Professional Documents
Culture Documents
Orhan Dilber - Manifesto
Orhan Dilber - Manifesto
Referans Yayınları
Adres: Talatpaşa Mah. Sarıbuğday Sok. No: 9/4
Kağıthane - İstanbul
GSM: 0542 118 57 70
Yayıncı Sertifikası No: 51275
ISBN 978-625-00-9197-5
Derleme
2
"Komünist Manifesto, bu örgütün (Komünistler Birliğinin= Bund
der Kommunisten) isteği üzerine yazılmıştır. Bu konuya ilişkin
elde bulunan tüm verileri inceledikten sonra, Marx ve Engels'in
Birliğin doğuşu konusunda anlattıklannın bütünüyle doğru olma
dığı sonucuna varmak zorunda kalıyoruz. "3
Aslına bakılırsa, Riazanov bu satırları yazdığı sırada da ko
nuyla ilgili tüm veriler gün ışığına çıkmış değildi. Komünistler
Birliği'nin Hamburg örgütünde yer almış olan J. F. Martens'in
evrakları 1 968 yılında tesadüfen bulunduğunda, bu kısa ömür
lü örgüt hakkında daha net bilgilere ulaşıldı 4 .
Bu belgeler arasında, 1847 Aralık ayındaki kongrede benimsenen tüzükten önce tar
tışmaya açılan ilk tüzük taslağıyla, bir •Komünist Amentü• (credo) olarak benimsen
mek üz�re tartışmaya açılmasına karar verilen ve Engels'in kaleme almış olduğu •Ko
münist iman Yemini Taslağu da vardı. Manifesto bu taslağın önemli bir kısmını içerir.
Bunların yanısıra, seçilen yönetici organın ayrıntılı raporları da bulunmaktadır. Bir o
kadar önemli olan belgelerden biri de Komünist Parti Manifestosu taslağının örgütün
birimlerinde ciddi olarak tartışıldığına delalet ediyordu.
3
Birliği, 1 838'de kendi kendini yetiştirmiş bir terzi kalfası olan
Wilhelm Weitling'e bir tür manifesto yazma görevi vermişti.
Bunun sonucu olarak, "İnsanlık Nedir, Nasıl Olması Ge-rekir?"6
başlıklı bildirge çıktı. Weitling'in olgunlaşan görüşlerinin do
ruk noktası olarak, 1 842'de yayınlanan "Uyum ve Özgürlüğün
Güvenceleri" ki-tabı ise, Adiller Birliği'nin yeni arayışlara yö
nelmesinde bir dönüm nok-tasına denk geldi. Bu tarih, yaklaşık
olarak Adiller Birliği'nin önder kad-rolarının, Marx ve Engels'le
temasa geçtikleri ve adım adım Weitling'in çiz-gisinden uzak
laşmaya başladıkları zamana rastlar.
4
"O sıralar Marx ve Engels, anavatanlannı terk etmek zorunda olan
iki Alman felsefeci ve politikacısıydılar. Yaşamlannı Fransa ve
Belçika'da sürdürüyorlardı. İlkin aydınlann ilgisini çeken, işçilerin
eline sonra geçen bilimsel kitaplar yazıyorlardı. Pratik çalışmanın
basit işlerinden uzak, bilimsel düşüncenin bekçilerine yakışır bi
çimde, manastırlanna kapanıp vakarla işçilerin gelmesini bekle
yen bu iki bilgine, güzel bir sabah işçiler başvurdular. İşte o gün
gelmiş çatmıştı. "7
Ancak bu, Riazanov'un edebi anlatımındaki kadar basit bir
süreç değildi. Ne söz konusu olan sıradan •iki bilgin• idi ne de
onlara başvuranlar rastgele işçilerdi.
Bu işçiler Adiller Birliği'nin militanlanydı.8 Londra'da Marx
ve Engels ile temasa geçen ve aynı zamanda Adiller Birliği'nin
başını çekenler arasında bulunan Heinrich Bauer, Frankenh
bir kunduracıydı; Karl Schapper ise, esasen burjuva kökenli ve
7 Riazanov, age. s. 61-62
8 Riazanov da ilk tüzük taslağından söz etmekle birlikte, başkaları gibi, taslağın bi
rinci maddesinin benimsenen metindekinin aynı olduğunu sanıyor; bu metin 1969'da
Almanca, 1976'da İngilizce yayınlanmış, ama Türkçede hiç yayınlanmamıştır. Eliniz
deki Kitapta yayınlanan, tüzüğün son halidir ve ilk taslağa göre önemli değişiklikler
belirtilmiştir. Engels'in kaleme aldığı, •Komünist İman Yemini Taslağunın Türkçesi
ise, Komünist Manifesto'nun Doğuşu derlemesinde bulunmaktadır. Bunlara karşılık
diğer belgelerin hiçbiri Türkçede yayınlanmamıştır.(Maya Kitaplarından Çıkan baskı
bir yana)
O zaman henüz büyük/küçük sanayi tesisleri yoktıı. Bahsedilen işçiler daha çok
muhtelif iş kollarında çalışan usta zanaatkarlardı. İşçilerin topluca çalıştıkları tesis
ler daha ziyade madenler veya limanlardı. Buralarda çalışanlar ise Komünist Parti
Manifestosuyla pek ilgili değildi. Bu kesimler dışında belli iş kollarında (çamaşırhane
yemekhane ve bilhassa Lyon'daki iplik ve dokuma sanayilerinde vb.) ücretli köle
olarak topluca çalışanların yani modem sanayinin yapısına benzer ilk örneklerde
çalışanların büyük çoğunluğu ise kadırılardan oluşuyordu. Ama o zaman insandan
sa-yılmadı.klan gibi işçi olarak da mütalaa edilmezdi onlar. Kendilerini işçi sınıfı
saflarına dahil edebilmek için bu kadınlar en zorlu mücadelelerin başında yer aldılar.
Yine de işçi sınıfı saflarında fazlasıyla hak ettik.leri yeri hemen alamadılar.
Bu durumda bahsedilen işçilerin çoğu daha ziyade küçük atölyelerde çalışan usta
zanaatkarlardı. Ama burılann tek niteliği bu değildi. Bunların çoğu ülkelerinden ka
çıp Fransa'ya siyasi mülteci olarak gelmiş devrimcilerdi. O nedenle Komünist Parti
Manifestosunun işçilerin eseri olduğundan söz ederken bunların çok vasıflı deneyimli
birikimli ve çoğu birkaç dili konuşan militanlar olduğu akıldan çıkanlmamalı.
Somut bir örnek olmak üzere Wilhelm Weitling'in yanısıra Pierre Degeyter'i anmak
yeter. Degeyter Belçika-Fransa sınırındaki bir madende çalışan bir işçiydi ama aynı
zamanda amatör bir müzisyendi. O zamana kadar Paris Komünü yöneticilerinden
Eugene Pottier'nin 1871 kanlı hafta sırasında saklandığı çatı katında yazıp bıraktığı
•Enternasyonal• başlıklı şiirin sözleri Fransız milli marşı •Marseillaiseıin melodisiyle
okunurdu. Degeyter 1896'da bildiğimiz marşı besteledi. O gün bugündür Enternasyo
nal bütün dünyada o melodiyle söylenir.
5
maceracı ruha sahip birisiydi; Paris'te mürettiplik yapıyordu.
Engels, «fiziki olarak bir dev, kararlı ve enerjik, burjuva varlı
ğını ve yaşamını feda etmeye her zaman hazır» diye tarif ettiği
Schapper için, «profesyonel devrimcinin örneği haline gelmiş
ti» dedi. Bu ikisi ile Londra'da buluşan Joseph Mali ise Kölnlü
bir saatçiydi ; 1 847 yılı sona ererken Marx ve Engels'i Adiller
Birliği'ne katılmaya ikna eden, bu iş için görevlendirilmiş olan
Moll'dü.
O zamana kadar Marx, Engels ve arkadaşları, dikkatle iz
lemekle birlikte hem genel ideolojik çizgisi hem de komplocu
siyaset anlayışı nedeniyle Adiller Birliği'ne uzak duruyorlardı ;
1 848_ devrim dalgasının yaklaşmakta olduğu sıcak günlerde
bile, hala bu örgütle bir ilişkiye girmemişlerdi.
Gerçekten de Adiller Birliği, siyasal eylem anlayışı bakımın
dan uzun süre Babeuf-Blanqui geleneğine bağlı kaldı.9 Zaten,
Britanya'da 1 830'lu yıllarda filizlenmekte olan ve asıl çizgi
lerini daha sonra bulacak olan çartist hareket bir yana, o sıra
Avrupa'da başka tür bir devrimcilik, başka biçimde bir örgüt
lenme ve mücadele anlayışı kimsenin aklına gelmiş değildi.
Babeuf ve Buonarotti'nin izinden giden Fransız komünistle
rinin en büyük ismi Louis Auguste Blanqui ve arkadaşlarının,
1 820'lerden itibaren giriştikleri çeşitli örgütlenmelerin (örneğin
Aileler Derneği) en önemlisi ve başarılısı 1 838'de kurdukları
Mevsimler Derneği idi. Mevsimleri şifre olarak kullandığı için
bu ismi alan bu örgüt, siyasi iktidarı profesyonel devrimcilerin
yapacağı bir askeri komplo/ayaklanmayla ele geçirmeyi hedef
leyen bir gizli örgüttü. Bu örgütün ilk ve en büyük eylemi,
1 839 Mayıs'ındaki Paris Ayaklanması oldu; Blank.istlerin ön
cülük ettikleri son büyük eylem ise, başarısız olsa da 1 8 7 1 Paris
Komünü'nün habercilerinden biri olacaktı.
1 2 Mayıs 1 839 günü, Blanqui ve Barbes'in önderliğindeki
9 Dikkat edilmesi gerekir ki Komünist Parti Manifestosu o zaman bilinen hemen
hemen tüm akım.lan zikrederek aynmlanm ortaya koyarken Babeuf ve babuvizme
yahut Blanqui ve blankizme ilişkin bir eleştiri yoktur. Bu bir ihmal değil esasen bu
manifestonun arkasındaki örgütün kendini bu devrimci çizginin devamı olarak gör
mesindendir. Daha sonra Komünist Enternasyonal de söze başlarken Babeuften baş
layan devrimci çizginin devamı olduğunu ilan edecektir.
6
Mevsimler Demeği'nin silahlı 500 kadar militanı, Paris'in gö
beğindeki hükümet binasına (Hotel de Ville) saldınp ele geçirdi;
iki gün boyunca işgal etti. Fakat dışarıdan hiç bir destek ala
madıkları için hükümet birliklerine yenildiler. İşgal sona erdi,
Blankist önderlerin hepsi tutuklandı. Adiller Birliği taraftarları
da gerek bilfiil içinde yer alarak, gerekse sempati ile dışarıdan
destekleyerek bu eylemle ilişkiliydiler. Bu nedenle Schapper ve
Bauer başta olmak üzere, birçokları tutuklandı; Blanqui, Barbes
ve yoldaşları hapsi boylarken, onlar Alman vatandaşı oldukları
için sürgün edildiler.
Ama 1 839 yenilgisinin en önemli sonucu bu değildi. Bir yıl
sonra yine mayıs ayında ve bu kez Adiller Birliği'nin belirle
yici bir rol oynadığı bir başka eylemle Paris sarsıldı. Terzilerin
başlattığı bir grev, hızla 50 bin işçinin katıldığı dev bir eyleme
dönüştü. Bu eylem içinde farklı milliyetlerden olmakla birlik
te, benzer yerlerde ve benzer koşullarda çalışan, çoğunluğu da
terzilerden oluşan işçiler birleşmişti. O sıra, Engels ilk yazılarını
yazmaya başlamıştı; Marx da iki yıl sonra vereceği doktora
tezi için hazırlanmaktaydı. Henüz Engels ile tanışıp bir araya
gelmiş değillerdi; 1 842'de tanışıp 1 844'ten itibaren birlikte ça
lışmaya başlayacaklardı.
1 839 yenilgisi, Adiller Birliği'ni oluşturan Alman devrim
cilerini Blankizmi sorgulamaya yönelttiyse, 1 840 eylemi de
arayışlarının yönünü kesin olarak belirledi. Zaten Blankistlerin
eyleminin aksine, hızla yayılıp geniş yığınları kucaklayan Pa
ris'teki grev, ilk ve tekil örnek değildi. 1 8 3 1 'de ve sonra 1 834'te
Fransız dokuma ve iplik sanayinin merkezlerinden Lyon'da
patlak veren eylemler bunun habercisi/öncüsü olmuştu.
1 83 1 sonbaharında çalışma koşullarının düzeltilmesi ve
ücretlerin iyileştirilmesi için, patronlarıyla topluca pazarlığa
oturan Lyonlu işçilerden binlercesi, kapitalistlerin taahhütleri
ni yerine getirmemeleri üzerine sokağa döküldüler. •Çalışarak
yaşamak/dövüşerek ölmekıı kavramı ilk kez Lyonlu işçilerin
pankartlarına yansıdı. Bu şiarla •mademki yaşamak için ça
lışmak zorundayız ; dövüşmeden ölmeyeceğiz• bilinci öne çı-
7
kıyordu. Proletaıyanın varoluş koşullarıyla, kurtuluş yolu ara
sındaki bağı kuran bu şiar, 1 848 devrimlerinde yaygınlaşarak:
benimsenecekti. Bir çoğu kadın Lyonlu işçilerin isyanı, ancak
30.000 kişilik bir askeri güç tarafından, yüzlercesi öldürülerek
durdurulabildi. 10
Ama bu isyanın türküsü susturulamadı:
"Başlayınca bizim saltanatımız
Son bulacak seninki
İşte o zaman kefenini dokuyacağız bu eski dünyanın
Aç kulağını duy!
Gümbür gümbür geliyor isyan ... "
8
ev sanayiine dönüştürülmesiyle ortaya çıkan büyük çaptaki ter
zilikteki sömürü, o zamanlar Londra'da yeni yeni ortaya çıkmaya
başlamıştı. Bir yandan, bu zanaatçılan sömüren küçük bir ustaydı,
diğer yandan da bunlar birer küçük usta olmayı umuyorlardı. Ay
nca o zamanki Alman zanaatkarlar hala, miras aldıkları bir yığın
lonca anlayışına sıkı sıkıya bağlıydılar. Bunlar henüz tam anla
mıyla proleter olmayıp, yalnızca küçük burjuvazinin bir eklentisi,
modem proletarya haline gelmekte olan bir parçasıydılar. Doğru
dan burjuvaziyle, yani büyük sermaye ile karşı karşıya gelmedik
leri halde, gelecekteki gelişimlerini el yordamıyla sezen ve henüz
tümüyle bilinçli olmasa da kendilerini proletaryanın partisi olarak
örgütleyen bu zanaatkarlar en büyük onura erişmişlerdir." 11
Her ne kadar amacı, 1 789 Fransız Devrimi'nin ufkuyla sı
nırlı bir çerçevede "Almanya'nın kurtuluşu" olarak tanımlanı
yor olsa da Adiller Birliği'ni kuranlar, hem sosyal konumlan
gereği (yani proleter veya proleterleşmek üzere olmalanndan
dolayı) ; hem de Almanya'nın içinde bulunduğu tarihsel du
rum nedeniyle (yani •gecikmiş bir burjuva devrimi• eşiğinde
oluşundan dolayı), siyasal özgürlük ve demokrasi taleplerinin
ötesine bakmaya; mülkiyet sorununu tartışmaya başlamışlardı.
Büyük Britanya'daki işçi hareketinden de etkilenen ve o güne
kadarki Fransız devrimciliğinin geleneksel halkçı söyleminden
farklı olarak, işçi sınıfını ayırt eden bu örgüt, aynı zamanda
Komünistler Birliği'nin ve Manifesto'nun mayalandığı ortamı
oluşturdu. Engels sonradan bu dönemi tarif ederken şöyle dedi:
"İşçi sınıfının hangi bölümü, salt siyasal devrimlerin yetersiz ola
cağına inanmış ve topyekun bir toplumsal değişimin zorunlulu
ğunu ilan etmişse, işte o bölümü, o sıra kendisine komünist diyor
du. Bu kaba, yontulmamış, tamamıyla içgüdüsel bir komünizmdi.
Ama gene de esas noktaya işaret ediyordu.... 1 847'de sosyalizm bir
orta tabaka hareketi, komünizm ise bir işçi sınıfı hareketiydi." 12
İşçi sınıfının bu kastedilen kesiminin bir parçasını Adiller
Birliği temsil ediyordu. Adiller Birliği'nin el yordamıyla buldu
ğu siyasal hedefler ve işçi sınıfına yönelme gereği hakkındaki
bilinç, pratikte bu örgütü öncü konumuna getiriyordu. Nitekim
9
Londra'ya sürgün gidenlerin burada kurdukları ilk örgütün
«İşçi Eğitim Derneği» adını alması ve sonra da «Komünist İşçi
ler Eğitim Demeği•ne dönüşmesi tesadüf değildi. O sıra teorik
alanda öncü bir çıkışın temellerini atmakta olan Marx ve En
gels de aynı yönde pratik bir tutum alma gereğini bilince çı
karmaktaydılar. Komünistler Birliği çatısı altındaki buluşmanın
zemini döşeniyordu.
10
O tarihlerde bu vargısını Marx şöyle dile getirdi:
" İngiliz proletaryası da dev adımlarla ilerliyor; ama Fransızlann
kültürel mirasından yoksun. Bu arada İsviçre, Londra ve Paris'teki
Alman zanaatkarlannın teorik meziyetleri üzerinde durmayı da
ihmal etmemem gerek." 1)
Ne olursa olsun, tarih uygar toplumun bu cbarbarlanıı arasın
da insan soyunun kurtuluşunun pratik unsurunu hazırlıyor.... "
11
caktı. Nitekim Martens'in belgeleri arasından çıkan raporlar bu
konuda veriler sunmaktadır.
Ama o günün koşullan göz önüne getirildiğinde, Weitling'in
bu sonuca varması tuhaf değildi. Zira, üretim araçlarından, üre
timin nesnel koşullarından hızla ve kütleler halinde kopartılan
kent ve kır küçük burjuvaları kentlere yığılmakla birlikte, yeni
yeni oluşmakta olan sanayi, bu kütleyi istihdam edemiyordu.
Bu koşullarda, kentlerin varoşları işçilerle işsizlerin, yoksulla
şan zanaatkarların ve lümpen proleterlerin iç içe ve birbirlerine
geçiş halinde yaşadıkları yerlerdi. Bu yerler hem «yedek sanayi
ordusuıtnun hem de devrimcilerin mekan tuttukları yerlerdi. Bu
ortamda şekillenen Weitling'in düşünceleri, toplumun en yok
sul kesimlerinin ayrıcalıklı kesimlere karşı biriktirdiği öfkeyi de
içeriyor, dile getiriyordu.
Bu öfke, elbette ki burjuva aydınlarına da yönelmekte, ken
dilerini onlardan ayırt edemeyen sosyalistleri de zaman zaman
vurmaktaydı. Riazanov, bu konuda Weitling hakkında, •ça
lışmalarını kuşkuyla karşılayan kitabi aydınlara karşı özel bir
düşmanlık beslerdi• diyor. Ama bu düşmanlık yahut «tiksintit
tek yanlı değildi. İşçi sınıfına yakınlık duyan aydınlarda da,
Weitling gibilere karşı benzer ve açıklanamayan bir «tiksin
tit mevcuttu. Bunu Marx'ın yakın arkadaşlarından Heine'nın,
Weitling'le ilk tanışmasını anlattığı şu sözlerinde görmek
mümkün:
"Özellikle ağınma giden, bu arkadaşın benimle konuşurken son
derece saygısızca davranmasıydı. Şapkasını çıkarmadı ve ben
önünde ayakta dururken sağ eliyle sağ dizini çenesine kadar çe
kip, sol eliyle sürekli ayak bileğini ovuşturarak oturmaya devam
etti. İlkin bu saygısızca davranışın terzilikte çalışırken edindiği bir
alışkanlığın sonucu olduğunu düşündüm, ama yanıldığımı çabuk
anladım. Neden böyle durmadan ayağını ovuşturduğunu sordu
ğumda, Weitling kayıtsız bir şekilde, sanki son derece olağan bir
şeymiş gibi, tutuklu bulunduğu Alman hapishanelerinde zincire
vurulduğunu söyledi; ayağına vurulan prangalar genellikle çok
sıkı olduğundan, demirin sürekli sürtmesi nedeniyle bacağında
kronik bir deri iltihaplanması oluşmuştu. Terzi Weitling bana bu
12
16
zincirlerden söz ederken irkildiğimi itiraf ederim."
Doğrusu bu ifadeler, komünizm hakkında ateşli yazılar, şi
irler yazan aydınlann, hem devrimcilerden hem de işçilerden
ne kadar uzak olduğunun çarpıcı bir belgesidir. Üstelik Heine,
Marx ve Engels'in en yakınında duranlardan biriydi. Heine, bu
çelişkili duygulannı daha da çarpıcı şu sözlerle noktalarken
aynı zamanda bir kafa kanşıklığını, bir aydınlanma ihtiyacını
dile getirdi:
"Zincire vurulup işkenceden geçen Leydenli terzi John'un, Müns
ter Belediyesinde saklanan eşyalarını, bir zamanlar öpecek ka
dar bu terziye hayranlık duyan ben, yaşamakta olan bir başka
terzinin, Wilhelm Weitling'in karşısında şimdi, önüne geçilmez
bir tiksinti duyuyordum ; oysa ikisi de aynı davanın havarileri,
kahramanlarıydı." 17
İlginçtir, Heine'nın bu duygu ve düşünceleri, sadece o zama
na özgü ve geçmişte kalmış değildir. Aydınlarla devrimcileri ve
işçileri aynı örgüt, aynı faaliyet içinde buluşturan bir devrimci
örgütün bulunmadığı her zaman ve koşulda, buna benzer ol
gulan değişik açılardan görüp tanık olmak hala mümkündür. O
zaman da bu belirsizlik ancak böyle bir dolayımla aşıldı.
Heine'ınkine benzer bir şoku, belli ki Marx ve Engels de
Londra'da, Karl Schapper, Joseph Moll ve Heinrich Bauer ile
tanıştıklannda yaşamışlardı. Engels, Londra'da tanıştık.lan bu
üç devrimci hakkında şunu söyledi:
"Ben bunların üçünü de 1 84J'te Londra'da tanıdım. Bunlar tanı
dığım ilk devrimci proleterlerdi. O sıralarda görüşlerimiz ayrın
tılarda birbirlerinden uzaklaşıyordu; çünkü onların dar görüşlü
eşitlikçi komünizmlerine karşılık. ben de bir o kadar dar görüşlü
felsefi kibirliliğe sahiptim. O sıra henüz yalnızca bir adam olmayı
arzulayan benim üzerimde, bu üç gerçek adamın bıraktıkları derin
etkiyi hiç bir zaman unutmayacağım "18 . ...
13
«uygar toplumun barbarları» diyordu. Weitling'in ilkel ve an
ti-entelektüel komünizmi, Komünist Manifestoya ulaşmak için
Marx ve Engels'in hem yetişmek, hem de aşmak zorunda ol
dukları bir eşik oldu. Bunu aşmak için kendi düşünsel evrimleri
içinde ve yönelişlerini belirlemede önemli bir sıçrama yapma
ları gerekiyordu. Ne var ki bu sıçrama, sadece onların çabala
rıyla ve salt teorik uğraşlarla sağlanabilecek bir hamle değildi.
O zamana kadar daha çok felsefe ve teorik sorunlar üzerinde
yoğunlaşmış bulunan Marx ve arkadaşları, on dokuzuncu yüz
yılın 40'lı yıllarında felsefi tartışmalarla somut siyaset sorunla
rı arasındaki bağı irdeleyip, açıklamaya yöneldiler. Bu yöneliş
içinde, Londra'da, Paris'te ve Brüksel'de kurdukları temasların
ardından, henüz otuz yaşlarına varmadan kendilerini hazır bir
devrimci örgütün kongresinde bulacaklardı.
14
nistler Birliği'ne katılacak olan Harney ve Jones'tu. ı9 Schapper
ve Bauer, bunların yanısıra Marx, Engels ve arkadaşlanyla da
tanıştılar. 1 843'ten itibaren birbirleriyle teması kaybetmeden
düzenli görüştüler. Bu militanlann içinde buluştuktan Adiller
Birliği'nin Komünistler Birliği ismini alarak adı konmamış ilk
enternasyonal işçi örgütüne dönüşmesi bir tesadüf sayılmama
lı. Bu enternasyonal ve enternasyonalist örgüt bu harmanlan
ma içinde şekillendi. Bu çok dilli ve çok uluslu örgütün daha
geniş bir uluslararası ölçekte yankı bulmasının ardında da bu
etken hatırı sayılır bir rol oynadı.
Engels Adiller Birliği'nin Londra'da geçirdiği süreç hakkında
şunlan söyledi:
"Ağırlık merkezinin Paris'ten Londra'ya kaymasından sonra, yeni
bir özellik gözle görülür hale geldi: Demek bir Alman birliği ol
maktan çıkıp, yavaş yavaş uluslararası bir birlik haline geldi. İşçi
Derneği, yalnız Alman ve İsviçrelilerin değil, İskandinavyalı, Hol
landalı, Macar, Çek, Güney Slav, Rus ve Alzaslılardan oluşuyordu.
1 847'de derneğe gidip gelenler arasında üniformalı bir İngiliz mu
hafız eri bile vardı. Demek kısa zamanda Komünist İşçiler Eğitim
Derneği adını aldı; üye kartlannda da en az yirmi dilde, ıBütün
İnsanlar Kardeştir» yazıyordu. Açık demek gibi, Birlik de çok geç
meden daha uluslar arası bir nitelik kazandı. Başlangıçta sınırlı
kalan bu nitelik, pratikte üyelerinin çeşitli uluslara mensup olma
sından, teorik olarak da devrimin muzaffer olması için bunun bir
Avrupa devrimi olması gerektiği görüşünden ileri geliyordu. " 20
Devrimci Alman işçilerinin, Avrupa çapındaki zorunlu se
yahatleri çerçevesinde özetlenen serüven, bir bakıma, ıAlman
felsefesi, Fransız sosyalizmi ve İngiliz ekonomi politiğinin
bileşimi112ı biçiminde de tanımlanan Marksizm'in çevriminin
19 George Julian Harney, yoldaşı Ernest Charles Jones ile birlikte, çartist hareke
tin içinden sıyrılıp Britanya işçi hareketinin öncüleri arasına girnıiş, Komünistler
Birliği'nden önceki ilk enternasyonal işçi derneğinin kuruculan arasında yer al
mıştı. İlk kongreden sonra, Komünistler Birliği'nin İngiltere'deki ayağını oluşturan
lardan biri de olmuştu. Harney, her zaman Marx ile hem fikir olmasa da, Birinci
Enternasyonal'in kurulmasından sonuna kadar aktif olarak görev yapanlardan bi
riydi.
20 Bkz. F. Engels, age. s. 123
2 1 Genellikle İkinci Enternasyonal ve takipçileri tarafından böyle tanımlansa da bu
formülün doğrusunda Babeuf-Blanqui geleneğini ifade eden •fransız devrimciliğiıni
zikretmek daha doğru olur. Zira •Fransız sosyalizmi• dendiğinde asıl akla gelenler
Saint Simon, Charles Fourier, Etienne Cabet gibi reformist ütopyacı burjuva sosya
listleridir.
15
tamamlanış sürecini yansıtmaktadır. İngiltere'de başlıca ilgi
odağı haline gelen ekonomi politiğin temel sorunlan, koope
ratif ve sendikalaşma hareketleri; sosyalizm ufkunun şekillen
mesine önemli bir ivme katan Fransız ütopyacılan ve Fransız
devrimciliğinin mücadele/ örgütlenme geleneği; Almanya' da
felsefenin doruk noktalannı bulmasına paralel olarak gelişen
tartışmalar ve bunlann yanısıra Weitling örneğinde görüldüğü
gibi, bunlann sonuçlannın komünist fikirler olarak işçi hare
ketine taşınması, sessiz sedasız bir gergef dokuyordu. Marx,
•Fransız-İngiliz sosyalizmiyle Alman felsefesinin kanşımı• diye
nitelediği Adiller Birliği'nin doktrini hakkında şunlan söyledi:
"Birliğin gizli doktrinine gelince, bu, Fransız ve İngiliz sosyalizmi
nin ve komünizminin değişen bütün biçimlerinden olduğu kadar,
Alman türlerinden de (Weitling'in fantezileri gibi) geçmiştir. ...
Alman felsefesinin 1831 'den 1846'ya kadar içinden geçtiği farklı
evreler, bu işçi derneklerinde en hararetli partizanlıkla izlendi. "22
Almanya'da genç Hegelciler çevresinin, bu arada Marx'ın
kendisinin de yaptığı felsefe tartışmalan, eş zamanlı olarak
Alman devrimcileri arasında da ciddi bir biçimde ele alınıyor
du. Marx'ın kısa betimlemesinde tarif ettiği düşünsel evrimin
gerçekleştiği dönem, aynı zamanda sanayi, fabrika, işçi sınıfı,
proletarya, grev, kapitalizm, sosyalizm, komünizm, radikalizm,
liberalizm, milliyetçilik gibi kavramların ilk kez dile getirildiği;
sosyalist ve komünist fikirlerin yanısıra, sosyalizm ve komü
nizm hedefleri doğrultusunda örgütlenme ve eylemlerin belirip
yayılmaya başladığı bir dönemi kapsar.
Bu eylemleri gerek bizzat örgütleyerek gerekse onların içinde
pişerek şekillenen ilk proleter devrimciler bir yandan da, yeni
yeni oluşan ideo-lojik akımları irdeliyor, onlarla hesaplaşarak
ya da bu fikirleri benimse-yerek şekilleniyorlardı. Bununla bir
likte ilk dönemde daha çok ıbir İngiliz icadı• olan ekonomi
politik, kıta Avrupa'sındaki gelişmeleri pek etkilememekteydi.
Adiller Birliği'nin düşünsel evrimini bu bakımdan değerlendi
rirken Engels şöyle dedi:
22 Marx, Kari Vogt'dan, Komünist Manifesto'nun Doğuşu derlemesi içinde, Sol
Yay., s. 226
16
"Ama, mevcut toplumu aynntılı olarak eleştirme, yani ekonomik
olaylan araştırma meselesine gelince, bunların zanaatçı önyar
gılannın onlara çelme takması kaçınılmazdı. Ben, Birlik içinde o
sıra ekonomi üzerine bir tek kitap okumuş bir kimsenin olduğuna
inanmıyorum. Fakat bu durum önemsizdi: •eşitlib, •kardeşlik• ve
•adalet- her teorik engeli aşmada o an için yeterli bulunuyordu. "21
Doğrusu, Marx ve Engels de soyut felsefi tartışmalarla sı
nırlı bir çaba içinde değillerdi. Nitekim onların ilk yazdıkları
kitaplara bakıldığında bu görülebilir. Yalnızca Bauer kardeşler
le24 polemik olarak yazdıklan «Kutsal Aileıye bakmak bile bu
konuda fikir edinmek için yeterlidir. Bu kitap, derin bir felsefe
tartışması olduğu kadar, Fransız devriminin gölgesinde şekil
lenen o zamanki sosyalizm akımlannın tümüyle insan haklan,
bireycilik, kadın sorunu, (Yahudi sorunu bağlamında) ulusal
sorun, halkçılık, devlet ve hukuk vb. sorunları etrafında yürü
tülen bir tartışmayı yansıtır. Bugün komünistlerin bu sorunlara
ilişkin tutumlarının köklerini, hala bu polemikte ortaya konan
görüşler içinde bulmak mümkündür.
Demek ki, Marx ve Engels'in önce ayn ayn, sonra birlikte
yürütmeye başladıklan titiz ve uzlaşmaz teorik gayret de, işçi
hareketindeki kendiliğinden ve devrimci örgütlerin içindeki
dağınık gelişmelerden ayn, ama kopuk olmayan bir hazırlığı
ifade ediyordu. Engels'in İngiltere'de başlattığı ekonomi politik
ve İngiliz işçi sınıfının durumu hakkındaki inceleme ve çalış
maları bunun önemli bir ayağıdır. Keza Marx'ın, Weitling tipi
proleter devrimcilerin bir başka örneği olan Proudhon'a karşı
yürüttüğü polemiği ifade eden «Felsefenin Sefaleti» de, hem
siyasal sorunlara, hem de eksikliği vurgulanan ekonomi konu
sundaki bilgisizliğe parmak basmakta ve «Kutsal Aileı polemi
ği ile birbirlerini tamamlamaktadır. Nihayet Marx ve Engels'in
hem Hegel'den kopuşlarını hem de Feuerbach'la aynmlannı
17
ortaya koyan •Alman İdeolojisi• de, onların yeni fikirlerinin ilk
kez derli toplu ifade edildiği temel bir köşe taşıdır.
Bu teorik hazırlık sürecinin arka planında ise, Blankistlerin
tekrar tekrar giriştikleri eylemlerin yanısıra, Lyonlu ve Silez
yalı dokuma işçilerinin eylemlerinde olduğu gibi çatışmalı işçi
direnişleri; birbirlerine bakarak gelişen yeni tip bir devrimci
anlayışın ruhunu besliyordu. Bütün bu unsurların teorik bir
çerçeveye oturması ve örgütlü bir senteze ulaşması ihtiyacı da
yaratmıştı. Bir bakıma •Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin!11 şian
nın damgası ile anılacak olan enternasyonalist bir bildirgenin,
yani Komünist Manifesto'nun vakti gelmişti.
"O zamana kadarki komünizm görüşünün gerek basit eşitlikçi
Fransız komünizminin, gerekse Weitling'ci komünizmin yetersiz
liği daha da açıklık kazandı. Marx'la benim yeni teorimizin doğ
ruluğu daha çok kabullenilmeye başlandı. Londra'dak.i önderler
arasında, teorik bilgiye ilişkin yeteneğinden ötürü önemli iki kişi
nin bulunmasıyla bu kavrayış daha da gelişti: Heilbronn'lu min
yatürcü Kari Pfaender ve Thüringen'li terzi Georg Eccarius. " 25
Kari Pfaender, Komünistler Birliği'nin ilk yönetici komite
sinde yer aldıktan sonra, Birinci Enternasyonal'in Genel Kon
sey'inde de görev alacaktı; Eccarius da bu enternasyonalin
önderleri arasında, sonradan da İngiliz sendi.kal hareketinin
yöneticileri arasında yer aldı. Her iki devrimci de hayatlarının
sonuna kadar Marx'la birlikte hareket ettiler. Demek ki Birinci
Enternasyonal diye anılan •İşçilerin ınuslararası Derneği•nin
ardında Komünistler Birliği'nin bu enternasyonalist karakteri
nin olması küçük bir ayrıntı olmasa gerektir. Marx ve Engels de
Adiller Birliği'ne gelmeden önce o zaman için adeta tüm dünya
gibi kabul edilecek Avrupa'nın muhtelif köşelerinde mekik do
kumuşlardı.
25 Engels, age. s. 18; aynca bkz. Komünist Manifesto'nun Doğuşu, derlemesi, Sol
Yay.
18
Marx ve Arkadaşları Örgütlü Komünizme Bağlanıp
Devrimci Oluyorlar
Adiller Birliği'ne katılıncaya kadar bir devrimci örgüt içinde
yer almamış olmalarına rağmen, Marx ve Engels'in bir siyasal
faaliyetten ve örgütlenme gayretlerinden tamamen uzak dur
duktan sanılmamalı. Engels, Marx ve kendisinin o zamanki
etkinliklerini şöyle anlattı:
" İkimiz de, dünyada, özellikle batı Almanya'da, örgütlü prole
taryayla bağlara sahiptik ve politik hareketlere derinliğine karış
mıştık. Görüşümüze bilimsel bir temel kazandırmak zorundaydık,
ama aynı zamanda da Avrupa proletaryasını ve her şeyden önce
de Alman proletaryasını kendi inancımıza çekmek de bizim için
önemliydi. Hemen işe giriştik. Brüksel'de bir Alman işçi derneği
kurduk ve Şubat ihtilaline kadar bize organ olarak hizmet eden
Alman-Brüksel gazetesini elimize aldık. Benim birlikte çalıştığım,
çartist hareketin merkez organı Northern Star=Kuzey Yıldızı'nın
redaktörü Julian Harney vasıtasıyla, İngiliz çartistlerinin devrim
ci kesimleriyle ilişkimizi sürdürdük. Aynı şekilde Brüksel sosyal
demokratlarıyla (Marx, Demokrat Derneğin başkan yardımcısıy
dı -OD.), İngiliz ve Alman hareketlerine ilişkin haber yolladığım
«Reform• gazetesindeki Fransız sosyal demokratları ile bir çeşit
işbirliğine girdik. Kısacası radikal ve proleter örgütlerle ve yayın
organlarıyla bağımız tam da anulanabilecek biçimdeydi.
26 Bu irtibatı kurmalannda baş rolü oynayan İrlandalı bir iplik işçisi militan olan
Engels'in sevgilisi Mary Bums'tü. Mary ne yazık ki çok erken öldü. Ama ablası Lizzy
onun eksiğini büyük ölçüde kapattı ve hayatının sonuna kadar Engels'in önemli bir
yardımcısı oldu. Yine de iki kız kardeş de ingiliz proletaryasıyla sıkı bağlar içindeydi
ve aynı zamanda İrlanda bağımsızlık mücadelesiyle ilişkiliydiler. Lizzy Marx'ın en
küçük kızı Eleanor'un İrlanda sorunu ve kurtuluş mücadelesinde yer almasında da
önemli bir rol oynadı. Dinine bağlı bir Katolik olan Lizzy'nin de hastalığı ilerlediğin
de onun inançlanna halel getirmemek için Engels onunla resmi nikah kıydı. Mezar
taşına "Friedrich Engels'in eşi" ibaresi böyle yazıldı.
19
dünyanın çeşitli yerlerindeki dostlarımıza ve muhabirlere yolladı
ğımız taş baskıyla basılmış çeşitli bildiriler de yararlı oluyordu." 27
Demek ki, Marx, Engels ve arkadaşları bütün bu dönem bo
yunca gözlemle ve teorik çalışmalarla sınırlı bir faaliyet yürüt
müyorlardı. Engels, Londra'da çartistlerle temas ve yayın dü
zeyinde bir işbirliği içindeydi. 1 846 yılında İngiltere'de Harney
ve Jones önderliğinde •Kardeş Demokratlar Derneği» adı altın
da bir enternasyonalist dernek kurulurken, Marx da Brüksel'de
•Komünist Yazışma Komitesi11 adı altında bir örgütlenmeyi ya
ratmakla meşguldü. Bu komitenin işlevini şöyle tanımlıyordu:
Alman sosyalistlerinin Fransız ve İngiliz sosyalistleriyle bağlan
w
20
ğu da açıktır. Ancak Riazanov titiz çalışmalannın ardından bu
dönem hakkında şu açıklamayı yapma gereğini duydu:
wMarx'ın örgütsel çalışmaları, araştırmacılar tarafından hemen
hemen tümüyle es geçilmiştir. Marx adeta bir manastır düşünürü
ne dönüştürülmüştür. Kişiliğinin en ilginç yanlarından biri inkar
edilmiştir. Marx'ın -Engels'in değil- 1 840'lann ikinci yansında,
bilinçlendirme çahşmalannın esinleyicisi ve yöneticisi olarak oy
nadığı önemli rolü kavramayı beceremezsek., daha sonralan 1 848-
1 849 yıllannda ve Birinci Enternasyonal döneminde örgütçü ola
rak yerine getirdiği müthiş rolü hiç anlayamayız. "29
Bu süreç, aynı zamanda Adiller Birliği ile Marx ve arka
daştan arasındaki farklılıklann ortadan kalkış süreci ve Komü
nistler Birliği'nin temellerinin atıldığı bir süreç oldu. Aynı sü
reç, Weitling'in de örgütten uzaklaşmasına varacaktı; 1 846'da
İsviçre'den ABD'ye geçen Weitling Adiller Birliği ile ilişkisini
koparmıştı. Ama Weitling'in görüşlerinin bu örgütü terk etmesi
daha uzun bir süreyi aldı.
Salt propaganda amacıyla olsa bile, ... Almanya dışında bile an
cak gizli olabilecek bir örgütün gerekliliği konusunda hiçbir kuşku
taşımıyorduk. Oysa Birlik biçiminde böyle bir örgüt zaten vardı.
Birlik içinde daha önce karşı olduğumuz şeyler, şimdi bizzat Bir
liğin temsilcileri tarafından hatalı görülüp terk edilmişti, bir reor
ganizasyon için çalışmaya çağrılıyorduk. Hayır diyebilir miydik?
21
10
Muhakkak ki diyemezdik. Birliğe bu şek.ilde girdik."
Bu gelişmenin tesadüfen ve kişisel ilişkiler sayesinde olduğu
sanılmamalı. Örgütün önderleri, hem üyelerinin düşüncelerini
bir potada toplayıp, ortak bir siyasal belgeye ulaşmayı hedefli
yorlardı; hem de örgütün dışında bulunan komünistleri de bu
sürece katılmaya ikna etme niyetindeydiler. Tam da bu amaçla,
o zamana kadar örgüt üyesi olmayan Marx: ve arkadaşlarının,
bu kongreye katılmalarını sağlama doğrultusunda düzenleme
yapan bir karar alındı. Engels'in •orta sıklet bir herkülıı diye
tarif ettiği Joseph Moll da bu iş için görevlendirilmişti; görevini
başarıyla tamamladı.
Bununla birlikte bu ikna süreci tek yanlı bir girişimin so
nucu değildi. Moll, 1847 yılı başında Marx'ı ikna etmek üzere
Brüksel'e geldiğinde, yalnızca Adiller Birliği'ni temsilen orada
bulunmuyordu. O aynı zamanda Marx: ve arkadaşlarının bir yıl
önce Brüksel'de kurdukları ve Londra ve Paris'te de şubeleri
bulunan •Komünist Yazışma Komitesimin Londra şubesinde
yer alıyordu; Schapper ve Bauer de öyle! Joseph Moll Brüksel'e
geldiğinde, hem bu şubenin faaliyetleri hakkında bir rapor ilet
mek hem de Adiller Birliği'nin önerisini sunmak üzere orada
bulunuyordu.11
Her ne kadar Marx, parasızlık nedeniyle fiilen katılamadıysa
da, onu da temsil eden •Lupus=Kurt» lakaplı Wilhelm Wolf,32
Brüksel'den ; Paris'tekileri temsilen de Engels, 2-7 Haziran
tarihlerinde toplanan kongrede yer aldılar. Bu, o zaman adı
öyle konmamış olsa bile, tarihin ilk enternasyonalinin kuruluş
kongresiydi; aynı zamanda da bir •birlik kongresi» idi. Sadece
Marx, Engels ve arkadaşları değil, İngiltere'deki çartistlerin bir
kısmı ve başka ülkelerden devrimciler de bu kongrede buluştu
lar ve tarihin ilk enternasyonal komünist örgütünü oluşturdu-
22
lar.33 Hiç kuşkusuz bu gelişmelerin ardında Engels'in sevgilisi
İrlandalı tekstil işçisi Mary Bums'ün katkısı da göz ardı edil
memeli. Kendisi okur yazar olmayan Bums Komünistler Birliği
ile Engels, Marx ve yoldaşlannın temas edip buluşmasını sağ
lamada başlı başına bir rol oynadı.
Komünistler Birliği'nin ilk yönetici komitesinin Haziran
1 847 Kongresi hakkında örgüte sunduğu rapor, örgütün çapı
ve işleyişi ile ilgili ilginç aynntılan yansıttığı gibi, örgütün is
minin neden ve nasıl Komünistler Birliği olduğunu da açıkladı.
Bu açıklamada iki ayn gerekçe ileri sürülüyordu. Bunlardan bi
rincisi, güvenlik ve gizlilikle ilgili bir gerekçeydi. Prusya polisi
tarafından gözaltına alındıktan sonra çözülen ve örgüt hakkın
da pek çok sırlan açığa çıkaran C. F. Mentel adlı örgüt üyesi
muhbirin yarattığı deşifrasyon koşullannın isim değişikliği için
başlı başına bir gerekçe olduğu savunuldu. «Asıl önemli olam
diye vurgulanarak açıklanan ikinci gerekçe ise, Horlananlar
Birliği'nden koparken belli bir anlamı olmakla birlikte, Adiller
Birliği isminin artık örgütün asıl amaçlannı yansıtmaktan uzak
olduğu hakkındaydı ; bu konuda şunlar söylendi.
"Bu isim artık günümüze uygun değildir ve neyi amaçladığımızı
hiç bir biçimde ifade etmemektedir. Adalet isteyen, yani adalet
diye adlandırdık.lan şeyin peşinde olup da, zorunlu olarak komü
nist olmayan ne kadar çok insan var! Bizi ayırt eden şey genel
olarak adalet peşinde olmamız değildir; zira herkes kendini böyle
tanımlayabilir; bizi ayırt eden mevcut toplumsal düzene ve özel
mülkiyete karşı olmamız, mülkiyet ortaklığını istememiz, komü
nist olmamızdır. Dolayısıyla birliğimiz için bir tek uygun isim,
bizim gerçekten kim olduğumuzu bildiren bir tek isim vardı; biz
de onu seçtik. "34
Kongre, Adiller Birliği'nin ismiyle birlikte tüzüğünü de de
ğiştirdi. 35 2-7 Haziran'daki kongre raporunun ekleri olarak,
33 Komünistler Birliği"nin ilanıyla sonuçlanan bu kongre hakkında bilinenler uzun
zaman Engels'in yazdı.klan çerçevesinde kalmıştı. Ancak J. F. Martens'in evraklan
arasında kongrede seçilen ve tüzüğe göre Merkezi Konsey diye tanımlanan örgütün
yönetici organının kongre hakkında örgüte sunduğu rapor da vardı; bu sayede örgüt
hakkında somut ve aynntılı bilgilere ulaşılmış oldu.
34 Marx Engels Toplu Eserler, c.6, s. 595, Progress Publisher, 1976 Moskova
35 Bu kongrede örgütün genelinde tartışılıp nihai şeklini almak üzere kabul edilen
tüzük metni de 1968 yılına kadar bilinmiyordu ve aynı belgeler arasında bulundu.
"Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin !" şian ilk kez bu metnin başında yer aldı. Komü-
23
örgüt üyelerine benimsenen tüzük metninin yanısıra bir de Ko
münist Amentü (credo) taslağı gönderilmişti. Engels tarafından
hazırlanıp, Heide (Wilhelm Wolf) ve Kari Schill'in (Schapper)
imzalannı taşıyan bu taslak, birinci kongrede irdelendikten
sonra, aralık ayındaki kongrede son şekli verilmek üzere örgüt
birimlerinde tartışmaya açıldı. Birinci Kongre raporunda bu
konuda şöyle dendi:
"Nihayet Komünist Amentü sorununa gelince. Kongre, Birliğin
ilkelerinin kamuoyuna açıklanmasının büyük önem taşıyan bir
adım olduğunu düşünmektedir. Birkaç yıl, belki de birkaç ay içe
risinde, zaman aşımına uğrayıp, çoğunluğun düşüncelerini ifade
etmekten çıkan bir amentü, uygun bir amentü ne kadar yararlı
olacaksa o kadar zararlı olacaktır; bu nedenle bu adım özel bir
itina göstererek ve aceleye getirmeksizin atılmalıdır. Bu konuda,
tıpkı Birliğin yayın organı sorununda olduğu gibi, Kongre, ni
hai karar verecek tarzda hareket edemez ; sadece kurucu bir rol
üstlenmelidir; yeniden uyanmakta olan Birlik hayatına, amentü
planının tartışılması sayesinde yeni bir gıda sunmak gerektiğinin
bilincindeyiz. Böylece Kongre bu planın bir taslağını çıkartıp, bu
taslağı komünlerin36 tartışmasına sunmaya karar verdi; öyle ki
itiraz ve ek önergeler formüle edilip Merkezi Konseye ulaştırıla
bilsin. Bu plan ektedir. Bu planın komünler tarafından ciddi ve
doyurucu biçimde değerlendirilmesini tavsiye ediyoruz. "37
25
doğrultusunda «Komünist Amentü taslağı11 üzerinde hummalı
bir tartışma içindeydi. Söz konusu raporda yer alan şu satırlar
bu çalışmaya tanık:
"Kongrenin sona ermesiyle birlikte Kongre raporunu, yeni tüzüğü,
Komünist Amentü'yü, Merkezi Konsey'in bir mektubuyla birlik
te İsviçre, Fransa, Almanya, Belçika ve İsveç'te komünlerimizin
bulunduğu on kente gönderdik. Aynca Londra'dan iki yetkili
kuryeyi Amerika'ya, birini Norveç'e, birini Almanya'ya, birini de
Hollanda'ya gönderdik. Bunlann hepsi Merkezi Konsey'e gittikleri
yerde yeni komünleri kurup, bizimle ilişkiye geçmelerini sağla
mak için ellerinden geleni yapacaklannı bildirdiler.
26
İkinci Kongre, yalnız bir Komünist Amentü'yü belirleyeceği için
değil, Birliğin nihai örgütlenmesini kesinleştireceği ve propa
ganda çalışmamızın gelecekteki aracı olarak bir yayın organını
oluşturacağı için önem taşımaktadır. Bu nedenle mümkün olduğu
kadar çok delegenin kongreye katılımının sağlanması büyük bir
önem taşıyor.
27
di. Bütün bir sürecin birik.imlerini yansıtan notlarla Belçika'ya
döndü. Ama çerçevesi önceden tartışılmış ve taslakları ortaya
çıkmış olduğu halde, metnin son halini alması beklenenden ve
istenenden uzun sürdü. 1 847'nin Aralık ayından itibaren işe
koyulan Marx, 1 848 Ocak ayı sona ererken hala son noktayı
koyamamıştı. Oysa Manifesto'nun metnine de yansımış olduğu
gibi, Avrupa, yaklaşan bir devrim dalgasına gebeydi. Komü
nistler Birliği de bu sürece müdahale etmek üzere, özellikle Al
manya'dak.i mayalanmaya gözlerini dikmiş bulunuyordu.
Komünistler Birliği'nin kuruluşundan beri gündemde olan
komünistlerin kimliğini ve amaçlarını açıklama görevi, yakla
şan devrimin ayak sesleri ile her geçen gün ivedileşmekteydi.
Londra'dak.i yönetici komite bu basıncın da etkisiyle şu sözleri
içeren bir mektubu Marx'a ulaştırılmak üzere 24 Ocak 1 848
tarihinde Belçika'ya gönderdi:
" Merkez Komitesi, Brüksel'deki bölge komitesine geçen kongre
de hazırlamayı üstlendiği Komünist Parti Manifestosunu t Şubat
Çarşamba gününe kadar Londra'ya iletmezse, kendisine karşı bir
çok yaptırımlar uygulanacağını yurttaş Marx'a bildirmenizi em
reder. Yurttaş Marx'ın Manifesto'yu yazmaması halinde, Merkez
Komitesi kendisine teslim edilen belgelerin derhal iade edilmesini
talep eder.
28
Komünist Manifesto'nun
il.
Anlam ve Önemi, Giderilen ve
Giderilemeyen Eksikleri
29
toplumunun ve kapitalist üretim ilişkilerinin bir devrime hacet
kalmadan esaslı bir dönüşüme uğradığı saptamasından hareket
ederler. Manifestonun pabucunun dama atılmasını bu varsayı
ma dayandırırlar.
Adı revizyonizm ile birlikte anılan Bemstein'ın ilk adımı
da bu yönde oldu. O, küçük burjuvazinin akıbeti hakkında
Manifesto'da söylenenlerin doğru çıkmadığını, yeni ve ge
niş bir orta sınıfın peydah olduğunu, burjuva toplumunun
Manifesto'nun yayınlanmasından beri değişime uğradığını ve
bir devrime gerek kalmadan dönüştürülebileceğini ileri sür
müştü.
Bu bakış açısı sadece bir metnin eksik ve yanlışlarını sap
tayıp onları düzeltme gayretini ifade etmekle kalmaz. Bu
yönelişi benimseyip önerenler genellikle ve esasen kapitalist
üretim ilişkileriyle burjuva toplumunun temel niteliklerinin
değiştiğini düşünenler arasından çıkar. Böylece Komünist Parti
Manifestosu'nun öngörü ve saptamalarında düzeltmeler yapma
iddiasıyla sahte bir hüsnüniyet maskesinin ardına saklanırlar.
Bu tutum ekseri «dogmatik olmama,. gerekçesi ve sözümona
«hassasiyetiyle,. ve bir meşruiyet arayışıyla el ele gider. Ama
bu esasen Komünist Parti Manifestosunun mahiyetinin anlaşıl
madığına delalet eder. Komünizm hareketinin evrensel anlam
ve kıymetinin idrak edilmediğini anlatır. Adeta yerel ve kısmi
sorunlar hakkında bir konjonktüre! program metni gibi anla
şılmasına yol açar.
Oysa Komünist Parti Manifestosu bir heyula gibi tasvir edi
len komünist devrim hareketinin evrensel anlam ve mahiyeti
nin ilk somut tasviri ve tarifidir; ilk cümlesinden itibaren bunu
anlatır zaten. Kalkış noktası da •burjuvazinin kendi suretinde
bir dünya yaratmış olmasıdm. Bir başka deyişle Manifesto'nun
saptama ve perspektifleri sermaye düzeni yıkılıncaya kadar
değişmeyecek temellere dayanır. Komünist kimliğini benimse
yenlerin kalkış noktası ve ilk referansı oluşu manifestonun bu
evrensel ve dünya-tarihsel mahiyetinden ileri gelir.
Yine de •O günden bugüne değiştirilmesi, geliştirilmesi ge-
30
reken bir yanı yok mu?• sorusunu soranlar az değildir. Bunlar
değiştirilmesi düzeltilmesi gerekenin Komünist Parti Manifes
tosu değil onun nesne edindiği dünya gerçekliği olduğunu an
lamamış olanlardır. Yani Feuerbach üzerine ünlü tezlerin on
birincisinde söyleneni anlamamış olan •acemi feylesoflandır:
"Filozoflar dünyayı değişik biçimlerde yorumlamaktan ileri git
mediler, halbuki iş onu dönüştürmekte/değiştirmektedir."
Gerçekten de değiştirilmesi dönüştürülmesi gereken ser
mayenin egemen olduğu dünyadır. Komünist Parti Manifes
tosu da bu zarurete işaret eden ilk parti programıdır. Felsefe
meraklılanna değil, bu gerçeklik değişmeden Komünist Parti
Manifestosu'nun değişmesi gerektiğini öne sürenler ise (en başta
Bemstein olmak üzere) burjuva toplumu gerçekliğinin bir deği
şim gösterdiğinden hareketle Komünist Parti Manifestosu'nun
hedef ve öngörülerinde bir düzeltme yapmak gerektiğini öne
sürerek söze başlar.
Öte yandan Komünist Manifesto, herhangi bir zamanda de
ğil, 1 848 Şubatında, somut bir devrim dalgasının arifesinde, bu
devrime önderlik etmek üzere kurulan bir örgütün programı
olarak benimsendi. Bu bakımdan bir amentü değil manifesto
olarak ele alınmış olması da küçük bir aynntı değildir. Yani
bir partinin programı, eylem kılavuzu olmasıdır. Sınıflı top
lumlann sonuncusunu yıkıp komünist bir dünya kurulmasının
yolunu açmak üzere yola çıkanlara yol gösteren bir kılavuz
olmasıdır. Komünist Manifesto'nun bağımsız bir devrimci
örgütün siyasal programı olduğunu öne çıkaran bu vurguyu
küçümseme tutumuyla, Komünist Manifesto'dan günümüze
ulaşması gereken kızıl ipin elden kaçmlması arasında kopmaz
bir bağ vardır.
Komünist Parti Manifestosu yaklaşan 1 848 devrim dalgası
na müdahale etme amacıyla hareket eden bir örgütün yapması
gereken ve yapacağı işleri ortaya koyar. Bilhassa gelişmiş bir
proletarya hareketinin damga vurduğu koşullarda gerçekleş
mekte olan gecikmiş bir burjuva devrimini proleter devrimiyle
31
aşma perspektifini içerir. Soyut bir amentü olmayışı ve gerek
Neçayev'in gerekse de Bakunin'in ilmihallerinden farklı oluşu
da bundandır. Engels'in yazdığı türden bir ıamentü=credo11den
farkı da buradadır. Weitling'in •İnsanlık Nedir; Ne olmalıdır?11
43başlıklı taslağı ise Komünist Birlik yöneticileri tarafından
tatminkar bulunmamıştı. O sıralarda Marx ve Engels tarafından
yazılıp yayınlanan Bauer eleştirisi •Kutsal Aile11 ve Proudhon'la
polemik olan •Felsefenin Sefaletill ise dikkat çekmişti. Bunun
üzerine Marx ve Engels Komünist Birlik yöneticileri tarafın
dan çağrılarak gündemdeki kongrede yer almaları istendi ve
o kongrede örgütün programı olmak üzere eldeki taslaklardan
ve örgütün birimlerindeki tartışmaların ışığında bir manifesto
yazmak üzere Marx görevlendirildi.
Komünist Parti Manifestosu'nun muhtemel alman devrimi
ne komünistlerin nasıl ve ne yönde müdahale etmesi gerektiği
somutluğu ile sona ermesi de rastgele bir ayrıntı değildir. Ar
kasında bu devrimde komünist devrimciliği somutlamak üze
re yer alıp bir kısmı da hayatlarını verecek olan devrimcilerin
durduğunu da anlatır.
33
bir değerlendirme ve eleştirinin dayanaklarını sunmaktadır.
Bugün bu bölüme ilişkin olarak yapılması gereken, olsa olsa
burada ele alınan anlayışların şimdi hangi kisvelere bürünmüş
olarak varlık gösterdiklerini ortaya koymak ve yüz yetmiş kü
sur yıl içinde beliren yeni akımları bunlara ilave etmek olma
lıdır.
Kaldı ki burada tasvir edilen akımlar, somut birer akım ola
rak çoktan mazide kalmış olsalar da, onların ete kemiğe bü
ründürdüğü anlayışlar sanıldığı gibi bu uzak geçmişte kalmış
değildir. Bunların pek çok özelliğini paylaşan ve aynı kökler
den beslenen akımlar, değişik kisveler altında hala varlıklarını
sürdürmektedir; hatta çoğunlukla Marksizm kılığına bürün
müş olarak...Öyle ki, bugün Komünist Parti Manifestosu'na
sahip çıkma iddiasında bulunanların pek çoğunun soyağacı
Manifesto'ya ancak orada eleştirilen sosyalizm akımları başlığı
üzerinden bağlanabilir.
Dolayısıyla, Manifesto'da eleştiri konusu yapılan anlayışlar
hakkındaki saptamalar da hala canlılığını korumaktadır. Sırf
bu gerçek bile Komünist Parti Manifestosu'nun hala geçerli
ve canlı olduğuna delalet eder. Bunun nedeni de onu kaleme
alanların kerametinden değil, ele alınan konunun ve gözetilen
hedefin hala geçerli olmasından ileri gelir.
Bunun için de komünistlerin diğer işçi sınıfı partilerinden
kendilerini kalın çizgilerle ayırıp onların karşısına dikilmeleri
gerektiği söylenerek Komünist Parti Manifestosu'nun bu hatası
düzeltilmelidir. Nitekim •Ne Yapmalı?11yı kılavuz edinen Bol
şevikler bu düzeltmeyi sadece lafta değil pratik olarak yapmış
ve Manifesto 'nun gösterdiği hedefe ilk erişen devrimciler olma
onurunu bu sayede elde etmişlerdir.
Ama elbette Komünist Parti Manifestosu sadece başka akım
larla aynın çizgilerini çekmek için yayınlanmadı. Esas olarak
Komünistler Birliği'nin yaklaşan devrim dalgasına müdahale
etmesini sağlamak amacıyla tasarlanmıştı; zaten aynın çizgile
ri bu amaçla çekildiğinde politik bir anlam kazanır. Ne var ki,
1 848 devrim dalgasının ilk kıvılcımın parlamasından az önce
34
yayınlanmış olması, Manifesto 'nun bu sürece müdahale etme
ye elverişli bir araç olmasına yetmezdi; yetmedi de.
Komünist Parti Manifestosu, 1 848 devrimlerine yol açan di
namiklerin ve bu devrimlerin hangi yönde gelişmesi gerektiği
nin önceden ortaya konduğu bir öngörü abidesi olarak dikkat
çekti ve bu yönüyle o günden bu yana didik didik incelendi.
Zaten Komünistler Birliği'nin ayırt edici iddialarından biri de
buydu:
"Teorik bakımdan, proletarya hareketinin koşullannı, ilerleyişini
ve nihai amaçlannı berrak biçimde kavramış olmalan sayesinde
komünistler, proletaryanın geri kalan kısmına kıyasla bir üstünlü
ğe sahiptirler." (Proleterler ve Komünistler bölümü)
Belki de bu nedenle, marksistler arasında devrimci teoriyi
adeta falcılık gibi algılanan bir öngörü aracına indirgeyen eği
limler, o gün bu gündür eksik olmamıştır. Manifesto'nun öngö
rülerinin doğrulanıp doğrulanmadığı hakkında bitip tükenmez
teorik tartışmaların pek çoğu bu yaklaşımla yapılmakta; aynın
çizgileri buna göre çekilmeye çalışılmaktadır. Oysa Komünist
Parti Manifestosu'nun iddiası bundan ibaret değildi; ve ona
siyasal bir işlev ve karakter veren yanı da bu teorik üstünlük
noktasında aranmamalıdır. Komünist Manifesto'nun asıl poli
tik iddiası, 1 848 devrimleri sınavında doğrulanmadı; o günden
beri de nadiren doğrulanmaktadır:
" ... komünistler pratik bakımdan, bütün ülkelerin işçi partileri ara
sında en kararlı, diğerlerinin başını çeken kesimi oluştururlar"
(Komünist Manifesto, Proleterler ve Komünistler bölümü)
1 848 devrim dalgası içinde Komünistler Birliği öngördüğü
bu gelişmeler içinde, iddia ettiği gibi, işçi hareketini «pratik
te11 harekete geçiren, ileri çeken bir öncü rolü oynayamadı.
Bu rolü Komünist Parti Manifestosu'nu kılavuz edinerek Ekim
Devrimine önderlik eden Bolşevikler layıkıyla yerine getirdi.
Komünist Manifesto'nun yayınlanışından yüz yetmiş küsur yıl
sonra onun izinden gitme iddiasında olan komünistlerin hala
bu iddiayı gerçekleştirme ödeviyle yüz yüze bulunması ise ha
zin bir olgudur.
35
Belki de Manifesto'nun bir siyasal program değil, bir teo
rik öngörü metni olarak inceleme konusu edilmesinin ardında
yatan etkenlerin başlıcası burada yani bir bakıma pratikteki
bir başarısızlık yüzündendir. Bunun temel nedeni ise bir prog
ram metni olarak Komünist Parti Manifestosunun herhangi bir
kusurundan veya yanlış öngörüsünden değil onun arkasında
duran örgütün kusurlarından ileri gelir. Bir başka deyişle Ma
nifestonun ardındaki devrimcileri aşmak için onun izinden gi
den bolşevikleri kılavuz edinmekle başlamak gerek.
Yanılgı Değildi
Komünist Manifesto 'nun sonlarında, dikkatleri Almanya
üzerinde yoğunlaştırma gereği vurgulanıyordu. Ama bunun
Komünistler Birliği'nin kuruluşuna önderlik edenlerin ve
Manifesto'nun yazarlarının Alman oluşuyla ilgili olduğu sanıl
mamalı. Aksine Almanya'daki durumun öngörüsü, genel ola
rak Avrupa'daki bir devrimin (ki bu o zaman dünya devrimine
eş anlamlı olarak anlaşılmaktaydı) başlangıç noktası olarak ele
alınmıştır. Komünist Manifesto'da yakın bir devrim olasılığı
Almanya'da görülmekte ve bu devrimin proletaryanın siyasal
iktidarı ele geçirmesi yönünde bir fırsata dönüştürülmesinin
imkanlarına dikkat çekilir.
Bu husus Manifesto'da şu biçimde ifade buldu:
"Komünistler dikkatlerini en çok Almanya·ya çevirmiştir. Çün
kü bu ülke, On yedinci Yüzyıl'da İngiltere'dekinden, On sekizinci
yüzyılda Fransa'dakinden daha gelişkin bir Avrupa uygarlığı ko
şullannda çok daha gelişmiş bir proletarya ile yapılmak zorunda
olan bir burjuva devrimi arifesindedir. Çünkü Almanya'daki bur
juva devrimi, onu hemen izleyecek bir proleter devriminin baş
langıcı olacaktır."
Sadece bu kadar da değil; Manifesto aynı zamanda Alman
ya'daki olası devrimde, komünistlerin ve işçi sınıfının, burju
vazi ve burjuva/küçük burjuva demokratlarına karşı nasıl bir
36
tutum almaları gerektiği konusunda da özel bir vurgu yaptı:
"Fakat (komünistler) burjuvaziyle proletaıya arasındaki şiddetli
karşıt-lığı, işçi sınıfının bilincinde olanca açıklığıyla uyandırmayı
bir an olsun ihmal etmezler; çünkü burjuva rejiminin yaratacağı
toplumsal ve siyasi ko-şullann her biri, ancak bu sayede Alman
işçileri tarafından zaman kaybet-meksizin burjuvaziye karşı bir
silaha dönüştürülebilir; ve Almanya'da gerici sınıfların devrilme
sinin hemen ardından, burjuvaziye karşı bir savaşın baş-latılması
ancak bu sayede sağlanabilir."
1 848- 1 8 50 devrimler dalgası içinde, bir proleter devriminin
başlangıcı olacak bir devrim ne Almanya'da başarıya ulaştı; ne
de başka yerlerde. Buna bakarak. acaba Manifesto 'nun öngö
rüsünün ve önerilerinin yanlış çıktığı sonucuna mı varmalı?
Aksine bu öngörüler tastamam doğrulandı. Başlayan burjuva
devriminin burjuvaziye karşı bir devrim olarak sürebilmesi
için, proletaryanın burjuvaziden bağımsız; burjuva ve küçük
burjuva demokratlarına karşı uyanık bir partiye sahip olması
gerektiği düşünülüyordu; bu koşulun eksikliği nedeniyle, dev
rimin kesintisiz biçimde ilerlemesi sağlanamadı. Al-manya'daki
burjuva devriminin, proletaryanın fiili desteği olmadan ta
mamlanmasının mümkün olmadığı iddia ediliyordu. Alman
burjuvazisi tek başına bu devrimi tamamlayamayıp, monarşist
bürokrasinin vesayeti altında kaldı.45
Hatta daha önemlisi, Manifesto'nun öngörüleri 70 yıl sonra
( 1 9 1 8'de), ne yazık ki bir kez daha ve tersinden doğrulandı:
Almanya'daki sosyal demokrat önderliğin burjuvaziyle işbirliği
yapıp, bir karşı devrimci güç haline gelmesiyle, Almanya'daki
ilk burjuva demokratik cumhuriyet, ancak 1 9 1 8 'de başlayan
proleter devrimi ezen kanlı bir karşı devrimle kurulabildi.
Bununla birlikte, Komünist Manifesto'nun devrim öngörü
lerinin yanlış veya erken olduğu sonucuna varanlar hiç ek
sik olmadı. Engels'in ıFransa'da Sınıf Mücadeleleriıme 1 895'te
yazdığı Önsöz'de söylediklerinin yanlış yorumlanmasıyla, •as
lında Manifesto'nun yazıldığı dönemde Avrupa'da bile bir pro
leter devrimine uygun koşullar yoktu; bu koşulların oluşması
45 Bismarck'ın damgasını taşıyan bu süreci Engels •Bugünlerde bütün hükümetler az
çok bonapartist oluyo!'I diye tarif etmişti.
37
için, kapitalist üretim ilişkilerinin iyice serpilmesini, işçi sını
fının burjuva toplumu içinde örgütlenip, olgunlaşmasını vb.
beklemek gerekin diye özetlenebilecek bir sonuca varanlar az
değildir (örneğin Kautsky bunlardan biri idi).46 Bu yorumu be
nimseyenler kendi misyonlannı bu yöndeki gelişmelere imkan
sağlayacak burjuva girişimlerine destek olmakla sınırlama eği
liminde olurlar (Menşevikler gibi).
Bu anlayış bir bakıma İkinci Entemasyonal'in oportünist ve
sınıf uzlaşmacı çizgisinin başlıca mazereti olduğu gibi; sadece
Avrupa'yla sınırlı da kalmamıştır. Rusya'da menşevizm, •pro
letaryanın tarihsel görevleri için hazırlanmasını sağlayacak
koşullann olgunlaşması için burjuva liberalizminin desteklen
mesi• tutumunun en çarpıcı örneği olarak şekillenmişti. Hala
dünyanın her köşesinde bu tutumu benimseyip temsil eden pek
çok akım var.
Oysa 1 848 devrimlerinin başansızlığını nesnel koşullann
elverişsizliğine yorduktan sonra, kendi misyonunu bu nesnel
koşullann olgunlaştınlmasına indirgeyerek, komünist siyaseti
bir toplumsal ilerleme stratej isine endeksleyen bakış açısı ve
buna dayanak oluşturan açıklamalar geçerken yapılacak ba
sit değerlendirmeler değildir. Çünkü bu durumda, en azından
Manifesto'nun bir başka iddiasını gözden geçirme zorunluluğu
vardır.
Eğer 1 848 devrimlerinin akıbetini nesnel koşullar belirle
diyse; o zaman •komünistler hareketin genel koşullannı ve
gelişme seyrini önceden görme bakımından bir üstünlüğe sa
hiptin hakkındaki iddiayı gözden geçirmek gerekirdi. Hatta bir
adım daha atarak, durum tam aksini gösterdiği halde, nesnel
koşullann bir devrime gebe olduğunu sanan komünistlerin bu
konuda adeta bir körlük örneği sergiledikleri sonucuna varmak
gerekirdi. Komünist devrimciler tam aksine Komünist Parti
Manifestosu'nun tespit ve öngörülerinin onun arkasında du
ran örgütün kapasitesini aşan bir isabetle doğrulandığını kabul
eder.
46 Engels'in çarpıtılması
38
Oysa pek yaygın olan hata, hem Manifesto 'yu bir «teorik
öngörü abidesi• olarak kutsayıp; hem de nesnel koşullann
Manifesto'yu yazanlann sandığı yönde ve onlann öngördüğü
gibi gelişmediğini savunmaktan kaynaklanır. Bu çelişkili tu
tumun ardındaki niyet, Manifesto'nun itibanndan, onun he
deflerinin tam aksi yönünde yararlanma arayışıdır. Komünist
Manifesto'nun mirasına sahip çıkan komünistlerin önde gelen
ödevlerinden biri bu tür siyasi kalpazanlıklara fırsat verme
mektir.
Doğrusu, Manifesto'nun öngörüleri isabetli çıkmıştır ve buna
ilişkin değerlendirmeleri gözden geçirmeye, değiştirmeye gerek
yoktur. 1 848'de Almanya'daki gecikmiş burjuva devriminin
bir proleter devriminin başlangıcına dönüşmesi olasılığı vardı.
Daha sonra 1 882 tarihli Rusça ve 1 892 tarihli Lehçe baskılara
yazdığı önsözlerde Engels benzer koşullann bu ülkelerde de
olduğuna işaret etti.
Marx'ın hayatının son yıllannda, Rusya'da kapitalizmin
gelişme aşamalanndan geçmeksizin komünizme giden yola
kapı açacak bir devrim olasılığı üzerinde yoğunlaşmış oluşu
da, 1 848'de Almanya için Manifesto'da öngörülen gelişmenin
Rusya için de geçerli olduğunu düşünmesinden ötürüdür; ve
bu konudaki beklentileri de isabetlidir. Nitekim o zaman değil
se de Manifesto 'nun yayınlanmasından yaklaşık yanın yüzyıl,
Marx'ın Rusya hakkındaki ilk değerlendirmelerini yapmasın
dan yaklaşık çeyrek yüzyıl sonra, 1 9 1 7'de bu öngörü doğru
lanmıştır.
Rusya'da proletarya önderliğinde dünya proleter devriminin
başlangıcı olarak gerçekleşen 1 9 1 7 •Ekim devrimi•, bir bakı
ma 1 848'deki öngörünün doğrulanmasıydı. 1 9 1 7'de ortaya
çıkan bir başka gerçek 1 848 devrimlerinin aynı sonuca ulaş
mayışının nesnel koşullann elverişsizliğinden değil, proletarya
önderliğinin hazırlıksızlığından ve hamlığından ötürü olduğu
dur. Rusya'da Bolşeviklerin başansının asıl sım, nesnel koşul
lann nihayet elverişli hale gelmiş olması değil, Komünistler
Birliği'nin ve onun ilk izleyicilerinin temel zaafının (yani ör-
39
gütsel plandakinin) Bolşevikler tarafından aşılmış olmasıdır.
Ama bu kadar değil Komünist Parti Manifestosu'nda genel
olarak küçük-burjuvazi başlığı altında adeta kaybolan ve nere
deyse bir cümlede ge-çen köylülüğün proletaryayla ittifakının
stratejik önemi de hem teorik hem de pratik olarak Bolşevikler
tarafından somutlanmıştır.
Komünist Manifesto'da 1 848 devrimlerinin öngörüsünü or
taya koyan örgüt, sürekliliğini uzun süre koruyamadıysa da bu
devrimler sırasında ve sonrasında bir değerlendirme yapacak
kadar yaşamıştır. Bu örgütün o devrim deneyiminden çıkarttığı
ilk dersler de Komünist Manifesto'nun kendisi kadar önemlidir
ve hala geçerliliğini korumaktadır.
Avrupa'daki devrim dalgasının yenilgiye uğramasından son
ra Komünistler Birliği, nesnel koşullann bir proleter devrimi
için elverişsiz olduğu sonucuna varmadı; aksine öznel etkenin
önemini vurgulamayı tercih etti. 1 8 50 Mart ayında iki yıllık
devrim sürecini değerlendirmek amacıyla, tüm örgüte hitaben
yayınlanan genelgede, Manifesto ve başka belgeleri kastede
rek; cbu belgelerde açıklanan geleceğe ilişkin görüşler tümüyle
gerçekleşti- (abç. OD) dedikten sonra, örgüt saflannda beliren
zaaflara dikkat çekilip örgütün sağlamlaştırılması gereğine işa
ret edildi:
"Ama aynı zamanda Birliğin ilk zamanlardaki sağlam örgütlen
mesi adamakıllı gevşemiştir... Sonuç olarak küçük burjuvazinin
partisi Demokratik Parti, her zamankinden daha çok örgütlenir
ken, İşçi Partisi, yegane sağlam dayanağını kaybetti... Bu duruma
son verilmesi ve işçilerin bağımsızlığının sağlanması zorunlu
dur.
47 Köln Davası Üzerine Açıklamalar derlemesi, s. 1 38, Ana Yayınlan, İstanbul 1 977
40
dıklan darbelerin değerlendirilmesinin yanısıra, kendileriyle
ilişkiye geçen başka örgütler hakkında bilgi veren ayrıntılı bir
rapor daha yayınladı. Sadece yaralan sarmaya dönük bir içerik
taşımayan bu raporun son cümlesi ise, tüm birlik üyelerini •en
önemli faaliyeb olarak değerlendirdikleri faaliyete, yani •dev
rim koşullarını oluşturma»ya çağınyordu48
Demek ki, en azından Komünistler Birliği'nin yöneticileri,
devrim koşullarının oluşmasını nesnel dinamiklere havale et
meyip, öznel bir müdahaleyi gerekli görüyor; işçilerin bağımsız
gizli örgütünün sağlamlaştırılmasını bunun aracı olarak tarif
ediyordu. Bu ders, 1 848 deneyimlerine Komünist Manifesto 'nun
merceğinden bakarak çıkarılmıştı; 1 9 1 7'de bu mirası devralan
Bolşevikler bir kez daha öğretti ; onların izinden giden komü
nist devrimcilere düşen de aynı yolu izleyerek ilerlemektir.
Bu rapor Komünistler Birliği'nin son raporu oldu. Doğru
dersleri çıkarmanın otomatik bir biçimde bunun gereğini yap
ma koşullarını yaratmadığı; devrimci teori ile devrimci pratik
arasındaki ilişkiyi kuran belirleyici halkanın devrimci örgüt
olduğu bu gelişmelerle açık seçik meydana çıktı. Ama bunun
bilince çıkarılması için daha uzun bir süre vardı.
41
pratik sorunlarıyla yüz yüze gelip, bunlara somut politik yanıt
lar getirme sorumluluğunu üstlenen Komünistler Birliği, «savaş
naraları sürekli/kalıcı devrim olmalı• sonucuna vardı ve bunu
açıkladı.
Komünistler Birliği'nin militanları, Şubat ayından itibaren
peş peşe patlak veren ayaklanmalarda yer alıp savaştılar; En
gels de bilfiil savaşanlar arasındaydı. Köln'deki eylemlere biz
zat önderlik etmek üzere, Komünistler Birliği tarafından görev
lendirilerek gönderilen Joseph Moll ise, buradaki çatışmalarda
elinde çakmaklı tüfeğiyle ı 848 devrim şehitleri arasına karıştı.
Birliğin pek çok militanı tutuklandı, sürgüne gitmek zorunda
kaldı. Bu devrimci eylemlere bilfiil katılmış olması, bizzat Ko
münistler Birliği'nin akıbetini tayin eden sonuçlar doğurdu.
Demek ki, Komünisfü:r Birliği militanlarının devrimci kararlılık
ve fedakarlık bakımından bir eksikleri olmadığı açıktır. Ek
sildikleri başka yerdedir.
Gerek Manifesto'ya gerekse de Komünistler Birliği'nin dev
rim sürecindeki değerlendirmelerine bakıldığında, bu mücade
lelere katılırken bir macera hevesiyle değil, ne yapmak istedik
lerini ve nasıl bir müdahale yapmak gerektiğini bilerek hareket
ettiklerini görmek zor değil.
Komünistler Birliği önderliği, devrimin ateşinin içinde, Mart
1 850'de tüm örgüte yönelik bir genelge (Hitap) yayınladı. Bu
metin, Komünist Manifesto'nun Almanya için öngördüğü dev
rim sürecine Komünistler Birliği'nin hangi bakış açısıyla ve
hangi yönde müdahale etmek istediğini yansıtır; ve bu anlam
da da Komünist Manifesto'yu tamamlar.50
Komünistler Birliği, Manifesto'da söylendiği gibi, Almanya'da
daha öncekilerden •daha gelişkin bir Avrupa uygarlığı koşulla
rında ve çok daha gelişmiş bir proletarya ile yapılmak zorunda
olan bir burjuva devrimi» ile yüz yüze olduğunun ve bu devrim
sürecinde burjuva ve küçük burjuva demokratlarının en büyük
ayak bağı oluşturacağının bilincindeydi. Bu devrimin •onu he
men izleyecek bir proleter devriminin başlangıcı• olabilmesi
50 Bkz. Köln Davası Üzerine Açık.lamalar derlemesi
42
için, proletaıyanın bu akımlardan bağımsız örgütlenmesini ve
nihai zafere kadar silahlannı elden bırakmaması gerektiğini
bilmekteydi ; devrimin uluslararası niteliğinin nasıl tayin edici
bir önem taşıdığının farkındaydı ; ve «nihai hedefe ulaşıncaya
kadar devrimi sürekli/kalıcı kılma,. gereğini öne çıkanyordu.
Aşağıdaki satırlar bu bilinci açık seçik ortaya koyuyor:
" .. demokratik küçük burjuvalar .. demokratik parti içinde her tür
lü fikri kapsayacak büyük bir muhalefet partisinin kurulmasına
çalışıyorlar; yani içinde genel sosyal demokratik lafazanlıkların
ağır bastığı .. sevgili barış uğruna proletaryanın belirli istekleri
nin öne sürülmesine imkan vermeyecek bir partide işçileri tutsak
etmeye çalışıyorlar. Böylesi bir birlik, doğrudan doğruya onların
yararına, proletaryanın hepten zararınadır. ..İşçiler, burjuva de
mokratlara alkış tutan bir koro olmaya rıza göstereceklerine,..ba
ğımsız, gizli ve genel bir parti örgütünü kurmaya gayret etmeli...
ve bu örgütün her bölümünü proletaryanın tavır ve çıkarlarının
burjuva etkilerden bağımsız olarak tartışıldığı işçi topluluklarının
merkezi ve çekirdeği haline getirmelidir. "
43
mak çıkarımız ve görevimizdir. Bizim için amaç özel mülkiyetin el
değiştirmesi değil, tümüyle kaldırılması; sınıf çatışmalarının ya
tıştırılması değil, tümüyle ortadan kaldırılması; mevcut toplumun
düzeltilmesi değil, yepyeni bir toplumun ku-rulmasıdır."
" ... Alman işçileri sınıf çıkarlarının ne olduğunu açık seçik sap
tamalıdır. En kısa zamanda bağımsız bir partide mevzi tutup de
mokrat küçük burjuvaların iki yüzlü sözlerine kanmadan, prole
tarya partisinin bağımsız örgütünü kurmaktan çekinmeyip, nihai
zafer uğrunda ellerinden geleni tereddütsüz ve bizzat yapmalıdır
lar. Savaş naraları •Sürekli/kalıcı Devrim• olmalıdır. "51
Bu metindeki yaklaşımın can alıcı yanı, •proletaryanın par
tisinin bağımsızlığı• ve •devrimin sürekliliği/kalıcılığı• fikirle
rinin birbirleriyle bağlantılı olarak ve vurgulanarak savunul
masıdır. Ne yazık ki, devrimin sıcaklığı içinde ortaya atılan bu
fikirler sonradan aynı vurgu ve ısrarla savunulmuş değildir.
Aynı metinde, proletaryanın silahsızlandınlmasına kesinlikle
izin verilmemesi gerektiği konusunda titizlikle durulmaktadır;
Alman proleterleri ve komünistler de ellerine geçirdikleri si
lahlan kan ve can pahasına savunmuşlardır. Ne var ki, Komü
nistler Birliği'nin son bildirilerinde yer alan ve vazgeçilmez bir
siyasal donanım olan bu değerlendirmelerin rafa kalkmasına,
neredeyse çarpışmadan sessiz sedasız göz yumuldu.
Komünistler Birliği Marx başta olmak üzere kendi yönetici
lerinin eliyle tasfiye edildi.
51 Köln Davası Üzerine Açıklamalar derlemesi içinde, Ana Yayınlan, İstanbul 1 977,
s. 1 4 2 - 1 50
44
bu konuda da belirsizlikler vardı; Komünist Manifesto'nun bu
konu hakkında söyledikleri, «proletaıyanın egemen sınıf olarak
örgütlenmesi• gibi şekilsiz bir kavramla sınırlıdır. Tıpkı sürekli/
kalıcı devrim kavramının 1 848 devrimleri deneyiminin değer
lendirilmesi sırasında girdiği gibi, proletaıya diktatörlüğü kav
ramı da 1 8 7 1 'de Paris Komünü deneyimin değerlendirilmesi
sırasında girmiştir.
Marx'ın «Fransa'da İç Savaş• diye bilinen kitabı esasen Pa
ris Komünü deneyiminin Birinci Enternasyonal çerçevesindeki
değerlendirilmesi olduğundan proletaıya diktatörlüğü kavramı
da bu devrim sürecinin değerlendirilmesi sırasında marksistle
rin sözlüğüne girmiştir.
Komünistler Birliği'nin, devrim süreci içinde vanp öne çı
kardığı sürekli/kalıcı devrim kavramı da bu devrimin varmak
zorunda olduğu hedef olarak proletaıya diktatörlüğü kavramı
da, Babeuf-Blanqui geleneği içinde filizlenip, işçi hareketine
aşılanan kızıl çizginin bir hediyesidir. Marx tarafından da bu
radan devralınarak benimsenmiştir; bunu Marx'ın şu sözlerin
de görmek mümkün:
çeşitli sosyalist önderlerin arasındaki mücadelede bu sözde
w. .
45
bu yaklaşım, Komünistler Birliği tasfiye olduktan sonra, yine
Blankistlerin inisiyatifi ile kurulan ve Marx'ın da kuruculan
arasında yer aldığı, •Devrimci Komünistlerin Evrensel Derneği»
adlı örgütün tüzüğünün amaç maddesinde aynen yer alarak,
komünizmin ilkeleri arasında kayda geçti. 54
1 850'li yıllann başından itibaren İngiltere'de sendikal örgüt
lenmelerin gelişmesi ve ilk kez kalıcı örgütler haline gelmesi
yeniden uluslararası örgütlenme girişimlerini teşvik edici bir
etken oldu.
Komünistler Birliği'nin dağılmasından ve Devrimci Komü
nistlerin Evrensel Derneği girişiminin başansızlığından sonra
Emest Jones'un inisiyatifi ile 1 855'te «Uluslararası Demek» adı
altında bir örgüt kuruldu. Marx da bu örgüte katılmaya çağ
nlmıştı; ama katılmadı. Gerekçesi örgütün kuruculan arasında
Rus mülteci yazar Herzen'in bulunmasıydı. Rusya'daki çarlığa
karşı narodnik hareketin önemli temel taşlan arasında yer alan
Zemlya y Volya (Toprak ve Özgürlük) örgütünün de kuruculan
arasında yer alacak olan Herzen o sıra yeni Rus çan ile uzlaşma
eğilimindeydi. Uluslararası Demek de temellerinin zayıflığı ve
bileşiminin belirsizliği yüzünden diğer girişimler gibi tıkandı;
kurulduktan dört yıl sonra gelişemeyerek dağıldı.
İlk örgütlenme girişimlerinin başansız kalmalanna bakıp bu
yöndeki girişimlerden vaz geçmek, umudu kesmek mi gereki
yordu? Hiç de değil ; çünkü komünistlerin diğer saptamalan
gibi, bu da •hiç bir biçimde şu ya da bu evrensel reformcunun
icat ettiği ya da bulup çıkardığı düşüncelere ya da ilkelere»
dayandınlmamıştı. •Bunlar yalnızca varolan bir sınıf savaşın
dan, gözlerimizin önünde cereyan eden tarihsel bir hareketten
doğan ilişkilerin genel ifadeleriydi.» (Manifesto)
Öyleyse bu yöndeki ihtiyaç da bu ihtiyacı giderme iradesi de
tükenmeyecek, yeniden doğup gelişecekti; nitekim öyle oldu.
46
Komünist Manifesto'nun En Önemli Eksiği:
Devrimci Parti Anlayışı
1 848-50 devrimci dalgasının ve sonraki gelişmelerin de
ğerlendirilmesinde, başansızlıklan nesnel koşullarla açıklayan
bakış açısını benimseyenler, iki önemli konuda çarpık bir anla
yışın temellerini atmaktadır.
Bunlardan birincisi şöyle ifade edilebilir: Nesnel koşulların
bir proleter devrimine elverişli olmadığı durumlarda refomıist
veya sınıf uzlaşmacı tutumların benimsenmesi mazur görüle
bilir. Böylece «az çok sakin gelişme dönemlerinde• devrimci
olmayan örgütlenme ve pratiklerin benimsenmesinin isabetli
olduğu onaylanarak, İkinci Enternasyonal'in ve genel olarak
refornıizmin mazur gösterilmesine zemin hazırlanır. Bir baş
ka boyutta da bu anlayış, tek tek ülkelerin nesnel durumuna
göre, yani sosyo-ekonomik. gelişkinlik düzeyine göre tarif edi
len aşamalı ve ulusal dar bakışla malul devrim stratejilerinin
yolunu açar.
Böylece ulusal liberal/ulusal devrimci yahut liberal demok
rat/devrimci demokrat akım çiftlerinin birlikte ve tekrar tek
rar üremesini sağlayan bir ideolojik/politik iklim yaratılmış
olur. Aynı akımın bünyesinde bazen devrimci, bazen liberal
olan tutumların birbiriyle bağdaştırılmasına varılır. Örneğin
Avrupa'da liberal demokrat bir çizgi izleyen akımlarla, başka
bir ülkede devrimci demokrat bir çizgiyi benimseyen akımların
aynı bütünün parçasıymış gibi algılanmasına yol açılmış olur.
Bu ise aslında kafa karışıklığının yayıl-masına yol açar; nite
kim tam da böyle olmuştur.
İkincisi, on dokuzuncu yüzyıl devrimlerinin yenilgiyle so
nuçlanmasının, marksistlerin öznel zaaflarıyla, devrimci parti
anlayışının ve devrimci bir önderliğin eksikliğiyle ilişkili ol
madığı sonucuna varıldığı ölçüde, iki olumsuz sonuç birden
doğar. Hem Marx ve Engels'in işçi sınıfının politik örgütlen
mesi yönündeki teorik-pratik çabalan, bu alandaki eksiklikleri
ve hataları gözden kaçar; hem de Lenin'in devrimci marksist
47
teoriye yaptığı katkının evrensel özünün (yani hem Marx'ın
zamanını da kapsayan yönünün, hem de her ülke için geçerli
oluşunun) anlaşılması güçleşir hatta imkansızlaşır.
Emperyalizm çağından önce nesnel koşulların proleter dev
rimine elverişli olmadığı saptaması, o dönemde Avrupa pro
letaryasının Bolşevik tipte bir partiye ihtiyacı olmadığı sap
tamasıyla el ele gider. Böylece Leninizm'in evrensel değeri
gölgelenmiş olmakla kalmayıp ; İkinci Enternasyonal'in teori
ve pratiğinin dönemin koşullarına uygun olduğu hakkında bir
hüküm verilmiş de olur. Uluslararası bir devrimci komünist
önderliğin yaratılması görevinin, hala komünistlerin önünde
durmasının başlıca nedenlerinden biri de bu yanlış kavrayışın
uzun zamandır hüküm sürmesidir.
Engels, Manifesto'nun 1 89 2 Lehçe baskısına yazdığı
Önsöz'de, 1 848 devrimlerinin «burjuvazinin işini proletarya
bayrağı altında, proleter savaşçılara yaptırmakla• kaldığını
söyledi. Bu ne anlama gelebilir?
Birincisi, öngörülen devrimin olduğunu ifade eder; ikincisi
bu devrimlerin motor gücünün proletarya olması gerektiğini
anlatır; üçüncüsü bu devrimlerin siyasal istikametini belirle
yen önderliğin burjuva nitelikli olduğunu vurgular; dördün
cüsü, bu devrimlerin proleter devrimi yönünde sürekliliğinin
sağlanamayışının belirleyici nedeninin, proletaryanın devrimci
partisinin eksikliği olduğunu bir kez daha doğrular.
İkinci Enternasyonal geleneğinin nerelerde Marx'la bir
leşip, nerelerde koptuğunu ve bunlara bağlı olarak, Lenin 'in
nerede Marx'la buluşup, İkinci Enternasyonal'den nerede kop
tuğunu net bir biçimde saptamak gerekiyor. Hem Komünist
Manifesto'nun hem de Lenin'in katkısının tarihsel anlamı ve
içeriği ancak böyle belirginleşiyor.
İkinci Enternasyonal geleneği, Manifesto'nun kendisinden
önceki mücadele geleneğinden devralıp savunduğu devrimci
tutumu terk etmiştir. Marx'ta eksik ve yanlış olan örgüt anla
yışını teorik ve pratik olarak devralmıştır. Lenin ve Bolşevik
ler, Manifesto'nun devrimci anlayışıyla buluşmak üzere, İkinci
48
Enternasyonal' den kopup Marx'ta eksik olan devrimci parti an
layışını hem teorik hem de pratik olarak ortaya koymuşlardır.
Komünist Entemasyonal'in kuruluş kongresinde işaret edi
len ıBabeuften Liebknecht'e uzanan kızıl çizginin• sürekliliği
böyle sağlanmıştır.
Bu nedenle Manifesto'nun bir tarihsel anı, günü geçmiş bir
belge vb. olarak değil komünist devrimcilerin eylem kılavu
zu olabilmesinin koşulu, Komünistler Birliği deneyimini, 1 848
devrimlerinden çıkartılan derslerle ve bu örgütün zaaflarının
devrimci eleştirisi temelinde ele alınmasıdır.
1 848-50, deneyimi Marksizm'e komünizmi hedefleyen bir
devrim anlayışı armağan etmiştir; ama bu anlayışın barındır
dığı en önemli zaaf da devrimci partinin bu devrimdeki rolü
konusunun belirsiz ve hatta eksik oluşudur.
Bununla birlikte, örgütsel bakımdan hazırlıksızlığına ve bi
linç eksikliğine rağmen, Komünistler Birliği'nin bir öncü parti
ihtiyacı konusunda; bu partinin hem kitle hareketinden hem
de küçük burjuva akımlardan bağımsız bir örgütlenme olma
sı gerektiği konusunda büsbütün aymaz olduğunu düşünmek
haksızlık olur. Haksızlık bir yana, bu tür bir değerlendirme hem
onların asıl eksiklerinin hem de Bolşeviklerin gerçek katkısının
tam olarak hangi noktada olduğunun gözden kaçırılmasına
neden olur.
O güne kadarki örgütsel deneyim, bir biçimde Komünistler
Birliği'nin de devraldığı blankist mirasla sınırlıydı. Fransız dev
riminden beri süren geleneğe bağlı devrimci örgütlerin neye
benzediği, varlıklarını nasıl sürdükleri konusu anı kitaplarının
sayfalarından değil, canlı örgütler sayesinde somut olarak gö
rülüp değerlendirilebiliyordu. Buna karşılık proletaryanın dev
rimci partisinin nasıl olacağı, nasıl kurulacağı ve sürekliliğinin
nasıl sağlanacağı konusunda bir belirsizlik olduğu da o kadar
açıktı. Komünistler Birliği bu iki akım arasında bir köprü, bir
geçiş sağladıysa da Marx veya çağdaşları yeni tip bir örgüt
lenme anlayışını ortaya koyabilmiş değillerdir. Onların eksik
bıraktıkları budur ve bu kusur şu sözleri söyleyen Lenin'in ön-
49
derliğinde Bolşevikler tarafından aşılmıştır:
" 1 870'lerde devrimcilerin kurdukları ve bizim için de örnek olma
sı gereken o yaman örgüt. . Zemlya i Volya tarafından kuruldu......
eğer ciddi olarak mücadeleye girişmeyi düşünüyorsa hiçbir dev
rimci akım böyle bir örgüt kurmadan edemez. ...
51
lece Avrupa'nın toplumsal dönüşümüne bağımsız bir güç olarak
katılabilir. "56
Marx'ın ikinci gerekçesi, daha önce aktarılan tarihsel coğ
rafi ve askeri konumuna ilişkindir. Sıraladığı üçüncü gerekçe
ise, Polonyalıların son yılların bütün devrimci mücadelelerinde
(Amerikan İç Savaşı, 1 830, 1 848 ve 1 8 7 1 Fransız devrimleri,
Almanya, Macaristan ve İtalya'daki mücadeleler vb.) bilfiil rol
oynamaları ile ilgilidir.
Marx, Polonyalı devrimcileri Slav milliyetçileri olarak de
ğil, «devrimin yurtsuz askerleri• olarak tanımlamak gerekti
ğini vurguladı. Marx yukarıdaki sözleri içeren konuşmasını,
•Polonya'nın Avrupa'da bir tek müttefiki olabilir: işçilerin par
tisi. Yaşasın Polonya !11 diye bitirdi.
Bu tutumun, Marx'ın 1 870'lerde farkına vardığı bir tutum
olduğu sanılmamalı; çünkü daha 1 848 devrimleri sırasında,
Poznan'ın Prusya tarafından ilhak edilmesi karşısında, Komü
nistler Birliği'nin Köln'deki bir işçi derneği (Köln Demokratik
Derneği) içinde yaptığı müdahale sonucunda bir protesto bildi
risi yayınlanmıştır; bu bildiride şu sözler yer aldı:
"ı. Özgürlük için mücadeleye kalkışmış bulunan Almanya, başka
milliyetleri baskı altına almamalı, aksine onların kendi özgürlük
ve bağımsızlıklarını elde etmelerine yardımcı olmalıdır;
52
maz11 fikrini savunuyorlardı; hatta ABD ile ilgili olarak, «kara
derililerin damgalandığı bir yerde beyaz emekçiler kendilerini
kurtaramaz11 diyerek aynı fikri evrenselleştirmekteydiler. Bu
nunla birlikte, ulusal sorun konusunda asıl netliğe ulaşmalannı
sağlayan, 1 860'lann sonundan itibaren ilgilenmeye başladıkla
n İrlanda sorunu oldu.
Bu noktadan itibaren «İngiliz sorununun çözüm anahtan İr
landa'dadır; İngiliz sorunu da Avrupa sorununun çözümünün
anahtandm fikrine vardılar. 58 Engels, Polonya ve İrlanda ulu
sal sorunlan arasındaki bağa 1 88 2'dek.i şu sözleriyle işaret etti:
"Avrupa'da iki ulusun, İrlanda ve Polonya'nın, enternasyonal ol
madan önce ulusal olmaya haklan olduğunu, hatta bunun onla
rın ödevleri olduğunu düşünüyorum. Bunlar iyice ulusal oldukça
daha çok enternasyonal olabilirler. "5'
Engels'in bu değerlendirmesini nasıl açıkladığına girmeden,
İrlanda sorununun, onlann ve Enternasyonal'in gündemine
nasıl girdiğine bakmalı. İrlanda sorunu, esas olarak 1 867 Fe
nian ayaklanması ve kızı Eleanor'un aktif olarak İrlanda so
runuyla ilgilenmeye başlaması sayesinde Marx'ın gündemine
girdi. Marx'ın kendi deyimiyle, «asırlar öncesine dayanan bu
büyük suçunı ciddiyetini kavrayışı tam bu sıralara denk düşer.
Marx'tan sonra pek çok marksistin, hatta Marksizm adına öne
çıkan kimi örgütlerin suç ortaklığı yaptığı bu büyük suç hala
işlenmektedir.
Komünist Parti Manifestosu'nda; «bireyin birey tarafından
sömürülmesi ortadan kalktıkça, bir ulusun bir başkası tarafın
dan sömürülmesi de ortadan kalkar. Birinin bir başkası tarafın
dan sömürülmesine son verildiği takdirde, bir ulusun bir başka
ulus tarafından sömürülmesine de son verilmiş olacaktır. Ulusu
oluşturan sınıflar arasındaki karşıtlık ortadan kalktığı oranda,
bir ulusun diğer bir ulusa duyduğu husumet de sona erecektir.•
deniyordu.
54
baştan beri (Fransız milliyetçiliği dışındaki) ulusal hareketlere
karşı duyarsız, hatta karşıt bir tutum içindeydiler; Lassalleciler
sadece Alman ulusallığını önemsemekte dolayısıyla Polonya
konusunda ters, sosyal-şoven bir konumda bulunmaktaydılar.
Buna karşılık Bakunin62 ise farklı slav topluluklarında bu
lunan •Alman düşmanlığ'nın=germanofobi• birleştirici bir öge
olarak rol oynadığına dikkat çekiyordu. •Avrupa medeniyeti
basamaklarına en son erişen slav halklarının» kurtuluş yolun
da daha da ileri gidebileceklerini ve «insanlığın kurtuluşuna
öncülük edebileceklerini• savunuyordu. •Slav ırkının yeni si
yasetinin bir devlet politikası değil bir ulusal politika olacağı
nı böylelikle özgür bağımsız ulusların siyaseti olacağını• ileri
sürüyordu.
Polonya halkı ile dayanışma maksadıyla toplanan bir top
lantıda doğan birinci Entemasyonal'in kuruluşunda da tasfiye
olurken de ulusal soruna ilişkin tartışmaların damgasını taşı
ması ilginçtir. Bu konu baştan sona kadar Birinci Enternas
yonal içinde bir saflaşmayı ve ayrışmayı da getirdi. Böylece
ulusal soruna ilişkin tutum, aynı zamanda entemasyonalist
komünizmin •ulusal komünizmıden sıyrılması ve Komünist
Manifesto'nun temel bir kusurunun giderilmesi anlamına
geldi. Ne yazık ki, bu ideolojik-politik ayrışmanın, Birinci
Entemasyonal'in dağılmasıyla bir arada gelişmesi nedeniyle,
bu entemasyonalist çizginin yakalanması uzun süre mümkün
olmadı.
Bu noktadaki süreklilik de Manifesto'nun geleneğine ye
niden bağlanmak üzere İkinci Entemasyonal'in sosyal şoven
çizgisinden koparak Komünist Enternasyonali kuranlar tara
fından sağlandı. Komünist Entemasyonal'in kuruluşunda da
ulusal soruna ilişkin tutum üstelik Birinci Entemasyonal'de
kinden daha vurgulu bir biçimde ele alınmış olması ilginç ama
62 Her ne kadar anadan doğma anarşist gibi kabul edilse de Bakunin o zaman ken
dine anarşist etiketi yaluşonlmasını tercih etmiyordu. Sonradan da bu etiketi öne çı
karmaya yanaşmadı. Kendini daha çok devrimci, yahut özgürlükçü�liberter komünist
olarak tarif etmekteydi.
Engels ve Bakunin arasındaki Slavlar hakkındaki tarnşmayı geniş bir çerçevede ele
alan sol muhalif Roman Rosdolsky"nin •Engels ve "tarihsiz uluslar"•- 1 948 kitabı bu
konuda öğreticidir.
55
tesadüfi değildir. Proleter enternasyonalizminin ulusal soruna
ilişkin tutumdan hareketle tarif edilmesi gayet tabiidir. Bu gö
rev, hala komünistlerin önündedir.
Ne var ki, süreklilik/kopuş ilişkisi içinde bu geleneğe bağ
lanmanın yolu, bugün daha çok çapraşıklaşmış bulunmaktadır.
Özellikle örgütsel/politik bir sürekliliğin sağlanamadığı koşul
larda, geçmişe doğru iz sürerken, devrimci örgütlerin kolektif
ürünü olan politik ve programatik belgelerle şahsi teorik katkı
ların birbirlerinden ayırt edilememesi, bu konuda başlı başına
bir sorun oluşturmaktadır.
56
bir kez daha olumlu ve olumsuz yönleriyle görülmüştür.63
Komünist Parti Manifestosunda küçük-burjuvazinin akıbeti
hakkında söylenenler bu sınıfın büsbütün yok olacağını ifade
etmiyor. Aksine toplumun iki temel sınıfa ayrışırken küçük
burjuvazinin bu sınıflara dahil olacağına işaret edilir. Gelenek
sel küçük burjuvaların bir kısmı (elbette görece en büyük kısmı)
ücretli emekçilerin arasına karışırken daha küçük bir kısmı da
burjuvaziye terfi eder. Elbette bu süreçte ikincilerin daha kala
balık hatta belirleyici olduğu düşünülür. Ekseri gözden kaçırı
lan diğer kısmı hakkında pek söz edilmez.
Elbette akşam evde aile bireyleriyle birlikte peynirini, tere
yağını salamura zeytinini, pekmezini şıra ve şerbetini yaparak
bakkal dükkanı işleten küçük-burjuva-ailesi aniden fabrikatör
veya holding patronu haline gelecek değildir. Ama pekala bu
ürünlerin üreticisi kapitalistlerin bayisi haline gelmesi işten
bile değildir ve tastamam öyle olur. Aniden küçük bakkal so
ğuk hava depolan, veresiye ürün stoklarıyla reklam panolarıy
la «veresiye (sattıkça ödersin)• kredileriyle vb. donanıp büyük
gıda sektörü patronlarının bayisi haline gelir. Bu avantajdan
yararlanamayan arka sokaktaki •sınıf kardeşi• de umurunda
olmaz. Onun iflas edip dükkanını kapatmasından ve belki ya
nında ücretli olarak çalışmaya talip olmasından memnun bile
olur.
Demek ki küçük-burjuvazinin iki temel sınıf arasında ay
nşmasının ne kadar geniş ve çeşitli tablolara hayat verdiğini
görmek için hayal gücünü geliştirmeye hacet yoktur (bu tür
rüyaları sermayenin baskısıyla iflasın eşiğindeki küçük-burju
valar görür ekseri). Ama olan bitene duru bir bakışla bakmak
yeter bu süreci görmek için; manifesto da yol gösterir. Elbette
bu küçük burjuvaların holding patronu haline gelenleri pek
çok değildir. Hele tekelleşmenin iyice geliştiği çağımızda bu
rüyalar bile inandırıcı olmaz. Ama bu kesimlerin burjuvazinin
eteklerinde birikmeye başladığı bir vakıadır. Bunların küçük-
GJ Bu konuda daha geniş bir çerçeve için H20 Kitap yayınlarından çıkan (Haziran
2022) •Devlet Devrim Siyaset-Orhan Dilben kitabına bakınız.
57
burjuvaziden burjuvazinin alt tabakalarına terfi eden unsurlar
olduğundan kuşku yoktur. Ama burjuvazi zenginleştikçe bun
ların sayılan ve meslek dallan da epeyi şekillenmiştir.
Komünist Parti Manifestosunda küçük burjuvazinin bir kıs
mının burjuvaziye intikal ettiği/edeceği hakkındaki saptama
basbayağı vaki ve halen geçerlidir. Bakkalın yerini alan bayiler
hakkında söylenenleri büyük fabrikaların servisleri, pazarla
macıları bakım ve tamir işlerini yapan uzantıları vb. için de
söylemek haydi haydi mümkündür.
Ama kentlerde küçük-burjuvaziye ne olduğu/olacağı hak
kındaki kısa hatırlatmaları pek ala küçük-burjuvazinin kırdaki
kesimi olan köylüler için de söylemek gerekir. Hiç kuşkusuz
orada da aniden büyük toprak sahibi olan köylülere pek rast
lanmaz. Ama aile fertleriyle kendi tarlasında çalışıp pazara
ürünlerini bizzat götüren köylülerin giderek azaldığı da bir
vakıadır. Kendi tarlasında kendi emeğiyle üretim yapan köy
lüler bile ya kapitalist devlete hazan peşin para ile yahut satış
garantisi ve kredi kolaylığı ile üretim yapan küçük üreticilerdir.
Doğrudan doğruya yabancı tekellere satış garantisi ve kredi
avantajı ile tütün üreten yok umudur? Her neyse bunlar ay
nntılandınlması akla ziyan konulardır. Ezcümle köylerde de
giderek büyük sermayeye bağımlı ve artık kendisinin ve aile
fertlerinin tamamının geçimini bile sağlamakta güçlük çeken
kır küçük-burjuvalarının yerini tanın proleterleri ve daha az
sayıda kırdaki burjuvazi denebilecek kesimlerin aldığı göze
çarpan bir gerçekliktir.
Bunların bir kısmı nispeten makinalaşma imkanı bulup hatta
bunu başkalarına kiralayan ve yanında ırgat çalıştıran küçük
kır kapitalistleri haline gelirken büyük kısmı başkalarının tar
lasında çalışan, yancılık yapan ve aile fertlerinin bir kısmını
da çalışmak üzere kentlere •zengin olması için okumaya11 gön
deren kır küçük-burjuvalarının haddi hesabı yoktur. Kendisi
toprak sahibi olanlar bile geçinemedikçe zaman zaman başka
büyük çiftçilerin tarlalarında geçici/yahut sürekli gündelikçi
olarak çalışırlar.
58
Demek ki küçük-burjuvazinin kırdaki kesimi de kenttekiler
gibi burjuvazi ve proletarya arasında aynşmıştır. Bu Manifes
tonun bir tahmini olarak kalmamış gerçekleşmiş ve gerçek ol
maya devam eden temel bir tespittir.
Hatta küçük burjuvazinin akıbeti hakkında söylenenlerin bir
kısmı görece gelişmiş kapitalist üretim koşullarında bilhassa
metropollerin ayncalıklı işçi kesimleri için bile az çok benzer
biçimde gerçekleşmektedir. Ücretli köle olarak çalışmasının
yanısıra (ispiyonluk gözetmenlik vb.) ek işler yaparak bahşiş
hak eden ve gelecekte de eski makineleri krediyle alıp fasoncu
olarak yahut bayi veya servis acentası olarak eski patronuna
çalışmayı hayal eden az çok kalifiye işçiye az mı rastlanır?
Böylece sorunun can alıcı kısmına gelmek gerekir. İster
kentlerde ister kırlarda küçük burjuvazi sorunu komünistler
açısından sadece sosyo-ekonomik bir inceleme konusu değil
dir. Aksine stratejik bir ittifak konusu olarak ele alınmalıdır.
Komünist Parti Manifestosu da böyle yapmıştır. Burjuvaziyle
savaşında proletaryanın ittifak etmesi gereken kesimlerin ba
şında kent ve kır küçük-burjuvaları vardır/olmak zorundadır.
Ama tersine burjuvazinin en alt ve kırılgan tabakalarına intikal
edenler ayn tutulmalıdır. Zira böyle yapılmazsa sadece büyük
lük küçüklük ölçüsüne göre birbirinden aynlıp sınıf farklılıkları
göz ardı edilen kesimlerle yüz yüze kalınır.
Oysa küçük-burjuvazinin kimlerden oluştuğu ve bu müca
delede nasıl bir rol oynayabileceği konusu aynı zamanda dev
rim mücadelesinin stratejik bir sorunudur. Bunu ihmal eden
proletarya önderliğinin haşan şansı yoktur hatta ağır ve kanlı
bir yenilgi onları bekler. Ama burjuvazinin ufak-tefek kesimle
rine küçük burjuvaziye yaklaşıldığı gibi yaklaşılırsa da akibetin
farklı olması beklenmemelidir.
Bolşeviklerin zaferinin başlıca sım çarlığa karşı mücadele
ederken olduğu gibi geçiş dönemi içinde de bu ittifaka özenle
yaklaşmalarıdır. Bu özen elden bırakıldığında felaketli sonuç
larla yüz yüze kalmak kaçınılmazdır. Bu bakımdan küçük-bur
juvazi dolayısıyla köylülük konusu da Komünist Parti Manifes-
59
tosunda bu siyasi rolleri ve buna ilişkin görevler bakımından
isabetle ele alınmıştır.
Bu itibarla (yeterli ve tatmin edici olmadığı söylenebilse bile)
bu konuda esasa dair bir eksiklik yoktur. Gerisi ise Komünist Par
ti Manifestosunu rehber edinen komünistlerin mücadele dene
yimlerinin dersleriyle tamamlanacak temel tespitler orada vardır.
Nitekim bu programı kuşanıp rehber edinen Bolşeviklerin dene
yimlerinden çıkartılacak dersler bu temel saptamalan tamamlar.
Küçük-burjuva ve burjuva sosyalistlerinin değil Komünist Parti
Manifestosunun gösterdiği yoldan giden bolşeviklerin gözlükle
riyle bakıldığında genel olarak küçük-burjuvaziye olduğu gibi
onun kırdaki kardeşi köylülüğe ilişkin saptama ve perspektifler
on dokuzuncu yüzyılda olduğu gibi hala komünistlerin proletar
yaya önderlik etme yolunda temel kerterizlerini oluşturmaktadır.
Vaktiyle küçük-burjuvaziyi oluşturan kesimlerin pek çoğunun
meslek gruplan olarak varlıklannı sürdürmekte olduklanna ba
karak bunlann hala eskiden mensup olduklan temsil ettiklerini
sanmak yanılgı olur. Yine de solda küçük-burjuvazinin bir sınıf
olarak varlığını aynen sürdürdüğü hakkında yaygın bir kanı var
dır.
Oysa bu duruma bakarak küçük-burjuvazinin varlığını sür
düğünü hatta gelişip kalabalıklaştığını öne sürenler Komünist
Manifestonun öngörüsünün doğrulanmadığını da söylemeye ha
zır olur. Bunlann ilk örneği Bemstein'dır. Ama kapitalist üretim
ilişkilerinin serpilmesine paralel olarak mevcutları artan kesimi
«orta sınıflarıı yahut «yeni orta sınıflarıı diye tarif edip geleneksel
küçük-burjuvaziyle birbirlerine karıştırmak sadece basit bir sos
yolojik hata olmakla kalmaz. Daha önemlisi bu, sınıf işbirliğine
açılan vahim stratejik/politik hatalara yol açar.
Doğrusu burjuvaziden ve proletaryadan ilk bakışta ayırt edi
lebilecek olan yeni bir corta tabakanın» peydah olduğu hatta
burjuvazinin zenginleşmesiyle doğru orantılı olarak genişlediği
de bir vakıadır ama bunları küçük-burjuvazi içinde ele alıp öyle
yaklaşmak yanlıştır.
Komünist Parti Manifestosu genellikle bu kabil kesimleri ayn
60
bir tarifle tanımlamaktadır; bunlara •burjuvazinin paralı hizmet
karlam demektedir. Bunlara ücretli köle veya küçük-burjuva
denmediğine göre onlar burjuvazinin bir parçası haline gelmiş
demektir. Ekseri •efendileri gibi giyinip yaşamaya• eğilimli ve
bunun için de nispeten ayrıcalıklı gelirlerle ödüllendirilen (burju
vazinin zenginliğine orantılı olarak) bu kesimler ya burjuva dev
leti bünyesinde istihdam edilir yahut doğrudan doğruya kapita
listlerin veya genel olarak burjuvaların hizmetinde ve proleterin
kapitaliste bağımlı olduğundan daha bağımlı ve yapışık olarak
çalışırlar. Doğrusu bunlara Malcolm X'in isabetli bir biçimde
yaptığı ayrımı hatırlayarak yaklaşmak yanlış olmaz. Malcolm
X ev köleleriyle pamuk tarlalarında vb. çalışan köleler arasında
bir ayrım yapmıştı ve bunların yönelimlerinin aynı olmadığına
dikkat çekmişti.64
Tekrar konuya dönmek gerekirse geleneksel/sahici küçük-bur
juvalar burjuvazi gelişip zengin-leştikçe varlıkları tehdit altında
olan bir sınıfa mensuptur. Diğerleri ise burjuvazi gelişip zengin
leştikçe gelişip çoğalırlar. Ama aynı zamanda da bilhassa kriz
koşullarında bordadan ilk atılacak olanlar da bunlardır. Hele
kriz koşullarında bu krizin sorumluluğunun krizi bünyesinde
banndınp besleyen burjuva toplumu değil sınıf mücadelesini
yükselttiği için örgütlü işçi sınıfı ve ona önderlik eden komü
nistler olduğunu düşünüp ilk harekete geçecek olanlar da bunlar
arasından çıkar. Faşist hareketin kitlesi genellikle ve bilhassa kriz
koşullarında bunlardan oluşur.
Bu itibarla sık sık birbirlerine kanştınlan sahici/geleneksel
küçük-burjuvalarla •burjuvazinin paralı hizmetkarlam proletar
yanın ittifaklar politikası bakımından adeta tam karşıt konum
lardadır. Bunlardan birinciler haklı olarak ve sahiden kapitalizmi
bir sınıf olarak varlıklarına yönelik bir tehdit olarak görürler.
Diğerlerinin toplumsal varlık koşullan burjuvazinin palazlanma
sına bağlıdır. Bunların genellikle •zenginlikleri (bunu sömürüyü
64 Harriet Beecher Stow'un ünlü Tom Amcanın Kulübesi romanının kahramanı birin
cilerin tipik örneğidir. Tom amcanın bir torunu da Black and Blue şarkısında ıdışım
siyah olsa da içim beyazdm diyen Louis Annstrong olsa gerek! Yahut dışını da be
yazlaştırmak uğrunda genç yaşta ölen Michael Jackson!
61
diye de okuyabiliriz) adilce paylaşalım• şiarıyla ortaya çıkmala
rına da şaşmamak gerekir.
Oysa gelenek.sel küçük-burjuvalar ve elbette bu bağlamda
ve bilhassa bunların kırdaki kısmı burjuvaziye karşı mücadele
sinde proletaryanın müttefiki olması mümkün ve gerekli olan
kesimlerdir. Bunlar sosyal konumlan ve varlık koşullan nede
niyle burjuvaziye düşman olur proletaryanın da potansiyel ve
zorunlu müttefikleri olmalıdır.
Buna karşılık burjuvazinin eteklerinde palazlanan ve esas
itibariyle para karşılığında burjuvazinin muhtelif işlerini gö
rerek yaşamak durumunda olan hazan da •orta sınıftan ıyeni
orta sınıftan diye tarif edilenler doğrudan doğruya proletarya
ya · intikal etmeseler bile oraya tam da Komünist Parti Mani
festosunda söylendiği gibi yönlenirler veya yönlendirilebilirler.
"Nihayet, sınıf mücadelesinin kesin karar saatine yaklaştığı dö
nemlerde, hakim sınıf içinde, hatta eski toplumun bütün kesim
lerinde sürüp gitmekte olan dağılma süreci, öylesine şiddetli ve
göze çarpar bir hal alır ki, hakim sınıfın küçük bir parçası, kendini
o sınıftan kopanr ve devrimci sınıfla, geleceği elinde tutan sınıfla
birlik olur. 65
·
Dolayısıyla, nasıl bundan önceki bir dönemde soylulann bir
kesimi burjuvazinin safına geçmişse, şimdi de burjuvazinin bir
bölümü, özellikle burjuva ideologlannın tarihin genel gidişini
teorik olarak anlayabilecek düzeye erişmiş olan bir bölümü, pro
letaryanın safına geçer."
Burada dikkat çekilen sosyolojik bir olgu olmaktan ziyade
bilinçli bir tercihtir. Öznel bir gelişmedir. Aynı zamanda da bu
pasajda kastedilenin burjuvazinin en yoksul ve en alt tabaka
daki kesimlerinden ibaret olmadığı da açıktır. Burada •burjuva
ideologlarının tarihin genel gidişini teorik olarak anlayabilecek
düzeye erişmiş olan bir bölümü-nün proletaryanın safına geç
mesinden söz edilmektedir. Demek ki daha kalabalık olan başka
bölümlerinin aynı yolu seçmesi için ne yapılması gerektiği de
bellidir: •sınıf mücadelesinin kesin karar saatine yaklaşmasını
sağlamak• üzere sınıf mücadelesini yükseltip, «eski toplumun da-
65 Bkz. •Komünist Parti Manifestosu•
62
ğılma sürecinin, göze çarpar bir hal almasını sağlayarak hakim
sınıfın bir parçasının, özellikle tarihin genel gidişini teorik olarak
anlayabilecek düzeye erişmesini de proletaryanın politik/ideolo
jik mücadelesiyle sağlayarak proletaryanın safına geçip devrimci
sınıfla, geleceği elinde tutan sınıfla birlik olması için mücadele
etmek gerekir.
Hiç kuşkusuz küçük-burjuvaziye, ıburjuvazinin paralı hizmet
karlam olanların politik evriminin kendiliğinden gelişip gerçek
leşmeyeceği açık olmalıdır. Bu gelişme sadece nesnel durumla
ilgili olmayıp bilinçli bir siyasal müdahaleyi gerektirir.
Bunun için de proletaryanın komünist/devrimci bir önderliğe
sahip olup olmayışı belirleyici bir engeldir. Komünist Parti Ma
nifestosunun köylülüğü de kapsayan küçük-burjuvazi ve aynca
ıburjuvazinin paralı hizmetkarlam hakkındaki saptamaları bu
nun kavranması için paha biçilmez değer taşır.
Bu bakış açısıyla okunduğunda sınıf mücadelesinin esaslı ve
merkezi bir sorunu olan işçi-köylü (ya da genel olarak küçük
burjuvazi) ittifakı perspektifinin devrimci kavranışını öğrenmek
için başlıca ip uçlan Komünist Parti Manifestosunda mevcuttur.
Ama en az işçi sınıfının sınıf bilincine erişmesi gibi kendiliğin
denliğe bırakılamayacak ölçüde önemlidir.
Köylülük konusunda akademik/teorik bir araştırma yapmak is
teyenlerin Komünist Parti Manifestosunun fazla bir yaran olma
yacağı söylenebilir. Ama bu devrimci program metninin amacı ve
işlevi akademisyenlerin önünü açmak değildir. Köylü sorunu da
dahil kapitalizmin kaynağında olduğu tüm sorunları kökünden
temizlemek için proletaryaya önderlik etme iddiasında olan ko
münistlere hitaben yazılmış ve onlara rehberlik etme iddiasında
olan bir program metnidir komünist manifesto.
Bunun için Komünist Parti Manifestosunu Bolşevikler gibi ve
onların dersleri ışığında okumak yeterlidir. O takdirde köylülüğün
Komünist Parti Manifestosunun neresinde olduğu da tastamam
gerektiği gibi görülmüş olur.
63
ili. Komünistler Birliği'nden
Birinci Enternasyonal' e
Köln davasının mahkumiyetle sonuçlanmasının ardından,
karşı-devrim dalgasının baskıları nedeniyle, ama bilhassa Marx
ve bazı yoldaşlarının devrimci örgütün sürekliliğinin önemi hak
kındaki can alıcı kusurları yüzünden, Komünistler Birliği kendini
feshetti. 1 852 yılının kasım ayında Birliğin kapatılmasını öneren
ve çoğunluğu buna ikna eden Marx oldu.66 Elbette Birliğin kapa
tılmasının gerekçesi böyle bir örgüt0n artık gereksiz oluşu değildi.
Marx Prusya devletinin elinde tutsak olan alman yoldaşlarının
hukuki durumunu kolaylaştırmak üzere bu hatalı öneriyi yaptı.
Açıktır ki bu öneriyi yapan ve kabul edenler, bir devrimci örgütün
sürekliliğinin, ne kadar değerli olurlarsa olsunlar onun bazı mili
tanlarının hayatından daha önemli olduğunun bilincinde değildi.
Yine de, fesih önerisini yapan kendisi olsa da, Marx'ın böyle
bir örgütlenmeyi ayakta tutmak için gayret sarf etmediğini san
mak yanlış olur. Aksine gerek Komünistler Birliği'ni baskılara
rağmen yaşatma çabalan, gerekse de başka girişimleri buna tanık.
64
gerçekleşmesine katkıda bulunmak için demek devrimci komünist
partinin bütün parçalan arasında dayanışma bağlan kuracaktır;
bunun için cumhuriyetçi kardeşlik ilkesine bağlı olarak ulus teme
lindeki bütün bölünmelerin ortadan kalkmasına çalışacaktır. "67
Ne var ki devrimin sürekliliği/kalıcılığı hakkında bu vurguyu
yapan örgüt aynı gerekliliğin örgütün kendisi için de geçerli ol
duğu konusunda aynı ısrarı gösteremedi. Bunda da Marx ve arka
daşlarının örgütsel süreklilik konusunda Blankistler kadar kararlı
ve ısrarcı olmayışları ve devrimci örgütün kendiliğinden hare
ketin içinden tekrar tekrar kurulabileceği hakkındaki yanılgıları
belirleyici bir rol oynadı. Bununla birlikte Komünistler Birliği'nin
tasfiye edilmesine ve Devrimci Komünistlerin Evrensel Derneği
girişiminin kısa ömürlü olmasına rağmen 1 848 devrimlerinin
derslerinin sadece devrimin kalıcı/sürekli olması gerektiğinden
ibaret olduğu sanılmamalı. Zira bu örgütün ortadan kalkmasını
takip eden girişimler buna tanıktır.
1 850 yılının nisanında Marx, Engels ile yoldaşları Willich,
ingiliz çartist Harney ve fransız Blankistleri Adam ve Vidil'in
birlikte başlattığı Devrimci Komünistlerin Evrensel Derneği adlı
örgüt girişimi hem devrimci örgüt ihtiyacını anlatır, hem de bu
örgütün enternasyonal bir nitelik taşıması gerektiğini. Bir başka
deyişle Komünist Parti Manifestosu'nun •Bütün Ülkelerin İşçileri
Birleşin• şiarının somut karşılığını işaret eder.
Komünistler Birliği aslında bir uluslararası örgüt olsa da bunu
adıyla yansıtmamıştı. Ama onunla birinci Enternasyonal diye
anılacak olan örgüt arasında köprü rolü oynayan Devrimci Ko
münistlerin Evrensel Derneği bu iradeyi yansıtan iyi bir örnektir.
Aynı yıl içinde dağılmış olsa bile bu kısa ömürlü küçük uluslara
rası örgütün tüzüğünün amaç maddesi proleter enternasyonaliz
mi hedefinin temel evrensel dayanaklarını yansıtmak bakımından
hiç değilse ideolojik bir kilometre taşının varlığına işaret ediyor:
Kuşkusuz burada «devrimci komünist parti»den kastedilen so
mut bir örgüt olarak değil daha geniş ve bizim alışkın olmadığı
mız bir anlamda, asli bir taraf olarak partidir; «cumhuriyet.ten
67 Aktaran P. Frank Komünist Enternasyonal'in Tarihi, Editions La Breche Paris 1 987,
cilt 1 s. 1 8
65
kastedilen de bugün anlaşıldığı anlamda burjuva cumhuriyeti
değildir. Ama bu satırlara yansıyan bakış açısı Marx ve arkadaş
lan gibi başka işçi sınıfı militanlannın enternasyonal bir devrimci
örgütlenmeye verdikleri anlamı ve önemi kavramaya yeter.
Marx «parti» derken esasen proletaryanın sınıf mücadelesinde
asli bir taraf olarak yer almasını anlıyordu. Zira parti bir anlamıy
la parça demekse de (bu daha çok hizip karşılığı oluyor) bir başka
ve bu bağlamda kast edilen anlamıyla taraf, taraf olma anlamına
gelir.
Öte yandan burada bahsedilen cumhuriyet de besbelli burju
vazinin egemenlik biçimlerinden biri olan cumhuriyet değil Ko
münist Parti Manifestosunda da işaret edildiği gibi «proletaryanın
egemen sınıf haline gelmesi»dir. Halkın kendi kendini yönetmesi
anlamında cumhuriyetten kast edilen de budur.
Bu bakımdan belli ki genellikle sanılanın aksine komünistle
rin proletarya diktatörlüğünün gereği ve rolü hakkındaki temel
fikirleri edinmek için Paris Komünü'nü beklemelerine gerek yok
tu. Komünistler Birliği 1 848 devrim dalgasının ardından bu dersi
zaten çıkarmıştı. Bu örgütün ardından kurulan oynayan Devrimci
Komünistlerin Evrensel Derneği adıyla sanıyla proletarya dikta
törlüğünü hedeflediğini tüzüğünde beyan etmişti.
Bu satırlarda yansıyan bakış açısı bile, Marx ve arkadaşlan gibi
başka işçi sınıfı militanlannın enternasyonal bir örgütlenmeye
verdikleri anlam ve önemi kavramaya yeter .
Devrimin kalıcı olması ve proletaryanın egemenliği ile taçlan
ması gerektiği fikri, 1848 devrimleriyle birlikte o zamanın ko
münistlerinin bilincinde ne kadar netleşmiştiyse, proletaryanın
siyasal ve örgütsel bakımdan bağımsız örgütlenmesinin bunun
biricik güvencesi olacağı da o kadar netti.
Ne var ki, Marx'ın zihninde sürekliliğini koruması gereken bir
komünist öncü örgütlenmesi fikri aynı ölçüde net değildi. O ne
denle proletaryanın kitlesel ayaklanması ve egemen sınıf olarak
örgütlenmesi arasındaki bağ ve aynın o zaman ne teoride ne de
pratikte tam anlamıyla kurulamadı.
Bu bakımdan devrimci marksist teoriye 1848- 1850 devrimle-
66
rinin bir armağanı olan •kalıcı/sürekli devrim• perspektifi, dev
rimci partinin öncü rolü ve buna uygun örgütlenmesi konusunda
eksiklikler, boşluklar barındırıyordu; dolayısıyla bu eksiğin far
kında olmaksızın ve nesnel dinamiklerin sonucunda başarıya ula
şacak bir devrim perspektifinin savunusu, •Marksizm zemininde
durmakla birlikte•, büyük bir gediği barındırmaya devam etti. Bu
gedik, teorik olarak Lenin tarafından, pratik olarak da Bolşevik
hareket tarafından Ekim Devrimi'ne varan süreçte kapatıldı.
Komünistler Birliği'nin kapatılmasından sonra geçen 1 2 yıl
dünya çapında önemli gelişmelere sahne oldu. ABD iç sava
şı ( 1 86 1), italya'da-ki birlikçi cumhuriyetçi hareketin gelişmesi
( 1 8 59) ve çarlık Rusya'sı ta-rafından ezilen Polonyalıların ulusal
direnişi ( 1 863) bu yıllara rastlar. Amerikan iç savaşı bir yandan
pamuk kıtlığının ingiliz tekstil sanayiine doğrudan etkisiyle in
giliz işçi sınıfının gündemindeydi ; bir yandan da 1 848 devrimle
rinin yenilgisinin ardından Amerika'ya göçen ve aktif olarak iç
savaşta köleliğin kaldırılması yönündeki mücadelelerde yer alan
birçok Avrupalı kotılünistin dolayımı sayesinde işçi sınıfının bu
sorunla özel bir yakınlığı vardı. İtalyan sorunu ise Garibaldi'nin
1 863'de sürgün olarak Londra'ya gelmesiyle sıcak biçimde Avru
pa işçi hareketinin gündemine oturmuştu.
Yine bu sıra Rusya'da önemli gelişmeler oldu. Entemasyonal'in
ku-ruluşundan üç yıl öncesinde Rusya'da serflik kaldırıldı. 1 86 1 -
1 863 yılla-rı arasında bir çok köylü direnişi ve öğrenci gösterileri
oldu; asi köylü-lerin sayısı binleri bulmaktaydı. Aynı zamanda ilk
gizli devrimci de-mokrat örgütlenmelerin kuruluşu da bu zamana
rastlar; Herzen, Çer-nişevski ve Ogarev önderliğinde Zemlya y
Volya örgütü bu dönemde kuruldu. Lenin rus devrimci hareketi
nin bu dönemini ( 1 8 6 1 - 1 895) proleter dönemin arifesi ve burjuva
demokratik dönem olarak niteledi.
Aynı yıllar boyunca İngiltere'de sendikacılığın hızla geliştiği ;
Fransız ve İngiliz işçileri arasında ilk sendikal dayanışma eylem
lerinin gerçek-leştiği; Almanya'da bir işçi partisi örgütlenmesi
yönündeki hareketin Lassalle önderliğinde serpildiği göze çarp
maktadır.
Yine de, bütün bu kıpırdanmalara rağmen, Komünistler
67
Birliği'nin dağılmasının ardından, işçi sınıfının devrimci örgüt
lenmesi bakımından uzun bir durgunluk döneminin yaşandığı
saptanmalıdır. Ama bunun -bedi bir suskunluk olmayacağını dü
şünenler yanılmadılar. Birliğin fes-hinden 1 2 yıl sonra, 28 eylül
1 864'de Londra'da biraraya gelen birçok Avrupa ülkesinden işçi
örgütlerinin temsilcileri Enternasyonal İşçi Demeği'ni (namı diğer
Birinci Entemasyonal'i OD) kurma karan aldılar.
Saint-Martin's Hall toplantı salonunda yapılan toplantı, ilginç
tir ki bir ulusal soruna ilişkin bir gündemle toplanmıştı: çarlık
Rusya'sı, Avusturya�Macaristan ve Prusya imparatorluklan ara
sında parçalanmış bulunan Polonya'daki ulusal direnişle daya
nışmak üzere düzenlenmişti. Polonya sorunu ile Garibaldi önder
liğinde yürütülen İtalya b irliğinin sağlanması mücadelesi o sıra
İngiltere'de işçi hareketi içinde en çok ilgi ve sempati uyandıran
uluslararası sorunlann başında gelmekteydi. Toplantıyı düzenle
yenler bu konularda daha önce de bir takım etkinlikler düzenle
mişlerdi. Ne var ki, aslında İngiltere'deki örgütlü ve ayncalıklı bir
kesimi, •işçi aristokrasisini• temsil eden bu kesimlerin, kıta Av
rupa'sındaki gelişmelere yaklaşımının ardında İngiltere'ye ucuz
işgücü göçünün durması ve ücretlerinin (imtiyazlannın diye de
okunabilir) düşmesinin önlenmesi refleksinin yattığını düşünmek
çok yersiz olmaz.
Kuşkusuz Polonya direnişinin de tamamen ulusal çerçeveyle
sınırlı bir gelişme olduğu sanılmamalı; Polonya ile genel olarak
komünist hareket arasında tesadüfi ya da zorunlu bir çok bağ
yıllar içinde örülmüştü. Bir yandan öteden beri Polonyalı mül
tecilerin Avrupalı komünistlerle ilişki içinde olduklan ve bir çok
Alman komünistin kendi devletleri tarafından ilhak edilmiş bu
lunan Polonya topraklannda devrimci etkinliklere katıldıklan
unutulmamalı; öte yandan Zemlya y Volya taraftan devrimci rus
subaylannın 1 863 ayaklanması sırasında ayaklananlann saflan
na geçecek kadar Polonya'daki hareketle içli dışlı olduktan ha
tırda tutulmalı; nihayet ı 863 ayaklanmasının liderlerinden olan
Dombrowski ve Wroblenski'nin daha sonra Paris Komünü'nün
kahramanlan arasında yer aldığı göz önünde bulundurulmalı.
Bu unsurlan da içeren tarihsel çerçevede Saint Martin's Hall'deki
68
toplantıyı düzenleyenler yaptık.lan açılış konuşmasında şöyle de
diler:
"Yıllardan beri asil ve bahtsız Polonya halkını en kötü saldınla
ra ve zulme maruz bırakan canilere karşı tepkimizi dile getirmek
üzere örgütlediğimiz büyük toplantımıza hoş geldiniz. Bu katı
lımınız Avrupa'nın ihmal edilen ve horlanan halklan için daha
aydınlık ve mutlu bir geleceği yakında görebileceğimiz umudunu
uyandınyor. "68
Kuşkusuz sadece bu toplantıdan Birinci Entemasyonal'in çık
ması bile böyle bir umudun yersiz olmadığını gösterdi. Ama ne
tuhaf ki, ulusal direnişlere karşı İngilizler tarafından gösterilen
bu sempatinin İrlanda konusunda olmayışı kimsenin dikkatini
çekmiş değildi. İngiliz sendikal örgütlerinin önayak olduk.lan bu
toplantıda İrlanda ulusal sorunu yahut İngiltere'nin sömürgele
rine ilişkin sorunlar ak.la bile gelmedi. Yine de bu toplantı Birinci
Enternasyonal diye anılacak olan örgütün kuruluş kararının alın
dığı toplantı oldu. Ama örgütün sonradan dağılmasına varacak
olan tartışmaların arasında, İrlanda sorununun özel bir yer tut
ması boşuna değildir.
68 Aktaran Roger D'Angeville, Marx ve Engels'de Sınıf Partisi Antolojisi içinde, Mas
pero yayınlan, ı ı ı . dipnot, c. il, s.78
69
Örgütsel Belgelerin
N.
Şahsileştirilmesi ve
Örgütsel Sürekliliğin Kopuşu
Hakkında
Manifesto, yüz elli yıl önce ilk kez yayınlandığında, "Komünist
Parti'nin Manifestosu" başlığını taşıyordu; ve doğrusu da buydu.
Peş peşe birçok baskısı yapılan Manifesto'nun, aynı yıl içinde yine
Almanca olarak Londra'da yapılan ikinci baskısında da; bunu iz
leyen Fransızca, Lehçe, İtalyanca, Danca, Felemenkçe ve İsveççe
baslç.ılannda da hiç bir yazar adı geçmedi. Komünist Manifesto 'nun
yazarlannın, Kari Marx ve Friedrich Engels olduklan hakkı nda
ki ilk ibare, 1850'de İngiltere'deki çartistlerin yayın organı olan
ıThe Red Republican - Kızıl Cumhuriyetçiıde yayınlanan, •Alman
Komünist Partisi'nin Manifestosu• başlıklı İngilizce çeviriye, G. J.
Hamey'in yazdığı önsözde geçti. Daha sonra, 1 872'de Almanya'da
yayınlanan baskıya, Marx ve Engels ortak bir önsöz yazdılar. Bu
baskı «Das Manifest der Kommunistischen Partei = Komünist Parti
nin Manifestosu• başlığıyla ve Marx-Engels imzasıyla yayınlandı ;
o günden sonra, hemen hemen tüm baskılar bu biçimde yayınlan
dı ; o gün bugündür hemen hemen her yerde, «Marx ve Engels'in
ölümsüz eseri•, yahut buna benzer ifadelerle anılır.
Oysa, Komünist Manifesto'nun içerdiği fikirlerin tamamı Marx
ve Engels'e ait olsaydı bile, bu fikirler Manifesto'nun ortaya çıkı
şına yetmiyordu. Çünkü Manifesto'nun ortaya çıkmasına yol açan
bir örgütsel karar ve hatta Merkez Otoritesi'nin mektubunda görül
düğü gibi bir talimat vardır. Bir başka deyişle, Manifesto'nun varlı
ğı, Komünistler Birliği'nin varlığına ve iradesine tamamen bağlıdır.
Buna karşılık, şekillenişi sırasında tayin edici katkılan olsa bile,
Komünistler Birliği'nin kurulması fikri, Marx ve Engels'in değildir.
Hatta böyle bir örgüt onlann akıllanndan bile geçmiş değildir; bel
ki de bu örgütün sürekliliğinin sağlanamamasının ardında yatan
en önemli öznel zaaflardan biri burada yatmaktadır.
70
Komünist Manifesto ccMarx-Engels'in Eseri» mi?
1 872'de ilk kez Marx ve Engels imzasıyla yayınlandığında,
Manifes-to'nun asıl sahibi olan Komünistler Birliği'nin yerinde
çoktan beri yeller estiği bir olgudur; onun yerine kurulan Birinci
Enternasyonal de türdeş bir çizgiye ve bu manifestonun arkasın
da duracak ortak bir iradeye sahip değildi. Kapanmasına/tasfiye
edilmesine varacak olan iç çatışmalar sürecine (Bakunincilerle
marksistler arasındaki gerilim artmaktaydı) girmişti.
Bu durumda, Komünist Manifesto'yu fiilen Marx ve Engels
neredeyse şahsen temsil edip savundular. Zaten Adiller Birliği
adlı örgütün 1 847 Haziran'ındaki kongresinde, örgütün isminin
Komünistler Birliği olarak değiştirilmesini önerip bu önerinin ka
bul edilmesini sağlayanlar da bu örgüte yeni katılmış bulunan
Marx, Engels ve arkadaşlanydı. Örgütün tüzüğüne de başta amaç
maddesi olmak üzere, önemli katkılar getirmişlerdi. Ama elbette
onlann önceden kurulmuş bu örgüte sunduklan en önemli katkı
Komünist Parti Manifestosudur.
Ama Komünist Manifesto, hem bütün dünya işçilerine sunu
lan bir armağandır; hem de Marx ve Engels'in beyinlerinden,
«Atena'nın, Zeus'un beyninden çıktığı gibi1169 çıkmamıştır. Bu
fikirlerin onlann zihinlerinde ifade bulabilmesi için örgütlü, ör
gütsüz sınıf mücadelelerinin somut deneyimlerinin yaşanmış ol
ması gerekiyordu. Bu bakımdan, komünistlerin hala esas alması
gereken temel siyasal-programatik belge olma niteliğini koruyan
Komünist Manifesto'nun, bu niteliği ile bir araç olarak kullanı
labilmesi için, hem ortaya çıkış sürecinin tam olarak nasıl oldu
ğunun, hem de örgüt anlayışı hakkındaki kusurun hangi yolla
giderilebileceğinin bilincinde olmak gerekiyor.
1 872'de koşullann ne olduğu ve hangi nedenle Manifesto'nun
Marx-Engels imzasıyla yayınlanmış olduğu tartışması ayn bir so
rundur. Ama hem ortaya çıkış sürecini yansıtmak bakımından bu
metni, iki yazarlı bir «eser» olarak ele almak doğru değildir; hem
69 Yunan Mitolojisine göre Zeus yoğun bir baş ağnsı nedeniyle ateşlerin volkanlann
tannsı olan demirci HephaestusNolkan'dan kafasını yanp ağndan kendisini kurtar
masını ister. Vulcan kafasını yannca yanktan hikmet akıl ve savaş tannçası olarak
kabul edilen Athena/Manevra çıkacaknr.
71
de Manifesto'nun politik-örgütsel anlamının hasıraltı edilmesine
yol açtığı için böyle yapmamak gerekir.
Her şey bir yana, o yıllarda da, sonrasında da bu metni ken
dilerine kılavuz eden milyonlarca komünistin, «Marx-Engels
müridleriı değil, Komünistler Birliği'nin militanları ve takipçileri
olduğu gerçeğini vurgulamak, metni kaleme alanlan zikretmek
ten daha önemli ve anlamlıdır. En azından komünist kavramının
içeriğine daha uygun düşer.
En önemlisi böyle bir vurgu, Manifesto'nun arkasındaki örgüt
iradesini ve bir devrimci örgütün ihtiyacına yanıt vermek üze
re kaleme alınmış olduğunu hatırlatır. Bu bakımdan bu amaçla
ele alınıp kullanılması gereğini öne çıkarmak gerekir. Bugün asıl
vurgulanması gerekenlerin başında da bu gelir.
Bu nedenle Komünist Manifesto'nun doğuşuna ve geliştirilme
sine varan süreci akılda tutmak önemlidir. Manifesto 'nun hem
ortaya çıkışı hem de geliştirilmesi için sadece nesnel gelişmelerin
değil, sınıf mücadelesinde öznel bir etken olarak yer alan bir dev
rimci örgütün müdahalelerin rolü belirleyicidir. Daha önemlisi
sınıf mücadelesinin bu kesitinden çıkartılan derslerin tayin edici
bir payı olduğunu unutmamak icap eder. Dolayısıyla bu belgeyi
devrimci bir örgütün marksist teori ışığında hazırlanmış ilk ko
münist program metni olarak ele almak gerekiyor.
Bu bakış açısıyla Komünist Manifesto'nun, «Marx ve Engels'in
eseri• yahut •Komünistler Birliği'nin Manifestosu• olarak anıl
ması, bir sahiplik ve miras tartışmasıyla ilişkisi pek az olan bir
ihtiyacı ifade eder. Bu aynının öne çıkardığı soru işaretleri, daha
önemli ve başka durumlarda da karşılaşılabilen bir soruna ışık
tutmaktadır. Sonuçta şu ya da bu şahsın kişisel katkılarını yansıt
sa ve şu ya da bu şahsın kaleminden çıkmış olsa bile, örgütsel/ko
lektif bir ürün olarak kabul edilmesi gereken politik/programatik
belgelerin, kişisel imzalarla anılması iki önemli noktada sivrilen
bir çarpıklığa kaynaklık eder.
Birincisi bu tutum örgütsel-politik süreklilik ile ideolojik sürek
lilik arasındaki bağın kopmasına yahut unutulmasına, en azından
öneminin fark edilmemesine yol açan bir durum yaratmaktadır.
72
İkincisi bu tutum, bu türden belgelere yapılan başka katkıla
rın (burada başka «şahsiyetlerin• katkılan değil, kişisel olmayan
örgütsel/kolektif katkılar kastedilmektedir) gözden kaçırılmasına
yol açar. Yani bu tutum söz konusu metinlerin örgütsel/kolek
tif niteliğini hasıraltı eden, dolayısıyla siyaset-örgüt bağının bir
başka düzeyde kopmasına yol açan bir etkendir. Bu nedenlerle
politik/programatik belgelere bireyci ve aydınca bakış açısı, siya
sal-örgütsel sürekliliği kavramada ve yansıtmada ciddi zaaflara
neden olmaktadır.
73
•Bütün ülkelerin işçileri birleşin!•
Komünistler Birliği bu çağrıyı yükseltirken, «proleterlerin
zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok; kazanacakları
bir dünya var» diyordu. Neredeyse 1 7 5 yıl oldu; o günden beri
proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek b irçok şeyleri oldu.
Devletleri bile oldu! Çoğu zorlu mücadelelerin sonucu olan bu ka
zanımlar, direnmelere rağmen, bazen üzerine tüneyen ayrıcalıklı
akbabaların sömürmesiyle, bazen sınıf düşmanının saldınlanyla
bir bir kazınıp gitti; kaybedildi. Dünya işçi hareketi büyük feda
karlıklara ve mücadelelere mal olmuş politik mevzilerinden geri
atıldı. Bu mevzilerin başında devrimci örgütler, devrimci partiler
ve proletarya diktatörlüğü var.
Bugün, bütün bu mücadelelerin eleştirel bir özetini oluşturan
ve en az bu mevzilerin kazanılması yolundakiler kadar büyük
fedakarlıklara mal olmuş ideoloj ik mevziler de tehdit altında.
Kaybedilmiş politik mevzileri yeniden ve bir daha kaybetmemek
üzere kazanmanın birinci adımı, bu deneyimlerin eleştirel özetini
ifade eden ideoloj ik mevzileri kuşanmak ve bunu gelecek kuşak
lara aktarmak olmalı.
Bu mevzileri korumak için onları dondurmak mı gerekir? Ak
sine bu onları büsbütün kaybetmenin en kestirme yollarındandır.
Bu kazanımları koruyup yarına aktarmak için, anlan eleştirel bir
süzgeçten geçirerek, canlı deneyimlerin dersleriyle zenginleştir
mek ve sınamak gerekiyor; böylece onları dayanıklı kılmanın
önemli bir koşulu da yerine getirilmiş olacak.
Hiçbir politik kazanım kalmadıysa tam bir yenilgi var demek
tir. O halde bir defteri kapatmak, beyaz bir sayfadan başlamak
mı gerekir? Bilakis; bu geçmişteki kadar bile başarılı olmamayı
garantilemenin yoludur. Geçmişte komünizm uğruna yapılanlar
başarısızlıkla sonuçlanmış olsa bile, bunlardan ders çıkarıp aksi
yöne savrulmuş deneyimlerden de ibret almak gerek.
Bu geçmişle hesaplaşmanın ilk adımı, yenilgi, başarısızlık ve
yanılgıların üstünü örtmek yerine, •evet biz yenilen taraftaydık»
deme cesaretini göstermektir. Geçmiş deneyimin dersleri ancak
bu tutumla çıkarılabilir. Buna titizlikle önem vermek gerekiyor;
çünkü bunlar komünistlerin geçmişten devralıp gelecek kuşaklara
74
aktarabilecekleri, insanlık kültürünün en değerli mirasıdır.
Geçmişi bir kalemde silip, beyaz bir sayfadan başlamak ge
rekmiyor. Bugüne kadar yapılmış ve söylenmiş olanları yok
saymamakla birlikte, ayıklamak gerekiyor. Bu çabada başlıca
esin kaynağı Ekim Devrimi'dir. Komünist devrimciler, Komünist
Manifesto'da ilan edilen; Ekim Devrimi ve sovyet iktidarıyla yeni
bir çağ açan; Komünist Entemasyonal'le başlatılıp sürdürüleme
yen komünizm davasının izleyicileri olmalıdır.
Bu yolda başlıca kılavuzlarımız, temel başvuru kaynaklarımı
zın/referanslarımızın başında Komünist Parti Manifestosu olacak.
75
Komünist Parti Manifestosu
1. Burjuvalarla Proleterler
76
birlikte mahvolmalanyla sonuçlanmıştır.
Tarihin önceki çağlarında, hemen her yerde, ayn ayn zümre
lere bölünmüş olan toplumun karmaşık bir biçimde düzenlen
diği, farklı toplumsal mevkilerin basamaklar halinde dizilmiş
olduğu görülür: Eski Roma'da patrisyenler, şövalyeler, plebler,
köleler; Ortaçağda feodal beyler, bendeler, lonca ustaları, kal
falar, çıraklar, serfler; ve bu sınıfların hemen hepsinin içinde,
ikincil kademeler.
Feodal toplumun yıkıntılarından fışkıran çağdaş burjuva
toplumu sınıf çelişkilerine son vermemiştir. Sadece, eskilerinin
yerine yeni sınıflar, yeni baskı koşullan, yeni mücadele biçim
leri getirmiştir. Bununla birlikte, çağımızın, yani burjuvazinin
çağının ayırt edici özelliği, sınıf karşıtlıklarını sadeleştirmek ol
muştur. Bütün toplum gitgide iki büyük düşman kampa, birbir
lerine tamamen karşıt iki büyük sınıfa bölünmektedir:
Burjuvaziyle proletarya.
Ortaçağın toprağa bağlı köleleri olan serfleri arasından en
eski kasabaların imtiyaz-beratlı (ayrıcalığı belgelenmiş) şehir
ahalisi çıktı. Bunların arasından da burjuvazinin ilk unsurları
yetişti.
Amerika'nın keşfi, Ümit Bumu'nun dolaşılması palazla
nan burjuvaziye yeni alanlar açtı. Hindistan ve Çin pazarları,
Amerika'nın sömürgeleştirilmesi, sömürgelerle ticaret, genel
olarak değişim araçlarının ve metaların artışı ticarete, denizci
liğe, sanayiye görülmemiş bir dürtü sağladı ve böylelikle, çök
mekte olan feodal toplumun bağrındaki devrimci unsurun hızla
gelişmesine yol açtı.
Sanayinin eski, feodal tarz örgütlenişinde sanayi üretimi
içe dönük loncaların tekelindeydi ; bu sistem yeni pazarların
gelişen ihtiyaçlarını karşılayamaz oldu. Onun yerini manifak
tür (küçük imalat) sistemi aldı. Lonca ustaları bu manifaktürcü
orta tabaka tarafından bir kenara itildiler; ayn ayn loncalar
arasındaki işbölümü, tek tek her bir atölyenin içinde yaratılan
77
işbölümü karşısında kayıplara karıştı.
Bu arada pazarlar durmadan büyüyor, talep durmadan artı
yordu. Manüfaktür imalatı bile yeterli olmaktan çıkmıştı. Üs
telik, buhar enerjisi ve makineler sanayi üretimini köklü bir
değişikliğe uğrattı. Küçük imalatın yerini dev modem sanayi;
sanayici orta sınıfın yerini sanayi milyonerleri, koca sanayi or
dularının kumandanları, yani modem burjuvalar aldı.
Geniş ölçekli sanayi, Amerika'nın keşfi sayesinde yolu açı
lan dünya pazarını kurmuştur. Bu pazar, ticaretin, denizciliğin,
kara ulaşımının muazzam gelişmesini sağlamıştır. Bu gelişme
de sonradan, sanayinin yayılmasını etkilemiştir; ve sanayi,
ticaret, denizcilik, demiryollan yayıldığı ölçüde burjuvazi ge
lişmiş, sermayesini arttırmış, Ortaçağ'dan arta kalan bütün sı
nıfları geri plana itmiştir.
Böylece, çağdaş burjuvazinin kendisinin de uzun bir gelişme
seyrinin, üretim ve değişim tarzlarındaki bir dizi devrimci al
tüst oluşun ürünü olduğunu görüyoruz.
Burjuvazinin gelişmesi yolunda atılan her adımı, onun siyasi
gücünün artmasında yeni bir aşama izlemiştir. Feodal soylula
rın sultası altında ezilen bir zümre; Ortaçağ komünü71 içinde
silahlı ve kendi kendini yöneten bir topluluk, bazen (İtalya ve
Almanya'da olduğu gibi) bağımsız şehir cumhuriyeti, bazen
(Fransa'da olduğu gibi) krallığa vergisini ödeyen, monarşinin
üçüncü zümre11si iken; burjuvazi sonradan, asıl manüfaktür
döneminde, soylulara karşı bir denge unsuru olarak ya yan-fe
odal monarşiye, ya da mutlak monarşiye hizmet etti; gerçekte,
bütün büyük krallıkların hemen hepsinin kilit taşı oldu. Niha
yet, çağdaş sanayinin ve dünya pazarının kurulmasından bu
yana burjuvazi, modem temsili devlet içinde (sayesinde -çn),
siyasi hakimiyeti bütünüyle kendi eline geçirmiştir. Modem
devletin yürütme aygıtı, tüm burjuvazinin ortak işlerini yürü-
11 Komün. İtalya ve Fransa'nın şehir ahalisinin, ilk özerklik haklannı feodal beyle
rinden satın aldıktan ya da koparttıktan sonra kendi şehir toplulu.klanna verdikleri
isimdi ıKomünı, yeni ortaya çıkan şehirlerin, feodal beyleri ve efendilerinden mahalli
özerklik ve siyasi haklannı ıavam tabakası-üçüncü tabaka=tiers etab olarak kopa
np almazdan önce de Fransa'da kendilerine verdikleri isimdi. Burada, genel olarak,
burjuvazinin ekonomik gelişmesine İngiltere, siyasi gelişmesine Fransa tipik örnek
sayılmıştır.
78
ten bir komiteden başka bir şey değildir.
Burjuvazi, tarihi bakımdan son derece devrimci bir rol oy
namıştır.
Nerede üstün gelmişse, orada bütün feodal, ataerkil, asude
ilişkilere son vermiştir. İnsanı •doğal olarak üstün sayılamlara
bağlayan karmakarışık feodal bağlan hoyratça kopanp atmış;
insanla insan arasında •nakit ödemenin• katı ihtiyaçlarına
göre kurulan bağdan başka hiçbir bağ, soğuk bir bireysel çıkar
ilişkisinden başka hiçbir ilişki bırakmamıştır. İnsanların vecd
ile titremesine yol açan yüce dini coşkuların, coşkun şövalye
ruhunun, edebiyat ve sanat tutkunlarının dar kafalı gözü-yaşlı
duyarlılığının en yüce heyecanlarını bencil hesabın buzlu su
larında boğmuştur. Kişisel değerleri değişim değerine dönüş
türmüş; iptali mümkün olmayan sayısız beratlı özgürlüklerin
yerine, o yegane vicdansız özgürlüğü, serbest ticaret özgürlü
ğünü getirmiştir. Tek kelimeyle, dini ve siyasi aldatmacalann
ardında giz-lenen sömürünün yerine, yalın, utanmaz, dolaysız
ve gaddar bir sömürü getirmiştir.
Burjuvazi o güne dek el üstünde tutulan, baş tacı edilip saygı
duyulan ne kadar meslek varsa, hepsinin halesini söküp atmış
tır. Hekimi, hukukçuyu, papazı, şairi, bilim adamını kendisinin
paralı hizmetkarları haline getirmiştir.72
Burjuvazi, ailenin yüzünü örten yıvışık peçeyi yırtmış, aile
ilişkisini salt bir para ilişkisi derekesine indirmiştir. Gericilerin
onca hayranı ol-duklan Ortaçağ kaba-kuvvet gösterilerinin, en
miskin tembellikle nasıl olup da birbirini tamamladığını gözler
önüne sermiştir. İnsan faaliyetinin nelere kadir olduğunu ilk is
pat eden burjuvazidir. Mısır piramitlerini, Roma su kemerlerini
ve Gotik katedralleri fersah fersah aşan harikalar yaratmıştır;
72 Genellikle ve düşünmeden küçük- burjuvazi saflannda sayılan bu kesimlerin Ko
münist Parti Manifestosu'ndan itibaren •burjuvazinin paralı hizmetkarlano diye ta
nımlanması genellikle dikkatten kaçan ihmal edilen bir saptamadır. Oysa bu vur
gu ittifaklar politikasında ve revizyonistlerin küçük burjuvaziye ikame etmek üzere
Bernstein'dan beri tarif ettikleri sözümona orta sınıf safsatasını aydınlatmak için
önemlidir. Besbelli •burjuvazinin paralı hizmetkarlan• ile başlı başına ve ayn bir sı
nıf olarak pre-kapitalist dönemden intikal eden ve burjuvazinin yükselişine paralel
olarak onunla çatışma halinde olan küçük burjuvazi arasında esaslı bir fark koymak
gerekir-OD
79
daha önceki bütün kavim göçlerini ve haçlı seferlerini gölgede
bırakan seferler düzenlemiştir.
Burjuvazi üretim araçlarını, dolayısıyla üretim ilişkilerini ve
onlarla birlikte bütün toplum ilişkilerini sürekli değişikliğe uğ
ratmaksızın var olamaz. Oysa, tam tersine, üretim tarzlarının
değişmeksizin korunması, ondan önceki bütün sanayici sınıf
ların başta gelen varoluş şartıydı. Üretimin sürekli değişikliğe
uğratılması, toplumsal koşulların aralıksız altüst edilmesi, sonu
gelmez istikrarsızlık ve çalkantı, burjuvazinin çağını önceki
bütün çağlardan ayıran özelliklerdir. Durağan, kaskatı donmuş
bütün ilişkiler, peşleri sıra getirdikleri yıllanmış saygıdeğer ön
yargılar ve fikirlerle birlikte süpürülüp gitmektedir; yenileri ise,
daha kemikleşmeye vakit bulamadan çağ-dışı kalmaktadır. Elle
tutulur, gözle görülür ne varsa yok olmakta, kutsal olan her
şey ayaklar altına alınmakta; ve insanoğlu hemcinsleriyle iliş
kilerini, gerçek hayal koşullarını ayık kafayla görmeye nihayet
zorlanmaktadır.
Ürünleri için durmadan büyüyen bir pazara duyduğu ihti
yaç, burjuvaziyi yeryüzünün dört kapısına koşturmaktadır.
Burjuvazi her yere yuvalanmalı, her yerde yerleşmeli, her yerde
ilişkiler kurmalıdır.
Burjuvazi, dünya pazarını kullanıma açarken, üretime de,
tüketime de her ülkede kozmopolit bir karakter kazandırmıştır.
Sanayinin ayağının altından, o zamana kadar üzerinde dur
duğu milli zemini, gericilerin dalına basa basa çekip almıştır.
Eskiden kalma bütün milli sanayiler yıkılmıştır, ya da her gün
yıkılıyor. Bunların yerini, kurulması bütün medeni milletler
için hayat-memat meselesi olan yeni sanayiler alıyor. Bu yeni
sanayiler artık yerli hammaddeleri değil, en ücra bölgelerden
getirilen hammaddeleri işleyen, çıkardıkları ürünler yalnız ülke
içinde değil, yeryüzünün her köşesinde tüketilen sanayilerdir.
Ülkenin kendi ürünleriyle karşılanan eski ihtiyaçlar yerine,
ancak uzak diyarların ve iklimlerin ürünleriyle karşılanabilen
yeni ihtiyaçlar doğuyor.
Eski mahalli ve milli içe-kapalılığın, kendine-yeterliliğin
80
yerini çok-yönlü ilişkiler, milletlerin evrensel karşılıklı bağım
lılığı alıyor. Maddi üretimde ne oluyorsa, aynısı zihni üretimde
de oluyor. Tek tek milletlerin fikir eserleri artık herkesin ortak
malı haline geliyor. Milli tek-yanlılık ve dar-kafalılık gittikçe
imkansızlaşıyor, birçok ve çeşitli milli, mahalli edebiyatlardan
ortaya bir dünya edebiyatı çıkıyor.
Bütün üretim araçlarının gelişmesi ve ulaşımın alabildiği
ne kolaylaşması sayesinde burjuvazi, bütün milletleri, hatta
en barbar olanları dahi, medeniyet alanı içine çekmektedir.
Meta ürünlerinin ucuzluğuyla bütün Çin setlerini topa tutup,
yerle bir ederken, barbarların dik başlı yabancı düşmanlığının
yelkenlerini suya indirmesini sağlamaktadır. Bütün milletleri,
yok olma tehdidiyle yüz yüze bırakıp, burjuva üretim tarzını
benimsemeye zorlamakta; onları kendisinin medeniyet dediği
şeyi kabule, yani burjuva olmaya zorlamaktadır.
Tek kelimeyle, burjuvazi, kendi suretinde bir dünya yarat
maktadır.
Burjuvazi kın şehirlere tabi kılmıştır. Muazzam şehirler kur
muş, kır nüfusuna kıyasla şehir nüfusunu büyük ölçüde çoğalt
mış, böylece nüfusun oldukça büyük bir kısmını kır hayatının
miskinleştirici etkisinden kurtarmıştır. Kın şehirlere bağımlı
kıldığı gibi, barbar ve yan-barbar ülkeleri medenileşmiş ülke
lere, köylü milletleri burjuva milletlere, Doğuyu Batıya bağımlı
kılmıştır.
Burjuvazi, nüfusun, üretim araçlarının ve mülkiyetin dağınıklı
ğına giderek son vermektedir. Nüfusu bir araya toplamış, üretim
araçlarım merkezileştirmiş, mülkiyeti birkaç elde yoğunlaştır
mıştır. Bunun zorunlu sonucu, siyasi merkezileşme olmuştur.
Ayn ayn çıkarlar, kanunlar, hükümetler ve gümrüklerle tama
men bağımsız olan ya da gevşek bağlarla birbirine bağlı olan
eyaletler, hep bir araya getirilip tek bir hükümete, tek bir hukuk
sistemine, tek bir milli sınıf çıkarına, tek bir sınıra ve tek bir güm
rük tarifesine sahip bir tek millet haline gelmişlerdir.
Henüz yüzyılı ancak bulan hakimiyeti süresince burjuvazi,
kendinden önceki kuşakların hepsinin bir arada yarattığından
81
daha büyük, daha devasa üretken güçler yaratmıştır. Doğa güç
lerinin insana boyun eğmesini, makinelerin, kimya biliminin
sanayi ve tanına uygulanmasını, koskoca kıtalann tanına açıl
masını, nehirlerin düzenlenmesini sağlamış; buharlı gemileri,
demiryollannı, telgrafı ortaya çıkarmış, muazzam halk toplu
luklarını yoktan var etmiştir; bundan önceki hangi çağda, salt
sezgiyle dahi olsa, toplumsal emeğin bağrında bunca üretici
gücün uyuklamakta olduğu biliniyordu?
Böylece, burjuvazinin kendisine dayanak kılıp üzerinde yük
seldiği üretim ve değişim araçlarının feodal toplumda oluşmuş
olduğu görülür. Bu üretim ve değişim araçlarının gelişmeleri
nin belli bir aşamasında, feodal toplumun üretim ve değişim
koşullan, tanının ve imalat sanayiinin feodal örgütlenmesi,
tek kelimeyle feodal mülkiyet ilişkileri, o güne kadar gelişmiş
olan üretken güçlerle artık bağdaşmaz oldular; üretken güçleri
geliştirecekleri yerde, ayak bağı olmaya başladılar. Koparılıp
atılmaları gerekiyordu; koparılıp atıldılar. Onların yerini ser
best rekabet ve kendisine uygun düşen bir toplumsal ve siyasi
düzen, yani burjuva sınıfının ekonomik ve siyasi hakimiyeti
aldı.
Şimdi buna benzer bir hareket bizim gözlerimizin önünde
cereyan ediyor. Kendine özgü üretim, değişim ve mülkiyet
ilişkileriyle çağdaş burjuva toplumu, bunca devasa üretim ve
değişim gücünü yoktan var eden bu toplum, efsunlarla cehen
nemden çağırdığı güçlerin ipini elinden kaçıran bir büyücü gi
bidir. Birkaç on yıldan beri sanayi ve ticaretin tarihi, modem
üretken güçlerin modem üretim koşullarına, yani burjuvazinin
varlık ve hakimiyet koşullan olan mülkiyet ilişkilerine baş kal
dırmasının tarihinden başka bir şey değildir. Bunu göstermek
için, devresel tekrarlanmalanyla bütün burjuva toplumunun
varlığını her seferinde daha fazla tehdit eden ticari bunalım
lara değinmek bile yeter. Bu bunalımların her birinde, sadece
eldeki ürünlerin değil, vaktiyle yaratılmış üretken güçlerin de
büyük bir kısmı heba olmaktadır. Bu bunalımlarda, önceki bü
tün çağlarda ancak saçmalık sayılabilecek bir toplumsal salgın
82
baş gösteriyor: Aşın üretim salgını.
Toplum birden bire geçici bir barbarlığa dönmüş buluyor
kendini. Adeta bir kıtlık, bir evrensel yıkım savaşı, bütün ge
çim araçlannın kaynağını kurutmuş; sanki sanayi ve ticaret tü
müyle mahvolmuş gibidir. Peki ama niçin? Ortalıkta haddinden
fazla medeniyet, haddinden fazla geçim aracı, haddinden fazla
sanayi, haddinden fazla ticaret olduğu için.
Toplumun elindeki üretken güçler, burjuva medeniyetinin
ve burjuva mülkiyetinin koşullannın daha da gelişmesine artık
elvermez olmuştur; tersine, bu koşullara göre çok fazla güç
lenmişler, bu koşullarca engellenir olmuşlardır; ve bu engellen
aştıklan takdirde, bütün burjuva toplumunu alt üst eder hale
gelmekte, burjuva mülkiyetinin varlığını tehlikeye sokmakta
dırlar. Burjuva toplumunun koşullan, üretken güçlerin yarattı
ğı zenginliği bağnnda tutamayacak kadar dar sınırlara sahiptir.
Peki burjuvazi nasıl atlatır bu bunalımlan? Bir yandan yı
ğınla üretim gücünü zorla yok ederek; öbür yandan yeni pazar
lar ele geçirip, eskilerini daha da esaslı sömürerek. Yani daha
yaygın, daha yıkıcı bunalımlara yol açarak ve bunlan önleme
çarelerini gitgide azaltarak.
Burjuvazinin feodalizmi yıkarken yararlandığı silahlar, şim
di burjuvazinin kendisine çevrilmiştir.
Oysa burjuvazi kendisine ölüm getirecek olan silahlan ya
ratmakla kalmamış, bu silahlan kullanacak olan insanlan, yani
modem işçileri, proleterleri de yaratmıştır.
Burjuvazi, yani sermaye geliştiği oranda, proletarya, modem
işçi sınıfı da gelişir. Bu modem işçi sınıfı, ancak iş bulduklan
sürece yaşayabilen ve ancak emekleri sermayeyi arttırdığı sü
rece iş bulabilen emekçilerdir. Kendilerini parça parça satmak
zorunda olan bu emekçiler, herhangi bir ticari meta gibidirler
ve bu nedenle, rekabetin yarattığı bütün iniş çıkışlarla ve piya
sadaki bütün dalgalanmalarla yüz yüzedirler.
Makine kullanmanın yaygınlaşması ve emeğin bölünmesi
(işbölümü) yüzünden proleterlerin yaptıklan iş, bütün bireysel
karakterini ve işçi için bütün çekiciliğini yitirmiştir. İşçi ma-
83
k.inenin bir parçası olup çıkmıştır; ondan istenen, sadece, en
basit, en yavan, en kolay öğrenilen bir marifettir. Dolayısıyla
bunun sonucunda bir işçinin üretim maliyeti, neredeyse sadece
onun hayatta kalması ve çoğalması için zorunlu olan geçim
araçlarından ibaret olmaktadır. Oysa bir metanın, dolayısıyla
emeğin de fiyatı,73 onun üretim maliyetine eşittir. Bu nedenle,
işin iticiliği arttığı oranda ücret düşer. Buna karşılık, makine
kullanımı ve işbölümü ne kadar artarsa, çalışma saatlerinin
uzamasıyla, belli bir süre içinde yaptırılan işin artmasıyla, ya
da makinelerin hızının artmasıyla orantılı olarak emeğin yükü
ağırlaşmaktadır.
Çağdaş sanayi, ataerkil ustanın küçük işyerini sanayici ka
pitalistin muazzam fabrikasına dönüştürmüştür. Fabrikaya
doldurulan işçi yığınları tıpkı askerler gibi örgütlenmişlerdir.
Sanayi ordusunun neferleri olarak, tam bir subaylar ve baş
çavuşlar hiyerarşisinin kumandası altındadırlar. İşçiler sadece
burjuva sınıfının ve burjuva devletinin köleleri değillerdir; ma
kineye, ustabaşına ve hepsinden çok, bizzat burjuva fabrikatö
re her gün, her saat köle olurlar. Kar etmeyi amaç edinen bu
zorbalık, amacını ne kadar açıkça ilan ederse o kadar aşağılık,
menfur ve kahredicidir.
El emeğinin içeriğindeki ustalık ve güç sarfı azaldıkça, bir
başka deyişle, çağdaş sanayi geliştikçe, erkek emeğinin yerini
kadın ve çocuk emeği alır. Yaş ve cinsiyet farkının işçi sınıfı
için ayırt edici bir toplumsal geçerliği kalmamıştır artık. Her
kes, yaşına ve cinsiyetine göre kullanılması az ya da çok paha
lıya mal olan, bir iş aracı haline gelmektedir.
Emekçinin fabrikatör tarafından sömürülmesi ücretini na
kit olarak alınca sona erer; ama bu kullanım sona erer ermez,
burjuvazinin öbür kesimleri, ev sahibi, bakkal, tefeci vb. onun
üzerine çullanır. 74
7J Marx ve Engels daha sonraki eserlerinde, "emeğin değeri" ve "emeğin fiyatı" te
rimleri yerine "emck-gücünün yahut iş gücünün değeri" ve "emek gücünün yahut iş
gücünün fiyatı" terimlerini kullanmışlardır. Daha geniş bilgi için bkz. Ücretli Emek,
Sermaye, Ücret, fiyat, Kar Sol Yay. Ank.
74 Vurguyu ben yaptım. Burada ekseri ve fütursuzca küçük burjuvazi içinde tarif
edilmeye alışılmış olan kesimler tekrar ve açıkça ıburjuvazinin öjbür kesimleri• ola-
84
Eskiden orta tabakanın en alt sıralarında yer alanlar, yani,
küçük esnaf, dükkan sahipleri ve rantiyeler, el sanatçıları ve
köylüler giderek proleterleşmektedirler; çünkü gerek küçük
sermayeleri çağdaş sanayi ile boy ölçüşecek çapta olmadığı
için, gerekse yeni üretim yöntemleri karşısında özel becerileri
niııhiçbir değeri kalmadığı için, büyük kapitalistlerle rekabete
(iriştiklerinde ezilip yok olmaktadırlar. Böylelikle proletarya,
nüfusun bütün sınıflarından gelme kimselerden oluşmaktadır.
Proletarya çeşitli gelişme aşamalarından geçer. Doğduğu an
dan itibaren burjuvaziyle mücadelesi başlar.
Önceleri tek tek emekçiler, sonra bir fabrikanın işçileri, daha
sonra tek bir yörede, yahut aynı işkolunda çalışanlar, kendile
rini doğrudan doğruya sömüren burjuvaya katı bir kavgaya gi
rişir. Bunlar ilkin saldınlannı yalnız burjuva üretim koşullarına
yöneltmezler, üretim araçlarına da saldırırlar; kendi emekleriy
le rekabet eden ithal mallarını tahrip ederler, makineleri kırar
lar. fabrikaları ateşe verirler, Ortaçağ işçisinin tarihe karışmış
statüsünü zorla diriltmeye çalışırlar.
Bu aşamada işçiler henüz, ülkenin her bir yanına dağılmış,
karşılıklı rekabet yüzünden birbirlerine düşmüş bir yığındır
lar. Orada burada daha bir kenetlenmiş oluşumlar halinde bir
leşseler de, bu birlik onların kendi faal birleşmelerinin değil,
burjuvazinin yarattığı bir birleşmedir; zira burjuvazi kendi si
yasi hedeflerine ulaşabilmek için bütün proletaryayı harekete
geçirmek zorundadır ve daha bir süre bunu az çok sürdüre
bilecek durumdadır. Bundan dolayı, bu aşamada, proleterler
kendi düşmanlarıyla değil, mutlak krallığın kalıntı.lan; toprak
sahipleri, sanayici olmayan burjuvalar75 ve küçük burjuvaziy
le, yani düşmanlarının düşmanlarıyla savaşırlar.
Böylelikle tüm tarihi hareket burjuvazinin ellerinde toplanır;
85
bu yoldan kazanılan her zafer, burjuvazinin zaferi olur. Ama
sanayinin gelişmesi proletaryanın sayısını arttırmakla kalmaz;
proletarya gün geçtikçe daha büyük yığınlar halinde bir araya
gelir, gücü artar ve gücünün daha çok farkına vanr. Makineler
bütün emek farklılıklarını ortadan kaldırıp hemen her yerde
ücretleri aynı düşük düzeye indirdiği oranda, proletaryanın
içindeki farklı çıkarlar ve farklı hayat koşullan eşitlenmeye
yüz tutar. Burjuvalar arasındaki rekabetin artması ve bunun
doğurduğu ticari bunalımlar, işçi ücretlerini büsbütün istik
rarsız kılar. Makinelerin ardı arkası kesilmeyen gelişmesi, her
geçen gün daha da hızlanarak, işçileri geçim güvencesinden
her gün biraz daha yoksun kılar; tek tek işçilerle tek tek burju
valar arasındaki çatışmalar giderek iki sınıf arasındaki tek bir
çatışma niteliğine bürünür. Bunun üzerine işçiler burjuvalara
karşı birlikler (sendikalar) kurmaya başlarlar; ücretleri yüksek
tutmak için el ele verirler; zaman zaman giriştikleri eylemlere
peşinen hazırlanmak ve tedarikli olmak için kalıcı örgütler ku
rarlar. Kimi zaman kimi yerlerde bu çatışmalar ayaklanmalara
kadar varır.
Bazen zafer işçilerin olur, ama ancak bir süre için. İşçilerin
mücadelelerinin gerçek semeresi, ilk anda elde edilen sonuçta
değil, işçilerin durmadan gelişen birliğindedir. Çağdaş sanayi
ce yaratılan ve ayn ayn yörelerin işçilerinin birbirleriyle ilişki
kurmalarını sağlayan yeni iletişim araçları bu birliği kolay
laştırır. Hepsi aynı karakteri taşıyan birçok yerel mücadeleyi
ülke çapında bir mücadelede, tek bir sınıflararası mücadelede
merkezileştirmek için gerekli olan da bundan başka bir-şey de
ğildi zaten. Ama her sınıf mücadelesi bir siyasi mücadeledir; ve
Ortaçağ burjuvalarının birkaç yüzyılda ancak sağlayabildikleri
birliği, çağdaş proleterler, demiryollan sayesinde, birkaç yıl
içinde gerçekleştirebilmektedir.
Proleterlerin bir sınıf olarak, dolayısıyla bir siyasi parti ola
rak sağladıkları bu örgütlenmeler, kendi aralarındaki rekabet
yüzünden hep sekteye uğrar. Fakat her seferinde daha da güç
lü, kararlı ve zorlu olarak yeniden toparlanır. Burjuvazi için-
86
deki bölünmelerden de yararlanarak, işçilerin bazı çıkarlannın
yasal olarak tanınmasını sağlar. İngiltere'de on saatlik iş-günü
tasansı böyle yasalaşmıştır.76
Eski toplumun sınıftan arasındaki bütün çatışmalar, türlü
yollardan, proletaryanın gelişme sürecini ilerletir. Burjuvazi,
ardı kesilmeyen bir savaş içinde bulur kendini. Önce; soylu
larla; sonra, çıkarlan sanayinin ilerlemesine aykın düşen diğer
burjuva kesimleriyle; ve her zaman, yabancı ülkelerin burju
valanyla. Bütün bu savaşlarda burjuvazi proletaryaya başvur
madan, onun yardımını istemeden ve böylelikle onu siyaset
alanının içine çekmeden edemez. Bu nedenle, burjuvazi kendi
eğitim unsurlannı proletaryaya sunar. Başka bir deyişle, ken
disine karşı kullanacağı silahlan, proletaryanın eline burjuvazi
verir.
Bundan başka, daha önce de gördüğümüz gibi, hakim sı
nıflann bazı kesimleri sanayinin gelişmesi sonucunda, yığın
halinde proletaryanın saflanna itilmekte, ya da en azından yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bunlar da proletar
yaya bir dizi eğitim unsurlan sağlarlar.
Nihayet, sınıf mücadelesinin kesin karar saatine yaklaştığı
dönemlerde, hakim sınıf içinde, hatta eski toplumun bütün ke
simlerinde sürüp gitmekte olan dağılma süreci, öylesine şiddet
li ve göze çarpar bir hal alır ki, hakim sınıfın küçük bir parçası,
kendini o sınıftan kopanr ve devrimci sınıfla, geleceği elinde
tutan sınıfla birlik olur. Dolayısıyla, nasıl bundan önceki bir
dönemde soylulann bir kesimi burjuvazinin safına geçmişse,
şimdi de burjuvazinin bir bölümü, özellikle burjuva ideologla
nnın tarihin genel gidişini teorik olarak anlayabilecek düzeye
76 İngiltere'de uzun süren mücadelelerin sonucunda, yalnız kadın ve çocuklar için
geçerli olmak kaydıyla, 10 saatlik iş gününün kabulünü sağlayan bir yasa parlamen
todan 1 847 yılında geçmiştir. Kapitalistler bu yasanın herkesi kapsayacak şekilde
yaygınlaşacağı gerekçesini ileri sürerek ka�ı çıkmışlardı ; zaten kabul edildiği ha
liyle bile bu yasaya kendiliklerinden uymamışlardır. Bu yasanın kabul edilmesinde,
işçilerin yürüttüğü mücadelelerin yanısıra, toprak sahiplerinin ve onların meclisteki
temsilcilerinin kapitalistleri zayıflatma amacıyla ıo saatlik işgünü yasasına destek
vermeleri de rol oynamıştı; çünkü bir süredir toprak sahipleri ile sanayiciler arasında
sert çatışmalara neden olan gümrük tarifeleri ile ilgili bir başka kanun tartışması o
sıra alevlenmiş bulunuyordu.
87
erişmiş olan bir bölümü, proletaryanın safına geçer.
Bugün burjuvaziyle karşı karşıya olan bütün sınıflar içinde,
yalnız. Proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır. Öbür sınıflar
çağdaş sanayi karşısında çözülür, sonunda yok olur giderler;
proletarya ise modern sanayinin özel ve asli ürünüdür.
Orta tabakalar, küçük imalatçı, dükkan sahibi, zanaatkar,
köylü, bunların hepsi, orta tabakanın ufak kesimleri olarak
ayakta kalabilmek için burjuvaziyle savaşırlar. O yüzden de
devrimci değil, tutucudurlar. Hatta gericidirler, çünkü tarihin
tekerini tersine döndürmeye çalışırlar. Kazara devrimci olacak
olurlarsa, bu sadece, yakın gelecekte proletaryanın saflarına
aktarılmak üzere olduklarındandır; bu durumda halihazır çı
karlarını değil, gelecekteki çıkarlarını savunurlar, kendi görüş
açılarını terk ederek proletaryanın görüş açısını benimserler.
Lümpen proletarya, eski toplumun en alt tabakalarının çü
rümesinden doğan bu aylaklar yığını, orada burada bir prole
ter devrimiyle hareketin içine sürüklenebilir belki; fakat hayat
koşullan bu kesimi gerici entrikaların uşağı olmaya çok daha
yatkın kılar.
Eski toplumun genel varlık koşullan, proletaryanın hayat
koşullan içinde daha şimdiden ortadan kalkmıştır. Proleterin
mülkü yoktur; eşi ve çocuklarıyla ilişkisinin burjuva aile iliş
kileriyle ortak hiçbir yanı kalmamıştır; İngiltere'de de, Fransa,
Amerika ve Almanya'da da aynı olan çağdaş sanayinin çalış
ma düzeni, yani işçinin sermayeye köle oluşu, proleterde milli
karaktere ait hiçbir iz bırakmamıştır. Onun için hukuk, ahlak
ve din, her birinin ardında bir sürü burjuva çıkarının pusuya
yattığı burjuva önyargılandır.
Bundan önce üstün gelen her sınıf, bütün toplumu kendi
mülk edinme koşullarına tabi kılarak, o güne kadar elde et
tiği durumu pekiştirmeye çalışmıştır. Proleterler ise, halihazır
mülk edinme biçimlerini ve dolayısıyla daha önceki bütün di
ğer mülk edinme biçimlerini ortadan kaldırmadan toplumun
üretici güçleri üzerinde hakimiyet kuramazlar. Onların güvence
altına alınacak ve pekiştirilecek kendilerine ait hiçbir şeyleri
88
yoktur; onlann tarihi görevleri, bireysel mülkiyetin bütün eski
güvencelerini ve sigortalannı yok etmektir.
Bundan önceki bütün hareketler azınlık hareketleri, ya da
azınlı.klann çıkanna hareketler olmuştur. Proletarya hareketi
muazzam çoğunluğun, muazzam çoğunluk çıkanna bağımsız
hareketidir. Günümüz toplumunun en alt tabakası olan prole
tarya, resmi toplumun tekmil üst taba.kalan havaya uçurulma
dı.kça yerinden kımıldayamaz, ayağa kalkamaz.
Başlangıçta proletaryanın burjuvazi ile mücadelesi özde de
ğilse de, biçimde milli bir mücadeledir. Her ülkenin proletaryası
muhakkak ki önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmalıdu.
Proletaryanın gelişmesinin en genel evrelerini göz önüne
sermekle, bugünkü toplumda süregiden üstü az çok örtülü iç
savaşı, bu savaşın açık bir devrime dönüşeceği ve burjuvazinin
zorla alaşağı edilişinin proletaryanın hakimiyetinin temelini
atacağı noktaya kadar izlemiş olduk.
Daha önce de gördüğümüz gibi, şimdiye kadar bütün top
lum biçimleri ezen ve ezilen sınıflar arasındaki karşıtlık üzerine
kurulmuştur. Ne var ki, bir sınıfı ezebilmek için bile, o sınıfa
hiç değilse köle hayatını sürdürmesini mümkün kılacak belli
koşullan sağlamak gerekir. Serflik döneminde serf kendini ko
mün üyeliğine yükseltebilmişti ; küçük burjuva, feodal istibdat
altında burjuvalaşmayı başarmıştı. Modern emekçi ise, sana
yinin ilerlemesiyle durumunu düzelteceği yerde, aksine kendi
sınıfının hayat koşullannın gitgide daha altına düşmektedir;
sadakaya muhtaç olacak ölçüde yoksullaşmaktadır ve bu yok
sullaşma nüfustan da, servetten de daha hızlı gelişmektedir.
İşte burjuvazinin kendi varoluş koşullanm topluma zorla,
mutlak bir kanun olarak benimsetmesinin artık mümkün ol
madığı, toplumun hakim sınıfı olma yeteneğini kaybettiği bu
rada açıkça ortaya çıkıyor. Burjuvazi hüküm sürebilecek halde
değildir; çünkü kölesine köleliği içinde dahi yaşama imkanı
sağlayamamaktadır; çünkü kölesi onu beseleyeceği yerde, o
kölesini beslemek zorunda kalacak kadar kölesinin sefalete
sürüklenmesinin önünü alamamaktadır. Toplum artık bu bur-
89
juvazının hakimiyeti altında yaşayamaz; bir başka ifadeyle,
burjuvazinin varlığı toplumla artık bağdaşmamaktadır.
Burjuva sınıfın varlığı ve hakimiyeti için temel şart zengin
liğin özel ellerde birikmesi, sermayenin oluşup büyümesidir;
sermayenin varlık koşulu ise ücretli emektir. Ücret sisteminin
tek dayanağı, işçiler arasındaki rekabettir. Burjuvazinin istese
de, istemese de geliştirmek zorunda olduğu sanayi ilerledikçe,
işçilerin rekabetten doğan yalnızlığının yerini, işçilerin örgüt
lenmekten doğan devrimci birliği alır. Dolayısıyla çağdaş sa
nayinin gelişmesi, ürünlerine el koymak üzere, üzerinde üretim
yaptığı zemini burjuvazinin ayağının altından kaydırmaktadır.
Bunun içindir ki. Burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce, kendi
mezar kazıcılarıdır. Burjuvazinin devrilmesi de, proletaryanın
zaferi de aynı ölçüde kaçınılmazdır.
90
oluştururlar; teorik bakımdan da, proletarya hareketinin koşul
lannı, ilerleyişini ve nihai amaçlannı berrak biçimde kavramış
olmalan sayesinde komünistler, proletaryanın geri kalan kıs
mına kıyasla bir üstünlüğe sahiptirler.
Komünistlerin acil hedefi, bütün diğer proletarya partileri
nin hedefinin aynısıdır, proletaryanın bir sınıf haline gelmesi,
burjuva hakimiyetinin yıkılması, siyasi iktidann proletarya ta
rafından ele geçirilmesi.
Komünistlerin varmış olduklan teorik sonuçlar hiçbir suret
te, şu ya da bu sözde evrensel reformcunun icat ya da keşfettiği
fikirlere ya da ilkelere dayanmaz. Bu sonuçlar sadece, varolan
bir sınıf mücadelesinin, gözlerimizin önünde süregiden bir tari
hi hareketin doğurduğu ilişkileri genel terimlerle ifade ederler.
Halihazır mülkiyet ilişkilerine son verilmesi, hiç de komü
nizmin ayırt edici bir özelliği değildir. Geçmişte bütün mülki
yet ilişkileri, tarihi koşullann değişmesi sonucunda tarih içinde
sürekli değişikliğe uğramışlardır.
Mesela Fransız Devrimi, burjuva mülkiyeti yaranna, feodal
mülkiyeti ortadan kaldırmıştır.
Komünizmin ayırt edici özelliği, genel olarak mülkiyetin
ortadan kaldınlması değil, burjuva mülkiyetinin ortadan kal
dınlmasıdır. Oysa modem burjuva özel mülkiyeti, sınıf karşıt
lıklanna, birilerinin birileri tarafından sömürülmesine dayanan
üretim ve mülk edinme sisteminin en son ve en tam ifadesidir.
Bu anlamda, komünistlerin teorisi şu tek cümleyle özetlene
bilir:
Özel mülkiyete son verilmesi.
Biz komünistler, bir insanın kendi emeğinin semeresi olarak
kişisel mülk edinme hakkını ortadan kaldırmak istemekle suç
lanmışızdır; ki her türlü kişisel özgürlüğün, kişisel faaliyetin
ve bireylerin bağımsızlığının bu hakka dayandığı iddia edilir.
Kişinin kendi alın teriyle çalışıp didinerek bizzat kazandığı
mülkiyet! Küçük el sanatçısının ve küçük köylünün mülkiyetini
mi, yani burjuva biçiminden önceki mülkiyet biçimini mi kaste
diyorsunuz? Ona son vermenin hiç gereği yok; sanayinin geliş-
91
mesi onu büyük ölçüde zaten yok etmiştir ve her gün hala yok
etmektedir.
Yoksa çağdaş burjuva özel mülkiyetini mi kastediyorsunuz?
İyi ama, ücretli emek işçi için bir mülkiyet yaratıyor mu? Ne
gezer! Ücretli emek sermaye yaratır, yani ücretli emeği sömü
ren cinsten bir mülkiyet yaratır; sermaye de bir şartla artar:
Yeniden sömürmek için yeni ücretli emek arzı yaratmak şartıy
la. Bugünkü biçimiyle mülkiyet, sermaye ile ücretli emek ara
sındaki karşıtlığa dayanmaktadır. Bu karşıtlığın her iki ucunu
da inceleyelim:
Sermaye sahibi olmak demek, üretimde salt kişisel değil,
toplumsal bir mevk.ie sahip olmak demektir. Sermaye kolektif
bir üründür ve ancak toplumun birçok üyesinin, hatta son tah
lilde, bütün üyelerinin ortak faaliyetiyle harekete geçirilebilir.
Bu nedenle, sermaye kişisel değil, toplumsal bir güçtür. Dola
yısıyla sermayeyi ortak mülkiyete, toplumun bütün üyelerinin
mülkiyetine çevirmekle, kişisel mülkiyet toplumsal mülkiyete
dönüştürülmüş olmaz. Değişen, mülkiyetin toplumsal karakte
ridir sadece. Mülkiyet sınıfsal karakterini yitirir.
Şimdi de ücretli emeği ele alalım.
Ücretli emeğin ortalama fiyatı asgari ücrettir, yani işçinin
işçi olarak hayatta kalabilmesi için zorunlu olan geçim araçla
rının tutandır.
Dolayısıyla ücretli işçinin emeğiyle elde ettiği, ancak onun kıt
kanaat yaşayıp çoğalmasına yeter. Biz hiç bir surette, emek ürün
lerinin bu kişisel sahipliğine, insan hayatını sürdürmeyi ve yeni
insanlar yaratmayı sağlayan ve başkalarının emeği üzerinde bir
iktidar sahibi olmayı mümkün kılacak hiç bir fazlalık bırakmayan
mülk edinmeye son verme niyetinde değiliz. Bizim son vermek
istediğimiz, sadece şu sefil karakterli mülk edinme biçimidir:
İşçinin, hükmü altında, yalnız sermayeyi arttırmak için yaşadığı
ve ancak hakim sınıfın çıkan gerektirdiği ölçüde yaşamasına izin
verilen mülk edinme biçimi.
Burjuva toplumunda canlı emek, birikmiş emeği arttırma
aracından, başka bir şey değildir. Komünist toplumda ise birik-
92
miş emek, işçinin hayat ufkunu açma, hayatını zenginleştirme
ve geliştirme aracından başka bir şey değildir.
Bunun içindir ki, burjuva toplumunda geçmiş bugüne hük
meder; ko-münist toplumda ise bugün geçmişe hükmeder. Bur
juva toplumunda sermaye bağımsızdır ve bireyselliğe sahiptir,
oysa yaşayan insan bağımlıdır ve hiçbir bireyselliği yoktur.
Bir de burjuvalar, bu duruma son vermenin, bireyselliğe ve
özgürlüğe son vermek olduğunu söylüyorlar! Haklan var. Hiç
şüphe yok ki, burjuva bireyselliğine, burjuva bağımsızlığına ve
burjuva özgürlüğüne son verme hedefi güdülüyor.
Bugünkü burjuva üretim koşullarında özgürlük deyince ser
best ticaret, serbest alım-satım anlaşılmaktadır.
Ama alım-satım ortadan kalkarsa, serbest alım-satım da
ortadan kalkar. Bu serbest alım-satım teranesinin ve burjuva
dostlarımızın genel olarak özgürlük üzerine sarf ettikleri bütün
o parlak sözlerin, olsa olsa Ortaçağın kısıtlı alım-satımına, Or
taçağın eli kolu bağlı bezirganlarına karşı ileri sürüldüklerinde
bir anlamı olabilir; alım-satımın, burjuva üretim koşullarının
ve burjuvazinin kendisinin, komünist tarzda ortadan kaldırıl
masına karşı ileri sürüldüklerinde hiç bir anlam taşımazlar.
Biz özel mülkiyete son vermek istiyoruz diye dehşete kapılı
yorsunuz. Oysa sizin bugünkü mevcut toplumunuzda nüfusun
onda dokuzu için özel mülkiyete zaten son verilmiştir; özel
mülkiyetin var olması, sadece, o onda dokuzunun hiç bir özel
mülkiyete sahip olmayışı sayesindedir. Demek ki siz bizi. an
cak toplumun muazzam çoğunluğunun her türlü mülkiyetten
yoksun olması şartıyla var olabilen bir mülkiyet biçimine son
vermek istemekle suçluyorsunuz.
Uzun lafın kısası, kendi mülkiyetinize son vermek istemekle
suçluyorsunuz bizi. Çok doğru ; biz, işte bunu istiyoruz.
Emek sermayeye, paraya ya da ranta, tekel altına alınabile
cek bir toplumsal güce çevrilemez olduğu andan itibaren, yani
bireysel mülkiyet burjuva mülkiyetine dönüştürülemez olduğu
andan itibaren, bireysellik ortadan kalkar diyorsunuz.
O halde siz «birey• derken yalnız burjuvayı, orta sınıftan
93
mülk sahibini anlıyorsunuz, bunu itiraf etmelisiniz. Bu kişi.
gerçekten ortadan kaldınlmalı ve kökü kazınmalıdır.
Komünizm, hiç kimseyi toplumun ürünlerini mülk edinebil
me gücün-den yoksun kılmaz; komünizmin yapıp yapacağı,
kişileri böyle bir mülk edinme sayesinde başkalarının emeğini
boyunduruk altına alma gücünden yoksun kılmaktır.
Bize itiraz olarak, özel mülkiyete son verilmesiyle bütün ça
lışmanın duracağı, herkesin işi tembelliğe vuracağı ileri sürül
müştür.
Buna göre, burjuva toplumu tembelliğin dik alası yüzün
den çoktan hapı yutmuş olmalıydı; çünkü burjuva toplumu
nun çalışan üyelerinin eline hiçbir şey geçmezken, eline bir şey
geçenler hiç çalışmamaktadırlar. Bu itiraz, tümüyle, sermaye
ortadan kalktığı zaman, ücretli emeğin de ortadan kalkacağı
gerçeğinin bir kez daha ve boşu boşuna tekrarından başka bir
şey değildir.
Maddi ürünlerin komünistçe üretimi ve mülk edinilmesine
yöneltilen bütün itirazlar, aynı biçimde, zihin ürünlerinin ko
münistçe üretilmesi ve sahiplenilmesine karşı da ileri sürül
müştür. Burjuva için, nasıl sınıf mülkiyetinin ortadan kalkması,
üretimin kendisinin ortadan kalkması demekse, sınıf kültürü
nün ortadan kalkması da, onun için, bütün kültürün ortadan
kalkması anlamına gelir.
Ama yitirilişine burjuvanın onca hayıflandığı o kültür, mu
azzam çoğunluk için, tıpkı bir makine gibi iş görmek üzere
eğitilmekten başka bir şey değildir.
Ama bizim burjuva mülkiyetine son verme niyetimizi, kendi
burjuva özgürlük, kültür, hukuk vb. kavramlarınızın mihengi
ne vurduğunuz sürece bizimle boşuna uğraşırsınız. Sizin fikir
leriniz dahi burjuva üretim ve burjuva mülkiyet koşullarının
bir ürününden ibarettir; hukuk biliminiz de, sizin sınıfınızın
herkese yasa diye dayatılan iradesinden başka bir şey değildir;
öyle bir irade ki. muhtevasını sizin sınıfınızın varlığının maddi
koşullarından almaktadır.
Bugünkü üretim tarzınızdan ve mülkiyet biçiminizden kay-
94
naklanan toplumsal biçimleri, doğanın ve aklın ebedi kanunla
nna dönüştürmeye sizi sevk eden bencil yanılgı, sizden önceki
bütün hakim sınıflarla paylaştığınız bir yanılgıdır; halbuki bu
biçimler üretimin gelişmesi içinde belirip kaybolan tarihsel iliş
kilerdir. Kendi burjuva mülkiyet biçiminiz söz konusu olunca,
kadim mülkiyette açık seçik gördüğünüzü, feodal mülkiyet için
kabul ettiğinizi, kabullenmenize izin yoktur elbette.
Ailenin ortadan kaldınlması ! En radikal unsurlar bile komü
nistlerin bu utanç verici önerisi karşısında küplere biniyorlar.
Bugünkü aile, burjuva ailesi, hangi temele dayanıyor? Ser
mayeye, özel kazanca. Tam gelişmiş haliyle bu aile sadece bur
juvalar arasında görülür. Oysa bu durumu tamamlayan şey,
proleterler arasında ailenin fiilen var olmayışı ve açık fuhuştur.
Kendisini bütünleyen unsur kayıplara kanştığı zaman, elbet
te burjuva ailesi de kayıplara kanşacaktır; sermayenin kayıp
lara kanşmasıyla da her iki parça birden ortadan kalkacaktır.
Çocuklann ana-babalan tarafından sömürülmesine son ver
mek istemekle mi suçluyorsunuz bizi? Biz bu suçu kabulleni
yoruz.
Lakin bizim evdeki eğitimin yerine, toplumsal eğitimi koy
makla ilişkilerin en kutsalını yok ettiğimizi söyleyeceksiniz
bize.
Ya sizin eğitiminiz? O da bir toplumsal eğitim değil mi?
Toplumsal koşullar belirlemiyor mu onu da; ve siz de toplu
mun doğrudan doğruya ya da dolaylı müdahalesiyle, okullar,
vb. aracılığıyla, toplumsal koşullar altında eğitmiyor musunuz
insanlan? Toplumun eğitime müdahalesini komünistler icat
etmediler; onlar, sadece, bu müdahalenin karakterini değiştir
meye, eğitimi hakim sınıfın etkisinden kurtarmaya çalışıyorlar.
Çağdaş sanayi, proleterler arasında bütün aile bağlannı ko
panp attıkça ve proleterlerin çocuk.lan basit birer ticaret metaı
ve çalışma aracı olup çıktıkça, aile ve eğitime, ana-babayla
çocuk arasındaki kutsal ilişkiye dair burjuva saçmalıklan daha
da mide bulandıncı oluyor.
Ama komünistler, kadınlar üzerinde ortaklaşa hak sahibi
95
olunmasını istiyor diye hep bir ağızdan haykınyor burjuvazi.
Burjuvanın gözünde kansı, basit bir üretim aracından iba
rettir. Üretim araçlannın ortaklaşa işletileceğini duyan burjuva,
pek tabii herkese ait olma kaderinin kadınlann da payına düşe
ceğinden başka bir sonuca varamamaktadır.
Gözetilen asıl hedefin, kadınlann sadece üretim araçlan ol
malanna son vermek olduğu, burjuvanın aklının ucundan bile
geçmemektedir.
Kaldı ki, komünistler tarafından açıkça ve resmen ortaya
konduğunu iddia ettikleri kadınlann ortak mal olması konu
sunda, burjuvalanmızın gösterdikleri namuskarane tepki kadar
gülünç bir şey yoktur. Kadınlar üzerinde ortaklaşa haklara sa
hip olunmasını komünistlerin önermelerine hiç gerek yok; bu
durum zaten ta ne zamandan beri hüküm sürmektedir.
Burjuvalanmız, genelev fahişelerinden geçtik, işçilerinin
kanlannı ve kızlannı diledikleri gibi kullanma hakkını ken
dilerine tanıdıklan yetmi-yormuş gibi, birbirlerinin kanlannı
ayartmaktan da büyük bir haz duyarlar.
Burjuva evliliği, gerçekte, evli kadınlar üzerinde ortaklaşa
hak sahibi olma sistemidir; bu durumda, komünistler, olsa olsa,
kadınlann ortaklaşa kullanılmasını iki yüzlü bir tutumla göz
den saklamak yerine, açıkça ve meşrulaştınlmış hale getirmeyi
istemekle suçlanabilirler. Kaldı ki, bugünkü üretim düzenine
son verilmesiyle, kadınlann bu düzenden kaynaklanan ortak
laşa kullanımına, yani açık ve gizli fuhuşa son verileceği bes
belli ortadadır.
Komünistler bundan başka, ülkeleri ve milliyeti ortadan kal
dırmak istemekle suçlanıyorlar.
İşçilerin ülkesi yoktur. Onlann olmayan bir şeyi onlardan
alamayız. Proletarya her şeyden önce siyasi üstünlüğü ele ge
çirmek için. ulusal sınıf haline gelmek, kendini milletin ta ken
disi kılmak zorunda olduğundan, kelimenin burjuva anlamında
olmamakla birlikte, zaten millidir.
Burjuvazinin gelişmesi, ticaret özgürlüğü, dünya pazan, üre
tim tarzında ve ona tekabül eden yaşama koşullannda tekdüze-
96
lik sayesinde, ulusal farklılıklar ve halklar arasındaki karşıtlık
lar her geçen gün biraz daha ortadan kalkmaktadır.
Proletaryanın hakimiyeti bunların daha da hızla ortadan
kalkmalarını sağlayacaktır. Her şey bir yana. başta gelen medeni
ülkelerin birleşik eylemi, proletaryanın kurtuluşunun ilk şartla
rından biridir.
Bir kişinin bir başkası tarafından sömürülmesine son verildiği
oranda, bir milletin bir başka millet tarafından sömürülmesine
de son verilmiş olacaktır. Milleti oluşturan sınıflar arasındaki
karşıtlık ortadan kalktığı oranda, bir milletin diğer bir millete
duyduğu husumet de sona erecektir.
Dini, felsefi ve genel olarak ideolojik açıdan komünizme yö
neltilen suçlamalar ise, ciddiyetle üzerinde durulmaya değer
suçlamalar değildir.
İnsanın fikirlerinin, görüşlerinin ve kavramlarının, tek keli
meyle, insanın bilincinin, onun varoluş koşullarındaki, toplum
sal ilişkileri ve toplumsal hayatındaki her değişmeyle birlikte
değiştiğini anlamak için çok derin bir sezgiye gerek var mı?
Düşünceler tarihi, maddi üretim değiştikçe zihni üretimin
karakterinin de değiştiğinden başka neyi ispatlamaktadır? Her
çağın bakim düşünceleri, o çağın hakim sınıfının düşünceleri
olmuştur.
İnsanlar, toplumda devrimci değişiklikler yaratan düşünceler
den söz ettikleri zaman şu olguyu dile getirmekten başka bir şey
yapmazlar: Eski toplumun bağrında yeni bir toplumun unsurları
filizlenmiştir ve eski düşüncelerin dağılma süreci eski varoluş
koşullarının dağılma süreciyle at başı gider.
Kadim dünya son demlerini yaşarken, kadim dinler Hıristi
yanlık tarafından alt edildiler. Hıristiyan düşüncesi, on sekizin
ci yüzyılda aydınlanmacı düşünceye yenik düştüğünde, feodal
toplum o zaman devrimci olan burjuvazi karşısında ölüm-kalım
savaşı veriyordu. Din ve vicdan özgürlüğü düşünceleri, serbest
rekabetin bilgi alanındaki hakimiyetinin ifadesinden başka bir
şey değildir.
"Hiç şüphesiz•, denilecek., •dini, ahlaki, felsefi hukuki düşünce-
97
ler vs. tarihin gelişme seyri içinde değişi.kliğe uğramışlardır. Ama,
din, ahlak, felsefe, siyaset bilimi ve hukuk buna rağmen her za
man ayakta kalmışlardır"
"Kaldı ki, Özgürlük, Adalet vb. gibi bütün toplumlarda ortak ebedi
doğrular vardır. Oysa komünizm ebedi doğrulan ortadan kaldırı
yor, dini ve ahlakı yeni bir temel üzerine oturtacak yerde, bütün
dine ve bütün ahlaka son veriyor; dolayısıyla, bütün geçmiş tarihi
tecrübeye ters düşüyor. n
98
tersiz ve savunulması zor görünseler de, hareketin seyri içinde
kendilerini aşacak olan ve üretim tarzının baştan aşağı devrim
ci bir değişikliğe uğratılması için kaçınılmaz olan bazı tedbirler
alınmadan bu gerçekleştirilemez. Bu tedbirler muhakkak ki her
ülkede başka başka olacaktır.
Bununla birlikte, aşağıda sayılanlar, en ileri ülkelerde az çok
genellikle uygulanabilir niteliktedir:
• Toprak mülkiyetine son verilmesi ve bütün toprak
rantlannın kamu yaranna kullanılması.
• Ağır bir müterakki vergi.
• Her türlü miras hakkının kaldınlması.
• Bütün yurtdışına kaçanlann ve isyancılann mülklerine
el konulması.
• Sermayesi devlete ait olan, mutlak tekel durumundaki
bir merkez bankası aracılığıyla kredilerin devlet elinde merke
zileştirilmesi.
• Haberleşme ve ulaşım araçlannın devlet elinde merke-
zileştirilmesi.
• Devlete ait fabrika ve üretim araçlan sayısının arttınl-
ması ; ekilmemiş topraklann ekilebilir hale getirilmesi ve bütün
topraklann ortak bir plan çerçevesinde ıslahı.
• Herkese eşit çalışma zorunluluğu.
• Özellikle tanmda sanayi ordulannın kurulması. Tan
ının sanayi ile birlikte yürütülmesi; kent ve kır arasındaki ayn
ına giderek son verilmesinin desteklenmesi.
• Bütün çocuklar için kamu okullannda parasız eğitim.
Çocuklann fabrikalarda bugünkü biçimiyle çalıştınlmasının
önlenmesi.
• Eğitimin sanayi üretimiyle birlikte yürütülmesi, vb. vb.
Gelişme seyri içinde sınıf aynlıklan ortadan kalktığı ve üreti
min tümü birleşmiş bireylerin elinde toplandığı zaman, kamu
iktidansiyasikarakteriniyitirecektir. Siyasiiktidar,asılanlamıyla,
bir sınıfın bir başka sınıfı baskı altında tutmak için örgütlenmiş
gücüdür. Eğer proletarya, burjuvaziyle mücadelesi sırasında,
koşullann baskısı altında kendini bir sınıf olarak örgütlemeye
99
zorlanacaksa, eğer bir devrimle kendisini hakim sınıf kılacak
ve hakim sınıf olarak eski üretim koşullarını zorla silip atacaksa,
demek ki, bu koşullarla birlikte sınıf karşıtlıklarının ve genel ola
rak sınıfların varlığının koşullannı da kaldınp atmış ve böylelikle
kendisinin bir sınıf olarak hakimiyetine de son venniş olacaktır.
Sınıftan ve sınıf çelişkileriyle eski burjuva toplumunun yeri
ni öyle bir birlik alacaktır ki, orada her insanın özgürce geliş
mesi, bütün herkesin özgürce gelişmesinin şartı olacaktır.
1 . Gerici Sosyalizm
A) Feodal Sosyalizm
Tarihi konumlanndan ötürü Fransız ve İngiliz soylu sınıftan,
çağdaş burjuva toplumuna saldıran kitapçıklar yazmayı kendi
lerine iş edindiler. 1 830 Temmuz'undaki Fransız Devrimi'nde
ve refonn çal-kantılan sırasında İngiltere'de bu soylu sınıflar
nefret ettikleri sonradan gönneler karşısında bir kez daha ye
nilgiye uğradılar. Ondan sonra artık ciddi bir siyasi mücade
le kesinlikle söz konusu olamazdı. Ama edebi bir savaş hala
mümkündü. Ne ki edebiyat alanında dahi, Restorasyon77 dö
neminin eski saçmalıktan artık geçmez olmuştu.
Kendilerine taraftar toplayabilmek için, soylular sözde kendi
çıkarlannı unutmuş görünmek, burjuvaziye yönelttikleri suç
lamaları sömürülen işçi sınıfının çıkarından başka bir çıkar
gözetmiyorlarmışçasına dile getirmek zorunda kaldılar. Böy
lece yeni efendilerini alaya alarak ve kulağına az çok uğursuz
kehanetler fısıldayarak yenilgilerinin acısını çıkardılar.
Feodal sosyalizm böyle doğdu: Biraz ağıt, biraz taşlama; ba
zen geçmişin yankısı oldu, bazen geleceğin tehdidi; acı, nükteli
ve keskin eleştirisiyle kimi zaman burjuvaziyi can evinden vur
du, ama çağdaş ta-rihin gidişini hiç mi hiç anlayamadığı için
77 1 660- 1 689 arası ingiliz Restorasyonu değil, 1 8 1 4- 1 830 Fransız Restorasyonu kas
tediliyor.
1 00
sonunda hep gülünç düştü.
Soylular sınıfı, halkı kendi yanına çekebilmek için, önünde
sancak yerine proleter bağış kesesini taşıyordu. Ama halk ne
zaman soylulann peşine takılacak olsa, onlann sırtındaki eski
feodal annalan görüp, aşağılayıcı kahkahalarla onlan yüzüstü
bıraktı.
Fransız Meşrutiyetçilerinin bir kesimiyle, "Genç İngiltere"
tam da bu gösteriyi sahnelenmişlerdi.78
Feodaller kendi sömürü tarzlannın burjuvazininkinden fark
lı olduğunu ileri sürerken, bunun bambaşka ve bugün artık
tarihe kanşmış durum ve koşullarda olduğunu unuturlar. Kendi
hakimiyetleri altında hiç bir zaman modem proletaryanın var
olmadığını ileri sürerken, modem burjuvazinin kendi toplum
biçimlerinin zorunlu bir ürünü olduğunu unuturlar.
Bunun ötesinde, eleştirilerinin gerici niteliğini o kadar az
saklarlar ki, burjuvaziye yönelttikleri başlıca suçlama burjuva
rejiminin eski toplum düzeninin kökünü kazımaya aday bir sı
nıfı ortaya çıkarmakla suçlarlar.
Genel olarak proletaryanın ortaya çıkmasına neden oldu
ğu için de-ğil, daha çok devrimci bir proletarya yarattığı için
kınarlar burjuvaziyi. Bu yüzden siyaset pratiğinde, işçi sını
fına karşı girişilen bütün baskı tedbirlerini desteklerler, gün
lük hayatta ise, bütün o tumturaklı sözlerine rağmen, sanayi
ağacından düşen altın elmalan toplamaya, doğruluğu, sevgiyi
ve şerefi, yün, pancar şekeri ve ispirtoyla takas etmeye çoktan
razıdırlar.
Nasıl köy papazı her zaman toprak sahibiyle elele gitmişse,
Papaz Sosyalizmi de hep Feodal sosyalizmle elele gitmiştir.
Hıristiyan çilekeşliğine sosyalist bir çeşni katmaktan kolay
78 Fransız Meşrutiyetçileri (Legitimistler), 1 830 Devriminde devrilen "meşru" Bour
bon hanedanı taraftarlandır. Bu hanedan büyük toprak sahibi soylulann çıkarlannı
temsil etmekteydi; mali ve sınai burjuvaziyle mücadelelerinde çalışan sınıfın çıkar
lannı savunurmuş gibi ortaya çıkarak toplumsal demagojinin örneklerinden birini
sergilemiştiler. "Genç ingiltere" grubu ise, 1 840 yıllan başında Muhafazakar Parti
politikacılanyla yazarlanndan kurulu bir gruptu. Büyük toprak sahibi soylulann bur
juvazinin gelişen ekonomik ve siyasi gücünden duyduğu hoşnutsuzluğu dile getir
mekteydi. Kapitalist sisteme yönelttikleri eleştirileri yanın gönüllü bir insaniyetçilik
söylemiyle öne sürdükleri işçilerin durumunun düzeltilmesi talepleriyle süslediler.
1 01
birşey yoktur. Hıristiyanlık özel mülkiyeti, evliliği, devleti kı
namamış mıdır? Bunlann yerine hayırseverliği ve yoksulluğu,
bekareti ve nefse ezayı, manastır hayatını ve Kiliseyi salık
vermemiş midir? Hıristiyan sosyalizmi, soylu kişinin hasetini
takdis etmek için papazın kullandığı kutsanmış sudan başka
bir şey değildir.
1 02
nın; fazla üretimin ve bunalımların felaketli sonuçlarını ke
sin olarak ortaya koymuştur. Küçük burjuvanın ve köylünün
akibetini, proletaryanın sefaletini, üretimdeki anarşiyi, servet
dağılımındaki göze batan eşitsizlikleri, milletler arasındaki bir
birini tahrip eden sanayi savaşını, eski ahlak bağlarının, eski
aile ilişkilerinin, eski milliyetlerin çözülüşünü gözler önüne
sermiştir.
Bununla birlikte sosyalizmin bu türü. hedefleri bakımından,
ya eski üretim ve değişim araçlarıyla birlikte eski mülkiyet reji
mini ve eski toplumun tamamını yeniden kurmayı amaçlar; ya
da modem üretim ve değişim araçlarını, bu araçlar tarafından
parçalanmış ve parçalanması kaçınılmaz olan eski mülkiyet
ilişkileri çerçevesine yerleştirmeyi amaçlar. Her iki halde de bu
sosyalizm türü hem gerici, hem ütopyacıdır.
Küçük burjuva sosyalizminin son sözü, imalatta korporatif
loncalar, tarımda ataerkil ilişkilerdir.
En sonunda, katı tarihi olgular kendi kendini kandırmanın
baş döndürücü etkilerini dağıttıktan sonra sosyalizmin bu türü,
berbat bir ka-ramsarlık nöbetiyle son buldu.
C}Alman Sosyalizmi ya da «Reel» Sosyalizm
İktidardaki bir burjuvazinin baskısı altında ortaya çıkan ve
bu iktidara karşı mücadelenin dile gelişi olan Fransız sosyalist
ve komünist edebiyatı, burjuvazi tam feodal mutlakiyetçilikle
savaşa tutuşmuşken Almanya'ya girdi.
Alman feylesofları, sözde feylesofları ve süslü söz merak
lıları, pür heves sahip çıktılar bu edebiyata; ama, bu eserler
Fransa'dan Almanya'ya göçerken Fransız toplumsal koşulları
nın onlarla birlikte göçmediğini unuttular. Almanya'nıri top
lumsal koşullarıyla karşılaşınca, bu Fransız literatürü bütün
pratik anlamını yitirdi, salt edebi bir veçheye büründü. Örne
ğin, On sekizinci yüzyıl Alman feylesoflarının gözünde Fransız
Devrimi'nin talepleri. «Pratik Akıltın genel taleplerine indirge
mekteydi ve devrimci Fransız burjuvazisinin iradesinin dile ge
tirilişi, onlar için. saf iradenin, olması gereken iradenin, genel
1 03
olarak gerçek insan iradesinin yasaları anlamını taşıyordu.
Alman ediplerin bütün yaptıkları, yeni Fransız fikirlerini
kendi eski felsefi vicdanlarına uydurmak, ya da. daha doğrusu,
Fransız fikirlerini kendi felsefi bakış açılarını terk etmeksizin
kendilerine mal etmekten ibaretti.
Bu tıpkı bir yabancı dili tercüme ederek benimsemek gibi bir
şeydi.
Rahiplerin putperest antik çağın klasik eserlerinin el yazma
ları üzerine, nasıl Hristiyan azizleri hakkında uyduruk efsane
ler yazdıkları iyi bilinir. Fransızların din tanımayan literatürü
ne Alman edipleri aynı işlemi tersinden uyguladılar. Fransızca
orijinallerin üzerine kendi felsefi saçmalıklarını yazdılar. Örne
ğin, paranın iktisadi işlevleri hakkındaki Fransız eleştirisinin
altına «insan doğasının yabancılaşması• yazdılar; Fransızların
burjuva devleti hakkındaki eleştirisinin altına «soyut evrensel
liğin egemenliğinin yıkılmasıı yazdılar.
Fransa'daki gelişmelerin yerine bu felsefi lafazanlığı geçir
dikten sonra bu yaptıklarını •eylemin felsefesi•, ıgerçek sosya
lizm•, •sosyalizmin Alman bilimi», •sosyalizmin felsefi temel
leri• gibi adlarla vaftiz ettiler.
Fransız sosyalist ve komünist literatürü böylece tamamen
iğdiş edilmiş oldu. Bu literatür kendi ellerinde bir sınıfın bir
başka sınıfa karşı mücadelesinin bir ifadesi olmaktan çıktığı
için, Almanlar •Fransız dar görüşlülüğünü11 aşmış olmaların
dan ve sahici ihtiyaçları değil, •hakikatin ihtiyaçlarını• savun
muş olmalarından dolayı kendi kendilerini kutladılar; prole
terin çıkarlarını değil, insan varlığının, genel olarak insanın
çıkarlarını, hiç bir sınıfa mensup olmayan hiç bir gerçekliğe
tekabül etmeyen ve sadece felsefi imgelemin puslu göklerinde
varolan insanın çıkarlarını savundular.
Beceriksizce hazırlanmış okul ödevini bu kadar önemseyen
ve bu kötü eserini onca gürültüyle ve şarlatanca göklere çıka
ran bu Alman sosyalizmi gitgide bilgiççe masumiyetini yitirdi.
Alman burjuvazisinin, özellikle de Prusya burjuvazisinin fe
odallere ve mutlak monarşiye karşı mücadelesi, tek kelimeyle
1 04
liberal hareket, daha ciddi bir hareket haline geldi.
Böylece «reeb sosyalizmin, bu siyasi hareketin karşısına sos
yalist taleplerle çıkabilmek için çoktandır beklediği fırsat gelip
çatmış oldu. Liberalizme, temsili hükümete, burjuva rekabetine,
burjuva basın özgürlüğüne, burjuva hukukuna, burjuva eşitlik
ve özgürlük fikirlerine karşı geleneksel bedduaları savurarak,
kitlelere bu burjuva hareketinin kendilerine hiç bir şey vereme
yeceğini ; bu burjuva hareketi yüzünden her şeylerini kaybede
ceklerini anlatmaya koyuldu. Alman sosyalizmi. Budalaca bir
yankısı olduğu Fransız eleştirisinin karşılık düştüğü maddi ko
şullarla birlikte, bu eleştiriye uygun bir siyasal yapıyı da, yani
tam da Almanya için o sıra gerekli olan her şeyi de unutuverdi.
Bu Alman sosyalizmi, papazları, profesörleri, taşra soyluları,
bu bürokratları ve diğer yandaşlarıyla birlikte Alman mutla
kiyetçi hükümetleri için, kendilerini tehdit eden burjuvaziye
karşı tam da muhtaç oldukları korkuluğun yerini tuttu.
Alman sosyalizmi. Alman işçilerinin başkaldınlannı kamçı
darbeleri ve tüfekle bastıran bu hükümetlerin, aynı işçilerin
ağzına çaldıkları bir parmak bal oldu.
Bu «reeb sosyalizm, hükümetlerin elinde Alman burjuvazisi
ne karşı bir silah haline gelirken, aynca doğrudan doğruya bir
gerici çıkan, sanat edebiyat düşkünü dar görüşlü (Filisten) Al
manların çıkarını temsil ediyordu. Almanya'da On altıncı yüz
yılın bir kalıntısı olan ve o günden beri türlü kisveler altında
tekrar tekrar ortaya çıkıp duran küçük burjuva sınıfı bugünkü
kurulu düzenin gerçek temelini oluşturmaktadır.
Bu sınıfın korunması Almanya'daki mevcut durumun ko
runması demektir. Büyük burjuvazinin sanayideki ve siyasi
üstünlüğü, bir yandan sermayenin yoğunlaşmasını sağlayarak,
bir yandan da devrimci proletaryanın ortaya çıkmasına yol
açarak bu küçük burjuvaziyi kesin bir yıkım tehdidi ile karşı
karşıya bırakmaktadır. •Reeb sosyalizm bu küçük burjuvazi
için bir taşla iki kuşu birden vurmak gibi bir şeydi; bir salgın
gibi yayıldı.
105
Alman Sosyalistleri bir deri bir kemik kalmış biçare •ebedi
doğrularına» giydirdikleri, belagat çiçekleriyle bezenmiş, bay
gınlık veren bir duygusallığa bandırılmış spekülatif örümcek
ağlarından örülü bir cübbe, bu doğa ötesi cübbe, böyle bir or
tamda mallarının sürümünü korkunç arttırmaya yaradı.
Alman Sosyalizmi de, kendi payına, bu küçük burjuvanın
dışı büyük, içi küçük temsilcisi olma görevini her geçen gün
biraz daha benimser oldu.
Alman milletini örnek millet, sanat edebiyat düşkünü dar
kafalı (Filisten) Almanları, tipik insan ilan etti. Bu örnek insa
nın her bir alçaklığına gizli, yüce ve sosyalistçe, yani gerçek
karakterinin tam tersi bir anlam verdi. Komünizmin •vahşice
yıkıci• eğilimine doğrudan karşı çıkmaya, bütün sınıf müca
delelerine tepeden ve tarafsız bir hor görüyle baktığını ilan
etmeye kadar gitti. Almanya'da şu sıra ( 1 847) ellerde dolaşan
bütün o sözde sosyalist ve komünist yayınlar, pek azı dışında,
bu bayağı ve yozlaştırıcı edebiyatın örnekleridir.
D) Tutucu Sosyalizm ya da Burjuva Sosyalizmi
Burjuvazinin bir bölümü, burjuva toplumunun varlığını sü
rekli kılmak için, toplumsal dertleri gidermeden yanadır
İktisatçılar, hayırseverler, insaniyetçiler, işçi sınıfının duru
munun düzeltilmesini meşgale edinenler, bağış kampanyacıla
rı, hayvanları koruma dernekleri üyeleri, içki düşmanları, akla
gelebilecek her türlü gizli reform heveslileri, hepsi bu kesime
girerler. Sosyalizmin bu türü, dört başı mamur sistemler bile
ortaya koymuştur.
Bu türün örneklerinden biri olarak Proudhon'un •Sefaletin
Felsefesimi gösterebiliriz.
Sosyalist geçinen burjuvalar, çağdaş toplumsal koşulların
doğurduğu kaçınılmaz mücadeleleri ve tehlikeleri göze alma
dan, bu koşulların bütün nimetlerinden yararlanmak isterler.
Halihazır toplum düzeni olduğu gibi kalsın, ama devrimci ve
parçalayıcı unsurları olmasın isterler. Proletaryasız bir burju
vaziyi özlerler. Burjuvazi, tabii ki, kendisinin en üstte olduğu
bir dünyayı dünyaların en iyisi beller; burjuva sosyalizmi de
1 06
bu huzur verici görüşü geliştirip, ondan az çok tamamlanmış
çeşitli sistemler türetir. Proletaryanın böyle bir sistemi ger
çekleştirmesini ve bu sayede kestirmeden yeni Kudüs'e (vaat
edilmiş topraklar) ulaşmasını isterken burjuva sosyalizmi, ger
çekte sadece, proletaryanın bugünkü toplumun sınırlan içinde
kalmasını, fakat burjuvazi hakkındaki nefret uyandıran bütün
fikirlerden annmasını dilemektedir.
Bu sosyalizmin ikinci ve daha pratik, ama daha az sistemleş
miş bir türü, salt siyasi bir reformun değil, ancak maddi varoluş
koşullannda, ekonomik ilişkilerde bir değişikliğin kendilerine
bir yaran olabileceğini söyleyerek, her türlü devrimci hareketi
işçilerin gözünde kötülemeye çalışmıştır. Oysa bu tür sosyaliz
min maddi varoluş koşullanndaki değişiklikten anladığı, hiç
bir surette, burjuva üretim ilişkilerinin ortadan kaldınlması de
ğildir; çünkü bu ancak bir devrimle gerçekleştirilebilir. Bu sos
yalizm türünün halihazır ilişkilerin sürüp gitmesine dayanan
yönetim reformlan, sermaye-emek ilişkilerini hiç bir bakımdan
etkilemeyen, olsa olsa burjuva hükümetinin masraflannı azal
tıcı ve yönetim aygıtını basitleştirici reformlardır.
Burjuva sosyalizmi, en yeterli ifadesini, sadece laftan ibaret
hale geldiği zaman ve ancak o zaman bulur.
İşçi sınıfının yaranna serbest ticaret. İşçi sınıfı için gümrük
himayeleri. İşçi sınıfının haynna hapishanelerin ıslah edilmesi.
Burjuva Sosyalizminin son ve gerçekten ciddi olarak söylediği
sözü bundan ibarettir.
Bu söz şu cümleyle özetlenebilir: Burjuva işçi sınıfı için bir
burjuvadır.
E) Eleştirici-Ütopyacı Sosyalizm ve Komünizm
Burada sözünü ettiğimiz, örneğin Babeuf ve başkalannın
yazılannda olduğu gibi, bütün büyük çağdaş devrimlerde her
zaman proletaryanın taleplerini dile getiren literatür değildir.
Proletaryanın, feodal toplumun alaşağı edildiği genel kargaşa
döneminde, kendi hedeflerine ulaşmak için giriştiği ilk doğru
dan teşebbüsler, gerek proletaryanın o sıralardaki henüz geliş-
1 07
memiş durumundan ötürü, gerekse kurtuluşu için gerekli eko
nomik koşulların, yaratılması gereken ve ancak yaklaşan burjuva
çağında yaratılabilecek olan koşulların yokluğundan ötürü, ister
istemez başarısızlığa uğradı. Proletaryanın bu ilkkıpırdanışlanna
eşlik eden devrimci literatür de ister istemez gerici bir karakter
taşıyordu. Evrensel bir çilekeşliği ve en kaba biçimiyle toplumsal
eşitlik fikirlerini dile getirdi.
Açıkça sosyalist ve komünist diye isimlendirilen bu sistem
ler, Saint Simon, Fourier, Owen ve başkalarının sistemleri, pro
letarya ile burjuvazi arasındaki mücadelenin yukarıda anlatı
lan gelişmemiş ilk döneminde ortaya çıktılar. (Bakınız: Bölüm
1. Burjuvalarla Proleterler)
Bu sistemlerin kurucuları, yürürlükteki toplum içindeki sınıf
çelişkilerini de, çürüyüp dağılmaya yol açan unsurların faali
yetini de görmezden gelmezler. Fakat, henüz çocukluk çağında
olan proletarya, onların gözünde, hiç bir tarihi girişim gücü ve
hiç bir bağımsız siyasi hareketi olmayan bir sınıf görünümün
dedir.
Sınıf çelişkilerinin gelişmesi sanayinin gelişmesiyle birlikte
gittiği için, kendilerini içinde buldukları ekonomik durum, he
nüz onlara proletaryanın kurtuluşunun maddi koşullarını sun
mamaktadır. Bu yüzden onlar, bu koşullan yaratacak yeni bir
toplum bilimi aramaya koyulurlar, yeni toplumsal kanunların
peşine düşerler.
Böylece tarihi eylemin yerini, onların kişisel yaratıcı eylemi;
tarihi süreç içinde yaratılacak olan kurtuluş koşullarının yerini,
hayali kurtuluş koşullan; proletaryanın adım adım gerçekleşen
sınıfsal örgütlenmesinin yerini, bu mucitlerin özel olarak icat
ettikleri bir toplumsal örgütlenme almaktadır. Onların gözünde
geleceğin tarihi, kendi toplumsal tasanlannın propaganda edi
lip, pratikte uygulamaya konmasından başka bir şey değildir.
Planlarını yaparken, en çok acı çeken sınıf olarak işçi sını
fının çıkarlarını en başta gözetmek gerektiğinin farkındadırlar.
Ama onlar için proletarya, sadece, en çok acı çeken sınıf oldu-
1 08
ğu için mevcuttur.
Sınıf mücadelesinin henüz gelişmemiş durumu kadar, içinde
bulundukları toplumsal ortamlar da, bu tür sosyalistlerin, ken
dilerini bütün sınıf çelişkilerinin üstünde görmelerine neden
olur. Toplumun bütün üyelerinin, hatta en varlıklılarının dahi
durumunu iyileştirmek isterler. Bu yüzden hiç bir sınıf aynını
yapmadan, bütün topluma, hatta daha çok hakim sınıfa seslen
mek adetleridir. Öyle ya, insanlar bir kere onların sistemlerini
anlarsalar, bu sistemin mümkün olan en mükemmel toplumun
mümkün olan en mükemmel planı okluğunu görmemeleri
mümkün müdür?
Dolayısıyla Bunlar her türlü siyasi eylemi, özellikle de her
türlü devrimci eylemi reddederler; amaçlarına barışçı yollar
dan Varmak isterler, başarısızlığa mahkum küçük deneylerle ve
örnek girişimlerle yeni toplumsal İncil'in yolunu hazırlamaya
uğraşırlar.
Proletaryanın henüz çok az gelişmiş olduğu ve kendi du
rumunu ancak hayalci bir gözle görebildiği bir zamanda çizi
len, geleceğin toplumuna dair bu tür hayali tablolar, toplumun
genel bir yeniden kuruluşu yönünde bu sınıfın duyduğu ilk
içgüdüsel özlemlere de tekabül etmektedir.
Bununla birlikte bu sosyalist ve komünist yayınlarda eleş
tirici bir unsur vardır. Halihazır toplumun her bir ilkesine sal
dırırlar. Bu bakımdan, işçi sınıfının aydınlanması için son de
rece değerli malzemelerle doludurlar. Bunların gelecek toplum
hakkındaki pozitif önermeleri, örneğin şehirle kır arasındaki
ayrılığın kaldırılması, aileye, sanayinin özel kişiler adına yü
rütülmesine, ücret sistemine son verilmesi, toplumda uyumun
sağlanması; devletin işlevlerinin salt üretim üzerinde nezarete
çevrilmesi vb. hakkındaki önerileri, doğrudan doğruya, o sı
rada henüz yeni boy göstermeye başlayan ve bu yayınlarda
ancak belirsiz ve karışık ilk biçimleriyle kendilerini belli eden
sınıf çelişkilerinin giderilmesi gerekliliğini içerirler. Bu öneriler
bu nedenle salt ütopyacı bir karakter taşırlar.
Eleştirici-Ütopyacı Sosyalizm ve Komünizmin önemi, tarihi
109
gelişmeyle ters orantılıdır. Sınıf mücadelesi keskinleşip belir
ginleştikçe, hayal dünyasında bu kavganın üzerine çıkma an
layışı, sınıf çatışmasına karşı gösterilen bu sanal muhalefet,
bütün pratik değerini ve bütün teorik haklılığını yitirir. Dola
yısıyla, bu sistemleri yaratanlar, birçok bakımlardan devrimci
kişiler oldukları halde, öğrencileri hep gerici tarikatlar kurmuş
lardır. Bunlar proletaıyanın ileri yönde tarihi gelişmesine karşı
çıkarak, üstatlarının ortaya koyduğu ilk görüşlerden bir par
mak bile ayrılmazlar. Bu yüzden ve ısrarla, sınıf mücadelesini
durdurmaya, sınıf çelişkilerini uzlaştırmaya çalışırlar.
Toplumsal ütopyalanm deneyler yoluyla gerçekleştirme
yi, birbirinden kopuk •Falanstenler, •Ev kolonileri11 ya da bir
•Küçük İkaıya11 kurmayı düşlerler; bir başka deyişle, yeryüzü
cennetinin, cep kitabı boyu baskılarını ortaya koyarlar; ve bü
tün bu olmayacak hayalleri gerçekleştirmek için de burjuva
ların vicdanlarına ve keselerine el açmak zorunda kalırlar.79
Bu ütopyacı sosyalistler Zamanla yukarda anlattığımız gerici
muhafaza.kar sosyalistler haline gelirler; onlardan aynldıklan
tek nokta, ukalalığı daha da sistemleştirmeleri ve kendi sos
yal bilimlerinin mucizevi sonuçlan hakkında bağnaz ve batıl
bir inanç beslemeleridir. Bu nedenle, bunlar işçi sınıfının her
türlü siyasi eylemine şiddetle karşı çıkarlar. Onlar için bu gibi
eylemler, ancak kendi İncil'lerine körü körüne inançsızlıktan
doğabilir. İngiltere'de Owen'ciler Çartistlere; Fransa'da Fouri
erciler Reformculara karşıdırlar.eo
111
gerçekleştirilecek bir burjuva devriminin eşiğindedir ve çünkü
Almanya'da burjuva devrimi, hemen onun ardından gelecek
bir proletarya devriminin başlangıcı olacaktır.
Kısacası, komünistler her yerde, kurulu toplumsal ve siyasi
düzene karşı her türlü devrimci hareketi desteklerler.
Bütün bu hareketlerde, o sıradaki gelişme düzeyi ne olursa
olsun mülkiyet sorununu hareketin temel sorunu olarak öne
çıkanrlar. Nihayet, her yerde, bütün ülkelerin demokratik par
tileri arasında birlik ve anlaşma sağlanması için çaba harcarlar.
Komünistler görüşlerini ve hedeflerini gizlemeye tenezzül
etmezler. Hedeflerine ancak bütün mevcut toplumsal koşullann
zorla devrilmesiyle ulaşılabileceğini açıkça ilan ederler. Varsın
hakim sınıflar bir komünist devrimden korkup titresinler.
Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek hiç bir şeyleri
yok. Kazanacak.lan bir dünya var.
112
Ekler Hakkında ;
Referans Yayınları'nın Notu :
Komünist Parti Manifestosu'nun mahiyetinin tam olarak an
laşılabilmesi için bu manifestonun arkasındaki örgütün neye
benzediğini bilmek de önem taşıyor. Bu itibarla bunu tarif
eden tüzüğünün de Komünist Parti Manifestosu ile birlikte
okunması gerekiyor. Zira tüzük Komünistler Birliği'nin nasıl
bir örgüt olduğu hakkında fikir sahibi olmak için önemli bir
kaynak. Komünist Manifestoya sahiden sahip çıkıp onu rehber
edinebilmek için de bu örgüt bilinci şarttır. Tabii bu tutum Ko
münistler Birliğinden daha gelişkin bir devrimci parti kurmayı
hedefleyen ve Komünist Parti Manifestosunu aşma iddiasını
ortaya koyanlar için anlamlıdır.
Keza Komünist Parti Manifestosu'nun hazırlanmasında bir
aşamayı ifade eden Engels'in •Komünist İman Yemini Taslağı•
ve •Komünizmin İlkeleri• de Komünist Parti Manifestosunun
şekillenmesinde önemli köşe taşlarını ifade ediyor. Onları da bu
kitabın ekleri arasına koymayı gerekli ve yararlı gördük.
Bunlardan başka o dönem devrimcilik dendiğinde neyin an
laşıldığını daha iyi kavramak üzere yardımcı olacak iki met
ni daha kitabın ekleri arasında yayınlıyoruz. Bunlardan biri
Neçayev'in ıDevrimcinin İlmihali• (yahut el kitabı- 1 869) diğeri
de yine aynı başlıkla Bakunin'in daha önce kaleme aldığı ilmi
haldir ( 1 866).
Neçayev ekseri ınihilisb olarak anılır; öyle anılması çok yer
siz değildir. Ama neredeyse ömrünün tamamını hapiste geçirip
orada ölen Neçayev'i herhangi bir felsefi akım ile anmak pek
uygun olmaz. Zaten daha çok bir yoldaşı olan İvanov'u dev
rimci imanını yitirme ihtimali ve muhtemel bir ihanet şüphe
siyle öldürmesi ile anılır.82 Bu eylemi Avrupa'daki devrimciler
arasında ürkütücü bir etki yapmıştır. Marx üzerindeki etkisi
de böyleydi. Ama bu tepkiyi sözüm ona •medeni Avrupaıtnın,
•barbar» diye niteledikleri Ruslara karşı bir tepki diye görmek
82 Dostoyevski'nin Türkçe'de •Ecinnilert ve •Cinlert başlıklanyla çevrilmiş olan ro
manı Neçayev'in İvanov'u öldürmesinden ilham alarak yazılmıştır.
113
de çok yanlış olmaz. Oysa 70 yıl sonra Avrupalılara gerçek
medeniyetin yolunu göstermede o «barbar Ruslarıı öncülük
edecekti.
Bu yolda elbette ilk rusça çevirisini Bakunin'in yaptığı (İkin
ci çeviriyi de Vera Zasuliç yapmıştır) Komünist Parti Manifes
to'sunun hatırı sayılır payı vardır. Bir de Avrupa'da Babeuf
ile başlayıp Buonarotti üzerinden Blanqui'ye devredilen ve
Rusya'ya bunlann öğrencisi olan Pyotr Tkaçev tarafından ta
şınan devrimci mirasın rolü önemlidir. Yani bahis konusu olan
«barbar ruslarıı değil Avrupa'daki devrimci damann taşıyıcısı
olan Rus devrimcileridir. Bolşevikler de bu devrimci geleneği
dikkate alarak •en az onlannki kadar devrimci• olan bir örgüt
kurma fikri ile yola çıkmıştı.
Bakunin kendisi öyle söylemese de anarşizmin öncülerinden
kabul edilir. Ama Marx gibi Hegel'in öğrencilerinden biri oldu
ğu ve Birinci Entemasyonal'in kuruculan ve belli başlı unsurla
n arasında olduğu bir vakıadır (Marx ile örgütlenme sorununa
dair tartışmalanna kadar). Bakunin'in bir ara Neçayev ile ilişki
si olmuş olsa da (Neçayev onu çok katı bulduğu için !) bu ilişki
pek sürmemiştir. Bakunin'in ilmihali ile Neçayev'inki arasında
benzerlikler de yoktur. Neçayev'inki gerçekten bir ilmihaldir
Bakunin'inki ise adeta Komünist Parti Manifestosu'nu andıran
bir teferruatlı program metnidir. Öte yandan Neçayev'in met
ninin kaleme alınmasında Bakunin'in bir katkısı olduğuna dair
bir kanı da vardır. Ama bu katkının Bakunin'den çok, sonradan
kimilerinin •ilk Bolşevik» diye de andığı Piyotr Tkaçev tarafın
dan sağlandığı hakkındaki yorumlar ve Neçayev'in bu metni
Tkaçev ile birlikte yazdığı hakkında söylenenler daha doğruya
benzemektedir.
Her halükarda gerek Neçayev'in gerekse de Bakunin'in me
tinleri hiçbir şey olmasa da Avrupa'da gelişen komünist ve
devrimci akımlarla Rusya'da gelişen devrimci akımlar arasında
bir ilişki kurmayı düşündürür. Bu, neden devrimcilerin o dö
nemden itibaren yüzlerini yavaş yavaş Rusya'ya döndüğünün
anlaşılmasına da yardımcı olur. Bu bakımdan gerek Neçayev'in
114
gerekse de Bakunin 'in ilmihali erinin 1 848 devrim dalgasının
etkilerinin nasıl Rusya'ya doğru yayıldığını anlamada bir an
lamı olacaktır.
Doğrusu Komünist Parti Manifestosu yayınlandığı zaman
komünistlerin yüzü Almanya'ya dönük iken sonradan dik
katlerin giderek daha doğuya yöneldiği bir vakıadır. Nitekim
Marx'ın hayatının sonlanna doğru Rusya'daki narodnik hare
ketin önemli militanlanndan biri olduğu gibi •Sosyal demok
rat» hareketin öncülerinden de olan Vera Zasuliç ile yazışma
lan da bu ilgiyi anlatır.
Avrupa'da ortaya çıkan komünist devrimci fikirlerin
Rusya'ya taşınmasında Neçayev ve Bakunin'in şu ya da bu öl
çüde katkılan olmuştur. Her şey den önce bu manifestonun
ilk Rusça tercümesini yapıp yayılmasını sağlayan Bakunin'dir.
İkinci Rusça baskısının tercümesini ise Vera Zasuliç yaptı.
Ne var ki Avrupa'da gelişen komünist devrimci hareketin
Rusya'ya taşınmasında asıl bağlantı kayışını oluşturan Piotr
Tkaçev'dir. Kimileri tarafından •ilk Bolşevik• diye de tarif edi
len Tkaçev Babeuf-Blanqui geleneğiyle Buonarotti üzerinden
ilişkilenip bunlann devrimci fikirlerini Rusya'ya taşıyan asıl
militandır. Ama elbette «ilk bolşevib diye anılması pek yerinde
değildir. Buna karşılık Komünist Parti Manifestosu'nun işaret
ettiği hedeflere erişmek için nasıl bir devrimcilik anlayışına
dikkat çekme bakımından anlamlıdır. Nitekim Lenin'in de Tka
çev ile ve narodniklerle bu bakımdan ilgilendiği bilinmektedir.
Onlannkinden daha iyi bir örgüt ve en az onlar kadar cüret
li bir devrimcilik gerektiği hakkındaki vurgulan da Komünist
Parti Manifestosu'nun hedeflerine Rusya'da erişilmiş olmasın
da bunun payı vardır.
Bu itibarla Komünist Parti Manifestosu ve Avrupa'da gelişen
devrimci hareketin Rusya'ya taşınmasında önemli rolü olanlar
arasında Piyotr Tkaçev'i anmak icap eder. O nedenle kitaba
ek olarak bir de Tkaçev portresi eklemeyi uygun gördük. Zira
Manifestonun öngördüğü devrimin neden Almanya'da değil
Rusya'da olduğunu ve eksiklerinin neden ve nasıl Bolşevikler
115
tarafından tamamlandığını anlamada bu bağlantının da önemli
bir payı var.
Nihayet Komünist Parti Manifestosu ortaya çıkmadan önce
Komünistler Birliği'nin isteği üzerine örgütün manifestosu ol
mak üzere Wilhelm Weitling'e sipariş edilen ve «İnsanlık nedir
Ne olmalıdır?11 başlıklı metin ise bu bahis konusu metinlere
kıyasla bir bildirge yahut el kitabı olmaktan çok bir uzun ma
kale tarzındadır ve içerik olarak da bunlann herhangi biriyle
kıyaslanabilecek bir mahiyet taşımamaktadır. Bu metin yer yer
Hristiyanlık ve İsa'ya göndermeler yapan bir ahlak el kitabına
bir komünist örgütün manifestosundan fazla benzer. Zaten bu
içeriği nedeniyle Komünistler Birliği tatmin olmamış ve Bru
no Bauer ve Proudhon hakkında yaptıklan polemiklerle (Kut
sal Aile ve Felsefenin Sefaleti) dikkat çeken Marx ve Engels'e
(önce Komünist İman Yemini Taslağı ve Komünizmin İlkelerini
kaleme alan Engels'e) yönelmişlerdir.
Ne yazık ki Manifestonun ilk tercümelerinden birinin de Os
manlı topraklannda olmasının Rusya'da olduğu gibi bir dev
rimci hareketin şekillenmesine dair bir hikayesi yok. 83
83 Her ne kadar Paris Komünü sırasında orada olan kimi jön türkler olduğu doğru
olsa bile Paris Komünü sırasında •Türklerin• rolü herhalde daha çok Osmanlı tebasın
dan olan ve bu nedenle otürkt diye de anılan Magripliler, özellikle de Kabil'li berbe
riler üzerinden olsa gerektir. (Ama bu Komünist Parti Manifestosu'nun Avrupalıların
Türkiye dediği Osmanlı İmparatorluğunda yankısı olduğuna delalet etmez.)
Nitekim bunların bir kısmı da onbeşinci yüzyıldan itibaren güney Amerika'ya göçe
rek orada bir dizi, örneğin Marquez'in vb. romanlarında rastlanan •Turcoılara hayat
vermiştir.
Hatta bir ara Arjantin'in başında olan Carlos Menem'in ( 1 989- 1 999) lakabı da ıEI
Turcoı idi. Menem bu lakabından ziyade başkanlığı zamanındaki yolsuzluklar ve do
landıncılıklarla anılan neo-liberalizmin Güney Amerika'dak.i uygulayıcılarından bi
riydi. Bu pis işlerin yanısıra Cuntacı generallere af çıkarmasıyla da bilinir; bu pisliği
örtmek için Arjantin'in en büyük gerilla örgüt-lerinden biri olan Monteneros'un bazı
militanlarına da af çıkarmıştı. Menem ikbal için Katolik kilisesine bağlanmış olsa
da Müslüman mezarlığında gömülüdür.
Aynı lakabı .�aşıyan pek çok sporcu san?tçı hatta gerilla önderi bile vardır güney
Amerika'da Omeğin El turco diye anılan Alvaro Fayad Delgado Kolombiya'dak.i daha
çok M- 1 9 diye bilinen • 19 Nisan Hareketi• adlı gerilla hareketinin ( 1 970) kurucu ve
yöneticilerindendi. 1 986'da Bogota'da bir çatışmada polis tarafından öldürüldü.
116
Bununla birlikte Komünist Parti Manifestosu'nun hedefle
rine ilkin Rusya'da erişilmesinde Rusya'daki Bolşeviklerden
önceki devrimciliğin nasıl bir rolü olduysa bu olasılık yaşadı
ğımız topraklarda en az oradaki kadar yüksektir. Zira bu top
raklarda yanın yüzyıldır bir türlü tamamen yok edilemeyen ve
Rusya'nın geçmişteki devrimci akımlanndan hiç de aşağı kal
mayan bir devrimci gelenek vardır ve peş peşe darbelere kat
liamlara ve Çarlık Rusya'sındaki sürgün ve zindan koşullanna
taş çıkartan baskılara rağmen hala önü alınabilmiş değildir.
Daha önemli bir fark ise yaşadığımız topraklardaki muhtelif
devrimci akımlann hepsi Neçayev-Tkaçev çizgisinden esastan
farklı bir özellik olarak Komünist Parti Manifestosu'na sahip
çıkarak yola çıkmaktadır. Bu itibarla o zamanın Rusya'sından
farklı olarak yaşadığımız topraklarda devrimcilere Komünist
Parti Manifestosunu hatırlatmaktan ziyade gerçekten ne söy
lediğini ve nasıl rehber edilmesini göstermeye ve bugün hala
neden yol gösterdiğini göstermeye ihtiyaç vardır. Unutmamak
gerekir ki bu bir okuma/öğrenme faaliyetiyle sınırlı bir ödev
değildir. Hatta Lenin'in başka bir vesileyle söylediği gibi «teorik
olmaktan çok pratik bir faaliyeti» gerektirir.
Bu takdirde yaşadığımız topraklardaki devrimcileri muhtaç
olduklan komünist kılavuzla, Komünist Parti Manifestosunu
da gerçeklenmek için muhtaç olduğu devrimcilerle buluştur
manın yolu açılabilir.
Öte yandan Komünist Parti Manifestosu'nun yaşadığımız
topraklara asıl ve anlamlı gelişi Komünist Enternasyonal ku
ruculan arasında yer alan TKP önderleri sayesinde olmuştur.
Komünist devrimciler Komünist Manifesto ile başlayıp Komü
nist Entemasyonal'e kesintili bir biçimde ulaşan zincire bu hal
kasından bağlanmalıdır.
Bu itibarla yaşadığımız topraklarda komünistlerin temel re
feranslan arasında Mustafa Suphi zamanında benimsenen ve
Komünist Enternasyonal tarafından da tasdik edilen Türkiye
İştirakiyun Fırkasının (TKP) ilke ve esaslan da yer almalıdır.
117
Türkiyeli komünistler Komünist Parti Manifestosu'na ve ora
dan Komünist Entemasyonal'e uzanan zincirin bu halkasından
tutunmalı ve bu partinin ilk 1 5+ 1 şehidinin ıo ateşli göğüs
lerini delen hançerin kabzasını alacağız biz elimize• iradesini
ortaya koymalıdır.
Ne var ki bu ödev ve sorumluluklanmızı hatırlamak ve hatır
latmak. bakımından önemli olsa da TKP'nin ilk programını bu
aşamada Komünist Parti Manifestosu'nun ekleri arasında ele
almak onu hakkıyla hatırlamaya yetmez. Aksine hem TKP'nin
1 920 programını hem de Şefik Hüsnü zamanında benimsenen
1 926 programını ve başka belgeleri Komünist Parti Manifes
tosu ve Komünist Enternasyonal kuruluş belgelerinin ışığında
ele alan başlı başına bir değerlendirme ile ayn bir kitap olarak
Referans yayınlanndan yayınlamayı tasarlıyoruz.
118
EK 1 :
Komünistler Birliği Tüzüğü
• Birinci Bölüm: Birlik
1. Birlik'in amacı burjuvazinin alaşağı edilmesi, proletar-
yanın egemenliği, sınıf karşıtlıkları üzerine kurulu olan eski
burjuva toplumunun yıkılması, sınıfsız ve özel mülkiyetsiz
yeni bir toplumun kurulmasıdır.84
2. Birlik'e kabul koşullan şunlardır:
a) Amaca uygun bir hayat tarzı ve faaliyet;
b) Devrimci enerji ve propaganda yeteneği;
c) Komünizmi meslek edinmek;
d) Hiçbir anti-komünist kuruluşa girmemek; ve herhangi
bir örgüte kaydolmadan önce üst komiteyi bilgilendirmek;
e) Birlik kararlarına uymak;
f) Birlik'in her türlü işlerinin varlığı konusunda sükut;
g) Bir komüne oybirliği ile kabul edilmiş olmak.
Bu koşullara uymayanlar ihraç edilir. (Bkz. Sekizinci Bölüm)
(İlk taslağın üçüncü maddesinde bu koşullar yerine şunlar
yer alıyordu:
"a. Dürüst bir yaşam tarzını benimsemek;
b. Asla onursuz bir davranışta bulunmamış olmak;
c. Birliğin ilkelerini kabul etmek;
d. Geçim kaynaklarını bildirmek;
e. Herhangi bir siyasi veya milli derneğe üye olmamak;
f. Bir Komüne oy birliğiyle kabul edilmek;
g. Sadakatle çalışacağı ve sır tutacağı konusunda şeref
sözü vermek."
3. Bütün üyeler eşit ve kardeştirler, dolayısıyla her du-
rumda birbirlerine yardımla yükümlüdür.
4. Üyelerin bir örgüt ismi olur.
84 Heide kod adıyla Wilhelm Wolfun sekreter olarak, Kari Schill kod adıyla başkan
olarak Schapper"in imzaladığı ilk taslakta amaç maddesinde ise •Birlik ortak mülkiyet
teorisini yayarak ve bunun pratik uygulamasını mümkün olan en kısa sürede sağla
yarak insanlığın kurtuluşunu amaçlar.• yazıyordu. OD
119
5. Birlik Komünler. Çevreler, Yönetici Çevreler, Merkezi
Konsey ve Kongre'den oluşur.
• İkinci Bölüm: Komün
"Komün üyeleri Birlik'in üye sayısını arttırmak için coşku ve gayretle çalışıp, uygun
kadroları kazanmalı ve her zaman şahıslan değil ilkeleri rehber edinerek çalışmalı
dır." OD
1 20
rütme yetkisine sahiptir. Kendine bağlı Çevrelerle ve Merkezi
Konsey'le irtibatlanır.
1 9 . Yeni kurulan Çevreler en yakın Yönetici Çevreye bağ
lanır.
20. Yönetici Çevreler geçici olarak Merkezi Konseye karşı,
sonuçta da Kongre'ye karşı sorumludur.
• Beşinci Bölüm: Merkezi Konsey
1 23
EK: 2
Komünist İman Yemini Taslağı87
Friedrich Engels
1 : Komünist misiniz?
Evet.
2 : Komünistlerin amacı nedir?
Toplumu, her üyesinin, bütün olanaklannı ve yeteneklerini
tam özgürlük içinde, ama bu toplumun temel koşullannı boz
maksızın geliştirebileceği bir biçimde örgütlemek.
3 : Bu amacı nasıl gerçekleştirmeyi düşünüyorsunuz?
Özel mülkiyeti kaldırarak ve onun yerine mülkiyet ortaklığını
koyarak.
4 : Mülkiyet ortaklığınızı neyin üzerine
dayandırıyorsunuz?
Birincisi, sanayinin, tanının, ticaretin ve sömürgeciliğin so
nucu olan üretici güçler ve geçim araçları kitlesine, ve bunları
makinelerle, kimyevi ve öteki kaynaklarla sınırsızca genişletme
olanağına.
İkincisi, her bireyin bilincinde ya da duygusunda, tüm tarih
sel gelişmenin sonucu olduk.lan için hiç bir kanıt gerektirme
yen, bazı yadsınamaz temel ilkelerin var olması olgusuna.
5 : Bu ilkeler nelerdir?
Örneğin her birey mutlu olmaya çalışır. Bireyin mutluluğu,
herkesin mutluluğundan ayn düşünülemez, vb.
6 : Mülkiyet ortaklığına giden yolu nasıl hazırlamayı düşü
nüyorsunuz?
Proletaryayı aydınlatarak ve birleştirerek.
7 : Proletarya nedir?
Proletarya, toplumun, herhangi türden bir sermayeden gelen
87 Haziran 1847'de kaleme alındı
1 24
kar ile değil, tamamıyla kendi emeği ile yaşayan sınıfıdır; sevinci
ve üzüntüsü, yaşaması ve ölmesi, bu yüzden, işlerin iyi gittiği dö
nemler ile kötü gittiği dönemlerin birbirlerinin yerini almasına,
tek sözcükle, rekabetteki dalgalanmalara dayanan sınıftır.
8 : Şu halde proleterler her zaman var olmamışlar
mıdır?
Hayır! Yoksul ve çalışan sınıflar her zaman olmuştur; ve bu
çalışanlar hemen her zaman yoksul olanlardı. Ama proleterler,
her zaman var olmamışlardır, nasıl ki rekabet her zaman serbest
olmamışsa.
9 : Proletarya nasıl doğdu?
Proletarya, geçen yüzyılın ortalarından beri icat edilmiş ve en
ö-nemlilerinin de buhar makinesi, dokuma makinesi ve buharlı
tezgah olduğu makinelerin uygulama alanına sokulmasıyla var
oldu. Çok pahalı olan ve bu yüzden, ancak zengin kimseler ta
rafından satın alınabilen bu makineler, o zamanın işçilerini saf
dışı bıraktı, çünkü makineler kullanılarak, metaları, işçilerin der
me çatma çıknklanyla ve el tezgahlarıyla ürettiklerinden daha
çabuk ve ucuz üretmek olanaklıydı. Makineler sayesinde sanayi
tümüyle büyük kapitalistlere teslim edilmiş oldu. İşçilerin mülki
yetinde olan, esas olarak iş aletlerinden, el tezgahlarından, vb.
ibaret olan sayıca pek az üretim aracını değersizleştirdi. Öyle ki
her şey kapitalistlere kaldı, işçilere ise hiç bir şey. Fabrika siste
minin yerleşmesi bu yolla oldu. Kapitalistler bunun kendileri için
ne denli yararlı olduğunu bir kez görünce, bunu, gittikçe daha
çok sayıda çalışma dalına yaygınlaştırmaya çalıştılar. İşi, işçiler
arasında gittikçe daha çok böldüler, öyle ki, önceden tüm bir
nesneyi yapan işçi, artık onun yalnızca bir kısmını üretiyordu. Bu
biçimde basitleştirilen emek, mallan daha çabuk ve dolayısıyla
daha ucuz üretiyordu ve makinelerin artık, her üretim kolunda
da kullanılabileceği görülüyordu. Herhangi bir üretim kolu fab
rika üretimine geçer geçmez, tıpkı eğirme ve dokumada olduğu
gibi, büyük kapitalistlerin ellerine geçti, ve işçiler bağımsızlıkla
rının son kalıntılarını da yitirdiler.
1 25
Yavaş yavaş, hemen hemen bütün üretim kollarının fabrika
esasına göre işletildiği duruma ulaştık. Bu, daha önce varolan
orta tabakaların, özellikle küçük usta zanaatçılann, gittikçe
daha çok mahvoluşunu getirdi, işçilerin daha önceki konumla
rını tamamıyla değiştirdi ve bütün öteki sınıftan yavaş yavaş
yutup yok eden iki yeni sınıf çıktı ortaya:
1. Bütün ileri ülkelerde bütün geçim kaynaklarının ve bun
ları üreten araçların (makinelerin, fabrikaların, atölyelerin, vb.)
hemen hemen hepsinin tek başlarına sahibi olan büyük kapita
listler sınıfı. Bu sınıf burjuvalar sınıfı, yahut burjuvazidir.
il. Karşılığında salt kendi geçim kaynaklarını satın alabilmek
için emeklerini bu sınıfa, yani burjuvaziye, satmak zorunda ka
lan tamamıyla mülksüzler sınıfı. Bu emek alış-verişine taraf
olanlar eşit olmayıp, üstünlük burjuvalarda bulunduğundan,
mülksüzler, burjuvalar tarafından dayatılan kötü koşullara bo
yun eğmek zorundadırlar. Burjuvalara bağımlı olan bu sınıfa,
proleterler sınıfı, ya da proletarya denir.
1 0 : Proleter, köleden hangi bakımdan farklıdır?
Köle ancak bir kez satılır, proleter ise kendisini gün be gün,
saat be saat satmak zorundadır. Köle tek bir efendinin mül
küdür ve işte bu nedenle, ne denli sefil olursa olsun, güvence
altına alınmış bir geçim imkanına sahiptir. Proleter ise, tek bir
efendinin değil, deyim yerindeyse, tüm burjuvalar sınıfının kö
lesidir ve dolayısıyla güvence altına alınmış bir geçim imkanı
na sahip değildir, çünkü eğer kimse ihtiyaç duymuyorsa onun
emeğini satın almaz. Köle, uygar toplumun bir üyesi olarak
değil, bir şey olarak hesap edilir. Proleter ise bir kişi olarak,
uygar toplumun bir üyesi olarak kabul edilir. Köle, dolayısıyla,
proleterden daha iyi geçime şartlarına sahip olabilir. Ama pro
leter gelişmenin daha yüksek bir aşamasında bulunur. Kölenin
kölelikten kurtulması için mülkiyet ilişkilerinin tamamından
değil sadece kölelik hakkındaki özel mülkiyet ilişkisinden kur
tulması gerekir; ama kölelik ilişkisini kaldırınca bir proleter
haline gelmek üzere özgür olur. Proleter ise, kendisini, ancak
1 26
genel olarak özel mülkiyeti88 kaldırmakla özgür kılabilir.
1 1 : Proleter, serften hangi bakımdan farklıdır?
Serf, ürünün az ya da çok bir bölümünü teslim etme karşı
lığında bir toprak parçasının, yani bir üretim aletinin kullanım
hakkına sahiptir. Proleter ise, kendi emeği karşılığında ona ürün
lerin rekabet tarafından belirlenen bir bölümünü teslim eden bir
başka kimseye ait üretim aletleriyle çalışır. Serfin durumunda,
emekçinin payı kendi emeği, yani kendisi tarafından belirlenir.
Serfin güvence altına alınmış geçim imkanlan vardır, proleterin
yoktur. Serf, özgürleşmek için mülk sahibi haline gelmek, böyle
ce rekabetin içine girip o zamanın mülk sahibi sınıfına, ayrıcalıklı
sınıfa katılmak zorundadır. Proleter ise kendisini, mülkiyeti, reka
beti ve her türlü sınıf farklılıklannı kaldırarak özgür kılabilir.
1 2 : Proleter, zanaatçıdan hangi bakımdan farklıdır?
Proleterin tersine, geçen yüzyılda ve hala, hemen hemen her
yerde ve şurada burada bugün de varolan zanaatçı, olsa olsa ge
çici bir proleterdir. Amacı, bizzat sermaye edinmek ve böylece
öteki işçileri sömürmektir. Zanaat loncalannın hala var olduğu
yerlerde, ya da bir iş kurma özgürlüğünün, el işinin fabrika teme
li üzerinde örgütlenmesine ve yoğun rekabete henüz ... (okun
muyor). Ama fabrika sistemi, el işinin yerini alır almaz ve rekabet
bütün gücüyle işlemeye başlar başlamaz, bu olasılık ortadan
kalkar ve zanaatçı giderek daha çok bir proleter haline gelir. De
mek ki, zanaatçı, kendisini, ya bir burjuva haline gelerek, ya da
(şimdi birçok durumda olduğu gibi) rekabet sonucu bir proleter
haline gelerek ve proletaryanın hareketine - yani az çok bilinçli
komünist harekete - katılarak özgür kılar.
1 3 : Şu halde mülkiyet ortaklığının her zaman olanaklı
olduğuna inanmıyorsunuz?
Hayır. Komünizm, ancak, makinelerin ve öteki icatlann top
lumun bütün üyelerine çok yönlü bir gelişme, mutlu bir yaşantı
vaadinde bulunma olanağını verdiğinden beri ortaya çıkmıştır.
Komünizm, köleler, serfler, ya dazanaatçılariçin olmayıp, yalnız-
88 Üretim araçlannın özel mülkiyeti kast ediliyor OD
1 27
ca proleterler için olanaklı olan bir kurtuluşun teorisidir ve bu
yüzden zorunlu olarak 1 9. yüzyıla ait olup, daha eski bir dönem
de olanaklı değildi.
1 4 : Altıncı soruya dönelim. Mülkiyet ortaklığına
giden yolu pro-letaryayı aydınlatarak ve birleştirerek
hazırlamayı düşündüğünüze göre, bu durumda devrimi
red mi ediyorsunuz?
Her türlü komplonun yalnızca yararsız değil, hatta zararlı
olduğundan eminiz. Devrimlerin kasten ve keyfi olarak yapıl
madıklannın, bunların her yerde ve her zaman tek tek parti
lerin koskoca sınıfların irade ve önderliklerine hiç bir biçimde
bağlı olmayan koşulların zorunlu sonuçlan olduklarının da
farkındayız. Ama proletaryanın gelişmesinin dünyanın hemen
hemen bütün ülkelerinde mülk sahibi sınıflar tarafından zorla
baskı altına alındığını ve böylelikle komünizmin muhalifleri
nin ister istemez bir devrimin koşullarını hazırlamakta oldu
ğunu da görüyoruz. Eğer, sonunda, ezilen proletarya böylece
bir devrime mecbur kalacak olursa, biz de, şimdi nasıl sözle
rimizle yapıyorsak, o zaman da bilfiil proletaryanın davasını
savunacağız.
1 5 : Mevcut toplumsal düzenin yerine mülkiyet
ortaklığını bir çırpıda koymak niyetinde misiniz?
Böyle bir niyetimiz yok. Yığınların gelişmesi kararname
buyruklarıyla olamaz. Bu, yığınların içinde yaşadık.lan koşul
ların gelişimi ile belirlenir ve dolayısıyla yavaş yavaş ilerler.
1 6: Mevcut durumdan mülkiyet ortaklığına geçişin nasıl
gerçekleşeceğini düşünüyorsunuz?
Mülkiyet ortaklığının getirilmesinin ilk, temel koşulu, pro
letaryanın demokratik bir yapı aracılığıyla siyasal olarak kur
tulmasıdır.
1 1 : Demokrasiyi bir kez kurunca alacağınız ilk önlem
ne olacak?
Proletaryanın geçimini güvence altına almak.
1 8 : Bunu nasıl yapacaksınız?
1. Özel mülkiyeti, toplumsal mülkiyete dönüşümünün yolunu
1 28
yavaş yavaş hazırlayacak biçimde sınırlayarak, örneğin müte
rakki vergi ve miras hakkını devlet yaranna sınırlama, vb. vb.
ile.
il. İşçileri, ulusal atölyelerde ve fabrikalarda ve ulusal
mülklerde istihdam ederek.
III. Bütün çocuktan devlet hesabından eğiterek.
1 9 : Geçiş dönemi sırasında bu eğitimi nasıl
düzenleyeceksiniz?
Bütün çocuklar, ilk ana bakımına artık gereksinme duyma
dıktan andan itibaren, devlet kuruluşlannda eğitileceklerdir.
2 0 : Mülkiyet ortaklığının getirilmesine, kadınlann
ortaklaştırılacağının ilan edilmesi eşlik etmeyecek
midir?
Asla. Biz, erkek ile kadın arasındaki özel ilişkiye, ya da genel
olarak aileye, ancak mevcut kurumun muhafazasının, yeni top
lumsal düzeni aksatması ölçüsünde müdahale edeceğiz. Dahası,
aile ilişkisinin, tarihin akışı içerisinde mülkiyet ilişkileri tarafın
dan ve gelişme dönemleri tarafından değişikliğe uğratıldığının ve
bunun sonucu olarak, özel mülkiyetin sona ermesinin de, bunun
üzerinde çok önemli bir etkisi olacağının pekiyi farkındayız.
2 1 : Milliyetler komünizm altında var olmaya devam
edecek mi?
Ortaklaşalık ilkesi uyannca birbirleriyle birleşen halklann mil
liyetleri, bu birlik sayesinde bir o kadar kaynaşmak zorunda kalır.
Böylece, temel dayanaktan özel mülkiyet- ortadan kalkan muh
telif tabaka ve sınıflar arasındaki türlü farklılıklar da bu temelin
ortadan kalkmasıyla, bir bir ortadan kalkacaktır.
2 2 : Komünistler mevcut dinleri reddederler mi?
Bugüne kadar varolan bütün dinler, tek tek halklann ya da
halk gruplannın gelişimlerinin tarihsel aşamalannın ifadesiydi.
Ama komünizm, mevcut bütün dinleri gereksizleştiren ve onlann
yerini alan tarihsel gelişim aşamasında ortaya çıkar.
Londra, 9 Haziran 1 847 Kongre adına ve yetkisiyle ;
SEKRETER: HEİDE, BAŞKAN : KARL SCHİLL
1 29
EK 3 :
Komünizmin İlkeleri89
Friedrich Engels
1 : Komünizm nedir?
Komünizm, proletaryanın kurtuluş koşullannın öğretisidir.
2 : Proletarya nedir?
Proletarya, toplumun, geçim imkan ve araçlannı herhangi bir
sermayeden elde edilen kardan değil, tamamıyla ve yalnızca
kendi emeğinin satışından sağlayan; sevinci ve üzüntüsü, yaşa
mas1 ve ölmesi, tüm varlığı emek talebine, dolayısıyla işlerin iyi
gittiği dönemler ile kötü gittiği dönemlerin birbirlerinin yerini
almasına, sınırsız rekabetten doğan dalgalanmalara dayanan sı
nıfıdır. Proletarya, yani proleterlersınıfı, tek sözcükle, 1 9.yüzyılın
çalışan/emekçi sınıfıdır.
3 : Şu halde proleterler her zaman var olmamışlardır?
Hayır. Yoksul halk ve çalışan sınıflar her zaman var olmuştur,
ve bu çalışan sınıflar çoğunlukla yoksuldular. Ama demin sözü
edilen koşullar altında yaşayan bu tür yoksullar, bu tür işçiler,
yani proleterler her zaman var olmamışlardır, nasıl ki rekabet her
zaman serbest ve sınırsız olmamışsa.
4: Proletarya nasıl doğdu?
Proletarya, geçen yüzyılın ikinci yansında İngiltere'de ortaya
çıkan ve o zamandan bu yana dünyanın bütün uygar ülkelerin
de kendini yinelemiş olan sanayi devriminin bir sonucu olarak
doğdu. Bu sanayi devrimine, buhar makinesinin, çeşitli dokuma
makinelelerinin, buharlı tezgahın ve daha birçok başka mekanik
aygıtlann icadı yol açtı. Çok pahalı olan ve bu nedenle, ancak
büyük kapitalistler tarafından satın alınabilen bu makineler, o
güne dek varolan tüm üretim biçimini değiştirdi ve makineler
işçilerin derme çatma çılınklanyla ve el tezgahlanyla ürettikle
rinden daha ucuz ve daha iyi metalar ürettiği için, eski işçileri
89 Ekim 1 847 sonunda yazılmıştır, ilk kez 1 9 1 4'de yayınlanmıştır.
1 30
saf dışı bıraktı. Böylece bu makineler, sanayiyi tümüyle büyük
kapitalistlere teslim etti ve işçilerin sayıca pek az olan kendi mül
kiyetlerindeki üretim araçlarını (aletler, el tezgahlan, vb.) değer
sizleştirdi. Öyle ki, kapitalistler çok geçmeden her şeye el attılar
ve işçilere hiç bir şey kalmadı. Fabrika sistemi, bu yolla, giyim
eşyaları imalatına girmiş oldu. -Makine ve fabrika sisteminin
harekete geçmesinin ardından, fabrika sistemi çok geçmeden
öteki sanayi dallarında da, özellikle pamuklu dokuma ve matbaa
işlerinde, çanak-çömlek ve madeni eşya sanayiinde kullanılma
ya başlandı. Tek tek işçiler arasında giderek daha çok işbölümü
oldu, öyle ki, daha önce tüm bir nesneyi yapan işçi, artık onun
yalnızca bir kısmını üretiyordu. Bu işbölümü ürünlerin daha hızlı
ve dolayısıyla daha ucuza imal edilmelerini olanaklı kıldı. Bu, her
işçinin eylemini, bir makinenin yalnızca aynı yetkinlikte değil,
hatta bundan çok daha iyi bir biçimde yapabildiği çok basit, sü
rekli yinelenen mekanik bir işleme indirgedi. Bu yolla, sanayinin
bütün bu dallan, tıpkı iplikçilik ve dokumacılık gibi, birbiri ardın
dan buhar gücünün, makinenin ve fabrika sisteminin egemenli
ği altına girdiler. Ama böylece, bunlar, aynı zamanda, tamamıyla
büyük kapitalistlerin ellerine geçtiler ve buralarda da işçiler ba
ğımsızlığın son kınntılannı yitirdiler. Yavaş yavaş, gerçek manü
faktürlere ek olarak zanaatlar da, aynı şekilde, giderek daha çok
fabrika sisteminin egemenliği altına girdiler, çünkü burada da,
ma-Iiyetlerden birçok tasarrufların yapılabildiği ve çok yüksek
bir işbölümünün olabildiği büyük atölyelerin kurulmasıyla, bü
yük kapitalistler, küçük zanaatçının yerini giderek daha çok aldı.
Böylece şimdi, uygar ülkelerde hemen hemen bütün üretim
dallarının fabrika sistemi altında yürütüldüğü, ve hemen hemen
bütün dallarda zanaatın ve manüfaktürün büyük sanayi tara
fından saf dışı edildiği noktaya ulaşmış bulunuyoruz.- Bunun
sonucu olarak, eski orta sınıflar, özellikle küçük zanaat ustaları,
giderek daha çok yıkıldılar, işçilerin eski konumlan tamamıyla
değişti, ve bütün öteki sınıftan yavaş yavaş yutan iki yeni sınıf
çıktı ortaya:
1. Bütün uygar ülkelerde bütün geçim araçlarına ve bu geçim
1 31
araçlannın üretimi için gerekli hammaddelere ve aletlere (ma
kineler, fabrikalar, vb.) daha şimdiden hemen hemen tamamiy
le sahip büyük kapitalistler sınıfı. Bu sınıf, burjuvalar sınıfı, ya
da burjuvazidir.
il. Tamamıyla mülksüz olan ve bu yüzden, emeklerini, karşı
lığında zorunlu geçim imkanlannı/araçlannı edinmek için bur
juvalara satmak zorunda kalanlar sınıfı. Bu sınıfa proleterler
sınıfı, ya da proletarya denir.
Soru 5 : Proleterlerin burjuvalara bu emek satışı hangi
koşullar altında yer alır?
Emek herhangi bir başka meta gibi bir metadır, ve fiyatı da
herhangi bir başka metanın fiyatını belirleyen aynı yasalar ta
rafından belirlenir. Büyük sanayinin ya da serbest rekabetin
-ki göreceğimiz gibi, ikisi de aynı kapıya çıkar- egemenli
ği altındaki bir metanın fiyatı, ortalama olarak, her zaman, o
metanın üretim maliyetine eşittir. Emeğin fiyatı da, demek ki,
aynı şekilde emeğin üretim maliyetine eşittir. Emeğin üretim
maliyeti, tamamen, işçinin, kendisini çalışabilir bir durumda
tutmak ve işçi sınıfının yok olmasını önlemek için gereksindiği
geçim araçlan miktanndan ibarettir. Demek ki işçi, emeği kar
şılığında, bu amaç için gerekli olandan daha fazlasını almaya
caktır; emeğin fiyatı ya da ücret, geçim için gerekli en düşük,
asgari miktar olacaktır. İşler hazan kötü, hazan da iyi olduğuna
göre, işçi de bir durumda daha fazla, öteki durumda daha az
alacaktır, tıpkı fabrika sahibinin kendi metaı karşılığında bir
durumda daha fazla, öteki durumda daha az alması gibi. Ama
fabrika sahibi nasıl ki işlerin iyi olduğu zaman ile kötü olduğu
zaman arasında ortalama olarak kendi metaı için, bu metanın
üretim maliyetinden ne daha fazla, ne de daha az alıyorsa, işçi
de ortalama olarak bu asgariden ne fazla, ne de az alacaktır.
Bütün çalışma dallan ne denli büyük sanayinin eline geçerse,
ücretlere ilişkin bu iktisadi yasa da o denli daha sıkı uygulanır.
1 32
6 : Sanayi devriminden önce hangi çalışan sınıflar
vardı?
Çalışan sınıflar, toplumun gelişmesinin farklı aşamalanna
bağlı olarak, farklı koşullar içinde yaşarlar ve mülk sahibi ve
egemen sınıflar karşısında farklı konumlara sahip bulunurlar
dı. Antik Çağda, çalışan halk, tıpkı birçok geri ülkede ve hatta
Birleşik Devletler'in güney kesiminde hala olduğu gibi, sahiple
rinin köleleri idiler. Ortaçağda, tıpkı Macaristan'da, Polonya'da
ve Rusya'da hala olduğu gibi, toprak sahibi soylulann serfleri
idiler. Ortaçağda ve sanayi devrimine dek, kentlerde, bir de kü
çük-burjuva zanaatçılann hizmetinde çalışan kalfalar vardı, ve
manüfaktürün gelişmesiyle birlikte, yavaş yavaş, daha o sıralar,
büyükçe kapitalistler tarafından çalıştınlan manüfaktür işçileri
ortaya çıktı.
7 : Proleter köleden hangi bakımdan farklıdır?
Köle ancak bir kez satılır, proleter ise kendisini gün be gün,
saat be saat satmak zorundadır. Tek bir efendinin mülkü olan
bireysel köle, efendisinin çıkan bunu gerektirdiğinden, ne den
li sefil olursa olsun, güvence altına alınmış bir geçime sahiptir;
emeği ancak birisi buna gereksinme duyduğu zaman kendi
sinden satın alınan ve, deyim yerindeyse, tüm burjuvalar sınıfı
nın mülkü olan bireysel proleter ise, güvence altına alınmış bir
geçime sahip değildir. Bu geçim ancak tüm proleter sınıf için
güvence altına alınmıştır. Köle rekabetin dışındadır, proleter ise
onun içindedir ve bunun bütün dalgalanmalanndan etkilenir.
Köle, uygar toplumun bir üyesi olarak değil, bir şey olarak hesap
edilir; proleter ise bir kişi olarak, uygar toplumun bir üyesi olarak
kabul edilir. Şu halde, köle proleterden daha iyi bir geçime sahip
olabilir, ama proleter, toplumun gelişmesinin daha yüksek bir
aşa-masına mensuptur ve kendisi de köleden daha yüksek bir
aşamada bulunur. Köle, kendisini, bütün özel mülkiyet ilişkile
ri arasından yalnızca kölelik ilişkisini kaldırmakla özgür kılar ve
böylelikle ancak o zaman bizzat bir proleter haline gelir; proleter
ise kendisini, ancak genel olarak özel mülkiyeti kaldırmakla öz-
1 33
gür kılabilir.
8 : Proleter serften hangi bakımdan farklıdır?
Serf, ürünün bir bölümünü teslim etme ya da iş yapma kar
şılığında, bir üretim aletine, bir toprak parçasına ve bunun kul
lanımına sahiptir. Proleter ise, ürünün bir bölümünü alma kar
şılığında, bir başka kişiye ait üretim aletleri ile, bu başka kişinin
hesabına çalışır. Serf verir, proletere ise verilir. Serfin güvence
altına alınmış bir geçimi vardır, proleterin yoktur. Serf rekabetin
dışındadır, proleter ise içinde. Serf, kendisini, ya kente kaçarak
ve orada bir zanaatçı haline gelerek, ya da toprak beyine emek
ve ürün vermek yerine para vererek ve özgür bir kiracı haline ge
lerek, ya da kendi feodal beyini kovup kendisi mülk sahibi haline
gelerek, kısacası, şu ya da bu biçimde mülk sahibi sınıfa ve reka
bete dahil olarak özgür kılar. Proleter ise kendisini, rekabeti, özel
mülkiyeti ve her türlü sınıf ayrımını kaldırarak özgür kılabilir.
9 : Proleter zanaatçıdan hangi bakımdan farklıdır?
1 34
yıkıldı. Şimdiye dek tarihsel gelişimin az çok dışında kalmış bu
lunan ve sanayileri şimdiye dek manüfaktüre dayanmış olan bü
tün yan-barbar ülkeler, böylece, yalıtılmış durumlarından zorla
kopartıldılar. İngilizlerin daha ucuz olan metalarını satın aldılar
ve kendi manüfaktür işçilerini yok olmaya terk ettiler. Böylece,
binlerce yıldır hiç bir ilerleme göstermemiş olan ülkeler, örneğin
Hindistan, gittikçe devrimcileştiler ve artık Çin bile bir devrime
doğru ilerliyor. İngiltere' de bugün icat olunan yeni bir makine
nin, bir yıl içerisinde, Çin'de milyonlarca işçiyi işsiz bıraktığı bir
noktaya gelmiş bulunuyoruz. Büyük sanayi, böylece, dünyanın
bütün halklarını birbirleriyle ilişki içerisine sokmuş, bütün kü
çük yerel pazarları dünya pazarına katmış, her yerde uygarlık
ve ilerleme için zemin hazırlamış ve uygar ülkelerde olan her
şeyin bütün öteki ülkelerde de yankılar uyandırmasına neden
olmuştur. Böylece, eğer İngiltere ya da Fransa'da işçiler şu anda
kendilerini kurtaracak olsalar, bu, bütün öteki ülkelerde de, bu
ülkelerin işçilerine er veya geç kurtuluş getirecek devrimlere yol
açacaktır.
İkincisi, büyük sanayiin manüfaktürün yerini aldığı her yer
de, sanayi devrimi, burjuvaziyi, servetini ve gücünü en yüksek
düzeye ulaştırmış ve onu ülkenin en önde gelen sınıfı yapmış
tır. Sonuç, bunun olduğu her yerde, burjuvazinin, siyasal gücü
ele geçirmesi ve o güne kadarki egemen sınıftan -aristokrasiyi,
lonca ustalarını) ve bunların her ikisini de temsil eden mutlak
monarşiyi- tasfiye etmesi olmuştur. Burjuvazi, aristokrasinin,
soyluluğun gücünü, meşru talan hakkını yahut toprak mülki
yetinin dokunulmazlığını ve soyluluğun bütün ayncahklannı
kaldırmakla yok etti. Lonca ustalarının gücünü ise, bütün lonca
ve zanaat ayncalıklannı kaldırmakla kırdı. Her ikisinin de ye
rine serbest rekabeti, yani herkesin istediği her sanayi dalıyla
uğraşma hakkına sahip olduğu ve gerekli sermaye eksikliği/
kıtlığı dışında onu bu uğraşını sürdürmekten hiç bir şeyin alı
koyamadığı bir toplum düzenini koydu. Serbest rekabetin ge
tirilmesi, bu nedenle, toplum üyelerinin bundan böyle ancak
sermayelerinin eşit olmaması ölçüsünde eşit olma-dıklannın,
1 35
sermayenin belirleyici güç haline geldiğinin ve, dolayısıyla,
kapitalistlerin, burjuvalann, toplumun en önde gelen sınıfı
olduklannın resmen ilanı demektir. Ama büyük sanayiin baş
laması için serbest rekabet zorunludur, çünkü büyük sanayiin
üzerinde büyüyebileceği tek toplum düzeni budur. Soyluluğun
ve lonca ustalannın toplumsal güçlerini böylece yok etmiş olan
burjuvazi, onlann siyasal güçlerini de yok etti. Toplumun en
önde gelen sınıfı olarak burjuvazi, siyasal alanda da kendisini
en önde gelen sınıf ilan etti. Bunu, yasa karşısında burjuva
eşitliğine ve serbest rekabetin yasal olarak tanınmasına daya
nan, ve Avrupa ülkelerine anayasal monarşi biçiminde girmiş
olan temsil sistemini kurmakla yaptı. Bu anayasal monarşiler
altında yalnızca belli bir miktarda sermaye sahibi olanlar, yani
burjuvalar seçmendirler; bu burjuva seçmenler milletvekilleri
ni seçerler, ve bu burjuva milletvekilleri de, vergileri reddetme
hakkı aracılığıyla bir burjuva hükümet seçerler.
Üçüncüsü, sanayi devrimi burjuvaziyi ne ölçüde yaratmışsa,
aynı ölçüde proletaryayı da yaratmıştır. Burjuvalann zengin
leşmeleri oranında proleterler de sayıca artmışlardır. Çünkü
proleterler ancak sermaye tarafından istihdam edilebildiklerin
den ve sermaye de ancak emek istihdam etmekle arttığından,
proletaryanın büyümesi, sermayenin büyümesiyle at başı gider.
Aynı zamanda bu, burjuvalan da, proleterleri de, sanayiin en
karlı bir biçimde işletilebildiği büyük kentlerde yoğunlaştım,
ve büyük yığınlan bu bir tek yere yığmakla proleterleri kendi
güçlerinin bilincine vardınr. Aynca, bu ne denli gelişirse, el
emeğini yerinden eden o denli çok makine icat olunur, büyük
sanayi, daha önce de söylediğimiz gibi, ücretleri o denli as
gariye indirir, ve böylelikle proletaryanın durumunu giderek
daha da çekilmez hale getirir. Böylece, bir yanda proletaryanın
büyüyen hoşnutsuzluğu, öte yanda büyüyen gücü ile, sanayi
devrimi, proletaryanın yapacağı bir toplumsal devrim hazırlar.
1 2 : Sanayi devriminin öteki sonuçlan neler oldu?
Buhar makinesi ve öteki makinelerle, büyük sanayi, sınai
1 36
üretimi kısa bir zamanda ve küçük bir masrafla sınırsız bir öl
çüde artmnanın araçlannı yaratmış oldu. Bu üretim kolaylığı
ile, büyük sanayiin zorunlu sonucu olan serbest rekabet, çok
geçmeden son derece yoğun bir nitelik kazandı ; çok sayıda
kapitalist, sanayie atıldı, ve çok geçmeden kullanılabilecek
olandan daha fazlası üretilmeye başlandı. Sonuç, imal edilen
mallann satılamaması ve ticaret bunalımı denen şeyin ortaya
çıkması oldu. Fabrikalar durmak zorunda kaldı, fabrika sahip
leri iflas etti, ve işçiler ekmek kapılannı yitirdiler. Her yerde
büyük bir sefalet vardı. Bir süre sonra fazla ürünler satıldı, fab
rikalar gene çalışmaya başladı, ücretler yükseldi ve işler her
zamankinden daha bir canlılık kazandı. Ama çok geçmeden
gene çok fazla metalar üretildi, bir başka bunalım ortaya çıktı
ve bir öncek.iyle aynı yolu izledi. Böylece, bu yüzyılın başından
beri sanayiin durumu, bolluk dönemleri ile bunalım dönemleri
arasında dalgalandı durdu, ve hemen hemen her beş ya da yedi
yılda bir, düzenli olarak, benzer bir bunalım meydana geldi, ve
her seferinde işçilerde en büyük sefalete, genel devrimci coşku
ya ve tüm mevcut sistem için de en büyük tehlikeye yol açtı.
1 3 : Düzenli olarak yinelenen bu ticaret bunalımlarından
ne gibi sonuçlar çıkartılabilir?
Birincisi, serbest rekabeti gelişmesinin başlangıç, aşamalann
da büyük sanayiin kendisi yaratmışsa da, şimdi artık, her şeye
karşın, serbest rekabete sığmıyor; rekabet, ve genel olarak sınai
üretimin bireyler tarafından sürdürülmesi, büyük sanayi için kır
ması gereken ve kıracağı bir ayak bağı haline gelmiştir; büyük
sanayi, mevcut temeller üzerinde yürütüldüğü sürece, her ke
resinde tüm uygarlığı tehdit eden, yalnızca proleterleri sefalete
sürüklemekle kalmayıp çok sayıda burjuvalan da yıkan ve her
yedi yılda bir tekrarlanan genel bir kargaşalık sayesinde ayakta
kalabilir; dolayısıyla ya büyük sanayi in kendisi terkedilmelidir, ki
bu kesinlikle olanaksızdır, ya da bu durum, sınai üretimin artık
birbirleriyle rekabet eden tek tek fabrika sahipleri tarafından yö
netilmeyip, belli bir plan uyannca ve herkesin gerek-sinmeleri
1 37
uyarınca toplumun tümü tarafından yönetildiği, tamamıyla yeni
bir toplum örgütlenmesini mutlaka zorunlu kılar.
İkincisi, büyük sanayi ve onun olanaklı kıldığı üretimin sı
nırsız genişlemesi, toplumun her üyesinin bütün yeti ve yete
neklerini tam bir özgürlük içerisinde geliştirip kullanabilmesi
ne yetecek miktarda zorunlu yaşam nesnelerinin üretildiği bir
toplumsal düzen yaratabilir. Böylece, büyük sanayiin mevcut
toplum içerisinde bütün sefaleti ve bütün ticaret bunalımlarını
yaratan bu niteliğidir ki, farklı bir toplumsal örgütlenme içe
risinde bu aynı sefaleti ve bu feci dalgalanmaları yok edecek
tir.
Şu halde, en açık bir biçimde tanıtlanıyor ki :
ı . Bundan böyle, bütün bu hastalıklar, yalnızca, varolan ko
şullara artık tekabül etmeyen bu toplumsal düzene mal edile
cektir;
2. Bu hastalıktan yeni bir toplumsal düzen sayesinde tama
mıyla ortadan kaldırmanın çareleri mevcuttur.
Soru 1 4 : Bu nasıl bir yeni toplumsal düzen
olmalıdır?
Her şeyden önce, sanayiin işletilmesini ve genel olarak üreti
min bütün dallarını, birbirleriyle rekabet eden ayn ayn bireylerin
ellerinden almak ve bunun yerine, bütün bu üretim dallarının
bir tüm olarak toplum tarafından, yani toplumsal bir plan uya
rınca ve toplumun bütün üyelerinin katılmalarıyla, toplum yara
n na işletilmesini sağlamak zorunda olacaktır. Dernek ki, rekabeti
kaldıracak ve onun yerine birlikteliği koyacaktır.
Sanayiin bireyler tarafından işletilmesi zorunlu olarak özel
mülkiyet sonucunu verdiğine göre, ve rekabet sanayinin tek
tek özel sahipler tarafından işletilme biçiminden başka bir şey
olmadığına göre, özel mülkiyet, sanayinin bireysel olarak işle
tilmesinden ve rekabetten ayrılamaz, şu halde, özel mülkiyet
de kaldırılmak zorunda olacaktır, ve onun yerine bütün üre
tim araçlarının ortaklaşa kullanımı ve bütün ürünlerin ortak
nza ile dağıtımı, ya da mülkiyetin ortaklaşalığı denilen şey
1 38
olacaktır. Özel mülkiyetin kaldınlması, gerçekten de, sanayiin
gelişmesini zorunlu olarak izleyen bu tüm toplumsal sistem dö
nüşümünün en özlü ve en karakteristik özetidir, ve dolayısıyla,
bu, haklı olarak, komünistlerin temel istemleri oluyor.
1 5 : Şu halde, özel mülkiyetin daha önce kaldırılması
olanaklı değil miydi?
Hayır. Toplum düzenindeki her değişiklik, mülkiyet90 biçim
lerindeki her devrim, eski mülkiyet ilişkileriyle artık bağdaş
mayan yeni üretici güçlerin yaratılmasının zorunlu sonucu
olmuştur. Özel mülkiyetin kendisi de bu şekilde doğmuştur.
Çünkü özel mülkiyet her zaman var olmamıştır, ama ortaçağın
sonlarına doğru, manüfaktür biçimi olarak, ortaya, o sıradaki
mevcut feodal ve lonca mülkiyetine tabi kılınamayan yeni bir
üretim biçimi çıktı, eski mülkiyet ilişkilerine sığmayan ma
nüfaktür, yeni bir mülkiyet -özel mülkiyet - biçimi yarattı.
Manüfaktür için ve büyük sanayiin gelişiminin birinci aşaması
için, özel mülkiyetten başka hiç bir mülkiyet biçimi ve özel
mülkiyet üzerine, kurulmuş olandan başka hiç bir toplum dü
zeni olanaklı değildi. Yalnızca herkese yetecek kadarla kalma
yıp, toplumsal sennayenin artması ve üretici güçlerin daha da
gelişmesi için bir fazlalık da üretmek olanaklı olmadığı sürece,
toplumun üretici güçlerini kullanan bir egemen sınıf ve bir
de yoksul ezilen sınıf her zaman olacaktır. Bu sınıfların nasıl
oluştukları üretimin gelişme aşamasına bağlı olacaktır. Tanına
bağlı olan ortaçağda, bey ile serfi buluyoruz: ortaçağın sonla
rına doğru, kentlerde, lonca ustasını ve kalfayı ve gündelikçi
emekçiyi görürüz; 1 7. yüzyılda, manüfaktürcü ve manüfaktür
işçisi vardır; 19. yüzyılda ise büyük fabrika sahibi ve proleter.
90 Genellikle kişisel mülkiyet gibi anlaşılan özel mülkiyet kavramı esasen herkese
açık olmayan mülkiyet hakkı demektir. Bu bağlamda da kastedilen özel mülkiyet
hakkı sadece bir sınıfa ait olan ve bilhassa üreticilere/proleterlere açık olmayan mül
kiyet hakkı demektir. Bir başka ifadeyle üreticilerin üretim araçlarından tamamen
kopartılması demektir. Bahis konusu olan özel eşyalar vb. üzerinde bireysel mülkiyet
hakkı değil, üretim araçları üzerinde bir tek sınıfa hasredilmiş ve diğer temel sınıfın
tümüyle mahrum olduğu özel mülkiyet hakkıdır. Öyle ki proletaryanın teşkil ettiği
diğer temel sınıf üretim araçlarının mülkiyetine ancak kolektif/sınıf olarak erişebi
lir.OD
1 39
Açıktır ki, üretici güçler, şimdiye dek, henüz herkes için
yeterli miktarda üretebilecek ya da özel mülkiyeti bu üreti
ci güçler için bir ayak bağı, bir engel haline getirecek kadar
gelişmemişlerdi. Ama birincisi, büyük sanayiin gelişmesinin
şimdiye dek duyulmamış ölçekte sermaye ve üretici güç yarat
mış olduğu ve bu üretici güçleri kısa bir sürede sınırsız ölçüde
artırma imkanlarının var olduğu; ikincisi, bu üretici güçlerin
birkaç burjuvanın ellerinde yoğunlaşmış olmasına karşın, geniş
halk yığınlarının giderek daha çok proleterler haline geldiği
ve bunların durumlarının burjuvaların zenginliklerinin artması
ölçüsünde daha da perişanlaştığı ve çekilmez bir hal aldığı;
üçüncüsü, kolayca artırılabilecek bu kuvvetli üretici güçlerin,
özel mülkiyetin ve burjuvaların boyutlarını toplumsal düzende
her an en şiddetli patlamalara yol açacak kadar aşmış olduğu
bugün ise, özel mülkiyetin kaldırılması yalnızca olanaklı hale
gelmemiş, hatta mutlak bir zorunluluk olmuştur.
1 6 : Özel mülkiyetin kaldınlınasını barışçıl yöntemlerle
gerçekleştirmek olanaklı olacak mıdır?
Bunun olabilmesi istenilen bir şeydir, ve buna karşı direnecek
en son kişiler elbette komünistler olurdu. Komünistler, komp
lonun hiç bir türlüsünün, hiç bir yarar sağlamadığı gibi, hatta
zararlı olduğunu çok iyi biliyorlar. Devrimlerin kasten ve keyfi
olarak yapılmadıklarını, bunların her yerde ve her zaman belirli
partilerin ve koskoca sınıfların irade ve önderliklerinden tama
mıyla bağımsız koşulların zorunlu sonuçlan olduklarını çok iyi
biliyorlar. Ama, proletaryanın gelişmesinin, hemen her uygar
ülkede, zorla basnnldığını ve komünistlerin muhaliflerinin, böy
lece, bütün güçleriyle, bir devrime doğru gittiklerini de görü
yorlar. Ezilen proletarya, sonuçta bir devrime zorlanacak olursa,
biz komünistler, nasıl şimdi sözle yapıyorsak, o zaman fiilen de
proleterlerin davasını savunacağız.
1 7 : Özel mülkiyeti bir çırpıda kaldırmak olanaklı olacak
mıdır?
Hayır, mülkiyetin ortaklaşahğını kurmak için mevcut üretici
1 40
güçleri, bir çırpıda gereken ölçüde artırmak ne kadar olanak
sızsa, böyle bir şey de o kadar olanaksızdır. Şu halde, nasıl olsa
yaklaşan proleter devrim, mevcut toplumu ancak yavaş yavaş
değiştirecek ve özel mülkiyeti ancak gerekli miktarda üretim
aracı yaratıldığı zaman kaldırabilecektir.
1 8 : Bu devrim nasıl bir yol izleyecektir?
Her şeyden önce, bir demokratik yapıyı, ve böylelikle de, do
laysız ya da dolaylı biçimde, proletaryanın siyasal egemenliğini
yürürlüğe koyacaktır. Proletaryanın şimdiden halkın çoğunluğu
nu oluşturduğu İngiltere'de dolaysız olarak. Halkın çoğunluğu
nun yalnızca proleterlerden değil, henüz yeni yeni proleterleşen
ve siyasal çıkarları bakımından proletaryaya gittikçe daha çok
bağımlı hale gelen ve bu yüzden de çok geçmeden proletarya
nın istemlerine uymak zorunda kalacak olan küçük köylülerden
ve kent küçük-burjuvazisinden oluştuğu Fransa ve Almanya'da
ise, dolaylı olarak. Bu belki de ikinci bir savaşı gerektirecektir,
ama ancak proletaryanın zaferiyle sonuç-lanabilecek bir sava
şı.
Özel mülkiyete doğrudan saldıran daha ileri önlemleri ger
çekleştirmenin ve proletaryanın yaşamını sürdürebilmesinin
imkanlarını sağlamanın bir aracı olarak ivedilikle kullanılma
yacak olduktan sonra, demokrasinin proletaryaya hiç bir yaran
olmaz. Mevcut koşulların şimdiden zorunlu hale getirdiği bu
önlemler arasında başlıcaları şunlardır:
1 . Müterakki vergilendirme, yüksek veraset vergileri, ikinci
dereceden akrabaların (erkek kardeşler, yeğenler, vb.) veraset
haklarının kaldırılması, zorunlu ikrazlar, vb. yoluyla özel mül
kiyetin sınırlandırılması.
2. Toprak maliklerinin, fabrika sahiplerinin, demiryolu ve
gemicilik ayncalıklannı ellerinde bulunduranların, kısmen
devlet sanayiinin rekabetiyle, kısmen doğrudan tedbiren el
koyma yoluyla yavaş yavaş mülksüzleştirilmeleri.
3. Halkın çoğunluğuna başkaldıran bütün göçmen/yabancı
ların ve isyancıların mülklerine zorla el konması.
1 41
4. Proleterlerin çalışmasının ya da istihdamının, ulusal mülk
lerde, ulusal fabrika ve atölyelerde örgütlendirilmesi, böylelikle
işçilerin kendi aralanndaki rekabete son verilmesi ve, hala var
olduklan sürece, fabrika sahiplerinin devletin ödediği kadar
yüksek ücret ödemeye zorlanmalan.
5. Özel mülkiyet tamamıyla kaldınlıncaya kadar, toplumun
tüm üyeleri için eşit çalışma yükümlülüğü. Özellikle tanmda
sanayi ordulannın kurulması,.
6. Sermayesi devletin olan bir ulusal banka aracılığı ile kredi
ve bankacılık sisteminin devlet elinde merkezileştirilmesi ve
bütün özel bankalann ve bankerlerin faaliyetlerine son veril
mesi.
7. Ulusun elindeki sermayenin ve işçilerin artması oranında,
ulusal fabrikalann, atelyelerin, demiryollannın ve gemilerin
artmlması, bütün boş topraklann ekime açılması ve halen eki
len topraklann iyileştirilmesi.
8. İlk ana bakımına gereksinme duymayacak kadar büyür
büyümez, bütün çocuklann ulusal kurumlarda ve ulus hesabı
na eğitilmeleri. Üretimle birleştirilmiş eğitim.
9. Ulusal mülkler üzerinde, sanayi ile olduğu kadar tanmla
da uğraşan yurttaş topluluklan için ortak bannak olarak kul
lanılmak üzere, büyük saraylann inşası, ve her ikisinin de tek
yanhhklan ve sakıncalan olmaksızın hem kentsel ve hem de
kırsal yaşamın üstünlüklerinin birleştirilmesi.
10. Sağlığa aykın ve kötü inşa edilmiş bütün konutlann ve
mahallelerin yıkılması.
1 1 . Gayrimeşru ve meşru çocuklann miras hakkından eşit
olarak yararlandmlmalan.
1 2. Bütün ulaşım araçlannın ulusun elinde yoğunlaşma
sı.
Bütün bu önlemler, elbette ki, bir anda uygulanamazlar.
Ama bunlardan her biri, her zaman, bir ötekini gerektirecektir.
Özel mülkiyete karşı ilk köklü saldında bir kez bulunuldu mu,
proletarya, durumdan daha ileriye gitmek, bütün sermayeyi,
bütün tanını, bütün sanayiyi, bütün ulaşımı, ve bütün değişimi
1 42
gittikçe daha çok devletin elinde yoğunlaştırmak zorunda kal
dığını görecektir. Bu önlemlerin hepsi de, bu gibi sonuçlara yol
açarlar; ve ülkenin üretici güçlerinin proletaryanın emeği ile
çoğaltılması oranında bunlar, gerçekleşebilir hale gelecekler ve
merkezileştirici etkilerini geliştireceklerdir. Nihayet, bütün ser
maye, bütün üretim ve bütün değişim ulusun ellerinde yoğun
laştığında, özel mülkiyet kendiliğinden ortadan kalkacak, para
gereksiz olacak, ve üretim o denli artmış ve insanlar o denli
değişmiş olacaklardır ki, eski toplumsal ilişkilerin son biçimleri
de yok olabilecektir.
ı 9 : Bu devrimin yalnızca tek ülkede yer alınası olanaklı
olacak mıdır?
Hayır. Dünya pazarını yaratmış olan büyük sanayi, yeryüzün
deki bütün halkları, ve özellikle de uygar halkları öylesine bir
birlerine bağlamıştır ki, her halkın başına gelecekler, bir ötekine
bağlıdır. Aynca, büyük sanayi bütün uygar ülkelerde toplumsal
gelişmeyi öylesine eşitlemiştir ki, bütün bu ülkelerde burjuvazi
ve proletarya, toplumun iki belirleyici sınıfı, ve bunlar arasındaki
savaşım da, günün temel savaşımı olmuştur. Komünist devrim,
bu yüzden, hiçbir biçimde salt ulusal bir devrim olmayacaktır;
bu, bütün uygar ülkelerde, yani en azından İngiltere, Amerika,
Fransa ve Almanya'da, aynı zamanda yer alan bir devrim ola
caktır. Bu ülkelerin her birinde devrim, o ülkenin daha gelişkin
bir sanayie, daha çok zenginliğe, ve daha batın sayılır bir üretici
güçler kitlesine sahip olup olmayışına bağlı olarak, daha çabuk
ya da daha yavaş gelişecektir. Dolayısıyla, bunu gerçekleştir
mek, en yavaş ve en güç Almanya'da, en çabuk ve en kolay da
İngiltere'de olacaktır. Bunun dünyanın öteki ülkeleri üzerinde de
önemli etkileri olacak ve bunların daha önceki gelişme biçimle
rini tamamıyla değiştirecek ve büyük çapta hızlandıracaktır. Bu,
dünya çapında bir devrimdir, ve dolayısıyla kapsamı da dünya
çapında olacaktır.
2 0 : Özel mülkiyetin nihai olarak kaldınlınasının
sonuçları neler olacaktır?
1 43
Her şeyden önce, toplumun, hem bütün üretici güçlerin ve
haberleşme araçlarının kullanımını ve hem de ürünlerin değişim
ve dağıtımını özel kapitalistlerin ellerinden alarak, bunları elde
bulunan olanaklara ve tüm toplumun ihtiyaçlarına uygun düşen
bir plan uyarınca yönetmesiyle, büyük sanayinin şu andaki işle
tilişinin bütün kötü sonuçlan ortadan kaldınlmış olacaktır. Buna
lımlar son bulacaktır; mevcut toplum sistemi altında aşın üretim
demek olan ve sefaletin bunca büyük bir nedeni olan genişletil
miş üretim, o zaman yeterli bile olmayacak ve çok daha geniş
letilmek zorunda kalacaktır. Toplumun acil ihtiyaçlarının ötesin
deki aşın üretim, sefalet yaratmak yerine, herkesin ihtiyaçlarının
karşılanması demek olacak, yeni ihtiyaçlar ve aynı zamanda da
bunları karşılayacak araçlar yaratacaktır. Bu, yeni ilerlemelerin
koşulu ve nedeni olacak, ve bu ilerlemeleri, böylelikle, toplum
düzeninde şimdiye dek hep olduğu gibi kargaşalığa yol açmak
sızın başaracaktır. Manüfaktür sistemi zamanımızın büyük sa
nayii ile kıyaslandığında ne denli zavallı kalıyorsa, büyük sanayi
de, özel mülkiyetin baskısından bir kez kurtuldu mu, bugünkü
gelişme düzeyini o denli zavallı bırakacak bir ölçekte gelişecek
tir. Sanayinin bu gelişmesi, topluma, herkesin ihtiyaçlarını kar
şılamaya yeterli miktarda ürün sağlayacaktır. Aynı şekilde özel
mülkiyetin baskısıyla ve topraktaki parçalanmayla kösteklenen
tarımda, mevcut iyileştirmelerin uygulamaya konmasından ve
bilimsel ilerlemelerden yepyeni bir hız kazanacak ve toplumun
emrine bol miktarda ürün sunacaktır. Toplum böylece dağıtımı
nı bütün üyelerinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenleye
bilmesine yeterli miktarda ürün üretecektir. Toplumun çeşitli
karşıt sınıflara bölünmesi, böylelikle, gereksiz hale gelecektir.
Yalnızca gereksiz olmakla kalmayacak, bu, yeni toplum düzeni
ile bağdaşmayacaktır da. Sınıflar işbölümü yüzünden var oldu
lar, bu işbölümünün bugüne kadarki varlık biçimi tamamıyla
yok olacaktır. Çünkü sınai ve tarımsal üretimi tanımlanan düze
ye getirmek için, mekanik ve kimyasal araçlar tek başlarına ye
terli değildir; bu araçları harekete geçiren insanların yetenekleri
de buna tekabül eden bir ölçüde geliştirilmelidir. Nasıl ki geçen
1 44
yüzyılda köylüler ve manüfaktür işçileri tüm yaşam biçimlerini
değiştirmişler ve büyük sanayie sürüklendiklerinde bizzat çok
farklı insanlar haline gelmişlerse, üretimin toplumun tamamı
tarafından ortak yönetimi ve bunun sonucu üretimin göstere
ceği yeni gelişme de çok farklı insanları gerektirecek ve aynı za
manda bunlan yaratacaktır. Üretimin ortak yönetimi, her biri tek
bir üretim dalına bağlanmış, ona zincirlenmiş, onun tarafından
sömürülen, her biri bütün öteki yetenekleri pahasına yetenekle
rinden yalnızca bir tekini geliştirmiş ve toplam üretimin yalnızca
bir tek dalını, ya da o dallardan birini bilen buğunün insanları
tarafından gerçekleştirilemez. Bugünün sanayii bile, bu gibi in
sanlardan gittikçe daha az yararlanıyor. Toplumun tümü tarafın
dan ortaklaşa ve planlı olarak yürütülen sanayi, aynca, her yön
den gelişmiş, üretim sisteminin tamamını kavrama yeteneğine
sahip insanlar öngörür. Böylece birini köylü, ötekini ayakkabıcı,
bir üçüncüsünü fabrika işçisi, bir dördün-cüsünü borsa tellalı
yapan -ki makineler bu kimselerin ayaklarını daha şimdiden
kaydırmıştır- işbölümü tamamıyla yok olacaktır. Eğitim, genç
insanlara üretim sisteminin tamamını baştan başa çarçabuk
görme olanağını verecek, toplumun gereksinmelerine ya da
kendi eğilimlerine göre onlann sanayinin bir dalından ötekine
geçebilmelerini sağlayacaktır. Dolayısıyla, mevcut işbölümünün
bunlardan her birine zorla kabul ettirdiği bu tek-yanlılıktan on
lan kurtaracaktır. Toplumun komünistçe örgütlenmesi, böylece,
üyelerine, her yönde gelişmiş bulunan yeteneklerini, her yön
de kullanma şansını verecektir. Bununla, çeşitli sınıflar zorunlu
olarak yok olacaklardır. Şu halde, toplumun komünistçe örgüt
lenmesi, bir yandan sınıfların varlığı ile bağdaşmaz, öte yandan
bu toplumun kurulması da, bu sınıf fark.lılıklannı yok etmenin
araçlarını sağlar.
Bundan, kent ile köy arasındaki karşıtlığın da, aynı şekilde,
yok olacağı sonucu da çıkar. Tanının ve sanayinin iki farklı
sınıf yerine, aynı insanlar tarafından yürütülmesi, zaten, salt
maddi nedenlerden ötürü, komünist birlikteliğin temel bir ko
şuludur. Tarımsal nüfusun kırdaki dağınık.lığı ile sınai nüfu-
1 45
sun büyük kentlere yığılmasının yan yana bulunması, tanının
ve sanayinin ancak az gelişmişlik aşamasına tekabül eden bir
durumdur, kendisini daha şimdiden şiddetle hissettiren bütün
daha ileriki gelişmeler için bir engeldir.
Üretici güçlerin ortak ve planlı olarak işletilmesi amacıyla
toplumun bütün üyelerinin genel birlikteliği; üretimin herke
sin gereksinmelerini karşılayacak ölçüde genişletilmesi ; kimi
lerinin gereksinmelerinin başkalarının pahasına karşılanması
durumunun son bulması ; sınıfların ve bunların karşıtlıklarının
tamamıyla yok edilmesi; bugüne kadar mevcut olan işbölümü
nün kaldırılmasıyla, sınai eğitimle, iş alanının değiştirilmesiyle,
herkesçe sağlanan zevklerden herkesin yararlanmasıyla, kent
ile kınn kaynaşmasıyla toplumun bütün üyelerinin yetenekle
rinin her bakımdan gelişmesi; özel mülkiyetin kaldırılmasının
temel sonuçlan işte bunlardır.
2 1 : Komünist toplum düzeninin aile üzerindeki etkisi ne
olacaktır?
Bu, cinsiyetler arasındaki ilişkiyi, yalnızca ilgili kişileri ilgilen
diren ve toplumun hiç bir müdahale isteminde bulunmayacağı
salt özel bir ilişki haline getirecektir. Bunu yapabilecek durum
dadır, çünkü özel mülkiyeti kaldırmakta ve çocukları komünal
olarak eğitmekte, böylece bugüne kadar mevcut evliliğin ikiz
temelini -özel mülkiyet sayesinde kadının kocaya ve çocuk
ların da ana-babaya olan bağımlılığını- yok etmektedir. Ahlak
dersi veren dar kafalıların kadınların komünist ortaklaşalığına
karşı kopardıkları yaygaranın yanıtı da buradadır. Kadınların or
taklaşalığı tümüyle burjuva toplumuna ait bir ilişkidir ve bugün
eksiksiz bir biçimde fuhuş ile gerçekleşmektedir. Ama fuhuşun
kökleri özel mülkiyettedir ve onunla birlikte o da kalkar. Şu hal
de, komünist örgütlenme, kadınlarda ortaklaşalığı getirmek ye
rine, ona son verir.
2 2 : Komünist örgütlenmenin mevcut milliyetler
karşısındaki tutumu ne olacaktır?
Kalacak...
1 46
2 3 : Mevcut dinler karşısındaki tutumu ne olacaktır?
-Kalacak...
24: Komünistler sosyalistlerden hangi bakımdan
farklıdırlar?
Sosyalist denilenler üç gruba ayrılırlar.
Birinci grup, büyük sanayi, dünya ticareti ve bunların ildsi
nin var ettiği burjuva toplumu tarafından yıkılmış, ya da hala
gün be gün yıkılmakta olan feodal ve ataerkil toplum yanlıla
rından oluşur. Bugünkü toplumunun hastalıklarından, bu grup,
feodal ve ataerkil toplumun yeniden kurulması gerektiği, çün
kü onun bu hastalıklardan uzak olduğu sonucunu çıkartıyor.
Bu grubun bütün önerileri, doğrudan ya da dolambaçlı olarak,
bu hedefe yöneliktir. Proletaryanın sefaleti karşısındaki bütün
yakınlık gösterilerine ve yakınmalara karşın, komünistler, bu
gerici sosyalistler grubuna şiddetle karşı koyacaklardır, çünkü;
1 . bu grup tamamen olanaksız bir şey için uğraşı
yor;
2. bu grup, mutlakiyetçi ya da feodal hükümdarlardan, bü
rokratlardan, askerlerden ve rahiplerden oluşan maiyetleriyle
birlikte aristokrasinin, lonca ustalarının ve manüfaktürcülerin
egemenliğini; bugünkü toplumun kusurlarından gerçekten de
uzak olan, ama peşinden en azından bir o kadar başka kötülük
getiren ve ezilen sınıfların bir komünist örgütlerime yoluyla
kurtuluşları için umut dahi vermeyen bir toplumu kurmaya
çalışıyor;
3. proletarya ne zaman devrimci ve komünist olsa, bu grup,
proleterlere karşı burjuvaziyle derhal bağlaşıklık kurarak ger
çek niyetlerini her zaman açığa vuruyor.
İkinci grup, bugünkü toplumun ayrılmaz kötülüklerinin
onları kendi varlıkları konusunda telaşa düşürdüğü mevcut
toplum yandaşlarından oluşur. Bunlar, bu yüzden, mevcut top
lumu korumaya, ama ona bağlı olan kötülükleri kaldırmaya
çabalarlar. Bu amacı göz önüne alarak, bunlardan bazıları salt
hayırsever önlemler; ötekiler ise, toplumu yeniden örgütleme
1 47
bahanesi altında, mevcut toplumun temellerini, ve dolayısıyla
mevcut toplumun kendisini koruyacak tantanalı reform sis
temleri önerirler. Komünistler bu burjuva sosyalistlerine karşı
da durmadan savaşmak durumunda olacaklardır, çünkü bunlar
komünistlerin düşmanları için çalışıyorlar ve komünistlerin
yıkmak amacında oldukları toplumu savunuyorlar.
Nihayet, üçüncü grup, Komünist İman Yemini Taslağında
sıralanan önlemlerden bir kısmını komünistlerle aynı şekilde,
ama komünizme geçişin bir aracı olarak değil de, mevcut top
lumun sefaletini kaldırmaya ve kötülüklerini yok etmeye yeter
li önlemler olarak arzulayan demokratik sosyalistlerden oluşur.
Bu demokratik sosyalistler, ya kendi sınıflarının kurtuluş koşul
lan konusunda henüz yeterince aydınlanmamış proleterlerdir,
ya da demokrasi kazanılana ve bunu izleyen sosyalist önlemler
gerçekleşene dek proletarya ile birçok bakımlardan aynı çıkar
lara sahip olan bir sınıfın, küçük-burjuvazinin üyeleridirler.
Eylem anlarında komünistler, bu nedenle, bu demokratik sos
yalistlerle bir anlaşmaya varmak ve, bu demokratik sosyalistler
egemen burjuvazinin hizmetine girmedikleri ve komünistlere
saldırmadık.lan sürece, bunlarla genel olarak şimdilik olabildi
ğince ortak bir politika izlemek durumundadırlar. Açıktır ki, bu
ortak eylem, onlarla olan aynhklann tartışılmasını dıştalamaz.
2 5 : Komünistlerin günümüzün öteki siyasal partileri
karşısındaki tutumu nedir?
Bu tutum ülkeden ülkeye değişir. - Burjuvazinin egemen ol
duğu İngiltere, Fransa ve Belçika'da, komünistler, çeşitli demok
ratik partilerle, halen her yerde savundukları sosyalist önlemler
de demokratlar komünistlere ne kadar yaklaşacak olurlarsa, yani
bunlar proletaryanın çıkarlarını ne kadar açık ve kesin bir biçim
de savunacak ve proletaryaya ne kadar çok dayanacak olurlar
sa o kadar büyük olan ortak bir çıkara şimdilik hala sahiptirler.
Örneğin İngiltere'de, hepsi de işçi olan çartistler komünistlere,
demokratik küçük-burjuvaziden ya da radikal denenlerden çok
daha yakındırlar.
1 48
Demokratik bir anayasanın getirilmiş olduğu Amerika'da,
komünistler, bu anayasayı burjuvaziye karşı çevirecek ve onu
proletaıyanın çıkarları doğrultusunda kullanacak olan parti ile,
yani ulusal tanın reformcuları ile dava ortaklığı yapmalıdır
lar.
İsviçre'de, hala çok karışık bir parti olmalarına karşın, ra
dikaller, gene de komünistlerin birlikte herhangi bir şey ya
pabilecekleri tek kimselerdir, ve aynca, bu radikaller arasında
Vaud ve Cenevre kantonlarında bulunanlar en ileri olanlar
dır.
Nihayet, Almanya'da burjuvazi ile mutlak monarşi arasında
ki kesin savaşım uzak değildir. Ne var ki komünistler, kendileri
ile burjuvazi arasındaki kesin savaşımı burjuvazi egemen olun
caya dek hesaba katamayacaklanna göre, kendisini bir an önce
devirmek için burjuvazinin bir an önce iktidara gelmesinde ona
yardımcı olmak kömünistlerin çıkarınadır. Dolayısıyla komü
nistler, her zaman, hükümetler karşısında liberal burjuvazinin
yanında yer almalı, ama burjuvazinin kuruntularını paylaşma
ya, ya da burjuvazinin zaferinin proletaıyaya getireceği yarar
lar konusunda bunların verdikleri sahte güvencelere inanmaya
karşı her zaman tetikte olmalıdırlar. Burju-vazinin zaferinin
komünistlere sağlayacağı tek yarar şunlar olacaktır:
1 . komünistler için kendi ilkelerini savunmayı, tartışmayı
ve yaymayı ve böylece proletaıyayı sıkıca örülmüş, militan
ve örgütlü bir sınıf halinde birleştirmeyi kolaylaştıran çeşitli
ödünler, ve;
2. mutlakiyetçi hükümetlerin düştüğü gün, sıranın, burju
valar ile proleterler arasındaki savaşa geleceğinin kesin oluşu.
Komünistlerin parti politikası, o günden sonra, burjuvazinin
halen egemen olduğu ülkelerdeki ile aynı olacaktır.
1 49
EK 4
Devrimcinin İlmihali
Sergey Neçayev91
Devrimcinin Rehberi olması Gereken İlkeler
ı. Devrimci adanmış bir insandır. Kendine has çıkarları
yoktur ; kendine has ilişkileri, duygulan, bağ ve bağlantıları yok
tur; malı mülkü yoktur; adı bile yoktur. Her şeyi bir tek ve biricik
ilgi alanı tarafından bir tek düşünce ve bir tek ihtiras tarafından
massedilmiştir: devrim.
2. En derin benliğinde sadece sözde değil eylemleriyle de
yerleşik düzenle ve bir bütün olarak kültür alemiyle onların
yasalarıyla, toplumsal sözleşmeleriyle, ahlak ilkeleriyle mülki
yet ilişkileriyle her türlü bağı koparmıştır. Bu alemin yılmaz bir
düşmanıdır. Eğer hala bu alemde yaşıyorsa onu büsbütün yok
edebilmek içindir.
3. Devrimci doktrinleri lanetler ve sıradan bilimleri red-
dedip bunları gelecek kuşaklara emanet eder. Bir tek bilimi ta
nır; yok etmenin bilimini. Bu amaçla ve sadece bunun için me
kaniği fiziği ve kimyayı belki tıbbı da öğrenir. Bu amaçla canlı
bilimi yani halkı onun özelliklerini işleyişini mevcut toplumsal
düzeni teşkil eden her şeyi her düzeyde gece gündüz inceler.
Tek ve biricik hedefi bu iğrenç düzeni derhal yok etmektir.
4. Kamu oyundan tiksinir. Varolan toplumsal ahlakın her
tezahür ve ifadesinden iğrenir ve lanetler. Onun için devrimin
zaferinin önünü açan her şey ahlakidir. Bu yolda önüne dikilen
herşey ahlak dışı ve caniyanedir.
Aynca Verba yayıncıhk'ın yayınladığı Albert L. Weeks'in kaleme aldığı • İlk Bolşevik:
Pyotr Tkaçevı oldukça aynntılı bir kaynak/kitaptır.
1 50
5. Devrimci iman sahibidir. Devlet ile eğitilmiş ve ayn-
calık.lı toplumun tamamı karşısında acımasızdır; bunlardan
en küçük merhameti beklemez. Tüm bunlarla kendisi arasında
bitmez tükenmez ve ilan edilmiş yahut edilmemiş bir savaş ol
duğunu kabul eder. Kendini işkenceye dayanmak için hazırla
malıdır.
6. Kendine karşı katı olan devrimci. Başkalan karşısında
da katıdır. Her türden yumuşak veya kadınlara özgü şükran,
merhamet sevgi yahut dostluk duygusu hatta onur devrim da
vasının inatçı ve soğukkanlı ihtirası tarafından defedilmelidir.
Onun için yegane zevk tek tatmin, teselli veya mükafat devri
min zaferidir. Gece gündüz tek bir düşüncesi tek bir hedefi ol
malıdır: acımasızca yok etmek. Bu hedefin peşinde soğuk kanlı
ve usanmadan ilerlerken kendisi de ölmeye hazır olmalı ve bu
yolda kendisini önlemeye kalkanlan kendi elleriyle öldürmeye
hazır olmalıdır.
7. Gerçek devrimcinin tabiatı romantizme, duygusallığa,
coşkuya vecde yer vermez. Şahsi nefret ve intaka da yer yoktur
orada. Gündelik düşüncesinin konusu olması gereken devrimci
tutkuya daima soğuk kanlı bir hesap eşlik etmelidir. Her yerde
ve her zaman kişisel eğilimlerinin değil devrimin genel çıkarla
nnın dayattığı gibi olmalıdır.
8. Devrimci dostlanna saygı duyar ama sadece eylemde
kendisi gibi eylemde devrimci olanlan candan sever. Bu dost
luğun, bağlılığın ve dostluğun gerektirdiği her şeyin menzili
topyekün devrimci tahribat faaliyetine yararlılık.lan ölçüsünde
genişler.
9. Devrimciler arasında dayanışmanın gerekliliği tar-
tışmasızdır. Devrimci faaliyetin etkili olmasının aynlmaz bir
parçasıdır. Aynı devrimci kavrayış ve tutku düzeyinde olan
devrimci yoldaşlar mümkün olduğu ölçüde önemli konulan
birlikte tartışıp tam mutabakatla karar verebilmelidirler. Ama
böyle bir plan kurgulandığı zaman dahi her kişi sadece kendine
güvenmek zorundadır. Bir dizi yıkıcı eylemi gerçekleştirirken
her kişi kendi başına hareket etmeli ve yoldaşlannın yardımını
1 51
sadece bu planın uygulanması zorunlu kıldığı takdirde başvur
malıdır.
1 O. Her yoldaşın emrinde bir dizi ikinci üçüncü düzeylerde,
yani tam anlamıyla yetişmiş olmayan yoldaş olmalıdır. Dev
rimci bunlara emrine amade olan ortak devrimci kaynakların
birer parçası olarak yaklaşmalıdır. Kendine emanet edilmiş bu
hisseleri cimrice ve her seferinde azami yarar sağlayacak bi
çimde harcamaya özen göstermelidir. Kendisini de devrim da
vasının zaferine hasredilmiş kaynakların bir hissesi olarak gör
melidir. Ama bu hisseyi keyfince harcayamayacağını ve daima
bu davaya adanmış yoldaş topluluğunun tam rızası ile hareket
etmek zorunda olduğunu unutmamalıdır.
1 1. Bir yoldaşın sıkıntıları olduğunda devrimci ona yar
dım edip etmeyeceğine karar verirken kişisel duygularına göre
değil devrim davasının hayrına olup olmadığına göre hareket
etmelidir. Terazinin bir kefesine yoldaşın ne kadar yararlı ol
duğunu öteki kefesine de onun sıkıntısını çözmek için ne kadar
devrimci enerji sarf edileceğini koyup tartmalı, kararını buna
göre vermelidir.
1 2. Lafla değil eylemiyle kendini göstermiş olan yeni bir
üyenin kabulü konusunda ancak oybirliği ile karar verilmelidir.
1 3 . Bir devrimci devlet, sınıflar ve sözümona kültürün ale
minde yaşar ve bu alemde sadece onun hızla ve tamamen yok
edilmesine inandığı için yaşar. Bu alemde herhangi bir şeye
merhamet eden kimse devrimci değildir. Becerebilirse kendi
durumunu, herhangi bir ilişkiyi yahut bu alemin bir parçası
olan herhangi bir kimseyi yok etmeyi tasavvur edebilmelidir.
Her şey ve herkes onun için aynı ölçüde iğrenç olmalıdır. Bu
alemde bir ailesi, dostları ve kendisi için kıymetli varlıklar var
sa varsa bu zor olur. Bunlar onun ayağına köstek olursa dev
rimci olamaz.
14. Bir yanda acımasız bir yok etme eylemini hedeflerken
devrimci herhangi bir topluluk içinde kendisi gibi olmadan
davranabilir. Devrimci her yere sızabilmelidir. Aşağı ve orta
sınıfların arasına, ticarethanelere, kiliselere, zenginlerin mali-
1 52
kanelerine bürokrasi ortamlarına, orduya, edebiyat çevrelerine,
Üçüncü kısıma (gizli polis) hatta Kışlık Saray'a sızabilmelidir.
1 5. Cerahat kapmış bu toplum bir çok bölüme ayrılabilir.
Birinci bölmede derhal ölüme mahkum olanlar yer alır. Örgüt
bu mahkum olanların ortadan kaldırılması için bunların dev
rim davasının uyumlu biçimde ilerlemesine karşı oluşturdukta
n tehdit derecesine göre sıralandığı bir liste yapmalıdır.
ı 6. Yukarıda izah edilen nedenlere göre bu listeleri ha
zırlarken ilgili şahsın kişisel hainliklerinin veya halk arasında
uyandırdıktan nefretin etkisiyle hareket etmekten kaçınmak
gerekir. Ama yine de bu hainlikler ve yarattığı nefret hazan
yararlı olabilir; zira bunlar bir halk ayaklanmasını tahrik ede
bilirler. Ama bu şahsın öldürülmesinin devrim davasına ne
ölçüde hizmet edeceğinden hareket edilmelidir. Bu nedenledir
ki en başta ortadan kaldırılması gerekenler özellikle devrimci
örgüte zarar verebilecek olan ve en zeki ve gayretli temsilci
lerinden bazılarının ani ve dehşetli ölümü hükümetin gücünü
zayıflatacak olanlardır.
1 7. İkinci bölüktekiler ise sadece hayvan davranıştan halkı
kaçınılmaz olarak isyana tahrik etmesi için geçici olarak ceza
lan tecil edilmiş olanlardır.
1 8. Üçüncü bölüktekiler özel zeka veya enerjileriyle dikkat
çekmedikleri halde konumlan gereği bolluk içinde olan ve bağ
lantıları nedeniyle nüfuz ve kudret sahibi olan yüksek kademe
deki sürüyü oluşturanlardır. Bunlar tuzağa düşürülüp el altında
tutularak istismar edilmelidir. Bunlar kirli sırlan öğrenildikçe
köleleştirilmelidirler. Sahip olduktan kudret, nüfuz ve bağlan
tılar, servetleri ve enerjileri bizim için tükenmez bir kaynak
olur ve çeşitli girişimlerimiz için etkili bir destek oluşturur.
1 9 . Dördüncü bölükte siyasi ihtirastan olanlar ve çeşitli
türden liberaller bulunur. Bunlarla onların planlarına uygun
hareket edip kendilerini körü körüne izlediğimiz izlenimi yara
tarak tertipler düzenleyebiliriz. Böylece onların sırlarını öğre
nip adım adım onlan denetim altına almış oluruz. Geri dönüşü
olmayacak biçimde pis işlere bulaşmaları sağlanıp devletin dü-
1 53
zenini bozmakta kullanılabilirler.
20. Beşinci bölükte doktrinerler, komplocular, devrimci
lerle yazılı yahut sözlü olarak boş laflar sarf edenler yer alır.
Bunlar mütemadiyen insanlan harekete geçirecek beyanatlar
yapmaya teşvik edilip bu yola sürüklenmelidir. Öyle ki bun
lann çoğunluğu bir iz bırakmadan kaybolup giderler. Ama bir
kısmının yaptıklanndan gerçek devrimci çıkarlar için yararla
nılabilir.
2 1 . Altıncı ve önemli bölükte ise kadınlar bulunur. Bunlar
kendi içinde üç bölüğe ayrılmalıdır. En başta üçüncü ve dör
düncü kategorideki adamlar gibi kullanabileceğimiz beyinsiz
ve hafif meşrep kadınlar yer alır. İkinci olarak ateşli yetenekli
ve adanmış olduklan halde devrime ihtirastan annmış ve pra
tik bakımdan devrim hakkında tam bir kavrayışa sahip olma
dıklan için henüz bize katılmamış olan kadınlar gelir. Bunlar
beşinci bölükteki adamlar gibi kullanılabilirler. Nihayet bizimle
tam uyum içindeki kadınlar vardır. Bunlar tam anlamıyla bağ
lanmış ve bizim programımızın tamamını benimsemiş olanlar
dır. İşte bu kadınlara en değerli hazinemiz olarak bakmalıyız
ve bunlann bizimle hareket etmesini sağlamak vazgeçilmez bir
ihtiyaçtır.
1 54
EK 5
Devrimcinin İlmihali
Mikail Bakunin
Genel İ lkeler
Sahici, dünya ötesi ve şahıslaşmış birtanrının varlığının inkarı;
dolayısıyla her türlü ilahi tezahürle insanlık ve dünya işlerine her
türlü ilahi müdahalenin reddi. İlahi güçlere ibadetin/tapınmanın
ve onlara hizmet etmenin ortadan kaldırılması.
Tanrıya tapınmanın yerine insanlığa saygı ve sevgiyi ge
çirmekle doğrunun yegane ölçütünün insan aklı olduğunu ;
adaletin temelinin insanlığın vicdanı olduğunu ; bireysel ve
kolektif özgürlüğün insanlık düzeninin biricik temeli olmasını
kabul ederiz.
Özgürlük her yetişkin kadın ve erkek için eylemleri karşı
lığında kendi vicdanlarından ve akıllarından başka yaptırım
kabul etmeme, bu eylemlerini kendi iradeleri ile tayin etme ve
dolayısıyla bu eylemlerinden ötürü önce kendilerine sonra öz
gürce razı oldukları takdirde bir parçası oldukları topluma karşı
sorumlu olma konusunda mutlak hakka sahip olmasıdır.
Bir kimsenin özgürlüğünün sınırlarının tüm diğerlerinin öz
gürlüğünün başladığı yere kadar olduğu hiç de doğru değildir.
İnsan ancak kendi özgürlüğü tüm diğerlerinin özgür vicdanı
tarafından tanındığı ve adeta bir aynadaki gibi onlarda temsil
edildiği takdirde; özgürlüğünün sonsuza kadar genişlemesini
diğerlerinin özgürlüğünün genişlemesinde bulduğu takdirde
gerçekten özgür olur. İnsan ancak aynı ölçüde özgür olan di
ğerleri arasında olduğunda gerçekten özgür olur. Ancak insan
lığın bir parçası olarak özgür olabildiği için de insanlık ilkesi
nin esasına aykırı olan yeryüzündeki bir tek insanın köleliği
bile herkesin özgürlüğünün inkarıdır.
Her bir insanın özgür olması ancak herkesin özgür olmasıyla
1 55
mümkündür. Özgürlüğün bir hak ve olgu olarak eşitlik içinde
gerçekleşmesi adalettir.
İnsanlar için bir tek dogma (nas), bir tek yasa, bir tek ahlak
temeli vardır ; o da özgürlüktür. Diğerinin özgürlüğüne saygılı
olmak ödevdir ; erdem ise onu sevmek, yardımcı olmak ve hiz
met etmektir.
Hikmeti hükümet ve otorite hakkındaki her ilke bir kenara
atılmalıdır. Özgürlükten ve insani düşünceden evvel, en başta
doğal bir olgu olan insan toplumu sonra ilahi ve/veya insan
ların otoritelerin kurallarına göre örgütlenmiş dini bir hadise
haline geldi. Bugün ise hem siyasi hem ekonomik örgütlen
mesinin tek kurucu ilkesi olarak özgürlüğün esaslan üzerine
yeniden kurulmalıdır. Toplumun düzeni tüm yerel, kolektif ve
bireysel özgürlüklerin olabildiğince büyük gelişiminin bir so
nucu olmalıdır.
Bu bakımdan toplumsal hayatın iktisadi ve siyasi organizas
yonu bugün olduğu gibi yukarıdan aşağı veyahut merkezden
çevreye doğru zoraki bir merkezileşme ve birlik esasına göre
değil, aksine aşağıdan yukarı ve çevreden merkeze doğru özgür
federasyon ve gönüllü birlik esasına göre kurulmalıdır.
Siyasal Örgütlenme
İlerideki gelişmeyi ve ulusların siyasal örgütlenmesini zo
runlu ve evrensel somut bir ölçüte göre tayin etmek imkan
sızdır. Zira bunların varlığı bir yığın farklı tarihi, coğrafi ve
iktisadi koşula tabidir; bu yüzden herkes için aynı ölçüde iyi
ve kabul edilebilir bir örgütlenme modelinin ortaya konması
na asla imkan vermez. Kaldı ki pratik yarardan mahrum böyle
bir girişim hayatın kendiliğindenliğine ve zenginliğine de halel
getirir; zira hayat sonsöz çeşitlilik içinde serpilir; dahası buna
aykırı bir girişim bizatihi özgürlük ilkesine de uygun değildir.
Bununla birlikte özgürlüğün örgütlenmesi ve pratikte gerçek
leşmesi için olmazsa olmaz esaslı koşullar da vardır.
Bu koşullar şunlardır:
1 56
Her türlü resmi din ve ayrıcalıklı yahut masraftan devlet
tarafından karşılanarak korunup kollanan dini kurum (kilise
deniyor, çn.) kökten ortadan kalkmalıdır. Herkes için inanç
ve inancının propagandasını yapma özgürlüğü mutlak surette
tanınmalıdır. Bu özgürlük herkesin masraflarını kendileri üst
lenmek kaydıyla hangisi olursa olsun inandığı tanrıları için ta
pınaklar yapması ve kendi din adamlarının bakım ve geçimini
sağlaması konusunda sınırsız imkana sahip olma özgürlüğüyle
tamamlanmalıdır.
Dini teşekküller olarak kabul edilmesi gereken kiliseler üretici
kuruluşlaratanınansiyasalhaklannhiçbirindenyararlanmamalı
dır. Konutlarından ve ibadet mekanlarından başka ortak mekan
lara sahip olmamalıdırlar ve bilhassa asla çocukların eğitimiyle
ilgilendirilmemelidirler. Zira onların biricik varlık nedeni ahlakın,
özgürlüğün inkarının yanısıra kar amaçlı üfürükçülükten ibaret
tir.
1 57
miş oldukları için insan haklarına aykırıdırlar. Ve özgürlüğün
yasası sadece özgürlük sayesinde oluşturulabilir. Bankaların ve
devlete bağlı olan tüm kredi kuruluşlarının ilgası. Tüm merkezi
idari teşkilatın, bürokrasinin, sürekli ordunun ve devletin polis
kuvvetinin ortadan kaldırılması.
Bütün kamu görevlilerinin yargı görevlilerinin ve sivil gö
revlilerin yanısıra bütün ulusal, yerel veya belde düzeyindeki
temsilci ve görevlilerin doğrudan ve aracısız seçimle kadın ve
erkek reşit olan yurttaşların eşit ve genel oyuyla tayin edilmesi.
Her ülkenin iç örgütlenmesinin bireylerin, üretici toplulukla
rın ve komünlerin mutlak özgürlüğünü temel alarak ve kalkış
noktası yaparak yeniden örgütlenmesi.
Bireysel Haklar
1 .Her erkek ve kadının doğduğu günden yetişkin oluncaya
kadar toplumun kaynaklarıyla bakımının sağlanması, gözeti
lip, korunması, yetiştirilmesi ve kamu yönetimindeki ilk orta ve
yüksek eğitimden, teknik sanat ve fen eğitiminden yararlanma
hakkı.
2.Herkesin toplumun danışmanlığından ve desteğinden ya
rarlanma konusunda eşit haklara sahip olması. Mutlak surette
özgür olan her yetişkin bireyin hayata atıldığında toplumun
gözetiminden ve otoritesinden azade olması; toplumun kendisi
üzerinde her hangi bir yetkiye sahip olmayıp sadece özgürlü
ğüne saygılı olup, ihtiyaç olduğunda özgürlüğünün korunma
sıyla yükümlü olması.
3.Her yetişkin erkek ve kadın tam ve mutlak özgürlüğe sahip
olmalıdır ; seyahat özgürlüğü, her çeşit kanaatini yüksek sesle
ifade etme özgürlüğü, tembel ya da çalışkan olma özgürlüğü,
ahlaklı yahut ahlaksız olma özgürlüğü, tek kelimeyle kendi ki
şiliğine sahip olma özgürlüğü; ister onuruyla kendi emeği sa
yesinde ister bunlar razı olduk.lan ölçüde başka yetişkinleri bir
biçimde gönüllü olarak razı oldukları ölçüde istismar/istihdam
ederek yaşama özgürlüğü.
4.Kamuoyunun doğal kurtarıcı gücünden başka hiçbir kısıt
lama olmadan herkes için açık yahut kapalı toplantılarda sözlü
1 58
yahut basın yoluyla yazılı her tür propaganda yapma konu
sunda sınırsız özgürlük. Ahlak dişı görünenler hatta bireysel ve
kamusal özgürlüğü yozlaştırma ve yok etme hedefi güdenler
de dahil olmak üzere herkese mutlak örgütlenme/birleşme öz
gürlüğü.
5.Özgürlük ancak ve sadece özgürlükle savunulmalıdır. Güya
onu koruma gerekçesinin yanıltıcılığına kapılarak özgürlüğe
halel getirmek tehlikeli bir aykırı tutumdur; Ahlakın özgür
lük.ten başka hedefi, davası, dürtüsü veya kaynağı olmadığına
göre bunlar bizatihi özgürlükten başka bir yerde olmadığı için
ahlakı korumak adına özgürlüğe getirilen tüm sınırlamalar da
ima özgürlüğün aleyhine olmuştur. Psikoloji, istatistik ve tüm
tarih bize bireysel ve toplumsal ahlaksızlığın daima kötü bir
bireysel yahut kamusal eğitimin kaçınılmaz sonucu olduğu
nu, kamu oyundan yoksunluğun yahut kamu oyunun çarpıtıl
masının sonucu olduğunu göstermiştir. Zira kamu oyu sadece
özgürlük. sayesinde var olabilir, gelişebilir ve ahlaki olabilir;
bireysel ve toplumsal ahlaksızlık her şeyden önce toplumun
kokuşmuşluğunun bir sonucudur. Ünlü istatistikçi Quetelet'nin
dediği gibi suçlan hazırlayan daima toplumun kendisidir ve
caniler sadece bu suçun mukadder icracılandır. O halde top
lumsal ahlaksızlığı önlemek adına bireysel özgürlüğü çiğneyen
katı yasalar getirmek beyhudedir. Tam tersine tecrübeler bize
baskıcı ve otoriter sistemin suçlan önlemek bir yana derinle
mesine azdırdığını yaygınlaştırdığını gösterir. Kamusal ve özel
ahlak bireylerin özgürlüklerinin kısıtlanıp genişleyişine göre
alçalıp yükselmektedir. Dolayısıyla mevcut toplumun mane
viyatını yükseltmek için eşitsizlik., ayrıcalık., ilahi otorite ve
insanlığın aşağılanmasına dayalı olan bu siyasal ve toplumsal
örgütlenmeyi baştan aşağı yıkmakla işe başlamalıyız ; bu top
lumu adalet ve mantığa dayalı ve insan saygısından esinlenen
tam eşitlik temelleri üzerinde yeniden kurduktan sonra ona
muhafız olarak kamuoyunu ruh olarak da en mutlak özgürlüğü
bahşedeceğiz.
6.Bununla birlikte toplum asalak, kalpazan ve zararlı bireyler
1 59
karşısında büsbütün savunmasız kalmamalıdır. Bütün siyasal
haklann temelinde çalışma olması gerektiğinden, hasta, özürlü
yahut yaşlı olmadı.klan halde özel ya da kamusal yardımlar
dan yararlananlann bu haklardan yararlanmalan tüm toplum,
eyalet ve millet tarafından tekrar kendi emekleriyle çalışmaya
başlayıncaya kadar kısıtlanabilir.
7 .Her bireyin özgürlüğü devredilemez bir hak olduğundan
herhangi bir bireyin yasal bir anlaşmayla özgürlüğünü dev
retmesinden, yahut başkasıyla tam eşitliğe ve mütekabiliyete
uygun olmayan bir sözleşmeyle bağlanmasından toplum mağ
dur olmaz. Bununla birlikte her türlü haysiyet duygusundan
mahrum bir erkek yahut kadının bir başka bireye gönüllü bir
kölelik ilişkisi içinde bağlanmasına da engel olamaz. Ancak bu
takdirde toplum bu bireyleri tıpkı özel hayır işlerinden yararla
nanlar için olduğu gibi bu bağımlılık süresince siyasal hakla
nndan yararlanmaktan mahrum bırakır.
8.Siyasal haklannı kaybeden kimseler aynı zamanda kendi
çocuklanna bakmaktan ve yetiştirmekten de menedilirler. Öz
gürce bağıtlanmış bir anlaşmaya riayet edilmediği, yahut yerli
veya yabancı bir yurttaşa yahut onun mülküne açıkça ve ka
nıtlanmış biçimde tasallut eden kimselere yerli yahut yabancı
olduklanna bakmaksızın toplum kendi yasalannca belirlenmiş
cezalar uygular.
9.Her türlü aşağılayıcı ve zalimce ceza vücut bütünlüğüne
dokunan cezalar ve ölüm cezası yasalarca tanınmış ve uygu
lanmış da olsa mutlak surette ortadan kaldınlır. Hiçbir umut
bırakmayan süresiz veya çok uzun cezalar rehabilitation (iyi
leşme ve itibannı yeniden kazanma) ihtimaline yer bırakmaya
cağı için yasaklanmalıdır. Zira suç bir hastalık ceza da bir te
davi olarak görülmelidir toplumun intikam alması olarak değil.
1 0. Herhangi bir toplumun eyalet yahut milletin yasalanna
göre mahkum edilen her birey bu toplumun bir parçası olma
yı kabul etmediğini beyan ederek kendisine dayatılan cezayı
reddetme hakkına her halükarda sahip olacaktır. Ancak bu
takdirde toplum da onu kendi içinden atma ve güvence sunup
1 60
koruma altına almayı reddetme hakkına sahip olur. O zaman
da ilgili mahkum en azından o toplum çerçevesinde kendini
orman kanunlarıyla ve göze göz dişe diş kuralıyla yüz yüze
bulacaktır. Dolayısıyla toplumun umurunda olmaksızın soy
guna uğrayabilir, kötü muamele görebilir hatta öldürülebilir.
Herkes onu zararlı bir hayvan gibi görüp defetmek isteyebilir.
Bununla birlikte kimse onu kendine bağlayamaz ve köle gibi
kullanamaz.
Örgütlenme Hakları
İşçilerin kooperatif örgütlenmeleri tarihte yeni bir olgudur;
bunların doğuşuna şimdilerde tanık oluyoruz. Bu örgütlenme
lerin hiç kuşkusuz göstereceği devasa gelişmeyi ve gelecekte
bu gelişmenin yol açacağı yeni siyasal ve toplumsal koşullan
şimdiden kestirebiliriz ama kesin olarak tayin edemeyiz. Gü
nün birinde komünlerin (beldelerin) eyaletlerin hatta mevcut
devletlerin sınırlarım aşıp tüm insan toplumunun yeniden ku
ruluşuna hayat vermeleri muhtemel hatta kuvvetle muhtemel
dir. Böylece bu toplum artık uluslara göre ayrışmayıp siyasetin
değil üretimin ihtiyaçlarına göre birbirlerinden ayrılan farklı
sanayi gruplarına göre ayrışacaktır. Bu geleceğin soru-nudur.
Bize gelince bir tek mutlak ilke koyabiliriz: amaçlan ne
olursa olsun bütün örgütlenmeler tıpkı bireyler gibi mutlak
bir özgürlükten yararlanmalıdır. Ne toplum ne de toplumun
herhangi bir parçası yani komün (belde) eyalet veya uluslar öz
gür bireylerin herhangi bir dini, siyasi, bilimsel, sınai sanatsal
amaçla hatta çocuklara bulaşmamak kaydıyla safdil ve budala
ların sömürülmesi suretiyle toplumu yozlaştırma hedefiyle bile
özgürce birleşme hakkına engel olamaz.
Şarlatanlarla ve tehlikeli örgütlenmelerle mücadele etmek
sadece toplumun ortak yargısının işidir. Ama amaçlan kural
ları, tüzüğü toplumun kuruluş yasalarının temel kurallarına
aykırı ve bütün üyeleri tam bir eşitlik ve mükemmel bir müte
kabiliyet ilişkisine sahip olmayan herhangi bir örgütlenmeye
1 61
bir kolektif bünye olarak toplumsal güvence sağlamayı, onu
hukuken tanıyıp, siyasi ve medeni haklannı tanımayı reddet
mek de toplumun hem hakkı hem de ödevidir. Buna karşılık sırf
kurallara uygun olmadık.lan için toplumsal güvenceye sahip
olmayan bir örgütlenmeye üye olan bireyleri aynı haklardan
mahrum edemez.
Bu takdirde kurallara uygun olan ve olmayan örgütlenmeler
arasındaki fark şöyle tarif edilebilir: hukuken kolektif bünyeler
olarak tanınan örgütlenmeler bu sayede kendileriyle yaptık.
lan sözleşmelere uymayan kendi üyeleri olan veya olmayan
bireyleri ve başka kurallara uygun örgütlenmeleri yargıya ta
şıyabilirler. Hukuken tanınmamış örgütlenmeler ise kolektif
bünyeler olarak bu hakka sahip olmayacaktır. Aynı şekilde
bu örgütlenmeler herhangi bir hukuki sorumluluk taşımazlar,
yaptık.lan anlaşmalar onlann kolektif varlığını tanımamış olan
toplum nezdinde yok hükmünde olur. Bununla birlikte bu du
rum bu örgütlenmelerin üyelerinin bireysel olarak üstlendikleri
yükümlülükleri ortadan kaldırmaz.
1 62
kezileştirici örgütlenmesinden ötürü olduğu için ve Fransa'da
iki kez tanık olduğumuz gibi bu durum her ülkeyi kaçınılmaz
olarak monarşik Fransa'nın despotik rejimine sürükler.
Her ülkenin siyasal örgütlenmesinin temeli mutlak surette
özerk olan, daima eşit olarak kabul edilen reşit kadın ve erkek
bütün yerleşik kimselerin çoğunluğunun oylannı temsil eden
komün olmalıdır. Yönelimleri ve iç işleyişinde hiçbir iktidann
komün hayatına karışma hakkı olmamalıdır. Komün idare ve
yargıdaki bütün memurlan seçip geri çağırabilmelidir. Hiçbir
başka denetime tabi olmadan komünün mallannı ve maliye
sini idare edebilmelidir. Her komün kendi yasama düzenini ve
kendi anayasasını her hangi bir üst merciden bağımsız olarak
yaratma konusunda tartışmasız hakka sahip olacaktır. Ama bir
eyalet federasyonuna katılırken ve eyaletin asli bir parçası ha
line gelirken mutlaka kendi özel nizamını eyalet anayasasının
temel ilkelerine uyumlu hale getirmeli ve bunun eyalet mecli
sinde (parla-mento) oylanarak kabul edilmesini sağlamalıdır.
Yine aynı şekilde komün eyalet mahkemesinin hükümlerine
tabi olmalı ve eyalet parlamentosunda kabul edildikten sonra
eyalet hükümeti tarafından kendisine tebliğ edilen tedbirlere
uymalıdır. Aksi takdirde eyalet mertebesinde yasa dışı durumu
na düşüp ortak topluluğun güvencesinden ve dayanışmasından
mahrum olur.
Eyalet özerk komünlerin özgür federasyonundan başka bir
şeyi ifade edemez. Eyalet parlamentosu ya tüm komünlerin
temsilcilerinden oluşan tek bir meclise (parlamento) sahip ola
bilir yahut biri komün temsilcilerinden diğeri de komünlerden
bağımsız tüm eyalet seçmenlerinin seçtiği vekillerden oluşan
iki meclise sahip olabilir. Eyalet parlamentosu komünlerin iç
idari işleyişine kanşmadan bünyesinde yer almak isteyen ko
münlerin hepsini bağlayacak olan eyalet anayasasını teşkil
eden temel ilkeleri tesis eder.
[Bu ilmihalin ilkelerini esas alan] Parlamento hem bireylerin,
örgütlenmelerin ve komünlerin karşılıklı hak ve ödevlerini hem
de kendisi tarafından belirlenen yasalara uymamalan halin-
1 63
de her birine dayatılacak yaptınmlan eyaletin yasama esaslan
olarak oylayarak belirler. Buna karşılık esasa dair olanlar hariç
olmak kaydıyla tali konularda komünlerin kendi yasama karar
larıyla eyaletin kararlarından uzaklaşma hakkı olmalıdır. Tek
düzeliğe değil sahici yaşayan bir birliği hedefleyen ve daha ya
kın bir birliğe erişmek için deneyime, zamana ve ortak yaşamın
gelişmesine, komüne özgü inanç ve ihtiyaçlara tek kelimeyle
özgürlüğe güvenen ve asla eyalet iktidarının baskı ve şiddetine
razı olmamalıdır. Zira şiddetle dayatıldığında dahi gerçek hem
de adalet yalan ve haksızlık olur.
Eyalet parlamentosu komünler federasyonunun kurucu ana
yasasını hazırlayarak hem komünlerin karşılıklı hak ve ödevle
rini hem de eyalet hü.kümeti, eyalet mahkemesi ve eyalet parla
mentosu mertebelerindeki hak ve ödevlerini belirler. Bu meclis
gerek tüm eyaletin ihtiyaçlarınca gerek ulusal parlamentonun
kararlarınca belirlenen tedbir ve tertibatla yasaları oylayacak
tır; bu meyanda gerek eyaletin gerekse de komünün özerkliğini
göz ardı etmeyecektir. Komünlerin iç idaresine karışmazken
her birinin hem ulusal hem eyalet düzeyindeki vergilerdeki
hissesini tanzim edecektir. Nihayet eyalet parlamentosu daima
seçimle belirlenmiş olan eyalet hü.kümetinin bütün kararlarını
irdeleyip önerilerini kabul veya reddedecektir. Yine seçimle be
lirlenmiş olan eyalet mahkemesi bireylerle komünler birliklerle
komünler hepsinden önce komün ile eyalet parlamentosu ve
hükümeti arasındaki bütün davaları temyizsiz olarak yargıla
yacaktır.
Ulus özerk eyaletlerin federasyonundan başka bir şey değil
dir. Ulusal parlamento ya bütün eyalet temsilcilerinden teşkil
eden bir tek kamaradan yahut biri eyalet temsilcilerini diğeri
tüm ulusal nüfusun eyaletlerden bağımsız olarak seçtiği tem
silcileri içeren iki kamaradan oluşabilir. Bu meclis eyaletlerin
iç işlerine ve içlerindeki siyasi hayata hiçbir biçimde karışma
dan ulusal birliğe katılmak isteyen tüm eyaletler için bağlayıcı
olacak olan ulusal toplum sözleşmesini oluşturacak olan temel
ilkeleri belirleyecektir.
1 64
lflusal parlamento ulusal yasalan tayin edip eyalet yasalan
nın da asla temelde değil ama ikincil noktalarda ayk.ın olma
sını kabul eder. Eyaletler federasyonunun kurucu anayasasını
belirleyip ulusun tamamının ihtiyaçlannın gerektirdiği bütün
yasalan, düzenleme ve tedbirleri oylayarak kabul eder, ulusal
vergileri belirleyip ilgili komünlere dağıtır, bütün akitleri in
celer ulusal yürütmeyi ifade eden hükümetin önerilerini kabul
yahut reddeder, ulusal ittifaklar kurar, savaş yahut banş ilan
eder ve belirli bir süre için bir ulusal ordu kurulmasını emret
me hakkının tek sahibi olur. Hükümet sadece kendi iradesinin
uygulayıcısı olur.
lflusal mahkeme bireylerin, birliklerin, komünlerin kendi
aralannda yahut eyalet ile olan davalarla eyaletler arasındaki
tartışmalan temyizi olmaksızın yargılayabilir. Yine kendi yar
gısına ahi olan devlet ile eyalet arasındaki davalarda eyaletler
eğer bir gün kurulmuş olursa uluslararası mahkemeye başvu
rabilir.
Uluslararası Federasyon
Federasyon yukandaki ve aşağıdaki temellerde birleşen bü
tün uluslan kapsar. Büyük devrim anı gelip çattığında halkın
kurtuluşunun ışığını takip eden tüm uluslann el ele verip kalıcı
ve sıkı bir ittifak kurarak gericiliğin emrindeki ülkeler koalis
yonunun karşısına dikilmesi muhtemeldir ve çok arzu edilir.
Bu ittifak gelecekte yeryüzünün tamamını kaplaması gereken
halklann evrensel federasyonunu oluşturmalıdır. Devrimci
halklann uluslararası federasyonu birer uluslararası parlamen
to, mahkeme ve yönetici komite ile donanıp tabii ki devrimin
ilkelerine bağlı olmalıdır. lfluslararası siyasette uy-gulanması
gereken bu ilkeler şunlardır:
Küçük ya da büyük, zayıf yahut güçlü her ülke, her ulus, her
halk, her bölge, her eyalet, her komün kendi kaderlerini tayin
hakkına sahip olmalı, kendine ait gereklilikleri belirleyebilmeli
ittifaklannı seçebilmeli, kendi irade ve ihtiyaçlanna göre bir-
1 65
leşmeye yahut ayrılmaya sözümona tarihsel haklara veyahut
devletlerin siyasi, ticari veya stratejik ihtiyaçlannı dikkate
almadan karar verebilmelidir. Parçalann bir bütün halinde
birleşmesinin sahici verimli ve güçlü olabilmesi için mutlaka
özgür olması gerekir. Bu birleşmenin sadece tek tek parçala
nn karşılıklı cazibesinin ve kendi içlerindeki yerel ihtiyaçlann
sonucu olması gerekir; bu cazibeyi ve ihtiyaçtan tayin edecek
olanlar da sadece kendileridir.
Özgürlük ilkesine aykın olan sözümona tarihsel hak fikrinin
ve iğrenç fetih hakkının ortadan kaldırılması .
Devletin kutsanması, büyütülmesi ve güçlendirilmesi yö
nündeki politikanın mutlak surette reddedilmesi gerekir. Zira
bunlar her ülkeyi surlar arkasında tecrit edip bağnndan tüm
insaniyet kalıntılannı dışlar, her ülkeyi mutlak surette kendi
kendine yetmeye her bakımdan insani dayanışmadan mahrum
olarak kendi kendine örgütlenmeye zorlar, kendi refahını ve
zaferini başka uluslara kötülük ederek temin etmeyi dayatır;
mecburen içten içe köleleşmiş fetihçi bir ülke haline gelmesine
yol açar.
Bir ülkenin zaferi ve büyüklüğü sadece insaniyetinin geliş
mesinden ibarettir. Gücü, birliği bağnndaki hayatiyetin büyük
lüğü sadece onun özgürlük derecesiyle ölçülebilir. Özgürlük
temel olarak ele alındığında zorunlu olarak birliğe vanlır. Ama
birlikten hareket edildiğinde özgürlüğe güçlükle vanlabilir hat
ta asla vanlamayabilir. Eğer vanlabilirse de ancak özgürlükten
mahrum olarak sağlanmış bir birliği yok ederek vanlabilir.
Bireylerin olduğu gibi uluslann refahı ve özgürlüğü de da
yanışmacıdır; o halde bütün federe ülkeler arasında mutlak
surette ticaret mübadele ve iletişim özgürlüğü olmalıdır. Sınır
lar pasaportlar ve gümrükler kaldınlmalıdır. Bir federe ülkenin
her yurttaşı aynı federasyona bağlı tüm diğer ülkelerde tüm
medeni haklardan yararlanabilmeli, kolaylıkla yurttaşlık elde
edebilmeli ve tüm siyasi haklardan yararlanabilmelidir.
Bireylerin ve dayanışma içindeki kolektif bünyelerin hepsi
için özgürlük. Bütün diğerlerinin özgürlükleri tehdit altında
1 66
olmaksızın ve tehdit altında hissetmeksizin hiçbir ulus, hiçbir
eyalet, hiçbir komün ve birlik baskı altında tutulamaz. Ulusla
rarası federasyonun kutsal ve temel ilkesi •hepimiz birimiz ve
birimiz hepimiz için• olmalıdır.
Federe ülkelerden hiçbirinin sürekli ordusu ve yurttaşla as
keri birbirlerinden ayıran herhangi bir kurumu olmamalıdır.
İflasın, yozlaşmanın, sersemleşmenin içten içe gelişen zorbalı
ğın nedeni olan sürekli ordular ve askerlik mesleği ayrıca tüm
diğer ülkelerin refahına ve bağımsızlığına yönelik bir tehdittir.
Her reşit yurttaş gerektiğinde kendi yuvasının ve özgürlüğün
savunusu için ihtiyaç halinde asker olabilmelidir. Aşağı yukarı
Amerika Birleşik Devletleri'nde ve İsviçre'de olduğu gibi her
ülkede maddi silahlanma komünler ve eyaletler mertebesinde
örgütlenmelidir.
Uluslararası parlamento ya bütün ulusların temsilcilerinden
teşkil eden bir tek kamaradan yahut biri bütün ulusların bu
aynı temsilcilerinden oluşan bir kamarayla uluslararası fede
rasyonun tüm seçmenlerinin doğrudan temsilcilerinin ulusal
aidiyetlerine bakılmaksızın seçtiği temsilcilerden oluşan ikinci
bir kamaradan oluşur. Federal parlamento uluslararası toplum
sal sözleşmeyi ve federal yasama kararlarını alır ve bu yasama
yı gerektiğinde geliştirip değiştirme misyonuna sahip tek merci
de bu parlamento olur.
illuslararası mahkemenin devletlerle bu devletlerin karşılık
lı eyaletleri nezdinde en yüksek yargı mercii olmaktan başka
misyonu yoktur. İki federe devlet arasında çıkabilecek anlaş
mazlıklara gelince; bu konularda ilk ve son kertede hüküm ver
me yetkisi uluslararası parlamentoda olmalıdır. Bu parlamento
gerici koalisyon karşısında tüm ortak siyasi konularda ve savaş
konusunda devrimci federasyonun tamamı adına temyizi ol
madan karar alabilecektir.
Hiçbir federe devlet bir başka federe devlete karşı savaş aça
mayacaktır. illuslararası parlamento bir kez hüküm verdiğinde
mahkum olan devlet buna boyun eğmek zorundadır. Aksi tak
dirde federasyonu oluşturan tüm devletler onunla ilişkilerini
1 67
kesip onu federal yasalann, federal cemaatin ve dayanışma
ilişkisinin dışında kabul ederek herhangi bir saldınsına karşı
dayanışma içinde seferber olacaktır.
Devrimci federasyonun birer parçası olan tüm devletler
bunlardan herhangi birinin federe olmayan bir devletle sa
vaş haline girmesi durumunda bu savaşta aktif olarak yer al
makla yükümlüdür. Her federe devlet bir savaş ilan etmeden
önce bu niyetini uluslararası parlamentoya bildirip ancak bu
merci savaş için yeterli neden olduğuna karar verdiği takdirde
bunu yapabilir. Bu konuda olumlu bir kanaate vanldığı takdir
de federal yürütmenin siyasal yönetimi tehdide maruz kalan
devletin davasına sahip çıkıp yabancı saldırgan devletten tüm
devrimci federasyon adına acilen tutumunu düzeltmesini iste
melidir. Buna karşılık parlamento gerçekten bir saldın ve tehdit
olmadığına kanaat getirirse şikayetçi devletten bir savaşa gi
rişmemesini isteyecek ve eğer buna girişirse tek başına yapmak
zorunda olacağını bil-direcektir.
Federe devletlerin zamanla federal bir diplomatik temsile
razı olup kendilerini kendi başlanna temsil etme lüksünün yı
kıcı sonuçlanndan kaçınacaklannı umut etmek gerekir.
Kısıtlı bir devrimci uluslararası federasyon devrimin yukan
da ve aşağıda belirtilen ilkeleri çerçevesinde ve etkin ve mili
tanca bir dayanışma içinde bu federasyona sonradan katılmak
isteyecek olan halklann bu talebine bu ilkelerin hiçbirinden
taviz vermeksizin daima açık olmalıdır. Dolayısıyla federasyo
na sadece (bu ilmihalde) hatırlatılan ilkelerin tümünü benimse
yenler dahil olabilecektir.
Toplumsal Örgütlenme
Siyasal eşitlik olmadan sahici bir siyasal özgürlük olmaz ve
siyasal eşitlik ancak ekonomik ve toplumsal eşitlik sağlanınca
olabilir.
Eşitlik bireysel farklıhklan ve bireylerin entelektüel, ahla
ki ve fiziki kimliğini bir hizaya getirmek değildir. Yetenek ve
güçlerin çeşitliliği, bireylerin ırk, millet, cinsiyet ve yaşlan ba-
1 68
kınımdan farklılıklan bir toplumsal talihsizlik olmak bir yana
tam aksine insanlığın zenginliğini ifade eder. Ekonomik ve top
lumsal eşitlik de her bireyin yeteneklerinin, üretken enerjisinin
ve tasarruflannın sonucu olan kişisel servetlerinin eşitlenmesi
demek değildir.
Eşitlik ve adalet sadece bir tek şeyi gerektirir: dünyaya gelen
her insan çocukluğundan gençliğine kadar ve yetişkin olana
dek önce eğitimi ve yetişmesi için sonrasında da doğanın ça
lışmak için herkese bahşettiği farklı güçleri kullanması için eşit
gelişim imkanlanna sahip olmasını sağlayan bir toplum düzeni
bulmalıdır ve bu da doğaya değil topluma bağlıdır. Adaletin
herkes için öngördüğü başlangıç noktasındaki bu eşitlik miras
hakkı var olduğu müddetçe mümkün değildir.
Adalet de insan haysiyeti de herkesin sadece kendi eseri
nin çocuğu olmasını gerektirir. Tevarüs edilen günah, utanç
ve mükellefiyetler hakkındaki dogmayı nefretle red ediyoruz.
Aynı nedenle erdemin onurun ve haklann da tevarüs edildiği
ne dair gerçek dışı kurguyu da reddetmeliyiz ; elbette servetin
miras yoluyla devredilmesini de reddederiz. Herhangi bir ser
vetin mirasçısı olan kimse tam anlamıyla kendi eserinin evladı
olmaktan çıkar başlangıç noktasından itibaren ayncalıklıdır.
Miras hakkı reddedilmeli. Bu hak var olduğu müddetçe sınıf
lann mevkilerin ve servetlerin arasındaki farklar tek kelimey
le toplumsal eşitsizlik ve ayncalıklar da hukuken değilse bile
fiilen var olmaya devam eder. Ama bir olgu olarak eşitsizlik
daima haklar bakımından eşitsizliği de beraberinde getirir: top
lumsal eşitsizlik de kaçınılmaz olarak siyasal eşitsizlik haline
gelir. Daha önce söylediğimiz gibi de siyasal eşitlik olmadıkça
da bu kelimenin evrensel, insani ve gerçekten demokratik an
lamında özgürlük olamaz. Bu durumda da toplum daima eşit
olmayan iki kısma bölünür. Tüm halk yığınını ifade eden deva
sa çaptaki birinci kısımdakiler öteki kısımdakiler tarafından sö
mürülür. Demek ki miras hakkı özgürlüğün muzaffer olmasına
aykındır; toplum özgür olmak istiyorsa miras hakkını ortadan
kaldırmalıdır.
1 69
Kaldırmalıdır çünkü bir kurguya dayanan bu hak özgürlük
ilkesinin ta kendisine aykırıdır. Siyasal ve toplumsal bütün bi
reysel haklar gerçek ve canlı bireye ilişiktir. Öldükten sonra
artık mevcut olmayan bir bireyin iradesi de kurgusal olarak var
sayılamaz ve ölü biri adına canlılar ezilemez. Eğer ölmüş olan
birey iradesinin hayat bulmasına önem veriyorsa becerebildiği
takdirde gelip bunu bizzat yerine getirsin. Ama toplumun tüm
gücünü ve hukukunu onun var olmayan varlığının hizmetine
koşmasını isteme hakkına sahip olamaz.
Veraset hakkının meşru ve ciddi amacı daima gelecek ku
şakların kendilerini geliştirip insan olmalannı teminat altına
almalarını sağlamaktır. Dolayısıyla sadece kamu eğitim ve
öğrenim fonlan geçmiş birikimi tevarüs etme hakkına sahip
olmalıdır; bunun karşılığında da doğduklan andan erişkin yaşa
gelip tam bağımsızlıklarını kazanıncaya dek bütün çocuklann
bakım, eğitim ve yetiştirilme yükümlülüğünü üstlenmek zorun
dadır. Böylelikle bütün ebeveynler de çocuklannın geleceğin
den emin olurlar; öte yandan herkesin eşit olması her bireyin
ahlaklı olarak yaşaması için temel bir koşul olduğundan ve her
tür ayrıcalığın bir ahlaksızlık kaynağı olmasından ötürü ço
cuklarına sevgiyle bağlı olan bütün ebeveynlerin onlann kibirli
değil insani haysiyet sahibi olmalannı arzu etmeleri makuldür;
öyle ki onlara bir miras bırakabilecekleri halde de bu mirasın
onlan ayrıcalık sahibi kılmasını değil en tam bir eşitlik düze
yinde olmasını tercih etmeleri de öyle.
Miras hakkından doğabilecek olan eşitsizliğin ortadan kal
dınlmasıyla yine de kayda değer biçimde azalmış bile olsa
bireylerin yeteneklerinin farklı olmasından, üretken enerji ve
güçlerinden ileri gelen bir eşitsizlik kalacaktır; ama bu farklı
lık da tümüyle ortadan kalkmasa da eğitimin etkisiyle giderek
azalacaktır; kaldı ki miras hakkı ortadan kaldırıldığı takdirde
bu eşitsizlik de gelecek kuşaklann omuzunda bir yük olmaya
caktır.
Emek/çalışma zenginlik yaratmanın yegane kaynağı olduğu
na göre, kuşkusuz her birey ya ormanlarda veya çöllerde yaba-
1 70
ni hayvanlar arasında yaşamayı yahut açlıktan ölmeyi seçmek
te de özgürdür; ama toplum içinde yaşamayı tercih edenler ya
hayatını kendi emeği ile kazanmayı seçmek zorundadır yahut
bir hırsız gibi başkasının emeğini sömüren bir asalak sömürücü
olarak görülme riskine razı olacaktır.
Emek insan haklarının ve haysiyetinin temel dayanağıdır.
Zira insan sadece bilinçli ve özgür emeğiyle yaratıcı olur ve
aynı zamanda da böylelikle hem dış dünya hem de kendi
hayvani varlığı karşısında bir zafer elde edebilir; insaniliği ve
hukuku medeni dünyayı yaratır. Antik dünyada olduğu gibi
feodal toplumda da bir aşağılanma olarak telakki edilen çalış
ma bugün hala öyle görülmektedir; itibarlı olduğu hakkın da
her gün işittiğimiz lafızlara rağmen çalışmanın ahmakça aşa
ğılanmasının iki kaynağı vardır: bunlardan birincisi eskilerin
özelliklerini yansıtan bir inanıştır ki bugün hala pek çok gizli
taraftan vardır. Bu inanışa göre insani toplumun herhangi bir
parçasının bilimi sanatı hukuku öğrenip uygulamak suretiy
le insanileşme imkanlarını elde edebilmesi için, tabiatıyla
çok daha kalabalık olan diğer parçasının köle gibi çalıştırıl
ması gerekir. Antik uygarlığın bu temel ilkesi o mede-niye
tin mahvolmasına neden olmuştur. Yurttaşların teşvik edilen
tembellik ayrıcalığı nedeniyle yozlaşan ve düzeni bozulan kent
uygarlığının kuyusu göze görünmez biçimde ve yavaş yavaş
kazılmaktaydı. Zoraki de olsa çalışmanın özgürleştirici gücüne
sahip olan köleler ayakta kalırken onların büyük kısmıyla aynı
kökenden gelen barbar halkların saldırılan altında bu kent uy
garlığı yıkıldı.
Kölelerin dini olan Hristiyanlık bu antik uygarlığı yıkarken
yerine bir benzerini kurdu. Tabii ki fetih hakkından ileri ge
len eşitsizliğin üzerinde hidayetin ve tann tarafından seçilmiş
olmanın ayrıcalığı bahanesiyle insan toplumu yeniden ikiye
bölündü: asillerle avam takımı, serflerle efendiler ayrıştı. Silah
kullanma ve yönetme meslekleri asillere mahsus olurken aşa
ğılık ve lanetli kabul edilen çalışma da serflere kalıyordu. Aynı
neden aynı sonuçlan kaçınılmaz olarak doğurdu: aylaklık ne-
1 71
deniyle asabi ve maneviyatsız durumdaki asiller sınıfı 1 789'da
isyan edip birleşen ve güç haline gelen serflerle işçilerin in
darbeleri altında yıkıldı.
Böylece emeğin özgürlüğü hukukunun tanındığı ilan edilmiş
oldu. Ama sadece hukuken ; zira fiilen çalışma hala onursuz ve
kölece bağımlı bir meşgale kabul ediliyordu.
Bu köleliğin birinci kaynağı tam olarak insanlann siyaseten
eşitsiz olduğu hakkındaki dogmadan ileri geleni 1 789 devri
mi ile ortadan kalkmış olduğu için çalışmanın aşağılanması
nın ikinci bir nedene dayandınlmasına gerek vardı; bu da kol
emeği ile kafa emeğinin ayırılmasından başka bir şey değildir.
Antik çağdan beri gelen eşitsizliği yeni bir biçim altında yeni
den üreten bu aynın hala güçlü bir biçimde varlığını koruyarak
dünya toplumunu iki kampa ayım: artık yasa yoluyla değil
sermaye yoluyla ayncalıklı hale gelmiş olan azınlık ile yasal
ayncalığın tek hukukuna göre değil açlık zoruyla çalışmaya
zorlanan çoğunluk.
Doğrusu günümüzde emeğin itibarı teorik olarak kabul edil
mektedir ve kamuoyu açısından çalışmadan yaşamak utanç ve
rici kabul edilir. Ne var ki bir bütün olarak kabul edilen insan
emeği esasen iki kısma aynlır; bunlardan tartışmasız olarak
asaleti kabul edilen fikir emeği, bilim, sanat ve sanayide bi
lim ve sanat uygulamaları, fikir üretimi, kavramlaştırma, icat,
hesap gibi işler, işgücünün genel olarak yahut tali düzeyde
yönetimine dair işlerle hükümet işlerini kapsar; diğeri ise ta
mamen mekanik bir faaliyete indirgenmiş olan ve zekayı, dü
şünceyi içermeyen kısmı ifade eder. İşbölümünün şu ekonomik
ve toplumsal kanunu uyarınca sermayenin ayncalık tanıdıkları
ve bireysel yetenekleri nedeniyle en az hissesi olanlar da dahi
olmak üzere birinci kademede yer alıp halka da ikinci kısmı
bırakır. Bu durumdan üç zarar hasıl olur: birincisi sermayenin
ayncalık gösterdiklerine nasip olur; ikincisi halk yığınlannın
payına düşer; bunların her ikisinden de kaynaklanan üçüncüsü
ise zenginliklerin üretilmesi, refah ve adaletle toplumun tama
mının zihinsel ve ahlaki gelişmesine ilişkin bir zarardır.
1 72
Ayrıcalıklı sınıflann uğradıklan zarar şudur : toplumsal iş
levlerin en iyilerini kendilerine ayıranlar entelektüel ve ahlaki
alanda git gide daha küçülen bir yer bulabildiler kendilerine.
Fikir, bilim ve sanat alanında bir gelişme sağlayabilmek için
belli bir ölçüde boş zamana sahip olmak gerektiği çok doğru
dur; ama bu boş zamanın gündelik çalışmanın keyifli yorgun
luğunu takip eden hak edilmiş bir boş zaman olması gerekir; bu
adil bir boş zaman olmalı ve bunu elde etme ihtimali tamamen
bireyin yeteneğiyle iyi niyetine ve az çok enerji sarf etmesi
ne bağlı olması gereken bu boş zamanın toplumsal bakımdan
herkes için eşit olması icap eder. Bunun aksine ayrıcalık olarak
gelen her boş zaman zihni pekiştireceğine asabileştirir, mane
viyatını bozar ve öldürür. Bütün tarih bunu gösterir: birkaç
istisna bir yana servet ve kanlı ilişkiler çerçevesinde ayrıcalık
sahibi olan sınıflar fikir üretimi ba-kımından en az üretken
olanlardır; bilim sanat ve sanayi alanında en büyük keşiflerin
çoğu gençliklerini ağır işlerde geçirmeye mecbur kalmış kimse
ler tarafından yapılmıştır.
İnsan tabiatı öyledir ki zarar ihtimali eksik olmaz ve bire
yin ahlakı onun kendi iradesinden çok varlık koşullanna ve
içinde yaşadığı ortama bağlıdır. Bu açıdan ve pek çok başkası
bakımından toplumsal dayanışma yasası acımasızdır; öyle ki
bireylerin maneviyatını yükseltmek için onlann bilinci kadar
toplumsal varlıklannın tabiatıyla da ilgilenmek gerekir. Ay
nca ne toplum ne de birey açısından maneviyatı yükseltmek
için en mükemmel eşitlik içinde özgürlükten daha iyi bir yol
yoktur. En samimi demokratı alıp herhangi bir tahtın üzerine
oturtun hemen oradan inmezse mutlaka rezilin teki haline ge
lir. Aristokrat olarak doğan bir kimse eğer mutlu bir tesadüf
eseri kendinden iğrenip nefret etmezse ve aristokrat olmaktan
utanmıyorsa mutlaka beş para etmez yahut kötü biri olur; iç
geçirerek geçmişini özleyen, bugünde bir işe yaramayan ve
gelecekte ihtiraslı bir düşman haline gelecek biri olur. Aynı
şekilde sermayenin ve keyif ayncalığının sevgili çocuğu burju
va boş zamanını yozlaşma, sefahat ve aylaklıkla değerlendirir.
1 73
Veyahut bu boş zamandan daha çok işçiyi köleleştirmek üze
re korkunç bir silah olarak yararlanır; böylece kendine karşı
1 793 'tekinden daha korkunç bir devrimi tetiklemeye vanr.
Halkın çektiği eziyetin anlaşılması ise daha kolaydır: baş
kaları için çalışır ve özgürlükten keyiften ve zekadan yoksun
olduğu için alçaltıcı olan onu küçük düşürür ezer ve öldürür.
Başkası için çalışmaya zorlanmıştır zira sefalet içinde doğmuş
her türlü ak.la dayalı eğitimden ve bilgiden yoksun, dini etki
ler yüzünden manevi olarak köleleştirilmiştir; hayata atılırken
silahsız, itibarsız ve girişim yeteneğinden mahrum olarak ve
kendi iradesi olmadan atılmıştır. Küçük yaştan itibaren hazin
hayatını kazanmak için açlığın zoruyla fiziki gücünü satmak
zorunda kalmış en kötü koşullar altındaki işi ona başka bir iş
bulmak için maddi bir imkan bırakmaz, bunu aklına bile ge
tiremez. Sefalet yüzünden küçülmüş umutsuzluğa kapılmıştır.
Zaman zaman isyan eder. Ama birlik ve düşüncenin sağladığı
güçten yoksun olduğu için önderleri tarafından yanlış yönlen
dirildiği hatta onların ihanetine uğradığı ve satıldığı için ve
çektiği eziyetlerle nasıl baş edeceğini bilmeden sık sık yanlış
yönlere gittiğinden en azından şimdiye kadar isyanlarında ba
şarısızlığa uğramış ve kısır kavgalardan yorulmuştur. Daima en
eski kölelik koşullarına geri düşmüştür.
İşçi güçlerinin kolektif eylemine maruz kalmayan sermaye
onu sömürmeye devam ettikçe iyi örgütlenmiş bir toplumda
herkese eşit olarak dağıtılmış olacak olan eğitim ayrıcalıklı bir
sınıfın çıkarlarına hizmet eder ve çalışmanın manevi boyutu
sadece bu sınıfın payına düşer, halka ise köleleştirilmiş fiziki
güçlerini kabaca uygulamak kalır ve daima kendine ait olma
yan fikirleri uygulamaya mahkum olur.
Bu adil olmayan ve ölümcül çarpıklık nedeniyle ve adeta
mezbahaya giden bir hayvanınkine dönüşmüş, tamamen me
kanik hale gelmiş halkın emeği onursuz ve aşağılanmış olur;
bunun tabii bir sonucu olarak da her tür haktan yoksun olur.
Bunun toplum için sonucu ise, siyasi entelektüel ve ahlaki ba
kımdan korkunç bir eziyettir. Bu ayrıcalığın etkisi sayesinde
1 74
bilim tekelinden yararlanan azınlık hem zihninden hem de
yüreğinden yara alır; öyle ki eğitim aldıkça sersemleşir; zira
ayrıcalıklı ve pişkin bir zekadan daha kötü ve kısır bir şey
olamaz. Öte yanda bilimden tamamen yoksun kalmış mekanik
bir gündelik çalışmayla ezilmiş halka gelince, doğal zekasını
geliştirmek bir yana, ahmaklaşır; kendisine kurtuluş yolunu
gösterecek ışıktan mahrum zoraki tıkıldığı izbesinde debelenir;
daima kalabalık olmanın verdiği güç elinde olduğu için de da
ima toplumun varlığını tehlikeye atar.
O halde kafa emeği ile kol emeği arasındaki haksız aynlığın
başka türlü tesisi gereklidir. Toplumun iktisadi üretim faaliyeti
de bu durumdan büyük ölçüde zarar görür; beden faaliyetinden
kopartılmış olan zeka asabileşir kurur solar, zekadan ayrılmış
olan insanlığın beden gücü ise sersemleşir ve bu suni ayrılık
halinde kimse yapabileceğinin ve yapması gerekenin yansın
dan fazlasını üretemez yeni bir toplumsal sentezde bir araya
geldiklerinde ise tek bir üretken faaliyet ortaya koyabilirler. Bi
lim adamı çalışmaya, çalışanlar da düşünmeye başladıklannda
akıllı ve özgür emek insanlık için en büyük zafer nişanı olur;
haysiyetinin ve hak ettiklerinin dayanağı, insani gücünün yer
yüzünde meydana çıkışı sağlanır ve insanlık oluşur.
Akıllı ve özgür emek mutlaka ortaklaşa emek olur. Herkes
birleşme örgütlenmede yahut bunu yapmama konusunda öz
gür olur; ama hiç kuşku yok ki doğal olarak bireyin zekasının
kendi üzerinde yoğunlaşması gereken hayal gücüne dayalı ça
lışmalar bir yana, ortaklaşa çalışmayı gerektiren bütün sınai
hatta bilimsel ve sanatsal girişimlerde ortaklaşa çalışma herkes
tarafından tercih edilir; bunun nedeni gayet basittir: çünkü or
taklaşalık herkesin üretken güçlerini muazzam ölçüde arttınr;
ve bir üretim örgütlenmesinde işbirliği içinde üye olan her bi
rey daha az zamanda ve daha az zahmetle daha çok kazanır.
Üretken ve özgür birlikler köle olmaktan çıkınca kendi ken
dilerinin efendileri olup ihtiyaç duyacaklan sermayenin sahip
leri haline gelince bünyelerinde genel eğitim sayesinde özgür
leşmiş işçi güçlerinin yanısıra girişimleri için özellikle gerekli
1 75
tüm bilgileri buluşturacaktır; yine özgür olarak ihtiyaçlarına
ve tabiatlarına göre kendi aralarında er veya geç bütün ulu
sal sınırlan aşarak devasa bir ekonomik federasyon ve yanı
sıra bugün sahip olmadığımız hem geniş çaplı hem de kesin
ve ayrıntılı dünya istatistik bilgisi sayesinde aydınlanmış bir
meclise kavuşurlar ve yönetmek için arz ile talebi uyumlulaştı
np dünya sanayiinin üretim faaliyetini planlayıp farklı ülkeler
arasında paylaştırabilirler; öyle ki bir daha hemen hemen hiç
ticari ve sinai kriz doğmaz, zoraki durgunluklar ve felaketler
ortaya çıkmaz, eziyet kalmaz sermaye kaybolmaz ; o zaman in
san emeği her bireyin ve herkesin kurtuluşu sayesinde dünyayı
yeniden yaratır.
Bütün doğal zenginlikleriyle yeryüzü herkese aittir ama sa
dece onu işleyenlerin mülkü olmalıdır.
Erkekten farklı ama ondan aşağı olmayan, onun gibi zeki
çalışkan ve özgür olan kadın, haklan bakımından olduğu gibi
bütün işlevlerinde, toplumsal ve siyasal ödevleri bakımından
erkeğin eşidi olarak kabul edilecektir.
1 76
nin özgürlüğüne halel getirmek üzere gerekçe yapılamamalıdır;
bu türden her girişim suç olarak görülmelidir.
Bir kez bir kadın kamında taşıdığı çocuğu dünyaya getirene
kadar toplumun maddi desteğine hak kazanır; bu hak kadına
değil çocuğa tanınır. Çocuklannı besleyip büyütmek isteyen
her kadın da toplumdan bu bakım için gerekli tüm masraftan
ve çocuklar için katlandığı zahmetin karşılığını toplumdan al
malıdır.
Ebeveynler çocuklannı yanlannda tutma ve onlann eğitimi
ni üstlenme hakkına sahip olmalıdır; ama bu toplumun vesaye
ti ve denetimi altında olabilir; toplum her halükarda çocuk.lan
ebeveynlerinden ayırma hakkını ve ödevini elden bırakmama
lıdır; ister kötü örnek olmalan, ister katı insanlık dışı kural
veya uygulamalan ile çocuğun maneviyatını bozup gelişimini
kösteklemeleri durumunda bu gerekebilir.
Çocuklar ne anne-babalanna ne de topluma aittir; onlar ken
di kendilerine ve gelecekteki özgürlüklerine aittir. Çocukken
ve bağımsız oluncaya kadar sadece ihtimal olarak özgürdürler;
dolayısıyla yetkili düzenin altında bulunmalıdırlar. Anne-baba
onlann doğal vasileridir. Bu doğrudur ama yasal ve üstün ve
sayet topluma aittir; toplum onlarla ilgilenme hakkına sahiptir
ve bu onun ödevidir; çünkü toplumun kendi geleceği çocuklara
verilecek entelektüel ve ahlaki yönelime bağlıdır. Toplum an
cak reşit olmayanlann eğitimini gözetebildiği takdirde yetiş
kinlere özgürlük sunabilir.
Okul kilisenin yerini almalıdır; aradaki devasa fark şudur ki
kilisenin dini eğitim verirken sözümona tannsal otoriteyle in
sanın saflığı arasındaki ilişkiyi ebedileştirmekten başka amacı
yoktur. Okul eğitimi ise aksine çocuklann yetişkin hale geldik
lerinde gerçekten ne olacaklannı önceden tayin etmelidir; bu
eğitim çocuklann tedricen ve gelişerek özgürlüğe hazırlanma
sından başka bir şey olmamalıdır; bunun için hem fiziki hem
zihinsel güçlerinin hem de iradelerinin üçünün birden gelişmesi
sağlanmalıdır. Akıl, doğru adalet inşana saygı, kendinin bilinci
ve haysiyet, insan haysiyetinin ötekiyle dayanışma içinde ve
1 77
aynlmaz biçimde gelişmesi, kendisi ve başkalan için özgür
lük aşkı, bütün haklann temeli olarak emeğin kabul edilmesi;
mantıksızlığın, yalanın, adaletsizliğin, alçaklığın, köleliğin ve
aylaklığın aşağılanması işte bunlar kamusal eğitimin temel da
yana.klan olmalıdır.
Kamusal eğitim önce insan yetiştirmeyi hedeflemelidir; sonra
farklı işçi uzmanlıklannı ve yurttaşlığı geliştirmeye sıra gelir.
Çocuklar büyüdükçe bu eğitim ilerlemeli ve giderek özgürlüğe
daha fazla yer bırak.malıdır. Böylelikle gençler yetişkin hale
geldiklerinde yasa tarafından bağımsızlaşmış olduklannda ço
cukken nasıl özgürlükten farklı koşullarda yetiştirildiklerini ve
yönlendirildiklerini unutabilmiş olsunlar. Özgürlüğün bir türü
olarclk insana saygı, otoritenin en katı ve mutlak edimlerinde
dahi mevcut olmalıdır. Bütün ahlak eğitimi buradadır; çocuk
lara bu saygıyı aşılayın o zaman onlan insan haline getirmiş
olursunuz.
Bir kez ilk ve orta öğrenim tamamlandığında, çocuklar bü
yüklerinin yönlendirilmesiyle ama baskıya maruz kalmadan
yetenek ve ilgilerine göre herhangi bir yüksek okulu yahut
uzmanlık dalını seçeceklerdir. Aynı zamanda her biri en çok
hoşuna giden sanayi kolunu teorik ve pratik olarak öğrenmeye
başlayacaktır. Çıraklıklan sırasında hak edecekleri miktar da
erişkin haline geldiklerinde kendilerine verilecektir.
Reşit olduk.lan zaman genç insan özgür kabul edilecek ve
eylemlerinden sorumlu olacaktır. Çocukluğu sırasında kendisi
ne sağladığı imkanlann karşılığında toplum ondan üç şey ister:
özgür kalsın, kendi emeğiyle yaşasın ve ötekinin özgürlüğüne
saygı göstersin. Bugünkü toplumun karşı karşıya olduğu suçlar
ve kötü alışkanlıklar sadece kötü bir toplumsal örgütlenmenin
sonucudur. Toplumun örgütlenmesi ve eğitim akla, adalete, öz
gürlüğe insana saygıya en tam eşitliğe göre yapıldığı takdirde
iyilik kural kötülük de istisnai bir hastalığa indirgenir; ve ah
laklı kamu oyunun güçlü baskısıyla bu da giderek azalır. Say
gıyla bakım altındaki yaşlılar, özürlüler, hastalar hem kamusal
hem de toplumsal haklann tümünden yararlanırken masraflan
1 78
toplum tarafından bol bol karşılanacaktır.
Devrimci Siyaset
Temel inancımız odur ki, bütün ulusal özgürlükler daya
nışmacı oldukları için tüm ülkelerdeki ayn ayn devrimler de
öyle olmalıdır; Bir tek Avrupa ve dünya gericiliği olduğu gibi
hem Avrupa'da olduğu hem de bütün medeni dünyada ayn
ayn devrimler değil bir tek evrensel devrim olacaktır. Dola
yısıyla bütün özel çıkarlar, bütün ulusal kibir ve önyargılarla
kıskançlık ve düşmanlıklar bugün artık bir tek Devrimin ortak
ve evrensel çıkan içinde kaynaşmalıdır. Bu devrim her ulusun
özgürlüğünü ve bağımsızlığını her birinin dayanışması saye
sinde güvence altına alacaktır. Dünya karşı devriminin Kutsal
İttifakıyla kralların, kilisenin, asillerin ve feodal burjuvazinin
devasa bütçelerle, sürekli ordularla, muazzam bir bürokrasiy
le desteklenen modern merkezileşmenin kendilerine sunduğu
müthiş imkanlarla ve rutin kumpas uygulamaları ve hakkıyla
her şeyi yasal kılıf altında yapmaları muazzam bir tehditkar ve
saldırgan gerçekliktir. Bu gerçeğin karşısına dikilip ona denk
bir kuvvetle karşı koyup yenmek ve yok etmek için bütün me
deni dünyanın halklarının eş zamanlı devrimci eylem ve ittifa
kından başka bir şeye gerek yoktur.
Bu dünya gericiliğine karşı herhangi bir halkın tecrit olmuş
Devrimi başarılı olamaz. Bilakis bir delilik ve kendine karşı
bir yanlış olur, hatta tüm diğer uluslara karşı bir ihanet ve
suç olur. Bundan böyle her halkın başkaldınsı sadece kendi
için değil bütün dünya için bir başkaldırı olmalıdır. Ama bir
ulusun bütün dünya için ve bütün dünya adına başkaldırması
için bütün dünya için bir programa sahip olması gerekir. Bu
programın yeterince geniş ve kapsayıcı, yeterince derinlikli, tek
kelimeyle yeterince insani olması gerekir ki bütün dünyanın
çıkarlarını kucaklayabilsin. Hiçbir ulusal farklılık gözetmeden
Avrupa'nın bütün halk yığınlarının tutkularını tetikleyebilmesi
için bu program demokratik ve toplumsal Devrim programın
dan başka bir şey olamaz.
1 79
Demokratik ve toplumsal Devrimin hedefi ancak iki keli
meyle tarif edilebilir:
Siyasal bakımdan: tarihsel hukuk kavramının, fetih hakkı
nın ve diplomatik hukukun ortadan kaldınlması gerekir. Bu
tüm bireylerin ve birliklerin tannsal ve insani otoritenin bo
yunduruğundan tamamen kurtulması demektir: bu komünle
rin eyaletlere fethedilmiş eyalet ve ülkelerin devlete zorla tabi
olmasını sağlayan tüm birlik ve biraraya gelişlerin mutlak
surette ortadan kalkması demektir. Nihayet bu, merkeziyetçi,
vesayetçi, otoriter devletin, bütün askeri, bürokratik, hukuki,
idari ve medeni örgütlenmeleriyle ve hükümetleriyle birlikte
kökten ortadan kaldınlması demektir. Tek kelimeyle, bu tüm
dünyaya, hem bireylere hem tüm kolektif bünyelere, birliklere
eyaletlere bölgelere ve uluslara özgürlüklerinin geri verilmesi
ve bu, özgürlüğün federasyon sayesinde karşılıklı olarak gü
venceye alınması demektir.
Toplumsal bakımdan: bu siyasal eşitliğin iktisadi eşitlikle
sağlanıp pekişmesi demektir. Bu herkesin ömrünün başlangı
cından itibaren eşitlikten yararlanması demektir; herkes için
doğal değil toplumsal bir eşitlik demektir bu; yani erkek ya da
kız her çocuk için yetişkinliğine kadar bakım, eğitim ve öğre
nim imkanlan bakımından bir eşitlik demektir.
1 80
EK 6
Pyotr Tkaçev
"İlk Bolşevik" miydi?
Pyotr Tkaçev 29 Haziran 1 844'te Pskov eyaletindeki Velikie
Luki şerinde doğdu. Ailesi orta halli toprak sahiplerindendi. Ba
basını genç yaşta kaybeden Tkaçev'in iki erkek iki de kız kardeşi
vardı. Liseyi bitirdikten sonra St. Petersburg üniversitesine hukuk
öğrenimi yapmaya gitti. Burada devrimci düşüncelerle tanıştı.
Öğrenci hareketine katıldı. St. Petersburg üniversitesi öğrencileri
özellikle 1861 yılında çok hareketliydiler. Öyle ki, Aralık ayın
da çarlığa karşı gösteriler nedeniyle genelgede içinde Tkaçev'in
de bulunduğu bol miktarda öğrenci okuldan uzaklaştırılmış ve
Kronstad zindanına sürülmüştü. Tkaçev'in devrimcilikle gerçek
ten tanışması ise burada başlar. Tkaçev'de diğer öğrenciler gibi
tüm vaktini zindandaki emektar devrimcilerle söyleşerek geçiri
yor onların deneyimlerinden faydalanıyordu.
Rusya'da kaldığı süre boyunca Tkaçev'in sadece yasal yayınla
n bilindiği için örgütlü olarak ne yaptığı konusunda hiç kimsenin
bir fikri yok. Önce Dimitri Pisarevl'e birlikte Rus Sözünü çıkarır;
bu derginin 1 866'da kapanmasından sonra tek başına Dava der
gisini çıkarmaya başlar.
1 81
en büyük nedeni tüm genç Rus Devrimcileri olduğu gibi Tkaçev'i
de sarsan "Ne Yapmalı" isimli roman ve özellikle bu romandaki
Rahmetov karekteriydi. Faydacılık Tkaçev'in hayatında yol gös
terici temel ilkelerden biri olacaktı. Tıpkı Rahmetov gibi Tkaçev
de daha faydalı olan şeyler için daha az faydalı faaliyetlerin terk
edilmesini savunacak ve böylelikle devrimcilerin devrimden baş
ka bir şeyle ilgilenmemesini gerekçelendirecekti.
Yine Rus aydınlarından olan Dobrulyubov'un esas etkisi ise
onun ateşli bir biçimde Rus halkını itaate ve uyuşukluğa iten
toplumsal koşullara karşı çıkmasındaydı. Dobrulyubov aydınların
temel sorumluluğunun Rus halkını uyuşukluktan ve itaatten kur
tarmak olduğunu savunmuştu. Tkaçev'in devrimci örgütün temel
görevinin kitlelerin ataletini kırma ve onları devrimci potansi
yeline kavuşturma olduğu düşüncesine Dobrulyubov üzerinden
varmıştı.
Rus Sözü dergisinde beraber çalıştıklari Pisarev'in etkisi ise
daha çok onun verili değer yargılarını reddetmesinden kaynakla
nıyordu. Pisarev'e göre göre bütün ahlaki doğrular göreceydi. Bu
günün toplumunun değer yargılarını savunanlar ise bu kokuşmuş
değer yargılarından beslenen sahtekarlardan başkaları değildi.
Tüm bu değer yargılan toplumla birlikte alaşağı edilmeliydi. Yeni
toplumun değer yargılan ise "düşünen proletarya" tarafından
yaratılacaktı. Düşünen proletarya kendisini bilimsel araştırmala
ra vermiş aydınlanmış bir azınlıktı. Tkaçev'in devrimcilerin tüm
toplumsal bağlardan kendilerini koparmaları gerektiği ve örgütlü
bir devrimci azınlığın yeni toplumun gelişme çizgisinin ana hat
larını belirleyeceğine duyduğu inancın kökü Pisarev'e varıyordu.
1 82
ne çökmüş olan tüm belaların temel nedeni otokratik despotizm
başka bir deyişle siyasi düzendir." Özgürlük içindeki yazılarda
tamamen temsiliyete dayalı kurucu bir meclisin zorunluluğu
vurgulanıyor; aynca bu meclisin otokrasiden yeni kurtulmuş
Rusya'nın toplumsal yapısının ana hatlarını belirlemesinin şart
olduğu vurgulanıyordu.
Toprak ve Özgürlük'ün kurulmasından sonra Rusya'daki dev
rimci çalışma hareketlenmeye başlar. Hareketlenen siyasal müca
deleyle birlikte Tkaçev'in başına onu Rusya'yı terk etmeye zorla
yacak üç olay gelir.
Toprak ve Özgürlük'ün sesini Rusya'da duyurmak amacıy
la kurulan matbaa aygıtı polis tarafınfan basılır. Polis bu işin
Tkaçev'le olan bağlantısını kurmaya çalışır ama ikinci olaya dek
başarılı olamaz.
İkinci olay Olşevski adlı başka bir genç öğrencinin kurduğu
matbaanın basılmasıdır. Bu baskın sırasında evde Peter Tkaçev
imzalı bir pusula bulunur. Sıkı bir devrimci örgütlenmenin gerek
liliğini ileride ısrarla savunacak olan Tkaçev'in acemilikleri böy
lelikle kendisini mahkeme önüne çıkartır. Mahkeme'de Olşevskiyi
gördüğünü reddetmeyen Tkaçev onunla en ufak bir örgütsel ilişki
içinde olduğunu kabul etmez. Tkaçev bu badireyi de iki ay hapis
cezasıyla atlatır.
Tüm bunlar gerçekleştiği sırada üniversiteler de giderek ha
reketlenmektedir. 1868 yılında üniversite gençliği arasındaki
hareket 1861 'deknden çok daha fazladır. Üniversite öğrencileri
sürekli yasadışı toplantılar yapmaktadır. Devrimci öğrencilerin
temel sloganı ise "Önce yurttaşlar sonra öğrenciler!"di. Devrimci
öğrencilerinin başını çeken iki önemli kişi vardı bunlardan birisi
"Kartal" lakaplı Sergei G. Neçayev diğeri ise Peter Tkaçev'di.
Neçayev'in kendisini izleyenler için hazırladığı ıDevrimcinin
İlmihali•, yahut •Devrimcinin el kitabı• büyük ölçüde Tkaçev'le
birlikte hazırlanmıştı.
Neçayev-Tkaçev görüşlerini tam olarak benimsemeseler de Na
rodniklerle birlikte çalışıyorlardı. Devrim için eylem planı şöyle
idi. 1 869 yılına kadar devrimci propaganda üniversitelerde ve
eyaletlerin başşehirlerinde sürdürülecek; bu tarihten 1 870 Şu-
1 83
bat'ına kadarki sürede ise devrimcilerden oluşan bir ordu köylere
gidip köylülere ayaklanma çağnsı yapacaklardı. Özellikle Volga
ve Dinyeper nehirleri arasındaki bölgede ayaklanacak köylüler
köylerini terk ederek zafere kadar saklanacaklan ormanlık bölge
lere yerleşeceklerdi.
Tkaçev özellikle sürgün döneminde tüm bu görüşleri kıyasıya
eleştirecek, elle tutulur bir yanı olmadığını savunacaktı. Ama bu
görüşler 1 860'lann Rusya'sının hakim görüşleriydi. Tkaçev bu
kitlelerin bir çağnyla birlikte kendiliğinden gerçekleştirdikleri
devrime şüpheyle bakacak devrim için "örgütlü birkaç bin dev
rimcinin" komplo faaliyetlerinin gerekli olduğunu savunacaktı.
Dahası Tkaçev narodniklerin kitlelerin yeni düzeni kurma ve be
nimseme yolundaki enerjisine besledikleri inancı da eleştiriyordu.
Yeni toplumun değer yargılan ancak devrimci bir azınlık tarafın
dan şekillendirilebilirdi.
İşte Tkaçev'in başına gelen üçüncü olay da kendisinin tam
bu çelişkili pratiğinin içinde gerçekleşti. Polisin baskısını arttır
ması üzerine Neçayev yurtdışına çıkmaya ve Entemasyonal'in
Rus Seksiyonu temsilcisi Bakunin'in yanına gitmeye karar verir.
Neçayev'in yurtdışına çıkmasından bir iki gün sonra ise Tkaçev
ve hem yoldaşı hem kansı olan Alexandra Dementyova'yal bir
likte devrime destek olacak bir broşür basmaya karar verirler. Ne
yazık ki polis broşürün izini sürer. Tkaçev 26 Mart 1 869'da tu
tuklanır. Bir yıl dört ay hapis cezasına çarptınlır. Ancak annesi
devreye girince Sibirya yollanmaz cezası ev hapsine çevrilir. Bu
ev hapsi Tkaçev'in yurt dışı macerasını başlatacaktır.
1 84
şu satırlar yer alır: "Şiddetli bir devrimle "kademeli evrim" olarak
adlandınlan şey arasındaki fark birincisinde daha fazla beklemek
istemeyen devrimci bir azınlığın kitlelerdeki bilinci uyandırma
görevini üzerlerine almalandır."
Tkaçev'in narodniklerin halka gitme projesini alaya alan bir
yazısı tüm köprüleri atar ve dergiden aynlır. Önce narodnikleri
eleştiren broşürler yayımlar. Ardından Enternasyonal içindeki
marksistler ve Blankistler arasındaki tartışmada Blanqui'nin ya
nında yer alır ve Marx çizgisini eleştiren broşürler yayımlar. Eleş
tirileri hep aynı doğrultudadır. Sağlam bir örgüte duyulan ihtiyaç.
Tkaçev blankistlere olan desteğini manevi bir destek olarak sür
dürmez. 1 874 yılında Fransız Blankistlerine yardım etmeye baş
lar. Blankistlerden Eduard Vailant'ın "Enternasyonal ve Devrim"
adlı broşürünü Rusça'ya çevrilmesine katkıda bulunur.
En sonunda Tkaçev'in kendisi blankist bir teşkilat kurmaya
karar verir. Bunun için işe önce bir yayın organın kurulmasın
dan başlar. Yayının adı Nabat'tır. Türkçe anlamı alarm zilidir.
Herzen'in dergisi Çan çalmakla yetinirken Tkaçev artık alamı
zillerinin çaldığını bir an evvel harekete geçmenin zamanın gel
diğini, hatta geçmeye başladığını hatırlatmaktadır.
Tkaçev'in fikirleri Rusya'da bir türlü yaygınlaşamadı. Rus dev
rimcileri onun fikirlerini çok jakoben bulduklanndan Tkaçev'in
yanına pek yaklaşmıyorlardı. Ancak Tkaçev büsbütün de başansız
değildi. 1 877'de Tkaçev'i izleyenler Rus Jakobenleriyle birleşerek
"Halkın Kurtuluş Topluluğu"nu kurdular. Tkaçev'in kendisi de bu
arada Cenevre'de de bir grup oluşturmuştu. Tkaçev'in örgütü son
derece gizli bir örgüt olarak kaldı. Örgütün ilginç bir özelliği daha
vardı. Örgütün tüzüğünde örgüte mensup devrimcilerin Merkez
Komitesi'nin onayıyla diğer devrimci örgütlere sızarak bu örgüt
leri ele geçirecek bir çalışma yürütmekle yükümlüydüler." Örgü
tün bu gizli faaliyetinde başanlı olduğunun bir göstergesi de Rus
devrimcilerinin örgütün varlığından haberdar olmalanna karşın
tutuklanmayan devrimcilerin neler yaptığı hakkında kimsenin bir
şey bilmemesiydi. Tüm gizliliğine karşın örgüt yine de Rusya'da
polis baskısına dayanamadı, Rusya'daki j akoben liderlerin tutuk
lanmasıyla birlikte aktif hayatı son buldu.
1 85
Nabat'ın bu çizgisi Narodnik hareketin kimi üyelerinin de
ilgisini çekiyordu. Bu durumu gözleyen Akselrod anılannda
Tkaçev'den şöyle söz etti:
"Nabat'ın Rusya'da çok az kişinin eline geçtiğini çok iyi biliyo
rum. Ama Rusya'daki neredeki bütün çevreler onun varlığından,
ilerleyişinden ve ilkelerinden haberdardılar. Lavrovcu ve anarşist
çevreler bu gelişmeleri ve Nabat'ta dile getirilen düşünceleri dü
zensiz bir biçimde tartıştıklan, onlan çarpıttıklan, hatta Nabat'a
iftira attıklan için gençlik arasında Nabat'ın ilkeleri yayılmaya
başlamıştı ... A.ma Nabat'ın asıl başansı Halkın İradesi örgütünün
oluşmasında, yürütme organlannın belirlenmesinde ve programı
nın hazırlanmasında oynadığı roldü."
1 86
cudunu kontrol edemiyordu. 1 883 yılında Paris'te polis tarafından
gözaltına alındı. Gözaltının nedeni siyasi değildi: Tkaçev sokakta
tuhaf davranışlarda bulunuyordu. Polis kendisini hastaneye kal
dırdı kaldırmasına ama Tkaçev yanına Rus bir hemşire gelene dek
adını söylemeyi reddetti. Paris'te yaşayan akrabalarının durumdan
haberdar olması üzerine doktor tedavisi başladı ancak son üç sene
sinde her geçen gün ölüme bir adım daha yaklaştı. 5 Ocak 1 886'da
ise Peter Tkaçev gözlerini son kez yumdu.
Ölümünü haber alan Rus devrimci gazeteleri Tkaçev'e adına
yakışır bir cenaze töreni yaomak için defin işelemlerini ertele
mek istedilerse de hastanenin kuralları gereği alelacele bir cenaze
töreni düzenlendi. Cenaze'de 30 kişi vardı. Üç kişi Tkaçev adına
konuşma yaptı. Konuşmacılardan biri Toprak ve Özgürlük'ün lideri
Lavrov'du. Tkaçev'e kalıcı bir mezar yaptırmak için gereken 500
frank bir türlü bulunamadı. Bunun üzerine 1 892'de mezarı açıla
rak kemikleri Paris'in tüm sahipsizlerinin kemiklerinin bulunduğu
depoya atıldı.
1 87
lerini Tkaçev'in teorisine bağlama girişimleriyle sıklıkla karşılaşılır.
Gelgelim, bu varsayılan benzerlik sadece devrim sırasında kons
piratif taktiklerin uygulanmasıyla sınırlıdır. Asıl açıklayıcı bağ
devrim hareketimizin tarihinin iki kara sayfası arasında vardır...
Neçayev-Tkaçev hareketleriyle Bolşevik hareket arasında. Dev
rimci yaratıcılıktan yoksun kitlelerin karşısına "devrimci azınlığı"
çıkaran tkaçevist teori kitle hareketini sadece kendiliğinden hare
ketle sınırlı gören bolşevik cdışandan bilinç verme• teorisine işaret
etmiyor mu?"
Akselrod yanın yamalak anlayabildiği bolşevik örgüt teorisiyle
Tkaçev'in "devrimci azınlık" teorisini bir araya getirmekten el
bette mutluluk duyacaktı. Böylelikle bolşeviklerin de tıpkı Tkaçev
gibi acımasız ve halktan kopuk devrimciler olduğunu gösterdiğini
sanıyordu. Akselrod'un ömrünün vefa etmediği yerde karşı dev
rimci bayrağı bir ucundan tutmaya çalışan Amerikan tarihçileri
de Tkaçev'in fikirlerinin üzerine hevesle atladılar. Lenin'in örgüt
lenme anlayışının hiç de orjinal olmadığını kökeninin ta Tkaçev'e
kadar gittiğini gösterdiler. Böylelikle bir taşla iki kuş vurulmuş
oluyordu. Hem Lenin'in Tkaçev'den kopya çektiği gösterilmiş olu
yor hem de bolşeviklerin de "terörist" olduğu bir kez daha kanıtla
nıyordu. Bu karşı saldın karşısında SSCB Lenin'in Tkaçev'le bağını
ortadan kaldırmaya zaten dünden hazırdı. Böylelikle 19JO'lann
başında Lenin'le Tkaçev arasında kurulan bağlann troçkizm oldu
ğu belirtilerek Sovyet tarihçilerinden bu çalışmalara ve tartışma
lara son vermeleri rica edildi. Böylelikle bir Avrupalı demokratlar
Tkaçev'den Lenin'e kesintisiz bir süreklilik görüp Tkaçev'in pratiği
üzerinden Lenin'i yargılamaya uğraşırken Sovyet tarihçileri de
Lenin'le Tkaçev arasında büsbütün bir kopuş olduğunu belirterek
her türlü tarihsel bağı inkar etmeye yöneldiler.
Oysa her iki taraf da haksızdı. Tkaçev'in düşüncesiyle Lenin'in
düşüncesi arasında diyalektik bir süreklilik kopuş ilişkisi vardı. Bir
süreklilik vardı çünkü kökleri Babeufe varan Fransız komünist
devrimcileri örgüt ve proletaıya diktatörlüğü fikirlerini Blankistler
aracılığıyla 1 848 yılında birinci kez marksizmle buluşturmuşlar
dı. Komünistler Birliği adlı örgüt bu buluşmanın ürünüydü. Daha
sonra özellikle Paris Komünü ertesinde birinci Enternasyonal'in
1 88
dağıtılmasından sonra devrimci komünist düşünceyle komünizm
arasındaki bağlara Avrupa anakarasında zayıflamaya başladı. Bu
zayıflamanın sonucu ikinci Enternasyonal çizgisinin yükselmesi
oldu. Tkaçev iki önemli bileşeninden biri devrimci örgüt diğeri ise
proletarya olan devrimci düşüncenin Rusya'ya ulaşmasına aracılık
etti ve Tkaçev'in kurduğu süreklilikle birlikte marksizmle devrimci
düşüncenin buluşması ikinci kez Rusya'da gerçekleşti. Bolşevizm
böyle bir buluşmanın ve sürekliliğin ürünüdür.
Ama Lenin'in düşüncesi aynı zamanda bir kopuştur. Sınıfın en
bilinçli kesiminin oluşturduğu devrimci bir örgüt ve devrim son
rası kurulması gereken diktatörlük fikirleri açısından bir süreklilik
gözlense de bolşeviklerin marksist olması ve işçi sınıfının kurtulu
şunun onun kendi eseri olacağının bilincinde olmaları, bolşevik
leri blankistlerin mezhepçi ve yalıtık siyaset tazından uzak tuttu.
Bolşevikler kitle hareketine tepeden bakmak ona karşı güvensizlik
duymak yerine ona siyasal bir önderlik etmenin, fabrika ilişkileri
nin ağının dışına çıkarmanın sorumluluğunu üstlerinde duydular.
Dışarıdan verilecek bilinç Menşevik Akselrod'un bir türlü anlaya
madığı gibi sınıfın dışından verilecek bir bilinç değil dar iktisadi
mücadelenin ve kısmi çıkarların dışından verilecek bir bilinçti.
Blanqui ve Tkaçev'de görüldüğü türden Mezhepçi, sınıfın ener
jisini küçümseyen, dayatmacı önderlikten kopulması anlamında
bolşevizm bir kopuştur da. Bolşevizm Babeuf, Blanqui ve Tkaçev'le
simgelenen devrimci düşünceyi kapsayarak aşmıştır.
Ekim Devrimi de bu diyalektik ilişkinin en güzel ürünü ve kanı
tıdır. Bolşeviklerin örgütlediği devrim Ekim Devrimi'dir. Ekim Dev
rimi hem kitlelere dayanmanın hem de gizli bir örgütün önderlik
ettiği bir ayaklanmanın ve bu ayaklanma sonucunda tüm iktidarın
Sovyetlere nasıl teslim edildiğinin en güzel örneğidir.
Komünistler Birliği kadar mütevazi komünist Enternasyonal ka
dar iddialı bir örgüt kurma yolunda yürüyenlerin temel başvuru
kaynağı elbette bolşevizm olacaktır. Ancak bu başvuru kaynağın
dan devrimci bir biçimde yararlanmanın ilk koşulu Babeuf, Blan
qui ve Tkaçev'den Bolşevizm'e uzanan süreklilik kopuş ilişkisini
kavramaktır.
1 89
.
O Birinci Enternasyonal