You are on page 1of 194

Referans Belgeler Dizisi - 1

Komünist Parti Manifestosu


Nası 1 Ortaya Çıktı;
Neden Hala Yol Gösteriyor?
Derleyen ve Hazırlayan: Orhan Dilber

Bu Kitabın hiçbir hakkı mahfuz değildir. Bu yayında yer alan görüşler


ister kaynak gösterilerek ister gösterilmeyerek onları benimseyenler ta­
rafından çoğaltılabilir ve her şekil altında kullanılabilir. Cezaevlerinden
gelen talepler ücretsiz karşılanır. Yurtdışından gelen talepler kitap bede­
linin üzerine nakliye posta masraflarına ek olarak cezaevine gönderile­
cek kitap bedeli eklendiği takdirde karşılanır. Toplu taleplerde indirim
uygulanmaz.

Referans Yayınları
Adres: Talatpaşa Mah. Sarıbuğday Sok. No: 9/4
Kağıthane - İstanbul
GSM: 0542 118 57 70
Yayıncı Sertifikası No: 51275

ISBN 978-625-00-9197-5
Derleme

1. Baskı Temmuz 2022 İstanbul


Baskı ve Cilt Özdemir Matbası Sabri Özdemir
Maltepe Mah. Gümüşsuyu Cad. Topkapı Odin Center No28/245
Zeytinburnu - İstanbul :
Tel: 0212 577 54 92
Matbaa Sertifika No: 51594

Web: www.referans.link Mail: info@referans.link


:referansyay@protonmail.com
İçindekiler
1. Komünist Manifesto'nun Ortaya Çıkışı ............................ 2

il. Komünist Manifesto'nun Anlam ve Önemi Giderilen ve


Giderilemeyen Eksikleri 29
.......................................................

III. Komünistler Birliği'nden Birinci Entemasyonal'e.......65

N. Örgütsel Belgelerin Şahsileştirilmesi ve Örgütsel


Sürekliliğin Kopuşu Hakkında ........................................... 70

Komünist Parti Manifestosu ................ ..


. ............... ......... . .... 76

Ekler Hakkında Referans Yaymlan'nın Notu: . . . . . . . ........ 113

EK 1: Komünistler Birliği Tüzüğü ...... .. ... .


................. . ....... 119

EK: 2 Komünist İman Yemini Taslağı ................ . ...... . ....124


..

EK 3: Komünizmin İlkeleri ................. .


.... .
.... . .. . ... . .
. .. .. .. .. ... 130

EK 4 Devrimcinin İlmihali Sergey Neçayev . .. ..... . .... .


.... . 150
..

EK 5:Devrimcinin İlmihali Mikail Bakunin...................... 155

EK 6: Pyotr Tkaçev Portresi ....... . .


.. .......... ... ..
. ..... .
.... ..... .181 ..
Giriş

"Komünistler görüşlerini ve hedeflerini gizlemeye tenezzül etmezler.


Hedeflerine ancak bütün mevcut toplumsal koşullann zorla devril­
mesiyle ulaşılabileceğini açıkça ilan ederler. Varsın hakim sınıflar
bir komünist devrimden korkup titresinler. Proleterlerin zincirlerin­
den başka kaybedecek hiç bir şeyleri yok. Kazanacaklan bir dünya
var.
BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN!"

Bu sözler ilk defa 1 848 yılında, Komünist Parti


Manifestosu'nda söylendi. O günden beri, dünyanın dört bir
yanında komünistler kan ve can pahasına bu sözlere yansıyan
bilinci taşıdılar. Proleterlerin, zaman zaman zincirlerinden baş­
ka kaybedecek şeyleri olduysa da, dünyayı kazanma ihtiyaçlan
ve arzulan hiç tükenmedi. Ama «Bütün Ülkelerin İşçileri Birle­
şin» çağnsını yükseltip, bu birleşmenin sağlanacağı çatıyı ifade
eden bir komünist dünya partisi çoktandır yok.
Bu yüzden, egemen sınıflann yüreğine korku salan somut
bir komünist devrim olasılığı da çoktan beri mevcut değil. Ama
bu olasılık, hala kapitalist sömürü düzeninin egemenlerinin,
bu düzenden beslenen asalaklann en korkulu kabusu olmaya
devam ediyor. Onlann korktuklannı başlanna getirmek için
mücadele eden komünistler de hiç eksik olmadı; olmayacak.
1. Komünist Manifesto'nun
Ortaya Çıkışı
Komünist Manifesto yazılmadan önce de komünistler ve dev­
rimciler vardı; ama Komünist Manifesto devrimci marksist teo­
rinin ışık tuttuğu ilk siyasal program metni oldu. Bu manifesto
hala komünistlere yol göstermeye devam ediyor. Kendini ko­
münist olarak tarif edenlerin ilk başvuru kaynağı olma özelliğini
koruyor.
Komünist Manifesto'nun ortaya çıkışını Marx ve Engels şöyle
anlattılar:
"Uluslararası bir işçi örgütü olan ve o günlerin koşullarında pek
tabii ki gizli çalışması gereken Komünistler Birliği, 1 847 Kasım'ın­
da Londra'da düzenlenen kongresinde aşağıda imzalan bulunan
bizleri, partinin hem teorik hem pratik bakımdan ayrıntılı bir
programını kaleme alarak, yayıma hazırlamak üzere görevlen­
dirdi. İşte el yazmaları, orada basılmak üzere Londra'ya, Şubat
Devrimi'nden ancak bir kaç hafta önce ulaşan Manifesto böyle
doğdu." 1
Bu doğum o önsözde aktarıldığı gibi bir çırpıda olmadı ve
Manifesto sadece onlann kaleminden çıkan bir •esen değildi.
1 9 1 8'den itibaren, genç sovyet cumhuriyetinin önünde devasa
bir görev olarak duran arşivlerin derlenip düzenlenmesiyle gö­
revlendirilen David Riazanov, Komünist Manifesto ve Komü­
nistler Birliği hakkında şunu söyledi: 2
1 Marx Engels, Manifesto'nun Almanca basımına 1872 tarihli önsöz
2 Devrimci mücadeleye bir narodnik olarak başlayan Riazanov (David Borisoviç Gol­
dendakh), 1901'de RSDİP'e karıldı, 190J'te bolşeviklerle menşeviklerin ayrışmasında
taraf olmayı kabul etmedi ve bağımsız kaldı. Çeşitli tutuklanmaların ardından Avru­
pa'daki mültecilik hayauna başladığında, örgütlü bir ilişki içinde kalmamakla birlik­
te, derin bir arşiv ve derleme çalışmasına başladı. Bu yıllar boyunca yaptığı titiz arşiv
araştırmalarıyla ünlenen ve 1917 Ağustos'unda Troçki ve Mejrayonka grubu ile bir­
likte Bolşevik Partisi'ne katılan Riazanov, 1914'te yayınlamayı planladığı çalışmaları­
nı ancak Ekim Devrimi'nden sonra gün ışığına çıkarma fırsatı buldu. 1918'de ilk arşiv
çalışmalarına başladı, 1919"da Sosyalist Akademi'nin (sonradan Komünist adını aldı)
kuruluşunda görev aldı ve Marksizm Tarihi Bölümü'nü yönetti. 1920'de Marx-Engels
Enstitüsü'nün başına getirildi. Lenin, Riazanov'dan İkinci Enternasyonal oportünist­
lerinin elindeki belgeleri ele geçirme konusunda özel bir gayret göstermesini istedi; o
da bunu başardı. Marx ve Engels'in Toplu Eserlerinin yayınlanması işini üstlendikten
sonra, 1931'de, tutuklanarak SBKP'den ihraç edilen Riazanov'un akıbeti meçhuldür.

2
"Komünist Manifesto, bu örgütün (Komünistler Birliğinin= Bund
der Kommunisten) isteği üzerine yazılmıştır. Bu konuya ilişkin
elde bulunan tüm verileri inceledikten sonra, Marx ve Engels'in
Birliğin doğuşu konusunda anlattıklannın bütünüyle doğru olma­
dığı sonucuna varmak zorunda kalıyoruz. "3
Aslına bakılırsa, Riazanov bu satırları yazdığı sırada da ko­
nuyla ilgili tüm veriler gün ışığına çıkmış değildi. Komünistler
Birliği'nin Hamburg örgütünde yer almış olan J. F. Martens'in
evrakları 1 968 yılında tesadüfen bulunduğunda, bu kısa ömür­
lü örgüt hakkında daha net bilgilere ulaşıldı 4 .

Eldeki verilerden anlaşıldığına göre, bir Komünist Manifesto


yayınlama fikri, Kasım-Aralık 1 847'deki kongreden önce ve bir
kaç kez Adiller (Haklılar)5 Birliği 'nin gündemine gelmişti. Adiller
J Riazanov, K. Marx F. Engels'in Hayat ve Eserlerine Giriş, s. 61, Belge Y. İstanbul,
1978
4 1968 yılında Hamburg'da bir genç kadın taşınırken evin tavan arasında dedesinden
kalma bir sandık bulur. Dedesi olan J. F. Martens Komünistler Birliği'nin Hamburg
seksiyonunda yer almış bir militandı. Sandıkta Komünistler Birliğine ait pek çok
önemli belge keşfedildi.

Bu belgeler arasında, 1847 Aralık ayındaki kongrede benimsenen tüzükten önce tar­
tışmaya açılan ilk tüzük taslağıyla, bir •Komünist Amentü• (credo) olarak benimsen­
mek üz�re tartışmaya açılmasına karar verilen ve Engels'in kaleme almış olduğu •Ko­
münist iman Yemini Taslağu da vardı. Manifesto bu taslağın önemli bir kısmını içerir.
Bunların yanısıra, seçilen yönetici organın ayrıntılı raporları da bulunmaktadır. Bir o
kadar önemli olan belgelerden biri de Komünist Parti Manifestosu taslağının örgütün
birimlerinde ciddi olarak tartışıldığına delalet ediyordu.

Anlaşılan Manifestonun gecikmesi üzerine gönderdiği ültimatomda Komünistler Bir­


liği Merkez Komitesinin Marx'a eğer yetiştiremeyecekse derhal geri göndermesini is­
tediği belgeler arasında bunlar da vardı. Bu belgelerin bir kısmı Moskova'da yayınla­
nan Marx-Engels toplu eserlerinin 1968 baskısında yer aldı. Elinizdeki kitabın ekleri
arasında da yer alıyor.
5 Adiller Birliği yahut kimi çevirilere göre •Haklılar Birliği• veya •Adalet İçin Birlik>
1936 yılında Paris'te siyasi sürgü�er tarafından kuruldu. Temel şiarı •Bütün insanlar
Kardeştindi. Kurucuları arasında lsviçreli bir terzi kalfası olan Wilhelm Weitling ile
Theodore Schuster bulunuyordu. Bu ikisi Philippe Buonarotti üzerinden Babeufün
çizgisinden ilham almış ve daha önce •Horlananlar Birliği• içinde yer alan militan­
lardı. •Mevsimler derneği• adlı Blanqui ve Barbes'in içinde yer aldığı Fransız dev­
rimcilerin 18J8'de kurdu)tları devrimci örgüte parallel bir varlığı vardı. Hatta Adiller
Birliği hem Fransa Hem lsviçre hem de Almanya'da faaliyetleri olan bu örgütün Al­
man şubesi de sayılabilir. Blanqui Barbes ve yoldaşlarının 18J9'daki kalkışmalarının
ardından Fransa dışına çıkmak zorunda kalan Weitling, Schuster ve yoldaşları faa­
liyetlerini bir süre Fransa dışında sürdürdükten sonra Londra'ya yerleştiler. Orada
Adiller Birliği 1847'ye kadar bu isimle faaliyet yürüttiikten sonra Marx ve Engels'in
katılmasının ardından adını Komünistler Birliği olarak değiştirdi. Bunu takip eden
aynı yılın Kasım-Aralığında toplanan kongresinde de bir komünist program kaleme
almak üzere Marx görevlendirildi. O vakit örgütün Avrupa'nın bir çok yerinde biri
ABD'de olmak üzere JO ülkede ilişkileri vardı.

3
Birliği, 1 838'de kendi kendini yetiştirmiş bir terzi kalfası olan
Wilhelm Weitling'e bir tür manifesto yazma görevi vermişti.
Bunun sonucu olarak, "İnsanlık Nedir, Nasıl Olması Ge-rekir?"6
başlıklı bildirge çıktı. Weitling'in olgunlaşan görüşlerinin do­
ruk noktası olarak, 1 842'de yayınlanan "Uyum ve Özgürlüğün
Güvenceleri" ki-tabı ise, Adiller Birliği'nin yeni arayışlara yö­
nelmesinde bir dönüm nok-tasına denk geldi. Bu tarih, yaklaşık
olarak Adiller Birliği'nin önder kad-rolarının, Marx ve Engels'le
temasa geçtikleri ve adım adım Weitling'in çiz-gisinden uzak­
laşmaya başladıkları zamana rastlar.

Alman Feylesofları Proleterlerle, Alman Proleterleri


Fransız Devrimcileriyle Buluşuyor
1847'de Komünistler Birliği'ne dönüşen Adiller Birliği adlı
gizli devrimci örgüt, bir başka örgütün, Horlananlar Birliği'nin
içinden çıkmıştı. 1 834'te Paris'teki Alman mültecileri tarafın­
dan kurulmuş olan Horlananlar Birliği, Blankistlerin gölgesinde,
demokratik-cumhuriyetçi çizgide ve esasen atıl bir örgüttü.
1 836'da, çoğunluğu proleter olan bir grup militan bu örgütten
koparak Adiller Birliği'ni kurdular; Horlananlar Birliği ise, kısa bir
süre sonra atıl varlığına son verdi.
Adiller Birliği, 1 83 6 yılında Paris'te kurulmuş olsa da ilk kong­
resini an-cak 1 847yılınınHaziran ayında (2-9Haziran) Londra'da
topladı. Örgütün yönetici organının 1 846 yılı Kasım ayında yaptı­
ğı çağrı üzerine toplanan bu kongre, Adiller Birliği'nin olağan ve
sıradan bir toplantısı değildi. Komünist Manifesto 'nun arkasında
duran örgüt, yani Komünistler Birliği bu kong-reyle doğdu.
Ama 1 847 kongresi, sadece Adiller Birliği açısından bir dö­
nüm noktası olmakla kalmadı; aynı zamanda sınıf mücadeleleri
tarihinde bir dönüm noktası oldu. O sıra henüz otuz yaşlarına
gelmemiş olan Karl Marx ve Friedrich Engels de bu kongre ile
bir devrimci örgüte ilk adımlarını attılar. Marx ve Engels'in bu
noktaya varan gelişimi konusunda Riazanov şunu söyledi:

6 Bkz. Bu kitabın ekleri

4
"O sıralar Marx ve Engels, anavatanlannı terk etmek zorunda olan
iki Alman felsefeci ve politikacısıydılar. Yaşamlannı Fransa ve
Belçika'da sürdürüyorlardı. İlkin aydınlann ilgisini çeken, işçilerin
eline sonra geçen bilimsel kitaplar yazıyorlardı. Pratik çalışmanın
basit işlerinden uzak, bilimsel düşüncenin bekçilerine yakışır bi­
çimde, manastırlanna kapanıp vakarla işçilerin gelmesini bekle­
yen bu iki bilgine, güzel bir sabah işçiler başvurdular. İşte o gün
gelmiş çatmıştı. "7
Ancak bu, Riazanov'un edebi anlatımındaki kadar basit bir
süreç değildi. Ne söz konusu olan sıradan •iki bilgin• idi ne de
onlara başvuranlar rastgele işçilerdi.
Bu işçiler Adiller Birliği'nin militanlanydı.8 Londra'da Marx
ve Engels ile temasa geçen ve aynı zamanda Adiller Birliği'nin
başını çekenler arasında bulunan Heinrich Bauer, Frankenh
bir kunduracıydı; Karl Schapper ise, esasen burjuva kökenli ve
7 Riazanov, age. s. 61-62

8 Riazanov da ilk tüzük taslağından söz etmekle birlikte, başkaları gibi, taslağın bi­
rinci maddesinin benimsenen metindekinin aynı olduğunu sanıyor; bu metin 1969'da
Almanca, 1976'da İngilizce yayınlanmış, ama Türkçede hiç yayınlanmamıştır. Eliniz­
deki Kitapta yayınlanan, tüzüğün son halidir ve ilk taslağa göre önemli değişiklikler
belirtilmiştir. Engels'in kaleme aldığı, •Komünist İman Yemini Taslağunın Türkçesi
ise, Komünist Manifesto'nun Doğuşu derlemesinde bulunmaktadır. Bunlara karşılık
diğer belgelerin hiçbiri Türkçede yayınlanmamıştır.(Maya Kitaplarından Çıkan baskı
bir yana)
O zaman henüz büyük/küçük sanayi tesisleri yoktıı. Bahsedilen işçiler daha çok
muhtelif iş kollarında çalışan usta zanaatkarlardı. İşçilerin topluca çalıştıkları tesis­
ler daha ziyade madenler veya limanlardı. Buralarda çalışanlar ise Komünist Parti
Manifestosuyla pek ilgili değildi. Bu kesimler dışında belli iş kollarında (çamaşırhane
yemekhane ve bilhassa Lyon'daki iplik ve dokuma sanayilerinde vb.) ücretli köle
olarak topluca çalışanların yani modem sanayinin yapısına benzer ilk örneklerde
çalışanların büyük çoğunluğu ise kadırılardan oluşuyordu. Ama o zaman insandan
sa-yılmadı.klan gibi işçi olarak da mütalaa edilmezdi onlar. Kendilerini işçi sınıfı
saflarına dahil edebilmek için bu kadınlar en zorlu mücadelelerin başında yer aldılar.
Yine de işçi sınıfı saflarında fazlasıyla hak ettik.leri yeri hemen alamadılar.
Bu durumda bahsedilen işçilerin çoğu daha ziyade küçük atölyelerde çalışan usta
zanaatkarlardı. Ama burılann tek niteliği bu değildi. Bunların çoğu ülkelerinden ka­
çıp Fransa'ya siyasi mülteci olarak gelmiş devrimcilerdi. O nedenle Komünist Parti
Manifestosunun işçilerin eseri olduğundan söz ederken bunların çok vasıflı deneyimli
birikimli ve çoğu birkaç dili konuşan militanlar olduğu akıldan çıkanlmamalı.
Somut bir örnek olmak üzere Wilhelm Weitling'in yanısıra Pierre Degeyter'i anmak
yeter. Degeyter Belçika-Fransa sınırındaki bir madende çalışan bir işçiydi ama aynı
zamanda amatör bir müzisyendi. O zamana kadar Paris Komünü yöneticilerinden
Eugene Pottier'nin 1871 kanlı hafta sırasında saklandığı çatı katında yazıp bıraktığı
•Enternasyonal• başlıklı şiirin sözleri Fransız milli marşı •Marseillaiseıin melodisiyle
okunurdu. Degeyter 1896'da bildiğimiz marşı besteledi. O gün bugündür Enternasyo­
nal bütün dünyada o melodiyle söylenir.

5
maceracı ruha sahip birisiydi; Paris'te mürettiplik yapıyordu.
Engels, «fiziki olarak bir dev, kararlı ve enerjik, burjuva varlı­
ğını ve yaşamını feda etmeye her zaman hazır» diye tarif ettiği
Schapper için, «profesyonel devrimcinin örneği haline gelmiş­
ti» dedi. Bu ikisi ile Londra'da buluşan Joseph Mali ise Kölnlü
bir saatçiydi ; 1 847 yılı sona ererken Marx ve Engels'i Adiller
Birliği'ne katılmaya ikna eden, bu iş için görevlendirilmiş olan
Moll'dü.
O zamana kadar Marx, Engels ve arkadaşları, dikkatle iz­
lemekle birlikte hem genel ideolojik çizgisi hem de komplocu
siyaset anlayışı nedeniyle Adiller Birliği'ne uzak duruyorlardı ;
1 848_ devrim dalgasının yaklaşmakta olduğu sıcak günlerde
bile, hala bu örgütle bir ilişkiye girmemişlerdi.
Gerçekten de Adiller Birliği, siyasal eylem anlayışı bakımın­
dan uzun süre Babeuf-Blanqui geleneğine bağlı kaldı.9 Zaten,
Britanya'da 1 830'lu yıllarda filizlenmekte olan ve asıl çizgi­
lerini daha sonra bulacak olan çartist hareket bir yana, o sıra
Avrupa'da başka tür bir devrimcilik, başka biçimde bir örgüt­
lenme ve mücadele anlayışı kimsenin aklına gelmiş değildi.
Babeuf ve Buonarotti'nin izinden giden Fransız komünistle­
rinin en büyük ismi Louis Auguste Blanqui ve arkadaşlarının,
1 820'lerden itibaren giriştikleri çeşitli örgütlenmelerin (örneğin
Aileler Derneği) en önemlisi ve başarılısı 1 838'de kurdukları
Mevsimler Derneği idi. Mevsimleri şifre olarak kullandığı için
bu ismi alan bu örgüt, siyasi iktidarı profesyonel devrimcilerin
yapacağı bir askeri komplo/ayaklanmayla ele geçirmeyi hedef­
leyen bir gizli örgüttü. Bu örgütün ilk ve en büyük eylemi,
1 839 Mayıs'ındaki Paris Ayaklanması oldu; Blank.istlerin ön­
cülük ettikleri son büyük eylem ise, başarısız olsa da 1 8 7 1 Paris
Komünü'nün habercilerinden biri olacaktı.
1 2 Mayıs 1 839 günü, Blanqui ve Barbes'in önderliğindeki
9 Dikkat edilmesi gerekir ki Komünist Parti Manifestosu o zaman bilinen hemen
hemen tüm akım.lan zikrederek aynmlanm ortaya koyarken Babeuf ve babuvizme
yahut Blanqui ve blankizme ilişkin bir eleştiri yoktur. Bu bir ihmal değil esasen bu
manifestonun arkasındaki örgütün kendini bu devrimci çizginin devamı olarak gör­
mesindendir. Daha sonra Komünist Enternasyonal de söze başlarken Babeuften baş­
layan devrimci çizginin devamı olduğunu ilan edecektir.

6
Mevsimler Demeği'nin silahlı 500 kadar militanı, Paris'in gö­
beğindeki hükümet binasına (Hotel de Ville) saldınp ele geçirdi;
iki gün boyunca işgal etti. Fakat dışarıdan hiç bir destek ala­
madıkları için hükümet birliklerine yenildiler. İşgal sona erdi,
Blankist önderlerin hepsi tutuklandı. Adiller Birliği taraftarları
da gerek bilfiil içinde yer alarak, gerekse sempati ile dışarıdan
destekleyerek bu eylemle ilişkiliydiler. Bu nedenle Schapper ve
Bauer başta olmak üzere, birçokları tutuklandı; Blanqui, Barbes
ve yoldaşları hapsi boylarken, onlar Alman vatandaşı oldukları
için sürgün edildiler.
Ama 1 839 yenilgisinin en önemli sonucu bu değildi. Bir yıl
sonra yine mayıs ayında ve bu kez Adiller Birliği'nin belirle­
yici bir rol oynadığı bir başka eylemle Paris sarsıldı. Terzilerin
başlattığı bir grev, hızla 50 bin işçinin katıldığı dev bir eyleme
dönüştü. Bu eylem içinde farklı milliyetlerden olmakla birlik­
te, benzer yerlerde ve benzer koşullarda çalışan, çoğunluğu da
terzilerden oluşan işçiler birleşmişti. O sıra, Engels ilk yazılarını
yazmaya başlamıştı; Marx da iki yıl sonra vereceği doktora
tezi için hazırlanmaktaydı. Henüz Engels ile tanışıp bir araya
gelmiş değillerdi; 1 842'de tanışıp 1 844'ten itibaren birlikte ça­
lışmaya başlayacaklardı.
1 839 yenilgisi, Adiller Birliği'ni oluşturan Alman devrim­
cilerini Blankizmi sorgulamaya yönelttiyse, 1 840 eylemi de
arayışlarının yönünü kesin olarak belirledi. Zaten Blankistlerin
eyleminin aksine, hızla yayılıp geniş yığınları kucaklayan Pa­
ris'teki grev, ilk ve tekil örnek değildi. 1 8 3 1 'de ve sonra 1 834'te
Fransız dokuma ve iplik sanayinin merkezlerinden Lyon'da
patlak veren eylemler bunun habercisi/öncüsü olmuştu.
1 83 1 sonbaharında çalışma koşullarının düzeltilmesi ve
ücretlerin iyileştirilmesi için, patronlarıyla topluca pazarlığa
oturan Lyonlu işçilerden binlercesi, kapitalistlerin taahhütleri­
ni yerine getirmemeleri üzerine sokağa döküldüler. •Çalışarak
yaşamak/dövüşerek ölmekıı kavramı ilk kez Lyonlu işçilerin
pankartlarına yansıdı. Bu şiarla •mademki yaşamak için ça­
lışmak zorundayız ; dövüşmeden ölmeyeceğiz• bilinci öne çı-

7
kıyordu. Proletaıyanın varoluş koşullarıyla, kurtuluş yolu ara­
sındaki bağı kuran bu şiar, 1 848 devrimlerinde yaygınlaşarak:
benimsenecekti. Bir çoğu kadın Lyonlu işçilerin isyanı, ancak
30.000 kişilik bir askeri güç tarafından, yüzlercesi öldürülerek
durdurulabildi. 10
Ama bu isyanın türküsü susturulamadı:
"Başlayınca bizim saltanatımız
Son bulacak seninki
İşte o zaman kefenini dokuyacağız bu eski dünyanın
Aç kulağını duy!
Gümbür gümbür geliyor isyan ... "

Lyonlu dokumacılar 1834'te bir daha ayaklandılar. 1 830'la­


rın başından beri, Büyük Britanya'daki işçiler de benzeri bir
eylemlilik içindeydiler ve birbirlerinden haberdar oluyorlardı.
Alman işçilerinin aynı yola girdikleri 1 844 Haziran'ında Silez­
yalı dokumacıların eylemleriyle anlaşıldı.
Heine bu eylem için şu dizeleri yazdı:
"Bir damla yaş yok karanlık gözlerinde
Dişlerini gıcırdatarak oturuyorlar tezgahta
•Acıyı açlığı çektik yeterince
Sana bir kefen dokuyoruz ey Almanya
Bir dokuyup üç küfo.r sallıyoruz

Silezya dokumacılarının Lyondakilerle ve Britanyadakilerle


aynı karakterdeki eylemi yalnız Heine'ı değil, aynı çevrede yer
alsa da almasa da pek çok Alman düşünürünü etkilemişti. Marx
ve Engels de bunlar arasındaydı. Adiller Birliği'nin yönelişi, ör­
gütün kurucularının ve bileşenlerinin çoğunluğunun sınıfsal ko­
numu tarafından koşullandınlıyordu. Engels sonradan kaleme
aldığı bir yazısında, Adiller Birliği ile türevlerini şöyle tasvir etti:
"Tümüyle işçi olan üyelerin çoğunluğu zanaatkardılar. Onlan
sömüren (çalıştıran) kişi büyük metropollerde bile, çoğu zaman
sadece küçük bir ustaydı. Bugün konfeksiyon denilen ve el sana­
tına dayanan terziliğin, büyük kapitalistlerin hesabına çalışan bir
10 Lyon'daki bu kanlı operasyonu tasarlayıp yöneten Adolphe Thiers daha sonra da
marifetlerini Paris emniyetinde gösterecekti; en meşum eseri de Paris Komünü'nün
kanlı bir biçimde ezilmesi oldu.

8
ev sanayiine dönüştürülmesiyle ortaya çıkan büyük çaptaki ter­
zilikteki sömürü, o zamanlar Londra'da yeni yeni ortaya çıkmaya
başlamıştı. Bir yandan, bu zanaatçılan sömüren küçük bir ustaydı,
diğer yandan da bunlar birer küçük usta olmayı umuyorlardı. Ay­
nca o zamanki Alman zanaatkarlar hala, miras aldıkları bir yığın
lonca anlayışına sıkı sıkıya bağlıydılar. Bunlar henüz tam anla­
mıyla proleter olmayıp, yalnızca küçük burjuvazinin bir eklentisi,
modem proletarya haline gelmekte olan bir parçasıydılar. Doğru­
dan burjuvaziyle, yani büyük sermaye ile karşı karşıya gelmedik­
leri halde, gelecekteki gelişimlerini el yordamıyla sezen ve henüz
tümüyle bilinçli olmasa da kendilerini proletaryanın partisi olarak
örgütleyen bu zanaatkarlar en büyük onura erişmişlerdir." 11
Her ne kadar amacı, 1 789 Fransız Devrimi'nin ufkuyla sı­
nırlı bir çerçevede "Almanya'nın kurtuluşu" olarak tanımlanı­
yor olsa da Adiller Birliği'ni kuranlar, hem sosyal konumlan
gereği (yani proleter veya proleterleşmek üzere olmalanndan
dolayı) ; hem de Almanya'nın içinde bulunduğu tarihsel du­
rum nedeniyle (yani •gecikmiş bir burjuva devrimi• eşiğinde
oluşundan dolayı), siyasal özgürlük ve demokrasi taleplerinin
ötesine bakmaya; mülkiyet sorununu tartışmaya başlamışlardı.
Büyük Britanya'daki işçi hareketinden de etkilenen ve o güne
kadarki Fransız devrimciliğinin geleneksel halkçı söyleminden
farklı olarak, işçi sınıfını ayırt eden bu örgüt, aynı zamanda
Komünistler Birliği'nin ve Manifesto'nun mayalandığı ortamı
oluşturdu. Engels sonradan bu dönemi tarif ederken şöyle dedi:
"İşçi sınıfının hangi bölümü, salt siyasal devrimlerin yetersiz ola­
cağına inanmış ve topyekun bir toplumsal değişimin zorunlulu­
ğunu ilan etmişse, işte o bölümü, o sıra kendisine komünist diyor­
du. Bu kaba, yontulmamış, tamamıyla içgüdüsel bir komünizmdi.
Ama gene de esas noktaya işaret ediyordu.... 1 847'de sosyalizm bir
orta tabaka hareketi, komünizm ise bir işçi sınıfı hareketiydi." 12
İşçi sınıfının bu kastedilen kesiminin bir parçasını Adiller
Birliği temsil ediyordu. Adiller Birliği'nin el yordamıyla buldu­
ğu siyasal hedefler ve işçi sınıfına yönelme gereği hakkındaki
bilinç, pratikte bu örgütü öncü konumuna getiriyordu. Nitekim

il Engels, Komünistler Birliği'nin Tarihi Üzerine, Köln Davası Üzerine Açıklamalar


derlemesi içinde, Ana Yayınlan, İstanbul 1977, s. 14
12 Bkz. Manifesto'nun 1888 İngilizce ve 1890 Almanca baskılanna Önsöz'ler

9
Londra'ya sürgün gidenlerin burada kurdukları ilk örgütün
«İşçi Eğitim Derneği» adını alması ve sonra da «Komünist İşçi­
ler Eğitim Demeği•ne dönüşmesi tesadüf değildi. O sıra teorik
alanda öncü bir çıkışın temellerini atmakta olan Marx ve En­
gels de aynı yönde pratik bir tutum alma gereğini bilince çı­
karmaktaydılar. Komünistler Birliği çatısı altındaki buluşmanın
zemini döşeniyordu.

Marx ve Engels'in Kapsayarak Aşmak Zorunda

Kaldıkları Bir Eşik: Weitling


Marx ve Engels ile Adiller Birliği'nin buluşmasını, birbi­
rinden tamamen kopuk olarak, teoriyle pratiğin mekanik ve
tesadüfi bir buluşması gibi algılamak doğru değildir. Zira bu
buluşmaya öngelen süreçte, bir yandan ilk proleterlerin saf­
larından çıkan «teorisyenler» yetişmekte ve görüşlerini ortaya
koymaktaydı; öte yandan Marx ve arkadaşları işçilerden büs­
bütün kopuk ve sadece teorik bir çalışma içinde değildiler.
Bu noktaya doğru gelirken, 1840'tak.i grevin başını çeken­
lerin çoğu gibi, kendisi de bir terzi kalfası olan Wilhelm Weit­
ling, Adiller Birliği örgütü içinde sivrilmeye başladı. Schapper
ve Bauer bu girişimin örgütçüleriyse, Weitling de ideoloğu ve
propagandacısı oldu. Marx'ın, •nasıl ki İngiliz proletaryası Av­
rupa proletaryasının ekonomi politikçisi, Fransız proletaryası
da onun politikacısı olmuşsa, Alman proletaryasının da onun
teorisyeni olduğu söylenmelidir» derken kastettiği isimlerin ba­
şında Weitling gelmekteydi.
Adiller Birliği, başlangıçtaki konspiratif çizgisinden adım
adım uzaklaşarak, Weitling'in ifade ettiği proleter vurgulu
devrimci görüşlerin yörüngesine girdi. Bu görüşlerin damgasını
taşıyan etkili ajitasyon faaliyetleriyle hareketlenen ilk komü­
nist işçi militanlarının eylemleri de son katkıyı yaptı. Marx ve
Engels'in gelişmekte olan siyasal düşüncelerinin asıl öznesini
nerede aramaları gerektiği konusunda netleşmelerini sağladı.

10
O tarihlerde bu vargısını Marx şöyle dile getirdi:
" İngiliz proletaryası da dev adımlarla ilerliyor; ama Fransızlann
kültürel mirasından yoksun. Bu arada İsviçre, Londra ve Paris'teki
Alman zanaatkarlannın teorik meziyetleri üzerinde durmayı da
ihmal etmemem gerek." 1)
Ne olursa olsun, tarih uygar toplumun bu cbarbarlanıı arasın­
da insan soyunun kurtuluşunun pratik unsurunu hazırlıyor.... "

İlk kez 1 838'de, «İnsanlık Nedir, Nasıl Olması Gerekir?• bro­


şürü ile ortaya koyup 1 842'de yayınlanan «Uyum ve Özgür­
lüğün Güvenceleri• kitabı ile olgunlaşan Weitling'in görüşleri
hakkında Marx şunları söyledi:
"Filozoftan ve kalem efendileri dahil, Alman bu ıj uvazisi, siyasal
.
özgürleşme ile ilgili olarak Weitling'in •Uyum ve Ozgürlüğün Gü­
venceleri• gibi bir başyapıt sunabilirler mi? Alman siyasi literatü­
rünün can sıkıcı, süklüm püklüm sıradanlığı ile Alman işçilerinin
bu parlak ve benzersiz ilk yapıtı karşılaştınlacak olursa; proletar­
yanın bu devasa patikleri, burjuvazinin yıpranmış siyasal pabuç­
lannın cüceliğiyle karşılaştınlacak olursa, gelecekte bu proleter
kül kedisinin bir pehlivanın gövdesine bürüneceği kehanetinde
bulunmak yerinde olur" 14
Bu övgünün muhatabı Weitling'in görüşlerini, Riazanov
şöyle özetledi:
"Blanqui'den etkilenen Weitling'in düşünceleri, komünizme banş­
çı yoldan geçileceğine inanmayışı bakımından, çağdaşı olan diğer
ü-topyacılardan ayrılıyordu. Çok aynntılı bir planını yaptığı yeni
toplum, Weitling'e göre ancak zor kullanılarak gerçekleştirilebilir­
di. Mevcut toplum ne kadar çabuk yıkılırsa, halk da o kadar çabuk
kurtulacaktı." 15
Ne var ki, Weitling'e göre, burjuva toplumunu yıkma konu­
sunda güven duyulacak en sağlam toplumsal kuvvet, prole­
taryanın en aşağı tabakasını oluşturan ve soyguncuları vb. de
içeren lümpen proletaryaydı. Weitling'in bu görüşü, sonradan
Komünistler Birliği içerisinde Weitling taraftarlarıyla marksist­
ler arasındaki kimi tartışmalarda başlı başına bir rol oynaya-

13 Feuerbach'a 11 Ağustos 1844 tarihli mektup


14 Riazanov, age., s. 64
15 Aktaran Riazanov, age., s. 67

11
caktı. Nitekim Martens'in belgeleri arasından çıkan raporlar bu
konuda veriler sunmaktadır.
Ama o günün koşullan göz önüne getirildiğinde, Weitling'in
bu sonuca varması tuhaf değildi. Zira, üretim araçlarından, üre­
timin nesnel koşullarından hızla ve kütleler halinde kopartılan
kent ve kır küçük burjuvaları kentlere yığılmakla birlikte, yeni
yeni oluşmakta olan sanayi, bu kütleyi istihdam edemiyordu.
Bu koşullarda, kentlerin varoşları işçilerle işsizlerin, yoksulla­
şan zanaatkarların ve lümpen proleterlerin iç içe ve birbirlerine
geçiş halinde yaşadıkları yerlerdi. Bu yerler hem «yedek sanayi
ordusuıtnun hem de devrimcilerin mekan tuttukları yerlerdi. Bu
ortamda şekillenen Weitling'in düşünceleri, toplumun en yok­
sul kesimlerinin ayrıcalıklı kesimlere karşı biriktirdiği öfkeyi de
içeriyor, dile getiriyordu.
Bu öfke, elbette ki burjuva aydınlarına da yönelmekte, ken­
dilerini onlardan ayırt edemeyen sosyalistleri de zaman zaman
vurmaktaydı. Riazanov, bu konuda Weitling hakkında, •ça­
lışmalarını kuşkuyla karşılayan kitabi aydınlara karşı özel bir
düşmanlık beslerdi• diyor. Ama bu düşmanlık yahut «tiksintit
tek yanlı değildi. İşçi sınıfına yakınlık duyan aydınlarda da,
Weitling gibilere karşı benzer ve açıklanamayan bir «tiksin­
tit mevcuttu. Bunu Marx'ın yakın arkadaşlarından Heine'nın,
Weitling'le ilk tanışmasını anlattığı şu sözlerinde görmek
mümkün:
"Özellikle ağınma giden, bu arkadaşın benimle konuşurken son
derece saygısızca davranmasıydı. Şapkasını çıkarmadı ve ben
önünde ayakta dururken sağ eliyle sağ dizini çenesine kadar çe­
kip, sol eliyle sürekli ayak bileğini ovuşturarak oturmaya devam
etti. İlkin bu saygısızca davranışın terzilikte çalışırken edindiği bir
alışkanlığın sonucu olduğunu düşündüm, ama yanıldığımı çabuk
anladım. Neden böyle durmadan ayağını ovuşturduğunu sordu­
ğumda, Weitling kayıtsız bir şekilde, sanki son derece olağan bir
şeymiş gibi, tutuklu bulunduğu Alman hapishanelerinde zincire
vurulduğunu söyledi; ayağına vurulan prangalar genellikle çok
sıkı olduğundan, demirin sürekli sürtmesi nedeniyle bacağında
kronik bir deri iltihaplanması oluşmuştu. Terzi Weitling bana bu

12
16
zincirlerden söz ederken irkildiğimi itiraf ederim."
Doğrusu bu ifadeler, komünizm hakkında ateşli yazılar, şi­
irler yazan aydınlann, hem devrimcilerden hem de işçilerden
ne kadar uzak olduğunun çarpıcı bir belgesidir. Üstelik Heine,
Marx ve Engels'in en yakınında duranlardan biriydi. Heine, bu
çelişkili duygulannı daha da çarpıcı şu sözlerle noktalarken
aynı zamanda bir kafa kanşıklığını, bir aydınlanma ihtiyacını
dile getirdi:
"Zincire vurulup işkenceden geçen Leydenli terzi John'un, Müns­
ter Belediyesinde saklanan eşyalarını, bir zamanlar öpecek ka­
dar bu terziye hayranlık duyan ben, yaşamakta olan bir başka
terzinin, Wilhelm Weitling'in karşısında şimdi, önüne geçilmez
bir tiksinti duyuyordum ; oysa ikisi de aynı davanın havarileri,
kahramanlarıydı." 17
İlginçtir, Heine'nın bu duygu ve düşünceleri, sadece o zama­
na özgü ve geçmişte kalmış değildir. Aydınlarla devrimcileri ve
işçileri aynı örgüt, aynı faaliyet içinde buluşturan bir devrimci
örgütün bulunmadığı her zaman ve koşulda, buna benzer ol­
gulan değişik açılardan görüp tanık olmak hala mümkündür. O
zaman da bu belirsizlik ancak böyle bir dolayımla aşıldı.
Heine'ınkine benzer bir şoku, belli ki Marx ve Engels de
Londra'da, Karl Schapper, Joseph Moll ve Heinrich Bauer ile
tanıştıklannda yaşamışlardı. Engels, Londra'da tanıştık.lan bu
üç devrimci hakkında şunu söyledi:
"Ben bunların üçünü de 1 84J'te Londra'da tanıdım. Bunlar tanı­
dığım ilk devrimci proleterlerdi. O sıralarda görüşlerimiz ayrın­
tılarda birbirlerinden uzaklaşıyordu; çünkü onların dar görüşlü
eşitlikçi komünizmlerine karşılık. ben de bir o kadar dar görüşlü
felsefi kibirliliğe sahiptim. O sıra henüz yalnızca bir adam olmayı
arzulayan benim üzerimde, bu üç gerçek adamın bıraktıkları derin
etkiyi hiç bir zaman unutmayacağım "18 . ...

Engels, ilk kez proleter devrimcilerle tanıştığında henüz 23


yaşındaydı ; Marx ise 2 5. Marx bu proleter devrimciler için,
16 Riazanov, age. s. 66
17 D. Riazanov, age. s. 67
18 Engels, Komünistler Birliği'nin Tarihi Üzerine; Köln Davası Üzerine Açıklamalar
derlemesi içinde, Ana Yayınlan, İstanbul 1977, s. 17-19

13
«uygar toplumun barbarları» diyordu. Weitling'in ilkel ve an­
ti-entelektüel komünizmi, Komünist Manifestoya ulaşmak için
Marx ve Engels'in hem yetişmek, hem de aşmak zorunda ol­
dukları bir eşik oldu. Bunu aşmak için kendi düşünsel evrimleri
içinde ve yönelişlerini belirlemede önemli bir sıçrama yapma­
ları gerekiyordu. Ne var ki bu sıçrama, sadece onların çabala­
rıyla ve salt teorik uğraşlarla sağlanabilecek bir hamle değildi.
O zamana kadar daha çok felsefe ve teorik sorunlar üzerinde
yoğunlaşmış bulunan Marx ve arkadaşları, on dokuzuncu yüz­
yılın 40'lı yıllarında felsefi tartışmalarla somut siyaset sorunla­
rı arasındaki bağı irdeleyip, açıklamaya yöneldiler. Bu yöneliş
içinde, Londra'da, Paris'te ve Brüksel'de kurdukları temasların
ardından, henüz otuz yaşlarına varmadan kendilerini hazır bir
devrimci örgütün kongresinde bulacaklardı.

Alman Devrimcileri Enternasyonalizmle ve Marksizm'le


Tanışıyor
•Alman gibi düşünüp, Fransız gibi savaşam Schapper ve
Bauer, 1 839'da Blankistlerin Louis-Philippe hükümetine karşı
Paris'te giriştikleri eyleme katılmaları yüzünden tutuklanıp, bir
süre hapiste kaldıktan sonra, sınır dışı edilmiş ve Londra'ya
sığınmışlardı. Onlarla birlikte Adiller Birliği de Londra'ya ta­
şınmıştı. Bu zorunlu göç, bir bakıma 1 838'den beri İsviçre'de
olan Weitling'den ve onun ütopyalarından da uzaklaşmaları
anlamına geliyordu.
Adiller Birliği'nin belli başlı kadroları, sürgün hayatlarının
Londra konağında, bir yandan Blankizmden ve Weitling'in fi­
kirlerinden uzaklaşırken, bir yandan da •ekonomizm• ile ve işçi
hareketi içinde filizlenmeye başlayan burjuva siyaset anlayışı
ile de buluşmaktaydılar. Bereket Londra'da yalnız bunlar yok­
tu. Paris'te devrimcilikle tanışan Alman proleterleri, Londra'da
da İngiliz proletaryasının radikal unsurlarıyla ve onların taşı­
dığı entemasyonalist fikirlerle tanıştılar.
Bunlardan en önemlileri Marx ve Engels ile birlikte, Komü-

14
nistler Birliği'ne katılacak olan Harney ve Jones'tu. ı9 Schapper
ve Bauer, bunların yanısıra Marx, Engels ve arkadaşlanyla da
tanıştılar. 1 843'ten itibaren birbirleriyle teması kaybetmeden
düzenli görüştüler. Bu militanlann içinde buluştuktan Adiller
Birliği'nin Komünistler Birliği ismini alarak adı konmamış ilk
enternasyonal işçi örgütüne dönüşmesi bir tesadüf sayılmama­
lı. Bu enternasyonal ve enternasyonalist örgüt bu harmanlan­
ma içinde şekillendi. Bu çok dilli ve çok uluslu örgütün daha
geniş bir uluslararası ölçekte yankı bulmasının ardında da bu
etken hatırı sayılır bir rol oynadı.
Engels Adiller Birliği'nin Londra'da geçirdiği süreç hakkında
şunlan söyledi:
"Ağırlık merkezinin Paris'ten Londra'ya kaymasından sonra, yeni
bir özellik gözle görülür hale geldi: Demek bir Alman birliği ol­
maktan çıkıp, yavaş yavaş uluslararası bir birlik haline geldi. İşçi
Derneği, yalnız Alman ve İsviçrelilerin değil, İskandinavyalı, Hol­
landalı, Macar, Çek, Güney Slav, Rus ve Alzaslılardan oluşuyordu.
1 847'de derneğe gidip gelenler arasında üniformalı bir İngiliz mu­
hafız eri bile vardı. Demek kısa zamanda Komünist İşçiler Eğitim
Derneği adını aldı; üye kartlannda da en az yirmi dilde, ıBütün
İnsanlar Kardeştir» yazıyordu. Açık demek gibi, Birlik de çok geç­
meden daha uluslar arası bir nitelik kazandı. Başlangıçta sınırlı
kalan bu nitelik, pratikte üyelerinin çeşitli uluslara mensup olma­
sından, teorik olarak da devrimin muzaffer olması için bunun bir
Avrupa devrimi olması gerektiği görüşünden ileri geliyordu. " 20
Devrimci Alman işçilerinin, Avrupa çapındaki zorunlu se­
yahatleri çerçevesinde özetlenen serüven, bir bakıma, ıAlman
felsefesi, Fransız sosyalizmi ve İngiliz ekonomi politiğinin
bileşimi112ı biçiminde de tanımlanan Marksizm'in çevriminin

19 George Julian Harney, yoldaşı Ernest Charles Jones ile birlikte, çartist hareke­
tin içinden sıyrılıp Britanya işçi hareketinin öncüleri arasına girnıiş, Komünistler
Birliği'nden önceki ilk enternasyonal işçi derneğinin kuruculan arasında yer al­
mıştı. İlk kongreden sonra, Komünistler Birliği'nin İngiltere'deki ayağını oluşturan­
lardan biri de olmuştu. Harney, her zaman Marx ile hem fikir olmasa da, Birinci
Enternasyonal'in kurulmasından sonuna kadar aktif olarak görev yapanlardan bi­
riydi.
20 Bkz. F. Engels, age. s. 123
2 1 Genellikle İkinci Enternasyonal ve takipçileri tarafından böyle tanımlansa da bu
formülün doğrusunda Babeuf-Blanqui geleneğini ifade eden •fransız devrimciliğiıni
zikretmek daha doğru olur. Zira •Fransız sosyalizmi• dendiğinde asıl akla gelenler
Saint Simon, Charles Fourier, Etienne Cabet gibi reformist ütopyacı burjuva sosya­
listleridir.
15
tamamlanış sürecini yansıtmaktadır. İngiltere'de başlıca ilgi
odağı haline gelen ekonomi politiğin temel sorunlan, koope­
ratif ve sendikalaşma hareketleri; sosyalizm ufkunun şekillen­
mesine önemli bir ivme katan Fransız ütopyacılan ve Fransız
devrimciliğinin mücadele/ örgütlenme geleneği; Almanya' da
felsefenin doruk noktalannı bulmasına paralel olarak gelişen
tartışmalar ve bunlann yanısıra Weitling örneğinde görüldüğü
gibi, bunlann sonuçlannın komünist fikirler olarak işçi hare­
ketine taşınması, sessiz sedasız bir gergef dokuyordu. Marx,
•Fransız-İngiliz sosyalizmiyle Alman felsefesinin kanşımı• diye
nitelediği Adiller Birliği'nin doktrini hakkında şunlan söyledi:
"Birliğin gizli doktrinine gelince, bu, Fransız ve İngiliz sosyalizmi­
nin ve komünizminin değişen bütün biçimlerinden olduğu kadar,
Alman türlerinden de (Weitling'in fantezileri gibi) geçmiştir. ...
Alman felsefesinin 1831 'den 1846'ya kadar içinden geçtiği farklı
evreler, bu işçi derneklerinde en hararetli partizanlıkla izlendi. "22
Almanya'da genç Hegelciler çevresinin, bu arada Marx'ın
kendisinin de yaptığı felsefe tartışmalan, eş zamanlı olarak
Alman devrimcileri arasında da ciddi bir biçimde ele alınıyor­
du. Marx'ın kısa betimlemesinde tarif ettiği düşünsel evrimin
gerçekleştiği dönem, aynı zamanda sanayi, fabrika, işçi sınıfı,
proletarya, grev, kapitalizm, sosyalizm, komünizm, radikalizm,
liberalizm, milliyetçilik gibi kavramların ilk kez dile getirildiği;
sosyalist ve komünist fikirlerin yanısıra, sosyalizm ve komü­
nizm hedefleri doğrultusunda örgütlenme ve eylemlerin belirip
yayılmaya başladığı bir dönemi kapsar.
Bu eylemleri gerek bizzat örgütleyerek gerekse onların içinde
pişerek şekillenen ilk proleter devrimciler bir yandan da, yeni
yeni oluşan ideo-lojik akımları irdeliyor, onlarla hesaplaşarak
ya da bu fikirleri benimse-yerek şekilleniyorlardı. Bununla bir­
likte ilk dönemde daha çok ıbir İngiliz icadı• olan ekonomi
politik, kıta Avrupa'sındaki gelişmeleri pek etkilememekteydi.
Adiller Birliği'nin düşünsel evrimini bu bakımdan değerlendi­
rirken Engels şöyle dedi:
22 Marx, Kari Vogt'dan, Komünist Manifesto'nun Doğuşu derlemesi içinde, Sol
Yay., s. 226

16
"Ama, mevcut toplumu aynntılı olarak eleştirme, yani ekonomik
olaylan araştırma meselesine gelince, bunların zanaatçı önyar­
gılannın onlara çelme takması kaçınılmazdı. Ben, Birlik içinde o
sıra ekonomi üzerine bir tek kitap okumuş bir kimsenin olduğuna
inanmıyorum. Fakat bu durum önemsizdi: •eşitlib, •kardeşlik• ve
•adalet- her teorik engeli aşmada o an için yeterli bulunuyordu. "21
Doğrusu, Marx ve Engels de soyut felsefi tartışmalarla sı­
nırlı bir çaba içinde değillerdi. Nitekim onların ilk yazdıkları
kitaplara bakıldığında bu görülebilir. Yalnızca Bauer kardeşler­
le24 polemik olarak yazdıklan «Kutsal Aileıye bakmak bile bu
konuda fikir edinmek için yeterlidir. Bu kitap, derin bir felsefe
tartışması olduğu kadar, Fransız devriminin gölgesinde şekil­
lenen o zamanki sosyalizm akımlannın tümüyle insan haklan,
bireycilik, kadın sorunu, (Yahudi sorunu bağlamında) ulusal
sorun, halkçılık, devlet ve hukuk vb. sorunları etrafında yürü­
tülen bir tartışmayı yansıtır. Bugün komünistlerin bu sorunlara
ilişkin tutumlarının köklerini, hala bu polemikte ortaya konan
görüşler içinde bulmak mümkündür.
Demek ki, Marx ve Engels'in önce ayn ayn, sonra birlikte
yürütmeye başladıklan titiz ve uzlaşmaz teorik gayret de, işçi
hareketindeki kendiliğinden ve devrimci örgütlerin içindeki
dağınık gelişmelerden ayn, ama kopuk olmayan bir hazırlığı
ifade ediyordu. Engels'in İngiltere'de başlattığı ekonomi politik
ve İngiliz işçi sınıfının durumu hakkındaki inceleme ve çalış­
maları bunun önemli bir ayağıdır. Keza Marx'ın, Weitling tipi
proleter devrimcilerin bir başka örneği olan Proudhon'a karşı
yürüttüğü polemiği ifade eden «Felsefenin Sefaleti» de, hem
siyasal sorunlara, hem de eksikliği vurgulanan ekonomi konu­
sundaki bilgisizliğe parmak basmakta ve «Kutsal Aileı polemi­
ği ile birbirlerini tamamlamaktadır. Nihayet Marx ve Engels'in
hem Hegel'den kopuşlarını hem de Feuerbach'la aynmlannı

23 Engels, age. s. 14; aynca bkz. Komünist Manifesto'nun Doğuşu, Sol


Yay.
24 Bruno, Edgar ve Egbert Bauer kardeşler, Marx ve Engels gibi Genç Hegekilik'ten
Feuerbach taraftarlığına, oradan da Fransız sosyalizminin çekim alanına yönelen Al­
man aydınlanndandı. Bunlann Adiller(Adiller) Birliği"ndeki Heinrich Bauer"le bir iliş­
kisi yoktur.

17
ortaya koyan •Alman İdeolojisi• de, onların yeni fikirlerinin ilk
kez derli toplu ifade edildiği temel bir köşe taşıdır.
Bu teorik hazırlık sürecinin arka planında ise, Blankistlerin
tekrar tekrar giriştikleri eylemlerin yanısıra, Lyonlu ve Silez­
yalı dokuma işçilerinin eylemlerinde olduğu gibi çatışmalı işçi
direnişleri; birbirlerine bakarak gelişen yeni tip bir devrimci
anlayışın ruhunu besliyordu. Bütün bu unsurların teorik bir
çerçeveye oturması ve örgütlü bir senteze ulaşması ihtiyacı da­
yaratmıştı. Bir bakıma •Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin!11 şian­
nın damgası ile anılacak olan enternasyonalist bir bildirgenin,
yani Komünist Manifesto'nun vakti gelmişti.
"O zamana kadarki komünizm görüşünün gerek basit eşitlikçi
Fransız komünizminin, gerekse Weitling'ci komünizmin yetersiz­
liği daha da açıklık kazandı. Marx'la benim yeni teorimizin doğ­
ruluğu daha çok kabullenilmeye başlandı. Londra'dak.i önderler
arasında, teorik bilgiye ilişkin yeteneğinden ötürü önemli iki kişi­
nin bulunmasıyla bu kavrayış daha da gelişti: Heilbronn'lu min­
yatürcü Kari Pfaender ve Thüringen'li terzi Georg Eccarius. " 25
Kari Pfaender, Komünistler Birliği'nin ilk yönetici komite­
sinde yer aldıktan sonra, Birinci Enternasyonal'in Genel Kon­
sey'inde de görev alacaktı; Eccarius da bu enternasyonalin
önderleri arasında, sonradan da İngiliz sendi.kal hareketinin
yöneticileri arasında yer aldı. Her iki devrimci de hayatlarının
sonuna kadar Marx'la birlikte hareket ettiler. Demek ki Birinci
Enternasyonal diye anılan •İşçilerin ınuslararası Derneği•nin
ardında Komünistler Birliği'nin bu enternasyonalist karakteri­
nin olması küçük bir ayrıntı olmasa gerektir. Marx ve Engels de
Adiller Birliği'ne gelmeden önce o zaman için adeta tüm dünya
gibi kabul edilecek Avrupa'nın muhtelif köşelerinde mekik do­
kumuşlardı.

25 Engels, age. s. 18; aynca bkz. Komünist Manifesto'nun Doğuşu, derlemesi, Sol
Yay.

18
Marx ve Arkadaşları Örgütlü Komünizme Bağlanıp
Devrimci Oluyorlar
Adiller Birliği'ne katılıncaya kadar bir devrimci örgüt içinde
yer almamış olmalarına rağmen, Marx ve Engels'in bir siyasal
faaliyetten ve örgütlenme gayretlerinden tamamen uzak dur­
duktan sanılmamalı. Engels, Marx ve kendisinin o zamanki
etkinliklerini şöyle anlattı:
" İkimiz de, dünyada, özellikle batı Almanya'da, örgütlü prole­
taryayla bağlara sahiptik ve politik hareketlere derinliğine karış­
mıştık. Görüşümüze bilimsel bir temel kazandırmak zorundaydık,
ama aynı zamanda da Avrupa proletaryasını ve her şeyden önce
de Alman proletaryasını kendi inancımıza çekmek de bizim için
önemliydi. Hemen işe giriştik. Brüksel'de bir Alman işçi derneği
kurduk ve Şubat ihtilaline kadar bize organ olarak hizmet eden
Alman-Brüksel gazetesini elimize aldık. Benim birlikte çalıştığım,
çartist hareketin merkez organı Northern Star=Kuzey Yıldızı'nın
redaktörü Julian Harney vasıtasıyla, İngiliz çartistlerinin devrim­
ci kesimleriyle ilişkimizi sürdürdük. Aynı şekilde Brüksel sosyal
demokratlarıyla (Marx, Demokrat Derneğin başkan yardımcısıy­
dı -OD.), İngiliz ve Alman hareketlerine ilişkin haber yolladığım
«Reform• gazetesindeki Fransız sosyal demokratları ile bir çeşit
işbirliğine girdik. Kısacası radikal ve proleter örgütlerle ve yayın
organlarıyla bağımız tam da anulanabilecek biçimdeydi.

Adiller Birliği ile ilişkilerimiz de şu şekildeydi: Birliğin mevcudi­


yetinden elbette haberimiz vardı ; 1 84J'te Schapper bana katılma­
mı tavsiye etmişti. Ben bunu, o zaman reddetmiştim ...

Birliğin iç meselelerine karışmaksızın her önemli olaydan haberdar


oluyorduk . 26 Öte yandan, önemli Birlik üyelerinin teorik görüşle­
rini, basın, konuşma ve mektuplaşma ile etkiliyorduk.

Bu konuda, özel durumlarda kurulmak üzere olan komünist par­


tilerin iç işleyişlerini ilgilendiren bir meseleyle karşılaşıldığında,

26 Bu irtibatı kurmalannda baş rolü oynayan İrlandalı bir iplik işçisi militan olan
Engels'in sevgilisi Mary Bums'tü. Mary ne yazık ki çok erken öldü. Ama ablası Lizzy
onun eksiğini büyük ölçüde kapattı ve hayatının sonuna kadar Engels'in önemli bir
yardımcısı oldu. Yine de iki kız kardeş de ingiliz proletaryasıyla sıkı bağlar içindeydi
ve aynı zamanda İrlanda bağımsızlık mücadelesiyle ilişkiliydiler. Lizzy Marx'ın en
küçük kızı Eleanor'un İrlanda sorunu ve kurtuluş mücadelesinde yer almasında da
önemli bir rol oynadı. Dinine bağlı bir Katolik olan Lizzy'nin de hastalığı ilerlediğin­
de onun inançlanna halel getirmemek için Engels onunla resmi nikah kıydı. Mezar
taşına "Friedrich Engels'in eşi" ibaresi böyle yazıldı.

19
dünyanın çeşitli yerlerindeki dostlarımıza ve muhabirlere yolladı­
ğımız taş baskıyla basılmış çeşitli bildiriler de yararlı oluyordu." 27
Demek ki, Marx, Engels ve arkadaşları bütün bu dönem bo­
yunca gözlemle ve teorik çalışmalarla sınırlı bir faaliyet yürüt­
müyorlardı. Engels, Londra'da çartistlerle temas ve yayın dü­
zeyinde bir işbirliği içindeydi. 1 846 yılında İngiltere'de Harney
ve Jones önderliğinde •Kardeş Demokratlar Derneği» adı altın­
da bir enternasyonalist dernek kurulurken, Marx da Brüksel'de
•Komünist Yazışma Komitesi11 adı altında bir örgütlenmeyi ya­
ratmakla meşguldü. Bu komitenin işlevini şöyle tanımlıyordu:
Alman sosyalistlerinin Fransız ve İngiliz sosyalistleriyle bağlan­
w

tısını sağlamak; yabancılan Almanya'da gelişecek olan sosyalist


hareketlerden haberdar etmek; aynı zamanda, Almanya'daki Al­
manlan Fransa ve İngiltere'deki sosyalizmin gelişiminden haber­
dar etmek. "28
Bu önerinin Fransız muhataplarının başında gelen Proud­
hon, görüş ayrılıklarını öne sürerek böyle bir işbirliğini red­
detti. Buna karşılık Almanlardan ve İngilizlerden sıcak bir ilgi
geldi. Özellikle de Harney ve Jones bu öneriye dört elle sarıldı­
lar. Doğrusu bu propaganda aracı, Marx ve Engels'in o zama­
na kadar geliştirdikleri yeni dünya görüşünü yaymalarında ve
komünist işçiler arasında yaygın olan farklı görüşlerle hesap­
laşmalarını tamamlamalarında, başlı başına bir silah olarak iş
gördü.
Engels bu dönem boyunca, Brüksel'deki örgütten değişik ad­
reslere gönderilen yoğun bir mektup, bildiri, eleştiri vb. trafi­
ğinden söz etti. Değişik akımlarla aynın çizgilerinin çekilmesine
ilişkin ilgi ve yoğunlaşma da bu sayede oldu; ve Manifesto'nun
üçüncü bölümünün temeli besbelli ki bu dönemde atıldı.
Bununla birlikte, hem genel olarak Engels'in sonradan an­
lattıklarına, hem de başkalarının yazdıklarına bakıldığında, bu
dönem boyunca Marx ve Engels'in daha çok içe dönük bir te­
orik hazırlık faaliyeti yürüttükleri izlenimi doğmaktadır. Bu tür
değerlendirmelerin, pek çokları için bir esin kaynağı oluşturdu-
21 Engels, age. s. 16-19
28 Aynı yerde

20
ğu da açıktır. Ancak Riazanov titiz çalışmalannın ardından bu
dönem hakkında şu açıklamayı yapma gereğini duydu:
wMarx'ın örgütsel çalışmaları, araştırmacılar tarafından hemen
hemen tümüyle es geçilmiştir. Marx adeta bir manastır düşünürü­
ne dönüştürülmüştür. Kişiliğinin en ilginç yanlarından biri inkar
edilmiştir. Marx'ın -Engels'in değil- 1 840'lann ikinci yansında,
bilinçlendirme çahşmalannın esinleyicisi ve yöneticisi olarak oy­
nadığı önemli rolü kavramayı beceremezsek., daha sonralan 1 848-
1 849 yıllannda ve Birinci Enternasyonal döneminde örgütçü ola­
rak yerine getirdiği müthiş rolü hiç anlayamayız. "29
Bu süreç, aynı zamanda Adiller Birliği ile Marx ve arka­
daştan arasındaki farklılıklann ortadan kalkış süreci ve Komü­
nistler Birliği'nin temellerinin atıldığı bir süreç oldu. Aynı sü­
reç, Weitling'in de örgütten uzaklaşmasına varacaktı; 1 846'da
İsviçre'den ABD'ye geçen Weitling Adiller Birliği ile ilişkisini
koparmıştı. Ama Weitling'in görüşlerinin bu örgütü terk etmesi
daha uzun bir süreyi aldı.

Adiller Birliği'nden Adı Konmamış İ lk Enternasyonal'e


Bu noktaya varan süreci Engels şöyle özetledi:
w 1 847 ilkbahannda Moll, Brüksel'de Marx'ı ve Paris'te beni ziyaret
ederek yoldaşlan adına bizi ısrarla Birliğe girmeye çağırdı. Moll
kendilerinin Birliği eski gelenek ve biçimlerinden kurtarmanın ge­
rekliliğine inandıklan gibi, bizim görüş tarzımızın genel hatlarıyla
doğru olduğuna da inandıklannı söylüyordu. Öyle bir iş yapacak
olursak, Birliğin kongresinde eleştirel komünizm.imizi, daha son­
ra Birliğin manifestosu olarak yayınlanacak bir manifesto haline
getirme olanağına sahip olacaktık ; ve böylece de eskimiş Birlik
örgütünü zamana ve amaca uygun hale getirmeyi sağlamış ola­
caktık.

Salt propaganda amacıyla olsa bile, ... Almanya dışında bile an­
cak gizli olabilecek bir örgütün gerekliliği konusunda hiçbir kuşku
taşımıyorduk. Oysa Birlik biçiminde böyle bir örgüt zaten vardı.
Birlik içinde daha önce karşı olduğumuz şeyler, şimdi bizzat Bir­
liğin temsilcileri tarafından hatalı görülüp terk edilmişti, bir reor­
ganizasyon için çalışmaya çağrılıyorduk. Hayır diyebilir miydik?

29 Riazanov, age. s.71

21
10
Muhakkak ki diyemezdik. Birliğe bu şek.ilde girdik."
Bu gelişmenin tesadüfen ve kişisel ilişkiler sayesinde olduğu
sanılmamalı. Örgütün önderleri, hem üyelerinin düşüncelerini
bir potada toplayıp, ortak bir siyasal belgeye ulaşmayı hedefli­
yorlardı; hem de örgütün dışında bulunan komünistleri de bu
sürece katılmaya ikna etme niyetindeydiler. Tam da bu amaçla,
o zamana kadar örgüt üyesi olmayan Marx: ve arkadaşlarının,
bu kongreye katılmalarını sağlama doğrultusunda düzenleme
yapan bir karar alındı. Engels'in •orta sıklet bir herkülıı diye
tarif ettiği Joseph Moll da bu iş için görevlendirilmişti; görevini
başarıyla tamamladı.
Bununla birlikte bu ikna süreci tek yanlı bir girişimin so­
nucu değildi. Moll, 1847 yılı başında Marx'ı ikna etmek üzere
Brüksel'e geldiğinde, yalnızca Adiller Birliği'ni temsilen orada
bulunmuyordu. O aynı zamanda Marx: ve arkadaşlarının bir yıl
önce Brüksel'de kurdukları ve Londra ve Paris'te de şubeleri
bulunan •Komünist Yazışma Komitesimin Londra şubesinde
yer alıyordu; Schapper ve Bauer de öyle! Joseph Moll Brüksel'e
geldiğinde, hem bu şubenin faaliyetleri hakkında bir rapor ilet­
mek hem de Adiller Birliği'nin önerisini sunmak üzere orada
bulunuyordu.11
Her ne kadar Marx, parasızlık nedeniyle fiilen katılamadıysa
da, onu da temsil eden •Lupus=Kurt» lakaplı Wilhelm Wolf,32
Brüksel'den ; Paris'tekileri temsilen de Engels, 2-7 Haziran
tarihlerinde toplanan kongrede yer aldılar. Bu, o zaman adı
öyle konmamış olsa bile, tarihin ilk enternasyonalinin kuruluş
kongresiydi; aynı zamanda da bir •birlik kongresi» idi. Sadece
Marx, Engels ve arkadaşları değil, İngiltere'deki çartistlerin bir
kısmı ve başka ülkelerden devrimciler de bu kongrede buluştu­
lar ve tarihin ilk enternasyonal komünist örgütünü oluşturdu-

30 Engels, age. s. 17- ı 9


3 ı Bkz. Riazanov, age. s. 70
32 Brüksel'deki demek içinde Marx ile birlikte çalışmaya başlayıp, bu işbirliğini İn­
giltere'deki erken ölümüne kadar sadakatle sürdüren Wolf, Marx'ın Kapital'in Bi­
rinci cildini ithaf ettiği bir yoldaşıdır ve Marx'ın birine ithaf ettiği tek kitap bu­
dur.

22
lar.33 Hiç kuşkusuz bu gelişmelerin ardında Engels'in sevgilisi
İrlandalı tekstil işçisi Mary Bums'ün katkısı da göz ardı edil­
memeli. Kendisi okur yazar olmayan Bums Komünistler Birliği
ile Engels, Marx ve yoldaşlannın temas edip buluşmasını sağ­
lamada başlı başına bir rol oynadı.
Komünistler Birliği'nin ilk yönetici komitesinin Haziran
1 847 Kongresi hakkında örgüte sunduğu rapor, örgütün çapı
ve işleyişi ile ilgili ilginç aynntılan yansıttığı gibi, örgütün is­
minin neden ve nasıl Komünistler Birliği olduğunu da açıkladı.
Bu açıklamada iki ayn gerekçe ileri sürülüyordu. Bunlardan bi­
rincisi, güvenlik ve gizlilikle ilgili bir gerekçeydi. Prusya polisi
tarafından gözaltına alındıktan sonra çözülen ve örgüt hakkın­
da pek çok sırlan açığa çıkaran C. F. Mentel adlı örgüt üyesi
muhbirin yarattığı deşifrasyon koşullannın isim değişikliği için
başlı başına bir gerekçe olduğu savunuldu. «Asıl önemli olam
diye vurgulanarak açıklanan ikinci gerekçe ise, Horlananlar
Birliği'nden koparken belli bir anlamı olmakla birlikte, Adiller
Birliği isminin artık örgütün asıl amaçlannı yansıtmaktan uzak
olduğu hakkındaydı ; bu konuda şunlar söylendi.
"Bu isim artık günümüze uygun değildir ve neyi amaçladığımızı
hiç bir biçimde ifade etmemektedir. Adalet isteyen, yani adalet
diye adlandırdık.lan şeyin peşinde olup da, zorunlu olarak komü­
nist olmayan ne kadar çok insan var! Bizi ayırt eden şey genel
olarak adalet peşinde olmamız değildir; zira herkes kendini böyle
tanımlayabilir; bizi ayırt eden mevcut toplumsal düzene ve özel
mülkiyete karşı olmamız, mülkiyet ortaklığını istememiz, komü­
nist olmamızdır. Dolayısıyla birliğimiz için bir tek uygun isim,
bizim gerçekten kim olduğumuzu bildiren bir tek isim vardı; biz
de onu seçtik. "34
Kongre, Adiller Birliği'nin ismiyle birlikte tüzüğünü de de­
ğiştirdi. 35 2-7 Haziran'daki kongre raporunun ekleri olarak,
33 Komünistler Birliği"nin ilanıyla sonuçlanan bu kongre hakkında bilinenler uzun
zaman Engels'in yazdı.klan çerçevesinde kalmıştı. Ancak J. F. Martens'in evraklan
arasında kongrede seçilen ve tüzüğe göre Merkezi Konsey diye tanımlanan örgütün
yönetici organının kongre hakkında örgüte sunduğu rapor da vardı; bu sayede örgüt
hakkında somut ve aynntılı bilgilere ulaşılmış oldu.
34 Marx Engels Toplu Eserler, c.6, s. 595, Progress Publisher, 1976 Moskova
35 Bu kongrede örgütün genelinde tartışılıp nihai şeklini almak üzere kabul edilen
tüzük metni de 1968 yılına kadar bilinmiyordu ve aynı belgeler arasında bulundu.
"Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin !" şian ilk kez bu metnin başında yer aldı. Komü-

23
örgüt üyelerine benimsenen tüzük metninin yanısıra bir de Ko­
münist Amentü (credo) taslağı gönderilmişti. Engels tarafından
hazırlanıp, Heide (Wilhelm Wolf) ve Kari Schill'in (Schapper)
imzalannı taşıyan bu taslak, birinci kongrede irdelendikten
sonra, aralık ayındaki kongrede son şekli verilmek üzere örgüt
birimlerinde tartışmaya açıldı. Birinci Kongre raporunda bu
konuda şöyle dendi:
"Nihayet Komünist Amentü sorununa gelince. Kongre, Birliğin
ilkelerinin kamuoyuna açıklanmasının büyük önem taşıyan bir
adım olduğunu düşünmektedir. Birkaç yıl, belki de birkaç ay içe­
risinde, zaman aşımına uğrayıp, çoğunluğun düşüncelerini ifade
etmekten çıkan bir amentü, uygun bir amentü ne kadar yararlı
olacaksa o kadar zararlı olacaktır; bu nedenle bu adım özel bir
itina göstererek ve aceleye getirmeksizin atılmalıdır. Bu konuda,
tıpkı Birliğin yayın organı sorununda olduğu gibi, Kongre, ni­
hai karar verecek tarzda hareket edemez ; sadece kurucu bir rol
üstlenmelidir; yeniden uyanmakta olan Birlik hayatına, amentü
planının tartışılması sayesinde yeni bir gıda sunmak gerektiğinin
bilincindeyiz. Böylece Kongre bu planın bir taslağını çıkartıp, bu
taslağı komünlerin36 tartışmasına sunmaya karar verdi; öyle ki
itiraz ve ek önergeler formüle edilip Merkezi Konseye ulaştırıla­
bilsin. Bu plan ektedir. Bu planın komünler tarafından ciddi ve
doyurucu biçimde değerlendirilmesini tavsiye ediyoruz. "37

Komünist Manifesto'nun Doğuşu


Komünistler Birliği'nin 1847 Haziran'ındaki birinci kongresi
hem tüzüğün, hem de •Komünist Amentü• diye adlandınlan ilke­
ler metninin değerlendirilip karara bağlanacağı ikinci bir kongre
için 29 Kasım tarihini saptamıştı. Bunun yanısıra, bu kongreden
önce örgütün merkezi bir yayın organının çıkanlması da karar­
laştınlmıştı. Söz konusu yayın 1 847 yılının Eylül ayında, Kom­
münistische Zeitung (Komünist Gazete) adıyla yayınlandı. Bu,
başlık altında •Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin!• şiarının yer aldı­
ğı ilk gazeteydi; ne yazık ki tek bir sayı ile kaldı, sürdürülemedi.
nistler Birliği Tüzüğü olarak bilinen ve elinizdeki kitabın içinde yer alan tüzük ise
3 1 Kasım-8 Aralık 1 847"de toplanan ikinci kongrede benimsenen tüzüktür; bu tü­
zükteki değişiklikler yeri geldikçe belirtilmiştir
36 Komün örgütün tüzüğüne göre bugün hücre diyebileceğimiz birimlere o zaman
verilen addı.
37 Marx Engels T.E,c.6, s. 597-598, Progress Publisher, 1976 Moskova
24
Bu gazetedeki yazıların hemen hemen hepsinin, Karı Schapper
tarafından kaleme alındığı tahmin edilmektedir.
Bu arada, yayına pek bir katkısı olmamakla birlikte, Lond­
ra'da.ki komün içinde bu tartışmalara katılan Engels, birinci
kongrede benimsenen taslağı geliştirerek, •Komünizmin İlke­
leri11 diye bilinen metin haline getirdi. 23 Kasım 1 847'de, bu
metinle birlikte Marx'a gönderdiği bir mektupta Engels, metne
Komünist Manifesto adını vermenin daha uygun olacağını söy­
ledi:
" İman Yemini taslağını (Bkz. ekteki metin) biraz düşün. Amen­
tü biçimini bir yana bırakıp buna Komünist Manifesto demenin
daha iyi olacağını düşünüyorum. Bu metinde az çok tarih an­
latmak gerektiğinden, elimizdeki biçim hiç uygun değil (nite­
kim Manifesto'nun nihai metninde böyle bir tarihsel giriş yer
almaktadır-OD). Yaptı.klanını getireceğim (Ekteki •Komünizmin
İlkeleri• metni kastediliyor-OD); basit anlatılmış, ama aceleyle ve
çok kötü kaleme alınmış.

Komünizm nedir? ile başlıyorum; sonra proletarya geliyor -olu­


şum tarihi, önceki çalışanlardan farkı, burjuvazi ve proletarya ara­
sındaki karşıtlığın gelişimi, bunalımlan, sonuçlan. (Manifesto'nun
özellikle •Proleterler ve Komünistler» bölümü farklı bir üslupla da
olsa Engels'in bu notlannı içermektedir- OD)" 39
Manifesto'nun son haline ve •Kutsal Aile• ile •Felsefenin
Sefaletiıtnin yanısıra, Marx'ın Manifesto için hazırlanırken tut­
tuğu el yazısı notlara bakılırsa,19 Brüksel komününde yer alan
ve tartışmalara burada katılan Marx'ın, o sıralarda daha çok
varolan farklı sosyalist akımların değerlendirilmesi ve komü­
nistlerin bunlarla programatik ayrım çizgilerinin çekilmesi ko­
nusuna yoğunlaşmış olduğu anlaşılıyor. Ama, sonradan Komü­
nist Parti Manifestosu adını alacak olan metin için çalışanların
yalnız Marx ve Engels olduğu sanılmamalı.
Komünistler Birliği yönetici komitesinin örgüte sunduğu 14
Eylül 1 847 tarihli rapora bakılırsa, Komünistler Birliği'nin he­
men hemen bütün birimleri, Birinci Kongre'de alınan kararlar
38 Engels, Komünistler Birliği'nin Tarihi Üzerine; Köln Davası Üzerine Açıklamalar
derlemesi içinde, Ana Yayınlan, İstanbul 1977
39 ME Toplu Eserler, c. 6 s. 577

25
doğrultusunda «Komünist Amentü taslağı11 üzerinde hummalı
bir tartışma içindeydi. Söz konusu raporda yer alan şu satırlar
bu çalışmaya tanık:
"Kongrenin sona ermesiyle birlikte Kongre raporunu, yeni tüzüğü,
Komünist Amentü'yü, Merkezi Konsey'in bir mektubuyla birlik­
te İsviçre, Fransa, Almanya, Belçika ve İsveç'te komünlerimizin
bulunduğu on kente gönderdik. Aynca Londra'dan iki yetkili
kuryeyi Amerika'ya, birini Norveç'e, birini Almanya'ya, birini de
Hollanda'ya gönderdik. Bunlann hepsi Merkezi Konsey'e gittikleri
yerde yeni komünleri kurup, bizimle ilişkiye geçmelerini sağla­
mak için ellerinden geleni yapacaklannı bildirdiler.

Her şeyden önce Leipzig'deki komünün bütün üyeleri Amentü'nün


daha bilimsel ve bütün toplumsal sınıflara hitap edecek bir dil­
le yazılması gerektiğine inanmaktadır. Onlar metnin neredeyse
tamamen baştan aşağı yazılmasını talep ediyor ve gerekçelerini
bildiriyorlar. Bir dahaki Kongre'de tartışılmak üzere düşündükleri
değişiklikleri sunacağız. Merkezi Konsey bu mektupta dile geti­
rilen hususlann büyük bir çoğunluğuyla hem fikirdir. .. Lyon'dan
Birlik üyelerinin çalışmalanmızla ilgili hiçbir gayret göstermeyip
Amentü'yü tartıştıklannı bildiren bir mektup aldık. Lyon çevresi,
üyelik koşullanyla ilgili yedinci kısım hariç yeni tüzüğü tamamen
destekliyor...

Paris'ten gelen haberlere göre, tüzük orada oy birliğiyle destek­


lenmektedir; Amentü değişik komünlerde tartışılmakta ve üye sa­
yısı hatın sayılır biçimde artmaktadır.

Belçika'da gelişmeler iyidir. Kongre'den beri bu ülkede iki çevre


kurulmuştur. Liege'de kurulanla henüz doğrudan ilişki kurmuş de­
ğiliz, ama her an mektup bekliyoruz ...

Brüksel çevresi, Prusya Ren bölgesindekilerle temas halinde ve


çok gayretle çalışıyor...

Tüzük Brüksel'de benimsendi ; ileriki Kongre'de tartışılmak üzere


iki değişiklik önerisi sundular... Komünist Amentü'ye gelince, pek
çok önemli değişiklik önerisi getiriyorlar, ki bunlan Kongre'nin
tartışmasına sunacağız ...

Yeni tüzük Londra'da oy birliğiyle benimsendi ve Amentü üzerine


canlı bir tartışma bütün komünlerde sürüyor. Yerel Çevre Otorite­
si, ek ve değişiklik önerilerini tartışmalar sona erince gönderecek.

26
İkinci Kongre, yalnız bir Komünist Amentü'yü belirleyeceği için
değil, Birliğin nihai örgütlenmesini kesinleştireceği ve propa­
ganda çalışmamızın gelecekteki aracı olarak bir yayın organını
oluşturacağı için önem taşımaktadır. Bu nedenle mümkün olduğu
kadar çok delegenin kongreye katılımının sağlanması büyük bir
önem taşıyor.

Kardeşler! Bunun için üzerinize düşen yükümlülükleri yerine


getirmek için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacağınızı umanz...
Kongre raporuna kesin yanıtlannı göndermeyen bütün çevre ve
komünler bu ödevlerini gecikmeksizin yerine getirmelidir...

Merkezi Konsey adına, Kari Schapper, Heinrich Bauer, Joseph


Moll" 40
Bu raporun aynntılanna bakıldığında, en güçlü örgütün,
hem Engels'in, hem de Adiller Birliğinin belli başlı önder kad­
rolannın içinde yer aldığı Londra şubesi olduğu anlaşılıyor.
Marx ve sonradan W. Wolf ise, Brüksel şubesinde yer almak­
taydılar; bu örgütün de verimli bir çalışma yürütüp etkisini
başka bölgelere (örneğin Liege) yaymaya başladığı anlaşılıyor.
Buna karşılık, Paris şubesinin, Manifesto'da «Reel Sosyalizm»
diye tanımlanan akımın önderlerinden Kari Grün4ı ve taraftar­
lannın yıpratıcı etkisi nedeniyle; Berlin şubesinin polis baskısı
nedeniyle; İsviçre'deki şubelerin ise hem polis hem de Weit­
ling taraftarlannın etkisiyle zayıflamış olduğu anlaşılmaktadır.
Aynı rapordan anlaşıldığına göre, örgüt ciddi bir para sıkıntısı
içindedir; ve yayınlamasına karar verilen gazetenin çıkıp çık­
mayacağı, bu sorunun çözülmesine kilitlenmiş bulunmaktadır.
Sonuç olarak, gazetenin ilk sayısı yayınlandığı gibi, Komünist­
ler Birliği'nin ikinci kongresi de planlandığı üzere 29 Kasım
günü Londra'da toplandı; 7 Aralık tarihine kadar sürdü. Bu kez
Marx da kongreye katılmıştı.
Marx, Kasım-Aralık 1 847'deki kongrede Komünist Manifes­
to olması beklenen nihai metni kaleme almakla görevlendiril-
40 ME, Toplu Eserler, c.6, s. 602-615, Progress Publisher, 1976 Moskova
41 Kari Grün, Etienne Cabet ve Charles Fourrier gibi ütopyacı sosyalistlerden ve kıs­
men Proudhon'dan esinlenmiş hümanist, duygusal ve ahlakçı bir sosyalizmi savunan
bir alman sosyalistidir. 1 845 yılında AdilleıiAdiller) Birliğinin destekleyip finanse et­
tiği •Geleceğin Yaprak.lan• adlı bir yayını Fransa'da yayınlamıştı.

27
di. Bütün bir sürecin birik.imlerini yansıtan notlarla Belçika'ya
döndü. Ama çerçevesi önceden tartışılmış ve taslakları ortaya
çıkmış olduğu halde, metnin son halini alması beklenenden ve
istenenden uzun sürdü. 1 847'nin Aralık ayından itibaren işe
koyulan Marx, 1 848 Ocak ayı sona ererken hala son noktayı
koyamamıştı. Oysa Manifesto'nun metnine de yansımış olduğu
gibi, Avrupa, yaklaşan bir devrim dalgasına gebeydi. Komü­
nistler Birliği de bu sürece müdahale etmek üzere, özellikle Al­
manya'dak.i mayalanmaya gözlerini dikmiş bulunuyordu.
Komünistler Birliği'nin kuruluşundan beri gündemde olan
komünistlerin kimliğini ve amaçlarını açıklama görevi, yakla­
şan devrimin ayak sesleri ile her geçen gün ivedileşmekteydi.
Londra'dak.i yönetici komite bu basıncın da etkisiyle şu sözleri
içeren bir mektubu Marx'a ulaştırılmak üzere 24 Ocak 1 848
tarihinde Belçika'ya gönderdi:
" Merkez Komitesi, Brüksel'deki bölge komitesine geçen kongre­
de hazırlamayı üstlendiği Komünist Parti Manifestosunu t Şubat
Çarşamba gününe kadar Londra'ya iletmezse, kendisine karşı bir­
çok yaptırımlar uygulanacağını yurttaş Marx'a bildirmenizi em­
reder. Yurttaş Marx'ın Manifesto'yu yazmaması halinde, Merkez
Komitesi kendisine teslim edilen belgelerin derhal iade edilmesini
talep eder.

(Komünistler Birliği) Merkezi Konseyi talimatıyla ve onun


adına,Schapper, Bauer, Moll 26 Ocak 1 848"42
Komünist Manifesto, bu hiddetli mektubu izleyen günlerde
Marx'ın Londra'daki merkeze ilettiği ve 1 848 Şubat ayı son­
larına doğru aynı yerde Almanca olarak basılan 23 sayfalık
büyük boy kitapçık biçiminde doğdu.
Yeşil zemin baskılı karton kapağın üzerinde Almanca, «Ko­
münist Parti Manifestosu; Şubat 1 848'de yayınlanmıştır; J. F.
Burkhard'ın «İşçiler İçin Eğitim Derneğiı ofisinde basılmıştır;
46 Liverpool Street Bishopsgate Londra• yazıyor, tam orta ye­
rinde de «Bütün ülkelerin İşçileri Birleşin!• şiarı bulunuyordu.

42 Aktaran Riazanov, age. s.75

28
Komünist Manifesto'nun
il.
Anlam ve Önemi, Giderilen ve
Giderilemeyen Eksikleri

Komünist Parti Manifestosu Marx ve Engels'in belirleyici


katkılan olmakla beraber, Komünistler Birliği'nin militanlannın
ortak çabalannın ürünü sayılmalıdır. Bir anlamda da uzunca
bir tarihsel birikimin özetidir. Bu bakımdan Marksizm'in temel
tezlerinin ortaya konduğu bir referans olarak kabul edilmelidir.
Bunun yanısıra bugüne kadar olduğu gibi, teorik bir ilgi ve
araştırma konusu olmaya devam edeceği kesindir.
Çünkü bundan daha önemlisi Komünist Parti Manifesto­
su o vakit ve Blankist hareketin gelişmesinden beri, özellikle
proletaryayla ilişkili militanlar arasında dillerde dolaşmaya
başlayan «komünist» kimliğinin neyi ifade ettiğini ilk kez tarif
edip sınıfsız toplum hakkındaki muhtelif ütopyacı ve burjuva
akımlarla aynın çizgilerini net bir biçimde çizer.
Bu bakımdan Komünist Parti Manifestosu öncelikle işçi ha­
reketi içindeki farklı akımlarla komünist devrimcilerin aynın
çizgilerini çekmek ve komünistlerin bağımsız örgütlenmesinin
siyasal ve ilkesel temellerini ortaya koymak üzere yayınlan­
mıştır; hala da öyle ele alınması gerekir. Aksi takdirde bir tarihi
belge olarak raflarda tozlanıp kalması kaçınılmaz hale gelir.
Revizyonistlerin dileği budur; revizyonist olmasalar da
Manifesto'ya ben zer biçimde yaklaşanlann aynı kapıya çık­
ması da kuvvetle muhtemeldir. Her ne kadar onu benimsediğini
iddia edenlerin bir çoğu böyle bakıyor olsa da komünist dev­
rimciler öyle yapmamalıdır.
Komünist Parti Manifestosu'nun geçmişte kaldığını ve so­
mut koşullara uyarlanarak ele alınması gerektiğini düşünüp
savunanlar aynı zamanda komünist devrim davasından uzak­
laşma eğiliminde olanlardır. Bu gayet tabiidir zira burjuva

29
toplumunun ve kapitalist üretim ilişkilerinin bir devrime hacet
kalmadan esaslı bir dönüşüme uğradığı saptamasından hareket
ederler. Manifestonun pabucunun dama atılmasını bu varsayı­
ma dayandırırlar.
Adı revizyonizm ile birlikte anılan Bemstein'ın ilk adımı
da bu yönde oldu. O, küçük burjuvazinin akıbeti hakkında
Manifesto'da söylenenlerin doğru çıkmadığını, yeni ve ge­
niş bir orta sınıfın peydah olduğunu, burjuva toplumunun
Manifesto'nun yayınlanmasından beri değişime uğradığını ve
bir devrime gerek kalmadan dönüştürülebileceğini ileri sür­
müştü.
Bu bakış açısı sadece bir metnin eksik ve yanlışlarını sap­
tayıp onları düzeltme gayretini ifade etmekle kalmaz. Bu
yönelişi benimseyip önerenler genellikle ve esasen kapitalist
üretim ilişkileriyle burjuva toplumunun temel niteliklerinin
değiştiğini düşünenler arasından çıkar. Böylece Komünist Parti
Manifestosu'nun öngörü ve saptamalarında düzeltmeler yapma
iddiasıyla sahte bir hüsnüniyet maskesinin ardına saklanırlar.
Bu tutum ekseri «dogmatik olmama,. gerekçesi ve sözümona
«hassasiyetiyle,. ve bir meşruiyet arayışıyla el ele gider. Ama
bu esasen Komünist Parti Manifestosunun mahiyetinin anlaşıl­
madığına delalet eder. Komünizm hareketinin evrensel anlam
ve kıymetinin idrak edilmediğini anlatır. Adeta yerel ve kısmi
sorunlar hakkında bir konjonktüre! program metni gibi anla­
şılmasına yol açar.
Oysa Komünist Parti Manifestosu bir heyula gibi tasvir edi­
len komünist devrim hareketinin evrensel anlam ve mahiyeti­
nin ilk somut tasviri ve tarifidir; ilk cümlesinden itibaren bunu
anlatır zaten. Kalkış noktası da •burjuvazinin kendi suretinde
bir dünya yaratmış olmasıdm. Bir başka deyişle Manifesto'nun
saptama ve perspektifleri sermaye düzeni yıkılıncaya kadar
değişmeyecek temellere dayanır. Komünist kimliğini benimse­
yenlerin kalkış noktası ve ilk referansı oluşu manifestonun bu
evrensel ve dünya-tarihsel mahiyetinden ileri gelir.
Yine de •O günden bugüne değiştirilmesi, geliştirilmesi ge-

30
reken bir yanı yok mu?• sorusunu soranlar az değildir. Bunlar
değiştirilmesi düzeltilmesi gerekenin Komünist Parti Manifes­
tosu değil onun nesne edindiği dünya gerçekliği olduğunu an­
lamamış olanlardır. Yani Feuerbach üzerine ünlü tezlerin on
birincisinde söyleneni anlamamış olan •acemi feylesoflandır:
"Filozoflar dünyayı değişik biçimlerde yorumlamaktan ileri git­
mediler, halbuki iş onu dönüştürmekte/değiştirmektedir."
Gerçekten de değiştirilmesi dönüştürülmesi gereken ser­
mayenin egemen olduğu dünyadır. Komünist Parti Manifes­
tosu da bu zarurete işaret eden ilk parti programıdır. Felsefe
meraklılanna değil, bu gerçeklik değişmeden Komünist Parti
Manifestosu'nun değişmesi gerektiğini öne sürenler ise (en başta
Bemstein olmak üzere) burjuva toplumu gerçekliğinin bir deği­
şim gösterdiğinden hareketle Komünist Parti Manifestosu'nun
hedef ve öngörülerinde bir düzeltme yapmak gerektiğini öne
sürerek söze başlar.
Öte yandan Komünist Manifesto, herhangi bir zamanda de­
ğil, 1 848 Şubatında, somut bir devrim dalgasının arifesinde, bu
devrime önderlik etmek üzere kurulan bir örgütün programı
olarak benimsendi. Bu bakımdan bir amentü değil manifesto
olarak ele alınmış olması da küçük bir aynntı değildir. Yani
bir partinin programı, eylem kılavuzu olmasıdır. Sınıflı top­
lumlann sonuncusunu yıkıp komünist bir dünya kurulmasının
yolunu açmak üzere yola çıkanlara yol gösteren bir kılavuz
olmasıdır. Komünist Manifesto'nun bağımsız bir devrimci
örgütün siyasal programı olduğunu öne çıkaran bu vurguyu
küçümseme tutumuyla, Komünist Manifesto'dan günümüze
ulaşması gereken kızıl ipin elden kaçmlması arasında kopmaz
bir bağ vardır.
Komünist Parti Manifestosu yaklaşan 1 848 devrim dalgası­
na müdahale etme amacıyla hareket eden bir örgütün yapması
gereken ve yapacağı işleri ortaya koyar. Bilhassa gelişmiş bir
proletarya hareketinin damga vurduğu koşullarda gerçekleş­
mekte olan gecikmiş bir burjuva devrimini proleter devrimiyle

31
aşma perspektifini içerir. Soyut bir amentü olmayışı ve gerek
Neçayev'in gerekse de Bakunin'in ilmihallerinden farklı oluşu
da bundandır. Engels'in yazdığı türden bir ıamentü=credo11den
farkı da buradadır. Weitling'in •İnsanlık Nedir; Ne olmalıdır?11
43başlıklı taslağı ise Komünist Birlik yöneticileri tarafından
tatminkar bulunmamıştı. O sıralarda Marx ve Engels tarafından
yazılıp yayınlanan Bauer eleştirisi •Kutsal Aile11 ve Proudhon'la
polemik olan •Felsefenin Sefaletill ise dikkat çekmişti. Bunun
üzerine Marx ve Engels Komünist Birlik yöneticileri tarafın­
dan çağrılarak gündemdeki kongrede yer almaları istendi ve
o kongrede örgütün programı olmak üzere eldeki taslaklardan
ve örgütün birimlerindeki tartışmaların ışığında bir manifesto
yazmak üzere Marx görevlendirildi.
Komünist Parti Manifestosu'nun muhtemel alman devrimi­
ne komünistlerin nasıl ve ne yönde müdahale etmesi gerektiği
somutluğu ile sona ermesi de rastgele bir ayrıntı değildir. Ar­
kasında bu devrimde komünist devrimciliği somutlamak üze­
re yer alıp bir kısmı da hayatlarını verecek olan devrimcilerin
durduğunu da anlatır.

Komünist Manifesto'nun Çektiği Ayrım Çizgileri Hala


Canlılığını Korumaktadır
Bu açıdan bakıldığında, Manifesto'nun birçokları tarafından
•artık eskidi11 diye küçümsenen kimi boyutları ve Manifesto'nun
altı pek çizilmeyen kimi eksiklikleri önem kazanır. Komünist
Parti Manifestosu'nun eksiklerini tamamlayabilmek için ev­
vela ona bağımsız gözlemcilerin herhangi bir kitaba baktığı
gibi yaklaşmayıp bu manifestoyu bir eylem kılavuzu olarak
kuşanmak gerekir. Uğrunda hayatını ortaya koyan devrimcile­
rin arkasında duracağı bir siyasal program olarak ele alınması
şarttır. Eksik ve yanlışları ancak böyle, onu bir eylem kılavuzu
olarak benimseyenlerin pratik faaliyeti içinde ortaya çıkar ve
aynı pratik içinde düzeltilip tamamlanabilir.
Manifesto'nun en çok eskimiş kabul edilen yanı, kendi dı­
şındaki ve kendinden önceki sosyalist akımlara ilişkin eleşti-
32 43 Weitling'in bu taslağından bazı bölümler bu kitabın eklerinde yer almaktadır.
rilerin yer aldığı Üçüncü Bölümüdür. Oysa Marx ve Engels'in
Manifesto'ya birlikte yazdıktan ilk Önsöz'de ( 1 872-Almanca),
bu bölümün eskimiş ve gereksiz olduğu değil, «yetersiz kaldı­
ğı• söylendi. «Eskimiş olduğu• söylenen ise Dördüncü Bölüm,
yani «Komünistlerin Diğer Muhalefet Partileri Karşısındaki
Konumuma ilişkin bölümdü. Çünkü bu önsöz kaleme alınırken
orada işaret edilen akımlann bazılan o zaman bile artık mevcut
değildi.
Elhak o günden beri Marx ve Engels'in yetersiz bulduktan
bölümün zenginleştirilmesini ifade edecek bir dizi yeni akım
belirip yok oldu. Ama örneğin «burjuva sosyalizmi•ni temsil
edenlerin hala kol gezdiği bir gerçektir.
O güne kadarki türlü sosyalizm akımlannın tanımlanma­
sının ve eleştirisinin Komünist Manifesto'da başlı başına bir
bölümde ele alınması, Komünistler Birliği'nin, ayn bir siyasi
akım olarak rüştünü ve meşruiyetini ispat edişi sayılmalıdır. Bu
bakımdan Komünistler Birliği'nin kuruluşu ve Manifesto'nun
kabulü, daha önceki sosyalizm akımlarıyla aynşmanın bir dö­
nüm noktasıydı.
Bununla birlikte Manifesto'nun en çok dikkat gösterilmesi
gereken cümlelerinden biri, tam da bu yönünü gölgeleyici bir
içerik taşır; değiştirilmesi/düzeltilmesi gereken bir cümle varsa
o da budur:
"Komünistler diğer işçi sınıfı partilerinin karşısına dikilen ayn bir
parti oluşturmazlar. "44
Halbuki, gerçekte durum bunun tam tersi olduğu gibi, bütün
bir Üçüncü Bölüm de bunu göstermektedir. Bu bölüm boyun­
ca, Manifesto titiz bir biçimde kendisinden önceki sosyalist
akımlarla arasındaki aynmları tarif etmekte ve bunlara karşı
tutumunu belirtmektedir. Üstelik bunu yaparken, daha çok bu
akımların toplumsal/tarihsel temellerinden hareket ettiği için,
bu maddi temellerin söz konusu olduğu her durumda geçerli
44 Lenin'in •Ne Yapmalı?ıda tam tersi bir vurgu yaptığı malumdur. Orada devrimci
parti kendini işçi sınıfının kitlesi de dahil kitleden ve diğer akımlardan net çizgilerle
ayıran bir profesyonel devrimciler örgütü olarak tanımlanır. Bu bakımdan bu yakla­
şım Manifestonun düzeltilmesini de ifade eden bir katkı olarak görülmelidir.

33
bir değerlendirme ve eleştirinin dayanaklarını sunmaktadır.
Bugün bu bölüme ilişkin olarak yapılması gereken, olsa olsa
burada ele alınan anlayışların şimdi hangi kisvelere bürünmüş
olarak varlık gösterdiklerini ortaya koymak ve yüz yetmiş kü­
sur yıl içinde beliren yeni akımları bunlara ilave etmek olma­
lıdır.
Kaldı ki burada tasvir edilen akımlar, somut birer akım ola­
rak çoktan mazide kalmış olsalar da, onların ete kemiğe bü­
ründürdüğü anlayışlar sanıldığı gibi bu uzak geçmişte kalmış
değildir. Bunların pek çok özelliğini paylaşan ve aynı kökler­
den beslenen akımlar, değişik kisveler altında hala varlıklarını
sürdürmektedir; hatta çoğunlukla Marksizm kılığına bürün­
müş olarak...Öyle ki, bugün Komünist Parti Manifestosu'na
sahip çıkma iddiasında bulunanların pek çoğunun soyağacı
Manifesto'ya ancak orada eleştirilen sosyalizm akımları başlığı
üzerinden bağlanabilir.
Dolayısıyla, Manifesto'da eleştiri konusu yapılan anlayışlar
hakkındaki saptamalar da hala canlılığını korumaktadır. Sırf
bu gerçek bile Komünist Parti Manifestosu'nun hala geçerli
ve canlı olduğuna delalet eder. Bunun nedeni de onu kaleme
alanların kerametinden değil, ele alınan konunun ve gözetilen
hedefin hala geçerli olmasından ileri gelir.
Bunun için de komünistlerin diğer işçi sınıfı partilerinden
kendilerini kalın çizgilerle ayırıp onların karşısına dikilmeleri
gerektiği söylenerek Komünist Parti Manifestosu'nun bu hatası
düzeltilmelidir. Nitekim •Ne Yapmalı?11yı kılavuz edinen Bol­
şevikler bu düzeltmeyi sadece lafta değil pratik olarak yapmış
ve Manifesto 'nun gösterdiği hedefe ilk erişen devrimciler olma
onurunu bu sayede elde etmişlerdir.
Ama elbette Komünist Parti Manifestosu sadece başka akım­
larla aynın çizgilerini çekmek için yayınlanmadı. Esas olarak
Komünistler Birliği'nin yaklaşan devrim dalgasına müdahale
etmesini sağlamak amacıyla tasarlanmıştı; zaten aynın çizgile­
ri bu amaçla çekildiğinde politik bir anlam kazanır. Ne var ki,
1 848 devrim dalgasının ilk kıvılcımın parlamasından az önce

34
yayınlanmış olması, Manifesto 'nun bu sürece müdahale etme­
ye elverişli bir araç olmasına yetmezdi; yetmedi de.
Komünist Parti Manifestosu, 1 848 devrimlerine yol açan di­
namiklerin ve bu devrimlerin hangi yönde gelişmesi gerektiği­
nin önceden ortaya konduğu bir öngörü abidesi olarak dikkat
çekti ve bu yönüyle o günden bu yana didik didik incelendi.
Zaten Komünistler Birliği'nin ayırt edici iddialarından biri de
buydu:
"Teorik bakımdan, proletarya hareketinin koşullannı, ilerleyişini
ve nihai amaçlannı berrak biçimde kavramış olmalan sayesinde
komünistler, proletaryanın geri kalan kısmına kıyasla bir üstünlü­
ğe sahiptirler." (Proleterler ve Komünistler bölümü)
Belki de bu nedenle, marksistler arasında devrimci teoriyi
adeta falcılık gibi algılanan bir öngörü aracına indirgeyen eği­
limler, o gün bu gündür eksik olmamıştır. Manifesto'nun öngö­
rülerinin doğrulanıp doğrulanmadığı hakkında bitip tükenmez
teorik tartışmaların pek çoğu bu yaklaşımla yapılmakta; aynın
çizgileri buna göre çekilmeye çalışılmaktadır. Oysa Komünist
Parti Manifestosu'nun iddiası bundan ibaret değildi; ve ona
siyasal bir işlev ve karakter veren yanı da bu teorik üstünlük
noktasında aranmamalıdır. Komünist Manifesto'nun asıl poli­
tik iddiası, 1 848 devrimleri sınavında doğrulanmadı; o günden
beri de nadiren doğrulanmaktadır:
" ... komünistler pratik bakımdan, bütün ülkelerin işçi partileri ara­
sında en kararlı, diğerlerinin başını çeken kesimi oluştururlar"
(Komünist Manifesto, Proleterler ve Komünistler bölümü)
1 848 devrim dalgası içinde Komünistler Birliği öngördüğü
bu gelişmeler içinde, iddia ettiği gibi, işçi hareketini «pratik­
te11 harekete geçiren, ileri çeken bir öncü rolü oynayamadı.
Bu rolü Komünist Parti Manifestosu'nu kılavuz edinerek Ekim
Devrimine önderlik eden Bolşevikler layıkıyla yerine getirdi.
Komünist Manifesto'nun yayınlanışından yüz yetmiş küsur yıl
sonra onun izinden gitme iddiasında olan komünistlerin hala
bu iddiayı gerçekleştirme ödeviyle yüz yüze bulunması ise ha­
zin bir olgudur.

35
Belki de Manifesto'nun bir siyasal program değil, bir teo­
rik öngörü metni olarak inceleme konusu edilmesinin ardında
yatan etkenlerin başlıcası burada yani bir bakıma pratikteki
bir başarısızlık yüzündendir. Bunun temel nedeni ise bir prog­
ram metni olarak Komünist Parti Manifestosunun herhangi bir
kusurundan veya yanlış öngörüsünden değil onun arkasında
duran örgütün kusurlarından ileri gelir. Bir başka deyişle Ma­
nifestonun ardındaki devrimcileri aşmak için onun izinden gi­
den bolşevikleri kılavuz edinmekle başlamak gerek.

Komünist Manifesto'nun Devrim Öngörüsü

Yanılgı Değildi
Komünist Manifesto 'nun sonlarında, dikkatleri Almanya
üzerinde yoğunlaştırma gereği vurgulanıyordu. Ama bunun
Komünistler Birliği'nin kuruluşuna önderlik edenlerin ve
Manifesto'nun yazarlarının Alman oluşuyla ilgili olduğu sanıl­
mamalı. Aksine Almanya'daki durumun öngörüsü, genel ola­
rak Avrupa'daki bir devrimin (ki bu o zaman dünya devrimine
eş anlamlı olarak anlaşılmaktaydı) başlangıç noktası olarak ele
alınmıştır. Komünist Manifesto'da yakın bir devrim olasılığı
Almanya'da görülmekte ve bu devrimin proletaryanın siyasal
iktidarı ele geçirmesi yönünde bir fırsata dönüştürülmesinin
imkanlarına dikkat çekilir.
Bu husus Manifesto'da şu biçimde ifade buldu:
"Komünistler dikkatlerini en çok Almanya·ya çevirmiştir. Çün­
kü bu ülke, On yedinci Yüzyıl'da İngiltere'dekinden, On sekizinci
yüzyılda Fransa'dakinden daha gelişkin bir Avrupa uygarlığı ko­
şullannda çok daha gelişmiş bir proletarya ile yapılmak zorunda
olan bir burjuva devrimi arifesindedir. Çünkü Almanya'daki bur­
juva devrimi, onu hemen izleyecek bir proleter devriminin baş­
langıcı olacaktır."
Sadece bu kadar da değil; Manifesto aynı zamanda Alman­
ya'daki olası devrimde, komünistlerin ve işçi sınıfının, burju­
vazi ve burjuva/küçük burjuva demokratlarına karşı nasıl bir

36
tutum almaları gerektiği konusunda da özel bir vurgu yaptı:
"Fakat (komünistler) burjuvaziyle proletaıya arasındaki şiddetli
karşıt-lığı, işçi sınıfının bilincinde olanca açıklığıyla uyandırmayı
bir an olsun ihmal etmezler; çünkü burjuva rejiminin yaratacağı
toplumsal ve siyasi ko-şullann her biri, ancak bu sayede Alman
işçileri tarafından zaman kaybet-meksizin burjuvaziye karşı bir
silaha dönüştürülebilir; ve Almanya'da gerici sınıfların devrilme­
sinin hemen ardından, burjuvaziye karşı bir savaşın baş-latılması
ancak bu sayede sağlanabilir."
1 848- 1 8 50 devrimler dalgası içinde, bir proleter devriminin
başlangıcı olacak bir devrim ne Almanya'da başarıya ulaştı; ne
de başka yerlerde. Buna bakarak. acaba Manifesto 'nun öngö­
rüsünün ve önerilerinin yanlış çıktığı sonucuna mı varmalı?
Aksine bu öngörüler tastamam doğrulandı. Başlayan burjuva
devriminin burjuvaziye karşı bir devrim olarak sürebilmesi
için, proletaryanın burjuvaziden bağımsız; burjuva ve küçük
burjuva demokratlarına karşı uyanık bir partiye sahip olması
gerektiği düşünülüyordu; bu koşulun eksikliği nedeniyle, dev­
rimin kesintisiz biçimde ilerlemesi sağlanamadı. Al-manya'daki
burjuva devriminin, proletaryanın fiili desteği olmadan ta­
mamlanmasının mümkün olmadığı iddia ediliyordu. Alman
burjuvazisi tek başına bu devrimi tamamlayamayıp, monarşist
bürokrasinin vesayeti altında kaldı.45
Hatta daha önemlisi, Manifesto'nun öngörüleri 70 yıl sonra
( 1 9 1 8'de), ne yazık ki bir kez daha ve tersinden doğrulandı:
Almanya'daki sosyal demokrat önderliğin burjuvaziyle işbirliği
yapıp, bir karşı devrimci güç haline gelmesiyle, Almanya'daki
ilk burjuva demokratik cumhuriyet, ancak 1 9 1 8 'de başlayan
proleter devrimi ezen kanlı bir karşı devrimle kurulabildi.
Bununla birlikte, Komünist Manifesto'nun devrim öngörü­
lerinin yanlış veya erken olduğu sonucuna varanlar hiç ek­
sik olmadı. Engels'in ıFransa'da Sınıf Mücadeleleriıme 1 895'te
yazdığı Önsöz'de söylediklerinin yanlış yorumlanmasıyla, •as­
lında Manifesto'nun yazıldığı dönemde Avrupa'da bile bir pro­
leter devrimine uygun koşullar yoktu; bu koşulların oluşması
45 Bismarck'ın damgasını taşıyan bu süreci Engels •Bugünlerde bütün hükümetler az
çok bonapartist oluyo!'I diye tarif etmişti.

37
için, kapitalist üretim ilişkilerinin iyice serpilmesini, işçi sını­
fının burjuva toplumu içinde örgütlenip, olgunlaşmasını vb.
beklemek gerekin diye özetlenebilecek bir sonuca varanlar az
değildir (örneğin Kautsky bunlardan biri idi).46 Bu yorumu be­
nimseyenler kendi misyonlannı bu yöndeki gelişmelere imkan
sağlayacak burjuva girişimlerine destek olmakla sınırlama eği­
liminde olurlar (Menşevikler gibi).
Bu anlayış bir bakıma İkinci Entemasyonal'in oportünist ve
sınıf uzlaşmacı çizgisinin başlıca mazereti olduğu gibi; sadece
Avrupa'yla sınırlı da kalmamıştır. Rusya'da menşevizm, •pro­
letaryanın tarihsel görevleri için hazırlanmasını sağlayacak
koşullann olgunlaşması için burjuva liberalizminin desteklen­
mesi• tutumunun en çarpıcı örneği olarak şekillenmişti. Hala
dünyanın her köşesinde bu tutumu benimseyip temsil eden pek
çok akım var.
Oysa 1 848 devrimlerinin başansızlığını nesnel koşullann
elverişsizliğine yorduktan sonra, kendi misyonunu bu nesnel
koşullann olgunlaştınlmasına indirgeyerek, komünist siyaseti
bir toplumsal ilerleme stratej isine endeksleyen bakış açısı ve
buna dayanak oluşturan açıklamalar geçerken yapılacak ba­
sit değerlendirmeler değildir. Çünkü bu durumda, en azından
Manifesto'nun bir başka iddiasını gözden geçirme zorunluluğu
vardır.
Eğer 1 848 devrimlerinin akıbetini nesnel koşullar belirle­
diyse; o zaman •komünistler hareketin genel koşullannı ve
gelişme seyrini önceden görme bakımından bir üstünlüğe sa­
hiptin hakkındaki iddiayı gözden geçirmek gerekirdi. Hatta bir
adım daha atarak, durum tam aksini gösterdiği halde, nesnel
koşullann bir devrime gebe olduğunu sanan komünistlerin bu
konuda adeta bir körlük örneği sergiledikleri sonucuna varmak
gerekirdi. Komünist devrimciler tam aksine Komünist Parti
Manifestosu'nun tespit ve öngörülerinin onun arkasında du­
ran örgütün kapasitesini aşan bir isabetle doğrulandığını kabul
eder.
46 Engels'in çarpıtılması

38
Oysa pek yaygın olan hata, hem Manifesto 'yu bir «teorik
öngörü abidesi• olarak kutsayıp; hem de nesnel koşullann
Manifesto'yu yazanlann sandığı yönde ve onlann öngördüğü
gibi gelişmediğini savunmaktan kaynaklanır. Bu çelişkili tu­
tumun ardındaki niyet, Manifesto'nun itibanndan, onun he­
deflerinin tam aksi yönünde yararlanma arayışıdır. Komünist
Manifesto'nun mirasına sahip çıkan komünistlerin önde gelen
ödevlerinden biri bu tür siyasi kalpazanlıklara fırsat verme­
mektir.
Doğrusu, Manifesto'nun öngörüleri isabetli çıkmıştır ve buna
ilişkin değerlendirmeleri gözden geçirmeye, değiştirmeye gerek
yoktur. 1 848'de Almanya'daki gecikmiş burjuva devriminin
bir proleter devriminin başlangıcına dönüşmesi olasılığı vardı.
Daha sonra 1 882 tarihli Rusça ve 1 892 tarihli Lehçe baskılara
yazdığı önsözlerde Engels benzer koşullann bu ülkelerde de
olduğuna işaret etti.
Marx'ın hayatının son yıllannda, Rusya'da kapitalizmin
gelişme aşamalanndan geçmeksizin komünizme giden yola
kapı açacak bir devrim olasılığı üzerinde yoğunlaşmış oluşu
da, 1 848'de Almanya için Manifesto'da öngörülen gelişmenin
Rusya için de geçerli olduğunu düşünmesinden ötürüdür; ve
bu konudaki beklentileri de isabetlidir. Nitekim o zaman değil­
se de Manifesto 'nun yayınlanmasından yaklaşık yanın yüzyıl,
Marx'ın Rusya hakkındaki ilk değerlendirmelerini yapmasın­
dan yaklaşık çeyrek yüzyıl sonra, 1 9 1 7'de bu öngörü doğru­
lanmıştır.
Rusya'da proletarya önderliğinde dünya proleter devriminin
başlangıcı olarak gerçekleşen 1 9 1 7 •Ekim devrimi•, bir bakı­
ma 1 848'deki öngörünün doğrulanmasıydı. 1 9 1 7'de ortaya
çıkan bir başka gerçek 1 848 devrimlerinin aynı sonuca ulaş­
mayışının nesnel koşullann elverişsizliğinden değil, proletarya
önderliğinin hazırlıksızlığından ve hamlığından ötürü olduğu­
dur. Rusya'da Bolşeviklerin başansının asıl sım, nesnel koşul­
lann nihayet elverişli hale gelmiş olması değil, Komünistler
Birliği'nin ve onun ilk izleyicilerinin temel zaafının (yani ör-

39
gütsel plandakinin) Bolşevikler tarafından aşılmış olmasıdır.
Ama bu kadar değil Komünist Parti Manifestosu'nda genel
olarak küçük-burjuvazi başlığı altında adeta kaybolan ve nere­
deyse bir cümlede ge-çen köylülüğün proletaryayla ittifakının
stratejik önemi de hem teorik hem de pratik olarak Bolşevikler
tarafından somutlanmıştır.
Komünist Manifesto'da 1 848 devrimlerinin öngörüsünü or­
taya koyan örgüt, sürekliliğini uzun süre koruyamadıysa da bu
devrimler sırasında ve sonrasında bir değerlendirme yapacak
kadar yaşamıştır. Bu örgütün o devrim deneyiminden çıkarttığı
ilk dersler de Komünist Manifesto'nun kendisi kadar önemlidir
ve hala geçerliliğini korumaktadır.
Avrupa'daki devrim dalgasının yenilgiye uğramasından son­
ra Komünistler Birliği, nesnel koşullann bir proleter devrimi
için elverişsiz olduğu sonucuna varmadı; aksine öznel etkenin
önemini vurgulamayı tercih etti. 1 8 50 Mart ayında iki yıllık
devrim sürecini değerlendirmek amacıyla, tüm örgüte hitaben
yayınlanan genelgede, Manifesto ve başka belgeleri kastede­
rek; cbu belgelerde açıklanan geleceğe ilişkin görüşler tümüyle
gerçekleşti- (abç. OD) dedikten sonra, örgüt saflannda beliren
zaaflara dikkat çekilip örgütün sağlamlaştırılması gereğine işa­
ret edildi:
"Ama aynı zamanda Birliğin ilk zamanlardaki sağlam örgütlen­
mesi adamakıllı gevşemiştir... Sonuç olarak küçük burjuvazinin
partisi Demokratik Parti, her zamankinden daha çok örgütlenir­
ken, İşçi Partisi, yegane sağlam dayanağını kaybetti... Bu duruma
son verilmesi ve işçilerin bağımsızlığının sağlanması zorunlu­
dur.

Merkez Komitesi yeni bir devrimin yaklaştığı, bu nedenle de iş­


çilerin partisinin en örgütlü, en fazla birlik içinde ve en bağımsız
hareket etmesinin gerektiği şu zamanlarda, gizli çalışmanın ke­
sinlikle belirleyici bir rol oynayacağı gerçeğini son derece önemli
bulur."47
Bu genelgenin ardından, Komünistler Birliği önderliği 1 8 50
Haziran'ında tüm örgütlerinin genel durumunu yansıtan, al-

47 Köln Davası Üzerine Açıklamalar derlemesi, s. 1 38, Ana Yayınlan, İstanbul 1 977

40
dıklan darbelerin değerlendirilmesinin yanısıra, kendileriyle
ilişkiye geçen başka örgütler hakkında bilgi veren ayrıntılı bir
rapor daha yayınladı. Sadece yaralan sarmaya dönük bir içerik
taşımayan bu raporun son cümlesi ise, tüm birlik üyelerini •en
önemli faaliyeb olarak değerlendirdikleri faaliyete, yani •dev­
rim koşullarını oluşturma»ya çağınyordu48
Demek ki, en azından Komünistler Birliği'nin yöneticileri,
devrim koşullarının oluşmasını nesnel dinamiklere havale et­
meyip, öznel bir müdahaleyi gerekli görüyor; işçilerin bağımsız
gizli örgütünün sağlamlaştırılmasını bunun aracı olarak tarif
ediyordu. Bu ders, 1 848 deneyimlerine Komünist Manifesto 'nun
merceğinden bakarak çıkarılmıştı; 1 9 1 7'de bu mirası devralan
Bolşevikler bir kez daha öğretti ; onların izinden giden komü­
nist devrimcilere düşen de aynı yolu izleyerek ilerlemektir.
Bu rapor Komünistler Birliği'nin son raporu oldu. Doğru
dersleri çıkarmanın otomatik bir biçimde bunun gereğini yap­
ma koşullarını yaratmadığı; devrimci teori ile devrimci pratik
arasındaki ilişkiyi kuran belirleyici halkanın devrimci örgüt
olduğu bu gelişmelerle açık seçik meydana çıktı. Ama bunun
bilince çıkarılması için daha uzun bir süre vardı.

1 848 Devrimlerinin Marksizme Hediyesi:


Sürekli/Kalıcı Devrim Anlayışı49
Komünistler Birliği, 1 848 devrimlerinin bastırılmasından pa­
yına düşeni fazlasıyla aldıysa da, bu devrim sürecine belirleyici
bir politik katkısı olmadı. Buna karşılık, bu devrim deneyiminin
komünistlerin politik/programatik dağarcığına paha biçilmez
bir katkısı oldu. Teorik olarak öngörülen proleter devriminin
48 Age. s. 159
49 Ne yazık ki bir yanlış tercüme yüzünden Türkçeye bu şek.ilde yerleşen söz konu­
su kavramın doğrusu kalıcı devrim olmalıdır. Zira burada geçen ıpermanenb sözcü­
ğü kadın kuaförlerine aşina olanlann da bilebileceği gibi ıkalıcıt anlamına gelir. Bu
anlam farkı da proletarya diktatörlüğü ve geçiş dönemi ak.la getirildiğinde önemsiz
değildir. Kalıcı devrim fikri geçiş dönemi boyunca bu kalıcılığın güvencesi olarak
proletarya diktatörlüğünü de anlatır. Devrimin başarısı için devrimci parti ; geçiş dö­
neminin başarıyla kat edilmesi için proletarya diktatörlüğü ; devrimin uluslararası
planda yayılması için (sürekli devrim dendiğinde genellikle akla bu gelir) ise bir ko­
münist dünya partisi gerekir.

41
pratik sorunlarıyla yüz yüze gelip, bunlara somut politik yanıt­
lar getirme sorumluluğunu üstlenen Komünistler Birliği, «savaş
naraları sürekli/kalıcı devrim olmalı• sonucuna vardı ve bunu
açıkladı.
Komünistler Birliği'nin militanları, Şubat ayından itibaren
peş peşe patlak veren ayaklanmalarda yer alıp savaştılar; En­
gels de bilfiil savaşanlar arasındaydı. Köln'deki eylemlere biz­
zat önderlik etmek üzere, Komünistler Birliği tarafından görev­
lendirilerek gönderilen Joseph Moll ise, buradaki çatışmalarda
elinde çakmaklı tüfeğiyle ı 848 devrim şehitleri arasına karıştı.
Birliğin pek çok militanı tutuklandı, sürgüne gitmek zorunda
kaldı. Bu devrimci eylemlere bilfiil katılmış olması, bizzat Ko­
münistler Birliği'nin akıbetini tayin eden sonuçlar doğurdu.
Demek ki, Komünisfü:r Birliği militanlarının devrimci kararlılık
ve fedakarlık bakımından bir eksikleri olmadığı açıktır. Ek­
sildikleri başka yerdedir.
Gerek Manifesto'ya gerekse de Komünistler Birliği'nin dev­
rim sürecindeki değerlendirmelerine bakıldığında, bu mücade­
lelere katılırken bir macera hevesiyle değil, ne yapmak istedik­
lerini ve nasıl bir müdahale yapmak gerektiğini bilerek hareket
ettiklerini görmek zor değil.
Komünistler Birliği önderliği, devrimin ateşinin içinde, Mart
1 850'de tüm örgüte yönelik bir genelge (Hitap) yayınladı. Bu
metin, Komünist Manifesto'nun Almanya için öngördüğü dev­
rim sürecine Komünistler Birliği'nin hangi bakış açısıyla ve
hangi yönde müdahale etmek istediğini yansıtır; ve bu anlam­
da da Komünist Manifesto'yu tamamlar.50
Komünistler Birliği, Manifesto'da söylendiği gibi, Almanya'da
daha öncekilerden •daha gelişkin bir Avrupa uygarlığı koşulla­
rında ve çok daha gelişmiş bir proletarya ile yapılmak zorunda
olan bir burjuva devrimi» ile yüz yüze olduğunun ve bu devrim
sürecinde burjuva ve küçük burjuva demokratlarının en büyük
ayak bağı oluşturacağının bilincindeydi. Bu devrimin •onu he­
men izleyecek bir proleter devriminin başlangıcı• olabilmesi
50 Bkz. Köln Davası Üzerine Açık.lamalar derlemesi

42
için, proletaıyanın bu akımlardan bağımsız örgütlenmesini ve
nihai zafere kadar silahlannı elden bırakmaması gerektiğini
bilmekteydi ; devrimin uluslararası niteliğinin nasıl tayin edici
bir önem taşıdığının farkındaydı ; ve «nihai hedefe ulaşıncaya
kadar devrimi sürekli/kalıcı kılma,. gereğini öne çıkanyordu.
Aşağıdaki satırlar bu bilinci açık seçik ortaya koyuyor:
" .. demokratik küçük burjuvalar .. demokratik parti içinde her tür­
lü fikri kapsayacak büyük bir muhalefet partisinin kurulmasına
çalışıyorlar; yani içinde genel sosyal demokratik lafazanlıkların
ağır bastığı .. sevgili barış uğruna proletaryanın belirli istekleri­
nin öne sürülmesine imkan vermeyecek bir partide işçileri tutsak
etmeye çalışıyorlar. Böylesi bir birlik, doğrudan doğruya onların
yararına, proletaryanın hepten zararınadır. ..İşçiler, burjuva de­
mokratlara alkış tutan bir koro olmaya rıza göstereceklerine,..ba­
ğımsız, gizli ve genel bir parti örgütünü kurmaya gayret etmeli...
ve bu örgütün her bölümünü proletaryanın tavır ve çıkarlarının
burjuva etkilerden bağımsız olarak tartışıldığı işçi topluluklarının
merkezi ve çekirdeği haline getirmelidir. "

"Ama daha zaferin ilk saatlerinden itibaren, işçilere ihanet edecek


olan bu partiye (küçük burjuva demokratlarının partisine-OD) ...
karşı koyabilmek için işçiler silahlı ve örgütlü olmalıdır.. .İşçiler
kendi seçtikleri komutanlar ve kendi seçtikleri genel kurmayla,
bağımsız olarak proleter muhafızlar olarak örgütlenmeli ve devlet
otoritesinin değil, işçilerin belirleyeceği devrimci topluluk kon­
seylerinin komutasına geç-melidirler.... Silahlar ve donanım hiçbir
biçimde teslim edilmemeli, her türlü silahsızlandırma çabası, ge­
rekirse zora başvurarak püskürtülmelidir. "

"Hatırası halkta sadece nefret duygusu uyandıran kişilerle, kamu


binalarına karşı halkın giriştiği intikam hareketlerine, sözde aşı­
nlıklara, muhalefet etmek şöyle dursun, bu gibi hareketleri hoş­
görüyle karşılamakla da yetinilmemeli, bunlara önderlik edilme­
lidir."

"Demokratik küçük burjuvazi, devrimi mümkün olduğu kadar


çabuk ..sona erdirmek istedikçe; az çok mülk sahibi tüm sınıflar
egemen konumlanndan defedilene dek; proletarya devlet iktidan­
nı fethedinceye ve bütün proleterlerin birliği, bir tek ülkede değil,
dünyanın tüm bakim uluslarında proleterler arasındaki rekabeti
ortadan kaldıracak ölçüde gelişinceye; ve en azından başlıca üre­
tici güçler proleterlerin elinde toplanana kadar devrimi kalıcı kıl-

43
mak çıkarımız ve görevimizdir. Bizim için amaç özel mülkiyetin el
değiştirmesi değil, tümüyle kaldırılması; sınıf çatışmalarının ya­
tıştırılması değil, tümüyle ortadan kaldırılması; mevcut toplumun
düzeltilmesi değil, yepyeni bir toplumun ku-rulmasıdır."

"Bunlar proletaryanın, dolayısıyla Birliğin yaklaşan ayaklanma


süresince ve sonrasında göz önüne alması gereken başlıca nok­
talardır."

" ... Alman işçileri sınıf çıkarlarının ne olduğunu açık seçik sap­
tamalıdır. En kısa zamanda bağımsız bir partide mevzi tutup de­
mokrat küçük burjuvaların iki yüzlü sözlerine kanmadan, prole­
tarya partisinin bağımsız örgütünü kurmaktan çekinmeyip, nihai
zafer uğrunda ellerinden geleni tereddütsüz ve bizzat yapmalıdır­
lar. Savaş naraları •Sürekli/kalıcı Devrim• olmalıdır. "51
Bu metindeki yaklaşımın can alıcı yanı, •proletaryanın par­
tisinin bağımsızlığı• ve •devrimin sürekliliği/kalıcılığı• fikirle­
rinin birbirleriyle bağlantılı olarak ve vurgulanarak savunul­
masıdır. Ne yazık ki, devrimin sıcaklığı içinde ortaya atılan bu
fikirler sonradan aynı vurgu ve ısrarla savunulmuş değildir.
Aynı metinde, proletaryanın silahsızlandınlmasına kesinlikle
izin verilmemesi gerektiği konusunda titizlikle durulmaktadır;
Alman proleterleri ve komünistler de ellerine geçirdikleri si­
lahlan kan ve can pahasına savunmuşlardır. Ne var ki, Komü­
nistler Birliği'nin son bildirilerinde yer alan ve vazgeçilmez bir
siyasal donanım olan bu değerlendirmelerin rafa kalkmasına,
neredeyse çarpışmadan sessiz sedasız göz yumuldu.
Komünistler Birliği Marx başta olmak üzere kendi yönetici­
lerinin eliyle tasfiye edildi.

Komünist Manifesto Proletarya Diktatörlüğü Fikrini


İçermiyordu
Öte yandan 1 850'deki •Hitap• metninin sonundaki •sürekli/
kalıcı devrim• şian, sadece devrimci parti ihtiyacıyla değil, pro­
letarya diktatörlüğü fikriyle de bağlantılandırılmak zorundadır.
1 70 küsur yıl önce, tıpkı devrimci parti konusunda olduğu gibi,

51 Köln Davası Üzerine Açıklamalar derlemesi içinde, Ana Yayınlan, İstanbul 1 977,
s. 1 4 2 - 1 50

44
bu konuda da belirsizlikler vardı; Komünist Manifesto'nun bu
konu hakkında söyledikleri, «proletaıyanın egemen sınıf olarak
örgütlenmesi• gibi şekilsiz bir kavramla sınırlıdır. Tıpkı sürekli/
kalıcı devrim kavramının 1 848 devrimleri deneyiminin değer­
lendirilmesi sırasında girdiği gibi, proletaıya diktatörlüğü kav­
ramı da 1 8 7 1 'de Paris Komünü deneyimin değerlendirilmesi
sırasında girmiştir.
Marx'ın «Fransa'da İç Savaş• diye bilinen kitabı esasen Pa­
ris Komünü deneyiminin Birinci Enternasyonal çerçevesindeki
değerlendirilmesi olduğundan proletaıya diktatörlüğü kavramı
da bu devrim sürecinin değerlendirilmesi sırasında marksistle­
rin sözlüğüne girmiştir.
Komünistler Birliği'nin, devrim süreci içinde vanp öne çı­
kardığı sürekli/kalıcı devrim kavramı da bu devrimin varmak
zorunda olduğu hedef olarak proletaıya diktatörlüğü kavramı
da, Babeuf-Blanqui geleneği içinde filizlenip, işçi hareketine
aşılanan kızıl çizginin bir hediyesidir. Marx tarafından da bu­
radan devralınarak benimsenmiştir; bunu Marx'ın şu sözlerin­
de görmek mümkün:
çeşitli sosyalist önderlerin arasındaki mücadelede bu sözde
w. .

sistemlerin (yani ütopyacı burjuva sosyalizmlerinin-OD) her biri,


diğerlerine karşı sosyal devrimin geçiş noktalarından biri üze­
rinde bumu kaf dağında bir ısrarla çakılıp kalır. Proletarya ise,
gitgide devrimci sosyalizmin, burjuvazinin Blanqui adını yakış­
tırdığı komünizmin çevresinde toplanıyor. 52 Bu sosyalizm, bütün
sınıf ayrıcalıklarının ortadan kaldırılmasına, sınıfların dayandı­
ğı bütün üretim ilişkilerinin, bu üretim ilişkilerine karşılık düşen
bütün toplumsal ilişkilerin ortadan kaldınlmasına, bu toplumsal
ilişkilerin ürünü olan bütün fikirlerin devrimci bir değişikliğe uğ­
ratılmasına zorunlu geçiş noktası olarak devrimin sürekliliğinin,
proletaryanın sınıf diktatörlüğünün ilanıdır"53
Devrimin sürekli ve kalıcı olması fikrini proletaıya dikta­
törlüğüne bağlayan Marx'ın bu saptamalarının ateşli bir si­
yasal makalede yazılıp unutulduğu da sanılmamalı. Aksine

52 Burada Komünist Parti Manifestosu'nda o zamanki hemen hemen tüm akımlar ve


onlan temsil eden şahsiyetler didik didik eleştiriye tabi tutulurken neden Blanqui ve
Blankistlerin böyle bir muameleye tabi tutulmadığı açıkça anlaşılmaktadır.
53 Fransa'da Sınıf Savaşımlan, s. 1 48, Sol Y. Ankara

45
bu yaklaşım, Komünistler Birliği tasfiye olduktan sonra, yine
Blankistlerin inisiyatifi ile kurulan ve Marx'ın da kuruculan
arasında yer aldığı, •Devrimci Komünistlerin Evrensel Derneği»
adlı örgütün tüzüğünün amaç maddesinde aynen yer alarak,
komünizmin ilkeleri arasında kayda geçti. 54
1 850'li yıllann başından itibaren İngiltere'de sendikal örgüt­
lenmelerin gelişmesi ve ilk kez kalıcı örgütler haline gelmesi
yeniden uluslararası örgütlenme girişimlerini teşvik edici bir
etken oldu.
Komünistler Birliği'nin dağılmasından ve Devrimci Komü­
nistlerin Evrensel Derneği girişiminin başansızlığından sonra
Emest Jones'un inisiyatifi ile 1 855'te «Uluslararası Demek» adı
altında bir örgüt kuruldu. Marx da bu örgüte katılmaya çağ­
nlmıştı; ama katılmadı. Gerekçesi örgütün kuruculan arasında
Rus mülteci yazar Herzen'in bulunmasıydı. Rusya'daki çarlığa
karşı narodnik hareketin önemli temel taşlan arasında yer alan
Zemlya y Volya (Toprak ve Özgürlük) örgütünün de kuruculan
arasında yer alacak olan Herzen o sıra yeni Rus çan ile uzlaşma
eğilimindeydi. Uluslararası Demek de temellerinin zayıflığı ve
bileşiminin belirsizliği yüzünden diğer girişimler gibi tıkandı;
kurulduktan dört yıl sonra gelişemeyerek dağıldı.
İlk örgütlenme girişimlerinin başansız kalmalanna bakıp bu
yöndeki girişimlerden vaz geçmek, umudu kesmek mi gereki­
yordu? Hiç de değil ; çünkü komünistlerin diğer saptamalan
gibi, bu da •hiç bir biçimde şu ya da bu evrensel reformcunun
icat ettiği ya da bulup çıkardığı düşüncelere ya da ilkelere»
dayandınlmamıştı. •Bunlar yalnızca varolan bir sınıf savaşın­
dan, gözlerimizin önünde cereyan eden tarihsel bir hareketten
doğan ilişkilerin genel ifadeleriydi.» (Manifesto)
Öyleyse bu yöndeki ihtiyaç da bu ihtiyacı giderme iradesi de
tükenmeyecek, yeniden doğup gelişecekti; nitekim öyle oldu.

54 Nitekim •Devrimci Komünistlerin Evrensel Derneği• tüzüğü biraz ileride görülece­


ği üzere bu bağlantıyı kurmuştu.

46
Komünist Manifesto'nun En Önemli Eksiği:
Devrimci Parti Anlayışı
1 848-50 devrimci dalgasının ve sonraki gelişmelerin de­
ğerlendirilmesinde, başansızlıklan nesnel koşullarla açıklayan
bakış açısını benimseyenler, iki önemli konuda çarpık bir anla­
yışın temellerini atmaktadır.
Bunlardan birincisi şöyle ifade edilebilir: Nesnel koşulların
bir proleter devrimine elverişli olmadığı durumlarda refomıist
veya sınıf uzlaşmacı tutumların benimsenmesi mazur görüle­
bilir. Böylece «az çok sakin gelişme dönemlerinde• devrimci
olmayan örgütlenme ve pratiklerin benimsenmesinin isabetli
olduğu onaylanarak, İkinci Enternasyonal'in ve genel olarak
refornıizmin mazur gösterilmesine zemin hazırlanır. Bir baş­
ka boyutta da bu anlayış, tek tek ülkelerin nesnel durumuna
göre, yani sosyo-ekonomik. gelişkinlik düzeyine göre tarif edi­
len aşamalı ve ulusal dar bakışla malul devrim stratejilerinin
yolunu açar.
Böylece ulusal liberal/ulusal devrimci yahut liberal demok­
rat/devrimci demokrat akım çiftlerinin birlikte ve tekrar tek­
rar üremesini sağlayan bir ideolojik/politik iklim yaratılmış
olur. Aynı akımın bünyesinde bazen devrimci, bazen liberal
olan tutumların birbiriyle bağdaştırılmasına varılır. Örneğin
Avrupa'da liberal demokrat bir çizgi izleyen akımlarla, başka
bir ülkede devrimci demokrat bir çizgiyi benimseyen akımların
aynı bütünün parçasıymış gibi algılanmasına yol açılmış olur.
Bu ise aslında kafa karışıklığının yayıl-masına yol açar; nite­
kim tam da böyle olmuştur.
İkincisi, on dokuzuncu yüzyıl devrimlerinin yenilgiyle so­
nuçlanmasının, marksistlerin öznel zaaflarıyla, devrimci parti
anlayışının ve devrimci bir önderliğin eksikliğiyle ilişkili ol­
madığı sonucuna varıldığı ölçüde, iki olumsuz sonuç birden
doğar. Hem Marx ve Engels'in işçi sınıfının politik örgütlen­
mesi yönündeki teorik-pratik çabalan, bu alandaki eksiklikleri
ve hataları gözden kaçar; hem de Lenin'in devrimci marksist

47
teoriye yaptığı katkının evrensel özünün (yani hem Marx'ın
zamanını da kapsayan yönünün, hem de her ülke için geçerli
oluşunun) anlaşılması güçleşir hatta imkansızlaşır.
Emperyalizm çağından önce nesnel koşulların proleter dev­
rimine elverişli olmadığı saptaması, o dönemde Avrupa pro­
letaryasının Bolşevik tipte bir partiye ihtiyacı olmadığı sap­
tamasıyla el ele gider. Böylece Leninizm'in evrensel değeri
gölgelenmiş olmakla kalmayıp ; İkinci Enternasyonal'in teori
ve pratiğinin dönemin koşullarına uygun olduğu hakkında bir
hüküm verilmiş de olur. Uluslararası bir devrimci komünist
önderliğin yaratılması görevinin, hala komünistlerin önünde
durmasının başlıca nedenlerinden biri de bu yanlış kavrayışın
uzun zamandır hüküm sürmesidir.
Engels, Manifesto'nun 1 89 2 Lehçe baskısına yazdığı
Önsöz'de, 1 848 devrimlerinin «burjuvazinin işini proletarya
bayrağı altında, proleter savaşçılara yaptırmakla• kaldığını
söyledi. Bu ne anlama gelebilir?
Birincisi, öngörülen devrimin olduğunu ifade eder; ikincisi
bu devrimlerin motor gücünün proletarya olması gerektiğini
anlatır; üçüncüsü bu devrimlerin siyasal istikametini belirle­
yen önderliğin burjuva nitelikli olduğunu vurgular; dördün­
cüsü, bu devrimlerin proleter devrimi yönünde sürekliliğinin
sağlanamayışının belirleyici nedeninin, proletaryanın devrimci
partisinin eksikliği olduğunu bir kez daha doğrular.
İkinci Enternasyonal geleneğinin nerelerde Marx'la bir­
leşip, nerelerde koptuğunu ve bunlara bağlı olarak, Lenin 'in
nerede Marx'la buluşup, İkinci Enternasyonal'den nerede kop­
tuğunu net bir biçimde saptamak gerekiyor. Hem Komünist
Manifesto'nun hem de Lenin'in katkısının tarihsel anlamı ve
içeriği ancak böyle belirginleşiyor.
İkinci Enternasyonal geleneği, Manifesto'nun kendisinden
önceki mücadele geleneğinden devralıp savunduğu devrimci
tutumu terk etmiştir. Marx'ta eksik ve yanlış olan örgüt anla­
yışını teorik ve pratik olarak devralmıştır. Lenin ve Bolşevik­
ler, Manifesto'nun devrimci anlayışıyla buluşmak üzere, İkinci

48
Enternasyonal' den kopup Marx'ta eksik olan devrimci parti an­
layışını hem teorik hem de pratik olarak ortaya koymuşlardır.
Komünist Entemasyonal'in kuruluş kongresinde işaret edi­
len ıBabeuften Liebknecht'e uzanan kızıl çizginin• sürekliliği
böyle sağlanmıştır.
Bu nedenle Manifesto'nun bir tarihsel anı, günü geçmiş bir
belge vb. olarak değil komünist devrimcilerin eylem kılavu­
zu olabilmesinin koşulu, Komünistler Birliği deneyimini, 1 848
devrimlerinden çıkartılan derslerle ve bu örgütün zaaflarının
devrimci eleştirisi temelinde ele alınmasıdır.
1 848-50, deneyimi Marksizm'e komünizmi hedefleyen bir
devrim anlayışı armağan etmiştir; ama bu anlayışın barındır­
dığı en önemli zaaf da devrimci partinin bu devrimdeki rolü
konusunun belirsiz ve hatta eksik oluşudur.
Bununla birlikte, örgütsel bakımdan hazırlıksızlığına ve bi­
linç eksikliğine rağmen, Komünistler Birliği'nin bir öncü parti
ihtiyacı konusunda; bu partinin hem kitle hareketinden hem
de küçük burjuva akımlardan bağımsız bir örgütlenme olma­
sı gerektiği konusunda büsbütün aymaz olduğunu düşünmek
haksızlık olur. Haksızlık bir yana, bu tür bir değerlendirme hem
onların asıl eksiklerinin hem de Bolşeviklerin gerçek katkısının
tam olarak hangi noktada olduğunun gözden kaçırılmasına
neden olur.
O güne kadarki örgütsel deneyim, bir biçimde Komünistler
Birliği'nin de devraldığı blankist mirasla sınırlıydı. Fransız dev­
riminden beri süren geleneğe bağlı devrimci örgütlerin neye
benzediği, varlıklarını nasıl sürdükleri konusu anı kitaplarının
sayfalarından değil, canlı örgütler sayesinde somut olarak gö­
rülüp değerlendirilebiliyordu. Buna karşılık proletaryanın dev­
rimci partisinin nasıl olacağı, nasıl kurulacağı ve sürekliliğinin
nasıl sağlanacağı konusunda bir belirsizlik olduğu da o kadar
açıktı. Komünistler Birliği bu iki akım arasında bir köprü, bir
geçiş sağladıysa da Marx veya çağdaşları yeni tip bir örgüt­
lenme anlayışını ortaya koyabilmiş değillerdir. Onların eksik
bıraktıkları budur ve bu kusur şu sözleri söyleyen Lenin'in ön-

49
derliğinde Bolşevikler tarafından aşılmıştır:
" 1 870'lerde devrimcilerin kurdukları ve bizim için de örnek olma­
sı gereken o yaman örgüt. . Zemlya i Volya tarafından kuruldu......
eğer ciddi olarak mücadeleye girişmeyi düşünüyorsa hiçbir dev­
rimci akım böyle bir örgüt kurmadan edemez. ...

Ancak Marksizmi anlamayanlar. ... işçi sınıfı hareketinin yığın­


sal kendiliğinden yükselişinin, Zemlya i Volya'nınki kadar, hatta
ondan çok daha iyi bir devrimciler örgütü yaratma görevinden
bizi kurtardığını düşünebilirler. Tersine bu hareket bu görevi bize
yüklemektedir; çünkü güçlü bir devrimciler örgütü tarafından yö­
netilmediği sürece, proletaryanın kendiliğinden mücadelesi hiç bir
zaman onun gerçek •sınıf mücadelesi• haline gelmeyecektir. "55

Komünist Manifesto'nun Temel Bir Kusuru:


Ulusal Sorun
•Manifesto'nun şurası, burası eskidiıı diyenler hiç eksik ol­
madı. Marx'ın sağlığında yaptığı kimi düzeltmeler (örneğin
proletarya diktatörlüğü ile ilgili düzeltme) ise kimi oportünist­
ler tarafından örtbas edilmeye çalışılmaktaysa da, hiç değilse
sadık komünistler tarafından zaman zaman hatırlanmakta, ha­
tırlatılmaktadır.
Bununla birlikte, Marx'ın sağlığında gerekli olduğunu sap­
tadığı bir başka düzeltmeden daha az söz edilmektedir. Birin­
ci Enternasyonal'in dağılmasına varan tartışmalara yol açmış
olan bu konu ulusal sorunla ilgilidir.
Marx'ın hayatının son döneminde, görüş ve tutumlannda
önemli bir değişikliği ifade eden ulusal soruna ilişkin tartış­
malar, kelimenin tam anlamıyla hasıraltı edilmiş ve ancak
Lenin'in Komünist Enternasyonal'e varan mücadelesi içinde
yeniden gün ışığına çıkmıştır.
İrlanda sorununa ilişkin olarak patlak veren tartışmalar, hem
Birinci Enternasyonal 'in kaderini belirleyen önemli bir odak
noktası oluşturmaktadır, hem de evrensel bakımdan önem
taşıyan tartışmalardır. Bu sorun, Marx'ın Manifestodaki gö­
rüşlerinde önemli bir değişiklik yapmasına yol açmıştır. Aynı
55 Lenin, Ne Yapmalı, s. 1 65- 166, Sol Y. Ankara
50
zamanda da hala ulusal soruna ilişkin tutum alışta aşılamamış
bir eşik oluşturmaktadır. Bu yönüyle İrlanda sorunu etrafındaki
tartışmalar, o gün için olduğu gibi, bugün de entemasyonalist­
lerle böyle olmayanlan birbirlerinden ayırt etmek için başlıca
mihenk taşıdır.
Marx'ın dilinde ulusal sorun iki ayn aşamada, iki ayn so­
mut sorun çerçevesinde yer aldı: Polonya ve İrlanda sorunlan.
Polonya sorunu aslında çok önceden beri, bütün Avrupa'nın
gündeminde yer alan bir sorundu. Hatta Polonya sorunu bir
nevi simge haline gelmişti: 1 789'dan itibaren Polonya konu­
sundaki tutum, devrimcilerin cesaret ve kararlılığının bir öl­
çütü olarak görülmekteydi. Bu konudaki tutum, bir zamandır
Türkiye'de Kürt sorununa ilişkin olarak yapıldığı gibi, demok­
ratlığın ölçütü olarak alınıyordu. Marx ve Engels de, Polonya
sorununa Avrupa'da demokrasi sorununun bir anahtan olarak
yaklaşıyorlardı. Onlara göre Polonya'daki ulusal hareket özel
askeri, coğrafi ve tarihsel nedenlerden ötürü işçi sınıfını ilgi­
lendirmekteydi; Marx şöyle dedi:
WPolonya'nın parçalanıp paylaşılması üç büyük despotik askeri
gücü (Prusya, Awsturya, Rusya) birbirine bağlayan harçtır. Yal­
nızca Polonya'nın yeniden doğuşu bu bağlan kopanp, Avrupa
halklannın toplumsal kurtuluşunun önündeki en büyük engeli
ortadan kaldırabilir.

.... Avrupa İşçi Partisi, Polonya'nın kurtuluşunun belirleyici bir


önem taşıdığı kanısındadır; Enternasyonal İşçi Derneği'nin ilk
programı da, Polonya'nın yeniden birleşmesini işçi sınıfının bir
siyasal hedefi olarak tanımlar. Polonya'nın kaderine işçilerin par­
tisinin böyle özel bir ilgiyle yaklaşmasının nedenleri nedir?

Her şeyden önce, kendisini ezenlere karşı bitmez tükenmez ve


kahramanca bir kavgayla, kendi kaderini tayin etme ve ulusal
özerklik elde etme konusunda tarihsel haklılığını kazanmış bu­
lunan bu baskı altındaki halka olan sempati gelmektedir, kuşku­
suz. Enternasyonal işçi partisinin Polonya ulusunun kurulması
için can atıyor olmasında en ufak bir çelişki yoktur. Tam ter­
sine; ancak Polonya bağımsızlığını tekrar kazandıktan ve özgür
bir halk olarak kendi kendini yönetebilmeye başladıktan sonra ;
ancak bundan sonra, kendi iç gelişmesi tekrar başlayabilir ve böy-

51
lece Avrupa'nın toplumsal dönüşümüne bağımsız bir güç olarak
katılabilir. "56
Marx'ın ikinci gerekçesi, daha önce aktarılan tarihsel coğ­
rafi ve askeri konumuna ilişkindir. Sıraladığı üçüncü gerekçe
ise, Polonyalıların son yılların bütün devrimci mücadelelerinde
(Amerikan İç Savaşı, 1 830, 1 848 ve 1 8 7 1 Fransız devrimleri,
Almanya, Macaristan ve İtalya'daki mücadeleler vb.) bilfiil rol
oynamaları ile ilgilidir.
Marx, Polonyalı devrimcileri Slav milliyetçileri olarak de­
ğil, «devrimin yurtsuz askerleri• olarak tanımlamak gerekti­
ğini vurguladı. Marx yukarıdaki sözleri içeren konuşmasını,
•Polonya'nın Avrupa'da bir tek müttefiki olabilir: işçilerin par­
tisi. Yaşasın Polonya !11 diye bitirdi.
Bu tutumun, Marx'ın 1 870'lerde farkına vardığı bir tutum
olduğu sanılmamalı; çünkü daha 1 848 devrimleri sırasında,
Poznan'ın Prusya tarafından ilhak edilmesi karşısında, Komü­
nistler Birliği'nin Köln'deki bir işçi derneği (Köln Demokratik
Derneği) içinde yaptığı müdahale sonucunda bir protesto bildi­
risi yayınlanmıştır; bu bildiride şu sözler yer aldı:
"ı. Özgürlük için mücadeleye kalkışmış bulunan Almanya, başka
milliyetleri baskı altına almamalı, aksine onların kendi özgürlük
ve bağımsızlıklarını elde etmelerine yardımcı olmalıdır;

2. Polonya'nın bağımsızlığı Almanya için hayati bir önem taşı­


maktadır;...

8. Hiç değilse, Alman halkının sağlıklı parçası, bir avuç prusyalı


bürokrat, toprak sahibi ve kaçakçının çıkarları için Polonya mil­
liyetinin gericilik tarafından parçalanmasını istememektedir ve
böyle bir girişime katkıda bulunamaz. "57
Marx ve Engels'in ulusal sorun konusundaki duyarlılıktan,
sadece üç gerici devlet (Prusya, Rusya, Avustuıya) tarafından
parçalanmış olan Polonya'nın özgül durumundan kaynaklan­
mıyordu. 1 848'den beri «başka bir ulusu ezen ulus özgür ola-

56 Polonya İçin, Birinci Enternasyonal ve Sonrası Derlemesi içinde, Pelican Books,


s.391
57 Aktaran R. Dangeville, Marx Engels Sınıf Partisi derlemesi içinde, c. 1, s. ı 59- ı 60,
Maspero/Petite Collection, Paris ı 976

52
maz11 fikrini savunuyorlardı; hatta ABD ile ilgili olarak, «kara
derililerin damgalandığı bir yerde beyaz emekçiler kendilerini
kurtaramaz11 diyerek aynı fikri evrenselleştirmekteydiler. Bu­
nunla birlikte, ulusal sorun konusunda asıl netliğe ulaşmalannı
sağlayan, 1 860'lann sonundan itibaren ilgilenmeye başladıkla­
n İrlanda sorunu oldu.
Bu noktadan itibaren «İngiliz sorununun çözüm anahtan İr­
landa'dadır; İngiliz sorunu da Avrupa sorununun çözümünün
anahtandm fikrine vardılar. 58 Engels, Polonya ve İrlanda ulu­
sal sorunlan arasındaki bağa 1 88 2'dek.i şu sözleriyle işaret etti:
"Avrupa'da iki ulusun, İrlanda ve Polonya'nın, enternasyonal ol­
madan önce ulusal olmaya haklan olduğunu, hatta bunun onla­
rın ödevleri olduğunu düşünüyorum. Bunlar iyice ulusal oldukça
daha çok enternasyonal olabilirler. "5'
Engels'in bu değerlendirmesini nasıl açıkladığına girmeden,
İrlanda sorununun, onlann ve Enternasyonal'in gündemine
nasıl girdiğine bakmalı. İrlanda sorunu, esas olarak 1 867 Fe­
nian ayaklanması ve kızı Eleanor'un aktif olarak İrlanda so­
runuyla ilgilenmeye başlaması sayesinde Marx'ın gündemine
girdi. Marx'ın kendi deyimiyle, «asırlar öncesine dayanan bu
büyük suçunı ciddiyetini kavrayışı tam bu sıralara denk düşer.
Marx'tan sonra pek çok marksistin, hatta Marksizm adına öne
çıkan kimi örgütlerin suç ortaklığı yaptığı bu büyük suç hala
işlenmektedir.
Komünist Parti Manifestosu'nda; «bireyin birey tarafından
sömürülmesi ortadan kalktıkça, bir ulusun bir başkası tarafın­
dan sömürülmesi de ortadan kalkar. Birinin bir başkası tarafın­
dan sömürülmesine son verildiği takdirde, bir ulusun bir başka
ulus tarafından sömürülmesine de son verilmiş olacaktır. Ulusu
oluşturan sınıflar arasındaki karşıtlık ortadan kalktığı oranda,
bir ulusun diğer bir ulusa duyduğu husumet de sona erecektir.•
deniyordu.

58 Aktaran G. Haupt, Marksistler ve Ulusal Sorun Antolojisine Giriş, Maspero ya­


yınlan, s. 1 9
5 9 Engels'in Bemstein'a 2 2 - 2 5 şubat 1 88 2 tarihli mektubu, G. Haupt v e M. Löwy'nin
Marksistler ve Ulusal Sorun Antolojisi içinde, Maspero Yayınlan, s. 107
53
2 Kasım 1 867 tarihli mektubunda ise Engels'e, Marx şu sa­
tırları iletti:
" İrlanda'nın İngiltere'den ayrılmasının imkansız olduğunu düşü­
nürdüm. Şimdi ise bunun elzem olduğu kanısındayım "60
Marx görüşlerindeki bu değişimi, ABD 'deki yoldaşları Meyer
ve Vogt'a yazdığı Nisan 1 870 tarihli mektupta şöyle açıkladı:
" İrlanda sorunu üzerinde yıllardır yaptığım incelemeler iktidarda­
ki sınıflara karşı kesin darbe (bütün dünyadaki işçi hareketi açı­
sından kesin darbe) İngiltere'de değil, sadece İrlanda'da indirilebi­
lir....

Sermayenin metropolü ve dünya pazarının şimdiye kadarki ege­


men gücü olan İngiltere, şimdilik işçi devrimi için en önemli ül­
kedir; üstelik bu devrimin maddi koşullarının belirli bir olgunluk
düzeyine erişmiş bulunduğu tek ülkedir. Enternasyonal Emekçiler
Derneği'nin, sosyal devrimi İngiltere'de hızlandırmak istemesi bu
yüzdendir.

Ama buraya ulaşmanın biricik yolu, İrlanda'nın bağımsızlığının


sağlanmasıdır.

Bu nedenledir ki, Enternasyonal, İrlanda ile İngiltere arasındaki


çatışmayı açıkça İrlanda 'nın yanında yer alarak sürekli ön planda
tutmalıdır. Londra'daki Merkez Konsey'in özel görevi şu olmalı­
dır: İrlanda'nın ulusal kurtuluşunun kendisi için soyut bir adalet
yahut insaniyet sorunu olmayıp, kendi toplumsal kurtuluşunun
birinci koşulu olduğu bilincini İngiliz işçi sınıfı arasında uyan­
dırmak." 6 1
Bu cümlelerde özetlenen görüş, Marx'ın ulusal sorun konu­
sunda vardığı nihai tutumu yansıtmaktadır. Ancak bu görü­
şün bu haliyle Komünist Manifesto'da yer almadığı da açıktır.
Komünistler Birliği'nin yerine kurulan Birinci Enternasyonal
de bu tutumun üzerine oturmamıştır. Aksine, Marx'ın Enter­
nasyonal içindeki son zorlu mücadelesinin de en önemli konu­
larından biri bu konu olmuştur. Zira İngiltere'de işçi aristok­
rasisinin temsilcisi durumundaki sendikalistler, Enternasyonal
içinde bu tutuma şiddetle karşı çıktılar. Proudhoncular zaten
60 Birinci Enternasyonal ve Sonrası Derlemesi içinde, Pelican Books, s ı se
.

6 1 Marksistler ve IDusal Sorun Antolojisi içinde, Maspero Yayınlan s.99

54
baştan beri (Fransız milliyetçiliği dışındaki) ulusal hareketlere
karşı duyarsız, hatta karşıt bir tutum içindeydiler; Lassalleciler
sadece Alman ulusallığını önemsemekte dolayısıyla Polonya
konusunda ters, sosyal-şoven bir konumda bulunmaktaydılar.
Buna karşılık Bakunin62 ise farklı slav topluluklarında bu­
lunan •Alman düşmanlığ'nın=germanofobi• birleştirici bir öge
olarak rol oynadığına dikkat çekiyordu. •Avrupa medeniyeti
basamaklarına en son erişen slav halklarının» kurtuluş yolun­
da daha da ileri gidebileceklerini ve «insanlığın kurtuluşuna
öncülük edebileceklerini• savunuyordu. •Slav ırkının yeni si­
yasetinin bir devlet politikası değil bir ulusal politika olacağı­
nı böylelikle özgür bağımsız ulusların siyaseti olacağını• ileri
sürüyordu.
Polonya halkı ile dayanışma maksadıyla toplanan bir top­
lantıda doğan birinci Entemasyonal'in kuruluşunda da tasfiye
olurken de ulusal soruna ilişkin tartışmaların damgasını taşı­
ması ilginçtir. Bu konu baştan sona kadar Birinci Enternas­
yonal içinde bir saflaşmayı ve ayrışmayı da getirdi. Böylece
ulusal soruna ilişkin tutum, aynı zamanda entemasyonalist
komünizmin •ulusal komünizmıden sıyrılması ve Komünist
Manifesto'nun temel bir kusurunun giderilmesi anlamına
geldi. Ne yazık ki, bu ideolojik-politik ayrışmanın, Birinci
Entemasyonal'in dağılmasıyla bir arada gelişmesi nedeniyle,
bu entemasyonalist çizginin yakalanması uzun süre mümkün
olmadı.
Bu noktadaki süreklilik de Manifesto'nun geleneğine ye­
niden bağlanmak üzere İkinci Entemasyonal'in sosyal şoven
çizgisinden koparak Komünist Enternasyonali kuranlar tara­
fından sağlandı. Komünist Entemasyonal'in kuruluşunda da
ulusal soruna ilişkin tutum üstelik Birinci Entemasyonal'de­
kinden daha vurgulu bir biçimde ele alınmış olması ilginç ama
62 Her ne kadar anadan doğma anarşist gibi kabul edilse de Bakunin o zaman ken­
dine anarşist etiketi yaluşonlmasını tercih etmiyordu. Sonradan da bu etiketi öne çı­
karmaya yanaşmadı. Kendini daha çok devrimci, yahut özgürlükçü�liberter komünist
olarak tarif etmekteydi.

Engels ve Bakunin arasındaki Slavlar hakkındaki tarnşmayı geniş bir çerçevede ele
alan sol muhalif Roman Rosdolsky"nin •Engels ve "tarihsiz uluslar"•- 1 948 kitabı bu
konuda öğreticidir.
55
tesadüfi değildir. Proleter enternasyonalizminin ulusal soruna
ilişkin tutumdan hareketle tarif edilmesi gayet tabiidir. Bu gö­
rev, hala komünistlerin önündedir.
Ne var ki, süreklilik/kopuş ilişkisi içinde bu geleneğe bağ­
lanmanın yolu, bugün daha çok çapraşıklaşmış bulunmaktadır.
Özellikle örgütsel/politik bir sürekliliğin sağlanamadığı koşul­
larda, geçmişe doğru iz sürerken, devrimci örgütlerin kolektif
ürünü olan politik ve programatik belgelerle şahsi teorik katkı­
ların birbirlerinden ayırt edilememesi, bu konuda başlı başına
bir sorun oluşturmaktadır.

Komünist Manifesto'da Köylülük Nerede?


Komünist Parti Manifestosunda belki en çok dikkat çekecek
olan hususlardan biri de köylülerden ve köylülükten neredeyse
hiç bahis geçmeyişidir.
Buna mukabil Komünist Parti Manifestosunda küçük burju­
vaziden bahis az değildir; ve küçük burjuvazinin kırsal alan­
daki parçası olan köylülük de besbelli bu bağlamdadır. Kü­
çük-burjuvazinin geçtiği her cümleyi köylülüğü de anlayarak
okumak gerekir. Küçük-burjuvazi burjuvaziden ayn bir sınıf
olarak ve burjuvaziden önce, bilhassa pre-kapitalist dönemde
ortaya çıkıp şekillenmiş bir sınıftır. Feodal toplumun bağrında
ortaya çıkmış ve bu toplumun çözülmesine paralel olarak ba­
ğımsız bir karakter kazanmıştır. Bu toplumun ortadan kalkma­
sını ve yeni üretim ilişkilerinin boy vermesini takiben de yok
olmaya mahkum olmuş bir sınıftır. Bu nedenle «Komünist Parti
Manifestosuıında söylendiği gibi kendisini ortadan kaldırmaya
yönelen burjuvaziye karşı direnme eğiliminde our. Bu yüzden
proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesinde ittifak konusu
olurlar. Bilhassa 1 9 1 7 devriminde bunun mümkün ve proletar­
yanın zaferinde stratejik bir rol oynadığı somut olarak kanıt­
lanmıştır. Daha sonrasında da bu ittifakın proletaryanın zaferi
yolunda hayati (hatta iktidarın alınması kertesinden daha da
önemli bir rolü olduğu geçiş döneminin kat edilmesi sırasında

56
bir kez daha olumlu ve olumsuz yönleriyle görülmüştür.63
Komünist Parti Manifestosunda küçük-burjuvazinin akıbeti
hakkında söylenenler bu sınıfın büsbütün yok olacağını ifade
etmiyor. Aksine toplumun iki temel sınıfa ayrışırken küçük­
burjuvazinin bu sınıflara dahil olacağına işaret edilir. Gelenek­
sel küçük burjuvaların bir kısmı (elbette görece en büyük kısmı)
ücretli emekçilerin arasına karışırken daha küçük bir kısmı da
burjuvaziye terfi eder. Elbette bu süreçte ikincilerin daha kala­
balık hatta belirleyici olduğu düşünülür. Ekseri gözden kaçırı­
lan diğer kısmı hakkında pek söz edilmez.
Elbette akşam evde aile bireyleriyle birlikte peynirini, tere­
yağını salamura zeytinini, pekmezini şıra ve şerbetini yaparak
bakkal dükkanı işleten küçük-burjuva-ailesi aniden fabrikatör
veya holding patronu haline gelecek değildir. Ama pekala bu
ürünlerin üreticisi kapitalistlerin bayisi haline gelmesi işten
bile değildir ve tastamam öyle olur. Aniden küçük bakkal so­
ğuk hava depolan, veresiye ürün stoklarıyla reklam panolarıy­
la «veresiye (sattıkça ödersin)• kredileriyle vb. donanıp büyük
gıda sektörü patronlarının bayisi haline gelir. Bu avantajdan
yararlanamayan arka sokaktaki •sınıf kardeşi• de umurunda
olmaz. Onun iflas edip dükkanını kapatmasından ve belki ya­
nında ücretli olarak çalışmaya talip olmasından memnun bile
olur.
Demek ki küçük-burjuvazinin iki temel sınıf arasında ay­
nşmasının ne kadar geniş ve çeşitli tablolara hayat verdiğini
görmek için hayal gücünü geliştirmeye hacet yoktur (bu tür
rüyaları sermayenin baskısıyla iflasın eşiğindeki küçük-burju­
valar görür ekseri). Ama olan bitene duru bir bakışla bakmak
yeter bu süreci görmek için; manifesto da yol gösterir. Elbette
bu küçük burjuvaların holding patronu haline gelenleri pek
çok değildir. Hele tekelleşmenin iyice geliştiği çağımızda bu
rüyalar bile inandırıcı olmaz. Ama bu kesimlerin burjuvazinin
eteklerinde birikmeye başladığı bir vakıadır. Bunların küçük-

GJ Bu konuda daha geniş bir çerçeve için H20 Kitap yayınlarından çıkan (Haziran
2022) •Devlet Devrim Siyaset-Orhan Dilben kitabına bakınız.

57
burjuvaziden burjuvazinin alt tabakalarına terfi eden unsurlar
olduğundan kuşku yoktur. Ama burjuvazi zenginleştikçe bun­
ların sayılan ve meslek dallan da epeyi şekillenmiştir.
Komünist Parti Manifestosunda küçük burjuvazinin bir kıs­
mının burjuvaziye intikal ettiği/edeceği hakkındaki saptama
basbayağı vaki ve halen geçerlidir. Bakkalın yerini alan bayiler
hakkında söylenenleri büyük fabrikaların servisleri, pazarla­
macıları bakım ve tamir işlerini yapan uzantıları vb. için de
söylemek haydi haydi mümkündür.
Ama kentlerde küçük-burjuvaziye ne olduğu/olacağı hak­
kındaki kısa hatırlatmaları pek ala küçük-burjuvazinin kırdaki
kesimi olan köylüler için de söylemek gerekir. Hiç kuşkusuz
orada da aniden büyük toprak sahibi olan köylülere pek rast­
lanmaz. Ama aile fertleriyle kendi tarlasında çalışıp pazara
ürünlerini bizzat götüren köylülerin giderek azaldığı da bir
vakıadır. Kendi tarlasında kendi emeğiyle üretim yapan köy­
lüler bile ya kapitalist devlete hazan peşin para ile yahut satış
garantisi ve kredi kolaylığı ile üretim yapan küçük üreticilerdir.
Doğrudan doğruya yabancı tekellere satış garantisi ve kredi
avantajı ile tütün üreten yok umudur? Her neyse bunlar ay­
nntılandınlması akla ziyan konulardır. Ezcümle köylerde de
giderek büyük sermayeye bağımlı ve artık kendisinin ve aile
fertlerinin tamamının geçimini bile sağlamakta güçlük çeken
kır küçük-burjuvalarının yerini tanın proleterleri ve daha az
sayıda kırdaki burjuvazi denebilecek kesimlerin aldığı göze
çarpan bir gerçekliktir.
Bunların bir kısmı nispeten makinalaşma imkanı bulup hatta
bunu başkalarına kiralayan ve yanında ırgat çalıştıran küçük
kır kapitalistleri haline gelirken büyük kısmı başkalarının tar­
lasında çalışan, yancılık yapan ve aile fertlerinin bir kısmını
da çalışmak üzere kentlere •zengin olması için okumaya11 gön­
deren kır küçük-burjuvalarının haddi hesabı yoktur. Kendisi
toprak sahibi olanlar bile geçinemedikçe zaman zaman başka
büyük çiftçilerin tarlalarında geçici/yahut sürekli gündelikçi
olarak çalışırlar.

58
Demek ki küçük-burjuvazinin kırdaki kesimi de kenttekiler
gibi burjuvazi ve proletarya arasında aynşmıştır. Bu Manifes­
tonun bir tahmini olarak kalmamış gerçekleşmiş ve gerçek ol­
maya devam eden temel bir tespittir.
Hatta küçük burjuvazinin akıbeti hakkında söylenenlerin bir
kısmı görece gelişmiş kapitalist üretim koşullarında bilhassa
metropollerin ayncalıklı işçi kesimleri için bile az çok benzer
biçimde gerçekleşmektedir. Ücretli köle olarak çalışmasının
yanısıra (ispiyonluk gözetmenlik vb.) ek işler yaparak bahşiş
hak eden ve gelecekte de eski makineleri krediyle alıp fasoncu
olarak yahut bayi veya servis acentası olarak eski patronuna
çalışmayı hayal eden az çok kalifiye işçiye az mı rastlanır?
Böylece sorunun can alıcı kısmına gelmek gerekir. İster
kentlerde ister kırlarda küçük burjuvazi sorunu komünistler
açısından sadece sosyo-ekonomik bir inceleme konusu değil­
dir. Aksine stratejik bir ittifak konusu olarak ele alınmalıdır.
Komünist Parti Manifestosu da böyle yapmıştır. Burjuvaziyle
savaşında proletaryanın ittifak etmesi gereken kesimlerin ba­
şında kent ve kır küçük-burjuvaları vardır/olmak zorundadır.
Ama tersine burjuvazinin en alt ve kırılgan tabakalarına intikal
edenler ayn tutulmalıdır. Zira böyle yapılmazsa sadece büyük­
lük küçüklük ölçüsüne göre birbirinden aynlıp sınıf farklılıkları
göz ardı edilen kesimlerle yüz yüze kalınır.
Oysa küçük-burjuvazinin kimlerden oluştuğu ve bu müca­
delede nasıl bir rol oynayabileceği konusu aynı zamanda dev­
rim mücadelesinin stratejik bir sorunudur. Bunu ihmal eden
proletarya önderliğinin haşan şansı yoktur hatta ağır ve kanlı
bir yenilgi onları bekler. Ama burjuvazinin ufak-tefek kesimle­
rine küçük burjuvaziye yaklaşıldığı gibi yaklaşılırsa da akibetin
farklı olması beklenmemelidir.
Bolşeviklerin zaferinin başlıca sım çarlığa karşı mücadele
ederken olduğu gibi geçiş dönemi içinde de bu ittifaka özenle
yaklaşmalarıdır. Bu özen elden bırakıldığında felaketli sonuç­
larla yüz yüze kalmak kaçınılmazdır. Bu bakımdan küçük-bur­
juvazi dolayısıyla köylülük konusu da Komünist Parti Manifes-

59
tosunda bu siyasi rolleri ve buna ilişkin görevler bakımından
isabetle ele alınmıştır.
Bu itibarla (yeterli ve tatmin edici olmadığı söylenebilse bile)
bu konuda esasa dair bir eksiklik yoktur. Gerisi ise Komünist Par­
ti Manifestosunu rehber edinen komünistlerin mücadele dene­
yimlerinin dersleriyle tamamlanacak temel tespitler orada vardır.
Nitekim bu programı kuşanıp rehber edinen Bolşeviklerin dene­
yimlerinden çıkartılacak dersler bu temel saptamalan tamamlar.
Küçük-burjuva ve burjuva sosyalistlerinin değil Komünist Parti
Manifestosunun gösterdiği yoldan giden bolşeviklerin gözlükle­
riyle bakıldığında genel olarak küçük-burjuvaziye olduğu gibi
onun kırdaki kardeşi köylülüğe ilişkin saptama ve perspektifler
on dokuzuncu yüzyılda olduğu gibi hala komünistlerin proletar­
yaya önderlik etme yolunda temel kerterizlerini oluşturmaktadır.
Vaktiyle küçük-burjuvaziyi oluşturan kesimlerin pek çoğunun
meslek gruplan olarak varlıklannı sürdürmekte olduklanna ba­
karak bunlann hala eskiden mensup olduklan temsil ettiklerini
sanmak yanılgı olur. Yine de solda küçük-burjuvazinin bir sınıf
olarak varlığını aynen sürdürdüğü hakkında yaygın bir kanı var­
dır.
Oysa bu duruma bakarak küçük-burjuvazinin varlığını sür­
düğünü hatta gelişip kalabalıklaştığını öne sürenler Komünist
Manifestonun öngörüsünün doğrulanmadığını da söylemeye ha­
zır olur. Bunlann ilk örneği Bemstein'dır. Ama kapitalist üretim
ilişkilerinin serpilmesine paralel olarak mevcutları artan kesimi
«orta sınıflarıı yahut «yeni orta sınıflarıı diye tarif edip geleneksel
küçük-burjuvaziyle birbirlerine karıştırmak sadece basit bir sos­
yolojik hata olmakla kalmaz. Daha önemlisi bu, sınıf işbirliğine
açılan vahim stratejik/politik hatalara yol açar.
Doğrusu burjuvaziden ve proletaryadan ilk bakışta ayırt edi­
lebilecek olan yeni bir corta tabakanın» peydah olduğu hatta
burjuvazinin zenginleşmesiyle doğru orantılı olarak genişlediği
de bir vakıadır ama bunları küçük-burjuvazi içinde ele alıp öyle
yaklaşmak yanlıştır.
Komünist Parti Manifestosu genellikle bu kabil kesimleri ayn

60
bir tarifle tanımlamaktadır; bunlara •burjuvazinin paralı hizmet­
karlam demektedir. Bunlara ücretli köle veya küçük-burjuva
denmediğine göre onlar burjuvazinin bir parçası haline gelmiş
demektir. Ekseri •efendileri gibi giyinip yaşamaya• eğilimli ve
bunun için de nispeten ayrıcalıklı gelirlerle ödüllendirilen (burju­
vazinin zenginliğine orantılı olarak) bu kesimler ya burjuva dev­
leti bünyesinde istihdam edilir yahut doğrudan doğruya kapita­
listlerin veya genel olarak burjuvaların hizmetinde ve proleterin
kapitaliste bağımlı olduğundan daha bağımlı ve yapışık olarak
çalışırlar. Doğrusu bunlara Malcolm X'in isabetli bir biçimde
yaptığı ayrımı hatırlayarak yaklaşmak yanlış olmaz. Malcolm
X ev köleleriyle pamuk tarlalarında vb. çalışan köleler arasında
bir ayrım yapmıştı ve bunların yönelimlerinin aynı olmadığına
dikkat çekmişti.64
Tekrar konuya dönmek gerekirse geleneksel/sahici küçük-bur­
juvalar burjuvazi gelişip zengin-leştikçe varlıkları tehdit altında
olan bir sınıfa mensuptur. Diğerleri ise burjuvazi gelişip zengin­
leştikçe gelişip çoğalırlar. Ama aynı zamanda da bilhassa kriz
koşullarında bordadan ilk atılacak olanlar da bunlardır. Hele
kriz koşullarında bu krizin sorumluluğunun krizi bünyesinde
banndınp besleyen burjuva toplumu değil sınıf mücadelesini
yükselttiği için örgütlü işçi sınıfı ve ona önderlik eden komü­
nistler olduğunu düşünüp ilk harekete geçecek olanlar da bunlar
arasından çıkar. Faşist hareketin kitlesi genellikle ve bilhassa kriz
koşullarında bunlardan oluşur.
Bu itibarla sık sık birbirlerine kanştınlan sahici/geleneksel
küçük-burjuvalarla •burjuvazinin paralı hizmetkarlam proletar­
yanın ittifaklar politikası bakımından adeta tam karşıt konum­
lardadır. Bunlardan birinciler haklı olarak ve sahiden kapitalizmi
bir sınıf olarak varlıklarına yönelik bir tehdit olarak görürler.
Diğerlerinin toplumsal varlık koşullan burjuvazinin palazlanma­
sına bağlıdır. Bunların genellikle •zenginlikleri (bunu sömürüyü

64 Harriet Beecher Stow'un ünlü Tom Amcanın Kulübesi romanının kahramanı birin­
cilerin tipik örneğidir. Tom amcanın bir torunu da Black and Blue şarkısında ıdışım
siyah olsa da içim beyazdm diyen Louis Annstrong olsa gerek! Yahut dışını da be­
yazlaştırmak uğrunda genç yaşta ölen Michael Jackson!

61
diye de okuyabiliriz) adilce paylaşalım• şiarıyla ortaya çıkmala­
rına da şaşmamak gerekir.
Oysa gelenek.sel küçük-burjuvalar ve elbette bu bağlamda
ve bilhassa bunların kırdaki kısmı burjuvaziye karşı mücadele­
sinde proletaryanın müttefiki olması mümkün ve gerekli olan
kesimlerdir. Bunlar sosyal konumlan ve varlık koşullan nede­
niyle burjuvaziye düşman olur proletaryanın da potansiyel ve
zorunlu müttefikleri olmalıdır.
Buna karşılık burjuvazinin eteklerinde palazlanan ve esas
itibariyle para karşılığında burjuvazinin muhtelif işlerini gö­
rerek yaşamak durumunda olan hazan da •orta sınıftan ıyeni
orta sınıftan diye tarif edilenler doğrudan doğruya proletarya­
ya · intikal etmeseler bile oraya tam da Komünist Parti Mani­
festosunda söylendiği gibi yönlenirler veya yönlendirilebilirler.
"Nihayet, sınıf mücadelesinin kesin karar saatine yaklaştığı dö­
nemlerde, hakim sınıf içinde, hatta eski toplumun bütün kesim­
lerinde sürüp gitmekte olan dağılma süreci, öylesine şiddetli ve
göze çarpar bir hal alır ki, hakim sınıfın küçük bir parçası, kendini
o sınıftan kopanr ve devrimci sınıfla, geleceği elinde tutan sınıfla
birlik olur. 65
·
Dolayısıyla, nasıl bundan önceki bir dönemde soylulann bir
kesimi burjuvazinin safına geçmişse, şimdi de burjuvazinin bir
bölümü, özellikle burjuva ideologlannın tarihin genel gidişini
teorik olarak anlayabilecek düzeye erişmiş olan bir bölümü, pro­
letaryanın safına geçer."
Burada dikkat çekilen sosyolojik bir olgu olmaktan ziyade
bilinçli bir tercihtir. Öznel bir gelişmedir. Aynı zamanda da bu
pasajda kastedilenin burjuvazinin en yoksul ve en alt tabaka­
daki kesimlerinden ibaret olmadığı da açıktır. Burada •burjuva
ideologlarının tarihin genel gidişini teorik olarak anlayabilecek
düzeye erişmiş olan bir bölümü-nün proletaryanın safına geç­
mesinden söz edilmektedir. Demek ki daha kalabalık olan başka
bölümlerinin aynı yolu seçmesi için ne yapılması gerektiği de
bellidir: •sınıf mücadelesinin kesin karar saatine yaklaşmasını
sağlamak• üzere sınıf mücadelesini yükseltip, «eski toplumun da-
65 Bkz. •Komünist Parti Manifestosu•

62
ğılma sürecinin, göze çarpar bir hal almasını sağlayarak hakim
sınıfın bir parçasının, özellikle tarihin genel gidişini teorik olarak
anlayabilecek düzeye erişmesini de proletaryanın politik/ideolo­
jik mücadelesiyle sağlayarak proletaryanın safına geçip devrimci
sınıfla, geleceği elinde tutan sınıfla birlik olması için mücadele
etmek gerekir.
Hiç kuşkusuz küçük-burjuvaziye, ıburjuvazinin paralı hizmet­
karlam olanların politik evriminin kendiliğinden gelişip gerçek­
leşmeyeceği açık olmalıdır. Bu gelişme sadece nesnel durumla
ilgili olmayıp bilinçli bir siyasal müdahaleyi gerektirir.
Bunun için de proletaryanın komünist/devrimci bir önderliğe
sahip olup olmayışı belirleyici bir engeldir. Komünist Parti Ma­
nifestosunun köylülüğü de kapsayan küçük-burjuvazi ve aynca
ıburjuvazinin paralı hizmetkarlam hakkındaki saptamaları bu­
nun kavranması için paha biçilmez değer taşır.
Bu bakış açısıyla okunduğunda sınıf mücadelesinin esaslı ve
merkezi bir sorunu olan işçi-köylü (ya da genel olarak küçük­
burjuvazi) ittifakı perspektifinin devrimci kavranışını öğrenmek
için başlıca ip uçlan Komünist Parti Manifestosunda mevcuttur.
Ama en az işçi sınıfının sınıf bilincine erişmesi gibi kendiliğin­
denliğe bırakılamayacak ölçüde önemlidir.
Köylülük konusunda akademik/teorik bir araştırma yapmak is­
teyenlerin Komünist Parti Manifestosunun fazla bir yaran olma­
yacağı söylenebilir. Ama bu devrimci program metninin amacı ve
işlevi akademisyenlerin önünü açmak değildir. Köylü sorunu da
dahil kapitalizmin kaynağında olduğu tüm sorunları kökünden
temizlemek için proletaryaya önderlik etme iddiasında olan ko­
münistlere hitaben yazılmış ve onlara rehberlik etme iddiasında
olan bir program metnidir komünist manifesto.
Bunun için Komünist Parti Manifestosunu Bolşevikler gibi ve
onların dersleri ışığında okumak yeterlidir. O takdirde köylülüğün
Komünist Parti Manifestosunun neresinde olduğu da tastamam
gerektiği gibi görülmüş olur.

63
ili. Komünistler Birliği'nden
Birinci Enternasyonal' e
Köln davasının mahkumiyetle sonuçlanmasının ardından,
karşı-devrim dalgasının baskıları nedeniyle, ama bilhassa Marx
ve bazı yoldaşlarının devrimci örgütün sürekliliğinin önemi hak­
kındaki can alıcı kusurları yüzünden, Komünistler Birliği kendini
feshetti. 1 852 yılının kasım ayında Birliğin kapatılmasını öneren
ve çoğunluğu buna ikna eden Marx oldu.66 Elbette Birliğin kapa­
tılmasının gerekçesi böyle bir örgüt0n artık gereksiz oluşu değildi.
Marx Prusya devletinin elinde tutsak olan alman yoldaşlarının
hukuki durumunu kolaylaştırmak üzere bu hatalı öneriyi yaptı.
Açıktır ki bu öneriyi yapan ve kabul edenler, bir devrimci örgütün
sürekliliğinin, ne kadar değerli olurlarsa olsunlar onun bazı mili­
tanlarının hayatından daha önemli olduğunun bilincinde değildi.
Yine de, fesih önerisini yapan kendisi olsa da, Marx'ın böyle
bir örgütlenmeyi ayakta tutmak için gayret sarf etmediğini san­
mak yanlış olur. Aksine gerek Komünistler Birliği'ni baskılara
rağmen yaşatma çabalan, gerekse de başka girişimleri buna tanık.

Komünistler Birliği'nin Tasfiyesinden Sonraki Girişimler


1 850 yılının nisanında Marx, Engels ile yoldaşlan Willich,
ingiliz çartist Harney ve Fransız Blankistleri Adam ve Vidil'in
birlikte başlattığı •Devrimci Komünistlerin Evrensel Derneği• adlı
örgüt girişimi enternasyonalist, komünist bir devrimci örgüt kur­
ma iradesini yansıtan iyi bir örnektir. Aynı yıl içinde dağılmış
olsa bile bu kısa ömürlü küçük uluslararası örgütün tüzüğünün
amaç maddesi proleter enternasyonalizmi hedefinin temel evren­
sel dayanaklannı yansıtmak bakımından hiç değilse ideolojik/
politik bir kilometre taşının varlığına işaret ediyor:
"Derneğin amacı bütün ayrıcalıklı sınıftan devirmek; in­
san ailesinin son örgütleniş biçimi olması gereken komünizmin
gerçekleşmesine kadar devrimi sürekli/kalıcı kılarak, bu sınıftan
proletarya diktatörlüğünün baskısına tabi tutmaktır. Bu amacın

66 Ne yazık ki bu tasfiye karan daha sonra Komünist Entemasyonal'in tasfiyesinde


de örnek gerekçe olarak ele alındı.

64
gerçekleşmesine katkıda bulunmak için demek devrimci komünist
partinin bütün parçalan arasında dayanışma bağlan kuracaktır;
bunun için cumhuriyetçi kardeşlik ilkesine bağlı olarak ulus teme­
lindeki bütün bölünmelerin ortadan kalkmasına çalışacaktır. "67
Ne var ki devrimin sürekliliği/kalıcılığı hakkında bu vurguyu
yapan örgüt aynı gerekliliğin örgütün kendisi için de geçerli ol­
duğu konusunda aynı ısrarı gösteremedi. Bunda da Marx ve arka­
daşlarının örgütsel süreklilik konusunda Blankistler kadar kararlı
ve ısrarcı olmayışları ve devrimci örgütün kendiliğinden hare­
ketin içinden tekrar tekrar kurulabileceği hakkındaki yanılgıları
belirleyici bir rol oynadı. Bununla birlikte Komünistler Birliği'nin
tasfiye edilmesine ve Devrimci Komünistlerin Evrensel Derneği
girişiminin kısa ömürlü olmasına rağmen 1 848 devrimlerinin
derslerinin sadece devrimin kalıcı/sürekli olması gerektiğinden
ibaret olduğu sanılmamalı. Zira bu örgütün ortadan kalkmasını
takip eden girişimler buna tanıktır.
1 850 yılının nisanında Marx, Engels ile yoldaşları Willich,
ingiliz çartist Harney ve fransız Blankistleri Adam ve Vidil'in
birlikte başlattığı Devrimci Komünistlerin Evrensel Derneği adlı
örgüt girişimi hem devrimci örgüt ihtiyacını anlatır, hem de bu
örgütün enternasyonal bir nitelik taşıması gerektiğini. Bir başka
deyişle Komünist Parti Manifestosu'nun •Bütün Ülkelerin İşçileri
Birleşin• şiarının somut karşılığını işaret eder.
Komünistler Birliği aslında bir uluslararası örgüt olsa da bunu
adıyla yansıtmamıştı. Ama onunla birinci Enternasyonal diye
anılacak olan örgüt arasında köprü rolü oynayan Devrimci Ko­
münistlerin Evrensel Derneği bu iradeyi yansıtan iyi bir örnektir.
Aynı yıl içinde dağılmış olsa bile bu kısa ömürlü küçük uluslara­
rası örgütün tüzüğünün amaç maddesi proleter enternasyonaliz­
mi hedefinin temel evrensel dayanaklarını yansıtmak bakımından
hiç değilse ideolojik bir kilometre taşının varlığına işaret ediyor:
Kuşkusuz burada «devrimci komünist parti»den kastedilen so­
mut bir örgüt olarak değil daha geniş ve bizim alışkın olmadığı­
mız bir anlamda, asli bir taraf olarak partidir; «cumhuriyet.ten
67 Aktaran P. Frank Komünist Enternasyonal'in Tarihi, Editions La Breche Paris 1 987,
cilt 1 s. 1 8

65
kastedilen de bugün anlaşıldığı anlamda burjuva cumhuriyeti
değildir. Ama bu satırlara yansıyan bakış açısı Marx ve arkadaş­
lan gibi başka işçi sınıfı militanlannın enternasyonal bir devrimci
örgütlenmeye verdikleri anlamı ve önemi kavramaya yeter.
Marx «parti» derken esasen proletaryanın sınıf mücadelesinde
asli bir taraf olarak yer almasını anlıyordu. Zira parti bir anlamıy­
la parça demekse de (bu daha çok hizip karşılığı oluyor) bir başka
ve bu bağlamda kast edilen anlamıyla taraf, taraf olma anlamına
gelir.
Öte yandan burada bahsedilen cumhuriyet de besbelli burju­
vazinin egemenlik biçimlerinden biri olan cumhuriyet değil Ko­
münist Parti Manifestosunda da işaret edildiği gibi «proletaryanın
egemen sınıf haline gelmesi»dir. Halkın kendi kendini yönetmesi
anlamında cumhuriyetten kast edilen de budur.
Bu bakımdan belli ki genellikle sanılanın aksine komünistle­
rin proletarya diktatörlüğünün gereği ve rolü hakkındaki temel
fikirleri edinmek için Paris Komünü'nü beklemelerine gerek yok­
tu. Komünistler Birliği 1 848 devrim dalgasının ardından bu dersi
zaten çıkarmıştı. Bu örgütün ardından kurulan oynayan Devrimci
Komünistlerin Evrensel Derneği adıyla sanıyla proletarya dikta­
törlüğünü hedeflediğini tüzüğünde beyan etmişti.
Bu satırlarda yansıyan bakış açısı bile, Marx ve arkadaşlan gibi
başka işçi sınıfı militanlannın enternasyonal bir örgütlenmeye
verdikleri anlam ve önemi kavramaya yeter .
Devrimin kalıcı olması ve proletaryanın egemenliği ile taçlan­
ması gerektiği fikri, 1848 devrimleriyle birlikte o zamanın ko­
münistlerinin bilincinde ne kadar netleşmiştiyse, proletaryanın
siyasal ve örgütsel bakımdan bağımsız örgütlenmesinin bunun
biricik güvencesi olacağı da o kadar netti.
Ne var ki, Marx'ın zihninde sürekliliğini koruması gereken bir
komünist öncü örgütlenmesi fikri aynı ölçüde net değildi. O ne­
denle proletaryanın kitlesel ayaklanması ve egemen sınıf olarak
örgütlenmesi arasındaki bağ ve aynın o zaman ne teoride ne de
pratikte tam anlamıyla kurulamadı.
Bu bakımdan devrimci marksist teoriye 1848- 1850 devrimle-

66
rinin bir armağanı olan •kalıcı/sürekli devrim• perspektifi, dev­
rimci partinin öncü rolü ve buna uygun örgütlenmesi konusunda
eksiklikler, boşluklar barındırıyordu; dolayısıyla bu eksiğin far­
kında olmaksızın ve nesnel dinamiklerin sonucunda başarıya ula­
şacak bir devrim perspektifinin savunusu, •Marksizm zemininde
durmakla birlikte•, büyük bir gediği barındırmaya devam etti. Bu
gedik, teorik olarak Lenin tarafından, pratik olarak da Bolşevik
hareket tarafından Ekim Devrimi'ne varan süreçte kapatıldı.
Komünistler Birliği'nin kapatılmasından sonra geçen 1 2 yıl
dünya çapında önemli gelişmelere sahne oldu. ABD iç sava­
şı ( 1 86 1), italya'da-ki birlikçi cumhuriyetçi hareketin gelişmesi
( 1 8 59) ve çarlık Rusya'sı ta-rafından ezilen Polonyalıların ulusal
direnişi ( 1 863) bu yıllara rastlar. Amerikan iç savaşı bir yandan
pamuk kıtlığının ingiliz tekstil sanayiine doğrudan etkisiyle in­
giliz işçi sınıfının gündemindeydi ; bir yandan da 1 848 devrimle­
rinin yenilgisinin ardından Amerika'ya göçen ve aktif olarak iç
savaşta köleliğin kaldırılması yönündeki mücadelelerde yer alan
birçok Avrupalı kotılünistin dolayımı sayesinde işçi sınıfının bu
sorunla özel bir yakınlığı vardı. İtalyan sorunu ise Garibaldi'nin
1 863'de sürgün olarak Londra'ya gelmesiyle sıcak biçimde Avru­
pa işçi hareketinin gündemine oturmuştu.
Yine bu sıra Rusya'da önemli gelişmeler oldu. Entemasyonal'in
ku-ruluşundan üç yıl öncesinde Rusya'da serflik kaldırıldı. 1 86 1 -
1 863 yılla-rı arasında bir çok köylü direnişi ve öğrenci gösterileri
oldu; asi köylü-lerin sayısı binleri bulmaktaydı. Aynı zamanda ilk
gizli devrimci de-mokrat örgütlenmelerin kuruluşu da bu zamana
rastlar; Herzen, Çer-nişevski ve Ogarev önderliğinde Zemlya y
Volya örgütü bu dönemde kuruldu. Lenin rus devrimci hareketi­
nin bu dönemini ( 1 8 6 1 - 1 895) proleter dönemin arifesi ve burjuva
demokratik dönem olarak niteledi.
Aynı yıllar boyunca İngiltere'de sendikacılığın hızla geliştiği ;
Fransız ve İngiliz işçileri arasında ilk sendikal dayanışma eylem­
lerinin gerçek-leştiği; Almanya'da bir işçi partisi örgütlenmesi
yönündeki hareketin Lassalle önderliğinde serpildiği göze çarp­
maktadır.
Yine de, bütün bu kıpırdanmalara rağmen, Komünistler

67
Birliği'nin dağılmasının ardından, işçi sınıfının devrimci örgüt­
lenmesi bakımından uzun bir durgunluk döneminin yaşandığı
saptanmalıdır. Ama bunun -bedi bir suskunluk olmayacağını dü­
şünenler yanılmadılar. Birliğin fes-hinden 1 2 yıl sonra, 28 eylül
1 864'de Londra'da biraraya gelen birçok Avrupa ülkesinden işçi
örgütlerinin temsilcileri Enternasyonal İşçi Demeği'ni (namı diğer
Birinci Entemasyonal'i OD) kurma karan aldılar.
Saint-Martin's Hall toplantı salonunda yapılan toplantı, ilginç­
tir ki bir ulusal soruna ilişkin bir gündemle toplanmıştı: çarlık
Rusya'sı, Avusturya�Macaristan ve Prusya imparatorluklan ara­
sında parçalanmış bulunan Polonya'daki ulusal direnişle daya­
nışmak üzere düzenlenmişti. Polonya sorunu ile Garibaldi önder­
liğinde yürütülen İtalya b irliğinin sağlanması mücadelesi o sıra
İngiltere'de işçi hareketi içinde en çok ilgi ve sempati uyandıran
uluslararası sorunlann başında gelmekteydi. Toplantıyı düzenle­
yenler bu konularda daha önce de bir takım etkinlikler düzenle­
mişlerdi. Ne var ki, aslında İngiltere'deki örgütlü ve ayncalıklı bir
kesimi, •işçi aristokrasisini• temsil eden bu kesimlerin, kıta Av­
rupa'sındaki gelişmelere yaklaşımının ardında İngiltere'ye ucuz
işgücü göçünün durması ve ücretlerinin (imtiyazlannın diye de
okunabilir) düşmesinin önlenmesi refleksinin yattığını düşünmek
çok yersiz olmaz.
Kuşkusuz Polonya direnişinin de tamamen ulusal çerçeveyle
sınırlı bir gelişme olduğu sanılmamalı; Polonya ile genel olarak
komünist hareket arasında tesadüfi ya da zorunlu bir çok bağ
yıllar içinde örülmüştü. Bir yandan öteden beri Polonyalı mül­
tecilerin Avrupalı komünistlerle ilişki içinde olduklan ve bir çok
Alman komünistin kendi devletleri tarafından ilhak edilmiş bu­
lunan Polonya topraklannda devrimci etkinliklere katıldıklan
unutulmamalı; öte yandan Zemlya y Volya taraftan devrimci rus
subaylannın 1 863 ayaklanması sırasında ayaklananlann saflan­
na geçecek kadar Polonya'daki hareketle içli dışlı olduktan ha­
tırda tutulmalı; nihayet ı 863 ayaklanmasının liderlerinden olan
Dombrowski ve Wroblenski'nin daha sonra Paris Komünü'nün
kahramanlan arasında yer aldığı göz önünde bulundurulmalı.
Bu unsurlan da içeren tarihsel çerçevede Saint Martin's Hall'deki

68
toplantıyı düzenleyenler yaptık.lan açılış konuşmasında şöyle de­
diler:
"Yıllardan beri asil ve bahtsız Polonya halkını en kötü saldınla­
ra ve zulme maruz bırakan canilere karşı tepkimizi dile getirmek
üzere örgütlediğimiz büyük toplantımıza hoş geldiniz. Bu katı­
lımınız Avrupa'nın ihmal edilen ve horlanan halklan için daha
aydınlık ve mutlu bir geleceği yakında görebileceğimiz umudunu
uyandınyor. "68
Kuşkusuz sadece bu toplantıdan Birinci Entemasyonal'in çık­
ması bile böyle bir umudun yersiz olmadığını gösterdi. Ama ne
tuhaf ki, ulusal direnişlere karşı İngilizler tarafından gösterilen
bu sempatinin İrlanda konusunda olmayışı kimsenin dikkatini
çekmiş değildi. İngiliz sendikal örgütlerinin önayak olduk.lan bu
toplantıda İrlanda ulusal sorunu yahut İngiltere'nin sömürgele­
rine ilişkin sorunlar ak.la bile gelmedi. Yine de bu toplantı Birinci
Enternasyonal diye anılacak olan örgütün kuruluş kararının alın­
dığı toplantı oldu. Ama örgütün sonradan dağılmasına varacak
olan tartışmaların arasında, İrlanda sorununun özel bir yer tut­
ması boşuna değildir.

68 Aktaran Roger D'Angeville, Marx ve Engels'de Sınıf Partisi Antolojisi içinde, Mas­
pero yayınlan, ı ı ı . dipnot, c. il, s.78

69
Örgütsel Belgelerin
N.
Şahsileştirilmesi ve
Örgütsel Sürekliliğin Kopuşu
Hakkında
Manifesto, yüz elli yıl önce ilk kez yayınlandığında, "Komünist
Parti'nin Manifestosu" başlığını taşıyordu; ve doğrusu da buydu.
Peş peşe birçok baskısı yapılan Manifesto'nun, aynı yıl içinde yine
Almanca olarak Londra'da yapılan ikinci baskısında da; bunu iz­
leyen Fransızca, Lehçe, İtalyanca, Danca, Felemenkçe ve İsveççe
baslç.ılannda da hiç bir yazar adı geçmedi. Komünist Manifesto 'nun
yazarlannın, Kari Marx ve Friedrich Engels olduklan hakkı nda­
ki ilk ibare, 1850'de İngiltere'deki çartistlerin yayın organı olan
ıThe Red Republican - Kızıl Cumhuriyetçiıde yayınlanan, •Alman
Komünist Partisi'nin Manifestosu• başlıklı İngilizce çeviriye, G. J.
Hamey'in yazdığı önsözde geçti. Daha sonra, 1 872'de Almanya'da
yayınlanan baskıya, Marx ve Engels ortak bir önsöz yazdılar. Bu
baskı «Das Manifest der Kommunistischen Partei = Komünist Parti­
nin Manifestosu• başlığıyla ve Marx-Engels imzasıyla yayınlandı ;
o günden sonra, hemen hemen tüm baskılar bu biçimde yayınlan­
dı ; o gün bugündür hemen hemen her yerde, «Marx ve Engels'in
ölümsüz eseri•, yahut buna benzer ifadelerle anılır.
Oysa, Komünist Manifesto'nun içerdiği fikirlerin tamamı Marx
ve Engels'e ait olsaydı bile, bu fikirler Manifesto'nun ortaya çıkı­
şına yetmiyordu. Çünkü Manifesto'nun ortaya çıkmasına yol açan
bir örgütsel karar ve hatta Merkez Otoritesi'nin mektubunda görül­
düğü gibi bir talimat vardır. Bir başka deyişle, Manifesto'nun varlı­
ğı, Komünistler Birliği'nin varlığına ve iradesine tamamen bağlıdır.
Buna karşılık, şekillenişi sırasında tayin edici katkılan olsa bile,
Komünistler Birliği'nin kurulması fikri, Marx ve Engels'in değildir.
Hatta böyle bir örgüt onlann akıllanndan bile geçmiş değildir; bel­
ki de bu örgütün sürekliliğinin sağlanamamasının ardında yatan
en önemli öznel zaaflardan biri burada yatmaktadır.

70
Komünist Manifesto ccMarx-Engels'in Eseri» mi?
1 872'de ilk kez Marx ve Engels imzasıyla yayınlandığında,
Manifes-to'nun asıl sahibi olan Komünistler Birliği'nin yerinde
çoktan beri yeller estiği bir olgudur; onun yerine kurulan Birinci
Enternasyonal de türdeş bir çizgiye ve bu manifestonun arkasın­
da duracak ortak bir iradeye sahip değildi. Kapanmasına/tasfiye
edilmesine varacak olan iç çatışmalar sürecine (Bakunincilerle
marksistler arasındaki gerilim artmaktaydı) girmişti.
Bu durumda, Komünist Manifesto'yu fiilen Marx ve Engels
neredeyse şahsen temsil edip savundular. Zaten Adiller Birliği
adlı örgütün 1 847 Haziran'ındaki kongresinde, örgütün isminin
Komünistler Birliği olarak değiştirilmesini önerip bu önerinin ka­
bul edilmesini sağlayanlar da bu örgüte yeni katılmış bulunan
Marx, Engels ve arkadaşlanydı. Örgütün tüzüğüne de başta amaç
maddesi olmak üzere, önemli katkılar getirmişlerdi. Ama elbette
onlann önceden kurulmuş bu örgüte sunduklan en önemli katkı
Komünist Parti Manifestosudur.
Ama Komünist Manifesto, hem bütün dünya işçilerine sunu­
lan bir armağandır; hem de Marx ve Engels'in beyinlerinden,
«Atena'nın, Zeus'un beyninden çıktığı gibi1169 çıkmamıştır. Bu
fikirlerin onlann zihinlerinde ifade bulabilmesi için örgütlü, ör­
gütsüz sınıf mücadelelerinin somut deneyimlerinin yaşanmış ol­
ması gerekiyordu. Bu bakımdan, komünistlerin hala esas alması
gereken temel siyasal-programatik belge olma niteliğini koruyan
Komünist Manifesto'nun, bu niteliği ile bir araç olarak kullanı­
labilmesi için, hem ortaya çıkış sürecinin tam olarak nasıl oldu­
ğunun, hem de örgüt anlayışı hakkındaki kusurun hangi yolla
giderilebileceğinin bilincinde olmak gerekiyor.
1 872'de koşullann ne olduğu ve hangi nedenle Manifesto'nun
Marx-Engels imzasıyla yayınlanmış olduğu tartışması ayn bir so­
rundur. Ama hem ortaya çıkış sürecini yansıtmak bakımından bu
metni, iki yazarlı bir «eser» olarak ele almak doğru değildir; hem

69 Yunan Mitolojisine göre Zeus yoğun bir baş ağnsı nedeniyle ateşlerin volkanlann
tannsı olan demirci HephaestusNolkan'dan kafasını yanp ağndan kendisini kurtar­
masını ister. Vulcan kafasını yannca yanktan hikmet akıl ve savaş tannçası olarak
kabul edilen Athena/Manevra çıkacaknr.

71
de Manifesto'nun politik-örgütsel anlamının hasıraltı edilmesine
yol açtığı için böyle yapmamak gerekir.
Her şey bir yana, o yıllarda da, sonrasında da bu metni ken­
dilerine kılavuz eden milyonlarca komünistin, «Marx-Engels
müridleriı değil, Komünistler Birliği'nin militanları ve takipçileri
olduğu gerçeğini vurgulamak, metni kaleme alanlan zikretmek­
ten daha önemli ve anlamlıdır. En azından komünist kavramının
içeriğine daha uygun düşer.
En önemlisi böyle bir vurgu, Manifesto'nun arkasındaki örgüt
iradesini ve bir devrimci örgütün ihtiyacına yanıt vermek üze­
re kaleme alınmış olduğunu hatırlatır. Bu bakımdan bu amaçla
ele alınıp kullanılması gereğini öne çıkarmak gerekir. Bugün asıl
vurgulanması gerekenlerin başında da bu gelir.
Bu nedenle Komünist Manifesto'nun doğuşuna ve geliştirilme­
sine varan süreci akılda tutmak önemlidir. Manifesto 'nun hem
ortaya çıkışı hem de geliştirilmesi için sadece nesnel gelişmelerin
değil, sınıf mücadelesinde öznel bir etken olarak yer alan bir dev­
rimci örgütün müdahalelerin rolü belirleyicidir. Daha önemlisi
sınıf mücadelesinin bu kesitinden çıkartılan derslerin tayin edici
bir payı olduğunu unutmamak icap eder. Dolayısıyla bu belgeyi
devrimci bir örgütün marksist teori ışığında hazırlanmış ilk ko­
münist program metni olarak ele almak gerekiyor.
Bu bakış açısıyla Komünist Manifesto'nun, «Marx ve Engels'in
eseri• yahut •Komünistler Birliği'nin Manifestosu• olarak anıl­
ması, bir sahiplik ve miras tartışmasıyla ilişkisi pek az olan bir
ihtiyacı ifade eder. Bu aynının öne çıkardığı soru işaretleri, daha
önemli ve başka durumlarda da karşılaşılabilen bir soruna ışık
tutmaktadır. Sonuçta şu ya da bu şahsın kişisel katkılarını yansıt­
sa ve şu ya da bu şahsın kaleminden çıkmış olsa bile, örgütsel/ko­
lektif bir ürün olarak kabul edilmesi gereken politik/programatik
belgelerin, kişisel imzalarla anılması iki önemli noktada sivrilen
bir çarpıklığa kaynaklık eder.
Birincisi bu tutum örgütsel-politik süreklilik ile ideolojik sürek­
lilik arasındaki bağın kopmasına yahut unutulmasına, en azından
öneminin fark edilmemesine yol açan bir durum yaratmaktadır.

72
İkincisi bu tutum, bu türden belgelere yapılan başka katkıla­
rın (burada başka «şahsiyetlerin• katkılan değil, kişisel olmayan
örgütsel/kolektif katkılar kastedilmektedir) gözden kaçırılmasına
yol açar. Yani bu tutum söz konusu metinlerin örgütsel/kolek­
tif niteliğini hasıraltı eden, dolayısıyla siyaset-örgüt bağının bir
başka düzeyde kopmasına yol açan bir etkendir. Bu nedenlerle
politik/programatik belgelere bireyci ve aydınca bakış açısı, siya­
sal-örgütsel sürekliliği kavramada ve yansıtmada ciddi zaaflara
neden olmaktadır.

Komünist Manifesto Mirasının


Devralınmasının Koşulu Nedir?
Siyasal görüşleri, falanca ve filancanın kişisel görüşleriymiş
gibi algılamakla malul tutum, siyasal görüşlerin şekillenmesini
fikirlerden başka etkenlerin de etkilediğini (örneğin Manifesto
örneğinde olduğu gibi, bir örgütsel çerçeve ve örgüt iradesi) göz­
den kaçırır ve siyasal fikirlerin sürekliliğinin bile ancak örgütsel
zeminler üzerinde sağlanabileceğinin unutulmasına yol açar. Bu
nedenle Komünist Manifesto'nun kökenlerini ve akıbetini bu göz­
le irdelemekte yarar var.
Komünist Manifesto'nun ifade ettiği anlayışın, •modem dün­
yanın örgütlü ve savaşan proletaryasının tümünü yaşatmaya ve
harekete geçirmeye• (Lenin) devam edebilmesi için, ona hayat ve­
ren örgütsel zeminden daha gelişkin bir örgütsel zemine çoktan
beri ihtiyacı var. Bu manifestoya sahip çıkma iddiasında olan ko­
münistlerin öncelikli ödevi de, bunun gereğini yerine getirmektir.
•Komünistler Birliği kadar mütevazı, Komünist Enternasyonal
kadar iddialı bir yürüyüşüm sorumluluğunu üstlenmek ve bu
iddiayı açıkça ortaya koymak Komünist Manifesto'nun mirasını
devralıp bu çizgiyi sürdürmenin en önemli ve öncelikli koşuludur.
Komünist Manifesto bu bilinçle ele alınıp, devrimci parti güçle­
rinin politik kimliğinin çerçevesini çizen ve gerisine düşülmemesi
gereken politik platformun temel taşlarından biri olarak yerine
oturtulmalıdır.

73
•Bütün ülkelerin işçileri birleşin!•
Komünistler Birliği bu çağrıyı yükseltirken, «proleterlerin
zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok; kazanacakları
bir dünya var» diyordu. Neredeyse 1 7 5 yıl oldu; o günden beri
proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek b irçok şeyleri oldu.
Devletleri bile oldu! Çoğu zorlu mücadelelerin sonucu olan bu ka­
zanımlar, direnmelere rağmen, bazen üzerine tüneyen ayrıcalıklı
akbabaların sömürmesiyle, bazen sınıf düşmanının saldınlanyla
bir bir kazınıp gitti; kaybedildi. Dünya işçi hareketi büyük feda­
karlıklara ve mücadelelere mal olmuş politik mevzilerinden geri
atıldı. Bu mevzilerin başında devrimci örgütler, devrimci partiler
ve proletarya diktatörlüğü var.
Bugün, bütün bu mücadelelerin eleştirel bir özetini oluşturan
ve en az bu mevzilerin kazanılması yolundakiler kadar büyük
fedakarlıklara mal olmuş ideoloj ik mevziler de tehdit altında.
Kaybedilmiş politik mevzileri yeniden ve bir daha kaybetmemek
üzere kazanmanın birinci adımı, bu deneyimlerin eleştirel özetini
ifade eden ideoloj ik mevzileri kuşanmak ve bunu gelecek kuşak­
lara aktarmak olmalı.
Bu mevzileri korumak için onları dondurmak mı gerekir? Ak­
sine bu onları büsbütün kaybetmenin en kestirme yollarındandır.
Bu kazanımları koruyup yarına aktarmak için, anlan eleştirel bir
süzgeçten geçirerek, canlı deneyimlerin dersleriyle zenginleştir­
mek ve sınamak gerekiyor; böylece onları dayanıklı kılmanın
önemli bir koşulu da yerine getirilmiş olacak.
Hiçbir politik kazanım kalmadıysa tam bir yenilgi var demek­
tir. O halde bir defteri kapatmak, beyaz bir sayfadan başlamak
mı gerekir? Bilakis; bu geçmişteki kadar bile başarılı olmamayı
garantilemenin yoludur. Geçmişte komünizm uğruna yapılanlar
başarısızlıkla sonuçlanmış olsa bile, bunlardan ders çıkarıp aksi
yöne savrulmuş deneyimlerden de ibret almak gerek.
Bu geçmişle hesaplaşmanın ilk adımı, yenilgi, başarısızlık ve
yanılgıların üstünü örtmek yerine, •evet biz yenilen taraftaydık»
deme cesaretini göstermektir. Geçmiş deneyimin dersleri ancak
bu tutumla çıkarılabilir. Buna titizlikle önem vermek gerekiyor;
çünkü bunlar komünistlerin geçmişten devralıp gelecek kuşaklara

74
aktarabilecekleri, insanlık kültürünün en değerli mirasıdır.
Geçmişi bir kalemde silip, beyaz bir sayfadan başlamak ge­
rekmiyor. Bugüne kadar yapılmış ve söylenmiş olanları yok
saymamakla birlikte, ayıklamak gerekiyor. Bu çabada başlıca
esin kaynağı Ekim Devrimi'dir. Komünist devrimciler, Komünist
Manifesto'da ilan edilen; Ekim Devrimi ve sovyet iktidarıyla yeni
bir çağ açan; Komünist Entemasyonal'le başlatılıp sürdürüleme­
yen komünizm davasının izleyicileri olmalıdır.
Bu yolda başlıca kılavuzlarımız, temel başvuru kaynaklarımı­
zın/referanslarımızın başında Komünist Parti Manifestosu olacak.

75
Komünist Parti Manifestosu

Avrupa'nın başına bir heyula musallat olmuştur: Komünizm


heyulası. Papayla Çar, Mettemich'le Guizot, Fransız Radikal­
leri ve Alman polis hafiyeleri, yani kocamış Avrupa'nın bütün
güçleri bu heyulayı defetmek için kutsal bir ittifak kurmuştur.
İktidardaki hasımlarınca komünist diye suçlanmamış bir
muhalefet partisi var mı? Komünizm kara lekesini, sağındaki
solundaki rakiplerine gerisin geri iade etmemiş bir muhalefet
nerede?
Buradan çıkarılacak bir çift ders var: Avrupa'nın bütün güç­
leri, komünizmin de başlı başına bir güç olduğunu artık kabul
etmektedirler. Komünistlerin görüşlerini, amaçlarını, eğilimle­
rini açıkça, bütün dünya önünde açıklamalarının ve partinin
kendisine ait bir manifestoyla bu «Komünizm Heyulası• masa­
lına karşı çıkmalarının zamanı gelmiştir.
Bu amaçla, çeşitli milletlerin komünistleri Londra'da toplan­
dılar ve İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Flaman ve Danimarka
dillerinde yayınlanmak üzere aşağıdaki Manifestoyu kaleme
aldılar.

1. Burjuvalarla Proleterler

Günümüze kadar var olagelen bütün toplumların tarihi, sınıf


mücadelelerinin tarihi olmuştur.
Özgür yurttaşla köle, patrisyenle pleb70 , derebeyiyle topra­
ğa bağlı köle (serf), lonca ustasıyla kalfa, tek kelimeyle ezen­
le ezilen; hep birbirlerine karşı olmuş ve kimi zaman alttan
alta, kimi zaman açıktan açığa yürütülen bir kavgayı aralıksız
sürdürmüşlerdir. Bu kavga, her seferinde, ya bütün toplumun
devrimci bir dönüşüme uğramasıyla, ya da çarpışan sınıfların

70 PLEB: Eski Roma'da yurtt aşlık haklarından yararlananlara patrisyen. yurttaşlık


haklarından yararlanamayan, ama köle de olmayanlara da avam anlamına gelen
"pleb" denirdi.

76
birlikte mahvolmalanyla sonuçlanmıştır.
Tarihin önceki çağlarında, hemen her yerde, ayn ayn zümre­
lere bölünmüş olan toplumun karmaşık bir biçimde düzenlen­
diği, farklı toplumsal mevkilerin basamaklar halinde dizilmiş
olduğu görülür: Eski Roma'da patrisyenler, şövalyeler, plebler,
köleler; Ortaçağda feodal beyler, bendeler, lonca ustaları, kal­
falar, çıraklar, serfler; ve bu sınıfların hemen hepsinin içinde,
ikincil kademeler.
Feodal toplumun yıkıntılarından fışkıran çağdaş burjuva
toplumu sınıf çelişkilerine son vermemiştir. Sadece, eskilerinin
yerine yeni sınıflar, yeni baskı koşullan, yeni mücadele biçim­
leri getirmiştir. Bununla birlikte, çağımızın, yani burjuvazinin
çağının ayırt edici özelliği, sınıf karşıtlıklarını sadeleştirmek ol­
muştur. Bütün toplum gitgide iki büyük düşman kampa, birbir­
lerine tamamen karşıt iki büyük sınıfa bölünmektedir:

Burjuvaziyle proletarya.
Ortaçağın toprağa bağlı köleleri olan serfleri arasından en
eski kasabaların imtiyaz-beratlı (ayrıcalığı belgelenmiş) şehir
ahalisi çıktı. Bunların arasından da burjuvazinin ilk unsurları
yetişti.
Amerika'nın keşfi, Ümit Bumu'nun dolaşılması palazla­
nan burjuvaziye yeni alanlar açtı. Hindistan ve Çin pazarları,
Amerika'nın sömürgeleştirilmesi, sömürgelerle ticaret, genel
olarak değişim araçlarının ve metaların artışı ticarete, denizci­
liğe, sanayiye görülmemiş bir dürtü sağladı ve böylelikle, çök­
mekte olan feodal toplumun bağrındaki devrimci unsurun hızla
gelişmesine yol açtı.
Sanayinin eski, feodal tarz örgütlenişinde sanayi üretimi
içe dönük loncaların tekelindeydi ; bu sistem yeni pazarların
gelişen ihtiyaçlarını karşılayamaz oldu. Onun yerini manifak­
tür (küçük imalat) sistemi aldı. Lonca ustaları bu manifaktürcü
orta tabaka tarafından bir kenara itildiler; ayn ayn loncalar
arasındaki işbölümü, tek tek her bir atölyenin içinde yaratılan

77
işbölümü karşısında kayıplara karıştı.
Bu arada pazarlar durmadan büyüyor, talep durmadan artı­
yordu. Manüfaktür imalatı bile yeterli olmaktan çıkmıştı. Üs­
telik, buhar enerjisi ve makineler sanayi üretimini köklü bir
değişikliğe uğrattı. Küçük imalatın yerini dev modem sanayi;
sanayici orta sınıfın yerini sanayi milyonerleri, koca sanayi or­
dularının kumandanları, yani modem burjuvalar aldı.
Geniş ölçekli sanayi, Amerika'nın keşfi sayesinde yolu açı­
lan dünya pazarını kurmuştur. Bu pazar, ticaretin, denizciliğin,
kara ulaşımının muazzam gelişmesini sağlamıştır. Bu gelişme
de sonradan, sanayinin yayılmasını etkilemiştir; ve sanayi,
ticaret, denizcilik, demiryollan yayıldığı ölçüde burjuvazi ge­
lişmiş, sermayesini arttırmış, Ortaçağ'dan arta kalan bütün sı­
nıfları geri plana itmiştir.
Böylece, çağdaş burjuvazinin kendisinin de uzun bir gelişme
seyrinin, üretim ve değişim tarzlarındaki bir dizi devrimci al­
tüst oluşun ürünü olduğunu görüyoruz.
Burjuvazinin gelişmesi yolunda atılan her adımı, onun siyasi
gücünün artmasında yeni bir aşama izlemiştir. Feodal soylula­
rın sultası altında ezilen bir zümre; Ortaçağ komünü71 içinde
silahlı ve kendi kendini yöneten bir topluluk, bazen (İtalya ve
Almanya'da olduğu gibi) bağımsız şehir cumhuriyeti, bazen
(Fransa'da olduğu gibi) krallığa vergisini ödeyen, monarşinin
üçüncü zümre11si iken; burjuvazi sonradan, asıl manüfaktür
döneminde, soylulara karşı bir denge unsuru olarak ya yan-fe­
odal monarşiye, ya da mutlak monarşiye hizmet etti; gerçekte,
bütün büyük krallıkların hemen hepsinin kilit taşı oldu. Niha­
yet, çağdaş sanayinin ve dünya pazarının kurulmasından bu
yana burjuvazi, modem temsili devlet içinde (sayesinde -çn),
siyasi hakimiyeti bütünüyle kendi eline geçirmiştir. Modem
devletin yürütme aygıtı, tüm burjuvazinin ortak işlerini yürü-
11 Komün. İtalya ve Fransa'nın şehir ahalisinin, ilk özerklik haklannı feodal beyle­
rinden satın aldıktan ya da koparttıktan sonra kendi şehir toplulu.klanna verdikleri
isimdi ıKomünı, yeni ortaya çıkan şehirlerin, feodal beyleri ve efendilerinden mahalli
özerklik ve siyasi haklannı ıavam tabakası-üçüncü tabaka=tiers etab olarak kopa­
np almazdan önce de Fransa'da kendilerine verdikleri isimdi. Burada, genel olarak,
burjuvazinin ekonomik gelişmesine İngiltere, siyasi gelişmesine Fransa tipik örnek
sayılmıştır.
78
ten bir komiteden başka bir şey değildir.
Burjuvazi, tarihi bakımdan son derece devrimci bir rol oy­
namıştır.
Nerede üstün gelmişse, orada bütün feodal, ataerkil, asude
ilişkilere son vermiştir. İnsanı •doğal olarak üstün sayılamlara
bağlayan karmakarışık feodal bağlan hoyratça kopanp atmış;
insanla insan arasında •nakit ödemenin• katı ihtiyaçlarına
göre kurulan bağdan başka hiçbir bağ, soğuk bir bireysel çıkar
ilişkisinden başka hiçbir ilişki bırakmamıştır. İnsanların vecd
ile titremesine yol açan yüce dini coşkuların, coşkun şövalye
ruhunun, edebiyat ve sanat tutkunlarının dar kafalı gözü-yaşlı
duyarlılığının en yüce heyecanlarını bencil hesabın buzlu su­
larında boğmuştur. Kişisel değerleri değişim değerine dönüş­
türmüş; iptali mümkün olmayan sayısız beratlı özgürlüklerin
yerine, o yegane vicdansız özgürlüğü, serbest ticaret özgürlü­
ğünü getirmiştir. Tek kelimeyle, dini ve siyasi aldatmacalann
ardında giz-lenen sömürünün yerine, yalın, utanmaz, dolaysız
ve gaddar bir sömürü getirmiştir.
Burjuvazi o güne dek el üstünde tutulan, baş tacı edilip saygı
duyulan ne kadar meslek varsa, hepsinin halesini söküp atmış­
tır. Hekimi, hukukçuyu, papazı, şairi, bilim adamını kendisinin
paralı hizmetkarları haline getirmiştir.72
Burjuvazi, ailenin yüzünü örten yıvışık peçeyi yırtmış, aile
ilişkisini salt bir para ilişkisi derekesine indirmiştir. Gericilerin
onca hayranı ol-duklan Ortaçağ kaba-kuvvet gösterilerinin, en
miskin tembellikle nasıl olup da birbirini tamamladığını gözler
önüne sermiştir. İnsan faaliyetinin nelere kadir olduğunu ilk is­
pat eden burjuvazidir. Mısır piramitlerini, Roma su kemerlerini
ve Gotik katedralleri fersah fersah aşan harikalar yaratmıştır;
72 Genellikle ve düşünmeden küçük- burjuvazi saflannda sayılan bu kesimlerin Ko­
münist Parti Manifestosu'ndan itibaren •burjuvazinin paralı hizmetkarlano diye ta­
nımlanması genellikle dikkatten kaçan ihmal edilen bir saptamadır. Oysa bu vur­
gu ittifaklar politikasında ve revizyonistlerin küçük burjuvaziye ikame etmek üzere
Bernstein'dan beri tarif ettikleri sözümona orta sınıf safsatasını aydınlatmak için
önemlidir. Besbelli •burjuvazinin paralı hizmetkarlan• ile başlı başına ve ayn bir sı­
nıf olarak pre-kapitalist dönemden intikal eden ve burjuvazinin yükselişine paralel
olarak onunla çatışma halinde olan küçük burjuvazi arasında esaslı bir fark koymak
gerekir-OD

79
daha önceki bütün kavim göçlerini ve haçlı seferlerini gölgede
bırakan seferler düzenlemiştir.
Burjuvazi üretim araçlarını, dolayısıyla üretim ilişkilerini ve
onlarla birlikte bütün toplum ilişkilerini sürekli değişikliğe uğ­
ratmaksızın var olamaz. Oysa, tam tersine, üretim tarzlarının
değişmeksizin korunması, ondan önceki bütün sanayici sınıf­
ların başta gelen varoluş şartıydı. Üretimin sürekli değişikliğe
uğratılması, toplumsal koşulların aralıksız altüst edilmesi, sonu
gelmez istikrarsızlık ve çalkantı, burjuvazinin çağını önceki
bütün çağlardan ayıran özelliklerdir. Durağan, kaskatı donmuş
bütün ilişkiler, peşleri sıra getirdikleri yıllanmış saygıdeğer ön­
yargılar ve fikirlerle birlikte süpürülüp gitmektedir; yenileri ise,
daha kemikleşmeye vakit bulamadan çağ-dışı kalmaktadır. Elle
tutulur, gözle görülür ne varsa yok olmakta, kutsal olan her
şey ayaklar altına alınmakta; ve insanoğlu hemcinsleriyle iliş­
kilerini, gerçek hayal koşullarını ayık kafayla görmeye nihayet
zorlanmaktadır.
Ürünleri için durmadan büyüyen bir pazara duyduğu ihti­
yaç, burjuvaziyi yeryüzünün dört kapısına koşturmaktadır.
Burjuvazi her yere yuvalanmalı, her yerde yerleşmeli, her yerde
ilişkiler kurmalıdır.
Burjuvazi, dünya pazarını kullanıma açarken, üretime de,
tüketime de her ülkede kozmopolit bir karakter kazandırmıştır.
Sanayinin ayağının altından, o zamana kadar üzerinde dur­
duğu milli zemini, gericilerin dalına basa basa çekip almıştır.
Eskiden kalma bütün milli sanayiler yıkılmıştır, ya da her gün
yıkılıyor. Bunların yerini, kurulması bütün medeni milletler
için hayat-memat meselesi olan yeni sanayiler alıyor. Bu yeni
sanayiler artık yerli hammaddeleri değil, en ücra bölgelerden
getirilen hammaddeleri işleyen, çıkardıkları ürünler yalnız ülke
içinde değil, yeryüzünün her köşesinde tüketilen sanayilerdir.
Ülkenin kendi ürünleriyle karşılanan eski ihtiyaçlar yerine,
ancak uzak diyarların ve iklimlerin ürünleriyle karşılanabilen
yeni ihtiyaçlar doğuyor.
Eski mahalli ve milli içe-kapalılığın, kendine-yeterliliğin

80
yerini çok-yönlü ilişkiler, milletlerin evrensel karşılıklı bağım­
lılığı alıyor. Maddi üretimde ne oluyorsa, aynısı zihni üretimde
de oluyor. Tek tek milletlerin fikir eserleri artık herkesin ortak
malı haline geliyor. Milli tek-yanlılık ve dar-kafalılık gittikçe
imkansızlaşıyor, birçok ve çeşitli milli, mahalli edebiyatlardan
ortaya bir dünya edebiyatı çıkıyor.
Bütün üretim araçlarının gelişmesi ve ulaşımın alabildiği­
ne kolaylaşması sayesinde burjuvazi, bütün milletleri, hatta
en barbar olanları dahi, medeniyet alanı içine çekmektedir.
Meta ürünlerinin ucuzluğuyla bütün Çin setlerini topa tutup,
yerle bir ederken, barbarların dik başlı yabancı düşmanlığının
yelkenlerini suya indirmesini sağlamaktadır. Bütün milletleri,
yok olma tehdidiyle yüz yüze bırakıp, burjuva üretim tarzını
benimsemeye zorlamakta; onları kendisinin medeniyet dediği
şeyi kabule, yani burjuva olmaya zorlamaktadır.
Tek kelimeyle, burjuvazi, kendi suretinde bir dünya yarat­
maktadır.
Burjuvazi kın şehirlere tabi kılmıştır. Muazzam şehirler kur­
muş, kır nüfusuna kıyasla şehir nüfusunu büyük ölçüde çoğalt­
mış, böylece nüfusun oldukça büyük bir kısmını kır hayatının
miskinleştirici etkisinden kurtarmıştır. Kın şehirlere bağımlı
kıldığı gibi, barbar ve yan-barbar ülkeleri medenileşmiş ülke­
lere, köylü milletleri burjuva milletlere, Doğuyu Batıya bağımlı
kılmıştır.
Burjuvazi, nüfusun, üretim araçlarının ve mülkiyetin dağınıklı­
ğına giderek son vermektedir. Nüfusu bir araya toplamış, üretim
araçlarım merkezileştirmiş, mülkiyeti birkaç elde yoğunlaştır­
mıştır. Bunun zorunlu sonucu, siyasi merkezileşme olmuştur.
Ayn ayn çıkarlar, kanunlar, hükümetler ve gümrüklerle tama­
men bağımsız olan ya da gevşek bağlarla birbirine bağlı olan
eyaletler, hep bir araya getirilip tek bir hükümete, tek bir hukuk
sistemine, tek bir milli sınıf çıkarına, tek bir sınıra ve tek bir güm­
rük tarifesine sahip bir tek millet haline gelmişlerdir.
Henüz yüzyılı ancak bulan hakimiyeti süresince burjuvazi,
kendinden önceki kuşakların hepsinin bir arada yarattığından

81
daha büyük, daha devasa üretken güçler yaratmıştır. Doğa güç­
lerinin insana boyun eğmesini, makinelerin, kimya biliminin
sanayi ve tanına uygulanmasını, koskoca kıtalann tanına açıl­
masını, nehirlerin düzenlenmesini sağlamış; buharlı gemileri,
demiryollannı, telgrafı ortaya çıkarmış, muazzam halk toplu­
luklarını yoktan var etmiştir; bundan önceki hangi çağda, salt
sezgiyle dahi olsa, toplumsal emeğin bağrında bunca üretici
gücün uyuklamakta olduğu biliniyordu?
Böylece, burjuvazinin kendisine dayanak kılıp üzerinde yük­
seldiği üretim ve değişim araçlarının feodal toplumda oluşmuş
olduğu görülür. Bu üretim ve değişim araçlarının gelişmeleri­
nin belli bir aşamasında, feodal toplumun üretim ve değişim
koşullan, tanının ve imalat sanayiinin feodal örgütlenmesi,
tek kelimeyle feodal mülkiyet ilişkileri, o güne kadar gelişmiş
olan üretken güçlerle artık bağdaşmaz oldular; üretken güçleri
geliştirecekleri yerde, ayak bağı olmaya başladılar. Koparılıp
atılmaları gerekiyordu; koparılıp atıldılar. Onların yerini ser­
best rekabet ve kendisine uygun düşen bir toplumsal ve siyasi
düzen, yani burjuva sınıfının ekonomik ve siyasi hakimiyeti
aldı.
Şimdi buna benzer bir hareket bizim gözlerimizin önünde
cereyan ediyor. Kendine özgü üretim, değişim ve mülkiyet
ilişkileriyle çağdaş burjuva toplumu, bunca devasa üretim ve
değişim gücünü yoktan var eden bu toplum, efsunlarla cehen­
nemden çağırdığı güçlerin ipini elinden kaçıran bir büyücü gi­
bidir. Birkaç on yıldan beri sanayi ve ticaretin tarihi, modem
üretken güçlerin modem üretim koşullarına, yani burjuvazinin
varlık ve hakimiyet koşullan olan mülkiyet ilişkilerine baş kal­
dırmasının tarihinden başka bir şey değildir. Bunu göstermek
için, devresel tekrarlanmalanyla bütün burjuva toplumunun
varlığını her seferinde daha fazla tehdit eden ticari bunalım­
lara değinmek bile yeter. Bu bunalımların her birinde, sadece
eldeki ürünlerin değil, vaktiyle yaratılmış üretken güçlerin de
büyük bir kısmı heba olmaktadır. Bu bunalımlarda, önceki bü­
tün çağlarda ancak saçmalık sayılabilecek bir toplumsal salgın

82
baş gösteriyor: Aşın üretim salgını.
Toplum birden bire geçici bir barbarlığa dönmüş buluyor
kendini. Adeta bir kıtlık, bir evrensel yıkım savaşı, bütün ge­
çim araçlannın kaynağını kurutmuş; sanki sanayi ve ticaret tü­
müyle mahvolmuş gibidir. Peki ama niçin? Ortalıkta haddinden
fazla medeniyet, haddinden fazla geçim aracı, haddinden fazla
sanayi, haddinden fazla ticaret olduğu için.
Toplumun elindeki üretken güçler, burjuva medeniyetinin
ve burjuva mülkiyetinin koşullannın daha da gelişmesine artık
elvermez olmuştur; tersine, bu koşullara göre çok fazla güç­
lenmişler, bu koşullarca engellenir olmuşlardır; ve bu engellen
aştıklan takdirde, bütün burjuva toplumunu alt üst eder hale
gelmekte, burjuva mülkiyetinin varlığını tehlikeye sokmakta­
dırlar. Burjuva toplumunun koşullan, üretken güçlerin yarattı­
ğı zenginliği bağnnda tutamayacak kadar dar sınırlara sahiptir.
Peki burjuvazi nasıl atlatır bu bunalımlan? Bir yandan yı­
ğınla üretim gücünü zorla yok ederek; öbür yandan yeni pazar­
lar ele geçirip, eskilerini daha da esaslı sömürerek. Yani daha
yaygın, daha yıkıcı bunalımlara yol açarak ve bunlan önleme
çarelerini gitgide azaltarak.
Burjuvazinin feodalizmi yıkarken yararlandığı silahlar, şim­
di burjuvazinin kendisine çevrilmiştir.
Oysa burjuvazi kendisine ölüm getirecek olan silahlan ya­
ratmakla kalmamış, bu silahlan kullanacak olan insanlan, yani
modem işçileri, proleterleri de yaratmıştır.
Burjuvazi, yani sermaye geliştiği oranda, proletarya, modem
işçi sınıfı da gelişir. Bu modem işçi sınıfı, ancak iş bulduklan
sürece yaşayabilen ve ancak emekleri sermayeyi arttırdığı sü­
rece iş bulabilen emekçilerdir. Kendilerini parça parça satmak
zorunda olan bu emekçiler, herhangi bir ticari meta gibidirler
ve bu nedenle, rekabetin yarattığı bütün iniş çıkışlarla ve piya­
sadaki bütün dalgalanmalarla yüz yüzedirler.
Makine kullanmanın yaygınlaşması ve emeğin bölünmesi
(işbölümü) yüzünden proleterlerin yaptıklan iş, bütün bireysel
karakterini ve işçi için bütün çekiciliğini yitirmiştir. İşçi ma-

83
k.inenin bir parçası olup çıkmıştır; ondan istenen, sadece, en
basit, en yavan, en kolay öğrenilen bir marifettir. Dolayısıyla
bunun sonucunda bir işçinin üretim maliyeti, neredeyse sadece
onun hayatta kalması ve çoğalması için zorunlu olan geçim
araçlarından ibaret olmaktadır. Oysa bir metanın, dolayısıyla
emeğin de fiyatı,73 onun üretim maliyetine eşittir. Bu nedenle,
işin iticiliği arttığı oranda ücret düşer. Buna karşılık, makine
kullanımı ve işbölümü ne kadar artarsa, çalışma saatlerinin
uzamasıyla, belli bir süre içinde yaptırılan işin artmasıyla, ya
da makinelerin hızının artmasıyla orantılı olarak emeğin yükü
ağırlaşmaktadır.
Çağdaş sanayi, ataerkil ustanın küçük işyerini sanayici ka­
pitalistin muazzam fabrikasına dönüştürmüştür. Fabrikaya
doldurulan işçi yığınları tıpkı askerler gibi örgütlenmişlerdir.
Sanayi ordusunun neferleri olarak, tam bir subaylar ve baş­
çavuşlar hiyerarşisinin kumandası altındadırlar. İşçiler sadece
burjuva sınıfının ve burjuva devletinin köleleri değillerdir; ma­
kineye, ustabaşına ve hepsinden çok, bizzat burjuva fabrikatö­
re her gün, her saat köle olurlar. Kar etmeyi amaç edinen bu
zorbalık, amacını ne kadar açıkça ilan ederse o kadar aşağılık,
menfur ve kahredicidir.
El emeğinin içeriğindeki ustalık ve güç sarfı azaldıkça, bir
başka deyişle, çağdaş sanayi geliştikçe, erkek emeğinin yerini
kadın ve çocuk emeği alır. Yaş ve cinsiyet farkının işçi sınıfı
için ayırt edici bir toplumsal geçerliği kalmamıştır artık. Her­
kes, yaşına ve cinsiyetine göre kullanılması az ya da çok paha­
lıya mal olan, bir iş aracı haline gelmektedir.
Emekçinin fabrikatör tarafından sömürülmesi ücretini na­
kit olarak alınca sona erer; ama bu kullanım sona erer ermez,
burjuvazinin öbür kesimleri, ev sahibi, bakkal, tefeci vb. onun
üzerine çullanır. 74
7J Marx ve Engels daha sonraki eserlerinde, "emeğin değeri" ve "emeğin fiyatı" te­
rimleri yerine "emck-gücünün yahut iş gücünün değeri" ve "emek gücünün yahut iş
gücünün fiyatı" terimlerini kullanmışlardır. Daha geniş bilgi için bkz. Ücretli Emek,
Sermaye, Ücret, fiyat, Kar Sol Yay. Ank.
74 Vurguyu ben yaptım. Burada ekseri ve fütursuzca küçük burjuvazi içinde tarif
edilmeye alışılmış olan kesimler tekrar ve açıkça ıburjuvazinin öjbür kesimleri• ola-

84
Eskiden orta tabakanın en alt sıralarında yer alanlar, yani,
küçük esnaf, dükkan sahipleri ve rantiyeler, el sanatçıları ve
köylüler giderek proleterleşmektedirler; çünkü gerek küçük
sermayeleri çağdaş sanayi ile boy ölçüşecek çapta olmadığı
için, gerekse yeni üretim yöntemleri karşısında özel becerileri­
niııhiçbir değeri kalmadığı için, büyük kapitalistlerle rekabete
(iriştiklerinde ezilip yok olmaktadırlar. Böylelikle proletarya,
nüfusun bütün sınıflarından gelme kimselerden oluşmaktadır.
Proletarya çeşitli gelişme aşamalarından geçer. Doğduğu an­
dan itibaren burjuvaziyle mücadelesi başlar.
Önceleri tek tek emekçiler, sonra bir fabrikanın işçileri, daha
sonra tek bir yörede, yahut aynı işkolunda çalışanlar, kendile­
rini doğrudan doğruya sömüren burjuvaya katı bir kavgaya gi­
rişir. Bunlar ilkin saldınlannı yalnız burjuva üretim koşullarına
yöneltmezler, üretim araçlarına da saldırırlar; kendi emekleriy­
le rekabet eden ithal mallarını tahrip ederler, makineleri kırar­
lar. fabrikaları ateşe verirler, Ortaçağ işçisinin tarihe karışmış
statüsünü zorla diriltmeye çalışırlar.
Bu aşamada işçiler henüz, ülkenin her bir yanına dağılmış,
karşılıklı rekabet yüzünden birbirlerine düşmüş bir yığındır­
lar. Orada burada daha bir kenetlenmiş oluşumlar halinde bir­
leşseler de, bu birlik onların kendi faal birleşmelerinin değil,
burjuvazinin yarattığı bir birleşmedir; zira burjuvazi kendi si­
yasi hedeflerine ulaşabilmek için bütün proletaryayı harekete
geçirmek zorundadır ve daha bir süre bunu az çok sürdüre­
bilecek durumdadır. Bundan dolayı, bu aşamada, proleterler
kendi düşmanlarıyla değil, mutlak krallığın kalıntı.lan; toprak
sahipleri, sanayici olmayan burjuvalar75 ve küçük burjuvaziy­
le, yani düşmanlarının düşmanlarıyla savaşırlar.
Böylelikle tüm tarihi hareket burjuvazinin ellerinde toplanır;

rak tarif ediliyor.-00


7 5 Genellikle burjuvazi dendiğinde kapitalist ve hatta sanayiciler akla gelir oysa bu­
rada açıkça burjuvazinin çok daha geniş bir kapsamı olduğu ve sanayicilerden ibaret
olmadığına işaret edilmiş oluyor. Bu gözden kaçınldığında burjuvazinin diğer kesim­
lerinin sırf nispeten cufak tefekt olma-lanndan ötürü hatalı biçimde küçük-burjuvazi
ile kanştınlmasına yol açmaktadır.-00

85
bu yoldan kazanılan her zafer, burjuvazinin zaferi olur. Ama
sanayinin gelişmesi proletaryanın sayısını arttırmakla kalmaz;
proletarya gün geçtikçe daha büyük yığınlar halinde bir araya
gelir, gücü artar ve gücünün daha çok farkına vanr. Makineler
bütün emek farklılıklarını ortadan kaldırıp hemen her yerde
ücretleri aynı düşük düzeye indirdiği oranda, proletaryanın
içindeki farklı çıkarlar ve farklı hayat koşullan eşitlenmeye
yüz tutar. Burjuvalar arasındaki rekabetin artması ve bunun
doğurduğu ticari bunalımlar, işçi ücretlerini büsbütün istik­
rarsız kılar. Makinelerin ardı arkası kesilmeyen gelişmesi, her
geçen gün daha da hızlanarak, işçileri geçim güvencesinden
her gün biraz daha yoksun kılar; tek tek işçilerle tek tek burju­
valar arasındaki çatışmalar giderek iki sınıf arasındaki tek bir
çatışma niteliğine bürünür. Bunun üzerine işçiler burjuvalara
karşı birlikler (sendikalar) kurmaya başlarlar; ücretleri yüksek
tutmak için el ele verirler; zaman zaman giriştikleri eylemlere
peşinen hazırlanmak ve tedarikli olmak için kalıcı örgütler ku­
rarlar. Kimi zaman kimi yerlerde bu çatışmalar ayaklanmalara
kadar varır.
Bazen zafer işçilerin olur, ama ancak bir süre için. İşçilerin
mücadelelerinin gerçek semeresi, ilk anda elde edilen sonuçta
değil, işçilerin durmadan gelişen birliğindedir. Çağdaş sanayi­
ce yaratılan ve ayn ayn yörelerin işçilerinin birbirleriyle ilişki
kurmalarını sağlayan yeni iletişim araçları bu birliği kolay­
laştırır. Hepsi aynı karakteri taşıyan birçok yerel mücadeleyi
ülke çapında bir mücadelede, tek bir sınıflararası mücadelede
merkezileştirmek için gerekli olan da bundan başka bir-şey de­
ğildi zaten. Ama her sınıf mücadelesi bir siyasi mücadeledir; ve
Ortaçağ burjuvalarının birkaç yüzyılda ancak sağlayabildikleri
birliği, çağdaş proleterler, demiryollan sayesinde, birkaç yıl
içinde gerçekleştirebilmektedir.
Proleterlerin bir sınıf olarak, dolayısıyla bir siyasi parti ola­
rak sağladıkları bu örgütlenmeler, kendi aralarındaki rekabet
yüzünden hep sekteye uğrar. Fakat her seferinde daha da güç­
lü, kararlı ve zorlu olarak yeniden toparlanır. Burjuvazi için-

86
deki bölünmelerden de yararlanarak, işçilerin bazı çıkarlannın
yasal olarak tanınmasını sağlar. İngiltere'de on saatlik iş-günü
tasansı böyle yasalaşmıştır.76
Eski toplumun sınıftan arasındaki bütün çatışmalar, türlü
yollardan, proletaryanın gelişme sürecini ilerletir. Burjuvazi,
ardı kesilmeyen bir savaş içinde bulur kendini. Önce; soylu­
larla; sonra, çıkarlan sanayinin ilerlemesine aykın düşen diğer
burjuva kesimleriyle; ve her zaman, yabancı ülkelerin burju­
valanyla. Bütün bu savaşlarda burjuvazi proletaryaya başvur­
madan, onun yardımını istemeden ve böylelikle onu siyaset
alanının içine çekmeden edemez. Bu nedenle, burjuvazi kendi
eğitim unsurlannı proletaryaya sunar. Başka bir deyişle, ken­
disine karşı kullanacağı silahlan, proletaryanın eline burjuvazi
verir.
Bundan başka, daha önce de gördüğümüz gibi, hakim sı­
nıflann bazı kesimleri sanayinin gelişmesi sonucunda, yığın
halinde proletaryanın saflanna itilmekte, ya da en azından yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bunlar da proletar­
yaya bir dizi eğitim unsurlan sağlarlar.
Nihayet, sınıf mücadelesinin kesin karar saatine yaklaştığı
dönemlerde, hakim sınıf içinde, hatta eski toplumun bütün ke­
simlerinde sürüp gitmekte olan dağılma süreci, öylesine şiddet­
li ve göze çarpar bir hal alır ki, hakim sınıfın küçük bir parçası,
kendini o sınıftan kopanr ve devrimci sınıfla, geleceği elinde
tutan sınıfla birlik olur. Dolayısıyla, nasıl bundan önceki bir
dönemde soylulann bir kesimi burjuvazinin safına geçmişse,
şimdi de burjuvazinin bir bölümü, özellikle burjuva ideologla­
nnın tarihin genel gidişini teorik olarak anlayabilecek düzeye
76 İngiltere'de uzun süren mücadelelerin sonucunda, yalnız kadın ve çocuklar için
geçerli olmak kaydıyla, 10 saatlik iş gününün kabulünü sağlayan bir yasa parlamen­
todan 1 847 yılında geçmiştir. Kapitalistler bu yasanın herkesi kapsayacak şekilde
yaygınlaşacağı gerekçesini ileri sürerek ka�ı çıkmışlardı ; zaten kabul edildiği ha­
liyle bile bu yasaya kendiliklerinden uymamışlardır. Bu yasanın kabul edilmesinde,
işçilerin yürüttüğü mücadelelerin yanısıra, toprak sahiplerinin ve onların meclisteki
temsilcilerinin kapitalistleri zayıflatma amacıyla ıo saatlik işgünü yasasına destek
vermeleri de rol oynamıştı; çünkü bir süredir toprak sahipleri ile sanayiciler arasında
sert çatışmalara neden olan gümrük tarifeleri ile ilgili bir başka kanun tartışması o
sıra alevlenmiş bulunuyordu.

87
erişmiş olan bir bölümü, proletaryanın safına geçer.
Bugün burjuvaziyle karşı karşıya olan bütün sınıflar içinde,
yalnız. Proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır. Öbür sınıflar
çağdaş sanayi karşısında çözülür, sonunda yok olur giderler;
proletarya ise modern sanayinin özel ve asli ürünüdür.
Orta tabakalar, küçük imalatçı, dükkan sahibi, zanaatkar,
köylü, bunların hepsi, orta tabakanın ufak kesimleri olarak
ayakta kalabilmek için burjuvaziyle savaşırlar. O yüzden de
devrimci değil, tutucudurlar. Hatta gericidirler, çünkü tarihin
tekerini tersine döndürmeye çalışırlar. Kazara devrimci olacak
olurlarsa, bu sadece, yakın gelecekte proletaryanın saflarına
aktarılmak üzere olduklarındandır; bu durumda halihazır çı­
karlarını değil, gelecekteki çıkarlarını savunurlar, kendi görüş
açılarını terk ederek proletaryanın görüş açısını benimserler.
Lümpen proletarya, eski toplumun en alt tabakalarının çü­
rümesinden doğan bu aylaklar yığını, orada burada bir prole­
ter devrimiyle hareketin içine sürüklenebilir belki; fakat hayat
koşullan bu kesimi gerici entrikaların uşağı olmaya çok daha
yatkın kılar.
Eski toplumun genel varlık koşullan, proletaryanın hayat
koşullan içinde daha şimdiden ortadan kalkmıştır. Proleterin
mülkü yoktur; eşi ve çocuklarıyla ilişkisinin burjuva aile iliş­
kileriyle ortak hiçbir yanı kalmamıştır; İngiltere'de de, Fransa,
Amerika ve Almanya'da da aynı olan çağdaş sanayinin çalış­
ma düzeni, yani işçinin sermayeye köle oluşu, proleterde milli
karaktere ait hiçbir iz bırakmamıştır. Onun için hukuk, ahlak
ve din, her birinin ardında bir sürü burjuva çıkarının pusuya
yattığı burjuva önyargılandır.
Bundan önce üstün gelen her sınıf, bütün toplumu kendi
mülk edinme koşullarına tabi kılarak, o güne kadar elde et­
tiği durumu pekiştirmeye çalışmıştır. Proleterler ise, halihazır
mülk edinme biçimlerini ve dolayısıyla daha önceki bütün di­
ğer mülk edinme biçimlerini ortadan kaldırmadan toplumun
üretici güçleri üzerinde hakimiyet kuramazlar. Onların güvence
altına alınacak ve pekiştirilecek kendilerine ait hiçbir şeyleri

88
yoktur; onlann tarihi görevleri, bireysel mülkiyetin bütün eski
güvencelerini ve sigortalannı yok etmektir.
Bundan önceki bütün hareketler azınlık hareketleri, ya da
azınlı.klann çıkanna hareketler olmuştur. Proletarya hareketi
muazzam çoğunluğun, muazzam çoğunluk çıkanna bağımsız
hareketidir. Günümüz toplumunun en alt tabakası olan prole­
tarya, resmi toplumun tekmil üst taba.kalan havaya uçurulma­
dı.kça yerinden kımıldayamaz, ayağa kalkamaz.
Başlangıçta proletaryanın burjuvazi ile mücadelesi özde de­
ğilse de, biçimde milli bir mücadeledir. Her ülkenin proletaryası
muhakkak ki önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmalıdu.
Proletaryanın gelişmesinin en genel evrelerini göz önüne
sermekle, bugünkü toplumda süregiden üstü az çok örtülü iç
savaşı, bu savaşın açık bir devrime dönüşeceği ve burjuvazinin
zorla alaşağı edilişinin proletaryanın hakimiyetinin temelini
atacağı noktaya kadar izlemiş olduk.
Daha önce de gördüğümüz gibi, şimdiye kadar bütün top­
lum biçimleri ezen ve ezilen sınıflar arasındaki karşıtlık üzerine
kurulmuştur. Ne var ki, bir sınıfı ezebilmek için bile, o sınıfa
hiç değilse köle hayatını sürdürmesini mümkün kılacak belli
koşullan sağlamak gerekir. Serflik döneminde serf kendini ko­
mün üyeliğine yükseltebilmişti ; küçük burjuva, feodal istibdat
altında burjuvalaşmayı başarmıştı. Modern emekçi ise, sana­
yinin ilerlemesiyle durumunu düzelteceği yerde, aksine kendi
sınıfının hayat koşullannın gitgide daha altına düşmektedir;
sadakaya muhtaç olacak ölçüde yoksullaşmaktadır ve bu yok­
sullaşma nüfustan da, servetten de daha hızlı gelişmektedir.
İşte burjuvazinin kendi varoluş koşullanm topluma zorla,
mutlak bir kanun olarak benimsetmesinin artık mümkün ol­
madığı, toplumun hakim sınıfı olma yeteneğini kaybettiği bu­
rada açıkça ortaya çıkıyor. Burjuvazi hüküm sürebilecek halde
değildir; çünkü kölesine köleliği içinde dahi yaşama imkanı
sağlayamamaktadır; çünkü kölesi onu beseleyeceği yerde, o
kölesini beslemek zorunda kalacak kadar kölesinin sefalete
sürüklenmesinin önünü alamamaktadır. Toplum artık bu bur-

89
juvazının hakimiyeti altında yaşayamaz; bir başka ifadeyle,
burjuvazinin varlığı toplumla artık bağdaşmamaktadır.
Burjuva sınıfın varlığı ve hakimiyeti için temel şart zengin­
liğin özel ellerde birikmesi, sermayenin oluşup büyümesidir;
sermayenin varlık koşulu ise ücretli emektir. Ücret sisteminin
tek dayanağı, işçiler arasındaki rekabettir. Burjuvazinin istese
de, istemese de geliştirmek zorunda olduğu sanayi ilerledikçe,
işçilerin rekabetten doğan yalnızlığının yerini, işçilerin örgüt­
lenmekten doğan devrimci birliği alır. Dolayısıyla çağdaş sa­
nayinin gelişmesi, ürünlerine el koymak üzere, üzerinde üretim
yaptığı zemini burjuvazinin ayağının altından kaydırmaktadır.
Bunun içindir ki. Burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce, kendi
mezar kazıcılarıdır. Burjuvazinin devrilmesi de, proletaryanın
zaferi de aynı ölçüde kaçınılmazdır.

il. Proleterlerle Komünistler


Komünistlerin bir bütün olarak proleterler karşısındaki ko­
numlan nedir?
Komünistler, diğer işçi sınıfı partilerinin karşısına dikilen
ayn bir parti oluşturmazlar.
Proletaryanın tümünün çıkarlarından ayn ve farklı çık.arlan
yoktur.
Komünistler işçi hareketini şekillendirip bir kalıba sokmak
üzere kendilerine özgü özel ilkeler ileri sürmezler.
Komünistler diğer işçi sınıfı partilerinden yalnız şu nokta­
larda ayrılırlar:
Değişik ülkelerin proleterlerinin, kendi milletleri içinde yü­
rüttükleri mücadelelerde, bütün proletaryanın, her türlü milli­
yetten bağımsız, ortak çıkarlarını gösterip, bunlan öne sürerler.
İşçi sınıfının burjuvaziye karşı verdiği mücadelenin geçmek
zorunda olduğu çeşitli gelişme aşamalarında, her zaman ve her
yerde, hareketin bütününün çıkarlarını temsil ederler.
Onun için komünistler pratik bakımdan, bütün ülkelerin işçi
partileri arasında en kararlı, diğerlerinin başını çeken kesimi

90
oluştururlar; teorik bakımdan da, proletarya hareketinin koşul­
lannı, ilerleyişini ve nihai amaçlannı berrak biçimde kavramış
olmalan sayesinde komünistler, proletaryanın geri kalan kıs­
mına kıyasla bir üstünlüğe sahiptirler.
Komünistlerin acil hedefi, bütün diğer proletarya partileri­
nin hedefinin aynısıdır, proletaryanın bir sınıf haline gelmesi,
burjuva hakimiyetinin yıkılması, siyasi iktidann proletarya ta­
rafından ele geçirilmesi.
Komünistlerin varmış olduklan teorik sonuçlar hiçbir suret­
te, şu ya da bu sözde evrensel reformcunun icat ya da keşfettiği
fikirlere ya da ilkelere dayanmaz. Bu sonuçlar sadece, varolan
bir sınıf mücadelesinin, gözlerimizin önünde süregiden bir tari­
hi hareketin doğurduğu ilişkileri genel terimlerle ifade ederler.
Halihazır mülkiyet ilişkilerine son verilmesi, hiç de komü­
nizmin ayırt edici bir özelliği değildir. Geçmişte bütün mülki­
yet ilişkileri, tarihi koşullann değişmesi sonucunda tarih içinde
sürekli değişikliğe uğramışlardır.
Mesela Fransız Devrimi, burjuva mülkiyeti yaranna, feodal
mülkiyeti ortadan kaldırmıştır.
Komünizmin ayırt edici özelliği, genel olarak mülkiyetin
ortadan kaldınlması değil, burjuva mülkiyetinin ortadan kal­
dınlmasıdır. Oysa modem burjuva özel mülkiyeti, sınıf karşıt­
lıklanna, birilerinin birileri tarafından sömürülmesine dayanan
üretim ve mülk edinme sisteminin en son ve en tam ifadesidir.
Bu anlamda, komünistlerin teorisi şu tek cümleyle özetlene­
bilir:
Özel mülkiyete son verilmesi.
Biz komünistler, bir insanın kendi emeğinin semeresi olarak
kişisel mülk edinme hakkını ortadan kaldırmak istemekle suç­
lanmışızdır; ki her türlü kişisel özgürlüğün, kişisel faaliyetin
ve bireylerin bağımsızlığının bu hakka dayandığı iddia edilir.
Kişinin kendi alın teriyle çalışıp didinerek bizzat kazandığı
mülkiyet! Küçük el sanatçısının ve küçük köylünün mülkiyetini
mi, yani burjuva biçiminden önceki mülkiyet biçimini mi kaste­
diyorsunuz? Ona son vermenin hiç gereği yok; sanayinin geliş-

91
mesi onu büyük ölçüde zaten yok etmiştir ve her gün hala yok
etmektedir.
Yoksa çağdaş burjuva özel mülkiyetini mi kastediyorsunuz?
İyi ama, ücretli emek işçi için bir mülkiyet yaratıyor mu? Ne
gezer! Ücretli emek sermaye yaratır, yani ücretli emeği sömü­
ren cinsten bir mülkiyet yaratır; sermaye de bir şartla artar:
Yeniden sömürmek için yeni ücretli emek arzı yaratmak şartıy­
la. Bugünkü biçimiyle mülkiyet, sermaye ile ücretli emek ara­
sındaki karşıtlığa dayanmaktadır. Bu karşıtlığın her iki ucunu
da inceleyelim:
Sermaye sahibi olmak demek, üretimde salt kişisel değil,
toplumsal bir mevk.ie sahip olmak demektir. Sermaye kolektif
bir üründür ve ancak toplumun birçok üyesinin, hatta son tah­
lilde, bütün üyelerinin ortak faaliyetiyle harekete geçirilebilir.
Bu nedenle, sermaye kişisel değil, toplumsal bir güçtür. Dola­
yısıyla sermayeyi ortak mülkiyete, toplumun bütün üyelerinin
mülkiyetine çevirmekle, kişisel mülkiyet toplumsal mülkiyete
dönüştürülmüş olmaz. Değişen, mülkiyetin toplumsal karakte­
ridir sadece. Mülkiyet sınıfsal karakterini yitirir.
Şimdi de ücretli emeği ele alalım.
Ücretli emeğin ortalama fiyatı asgari ücrettir, yani işçinin
işçi olarak hayatta kalabilmesi için zorunlu olan geçim araçla­
rının tutandır.
Dolayısıyla ücretli işçinin emeğiyle elde ettiği, ancak onun kıt
kanaat yaşayıp çoğalmasına yeter. Biz hiç bir surette, emek ürün­
lerinin bu kişisel sahipliğine, insan hayatını sürdürmeyi ve yeni
insanlar yaratmayı sağlayan ve başkalarının emeği üzerinde bir
iktidar sahibi olmayı mümkün kılacak hiç bir fazlalık bırakmayan
mülk edinmeye son verme niyetinde değiliz. Bizim son vermek
istediğimiz, sadece şu sefil karakterli mülk edinme biçimidir:
İşçinin, hükmü altında, yalnız sermayeyi arttırmak için yaşadığı
ve ancak hakim sınıfın çıkan gerektirdiği ölçüde yaşamasına izin
verilen mülk edinme biçimi.
Burjuva toplumunda canlı emek, birikmiş emeği arttırma
aracından, başka bir şey değildir. Komünist toplumda ise birik-

92
miş emek, işçinin hayat ufkunu açma, hayatını zenginleştirme
ve geliştirme aracından başka bir şey değildir.
Bunun içindir ki, burjuva toplumunda geçmiş bugüne hük­
meder; ko-münist toplumda ise bugün geçmişe hükmeder. Bur­
juva toplumunda sermaye bağımsızdır ve bireyselliğe sahiptir,
oysa yaşayan insan bağımlıdır ve hiçbir bireyselliği yoktur.
Bir de burjuvalar, bu duruma son vermenin, bireyselliğe ve
özgürlüğe son vermek olduğunu söylüyorlar! Haklan var. Hiç
şüphe yok ki, burjuva bireyselliğine, burjuva bağımsızlığına ve
burjuva özgürlüğüne son verme hedefi güdülüyor.
Bugünkü burjuva üretim koşullarında özgürlük deyince ser­
best ticaret, serbest alım-satım anlaşılmaktadır.
Ama alım-satım ortadan kalkarsa, serbest alım-satım da
ortadan kalkar. Bu serbest alım-satım teranesinin ve burjuva
dostlarımızın genel olarak özgürlük üzerine sarf ettikleri bütün
o parlak sözlerin, olsa olsa Ortaçağın kısıtlı alım-satımına, Or­
taçağın eli kolu bağlı bezirganlarına karşı ileri sürüldüklerinde
bir anlamı olabilir; alım-satımın, burjuva üretim koşullarının
ve burjuvazinin kendisinin, komünist tarzda ortadan kaldırıl­
masına karşı ileri sürüldüklerinde hiç bir anlam taşımazlar.
Biz özel mülkiyete son vermek istiyoruz diye dehşete kapılı­
yorsunuz. Oysa sizin bugünkü mevcut toplumunuzda nüfusun
onda dokuzu için özel mülkiyete zaten son verilmiştir; özel
mülkiyetin var olması, sadece, o onda dokuzunun hiç bir özel
mülkiyete sahip olmayışı sayesindedir. Demek ki siz bizi. an­
cak toplumun muazzam çoğunluğunun her türlü mülkiyetten
yoksun olması şartıyla var olabilen bir mülkiyet biçimine son
vermek istemekle suçluyorsunuz.
Uzun lafın kısası, kendi mülkiyetinize son vermek istemekle
suçluyorsunuz bizi. Çok doğru ; biz, işte bunu istiyoruz.
Emek sermayeye, paraya ya da ranta, tekel altına alınabile­
cek bir toplumsal güce çevrilemez olduğu andan itibaren, yani
bireysel mülkiyet burjuva mülkiyetine dönüştürülemez olduğu
andan itibaren, bireysellik ortadan kalkar diyorsunuz.
O halde siz «birey• derken yalnız burjuvayı, orta sınıftan

93
mülk sahibini anlıyorsunuz, bunu itiraf etmelisiniz. Bu kişi.
gerçekten ortadan kaldınlmalı ve kökü kazınmalıdır.
Komünizm, hiç kimseyi toplumun ürünlerini mülk edinebil­
me gücün-den yoksun kılmaz; komünizmin yapıp yapacağı,
kişileri böyle bir mülk edinme sayesinde başkalarının emeğini
boyunduruk altına alma gücünden yoksun kılmaktır.
Bize itiraz olarak, özel mülkiyete son verilmesiyle bütün ça­
lışmanın duracağı, herkesin işi tembelliğe vuracağı ileri sürül­
müştür.
Buna göre, burjuva toplumu tembelliğin dik alası yüzün­
den çoktan hapı yutmuş olmalıydı; çünkü burjuva toplumu­
nun çalışan üyelerinin eline hiçbir şey geçmezken, eline bir şey
geçenler hiç çalışmamaktadırlar. Bu itiraz, tümüyle, sermaye
ortadan kalktığı zaman, ücretli emeğin de ortadan kalkacağı
gerçeğinin bir kez daha ve boşu boşuna tekrarından başka bir
şey değildir.
Maddi ürünlerin komünistçe üretimi ve mülk edinilmesine
yöneltilen bütün itirazlar, aynı biçimde, zihin ürünlerinin ko­
münistçe üretilmesi ve sahiplenilmesine karşı da ileri sürül­
müştür. Burjuva için, nasıl sınıf mülkiyetinin ortadan kalkması,
üretimin kendisinin ortadan kalkması demekse, sınıf kültürü­
nün ortadan kalkması da, onun için, bütün kültürün ortadan
kalkması anlamına gelir.
Ama yitirilişine burjuvanın onca hayıflandığı o kültür, mu­
azzam çoğunluk için, tıpkı bir makine gibi iş görmek üzere
eğitilmekten başka bir şey değildir.
Ama bizim burjuva mülkiyetine son verme niyetimizi, kendi
burjuva özgürlük, kültür, hukuk vb. kavramlarınızın mihengi­
ne vurduğunuz sürece bizimle boşuna uğraşırsınız. Sizin fikir­
leriniz dahi burjuva üretim ve burjuva mülkiyet koşullarının
bir ürününden ibarettir; hukuk biliminiz de, sizin sınıfınızın
herkese yasa diye dayatılan iradesinden başka bir şey değildir;
öyle bir irade ki. muhtevasını sizin sınıfınızın varlığının maddi
koşullarından almaktadır.
Bugünkü üretim tarzınızdan ve mülkiyet biçiminizden kay-

94
naklanan toplumsal biçimleri, doğanın ve aklın ebedi kanunla­
nna dönüştürmeye sizi sevk eden bencil yanılgı, sizden önceki
bütün hakim sınıflarla paylaştığınız bir yanılgıdır; halbuki bu
biçimler üretimin gelişmesi içinde belirip kaybolan tarihsel iliş­
kilerdir. Kendi burjuva mülkiyet biçiminiz söz konusu olunca,
kadim mülkiyette açık seçik gördüğünüzü, feodal mülkiyet için
kabul ettiğinizi, kabullenmenize izin yoktur elbette.
Ailenin ortadan kaldınlması ! En radikal unsurlar bile komü­
nistlerin bu utanç verici önerisi karşısında küplere biniyorlar.
Bugünkü aile, burjuva ailesi, hangi temele dayanıyor? Ser­
mayeye, özel kazanca. Tam gelişmiş haliyle bu aile sadece bur­
juvalar arasında görülür. Oysa bu durumu tamamlayan şey,
proleterler arasında ailenin fiilen var olmayışı ve açık fuhuştur.
Kendisini bütünleyen unsur kayıplara kanştığı zaman, elbet­
te burjuva ailesi de kayıplara kanşacaktır; sermayenin kayıp­
lara kanşmasıyla da her iki parça birden ortadan kalkacaktır.
Çocuklann ana-babalan tarafından sömürülmesine son ver­
mek istemekle mi suçluyorsunuz bizi? Biz bu suçu kabulleni­
yoruz.
Lakin bizim evdeki eğitimin yerine, toplumsal eğitimi koy­
makla ilişkilerin en kutsalını yok ettiğimizi söyleyeceksiniz
bize.
Ya sizin eğitiminiz? O da bir toplumsal eğitim değil mi?
Toplumsal koşullar belirlemiyor mu onu da; ve siz de toplu­
mun doğrudan doğruya ya da dolaylı müdahalesiyle, okullar,
vb. aracılığıyla, toplumsal koşullar altında eğitmiyor musunuz
insanlan? Toplumun eğitime müdahalesini komünistler icat
etmediler; onlar, sadece, bu müdahalenin karakterini değiştir­
meye, eğitimi hakim sınıfın etkisinden kurtarmaya çalışıyorlar.
Çağdaş sanayi, proleterler arasında bütün aile bağlannı ko­
panp attıkça ve proleterlerin çocuk.lan basit birer ticaret metaı
ve çalışma aracı olup çıktıkça, aile ve eğitime, ana-babayla
çocuk arasındaki kutsal ilişkiye dair burjuva saçmalıklan daha
da mide bulandıncı oluyor.
Ama komünistler, kadınlar üzerinde ortaklaşa hak sahibi

95
olunmasını istiyor diye hep bir ağızdan haykınyor burjuvazi.
Burjuvanın gözünde kansı, basit bir üretim aracından iba­
rettir. Üretim araçlannın ortaklaşa işletileceğini duyan burjuva,
pek tabii herkese ait olma kaderinin kadınlann da payına düşe­
ceğinden başka bir sonuca varamamaktadır.
Gözetilen asıl hedefin, kadınlann sadece üretim araçlan ol­
malanna son vermek olduğu, burjuvanın aklının ucundan bile
geçmemektedir.
Kaldı ki, komünistler tarafından açıkça ve resmen ortaya
konduğunu iddia ettikleri kadınlann ortak mal olması konu­
sunda, burjuvalanmızın gösterdikleri namuskarane tepki kadar
gülünç bir şey yoktur. Kadınlar üzerinde ortaklaşa haklara sa­
hip olunmasını komünistlerin önermelerine hiç gerek yok; bu
durum zaten ta ne zamandan beri hüküm sürmektedir.
Burjuvalanmız, genelev fahişelerinden geçtik, işçilerinin
kanlannı ve kızlannı diledikleri gibi kullanma hakkını ken­
dilerine tanıdıklan yetmi-yormuş gibi, birbirlerinin kanlannı
ayartmaktan da büyük bir haz duyarlar.
Burjuva evliliği, gerçekte, evli kadınlar üzerinde ortaklaşa
hak sahibi olma sistemidir; bu durumda, komünistler, olsa olsa,
kadınlann ortaklaşa kullanılmasını iki yüzlü bir tutumla göz­
den saklamak yerine, açıkça ve meşrulaştınlmış hale getirmeyi
istemekle suçlanabilirler. Kaldı ki, bugünkü üretim düzenine
son verilmesiyle, kadınlann bu düzenden kaynaklanan ortak­
laşa kullanımına, yani açık ve gizli fuhuşa son verileceği bes­
belli ortadadır.
Komünistler bundan başka, ülkeleri ve milliyeti ortadan kal­
dırmak istemekle suçlanıyorlar.
İşçilerin ülkesi yoktur. Onlann olmayan bir şeyi onlardan
alamayız. Proletarya her şeyden önce siyasi üstünlüğü ele ge­
çirmek için. ulusal sınıf haline gelmek, kendini milletin ta ken­
disi kılmak zorunda olduğundan, kelimenin burjuva anlamında
olmamakla birlikte, zaten millidir.
Burjuvazinin gelişmesi, ticaret özgürlüğü, dünya pazan, üre­
tim tarzında ve ona tekabül eden yaşama koşullannda tekdüze-

96
lik sayesinde, ulusal farklılıklar ve halklar arasındaki karşıtlık­
lar her geçen gün biraz daha ortadan kalkmaktadır.
Proletaryanın hakimiyeti bunların daha da hızla ortadan
kalkmalarını sağlayacaktır. Her şey bir yana. başta gelen medeni
ülkelerin birleşik eylemi, proletaryanın kurtuluşunun ilk şartla­
rından biridir.
Bir kişinin bir başkası tarafından sömürülmesine son verildiği
oranda, bir milletin bir başka millet tarafından sömürülmesine
de son verilmiş olacaktır. Milleti oluşturan sınıflar arasındaki
karşıtlık ortadan kalktığı oranda, bir milletin diğer bir millete
duyduğu husumet de sona erecektir.
Dini, felsefi ve genel olarak ideolojik açıdan komünizme yö­
neltilen suçlamalar ise, ciddiyetle üzerinde durulmaya değer
suçlamalar değildir.
İnsanın fikirlerinin, görüşlerinin ve kavramlarının, tek keli­
meyle, insanın bilincinin, onun varoluş koşullarındaki, toplum­
sal ilişkileri ve toplumsal hayatındaki her değişmeyle birlikte
değiştiğini anlamak için çok derin bir sezgiye gerek var mı?
Düşünceler tarihi, maddi üretim değiştikçe zihni üretimin
karakterinin de değiştiğinden başka neyi ispatlamaktadır? Her
çağın bakim düşünceleri, o çağın hakim sınıfının düşünceleri
olmuştur.
İnsanlar, toplumda devrimci değişiklikler yaratan düşünceler­
den söz ettikleri zaman şu olguyu dile getirmekten başka bir şey
yapmazlar: Eski toplumun bağrında yeni bir toplumun unsurları
filizlenmiştir ve eski düşüncelerin dağılma süreci eski varoluş
koşullarının dağılma süreciyle at başı gider.
Kadim dünya son demlerini yaşarken, kadim dinler Hıristi­
yanlık tarafından alt edildiler. Hıristiyan düşüncesi, on sekizin­
ci yüzyılda aydınlanmacı düşünceye yenik düştüğünde, feodal
toplum o zaman devrimci olan burjuvazi karşısında ölüm-kalım
savaşı veriyordu. Din ve vicdan özgürlüğü düşünceleri, serbest
rekabetin bilgi alanındaki hakimiyetinin ifadesinden başka bir
şey değildir.
"Hiç şüphesiz•, denilecek., •dini, ahlaki, felsefi hukuki düşünce-

97
ler vs. tarihin gelişme seyri içinde değişi.kliğe uğramışlardır. Ama,
din, ahlak, felsefe, siyaset bilimi ve hukuk buna rağmen her za­
man ayakta kalmışlardır"

"Kaldı ki, Özgürlük, Adalet vb. gibi bütün toplumlarda ortak ebedi
doğrular vardır. Oysa komünizm ebedi doğrulan ortadan kaldırı­
yor, dini ve ahlakı yeni bir temel üzerine oturtacak yerde, bütün
dine ve bütün ahlaka son veriyor; dolayısıyla, bütün geçmiş tarihi
tecrübeye ters düşüyor. n

Bu suçlamanın özünde yatan nedir? Gelmiş geçmiş bütün


toplumların tarihi, farklı dönemlerde farklı biçimlere bürünen
sınıf karşıtlıklarının gelişmesinin tarihidir.
Fakat sınıf karşıtlıkları, ne gibi biçimlere bürünmüş olurlarsa
olsunlar, geçmiş çağların hepsinde görülen ortak bir olgu var:
Toplumun bir bölümünün diğer bölümü tarafından sömürül­
mesi. O halde geçmiş çağların toplumsal bilincinin, gösterdiği
bütün çeşitliliğe ve farklılığa rağmen, bir takım ortak biçimle­
rin ya da bilinç biçimlerinin sınırlan içerisinde hareket etmiş
olmasına şaşmamak gerekir; ki bu biçimler ancak sınıf çeliş­
kilerinin hepten son bulmasıyla büsbütün ortadan kalkabile­
cektir.
Komünist devrim, geleneksel mülkiyet ilişkilerinden en kök­
lü kopuştur; onun gelişmesi geleneksel düşüncelerden de en
köklü kopuşu içeriyorsa, buna hiç şaşmamalı.
Fakat komünizme yöneltilen burjuva itirazlar üzerinde bu
kadar durduğumuz yeter.
Yukarıda gördük ki, işçi sınıfının devrimde atacağı ilk adım,
proletaryayı hakim sınıf durumuna getirmek, demokrasi sava­
şını kazanmaktır.
Proletarya siyasi üstünlüğünü, bütün sermayeyi kerte kerte
burjuvazinin elinden koparıp almak, bütün üretim araçlarım
devletin elinde, yani hakim sınıf olarak örgütlenen proletarya­
nın elinde merkezileştirmek ve toplam üretici güçleri olabildi­
ğince hızla arttırmak için kullanacaktır.
Tabii, başlangıçta, mülkiyet haklarına ve burjuva üretim ko­
şullarına zor yoluyla (despotik tarzda) müdahale edilmeden bu
gerçekleştirilemez; yani, başlangıçta ekonomik bakımdan ye-

98
tersiz ve savunulması zor görünseler de, hareketin seyri içinde
kendilerini aşacak olan ve üretim tarzının baştan aşağı devrim­
ci bir değişikliğe uğratılması için kaçınılmaz olan bazı tedbirler
alınmadan bu gerçekleştirilemez. Bu tedbirler muhakkak ki her
ülkede başka başka olacaktır.
Bununla birlikte, aşağıda sayılanlar, en ileri ülkelerde az çok
genellikle uygulanabilir niteliktedir:
• Toprak mülkiyetine son verilmesi ve bütün toprak
rantlannın kamu yaranna kullanılması.
• Ağır bir müterakki vergi.
• Her türlü miras hakkının kaldınlması.
• Bütün yurtdışına kaçanlann ve isyancılann mülklerine
el konulması.
• Sermayesi devlete ait olan, mutlak tekel durumundaki
bir merkez bankası aracılığıyla kredilerin devlet elinde merke­
zileştirilmesi.
• Haberleşme ve ulaşım araçlannın devlet elinde merke-
zileştirilmesi.
• Devlete ait fabrika ve üretim araçlan sayısının arttınl-
ması ; ekilmemiş topraklann ekilebilir hale getirilmesi ve bütün
topraklann ortak bir plan çerçevesinde ıslahı.
• Herkese eşit çalışma zorunluluğu.
• Özellikle tanmda sanayi ordulannın kurulması. Tan­
ının sanayi ile birlikte yürütülmesi; kent ve kır arasındaki ayn­
ına giderek son verilmesinin desteklenmesi.
• Bütün çocuklar için kamu okullannda parasız eğitim.
Çocuklann fabrikalarda bugünkü biçimiyle çalıştınlmasının
önlenmesi.
• Eğitimin sanayi üretimiyle birlikte yürütülmesi, vb. vb.
Gelişme seyri içinde sınıf aynlıklan ortadan kalktığı ve üreti­
min tümü birleşmiş bireylerin elinde toplandığı zaman, kamu
iktidansiyasikarakteriniyitirecektir. Siyasiiktidar,asılanlamıyla,
bir sınıfın bir başka sınıfı baskı altında tutmak için örgütlenmiş
gücüdür. Eğer proletarya, burjuvaziyle mücadelesi sırasında,
koşullann baskısı altında kendini bir sınıf olarak örgütlemeye

99
zorlanacaksa, eğer bir devrimle kendisini hakim sınıf kılacak
ve hakim sınıf olarak eski üretim koşullarını zorla silip atacaksa,
demek ki, bu koşullarla birlikte sınıf karşıtlıklarının ve genel ola­
rak sınıfların varlığının koşullannı da kaldınp atmış ve böylelikle
kendisinin bir sınıf olarak hakimiyetine de son venniş olacaktır.
Sınıftan ve sınıf çelişkileriyle eski burjuva toplumunun yeri­
ni öyle bir birlik alacaktır ki, orada her insanın özgürce geliş­
mesi, bütün herkesin özgürce gelişmesinin şartı olacaktır.

111. Sosya list ve Komün ist Literatür

1 . Gerici Sosyalizm
A) Feodal Sosyalizm
Tarihi konumlanndan ötürü Fransız ve İngiliz soylu sınıftan,
çağdaş burjuva toplumuna saldıran kitapçıklar yazmayı kendi­
lerine iş edindiler. 1 830 Temmuz'undaki Fransız Devrimi'nde
ve refonn çal-kantılan sırasında İngiltere'de bu soylu sınıflar
nefret ettikleri sonradan gönneler karşısında bir kez daha ye­
nilgiye uğradılar. Ondan sonra artık ciddi bir siyasi mücade­
le kesinlikle söz konusu olamazdı. Ama edebi bir savaş hala
mümkündü. Ne ki edebiyat alanında dahi, Restorasyon77 dö­
neminin eski saçmalıktan artık geçmez olmuştu.
Kendilerine taraftar toplayabilmek için, soylular sözde kendi
çıkarlannı unutmuş görünmek, burjuvaziye yönelttikleri suç­
lamaları sömürülen işçi sınıfının çıkarından başka bir çıkar
gözetmiyorlarmışçasına dile getirmek zorunda kaldılar. Böy­
lece yeni efendilerini alaya alarak ve kulağına az çok uğursuz
kehanetler fısıldayarak yenilgilerinin acısını çıkardılar.
Feodal sosyalizm böyle doğdu: Biraz ağıt, biraz taşlama; ba­
zen geçmişin yankısı oldu, bazen geleceğin tehdidi; acı, nükteli
ve keskin eleştirisiyle kimi zaman burjuvaziyi can evinden vur­
du, ama çağdaş ta-rihin gidişini hiç mi hiç anlayamadığı için
77 1 660- 1 689 arası ingiliz Restorasyonu değil, 1 8 1 4- 1 830 Fransız Restorasyonu kas­
tediliyor.

1 00
sonunda hep gülünç düştü.
Soylular sınıfı, halkı kendi yanına çekebilmek için, önünde
sancak yerine proleter bağış kesesini taşıyordu. Ama halk ne
zaman soylulann peşine takılacak olsa, onlann sırtındaki eski
feodal annalan görüp, aşağılayıcı kahkahalarla onlan yüzüstü
bıraktı.
Fransız Meşrutiyetçilerinin bir kesimiyle, "Genç İngiltere"
tam da bu gösteriyi sahnelenmişlerdi.78
Feodaller kendi sömürü tarzlannın burjuvazininkinden fark­
lı olduğunu ileri sürerken, bunun bambaşka ve bugün artık
tarihe kanşmış durum ve koşullarda olduğunu unuturlar. Kendi
hakimiyetleri altında hiç bir zaman modem proletaryanın var
olmadığını ileri sürerken, modem burjuvazinin kendi toplum
biçimlerinin zorunlu bir ürünü olduğunu unuturlar.
Bunun ötesinde, eleştirilerinin gerici niteliğini o kadar az
saklarlar ki, burjuvaziye yönelttikleri başlıca suçlama burjuva
rejiminin eski toplum düzeninin kökünü kazımaya aday bir sı­
nıfı ortaya çıkarmakla suçlarlar.
Genel olarak proletaryanın ortaya çıkmasına neden oldu­
ğu için de-ğil, daha çok devrimci bir proletarya yarattığı için
kınarlar burjuvaziyi. Bu yüzden siyaset pratiğinde, işçi sını­
fına karşı girişilen bütün baskı tedbirlerini desteklerler, gün­
lük hayatta ise, bütün o tumturaklı sözlerine rağmen, sanayi
ağacından düşen altın elmalan toplamaya, doğruluğu, sevgiyi
ve şerefi, yün, pancar şekeri ve ispirtoyla takas etmeye çoktan
razıdırlar.
Nasıl köy papazı her zaman toprak sahibiyle elele gitmişse,
Papaz Sosyalizmi de hep Feodal sosyalizmle elele gitmiştir.
Hıristiyan çilekeşliğine sosyalist bir çeşni katmaktan kolay
78 Fransız Meşrutiyetçileri (Legitimistler), 1 830 Devriminde devrilen "meşru" Bour­
bon hanedanı taraftarlandır. Bu hanedan büyük toprak sahibi soylulann çıkarlannı
temsil etmekteydi; mali ve sınai burjuvaziyle mücadelelerinde çalışan sınıfın çıkar­
lannı savunurmuş gibi ortaya çıkarak toplumsal demagojinin örneklerinden birini
sergilemiştiler. "Genç ingiltere" grubu ise, 1 840 yıllan başında Muhafazakar Parti
politikacılanyla yazarlanndan kurulu bir gruptu. Büyük toprak sahibi soylulann bur­
juvazinin gelişen ekonomik ve siyasi gücünden duyduğu hoşnutsuzluğu dile getir­
mekteydi. Kapitalist sisteme yönelttikleri eleştirileri yanın gönüllü bir insaniyetçilik
söylemiyle öne sürdükleri işçilerin durumunun düzeltilmesi talepleriyle süslediler.

1 01
birşey yoktur. Hıristiyanlık özel mülkiyeti, evliliği, devleti kı­
namamış mıdır? Bunlann yerine hayırseverliği ve yoksulluğu,
bekareti ve nefse ezayı, manastır hayatını ve Kiliseyi salık
vermemiş midir? Hıristiyan sosyalizmi, soylu kişinin hasetini
takdis etmek için papazın kullandığı kutsanmış sudan başka
bir şey değildir.

B)Küçük Burjuva Sosyalizmi


Feodal soylular burjuvazinin yıktığı, varoluş koşullan çağdaş
burjuva toplumunun havasında saranp solan tek sınıf değildi.
Ortaçağ şehir ahalisiyle küçük toprak sahibi köylüler, modem
burjuvazinin öncüeriydiler. Sanayi ve ticaret bakımından az
gelişmiş ülkelerde bu sınıf, palazlanan burjuvazinin yanısıra
hala hayatta kalmaya çalışmaktadır.
Çağdaş medeniyetin tam geliştiği ülkelerde, proletaıya ile
burjuvazi arasında yalpalayan ve burjuva toplumunun bir ek­
lentisi olarak, durmadan kendini yenileyen yeni bir küçük bur­
juvalar sınıfı türemiştir. Ne ki, bu sınıfın tek tek üyeleri rekabet
nedeniyle sürekli olarak proletaıyanın saflanna itilmektedirler
ve hatta, çağdaş sanayi geliştikçe çağdaş toplumun bağımsız
bir kesimi olarak büsbütün ortadan kalkacaklan, imalatta, ta­
nmda ve ticarette yerlerini denetçilere, kahyalara ve tezgahtar­
lara bırakacaklan anın yaklaştığını görmektedirler.
Nüfusun yansından çok daha fazlası köylü olan Fransa
gibi ülkelerde, burjuvaziye karşı proletaıyadan yana çıkan
yazarlann, burjuva düzenini eleştirirken köylünün ve küçük
burjuvanın ölçülerini kullanmalan, işçi sınıfını küçük burju­
vazinin görüş açısından savunmalan çok doğaldı. Küçük bur­
juva sosyalizmi böyle doğdu. Sismondi yalnız Fransa'da değil,
İngiltere'de de bu okulun başını çekiyordu.
Bu sosyalizm okulu, modem üretim koşullanndaki çelişki­
leri büyük bir isabetle ortaya koymuştur. İktisatçılann riyakar
savunulannın ipliğini pazara çıkarmıştır. Makinelerin ve işbö­
lümünün, sermaye ile toprağın az sayıda ellerde toplanması-

1 02
nın; fazla üretimin ve bunalımların felaketli sonuçlarını ke­
sin olarak ortaya koymuştur. Küçük burjuvanın ve köylünün
akibetini, proletaryanın sefaletini, üretimdeki anarşiyi, servet
dağılımındaki göze batan eşitsizlikleri, milletler arasındaki bir­
birini tahrip eden sanayi savaşını, eski ahlak bağlarının, eski
aile ilişkilerinin, eski milliyetlerin çözülüşünü gözler önüne
sermiştir.
Bununla birlikte sosyalizmin bu türü. hedefleri bakımından,
ya eski üretim ve değişim araçlarıyla birlikte eski mülkiyet reji­
mini ve eski toplumun tamamını yeniden kurmayı amaçlar; ya
da modem üretim ve değişim araçlarını, bu araçlar tarafından
parçalanmış ve parçalanması kaçınılmaz olan eski mülkiyet
ilişkileri çerçevesine yerleştirmeyi amaçlar. Her iki halde de bu
sosyalizm türü hem gerici, hem ütopyacıdır.
Küçük burjuva sosyalizminin son sözü, imalatta korporatif
loncalar, tarımda ataerkil ilişkilerdir.
En sonunda, katı tarihi olgular kendi kendini kandırmanın
baş döndürücü etkilerini dağıttıktan sonra sosyalizmin bu türü,
berbat bir ka-ramsarlık nöbetiyle son buldu.
C}Alman Sosyalizmi ya da «Reel» Sosyalizm
İktidardaki bir burjuvazinin baskısı altında ortaya çıkan ve
bu iktidara karşı mücadelenin dile gelişi olan Fransız sosyalist
ve komünist edebiyatı, burjuvazi tam feodal mutlakiyetçilikle
savaşa tutuşmuşken Almanya'ya girdi.
Alman feylesofları, sözde feylesofları ve süslü söz merak­
lıları, pür heves sahip çıktılar bu edebiyata; ama, bu eserler
Fransa'dan Almanya'ya göçerken Fransız toplumsal koşulları­
nın onlarla birlikte göçmediğini unuttular. Almanya'nıri top­
lumsal koşullarıyla karşılaşınca, bu Fransız literatürü bütün
pratik anlamını yitirdi, salt edebi bir veçheye büründü. Örne­
ğin, On sekizinci yüzyıl Alman feylesoflarının gözünde Fransız
Devrimi'nin talepleri. «Pratik Akıltın genel taleplerine indirge­
mekteydi ve devrimci Fransız burjuvazisinin iradesinin dile ge­
tirilişi, onlar için. saf iradenin, olması gereken iradenin, genel

1 03
olarak gerçek insan iradesinin yasaları anlamını taşıyordu.
Alman ediplerin bütün yaptıkları, yeni Fransız fikirlerini
kendi eski felsefi vicdanlarına uydurmak, ya da. daha doğrusu,
Fransız fikirlerini kendi felsefi bakış açılarını terk etmeksizin
kendilerine mal etmekten ibaretti.
Bu tıpkı bir yabancı dili tercüme ederek benimsemek gibi bir
şeydi.
Rahiplerin putperest antik çağın klasik eserlerinin el yazma­
ları üzerine, nasıl Hristiyan azizleri hakkında uyduruk efsane­
ler yazdıkları iyi bilinir. Fransızların din tanımayan literatürü­
ne Alman edipleri aynı işlemi tersinden uyguladılar. Fransızca
orijinallerin üzerine kendi felsefi saçmalıklarını yazdılar. Örne­
ğin, paranın iktisadi işlevleri hakkındaki Fransız eleştirisinin
altına «insan doğasının yabancılaşması• yazdılar; Fransızların
burjuva devleti hakkındaki eleştirisinin altına «soyut evrensel­
liğin egemenliğinin yıkılmasıı yazdılar.
Fransa'daki gelişmelerin yerine bu felsefi lafazanlığı geçir­
dikten sonra bu yaptıklarını •eylemin felsefesi•, ıgerçek sosya­
lizm•, •sosyalizmin Alman bilimi», •sosyalizmin felsefi temel­
leri• gibi adlarla vaftiz ettiler.
Fransız sosyalist ve komünist literatürü böylece tamamen
iğdiş edilmiş oldu. Bu literatür kendi ellerinde bir sınıfın bir
başka sınıfa karşı mücadelesinin bir ifadesi olmaktan çıktığı
için, Almanlar •Fransız dar görüşlülüğünü11 aşmış olmaların­
dan ve sahici ihtiyaçları değil, •hakikatin ihtiyaçlarını• savun­
muş olmalarından dolayı kendi kendilerini kutladılar; prole­
terin çıkarlarını değil, insan varlığının, genel olarak insanın
çıkarlarını, hiç bir sınıfa mensup olmayan hiç bir gerçekliğe
tekabül etmeyen ve sadece felsefi imgelemin puslu göklerinde
varolan insanın çıkarlarını savundular.
Beceriksizce hazırlanmış okul ödevini bu kadar önemseyen
ve bu kötü eserini onca gürültüyle ve şarlatanca göklere çıka­
ran bu Alman sosyalizmi gitgide bilgiççe masumiyetini yitirdi.
Alman burjuvazisinin, özellikle de Prusya burjuvazisinin fe­
odallere ve mutlak monarşiye karşı mücadelesi, tek kelimeyle

1 04
liberal hareket, daha ciddi bir hareket haline geldi.
Böylece «reeb sosyalizmin, bu siyasi hareketin karşısına sos­
yalist taleplerle çıkabilmek için çoktandır beklediği fırsat gelip
çatmış oldu. Liberalizme, temsili hükümete, burjuva rekabetine,
burjuva basın özgürlüğüne, burjuva hukukuna, burjuva eşitlik
ve özgürlük fikirlerine karşı geleneksel bedduaları savurarak,
kitlelere bu burjuva hareketinin kendilerine hiç bir şey vereme­
yeceğini ; bu burjuva hareketi yüzünden her şeylerini kaybede­
ceklerini anlatmaya koyuldu. Alman sosyalizmi. Budalaca bir
yankısı olduğu Fransız eleştirisinin karşılık düştüğü maddi ko­
şullarla birlikte, bu eleştiriye uygun bir siyasal yapıyı da, yani
tam da Almanya için o sıra gerekli olan her şeyi de unutuverdi.
Bu Alman sosyalizmi, papazları, profesörleri, taşra soyluları,
bu bürokratları ve diğer yandaşlarıyla birlikte Alman mutla­
kiyetçi hükümetleri için, kendilerini tehdit eden burjuvaziye
karşı tam da muhtaç oldukları korkuluğun yerini tuttu.
Alman sosyalizmi. Alman işçilerinin başkaldınlannı kamçı
darbeleri ve tüfekle bastıran bu hükümetlerin, aynı işçilerin
ağzına çaldıkları bir parmak bal oldu.
Bu «reeb sosyalizm, hükümetlerin elinde Alman burjuvazisi­
ne karşı bir silah haline gelirken, aynca doğrudan doğruya bir
gerici çıkan, sanat edebiyat düşkünü dar görüşlü (Filisten) Al­
manların çıkarını temsil ediyordu. Almanya'da On altıncı yüz­
yılın bir kalıntısı olan ve o günden beri türlü kisveler altında
tekrar tekrar ortaya çıkıp duran küçük burjuva sınıfı bugünkü
kurulu düzenin gerçek temelini oluşturmaktadır.
Bu sınıfın korunması Almanya'daki mevcut durumun ko­
runması demektir. Büyük burjuvazinin sanayideki ve siyasi
üstünlüğü, bir yandan sermayenin yoğunlaşmasını sağlayarak,
bir yandan da devrimci proletaryanın ortaya çıkmasına yol
açarak bu küçük burjuvaziyi kesin bir yıkım tehdidi ile karşı
karşıya bırakmaktadır. •Reeb sosyalizm bu küçük burjuvazi
için bir taşla iki kuşu birden vurmak gibi bir şeydi; bir salgın
gibi yayıldı.

105
Alman Sosyalistleri bir deri bir kemik kalmış biçare •ebedi
doğrularına» giydirdikleri, belagat çiçekleriyle bezenmiş, bay­
gınlık veren bir duygusallığa bandırılmış spekülatif örümcek
ağlarından örülü bir cübbe, bu doğa ötesi cübbe, böyle bir or­
tamda mallarının sürümünü korkunç arttırmaya yaradı.
Alman Sosyalizmi de, kendi payına, bu küçük burjuvanın
dışı büyük, içi küçük temsilcisi olma görevini her geçen gün
biraz daha benimser oldu.
Alman milletini örnek millet, sanat edebiyat düşkünü dar
kafalı (Filisten) Almanları, tipik insan ilan etti. Bu örnek insa­
nın her bir alçaklığına gizli, yüce ve sosyalistçe, yani gerçek
karakterinin tam tersi bir anlam verdi. Komünizmin •vahşice
yıkıci• eğilimine doğrudan karşı çıkmaya, bütün sınıf müca­
delelerine tepeden ve tarafsız bir hor görüyle baktığını ilan
etmeye kadar gitti. Almanya'da şu sıra ( 1 847) ellerde dolaşan
bütün o sözde sosyalist ve komünist yayınlar, pek azı dışında,
bu bayağı ve yozlaştırıcı edebiyatın örnekleridir.
D) Tutucu Sosyalizm ya da Burjuva Sosyalizmi
Burjuvazinin bir bölümü, burjuva toplumunun varlığını sü­
rekli kılmak için, toplumsal dertleri gidermeden yanadır
İktisatçılar, hayırseverler, insaniyetçiler, işçi sınıfının duru­
munun düzeltilmesini meşgale edinenler, bağış kampanyacıla­
rı, hayvanları koruma dernekleri üyeleri, içki düşmanları, akla
gelebilecek her türlü gizli reform heveslileri, hepsi bu kesime
girerler. Sosyalizmin bu türü, dört başı mamur sistemler bile
ortaya koymuştur.
Bu türün örneklerinden biri olarak Proudhon'un •Sefaletin
Felsefesimi gösterebiliriz.
Sosyalist geçinen burjuvalar, çağdaş toplumsal koşulların
doğurduğu kaçınılmaz mücadeleleri ve tehlikeleri göze alma­
dan, bu koşulların bütün nimetlerinden yararlanmak isterler.
Halihazır toplum düzeni olduğu gibi kalsın, ama devrimci ve
parçalayıcı unsurları olmasın isterler. Proletaryasız bir burju­
vaziyi özlerler. Burjuvazi, tabii ki, kendisinin en üstte olduğu
bir dünyayı dünyaların en iyisi beller; burjuva sosyalizmi de

1 06
bu huzur verici görüşü geliştirip, ondan az çok tamamlanmış
çeşitli sistemler türetir. Proletaryanın böyle bir sistemi ger­
çekleştirmesini ve bu sayede kestirmeden yeni Kudüs'e (vaat
edilmiş topraklar) ulaşmasını isterken burjuva sosyalizmi, ger­
çekte sadece, proletaryanın bugünkü toplumun sınırlan içinde
kalmasını, fakat burjuvazi hakkındaki nefret uyandıran bütün
fikirlerden annmasını dilemektedir.
Bu sosyalizmin ikinci ve daha pratik, ama daha az sistemleş­
miş bir türü, salt siyasi bir reformun değil, ancak maddi varoluş
koşullannda, ekonomik ilişkilerde bir değişikliğin kendilerine
bir yaran olabileceğini söyleyerek, her türlü devrimci hareketi
işçilerin gözünde kötülemeye çalışmıştır. Oysa bu tür sosyaliz­
min maddi varoluş koşullanndaki değişiklikten anladığı, hiç
bir surette, burjuva üretim ilişkilerinin ortadan kaldınlması de­
ğildir; çünkü bu ancak bir devrimle gerçekleştirilebilir. Bu sos­
yalizm türünün halihazır ilişkilerin sürüp gitmesine dayanan
yönetim reformlan, sermaye-emek ilişkilerini hiç bir bakımdan
etkilemeyen, olsa olsa burjuva hükümetinin masraflannı azal­
tıcı ve yönetim aygıtını basitleştirici reformlardır.
Burjuva sosyalizmi, en yeterli ifadesini, sadece laftan ibaret
hale geldiği zaman ve ancak o zaman bulur.
İşçi sınıfının yaranna serbest ticaret. İşçi sınıfı için gümrük
himayeleri. İşçi sınıfının haynna hapishanelerin ıslah edilmesi.
Burjuva Sosyalizminin son ve gerçekten ciddi olarak söylediği
sözü bundan ibarettir.
Bu söz şu cümleyle özetlenebilir: Burjuva işçi sınıfı için bir
burjuvadır.
E) Eleştirici-Ütopyacı Sosyalizm ve Komünizm
Burada sözünü ettiğimiz, örneğin Babeuf ve başkalannın
yazılannda olduğu gibi, bütün büyük çağdaş devrimlerde her
zaman proletaryanın taleplerini dile getiren literatür değildir.
Proletaryanın, feodal toplumun alaşağı edildiği genel kargaşa
döneminde, kendi hedeflerine ulaşmak için giriştiği ilk doğru­
dan teşebbüsler, gerek proletaryanın o sıralardaki henüz geliş-

1 07
memiş durumundan ötürü, gerekse kurtuluşu için gerekli eko­
nomik koşulların, yaratılması gereken ve ancak yaklaşan burjuva
çağında yaratılabilecek olan koşulların yokluğundan ötürü, ister
istemez başarısızlığa uğradı. Proletaryanın bu ilkkıpırdanışlanna
eşlik eden devrimci literatür de ister istemez gerici bir karakter
taşıyordu. Evrensel bir çilekeşliği ve en kaba biçimiyle toplumsal
eşitlik fikirlerini dile getirdi.
Açıkça sosyalist ve komünist diye isimlendirilen bu sistem­
ler, Saint Simon, Fourier, Owen ve başkalarının sistemleri, pro­
letarya ile burjuvazi arasındaki mücadelenin yukarıda anlatı­
lan gelişmemiş ilk döneminde ortaya çıktılar. (Bakınız: Bölüm
1. Burjuvalarla Proleterler)
Bu sistemlerin kurucuları, yürürlükteki toplum içindeki sınıf
çelişkilerini de, çürüyüp dağılmaya yol açan unsurların faali­
yetini de görmezden gelmezler. Fakat, henüz çocukluk çağında
olan proletarya, onların gözünde, hiç bir tarihi girişim gücü ve
hiç bir bağımsız siyasi hareketi olmayan bir sınıf görünümün­
dedir.
Sınıf çelişkilerinin gelişmesi sanayinin gelişmesiyle birlikte
gittiği için, kendilerini içinde buldukları ekonomik durum, he­
nüz onlara proletaryanın kurtuluşunun maddi koşullarını sun­
mamaktadır. Bu yüzden onlar, bu koşullan yaratacak yeni bir
toplum bilimi aramaya koyulurlar, yeni toplumsal kanunların
peşine düşerler.
Böylece tarihi eylemin yerini, onların kişisel yaratıcı eylemi;
tarihi süreç içinde yaratılacak olan kurtuluş koşullarının yerini,
hayali kurtuluş koşullan; proletaryanın adım adım gerçekleşen
sınıfsal örgütlenmesinin yerini, bu mucitlerin özel olarak icat
ettikleri bir toplumsal örgütlenme almaktadır. Onların gözünde
geleceğin tarihi, kendi toplumsal tasanlannın propaganda edi­
lip, pratikte uygulamaya konmasından başka bir şey değildir.
Planlarını yaparken, en çok acı çeken sınıf olarak işçi sını­
fının çıkarlarını en başta gözetmek gerektiğinin farkındadırlar.
Ama onlar için proletarya, sadece, en çok acı çeken sınıf oldu-

1 08
ğu için mevcuttur.
Sınıf mücadelesinin henüz gelişmemiş durumu kadar, içinde
bulundukları toplumsal ortamlar da, bu tür sosyalistlerin, ken­
dilerini bütün sınıf çelişkilerinin üstünde görmelerine neden
olur. Toplumun bütün üyelerinin, hatta en varlıklılarının dahi
durumunu iyileştirmek isterler. Bu yüzden hiç bir sınıf aynını
yapmadan, bütün topluma, hatta daha çok hakim sınıfa seslen­
mek adetleridir. Öyle ya, insanlar bir kere onların sistemlerini
anlarsalar, bu sistemin mümkün olan en mükemmel toplumun
mümkün olan en mükemmel planı okluğunu görmemeleri
mümkün müdür?
Dolayısıyla Bunlar her türlü siyasi eylemi, özellikle de her
türlü devrimci eylemi reddederler; amaçlarına barışçı yollar­
dan Varmak isterler, başarısızlığa mahkum küçük deneylerle ve
örnek girişimlerle yeni toplumsal İncil'in yolunu hazırlamaya
uğraşırlar.
Proletaryanın henüz çok az gelişmiş olduğu ve kendi du­
rumunu ancak hayalci bir gözle görebildiği bir zamanda çizi­
len, geleceğin toplumuna dair bu tür hayali tablolar, toplumun
genel bir yeniden kuruluşu yönünde bu sınıfın duyduğu ilk
içgüdüsel özlemlere de tekabül etmektedir.
Bununla birlikte bu sosyalist ve komünist yayınlarda eleş­
tirici bir unsur vardır. Halihazır toplumun her bir ilkesine sal­
dırırlar. Bu bakımdan, işçi sınıfının aydınlanması için son de­
rece değerli malzemelerle doludurlar. Bunların gelecek toplum
hakkındaki pozitif önermeleri, örneğin şehirle kır arasındaki
ayrılığın kaldırılması, aileye, sanayinin özel kişiler adına yü­
rütülmesine, ücret sistemine son verilmesi, toplumda uyumun
sağlanması; devletin işlevlerinin salt üretim üzerinde nezarete
çevrilmesi vb. hakkındaki önerileri, doğrudan doğruya, o sı­
rada henüz yeni boy göstermeye başlayan ve bu yayınlarda
ancak belirsiz ve karışık ilk biçimleriyle kendilerini belli eden
sınıf çelişkilerinin giderilmesi gerekliliğini içerirler. Bu öneriler
bu nedenle salt ütopyacı bir karakter taşırlar.
Eleştirici-Ütopyacı Sosyalizm ve Komünizmin önemi, tarihi

109
gelişmeyle ters orantılıdır. Sınıf mücadelesi keskinleşip belir­
ginleştikçe, hayal dünyasında bu kavganın üzerine çıkma an­
layışı, sınıf çatışmasına karşı gösterilen bu sanal muhalefet,
bütün pratik değerini ve bütün teorik haklılığını yitirir. Dola­
yısıyla, bu sistemleri yaratanlar, birçok bakımlardan devrimci
kişiler oldukları halde, öğrencileri hep gerici tarikatlar kurmuş­
lardır. Bunlar proletaıyanın ileri yönde tarihi gelişmesine karşı
çıkarak, üstatlarının ortaya koyduğu ilk görüşlerden bir par­
mak bile ayrılmazlar. Bu yüzden ve ısrarla, sınıf mücadelesini
durdurmaya, sınıf çelişkilerini uzlaştırmaya çalışırlar.
Toplumsal ütopyalanm deneyler yoluyla gerçekleştirme­
yi, birbirinden kopuk •Falanstenler, •Ev kolonileri11 ya da bir
•Küçük İkaıya11 kurmayı düşlerler; bir başka deyişle, yeryüzü
cennetinin, cep kitabı boyu baskılarını ortaya koyarlar; ve bü­
tün bu olmayacak hayalleri gerçekleştirmek için de burjuva­
ların vicdanlarına ve keselerine el açmak zorunda kalırlar.79
Bu ütopyacı sosyalistler Zamanla yukarda anlattığımız gerici
muhafaza.kar sosyalistler haline gelirler; onlardan aynldıklan
tek nokta, ukalalığı daha da sistemleştirmeleri ve kendi sos­
yal bilimlerinin mucizevi sonuçlan hakkında bağnaz ve batıl
bir inanç beslemeleridir. Bu nedenle, bunlar işçi sınıfının her
türlü siyasi eylemine şiddetle karşı çıkarlar. Onlar için bu gibi
eylemler, ancak kendi İncil'lerine körü körüne inançsızlıktan
doğabilir. İngiltere'de Owen'ciler Çartistlere; Fransa'da Fouri­
erciler Reformculara karşıdırlar.eo

iV. Çeşitli Muhalefet Partileri Karşısında


Komünistlerin Tutumu
İkinci bölümde söylenenler, İngiltere' deki Çartistler ve Aıne­
rika'daki Tanın Reformcuları gibi günümüzde mevcut olan işçi
sınıfı partileri karşısında, komünistlerin nasıl bir tutum alması

79 Falansterler Charles Fourier'nin tasansına göre kurulacak sosyalist kolonilerdi,


İcarla, Cabet'in ütopyasına ve sonradan Amerika'da kurduğu komünist kolonisine
verdiği isimdi. "Ev kolonileri",. Owen'in, örnek komünist derneklerine verdiği isimdi.
80 1 843-50 arasında Paris'te yayınlanan bir küçük burjuva demokrat gazetesinin
taraftarlarına atıl yapılıyor. Bu gazete. Reforme, cumhuriyet rejimini savunuyor, de­
mokratik: ve toplumsal reformlar istiyordu
110
gerektiğine açıklık getirilmiştir.
Komünistler işçi sınıfının dolaysız hedeflerine ulaşmak ve
gündelik çıkarlannı sağlama almak için de mücadele ederler;
fakat bugünkü hareket içinde aynı zamanda hareketin gele­
ceğini temsil ederler. Fransa'da tutucu ve radikal burjuvaziye
karşı Sosyal Demokratlarla ittifak yaparlar; ama büyük dev­
rimden geleneksel olarak aktanla gelen laf kalabalığı ve aldat­
macalar karşısında eleştirici bir tavn ortaya koyma hakkından
vazgeçmezler.
Komünistler İsviçre'de, kısmen Fransa'daki anlamıyla de­
mokratik sosyalistlerden, kısmen de radikal burjuvalardan,
kısacası çelişik unsurlardan meydana gelen bir parti olduğunu
gözden kaçırmaksızın, Radikalleri destekler.
Polonya'da, milli kurtuluşun ilk şartı olarak toprak devrimi
için direten partiyi, yani 1 846 Krakovi ayaklanmasını hazırla­
yan partiyi desteklerler. 8 1
Almanya'da, komünistler burjuvazinin her devrimci hare­
ketinde mutlak krallığa, feodal beylere ve küçük burjuvaziye
karşı onun yanında savaşırlar.
Fakat burjuvazinin kendi hakimiyetiyle birlikte zorunlu ola­
rak yaratacağı toplumsal ve siyasi koşullann her birini, Alman
işçilerinin zaman kaybetmeksizin burjuvaziye karşı bir silaha
çevirebilmeleri için ve Almanya'da gerici sınıflann devril­
mesinden sonra, burjuvazinin kendisine karşı savaşın derhal
başlayabilmesi için, burjuvaziyle proletarya arasındaki hasım
çelişkiyi olanca açıklığıyla işçi sınıfının bilincine sok.maktan
bir an olsun geri durmazlar.
Komünistler dikkatlerini en çok Almanya'ya çevirmişlerdir.
Çünkü Almanya, On yedinci yüzyıl İngiltere'sindekinden, On
sekizinci yüzyıl Fransa'sındakinden daha ileri Avrupa me­
deniyeti koşullannda ve çok daha gelişmiş bir proletarya ile

81 Bütün Polonya'yı kapsayan bir ayaklanma teşebbüsünde sadece Krakovi isyan­


cıları, 22 Şubat 1 848'de zafere ulaştılar ve milli bir hükümet kurdular. Hükümet bir
bildiri ile feodal beylerin imtiyazlarının kaldırıldığını ilan etti. Fakat isyan hareketi
Mart ayı başında bastırıldı, 1 8 1 5'ten itibaren Avusturya, Rusya ve Prusya'nın ortak
denetimi alunda bulunan Krakovi 1 846 Kasımında imzalanan bir antlaşma ile Avus­
turya tarafından ilhak edilmişti.

111
gerçekleştirilecek bir burjuva devriminin eşiğindedir ve çünkü
Almanya'da burjuva devrimi, hemen onun ardından gelecek
bir proletarya devriminin başlangıcı olacaktır.
Kısacası, komünistler her yerde, kurulu toplumsal ve siyasi
düzene karşı her türlü devrimci hareketi desteklerler.
Bütün bu hareketlerde, o sıradaki gelişme düzeyi ne olursa
olsun mülkiyet sorununu hareketin temel sorunu olarak öne
çıkanrlar. Nihayet, her yerde, bütün ülkelerin demokratik par­
tileri arasında birlik ve anlaşma sağlanması için çaba harcarlar.
Komünistler görüşlerini ve hedeflerini gizlemeye tenezzül
etmezler. Hedeflerine ancak bütün mevcut toplumsal koşullann
zorla devrilmesiyle ulaşılabileceğini açıkça ilan ederler. Varsın
hakim sınıflar bir komünist devrimden korkup titresinler.
Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek hiç bir şeyleri
yok. Kazanacak.lan bir dünya var.

BÜIÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN!

112
Ekler Hakkında ;
Referans Yayınları'nın Notu :
Komünist Parti Manifestosu'nun mahiyetinin tam olarak an­
laşılabilmesi için bu manifestonun arkasındaki örgütün neye
benzediğini bilmek de önem taşıyor. Bu itibarla bunu tarif
eden tüzüğünün de Komünist Parti Manifestosu ile birlikte
okunması gerekiyor. Zira tüzük Komünistler Birliği'nin nasıl
bir örgüt olduğu hakkında fikir sahibi olmak için önemli bir
kaynak. Komünist Manifestoya sahiden sahip çıkıp onu rehber
edinebilmek için de bu örgüt bilinci şarttır. Tabii bu tutum Ko­
münistler Birliğinden daha gelişkin bir devrimci parti kurmayı
hedefleyen ve Komünist Parti Manifestosunu aşma iddiasını
ortaya koyanlar için anlamlıdır.
Keza Komünist Parti Manifestosu'nun hazırlanmasında bir
aşamayı ifade eden Engels'in •Komünist İman Yemini Taslağı•
ve •Komünizmin İlkeleri• de Komünist Parti Manifestosunun
şekillenmesinde önemli köşe taşlarını ifade ediyor. Onları da bu
kitabın ekleri arasına koymayı gerekli ve yararlı gördük.
Bunlardan başka o dönem devrimcilik dendiğinde neyin an­
laşıldığını daha iyi kavramak üzere yardımcı olacak iki met­
ni daha kitabın ekleri arasında yayınlıyoruz. Bunlardan biri
Neçayev'in ıDevrimcinin İlmihali• (yahut el kitabı- 1 869) diğeri
de yine aynı başlıkla Bakunin'in daha önce kaleme aldığı ilmi­
haldir ( 1 866).
Neçayev ekseri ınihilisb olarak anılır; öyle anılması çok yer­
siz değildir. Ama neredeyse ömrünün tamamını hapiste geçirip
orada ölen Neçayev'i herhangi bir felsefi akım ile anmak pek
uygun olmaz. Zaten daha çok bir yoldaşı olan İvanov'u dev­
rimci imanını yitirme ihtimali ve muhtemel bir ihanet şüphe­
siyle öldürmesi ile anılır.82 Bu eylemi Avrupa'daki devrimciler
arasında ürkütücü bir etki yapmıştır. Marx üzerindeki etkisi
de böyleydi. Ama bu tepkiyi sözüm ona •medeni Avrupaıtnın,
•barbar» diye niteledikleri Ruslara karşı bir tepki diye görmek
82 Dostoyevski'nin Türkçe'de •Ecinnilert ve •Cinlert başlıklanyla çevrilmiş olan ro­
manı Neçayev'in İvanov'u öldürmesinden ilham alarak yazılmıştır.

113
de çok yanlış olmaz. Oysa 70 yıl sonra Avrupalılara gerçek
medeniyetin yolunu göstermede o «barbar Ruslarıı öncülük
edecekti.
Bu yolda elbette ilk rusça çevirisini Bakunin'in yaptığı (İkin­
ci çeviriyi de Vera Zasuliç yapmıştır) Komünist Parti Manifes­
to'sunun hatırı sayılır payı vardır. Bir de Avrupa'da Babeuf
ile başlayıp Buonarotti üzerinden Blanqui'ye devredilen ve
Rusya'ya bunlann öğrencisi olan Pyotr Tkaçev tarafından ta­
şınan devrimci mirasın rolü önemlidir. Yani bahis konusu olan
«barbar ruslarıı değil Avrupa'daki devrimci damann taşıyıcısı
olan Rus devrimcileridir. Bolşevikler de bu devrimci geleneği
dikkate alarak •en az onlannki kadar devrimci• olan bir örgüt
kurma fikri ile yola çıkmıştı.
Bakunin kendisi öyle söylemese de anarşizmin öncülerinden
kabul edilir. Ama Marx gibi Hegel'in öğrencilerinden biri oldu­
ğu ve Birinci Entemasyonal'in kuruculan ve belli başlı unsurla­
n arasında olduğu bir vakıadır (Marx ile örgütlenme sorununa
dair tartışmalanna kadar). Bakunin'in bir ara Neçayev ile ilişki­
si olmuş olsa da (Neçayev onu çok katı bulduğu için !) bu ilişki
pek sürmemiştir. Bakunin'in ilmihali ile Neçayev'inki arasında
benzerlikler de yoktur. Neçayev'inki gerçekten bir ilmihaldir
Bakunin'inki ise adeta Komünist Parti Manifestosu'nu andıran
bir teferruatlı program metnidir. Öte yandan Neçayev'in met­
ninin kaleme alınmasında Bakunin'in bir katkısı olduğuna dair
bir kanı da vardır. Ama bu katkının Bakunin'den çok, sonradan
kimilerinin •ilk Bolşevik» diye de andığı Piyotr Tkaçev tarafın­
dan sağlandığı hakkındaki yorumlar ve Neçayev'in bu metni
Tkaçev ile birlikte yazdığı hakkında söylenenler daha doğruya
benzemektedir.
Her halükarda gerek Neçayev'in gerekse de Bakunin'in me­
tinleri hiçbir şey olmasa da Avrupa'da gelişen komünist ve
devrimci akımlarla Rusya'da gelişen devrimci akımlar arasında
bir ilişki kurmayı düşündürür. Bu, neden devrimcilerin o dö­
nemden itibaren yüzlerini yavaş yavaş Rusya'ya döndüğünün
anlaşılmasına da yardımcı olur. Bu bakımdan gerek Neçayev'in

114
gerekse de Bakunin 'in ilmihali erinin 1 848 devrim dalgasının
etkilerinin nasıl Rusya'ya doğru yayıldığını anlamada bir an­
lamı olacaktır.
Doğrusu Komünist Parti Manifestosu yayınlandığı zaman
komünistlerin yüzü Almanya'ya dönük iken sonradan dik­
katlerin giderek daha doğuya yöneldiği bir vakıadır. Nitekim
Marx'ın hayatının sonlanna doğru Rusya'daki narodnik hare­
ketin önemli militanlanndan biri olduğu gibi •Sosyal demok­
rat» hareketin öncülerinden de olan Vera Zasuliç ile yazışma­
lan da bu ilgiyi anlatır.
Avrupa'da ortaya çıkan komünist devrimci fikirlerin
Rusya'ya taşınmasında Neçayev ve Bakunin'in şu ya da bu öl­
çüde katkılan olmuştur. Her şey den önce bu manifestonun
ilk Rusça tercümesini yapıp yayılmasını sağlayan Bakunin'dir.
İkinci Rusça baskısının tercümesini ise Vera Zasuliç yaptı.
Ne var ki Avrupa'da gelişen komünist devrimci hareketin
Rusya'ya taşınmasında asıl bağlantı kayışını oluşturan Piotr
Tkaçev'dir. Kimileri tarafından •ilk Bolşevik• diye de tarif edi­
len Tkaçev Babeuf-Blanqui geleneğiyle Buonarotti üzerinden
ilişkilenip bunlann devrimci fikirlerini Rusya'ya taşıyan asıl
militandır. Ama elbette «ilk bolşevib diye anılması pek yerinde
değildir. Buna karşılık Komünist Parti Manifestosu'nun işaret
ettiği hedeflere erişmek için nasıl bir devrimcilik anlayışına
dikkat çekme bakımından anlamlıdır. Nitekim Lenin'in de Tka­
çev ile ve narodniklerle bu bakımdan ilgilendiği bilinmektedir.
Onlannkinden daha iyi bir örgüt ve en az onlar kadar cüret­
li bir devrimcilik gerektiği hakkındaki vurgulan da Komünist
Parti Manifestosu'nun hedeflerine Rusya'da erişilmiş olmasın­
da bunun payı vardır.
Bu itibarla Komünist Parti Manifestosu ve Avrupa'da gelişen
devrimci hareketin Rusya'ya taşınmasında önemli rolü olanlar
arasında Piyotr Tkaçev'i anmak icap eder. O nedenle kitaba
ek olarak bir de Tkaçev portresi eklemeyi uygun gördük. Zira
Manifestonun öngördüğü devrimin neden Almanya'da değil
Rusya'da olduğunu ve eksiklerinin neden ve nasıl Bolşevikler

115
tarafından tamamlandığını anlamada bu bağlantının da önemli
bir payı var.
Nihayet Komünist Parti Manifestosu ortaya çıkmadan önce
Komünistler Birliği'nin isteği üzerine örgütün manifestosu ol­
mak üzere Wilhelm Weitling'e sipariş edilen ve «İnsanlık nedir
Ne olmalıdır?11 başlıklı metin ise bu bahis konusu metinlere
kıyasla bir bildirge yahut el kitabı olmaktan çok bir uzun ma­
kale tarzındadır ve içerik olarak da bunlann herhangi biriyle
kıyaslanabilecek bir mahiyet taşımamaktadır. Bu metin yer yer
Hristiyanlık ve İsa'ya göndermeler yapan bir ahlak el kitabına
bir komünist örgütün manifestosundan fazla benzer. Zaten bu
içeriği nedeniyle Komünistler Birliği tatmin olmamış ve Bru­
no Bauer ve Proudhon hakkında yaptıklan polemiklerle (Kut­
sal Aile ve Felsefenin Sefaleti) dikkat çeken Marx ve Engels'e
(önce Komünist İman Yemini Taslağı ve Komünizmin İlkelerini
kaleme alan Engels'e) yönelmişlerdir.
Ne yazık ki Manifestonun ilk tercümelerinden birinin de Os­
manlı topraklannda olmasının Rusya'da olduğu gibi bir dev­
rimci hareketin şekillenmesine dair bir hikayesi yok. 83
83 Her ne kadar Paris Komünü sırasında orada olan kimi jön türkler olduğu doğru
olsa bile Paris Komünü sırasında •Türklerin• rolü herhalde daha çok Osmanlı tebasın­
dan olan ve bu nedenle otürkt diye de anılan Magripliler, özellikle de Kabil'li berbe­
riler üzerinden olsa gerektir. (Ama bu Komünist Parti Manifestosu'nun Avrupalıların
Türkiye dediği Osmanlı İmparatorluğunda yankısı olduğuna delalet etmez.)

Nitekim bunların bir kısmı da onbeşinci yüzyıldan itibaren güney Amerika'ya göçe­
rek orada bir dizi, örneğin Marquez'in vb. romanlarında rastlanan •Turcoılara hayat
vermiştir.

Hatta bir ara Arjantin'in başında olan Carlos Menem'in ( 1 989- 1 999) lakabı da ıEI
Turcoı idi. Menem bu lakabından ziyade başkanlığı zamanındaki yolsuzluklar ve do­
landıncılıklarla anılan neo-liberalizmin Güney Amerika'dak.i uygulayıcılarından bi­
riydi. Bu pis işlerin yanısıra Cuntacı generallere af çıkarmasıyla da bilinir; bu pisliği
örtmek için Arjantin'in en büyük gerilla örgüt-lerinden biri olan Monteneros'un bazı
militanlarına da af çıkarmıştı. Menem ikbal için Katolik kilisesine bağlanmış olsa
da Müslüman mezarlığında gömülüdür.

Aynı lakabı .�aşıyan pek çok sporcu san?tçı hatta gerilla önderi bile vardır güney
Amerika'da Omeğin El turco diye anılan Alvaro Fayad Delgado Kolombiya'dak.i daha
çok M- 1 9 diye bilinen • 19 Nisan Hareketi• adlı gerilla hareketinin ( 1 970) kurucu ve
yöneticilerindendi. 1 986'da Bogota'da bir çatışmada polis tarafından öldürüldü.

116
Bununla birlikte Komünist Parti Manifestosu'nun hedefle­
rine ilkin Rusya'da erişilmesinde Rusya'daki Bolşeviklerden
önceki devrimciliğin nasıl bir rolü olduysa bu olasılık yaşadı­
ğımız topraklarda en az oradaki kadar yüksektir. Zira bu top­
raklarda yanın yüzyıldır bir türlü tamamen yok edilemeyen ve
Rusya'nın geçmişteki devrimci akımlanndan hiç de aşağı kal­
mayan bir devrimci gelenek vardır ve peş peşe darbelere kat­
liamlara ve Çarlık Rusya'sındaki sürgün ve zindan koşullanna
taş çıkartan baskılara rağmen hala önü alınabilmiş değildir.
Daha önemli bir fark ise yaşadığımız topraklardaki muhtelif
devrimci akımlann hepsi Neçayev-Tkaçev çizgisinden esastan
farklı bir özellik olarak Komünist Parti Manifestosu'na sahip
çıkarak yola çıkmaktadır. Bu itibarla o zamanın Rusya'sından
farklı olarak yaşadığımız topraklarda devrimcilere Komünist
Parti Manifestosunu hatırlatmaktan ziyade gerçekten ne söy­
lediğini ve nasıl rehber edilmesini göstermeye ve bugün hala
neden yol gösterdiğini göstermeye ihtiyaç vardır. Unutmamak
gerekir ki bu bir okuma/öğrenme faaliyetiyle sınırlı bir ödev
değildir. Hatta Lenin'in başka bir vesileyle söylediği gibi «teorik
olmaktan çok pratik bir faaliyeti» gerektirir.
Bu takdirde yaşadığımız topraklardaki devrimcileri muhtaç
olduklan komünist kılavuzla, Komünist Parti Manifestosunu
da gerçeklenmek için muhtaç olduğu devrimcilerle buluştur­
manın yolu açılabilir.
Öte yandan Komünist Parti Manifestosu'nun yaşadığımız
topraklara asıl ve anlamlı gelişi Komünist Enternasyonal ku­
ruculan arasında yer alan TKP önderleri sayesinde olmuştur.
Komünist devrimciler Komünist Manifesto ile başlayıp Komü­
nist Entemasyonal'e kesintili bir biçimde ulaşan zincire bu hal­
kasından bağlanmalıdır.
Bu itibarla yaşadığımız topraklarda komünistlerin temel re­
feranslan arasında Mustafa Suphi zamanında benimsenen ve
Komünist Enternasyonal tarafından da tasdik edilen Türkiye
İştirakiyun Fırkasının (TKP) ilke ve esaslan da yer almalıdır.

117
Türkiyeli komünistler Komünist Parti Manifestosu'na ve ora­
dan Komünist Entemasyonal'e uzanan zincirin bu halkasından
tutunmalı ve bu partinin ilk 1 5+ 1 şehidinin ıo ateşli göğüs­
lerini delen hançerin kabzasını alacağız biz elimize• iradesini
ortaya koymalıdır.
Ne var ki bu ödev ve sorumluluklanmızı hatırlamak ve hatır­
latmak. bakımından önemli olsa da TKP'nin ilk programını bu
aşamada Komünist Parti Manifestosu'nun ekleri arasında ele
almak onu hakkıyla hatırlamaya yetmez. Aksine hem TKP'nin
1 920 programını hem de Şefik Hüsnü zamanında benimsenen
1 926 programını ve başka belgeleri Komünist Parti Manifes­
tosu ve Komünist Enternasyonal kuruluş belgelerinin ışığında
ele alan başlı başına bir değerlendirme ile ayn bir kitap olarak
Referans yayınlanndan yayınlamayı tasarlıyoruz.

118
EK 1 :
Komünistler Birliği Tüzüğü
• Birinci Bölüm: Birlik
1. Birlik'in amacı burjuvazinin alaşağı edilmesi, proletar-
yanın egemenliği, sınıf karşıtlıkları üzerine kurulu olan eski
burjuva toplumunun yıkılması, sınıfsız ve özel mülkiyetsiz
yeni bir toplumun kurulmasıdır.84
2. Birlik'e kabul koşullan şunlardır:
a) Amaca uygun bir hayat tarzı ve faaliyet;
b) Devrimci enerji ve propaganda yeteneği;
c) Komünizmi meslek edinmek;
d) Hiçbir anti-komünist kuruluşa girmemek; ve herhangi
bir örgüte kaydolmadan önce üst komiteyi bilgilendirmek;
e) Birlik kararlarına uymak;
f) Birlik'in her türlü işlerinin varlığı konusunda sükut;
g) Bir komüne oybirliği ile kabul edilmiş olmak.
Bu koşullara uymayanlar ihraç edilir. (Bkz. Sekizinci Bölüm)
(İlk taslağın üçüncü maddesinde bu koşullar yerine şunlar
yer alıyordu:
"a. Dürüst bir yaşam tarzını benimsemek;
b. Asla onursuz bir davranışta bulunmamış olmak;
c. Birliğin ilkelerini kabul etmek;
d. Geçim kaynaklarını bildirmek;
e. Herhangi bir siyasi veya milli derneğe üye olmamak;
f. Bir Komüne oy birliğiyle kabul edilmek;
g. Sadakatle çalışacağı ve sır tutacağı konusunda şeref
sözü vermek."
3. Bütün üyeler eşit ve kardeştirler, dolayısıyla her du-
rumda birbirlerine yardımla yükümlüdür.
4. Üyelerin bir örgüt ismi olur.

84 Heide kod adıyla Wilhelm Wolfun sekreter olarak, Kari Schill kod adıyla başkan
olarak Schapper"in imzaladığı ilk taslakta amaç maddesinde ise •Birlik ortak mülkiyet
teorisini yayarak ve bunun pratik uygulamasını mümkün olan en kısa sürede sağla­
yarak insanlığın kurtuluşunu amaçlar.• yazıyordu. OD

119
5. Birlik Komünler. Çevreler, Yönetici Çevreler, Merkezi
Konsey ve Kongre'den oluşur.
• İkinci Bölüm: Komün

6. Komün en az üç, en fazla yirmi üyeden oluşur. 85


7. Her Komün bir başkan, bir başkan yardımcısı seçer.
Başkan toplantılan yönetir, başkan yardımcısı kasaya bakar ve
başkanın yokluğunda onun yerini tutar.
8. Yeni üyeler, önceden Komünün onayı alınarak başkan
ve öneren üye tarafından üyeliğe alınır. 86
9. Farklı komünler birbirlerini tanımaz ve birbirleriyle ir-
tibatlanamaz.
1 O. Komünlerin kendilerini tanımlayan isimleri olur.
1 1 . Adresini değiştiren üyeler önceden başkanı bilgilendi-
rir.
• Üçüncü Bölüm: Çevre

1 2 . Çevreler en a z iki e n fazla o n Komünü kapsar.


1 3 . Komünlerin başkan ve başkan yardımcılan Çevre ko­
mitesini oluşturur. Çevre komitesi kendi içinden bir başkan se­
çer; kendine bağlı komünlerle ve Yönetici Çevre ile irtibatlanır.
1 4. Çevre komitesi Çevreye bağlı tüm komünler için yürüt-
me gücüdür.
1 5. Tek başına olan komünler ya varolan bir Çevreye bağ­
lanır, ya da başka komünlerle bir araya gelerek yeni bir Çevre
oluşturur.
• Dördüncü Bölüm: Yönetici Çevre

16. Bir ülkedeki yahut bölgedeki Çevreler bir Yönetici


Çevre'nin otoritesi altındadır.
1 7. Birlik'in Çevrelerinin bölünmesine, Yönetici Çevrelerin
tayinine, Merkezi Konseyin önerisiyle Kongre karar verir.
18. Yönetici Çevre bir bölgedeki tüm Çevreler için yü-
85 İlk taslakta en fazla on iki deniyordu. OD
86 İlk taslakta üyelerle ilgili sekizinci maddede şunlar söyleniyordu:

"Komün üyeleri Birlik'in üye sayısını arttırmak için coşku ve gayretle çalışıp, uygun
kadroları kazanmalı ve her zaman şahıslan değil ilkeleri rehber edinerek çalışmalı­
dır." OD

1 20
rütme yetkisine sahiptir. Kendine bağlı Çevrelerle ve Merkezi
Konsey'le irtibatlanır.
1 9 . Yeni kurulan Çevreler en yakın Yönetici Çevreye bağ­
lanır.
20. Yönetici Çevreler geçici olarak Merkezi Konseye karşı,
sonuçta da Kongre'ye karşı sorumludur.
• Beşinci Bölüm: Merkezi Konsey

2 1 . Merkezi Konsey tüm birlik için yürütme gücünü oluş­


turur ve bu konumuyla Kongre'ye karşı sorumludur.
22. Kongre'nin Birlik'in adresi olarak belirlediği yerin Yö­
netici Çevresi tarafından seçilen en az beş üyeden oluşur.
23. Merkezi Konsey bütün Yönetici Çevrelerle irtibat ha­
lindedir. Üç ayda bir örgütün tümünün durumu hakkında bir
rapor sunar.
• Altıncı Bölüm: Ortak Düzenlemeler
24. Komünler, Çevreler, Yönetici Çevreler ve Merkezi Kon­
sey, en az iki haftada bir toplantı yapar.
25. Yönetici Çevrenin ve Merkezi Konsey'in üyeleri bir
yıllığına seçilirler; yeniden seçilebilir ve seçmenleri tarafından
geri alınabilir.
26. Seçimler her yılın Eylül ayında yapılır.
27. Yönetici Çevreler tartışmalann, Birlik'in amaçlanna
uygun biçimde yürümesini sağlamakla yükümlüdürler.
Eğer Merkezi Konsey bazı sorunlann tartışılmasında genel
ve acil bir yarar olduğu kanısına vanrsa, bütün birliği bu so­
runlan tartışmaya davet etmelidir.
28. Birlik'in her üyesi kendi Yönetici Çevresiyle en az üç
ayda bir, her Komün de Yönetici Çevre ile en az ayda bir irti­
batlanmalıdır.
Her Çevre, Yönetici Çevreye en az iki ayda bir alanıyla ilgili
bir rapor sunmalı; Yönetici Çevreler de her üç ayda bir Merkezi
Konsey'e rapor vermelidir.
29. Birlik'in her birimi güvenlik konusunda, enerjik bir
eylem çizgisinin oturtulması konusunda tüzük sınırlan çer­
çevesinde ve kendi sorumluluğu altında olmak üzere uygun
tedbirler almalı ve bir üst organı bu konularda gecikmeksizin
haberdar etmelidir.
• Yedinci Bölüm: Kongre
30. Kongre bütün Birlik'in yasama gücüdür. Tüzük deği­
şikliği konu-sunda bütün değişiklikler, Yönetici Çevreler tara­
fından Merkezi Konsey'e gönderilir ve bunlar Merkezi Konsey
tarafından sunulur.
3 1 . Her Çevre bir delege tayin eder.
32. Otuz üyeye kadar üyesi olan her bir Çevre bir delege;
altmış üyeye kadar olan iki, doksan üyeye kadar olan üç vs.
delege gönderir. Çevreler kendi bölgelerinden olmayan Birlik
üyelerini delege olarak tayin edebilirler. Ancak bu durumda
delegelere ayrıntılı bir manda sunmalıdır.
33. Kongre her yılın Ağustos ayında toplanır, acil durum­
larda Merkezi Konsey olağanüstü kongreler toplar.
34. Kongre her seferinde Merkezi Konsey'in bir yıl boyun­
ca nerede konumlanacağını ve bir dahaki kongrenin nerede
yapılacağını belirler.
3 5. Merkezi Konsey kongreye katılır, ama sadece istişari oy
sahibidir.
3 6. Kongre her bir oturumun ardından bir sirküler yayınla­
manın yanısıra, bir de parti adına manifesto yayınlar.
• Sekizinci Bölüm: Birlik'e Karşı Suçlar
37. İkinci maddedeki üyelik koşullarına aykırı davrananla­
rın üyeliği duruma göre askıya alınır yahut iptal edilir. Üyelik­
ten ihraç edilenlerin geri alınması mümkün değildir.
3 8. İhraç kararını yalnız Kongre verebilir.
39. Çevre veya Komünler üyelerini uzaklaştırabilir, ama
bunu derhal bir üst organa bildirmelidir. Bu durumda dahi son
karan Kongre verir.
40. Üyeliği askıya alınanların yeniden kabulü, Çevrenin
önerisiyle Merkezi Konsey tarafından sağlanır.
4 1 . Birliğe karşı işlenen suçlar Yönetici Çevre tarafından
yargılanır ve bu kararların uygulanmasını da Yönetici Çevre
üstlenir.
42. Üyeliği askıya alınanlar veya ihraç edilenlerle, genel
olarak kuşkulu unsurlar, Birlik tarafından izlenir ve zararsız
hale getirilir. Bu gibi unsurlann tertipleri vakit geçirmeksizin
ilgili Komüne bildirilir.
• Dokuzuncu Bölüm: Mali Kaynaklar

43 . Kongre her üye tarafından ödenecek asgari aidatı her


ülke için ayn ayn belirler.
44. Bu aidatın yansı Merkezi Konsey 'in, diğer yansı da
ilgili Komü-nün ya da Çevrenin kasasına gider.
45. Merkezi Konsey'in kaynaklan şu amaçla kullanılır:
1. Haberleşme ve yönetim masraflannı karşılamak için;
il. Propaganda, bildiri ve broşürlerin bastınlıp dağıtılması
için;
m. Merkezi Konsey'in zaman zaman başka bölgelere gön­
derilen özel görevlilerinin masraflannı karşılamak için.
46. Yerel yönetimlerin mali kaynaklan ise şu amaçlar için
kullanılır:
1. Haberleşme masraflannı karşılamak için ;
il. Propaganda broşürlerinin basılıp dağıtılması için;
ili. Geçici görevlilerin masraflannı karşılamak için.
47. Altı ay boyunca ödentilerim ödemeyen Komün ve Çev­
reler Merkezi Konsey tarafından birlik dışına çıkanlır.
48. Yönetici Çevreler, en az üç ayda bir kendilerine bağlı
Komünlere gelir ve giderlerinin hesabını verirler. Merkezi Kon­
sey, genel mali durum ve kaynaklann kullanımı hakkında bir
raporu Kongre'ye sunar.

1 23
EK: 2
Komünist İman Yemini Taslağı87
Friedrich Engels

1 : Komünist misiniz?
Evet.
2 : Komünistlerin amacı nedir?
Toplumu, her üyesinin, bütün olanaklannı ve yeteneklerini
tam özgürlük içinde, ama bu toplumun temel koşullannı boz­
maksızın geliştirebileceği bir biçimde örgütlemek.
3 : Bu amacı nasıl gerçekleştirmeyi düşünüyorsunuz?
Özel mülkiyeti kaldırarak ve onun yerine mülkiyet ortaklığını
koyarak.
4 : Mülkiyet ortaklığınızı neyin üzerine
dayandırıyorsunuz?
Birincisi, sanayinin, tanının, ticaretin ve sömürgeciliğin so­
nucu olan üretici güçler ve geçim araçları kitlesine, ve bunları
makinelerle, kimyevi ve öteki kaynaklarla sınırsızca genişletme
olanağına.
İkincisi, her bireyin bilincinde ya da duygusunda, tüm tarih­
sel gelişmenin sonucu olduk.lan için hiç bir kanıt gerektirme­
yen, bazı yadsınamaz temel ilkelerin var olması olgusuna.
5 : Bu ilkeler nelerdir?
Örneğin her birey mutlu olmaya çalışır. Bireyin mutluluğu,
herkesin mutluluğundan ayn düşünülemez, vb.
6 : Mülkiyet ortaklığına giden yolu nasıl hazırlamayı düşü­
nüyorsunuz?
Proletaryayı aydınlatarak ve birleştirerek.
7 : Proletarya nedir?
Proletarya, toplumun, herhangi türden bir sermayeden gelen
87 Haziran 1847'de kaleme alındı

1 24
kar ile değil, tamamıyla kendi emeği ile yaşayan sınıfıdır; sevinci
ve üzüntüsü, yaşaması ve ölmesi, bu yüzden, işlerin iyi gittiği dö­
nemler ile kötü gittiği dönemlerin birbirlerinin yerini almasına,
tek sözcükle, rekabetteki dalgalanmalara dayanan sınıftır.
8 : Şu halde proleterler her zaman var olmamışlar
mıdır?
Hayır! Yoksul ve çalışan sınıflar her zaman olmuştur; ve bu
çalışanlar hemen her zaman yoksul olanlardı. Ama proleterler,
her zaman var olmamışlardır, nasıl ki rekabet her zaman serbest
olmamışsa.
9 : Proletarya nasıl doğdu?
Proletarya, geçen yüzyılın ortalarından beri icat edilmiş ve en
ö-nemlilerinin de buhar makinesi, dokuma makinesi ve buharlı
tezgah olduğu makinelerin uygulama alanına sokulmasıyla var
oldu. Çok pahalı olan ve bu yüzden, ancak zengin kimseler ta­
rafından satın alınabilen bu makineler, o zamanın işçilerini saf
dışı bıraktı, çünkü makineler kullanılarak, metaları, işçilerin der­
me çatma çıknklanyla ve el tezgahlarıyla ürettiklerinden daha
çabuk ve ucuz üretmek olanaklıydı. Makineler sayesinde sanayi
tümüyle büyük kapitalistlere teslim edilmiş oldu. İşçilerin mülki­
yetinde olan, esas olarak iş aletlerinden, el tezgahlarından, vb.
ibaret olan sayıca pek az üretim aracını değersizleştirdi. Öyle ki
her şey kapitalistlere kaldı, işçilere ise hiç bir şey. Fabrika siste­
minin yerleşmesi bu yolla oldu. Kapitalistler bunun kendileri için
ne denli yararlı olduğunu bir kez görünce, bunu, gittikçe daha
çok sayıda çalışma dalına yaygınlaştırmaya çalıştılar. İşi, işçiler
arasında gittikçe daha çok böldüler, öyle ki, önceden tüm bir
nesneyi yapan işçi, artık onun yalnızca bir kısmını üretiyordu. Bu
biçimde basitleştirilen emek, mallan daha çabuk ve dolayısıyla
daha ucuz üretiyordu ve makinelerin artık, her üretim kolunda
da kullanılabileceği görülüyordu. Herhangi bir üretim kolu fab­
rika üretimine geçer geçmez, tıpkı eğirme ve dokumada olduğu
gibi, büyük kapitalistlerin ellerine geçti, ve işçiler bağımsızlıkla­
rının son kalıntılarını da yitirdiler.

1 25
Yavaş yavaş, hemen hemen bütün üretim kollarının fabrika
esasına göre işletildiği duruma ulaştık. Bu, daha önce varolan
orta tabakaların, özellikle küçük usta zanaatçılann, gittikçe
daha çok mahvoluşunu getirdi, işçilerin daha önceki konumla­
rını tamamıyla değiştirdi ve bütün öteki sınıftan yavaş yavaş
yutup yok eden iki yeni sınıf çıktı ortaya:
1. Bütün ileri ülkelerde bütün geçim kaynaklarının ve bun­
ları üreten araçların (makinelerin, fabrikaların, atölyelerin, vb.)
hemen hemen hepsinin tek başlarına sahibi olan büyük kapita­
listler sınıfı. Bu sınıf burjuvalar sınıfı, yahut burjuvazidir.
il. Karşılığında salt kendi geçim kaynaklarını satın alabilmek
için emeklerini bu sınıfa, yani burjuvaziye, satmak zorunda ka­
lan tamamıyla mülksüzler sınıfı. Bu emek alış-verişine taraf
olanlar eşit olmayıp, üstünlük burjuvalarda bulunduğundan,
mülksüzler, burjuvalar tarafından dayatılan kötü koşullara bo­
yun eğmek zorundadırlar. Burjuvalara bağımlı olan bu sınıfa,
proleterler sınıfı, ya da proletarya denir.
1 0 : Proleter, köleden hangi bakımdan farklıdır?
Köle ancak bir kez satılır, proleter ise kendisini gün be gün,
saat be saat satmak zorundadır. Köle tek bir efendinin mül­
küdür ve işte bu nedenle, ne denli sefil olursa olsun, güvence
altına alınmış bir geçim imkanına sahiptir. Proleter ise, tek bir
efendinin değil, deyim yerindeyse, tüm burjuvalar sınıfının kö­
lesidir ve dolayısıyla güvence altına alınmış bir geçim imkanı­
na sahip değildir, çünkü eğer kimse ihtiyaç duymuyorsa onun
emeğini satın almaz. Köle, uygar toplumun bir üyesi olarak
değil, bir şey olarak hesap edilir. Proleter ise bir kişi olarak,
uygar toplumun bir üyesi olarak kabul edilir. Köle, dolayısıyla,
proleterden daha iyi geçime şartlarına sahip olabilir. Ama pro­
leter gelişmenin daha yüksek bir aşamasında bulunur. Kölenin
kölelikten kurtulması için mülkiyet ilişkilerinin tamamından
değil sadece kölelik hakkındaki özel mülkiyet ilişkisinden kur­
tulması gerekir; ama kölelik ilişkisini kaldırınca bir proleter
haline gelmek üzere özgür olur. Proleter ise, kendisini, ancak

1 26
genel olarak özel mülkiyeti88 kaldırmakla özgür kılabilir.
1 1 : Proleter, serften hangi bakımdan farklıdır?
Serf, ürünün az ya da çok bir bölümünü teslim etme karşı­
lığında bir toprak parçasının, yani bir üretim aletinin kullanım
hakkına sahiptir. Proleter ise, kendi emeği karşılığında ona ürün­
lerin rekabet tarafından belirlenen bir bölümünü teslim eden bir
başka kimseye ait üretim aletleriyle çalışır. Serfin durumunda,
emekçinin payı kendi emeği, yani kendisi tarafından belirlenir.
Serfin güvence altına alınmış geçim imkanlan vardır, proleterin
yoktur. Serf, özgürleşmek için mülk sahibi haline gelmek, böyle­
ce rekabetin içine girip o zamanın mülk sahibi sınıfına, ayrıcalıklı
sınıfa katılmak zorundadır. Proleter ise kendisini, mülkiyeti, reka­
beti ve her türlü sınıf farklılıklannı kaldırarak özgür kılabilir.
1 2 : Proleter, zanaatçıdan hangi bakımdan farklıdır?
Proleterin tersine, geçen yüzyılda ve hala, hemen hemen her
yerde ve şurada burada bugün de varolan zanaatçı, olsa olsa ge­
çici bir proleterdir. Amacı, bizzat sermaye edinmek ve böylece
öteki işçileri sömürmektir. Zanaat loncalannın hala var olduğu
yerlerde, ya da bir iş kurma özgürlüğünün, el işinin fabrika teme­
li üzerinde örgütlenmesine ve yoğun rekabete henüz ... (okun­
muyor). Ama fabrika sistemi, el işinin yerini alır almaz ve rekabet
bütün gücüyle işlemeye başlar başlamaz, bu olasılık ortadan
kalkar ve zanaatçı giderek daha çok bir proleter haline gelir. De­
mek ki, zanaatçı, kendisini, ya bir burjuva haline gelerek, ya da
(şimdi birçok durumda olduğu gibi) rekabet sonucu bir proleter
haline gelerek ve proletaryanın hareketine - yani az çok bilinçli
komünist harekete - katılarak özgür kılar.
1 3 : Şu halde mülkiyet ortaklığının her zaman olanaklı
olduğuna inanmıyorsunuz?
Hayır. Komünizm, ancak, makinelerin ve öteki icatlann top­
lumun bütün üyelerine çok yönlü bir gelişme, mutlu bir yaşantı
vaadinde bulunma olanağını verdiğinden beri ortaya çıkmıştır.
Komünizm, köleler, serfler, ya dazanaatçılariçin olmayıp, yalnız-
88 Üretim araçlannın özel mülkiyeti kast ediliyor OD

1 27
ca proleterler için olanaklı olan bir kurtuluşun teorisidir ve bu
yüzden zorunlu olarak 1 9. yüzyıla ait olup, daha eski bir dönem­
de olanaklı değildi.
1 4 : Altıncı soruya dönelim. Mülkiyet ortaklığına
giden yolu pro-letaryayı aydınlatarak ve birleştirerek
hazırlamayı düşündüğünüze göre, bu durumda devrimi
red mi ediyorsunuz?
Her türlü komplonun yalnızca yararsız değil, hatta zararlı
olduğundan eminiz. Devrimlerin kasten ve keyfi olarak yapıl­
madıklannın, bunların her yerde ve her zaman tek tek parti­
lerin koskoca sınıfların irade ve önderliklerine hiç bir biçimde
bağlı olmayan koşulların zorunlu sonuçlan olduklarının da
farkındayız. Ama proletaryanın gelişmesinin dünyanın hemen
hemen bütün ülkelerinde mülk sahibi sınıflar tarafından zorla
baskı altına alındığını ve böylelikle komünizmin muhalifleri­
nin ister istemez bir devrimin koşullarını hazırlamakta oldu­
ğunu da görüyoruz. Eğer, sonunda, ezilen proletarya böylece
bir devrime mecbur kalacak olursa, biz de, şimdi nasıl sözle­
rimizle yapıyorsak, o zaman da bilfiil proletaryanın davasını
savunacağız.
1 5 : Mevcut toplumsal düzenin yerine mülkiyet
ortaklığını bir çırpıda koymak niyetinde misiniz?
Böyle bir niyetimiz yok. Yığınların gelişmesi kararname
buyruklarıyla olamaz. Bu, yığınların içinde yaşadık.lan koşul­
ların gelişimi ile belirlenir ve dolayısıyla yavaş yavaş ilerler.
1 6: Mevcut durumdan mülkiyet ortaklığına geçişin nasıl
gerçekleşeceğini düşünüyorsunuz?
Mülkiyet ortaklığının getirilmesinin ilk, temel koşulu, pro­
letaryanın demokratik bir yapı aracılığıyla siyasal olarak kur­
tulmasıdır.
1 1 : Demokrasiyi bir kez kurunca alacağınız ilk önlem
ne olacak?
Proletaryanın geçimini güvence altına almak.
1 8 : Bunu nasıl yapacaksınız?
1. Özel mülkiyeti, toplumsal mülkiyete dönüşümünün yolunu

1 28
yavaş yavaş hazırlayacak biçimde sınırlayarak, örneğin müte­
rakki vergi ve miras hakkını devlet yaranna sınırlama, vb. vb.
ile.
il. İşçileri, ulusal atölyelerde ve fabrikalarda ve ulusal
mülklerde istihdam ederek.
III. Bütün çocuktan devlet hesabından eğiterek.
1 9 : Geçiş dönemi sırasında bu eğitimi nasıl
düzenleyeceksiniz?
Bütün çocuklar, ilk ana bakımına artık gereksinme duyma­
dıktan andan itibaren, devlet kuruluşlannda eğitileceklerdir.
2 0 : Mülkiyet ortaklığının getirilmesine, kadınlann
ortaklaştırılacağının ilan edilmesi eşlik etmeyecek
midir?
Asla. Biz, erkek ile kadın arasındaki özel ilişkiye, ya da genel
olarak aileye, ancak mevcut kurumun muhafazasının, yeni top­
lumsal düzeni aksatması ölçüsünde müdahale edeceğiz. Dahası,
aile ilişkisinin, tarihin akışı içerisinde mülkiyet ilişkileri tarafın­
dan ve gelişme dönemleri tarafından değişikliğe uğratıldığının ve
bunun sonucu olarak, özel mülkiyetin sona ermesinin de, bunun
üzerinde çok önemli bir etkisi olacağının pekiyi farkındayız.
2 1 : Milliyetler komünizm altında var olmaya devam
edecek mi?
Ortaklaşalık ilkesi uyannca birbirleriyle birleşen halklann mil­
liyetleri, bu birlik sayesinde bir o kadar kaynaşmak zorunda kalır.
Böylece, temel dayanaktan özel mülkiyet- ortadan kalkan muh­
telif tabaka ve sınıflar arasındaki türlü farklılıklar da bu temelin
ortadan kalkmasıyla, bir bir ortadan kalkacaktır.
2 2 : Komünistler mevcut dinleri reddederler mi?
Bugüne kadar varolan bütün dinler, tek tek halklann ya da
halk gruplannın gelişimlerinin tarihsel aşamalannın ifadesiydi.
Ama komünizm, mevcut bütün dinleri gereksizleştiren ve onlann
yerini alan tarihsel gelişim aşamasında ortaya çıkar.
Londra, 9 Haziran 1 847 Kongre adına ve yetkisiyle ;
SEKRETER: HEİDE, BAŞKAN : KARL SCHİLL

1 29
EK 3 :
Komünizmin İlkeleri89
Friedrich Engels
1 : Komünizm nedir?
Komünizm, proletaryanın kurtuluş koşullannın öğretisidir.
2 : Proletarya nedir?
Proletarya, toplumun, geçim imkan ve araçlannı herhangi bir
sermayeden elde edilen kardan değil, tamamıyla ve yalnızca
kendi emeğinin satışından sağlayan; sevinci ve üzüntüsü, yaşa­
mas1 ve ölmesi, tüm varlığı emek talebine, dolayısıyla işlerin iyi
gittiği dönemler ile kötü gittiği dönemlerin birbirlerinin yerini
almasına, sınırsız rekabetten doğan dalgalanmalara dayanan sı­
nıfıdır. Proletarya, yani proleterlersınıfı, tek sözcükle, 1 9.yüzyılın
çalışan/emekçi sınıfıdır.
3 : Şu halde proleterler her zaman var olmamışlardır?
Hayır. Yoksul halk ve çalışan sınıflar her zaman var olmuştur,
ve bu çalışan sınıflar çoğunlukla yoksuldular. Ama demin sözü
edilen koşullar altında yaşayan bu tür yoksullar, bu tür işçiler,
yani proleterler her zaman var olmamışlardır, nasıl ki rekabet her
zaman serbest ve sınırsız olmamışsa.
4: Proletarya nasıl doğdu?
Proletarya, geçen yüzyılın ikinci yansında İngiltere'de ortaya
çıkan ve o zamandan bu yana dünyanın bütün uygar ülkelerin­
de kendini yinelemiş olan sanayi devriminin bir sonucu olarak
doğdu. Bu sanayi devrimine, buhar makinesinin, çeşitli dokuma
makinelelerinin, buharlı tezgahın ve daha birçok başka mekanik
aygıtlann icadı yol açtı. Çok pahalı olan ve bu nedenle, ancak
büyük kapitalistler tarafından satın alınabilen bu makineler, o
güne dek varolan tüm üretim biçimini değiştirdi ve makineler
işçilerin derme çatma çılınklanyla ve el tezgahlanyla ürettikle­
rinden daha ucuz ve daha iyi metalar ürettiği için, eski işçileri
89 Ekim 1 847 sonunda yazılmıştır, ilk kez 1 9 1 4'de yayınlanmıştır.

1 30
saf dışı bıraktı. Böylece bu makineler, sanayiyi tümüyle büyük
kapitalistlere teslim etti ve işçilerin sayıca pek az olan kendi mül­
kiyetlerindeki üretim araçlarını (aletler, el tezgahlan, vb.) değer­
sizleştirdi. Öyle ki, kapitalistler çok geçmeden her şeye el attılar
ve işçilere hiç bir şey kalmadı. Fabrika sistemi, bu yolla, giyim
eşyaları imalatına girmiş oldu. -Makine ve fabrika sisteminin
harekete geçmesinin ardından, fabrika sistemi çok geçmeden
öteki sanayi dallarında da, özellikle pamuklu dokuma ve matbaa
işlerinde, çanak-çömlek ve madeni eşya sanayiinde kullanılma­
ya başlandı. Tek tek işçiler arasında giderek daha çok işbölümü
oldu, öyle ki, daha önce tüm bir nesneyi yapan işçi, artık onun
yalnızca bir kısmını üretiyordu. Bu işbölümü ürünlerin daha hızlı
ve dolayısıyla daha ucuza imal edilmelerini olanaklı kıldı. Bu, her
işçinin eylemini, bir makinenin yalnızca aynı yetkinlikte değil,
hatta bundan çok daha iyi bir biçimde yapabildiği çok basit, sü­
rekli yinelenen mekanik bir işleme indirgedi. Bu yolla, sanayinin
bütün bu dallan, tıpkı iplikçilik ve dokumacılık gibi, birbiri ardın­
dan buhar gücünün, makinenin ve fabrika sisteminin egemenli­
ği altına girdiler. Ama böylece, bunlar, aynı zamanda, tamamıyla
büyük kapitalistlerin ellerine geçtiler ve buralarda da işçiler ba­
ğımsızlığın son kınntılannı yitirdiler. Yavaş yavaş, gerçek manü­
faktürlere ek olarak zanaatlar da, aynı şekilde, giderek daha çok
fabrika sisteminin egemenliği altına girdiler, çünkü burada da,
ma-Iiyetlerden birçok tasarrufların yapılabildiği ve çok yüksek
bir işbölümünün olabildiği büyük atölyelerin kurulmasıyla, bü­
yük kapitalistler, küçük zanaatçının yerini giderek daha çok aldı.
Böylece şimdi, uygar ülkelerde hemen hemen bütün üretim
dallarının fabrika sistemi altında yürütüldüğü, ve hemen hemen
bütün dallarda zanaatın ve manüfaktürün büyük sanayi tara­
fından saf dışı edildiği noktaya ulaşmış bulunuyoruz.- Bunun
sonucu olarak, eski orta sınıflar, özellikle küçük zanaat ustaları,
giderek daha çok yıkıldılar, işçilerin eski konumlan tamamıyla
değişti, ve bütün öteki sınıftan yavaş yavaş yutan iki yeni sınıf
çıktı ortaya:
1. Bütün uygar ülkelerde bütün geçim araçlarına ve bu geçim

1 31
araçlannın üretimi için gerekli hammaddelere ve aletlere (ma­
kineler, fabrikalar, vb.) daha şimdiden hemen hemen tamamiy­
le sahip büyük kapitalistler sınıfı. Bu sınıf, burjuvalar sınıfı, ya
da burjuvazidir.
il. Tamamıyla mülksüz olan ve bu yüzden, emeklerini, karşı­
lığında zorunlu geçim imkanlannı/araçlannı edinmek için bur­
juvalara satmak zorunda kalanlar sınıfı. Bu sınıfa proleterler
sınıfı, ya da proletarya denir.
Soru 5 : Proleterlerin burjuvalara bu emek satışı hangi
koşullar altında yer alır?
Emek herhangi bir başka meta gibi bir metadır, ve fiyatı da
herhangi bir başka metanın fiyatını belirleyen aynı yasalar ta­
rafından belirlenir. Büyük sanayinin ya da serbest rekabetin
-ki göreceğimiz gibi, ikisi de aynı kapıya çıkar- egemenli­
ği altındaki bir metanın fiyatı, ortalama olarak, her zaman, o
metanın üretim maliyetine eşittir. Emeğin fiyatı da, demek ki,
aynı şekilde emeğin üretim maliyetine eşittir. Emeğin üretim
maliyeti, tamamen, işçinin, kendisini çalışabilir bir durumda
tutmak ve işçi sınıfının yok olmasını önlemek için gereksindiği
geçim araçlan miktanndan ibarettir. Demek ki işçi, emeği kar­
şılığında, bu amaç için gerekli olandan daha fazlasını almaya­
caktır; emeğin fiyatı ya da ücret, geçim için gerekli en düşük,
asgari miktar olacaktır. İşler hazan kötü, hazan da iyi olduğuna
göre, işçi de bir durumda daha fazla, öteki durumda daha az
alacaktır, tıpkı fabrika sahibinin kendi metaı karşılığında bir
durumda daha fazla, öteki durumda daha az alması gibi. Ama
fabrika sahibi nasıl ki işlerin iyi olduğu zaman ile kötü olduğu
zaman arasında ortalama olarak kendi metaı için, bu metanın
üretim maliyetinden ne daha fazla, ne de daha az alıyorsa, işçi
de ortalama olarak bu asgariden ne fazla, ne de az alacaktır.
Bütün çalışma dallan ne denli büyük sanayinin eline geçerse,
ücretlere ilişkin bu iktisadi yasa da o denli daha sıkı uygulanır.

1 32
6 : Sanayi devriminden önce hangi çalışan sınıflar
vardı?
Çalışan sınıflar, toplumun gelişmesinin farklı aşamalanna
bağlı olarak, farklı koşullar içinde yaşarlar ve mülk sahibi ve
egemen sınıflar karşısında farklı konumlara sahip bulunurlar­
dı. Antik Çağda, çalışan halk, tıpkı birçok geri ülkede ve hatta
Birleşik Devletler'in güney kesiminde hala olduğu gibi, sahiple­
rinin köleleri idiler. Ortaçağda, tıpkı Macaristan'da, Polonya'da
ve Rusya'da hala olduğu gibi, toprak sahibi soylulann serfleri
idiler. Ortaçağda ve sanayi devrimine dek, kentlerde, bir de kü­
çük-burjuva zanaatçılann hizmetinde çalışan kalfalar vardı, ve
manüfaktürün gelişmesiyle birlikte, yavaş yavaş, daha o sıralar,
büyükçe kapitalistler tarafından çalıştınlan manüfaktür işçileri
ortaya çıktı.
7 : Proleter köleden hangi bakımdan farklıdır?
Köle ancak bir kez satılır, proleter ise kendisini gün be gün,
saat be saat satmak zorundadır. Tek bir efendinin mülkü olan
bireysel köle, efendisinin çıkan bunu gerektirdiğinden, ne den­
li sefil olursa olsun, güvence altına alınmış bir geçime sahiptir;
emeği ancak birisi buna gereksinme duyduğu zaman kendi­
sinden satın alınan ve, deyim yerindeyse, tüm burjuvalar sınıfı­
nın mülkü olan bireysel proleter ise, güvence altına alınmış bir
geçime sahip değildir. Bu geçim ancak tüm proleter sınıf için
güvence altına alınmıştır. Köle rekabetin dışındadır, proleter ise
onun içindedir ve bunun bütün dalgalanmalanndan etkilenir.
Köle, uygar toplumun bir üyesi olarak değil, bir şey olarak hesap
edilir; proleter ise bir kişi olarak, uygar toplumun bir üyesi olarak
kabul edilir. Şu halde, köle proleterden daha iyi bir geçime sahip
olabilir, ama proleter, toplumun gelişmesinin daha yüksek bir
aşa-masına mensuptur ve kendisi de köleden daha yüksek bir
aşamada bulunur. Köle, kendisini, bütün özel mülkiyet ilişkile­
ri arasından yalnızca kölelik ilişkisini kaldırmakla özgür kılar ve
böylelikle ancak o zaman bizzat bir proleter haline gelir; proleter
ise kendisini, ancak genel olarak özel mülkiyeti kaldırmakla öz-

1 33
gür kılabilir.
8 : Proleter serften hangi bakımdan farklıdır?
Serf, ürünün bir bölümünü teslim etme ya da iş yapma kar­
şılığında, bir üretim aletine, bir toprak parçasına ve bunun kul­
lanımına sahiptir. Proleter ise, ürünün bir bölümünü alma kar­
şılığında, bir başka kişiye ait üretim aletleri ile, bu başka kişinin
hesabına çalışır. Serf verir, proletere ise verilir. Serfin güvence
altına alınmış bir geçimi vardır, proleterin yoktur. Serf rekabetin
dışındadır, proleter ise içinde. Serf, kendisini, ya kente kaçarak
ve orada bir zanaatçı haline gelerek, ya da toprak beyine emek
ve ürün vermek yerine para vererek ve özgür bir kiracı haline ge­
lerek, ya da kendi feodal beyini kovup kendisi mülk sahibi haline
gelerek, kısacası, şu ya da bu biçimde mülk sahibi sınıfa ve reka­
bete dahil olarak özgür kılar. Proleter ise kendisini, rekabeti, özel
mülkiyeti ve her türlü sınıf ayrımını kaldırarak özgür kılabilir.
9 : Proleter zanaatçıdan hangi bakımdan farklıdır?

1 0 : Proleter manüfaktür işçisinden hangi bakımdan


farklıdır?
1 6 - 1 8 . yüzyıl manüfaktür işçisi, hemen hemen her yerde, ba.Ia
bir üretim aletine, tezgaha, aile çılınğına, ve boş zamanlarında
işlediği küçük bir miktar toprağa sahipti. Proleter bunlardan hiç
birisine sahip değildir. Manüfaktür işçisi, hemen hemen her za­
man, kırsal kesimde ve kendi toprak beyi ve işvereni ile az çok
ataerkil ilişkiler içerisinde yaşar; proleter ise, çoğunlukla büyük
kentlerde yaşar ve işvereni ile yalnızca para ilişkisi içerisindedir.
Manüfaktür işçisi, büyük sanayi tarafından ataerkil ilişkilerinden
kopartılır, ba.Ia sahip olduğu mülkünü yitirir ve böylelikle ancak
o zaman tam bir proleter haline gelir.
1 1 : Sanayi devriminin, ve toplumun burjuvalar ve
proleterler olarak bölünmesinin ilk sonuçlan neler oldu?
Birincisi, makine emeğinin sonucu sınai ürünlerin fiyatlarının
sürekli ucuzlaması yüzünden, el emeğine dayalı eski manüfak­
tür ya da sanayi sistemi, dünyanın bütün ülkelerinde tamamıyla

1 34
yıkıldı. Şimdiye dek tarihsel gelişimin az çok dışında kalmış bu­
lunan ve sanayileri şimdiye dek manüfaktüre dayanmış olan bü­
tün yan-barbar ülkeler, böylece, yalıtılmış durumlarından zorla
kopartıldılar. İngilizlerin daha ucuz olan metalarını satın aldılar
ve kendi manüfaktür işçilerini yok olmaya terk ettiler. Böylece,
binlerce yıldır hiç bir ilerleme göstermemiş olan ülkeler, örneğin
Hindistan, gittikçe devrimcileştiler ve artık Çin bile bir devrime
doğru ilerliyor. İngiltere' de bugün icat olunan yeni bir makine­
nin, bir yıl içerisinde, Çin'de milyonlarca işçiyi işsiz bıraktığı bir
noktaya gelmiş bulunuyoruz. Büyük sanayi, böylece, dünyanın
bütün halklarını birbirleriyle ilişki içerisine sokmuş, bütün kü­
çük yerel pazarları dünya pazarına katmış, her yerde uygarlık
ve ilerleme için zemin hazırlamış ve uygar ülkelerde olan her
şeyin bütün öteki ülkelerde de yankılar uyandırmasına neden
olmuştur. Böylece, eğer İngiltere ya da Fransa'da işçiler şu anda
kendilerini kurtaracak olsalar, bu, bütün öteki ülkelerde de, bu
ülkelerin işçilerine er veya geç kurtuluş getirecek devrimlere yol
açacaktır.
İkincisi, büyük sanayiin manüfaktürün yerini aldığı her yer­
de, sanayi devrimi, burjuvaziyi, servetini ve gücünü en yüksek
düzeye ulaştırmış ve onu ülkenin en önde gelen sınıfı yapmış­
tır. Sonuç, bunun olduğu her yerde, burjuvazinin, siyasal gücü
ele geçirmesi ve o güne kadarki egemen sınıftan -aristokrasiyi,
lonca ustalarını) ve bunların her ikisini de temsil eden mutlak
monarşiyi- tasfiye etmesi olmuştur. Burjuvazi, aristokrasinin,
soyluluğun gücünü, meşru talan hakkını yahut toprak mülki­
yetinin dokunulmazlığını ve soyluluğun bütün ayncahklannı
kaldırmakla yok etti. Lonca ustalarının gücünü ise, bütün lonca
ve zanaat ayncalıklannı kaldırmakla kırdı. Her ikisinin de ye­
rine serbest rekabeti, yani herkesin istediği her sanayi dalıyla
uğraşma hakkına sahip olduğu ve gerekli sermaye eksikliği/
kıtlığı dışında onu bu uğraşını sürdürmekten hiç bir şeyin alı­
koyamadığı bir toplum düzenini koydu. Serbest rekabetin ge­
tirilmesi, bu nedenle, toplum üyelerinin bundan böyle ancak
sermayelerinin eşit olmaması ölçüsünde eşit olma-dıklannın,

1 35
sermayenin belirleyici güç haline geldiğinin ve, dolayısıyla,
kapitalistlerin, burjuvalann, toplumun en önde gelen sınıfı
olduklannın resmen ilanı demektir. Ama büyük sanayiin baş­
laması için serbest rekabet zorunludur, çünkü büyük sanayiin
üzerinde büyüyebileceği tek toplum düzeni budur. Soyluluğun
ve lonca ustalannın toplumsal güçlerini böylece yok etmiş olan
burjuvazi, onlann siyasal güçlerini de yok etti. Toplumun en
önde gelen sınıfı olarak burjuvazi, siyasal alanda da kendisini
en önde gelen sınıf ilan etti. Bunu, yasa karşısında burjuva
eşitliğine ve serbest rekabetin yasal olarak tanınmasına daya­
nan, ve Avrupa ülkelerine anayasal monarşi biçiminde girmiş
olan temsil sistemini kurmakla yaptı. Bu anayasal monarşiler
altında yalnızca belli bir miktarda sermaye sahibi olanlar, yani
burjuvalar seçmendirler; bu burjuva seçmenler milletvekilleri­
ni seçerler, ve bu burjuva milletvekilleri de, vergileri reddetme
hakkı aracılığıyla bir burjuva hükümet seçerler.
Üçüncüsü, sanayi devrimi burjuvaziyi ne ölçüde yaratmışsa,
aynı ölçüde proletaryayı da yaratmıştır. Burjuvalann zengin­
leşmeleri oranında proleterler de sayıca artmışlardır. Çünkü
proleterler ancak sermaye tarafından istihdam edilebildiklerin­
den ve sermaye de ancak emek istihdam etmekle arttığından,
proletaryanın büyümesi, sermayenin büyümesiyle at başı gider.
Aynı zamanda bu, burjuvalan da, proleterleri de, sanayiin en
karlı bir biçimde işletilebildiği büyük kentlerde yoğunlaştım,
ve büyük yığınlan bu bir tek yere yığmakla proleterleri kendi
güçlerinin bilincine vardınr. Aynca, bu ne denli gelişirse, el
emeğini yerinden eden o denli çok makine icat olunur, büyük
sanayi, daha önce de söylediğimiz gibi, ücretleri o denli as­
gariye indirir, ve böylelikle proletaryanın durumunu giderek
daha da çekilmez hale getirir. Böylece, bir yanda proletaryanın
büyüyen hoşnutsuzluğu, öte yanda büyüyen gücü ile, sanayi
devrimi, proletaryanın yapacağı bir toplumsal devrim hazırlar.
1 2 : Sanayi devriminin öteki sonuçlan neler oldu?
Buhar makinesi ve öteki makinelerle, büyük sanayi, sınai

1 36
üretimi kısa bir zamanda ve küçük bir masrafla sınırsız bir öl­
çüde artmnanın araçlannı yaratmış oldu. Bu üretim kolaylığı
ile, büyük sanayiin zorunlu sonucu olan serbest rekabet, çok
geçmeden son derece yoğun bir nitelik kazandı ; çok sayıda
kapitalist, sanayie atıldı, ve çok geçmeden kullanılabilecek
olandan daha fazlası üretilmeye başlandı. Sonuç, imal edilen
mallann satılamaması ve ticaret bunalımı denen şeyin ortaya
çıkması oldu. Fabrikalar durmak zorunda kaldı, fabrika sahip­
leri iflas etti, ve işçiler ekmek kapılannı yitirdiler. Her yerde
büyük bir sefalet vardı. Bir süre sonra fazla ürünler satıldı, fab­
rikalar gene çalışmaya başladı, ücretler yükseldi ve işler her
zamankinden daha bir canlılık kazandı. Ama çok geçmeden
gene çok fazla metalar üretildi, bir başka bunalım ortaya çıktı
ve bir öncek.iyle aynı yolu izledi. Böylece, bu yüzyılın başından
beri sanayiin durumu, bolluk dönemleri ile bunalım dönemleri
arasında dalgalandı durdu, ve hemen hemen her beş ya da yedi
yılda bir, düzenli olarak, benzer bir bunalım meydana geldi, ve
her seferinde işçilerde en büyük sefalete, genel devrimci coşku­
ya ve tüm mevcut sistem için de en büyük tehlikeye yol açtı.
1 3 : Düzenli olarak yinelenen bu ticaret bunalımlarından
ne gibi sonuçlar çıkartılabilir?
Birincisi, serbest rekabeti gelişmesinin başlangıç, aşamalann­
da büyük sanayiin kendisi yaratmışsa da, şimdi artık, her şeye
karşın, serbest rekabete sığmıyor; rekabet, ve genel olarak sınai
üretimin bireyler tarafından sürdürülmesi, büyük sanayi için kır­
ması gereken ve kıracağı bir ayak bağı haline gelmiştir; büyük
sanayi, mevcut temeller üzerinde yürütüldüğü sürece, her ke­
resinde tüm uygarlığı tehdit eden, yalnızca proleterleri sefalete
sürüklemekle kalmayıp çok sayıda burjuvalan da yıkan ve her
yedi yılda bir tekrarlanan genel bir kargaşalık sayesinde ayakta
kalabilir; dolayısıyla ya büyük sanayi in kendisi terkedilmelidir, ki
bu kesinlikle olanaksızdır, ya da bu durum, sınai üretimin artık
birbirleriyle rekabet eden tek tek fabrika sahipleri tarafından yö­
netilmeyip, belli bir plan uyannca ve herkesin gerek-sinmeleri

1 37
uyarınca toplumun tümü tarafından yönetildiği, tamamıyla yeni
bir toplum örgütlenmesini mutlaka zorunlu kılar.
İkincisi, büyük sanayi ve onun olanaklı kıldığı üretimin sı­
nırsız genişlemesi, toplumun her üyesinin bütün yeti ve yete­
neklerini tam bir özgürlük içerisinde geliştirip kullanabilmesi­
ne yetecek miktarda zorunlu yaşam nesnelerinin üretildiği bir
toplumsal düzen yaratabilir. Böylece, büyük sanayiin mevcut
toplum içerisinde bütün sefaleti ve bütün ticaret bunalımlarını
yaratan bu niteliğidir ki, farklı bir toplumsal örgütlenme içe­
risinde bu aynı sefaleti ve bu feci dalgalanmaları yok edecek­
tir.
Şu halde, en açık bir biçimde tanıtlanıyor ki :
ı . Bundan böyle, bütün bu hastalıklar, yalnızca, varolan ko­
şullara artık tekabül etmeyen bu toplumsal düzene mal edile­
cektir;
2. Bu hastalıktan yeni bir toplumsal düzen sayesinde tama­
mıyla ortadan kaldırmanın çareleri mevcuttur.
Soru 1 4 : Bu nasıl bir yeni toplumsal düzen
olmalıdır?
Her şeyden önce, sanayiin işletilmesini ve genel olarak üreti­
min bütün dallarını, birbirleriyle rekabet eden ayn ayn bireylerin
ellerinden almak ve bunun yerine, bütün bu üretim dallarının
bir tüm olarak toplum tarafından, yani toplumsal bir plan uya­
rınca ve toplumun bütün üyelerinin katılmalarıyla, toplum yara­
n na işletilmesini sağlamak zorunda olacaktır. Dernek ki, rekabeti
kaldıracak ve onun yerine birlikteliği koyacaktır.
Sanayiin bireyler tarafından işletilmesi zorunlu olarak özel
mülkiyet sonucunu verdiğine göre, ve rekabet sanayinin tek
tek özel sahipler tarafından işletilme biçiminden başka bir şey
olmadığına göre, özel mülkiyet, sanayinin bireysel olarak işle­
tilmesinden ve rekabetten ayrılamaz, şu halde, özel mülkiyet
de kaldırılmak zorunda olacaktır, ve onun yerine bütün üre­
tim araçlarının ortaklaşa kullanımı ve bütün ürünlerin ortak
nza ile dağıtımı, ya da mülkiyetin ortaklaşalığı denilen şey

1 38
olacaktır. Özel mülkiyetin kaldınlması, gerçekten de, sanayiin
gelişmesini zorunlu olarak izleyen bu tüm toplumsal sistem dö­
nüşümünün en özlü ve en karakteristik özetidir, ve dolayısıyla,
bu, haklı olarak, komünistlerin temel istemleri oluyor.
1 5 : Şu halde, özel mülkiyetin daha önce kaldırılması
olanaklı değil miydi?
Hayır. Toplum düzenindeki her değişiklik, mülkiyet90 biçim­
lerindeki her devrim, eski mülkiyet ilişkileriyle artık bağdaş­
mayan yeni üretici güçlerin yaratılmasının zorunlu sonucu
olmuştur. Özel mülkiyetin kendisi de bu şekilde doğmuştur.
Çünkü özel mülkiyet her zaman var olmamıştır, ama ortaçağın
sonlarına doğru, manüfaktür biçimi olarak, ortaya, o sıradaki
mevcut feodal ve lonca mülkiyetine tabi kılınamayan yeni bir
üretim biçimi çıktı, eski mülkiyet ilişkilerine sığmayan ma­
nüfaktür, yeni bir mülkiyet -özel mülkiyet - biçimi yarattı.
Manüfaktür için ve büyük sanayiin gelişiminin birinci aşaması
için, özel mülkiyetten başka hiç bir mülkiyet biçimi ve özel
mülkiyet üzerine, kurulmuş olandan başka hiç bir toplum dü­
zeni olanaklı değildi. Yalnızca herkese yetecek kadarla kalma­
yıp, toplumsal sennayenin artması ve üretici güçlerin daha da
gelişmesi için bir fazlalık da üretmek olanaklı olmadığı sürece,
toplumun üretici güçlerini kullanan bir egemen sınıf ve bir
de yoksul ezilen sınıf her zaman olacaktır. Bu sınıfların nasıl
oluştukları üretimin gelişme aşamasına bağlı olacaktır. Tanına
bağlı olan ortaçağda, bey ile serfi buluyoruz: ortaçağın sonla­
rına doğru, kentlerde, lonca ustasını ve kalfayı ve gündelikçi
emekçiyi görürüz; 1 7. yüzyılda, manüfaktürcü ve manüfaktür
işçisi vardır; 19. yüzyılda ise büyük fabrika sahibi ve proleter.

90 Genellikle kişisel mülkiyet gibi anlaşılan özel mülkiyet kavramı esasen herkese
açık olmayan mülkiyet hakkı demektir. Bu bağlamda da kastedilen özel mülkiyet
hakkı sadece bir sınıfa ait olan ve bilhassa üreticilere/proleterlere açık olmayan mül­
kiyet hakkı demektir. Bir başka ifadeyle üreticilerin üretim araçlarından tamamen
kopartılması demektir. Bahis konusu olan özel eşyalar vb. üzerinde bireysel mülkiyet
hakkı değil, üretim araçları üzerinde bir tek sınıfa hasredilmiş ve diğer temel sınıfın
tümüyle mahrum olduğu özel mülkiyet hakkıdır. Öyle ki proletaryanın teşkil ettiği
diğer temel sınıf üretim araçlarının mülkiyetine ancak kolektif/sınıf olarak erişebi­
lir.OD

1 39
Açıktır ki, üretici güçler, şimdiye dek, henüz herkes için
yeterli miktarda üretebilecek ya da özel mülkiyeti bu üreti­
ci güçler için bir ayak bağı, bir engel haline getirecek kadar
gelişmemişlerdi. Ama birincisi, büyük sanayiin gelişmesinin
şimdiye dek duyulmamış ölçekte sermaye ve üretici güç yarat­
mış olduğu ve bu üretici güçleri kısa bir sürede sınırsız ölçüde
artırma imkanlarının var olduğu; ikincisi, bu üretici güçlerin
birkaç burjuvanın ellerinde yoğunlaşmış olmasına karşın, geniş
halk yığınlarının giderek daha çok proleterler haline geldiği
ve bunların durumlarının burjuvaların zenginliklerinin artması
ölçüsünde daha da perişanlaştığı ve çekilmez bir hal aldığı;
üçüncüsü, kolayca artırılabilecek bu kuvvetli üretici güçlerin,
özel mülkiyetin ve burjuvaların boyutlarını toplumsal düzende
her an en şiddetli patlamalara yol açacak kadar aşmış olduğu
bugün ise, özel mülkiyetin kaldırılması yalnızca olanaklı hale
gelmemiş, hatta mutlak bir zorunluluk olmuştur.
1 6 : Özel mülkiyetin kaldınlınasını barışçıl yöntemlerle
gerçekleştirmek olanaklı olacak mıdır?
Bunun olabilmesi istenilen bir şeydir, ve buna karşı direnecek
en son kişiler elbette komünistler olurdu. Komünistler, komp­
lonun hiç bir türlüsünün, hiç bir yarar sağlamadığı gibi, hatta
zararlı olduğunu çok iyi biliyorlar. Devrimlerin kasten ve keyfi
olarak yapılmadıklarını, bunların her yerde ve her zaman belirli
partilerin ve koskoca sınıfların irade ve önderliklerinden tama­
mıyla bağımsız koşulların zorunlu sonuçlan olduklarını çok iyi
biliyorlar. Ama, proletaryanın gelişmesinin, hemen her uygar
ülkede, zorla basnnldığını ve komünistlerin muhaliflerinin, böy­
lece, bütün güçleriyle, bir devrime doğru gittiklerini de görü­
yorlar. Ezilen proletarya, sonuçta bir devrime zorlanacak olursa,
biz komünistler, nasıl şimdi sözle yapıyorsak, o zaman fiilen de
proleterlerin davasını savunacağız.
1 7 : Özel mülkiyeti bir çırpıda kaldırmak olanaklı olacak
mıdır?
Hayır, mülkiyetin ortaklaşahğını kurmak için mevcut üretici

1 40
güçleri, bir çırpıda gereken ölçüde artırmak ne kadar olanak­
sızsa, böyle bir şey de o kadar olanaksızdır. Şu halde, nasıl olsa
yaklaşan proleter devrim, mevcut toplumu ancak yavaş yavaş
değiştirecek ve özel mülkiyeti ancak gerekli miktarda üretim
aracı yaratıldığı zaman kaldırabilecektir.
1 8 : Bu devrim nasıl bir yol izleyecektir?
Her şeyden önce, bir demokratik yapıyı, ve böylelikle de, do­
laysız ya da dolaylı biçimde, proletaryanın siyasal egemenliğini
yürürlüğe koyacaktır. Proletaryanın şimdiden halkın çoğunluğu­
nu oluşturduğu İngiltere'de dolaysız olarak. Halkın çoğunluğu­
nun yalnızca proleterlerden değil, henüz yeni yeni proleterleşen
ve siyasal çıkarları bakımından proletaryaya gittikçe daha çok
bağımlı hale gelen ve bu yüzden de çok geçmeden proletarya­
nın istemlerine uymak zorunda kalacak olan küçük köylülerden
ve kent küçük-burjuvazisinden oluştuğu Fransa ve Almanya'da
ise, dolaylı olarak. Bu belki de ikinci bir savaşı gerektirecektir,
ama ancak proletaryanın zaferiyle sonuç-lanabilecek bir sava­
şı.
Özel mülkiyete doğrudan saldıran daha ileri önlemleri ger­
çekleştirmenin ve proletaryanın yaşamını sürdürebilmesinin
imkanlarını sağlamanın bir aracı olarak ivedilikle kullanılma­
yacak olduktan sonra, demokrasinin proletaryaya hiç bir yaran
olmaz. Mevcut koşulların şimdiden zorunlu hale getirdiği bu
önlemler arasında başlıcaları şunlardır:
1 . Müterakki vergilendirme, yüksek veraset vergileri, ikinci
dereceden akrabaların (erkek kardeşler, yeğenler, vb.) veraset
haklarının kaldırılması, zorunlu ikrazlar, vb. yoluyla özel mül­
kiyetin sınırlandırılması.
2. Toprak maliklerinin, fabrika sahiplerinin, demiryolu ve
gemicilik ayncalıklannı ellerinde bulunduranların, kısmen
devlet sanayiinin rekabetiyle, kısmen doğrudan tedbiren el
koyma yoluyla yavaş yavaş mülksüzleştirilmeleri.
3. Halkın çoğunluğuna başkaldıran bütün göçmen/yabancı­
ların ve isyancıların mülklerine zorla el konması.

1 41
4. Proleterlerin çalışmasının ya da istihdamının, ulusal mülk­
lerde, ulusal fabrika ve atölyelerde örgütlendirilmesi, böylelikle
işçilerin kendi aralanndaki rekabete son verilmesi ve, hala var
olduklan sürece, fabrika sahiplerinin devletin ödediği kadar
yüksek ücret ödemeye zorlanmalan.
5. Özel mülkiyet tamamıyla kaldınlıncaya kadar, toplumun
tüm üyeleri için eşit çalışma yükümlülüğü. Özellikle tanmda
sanayi ordulannın kurulması,.
6. Sermayesi devletin olan bir ulusal banka aracılığı ile kredi
ve bankacılık sisteminin devlet elinde merkezileştirilmesi ve
bütün özel bankalann ve bankerlerin faaliyetlerine son veril­
mesi.
7. Ulusun elindeki sermayenin ve işçilerin artması oranında,
ulusal fabrikalann, atelyelerin, demiryollannın ve gemilerin
artmlması, bütün boş topraklann ekime açılması ve halen eki­
len topraklann iyileştirilmesi.
8. İlk ana bakımına gereksinme duymayacak kadar büyür
büyümez, bütün çocuklann ulusal kurumlarda ve ulus hesabı­
na eğitilmeleri. Üretimle birleştirilmiş eğitim.
9. Ulusal mülkler üzerinde, sanayi ile olduğu kadar tanmla
da uğraşan yurttaş topluluklan için ortak bannak olarak kul­
lanılmak üzere, büyük saraylann inşası, ve her ikisinin de tek
yanhhklan ve sakıncalan olmaksızın hem kentsel ve hem de
kırsal yaşamın üstünlüklerinin birleştirilmesi.
10. Sağlığa aykın ve kötü inşa edilmiş bütün konutlann ve
mahallelerin yıkılması.
1 1 . Gayrimeşru ve meşru çocuklann miras hakkından eşit
olarak yararlandmlmalan.
1 2. Bütün ulaşım araçlannın ulusun elinde yoğunlaşma­
sı.
Bütün bu önlemler, elbette ki, bir anda uygulanamazlar.
Ama bunlardan her biri, her zaman, bir ötekini gerektirecektir.
Özel mülkiyete karşı ilk köklü saldında bir kez bulunuldu mu,
proletarya, durumdan daha ileriye gitmek, bütün sermayeyi,
bütün tanını, bütün sanayiyi, bütün ulaşımı, ve bütün değişimi

1 42
gittikçe daha çok devletin elinde yoğunlaştırmak zorunda kal­
dığını görecektir. Bu önlemlerin hepsi de, bu gibi sonuçlara yol
açarlar; ve ülkenin üretici güçlerinin proletaryanın emeği ile
çoğaltılması oranında bunlar, gerçekleşebilir hale gelecekler ve
merkezileştirici etkilerini geliştireceklerdir. Nihayet, bütün ser­
maye, bütün üretim ve bütün değişim ulusun ellerinde yoğun­
laştığında, özel mülkiyet kendiliğinden ortadan kalkacak, para
gereksiz olacak, ve üretim o denli artmış ve insanlar o denli
değişmiş olacaklardır ki, eski toplumsal ilişkilerin son biçimleri
de yok olabilecektir.
ı 9 : Bu devrimin yalnızca tek ülkede yer alınası olanaklı
olacak mıdır?
Hayır. Dünya pazarını yaratmış olan büyük sanayi, yeryüzün­
deki bütün halkları, ve özellikle de uygar halkları öylesine bir­
birlerine bağlamıştır ki, her halkın başına gelecekler, bir ötekine
bağlıdır. Aynca, büyük sanayi bütün uygar ülkelerde toplumsal
gelişmeyi öylesine eşitlemiştir ki, bütün bu ülkelerde burjuvazi
ve proletarya, toplumun iki belirleyici sınıfı, ve bunlar arasındaki
savaşım da, günün temel savaşımı olmuştur. Komünist devrim,
bu yüzden, hiçbir biçimde salt ulusal bir devrim olmayacaktır;
bu, bütün uygar ülkelerde, yani en azından İngiltere, Amerika,
Fransa ve Almanya'da, aynı zamanda yer alan bir devrim ola­
caktır. Bu ülkelerin her birinde devrim, o ülkenin daha gelişkin
bir sanayie, daha çok zenginliğe, ve daha batın sayılır bir üretici
güçler kitlesine sahip olup olmayışına bağlı olarak, daha çabuk
ya da daha yavaş gelişecektir. Dolayısıyla, bunu gerçekleştir­
mek, en yavaş ve en güç Almanya'da, en çabuk ve en kolay da
İngiltere'de olacaktır. Bunun dünyanın öteki ülkeleri üzerinde de
önemli etkileri olacak ve bunların daha önceki gelişme biçimle­
rini tamamıyla değiştirecek ve büyük çapta hızlandıracaktır. Bu,
dünya çapında bir devrimdir, ve dolayısıyla kapsamı da dünya
çapında olacaktır.
2 0 : Özel mülkiyetin nihai olarak kaldınlınasının
sonuçları neler olacaktır?

1 43
Her şeyden önce, toplumun, hem bütün üretici güçlerin ve
haberleşme araçlarının kullanımını ve hem de ürünlerin değişim
ve dağıtımını özel kapitalistlerin ellerinden alarak, bunları elde
bulunan olanaklara ve tüm toplumun ihtiyaçlarına uygun düşen
bir plan uyarınca yönetmesiyle, büyük sanayinin şu andaki işle­
tilişinin bütün kötü sonuçlan ortadan kaldınlmış olacaktır. Buna­
lımlar son bulacaktır; mevcut toplum sistemi altında aşın üretim
demek olan ve sefaletin bunca büyük bir nedeni olan genişletil­
miş üretim, o zaman yeterli bile olmayacak ve çok daha geniş­
letilmek zorunda kalacaktır. Toplumun acil ihtiyaçlarının ötesin­
deki aşın üretim, sefalet yaratmak yerine, herkesin ihtiyaçlarının
karşılanması demek olacak, yeni ihtiyaçlar ve aynı zamanda da
bunları karşılayacak araçlar yaratacaktır. Bu, yeni ilerlemelerin
koşulu ve nedeni olacak, ve bu ilerlemeleri, böylelikle, toplum
düzeninde şimdiye dek hep olduğu gibi kargaşalığa yol açmak­
sızın başaracaktır. Manüfaktür sistemi zamanımızın büyük sa­
nayii ile kıyaslandığında ne denli zavallı kalıyorsa, büyük sanayi
de, özel mülkiyetin baskısından bir kez kurtuldu mu, bugünkü
gelişme düzeyini o denli zavallı bırakacak bir ölçekte gelişecek­
tir. Sanayinin bu gelişmesi, topluma, herkesin ihtiyaçlarını kar­
şılamaya yeterli miktarda ürün sağlayacaktır. Aynı şekilde özel
mülkiyetin baskısıyla ve topraktaki parçalanmayla kösteklenen
tarımda, mevcut iyileştirmelerin uygulamaya konmasından ve
bilimsel ilerlemelerden yepyeni bir hız kazanacak ve toplumun
emrine bol miktarda ürün sunacaktır. Toplum böylece dağıtımı­
nı bütün üyelerinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenleye­
bilmesine yeterli miktarda ürün üretecektir. Toplumun çeşitli
karşıt sınıflara bölünmesi, böylelikle, gereksiz hale gelecektir.
Yalnızca gereksiz olmakla kalmayacak, bu, yeni toplum düzeni
ile bağdaşmayacaktır da. Sınıflar işbölümü yüzünden var oldu­
lar, bu işbölümünün bugüne kadarki varlık biçimi tamamıyla
yok olacaktır. Çünkü sınai ve tarımsal üretimi tanımlanan düze­
ye getirmek için, mekanik ve kimyasal araçlar tek başlarına ye­
terli değildir; bu araçları harekete geçiren insanların yetenekleri
de buna tekabül eden bir ölçüde geliştirilmelidir. Nasıl ki geçen

1 44
yüzyılda köylüler ve manüfaktür işçileri tüm yaşam biçimlerini
değiştirmişler ve büyük sanayie sürüklendiklerinde bizzat çok
farklı insanlar haline gelmişlerse, üretimin toplumun tamamı
tarafından ortak yönetimi ve bunun sonucu üretimin göstere­
ceği yeni gelişme de çok farklı insanları gerektirecek ve aynı za­
manda bunlan yaratacaktır. Üretimin ortak yönetimi, her biri tek
bir üretim dalına bağlanmış, ona zincirlenmiş, onun tarafından
sömürülen, her biri bütün öteki yetenekleri pahasına yetenekle­
rinden yalnızca bir tekini geliştirmiş ve toplam üretimin yalnızca
bir tek dalını, ya da o dallardan birini bilen buğunün insanları
tarafından gerçekleştirilemez. Bugünün sanayii bile, bu gibi in­
sanlardan gittikçe daha az yararlanıyor. Toplumun tümü tarafın­
dan ortaklaşa ve planlı olarak yürütülen sanayi, aynca, her yön­
den gelişmiş, üretim sisteminin tamamını kavrama yeteneğine
sahip insanlar öngörür. Böylece birini köylü, ötekini ayakkabıcı,
bir üçüncüsünü fabrika işçisi, bir dördün-cüsünü borsa tellalı
yapan -ki makineler bu kimselerin ayaklarını daha şimdiden
kaydırmıştır- işbölümü tamamıyla yok olacaktır. Eğitim, genç
insanlara üretim sisteminin tamamını baştan başa çarçabuk
görme olanağını verecek, toplumun gereksinmelerine ya da
kendi eğilimlerine göre onlann sanayinin bir dalından ötekine
geçebilmelerini sağlayacaktır. Dolayısıyla, mevcut işbölümünün
bunlardan her birine zorla kabul ettirdiği bu tek-yanlılıktan on­
lan kurtaracaktır. Toplumun komünistçe örgütlenmesi, böylece,
üyelerine, her yönde gelişmiş bulunan yeteneklerini, her yön­
de kullanma şansını verecektir. Bununla, çeşitli sınıflar zorunlu
olarak yok olacaklardır. Şu halde, toplumun komünistçe örgüt­
lenmesi, bir yandan sınıfların varlığı ile bağdaşmaz, öte yandan
bu toplumun kurulması da, bu sınıf fark.lılıklannı yok etmenin
araçlarını sağlar.
Bundan, kent ile köy arasındaki karşıtlığın da, aynı şekilde,
yok olacağı sonucu da çıkar. Tanının ve sanayinin iki farklı
sınıf yerine, aynı insanlar tarafından yürütülmesi, zaten, salt
maddi nedenlerden ötürü, komünist birlikteliğin temel bir ko­
şuludur. Tarımsal nüfusun kırdaki dağınık.lığı ile sınai nüfu-

1 45
sun büyük kentlere yığılmasının yan yana bulunması, tanının
ve sanayinin ancak az gelişmişlik aşamasına tekabül eden bir
durumdur, kendisini daha şimdiden şiddetle hissettiren bütün
daha ileriki gelişmeler için bir engeldir.
Üretici güçlerin ortak ve planlı olarak işletilmesi amacıyla
toplumun bütün üyelerinin genel birlikteliği; üretimin herke­
sin gereksinmelerini karşılayacak ölçüde genişletilmesi ; kimi­
lerinin gereksinmelerinin başkalarının pahasına karşılanması
durumunun son bulması ; sınıfların ve bunların karşıtlıklarının
tamamıyla yok edilmesi; bugüne kadar mevcut olan işbölümü­
nün kaldırılmasıyla, sınai eğitimle, iş alanının değiştirilmesiyle,
herkesçe sağlanan zevklerden herkesin yararlanmasıyla, kent
ile kınn kaynaşmasıyla toplumun bütün üyelerinin yetenekle­
rinin her bakımdan gelişmesi; özel mülkiyetin kaldırılmasının
temel sonuçlan işte bunlardır.
2 1 : Komünist toplum düzeninin aile üzerindeki etkisi ne
olacaktır?
Bu, cinsiyetler arasındaki ilişkiyi, yalnızca ilgili kişileri ilgilen­
diren ve toplumun hiç bir müdahale isteminde bulunmayacağı
salt özel bir ilişki haline getirecektir. Bunu yapabilecek durum­
dadır, çünkü özel mülkiyeti kaldırmakta ve çocukları komünal
olarak eğitmekte, böylece bugüne kadar mevcut evliliğin ikiz
temelini -özel mülkiyet sayesinde kadının kocaya ve çocuk­
ların da ana-babaya olan bağımlılığını- yok etmektedir. Ahlak
dersi veren dar kafalıların kadınların komünist ortaklaşalığına
karşı kopardıkları yaygaranın yanıtı da buradadır. Kadınların or­
taklaşalığı tümüyle burjuva toplumuna ait bir ilişkidir ve bugün
eksiksiz bir biçimde fuhuş ile gerçekleşmektedir. Ama fuhuşun
kökleri özel mülkiyettedir ve onunla birlikte o da kalkar. Şu hal­
de, komünist örgütlenme, kadınlarda ortaklaşalığı getirmek ye­
rine, ona son verir.
2 2 : Komünist örgütlenmenin mevcut milliyetler
karşısındaki tutumu ne olacaktır?
Kalacak...

1 46
2 3 : Mevcut dinler karşısındaki tutumu ne olacaktır?
-Kalacak...
24: Komünistler sosyalistlerden hangi bakımdan
farklıdırlar?
Sosyalist denilenler üç gruba ayrılırlar.
Birinci grup, büyük sanayi, dünya ticareti ve bunların ildsi­
nin var ettiği burjuva toplumu tarafından yıkılmış, ya da hala
gün be gün yıkılmakta olan feodal ve ataerkil toplum yanlıla­
rından oluşur. Bugünkü toplumunun hastalıklarından, bu grup,
feodal ve ataerkil toplumun yeniden kurulması gerektiği, çün­
kü onun bu hastalıklardan uzak olduğu sonucunu çıkartıyor.
Bu grubun bütün önerileri, doğrudan ya da dolambaçlı olarak,
bu hedefe yöneliktir. Proletaryanın sefaleti karşısındaki bütün
yakınlık gösterilerine ve yakınmalara karşın, komünistler, bu
gerici sosyalistler grubuna şiddetle karşı koyacaklardır, çünkü;
1 . bu grup tamamen olanaksız bir şey için uğraşı­
yor;
2. bu grup, mutlakiyetçi ya da feodal hükümdarlardan, bü­
rokratlardan, askerlerden ve rahiplerden oluşan maiyetleriyle
birlikte aristokrasinin, lonca ustalarının ve manüfaktürcülerin
egemenliğini; bugünkü toplumun kusurlarından gerçekten de
uzak olan, ama peşinden en azından bir o kadar başka kötülük
getiren ve ezilen sınıfların bir komünist örgütlerime yoluyla
kurtuluşları için umut dahi vermeyen bir toplumu kurmaya
çalışıyor;
3. proletarya ne zaman devrimci ve komünist olsa, bu grup,
proleterlere karşı burjuvaziyle derhal bağlaşıklık kurarak ger­
çek niyetlerini her zaman açığa vuruyor.
İkinci grup, bugünkü toplumun ayrılmaz kötülüklerinin
onları kendi varlıkları konusunda telaşa düşürdüğü mevcut
toplum yandaşlarından oluşur. Bunlar, bu yüzden, mevcut top­
lumu korumaya, ama ona bağlı olan kötülükleri kaldırmaya
çabalarlar. Bu amacı göz önüne alarak, bunlardan bazıları salt
hayırsever önlemler; ötekiler ise, toplumu yeniden örgütleme

1 47
bahanesi altında, mevcut toplumun temellerini, ve dolayısıyla
mevcut toplumun kendisini koruyacak tantanalı reform sis­
temleri önerirler. Komünistler bu burjuva sosyalistlerine karşı
da durmadan savaşmak durumunda olacaklardır, çünkü bunlar
komünistlerin düşmanları için çalışıyorlar ve komünistlerin
yıkmak amacında oldukları toplumu savunuyorlar.
Nihayet, üçüncü grup, Komünist İman Yemini Taslağında
sıralanan önlemlerden bir kısmını komünistlerle aynı şekilde,
ama komünizme geçişin bir aracı olarak değil de, mevcut top­
lumun sefaletini kaldırmaya ve kötülüklerini yok etmeye yeter­
li önlemler olarak arzulayan demokratik sosyalistlerden oluşur.
Bu demokratik sosyalistler, ya kendi sınıflarının kurtuluş koşul­
lan konusunda henüz yeterince aydınlanmamış proleterlerdir,
ya da demokrasi kazanılana ve bunu izleyen sosyalist önlemler
gerçekleşene dek proletarya ile birçok bakımlardan aynı çıkar­
lara sahip olan bir sınıfın, küçük-burjuvazinin üyeleridirler.
Eylem anlarında komünistler, bu nedenle, bu demokratik sos­
yalistlerle bir anlaşmaya varmak ve, bu demokratik sosyalistler
egemen burjuvazinin hizmetine girmedikleri ve komünistlere
saldırmadık.lan sürece, bunlarla genel olarak şimdilik olabildi­
ğince ortak bir politika izlemek durumundadırlar. Açıktır ki, bu
ortak eylem, onlarla olan aynhklann tartışılmasını dıştalamaz.
2 5 : Komünistlerin günümüzün öteki siyasal partileri
karşısındaki tutumu nedir?
Bu tutum ülkeden ülkeye değişir. - Burjuvazinin egemen ol­
duğu İngiltere, Fransa ve Belçika'da, komünistler, çeşitli demok­
ratik partilerle, halen her yerde savundukları sosyalist önlemler­
de demokratlar komünistlere ne kadar yaklaşacak olurlarsa, yani
bunlar proletaryanın çıkarlarını ne kadar açık ve kesin bir biçim­
de savunacak ve proletaryaya ne kadar çok dayanacak olurlar­
sa o kadar büyük olan ortak bir çıkara şimdilik hala sahiptirler.
Örneğin İngiltere'de, hepsi de işçi olan çartistler komünistlere,
demokratik küçük-burjuvaziden ya da radikal denenlerden çok
daha yakındırlar.

1 48
Demokratik bir anayasanın getirilmiş olduğu Amerika'da,
komünistler, bu anayasayı burjuvaziye karşı çevirecek ve onu
proletaıyanın çıkarları doğrultusunda kullanacak olan parti ile,
yani ulusal tanın reformcuları ile dava ortaklığı yapmalıdır­
lar.
İsviçre'de, hala çok karışık bir parti olmalarına karşın, ra­
dikaller, gene de komünistlerin birlikte herhangi bir şey ya­
pabilecekleri tek kimselerdir, ve aynca, bu radikaller arasında
Vaud ve Cenevre kantonlarında bulunanlar en ileri olanlar­
dır.
Nihayet, Almanya'da burjuvazi ile mutlak monarşi arasında­
ki kesin savaşım uzak değildir. Ne var ki komünistler, kendileri
ile burjuvazi arasındaki kesin savaşımı burjuvazi egemen olun­
caya dek hesaba katamayacaklanna göre, kendisini bir an önce
devirmek için burjuvazinin bir an önce iktidara gelmesinde ona
yardımcı olmak kömünistlerin çıkarınadır. Dolayısıyla komü­
nistler, her zaman, hükümetler karşısında liberal burjuvazinin
yanında yer almalı, ama burjuvazinin kuruntularını paylaşma­
ya, ya da burjuvazinin zaferinin proletaıyaya getireceği yarar­
lar konusunda bunların verdikleri sahte güvencelere inanmaya
karşı her zaman tetikte olmalıdırlar. Burju-vazinin zaferinin
komünistlere sağlayacağı tek yarar şunlar olacaktır:
1 . komünistler için kendi ilkelerini savunmayı, tartışmayı
ve yaymayı ve böylece proletaıyayı sıkıca örülmüş, militan
ve örgütlü bir sınıf halinde birleştirmeyi kolaylaştıran çeşitli
ödünler, ve;
2. mutlakiyetçi hükümetlerin düştüğü gün, sıranın, burju­
valar ile proleterler arasındaki savaşa geleceğinin kesin oluşu.
Komünistlerin parti politikası, o günden sonra, burjuvazinin
halen egemen olduğu ülkelerdeki ile aynı olacaktır.

1 49
EK 4
Devrimcinin İlmihali
Sergey Neçayev91
Devrimcinin Rehberi olması Gereken İlkeler
ı. Devrimci adanmış bir insandır. Kendine has çıkarları
yoktur ; kendine has ilişkileri, duygulan, bağ ve bağlantıları yok­
tur; malı mülkü yoktur; adı bile yoktur. Her şeyi bir tek ve biricik
ilgi alanı tarafından bir tek düşünce ve bir tek ihtiras tarafından
massedilmiştir: devrim.
2. En derin benliğinde sadece sözde değil eylemleriyle de
yerleşik düzenle ve bir bütün olarak kültür alemiyle onların
yasalarıyla, toplumsal sözleşmeleriyle, ahlak ilkeleriyle mülki­
yet ilişkileriyle her türlü bağı koparmıştır. Bu alemin yılmaz bir
düşmanıdır. Eğer hala bu alemde yaşıyorsa onu büsbütün yok
edebilmek içindir.
3. Devrimci doktrinleri lanetler ve sıradan bilimleri red-
dedip bunları gelecek kuşaklara emanet eder. Bir tek bilimi ta­
nır; yok etmenin bilimini. Bu amaçla ve sadece bunun için me­
kaniği fiziği ve kimyayı belki tıbbı da öğrenir. Bu amaçla canlı
bilimi yani halkı onun özelliklerini işleyişini mevcut toplumsal
düzeni teşkil eden her şeyi her düzeyde gece gündüz inceler.
Tek ve biricik hedefi bu iğrenç düzeni derhal yok etmektir.
4. Kamu oyundan tiksinir. Varolan toplumsal ahlakın her
tezahür ve ifadesinden iğrenir ve lanetler. Onun için devrimin
zaferinin önünü açan her şey ahlakidir. Bu yolda önüne dikilen
herşey ahlak dışı ve caniyanedir.

91 Neçayev'in kısa ama çarpıcı hayat hikayesi için :

DR. SAVAŞ ÇOBAN'ın https://m.bianet.org/biamag web adresindeki ıfarklı Bir Dev­


rimci Kişilik: Sergey Neçayevı başlıklı yazısına bakınız: (B İA Haber Merkezi 31 Ma­
yıs 2014)

Aynca Verba yayıncıhk'ın yayınladığı Albert L. Weeks'in kaleme aldığı • İlk Bolşevik:
Pyotr Tkaçevı oldukça aynntılı bir kaynak/kitaptır.

1 50
5. Devrimci iman sahibidir. Devlet ile eğitilmiş ve ayn-
calık.lı toplumun tamamı karşısında acımasızdır; bunlardan
en küçük merhameti beklemez. Tüm bunlarla kendisi arasında
bitmez tükenmez ve ilan edilmiş yahut edilmemiş bir savaş ol­
duğunu kabul eder. Kendini işkenceye dayanmak için hazırla­
malıdır.
6. Kendine karşı katı olan devrimci. Başkalan karşısında
da katıdır. Her türden yumuşak veya kadınlara özgü şükran,
merhamet sevgi yahut dostluk duygusu hatta onur devrim da­
vasının inatçı ve soğukkanlı ihtirası tarafından defedilmelidir.
Onun için yegane zevk tek tatmin, teselli veya mükafat devri­
min zaferidir. Gece gündüz tek bir düşüncesi tek bir hedefi ol­
malıdır: acımasızca yok etmek. Bu hedefin peşinde soğuk kanlı
ve usanmadan ilerlerken kendisi de ölmeye hazır olmalı ve bu
yolda kendisini önlemeye kalkanlan kendi elleriyle öldürmeye
hazır olmalıdır.
7. Gerçek devrimcinin tabiatı romantizme, duygusallığa,
coşkuya vecde yer vermez. Şahsi nefret ve intaka da yer yoktur
orada. Gündelik düşüncesinin konusu olması gereken devrimci
tutkuya daima soğuk kanlı bir hesap eşlik etmelidir. Her yerde
ve her zaman kişisel eğilimlerinin değil devrimin genel çıkarla­
nnın dayattığı gibi olmalıdır.
8. Devrimci dostlanna saygı duyar ama sadece eylemde
kendisi gibi eylemde devrimci olanlan candan sever. Bu dost­
luğun, bağlılığın ve dostluğun gerektirdiği her şeyin menzili
topyekün devrimci tahribat faaliyetine yararlılık.lan ölçüsünde
genişler.
9. Devrimciler arasında dayanışmanın gerekliliği tar-
tışmasızdır. Devrimci faaliyetin etkili olmasının aynlmaz bir
parçasıdır. Aynı devrimci kavrayış ve tutku düzeyinde olan
devrimci yoldaşlar mümkün olduğu ölçüde önemli konulan
birlikte tartışıp tam mutabakatla karar verebilmelidirler. Ama
böyle bir plan kurgulandığı zaman dahi her kişi sadece kendine
güvenmek zorundadır. Bir dizi yıkıcı eylemi gerçekleştirirken
her kişi kendi başına hareket etmeli ve yoldaşlannın yardımını

1 51
sadece bu planın uygulanması zorunlu kıldığı takdirde başvur­
malıdır.
1 O. Her yoldaşın emrinde bir dizi ikinci üçüncü düzeylerde,
yani tam anlamıyla yetişmiş olmayan yoldaş olmalıdır. Dev­
rimci bunlara emrine amade olan ortak devrimci kaynakların
birer parçası olarak yaklaşmalıdır. Kendine emanet edilmiş bu
hisseleri cimrice ve her seferinde azami yarar sağlayacak bi­
çimde harcamaya özen göstermelidir. Kendisini de devrim da­
vasının zaferine hasredilmiş kaynakların bir hissesi olarak gör­
melidir. Ama bu hisseyi keyfince harcayamayacağını ve daima
bu davaya adanmış yoldaş topluluğunun tam rızası ile hareket
etmek zorunda olduğunu unutmamalıdır.
1 1. Bir yoldaşın sıkıntıları olduğunda devrimci ona yar­
dım edip etmeyeceğine karar verirken kişisel duygularına göre
değil devrim davasının hayrına olup olmadığına göre hareket
etmelidir. Terazinin bir kefesine yoldaşın ne kadar yararlı ol­
duğunu öteki kefesine de onun sıkıntısını çözmek için ne kadar
devrimci enerji sarf edileceğini koyup tartmalı, kararını buna
göre vermelidir.
1 2. Lafla değil eylemiyle kendini göstermiş olan yeni bir
üyenin kabulü konusunda ancak oybirliği ile karar verilmelidir.
1 3 . Bir devrimci devlet, sınıflar ve sözümona kültürün ale­
minde yaşar ve bu alemde sadece onun hızla ve tamamen yok
edilmesine inandığı için yaşar. Bu alemde herhangi bir şeye
merhamet eden kimse devrimci değildir. Becerebilirse kendi
durumunu, herhangi bir ilişkiyi yahut bu alemin bir parçası
olan herhangi bir kimseyi yok etmeyi tasavvur edebilmelidir.
Her şey ve herkes onun için aynı ölçüde iğrenç olmalıdır. Bu
alemde bir ailesi, dostları ve kendisi için kıymetli varlıklar var­
sa varsa bu zor olur. Bunlar onun ayağına köstek olursa dev­
rimci olamaz.
14. Bir yanda acımasız bir yok etme eylemini hedeflerken
devrimci herhangi bir topluluk içinde kendisi gibi olmadan
davranabilir. Devrimci her yere sızabilmelidir. Aşağı ve orta
sınıfların arasına, ticarethanelere, kiliselere, zenginlerin mali-

1 52
kanelerine bürokrasi ortamlarına, orduya, edebiyat çevrelerine,
Üçüncü kısıma (gizli polis) hatta Kışlık Saray'a sızabilmelidir.
1 5. Cerahat kapmış bu toplum bir çok bölüme ayrılabilir.
Birinci bölmede derhal ölüme mahkum olanlar yer alır. Örgüt
bu mahkum olanların ortadan kaldırılması için bunların dev­
rim davasının uyumlu biçimde ilerlemesine karşı oluşturdukta­
n tehdit derecesine göre sıralandığı bir liste yapmalıdır.
ı 6. Yukarıda izah edilen nedenlere göre bu listeleri ha­
zırlarken ilgili şahsın kişisel hainliklerinin veya halk arasında
uyandırdıktan nefretin etkisiyle hareket etmekten kaçınmak
gerekir. Ama yine de bu hainlikler ve yarattığı nefret hazan
yararlı olabilir; zira bunlar bir halk ayaklanmasını tahrik ede­
bilirler. Ama bu şahsın öldürülmesinin devrim davasına ne
ölçüde hizmet edeceğinden hareket edilmelidir. Bu nedenledir
ki en başta ortadan kaldırılması gerekenler özellikle devrimci
örgüte zarar verebilecek olan ve en zeki ve gayretli temsilci­
lerinden bazılarının ani ve dehşetli ölümü hükümetin gücünü
zayıflatacak olanlardır.
1 7. İkinci bölüktekiler ise sadece hayvan davranıştan halkı
kaçınılmaz olarak isyana tahrik etmesi için geçici olarak ceza­
lan tecil edilmiş olanlardır.
1 8. Üçüncü bölüktekiler özel zeka veya enerjileriyle dikkat
çekmedikleri halde konumlan gereği bolluk içinde olan ve bağ­
lantıları nedeniyle nüfuz ve kudret sahibi olan yüksek kademe­
deki sürüyü oluşturanlardır. Bunlar tuzağa düşürülüp el altında
tutularak istismar edilmelidir. Bunlar kirli sırlan öğrenildikçe
köleleştirilmelidirler. Sahip olduktan kudret, nüfuz ve bağlan­
tılar, servetleri ve enerjileri bizim için tükenmez bir kaynak
olur ve çeşitli girişimlerimiz için etkili bir destek oluşturur.
1 9 . Dördüncü bölükte siyasi ihtirastan olanlar ve çeşitli
türden liberaller bulunur. Bunlarla onların planlarına uygun
hareket edip kendilerini körü körüne izlediğimiz izlenimi yara­
tarak tertipler düzenleyebiliriz. Böylece onların sırlarını öğre­
nip adım adım onlan denetim altına almış oluruz. Geri dönüşü
olmayacak biçimde pis işlere bulaşmaları sağlanıp devletin dü-

1 53
zenini bozmakta kullanılabilirler.
20. Beşinci bölükte doktrinerler, komplocular, devrimci­
lerle yazılı yahut sözlü olarak boş laflar sarf edenler yer alır.
Bunlar mütemadiyen insanlan harekete geçirecek beyanatlar
yapmaya teşvik edilip bu yola sürüklenmelidir. Öyle ki bun­
lann çoğunluğu bir iz bırakmadan kaybolup giderler. Ama bir
kısmının yaptıklanndan gerçek devrimci çıkarlar için yararla­
nılabilir.
2 1 . Altıncı ve önemli bölükte ise kadınlar bulunur. Bunlar
kendi içinde üç bölüğe ayrılmalıdır. En başta üçüncü ve dör­
düncü kategorideki adamlar gibi kullanabileceğimiz beyinsiz
ve hafif meşrep kadınlar yer alır. İkinci olarak ateşli yetenekli
ve adanmış olduklan halde devrime ihtirastan annmış ve pra­
tik bakımdan devrim hakkında tam bir kavrayışa sahip olma­
dıklan için henüz bize katılmamış olan kadınlar gelir. Bunlar
beşinci bölükteki adamlar gibi kullanılabilirler. Nihayet bizimle
tam uyum içindeki kadınlar vardır. Bunlar tam anlamıyla bağ­
lanmış ve bizim programımızın tamamını benimsemiş olanlar­
dır. İşte bu kadınlara en değerli hazinemiz olarak bakmalıyız
ve bunlann bizimle hareket etmesini sağlamak vazgeçilmez bir
ihtiyaçtır.

1 54
EK 5
Devrimcinin İlmihali
Mikail Bakunin

Genel İ lkeler
Sahici, dünya ötesi ve şahıslaşmış birtanrının varlığının inkarı;
dolayısıyla her türlü ilahi tezahürle insanlık ve dünya işlerine her
türlü ilahi müdahalenin reddi. İlahi güçlere ibadetin/tapınmanın
ve onlara hizmet etmenin ortadan kaldırılması.
Tanrıya tapınmanın yerine insanlığa saygı ve sevgiyi ge­
çirmekle doğrunun yegane ölçütünün insan aklı olduğunu ;
adaletin temelinin insanlığın vicdanı olduğunu ; bireysel ve
kolektif özgürlüğün insanlık düzeninin biricik temeli olmasını
kabul ederiz.
Özgürlük her yetişkin kadın ve erkek için eylemleri karşı­
lığında kendi vicdanlarından ve akıllarından başka yaptırım
kabul etmeme, bu eylemlerini kendi iradeleri ile tayin etme ve
dolayısıyla bu eylemlerinden ötürü önce kendilerine sonra öz­
gürce razı oldukları takdirde bir parçası oldukları topluma karşı
sorumlu olma konusunda mutlak hakka sahip olmasıdır.
Bir kimsenin özgürlüğünün sınırlarının tüm diğerlerinin öz­
gürlüğünün başladığı yere kadar olduğu hiç de doğru değildir.
İnsan ancak kendi özgürlüğü tüm diğerlerinin özgür vicdanı
tarafından tanındığı ve adeta bir aynadaki gibi onlarda temsil
edildiği takdirde; özgürlüğünün sonsuza kadar genişlemesini
diğerlerinin özgürlüğünün genişlemesinde bulduğu takdirde
gerçekten özgür olur. İnsan ancak aynı ölçüde özgür olan di­
ğerleri arasında olduğunda gerçekten özgür olur. Ancak insan­
lığın bir parçası olarak özgür olabildiği için de insanlık ilkesi­
nin esasına aykırı olan yeryüzündeki bir tek insanın köleliği
bile herkesin özgürlüğünün inkarıdır.
Her bir insanın özgür olması ancak herkesin özgür olmasıyla

1 55
mümkündür. Özgürlüğün bir hak ve olgu olarak eşitlik içinde
gerçekleşmesi adalettir.
İnsanlar için bir tek dogma (nas), bir tek yasa, bir tek ahlak
temeli vardır ; o da özgürlüktür. Diğerinin özgürlüğüne saygılı
olmak ödevdir ; erdem ise onu sevmek, yardımcı olmak ve hiz­
met etmektir.
Hikmeti hükümet ve otorite hakkındaki her ilke bir kenara
atılmalıdır. Özgürlükten ve insani düşünceden evvel, en başta
doğal bir olgu olan insan toplumu sonra ilahi ve/veya insan­
ların otoritelerin kurallarına göre örgütlenmiş dini bir hadise
haline geldi. Bugün ise hem siyasi hem ekonomik örgütlen­
mesinin tek kurucu ilkesi olarak özgürlüğün esaslan üzerine
yeniden kurulmalıdır. Toplumun düzeni tüm yerel, kolektif ve
bireysel özgürlüklerin olabildiğince büyük gelişiminin bir so­
nucu olmalıdır.
Bu bakımdan toplumsal hayatın iktisadi ve siyasi organizas­
yonu bugün olduğu gibi yukarıdan aşağı veyahut merkezden
çevreye doğru zoraki bir merkezileşme ve birlik esasına göre
değil, aksine aşağıdan yukarı ve çevreden merkeze doğru özgür
federasyon ve gönüllü birlik esasına göre kurulmalıdır.

Siyasal Örgütlenme
İlerideki gelişmeyi ve ulusların siyasal örgütlenmesini zo­
runlu ve evrensel somut bir ölçüte göre tayin etmek imkan­
sızdır. Zira bunların varlığı bir yığın farklı tarihi, coğrafi ve
iktisadi koşula tabidir; bu yüzden herkes için aynı ölçüde iyi
ve kabul edilebilir bir örgütlenme modelinin ortaya konması­
na asla imkan vermez. Kaldı ki pratik yarardan mahrum böyle
bir girişim hayatın kendiliğindenliğine ve zenginliğine de halel
getirir; zira hayat sonsöz çeşitlilik içinde serpilir; dahası buna
aykırı bir girişim bizatihi özgürlük ilkesine de uygun değildir.
Bununla birlikte özgürlüğün örgütlenmesi ve pratikte gerçek­
leşmesi için olmazsa olmaz esaslı koşullar da vardır.
Bu koşullar şunlardır:

1 56
Her türlü resmi din ve ayrıcalıklı yahut masraftan devlet
tarafından karşılanarak korunup kollanan dini kurum (kilise
deniyor, çn.) kökten ortadan kalkmalıdır. Herkes için inanç
ve inancının propagandasını yapma özgürlüğü mutlak surette
tanınmalıdır. Bu özgürlük herkesin masraflarını kendileri üst­
lenmek kaydıyla hangisi olursa olsun inandığı tanrıları için ta­
pınaklar yapması ve kendi din adamlarının bakım ve geçimini
sağlaması konusunda sınırsız imkana sahip olma özgürlüğüyle
tamamlanmalıdır.
Dini teşekküller olarak kabul edilmesi gereken kiliseler üretici
kuruluşlaratanınansiyasalhaklannhiçbirindenyararlanmamalı­
dır. Konutlarından ve ibadet mekanlarından başka ortak mekan­
lara sahip olmamalıdırlar ve bilhassa asla çocukların eğitimiyle
ilgilendirilmemelidirler. Zira onların biricik varlık nedeni ahlakın,
özgürlüğün inkarının yanısıra kar amaçlı üfürükçülükten ibaret­
tir.

Monarşinin ilgası ve cumhuriyet.


Sınıfların, rütbelerin, ayncalıklann ve her türlü ayrımcılığın
ortadan kaldırılması. Kadın erkek herkes için eşit siyasal haklar
; genel ve eşit oy hakkı.
Kilisenin öteki yüzü ve ikizi olan ve böyle olduğu için de
halkların yoksullaşmasının, sersemleştirilmesinin, ve köleleşti­
rilmesinin kaynağında bulunan vesayetçi, kutsal, merkeziyetçi
devletin siyasal, adli, bürokratik ve mali yapısının ilga edilip or­
tadan kaldırılması, ahlaken mahkum edilmesi ve yasaklanması.
Bunun tabii bir sonucu olarak Devlet üniversitelerinin hepsinin
ortadan kaldırılması; zira kamusal eğitim hizmeti münhasıran
komünler ve özgür birlikler tarafından üstlenilmelidir. Devle­
tin yargısının ilga edilmesi ; bütün yargıçların halk tarafından
seçilerek görevlendirilmesi. Avrupa'da halen yürürlükte olan
ceza kanunlarının ve medeni kanunların ilga edilmesi. Zira
bunlar da dinen ve siyaseten kutsal sayılan Tanrıya , devlete,
ve aileye bağlılık inancından olduğu gibi mülkiyetten esinlen-

1 57
miş oldukları için insan haklarına aykırıdırlar. Ve özgürlüğün
yasası sadece özgürlük sayesinde oluşturulabilir. Bankaların ve
devlete bağlı olan tüm kredi kuruluşlarının ilgası. Tüm merkezi
idari teşkilatın, bürokrasinin, sürekli ordunun ve devletin polis
kuvvetinin ortadan kaldırılması.
Bütün kamu görevlilerinin yargı görevlilerinin ve sivil gö­
revlilerin yanısıra bütün ulusal, yerel veya belde düzeyindeki
temsilci ve görevlilerin doğrudan ve aracısız seçimle kadın ve
erkek reşit olan yurttaşların eşit ve genel oyuyla tayin edilmesi.
Her ülkenin iç örgütlenmesinin bireylerin, üretici toplulukla­
rın ve komünlerin mutlak özgürlüğünü temel alarak ve kalkış
noktası yaparak yeniden örgütlenmesi.
Bireysel Haklar
1 .Her erkek ve kadının doğduğu günden yetişkin oluncaya
kadar toplumun kaynaklarıyla bakımının sağlanması, gözeti­
lip, korunması, yetiştirilmesi ve kamu yönetimindeki ilk orta ve
yüksek eğitimden, teknik sanat ve fen eğitiminden yararlanma
hakkı.
2.Herkesin toplumun danışmanlığından ve desteğinden ya­
rarlanma konusunda eşit haklara sahip olması. Mutlak surette
özgür olan her yetişkin bireyin hayata atıldığında toplumun
gözetiminden ve otoritesinden azade olması; toplumun kendisi
üzerinde her hangi bir yetkiye sahip olmayıp sadece özgürlü­
ğüne saygılı olup, ihtiyaç olduğunda özgürlüğünün korunma­
sıyla yükümlü olması.
3.Her yetişkin erkek ve kadın tam ve mutlak özgürlüğe sahip
olmalıdır ; seyahat özgürlüğü, her çeşit kanaatini yüksek sesle
ifade etme özgürlüğü, tembel ya da çalışkan olma özgürlüğü,
ahlaklı yahut ahlaksız olma özgürlüğü, tek kelimeyle kendi ki­
şiliğine sahip olma özgürlüğü; ister onuruyla kendi emeği sa­
yesinde ister bunlar razı olduk.lan ölçüde başka yetişkinleri bir
biçimde gönüllü olarak razı oldukları ölçüde istismar/istihdam
ederek yaşama özgürlüğü.
4.Kamuoyunun doğal kurtarıcı gücünden başka hiçbir kısıt­
lama olmadan herkes için açık yahut kapalı toplantılarda sözlü

1 58
yahut basın yoluyla yazılı her tür propaganda yapma konu­
sunda sınırsız özgürlük. Ahlak dişı görünenler hatta bireysel ve
kamusal özgürlüğü yozlaştırma ve yok etme hedefi güdenler
de dahil olmak üzere herkese mutlak örgütlenme/birleşme öz­
gürlüğü.
5.Özgürlük ancak ve sadece özgürlükle savunulmalıdır. Güya
onu koruma gerekçesinin yanıltıcılığına kapılarak özgürlüğe
halel getirmek tehlikeli bir aykırı tutumdur; Ahlakın özgür­
lük.ten başka hedefi, davası, dürtüsü veya kaynağı olmadığına
göre bunlar bizatihi özgürlükten başka bir yerde olmadığı için
ahlakı korumak adına özgürlüğe getirilen tüm sınırlamalar da­
ima özgürlüğün aleyhine olmuştur. Psikoloji, istatistik ve tüm
tarih bize bireysel ve toplumsal ahlaksızlığın daima kötü bir
bireysel yahut kamusal eğitimin kaçınılmaz sonucu olduğu­
nu, kamu oyundan yoksunluğun yahut kamu oyunun çarpıtıl­
masının sonucu olduğunu göstermiştir. Zira kamu oyu sadece
özgürlük. sayesinde var olabilir, gelişebilir ve ahlaki olabilir;
bireysel ve toplumsal ahlaksızlık her şeyden önce toplumun
kokuşmuşluğunun bir sonucudur. Ünlü istatistikçi Quetelet'nin
dediği gibi suçlan hazırlayan daima toplumun kendisidir ve
caniler sadece bu suçun mukadder icracılandır. O halde top­
lumsal ahlaksızlığı önlemek adına bireysel özgürlüğü çiğneyen
katı yasalar getirmek beyhudedir. Tam tersine tecrübeler bize
baskıcı ve otoriter sistemin suçlan önlemek bir yana derinle­
mesine azdırdığını yaygınlaştırdığını gösterir. Kamusal ve özel
ahlak bireylerin özgürlüklerinin kısıtlanıp genişleyişine göre
alçalıp yükselmektedir. Dolayısıyla mevcut toplumun mane­
viyatını yükseltmek için eşitsizlik., ayrıcalık., ilahi otorite ve
insanlığın aşağılanmasına dayalı olan bu siyasal ve toplumsal
örgütlenmeyi baştan aşağı yıkmakla işe başlamalıyız ; bu top­
lumu adalet ve mantığa dayalı ve insan saygısından esinlenen
tam eşitlik temelleri üzerinde yeniden kurduktan sonra ona
muhafız olarak kamuoyunu ruh olarak da en mutlak özgürlüğü
bahşedeceğiz.
6.Bununla birlikte toplum asalak, kalpazan ve zararlı bireyler

1 59
karşısında büsbütün savunmasız kalmamalıdır. Bütün siyasal
haklann temelinde çalışma olması gerektiğinden, hasta, özürlü
yahut yaşlı olmadı.klan halde özel ya da kamusal yardımlar­
dan yararlananlann bu haklardan yararlanmalan tüm toplum,
eyalet ve millet tarafından tekrar kendi emekleriyle çalışmaya
başlayıncaya kadar kısıtlanabilir.
7 .Her bireyin özgürlüğü devredilemez bir hak olduğundan
herhangi bir bireyin yasal bir anlaşmayla özgürlüğünü dev­
retmesinden, yahut başkasıyla tam eşitliğe ve mütekabiliyete
uygun olmayan bir sözleşmeyle bağlanmasından toplum mağ­
dur olmaz. Bununla birlikte her türlü haysiyet duygusundan
mahrum bir erkek yahut kadının bir başka bireye gönüllü bir
kölelik ilişkisi içinde bağlanmasına da engel olamaz. Ancak bu
takdirde toplum bu bireyleri tıpkı özel hayır işlerinden yararla­
nanlar için olduğu gibi bu bağımlılık süresince siyasal hakla­
nndan yararlanmaktan mahrum bırakır.
8.Siyasal haklannı kaybeden kimseler aynı zamanda kendi
çocuklanna bakmaktan ve yetiştirmekten de menedilirler. Öz­
gürce bağıtlanmış bir anlaşmaya riayet edilmediği, yahut yerli
veya yabancı bir yurttaşa yahut onun mülküne açıkça ve ka­
nıtlanmış biçimde tasallut eden kimselere yerli yahut yabancı
olduklanna bakmaksızın toplum kendi yasalannca belirlenmiş
cezalar uygular.
9.Her türlü aşağılayıcı ve zalimce ceza vücut bütünlüğüne
dokunan cezalar ve ölüm cezası yasalarca tanınmış ve uygu­
lanmış da olsa mutlak surette ortadan kaldınlır. Hiçbir umut
bırakmayan süresiz veya çok uzun cezalar rehabilitation (iyi­
leşme ve itibannı yeniden kazanma) ihtimaline yer bırakmaya­
cağı için yasaklanmalıdır. Zira suç bir hastalık ceza da bir te­
davi olarak görülmelidir toplumun intikam alması olarak değil.
1 0. Herhangi bir toplumun eyalet yahut milletin yasalanna
göre mahkum edilen her birey bu toplumun bir parçası olma­
yı kabul etmediğini beyan ederek kendisine dayatılan cezayı
reddetme hakkına her halükarda sahip olacaktır. Ancak bu
takdirde toplum da onu kendi içinden atma ve güvence sunup

1 60
koruma altına almayı reddetme hakkına sahip olur. O zaman
da ilgili mahkum en azından o toplum çerçevesinde kendini
orman kanunlarıyla ve göze göz dişe diş kuralıyla yüz yüze
bulacaktır. Dolayısıyla toplumun umurunda olmaksızın soy­
guna uğrayabilir, kötü muamele görebilir hatta öldürülebilir.
Herkes onu zararlı bir hayvan gibi görüp defetmek isteyebilir.
Bununla birlikte kimse onu kendine bağlayamaz ve köle gibi
kullanamaz.

Örgütlenme Hakları
İşçilerin kooperatif örgütlenmeleri tarihte yeni bir olgudur;
bunların doğuşuna şimdilerde tanık oluyoruz. Bu örgütlenme­
lerin hiç kuşkusuz göstereceği devasa gelişmeyi ve gelecekte
bu gelişmenin yol açacağı yeni siyasal ve toplumsal koşullan
şimdiden kestirebiliriz ama kesin olarak tayin edemeyiz. Gü­
nün birinde komünlerin (beldelerin) eyaletlerin hatta mevcut
devletlerin sınırlarım aşıp tüm insan toplumunun yeniden ku­
ruluşuna hayat vermeleri muhtemel hatta kuvvetle muhtemel­
dir. Böylece bu toplum artık uluslara göre ayrışmayıp siyasetin
değil üretimin ihtiyaçlarına göre birbirlerinden ayrılan farklı
sanayi gruplarına göre ayrışacaktır. Bu geleceğin soru-nudur.
Bize gelince bir tek mutlak ilke koyabiliriz: amaçlan ne
olursa olsun bütün örgütlenmeler tıpkı bireyler gibi mutlak
bir özgürlükten yararlanmalıdır. Ne toplum ne de toplumun
herhangi bir parçası yani komün (belde) eyalet veya uluslar öz­
gür bireylerin herhangi bir dini, siyasi, bilimsel, sınai sanatsal
amaçla hatta çocuklara bulaşmamak kaydıyla safdil ve budala­
ların sömürülmesi suretiyle toplumu yozlaştırma hedefiyle bile
özgürce birleşme hakkına engel olamaz.
Şarlatanlarla ve tehlikeli örgütlenmelerle mücadele etmek
sadece toplumun ortak yargısının işidir. Ama amaçlan kural­
ları, tüzüğü toplumun kuruluş yasalarının temel kurallarına
aykırı ve bütün üyeleri tam bir eşitlik ve mükemmel bir müte­
kabiliyet ilişkisine sahip olmayan herhangi bir örgütlenmeye

1 61
bir kolektif bünye olarak toplumsal güvence sağlamayı, onu
hukuken tanıyıp, siyasi ve medeni haklannı tanımayı reddet­
mek de toplumun hem hakkı hem de ödevidir. Buna karşılık sırf
kurallara uygun olmadık.lan için toplumsal güvenceye sahip
olmayan bir örgütlenmeye üye olan bireyleri aynı haklardan
mahrum edemez.
Bu takdirde kurallara uygun olan ve olmayan örgütlenmeler
arasındaki fark şöyle tarif edilebilir: hukuken kolektif bünyeler
olarak tanınan örgütlenmeler bu sayede kendileriyle yaptık.­
lan sözleşmelere uymayan kendi üyeleri olan veya olmayan
bireyleri ve başka kurallara uygun örgütlenmeleri yargıya ta­
şıyabilirler. Hukuken tanınmamış örgütlenmeler ise kolektif
bünyeler olarak bu hakka sahip olmayacaktır. Aynı şekilde
bu örgütlenmeler herhangi bir hukuki sorumluluk taşımazlar,
yaptık.lan anlaşmalar onlann kolektif varlığını tanımamış olan
toplum nezdinde yok hükmünde olur. Bununla birlikte bu du­
rum bu örgütlenmelerin üyelerinin bireysel olarak üstlendikleri
yükümlülükleri ortadan kaldırmaz.

Ulusal Düzeyde Siyasal Örgütlenme


Bir ülkenin eyalet, bölge, kaza ve beldelere, yahut Fransa'da
olduğu gibi eyalet ve komünlere bölünmesi tabii ki tarihi alış­
kanlıklara güncel gereklere ve her ülkenin kendine özgü özel­
liklerine göre olur.
Bu konuda kendi bünyesinde özgürlüğü cidden örgütlemek
isteyen her ülke için sadece iki ortak ilke olmalıdır: Birincisi her
tür örgütlenme aşağıdan yukan doğru, komünden (beldeden)
ülkenin merkezi birliğini ifade eden devlete doğru federasyon
yoluyla gelişmelidir. İkincisi Devlet ile komün arasında eyalet
bölge yöre gibi en azından bir özerk dolayım olmalıdır. Aksi
takdirde bu kavramın en dar anlamında komün daima devletin
tek yönlü ve despotik tarzda merkezileştirici baskısına dayana­
mayacak kadar zayıf kalır. Despotizmin kaynağı daima kralla­
nn doğal olarak despotik eğilimlerinden ziyade devletin mer-

1 62
kezileştirici örgütlenmesinden ötürü olduğu için ve Fransa'da
iki kez tanık olduğumuz gibi bu durum her ülkeyi kaçınılmaz
olarak monarşik Fransa'nın despotik rejimine sürükler.
Her ülkenin siyasal örgütlenmesinin temeli mutlak surette
özerk olan, daima eşit olarak kabul edilen reşit kadın ve erkek
bütün yerleşik kimselerin çoğunluğunun oylannı temsil eden
komün olmalıdır. Yönelimleri ve iç işleyişinde hiçbir iktidann
komün hayatına karışma hakkı olmamalıdır. Komün idare ve
yargıdaki bütün memurlan seçip geri çağırabilmelidir. Hiçbir
başka denetime tabi olmadan komünün mallannı ve maliye­
sini idare edebilmelidir. Her komün kendi yasama düzenini ve
kendi anayasasını her hangi bir üst merciden bağımsız olarak
yaratma konusunda tartışmasız hakka sahip olacaktır. Ama bir
eyalet federasyonuna katılırken ve eyaletin asli bir parçası ha­
line gelirken mutlaka kendi özel nizamını eyalet anayasasının
temel ilkelerine uyumlu hale getirmeli ve bunun eyalet mecli­
sinde (parla-mento) oylanarak kabul edilmesini sağlamalıdır.
Yine aynı şekilde komün eyalet mahkemesinin hükümlerine
tabi olmalı ve eyalet parlamentosunda kabul edildikten sonra
eyalet hükümeti tarafından kendisine tebliğ edilen tedbirlere
uymalıdır. Aksi takdirde eyalet mertebesinde yasa dışı durumu­
na düşüp ortak topluluğun güvencesinden ve dayanışmasından
mahrum olur.
Eyalet özerk komünlerin özgür federasyonundan başka bir
şeyi ifade edemez. Eyalet parlamentosu ya tüm komünlerin
temsilcilerinden oluşan tek bir meclise (parlamento) sahip ola­
bilir yahut biri komün temsilcilerinden diğeri de komünlerden
bağımsız tüm eyalet seçmenlerinin seçtiği vekillerden oluşan
iki meclise sahip olabilir. Eyalet parlamentosu komünlerin iç
idari işleyişine kanşmadan bünyesinde yer almak isteyen ko­
münlerin hepsini bağlayacak olan eyalet anayasasını teşkil
eden temel ilkeleri tesis eder.
[Bu ilmihalin ilkelerini esas alan] Parlamento hem bireylerin,
örgütlenmelerin ve komünlerin karşılıklı hak ve ödevlerini hem
de kendisi tarafından belirlenen yasalara uymamalan halin-

1 63
de her birine dayatılacak yaptınmlan eyaletin yasama esaslan
olarak oylayarak belirler. Buna karşılık esasa dair olanlar hariç
olmak kaydıyla tali konularda komünlerin kendi yasama karar­
larıyla eyaletin kararlarından uzaklaşma hakkı olmalıdır. Tek­
düzeliğe değil sahici yaşayan bir birliği hedefleyen ve daha ya­
kın bir birliğe erişmek için deneyime, zamana ve ortak yaşamın
gelişmesine, komüne özgü inanç ve ihtiyaçlara tek kelimeyle
özgürlüğe güvenen ve asla eyalet iktidarının baskı ve şiddetine
razı olmamalıdır. Zira şiddetle dayatıldığında dahi gerçek hem
de adalet yalan ve haksızlık olur.
Eyalet parlamentosu komünler federasyonunun kurucu ana­
yasasını hazırlayarak hem komünlerin karşılıklı hak ve ödevle­
rini hem de eyalet hü.kümeti, eyalet mahkemesi ve eyalet parla­
mentosu mertebelerindeki hak ve ödevlerini belirler. Bu meclis
gerek tüm eyaletin ihtiyaçlarınca gerek ulusal parlamentonun
kararlarınca belirlenen tedbir ve tertibatla yasaları oylayacak­
tır; bu meyanda gerek eyaletin gerekse de komünün özerkliğini
göz ardı etmeyecektir. Komünlerin iç idaresine karışmazken
her birinin hem ulusal hem eyalet düzeyindeki vergilerdeki
hissesini tanzim edecektir. Nihayet eyalet parlamentosu daima
seçimle belirlenmiş olan eyalet hü.kümetinin bütün kararlarını
irdeleyip önerilerini kabul veya reddedecektir. Yine seçimle be­
lirlenmiş olan eyalet mahkemesi bireylerle komünler birliklerle
komünler hepsinden önce komün ile eyalet parlamentosu ve
hükümeti arasındaki bütün davaları temyizsiz olarak yargıla­
yacaktır.
Ulus özerk eyaletlerin federasyonundan başka bir şey değil­
dir. Ulusal parlamento ya bütün eyalet temsilcilerinden teşkil
eden bir tek kamaradan yahut biri eyalet temsilcilerini diğeri
tüm ulusal nüfusun eyaletlerden bağımsız olarak seçtiği tem­
silcileri içeren iki kamaradan oluşabilir. Bu meclis eyaletlerin
iç işlerine ve içlerindeki siyasi hayata hiçbir biçimde karışma­
dan ulusal birliğe katılmak isteyen tüm eyaletler için bağlayıcı
olacak olan ulusal toplum sözleşmesini oluşturacak olan temel
ilkeleri belirleyecektir.

1 64
lflusal parlamento ulusal yasalan tayin edip eyalet yasalan­
nın da asla temelde değil ama ikincil noktalarda ayk.ın olma­
sını kabul eder. Eyaletler federasyonunun kurucu anayasasını
belirleyip ulusun tamamının ihtiyaçlannın gerektirdiği bütün
yasalan, düzenleme ve tedbirleri oylayarak kabul eder, ulusal
vergileri belirleyip ilgili komünlere dağıtır, bütün akitleri in­
celer ulusal yürütmeyi ifade eden hükümetin önerilerini kabul
yahut reddeder, ulusal ittifaklar kurar, savaş yahut banş ilan
eder ve belirli bir süre için bir ulusal ordu kurulmasını emret­
me hakkının tek sahibi olur. Hükümet sadece kendi iradesinin
uygulayıcısı olur.
lflusal mahkeme bireylerin, birliklerin, komünlerin kendi
aralannda yahut eyalet ile olan davalarla eyaletler arasındaki
tartışmalan temyizi olmaksızın yargılayabilir. Yine kendi yar­
gısına ahi olan devlet ile eyalet arasındaki davalarda eyaletler
eğer bir gün kurulmuş olursa uluslararası mahkemeye başvu­
rabilir.

Uluslararası Federasyon
Federasyon yukandaki ve aşağıdaki temellerde birleşen bü­
tün uluslan kapsar. Büyük devrim anı gelip çattığında halkın
kurtuluşunun ışığını takip eden tüm uluslann el ele verip kalıcı
ve sıkı bir ittifak kurarak gericiliğin emrindeki ülkeler koalis­
yonunun karşısına dikilmesi muhtemeldir ve çok arzu edilir.
Bu ittifak gelecekte yeryüzünün tamamını kaplaması gereken
halklann evrensel federasyonunu oluşturmalıdır. Devrimci
halklann uluslararası federasyonu birer uluslararası parlamen­
to, mahkeme ve yönetici komite ile donanıp tabii ki devrimin
ilkelerine bağlı olmalıdır. lfluslararası siyasette uy-gulanması
gereken bu ilkeler şunlardır:
Küçük ya da büyük, zayıf yahut güçlü her ülke, her ulus, her
halk, her bölge, her eyalet, her komün kendi kaderlerini tayin
hakkına sahip olmalı, kendine ait gereklilikleri belirleyebilmeli
ittifaklannı seçebilmeli, kendi irade ve ihtiyaçlanna göre bir-

1 65
leşmeye yahut ayrılmaya sözümona tarihsel haklara veyahut
devletlerin siyasi, ticari veya stratejik ihtiyaçlannı dikkate
almadan karar verebilmelidir. Parçalann bir bütün halinde
birleşmesinin sahici verimli ve güçlü olabilmesi için mutlaka
özgür olması gerekir. Bu birleşmenin sadece tek tek parçala­
nn karşılıklı cazibesinin ve kendi içlerindeki yerel ihtiyaçlann
sonucu olması gerekir; bu cazibeyi ve ihtiyaçtan tayin edecek
olanlar da sadece kendileridir.
Özgürlük ilkesine aykın olan sözümona tarihsel hak fikrinin
ve iğrenç fetih hakkının ortadan kaldırılması .
Devletin kutsanması, büyütülmesi ve güçlendirilmesi yö­
nündeki politikanın mutlak surette reddedilmesi gerekir. Zira
bunlar her ülkeyi surlar arkasında tecrit edip bağnndan tüm
insaniyet kalıntılannı dışlar, her ülkeyi mutlak surette kendi
kendine yetmeye her bakımdan insani dayanışmadan mahrum
olarak kendi kendine örgütlenmeye zorlar, kendi refahını ve
zaferini başka uluslara kötülük ederek temin etmeyi dayatır;
mecburen içten içe köleleşmiş fetihçi bir ülke haline gelmesine
yol açar.
Bir ülkenin zaferi ve büyüklüğü sadece insaniyetinin geliş­
mesinden ibarettir. Gücü, birliği bağnndaki hayatiyetin büyük­
lüğü sadece onun özgürlük derecesiyle ölçülebilir. Özgürlük
temel olarak ele alındığında zorunlu olarak birliğe vanlır. Ama
birlikten hareket edildiğinde özgürlüğe güçlükle vanlabilir hat­
ta asla vanlamayabilir. Eğer vanlabilirse de ancak özgürlükten
mahrum olarak sağlanmış bir birliği yok ederek vanlabilir.
Bireylerin olduğu gibi uluslann refahı ve özgürlüğü de da­
yanışmacıdır; o halde bütün federe ülkeler arasında mutlak
surette ticaret mübadele ve iletişim özgürlüğü olmalıdır. Sınır­
lar pasaportlar ve gümrükler kaldınlmalıdır. Bir federe ülkenin
her yurttaşı aynı federasyona bağlı tüm diğer ülkelerde tüm
medeni haklardan yararlanabilmeli, kolaylıkla yurttaşlık elde
edebilmeli ve tüm siyasi haklardan yararlanabilmelidir.
Bireylerin ve dayanışma içindeki kolektif bünyelerin hepsi
için özgürlük. Bütün diğerlerinin özgürlükleri tehdit altında

1 66
olmaksızın ve tehdit altında hissetmeksizin hiçbir ulus, hiçbir
eyalet, hiçbir komün ve birlik baskı altında tutulamaz. Ulusla­
rarası federasyonun kutsal ve temel ilkesi •hepimiz birimiz ve
birimiz hepimiz için• olmalıdır.
Federe ülkelerden hiçbirinin sürekli ordusu ve yurttaşla as­
keri birbirlerinden ayıran herhangi bir kurumu olmamalıdır.
İflasın, yozlaşmanın, sersemleşmenin içten içe gelişen zorbalı­
ğın nedeni olan sürekli ordular ve askerlik mesleği ayrıca tüm
diğer ülkelerin refahına ve bağımsızlığına yönelik bir tehdittir.
Her reşit yurttaş gerektiğinde kendi yuvasının ve özgürlüğün
savunusu için ihtiyaç halinde asker olabilmelidir. Aşağı yukarı
Amerika Birleşik Devletleri'nde ve İsviçre'de olduğu gibi her
ülkede maddi silahlanma komünler ve eyaletler mertebesinde
örgütlenmelidir.
Uluslararası parlamento ya bütün ulusların temsilcilerinden
teşkil eden bir tek kamaradan yahut biri bütün ulusların bu
aynı temsilcilerinden oluşan bir kamarayla uluslararası fede­
rasyonun tüm seçmenlerinin doğrudan temsilcilerinin ulusal
aidiyetlerine bakılmaksızın seçtiği temsilcilerden oluşan ikinci
bir kamaradan oluşur. Federal parlamento uluslararası toplum­
sal sözleşmeyi ve federal yasama kararlarını alır ve bu yasama­
yı gerektiğinde geliştirip değiştirme misyonuna sahip tek merci
de bu parlamento olur.
illuslararası mahkemenin devletlerle bu devletlerin karşılık­
lı eyaletleri nezdinde en yüksek yargı mercii olmaktan başka
misyonu yoktur. İki federe devlet arasında çıkabilecek anlaş­
mazlıklara gelince; bu konularda ilk ve son kertede hüküm ver­
me yetkisi uluslararası parlamentoda olmalıdır. Bu parlamento
gerici koalisyon karşısında tüm ortak siyasi konularda ve savaş
konusunda devrimci federasyonun tamamı adına temyizi ol­
madan karar alabilecektir.
Hiçbir federe devlet bir başka federe devlete karşı savaş aça­
mayacaktır. illuslararası parlamento bir kez hüküm verdiğinde
mahkum olan devlet buna boyun eğmek zorundadır. Aksi tak­
dirde federasyonu oluşturan tüm devletler onunla ilişkilerini

1 67
kesip onu federal yasalann, federal cemaatin ve dayanışma
ilişkisinin dışında kabul ederek herhangi bir saldınsına karşı
dayanışma içinde seferber olacaktır.
Devrimci federasyonun birer parçası olan tüm devletler
bunlardan herhangi birinin federe olmayan bir devletle sa­
vaş haline girmesi durumunda bu savaşta aktif olarak yer al­
makla yükümlüdür. Her federe devlet bir savaş ilan etmeden
önce bu niyetini uluslararası parlamentoya bildirip ancak bu
merci savaş için yeterli neden olduğuna karar verdiği takdirde
bunu yapabilir. Bu konuda olumlu bir kanaate vanldığı takdir­
de federal yürütmenin siyasal yönetimi tehdide maruz kalan
devletin davasına sahip çıkıp yabancı saldırgan devletten tüm
devrimci federasyon adına acilen tutumunu düzeltmesini iste­
melidir. Buna karşılık parlamento gerçekten bir saldın ve tehdit
olmadığına kanaat getirirse şikayetçi devletten bir savaşa gi­
rişmemesini isteyecek ve eğer buna girişirse tek başına yapmak
zorunda olacağını bil-direcektir.
Federe devletlerin zamanla federal bir diplomatik temsile
razı olup kendilerini kendi başlanna temsil etme lüksünün yı­
kıcı sonuçlanndan kaçınacaklannı umut etmek gerekir.
Kısıtlı bir devrimci uluslararası federasyon devrimin yukan­
da ve aşağıda belirtilen ilkeleri çerçevesinde ve etkin ve mili­
tanca bir dayanışma içinde bu federasyona sonradan katılmak
isteyecek olan halklann bu talebine bu ilkelerin hiçbirinden
taviz vermeksizin daima açık olmalıdır. Dolayısıyla federasyo­
na sadece (bu ilmihalde) hatırlatılan ilkelerin tümünü benimse­
yenler dahil olabilecektir.

Toplumsal Örgütlenme
Siyasal eşitlik olmadan sahici bir siyasal özgürlük olmaz ve
siyasal eşitlik ancak ekonomik ve toplumsal eşitlik sağlanınca
olabilir.
Eşitlik bireysel farklıhklan ve bireylerin entelektüel, ahla­
ki ve fiziki kimliğini bir hizaya getirmek değildir. Yetenek ve
güçlerin çeşitliliği, bireylerin ırk, millet, cinsiyet ve yaşlan ba-

1 68
kınımdan farklılıklan bir toplumsal talihsizlik olmak bir yana
tam aksine insanlığın zenginliğini ifade eder. Ekonomik ve top­
lumsal eşitlik de her bireyin yeteneklerinin, üretken enerjisinin
ve tasarruflannın sonucu olan kişisel servetlerinin eşitlenmesi
demek değildir.
Eşitlik ve adalet sadece bir tek şeyi gerektirir: dünyaya gelen
her insan çocukluğundan gençliğine kadar ve yetişkin olana
dek önce eğitimi ve yetişmesi için sonrasında da doğanın ça­
lışmak için herkese bahşettiği farklı güçleri kullanması için eşit
gelişim imkanlanna sahip olmasını sağlayan bir toplum düzeni
bulmalıdır ve bu da doğaya değil topluma bağlıdır. Adaletin
herkes için öngördüğü başlangıç noktasındaki bu eşitlik miras
hakkı var olduğu müddetçe mümkün değildir.
Adalet de insan haysiyeti de herkesin sadece kendi eseri­
nin çocuğu olmasını gerektirir. Tevarüs edilen günah, utanç
ve mükellefiyetler hakkındaki dogmayı nefretle red ediyoruz.
Aynı nedenle erdemin onurun ve haklann da tevarüs edildiği­
ne dair gerçek dışı kurguyu da reddetmeliyiz ; elbette servetin
miras yoluyla devredilmesini de reddederiz. Herhangi bir ser­
vetin mirasçısı olan kimse tam anlamıyla kendi eserinin evladı
olmaktan çıkar başlangıç noktasından itibaren ayncalıklıdır.
Miras hakkı reddedilmeli. Bu hak var olduğu müddetçe sınıf­
lann mevkilerin ve servetlerin arasındaki farklar tek kelimey­
le toplumsal eşitsizlik ve ayncalıklar da hukuken değilse bile
fiilen var olmaya devam eder. Ama bir olgu olarak eşitsizlik
daima haklar bakımından eşitsizliği de beraberinde getirir: top­
lumsal eşitsizlik de kaçınılmaz olarak siyasal eşitsizlik haline
gelir. Daha önce söylediğimiz gibi de siyasal eşitlik olmadıkça
da bu kelimenin evrensel, insani ve gerçekten demokratik an­
lamında özgürlük olamaz. Bu durumda da toplum daima eşit
olmayan iki kısma bölünür. Tüm halk yığınını ifade eden deva­
sa çaptaki birinci kısımdakiler öteki kısımdakiler tarafından sö­
mürülür. Demek ki miras hakkı özgürlüğün muzaffer olmasına
aykındır; toplum özgür olmak istiyorsa miras hakkını ortadan
kaldırmalıdır.

1 69
Kaldırmalıdır çünkü bir kurguya dayanan bu hak özgürlük
ilkesinin ta kendisine aykırıdır. Siyasal ve toplumsal bütün bi­
reysel haklar gerçek ve canlı bireye ilişiktir. Öldükten sonra
artık mevcut olmayan bir bireyin iradesi de kurgusal olarak var
sayılamaz ve ölü biri adına canlılar ezilemez. Eğer ölmüş olan
birey iradesinin hayat bulmasına önem veriyorsa becerebildiği
takdirde gelip bunu bizzat yerine getirsin. Ama toplumun tüm
gücünü ve hukukunu onun var olmayan varlığının hizmetine
koşmasını isteme hakkına sahip olamaz.
Veraset hakkının meşru ve ciddi amacı daima gelecek ku­
şakların kendilerini geliştirip insan olmalannı teminat altına
almalarını sağlamaktır. Dolayısıyla sadece kamu eğitim ve
öğrenim fonlan geçmiş birikimi tevarüs etme hakkına sahip
olmalıdır; bunun karşılığında da doğduklan andan erişkin yaşa
gelip tam bağımsızlıklarını kazanıncaya dek bütün çocuklann
bakım, eğitim ve yetiştirilme yükümlülüğünü üstlenmek zorun­
dadır. Böylelikle bütün ebeveynler de çocuklannın geleceğin­
den emin olurlar; öte yandan herkesin eşit olması her bireyin
ahlaklı olarak yaşaması için temel bir koşul olduğundan ve her
tür ayrıcalığın bir ahlaksızlık kaynağı olmasından ötürü ço­
cuklarına sevgiyle bağlı olan bütün ebeveynlerin onlann kibirli
değil insani haysiyet sahibi olmalannı arzu etmeleri makuldür;
öyle ki onlara bir miras bırakabilecekleri halde de bu mirasın
onlan ayrıcalık sahibi kılmasını değil en tam bir eşitlik düze­
yinde olmasını tercih etmeleri de öyle.
Miras hakkından doğabilecek olan eşitsizliğin ortadan kal­
dınlmasıyla yine de kayda değer biçimde azalmış bile olsa
bireylerin yeteneklerinin farklı olmasından, üretken enerji ve
güçlerinden ileri gelen bir eşitsizlik kalacaktır; ama bu farklı­
lık da tümüyle ortadan kalkmasa da eğitimin etkisiyle giderek
azalacaktır; kaldı ki miras hakkı ortadan kaldırıldığı takdirde
bu eşitsizlik de gelecek kuşaklann omuzunda bir yük olmaya­
caktır.
Emek/çalışma zenginlik yaratmanın yegane kaynağı olduğu­
na göre, kuşkusuz her birey ya ormanlarda veya çöllerde yaba-

1 70
ni hayvanlar arasında yaşamayı yahut açlıktan ölmeyi seçmek­
te de özgürdür; ama toplum içinde yaşamayı tercih edenler ya
hayatını kendi emeği ile kazanmayı seçmek zorundadır yahut
bir hırsız gibi başkasının emeğini sömüren bir asalak sömürücü
olarak görülme riskine razı olacaktır.
Emek insan haklarının ve haysiyetinin temel dayanağıdır.
Zira insan sadece bilinçli ve özgür emeğiyle yaratıcı olur ve
aynı zamanda da böylelikle hem dış dünya hem de kendi
hayvani varlığı karşısında bir zafer elde edebilir; insaniliği ve
hukuku medeni dünyayı yaratır. Antik dünyada olduğu gibi
feodal toplumda da bir aşağılanma olarak telakki edilen çalış­
ma bugün hala öyle görülmektedir; itibarlı olduğu hakkın da
her gün işittiğimiz lafızlara rağmen çalışmanın ahmakça aşa­
ğılanmasının iki kaynağı vardır: bunlardan birincisi eskilerin
özelliklerini yansıtan bir inanıştır ki bugün hala pek çok gizli
taraftan vardır. Bu inanışa göre insani toplumun herhangi bir
parçasının bilimi sanatı hukuku öğrenip uygulamak suretiy­
le insanileşme imkanlarını elde edebilmesi için, tabiatıyla
çok daha kalabalık olan diğer parçasının köle gibi çalıştırıl­
ması gerekir. Antik uygarlığın bu temel ilkesi o mede-niye­
tin mahvolmasına neden olmuştur. Yurttaşların teşvik edilen
tembellik ayrıcalığı nedeniyle yozlaşan ve düzeni bozulan kent
uygarlığının kuyusu göze görünmez biçimde ve yavaş yavaş
kazılmaktaydı. Zoraki de olsa çalışmanın özgürleştirici gücüne
sahip olan köleler ayakta kalırken onların büyük kısmıyla aynı
kökenden gelen barbar halkların saldırılan altında bu kent uy­
garlığı yıkıldı.
Kölelerin dini olan Hristiyanlık bu antik uygarlığı yıkarken
yerine bir benzerini kurdu. Tabii ki fetih hakkından ileri ge­
len eşitsizliğin üzerinde hidayetin ve tann tarafından seçilmiş
olmanın ayrıcalığı bahanesiyle insan toplumu yeniden ikiye
bölündü: asillerle avam takımı, serflerle efendiler ayrıştı. Silah
kullanma ve yönetme meslekleri asillere mahsus olurken aşa­
ğılık ve lanetli kabul edilen çalışma da serflere kalıyordu. Aynı
neden aynı sonuçlan kaçınılmaz olarak doğurdu: aylaklık ne-

1 71
deniyle asabi ve maneviyatsız durumdaki asiller sınıfı 1 789'da
isyan edip birleşen ve güç haline gelen serflerle işçilerin in
darbeleri altında yıkıldı.
Böylece emeğin özgürlüğü hukukunun tanındığı ilan edilmiş
oldu. Ama sadece hukuken ; zira fiilen çalışma hala onursuz ve
kölece bağımlı bir meşgale kabul ediliyordu.
Bu köleliğin birinci kaynağı tam olarak insanlann siyaseten
eşitsiz olduğu hakkındaki dogmadan ileri geleni 1 789 devri­
mi ile ortadan kalkmış olduğu için çalışmanın aşağılanması­
nın ikinci bir nedene dayandınlmasına gerek vardı; bu da kol
emeği ile kafa emeğinin ayırılmasından başka bir şey değildir.
Antik çağdan beri gelen eşitsizliği yeni bir biçim altında yeni­
den üreten bu aynın hala güçlü bir biçimde varlığını koruyarak
dünya toplumunu iki kampa ayım: artık yasa yoluyla değil
sermaye yoluyla ayncalıklı hale gelmiş olan azınlık ile yasal
ayncalığın tek hukukuna göre değil açlık zoruyla çalışmaya
zorlanan çoğunluk.
Doğrusu günümüzde emeğin itibarı teorik olarak kabul edil­
mektedir ve kamuoyu açısından çalışmadan yaşamak utanç ve­
rici kabul edilir. Ne var ki bir bütün olarak kabul edilen insan
emeği esasen iki kısma aynlır; bunlardan tartışmasız olarak
asaleti kabul edilen fikir emeği, bilim, sanat ve sanayide bi­
lim ve sanat uygulamaları, fikir üretimi, kavramlaştırma, icat,
hesap gibi işler, işgücünün genel olarak yahut tali düzeyde
yönetimine dair işlerle hükümet işlerini kapsar; diğeri ise ta­
mamen mekanik bir faaliyete indirgenmiş olan ve zekayı, dü­
şünceyi içermeyen kısmı ifade eder. İşbölümünün şu ekonomik
ve toplumsal kanunu uyarınca sermayenin ayncalık tanıdıkları
ve bireysel yetenekleri nedeniyle en az hissesi olanlar da dahi
olmak üzere birinci kademede yer alıp halka da ikinci kısmı
bırakır. Bu durumdan üç zarar hasıl olur: birincisi sermayenin
ayncalık gösterdiklerine nasip olur; ikincisi halk yığınlannın
payına düşer; bunların her ikisinden de kaynaklanan üçüncüsü
ise zenginliklerin üretilmesi, refah ve adaletle toplumun tama­
mının zihinsel ve ahlaki gelişmesine ilişkin bir zarardır.

1 72
Ayrıcalıklı sınıflann uğradıklan zarar şudur : toplumsal iş­
levlerin en iyilerini kendilerine ayıranlar entelektüel ve ahlaki
alanda git gide daha küçülen bir yer bulabildiler kendilerine.
Fikir, bilim ve sanat alanında bir gelişme sağlayabilmek için
belli bir ölçüde boş zamana sahip olmak gerektiği çok doğru­
dur; ama bu boş zamanın gündelik çalışmanın keyifli yorgun­
luğunu takip eden hak edilmiş bir boş zaman olması gerekir; bu
adil bir boş zaman olmalı ve bunu elde etme ihtimali tamamen
bireyin yeteneğiyle iyi niyetine ve az çok enerji sarf etmesi­
ne bağlı olması gereken bu boş zamanın toplumsal bakımdan
herkes için eşit olması icap eder. Bunun aksine ayrıcalık olarak
gelen her boş zaman zihni pekiştireceğine asabileştirir, mane­
viyatını bozar ve öldürür. Bütün tarih bunu gösterir: birkaç
istisna bir yana servet ve kanlı ilişkiler çerçevesinde ayrıcalık
sahibi olan sınıflar fikir üretimi ba-kımından en az üretken
olanlardır; bilim sanat ve sanayi alanında en büyük keşiflerin
çoğu gençliklerini ağır işlerde geçirmeye mecbur kalmış kimse­
ler tarafından yapılmıştır.
İnsan tabiatı öyledir ki zarar ihtimali eksik olmaz ve bire­
yin ahlakı onun kendi iradesinden çok varlık koşullanna ve
içinde yaşadığı ortama bağlıdır. Bu açıdan ve pek çok başkası
bakımından toplumsal dayanışma yasası acımasızdır; öyle ki
bireylerin maneviyatını yükseltmek için onlann bilinci kadar
toplumsal varlıklannın tabiatıyla da ilgilenmek gerekir. Ay­
nca ne toplum ne de birey açısından maneviyatı yükseltmek
için en mükemmel eşitlik içinde özgürlükten daha iyi bir yol
yoktur. En samimi demokratı alıp herhangi bir tahtın üzerine
oturtun hemen oradan inmezse mutlaka rezilin teki haline ge­
lir. Aristokrat olarak doğan bir kimse eğer mutlu bir tesadüf
eseri kendinden iğrenip nefret etmezse ve aristokrat olmaktan
utanmıyorsa mutlaka beş para etmez yahut kötü biri olur; iç
geçirerek geçmişini özleyen, bugünde bir işe yaramayan ve
gelecekte ihtiraslı bir düşman haline gelecek biri olur. Aynı
şekilde sermayenin ve keyif ayncalığının sevgili çocuğu burju­
va boş zamanını yozlaşma, sefahat ve aylaklıkla değerlendirir.

1 73
Veyahut bu boş zamandan daha çok işçiyi köleleştirmek üze­
re korkunç bir silah olarak yararlanır; böylece kendine karşı
1 793 'tekinden daha korkunç bir devrimi tetiklemeye vanr.
Halkın çektiği eziyetin anlaşılması ise daha kolaydır: baş­
kaları için çalışır ve özgürlükten keyiften ve zekadan yoksun
olduğu için alçaltıcı olan onu küçük düşürür ezer ve öldürür.
Başkası için çalışmaya zorlanmıştır zira sefalet içinde doğmuş
her türlü ak.la dayalı eğitimden ve bilgiden yoksun, dini etki­
ler yüzünden manevi olarak köleleştirilmiştir; hayata atılırken
silahsız, itibarsız ve girişim yeteneğinden mahrum olarak ve
kendi iradesi olmadan atılmıştır. Küçük yaştan itibaren hazin
hayatını kazanmak için açlığın zoruyla fiziki gücünü satmak
zorunda kalmış en kötü koşullar altındaki işi ona başka bir iş
bulmak için maddi bir imkan bırakmaz, bunu aklına bile ge­
tiremez. Sefalet yüzünden küçülmüş umutsuzluğa kapılmıştır.
Zaman zaman isyan eder. Ama birlik ve düşüncenin sağladığı
güçten yoksun olduğu için önderleri tarafından yanlış yönlen­
dirildiği hatta onların ihanetine uğradığı ve satıldığı için ve
çektiği eziyetlerle nasıl baş edeceğini bilmeden sık sık yanlış
yönlere gittiğinden en azından şimdiye kadar isyanlarında ba­
şarısızlığa uğramış ve kısır kavgalardan yorulmuştur. Daima en
eski kölelik koşullarına geri düşmüştür.
İşçi güçlerinin kolektif eylemine maruz kalmayan sermaye
onu sömürmeye devam ettikçe iyi örgütlenmiş bir toplumda
herkese eşit olarak dağıtılmış olacak olan eğitim ayrıcalıklı bir
sınıfın çıkarlarına hizmet eder ve çalışmanın manevi boyutu
sadece bu sınıfın payına düşer, halka ise köleleştirilmiş fiziki
güçlerini kabaca uygulamak kalır ve daima kendine ait olma­
yan fikirleri uygulamaya mahkum olur.
Bu adil olmayan ve ölümcül çarpıklık nedeniyle ve adeta
mezbahaya giden bir hayvanınkine dönüşmüş, tamamen me­
kanik hale gelmiş halkın emeği onursuz ve aşağılanmış olur;
bunun tabii bir sonucu olarak da her tür haktan yoksun olur.
Bunun toplum için sonucu ise, siyasi entelektüel ve ahlaki ba­
kımdan korkunç bir eziyettir. Bu ayrıcalığın etkisi sayesinde

1 74
bilim tekelinden yararlanan azınlık hem zihninden hem de
yüreğinden yara alır; öyle ki eğitim aldıkça sersemleşir; zira
ayrıcalıklı ve pişkin bir zekadan daha kötü ve kısır bir şey
olamaz. Öte yanda bilimden tamamen yoksun kalmış mekanik
bir gündelik çalışmayla ezilmiş halka gelince, doğal zekasını
geliştirmek bir yana, ahmaklaşır; kendisine kurtuluş yolunu
gösterecek ışıktan mahrum zoraki tıkıldığı izbesinde debelenir;
daima kalabalık olmanın verdiği güç elinde olduğu için de da­
ima toplumun varlığını tehlikeye atar.
O halde kafa emeği ile kol emeği arasındaki haksız aynlığın
başka türlü tesisi gereklidir. Toplumun iktisadi üretim faaliyeti
de bu durumdan büyük ölçüde zarar görür; beden faaliyetinden
kopartılmış olan zeka asabileşir kurur solar, zekadan ayrılmış
olan insanlığın beden gücü ise sersemleşir ve bu suni ayrılık
halinde kimse yapabileceğinin ve yapması gerekenin yansın­
dan fazlasını üretemez yeni bir toplumsal sentezde bir araya
geldiklerinde ise tek bir üretken faaliyet ortaya koyabilirler. Bi­
lim adamı çalışmaya, çalışanlar da düşünmeye başladıklannda
akıllı ve özgür emek insanlık için en büyük zafer nişanı olur;
haysiyetinin ve hak ettiklerinin dayanağı, insani gücünün yer
yüzünde meydana çıkışı sağlanır ve insanlık oluşur.
Akıllı ve özgür emek mutlaka ortaklaşa emek olur. Herkes
birleşme örgütlenmede yahut bunu yapmama konusunda öz­
gür olur; ama hiç kuşku yok ki doğal olarak bireyin zekasının
kendi üzerinde yoğunlaşması gereken hayal gücüne dayalı ça­
lışmalar bir yana, ortaklaşa çalışmayı gerektiren bütün sınai
hatta bilimsel ve sanatsal girişimlerde ortaklaşa çalışma herkes
tarafından tercih edilir; bunun nedeni gayet basittir: çünkü or­
taklaşalık herkesin üretken güçlerini muazzam ölçüde arttınr;
ve bir üretim örgütlenmesinde işbirliği içinde üye olan her bi­
rey daha az zamanda ve daha az zahmetle daha çok kazanır.
Üretken ve özgür birlikler köle olmaktan çıkınca kendi ken­
dilerinin efendileri olup ihtiyaç duyacaklan sermayenin sahip­
leri haline gelince bünyelerinde genel eğitim sayesinde özgür­
leşmiş işçi güçlerinin yanısıra girişimleri için özellikle gerekli

1 75
tüm bilgileri buluşturacaktır; yine özgür olarak ihtiyaçlarına
ve tabiatlarına göre kendi aralarında er veya geç bütün ulu­
sal sınırlan aşarak devasa bir ekonomik federasyon ve yanı­
sıra bugün sahip olmadığımız hem geniş çaplı hem de kesin
ve ayrıntılı dünya istatistik bilgisi sayesinde aydınlanmış bir
meclise kavuşurlar ve yönetmek için arz ile talebi uyumlulaştı­
np dünya sanayiinin üretim faaliyetini planlayıp farklı ülkeler
arasında paylaştırabilirler; öyle ki bir daha hemen hemen hiç
ticari ve sinai kriz doğmaz, zoraki durgunluklar ve felaketler
ortaya çıkmaz, eziyet kalmaz sermaye kaybolmaz ; o zaman in­
san emeği her bireyin ve herkesin kurtuluşu sayesinde dünyayı
yeniden yaratır.
Bütün doğal zenginlikleriyle yeryüzü herkese aittir ama sa­
dece onu işleyenlerin mülkü olmalıdır.
Erkekten farklı ama ondan aşağı olmayan, onun gibi zeki
çalışkan ve özgür olan kadın, haklan bakımından olduğu gibi
bütün işlevlerinde, toplumsal ve siyasal ödevleri bakımından
erkeğin eşidi olarak kabul edilecektir.

Aile ve Okul Hakkında


Doğal aile değil mülkiyet ve medeni hukuka dayalı yasal
aile ortadan kaldırılmalıdır. Dini ve medeni nikahın yerini öz­
gür evlilik almalıdır. Farklı cinsiyetlerden iki yetişkin karşılıklı
ilgi ve yüreklerinin arzularına göre ve toplumun bu birleşmeyi
önleme yahut onlan zorla bu birleşme çerçevesinde tutmaya
hakkı olmaksızın istedikleri gibi birleşip ayrılma hakkına sa­
hip olmalıdır. Miras/veraset hakkı ortadan kalktığına ve bü­
tün çocukların eğitimi toplum tarafından üstlenildiğine göre,
evliliğin geri dönüşsüz olmak üzere siyasal ve medeni hukuk
bakımından tasdik edilmesi için öne sürülen gerekçelerin hepsi
ortadan kalkmıştır. İki cinsin birleşmesinin mutlak bir özgür­
lük içinde gerçekleşmesi burada ve her yerde her zaman ciddi
bir ahlakın olmazsa olmaz koşuludur. Özgür evlilikte erkek ve
kadın da mutlak bir özgürlükten yararlanmalıdır. Ne ihtirasın
şiddeti ne geçmişte özgürce kabul edilen haklar birinin diğeri-

1 76
nin özgürlüğüne halel getirmek üzere gerekçe yapılamamalıdır;
bu türden her girişim suç olarak görülmelidir.
Bir kez bir kadın kamında taşıdığı çocuğu dünyaya getirene
kadar toplumun maddi desteğine hak kazanır; bu hak kadına
değil çocuğa tanınır. Çocuklannı besleyip büyütmek isteyen
her kadın da toplumdan bu bakım için gerekli tüm masraftan
ve çocuklar için katlandığı zahmetin karşılığını toplumdan al­
malıdır.
Ebeveynler çocuklannı yanlannda tutma ve onlann eğitimi­
ni üstlenme hakkına sahip olmalıdır; ama bu toplumun vesaye­
ti ve denetimi altında olabilir; toplum her halükarda çocuk.lan
ebeveynlerinden ayırma hakkını ve ödevini elden bırakmama­
lıdır; ister kötü örnek olmalan, ister katı insanlık dışı kural
veya uygulamalan ile çocuğun maneviyatını bozup gelişimini
kösteklemeleri durumunda bu gerekebilir.
Çocuklar ne anne-babalanna ne de topluma aittir; onlar ken­
di kendilerine ve gelecekteki özgürlüklerine aittir. Çocukken
ve bağımsız oluncaya kadar sadece ihtimal olarak özgürdürler;
dolayısıyla yetkili düzenin altında bulunmalıdırlar. Anne-baba
onlann doğal vasileridir. Bu doğrudur ama yasal ve üstün ve­
sayet topluma aittir; toplum onlarla ilgilenme hakkına sahiptir
ve bu onun ödevidir; çünkü toplumun kendi geleceği çocuklara
verilecek entelektüel ve ahlaki yönelime bağlıdır. Toplum an­
cak reşit olmayanlann eğitimini gözetebildiği takdirde yetiş­
kinlere özgürlük sunabilir.
Okul kilisenin yerini almalıdır; aradaki devasa fark şudur ki
kilisenin dini eğitim verirken sözümona tannsal otoriteyle in­
sanın saflığı arasındaki ilişkiyi ebedileştirmekten başka amacı
yoktur. Okul eğitimi ise aksine çocuklann yetişkin hale geldik­
lerinde gerçekten ne olacaklannı önceden tayin etmelidir; bu
eğitim çocuklann tedricen ve gelişerek özgürlüğe hazırlanma­
sından başka bir şey olmamalıdır; bunun için hem fiziki hem
zihinsel güçlerinin hem de iradelerinin üçünün birden gelişmesi
sağlanmalıdır. Akıl, doğru adalet inşana saygı, kendinin bilinci
ve haysiyet, insan haysiyetinin ötekiyle dayanışma içinde ve

1 77
aynlmaz biçimde gelişmesi, kendisi ve başkalan için özgür­
lük aşkı, bütün haklann temeli olarak emeğin kabul edilmesi;
mantıksızlığın, yalanın, adaletsizliğin, alçaklığın, köleliğin ve
aylaklığın aşağılanması işte bunlar kamusal eğitimin temel da­
yana.klan olmalıdır.
Kamusal eğitim önce insan yetiştirmeyi hedeflemelidir; sonra
farklı işçi uzmanlıklannı ve yurttaşlığı geliştirmeye sıra gelir.
Çocuklar büyüdükçe bu eğitim ilerlemeli ve giderek özgürlüğe
daha fazla yer bırak.malıdır. Böylelikle gençler yetişkin hale
geldiklerinde yasa tarafından bağımsızlaşmış olduklannda ço­
cukken nasıl özgürlükten farklı koşullarda yetiştirildiklerini ve
yönlendirildiklerini unutabilmiş olsunlar. Özgürlüğün bir türü
olarclk insana saygı, otoritenin en katı ve mutlak edimlerinde
dahi mevcut olmalıdır. Bütün ahlak eğitimi buradadır; çocuk­
lara bu saygıyı aşılayın o zaman onlan insan haline getirmiş
olursunuz.
Bir kez ilk ve orta öğrenim tamamlandığında, çocuklar bü­
yüklerinin yönlendirilmesiyle ama baskıya maruz kalmadan
yetenek ve ilgilerine göre herhangi bir yüksek okulu yahut
uzmanlık dalını seçeceklerdir. Aynı zamanda her biri en çok
hoşuna giden sanayi kolunu teorik ve pratik olarak öğrenmeye
başlayacaktır. Çıraklıklan sırasında hak edecekleri miktar da
erişkin haline geldiklerinde kendilerine verilecektir.
Reşit olduk.lan zaman genç insan özgür kabul edilecek ve
eylemlerinden sorumlu olacaktır. Çocukluğu sırasında kendisi­
ne sağladığı imkanlann karşılığında toplum ondan üç şey ister:
özgür kalsın, kendi emeğiyle yaşasın ve ötekinin özgürlüğüne
saygı göstersin. Bugünkü toplumun karşı karşıya olduğu suçlar
ve kötü alışkanlıklar sadece kötü bir toplumsal örgütlenmenin
sonucudur. Toplumun örgütlenmesi ve eğitim akla, adalete, öz­
gürlüğe insana saygıya en tam eşitliğe göre yapıldığı takdirde
iyilik kural kötülük de istisnai bir hastalığa indirgenir; ve ah­
laklı kamu oyunun güçlü baskısıyla bu da giderek azalır. Say­
gıyla bakım altındaki yaşlılar, özürlüler, hastalar hem kamusal
hem de toplumsal haklann tümünden yararlanırken masraflan

1 78
toplum tarafından bol bol karşılanacaktır.

Devrimci Siyaset
Temel inancımız odur ki, bütün ulusal özgürlükler daya­
nışmacı oldukları için tüm ülkelerdeki ayn ayn devrimler de
öyle olmalıdır; Bir tek Avrupa ve dünya gericiliği olduğu gibi
hem Avrupa'da olduğu hem de bütün medeni dünyada ayn
ayn devrimler değil bir tek evrensel devrim olacaktır. Dola­
yısıyla bütün özel çıkarlar, bütün ulusal kibir ve önyargılarla
kıskançlık ve düşmanlıklar bugün artık bir tek Devrimin ortak
ve evrensel çıkan içinde kaynaşmalıdır. Bu devrim her ulusun
özgürlüğünü ve bağımsızlığını her birinin dayanışması saye­
sinde güvence altına alacaktır. Dünya karşı devriminin Kutsal
İttifakıyla kralların, kilisenin, asillerin ve feodal burjuvazinin
devasa bütçelerle, sürekli ordularla, muazzam bir bürokrasiy­
le desteklenen modern merkezileşmenin kendilerine sunduğu
müthiş imkanlarla ve rutin kumpas uygulamaları ve hakkıyla
her şeyi yasal kılıf altında yapmaları muazzam bir tehditkar ve
saldırgan gerçekliktir. Bu gerçeğin karşısına dikilip ona denk
bir kuvvetle karşı koyup yenmek ve yok etmek için bütün me­
deni dünyanın halklarının eş zamanlı devrimci eylem ve ittifa­
kından başka bir şeye gerek yoktur.
Bu dünya gericiliğine karşı herhangi bir halkın tecrit olmuş
Devrimi başarılı olamaz. Bilakis bir delilik ve kendine karşı
bir yanlış olur, hatta tüm diğer uluslara karşı bir ihanet ve
suç olur. Bundan böyle her halkın başkaldınsı sadece kendi
için değil bütün dünya için bir başkaldırı olmalıdır. Ama bir
ulusun bütün dünya için ve bütün dünya adına başkaldırması
için bütün dünya için bir programa sahip olması gerekir. Bu
programın yeterince geniş ve kapsayıcı, yeterince derinlikli, tek
kelimeyle yeterince insani olması gerekir ki bütün dünyanın
çıkarlarını kucaklayabilsin. Hiçbir ulusal farklılık gözetmeden
Avrupa'nın bütün halk yığınlarının tutkularını tetikleyebilmesi
için bu program demokratik ve toplumsal Devrim programın­
dan başka bir şey olamaz.

1 79
Demokratik ve toplumsal Devrimin hedefi ancak iki keli­
meyle tarif edilebilir:
Siyasal bakımdan: tarihsel hukuk kavramının, fetih hakkı­
nın ve diplomatik hukukun ortadan kaldınlması gerekir. Bu
tüm bireylerin ve birliklerin tannsal ve insani otoritenin bo­
yunduruğundan tamamen kurtulması demektir: bu komünle­
rin eyaletlere fethedilmiş eyalet ve ülkelerin devlete zorla tabi
olmasını sağlayan tüm birlik ve biraraya gelişlerin mutlak
surette ortadan kalkması demektir. Nihayet bu, merkeziyetçi,
vesayetçi, otoriter devletin, bütün askeri, bürokratik, hukuki,
idari ve medeni örgütlenmeleriyle ve hükümetleriyle birlikte
kökten ortadan kaldınlması demektir. Tek kelimeyle, bu tüm
dünyaya, hem bireylere hem tüm kolektif bünyelere, birliklere
eyaletlere bölgelere ve uluslara özgürlüklerinin geri verilmesi
ve bu, özgürlüğün federasyon sayesinde karşılıklı olarak gü­
venceye alınması demektir.
Toplumsal bakımdan: bu siyasal eşitliğin iktisadi eşitlikle
sağlanıp pekişmesi demektir. Bu herkesin ömrünün başlangı­
cından itibaren eşitlikten yararlanması demektir; herkes için
doğal değil toplumsal bir eşitlik demektir bu; yani erkek ya da
kız her çocuk için yetişkinliğine kadar bakım, eğitim ve öğre­
nim imkanlan bakımından bir eşitlik demektir.

1 80
EK 6
Pyotr Tkaçev
"İlk Bolşevik" miydi?
Pyotr Tkaçev 29 Haziran 1 844'te Pskov eyaletindeki Velikie­
Luki şerinde doğdu. Ailesi orta halli toprak sahiplerindendi. Ba­
basını genç yaşta kaybeden Tkaçev'in iki erkek iki de kız kardeşi
vardı. Liseyi bitirdikten sonra St. Petersburg üniversitesine hukuk
öğrenimi yapmaya gitti. Burada devrimci düşüncelerle tanıştı.
Öğrenci hareketine katıldı. St. Petersburg üniversitesi öğrencileri
özellikle 1861 yılında çok hareketliydiler. Öyle ki, Aralık ayın­
da çarlığa karşı gösteriler nedeniyle genelgede içinde Tkaçev'in
de bulunduğu bol miktarda öğrenci okuldan uzaklaştırılmış ve
Kronstad zindanına sürülmüştü. Tkaçev'in devrimcilikle gerçek­
ten tanışması ise burada başlar. Tkaçev'de diğer öğrenciler gibi
tüm vaktini zindandaki emektar devrimcilerle söyleşerek geçiri­
yor onların deneyimlerinden faydalanıyordu.
Rusya'da kaldığı süre boyunca Tkaçev'in sadece yasal yayınla­
n bilindiği için örgütlü olarak ne yaptığı konusunda hiç kimsenin
bir fikri yok. Önce Dimitri Pisarevl'e birlikte Rus Sözünü çıkarır;
bu derginin 1 866'da kapanmasından sonra tek başına Dava der­
gisini çıkarmaya başlar.

Tkaçev'in Düşüncesinin Kaynaklan


Tkaçev'in hem bu dönemde hem de sonraki dönemde yazdık­
larında kimlerden etkilendiüini sorduğumuzda belli başlı üç isim
gelir aklımıza: Çemişevski, Dobrulyubov ve Pisarev. Elbette söz
konusu üç isimde Rus anarşizminin ve sosyalist düşüncesinin
fikir babası olan Herzen'den etkilenmişlerdi. 1 860'larda Herzen
yurtdışında Çan (KolKol) adlı dergiyi çıkarıyordu. Dergi isminden
de anlaşıldığı gibi sessizliği yırtmayı, Rus halkını uyandırmayı
amaçlıyordu. Ancak Herzen'in etkisi ne olursa olsun Tkaçev üze­
rinde diğer üç kişinin etkisi çok daha büyüktü.
Lenin'in de her zaman saygıyla andığı Çemişevski'nin etkisinin

1 81
en büyük nedeni tüm genç Rus Devrimcileri olduğu gibi Tkaçev'i
de sarsan "Ne Yapmalı" isimli roman ve özellikle bu romandaki
Rahmetov karekteriydi. Faydacılık Tkaçev'in hayatında yol gös­
terici temel ilkelerden biri olacaktı. Tıpkı Rahmetov gibi Tkaçev
de daha faydalı olan şeyler için daha az faydalı faaliyetlerin terk
edilmesini savunacak ve böylelikle devrimcilerin devrimden baş­
ka bir şeyle ilgilenmemesini gerekçelendirecekti.
Yine Rus aydınlarından olan Dobrulyubov'un esas etkisi ise
onun ateşli bir biçimde Rus halkını itaate ve uyuşukluğa iten
toplumsal koşullara karşı çıkmasındaydı. Dobrulyubov aydınların
temel sorumluluğunun Rus halkını uyuşukluktan ve itaatten kur­
tarmak olduğunu savunmuştu. Tkaçev'in devrimci örgütün temel
görevinin kitlelerin ataletini kırma ve onları devrimci potansi­
yeline kavuşturma olduğu düşüncesine Dobrulyubov üzerinden
varmıştı.
Rus Sözü dergisinde beraber çalıştıklari Pisarev'in etkisi ise
daha çok onun verili değer yargılarını reddetmesinden kaynakla­
nıyordu. Pisarev'e göre göre bütün ahlaki doğrular göreceydi. Bu­
günün toplumunun değer yargılarını savunanlar ise bu kokuşmuş
değer yargılarından beslenen sahtekarlardan başkaları değildi.
Tüm bu değer yargılan toplumla birlikte alaşağı edilmeliydi. Yeni
toplumun değer yargılan ise "düşünen proletarya" tarafından
yaratılacaktı. Düşünen proletarya kendisini bilimsel araştırmala­
ra vermiş aydınlanmış bir azınlıktı. Tkaçev'in devrimcilerin tüm
toplumsal bağlardan kendilerini koparmaları gerektiği ve örgütlü
bir devrimci azınlığın yeni toplumun gelişme çizgisinin ana hat­
larını belirleyeceğine duyduğu inancın kökü Pisarev'e varıyordu.

Rusya'da Devrimci Faaliyet


Tkaçev'in Rusya'da olduğu dönemde Rus devrimci hareketi de
yeni bir evreye girer. 1862 yazında Toprak ve Özgürlük örgütü
kurulur. Bu örgütün platform bildirgesi olarak kaleme alınmış
olan "Halkın Neye İhtiyacı var?" adlı broşür Herzen'in dergisinde
yayınlanır. Toprak ve Özgürlük'ün ilk yayını Özgürlük dergisiy­
di. Bu derginin temel tezi şöyle özetlenebilir: "Rusya'nın üzeri-

1 82
ne çökmüş olan tüm belaların temel nedeni otokratik despotizm
başka bir deyişle siyasi düzendir." Özgürlük içindeki yazılarda
tamamen temsiliyete dayalı kurucu bir meclisin zorunluluğu
vurgulanıyor; aynca bu meclisin otokrasiden yeni kurtulmuş
Rusya'nın toplumsal yapısının ana hatlarını belirlemesinin şart
olduğu vurgulanıyordu.
Toprak ve Özgürlük'ün kurulmasından sonra Rusya'daki dev­
rimci çalışma hareketlenmeye başlar. Hareketlenen siyasal müca­
deleyle birlikte Tkaçev'in başına onu Rusya'yı terk etmeye zorla­
yacak üç olay gelir.
Toprak ve Özgürlük'ün sesini Rusya'da duyurmak amacıy­
la kurulan matbaa aygıtı polis tarafınfan basılır. Polis bu işin
Tkaçev'le olan bağlantısını kurmaya çalışır ama ikinci olaya dek
başarılı olamaz.
İkinci olay Olşevski adlı başka bir genç öğrencinin kurduğu
matbaanın basılmasıdır. Bu baskın sırasında evde Peter Tkaçev
imzalı bir pusula bulunur. Sıkı bir devrimci örgütlenmenin gerek­
liliğini ileride ısrarla savunacak olan Tkaçev'in acemilikleri böy­
lelikle kendisini mahkeme önüne çıkartır. Mahkeme'de Olşevskiyi
gördüğünü reddetmeyen Tkaçev onunla en ufak bir örgütsel ilişki
içinde olduğunu kabul etmez. Tkaçev bu badireyi de iki ay hapis
cezasıyla atlatır.
Tüm bunlar gerçekleştiği sırada üniversiteler de giderek ha­
reketlenmektedir. 1868 yılında üniversite gençliği arasındaki
hareket 1861 'deknden çok daha fazladır. Üniversite öğrencileri
sürekli yasadışı toplantılar yapmaktadır. Devrimci öğrencilerin
temel sloganı ise "Önce yurttaşlar sonra öğrenciler!"di. Devrimci
öğrencilerinin başını çeken iki önemli kişi vardı bunlardan birisi
"Kartal" lakaplı Sergei G. Neçayev diğeri ise Peter Tkaçev'di.
Neçayev'in kendisini izleyenler için hazırladığı ıDevrimcinin
İlmihali•, yahut •Devrimcinin el kitabı• büyük ölçüde Tkaçev'le
birlikte hazırlanmıştı.
Neçayev-Tkaçev görüşlerini tam olarak benimsemeseler de Na­
rodniklerle birlikte çalışıyorlardı. Devrim için eylem planı şöyle
idi. 1 869 yılına kadar devrimci propaganda üniversitelerde ve
eyaletlerin başşehirlerinde sürdürülecek; bu tarihten 1 870 Şu-

1 83
bat'ına kadarki sürede ise devrimcilerden oluşan bir ordu köylere
gidip köylülere ayaklanma çağnsı yapacaklardı. Özellikle Volga
ve Dinyeper nehirleri arasındaki bölgede ayaklanacak köylüler
köylerini terk ederek zafere kadar saklanacaklan ormanlık bölge­
lere yerleşeceklerdi.
Tkaçev özellikle sürgün döneminde tüm bu görüşleri kıyasıya
eleştirecek, elle tutulur bir yanı olmadığını savunacaktı. Ama bu
görüşler 1 860'lann Rusya'sının hakim görüşleriydi. Tkaçev bu
kitlelerin bir çağnyla birlikte kendiliğinden gerçekleştirdikleri
devrime şüpheyle bakacak devrim için "örgütlü birkaç bin dev­
rimcinin" komplo faaliyetlerinin gerekli olduğunu savunacaktı.
Dahası Tkaçev narodniklerin kitlelerin yeni düzeni kurma ve be­
nimseme yolundaki enerjisine besledikleri inancı da eleştiriyordu.
Yeni toplumun değer yargılan ancak devrimci bir azınlık tarafın­
dan şekillendirilebilirdi.
İşte Tkaçev'in başına gelen üçüncü olay da kendisinin tam
bu çelişkili pratiğinin içinde gerçekleşti. Polisin baskısını arttır­
ması üzerine Neçayev yurtdışına çıkmaya ve Entemasyonal'in
Rus Seksiyonu temsilcisi Bakunin'in yanına gitmeye karar verir.
Neçayev'in yurtdışına çıkmasından bir iki gün sonra ise Tkaçev
ve hem yoldaşı hem kansı olan Alexandra Dementyova'yal bir­
likte devrime destek olacak bir broşür basmaya karar verirler. Ne
yazık ki polis broşürün izini sürer. Tkaçev 26 Mart 1 869'da tu­
tuklanır. Bir yıl dört ay hapis cezasına çarptınlır. Ancak annesi
devreye girince Sibirya yollanmaz cezası ev hapsine çevrilir. Bu
ev hapsi Tkaçev'in yurt dışı macerasını başlatacaktır.

Alarm Zili Nabat


Tkaçev narodniklerin yardımıyla yurtdışına çıkmasıyla birlikte
narodniklerin çıkardığı Vperyod! (İleri) adlı dergiye yazılanyla
katkıda bulunur. Ancak sürtüşmeler kısa zaman sonra başlar. Na­
ordniklerin lideri Lavrov'la Tkaçev hiç anlaşamamaktadır. Tkaçev
narodnikleri gevşek örgütsel anlayışlanndan ve kitlelerin kendili­
ğinden enerjisine benzedikleri safça inançtan ötürü "tutucu dev­
rimciler" olarak adlandınr. Lavrov karşıtı broşürlerinden birinde

1 84
şu satırlar yer alır: "Şiddetli bir devrimle "kademeli evrim" olarak
adlandınlan şey arasındaki fark birincisinde daha fazla beklemek
istemeyen devrimci bir azınlığın kitlelerdeki bilinci uyandırma
görevini üzerlerine almalandır."
Tkaçev'in narodniklerin halka gitme projesini alaya alan bir
yazısı tüm köprüleri atar ve dergiden aynlır. Önce narodnikleri
eleştiren broşürler yayımlar. Ardından Enternasyonal içindeki
marksistler ve Blankistler arasındaki tartışmada Blanqui'nin ya­
nında yer alır ve Marx çizgisini eleştiren broşürler yayımlar. Eleş­
tirileri hep aynı doğrultudadır. Sağlam bir örgüte duyulan ihtiyaç.
Tkaçev blankistlere olan desteğini manevi bir destek olarak sür­
dürmez. 1 874 yılında Fransız Blankistlerine yardım etmeye baş­
lar. Blankistlerden Eduard Vailant'ın "Enternasyonal ve Devrim"
adlı broşürünü Rusça'ya çevrilmesine katkıda bulunur.
En sonunda Tkaçev'in kendisi blankist bir teşkilat kurmaya
karar verir. Bunun için işe önce bir yayın organın kurulmasın­
dan başlar. Yayının adı Nabat'tır. Türkçe anlamı alarm zilidir.
Herzen'in dergisi Çan çalmakla yetinirken Tkaçev artık alamı
zillerinin çaldığını bir an evvel harekete geçmenin zamanın gel­
diğini, hatta geçmeye başladığını hatırlatmaktadır.
Tkaçev'in fikirleri Rusya'da bir türlü yaygınlaşamadı. Rus dev­
rimcileri onun fikirlerini çok jakoben bulduklanndan Tkaçev'in
yanına pek yaklaşmıyorlardı. Ancak Tkaçev büsbütün de başansız
değildi. 1 877'de Tkaçev'i izleyenler Rus Jakobenleriyle birleşerek
"Halkın Kurtuluş Topluluğu"nu kurdular. Tkaçev'in kendisi de bu
arada Cenevre'de de bir grup oluşturmuştu. Tkaçev'in örgütü son
derece gizli bir örgüt olarak kaldı. Örgütün ilginç bir özelliği daha
vardı. Örgütün tüzüğünde örgüte mensup devrimcilerin Merkez
Komitesi'nin onayıyla diğer devrimci örgütlere sızarak bu örgüt­
leri ele geçirecek bir çalışma yürütmekle yükümlüydüler." Örgü­
tün bu gizli faaliyetinde başanlı olduğunun bir göstergesi de Rus
devrimcilerinin örgütün varlığından haberdar olmalanna karşın
tutuklanmayan devrimcilerin neler yaptığı hakkında kimsenin bir
şey bilmemesiydi. Tüm gizliliğine karşın örgüt yine de Rusya'da
polis baskısına dayanamadı, Rusya'daki j akoben liderlerin tutuk­
lanmasıyla birlikte aktif hayatı son buldu.

1 85
Nabat'ın bu çizgisi Narodnik hareketin kimi üyelerinin de
ilgisini çekiyordu. Bu durumu gözleyen Akselrod anılannda
Tkaçev'den şöyle söz etti:
"Nabat'ın Rusya'da çok az kişinin eline geçtiğini çok iyi biliyo­
rum. Ama Rusya'daki neredeki bütün çevreler onun varlığından,
ilerleyişinden ve ilkelerinden haberdardılar. Lavrovcu ve anarşist
çevreler bu gelişmeleri ve Nabat'ta dile getirilen düşünceleri dü­
zensiz bir biçimde tartıştıklan, onlan çarpıttıklan, hatta Nabat'a
iftira attıklan için gençlik arasında Nabat'ın ilkeleri yayılmaya
başlamıştı ... A.ma Nabat'ın asıl başansı Halkın İradesi örgütünün
oluşmasında, yürütme organlannın belirlenmesinde ve programı­
nın hazırlanmasında oynadığı roldü."

Terör Konusundaki Ayrılıklar


Tkaçev terörü ilkesel olarak reddetmese de terörü devrimci savaş
için etkisiz bir yöntem olarak değerlendiriyor. Tkaçev'e göre terör
devrimci örgütün polis tarafından çökertilmesine yol açtığı için
devrim mücadelesini engelliyordu.
Ancak işin ilginç yanı Tkaçev'in terör konusundaki fikirleri onun
kendi örgütünden aynlmasına yol açacak olmasıydı. Tkaçev'den
sonra Nabat'ın ikinci adamı Kasper Turski'nin terör konusundaki
görüşleri Tkaçev'le çelişiyordu. Neçayev'den oldukça etkilendi­
ği belli olan Turski açıkça yaygın terörün savunulmasını gerekli
görüyordu. Tkaçev bu görüşlerini Nabat'ta yayınlamasına engel
olmak isteyince acı bir gerçeğin daha farkına vardı. Turski örgü­
tün alt kademelerini konumunu kullanarak kendisine bağlamış ve
örgütün altını oymuştu. Turski Tkaçev'e ya terör taktiğini onayla
ya da Nabat'ı terk et! Anlamında bir çağnda bulununca Tkaçev
tercihini geri adım atıp örgütte kalmak doğrultusunda kullandı.
Ama Nabat'tan aynlmasa da Tkaçev artık eskisi gibi yazmamaya
başladı. Örgütünden uzaklaşmaya başlayan Tkaçev 1 879 yılında
Cenevre'den aynlıp Paris'e yerleşti. Orada 1 880-82 yıllan arasında
tekrar Fransız blankistlerine yardım etti. Ancak Tkaçev'in sağlığı
bu arada giderek kötüleşiyordu. 1 88 1 -82 arasında fizyolojik beyin
felcinin ilk belirtilerini göstermeye başladı. Artık yazamıyor, vü-

1 86
cudunu kontrol edemiyordu. 1 883 yılında Paris'te polis tarafından
gözaltına alındı. Gözaltının nedeni siyasi değildi: Tkaçev sokakta
tuhaf davranışlarda bulunuyordu. Polis kendisini hastaneye kal­
dırdı kaldırmasına ama Tkaçev yanına Rus bir hemşire gelene dek
adını söylemeyi reddetti. Paris'te yaşayan akrabalarının durumdan
haberdar olması üzerine doktor tedavisi başladı ancak son üç sene­
sinde her geçen gün ölüme bir adım daha yaklaştı. 5 Ocak 1 886'da
ise Peter Tkaçev gözlerini son kez yumdu.
Ölümünü haber alan Rus devrimci gazeteleri Tkaçev'e adına
yakışır bir cenaze töreni yaomak için defin işelemlerini ertele­
mek istedilerse de hastanenin kuralları gereği alelacele bir cenaze
töreni düzenlendi. Cenaze'de 30 kişi vardı. Üç kişi Tkaçev adına
konuşma yaptı. Konuşmacılardan biri Toprak ve Özgürlük'ün lideri
Lavrov'du. Tkaçev'e kalıcı bir mezar yaptırmak için gereken 500
frank bir türlü bulunamadı. Bunun üzerine 1 892'de mezarı açıla­
rak kemikleri Paris'in tüm sahipsizlerinin kemiklerinin bulunduğu
depoya atıldı.

Tkaçev' den Komünistlere Miras Kalan


Elbette Tkaçev ilk bolşevik değildi. Ama her türden hasımlarının
fark ettiği gibi Tkaçev'le Lenin'in düşüncesi arasında önemli bağlar
vardı. Üstelik Tkaçev ile Lenin arasındaki bu bağlantı sadece İs­
viçre'deki emektar kitapçı Bruyeviç'in anılarında kurulmadı. 1 923
yılında SSCB'de çıkan Proleter Devrimi adlı dergide tarihçi S.I.
Mitsekeviç Tkaçev'i "ilk bolşevik" olarak adlandırdığı makalesinde
şunları yazdı :
"Katı merkeziyetçilik ve disiplin esasına göre örgütlenmiş bir
parti tarafından iktidarın ele geçirildiği Rus Devrimi'nin önemli
bir ölçüde Tkeçev'in fikirlerine uygun bir biçimde gerçekleştiği çü­
rütülemez bir gerçektir. Bu partföktidarı aldıktan sonra da bir çok
açıdan Tkaçev'in tavsiye ettiği gibi işl�ektedir".
Her yerde her zaman en sağ konumda durmayı başarmış tescilli
Menşevik Akselrod'un anılarında Tkaçev'den bahsederken tüyleri­
nin diken diken olmasında da şaşırtıcı bir şey yoktu.
"Rus devrimci hareketleri tarihi içerisinde narodniklerin pratik-

1 87
lerini Tkaçev'in teorisine bağlama girişimleriyle sıklıkla karşılaşılır.
Gelgelim, bu varsayılan benzerlik sadece devrim sırasında kons­
piratif taktiklerin uygulanmasıyla sınırlıdır. Asıl açıklayıcı bağ
devrim hareketimizin tarihinin iki kara sayfası arasında vardır...
Neçayev-Tkaçev hareketleriyle Bolşevik hareket arasında. Dev­
rimci yaratıcılıktan yoksun kitlelerin karşısına "devrimci azınlığı"
çıkaran tkaçevist teori kitle hareketini sadece kendiliğinden hare­
ketle sınırlı gören bolşevik cdışandan bilinç verme• teorisine işaret
etmiyor mu?"
Akselrod yanın yamalak anlayabildiği bolşevik örgüt teorisiyle
Tkaçev'in "devrimci azınlık" teorisini bir araya getirmekten el­
bette mutluluk duyacaktı. Böylelikle bolşeviklerin de tıpkı Tkaçev
gibi acımasız ve halktan kopuk devrimciler olduğunu gösterdiğini
sanıyordu. Akselrod'un ömrünün vefa etmediği yerde karşı dev­
rimci bayrağı bir ucundan tutmaya çalışan Amerikan tarihçileri
de Tkaçev'in fikirlerinin üzerine hevesle atladılar. Lenin'in örgüt­
lenme anlayışının hiç de orjinal olmadığını kökeninin ta Tkaçev'e
kadar gittiğini gösterdiler. Böylelikle bir taşla iki kuş vurulmuş
oluyordu. Hem Lenin'in Tkaçev'den kopya çektiği gösterilmiş olu­
yor hem de bolşeviklerin de "terörist" olduğu bir kez daha kanıtla­
nıyordu. Bu karşı saldın karşısında SSCB Lenin'in Tkaçev'le bağını
ortadan kaldırmaya zaten dünden hazırdı. Böylelikle 19JO'lann
başında Lenin'le Tkaçev arasında kurulan bağlann troçkizm oldu­
ğu belirtilerek Sovyet tarihçilerinden bu çalışmalara ve tartışma­
lara son vermeleri rica edildi. Böylelikle bir Avrupalı demokratlar
Tkaçev'den Lenin'e kesintisiz bir süreklilik görüp Tkaçev'in pratiği
üzerinden Lenin'i yargılamaya uğraşırken Sovyet tarihçileri de
Lenin'le Tkaçev arasında büsbütün bir kopuş olduğunu belirterek
her türlü tarihsel bağı inkar etmeye yöneldiler.
Oysa her iki taraf da haksızdı. Tkaçev'in düşüncesiyle Lenin'in
düşüncesi arasında diyalektik bir süreklilik kopuş ilişkisi vardı. Bir
süreklilik vardı çünkü kökleri Babeufe varan Fransız komünist
devrimcileri örgüt ve proletaıya diktatörlüğü fikirlerini Blankistler
aracılığıyla 1 848 yılında birinci kez marksizmle buluşturmuşlar­
dı. Komünistler Birliği adlı örgüt bu buluşmanın ürünüydü. Daha
sonra özellikle Paris Komünü ertesinde birinci Enternasyonal'in

1 88
dağıtılmasından sonra devrimci komünist düşünceyle komünizm
arasındaki bağlara Avrupa anakarasında zayıflamaya başladı. Bu
zayıflamanın sonucu ikinci Enternasyonal çizgisinin yükselmesi
oldu. Tkaçev iki önemli bileşeninden biri devrimci örgüt diğeri ise
proletarya olan devrimci düşüncenin Rusya'ya ulaşmasına aracılık
etti ve Tkaçev'in kurduğu süreklilikle birlikte marksizmle devrimci
düşüncenin buluşması ikinci kez Rusya'da gerçekleşti. Bolşevizm
böyle bir buluşmanın ve sürekliliğin ürünüdür.
Ama Lenin'in düşüncesi aynı zamanda bir kopuştur. Sınıfın en
bilinçli kesiminin oluşturduğu devrimci bir örgüt ve devrim son­
rası kurulması gereken diktatörlük fikirleri açısından bir süreklilik
gözlense de bolşeviklerin marksist olması ve işçi sınıfının kurtulu­
şunun onun kendi eseri olacağının bilincinde olmaları, bolşevik­
leri blankistlerin mezhepçi ve yalıtık siyaset tazından uzak tuttu.
Bolşevikler kitle hareketine tepeden bakmak ona karşı güvensizlik
duymak yerine ona siyasal bir önderlik etmenin, fabrika ilişkileri­
nin ağının dışına çıkarmanın sorumluluğunu üstlerinde duydular.
Dışarıdan verilecek bilinç Menşevik Akselrod'un bir türlü anlaya­
madığı gibi sınıfın dışından verilecek bir bilinç değil dar iktisadi
mücadelenin ve kısmi çıkarların dışından verilecek bir bilinçti.
Blanqui ve Tkaçev'de görüldüğü türden Mezhepçi, sınıfın ener­
jisini küçümseyen, dayatmacı önderlikten kopulması anlamında
bolşevizm bir kopuştur da. Bolşevizm Babeuf, Blanqui ve Tkaçev'le
simgelenen devrimci düşünceyi kapsayarak aşmıştır.
Ekim Devrimi de bu diyalektik ilişkinin en güzel ürünü ve kanı­
tıdır. Bolşeviklerin örgütlediği devrim Ekim Devrimi'dir. Ekim Dev­
rimi hem kitlelere dayanmanın hem de gizli bir örgütün önderlik
ettiği bir ayaklanmanın ve bu ayaklanma sonucunda tüm iktidarın
Sovyetlere nasıl teslim edildiğinin en güzel örneğidir.
Komünistler Birliği kadar mütevazi komünist Enternasyonal ka­
dar iddialı bir örgüt kurma yolunda yürüyenlerin temel başvuru
kaynağı elbette bolşevizm olacaktır. Ancak bu başvuru kaynağın­
dan devrimci bir biçimde yararlanmanın ilk koşulu Babeuf, Blan­
qui ve Tkaçev'den Bolşevizm'e uzanan süreklilik kopuş ilişkisini
kavramaktır.

1 89
.

YAYIMA HAZIRLANAN KITAPLAR

O Birinci Enternasyonal

O İkinci Enternasyonal ve Çöküşü ; Akıntıya


Karşı Bolşevikler

O Lenin Zamanında Komünist Enternasyonal


Belgeleri

O Kızıl İpin Koptuğu Dönüm Noktası ve


Komünist Entemasyonal'in Tasfiyesi

You might also like