeni yerleşim yerlerine yenileri
gelir, kuşaktan kuşağa yeni adetler, alışkanlıklar
ve belki de yeni bir dil benimserler. Böyle birbi
rinden kopmuş grupları yekpare bir ulusal bir
likte birleştirme imkanı var rmdır? Birleşmezleri
birleştirebilecek o tılsımlı halkalar nerede? Örne
ğin Baltık ve Trans-Kafkasya Almanlarinı <Cbir
ulus halinde birleştirmek» düşünülebilir mi? Eğer
bütün bunlar düşünülemez ve olanaksız ise, ulusal
özerkliği tarihin tekerleğini geriye çevirmek için
uğraşan eski milliyetçilerin ütopyasından ayıran
nedir?
104
Ama ulusun birliği sadece göçler sonucu par
çalanmaz. O içten, sınıf savaşının keskinleşmesi
sonucu da parçalanır. Kapitalizmin ilk evrelerin
de proletaryanın ve burjuvazinin bir «kültür bir
liğiıınden söz edilebilir. Ne var ki büyük sanayinin
gelişimi ve sınıf savaşımının keskinleşmesi ile bu
·cc birlikn erimeye başlar. Bir ve aynı ulusun pat
ronları ve işçileri birbirini anlamamaya başladık
larında, _ ulusun <<kültür birliğin nden ciddi olarak
söz edilemez. Burjuvazi savaşa can atarken, prole
tarya <<Savaşa karşı savaşı> ilan ettiğinde hangi
«kader birliğin nden söz edilebilir? Böyle karşıt öge
lerden, yekpare, bütün sınıfları kapsayan bir ulu
sal birlik oluşturulabilir mi? Tüm bunlardan son
ra «bir ulusun tüm üyelerinin bir ulusal kültür
brrliğinde birleştirilmesiıı nden* söz edilebilir mi?
Bundan, ulusal özerkliğin sınıf mücadelesinin tüm
gidişine ters düştüğü açık sonucu çıkmaz mı?
Bir an için «Ulusu örgütleyinıı slogamnın ger
çekleştirilebilir olduğunu varsayalım. Daha fazla
oy koparmak için bir ulusu «örgütlemeyen çaba
layan burjuva milliyetçi parlamenterleri anlaya
biliriz. Fakat Sosyal-Demokratlar ne .zamandan
beri ulusları «örgütlemen , ulusları <{kurmaıı , ulus
ları «yaratmaıı ile uğraşıyorlar?
Sınıf mücadelesinin en fazla keskinleştiği çağ
da, bütün sınıfları kapsayan ulusal birlikler ör
gütleyen bu Sosyal-Demokratlar nasıl şeylerdir?
Şimdiye kadar her Sosyal-Demokrasi gibi, Avustur
ya Sosyal-Demokrasisinin de tek görevi vardı : Pro
letaryayı örgütlemek. Fakat görülüyor ki, bu gö
rev artık «eskidiıı . Springer ve Bauer şimdi «ye-
105
niıı , daha ilginç bir görev koyuyorlar : Ulusu «ya
ratmak n , «örgütlemekıı . -
Zaten mantık zorunlu sonuca götürür: Kim
.
ulusal özerkliği kabul ediyorsa, bu «yeniıı görevi
de kabullenmek zorundadır - ama bunu kabul et
mek sınıf pozisyonunu terk etmek ve milliyetçilik
yolunu _tutmak demektir.
Bauer ve Springer'in ulusal-kültürel özerkliği,
milliyetçiliğin inceltilmiş bir türüdür.
Avusturya Sosyal-Demokrasisi programının
«bütün halkların ulusal özelliklerinin korunması
ve geliştirilmesi)) için çaba harcama görevinden
söz etmesi de tesadüf değildir. Düşünün : Trans
Kafkasyalı Tatarların «Muharremn törenlerinde
kendi kendilerini kırbaçlama gibi «ulusal özellik
leriıı nin {<korunmasın , Gürcülerin «öç alma hakkııı
gibi «ulusal özellikleriıı nin <<geliştirilmesi» ! . . .
Böyle bir madde bütünüyle burjuva-milliyetçi
bir. programa yaraşır ve biz böyle bir maddeyi
Avusturya Sosyal-Demokratlannın programların
da görüyorsak, bunun nedeni, ulusal özerkliğin bu
tür maddeLerle uyuşması, onlara ters düşmemesi
dir.
Fakat içinde bulunduğumuz dönem için işe ya
ramaz olan ulusal özerklik, gelecek için, sosyalist
toplum için daha da işe yaramazdır.
Bauer'in «insanlığın ulusal bakımdan sınırlı
topluluklar haliı;ıde düzenleneceği» üzerine keha
netleri, modern insanlığın tüm gelişim seyri ta
rafından yalanlanmıştır. Ulusal duvarlar sağlam
laşmıyor, tersine parçalanıp yıkılıyor. Marx daha
1 840'larda şöyle yazıyordu : «Ulusal içe kapanıklı
lık ve halklar arasındaki karşıtlıklar gitgide kay
boluyorıı , «proletaryanın iktidarı bunları büsbü-
1 06
tün ortadan silecektir.» İnsanlığın, kapitalist üre
timin muazzam büyümesi, milliyetlerin hallaç pa
muğu gibi birbirine karışması ve insanların git
tikçe daha geniş bölgelerde biraraya gelmesi ile bir
likte gelişimi, Marx'ın düşüncesini kesin olarak
doğrular.
107
ayniması yolunda zararlı düşünceleri yayarak ha
vayı zehirler.
108
j uvazisi ile birlikte Alman işçilere karşı çıkmala
rına bile sık sık rastlanır.
Buradan, ulusal sorunun, ulusal-kültürel
özerklik ile çözülemeyeceği görülüyor. Dahası : Ulu
sal-kültürel özerklik, sorunu keskinleştiriyor ve iş
çi ha�reketinin birliğinin yıkılınası için, işçilerin
milliyetlere göre ayrılması için, işçiler arasında
güçlü sürtüşmeler için elverişli bir zemin hazırla
yarak sorunu karmaşıklaştırıyor.
Ulusal özerklik tohumu işte böyle uç veriyor:.
(Stalin. «Marksizm ve Ulusal Sorun», «Marksizm ve Ulusal
Sorun ve Sömürge Sorıınu» derlemesinde, s. 19-26, Rusça, 1913.)
1 09
vb. · gibi sorunların emperyalizmin sorunları oldu
ğu, sermayenin ulusal devletler çerçevesinin dışı
na taştığı, <<tarihin çarkının modası geçmiş ulusal
devlet idealine «geri döndürmeninn olanağı olma
dığı savına çıkmaktadır.
Parabellum yoldaşın açıklamalarının doğru
olup olmadığına bakalım.
Birincisi, «ulusal devlet idealinnin işçi sınıfın
ca kabulüne karşı haçlı seferini açarken, bakışla
rını ulusal hareketin, bugünün ve geleceğin soru
nu olduğu Asya'ya, Afrika'ya ve sömürgelere değil
de, İngiltere'ye, Fransa'ya, İtalya'ya, Almanya'ya,
yani ulusal kuruluş .hareketini geçmişte bırakmış
ülkelere yönelttiği için ileriye değil de geriye ba
kan, Parabellum yoldaşın ta kendisidir. Hindistan,
Çin, İran ve Mısır'ı saymak yeter.
Devam. Emperyalizm, sermayenin, ulusal dev
letin çerçevesi dışına taşması demektir; ulusal bas
kının yeni bir tarihsel temel üzerinde genişletHip
şiddetlendirilmesi demektir. Bundan çıkan sonuç,
- Parabellum yoldaşın tersine - sosyalizm için
devrimci savaşımı, ulusal sorunda devrimci bir
programla bağlamamız gerektiğinin ta kendisidir.
Parabellum yoldaşta, demokrasi alanında tu
tarlı devrimci program, sosyalist devrim adına kü
çümsenerek reddedilmektedir. Bu yanlış olurdu.
Proletarya, yalnızca demokrasi aracılığıyla, yani
demokrasiyi tamamen gerçekleştirerek, savaşımı
nın her adımını, en kararlı biçimde formüle edil
miş demokratik taleplerle bağlayarak zafer kaza
nabilir, başka türlü degil. Sosyalist devrimi ve ka
pitalizme karşı devrimci savaşımı, demokrasinin
sorunlarından biriyle, burada ulusal sorunla karşı
karşıya koymak saçmadır. Kapitalizme karşı dev-
110
rimci savaşımı, bütün demokratik taleplerle, yani
cumhuriyet, milis, resmi görevlilerin halk tarafm
dan seçilmesi, kadınların hak eşitliği, ulusların
kendi kaderini tayin hakkı vb. gibi taleplerle il
gili devrimci bir program ve taktiklerle bağlama
lıyız. Kapitalizm varoldukça, bu taleplerin tümü
yalnızca bir istisna olarak ve üstelik tam olarak
değil, budanmış biçimde elde edilebilir. Biz şimdi
ye dek gerçekleştirilmiş olan demokrasiye dayanır,
kapitalizm altında bu demokrasinin tam olamaya
cağını teşhir eder, yığınların içinde bulunduğu
·
yoksulluğun ortadan kaldırılmasının ve bütün de
mokratik dönüşümlerin tam ve her yönüyle ger
çekleştirilmesinin zorunlu temeli olarak kapitaliz
min devrilmesini ve burj uvazinin mülksüzleştiril
mesini talep ederiz. Bu önlemlerin bir bölümüne
burj uvazinin devrilmesinden önce, bir bölümüne
bu devrilişin seyri içinde, bir bölümüne de devrii
dikten sonra başıanacaktır. Bu sosyal devrim tek
bir çarpışmadan ibaret değildir, bilakis ekonomik
ve demokratik dönüşümlerin tüm soru.n ları uğrun
da, ancak burjuvazinin mülksüzleştirilmesiyle ta
mamlanan bir . dizi çarpışmayı kapsayan bir .dö
nemdir. Tam da bu nihai hedef adına, tüm demok
ratik taleplerimize tutarlı devrimci bir formülas
yon vermeliyiz. Verili bir ülkenin işçilerinin, bir
tek demokratik dönüşümü bile tamamen gerçekleş
tirmeden önce burjuvaziyi devirmeleri tamamen
düşünülebilir birşeydir. Ne var ki, tarihsel bir sınıf
olarak proletaryanın, en tutarlı ve devrimci-kararlı
bir demokratizm ruhuyla eğitilerek hazırlanmadık
ça burjuvaziyi yenebilmesi asla düşünülemez.
Emperyalizm, bir avuç büyük gücün dünya
uluslarına, giderek artan baskısı demektir. O, ulus-
lll
ların ezilmesini yaygınlaştırmak ve sağlamlaştır
mak üzere büyük güçler arasında savaşlar döne
mi demektir; ikiyüzlü sosyal-yurtseverlerin, yani
- «ulusların özgürlüğü)) , «ulusların kendi kaderini
tayin hakkı;> ve ıcanavatan savunması» bahanesiy
le dünya ulusları çoğunluğunun büyük güçler ta
r;?.fından ezilmesini savunan kişilerin halk yığınla
rıru aldattığı dönem demektir.
Bu nedenledir ki, uluslatın ezen ve ezilenler
olarak ayrılması, sosyal-demokrat programın odak
noktasını oluşturmak zorundadır; bu ayrılma em
peryalizmin özünü oluşturur ve sosyal-şovenler , ve
Kautsky tarafından sahtekarca geçiştirilir.
112
rarlı olarak bu savaştan yanayız, çünkü biz, zul
mün en amansız ve en tutarlı düşmanlarıyız. Ezi
len bir ufusun burjuvazisi, kendi burjuva milliyet
çiliğini savunduğu ölçüde , biz ona karşıyız. Ezen
ulusun ayrıcalıklarına ve zulmüne karşı mücadele
ve ezilen ulusun kendisi için ayrıcalıklar sağlama
yolunda çabalarına asla müsamaha yok.
Eğer kendi kaderini tayin hakkı parolasını ile
ri sürmez ve ajitasyonumuzda propagandasım yap
mazsak, o zaman ezen ulusun yalnızca burjuvazi
sinin değil, ama feodallerinin ve despotizminin de
oyununa gelmiş oluruz. Kautsky bu argümam Rosa
Luxemburg'a · karşı çok eskiden savunmuştur, ve
bu argüman çürütülemez. Polonya milliyetçi bur
j uvazisine «yardımıı etme korkusuyla Rosa Luxem
bı:ırg, Rus Marksistlerinin programındaki ayrılma
hakkım reddederek gerçekte Büyük Rus Kara-Yüz
ler'in yardımına gelmektedir. O, gerçekte, Büyük
Rusların ayrıcalıklarıyla (ayrıcalıktan da kötüsü)
oportünistçe uzlaşmayı desteklemektedir.
Polanya'daki milliyetçiliğe karşı savaşıma da
lan Rosa Luxembıİrg, Büyük Rus İnilliyetçiliğini
unutmuştur; 9ysa Büyük Rus milliyetçiliği, şimdi
tüm diğerlerinden daha kötüdür; çünkü tam da o,
burjuva olmaktan çok feodaldir, tam da o, demok
rasi ve proletaryanın savaşımı için en önemli kös
tektir. Ezilen bir ulusun her burjuva milliyetçiliği
nin, genel demokratik, zulme karşı yönelen bir
içeriği vardır, ve biz bu içeriği kayıtsız-koşulsuz
destekleriz, bu arada kendi ulusu için istisnai bir
mevki sağlama çabasını bundan kesinlikle ayırır,
Polonya burjuvazisinin Yahudilere zulmetme vb.
vb. ç�basıyla mücadele ederiz.
Bu, bir burj uvanın ve bir dar kafalının görüş
1 13
açısından <cpratik değilııdir. Ama bu ulusal sorun
da hem pratik ve hem de ilkeli ve demokrasiyi, öz
gürlüğü ve proletaryanın birliğini gerçekten ileri
ye götüren biricik siyase�tir.
Bütün ulusların ayrılma hakkını tanımak; her
somut ayrılma sorununu, her türlü eşitsizliği, her
türlü ayrıcalığı, her türlü istisnacılığı ortadan kal
dırma açısından değerlendirmek.
Ezen bir ulusun durumunu alalım. Başka
halkları ezen bir halk özgür olabilir mi? Olamaz.
Büyük Rus ahalisinin* özgürlüğünün çıkarları, bu
zulme karşı savaşımı gerektirmektedir. Ezilen ulus
ların hareketıerinin bastırılmasının uzun, yüzyıl
lardır süren tarihi ve <cüstıı sımflar tarafından böy
le bir bastırma lehinde yürütülen sistemli propa
ganda, Rus halkımn özgürlük davasının önünde,
önyargılar vb. biçiminde, korkunç engeller yarat
mıştır.
Büyük Rus Kara-Yüzler'i, kasıtlı olarak, bu
önyargıları besiernekte ve köPüklemektedirler. Bü
yük Rus burjuvazisi, bu önyargıları hoşgörüyle
karşılamakta ve kendini bunlara uyarlamaktadır.
Bu önyargılara karşı sistemli bir savaşıma giriş
medikçe, Büyük Rus proJetaryası kendi hedeflerini
gerçekleştiremez, özgürlük yolunu kendisine aça
maz. ·
Tek başına ve bağımsız bir ulusal devlet kur
ma, şimdiye değin Rusya'da yalnızca Büyük Rus
ulusunun bir ayrıcalığı olarak kalmıştır. Biz Bü-
1 14
yük Rus proleterleri, hiçbir ayrıcalığı savunmayız
ve bu ayrıcalığı da savunmuyoruz. Savaşımımızd�
belirli bir devleti kendimize temel olarak alıyoruz;
o belirli devlet içindeki bütün ülkelerden işçileri
birleştiriyoruz; biz hiçbir özel ulusal gelişme yo
lunu savunamayız, biz bütün olanaklı olan yollar
dan sınıf hedefimize doğru yürüyoruz.
Ama biz, her türlü milliyetçiliğe karşı savaş
mazsak ve tüm uluslardan işçilerin eşitliği uğruna
savaşım vermezsek, b u hedeflere varmamız imkan
sızdır. Örneğin Ukrayna'mn bağımsız bir devlet
kurmasının kısmet olup olmayacağı, önceden kes
tiremeyeceğimiz binbir etkene bağlı birşeydir. Ve
biz boş yere «kehanette bulumnakn istemediğimiz
içi� kuşkusuz olan şeyi: Ukrayna'nın böyle bir
devlet hakkını olanca gücümüzle savunuruz. Biz,
bu hakka saygılıyız ; biz, Büyük Rusların Ukray
nalılar üzerindeki ayncalıklarım desteklemeyiz;
biz, yığınları bu hakkı tanıma ruhuyla, devlet kur
ma ayrıcalığını reddetme ruhuyia eğitiriz.
Bütün ülkelerin burjuva devrimleri dönemin
de geçirmiş oldukları sıçramalı gelişmeler sırasın
da uıusal devlet kurma hakkı üzerinde çatışmalar
ve savaşırnlar mümkün ve muhtemeldi. Biz prole
terler, önceden, Büyük Rusların ayrıcalıklarına
karşı olduğumuzu ilan ediyoruz ve tüm propagan
da ve ajitasyonumuzu bu doğrultuda yürütüyoruz.
�<Pratik olman çabasıyla Rosa Luxemburg, Bü
yük Rus ·proletaryasının ve öteki ulusların prole
taryasının en önemli pratik görevini unutmuştur :
her türlü devlet ve ulus ayrıcalığına karşı ve bü
tün ulusların kendi ulusal devletlerini kurmada
hak eşiti.iği uğruna günlük ajitasyon ve propagan
da görevi. Bu görev, (şu anda) ulusal sorunda en
115
önemli görevimizdir ; çünkü biz, demokrasinin ve
bütün ulusların proleterlerinin eşit hakka sahip
ittifakımn çıkarlarını ancak böyle savunabiliriz.
Bu propaganda, gerek Büyük Rus boyundu
rukçuları geı·ekse ezilen ulusların burjuvazisi açı
sından «pratik olmayabilirıı (bunların her ikisi de
kesin bir <<evetıı ya da «hayırıı yanıtı istiyorlar ve
sosyal-demokratları «muğlakıı olmakla suçluyor
lar) . Gerçekte ise, yığınların gerçekten demokra
tik, gerçekten sosyalist eğitimini bu propaganda
ve ancak bu propaganda garantileyebilir. Ancak
böyle bir propaganda, eğer Rusya ulusal bakım
dan karma bir devlet olarak kalacaksa, bu ülkede
uluslar arasında barışın en büyük şansını, ve eğer
Rusya'nın çeşitli ulusal devletlere bölünmesi söz
konusu olursa, en barışçi bir biçimde (ve proletar
yanın savaşımı için de en zararsız biçimde). ayrıl
masım garantileye bilir.
Ulusal sorunda bu tek ve biricik proleter siya
seti daha somut olarak açıklamak amacıyla, Bü·
yük Rus liberalizminin <<ulusların kendi kaderini
tayin hakkııı konusundaki tavrını ve Norveç'in İs
veç'ten ayrılması örneğini inceleyeceğiz.
116
«gerçekleşmesi imkansız n dan ne anlaşıldığının
açıklığa kavuşturulması. . Ve sorunun konuluşuyla
yetinmeyip, böyle bir açıklığa kavuştuı.:ma dene
mesine giriştik. Emperyalizm altında, demokrasi
nhı tfun talepleri, bir dizi devrim olmaksızın bun
ları siyasi olarak gerçekleştirmek zordur veya ta
mamen imkansızdır anlamında «gerçekleştirile
mez)) taleplerdir.
Ekonomik bir mümkünsüzlük anlamında ken
di kaderini tayinin gerçekleştirilemez olduğundan
söz etmek ise temelden yanlıştır . . .
Yeni ekonominin, tekelci kapitalizmLll (emper
yalizm tekelci kapitalizmdir) siyasi üstyapısı de
mokrasiden siyasi gericiliğe dönüştür. Serbest re
kabete demokrasi tekabül eder. Tekele ise siyasi
g�ricilik tekabül -eder. «Finans kapital egemenlik
için çalışır, özgürlük için değiln, diyor Rudolf Hil
fercling haklı olarak «Finans Kapitalıı adlı kitabın
da.
((Dış siyaseti» genel olarak siyasetten ayırmak
ya da hatta dış siyasetle iç siyaset� karşı karşıya
koymak, temelden yanlış, Marksist ve · bilimsel ol
mayan bir düşüncedir. Emperyalizm hem dış hem
de iç siyasette aynı şekilde demokrasiyi :yıkma, ge
ricilik eğilimindedir. Bu anlamda emperyalizmin
genel olarak demokrasinin, tüm demokrasinin c(yad
sıınasın olduğu, asla sadece bir demokratik tale
bin, yani ulusların kendi kaderini tayininin yad
sıınası olmadığı tartışma götürmezdir.
Demokrasinin ((yadsımasın olarak emperyalizm
aynı şekilde ulusal sorunda da demokrasiyi (yani
uluslann kendi kaderini tayinini) (<yadsırn ; «aynı
şekilde>> , -yani bu eğilime sahiptir - demokrasi
yi yıkmaya bakar. Emperyalizm altında demokra-
117
sının gerçekleştirilmesi, tıpkı emperyalizm altında
(tekel-öncesi kapitalizmle kıyaslandığında) cum
huriyetin, milisin ve memurların halk tarafından
seçilmesinin vs. gerçekleştirilmesinin daha zor ol
ması ile aynı anlamda ve aynı derecede daha zor
dur. «Ekonomik olarakı> gerçekleştirilemezlikten
söz edilemez.
P. Kievski burada, belki de. . . filisten görüş
açısından ilhakıh (yani üzerinde yaşayan nüfu
sun iradesine rağmen yabancı topraklara elkoyma
nın, yani ulusların kendi kaderini tayinini çiğne
menin) , finans kapitalin daha geniş bir ekonomik
alana «yayılması» ile aynı anlama geliyor sayıl
ması yüzünden de yolunu sapıtmaktadır.
Ama teorik sorunlara, filisten kavramlarla
yaklaşılmamalıdır.
Emperyalizm, ekonomik olarak görüldüğünde,
tekelci kapitalizmdir. Tekeli tam yapmak için, ra
kipleri sadece iç pazarda (ilgili devletin pazarın
da) değil, aynı zamanda dış pazarda, bütün dün
yada da yok etmek gerekir. «Finans kapital ça
ğında)) yabancı bir ülkede de rekabeti yok etmek
ekonomik olarak mümkün müdür? Elbette müm
kündür. Bu araç, rakibin mali bağımlılığı ve onun
hammadde kaynaklarının ve daha sonra da bü
tün işletmelerinin satın alınmasıdır . . .
. . . Bir ülkenin büyük finans kapitali her za
man, yabancı, siyasi bakımdan bağımsız bir ülke
deki rakiplerini . satın alabilir ve bunu zaten sü
rekli olarak yapmaktadır. Bu ekonomik olarak ta
mamiyle gerçekleştirilebilir birşeydir. Ekonomik
<dlhakıı , siyasi ilhak olmaksızın tamamiyle <<ger
çekleştirebilir» birşeydir ve devamlı olarak yapıl
maktadır. Emperyalizm üzerine literatürde adım
118
başında, örneğin, Arjantin'in gerçekte İngiltere'
nin bir «ticaret sömürgesin , Portekiz'in fiilen İn
giltere'nin bir «vasaliıı (bağımlı devlet. Peyk.
-ÇN) olduğu şeklinde işaretiere rastıanz. Bu doğ�
rudur : İngiliz bankalarına ekonomik bağımlılık,
İngiltere'ye borçlu olmak, demiryollarının, maden
lerin, arazilerin vs. İngiltere tarafından satın alın
ması - tüm bunlar, bu ülkelerin siyasi bağımsız
lıkları ihlal edilmeden, bu ülkeleri İngiltere'nin
ekonomik olarak <dlhakn edebilmesini sağlamak
tadır.
Ulusların kendi kaderini tayini, onların siya
si bağımsızlığı ' demektir. Emperyalizm bu bağım
sızlığı yıkma eğilimindedir, çünkü siyasi ilhak,
ekonomik ilhakı daha kolay, daha ucuz (memur
�
ları satın almak, tavizler elde etmek, yarar sağla
yacak kanunlar çıkarmak vs. daha kolaydır) , daha
elverişli, daha az zahmetli kılmaktadır - tıpkı em
peryalizmin genel olarak demokrasinin yerine oli
garşiyi geç;i.rme eğiliminde olması gibi. Fakat em
peryalizm altında kendi kaderini tayinin ekono
mik ((gerçekleştirilemezliğbnden söz etmek halis
saçmalıktır . . .
. . . Norveç bu güya gerçekleştirilemez olan ken
di kaderini tayin hakkını 1 905'te, emperyalizmin
şahlandığı bir dönemde « gerçekleştirdin . Dolayısıy..
la «gerçekleştirilemezıılikten bahsetmek sadece te
orik açıdan saçma değil, aynı zamanda gülünçtür . . .
. . . Kievski, Norveç'in Batıya, İsveç'in Doğuya
baktığını, birinde ağırlıklı olarak İngiliz, diğerin
de ise Alman finans kapitalinin «faaliyetten oldu
ğunu v�. kanıtlamak için bir dizi alıntılar ileri sü
rüyor. Buradan da muzaffer bir edayla . şu sonucu
119
çıkarıyor : «Bu örnek (Norveç) tıpatıp bizim şerna
rmza uyuyor.ıı
. . . Tezlerimizde, finans kapitalin ((her» ülkede,
((hatta bağımsız bir ülkede bile» egemen olabile
ceği ve bu yüzden, kendi kaderini tayinin fiİıans
kapital açısından ((gerçekleştirilemezliği» hakkın-
- daki bütün tartışmaların halis şaşkınlık olduğu
saptanmaktadır. Yabanq finans kapitalin, [Nor
veç'in İsveç'ten -ÇN] ayrılmasından önce ve son
ra Norveç'te oynadığı rol üzerine bizim iddiamızı
doğrulayan verilere dikkatimiz çekiliyor - hem de
bu veriler güya bizim önerimizi çürütüyormuş eda
sıyla ! . . .
. . . Norveç'te İngiliz finans kapitali, ayrılma
dan önce de sonra da «faaliyette» idi. Polanya'da
Alman finans kapitali, onun Rusya'dan ayrılma
sından önce ((faaliyette» idi ve Polanya'nın siyasi
durumu ne olursa olsun ((faaliyete» devam ede
cektir. Bu öyle temel bir doğru ki, tekrarlamak zo
runda kalmamız utanç verici : ama işin alfabesi
unutulmuşsa insan ne yapabilir ki?
Bu nedenle Norveç'in statüsünün şu mu, bu
mu olması gerektiği siyasi sorunu ortadan kalkar
mı? İsveç'in bir parçası olduğu sorunu ortadan
kalkar mı? Ayrılma sorunu ortaya atıldığında, iş
çilerin tavrının ne olması gerektiği sorunu orta
dan kalkar mı?
P. Kievski bu sorulardan kaçıyor, çünkü bunlar
((Ekonomistlere» kötü çarpıyor. Fakat bu soruları
yaşamın kendisi ortaya çıkarmıştır ve çıkarmak
tadır. Şu soruyu yaşamın kendisi ortaya attı : Nor
veç'in ayrılma hakkını tanımayan bir İsveçli işçi,
Sosyal-Demokrat Partinin üyesi olarak kalabilir
miydi? Hayır, kalamazdı.
120
İsveçli aristokratlar Norveç'e karşı savaştan
yana idiler, papazlar da öyle . . . Fakat bu soru..'lda,
İsveçliler olmadan ve onların iradesinden bağım
sız olarak Norveçlilerin kendilerinin karar verme
hakkını, tıpkı İsveç aristokrasisi ve burj uvazisi gi
bi reddeden İsveçli işçi, Sosyal-Demokrat Padinin
saflarında barındıramayacağı bir sosyal-şoven ve
bir Iümpen olurdu . . .
. . . Ya Norveçli işçi ne yapmalıydı? Enternas
yonalizm: bakış açısından onun görevi ayrılma le
hine oy kulanmak mıydı? Kesinlikle değil. Ayrıl
maya karşı oy kullanmış ve bir Sosyal-Demokrat
olarak kalmış olabilirdi. Sosyal-Demokrat Partinin
bir üyesi olarak görevine ancak, Norveç'in ayrılma
özgürlüğüne karşı çıkan İsveçli aşın gerici bir iş
çiye yardım elini uzattığı zaman ihanet ediyor ola
caktı.
Bazı kişiler Norveçli ve İsveçli işçinin durum
ları arasındaki bu esaslı farkı görmek istemiyorlar.
Fakat bu;rılar, bizim önlerine yanlış yoruma mey
dan bırakmayacak bir şekilde koyduğumuz tüm si
yasi sorunların bu en somutundan kaçarken ken
di kendilerini teşhir ediyorlar. Suskun kalıyorlar,
ezilip büzülüyorlar ve böylece kendi pozisyonların
dan vazgeçiyorlar.
(Lenin. Tüm Eserler, cilt XIX. «Marksizmin bir Karika
türii», s. 245, 248 vd., 250, 254, 259 vd., 1916.)
1 21
yin hakkını gerçekleştirmekten feragat etmenin
sosyalizme ihanet olacağını ileri sürdük. Bize ya
nıt olarak, «ulusların kendi kaderini tayin hakkı,
sosyalist topluma uygulanamazn dendi. Bu, temel
li bir görüş ayrılığıdır. Bu ayrılık nereden gelmek
t.edir?
122
çiş dönemi yer alır. Buna, bir de siyasal geçiş
dönemi tekabül eder ki, bu dönemin devleti,
proletaryanın devrimci diktatörlüğünden baş
ka birşey olamaz. ,
123
riyor ki, emperyalizm, onun yerine geçmekte olan
sosyalizme, miras olarak, Avrupa'da ve dünyanın
öteki bölgelerinde daha az demokratik sınırlar ve
bir dizi ilhaklar bırakacaktır. Muzaffer sosyalizm,
bütün alanlarda tam demokras�i yeniden kurup
sonuna kadar götürürken, devlet sınırlarının de
mokratik biçimde saptanmasından feragat edebi
lir mi? Halkların ((sempatilerin ni hesaba katmak
isterneyeceği düşünülebilir mi? Polonyalı meslek
taşlarımızın Marksizmden emperyalist ekonomiz
me nasıl kaydıklarını açıkça görmek için bu so
ruları sormak yeter.
Marksizmi bir karikatüre dönüştüren eski
((Ekonomistlern , işçilere, Marksistler için «yalnız
can ((iktisadi olanın>> önemli olduğunu öğretirlerdi.
Yeni ((Ekonomistlenı , kah muzaffer sosyalizmin
devletinin (maddesi olmayan bir «duyumlar kar
maşasın gibi) sınırları olmaksızın var olabileceğ-i
ne, kah sırurların ((yalnızca)) üretimin gereksinim
lerine uygun olarak çizileceğine inanıyorlar. Ger
çekte bu sınırlar, demokratik bir biçimde, yani nü
fusun irade ve ((sempatileriııne uygun olarak sap
tanacaktır. Kapitalizm bu sempatilerin ırzına ge
çiyor ve böylelikle ulusların birbirine yakınlaşma
sı önünde yeni güçlükler yaratıyor. Üretimi sınıf
baskısı olmaksızın örgütleyen ve devletin bütün
üyelerinin mutluluğunu güveneeleyen sosyalizm,
halkın ((sempatilerin nin serbestçe açılıp gelişmesi
ne olanak sağlar ve böylelikle ulusların birbirine
yakınlaşmasını, birbiriyle kaynaşmasını kolaylaş
tırır ve pek büyük ölçüde hızlandırır . . .
... Kapitalist düzende ulusal (ve genelde si
yasal) baskı ortadan kaldırılamaz. Bunun için sı
nıfların ortadan kaldırılması, yani sosyalizmin ge-
1 24
tirilmesi zorunludur. Her ne kadar sosyalizm eko
nomi üzerinde temelleniyorsa da, o yalnızca eko
nomiden ibaret sayılamaz . Ulusal baskıyı ortadan
kaldırmak için bir temel şarttır - sosyalist üre
tim; ama bu temel üzerinde ayrıca demokratik bi
çimde örgütlenmiş bir devlet, demokratik bir or
du vb. de gerekir. Kapitalizmi sosyalizme dönüş
türmekle proletarya, ulusal baskıyı tamamen or
tadan kaldırmanın- olanağım yaratır; bu olanak
<<ancak» - ((ancak» ı - halkın cısempatileriııne uy
gun olarak devlet sınırları çizilinceye, tam ayrıl
ma özgürlüğüne kadar, tüm alanlarda demokrasi
nin tamamen uygulanmasıyla gerçek haline gelir.
Ve bu temel üzerinde, devlet sönüp gittiği zaman
tamamlanacak olan en küçük ulusal sürtüşmenin
bile, en küç�k ulusal güvensizliğin bile pratikte
tamamen ortadan kalkması ve bununla birlikte,
devletin ölüp gitmesiyle tamamlanacak olan ulus
ların hızlı bir şekilde birbirine yakınlaşması, bir
birine kaynaşması gerçekleşecektir. Marksist teori
işte budur; ve Polenyalı meslektaşlanmız yanılgı
ya düşerek bu teoriden uzaklaşmışlardır . . .
. . . Tezlertn yazarları* [garip iddialarını -ÇN] ,
anavatan savunmasının, <<emperyalizm çağında» ,
kendi burj uvazisinin yabancı halkları ezme hakkı
nın savunulması olduğu ile gerekçelendiriyorlar.
Ama bu, yalnızca emperyalist savaş için doğrudur,
yani emperyalist devletler ya da devletler grupları
arasındaki savaş için, savaşan iki tarafın da «ya
bancı halklarııı ezmekle yetinmeyerek, kim daha
çok halkı ezecek diye birbirlerine karşı savaş aç
tıkları durumlar için doğrudur !
1 25
Besbelli ki, yazarlar, «anavatan savunmasııı
sorununu, kesinlikle Partimizin koyduğu gibi koy�
_
mamaktadırlar, Biz, emperyalist savaşta <<anava
tan savunmasının reddediyoruz. Bu, Partimizin
Merkez Komitesi bildirisinde olsun, Fransızca ve
Almanca olarak yayınlanan «Sosyalizm ve Savaş))
broşürüne alınan Bern kararlarında olsun, tam bir
açıklıkla belirtilmiştr. Biz bunu tezlerimizde de
iki kez vurguladık ( § 4 ve 6 'nın notları) . Besbelli
ki, tezlerin Falanyalı yazarları, genel olarak ana
vatan savunmasım, yani belki de bunlar «emper�
yalizm çağında)) ulusal savaşları imkansız saydık
ları için, ulusal bir savaşta da [anavatan savun
masını -ÇN] reddediyarlar . . .
. . . Böyle bir görüş, Alman «Enternasyonalıı
grubunun tezlerinde . . . açıkça ifade edildi . . . İlhak
edilmiş olan ülkelerin, Belçika, · Sırbistan, Galiçya,
Ermenistan'ın, kendilerini ilhak etmiş olan dev�
letıere karşı «ayaklanmalarııını «anavatan savun
masın olarak nitelendireceklerini, ve bunda da hak
lı olacaldarım yadsımaya kalkışacak kimselerin or
taya çıkması pek olası değildir . . .
. . . Eğer sosyalizme ihanet etmek istemiyorsak,
başdüşmanımız olan büyük devletlerin burjuvazi
sine karşı her türlü ayaklanmayı desteklemeliyiz,
yeter ki bu, gerici bir sınıfın bir ayaklanması ol
masın. İlhak edilmiş bölgelerin ayaklanmasım des
teklerneyi reddetmekle, biz, nesnel olarak ilhakçı
durumuna düşeriz. Tam da başlayan toplumsal
devrimin çağı olan «emperyalizm çağındaıı prole
tarya, ilhak edilmiş bölgelerin ayaklanmasını bu
gün olanca gücüyle destekleyecektir ki, yarın ya
da ay� anda, bu ayaklanma yüzünden zayıflamış
126
bulunan «büyük gücünıı burjuvazisine saldırıya
geçebilsin.
Ama Polonyalı yolda§lar ilhakçılıklarında da
ha da ileri gidiyorlar. Onlar, ilhak edilmiş bölgele-.
rin ayaklanmasına karşı çıkınakla kalmıyorlar, bu
bölgelerin her ne şekilde olursa olsun, bağımsız
lıklarının gerçekleşmesine karşı çıkıyorlar, barışçı
yollardan olsa bile ! Bakın ne diyorlar :
1 27
dir. Hiçbir sosyalist parti böyle bir tutumu be
nimsemeye cüret edemez : «Biz, genel olarak ilhak
lara karşıyız, ama Avrupa'ya gelince, ilhakları tas
vip ederiz ya da bunlar gerçekleşir gerçekleşmez,
kendimizi onlara uydururuz . . . n
1 28
Proletarya burjuvaziden ayrıştı mı? Hayır ! Büyük
kentlerden yalnızca birkaçında Alman işçilerin ço
ğunluğunun Scheidemannlara karşı olduğu bildi
rildi. Peki bu nasıl oldu? Bu, Spartaküsçülerle, her
şeyi ellerine yüzlerine bulaştıran ve Sovyet siste
miyle Milli Meclisi uzlaştırma.k isteyen Alman Ba
ğımsız Sosyal-Demokrat Partisi'nin lanet olası
Menşeviklerinin ittifakının eseridir ! İşte Almanya'
da olan budur! Ve Almanya, dikkat edilsin, ileri' bir
ülkedir.
Buharin yoldaş : <cUlusların kendi kaderini ta
yin hakkına neden gerek duyuyoruz?» diyor. 1 9 1 7
yazında, asgari programdan vazgeçilmesini, yalnız
ca azami programın bırakılınasını önerdiği zaman
ken<jisine karşı çıkıp söylediklerimi yinelemeliyim.
O zaman, ((Savaşa girerken değil, savaştan çıktık
tan sonra övün ! » demiştim. iktidarı ele geçirip bi
raz daha bekledikten sonra yapacağız bunu. ikti
darı ele geçirdik, bir süre bekledik, şimdi bunu
yapmakla hemfikirim. Bizler şimdi doğrudan sos
yalist inşaya giriştik ve bizi tehdit eden ilk saldı
rıyı püskürttük - şimdi bunu yapmak yerinde
olur. Aynı şey, ulusların kendi kaderini tayin hak
kı için de geçerlidir. ((Ben yalnızca emekçi sınıf
ların kendi kaderini tayin hakkını tanımak isti
yorum» diyor Buharin yoldaş. Yani siz, gerçeklik
te Rusya dışında bir tek ülkede bile baş8:rılamamış
bir şeyi tanımak istiyorsunuz yalnızca. Bu gülünç
tür.
Finlandiya'ya bakalım: demokratik, bizden
daha gelişmiş, daha kültürlü bir ülke. Orada pro
letaryamn ayrışması, farklılaşması süreci yaşanı
yor; bu süreç, kendine özgü, bizde olduğundan çok
daha acılı bir yol izliyor. Finlandiyalılar, Alman-
129
ya'nın diktatörlüğünü yaşamışlardır; şimdi An
tant'ın diktatörlüğünden geçiyorlar, ve bizim ulus
ların kendi kaderini tayin hakkını tanımış olma
mız olgusu sayesinde, orada proletaryamn farklı
laşması süreci kolaylaştirılmıştır. Smolni'de, belge
yi, bir cellat rolü oynamış olan Fin burjuvazisinin
temsilcisi Svinhufvud'a . . . nasıl verdiğimi çok iyi
anımsıyorum. Dostça elimi sıktı, karşılıklı iltifat
ettik birbirimize. Ne kadar tatsız birşeydi l Ama
yapılması gerekiyordu, çünkü o günlerde bu bur
juvazi, Moskofların, şovenistlerin, Büyük Rusların
Finlileri ezmek istediğini öne sürerek, halkı, emek
çi yığınları aldatıyordu. Yapılması gerekti.
Dün aynı şeyi Başkır Cumhuriyeti için yap
mak gerekınedi mi? Buharin yoldaş, ((bu hakkı ba
zı durumlarda tanıyabilirizıı dediği zaman, ben,
onun, listesine Hotantoları, Buşmanları ve Kızılde
rilileri de aldığını not ettim. Bu sıralamayı din
lerken, kendi kendime : nasıl oldu da Buharin, ufak
birşeyi, Başkırları unuttu, diye sordum. Rusya'da
Buşmanlar yok, Hatantoların özerk cumhuriyete
sahip olma isteğiyle ortaya çıktıklarını da duyma
dım, ama bizde Başkırlar var, Kırgızlar var, da
ha bir sürü başka halk var ve bu halklara [kendi
kaderini tayin hakkını -ÇN] tanımayı yadsıya
mayız. Eski Rus İmparatorluğu'nun halklarından
hiçbirine bunu vermemezlik edemeyiz. Hatta, BaŞ
kırların sömürücüleri devirdiklerini, bizim de bu
alanda onlara yardım ettiğimizi varsayalım . Fakat
bu ancak, devrimin tam olgunluğa ulaştığı yerde
olabilir. Ve bu, proletaryanın hızlandırmak zorun
da olduğumuz farklılllaşma sürecini, müdahalemiz
le geciktirmeyecek biçimde, ihtiyatlıca yapılmalı
dır. Fakat, bugüne dek mollaların etkisi altında
1 30
kalımş olan Kırgızlar, Özbekler, Tacikler, Türk
menler gibi halklarla ilgili olarak ne yapabiliriz?
Bizde Rusya'da, papazlar hakkında uzun bir de
neyime sahip olan halk, onları devirmemize yar
dım etti. Ama gene de medeni nikah kararname
sinin yaşama girişinin ne kadar zayıf olduğunu bi
liyorsunuz. Biz, sözünü ettiğim halkiara yakla
şıp : «Sizi sömürenleri devireeeğizn diyebilir miyiz?
Bunu yapamayız, çünkü bu insanlar tamamen
mollaların nüfuzu altında bulunmaktadırlar. Bu
rada, sözkonusu ulusun gelişmesini, proletaryamn
lmrjuva ögelerden kaçınılmaz farklılaşmasını bek
lemek zorundayız.
Ama Buharin yoldaş beklemek istemiyor. Sa
bırsızdır : «Neden bekleyelim? Bizzat kendimiz bur
juvaziyi devirmiş, Sovyet iktidarım ve proletarya
diktatörlüğünü ilan etmişken, niye böyle davra
nalım ?)) diyor. Bu, heveslendirici bir çağrı gibi ge
liyor, bizim yolumuzda bir işareti içeriyor, ne var
ki prograrpınnzda yalmzca bunu ilan etseydik, o
bir program değil, bir bildirge olurdu. Sovyet ik
tidarını, ·proletarya diktatc.rlüğünü ilan edebiliriz,
burjuvaziye, bin kep hak ettiği hakaretleri yağdı
rabiliriz, ama programımu:da yalnızca varolanı en
büyük bir özenle ifade etmemiz gerekir. O zaman
programımız itiraz kabul etmez olur.
Sorunlara kesinlikle sınıf açısından bakıyo
ruz. Programda yazdığımız şey, genel olarak ulus
ların kendi kaderini tayin hakkını yazmamızdan
bu yana gerçekten olup-bitenlerin tanınmasından
ii?arettir. O zamanlar henüz proleter cumhuriyet
ler yoktu. Burada yazılan şeyi yazabilmemiz onla
rın ortaya çıkışıyla ve onlar ortaya çıktıkça müm
kün oldu. �azdığımız şey şu : «Sovyet tipinde ör-
131
gütlenen devletlerin federatif birleşmesiıı . Sovyet
tipi, henüz, Rusya'da varolan Sovyetler değildir,
Sovyet tipi, enternasyonal hale gelmektedir. Yal
nızca bunu söyleyebiliriz. Bunun ötesine geçmek,
bir adım, bir kılpayı ileri gitmek yanlış olur ve bu
nedenle program için işe yaramaz.
Biz, ilgili ulusun ortaçağdan burjuva demok
rasisine, burjuva demokrasisinden proleter demok
rasisine giden yolda hangi aşamada durduğu he
saba katılmalıdır, diyoruz. Bu, kesinlikle doğru
dur. Bütün uluslar, kendi kaderini tayin hakkına
sahiptir . . . Bütün ülkeler ortaçağ düzeninden bur
juva demokrasisine ya da burjuva demokrasisin
den proleter demokrasisine doğru ilerlemekte ol
duklarına göre, ezici çoğunluk, dünya nüfusunun
onda dokuzu, belki de yüzde 95'i, bu tanımın · çer
çevesi içine girer. Bu yol, kesinlikle kaçınılmazdır.
Bundan fazlası söylenemez, çünkü yanlış olur, çün
kü gerçekten varolan şey olmaz. Ulusların kendi
kaderini tayin hakkını reddetmek ve emekçi hal
kın kendi kaderini tayin hakkını koymak tama
men yanlıştır, çünkü sorunun böyle konulması,
uluslar içinde proletaryanın farklılaşmasının güç
lüklerini, zikzaklı yollarını hesaba katmaz . . .
. . . Programımız, emekçi halkın kendi kaderi
ni tayininden söz etmemelidir, çünkü bu yanlış
olur. Program, varolanı dile getirmelidir. Uluslar
ortaçağ düzeninden burjuva demokiasisine, bur
juva demokrasisinden proleter demokrasisine gi
den yolda farklı aşamalarda bulunduklarına göre,
programımızın bu tezi kesinlikle doğrudur. Bu yol
da bizde birçok zikzaklı dönemeçler olmuştur. Her
ulus, kendi kaderini tayin hakkını elde etmelidir,
bu, emekçi halkın kendi kaderini tayinini kolay-
132
laştıracaktır . . . Bu kendi kaderini tayin, çok kar
maşık ve zorlu bir yolda ilerliyor. Rusya.'dan baş
ka bir yerde yoktur, ve M<?skova'dan dikte etmek
yerine, diğer ülkelerdeki tüm gelişme aşamalannı
önceden görmeliyiz. Bu nedenle bu öneri ilkesel
olarak kabul edilemez.
(Lenin, Tüm Eserler, cilt XXIV, RKP(B) VIII. Parti Kong-,
resinde Parti Programı üzerine Rapor, s. 135-139 Rusça, 1919)
133
III - ULUSAL-SÖMÜRGESEL SORUN VE
PROLETER DÜNYA DEVRiMi
134
Egemen emperyalizm, sömürgelerde sosyal bir
dayanağa gereksinim duyduğu yerlerde, eski sos
yal düzenin egemen tabakaları - feodaller ve ti
caret ve tefeci burjuvazisi - ile halkın çoğunlu
ğuna karşı ittifaka girer. Emperyalizm her yerde,
kendi gerici müttefiklerinin varlığı için temel oluş
turan sömürünün kapitalizm-öncesi biçimlerini
(özellikle kırda) korumaya ve ebedileştirmeye ça
lışır. Bu ülkelerin halk kitleleri, sömürge rejiminin
askeriyesi, jandarması ve idari aygıtının masraf
ları için çok yüksek tutarlar ödemek zorunda bı
rakılır.
Açlık ve salgın hastalıkların, özellikle yoksul
köylülük arasında artması; yerli halkın toprağının
kitlesel mülksüzleştirilmesi; bazen dolaysız kölelik
ten bile beter insanlık dışı çalışma koşulları (be
yaz kapitalistlerin plantasyanlarında ve maden
ocaklarında vs. ) , bütün bunlar . sömürge halkları
üzerinde çok feci bir etkide bulun:ur ve çoğu kez
koskoca halkların yokolmasına sebep olur. Emper
yalist devletlerin sömürgelerdeki «kültürel eğitici
·
135
hizmet eder, yani sömürgelerdeki kitlelerin köle
leştirilmesi işlevini yerine getirir . . .
136
ce sömürge ülkenin insani üretici güç rezervleri
nin tüketilmesi olarak etkide bulunur .
. . . Ancak sömürgeci sömürü sömürgelerde üre
timi geliştirmenin belli bir teşvikini zorunlu kıl
dığı ölçüde ve sürece, bu gelişme emperyalist te
kel ile tamamen belirli bir yol tutar ve ancak ana
ülkenin çıkarlarına, özellikle de onun sömürgeci
tekelinin çıkarlarının korunmasına uygun olduğu
ölçüde teşvik edilir . . . Emperyalistler tarafından
sömürgelerde kurulan kapitalist işletmeler (savaş
amacına hizmet eden birkaç işletme dışında) ağır
lıklı olarak ya da istisnasız tarım kapitalisti bir
karakter taşırlar ve sermayenin düşük bir orga
nik bileşimine sahiptirler. Sömürge ülkenin gerçek
bir sanayileşmesi, özellikle, ülke üretici güçlerinin
bağımsız gelişmesini teşvik edecek durumda olan
hayatiyet sahibi bir makine sanayiinin yaratılması
desteklenmez, tam tersine ana ülke tarafından l;;:ös
teklenir. Sömürgeci köleleştirmede ana ülkenin iş
levi esas olarak, sömürge ülke emekçi sınıflarının
zararına emperyalist ülkedeki burjuvazinin ekono
mik ve siyasi gücünü güçlendirmek; ilgili sömür
gede emperyalist ülke tekelini sonsuzlaştırmak ve
geri kalan dünyaya yayılmasını artırmak için ken
di bağımsız gelişmesinin çıkarlarını feda etmeye
ve yabancı kapitalizmin ekonomik (tarımsal ve
hammadde sağlayan) uzantısı rolünü oynamaya
zorunlu kılınmasıdır . . .
. . . Sömürgeler nüfusunun ezici çoğunluğu top
rağa bağlı olduğundan ve kırda yaşadığından ötü
rü, emperyalizm ve onun müttefiklerinin (toprak
sahipleri sınıfı ve ticaret ve tefeci sermayesi ) uy
guladığı köylülüğün yağmacı biçimlerde sömürül
ınesi özel bir önem kazanmaktadır. Emperyalizmin
137
müdahalesi ile (vergilendirme, ana ülkelerden sa
nayi ürünleri ithali vs. ) köyün para ve meta eko
nomisine dahil edilmesi, köylü ekonomisinin yok
sullaştırılması, köylü ev ekonomisinin yok edilme
si ile birlikte gider ve ileri kapitalist ülkelerinkin
den çok daha hızlı bir tempoda olur; buna karşı
lık burada sürüncemede bırakılmış sınai gelişme,
proleterleşme sürecine dar sınırlar koyar. Eski eko
nomi biçimlerinin hızlı bir tempoyla yıkımı ve ye
nilerin yavaş gelişmesi arasındaki bu devasa oran
sızlık, Çin, Hindistan, Mısır'da, diğerleri yanında
olağanüstü bir «toprak kıtlığııı nı ve tarımsal nü
fus fazlasını, toprak rantının yükselmesini ve köy
lülük tarafından işlenen toprağın olağanüstü dere
cede parçalanmasını beraberinde getirdi. Bunun
yanında geçmişteki feodal ve yarı-feodal sömürü
ve serflik ilişkilerinin daha « modernleştiril�işıı , fa
kat hiçbir şekilde daha kolay olmayan biçimleri
nin tüm yükü, eskiden olduğu gibi şimdi de köy
lülüğün sırtındadır. Sömürgelerde köyü kendi ver
gi sistemi ve ticaret aygıtı ile kuşatan ve kapita
lizm-öncesi ilişkilerde bir dönüşüm yapan (örne
ğin köy topluluğunu yıkan) kapitalizm, bununla
hiç de köylüleri kapitalizm-öncesi kölelik ve sömü
rü biçimlerinden kurtarmadı ; bilakis onlara salt
para biçimini verdi (angarya ve ayni kira, kısmen
para kira, ayni verginin yerine para vergi geçti vs. ) ,
ki bu da köylülüğün sefaletini daha da arttırdı.
Bu yoksulluklannda köylülere, onları soyup sağa
na çeviren ve hatta bazı koşullarda (örneğin Hin
distan ve Çin'in bazı bölgelerinde) kalıtsal borç
köleliği üreten tefeciler «yardımaıı gelir . . .
. . . Köylülüğün bu sefil durumu aynı zamanda
sanayi için içpazarda bir bunalım anlamına gelir
. 138
ve ülkenin kapitalist gelişmesi için güçlü bir en
gel oluşturur. Hindistan, Çin, Mısır'ın ulusal bur
j uvazisi gibi emperyalizm de köylülüğün bu seta
letini kapitalist sömürünün gelişmesi yolunda bir
engel olarak hisseder; fakat hepsi kırda büyük
toprak mülkiyeti ve ticaret ve tefeci sermayesinin
ekonomik ve siyasi çıkarlarıyla öylesine sıkı bir bi
çimde bağlıdırlar ki, bir nebze herhangi bir bü
yüklükte öneme sahip bir tarım reformu yapmak
durumunda değildirler . . .
139
me çabasıyla atbaşı gider. Yalnızca özel koşullarm
baskı.sı altında, emperyalist devletler burjuvazisi,
sömürgelerdeki büyük sanayiin · gelişmesini teşvik
etmeye kendini zorunlu görür. Böylece, örneğin sa
vaş yürütme veya hazırlama zorunly.luğu, strate
jik bakımdan en önerrili sömürgelerde (örneğin
Hindistan'da) sınırlı bir ölçüde metal ve kimya
sanayiinde çeşitli işletmelerin kurulmasına yol aça
bilir . . . Sömürge ve yarı-sömürge ülkeler burjuva
zisinin belirli tabakalarını satın alma amacıyla,
özellikle de devrimci hareketin yükseliş dönemle
rinde, ekonomik baskı.sını belirli bir derecede azal
tabilir. Bu olağanüstü ve büyük oranda ekonomi
dışı koşullar etkinliğini yitirdiği oranda, emper
yalist devletin · ekonomik siyaseti derhal sömürge
leri eznieye ve ekonomik gelişmesini kösteklemeye
yönelir. Bu nedenle sömürgelerin ulusal ekonomi
sinin gelişmesi, ve özellikle sanayileşmesi, sanayiin
her yönlü bağımsız gelişmesi, ancak emperyaliz
min politikasıyla en güçlü bir çelişki içinde ger
çekleşebilir. Bu nedenle sömürge ülkelerin gelişme
sinin özgül karakteri, özellikle, üretici güçlerin ola
ğanüstü zorluklar altında, kısıntılı olarak, tek tek
sanayi dalları ile yapay bir tarzda sınırlanarak bü
yümesinde görülür.
Kaçınılmaz olarak bütün bunlar, sömürge ve
yarı-sömürge ülkeler üzerinde emperyalist baskı
nın her defasında daha yüksek bir derecede yeni
den üretilmesine yol açar ve bizzat emperyalizm
tarafından yaratılan sosyo-ekonomik unsurların
her geçen gün şiddetlenen karşı baskısına neden
olur. Bağımsız gelişmenin sürekli kösteklenmesi,
sömürge halkları ile emperyalizm arasındaki an
tagonizmayı gittikçe derinleştirir ve devrimci bu-
140
nalımlara, boykot hareketlerine, ulusal devrimci
ayaklanmalara vs. vb. yol açar.
Bir yandan sömürgelerde kapitalist gelişme
nin objektif içsel çelişkileri keskinleşmekte, ve böy
lece sömürgelerin bağımsız gelişmesi ile emperya
list devletler burjuvazisinin çıkarları arasındaki
çelişkiler derinleşmekte; ama diğer yandan sömü
rünün yeni kapitalist biçimi, mali sermayenin bo
yunduruğuna karşı örgütlü bir direnişle karşı koy
mak için köylülüğün milyonlarca kitlelerinin git
tikçe daha fazla etrafında birleşmekte olduğu ger
çekten devrimci bir gücü, proletaryayı sahneye çı
karmaktadır.
Emperyalistler ve onların yardakçılarının,
emperyalist ülkelerin güya uyguladıklan «dekolo
niz a syonıı siyaseti ve ccsömürgelerin özgürce geliş
mesiııni teşvik üzerine lafkalabalığı, emperyalist
bir yalandan başka birşey değildir. Komünistıerin
gerek emperyalist ülkelerde, gerekse sömürge ül
kelerde bu yalanı tamamiyle teşhir etmeleri son
derece önemlidir.
(Komünist Enternasyonal VI. Dünya Kongresi Tutanağı,
«Sömürge/erde ve Yarı-Sömürgelerde Devrimci Hareket Üzeri
ne Tez/en> , Il. Bölüm, s. 161 vd., 1928.)
141
lülüğün demokratik diktatörlüğü için uzun süreli
bir mücadele verilmesinin zorunluluğu ve bu dik
tatörlüğün proletarya diktatörlüğüne doğru geliş
mesi; ve nihayet bu kavgada ulusal momentin ta
yin edici önemi, bu ülkelerin komünist partileri
nin önüne bir dizi özel görev koymaktadır ki, bun
ların çözülmesi, proletarya diktatörlüğünün genel
görevlerinin üstesinden gelinmesi için önkoşuldur.
Bu özel görevlerin en önemlileri olarak Komünist
Enternasyonal şunları görür :
1- Yabancı emperyalizmin, feodalizmin ve
toprak sahipleri bürokrasisinin yıkılması.
2- Konseyler temeli üzerinde proletarya ve
köylülüğün demokratik diktatörlüğünün
kurulması.
3- Tam ulusal bağımsızlık ve devlet bütün
lüğü.
4- Devlet borçlarının silinmesi.
5-:- Emperyalistlere ait büyük işletmelerin
ulusallaştırılması (sanayiin, ulaşımın,
bankaların, vb.) .
6- Büyük toprak mülkiyetinin, kilise ve
manastır topraklarının mülksüzleştiril
mesi. Bütün toprak ve arazinin ulusal
laştırılması.
7- Sekiz saatlik işgününün yürürlüğe kon
ması.
8- Bir devrimci işçi-köylü ordusunun oluş
turulması.
Mücadelenin daha sonraki gelişmesi ve sert
leşmesi (burjuvazinin sabotajları, burjuvazinin sa
botajlar yapan bölümüne ait işletmelerin, kaçınıl
maz olarak büyük sanayiin ulusallaştırılmasına yö
nelecek zoralımı) ile, proletaryanın önder ve hege-
142
mon rol oynadığı sömürge ve yarı-sömürge ülke�
lerde, tutarlı burj uva�demokratL"l{ devrim, proleter
devrime dönüşecektir. Proletaryanın olmadığı sö
mürgelerde, emperyalist iktidarın yıkılışına, halk
(köylü) konseyleri iktidarının örgütlenmesi, ya
bancıların işletme ve topraklarının zoralımı ve bu
mülkierin devlete devri eşlik etmelidir.
Emperyalizme karşı mücadele ve iktidarın iş
çi sınıfınca ele geçirilmesi açısından, sömürge dev
rimleri ve ulusal kurtuluş hareketleri çok büyük
bir rol oynamaktadırlar. Geçiş döneminde sömürge
ve yarı-sömürgelerin, dünya ekonomisi içinde dün
yamn kentleri rolünü üstlenmiş bulunan sanayi ül
kelerine karşı dünyanın lurlarını oluşturmaların
dan ötürü de büyük önemleri vardır. Burada sos
yaliSt dünya ekonomisinin örgütlenmesi, sanayi ile
tarım arasındaki bağlantının doğru biçimde kurul
ması sorunu, büyük ölçüde, emperyalizmin eski sö
mürgelerine karşı tavır sorunu haline gelmektedir.
Bu nedenle, sömürgelerin emekçi yığınlarıyla kar
deşçe bir mücadele ittifakı kurmak, emperyalizme
karşı mücadelede önder ve hegemon olarak dünya
sanayi proletaryasının ana görevlerinden biridir.
Dünya devriminin seyri, emperyalist devletle
rin işçilerini proletarya diktatörlüğü uğruna mü
cadeleye itmekte ve aynı zamanda yüzmilyonlarca
sömürge işçi ve köylüsünü yabancı emperyalizme
karşı mücadeleye sarsıp uyandırmaktadır . Sosya
.
lizmin merkezleri, artan ekonomik güçleriyle sos
yalist sovyet cumhuriyetleri biçiminde varolduk
larında, emperyalizmden kurtulmuş sömürgelerin,
dünya sosyalizminin sınai merkezleriyle ekonomik
alanda . yakınlaşmaları ve adım adım birleşmeleri
gerçekleşir. Böylelikle onlar, sosyalizmin inşasına
143
çekilirler, egemen sistem olarak kapitalizmin ge
lişmesi hasarnağını atlarlar ve hızlı ekonomik ve
kültürel ilerleme imk2.nını elde ederler. Bir zaman
ların geri sömürgelerindeki köylü sovyetleri ve da
ha ileri sömürgelerindeki işçi ve köylü sovyetleri,
siyasal bakımdan proletarya diktatörlüğünün mer
kezleri çevresinde gruplaşırlar ve böylece sovyet
cumhuriyetleri federasyonunun sürekli büyüyen
sistemine ve dolayJSıyla proletaryanın dünya dik
tatörlüğü sistemi içine çekilirler.
Böylece yeni üretim tarzı olarak sosyalizmin
gelişimi dünya ölçeğine bürünür.
(Komünist Enternasyonal Programı, IV. Bölüm, 9. n�kta,
«Proletaryanın Dünya Diktatörlüğü için Mücadele ve Sömürge
Devrim/eri, , 1928.)
144
patlamalara, doğa gücündeki kitle hareketıerinin
gücünü ve gerçek bir halk devriminin özelliğini
verir. Diğer taraftan ulusal faktör, salt işçi sınıfı
ve köylülüğün hareketi üzerinde etkinlik kazan
makla kalmaz, aynı zamanda diğer tüm sınıfların
pozisyonunu da etkiler ve onları devrim sürecinde
değiştirir, ilk zamanlar her şeyden önce yoksul şe
hir küçük burjuvazisi, küçük-burjuva aydınlar ile
birlikte, büyük ölçüde, aktif devrimci güçlerin et
kisi altına girer; ikincisi, sömürgelerde burj uvazi
nin konumu ·büyük oranda burjuva demokratik
devrimde ikili karaktere sahiptir, ve devrimin ge�
lişmesine bağlı olarak onun yalpalamaları, bağım
sız bir ülke burjuvazisininkinden (örneğin 1905-
1917 yılları arasındaki Rus burjuvazisinden) da
M. güçlüdür. Büyük bir bölümüyle sömürge dev
rimin özgüllüğünü belirleyen ulusal momentin her
somut koşulda özel etkisini titizlikle incelemek ve
bu ulusal momenti ilgili komünist partisinin takti
ğinde dikkate almak çok önemlidir:ı.
Ulusal kurtuluş mücadelesinin yanısıra tanm
devrimi, ileri sömürge ülkelerde burjuva-demokra
tik devrimin eksenini oluşturur-H. Bu nedenle ko-
145
münistler, tarım bunalımının gelişmesini ve kırda
sınıf çelişkilerinin keskinleşmesini büyük bir dik
katle izlemeli; başlangıçtan itibaren işçi kitleleri
nin hoşnutsuzluğuna ve başlayan köylü hareketi
ne bilinçli bir devrimci yönelim vermeli, onları
emperyalist sömürü ve köleleştirmeye karşı oldu
ğu gibi, aynı zamanda köylü ekonomilerinin altın
da inim inim iniediği ve yıkıma gittiği çeşitli var
olan kapitalizm-öncesi - feodal ve yarı-feodal -
ilişkilerin boyunduruğuna karşı yöneltmelidirler.
Tarımın korkunç geri kalmışlığı, köleleştirici kira
ilişkilerinin egemenliği, ticaret ve tefeci sermaye
sinin boyunduruğu, sömürgelerin tarımında üre
tici güçlerin gelişmesinin önünde duran en büyük
engellerdir, ve emperyalizm tarafından yaratılan
ve tekelleştirilen sömürgelerin tarımsal üretimi
ile dünya pazarı arasındaki değiş-tokuşun çok ge
lişmiş biçimleri inanılmaz bir çelişki içinde bulun
maktadır.
Bu sömürge ülkelerde ulusal burjuvazi, em
peryalizme karşı yekpare bir tavır takınmaz. Bu
burjuvazinin bir bölümü, ilk planda ticaret burj u-
146
vazisi, dolaysız bir biçimde emperyalist sermaye
nin çıkarlarına hizmet eder (komprador burjuvazi
denilenler) . Bunlar esas olarak, şu ya da bu dere
cede tutarlı olarak, tümüyle ulusal harekete yö
nelmiş, tıpkı emperyalizmin feodal müttefikleri ve
iyi aylıklı yerli memurlar gibi, anti-ulusal, emper
yalist bir görüş savunurlar. Yerli burjuvazinin di
ğer bölümü, özellikle de yerli endüstrinin çıkar
larını temsil eden bölümji, ulusal hare.ketin zemi
ni üzerinde durur ve ulusal reformizm olarak ni
telendirilebilecek, çok sallantılı, tavizlere eğilim
gösteren bir akımı temsil eder . . .
. . . Tüm sömürge halkın çıkarına olan, ülkenin
emperyalizmden bağımsızlığı, ulusal burjuvazinin
çıkarlarına da uygundur; ancak emperyalist sis
te'min tüm özü ile uzlaşmaz bir çelişki içindedir . . .
Burjuvazinin hakim egemenliği, «özgur» , bağımsız
bir kapitalist gelişme olasılığı, «bağımsızıı halk üze
rinde egemenlik - bütün bunları emperyalizm,
ulusal burjuvaziye asla gönüllü olarak bahşetmez.
Burada sömürge ülkenin ulusal burjuvazisi ile em
peryalizm arasında nesnel olarak temel bir çıkar
çelişkisi vardır. Bu konuda emperyalizm, ulusal
burjuvazinin teslimiyetini talep eder . . .
. . . Sömürgelerde köylülüğün çekilmez sömü
rülmesi, ancak tarım devrimi ile ortadan kaldırı
labilir. Fakat Çin, Hindistan ve Mısır burjuvazile
ri, kendi dolaysız çıkarlan gereği, toprak mülkiye
ti, tefeci sermaye ve bir bütün olarak köylü kit
lelerinin sömürülmesi ile öylesine sıkı bir şekilde
bağlıdırlar ki, onlar yalnızca tarım devrimine de
ğil, aynı zamanda her türlü kararlı tarım refor
muna. da karşı çıkarlar. Salt tarım sorununun açık
ça konmasının bile köylü kitleleri içindeki devrim-
147
ci mayalanma sürecine itilim vereceğinden ve onun
hızım arttıracağından korkması boşuna değildir.
Yani reformist burjuvazi bu açık canalıcı sorunun
pratik çözümüne soyunacak durumda değildir . . .
148
burjuva ulusal reformizmin küçük-burjuvazi, köy
lülük ve hatta, en azın.dan hareketin ilk aşamala
rmda bir bölüm işçi kitlesi üzerindeki etkisinin
özel öneminin küçümsenmesi, sekter bir siyasete,
komünistlerin emekçi kitlelerden tecrit olmasına
vs. götürebilir.
Hem birinci, hem de ikinci durumda, daha
Komünist . Enternasyonal IL Kongresi'nin, sömür
ge ülkelerin komünist partilerinLTı özel görevleri
olarak, yani kendi ulusu içindeki burjuva-demok
ratik harekete karşı mücadele görevi olarak ka
rakterize ettiği görevlerin tam da uygulanmasına
gereğince özen gösterilmez. Bu mücadele olmaksı
zın, emekçi kitleler burjuvazi ve ulusal-reformiz
min etkisinden kurtarılmaksızın, komünist hareke
tin -burjuva-demokratik devrimde stratejik ana he
define - proletaryanın hegemonyasına - ulaşıla
maz. Proletaryanın hegemonyası olmaksızın ise
-ki komünist partisinin önder konumu bunun or
ganik parçasıdır - burjuva-demokratik devrim so
nuna kadar götürülemez, sosyalist d�vrim ise söz
konusu bile olam;:ız . . .
. . . Komünist partisinin ulusal-reformist mu
halefet ile her türlü blok* oluşturması reddedilme
lidir: kitle hareketinin geliştirilmesi için burjuva
muhalefetin eylemlerinden yararlanılabiliyorsa, ve
eğer böylesi anlaşmalar komünist partisinin özgür
lüğünün, kitleler arasındaki ajitasyonunu ve kitle
örgütlerini hiçbir şekilde kısıtlamıyorsa, bu, em
peryalizme karşı belirli eylemlerde somut eylemler
üzerine geçici anlaşmalan ve koordinasyonlan dış
talamaz. KencUiiğinden anlaşılır ki, . komünistler
149
aynı zamanda burjuva milliyetçiliğine ve onun iş
çi hareketi içindeki etkisinin en küçük izlerine
karşı en acımasız ideolojik ve siyasi mücadele yü
rütmeyi bilmek zorundadırlar.
Böylesi durumlarda komünist partisi, yalnızca
siyasi bağımsızlığını pütünüyle elde tutma ve ken
di çehresini korumakla kalmamaya, aynı zaman
da burjuva muhalefetin etkisi altında bulunan
emekçi kitlelerin, bu muhalefetin tüm güvenilmez
liğini ve onun yaydığı burjuva-demokratik hayal
lerin tehlikesini kavramalan için olgular temelin
de onların gözlerini açmaya özel olarak çaba gös
termelidir.
Ulusal' büyük-burjuvazinin partilerinin esas
yönü doğru değerlendirilmezse, küçük-burjuva par
tilerin karakter ve rolünün yanlış değerlendirilme
si tehlikesi doğar. Bu partilerin gelişmesi kural
olarak ulusal-devrimci görüşten ulusal-reformist
görüşe varma yolunu izler. Hatta Çin'de Sun Yat
sen'izm * , Hindistan'da Gandizm, Endonezya'da
1 50
Sarekat-İslam, ilk ortaya çıktıkları dönemde radi
kal küçük-burjuva ideolojik akımlardı ; fakat son
raları bunlar büyük burjuvazinin hizmetinde bu
burjuvazinin ulusal-reformist akımıarına dönüştü
ler. Bu dönemden beri Hindistan, Mısır, Endonez
ya'da azçok tutarlı ulusal-devrimci görüşler savu
nan radikal, küçük-burjuva gruplar kanadı yeni
den ortaya çıktı . . . Ne var ki, bu partilerin de te
melde ulusal burj uvaziyle bağlı olduğu gözden ka
çırılmamalıdır. Bu partilerin başında bulunan kü
çük-burjuva aydınlar, ulusal-devrimci talepler öne
sürerler, fakat aynı zamanda onlar - az veya· çok
bilinçli - kendi ülkelerinin kapitalist gelişmesinin
ternsilcileridir. Bu unsurlardan bazıları, çeşitli ge
rici ütopyaların yandaşları haline gelebilirler, fa
kat feodalizm ve emperyalizm karşısında, ulusal
büyük-burjuva partilerinden farklı olarak, ilk baş·
larda reformist değil, tam tersine sömürge burju
vazisinin anti-emperyalist çıkarlarının az veya çok
devrimci destekleyicileridirler. Ta ki ülkede dev
rimci sürecin gelişmesi, burjuva-demokratik dev
rimin iç temel sorunlarını, özellikle tarım devrimi
nin ve proleta:rya ve köylülüğün diktatörlüğünün
1 51
gerçekleşmesi sorununu berrak ve keskin bir biçim
de gündeme getirsin. O zaman ama normal halde
küçük-burjuva partilerin devrimci karakteri son
bulur . . .
. . . Bu ülkelerdeki komünist partilerinin en ba
şından itibaren hem siyasi hem de örgütsel ola
rak bütün küçük-burjuva parti ve gruplarından en
berrak bir tarzda uzak durmalan mutlak zorunlu
dur. Devrimci mücadeleye hizmet ettiği sürece ve
ölçüde, geçici bir işbirliği caizdir, eğer bu hareket
gerçekten egemen iktidara karşı mücadele yürü
tüyorsa, eğer o gerçekten devrimci ise ve onun
temsilcileri, komünistlerin köylüleri ve sömürülen
lerin geniş kitlelerini devrimci bir ruhla eğitmele
rini ve örgütlemelerini engellemiyorsa, komünist
partisi ile ulusal-devrimci hareket arasında belli
koşularda geçici bir ittifak bile mümkündür. An
cak, her işbirliğinde, bunun komünist hareket ile
burjuva-devrimci hareketin kaynaşması şeklinde
yozlaşmaması gerektiği konusunda bütünüyle açık
olunmalıdır. Komünist hareket her koşul altında,
proleter hareketin bağırnsızlığını, onun ajitasyon,
örgütlenme ve eylemlerde bağımsızlığını koruma
lıdır. Küçük-burjuva grupların yarım-yamalaklığı
nı ve· kararsızlığını eleştirmek, onun yalpalamala
rını önceden gormek, buna karşı hazırlıklı olmak
ve aynı zamanda bu tabakaların tüm devrimci ola
naklarından yararlanmak, proletarya içindeki kü
çük-burjuva etkiye karşı tutarlı bir mücadele yü
rütmek, bütün araçlarla geniş emekçi köylü kit
lelerini küçük-burjuva partilerin etkisinden kur
tarmaya çalışmak, köylülük üzerindeki egemen
liklerini onlardan koparmak, bunlar komünist par
tilerinin görevlerindendir . . .
152
Emperyalist ülkelerdeki komünist partilerinin
sömürgesel sorundaki en yakın görevleri üç türlü
dür. Birincisi : Bir yandan metropol ülkeler komü
nist partileri ve devrimci sendika örgütleri ile di
ğer yandan sömürgelerin ilgili devrimci örgütleri
arasında aktif bir ilişki _kurma . . . Yalnızca emper
yalist ülkelerdeki komünist partileri sömürgeler
deki devrimci hareketi gerçekten desteklediği öl
çüde ve sürece, onların desteği emperyalizme kar
şı ilgili sömürge ülkelerin mücadelesini gerçekten
kolaylaştırdığı ölçüde ve sürece, onların sömürge
·
sel sorunda pozisyonu gerçekten bolşevik olarak
kabul edilebilir. Onların bir bütün olarak dev
rimci faaliyetinin kıstası budur.
Görevlerin ikinci kategorisi, proletaryanın et
-kili kitle eylemlerinin örgütlenmesi yoluyla emper
yalizme karşı sömürge halklarının mücadelesinin
gerçekten desteklenmesidir . . .
. . . Komünistler, kapitalist ülkelerin geniş işçi
ve köylü kitlelerini, sömürge halkların tam dev
let bağımsızlığı ve egemenliği kayıtsız-şartsız tale
bi temelinde harekete geçirmelidir: Sömürge ayak
lanmalarının kanla bastırılmasına, ulusal devrim
lere karşı emperyalistlerin silahlı müdahalesine,
emperyalizmin askeri saldırganlığına, yeni askeri
fetihlere karşı mücadele, uluslararası proletarya
dan sistematik, örgütlü ve özverili bir mücadele
talep etmektedir. Kapitalist ülkelerdeki hiçbir Ko
mintern seksiyonunun, kitleleri Çin devriminin
gerçekten savunulması için ve dünya emperyaliz
minin durmak bilmeyen saldırısına karşı gerekli
olduğu tarzda harekete geçirmeyi başaramadığı ol
gus�dan tüm dersler çıkarılmalıdır. Bir dünya
savaşı hazırlığı, emperyalistlerin, «kendi» sömür�
153
gelerinin halklarına karşı, onları ((zaptırapt altına
almak» için savaş açmalan, kapitalist ülkeler pro
letaryasının dikkatinin ve mücadelesinin merkezi
ne, sömürge devriminin aktif desteklenmesi göre
vini koymaktadır.
Komünist partileri, boyunduruk altındaki ül
kelerden emperyalizmin silahlı güçlerinin derhal
geri çekilmesini talep ederler ve sömürgelere as
keri birlik ve mühimmat sevkiyatının engellenme
si amacıyla durmak bilmeksizin kitlesel eylemler
örgütlernek için çalışmak zorundadırlar. Sömürge
lerin ayaklanan kitleleriyle kardeşleşme için as
keri birlikler arasındaki sistematik ajitasyon ve
örgütsel çalışma, işgal birliklerinin, işçi-köylü dev
riminin ve onun silahlı güçlerinin tarafına geç
melerini hazırlamalıdır.
Sosyal-demokrasinin sömürge siyasetine karşı
mücadele, komünist partisi tarafından emperyaliz
me karşı mücadelenin organik bir bileşeni olarak
görülmelidir. II. Enternasyonal, son Brüksel Kong
resi'nde sömürge sorununda takındığı tavırla, sa
vaş sonrası yıllarda emperyalist ülkelerin çeşitli
sosyalist partilerinin pratik faaliyetinin tamameri
·
berrak bir şekilde halihazırda göstermiş . olduğu
şeyi kesin olarak onayladı. Sosyal-demokrasinin sö
mürge siyaseti, sömürge halkların sömürülmesi ve
baskı altında tutulmasında emperyalizmin aktif
desteklenmesi siyasetidir. O resmen, «Cemiyet-i Ak
vam» [Milletler Birliği] örgütünün temel aldığı
görüşü benimsedi;· bu görüşe göre, gelişmiş kapita
list ülkelerin egemen sınıfları dünya halklannın
çoğunluğu üzerinde egemenlik uygulama ve bu
halkları gaddarca sömürme ve köleleştirme rejimi
ne tabi tutma ((hakkına» sahiptir. İşçi sınıfının bir
1 5-4
bölümünü kandırmak ve onu soyguncu sömürge
reji!Ifinin ayakta durmasına ortak etmek amacıy
la sosyal-demokrasi, emperyalizmin sömürgelerde
ki en pespaye ve rezil kahramanlıklarını savunmak
tadır. O, kapitalist şömürge sisteminin gerçek. özü
nü örtmekte, sömürge siyaseti ile, proletaryayı ve
tüm dünya emekçi kitlelerini tehdit eden yeni bir
emperyalist savaş tehlikesi arasındaki bağı sessiz
likle geçiştirmektedir.
Sömürge halkların hiddetinin emperyalizme
karşı kurtuluş savaşına dönüşmekte olduğu yerde,
sosyal-demokrasi yalancı laflarına rağmen pratik
te daima devrimin emperyalist cellatlarının yanın
da yer almaktadır. Son yıllarda bütün kapitalist
ülkelerin sosyal-demokrat partileri, kurtuluşları
uğruna mücadele eden sömürge halklara (Fas, Su
riye, Endonezya) karşı savaş yürütmek için ken
di ülke hükümetlerinin talep ettiği kredilerin ka-
. bul edilmesi lehinde oy kullanıyorlar, ve hatta, sö
mürgesel sömürüye dolaysız olarak katılıyorlar
(Fransız sosyalistleri, kendi emperyal�t hükümet
leri tarafından sömürgelere vali olarak atanıyor
lar, Belçika'daki sosyalist kooperatifler, Kongo'da
ki zenci halkı sömüren sömürge işletmelerine ortak
oluyorlar) , sömürge ayaklanmalarının en gaddar
tedbirlerle hastınlmasını onaylıyorlar (Çin'e yapı
lan müdahalenin İngiliz İşçi Partisi önderlerince
savunulması, Hollanda Sosyalist Partisi'nin Endo
nezya'daki ayaklanmanın hastınlmasını destekle
mesi) . Kapitalist sömürge rejiminin reforme edi
lebileceğini ve <dyi bir sömürge rejiminen dönüştü
rülebileceğini iddia. eden sosyal-demokrat teori,
sosyal-çiemokratların kendi gerçek · sosyal-emper
yalist yüzlerini arkasında saklamaya çalıştıkları
155
bir maskedir. Komünistler, onların bu maskelerini
yüzlerinden koparmalı ve onların metropol ülke
lerde ve sömürgelerde soyguncu emperyalizmin
ajanları haline geldiklerini göstermelidirler.
Komünistler, kapitalist hükümetlerin yardı
mıyla sömürgelerde etkilerini genişletmeye ve ora
larda seksiyonlar ve örgütler kurmaya çalışan sos-
yal-demokratıarın her türlü çabalarını büyük bir
.
dikkatle izlemelidir. Bu çabalar, sömürgelerde be
lirli yerli tabakaları satın alma yoluyla kendi po
zisyonunu güçlendirmeyi kendisine görev bilen em
peryalist sömürgecilerin bir bölümünün siyasetine
uygundur. Bazı sömürgelerdeki özgül koşullar, bu
siyasetin belli bir başarı kazanmasına yarayabilir
ve bu ülkelerde, kapitalist ülkeler sosyal-demokra
sisinin etkisi altında reformist hareketin geçici bir
gelişmesine yol açabilir. Komünistlerin görevi, böy
lesi çabalara karşı kararlı bir mücadele yürütme-� ,
sosyalistlerin sömürge siyasetini yerli halk kitle
leri önünde teşhir etmek ve sömürge halkların em
peryalistlere karşı duyduğu haklı nefreti, sosyal
demokrat önderiere karşı da, emperyalizmin bu
yaltakçılarına karşı da yöneltmektir.
(Komünist Enternasyonal VI. Dünya Kongresi Tutanakları,
«Sömürgeler ve Yarı-Sömürgelerde Devrimci Hareket Üzerine»
tezler, 1928.)
156
baskısı altında yaşayan ülkelerdeki devrim arasın
daki kesin ayrımdır. Burj uvazinin başka halklan
ezdiği, devrimin tüm aşamalarında karşı-devrimci
olduğu, kurtuluş savaşının momenti olarak ulusal
.
momentin eksik olduğu emperyalist ülkelerdeki
devrim ile; başka devletlerin emperyalizmi tara
fından ezilmenin devrimin bir faktörü olduğu, bu
ezilmenin ulusal burjuvaziye de dokunduğu, ulusal
burjuvazinin . belirli bir aşamada ve belirli bir za
man boyunca kendi ülkesinin emperyalizme karşı
devrimci mücadelesini desteklediği, ulusal momen
tin, kurtuluş savaşının bir momenti olarak devri
min bir faktörünü oluşturduğu sömürge ve bağım
lı ülkelerdeki devrim, birbirinden temelden farklı
iki şeydir. Bu ayrım yapılmazsa, bu ayrım kav
:tanmazsa, emperyalist ülkelerdeki devrim ile sö
mürge ülkelerdeki devrim özdeşleştirilirse, bu,
Marksizm yolundan, Leninizm yolundan ayrılmak,
II. Enternasyonal yandaşlarının yolunu tutmak
demektir.
Lenin, Komünist Enternasyon�l'in II. Kongre
si'nde, ulusal sorun ve sömürge sorunu üzerine ra
porunda, şöyle diyordu :
1 57
emperyalist bir ülkedeki, Rusya'daki 1 905 Devrimi
ile, ezilen, yarı-sömürge, başka devletlerin emper
yalist boyunduruğuna karşı savaşmak zorunda
olan bir ülkedeki, Çin'deki devrimi özdeşleştirme
sidir.
Bizde Rusya'da, 1 905 yılındaki devrim, burju
va-demokratik bir devrim olmasına rağmen, bur
juvaziye karşı, liberal burjuvaziye karşı yöneliyor
du. Neden? Çünkü emperyalist bir ülkenin liberal
burjuvazisi, karşı-devrimci olmaktan başka birşey
olamaz. İşte tam da bu nedenden ötürüdür ki, o
zaman Bolşevikler için liberal burjuvazi ile geçici
bloklar ve anlaşmalar söz konusu değildi ve ola
mazdı. Buradan yola çıkan muhalefet, Çin'de dev
rimci hareketin tüm aşamalarında da aynı şeyin
yapılması gerektiğini, Çin'de ulusal burjuvazi ile
geçici anlaşmalar ve blokların,- asla ve hiçbir koşuı
altında caiz olmadığını iddia ediyor. Ama muhale
fet unutuyor ki, ancak ezilen ülkelerdeki devrim
ile ezen ülkelerdeki devrim arasındaki farkı kav
ramayan ve tanımayan kimseler böyle konuşabi
lir; ancak Leninizmden kopan ve II. Enternasyo
nal yandaşları haline gelen kimseler böyle konu
şabilir.
Sömürge ülkelerdeki burjuva kurtuluş hare
ketleri ile geçici anlaşmalar ve bloklann caizliği
konusunda Lenin şöyle der :
158
Sömürge Sorunu Üzerine Kılavuz ilkeler. Ko
mintern II. Dünya Kongresi Tutanağı, s. 23 1 . )
« . • • sömürge ülkelerin burjuva k,urtuluş hare
ketle rini, ancak bu hareketler gerçekten dev
rimci oldukları taktirde, bu hareketlerin tem
silcileri, o ülkelerdeki köylülüğü ve sömürülen
geniş yığınları devrimci bir ruhla eğitmemize
ve örgütlernemize engel olmadıkları taktirde
desteklemeliyiz (italikler benim -J. St.) ve des
tekleyeceğiz. , (Tüm Eserler, cilt XXV, s . �35.)
160
Tüm sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde ulu·
sal reformizm, II. Enternasyonal'in emperyalist ül
kelerde oynadığı devrimin ana fren çarığı olma ro
lünün aynısım oynamaktadır. Guomindang, Çin'in
empe:ı;yalistler arasında paylaşılmasımn zeminini
hazırladı. Guomindang'm ayak izlerinden, Hindis
tan'da Ulusal Kongre, Mısır'da Vafid, Suriye'de
Kut el Vatani, Filistin'de Arap Yürütme Komite
si, Afrika Ulusal Kongresi gidiyor. Komünistler
bunların ihanetini teşhir ederek bu örgütlerin kit
le etkisini baltalıyorlar.
Hindiçini'nde ve Hindistan'da komünist par
tisi önderliğinde proletarya, daha şimdiden ulu
sal kurtuluş savaşında kendi hegemonyası uğruna
mücadeleye girmiş bulunuyor. Filipinler'de, Kore'
de, -Mısır'da, Suriye'de, Filistin'de, Cezayir'de, En
donezya'da daha şimdiden komünist partileri oluş
tu. Sömürge ve yarı-sömürge ülkeler, devrimierin
ve savaşların ikinci turuna, büyüyen ve mücadele
lerde çelikleşen Komünist Partilerle giriyorlar.
(Komünist Enternasyonal'in Kuruluşunun 15: Yıldönümü Ve
silesiyle KEYK Ajit-Prop Bölümünün Tezleri, Mart 1934.)
161
malardan geçmeyen bir devrim var mıdır? . . . Çin
Devrimi'nin aşamaları nelerdir? Kanımca üç aşa
ma olmalıdır : birinci aşama, devrimin darbelerini
ağırlıklı olarak yabancı emperyalizme karşı yönelt
tiği ve ulusal burj uvazinin devrimci hareketi des
teklediği genel-ulusal, birleşik cephe devrimi, Kan
ton dönemi; " ikinci aşama, ulusal ordunun Yangtse
kiang üzerine yürümesinden sonra ulusal burjuva
zinin devrimden uzaklaştığı ve tarım hareketinin
onmilyonlarca köylünün güçlü bir devrimi biçi
minde geliştiği burjuva-demokratik devrim (şu
anda Çin devrimi gelişmesinin ikinci aşamasında
bulunmaktadır) ; üçüncü aşama, Sovyet devrimi
dir, henüz olmayan, ama gelecek olan Sovyet dev
rimidir. Belirli gelişme aşamaları olmayan devrim
lerin olmadığını kavramayan biri, Çin Devrimi'nin
gelişmesinde üç aşama gösterdiğini kavramayan
biri, ı;ıe Marksizmden, ne de Çin sorunundan zer
re kadar birşey anlamamıştır.
Çin Devrimi'nin ilk aşamasının karakter çiz
gisi nedir?
Çin bevrimi'nin ilk aşamasının karakter çiz
gisi şudur ki, ilk olarak o, genel-ulusal birleşik cep
henin bir devrimiydi, ve ikincisi, o esas olarak dış
emperyalist baskıya karşı yöneliyordu (Hongkong
grevi vs. ) . Çin'deki devrimci hareketin merkezi,
savaş alanı o zamanlar Kanton muydu? Evet, söz
götürmez biçimde. Bunu şimdi ancak körler yad
sıyabilir.
Sömürge devriminin birinci aşamasının tam
da böyle bir karaktere sahip olması gerektiği doğ
ru mu? Ben, doğru olduğunu sanıyorum. Komü
nist Enternasyonal'in II. Kongresi'nin, Çin ve Hin
distan'daki devrimi konu edinen «Ulusal Sorun ve
162
Sömürge Sorunu Üzerine Tamamlayıcı Tezlerı> de
doğrudan, «yabancı egemenliğin bu ülkelerdeki
toplumsal yaşamın gelişmesini durmadan engelle
diği, ve bu nedenle, sömürgelerdeki devrimin ilk
adınunın, yabancı kapitalizmin yıkılınası olması
gerektiği)) söylenmektedir. (Bkz. Komünist Enter
nasyonal II. Dünya Kongresi'nin Tutanağı, s. 148.)
Çin Devrimi'nin bir karakter çizgisi, onun bu
«ilk adımın, gelişmesinin birinci aşamasını, genel
ulusal birleşik cephe devrimi dönemini aşmış, ve
gelişmesinin ikinci aşamasına, tarım devrim� dö
nemine girmiş olması olgusudur.
Örneğin Türk Kemalist devriminin karakter
çizgisi, tersine, <dik adımnda, gelişmesinin birinci
aşamasında, yani burjuva kurtuluş hareketi aşa
masında, gelişmesinin ikinci aşamasına, tarım dev
rimi aşamasına geçmeye bile girişmeksizin, çakılıp
kalmış olması olgusudur.
Devrimin birinci aşamasında, Kanton döne
minde, Guomindang ve onun hükümeti neyi tem
sil ediyorlardı? O, o zaman işçiler�n, köylülerin,
burjuva aydınların ve ulusal burjuvazin�n bloku
nu temsil ediyordu. Kanton, o zaman devrimci ha
reketin merkezi, devrimin savaş alanı mıydı? O za
manlar, emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesi
nin hükümeti olarak Kanton Guomindang'ını des
tekleme siyaseti doğru muydu? Kanton ve Ankara,
emperyaliz�e karşı savaşım verdikleri zaman, Çin'
de Kanton'a ve Türkiye'de diyelim ki Ankara'ya
yardımda bulunmakla haklı mıydık? Evet, haklıy
dık. Haklıydık, ve o zaman � Lenin'in izinde yürü
yorduk; çünkü Kanton ve Ankara'nın savaşımı,
emperyalizmin güçlerini dağıtıyor, emperyalizmi
zayıflatıyor ve teşhir ediyor, ve böylece dünya dev-
163
rim ocağmın, SSCB'nin gelişmesini kolaylaştırıyor
du. Bugünkü muhalefet liderlerinin o zamanlar
Kanton ve Ankara'yı desteklemek, ve onlara belli
bir yardımda bulunmak için bizimle blrlikte olduk
lan doğru mudur? Evet, doğrudur. Elinden gelen,
bundan kuşku duymaya çalışsın bakalım.
Sömürge devriminin birinci aşamasında, ulu
sal burjuvazi ile birl�şik. cepheyi nasıl anlamalı?
Bu, komünistlerin, işçi ve köylülerin çiftlik sa
hiplerine ve ulusal burjuvaziye karşı savaşımı kes
kinleştirmemeleri gerektiği, proletaryanın, çok kü
çük ölçüde de olsa, bir an için bile olsa, kendi ba
ğımsızlığından ödün vermesi gerektiği anlamına
mı gelir? Hayır, asla bu anlama gelmez. Birleşik
cephe, ancak komünist partisini kendi bağımsız
siyasal ve örgütsel çalışmasını yürütmek, proJe
taryayı bağımsız bir siyasi güç olarak örgütlemek,
köylülüğü büyük toprak sahiplerine karşı hareke
te geçirmek, işçilerin ve köylülerin devrimini çıçık
ça örgütlernek ve böylece proletaryanın hegemon
yası koşullarını hazırlamaktan alıkoymaması ha
linde ve koşuluyla devrimci bir anlam taşıyabilir . . .
Komünist Enternasyonal, Çin Komünist Partisi'ne,
birleşik cephenin tam da böyle kavranması doğ
rultusunda telkillde bulundu . . .
. . . Şimdi Çin Devrimi'nin ikinci aşamasına {re
çelim.
Eğer birinci aşama, devrimin sivri ucunun
esas olarak yabancı emperyalizme karşı yönelme
siyle karakterize idiyse, ikinci aşamanın karakter
çizgisi, devrimin sivri ucunu esas olarak � düş
manlara, her şeyden önce de feodallere, feodal re
jime karşı yöneltınesi olgusudur. Birinci aşama,
yabancı emperyalizmi devirmek olan görevini çöz-
164
dü mü? Hayır, bu görevi çözmedi. Bu görevin ye
rine getirilmesini, Çin Devrimi'nin gelişmesinin
ikinci aşamasına miras bıraktı. Emperyalizme kar
şı devri)Tici yığınları ilk kez sarsıp uyandırarak
seyrini tamamladı ve bu işi geleceğe bıraktı. Dev
rimin ikinci aşamasının da, emperyalistleri dışarı
atmak olan görevini çözmeyi tamamen başarama
yacağını varsaymak gerekir. O, emperyalizme kar
şı Çin işçi ve köylülerinin geniş yığınlarını daha
da sarsacak, ama bunu, bu işin tamamlanmasını
Çin Devrimi'nin bir sonraki aşamasına, Sovyet aşa
masına aktarmak üzere yapacaktır. Ve bunda şa
şıla�ak hiçbir şey yoktur. Bizi)U devrim tarihimiz
de de, başka bir durumda ve başka koşullar altın
da cereyan etse de, benzer olguların oldukları bi
linmez mi? Bizim devrimimizin ilk aşamasının da,
tarım devriml.ni tamamlama olan görevini tama
men çözmediği, ama bu işi devrimin bir sonraki
aşamasına, feodal kalıntıların kökünü kazıma gö
revini tamamen ve bütünüyle çözmüş olan Ekim
Devrimi'ne aktardığı bilinmez mi? Bundan ötürü,
eğer Çin Devrimi'nin ikinci aşamasında, tarım
devriminin tamamen sonuna kadar götürüınıesi
başarılamaz ve eğer devrimin ikinci aşaması, sa
yısız köylü yığırilarını sarsıp uyandırdıktan ve on
ları feodal kalıntilara karşı harekete geçirdikten
sonra, bu işin tamamlanmasını devrimin bir son
raki aşamasına, Sovyet aşamasına aktarırsa,. bun
da da şaşılacak hiçbir şey olmayacaktır. Bu, Çin'de
gelecekteki Sovyet devriminin sadece yararına ola
caktır.
Devrimci hareketin merkezinin açıkça Kan
ton1dan Wuhan'a kaymış ve Wuhan'daki devrimci
merkezin yanında Nanking'de karşı-devrimci bir
165
merkezin yaratılmış olduğu Çin Devrimi'nin ikin
ci aşamasında komünistlerin görevi neydi? Bu gö
rev, partiyi, proJetaryayı (sendikalar) , köylülüğü
(köylü birlikleri) , genel olarak devrimi açıkça ör
gütleme olanaklarından sonuna kadar yararla_.n
maktı. Bu görev, Wuhan Guomindang'ı yandaş
larını sola, tarım devrimine doğru itmekti. Bu gö
rev, Wuhan Guomindang'ını karşı-devrim ile bir
savaşım merkezine ve gelecekteki proletarya ve
köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğünün
bir çekirdeğille dönüştürmekti.
Bu siyaset doğru muydu? Olgular, bu siyase
tin, geniş işçi ve köylü yığınlarını, devrimi daha
da geliştirme anlayışı doğrultusunda eğitmeye ye
tenekli biricik doğru siyaset olduğunu gösterdi.
Muhalefet o :ıaman derhal işçi ve köylü sov
yetlerinin kurulmasını talep ediyordu. Ama bu ma
ceracı bir siyaset, maceracı bir başını alıp gitme
idi; çünkü derhal sovyetlerin kurulması, o zaman
Sol Guomindang'ın gelişmP..si aşamasını atlamak
anlamına gelirdi. Neden? Çünkü komünistler ile
ittifakım sürdüren Wuhan Guomindang'ı, henüz
geniş işçi ve köylü yığınlarının gözünde saygınlı
ğını yitirmemiş ve teşhir olmamıştı, henüz burju
va-devrimci örgüt olarak kendini tüketmemişti.
Çünkü yığınların, henüz kendi öz deneyimleri ile
bu hükümeti� işe yaramazlığına, onu devirmenin
zorunluluğuna inanmış olmadıkları bir anda, Sov
yetler ve Wuhan hükümetinin yıkılınası sloganını
formüle etmek, olayların çok önünde gitmek, kit
lelerden kopmak, kitlelerin desteğini yitirmek ve
böylece başlanmış bulunan işi boşa çıkarmak de
mek olurdu.
Muhalefet, kendisi Wuhan'daki Guomindang'
166
ın güvenilmezliğini, dayanıksızlığını ve yetersiz
devrimci tutumunu kavradığında (bunu kavra�
mak, siyasal bakımdan yetişkin hiçbir insan için
güç değildir) , bunun, bütün bunların yığınlarca
da anlaşılması için tamamen yeterli olduğunu; bu
nun, Guomindang'ın yerine Sovyetleri geçirmek ve
yığınları ardından sürüklemek için tamamen yeter-
li olduğunu sanıyor. Ama bu, kendi bilinç ve anlayı
şını, milyonlarca işçi ve köylünün bilinç ve anlayışı
sayan muhalefetin alışılmış aşırı-sol yanılgısından
başka birşey değildir. Muhalefet, partinin önden
gitmesi gerektiğini söylerken haklı. Bu beylik bir
Marksist önermedir, ve ona bağlı kalmadıkça ger
çek bir komünist partisi yoktur ve vlamaz. Ama
bu, doğrunun yalnızca bir bölümü. Tüm doğru şu
ki, - parti, yalnızca önden gitmemeli , ama sayısız -
yığınları da kendi ardından götürmelidir. Sayısız
yığınları ardından götürmeden başıni alıp gitmek,
aslında hareketin gerisine düşmek, hareketin kuy
ruğuna takılmak demektir. Başını alıp gitmek ve
artçıdan kopmak, artçıyı peşinden götürecek du�
rumda olmamak - bu, yığınların ileriye doğru
hareketini, bir . zaman için tehlikeye düşüren bir
acelecilik olur. Leninist önderlik tam da şunda ya
tar ki, öncü, artçıyı kendi peşinden götürmeyi bil
melidir; öncü, yığınlardan kopmaksızın önde git�
melidir. Ama öncünün yığınlardan kopmaması, sa
yısız yığınları gerÇekten kendi peşinden götürebil
mesi için, tayin edici bir koşul, yani yığınlann ön
cünün işaretlerinin, yönergelerinin, sloganlarımn
doğruluğuna kendi öz deneyimiyle kanaat getir
mesi koşulu gereklidir. Muhalefetin aksiliği tam
da şurda yatmaktadır ki, o milyonlarca kitleye ön
'
derlik etmenin bu basit Leninist kuralını tanıma-
167
maktadır, tek başına partinin, tek başına öncünün,
milyonlarca kitlenin desteği olmaksızın devrimi
gerçekleştirecek durumda olmadığını, devrimin
son tahlilde emekçilerin milyonlarca kitlesi tara
fından «yapıldığının anlamamaktadır.
168
sının bayrağı olarak kalmaktadır. İ çinde bulunu
lan anda, devrimci kabarınanın iki dalgası arasın
daki dönemde Partinin görevi, kitleler uğruna mü
cadeledir, yani işçiler ve köylüler arasında kitle
çalışması, onların örgütlerinin yeniden inşa edil
mesi, çiftlik sapiplerine, burj uvaziye, generaliere
ve yabancı emperyalistlere karşı her türlü hoşnut
suzluktan devrimci mücadeleyi geliştirmek için
yararlanmaktır. Bunun için Partinin çok yönlü bir
pekişınesi zorunludur. Kitle ayaklanması şiarı bir
propaganda şiarına dönüşür ve ancak ger�ek bir
kitle hazırlığıyla ve _yeni bir devrimci kabarışın ol
gunlaşmasıyla yeniden daha üst bir basamakta,
Sovyetler temelinde proletarya ve köylülüğün dik
tatörlüğü bayrağı altında dolaysız pratiğin şiarı
naline gelir.
169
ğil, aynı zamanda devlet hegemonyasını da gerçek
leştirnıeyi başaracaktır. Aynı zamanda şu husus da
hesaba katılmalıdır ki, Çin Devrimi yalnızca feo
dalizme ve militarizme karşı değil, aynı zamanda
yabancı ve Çin kapitalistlerine karşı da amansız
bir mücadeleyi önşart koşmaktadır. Çin'deki de
mokratik diktatörlük, yabancı ve Çin sermayesine
ait girişimleri sistematik olarak müsadere etmek
zorunluluğuyla karşı karşıya kalacaktır, ve böylece
sosyalist karakterde çok özsel adımlar atmaya zor
lanacaktır. O halde sosyalist unsurların varlığı da
Çin'de proletarya ve köylülüğün devrimci-demok
ratik diktatörlüğünün özgül bir özelliğini oluştu
racaktır. Çin Devrimi'nde kapitalizmden sosyaliz
me geçişin, Ekim Devrimi'nde olduğunÇ-an daha
fazla ara aşamaları olacaktır, ama o, sosyalist bir
devrime geçiş müddetini önemli ölçüde kısaltacak,
burjuva-demokratik aşamadan sosyalist aşamaya
geçişi - 1905 Devrimi koşulları altmda öngörül
düğünden - önemli ölçüde daha hızlı tamamlaya
caktır.
170
yenik çok-uluslu devletlerin (Avusturya, Macaris
tan, 1 91 7 Rusya'sı) tamamen çökmesine ve niha
yet ulusal sorunun burjuvazi tarafından «en ra
dikal» çözümü olarak yeni burjuva ulusal devlet
lerin (Polanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Finlan
diya, Gürcistan, Ermenistan ve başkaları) oluşma
sına yol açmıştır. Ne var ki yeni bağımsız ulusal
devletlerin oluşumu, milliyetlerin barış içinde bir
arada yaşamalarma yol açmamıştır ve açamazdı
da ; bu çözüm ne ulusal eşitsizliği ne de ulusal bas
kıyı ortadan kaldırınadı ve kaldıramazdı da, çün
kü özel mülkiyet ve sınıfsal eşitsizlik temelinde
oluşan yeni burjuva ulusal devletler : a) kendi ulu
sal azınlıklarına baskı yapmaksızın (Polanya Eye
lo-Ruslara, Yahudilere, Litvanyalılara, Ukraynalı
lara; Gürcistan Ossetlere, Abazalara, Ermenilere;
Yugoslavya Hırvatlara, Boşnaklara vb.) ; b) top
raklarını komşuları zararına genişletmeksizin, ki
bu çatışmalara ve savaşlara yol açar (Polanya Lit
vanya'ya karşı, Ukrayna Rusya'ya karşı ; Yugos
lavya Bulgaristan'a karşı; Gürcistan Ermenistan'a,
·
Türkiye'ye karşı vb.) ; c) emperyalist «büyük» güç
lere mali, ekonomik ve askeri olarak boyun eğ
meksizin, varlıklarını sürdüremezler .
. . . Böylece savaş sonrası dönem, uygar ülke
lerin uluslarının gerek birbirleriyle ilişkilerinde,
gerekse de bağımlı halklarla ilişkilerinde trajik bir
ulusal düşmanlık, eşitsizlik, baskı, çatışma, savaş
ve emperyalist vahşet tablosu sunmaktadır : bir
yanda bağımlı ve ccbağımsızn ( gerçekte ise tama
men bağımlı) devletler kitlesini ezen ve sömüren
birkaç <<büyük güçn ve bu güçlerin ulusal devlet
leri sö_!nürme tekeli için kendi aralarında yaptık
ları mücadele ; öte yanda, «büyük» güçlerin da-
171
yanılmaz boyunduruğuna karşı bağımlı ve- «ba
ğımsız>> ulusal devletlerin mücadelesi; ulusal dev
letlerin kendi ulusal topraklarını genişletmek için
kendi aralarındaki mücadele; ulusal devletlerin,
ve bunların her biri arasında, kendi içindeki ezi
len ulusal azınlıklara karşı mücadelesi ; son ola
rak da, sömürgelerin «büyük güçlerne karşı kur
tuluş hareketinin keskinleşmesi ve gerek bu dev
letler, gerekse de, kural olarak, içlerinde bir· dizi
ulusal azınlık bulunan ulusal devletler içinde ulu
sal çatışmaların keskinleşmesi. Emperyalist sava
şın miras bıraktığı ecdünya tablosun işte budur.
Burjuva toplumu ulusal sorunun çözümünde
tamamen iflas etmiştir.
172
daş bununla besbelli ki, Lenin'in ulusal sorunu gü
ya anayasal �ir sorun olarak, yani bir devrim so
runu olarak değil, bir reform sorunu olarak gör
düğünü söylemek istiyordu. Bu tamamen yanlıştır.
Lenin hiçbir zaman anayasal düşlerin tutsağı ol
mamıştı ve olamazdı. Bundan emin olmak için
onun yapıtlarını bir gözden geçirmek yeter. Lenin
anayasadan söz ettiği zaman, ulusal sorunun ana
yasal yoldan çözümünü değil, bilakis devrimci yo
lu düşünüyordu, yani anayasayı devrimjn zaferi
nin bir sonucu olarak görüyordu. Bizde, Sovyetler
Birliği'nde de bir anayasa var, ve o da ulusal so
runun belli bir çözümünü yansıtıyor. Ama bu ana
yasa dünyaya, burjuvazi ile bir pazarlık sonucu
olarak değil, devrimin zaferinin sonucu olarak
geldi.
·
Semiç yoldaş daha sonra Stalin'in ulusal so
run üzerine, 1 9 1 2 'de yazılmış, bilinen broşürüne
.
atıfta bulunuyor , ve orada, kendi görüşünün doğ
ruluğunu, en azından dalaylı olarak onayıayacak
birşey bulmaya çalışıyor. Ama bu işaret sonuçsuz
kaldı, çünkü orada, k�ndisinin ulusal sorunu <<ana
yasan yoluyla çözmesini herhangi bir biçimde hak
lı çıkarabilecek bırakalım bir alıntıyı, uzak bir
ima bile bulamadı, ve bulamazdı da. Söylediğimi
do_ğrulamak için, Semiç yoldaşa, Stalin'in broşü
rünün, o ulusal sorunu çözme yolundaki Avustur
ya yöntemi (anayasa! yöntem) ile, Rus Marksist
lerinin yönteminin (devrimci yöntem) karşılaştı
rıldığı bilinen pasajını anımsatabilirim. Bu pasaj
şöyle:
173
meyi düşünüyorlar. Ulusal-kültürel özerkliği
pratik önlem olarak önerirken, asla öngörme
dikle:h köklü bir değişikliği, bir demokratik
kurtuluş hareketini hiç hesaba katmıyorlar.
Buna karşılık Rus Marksistleri, 'milliyetlerin
özgürlüğü' sorununu köklü değişikliklere, de
mokratik kurtuluş hareketine bağlıyorlar; on
_ların reformlar üz�rine hesap kurmak için hiç
bir nedenleri yoktur. Bu ise Rusya' daki ulusla
nn muhtemel kaderleri açısından işi temelden
değiştirir. "
Sanırım, açık.
Ve bu, Stalin'in kişisel görüşü değil, ama ulu
sal sorunu dün de, bugün de genel devrim sorunu
ile ayrılmaz bağ içinde gören Rus Marksistlerinin
genel görüşüdür.
Fazla ayrıntıya girmeksizin, denilebilir ki,
Rus Marksizminin tarihinde, ulusal sorunu koyma
biçimi iki aşamadan geçmiştir : birincisi, Ekim'e
kadarki, ikincisi de, Ekim'den sonraki aşama. Bi
rinci aşamada, ulusal sorun, genel burjuva-demok
ratik devrim sorununun bir parçası olarak, yani
proletarya ve köylülüğün diktatörlüğü sorununun
bir parçası olarak görülüyordu. İkinci aşamada,
ulusal sorun genişleyip bir sömürgeler sorununa
dönüştüğü zaman; ulusal sorun, devletin iç soru
nu olmaktan çıkıp, bir dünya sorununa dönüştüğü
zaman, ulusal sorun artık genel proleter devrim
sorununun bir parçası olarak, proletarya diktatör
lüğü sorununun bir parçası olarak görülüyordu.
Her iki aşamada da, sorunun ele alınışı, görüldü
ğü gibi, sımsıkı devrimci idi.
Semiç yoldaşın bütün bunlar hakkında henüz
tam açık olmadığını sanıyorum. Ulusal sorunu ana-
174
yasa zeminine indirme, yani onu bir reform so�
runu olarak görme girişimi, bundandır.
Bu yanlıştan, ikinci bir yanlış, ulusal sorunu
meselenin özü itibariyle bir köylü sorunu olarak
görmek istememe yaniışı çıkıyor. Tarım sorunu
değil, köylü sorunu ; çünki.i bunlar birbirinden fark
lı şeylerdir. Ulusal sorunun köylü sorunu ile öz�
deşleştirilemeyeceği tam�men doğrudur, çünkü
ulusal sorun, köylü sorunlarından başka, ulusal
kültür, devlet olarak ulusal varlık vb. sorunlarını
da kapsar. Ama yine de köylü sorununun, ulusal
sorunun temelini, onun içsel özünü oluşturduğu
da kuşkusuzdur. Köylülüğün, ulusal hareketin te�
mel ordusunu temsil etmesi, bu ordu olmaksızın,
güçlü bir ulusal hareket olmadığı ve olamayacağı
da� bununla açıklanır. Ulusal sorun , meselenin özü
itibariyle bir köylü sorunudur dendiği zaman, iş�
te tastamam bu kastedilir. Semiç yoldaşın bu for�
mülü kabul �tme isteksizliğinde, ulusal hareketin
içsel gücünü küçümseme ve derinden derine halk
çı, derinden derine devrimci karaktf;)rini anlama�
manın yattığını sanıyorum. Bu anlamama ve bu
küçümseme, büyük bir tehlike oluşturuyor ; çün�
kü bu pratikte, diyelim ki Hırvatların uluS'al kur
tuluş hareketinde yatan içsel potansiyel gücün,
tüm Yugoslav Komünist Partisi için ciddi karı
şıklıklara yol açabilecek bir küçümserrmesi anla
mına geliyor.
Semiç yoldaşın ikinci yaniışı budur.
Semiç yoldaşın, Yugoslavya'daki ulusal soru
nu, uluslararası durum ve Avrupa'daki muhtemel
perspektiflerle bağ dışında ele alma çabasını da,
söz götürmez bir biçimde yanlış olarak görmek ge
rekiyor. Şu anda Hırvatlar ve Slovenler arasında
175
bağımsızlık için ciddi bir halk hareketinin olma
masından yola çıkan Semiç yoldaş, bun,dan, ulus
ların ayrılma hakkı sorununun akademik, her ha
lükarda güncel olmayan bir sorun olduğu sonu
cuna varıyor. Bu elbette doğru değildir. Hatta şu
anda bu sorunun güncel olmadığı kabul edilse bi
le, eğer savaş başlarsa ya da başradığında, eğer
Avrupa'da devrim patlak verirse ya da patlak ver
diğihde, tamamen güncel hale gelebilir. Oysa, em
peryalizmin özü ve gelişmesi göz önünde tutuldu
ğunda, savaşın kaçınılmaz bir biçimde başlayaca
ğından ve onların orada birbirlerini parçalamak
tan geri kalmayacaklarından kuşku duyulamaz.
1 9 1 2 yılında, biz Rus Marksistleri, ilk ulusal
program taslağını çizdiğimizde, Rus İmparatorlu
ğu'nun hiçbir kenar bölgesinde, henüz ciddi bir ba
ğımsızlık hareketi yoktu. Yine de biz, programa
ulusların kendi kaderini tayin . hakkına, yani her
milliyetin ayrılma ve bağımsız devlet olarak var
olma hakkına ilişkin bir madde koymayı zorunlu
saydık. Neden? Çünkü biz sadece o zaman varolan
şeye değil, ama genel uluslararası ilişkiler sistemi
içinde varolan ve yaklaşan şeye de dayanıyor, ya
ni o zaman sadece içinde yaşanan çağı değil, ama
geleceği de hesaba katıyorduk. Ve eğer herhangi
bir milliyet ayrılmayı talep ederse, Rus Marksist
lerinin, ayrılma hakkının, bu milliyetlerin herbi
ri bakımından güvencelenmesi için savaşım vere
ceklerini biliyorduk. Semiç yoldaş konuşmasında
birçok kez Stalin'in ulusal sorun üzerine broşurü
ne değindi. Stalin'in bu broşüründe ama kendi ka
derini tayin ve bağımsızlık konusunda şu söyle
nir :
1 76
«Avrupa'da emperyalizmin gelişmesi bir te
sadüf değildir. Avrupa, sermayeye kÜçük gel
meye başlar; yeni pazarlar, ucuz işgücü, yeni
yatınll). olanakları peşinde koşan sermaye, şid
detle yabancı ülkelere yüklenir. Ancak bu du
rum dış politika karışıklıklarına ve savaşa yol
açar. Balkan savaşının karışıklıkların başı de
ğil, sonu olduğunu kimse söyleyemez. Bu yüz
den, Rusyadaki şu ya da bu milliyetin bağım
sızlık sorununu ortaya atmayı ve çözmeyi ge
rekli bulabiieceği iç ve dış konj onktürlerin bir
araya gelmesi elbette mümkündür. Ve böyle
durumlarda -engeller çıkarmak kuşkusuz Mark
sistlerin işi değildir. ,
1 77
dan ötürü, ulusların kendi kaderini tayin hakkı so
rununun güncel bir sorun, günün bir sorunu ola
rak görülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi gelelim ulusal programa. Ulusal prog
ramın çıkış noktası, Yugoslavya'da Sovyet devri
mi tezi olmalıdır, burjuvazinin yeniİgisi ve devri
min zaferi olmaksızın ulusal sorunun azbuçuk do
yurucu bir biçimde çözülemeyeceği tezi olmalıdır.
Elbette ki istisnalar mümkündür. Lenin'in maka
lelerinden birinde ayrıntılı olarak sözünü ettiği
böyle bir istisna, örneğin savaştan önce Norveç'in
İsveç'ten ayrılması sırasında görüldü. Ama bu, sa
vaştan önce ve elverişli koşulların tamamen is
tisnai olarak biraraya gelmesi sonucu oldu. Sa
vaştan sonra, ve hele Rusya'da Sovyet devriminin
zaferinden sonra, böylesi olaylar artık nerdeyse
olanaksızdır. Her halükarda, böylesi olanaklar le
hine şans şimdi o kadar az ki, bunlar sıfıra eşitle
nebilir. Ama eğer bu böyle ise, o zaman sıfır öne
mindeki büyüklükler üzerine bir program inşa ede
meyeceğimiz açıktır. Bu nedenle qevrim tezi, ulu
sal programın çıkış noktası olmalıdır.
Devam. Ulusal programa, ayrılıp ayrı devlet
kurmaya kadar, ulusların kendi kaderini tayin
hakkı üzerine özel bir madde koymak mutlaka zo
runludur. Şimdiki iç ve dış koşullar atında, böy
le bir madde olmaksızın neden yapılamayacağını
daha önce belirttim.
Son olarak programda, Yugoslavya'nın, ondan
ayrılmayı gerekli' bulmayacak milliyetleri için ulu-
- sal-bölgesel özerklik üzerine özel bir madde de bu
lunmalıdır. Böyle bir kombinezonun mümkün ol
madığını düşünenler haksızdır. Bu doğru değildir.
Belli koşullar altında, Yugoslavya'da Sovyet dev-
178
riminin zaferinden sonra, bazı milliyetlerin, tıpkı
bizde Rusya'da olduğu gibi, ayrılmak istememeleri
pekala mümkündür. Yugoslav devletinin; · Sovyet
rejimi temeli üzerinde bir özerk ulusal devletler
federasyonuna dönüştürülmesini göz önünde tu
tarak, programda böylesi bir durum halinde özerk
liğe ilişkin bir maddenin bulunması gerektiği açık
tır.
Demek ki, ayrılmak isteyecek milliyetler için
ayrılma hakkı, ve Yugoslav devleti çerçevesi için
de kalmayı yeğleyecek milliyetler için özerklik
hakkı.
Yanlış anlarnalara meydan vermemek için, ay
rılma hakkım11:, bir ayrılma zorunluluğu olarak,
ayrılma_ yükümlülüğü olarak anlaşılınaması gerek
tiğini söylemeliyim. Bir milliyet bu hakkı ayrılma
yönünde kullanabiir, ama kullanmamakta da öz
gürdür ; ve istemiyorsa, bu onun bileceği iştir, ve
bu hesaba katılmalıdır. Bazı yoldaşlar . ayrılına
hakkını bir yükümlülüğe dönüştürüyorlar, örne
ğin Hırvatlardan, her ne pahas�na .olursa olsun
ayrılmalarını talep ediyorlar. Bu tavır doğru de
ğildir ve terk edilmelidir. Bir hak, bir yükümlü
lükle karıştırılamaz.
(Stalin. Leninizmin Sorunları, Birinci Bölüm. «Yugoslavya'
da Ulusal Sorun Üzerine,, s. 157 vd., 1925.)
179
dığını sanmak doğru olmaz. Besbelli ki Semiç yol
daş, ulusal sorundaki görüş ayrılıklarını bu şe
kilde görme eğilimindedir ve bunları yanlış anla
rnalara indirgemek isteğindedir. Ne yazık ki, bü
yük bir yanılgıya düşmektedir. Makalesinde, ken
disiyle polemiğin, salt Yugoslav komisyonunda
·
((tam olarak çevrilmemiıp konuşmasının yol açtı
ğı bir «yanlış anlamalar dizisinne dayandığını söy
lüyor. Başka bir deyişle, tüm suçun, herhangi bir
nedenle Semiç yoldaşın konuşmasını tam olarak
çevirmemiş olan tercümanda olduğu sonucu çıkı
yor. Doğrunun ortaya çıkması için kendimi, Semiç
yoldaşın bu sözünün gerçekliğe hiç mi hiç· uyma
dığını açıklamak zorunda görüyorum. Semiç yolda
şın bu �ddiasim, Komünist Enternasyonal arşivle
rinde saklanan · Yugoslav komisyonundaki konuş
m asından alıntılarla desteklemesi elbette daha iyi
olurdu. Ama, nedendir bilinm�z, bunu yapmamış.
Bundan dolayı ben, kendimi, bu pek hoş olma
yan, fakat mutlaka zorunlu işi, Semiç yoldaşın ye
rine yapmak zorunda görüyorum.
RKP delegasyonunun pozisyonu ile tamamen
dayanıştığı şu anda bile, Semiç yoldaşın tavrında
yine de birçok karanlık nokta kaldığı için, bu iş·
büsbütün gerekli. .
Yugoslav komisyonundaki konuşmamda ( «Bol
şevikn No. 7) üç sorunda görüş ayrılıklarından söz
ettim: 1 - ulusal sorunun çözüm yolları üzerine;
2 - şimdiki tarihsel dönemde ulusal hareketin iç
sosyal içeriği üzerine ; ve 3
- ulusal sorunda ulus
lararası momentin rolü üzerine.
Birinci soruna ilişkin olarak ben, Semiç yol
daşın «Bolşeviklerin ulusal sorunda problemi ko
y-qşunun özü hakkında tam açıklığa kavuşmamış
180
olduğunuıı , ul usal sorunu genel devrim sorunun
dan ayırdığım, böylece ulusal sorunu bir anayasa
sorununa ind.irgeyen bir yol� girdiğini ileri sür
düm.
Bu doğru mudur?
Semiç :y-oldaşın Yugoslav komisyonundaki ko
nuşmasından (30 Mart 1925) şu pasajı okuyun ve
yargıyı kendiniz verin :
181
Semiç yoldaşın konuşmasında, ulusların ken
di kaderini tayin hakkının, devrimci bir savaşım
olmaksızın elde edilerneyeceği şeklinde bir işaret
bulunuyor. Semiç yoldaş şöyle diyor: <<Bu hakla
rın ancak devrimci savaşırola elde edilebileceği
anlaşılırdır. Bu haklar parlamenter yoldan değil,
ancak devrimci yığın eylemleriyle elde edilebilir.ıı
Ama ((devrimci savaşımıı ve ((devrimci eylemler»
ne anlama gelir? ((Devrimci savaşım» ve ((devrimci
eylemler » , ulusal sorunu çözmenin önkoşulu ola
rak, egemen sınıfın alaşağı edilmesi ile, iktidarın
alınması ile, devrimin zaferi ile özdeşleştirilebilir
mi? Elbette hayır. Ulusal sorunu çözmenin temel
koşulu olarak devrimin zaferinden söz etmek ile,
ulusal sorunun çözümünün önkoşulu olarak ((dev
rimci eylemler» ve <(devrimci savaşımıı ı göstermek
birbirinden farklı şeylerdir. Reformlar yolunun,
anayasal yolun, <<devrimci eylernlem i ve ((devrimci
savaşım» ı kesinlikle dıştalamadığını belirtmek ge
rekir. Şu ya da bu partinin devrimci ya da reform
cu karakterinin belirlenmesinde tayin edici olan,
tek başına ((devrimci eylemler» değil, ama parti
tarafından girişilen ve yararlanılan bu eylemlerin
siyasal hedef ve görevleridir. Birinci Duma'nın da
ğıtılmasından sonra, Rus Menşevikleri, bilindiği
gibi 1906 yılında, <(genel grevn , hatta ((silahlı ayak
lanman örgütlemeyi öneriyorlardı. Aıria bu, onla
rın lVIenşevik kalmalarına hiç 'de engel olmadı.
Çünkü bütün bunları o zaman niçin öneriyorlar
dı? Elbette çarlığı paramparça etmek ve devrimin
tam zaferini örgütlernek için değil, ama reformlar
koparmak, <<anayasaııyı genişletmek, <dyileştiril
mişn bir Duma toplamak amacıyla çarlık hükü
meti üzerinde ((bir baskıda bulunmak» için. İkti-
.
182
dar egemen sınıfın elinde kalırken, eski düzenin
reformdan geçirilmesi için «devrimci eylemlerıı -
bu birşeydir, bu anayasal yoldur. Eski düzeni yık
mak için, egemen sınıfı devirmek için «devrimci
eylemler» - bu başka birşeydir, devrimci yoldur ,
devrimin tam zaferi yoludur. Burada temel bir fark
vardır.
Bundan dolayı ben, Semiç yoldaşın, ulusal so
runu bir anayasa sorununa indirgemiş iken «dev
rimci savaşırun a atıfta bulunmasının, benim Se
miç yoldaşın «Bolşeviklerin ulusal sorunda prob
lemi koyuşunun özü hakkında tam açıklığa kavuş
mamış olduğuıı şeklindeki açıklamarnı çürütmek
şöyle dursun, tersine sadece doğruladığını düşünü
yorum; çünkü o, ulusal sorunun yalıtık bir biçim
de değil, tersine ancak devrimin zaferi sorunu ile
kopmaz bir bağ içinde, devrim genel sorununun
bir parçası olarak görülebileceğini anlamamıştır.
Bu nokta üzerinde direttiğimde, Semiç yolda
şın bu sorundaki yaniışı konusunda yeni birşey
söylemiş olduğumu asla söylemiyorum. Kesinlikle
değil. Manuilski yoldaş, daha Komünist Enternas
yonal V. Kon:gresi'nde, Semiç yoldaşın bu yanılgı
sından şu şekilde söz etmişti :
183
. .
Ve şu yamtı verir :
1 84
zisi ile rekabet mücadelesinin burada belli bir rol
oynamaktan geri kalamayacağına kuşku yoktur.
Ama ulusal h_areketin sosyal içeriğini çeşitli milli
yetlerden burjuvazinin rekabet mücadelesinde gö
ren bir insanın, ulusal sorunu özü itibariyle bir
köylü sorunu olarak göremeyeceği de aynı şekilde
yadsınamaz. Yerel bir sorun, devletin bir iç soru
nu olmaktan çıkıp, bir dünya sorunu, sömürgeler
ve bağımlı milliyetlerin emperyalizme karşı sava
şımı sorununa dönüşmüş bulunduğu şu anda ulu
sal sorunun özü nedir? Ulusal sorunun özü bugün,
sömürgeler ve bağımlı milliyetler halk yığınlarının
mali sömürüye k.arşı savaşırnıdır, bu sömürgelerin
ve milliyetlerin, egemen milliyetin emperyalist bur
juvazisi tarafından siyasal köleleştirilmesi ve kül
tÜrel kişiliksizleştirilme&ine karşı savaşımıdır. Ulu
sal sorunda problem bu biçimde konduktan sonra,
çeşitli milliyetlerin burjuvazileri arasındaki reka
bet mücadelesinin ne · anlamı olabilir? Elbette ta
yin edic.i olmayan, ve hatta, bazı durumlarda,
önemsiz bir anlam. Burada söz konusu olanın,
esas olarak bir milliyetin burjuvazisinin diğer mil
liyetlerden burjuvaziyi rekabet mücadelesinde yen
mesi ya da yenebilmesi değil, ama egemen milli
yetin emperyalist grubunun bü yUk kitleleri ve her
şeyden önce de sömürgelerin ve bağımlı halkların
köylü yığınlarını sömürüp ezmesi, ve onları ezip
sömürürken, böylece onları emperyalizme karşı sa
vaşımın içine çekip ; proleter devrimin müttefikleri
durumuna getirmesi olduğu açıktır. Eğer ulusal
hareketin içeriği, çeşitli milliyetlerin . burjuvazileri
arasındaki rekabet - savaşımına indirgenirse, ulusal
&orun özü itibariyle bir köylü sorunu olarak görü
lemez. Ve tersine : Eğer ulusal sorun özü itibariy-
185
le bir köylü sorunu olarak görülürse, ulusal hare
ketin sosyal içeriği, çeşitli milliyetlerin burjuvazi
leri arasındaki rekabet savaşımında görülemez. Bu
iki formül arasına bir eşit işareti koymak kesin
likle olanaksızdır.
Semiç yoldaş, Stalin'in 1 9 1 2 sonlarında yazıl
mış «Marksizm ve Ulusal Sorun» broşürünün bir
pasajına atıfta bulunuyor. Orada, «Ulusal savaşım,
burjuva sınıfların kendi aralarındaki bir savaşım
dını deniyor. Besbelli ki Semiç yoldaş bu alıntıyla,
ulusal sorunun sosyal içeriğinin verili tarihsel ko
şullar altında belirlenmesine ilişkin kendi formü
lünün doğruluğunu tanıtlamak istiyor. Ama Sta
lin'in broşürü emperyalist savaştan önce, ulusal
sorunun Marksistlerin gözünde henüz dünya ça
pında bir sorun olmadığı, ve Marksistlerin, kendi
kaderini özgürce tayin hakkına ilişkin temel is
temlerinin, proleter devrimin bir parçası olarak
değil; ama burjuva-demokratik devrimin bir par
çası olarak değerlendirildiği sırada yazılmıştı. O
günden bu yana, uluslararası durumun temelden .
değiştiğini, bir yandan savaş, bir yandan da Rus
ya'daki Ekim Devrimi'nin, ulusal sorunu burjuva
demokratik devrimin bir parçası durumundan,
proleter-sosyalist devrimin bir parçası durumuna
dönüştürdüğünü görmemek gülünç olur. Lenin,
daha 1 9 1 6 Ekim'inde, ((Kendi Kaderini Tayin Hak
kı Üzerine Tartışmanın Sonuçların adlı makale
sinde, ulusal sorunun özsel noktasının, kendi ka
derini tayin hakkına ilişkin noktanın, genel de
mokratik hareketin bir parçası olmaktan çıktığı
nı, daha şimdiden genel proleter sosyalist devri
min bir bileşeni haline geldiğini söylüyordu. Le
nin'in olsun, Rus komünizminin diğer temsilcile-
186
rinin olsun, ulusal sorun üzerine diğer çalışmala
rının sözünü bile etmiyorum. Yeni tarihsel durum
gereğince yeni bir çağa, proleter dünya devrimi ça
ğına girmiş bulunduğumuz bugün, Semiç yoldaşın,
Stalin'in Rusya'da burjuva-demokratik devrim dö
neminde yazılmış broşürünün bilinen pasajına atıf
ta bulunmasının ne anlamı olabilir? Yalmzca şu
anlamı olabilir ki, Semiç yoldaş, mekan ve zaman
dışında, canlı tarihsel durumdan bağımsız olarak
alıntılar yapıyor ve böylece diyalektiğin en basit
taleplerini ihlal ediyor ve belli bir tarihsel durum
da doğru olan birşeyin, başka bir tarihsel durum
da yanlış olabileceğini göz ardı ediyor . Yugoslav
komisyonundaki konuşmamda, ulusal sorun prob
leminin Rus Bolşevikleri tarafından koyuluşunda
ikf aşamanın ayırt edilmesi gerektiğini söylemiş
tim : burjuva-demokratik devrimin söz konusu ol
duğu, ve ulusal sorunun, genet demokratik hare
ketin bir parçası olarak görüldüğü Ekim öncesi
aşama ile, artık proleter devrimin söz konusu ol
duğu ve ulusal sorunun proleter devrimin bileşeni
durumuna gelmiş bulunduğu Ekim aşaması. Bu
ayrımın tayin . edici bir öneme sahip olduğunu ta
mtlamaya gerek yok. Korkarım ki, Semiç yoldaş,
ulusal sorun probleminin konuşundaki iki aşama
arasında varolan bu ayrımın anlam ve önemini
henüz kavramamıştır.
Bu nedenle ben, Semiç yoldaşın, ulusal soru
nu meselenin özü itibariyle bir köylü sorunu ola
rak değil de çeşitli milliyetlerin burjuvazileri ara
sında bir rekabet sorunu olarak görme girişiminin
ardında, <<ulusal hareketin içsel gücünü küçümse
me ve .d erinden derine halkçı, derinden derine dev
rimci karakterini anlamamamn yattığımıı (Bkz.
((Bolşevikıı No. 7) düşünüyorum.
187
Semiç yoldaşın ikinci yapiışı böyle.
Zinovyev yoldaşın, Yugoslav komisyonundaki
konuşmasında Semiç yoldaşın bu yaniışı hakkında
aynı şeyi söylemesi karakteristiktir :
Bu doğru mudur?
Evet, doğrudur. Çünkü Semiç yoldaş konuş
masında, uluslararası durumun bugünkü koşullar
altında, özellikle Yugoslavya ile ilgili olarak, ulusal
sorunun çözümünde son derece önemli bir faktör
oluşturduğu yolunda en küçük bir imada bile bu
lunmadı. Bizzat Yugoslav devletinin, iki temel em
peryalist koalisyon arasındaki dalaşma sonucu or
taya çıkmış olduğu olgusu, bugün Yugoslavya'nın,
kendini çevreleyen emperyalist devletler içinde sü
regiden büyük güçler oyunundan kendini sıyıra
mayacağı - bütün bunlar Semiç yoldaşın görüş
alanının dışında kaldı. Semiç yoldaşın yaptığı atıf,
uluslararası durumda, kendi kaderini özgürce ta
yin sorununun gÜncel pratik bir soruna dönüş-
1 88
mesi sonucunu veren bazı değişiklikleri bal gibi
düşünebUeceği şeklindeki atıf, . şimdi, verili ulus
lararası durumda artık yetersiz olarak görülmeli
'
dir. Şimdi söz konusu olan, olası ve uzak bir gele-
cekte uluslararası durumdaki belirli değişiklikler
halinde, ulusların kendi kaderini tayin hakkı so
rununun güncelliğini kabul etmek değildir - bu
nu şimdi bir zorunluluk halinde burjuva demok
ratlar bile perspektif olarak kabul edebilirler. Şim
di söz konusu olan bu değildir; şimdi söz konusu
olan, savaşlar ve zor kullanmalar sonucu ortaya
çıkmış olan Yugoslav devletinin bugünkü sinırla
rının, ulusal sorunun çözümü için bir çıkış nok
tası v� meşru temel yapılamayacağıdır. İki şeyden
biri: ya ulusların kendi kaderini tayin sorunu, ya
Ri Yugoslavya'nın sınırlarının radikal bir şekilde
değiştirilmesi sorunu, silu.. eti uzak bir gelecekte
bulanık bir biçimde beliren ulusal programın bir
eklentisidir, ya da ulusal programın temeli. Her ha
lükarda, kendi kaderini tayin hakkıüa ilişkin mad-
·. denin, Yugoslavya Kom"\].nist Partisi ulusal progra
mının aynı zamanda hem eki heni de temeli ola .
1 89
porunda, Manuilski yoldaşın Semiç yoldaşın bu
yaniışı üzerine aynı şeyi söylemesi karakteristiktir :
190
letler -Polanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Ro
manya, Yunanistan - yarattı.
191
kapitalistlere karşı bir mücadelesi olması dolayı
sıyla daha da artmaktadl!".
Bunun sonucu olarak Orta Avrupa ve Balkan
lar'daki · komünist partileri, ezilen halkların ulusal
-devrimci hareketini tüm araçlarla desteklemek
göreviyle karşı karşıyadırlar.
((Ayrılıp ayrı devlet kurmak dahil, her halkın
kendi kaderini tayin hakkın şiarı, içinde bulunu
lan devrim öncesi dönemde, yeni ortaya çıkan em
peryalist devletlerde ifadesini ((ezilen halkların Po
lanya, Romanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Yuna
nistan'ın devlet biTliklerinden devlet olarak ayrıl
ması» şiarında bulmalıdır.
Kongre .. tek tek bazı partilerde, tek tek yoldaş
ların ve grupların kendi ülkelerindeki ulusal-dev-
'
rimci hareketler karşısındaki tavırlarını, Saint-
Germain vb. anlaşmalarında yaratılan devlet for
masyonu temeli üzerinde hazırlama şeklinde dile
gelen bir sapma olduğunu tespit eder.
Bu yoldaşların ve grupların ulusal-devrimci
harekete ilişkin şiarları, ulusal baskı üzerine ku
rulu ve proleter devrimine karşı yönelen bu dev
letleri hedef almıyor, bilakis bu devletlerin kısmen
reforme edilmesini hedefliyor ve ezilen halkların
bu emperyalist devletler çerçevesi içinde özerkliği
şiarını ortaya atıyor.
Kongre, sosyal-demokrasi yönündeki bu bü
yük devlet sapmasını ve aynı şekilde, komünist
partisinin ulusal-devrimci harekete gösterdiği des
teğin, bu hareketin önderliğinin mülk sahibi sı
nıfların ve onların partilerinin [eline geçmesini
-ÇN] teşvik etmeye varmasına kadar götüren -
ki bu, emekçi kitleleri gerçekte şovenist burjuva
zinin etkisi ve . hegemonyası altına sokar - ulu-
192
sal-bolşevizm sapmasım da kararlılıkla mahkum
eder.
Kongre, Orta Avrupa ve Balkanlar'ın tüm ko
münist partilerini, ezilen halkların egemen bur
j uvazinin iktidarına karşı ulusal-devrimci hareke
tini tamamen destekleyerek, ulusal-devrimci ör
gütlerde komünist hücreler kurmak ve ezilen halk
ların ulusal-devrimci mücadelesinin başına geçme
ye ve onlara devrimci mücadelenin açık ve belirli
yolunda burjuvazirün iktidarına karşı tüm emek
çilerin sıkı bir dayamşması ve tek tek her dev
lette işçi-köylü iktidarımn kurulması uğruna or
tak mücadelesi temelinde önderlik etmeye çalış
ınakla görevlendirir. Komünist unsurların ulusal
deyrimci örgütler içinde ancak böyle bir derlenip
t ciparlanması, bu örgütleri çoğu zaman kendi sı
mf amaçları için kullanan ya da onları çeşitli ka
pitalist ülkelerde çoğu zaman kendi emperyalist
hedeflerinin oyuncağı yapan burjuva-çiftlik sahibi
ve maceracı unsurlar,a karşıt olarak emekçi kitle
lerin önder konumunu güvenceleyebilir.
Kongre, tüm komünist partilerini, burjuva ve
sosyal-hain partiler tarafından ulusal kin ve şo
venizmin* kışkırtılmasına karşı mücadele etmek
le ve gerek ezen gerek ezilen halkların emekçi kit
lelerini ulusal baskının ve ulusal-devrimci müca-
193
delenin s osyal
karakteri ve bu mücadelenin · dünya
proletaryasının emekçilerinin tam sosyal ve ulusal
kurtuluşu uğruna mücadelesine bağımlılığı konu
sunda aydınlatmakla yükümlendirir.
Kongre aynı şekild e ulusal sorunun çözümün-
194
de p'artikülarist sapınayı da mahkum eder ve ayrı
lıp ay-n devlet kurma danil halklarm kendi kade
rini tayin hakkının gerçekleştirilmesinin partikü
la:ı;izmle hiç bir ortak yanı olmadığı ve üretici güç
hoı·in gelişmesine aykırı olmadığı görüşündedir.
Kongre, küçük emperyalist devletlerin hakim
sınıfları tarafından yürütülen, ulusal karşıtlıkla
rın son derece keskinleşmesine yol açan sömürge
leştirme politikasının kan�ı-devrimci anlarnma işa
ret eder. Kongre, Polanya, Romanya, Yugoslavya,
Çekoslovakya ve Yunanistan komünist partilerini,
bu sömürgeleştirme politikasına karşı enerjik bir
mücadele yürütmekle yükümlü kılar.
Kongre, Balkan ülkeleri komunist partileri ta
rafından yayınlanan eşit hakka sahip ve bağım
siz işçi-köylü cumhuriyetleri Balkan federasyonu
şiarını cnaylar.
Kongre, yeni ortaya çıkmış emperyalist dev
le·tıerde de - adıyla : Polanya, Romanya, Maca
ristan'da - anti-Semitizmin olağanüstü bir şekil
de arttığını, aynı şekilde hakim sınıfların emekçi
kitlelerin dikkatini anti-Semitizmle kendi sefil du
rumlarının gerçek suçlularından başka yöne çek
me ve devrimci mücadeleden alıkoyma çabasını
tespit eder ve tüm komünist partilerini anti-Semi
tizme karşı kararlı, enerjik bir mücadele yürütmek
ve şiarlarında Yahudi · nüfusu için her türlü hu
kuki kısıtlamaların kayıtsız-koşulsuz kaldırılması
nı ve onların özgür kültürel gelişmesinin güven
ceye bağlanmasını talep etmekle yükümlendirir.
(Komünist Enternasyonal V. Kongresinin Orta A vrupa'da
ve Balkanlarda Ulusal Sorun Üzerine �ararı. Giriş.)
195
IV - PROLETARYA DİKTATÖRLÜGÜ
ALTINDA ULUSAL SORUN
196
b) kendi yazgılarını biçimlendirmeleri sorununda
halkların eşitlik ve egemenliklerinin tanınmasın
da ; c) halkların kalıcı bir birliğinin ancak işbirliği
ve gönüllülük temeli" üzerinde mümkün olduğu te
zinin tanınmasında; d) böyle bir birliğin ancak
sermaye iktidarının devrilmesinden sonra olanak
lı olduğu doğrusunun ilamnda yatar.
Partimiz çalışmasında bu ulusal kurtuluş
programım, gerek çarlığın açık baskı siyasetinin,
gerekse Menşevikler ve Sosyal-Devrimcilerin ikir
c"ikli, yarı-emperyalist siyasetinin de karşısına �oy
du. Eğer çarlığın Ruslaştırma siyaseti, çarlık ile
eski Rusya'nın milliyetleri arasında bir uçurum
açtıysa, ve eğer Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimci
lerin yarı-emperyalist siyasetleri, bu milliyetlerin
en- iyi unsurlarının Kerenski'ye sırt çevirmesine
yol açtıysa : Partimİzin özgürlükçü siyaseti, çarlı
ğa ve emperyalist Rus burjuvazisine karşı sava
şımda, Partimize bu milliyetlerin büyük yığınları
nın sempati ve desteğini kazandırdı. Bu sempati ve
desteğin, "Partimizin Ekim günleri�deki zaferini
belirleyen tayin edici momentlerden biri olduğuna
kuşku yoktur. .
Ekim Devrimi, Partimizin ulu sal sorundaki
kararlarının pratik bilançosunu çıkardı. Ulusal
baskının başlıca taşıyıcıları olan büyük toprak sa
hipleri ile kapitalistlerin iktidarını devirdikten ve
proletaryayı iktidara geçirdikten sonra, Ekim Dev
rimi, bir tek vuruşta ulusal baskının zincirlerini
kopardı; halklar arasındaki eski ilişkileri altüst et
ti, eski ulusal düşmanlığa kesin bir darbe indir
di, halkların işbirliği için zemini düzledi ve Rus
proleta.ryasına, yalnızca Rusya'da değil, ama Av
rupa ve Asya'da da, diğer milliyetlerden kardeş-
1 97 .
lerinin güvenini kazandırdı. Tanıtlamaya gerek
yoktur ki, bu güven olmasaydı, Rus proJetaryası
Kolçak ve Denikin'i, . Yudeniç ve Vrangel'i yene
mezdi. Öte yandan, Rusya'nın merkezinde prole
tarya diktatörlüğü kurulmasaydı, ezilen milliyet
lerin kurtuluşlarını elde ederneyecek olduklarına
da kuşku yoktur. Sermaye iktidarda oldukça, kü
çük-burjuvazi ve her şeyden önce eski <<eg.;;menıı
ulusun köylülüğü milliyetçi önyargılarla dolu ol
dukça ve kapitalistlerin ardından gittikçe, ulusal
düşmanlık ve ulusal çatışmalar kaçınılmaz şey
lerdir ; tersine, eğer köylülük ve diğer küçük-bur
juva katmanlar proJetaryayı izlerse, yani eğer pro
letarya diktatörlüğü güvence altında ise, ulusal
barış ve ulusal özgürlük güvence altında sayıla
bilir. Bundan ötürü, Sovyetlerin zaferi ve prole
tarya diktatörlüğünün korunması, yekpare bir dev
let birliğinde birleşmiş halkların kardeşçe işbirli
ğinin üzerinde kurulabileceği dayanaktır, temel
dir.
Ama Ekim Devrimi yalnızca ulusat boyundu
ruğun kalkması, halkların birleşmesinin önkoşul
larının yaratılması sonucunu vermedi. Gelişme
seyri içinde Ekim Devrimi, halkların bu birleşme
sinin başka biçimlerini de hazırladı ve halkların
bir federal devlet içinde birleşmesinin temel hat
larını çizdi. Devrimin birincİ döneminde, milliyet
lerin emekçi yığınları, bağımsız ulusal yücelikleri
ilk kez duyduklarında ; yabancı müdahale tehdidi
nin henüz gerçek bir tehlike oluşturmadığı bir sı
rada, halkların işbirliği henüz kesinlikle belirlen
miş, sıkı sıkıya saptanmış bir biçim almamıştı. İç
savaş ve müdahale döneminde, ulusal cumhuriyet
lerin askeri özsavunmasının çıkarları birinci plana
198
çıktığında, iktisadi inşanın sorunları henüz gün�
dernde yer almazken, işbirliği askeri bir ittifak bi
çimini aldı. Nihayet savaş sonrası dönemde, sava
şın yıkıma uğrattığı üretici güçlerin yeniden inşa�
sı sorunları birinci plana çıktığında, askeri ittifak
iktisadi bir ittifakla tümlendi. Ulusal cumhuriyet
Ierin Sovyet cumhuriyetleri birliği içinde birleşme
leri, işbirliği biçimlerinin gelişmesinde, bu kez
halkların çok-uluslu bir Sovyet devleti içinde, as
keri, iktisadi ve siyasi birleşmesi karakterine bü
rünen son evresini oluşturur.
199
ülkeleri ezmiş bulunan devletlerin proletaryasına
karşı duydukları güvensizliğin üstesinden gelmek
için, her türlü ulusal grupların bütün ayrıcalıkla
rının kaldırılması, ulusların tam hak eşitliği ve
sömürgelerin ve eşit hakka sahip olmayan ulusla
rın, devlet olarak ayrılma hakkının tanınması zo
runludur.
200
B - Proletarya Dilüatörlüğü Altında Halkların
İşbirliğinin Devlet Biçimi Olarak Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği
çıkmıştır.
Ulusal baskıyı kökleriyle birlikte yıkma, bir
karşılıklı güven ortamı yaratma ve halkların kar
deşçe işbirliğinin temellerini atmanın ancak Sov
yetler kampında, ancak nüfusun çoğunluğunu ken
di çevresinde toplamış bulunan proletarya dikta
törlüğünde olanaklı olduğu ortaya çıkmıştır.
Sovyet cumhuriyetıerinin, iç ve dış tüm dün
ya emperyalistlerinin saldırılarını püskürtmesi
yalnızca bu koşullar sayesinde mümkün olmuştur ;
"
içsava şa başarıyla son vermeleri, varlıklarını gü-
201
vence altına almaları ve barışçıl iktisadi inşaya
geçmeleri yalnızca bu koşullar sayesinde mümkün
olmuştur.
Ama savaş yılları hiç de iz bırakmadan geç
memiştir. Savaşın miras olarak bıraktığı yakılıp
yıkılmİş tarlalar, işlemez olmuş fabrikalar, yakılıp
yıkılmış üretici güçler ve tükenmiş iktisadi yar
dımcı kaynaklar, çeşitli cumhuriyetierin iktisadi
inşa - alanındaki yalıtık çabalarını yetersiz kılmak
tadır. Ulusal ekonominin yeniden inşasının, cum
huriyetler ayrı ayrı varoldukları sürece irrikansız
olduğu ortaya çıkmıştır.
Öte yandan, uluslararası durumun güvensiz
liği ve yeni saldırılar tehlikesi, kapitalist kuşat
maya karşı Sovyet cumhuriyetierinin birleşik cep
hesinin kurulmasını kaçınılmazlaştırmaktadır.
Son olarak, sınıfsal özü itibariyle enternasyo
nal olan Sovyet iktidarının bizzat yapısı, Sovyet
cumhuriyetierinin emekçi yığınlarını sosyalist bir
aile içinde birleşme yoluna itmektedir.
Bütün bu koşullar, Sovyet cumhuriyetlerinin,
aynı zamanda hem dış güvenliği, hem iç iktisadi
gönenci ve halkların ulusal gelişme özgürlüğünü
güvence altına almaya yetenekli bir federal devlet
biçiminde birleşmesini buyuruyor.
.
Kendi Sovyet kongrelerinde kı sa süre önce
«Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğiıınin ku
rulmasına ilişkin kararı oybirliği ile kararlaştırmış
bulunan Sovyet cumhuriyetleri halklarının irade
si, bu Birliğin, eşit haklara sahip halkların özgür
bir birleşmesi olduğunun; her cumhuriyetin Bir
lik'ten özgürce çıkma hakkının güvence altında
bulunduğunun ; Birliğe girişin varolan ya da ge
lecekte ortaya çıkacak tüm sosyalist Sovyet cum-
202
huriyetlerine açık olduğunun; yeni federal devle
tin, halkların barış içinde birarada yaşama ve kar
deşçe işbirliğinin 1917 Ekim'inde atılan temelinin
ona layık bir taçlandırmasını oluşturduğunun ;
onun dünya kapitalizmine karşı güvenilir bir ka
le olacağının ve bütün ülkeler emekçilerinin bir
dünya Sovyet sosyalist cumhuriyeti biçiminde bir
leşmesine giden yolda yeni bir adım oluşturacağı
nın güvenilir garantisidir .
Tüm bunları bütün dünya önünde ilan eden
ve temsilcileri olduğumuz Sovyet sosyalist cum
huriyetierinin anayasalarında ifadesini bulan Sov
yet iktidarının temellerinin sarsılmazlığını resmen
ilan eden biz bu cumhuriyetler delegeleri, bize ve
rilmiş bulunan yetki gereğince, «Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliğiıı nin kuruluşu üzerine bir
antlaşma imzalamayı kararlaştırırız.
203
Bu miras, ilkin, Büyük Rusların eski ayrıca
lıklı durumlarının yansıması olan egemen Büyük
Rus şovenizminin kalıntılarıdır. Bu kalıntılar, bi
zim merkez ve taşradaki Sovyet fonksiyonerlerimi
zin kafasında varlığını hala sürdürüyorlar; merkez
ve taşradaki devlet kurumlarımızda yuvalanıyorlar;
NEP ile bağlantı içinde durmadan kızışan «yeni»
«Smena vekıı çi* Büyük Rus şovenisti akımlar bi-
. çimi altında destekleniyorlar. Pratik olarak bu ka
lıntılar, ulusal cumhuriyetierin gereksinim ve zo
runlulukları karşısında, Rus Sovyet memurlarının
tepeden bakan küçümseyici, katı ve bürokratik
davranışlarında dile geliyorlar. İçinde birçok , ulus
ların yaşadığı Sovyet devleti, ancak devlet kurum
larımızm pratiğindeki bu kalıntıların kökü k--azı
nırsa, gerçekten istikrarlı bir hale gelebilir, halk
ların işbirliği, ancak o zaman gerçekten kardeşçe
bir nitelik kazanabilir. Bir dizi ulusal cumhuriyet
te (Ukrayna, Byelo-Rusya, Azerbaycan, Türkistan)
dururn ayrıca, Sovyet iktidarının temel dayanağı
olan işçi sınıfının oldukça büyük bir bölümünün
Büyük Rus milliyetinden olması sonucu zorlaşmak
tadır. Bu bölgelerde, kent ile kır arasındaki, işçi
sınıfı ile köylülük arasındaki ittifak, gerek Parti
gerek Sovyet kurumlarında varolan Büyük Rus şo
venizminin kalıntıları güçlü engeliyle karşılaşıyor.
Bu koşullarda, Rus kültürünün üstünlüklerine iliş
kin sözler ve üstün Rus kültürünün daha geri
halkların ( Ukraynalı, Azeri, Özbek, Kırgız vb.) kül-
204
türleri üzerindeki kaçınılmaz zaferine ilişkin tezin
ortaya atılması, Büyük Rus milliyetinin egemen
liğini pekiştirme girişiminden başka birşey değil
dir. Bundan ötürü, Büyük Rus şoveniziDi kalınti
larına karşı <:ımansız savaşım, Partimizin ilk ve
ivedi görevidir.
Bu miras, ikinci olarak, fiili eşitsizlik, yani
Cumhuriyetler Birliği milliyetlerinin iktisadi ve
kültürel eşitsizliğidir. Ekim Devrimi ile kazanılan
hukuksal ulusal eşitlik, halkların büyük bir ka
zanımıdır, ama kendi başına tüm ulusal sorunu
çözmez. Kapitalizmi yaşamamış ya da nerdeyse hiç
yaşamamış, kendi proletaryası hiç ya da nerdeyse
hiç bulunmayan, ve bu nedenle iktisadi ve kültü
rel bakımdan geri kalmış bir dizi cumhuriyet ve
ha:tk, ulusal hak eşitliğinin kendilerine sağladığl
hak ve olanaklardan sonuna kadar yararlanacak
durumda değildir; dışardan gerçek _ ve sürekli bir
yardım olmadıkça, daha üst bir gelişme basama
ğına yükselecek ve böylelikle kendilerinden önde
olan milliyetlere yetişecek durumda . değildir. Bu
fiili eşitsizliğin nedenleri yalmzca bu halkların ta
rihinde değil, ama kenar bölgeleri sanayi bakımın
dan gelişmiş merkezi bölgeler tarafından sömürü
len salt hammadde bölgelerine dönüştürmeyi gö
zeten çarlığın ve Rus burjuvazisinin siyasetinde
de yatmaktadır. Kısa sürede bu eşitsizliğin üste
sinden gelmek,_ bu mirası bir-iki yıl içinde yok et
mek olanaksızdır. Daha Partimizin X. Kongresi
vurgulamıştır ki, «fiili ulusal eşitsizliğin giderilme
si, ulusal baskı ve sömürgeci köleciliğin bütün ka
lıntılarına karşı çetin ve direngen bir savaşım ge
rektiren uzun süreli bir süreçtir» . Ama mutlaka bu
eşitsizliğin üstesinden gelmek gerek. Ama bu [eşit-
2Q5
sizliğin -ÇN] üstesinden ancak, Rus proletaryası
nın Birliğin geri halklarının iktisadi ve kültürel
ilerlemesine göstereceği gerçek ve sürekli yardımı
yoluyla gelinebilir. Bu yardım, ilk planda, eskiden
ezilen milliyetıerin cumhuriyetlerinde sanayi mer
kezleri kurmak için bir dizi pratik önlernin alın
masında dile gelmelidir, ve yerel nüfus mümkün
olduğunca bu işin içine çekilmelidir. Nihayet bu
yardım, X. Parti Kongresi'nin kararı uyarınca,
emekçi yığınların, NEP sonucu güçlenen yerli ve
dışardan gelmiş sömürücü üst katmanlara karşı
kendi toplumsal konumlarını pekiştirme savaşı
mıyla elele gitmelidir. Bu cumhuriyetler ağırlıklı
olarak tarımsal bölgeler olduklarından, iç sosyal
önlemler, her şeyden önce, emekçi yığınlara, dev
letin elindeki serbest fondan toprak verme yoluy
la gerçekleşmelidir. Bu önlemler olmadıkça, halk
ların yekpare bir federal devlet çerçevesinde doğ
ru ve sıkı işbirliğinin yolunu açmak beklenemez.
Bundan ötürü, milliyetıerin fiili eşitsizliğinin tas
fiyesi savaşımı, geri halkların kültürel ve iktisadi
düzeyinin yükseltilmesi savaşımı, Partimizin ikin
ci ivedi görevidir.
Bu miras, son olarak, acı ulusal baskı boyun
duruğunda yaşamış ve henüz kendilerini eski ulu
sal sızıanma duygularında:r;ı kurtaramamış bir di
zi halkın bağrındaki milliyetçilik kalıntılarıdır. Bu
kalıntıların pratik ifadesi, belli bir ulusal yadır- ·
206
lik fanatik şovenizmine dönüşmektedir. Ermeniler,
Ossetler, Acarlar ve Abazalara karşı yönelen Gür
cü şovenizini ( Gürcistan'da) ; Ermenilere karşı yö
nelen Azerbaycan şovenizmi (Azerbaycan'da) ;
Türkmenler ve Kırgızlara karşı yönelen Özbek şo
venizmi (Buhara ve Hiva'da) ; Ermeni şovenizmi
vb. vb. ---'- ayrıca Yeni Ekonomik Politika koşulla
rı tarafından da kışkırtılan bütün bu şovenizm çe
şitleri, belli ulusal cumhuriyetleri bir çatışma ve
anlaşmazlık alanına dönüştürmekle tehdit eden
çok fena bir kötülüktür. Bütün bu olayların, halk
ların bir tek devlet içinde gerçekten birleşmesi da
vasını engellediklerini söylemeye gerek yok. Milli
yetçilik kalıntıları, Büyük Rus şovenizmine karşı
kendine özgü bir savunma biçimi olduğundan, Bü
y Ü k Rus şovenizmine karşı kararlı savaşım, milli
yetçi kalırrtıların üstesinden gelmenin en emin ara
cıdır. Ama bu kalıntılar, çeşitli cumhuriyetlerdeki
güçsüz ulusal topluluklara karşı yönelen yerel şo
venizme _dönüştüklerinden, bu kalıntılara karşı
doğrudan savaşım, Parti üyelerinin görevidir. Bun
dan ötürü, milliyetçilik kalıntılarına ve her şey
den önce de bu kalırrtıların şovenist biçimlerine
karşı savaşım, Partimizin üçüncü ivedi görevidir.
207
en çarpıcı ifadelerinden biri olarak görülmek ge
rekir .
. . . Böyle bir anlayışı anti-proleter ve gerici
olarak mahkum eden ve ulusal cumhuriyetierin
varlığının ve gelecekteki gelişmesinin mutlak zo
runluluğunu ilan eden Kongre, Parti üyelerini,
cumhuriyetierin birleşmesi ve komiserliklerin kay
naşmasının, şoven ruhlu Sovyet memurları tara
fından, ulusal cumhuriyetierin iktisadi ve kültü
rel gereksinimlerini kulak arkası etme eğilimlerini
örtme yolunda kullanılmamasını dikkatle gözet
meye çağırır.;,
(RKP[B} XII. Parti Kongresi'nin Ulusal Sorun Üzerine Ka
rarı, Bölüm I, § 7, 8.)
208
Sovyet organlarının adım adım ulusallaştırılması,
bunların, kitlelerin anladığı bir dille, ilgili halkın
yaşam tarzına uygun koşullar içinde çalışmaları
zorunludur. Sovyet iktidarını bir Rus iktidarı ol
maktan çıkarıp, tüm cumhuriyetierin ve özellikle
iktisadi ve kültürel bakımdan geri kalmış olanla
rın emekçi yığınlarına yakın, bu yığınlar tarafın
dan anlaşılan ve sevilen, enternasyonal bir iktidar
durumuna getirmek bizim için, ancak ve ancak
bu koşulla mümkün olacaktır.
Çarlık ve burjuvaziden devralınan mirasın
acısız üstesinden gelme içimizi kolaylaştırmaya
uygun ikinci araç,' Cumhuriyetler Birliği'nde ko
miserliklerin o şekilde inşasıdır ki, hiç değilse en
önemli milliyetlerin çeşitli kurumlarda kendi tem
silcilerini bulundurmaları mümkün olsun, çeşitli
cun:ıhuriyetlerin gereksinim ve zorunl Ull,lklarının
kesinkes tatmin edilmesinin koşullarını yaratan
bir inşa.
üçüncü araç : En üst organlarımız arasında,
ayrımsız tüm cumhuriyet ve milliyetlerin gerek
sinim ve zorunluluklarını dile getiren bir organın
bt!-lunması zorunludur. Bu son araç üzerine, dikka
tiniz� özellikle çekmek istiyorum.
Eğer biz, Birlik Merkez Yürütme Komitesi
(MYK) çerçevesinde, birincisi, milliyetlerden ba
ğımsız olarak Birlik Sovyet Kongresinde seçilen,
ve ikincisi de, cumhuriyetler ve ulusal bölgeler ta
rafından seçilip (yarısı cumhuriyetler ve diğer ya
rısı ulusal bölgelerden) , Sovyet Kongresi tarafın
dan onaylanan iki meclis kurabilseydik, o zaman
kamr:p.ca, en üst kurumlarımız çerçevesinde, sade
ce ayrımsız tüm proleter grupların sınıf çıkarları-
209
nın değil, bilakis salt-ulusal özlemierin de yansı
masını bulurduk Sovyetler Birliği topraklarında
yaşayan milliyetlerin, halkların ve aşiretlerin özel
çıkarlarını yansıtan bir organımız olurdu. Yoldaş
lar, Birlik içinde yaklaşık 65 milyonu Rus olma
yan, toplam 140 milyondan fazla insanın birara
da bulunduğu koşullarımızda, böyle bir devlet, bu
rada Moskova'da en yüksek organ içinde, bu mil
liyetlerin, sadece tüm proletarya için ortak olan
çıkarları değil, bilakis özel, kendine özgü, özgül
ulusal çıkarlarını da dile getiren delegeleri bulun
maksızın yönetilemez. Bu olmazsa yoldaşlar, yö
netmek olanaksızdır. Elde böyle bir barometre ol
maksızın, ve çeşitli milliyetlerin bu öz�l gereksi
nimlerini formüle etme yeteneğindeki insanlar bu
lunmaksızın, yönetmek olanaksızdır .
210
dır. Bu, tarihte benzeri görülmemiş bir olgudur,
ama yine de bir olgudur.
211
ekonomisinin genel inşa sistemine katmanın en
emin aracı olarak, geniş köylü yığınlarının koope
ratifleşmesini artırmak ve teşvik etmek.
4- Sovyetleri yığınlara yakınlaştırmak, Sov
yetlerin bileşimini ulusallaştırmak ve emekçi yı
ğınlara yakın ve onlarla senli-benli ulusal Sovyet
d�vletini imar etmek.
5 - Ulusal kültürü geliştirmek, yerli insan
lardan Sovyet, Parti, sendika ve iktisı:ı.t fonksiyo
nerieri yetiştirmek amacıyla, anadilde gerek genel
ve gerekse mesleki-teknik eğitim için geniş bir
kurs ve okul şebekesi kurmak.
Bu görevleri yerine getirmek, Sovyet Doğu
Cumhuriyetlerinde sosyalist inşa işini kolaylaştır
mak demektir.
Sovyet Doğunun örnek cumhuriyetlerinden
söz ediliyör. Ne demektir örnek cumhuriyet? ör
nek bir cumhuriyet, bütün bu görevleri dürüstlük
ve ciddiyetle yerine getiren, böylece komşu sömür
ge ve bağımlı ülkelerin işçi ve köylüleri arasında
kurtuluş hareketine doğru atılım yaratan bir cum
huriyettir.
Yukarıda, Sovyetlerin çeşitli milliyetlerin
emekçi y"'lğınlarına yakınlaştırılmasından, Sovyet
lerin ulusallaştırmasından söz ettim. Ama bu ne
demektir ve pratikte nasıl dile gelir? Yığınlara
böyle bir yakınlaşmanın mükemmel örneği olarak,
Türkistan'da kısa süre önce tamamlanmış bulunan
ulusal sınırlamanın görülebileceğini sanıyorum.
Burjuva basın bu sınırlamada bir <<Bolşevik kur
nazlığıı> görüyor. Oysa burada ortaya çıkan şeyin
bir ((kurnazlıkı> değil, Türkmenistan ve Özbekis
tan halk yığınlannın kendilerine yakın ve anla�ı-
212
lır olan kendi öz iktidar organlarına sahip olma
yolundaki derin özlemleri olduğu açıktır. Devrim
öncesi dönemde bu iki ülke, çeşitli hanlıklar ve
devletler arasında bölünınüştü; böylece ((iktidar sa
hipleriıı nin sömürücü düzenbazlıklarına elverişli
bir faaliyet alam sunuyorlardı. Şimdi, Özbekistan
ve Türkmenistan emekçi yığııılarinı iktidar organ
larına yakınlaştırmak ve onlarla kaynaştırrnak
için, birbirinden koparılmış bu parçaları bağımsız
deyletler olarak yeniden birleştirmenin olanaklı
hale geldiği an gelmiş bulunuyor. Türkistan'ın sı
nırlanması, her şeyden önce, bu ülkelerin birbi
rinden koparılrnış parçalarının bağımsız devletler
biçiminde birleştirilmesidir. Eğer bu devletler son
radan eşit hakka sahip. üyeler olarak Sovyetler Bir
ligi'ne girmek istedilerse, bu sadece bir şeye, Bol
şevikierin Doğu'nun halk y-ığınlarının en derin öz
lemlerinin anahtarını bulmuş olduğuna ve Sov
yetler Birliği'nin, dünyada çeşitli milliyetlerin
emekçi �ğınlarının biricik gönüllü biriği olduğu
na tanıklık eder. Polanya'yı yeniden birleştirmek
için, burjuvazi bir dizi savaşa ih�iyaç duydu. Oy
sa Türkmenistan'ı ve Özbekistan'ı yeniden birleş
tirmek için, komünistlere birkaç aylık aydınlatma
çalışmasından başka birşey gerekmedt
Hükü�et organlarım, bizim durumumuzda
Sovyetleri, çeşitli milliyetıerin büyük emekçi yığın
larına işte böyle yakınlaştırma� ger�kir.
Bolşevik mill'iyetler siyasetin biricik doğru si
yaset olduğunun kamtı budur.
Ayrıca Sovyet Doğu cumhuriyetlerinde ulusal
kültürün kalkındırılmasından söz ettim. Ama ulu
sal kültür ne demektir? Proleter kültür ile nasıl
213
bağdaştırılabilir? Lenin, daha savaştan önce, bizde
bir burjuva ve bir de sosyalist iki kültür bulundu
ğunu ; ulusal kültür sloganının, emekçilerin bilin
cini milliyetçilik ağusu ile zehirlerneye çalışan bur
juvazinin gerici bir sloganı olduğunu söylemedi
mi? Ulusal kültürün inşası, anadilde okul ve kurs
ların geliştirilmesi ve yerli insanlardan kadro ye
tiştirilmesi, sosyalizmin inşası ile, proleter kültü
rün inşası , ile nasıl bağdaştırılabilir? Burada üs
tesinden gelinemez bir çelişki yok mu? Elbette
yok ! Biz proleter bir kültür Lrışa ediyoruz. Bu ta
mamen doğrudur. Ama içeriği bakımından sosya
list olan proleter kültürün, sosyalist inşa içine çe
kilmiş çeşitli halklarda, dilin, yaşam koşullannın
vb. farklılığına göre, çeşitli biçimlere ve ifade tarz
ıarına büründüğü de aynı şekilde doğrudur. İçe
riği bakımından proleter, biçimi bakımından ulu
sal - işte sosyalizmin kendisine doğru . yürüdüğü,
tüm insanlığın ortak kültürü, böyle bir kültürdür.
Proleter kültür, ulusal kültürü yok etmez, bilakis
ona içerik kazandırır. Ve tersine : ulusal kültür,
proleter kültürü yok etmez, bilakis ona biçim ka
zandırır. Ulusal kültür sloganı, burjuvazi iktidar
da kaldığı ve ulusların pekişınesi burjuva rejimin
himayesi altında gerçekleştiği sürece, burjuva bir
slogandı. Proletarya iktidara geçtiği ve ulusların
pekişınesi Sovyet iktidarının koruması altında
gerçekleşmeye başladığında, ulusal kültür sloganı
proleter bir slogan haline geldi. İki farklı durum
arasındaki bu ilkesel ayrılığı kavramayan biri, ne
Leninizmi, ne de ulusal sorunda Leninist bakış
açısının özünü asla kavramayacaktır.
(Stalin. Leninizmin Sorunları, Birinci Bölüm. «Doğu Emek
çileri Komünist Üniversitesi'nin Görevleri», s. 259 vd., 125.)
214
3 - Proletarya Diktatörlüğü Koşullarında Ulusal
Sorundaki Sapmalara Karşı Mücadele
215
yönelik Partinin siyasetini gözden düşürme çaba
·'ndır.
Bu tür sapmacılar burada : sosyalizmin zafe
riyle uluslar yekpare bir ulus halinde kaynaşmak
ve ulusal diller yekpare, ortak bir dile dönüşrnek
zorunda olduğuna göre, ulusal ayrımları ortadan
kaldırma ve eskiden ezilen halklar arasında ulu
sal kültürün gelişmesini destekleme siyasetinden
vazgeçme zamanının geldiği anlayışından yola çı
kıyorlar. Bunu yaparken Lenin'e atıfta bulunup, .
ondan yanlış alıntılar yapıyorlar ve hatta bazen
doğrudan kelimelerini çarpıtıyorlar ve ona kara
çalıyorlar.
Lenin, sosyalizmde milliyetlerin çıkarları bir
bütün halinde kaynaşacaktır demiştir. Bundan, en
ternasyonalizmin çıkarı gereği ulusal cumhuriyet
lere ve bölgelere son vermenin zamanı olduğu so
nucu çıkmaz mı? Lenin 1 9 1 3'te ((Bundcuıılarla po:
lemikte, ulusal kültür sloganının bir burjuva slo
ganı olduğunu söylemiştir. Bundan, enternasyona
liziDin çıkarı gereği SSCB halklarının ulusal kül
türlerine son vermenin zamanı olduğu sonucu çı;k
maz mı? Lenin, ulusal baskı ve ulusal duvarların
sosyalizmde ortadan kaldırıldığını söylemiştir.
Bundan, enternasyonalizmin çıkan gereği SSCB
halklarının ulusal özelliklerini göz önünde tutma
siyasetine son verme ve asimilasyon siyasetine geç
menin zamanı olduğu sonucu çıkmaz mı? Ve bu
böyle gider.
Ulusal sorundaki, üstelik enternasyonalizm
maskesi ve Lenin'in adı ardına gizlenen bu sapma
mn, Büyük Rus milliyetçiliğinin en ince, ve böyle
olduğu için de en tehlikeli türü olduğundan ku.ş
ku duyu�amaz.
216
Birincisi, Lenin asla, sosyalizmin dünya ça
pındaki zaferinden önce ulusal farkların ortadan
kalkacağını ve ulusal dillerin bir devletin sınırları
içinde bir ortak dil biçiminde kaynaşacağını söy
lememiştir. Tersine Lenin, taban tabana zıt bir şe
yi, yani «halklar ve ülkeler arasındaki ulusal ve
devletsel farkların. . . proletarya diktatörlüğünün
tüm dünya ölçüsünde gerçekleşmesinden sonra bi
le daha çok çok uzun bir zaman süreceğinbı ( << 'Ra
dikalizm', Komünizmin Çocukluk Hastalığııı , Tüm
Eserler, cilt XXV, s. 280) söylemiştir. Hem Lenin'e
atıfta bulunup, hem de onun. bu temel işareti na
sıl unutulabilir?
Şüphesiz, eski Marksistlerden biri, bugünün
dönek ve reformisti, Bay Kautsky, Lenin'in öğret
tiğinin tam tersini iddia eder. O, Lenin'e karşıt
olarak, proleter devrimin birleşik Avusturya-Alman
devletindeki zaferinin, geçen yüzyılın ortasında,
ortak bir Alman dilinin oluşmasına ve Çekierin Al
manlaşmı:ısına yol açabilecek olduğunu söyler,
çünkü herhangi bir zoraki Almanıaştırma olmaksı
zın, <<sadece engellerinden kurtulmuş ilişkinin gü
cü, Almanlar tarafından getirilıniş modern kültü
rün gücü, güdük milliyetlerinin kendilerine hiçbir
şey veremediği geri kalmış Çek küçük-burjuva, köy
lü ve proleterlerini Almanlar haline dönüştürmek
zorundaydı.ıı ( <<Almanya' da Devrim ve Karşı-Dev
rimıı in Almanca baskısına Önsöz, Stuttgart 1896,
s. XXII. )
Böyle bir «tasarım)) ama Kautsky'nin sosyal
şovenizmi ile tamamen uyuşur. 1925'deki Doğu
Halkları Üniversitesi'ndeki konferansımda da Ka
utsky'nin bu görüşlerine karşı mücadele etmiştim.
Her türlü ölçüyü kaçırmış Alman sosyal-şoveninin
217
bu anti-Marksist gevezeliğinin , bizim için, sonuna
kadar enternasyonalist kalmak isteyen biz Mark
sistler için, herhangi bir olumlu anlam taşıyabil
mesi olanaklı mı? Kim haklı, Kautsky mi; Lenin
mi? Eğer Kautsky haklı ise, o zaman Büyük Rus
lara, Çekierin Almanlara olduklarından daha ya
kın olan Beyaz Ruslar ve Ukraynalılar gibi görece
geri milliyetlerfn, proleter devrimin zaferi sonu
cunda Sovyetler Birliği'nde Ruslaştırılmamaları,
bilakis tam tersine, yeniden yaşama kavuşmaları
ve bağımsız uluslar olarak gelişmeleri olgusunu na
sıl açıklamalı? Türkmenler, Kırgızlar, Özbekler,
Tacikler gibi ulusların ( Gürcüler, Ermeniler, Azer
baycanlılar ve başkaları bir yana) , geri kalmışlık
Iarma rağmen Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin za
feriyle birlikte yalnızca Ruslaştırılmamakla kal
mayıp, bilakis tam tersine yenide:q. yaşama kavu
şup bağımsız uluslar halinde gelişmelerini nasıl
açıklamalı? Aldatıcı bir enternasyonalizm peşinde
koşan saygıdeğer sapmacılarımızın, Kautskyci bir
sosyal-şovenizmin pençesine düştükleri açık değil
mi? Bir devletin, SSCB'nin toprakları üzerinde bir
ortak dil için savaşan sapmacıların, aslında, eski
den egemen durumda b.ulunan dilin, yani Büyük
Rus dilinin ayrıcalıklarımn restorasyonunu hedef
ledikleri açık değil mi? Enternasyonalizm bunun
neresinde?
İkincisi, Lenin asla, ulusal boyunduruğun
kalkması ve milliyetlerin çıkarlarının bir bütün
halinde kaynaşmasının, ulusal farkların kaldırıl
ması anlamına geldiğini söylememiştir. Biz, ulusal
baskıyı kaldırdık, ulusal ayrıcalıkları kaldırdık ve
ulusal hak eşitliğini getirdik. Sovyetler Birliği mil
liyetleri arasında, sözcüğün eski anlamında ulusal
218
sınırları, sınır direklerini ve gümrük duvarlarını
yok ettik. Sovyetler Birliği halklarının iktisadi ve
siyasal çıkar birliğini kurduk. Ama bu, bizim bu
nunla ulusal farkları : ulusal dilleri, kültürleri, tö
releri vb. kaldırdığımız anlamına mı gelir? Bu an
lama gelmediği açıktır. Ama eğer ulusal farklar :
dil, kültür, töreler vb. varlıklarını sürdürüyorlarsa:,
şimdiki tarihsel dönemde cumhuriyetleri ve ulusal
bölgeleri kaldırma talebinin gerici, proletarya dik
tatörlüğünün çıkarlarına aykırı bir talep olduğu
açık değil mi? Sapmacılarımız, şimdi cumhuriyet
ler ve ulusal bölgeleri kaldırmanın, SSCB'nin sa
yısız halklarının elinden kendi ulusal diHerinde
·
eğitim görme olanağını almak demek olacağını,
kendi anadillerinde okullara, mahkemelere, idare-
. ye, kamusal ve diğer· örgüt ve kurumlara sahip ol
ma olanağını ellerinden almak demek olacağını,
onları sosyalist inşaya katılma olanağından yok
sun bırakmak demek olacağını anlıyorlar mı? Al
datıcı bir enternasyonalizm peşinde koşan sapma
cılarımızm, gerici Büyük Rus şovenistlerinin pen
çesine düşmüş oldukları ve proletarya diktatörlü
ğü döneminde Sovyetler Birliği'nin tüm halkları
için, Büyük Ruslar için olduğu kadar Büyük Rus
olmayanlar için de aynı derecede geçerli olan kül
tür devrimi sloganını unutmuş, tamamen unut
muş bulundukları açık değil mi?
Üçüncüsü, Lenin asla, ulusal kültürün geliş
tirilmesi sloganının, proletarya diktatörlüğii koşul
ları altında gerici bir slogan olduğunu söylememiş
tir. Tersine, Lenin daima, SSCB halklarının ken
di ulusal kültürlerini geliştirmelerine yardım edil�
mesinde� yana olmuştur . Partinin X. Kongresi'n
de ulusal sorun üzerine karar, Lenin'in - başka
219
hiç kimsenin değil - yönetimi altında yazılmış ve
kabul edilmiştir. Orada doğrudan şöyle denir :
220
milliyetçilik ile ağulamak ve burjuvazinin egemen
liğini pekiştirmekti. Proletarya diktatörlüğü altın
da ulusal kültür nedir? İçerik bakırnından sosya
_list ve biçim bakımından ulusal olan bu kültürün
hedefi, yığınları· enternasyona�izm ruhuyla eğitmek
ve proletarya diktatörlüğünü pekiştirmektir. Mark
sizmden kopmadıkça, ilkesel olarak birbirinden
iarklı bu iki görüngü nasıl birbirine karıştırılabi
lir? Burjuva rejimi altında ulusal _ kültür sloga
_
nma karşı mücadele eden Lenin'in, darbeyi ulusal
kültürün ulusal biçimine değil, burjuva içeriğine
vurduğu açık değil midir? LenLl1.'in sosyalist kül
türü, ulusal momentten yoksun, _ şu yada bu ulu
sal biçimden yoksun bir kültür olarak gördüğünü
varsaymak budalaca birşey olur. Gerçekten de
Bunticular, belli bir süre ona bu saçmalığı yakış
tırdılar. Ama Lenin'in yapıtıarından, onun bu ka
ra çalınayı sert bir şekilde protesto ettiği, kendi
sini bu saçmalıktan kesin bir şekilde ayırdığı bi
linir. Sevgili sapmacılarımız gerçekten de Bundcu-
ların izinden gidiyor olmasınlar? .
Ama tüm bu söylenenlerden sonra, sapmacı
larımızın arğüı:ııanlarından geriye ne kalıyor?
Enternasyonalizm bayrağı ile hakkabazlık et
me ve Lenin'e karşı kara çalmalardan başka bir
şey değil.
Büyük Ru.s şovenizmine sapan kimseler, Sov
yetler Birliği'nde sosyalist inşa döneminin, ulusal
kültürlerin dağılması ve tasfiye edilmesi dönemi
olduğunu sanıyorlarsa, çok yanılıyorlar. Aslında
bunun tam tersi doğru. Gerçekten de Sovyetler Bir
liği'nde proletarya diktatörlüğü ve sosyalizmin in
şası dö:qemi, içerikleri bakımından sosyalist ve bi
çimleri bakımından ulusal olan ulusal kültürlerin
221
en parlak dönemidir. Onlar besbelli ki, anadilde
genel okul yükümlülüğünün getirilmesiyle ve sağ
lamlaştırılmasıyla birlikte ulusal kültürlerin yeni
bir güçle gelişeceğini kavramıyorlar. Geri milliyet
lerin sosyalist inşaya ancak ulusal kültürlerin ge
lişmesi koşulu ile gerçekten katılabileceklerini
kavramıyorlar. Ulusal kültürlerini geliştirmelerin
de Sovyetler Birliği halklarını destekleme ve teş
vik etme Leninist siyasetinin temelinin tam da bu
rada yattığını kavramıyorlar.
Gelecekte ulusal kültürlerin, ortak bir dille
birlikte, (biçim ve içerik bakmundan) ortak bir
kültür içinde kaynaşmasından y-ana olan bizlerin,
aynı zamanda şu sıralarda, proletarya diktatörlü
ğü döneminde, ulusal kültürlerin açılıp - gelişme
sinden yana bulunmamız tuhaf görünebilir. Ama
bunda hiçbir tuhaflık yok. Ulusal kültürlerin, or
tak bir dille birlikte ortak bir kültür içinde kay
naşmalarının koşullarını yarat:rpak için, onların
açılıp gelişmeleri, tüm potansiyel güçlerini açığa
vurmaları gerekir. BiÇim bakımından ulusal ve içe
rik bakımından sosyalist ulusal kü�türlerin, tek
ülkede proletarya diktatörlüğü koşullarında, pro
letaryanın tüm dünyada zafer kazanmış ve sosya
lizmin yaşamda iyice yerleşmiş olacağı zaman, or
tak bir dille birikte (biçim ve içerik bakımından)
ortak bir sosyalist kültür içinde kaynaşmaları
amacıyla açılıp gelişmeleri - ulusal kültür soru
nunda problemin Leninist konuluşunun diyalekti
ği tam da buradadır.
Sorunun böyle konuluşunun <<çelişkili)) olduğu
söylenebilir. Ama devlet sorununda da bizde aynı
«çelişki)) yok mu? Biz, devletin sönüp gitmesinden
yanayız. - Ama biz aynı zamanda, şimdiye kadar
222
varolmuş tüm devlet iktidarlarının en sert ve en
güçlüsü olan proletarya diktatörlüğünün güçlen
dirilmesinden yanayız. Devlet iktidarın sönüp git
mesi için koşulları hazırlama amacıyla devlet ik
tidarının en yüksek derecede gelişmesi - Mark
sist formül böyledir. Bu «çelişkiliıı midir? Evet,
«çelişkilindir. Ama bu çelişki yaşamda vardır ve
Marx'ın diyalektiğini tamamen yansıtır.
Ya da, örneğin, ayrılıp ayrı devlet kurmaya
kadar, ulusların kendi kaderini tayin hakkı soru
nunun Leninist konuluşunu alalım. Lenin ba.:zen
ulusların kendi kaderini tayin tezini şu yalın for
müle indirgiyordu : «Birleşmek amacıyla ayrılmakn .
Düşünün bir : birleşrnek amacıyla ayrılmak. Bu
bir paradoks gibidir. Oysa bu «çelişkilin formül,
BoTŞeviklere ulusal sorun alanında en ele geçiril
mez kaleleri fethetme olanağını veren Marksist di
yalektiğin canlı gerçeğini yansıtır.
Ulusal kültüre ilişkin formül için de aynı şe
yi söylemek gerek : sosyalizmin bütün dünyadaki
zaferi döneminde sönüp gitmesi ve ortak bir sos
yalist kültür (ve ortak bir dil) içinde kaynaşması
koşullarını hazırlamak için, tek ülkede proletarya
diktatörlüğü döneminde ulusal kültürlerin (ve dil
lerin) açılıp gelişmesi.
Geçiş zamanımızın bu özelliğini ve bu «çeliş
kiıısini kavramayan biri, tarihsel süreçlerin bu di
yalektiğini kavramayan biri, Marksizm için yitip
gitmiş biridir.
Sapmacılarımızın mutsuzluğu, M�rksist diya
lektiği anlamamaları ve anlamak istememeleridir.
Bü�ük Rus şovenizmi sapması böyle.
Bu sapmanın, eskiden egemen olan Büyük Rus
223
ulusunun sönüp giden sınıflarının, yitirilmiş ayrı
calıkları yeniden elde etme özlemini yansıttığını
anlamak zor değildir.
Ulusal sorun alanında Parti içindeki baş teh
like olarak Büyük Rus şoveniz� tehlikesi bura
dan geliyor.
Yerel milliyetçilik sapmasının özü nedir?
Yerel milliyetçilik sapmasının özü, kendini tec
rit etme ve kendini kendi ulusal kabuğunun sı
nırları içine kapatma çabasıdır, kendi ulusu için
deki sınıf karşıtlıklarını örtbas etme çabasıdır,
kendini Büyük Rus şovenizminden, genel sosyalist
inşa dalgasından ayrılarak koruma çabasıdır, Sov
yetler Birliği milliyetlerinin emekçi yığınlarını bir
birine yakınlaştırıp birleştiren şeyi görmeme ve
yalnızca onları birbirlerinden uzaklaştırabilecek
şeyi görme çabasıdır. ·
224
B - Ukrayna Milliyetçiliği Tehlikesi Üzerine
Stalin Yoldaş
225
nin değişeceği açıktır. Tıpkı, diyelim belirli bir an
da, Alman karakteri taşıyan, ve sonradan Leton
laşan ya da Macarlaşan Letonya ve Macaristan pro
letaryasının bileşimi gibi, Ukrayna proletaryasının
da giderek Ukraynalılaşacağı açıktır. Ama bu, uzun
süreli, kendiliğinden, doğal bir süreçtir. Bu ken
diliğinden sürecin yerine, proletaryanın yukardan
zorla Ukraynalılaştırılması sürecini geçirmek, Uk
rayna proletaryasının Ukraynalı olmayan katman
ları arasında, Ukrayna-karşıtı bir şovenizm körük
lelemeye yatkın, ütopist ve zararlı bir siyaset uy
gulamak demektir. Bana öyle geliyor ki, Şumski
yoldaş Ukraynalılaştırmayı doğru bir şekilde an
lamıyor ve bu son tehlikeyi hesaba katmıyor.
226
lü komü..-rıist Hvilevoy'un, DK:rayna basımnda ya
·
227
rü ve bir S ovyet kamu yaşamına dönüştürülebile
ceğini anlamıyor.
(Stalin. «Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu»
derlemesi, s. 172 vd., Rusça, 1926.)
228
iki sapınayı da ateş altında tutmak istiyorsanız,
her şeyden önce bu kaynağa, yani ister yerel mil
liyetçi sapma, ister Büyük Rus milliyetçisi sapma
söz konusu olsun, fark etmez, enternasyonalizmden
vazgeçen kimselere vurmaruz gerek.
Hangi sapmamn daha büyük tehlikeyi oluş
turduğu tartışılıyor, Büyük Rus milliyetçiliği sap
masının mı, yoksa yerel milliyetçilik sapmasının
mı. Şimdiki koşullar altında, bu tartışma bir bi
çim tartışması, dolayısıyla boş bir tartışmadır.
Esas tehlikenin ne olduğu konusunda bütün za...
manlar ve bütün koşullar için geçerli hazırlop bir
reçete vermeye kalkışmak saçmalık olur. Gerçek
te böyle reçeteler yoktur. Esas tehlike, karşısında
mücadele edilmeyen ve böylece devlet için bir teh
like olacak kadar gelişmesine izin verilen sapma
dır.
Daha son zamanlara kadar, Ukrayna milliyet
çiliği sapması Ukra:yl1a'da"· esas tehlikeyi oluştur
muyordu. Ama ona karşı mücadele bırakıldığı ve
müdahalecilerle ortak oyun oynayacak kadar bü
yümesine izin verildiği zaman, bu sapma, esas teh
like haline geldi. Ulusal sorunda esas te;hlike so-
229
runu, içi boş biçimsel tartışmalarla değil, ama ve
rili anda durumun Marks ist bir tahlili ve bu alan
da işlenen hataların irdelenmesi ile çözülür.
(Stalin. SBKP(B) Merkez Komitesi'nin Faaliyeti Üzerine
XV!!. Parti Kongresi'ne Rapor, s. 83 vd., Moskova 1934.)
230
bire karşılık toplam ham demirin üçte birini, 1932
yılında dörtte bire karşılık toplam taşkömürünün
üçte birden fazlasını, 1932'de yüzde 6,5'a karşılık
bölge enerji �stasyonlarının elektrik gücünün yak
laşık beşte birini, 1932'de yüzde 5'e karşılık maki
ne yapımı sanayiinin üretiminin onda birini sağ
layacaktır.
b) Ural-Kusnezk kombinasının, Sovyetler Bir
liği'nin ikinci kömür ve demir fabrikaları temeli
nin tamamlanması. Bunun inşasına ikinci beş yıl
da ekonomiye yapılan tüm sermaye yatırımlarının
üçte birinden fazlası harcanacaktır. Ural-Kusnezk
kombinası 1937'de tüm demir-döküm sanayi üre
timinin dörtte birinden fazlasını, bölge enerji is
tasyonlarının ürettiği elektrik enerjisinin altıda bi
rini- ve tüm ülke makine yapımı üretiminin yak
laşık yüzde onunu sağlayacaktır.
c) Yeni bölgelerin kalkındırılmasıyla sanayi·
in hammadde kaynaklanna yakınlaştırılması. Ha
fif sanayi ve besin maddeleri sanayiinin bölgelere
dağılımına ilişkin olarak büyük de·ğ�şiklikler ol
maktadır : ikinci beş yılda inşa edilecek olan 15
pamuk kombinasından 1 0'u Orta Asya, Sibirya ve
Trans-Kafkasya'da kurulacaktır, böylece Sovyetler
Birliği ortalamasında iki katına çıkan pamuklu
kumaş üretimi, Orta Asya'da nerdeyse 16 kat�na
çıkacak ve bu bölgelerde tekstil sanayii için sağlam
bir temel ortaya çıkacaktır. Keten sanayiinde Ba
tı bölgesinde, Gorki vilayetinde ve Beyaz Rus Sov
yet Sosyalist Cumhuriyeti'nde büyük keten işleme
merkezleri kurulacaktır. Şeker üretimi için yeni
hammadde üsleri yaratılacak ve oralarda yeni şe
ker fabı:ikaları inşa edilecektir (Batı Sibirya, Kır
gızistan, Uzak Doğu Bölgesi, Trans-Kafkasya vs.) .
231
Tarımsal hammadde üretimi için tayin edici böl
gelerde, deri fabrikaları, yün kumaş fabrikaları,
yağ değirmenleri ve diğer hafif sanayi ve besin
maddeleri sanayii işletmeleri kurulacaktır. Bir di
zi bölgenin çok uzaklardan taşınmak zorunda olu
nan yakacak maddelerine bağımlılığını azaltacak
yerel yakacak maddelerinin kazanılması güçlü bir
şekilde artırılacaktır.
d) Tarun alanında, tarımın en önemli dalla
rını doğru bir şekilde dağıtmak ve bölgeleri belir
li kültürler ve tarımsal üretim dallarında uzman
laştırmak görevinin çözümü, en öne.mli tahıl alan
larında tahıl üretiminin güçlü bir şekilde artırıl
ması, Volga'nın solundaki bölgede büyük çaplı su
lama çalışmalarına başlanması, merkezi ve kuzey
bölgelerde istikrarlı buğday ekim alanlarının ya
ratılması, sınai bitkileri üretiminin yapıldığı en
önemli bölgelerin muazzam bir şekilde arttınlma
sıyla güvencelenecektir, aynı zamanda Doğuda şe
ker pancarı ekimi için yeni bir bölge açılacak ve
yeni yüksek vasıfli kültürlerin ekimi, özellikle ya
rı-tropik bölgelerde, büyük ölçekte geliştirilecektir.
e) Ulaştırmacılık alanında Doğu ve Güney
yönündeki en önemli ulaşım yolları yeniden inşa
edilip genişletilecek, aynı zamanda yeni sanayi
merkezlerini Sovyetler Birliği'nin genel ulaşım
ağıyla birleştiren ve yeni bölgelerin iktisadi kal
kınmasının temelini oluşturan çok sayıda yeni de
miryolu ve su yolu inşa edilecektir (Karaganda.
-Balhaş, Ufa-Sterlitamak, Rubzovka-Ridder,
Tomsk-Çulim, Beyaz Deniz-Doğu Denizi Kanalı
vs. ) .
f) Eskiden sınai bakımdan geri kalrmş Orta
Volga, �ataristan, Kuzey Kafkasya, Merkezi Kara
232
Topraklar Bölgesi, Trans-Kafkasya, Karelya, Mur
man Bölgesi, Uzak Doğu, Doğu Sibirya vb. gibi
bölgelerde büyük-çaplı sanayiin gelişmesi temelin
de büyük çaplı bir sınai inşa gerçekleşmektedir.
·
g) Ulusal cumhuriyetlerde ve bölgelerde eği
tim, sağlık koruma, sanat ve basın alanlarında yo
ğun bir inşa çalışm_:ası geliştirilecektir.
h) Sovyetler Birliği'nin eski sanayi bölgeleri,
birinci beş yıllık planda başlatılan uzmanıaştırma
nın ve bölgeler içinde sanayiin daha eşit bir bi
çimde dağıtılmasının derinleştirilmesiyle daha da
kalkınacaklardır.
Parti Kongresi, saptanan üretici güçlerin böl
gelere dağılımı programının, ikinci beş yılda, ulu
s �l cumhuriyetler ve bölgelerin iktisadi ve kültü
rel geriliğini gidermenin, üretici güçleri daha eşit
bir şekilde dağıtmanın, sanayii hammadde kay
naklarına yakınlaştırmanın, en önemli bölgeleri
belirli kültürler ve tarımsal üretim dallarında uz
manlaştırmanın ve tüm ülkede iktisadi reyonlaş
tırmanın tamamlanmasının garantisi olduğunu
tespit eder.
(SBKP[B] XVII. Parti Kongresi'nin Kararı. «Sovyetler Bir
liği Halk Ekonomisinin Gelişmes{nin !kinci Beş Yıllık Planı Üze
rine {1933-1937]», 1934.)
233
min sömürge ve bağımlı ülkelerdeki egemenliğini
sarstı.
Büyük toprak sahiplerini ve kapitalistleri de
·
viren Ekim Devrimi, ulusal ve sömürgesel baskı
zincirlerini parçaladı ve kocaman bir devletin is
tisnasız bütün ezilen halklarını bu baskıdan kur
tardı. Proletarya, ezilen halkları kurtarmaksızın
kendini kurtaramaz. Ekim Devrimi'nin karakteris
tik özelliklerinden biri, Sovyetler Birliği'nde bu
ulusal ve sömürgesel devrimleri, ulusal kin ve ulus
lar arasında çatışmalar bayrağı altında değil, tam
tersine Sovyetler Birliği'ndeki milliyetlerden işçile
rin ve köylülerin karşılıklı güveni ve kardeşçe ya
kınlaşması ba:yTağı altında, milliyetçilik adına de
ğil, enternasyonalizm adına yapmış olmasıdır.
Tam da bizim ülkemizde ulusal ve sömürge
sel devrimter proletaryanın önderliğinde ve enter
nasyonalizm bayrağı altında gerçekleşmiş olduğu
için, tam da bu yüzden, parya halklar, köle halk
lar, verdikleri örnekle bütün dünyanın ezilen halk
larını kazanarak, insanlık tarihinde ilk kez ger
çekten özgür ve gerçekten eşit halklar durumuna
yükselmişlerdir.
Bu, Ekim Devrimi yeni bir çağı, dünyanın ezi
len ülkelerinde proletarya ile ittifak içinde, prole
taryanın önderliğinde sömürgesel devrimler çağını
başlattı demektir.
Eskiden, fi tarihinden beri, dünyanın adi ve
üstün ırklara, renkliler ve beyazlara bölündüğü,
birincilerin uygarlığa uymayan ve sömürülmeye
mahkum, ikincilerin ise uygarlığın tek taşıyıcısı
ve birincileri sömürmekle görevli oldukları ((kabul
edilirdiıı . Şimdi bu efsane yıkılmış ve bir kenara
234
atılrrı.ış olarak görülmelidir. Ekim Devrimi'nin en
önemli sonuçlarından biri, gerçekte, sov-jetik geliş
me yoluna girmiş Avrupalı olmayan kurtulmuş
halkların, gerçekten ileri bir kültür ve gerçekten
ileri bir uygarlığı geliştirmede Avrupalı halklar
kadar yetenekli olduğunu pratikte göstererek, bu
efsaneye öldürücü bir darbe indirmiş olmasıdır.
Eskiden, ezilen ulusların kurtuluşunun tek
yönteminin burjuya milliyet-çiliği yöntemi olduğ·u,
ulusların birbirinden ayrılması yöntenıi, onların
aralarını bozma, çeşitli ulusların emekçi yığınları
arasındaki ulusal düşmanlığı güçlendirme yönte
mi olduğuna inanmak «olağan)) dı. Şimdi bu efsa
ne yalanıanmış olarak görülmek gerekir. Ekim
Devrimi'nin en önemli sonuçlarından biri, gerçek
te, �ezilen halkların özgürlüğe kavuşmasında prole
terce, enternasyonalist yöntemi tek doğru yöntem
olarak görmenin olanaklı ve amaca uygun oldu
ğunu pratikte göstererek, en değişik halklardan
işçilerin ve köylülerin kardeşçe birliğinin gönüllü
lük ve enternasyonalizm temelinde .mümkün ve
amaca uygun olduğunu pratikte göstererek, bu ef
saneye ölümcül bir darbe indirmiş olmasıdır. Tüm
ülkelerin emekçilerinin gelecekteki yekpare dünya
ekonomisi içinde birleşmesinin örneği olan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin varlığı, kaçınıl
maz olarak bunun doğrudan kamtı olarak görül
melidir.
Ekim Devrimi'nin bu ve benzer sonuçlarımn,
sömürge ve bağıml� ülkelerdeki devrimci hareket
üzerinde ciddi bir etki yapmadan kalamactıklarını
ve lmlamayacaklarını söylemek gerek�iz. Çin'de,
Endonezya'da, Hindistan'da vb. · ezilen halkların
devrimci hareketinin gelişmesi ve bu halkların
235
SSCB'ne olan sempatilerinin artması gibi olgular,
bunun kesin kamtlarıdır.
Sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin tam bir ra
hatlıkla sömürülebildiği ve ezilebildiği çağ geç
miştir.
Sömürgelerde ve bağımlı ülkelerde kurtuluş
devrimi çağı, bu ülkeler proletaryasının uyaruş ça
ğı, devrimde hegemonyası çağı başlamıştır.
(Stalin. Ekim Devrimi . .:Ekim Devriminin Uluslararası Ka
rakteri» , s. 176 vd., 1927.)
237
KAYNAKÇA
238
Kesit (Kapitel), «Parti İçi Konularda Önderlik» Bö
lümü, ( «Leninizmin Sorunları», İkinci Baskı).
SBKP(B)'nin XVII. Parti Kongresi'nde Rapor, III.
Kesit (Kapitel), «İdeolojik-Siyasi Yönetimin Sorun
ları» («Sosyalizm Zafer Kazanmaktadır» Toplu Cil
dinde).
«Ekim Devrimi Ve Ulusal So�un» («Ekim Devrimi»
Toplu Cildinde).
- «Ekim Devrimi Ve Rus Komünistlerinin Ulusal Si
yaseti» («Ekim Devrimi» Toplu Cildinde).
«Doğu Halkları Üniversitesi'nin Siyasi Görevleri
Üzerine», ( «Leninizmin Sorunları:., Birinci Baskı).
- RKP(B)'nin X. Parti Kongresi'nin Ulusal Sorun
Üzerine Kararı (Rusça).
- RKP(B)'nin XII. Parti Kongresi'nin Ulusal Sorun
Üzerine Kararı
- ·«Sömürge Ve Yarı-Sömürge Ülkelerdeki Devrimci
Hareket Üzerine, Komintern VI. Kongresi'nin Tez
leri.
239