You are on page 1of 240

Marksizm-Leninizmin Küçük Kitaplığı

LENiNiZM
PROLETARYANIN BÜYÜK ÖGRETMENLERiNiN ESERLERiNDEN
DERLENMiŞTiR

ULUSAL SORUN VE
SÖMÜRGE SORUNU
sorunun Konuluşu 1 Proletarya ve Ulusal
Kurtuluş Hareketi 1 Ulusal sorun ve
Sömürge sorununda Bolşevik Program 1
Sömürge Devrimleri ve savaş sonrası
Avrupa'sında Ulusal Hareketler 1 Prole·
tarva Diktatörlüğü Altında Ulusal sorun

6. DEFTER
Bu kitap, 1935'te Moskova-Leningrad'daki SSCB'ndeki Yabancı
İşçiler Yayınevi Kooperatifi tarafından yayınlanan orijinal Al­
manca baskının Batı Almanya, Kiel, Ratfront Verlag tarafından
yapılan tıpkıbasımından Türkçeye çevrilmiştir.

Türkçeye çevirirken, orijinaldeki olası çeviri hatalarını ortadan


kaldırmak için, kitapta geçen pasajlar, Lenin ve Stalin'in daha
sonra yayınlanan otorize edilmiş eserleriyle karşılaştırılmıştır. Al­
manca baskıda bu pasajlarda . . . ile gösterilen atianan yerler
tarafımızdan gözden geçirilmiş ve önemli gördüğümüz yerler
değişik bir yazı karakteriyle Türkçe baskıya dahil edilmiştir.

1. Basım: Mart 1990

Dizgi-Baskı: Teknografik Matbaacılık A.Ş.


Kapak » : Anka Ofset
Kapak Hazırlık: İnter Grafik-Tasanın

İNTER YAYINCILIK TİC. LTD. ŞTİ.


Babıali Cad. no: 14/3
Cağaloğlu-İst.
LENİNİZM
OKULLAR VE KENDİ KE ND İNE Ö(}RENİM İÇİN
DERS DEFTERLERİ
Proletaryanın büyük öğretmenlerinin
eserlerinden derlenmiştir

6. DEFTER

ULUSAL SORUN VE
SÖMÜRGE SORUNU

Çeviren:
İSMAİL YARKIN
İÇİNDEKİLER

I - ULUSAL VE SÖMÜRGE SORUNUNDA


LENİNİZM'İN SORUNU KOYUŞU ·. . . . . . . . . . . . . . . . . . 7
ı - Ulusal Ve Sömürge Sorununda Leninizm'in
Sorunu Koyuşu Üzerine Stalin Yoldaş . . . . . . 7
2 - <<Ulus Ve Ulusal Hareket Nedir?» . . . . . . . . . . . . 13
I- Ulus . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ı4
II Ulusal Hareket . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .
- . 24
III - Sorunun Koyutuşu . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . . .
. 34
3 - Ulusal Sorunun Tarihsel Gelişiminin
Üç .qönemi .. .. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .. . .
. 42
4 - Kendi Kurtuluşunun Ön Koşulu Olarak
Kurtuluş Hareketlerinin Proletarya Tarafından
Desteklenmesi ... . . . .... . . . . . . . . .. . .. . . . . . . . . . . . . . 48

5 - Ulusal Hareketlerle ilişki Sorununun


Marksizm-Leninizm'de Tarihsel-Somut Olarak
Konuluşu· . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . ... . . . . . . .. . ... . . . . .
. 57
6 - Ulusal Sorunda Proleter Siyasetin Temel
İlkesi Olarak Bütün Ulusların Proleter Ve
Emekçi Kitlelerinin Ortak Mücadeleye
Yakınlaştırılması . . . . . . . . . . .. . . . ... . . . . . . . . . . . .. . . 61
II - ULUSAL VE SÖMÜRGE SORUNU VE
SOSYALİST DÜNYA DEVRiMi (ULUSAL VE
SÖMÜRGE SORUNUNDA BOLŞEVİZMİN
PROGRAMI) . . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . . . .. . . . . . .. . . .. . . . . . . . . . 67
ı - Ezilen Halkların Kurtuluş Hareketi Ve
Proleter Devrimi Üzerine Stalin Yoldaş . . . . . . 67
2 - Bolşevizrnin Ulusal Programının Ana Şiarı
Olarak Ayrılıp Ayrı Devlet Kurmaya Kadar
Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı . . . . . . 73
A - Ayrılıp Ayn Devlet Kurmaya Kadar
Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı
Şeklindeki Leninist Slogan . . . . . . . . . . . . . . . 74
B - Ulusal Sorunda Bolşevik Programın
Esas Talepleri . . . . . . . . . . . . .... .. . . . . . .. . . ... 81
3 - Ulusal Sorunda Sosyal-Şovenizme Ve
Merkezciliğe Karşı Leninist Program
Uğrunda Partinin Mücadelesi . . . .. . . . . . . . . . . .. . 90
A - Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı
Şiarının Sosyal-Şovenizm Tarafından
Reddeditmesine Karşı Mücadele ...... 90
B � «Ulusal Kültürel Özerklik» Şiarının
Burjuva-Milliyetçi Özünün Teşhiri ... 93
4 - Ulusal Sorunda Luksemburgizme Karşı Leninist
Program Uğruna Partinin Mücadelesi ... .... . . 109
A - Ulusal Sorunun Çözümü İçin Devrimci
Mücadele Olmaksızın Sosyalizm İçin
Devrimci Mücadelenin Mümkünsüzlüğü 109
B - Ulusların Uluslararası Birliğine
Yarmanın Biricik Yolu Olarak
Ulusların Kendi Kaderini Tayin
Hakkının Tanınması ..................... · 112
C - «Dolaysız, Açıktan İlhakçılıb
Pozisyonuna Kaymak Olarak Ulusal
Sorunda Luksemburgizm .. . ... ... ......
. . . 121
5 - «Emekçilerin Kendi Kaderini Tayin Hakkı>>
Buharinci Şiarının Leninist Eleştirisi ......... 128
III - ULUSAL-SÖMÜRGESEL SORUN VE PROLETER
DÜNYA DEVRiMi (KAPİTALİZMİN
GENEL KRİZİ DÖNEMİNDE SÖMÜRGE
DEVRİMLERİ VE AVRUPA'DA ULUSAL
HAREKETLER) .......................................... 134
1 - Sömürge Devrimleri, itici Güçleri, Gelişme
Perspektifleri, Komintern'in Strateji Ve Taktiği 134
A - Sömürgelerde Emperyalist Siyasetin
.Özü Ve Sömürge Ekonomisinin
Karekteristik Özellikleri .................. 134
B - Sömürge Ülkelerde Devrimci Hareketler
Üzerine Komintern'in Programı ... ..... . 141
C Sömürgesel Devrimin İtici 'Güçleri,
-

Sömürge Ülkelerde Devrimci Hareketler


İçindeki Komünist Partilerinin
Strateji Ve Taktiği ........................ 144
D - İçinde Bulunulan Aşamada Sömürgesel
Devrimler 160
2 Çin Devrimi'nde Leninist Strateji Ve Taktik
Uğruna Mücadele .. .............................
. . 161
A - Çin Devrimi Sorunlarında Troçkizme
Karşı Mücadele ........................... 161
B - 1925-1927 Çin Devrimi'nde Çin
Komünist Partisi'nin Sağ Oportunist
Hatalarma Karşı Mücadele .. . .. .. . . ..
. 168
C - Çin'de Devrimci-Demokratik
Diktatörlüğün Özellikleri . .. . . . . .. . .. . . . .. . 169
3 - Savaş Sonrası Avrupa'sında Ulusal Sorun . . . 170
A - Emperyalist Savaştan Sonra Ulusal
Çelişkilerin Keskinleşmesi . . . . . . . . .. .. . . . 170
B - Savaş Sonrası Avrupa'sında Ulusal
Sorunda Leninist Çözüm Uğruna
Stalin Yoldaşın Mücadelesi . . . . .. . . . . . . 172
C - Orta-Avrupa Ve Balkanlar'da Ulusal
Sorun Üzerine Komintern . . . .. . . .. . . . . . . 190
IV- PROLETARYA DİKTATÖRLÜGÜ ALTINDA
ULUSAL SORUN . . . . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . . .. . . . .. .. .. . ... . .. 196

1 - Ekim Devrimi Ve Ulusal Sorun . . .. . ... .. .. ... 196

2 - Parti Ve Sovyet iktidannın Ulusal


Siyasetinin Temelleri . . . . . . . . ... . . . .. . ... . . . .. ... . . 199
A - Ulusal Sorunda SBKP(B)'nin Programı 199
B - Proletarya Diktatörlüğü Altında
Halkların İşbirliğinin Devlet Biçimi
Olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği . .. . .. . .. . . .. .. . . . . .. . . . . . . . .. . . . . . .. .. 201
C - İktidardaki Proletaryanın Milliyetler
Siyasetindeki Görevleri . . ... . ... . . . .. . ... 203
D - Doğu'nun Sovyet Cumhuriyetleri'nde
Sosyalist İnşa Ve Biçim Olarak Ulusal,
İçerik Olarak Proleter Kültürün
Geliştirilmesi Görevi . .. .. ... .. . ...... ... . 210

3 Proletarya Diktatörlüğü Koşullarında Ulusal


Sorundaki Sapmalara Ka�şı Mücadele . .. .. . . . . 215
A - Büyük Rus Şovenizmine Ve Yerel
Mi!Iiyetçiliğe Karşı Mücadele Üzerine
Stalin Yoldaş .. .. . .. .. . .. .. . .. .. . .. .. .. .. . . 215
B - Ukrayna Milliyetçiliği Tehlikesi Üzerine
Stalin Yoldaş .. .. . .. . . . . ... .. . . . . . .. .. . . 225
C - İçinde Bulunulan Aşamada
Mi!Iiyetçi!iğe Sapmaya Karşı
Mücadele Üzerine Stalin Yoldaş 228
4 - İkinci Beş Yıllık Plan Ve Sovyetler Birliği
Halkları Arasındaki Ekonomik Ve Kültürel
Eşitsizliğin Giderilmesi 230
5 - SSCB'nde ·ulusal Sorunun Çözülmesinin
Uluslararası Önemi .. . . . .. . . . . . . . .. . . .. . .. .. . . . .. . . . 233
Kaynakça 238
I ULUSAL VE SÖMÜRGE SORUNUNDA
LENİNİZM'İN SORUNU KOYUŞU

1 - Ulusal Ve Sömürge Sorununda Lenin�'in


Sorunu Koyuşu Üzerine Stalin Yoldaş

Son yirmi yıl içinde ulusal sorun çok öne�i


bir dizi değişikliklerden geçti. İkinci Enternasyo­
nal-dönemindeki ulusal sorun ile Leninizm döne­
mindeki ulusal sorun bir ve aynı şey olmaktan çok
uzaktır. Bunlar yalnızca kapsamları bakımından
değil, tam tersine iç karakterleri bakımından da
birbirinden temelden ayrılmaktadır.
, Eskiden ulusal sorun genellikle, esas olarak
ccuygarıı milliyetleri ilgilendiren dar bir sorunlar
çemberi içinde kalırdı. İrlandalılar, �carlar, Po­
lonyalılar, Finliler, Sırplar ve bazı başka Avrupa
milliyetleri - işte İkinci Enternasyonal önderle­
rinin yazgılanyla ilgilendikleri, tam haklarına sa­
hip olmayan halklar bunlardı. Ulusal baskının en
kaba ve en zalim biçimlerine uğrayan Asya ve Ai­
rika'nın on milyonlarca ve yüz milyonlarca halkı,
genelde onların görüş alanı dışında kalırdı. Beyaz­
lar ile siyahları, ccuygarlarıı ile cmygar olmayan­
ların bir tutmaya bir türlü karar verilemiyordu.
Sömürg�lerin kurtuluşu sorunundan dikkatle ka­
çınan iki-üç anlamsız, sudan karar - İkinci En-

7
temasyanal önderlerinin övünebildikleri her şey
bundan ibaretti. Bugün, ulusal sorundaki bu iki­
liğe ve yarım-gönüllülüğe artık son verilmiş gö­
züyle bakılmalıdır. Leninizm, bu açık uygunsuz­
luğu, beyazlar ile siyahlar arasındaki, Avrupalı­
lar ile Asyalılar arasındaki, emperyalizmin <my­
garı> ve «uygar olmayan)) köleleri arasındaki bu
ayrım duvarını yıktı ve böylece ulusal sorunu sö­
mürgeler sorunuyla bağladı. Böylece ulusal sorun
özel bir sorun, bir devletin iç sorunu olmaktan çı­
kıp, genel ve uluslararası bir sorun haline, bağımlı
ülkelerin ve sömürgelerin ezilen halklarının em­
peryalizmin boyunduruğundan kurtuluşu dünya
sorunu haline geldi.
Eskiden, ulusların kendi kaderlerini tayin hak­
kı ilkesi genellikle yanlış yorumlanırdı ve sık sık
ulusların özerklik hakkı biçiminde daraltılırdı.
Hatta IL Enternasyonal'in bazı önderleri, kendi
kaderini tayin hakkını kültürel özerklik hakkına;
yani tüm siyasi iktidar hakim ulusun elinde bıra­
kılırken, ezilen ulusların kendi kültürel kuruş­
Iarına sahip olma hakkına indirgeyecek kadar işi
ileri götürdüler. Bu durum, kendi kaderini tayin
fikrinin, ilhaklara karşı bir mücadele aracı olmak­
tan çıkıp, ilhakların haklr gösterilmesi için bir
araç olmaya dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya
kalmasına yol açtı. Şimdi bu kafa karışıklığına üs­
tesinden gelinmiş gözüyle bakilmalıdır. Leninizm,
kendi kaderini tayin kavramını, bağınılı ülkelerin
ve sömürgelerin ezilen halklarının tamamen ayrıl­
ma hakkı. ulusların bağımsız devlet varlığı hakkı
olarak yorumlayarak bu kavramı genişletmiştir.
Böylelikle kendi kaderini tayin hakkı kavramını
özerklik hakkı olarak yorumlayarak ilhakları haklı

8
gösterme_ olanağı' dıştalanmıştır. Kendi kaderini ta­
yin ilkesi ise, emperyalist savaş sırasında sosyal-şo­
venierin elinde olduğu gibi, kitlelerin aldatılma­
sımn bir aracı olmaktan çıkarak, bütün emperya­
list ernellerin ve şovenist entrikaların maskesini
düşürme aracı, kitleleri enternasyonalizm ruhuy­
la siyasi bakımdan aydınlatmanın bir aracı hali­
ne geldi.

Eskiden, ezilen uluslar sorunu, genellikle salt


hukuki bir sorun olarak görülürdü. «Ulusal hak
eşitliği)) üzerine tumturaklı bildiriler, «UlUsların
eşitliği» üzerine sayısız açıklamalar - işte, bir
grup ulusun (azınlığın) diğer bir grup ulusu sö­
mürerek yaşadığı emperyalizm koşullarında, «ulus­
ların eşitliğil)nin ezilen haklarla alay etmek oldu­
ğu olgusunu örtbas etmeye çalışan II. Enternas­
yonal partileri bunlarla yetindiler. Şimdi ulusal
-
sorundaki bu burjuva-hukuksal kavrayışın mas­
kesi düşürülmüş olarak görülmelidir. Leninizm,
proletarya partilerince doğrudan desteklenerek
güçlendirilmeyen ezilen halkların· kurtuluş mü­
cadelesine ilişkin «ulusların eşitliği» açıklamaları­
nın içi boş ·ve sahtekarca olduğunu açıklayarak,
ulusal sorunu tantanalı açıklamaların yükseklik­
lerinden yeryüzüne indirdi. Böylelikle ezilen ulus­
lar sorunu, ezilen ulusların enperyalizme karşı
mücadeleleri için, ulusların gerçek eşitliği için,
onların bağımsız devlet varlıkları için destek, yar­
dım, gerçek ve sürekli yardım sorunu haline geldi.

Eskiden ulusal sorun, reformist bir bakış açı ­


sıyla, ayrı, bağımsız bir sorun olarak; sermaye­
nin iktidarı, emperyalizmin devrilmesi, proleter
devrim genel sorunuyla bağlantısız bir sorun ola-

9
rak ele alımrdı. Sömürgelerdeki kurtuluş hareke­
tiyle doğrudan ittifak olmaksızın Avrupa'da pro­
letaryanın zaferinin mümkün olduğu, ulusal soru­
nun ve sömürgeler sorununun sessizce, «kendiliğin­
denıı, proleter devrimin anayolunun dışında, em­
peryalizme karşı, devrimci mücadele olmaksızın
çözülebileceği sessizce varsayılırdı. Şimdi bu dev­
rim karşıtı görüşün maskesi düşürülmüş olarak
görülmelidir. Leninizm tanıtlamış ve emperyalist
savaş ile Rusya'daki devrim doğrularmştır ki, ulu­
sal sorun ancak proleter devrim ile bağlantı için­
de ve proleter devrimin zemini üzerinde çözüle­
bilir; Batıdaki devrimin zafer yolu, sömürgelerin
ve bağımlı ülkelerin emperyalizme karşı kurtuluş
hareketiyle devrimci ittifaktan geçer. Ulusal so­
run, proleter devrimi genel sorununun bir parçası,
proletarya diktatörlüğü sorununun- bir parçasıdır.

Sorun şudur: Ezilen ülkelerin devrimci kur­


tuluş hareketıerinin bağrında varolan devrimci
olanaklar artık tükenmiş midir, tükenınemiş mi­
dir, ve eğer tükenmemişse, bu olanaklardan pro­
leter devrim için yararlanmak, bağımlı ve samür­
ge ülkeleri emperyalist burjuvazinin bir yedek gü­
cü olmaktan çıkarıp devrimci proletaryanın bir
yedek gücü, onun müttefiki yapabilmek için ge­
rekçeli bir umut var mıdır?

Leninizm bu soruya olumlu yanıt verir, yani


ezilen ülkelerin ulusal kurtuluş hareketlerinin bağ­
rında devrimci potansiyelin var olduğu görüşünü
savunur ve bunlardan, ortak düşmanın devrilme­
si için, emperyalizmin devrilmesi için yararlanma­
_
nın mümkün olduğu görüşündedir. Emperyalizmin
gelişme mekaniği, emperyalist savaş ve Rusya'da-

lO
ki devrim, Leninizmin bu konuda vardığı sonuç­
ları tamamıyla doğrular.
«Egemenn ulusların proletaryasımn, ezilen ve
bağımlı halkların ulusal kurtuluş hareketlerini des­
tekleme, kararlılıkla ve aktif bir şekilde destekle­
me zorunluluğu buradan çıkar.
Bu elbette ki, proletaryamn her ulusal hare­
keti her zaman ve her yerde, tek tek bütün somut
durumlarda desteklemek zorunda olduğu anlamı­
na gelmez. Burada söz konusu olan, emperyalizmi
sağlamlaştırmaya ve sürdürmeye yönelik hareket­
ler değil, onu zayıflatmaya, devirmeye yönelik
ulusal hareketlerin desteklenmesidir. Tek tek ezi­
len ülkelerin ulusal hareketlerinin, proletarya ha­
reketinin gelişmesinin çıkadarıyla çatıştığı du­
rumlar vardır. Kendiliğinden anlaşılır ki, böyle
durumlarda bir destek ·söz konusu olamaz. Ulus­
ların hakları sorunu, soyut, kendi içine kapalı bir
sorun değil, tam tersine proleter devrimi genel so­
rununun bir parçası, bütüne tabi ve bütünün ba­
kış açısından görülmek zorunda olan bir sorun­
dur. Geçen yüzyılın kırklı yıllarında Marx, Palon­
yalıların ve Macarların ulusal hareketinden yana,
Çekierin ve Güney Slavların ulusal hareketine ise
karşıydı. Neden? Çünkü Çekler ve Güney Slavları
o sıralar «gerici halklarıı dı, Avrupa'daki «Rus ön
karakolların idi, oysa Polonyalılar ve Macarlar
mutlakiyete karşı mücadele eden <<devrimci halk­
lanı idi. Çünkü o sıralar Çekierin ve güney Slav­
larının ulusal hareketinin desteklenmesi, çarlığın,
Avrupa'daki devrimci hareketin en tehlikeli düş­
manının dalaylı desteklenmesi demekti.

«Demokrasinin tek tek talepleri», diyor Le­


nin, «bunlardan biri olarak kendi kaderini ta-

ll
yin hakkı, mutlak birşey değildir, tam tersine,
genel-demokratik (şimdi: genel-sosyalist) dün­
ya hareketinin küçük bir parçasıdır. Tek tek
somut durumlarda parçanın bütünle çelişınesi
mümkündür, o zaman parça atılmalıdır." CBkz.
4. baskı, c. 22, s. 326, Rusça.)

İşte tek tek ulusal hareketler sorununda, bu


hareketlerin mümkün olan gerici karakteri soru­
nunda durum budur; elbette ki yalnızca, biçimsel
bakış açısından, soyut haklar bakış açısından de­
ğil, somut olarak, devrimci hareketin çıkarla:ı;ı ba­
kış açısından bakıldığında.

Aynı şeyi, genelde ulusal hareketleriı:ı. devrim­


ci karakteri için de söylemek gerekir. Ulusal· ha­
reketlerin muazzam çoğunluğunun kuşku götür­
mez devrimci karakteri, tıRkı tek tek bazı ulusal
hareketıerin mümkün gerici karakterinin göreli ve
kendine özgü olması gibi, göreli ve kendine özgü­
dür. Emperyalist baskı koşulları altında ulusal ha­
reketlerin devrimci karakteri, harekette mutlaka
proleter ögelerin yer alması gerektiğini; hareketin
devrimci ya da cumhuriyetçi bir programa, de­
mokratik bir temele sahip olması gerektiğini ön­
şart koşmaz. Afganistan Emirinin Afganistan'ın
bağımsızlığı için mücadelesi, Emirin ve mücadele
arkadaşlarının monarşist görüşlerine rağmen, nes­
nel olarak devrimci bir mücadeledir; çünkü bu
mücadele emperyalizmi zayıflatmakta, parçala­
makta ve onun altını oymaktadır; oysa örneğin
Kerenski ve Tsereteli, Renaudel ve Scheidemann,
Çernov ve Dan, Handerson ve Clynes gibi ((çare­
siz» demokratların ve ((sosyalistlerinıı, ((devrimci­
lerin)) ve cumhuriyetçilerin emperyalist savaş sı-

12
rasındaki mücadelesi gerici bir mücadele idi; çün­
kü emperyalizmi şirin gösteriyor, sağlamlaştırıyor
ve zafere götürmek istiyordu. Aynı nedenlerle Mı­
sırlı tüccarların ve burjuva aydınların Mısır'ın ba­
ğımsızlığı için mücadelesi, Mısır ulusal hareketi­
nin önderlerinin burjuva kökenine ve burjuva top­
lumsal konumuna rağmen, nesnel olarak devrimci
bir mücadele iken; İngiliz ((İşçiıı hükümetinin Mı­
sır'ın bağımlı konumunu sürdürmek için mücade­
lesi, bu hükümetin üyelerinin proleter kökeni ve
proleter toplumsal konumuna rağmen, bunların
sosyalizmden ((yanaıı olmalarına rağmen, aynı ne­
denlerden ötürü gerici bir mücadeledir. Hindistan
ve Çin gibi, kurtulu_ş yolunda her adımları biçim­
sel demokrasinin taleplerine pek uymasa bile, em­
peryaİizme indirilen güçlü bir balyoz darbesi olan,
yani hiç kuşkusuz devrimci bir adım olan daha
başka, daha büyük sömürge ve bağımlı ülkelerin
ulusal hareketinden söz bile etmiyorum.
Lenin, ezilen ülkelerin ulusal hareketinin bi­
çimsel demokrasi bakımından değil, tam tersine
emperya.lizme karşı genel mücadele bilançosunda­
ki gerçek sonuçları bakımından değerlendirilmesi
gerektiğini, yani <<soyutlanarak değil, tam tersine
dünya ölçüsünden değerlendirilmesi gerektiğini
söylerken haklıydı (bkz. 4. baskı, c. 22, s. 326,
Rusça).

(Stalin. Leninizmin Sorunları, Birinci Bölüm. «Leninizmin


Temelleri», s. 68 vd., 1924.)

2 - ({Ulus ve Ulusal Hareket Nedir?»

13
I
ULUS

Ulus nedir?
Ulus her şeyden önce bir topluluk, belirli bir
insan topluluğudur.
Bu topluluk bir ırk ve bir aşiret topluluğu de­
ğildir. Bugünkü İtalyan ulusu Romalılardan, Cer­
menlerden, E;trüsklerden, Yunanlılardan, Araplar­
dan vb.; Fransız ulusu Galyalılardan, Romalılar­
dan, Britanyalılardan, Germenlerden vb. oluşmuş­
tur. Aynı şey, çeşitli ırk ve aşiretlerden insanların
bir ulusa biçimlendikleri İngilizler ve Almanlar
vb. için de geçerlidir.
Demek ki ulus, bir ırk ve bir aşiret topluluğu
değil, fakat tarihi olarak meydana gelmiş bir in­
san topluluğudur.
Öte yandan, tarihi olarak meydana gelmiş ve
çeşitli aşiret ve ırklardan oluşmuş olmalarına rağ­
men, bir Keyhüsrev'in veya bir İskender'in büyük
devletleri kuşkusuz ulus olarak adlandırılamaz.
Bunlar ulus değil, fakat şu ya da bu fatihin zafer
veya yenilgisine göre birleşip ayrılan rasgele ve
ge-vşek biçimde birleşmiş gruplar topluluğudur.
Demek ki ulus, rasgele ve geçici bir topluluk
değil, fakat istikrarlı bir insan topluluğudur.
Ancak her istikrarlı topluluk bir ulus değil­
dir. Avusturya ve Rusya da istikrarlı topluluklar­
dır, fakat hiç kimse bunları ·ulus olarak adlan.,
dırmaz. Ulusal toplululuğu devlet topluluğundan
ayıran ned,ir? Diğer şeylerin yanısıra, ulusal top­
luluk ortak bir dil olmaksızın düşünülemezken,
devlet için ortak bir dilin mutlaka gerekli olma­
ması. Avusturya'da Çek ulusu ve Rusya'da Polon-

14
ya ulusu, her biri ortak bir dile sahip olmaksızın
varolamazlardı, fakat Rusya'da ve Avusturya'da
bir dizi dillerin varlığı, bu devletlerin bütünlüğü­
ne [Integritat] halel getirmez. Tabii ki burada yö­
netimlerin resmi dilleri değil, halkın konuştuğu
diller söz konusudur.

Demek ki dil birliği, ulusun karakteristik be­


lirtilerinden biridir.
Bu, çeşitli ulusların her zaman ve her yerde
farklı diller konuştuğu veya bir ve aynı dili ko­
nuşan herkesin mutlaka bir ulus oluşturduğu an­
lamına gelmez elbette. Her ulus için ortak bir dil;
fakat çeşitli uluslar için mutlaka ayrı diller de­
ğil! Aynı zamanda çeşitli diller konuşan bir ulus
yo�tur, fakat bu, ayın dili konuşan iki ulusun ola­
mayacağı anlamına gelmez! İngilizler ve Kuzey
Amerikalılar aynı dili konuştukları halde, tek ulus
oluşturmazlar. Aynı şey Norveçliler ve Danimar­
kalılar, İngilizler ve İrlandalılar için de geçerlidir.

Fakat örneğin, ortak bir dil konuştukları hal­


de İngilizler ve Amerikalılar neden tek ulus oluş­
turmazlar?

Her şeyden önce, birlikte değil, ayrı toprak­


lar üzerinde yaşadıkları için. Bir ulus ancak uzun
süreli ve düzenli ilişkiler sonucunda, insanların
kuşaktan kuşağa birarada yaşamaları sonucunda
oluşur. Ne var ki, ortak bir toprak olmaksızın uzun
süreli birarada yaşama olanaksızdır. İngilizler ve
Amerikalılar önceleri aynı toprak üzerinde, İngH­
terede yaşıyariardı ve bir ulus oluşturuyorlardı.
Sonra İngilizlerin bir kısmı, İngiltere'den yeni bir
toprağa, Amerika'ya göç ederek, bu yeni toprak
üzerinde zamanla yeni bir ulusu, Kuzey Ameri-

15
kan ulusunu oluşturdu. Toprak ayrılığı, ayrı ulus­
ların oluşmasına yol açtı.
Demek ki, toprak birliği ulusun karakteristik
belirtilerinden biridir.
Fakat hepsi bu değil. Tek başına toprak bir­
liği henüz bir ulus oluşturmaz. Bunun için, ulu­
sun tek tek bölümlerini bir bütünde birleştiren bir
iç iktisadi bağ da gereklidir. İngiltere ve Kuzey
Amerika arasında böyle bir bağ olmadığından,
bunlar iki ayrı ulus oluştururlar. Ancak, Kuzey
Amerika'nın tek tek köşe ve bucakları, araların­
·

da varolan işbölümü, ulaşım yollarının gelişmesi


vb. sayesinde kendi aralarında iktisadi bir bütün­
de birleşmeselerdi, Kuzey Amerikalılar da bir ulus
adına hak kazanamazlardı.
Örneğin Gürcüleri alalım. Reform öncesi dö­
nemde Gürcüler ortak bir toprak üzerinde yaşı­
yorlar ve aynı dili konuşuyorlardı, buna rağmen
kelimenin tam anlamıyla bir ulus oluşturmuyor­
lardı; çünkü birbirinden ayrı biT sürü prenslikle­
re bölünmüş olduklarından, ortak bir iktisadi ya­
şantı sürdüremiyorlar, yüzyıllardan beri birbirle­
riyle savaşıyorlar, birbirlerini yıkıma uğratıyor­
lar ve birbirlerine karşı İranllları ve Türkleri kış­
kırtıyorlardı. Bazen talihli bir hükümdarın ger­
çekleştirdiği, prensiikierin ·kısa süreli ve rasıantı­
lar sonucunda birleşmeleri, en iyi halde sadece yü­
zeysel yönetim alanını kapsıyor, en kısa zamanda
da prensierin huysuzlukları ve köylülerin ilgisiz­
liği yüzünden yıkılıyordu. Gürcistan'ın iktisadi
parçalanmışlığı içinde başka türlü de olamazdı za­
ten . . . Gürcistan ulus olarak; 19. yüzyılın ikinci
yarısında serfliğin kaldırılması, ülkenin iktisadi
yaşantısının ilerlemesi, ulaşım yollarının gelişme- '

16
si ve kapitalizmin doğuşu Gürcistan'ın çeşitli böl­
geleri arasında bir işbölümü yarattığı, prensiikie­
rin iktisadi içe kapamklığım kesin olarak yıkıp
onları bir bütün içinde birleştirdiğinde ortaya çıktı.
Demek ki iktisadi yaşantı birliği, iktisadi bağ­
lılık, ulusuiı karakteristik belirtilerinden biridir.
Fakat bu da henüz hepsi değildir. Bütün söy­
lenenler dışında, bir ulus içinde birleşmiş insan­
ların ruhi şekillenme özellikleri de göz önünde tu-.
tulmalıdır. Uluslar, sadece yaşam koşulları bakı­
mından değil, fakat ulusal kültür özelliklerinde
lfadesini bulan ruhi şekillenmeleri bakımından da
birbirinden ayrılırlar. Eğer ayın dili konuşan İn­
giltere, Kuzey Amerika ve İrlanda, buna rağmen
üç ayrı ulus oluşturuyorhirsa, bunda birbirinden
farklı yaşam koşulları sonucu kuşaktan kuşağa
meydana gelmiş olan bu özgül ruhi şekillenmenin
rolü az değildir.
Ruhi şekillenme, veya başka sözcüklerle söy­
lenildiği gibi, «ulusal karakterıı , gözlemci için kav­
ramlmaz birşeydir elbette; fakat bu. şekillenme,
bir ulusun ortak kültür özgünlüğünde ifadesini
bulduğu ölçüde kavramlabilirdir ve gözardı edile­
mez.
«Ulusal karakterııin tüm zamanlar için sabit
birşey değil, fakat yaşam koşulları ile değişen bir­
şey olduğunu söylemeye gerek yok; ama her ve­
rili anda varolduğu için, ulusun fizyonomisine
damgasım vurur.
Demek ki bir kültür birliğinde ifadesini bulan
ruhi şekillenme birliği, ulusun karakteristik belir­
tilerinden biridir.
Böylece ulusun tüm belirtilerinden söz ettik.
Ulus, tarihi olarak oluşmuş, dil, toprak, ikti-

17
sadi yaşantı birliği, ve kültür birliğinde ifadesini
bulan ruhi şekilleome birliği temelinde oluşmuş
istikrarlı bir insan topluluğudur.
Burada, her tarihi görüngü gibi, ulusun da
değişme yasasına tabi olduğu ve bir tarihe, bir
başlangıca ve bir sona sahip bulunduğu kendili­
ğinden anlaşılır.
İleri sürülen belirtilerden hiçbirinin, tek ba­
şına alındığında, ulus kavramıru belirlemeye yet­
mediğini vurgulamak gereklidir. Dahası var: Bu
belirtilerden sadece bir tanesi yoksa, bir ulus ulus
olmaktan çıkar.
Ortak «ulusal karaktere sahip insanlar dü­
şünülebilir, fakat bu insarilar iktisadi bakımdan
birbirinden ayrı iseler, ayrı topraklarda yaşıyor­
larsa, ayrı dilleri konuşuyarıarsa vb., bunların bir
ulus oluşturdukları söylenemez. örneğin, bu biz­
ce yekpare bir ulus oluşturmayan Rus, Galiçyalı,
Amerikan, Gürcü Yahudileri ve 'Kafkaslardaki Ya­
hudiler için geçerlidir.
Ortak bir toprak üzerinde yaşayan ve ortak
bir iktisadi yaşantı sürdüren insanlar düşünüle­
bilir, ancak ortak bir dile ve (<ulusal karakter» e
sahip olmayan bu insanlar gene de bir ulus oluş­
turmazlar. Bu, örneğin Baltık bölgelerindeki Al­
manlar ve Lehler için geçerlidir.
Nihayet Norveçliler ve Danimarkalılar aynı
dili konuştukları halde, diğer belirtiler eksik ol­
duğundan bir ulus oluşturmazlar.
Ancak tüm belirtilerin varlığı bir ulusu mey­
dana getirir.
Diğer belirtilerin aslında ulusun belirtileri de­
ğil, sadece onun gelişiminin koşullan olduğu, «ulu­
sal karakterJJin ise belirtilerden biri değil, fakat

18
ulusun biricik özel belirtisi olduğu düşünülebilir.
Örneğin Avusturya'da ulusal sorunun tamnmış te­
orisyenleri R. Springer ve özellikle O. Bauer bu gö­
rüşteler.
Bunların ulus teorilerini inceleyelim.

Springer'e göre, «ulus aynı biçimde düşü­


.
nen ve aynı biçimde konuşan kişilerin bir bir­
liği, artık toprağa bağlı olmayan modern insan­
ların bir kültür topluluğudur,*

(altını biz çizdik) .


Demek ki, birbirinden ne kadar ayrı olsalar
da, nerede yaşasalar da aynı biçimde düşünen ve
aym biçimde konuşan insanlar «birliğiıı .
-Bauer daha da ileri gidiyor:

«Ulus nedir?», diye soruyor. «İnsanlan ulus


biçiminde birleştiren dil birliği midir? Fakat İn­
gilizler ve İrlandalılar ... aynı dili konuşuyorlar
ve buna rağmen tek bir halk oluşturmuyorlar;
Yahudilerin ortak dilleri yoktur, fakat buna
rağmen bir ulusturlar.»**

Peki ulus nedir?

«Ulus, görece bir kar�ter birliğidir.""·**

O halde karakter, bu durumda ulusal karak­


ter nedir?

,.,.. R. Springer, «Ulusal Sorun», «Obşçestvennaya Polsa»


Yaymevi, 1909, s. 43.
** O. Bauer, «Milliyetler Sorunu ve Sosyal-Demokrasi>>,
«Serp>> Yaymevi, 1909, s. 1j2.
*** A.g.e., s. 6.

19
Ulusal karakter dem-ek, «bir milliyetten in­
sanları, bir başka milliyettan insanlardan ayırt
eden belirtilerin toplamı, bir ulusu diğer ulus­
tan ayırt eden fiziksel ve zihinsel belirtilerin
bütünü demektir_,.,.

Bauer, ulusal karakterin gökten düşmediğipi


biliyor elbette ve bunun için ekliyor:

«İnsanların karakteri ... kaderlarinden baş­


ka hiçbir şey tarafından belirlenmez» ... «Ulus,
bir kader birliğinden başka bir şey değildir",
bu [kader birliği -ÇNJ ise «insanların geçim
kaynaklarını ürettikleri ve emeklerinin ürünle­
rini paylaştıklan koşullar,. tarafından oolirle­
nir.*':·

Böylece, ulus kavramının, Bauer'in söylediği


gibi, ((eksiksizn tanırnma varmış bulunuyoruz.

"Ulus, kader birliği tarafından bir karak­


ter birliği içinde birLeştirilmiş insanların tü­
müdür.;:·;(··»

Demek ki, toprak dil ve iktisadi yaşantı birli­


gı ile mutlak bağıntı dışında alınan, kader birliği
bazında bir ulusal karakter birliği.
Fakat bu durumda ulustan geriye ne kalır?
İktisadi bakımdan birbirinden ayrılmış olan, ayrı
topraklar üzerinde yaşayan ve kuşaktan kuşağa
ayrı diller konuşan insanlar arasında hangi ulu­
sal topluluktan söz edilebilir?.

'* A .g.e., s. 2.
** A .g.e., s. 24j25.
*** A .g.e., s. 139.

20
Bauer, «ortak bir dile sahip olmadıklarııı·* hal­
de, Yahuelilerden ulus olarak söz ediyor, fakat bir­
birinden tamamen ayrılmış olan, ayrı topraklar
üzerinde yaşayan ve ayrı diller konuşan diyelim
ki Gürcü, Dağıstan, Rus ve Amerikan Yahudile­
rinin hangi kader birliğinden ve ulusal bağından
söz edilebilir?
Söz konusu Yahudiler, kuşkusuz Gürcüler, Da­
ğısta.nlılar, Ruslar ve Amerikalılar. ile ortak bir
kültür atmosferi içinde, ortak bir iktisadi ve si­
yasi yaşantı sürdürüyorlar; bu, onların ulusal ka­
rakterinde zorunlu olarak iz bırakır; eğer arala­
rında ortak bir şey kalmışsa, bu da dinleri, ortak
kökenieri ve bir ulusal karakterin bazı kalıntıla­
rıdır. Bunların tümü kuşku götürmez. Fakat ke­
miRleşmiş dinsel törenierin ve yok olan psikolojik
kalıntıların, söz konusu Yahudilerin c<kaderııleri­
ni, onların içinde yaşadıkları canlı sosyoekonomik
ve kültürel çevreden daha güçlü etkilediği ciddi
olarak nasıl iddia edilebilir? Zaten, Yahudilerden
yekpare bir ulus olarak söz etmek, ancak bu var­
sayıma dayanır.
Fakat bu durumda, Bauer'in ulusunu spiritü­
alistlerin mistik ve kendi kendine yeten «ulusal
ruhııundan ayıran şey nedir?
Bauer, ulusun c<ayırıcı belirtisi)) (ulusal ka­
rakter) ile, onun yaşam «koşulların arasına, bun­
ları birbirinden ayırarak aşılmaz bir uçurum aç­
maktadır. Fakat ulusal karakter, yaşam koşulla­
rının bir yansıması, insanların içinde yaşadıkları
çevreden elde ettikleri izlenimlerin yoğunlaşması
değil de nedir? Onu kendisini yaratan zeminden

* A .g.e., s. 2.

21
kopararak, onu ayırarak, sadece ulusal karakterle
nasıl yetinilebilir?
Ayrıca: 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın
başlarında İngiliz ulusunu, daha Kuzey Amerika
((Yeni İngiltere)> olarak adlandırılırken, Kuzey
Amerikan ulusundan ayırt eden şey neydi? Ulusal
karakter değil elbette, çünkü Kuzey Amerikalılar
İngiltere'den geldiler; beraberlerinde Amerika'ya
İngiliz dili dışında, İngiliz ulusal karakterini de
getirdiler ve yeni koşulların etkisiyle elbette on­
larda kendilerine özgü ayrı bir karakter oluşmaya
başladığı halde, beraberlerinde getirdikleri İngi­
liz ulusal karakterini o kadar çabuk kaybedemez­
lerdi. Ve onlar o -zaman, az veya çok karakter bir­
liğine rağmen, İngiltere'den farklı bir ulus oluş­
turuyorlardı! Açıktır ki o zaman ulus olarak <<Ye­
ni İngiltere», ulus olarak İngiltere'den, ayrı bir
ulusal karakter bakımından değil, veya ulusal ka­
rakterden çok, İngiltere'den farklı çevre ve yaşam
koşulları bakımından ayrılıyordu.
Bununla, gerçeklikte ulusun bir tek ayıncı
belirtisi �lmadığı açıklık kazanmış oluyor. Sade­
ce, uluslar karşılaştrrıldığında, aralarında bazen
birinin (ulusal karakter) , bazan ikincisinin (dil) ,
bazen de üçüncüsünün (toprak ve iktisadi koşul­
lar) göze çarptığı bir belirtiler toplamı vardır.
Ulus, birlikte alınmış tüm belirtilerin bir birleşi­
midir.
Ulusu, ulusal karakterle özdeşleştiren Bauer'
in görüşü, ulusu toprağından kopanr ve onu, gö­
rülmez, kendi kendine yeten bir güç haline dönüş­
türür. Böylece bu, artık yaşayan ve etkin bir ulus
değil, mistik, kavranamaz ve öte yana ait bir şey­
dir. Çünkü yukarıda söylendiği gibi, örneğin Gür-

22
cü, Dağıstanlı, Rus, Amerikan ve başka ulusların
Yahudilerinden oluşmuş, mensupları birbirini an­
lamayan (ayrı diller konuşan), dünyanın farklı
bölgelerinde yaşayan, birbirlerini hiçbir zaman
görmeyecek, hiçbir zaman, ne barışta ne de sa­
vaşta birlikte davranamayacak olan şu Yahudi
ulusu nasıl bir şeydir? ı

Hayır, Sosyal-Demokrasi, ulusal programını


böyle kağıttan ((uluslar)) için inşa etmez. O sade­
ce, davranan, hareket eden ve bu nedenle de baş­
kalarını kendini hesaba katmaya zorlayan gerçek
ulusları göz önünde tutabilir.

Açıktır ki Bauer, tarihi bir kategori olan ulu­


su, etnografik bir kategori olan aşiret ile karıştı­
rıyor:.

Zaten Bauer kendi pozisyonunun güçsüzlüğü­


·nü kendisi hisseder görünüyor. Kitabının başında
Yahudilerden kesinlikle ulus olarak* söz ederken,
kitabın sonunda kendi kendini düzeltiyor ve şunu
iddia ediyor': (( . . . kapitalist toplum Yahudilerin
ulus olarak varlıklarına izin vermezıı**, onları di­
ğer uluslar tarafından asimile ettirir. Bunun ne­
deni ise ccYahudilerin kapalı bir yerleşim bölgeleri
olmamasııı dır-**·*, oysa Bauer'e göre ulus olarak
varlıklarını sürdürecek olan Çekler böyle bir böl­
geye sahiptir. Kısaca: Bunun nedeni toprak yok­
luğunda yatmaktadır.

Bauer böyle bir akıl yürüterek, ulusal özerk­


lik talebinin Yahudi işçilerin talebi olamayacağı-

* A .g.e., s. 2.
** �.g.e., s. 389.
*** A .g.e., s. 388.

23
m* kanıtlamak istiyordu, fakat bununla, farkın­
da olmaksızın, toprak birliğinin ulusun belirti­
lerinden biri olduğunu yadsıyan kendi teorisini
yıkmış bulunuyor.
Ancak Bauer daha da ileri gidiyor. Kitabının
başında kesinlikle : «Yahudiler ortak bir dile sahip
değiller, ve buna rağmen bir ulus oluşturur­
larıı** derken; daha 130. sayfaya geldiğinde cep­
heyi değiştirmiştir ve yine aynı kesinlikle: ccortak
bir dil olmaksızm ulus obnazn +:·-H der (altını biz
çizdik).
Bauer burada ecdilin insanlar arası ilişkilerin
en önemli aracııı**�'* olduğunu kanıtlamak is,ti­
yordu; fakat aynı zamanda farkında olmaksızın,
kamtlamaya hiç niyeti olmadığı halde, dil birli­
ğinin önemini yadsıyan kendi ulus teorisinin sa­
vunulamazlığını kanıtlamış bulunuyor.
idealist ipliklerle dokunmuş bir teori kendi
kendisini böyle çürütüyor işte.

II
ULUSAL HAREKET

Ulus sadece tarihi bir kategori değil, fakat be­


lirli bir çağın, yükselen kapitalizm çağının bir ta­
rihi kategorisidir. Feodalizmin tafsiye ve kapita­
lizmin gelişme süreci, aynı zamanda insanların
uluslar biçiminde birleşme sürecidir. Örneğin Ba­
tı Avrupa'da böyle oldu. Feodal parçalanma üze-

* A.g.e., s. 396.
** A .g.e., s. 2.
*-u A .g.e., s. 130.
*;:-** A .g.e., s. 130.

24
rinde zafer kazanan kapitalizmin muzaffer yuru­
yüşü sırasında İngilizler, Fransızlar, Almanlar,
İtalyanlar ve diğerle
, ri ulus biçimini aldılar.
Fakat oralarda ulusların oluşması, aynı za­
manda bunların bağımsız ulusal devletlere dönüş­
mesi anlamına geliyordu. İngiliz, Fransız ve baş­
ka uluslar, aynı zamanda İngiliz vb. devletini
meydana getirir. Bu sürecin dışında kalmış olan
İrlanda, genel re.<ıimde bir şey değiştirmez.
Doğu Avrupa'da ise fark;lı bir süreç izlendi.
Batıda uluslar devletlere gelişirken, Doğuda çok
uluslu devletler, yani birçok milliyetten bileşik
devletler oluşuyordu. Avusturya-Macaristan ve
Rusya bu tür devletlerdir. Avusturya'da, Alman­
ların politik bakımdan, en fazla gelişmiş oldukla­
rr görüldü, ve Avusturya milliyetlerinin bir dev­
let biçiminde birleştirilmesi görevini de bunlar üst­
lendiler. Macaristan'da, Macar [Ungarisch] milli­
yetlerinin çekirdeği olan Macarların [Madjaren]
devlet kurmada en elverişli milliyet olduğu gö�
rüldü ve 'Macaristan'ı birleştirenler çle onlar oldu­
lar. Rusya'da ise milliyetlerin birleştirilmesi göre­
revi, başlarında tarihi olarak oluşmuş güçlü ve
örgütlü soylu askeri bürokrasi bulunan Büyük Rus-
-
lar tarafından üstlenildi.
Doğuda sorun bu seyri izledi.
Devletlerin bu kendine özgü kuruluş biçimi,
geri plana itilmiş · milliyetlerin uluslar biçiminde
örgütlenmek için iktisadi bakımdan sağlarnlaşma­
ya henüz vakit bulamamış olduğu, henüz tasfiye
edilmemiş feodalizm ve zayıf gelişmiş kapitalizm
koşulları altırtda mümkündü.
Fş.kat kapitalizm Doğu devletlerinde de geliş­
meye başlar. Ticaret ve ulaşım yolları gelişir. Bü-

25
yük kentler kurulur. Uluslar iktisadi bakımdan pe­
kişirler. Geri ittimiş milliyetlerin durağan yaşa­
mına giren kapitalizm, bunları sarsar ve hareke­
te geçirir. Basın ve tiyatronun gelişmesi: (Avus­
turya'da) imparatorluk meclisinin [Reichsrat] ve
(Rusya'da) Duma'nın faaliyeti, «ulusal duygulanı
ın güçlenmesine yardımcı olurlar. «Ulusal düşün­
ceıı , oluşmuş bulunan aydınların . iliğine işler ve
onlar bu doğrultuda etkinlikte bulunurlar.
Fakat bağımsız varlıklarının bilincine varmış
olan geri itHmiş uluslar, artık bağımsız devletler
oluşturmazÜtr : Yolları üzerinde, çoktan devletin
başına geçmiş olan hakim ulusların yönetici ke­
simlerinin güçlü bir karşi koyuşları ile karşılaşır'"
lar. Çok geç ! . . .
Avusturya'da Çekler, Polonyalılar vb. ; Maca­
ristan'da Hırvatlar ve diğerleri; Rusya'da Leton­
yalılar, Litvanyalılar, Ukraynalılar, Gürcüler, Er­
meniler ve diğerleri ulus biçimine işte böyle gelir­
ler. Batı Avrupa'da istisna olan (İrlanda) , Doğu­
da kural haline gelir.
Batıda İrlanda bu istisna durumuna bir ulu­
sal hareketle yanıt verdi. Doğuda uyanmış ulus­
lar da aynısını yapmak zorundaydılar.
Doğu Avrupa'nın genç uluslarını mücadele için
harekete geçiren koşullar böyle oluştu.
Mücadele, bir bütün olarak alınan uluslar ara­
sında değil, fakat egemen uluslar ile geri itilen
ulusların egemen sınıfları arasında başladı ve alev­
lendi. Mücadele normalde ya ezilen ulusun kent
küçük-burjuvazisi tarafından egemen ulusun bü­
yük burjuvazisine karşı (Çekler ve Almanlar) ; ve­
ya ezilen ulusun kır burjuvazisi tarafından egemen
ulusun büyük toprak sahiplerine karşı (Polonya'

26
da Ukraynalılar) ; ya da ezilen ulusun tüm ((ulu­
saln burj uvazisi tarafından, iktidarı elinde bulun­
duran ulusun başındaki soyluluğa karşı (Rusya'da
Polonyalılar, Litvanyalılar ,Ukraynalılar) yürütü­
lür.
Burjuvazi, başrolü oynayan aktördür.
Genç burjuvazi için temel sorun pazardır. He­
defi, metasını sürmek ve başka milliyetlerin bur­
j uvazileri ile giriştiği rekabet savaşından muzaf­
fer çıkmaktır. «Kendiıı «anavatann pazarını sağ­
lama alma arzusu buradan gelir. Burjuvazinin mil­
liyetçiliği öğrendiği ilk okul · pazardır.
Fakat sorun sadece pazarla bitmez. Egemen
ulusun yarı-feodal yarı-burjuva bürokrasisi, <<hapis
ve yasakn yöntemleriyle mücadeleye karışır. ikti­
darı� elinde bulunduran ulusun burjuvazisi - kü­
çük-burjuvazi veya büyük burjuvazi, fark etmez
- rakipleri ile <<çabukn ve cckesinıı hesaplaşma ola­
nağını elde eder. <<Güçlerıı birleşir ve <<yabancı kö­
kenliıı burjuvaziye karşı katHarnlara kadar varan
kısıtlama önlemleri alınır. Mücadele iktisadi alan­
dan siyasi alana yayılır. Dolaşım özgür"ıüğünün kı­
sıtlanması,. dilin zorla engellenmesi, seçim hakla­
rının daraltılması, okul sayılarının azaltılması, di­
ni inançların bastırılması vb., «rakipıılerin başına
iner. Bu önlemler sadece egemen ulusun burjuva
sınıfının çıkarlarını korumayı amaçlamaz elbette,
aynı zamanda yönetimdeki bürokrasinin, deyim
yerindeyse, özgül kastçı hedeflerini de güderler.
Fakat sonuçlar açısından bu önemli değildir : Bur­
juva sınıflar ile bürokrasi bu konuda -ister Avus­
turya-Macaristan'da, ister Rusya'da olsun- elele
yürürler.
Ezilen ulusun dört yandan zorlanan burjuva-

27
zisi doğası gereği harekete geçer. «Yerli halkın alt
tabakalarına» çağrıda bulunur, «vatanıı üzerine
avazı çıktığı kadar bağırarak kendi davasını tüm
halkın davasıymış gibi gösterir. «Vatanın çıkarları
uğruna, kendi «yurttaş))ları arasından kendisi için
bir ordu toplar. Ve <<halkın alt tabakaları)) bu çağ�
nlara her zaman kapalı kalmazlar, onun bayrağı
çevresinde toplamr : Yukarıdan gelen baskılar alt
kesimleri de hedef almakta ve onlarda hoşnutsuz-
1uk yara tmaktadır.
Ulusal hareket böyle başlar.
Ulusal hareketin gücü, ulusun geniş kesimle­
rinin - proletarya ve köylülük - ulusal hareke­
te katılma derecesine bağlıdır.
Proletaryanın burjuva milliyetçiliği bayrağı
altında yer alıp almayacağı ise, sınıf karşıtlıkla­
rının gelişme derecesine, proletaryanın sınıf bilin­
cine ve örgütlülüğüne bağlıdır. Sınıf bilinçli pro­
letaryanın kendi denenmiş bayrağı vardır ve bur­
j uvazinin bayrağı altına girmesi için bir neden
bulunmamaktadır.
Köylülüğe gelince, onun ulusal harekete ka­
tılması her şeyden önce baskının karakterine bağ­
lıdır. Eğer baskılar, İrlanda'da olduğu gibi, «top­
rab çıkarlarına dokunuyorsa, geniş köylü kitle­
leri ulusal hareket bayrağı altına hemen girerler.
Öte yandan, eğer örneğin Gürcistan'da azçok
ciddiye alınacak anti-Rus bir milliyetçilik yoksa,
bunun nedeni her şeyden önce, orada kitleler ara­
sında bu tür bir milliyetçiliği besieyebilecek Rus
toprak sahiplerinin ve Rus büyük burjuvazisinin
'
olmamasıdır. Gürcistan'da anti-Ermeni bir milli­
yetçilik vardır, fakat bu orada, henüz güçlenme­
- miş Gürcü küçük-burjuvazisini alt ederek onu Er-

28
meni düşmanı bir milliyetçiliğe iten Ermeni bü­
yük burjuvazisi olduğu için böyledir.
Ulusal hareket bu faktörlere göre, ya kitle ni­
teliğine bürünerek gittikçe yayılır ( İrlanda, Ga­
liçya) , ya da bir küçük çekişmeler zincirine dönü­
şerek dükkan tabelaları uğrunda «mücadelen ve­
skandallar biçiminde yozlaşır (Bohemya'da birta­
kım küçük kasabalar) .
Elbette ulusal hareketin içeriği her yerde ay­
nı olamaz : Bu içerik tamamen hareket tarafından
ileri sürülen değişik türden taleplere bağlıdır. İr­
landa'da hareket bir tarım hareketi niteliği taşır,
Bohemya'da «dil» sorunu niteliğindedir ; burada
eşit yurttaşlık hakkı ve dini inanç özgürlüğü ta­
lep edilir, şurada «kendin memurları veya kendi
parlamentosu istenir. Çeşitli taleplerde, ' genelde
ulusu nitelendiren (dil, toprak, vb.) belirtiler pa­
rıldar: Burada dikkat edilecek nokta, hiçbir yer­
de Bauerci evrensel ((ulusal karaktern talebiyle
karşılaşılmama.sıdır. Bu anlaşılırdır da. Tek başı­
na ((ulusal karaktern kavramlmaz bi,r şeydir ve J.
Strasser'in haklı olarak belirttiği gibi : (( . . . bunun
siyasette yararı nedir?n "''
Ulusal hareketıerin biçimleri ve karakteri ge­
nel olarak bunlardır.
Şimdiye dek söylenenlerden, yükselen kapita­
lizm koşullarında ulusal mücadelenin, burjuva ·sı­
nıflar arasında bir mücadele olduğu açıklık ka­
zanmaktadır. Bazen burjuvazi proJetaryayı ulusal
harekete getirmeyi başarır, ve bu durumda ulusal
mücadele dışardan bakıldığında ((tüm halkınn mü­
cadelesiymiş gibi gözükür, fakat yalnız dışardan

�; J. Sırasser, «İşçi ve Ulus» , 1912, s. 33.

29
bakıldığında. Özünde ise daima esas olarak burju­
vazinin yararına ve onun riza gösterdiği bir bur­
juva mücadelesi olarak kalır.

Fakat bundan, proletaryanın milliyetlerin ezil­


mesi siyasetine karşı mücadele etmemesi gerekti­
ği sonucu asla çıkmaz.

Dolaşım özgürlüğünün kısıtıanması, seçim


hakkından yoksun bırakılma, dilin zorla engellen­
mesi, okul sayısının azaltılması ve diğer baskılar
işçilere de burjuvazi kadar, hatta daha çok zarar
verir. Böyle bir durum, egemenlik altındaki ulus­
ların proletaryasının manevi güçlerinin özgürce
gelişmesini sadece engelleyebilir. Toplantı ve kon­
feranslarda anadillerini kullanma olanağı veril­
mezken, okulları kapatılırken, Tatar ve Yahudi iş­
çilerin manevi yeteneklerinin tam bir şekilde g e­
lişmesinden ciddi olarak söz edilemez.

Fakat milliyetçi baskı siyaseti; proletaryanın


davası için bir başka açıdan da tehlikelidir. Bu
politika, geniş kesimlerin dikkatini sosyal sorun­
lardan, sınıf · mücadelesi sorunlarından çelerek,
ulusal so:runlara, proletaryı;ı ile burjuvazinin «or­
tak» sorunlarına yöneltir. Bu da «çıkarların uyu­
mu)) yalanının vaazı için, proletaryanın sınıf çı­
karlarını karartmak için, işçi sınıfını manen köle­
leştirmek için uygun bir zemin yaratır. Bu suret­
le, bütün milliyetlerden işçilerin birliği davasına
ciddi bir engel oluşturur. Eğer Polonyalı işçilerin
önemli bir kısmı şimdiye kadar burjuva milliyet­
çileri tarafından manen köleleştirilmiş bulunuyor­
sa, şimdiye kadar uluslararası işçi hareketinin dı­
şında kalmışsa, bu esas olarak «iktidar sahipleri))
nin geleneksel anti-Polanyalı politikasının böyle

30
bir köleliğe zemin yarattığı ve işçilerin kölelikten
kurtulmasını zorlaştırdığı içindir.

Fakat baskı politikası burada durmaz. Zulüm


«sistemn inden, ulusları kış:lurtma «sistemn ine, kı­
rımlar ve pogromlar «sistemııine geçer. Elbette bu
t(sistemıı her yerde ve her zaman mümkün değil­
dir, fakat mümkün olduğu yerde - yani temel
özgürlüklerin olmadığı yerde - çoğu kez korkunç
boyutlara varır ve işçilerin birliği davasını kan ve
gözyaşı içinde bağına tehlikesi gösterir. Bunun
Kafkasya ve Güney Rusya'da örnekleri az değil­
dir. «Böl ve yönetıı - kışkırtma politikasının he­
defi budur. Ve böyle bir politika başarılı olduğu
ölçüde, bu proletarya için en büyük kötülük ve bir
devJet içindeki bütün milliyetlerden işçilerin birli­
ği davası için çok ciddi bir engeldir.

Oysa işçilerin çıkarı, bütün sınıf yoldaşlarının


bir tek enternasyonal orduda birl�şmesinde, bur­
j uvazinin manevi köleliğinden çabucak ve kesin
olarak kurtarılmasında, hangi ulusta:n olursa ol­
sun işçi kardeşlerinin manevi güçlerinin tam ve
özgür gelişmesip.dedir.

Bunun için işçiler, en kurnazından en vahşi­


sine kadar, zulüm politikasının tüm biçimlerine
karşı olduğu gibi, kışkırtma politikasının tüm bi­
çimlerine karşı da mücadele ediyorlar ve edecek­
lerdir.

Bu nedenle, bütün ülkelerin Sosyal-Demokra­


sisi ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını ilan
ediyor.

Kendi kaderini tayin hakkı şu anlama gelir :


Kendi kaderine ancak ulusun kendisi karar ver-

31
me hakkına sahiptir; bir ulusun yaşamına zorla
karışmaya, o ulusun okullarını ve diğer kurumla­
rını yok etmeye onun töre ve geleneklerini yık­
maya, kendi dilini kullanmasını zorla eng elleme­
ye, onun haklarını daraltmaya hiç kimsenin hak­
kı yoktur.
Fakat bu, Sosyal-Demokrasinin, bir ulusun tek
tek ve tüm geleneklerini ve kurumlarını destekle­
yeceği anlamına gelmez. Herhangi bir ulusa teca­
vüz edilmesine karşı mücadelede Sosyal-Demokra­
si, sadece ulusun kendi kaderini kendisinin tayin
etme hakkını savunacak, ancak aynı zamanda, söz
konusu ulusun emekçi kesimlerinin bunlardan
kurtulmasını sağlamak için, bu ulusun zararlı ge­
lenek ve kurumlarına karşı ajitasyon yürütecektir.

Kendi kaderini tayin hakkı demek, ulusun is­


tediği biçimde örgütlenmesi demektir. Ulus, özerk.;
lik ilkelerine göre yaşamını kurma hakkına sa­
hiptir. Ulus, başka uluslarla federatif ilişkilere
geçme hakkına sahiptir. Ulus, tamamen ayrılma
hakkına da sahiptir. Ulus egemendir ve bütün
uluslar eşit haklara sahiptir.

Elb�tte bu, Sosyal-Demokrasinin, bir ulusun


her talebini destekleyeceği anlamına gelmez. Bir
ulus eski düzene dönme hakkına bile sahiptir, fa­
kat bu, Sosyal-Demokrasinin söz konusu ulusun şu
ya da bu kurumunun bu tür bir kararını onayla­
yacağı anlamına gelmez. Proletaryanın çıkarlarını
savunan Sosyal-Demokrasinin yükümlülükleri ile,
çeşitli sınıflardan bileşen ulusun hakları iki farklı
şeydir.
Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı için
mücadelede Sosyal-Demokrasinin hedefi, ulusal

32
baskı politikasına bir son vermek, onu olanaksız
kılmak ve böylelikle uluslar arasındaki mücadele­
yi ortadan kaldırmak, onu köreltmek ve asgariye
indirmektir.

Sınıf bilinçli proletaryanın politikasını, ulusal


mücadeleyi derinleştirmek ve körüklemek, ulusal
hareketi daha ileri sürmek ve keskinleştirmek için
uğraşan burjuvazinin politikasından özünde ayı­
ran şey budur:.

İşte bu yüzden sınıf bilinçli proletarya, bur­


juvazinin «ulusaln bayrağı altına giremez.

İşte bunun için, Bauer tarafından tavsiye edi­


len «evrimci-ulu.salıı denen politika, proletaryanın
politikası olamaz. Bauer'in «evrimci-ulusalıı politi­
kasını «modern işçi sınıfınınn politikası ile özdeş­
leştirme* çabası, işçilerin sınıf mücadelesini ulus­
ların mücadelesine uydurma çabasıdır.

Özü itibariyle burjuva olan ulusal hareketin


kaderi, doğal olarak burjuvazinin kaderine bağlı­
dır. Ulusal hareketin kesin çöküşü, ancak burj u­
vazinin yıkılınası ile mümkündür. Ancak sosyalizm
egemenliğinde kesin barış kurulabilir. Ne var ki,
ul-usal mücadeleyi asgariye indirmek, onun kökle­
rini ortadan kaldırmak, onu proletarya için müm­
kün olan en yüksek ölçüde zararsız hale getirmek
- bu, kapitalizm çerçevesi içinde de olanaklıdır.
Bunu, örneğin, İsviçre ve Amerika örnekleri ka­
nıtlıyor. Bunun için, ülkeyi demokratikleştirmek
ve uluslara özgür gelişme olanağı sağlamak ge­
reklidir.

* O. Bauer, a.g.e., s. 166.

33
HI
SORUNUN KOYULUŞU

Ulus, kendi kaderine özgürce karar verme hak­


kına sahiptir. Ulus, diğer ulusların haklarına za­
rar vermeksizin, kendi istediği gibi örgütlenebilir.
Bu tartışma götürmez.

Fakat ulusun çoğunluğunun ve her şeyden ön­


ce de proletaryanın çıkarları göz önüne alınırsa,
o nasıl örgütlenmeli, gelecekteki anayasası hangi
biçimi almalıdır?
Ulus, özerkçe örgütlenme hakkına sahiptir, o
hatta ayrılma hakkına sahiptir. Fakat bu, ulusun
her durumda böyle davranmasının zorunlu oldu­
ğu, özerkliğin veya ayrılmanın ulus için, yani ulu­
sun çoğunluğu için, yani emekçi kesimler için her
zaman ve her yerde yararlı olacağı anlamına gel­
mez. Ulus olarak Trans-Kafkasya Tatarları, diye­
lim ki kendi parlamentolarında toplanarak, beyle­
rin ve mollaların etkisi altında eski düzeni geri
getirebilir, devletten ayrılma kararı alabilirler.
Kendi kaderini tayin hakkı maddesi uyarınca, bu­
na tamamen hakları vardır. Fakat bu, Tatar ulu­
sunun emekçi kesimlerinin çıkarlarına uygun olur
muydu? Sosyal-Demokrasi, ulusal sorunun çözü­
münde, beylerin ve mollaların kitleleri nasıl peş­
lerinden sürüklediklerine kayıtsız kalabilir mj?
Sosyal-Demokrasi müdahale etmemeli, ulusun ira­
desini belirli bir yönde etkilernemeli midir? Sosyal­
Demokrasi, ulusal sorunun Tatar kitleler için en
elverişli olan çözümünün somut bir planı ile orta­
ya çıkmamalı mıdır?

Ancak, emekçi kitlelerin çıkarları ile en iyi

34
uyuşacak çözür:p. hangisidir? Özerklik mi, federas­
yon mu, yok.w. ayrılma mı?
Bütün bunlar, yanıtlanması söz konusu ulu­
sun yaşadığı somut tarihi koşullara bağlı olan so­
runlardır.
. Dahası var. Her şey gibi koşullar da değişir
ve belirli bir anda doğru olan bir karar, başka bir
zaman için tamamen kabul edilemez olabilir.
19. yüzyıl ortalarında Marx, Rus Polanya'sının
ayrılmasından yanaydı ve bunda haklıydı, çünkü
o zaman söz konusu olan, yüksek bir kültürün,
onu yıkan aşağı bir kültürden kurtarılmasıydı. Ve
o zaman da sorun sadece teoride değil, akademik
değil, fakat pratikten, yaşamın kendi içinden çı­
�!yordu . . .
1 9 . yüzyıl sonunda Polonyalı Marksistler, ar­
tık Polanya'nın ayrılmasına karşı tavır alıyorlar
ve onlar da haklılar; çünkü son elli yılda Polanya
ve Rusya'nın iktisadi ve kültürel yakınıaşması an­
lamında . derinlere giden değişikler ortaya çıktı.
Bunun dışında, bu süre içinde ayrılma sorunu pra­
tik yaşamın bir konusu olmaktan çıkmış, olsa ol­
sa yurtdışında yaşayan aydınları heyecanıandıran
akademik tartışmaların konusu haline gelmiştir.
Elbette bu, Polanya'nın ayrılması sorununu ye­
niden aktüel yapabilecek bazı iç ve dış konjonk­
türlerin gündeme gelmesi olanağını ortadan kal­
dırmaz.
Bundan şu sonuç çıkıyor : Ulusal sorun ancak,
kendi gelişimleri içinde incelenen tarihi koşullar­
la bağıntılı olarak çözülebilir.
Bir ulusun içinde yaşadığı iktisadi, siyasi ve
kültürel koşullar, sorunun, yani şu ya da bu ulu­
sun nasıl örgütleneceği, gelecekteki anayasasının

35
hangi biçimi alacağı sorununun karara bağlanma­
sı için varolan biricik anahtardır. Her ulus için
soru.ı."lun özel bir çözümü zorunlu olabilir. Eğer
herhangi bir yerde sorunun diyalektik bir şekilde
koyuluşu gerekiyorsa, tam da burada, ulusal so­
runda gerekiyor.
Bu nedenle biz, ulusal sorunun, kaynağını
.«Bundıı dan alan, ço� yaygın, fakat çok özet bir
çözümüne kesinlikle karşı çıkmak zorundayız.
Ulusal sorunu güya çözmüş olan -Rus Sosyal­
Demokratlarının bu çözümü onlardan sadece dev­
ralması gerekiyormuş- Avusturya ve Güney Slav­
lan Sosyaf-Demokrasisine* dayanma kelepir yön­
teminden söz ediyoruz. Burada, diyelim ki Avus­
turya için doğru olan her şeyin, Rusya için de
dDğru olacağı varsayılır. En önemli ve verili du­
rumda tayin edici olan şey gözardı edilir: Genelde
Rusya'nın ve özelde Rusya içindeki her bir milli­
yetin yaşamındaki somut tarihi koşullar.
Örneğin, tamnmış Bundçu V. Kossovski'yi ko­
nuşturalım :

«'Bund'un IV. Kongresinde, sorunun ( ulu­


sal sorun kastediliyor. J. St.l ilkesel yanı görü­
şüldüğünde, bu sorunun, kongreye katılan de­
legelerden biri tarafından Güney Slav Sosyal
-Demokrat Partisi'nin anlayışı doğrultusunda
önerilen çözümü herk·�sçe onaylandı.»**

Sonuçta, ulusal özerklik ((kongre tarafından


oybirliği ile kabul edildhı .

* Güney Slavları Sosyal-Demokrasisi A vusturya'nın güne�


yinde faaliyettedir.
-:He-
. V. Kossovski, «Milliyet Sorunları» , 1907, s. 16!17.

36
Hepsi bu kadar ! N e Rus gerçekliğinin tahlili,
ne de Rusya'daki Yahudilerin yaşam koşulları so­
rununun açıklığa kavuşturulması : önce Güney
Slavları Sosyal-Demokrat Partisi'nin çözümü alı­
nıyor, sorı.ra bu çözüm «onaylanıyorn , sonra da
«oybirliğiyle kabul ediliyonı ! Bundçular Rusya'da
ulusal sorunu böyle koyar ve ccçözerlerıı işte . . .
Fakat Avusturya'daki koşullar, Rusya koşul­
larından temelden farklıdır. Brünn'de ( 1 899) Gü­
ney Slavları Sosyal-Demokrasisinin aldığı karar
doğrultusunda (birkaç önemsiz değişiklikle) · bir
ulusal program kabul etmiş olan Avusturya Sos­
yal-Demokrasisinin, sorunu, deyim yerindeyse Rus
olmayan bir bıçimde ele alması ve sorunu Rus ol­
mayan biçimde çözmesi de bu durumla açıklanır.
� Her şeyden önce sorunun koyuluşu. Sorun ulu­
sal-kültürel özerkliğin Avusturyalı teorisyenleri,
Brünn ulusal prograrnı ve Güney Slavları Sosyal­
Demokrat Partisi kararının yarumcuları Springer
ve Bauer t�rafından nasıl koyuluyor?

« Çok uluslu bir devletin mümkün olup ol­


madığı ve . özellikle Avusturya milliyetlerinin
bir devlet oluşturmak zorunda olup olmadık­
ları, burada yanıtıanmayan, · bilakis çözülmüş
varsayılan bir önsorudur,, diyor Springer. «Bu
olanağı ve zorunluluğu k::ı,bul etmeyenler için,
açıklamalarımız elbette boş olacaktır. Konu­
muz şu: Bu uluslar, ortak bir yaşam sürdürmek
zorunda olduk.Jann a göre, hangi hul?;uksal bi­
çimler altında onlar bunu nispeten en iyi şe­
kilde yapabilirler?» (altı Springer tarafından
çizilmiştir) o:-
.

* R. Springer, a.g.e., s. 14.

37
Demek ki çıkış noktası olarak, Avusturya'nın
devlet bütünlüğü.
Bauer de aynı şeyi söyler :

«Biz ilkönce, Avusturya uluslannın şimdi


içinde birlikte yaşadıkları devlet içinde kala­
caklannı varsayıyoruz, ve birlik içinde ulus­
ların birbirlerine ve devlete karşı ilişkilerini
nasıl düzenleyeceklerini soruyoruz., -r'

Burada da her şeyden önce Avusturya'nın bü­


tünlüğü.
Rusya Sosyal-Demokrasisi, sorunu bu biçimde
koyabilir mi? Hayır, koyamaz, çünkü baştan beri,
ulusa ayrılma hakkım tamyan, ulusların kendi ka­
derlerini kendilerinin tayin etmesi görüşünü be­
nimsemiştir.
Bundçu Goldblatt, Rusya Sosyal-Demokrasisi­
nin İkinci Parti Kongresi'nde, Sosyal-Demokrasi­
nin, kendi kaderini tayin görüşünden vazgeçeme­
yeceğini teslim etti. Goldblatt şöyle diyordu :

«Kendi kaderini tayin hakkına karşı hiçbir


itiraz getirilemez. Eğer herhangi- bir ulus ba­
ğımsızlığı uğruna mücadele ediyorsa, buna kar­
şı çıkılamaz. Eğer Polonya, Rusya ile 'meşru
nikaha' yanaşmıyorsa, onun bunu yapmasını
engell•emek bize düşmez. "

Bunların tümü doğrudur. Ama bundan, Avus­


turyalı ve Rus Sosyal-Demokratların çıkış nokta­
lannın aynı olmadıkları bir yana, tersine birbi­
rine taban tabana zıt oldukları sonucu çıkmakta-

�· O. Bauer, a.g.e., s. 399.

38
dır. Bundan sonra ulusal programı Avusturyalı­
lardan alma olanağından hala söz edilebilir mi?
Devam. Avusturyalılar «milliyetlerin özgürlü­
ğü»nü küçük reformlarla, yavaş yavaş gerçekleş­
tirmeyi düşünüyorlar. Uh.İsal-kültürel özerkliği
pratik önlem olarak önerirken, asla öngörmedik­
leri köklü bir değişikliği, bir demokratik kurtuluş
hareketini hiç hesaba katmıyorlar. Buna karşılık
Rus Marksistleri, «milliyetlerin özgürlüğü» sorunu­
nu köklü değişikliklere, demokratik kurtuluş ha­
reketine bağlıyorlar; onların reformlar üzerine he­
sap kurmak için hiçbir nedenleri yoktur. Bu ise
Rusya'daki ulusların muhtemel kaderleri açısın­
dan işi temelden değiştirir.

«Elbette » , diyor Bauer, «Ulusal özerkliğin,


büyük bir karann ve yürekli bir eylemin so­
nucu gerçekleşme olasılığı azdır. Avusturya
ulusal özerkliğe doğru, yasarnayı sürekli kötü­
rümleştirecek ve mevcut yönetimi hareketsiz.
kılac� . . . ağır mücadeleler içinde ve yavaş bir
gelişme sürecinde adım adım ilerleyecektir. Bü­
yük bir yasama eylemi değil, bilakis ayn ayrı
bölgeler v� topluluklar için çok sayıda ayrı
yasalar, yeni devletin hukuk düzenini oluştu­
racaktıt. , *

Springer de aynı şeyleri söyler :

«Çok iyi biliyorum ki, bu tür kuruluşlann


(ulusal özerklik organlan. J. ST.J yaratılması
ne bir yılın ne de on yılın işidir», diye yazıyor
Springer. «Tek başına Prusya yönetiminin ye­
niden örgütlenmesi, uzun bir zaman almıştı . . .

* Aynı yerde, s. 422.

39
Böylece, temel anayasa kurumlannı inşa et­
mek için Prusya 'ya iki onyıl gerekti. Benim
Avusturya'daki zaman ve z orluk ölçütü hak­
kında herhangi bir hayale kapıldığım sanıl­
masın."'"

Bütün bu söylenenler çok açık. Ancak Rus


Marksistleri, ulusal sorunu <<yürekli ve kararlı bir
eylemııe bağlamaktan başka ne yapabilirler? «lVIil­
liyetlerin özgürlüğünnün kazanılmasının aracı ola­
rak kısmi reformlar, <<çok sayıda ayrı ayı:ı yasaları>
üzerine hesap kurabilirler mi? Eğer bunu yapa­
ınaziarsa ve yapmamalılarsa, bundan, Avusturya­
lılar ile Rusların mücadele yöntemlerinin ve pers­
pektiflerinin temelden farklı olduğu açık sonucu
çıkmaz mı? Durum böyle iken, Avusturyalıların
tekyanlı ve melez ulusal-kültürel özerkliği ile na­
sıl yetinilebilir? İki şeyden biri : Programı [Avus­
turya programını -ÇN] almaktan yana olanlar ya
Rusya'da ((kararlı ve yürekli eylernlem üzerine he­
sap kurmuyorlar; ya da hesap kuruyorlar ama «ne
yaptıklarını bilmiyorlar)) .
Nihayet Rusya ve Avusturya, birbirinden te­
melden farklı aktüel sorunlarla karşı karşıyadır
ve bu da ulusal sorunun çözümünde değişik yön­
temler talep eder. Avusturya, parlamenter koşullar
altında yaşamaktadır, parlamento olmaksızın bu­
günkü koşullar altmda orada hiçbir gelişme müm­
kün değildir. Ne var ki Avusturya'daki parlamen­
to yaşamı ve yasama, ulusal partilerin zorlu ça_­
tışmaları nedeniyle çoğu kez tamamen durur. Avus­
turya'nın uzun zamandan beri içinde bulunduğu

.\!.
R. Springer, a.g.e., s. 281/282.

40
kronik siyasi kriz işte bununla açıklanır. Bu neden­
le bu ülkede ulusal sorun, siyasi yaşamın ekseni,
bir ölüm-kalım sorunudur. Bundan ötürü, Avus­
turyalı Sosyal-Demokrat politikacıların her şeyden
önce ulusal çatışmalar sorununu - tabii ki mevcut
parlamentarizm zemininde - parlamenter araçlar­
la, · şu ya da bu biçimde çözmeye çalışmalarına şa­
şılmaz . . .
Rusya'cia durum farklıdır. Rusya'da, birinci­
si, «tanrıya şükür bir parlamento yokn . İkincisi, ve
önemli olan da budur, Rusya'da siyasal yaşamın
eksenini ulusal sorun değil, tarım sorunu oluştu­
rur. Bundan ötürü Rus sorununun ve dolayısıyla
Rusya'daki ulusların «kurtuluşuıınun kaderi, tarım
sorununun çözümüne, yani serflik kalıntılarının
ybkedilmesine, yani ülkenin demokratikleştirilme­
sine bağlİdır·. Rusya'da ulusal sorunun neden ba­
ğımsız ve tayin edici bir sorun değil fakat ülkenin
zincirlerinden kurtarılması genel ve daha önemli
sorununun bir bölümü olarak ortaya çıktığı da bu­
nunla açıklanır.

«Avusturya parlamentosunun verimsizliğh,


diye yazıyor Springer, «her reformun, ulusal
partiler içinde, onların bünyesini gevşetebilecek
karşıtlıklar doğurmasırrdan ileri gelir. Ve yöne­
tici şahsiyetlerin [ parti liderleri kastediliyor
-ÇN.l her öneriden kaçınmalan bundan ötürü­
dür. Avusturya'nın ilerlemesi ancak, uluslara
onları parlamentoda sürekli bir mücadele bir­
liği bulundurma zorunluluğundan kurtaracak,
kendilerine iktisadi ve sosyal görevlere yönel­
me olanağı s ağlayacak geri alınamaz tüzel ko­
n:umlar verilmesi durumunda düşünülebilir _ , ·:ı

* A .g.e., s. 36.
41
Bauer de aynı şeyi söyler:

«Ulusal banş ilkönce devlet için bir zorun­


luluktur. Devlet, en aptalca diller sorununun,
dil sınırında kışkırtılmış insaniann her çekiş­
mesinin, her yeni okulun, yasarnayı durdurma­
sına tahammül edemez.,*·

Bütün bunlar açık. Fakat Rusya'da ulusal so­


runun çok ayrı bir düzlemde olduğu da daha az
açık değildir. Rusya'nın ilerlemesinin kaderini ulu­
sal sorun değil, tarım sorunu tayin etmektedir.
musal sorun tali bir sorundur.
Demek ki, sorunun farklı bir koyuluşu, farklı
perspektifler ve mücadele yöntemleri, farklı acil
görevler. Böyle bir durumda, ulusal sorunu zaman
ve mekan dışında «çözenıı ancak kırtasiyecilerin
Avusturya'da örnek aramaları ve programı almak­
la iştigal edebilecekleri açık değil midir?
Bir kez daha: Çıkış noktası olarak somut ta­
rihi koşullar, sorunun tek doğru koyuluşu olarak
diyalektik koyuluşu - ulusal sorunun çözümünün
anahtarı budur.
(Stalin, «Marksizm ve Ulusal Sorun», «Marksizm ve Ulusal
Sorun ve Sömürge Sorunu» derlernesi içinde, s. 4-19, Rusça
1913.)

3 - Ulusal Sorunun Tarihsel Gelişiminin


Üç Dönemi

Doğrudan, Partinin ulusal sorundaki en ya­


kın somut görevlerine geçmeden önce, onlar ol-

�·
O. Bauer, a.g.e., s. 401.

42
maksızın ulusal sorunu çözmenin olanaksız oldu­
ğu bazı önkoşuları saptamak gerekmektedir. Bu
önkoşullar şunlardır : ulusların oluşumu, ulusal
baskının kaynağı, tarihsel gelişim süreci içinde
ulusal baskının biçimleri ve son olarak çeşitli ge­
lişim dönemlerinde ulusal sorunun çözüm biçim­
leri.
Bu dönemlerin sayısı üçtür.
Birinci dönem, Batıda feodalizmin tasfiyesi
ve kapitalizmin zaferi dönemidir. İnsanların ulus­
lar halinde birleşmesi bu döneme rastlar. İngiltere
{İrlanda dışında), Fransa, İtalya gibi ülkeleri kaste­
diyorum. Batıda - İngiltere, Fransa, İtalya ve kıs­
men Almanya'da - feodalizmin tasfiye edilmesi ve
insanların uluslar haliru:le birleşmesi dönemi, genel
olarak, merkezi devletlerin oluşumu dönemiyle eş­
zamanlı oldu, böylece buralarda, uluslar oliışurken,
devlet biçimlerine büründüler. Bu devletlerde baş­
kaca he rhangi bir önemli ulusal grup olmadığından,
ulusal baskı da yoktu.
Avrupa'nın doğusunda ise ulusların oluşumu ve
feodal parçalanmanın tasfiyesi süreciyle merkezi
devletlerin oluşumu süreci eşzamanlı 'olmadı. Maca­
ristan, Avusturya, Rusya'yı kastediyorum. Bu gibi ül­
kelerde henüz · kapitalist gelişme yoktu ve belki de
henüz başlamıştı; öte yandan, Türklerin, Moğolların
v e Doğunun öteki halklarının istilasına karşı sa­
vunmanın çıkarları, bu saldırılara karşı durabilecek
merkezi devletin oluşumunu gerektirmekteydi. Doğu
Av rupa'da merkezi devletin oluşumu süreci, insan­
ların ulus halinde biraraya gelmesi sürecinden daha
hızlı olduğu . için, buralarda, henüz uluslaşmamış fa­
kat ortak bir devlet içinde birleşmiş çeşitli halklar­
dan o luşan karma devletler oluştu.
Böylece birinci dönem, kapitalizmin şafağın­
da, Avrupa'nın batısında ulusal baskının olmadığı

43
saf ulusal devletlerin oluşması ile karakterize iken,
Doğu Avrupa'da, en gelişmiş ulusun başta bulun­
duğu, politik, daha sonra da ekonomik açıdan ege­
men ulusa bağımlı az gelişmiş uluslardan olU§an
Çok-uluslu devletler kuruldu. Doğu'nun bu çokulus­
lu devletleri, ulusal çatışmaları, ulusal hareketle­
ri, ulusal sorunu ve ulusal sorunun çeşitli çözüm
yöntemlerini ortaya çıkaran ulusal baskının ana­
vatanı oldu.
Ulusal baskı ve ona kaqı mücadele yöntem­
lerinin ikinci dönemine, Batıda emperyalizmin do­
ğuşu dönemi tekabül eder, çünkü kapitalizm, pa­
zar, hammadde, yakıt ve ucuz işgücü bulma yo­
lunda sermaye ihracı ve büyük demir ve deniz yol­
larının güven altına alınması amacıyla, ulusal dev­
let sınırlarını yıkar, uzak ve yakın komşuları aley­
hine topraklarını genişletir. İkinci dönemde, Batı­
nın eski ulusal devletleri - İngiltere, İtalya, Fran­
sa - ulusal devlet olmaktan çıkar, yeni toprak­
ların ilhak edilmesi sonucu, çokuluslu devletlere,
sömürgeci devletlere dönüşür, ve böylece Avrupa'
nın doğusunda eskiden beri varolan aynı ulusal­
sömürgesel baskıya sahne olurlar. Bu dönem, Doğu
Avrupa'da ezilen ulusların (Çekler, Polonyalılar,
Ukraynalılar) uyanması ve güçlenmesi ile karak­
terizedir, ki bu, emperyalist savaş sonucu eski bur­
juva çok-uluslu devletlerin yıkılınası ve büyük güç­
ler denilen devletler tarafından köleleştii:"ilmiş ye­
ni ulusal devletlerin oluşmasına yol açtı.
Üçüncü dönem, Sovyet dönemidir, kapitalizmin
yıkılınası ve ulusal baskının ortadan kaldırılması
dönemidir, egemen ve ezilen, uluslar sorununun
sömürgeler ve metropoller sorununun tarih arşiv­
lerine atıldığı bir dönemdir, 'çünkü RSFSC sınır-

44
ları içinde gelişme hakkı olan, fakat ekonomik,
politik ve kültürel gerilikleri sonucu, tarihten mi­
ras alınan eşitsizliklerini korumuş bulunan ulus­
lar söz konusudur. Bu ulusal eşitsizliğin özünde,
tarihi gelişim sonucu geçmişten miras aldığımız
bir ulusun, yani Büyük Rus ulusunun politik ve
endüstriyel açıdan öteki uluslardan daha gelişmiş
olması yatar. Bir yıl içinde giderilmesi olanaksız
olan, fakat geri uluslar ve halklara yapılacak eko­
nomik, politik ve kültürel yardım ile ortadan kal­
dmlacak olan gerçek eşitsizlik işte buradan kay­
naklanır.
Tarihi olarak .yaşanan ulusal sorunun üç ge­
lişim dönemi budur.
İlk iki dönem ortak bir çizgi gösterir. Bu, her
iki dönemde de ulusların baskı ve köleliğe katlan­
mak zorunda oluşudur; dolayısıyla ulusal müca­
dele sürmekte, ulusal sorun çözülememektedir.
Ama, bu iki dönem arasında bir fark da vardır.
Bu fark, ulusal sorunun, birinci dönemde, tek tek
çok-uluslu devletlerle sınırlı kalması ve az sayıda
Avrupa uluslarını kapsamasıydı, ikinci dönemde
ise ulusal sorun, devlet içi bir sorun olmaktan çı­
karak devletlerarası bir soruna, emperyalist dev­
letler arasında bir savaş sorununa, amacı tüm hak­
larından yaradanamayan milliyetleri boyunduruk
altında tutmaya devam etmek, Avrupa dışındaki
başka halkları ve aşiretleri kendi etkisi altına al­
mak olan bir savaş sorununa dönüşmüştür.
Böylece, eskiden salt kültürlü ülkelerde öne­
me sahip olan ulusal sorun, bu dönemde, tecrit
olmuş niteliğini yitirerek sömürgeler genel soru­
nuyla kaynaşır.
Ulusal sorunun genel sömürgeler sorunu bi-

45
çiminde gelişmesi bir tarihsel rasıantı değildir. Bu
gelişim, birinci olarak, emperyalist savaş sırasın­
da savaşan güçlerin emperyalist gruplarının or­
duları için gerekli olan insanları sağladıkları sö­
mürgelere başvurma zorunda kalmaları ile açıkla­
nır. Bu sürecin; emperyalistlerin, sömürgelerin ge­
ri halklarına kaçınılmaz başvurma sürecinin bu
halkları ve aşiretleri kurtuluşa, mücadeleye sars­
mak zorunda kaldığına kuşku yoktur. Ulusal so­
runun genişlemesine, kurtuluş hareketinin ilkön­
ce kıvılcımları, daha sonra alevleri ile tüm küreyi
saran genel sömürgeler sorununa dönüşmesine yol
açan ikinci bir faktör daha vardır. Bu faktör, em­
peryalist grupların Türkiye'yi parçalama ve onun
devlet varlığına son verme girişimiydi. Müslüman
halklar içinde en gelişmiş devlet olan Türkiye
böyle bir perspektifi kabul edemezdi, savaş bay­
rağını açtı ve Doğu'nun halklarını, emperyalizme
karşı çevresinde topladı. Üçüncü faktör, emperya­
lizme karşı mücadelede bir dizi başarı gösteren ve
doğal olarak Doğu'nun ezilen halklarını coşkuyla
dolduran, uyandıran, savaş yoluna sokan ve böyle­
ce İrlanda'dan Hindistan'a kadar ezilen ulusların
birleşip cephesini yaratmaya olanak sağlayan Sov­
yet Rusya'nın doğuşudur.
Ulusal baskının ikinci gelişim döneminde, bur­
juva toplumunun ulusal sorunu sadece çözmemek­
le kalmayıp, halklar arasında barışı yaratmamak­
la kalmayıp, bilakis, tam tersine, ulusal mücadele
kıvılcımlarını, dünya emperyalizmine karşı ezilen
hakların, sömürgelerin ve yarı-sömürgelerin mü­
cadelesinin alevi haline körüklemesinde etkin olan
tüm faktörler bunlardır.
Apaçık ki, ulusal sorunu çözebilecek, yani çe-

46
şitli uluslar ve aşiretlerin barış içinde birarada ya­
şamalarına ve kardeşçe işbirliğine olanak sağlaya­
cak tek rejim, Sovyet iktidarı rejimidir, proletarya
diktatörlüğü rejimidir.

Kanıtlamaya gerek yok ki, sermaye egemen Dl­


duğu sürece, üretim araçlarında özel mülkiyet
sürdü.kçe ve sınıflar varoldukça, ulusların eşitliği
güvencelenemez ; sermayenin iktidarı sürdükçe ve
üretim araçlarına sahip olmak için savaşıldıkça,
ulusların eşitliği ve ulusların emekçilerinin işbir­
liği sağlanamaz. Tarih, ulusal eşitsizliğin yok edil­
mesi, ezilen ve ezilmeyen ulusların emekçilerinin
kardeşçe işbirliği rejiminin kurulması için tek ça­
renin, kapitalizmin tasfiye edilmesi ve Sovyet dü­
ze:ainin kurulması olduğunu söylemektedir.

Yine tarihin gösterdiği gibi, tek tek halklar


kendi burjuvazilerinden ve ((yabancııı burjuvaziden
kurtulmayı başarsalar da, yani kendi ülkelerinde
Sovyet düzenini kursalar bile, emperyalizm varol­
dukça, tek başına yaşayacak ve komşu Sovyet
Cumhuriyetlerinden ekonomik ve askeri destek
görmeksizin varlıklarım başarıyla koruyacak du­
rumda olamayacaklardır. Sovyet Cumhuriyetleri­
nin devlet birliği olmaksızın, bu Cumhuriy_etlerin
birleşik askeri ve ekonomik bir güç olarak birleş­
meleri gerçekleşmeksizin, dünya emperyalizminin
birleşik güçlerine askeri ve ekonomik cephelerde
karşı koymalarının imkansız olduğunu Macaristan
örneği açık ve berrak biçimde göstermektedir.
(Stalin. Partinin Ulusal Sorundaki En Yakın Görevleri Üze­
rine. RKP X. Parti Kongresi'ne Rapor, 1921 Rusça.)

47
4 - :Kendi Kmtuluşunun Önkoşulu Olarak
Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin
Proletarya Tarafından Desteklenmesi

Bu koşullar altında, İngiliz ticaretinin dü­


zenli dolaşımının büyük parçasını tamamlamış
olduğu göz önünde bulundurularak, önceden
güvenle söylenebilir ki, Çin Devrimi şimdiki sa­
nayi sisteminin barut fıçısına kıvılcımı çaka­
cak ve uzun zamandan beri kendini hazırlayan
genel krizi başlatacaktır; bu kriz yurtdışına sıç­
rayacak ve yakın gelecekte kıtada siyasi dev­
rimler ona eşlik edecektir. CK. Marx, aÇin'de
Devrim ve Avrupa'da Devrim», 1853J
"Varsın Çin sosyalizminin Avrupa sosya­
lizmine ilişkisi, Çin felsefesinin Hegel felsefesi­
ne ilişkisi gibi olsun. Ama dünyanın en eski ve
en sarsılmaz imparatorluğunun, İngiliz burju­
vazisinin pamuk balyalarıyla sekiz yıl içinde,
her halükarda uygarlık için en önemli sonuçla­
rı olacak toplumsal bir alt-üst oluşun arifesine
gelmiş olması eğlendirici bir olgudur. Avrupalı
gericilerimiz, yakında önlerinde duran Asya
içinden geçerek kaçışlannda nihayet Çin Sed­
dine, ezeli gericiliğin ve ezeli muhafazakarlı­
ğın ocağına açılan kapıya vardıklarında, onla­
rın bu kapının üzerinde şu yazıtı okumayacak­
larını kim bilir: Hepublic chinoise. Liberte, Ega­
lite, Fratemite . " ( Çin Cumhuriyeti. Özgürlük,
Eşitlik, Kardeşlik -Ç.N.J fMarx ve Engels, «Neue
Rheinische Zeitung», 1850, İkinci Cilt.J

Sosyalist tamdıklarının - kendi deyimiyle


«ağzım aramak» , onların bilincini ve kanaatleri­
ni sınamak Marx'ın adetiydi. Lopatin'le tanı§tık­
tan sonra Engels'e yazdığı 5 Temmuz 1870 tarihli

48
mektupta genç Rus sosyalisti için pek övücü söz­
ler kullanınakla birlikte, şunu da ekliyordu :

" · · · Zayıf yanı: Polanya. Bu konuda tıpkı bir


İng�liz'in - say an English chartist of the old

school l ömeğin eski ekolden bir İngiliz Çartis­


tininl - İrlanda'dan söz ettiği gibi söz ediyor. "

Marx, ezen ulusa mensup bir sosyalistin ezi­


len ulus karşısındaki tutumunu soruşturuyar ve
ardından, (İngiliz olsun, Rus olsun) egemen ulus­
ların sosyalistlerinin ortak hatasını açığa vuru­
yor : ezilen uluslara karşı sosyalist yükümlülükle­
ri konusunda anlayışsızlık ve «büyük güç)) bur­
juvazisinden devralınan önyargıların geviş geti­
rili!_lesi.
Marx'ın İrlanda üzerine olumlu açıklamaları­
na geçmeden önce, Marx ve Engels'in ulusal sorun­
da gen�lde gayet eleştirel bir tutum takindıklarını
ve bu soruna gör.eli tarihsel bir önem biçtiklerini
önceden belirtmeliyiz . . . .
. . . Marx'ın <dşçi sorunuıma kıyasla, ulusal so­
runun ikincil bir sorun olduğu konusunda kuşkusu
yoktur. Ama onun teorisi, ulusal hareketleri yok
saymaktan pek uzaktır.
1866 yılı gelir. Marx, Paris'teki «Proudhoncu
klik>J üzerine Engels'e şöyle yazar: Bu klik

" . . . milliyetleri bir saçmalık ilan ediyor ve


Bismarck ile Garibaldi'ye saldınyor. Şoveniz­
me karşı polemik olarak bunlann güdüleri ya­
rarlıdır ve açıklanabilir. Ama Proudhon'a ina­
nanlar, bütün Avrupa'nın, Fransa'daki bayla­
rı!?-, 'La misere et l'ignorance ' , ! kötülüğü ve
cehaletil «kaldıracakları· güne kadar sessiz ses-
siz yerinde oturması gerektiğini ve oturacağım
sandıkları zaman gülünç oluyorlar. » (7 Haziran
1866 tarihli mektup . )

«Dün », diye yazıyor 20 Haziran 1866'da


Marx , «International Council'de, şimdiki savaş
hakkında tartışma vardı . . . Bekleneceği gibi,
tartışma, genel olarak 'question of nationality'
! milliyet sorunul ve bu sorun karşısındaki tu­
tumumuzun ne olacağı ile 'wound up',. ! sonuç­
landı] . . . «Ayrıca 'jeune France'ın, ! Genç Fran­
sa] « ( işçi olmayan) temsilcileri, tüm milliyet
ve hatta ulusların 'prejuges surannes ' ,. [çoktan
eskimiş önyargılarl «olduğu iddiasıyla ortaya
çıktılar. . . bütün dünya, Fransızlar bir sosyal
devrim yapacak denli olgunlaşıncaya kadar
bekleyecek. . . Konuşmama, milliyetleri rafa kal­
dırmış olan dostumuz Lafargue ve ötekilerin
bize 'Fransızca' olarak, yani dinleyicilerin on­
da dokuzunun anlamadığı bir dilde hitap ettik­
lerini söyleyerek başladığımda, İngilizler pek
güldüler. Ayrıca onun, tamamen bilinçsiz bir
şekilde, milliyetlerin yadsınmasından, onların
örnek Fransız ulusu tarafından yutulmasını an­
lıyor göründüğüne işaret ettim. ,.

Marx'ın bütün b u el�ştirel gözlemlerinden çı­


kan sonuç açıktır : işçi sımfı ulusal sorunu bir fe­
tiş haline asla getirmemelidir, çünkü kapitalizmin
gel.işmesi mutlaka bütün ulusları bağımsız bir ya­
şama uyandırmaz. Ama bir kez yığınsal ulusal ha­
reketler başlayınca, bunları bilmezlikten gelmek,
bUnlardaki ilerici olan şeyi desteklememek, ger­
çeklikte milliyetçi önyargılara, hem de ((kendi>>
ulusunu ((örnek ulus» sayma (ya da, biz ekleye­
lim, kendi ulusunu devlet kurma ayrıcalığı tekeli-

50
ne sahip ulus sayma) milliyetçi önyargılarına ka­
pılmak demektir*.
Ama biz, İrlanda sorununa dönelim:
Marx'ın bu sorundaki tutumu, en açık bir şe­
kilde mektuplarımn şu pasajlarında dile gelir:

" · · · Eskiden, İrlanda'nın İngiltere 'den ayrıl­

masının olanaksız olduğunu düşünürdüm. Şim­


di bunun kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum,
her ne kadar ayrılıktan sonra federasyonun
gelmesi olası ise de. »

Marx bunu 2 Kasım 1 86 7 tarihli mektubunda


Engels'e yazıyordu.
Ayın yılki 30 Kasım tarihli mektubunda şunu
ekledi :

'
" . . . İngiliz işçilerine neyi öğütleyeceğiz? Gö­
rüşüme göre onlar, » C İrlanda'nın İngiltere ile)
«birliğinin Repeah [kaldırılmasını] ( yani İr­
landa'nın İngiltere'den ayrılmasını) , «kısacası
1783 'teki espriyi, yalnızca demokratikleştirilmiş
ve zamanın koşullarına uyarlanmış bir şekilde
Pronunziamento'lannın » [ mücadele programla­
rının ı «bir maddesi yapmalıdırlar. Bu, İrlanda'
nın kurtuluşunun bir İngiliz partisinin progra­
mına alınabilecekbiricikolan
meşru ve bu
yüzden de tek olanaklı biçimidir. İki ülke ara­
sında, sırf kişisel bir birliğin devam edip ede­
meyeceğini ilerde deneyim göstermelidir . . .

* Ayrıca bkz. Marx'ın Engels'e 3 Haziran 1867 tarihli


mektubu: «'Times'ın Paris haber/erinden, Parisiiierin A lexander'e
karşı Polanya dostu çığlıklarını hakiki bir zevk duyarak gör·
düm. Bay Proudhon ve onun küçük doktriner kliği Frenc/ı pe­
ople [Fransız halkı] değildir». Red.

51
İrlandallların ihtiyacı olan şudur:
ı l Özyönetim ve İngiltere'den bağımsızlık;
2) Tarım devrimi . . . "

ıo Aralık 1869'da Marx, Enternasyonal'in


Genel Konsey'inde İrlanda sorunu üzerine düşün­
celerini şöyle ortaya koyacağım yazıyor :

" . . . International Council'de [Enternasyonal


Konsey'del kendiliğinden anlaşılır olan tüm
'uluslararası' ve 'insanca' justice for Ireland
phrase . ('İrlanda için adalet' lafzıJ bir yana, 'to
get rid of their present connexion with Ireland'
[ İrlanda ile bugünkü ilişkilere son vermek] ,
«English Working Class'ın [ İngiliz işçi sınıfı­
nını doğrudan mutlak çıkarı gereğidir. Ve bu,
nedenlerinin bir kısmını, İngiliz işçiLerinin ken­
dilerine söyleyemeyeceğim benim tam kanım­
dır. İrlanda'daki rejimi, 'English Working Class
ascendancy' İngiliz işçi sınıfının gelişip güçlen­
mesi ile devirmenin olanaklı olduğuna uzun
süre inandım. New Yorlı T ribune de CMarx'ın'

uzun süre mhhabirliğini yaptığı Amerikan ga­


zetesi) daima bu görüşü savundum. Derinleme­
sine inceleme, şimdi beni bunu;n tam tersine ik­
n a etti. 'Before it has got rid of Ireland' [ İrlan­
da'dan kurtulmadığı süreoel , 'English Working
Class' [İngiliz işçi sınıfı ] asla herhangi bir ba­
şarı gösteremeyecektir . . İngiltere'de İngiliz ge­
.

riciliğinin kökleri , . . . İrlanda'nın boyunduruk


altında tutulmasında yatmaktadır.» citalikler
Marx'ındır. l

Marx'ın İrlanda sorununda tavrı, şimdi artık


okur için apaçık hale gelmiş olmalıdır.
«Ütopistıı Marx, öylesine ccpratik olmaktan

52
uzak n tır ki, yarım yüzyıl sonra bile gerçekleşme­
yen İrlanda'nın ayrılması davasını savunmuştur.
Marx'ın bu siyaseti hangi nedenlere dayanır ve bu,
yanlış bir siyaset değil miydi?
Başlangıçta Marx, İrlanda'yı, ezilen ulusun ,
ulusal hareketinin değil, ezen ulus içindeki işçi ha­
reketinin kurtaracağına inanmıştır. Marx, bütün
milliyetlerin tam kurtuluşunu ancak işçi sınıfının
zaferinin gerçekleştireceğini bildiği için, ulusal
hareketi mutlak birşey haline getirmedi. Ezilen
ulusların burjuva kurtuluş hareketiyle, ezen .ulus
içindeki proleter kurtuluş hareketi arasındaki ola,
naklı olan bütün karşılıklı ilişkileri önceden kes­
tirrnek olanaksızdır (bugün Rusya'da ulusal 80'
runu bu kadar zor kılan problem budur) .
-J

Bununla birlikt�, olaylar öyle gelişti ki, İngiliz


işçi sınıfı, oldukça uzun bir süre liberallerin etki­
si altına girdi, onların uzantısı haline geldi ve li­
beral bir işçi siyasetiyle kendi kendini başsız bı­
raktı. İrlanda'da burjuva kurtuluş hareketi gittik­
çe güçlendi . ve devrimci biçimlere büründü. Marx
kendi tavrını gözden geçirdi ve düzeltti. ((Bir ulu­
sun başka bir · ulusu boyunduruk altında tutması,
kendisi için ne büyük felaket.» İrlanda, İngiliz bo­
yunduruğundan kurtulrriadıkça, İngiliz işçi sınıfı
hiçbir zaman özgürlüğüne kavuşamayacaktır ! İn­
giltere'de gericilik, İrlanda'nın boyunduruk altın­
da tutulmasıyla beslenmekte ve güçlenınektedir
(tıpkı Rusya'da gericiliğin bir sürü ulusların bo­
yunduruk altında tutulmasıyla beslendiği gibi ! ) .
Marx, Enternasyonal'de ((İrlanda ulusuyla» ,
«İrlanÇia halkıyla» dayanışma kar-arı önerirken,
((her ne kadar ayrılıktan sonra federasyonun gel-

53
mesi olası ise de» İrlanda'mn İngiltere'den ayrıl­
masım savunuyor.
Marx'ın vardığı bu sonucun teorik öncüileri
neydi? İngiltere'de burjuva devrim çoktan tamam­
lanmıştır. Ama henüz İrlanda'da bu devrim ta­
mamlanmış değildir; yarım yüzyıl sonra, ancak
şimdi, İngiliz liberallerinin reformlarıyla tamam­
lanmaktadır. Eğer İngiltere'de kapitalizm, Marx'
ın ilkten umduğu kadar çabuk devriimiş olsaydı,
İrlanda'da bir burjuva-demokratik, genel-ulusal
harekete yer olmazdı. Ama bu hareket bir kez or­
taya çıktıktan sonra, Marx, İngiliz işçilerine onu
desteklemeyi, ona devrimci bir atılım vermeyi ve
�end� özgürlüklerinin çıkarı gereği sonuna kadar
götürmeyi öğütledi.
.

1 860'larda İrlanda ile İngiltere arasındak( ik-


tisadi bağ, doğal ki, Rusya'nın Polonya ile, Ukray­
na ile vb. bağlarından daha sıkıydı. (Salt coğrafi
koşullar dolayısıyla ve İngiltere'nin sonsuz sömür­
ge gücü dolayısıyla) İrlanda'nın ayrılmasının
{(pratik olmayışı» ve ((olanaksızlığı» besbellidir. il­
ke olarak federalizme düşman olmakla birlikte,
Marx bu durumda, bir federasyona bile razı olu­
yor, yeter ki, İrlanda'nın kurtuluşu, reformist yol­
dan değil, İngiliz işçi sınıfı tarafından desteklenen
İrlanda halkının yığın hareketiyle devrimci yol­
dan gerçekleşsin. Kuşkusuz, tarihsel sorunun an­
cak böyle bir çözümü, ' proletaryanın çıkarları ve
hızlı toplumsal gelişme için en uygun çözüm oH:ı.­
bilirdi . . .

. . . Marx ve Engels İrlanda sorununda da, yı­


ğınları demokrasi ve sosyalizm zihniyeti ile eği­
ten tutarlı proleter bir siyaset izlediler. Hem İrlan-

54
da'yı hem de İngiltere'yi :Yalnızca bu siyaset, geJ
rekli dönü§ümlerin yarım yüzyıl boyunca gecik­
tirilmesinden ve bu dönü§ümlerin liberaller tara­
fından, gericiler lehine çarpıtılmasından kurtaraJ
bilirdi.

Marx ve Engels'in İrlanda sorunundaki siyase­


ti, bugün de pek büyük pratik önemini koruyan;
ezen ulusların proletaryasının ulusal hareketler
karşısındaki tutumunun parlak bir örneğidir. Bu
siyaset, her renkten ve her dilden bütün ülkele­
rin filistinlerinin (darkafalılarının -ÇN) bir ulu­
sun toprak beylerinin ve burjuvazisinin zorbalığı
ve ayrıcalıklarıyla çizilmiş olan devlet sınırlarını
değiştirme fikrini «ütopist» bir fikir olarak ilan et­
me _ J<kölece gayretkeşliğine» karşı bir uyarı niteli­
ğindedir.

Eğer İrlanda ve İngiliz proletaryası, Marx'ın


ileri sürdüğü siyaseti kabul etmemiş olsalardı ve
İrlanda'nın ayrılmasını kendi şiarları yapmamış
olsalardı, efi kötü oportünizme düşmü_ş olurlardı,
bir demokrat ve sosyalist olarak görevlerini unut­
mu§ ve İngiliz gericiliğine ve burjuvazisine ödün
vermiş olurlardı.

(Lenin, Tüm Eser/er, cilt XVII, <<Ulusların Kendi Kaderini


Tayin Hakkı Üzerine», s. 584 vd., 1914.)

. . . Böylece Hindistan'daki demiryolu sistemi


gerçekten de modern sanayiin öncüsü haline ge­
lecektir. Bizzat İngiliz makamları Hintlilere, ta­
mamıyle yepyeni çalışma yöntemlerine kendileri­
ni alıştırma ve gerekli makine bilgisini edinme
özel yeteneği atfettiklerinden, bu, bir o denli ge­
çerlidir. Yıllardır Kalküta darphanesindeki buhar-

55
lı makineleri çalıştıran yerli makinistlerin yete-
, nekleri ve ustalıkları, buna kesin bir kanıttır.
Hurdvar kömür bölgesindeki çeşitli buharlı maki­
neleri çalıştıran yerliler ve başka durumlar için
de bu geçerlidir. Doğu Hindistan Şirketi'nin ön­
yargılarından büyük çapta etkilenmiş olmasına
karşın, Bay Campbell'in kendisi de itiraf etmek
zorunda kalmıştır ki, «Hindistan halkının büyük
kütlesi büyük bir sınai enerjiye sahiptir, serma­
ye birikimine çok yatkındır ve matematiksel dü­
şünme gücü, zihin açıklığı ve pozitif bilimlerde
·
yetenek bakımından olağanüstüdür.ıı aKavrayışla­
rııı , diyor Bay Campbell, ((mükemmeldirD . Demir­
yolu sisteminden kaynaklanan modern sanayi, Hin­
distan'daki kastların, Hint ilerlemesinin ve Hint
gücünün önünde duran bu kesin engellerin da­
yandığı geleneksel işbölümünü çözüştürecektir.
İngiliz burj uvazisinin yapmak zorunda kala­
cağı her şey, halk kütlesini ne kurtaracak, ne de
yalnızca üretici güçlerin gelişimine bağlı olmakla
kalmayıp, bunların halk tarafından mülk edinil­
mesine de bağlı olan onun sosyal konumunu öz­
sel olarak iyileştirecektir. Her halükarda yapaca­
ğı şey ise, her ikisinin de maddi önkoşullarını ya­
ratmak olacaktır. Zaten burjuvazi bundan fazla­
sını hiç yapmış mıdır ki? O herhangi bir ilerle­
meyi, bireyleri ve halkları kan ve çirkef içinde, se­
falet ve aşağılanma içinde süründürmeden husu­
le getirmiş midir ?
Hintliler, bizzat Büyük Şritanya'da halen ege­
men olan sınıfların yerine sanayi proletaryası ge­
çene dek, ·ya da Hintiiierin kendileri İngiliz bo­
yunduruğunu tümüyle kıracak denli güçlenene
dek, kendi aralarına . İngiliz burjuvazisi tarafından

56
saçılmış olan yeni toplumun ögelerinin meyvele­
rini toplayamayacaklardır.
(Karl Marx, Seçme Yazı lar, Cilt Il, «Hindistan'daki İngi­
liz Egemenliğinin Gelecekteki Sonuç/am>, s. 678 vd., 1853.)

5 - Ulusal Hareketlerle ilişki Sorununun


Marksizm-Leninizmde Tarihsel-Somut
Olarak Konoluşu

. . . Marx'ın 1848 ile 1871 arasında takındığı ta­


vtrlara yapılan atıflar, onların* görüşüne göre, ccen
küçük bir değer taşımazıı . Bu alışılmamış dere­
·

cede öfkeli ve kesin açıklama, Marx'ın, «bir ve ay­


nı zamanda)) , ccÇeklerin, Güney Slavlarının vb.))
bağımsızlık eğilimlerine karşı çıkmış olmasıyla
gerekçelendirilmektedir.
Bu gerekçelendirme, iler-tutar bir yanı olma­
dığı için, özellikle öfkelidir. Polanya Marksistleri·
ne göre, Marx, ccbir ve aynı zamanda)) birbirinin
zıddı şeyler söyleyen açıkça kafası karışık biriydi !
Bunun gerçekle hiçbir ilgisi yoktur ve kesinlikle
de Marksizm bu değildir. Tam da Polenyalı yol­
daşlarımızın ileri sürdükleri, fakat kendilerinin
uygulamadıkları «somuh tahlil istemi, Marx'ın
farklı somut «ulusal)) hareketlere karşı farklı tu­
tumunun bir ve aynı sosyalist dünya görüşünden
kaynı:ı,klanıp kaynaklanmadığını araştırmamızı
kesinlikle gerekli kılıyor.
Bilindiği gibi Marx, Avrupa demokraSisinin
çıkarları bakış açısından, çarlığın gücüne ve etki-

* Redaksiyonun notu. Yani ulusların ke'ndi kaderini ta­


yin hakkını reddeden Luxemburgcuların görüşüne göre.

57
sine karşı - ya da mutlak gücüne ve hakim ge­
rici etkisine karşı da denilebilir - mücadelede,
Polanya'nın bağımsızlığından yana idi. Bu tavrın
doğruluğu, en açık ve somut bir şekilde, 1849'da
Rus feodal ordusu Macaristan'daki ulusal-özgür­
lükçü, devrimci-demokratik isyanı hastırdığı za·
man ortaya çıktı. Bu zamandan Marx'ın ölümüne,
hatta da.ha sonraya, Fransa ile bağlaşan çarlığın
emperyalist olmayan ve u�usal bakımdan bağımsız
Almanya'ya karşı gerici bir savaş vermesi tehlike­
sinin varolduğu 1890'a dek, Engels, her şeyden ön­
ce çarlığa karşı mücadeleden yanaydı. Bu neden­
le, ve yalnızca bu nedenle Marx ve Engels, Çekie­
rin ve Güney Slavların ulusal hareketine karşıydı­
lar. Marx ve Engels'in 1848/1849 yıllarında yaz­
ctıkiarına kısaca bir göz atmak, Marksizmle ger­
çekten ciddi biçimde (yalnızca Marksizmi bir ya­
na atmak amacıyla değil) ilgilenenlere, Marx ve
Engels'in o sırada, Avrupa'da ccRusya'nın ileri ka­
rakolu» olarak hizmet eden ccbütünüyle gerici
halklar» la ccdevrimci halkların, yani Almanları,
Polonyalıları ve Macarları karşı karşıya koyduğu­
nu kanıtıayacaktır. Bu olgudur. Ve bu olguya o
sırada kuşkusuz doğru bir şekilde işaret edilmişti :
1 848'de, başdüşmanları çarlık olan devrimci halk­
lar özgürlük için savaşıyorlardı, Çekler vb. ise ger­
çekten de gerici halklarctı; çarlığın ileri karakol­
larıydı.
Eğer Marksizme bağlı kalmak istiyorsak, so­
mut olarak çözümlememiz gereken bu somut ör­
nek bize ne söylemektedir? Yalnızca şunu: 1 ) Av­
rupa'nın . bazı büyük halklarının kurtulw�unun çı­
karları, küçük ulusların kurtuluş hareketinin çı­
karlarından daha yüksektir; 2) demokrasi talebi

58
yalıtılmış bir şekilde değil, Avrupa çapında - bu­
gün dünya çapında denilmelidir - ele alınmalıdır.
Bundan başka birşey değil. Falanyalıların
unuttuğu, Marx'ın ise daima bağlı kaldığı temel
sosyalist ilkenin reddedilmesinin izi yoktur : baş­
ka halkları ezen bir halk özgür olamaz. Çarlığın
uluslararası politikada ağırlıklı etkiye sahip oldu­
ğu bir sırada Marx'ın karşı karşıya bulunduğu so­
mut durum yeniden tekrarlansaydı, örneğin, (tıp­
kı Avrupa'da 1848'de burjuva-demokratik devrimi
başlattıkları gibi) birkaç halkın sosyalist bir . dev­
rime başlaması, öteki halkların ise, burjuva geri­
ciliğinin ana dayanakları olarak hizmet etmesi bi­
çiminde yeniden tekrarlansaydı, bu durumda biz
de bu sonunculara - onlar içinde hangi küçük
ulusal hareketler dağarsa dağsun - karşı, dev­
rimci bir savaş lehinde, onları ccparçalamakıı le­
hinde, onların bütün ileri karakollarını yıkmak
lehinde alacaktık. Sonuç olarak, Marx'ın taktiği­
nin örneklerini reddetmemeli - bu, sözle Mark­
sist olduğunu söylerken, fiilen ona karşı çıkmak
anlamına gelirdi -, bilakis bunların somut çö­
zümlemesinden gelecek için paha biçilmez dersler
çıkarmalıyız. Kendi kaderini tayin hakkı dahil,
demokrasinin tek tek talepleri, mutlak şeyler de­
ğil, tersine dünya demokratik (şimdi : sosyalist)
hareketinin bir parçacığıdır. Tek tek somut du­
durumlarda, parçanın bütünle çelişınesi mümkün­
dür, o zaman parça reddedilmelidir . . .
. . . 1848-1 871 döneminden 1898-1916 dönemine
somut durum ne şekilde değişmiştir? (Dönem ola­
rak emperyalizmin, İspanyol-Amerikan emperya­
list sayaşından, Avrupa emperyalist savaşına ka­
dar en önemli kilometre taşlarını alıyorum.) Bi-

59
rinci olarak, uluslararası mali sermaye, özellikle de
Fransız mali sermayesinin desteğinden ve ikinci
olarak da 1905 Devrimi'nden dolayı çarlık, açıkça
ve tartışma götürmez bir şekilde gericiliğin ana
dayanağı olmaktan çıkmıştır. O sıralar büyük ulu­
sal devletler sistemi - Avrupa demokrasileri -,
çarlığa karşın, dünyaya demokrasi ve sosyalizmi
müjdeliyorlardı. Marx ve Engels, emperyalizm dö­
nemini görecek kadar yaşamadılar. Şimdi, her bi­
risi öteki ulusları ezen bir avuç (sayı olarak 5 ya
da 6) emperyalist «büyük güç>> sistemi oluşmuş­
tur; ve bu baskı, kapitalizmin çöküşünü yapay ola­
rak geciktirmenin ve dünyaya hakim olan emper­
yalist ulusların oportünizm ve sosyal-şövenizmini
yapay olarak desteklemenin araçlarından biridir.
O sıralar büyük ulusları özgürlüğe kavuşturan Ba­
tı Avrupa demokrasisi, tek tek küçük ulusal hare­
ketleri gerici amaçlar için kullanan ç·arlığa karşı
duruyordu. Şimdi ise, çarlık emperyalizminin ve
ileri kapitalist Avrupa emperyalizminin bir dizi
ulusu ortaklaşa ezmesi üzerinde temellenen itti­
fakının karşısında, şövenist, ((sosyal-emperyalist»
ve devrimci proletarya olarak bölünmüş olan sos­
yalist proletarya durmaktadır.
Somut olma vaadlerine rağmen, Polonyalı sos­
yal-demokratların gözardı ettikleri durumdaki so­
mut değişiklik budur ! Bir ve aynı sosyalist ilke­
lerin uygulanmasındaki somut değişiklik de bu­
radan çıkıyor : O sıralar her şeyden önemlisi ccçar­
lığa karşı)) (ve onun demokratik olmayan amaçlar
için kullandığı küçük ulus hareketlerine karşı) ve
Batının büyük devrimci halklarından yana olmak­
t.ı; bugün ise her şeyden önemlisi, emperyalist güç­
lerin, emperyalist burjuvazinin ve sosyal-emper-.

60
yalistlerin kurulmuŞ birleşik cephesine karşı, ve
emperyalizme karşı tüm ulusal hareketlerden sos­
yalistyalist devrimin çıkarları doğrultusunda ya­
rarlanmaktan yana olmaktır. Tüm emperyalist
cepheye karşı proletarya�ın mücadelesi ne kadar
arı olursa, enternasyonalist ilke de besbelli ki o ka­
dar daha güncel hale gelir: ((Başka halkları ezen
bir halk özgur olamaz.))
(Lenin, Tüm Eserler, cilt XIX, «Kendi Kaderini Tayin Üze­
rine Tartışmanın Sonuçları», s. 317 vd., 1916.)

6 - Ulusal Sorunda Proleter Siyasetin Temel


İlkesi Olarak Bütün Ulusların Proleter ve Emekçi
Kitlelerinin Ortak Mücadeleye Yakınlaştınlması

1 ) Genelde eşitlikle, ve - ulusal eşitlikle ilgili


olarak da sorunu soyut ve biçimsel olarak koy­
mak, burjuva demokrasisinin tüm ?zü gereğidir.
İnsan kişiliğinin genel olarak eşitliği perdesi al­
tında, burjuva demokrasisi, mülk .şahibi ile pro­
leteriri, sömürenle sömürülenin biçimsel ya da hu­
kuki eşitliğini ilan eder ve böylece ,ezilen sımfları
korkunç bir şekilde aldatır. Kendisi bizzat meta
üretimi ilişkilerinin bir yap.sıması olan eşitlik fik­
rini burjuvazi, insan kişilikleri arasında güya mut­
lak bir eşitlik olduğu bahanesiyle, sımnarın kal­
dırılmasına karşı savaşımın bir silahı haline dö­
nüştürür. Ama, eşitlik talebinin gerçek anlamı, sı­
nıfların kaldırılması talebinde yatmaktadır.
2 ) Proletaryanın burjuva boyunduruğunu sö­
küp atma savaşımına bilinçli bir ifade veren ko­
münist partisi, burjuva demokrasisiyle savaşma ve
onun yalancılığını ve ikiyüzlülüğünü teşhir etme

61 .
temel görevine uygun olarak, ulusal sorunda da,
soyut ve biçimsel ilkeleri önplana çıkarmamalı, bi­
lakis : birincisi, somut tarihsel ve her şeyden önce
ekonomik durumun doğru bir değerlendirmesin­
den ; ikincisi, ezilen sınıfların, emekçilerin, sömü­
rülenlerin çıkarlarının, hakim sınıfın çıkarları de­
mek olan ulusal çıkarlar genel kavramından ber­
rak bir şekilde ayrıştırılmasından; üçüncüsü, fi­
nans kapital ve emperyalizm çağına özgü, yerkü­
re nüfusunun muazzam çoğunluğunun bir avuç en
zengin ileri kapitalist ülkeler azınlığı tarafından
sömürgesel ve mali köleleştirilmesinin üstünü ört­
ıneye çalışan burjuva-demokratik yalan ve fasar­
yalara karşıt olarak, ezilen, bağımlı ve hak eşit­
liğine sahip olmayan uluslar ile, ezen, sömüren,
tam hak eşitliğine sahip uluslar arasında yapılan
aynı biçimde berrak bir ayrımdan yola çıkmalıdır.
3) 1914-1918 emperyalist savaşı, göklere çıka­
rılan «Batı demokrasilerin nin Versailles Antlaşma­
sı'nın, Alman junkerlerinin ve Kayzer'in Brest-Li­
tovsk Anlaşması'ndan daha vahşi ve iğrenç bir şe­
kilde zayıf ulusların ırzına geçilmesi olduğunu
pratikte gözler önüne sererek, burjuva-demokratik
lafızların sahteliğini tüm dünyanın bütün ulusla­
rına ve ezilen sımflarına açıkça göstermiştir. Mil­
letler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) ve Antant'ın
tüm savaş sonrası siyaseti, bu doğruyu daha açık
ve keskin bir biçimde ortaya koyuyqr, ve onlar böy­
lece hem ileri ülkelerde proletaryanın , hem sö­
mürge ve bağımlı ülkelerde emekçi yığınların dev­
rimci savaşımını güçlendiriyor ve ulusların kapi­
talizm altında barış ve · eşitlik içinde birarada ya­
şayabileceği şeklindeki küçük-burjuva milli düşle­
rin çöküşünü hızlandınyor.

62
4) Ortaya konulan bu temel önermelerden şu
sonuç çıkar ki, Komünist Enternasyonal'in ulusal
soruna ve sömürge sorununa ilişkin tüm siyaseti,
bütün ulusların ve bütün ülkelerin proleterlerinin
ve emekçi yığınlarının, toprak sahipleri ile bur�
vaziyi devirmeyi amaçlayan ortak devrimci bir sa�
vaşım için karşılıklı yakınlaştırılmalarından yola
çıkmalıdır. Çünkü yalnızca böyle bir yakınlaş­
ma, kapitalizm üzerinde zaferi sağlar, bu olma­
dan, ulusal baskımn ve hak eşitsizliğinin ortadan
kaldırılması olanaksızdır.
5) Dünyamn siyasal durumu, şimdi proletar­
ya diktatörlüğünü gündeme getirmiştir ve dünya
siyasetinin tüm olayları zorunlu olarak bir tek
noktada, dünya burjuvazisinin Rus Sovyet Cum­
huriyeti'ne karşı savaşımında yoğunlaşmaktadır.
Çünkü o, bir yandan bütün ülkelerdeki ileri iş­
çilerin Sovyet hareketini, bir �ndari da, kurtu­
luşun dünya emperyalizmi karşısında Sovyet sis­
teminin zafer kazanmasına bağlı olduğuna acı de­
neyimlerle kanaat getiren sömürgelerin ve ezilen
halkların ulusal kurtuluş hareketlerini, kaçınılmaz
olarak çevresinde topluyor.
6) Dolayısıyla bugün artık, çeşitli ulusların
emekçilerinin karşılıklı yakınlaştırılmasını salt
sözle tammak ya da ilan etmekle yetinilemez, bi­
lakis bütün ulusal ve sömürgesel kurtuluş hare­
ketlerinin Sovyet Rusya ile en sıkı ittifakını ger­
çekleştirecek bir siyaset izlenmelidir, ve bu itti­
fakın biçimleri, her ülke proJetaryası içinde ko­
münist hareketin gelişme düzeyi, ya da geri kal­
mış ülkeler veya geri kalmış milliyetlerin işçi ve
köylüleri:r;ı.in burjuva-demçıkratik kurtuluş hareke­
tinin gelişme düzeyine göre kararlaştırılmalıdır.

63
7J Federasyon, çeşitli ulusların emekçilerinin tam
birliğine geçiş biçimidir. Federasyon, amaca uygun­
luğunu pratikte gerek RSFSC ile öteki Sovyet Cum�
huriyetleri (geçmişte Macar, Fin ve Letonya; şimdi
Azerbaycan ve Ukrayna) ile ilişkilerde, gerek daha
önce ne devlet, ne de özerk olan RSFSC içindeki
milliyetler (yani RSFSC içinde 1919'da k,urulan özerk
Başkı'r C umhuriye ti ile 1920'de kurulan özerk Tatar
Cumhuriyetil açısından gösterm.iştir.
BJ Bu bakımdan, Komünist Enternasyonal' e dü­
şen görev, Sovyet sistemi ve Sovyet hareketi temeli
üzerinde yükselen bu yeni federasyonları daha ge­
liştirme.k, incelemek ve pratikte denemektir. Eğer
Federasyon tam birliğe geçiş biçimi ?larak görü lü­
yorsa, gittikçe daha sıkı bir federal ittifak hedeflen­
meli ve şunlar göz önünde bulundurulmalıdır: birin­
cisi, Sovyet Cumhuriyetlerirı:in sımsıkı bir ittifakı ol­
madan, onların kendi varlıklarını korumaları im­
kansızdır, çünkü onlar askeri olarak kendilerinden
ölçülemez derecede daha . güçlü -tüm dünyanın em­
peryalist güçleriyle çevrilidirle.r; ikincisi, Sovyet
Cumhuriyetleri arasında sıkı bir iktisadi ittifak ge­
reklidir, çünkü aksi taktirde emperyalizmin harap
ettiği üretici güçler ihya edilemez ve emekçi halkın
refahını güven altına almak mümkün değildir; üçün­
cüsü, bütün ulusların proletaryası tarafından ortak
bir plana göre düzenlenen bir bütün olarak yekpa­
re bir dünya ekonomisi yaratma eğilimi, daha kapi­
talizm altında kendisini oldukça açıklıkla ortaya koy­
muş olan bu eğili.m, sosyalizm altında mutıa.ka daha
da geliştirilmeli ve mükemmelleştirilmeye doğru gö-­
türülmeıtdir.
9) Devlet içi ilişkiler alanında Komünist Enter­
nasyonal'in . ulusal siyaseti, ulusal . eşitliği, yalınkat,
biçimsel, salt bildirisel nitelikte ve p ratikte herhan­
gi bir yükümlülük altına sakimayan bir şe.kilde ta­
nunakla yetinemez. Burjuva demokratlan - y ani

64
böyle olduğunu içtenlikle itiraf edenler olsun, II. En­
ternasyonal sosyalistleri gibi kendilerini sosya.list
adıyla maskeleyenler olsun, fark etmez -ulusal eşit­
liği böylesi bir tanımayla yetinmişlerdi.
Komünist partileri bütün propaganda ve ajitas­
yonlarında - hem parlamento kürsüsünde, hem par­
lamento dışmda - bütün kapitalist ülkelerde, «de­
mokratik, anayasalarına rağmen, ulusların hak eşit­
liğine ve ulusal azınlıkların güven altına alınmış
haklarına yönelik ihlalleri sürekli olarak gözler önü­
ne sermekle kalmamalıdırlar. Bunun yanısıra, önce
proleterleri sonra da tüm emekçi nüfusu burjuvazi­
ye karşı savaşımda birleştirerek, ulus ların gerçek
eşitliğini güven altına alabilecek tek sistemin Sovyet
sistemi olduğu konusunda sürekli bir aydınlatma ya­
pılmalıdır; ikinci olarak, komünist partileri, bağımlı
ve -hak eşitliğine sahi!p · olmayan uluslardaki (örne­
ğin İrlanda, Amerikalı zenciler v,b.J ve sömürgeler­
deki devrimci hareketleri doğrudan desteklemelidir­
ler.
Bu sonuncu, özellikle önemli önkoşul olmaksı­
zın, bağımlı u lusların ve sömürgelerin ezilmesine
karşı savaşım, hem onların devlet olarak ayrılma
hakkının tanınması, II. Enternasyonal partilerinde
gördüğümüz gibi, sahte birer tabeZa olmaktan öteye
geçe.mez.
10) Söze gelince enternasyonalizmin kabul edil­
mesi, ama eylemde, tüm propaganda, ajitasyon ve
pratik çalışmada onun yerine küçük-burjuva mil­
liyetçiliği ve pasifizminin geçirilmesi, yalnızca II.
Enternasyonal partileri arasında değil, ama bu En­
ternasyonal'den çekilen partiler arasında ve hatta
şimdi kendilerine komünist adını veren partilerde
bile çok yaygın olan kanıksanmış bir görüngüdür.
Bu musibete, kökleri çok derinlere dalmış olan kü­
çük-burjuva-milli önyargılara karşı savaşım, pro-

65
letarya diktatörlüğünü ulusal bir diktatörlükten
(yani bir ülkede varolan ve dünya siyasetini be­
lirleme gücünden yoksun bir diktatörlükten) ulus­
lararası bir diktatörlüğe (yani hiç değilse birkaç
ileri ülkeyi içine alan ve tüm dünya siyaseti üze­
rinde belirleyici bir etkisi alabilecek bir diktatör­
lüğe) dönüştürme görevinin daha güncel hale gel­
mesiyle bir o kadar önplana çıkmaktadır. Küçük­
burjuva milliyetçiliği, ulusların hak eşitliğini salt
tanımanın enternasyonalizm olduğunu ileri sür­
mekte, ve (bu tanımanın sadece dil ucuyla tanı­
ma olduğunu bir yana bırakırsak) milli egoizmi
dokunmadan bırakmaktadır, oysa proleter enter­
nasyonalizmi: birincisi, herhangi bir ülkedeki pro­
leter savaşımın çıkarlarının, dünya ölçüsündeki
savaşımın çıkarlarına tabi olmasını; ikincisi, bur­
juvazi üzerinde zafer sağlayan ulusun, uluslarara­
sı sermayeyi devirmek için en büyük ulusal özve­
rileri yapmaya yetenekli ve hazır olmasını talep
eder.
Böylece, proletaryanın gerçekten öncüsünü
oluşturan işçi partilerinin varolduğu tamamen ka­
pitalist devletlerde enternasyonalizm kavramının
ve siyasetinin oportünist ve küçük-burjuva pasifist
çarpıtmalarına karşı savaşım, ilk ve en önemli gö­
revdir.
(Lenin, Tüm Eser/er, cilt XXV, «Ulusal ve Sömürgesel So­
run Ozerine Tezlerin İlk Taslağı, s. 350 vd., 1920.)

66
n -lJLUSAL VE SÖİ\.iÜRGE SORUNU VE
§OSYALİ ST DÜNYA DEVRİMİ (ULUSAL VE
SÖMÜRGE SORUNUNDA
BOLŞEVİZMİN PROGRAMI)

1 - Ezilen Halkların Kurtuluş Hareketi Ve


Proleter Devrimi Üzerine Stalin Yoldaş

. . . Ulusal sorunu çözerken Leninizm şu öner­


melerden yola çıkar:
a) Dünya iki kampa ayrılnuştır: mali serma­
yeyi ellerinde tutan ve dünya nüfusunun muaz­
zam çoğurtluğunu sömüren bir avuÇ . uygar ulus­
ların kampı; ve bu çoğunluğu oluşturan, sömürge­
lerin ve bağımp. ülkelerin ezilen ve sömürülen
halklarının kampı;
b) mali sermaye tarafından ezilen ve sömürü­
len sömürgeler ve bağımlı ülkel�r, emperyalizmin
çok büyük bir yedek gücünü ve çok önemli bir güç
kaynağını oluşturur;
c) bağımlı ve sömürge ülkelerdeki ezilen halk­
ların emperyalizme karşı devrimci mücadelesi, on­
ların baskıdan ve sömürüden kurtulmalarının bi­
ricik yoludur;
d) en önemli sömürge ve bağımlı ülkeler, şim­
diden ulusal kurtuluş yolunu tutmuşlardır; bu,

67
kaçınılmaz olarak, dünya kapitalizminin bunalımı- '
na yol açacaktır;
e) gelişmiş ülkelerdeki proletarya hareketinin
ve sömürgelerdeki ulusal kurtuluş hareketinin çı­
karları, devrimci hareketin bu iki türünü.'1 ortak
düşmana karşı, emperyalizme karşı bir ortak cep­
hede birleşmesini ger.ektirmektedir;
f) ortak devrimci bir cephe oluşturulup sağ­
lamlaştırılmadan, gelişmiş ülkelerde işçi sımfının
zaferi ve ezilen halkların emperyalizmin boyundu­
ruğundan kurtuluşu olanaksızdır;
g) ortak devrimci bir cephenin oluşturulması,
ezilen halkların «anavatanıı emperyalizmine karşı
kurtuluş mücadelesi ; ezen ulusun proJetaryası ta­
rafından d Ô ğrudan ve kararlılıkla desteklenmeksi­
zin olanaksızdır, çünkü <<başka halkları ezen bir
halk özgür olamazıı (Engels) ;
h) bu destek, ulusların ayrılma hakkı, bağım­
sız devlet olarak var olma hakkı şiarımn . yüce tu- ·
tulması, savunulması ve gerçekleştirilmesi demek­
tir;
i) bu şiar gerçekleştirilmeksizin, ulusların, tüm
dünyada sosyalizmin zaferinin maddi temelini oluş­
turan yekpare dünya pazarı içinde birleşmelerini
ve işbirliğini sağlamak olanaksızdır;
j ) bu birlik, halkların karşılıklı güveni ve kar­
deşçe ilişkileri temelinde oluşan yalnızca özgür bir
birlik olabilir.
Buradan, ulusal sorunda iki yan, iki · eğilim
ortaya çıkar : emperyalist zincirlerden siyasi kur­
tuluş ve bağımsız ulusal devlet kurma eğilimi -bu,
emper;alist baskı ve sömürge sömürüsü temelinde
ortaya çıkan bir eğilimdir; ve ulusların iktisacten
birbirlerine yaklaşınaları eğilimi- bu, dünya pa-

'68
zarının ve dünya iktisadının oluşmasından ortaya
çıkan bir eğilimdir.

« Gelişmekte olan kapitalizm , , der Lenin,


«ulusal sorunda iki tarihi eğilim tanır. Birinci
eğilim: Ulusal yaşantının ve ulusal hareketle­
rin uyanışı, her türlü ulusal baskıya karşı mü­
cadele, ulusal devletlerin yaratılması. İkinci eği- �

lim: Uluslar arasındaki çok çeşitli bağların ge­


lişmesi ve çoğalması, ulusal çitlerin yıkılması,
sermayenin, genelde iktisadi yaşamın, siyase­
tin, bilimin vs. uluslararası birliğin yaratılma­
sı. Her iki eğilim d·e kapitalizmin evrensel yar
sasıdır. Birincisi kapitalist gelişmenin başlan­
gıç aşamasında ağır basar; ikincisi olgunlaşmış,
sosyalist topluma dönüşmeye doğru yol alan
kapitalizmt belirler. » C Bkz. 4. baskı, cilt 20, s. .
l l , Rusça. )

Emperyalizm açısından bu iki eğilim, uzlaş­


maz çelişkilerdir; çünkü emperyalizm, sömürgele­
ri s ömürmeksizin ve onları şiddet yol:ıyla ((yekpa­
re bütünıı ün çerçevesi içinde tutmaksızın yaşaya­
maz; çünkü emperyalizm yalnızca, onlar olmaksı­
zın genelde düşünülemeyecek olan ilhaklar ve sö­
mürge· fetihleri yoluyla ulusları birbirine yaklaştı­
rabilir.
Buna karşılık komünizm için ise bu iki eği­
lim, bir ve aynı şeyin, ezilen halkların emperya­
lizmin boyunduruğundan kurtuluşu davasının iki
yönüdür; çünkü komünizm, halkların yekpare dün­
ya iktisadında birleştirilmelerinin ancak karşılık­
lı güven ve özgür anlaşma temelinde mümkün ol­
duğunu. bilir, halkların özgür bir birliğinin yara­
tılması yolunun, sömürgeleri (cyekpareıı emperya-

69
list <(butünııden ayrılmasından, onların bağımsız
devletlere dönüşmesinden geçtiğini bilir.
Egemen ulusların (İngiltere, Fransa, Ameri­
ka, İtalya, Japonya vb. ) kendi emperyalist hü­
k.ümetlerine kaqı mücadele etmek istemeyen ;
<(kendiıı sömürgelerinin ezilen halklarının baskı­
dan kurtulma, devlet olarak ayrılma mücadelesini
desteklemek istemeyen <<sosyalistlerinin}) büyük
güç şovenizmine karşı inatçı, sürekli ve kararlı
mücadele zorunluluğu bundan ötürüdür.
Bu mücadele olmaksızın, egemen ulusların iş­
çi sınıfını hakiki enternasyonalizm ruhuyla, ba­
ğımlı ülkelerin ve sömürgelerin emekçi kitlelerine
yakınlaşma ruhuyla, proletarya devrimine gerçek­
ten hazırlanma ruhuyla eğitmek düşünülemez.
Eğer Rus proletaryası, eski Rus imparatorluğunun
ezilen halklarının sempatisine ve desteğille sahip
olmasaydı, Rusya'da devrim zafere ulaşmazdı ve
Kolçak ve Denikin yenilmezdi. Ama bu halklatın
sempati ve desteğini kazanmak için o, her şeyden
önce, Rus emperyalizminin zincirlerini parçalamak
ve bu halkları ulusal baskıdan kurtarmak zorun­
daydı.
Aksi taktirde, sovyet iktidarmı sağlamlaştır­
mak, hakiki enternasyonalizmi sağlamak ve Sov­
yet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adını taşıyan
ve halkların yekpare bir dünya iktisadındaki ge­
lecekteki birliğinin yaşayan örneği olan, halkların
işbirliğinin büyük örgütünü yaratmak olanaksız
olurdu.
Kendi ulusal dar görüşlülüklerini aşmak iste­
meyen ve kendi ülkesinin kurtuluş hareketi ile ege­
men ülkelerin proletaryş, hareketi arasındaki ba­
ğıntıyı kavramayan ezilen ülkelerin sosyalistleri-

70
nin ulusal içe kapanıklığına, dar görüşlülüğüne ve
yalıtıklığına karşı mücadele zorunluluğu bundan
ötürüdür.
Bu mücadele olmaksızın, ezilen ulusların pro­
letaryasının bağımsız bir siyaset izieyebilmesi ve
ortak düşmanın devrilmesi için mücadelede, em­
peryalizmin devrilmesi için mücadelede egemen
ülkelerin proletaryasıyla sımf dayanışmasını ger­
çekleştirebilmesi düşünülemezdi.
Bu mücadele olmaksızın, enternasyonalizm
olanaksız olurdu.
Egemen ulusların ve ezilen ulusların emekçi
kitlelerini devrimci enternasyonalizm ruhunda
eğitmenin yolu budur.
İşçilerin enternasyonalizm ruhunda eğitilme­
sine ilişkin komünizmin ikili görevi hakkında Le­
nin şunları söylüyor:

«Bu eğitim . . . büyük, ezen uluslar ve küçük,


ezilen uluslar, ilhak eden ve ilhak edilen ulus­
lar için somut olarak birbirinin aynı olabilir mi?
Elbette k i olamaz. Ortak hedefe; tam hak
bütüıı uluslann en sıkı yakınlaşma­
e şitliğine,
sına ve sonra da kaynaşmasına giden yol; ör­
neğin tıpkı bir kitap s ayfasının ortasında bu­
lunan bir noktaya giden yolun, sayfanın bir ke­
nanndan sola doğru, karşı kenanndan ise sağa
doğru gitmesi gibi, burada da elbette çeşitli so­
mut yollardan geçecektir. Büyük, ezen, ilhakçı
bir ulusun bir sosyal-demokratı, bir yandan ge­
nelde uluslann kaynaşmasını savunurken, 'ken­
di' Nikolaus II'sinin, 'kendi' Wilhelm, George ,
Poincare vs.sinin de küçük uluslarla (ilhaklar
yoluyla) kaynaşmasından yana olduğunu bir
an bile unutursa, -Nikolaus II, Galiçya ile

71
'kaynaşmaktan' yanadır, Wilhelm II, Belçika ile
'kaynaşmaktan' yanadır vs.-, böylesi bir sos­
yal-demokrat teoride gülünç bir doktriner, pra­
tikte ise emperyalizmin · bir suç ortağı olur.

Ezen ülkelerdeki işçilerin entemasyonalist


eğitiminin ağırlık noktasında, kayıtsız koşul­
suz, ezilen ülkelerin ayrılma özgürlüğünü pro­
paganda etmek ve savunmak zorundadır. Bu ol­
maksızın enternasyonalizm oımaz. Bu propa­
gandayı yapmayan bir ezen ulusun her sos­
yal-demokratını, emperyalist ve alçak saymak
hakkımız ve görevimizdir. Sosyalizmin gerçek­
leşmesinden önce ayrılma oıayı binde bir olay­
da bile mümkün ve 'gerçekleştirilebilir' olsa da,
bu mutlak bir taleptir . . .
Öte yandan, küçük bir ulusun sosyal-de­
mokratı, aj itasyonunda ağırlık noktasını genel
formülümüzün ikinci kelimesine vermelidir:
ulusların 'özgürbirliği'. O, bir entemasyonalist
olarak yükümlülüklerini zedelemeksiL;in, hem
kendi ulusunun siyasi bağımsızlığından, hem de
komşu devlet X, Y, Z, vs.ye katılmasından ya­
na olabilir. Ama o, her durumda, ulusal dar gö­
rüşlülüğe, içe kapanıklığa ve yalıtıklığa karşı,
ve bütünün ve genelin hesaba katılması , parça�
nın çık arlarının, bütünün çıkarlarına tabi kı­
lınması için mücadele etmelidir.

Sorunu derinlemesine incelememiş kişiler,


ezen ulusların sosyal-demokratları 'ayrılma öz­
gürlüğü' üzerinde ısrar ederken, ezilen ulusla­
rın sosyal-demokratlannın ' birleşme özgürlüğü'
üzerinds direnmelerinin ' çelişkili' olduğunu dü­
şünüyorlar. Ama üzerinde biraz düşününce, en­
ternasyonalizme ve ulusların kaynaşmasına gi­
den bir başka yol, verili durumdan bu hedefe
,
giden bir başka yol olmadığı ve olamay:;tcağı

72
görülecektir. " (Bkz. 4. baskı, cilt 22 , s . 330-332,
Rusça.)

(Stalin. Lenfnizmin Sorunları, Birinci Bölüm. «Leninizmin


Temelleri», s. 73 vd., 1924.)

2 - BoJ.şevizmin Ulusal Programımn Ana Şiarı


Olarak Ayrılıp Ayrı Devlet Kurmaya Kadar
Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı

. . . Rusya'nın devrimci proletaryasının par­


tisi, çalışmasında Büyük Rus dilini kullanan
Parti, ayrılma hakkını tanımakla yükümlüdür.
iktidarı ele geçirdikten sonra biz bu hakkı mut­

laka, Finlandiya'ya olduğu gibi Ukrayna'ya,


Ermenistan ' a ve Çarlık (ve Büyuk Rus burju­
vazisil tarafından ezilen her halka tanıyacağız.
Ö te yandan ama biz ayrılmayı hiç mi hiç iste­
miyoruz. Biz mümkün olduğunca büyük bir dev·
let, Büyük Ruslara komşu yaşayan mümkün ol­
duğunca çok sayıda ulusların mümkün olduğun­
ca sıkı bir birliğini istiyoruz; biz bunu demokra­
sinin ve so�yalizmin çıkarları gereği, çeşitli ulus­
ların mümkün olduğunca çok sayıd a emekçileri­
nin proletaryanın mücadelesine yakınlaştırılma­
sının çıkarları gereği istiyoruz. Birdevrimci-pro­
leter bir birlik, birleşme istiyoruz, parçalanma
değil. Ama biz devrimci bir birleşme istiyoruz.
Bunun için de bir bütün olarak tüm devletlerin
birleştirilmesi şiarını ileri sürmüyoruz, çünkü
sosyal devrim yalnızca sosyalizme geçmiş ve
geçmekte olan devletlerin, kurtulan sömürgele­
rlu vb. gündemine koymaktadır. Biz özgür bir
birleşme istiyoruz . Ve bunun için de ayrılma
özgürlüğünü tanımakla yükümlüyüz ( ayrılma

73
özgürlüğü olmadan birleşme özgür olarak ni­
telenemez) .
. . . Biz, Rus . . . halkının cumhuriyetinin di­
ğer ulusları kendine c ezbetmesini istiyoruz.
Ama neyle? Şiddetle değil, tam tersine yalnız­
ca özgürce anlaşma ile� Yoksa tüm ülkelerin
işçilerinin birliği ve kardeşçe ittifakı yaralanır.
Burjuva demokratlarından farklı olarak bizim
şiarımız tüm ulusların kardeşliği değil, bilakis
tüm milliyetlerin işçilerinin kardeşliğidir, çün­
kü bizim tüm ülkelerin burjuvazisine güveni­
miz yok, biz onları düşman olarak görüyoruz.
(Lenin, Tüm Eserler, cilt XXI, s. 403 vd.)

AJ Ayrılıp Ayrı Devlet Kurmaya Kadar


Ulusların Kend.i Kaderini Tayin Haklu
Şekliooeki Leninist Slogan

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, yalnız­


ca, siyasal anlamda bağımsızlık hakkı, ezen ulus­
tan siyasal bakımdan ayrılma özgürlüğü hakkı de­
mektir. Siyasal demokrasinin bu talebi somut ola­
rak, ayrılma için tam ajitasyon özgürlüğü ve ay­
rılma sorununun ilgili, yani ezilen ulusun referan­
dumuyla çözülmesi demektir, ki bu istem, ayrılma,
parçalanma, küçük devletler kurma talebiyle eşit
değildir. Bu yalnızca, her türlü ulusal boyunduru­
ğa karşı savaşımın mantıki ifadesidir. Devletin de­
mokratik örgütlenmesi tam ayrılma özgürlüğüne
ne kadar yakınsa, ayrılma özlemi pratikte o ölçü­
de daha seyrek ve zayıf olur, çünkü büyük devlet­
lerin üstünlüğü, hem iktisadi ilerleme bakımından,
hem yığınların çıkarları bakımından tartışmasız­
dır, ve bu üstünlükler, kapitalizmin gelişmesiyle

74
artar. Kendi kaderini tayin hakkının* tamnması,
federasyon ilkesinin tanınmasıyla aym anlama gel­
mez. Bir kimse bu ilkeye kesin olarak karşı olup,
demokratik merkeziyetçilik yanlısı olabilir, ama
tam demokratik merkeziyetçiliğe varan biricik yoJ
olarak, yine de, federasyonu, ulusal hak eşitsizli­
ğine yeğ tutabilir.
İşte tam da bu bakış açısıyladır ki, merkezi­
yetçi Marx, İrlanda ile İngiltere'nin federasyonu­
nu, İrlanda'mn İngilizler tarafındaı-l zorla boyun­
duruk altında tutulmasına yeğ tutmuştur.
Sosyalizmin amacı yalmzca küçük devletlere
[bölünmenin -ÇN] ve ulusların her türlü tecri­
dinin kaldırılması değil, sadece ulusların yakınlaş­
tırılması değil, aym zamanda onların kaynaştırıl­
masıdır da. Ve tam da bu amaca ulaşmak için biz,
bir yandan kitleleri, Renner ve Otto Bauer'in fik­
rinin ( «ulusal-kültürel özerklikıı denilen şey) ge­
rici karakteri konusunda aydınlatırken, öte yan­
dan, ezilen ulusların kurtuluşunu, genel boş söz­
lerle, içi boş lafebelikleriyle, sosyalizmle avutarak
değil, bilaki.s berrak ve tam bir şekilde formüle
edilmiş siyasi . bir programda, hem de ezen ulus­
ların sosyalistlerinin ikiyüzlülüğü ve korkaklığı
üzerinde özellikle durarak talep etmeliyiz. Nasıl ki
insanlık, sınıfların ortadan kalkmasına ancak ezi­
len sımfın diktatörlüğünün geçiş dönemiyle ulaşa­
bilirse, ulusların kaçınılmaz kaynaşmasına da an­
cak tam kurtuluşun, yani tüm ezilen ulusların ay­
rılma özgürlüğünün geçiş dönemiyle varabilir . . .

"' Redaksiyonun notu. Ulusların kendi kaderini tayin hak­


lanın Bolşevik kavranışz:ıın Stalin yoldaş tarafından açıklanma­
sı, onun «.l\l!arksizm ve Ulusal Sorun» makalesinde, s. 2l'de
vardır.

75
Sosyalist devrim pek yakin bir gelecekte baş­
layabilir. Bu taktirde proletaryanın acil görevi: ik­
tidarı ele geçirmek, bankaları mülksüzleştirmek ve
diğer diktatörlük önlemleri olacaktır. Burjuvazi
- ve özellikle Fabiancılar ve Kautskyciler tipin­
den aydınlar - böyle bir anda, devrimi, ona, sı­
nırlı demokratik hedefler yükleyerek bölmeye ve
frenlemeye çalışacaklardır. Burjuva iktidarının te­
mellerine karşı proleterlerin saldırısının daha baş­
langıcında, tüm saf demokratik talepler belli bir
anlamda devrimin · yolu üzerinde [engeller -ÇN]
durumunda ise, tüm ezilen halklara özgürlük (ya­
ni kendi kaderini tayin hakkı) tanımak ve bunu
gerçekleştirmek, burjuva-demokratik devrimin za­
feri için, örneğin 1848'de Almanya'da ya da 1905'
te Rusya'da ne kadar aktüel bir sorun idiyse, sos­
yalist devrim için de öyle olacaktır.
·

Muhtemelen ama sosyalist devrimin başlama­


sına kadar daha beş yıl, on yıl ya da daha uzun
bir zaman geçecektir. Kitlelerin öyle bir devrimci
eğitimi gündemde olacaktır ki, sosyal-şovenler ve
oportünistler, işçi sınıfı partisi üyesi olamasınlar
ve bunlar 1 914-1916'da olduğu gibi başarı sağla­
yamasınlar.
Sosyalistler yığınlara açıklayacaklardır ki, sö­
mürgelerin ve İrlanda'nın İngiltere'den ayı·ılma öz­
gürlüğünü talep etmeyen İngiltere sosyalistleri; Al­
man sömürgeleri, Alsaslılar, Danimarkalılar ve Po­
lonyalılar için ayrılma özgürlüğü talep etmeyen,
ulusal baskıya karşı dolaysız devrimci propaganda
ve devrimci kitle eylemlerini yaymayan, Zabern
olajı gibi olaylardan, ezen ulusun proletaryası saf­
larında en geniş illegal propaganda için, sokak
gösterileri ve devrimci yığın eylemleri için yarar-

76
lanmayan Almanya sosyalistleri ; Finlandiya, Po­
lanya, Ukrayna vb.nin ayrılma özgürlüğünü talep
etmeyen Rusya sosyalistleri - bütün bu tür sos­
yalistler, kana ve pisliğe bulanmış iğrenç emper­
yalist krallıkların ve emperyalist burj uvazinin
uşakları olarak hareket etmektedirler. ,
(Lenin, Tüm Eserler, cilt XIX, «Sosyalist Devrim ve Ulus­
ların Kendi Kaderini Tayin Hakkı>>, s. 43 vd., s. 51 vd., 1916.)

«Kendi kaderini tayin hakkı yalnızca ayrılma


hakkı demek değildir. Federal bağlanma hakkı,
özerklik hakkı da demektirıı , diye yazıyorsunuz.
Ben kesinlikle hemfikir değilim. O, federasyon hak­
kı demek değildir. Federasyon, eşitlerin bir ittifa­
kıdır, genel muvafakati gerektiren bir ittifaktır.
Na:Sıl olur da bir tarafın diğer tarafın kendisiyle
muvafakatini [talep etme -ÇN] hakkı olabilir?
Bu abestir. Biz ilke olarak federasyona kanııyız; o
iktisadi dayanışmayı zayıflatır, yekpare bir devlet
için uygun olmayan bir tiptir. Ayrılmak mı isti­
yorsun? Şeytan görsün yüzünü, eğer · iktisadi bağ­
ıantıyı parçalayabilirsen, ya da daha doğrusu : «bir­
likte yaşamaımın boyunduruğu ve sürtüşmeleri,
iktisadi bağlantı davasını bozacak ve mahvedecek
şekilde ise. Ayrılmak istemiyor musun? O zaman,
lütfen benim yerime karar verme, federasyon cchak­
lu»na sahip olduğunu duşünme. «Özerklik hakkııı ? ?
Yine yanlış. Biz tüm parçalar için özerklikten ya­
nayız, ayrılma hakkından yanayız (herkesin ayrıl­
masından yana değil ! ) . Özerklik, demokratik bir
devlet inşası için bizim planımızdır. Ayrılma ke­
sinlL"k:le bizim planımız değildir. Genelde biz ayrıl­
maya karşıyız. Ama biz, ulusların birarada yaşa­
ması davasını, bağlantının bazen özgürce ayrılma-

77
dan S(]>nra daha büyü.k olacağı şekilde budamış olan
Büyük Rus aşırı gerici milliyetçiliği karşısında, ay­
rılma hakkından yanayız ! !
Kendi kaderini tayin hakkı, bizim genel mer­
'
keziyetçilik öncünerimizden bir istisnadır. Bu is­
tisna, Büyük Rus aşırı gerici milliyetçiliği göz
önünde tutulduğunda mutlaka zorunludur, ve bu
istisnadan en küçük vazgeçme oportünizmdir (Ro­
sa Luxemburg'da olduğu gibi) , Büyük Rus aşırı
gerici milliyetçiliğine yaranmak için aptalca bir
oyundur. Ama istisna geniş anlamda yorumlanma­
malıd1r. Burada söz konusu olan, ayrılma hakkın­
dan başka hiçbir şey, ama hiçbir şey değildir ve
öyle olmalıdır.
(Lenin. Tüm Eserler, cilt XVII, S. G. Şaıımyan'a Mektup,
�- 105 vd. , 1913.)
İlhak kavramı genellikle şunları içerir: 1) Zor
kavramı (zor la katma) ; 2 ) başka bir ulus tara­
fından ezilme kavramı ( <<yabancııı toprakların ka­
tılması vb.) , ve - bazen 3) statükonun bozul­
-

ması kavramı. Biz tezlerde bunlara işaret ettik ve


herhangi bir eleştiriyle karşılaşmadık.
Sosyal-demokratlar genelde zora karşı olabilir­
mi, diye sorulabilir. Elbette olamazlar. Demek ki
biz ilhaklara, zor ediiDi oldukları için değil, baş­
ka bir nedenle karşıyız. Sosyal-demokratlar sta­
tükeıdan yı:ı-na da olamazlar. Ne kadar evirip çevir­
seniz de, şu vargıdan kaçınılamaz : ilhak, bir ulu­
sun kendi kaderini tayin hakkımn çiğnenmesidir,
devlet sımrlanmn halkın iradesine rağnıen sap­
tanmasıdır.
İlhaka karşı olmak, ulusların kendi kaderini
tayin hakkından yana olmak demektir. «Bir ulu­
sun belli bir devletin sınırları içinde zorla tutul-

78
masına karşı)) olmak, (biz, tezlerimizin IV. kesi­
ıninde aynı fikrin bu biraz değişik ifadesini özel­
likle kullandık , ve Polonyalı yoldaşlar, § I, 4'ün
başında, bize tam açıklıkla yanıt vererek, «ezilen
ulusların ilhakçı devletin sınırları içinde zorla tu­
tulmasına karşı olduklarınııı belirttiler) ulusların
kendi kaderini tayin hakkından yana olmakla ayın
şeydir.
Sözcükler üzerine kavga etmek istemiyoruz.
Eğer programında (ya da herkesi bağlayan "bir ka­
rarında - önemli olan biçim d�ğildir) ilhaka* .kar­
şı olduğunu, ezilen ulusların kendi devletinin sı­
nırları içinde zorla tutulmasına karşı olduğunu ilan
etmeye hazır bir parti varsa, biz bu parti ile ilke­
sel olarak tam bir fikirbirliği içinde olduğumuzu
söylemeye hazırız. «Ulusların kendi kaderini tayin
hakkııı deyimine sarılmak, anlamsız olurdu. Ve
eğer bizim Partimizde, Parti Programının § 9'unun
kelimelerini, formülasyonunu bu zihniyetle değiş­
tirmek isteyen kimseler varsa, biz böylesi yoldaş­
lada görÜş ayrılığını bir ilke ayrılığı saymayız !
Burada önemli olan tek şey sloganlarımızın si­
yasal berraklığı ve teorik bakımdan olgunluğudur.
Bu sorundaki sözlü tartışmalar sırasında (ve
sorunun özellikle şimdi, savaş koşulları içindeki
önemini kimse yadsımamaktadır) şu argüman ile­
ri sürüldü (buna basında rastıamadık) : Belirli bir
kötülüğü protesto etmek, bu kötülüğü dıştalayan
olumlu bir kavramın tanındığı anlamına mutlaka
gelmez. Bu argümanın iler-tutar yanı olmadığı
açıktır, ve herhalde bundan ötürüdür ki, basında

* «Eski ve yeni i/haklara karşı» diye formüle etti bunu


K. Radek «Berner Tagewacht»taki makalesinde.

79
hiçbir yerde yinelenmedi. Eğer bir sosyalist parti,
«ezilen bir ulusun, ilhak eden devletin sınırları
içinde zorla tutulmasına karşıı> olduğunu ilan edi­
yorsa, bu parti bununla kendisini, iktidara gelir
gelmez zorla tutmaktan feragat etmekle yüküm­
lendirmektedir.
Kuşkusuz, eğer yarın Hindenburg Rusya'ya
karşı bir yarı-zafer elde ederse ve bu yarı-zaferin
ifadesi olarak (İngiltere'nin ve Fransa'nın, çarlığı
bir ölçüde zayıf düşürme arzusuyla bağlantı için­
de) yeni bir Polanya devleti ortaya çıkarsa - ki
bu, kapitalizmin ve emperyalizmin iktisadi yasa­
ları bakımından pekala <<gerçekleştirilebilir>> bir­
ş�ydir -, ve sonra ertesi gün Petrograd, Berlin ve
Varşova'da sosyalist devrim muzaffer olursa, Po­
lanya sosyalist hükümeti de, Rus ve Alinan sosya­
list hükümetleri gibi, örneğin Ukraynallların «Po­
lanya devletinin sınırları içinde» «zorla tutulrrıa­
sv>ndan feragat edecektir. Ve eğer, <<Gazeta Robot­
niczaı> nın yazı kurulu üyeleri bu hükümete katıl­
mış bulunurlarsa, kuşkusuz onlar, «tezlerinden»
vazgeçecekler ve böylelikle «ulusların kendi kade­
rini tayin hakkının sosyalist topluma uygulanama­
yacağvı yolundaki <<teorinlerini çürüteceklerdir.
Eğer biz başka bir görüşte olsa idik, gündemimize
Polonyalı sosyal-demokratlada yoldaşça tartışma
diye birşeyi değil, şovenler olarak onlara karşı
amansız mücadeleyi koyardık.
Varsayalım ki ben, herhangi bir Avrupa ken­
tinde sokağa çıkarak, kendime bir köle satın al­
mama izin verilmediği için alenen <<protestoda»
bulundum ve bunu basında da protesto ettim. Hiç
kuşkusuz herkes, beni bir köle sahibi, kölecilik il­
kesinin ya da sisteminin bir savunucusu saymakta

80
haklı olurdu. Benim köleciliğe olan sempatilerimin
olumlu bir biçimde ( <<ben kölecilikten yanayımıı )
değil de, olumsuz bir protesto biçimine bürünmüş
olması :- buna hiç kimse aldanmazdı. Bir siyasal
«protesto)), bir siyasal programla tamamen aym
anlama gelir ; bu o kadar açık birşeydir ki, bunu
anlatmak zorunda kalmak, insanı rahatsız ediyor.
Her halükarda biz, hiç değilse Zimmerwald solun­
da - Zimmerwald grubundan bir bütün olarak
söz etmiyoruz, çünkü Martov ve öteki Kautskyci­
ler de bu gruptadırlar -, bir siyasal protestoyu si­
yasal programdan ayıracak, birini ötekinin karşıtı
gibi gösterecek vb. kimselere III. Enternasyonal'de
yer olmayacaktır dediğimizde, herhangi bir «pro­
testo)) ile karşılaşmayacağımıza kesin olarak ina­
myoruz.
(Lenin, Tüm Eserler, cilt XIX, «Kendi Kaderini Tayin
Üzerine Tartışmanın Sonuçları», s. 304 vd., 1916.)

BJ Ulusal Sorunda Bolşevik Programın


Esas Talepleri*

Geriye ulusal sorunun olumlu çözümünü an­


latmak kalıyor.
Biz sorunun ancak Rusya'nın bugün içinde
bulunduğu durumla ayrılmaz bağ içinde çözülebi­
leceğinden yola çıkıyoruz.

* Redaksiyonun notu. Bu parça, Rusya'daki burjuva-de­


mokratik devrimde ulusal sorunda Bolşevik/erin programının bir
yorumlanmasıdır. Stalin yoldaş, ulusal sorunun artık proletarya
ve yoksul köylülüğün diktatörlüğü için mücadelemizin parçası
olarak konulduğu 1917 Nisan Konferansı'nda da bu programın
tüm taleplerini savundu. Ekim Devrimi bu ulusal kurtuluş prog­
ramını , gerçekleştirdi, ona yeni, sosyalist bir içerik verdi ve ulu­
sal siyaseti sosyalist inşanın gayet önemli pir aracı kıldı.

81
Rusya «normalıı , «anayasal» bir yaşama va­
ramamış, siyasi krizin henüz çözülmemiş olduğu
bir geçiş dönemi içinde yaşamaktadır. Önümüzde
fırtınalı ve «karışıkıı günler bulunuyor. Bugünkü
ve gelecekteki hareketin kendisine hedef olarak
[Rusya'yı -ÇN] tamamen demokratikleştirmeyi
koyması bundandır.

Ulusal sorun işte bu hareket ile bağ içinde


incelenmelidir.
Demek ki, ulusal sorunun çözümünün temeli
ve önkoşulu olarak ülkenin tamamen demokratik­
leştirilmesi.
Sorunun çözümünde sadece iç durum değil,
aynı zamanda dış durum da göz önünde tutulma­
lıdır. Rusya, Avrupa ile Asya arasında, Avusturya
ile ·çin arasındadır. Asya'da demokratizmin büyü­
mesi kaçımlmazdır. Avrupa'da emperyalizmin ge­
lişmesi bir tesadüf değildir. Avrupa, sermayeye kü­
çük gelmeye başlar ; yeni pazarlar, ucuz işgücü, ye­
ni yatırım olanakları peşinde koşan sermaye, şid­
detle yabancı ülkelere yüklenir. Ancak bu durum
dış politika karışıklıklarına ve savaşa yol açar.
Balkan Savaşı'mn karışıklıkların başı değil, sonu
olduğunu kimse söyleyemez. Bu yüzden, Rusya'da­
ki şu ya da bu milliyetin bağımsızlık sorununu or­
taya atmayı ve çözmeyi gerekli bulabiieceği iç ve
dış konj onktürlerin biraraya gelmesi elbette müm­
kündür. Ve böyle durumlarda engeller çıkarmak
kuşkusuz Marksistlerin işi değildir.
Bundan, Rus Marksistlerinin ulusların kendi
kederini tayin hakkını tanımaksızın ederneyecek­
leri sonucu çıkmaktadır.
Demek ki, ulusal sorunun çözümünde ulusla-

82
rın kendi kaderlerini tayin hakkı kaçımlmaz bir
noktadır.

Devam edelim. Şu ya da bu nedenden ötürü


bütünün çerçevesi içinde kalmayı yeğ tutan ulus­
ların durumu ne olacaktır?

Ulusai-kültürel özerkliğin i§e yaramaz olduğu­


nu gördük. Birinci olarak bu özerklik yapaydır ve
hayatiyetten yoksundur; çünkü yaqamın, gerçek
yaşamın birbirinden ayırarak ülkenin ayrı .köşe ve
bucaklarına dağıttığı insanların yapay olarak bir
ulus içine çekilmesini öngörmektedir. İkinci ola­
rak bu özerklik, milliyetÇiliğe götürür; çünkü in­
sanların ulusal kuryalara göre ((ayrılması>> görü­
şüne, ulusların ((ör gütlenmesin görüşüne, ((ulusal
özelliklerıı in ((korunmasın ve geliştirilmesi görüşü­
ne götürmektedir - ki bunlar Sosyal-Demokrasi
için yakışık almayan şeylerdir. Reichsrat'taki Mo­
ravyalı ayrılıkçıların, Alman Sosyal-Demokrat mil­
letvekillerind.en ayrıldıktan sonra Moravyalı bur­
juva mille tvekilleriyle , deyim yerindeyse bir Mo­
ravya ((Koloıısu [küme] oluşturmaları bir tesadüf
değildir. ((Sabbatın ve ((İbraniceııyi kuts allaştıran
Bundçu ayrılıkçıların milliyetçilik batağına sap­
lanmaları da tesadüf değildir. Duma'da henüz
Bundçu milletvekili yoktur, fakat ((Bundn un etki
alanında dinci-gerici Yahudi camiası var ve
((Bundıı , bu camianın ((idari kurumlarındaıı , Yahu­
di işçilerle Yahu di burjuvazisi arasında <Cbirlikn
düzenliyor.* Ulusal-kültürel özerkliğin mantığı bu­
dur işte.

·lf- «'Bun'd'un VIII. Kon/eransı Üzerine Rapor», Canzia


üzerine kararın sonu.

83
O halde uhısal özerklik sorunun çözümü de­
ğildir.
Peki ama çıkar yol nerededir?

Biricik doğru çözüm, bölgesel özerkliktir, Po­


lonya, Litvanya, Ukrayna, Kafkasya vb. gibi belir­
ginleşmiş birimlerin özerkliğidir.

Bölgesel özerkliğin üstünlüğü öncelikle şudur :


Burada söz konusu olan topraksız bir kurgu değil,
fakat belirli bir toprakta yaşayan belirli bir aha­
lidir. Bundan başka bu özerklik, insanları ulusla­
ra göre ayırmaz, ulusal engelleri sağlamlaştırmaz
- aksine engelleri yıkar ve farklı bir ayırımın, sı­
nıflara göre ayırımın yolunu açmak için nüfusu
birleştirir. Son olarak bu özerklik, söz konusu böl­
genin, ortak merkezin kararlarını beklemek zo­
runda kalmaksızın doğal zenginliklerini en iyi bi­
çimde kullanma ve üretici güçleri geliştirme ola­
naklarını sağlar - ki bunlar ulusal özerkliğin içer­
mediği fonksiyonlardır. .

Demek ki ulusal so;runun çözümünde kaçıml­


maz nokta olarak bölgesel özerklik.

Elbette hiçbir bölge tüm alanı. içinde ulusal


bakımdan homojen değildir, çünkü bu bölgelerden
her birine ulusal azınlıklar serpiştirilmiştir. Po­
l onya'da Yahudiler, Litvanya'da Letonlar, Kafkas­
ya'da Ruslar, Ukrayna'da Polonyalılar vb. gibi. Bu
nedenle, ulusal çoğunlukların ulusal azınlıkları
baskılamalarından kaygı duyulabilir. Bu tür kay­
gılar, ülke ancak eski durumunda kaldığı sürece
geçerlidir. Ülke tamamen demokratikleşsin, bu kay­
gılar da yitecektir.
Dağılmış azınlıkları yekpare bir ulusal birlik-

84
te birleştirmek öneriliyor. Fakat azınlıkların yapay
biriikiere değil, yaşadıkları yerlerde gerçek pakla­
ra ihtiyaçları var. Tam bir demokratikleşme ol­
maksızın böyle birlikler onlara ne verebilir? Ya da
tam demokratikleşme durumunda özel ulusal bir­
Iikiere ne gerek vardır?

Bir ulusal azınlığı özellikle ne ilgilendirir?


Azınlık, bir ulusal birlikten yoksun olduğu için
değil, anadilini konuşma hakkından yoksun bıra­
kıldığı için hoşnutsuzdur. Ona anadilini kullanma
hakkı verilsin, hoşnutsuzluk kendiliğinden kaybo­
lacaktır.
Azınlık, yapay bir birlikten yoksun olduğu için
değj_l, kendi ulusal okulundan mahrum bırakıldığı
için hoşnutsuzdur. Ona böyle bir o:Kul verilsin,
hoşnutsuzluğunun bütün temelleri ortadan kalka­
caktır.

Azınlık, bir ulusal birlikten yoksun olduğu için


değil, vicdan özgürlüğünden (dini ö�gürlük) , do­
laşim özgürlüğünden yoksun olduğu için hoşnut­
suzdur. Ona bu. özgürlükler verilsin, hoşnutsuzluğu
kalmayacaktır.

Demek ki ulusal sorunun çözümünde, kaçınıl­


maz nokta olarak, bütün biçimleriyle (dil, okul
vb.) ulusal eşitlik.Ülkenin tamamen demokratik­
leşmesi temelinde çıkarılmış, ne biçimde olursa ol­
sun istisnasız bütün ulusal ayrıcalıkları, ulusal
azınlıkların haklarının daraltılması ve kısıtlanma­
sını yasaklayan genel bir devlet yasası da kaçınıl­
mazdır.
Azınlıkların kağıt üzerinde kalmayan gerçek

85
haklannın güvencesi, ancak ve yalnız bu yolla
mümkündür.

Örgütsel federalizmle ulusal-kültürel özerklik


arasında mantıki bir ilişkinin varlığı" kabul .edile­
bilir veya edilmez. Fakat ulusal-kültürel özerkliğin
tam kopuşa, ayrılıkçılığa dönüşen sınırsız bir fe­
deralizm için elverişli bir atmosfer yarattığı tar­
tışma götürmez. Avusturya'da Çekler ve Rusya'da
Bundçular özerklikle başlamış, sonra federaJizme
geçmiş, en sonunda da kendilerini ayrılıkçılıkta
bulmuşlarsa, bunda hiç kuşkusuz ulusal-kültürel
özerklik tarafından yayılan milliyetçi atmosfer bü­
yük rol oynamıştır. musal özerklikle örgüt içinde
federasyonun elele yürümesi bir tesadüf değildir.
Bu anlaşılırdır da. Her ikisi de milliyetlere göre
ayrım talep ediyorlar. Her ikisi de milliyetlere gö­
re bir örgütlenme öngörüyorlar. Benzerlik açıktır.
Aradaki tek fark, birinde genel olarak nüfusun,
diğerinde ise Sosyal-Demokrat işçilerin ayrılması­
dır.

Biz, işçilerin milliyetlere göre ayrılmasının ne­


reye götürdüğünü biliyoruz. Birleşik işçi partisinin
parçalanması, sendikaların milliyetlere göre bö­
lünmesi, ulusal sürtüşmelerin, ulusal grev kırıcı­
lığın keskinleşmesi, Sosyal-Demokrasi saflarında
tam bir moral çöküntüsü - örgütsel federalizmin
sonuçları bunlardır. Avusturya'da Sosyal-Demok­
rasinin tarihi ve Rusya'da «Bundııun faaliyetleri
bunun açık kanıtıdır.

Buna karşı tek çıkar yol, enternasyonallik il­


kelerine göre örgütlenmektir.

Rusya'nın tüm milliyetlerden işçilerinin yerel

86
olarak birleşik ve yekpare kollektiflerde toplanma­
sı, bu kollektiflerin yekpare bir partide birleştiril­
mesi - görev budur.

Kendiliğinden anlaşılırdır ki, Partinin bu bi­


çimde yapılanması, yekpare parti bütünü içinde
bölgelerin geniş bir özerkliğini dıştalamaz, tersine
önşart koşar.

Kafkasya deneyimleri, böyle bir örgüt tipinin


amaca tam uygunluğunu gösteriyor. Eğer Kafkas­
yalılar, Ermeni ve Tatar işçiler arasındaki ulusal
kavgaları aşabildilerse, halkı katliam ve kurşunla­
ma olasılıklarına karşı koruyabiliyorlarsa; eğer Ba­
kı1'da, ulusal grupların bu kaleydoskopunda artık
uıusal çatışmalar daha şimdiden mümkün değilse,
orada işçileri güçlü bir hareketin yekpare akışı içi­
ne çekmekte başarılı olunmuşsa, bunda Kafkasya
Sosyal-Demokrasisinin enternasyonal yapılanması
önemli bir rol oynamıştır.

ÖrgÜt tipi sadece pratik çalışmaya etki yap­


maz. Aynı zamanda işçinin bütün manevi yaşamı
üzerinde silinmez izini bırakır. İşçi, örgütünün ya­
şantısını yaşar, manevi olarak orada gelişir ve ora­
da eğitilir. Örgütü ile ilişkide olan, orada her de­
fa ·diğer milliyetlerden yoldaşlarına rastlayan, or­
tak kollektifin yönetimi altında onlarla birlikte or­
tak mücadele yürüten işçi, işçilerin her şeyden ön­
ce bir sınıf ailesinin üyeleri, sosyalizmin birleşik
ordusunun üyeleri oldukları . düşüncesi ile kayna­
şır. Ve bu, işçi sınıfının geniş kesimleri için mu­
azzam bir eğitici önem taşır.

Birnun için enternasyonal örgüt tipi, arkadaş-

87
lık duygularımn okuludur, enternasyonalizm ya­
rarına en güçlü ajitasyondur.

Milliyetlere göre örgütlenmede ise durum fark­


lıdır. Milliyet ilkesi temelinde örg.ütlenmiş olan iş­
çiler, ulusal kabuklar'ına çekilir, örgütsel engeller­
le birbirlerinden ayrılırlar. İşçiler arasında ortak
meseleler değil, fakat işçileri birbirinden ayıran
şeyler vurgularur. Burada işçi her şeyden önce ulu­
sunun bir üyesidir : Yahudi, Polonyalı vb. <;)rgüt
içinde ulusal federalizmin, işçileri ulusal içine ka­
panma doğrultusunda eğitmesinde şaşılacak birşey
yoktur.
'

Bu nedenle ulusal örgüt tipi, ulusal dar görüş-


lülüğün ve fosille�menin okuludur.

. Böylece ,önümüzde ilke bakımından ayrı iki


örgüt tipi var : enternasyonal birlik tipi ve işçile­
rin milliyetl ere göre örgütsel «ayırımııı .

Bu iki tipi uzlaştırma çabaları şimdiye kadar


başarısız kalmıştır. Avusturya Sosyal-Demokrasisi­
nin 1897'de Wimberg Parti Kongresi'nde hazırlan­
mış bulunan uzlaştırıcı tüzüğü havada kalmıştır.
Avusturya partisi parÇalanmış ve sendikaları da
parçalanmaya çek�ştir. «Uzlaşmaıının sadece bir
ütopya değil, aynı zamanda zararlı olduğu da gö­
rülmüştür. Strasser, «ayrılıkçılıkııın «ilk zaferini
Wimberg Parti Kongresi'ndeıı kutladığını* öne sü­
rerken haklıydı. Rusya'da da aynı şey olmuştur.
«Bundıı Uı"'l federalizmi ile Stockholm Parti Kongre­
si'nde yapılan «uzlaşmaıı tam bir yıkımla sonuç-

* I. Strasser, a.g.e.

88
ıanmıştır. «Bundıı , Stockholm uzlaşmasını akarne­
te uğratmu�tır. Hemen Stockholm kongresinin er­
tesinde «Bund n , tek tek bölgelerin işçilerini yek­
pare, bütün milliyetlerin işçilerini kapsayan bir ör­
güt içinde birleştirme çalışmasına köstek olmuş­
tur. Ve «Bundn ; Rusya Sosyal-Demokrasisi hem
1907'de hem de 1908'de bütün milliyetlerden işçi­
lerin tabandaki birliğinin nihayet gerçekleştirilme­
si talebini ileri sürmesine rağmen, ayrılıkçı takti­
ğini inatla sürdürmüştür. · Örgütsel ulusal özerklik
ile başlamış olan «Bundıı , tam kopuşa, ayrılıkçılı­
ğa varmak için pratikte federasyona geçmiştir.
Rusya Sosyal-Demokrasisinden koparken, onun içi­
ne parçalanmışlık ve örgütsüzlük taşımıştır. Ör­
neğin, Jagiello olayım hatırlamak yeter.
Bu nedenle «uzlaşmaıı volundan ütopik ve za­
rarlı bir yol olarak vazgeçilmek zcırundadır.
İki şeyden biri: Ya <<Bundıı un federalizmi - ki
o zaman Rusya Sosyal-Demokrasisi işçilerin milli­
yetlere . göre <<ayrılmasın ilkeleri üzerine yeniden
kur-ulur; ya da enternasyonal örgüt · tipi - ki o
zaman <<Bundıı bölgesel özerklik ilkelerine göre,
Kafkasya, . Letonya, Polonya Sosyal-Demokrasileri­
nin örneğine göre kendisini yeniden örgütler ve
Yahudi işçilerin Rusya'mn diğer milliyetlerinden
işçileri ile doğrudan birleşmesinin yolunu açar.
İkisinin ortası yoktur : ilkeler galip gelirler, fa­
kat «Uzlaştırılmazlarıı .
Demek ki, ulusal sorunun çözümünde kaçıml­
maz nokta olarak işçilerin enternasyonal birlik il­
kesi.

(Stalin, «Marksizm ve Ulusal Sorun», «Marksizm ve Ulusal


Sorun ve ' Sömürge Sorunu», derlernesi içinde, s. 41-45, Rusça,
1913)

89
3 - Ulusal Sorunda Sosyal-Şovenizme Ve
Merkezciliğe Karşı Leninist Program Uğrunda
Partinin Mücadelesi

A. U lusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı Şiannın


Sosyal-Şovenizm Tarafından Reddedilmesine
Karşı Mücadele

Sosyal-şovenistlerin ulusal sorundaki prog­


ramı nedir?
Onlar ya Parabellum yoldaş tarafından öne sü­
rülenlere benzer argümanları kullanarak kendi ka­
derini tayin hakkını tümden yadsıyorlar, (Cunow,
Parvus, Rus oportünistıeri Semkovski, Liebmann
vd. ) . Ya da kendi kaderini tayin hakkını, kendi
uluslannın ya da askeri bakımdan dost oldukları
uluslatın sömürdüğü uluslara uygulamayarak iki­
yüzlülüğü apaçık ortada olan bir biçimde kabul
ediyorlar; (Plehanov, Hyndman, bütün Frankofil
sosyal-yurtseverler, Scheidemann ve şürekası vb. ) .
Sosyal-yurtsever yalamn en akla yatkın görünen,
bu nedenle de proletarya için en tehlikeli formü­
lasyonunu Kautsky sağlıyor. Söze gelince Kautsky,
ulusların kendi kaderini tayin hakkından yana;
söze gelince, sosyal-demokrat partinin «Ulusların
bağımsızlığına kapsamlı olarak ( ! ! ) ve kayıtsız­
şartsız ( ? ) saygı duyınası ve bunu talep etmesi>ın­
den yana ( «Neue Zeitn, 33, II, s. 241 ; 21 Mayıs
1 9 1 5 ) . Gerçeklikte ama Kautsky, ezen uluslar sos ­
yalistlerine düşen görevlerin ne olduğunu tam bir
şekilde saptamadan ulusal programı egemen sos­
yal-şovenizme uyarlamakta, çarpıtmakta ve kötü­
rümleştirmekte, ve her ulus için «devlet bağımsız-

90
lığı)) talep etmenin (<çok fazla)) ( ((Neue Zeitn. , 33,
II, s. 77, 1 6 Nisan 1 9 1 5) şey isternek olacağım söy­
leyerek demokratik ilkeyi bile açıkça tahrif etmek­
tedir. ((Ulusal özerklikı> , bakın hele, yeter de ar­
tar bile ! ! Kautsky, emperyalist burjuvazinin tar­
tışılmasına izin vermediği tam da en önemli sorun­
dan, yani ulusların ezilmesi üzerinde yükselen dev­
let sırurları sorunundan kaçınıyor; burjuvaziyi hoş­
nut edebilmek için, en önemli şeyi programdan
atıyor. Proletarya, yasallığın çerçevesi içinde kaldı­
ğı ve devlet sımdan sorununda burjuvaziye ((ses­
sizce)) baş eğdiği sürece, burjuvazi her türlü ((ulus­
ların hak eşitliğiıı , her türlü ((ulusal özerklikıı sözü
vermeye hazırdır ! Kautsky, sosyal-demokrasinin
ulusal programım devrimci değil, reformcu formü­
le etmiştir.
Parabellum yoldaşın ulusal programını, ya da
daha doğrusu, onun ((biz ilhaklara karşıyızıı yollu
güvencelerini parti yönetim kurulu, Kautsky,Ple­
hanov ve şürekası yürekten desteklemektedir, çün­
kü bu program, egemen sosyal-yurtseverleri teşhir
etmemektedir. Bu programı burjuva pasifistleri de
onaylayabilir. Parabellum yoldaşın mükemmel ge­
nel programı ( ((kapitalizme karşı devrimci yığın sa­
vaşımııı ) - tıpkı altmışlarda Proudhoncuların yap­
tığı gibi - o programla uyum içinde, onun ruhu
,

doğrultusunda, aynı ölçüde amansız ve aynı ölçü­


de devrimci bir ulusal sorun programı hazırlama­
sına değil, bilakis meydam sosyal-yurtsevedere terk
etmesine hizmet ediyor ! Bugünkü emperyalist çağ­
da dünyadaki sosyalistlerin çoğunluğu, başka ulus­
ları ezen ve bu baskıyı genişletmeye çalışan ulus­
ların üyesidir. Bu nedenledir ki, gerek barış, ge­
rek savaş zamanında ezilen ulusların ayrılma öz-

91
gürlüğünden yana propaganda yapmayan bir ezen
ulus sosyalistinin, bir sosyalist ve bir enternasyo­
nalist değil, bilakis bir §Ovenist olduğunu ilan et­
mediğimiz sürece, edihaklara karşı savaşımıı ımız
anlamsız kalacak ve sosyal-yurtseverler için tehli­
kesiz bir savaşım olacaktır. Hükümet yasaklarına
rağmen, yani özgür, ya:ı;;ı.i illegal basında böyle bir
propaganda yapmayan bir ezen ulus sosyalisti,
ulusların hak eşitliğinin ikiyüzlü savunucusundan
başka birşey değildir;:..
(Lenin. Cilt XVIII. «Devrimci Proletarya v e Ulusların Ken­
di Kaderini Tayin Hakkı», s. 430 vd., 1915 .)

*
Redaksiyonun notu. «Kendi Kaderini Tayin Üzerine Tar­
tışmanın Sonuçları>mda Lenin bu düşünceyi geliştirerek şöyle
yazar:

« Kautskyciler kendi kaderini tayin hakkını ikiyüzlülükle


. • •

tanıyorlar - bizde Rusya'da ise Troçki ve Martav bu yoldan


yürüyorlar. Sözde ikisi de, Kautsky gibi, kendi kaderini tayin
hakkından yanadır. A ma ya gerçeklikte? Troçki'nin «Naşe Slo­
vo» da çıkan «Ulus ve Ekonomi» başlıklı yazısına bakarsanız,
orada her zamanki eklektisizmini bulursunuz: bir yandan, eko­
nomi, ulusları birbiriyle kaynaşıırır, öte yandan, ulusal baskı
onları birbirinden aymr. Sonuç? Sonuç, ikiyüzlülüğün pervasız­
ca sürüp girmesidir, ajitasyonun canszzlzğıdır, çünkü ajitasyon,
temel olana·, başta gelene, işin özüne, "pratikle ilgili olana: <<be­
nim ulusum» tarafından ezilen bir ulusa karşı tutuma değin ­
miyar. . . Ulusların kendi kaderini tayin hakkını. . . çarlığın ez­
diği uluslar!n ayrılma özgürlüğü uğruna savaşmadan 'tanıyan'
bir Rus sosyal-demokratı, gerçekte bir emperyalisttir ve çarlı­
ğm uşağıdır.

Troçki ve Martav'un öznel 'asil' niyetleri ne olursa olsun,


kaçamak/ı tutumlarıyla onlar, Rus sosyal-emperyalizmini nesnel
olarak desteklemektedirler.»

92
B. «Ulusal-Kültürel Özerklik» Şiannın
Burjuva-Milliyetçi Özünün Teşhiri

Ulusal kültür şiarı burjuva (ve çoğu kez a şı rı


gerici-dinci) bir sahtekarlıktır. Bizim şianmız, de­
mokratizm ve tüm dünya işçi sınıfı hareketinin
ul uslararası kültürüdür .
. . . Uluslararası kültür, gayri-milli değildir, sev­
gili Bundcu . Bunu kimse iddia etmedi. Hiç kim­
se - ne Polonyalı, ne Yahudi ve ne de Rus vs.
- bir «safıı kültürü propaganda etmedi. Bu neden­
le onların kof laf kalabalığı, okuyucunun dikkati­
ni saptırmak ve sorunun özünü laf kalabalığı ile
saklamaya çalışmaktır.
Her ulus, yaşarn koşulları ister istemez demok­
rat-ik ve sosyalist bir ideolojiyi üreten emekçi ve
sömürülen bir kitleye sahip olduğundan dolayı,
her ulusal . kültürde - gelişmemiş olsa da - de­
mokratik ve sosyalist kültürün unsurları vardır.
Fakat her ulusun içinde burjuva bir kültür (ve
çoğunlukla da bir aşırı gerici ve din�i kültür) de
vardır, ve yalnızca «unsurlarıı biçiniinde değil, ak­
sine egemen k�iltür olarak. Bu · nedenle genel ola­
rak «ulusal kültürıı , büyük tarımcıların, papazla ­
rın ve burjuvazinin kültürüdür. Bu başlıca, Mark­
sistler için ilkel gerçeği Bundcu göz ardı etti ve
laf kalabalığı ile «yok ettiıı, yani sınıflar arasın­
daki uçurumu ortaya çıkarmak, aydınlatmak ye­
rine, gerçekte okuyucudan gizledi. Bundcu gerçek­
te, tüm çıkarı sınıflarüstü duran bir ulusal kültü­
re inancın yaygınlaştırılmasını talep eden burjuva
olarak ortaya çıkmaktadır.
Bi;;; «demokratizmin ve tüm dünya işçi hare­
ketinin uluslararası kültürün şiarını atarken, her

93
ulusal kültürden salt onun demokratik ve sosya­
list unsurlarım almakta; ve sadece istisnasız bur­
juva kültüre, her ulusun burjuva milliyetçiliğine
karşı karşıt olarak yalmzca bunu almaktayız. Hiç­
bir demokrat, hele hele hiçbir Marksist, dillerin
eşitliğini ve kendi dilinde «kendiıı burjuvazisine
karşı polemik yürütmenin, «kendiıı köylülüğü ve
«kendiıı küçük-burjuvaları arasında anti-dinci ve
anti-burjuva düşünceler propaganda etmenin ge­
rekliliğini yadsımaz - bu kendiliğinden anlaşılır­
dır, ama Bundcu bu reddedilmez doğrularla, tar­
tışma konusu olam, yani sorunun gerçekten ner­
de yattığını saklamaktadır.

Sorun, Marksistler için dalaylı ya da dolaysız


olarak ulusal kültür şiarını atmanın mı, yoksa bu­
na kaı·şı her yerel ve ulusal özelliklere «uygunluk
içinden her dilde işçilerin ente'rnasyonalizmi şiarı­
m mutlaka propaganda etmE::fıin mi caiz olduğudur.

«Ulusal kültürıı şiarımn anlamı, ilgili aydının ·

bu şiarı «ulusal kültür aracıyla uluslararası kül·


türün gerçekleştirilmesi anlamında yorumlaman
vaadi veya iyiniyeti ile belirlenmez. Sorunu böyle
görmek, çocuksu sübjektivizm olurdu. Ulusal kül­
tür şiarının anlamı, verili ülkenin ve dünyanın tüm
ülkelerinin bütün sınıfları arasındaki objektif kar­
şılıklı ilişkilerce belirlenir. Burjuvazinin ulusal kül­
türü bir olgudur (belirtildiği gibi , burjuvazi her
yerde toprak beylerine ve papazlara taviz vermek­
tedir) . İşçileri burjuvazinin kuyruğuna takmak için
onları aptallaştıran, burnu büyük yapan ve onları
b ölen militan burjuva milliyetçiliği -- günümüzün
temel olgusu budur.

Her kim proletaryaya hizmet etmek istiyorsa,

94
o tüm ulusların işçilerini birleştirmeli ve hem «ken­
din hem de yabancı burjuva milliyetçiliğine karşı
sabırlı bir mücadele yürütmelidir. Her kim ki ulu­
sal kültür şiarını koruyorsa, o Marksistlerden de­
ğil, milliyetçi küçük-burjuvalardandır .

. . . Burjuva milliyetçiliği ve proleter enternas­


yonalizmi - bunlar, ulusal sorunda tüm kapita­
list dünyanın iki büyük sınıf kampına tekabül eden
ve ulusal sorunda siyasetin iki türünü (dahası :
iki dünya görüşünü) ifade eden iki uzlaşmaz düş­
man şiardır. Bundcular, ulusal kültür şiarını sa­
vunur ve bunun üzerinde sözümona «ulusal-kültü­
rel özerklikn in tam bir planını ve pratik progra­
mını inşa ederken, gerçekte işçiler arasında burju­
va milliyetçiliğinin tempo tutucuları olarak oda­
ya çıkmaktadırlar .

. . . Bu programın temel kötülüğü, onun ilkeye


karşı günahı, en kurnaz, en mutlak sonuna kadar
götürülmüş milliyetçiliği gerçekleştirmeye çalışma­
sıdır. Bu - programın özü şudur: Her vatandaş ken­
disini herhangi bir ulusa ait kaJ?ul' etmekte; her
ulus ama kendi üyelerini zorunlu olarak vergile­
me hakkına, ulusal parlamentoya (bölge meclisi)
ve ulusal «devlet sekreterlerinen (bakanlar) sahip
bir tüzel kişi oluşturmaktadır . . .

(Lenin. Tüm Eserler, cilt XVII. «Ulusal Soruna İlişkin Eleş­


tirel Notlan>, s. 126-165, 173 vd., 1913.)

. . . Yukarıda, Avusturya ulusal programının


forınel yanından, Rus Marksistlerinin Avusturya
· Sosyal-Demokrasisini örnek alıp, onların programı­
nı kendi programları olarak benimsernelerini ola­
·
naksız kılan yöntemsel temellerden söz ettik.

95
Şimdi de programın kendisinden ,onun özün­
den söz edelim.

Bu iki sözcükle ifade edilebilir : ulusal-kültü­


rel özerklik.

Bu birinci olarak, özerkliğin, nüfusun çoğun­


luğunu Çekierin ve Polonyalıların oluşturduğu
Bohemya ve Polonya için değil, fakat üzerinde ya­
şadıkları topraktan bağımsız olarak - Avusturya'
'
nın hangi bölgesinde bulunurlarsa bulunsunlar -
Çekler ve Polonyalılar için öngörüldüğü anlarm-
na gelmektedir.

Bundan ötürü özerklik, bölgesel özerklik de­


ğil, ulusal özerklik adını almaktad-ır.

Bu ikinci olarak, Avusturya'nın her yanına da­


ğılmış Çeklerin, Polonyalıların, Almanların vb. bi­
rey olarak, tek tek kişiler olarak alındıklarında, b ir
ulus oluşturdukları ve bir ulus olarak Avusturya
devleti içinde yer aldıkları ·anlamına gelmektedir.
Böyle bir durumda Avusturya, özerk bölgelerin bir­
liği değil, topraktan bağımsız olarak yapılanmış
özerk milliyetlerin oluşturduğu bir birlik olacaktır.

Bu üçüncü olarak, Polonyalılar, Çekler vb. için


yaratılacak olan genel ulusal kurumların «siyasi»
sorunlarla değil, sadece «kültürel» sorunlarla ilgi­
leneceği anlamına gelmektedir. Özgül siyasi so­
runlar bütün Avusturya parlamentosunda (Reichs­
srat'ta) yoğunlaşacaktır.

Bundan ötürü bu özerklik, bir de kültürel


özerklik, ulusal-kültürel özerklik adını almaktadır.

İ şte Avusturya Sosyal-Demokrasisi tarafından

96
Brünn Kongresi'nde · ( 1899) kabul edilen progra­
mın metni.*
Program, <<ulusal çatışmaların Ayusturya'nın
siyasi ilerlemesini . . . felce uğrattığının, ((milliyetler
sorununun nihayet çözüme bağlanmasının . . . her
şeyden önce bir kültürel zorunluluk olduğunuıı,
((ve bu sorunun çözümünün, ancak genel, eşit ve
dolaysız seçim hakkı temelinde, gerçekten demok­
ratik bir ortamda mümkün olduğunuıı açıkladık­
tan sonra şöyle devam eder :
«Bütün Avusturya halklannın ulusal ooel­
liklerinin** korunması ve geliştirilmesi, ancak
eşit haklar ve her türlü baskıdan kaçınılması
temelinde mümkündür. Bunun için her şeyden
önce, her türlü bürokratik devlet merkeziyet-

� çiliği gibi, eyaletlerin feodal ayrıcalıklan da


reddedilmelidir.
Avusturya'da ulusal kavgalann yerini ulu­
sal düzenin alabilmesi, aşağıdaki temel ilkele­
rin tanınması koşulu altında ve ancak bu ko­
şul altında mümkündür.
ı - Avusturya, demokratik çpk uluslu bir
federal devlet biçiminde yeniden örgütlenmeli­
dir.
2 - Tarihsel krallıklar yerine, ulusal sınır­
lı özyönetim organları oluşturulur; bunların ya-

* Güney Slavları Sosyal-Demokrat Partisi'nin temsilcileri


de bu programı onaylamışlardır. Bkz. «Brünn Parti Kongresi'n­
de Vlusal Sorun Üzerine Tartışmalar», 1906, s. 72.
** M. Panin'in Rusça tercümesinde (bkz. Bauer'in kitabı­
mn Panin tarafından Rusça çevirisi) «ulusal özellikler» yerine
«ulusal kişilikler» denmektedir. Panin burayı yanlış çevirmiştir.
Almanca metinde «lndividualitiit» sözcüğü yoktur, orada «na­
tionalen Eigenart»tan [Bu iki sözcük Stalin'de A lmancadır], ya­
ni özelliklerden söz edilmektedir, ki bunlar bir ve aynı şey ol­
maktan uzaktır.

97
sama ve yönetimi genel, eşit ve dolaysız seçim
hakkı temelinde seçilen ulusal meclisler tara­
fından yerine getirilir.
3 - Bir ve aynı ulusu meydana getiren
bütün özyönetim bölgeleri, kendi ulusal mese­
lelerinde tamamen özerk olan bir ulusal birlik
oluşturur.
4 - Ulusal azınlıkların hakkı, imparator­
luk parlamentosu tarafından çıkanlacak özel
bir yasa ile korunacaktır. "

Ve program, Avusturya'mn tüm uluslanmn


dayamşmasına çağrı ile son bulur. *
Bu programda ((bölgecilikııten hala bazı izler
kaldığım sezmek pek zor olmasa gerek, ama söz
konusu program genelde ulusal özerkliğin bir for­
mülasyonudur. Bu programın ulusal-kültürel
özerkliğin baş ajitatörü Springer tarafından coş­
kuyla karşılanması boşuna değildir. ** Bauer de
ulusal özerkliğin ((teorik zaferiı> *** olarak nitelen­
dirdiği bu programdan yanadır; fakat sorunun da­
ha fazla açıklık kazanması için, okul ve diğer kül­
tür işlerinin idaresi amacıyla 4. noktayı, (<her özerk
bölge içindeki ulusal azınlıklan kamu tüzel kurum­
ları biçiminde örgütlemeıı zorunluluğundan söz
eden bir formülle değiştirmeyi önerir. * H-�
Avusturya Sosyal-Demokrasisinin ulusal prog­
ramı işte böyleçlir.
Şimdi de bu programın bilimsel temellerini in­
celeyelim.

* «Brünn Tüm Parti Kongresindeki Görüşmeler», 1899.


*"* R. Springer, a.g.e., s. 286.
* ** O. Bauer, a.g.e., s. 549.
**** Aynı yerde, s. 555.

98
Avusturya Sosyal-Demokrasisinin propaganda­
sını yaptığı ulusal-kültürel özerkliği nasıl gerekçe­
lendirdiğini görelim.
Ulusal-kültürel özerkliğin teorisyenleri Sprin­
ger ve Bauer'e başvuralım.
Ulusal özerkliğin çıkış noktasım, ulusun, be­
lirli bir topraktan bağımsız olan bir bireyler top­
luluğu olduğu anlayışı oluşturur.

Springer'e göre «Milliyetin toprakla esas


olarak bir ilişkisi yoktur" ; milliyet «Özerk bir
bireyler birliğidir" *

Bauer de ulustan, <<belirli bir bölgede tek ba­


şına [inhisari -ÇN] egemenliğen sahip olması ge­
rekli olmayan bir ((bireyler topluluğun olarak söz
etmektedir.**
Ama, bir ulusu oluşturan kişiler her zaman
kapalı bir kütle halinde yaşamazlar, çoğu zaman
gruplara bölünürler ve bu yolla yabancı ulusal or­
ganizmalara bulaşırlar. Onları ekme�lerini kazan­
mak için çeşitli bölgelere ve kentlere süren, kapi­
talizmdir. Yabancı ulusal bölgelerde bulunan ve
oralarda azınlıklar oluşturan bu gruplar, bölgede­
ki ulusal çoğunluk tarafından, dilleri, okulları ve
benzer.,. diğer kurumları zorla engellenerek baskıla­
mrlar. Ulusal çatışmaların nedeni budur. Bölgesel
özerkliğin ((işe yaramazlığınımı nedeni budur. Bau­
er ve Springer'in görüşüne göre, bu durumdan
tek çıkar yol, dev�etin çeşitli bölgelerine dağılmış
söz konusu milliyetin azınlığını genel ve bütün sı-

* R. Springer, a.g.e., s. 19.


** O. Bauer, a.g.e., s. 286.

99
nınarı kapsayacak bir ulusal birlikte örgütlemek­
tir. Onlara göre, ulusal azınlıkların kültürel çıkar­
larını ancak bu tür bir birlik koruyabilir, ancak
böyle bir birlik ulusal kavgaya bir son verebilir.

«Bunda�", diyor Springer, <<milliyetleri ör-:


gütleme, onları haklar ve sorumluluklada do­
natma zorunluluğu çıkıyor . . . " * Evet, «Yasa koy­
-
mak kolaydır, fakat bu yasa istenilen etkiyi
yapacak mıdır . . . " «Ulus için bir yasa koyulmak
isteniyorsa, önce ulusun oluşturulması gerB­
kfr . . . ,·'<-* «Milliyetleri oluşturmaksızın, ulusal
hukuk ve anlaşmazlıklara son V•ermek . . . müm­
kün değildir.***

Azınlıkların kişilik ilkesi temelinde kamu tü­


zel kurumları biçiminde örgütlenmesini» «işçi sı­
mfımn talebiıı HH olarak ileri sürerken Bauer de
aynı anlayıştadır.
Ancak uluslar nasıl örgütlenmelidir? Tek tek
kişilerin şu ya da bu ulusa dahil olduğu nasıl sap­
tanmalıdır?

<<Milli. mensubiyet», diyor Springer, «kütük­


lerde saptanmıştır. · h bölgesinde oturan her­
kes, ilcteki herhangi bir milliyete dahil olduğu­
nu açıklamak zorundadır.*****
« Kişilik ilkesi,, diyor B auer, «nüfusun mil­
liyetlere göre ayrılmasını varsayar. . . Erkin va­
tandaşların kendilerinin özgürce bir milliyetini

* R. Springer, a.g.e., s. 74.


** Aynı yerde, s. 88/89.
*** Aynı yerde, s. 89.
**** O. Bauer, a.g.e., s . 552.
* ** * * R. Springer, a.g.e., s. 226.

1 00
açıklaması temelinde ulusal kadastrolar oluş­
turulmalıdır.*

Devam.

«Ulusal bakımdan homojen illerdeki bütün


Almanlar» , diye devam ediyor Bauer, « bun­
dan başka, çifte illerdeki [iki milliy·etin yaşa­
dığı illerdeki -ÇNJ ulusal kadastroya kayıtlı
tüm Almanlar, Alman ulusunu oluştururlar ve
ulusal meclfsi seçerler. ,**

Çekler, Polonyalılar vb. için de aynı şeyler ge­


çerlidiı-.

«Bu Ulusal meclis», Springer'e göre, «ulu­


sun kültür parlamentosudur, temel ilkeleri oluş­
turmak ve ulusal öğretim, ulusal edebiyat, sa­
nat ve bilimin korunması, akademiler, müze­
ler, galeriler, tiyatrolar vb. kurmak için ge­
rekli olan kaynaklan onaylamak onun görevi­
d ir.,.**-:'

Ulusun örgütlenmesi ve onun merkezi kfuu­


mu bu türdendir.
Bütün sınıflan kapsayan bu tür kurumların
meydana getirilmesi ile Avusturya Sosyal-Demok­
rasisi, Bauer'in görüşüne göre, «ulusal kültürü . . .
tüm halkın malı haline getirmek ve böylece ulu­
sun tüm üyelerini bir ulusal kültür topluluğunda
birleşti:rmckıı -x-*-1:--ı+ amacındadır (altını biz çizdik) .

* 0._ Bauer, a.g.e.,s. 368.

'�'1' Aynı yerde, s. 375.


·� :�* R. Springer, a.g.e., s. 234.
***·;ı- O. Bauer, a.g.e., s. 553.

101
Tüm bu söylenenlerin yalnızca Avusturya ile
ilgili olduğu düşünülebilir. Ancak Bauer bunu ka�
bul etmiyor. O kesinlikle, ulusal özerkliğin Avus­
turya gibi birçok milliyetlerden oluşmuş diğer dev­
letler için de kaçınılmaz olduğunu iddia ediyor.

Bauer'e göre «Çok uluslu devletlerde bütün


miUetlerin işçi sınıfı, varlıklı sınıfların ulusal
güç politikasına karşı ulusal özerklik talebini
koyar.*

Bauer, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı


yerine, belli etmeden ulusal özerkliği geçirerek son­
ra şöyle devam ediyor:

«Böylece ulusal özerklik, uluslann kendi


kaderini tayinlerini, zorunlu olarak, çok uluslu
devlette yaşayan bütün milletierin işçi sınıfı­
nın anayasal programı haline gelecektir.,**

Ama o daha .da ileriye gidiyor. Kendisı ve


Springer tarafından ((kurulan>> , bütün sınıfları
kapsayan ((ulusal birlikler>ı in gelecekteki sosyalist
toplumun bir tür prototipi olacağına kesinlikle ina­
nıyor. Çünkü Bauer, ((sosyalist toplum düzeninin
insanlığı ulusal bakımdan sınırlı topluluklar halin­
de düzenleyeceğiniıı * **, sosyalizmde etinsanlığın
özerk ulusal topluluklara ayrılmasımn gerçekleşe­
ceğini**"*�, böylece ((sosyalist toplumun kuşkusuz,
ulusal kişiler birliğinin ve bölge kurumlarının

-ı;. Aynı yerde, s. 337.


** Aynı yerde, s. 333.
*** Aynı yerde, s. 555.
Ay.-ız yerde, s. 556.

1 02
renkli bir tablosunu arzedeceğini>ı * bildiğini sanır
ve şu sonuca varır : <<Sosyalist milliyet ilkesi, mil­
liyetler ilkesinin ve ulusal özerkliğin daha üst bir
birliğidir.»*;(•
Yeter samrım . . .
Bauer ve Springer yapıtlarında, ulusal-kültü­
rel özerkliği böyle gerekçelendiriyorlar.
öncelikle dikkati çeken şey, bütünüyle anla­
şılmaz olan ve hiç bir şey tarafından haklı çıka­
rılmayan, ulusal özerkliğin ulusların kendi kade­
rini tayini yerine konmasıdır. İki şeyden biri : Ba­
uer ya ulusların kendi kaderlerini tayinini kavra­
mamıştır, ya da bunu kavramıştır ama, herhangi
bir nedenden ötürü bilerek kısıtlamaktadır. Çün­
kü a) ulusal-kültürel özerklik çok uluslu devletin
b ütünlüğünü şart koşarken, kendi kaderini tayi­
nin bu bütünlük çerçevesi dışına çıktığına; b) ulu­
sun kendi kaderini tayininin, ulusa tüm hakları­
m kazandırırken, ulusal özerkliğin salt ((kültürel»
hakları kazandırdığına hiç şüphe yoktur. Bu bi­
_

rincisi.
İkinci olarak, gelecekte şu ya da bu milletin
çok uluilu devletten, diyelim ki Avusturya'dan ay­
rılma kararı verebUeceği iç ve dış konjonktürie­
rin biraraya gelmesi mümkündür. Rutenya Sos­
yal-Demokratları, Brünri Kongresi'nde, kendi hal­
kının «her iki kısmım» bir bütünde birleştirmeye
hazır olduklarını açıklamarolar mı?*** O halde,
((bütün uluslann işçi sınıfı için zorunlu olan» ulu�

* Aynı yerde, s. 543.


** Aynı yerde, s. 542.
* * * Brünn Parti Kongresi'nde « Ulusal Sorun Üzerine Tartış­
.

malar» , s. 48.

1 03
sal özerklik de ne oluyor? Ulusları mekanik ola­
rak devletin bütünlüğü Prakrustes yatağına* zor­
layan sorunun bu «çözümüıı nasıl bir çözümdür?
Devam. Ulusal özerklik, ulusların bütün ge­
lişimine ters düşmektedir. O, ulusların örgütlen.
mesi şiarını yayar, fakat yaşam, iktisadi gelişme,
onlardan birçok grupları koparırsa, çeşitli bölge­
lere serpiştirirse, ulusları yapay olarak kaynaştır­
mak mümkün müdür? Kapitalizmin ilk gelişme
evrelerinde ulusların biraraya geldiklerine hiç
şüphe yoktur. Fakat kapitalizmin daha üst evre­
lerinde, ulusların parçalatıma sürecinin başladığı,
çalışmak için başka yerlere taşınan ve sonra da
devletin başka bölgelerine yerleşen çok sayıda
grupları uluslardan ayıran bir sürecin başladığı
da kuşku götürmez ;_ bu durumda göçmenler eski
bağları yitirirler, yeni yerleşim yerlerine yenileri
gelir, kuşaktan kuşağa yeni adetler, alışkanlıklar
ve belki de yeni bir dil benimserler. Böyle birbi­
rinden kopmuş grupları yekpare bir ulusal bir­
likte birleştirme imkanı var rmdır? Birleşmezleri
birleştirebilecek o tılsımlı halkalar nerede? Örne­
ğin Baltık ve Trans-Kafkasya Almanlarinı <Cbir
ulus halinde birleştirmek» düşünülebilir mi? Eğer
bütün bunlar düşünülemez ve olanaksız ise, ulusal
özerkliği tarihin tekerleğini geriye çevirmek için
uğraşan eski milliyetçilerin ütopyasından ayıran
nedir?

"'' Prokrustes: Eski A ttika'da yolcuları işkence yatağına çe­


kip onları geren ünlü bir haydut; Prakrustes yatağı: (mecazi an­
lamda) herhangi bir şeyi keyfince, zorla birşeye sokma, sakat­
lama; herhangi birşeyi, görüşü, yönelimi «maksada uydurma».
-ÇN.

104
Ama ulusun birliği sadece göçler sonucu par­
çalanmaz. O içten, sınıf savaşının keskinleşmesi
sonucu da parçalanır. Kapitalizmin ilk evrelerin­
de proletaryanın ve burjuvazinin bir «kültür bir­
liğiıınden söz edilebilir. Ne var ki büyük sanayinin
gelişimi ve sınıf savaşımının keskinleşmesi ile bu
·cc birlikn erimeye başlar. Bir ve aynı ulusun pat­
ronları ve işçileri birbirini anlamamaya başladık­
larında, _ ulusun <<kültür birliğin nden ciddi olarak
söz edilemez. Burjuvazi savaşa can atarken, prole­
tarya <<Savaşa karşı savaşı> ilan ettiğinde hangi
«kader birliğin nden söz edilebilir? Böyle karşıt öge­
lerden, yekpare, bütün sınıfları kapsayan bir ulu­
sal birlik oluşturulabilir mi? Tüm bunlardan son­
ra «bir ulusun tüm üyelerinin bir ulusal kültür
brrliğinde birleştirilmesiıı nden* söz edilebilir mi?
Bundan, ulusal özerkliğin sınıf mücadelesinin tüm
gidişine ters düştüğü açık sonucu çıkmaz mı?
Bir an için «Ulusu örgütleyinıı slogamnın ger­
çekleştirilebilir olduğunu varsayalım. Daha fazla
oy koparmak için bir ulusu «örgütlemeyen çaba­
layan burjuva milliyetçi parlamenterleri anlaya­
biliriz. Fakat Sosyal-Demokratlar ne .zamandan
beri ulusları «örgütlemen , ulusları <{kurmaıı , ulus­
ları «yaratmaıı ile uğraşıyorlar?
Sınıf mücadelesinin en fazla keskinleştiği çağ­
da, bütün sınıfları kapsayan ulusal birlikler ör­
gütleyen bu Sosyal-Demokratlar nasıl şeylerdir?
Şimdiye kadar her Sosyal-Demokrasi gibi, Avustur­
ya Sosyal-Demokrasisinin de tek görevi vardı : Pro­
letaryayı örgütlemek. Fakat görülüyor ki, bu gö­
rev artık «eskidiıı . Springer ve Bauer şimdi «ye-

* O. Bauer, a.g.e., s. 553.

105
niıı , daha ilginç bir görev koyuyorlar : Ulusu «ya­
ratmak n , «örgütlemekıı . -
Zaten mantık zorunlu sonuca götürür: Kim
.
ulusal özerkliği kabul ediyorsa, bu «yeniıı görevi
de kabullenmek zorundadır - ama bunu kabul et­
mek sınıf pozisyonunu terk etmek ve milliyetçilik
yolunu _tutmak demektir.
Bauer ve Springer'in ulusal-kültürel özerkliği,
milliyetçiliğin inceltilmiş bir türüdür.
Avusturya Sosyal-Demokrasisi programının
«bütün halkların ulusal özelliklerinin korunması
ve geliştirilmesi)) için çaba harcama görevinden
söz etmesi de tesadüf değildir. Düşünün : Trans­
Kafkasyalı Tatarların «Muharremn törenlerinde
kendi kendilerini kırbaçlama gibi «ulusal özellik­
leriıı nin {<korunmasın , Gürcülerin «öç alma hakkııı
gibi «ulusal özellikleriıı nin <<geliştirilmesi» ! . . .
Böyle bir madde bütünüyle burjuva-milliyetçi
bir. programa yaraşır ve biz böyle bir maddeyi
Avusturya Sosyal-Demokratlannın programların­
da görüyorsak, bunun nedeni, ulusal özerkliğin bu
tür maddeLerle uyuşması, onlara ters düşmemesi­
dir.
Fakat içinde bulunduğumuz dönem için işe ya­
ramaz olan ulusal özerklik, gelecek için, sosyalist
toplum için daha da işe yaramazdır.
Bauer'in «insanlığın ulusal bakımdan sınırlı
topluluklar haliı;ıde düzenleneceği» üzerine keha­
netleri, modern insanlığın tüm gelişim seyri ta­
rafından yalanlanmıştır. Ulusal duvarlar sağlam­
laşmıyor, tersine parçalanıp yıkılıyor. Marx daha
1 840'larda şöyle yazıyordu : «Ulusal içe kapanıklı­
lık ve halklar arasındaki karşıtlıklar gitgide kay­
boluyorıı , «proletaryanın iktidarı bunları büsbü-

1 06
tün ortadan silecektir.» İnsanlığın, kapitalist üre­
timin muazzam büyümesi, milliyetlerin hallaç pa­
muğu gibi birbirine karışması ve insanların git­
tikçe daha geniş bölgelerde biraraya gelmesi ile bir­
likte gelişimi, Marx'ın düşüncesini kesin olarak
doğrular.

Bauer'in sosyalist toplumu, ((ulusal kişiler bir­


liğinin ve bölgesel kurumların alaca resmiıı ola­
rak ortaya koyma isteği, sosyalizmin Marksist an­
layışı yerine Bakunin'in reformdan geçmiş anla­
·

yışını geçirmek için çekingen bir uğraştır. Şosya­


lizmin tarihi bu tür uğraşların kendi içlerinde ka­
çınılmaz yıkımın ögelerini taşıdıklarını göstermek­
tedir.

Görüşümüze göre, sımf mücadelesi sosyalist


ilkesi yerine burjuva <mıilliyet ilkesinin geçirmek
anlamına gelen, Bauer tarafından kutsanmış o be­
lirsiz <<sosyalist milliyet ilkesinin» sözünü bile et­
miyoruz. Ulusal özerklik böyle şüpheli bir ilkeden
yola çıktığına göre, işçi sınıfına ancak zarar geti­
rebileceğini teslim etmek gerekir.

Bu milliyetçilik elbette içyüzü kolayca anla­


şılabilen bir şey değil, çünkü sosyalist laflarla us­
taca maskelenmiştir, ama bu yüzden proletaryaya
verdiği zarar bir o kadar büyüktür. Açık bir mil­
liyetçilikle her zaman .başa çıkılabilir: onu tanı­
mak zor olmaz. Maskelenmiş ve maskeli haliyle
tanınmaz olan bir milliyetçilikle mücadele etmek
çok daha zordur. Çünkü koruma yeleği olarak sos­
yalizmi kullandığından, o daha az yaralanabilirdir
ve daha fazla dayanıklılık gösterir. Bu, işçiler ara­
sınd� nerede görülürse orada karşılıklı güvensiz­
lik düşüncesini ve çeşitli milliyetlerden işçilerin

107
ayniması yolunda zararlı düşünceleri yayarak ha­
vayı zehirler.

Fakat ulusal özerkliğin zaı:'arlılığı bununla bit­


mez. O sadece ulusların birbirlerinden ayrılması­
na değil, fakat aynı zamanda yekpare işçi hare­
ketinin parçalanmasına da zemin hazırlar. Ulusal
özerklik düşüncesi, yekpare işçi partisinin tek tek
milliyetıere göre inşa edilmiş partilere ayrılması
için psikolojik önkoşulları yaratır. Parti gibi sen-.
dikalar da parçalamr ve tam 'bir ayrışma meydana
gelir. Yekpare sınıf hareketi, tek tek ulusal dere­
cikiere işte böyle bölünür.

Avusturya, «ulusal özerklikn in anavatanı, bu


görüngünün en üzücü örneklerini verir. Öncel�ri
yekpare olan Avusturya Sosyal-Demokrat Partisi,
daha 1 8 9 7'de (Wimberg Kongresi'nde) ayrı parti­
lere bölünmeye başlamıştı. Ulusal özerkliği kabul'
eden Brünn Kongresi'nden ( 1�99) sonra parçalan­
ma daha da güçlendi. Nihayet öyle bir yere varıl­
dı ki, yekpare bir uluslararası parti yerine, şimdi
6 ulusal parti bulunmaktadır ve bunlardan Çek
Sosyal-Demokrat Partisi Alman Sosyal-Demokra­
sisi ile hiçbir ilişkıde bulunmak bile istememek­
tedir.

Sendikalar ise partilere bağlıdır. Avusturya'da .


sendikalardaki esas çalışma da, partilerde olduğu
gibi, aynı Sosyal-Demokrat işçiler tarafından yü­
rütülür. Bunun için partideki ayrılıkçılığın sendi­
kalar içinde de ayrılıkçılığa yol açacağından, sen­
dikaların da bölüneceğinden korkuluyordu. Öyle de
oldu : sendikalar da milliyetlere göre ayrıldılar.
Şimdi artık Çek işçilerin Alman işçilerin grevini
kırdıklarına, veya belediye seçimlerinde Çek bur-

108
j uvazisi ile birlikte Alman işçilere karşı çıkmala­
rına bile sık sık rastlanır.
Buradan, ulusal sorunun, ulusal-kültürel
özerklik ile çözülemeyeceği görülüyor. Dahası : Ulu­
sal-kültürel özerklik, sorunu keskinleştiriyor ve iş­
çi ha�reketinin birliğinin yıkılınası için, işçilerin
milliyetlere göre ayrılması için, işçiler arasında
güçlü sürtüşmeler için elverişli bir zemin hazırla­
yarak sorunu karmaşıklaştırıyor.
Ulusal özerklik tohumu işte böyle uç veriyor:.
(Stalin. «Marksizm ve Ulusal Sorun», «Marksizm ve Ulusal
Sorun ve Sömürge Sorıınu» derlemesinde, s. 19-26, Rusça, 1913.)

4 - Ulusal Sorunda Luxemburgizme Karşı


t;
· eninist Program Uğruna Partinin Mücadelesi

A -Ulusal Sorunun Çözümü İçin Dev rimci


Mücadele Olmaksızın Sosyalizm İçin Devriinci
Mücadelenin Mümkürısüzlüğü

Sosyal-demokrat partilerin programlarının ya


da taktik kara:rlarının çoğu gibi, Zimmerwald Ma­
nifestosu da «ulusların kendi kaderini tayin hak­
kvını ilan ediyor. Parabellum yoldaş . . . «varolma­
yan bir kendi kaderini tayin hakkı için savaşım
verme»yi <<hayali» ilan etti ve böyle bir savaşımın
karşısına, <<proletaryanın kapitalizme karşı devrim­
ci yığınsal savaşımı»nı , koydu, ve <dlhaklara kar­
şı» olduklarına (bu güvence, Parabellum yoldaşın
yazısında beş kez yineleniyor) ve tüm ulusaf şid­
det edimlerine karşı olduklarına güvence verdi.
Pa;-abellum yoldaşın tavrının gerekçesi, bugün
tüm ulusal sorunların, Alsas-Loren, Ermenistan

1 09
vb. · gibi sorunların emperyalizmin sorunları oldu­
ğu, sermayenin ulusal devletler çerçevesinin dışı­
na taştığı, <<tarihin çarkının modası geçmiş ulusal
devlet idealine «geri döndürmeninn olanağı olma­
dığı savına çıkmaktadır.
Parabellum yoldaşın açıklamalarının doğru
olup olmadığına bakalım.
Birincisi, «ulusal devlet idealinnin işçi sınıfın­
ca kabulüne karşı haçlı seferini açarken, bakışla­
rını ulusal hareketin, bugünün ve geleceğin soru­
nu olduğu Asya'ya, Afrika'ya ve sömürgelere değil
de, İngiltere'ye, Fransa'ya, İtalya'ya, Almanya'ya,
yani ulusal kuruluş .hareketini geçmişte bırakmış
ülkelere yönelttiği için ileriye değil de geriye ba­
kan, Parabellum yoldaşın ta kendisidir. Hindistan,
Çin, İran ve Mısır'ı saymak yeter.
Devam. Emperyalizm, sermayenin, ulusal dev­
letin çerçevesi dışına taşması demektir; ulusal bas­
kının yeni bir tarihsel temel üzerinde genişletHip
şiddetlendirilmesi demektir. Bundan çıkan sonuç,
- Parabellum yoldaşın tersine - sosyalizm için
devrimci savaşımı, ulusal sorunda devrimci bir
programla bağlamamız gerektiğinin ta kendisidir.
Parabellum yoldaşta, demokrasi alanında tu­
tarlı devrimci program, sosyalist devrim adına kü­
çümsenerek reddedilmektedir. Bu yanlış olurdu.
Proletarya, yalnızca demokrasi aracılığıyla, yani
demokrasiyi tamamen gerçekleştirerek, savaşımı­
nın her adımını, en kararlı biçimde formüle edil­
miş demokratik taleplerle bağlayarak zafer kaza­
nabilir, başka türlü degil. Sosyalist devrimi ve ka­
pitalizme karşı devrimci savaşımı, demokrasinin
sorunlarından biriyle, burada ulusal sorunla karşı
karşıya koymak saçmadır. Kapitalizme karşı dev-

110
rimci savaşımı, bütün demokratik taleplerle, yani
cumhuriyet, milis, resmi görevlilerin halk tarafm­
dan seçilmesi, kadınların hak eşitliği, ulusların
kendi kaderini tayin hakkı vb. gibi taleplerle il­
gili devrimci bir program ve taktiklerle bağlama­
lıyız. Kapitalizm varoldukça, bu taleplerin tümü
yalnızca bir istisna olarak ve üstelik tam olarak
değil, budanmış biçimde elde edilebilir. Biz şimdi­
ye dek gerçekleştirilmiş olan demokrasiye dayanır,
kapitalizm altında bu demokrasinin tam olamaya­
cağını teşhir eder, yığınların içinde bulunduğu
·
yoksulluğun ortadan kaldırılmasının ve bütün de­
mokratik dönüşümlerin tam ve her yönüyle ger­
çekleştirilmesinin zorunlu temeli olarak kapitaliz­
min devrilmesini ve burj uvazinin mülksüzleştiril­
mesini talep ederiz. Bu önlemlerin bir bölümüne
burj uvazinin devrilmesinden önce, bir bölümüne
bu devrilişin seyri içinde, bir bölümüne de devrii­
dikten sonra başıanacaktır. Bu sosyal devrim tek
bir çarpışmadan ibaret değildir, bilakis ekonomik
ve demokratik dönüşümlerin tüm soru.n ları uğrun­
da, ancak burjuvazinin mülksüzleştirilmesiyle ta­
mamlanan bir . dizi çarpışmayı kapsayan bir .dö­
nemdir. Tam da bu nihai hedef adına, tüm demok­
ratik taleplerimize tutarlı devrimci bir formülas­
yon vermeliyiz. Verili bir ülkenin işçilerinin, bir
tek demokratik dönüşümü bile tamamen gerçekleş­
tirmeden önce burjuvaziyi devirmeleri tamamen
düşünülebilir birşeydir. Ne var ki, tarihsel bir sınıf
olarak proletaryanın, en tutarlı ve devrimci-kararlı
bir demokratizm ruhuyla eğitilerek hazırlanmadık­
ça burjuvaziyi yenebilmesi asla düşünülemez.
Emperyalizm, bir avuç büyük gücün dünya
uluslarına, giderek artan baskısı demektir. O, ulus-

lll
ların ezilmesini yaygınlaştırmak ve sağlamlaştır­
mak üzere büyük güçler arasında savaşlar döne­
mi demektir; ikiyüzlü sosyal-yurtseverlerin, yani
- «ulusların özgürlüğü)) , «ulusların kendi kaderini
tayin hakkı;> ve ıcanavatan savunması» bahanesiy­
le dünya ulusları çoğunluğunun büyük güçler ta­
r;?.fından ezilmesini savunan kişilerin halk yığınla­
rıru aldattığı dönem demektir.
Bu nedenledir ki, uluslatın ezen ve ezilenler
olarak ayrılması, sosyal-demokrat programın odak
noktasını oluşturmak zorundadır; bu ayrılma em­
peryalizmin özünü oluşturur ve sosyal-şovenler , ve
Kautsky tarafından sahtekarca geçiştirilir.

(Lenin, Tüm Eser/er, cilt XVIII, «Devrimci Proletarya ve


Kendi Kaderini Tayin Hakkı», s, 425 vd., 1915.)

B - Ulusların Uluslarorası Birliğine Yarmanın


Biricik Yolu Olarak Ulusların Kendi Kaderini
Tayin Halikımn Ta.rıınması

Bize şöyle deniyor: ayrılma hakkını destekle­


mekle, ezilen ulusların burjuva milliyetçiliğini des­
tekliyorsunuz. Rosa Luxemburg'un dediği budur,
ve oportünist Semkovski, - geçerken söyleyelim
ki, tasfiyecilerin gazetesinde bu sorunda tasfiyeci
görüşlerin biricik tem.')ilcisi ! - onun söyledikleri­
ni tekrarlıyor.
Bizim buna yanıtmuz şudur : Hayır. Burada
<<pratikıı bir çözüm, tam da burjuvazi için önemli­
dir, işçiler ise iki akınu iJkesel olarak ayırdetmeye
değer verirler. Ezilen bir ulusun burjuvazisi, ezen
burjuvaziye karşı savaştığı ölçüde, biz de bu ölçüde
her zaman ve her durumda, herkesten daha ka-

112
rarlı olarak bu savaştan yanayız, çünkü biz, zul­
mün en amansız ve en tutarlı düşmanlarıyız. Ezi­
len bir ufusun burjuvazisi, kendi burjuva milliyet­
çiliğini savunduğu ölçüde , biz ona karşıyız. Ezen
ulusun ayrıcalıklarına ve zulmüne karşı mücadele
ve ezilen ulusun kendisi için ayrıcalıklar sağlama
yolunda çabalarına asla müsamaha yok.
Eğer kendi kaderini tayin hakkı parolasını ile­
ri sürmez ve ajitasyonumuzda propagandasım yap­
mazsak, o zaman ezen ulusun yalnızca burjuvazi­
sinin değil, ama feodallerinin ve despotizminin de
oyununa gelmiş oluruz. Kautsky bu argümam Rosa
Luxemburg'a · karşı çok eskiden savunmuştur, ve
bu argüman çürütülemez. Polonya milliyetçi bur­
j uvazisine «yardımıı etme korkusuyla Rosa Luxem­
bı:ırg, Rus Marksistlerinin programındaki ayrılma
hakkım reddederek gerçekte Büyük Rus Kara-Yüz­
ler'in yardımına gelmektedir. O, gerçekte, Büyük
Rusların ayrıcalıklarıyla (ayrıcalıktan da kötüsü)
oportünistçe uzlaşmayı desteklemektedir.
Polanya'daki milliyetçiliğe karşı savaşıma da­
lan Rosa Luxembıİrg, Büyük Rus İnilliyetçiliğini
unutmuştur; 9ysa Büyük Rus milliyetçiliği, şimdi
tüm diğerlerinden daha kötüdür; çünkü tam da o,
burjuva olmaktan çok feodaldir, tam da o, demok­
rasi ve proletaryanın savaşımı için en önemli kös­
tektir. Ezilen bir ulusun her burjuva milliyetçiliği­
nin, genel demokratik, zulme karşı yönelen bir
içeriği vardır, ve biz bu içeriği kayıtsız-koşulsuz
destekleriz, bu arada kendi ulusu için istisnai bir
mevki sağlama çabasını bundan kesinlikle ayırır,
Polonya burjuvazisinin Yahudilere zulmetme vb.
vb. ç�basıyla mücadele ederiz.
Bu, bir burj uvanın ve bir dar kafalının görüş

1 13
açısından <cpratik değilııdir. Ama bu ulusal sorun­
da hem pratik ve hem de ilkeli ve demokrasiyi, öz­
gürlüğü ve proletaryanın birliğini gerçekten ileri­
ye götüren biricik siyase�tir.
Bütün ulusların ayrılma hakkını tanımak; her
somut ayrılma sorununu, her türlü eşitsizliği, her
türlü ayrıcalığı, her türlü istisnacılığı ortadan kal­
dırma açısından değerlendirmek.
Ezen bir ulusun durumunu alalım. Başka
halkları ezen bir halk özgür olabilir mi? Olamaz.
Büyük Rus ahalisinin* özgürlüğünün çıkarları, bu
zulme karşı savaşımı gerektirmektedir. Ezilen ulus­
ların hareketıerinin bastırılmasının uzun, yüzyıl­
lardır süren tarihi ve <cüstıı sımflar tarafından böy­
le bir bastırma lehinde yürütülen sistemli propa­
ganda, Rus halkımn özgürlük davasının önünde,
önyargılar vb. biçiminde, korkunç engeller yarat­
mıştır.
Büyük Rus Kara-Yüzler'i, kasıtlı olarak, bu
önyargıları besiernekte ve köPüklemektedirler. Bü­
yük Rus burjuvazisi, bu önyargıları hoşgörüyle
karşılamakta ve kendini bunlara uyarlamaktadır.
Bu önyargılara karşı sistemli bir savaşıma giriş­
medikçe, Büyük Rus proJetaryası kendi hedeflerini
gerçekleştiremez, özgürlük yolunu kendisine aça­
maz. ·
Tek başına ve bağımsız bir ulusal devlet kur­
ma, şimdiye değin Rusya'da yalnızca Büyük Rus
ulusunun bir ayrıcalığı olarak kalmıştır. Biz Bü-

* Paris'ten L. Vl. diye birine bu kelime gayri-Marksist gö­


rünüyormuş. Bu L. Vl. şaşılacak ölçüde <t.SÜper zeki». «Süper
zeki» L. VI., öyle görünüyor ki, «ahali» , <dıa/k» vb. sözcüklerin
asgari programzmızdan (sınıf mücadelesi bakış açısıyla) temiz- ·
lenmesine ilişkin bir inceleme yapmaya koyuluyor.

1 14
yük Rus proleterleri, hiçbir ayrıcalığı savunmayız
ve bu ayrıcalığı da savunmuyoruz. Savaşımımızd�
belirli bir devleti kendimize temel olarak alıyoruz;
o belirli devlet içindeki bütün ülkelerden işçileri
birleştiriyoruz; biz hiçbir özel ulusal gelişme yo­
lunu savunamayız, biz bütün olanaklı olan yollar­
dan sınıf hedefimize doğru yürüyoruz.
Ama biz, her türlü milliyetçiliğe karşı savaş­
mazsak ve tüm uluslardan işçilerin eşitliği uğruna
savaşım vermezsek, b u hedeflere varmamız imkan­
sızdır. Örneğin Ukrayna'mn bağımsız bir devlet
kurmasının kısmet olup olmayacağı, önceden kes­
tiremeyeceğimiz binbir etkene bağlı birşeydir. Ve
biz boş yere «kehanette bulumnakn istemediğimiz
içi� kuşkusuz olan şeyi: Ukrayna'nın böyle bir
devlet hakkını olanca gücümüzle savunuruz. Biz,
bu hakka saygılıyız ; biz, Büyük Rusların Ukray­
nalılar üzerindeki ayncalıklarım desteklemeyiz;
biz, yığınları bu hakkı tanıma ruhuyla, devlet kur­
ma ayrıcalığını reddetme ruhuyia eğitiriz.
Bütün ülkelerin burjuva devrimleri dönemin­
de geçirmiş oldukları sıçramalı gelişmeler sırasın­
da uıusal devlet kurma hakkı üzerinde çatışmalar
ve savaşırnlar mümkün ve muhtemeldi. Biz prole­
terler, önceden, Büyük Rusların ayrıcalıklarına
karşı olduğumuzu ilan ediyoruz ve tüm propagan­
da ve ajitasyonumuzu bu doğrultuda yürütüyoruz.
�<Pratik olman çabasıyla Rosa Luxemburg, Bü­
yük Rus ·proletaryasının ve öteki ulusların prole­
taryasının en önemli pratik görevini unutmuştur :
her türlü devlet ve ulus ayrıcalığına karşı ve bü­
tün ulusların kendi ulusal devletlerini kurmada
hak eşiti.iği uğruna günlük ajitasyon ve propagan­
da görevi. Bu görev, (şu anda) ulusal sorunda en

115
önemli görevimizdir ; çünkü biz, demokrasinin ve
bütün ulusların proleterlerinin eşit hakka sahip
ittifakımn çıkarlarını ancak böyle savunabiliriz.
Bu propaganda, gerek Büyük Rus boyundu­
rukçuları geı·ekse ezilen ulusların burjuvazisi açı­
sından «pratik olmayabilirıı (bunların her ikisi de
kesin bir <<evetıı ya da «hayırıı yanıtı istiyorlar ve
sosyal-demokratları «muğlakıı olmakla suçluyor­
lar) . Gerçekte ise, yığınların gerçekten demokra­
tik, gerçekten sosyalist eğitimini bu propaganda
ve ancak bu propaganda garantileyebilir. Ancak
böyle bir propaganda, eğer Rusya ulusal bakım­
dan karma bir devlet olarak kalacaksa, bu ülkede
uluslar arasında barışın en büyük şansını, ve eğer
Rusya'nın çeşitli ulusal devletlere bölünmesi söz
konusu olursa, en barışçi bir biçimde (ve proletar­
yanın savaşımı için de en zararsız biçimde). ayrıl­
masım garantileye bilir.
Ulusal sorunda bu tek ve biricik proleter siya­
seti daha somut olarak açıklamak amacıyla, Bü·
yük Rus liberalizminin <<ulusların kendi kaderini
tayin hakkııı konusundaki tavrını ve Norveç'in İs­
veç'ten ayrılması örneğini inceleyeceğiz.

(Lenin, Tüm Eser/er, cilt XVII, «Ulusların Kendi Kaderini


Tayin Hakim , s. 557-561, 1916.)

Kendi kaderini tayin karşıtlarının argüman­


larının merkezinde, bunun kapitalizm veya em ­
peryalizm altında genel olarak ccgerçekleşmesi im­
karu;ızıı olduğu iddiası bulunmaktadır. <<Gerçekleş­
mesi irnkansızıı ifadesi sık sık değişik ve tam bir
şekilde tanımlanmayan anlamlarda kullanılmak­
tadır. Bunun için biz tezlerimizde, herhangi teo­
rik bir tartışmada zorunlu olan şeyi talep ettik :

116
«gerçekleşmesi imkansız n dan ne anlaşıldığının
açıklığa kavuşturulması. . Ve sorunun konuluşuyla
yetinmeyip, böyle bir açıklığa kavuştuı.:ma dene­
mesine giriştik. Emperyalizm altında, demokrasi­
nhı tfun talepleri, bir dizi devrim olmaksızın bun­
ları siyasi olarak gerçekleştirmek zordur veya ta­
mamen imkansızdır anlamında «gerçekleştirile­
mez)) taleplerdir.
Ekonomik bir mümkünsüzlük anlamında ken­
di kaderini tayinin gerçekleştirilemez olduğundan
söz etmek ise temelden yanlıştır . . .
Yeni ekonominin, tekelci kapitalizmLll (emper­
yalizm tekelci kapitalizmdir) siyasi üstyapısı de­
mokrasiden siyasi gericiliğe dönüştür. Serbest re­
kabete demokrasi tekabül eder. Tekele ise siyasi
g�ricilik tekabül -eder. «Finans kapital egemenlik
için çalışır, özgürlük için değiln, diyor Rudolf Hil­
fercling haklı olarak «Finans Kapitalıı adlı kitabın­
da.
((Dış siyaseti» genel olarak siyasetten ayırmak
ya da hatta dış siyasetle iç siyaset� karşı karşıya
koymak, temelden yanlış, Marksist ve · bilimsel ol­
mayan bir düşüncedir. Emperyalizm hem dış hem
de iç siyasette aynı şekilde demokrasiyi :yıkma, ge­
ricilik eğilimindedir. Bu anlamda emperyalizmin
genel olarak demokrasinin, tüm demokrasinin c(yad­
sıınasın olduğu, asla sadece bir demokratik tale­
bin, yani ulusların kendi kaderini tayininin yad­
sıınası olmadığı tartışma götürmezdir.
Demokrasinin ((yadsımasın olarak emperyalizm
aynı şekilde ulusal sorunda da demokrasiyi (yani
uluslann kendi kaderini tayinini) (<yadsırn ; «aynı
şekilde>> , -yani bu eğilime sahiptir - demokrasi­
yi yıkmaya bakar. Emperyalizm altında demokra-

117
sının gerçekleştirilmesi, tıpkı emperyalizm altında
(tekel-öncesi kapitalizmle kıyaslandığında) cum­
huriyetin, milisin ve memurların halk tarafından
seçilmesinin vs. gerçekleştirilmesinin daha zor ol­
ması ile aynı anlamda ve aynı derecede daha zor­
dur. «Ekonomik olarakı> gerçekleştirilemezlikten
söz edilemez.
P. Kievski burada, belki de. . . filisten görüş
açısından ilhakıh (yani üzerinde yaşayan nüfu­
sun iradesine rağmen yabancı topraklara elkoyma­
nın, yani ulusların kendi kaderini tayinini çiğne­
menin) , finans kapitalin daha geniş bir ekonomik
alana «yayılması» ile aynı anlama geliyor sayıl­
ması yüzünden de yolunu sapıtmaktadır.
Ama teorik sorunlara, filisten kavramlarla
yaklaşılmamalıdır.
Emperyalizm, ekonomik olarak görüldüğünde,
tekelci kapitalizmdir. Tekeli tam yapmak için, ra­
kipleri sadece iç pazarda (ilgili devletin pazarın­
da) değil, aynı zamanda dış pazarda, bütün dün­
yada da yok etmek gerekir. «Finans kapital ça­
ğında)) yabancı bir ülkede de rekabeti yok etmek
ekonomik olarak mümkün müdür? Elbette müm­
kündür. Bu araç, rakibin mali bağımlılığı ve onun
hammadde kaynaklarının ve daha sonra da bü­
tün işletmelerinin satın alınmasıdır . . .
. . . Bir ülkenin büyük finans kapitali her za­
man, yabancı, siyasi bakımdan bağımsız bir ülke­
deki rakiplerini . satın alabilir ve bunu zaten sü­
rekli olarak yapmaktadır. Bu ekonomik olarak ta­
mamiyle gerçekleştirilebilir birşeydir. Ekonomik
<dlhakıı , siyasi ilhak olmaksızın tamamiyle <<ger­
çekleştirebilir» birşeydir ve devamlı olarak yapıl­
maktadır. Emperyalizm üzerine literatürde adım

118
başında, örneğin, Arjantin'in gerçekte İngiltere'
nin bir «ticaret sömürgesin , Portekiz'in fiilen İn­
giltere'nin bir «vasaliıı (bağımlı devlet. Peyk.
-ÇN) olduğu şeklinde işaretiere rastıanz. Bu doğ�
rudur : İngiliz bankalarına ekonomik bağımlılık,
İngiltere'ye borçlu olmak, demiryollarının, maden­
lerin, arazilerin vs. İngiltere tarafından satın alın­
ması - tüm bunlar, bu ülkelerin siyasi bağımsız­
lıkları ihlal edilmeden, bu ülkeleri İngiltere'nin
ekonomik olarak <dlhakn edebilmesini sağlamak­
tadır.
Ulusların kendi kaderini tayini, onların siya­
si bağımsızlığı ' demektir. Emperyalizm bu bağım­
sızlığı yıkma eğilimindedir, çünkü siyasi ilhak,
ekonomik ilhakı daha kolay, daha ucuz (memur­

ları satın almak, tavizler elde etmek, yarar sağla­
yacak kanunlar çıkarmak vs. daha kolaydır) , daha
elverişli, daha az zahmetli kılmaktadır - tıpkı em­
peryalizmin genel olarak demokrasinin yerine oli­
garşiyi geç;i.rme eğiliminde olması gibi. Fakat em­
peryalizm altında kendi kaderini tayinin ekono­
mik ((gerçekleştirilemezliğbnden söz etmek halis
saçmalıktır . . .
. . . Norveç bu güya gerçekleştirilemez olan ken­
di kaderini tayin hakkını 1 905'te, emperyalizmin
şahlandığı bir dönemde « gerçekleştirdin . Dolayısıy..
la «gerçekleştirilemezıılikten bahsetmek sadece te­
orik açıdan saçma değil, aynı zamanda gülünçtür . . .
. . . Kievski, Norveç'in Batıya, İsveç'in Doğuya
baktığını, birinde ağırlıklı olarak İngiliz, diğerin­
de ise Alman finans kapitalinin «faaliyetten oldu­
ğunu v�. kanıtlamak için bir dizi alıntılar ileri sü­
rüyor. Buradan da muzaffer bir edayla . şu sonucu

119
çıkarıyor : «Bu örnek (Norveç) tıpatıp bizim şerna­
rmza uyuyor.ıı
. . . Tezlerimizde, finans kapitalin ((her» ülkede,
((hatta bağımsız bir ülkede bile» egemen olabile­
ceği ve bu yüzden, kendi kaderini tayinin fiİıans
kapital açısından ((gerçekleştirilemezliği» hakkın-
- daki bütün tartışmaların halis şaşkınlık olduğu
saptanmaktadır. Yabanq finans kapitalin, [Nor­
veç'in İsveç'ten -ÇN] ayrılmasından önce ve son­
ra Norveç'te oynadığı rol üzerine bizim iddiamızı
doğrulayan verilere dikkatimiz çekiliyor - hem de
bu veriler güya bizim önerimizi çürütüyormuş eda­
sıyla ! . . .
. . . Norveç'te İngiliz finans kapitali, ayrılma­
dan önce de sonra da «faaliyette» idi. Polanya'da
Alman finans kapitali, onun Rusya'dan ayrılma­
sından önce ((faaliyette» idi ve Polanya'nın siyasi
durumu ne olursa olsun ((faaliyete» devam ede­
cektir. Bu öyle temel bir doğru ki, tekrarlamak zo­
runda kalmamız utanç verici : ama işin alfabesi
unutulmuşsa insan ne yapabilir ki?
Bu nedenle Norveç'in statüsünün şu mu, bu
mu olması gerektiği siyasi sorunu ortadan kalkar
mı? İsveç'in bir parçası olduğu sorunu ortadan
kalkar mı? Ayrılma sorunu ortaya atıldığında, iş­
çilerin tavrının ne olması gerektiği sorunu orta­
dan kalkar mı?
P. Kievski bu sorulardan kaçıyor, çünkü bunlar
((Ekonomistlere» kötü çarpıyor. Fakat bu soruları
yaşamın kendisi ortaya çıkarmıştır ve çıkarmak­
tadır. Şu soruyu yaşamın kendisi ortaya attı : Nor­
veç'in ayrılma hakkını tanımayan bir İsveçli işçi,
Sosyal-Demokrat Partinin üyesi olarak kalabilir
miydi? Hayır, kalamazdı.

120
İsveçli aristokratlar Norveç'e karşı savaştan
yana idiler, papazlar da öyle . . . Fakat bu soru..'lda,
İsveçliler olmadan ve onların iradesinden bağım­
sız olarak Norveçlilerin kendilerinin karar verme
hakkını, tıpkı İsveç aristokrasisi ve burj uvazisi gi­
bi reddeden İsveçli işçi, Sosyal-Demokrat Padinin
saflarında barındıramayacağı bir sosyal-şoven ve
bir Iümpen olurdu . . .
. . . Ya Norveçli işçi ne yapmalıydı? Enternas­
yonalizm: bakış açısından onun görevi ayrılma le­
hine oy kulanmak mıydı? Kesinlikle değil. Ayrıl­
maya karşı oy kullanmış ve bir Sosyal-Demokrat
olarak kalmış olabilirdi. Sosyal-Demokrat Partinin
bir üyesi olarak görevine ancak, Norveç'in ayrılma
özgürlüğüne karşı çıkan İsveçli aşın gerici bir iş­
çiye yardım elini uzattığı zaman ihanet ediyor ola­
caktı.
Bazı kişiler Norveçli ve İsveçli işçinin durum­
ları arasındaki bu esaslı farkı görmek istemiyorlar.
Fakat bu;rılar, bizim önlerine yanlış yoruma mey­
dan bırakmayacak bir şekilde koyduğumuz tüm si­
yasi sorunların bu en somutundan kaçarken ken­
di kendilerini teşhir ediyorlar. Suskun kalıyorlar,
ezilip büzülüyorlar ve böylece kendi pozisyonların­
dan vazgeçiyorlar.
(Lenin. Tüm Eserler, cilt XIX. «Marksizmin bir Karika­
türii», s. 245, 248 vd., 250, 254, 259 vd., 1916.)

C - «Dolaysız, Açıktan İlhakçılık.»


Pozisyonuna Kaymak Olarak
Ulusal Sorunda Luxemburgizm

Biz, sosyalizmde ulusların kendi kaderini ta-

1 21
yin hakkını gerçekleştirmekten feragat etmenin
sosyalizme ihanet olacağını ileri sürdük. Bize ya­
nıt olarak, «ulusların kendi kaderini tayin hakkı,
sosyalist topluma uygulanamazn dendi. Bu, temel­
li bir görüş ayrılığıdır. Bu ayrılık nereden gelmek­
t.edir?

«Biliyoruz ki», diye itiraz ediyor karşıtla­


rımız, « sosyalizm, ulusal baskının her türünü
ortadan kaldırcaktır, çünkü o, buna neden olan
sınıf çıkarlarını ortadan kaldırmaktadır» . . .

Siyasal baskının biçimlerinden biri, yani bir


ulusun zorla bir başka ulusun sınırları içinde tu­
tulması üzerine bir tartışmada, ulusal baskının or­
tadan kalkmasının iktisadi önkoşullan ·ie ilgili çok­
tan bilinen ve tartışma götürmez bu gözlemin ye­
ri ne? Bu, siyasal sorunlardan kaçma çabasından
başka birşey değildir ! . . .
. . . Daha ilk tezimizde, ezilen ulusların kurtu­
luşunun siyasal alanda ikili bir dönüşümü önşart
koştuğu söylenir : 1 ) ulusların tam eşitliği. Bu ko­
nuda herhangi bir anlaşmazlık yok, ve bu yalnız­
ca bir devlet içinde olup bitenlerle ilgilidir; 2) si­
yasal ayrılma özgürlüğü. Bu, devlet sınırlarının
çizilmesiyle ilgilidir. Yalnızca bu anlaşmazlık ko­
nusudur. Ve karşıtlarımız tam da bu nokta üzeri­
ne susmaktadırlar. Onlar, ne devlet sınırları üze­
rine, ne de devletin kendisi üzerine düşünmek is­
temiyorlar . . .
. . . Marx, Gotha Programının Eleştirisi'nde
şöyle yazar :

«Kapitalist toplum ile komünist toplum


arasında, birinden ötekine devrim yoluyla ge-

122
çiş dönemi yer alır. Buna, bir de siyasal geçiş
dönemi tekabül eder ki, bu dönemin devleti,
proletaryanın devrimci diktatörlüğünden baş­
ka birşey olamaz. ,

Şimdiye kadar bu, sosyalistler için tartışma


götürmez bir doğruydu ve muzaffer sosyalizmin
tam komünizme varmasına kadar devletin tanın­
ması bunun içinde yatmaktaydı. Engels'in, devle­
tin sönüp gitmesine ilişkin veciz sözü bilinir. Biz ,
kasıtlı olarak daha ilk tezde, demokrasinin, dev­
letin sönüp gitmesiyle demokrasinin de sönüp gi­
decek olduğu bir devlet biçimi olduğunu vurgula­
dık. Ve karşıtlarırriız, Marksizmin yerine ((devleti
yadsıyann bir. görüşü geçirmediği sürece, onların
argümantasyonu baştan sona bir yanılgıdır.
Onlar, devletten (ve dolayısıyla onun sınırla·
nmn saptanmasından) söz etmek yerine, ((sosya­
list bir kültür çevresiıınden söz ediyorlar, yani ka­
sıtlı olarak, d�vletle ilgili bütün sorunlardan kaça­
bilecekleri muğlak bir deyim seçiyorlar ı . . . .

. . . Alman şovenisti Lensch, . . . Engels'in cc Po ve


Renıı başlıklı _yapıtından ilginç bir pasaj aktarıyor.
Engels orada özetle, bir dizi küçük ve canlılığı ol­
mayan ulusları, tarihsel gelişmeleri sırasında yut­
muş olan ccAvrupa'nın hayatiyet sahibi büyük ulus­
larınınıı sınırlarının gittikçe daha çok ((halkın . di­
li ve sempatileriıı tarafından saptandığını söyle­
mektedir. Engels, bu sınırları ccdoğalıı sınırlar ola­
rak niteliyor. Avrupa'da ilerici kapitalizm döne­
minde, 1848-i871 civarında durum böyleydi. Şim­
di gerici, emperyalist kapitalizm, bu demokratik
biçim�e saptanmış olan sınırları gittikçe daha sık
biçimde yıkmaktadır. Bütün belirtiler şunu göste-

123
riyor ki, emperyalizm, onun yerine geçmekte olan
sosyalizme, miras olarak, Avrupa'da ve dünyanın
öteki bölgelerinde daha az demokratik sınırlar ve
bir dizi ilhaklar bırakacaktır. Muzaffer sosyalizm,
bütün alanlarda tam demokras�i yeniden kurup
sonuna kadar götürürken, devlet sınırlarının de­
mokratik biçimde saptanmasından feragat edebi­
lir mi? Halkların ((sempatilerin ni hesaba katmak
isterneyeceği düşünülebilir mi? Polonyalı meslek­
taşlarımızın Marksizmden emperyalist ekonomiz­
me nasıl kaydıklarını açıkça görmek için bu so­
ruları sormak yeter.
Marksizmi bir karikatüre dönüştüren eski
((Ekonomistlern , işçilere, Marksistler için «yalnız­
can ((iktisadi olanın>> önemli olduğunu öğretirlerdi.
Yeni ((Ekonomistlenı , kah muzaffer sosyalizmin
devletinin (maddesi olmayan bir «duyumlar kar­
maşasın gibi) sınırları olmaksızın var olabileceğ-i­
ne, kah sırurların ((yalnızca)) üretimin gereksinim­
lerine uygun olarak çizileceğine inanıyorlar. Ger­
çekte bu sınırlar, demokratik bir biçimde, yani nü­
fusun irade ve ((sempatileriııne uygun olarak sap­
tanacaktır. Kapitalizm bu sempatilerin ırzına ge­
çiyor ve böylelikle ulusların birbirine yakınlaşma­
sı önünde yeni güçlükler yaratıyor. Üretimi sınıf
baskısı olmaksızın örgütleyen ve devletin bütün
üyelerinin mutluluğunu güveneeleyen sosyalizm,
halkın ((sempatilerin nin serbestçe açılıp gelişmesi­
ne olanak sağlar ve böylelikle ulusların birbirine
yakınlaşmasını, birbiriyle kaynaşmasını kolaylaş­
tırır ve pek büyük ölçüde hızlandırır . . .
... Kapitalist düzende ulusal (ve genelde si­
yasal) baskı ortadan kaldırılamaz. Bunun için sı­
nıfların ortadan kaldırılması, yani sosyalizmin ge-

1 24
tirilmesi zorunludur. Her ne kadar sosyalizm eko­
nomi üzerinde temelleniyorsa da, o yalnızca eko­
nomiden ibaret sayılamaz . Ulusal baskıyı ortadan
kaldırmak için bir temel şarttır - sosyalist üre­
tim; ama bu temel üzerinde ayrıca demokratik bi­
çimde örgütlenmiş bir devlet, demokratik bir or­
du vb. de gerekir. Kapitalizmi sosyalizme dönüş­
türmekle proletarya, ulusal baskıyı tamamen or­
tadan kaldırmanın- olanağım yaratır; bu olanak
<<ancak» - ((ancak» ı - halkın cısempatileriııne uy­
gun olarak devlet sınırları çizilinceye, tam ayrıl­
ma özgürlüğüne kadar, tüm alanlarda demokrasi­
nin tamamen uygulanmasıyla gerçek haline gelir.
Ve bu temel üzerinde, devlet sönüp gittiği zaman
tamamlanacak olan en küçük ulusal sürtüşmenin
bile, en küç�k ulusal güvensizliğin bile pratikte
tamamen ortadan kalkması ve bununla birlikte,
devletin ölüp gitmesiyle tamamlanacak olan ulus­
ların hızlı bir şekilde birbirine yakınlaşması, bir­
birine kaynaşması gerçekleşecektir. Marksist teori
işte budur; ve Polenyalı meslektaşlanmız yanılgı­
ya düşerek bu teoriden uzaklaşmışlardır . . .
. . . Tezlertn yazarları* [garip iddialarını -ÇN] ,
anavatan savunmasının, <<emperyalizm çağında» ,
kendi burj uvazisinin yabancı halkları ezme hakkı­
nın savunulması olduğu ile gerekçelendiriyorlar.
Ama bu, yalnızca emperyalist savaş için doğrudur,
yani emperyalist devletler ya da devletler grupları
arasındaki savaş için, savaşan iki tarafın da «ya­
bancı halklarııı ezmekle yetinmeyerek, kim daha
çok halkı ezecek diye birbirlerine karşı savaş aç­
tıkları durumlar için doğrudur !

* Polonyalı sosyal-demokratlar. Red.

1 25
Besbelli ki, yazarlar, «anavatan savunmasııı
sorununu, kesinlikle Partimizin koyduğu gibi koy�
_
mamaktadırlar, Biz, emperyalist savaşta <<anava­
tan savunmasının reddediyoruz. Bu, Partimizin
Merkez Komitesi bildirisinde olsun, Fransızca ve
Almanca olarak yayınlanan «Sosyalizm ve Savaş))
broşürüne alınan Bern kararlarında olsun, tam bir
açıklıkla belirtilmiştr. Biz bunu tezlerimizde de
iki kez vurguladık ( § 4 ve 6 'nın notları) . Besbelli
ki, tezlerin Falanyalı yazarları, genel olarak ana­
vatan savunmasım, yani belki de bunlar «emper�
yalizm çağında)) ulusal savaşları imkansız saydık­
ları için, ulusal bir savaşta da [anavatan savun­
masını -ÇN] reddediyarlar . . .
. . . Böyle bir görüş, Alman «Enternasyonalıı
grubunun tezlerinde . . . açıkça ifade edildi . . . İlhak
edilmiş olan ülkelerin, Belçika, · Sırbistan, Galiçya,
Ermenistan'ın, kendilerini ilhak etmiş olan dev�
letıere karşı «ayaklanmalarııını «anavatan savun­
masın olarak nitelendireceklerini, ve bunda da hak­
lı olacaldarım yadsımaya kalkışacak kimselerin or­
taya çıkması pek olası değildir . . .
. . . Eğer sosyalizme ihanet etmek istemiyorsak,
başdüşmanımız olan büyük devletlerin burjuvazi­
sine karşı her türlü ayaklanmayı desteklemeliyiz,
yeter ki bu, gerici bir sınıfın bir ayaklanması ol­
masın. İlhak edilmiş bölgelerin ayaklanmasım des­
teklerneyi reddetmekle, biz, nesnel olarak ilhakçı
durumuna düşeriz. Tam da başlayan toplumsal
devrimin çağı olan «emperyalizm çağındaıı prole­
tarya, ilhak edilmiş bölgelerin ayaklanmasını bu­
gün olanca gücüyle destekleyecektir ki, yarın ya
da ay� anda, bu ayaklanma yüzünden zayıflamış

126
bulunan «büyük gücünıı burjuvazisine saldırıya
geçebilsin.
Ama Polonyalı yolda§lar ilhakçılıklarında da­
ha da ileri gidiyorlar. Onlar, ilhak edilmiş bölgele-.
rin ayaklanmasına karşı çıkınakla kalmıyorlar, bu
bölgelerin her ne şekilde olursa olsun, bağımsız­
lıklarının gerçekleşmesine karşı çıkıyorlar, barışçı
yollardan olsa bile ! Bakın ne diyorlar :

«Emperyalizmin baskı siyasetinin sonuçla­


nnın sorumluluğunu reddeden ve bu sonuçla­
ra karşı olanca gücürle savaşım veren sosyal­
demokrasi, Av rupa'da yeni sınır taşlannın di­
kiLmesine, empe ryalizmin yıktıklarının yeniden
kanmasına kesin olarak karşıdır. " <İtalikler ya-
- � zarlann.J

Şu anda emperyalizm, Almanya ile Belçika ve


Rusya ile Galiçya arasındaki «sınır taşlarını yık­
mışn bulunuyor. Uluslararası sosyal-demokrasi, bu
sınır taşlarının hangi biçimde olursa olsun yeni­
den dikilmesine genel olarak karşı olacakmı ş ! 1 905'
te, «emperyalizm . çağında>> , özerk Norveç Parla­
mentosu, bu ülkenin İsveç'ten ayrıldığını ilan et­
tiği ve gerek İsveçli işçilerin direnmesi yüzünden,
gerekse emperyalizmin uluslararası koşulları sonu­
cu olarak, İsveç gericilerinin Norveç'e karşı propa­
gandasını yaptıkları savaş patlak vermediğinde
- sosyal-demokrasi, Norveç'in ayrılmasına karşı
olmalıydı, çünkü bu . ayrılma tartışma götürmez bi­
çimde «Avrupa'da yeni sınır taşlarının dikilmesi»
demekti l
Bu doğrudan, açık ilhakçılıktır. Bunu çürüt­
menin gereği yok, o kendi kendisini çürütmekte-

1 27
dir. Hiçbir sosyalist parti böyle bir tutumu be­
nimsemeye cüret edemez : «Biz, genel olarak ilhak­
lara karşıyız, ama Avrupa'ya gelince, ilhakları tas­
vip ederiz ya da bunlar gerçekleşir gerçekleşmez,
kendimizi onlara uydururuz . . . n

(Lenin. Tüm Eserler, cilt XIX. «Kendi Kaderini Tayin Üze­


rine Tartışmanın Sonuçları», s. 296 vd., 307 vd., 1916.)

5 - ((Emekçilerin Kendi Kaderini Tayin Hakkı»


Buharinci Şianmn Leninist Eleştirisi

. . . Ulusal sorun hakkında . . . Buharin arzula­


nanı gerçeklik saYıyor. Ulusların kendi kaderini
tayin hakkım tanımamamız gerektiğini söylüyor.
Ulus, burjuvazi ve proletarya birarada demektir.
Biz proleterler, nefret ettiğimiz burjuvazinin ken­
di kaderini tayin hakkını tanıyacağız ha ! Bunlar
birbirine uyar mı? Afedersiniz ama, bu, var olana
uyar. Eğer onu ortadan kaldırırsanız, sonuç bir
fanteziden öteye birşey olmaz. Siz ulusların için­
de oluşagelen ayrışma sürecine, proletaryanın bur­
j uvaziden ayrılmasına atıfta bulunuyorsunuz. İlk­
önce, bu ayrışma sürecinin nasıl olduğunu görelim.
Örneğin Almanya'yı alalım, kapitalizmin, ma­
li sermayenin örgütlülüğü bakımından Amerika'
_
dan üstün olan bu ileri kapitalist ülke modelini
alalım. Almanya, birçok yönden, teknik gelişme ve
üretim bakımından ve siyas�l bakımdan Ameri­
ka'nın gerisindeydi, ama mali sermayenin örgüt­
lülüğü bakımından, tekelci kapitalizmi devlet te­
kelci kapitalizmine dönüştürme bakımından Al­
manya Amerika'dan öndeydi. G_örünüşe göre Al­
manya bir modeldi. Peki, orada ne olup bitiyor?

1 28
Proletarya burjuvaziden ayrıştı mı? Hayır ! Büyük
kentlerden yalnızca birkaçında Alman işçilerin ço­
ğunluğunun Scheidemannlara karşı olduğu bildi­
rildi. Peki bu nasıl oldu? Bu, Spartaküsçülerle, her
şeyi ellerine yüzlerine bulaştıran ve Sovyet siste­
miyle Milli Meclisi uzlaştırma.k isteyen Alman Ba­
ğımsız Sosyal-Demokrat Partisi'nin lanet olası
Menşeviklerinin ittifakının eseridir ! İşte Almanya'
da olan budur! Ve Almanya, dikkat edilsin, ileri' bir
ülkedir.
Buharin yoldaş : <cUlusların kendi kaderini ta­
yin hakkına neden gerek duyuyoruz?» diyor. 1 9 1 7
yazında, asgari programdan vazgeçilmesini, yalnız­
ca azami programın bırakılınasını önerdiği zaman
ken<jisine karşı çıkıp söylediklerimi yinelemeliyim.
O zaman, ((Savaşa girerken değil, savaştan çıktık­
tan sonra övün ! » demiştim. iktidarı ele geçirip bi­
raz daha bekledikten sonra yapacağız bunu. ikti­
darı ele geçirdik, bir süre bekledik, şimdi bunu
yapmakla hemfikirim. Bizler şimdi doğrudan sos­
yalist inşaya giriştik ve bizi tehdit eden ilk saldı­
rıyı püskürttük - şimdi bunu yapmak yerinde
olur. Aynı şey, ulusların kendi kaderini tayin hak­
kı için de geçerlidir. ((Ben yalnızca emekçi sınıf­
ların kendi kaderini tayin hakkını tanımak isti­
yorum» diyor Buharin yoldaş. Yani siz, gerçeklik­
te Rusya dışında bir tek ülkede bile baş8:rılamamış
bir şeyi tanımak istiyorsunuz yalnızca. Bu gülünç­
tür.
Finlandiya'ya bakalım: demokratik, bizden
daha gelişmiş, daha kültürlü bir ülke. Orada pro­
letaryamn ayrışması, farklılaşması süreci yaşanı­
yor; bu süreç, kendine özgü, bizde olduğundan çok
daha acılı bir yol izliyor. Finlandiyalılar, Alman-

129
ya'nın diktatörlüğünü yaşamışlardır; şimdi An­
tant'ın diktatörlüğünden geçiyorlar, ve bizim ulus­
ların kendi kaderini tayin hakkını tanımış olma­
mız olgusu sayesinde, orada proletaryamn farklı­
laşması süreci kolaylaştirılmıştır. Smolni'de, belge­
yi, bir cellat rolü oynamış olan Fin burjuvazisinin
temsilcisi Svinhufvud'a . . . nasıl verdiğimi çok iyi
anımsıyorum. Dostça elimi sıktı, karşılıklı iltifat
ettik birbirimize. Ne kadar tatsız birşeydi l Ama
yapılması gerekiyordu, çünkü o günlerde bu bur­
juvazi, Moskofların, şovenistlerin, Büyük Rusların
Finlileri ezmek istediğini öne sürerek, halkı, emek­
çi yığınları aldatıyordu. Yapılması gerekti.
Dün aynı şeyi Başkır Cumhuriyeti için yap­
mak gerekınedi mi? Buharin yoldaş, ((bu hakkı ba­
zı durumlarda tanıyabilirizıı dediği zaman, ben,
onun, listesine Hotantoları, Buşmanları ve Kızılde­
rilileri de aldığını not ettim. Bu sıralamayı din­
lerken, kendi kendime : nasıl oldu da Buharin, ufak
birşeyi, Başkırları unuttu, diye sordum. Rusya'da
Buşmanlar yok, Hatantoların özerk cumhuriyete
sahip olma isteğiyle ortaya çıktıklarını da duyma­
dım, ama bizde Başkırlar var, Kırgızlar var, da­
ha bir sürü başka halk var ve bu halklara [kendi
kaderini tayin hakkını -ÇN] tanımayı yadsıya­
mayız. Eski Rus İmparatorluğu'nun halklarından
hiçbirine bunu vermemezlik edemeyiz. Hatta, BaŞ­
kırların sömürücüleri devirdiklerini, bizim de bu
alanda onlara yardım ettiğimizi varsayalım . Fakat
bu ancak, devrimin tam olgunluğa ulaştığı yerde
olabilir. Ve bu, proletaryanın hızlandırmak zorun­
da olduğumuz farklılllaşma sürecini, müdahalemiz­
le geciktirmeyecek biçimde, ihtiyatlıca yapılmalı­
dır. Fakat, bugüne dek mollaların etkisi altında

1 30
kalımş olan Kırgızlar, Özbekler, Tacikler, Türk­
menler gibi halklarla ilgili olarak ne yapabiliriz?
Bizde Rusya'da, papazlar hakkında uzun bir de­
neyime sahip olan halk, onları devirmemize yar­
dım etti. Ama gene de medeni nikah kararname­
sinin yaşama girişinin ne kadar zayıf olduğunu bi­
liyorsunuz. Biz, sözünü ettiğim halkiara yakla­
şıp : «Sizi sömürenleri devireeeğizn diyebilir miyiz?
Bunu yapamayız, çünkü bu insanlar tamamen
mollaların nüfuzu altında bulunmaktadırlar. Bu­
rada, sözkonusu ulusun gelişmesini, proletaryamn
lmrjuva ögelerden kaçınılmaz farklılaşmasını bek­
lemek zorundayız.
Ama Buharin yoldaş beklemek istemiyor. Sa­
bırsızdır : «Neden bekleyelim? Bizzat kendimiz bur­
juvaziyi devirmiş, Sovyet iktidarım ve proletarya
diktatörlüğünü ilan etmişken, niye böyle davra­
nalım ?)) diyor. Bu, heveslendirici bir çağrı gibi ge­
liyor, bizim yolumuzda bir işareti içeriyor, ne var
ki prograrpınnzda yalmzca bunu ilan etseydik, o
bir program değil, bir bildirge olurdu. Sovyet ik­
tidarını, ·proletarya diktatc.rlüğünü ilan edebiliriz,
burjuvaziye, bin kep hak ettiği hakaretleri yağdı­
rabiliriz, ama programımu:da yalnızca varolanı en
büyük bir özenle ifade etmemiz gerekir. O zaman
programımız itiraz kabul etmez olur.
Sorunlara kesinlikle sınıf açısından bakıyo­
ruz. Programda yazdığımız şey, genel olarak ulus­
ların kendi kaderini tayin hakkını yazmamızdan
bu yana gerçekten olup-bitenlerin tanınmasından
ii?arettir. O zamanlar henüz proleter cumhuriyet­
ler yoktu. Burada yazılan şeyi yazabilmemiz onla­
rın ortaya çıkışıyla ve onlar ortaya çıktıkça müm­
kün oldu. �azdığımız şey şu : «Sovyet tipinde ör-

131
gütlenen devletlerin federatif birleşmesiıı . Sovyet
tipi, henüz, Rusya'da varolan Sovyetler değildir,
Sovyet tipi, enternasyonal hale gelmektedir. Yal­
nızca bunu söyleyebiliriz. Bunun ötesine geçmek,
bir adım, bir kılpayı ileri gitmek yanlış olur ve bu
nedenle program için işe yaramaz.
Biz, ilgili ulusun ortaçağdan burjuva demok­
rasisine, burjuva demokrasisinden proleter demok­
rasisine giden yolda hangi aşamada durduğu he­
saba katılmalıdır, diyoruz. Bu, kesinlikle doğru­
dur. Bütün uluslar, kendi kaderini tayin hakkına
sahiptir . . . Bütün ülkeler ortaçağ düzeninden bur­
juva demokrasisine ya da burjuva demokrasisin­
den proleter demokrasisine doğru ilerlemekte ol­
duklarına göre, ezici çoğunluk, dünya nüfusunun
onda dokuzu, belki de yüzde 95'i, bu tanımın · çer­
çevesi içine girer. Bu yol, kesinlikle kaçınılmazdır.
Bundan fazlası söylenemez, çünkü yanlış olur, çün­
kü gerçekten varolan şey olmaz. Ulusların kendi
kaderini tayin hakkını reddetmek ve emekçi hal­
kın kendi kaderini tayin hakkını koymak tama­
men yanlıştır, çünkü sorunun böyle konulması,
uluslar içinde proletaryanın farklılaşmasının güç­
lüklerini, zikzaklı yollarını hesaba katmaz . . .
. . . Programımız, emekçi halkın kendi kaderi­
ni tayininden söz etmemelidir, çünkü bu yanlış
olur. Program, varolanı dile getirmelidir. Uluslar
ortaçağ düzeninden burjuva demokiasisine, bur­
juva demokrasisinden proleter demokrasisine gi­
den yolda farklı aşamalarda bulunduklarına göre,
programımızın bu tezi kesinlikle doğrudur. Bu yol­
da bizde birçok zikzaklı dönemeçler olmuştur. Her
ulus, kendi kaderini tayin hakkını elde etmelidir,
bu, emekçi halkın kendi kaderini tayinini kolay-

132
laştıracaktır . . . Bu kendi kaderini tayin, çok kar­
maşık ve zorlu bir yolda ilerliyor. Rusya.'dan baş­
ka bir yerde yoktur, ve M<?skova'dan dikte etmek
yerine, diğer ülkelerdeki tüm gelişme aşamalannı
önceden görmeliyiz. Bu nedenle bu öneri ilkesel
olarak kabul edilemez.
(Lenin, Tüm Eserler, cilt XXIV, RKP(B) VIII. Parti Kong-,
resinde Parti Programı üzerine Rapor, s. 135-139 Rusça, 1919)

133
III - ULUSAL-SÖMÜRGESEL SORUN VE
PROLETER DÜNYA DEVRiMi

(KAPİTALİZMİN GENEL KRİZİ DÖNEMİNDE


SÖMÜRGE DEVRİMLERİ VE
AVRUPA'DA ULUSAL HAREKETLER)

1 Sömürge Devrimleri, itici Güçleri, Gelişme


-

Perspektifleri, Komintern'in Strateji ve 'J'aktiği

A Sömürgelerde Emperyalist Siyasetin Özü Ve


-

Sömürge Ekonomisinin Karakteristik Özellikleri

Emperyalistlerin ve onların reformist yaıtak­


çılarımn (MacDonald, Otto Bauer ve şürekası)
emperyalizmin «geri halklan refaha, ileriye ve
kültüre eğittiğüıe» dair rezilce yalanıarına karşın,
tekelci kapitalizm çağına geçiş, sömürge ülkelerin
milyonlarca kitlesini inim üıim inleten boyundu­
ruğu hiç de hafifletmedi. Özellikle varlığının birin­
ci döneminde her yerde feci sonuçlara yol açan ka­
pitalist gelişme, yabancı sermayenin sömürgelere
girmesi ile korkunç bir ölçüde ve hızlandırıl:rp.ı§
bir tempoda yeniden üretilir; buna karşılık kapi­
talizmin ilerici sonuçlan buralarda çoğunlukla hiç
görülmez.

134
Egemen emperyalizm, sömürgelerde sosyal bir
dayanağa gereksinim duyduğu yerlerde, eski sos­
yal düzenin egemen tabakaları - feodaller ve ti­
caret ve tefeci burjuvazisi - ile halkın çoğunlu­
ğuna karşı ittifaka girer. Emperyalizm her yerde,
kendi gerici müttefiklerinin varlığı için temel oluş­
turan sömürünün kapitalizm-öncesi biçimlerini
(özellikle kırda) korumaya ve ebedileştirmeye ça­
lışır. Bu ülkelerin halk kitleleri, sömürge rejiminin
askeriyesi, jandarması ve idari aygıtının masraf­
ları için çok yüksek tutarlar ödemek zorunda bı­
rakılır.
Açlık ve salgın hastalıkların, özellikle yoksul
köylülük arasında artması; yerli halkın toprağının
kitlesel mülksüzleştirilmesi; bazen dolaysız kölelik­
ten bile beter insanlık dışı çalışma koşulları (be­
yaz kapitalistlerin plantasyanlarında ve maden
ocaklarında vs. ) , bütün bunlar . sömürge halkları
üzerinde çok feci bir etkide bulun:ur ve çoğu kez
koskoca halkların yokolmasına sebep olur. Emper­
yalist devletlerin sömürgelerdeki «kültürel eğitici
·

rolün gerçekte cellat rolüdür . . .


. . . Emperyalist sömürge rejimi, salt ekonomik
baskıya değil, aynı zamanda ilgili bağımlı ülkede­
ki emperyalist ülke burjuvazisinin ekonomi-dışı zor
üzerine kurulu tekeline de dayanır. Bu tekel, iki
ana işlevi yerine getirir : bir yandan sömürgelerin
acımasızca sömürülmesine hizmet eder (dolaylı
ve dolaysız haraç yükümlülüğünün çeşitli biçimle­
ri, kendi sanayi metalarını pazarlayarak, kendi sa­
nayii için ucuz hammadde elde ederek, çok ucuz
işgücünden yararlanarak vs. ekstra kar elde et­
me) ; diğer yandan emperyalist tekel, onun kendi
·
varlık koşullarının korunmasına ve gelişmesine

135
hizmet eder, yani sömürgelerdeki kitlelerin köle­
leştirilmesi işlevini yerine getirir . . .

. . . Burj uvazi tarafından gerçekleştirilen kapi­


talist sömürünün özgül sömürgeci biçimleri, sonuç­
ta ilgili sömürgelerin üretici· güçlerinin gelişmesi­
ni köstekler. İnşaat işlerinin salt asgarisi yapılır, . .
bu da ülkede askeri egemenlik için, vergi cende­
resinin kesintisiz işlemesini sağlamak için, ve gi­
derek emperyalist ülke ticaretinin gereksinimi için
zorunlu olduğu ölçüde . . .

Sömürgelerin tarımı, büyük oranda ihracat


için çalışmaya zorlanır, fakat bununla köylü eko­
nomisi hiçbir şekilde kapitalizm-öncesi ekonomik
biçimlerin zincirinden kurtulmaz. Kural olarak o
[köylü ekonomisi -ÇN] , kapitalizm-öncesi üretim
biçimlerine tabi olarak, mali sermayenin gereksi­
nimlerine bağımlı kılınarak, kapitalizm öncesi sö­
mürü yöntemleri keskinleştirilerek, çok hızlı geli ­
şen ticaret ve tefeci sermaye tarafından köylü eko­
nomisi boyunduruk altına alınarak, vergi yükü
arttırılarak vs., vb. ((özgürn meta ekonomisine dö­
nüşür. Köylülüğün sömürüsü şiddetlenir, ama onun
üretim yöntemleri yenilenmez.

Kural olarak sömürge hammaddelerinin sınai


işlenmesi sömürgede yapılmaz, aksine kapitalist
ülkelerde, her şey önce ana ülkede yapılır. Sömür­
gede kazarnlan kar, büyük oranda üretici bir tarz­
da kullamlmaz ; aksine ülkeden ihraç edilir ve, ya
ana ülkede ya da ilgili emperyalizmin yeni geniş­
leme alanlarında yatırılır. Bu şekliyle sömürgeci
sömürü, temel eğilimi itibariyle, sömürgelerdeki
üretici güçlerin gelişmesinin önünde köstek, doğal
zenginliklerinin yağma edilmesi ve her şeyden ö_n-

136
ce sömürge ülkenin insani üretici güç rezervleri­
nin tüketilmesi olarak etkide bulunur .
. . . Ancak sömürgeci sömürü sömürgelerde üre­
timi geliştirmenin belli bir teşvikini zorunlu kıl­
dığı ölçüde ve sürece, bu gelişme emperyalist te­
kel ile tamamen belirli bir yol tutar ve ancak ana
ülkenin çıkarlarına, özellikle de onun sömürgeci
tekelinin çıkarlarının korunmasına uygun olduğu
ölçüde teşvik edilir . . . Emperyalistler tarafından
sömürgelerde kurulan kapitalist işletmeler (savaş
amacına hizmet eden birkaç işletme dışında) ağır­
lıklı olarak ya da istisnasız tarım kapitalisti bir
karakter taşırlar ve sermayenin düşük bir orga­
nik bileşimine sahiptirler. Sömürge ülkenin gerçek
bir sanayileşmesi, özellikle, ülke üretici güçlerinin
bağımsız gelişmesini teşvik edecek durumda olan
hayatiyet sahibi bir makine sanayiinin yaratılması
desteklenmez, tam tersine ana ülke tarafından l;;:ös­
teklenir. Sömürgeci köleleştirmede ana ülkenin iş­
levi esas olarak, sömürge ülke emekçi sınıflarının
zararına emperyalist ülkedeki burjuvazinin ekono­
mik ve siyasi gücünü güçlendirmek; ilgili sömür­
gede emperyalist ülke tekelini sonsuzlaştırmak ve
geri kalan dünyaya yayılmasını artırmak için ken­
di bağımsız gelişmesinin çıkarlarını feda etmeye
ve yabancı kapitalizmin ekonomik (tarımsal ve
hammadde sağlayan) uzantısı rolünü oynamaya
zorunlu kılınmasıdır . . .
. . . Sömürgeler nüfusunun ezici çoğunluğu top­
rağa bağlı olduğundan ve kırda yaşadığından ötü­
rü, emperyalizm ve onun müttefiklerinin (toprak
sahipleri sınıfı ve ticaret ve tefeci sermayesi ) uy­
guladığı köylülüğün yağmacı biçimlerde sömürül­
ınesi özel bir önem kazanmaktadır. Emperyalizmin

137
müdahalesi ile (vergilendirme, ana ülkelerden sa­
nayi ürünleri ithali vs. ) köyün para ve meta eko­
nomisine dahil edilmesi, köylü ekonomisinin yok­
sullaştırılması, köylü ev ekonomisinin yok edilme­
si ile birlikte gider ve ileri kapitalist ülkelerinkin­
den çok daha hızlı bir tempoda olur; buna karşı­
lık burada sürüncemede bırakılmış sınai gelişme,
proleterleşme sürecine dar sınırlar koyar. Eski eko­
nomi biçimlerinin hızlı bir tempoyla yıkımı ve ye­
nilerin yavaş gelişmesi arasındaki bu devasa oran­
sızlık, Çin, Hindistan, Mısır'da, diğerleri yanında
olağanüstü bir «toprak kıtlığııı nı ve tarımsal nü­
fus fazlasını, toprak rantının yükselmesini ve köy­
lülük tarafından işlenen toprağın olağanüstü dere­
cede parçalanmasını beraberinde getirdi. Bunun
yanında geçmişteki feodal ve yarı-feodal sömürü
ve serflik ilişkilerinin daha « modernleştiril�işıı , fa­
kat hiçbir şekilde daha kolay olmayan biçimleri­
nin tüm yükü, eskiden olduğu gibi şimdi de köy­
lülüğün sırtındadır. Sömürgelerde köyü kendi ver­
gi sistemi ve ticaret aygıtı ile kuşatan ve kapita­
lizm-öncesi ilişkilerde bir dönüşüm yapan (örne­
ğin köy topluluğunu yıkan) kapitalizm, bununla
hiç de köylüleri kapitalizm-öncesi kölelik ve sömü­
rü biçimlerinden kurtarmadı ; bilakis onlara salt
para biçimini verdi (angarya ve ayni kira, kısmen
para kira, ayni verginin yerine para vergi geçti vs. ) ,
ki bu da köylülüğün sefaletini daha da arttırdı.
Bu yoksulluklannda köylülere, onları soyup sağa­
na çeviren ve hatta bazı koşullarda (örneğin Hin­
distan ve Çin'in bazı bölgelerinde) kalıtsal borç
köleliği üreten tefeciler «yardımaıı gelir . . .
. . . Köylülüğün bu sefil durumu aynı zamanda
sanayi için içpazarda bir bunalım anlamına gelir

. 138
ve ülkenin kapitalist gelişmesi için güçlü bir en­
gel oluşturur. Hindistan, Çin, Mısır'ın ulusal bur­
j uvazisi gibi emperyalizm de köylülüğün bu seta­
letini kapitalist sömürünün gelişmesi yolunda bir
engel olarak hisseder; fakat hepsi kırda büyük
toprak mülkiyeti ve ticaret ve tefeci sermayesinin
ekonomik ve siyasi çıkarlarıyla öylesine sıkı bir bi­
çimde bağlıdırlar ki, bir nebze herhangi bir bü­
yüklükte öneme sahip bir tarım reformu yapmak
durumunda değildirler . . .

. . . ihraç edilen sermaye burada öncelikle tica­


ret alanına yatırılır, esas olarak tefeci sermaye iş­
levi görmektedir ve sömürge ülkede emperyalist
devletin baskı aracını korumak ve güçlendirmek
hedefini gücter (devlet tahvilleri vs. aracıyla) , ya
aa yarı-sömürge ülkelerdeki yerli burjuvazinin sö­
zümona bağımsız devlet organları üzerinde tüm­
den denetimi ele geçirmeyi amaçlar.

Sömürgelere sermaye ihracı orada kapitalist


ilişkilerin gelişmesini hızlandırır. ihraç edilen ser­
mayenin, sömürgelerde üretim amacıyla yatırılan
bölümü, kısmen sınai gelişmenin hızlanmasını sağ­
lar; fakat hiçbir şekilde bağımsızlığı teşvik etmek
için değil, aksine sömürge ekonomisinin emperya­
list ülkeler mali sermayesine bağım.lılığım daha
da güçlendirmek için. Zaten ithal edilen sermaye
sömürgelerde nerdeyse tümüyle hammadde veya
ham fabrikasyon elde etme ve kazanmada kulla­
nılır . . .

. . . Sömürgelere karşı emperyalizmin tüm eko­


nomik politikası, onların bağımlılığını sürdürme
ve güçlendirme, sömürüyü arttırma ve onların ba­
ğımsız gelişmesini mümkün olduğunca köstekle-

139
me çabasıyla atbaşı gider. Yalnızca özel koşullarm
baskı.sı altında, emperyalist devletler burjuvazisi,
sömürgelerdeki büyük sanayiin · gelişmesini teşvik
etmeye kendini zorunlu görür. Böylece, örneğin sa­
vaş yürütme veya hazırlama zorunly.luğu, strate­
jik bakımdan en önerrili sömürgelerde (örneğin
Hindistan'da) sınırlı bir ölçüde metal ve kimya
sanayiinde çeşitli işletmelerin kurulmasına yol aça­
bilir . . . Sömürge ve yarı-sömürge ülkeler burjuva­
zisinin belirli tabakalarını satın alma amacıyla,
özellikle de devrimci hareketin yükseliş dönemle­
rinde, ekonomik baskı.sını belirli bir derecede azal­
tabilir. Bu olağanüstü ve büyük oranda ekonomi­
dışı koşullar etkinliğini yitirdiği oranda, emper­
yalist devletin · ekonomik siyaseti derhal sömürge­
leri eznieye ve ekonomik gelişmesini kösteklemeye
yönelir. Bu nedenle sömürgelerin ulusal ekonomi­
sinin gelişmesi, ve özellikle sanayileşmesi, sanayiin
her yönlü bağımsız gelişmesi, ancak emperyaliz­
min politikasıyla en güçlü bir çelişki içinde ger­
çekleşebilir. Bu nedenle sömürge ülkelerin gelişme­
sinin özgül karakteri, özellikle, üretici güçlerin ola­
ğanüstü zorluklar altında, kısıntılı olarak, tek tek
sanayi dalları ile yapay bir tarzda sınırlanarak bü­
yümesinde görülür.
Kaçınılmaz olarak bütün bunlar, sömürge ve
yarı-sömürge ülkeler üzerinde emperyalist baskı­
nın her defasında daha yüksek bir derecede yeni­
den üretilmesine yol açar ve bizzat emperyalizm
tarafından yaratılan sosyo-ekonomik unsurların
her geçen gün şiddetlenen karşı baskısına neden
olur. Bağımsız gelişmenin sürekli kösteklenmesi,
sömürge halkları ile emperyalizm arasındaki an­
tagonizmayı gittikçe derinleştirir ve devrimci bu-

140
nalımlara, boykot hareketlerine, ulusal devrimci
ayaklanmalara vs. vb. yol açar.
Bir yandan sömürgelerde kapitalist gelişme­
nin objektif içsel çelişkileri keskinleşmekte, ve böy­
lece sömürgelerin bağımsız gelişmesi ile emperya­
list devletler burjuvazisinin çıkarları arasındaki
çelişkiler derinleşmekte; ama diğer yandan sömü­
rünün yeni kapitalist biçimi, mali sermayenin bo­
yunduruğuna karşı örgütlü bir direnişle karşı koy­
mak için köylülüğün milyonlarca kitlelerinin git­
tikçe daha fazla etrafında birleşmekte olduğu ger­
çekten devrimci bir gücü, proletaryayı sahneye çı­
karmaktadır.
Emperyalistler ve onların yardakçılarının,
emperyalist ülkelerin güya uyguladıklan «dekolo­
niz a syonıı siyaseti ve ccsömürgelerin özgürce geliş­
mesiııni teşvik üzerine lafkalabalığı, emperyalist
bir yalandan başka birşey değildir. Komünistıerin
gerek emperyalist ülkelerde, gerekse sömürge ül­
kelerde bu yalanı tamamiyle teşhir etmeleri son
derece önemlidir.
(Komünist Enternasyonal VI. Dünya Kongresi Tutanağı,
«Sömürge/erde ve Yarı-Sömürgelerde Devrimci Hareket Üzeri­
ne Tez/en> , Il. Bölüm, s. 161 vd., 1928.)

B - Sömürge Ülkelerde Dev rimci Harehetler


Üze rine Komintern'in Programı*

Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki devrim­


ci mücadelenin özgün koşulları, proletarya ve köy-

* Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki (Çin, Hindistan


vs.) bağımlı ülkelerdeki (Arjantin, Brezilya vs.) devrim tipleri,
ikinci Defter «Proleter Devriminin Teorisiı-nde ele alınmakta­
dır. Red.

141
lülüğün demokratik diktatörlüğü için uzun süreli
bir mücadele verilmesinin zorunluluğu ve bu dik­
tatörlüğün proletarya diktatörlüğüne doğru geliş­
mesi; ve nihayet bu kavgada ulusal momentin ta­
yin edici önemi, bu ülkelerin komünist partileri­
nin önüne bir dizi özel görev koymaktadır ki, bun­
ların çözülmesi, proletarya diktatörlüğünün genel
görevlerinin üstesinden gelinmesi için önkoşuldur.
Bu özel görevlerin en önemlileri olarak Komünist
Enternasyonal şunları görür :
1- Yabancı emperyalizmin, feodalizmin ve
toprak sahipleri bürokrasisinin yıkılması.
2- Konseyler temeli üzerinde proletarya ve
köylülüğün demokratik diktatörlüğünün
kurulması.
3- Tam ulusal bağımsızlık ve devlet bütün­
lüğü.
4- Devlet borçlarının silinmesi.
5-:- Emperyalistlere ait büyük işletmelerin
ulusallaştırılması (sanayiin, ulaşımın,
bankaların, vb.) .
6- Büyük toprak mülkiyetinin, kilise ve
manastır topraklarının mülksüzleştiril­
mesi. Bütün toprak ve arazinin ulusal­
laştırılması.
7- Sekiz saatlik işgününün yürürlüğe kon­
ması.
8- Bir devrimci işçi-köylü ordusunun oluş­
turulması.
Mücadelenin daha sonraki gelişmesi ve sert­
leşmesi (burjuvazinin sabotajları, burjuvazinin sa­
botajlar yapan bölümüne ait işletmelerin, kaçınıl­
maz olarak büyük sanayiin ulusallaştırılmasına yö­
nelecek zoralımı) ile, proletaryanın önder ve hege-

142
mon rol oynadığı sömürge ve yarı-sömürge ülke�
lerde, tutarlı burj uva�demokratL"l{ devrim, proleter
devrime dönüşecektir. Proletaryanın olmadığı sö­
mürgelerde, emperyalist iktidarın yıkılışına, halk
(köylü) konseyleri iktidarının örgütlenmesi, ya­
bancıların işletme ve topraklarının zoralımı ve bu
mülkierin devlete devri eşlik etmelidir.
Emperyalizme karşı mücadele ve iktidarın iş­
çi sınıfınca ele geçirilmesi açısından, sömürge dev­
rimleri ve ulusal kurtuluş hareketleri çok büyük
bir rol oynamaktadırlar. Geçiş döneminde sömürge
ve yarı-sömürgelerin, dünya ekonomisi içinde dün­
yamn kentleri rolünü üstlenmiş bulunan sanayi ül­
kelerine karşı dünyanın lurlarını oluşturmaların­
dan ötürü de büyük önemleri vardır. Burada sos­
yaliSt dünya ekonomisinin örgütlenmesi, sanayi ile
tarım arasındaki bağlantının doğru biçimde kurul­
ması sorunu, büyük ölçüde, emperyalizmin eski sö­
mürgelerine karşı tavır sorunu haline gelmektedir.
Bu nedenle, sömürgelerin emekçi yığınlarıyla kar­
deşçe bir mücadele ittifakı kurmak, emperyalizme
karşı mücadelede önder ve hegemon olarak dünya
sanayi proletaryasının ana görevlerinden biridir.
Dünya devriminin seyri, emperyalist devletle­
rin işçilerini proletarya diktatörlüğü uğruna mü­
cadeleye itmekte ve aynı zamanda yüzmilyonlarca
sömürge işçi ve köylüsünü yabancı emperyalizme
karşı mücadeleye sarsıp uyandırmaktadır . Sosya­
.
lizmin merkezleri, artan ekonomik güçleriyle sos­
yalist sovyet cumhuriyetleri biçiminde varolduk­
larında, emperyalizmden kurtulmuş sömürgelerin,
dünya sosyalizminin sınai merkezleriyle ekonomik
alanda . yakınlaşmaları ve adım adım birleşmeleri
gerçekleşir. Böylelikle onlar, sosyalizmin inşasına

143
çekilirler, egemen sistem olarak kapitalizmin ge­
lişmesi hasarnağını atlarlar ve hızlı ekonomik ve
kültürel ilerleme imk2.nını elde ederler. Bir zaman­
ların geri sömürgelerindeki köylü sovyetleri ve da­
ha ileri sömürgelerindeki işçi ve köylü sovyetleri,
siyasal bakımdan proletarya diktatörlüğünün mer­
kezleri çevresinde gruplaşırlar ve böylece sovyet
cumhuriyetleri federasyonunun sürekli büyüyen
sistemine ve dolayJSıyla proletaryanın dünya dik­
tatörlüğü sistemi içine çekilirler.
Böylece yeni üretim tarzı olarak sosyalizmin
gelişimi dünya ölçeğine bürünür.
(Komünist Enternasyonal Programı, IV. Bölüm, 9. n�kta,
«Proletaryanın Dünya Diktatörlüğü için Mücadele ve Sömürge
Devrim/eri, , 1928.)

C -Sömürgesel Devrimin İtici Güçleri,


Sömürge Ülkelerde Devrimci Hareketler İçindeki
Komünist Partilerin Strateji Ve Taktiği

. . . Sömürgelerdeki burjuva-demokratik dev­


rim, bağımsız bir ülkedeki burjuva-demokratik dev­
rimden, esas olarak, onun emperyalistlerin kö1e­
leştirmesine karşı ulusal kurtuluş mücadelesi ile
organik bir şekilde bağlı olması noktasında fark­
lıdır. Ulusal faktörün bütün sömürgelerde, aynı za­
manda emperyalist köleleştirmenin dolaysız, halk
kitlelerinde nefret uyandırıcı bir biçimde ortaya
çıktığı yarı-sömürgelerde de devrimci sürece önem­
li bir etkisi vardır. Bir taraftan ulusal baskı dev­
rimci bunalımın olgunlaşmasını hızlandırır, işçi
ve köylü yığınların hoşnutsuzluğunu arttırır, on­
ların harekete geçmesini kolaylaştırır ve devrimci

144
patlamalara, doğa gücündeki kitle hareketıerinin
gücünü ve gerçek bir halk devriminin özelliğini
verir. Diğer taraftan ulusal faktör, salt işçi sınıfı
ve köylülüğün hareketi üzerinde etkinlik kazan­
makla kalmaz, aynı zamanda diğer tüm sınıfların
pozisyonunu da etkiler ve onları devrim sürecinde
değiştirir, ilk zamanlar her şeyden önce yoksul şe­
hir küçük burjuvazisi, küçük-burjuva aydınlar ile
birlikte, büyük ölçüde, aktif devrimci güçlerin et­
kisi altına girer; ikincisi, sömürgelerde burj uvazi­
nin konumu ·büyük oranda burjuva demokratik
devrimde ikili karaktere sahiptir, ve devrimin ge�
lişmesine bağlı olarak onun yalpalamaları, bağım­
sız bir ülke burjuvazisininkinden (örneğin 1905-
1917 yılları arasındaki Rus burjuvazisinden) da­
M. güçlüdür. Büyük bir bölümüyle sömürge dev­
rimin özgüllüğünü belirleyen ulusal momentin her
somut koşulda özel etkisini titizlikle incelemek ve
bu ulusal momenti ilgili komünist partisinin takti­
ğinde dikkate almak çok önemlidir:ı.
Ulusal kurtuluş mücadelesinin yanısıra tanm
devrimi, ileri sömürge ülkelerde burjuva-demokra­
tik devrimin eksenini oluşturur-H. Bu nedenle ko-

* Redaksiyonun notu. Sömürge ve bağımlı ülkelerdeki dev­


rimi, emperyalist ülkelerdeki devrim ile (örneğin Rusya'daki
1905 devrimiyle) eşitleyen karşı-devrimci Troçkist-Zinovyevist
·
muhalefet, ulusal burjuvazinin emperyalizme karşı devrimci ha­
reketi desteklediği Çin devriminin birinci aşamasında prole­
taryanın ulusal burjuvazi ile geçici blok ve anlaşma yapmasını
reddetme noktasına vardı.
** Redaksiyonun notu. Sömürge devriminin bu özgüllükle­
rini anlamama, Troçki'yi sonunda Çin ve Hindistan Devrimi
sorunlarmda karşı-devrimci pozisyona götürdü. Stalin yoldaş da­
ha 1927'de, Çin devrimi sorunlarında Troçki'nin çizgisinin «Ko­
mintern çizgisi ile doğrudan çelişki içinde» olduğuna dikkat

145
münistler, tarım bunalımının gelişmesini ve kırda
sınıf çelişkilerinin keskinleşmesini büyük bir dik­
katle izlemeli; başlangıçtan itibaren işçi kitleleri­
nin hoşnutsuzluğuna ve başlayan köylü hareketi­
ne bilinçli bir devrimci yönelim vermeli, onları
emperyalist sömürü ve köleleştirmeye karşı oldu­
ğu gibi, aynı zamanda köylü ekonomilerinin altın­
da inim inim iniediği ve yıkıma gittiği çeşitli var­
olan kapitalizm-öncesi - feodal ve yarı-feodal -
ilişkilerin boyunduruğuna karşı yöneltmelidirler.
Tarımın korkunç geri kalmışlığı, köleleştirici kira
ilişkilerinin egemenliği, ticaret ve tefeci sermaye­
sinin boyunduruğu, sömürgelerin tarımında üre­
tici güçlerin gelişmesinin önünde duran en büyük
engellerdir, ve emperyalizm tarafından yaratılan
ve tekelleştirilen sömürgelerin tarımsal üretimi
ile dünya pazarı arasındaki değiş-tokuşun çok ge­
lişmiş biçimleri inanılmaz bir çelişki içinde bulun­
maktadır.
Bu sömürge ülkelerde ulusal burjuvazi, em­
peryalizme karşı yekpare bir tavır takınmaz. Bu
burjuvazinin bir bölümü, ilk planda ticaret burj u-

çekti. <�.Troçki yoldaş, ya Çin'de feodal kalıntıların varlığını hiç


kabul etmemekte ya da ama buna belirleyici bir önem biçme­
mektedir. Çin'de feodal-bürokratik baskının önemini k üçümseyen
Troçki yoldaş (ve dolayısıyla muhalefet de), Çin ulusal devri­
minin esas nedeninin, Çin'in gümrük politikasında emperyalist
ülkelere bağımlı olmasında yattığını sunmaktadır . . .
Troçki yoldaşın (ve dolayısıyla muhalefetin de) esas hata­
sı, Çin'de tarım devriminin küçümsenmesinde, bu devrimin bur­
juva-demokratik karakterinin kavranmamasında, Çin'de köylü
kitlelerin bir tarım hareketinin önkoşullarının yddsınmasında, Çin
devriminde köylülerin rolünün küçii.msenmesinde yatmaktadır.:�>
(Stalin. eÇin'de Devrim ve Komintern'in Görevleri», 24 Mayıs
1927)

146
vazisi, dolaysız bir biçimde emperyalist sermaye­
nin çıkarlarına hizmet eder (komprador burjuvazi
denilenler) . Bunlar esas olarak, şu ya da bu dere­
cede tutarlı olarak, tümüyle ulusal harekete yö­
nelmiş, tıpkı emperyalizmin feodal müttefikleri ve
iyi aylıklı yerli memurlar gibi, anti-ulusal, emper­
yalist bir görüş savunurlar. Yerli burjuvazinin di­
ğer bölümü, özellikle de yerli endüstrinin çıkar­
larını temsil eden bölümji, ulusal hare.ketin zemi­
ni üzerinde durur ve ulusal reformizm olarak ni­
telendirilebilecek, çok sallantılı, tavizlere eğilim
gösteren bir akımı temsil eder . . .
. . . Tüm sömürge halkın çıkarına olan, ülkenin
emperyalizmden bağımsızlığı, ulusal burjuvazinin
çıkarlarına da uygundur; ancak emperyalist sis­
te'min tüm özü ile uzlaşmaz bir çelişki içindedir . . .
Burjuvazinin hakim egemenliği, «özgur» , bağımsız
bir kapitalist gelişme olasılığı, «bağımsızıı halk üze­
rinde egemenlik - bütün bunları emperyalizm,
ulusal burjuvaziye asla gönüllü olarak bahşetmez.
Burada sömürge ülkenin ulusal burjuvazisi ile em­
peryalizm arasında nesnel olarak temel bir çıkar
çelişkisi vardır. Bu konuda emperyalizm, ulusal
burjuvazinin teslimiyetini talep eder . . .
. . . Sömürgelerde köylülüğün çekilmez sömü­
rülmesi, ancak tarım devrimi ile ortadan kaldırı­
labilir. Fakat Çin, Hindistan ve Mısır burjuvazile­
ri, kendi dolaysız çıkarlan gereği, toprak mülkiye­
ti, tefeci sermaye ve bir bütün olarak köylü kit­
lelerinin sömürülmesi ile öylesine sıkı bir şekilde
bağlıdırlar ki, onlar yalnızca tarım devrimine de­
ğil, aynı zamanda her türlü kararlı tarım refor­
muna. da karşı çıkarlar. Salt tarım sorununun açık­
ça konmasının bile köylü kitleleri içindeki devrim-

147
ci mayalanma sürecine itilim vereceğinden ve onun
hızım arttıracağından korkması boşuna değildir.
Yani reformist burjuvazi bu açık canalıcı sorunun
pratik çözümüne soyunacak durumda değildir . . .

. . . o [reformist burjuvazi -ÇNJ , kof milli­


yetçi laflar ve j estıerle kü�ük-burjuva kitleleri ken­
di etkisi altına almaya ve emperyalizmi belirli ta­
vizler vermeye zorlamaya çalışır. Fakat emperya­
listler dizginleri gittikçe daha sıkı çeker, çünkü
milli burjuvazi, herhangi bir ciddi direniş göste­
recek durumda değildir. Bu nedenle ulusal burju­
vazi, emperyalizm ile her çelişmede bir yandan
kendi «ilke sağlamlığın nı öne çıkarmaya, diğer
yandan ise emperyalizm ile barışçıl bir uzlaşma
olasılığı tohumlarını saçmaya çalışır. Hem biri,
hem de diğeri hakkında kitleler kaçınılmaz olarak
hayal kırıklığına uğrar ve bu şekilde giderek ken­
di reformist hayallerini aşarlar.

Bu sömürge ülkelerdeki ulusal burjuvazinin


uhrsal-reformist ana yönünün yanlış bir değerlen­
dirilmesi halinde ilgili komünist partilerinin stra­
teji ve taktiğinde ağır hatalar olasılığı ortaya çı­
kar. Ö zellikle iki türlü hata mümkündür :
a) Ulusal-reformist ve ulusal-devrimci yöne­
lim arasındaki farkın anlaşılmaması, burjuva;dnin
kuyruğuna takılına siyasetine, proletaryamn kım­
disini burjuvaziden yeterince açık olmayan bir
şekilde siyasi ve örgütsel olarak ayırmasına, en
önemli devrimci şiarların (özellikle tarım devrimi
şiarının) örtbas edilmesine vs. götürür.
Çin Komünist Partisi'nin 1925-1927 yıllarında
yaptığı ana hata bu idi. .
b) Feodal-emperyalist kamptan farklı olarak,

148
burjuva ulusal reformizmin küçük-burjuvazi, köy­
lülük ve hatta, en azın.dan hareketin ilk aşamala­
rmda bir bölüm işçi kitlesi üzerindeki etkisinin
özel öneminin küçümsenmesi, sekter bir siyasete,
komünistlerin emekçi kitlelerden tecrit olmasına
vs. götürebilir.
Hem birinci, hem de ikinci durumda, daha
Komünist . Enternasyonal IL Kongresi'nin, sömür­
ge ülkelerin komünist partilerinLTı özel görevleri
olarak, yani kendi ulusu içindeki burjuva-demok­
ratik harekete karşı mücadele görevi olarak ka­
rakterize ettiği görevlerin tam da uygulanmasına
gereğince özen gösterilmez. Bu mücadele olmaksı­
zın, emekçi kitleler burjuvazi ve ulusal-reformiz­
min etkisinden kurtarılmaksızın, komünist hareke­
tin -burjuva-demokratik devrimde stratejik ana he­
define - proletaryanın hegemonyasına - ulaşıla­
maz. Proletaryanın hegemonyası olmaksızın ise
-ki komünist partisinin önder konumu bunun or­
ganik parçasıdır - burjuva-demokratik devrim so­
nuna kadar götürülemez, sosyalist d�vrim ise söz
konusu bile olam;:ız . . .
. . . Komünist partisinin ulusal-reformist mu­
halefet ile her türlü blok* oluşturması reddedilme­
lidir: kitle hareketinin geliştirilmesi için burjuva
muhalefetin eylemlerinden yararlanılabiliyorsa, ve
eğer böylesi anlaşmalar komünist partisinin özgür­
lüğünün, kitleler arasındaki ajitasyonunu ve kitle
örgütlerini hiçbir şekilde kısıtlamıyorsa, bu, em­
peryalizme karşı belirli eylemlerde somut eylemler
üzerine geçici anlaşmalan ve koordinasyonlan dış­
talamaz. KencUiiğinden anlaşılır ki, . komünistler

* Mısır'da, Hiiıdi�tan'da, Red.

149
aynı zamanda burjuva milliyetçiliğine ve onun iş­
çi hareketi içindeki etkisinin en küçük izlerine
karşı en acımasız ideolojik ve siyasi mücadele yü­
rütmeyi bilmek zorundadırlar.
Böylesi durumlarda komünist partisi, yalnızca
siyasi bağımsızlığını pütünüyle elde tutma ve ken­
di çehresini korumakla kalmamaya, aynı zaman­
da burjuva muhalefetin etkisi altında bulunan
emekçi kitlelerin, bu muhalefetin tüm güvenilmez­
liğini ve onun yaydığı burjuva-demokratik hayal­
lerin tehlikesini kavramalan için olgular temelin­
de onların gözlerini açmaya özel olarak çaba gös­
termelidir.
Ulusal' büyük-burjuvazinin partilerinin esas
yönü doğru değerlendirilmezse, küçük-burjuva par­
tilerin karakter ve rolünün yanlış değerlendirilme­
si tehlikesi doğar. Bu partilerin gelişmesi kural
olarak ulusal-devrimci görüşten ulusal-reformist
görüşe varma yolunu izler. Hatta Çin'de Sun Yat­
sen'izm * , Hindistan'da Gandizm, Endonezya'da

·* Sun Yat-sen'izm Çin'de küçük-burjuva milli «sosyalizm»


in ideolojisiydi. «Üç ilke» (milliyetçilik, demokrasi, sosyalizm)
öğretisinde, halk kavramı, sınıf kavramının üstünü örtüyordu.
Sosyalizm, belirli bir sınıf, proletarya tarafından gerçekleştiri­
len belirli bir üretim biçimi olarak değil,, bulanık bir toplumsal
refah tablosu olarak gösteriliyordıı. Emperyalizme karşı müca­
deleyi, Çin'de sınıf mücadelesinin gelişmesi perspektifine bağla·
mıyordu. Bu nedenle, Çin devriminin ilk aşamasında muazzam
olumlu bir rol oynayan · sun Yat-sen'izm, sınıf farklılaşmasının
ilerlemesiyle Çin devriminin daha sonraki gelişmesi içinde, onun
gelişmesinin ideolojik bir biçimi olmaktan çıkarak, onun engeli
haline geldi. Sun Yat-sen'izmin ardılları, onun ideolojisinin tam
da ne�nel olarak gerici hale gelen yönlerini abarttılar ve bu
ideolo,iyi, açıkça karşı-devrimci bir güce dönüşmesinden sonra
Guomindang'ın resmi ideolojisi haline getirdiler. Bundan dolayı,

1 50
Sarekat-İslam, ilk ortaya çıktıkları dönemde radi­
kal küçük-burjuva ideolojik akımlardı ; fakat son­
raları bunlar büyük burjuvazinin hizmetinde bu
burjuvazinin ulusal-reformist akımıarına dönüştü­
ler. Bu dönemden beri Hindistan, Mısır, Endonez­
ya'da azçok tutarlı ulusal-devrimci görüşler savu­
nan radikal, küçük-burjuva gruplar kanadı yeni­
den ortaya çıktı . . . Ne var ki, bu partilerin de te­
melde ulusal burj uvaziyle bağlı olduğu gözden ka­
çırılmamalıdır. Bu partilerin başında bulunan kü­
çük-burjuva aydınlar, ulusal-devrimci talepler öne
sürerler, fakat aynı zamanda onlar - az veya· çok
bilinçli - kendi ülkelerinin kapitalist gelişmesinin
ternsilcileridir. Bu unsurlardan bazıları, çeşitli ge­
rici ütopyaların yandaşları haline gelebilirler, fa­
kat feodalizm ve emperyalizm karşısında, ulusal
büyük-burjuva partilerinden farklı olarak, ilk baş·
larda reformist değil, tam tersine sömürge burju­
vazisinin anti-emperyalist çıkarlarının az veya çok
devrimci destekleyicileridirler. Ta ki ülkede dev­
rimci sürecin gelişmesi, burjuva-demokratik dev­
rimin iç temel sorunlarını, özellikle tarım devrimi­
nin ve proleta:rya ve köylülüğün diktatörlüğünün

Çin/i proleter kitlelerin ve emekçi köylülerin ideolojik gelişmesi,


Guomindang'ın ihanetine karşı kararlı bir mücadeleyle ve Sun
Yat-sen'izm ideolojisinin kalıntılarının ortadan kaldırılmasıyla
elele yürümek zorundadır.
Baştan aşağı dini düşüncelerle dolıı olan, en geri ve iktisadi
bakımdan gerici yaşam biçimlerini idealleştiren, kurtuluşu pro­
leter sosyalizminde değil de bu geri biçimlere geri dönülmesin­
de arayan, pasif sab.ır öğütleyen ve sınıf mücadelesini redde­
den Hindistan'daki Gandizm gibi akımlar, devrimin gelişme sü­
reci içinde açıkça gerici güçlere dönüşmektedirler. Gandizm her
geçen gün halk kitlelerinin devrimine karşı yönelen bir ideoloji
. halin<! gelmektedir. Komünizm bu ideolojiyi! karşı amansızca
mücadelt! etmt!lidir. (Komünist Enternasyonal Programı'ndan).

1 51
gerçekleşmesi sorununu berrak ve keskin bir biçim­
de gündeme getirsin. O zaman ama normal halde
küçük-burjuva partilerin devrimci karakteri son
bulur . . .
. . . Bu ülkelerdeki komünist partilerinin en ba­
şından itibaren hem siyasi hem de örgütsel ola­
rak bütün küçük-burjuva parti ve gruplarından en
berrak bir tarzda uzak durmalan mutlak zorunlu­
dur. Devrimci mücadeleye hizmet ettiği sürece ve
ölçüde, geçici bir işbirliği caizdir, eğer bu hareket
gerçekten egemen iktidara karşı mücadele yürü­
tüyorsa, eğer o gerçekten devrimci ise ve onun
temsilcileri, komünistlerin köylüleri ve sömürülen­
lerin geniş kitlelerini devrimci bir ruhla eğitmele­
rini ve örgütlemelerini engellemiyorsa, komünist
partisi ile ulusal-devrimci hareket arasında belli
koşularda geçici bir ittifak bile mümkündür. An­
cak, her işbirliğinde, bunun komünist hareket ile
burjuva-devrimci hareketin kaynaşması şeklinde
yozlaşmaması gerektiği konusunda bütünüyle açık
olunmalıdır. Komünist hareket her koşul altında,
proleter hareketin bağırnsızlığını, onun ajitasyon,
örgütlenme ve eylemlerde bağımsızlığını koruma­
lıdır. Küçük-burjuva grupların yarım-yamalaklığı­
nı ve· kararsızlığını eleştirmek, onun yalpalamala­
rını önceden gormek, buna karşı hazırlıklı olmak
ve aynı zamanda bu tabakaların tüm devrimci ola­
naklarından yararlanmak, proletarya içindeki kü­
çük-burjuva etkiye karşı tutarlı bir mücadele yü­
rütmek, bütün araçlarla geniş emekçi köylü kit­
lelerini küçük-burjuva partilerin etkisinden kur­
tarmaya çalışmak, köylülük üzerindeki egemen­
liklerini onlardan koparmak, bunlar komünist par­
tilerinin görevlerindendir . . .

152
Emperyalist ülkelerdeki komünist partilerinin
sömürgesel sorundaki en yakın görevleri üç türlü­
dür. Birincisi : Bir yandan metropol ülkeler komü­
nist partileri ve devrimci sendika örgütleri ile di­
ğer yandan sömürgelerin ilgili devrimci örgütleri
arasında aktif bir ilişki _kurma . . . Yalnızca emper­
yalist ülkelerdeki komünist partileri sömürgeler­
deki devrimci hareketi gerçekten desteklediği öl­
çüde ve sürece, onların desteği emperyalizme kar­
şı ilgili sömürge ülkelerin mücadelesini gerçekten
kolaylaştırdığı ölçüde ve sürece, onların sömürge­
·
sel sorunda pozisyonu gerçekten bolşevik olarak
kabul edilebilir. Onların bir bütün olarak dev­
rimci faaliyetinin kıstası budur.
Görevlerin ikinci kategorisi, proletaryanın et­
-kili kitle eylemlerinin örgütlenmesi yoluyla emper­
yalizme karşı sömürge halklarının mücadelesinin
gerçekten desteklenmesidir . . .
. . . Komünistler, kapitalist ülkelerin geniş işçi
ve köylü kitlelerini, sömürge halkların tam dev­
let bağımsızlığı ve egemenliği kayıtsız-şartsız tale­
bi temelinde harekete geçirmelidir: Sömürge ayak­
lanmalarının kanla bastırılmasına, ulusal devrim­
lere karşı emperyalistlerin silahlı müdahalesine,
emperyalizmin askeri saldırganlığına, yeni askeri
fetihlere karşı mücadele, uluslararası proletarya­
dan sistematik, örgütlü ve özverili bir mücadele
talep etmektedir. Kapitalist ülkelerdeki hiçbir Ko­
mintern seksiyonunun, kitleleri Çin devriminin
gerçekten savunulması için ve dünya emperyaliz­
minin durmak bilmeyen saldırısına karşı gerekli
olduğu tarzda harekete geçirmeyi başaramadığı ol­
gus�dan tüm dersler çıkarılmalıdır. Bir dünya
savaşı hazırlığı, emperyalistlerin, «kendi» sömür�

153
gelerinin halklarına karşı, onları ((zaptırapt altına
almak» için savaş açmalan, kapitalist ülkeler pro­
letaryasının dikkatinin ve mücadelesinin merkezi­
ne, sömürge devriminin aktif desteklenmesi göre­
vini koymaktadır.
Komünist partileri, boyunduruk altındaki ül­
kelerden emperyalizmin silahlı güçlerinin derhal
geri çekilmesini talep ederler ve sömürgelere as­
keri birlik ve mühimmat sevkiyatının engellenme­
si amacıyla durmak bilmeksizin kitlesel eylemler
örgütlernek için çalışmak zorundadırlar. Sömürge­
lerin ayaklanan kitleleriyle kardeşleşme için as­
keri birlikler arasındaki sistematik ajitasyon ve
örgütsel çalışma, işgal birliklerinin, işçi-köylü dev­
riminin ve onun silahlı güçlerinin tarafına geç­
melerini hazırlamalıdır.
Sosyal-demokrasinin sömürge siyasetine karşı
mücadele, komünist partisi tarafından emperyaliz­
me karşı mücadelenin organik bir bileşeni olarak
görülmelidir. II. Enternasyonal, son Brüksel Kong­
resi'nde sömürge sorununda takındığı tavırla, sa­
vaş sonrası yıllarda emperyalist ülkelerin çeşitli
sosyalist partilerinin pratik faaliyetinin tamameri
·
berrak bir şekilde halihazırda göstermiş . olduğu
şeyi kesin olarak onayladı. Sosyal-demokrasinin sö­
mürge siyaseti, sömürge halkların sömürülmesi ve
baskı altında tutulmasında emperyalizmin aktif
desteklenmesi siyasetidir. O resmen, «Cemiyet-i Ak­
vam» [Milletler Birliği] örgütünün temel aldığı
görüşü benimsedi;· bu görüşe göre, gelişmiş kapita­
list ülkelerin egemen sınıfları dünya halklannın
çoğunluğu üzerinde egemenlik uygulama ve bu
halkları gaddarca sömürme ve köleleştirme rejimi­
ne tabi tutma ((hakkına» sahiptir. İşçi sınıfının bir

1 5-4
bölümünü kandırmak ve onu soyguncu sömürge
reji!Ifinin ayakta durmasına ortak etmek amacıy­
la sosyal-demokrasi, emperyalizmin sömürgelerde­
ki en pespaye ve rezil kahramanlıklarını savunmak­
tadır. O, kapitalist şömürge sisteminin gerçek. özü­
nü örtmekte, sömürge siyaseti ile, proletaryayı ve
tüm dünya emekçi kitlelerini tehdit eden yeni bir
emperyalist savaş tehlikesi arasındaki bağı sessiz­
likle geçiştirmektedir.
Sömürge halkların hiddetinin emperyalizme
karşı kurtuluş savaşına dönüşmekte olduğu yerde,
sosyal-demokrasi yalancı laflarına rağmen pratik­
te daima devrimin emperyalist cellatlarının yanın­
da yer almaktadır. Son yıllarda bütün kapitalist
ülkelerin sosyal-demokrat partileri, kurtuluşları
uğruna mücadele eden sömürge halklara (Fas, Su­
riye, Endonezya) karşı savaş yürütmek için ken­
di ülke hükümetlerinin talep ettiği kredilerin ka-
. bul edilmesi lehinde oy kullanıyorlar, ve hatta, sö­
mürgesel sömürüye dolaysız olarak katılıyorlar
(Fransız sosyalistleri, kendi emperyal�t hükümet­
leri tarafından sömürgelere vali olarak atanıyor­
lar, Belçika'daki sosyalist kooperatifler, Kongo'da­
ki zenci halkı sömüren sömürge işletmelerine ortak
oluyorlar) , sömürge ayaklanmalarının en gaddar
tedbirlerle hastınlmasını onaylıyorlar (Çin'e yapı­
lan müdahalenin İngiliz İşçi Partisi önderlerince
savunulması, Hollanda Sosyalist Partisi'nin Endo­
nezya'daki ayaklanmanın hastınlmasını destekle­
mesi) . Kapitalist sömürge rejiminin reforme edi­
lebileceğini ve <dyi bir sömürge rejiminen dönüştü­
rülebileceğini iddia. eden sosyal-demokrat teori,
sosyal-çiemokratların kendi gerçek · sosyal-emper­
yalist yüzlerini arkasında saklamaya çalıştıkları

155
bir maskedir. Komünistler, onların bu maskelerini
yüzlerinden koparmalı ve onların metropol ülke­
lerde ve sömürgelerde soyguncu emperyalizmin
ajanları haline geldiklerini göstermelidirler.
Komünistler, kapitalist hükümetlerin yardı­
mıyla sömürgelerde etkilerini genişletmeye ve ora­
larda seksiyonlar ve örgütler kurmaya çalışan sos-
yal-demokratıarın her türlü çabalarını büyük bir
.
dikkatle izlemelidir. Bu çabalar, sömürgelerde be­
lirli yerli tabakaları satın alma yoluyla kendi po­
zisyonunu güçlendirmeyi kendisine görev bilen em­
peryalist sömürgecilerin bir bölümünün siyasetine
uygundur. Bazı sömürgelerdeki özgül koşullar, bu
siyasetin belli bir başarı kazanmasına yarayabilir
ve bu ülkelerde, kapitalist ülkeler sosyal-demokra­
sisinin etkisi altında reformist hareketin geçici bir
gelişmesine yol açabilir. Komünistlerin görevi, böy­
lesi çabalara karşı kararlı bir mücadele yürütme-� ,
sosyalistlerin sömürge siyasetini yerli halk kitle­
leri önünde teşhir etmek ve sömürge halkların em­
peryalistlere karşı duyduğu haklı nefreti, sosyal­
demokrat önderiere karşı da, emperyalizmin bu
yaltakçılarına karşı da yöneltmektir.
(Komünist Enternasyonal VI. Dünya Kongresi Tutanakları,
«Sömürgeler ve Yarı-Sömürgelerde Devrimci Hareket Üzerine»
tezler, 1928.)

Sömürge ve bağımlı ülkelerde devrimci hare­


ketin sorunlarını ele alırken Komünist Enternas­
yonal ve genel olarak komünist partilerin çıkış
noktası nedir?
Çıkış noktası, emperyalist ülkelerdeki, öbür
halkları ezen ülkelerdeki devrim ile, sömürge ve
bağımlı ülkelerdeki, diğer devletlerin emperyalist

156
baskısı altında yaşayan ülkelerdeki devrim arasın­
daki kesin ayrımdır. Burj uvazinin başka halklan
ezdiği, devrimin tüm aşamalarında karşı-devrimci
olduğu, kurtuluş savaşının momenti olarak ulusal
.
momentin eksik olduğu emperyalist ülkelerdeki
devrim ile; başka devletlerin emperyalizmi tara­
fından ezilmenin devrimin bir faktörü olduğu, bu
ezilmenin ulusal burjuvaziye de dokunduğu, ulusal
burjuvazinin . belirli bir aşamada ve belirli bir za­
man boyunca kendi ülkesinin emperyalizme karşı
devrimci mücadelesini desteklediği, ulusal momen­
tin, kurtuluş savaşının bir momenti olarak devri­
min bir faktörünü oluşturduğu sömürge ve bağım­
lı ülkelerdeki devrim, birbirinden temelden farklı
iki şeydir. Bu ayrım yapılmazsa, bu ayrım kav­
:tanmazsa, emperyalist ülkelerdeki devrim ile sö­
mürge ülkelerdeki devrim özdeşleştirilirse, bu,
Marksizm yolundan, Leninizm yolundan ayrılmak,
II. Enternasyonal yandaşlarının yolunu tutmak
demektir.
Lenin, Komünist Enternasyon�l'in II. Kongre­
si'nde, ulusal sorun ve sömürge sorunu üzerine ra­
porunda, şöyle diyordu :

«Tezlerimizin en önemli, temel düşüncesi


nedir? Ezilen ve ezen halklar arasında ayrım.
Biz, II. Enternasyonal'in ve burjuva demokrasi­
sinin tersine, bu ayrımı özellikle vurguluyoruz . ,
(Lenin, Tüm Eserler, cilt XXV, s . 433.J

Muhalefetin ana hatası, devrimin bir tipi ile


devrimin diğer tipi arasındaki bu ayrımı kavra­
maması ve tanımamasıdır.
·Muhalefetin ana hatası, başka halkları ezen

1 57
emperyalist bir ülkedeki, Rusya'daki 1 905 Devrimi
ile, ezilen, yarı-sömürge, başka devletlerin emper­
yalist boyunduruğuna karşı savaşmak zorunda
olan bir ülkedeki, Çin'deki devrimi özdeşleştirme­
sidir.
Bizde Rusya'da, 1 905 yılındaki devrim, burju­
va-demokratik bir devrim olmasına rağmen, bur­
juvaziye karşı, liberal burjuvaziye karşı yöneliyor­
du. Neden? Çünkü emperyalist bir ülkenin liberal
burjuvazisi, karşı-devrimci olmaktan başka birşey
olamaz. İşte tam da bu nedenden ötürüdür ki, o
zaman Bolşevikler için liberal burjuvazi ile geçici
bloklar ve anlaşmalar söz konusu değildi ve ola­
mazdı. Buradan yola çıkan muhalefet, Çin'de dev­
rimci hareketin tüm aşamalarında da aynı şeyin
yapılması gerektiğini, Çin'de ulusal burjuvazi ile
geçici anlaşmalar ve blokların,- asla ve hiçbir koşuı
altında caiz olmadığını iddia ediyor. Ama muhale­
fet unutuyor ki, ancak ezilen ülkelerdeki devrim
ile ezen ülkelerdeki devrim arasındaki farkı kav­
ramayan ve tanımayan kimseler böyle konuşabi­
lir; ancak Leninizmden kopan ve II. Enternasyo­
nal yandaşları haline gelen kimseler böyle konu­
şabilir.
Sömürge ülkelerdeki burjuva kurtuluş hare­
ketleri ile geçici anlaşmalar ve bloklann caizliği
konusunda Lenin şöyle der :

«III. Enternasyonal, sömürgelerin ve geri


kalmış ülkelerin burjuv a demokrasisiyle geçici
bir anlaşma, hatta bir ittifak kurmalıdır, ama
onunla kaynaşmamalı, bilakis - rüşeym halin­
de de olsa - proleter hareketin bağımsız ka­
rakterini mutlaka korumalıdır. » ( Miliyetler ve

158
Sömürge Sorunu Üzerine Kılavuz ilkeler. Ko­
mintern II. Dünya Kongresi Tutanağı, s. 23 1 . )
« . • • sömürge ülkelerin burjuva k,urtuluş hare­
ketle rini, ancak bu hareketler gerçekten dev­
rimci oldukları taktirde, bu hareketlerin tem­
silcileri, o ülkelerdeki köylülüğü ve sömürülen
geniş yığınları devrimci bir ruhla eğitmemize
ve örgütlernemize engel olmadıkları taktirde
desteklemeliyiz (italikler benim -J. St.) ve des­
tekleyeceğiz. , (Tüm Eserler, cilt XXV, s . �35.)

Nasıl «olabildi» de, Rusya'da burjuvaziyle an­


laşmaya şiddetle karşı çıkan Lenin, Çin'de bu tür
anlaşmaların ve blokların caizliğini tanıdı? Acaba
Lenin yanıldı mı? Acaba devrimci taktikten opor­
tü:q.ist taktiğe mi geçti? Elbette hayır ! Bu, Lenin,
ezi!en bir ülkedeki devrim ile ezen bir ülkedeki
devrim arasındaki farkı anladığı için «oldu» . Bu,
Lenin, gelişmesinin belli bir aşamasında, sömürge
ülkelerdeki ulusal burjuvazinin kendi ülkelerinin
yabancı emperyalizme karşı devrimci hareketini
destekleyebileceğini anladığı için «oldu» . Muhale­
fet bunu anlamak istemiyor; anlamak istemiyor,
çünkü Lenin'in devrimci taktiğinden kopuyor, Le­
ninizmin devrimci taktiğinden kopuyor.
Muhalefet liderlerinin, konuşmalarında, Lenin'
in bu işaretlerini nasıl titizlikle es geçtiklerine dik­
kat ettiniz mi? . . . Lenin'in sömürge ve bağımlı ül­
keler için verdiği, herkesçe bilinen bu taktik işa­
retleri neden es geçiyorlar? Bu işaretlerden neden
korkuyorlar? Çünkü doğrudan korkuyorlar. Çünkü
Lenin'in taktik işaretleri, Troçkizmin Çin Devrimi
sorunlarındaki tüm ideolojik ve siyasi zihniyetini
altüst .ediyor.
(Stalin. Muhalefet Üzerine. "Uluslararası Durum ve SSCB'
nin Savunulması», s.645 vd., Rusça, 1927.)
159
D - İçinde Bulunulan Aşamada
Sömürgesel Devrirn:ler

25 - Muzaffer bir şekilde gelişen Çin'deki Sov­


yet devrimi, onun önderi Çin Komünist Partisi, ve
onun yarattığı Kızıl Ordu, emperyalizme karşı
ayaklanan Doğu halklarının tümünün mücadele
bayrağıdır.
Japonya'nın Çin'e saldırısı sırasında Çin Ko­
münist Partisi, m uazzam bir toprak üzerindeki
muazzam yenilmez Sovyet hare�etinin başında,
.

tüm Çin halkının anti-emperyalist mücadelesinin


biricik önderi olan heybetli bir güçtür artık. Ça­
pey ve Şanghay sokaklarında, Mançurya, Yehol
ve Çahar savaş alanlarında komünistler, Japon
emperyalizmine karşı ilk sırada dövüşüyorlardı.
Anti-emperyalist ve tarım devriminden, Sov­
yetler ve onun İşçi-Köylü Kızıl Ordusu doğdu. Em­
peryalizmin boyunduruğunu parçalayarak, tarım
devrimini gerçekleştirerek, Sovyet devletini pekiş­
tirerek, sendikalar örgütleyerek, yoksul köylü
grupları kurarak, orta köylüleri Sovyetler etrafın­
da birleştirerek, işçi-köylü ittifakını pekiştirerek,
daha şimdiden Guomindang ve emperyalist müda­
halenin altı karşı-devrimci seferini püskürten
Çin
Sovyet Cumhuriyeti, proleter dünya devriminin
muazzam bir faktörü haline geldi.
Çin'deki Sovyet devriminin başarıları, uçsuz­
bucaksız bir yarı -sömürge ülkenin deneyimleri te­
melinde, «Sovyet iktidarımn, burjuva-demokratik
devrimin sosyalist devrime geçişini sağlayan prole­
tarya ve köylülüğün devrimci-demokratik dikta­
törlüğünün devlet biçimi olduğunu» (KEYK XIII.
Oturum u) tanıtl amaktadır.

160
Tüm sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde ulu·
sal reformizm, II. Enternasyonal'in emperyalist ül­
kelerde oynadığı devrimin ana fren çarığı olma ro­
lünün aynısım oynamaktadır. Guomindang, Çin'in
empe:ı;yalistler arasında paylaşılmasımn zeminini
hazırladı. Guomindang'm ayak izlerinden, Hindis­
tan'da Ulusal Kongre, Mısır'da Vafid, Suriye'de
Kut el Vatani, Filistin'de Arap Yürütme Komite­
si, Afrika Ulusal Kongresi gidiyor. Komünistler
bunların ihanetini teşhir ederek bu örgütlerin kit­
le etkisini baltalıyorlar.
Hindiçini'nde ve Hindistan'da komünist par­
tisi önderliğinde proletarya, daha şimdiden ulu­
sal kurtuluş savaşında kendi hegemonyası uğruna
mücadeleye girmiş bulunuyor. Filipinler'de, Kore'
de, -Mısır'da, Suriye'de, Filistin'de, Cezayir'de, En­
donezya'da daha şimdiden komünist partileri oluş­
tu. Sömürge ve yarı-sömürge ülkeler, devrimierin
ve savaşların ikinci turuna, büyüyen ve mücadele­
lerde çelikleşen Komünist Partilerle giriyorlar.
(Komünist Enternasyonal'in Kuruluşunun 15: Yıldönümü Ve­
silesiyle KEYK Ajit-Prop Bölümünün Tezleri, Mart 1934.)

2 - Çin Devriminde Leninist Strateji Ve


Taktik Uğruna Mücadele

A - Çin Devrimi Sorunlarında


Troçkizme Karşı Mücadele

Çin Devrimi'nin aşamaları üzerine. Muhale­


fet oylesine çelişkilere dolanmıştır ki, şimdi Çin
Devrimi'nin gelişmesinde her türlü aşamamn var­
lığım yadsıyor. Ama gelişmesi içinde belirli aşa-

161
malardan geçmeyen bir devrim var mıdır? . . . Çin
Devrimi'nin aşamaları nelerdir? Kanımca üç aşa­
ma olmalıdır : birinci aşama, devrimin darbelerini
ağırlıklı olarak yabancı emperyalizme karşı yönelt­
tiği ve ulusal burj uvazinin devrimci hareketi des­
teklediği genel-ulusal, birleşik cephe devrimi, Kan­
ton dönemi; " ikinci aşama, ulusal ordunun Yangtse­
kiang üzerine yürümesinden sonra ulusal burjuva­
zinin devrimden uzaklaştığı ve tarım hareketinin
onmilyonlarca köylünün güçlü bir devrimi biçi­
minde geliştiği burjuva-demokratik devrim (şu
anda Çin devrimi gelişmesinin ikinci aşamasında
bulunmaktadır) ; üçüncü aşama, Sovyet devrimi­
dir, henüz olmayan, ama gelecek olan Sovyet dev­
rimidir. Belirli gelişme aşamaları olmayan devrim­
lerin olmadığını kavramayan biri, Çin Devrimi'nin
gelişmesinde üç aşama gösterdiğini kavramayan
biri, ı;ıe Marksizmden, ne de Çin sorunundan zer­
re kadar birşey anlamamıştır.
Çin Devrimi'nin ilk aşamasının karakter çiz­
gisi nedir?
Çin bevrimi'nin ilk aşamasının karakter çiz­
gisi şudur ki, ilk olarak o, genel-ulusal birleşik cep­
henin bir devrimiydi, ve ikincisi, o esas olarak dış
emperyalist baskıya karşı yöneliyordu (Hongkong
grevi vs. ) . Çin'deki devrimci hareketin merkezi,
savaş alanı o zamanlar Kanton muydu? Evet, söz
götürmez biçimde. Bunu şimdi ancak körler yad­
sıyabilir.
Sömürge devriminin birinci aşamasının tam
da böyle bir karaktere sahip olması gerektiği doğ­
ru mu? Ben, doğru olduğunu sanıyorum. Komü­
nist Enternasyonal'in II. Kongresi'nin, Çin ve Hin­
distan'daki devrimi konu edinen «Ulusal Sorun ve

162
Sömürge Sorunu Üzerine Tamamlayıcı Tezlerı> de
doğrudan, «yabancı egemenliğin bu ülkelerdeki
toplumsal yaşamın gelişmesini durmadan engelle­
diği, ve bu nedenle, sömürgelerdeki devrimin ilk
adınunın, yabancı kapitalizmin yıkılınası olması
gerektiği)) söylenmektedir. (Bkz. Komünist Enter­
nasyonal II. Dünya Kongresi'nin Tutanağı, s. 148.)
Çin Devrimi'nin bir karakter çizgisi, onun bu
«ilk adımın, gelişmesinin birinci aşamasını, genel­
ulusal birleşik cephe devrimi dönemini aşmış, ve
gelişmesinin ikinci aşamasına, tarım devrim� dö­
nemine girmiş olması olgusudur.
Örneğin Türk Kemalist devriminin karakter
çizgisi, tersine, <dik adımnda, gelişmesinin birinci
aşamasında, yani burjuva kurtuluş hareketi aşa­
masında, gelişmesinin ikinci aşamasına, tarım dev­
rimi aşamasına geçmeye bile girişmeksizin, çakılıp
kalmış olması olgusudur.
Devrimin birinci aşamasında, Kanton döne­
minde, Guomindang ve onun hükümeti neyi tem­
sil ediyorlardı? O, o zaman işçiler�n, köylülerin,
burjuva aydınların ve ulusal burjuvazin�n bloku­
nu temsil ediyordu. Kanton, o zaman devrimci ha­
reketin merkezi, devrimin savaş alanı mıydı? O za­
manlar, emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesi­
nin hükümeti olarak Kanton Guomindang'ını des­
tekleme siyaseti doğru muydu? Kanton ve Ankara,
emperyaliz�e karşı savaşım verdikleri zaman, Çin'
de Kanton'a ve Türkiye'de diyelim ki Ankara'ya
yardımda bulunmakla haklı mıydık? Evet, haklıy­
dık. Haklıydık, ve o zaman � Lenin'in izinde yürü­
yorduk; çünkü Kanton ve Ankara'nın savaşımı,
emperyalizmin güçlerini dağıtıyor, emperyalizmi
zayıflatıyor ve teşhir ediyor, ve böylece dünya dev-

163
rim ocağmın, SSCB'nin gelişmesini kolaylaştırıyor­
du. Bugünkü muhalefet liderlerinin o zamanlar
Kanton ve Ankara'yı desteklemek, ve onlara belli
bir yardımda bulunmak için bizimle blrlikte olduk­
lan doğru mudur? Evet, doğrudur. Elinden gelen,
bundan kuşku duymaya çalışsın bakalım.
Sömürge devriminin birinci aşamasında, ulu­
sal burjuvazi ile birl�şik. cepheyi nasıl anlamalı?
Bu, komünistlerin, işçi ve köylülerin çiftlik sa­
hiplerine ve ulusal burjuvaziye karşı savaşımı kes­
kinleştirmemeleri gerektiği, proletaryanın, çok kü­
çük ölçüde de olsa, bir an için bile olsa, kendi ba­
ğımsızlığından ödün vermesi gerektiği anlamına
mı gelir? Hayır, asla bu anlama gelmez. Birleşik
cephe, ancak komünist partisini kendi bağımsız
siyasal ve örgütsel çalışmasını yürütmek, proJe­
taryayı bağımsız bir siyasi güç olarak örgütlemek,
köylülüğü büyük toprak sahiplerine karşı hareke­
te geçirmek, işçilerin ve köylülerin devrimini çıçık­
ça örgütlernek ve böylece proletaryanın hegemon­
yası koşullarını hazırlamaktan alıkoymaması ha­
linde ve koşuluyla devrimci bir anlam taşıyabilir . . .
Komünist Enternasyonal, Çin Komünist Partisi'ne,
birleşik cephenin tam da böyle kavranması doğ­
rultusunda telkillde bulundu . . .
. . . Şimdi Çin Devrimi'nin ikinci aşamasına {re­
çelim.
Eğer birinci aşama, devrimin sivri ucunun
esas olarak yabancı emperyalizme karşı yönelme­
siyle karakterize idiyse, ikinci aşamanın karakter
çizgisi, devrimin sivri ucunu esas olarak � düş­
manlara, her şeyden önce de feodallere, feodal re­
jime karşı yöneltınesi olgusudur. Birinci aşama,
yabancı emperyalizmi devirmek olan görevini çöz-

164
dü mü? Hayır, bu görevi çözmedi. Bu görevin ye­
rine getirilmesini, Çin Devrimi'nin gelişmesinin
ikinci aşamasına miras bıraktı. Emperyalizme kar­
şı devri)Tici yığınları ilk kez sarsıp uyandırarak
seyrini tamamladı ve bu işi geleceğe bıraktı. Dev­
rimin ikinci aşamasının da, emperyalistleri dışarı
atmak olan görevini çözmeyi tamamen başarama­
yacağını varsaymak gerekir. O, emperyalizme kar­
şı Çin işçi ve köylülerinin geniş yığınlarını daha
da sarsacak, ama bunu, bu işin tamamlanmasını
Çin Devrimi'nin bir sonraki aşamasına, Sovyet aşa­
masına aktarmak üzere yapacaktır. Ve bunda şa­
şıla�ak hiçbir şey yoktur. Bizi)U devrim tarihimiz­
de de, başka bir durumda ve başka koşullar altın­
da cereyan etse de, benzer olguların oldukları bi­
linmez mi? Bizim devrimimizin ilk aşamasının da,
tarım devriml.ni tamamlama olan görevini tama ­
men çözmediği, ama bu işi devrimin bir sonraki
aşamasına, feodal kalıntıların kökünü kazıma gö­
revini tamamen ve bütünüyle çözmüş olan Ekim
Devrimi'ne aktardığı bilinmez mi? Bundan ötürü,
eğer Çin Devrimi'nin ikinci aşamasında, tarım
devriminin tamamen sonuna kadar götürüınıesi
başarılamaz ve eğer devrimin ikinci aşaması, sa­
yısız köylü yığırilarını sarsıp uyandırdıktan ve on­
ları feodal kalıntilara karşı harekete geçirdikten
sonra, bu işin tamamlanmasını devrimin bir son­
raki aşamasına, Sovyet aşamasına aktarırsa,. bun­
da da şaşılacak hiçbir şey olmayacaktır. Bu, Çin'de
gelecekteki Sovyet devriminin sadece yararına ola­
caktır.
Devrimci hareketin merkezinin açıkça Kan­
ton1dan Wuhan'a kaymış ve Wuhan'daki devrimci
merkezin yanında Nanking'de karşı-devrimci bir

165
merkezin yaratılmış olduğu Çin Devrimi'nin ikin­
ci aşamasında komünistlerin görevi neydi? Bu gö­
rev, partiyi, proJetaryayı (sendikalar) , köylülüğü
(köylü birlikleri) , genel olarak devrimi açıkça ör­
gütleme olanaklarından sonuna kadar yararla_.n­
maktı. Bu görev, Wuhan Guomindang'ı yandaş­
larını sola, tarım devrimine doğru itmekti. Bu gö­
rev, Wuhan Guomindang'ını karşı-devrim ile bir
savaşım merkezine ve gelecekteki proletarya ve
köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğünün
bir çekirdeğille dönüştürmekti.
Bu siyaset doğru muydu? Olgular, bu siyase­
tin, geniş işçi ve köylü yığınlarını, devrimi daha
da geliştirme anlayışı doğrultusunda eğitmeye ye­
tenekli biricik doğru siyaset olduğunu gösterdi.
Muhalefet o :ıaman derhal işçi ve köylü sov­
yetlerinin kurulmasını talep ediyordu. Ama bu ma­
ceracı bir siyaset, maceracı bir başını alıp gitme
idi; çünkü derhal sovyetlerin kurulması, o zaman
Sol Guomindang'ın gelişmP..si aşamasını atlamak
anlamına gelirdi. Neden? Çünkü komünistler ile
ittifakım sürdüren Wuhan Guomindang'ı, henüz
geniş işçi ve köylü yığınlarının gözünde saygınlı­
ğını yitirmemiş ve teşhir olmamıştı, henüz burju­
va-devrimci örgüt olarak kendini tüketmemişti.
Çünkü yığınların, henüz kendi öz deneyimleri ile
bu hükümeti� işe yaramazlığına, onu devirmenin
zorunluluğuna inanmış olmadıkları bir anda, Sov­
yetler ve Wuhan hükümetinin yıkılınası sloganını
formüle etmek, olayların çok önünde gitmek, kit­
lelerden kopmak, kitlelerin desteğini yitirmek ve
böylece başlanmış bulunan işi boşa çıkarmak de­
mek olurdu.
Muhalefet, kendisi Wuhan'daki Guomindang'

166
ın güvenilmezliğini, dayanıksızlığını ve yetersiz
devrimci tutumunu kavradığında (bunu kavra�
mak, siyasal bakımdan yetişkin hiçbir insan için
güç değildir) , bunun, bütün bunların yığınlarca
da anlaşılması için tamamen yeterli olduğunu; bu­
nun, Guomindang'ın yerine Sovyetleri geçirmek ve
yığınları ardından sürüklemek için tamamen yeter-
li olduğunu sanıyor. Ama bu, kendi bilinç ve anlayı­
şını, milyonlarca işçi ve köylünün bilinç ve anlayışı
sayan muhalefetin alışılmış aşırı-sol yanılgısından
başka birşey değildir. Muhalefet, partinin önden
gitmesi gerektiğini söylerken haklı. Bu beylik bir
Marksist önermedir, ve ona bağlı kalmadıkça ger­
çek bir komünist partisi yoktur ve vlamaz. Ama
bu, doğrunun yalnızca bir bölümü. Tüm doğru şu
ki, - parti, yalnızca önden gitmemeli , ama sayısız -
yığınları da kendi ardından götürmelidir. Sayısız
yığınları ardından götürmeden başıni alıp gitmek,
aslında hareketin gerisine düşmek, hareketin kuy­
ruğuna takılmak demektir. Başını alıp gitmek ve
artçıdan kopmak, artçıyı peşinden götürecek du�
rumda olmamak - bu, yığınların ileriye doğru
hareketini, bir . zaman için tehlikeye düşüren bir
acelecilik olur. Leninist önderlik tam da şunda ya­
tar ki, öncü, artçıyı kendi peşinden götürmeyi bil­
melidir; öncü, yığınlardan kopmaksızın önde git�
melidir. Ama öncünün yığınlardan kopmaması, sa­
yısız yığınları gerÇekten kendi peşinden götürebil­
mesi için, tayin edici bir koşul, yani yığınlann ön­
cünün işaretlerinin, yönergelerinin, sloganlarımn
doğruluğuna kendi öz deneyimiyle kanaat getir­
mesi koşulu gereklidir. Muhalefetin aksiliği tam
da şurda yatmaktadır ki, o milyonlarca kitleye ön­
'
derlik etmenin bu basit Leninist kuralını tanıma-

167
maktadır, tek başına partinin, tek başına öncünün,
milyonlarca kitlenin desteği olmaksızın devrimi
gerçekleştirecek durumda olmadığını, devrimin
son tahlilde emekçilerin milyonlarca kitlesi tara­
fından «yapıldığının anlamamaktadır.

(Stalin. Muhalefet Üzerine. «Uluslararası Durum ve SSCB'


nin Savunulması», ll A ğustos 1927'de SBKP(B) MK ve MKK
.
Birleşik Plenumunda Konuşma, Rusça.)

B - 1925-1927 Çin Devrimiinde


. Çin Komünist Partisi'nin
Sağ-Oportünist Hata'larına Karşı Mücadele

Çin Komünist Partisi, bir dizi ağır yenilgi al­


dı, bunların nedenleri geçmişteki ağır oportünist
hatalara bağlıdır : Guomindang karşısında yeter­
_siz bağımsızlık ve eleştiri özgürlüğü, devrimin bir
aşamasından diğerine geçişi ve direnişe zamanın­
da hazırlanma wrunluluğunu anlamama, nihayet
tarım devrimini frenleme. Yenilginin darbeleri al­
tında bu kahraman Parti hatalarını düzeltti ve
oportünizme karşı amansız savaş açtı. Ne var ki
önderliği bir başka hataya düştü ve açık darbeci,
maceracı ruh haline karşı yeterince direniş gös­
termedi, bu ise Hunan, Hupeh vb.de başarısız ayak­
lanmalara yol açtı. Öte yandan bazı yoldaşlar,
Ulusal Meclis şiarını ileri sürme oportünist hata­
sına düştüler. Kongre, Kanton ayaklanmasını dar­
be olarak gösterme girişimini tamamen yanlış gör­
mektedir. Çin proletaryasının Çin Devrimi'nin ge­
çen dönemi içindeki kahramanca geri çekiliş çar­
pışması olan Kanton ayaklanması, önderliğin ağır
hatalarma rağmen, devrimin yeni, Sovyet aşama-

168
sının bayrağı olarak kalmaktadır. İ çinde bulunu­
lan anda, devrimci kabarınanın iki dalgası arasın­
daki dönemde Partinin görevi, kitleler uğruna mü­
cadeledir, yani işçiler ve köylüler arasında kitle
çalışması, onların örgütlerinin yeniden inşa edil­
mesi, çiftlik sapiplerine, burj uvaziye, generaliere
ve yabancı emperyalistlere karşı her türlü hoşnut­
suzluktan devrimci mücadeleyi geliştirmek için
yararlanmaktır. Bunun için Partinin çok yönlü bir
pekişınesi zorunludur. Kitle ayaklanması şiarı bir
propaganda şiarına dönüşür ve ancak ger�ek bir
kitle hazırlığıyla ve _yeni bir devrimci kabarışın ol­
gunlaşmasıyla yeniden daha üst bir basamakta,
Sovyetler temelinde proletarya ve köylülüğün dik­
tatörlüğü bayrağı altında dolaysız pratiğin şiarı
naline gelir.

(Komintern VI. Kongresi'nin Uluslararası Durum Üzerine


Kararları, 1928.)

Ç - Çin'de Dev rimci-Dem<;>kratik


Diktatörlüğün Özellikleri

Çin'de proletarya ve köylülüğün devrimci-de­


mokratik diktatörlüğü, Bolşevikler tarafından 1 905
Devrimi koşullarında modeli çizilen demokratik
diktatörıükten özsel olarak farklılık gösterecektir.
Bu farklılık ilk planda Çin Devrimi'nin uluslarara­
sı durumuyla, SSCB'nin, sosyalist inşayı başarıy­
la geliştiren proletarya diktatörlüğü ülkesinin var­
lığıyla bağıntılıdır. öte yandan, Çin'de ortaya çı­
kan durum karşısında, komünistlerin hükümette
çoğ-qnluğu oluşturacağına güvenilebilir. Böylece
proletarya, köylülük üzerinde yalmzca ideolojik de-

169
ğil, aynı zamanda devlet hegemonyasını da gerçek­
leştirnıeyi başaracaktır. Aynı zamanda şu husus da
hesaba katılmalıdır ki, Çin Devrimi yalnızca feo­
dalizme ve militarizme karşı değil, aynı zamanda
yabancı ve Çin kapitalistlerine karşı da amansız
bir mücadeleyi önşart koşmaktadır. Çin'deki de ­
mokratik diktatörlük, yabancı ve Çin sermayesine
ait girişimleri sistematik olarak müsadere etmek
zorunluluğuyla karşı karşıya kalacaktır, ve böylece
sosyalist karakterde çok özsel adımlar atmaya zor­
lanacaktır. O halde sosyalist unsurların varlığı da
Çin'de proletarya ve köylülüğün devrimci-demok­
ratik diktatörlüğünün özgül bir özelliğini oluştu­
racaktır. Çin Devrimi'nde kapitalizmden sosyaliz­
me geçişin, Ekim Devrimi'nde olduğunÇ-an daha
fazla ara aşamaları olacaktır, ama o, sosyalist bir
devrime geçiş müddetini önemli ölçüde kısaltacak,
burjuva-demokratik aşamadan sosyalist aşamaya
geçişi - 1905 Devrimi koşulları altmda öngörül­
düğünden - önemli ölçüde daha hızlı tamamlaya­
caktır.

(KEYK'in Çin Sorunıma İlişkin Kararı, Haziran 1930.)

3 - Savaş· Sonrası Avrupa'sında Ulusal Sorun

A - Emperya.list Savaştan Sonra


Ulusal Çelişkilerin Keskinleşmesi

Uzlaşmaz ulusal karşıtlıkları ve çok-uluslu


burjuva devletlerinin iç çürüklüğünü tamamiyle
su yüzüne çıkaran emperyalist savaş, muzaffer sö­
mürgeci güçler ( İngiltere, Fransa, İtalya) içinde
ulusal_ çatışmalarm son derece keskinleşmesine,

170
yenik çok-uluslu devletlerin (Avusturya, Macaris­
tan, 1 91 7 Rusya'sı) tamamen çökmesine ve niha­
yet ulusal sorunun burjuvazi tarafından «en ra­
dikal» çözümü olarak yeni burjuva ulusal devlet­
lerin (Polanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Finlan­
diya, Gürcistan, Ermenistan ve başkaları) oluşma­
sına yol açmıştır. Ne var ki yeni bağımsız ulusal
devletlerin oluşumu, milliyetlerin barış içinde bir­
arada yaşamalarma yol açmamıştır ve açamazdı
da ; bu çözüm ne ulusal eşitsizliği ne de ulusal bas­
kıyı ortadan kaldırınadı ve kaldıramazdı da, çün­
kü özel mülkiyet ve sınıfsal eşitsizlik temelinde
oluşan yeni burjuva ulusal devletler : a) kendi ulu­
sal azınlıklarına baskı yapmaksızın (Polanya Eye­
lo-Ruslara, Yahudilere, Litvanyalılara, Ukraynalı­
lara; Gürcistan Ossetlere, Abazalara, Ermenilere;
Yugoslavya Hırvatlara, Boşnaklara vb.) ; b) top­
raklarını komşuları zararına genişletmeksizin, ki
bu çatışmalara ve savaşlara yol açar (Polanya Lit­
vanya'ya karşı, Ukrayna Rusya'ya karşı ; Yugos­
lavya Bulgaristan'a karşı; Gürcistan Ermenistan'a,
·
Türkiye'ye karşı vb.) ; c) emperyalist «büyük» güç­
lere mali, ekonomik ve askeri olarak boyun eğ­
meksizin, varlıklarını sürdüremezler .
. . . Böylece savaş sonrası dönem, uygar ülke­
lerin uluslarının gerek birbirleriyle ilişkilerinde,
gerekse de bağımlı halklarla ilişkilerinde trajik bir
ulusal düşmanlık, eşitsizlik, baskı, çatışma, savaş
ve emperyalist vahşet tablosu sunmaktadır : bir
yanda bağımlı ve ccbağımsızn ( gerçekte ise tama­
men bağımlı) devletler kitlesini ezen ve sömüren
birkaç <<büyük güçn ve bu güçlerin ulusal devlet­
leri sö_!nürme tekeli için kendi aralarında yaptık­
ları mücadele ; öte yanda, «büyük» güçlerin da-

171
yanılmaz boyunduruğuna karşı bağımlı ve- «ba­
ğımsız>> ulusal devletlerin mücadelesi; ulusal dev­
letlerin kendi ulusal topraklarını genişletmek için
kendi aralarındaki mücadele; ulusal devletlerin,
ve bunların her biri arasında, kendi içindeki ezi­
len ulusal azınlıklara karşı mücadelesi ; son ola­
rak da, sömürgelerin «büyük güçlerne karşı kur­
tuluş hareketinin keskinleşmesi ve gerek bu dev­
letler, gerekse de, kural olarak, içlerinde bir· dizi
ulusal azınlık bulunan ulusal devletler içinde ulu­
sal çatışmaların keskinleşmesi. Emperyalist sava­
şın miras bıraktığı ecdünya tablosun işte budur.
Burjuva toplumu ulusal sorunun çözümünde
tamamen iflas etmiştir.

(SBKP(B) X. Parti Kongresi'nin Kararı. «Uluslararası So­


runda Partinin Önündeki Görevler» 1921.)

B - Savaş Sonrası Avrupa'sında


Ulusal Sorunda Leninist Çözüm Uğ runa
Stalin Yoldaşın Mücadelesi

Yoldaşlar ı Semiç yoldaşın, Bolşeviklerin ulu­


sal sorunda problemi koyuşunun özü hakkında tam
açıklığa kavuşmamış olduğunu samyorum. Bolşe­
vikler, ne Ekim'den önce, ne Ekim'den sonra, hiç­
bir zaman ulusal sorunu genel devrim sorunundan
ayırmamışlardır. Ulusal sorunun Bolşevikçe ele
alınışında temel şey şudur ki, Bolşevikler ulusal
sorunu her zaman devrimci perspektifle kopmaz
.
bir bağ içinde görmüşlerdir.
Semiç yoldaş, Lenin'den alıntı yaptı ve Lenin'
in ulusal sorunun anayasada belli bir çözümünün
saptanmasından yana olduğunu söyledi. Semiç yol-

172
daş bununla besbelli ki, Lenin'in ulusal sorunu gü­
ya anayasal �ir sorun olarak, yani bir devrim so­
runu olarak değil, bir reform sorunu olarak gör­
düğünü söylemek istiyordu. Bu tamamen yanlıştır.
Lenin hiçbir zaman anayasal düşlerin tutsağı ol­
mamıştı ve olamazdı. Bundan emin olmak için
onun yapıtlarını bir gözden geçirmek yeter. Lenin
anayasadan söz ettiği zaman, ulusal sorunun ana­
yasal yoldan çözümünü değil, bilakis devrimci yo­
lu düşünüyordu, yani anayasayı devrimjn zaferi­
nin bir sonucu olarak görüyordu. Bizde, Sovyetler
Birliği'nde de bir anayasa var, ve o da ulusal so­
runun belli bir çözümünü yansıtıyor. Ama bu ana­
yasa dünyaya, burjuvazi ile bir pazarlık sonucu
olarak değil, devrimin zaferinin sonucu olarak
geldi.
·
Semiç yoldaş daha sonra Stalin'in ulusal so­
run üzerine, 1 9 1 2 'de yazılmış, bilinen broşürüne
.
atıfta bulunuyor , ve orada, kendi görüşünün doğ­
ruluğunu, en azından dalaylı olarak onayıayacak
birşey bulmaya çalışıyor. Ama bu işaret sonuçsuz
kaldı, çünkü orada, k�ndisinin ulusal sorunu <<ana­
yasan yoluyla çözmesini herhangi bir biçimde hak­
lı çıkarabilecek bırakalım bir alıntıyı, uzak bir
ima bile bulamadı, ve bulamazdı da. Söylediğimi
do_ğrulamak için, Semiç yoldaşa, Stalin'in broşü­
rünün, o ulusal sorunu çözme yolundaki Avustur­
ya yöntemi (anayasa! yöntem) ile, Rus Marksist­
lerinin yönteminin (devrimci yöntem) karşılaştı­
rıldığı bilinen pasajını anımsatabilirim. Bu pasaj
şöyle:

«Avusturyalılar, 'milliyetlerin özgürlüğü'nü


küçük reformlarla, yavaş yavaş gerçekleştir-

173
meyi düşünüyorlar. Ulusal-kültürel özerkliği
pratik önlem olarak önerirken, asla öngörme­
dikle:h köklü bir değişikliği, bir demokratik
kurtuluş hareketini hiç hesaba katmıyorlar.
Buna karşılık Rus Marksistleri, 'milliyetlerin
özgürlüğü' sorununu köklü değişikliklere, de­
mokratik kurtuluş hareketine bağlıyorlar; on­
_ların reformlar üz�rine hesap kurmak için hiç­
bir nedenleri yoktur. Bu ise Rusya' daki ulusla­
nn muhtemel kaderleri açısından işi temelden
değiştirir. "

Sanırım, açık.
Ve bu, Stalin'in kişisel görüşü değil, ama ulu­
sal sorunu dün de, bugün de genel devrim sorunu
ile ayrılmaz bağ içinde gören Rus Marksistlerinin
genel görüşüdür.
Fazla ayrıntıya girmeksizin, denilebilir ki,
Rus Marksizminin tarihinde, ulusal sorunu koyma
biçimi iki aşamadan geçmiştir : birincisi, Ekim'e
kadarki, ikincisi de, Ekim'den sonraki aşama. Bi­
rinci aşamada, ulusal sorun, genel burjuva-demok­
ratik devrim sorununun bir parçası olarak, yani
proletarya ve köylülüğün diktatörlüğü sorununun
bir parçası olarak görülüyordu. İkinci aşamada,
ulusal sorun genişleyip bir sömürgeler sorununa
dönüştüğü zaman; ulusal sorun, devletin iç soru­
nu olmaktan çıkıp, bir dünya sorununa dönüştüğü
zaman, ulusal sorun artık genel proleter devrim
sorununun bir parçası olarak, proletarya diktatör­
lüğü sorununun bir parçası olarak görülüyordu.
Her iki aşamada da, sorunun ele alınışı, görüldü­
ğü gibi, sımsıkı devrimci idi.
Semiç yoldaşın bütün bunlar hakkında henüz
tam açık olmadığını sanıyorum. Ulusal sorunu ana-

174
yasa zeminine indirme, yani onu bir reform so�
runu olarak görme girişimi, bundandır.
Bu yanlıştan, ikinci bir yanlış, ulusal sorunu
meselenin özü itibariyle bir köylü sorunu olarak
görmek istememe yaniışı çıkıyor. Tarım sorunu
değil, köylü sorunu ; çünki.i bunlar birbirinden fark­
lı şeylerdir. Ulusal sorunun köylü sorunu ile öz�
deşleştirilemeyeceği tam�men doğrudur, çünkü
ulusal sorun, köylü sorunlarından başka, ulusal
kültür, devlet olarak ulusal varlık vb. sorunlarını
da kapsar. Ama yine de köylü sorununun, ulusal
sorunun temelini, onun içsel özünü oluşturduğu
da kuşkusuzdur. Köylülüğün, ulusal hareketin te�
mel ordusunu temsil etmesi, bu ordu olmaksızın,
güçlü bir ulusal hareket olmadığı ve olamayacağı
da� bununla açıklanır. Ulusal sorun , meselenin özü
itibariyle bir köylü sorunudur dendiği zaman, iş�
te tastamam bu kastedilir. Semiç yoldaşın bu for�
mülü kabul �tme isteksizliğinde, ulusal hareketin
içsel gücünü küçümseme ve derinden derine halk­
çı, derinden derine devrimci karaktf;)rini anlama�
manın yattığını sanıyorum. Bu anlamama ve bu
küçümseme, büyük bir tehlike oluşturuyor ; çün�
kü bu pratikte, diyelim ki Hırvatların uluS'al kur­
tuluş hareketinde yatan içsel potansiyel gücün,
tüm Yugoslav Komünist Partisi için ciddi karı­
şıklıklara yol açabilecek bir küçümserrmesi anla­
mına geliyor.
Semiç yoldaşın ikinci yaniışı budur.
Semiç yoldaşın, Yugoslavya'daki ulusal soru­
nu, uluslararası durum ve Avrupa'daki muhtemel
perspektiflerle bağ dışında ele alma çabasını da,
söz götürmez bir biçimde yanlış olarak görmek ge­
rekiyor. Şu anda Hırvatlar ve Slovenler arasında

175
bağımsızlık için ciddi bir halk hareketinin olma­
masından yola çıkan Semiç yoldaş, bun,dan, ulus­
ların ayrılma hakkı sorununun akademik, her ha­
lükarda güncel olmayan bir sorun olduğu sonu­
cuna varıyor. Bu elbette doğru değildir. Hatta şu
anda bu sorunun güncel olmadığı kabul edilse bi­
le, eğer savaş başlarsa ya da başradığında, eğer
Avrupa'da devrim patlak verirse ya da patlak ver­
diğihde, tamamen güncel hale gelebilir. Oysa, em­
peryalizmin özü ve gelişmesi göz önünde tutuldu­
ğunda, savaşın kaçınılmaz bir biçimde başlayaca­
ğından ve onların orada birbirlerini parçalamak­
tan geri kalmayacaklarından kuşku duyulamaz.
1 9 1 2 yılında, biz Rus Marksistleri, ilk ulusal
program taslağını çizdiğimizde, Rus İmparatorlu­
ğu'nun hiçbir kenar bölgesinde, henüz ciddi bir ba­
ğımsızlık hareketi yoktu. Yine de biz, programa
ulusların kendi kaderini tayin . hakkına, yani her
milliyetin ayrılma ve bağımsız devlet olarak var­
olma hakkına ilişkin bir madde koymayı zorunlu
saydık. Neden? Çünkü biz sadece o zaman varolan
şeye değil, ama genel uluslararası ilişkiler sistemi
içinde varolan ve yaklaşan şeye de dayanıyor, ya­
ni o zaman sadece içinde yaşanan çağı değil, ama
geleceği de hesaba katıyorduk. Ve eğer herhangi
bir milliyet ayrılmayı talep ederse, Rus Marksist­
lerinin, ayrılma hakkının, bu milliyetlerin herbi­
ri bakımından güvencelenmesi için savaşım vere­
ceklerini biliyorduk. Semiç yoldaş konuşmasında
birçok kez Stalin'in ulusal sorun üzerine broşurü­
ne değindi. Stalin'in bu broşüründe ama kendi ka­
derini tayin ve bağımsızlık konusunda şu söyle­
nir :

1 76
«Avrupa'da emperyalizmin gelişmesi bir te­
sadüf değildir. Avrupa, sermayeye kÜçük gel­
meye başlar; yeni pazarlar, ucuz işgücü, yeni
yatınll). olanakları peşinde koşan sermaye, şid­
detle yabancı ülkelere yüklenir. Ancak bu du­
rum dış politika karışıklıklarına ve savaşa yol
açar. Balkan savaşının karışıklıkların başı de­
ğil, sonu olduğunu kimse söyleyemez. Bu yüz­
den, Rusyadaki şu ya da bu milliyetin bağım­
sızlık sorununu ortaya atmayı ve çözmeyi ge­
rekli bulabiieceği iç ve dış konj onktürlerin bir­
araya gelmesi elbette mümkündür. Ve böyle
durumlarda -engeller çıkarmak kuşkusuz Mark­
sistlerin işi değildir. ,

Ta 1 9 1 2'de yazıldı bu. Bu tezin daha soma,


gerek savaş sırasında gerekse savaştan sonra da,
özellikle Rusya'da proletarya diktatörlüğünün za­
ferinden soma tamamen doğrulandığını biliyorsu­
nuz.
Devrimci hareketin boyunduruk altındaki ül­
kelerde derinleşmesinden ve devrimin Rusya'da
zafer kazanmasından soma, özellikle bugün, bu
tür olanaklar genel olarak Avrupa'da, ve özel ola­
rak da Yugoslavya'da ' haydi haydi hesaba katıl­
malıdır. Yugoslavya'nın tam bağımsız bir ülke ol­
madığı, belli emperyalist gruplaşmalara bağlı bu­
lunduğu ve dolayısıyla Yugoslavya dışında oyna­
nan büyük güç oyunundan çıkamayacağı hususu
da göz önünde tutulmalıdır. Ve siz, Yugoslav Par­
tisi için bir ulusal program yaptığınızda - verili
durumda söz konusu olan tam da budur -, prog­
ramın, sadece anda varolana değil, ama uluslar­
arası ilişkiler gereğince gelişen ve gelecek olana
da dayanması gerektiğini unutmamalısınız. Bun-

1 77
dan ötürü, ulusların kendi kaderini tayin hakkı so­
rununun güncel bir sorun, günün bir sorunu ola­
rak görülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi gelelim ulusal programa. Ulusal prog­
ramın çıkış noktası, Yugoslavya'da Sovyet devri­
mi tezi olmalıdır, burjuvazinin yeniİgisi ve devri­
min zaferi olmaksızın ulusal sorunun azbuçuk do­
yurucu bir biçimde çözülemeyeceği tezi olmalıdır.
Elbette ki istisnalar mümkündür. Lenin'in maka­
lelerinden birinde ayrıntılı olarak sözünü ettiği
böyle bir istisna, örneğin savaştan önce Norveç'in
İsveç'ten ayrılması sırasında görüldü. Ama bu, sa­
vaştan önce ve elverişli koşulların tamamen is­
tisnai olarak biraraya gelmesi sonucu oldu. Sa­
vaştan sonra, ve hele Rusya'da Sovyet devriminin
zaferinden sonra, böylesi olaylar artık nerdeyse
olanaksızdır. Her halükarda, böylesi olanaklar le­
hine şans şimdi o kadar az ki, bunlar sıfıra eşitle­
nebilir. Ama eğer bu böyle ise, o zaman sıfır öne­
mindeki büyüklükler üzerine bir program inşa ede­
meyeceğimiz açıktır. Bu nedenle qevrim tezi, ulu­
sal programın çıkış noktası olmalıdır.
Devam. Ulusal programa, ayrılıp ayrı devlet
kurmaya kadar, ulusların kendi kaderini tayin
hakkı üzerine özel bir madde koymak mutlaka zo­
runludur. Şimdiki iç ve dış koşullar atında, böy­
le bir madde olmaksızın neden yapılamayacağını
daha önce belirttim.
Son olarak programda, Yugoslavya'nın, ondan
ayrılmayı gerekli' bulmayacak milliyetleri için ulu-
- sal-bölgesel özerklik üzerine özel bir madde de bu­
lunmalıdır. Böyle bir kombinezonun mümkün ol­
madığını düşünenler haksızdır. Bu doğru değildir.
Belli koşullar altında, Yugoslavya'da Sovyet dev-

178
riminin zaferinden sonra, bazı milliyetlerin, tıpkı
bizde Rusya'da olduğu gibi, ayrılmak istememeleri
pekala mümkündür. Yugoslav devletinin; · Sovyet
rejimi temeli üzerinde bir özerk ulusal devletler
federasyonuna dönüştürülmesini göz önünde tu­
tarak, programda böylesi bir durum halinde özerk­
liğe ilişkin bir maddenin bulunması gerektiği açık­
tır.
Demek ki, ayrılmak isteyecek milliyetler için
ayrılma hakkı, ve Yugoslav devleti çerçevesi için­
de kalmayı yeğleyecek milliyetler için özerklik
hakkı.
Yanlış anlarnalara meydan vermemek için, ay­
rılma hakkım11:, bir ayrılma zorunluluğu olarak,
ayrılma_ yükümlülüğü olarak anlaşılınaması gerek­
tiğini söylemeliyim. Bir milliyet bu hakkı ayrılma
yönünde kullanabiir, ama kullanmamakta da öz­
gürdür ; ve istemiyorsa, bu onun bileceği iştir, ve
bu hesaba katılmalıdır. Bazı yoldaşlar . ayrılına
hakkını bir yükümlülüğe dönüştürüyorlar, örne­
ğin Hırvatlardan, her ne pahas�na .olursa olsun
ayrılmalarını talep ediyorlar. Bu tavır doğru de­
ğildir ve terk edilmelidir. Bir hak, bir yükümlü­
lükle karıştırılamaz.
(Stalin. Leninizmin Sorunları, Birinci Bölüm. «Yugoslavya'
da Ulusal Sorun Üzerine,, s. 157 vd., 1925.)

Semiç yoldaşın, Yugoslav komisyonunda yapı­


lan tartışmadan sonra, şündi makalesinde, RKP
Komintern delegasyonunun görüşüne tamamen ka­
tılması, ancak selamlana bilir. Ama buradan çıka­
rak, RKP delegasyonu ile Semiç yoldaş arasında,
Yugoslav komisyonundaki tartışmadan önce ve bu
tartışma sırasında hiçbir görüş ayrılığı bulunma-

179
dığını sanmak doğru olmaz. Besbelli ki Semiç yol­
daş, ulusal sorundaki görüş ayrılıklarını bu şe­
kilde görme eğilimindedir ve bunları yanlış anla­
rnalara indirgemek isteğindedir. Ne yazık ki, bü­
yük bir yanılgıya düşmektedir. Makalesinde, ken­
disiyle polemiğin, salt Yugoslav komisyonunda
·
((tam olarak çevrilmemiıp konuşmasının yol açtı­
ğı bir «yanlış anlamalar dizisinne dayandığını söy­
lüyor. Başka bir deyişle, tüm suçun, herhangi bir
nedenle Semiç yoldaşın konuşmasını tam olarak
çevirmemiş olan tercümanda olduğu sonucu çıkı­
yor. Doğrunun ortaya çıkması için kendimi, Semiç
yoldaşın bu sözünün gerçekliğe hiç mi hiç· uyma­
dığını açıklamak zorunda görüyorum. Semiç yolda­
şın bu �ddiasim, Komünist Enternasyonal arşivle­
rinde saklanan · Yugoslav komisyonundaki konuş­
m asından alıntılarla desteklemesi elbette daha iyi
olurdu. Ama, nedendir bilinm�z, bunu yapmamış.
Bundan dolayı ben, kendimi, bu pek hoş olma­
yan, fakat mutlaka zorunlu işi, Semiç yoldaşın ye­
rine yapmak zorunda görüyorum.
RKP delegasyonunun pozisyonu ile tamamen
dayanıştığı şu anda bile, Semiç yoldaşın tavrında
yine de birçok karanlık nokta kaldığı için, bu iş·
büsbütün gerekli. .
Yugoslav komisyonundaki konuşmamda ( «Bol­
şevikn No. 7) üç sorunda görüş ayrılıklarından söz
ettim: 1 - ulusal sorunun çözüm yolları üzerine;
2 - şimdiki tarihsel dönemde ulusal hareketin iç
sosyal içeriği üzerine ; ve 3
- ulusal sorunda ulus­
lararası momentin rolü üzerine.
Birinci soruna ilişkin olarak ben, Semiç yol­
daşın «Bolşeviklerin ulusal sorunda problemi ko­
y-qşunun özü hakkında tam açıklığa kavuşmamış

180
olduğunuıı , ul usal sorunu genel devrim sorunun­
dan ayırdığım, böylece ulusal sorunu bir anayasa
sorununa ind.irgeyen bir yol� girdiğini ileri sür­
düm.
Bu doğru mudur?
Semiç :y-oldaşın Yugoslav komisyonundaki ko­
nuşmasından (30 Mart 1925) şu pasajı okuyun ve
yargıyı kendiniz verin :

" Ulusal sorun bir anayasa sorununa indir­


genebilir mi? İlkin, sorunu salt teorik olarak
koyalım. Diyelim ki bir X devletinde, A, B ve
C üç ulus yaşasın . Bu üç ulus, bir devlet için­
de yaşama isteğini açıklasın. Böyle bir durum­
da söz konusu olan nedir? Elbette ki bu devlet
içindeki iç ilişkileri d üzenlemek. Yani söz ko­
nusu olan bir anayasa sorunudur. Bu teorik
durumda, ulusal sorun, bir anayasa sorunuyla
aynı kapıya çıkar.. . Eğer böyle bir teorik du­
rumda, ulusal sorunu, bir anayasa sorununa
indirgiyorsak, o zaman ayrılma hakkına kadar
ve aynlma hakkı dahil, ulusl�nn kendi kade­
rini tayin hakkının , anayasa sorununu çözme­
nin ön�oşulunu oluşturduğunu söylememiz ge­
rekir - ve ben bunu daima vıirguladım. Ve
ben anayasa sorununu, sadece bu yönde koyu­
yonlm.»

_Semiç yoldaşın konuşmasından bu pasajların


herhangi bir yorum gerektiriDediğini sanıyorum.
Ulusal sorunu, genel proleter devrim sorununun
bir bileşeni olarak gören birinin, bunu bir ana­
yasa sorununa indirgeyemeyece ği açıktır. Ve tersi­
ne : ancak ulusal sorunu genel proleter devrim so­
runı:ından ayıran biri, onu bir anayasa sorununa
indirgeye bilir.

181
Semiç yoldaşın konuşmasında, ulusların ken­
di kaderini tayin hakkının, devrimci bir savaşım
olmaksızın elde edilerneyeceği şeklinde bir işaret
bulunuyor. Semiç yoldaş şöyle diyor: <<Bu hakla­
rın ancak devrimci savaşırola elde edilebileceği
anlaşılırdır. Bu haklar parlamenter yoldan değil,
ancak devrimci yığın eylemleriyle elde edilebilir.ıı
Ama ((devrimci savaşımıı ve ((devrimci eylemler»
ne anlama gelir? ((Devrimci savaşım» ve ((devrimci
eylemler » , ulusal sorunu çözmenin önkoşulu ola­
rak, egemen sınıfın alaşağı edilmesi ile, iktidarın
alınması ile, devrimin zaferi ile özdeşleştirilebilir
mi? Elbette hayır. Ulusal sorunu çözmenin temel
koşulu olarak devrimin zaferinden söz etmek ile,
ulusal sorunun çözümünün önkoşulu olarak ((dev­
rimci eylemler» ve <(devrimci savaşımıı ı göstermek
birbirinden farklı şeylerdir. Reformlar yolunun,
anayasal yolun, <<devrimci eylernlem i ve ((devrimci
savaşım» ı kesinlikle dıştalamadığını belirtmek ge­
rekir. Şu ya da bu partinin devrimci ya da reform­
cu karakterinin belirlenmesinde tayin edici olan,
tek başına ((devrimci eylemler» değil, ama parti
tarafından girişilen ve yararlanılan bu eylemlerin
siyasal hedef ve görevleridir. Birinci Duma'nın da­
ğıtılmasından sonra, Rus Menşevikleri, bilindiği
gibi 1906 yılında, <(genel grevn , hatta ((silahlı ayak­
lanman örgütlemeyi öneriyorlardı. Aıria bu, onla­
rın lVIenşevik kalmalarına hiç 'de engel olmadı.
Çünkü bütün bunları o zaman niçin öneriyorlar­
dı? Elbette çarlığı paramparça etmek ve devrimin
tam zaferini örgütlernek için değil, ama reformlar
koparmak, <<anayasaııyı genişletmek, <dyileştiril­
mişn bir Duma toplamak amacıyla çarlık hükü­
meti üzerinde ((bir baskıda bulunmak» için. İkti-
.

182
dar egemen sınıfın elinde kalırken, eski düzenin
reformdan geçirilmesi için «devrimci eylemlerıı -
bu birşeydir, bu anayasal yoldur. Eski düzeni yık­
mak için, egemen sınıfı devirmek için «devrimci
eylemler» - bu başka birşeydir, devrimci yoldur ,
devrimin tam zaferi yoludur. Burada temel bir fark
vardır.
Bundan dolayı ben, Semiç yoldaşın, ulusal so­
runu bir anayasa sorununa indirgemiş iken «dev­
rimci savaşırun a atıfta bulunmasının, benim Se­
miç yoldaşın «Bolşeviklerin ulusal sorunda prob­
lemi koyuşunun özü hakkında tam açıklığa kavuş­
mamış olduğuıı şeklindeki açıklamarnı çürütmek
şöyle dursun, tersine sadece doğruladığını düşünü­
yorum; çünkü o, ulusal sorunun yalıtık bir biçim­
de değil, tersine ancak devrimin zaferi sorunu ile
kopmaz bir bağ içinde, devrim genel sorununun
bir parçası olarak görülebileceğini anlamamıştır.
Bu nokta üzerinde direttiğimde, Semiç yolda­
şın bu sorundaki yaniışı konusunda yeni birşey
söylemiş olduğumu asla söylemiyorum. Kesinlikle
değil. Manuilski yoldaş, daha Komünist Enternas­
yonal V. Kon:gresi'nde, Semiç yoldaşın bu yanılgı­
sından şu şekilde söz etmişti :

,, semiç yoldaş, ''Marksizm Işığında Ulusal


Sorun " adlı broşuründe, ve Yugoslav Komünist
Partisi'nin organı «Radnik,te yayımıanmış bu­
lunan bir dizi makalede, Komünist Partisinin
pratik şiarı olarak, anayasanın gözden geçiril­
mesi için savaşım şiarını öneriyor, yani ulus­
ların kendi kaderini tayin hakk ı sorununu fi­
ileri yalnızca anayasa zeminiyle sınırlıyor. " (V.
·
Kongre Tutanağı, s ._ 629.)

183
. .

Yugoslav komisyonunda Zinovyev yoldaş da


bu aym yanlıştan şu şekilde söz etti :

«Semiç yoldaşın perspektifinde küçücük bir­


şey eksik - devrim, ulusal sorunun bir anaya­
sa sorunu değil, devrimci .bir sorun olduğu ol­
gusu. " C «Pravda», No. 83.J

· Komintern'd�ki RKP temsilcilerinin Semiç


yoldaşın yaniışı üzerine tüm bu gözlemlerinin bir
rasıantı olması ,temelden yoksun bulunması im­
'
kansız. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz !
Semiç yoldaşın ilk yanlışı, temel yaniışı böyle.
Diğer yanlışları, doğrudan doğruya bu temel
yaniışından çıkıyor.
İkinci sorunla ilgili olarak ben, konuşmamda
'
( <<Bolşevik» No. 7) , Semiç yoldaşın <<Ulusal soru­
nu meselenin .özü itibariyle bir köylü sorunu ola­
rak görmek istemediğiniı> ileri sürdüm.
Doğru mudur bu?
Semiç yoldaşın Yugoslav komisyonundaki ko­
nuşmasından şu pasajı okuyun ve kendiniz karar
verin :

"Yugoslavya'da ulusal harek·etin sosyal içe­


riği nedir?» diye sorar S emiç yoldaş.

Ve şu yamtı verir :

«Bu sosyal içerik, bir yanda Sırp sermaye­


sinin, ve öte yanda da Hırvat ve Sloven serma­
yesinin rekabet mücadelesidir. » CBkz. Semiç
yoldaşın Yugoslav komisyonundaki konuşması.)

· Sloven ve Hırvat burjuvazisinin Sırp burjuva-

1 84
zisi ile rekabet mücadelesinin burada belli bir rol
oynamaktan geri kalamayacağına kuşku yoktur.
Ama ulusal h_areketin sosyal içeriğini çeşitli milli­
yetlerden burjuvazinin rekabet mücadelesinde gö­
ren bir insanın, ulusal sorunu özü itibariyle bir
köylü sorunu olarak göremeyeceği de aynı şekilde
yadsınamaz. Yerel bir sorun, devletin bir iç soru­
nu olmaktan çıkıp, bir dünya sorunu, sömürgeler
ve bağımlı milliyetlerin emperyalizme karşı sava­
şımı sorununa dönüşmüş bulunduğu şu anda ulu ­
sal sorunun özü nedir? Ulusal sorunun özü bugün,
sömürgeler ve bağımlı milliyetler halk yığınlarının
mali sömürüye k.arşı savaşırnıdır, bu sömürgelerin
ve milliyetlerin, egemen milliyetin emperyalist bur­
juvazisi tarafından siyasal köleleştirilmesi ve kül­
tÜrel kişiliksizleştirilme&ine karşı savaşımıdır. Ulu­
sal sorunda problem bu biçimde konduktan sonra,
çeşitli milliyetlerin burjuvazileri arasındaki reka­
bet mücadelesinin ne · anlamı olabilir? Elbette ta­
yin edic.i olmayan, ve hatta, bazı durumlarda,
önemsiz bir anlam. Burada söz konusu olanın,
esas olarak bir milliyetin burjuvazisinin diğer mil­
liyetlerden burjuvaziyi rekabet mücadelesinde yen­
mesi ya da yenebilmesi değil, ama egemen milli­
yetin emperyalist grubunun bü yUk kitleleri ve her
şeyden önce de sömürgelerin ve bağımlı halkların
köylü yığınlarını sömürüp ezmesi, ve onları ezip
sömürürken, böylece onları emperyalizme karşı sa­
vaşımın içine çekip ; proleter devrimin müttefikleri
durumuna getirmesi olduğu açıktır. Eğer ulusal
hareketin içeriği, çeşitli milliyetlerin . burjuvazileri
arasındaki rekabet - savaşımına indirgenirse, ulusal
&orun özü itibariyle bir köylü sorunu olarak görü­
lemez. Ve tersine : Eğer ulusal sorun özü itibariy-

185
le bir köylü sorunu olarak görülürse, ulusal hare­
ketin sosyal içeriği, çeşitli milliyetlerin burjuvazi­
leri arasındaki rekabet savaşımında görülemez. Bu
iki formül arasına bir eşit işareti koymak kesin­
likle olanaksızdır.
Semiç yoldaş, Stalin'in 1 9 1 2 sonlarında yazıl­
mış «Marksizm ve Ulusal Sorun» broşürünün bir
pasajına atıfta bulunuyor. Orada, «Ulusal savaşım,
burjuva sınıfların kendi aralarındaki bir savaşım­
dını deniyor. Besbelli ki Semiç yoldaş bu alıntıyla,
ulusal sorunun sosyal içeriğinin verili tarihsel ko­
şullar altında belirlenmesine ilişkin kendi formü­
lünün doğruluğunu tanıtlamak istiyor. Ama Sta­
lin'in broşürü emperyalist savaştan önce, ulusal
sorunun Marksistlerin gözünde henüz dünya ça­
pında bir sorun olmadığı, ve Marksistlerin, kendi
kaderini özgürce tayin hakkına ilişkin temel is­
temlerinin, proleter devrimin bir parçası olarak
değil; ama burjuva-demokratik devrimin bir par­
çası olarak değerlendirildiği sırada yazılmıştı. O
günden bu yana, uluslararası durumun temelden .
değiştiğini, bir yandan savaş, bir yandan da Rus­
ya'daki Ekim Devrimi'nin, ulusal sorunu burjuva­
demokratik devrimin bir parçası durumundan,
proleter-sosyalist devrimin bir parçası durumuna
dönüştürdüğünü görmemek gülünç olur. Lenin,
daha 1 9 1 6 Ekim'inde, ((Kendi Kaderini Tayin Hak­
kı Üzerine Tartışmanın Sonuçların adlı makale­
sinde, ulusal sorunun özsel noktasının, kendi ka­
derini tayin hakkına ilişkin noktanın, genel de­
mokratik hareketin bir parçası olmaktan çıktığı­
nı, daha şimdiden genel proleter sosyalist devri­
min bir bileşeni haline geldiğini söylüyordu. Le­
nin'in olsun, Rus komünizminin diğer temsilcile-

186
rinin olsun, ulusal sorun üzerine diğer çalışmala­
rının sözünü bile etmiyorum. Yeni tarihsel durum
gereğince yeni bir çağa, proleter dünya devrimi ça­
ğına girmiş bulunduğumuz bugün, Semiç yoldaşın,
Stalin'in Rusya'da burjuva-demokratik devrim dö­
neminde yazılmış broşürünün bilinen pasajına atıf­
ta bulunmasının ne anlamı olabilir? Yalmzca şu
anlamı olabilir ki, Semiç yoldaş, mekan ve zaman
dışında, canlı tarihsel durumdan bağımsız olarak
alıntılar yapıyor ve böylece diyalektiğin en basit
taleplerini ihlal ediyor ve belli bir tarihsel durum­
da doğru olan birşeyin, başka bir tarihsel durum­
da yanlış olabileceğini göz ardı ediyor . Yugoslav
komisyonundaki konuşmamda, ulusal sorun prob­
leminin Rus Bolşevikleri tarafından koyuluşunda
ikf aşamanın ayırt edilmesi gerektiğini söylemiş­
tim : burjuva-demokratik devrimin söz konusu ol­
duğu, ve ulusal sorunun, genet demokratik hare­
ketin bir parçası olarak görüldüğü Ekim öncesi
aşama ile, artık proleter devrimin söz konusu ol­
duğu ve ulusal sorunun proleter devrimin bileşeni
durumuna gelmiş bulunduğu Ekim aşaması. Bu
ayrımın tayin . edici bir öneme sahip olduğunu ta­
mtlamaya gerek yok. Korkarım ki, Semiç yoldaş,
ulusal sorun probleminin konuşundaki iki aşama
arasında varolan bu ayrımın anlam ve önemini
henüz kavramamıştır.
Bu nedenle ben, Semiç yoldaşın, ulusal soru­
nu meselenin özü itibariyle bir köylü sorunu ola­
rak değil de çeşitli milliyetlerin burjuvazileri ara­
sında bir rekabet sorunu olarak görme girişiminin
ardında, <<ulusal hareketin içsel gücünü küçümse­
me ve .d erinden derine halkçı, derinden derine dev­
rimci karakterini anlamamamn yattığımıı (Bkz.
((Bolşevikıı No. 7) düşünüyorum.
187
Semiç yoldaşın ikinci yapiışı böyle.
Zinovyev yoldaşın, Yugoslav komisyonundaki
konuşmasında Semiç yoldaşın bu yaniışı hakkında
aynı şeyi söylemesi karakteristiktir :

<<Semiç yoldaşın, Yugoslavyada köylü ha­


reketinin burjuvazi tarafından yönetildiği ve
bu yüzden devrimci olmadığı şeklindeki idia sı
doğru değildir." l Bkz . «Pravda", No. 83J

Bu görüş birliği bir rasıantı rrndır? Elbette


değil !
Blr kez daha: ateş olmayan yerdez:ı duman
çıkmaz.
Son olarak ben, üçüncü sorunla ilgili olarak,
Semiç yoldaşın, «Yugoslavya'daki ulusal sorunu,
uluslararası durum ve Avrupa'daki muhtemel
perspektiflerle bağ dışında ele alma)) çabasında
olduğunu ileri sürdüm.

Bu doğru mudur?
Evet, doğrudur. Çünkü Semiç yoldaş konuş­
masında, uluslararası durumun bugünkü koşullar
altında, özellikle Yugoslavya ile ilgili olarak, ulusal
sorunun çözümünde son derece önemli bir faktör
oluşturduğu yolunda en küçük bir imada bile bu­
lunmadı. Bizzat Yugoslav devletinin, iki temel em­
peryalist koalisyon arasındaki dalaşma sonucu or­
taya çıkmış olduğu olgusu, bugün Yugoslavya'nın,
kendini çevreleyen emperyalist devletler içinde sü­
regiden büyük güçler oyunundan kendini sıyıra­
mayacağı - bütün bunlar Semiç yoldaşın görüş
alanının dışında kaldı. Semiç yoldaşın yaptığı atıf,
uluslararası durumda, kendi kaderini özgürce ta­
yin sorununun gÜncel pratik bir soruna dönüş-

1 88
mesi sonucunu veren bazı değişiklikleri bal gibi
düşünebUeceği şeklindeki atıf, . şimdi, verili ulus­
lararası durumda artık yetersiz olarak görülmeli­
'
dir. Şimdi söz konusu olan, olası ve uzak bir gele-
cekte uluslararası durumdaki belirli değişiklikler
halinde, ulusların kendi kaderini tayin hakkı so­
rununun güncelliğini kabul etmek değildir - bu­
nu şimdi bir zorunluluk halinde burjuva demok­
ratlar bile perspektif olarak kabul edebilirler. Şim­
di söz konusu olan bu değildir; şimdi söz konusu
olan, savaşlar ve zor kullanmalar sonucu ortaya
çıkmış olan Yugoslav devletinin bugünkü sinırla­
rının, ulusal sorunun çözümü için bir çıkış nok­
tası v� meşru temel yapılamayacağıdır. İki şeyden
biri: ya ulusların kendi kaderini tayin sorunu, ya­
Ri Yugoslavya'nın sınırlarının radikal bir şekilde
değiştirilmesi sorunu, silu.. eti uzak bir gelecekte
bulanık bir biçimde beliren ulusal programın bir
eklentisidir, ya da ulusal programın temeli. Her ha­
lükarda, kendi kaderini tayin hakkıüa ilişkin mad-
·. denin, Yugoslavya Kom"\].nist Partisi ulusal progra­
mının aynı zamanda hem eki heni de temeli ola­ .

mayacağı açıktır. Korkarım ki, Semiç yoldaş, ken­


di kaderini tayin hakkını, hala ulusal programın
perspektifsel eki olarak görüyor.

Bu nedenle ben, Semiç yoldaşın ulusal sorunu


genel uluslararası durum sorunundan kopardığı­
nı, böylece onun için kendi kaderini tayin sorunu­
nun, yani Yugoslavya'nın sınırlarının değiştiril­
mesi sorununun, aslında güncel bir sorun değil,
akademik bir sorun haline geldiğini düşünüyorum.

Semiç yoldaşın üçüncü yaniışı böyle.

komünist Enternasyonal V. Kongresi'ndeki ra-

1 89
porunda, Manuilski yoldaşın Semiç yoldaşın bu
yaniışı üzerine aynı şeyi söylemesi karakteristiktir :

«Ulusal sorunda tüm problemin koyuluşun­


da Semiç yoldaşın temel öncülü, proletaryanın,
burjuva devleti, bir dizi savaşlar ve zor kullan­
malar tarafından çizilmiş bulunan sınırlar içinde
olduğu gibi almak zorunda olduğu düşüncesi­
dir." (Komintern IV. Kongre Tutanağı, s. 629.l

Bu görüş birliği bir rasıantı sayılabilir mi?


Elbette hayır !
Bir kez daha : ateş olmayan yerden duman
çıkmaz.
(Stalin. Leninizmin Sorunları, Birinci Bölüm. «Bir Kez Da­
ha Ulusal Sorun Üzerine», s. 279 vd.)

C Orta Avrupa Ve Balkanlar'da


-

Ulusal Sorun Üzerine Komintern

Burjuvazinin emekçileri, küçük halkların ve


onların kendi kaderini tayin hakkının korunması
aldatıcı şiarlarıyla içine Çekmeye çalıştığı emper­
yalist savaş, gerçekte, kapitalist devletlerin bir
grubunun zaferi sonucunda, Orta Avrupa'da ve
Balkanlar'da ulusal karşıtlıkların ve ulusal baskı­
nın şiddetlenmesine yol açmıştır.

Muzaffer Antant'ın gücüyle dikte ettirilen Ver ­


sailles, Saint-Germain vs. barış anlaşmaları, pro­
leter devrime karşı mücadele için, başka kökenli
halkların yaşadığı önemli bölgelerin ilhakı üzeri­
ne kurulu ve ulusal baskının ve sosyal gericiliğin
ocaklarını oluşturan yeni emperyalist küçük dev-

190
letler -Polanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Ro­
manya, Yunanistan - yarattı.

İçinde bulunulan anda ulusal baskı sorunu,


savaştan önce boyunduruk politikasının nesnesi
değil öznesi olan büyük devlet ulusları için güncel
hale gelmiştir. Buna açık bir örnek Almanya'dır.
Antant emperyalizmi onun durumunda, Almanla­
rın yaşadığı bölgelerin açık, ((barış anlaşmaları»
temelinde yapılan bir ilhakıyla yetinmedi. Üstü ör­
tülü, kurnaz ilhak biçimleriyle - ((ulusal kendi
kaderini tayinn komedisi biçiminde (Rheinland'ın
işgali) -, ya da örtüsüz, barış anlaşmaları çerçeve­
sinin dışına çıkan soygun edimleriyle - buna ör­
nek olarak Ruhr gösterilebilir - Almanya'yı par­
çalamaya da çalıştı.

Böylece ulusal sorun Avrupa'da dünya sava­


şından sonra yeni bir anlam kazandı ve içinde bu­
lunulan, anda Orta Avrupa ve Balkanlar için en
önemli siyasi sorunlardan biri haline geldi. Böyle­
ce, boyunduruk altındaki halkların ulusal baskı­
ya karşı savaşımı aynı zamanda savaşta muzaffer
olan emperyalist burjuvazinin iktidarına karşı mü­
cadele haline gelmektedir, aynı şekilde yeni orta­
ya çıkan emperyalist devletlerin güçlenmesi, dün­
ya emperyalizminin güçlerinin güçlenmesi anla­
mına gelmektedir.

Ulusal baskıya karşı mücadelenin önemi, Po­


lanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Romanya ve Yu ­
nanistan tarafından baskı altında tutulan milli­
yetlerin, sosyal bileşimleri itibariyle, ağırlıklı ola­
rak köylü halklar olması ve onların ulusal kur­
tuluş mücadelesinin aynı zamanda köylü kitlele­
rin yabi:tncı kökenli büyük toprak sahiplerine ve

191
kapitalistlere karşı bir mücadelesi olması dolayı­
sıyla daha da artmaktadl!".
Bunun sonucu olarak Orta Avrupa ve Balkan­
lar'daki · komünist partileri, ezilen halkların ulusal
-devrimci hareketini tüm araçlarla desteklemek
göreviyle karşı karşıyadırlar.
((Ayrılıp ayrı devlet kurmak dahil, her halkın
kendi kaderini tayin hakkın şiarı, içinde bulunu­
lan devrim öncesi dönemde, yeni ortaya çıkan em­
peryalist devletlerde ifadesini ((ezilen halkların Po­
lanya, Romanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Yuna­
nistan'ın devlet biTliklerinden devlet olarak ayrıl­
ması» şiarında bulmalıdır.
Kongre .. tek tek bazı partilerde, tek tek yoldaş­
ların ve grupların kendi ülkelerindeki ulusal-dev-
'
rimci hareketler karşısındaki tavırlarını, Saint-
Germain vb. anlaşmalarında yaratılan devlet for­
masyonu temeli üzerinde hazırlama şeklinde dile
gelen bir sapma olduğunu tespit eder.
Bu yoldaşların ve grupların ulusal-devrimci
harekete ilişkin şiarları, ulusal baskı üzerine ku­
rulu ve proleter devrimine karşı yönelen bu dev­
letleri hedef almıyor, bilakis bu devletlerin kısmen
reforme edilmesini hedefliyor ve ezilen halkların
bu emperyalist devletler çerçevesi içinde özerkliği
şiarını ortaya atıyor.
Kongre, sosyal-demokrasi yönündeki bu bü­
yük devlet sapmasını ve aynı şekilde, komünist
partisinin ulusal-devrimci harekete gösterdiği des­
teğin, bu hareketin önderliğinin mülk sahibi sı­
nıfların ve onların partilerinin [eline geçmesini
-ÇN] teşvik etmeye varmasına kadar götüren -
ki bu, emekçi kitleleri gerçekte şovenist burjuva­
zinin etkisi ve . hegemonyası altına sokar - ulu-

192
sal-bolşevizm sapmasım da kararlılıkla mahkum
eder.
Kongre, Orta Avrupa ve Balkanlar'ın tüm ko­
münist partilerini, ezilen halkların egemen bur­
j uvazinin iktidarına karşı ulusal-devrimci hareke­
tini tamamen destekleyerek, ulusal-devrimci ör­
gütlerde komünist hücreler kurmak ve ezilen halk­
ların ulusal-devrimci mücadelesinin başına geçme­
ye ve onlara devrimci mücadelenin açık ve belirli
yolunda burjuvazirün iktidarına karşı tüm emek­
çilerin sıkı bir dayamşması ve tek tek her dev­
lette işçi-köylü iktidarımn kurulması uğruna or­
tak mücadelesi temelinde önderlik etmeye çalış­
ınakla görevlendirir. Komünist unsurların ulusal­
deyrimci örgütler içinde ancak böyle bir derlenip
t ciparlanması, bu örgütleri çoğu zaman kendi sı­
mf amaçları için kullanan ya da onları çeşitli ka­
pitalist ülkelerde çoğu zaman kendi emperyalist
hedeflerinin oyuncağı yapan burjuva-çiftlik sahibi
ve maceracı unsurlar,a karşıt olarak emekçi kitle­
lerin önder konumunu güvenceleyebilir.
Kongre, tüm komünist partilerini, burjuva ve
sosyal-hain partiler tarafından ulusal kin ve şo­
venizmin* kışkırtılmasına karşı mücadele etmek­
le ve gerek ezen gerek ezilen halkların emekçi kit­
lelerini ulusal baskının ve ulusal-devrimci müca-

.,.. Redaksiyonun notu. Bkz. aynı zamanda KEYK XIII.


Plenumunun kararları ve Stalin yoldaşın SBKP(B) XVII. Parti
Kongresi'ne raporu. Günümüzde kapitalist devletlerdeki milliyet­
çi çılgınlığın patlak vermesi, kapitalizmin krizli durumunun,
özellikle «kapitalist dünya ekonomisinin tek tek devletsel par­
çacıkZara dağılmasının» bir ifadesidir (XVII. Parti Kongresi'nde
Manuilsk'i). Burjuva milliyetçiliğinin en çarpıcı ifadesi, içinde
bulunulan anda faşizmin ırk teorisidir. Bu teori, ırkların, değiş-

193
delenin s osyal
karakteri ve bu mücadelenin · dünya
proletaryasının emekçilerinin tam sosyal ve ulusal
kurtuluşu uğruna mücadelesine bağımlılığı konu­
sunda aydınlatmakla yükümlendirir.
Kongre aynı şekild e ulusal sorunun çözümün-

nıez, doğa tarafından verilmiş fiziki ve manevi özelliklere sa­


hip belirli insan tipleri olarak varolduklarını iddia etmektedir.
Bazı, «üstün» ırk/ar, «aşağı» ırkları döl/emek ve onlar üzerin·
de egemen olmakla görevlidir. Bu teoriye . göre tüm tarih, ırk
mücadelesinin tarihidir (sınıf mücadelesinin tarihi değil). Bu te­
oriye göre kan topluluğu ve bu topluluk bilinci ulusu oluşturur.
«Bu teori, bilimden, göğün yerden uzaklığından daha az uzak
değildir» (Stalin). Irk teorisinin sınıfsal anlamı, büyüyen proleter
devrimine karşı gericiliğin tüm güçlerinin seferber edilmesidir,
sınıf mücadelesinin ıızlaşmazlıiiı Marksist-Leninist düşüncesinin
yerine ulusal ortaklık fikrini geçirme çabasıdır, kitleleri savaşa,
ilk planda Sovyetler Birliği'ne karşı savaşa hazırlamak için iş­
lemektir. Irk teorisi, A lmanya ve Japonya'da faşizm teorisinin
temelidir.
Burjuva milliyetçiliğinin en iğrenç biçimlerinden biri olan
anti-Semitizm, günümüzde özellikle A lmanya ve Avusturya'da
güçlenmiştir. Anti-Semitizm, A lmanya'daki egemen Nasyonal-Sos­
yalist Partinin, A vusturya'daki Hıristiyan-Sosyal Parti'nin prog­
ramının temellerinden birini oluşturur. Nasyonal-Sosyalistlerin ba­
kış açısından Yahudiler tam kıymetli bir ulus değildir. Aynı za­
manda Yahudi, tüm A lman ulusunu, <<YaratıCI>> sermayenin tem­
silcileri olan gerek işçileri gerek işverenleri ezen «kapıp-kaçıcı»
sermayenin (borç verilen sermaye, banka sermayesi) bir temsilcisi­
dir. A nti-Semitizmin sınıfsal anlamını faşist Ekkehard ağzından
kaçırdı. O, «sade insan» için «sevginin ve nefretin sade sembolle­
ri»nin gerektiğini yazıyordu. İşçi için böyle bir <<nefret sembo­
lü" onyillar boyu «burjuva» idi. Onun alışmış olduğu bu sem­
bol, onun yerine başka birşey kanmadan elinden koparılıp alına­
mazdı. Nasyonal-sosyalizm de bunu yaptı, nefretin sembolü ola­
rak ona « Yahudi» yi verdi. Anti-Semitizm, burjuvazinin elinde
karşı-devrimin bir oyuncağıdır. Bu oyuncağın görevi, kütlenin
bilincinde gerçek düşmanın resmini Ya/ıudi'nin resmiyle yerin­
den ederek pro!eteri «onun» kapitalisliyle uzlaştırmaktır.

194
de p'artikülarist sapınayı da mahkum eder ve ayrı­
lıp ay-n devlet kurma danil halklarm kendi kade­
rini tayin hakkının gerçekleştirilmesinin partikü­
la:ı;izmle hiç bir ortak yanı olmadığı ve üretici güç­
hoı·in gelişmesine aykırı olmadığı görüşündedir.
Kongre, küçük emperyalist devletlerin hakim
sınıfları tarafından yürütülen, ulusal karşıtlıkla­
rın son derece keskinleşmesine yol açan sömürge­
leştirme politikasının kan�ı-devrimci anlarnma işa­
ret eder. Kongre, Polanya, Romanya, Yugoslavya,
Çekoslovakya ve Yunanistan komünist partilerini,
bu sömürgeleştirme politikasına karşı enerjik bir
mücadele yürütmekle yükümlü kılar.
Kongre, Balkan ülkeleri komunist partileri ta­
rafından yayınlanan eşit hakka sahip ve bağım­
siz işçi-köylü cumhuriyetleri Balkan federasyonu
şiarını cnaylar.
Kongre, yeni ortaya çıkmış emperyalist dev­
le·tıerde de - adıyla : Polanya, Romanya, Maca­
ristan'da - anti-Semitizmin olağanüstü bir şekil­
de arttığını, aynı şekilde hakim sınıfların emekçi
kitlelerin dikkatini anti-Semitizmle kendi sefil du­
rumlarının gerçek suçlularından başka yöne çek­
me ve devrimci mücadeleden alıkoyma çabasını
tespit eder ve tüm komünist partilerini anti-Semi­
tizme karşı kararlı, enerjik bir mücadele yürütmek
ve şiarlarında Yahudi · nüfusu için her türlü hu­
kuki kısıtlamaların kayıtsız-koşulsuz kaldırılması­
nı ve onların özgür kültürel gelişmesinin güven­
ceye bağlanmasını talep etmekle yükümlendirir.
(Komünist Enternasyonal V. Kongresinin Orta A vrupa'da
ve Balkanlarda Ulusal Sorun Üzerine �ararı. Giriş.)

195
IV - PROLETARYA DİKTATÖRLÜGÜ
ALTINDA ULUSAL SORUN

1 - Ekim Devı·inıi Ve Ulusal Sorun

. . . Halkların iktisadi birleşme süreci ile bu


birleşmenin emperyalist yöntemleri arasındaki uz­
laşmaz çelişki, burjuvazinin ulusal sorunu çözme­
nin doğru biçimini bulmadaki yeteneksizlik, çare­
sizlik ve acziyle sonuçlanır.
Partimiz, ulUBal sorundaki siyasetini ulusların
kendi kaderini tayin hakkı hakkı üzerinde, halkla­
rın bağımsız devlet olarak varolma hakkı üzerinde
inşa ederken, bu hUBUBU hesaba kattı. Daha varlı­
ğının ilk günlerinde, I . Parti Kongresi'nde ( 1 898 ) ,
kapitalizmin ulusal sorundaki çelişkileri henüz tam
bir açıklıkla ortaya çıkmamışken, Parti, milliyet­
lerin bu devredilemez hakkını tanıdı. Daha sonra­
ki zaman içinde, Ekim Devrimi'nin hemen öncesi­
ne kadarki kongre ve konferanslarında, ulusal
programını özel kararlar ve kongre ve konferans
kararlarıyla hiç sekıneden doğruladı. Emperyalist
savaş ve bununla bağlı olan sömürgelerdeki mu­
azzam devrimci hareket, Partinin ulUBal sorunda­
ki kararlarının yeni bir doğrulanmasından başka
birşey olmadı. Bu kararların anlamı : a) milliyet­
lere karşı cebrin tüm biçimlerinin kesin reddinde;

196
b) kendi yazgılarını biçimlendirmeleri sorununda
halkların eşitlik ve egemenliklerinin tanınmasın­
da ; c) halkların kalıcı bir birliğinin ancak işbirliği
ve gönüllülük temeli" üzerinde mümkün olduğu te­
zinin tanınmasında; d) böyle bir birliğin ancak
sermaye iktidarının devrilmesinden sonra olanak­
lı olduğu doğrusunun ilamnda yatar.
Partimiz çalışmasında bu ulusal kurtuluş
programım, gerek çarlığın açık baskı siyasetinin,
gerekse Menşevikler ve Sosyal-Devrimcilerin ikir­
c"ikli, yarı-emperyalist siyasetinin de karşısına �oy­
du. Eğer çarlığın Ruslaştırma siyaseti, çarlık ile
eski Rusya'nın milliyetleri arasında bir uçurum
açtıysa, ve eğer Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimci­
lerin yarı-emperyalist siyasetleri, bu milliyetlerin
en- iyi unsurlarının Kerenski'ye sırt çevirmesine
yol açtıysa : Partimİzin özgürlükçü siyaseti, çarlı­
ğa ve emperyalist Rus burjuvazisine karşı sava­
şımda, Partimize bu milliyetlerin büyük yığınları­
nın sempati ve desteğini kazandırdı. Bu sempati ve
desteğin, "Partimizin Ekim günleri�deki zaferini
belirleyen tayin edici momentlerden biri olduğuna
kuşku yoktur. .
Ekim Devrimi, Partimizin ulu sal sorundaki
kararlarının pratik bilançosunu çıkardı. Ulusal
baskının başlıca taşıyıcıları olan büyük toprak sa­
hipleri ile kapitalistlerin iktidarını devirdikten ve
proletaryayı iktidara geçirdikten sonra, Ekim Dev­
rimi, bir tek vuruşta ulusal baskının zincirlerini
kopardı; halklar arasındaki eski ilişkileri altüst et­
ti, eski ulusal düşmanlığa kesin bir darbe indir­
di, halkların işbirliği için zemini düzledi ve Rus
proleta.ryasına, yalnızca Rusya'da değil, ama Av­
rupa ve Asya'da da, diğer milliyetlerden kardeş-

1 97 .
lerinin güvenini kazandırdı. Tanıtlamaya gerek
yoktur ki, bu güven olmasaydı, Rus proJetaryası
Kolçak ve Denikin'i, . Yudeniç ve Vrangel'i yene­
mezdi. Öte yandan, Rusya'nın merkezinde prole­
tarya diktatörlüğü kurulmasaydı, ezilen milliyet­
lerin kurtuluşlarını elde ederneyecek olduklarına
da kuşku yoktur. Sermaye iktidarda oldukça, kü­
çük-burjuvazi ve her şeyden önce eski <<eg.;;menıı
ulusun köylülüğü milliyetçi önyargılarla dolu ol­
dukça ve kapitalistlerin ardından gittikçe, ulusal
düşmanlık ve ulusal çatışmalar kaçınılmaz şey­
lerdir ; tersine, eğer köylülük ve diğer küçük-bur­
juva katmanlar proJetaryayı izlerse, yani eğer pro­
letarya diktatörlüğü güvence altında ise, ulusal
barış ve ulusal özgürlük güvence altında sayıla­
bilir. Bundan ötürü, Sovyetlerin zaferi ve prole­
tarya diktatörlüğünün korunması, yekpare bir dev­
let birliğinde birleşmiş halkların kardeşçe işbirli­
ğinin üzerinde kurulabileceği dayanaktır, temel­
dir.
Ama Ekim Devrimi yalnızca ulusat boyundu­
ruğun kalkması, halkların birleşmesinin önkoşul­
larının yaratılması sonucunu vermedi. Gelişme
seyri içinde Ekim Devrimi, halkların bu birleşme­
sinin başka biçimlerini de hazırladı ve halkların
bir federal devlet içinde birleşmesinin temel hat­
larını çizdi. Devrimin birincİ döneminde, milliyet­
lerin emekçi yığınları, bağımsız ulusal yücelikleri
ilk kez duyduklarında ; yabancı müdahale tehdidi­
nin henüz gerçek bir tehlike oluşturmadığı bir sı­
rada, halkların işbirliği henüz kesinlikle belirlen­
miş, sıkı sıkıya saptanmış bir biçim almamıştı. İç­
savaş ve müdahale döneminde, ulusal cumhuriyet­
lerin askeri özsavunmasının çıkarları birinci plana

198
çıktığında, iktisadi inşanın sorunları henüz gün�
dernde yer almazken, işbirliği askeri bir ittifak bi­
çimini aldı. Nihayet savaş sonrası dönemde, sava­
şın yıkıma uğrattığı üretici güçlerin yeniden inşa�
sı sorunları birinci plana çıktığında, askeri ittifak
iktisadi bir ittifakla tümlendi. Ulusal cumhuriyet­
Ierin Sovyet cumhuriyetleri birliği içinde birleşme­
leri, işbirliği biçimlerinin gelişmesinde, bu kez
halkların çok-uluslu bir Sovyet devleti içinde, as­
keri, iktisadi ve siyasi birleşmesi karakterine bü­
rünen son evresini oluşturur.

Proletarya böylece Sovyet sisteminde, ulusal


sorunun doğru çözümünün anahtarını buldu; Sov­
yet sisteminde, ulusal eşitlik ve gönüllülük zemini
üzerinde istikrarlı, birçok ulusu kapsayan devle­
tin -örgütlenmesi yolunu keşfetti.

(RKP[B] XII. Parti Kongresi'nin Ulusal Sorun Üzerine Ka·


rarı, Bölüm 1, § 3-6.)

2 - Parti Ve Sovyet İktidarımn Ulusal


Siyasetinin Temelleri

A - Ulusal Sorunda SBKP( BJ'nin Programı

Ulusal sorunda SBKP (B) 'e şu temel ilkeler yol


gösterir :

1 - Toprak sahipleri ve burjuvazinin alaşağı


edilmesi amacıyla, çeşitli milliyetlerin proleterleri
ve yarı-proleterleri arasındaki yakınlaşma siyase�
ti temel taşı oluşturur.

2 � Ezilen ülkelerin emekçi yığınlarının, bu

199
ülkeleri ezmiş bulunan devletlerin proletaryasına
karşı duydukları güvensizliğin üstesinden gelmek
için, her türlü ulusal grupların bütün ayrıcalıkla­
rının kaldırılması, ulusların tam hak eşitliği ve
sömürgelerin ve eşit hakka sahip olmayan ulusla­
rın, devlet olarak ayrılma hakkının tanınması zo­
runludur.

3 - Aynı amaçla Parti, tam birliğe giden yQl­


daki geçiş biçimlerinden biri olarak, Sovyet tipine
göre örgütlenmiş devletlerin federal birliğini öne­
rir.

4 - Ayrılma doğrultusundaki halk iradesi­


nin taşıyıcısı olarak kimin sayılacağı sorununda
SBKP (B) , tarihsel ve sınıfsal bakış açısında durur
ve ilgili ulusun hangi tarihsel gelişme basamağın­
da bulunduğunu hesaba katar: ortaçağdan burju­
va demokrasisine mi, yoksa burjuva demokrasisin­
den sovyet ya da proleter demokrasisine mi giden
yolda vb.

Her halükarda, ezen uluslar olarak sahnede


görünmüş ulusların proletaryası, ezilen ya da tam
hak eşitliğine sahip olmayan ulusların emekçi yı­
ğınları arasındaki ulusal duygu kalıntıları karşı­
sında özel bir ilitirnam ve itina göstermek zorun­
dadır. Bir dizi ulusal Sovyet cumhuriyetinin Sov­
yet Rusya etrafında birleşmesi deneyiminin gös­
termiş olduğu gibi, uluslararası proletaryanın ulu­
sal bakımdan türdeş olmayan ögelerinin gerçekten
kalıcı, gönüllü birliği için önkoşulların yaratılma­
sı, ancak böyle bir siyasetle mümkündür.

(Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Programı ve


Tüzüğü, « Ulusal İlişkiler A lanında» Bölümü.)

200
B - Proletarya Dilüatörlüğü Altında Halkların
İşbirliğinin Devlet Biçimi Olarak Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği

Sovyet cumhuriyetierinin kurulmasından bu


yana, dünya devl�tleri iki ka !llpa bölünmüş bulu­
nuyorlar : kapitalizm kampı ve sosyalizm kampı.
Orada, kapitalizm kampında, ulusal düşman­
lıklar ve eşitsizlik, sön,ıürgeci kölelik ve şovenizm,
ulusal baskı ve pogromlar, canavarlıklar ve emper­
yalist savaşlardan başka birşey yok.
Burada, sosyalizm kampında, karşılıklı güven
ve barış, ulusal özgürlük ve eşitlik,. barış içinde
birarada yaşama ve halkların kardeşçe işbirliği
var.
Milliyetler sorununu, halkların özgür gelişme­
sini, insanın insan tarafından sömürülmesi siste­
mi ile bağdaştırarak çözme yolundaki kapitalist
dünyanın onlarca yıllık denemeleri verimsiz çık­
mıştır. Tersine, ulusal çelişkiler yumağı, gitgide
daha karmaşık bir duruma geliyor ve bizzat kapi­
talizmin varlığını tehdit ediyor. Burjuvazinin, halk­
ların işbirliğini örgütıemekte aciz kaldığı ortaya
·

çıkmıştır.
Ulusal baskıyı kökleriyle birlikte yıkma, bir
karşılıklı güven ortamı yaratma ve halkların kar­
deşçe işbirliğinin temellerini atmanın ancak Sov­
yetler kampında, ancak nüfusun çoğunluğunu ken­
di çevresinde toplamış bulunan proletarya dikta­
törlüğünde olanaklı olduğu ortaya çıkmıştır.
Sovyet cumhuriyetıerinin, iç ve dış tüm dün­
ya emperyalistlerinin saldırılarını püskürtmesi
yalnızca bu koşullar sayesinde mümkün olmuştur ;
"
içsava şa başarıyla son vermeleri, varlıklarını gü-

201
vence altına almaları ve barışçıl iktisadi inşaya
geçmeleri yalnızca bu koşullar sayesinde mümkün
olmuştur.
Ama savaş yılları hiç de iz bırakmadan geç­
memiştir. Savaşın miras olarak bıraktığı yakılıp
yıkılmİş tarlalar, işlemez olmuş fabrikalar, yakılıp
yıkılmış üretici güçler ve tükenmiş iktisadi yar­
dımcı kaynaklar, çeşitli cumhuriyetierin iktisadi
inşa - alanındaki yalıtık çabalarını yetersiz kılmak­
tadır. Ulusal ekonominin yeniden inşasının, cum­
huriyetler ayrı ayrı varoldukları sürece irrikansız
olduğu ortaya çıkmıştır.
Öte yandan, uluslararası durumun güvensiz­
liği ve yeni saldırılar tehlikesi, kapitalist kuşat­
maya karşı Sovyet cumhuriyetierinin birleşik cep ­
hesinin kurulmasını kaçınılmazlaştırmaktadır.
Son olarak, sınıfsal özü itibariyle enternasyo­
nal olan Sovyet iktidarının bizzat yapısı, Sovyet
cumhuriyetierinin emekçi yığınlarını sosyalist bir
aile içinde birleşme yoluna itmektedir.
Bütün bu koşullar, Sovyet cumhuriyetlerinin,
aynı zamanda hem dış güvenliği, hem iç iktisadi
gönenci ve halkların ulusal gelişme özgürlüğünü
güvence altına almaya yetenekli bir federal devlet
biçiminde birleşmesini buyuruyor.
.
Kendi Sovyet kongrelerinde kı sa süre önce
«Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğiıınin ku­
rulmasına ilişkin kararı oybirliği ile kararlaştırmış
bulunan Sovyet cumhuriyetleri halklarının irade­
si, bu Birliğin, eşit haklara sahip halkların özgür
bir birleşmesi olduğunun; her cumhuriyetin Bir­
lik'ten özgürce çıkma hakkının güvence altında
bulunduğunun ; Birliğe girişin varolan ya da ge­
lecekte ortaya çıkacak tüm sosyalist Sovyet cum-

202
huriyetlerine açık olduğunun; yeni federal devle­
tin, halkların barış içinde birarada yaşama ve kar­
deşçe işbirliğinin 1917 Ekim'inde atılan temelinin
ona layık bir taçlandırmasını oluşturduğunun ;
onun dünya kapitalizmine karşı güvenilir bir ka­
le olacağının ve bütün ülkeler emekçilerinin bir
dünya Sovyet sosyalist cumhuriyeti biçiminde bir­
leşmesine giden yolda yeni bir adım oluşturacağı­
nın güvenilir garantisidir .
Tüm bunları bütün dünya önünde ilan eden
ve temsilcileri olduğumuz Sovyet sosyalist cum­
huriyetierinin anayasalarında ifadesini bulan Sov­
yet iktidarının temellerinin sarsılmazlığını resmen
ilan eden biz bu cumhuriyetler delegeleri, bize ve­
rilmiş bulunan yetki gereğince, «Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliğiıı nin kuruluşu üzerine bir
antlaşma imzalamayı kararlaştırırız.

(Stalin. «Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu»


derlemesi, s. 97 vd., Rusça, 1922.)

C - İktidardaki Proletaryanın Milliyetler


Siyasetinderki Görevleri

. . . Ama ulusal sorunun doğru çozumunun


anahtarını bulmak, henüz onu tamamen çözmek
ve bu çözümün pratik ve somut gerçekleşmesini
sonuna kadar götürmek anlamına gelmez. Ekim
Devrimi tarafından ortaya atılan ulusal progra­
mın doğru bir şekilde gerçekleştirilmesi için, geç­
miş ulusal baskı döneminin bize miras olarak bı­
raktığı ve kısa bir zaman süresi içinde, bir vuruş­
ta üstesinden gelinemeyecek engellerin üstesinden
gelinmesi zorunludur.

203
Bu miras, ilkin, Büyük Rusların eski ayrıca­
lıklı durumlarının yansıması olan egemen Büyük
Rus şovenizminin kalıntılarıdır. Bu kalıntılar, bi­
zim merkez ve taşradaki Sovyet fonksiyonerlerimi­
zin kafasında varlığını hala sürdürüyorlar; merkez
ve taşradaki devlet kurumlarımızda yuvalanıyorlar;
NEP ile bağlantı içinde durmadan kızışan «yeni»
«Smena vekıı çi* Büyük Rus şovenisti akımlar bi-
. çimi altında destekleniyorlar. Pratik olarak bu ka­
lıntılar, ulusal cumhuriyetierin gereksinim ve zo­
runlulukları karşısında, Rus Sovyet memurlarının
tepeden bakan küçümseyici, katı ve bürokratik
davranışlarında dile geliyorlar. İçinde birçok , ulus­
ların yaşadığı Sovyet devleti, ancak devlet kurum­
larımızm pratiğindeki bu kalıntıların kökü k--azı­
nırsa, gerçekten istikrarlı bir hale gelebilir, halk­
ların işbirliği, ancak o zaman gerçekten kardeşçe
bir nitelik kazanabilir. Bir dizi ulusal cumhuriyet­
te (Ukrayna, Byelo-Rusya, Azerbaycan, Türkistan)
dururn ayrıca, Sovyet iktidarının temel dayanağı
olan işçi sınıfının oldukça büyük bir bölümünün
Büyük Rus milliyetinden olması sonucu zorlaşmak­
tadır. Bu bölgelerde, kent ile kır arasındaki, işçi
sınıfı ile köylülük arasındaki ittifak, gerek Parti
gerek Sovyet kurumlarında varolan Büyük Rus şo­
venizminin kalıntıları güçlü engeliyle karşılaşıyor.
Bu koşullarda, Rus kültürünün üstünlüklerine iliş­
kin sözler ve üstün Rus kültürünün daha geri
halkların ( Ukraynalı, Azeri, Özbek, Kırgız vb.) kül-

'"" «Smena vek» (kelime anlamı «cephe değiştirmek»), yurt­


dışında, başında Ustryalov'un bulunduğu, Yeni Ekonomik Po­
litika'yı kapitalizme geri döniiş olarak kavrayan bir grup karşı
-devrimci entellektiiel.

204
türleri üzerindeki kaçınılmaz zaferine ilişkin tezin
ortaya atılması, Büyük Rus milliyetinin egemen­
liğini pekiştirme girişiminden başka birşey değil­
dir. Bundan ötürü, Büyük Rus şoveniziDi kalınti­
larına karşı <:ımansız savaşım, Partimizin ilk ve
ivedi görevidir.
Bu miras, ikinci olarak, fiili eşitsizlik, yani
Cumhuriyetler Birliği milliyetlerinin iktisadi ve
kültürel eşitsizliğidir. Ekim Devrimi ile kazanılan
hukuksal ulusal eşitlik, halkların büyük bir ka­
zanımıdır, ama kendi başına tüm ulusal sorunu
çözmez. Kapitalizmi yaşamamış ya da nerdeyse hiç
yaşamamış, kendi proletaryası hiç ya da nerdeyse
hiç bulunmayan, ve bu nedenle iktisadi ve kültü­
rel bakımdan geri kalmış bir dizi cumhuriyet ve
ha:tk, ulusal hak eşitliğinin kendilerine sağladığl
hak ve olanaklardan sonuna kadar yararlanacak
durumda değildir; dışardan gerçek _ ve sürekli bir­
yardım olmadıkça, daha üst bir gelişme basama­
ğına yükselecek ve böylelikle kendilerinden önde
olan milliyetlere yetişecek durumda . değildir. Bu
fiili eşitsizliğin nedenleri yalmzca bu halkların ta­
rihinde değil, ama kenar bölgeleri sanayi bakımın­
dan gelişmiş merkezi bölgeler tarafından sömürü­
len salt hammadde bölgelerine dönüştürmeyi gö­
zeten çarlığın ve Rus burjuvazisinin siyasetinde
de yatmaktadır. Kısa sürede bu eşitsizliğin üste­
sinden gelmek,_ bu mirası bir-iki yıl içinde yok et­
mek olanaksızdır. Daha Partimizin X. Kongresi
vurgulamıştır ki, «fiili ulusal eşitsizliğin giderilme­
si, ulusal baskı ve sömürgeci köleciliğin bütün ka­
lıntılarına karşı çetin ve direngen bir savaşım ge­
rektiren uzun süreli bir süreçtir» . Ama mutlaka bu
eşitsizliğin üstesinden gelmek gerek. Ama bu [eşit-

2Q5
sizliğin -ÇN] üstesinden ancak, Rus proletaryası­
nın Birliğin geri halklarının iktisadi ve kültürel
ilerlemesine göstereceği gerçek ve sürekli yardımı
yoluyla gelinebilir. Bu yardım, ilk planda, eskiden
ezilen milliyetıerin cumhuriyetlerinde sanayi mer­
kezleri kurmak için bir dizi pratik önlernin alın­
masında dile gelmelidir, ve yerel nüfus mümkün
olduğunca bu işin içine çekilmelidir. Nihayet bu
yardım, X. Parti Kongresi'nin kararı uyarınca,
emekçi yığınların, NEP sonucu güçlenen yerli ve
dışardan gelmiş sömürücü üst katmanlara karşı
kendi toplumsal konumlarını pekiştirme savaşı­
mıyla elele gitmelidir. Bu cumhuriyetler ağırlıklı
olarak tarımsal bölgeler olduklarından, iç sosyal
önlemler, her şeyden önce, emekçi yığınlara, dev­
letin elindeki serbest fondan toprak verme yoluy­
la gerçekleşmelidir. Bu önlemler olmadıkça, halk ­
ların yekpare bir federal devlet çerçevesinde doğ­
ru ve sıkı işbirliğinin yolunu açmak beklenemez.
Bundan ötürü, milliyetıerin fiili eşitsizliğinin tas­
fiyesi savaşımı, geri halkların kültürel ve iktisadi
düzeyinin yükseltilmesi savaşımı, Partimizin ikin­
ci ivedi görevidir.
Bu miras, son olarak, acı ulusal baskı boyun­
duruğunda yaşamış ve henüz kendilerini eski ulu­
sal sızıanma duygularında:r;ı kurtaramamış bir di­
zi halkın bağrındaki milliyetçilik kalıntılarıdır. Bu
kalıntıların pratik ifadesi, belli bir ulusal yadır- ·

gama ve eskiden ezilen halkların, Ruslardan gelen


önlemler karşısında tam güvene sahip olmamala­
rıdır. Bununla birlikte, birçok milliyetten oluşan
cumhuriyetlerde, bu defansif milliyetçilik sık sık,
saldırgan milliyetçiliğe, en güçlü milliyetin, bu
cumhuriyetierin güçsüz milliyetlerine karşı yöne-

206
lik fanatik şovenizmine dönüşmektedir. Ermeniler,
Ossetler, Acarlar ve Abazalara karşı yönelen Gür­
cü şovenizini ( Gürcistan'da) ; Ermenilere karşı yö­
nelen Azerbaycan şovenizmi (Azerbaycan'da) ;
Türkmenler ve Kırgızlara karşı yönelen Özbek şo­
venizmi (Buhara ve Hiva'da) ; Ermeni şovenizmi
vb. vb. ---'- ayrıca Yeni Ekonomik Politika koşulla­
rı tarafından da kışkırtılan bütün bu şovenizm çe­
şitleri, belli ulusal cumhuriyetleri bir çatışma ve
anlaşmazlık alanına dönüştürmekle tehdit eden
çok fena bir kötülüktür. Bütün bu olayların, halk­
ların bir tek devlet içinde gerçekten birleşmesi da­
vasını engellediklerini söylemeye gerek yok. Milli­
yetçilik kalıntıları, Büyük Rus şovenizmine karşı
kendine özgü bir savunma biçimi olduğundan, Bü­
y Ü k Rus şovenizmine karşı kararlı savaşım, milli­
yetçi kalırrtıların üstesinden gelmenin en emin ara­
cıdır. Ama bu kalıntılar, çeşitli cumhuriyetlerdeki
güçsüz ulusal topluluklara karşı yönelen yerel şo­
venizme _dönüştüklerinden, bu kalıntılara karşı
doğrudan savaşım, Parti üyelerinin görevidir. Bun­
dan ötürü, milliyetçilik kalıntılarına ve her şey­
den önce de bu kalırrtıların şovenist biçimlerine
karşı savaşım, Partimizin üçüncü ivedi görevidir.

Cumhuriyetler Birliği'nin, merkez ve taşrada­


ki Sovyet memurlarının önemli bir bölümü tara­
fından, ulusal cumhuriyetierin ulusal gelişmesini
sağlama misyonuna sahip eşit devlet birimlerinin
Birliği olarak değil, bilakis bu cumhuriyetierin tas­
fiyesine doğru atılmış bir adım olarak, sözümona
«bir ve bölünmezıı . . . [Rus imparatorluğunun -
Redak? iyonun notu. ] kuruluşunun başlangıcı ola­
rak değ�r lendirilmesi olgusu, geçmişin mirasının

207
en çarpıcı ifadelerinden biri olarak görülmek ge­
rekir .
. . . Böyle bir anlayışı anti-proleter ve gerici
olarak mahkum eden ve ulusal cumhuriyetierin
varlığının ve gelecekteki gelişmesinin mutlak zo­
runluluğunu ilan eden Kongre, Parti üyelerini,
cumhuriyetierin birleşmesi ve komiserliklerin kay­
naşmasının, şoven ruhlu Sovyet memurları tara­
fından, ulusal cumhuriyetierin iktisadi ve kültü­
rel gereksinimlerini kulak arkası etme eğilimlerini
örtme yolunda kullanılmamasını dikkatle gözet­
meye çağırır.;,
(RKP[B} XII. Parti Kongresi'nin Ulusal Sorun Üzerine Ka­
rarı, Bölüm I, § 7, 8.)

Yoldaşlar, birleşmeyi engelleyen üç ana etke­


nin : Büyük Rus şovenizmi, fiili eşitsizlik ve özel­
likle şovenizme dönüştüğü hallerde yerel milliyet­
çiliğin üstesinden gelmemize yardımcı olacak araç­
ları ve yolları tahlil etmeye geçiyorum. Halklar
arasındaki yakınıaşmayı engelleyen tüm bu eski
mirasın acısız üstesinden gelmekte bize yardımcı
olacak araçların sadece üçünden söz edeceğim. ·
Birinci araç, Sovyet iktidarının yalnızca Rus
değil, bilakis enternasyonal bir iktidar haline gel­
mesi için, Sovyet iktidarını cumhuriyetlerde anla­
şılır ve senli-benli kılmak için tüm önlemlerin
alınmasıdır. Bu amaçla sadece okulların değil, tüm
kurumların, tüm organların, gerek Parti gerek

;(· Redaksiyonun notu. RKP(B) XII. Parti Kongresinin ka­


rarında ayrıca, X. Parti Kongresinin ulusal soruna ilişkin kara­
nnda olduğu gibi, «her iki sapmayı da zararlı ve Komünizm da­
vası için tehlikeli olarak mahkum eden Parti Kongresi, dikkati
Büyük Rus şo�·enizmine sapmanın özel zararına ve tehlikesine
çeker ve_ Partiyi, eskinin bu kalıntılarını Parti inşasında olanca
hızla tasfiye etmeye çağır»dığına işaret edilir.

208
Sovyet organlarının adım adım ulusallaştırılması,
bunların, kitlelerin anladığı bir dille, ilgili halkın
yaşam tarzına uygun koşullar içinde çalışmaları
zorunludur. Sovyet iktidarını bir Rus iktidarı ol­
maktan çıkarıp, tüm cumhuriyetierin ve özellikle
iktisadi ve kültürel bakımdan geri kalmış olanla­
rın emekçi yığınlarına yakın, bu yığınlar tarafın­
dan anlaşılan ve sevilen, enternasyonal bir iktidar
durumuna getirmek bizim için, ancak ve ancak
bu koşulla mümkün olacaktır.
Çarlık ve burjuvaziden devralınan mirasın
acısız üstesinden gelme içimizi kolaylaştırmaya
uygun ikinci araç,' Cumhuriyetler Birliği'nde ko­
miserliklerin o şekilde inşasıdır ki, hiç değilse en
önemli milliyetlerin çeşitli kurumlarda kendi tem­
silcilerini bulundurmaları mümkün olsun, çeşitli
cun:ıhuriyetlerin gereksinim ve zorunl Ull,lklarının
kesinkes tatmin edilmesinin koşullarını yaratan
bir inşa.
üçüncü araç : En üst organlarımız arasında,
ayrımsız tüm cumhuriyet ve milliyetlerin gerek­
sinim ve zorunluluklarını dile getiren bir organın
bt!-lunması zorunludur. Bu son araç üzerine, dikka­
tiniz� özellikle çekmek istiyorum.
Eğer biz, Birlik Merkez Yürütme Komitesi
(MYK) çerçevesinde, birincisi, milliyetlerden ba­
ğımsız olarak Birlik Sovyet Kongresinde seçilen,
ve ikincisi de, cumhuriyetler ve ulusal bölgeler ta­
rafından seçilip (yarısı cumhuriyetler ve diğer ya­
rısı ulusal bölgelerden) , Sovyet Kongresi tarafın­
dan onaylanan iki meclis kurabilseydik, o zaman
kamr:p.ca, en üst kurumlarımız çerçevesinde, sade­
ce ayrımsız tüm proleter grupların sınıf çıkarları-

209
nın değil, bilakis salt-ulusal özlemierin de yansı­
masını bulurduk Sovyetler Birliği topraklarında
yaşayan milliyetlerin, halkların ve aşiretlerin özel
çıkarlarını yansıtan bir organımız olurdu. Yoldaş­
lar, Birlik içinde yaklaşık 65 milyonu Rus olma­
yan, toplam 140 milyondan fazla insanın birara­
da bulunduğu koşullarımızda, böyle bir devlet, bu­
rada Moskova'da en yüksek organ içinde, bu mil­
liyetlerin, sadece tüm proletarya için ortak olan
çıkarları değil, bilakis özel, kendine özgü, özgül
ulusal çıkarlarını da dile getiren delegeleri bulun­
maksızın yönetilemez. Bu olmazsa yoldaşlar, yö­
netmek olanaksızdır. Elde böyle bir barometre ol­
maksızın, ve çeşitli milliyetlerin bu öz�l gereksi­
nimlerini formüle etme yeteneğindeki insanlar bu­
lunmaksızın, yönetmek olanaksızdır .

(Stalin. RKP[B] XII. Parti Kongresi'nde Ulusal Sorun Üze­


rine Rapor 1923.)

D - Doğu'nun Sovyet Cumhuriyetlerinde


Sosyalist İnşa Ve Biçim Olarak Ulusal,
İçeri.k. Olarak Proleter Kültürün
Geliştirilmesi Görevi

Sömürge ve bağımlı ülkelerden farklı olarak,


bu ülkelerin, bu cumhuriyetierin varlık ve geliş­
melerinin karakteristik özellikleri nelerdir?

Birincisi, bu cumhuriyetierin emperyalist bo­


yunduruktan kurtulmuş olmalarıdır.

İkincisi, onların uluslar olarak gelişip pekiş­


mesinin, burjuva bir rejimin himayesi altında de­
ğil, Sovyet iktidarının " koruması altında olması-

210
dır. Bu, tarihte benzeri görülmemiş bir olgudur,
ama yine de bir olgudur.

Üçüncüsü, sınai bakımdan az gelişmiş ülkeler


olarak, onların gelişmelerinde tamamen Sovyetler
Birliği'nin sanayi proletaryasının yardımına da­
yanabilmeleridir.

Dördüncüsü, sömürge boyunduruğundan kur­


tulmuş, proletarya diktatörlüğü tarafından koru­
nan ve Sovyetler Birliği'nin üyesi olan bu cum­
huriyetler, ülkemizin sosyalist inşasına katılabi­
lirler ve katılmalıdırlar da.

Baş görev, bu cumhuriyetierin işçi ve köylüle­


rinin, ülkemizde sosyali�min inşasına katılmasını
kolaylaştırmak, bu cumhuriyetierin özel varlık ko­
şulfarına uygun olarak bu katılmayı ilerietme ve
hızlandırmanın önkoşullannı yaratıp geliştirmek­
tir.

Buradan, Sovyet Doğu'sunun fonksiyonerleri­


nin h:edi görevleri çıkar.

ı - Köylüleri işçi sınıfı çevresiride toplamak


için üs olarak, _Sovyet Doğu Cumhuriyetlerinde sa­
nayi merkezleri kurmak. Bu işin daha şimdiden
başlamış olduğunu biliyorsunuz, ve o, Sovyetler
Birliği ekonomisi ileriediği ölçüde ilerletilecektir.
Bu cu:ı::nh uriyetlerde çeşitli hammaddelerin varol­
ması, bu işin zamanla sonuna kadar götürülece­
ğinin güvencesidir.

2 - Tarım ve her şeyden önce sulama işlerini


kalkındırmak. Bu işe de, en azından Transkafkas­
ya ve Türkistan'da başlanmış olduğunu biliyorsu­
nuz.
3 - Sovyet Doğu Cumhuriyetıerini, Sovyet

211
ekonomisinin genel inşa sistemine katmanın en
emin aracı olarak, geniş köylü yığınlarının koope­
ratifleşmesini artırmak ve teşvik etmek.
4- Sovyetleri yığınlara yakınlaştırmak, Sov­
yetlerin bileşimini ulusallaştırmak ve emekçi yı­
ğınlara yakın ve onlarla senli-benli ulusal Sovyet
d�vletini imar etmek.
5 - Ulusal kültürü geliştirmek, yerli insan­
lardan Sovyet, Parti, sendika ve iktisı:ı.t fonksiyo­
nerieri yetiştirmek amacıyla, anadilde gerek genel
ve gerekse mesleki-teknik eğitim için geniş bir
kurs ve okul şebekesi kurmak.
Bu görevleri yerine getirmek, Sovyet Doğu
Cumhuriyetlerinde sosyalist inşa işini kolaylaştır­
mak demektir.
Sovyet Doğunun örnek cumhuriyetlerinden
söz ediliyör. Ne demektir örnek cumhuriyet? ör­
nek bir cumhuriyet, bütün bu görevleri dürüstlük
ve ciddiyetle yerine getiren, böylece komşu sömür­
ge ve bağımlı ülkelerin işçi ve köylüleri arasında
kurtuluş hareketine doğru atılım yaratan bir cum­
huriyettir.
Yukarıda, Sovyetlerin çeşitli milliyetlerin
emekçi y"'lğınlarına yakınlaştırılmasından, Sovyet­
lerin ulusallaştırmasından söz ettim. Ama bu ne
demektir ve pratikte nasıl dile gelir? Yığınlara
böyle bir yakınlaşmanın mükemmel örneği olarak,
Türkistan'da kısa süre önce tamamlanmış bulunan
ulusal sınırlamanın görülebileceğini sanıyorum.
Burjuva basın bu sınırlamada bir <<Bolşevik kur­
nazlığıı> görüyor. Oysa burada ortaya çıkan şeyin
bir ((kurnazlıkı> değil, Türkmenistan ve Özbekis­
tan halk yığınlannın kendilerine yakın ve anla�ı-

212
lır olan kendi öz iktidar organlarına sahip olma
yolundaki derin özlemleri olduğu açıktır. Devrim
öncesi dönemde bu iki ülke, çeşitli hanlıklar ve
devletler arasında bölünınüştü; böylece ((iktidar sa­
hipleriıı nin sömürücü düzenbazlıklarına elverişli
bir faaliyet alam sunuyorlardı. Şimdi, Özbekistan
ve Türkmenistan emekçi yığııılarinı iktidar organ­
larına yakınlaştırmak ve onlarla kaynaştırrnak
için, birbirinden koparılmış bu parçaları bağımsız
deyletler olarak yeniden birleştirmenin olanaklı
hale geldiği an gelmiş bulunuyor. Türkistan'ın sı­
nırlanması, her şeyden önce, bu ülkelerin birbi­
rinden koparılrnış parçalarının bağımsız devletler
biçiminde birleştirilmesidir. Eğer bu devletler son­
radan eşit hakka sahip. üyeler olarak Sovyetler Bir­
ligi'ne girmek istedilerse, bu sadece bir şeye, Bol­
şevikierin Doğu'nun halk y-ığınlarının en derin öz­
lemlerinin anahtarını bulmuş olduğuna ve Sov­
yetler Birliği'nin, dünyada çeşitli milliyetlerin
emekçi �ğınlarının biricik gönüllü biriği olduğu­
na tanıklık eder. Polanya'yı yeniden birleştirmek
için, burjuvazi bir dizi savaşa ih�iyaç duydu. Oy­
sa Türkmenistan'ı ve Özbekistan'ı yeniden birleş­
tirmek için, komünistlere birkaç aylık aydınlatma
çalışmasından başka birşey gerekmedt
Hükü�et organlarım, bizim durumumuzda
Sovyetleri, çeşitli milliyetıerin büyük emekçi yığın­
larına işte böyle yakınlaştırma� ger�kir.
Bolşevik mill'iyetler siyasetin biricik doğru si­
yaset olduğunun kamtı budur.
Ayrıca Sovyet Doğu cumhuriyetlerinde ulusal
kültürün kalkındırılmasından söz ettim. Ama ulu­
sal kültür ne demektir? Proleter kültür ile nasıl

213
bağdaştırılabilir? Lenin, daha savaştan önce, bizde
bir burjuva ve bir de sosyalist iki kültür bulundu­
ğunu ; ulusal kültür sloganının, emekçilerin bilin­
cini milliyetçilik ağusu ile zehirlerneye çalışan bur­
juvazinin gerici bir sloganı olduğunu söylemedi
mi? Ulusal kültürün inşası, anadilde okul ve kurs­
ların geliştirilmesi ve yerli insanlardan kadro ye­
tiştirilmesi, sosyalizmin inşası ile, proleter kültü­
rün inşası , ile nasıl bağdaştırılabilir? Burada üs­
tesinden gelinemez bir çelişki yok mu? Elbette
yok ! Biz proleter bir kültür Lrışa ediyoruz. Bu ta­
mamen doğrudur. Ama içeriği bakımından sosya­
list olan proleter kültürün, sosyalist inşa içine çe­
kilmiş çeşitli halklarda, dilin, yaşam koşullannın
vb. farklılığına göre, çeşitli biçimlere ve ifade tarz­
ıarına büründüğü de aynı şekilde doğrudur. İçe­
riği bakımından proleter, biçimi bakımından ulu­
sal - işte sosyalizmin kendisine doğru . yürüdüğü,
tüm insanlığın ortak kültürü, böyle bir kültürdür.
Proleter kültür, ulusal kültürü yok etmez, bilakis
ona içerik kazandırır. Ve tersine : ulusal kültür,
proleter kültürü yok etmez, bilakis ona biçim ka­
zandırır. Ulusal kültür sloganı, burjuvazi iktidar­
da kaldığı ve ulusların pekişınesi burjuva rejimin
himayesi altında gerçekleştiği sürece, burjuva bir
slogandı. Proletarya iktidara geçtiği ve ulusların
pekişınesi Sovyet iktidarının koruması altında
gerçekleşmeye başladığında, ulusal kültür sloganı
proleter bir slogan haline geldi. İki farklı durum
arasındaki bu ilkesel ayrılığı kavramayan biri, ne
Leninizmi, ne de ulusal sorunda Leninist bakış
açısının özünü asla kavramayacaktır.
(Stalin. Leninizmin Sorunları, Birinci Bölüm. «Doğu Emek­
çileri Komünist Üniversitesi'nin Görevleri», s. 259 vd., 125.)

214
3 - Proletarya Diktatörlüğü Koşullarında Ulusal
Sorundaki Sapmalara Karşı Mücadele

A - Büyük Rus Şovenizmine Ve Yerel


Milliyetçiliğe Karşı Mücadele Üzerine
Stalin Yoldaş

Parti içindeki sapmalara karşı savaşını tablo ­


su, eğer ulusal sorun alanında onun içinde varolan
sapmalara da değinmezsek, eksik kalır. Burada ilk
olarak Büyük Rus şovenizmi yönündeki, ikinci ola­
rak da yerel milliyetçilik yönündeki sapınayı kas­
tediyorum. Bu sapmalar «solıı ve sağ sapmalar ka­
dar gözle görülür ve sımaşık değil. Bunlara gizli
sapmalar da denilebilir. Ama bu, varolmadıkları
anlamına gelmez. Evet, varlar, ve daha da kötü­
sü, büyüyorlar. Bundan hiçbir kuşku duyulamaz.
Hiçbir kuşku duyulamaz, çünkü sınıf savaşımının
tüm keskinleşen atmosferi, yansımasını Parti için­
de bulan ulusal sürtüşmelerde belli b?r sertleşme­
ye yol açmaktan geri kalamaz. Bundan ötürü, bu
sapmaların çeb,resini açığa çıkarmak ve ortaya
serrnek gerekecek.

Güncel koşullanınız içinde, Büyük Rus şove­


nizmi yönündeki ·sapmanın öz"(i nedir?

Büyük Rus şovenizmi yönündeki sapmanın


özü, diller, kültürler, töreler arasındaki ulusal fark­
ları es geçme çabasıdır; ulusal cumhuriyetierin ve
bölgelerin tasfiyesini hazırlama çabasıdır; ulusal
ha� eşitliği ilkesini yıkmaya çalışma ve aygıtın
ulusalla_ştırılması, basının, okulların ve diğer dev­
letsel ve toplumsal örgütlerin ulusallaştırılmasına

215
yönelik Partinin siyasetini gözden düşürme çaba­
·'ndır.
Bu tür sapmacılar burada : sosyalizmin zafe­
riyle uluslar yekpare bir ulus halinde kaynaşmak
ve ulusal diller yekpare, ortak bir dile dönüşrnek
zorunda olduğuna göre, ulusal ayrımları ortadan
kaldırma ve eskiden ezilen halklar arasında ulu­
sal kültürün gelişmesini destekleme siyasetinden
vazgeçme zamanının geldiği anlayışından yola çı­
kıyorlar. Bunu yaparken Lenin'e atıfta bulunup, .
ondan yanlış alıntılar yapıyorlar ve hatta bazen
doğrudan kelimelerini çarpıtıyorlar ve ona kara
çalıyorlar.
Lenin, sosyalizmde milliyetlerin çıkarları bir
bütün halinde kaynaşacaktır demiştir. Bundan, en­
ternasyonalizmin çıkarı gereği ulusal cumhuriyet­
lere ve bölgelere son vermenin zamanı olduğu so­
nucu çıkmaz mı? Lenin 1 9 1 3'te ((Bundcuıılarla po:­
lemikte, ulusal kültür sloganının bir burjuva slo­
ganı olduğunu söylemiştir. Bundan, enternasyona­
liziDin çıkarı gereği SSCB halklarının ulusal kül­
türlerine son vermenin zamanı olduğu sonucu çı;k­
maz mı? Lenin, ulusal baskı ve ulusal duvarların
sosyalizmde ortadan kaldırıldığını söylemiştir.
Bundan, enternasyonalizmin çıkan gereği SSCB
halklarının ulusal özelliklerini göz önünde tutma
siyasetine son verme ve asimilasyon siyasetine geç­
menin zamanı olduğu sonucu çıkmaz mı? Ve bu
böyle gider.
Ulusal sorundaki, üstelik enternasyonalizm
maskesi ve Lenin'in adı ardına gizlenen bu sapma­
mn, Büyük Rus milliyetçiliğinin en ince, ve böyle
olduğu için de en tehlikeli türü olduğundan ku.ş­
ku duyu�amaz.

216
Birincisi, Lenin asla, sosyalizmin dünya ça­
pındaki zaferinden önce ulusal farkların ortadan
kalkacağını ve ulusal dillerin bir devletin sınırları
içinde bir ortak dil biçiminde kaynaşacağını söy­
lememiştir. Tersine Lenin, taban tabana zıt bir şe­
yi, yani «halklar ve ülkeler arasındaki ulusal ve
devletsel farkların. . . proletarya diktatörlüğünün
tüm dünya ölçüsünde gerçekleşmesinden sonra bi­
le daha çok çok uzun bir zaman süreceğinbı ( << 'Ra­
dikalizm', Komünizmin Çocukluk Hastalığııı , Tüm
Eserler, cilt XXV, s. 280) söylemiştir. Hem Lenin'e
atıfta bulunup, hem de onun. bu temel işareti na­
sıl unutulabilir?
Şüphesiz, eski Marksistlerden biri, bugünün
dönek ve reformisti, Bay Kautsky, Lenin'in öğret­
tiğinin tam tersini iddia eder. O, Lenin'e karşıt
olarak, proleter devrimin birleşik Avusturya-Alman
devletindeki zaferinin, geçen yüzyılın ortasında,
ortak bir Alman dilinin oluşmasına ve Çekierin Al­
manlaşmı:ısına yol açabilecek olduğunu söyler,
çünkü herhangi bir zoraki Almanıaştırma olmaksı­
zın, <<sadece engellerinden kurtulmuş ilişkinin gü­
cü, Almanlar tarafından getirilıniş modern kültü­
rün gücü, güdük milliyetlerinin kendilerine hiçbir
şey veremediği geri kalmış Çek küçük-burjuva, köy­
lü ve proleterlerini Almanlar haline dönüştürmek
zorundaydı.ıı ( <<Almanya' da Devrim ve Karşı-Dev­
rimıı in Almanca baskısına Önsöz, Stuttgart 1896,
s. XXII. )
Böyle bir «tasarım)) ama Kautsky'nin sosyal­
şovenizmi ile tamamen uyuşur. 1925'deki Doğu
Halkları Üniversitesi'ndeki konferansımda da Ka­
utsky'nin bu görüşlerine karşı mücadele etmiştim.
Her türlü ölçüyü kaçırmış Alman sosyal-şoveninin

217
bu anti-Marksist gevezeliğinin , bizim için, sonuna
kadar enternasyonalist kalmak isteyen biz Mark­
sistler için, herhangi bir olumlu anlam taşıyabil­
mesi olanaklı mı? Kim haklı, Kautsky mi; Lenin
mi? Eğer Kautsky haklı ise, o zaman Büyük Rus­
lara, Çekierin Almanlara olduklarından daha ya­
kın olan Beyaz Ruslar ve Ukraynalılar gibi görece
geri milliyetlerfn, proleter devrimin zaferi sonu­
cunda Sovyetler Birliği'nde Ruslaştırılmamaları,
bilakis tam tersine, yeniden yaşama kavuşmaları
ve bağımsız uluslar olarak gelişmeleri olgusunu na­
sıl açıklamalı? Türkmenler, Kırgızlar, Özbekler,
Tacikler gibi ulusların ( Gürcüler, Ermeniler, Azer­
baycanlılar ve başkaları bir yana) , geri kalmışlık­
Iarma rağmen Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin za­
feriyle birlikte yalnızca Ruslaştırılmamakla kal­
mayıp, bilakis tam tersine yenide:q. yaşama kavu­
şup bağımsız uluslar halinde gelişmelerini nasıl
açıklamalı? Aldatıcı bir enternasyonalizm peşinde
koşan saygıdeğer sapmacılarımızın, Kautskyci bir
sosyal-şovenizmin pençesine düştükleri açık değil
mi? Bir devletin, SSCB'nin toprakları üzerinde bir
ortak dil için savaşan sapmacıların, aslında, eski­
den egemen durumda b.ulunan dilin, yani Büyük
Rus dilinin ayrıcalıklarımn restorasyonunu hedef­
ledikleri açık değil mi? Enternasyonalizm bunun
neresinde?
İkincisi, Lenin asla, ulusal boyunduruğun
kalkması ve milliyetlerin çıkarlarının bir bütün
halinde kaynaşmasının, ulusal farkların kaldırıl­
ması anlamına geldiğini söylememiştir. Biz, ulusal
baskıyı kaldırdık, ulusal ayrıcalıkları kaldırdık ve
ulusal hak eşitliğini getirdik. Sovyetler Birliği mil­
liyetleri arasında, sözcüğün eski anlamında ulusal

218
sınırları, sınır direklerini ve gümrük duvarlarını
yok ettik. Sovyetler Birliği halklarının iktisadi ve
siyasal çıkar birliğini kurduk. Ama bu, bizim bu­
nunla ulusal farkları : ulusal dilleri, kültürleri, tö­
releri vb. kaldırdığımız anlamına mı gelir? Bu an­
lama gelmediği açıktır. Ama eğer ulusal farklar :
dil, kültür, töreler vb. varlıklarını sürdürüyorlarsa:,
şimdiki tarihsel dönemde cumhuriyetleri ve ulusal
bölgeleri kaldırma talebinin gerici, proletarya dik­
tatörlüğünün çıkarlarına aykırı bir talep olduğu
açık değil mi? Sapmacılarımız, şimdi cumhuriyet­
ler ve ulusal bölgeleri kaldırmanın, SSCB'nin sa­
yısız halklarının elinden kendi ulusal diHerinde
·
eğitim görme olanağını almak demek olacağını,
kendi anadillerinde okullara, mahkemelere, idare-
. ye, kamusal ve diğer· örgüt ve kurumlara sahip ol­
ma olanağını ellerinden almak demek olacağını,
onları sosyalist inşaya katılma olanağından yok­
sun bırakmak demek olacağını anlıyorlar mı? Al­
datıcı bir enternasyonalizm peşinde koşan sapma­
cılarımızm, gerici Büyük Rus şovenistlerinin pen­
çesine düşmüş oldukları ve proletarya diktatörlü­
ğü döneminde Sovyetler Birliği'nin tüm halkları
için, Büyük Ruslar için olduğu kadar Büyük Rus
olmayanlar için de aynı derecede geçerli olan kül­
tür devrimi sloganını unutmuş, tamamen unut­
muş bulundukları açık değil mi?
Üçüncüsü, Lenin asla, ulusal kültürün geliş­
tirilmesi sloganının, proletarya diktatörlüğii koşul­
ları altında gerici bir slogan olduğunu söylememiş­
tir. Tersine, Lenin daima, SSCB halklarının ken­
di ulusal kültürlerini geliştirmelerine yardım edil�
mesinde� yana olmuştur . Partinin X. Kongresi'n­
de ulusal sorun üzerine karar, Lenin'in - başka

219
hiç kimsenin değil - yönetimi altında yazılmış ve
kabul edilmiştir. Orada doğrudan şöyle denir :

«Partinin görevi, Büyük Rus olmayan halk­


ların emekçi yığınlarının, ileri merkezi Rusya'
ya yetişmelerine yardım e tmektir, onlara: al
kendi ülkelerinde , bu halkların ulusal yaşam
koşullarına uygun biçimler içinde , Sovyet dev­
letini geliştirip güçlendirmelerinde; b) anadilin­
de faaliyet gösteren ve yerel nüfusun yaşam ve
psikolojisini bilen kişilerden oluşan mahkeme­
leri, idari ve iktisadi organları, iktidar organla­
rını geliştirip güçlendirmelerinde; cl basını,
okulları, tiyatroları, kulüpleri ve genel olarak
anadilde faaliyet gösteren kültür ve aydmlat m a
kuruluşlarını geliştirmelerinde; d ) anadilde ge­
nel eğitim için ve ayrıca mesleki-teknik karak­
terli kapsamlı bir kurs ve okul ağı örgütleyip
g·eliştirmelerinde yardım e tme.ktir."

Lenin'in, proletarya d.iktatörlüğü altında ta­


mamen ul_usal kültürün geliştirilmesi sloganından
yana olduğu açık değil mi? Proletarya diktatörlü­
ğü altında ulusal kültür sloganını yadsımanın,
Sovyetler Birliği'nin Büyük Rus olmayan halkları
için kültürel gelişme zorunluluğunu yadsıma, bu
halklar için genel okul yükümlülüğünü yadsıma,
bu halkları, gerici milliyetçilerin manevi köleliği­
ne teslim etme demek olduğu açık değil mi?
Lenin gerçekten . de ulusal kültür sloganını
burjuvazinin egemenliği altında gerici bir slogan
olarak niteliyordu. Başka türlü olabilir miydi? Ulu­
sal burjuvazinin egemenliği altında ulusal kültür
nedir? İçerik bakımından burjuva ve biçim bakı­
mından ulusal olan bu kültürün hedefi, yığınları

220
milliyetçilik ile ağulamak ve burjuvazinin egemen­
liğini pekiştirmekti. Proletarya diktatörlüğü altın­
da ulusal kültür nedir? İçerik bakırnından sosya­
_list ve biçim bakımından ulusal olan bu kültürün
hedefi, yığınları· enternasyona�izm ruhuyla eğitmek
ve proletarya diktatörlüğünü pekiştirmektir. Mark­
sizmden kopmadıkça, ilkesel olarak birbirinden
iarklı bu iki görüngü nasıl birbirine karıştırılabi­
lir? Burjuva rejimi altında ulusal _ kültür sloga­
_
nma karşı mücadele eden Lenin'in, darbeyi ulusal
kültürün ulusal biçimine değil, burjuva içeriğine
vurduğu açık değil midir? LenLl1.'in sosyalist kül­
türü, ulusal momentten yoksun, _ şu yada bu ulu­
sal biçimden yoksun bir kültür olarak gördüğünü
varsaymak budalaca birşey olur. Gerçekten de
Bunticular, belli bir süre ona bu saçmalığı yakış­
tırdılar. Ama Lenin'in yapıtıarından, onun bu ka­
ra çalınayı sert bir şekilde protesto ettiği, kendi­
sini bu saçmalıktan kesin bir şekilde ayırdığı bi­
linir. Sevgili sapmacılarımız gerçekten de Bundcu-
ların izinden gidiyor olmasınlar? .
Ama tüm bu söylenenlerden sonra, sapmacı­
larımızın arğüı:ııanlarından geriye ne kalıyor?
Enternasyonalizm bayrağı ile hakkabazlık et­
me ve Lenin'e karşı kara çalmalardan başka bir­
şey değil.
Büyük Ru.s şovenizmine sapan kimseler, Sov­
yetler Birliği'nde sosyalist inşa döneminin, ulusal
kültürlerin dağılması ve tasfiye edilmesi dönemi
olduğunu sanıyorlarsa, çok yanılıyorlar. Aslında
bunun tam tersi doğru. Gerçekten de Sovyetler Bir­
liği'nde proletarya diktatörlüğü ve sosyalizmin in­
şası dö:qemi, içerikleri bakımından sosyalist ve bi­
çimleri bakımından ulusal olan ulusal kültürlerin

221
en parlak dönemidir. Onlar besbelli ki, anadilde
genel okul yükümlülüğünün getirilmesiyle ve sağ­
lamlaştırılmasıyla birlikte ulusal kültürlerin yeni
bir güçle gelişeceğini kavramıyorlar. Geri milliyet­
lerin sosyalist inşaya ancak ulusal kültürlerin ge­
lişmesi koşulu ile gerçekten katılabileceklerini
kavramıyorlar. Ulusal kültürlerini geliştirmelerin­
de Sovyetler Birliği halklarını destekleme ve teş­
vik etme Leninist siyasetinin temelinin tam da bu­
rada yattığını kavramıyorlar.
Gelecekte ulusal kültürlerin, ortak bir dille
birlikte, (biçim ve içerik bakmundan) ortak bir
kültür içinde kaynaşmasından y-ana olan bizlerin,
aynı zamanda şu sıralarda, proletarya diktatörlü­
ğü döneminde, ulusal kültürlerin açılıp - gelişme­
sinden yana bulunmamız tuhaf görünebilir. Ama
bunda hiçbir tuhaflık yok. Ulusal kültürlerin, or­
tak bir dille birlikte ortak bir kültür içinde kay­
naşmalarının koşullarını yarat:rpak için, onların
açılıp gelişmeleri, tüm potansiyel güçlerini açığa
vurmaları gerekir. BiÇim bakımından ulusal ve içe­
rik bakımından sosyalist ulusal kü�türlerin, tek
ülkede proletarya diktatörlüğü koşullarında, pro­
letaryanın tüm dünyada zafer kazanmış ve sosya­
lizmin yaşamda iyice yerleşmiş olacağı zaman, or­
tak bir dille birikte (biçim ve içerik bakımından)
ortak bir sosyalist kültür içinde kaynaşmaları
amacıyla açılıp gelişmeleri - ulusal kültür soru­
nunda problemin Leninist konuluşunun diyalekti­
ği tam da buradadır.
Sorunun böyle konuluşunun <<çelişkili)) olduğu
söylenebilir. Ama devlet sorununda da bizde aynı
«çelişki)) yok mu? Biz, devletin sönüp gitmesinden
yanayız. - Ama biz aynı zamanda, şimdiye kadar

222
varolmuş tüm devlet iktidarlarının en sert ve en
güçlüsü olan proletarya diktatörlüğünün güçlen­
dirilmesinden yanayız. Devlet iktidarın sönüp git­
mesi için koşulları hazırlama amacıyla devlet ik­
tidarının en yüksek derecede gelişmesi - Mark­
sist formül böyledir. Bu «çelişkiliıı midir? Evet,
«çelişkilindir. Ama bu çelişki yaşamda vardır ve
Marx'ın diyalektiğini tamamen yansıtır.
Ya da, örneğin, ayrılıp ayrı devlet kurmaya
kadar, ulusların kendi kaderini tayin hakkı soru­
nunun Leninist konuluşunu alalım. Lenin ba.:zen
ulusların kendi kaderini tayin tezini şu yalın for­
müle indirgiyordu : «Birleşmek amacıyla ayrılmakn .
Düşünün bir : birleşrnek amacıyla ayrılmak. Bu
bir paradoks gibidir. Oysa bu «çelişkilin formül,
BoTŞeviklere ulusal sorun alanında en ele geçiril­
mez kaleleri fethetme olanağını veren Marksist di­
yalektiğin canlı gerçeğini yansıtır.
Ulusal kültüre ilişkin formül için de aynı şe­
yi söylemek gerek : sosyalizmin bütün dünyadaki
zaferi döneminde sönüp gitmesi ve ortak bir sos­
yalist kültür (ve ortak bir dil) içinde kaynaşması
koşullarını hazırlamak için, tek ülkede proletarya
diktatörlüğü döneminde ulusal kültürlerin (ve dil­
lerin) açılıp gelişmesi.
Geçiş zamanımızın bu özelliğini ve bu «çeliş­
kiıısini kavramayan biri, tarihsel süreçlerin bu di­
yalektiğini kavramayan biri, Marksizm için yitip
gitmiş biridir.
Sapmacılarımızın mutsuzluğu, M�rksist diya­
lektiği anlamamaları ve anlamak istememeleridir.
Bü�ük Rus şovenizmi sapması böyle.
Bu sapmanın, eskiden egemen olan Büyük Rus

223
ulusunun sönüp giden sınıflarının, yitirilmiş ayrı­
calıkları yeniden elde etme özlemini yansıttığını
anlamak zor değildir.
Ulusal sorun alanında Parti içindeki baş teh­
like olarak Büyük Rus şoveniz� tehlikesi bura­
dan geliyor.
Yerel milliyetçilik sapmasının özü nedir?
Yerel milliyetçilik sapmasının özü, kendini tec­
rit etme ve kendini kendi ulusal kabuğunun sı­
nırları içine kapatma çabasıdır, kendi ulusu için­
deki sınıf karşıtlıklarını örtbas etme çabasıdır,
kendini Büyük Rus şovenizminden, genel sosyalist
inşa dalgasından ayrılarak koruma çabasıdır, Sov­
yetler Birliği milliyetlerinin emekçi yığınlarını bir­
birine yakınlaştırıp birleştiren şeyi görmeme ve
yalnızca onları birbirlerinden uzaklaştırabilecek
şeyi görme çabasıdır. ·

Yerel milliyetçilik sapması, eski ezilen ulusla­


rıı:ı yok olan sınıflarının, proletarya diktatörlüğü
rejimine karşı hoşnutsuzluklarını, kendini kendi
ulusal devleti içine kapatma ve orada kendi sımf
egemenliklerini kurma eğilimini yansıtır.
Bu sapmanın tehlikesi, burjuva milliyetçiliğini
beslemesi, Sovyetler Birliği halklarının emekçileri­
nin birliğini zayıflatması ve müdahale yandaşla­
rının değirmenine su taşımasıdır.
Yerel milliyetçilik sapmasının özü budur.
Partinin görevi, bu sapmaya karşı kararlılık­
la mücadele etmek ve Sovyetler Birliği halklarının
emekçi yığınlarının enternasyonalist eğitimi için
zorunlu önkoşulları yaratmaktır.

(Stalin. SBKP[B] XVI. Parti Kongresi'ne Merkez Komitesi'


nin Siyasi Raporu, 27 Haziran 1930. <<Leninizmin Sorunları» ,
İkinci Böliim, s . 391 -399, Moskova 1934.)

224
B - Ukrayna Milliyetçiliği Tehlikesi Üzerine
Stalin Yoldaş

Şumski yoldaşın açıklamalarında bazı doğru


düşünceler var. Ukrayna'da, Ukrayna kültürü ve
Ukrayna kamu yaşamı için geniş bir hareketin
başlamış bulunduğu ve geliştiği doğru. Bu hare­
ketin, asla yabancı unsurların eline terk edilme­
mesi gerektigi doğru. Ukrayna'da birçok komünis­
tin bu hareketin anlam ve önemini anlamadıkları
ve bundan ötürü bu harekete egemen olmak için
önlemler almadıkları doğru. Ukrayna kültürü ve
Ukrayna kamu yaşamı sorununda alay ve kuşku­
culuk ruhu içlerine işlemiş Parti ve Sovyet işçisi
kadrolarımız arasında bir dönüşüm yapılması ge­
rekt-iği doğru. Ukrayna'daki yeni harekete egemen
olacak yetenekteki kadroların özenle seçilip yetiş­
tirilmesi gerektiği doğru. Bütün bunlar doğru.
Ama, Şumski yoldaş burada en azından iki büyük
hata işliyor.
Birincisi, Parti ve Sovyet aygıtımızın Ukray­
nalılaştırılmasını, proletaryanın Ukraynalılaştırıl­
ması ile karıştırıyor. Belirli bir tempo gözetilerek,
halkın gereksinimlerini tatmin eden P�rti, devlet
aygıtımız vs., Ukraynalılaştırılabilir ve Ukraynalı­
laştırılmalıdır. Ama proletarya yukardan Ukray­
nalılaştırılamaz. Rus işçi yığınları, Rus dili ve Rus
kültüründen vazgeçmeye ve Ukrayna kültürü ve
dilini kendi kültürü ve dili olarak tanımaya zor­
lanamaz. Bu, milliyetlerin özgürce gelişmesi ilke­
sine aykırıdır. Bu, ulusal özgürlük değil, ulusal
baskının özgül bir biçimi olur. Ukrayna sanayii ge­
liştikçe, .çevre köylerden gelen Ukraynalı işçiler
sanayie aktıkça, Ukrayna proletaryasının bileşimi-

225
nin değişeceği açıktır. Tıpkı, diyelim belirli bir an­
da, Alman karakteri taşıyan, ve sonradan Leton­
laşan ya da Macarlaşan Letonya ve Macaristan pro­
letaryasının bileşimi gibi, Ukrayna proletaryasının
da giderek Ukraynalılaşacağı açıktır. Ama bu, uzun
süreli, kendiliğinden, doğal bir süreçtir. Bu ken­
diliğinden sürecin yerine, proletaryanın yukardan
zorla Ukraynalılaştırılması sürecini geçirmek, Uk­
rayna proletaryasının Ukraynalı olmayan katman­
ları arasında, Ukrayna-karşıtı bir şovenizm körük­
lelemeye yatkın, ütopist ve zararlı bir siyaset uy­
gulamak demektir. Bana öyle geliyor ki, Şumski
yoldaş Ukraynalılaştırmayı doğru bir şekilde an­
lamıyor ve bu son tehlikeyi hesaba katmıyor.

İkincisi. Ukrayna'da, Ukrayna kültürü ve Uk­


rayna kamu yaşamı için yeni hareketin olumlu
karakterini çok doğru bir biçimde vurgulayan
Şumski yoldaş, bu hareketin olumsuz yanlarını
görmüyor. Şumski yoldaş, Ukrayna'da ulusal ko­
münist kadroların güçsüzlüğü nedeniyle, genelde
komünist olmayan aydınlar tarafından yönetilen
bu hareketin, şurada burada Ukrayna kültürü ve
Ukrayna kamu yaşamını genel Sovyet kültürü ve
genel Sovyet kaniu yaşamından soyutlamaya yö­
nelik bir savaşım karakterine, genel olarak ((Mos­
kovan ya karşı, bir bütün olarak Ruslara karşı, Rus
kültürüne ve onun en yüksek kazanımına, Leni­
nizme karşı bir savaşım karakterine bürünebilece­
ğini görmüyor. Bu tehlikenin, Ukrayna'da gitgide
daha gerçek hale geldiğini tanıtlamaya çalışmaya­
cağım. Yalnızca, bazı Ukraynalı kcmünistlerin bi­
le bu tür kusurlardap arınmış olmadıklarını söy­
lemekle yetiniyorum. Herkesin bildiği birşeyi, ün-

226
lü komü..-rıist Hvilevoy'un, DK:rayna basımnda ya­
·

:yımlanmış bulunan makalesini kastediyorum. Hvi­


lsvoy'un Ukrayna «proletary8..sının derhal Rusluk­
tan arındırılmasıı) talebi; onun «Ukrayna şiirinin
elden geldiğince çabuk Rus edebiyatmdan, onun
stilinden uzaklaşması gerektiğin görüşü; onun
ccproletaryanın fikirleri, Moskova sanatı olmaksı­
zın da tarafımızdan bilinmektedirn açıklaması ;
onun (cgençıı Ukrayna aydınlarının belirli bir Me­
sih rolüne duyduğu aşırı hayranlığı; kültürü_ si­
yasetten ayırma yolundaki gülünç ve Marksist ol­
mayan girişimi, bütün bunlar, şimdi bir Ukrayna­
lı komünistin ağzında, tuhaftan da öte birşey ge­
liyor (ve başka türlü de olamaz) . Batı Avrupa pro­
leterleri ve onların komünist partileri ccMoskovaıı
içirr; uluslararası devrimci hareketin ve Leniniz­
min bu kalesi için sevgiyle dolup taşarken; Batı
Avrupa proleterleri Moskova ü:aerinde dalgalanan
bayrağa hayranlıkla bakarken, Ukraynalı komü­
nistler, Moskova yararına, Ukraynalı kamuoyu
temsilcilerii1i ccMoskovan dan cemümkün olduğunca
çabukn uzaklaşmaya çağırmaktan başka söyleye­
cek birşey bulamıyor. Ve bu da enternasyonalizm
oluyor ! Eğer komünistler, Hvilevoy yoldaşın dilin­
de konuşmaya, ve yalnızca konuşmaya değil, ama
bizim Sovyet basınımızda yazmaya da başlarlarsa,
komünist olmayan cephedeki diğer Ukraynalı ay­
dınlar ne demez? Şumski yoldaş, ill\:rayna'da Uk­
rayna kültürü için yeni harekete egemen olmanın,
ancak Hvilevoy yoldaşın aşırılıklarına karşı, komü­
nist saflar içinde savaşılarak mümkün olduğunu
anlamıyor. Şumski yoldaş, yükselen Ukrayna kül­
türü ve ', Ukrayna kamu yaşanunın, ancak bu aşı­
rıilkiara karşı savaşım verilerek bir Sovyet kültü-

227
rü ve bir S ovyet kamu yaşamına dönüştürülebile­
ceğini anlamıyor.
(Stalin. «Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu»
derlemesi, s. 172 vd., Rusça, 1926.)

C İçirnle Bulunulan Aşamada Milliyetçiliğe


-

Sapmaya Karşı Mücadele Üzerine Stalin YoLdaş

Ya da örneğin, ulusal sorunu alalım. Burada


da, ulusal sorunda da, diğer sorunlarda olduğu gi­
bi, Partinin bir bölümünde belli bir tehlike yara­
tan bir kafa karışıklığı var. Kapitalizmin kalıntı­
larının direngenliğinden söz ettim. Kapitalizmin
insanların bilincindeki kalıntılarının, ulusal soru­
na ilişkin konularda, diğer bütün alanlardakinden
çok daha direngen olduklarını da belirtmek gere­
kir. Daha direngendirler, çünkü kendilerini ulusal
giysi altında iyi bir şekilde gizleme olanakları var­
dır. Birçokları, Skripnik'in günahının münferit
bir olay, kuraldan bir istisna olduğunu sanıyor.
Bu doğru değildir. Skripnik ile grubunun Ukray:
na'daki büyük gih>J.ahı bir istisna değildir. Böyl esi
akılsızlıklar diğer ulusal cumhuriyetlerdeki tek tek
yoldaşlarda da görülüyor.
İster Büyük Rus, ister yerel olsun, fark etmez,
milliyetçilik sapması nedir? Milliyetçi sapma de­
mek, işçi sınıfımn enternasyonalist siyasetinin,
burjuvazinin milliyetçi siyasetine uyarlanması de­
mektir. Milliyetçilik sapması, kendi «Özıı «ulusalıı
burjuvazisinin, Sovı:Jet rejimini yıkma ve kapita­
lizmi yeniden doğrultına girişimlerini yansıtır. İki
sapmanın da kaynağı, görüldüğü gibi, aynıdır. Bu,
Leninist enternasyonalizille sırt çevirmektir. Eğer

228
iki sapınayı da ateş altında tutmak istiyorsanız,
her şeyden önce bu kaynağa, yani ister yerel mil­
liyetçi sapma, ister Büyük Rus milliyetçisi sapma
söz konusu olsun, fark etmez, enternasyonalizmden
vazgeçen kimselere vurmaruz gerek.
Hangi sapmamn daha büyük tehlikeyi oluş­
turduğu tartışılıyor, Büyük Rus milliyetçiliği sap­
masının mı, yoksa yerel milliyetçilik sapmasının
mı. Şimdiki koşullar altında, bu tartışma bir bi­
çim tartışması, dolayısıyla boş bir tartışmadır.
Esas tehlikenin ne olduğu konusunda bütün za...
manlar ve bütün koşullar için geçerli hazırlop bir
reçete vermeye kalkışmak saçmalık olur. Gerçek­
te böyle reçeteler yoktur. Esas tehlike, karşısında
mücadele edilmeyen ve böylece devlet için bir teh­
like olacak kadar gelişmesine izin verilen sapma­
dır.
Daha son zamanlara kadar, Ukrayna milliyet­
çiliği sapması Ukra:yl1a'da"· esas tehlikeyi oluştur­
muyordu. Ama ona karşı mücadele bırakıldığı ve
müdahalecilerle ortak oyun oynayacak kadar bü­
yümesine izin verildiği zaman, bu sapma, esas teh­
like haline geldi. Ulusal sorunda esas te;hlike so-

* Redaksiyonun notu. Skripnik'in milliyetçi ;sapması, kısa


karakteristik çizgileriyle, Postişev yoldaşın XVII. Parti Kongre­
si'ndeki şu sözleriyle karakterize edilebilir: a) Ulusal sorunun
bağımsız, kendi başına varolan bir sorun olarak görülüp, sınıf
mücadelesi ve proletarya diktatörlüğü genel sorununun bir par­
çası olarak görülmemesi; b) Sovyetler Birliği'nde yaşayan emek­
çi halkların kardeşçe birliğinin pekiştirilmesine yönelik çeşitli
önlemlere - örneğin Birlik çapmda bir Tarım Halk Komiserliği­
nin kurulması, Birlik Tarım A kademisi'nin kurulması - karşı mü­
cadele ediİmesi; c) proleter sınıf bilincinin geliştirilmesi müca­
delesi görevinin yerine ulusal bilincin teşvik edilmesi görevinin

229
runu, içi boş biçimsel tartışmalarla değil, ama ve­
rili anda durumun Marks ist bir tahlili ve bu alan­
da işlenen hataların irdelenmesi ile çözülür.
(Stalin. SBKP(B) Merkez Komitesi'nin Faaliyeti Üzerine
XV!!. Parti Kongresi'ne Rapor, s. 83 vd., Moskova 1934.)

4 İ!dnci Beş Yıllık Plan ve Sovyetler Birliği


Halkları Arasında.Jti Ekonomik Ve Kültürel
Eşitsizliğin Giderilmesi

16 Saptanan yeni inşaat faaliyetinin kap­


-

samlı geliştirilmesi programı, v..retici güçlerin böl­


gelere dağı.lımmda büyük değişikliklerle sonuçla­
nacaktır :
a) Eski sanayi merkezlerinin geliştirilmesi te­
melinde Sovyetler Birliği nin' Doğu bölgelerinde
(Urallar, Batı ve Doğu Sibirya, Başkıristan, Uzak
D?ğu Bölgesi, Kazakistan ve Orta Asya'da) sana­
yileşmenin yeni üsleri o rt aya çıkmakta, makine
yapımı, metalürji, kömür madenciliği, petrol sa­
nayii, elektrik gücü üretimi ve diğer sanayi dalla­
n yoğun bir şekilde geliştirilmektecUr. Yeni ağ ır
sanayi inşaatıarına yatırılan tüm sermayelerin aşa­
ğı-)'Ukarı yarısı, Doğu bölgeleri için harcanmak­
tadır. 1 937'de D o ğu bölgeleri : 1932 yılında dörtte

geçirilmesi; d) ulusal sorunda iki cephede m ücadele görevinin


yerine salt Büyük Rus şovenizmine karşı mücadelenin geçiril­
mesi; e) Merkez Rada'mn ve Ukraynalz milliyetçi partilerin kar­
,<ı-devrimci rollerinin şirin gösterilmesi; f) guya Ukrayna soru­
nunu Ekim Devrimi'nde bir bütün olarak küçünısemiş olan Par­
tiye iftira edilmesi; g) mecbı;ri Ukraynablaştırma (oku!larda);
lı) teorik ·cephenin ve Sovyet Ukrayna k ülrürü inşasının çeşitli
·
alanlarına stzan milliyetçi unsurların faaliyetinin gizlemnesi.»

230
bire karşılık toplam ham demirin üçte birini, 1932
yılında dörtte bire karşılık toplam taşkömürünün
üçte birden fazlasını, 1932'de yüzde 6,5'a karşılık
bölge enerji �stasyonlarının elektrik gücünün yak­
laşık beşte birini, 1932'de yüzde 5'e karşılık maki­
ne yapımı sanayiinin üretiminin onda birini sağ­
layacaktır.
b) Ural-Kusnezk kombinasının, Sovyetler Bir­
liği'nin ikinci kömür ve demir fabrikaları temeli­
nin tamamlanması. Bunun inşasına ikinci beş yıl­
da ekonomiye yapılan tüm sermaye yatırımlarının
üçte birinden fazlası harcanacaktır. Ural-Kusnezk
kombinası 1937'de tüm demir-döküm sanayi üre­
timinin dörtte birinden fazlasını, bölge enerji is­
tasyonlarının ürettiği elektrik enerjisinin altıda bi­
rini- ve tüm ülke makine yapımı üretiminin yak­
laşık yüzde onunu sağlayacaktır.
c) Yeni bölgelerin kalkındırılmasıyla sanayi·
in hammadde kaynaklanna yakınlaştırılması. Ha­
fif sanayi ve besin maddeleri sanayiinin bölgelere
dağılımına ilişkin olarak büyük de·ğ�şiklikler ol­
maktadır : ikinci beş yılda inşa edilecek olan 15
pamuk kombinasından 1 0'u Orta Asya, Sibirya ve
Trans-Kafkasya'da kurulacaktır, böylece Sovyetler
Birliği ortalamasında iki katına çıkan pamuklu
kumaş üretimi, Orta Asya'da nerdeyse 16 kat�na
çıkacak ve bu bölgelerde tekstil sanayii için sağlam
bir temel ortaya çıkacaktır. Keten sanayiinde Ba­
tı bölgesinde, Gorki vilayetinde ve Beyaz Rus Sov­
yet Sosyalist Cumhuriyeti'nde büyük keten işleme
merkezleri kurulacaktır. Şeker üretimi için yeni
hammadde üsleri yaratılacak ve oralarda yeni şe­
ker fabı:ikaları inşa edilecektir (Batı Sibirya, Kır­
gızistan, Uzak Doğu Bölgesi, Trans-Kafkasya vs.) .

231
Tarımsal hammadde üretimi için tayin edici böl­
gelerde, deri fabrikaları, yün kumaş fabrikaları,
yağ değirmenleri ve diğer hafif sanayi ve besin
maddeleri sanayii işletmeleri kurulacaktır. Bir di­
zi bölgenin çok uzaklardan taşınmak zorunda olu­
nan yakacak maddelerine bağımlılığını azaltacak
yerel yakacak maddelerinin kazanılması güçlü bir
şekilde artırılacaktır.
d) Tarun alanında, tarımın en önemli dalla­
rını doğru bir şekilde dağıtmak ve bölgeleri belir­
li kültürler ve tarımsal üretim dallarında uzman­
laştırmak görevinin çözümü, en öne.mli tahıl alan­
larında tahıl üretiminin güçlü bir şekilde artırıl­
ması, Volga'nın solundaki bölgede büyük çaplı su­
lama çalışmalarına başlanması, merkezi ve kuzey
bölgelerde istikrarlı buğday ekim alanlarının ya­
ratılması, sınai bitkileri üretiminin yapıldığı en
önemli bölgelerin muazzam bir şekilde arttınlma­
sıyla güvencelenecektir, aynı zamanda Doğuda şe­
ker pancarı ekimi için yeni bir bölge açılacak ve
yeni yüksek vasıfli kültürlerin ekimi, özellikle ya­
rı-tropik bölgelerde, büyük ölçekte geliştirilecektir.
e) Ulaştırmacılık alanında Doğu ve Güney
yönündeki en önemli ulaşım yolları yeniden inşa
edilip genişletilecek, aynı zamanda yeni sanayi
merkezlerini Sovyetler Birliği'nin genel ulaşım
ağıyla birleştiren ve yeni bölgelerin iktisadi kal­
kınmasının temelini oluşturan çok sayıda yeni de­
miryolu ve su yolu inşa edilecektir (Karaganda.
-Balhaş, Ufa-Sterlitamak, Rubzovka-Ridder,
Tomsk-Çulim, Beyaz Deniz-Doğu Denizi Kanalı
vs. ) .
f) Eskiden sınai bakımdan geri kalrmş Orta
Volga, �ataristan, Kuzey Kafkasya, Merkezi Kara

232
Topraklar Bölgesi, Trans-Kafkasya, Karelya, Mur­
man Bölgesi, Uzak Doğu, Doğu Sibirya vb. gibi
bölgelerde büyük-çaplı sanayiin gelişmesi temelin­
de büyük çaplı bir sınai inşa gerçekleşmektedir.
·
g) Ulusal cumhuriyetlerde ve bölgelerde eği­
tim, sağlık koruma, sanat ve basın alanlarında yo­
ğun bir inşa çalışm_:ası geliştirilecektir.
h) Sovyetler Birliği'nin eski sanayi bölgeleri,
birinci beş yıllık planda başlatılan uzmanıaştırma­
nın ve bölgeler içinde sanayiin daha eşit bir bi­
çimde dağıtılmasının derinleştirilmesiyle daha da
kalkınacaklardır.
Parti Kongresi, saptanan üretici güçlerin böl­
gelere dağılımı programının, ikinci beş yılda, ulu­
s �l cumhuriyetler ve bölgelerin iktisadi ve kültü­
rel geriliğini gidermenin, üretici güçleri daha eşit
bir şekilde dağıtmanın, sanayii hammadde kay­
naklarına yakınlaştırmanın, en önemli bölgeleri
belirli kültürler ve tarımsal üretim dallarında uz­
manlaştırmanın ve tüm ülkede iktisadi reyonlaş­
tırmanın tamamlanmasının garantisi olduğunu
tespit eder.
(SBKP[B] XVII. Parti Kongresi'nin Kararı. «Sovyetler Bir­
liği Halk Ekonomisinin Gelişmes{nin !kinci Beş Yıllık Planı Üze­
rine {1933-1937]», 1934.)

5 - SSCB'nde Ulusal Sorunun Çözülmesinin


Uluslararası Önemi

Ekim Devrimi emperyalizmi yalnızca egemen­


lik merkezlerinde, yalnızca ((metropollerdeıı sars­
madı O, aynı zamanda emperyalizmin cephe ge­
. .

risine, çevresine de bir darbe vurdu ve emperyaliz-

233
min sömürge ve bağımlı ülkelerdeki egemenliğini
sarstı.
Büyük toprak sahiplerini ve kapitalistleri de­
·
viren Ekim Devrimi, ulusal ve sömürgesel baskı
zincirlerini parçaladı ve kocaman bir devletin is­
tisnasız bütün ezilen halklarını bu baskıdan kur­
tardı. Proletarya, ezilen halkları kurtarmaksızın
kendini kurtaramaz. Ekim Devrimi'nin karakteris­
tik özelliklerinden biri, Sovyetler Birliği'nde bu
ulusal ve sömürgesel devrimleri, ulusal kin ve ulus­
lar arasında çatışmalar bayrağı altında değil, tam
tersine Sovyetler Birliği'ndeki milliyetlerden işçile­
rin ve köylülerin karşılıklı güveni ve kardeşçe ya­
kınlaşması ba:yTağı altında, milliyetçilik adına de­
ğil, enternasyonalizm adına yapmış olmasıdır.
Tam da bizim ülkemizde ulusal ve sömürge­
sel devrimter proletaryanın önderliğinde ve enter­
nasyonalizm bayrağı altında gerçekleşmiş olduğu
için, tam da bu yüzden, parya halklar, köle halk­
lar, verdikleri örnekle bütün dünyanın ezilen halk­
larını kazanarak, insanlık tarihinde ilk kez ger­
çekten özgür ve gerçekten eşit halklar durumuna
yükselmişlerdir.
Bu, Ekim Devrimi yeni bir çağı, dünyanın ezi­
len ülkelerinde proletarya ile ittifak içinde, prole­
taryanın önderliğinde sömürgesel devrimler çağını
başlattı demektir.
Eskiden, fi tarihinden beri, dünyanın adi ve
üstün ırklara, renkliler ve beyazlara bölündüğü,
birincilerin uygarlığa uymayan ve sömürülmeye
mahkum, ikincilerin ise uygarlığın tek taşıyıcısı
ve birincileri sömürmekle görevli oldukları ((kabul
edilirdiıı . Şimdi bu efsane yıkılmış ve bir kenara

234
atılrrı.ış olarak görülmelidir. Ekim Devrimi'nin en
önemli sonuçlarından biri, gerçekte, sov-jetik geliş­
me yoluna girmiş Avrupalı olmayan kurtulmuş
halkların, gerçekten ileri bir kültür ve gerçekten
ileri bir uygarlığı geliştirmede Avrupalı halklar
kadar yetenekli olduğunu pratikte göstererek, bu
efsaneye öldürücü bir darbe indirmiş olmasıdır.
Eskiden, ezilen ulusların kurtuluşunun tek
yönteminin burjuya milliyet-çiliği yöntemi olduğ·u,
ulusların birbirinden ayrılması yöntenıi, onların
aralarını bozma, çeşitli ulusların emekçi yığınları
arasındaki ulusal düşmanlığı güçlendirme yönte­
mi olduğuna inanmak «olağan)) dı. Şimdi bu efsa­
ne yalanıanmış olarak görülmek gerekir. Ekim
Devrimi'nin en önemli sonuçlarından biri, gerçek­
te, �ezilen halkların özgürlüğe kavuşmasında prole­
terce, enternasyonalist yöntemi tek doğru yöntem
olarak görmenin olanaklı ve amaca uygun oldu­
ğunu pratikte göstererek, en değişik halklardan
işçilerin ve köylülerin kardeşçe birliğinin gönüllü­
lük ve enternasyonalizm temelinde .mümkün ve
amaca uygun olduğunu pratikte göstererek, bu ef­
saneye ölümcül bir darbe indirmiş olmasıdır. Tüm
ülkelerin emekçilerinin gelecekteki yekpare dünya
ekonomisi içinde birleşmesinin örneği olan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin varlığı, kaçınıl­
maz olarak bunun doğrudan kamtı olarak görül­
melidir.
Ekim Devrimi'nin bu ve benzer sonuçlarımn,
sömürge ve bağıml� ülkelerdeki devrimci hareket
üzerinde ciddi bir etki yapmadan kalamactıklarını
ve lmlamayacaklarını söylemek gerek�iz. Çin'de,
Endonezya'da, Hindistan'da vb. · ezilen halkların
devrimci hareketinin gelişmesi ve bu halkların

235
SSCB'ne olan sempatilerinin artması gibi olgular,
bunun kesin kamtlarıdır.
Sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin tam bir ra­
hatlıkla sömürülebildiği ve ezilebildiği çağ geç­
miştir.
Sömürgelerde ve bağımlı ülkelerde kurtuluş
devrimi çağı, bu ülkeler proletaryasının uyaruş ça­
ğı, devrimde hegemonyası çağı başlamıştır.
(Stalin. Ekim Devrimi . .:Ekim Devriminin Uluslararası Ka­
rakteri» , s. 176 vd., 1927.)

. . . Yoldaşlar, neyi temsil ettiğimizi biliyorsu­


nuz. Sovyet Federasyonu olarak biz bugün tarihsel
yazgının iradesiyle, dünya devriminin öncü birliğini
temsil ediyoruz. Genel kapitalist cepheyi ilk kez
olarak bizim yardığımızı ve tüm diğerlerinin önün­
de yürümenin bize nasip olduğunu biliyorsunuz.
İleriye doğru yürüyüşümüzde Varşova'ya kadar
vardığımızı fakat soma geri çekildiğimizi ve en
emin saydığımız mevzilerde tutunduğumuzu da
biliyorsunuz . . . Varşova önlerinde başarısızlığa uğ­
radıktan soma (doğruyu saklamak istemiyoruz) ,
ileriye doğru yürüyemezdik, çünkü cephe gerisin­
den - bizde köylülük tarafından oluşturulan cep­
he gerisinden - kopma tehlikesiyle karşı karşıya
kalırdık, nihayet, tarihsel yazgının bize verdiği
devrimin yedeklerinden, batıdaki ve doğudaki ye­
deklerden çok fazla uzaklaşma tehlikesiyle karşı
karşıya kalırdık. İşte soluk almamız, yaralarımızı,
proletaryanın öncü birliğinin yaralarını sarmamız,
köylülükten oluşan cephe gerisi ile bağlantı kur­
mamız, cephe gerisini oluşturan ve arkamızda kal­
mış bulunan dünya kapitalizminin en önemli geri
cephesipi oluşturan Batı ve Doğudaki önemli ye­
dekler arasında çalışmayı sürdürmemiz gerektiği-
236
ne karar verdiğimizde, iç politikada Yeni Ekono­
mik Politikaya ve dış politikada ise ileriye yürü­
yüş hızımn yavaşlatılmasına geçmemizin nedeni
budur. Ulusal sorun ele alınırken ortaya çıkan
esas konu, işte bu yedeklerdir; aynı zamanda, dün­
ya emperyalizminin cephe gerisini de oluşturan
Doğu'nun önemli yedekleri.
İkisinden biri : ya emperyalizmin derin cephe
gerisini - Doğu'nun sömürge ve yarı-sömürge ül­
kelerini - harekete geçirecek, devrimcileştirecek
ve böylece emperyalizmin yıkılışını çabuklaş.tıra­
cağız; ya da başarısızlığa uğrayacak ve böylece
emperyalizmi güçlendireceğiz, hareketimizi zayıf­
latacağız. Sorun böyledir.
Gerçek şu ki, tüm Doğu, Sovyetler Birliği'ıni­
zi -bir deneme alanı olarak görüyor. Biz ya bu Bir­
lik çerçevesinde ulusal sorunu pratik uygulanma­
sında doğru bir şekilde çözeceğiz, ya burada, bu
Birlik çerçevesinde, halklar arasında gerçekten
kardeşçe ilişkiler, gerçek bir işbirliği kuracağız -
ve o zaman tüm Doğu, bizim Federp,syonumuzda
kurtuluş bayrağına, izinden yürüyeceği bir öncü
birliğe sahip olduğunu görecektir, ki bu .dünya em­
peryalizminin iflasının başlangıcı demektir. Ya da
burada, tüm Federasyopun çerçevesi içinde, hata­
lar yapacağız, eskiden boyunduruk altında bulu­
nan halkların Rusya proletaryasına duyduğu gü­
veni sarsacak ve Sovyetler Birliği'nin Doğu'da sa­
hip olduğu cazibeyi yitireceğiz - ve o zaman da
kazanan emperyalizm, yitiren biz olacağız.
Ulusal sorunun uluslararası önemi burada ya­
· tıyor.
(Stalin. RKP[B] XII. Parti Kongresi'nde Ulusal Sorun Uze­
rine Rapor, 1923.)

237
KAYNAKÇA

LENİN: - Ulusal Sorun Üzerine Tezler (Tüm Eserler, Cilt


XVI, Rusça)
- «Ulusal Sorun Hakkında Eleştirel Notlar» (Cilt
XVII).
«Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı Üzerine»
(Cilt XVII).
«Devrimci Proleterya Ve Ulusların Kendi Kade­
rini Tayin Hakkı» (Cilt XVIII}.
- «Kendi Kaderini Tayin Üzerine Tartışmanın So­
nuçları» (Cilt XIX).
- .:Haziran Kararları Üzerine» (Cilt XIX).
- �sosyalist Devrim Ve Ulusların Kendi Kaderini Ta-
yin Hakkı,. (Cilt XIX).
- Doğu Halkları Komünist Örgütünjin Il. Tüm Rus­
ya Kongresi'nde Konuşma (Cilt XXIV, Rusça).
- Ulusal Ve Sömürge Sorunu Üzerine Tezlerin İlk
Taslağı (Cilt XXV).
- Komintem'in II. Kongresi'nde Ulusal Ve Sömür­
ge Sorunu Üzerine Konuşma (Cilt XXV).
STALİN: «Marksizm Ve Ulusal Sorun» («Marksizm Ve Ulu­
sal-Sömürge Sorunu" Toplu Cildinde, Rusça, Al­
manca B askısı Hazırlanıyor).
- 1 9 17 Nisan Konferansı'nda Konuşma Ve Kapanış
Konuşması (Rusça)
- SBKP(B) nin X. Parti Kongresi'nde Ulusal Sorun
Üzerine Konuşma Ve Kapanış Konuşması, (Rusça).
- SBKP(B)'nin XII. Parti Kongresi'nde Ulusal Sorun
Üzerine Konuşma Ve Kapanış Konuşması, (Rusça).
- SBKP(B)'nin XVII. Parti Kongresi'nde Rapor, III.

238
Kesit (Kapitel), «Parti İçi Konularda Önderlik» Bö­
lümü, ( «Leninizmin Sorunları», İkinci Baskı).
SBKP(B)'nin XVII. Parti Kongresi'nde Rapor, III.
Kesit (Kapitel), «İdeolojik-Siyasi Yönetimin Sorun­
ları» («Sosyalizm Zafer Kazanmaktadır» Toplu Cil­
dinde).
«Ekim Devrimi Ve Ulusal So�un» («Ekim Devrimi»
Toplu Cildinde).
- «Ekim Devrimi Ve Rus Komünistlerinin Ulusal Si­
yaseti» («Ekim Devrimi» Toplu Cildinde).
«Doğu Halkları Üniversitesi'nin Siyasi Görevleri
Üzerine», ( «Leninizmin Sorunları:., Birinci Baskı).
- RKP(B)'nin X. Parti Kongresi'nin Ulusal Sorun
Üzerine Kararı (Rusça).
- RKP(B)'nin XII. Parti Kongresi'nin Ulusal Sorun
Üzerine Kararı
- ·«Sömürge Ve Yarı-Sömürge Ülkelerdeki Devrimci
Hareket Üzerine, Komintern VI. Kongresi'nin Tez­
leri.

239

You might also like