Professional Documents
Culture Documents
4795 Kapitalizm Ve Tarim Muzeffer Ilhan Erdost 1988 208s
4795 Kapitalizm Ve Tarim Muzeffer Ilhan Erdost 1988 208s
VE
TARIM
BİRİNCİ BÖLÜM
ÜRETİM İLİŞKİSİ TANlMI ÜZERİNE
İKİNCİ BÖLÜM
YÖNTEM KONUSUNDA
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KÜÇÜK KÖYLÜLÜGÜN KAPİTALİZMLE UYUMLU
BÜTtİNLEŞMESi TEZİ ÜZERİNE
50 ı. Tezlerin Özet!
52 2. Küçük Çiftçi .ve Kapitalist Çiftçi Karşılaştırması
58 a) Emek üretkenliği Açısından
63 b) Tarımsal Ürünlerin Fiyatı Açısından
66 c) Tarıma Sermaye Yatırılmasının Koşulları Açısından
68 3. Küçük Köylünün Sömürülmesi ve Yoksullaşması
72 4. Doğal Ekonomi ve Kapitalist üretim Tarzının Egemenliği Altında
Küçük Meta Ekonomisi
DÖRDÜNCÜ BÖLüM
KÖYLÜLÜÖÜN KENDİ İÇERİSİNDE SINIFSAL
FARKLILAŞMASI
ALTINCI BÖLÜM
İLKEL BİRİKİM VE FARKLI SÜREÇLER İZLEMESİ
YEDiNct BÖLÜM
I>ÜNYA KAPİTALİST SİSTEMİ VE "SOSYO-mKONOMiK"
öZELLiÖt
123 ı. Dünya Kapitalist Sisteminin, "Kapitalist" Ülkeler Arasındaki
"Piyasa Mekanlzması"na İndtrgenmesl
125 2. Kapitalist tl'retimln tl'retıcı Güçlerin Gelişmesinin Biçim!. ve
Engeli Olmasının Anlamı ve Emperyalist Sistemin sosyo-Ekonomik
Yapı oıueturması
127 3. Toplumsal tl'retımln Emperya.llst Sistem İçerslnde İkiye Bölünmesi
132 4. Y abancı Berinay<l!nin Aşın K$.rının, Küçük Köylünün Artı-
Emeğinden de s ızd ınlmış 01ınası
EK LER
7
' si ve sermayenin ilkel birikiminin öznesi durumuna gel
mesi, ekonomik yönüyle olduğu kadar, toplumsal ve siya
sal açıdan da irdeleniyor. Okurun, kırsal alar1:ın sorun
larını öğrenmekten çok, kırsal alanın sorunlarını çöze
cek yöntemleri bulabileceği bir kitapçık hu. Kitabın yeni
baskısı, okurun bu konudaki gereksinmesini de karşıla
mak amacını taşıyor.
Bunun yanısıra, aynı konuda daha sonra yazdığım
yazılardan bir kısmını, bu kitaba "ek" olarak almak bana
gerekli göründü.
Esas metinde olduğu kadar ek yazılarda okur kimi
yinelemelerle karşılaşacağını daha başlarken bilmeli.
Bundan öte, aynı zamanda yazdığım ve Tarımsal Koope
ratifçilik Seminerine sunduğum 'Bildiri' ile, Bilim ve Sa
nat için yazdığım "Kıı:sal Alan / Yapısı ve Özellikleri"
adlı yazı, aynı rakamsal verileri yineleyerek sunuyor. Ama
okur, iki yazıda da, biri ötekinde bulunmayan kimi veri
ler de bulacak. Bu ikisini tek bir yazıda bütünleştir
mek, yazıyı yeniden yazmak gibi, bir zorluğu da karşıma
çıkardığı için, kolay olanı seçtim, ve iki yazıyı da bura
ya aldım.
Yineleyeyim: kapitalistleş:ı;ne süreci içersinde kırsal
alanın sorunları özümsenmeden, ülkenin yalnızca ekono
mik değil, siyasal ve toplumsal konularının da gerıektiği
-
gibi kavrn.namayacağı görüşündeyim.
Nisan 1988, Ank&ra
8
SUNUŞ YERİNE
9
Konununı .anlaşılması, ekonomi politiğin terim ve kav
ramlarını özümsemiş olan lar için ne denli kolay ise, bu
kavram ve te!rimleri soğurmamış olanlar için yer yeır güç
olacak. Ne var ki, b aızılannın yeğlediği gibi, "arabacının
da anlayacağı kadar kola y anlaşılır olmak", bazı k oınular
içinı olanaklı değil. Burada, ne "arabacı"yı küçümsedi
ğim, ne de "arabacı"nm bazı şeyl eri anlayacak yetenek
10
İLK SÖZLER
11
coğrafi açıdan geneUeştirmediğimi ve tarihsel gelişme
sindenı soyutlay:arak değişmez ve kalıcı olduğunu yaz
madığımı saptamış olmaları gerekir. Bu konudaki gö
rüşlerimi özetleyeyim:
Birincisi: İmparatorlukta, üretim ilişkilerinin "fe
odal" niteliği, başlangıçta, "askeri" özellikle örtüşmüş
bulunuyordu ve askeri özelliğine bağlı ofarak feodalizm
de "merkezi" özellik taşıyordu. Topr�ğın çıplak mülki
yeti, ister devl�te ait olsun, iste1r kişi mülkü olsun, ister
dinsel zümre mülkiyetinde görünsün, ister aşiret toplu
luklarının ortaklaşa mülkü sayılsın, hepsi, askeri-feodal
örgütlenmenin sonucu olarak, timar sistemine bağlan
mıştır. Hepsinde, farklı biçimlerde de olsa, askeri yü
kümlülük anlamında, artı-ürünün bir bölümü, askeri
hizmete tahsis edilmiştir. Askeri feodalitenin, ergin bi
çime ulaşmış feodaliteyeı öngelen bir evresi olduğu anım
sı:ı.nmaiı.
İkincisi: Feodal vergileri, esas olarak, biri kayna
ğını dinsel yasalardan (şeriattan) alan aşar (ürünrrant),
ve öteki, kaynağını devlet tarafın:danJ konan yasalardan
. alan çift-resmi (emeık-rant) oluşturur. Feodal toprak ver- ·
12
bolmaya başlamıştır. Buna karşılık, kaynağını dinsel ya
salardan alan aşar, Cumhuriyttin ilk yıllarına kadar
(1926) varlığın:ı sürdürmüştür.
Devlet, teokratik özıeılliği sonucu, toplumsal çözül
meye karşı dirençli bir üstyapı oluşturmaıktadır. Bir
başka deyişle, toprak mülkiyet biçimi değil, ü styapının
yüzyıllarca sürecek olan baskısı sooucu aşarın yalnızca
ürütıı o larak ödenmesi, meta-para ilişki.sinin gelişmeısin
de ve ekonomik ilişkilerin çözülmesinde engelleyici . rol
oynamıştır.
Vçüncüsü: Kır sa l alanda çözülmeyi engelleyici bir
başka neden, köylünün tasarrufunda bulundurduğu mi
ri (çıplak mülkiyeıti devlete ait) toprağı, satma ve satın
alrn.a hakkının tüzel olarak bulunmayışıdır. Çıplak mül
kiyeti devlete ait toprakların, devlet tarafından satışı ·ve
bağışı sözkonusu olmakla birlikte, bu, doğrudaını üreti
cinin ödemekle yükümlü bulunduğu feodal rantın sahip
değiştirmesindenı başka bir şey ifade etmeyen bir el de
ğiştirmedir. İltizam sistemiyle birlikte, bir yerin iltizam
bederlinin on yıllığını peşin olarak ödeyeni mültezim, bu
toprağın sahibi olmakla birlikte, buraa d da, doğrudan
üretici , ödeımeıklıe yükümlü bulunduğu I'aıİlltı, yeni sahi
bine ödüyor ve kendisi açısından mülkiyet durumunda
bir de ğişiklik yaratmıyordu.
1858 Araz i Kanunnıamesini izleyen yıllarda ve özel
likle 191()..1 3 arasında çıkarılan bazı yasalarla, miri top-
raklardaı ırsen tasarruf hakkına sahip köylünün , tasar
ruf hakkını, borcuna karşılık ipotek ettirmesi ve bu hak
kın alacaklı tarafından satışı tüzelleşmiş bulunuyordu.
Toprağın ırsen. tasarruf hakkına sahip bulunan kö ylü
nün, tefeciye ve tefeci gibi karşısına çıkan tacire, borç
lanarak, tasarruf hakkmdan ve dolayısıyla işlediği top
raktan yoksun kalmasının t�el yolu, İmparatorluğun
13
son yıllarında ve genel savaşa öngelen günlerde açılmış
bulunuyordu. İmparatorluğun daha önceki dönemlerin
de ise, tasarruf hakkınıını. herhangi bir biçimde hağışla
namaması, ipotek ettirilememesi, borcuna karşılık satı
şa çıkarılamaması ve özellikle klasik dönemde, bu hak
tan kız çocukların kalıtsal yolla da olsa yararlanama
ması, küçük köylünıliını yoksullaşmasını ve köy yapısı içer
sinde sınıfsal farklılaşmayı belirleyici bir biçimde en
gellemekteydi.
Dördüncüsü: İmparatorlukta, devingen yönü açısın
dan, feodalizmin, kendi içersinde evrimleşerek olgunlaş
ma sürecine girdiği dönem, kapitalizmin bir dünya sis
temi olarak egemenliğini du:Yurınaya başladığı bir döne
me denk düşer. Feodalizmin evrimleşerek olgıu:nJ.aşması
süreci, dünya kapitalist sisteminin etkisine çekilerek
feodalizmin çözülmesi süreciyle içiçe geçe:r. Feodalizmin
kendinden olgunlaşması ile dışarıdan (dünya kapitalist
sisteminden) gelen ve geıleneksel ilişkileri kapitalist me
ta ekonomisine bağlayarak çözmesi - bu iki farklı süreç
sonucu, ne feodalizm tam olgunluk düzeyine ulaşmış ve
ne de kendi iç dinamizmiyle çözülereık ve kendisinden
dönüşerek kapitalizmi yaratabilmiştir. Kendisinden ka
pitalizme dönüşememiş olması sonucu, (dış) kapitalizme
bağımlı bir kapitalistleşme iktisadi yapıya egemen ol
maya başlamış vç kapitalist işleıtmelerin ve kapitalist
pazarını uzanamadığı veya daha az uzandığı ya da çö
zülmeye karşı geleneksel yapının daha dirençli (aş.iret
ve kabile mülkiyeti gibi) olduğu yörelerde, feodal ilişki
ler varlığını sürdürmeye! devam etmiştir.
Beşincisi: "Feodalizm", tarihsel konumundan so
yutlanmamak gerekir. İmparatorluğun klasik dönemine
� �
denk d şenı f�dali�� a�k�ri ve me:rk� ö� li t�ş�r.
:
��
.
.
Asken. ozellığının çozul:rrresıyle, merkezı oze:llıgını yıtır·
14
mesi birbiriyle örtüşür. Ne var ki, Batıda, askeri feoda
litenin Çözülmesi, feodalizmin klasik biçimine önıgelmek
le birlikte, İmparatorlukta aske:ri feodalitenin yerini
alan iltizam sistemi, çağsal açıd.anı geç kalmış bir feoda
lizm olarak, iktisadi anlamda feodalizmin klasik biçimi
olarak değil, feodalizmin yozlaşmış bir biçimi olarak
doğmuştur. Dolayısıyla da, ke:ı;ıdi içersinde antitezini {ka,.
pitalizmi) yaratmak.tanı öte, kendini çürütmesinin nedeni
olmuştur.
Dünya pazarının oluşmaya ve Batının:, bu pazarın
merkezi olarak dünya ekonomisine egemen olmaya baş
ladığı dönem, aynı zamanda, feodalizmin kapitalizme ev
rimleşrpesiyle örtüşür. Batıda sanayi sermayesinin tica
ret sermayesine eıgemen olması, Doğu ile Batı arasında
ki dünya ticaret. yolunu Akde:nizden Atlantiğe çekiver
mesi v;e bunlardan da önemlisi, bu ticaretin niteliğini
değiştirmesi (Dğ o udan alınan mamul ürünJer ticareti ye
rine, Doğudan haımmadde alarak, Doğuya mamul madde
satması), İmparatorluğun, bir yandan Doğu ile Batı ara
sınıdaki ticari köprü olma işlevini sona erdirirken, bir
yandan da İmparatorluğu kendi pazarının eıtkisine ala
rak, gelişmekte olan yerli sanayii (ve özellikle de ipekli,
sof ve çuha dokuma sanıayiini) çökertmesi, feodalizmin .
olgunlaşması yerine çöküşünün ve çürümesinin koşulla- ·
15
sonuçlar çıkarmaya çalışmak, kuşku yok ki, doğru bir
yöntem olamaz. Hele, kapitalizmin egemenliği altın.da,
feodal ve yarı-feodal ilişkileri olduğu kadar kapitalist
öncesi biçimlere denk düşen tüm öteki biçimleri, meta
ekonomisi ve kapitalist pazar aracılığıyla, sanayi serma
yesiniili etki ve sömürü alanına çektiği bir dönemde,
"feodalizm"i, klasik döneme uygun düşen tüm özellikle
riyle ve üstyapı kurumlarıyla birlikte aramaya kalkış
mak daha da yanlış olur.
Altıncısı: Feodal mülkiyet, bilindiği üzere, modern
burjuva mülkiyetten özünde farklıdır. Feodal birimler
içeırsinde, toprağın çıplak mülkiyeti toprak sahibine (sen
yöre) aıit olmakla birlikte, serf de işlediği toprağın ırsen
(kalıtsal olarak) tas.arruf hakkına sahiptir. İmparatorluk
tan devreden toprak mülklerin farklı olrnası sonucu,
(miri mülk topraklarda) reayanın tas&rruf hakkı onun
özel mülkiyetine dönüştü; (kişi ya da aile mülkü top
raldarda) feodal beylerin, topraktaki feodal hakları' mo
dem özel mülklerine dönıüştü. Cumhuriyetle birlikte çı
karılan Medeni Yasa, bu oluşumun bilincinde olmadan,
toprağıtıı bu iki farklı mülk edinme biçimini de yasallaş
tırmış bulunuyordu. Medeni yasanın esas alındığı İsviç
re Medıeıni Yasasında modeırn burjuva mülkiyeti, temel
alınmış olduğu için, İmparatorluktan devreden toprak
mülkiyetine açıklık geıtiren bir gerekçeden yoksun bu
lunuyordu ve bunun için de, bu yönıden, ancak 1960'lar
dan sonra, 1961 Anayasasının ışığında yeni bir toprak
reformu yasası hazırlanırken tartışma konusu olacaktı. /
Büyük mülk topraklar, Mıedeni Yasayla, tam da mo
dertıı anlamda özel mülkleır haline tüzel olarak dönüş
müş olmakla birlikte, bu, geleneksel ilişkilerin olduğu
kadar, geleneksel üretim yöntemlerinin de ağır bastığı
yöre�lerde, üretim ilişkilerinin fiili durumunda ani bir
16
değişikliğe yolaçmadı. Daha çok da Doğu ve Güney"Doğu
Anadolu'da feodal ve yan-feodal ilişkiler, fiilen varlığını
sürdürmeıye devam etti.
Bunun yarntsıra, toprağın aşiret topluluğunun ortak
laşa mülkü olarak kabul edildiği yörelerde, aşiretin kan
bağına dayalı lrendi örgütlenmesine bağlı olarak, ektiği
toprağını sahibi de olsa, aşiret üyesi köylünün, aşiret ve
kabile reislerine kademeli olarak emek-rant ile ürün-rant
ve pazara sunduğu ürünlerin fiyatı üzerindeın para-rant
ödemekle yükümlülüğü fiill olarak devam etti. Ve bu
anlamda da, topra,ğın çıplak mülkiyetinin topluluğun or
taklaşa mülkü sayıldığı, ama tasarrufun özel olduğu, aşi
ret üyesinin aşiret reisine feodal açıdanı yükümlü bulun
du� aşiret bünyesinde, Medeni Yasa, fiill bir değişik
lik sağlamadı.
Gene İmparatorlukta, klasik dönemde izlediğimiz,
küçük toprak mülkler olduğu içinı köylülere "icar"a ve
rilerek işletilen ve doğrudan üretici köylülerin, toprak
rantını, askeri yükümlülükleri dolayısıyla bölgenin dir
lik sahibine (sipahiye) •oivanıi" hissesi olarak, toprağın
sahibine "malikane" hissesi olarak ödeyen divani-mali
kane sisteminde, timar sisteminin çözülmesiyle askeri
yükümlülük sona erdiği için, "divani" hissesi kalkmış ve
yalnızca, kiracılık özeılliği devam etmiş, bir bakı,ma,
yan.feodal ilişki, varlığını sürdürmüştür.
Köy toprağınıın tamamının ya da büyük bir kısmı
nın kişilere ya da ailelere ait olduğu durumlarda ise,
köy topluluğunu oluştupn köylüler, küçük topraklar
halinde ve ortakçılık biçiminde, .ama aynı toprak beyine
feodal ve11gilednıi ödemeye deıvam etmişlerdir. Genellik
le toprak dışındaki üretim araçlarının da toprak sahibi
ne ait olduğu ve bunun yanıısıra, köylünün ev ve eklen
tilerinin hayvanlarınıı otlattığı m�a ve ortakların, top-
17
rağın sahibine ait göründü� yörelerde, "ortakçılık" bi
çiminin, tam da feodal ilişkilerle örtüştüğütııü söylemek
gerekecektir.
O zaman olduğu gib�, 1977-80 arasında, Yeni Ülke'
de yazdığım yazılarda,* bazı yörelerde: kapitalist tarım
işletmelerinin varlığı üzerinde durulmuş ve özellikle de,
köy yaıpısınıdaki sınıflaşmanın, varlıklı köylüleri, bir ba
kıma orta-burjuva köylüye döüştürmekte olduğu be-
lirtilrnişti. Bunun yanısıra, küçük köylü işletmelerinin
de sermayenin sömürü alanına çekilmiş olduğu ve bu
sömürünün, feodal ve yarı-feodal köylü işletmelerini de
kucakladığı anlatılmaya çalışıldı. Kısacası, Türkiye'nin
tarımsal yapısını, ne . mutlak olar�k -··kapitalist, ne de
mutlak olar.ak kapitalist-olmayan bir kategori içersine
sokmadığımız gibi, kapitalist-öncesi tarımsal yapıların
da kendi aralarında farklılıklar gösterdiği ve sermaye
n�n egemenliği altında iş sağlamlıklarındaki farklılıkla
ra göre, farklı süreçler izleyerek çözüleceği ve çözülmek�
te olduğu vurgulandı.
ı' Bize karşı eleştirilerinı, esas olarak, tarımda ka.pita
' list üretimin yaygın olduğu ve ağır bastığı görüşünde
olanlar tarafından yönetildiğini ekleyeyim.
Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm* yaZan ise, Türki
ye'de, tarımsal yapıyı, hemeın neredeyse tek tipe, ister
işlediği toprağın zilyedi, ister sahibi olsun, küçük meta
üreticisi köylü işletmesine, kendi deyişiyle de, "kii,çti_}\:
meta üretim ilişkisi"ne indirgemiş bulunuyor. Bunun: dı
şında hemen her şey "ihmal edilebilir" bir büyüklüğe
ya da öneme sahiptir. İkincisi, Türkiye tarımsal yapısı,
18
feodal ve yan-feodal ilişkilerin giderek çözüldüğü, kü
çük köylülüğün yoksullaşarak mülksüzleştiği ve bir
ucuyla da kapitalistleştiği ve koşulların elverdiği yöre
lerde kapitalist tarım işletmesine geçildiği bir yapı oluş
turmakla birlikte, yazar, yaygın ve ağır basan "küçük
meta üreticisi" köylünün, kapitalizmle uyumlu bir ek
lemleşme 1içersinde bulunıduğunu, varlığını sürekli, ka
rarlı, kalıcı bir biçimde koruduğunu yazmakta ve bu
anlamda da, kırsal yapı, sınıfsal değişme açısından, du
ragan bir yapı olarak gösterilmeıktedir. Yazımız, bu gö
rüşlerin yarıhşlığını yeterince sergileyecektir sanırım.
KONUMU,. eleştirel bir temel ürerinde oluşturma
dan da yazabileceğim düşünülürse, eleştirel yolu seçmiş
olmam da, okurun sormayı düşüneceği sorulardan biri
olabilir. Özellikle de, biraz ikinci genıçliğin ve biraz bazı
şeyleri yeni Öğrenmenin verdiği taşkınlıkla, Boratav'la
kırıcı biİ' tartışma döneminden geçtiğimi anımsayan oku
run kafasında böyleı bir soru belirebilir. O �anki tar
tışma anlayışınıı. -kendi he:sabıma- aştığımı. ve bura
da polemikten özenle kaçındığımı söyleyeyim. Şu da
var ki, küçük köylülüğün yoksullaşmakta olduğunu, da
ha önceki yazılarımda ayrıntılarıyla yazmış olduğum
için, bu kez, herhangi bir neden belirtmeden, aynı ko
nuya yeniden dönmem yerinde bir davranış olmazdı. Bu
nun gibi, gerek üretim ilişkilerinin tanımı üz.erinde, ge
rek üretim ilişkilerinin çözümlenmesi yöntemleri üze
rinde, beni yenideın yazmaya iten nedıenleri belirtmeden,
ekonomi politiğin bilineilJ açıklamalarını yinelemek de
özellikle bugün için anlamsız olurdu. Aynı konula.ra bir
kez daha dönmemin nedeni, tam da aynı konulara fark
lı bir biçimde yaklaşan yazılara bir yanıt olması .anla
mında, eleştirel yolu seçmem bana kaçınılmaz geldi. Bir
başka nokta da, Yeni tİlke'de, küçük köylü işletmesinin
19
kendisi kapitalist işletme olmamakla birlikte, bu köylü
nün, yerel/ulusal ve yabancı sermaye tarafından sömü
rüldüğünü, küçük köylü işletmesinin tanmın gelişmesi
nin enıgeli haline geldiği gibi yoksullaşmasının da kaçı
rulmaz olduğunu, tam da bir "çözümsüzlük"le kuşatıl
mış buluniduğunu yazdığım yazılarda, gerek benimsedi
ğim çözümleme yöntemlerinin ve gerek küçük köylülü
ğün mülksüzleşmekte olduğu yolundaki vargılarımın,
Boratav'ın kitabında, bir bakıma kapalı bir eleştirisiyle
ya da hiç değilse, karşıtı yöntem ve vargılarıyla karşı
laşmış olmamdır. Bu da beni, konumu, eleştirel bir te
mel üzerinde, ele almaya zorladı. Umarım, okurun, bir
birinin karşıtı çözümleme yöntemleri ve vargılar ara
sındaki farkları öğrenme ve kendi görüşünü serbestçe
oluşturma olanağına böyle bir kitapçık yardımcı olur.
20
BİRİNCİ BÖLÜM
21
bilgi ve becerisi kazanmış olması da gerekir. Kısacası,
değer üretileibilmesi için, insan emeğine, üretim araçla
rma. üreti m bilgi ve becerisine gerek vardır. Bunların
tümüne, yani emek, üretim araçları, ü.rertim bilgi ve be
cerisine üretici güçler diyoruz.
,
23
üreticilerin artı-emeğine (artı-ürününe, ya da artığa) el
koymanırıı özel ekonomik biçimlerini,' üretim ilişkileri
olarak" (Borataıv, s. 15) tanımlıyor.
Bu tanımın özünü oluşturan ve tek tırnak içersine
alınan sözlerin, Marx'tan aktarıldığını belirtelim. Marx'
tan aktarılan pasajın içeriğine ve eksikliğine değinme
den önoe de, yazarın, "daraltılmış" üretim ilişkisi tanı
mını açıklamaya çalış.alım: "Üretim ilişkileri, artık ya
ratan ve artığa dolaysız üreticilerin dışındaki grupların
el koyabildiği ve bu neıdenJe sınıfların oluştuğu toplum
ların açıklamasında işe yar.ayan bir kavramdır. Ve üre
tim süreci içinde veya bu süreç dolayısıyla insanlar ara
sında oluşanı ilişkilerin tümünü değil, artığa el koyma·
nın özel biçimlerini ve mekanizmalarını oluşturan bağın
tıları üreıtim ilişkileri olarak anlıyoruz." (Boratav, s. 14.)
Bu tanım, ilkin, "üretim ilişkisi"nin varolması için
artı-ürünün varlığını, artı-ürüne elkonulmasını, dolayı
sıyla sınıflı toplumu bir önıkoşul sayar. Artı-ürünün he
nüz üretilemediği ilkel toplumun başlangıç evreleri "üre
tim ilişkisi"nden dışlandığı gibi; artı-emeğin toplumsal
fon olarak tükeıtileceği veı bu an:lamda da toplumsal ola
rak gerekli-emeğin bir öğesini oluştur:acağı sınıfsız top
lumu da, üretim ilişkisinden dışlamaktadır.
Oysa, emek üretkenliğinin pek ilkel düze,yde olma
sından dolayı, artı-ürünün henüz üreıtilemediğ1 ya da
toplumsal fonu karşılaya!1i ve bu nedenle de gerekli-ürü·
nün bir parçası olarak göründüğü ilkel komünal toplu·
mun başlangıç ve orta evreleriniİlı, üretim ilişkilerinin
ilk biçimini oluşturduğu bilinir.
Elkoyma biçimi dışında, artı-emeığin varlığı, üretim
ilişkisininı tanımında bir koşul olarak eleı alındığı zaman,
artı-emeğin üretiminin koşullarının bulunmadığı, ya da
gerekli-emeğin toplumsal fonu temsil eden kısmını oluş-
24
turduğu ilkel komünal topluluk, üretim ilişkisinden dış.
lanmış olacağı gibi, işgününün kısaltılmış smırlan içer
sindeı harcaıll'an artı-emeğin, toplumsal fonun gerekli öğe
sini oluşturacağı veı bu nedenle de "artı-emek" sayıla
mayacağı sınıfsız toplum biçimi de, "elkonulan artı
emeğin" bulunmamış olması nedeniyle, üretim ilişkisin
den dışlanmış olacaktır.
lşgününün tümünün gerekli-emek zamanının sınır
larıyJa örtüştüğü, yani artı-emek harcayabilmenin koşul
larının ortaya çikmadığı geçmişin ilkel toplumu, "artık
yaratan bir toplum" değildir. Bunun gibi, işgününün
son derece kısaldığı ve hunun gerekli-emek zamanı ile
toplumsal fon olarak temsil edileceği ve ancak bu an
lamda artı-em�ği de içermiş olacağı sınıfsız toplum da,
"artığa dolaysız üreticilerin dışındaki grupların el koya
bildiği" bir toplum olmayacaktır - ama bunlar, top
lumlarıll' ileriye doğru gelişmesin.in biri başlangıcını ve
öteki ise sonuncusunu oluşturan, üretim flişldlerldir.
Marx'ın, "doğrudan üreticilerin ödenmemiş artı ·
emeğine el koymanın özel ekonomik biçimi" sözlerinin,
yazar tarafından, üretim ilişkileri tanımına, "ödenme
miş" sözcüğünün tasarruf edilerek aktarılmış olması üze
rinde de durmak gerekir. Çünkü, "artı-emek" ile "öden
memiş artı-emek", ve bunun gibi, artı-ürün ile "öden
memiş artı-ürün" de birbirinden farklı kavramlardır.
Örneğin serfin, gerekli-emek zamanı ile artı-emek
zamanının sınırlarının, geleneksel olarak belirlendiği ve
başlangıçta, artı-ürünün tümüne feodal bey tarafından
elkonduğu bilinir. Ama üretim tekniklerinde bilgi ve
becerisinde gelişmeler emek üretkenliğini yükseltir ve
bunun sonucu olarak, artı-emeğin sınırları büyür ve ge
rekli-emeğin sınırlan küçülür. Artı-ürün, geleneksel ola
rak, belirlenmiş bir büyüklükt ür ve bu büyüklük, oran
25
olarak saptanmıştır. Dolayısıyla, başlangıçta artı-ürünün
tümü, doğrudan üreticinin yükümlü olduğu a rtı-ürün
ile örtüşür. Emek üretkenliği yükseldikçe, artı-ürünün
gerekli-ürüne oranı artacağı ve yükümlü artı-ürün oranı
değişmeyeceği için, artı-ürün, doğrudan üreticinin yü
kümlü bulunduğu artı- üründen büyük olmaya başlar.
Sertin artı-emeği nin (artı-ürününün), biri feodal beyin el
'
koyduğu ödenmemiş artı-emek (artı -ürün) olarak ve öte
ki serfin kendisine kalmış olaın anı-emek (artı-ürün) ola
rak iki kesimden oluşmasının nesrıel koşullan ortaya
çıkmış olur. Feodal toplumun iç dinamizminin özü bu
radadır v e emekçinin .artı-ürününün tümünıün vergi ve
rantla çakıştığı .asya biçiminden de bu özelliğiyle ayrılır.
Ama, diyelim, yazar, tanımına, " doğrudan üreticile
rin artı-emeğine elkoymanın öwl ekonomik bi çimi" ye
rine, "doğrudan üre ticilerin ödenmemiş artı-emeğine el
koymanın özel ekonomik biçimi"ni alıınş olsaydı, bu
sözler, üretim ilişkisih'İ tanımlamaya yeter miydi?
Yazarın, Marx'tan aldığı tümceleri içeren paragrafı ,
Türkçe çevirisinden okuyalım :
"
Ödenmeımiş artı-emeğin doğrudan üreticilerden· çe
kilip alınmasının örel iktisadi biçimi, ' doğrudan üretici·
nin kendisinden doğan ve kendisi de be:lirleıyici bir öğc
olarak onu etkileyen, yönetenler ile yönetilenlerin ilişki
sin·i belirler. Ama, bunun üzerineı de , üretim ilişkilerinin
kendilerinden doğan iktisad i topluluğun tüm oluşumu,
böylece de aynı zamanda o nun özel siyasal biçimi yer
leşmiştir. Tüm toplumsal yapının ve onunla birli kt e ege•
menlik ve bağımlılık ilişkisinin siyasal biçiminin, kısa
cası, buna uygun düşen özel devlet biçiminin, en içteki
sırrını, gizli temelinıi açığa vuran şey, her zaman, üre
tim koşullarına sahip olanlar ile doğrudan üreti ciler ara·
sındaki ilişkidir." (Kapital, 3, s. 829-830 - Boratav, yan·
26
lışlıkla, kayna:ğ;ı, Birinci Cilt ("1867") olarak gösteriyor.)
Burada, konıunun, gene l olarak üretim ilişkisiyle. de
ğil, yönetenler i le yöneıtilenle r arasındaki ilişkiyi belir
leyen ve sınıflı topluma denk düşen üretim ilişkileriyle,
ve dahası, devletin özel biçimine uygun düşen üretim
ilişkiforiyle sınırlanmış olduğu açık tır.
İkincisi, "ödenmemiş artı-emeğin doğrudan üretici
lerden çekilip alınmasının özel iktisadi biçimi"nin, "her
zaman, üretim koşullanına sahip olanlar. ile doğrudan
üreticiler arasındaki ilişki" olarak belirlenıdiği, Marx'ın
hemen izleyen tümcelerinde açıklanmış bulunmaktadır.
Bir başka deyişle de, üretim ilişkisini, üretim ko
şullarına sahip olanılar ile doğrudan emekçiler arasın
daki ilişki belirler. Buna karşılık, yazar, Marx'ın, tam
da bu tüİn:cesinden t asarruf ederek veı Marx'ın tanıklığı
na başvurarak, "üretim koşullarına sahip olanlar" ile
" doğruda n emekçiler" dışında yer alan ve üretim koşul
28
rülürse, küçük meta üretimi . . . temel bölüşüm (sömürü)
kategorilerlıııin ticari kar ve tefeci faizi olduğu bir üretim
ilişkisi olarak kabul edilecektir." (Boratav, s. 45-46.)
Bir başka deyişle, yazara göre, kapitalist-öncesi ser
mayeler olan ticaret ve tefeci sermayeler, doğrudan üre
ticileri, sömürüsü alanına çektiği için ve bu sömürü ne�
deniyle, bu üreticilerin içersinde yer aldığı üretim iliş
kisi de, yeni bir üretim ilişkisine dönüşmüş olur.
Sorunu, tüccar ve tefeci seırmayelerin niteliğini ir
deleyerek, açıklamaya çalışalım.
Tefeci ve ticaret sermayesi, kar ve faiz biçiınirııde
para doğurdukları için sermayedirler: sahipleıri açısın
dan bu sermıa�eler, hiç bir de�r yaratmazlar; yani sa
hipleri, para-servetlerini, deığer yaratmaya, üretime ya
tırmamışlardır. Oysa üretim ilişkisi, yeni değer yaratma
ve yaratılan bu yeni değerin, üretim .aracı sahibi ile üre
tici (emekçi) arasındaki bölüşümüyle sınırlıdır. Sahip
leıri açısından değer yaratmaya girmeyen sermayenin,
yaratılan herhangi bir değeri çekip alma, soğurma gücü,
onun para-sermaye olmasındaki özelliğinden gelmekte
dir. Ticari kar ve tefeci faizi olarak, sermaye, sahibine
daha fazla para sızdırmasının maddi aracıdır , ama bu
sızdırılan paranın eşdeığerinde bir değer üretmeye gir
meınlştir .
Tefeci sermayenin faizi, ödünç verilen paranın daha
büyük miktarda geri alınması arasındaki farktan oluşur.
Ama tefeciden alınan borç paranın, lüks şeyler ya da
gerekli tüketim neısnesi almak için harcanması, daha ön
29
Kaıpitalist-öncesi tüccar sermayesi, doğrudan doğruya
dolaşımdan doğup gelişir. Kapitalist üretim tarzında ol
duğu gibi, "üretim süreci, henüz, dolaşımı, üretimin sırf
bir evresi olarak içersine almamıştır". (Kapital, 3. s. 344.)
_Kapitalist üretim tarzınıdan daha eski ve gerçekte
tarih içersiride. sermayenin en eski serbest varlık biçim
!� olarak tüccar . sermayesi (Kapital, 3, s. 340) ile onun
ikiz kardeşi olan ve "kapitalist üretim tarzından çok ön
ce" ve "toplumıun çok farklı ekonomik biçimlerinde bu
lunan" tefeci sermaye (3, 629), içersinde bulundukları
Üretim tarzlarını sömürür, .ama bu üretim tarzlarını de-·
ğiştirmez. Ancak toplulukların tarihsel özellikleri ve do
�al yapılan sonucu birbirinden farklılık gösteren ikti
sadi biçimlerini, farklı biçimde etkiler , zayıflatır, bitkin
leştirir, dağıtır. Ama tefeci sermay� de, ticaret sernıa
yeısi de, gerek doğrudan üreticiyi ve gerek artı-ürünün
bellibaşh sahipleri olan köle sahiplerini, feodal beyleri ve
asya biçiminıde devletin başını ve maiyetini sömürmüş
ya da soymuş olmakla birlikte, bu sömürünün kendisi,
o üretim tarzını değiştirmiş olmaz. O üretim tarzları
nın içeırsine ticaret sermayesininı bir asit gibi sızarak
üretim ilişkilerini çözUcü etki yapması, tefeci sermaye
nin doğrudan üreticindn kanını emmesi , ya da müsrif
beyleri iflasa sürüklemesi, üretim ilişkileri üzerinde tu
tucu, çözücü, dağıtıcı, geriletici etkileri olması, üretici
güçleri geliştirmek yerine felce uğrat�sı, bazı üretim
tarzlarıtııı yıkıma sürüklemesi, bu üretim ilişkilerinin bir
başka üretim ilişkisine dö nüşme:si olarak da açıklana
maz.
30
de, farklı etkinliklerine karşın; üretim tarzlarını değiş
tirmemiştir. "Teıfecilik, üretim araçlarının dağınık oldu- .
ğu yerlerde, para serveti bir araya toplar. Üretim tarzını ·
\
31
üretim sürecının dışında, üretimden bağımsız olarak,
dolaşım sürecinde yer alan sömürü, birbirinden şu ba
kımdan farklıdır ki, biri, üretim ilişkisinin kendinden
doğar ve sömürü, üretim ilişkisinin özelliğiyle belirlenir;
öteki, üretimin dışında, üretim sürecinden bağımsız ola
rak gerçekleışir.
Kapitalist-öncesi sermayeler olarak tefeci-tüccar ser
mayesi, bir üretim ilişkisinden bir başka üretim ilişki
sine geçişin ölçütü olmayacağı gibi, gerek farklı üretim
ilişkileri açısından, ge:rek bu üretim ilişkileri içersinde
yer alan farklı sınıflar açısından, böyle bir "ölçüt"ün,
genel bir ölçüt olarak uygulanabilmesi de olanaksızdır.
Şöyle ki:
(1) Ticari ve tefeci sermayeler, toprak mülkiye
tinderıı bağımsız servetler olarak, esas olarak köleci top
lumda, feodal toplumda ve bir tarım komünü aşamasın
da olan asya biçiminde de vardır. Ve bu sermayeler, yal
nızca doğrudan üreticiyi sömürmekle kalmamışlar, aynı
zamanda, artı-ürünün bellibaşlı sahipleri olan köle sa
hiplerini, feodal beyleri , asya biçiminde olduğu gibi dev
letin başı ile maiyetini de soymaya devam etmişlerdir.
Tüccar ve tefeci sermayenin sömürüsünü, üretim ilişki
lerini değiştirmesi anlamında, bir yandan bu üre;tim iliş
kileri açısından ve öte yan:dan artı-ürünün belli başlı sa
hiplerini sömürmesi (soyması) açısından ele almamak,
bunu, yalnızca, kapitalist üretim tarzınm egemenliği al
tında , küçük meta üreticisi köylü açısından bir ölçüt
olarak kullanmak, bu ölçütün, genel ve nesnel bir öl
çüt olarak alınmadığının kanıtı olmak gerekir.
(2) Meta üreticisi olarak kendi toprağının sahibi
küçük üreticinin, kapitalist üretim tarzının egemenliği
altında, sanayi sermayesinin sömürüsü alanına çekildi
ği, yazarın da, �inin esas dayanaklarından birini ve
32
başlıcasını oluşturan ve bilinen bir husus. Burada, Üre
tim ilişkisinin tanımı ve açıklanmas.ı açısından, kapita
list-öncesi sermayeler olarak ticari ve tefeci sermayenin
sömürüsünün bir ölçüt olarak alınması, .ama,. sanayi ser
mayesinin ve onun özel bir eki durumuna gelmiş olan
ticaret sermayesinin sömürüsünün ihmal edilmiş alına
sı, seçilen ölçütün, genel ve nesnel değil, özel ve öznel
bir ölçüt olduğunun kanıtı sayılmak gerekir. Çünkü, ya
zara göre, küçük üretici köylü, kapitalist-öncesi serma�
yelerin sömürüsü .alanında bulunduğu zaman yeni bir
üretim "ilişkisi" oluşturmakta., ama bunun yanısıra, sa
nayi sermayesinin sömürüsü alanına çekildiği zaman,
üretim-ilişkisi açısından bir değişme sözkonusu edilme
mektedir.
(3) Ortakçı ya da (kapitalist kiracılıktan farklı ola
rak) kir8.cı durumunda olan küçük köylülerin, işlediği
toprağın rantını, sahibine, ürün (ürüru-rant) ya da ürü
nün fiyatı (para-rant) olarak ödediği bilinir. Bur.ada,
raht, kapitalist çiftçinin toprak sahibine ödediği gibi
artı-değerin bir bölümünden oluşmamıştır. yani ortala
ma kar tarafmdan belirlenen üreıtim-fiyatı üzerindeki
·
33
değil, geçimini sağlamak amacında olanı emekçi olarak
çıkar. Doğrudan üreticinin, gerek kiracılıkta toprağın
rantını, gerek ortakçı ve kiracılıkta bazı gerekli geçim
nıesnelerini ve üretim araçlarını, ürünün bir bölümünü
piyasa için, yani meta olarak üretereık sağlamış olması,
onun içersinıde yer .aldığı üveıtim ilişkisini değiştirmez,
çünkü mülkiyet ilişkisi ve mülkiyetin biçimi değişme
miştir. Ama, yarı-feodal sömürü ya11mda, bir de ticari
ve tefeci sermaye tarafından sömürülmesinin koşulları
doğmuş olur. Kapitalist üretim tarzının egemenliği · al
tında, bu ikili sömürüye, toprağıİlıın sahibi küçük üreti
ci köylüde olduğu gibi, sanayi sermayesinin sömürüsü
de eklenecektir. Bunlar, doğrudan üreticinin yoksullaş
masını ve geleneksel ilişkilerin çözülmesini hızlandıran
etkenlerdir, ama üre�im ilişkisinde nitel bir değişikliği
ifade etme:zler.
(4) Tefoci sermaıyeninı, doğrudan üreticiye borç ver
miş olması ve üreticinin, bununla vergi borcunu öde
meyip, ölmüş olan öküzünün yerine bir öküz, ya da to
humluk buğday, yani üretim aracı almış olması, serma
ye sahibine, üreticinin artı-emeğine ya da bir kısmına
"faiz" olarak elkoyma olanağ,ı verir ama, üretim ilişkisi
değişmeden devam eder. Üretim ilişkisinin kendisi, böy
le bir tefeci sermayeye, üreticinin artı-ürününe veya bir
bölümüne, elkoyma olanağını verir, ama üretim tarzı
değişmeden kalır. Doğrudan üreticiyi güçsüzleştirir, ye
niden-üretimi, küçülen boyutlarda yinelemek zorunda
bırakır, giderek üretim araçlarım , faizinin maddi öğe
lerine dönüştüııeırek emekçiyi mülksüzleştirir. Ama, ne
tefeıci sermayenin sömürüsü, yani bu sömürünün var
lığı, bir üretim ilişkisinden bir başka üretim ilişkisine
geçiş demektir ve ne de tef,eci sermayenin , doğrudan
üreticiyi mülksüzleştiımeıs i, tefeci sermayenin, kendi ba-
34
şına, yeni bir üretim ilişkisi yaratması anlamına geılir.
(5) Üretim ilişkisini değiştirmesi açısından ticare1t
sermayesinin durumu, tefeci sermayeden farklı değil
dir. Ticaret sermayesinin kan, metaların değişiminde,
alış ve satış fiyatlarındaki farktan oluşur. Bu karın, ürü
nün fiyatı ile değeri arasındaki farktan oluşmuş olma
sı, kesin değil, koşullara bağlı bir şeydir. Tarımsal ürün
lerin piyasa-fiyatı, ürünün değerine yükseıldiği zamanı ise,
tüccar sıermayesinin karı, tüketiciden çekilip alınan kı
sımdan oluşacaktır.
Eğer konumuzu bu aşamada güçleştirmemek için,
tarımsal ürünlerin piyasa-fiyatının, serbest rekabeıt ko
şullan altında oluştuğu dönemle anlatımımızı sınırlar
sak, şu da eklenebilir ki, olağan koşullarda, yani tarım
sal ürünıleırin piyasa-fiyatı, ortalama topraklarda elde
edilen ürünün değeriyle belirlendiği zaman, en elverişli
toprakları işleyen üreticiler, ürünlerini değerleırinin üs
tünde bir fiyatla ve en elverişsiz topraklan işleyen üre
ticiler, ürünlerini değerlerinin altında bir fiyatla sata
caklardır.
Bir köy topluluğu içersinde, doğrudan üretici köy
lülerin sahibi veıya zilyedi bulunıduğu topraklar, gerek
alan büyüklükleri bakımından, gerek doğal üretkenlik
leri bakımından, birbirlerindenı farklıdır. Dolayısıyla tek
teık köylülerin, ticaret sermayesinin aynı ölçüde sömürü
sü alanına çekileceği, özellikle de tefeci sermaye açı
sından köylülerin tümünün sömürü altına gireceği var
sayımı, köy yapısının eşitsiz özelliği dolayısıyla, fiili ola
rak olanaksız görünür. Bu eşitsizlik, köy toıpluluğu içer
sindeki sınıfsal farklılaşmanın, bir başka deyişle, bazı
köylülerin zenginleşmesinıin ve bazı köylülerin yoksul
laşmasının da nedeni olur. Köylülük içerside zenginle
şen unsurlarını, bir yandan tefeci olarak ve bir yandan
35
küçük ticaret erbabı olarak, aynı köylü komşusunun
karşısına çıkması, bu farklılaşmaya yeni boyutlar ka
zandırır.
Ticari ve tefeci sermayelerin, üreticinıin artı-eme:ği
ni, dolaşım sürecinde bölüşmüş olması, üretim "ilişkisi"
nin bir ölçütü olarak ele alındığında , gerek işledikleri
topraklarını alan olarak büyük olması, gerek doğal ve
rimlilikleri yüksek olan topraklan işleyen ve bu neden
le de bu sömürünün dışında kalanı' meta üreticisi köy
lüler, tüccar ve tefeci sermayesi tarafındftll sömürülmüş
olamayacakları için, onları küçük meta üretim 'ilişkisi'
dışında bırakmak ve anılara yeni bir üretim 'ilişkisi' ara
mak gerekecektir ki, bu da bizi bilimsel değeri olmayan
sonuçlara götürür.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, ticaret ve tetfe:ci
sermayesi, üretime girmeyen sermayeler oldukları için,
üretim ilişkisinin tanımında ve açıklanmasında bir öl
çüt olamazlar; ama üretime katılmadıkları halde, üre
tim süreci dışında, üretimde yaratılan değeri şu ya da
bu ölçüde ve biçimde soğurduklan için, doğal olarak, -
36
ni oluşturan ve art ı-değerden pay alan ticaret sermaye
sinden, birinıcilerin (kapitalist-öncesi sermayelerin) üre
time girIIl;emiş olmalarıyla , ikincilerin (modern kredi
sermayesinin ve sanayi sermayesinin ekini oluşturan ti
caret sermayesinin) üretime giren sermayenin öğeleri ol
ması dolayısıyla ayrılırlar.
Para-sermaye evresi , üretken-sermaye evresi ve me
ta-sermaye evresi, serriıayenin birbirinden farklı üç ev
resini oluşturur. Sanayici kaıpitalistin, üretim aracı ve
emek-gücü satın aldığl. para-sermaye evresı; sermayenin
meta üretin;line girdiği ve yenıi değerin yaratıldığı üret
ken-sermaye evresi ve üreıtilen metaın _ başlangıç ucun
da sanayi sermayesinin yeraldığı ve sonal ucunda tica
ret sermayesinin bulunduğu meta-sermaye evresi, ser
mayeınin farklı evrelerini içerir. Meta-ürürııünı üretildiği
doğrudan üretim süreci, kapitalist üretim sürecinin yal
nızca bir evresini oluşturur ve para-sermaye (para-meta
süreci) ve meta-sermaye (meta-para süreci) olarak do
laşım, kapitalist üretim süreci içeırsinde, onun evreleri
olarak yer alırlar. (Bkz : Kapital, 2, s . 35-163 , 371 ve
devamı.)
Kapitalistin, gerek başlangıçta, gerek yeniden-üre
timin çeşitli aşamalarında , para-sermayesini, kredi ola
rak sağlamış olması ; sermayenin devrini tamamlamak
üzeıre, ticaret sermayesinin, toptancı ve perakendeci ola
rak, meta-sermaye devresine girmesi, ancak kredi-ser
mayenin ve ticaret sermayesinin, kapitalist üretim sü
recine doğrudan katılmaları, ya da onun bir ekini, bir
evreısini oluşturmalarıyla ol anaklı olur. Kapitalist üre
tim tarzı, hemen yukarda da belirtildiği gibi, sermaye
nin yalnızca üretken-sermaye evresiyle sınırlı değildir.
Kredi-sermaye de, ticaret seırmayeısi de, üretim sürecin
de bulunan toplam sermayenin birer öğesi olarak, üre-
37
tim süreciİlıde yer almış olurlar ve bu nedenle de kredi
olarak sermayenin faizi gibi, ticaret sermayesinin karı
da, toplam sermaye içersindeki oranlarına göre , kapi
talist üretirtıdeı yaratılan artı-değerden faiz ve ticari kar
biçiminde, pay alırlar.
Kapitalist üretimde, daha ucuz alınıp daha pahalı
satılan meta, kapitalist-öncesi ticaret sermayesinde ol
duğu gibi, aynı değeri içeren metaın ucuz alınıp pahalı
satılmasmdanı farklıdır. Kapitalist-öncesi tüccar, satın
aldığr bir metaın içerdiği değer ne ise, bu aynı büyük
lükte değeri, aldığından: daha pahalı satar. Kapitalist de,
" Satın aldığından daha pahalı satmak zorundadır".
(Kapital, 2, s. 128). Ama, kapitalistinı satın aldığı metaın
değeri, sattığı metaın değerinden küçüktür.* Kapitalist,
değeri üzerinıden satın aldığı metaı, değerinin üstünde
değil, değeri üzerinden bir fiyatla sattığı için kar eder.
Ne var ki, onun sattığı metaın değeri, satın aldığı metaın
değe.rindeın büyüktür; şimdi, üretim sürecinde ürüne ka
tılanı ve karşılığını ödemediği artı-değeri de içermekte
dir. Metaım değeri üzerinden satarak, satın aldığından
daha pahalıya satmış olur. Bunun kaynağı, sermayenin
üretime girmeısi ve emek-gücü metaının, kapitaliste, bu
meta için ödenen de1ğerinden daha büyük bir değer ya
ratmış olmasındadır.
Sanayid kapitalist, meta sermaye olarak, ürününıü,
tüccar kapitaliste, (konumuzu yalınlaştırmak için söyle
yelim) değeri üzerinden değil, değeırinin altında bir fiya
ta satar, bir başka deyişle sanayici kapitalist, ürünün
38
içerdiği artı-değeri tam olarak gerçekleştirmemiştir. Ti
caret sermayesi ise, ürünıü, sanal alıcıya, değeri üzeırin
deın satarak , artı değerin kalan (serrnayesineı isabet eden)
bölümünü gerçekleştirir ve. dolayısıyla onun. kan, artı·
deığerden oluşur.
Kapitalist-öncesi ti caret ve tefeci sermayesi is·e, üre
time girmez, üretim dışında oluştukları gibi, kar ve faiz,
üreticinin yarattığı değerden soğurulmuş veya tüketici
den sızdırılmış olmakla birlikte, bu, üretim dışında, do
laşım süreci içersinde gerçekleşir. Kapitalist üretim sü
recinin evrelerini oluşturan dolaşımda yeralan kredi ve '
ticaret sermayesinden bağımısız olarak, yalnızca dolaşı m· ·
39
Yazarın açıklamasını öretlemeyi sürdürelim: Meta
ekonoı:rıj si ise, doğrudan üreticinin, " toplam hasılanın
büyük ya da küçük bir bölümünü" , "sürekli ve siste
matik olarak" piyasa için üretmiş olmasıyla sınırlanır.
(Boratav, s. 44-45.) Bir başka deyişle, piyasa için üre
tim, oylumu ne olursa olsun, arızi olmaktan çıktığı :za.
man, doğal ekonomiden meta ekonomisine' geçilmiş olur.
Küçük meta üretimi, küçük üreticinin, ticaret ve te
feci sermayes,i tarafından sömürüsünün koşullarını da
birlikte yaratır. Ticaret ve tefeci sermayesinin, küçük
üreticinin ar tı-emeğine (ar tığa , artı-ürüne) elkoymuş ola
crı.ğı , yani ticari kar ve tefeci faizi temel bölüşüm kate
gorHeri olarak ortaya çıkacağı için, küçük meta üretimi
de, bit üretim ilişkisi oluşturmuş olur: küçük meta Üre· r.
i
40
Meta ekonomisinin uç vermesi, gelişmesi, kuşku
yok ki, içe['sine sızdığı üretim ilişkisi üzerinde çözücü
bir etki yapar. Ama bu, tek başına, üretim ilişkisinde
bir değişme, bir üretim ilişkisinden bir başka üretim
ilişkisine geçişin ölçütü olmamıştır.
Kapitalist üretim tarzının egemenliği altında, küçük
üretici, metaürettiği ve tükettiği ölçüde, kapitalist üre
tim tarzının kavramlarının pençesine düşer. Onun üre
tim araçları, sermayeye dönüşür ve gerekli-emeğinin sı
nırları gerekli geçim nesnelerinin fiyatıyla belirlenir. Şu
var ki, gerekli geçim nesnelerinin fiyatının sınırları da
kendi metaının fiyatıyla belirlenecektir. Küçük meta
üreticisi, meta üreticisi olduğu için değil, sattığı ve sa
tın aldığı metalarını fiyatlarıını belirleyen egemen siste
me bağlandığı ve bağımlı hale geldiği için, kapitalist üre
tim tarzının kavramlarıyla da kuşatılmış olur.
Küçük üretici, geçim neısnelerini meta olarak tüke
ten yöınüyle bir ücretli emekçiye ve üretim araçlarını
meta olarak satın alan ve ürettiği ürünü meta olarak sa
tan yönüyle bir kapitaliste benzer.
Küçük üretici olarak zanaatçı, feodal üretim tarzı
nın egemeınliği altında da, tüm üretimini piyasa için ya
ni meta olarak ürettiği ve yeniden-üretiminin koşulları
nı meta olarak tükettiği halde, · feodal üretim tarzının
kavramlarıınm pençesine düşmüş olduğundan, üreıtim
araçları sıermayeye ve emek-gücü serbest metaya dönüş·
memiştir. Kapitalist üretim tarzınıtıı egemenliği altında
ise, tersine, zanaatçımn üretim araçları sermayeye dö
nıüşmüştür ve gerekli emeğiınin sınırları (değeri) geırek
li geçim nesnelerinin fiyatıyla belirlenir olmuştur. Onun
sermayesinin kannı geırçekleştirip gerçekleştirememesi
ise, metaınıın fiyatına bağlıdır. Bu fiyat, metaının içerdi
ği değer tarafından değil, sınai sermayenin rekabet ala-
41
nına girdiği ölçüde, kapitalist üretim tarzının yasaları·
na bağımlı olarak belirlenecektir.
Küçük üretici köylü de, kapitalist üretim tarzımın
egemenliği altınıda, (toprağı ister atadan kalıt olsun, top
rağa ister b ağış yoluyla, ister para (sermaye) harcayarak
sahip olmuş olsun) , toprağının fiyatı dahil, üretim araç
ları sermayeye dönüşür ve gerekli emeğinin değeri, ge
rekli-emeğini karşılayan ürünün: kendi büyüklüğii.yle de
ğil, gerekli geçim neısneleriniın fiyatıyla belirlenir. Kendi
ürlinünıün fiyatı, değerin e eşitlendiğinde, o, aynı zaman
da sermayesinin karını ve toprağıının ranıt ını gerçekleş
tirmiş olacaktır.
Bu anlamda da, tam bir küçük-burjuva köylüdür.
Onu, bir zanıaatçıdan ayıran ve bir zanaatçıya göre, sa ·
nayi sermayesi karşısında ona daha uzun süreli bir di
ren ç ve dayanma sağlamlığı sağlayan şey, toprağın özel
liğin de ve küçük toprak mülkiyetinin kapitalist tarıma
bir engel oluşturarak, sermayeniın tarımsal alandaki re
kabetini geciktirmesinde aranmalıdır. Ve geırekli geçim
nesnelerinin bir kısmını, keındi ürününden doğrudan kar
şıladığı sürece -anıa b esin bitkilerinin ve giysi hammad
deleriniın ürert:Hdiği toıprak, doğal özelliği geıreği, ona bu
olanağı sağlar�, o, toprakta , doğrudan tüketeceği ge
rekli nesneleri kendisinin üretmesinin güçlü bir barına
ğını bulur. Ve, b{ı açıdan da, sanayi sermayesinin mut
lak egemenliği altına çekilmesi, daha uzun zaman ala·
cak olan bir süreç izler. Eğer, ölçütlerimiz, küçük köy
lünün, kendi ürününden doğrudan tükettiği · bölüm ile
değil de , meta olarak üret tiği bölüm ile sınırlıysa , bu-
rada, yapay ve zorlama yeni bir üretim "ilişkisi" bul-
gulamaya çr!lışmak değil, oınnn, tam da bir küçük-bur ,l' •·.
juva köylü olduğunu , bu bilinen gerçeği, açıklamak ye
tecektir.
42
İKİNCİ BÖLÜM
YÖNTEM KONUSUNDA
43
oluştur[makla] " birlikte, " tarım dışında ve ulusal eko
nominin tümünde kapitalizmfu egemenliğble rağmen ta
rımda en yaygın üretim ilişkisi küçük meta üretimi"
olan bir ülkede, bu "bölüşüm kateg orilerininı sınıf pay
ları olarak yorumlanmasının · imkansız olduğu"nu ekler.
Bir başka deyişle, küçük çiftçinin, " ken di arazisinin ran
tını, kendi sermayesinin faizini , kendi emeğinin ücretini
ve . . . bir müteşebbis olarak . . . karmı aynı anda elde
eden bir olgu" olarak bu bölüşüm şemasının, "ayn bir
toplumsal sınıf" olan köylünün , kendine has bir gelir
tipini tatııımlayamayacağı" ileri sürülür. (Boratav, s.
48-49.)
Birincisi: Sorunun özünün, tam ve doğru olarak
kavranmadığı kanısında olduğumu belirteyim. Çünkü,
burada, küçük meta üreticisi köylünün, birbirinden ayrı
sınıflara ait gelirleri alması değil, net ürünün, gelirin,
benzeşim yoluyla, ücret, kar ve rant biçimlerine uygu
lanması sözkonusudur.
Emekçininı gelirinin, eımekçinin karşısına sermaye
biçiminde çıkmadan , ücret biçimini almadığı bilinir.
Bunıun gibi, "üretilmiş emek araçlarının ve genellikle
emek ürünlerinin", doğrudan üreticilerin karşı sına ser
maye olarak çıkmı ş olmaları da gerekir . "Ürünlerin bir
kısmı sermayeye dönüşmerniş olsaydı, öteki kısmı, üc
ret, kar ve rant biçimine giremezdi." (Kapital, 3 , s. 917.)
1 .
Ama kapitalist üretim tarzı ve buna tekabül eden ilişki
ler, toplumun geneıl temelini oluşturduğu zamanı, doğru
dan üretici köylü, " ürüıile rini meta olarak ürettiği ve
dolayıs ıyla bu metalann fiyatına tabi olduğu ölçüde", bu
fiyatları belirleye!Il ekonomik koşullara, yani kapitalist
üretim tarzının yasalarına bağlı ve bağımlı hale. gelir.
O zaman , tarımda, kapitalist üretim biçimi kapsa
mı içersine girmeyen küçük köylülüğün n.et geli ri , ka-
1
1
, i
pitalizrnin egemenliği altın.da, kapitalist üretim tarzının
gelir biçimleri rıltma sokulabilir ve bu, ücretin, karın
ve rantın sınırlarını belirleyen kapitalist üretim tarzı
nın egemenliğinde pekala olanaklıdır. Burada, küçük
üretici köylünüın, toplumsal sınıflardan herbirinin ayrı
birer üyesi olarak, hem ücretli-emekçi, hem kapitalist
çiftçi ve hem toprak sahibi olması değil, onun gelirinin,
benzeşim yoluyla, kapitalist üretim tarzının gelir biçim
lerine uygulanması s özkonusudur.
İkincisi: Marx'ın düşünceleri, yazarın göıüşüyle çe
lişir: "Kapitalist üııetim tarzı temeli üzerinde, içersin
de yeni eklenen emeğin temsil edildiği. değerin, gelir,
ücretler, kar ve toprak-rantı biçimlerine bölünmesi öyle
doğal hale gelmiştir ki , bu yöntem (toprak raıitım in
celerken örneklerini verdiğimiz tarihin daha önceki aşa
maları bir yana bırakılırsa) , gelirin bu biçimleri için
gerekli önkoşullıarm bulumnadığı yerlerde bile uygula
nır olmuştur. Yani benızeşim yoluyla her şey bu" gelir
biçimleri içersine sokulmuştur." (Kapital, 3 , s. 91 3 , vur
gulama bizim.)
Kapitalist üretim tarzı içersine girmeyen küçük
çiftçinJn gelirinin kapitalist üretim tarzıllıln gelir biçim
leri içersine sokulabilmesi için, bu küçük köylü işlet
mesinin ne kapi tal i st bir işletme olması ve ne de ka
pitalist tarım işletmeleri yanında "ihmal edilebilir bir
yer kaplaması" gereklidir. Çünkü küçük meta üreticisi
,
45
her üç biçimi de uygulanma olasılığı olduğu için bir · kil·
çük çiftçiyi alalını- kendi adın a çalıştığı ve kendi ürü
nünıi.i sattığı zaman, önce o, kendi keındisini emekçi ola
rak kullanan, kendi işvereni (kapitalist) olarak, sonra da,
kendisinden kendi kiracısı olarak yararlanan, kendi ken
disinin toprak sahibi olarak düşünülmüştür. Ücretli işçi
olarak kendi kendine ücret ödemekte, ka pi tal ist olarak
kenıdi kendine kar vermekte, toprak saıhibi olarak kendi
kendine rant ödemektedir . Kapitalist üretim tarzı ile
buna tekabül eden ilişkiler, toplwnun genel temeli ola
rak kabul edilirse, bu benrzeşim doğrudur, çünkü , o,
emeği sayesinde değil , üretim araçları üzerindeki mül
kiyeti -burada bu, sermayenin geınel biçimi olarak ka
bul edilmiştir- sayesinde kendi artı-emeğine elkoyacak
durumdadır. Üstelik ürünlerini meta olarak ürettiği ve
dolayısıyla bu metaların fiyatma tabi olduğu (böyle ol
masa bile bu fiyat hesaplanabilir) ölçüde, gerçekleşti
rebileceği artı-emek miktarı, kendi büyüklüğüne bağlı
olmayıp, genel kar oranına bağlıdır, bunun gibi, genel
kar oranı tarafından belirlenen artı-değer miktarı üze
rindeki bir fazlalık da gene onunı harcadı ğı emeğin mik
tarı ile belirlenmiştir, ama o buna sırf toprak sahibi
olduğu için elkoymaktadır. " (Kapital, 3, s. 913-91 4 , vur
gulama bizim.)
Marx , bu benzeştirme yönteminin, " daha önceki ege-
! ı men üretim tarılarının, örneğin feodalizmin. de karakte
ristiği ol duğunu" ekler. "Feodalizme hiç bir şekilde uy
gun düşmeyen, onun çok ötesinde (gerisinde) bulunan
üretim ilişkileri, feodal ilişki ler altına sokulmuştur."
(Kapital, 3, s. 914 .)
Özeıtlenirse : kapitalist üretim tarzı ile buna tekabül
eden ilişkiler toplumun genel temeli olduğu zaman, kü·
çük üretici köylünün gelirine, be�şim yoluyla, ücret,
1
46
ı
1
kar ve rant biçimlerinin uygulanma.sı hem doğrudur,
hem de gereıkli hale gelmiştir.
Çünkü , kapitalist üretimin egemenliği altında, kü
çük çiftçi, meta üreticisi ve tüketicisi olduğu ölçüde,
onun gerekli-emeğinin sınırlC'.rı, doğal ekonomide olduğu
gibi , ü rünlerinJn kendi büyüklü ğüyle değil , tüketim araç
larının fiyatıyla belirlenir. Artı-emeğinin kendisine ka
l an büyüklüğü de, doğal ekonomide oldu ğu gibi artı-eme
ği temsil eden ürünrün kendi büyüklüğüyle değil, 'ürü
nün fiy atıyla belirleınecekt ir .
Ürünün fiyatı , ortalama ' kar oranı tarafmdanı dü
zenlenen üretim-fiyatıyla belirlendiği zaman, sermayesi
nin karını gerçekleş tirmiş ; ve ürünü, değe ri üzerinden
bir fiyatla satıldığı zaman , toprağının rantını da ger
çeıkleşt i rm i ş ol aca kt ır
.
47
dern uluslar arasında, feodal toprak mülkiyetinin çözül
mesinden doğan biçimlerden biri olarak" (Kapital, 3, s.
844) , kendi toprağının özgür sahibi küçük köylü çiftçi
nin gel irinıi:n, ücret, kar ve r.ant biçimle.rine uygulan
ması, onun varlık koşullarının ortaya çıktığı bütün ta·
rihsel dönemlere ait değil, egemenliği altına çekildiği ka
pitalist üretim tarzımn toplumun i ktisadi temeHni oluş
turduğu döneme ait bir olgudur .
Bu nıedenle de, kapitalist üretim tar.anın egemen
liği altında, kapitalist toplum.un bellibaşlı toplumsal sı
nıflarının çelişkileri , küçük çiftçinin kendinde yumak
lanmış durumdadır.
Geleneksel ilişkiler ağır ba stığı ölçüde, o, emeği ile
emeğinin maddi koşullarının birliğini ko rum ak ister ve
bu anlamda da tutucudur. Ama, nıesnel koşullar sonucu,
emekçi , küçük kitlesiyle burjuvalaşmaya ve büyük kit
lesiyle proleterleşmeye b aşlar . Burjuvalaşan ucuyla zen
ginleşme ve kapitalizmle bütünleşme özlemi ve p roleter
leşen yönüyle küçük mülkiyetine yapışmaya eğilim gös
terir ve küçük-burjuva olarak varlığını koruyabilme öz
lemi, onutıı öznel bilinıcinde yan sır .
Emekçi olması, sermaye sahibi ve toprak sahibi ol
ması, birbiriyle çelişik yönlerin, kendi içinde çatışması
na yol açar. Ve bu nedenle de, nesnel koşulların farklı
etkisi karşısında, farklı davranır; ve değişen her yeni
durumda , karar değiştirir.
Burada, yalnızca şunıu eklemekle yetinelim: küçük
köylünün gelirinin, benzeşim yoluyla, ücret, kar ve rant
biçimine uygulanmaısı için, tarımda, kapitalist çiftçinin
toprak sahibinden kesin çizgilerle ayrılmış olması ge
rekli değildir. Gerçekte, burada, küçük köylünün, ürü
nünün değerini tam olarak maledindiği içinı değil, kapi·
talist üretim yasasının koşulları altında, gerekli-emeği
ücreıtini, artı-emeği kılr
rantı temsil ettiği için, geliri,
ve
ücret, kAr ve rant biçimlerineuygulanır hale gelmiştir.
Şu da var ki, "tarım dışında ve ulusal ekonominin
tümünde kapitalizmin egemenıliğine rağmenı tarımda en
yaygın üretim ilişkisi küçük meta üretimi" olduğu za
man, küçük üreticinin gelirinin, ücret, kar ve . ratııt biçi
mine ayrılarak incelenmesini "neoklasik bir yozlaşma"
olarak niteleyen yazar, "küçük meta üretim ilişkisi"nden
hemen hemen başka bir şey görmediği Türkiye ölçclin
de, küçük köylünün kapitalizmle (sermayeyle) �u
bir bütünleşme ve eklemleşme içersinde bulunmasının
kendi teorik açıklamasını, tam da bu "neoklasik. yCYt.�
laşrna" olarak niteılediği yöntemle açıklayacaktır. (Tez
lerinin eleştirisinde aktaracağımız bu pasajları yinele
meımek içinı, örnek olarak sayfa nıumarası vermekle ye
tinelim: s. 156-157, 178-179.)
49
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1. TEZLERİN ÖZETl
50
men üretim biçimi olan kapitalizmle bağımlı bir biçim
de varolabil[ diği] " yazılır ve ayrıca "bu 'birliktelik' "in,
"kapitalizme geçişin, yani sadece bir geçiş sürecinin bir
olgusu olmanın sınırlarını aşan kalıcı, sürekli ve karar
lı bir nitelik göster[diği]" (Boratav, s . 104-105) eklenir.
Bunun yanısıra, tarım-dışı sanayi sermayesininı de,
kapitalist tanın işletmelerine karşı, küçük köylü işlet
melerinin varlığını korumayı yeğlediği ileri sürülür:
"Tarımsal fiyatlar, normal kar-rant unsurlarını içerir.
. . . Küçük üretici ise . . . sermaye üzerinden eşit kar sağ
layan bir davranış normundan yoksundur . . . . Rant onun
için hiç bir zaman fiyata eklenebilecek bir altemıatif ma
liyet olamaz . . . . Dolayısıyla . . . tarınırsanayi fiyat ilişki
leri de kapitalist bir tarım yapısına kıyasla sanayi ser
mayesi lehine dönmüş olur. . . . Buna karşılık özel top
rak mülkiyetinin kapitalist çiftçilikle birleştiği tarım ya
pılarında, rant fiili bir ödeme, ya da alternatif bir ma
liyet olarak fiyata eklenir; dolayısıyla sermaye tarafın
dan (karlardan) ödenir. Bu sonuç, kapitalist bir biçim
de örgütleınıen bir tarım yapısırun, kapitalizmin gelişme
sine ayakbağı olabilece1ğini; buna karşılık küçük üreti
ciliğin sermaye bakımından bu handikapı içermediğini
gösteriyor." (Boratav, s. 166 ve 167.)
Üçüncü olarak, "azgelişmiş tarım yapısınıın egemen
bloku" olarak nitelenen "tefeci, tüccar ve toprak ağası
üçlü bloku"nun, " sömürüsünü ve sınıf egemenliğini aza
mileş [tir] mesinin en iyi koşulları [nı] , kapitalizm-öncesi
ilişkilerde gerçekleş [tirdiği] " içinı, "kapitalist çiftçiliğe
dönüşmektense, rantiye, .tefeci, aracı faaliyetlerle yaşa
yan bir smıf'' olarak kalmayı yeğlediği (Boratav, s, 146-
147) ileri sürülür.
Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm yazarının görüşlmi
şöyle de açıklanabilir:
51
(1) Tarım-dışı sermaye, küçük köylü i şletmesini , ,
52
tarım ürünlerinin piyasa fiyatları, değerleriyle çakışma
lı ya da değerlerine yaklaşmalıdır.
Oysa, küçük çiftçi, ürünün fiyatında, ancak ürüne
aktarılan üretim araçlarının değerini ve gerekli-emeğinin
deığerini gerçekleştirdiği, yani maliyet-fiyatını gerçekleş
tirdiği sürece, üretimi sürdürmek durumundadır. Bir
başka deyişle, küçük üretimin yaygın olduğu bir ülkede,
tarımsal ürünlerin piyasa-fiyatları, bu ü:rününı içerdiği
artı-emeği gerçekleştirmesine olanak vermediği, yani
sermayenin karını ve toprağın rantını içermediği zaman
·da, küçük çiftçi, emeğinin tek istihdam aracı olan top
rağını ekmeye deıvam edecektir.
Tarımsal Yapılar �e Kapitalizm yazarının tezi, iki
farklı işletmede (kapitalist tarım işl,etmesinde ve küçük
köylü işletmesinde) üretilen tiri.inlerin piyasa-fiyatlarının
bu birbirinden farklı geınel düzenlemnesine dayandınl·
mıştır.
bir füçelı: tahılını üretmek için ne kadar emek-zıımanı harcadığını pratik ola
rak he,saplayab!llyor, ve buna karşılık, kendisi henüz tarımdan ya da tarım
sal çevreden kopmamış bulunan demirci de, bir ölçek tahılın üretimi ,�in
ne kadar eımek-zamanı harcandığını hesaplayabiliyordu. Demircinin çift de
mirin üretimi bakımından da durum aynıydı. Bunlar, birbirleriyle ürünlerini
değişirken, ya da b!rl:ılrlerıne ürünlerini satarken, ürünlerin içerdiği ortalama
emek-zamanı ü?.erlr>den !! yatl arı belirleyebl11yC)rlar, yanı ürünlerini, aş ağı
yukarı, değeri üzerinden satıyorlardı. - Ticaretin kapalı çevreden daha uzak
alanlara uzanması ve özelllkle dünya ticaretinin geltşmeslyl(', üretilen ürün
lerin içerdiği deli;er ile fiyatları arasında farklar oluşmaya başladı. Tacir,
ya kendi değeri üzerinden aldığı ürünü, pahalı satıyor, ya da ürünü keneli
değerinin altında bir fiyatla kapatablllyordu. (Engels'ln Kapital 3'e, "l!:Jt"
yazısına bakınız.) Böylece; bir ürünün içerdiği de� !le fiyatı arasında fark
oluştu.
il'rünün değeri, bilinir ki, içerdiği emek-zaman ile ölçülür. Bir ürün,
biri geçmiş-emek ve öteki caniı-emek olmak üzere, iki farklı emek içerir.
Geçmiş emek, ürüne koe ndı büyüklüğünde aktarılır, canlı emek ise kendi ,
tükettiğinden daha büyük bir değer yaratarak ürüne aktarılır. Dolayısıyla,
canlı-emek, biri gerakll-emek, diğeri attı-emek olmak üzere iki kısma a,yrı
labllen bir değer! ürüne aktardığı için,
yeni üretilen ürün, bu ürün için
daha önce harcanmış olan emakten (geçmiş emek ve gerekli-emek toplamın
dan) bir fa.zla (artı-emek) içerir. Öyleyse, bir ürünün de /:!>erl hammaddelerden
ve üretim araçlarından ürüne aktarılan geçmlş-emeği+ canlı-emeğl içerir.
53
Yazara göre, küçük köylü üretiminin ağır bastığı bir
toplumda, küçük çiftçiler, piyasa-fiyatının, kar ve rantı
(doğrudan üreticinıin artı-emeğini) gerçekleştirecek bi·
çimde ürünlerin değerine yükselmeıSini sağlayacak ör
gütlü bir güç oluşturmaz ve toprağını işlemeye devam
eder. Buna karşılık piyasa-fiyatı, tarıma sermaye yatıran
kapitaliste, sermayenin ortalama karını gerçekleştirme•
sine olanak vermediği zamanı, üretime devam etmeyecek
ve toprak sahibi toprağının rantını alamadığı zaman,
toprağınıı kapitaliste kir.aya vermeıyeceıktir.
Küçük çiftçinin ürününün fiyatı, artı-emeğini temsil
eden değeri içermeyebileceği ve bu değer bölümü kar
şılık.sız bırakılabile.oeği için, . hammadde ve besin mad
desi olarak, tarımsal ürünün fiyatı da düşük olacaktır.
Bu da, tarım-dışı sanayi sermayesinin kar oratııını yük
seltir. Oysa, kapitalist çiftçinin ağır basması ölçüsünde,
Canlı emek, gerekli-eınek+ artı-emeıtı içerdiğine göre, b!r ürünün delı;erl, geç
ml§-emek +gerekli-emek+ artı-em�k toplamından oluşur.
Kapitalist ekonomide, ürünün maliyet-fiyatının, ge,çmlş-emek ve ger�k-
11-emekten oluşacağı anlaşılır. Geçmiş-emek, Ürüne üretim axaçlarından ve
hammaddelerden aktarılan kısımdır.. Gerekll-emeğln karşılığı ücret olarak
ödenmiştir. Ürünün maliyet-fiyatı, içerdiği geçmiş-emek ve gerekli-emekten
oluştuğu halde, aynı ürün, değer olarak, bir de artı-emek (artı-değer) i çer.lr.
Yani ürünün değeri, mallyet-flyatından, (içerdiği artı-değer kadar) daha bü
yüktür. Eğer, ürünler, kapitallst ekonomide kendi değerler! üzerinden satı
lacak olsaydı, piyasa-fiyatı, ürünün değeri il e çakışırdı. Oysa, kapitalizmde
rekabet yasası, çeşltll üretim dallarına yatırılan sermayelerin k!'tr oranlarını
eşitler: Dolayısıyla, kapitalist ekonomide, bir ürünün, iiretlm-�lyatı, maliyet
fiyatı ve ortalama (genel) kar oranı tarafından belirlenir. Kar oranının artı
deıterın toplam sermayeye oranı olduğ:u, ve ortalama ki'ır oranının, toplam
artı-delterln, toplam toplumsai sermayeye oranı olduğu gözönünde tutulursa,
üretim-fiyatı, kapitalist sınıfa, toplam toplumsal anlamda, maliyet-fiyatı ııe
artı-deP;erl gerçekleştlmııes l olanaıtı.nı sağlayan bir fiyattır. Kapitalist sınıf,
metaın gerçekleşmesiyle, yanı sona! satışıyla, toplam toplumsal üretim için
· harcadığı maliyet-fiyatını (değişmeyen sermaye yani üretim araçları+ değlşen
sermaye yani işçi ücretlerini) geri alır ve toplam artı-değerin tümünii, ken
d!slnıe maledlnlr. tl'retlm-flyatı, ortalama ki\r oranına bağlı olarak, şu ya da
bu üründe, tçerdiğl değerin altında ya da üstünde olmakla birllkte, metalar
bir bütün olarak ele alındığında, ürünlerin içerdiği değeri üzerinden 1atıl-
1lı�ı anl�ılır.
54
ŞEMA 1
( A RTl·DEG E R O RAN I % 100)
Tarım-d ışı üretim ı "il
i
Sanayiye yatırılan sermaye �üretilen
[ : yeni değer
: 80 20 : 20 1
t -+ A _,
-
D egışmeyen-sermaye
- ·
Degışen-
- ·
rtı-ueger
( üretim araçları) sermaye
(Ücretler)
Tarımsal üretim --------6_0______ + 40 +· 40
De ğişmey en-sermaye ı 1
( üretim araçları)
Değişen-sermaye
(ücretler) :-- +- �---ı
Ortalama !
Artı-değer
Ek ı
1 kar ı artı-değer 1
1 1 1
ı<:------ Tarıma yatırılan sermaye I üretilen yeni değer �
60 + 40 .j.. ;o
1 20 1 20 1
1
1
Kar t
:
Rant
,.::.....--- Maliyet fiyatı
1
---- Üretim-fiyatı· ı
1 Ü .. .. 1 1 1
"E-----· runun degen
u •
,
ŞEMA i l
(ARTl·DEGER O RANI o/o 100)
Tarımsal üretim 60 + 40 + 40
Değişmeyen-sermaye Değişen-sermaye Artı-değer
(Üretim araçları) (İşçi ücretleri) -r --
Ortalama Ek
.kar artı-değer
ı----- + + +---f
Tarımsal ürünün değeri
+ . . . . . . .. ı
- - - - - - - - - - -t " ' ' " ' " " " " + · · · · ·
1) Piyasa-fiyatı ı·a 1-
. -------'------ . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1
1
. . .
. .. ... . . . + .. . . . . . . . . ... 1
2) Piyasa-fiyatı ı-b
+ .. . . . . . . .. . . . h • .; .. . .. . . . . . . ··� ·f
1
+ + --- - +
3) Piyasa-fiyatı ıı·a 1 :.-:.-:::::.:: t
+ +
4) Piyasa-fiyatı ıı·b
+ -- -- 1
1
Gerçekleş tirilen değer
1) Piyasa-fiyatı ı-a
3) Piyasa-fiyatı ıı-:ı
4) Piyasa-fiyatı ıı-b
Piyasa-fiyatı, tarımsal urunun değeriyle çakışmıştır. Üretici
köylü, ürününün içerdiği tüm değeri gerçekleştirmiştir. Ücretini,
karını ve rantını tam olarak almıştır. Piyasa-fiyatı, ürünün de
ğerinden üretim-fiyatına doğru düştüğü oranda, rant da küçülür,
dolayısıyla, artı-emeğinin bu kısma tekabül eden değeri karşılık·
sız bırakılmış olur. (Küçük köylünün sömürülmemesi ve zengin
leşmesi süreci.)
57
tarımsal ürününı piyasa-fiyatının , artı-değerin de gerçek
leştirilmesine olanak verecek bir düz.eye yükselmeısi ge
rekir ve bunun sonucu olarak, hammadde ve besin mad
delerinıi.n fiyatı yükseleceği için, tarım dışı seırmayenin
kar oranı da düşmüş olur.
58
Para-servet biçiminde biriktirilmiş geçmiş-eımeğin,
üretken sermaye olarak üretime girmesinin tarihsel ko
şullan ortaya çıktığı yerde, geçmiş-emeğin büyüklüğüne,
üretimin, dolayısıyla bilimin ve tekniğinı gelişme düze
yine bağlı olarak ve o ölçüde, canlı-emek tarafından ya
ratılacak artı-değeri de maledinme olanağına kavuşur.
Artı-de�r kitlesi, harekete geçirilen canlı-emek sayısına
bağlı olduğu gibi, canlı-emeğin kendisini yenilemesi için
gerekli-zamanın üstünde harcanan artı-emek zaııum.ma
da bağlıdır. Bu da, emek üretkenliğiyle srmrlıdır. Geç
miş-emeğin maddi öğesini orunlayan üretim ar.açları ne
kadar büyükse, o kadar fazla canlı-eme:ği harekete geçi
rir; gene geçmiş-emeğin manevi öğesi olarak bilim ve
teknıikbilimin gelişmesi ölçüsünde, ne kadar büyük bir
evrensel emeği uygulamaya koyuyorsa , emek üretkenliği
o deınli artar.
Bunun içindir ki, bir ülkenin gelişme düzeyi, o ül
kenin toplam toplumsal sermayesinıin ortalama bileşimi
ne uygun düşer. "İlerleme, değişen-sermayeye oranla de
ğişmeyen-sermayedeki nispi artışla ölçülür". (Kapital, 3,
s. 798.)
Üretkenlik dürzeyi, " değişmeyen sermayenıin değişen
sermayeye nispi üstünlüğünde, ya da -verilen sermaye
için- ücretleır için kullanılanı bölümünı sürekli azalma
sında kendini gösterir". (Kapital, 3, s. 797-798.) Çünkü
artı-değerin biriktirilen, yani seniıayeye döntüşen :kısmı,
üretime, sermayeni n bir önceki bileşimine eşit oranlar
@ girmez. Daima, değişmeyen-sermayeye ayrılan, bölüm,
değişenı-se.rıııayeye (ücretlere) ayrıla.n böli,ime oranla, bü
yük olur.
Diyeılim, sermayenin bileşimi, değişmeyen-sermaye
(üretim araçları) 60, ve değişen"sermaye {ücretler) 40 ol
sun. Artı-değer oranı % 100 olduğunda, üretilen artı-değer
59
40'ın lO'u, kapitalistin kişisel tüketimi için harcanmış
30'u sermayeye dönüştürülmek üzere üretime yatırılma
ya hazır tutulsun. Bunurıı, başlangıçtaki sermaye bileşi
mi oranlarına (60+40) uygun biçimde, % 60'1 (18'i) de
ğişmeyen-sermayeye ve %40'ı (12'si) değişen-sermayeye
yatırılmaz, ücre:tler için yatırılan kısım azalmış olarak
yatırılır. Diyelim 24'ü (yani %80'i) değişmeyenı-sermaye
ye, 6'sı (yani % 20'si) değişen-sermayeye yatırılmış olsun.
Bu kez, sermayenin yeıni bileşimi, (60 + 24=)84 değişme
yen sermaye, (40 + 6= )46 değişen sermaye, yani sermaye
niflı yeni bileşimi 65 + 35 olacaktır. 40 değerinde canlı
emek, başlangıçta, 60 değerinde geçmiş-emeği harekete
geçirirken, bu kez, 35 değerinde canlı-emek, 65 değerin
de geçmiş-emeği harekete geçirecektfr.
Daha az canlı-emeğin , daha fazla geçmiş-emeği ha
reke:te geçirmiş olması, artı-değer oranı % 100 kaldığını.
da, bir öncekine göre, artı-değer 40'tan 35'e düşmüş ola
caktır. Ama, bir başka deyişle, bir önceki bileşimde, ürü
nün değeri (60+ 40 + 40=) 140 iken, şimdi ürünün değe
ri (65 + 35 + 35=)135 olacak, yani aynı miktardaki ürünün
içerdiği değer azalacaktır. Ne var ki, biz, burada, ya
tırılan toplam sermayenin 100 üzerinden bileşiminden
s.özediyoruz. Genıe 100 üzerinden yapılacak bir karşılaş
tırmayla sorunu şöyle açıklayabiliriz: Sermayeı lOO'den,
130'a çıkmıştır ve toplam sermaye üzerinden, bileşimi
84 + 46 ve dolayısıyla üretilen ürün kitlesinin değeri,
(84 + 46 + 46=) 176 olmuştur. Bir önceki toplam serma-
ye 100, üretilen ürünün değeri (60 + 40+40=) 140 iken,
şimqi, üretilen ürünün değeri, 176'ya ve artı-değer mik
tarı bir önceıkirııde 40 iken, bu kez 46'ya yükselmiştir. ' .·
Bunun nedeni, sermaye bile:şiminin yükselmesi sonucu,
emek üretkenliğinin artmış olmasıdır.
Şu da var ki, sermayenin bileşimi üzerinden, ürü-
60
nıün belirli her bir parçasrnın değeri, başlanıgıçta 140
iken, şimdi 135'e düşmüştür. Dolayısıyla da, her iki ürü
nün aynı büyüklükteki iki parçasındarıı birinin değeri
140, ikincisinıin değeri 135'tir. Bunun bir diğer anlamı,
ürünün ucuzlamasında ifadesini bulur. " . . . emek ne ka
dar üretkense, onun ürününıün her tam parçası da o
kadar ucuzdur." (Kapital, 3, s. 821).
Daha önce de açıklandığı üzere, tarıma yatırılan
sermayemin bileşimi, ortalama toplumsal sermayenin bi
leşiminden düşüktür. D�layısıyla, tarımda, tarım-dışı
üretime göre, daha çok canlı-emek, daha az geçmiş-eıne
ği hareıkete geçirir. Tarımsal toplam sermayenin orta
lama bileşiminin, toplumsal sermayenin ortalama bile
şiminin altında olması, tanının, imalat sanayiine orqnla,
daha .az gelişmiş olduğu alamına gelmez, bu farklılık,
tarımın kendinıe özgü teknik özelliklerinden ileri gelir.
Sınai ürünlerinı üretimine göre, tarımsal üretimin bu
özelliği, ortalama toplumsal artı-de:ğere oranla daha faz
la artı-değer üretilmesi olanağını sağlar ve ranitın (mut
lak-rant) kaynağı da buradadır. "Eğer tarımsal serina
yenin ortalama bileşimi, ortalama toplumsal seırmaye1.
ninkine eışit, ya da ondanı yüksek olsaydı, o zaman mut
lak rant ortadan kalkacaktı . " (Kapital, 3, s. 803.) Uygar
lığın ilerleme:siyle, tarımsal ve tarım-dışı . sermayelerin
bileşimi eşit hale gelecek olursa, mutlak rant da ort�
dan kalkmış olacaktır. Ama şu kesindir: Bizzat tarım,
" değişen-sermayeıye oranla değişmeyen-sermayedeki nispi
bir büyüme ile sürekli " ileırleır. (Kapital, 3, s. 798.)
Bu; konumuz açısındanı şunun içinı önemlidir ki,
eğer küçük köylünün üreıtim araçlarını şimdiden ser
mayenin değişmeyen ve kceındi emek-gücünıü s'e,rmayen.in
değişen öğeleri olarak düşünürsek, tarıma sermaye yatı
rılması, yani tarımın' kapitalist yöntemlerle işletilmesi,
61
özellikle .�leneksel yönıternlerle üretimde bulunan küçük
köylü işletmesine göre, · emek üretkenliğini artırır; he
men yukarda açıkladığımız gibi , bunun sonucu olarak,
aynı büyüklükte ürün bu keız daha az değer içerir. Şim
di, aym büyüklükte, ama · biri ötekindeın daha az değer
içeren iki ürütl!, pazarda karşı karşıya ya da yanyanadır.
Ama pazarda, ürünler, alıcının karşısına, kendi öz
nel değerleriyle değil, toplumsal ortalama değerleriyle
çıkarlar. Aynıı büyüklükte olan ama farklı büyüklükte
değeırler içeren aynJ. tür iki ürün, kendilerinin içerdiği
· bireysel değerlerinden soyunmuş, birbirlerinin ortalama
değerlerini temsil ederek, alıcının karşısına çıkmışlar
dır. Ürünlerin genıel piyasa-fiyatı, ortalama değeırleTi üze
rinden düzenlendiği zaman, biri (kapitalist yöntemlerle
üretilen ürün) kendi değerininı üstünde, öteki (küçük
üreticinin ürettiği ürün) kendi değerinin altında satıla
caktır.
Toprağın kapitalist yörntemforle1 işletilmesi, tarımsal
emeğin üretkenliğinıde bir artışa, dolayısıyla üretim-fi
yatının ucuzlamasına yolaçar. Ama, küçük üreticinin ağır
bastığı koşullarda, aynı tür ürünıün küçük üretici tara
fından piyasaya sunulan miktari büyük olacağı için, arz
ve talep ilişkisinde, dolayısıyla piyasa-fiyatının düzen
leınmesinde belirleyici bir rol oynayacağı açıktır. Kapi
talist tarım işletmelerinin gelişmesi ve piyasaya sunduk
lan ürün kitlesi, piyasa fiyatlarının düzenlenmesinde be
lirleyici bir oyluma ulaşana değinı, kapitalist çiftçi, ürü
nün değeri üzerindeki farkı, toplumdan karşılıksız çekip
alacaktır. Ürünü, piyasa-fiyatının genel dü�enlenmesine
girdiği zaman, tarımsal emek üretkenliğinin ortalaması
nı yükselttiği oranda, ürünlerin fiyatları da ucuzlayacak
ve bu, tarım-dışı sermaye açısından, hammadde ve besin
maddeleri fiyatlarının düşmesine ve dolayısıyla, gene ta-
62
nm-dışı sertnayeninı kar oranının yükselmesine yol aça
cağı için, tarıma sermaye yatırılması, onun gelişmesinin
engelini oluşturmayacak, bir bakıma, böyle bir engeli
ortadarıı kaldırmanın bir aracı olacaktır.
Burada, kapitalist çiftçi , ortalama kar tarafından
düzenlenen tanın-dışı üretim-fiyatının üstünde bir ek-kar
(rant) gerçekleştireceği için ürü:rııü:n fiyatının yüksek ola
cağı, rantı ve karı ürünün fiyatında gerçekleştiremeye
cek olan küçük üreticinin ürünün fiyatının düşük ola,.
cağı karşılaştırması, ancak, tarımsal emek üretkenliği·
nin he'r iki işletme biçiminde de aynı olduğu varsayı
mına dayanılarak yapılabilir.
b) Tanmsal Üriinlerln Fiyatı Açısından
63
rece daralmış bulunduğu, artmakta olan talebe yanıt
ve recek ölçüde tarıma yeni toprak alan lar kazandırma
nın olanaksız olduğu da bili niyor .
Artan talep karşısında, arz ve talep dengesini ko
ruyabilmenin öteki koşulu, tarımsal emek üretkenliği
ni artırmak, bir başka deyişle üretici güçlerin gelişme
sine olanak sağlamaktır.
Kapitalist üretim tarzının egemenliği altında, bu
üretim tarzının gel işmesine zorunlu olarak eşlik eden
tanmsal ilerleme ve bunun ifadesi olarak büyük-ölçekli
tanın işletmesi, (büyük özel mülkiyeti n kendisinin de
belirli bir aşamadan sonra üre'tici güçlerin gelişmeısine
engel oluşturacağını dışlarsak) küçük tarım işletmesi
ne .göre, üretici güçlerin: gelişmesine olanak sağladığı
ve emek üretkenliğini yükselttiği ölçüde, bir yan:dan üre
timi artırmanını ve öte yandan üretim maliyetlerini dü
şürereık üretlın•.fiyatını ucuzlatmanın olanağım. sağlar.
"Emeğin toplumsal üretken güçleri nin g�lişmesini, eme
ğıin toplumsal biçimlerini, sermayenin toplumsal yoğun
laşmasını, . . . bilimin ilerici uygulamasını dışlayan" kü
çük toprak mülkiyetinin (Kapital, 3, s. 845) ağır bastığı
bir ülkede, küçük köylü işletmesi, toplumsal emeık üret
kenliği ortalamasını alt sınırlara doğru çekerek , üreti
min düzenli artmasını ve bunun yanıısıra da üretim fi.
yatlarının ucuzlamasına engel oluşturur.
Tarım-dışı sermaye, kar oranını yükseltmek için,
hammadde ve ana besinı maddelerinin fiyatlarının ucuz
latılmasını amaçlar.• Bu fiyatların, bireysel olarak üre-
ııı Sermayenin organik bileşim! yükseldikçe kft.r oranı azalır, Sermaye
nin organik bileşim! değişmeyen sermaye (üretim araçları) ve değişen ser·
maye (işçt ücretleri) arasındaki oranda ifadesin! bulur. Dlyeıtm, 100 olan
toplam sermayenin organik bileşimi, 60 (üretim araçları) + 40 (işçi ücret
leri) biçiminde bölünmü.'] olsun. Artı-değer oranı, yüzde-yüz olursa, üret!·
len ürünün değeri, 60 + 40 + 40 (artı-değer) = 140'tır. K§.r oranı, artı-değerin,
to,plam sermayeye oranıdır. Yanı artı-değer 40, toplam sermaye 100 olduğu
64
ticinin urunun içerdiği artı-emeği gerçekleştirmesine
olanak sağlayıp sağlamaması, tarım-dışı sermaye açısın
d".rıı hiç bir önem taşımaz. O, ulusal ölçıeıkte ve şimdi
rekabetine çekildiği kapitalist dünya sistemi içersinde,
hammadde ve ana be:sin maddesi olarak tarımsal ürün
lere ödıeıdiği fiyatla ilgilidir ve .çabasının yönünü ve ama
cını, tarımsal ürünlerin fiyatlarının ucuzlaması belirler.
Tarımsal emek üretkenliği ortalaması, ulusal ölçeık
te, toplumsal emek üretkenliği ortalamasını alt sınıra
doğru çektiği ve ulusal emek ür:etkenliğini, (dünya ka
pitalist sistemi ölçeğiyle sınırlı olarak,) uluslararası or
talama emeık üret:kienliğinin altına çektiği ölçüde, küçük
köylü işletmesi, kapitalist üretimin gelişmesinin ayak
bağı olur.
Bu engel , bu engelin kendisi korunarak, yani büyük
ölçekli tarıma karşı, küçük-ölçekli tarımın varlığı koru
narak giderilemez. Esasen kapitalist üretim tarzının ge
lişmeısine zorunlu olarak eşlik edecek olan tarımsal ge
lişme, büyük-ölçekli tarımla birlikte, geırçekleşebilir.
lçln, kilr orıanı 40:100 yanı %40'tır. Sermayenın bileşimi yüks·n'diğl, yanı
del';lşmeyen sermaye değişen sermayeye göre arttığı zaman, diyelim değiş
meyen sermaye 80 + deii;işen sermaye 20 oldu!!unda, artı-de�r oranı %100 ol
duğunda, artı-değer 20. ve ürünün de!!eri, 80 + 20 + 20, yanı 120 dlr. Kil.r oranı
ise e.rtı-de�rln (20), toplam sermayeye (100) oranı olduğu için, % 20'dir. Seır
mayenln bileşimi yükseldikçe artı-deiı;er oranı aynı ( % 100) kaldığı halde,
kAr oranı düşer. Kapitalist, üretim araçları lçerslnde yer alan hammadde fi
yatlarını düşük tutarak, kilr oranını artırır. Diyelim, üretim axaçlarına yatı
rılan değişmeyen sermaye 80, bunun haıın!ınaddeye Jsabet eden kısmı 60 ol
sun, (Diyelim üretim aracı mak!neler'den içerdikleri değerin yirmide-biri
bir yıllık ürüne aktarıldığı halde, hammaddeler bir yılda b i rçok kez, doğru
dan üretime gireceği için hammaddeye yatırılan· kısmı daha büyüktür.) Şim.
dl, hammadde fiyatlarında, %12'llk bll' düşüş olsun. O zaman, üretim
araçlarına yatınlan 20, ve hammaddeye yatırıla-ı 60 y erine 50 ola.cak, deiı;lş
meyen sermaye 20 + 50 = 70 olacaktır. Sermayenin bileşimi ise 70+ 20 biçi
minde olacaktır. Artı-değer oranı %100 oldu!!u ve artı-değer 20 olduğu için,
kll.r oranı, 20:90 = % 22 olacaktır. Hammadde fiyatları düşme en 1 ö nce, kil.r
oranı%20'ydi; şimdi ise, hammadde fiyatı %12 düşmıfuı ve kll.r oranı,
%22'ye yükselmiştir.
65
c) Tanına Sermaye Yatırılınasının
Koşullan Açısından
66
yarattılar.
Türkiye'de, feodaliteden, ya serf olan üretici köylü
nün tasarrufunda bulundurduğu topmğın sahibi haline
geldiği, ya da serflerin topraktaki feodal haklarınıı yi
tirerek feodal beyin, toprağın modern anlamda özel sa
hibi halini aldığı biçimler, ilerde, ilkel birikimi irdele
diğimiz bölümde açıklanmaya çalışıldı. Gene bu bölüm
de, ülkemizde, sermaye sahiplerinin toprak kiralayarak,
ya da toprak beylerinin bir kapitalist sıfatıyla kendi
toprağına s,e,rmaye yatırmasının nesne:l koşulları bulun
duğu açıklanmaya çalışıldı. Yalnızca tarıma sermaye ya
tırılmasının nesnel koşullarının bulunmuş olması değil,
aynı zamanda, bazı farklılıklar taşımakla birlikte, bazı
bölgelerde, tarıma sermaye yatırımının belirleyici bo
yutlara ulaştığı da açıklanmaya çalışıldı.
Bunun başlıca üç biçimi şunlar olmak gerekir: top
rak kiralayarak ve ücretli-işçi kullanarnk tarımsal üre
timdie bulunan sermaye sahibi; toprağını, ücretli-işçi kul
lanarak işleyen toprak sahibi; toprağını, kendi ailesi
emeği yanında ücretli-işçi de kullanarak işleye:tıı varlıklı
köylü ya da ailesinin emeği yanında azap, maraba gibi
tek başlarl.na veya ailesiyle birlikte feodal yöntemlerle
yabancı emek-gücünü tutmaktan, traktör, biçerdöver ve
benzeri işleri için ücretli işçi kiralayan toprak ağası.
Birincisi , toprak sahibi ile doğrudan emekçi arasın
daki ilişkinin, arasına, kapitalist çiftçinıi.n gil'diği, en ol
gun biçimiyle, kapitalist tarım işletmesini oluşturur.
İkinci biçimde, toprak sahibinin doğrudan emekçiy
le oları toprak sahipliği sıfatıyla ilişkisinin yerini, ser
maye sahipliği sıfatıyla olan ilişkisinin almasıdır. Ama
bunun, toprak sahibi olarak doğrudan emekçiyle ara- -
sındaki geleneksel bağımlılığı, bir ölçüde barındırmaya
devam edeceıği de bir gerçektir.
67
Üçüncüsü, tam da bir orta-burjuva köylüye denk
düşmektedir. Kendi ailesinin emeğinin yanısıra, ücretli
işçi kullanan, yani emek-gücü metaı alıcısı olarak görü
nür. Kapitalist üretim tarzının ağır bastığı ve bu üre
tim tarzına tekabül eden ilişkiler toplumun temeli ha
line gelmiş qlduğu için, o, emek koşullarıyla kendi eme
ğini birleştirmiş olan bir küçük-burjuv:a köylü ve bu
nun ötesinde, emek koşullarının bir bölümünü, yaban
cı emek-gücü satın alarak harekete geçirdiği için de bir
burjuva çiftçidir. Bu iki özellik, kendisinde örtüşmüş
bulunduğu için de, ne, yalnızca bir küçük-burjuva köylü
ve n:e de yalnıızca burjuva çiftçidir. Bu anlamda da orta
burjuva köylüyü temsil eder.
3. KÜÇÜK KÖYLÜNÜN SÖMÜRÜLMESİ
VE YOKSULLAŞıMlASI
6$
bi, yazar.a göre sür:ekli ve sistemli olarak meta' üreten
küçük meta üreticisi köylü, sürekli ve sistemli olarak
tefeci ve tüccar se:rmayesinin sömürü alanına çekil
miştir: "Kapitalizmle bütünleşmesine rağmen, bir pre
kapitalist üretim biçimi olan küçük üreticiliğin" "tarım
da küçük meta üretimi"nıi temsil ettiği (Boratav, s. 176,
"
177), "piyasaya açılmış küçük üreticiliğin" ise, yaygın
ve ağır tefeci ve tüccar sömürüsünü beslediği", yazar
tarafından açıklanır. "Küçük meta üretiminin yamsıra,
büyük top:ı".ak mülkiyetine dayalı yan-feodal ortakçılık
ilişkileri de söz konıusu"olduğunda, "küçük üreticiliğin,
ticari kar, faiz ve toprak kirası biçimlerinde tezahür
eden sömürü kategorileri yaratacağı" da (Bor:atav, s. 145-
146.) eklenir.
Bir başka deyişle, burada piyasaya açılmış olması
koşuluyla, "pre-kapitalist (kapitalizm-öncesi) üretirn bi
çimi" olan küçük üreticiliğin, "küçük meta üretim iliş
kisi" kavramıyla özdeşleştirilerek ele alındığı açıktır.
Yani, ürünüİ!I piyasa-fiyatında artı-emeğini gerçekleştire
meyen küçük çiftçi ile, kapitalist-önceısi ticaret ve tefeci
sermayeler tarafınıdan sömürülen ve aynca toprağın sa
hibi değil de zilyedi durumunda olduğu zaman ise, top
rak ağası tarafmdan da sömürülen küçük çiftçi, sömü
rü konusu açısından, aynı özellikleri taşır.
Küçük nreta üreticisi köylünün ürününün fiyatında,
artı-emeğinıin dıe,ğerini ya da artı-emeğinin değerinin he
men hemen tümünü gerçekleştiremediği önceden kabul
edilmiştir. Bir başka deyişle de, tarım-dışı sanayi ser
mayesine, bu artı-emeğin değeri karşılıksız bırakılacak
tır. Oysa, aynı küçük meta üreticisi köylü, bir de, te
feci ve tüccar tarafından sömürülmektedir. Küçük üre
tici köylüden, tefeci veı tüccarın "yaygın ve ağır" bir
biçimde sızdırdığı bu değer kitlesi, köylünün hangi de-
69
ğerinden karşılanacaktır? Ya da, köylümüz, tefeci ve tüc·
car tarafından azamileştirilmiş bulunan bu sömürüyü,
ha.ngi emeğinin değeriyle karşılamıştır?
Çünkü, küçük meta üreticisi ol arak köylü, ürünün
fiyatında artı-emeğini gerçekleştirememiştir. Artı-emeği
ni de temsil eıden küçük üreticinin ürünü, tarım-dışı sa
nayi sermayesine, ancak artı-emeğinin değ erini içerme
,
70
Şimdi ödemekle yükümlü bulunduğu veya ödemek
yükümlülüğü altına çekildiği kapitalist-öncesi egemen sı
nıflann rantı, karı ve faizi, başlangıçta, küçük üretici
nin gerekli-emeğinin değerinden bir indirimle karşılana
caktır. Bu, fiziksel varlığın asgari düz,e(Yde sürdürmesi
ne yetmediği zaman, ya üretim araçlarını, geçim nesne-
1€ri olarak tüketmek, ya da üretim araçlarmın görünüş
te sahibi kalmakla birlikte,, sermayesi ve ipotekli topra
ğı, gerçekte, tüccar ve tefecinin mülkiyetine geçmiş . ola
cağı için, gerçekten kendisinin olmayan: bu sermayenin
karını tüccara, toprağın: rantını tefeciye, (karı ve ran:tı,
ürününün fiyatında gerçekleştiremediği için) gerekli
emeğinin değerinden ödemek durumunıda kalacaktır. Ya
ni küçük çiftçinin, yeniden-üreıtimi, giderek artanı oran
larda azalır. Bu isıe, onun, varlığını kalıcı, sürekli ve
kararlı bir biçimde koruduğunu değil, yoksullaşma süc
reci içersinde mülksüzleşmekte olduğunu açıklamaya
yeter.
Bu da yetmez. Çünkü, küçük meta üreticisi köylü,
yalnızca keındi toprağının sahibi köylü ile sınırlı değil
dir. Ektiği toprağı, ortakçılık ya da kiracılık yöntemle
riyle işleyen ortakçı ve kiracı köylü de, ürünlerinin be
lirli bir kısmını, sürekli ve sistemli biçimde meta olarak
ürettiği zaman, o da "küçük meta üretim ilişkisi" ka
tegorisi kapsamına alınır. (Bu tür ortakçı ve kiracı köy
.lü işle:tmelerinin, Boratav , Oktay Varlıer'in 1973 verile
rine dayanarak, toplam ekilen arazinin % 26,4'ünü oluş
turduğunu saptadığını belirtiyor.) Ama, daha başlangıç
ta, artı-ürünü , ya doğrudan ürün-rant olarak, ya da bu
nun fiyatı üzerinden para-rant olarak, topr.ak sahibine
ödemiştir. Bir başka deyişle, artı-emeğinin tamamı ya
da bir bölümü, şimdiden , toprak sahibine ödenmiş du
rumdadır. Artı-emeğini temsil eden ürünün tamamını ya
71
da büyük bir bölümünü, toprak sahibine rant olarak
ödemi ş bulunan üreticinin kendisine kalan ürünü, artı
emek içermemekte ya da artı-emeğinin küçük bir bölü
münü içermekle birlikte, bu ürün, toplam toplumsal
ürüne göre, artı-emeği içermiş olarak, piyasada görüne
cektir.Ama, toplam toplumsal ortalamaya göre, bu ürü
nün içerdiği varsayılan artı-emeğin değeri, piyasa-fiya
tında gerçekleşmeyecek, dolayısıyla üreticinin: gerekli
emeğinin bir bölümü de, sanayici kapitaliste (ya da top
luma) karşılıksız bırakılacaktır. Yani tüccar ve tefeci sö
mürüsü sözkonusu olmfl.dığı zarrın.n b ile, ortakçı ya da
kiracı küçük çiftçi, kapitalist pazara meta üreticisi ola
rak girdiğinde, mülksüzleşme sürecine çekilmiş bulunıa
caktır. Aynı zamanda, bir de, tüccar ve tefeci tarafın
dan sömürülmektedir ve dolayısıyla, toprağının sahibi
olan küçük köylüden' hem daha büyük bir hızla mülk
süzleşmesi gerekir, hem de (toprağını kendisine ait ol
madığı anımsanırsa) , mülkiyeti küçük veı cılız üretim
araçlarıyla sınırlı olduğu için, bu süreç, bir bakıma, da
ha başlangıçta büyük ölçüde tamamlanmış sayılmak
ge'rekir.
72
lünün toprağını işlemesi ya da işlemek üzere toprak
satın alması için, normal kapitalist üretim tarzında ol
duğu gibi, tarım ürünlerinin piyasa-fiyatının ona ortala
ma kar getirmeye ve hele bu ortalama karın üzerinde
rant biçiminde · bir sabit fazla getirmeye yetecek yük
sekliğe çıkması gerekli de,ğildir. Bu yüzden, piyasa fi-
73
nın tartışıldığı bir yerde, bu, ayrı bir önem de kazanır.
Çünkü, doğal ekonomide, ekonominin koşulları, ya
bütünüyle ya da büyük bölümüyle köylünüi? kendisi ta
. ı
rafından üretildiği için, yeniden-üretimin koşulları, esas
olarak köylünün ürettiği ürünün kendi büyüklüğüne
bağlıdır. Kapitalist üretim tarzı ile buna tekabül .ede1.0
ilişkiler, toplumun genel temeli olarak kabul edildiği za
man, küçük çiftçi "ürünlerini meta olar.ak ürettiği ve
dolayısıyla bu metaların fiyatına tabii olduğu ( . . . ) ölçüd�,
gerçekleştirebileceği artı-emek miktarı, keındi büyüklü
ğüne - b ağlı olmayıp , genel kar oranına bağlıdır; bunun
gibi, genel kar oranı tarafmdan belirlenen artı-değer
miktarı üzerinde:ki her fazlalık da, gene onun harcadığı
emek miktarı ile belirlenmiştir . " (Kapital, 3, s. 914.)
Doğal ekonominin ağır bastığı küçük k öylü tarımın
da ise, üretim araçlarının yenilenmesinin, tarımsal ürün
lerin: piyasa-fiyatıyla hemen hemen hiç bir ilişkisi yok
tur. Bu, üreticinin ürününün kendi büyüklüğüne doğru
dan bağladığı ve bu ürünıün büyüklüğüyle sınırlıdır. Ge
rekli-emeğini, yani emek-gücünü yenileyeceği ürün de,
doğrudan kendi ürününün büyüklüğüyle belirlendiği
için, üretici köylü, ürünlerin piyasa-fiyatına, bir bakıma
ilgisiz de kalı r Toplumun kendi dışında kalan kesimin
.
74
K apital ist üretim, meta üretimini genelleştirerek,
ancak ürün fazlalarını metaya dönüştüren doğal ekono
mik b i çi mleri çözdüğü, ürünlerin satışını ana amaç ha
line getirdiği ölçüde (bkz: Kapit?l, 3, s . 46-47), nasıl baş
langıçta, köylü, "pazardan ve üretimin hareketinden ve
kendi alanı dışında kalan toplum ke simnden bağımsız"
i
75
meye devam edecektir. Kapitalist çiftçinin, sermayesinin
ortalama karını gerçekleştiremediği zaman, tarıma ser
mayeı yatırmasınıın; topr:ak sahibi toprağının rantın:ı al
madığı zaman, bu toprağı kiraya vermesinin · iktisadi bir
nedeni bulunmadığı halde, küçük çiftçi için durum fark
lıdır; o, net üıünde, sermayeninı karını ve topra.ğının
rantını gerçekleştiremediği zaman da, ücretini gerçek
leştirdiği süreıce, topr:ağım ekmeye devam et:rrreık duru
mundadır. Çünkü onun ilk amacı, kendisinin ve ailesi
ninı yeniden-üretimini sağlamaktır ve üretim araçları ile
errrek-gücünü yenilediği (yani maliyet-fiyatını gerçekleş
tir:diği) süreceı de, bu temel amacına ulaşmış sayılır .
.Ama küçük çiftçinin, sermayesinin ve toprağının · sa
hibi olması, ayrıca ona, tarımsal ürünlerin piyasa-fiyatı ,
üretim-fiyatına yükseldiği zaman, bir de ortalama kar
sağlamasının, yani sermayesinin karını kendisinin mal
edinmesinin olanağını vıe piyasa-fiyatı, üretim-fiyatının
üstüne çıktığı zaman, bir de ek-kar sağlamasının, yani
toprağının rantrnı maledinmeısinin olanağım verir.
Küçük üretici köylünün ürünlerin�n piyasa-fiyatına
ilgisiz kaldığı ya da ürünlerinin fiyatını artırmak için
herhangi bir çaba harcamasının . siyasal olanaklarının bu
ltinmadığı dönem ile hem ürünün piyasa-fiyatıyla yakın
dan ilgilenmesinin koşullarının ortaya çıktığı ve hem
de' ürünlerinin fiyatını artırmanın siyasal olanaklarının
bulunduğu dönemi birbirine karıştırmamak gerekir. Da
ha ilerde, tarımsal ürünlerin devlet tekel fiyatları üze
rinde dururken, konumuzu bu açıdan açıklamaya ç·
şa.cağız. Burada yalnızca şunu belirtmek gerekir ki, ta
rımsal ürünlerin fiyatlarının uluslar.arası pazar fiyatla
rınm eıtki alanına çekildiği ve koşulların büyük ölçüde
değiştiği bir dönemi, Marx'm o güne, ait tahlilleriyle,
konuyu irdelemeden açıklamaya çalışmak, bizi doğru
sonuçlara götürmez kanısındayım .
76
DôRDÜNCÜ BÖLÜM
77
bir yaklaşım, doğaldır ki, kapitalist üretimin merkez
oiuşturduğu bir ülkede, kırsal alanda sınıflaşma (bir
ucuyla burjuvalaşma ve geniş kesimiyle proleterleşme)
sürecini de gözardı etmiş olur.
Çünkü, küçük köylü (varlıklı ve orta köylü ile yok
sul köylüden farklı olarak), doğal ekonomi koşulların
da, kendi üretim araçlarına sahip olan, kendi geçimini
keındi emeğiyle sağlayan ve yeniden-üretimini gelenek
sel ohırak aynı boyutlarda sürdürebilen, yani ancak ken
dine yeterli büyüklükte üreten doğrudan üretici köylü
dür. Ve bu anlamda da, küçük köylü, artı-emek harca
yabilmenin nesnel koşullarına s.ahip değildir. Kişisel
anlamda ancak gerekli-emek harcamasının koşullarına
sahip olduğu ve dolayısıyla artı-emek harcayabilmesinin
nesnel koşullarırnn bulunmadığı bu köylü ailesi, konu
muzun merkezini oluşturmaktadır. Şimdi ise, bu küçük
üretici köylünün, özellikle de kapitalist üretiinin geliş
mesine bağlı olarak, doğal ekonomiden meta ekonomisi
ne hızla çekildiği , meta üreticisi ve tüketicisi olarak,
emeğinin topluınsallaştığı bir durum sözkonusudur.
Tarımsal emeğin doğal üretkenliğinin, artı-emek için
bir başlangıç noktası oluşturduğunu, konuyla ilgisi olan
okur bHir. Şu da bilinir ki, tarımsal emek üretkenliği,
toprağın doğal koşullarına, yani doğal üreıtkenliğe bağ
lı olduğu gibi, canlı emeğin harekete geçirdiği üretim
araçları ile toprağın büyüklüğüne ve üretim bilgi ve be
cerisinin gelişme düzeyine bağlıdır. "Doğal koşullar öyle
olmalıdır ki , meıvcut emek zamanlarının "brr bölümü, üre
ticiler olarak ye:nıiderıı üretimlerine ve kendi geçimJerine
yetmelidir, gerekli geçim nesnelerinin üreıtimi bütün
emek-güçforini tüketmemelidir. Doğanın verimliliği, bu
rada bir sınır, bir başlangıç I1ı0ktası, bir temel yaratı
yor. Öte yandan, emekçilerin toplumsal üretken gücü-
78
nün gelişimi, öteki sınırı oluşturur. . . . tarımsal emek,
yeterince verimli olmnlıdır ki, bütün mevcut emek-za
manıını, doğrudan üreticiler için geçim nesnelerinin üre
timinde soğurmasm, yani tarİms.al artı-emek ve dolayısıy
la tarımsal artı-ürün mümkün olsun ." (Kapital, 3, s. 670.)
Toprağın doğal verimliliği ve tanın emekçisinin bir
artı-ürün üretme yeteİJJeğine sahip olması, bu iki şey,
yeryüzünün en küçük parçasına kadar alan b akımından
sahiplenildiği günümüzde, tek başlarına, artı-ürün üret- .
meye, yani emekçinin artı-emek harcayabilmesine olanak
verir mi ? Toprağrn doğal verimliliğinin, emekçinin bir
işgününde, yeniden-ü:retimi için gerekli üretim .ara.çla.rm
dan ve geçim nesnelerinden bir fazla üretmesine ola
nak sağlaması, bu işgününün gerekli-emek zamanının
ötesinde bir artı-emek harcayabilmesinin tek başına ko
şulunu sağlamaz. Bunun koşulları toprağın doğal verim
liliğiyle sınırları belirlenecek olan emekçiniril işlediği
toprağın alan olarak büyüklüğüne de bağlıdır. Toprağın
alan olarak büyüklüğü , emekçinin, tüm emek-zamanım
harcay:abilmesine olaınak sağlamadığı zaman, emekçinin,
emek-gücünün bir bölümünün israfı anlamında, yalnızca
gerekli-emek zamanını harcayabileceği, artı-emek zam.a
nını lıarcama�;ının hesnel koşulların ın bulunmadığı açık
tır.
Zaten günümüzde, küçük köylü dediğimiz üretici
den kastedilen de budur. Bulunduğu bölgenin ve yerin
doğal verimliliğiyle sınırlı olarak, sahip olduğu ve eme
ğini istihdam ettiği toprağının alanı, ancak, onun yeni
den·Üreıtiminin maddi koşullarını aym ölçekte üretme1si
ne yetecek büyüklüktedir. Doğal ekonomi koşullarında,
yeniden-üretimi için gerekli üretim araçlarının ve geçim
nesnelerinin hemen hemen peık büyük bölümünü, kendi
ürününden doğrudan karşılayan ve bunun dışında bir
79
fazla biriktirmesine olanak bulunmayan bir küçük üre
ticidir. Olağanüstü koşullarda (örneğin bolluk yılların
da) biriktireceği fazlanın, gene, olumsuz anlamda ola
�anıüstü koşulların (kıtlık yıllannm) açığını kapatacak
bir fon oluşturacağı burada kabul edilmelidir.
Bununla, küçük köylilınün, genel anlamda, artı-emek
harcayahilmesinin, dolayısıyla tarımsal artı-ürün ürete
bilmesinin nesnel koşullannıın bulunmadığ,ını belirtmek
istediğimiz açıktır. Bağımlılık ilişkileri altında, sahibi
ne ya da toprağını sahibi olarak devlete ödediği rant ve
vergi1eırin, onun artı-emeğini ve dolayısıyla artı-ürünıünü
orunılayan bölümü oluşturduğu bilinir. Burada, doğru
danı emekçinin tasarrufunda bulundurduğu ya da işle
diği toprağın, alaın olarak artı-emek harcamasına olanak
sağlayacak büyüklükte olması gerektiği veya -aksi du
rumda- ödemekle yükümlü olduğu artı-ürününı, gerek
li-emeğin sırnrlannı daralttığı, gerekli-üründenı ödendiği
gözönfuı.de tutulmalıdır. İkinci durumda, köylünün, da
ha da yoksul bir yaşam süreceği açıktır.
Meta ekonomisinin ve özellikle de kapitalist meıta
ekonomisinin, kendisini meta üreticisi ve tüketicisine
dönüştürdüğü ölçüde, küçük köylüınün, bu kez, yeniden
üretimini aynı boyutlarda sürdürebilmesi, ooun ürünü
nün kendi büyüklüğüne bağlı olmaktan çıkar, bunun sı
nırları, sattığı ve satın aldığı ürünlerinı fiyatlarıyla be
lirlenir.
Küçük köylü de, artı-emek harcama yeteıneğine (ka
pasitesine) sahiptir. Ama, gerekli-emek zamanının öte
sinde, artı-emek harcayabil.meısinin nesnel koşullan bu
lunmadığı, ya!Ilıi. işlediği toprağın niceHk ve niteliği artı
emek harcamasına elverişli olmadığı zaman, onun için
tüm emek-zamanı, onun gerekli-emek zamanıyla örtüşür.
Neı var ki, toı}Iam toplumsal aınlamda tarımsal emeğin
80
temsil ettiği gerekli-emek zamanı ile artı-emek zamanı,
onun emeğine de uygulanır.
Çtiınkü, o, bir işgününde (işyılında) ister yalnızca
gerekli-emek harcamış olsun, ister bir miktar artı-emek
de harıcayabilsin, onun ürününüın, toplam, tarımsal ürün
de temsil edilen ortalama gerekli-emeği ve artı-emeği
içerdiği kabul edilir. Ürünüınünı değe,ri de, bireysel de
ğeri üzerinden değil, toplam tarımsal emeğin ortalama
değeriyle ifade edilir. Emek üretkenliği farklılığını dış
larsak, küçük köylünün ürününün bireysel de,ğeriyle, ta
rımsal ürünün geınel ortalama değeri arasında büyük
bir sapma da yoktur. Çünkü o, bir işgününün yansınıda
emek harcadığı için tam gün emek harcamış olan emek
çinin ürününün yansı kadar üretmiş olabilecektir. Ürü
nün belirli büyüklükteki bir parçasının değeri, eımek
gününün tamamını harcamış olan emekçinin ürününün
ayını büyüklükteki parçasının değerine eşittir.
Ürünün fiyatı, değerine eşit olduğu zaman:, o, ürü
nün fiyatında, toplam toplumsal anlamıda, artı-emeğini
de gerçekleştirmiş olacak, ama bu, bireysel aınlamda ge
rekli-emeğini tam olarak gerçekleştirdiği anlamına .gele
ceği için, ancak yeniden-üretimini ayını ölçekte devamını
sağlamasına yetecektir. Ürünün fiyatı, değerinin altına,
yani üretim-fiyatına düştüğü zaman, benzeşim yoluyla
söylersek, rantını gerçekleştireme,yecek, ama ortalama
karını gerçekleştirmiş olacaktır. Ürününı fiyatı, maliyet
fiy.atıına eşit olduğu zaman, ürüne aktarılan üretim araç
larının değerini ve ücretlerini gerçekleştirecek, k!r ve
ratııtı, yani toplumsal bakımdan artı-emeğini temsil eden
değeri karşılıksız bırakmış olacaktır. Ne var ki, ürünü ,
81
rı.m:sal
. ortalamaya göre ondan karşılıksız olarak çekilip
alınan artı-emeğin, aslınıda gerekli-emeğindeın, beınzeşti
rerek söylerseık, ücretinden bir indirimi gerektirir.
Dolayısıyla, kapitalist üretim tarzının egemenliği al .
tında, küçük üretici köylünün ürününün fiyatı, toplam
toplumsal emeğinı artı-emeğe i sabet eden kısmını ger
·çekleştirme:siıne olanak vermediği zaman, bu, onun ge
:.rekli-emeğinden bir indirimi zoruınlu kılar.
Bu, küçük köylü ile tarım proleterleri arasında ka
lall! yoksul köylüler için, daha da açık biçimde kendini
gösterir.
Yoksullaşmanın karşıt süreçleri ürerinde dururken
de belirteceğimiz gibi, küçük üreticinin yoksullaşmaya
karşı direncini artıran nedenlerin başlıcaları şunlar ola
bilir" Birincisi, geçim nesne1eriniın heUrleyici bölümünü
köylü ailesinin kendi ürettiğinden doğrudan tüketmesi;
ürün fazla�mı, öteki geçim nesneforiıni karşılamak ama
cıyla, pazara sunması. Bir başka anlatımla, henüz tü
m'.ilyle ya da belirleyici ölçüde, meıta üreticisi ve tüketi
cisi durumuna gelmemiş olması. İkincisi, üretim tekni
.
82
ma yönünde zenginle:şirken, büyük bir bölümü proleter
leşme doğrultusunda mülksüzleşir ve ortada bir kesim
de küçük köylü olarak varlığını sürdürebilir. Bu, tan
ının yapısında111 gelen bir özelliktir ve özellikle küçük
işletme biçimlerine eılverişli ürünlerin ürıetildiği alanlar
da, küçük mıülkiyetin yapısını korumakta daha dirençli
olacağı önceden kabul edilir bir şeydir. Ne var ki, ge
nel olarak, dünya pazarına şu ya da bu biçimde hağ
lanaın ve büyük-ölçekli tarımın koşullarına sahip bulun
mayan küçük çiftçi, yoksullaşma sürecine çekilmekte
g;ecikmeyecektir. Çünkü, belirli bir emek-zamaınmda üret
tiği üriin kitlesi, teknikle donanmış büyük-ölçekli işlet
melerde aynı emek•zamanında üretilen ürün kitlesinden
az olacak ve dolayısıyla küçük çiftçiınin ürünün fiyatı,
her geçen gün değerinin daha .altına düşecektir.
İçersine çekilen pazarın genişliği ve oylumu ölçeğin
de, bu pazara sunulan ürünün emek üretkenliği artışı or
talamasına oranla, küçük çiftçinin emek üretkenliği ne
denli az artıyorsa, onun yarattığı değerin bir kısmı, her
yıl aynı oranda, topluma karşılıksız bıJ:'.akılacak ve bu
da yoksullaşmasının göstergesi olacaktır. Küçük işletme
nin emek üretkcenliğini artırmasının sınırları, büyük iş
letmeninı teknik yetkinıleşmıesintn sınırlarından daha az
olacağı , aynca hesaba katılmalıdır.
Ancak kıerııdis:im.e yeteırli büyüklükte toprağı bulunan
küçük köylünün, kapitalist üretim tarzının egemenliği
altın.da, yoksullaşması, kuşkusuz, doğru bir çizgi de iz
lemez. Yoksullaşmanın karşıt süreçleri, küçük köylülü
ğüını yoksullaşmasında yavaşlamalara, duraklamalara ve
gerilemelere neden olur. Bunlar, her ülkenin tarihsel ve
güncel koşullarına göre, farklılıklar izler. (Kırsal alanda
ortaya Çıkan nüfus fazlasmın, küçük de olsa bir bölü
münün sanayi (kent) tarafmıdan ve özellikle son yirmi
83
yılda yaşadığımız gibi, dış ülkeler tarafından emilmesi
nin yarattığı yoksullaşma sürecindeki karşıt gelişmele- .
ri, ilkel birikime değindiğimiz bölümde anlatacağımız
için) burada, öteki karşıt süreçleri belirtelim: 1. Aşarın
kaldırılması, 2. TarLma yeni toprakların açılması, 3 . Ta
rırnısal emek füetkenıliğini artıran etkenler (tekniğin ta
rıma girmesi, sulama, gübreleme, ilaçlama ve: üretim bil
gisi), 4. Tarımsal ürünler için devlet tekel fiyatlarının,
üretim-fiyatınıa y.aklaşacCl;k ölçüde, köylülüğün, siyasal ik
tidar üzerinde etkili olduğu dönemler.
1 . "AŞar"ın kaldırılması. İmparatorlukta, dinsel ya
saya (şeriata) bağlı olarak doğrudan üreticiden toprak
(ve üriiın) vergisi olar:ak alman aşarın, niteliği ve nice
liği, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına kadar, değiş
meden kalmıştır. Aşar, üriin olarak ve genellikle onda
bir (bazı verimli alanlarda onda-iki) arasmda tahsil edil
miştir. Timar sisteminiın çözülmesi sonucu, miri toprak
ların rantı, iltizama çıkarılmıştır. Geliri, iki yıllığına
mültezimler tarafından satın alınan alanlarda, rant (artı
ürün/ürün•rant) , mültezimler tarafından toplanmıştır.
Köylünün , bu dönemde, mültezimlerin baskısı altında,
daha da yoksul bir yaşama yargılandığı bilinir. Ne var
ki, köylü, işlediği toprağın tasarruf hakkına ırsen sahip
olduğu ve bunun şu ya da bu şekilde elinden alınması
tüzel bakımdan olanaksız olduğu için, toprağı elinden
alınamamakta , ama daha da bitkin bir yaşam sürmek
tedir .
1926'da aşarın kaldırılması, teorik anlamda artı-ürü
nü, gerçekte ise �rekli-emeğinıden "artı-ürün" olarak
ödemekle yükümlü bulunduğu kısım, köylünüın kendisi
ne bırakılmıştır. Toprağı yarıcılık ve kiracılıkla işleyen
köylüler açısından ise, toprak sahibine ödemekle yüküm
lü olduğu üriiın-rantın dışında, .ancak aşara isabet eden
84
ürün-rant yükümlüiüğü kalkmış ve bu ölçüde artı-ürünü
kendileri maledinmeıye başlamışlardır. Aşarın kaldırılma
sının, köylülüğülll yoksullaşmasında bir duraklamaya
denk düştüğü söylenebilir.
2 . Tanına yeni toprakların açılması. Cumhuriyeıtin
ilk oturz yılında , tarımsal nıüfusun artışınıa oranla, kent
sanayiinin , kırsal alanda biriken fazla nüfusu yeterli öl- ·
çüde emememiş olması, köylülüğü, tarıma yeıni toprak
açmaya zorlamıştır. Ama kırsal nüfus artışına oranla
tarıma yeıni toprak açılamamış, kırsal alanda yoksullaş
ma hızlanmııştır. Marshall planı uyarınca, tarıma ma
kime girişi, köy topluluğunun ortaklaşa mülkü sayılaın
çayır ve meralar dahil, tarıma yeni topr.ak açılmasını
hızlandırmış , yaygın hayvancılık alanlarının daralması
na karşılık, ekili alanlarm genıişlernesi, köylülüğün yok
sullaşmasında, yeni bir duraklama devresi başlatmıştır.
3. Tarımsal emek üretkenliğini artıran etkenler.
Teknolojinin ve bilimin tarıma uygulanması, emek üret
keınliğini .artırmış ve küçük köylü açısından kendine ye
terli toprağın birim alanı küçülmüştür. Dolayısıyla da,
,
işlediği toprak alan, kendi ailesi için yeterli olmaktan
çıkarken, emek üretkenliğin�n artması sonucu, yeterli
duruma gelmiş ve yoksullaşmada yeni bir duraklama
dönemi başlam�ştır.
4 . Devlet tekel fiyatının üretim-fiyatına yaklaştığı
dönemler. Bu, köylülüğüın, tarımsal · ürünlerin fiyatının
belirleınımesinde, siyasal iktidar üzerinde etkili olduğu
dönemlerle sınırlıdır. Çok partili siyasal yaşamın gün
demde olduğu dönemler, köylülüğün siyasal iktidar üze
rinde etkisini artırdığı dönemler olduğu gibi, seçim dö
nemleri de, siyasal iktidarların, köylülüğün istemlerini
büyük ölçüde karşıladığı dönemler olmuştur. Tarımsal
ürünlerin taban fiyatlarının, üretim-fiyatlarına yaklaştı·
85
ğı dönemler ise, köylülüğün yok sullaşmasınıı gerilettiği
dönemler olarak kabul edilmek ge�rekir.
Aşarın kaldırılması gibi, tarıma yeni topraklar açıl
ması da:, karşıt süreçte tamamlanmış gibidir. Bunun ya
nısıra, emek üretkenliğini artıran etkenlerin kimi alan
larda doyma noktasına ulaşması ve yavaşlaması, buna
karşılık kırsal nüfus fazlasının kent (sanayi) tarafından
yeterli oranda emilememesi ve ensonu, çok p artil i ya
şamın kesintiye uğrayaını evreleri, bu kez, karşıt süreçte
duraklama ve gerilemel ere eşlik eden nedenlerdir.
Küçük köylülüğün yoksullaşma sı konusunun tartı
şıldığı bir yerde, yoksullaşmanın nedenleri kadar karşıt
süreçleri dıe tartı şılmadan, köylülüğün yoksullaşmadığı,
kapitalizmle kararlı ve, uyumlu bir bütünleşme içersinde
bulunduğu: vargtsırıa varmak, sağlıklı bir yöntem olamaz
kanısındayım.
86
BEŞİNCİ BÖLÜM
87
1. TOPRAK MÜLKİYET! TEKEL!
88
kollarında, canlı-emeık öğesi fazla, artı-değer miktarı bü
yüktür, dolayı sıyla kar oraını yük sektir . Sermaye b ileşi
mi yüksek olan işkollarında ise, a,ynı nedenlerle, kar ora�
nı dü şüktür. Rekabet, kar oranlarını, toplam sermayeye
göre düzenler. Ve dolay ısıyla sınai ürünler, değerleri ürze
rinden değil, (ortalama kar oranı tarafından belirlenen)
üretim-fiyatı üzerinden satılırlar . Burada, üretim-fiyatı ,
gene, ürünlerin değeri tarafından belirlenmiştir, ama ay
rı ayrı işkollarındaki ürünlerin değeri tarafından değil,
toplam işkollarmdaki ürünlerin değeri tarafından. Böy
lece, topl am artı-değer , gene kapitalist sınıf tarafından
gerçe.kleştirilmiş olur; ama, farklı i şkollanndaki kapita
listler, işkollarına göre farklı büyüklükte üretileın artı
değeri değil , kendi sermayelerinin toplam se rmaye içer
sindeki payı oranında ve bu anlamda eşit büyüklük te
artı-değeri maledinmiş olurlar .
Tarımda sermaye bileşimi , toplam toplumsal ser
maye bileşimi ortalamasın dan düşük olacağı için, daha
fazla canlı-emek öğesi içerir ve dolayısıyla artı-değer
miktarı, toplumsal ortalamadan daha büyüktür. Tarım
da yaratılan artı-değerin, tanın dı şı nda yaratılan artı
değerin genel eşitlenmesine, toprak mül kiyeti engel oluş
turur. Bu nedeınle de, sınai ürünler ortalama kar oraınıy
la belirlenen üretim-fiyatın a satıldığı halde, tarım sal
ürünler üretim-fiyatının üs tüınde bir fiyata, değerlerine
ya da değerlerine yaklaşan bir fiyatla satılmaktadırlar.
Tarımsal ürünlerin değerleri üzerinden satılması demek ,
onun içerdiği artı-değerin t�m olarak gerçekleştirilmesi
demektir. Ama bu artı-değerin, sermayenin ortalama kar
oranı tarafından belirlenen kısmını tarımcı kapitalist
.alır, bunun üstündeki bölümü, rant olarak, toprak sahi
bine ödenmiştir.
· Tarıms al ürünlerin piyasa-fiyatı, üretim-fiyatına
89
yükseldiği , yani . sermayenin ortalama karını sağladığı
zaman, toprak sahibi, toprağına bir kapitalist olarak
sermaye yatırabilir. O zaman, üretim-fiyatı üstündeki
değeri, ürünün fiyatmda gerçekleştire:memiş olacaktır .
Bu değer bölümü, karşılıksız bırakılmıştır. Ne var ki,
hu durum , bir kural olarak değil, bir istisna olarak or•
taya çıksa da, toprak mülkiyetinin, toprağın sahibi için
sermaye yatırmasına engel çıkarmadığı anlaşılır.
Tarım:sal ürünlerin piyasa-fiyatının, üretim-fiyatının
üstünde bir fiyata yükselmesi, ancak, bir tekel fiyatım
öngörür. Toprak mülkiyeti tekeli, böyle bir tekel fiyatı
oluşturur.
Mutlak rantın sınırı, üretim-fiyatı ile ürüdcrin fi
yatı arasındaki farkla belirlenir. Ürünlerin fiyatı, değer
lerinıe eşit olabilir, ya da değerlerin den düşük ve üretim
fiyatmm üstünde olabilir. Normal koşullar .altında, ürün
değerinin, üretim-fiyatı üzerindeki fazlası ne olursa ol
sun, burada, mutlak ranıt, küçüktür. (Kapital, 3 , s . 809-10.)
Tarımsal ürünlerin, bu ürünle:rin kendi değerlerine ,
ya da kendi deığerlerinin altında ama, üretim-fiyatının
üstünde bir değere eşit fiyatla satılabilmesi, bir tekel fi
yatını gerektirir. Tarımsal ·Üretimde yaratılan artı-değe
rin, toplam toplumsal artı-değer · olarak , ortalama kar
oran1nın .geınel eşitlenmesine girmemesi , bunu engelleye- .
aek bir tekelin bulunmasını gerektirir. Bu, toprak mül�
kiyet tekelidir. Toprak sahibi, topr:ağın kendisi ekme
diği, kapitalist çiftçiye kiraya ver:diği zamanı, bu k i ra
(rant) tarımsal ürün�erin fiyatına belirleyici bir etken
olaraık girer. Ama bu, tek başına yeterli bir nedıeıı::i de·
ğ;ildir. Rant1n, tarımısal ürünlerin fiyat1nı belirleyici bir
etken olarak girebilmesi , tarımsal ürünlerin değerinin,
üretim-fiyatlarından yüksek olması, tarımsal sermayenin
bileşiminin, toplam toplumsal sermayenin ortalama bi-
90
leşimindenı düşük olmasını gerektirir. Tarımını teknik ya
pı s ının özelliği gereği, tarımda daha fazla canlı-emek öğe
si harekete ge:çirileceği için, tarımsal sermayenin bile
şiminin, toplam toplumsal sermayenin ortalamasından
düşük· olacağı kabul edilmiştir. Ama bu, aynı zamanda,
sanayiye yatırılan sermayenin belirli bir gelişme düze
yine bağlıdır ve kapitalizmin gelişmesiyle doğru o ran
tılı ol arak, sanıayiye yatırılan sermayenin bileşimi yük
seldikçe, üretim-fiyatı ucuzlayacağı için, tarımsal ürün
lerin değeri ile üretim-fiyatı arasındaki fark da büyür.
91
ortalama karın genel eşitlenmesine giı ecek ve "sınai
ürünler değederinin biraz üzerinde, tarımsal ürünleır ise
üretim-fiyatlarının biraz üzerinde satıl[mış] " olacaktır.
(Kapital, 3, s. 802.)
Toprak mülkiyeti tekeli, tarımda yaratılan artı-de
ğerin, ortalama karın eşitlenmesinıe girmesini engelledi
ği halde, piyasa koşulları, buna izin vermediği zaman,
bu artı-değer, sınai üretimde yaratılan artı d eğerle bir
-
92
diği zaman ise, tarımsal ürün de, tarım-dışı ürün de
120'ye satılacaktır. Kar oranın eşitlenmesi sonucu, ta
rım-dışı ürünün ortalama piyasa-fiyatı değerlerinin üs
tünde (1 15 yerine 1 20) olacak ve tarımsal ürünün orta
lama piyasa-fiyatı değerinin altında (125 yerine 1 20) ola
caktır. (Kapital, 3 , s. 802 .) "Toprak mülkiyeti tarımsal
ürünün fiyatım, üretim fiyatının üzerine çıkarabilirse
de, buna değil , daha çok , piyasanın genel durumuna,
piyasa-fiyatının üretim-fiyatını ne ölçüde aştığına ve de
ğer yüksekliğine ve bu yüzden tarımda yaratılan veri
len değerin ne ölçüde ya ranta dönüştürüleceğine, ya da
ortalama karın genel eşitlenmesine gire:ceığine dayanır."
(Kapital, 3, s. 802.)
Piyasanın geneıl durumuna bağlı olarak, tarımda y.a
ratılan artı-değıerin , tarım-dışı sermayenin kar oranını
yükselteceği, _ yani tarım-dışı sermaye için elverişli bir
durum yaratacağı açıktır .
Burada asıl üzerinde durulması gereken nokta, ta
rımda yaratılan ve ortalama karın üzerindeki artı-değe
rinı, tarım-dışı sermaye ile toprak sahibi arasında payla
şılmış olmasının , tarıma sermaye yatırımım engellemiş
olmasıdır. Çünkü, tarımsal ürünün değeri 125 ve tanm
dışı ürünün üretim-fiyatı 1 15 iken, tarımda yaratılan or
talama kar üstündeıki artı-değerin, ortalama kara eşit
lenmesi halinde, her iki ürünün piyasa-fiyatları 120 ola
caktır. Eğer, toprak sahibinin rantı, tanın-dışı ürünün
üretim-fiyatı üzerindeki, yani 1 15 üzerindeki fazladan
oluşacak olursa, burada, kapitalist çiftçinin gerçekleş
tirdiği 120'nin 5'i, toprak sahibine gidecektir. Dolayısıy
la kapitalist çiftçi 1 15 üzerinden, kar oranını, % 15 ola
rak gerçekleştirmiş olacaktır. Oysa, tarım-dışı s ermaye
nin kar oranı , ürünün piyasa-fiyatı 120 olacağma göre,
% 20'ye yükselmiştir. Ortalama kar oranının- tarım-dışın-
93
da %20, tarımda % 15 olması, tanına sermaye yatırımı
nın engelin i oluşturur. Tarım,.dışı sermayenin, tarımda
kapitalist üretimi, küçük üretime yeğlemediği için değil,
kapitalist tarımı yeğlemeısine karşını, bunu yıeğlemesinin
nedenleri, onun engelini oluşturduğu içindir.
Tekel fiyatı oluşturması bakımmdan rantın iki bi
çimini ve bunun tarımr-dışı sermaye açısından sonuçları
nı açıklamaya çalıştık. Bunlardan biri, üretirnr-fiyatı üze
rindeki artı-değer fazlasının, rant olarak, toprak sahibi
tarafırııdan maledinilmesidir veı sınai bakımdan azgeliş
miş bir ülkede ürıetim-fiyatı yüksek olacağı için mut
lak rant da küçükJür, bu da, toprak sahibinin toprağı
nı, kapitalist çiftçiye kiraya vermesinin engelini oluştu
rur. Öteki, tarımsal artı-değerin de, ortalama kar ora
nının genel eşitlenmesine girerek, artı-değer fazlasının
tarım-dışı sermaye ile toprak sahibi arasındaki bölüşü
müdür ve burada da, sermayenin tarıma yatınlmasmın
engeli ortay:a çıkar.
94
lm üretimine yatınlan sermayeden elde edilen toprak
rantı tarafından belirlenme:si, ekilen toprak alanlarının
(kolaylık la tahıl tarlalarına dönüştürülebilecek olan hay
van yetiştiriciliğine ayrılmış otlaklar da buna dahildir.)
besiın maddeleri ve hammadde üretimine elverişli oldu
ğu doğal koşullarda, beısin maddeleri üretiminden ham
madde üretimine geçilmesine bir engel oluşturmaz. Ter
sine, rekabet, nasıl sınai işkolları arasında, artı-değerin
kar oranının genel eşitlenmesine katıl dığı ve sermaye
nin bir işkolundan ötekine aktarılmasını önlediği gibi ,
tarımsal üretimin de, doğal koşulların: elverdiği alanlar
da ve tarım-dışı sermayenin sınai bitkilere artan talebi
karşısında, bir ürün türündeın bir başka ürün türüne ge
çilmesini engelleyen düzenleyici bir rol oynaması gere
kir.
Çiftçimin emeğinin tek istihdam aracı olan toprak
tan ayrılması ve sermayesini bir başka alana yatırma s ı
sermayenin bir işkolunıdan bir başka işkoluna yatırıl
ması ölçüsünıde kolay gerçekleşebilir bir şey olmamakla
birlik te, qlağanüstü koşullarm yarattığı kıtlık ve bolluk
dönemlerinden farklı olarak, değişik tarımsal ürünlerin
farklı piyasa-fiyatları, doğal koşulların elverdiği ölçü de ,
bi r ürün türünden, b ir baş ka ürür� türünün ekimine ge
çilmesine is teklendirici ve zorlayıcı bir e1tken de oluştu
rur. Sınai ve tarımsal emek arasındaki işbölümü gibi ta
rımsal emek de , besinsel ü rünl er ve sınai ürun:ler üre
tenler arasında bölünür.
Tanmsal emeğin kendi içersinde böyle bir bölünme
si, aınıa besin maddesi üretilen toprak alanların daral
masına ve bunun üretimine ayrılan emeğin, tanmsal
emek içersindeki payının küçülmeısine neden olur. Ürün
lerini meta olarak üre:ttiği ve üretim araçlan ile geçim
nesnelerini meta olarak tükettiği ölçüde, köylünün eme-
95
ği, toplumsal bütünden kopmuş, yalıtılmış (tecrit olmuş)
bir emek olmaktan çıkmaya, toplumsallaşmaya başlar.
Tarımsal emeğin toplumsallaşması, şimdi daha yükseık
bir düzeye çıkmış olmahdır. Tarımsal eme:ğinı tümü de
ğil, ancak bir bölümü, tüm toplumun anıa besin :ı;nadde
sini sağlamaktadır. Üstelik, tarımsal nüfus, toplam nü
fusa göre , hala büyükse de, bu büyüklük, sinai nüfusun
lehine__,_ küçülmüş bir büyüklüktür.
Tahıl tüketen nüfus büyürken, tahıl üreten nüfus
azalmakta ve tahıl üreten köylü, şimdi, doğal koşulla
rın elverdiği ölçüde, gerektiği zaman, tahıl yerine, tahıl
dışı ürüınıler ekmeye yönelme olanağına sahip bulunmak
tadır. Arz ve talep ilişkisi tarafından düzenlenen piyasa
fiyatında, köylü, piyasa-fiyatına göre, ürün değişikliğine
yönelecek, bu, başlaınıgıçta sınai işkollarmda olduğu gi
bi, tarımsal bazı ürünlerde bolluk ve bazı tarımsal ürün
lerde darlık yaratacaktır. Ama, rekabetin, burada da dü
zenleyici bir rol oynayacağı. pratik olarak an1aşı1ır.
Doğal koşulların elverdiği oranda ve "alıcıların ge
reksinmeleri ve ödeme yetenıekleri" ölçüsünde, köylünün
böyle bir doğal tekel oluşturmasının olanaklarının bu
lunup bulunmadığı araştırılabilir. Üretici köylü, piya
sa-fiyatı daha yüksek olan ürünlerin üretimine yönele
cek ve dolayısıyla tahıl üretimini, yani tahıl arzını sırnr
lamış olacaktır. Sınai üretimin gelişmesi, sınai bitkilere
artan gereksinme ve kent nüfusuıtııun oransal artışı, bu
nun koşullarını yaratmış buhını:naıktadır. Buğday yerine
pancar, ya da buğday yerine pamuk, tütün veya başka
bir ürün ekmek gibi.
Bir başka deyişle, küçük çiftçİiliin, sınai üretimin ge
lişmesi ve egemenliği ölçüsünde:, -diyelim tahıl ektiği
zaman- ürünüını fiyatınıda artı-emeğini gerçekleştireme
mesi, onun emeğinin tek istihdam aracı olan toprağını
96
işlemesine engel oluşturmayacak, ama ürüını türünıü de
ğiştirmesinin ...'.sınai
.. üretimin gelişmesi, ona, böyle bir
. olanak sağlar- nede:nleri ortaya çıkmış olacaktır.
97
tıyor.
Toplumun kendi dışında kalan kesimmden kopuk,
kendine kapalı ve yalıtık köy toplulukları, kapitalist üre
tim tarzının egemen olması ölçüsünde, bir yaından, meta
üreticileri ve tüke:ticileri olarak pazara bağlanırlar ve
öte yanıtlan , bu paz.ar aracılığıyla, toplumun kendi dışın
da kalaıri kesimiyle iktisadi bağlar kurarlar. Onların
em€ği, bu ölçüde, yalıtık � (tecrit olmuş) emek olmaktan
çıkmaya ve toplumsallaşmaya b aşlamıştır. Toplumun
kendi dışında kalan kesimiyle gelişmeye, ve yoğunlaşma
ya başlayan iktisadi ilişkiler, onların iktisadi çıkarları
karşısında, belirleyici karar alma durumuında bulunan
siyasal iktidara ya da siyasal partilere karşı tutumlann"
da, kendini açığa vurur.
Tarımsal fiyatlarırnn belirlenmeısindeki
ürüırtlerin
rolü ölçüsünde siyasal iktidar ve siyasal iktidara aday
durumvnda olan öteki siyas.al partiler, köylülüğün, ikti
sadi çıkarlarını şu ya da bu biçimde temsil eden ve bu
işlevleriyle de onların iktisadi özlemlerinıi siyasal tutum
larında yansıtan birlikler oluştururlar. Egemen sınıfla
rın çıkarlarını gfü:eten siyasal iktidarın da, iktidar ola
rak varlığını sürdürebilmesi, nüfus bakımından ağır ba
san köylülüğüın deısteğine büyük ölçüde bağlı olduğu za
manı, köylülüğe, o ölçüde ödünler vermeye eğilimli ol
masının nedenleri de ortaya çıkar. Ve genel oyun, kar
şıt siyasal partiler arasında birbirleri!ne yaklaşm . sayı
larda bölündüğü dönemler, siyasal iktidarların, nüfusun
daha ağır basan kesimine, daha büyük ödünler verme
ye razı olacağı bir dönem de olur. Bu, özüınıde, yalnız·
ca genel oy hakkını değil, çok partili yaşanıı da gerek
tirir ve çok partili yaşam içersinde, emeğe ağırlık ve- .
reınsiyasal partilerin güçlenmesi, sermayeye ağırlık ve
ren siyasal partilerin köylülüğün getniş kitlesinin ikti·
.
98
sad1 istemlerinıe ilgisini artırmasına yol açar.
Tarım ürünleri tahan fiyatları, siyasal iktidarın ik
tisat politikas 1rnını belkemiğini oluşturmaya başlar. Bu
nun maddi zorlayıcı nedenleri vardır. Şimdi, köylü, üre
tim araçlarının büyük bölümünü (gübre, makine, yakıt)
meta olarak tüketmekte, toplumsal gelişme düzeyine
ba.ğlı olarak, ücretlerinin sınırları, geçim nesnelerini
sağladığı meıtaların fiyatlarıyla belirlenmekt�dir. Yeni
den-üretimi aynı ölçeklerde sürdürebilmesi, ürünün fi
yatının, üretken ve tüketim amacıyla tükettiği metala
olanaklıdır. Üretim
rın fiyatlarını karşılayabilmesiyle
araçlannıın fiyatları yükselmektedir. Gübre, makine, ya
kıt ve küçük köylü açısından tohum. Ü retim araçları
nm ve geçim nesn elerinin pek büyük bir bölümünü, ken
di ürününden doğrudan karşıladığı doğal ekonomi ko
şullarında olduğu gibi, ürünün fiyatından bağımsız ola
rak, yaşamını sürdürebilmesinin olanakları, meta üret
tiği ve tükettiği ölçüde, ortadB.ını kalkmıştır ve artık,
ürününün fiyatına hu anlamda kayıtsız değildir.
Birbirleriyle ortak iktisadi çıkarları bulunan, ama
birbirleriyle iktisadi örgütsel araçla birleşerek, belirli
bir fiyat oluşturmalarının aygıtına sahip bulurnµayan
köylülerin, bilinçlenmeleri oranında, siyasal partiler ara
cılığıyla ve dolaylı da olsa, bir birlik oluşturmuş olduk
larını varsaymak, pek yanlış olmasa gerek.
Tarımsal ürüınıleırin devlet tarafınıdan belirlenen fi
yatları, bir tekel fiyatı olarak, kuşku yok ki, ürünleri
değerlerinin altında satmaya zorlayıcı bir fiyat olduğu
kadar, ürünlerin değerlerine yaklaşan bir fiyat da olabi
lir. Devlet tekel fiyatları siyasal iktidarın niteliğine gö
,
. 99
gereksinme duyulması ve bu o� kazaınılması anlamın
da, köylülük bir başka merkez oluşturabilir. İki mer
kezden biri, hammadde fiyatlarını düşük tutabilmek ,
ikincisi, kendi ürününü değerine yaklaşan bir fiyata yük
seltebilmek ister.
Gene benzer biçimde, dışalım ve dışsatım konusu
olduğunda, tarımsal ürünlerin uluslararası fiyatları ile
yerel değerleri, yani farklı iki emek-üretkenliği , fiyatla
rın oluşturulmasında, iki ayn merkez oluşturacaktır.
Dolayısıyla, birbirleriyle çatışan ve kesişen merkezlerin
, etkisinde oluşanı. devlet tekel fiyatları , üretim-fiyatının
üstünde olabileceği gibi, üretim-fiyatının altında da ola
bilir.
Devletin, (Friedman modelinin karşıtı olarak) top
lumsal fonclım oluşturacağı destekle (subvention) , mali
yet-fiyatlarını (örneğin gübre ve tarım makinesi) düşüre
rek ve tarımsal ürünlerin içalım ve dışsatım arasındaki
farkı gene böyle bir toplumsal fondan karşılayarak (sub
vention) , üretim-fiyatları üstünde bir fiyat oluşturabile
ceğini, bunun ise ülkenin dış sermaye merkezleTi ile olan
konumuna bağlı olduğunu, yakın zamanda daha somut
biçimde gözlemlemiş bulunuyoruz.
Tarım ürünlerinin fiyatındaki yükselme, hammadde
olarak daha önce de açıkladığımız gibi , sınai sermayenin
ortalama kar oranını düşürür ve besin maddesi olarak ,
ücretleri artırarak artı-değer oranını küçültür ve kapi
talistlerin kar oranım azaltır. İşçilerin, ücretlerdeki ger•
çek bir düşüşü tam olmasa; bile, göreli olarak engelleye
bilmelerinin örgütleri ve araçları sendika, grev, toplu
sözleşme haklarıdır. Dolayısıyla, artı-değer oranındaki
azalma ve ortalama kar oranındaki düşüş, ortalama kar
ile yetinmeyenı ve tekelleştikçe azami kar güdüsüyle ha
reket eden yerli sermayeden sistemle bütünleştiği ya-
100
hancı sermayeye doğru, tüın sermayeyi, karşı harekete
geçirecektir. Yerli ve onunla sistem içersinde bütünleşen
yabaıncı sermayenin isteği bellidir: Ortalama kar oranını
yüksek tutmak ve azami kar. Bunun engelleri, işçi sını
fının iktisadi savaşım araçları: sendika, grev, toplu söz..
leşme ve köylülüğün iktisadi savaşım aracına dönüşen
genel oydur. Her ikisinin de savaşım araçları ellerinden
alınmadan, kar oraınımdaki düşüş durdurulamaz ve kar
oranı yükseltilemez. Çok partili siyasal sisteme dayalı
parlamenter rejim bunun engeli olarak görünür. Ancak,
çok partili parlame:nter rejim askıya alındığı zaman , dev
Jet tekel fiyatlarının belirlenmesinde, köylülüğün "genel
oy" baskısı da etkisini yitirir. Ve o zaman, devlet tekel
fiyatları, artan maliyet fiyatlarının gerisinde kalabilir.
Küçük köylü ile yerel sermaye ve onun bütünleştiği
yabancı sermaye, biri varlığını koruma, ötekiler ortala
ma karı ve azami karı ger:çekleştirme amacıyla tam bir
çıkar karşıtlığı içersindedirler. Bu çıkar karşıtlığı, de
mokratikleşme sürecinin köylülüğü de kendi içersine
açık bir biçimde çek.meye başladığı son otuz yılı aşan ta
rihinin gelgitlerine, zigzaglarına, köylülüğün iktisadi çı
karlarınm siyasal yaşama yansımasına damgasını vurur.
İşte tam da savaşımın küçük köylülüğü de kucakla
mış bulunan bu yönünün en canlı biçimde yaşandığı or
tamda boy verdiği yıllar içersinde, "bilim", kendini, kü
çük köylülüğün, sermaye ile uyumlu ve kararlı bir bi
çimde bütünleştiğini tanıtlamaya adar. Bu savaşım, kü
çük üretici köylünün, yerel sermaye ile ve bu sermaye
nin bütünleştiği sistemle, uyumlu ve işlevsel bir bütün
leşme ve eklemleşme içeırsinde olduğunu değil, tam da
küçük üretici açısından varolma ve:ya yokolma maddi
zorunluluğundan doğan bir savaşım olduğunu açıkça or·
taya koyduğu halde.
101
ALTINCI BÖLÜM
102
atılan köylülerden boşalan arazilerin, başlangıçta, bü
yük-ölçekli hayvan yetiştiriciliği ve özellikle koyun çift
likleri haline gelmiş olduğu bilinir. Buna karşılık, hay
van yetiştiriciliğinin yerini tahıl yetiştiriciliği almaıya
başladığı zaman, köylü tarımı yeniden çoğalmaya başla
mıştı.
Kapitalist üretimin en erken geliştiği İtalya'da da,
serflik, öteki ülkelerden önce kaldırılmıştı. Toprak üze
rinde herhangi bir hak elde edemeden özgür hale gelen
serfler, serbest proleterlere dönüştüler ve kentlerde on
ları bekleyen efendilerini h�ır buldular. " 15. yüzyılın
sonlarına doğru . dünya pazarlarında meydana gefon du
rum, Kuzey İtalya'nm, ticari üstünlüğüne son ve,rdiği za
man, ters bir hareket başladı. Kentfordeki emekçiler yı
ğınlar halinde kırsal bölgelere sürüldülm-." (Kapital, l ,
s . 731 .)
'toprağının sahibi küçük köylünün yoksullaşması ·
ise, köle ve serflerin, işledikleri topraklardan zorla sökü
lüp atılmasmdan farklı, kapitalist pazarın etkisi altın
da iktisadi açıdan bir mülksüzleşme süreci izler. Bu ne
denle de, mülksüzleışme süreci, kapitalizmin, atılım, gö
nenç, durgunluk ve bunalım dönemlerine göre, farklı
biçimde ortaya çıkar, yavaş ve kerteli (tedrici) bir süreç
olarak görünür. Burada, köylülerin yığınsal halde mut
lak olarak mülksüzleşmelerinden çok, köylülerin küçük
bir kısmının zenginleşmesinden ve büyük bir kısmımn
yoksullaşmasından, bir başka deyişle, köy yapısı içm-sin
de, bir iç sınıflaşmadan sözetmek gerekir. Ortada, eski
konumunu koruyabilen unsurların bulunması, ya da pro
leterle:şmeıkte ve zenginleşmekte olan unsurların, bu kar
şıt yönlü geçiş sürecinde, zaman ı;aman, "küçük köylü"
olarak görünmüş olmaları, köylülüğün yoksullaşma sü
recinin doğal görüngülerini yansıtır.
103
Şunu da eklemek gerekir ki, köylülüğün, bu anlam
da yoksullaşması, mutlak olarak tüm köylülüğün değil,
köylülüğün büyük bir bölümünün yoksullaşması anla
mına gelir ve doğal konumları dolayısıyla, bazı köy top
luluklarının küçük mülkiyete dayalı köy yapısını koru
muş olmaları, yoksullaşmanın genel anlamını veı tablo
sunu yadsımuya kanıt oluşturmaz.
Köylülerin mülksi.izleştirilmeleri, "farklı ülkelerde,
forklı yönler alır ve farklı evrelerini farklı sıralar izleye
rek farklı dönemlerde tamamlar." (Kapital, 1 , s . 732.)
Sermayenin ilkel birikimi, özünde, emekçinin üre
tim araçlarından yalıtılarak, üretim araçlarının, değiş
meyen sermayenin maddi öğelerine; emekçinin emek
gücünün, değişen sermayenin maddi öğelerine dönüştü
rülmesinden başka bir şey değildir. İlkel olması , kapita
lizmin tarih-öncesi aşamasını oluşturduğu içindir, ama
kapitalist üretim tarzı, egemen bir tarz olmaya başla
dıktan sonra da, kapitalist-öncesi üretim tarzlarını, me
ta ekonomisi egemenliği altında, çözüştürerek kendi bi
rimlerine dönüştürmesi, ilkel birikimin daha ağır işle
yen farklı bir sürecini oluşturur.
Zor ve şiddet kullanılarak köylülerin mülksüzleşti
rilmesi , feodal beylerin, topraktaki feodal haklarım, mo
dern Özel mülkiyete dönüştürmeleri ile sınırlı olrn.ak ge
rekir. Bu, aynı zamanda, işlediği toprağın tasarruf hak
kına sahip bulunan serfin, topraktaki feodal hakkının,
zor kullanılarak, elinden alınması anlarrırına gelir. Feo
dal örtüleri altında varlığını sürdüren ve toprağın ortak
laşa mülkü sayıldığı klan ve aşiretlerde, klan şeflerinin
veya aşiret reıislerinin, yetkilerine dayanarak, topluluğun
ortaklaşa mülkü sayılan toprakları , kendi özel mülkleri
haline dönüştürmüş olması, ilkel birikimin özü bakı
mmdan bir farklılık göstermez. Toprağın ortaklaşa sa-
104
hibi bulunan klan veya aşiret üyeleri, bu mülkiyet hak
larını yitirmiş olurlar. Bir başka deyişle, doğrudan üre
ticilerin zor ve şiddet kulla nılarak mülksüzleştirilmesi
ne, genel olarak, toprağın gerek egemen unsurlar ve ge
rek emekçiler açısından tam olarak özel mülk olarak
görünmediği durumlarda rastlanılır. Ama, egemen un
surların, wr ve şidde t ycluyla, top raktaki · feodal hakla
rını, kendi modern özel mülklerine dönüştürmeleri, o
ülkeniı::iı tarihsel ve iktisadi koşullarından soyu tlanamaz .
İngiltere'nin dünya tica reti ne egemen duruma gel
mesi ve yünlü manüfaktürün hızla gelişmesi, yapağıya
olan talebi aşın yükselterek hayvancılığı ve özellikle ko
yun üretimini, tarımsal ürünlerin üretiminden daha kar
lı hale getirdiği zaman, bu, büyük toprak beylerin, feodal
mülkle rini , toprakların parçalanmış zilyedliğirie son ve
rerek, büyük otlaklar haline dönüştürmelerinin iktisadi
nedenlerini de yaratmış oldu. Ama yünlü manüfaktürün
hızla gelişmesi sonucu, kırsal alandan sökülerek, prole�
terler halinde kentlere atılan yeni özgür �kçiler, ken
di emek-gücü metaını satın alacak kapitalisti, kentte ha
zır buluyordu . Kral ve parlamentoyla çatışmaya girmiş
olmakla birlikte, "büyük feodal beyler, köylüleri, tıpkı
kendileri gibi feodal haklara sahip bulundukları toprak
lardan zorla söküp ata[cak] " (K...pital, 1 , s . 735) bir gü
ce sahip durumdaydılar.
Doğrudan üreıtici olan bağımlı emekçilerin, zorla
mülksüzleştirilmesi, çağ açan bir süreç olması anlamın·
da, ilkel birikimin bir özelliğini simgeler. Yoksa, ilkel
birikimin kendisi , bununla sınırlı değildir. "İlkel biri
kim, köleler ile serflerin doğrudan ü cretli-emekçiye
dönüşmeleri . . . ile olmadıkça, ancak, doğrudan üreti
cilerin mülksüzleştirilmeleri , yani sahibinin emeğine da
yanan özel mülkiyetin . çözülüp yokolması anlamına ge-
105
lir." (Kapital, 1 , s. 780.)
Bir başka deyi şle, işlediği toprakların sahibi bulu
nan küçük köylülerin toprak beyleri tarafından zor ve
şiddet kullanılarak mülksüzleştirilmelerinin, tüzel engel
leri . bulunduğu, bu · engellerin günümüz toplumları için
daha büyük bir gerçeklik kazandığı gözardı edilemez,
Bu nedenle de, kendi işlediği toprağın zilyedlik ya da
tasarruf hakkına değil, mülkiyet hakkına sahip olan köy
lülerin mülksüzleştirilmeleri , onların "özel mülkiyet[ le
rininJ çözülüp yokolınası" ile olanaklıdır. ilkel birikimin
bu ikinci biçimi, zor ve şiddet ile köylülerin yığınsal
mülksüzleştirilmesinıden daha uzun sürecek olan bir
süreç izler.
106
Batı Avrupa ülkelerine özgü olduğunu yazdığını b elirtir
ken, tam da, Rus tarım komününü amaçlamış olduğu
gözden kaçırılmamak gerekir. "Batıya özgü bu hareket
le sözkonrusu olan, bir özel mülkiyet biçimiıntin yerini bir
başka özel mülkiyet biçiminin almasıdır. Rus köylüle
rinde ise, tersine, onların ortak mülkiyetini özel mülki
yet biçimine sokmak gerekecektir. (Kapitalizm-Öncesi
Ekonomi Biçimleri, s . 264.)
Açıktır ki , burada, toprağın ortaklaşa mülk oldu
ğu tarım komünıünde, doğrudan üretici köylünün mülk
süzleşmesi değil, bu ortaklaşa mülkiyetin özel mülkiye
te dönüştürülmesi sözkonusu edilmektedir. Ama bu, or
taklaşa mülkiyet küçük özel mü lkiyete dönüştüğü za
man, bu özel mülkiyetin, kapitalizmin egemenliği koşul
larmda, mülksüzleşme sürecine girmeyeceği anlamında
yorumlanamaz. Kapitalizm, ne denli evrensel ise, küçük
köylünün mülksüzleşmesi , o denli evrensel olmak gere
kir: "toprağını özel mülkiyeti ve böylece de doğrudan
üreticilerin topraktan kopartılmaları -ötekilerin mülk
süzleşmesini gösteren, birinin özel mülkiyeti- kapita
list üretim tarzının temelidir." (Kapital, 3, s. 850.)
Kenıdi ken:dini yöneten köylünün özgür mülkiyeti,
"bu üretim tarzının tam gelişimi için gerekli", "kişisel
bağımsızlığın gelişmeısinin temeli" ve "bizzat tarımın, ge
lişmesi için zorunlu bir geçiş aşaması"dır. (Kapital, 3,
s. 844-845.) Bu anlamda, yani üretici güçlerin gelişme
sinin bir aşaması olduğu anlamında, köylünün küçük
özel mülkiyeti, ilerici bir aşamayı orunlar. Yıkılışının
nedenleri de, üretici güçlerin gelişmesinin engeli olma
ya başladığı ölçüde, bunun sınırlarıyla belirlenir. Sahi
binin emeğine dayanan küçük özel mülkiyetin çözülüp
yokolmasınm nedenleri , yani onun mülksüzleştirilmesi
nin sınırlarını belirleyen nedenler, ilkel birikimin, yu-
107
karda belirtilen ikinci ve farklı sürecini açıklamamıza
olanak verir.
Köylü ailesinin tarım ile kırsal ev s anay ileri , onun
kendine yeterli bir birlik oluşturmasının temelidir. Do
layısıyla, k öylü ailesi, besin gereksinmesini bir yandan
kendi ürününden doğrudan karşılarken, bir yandan da
özellik le dokuma gereksinmesini, emeğinin bir ekini
oluşturan ev sanayiin den sağlar. Bu, ona, artı-emeğinin
sın ırlarım uzatmasırıın bir olanağını sağladığı gibi , ge
reksindiği dokuma için, ürününün bir bölümünü metaya
dönüştürmesinin de engeli olur. Bir yandan , köylü ailesi
kendine yeterli bi r birlik oluştururken; öte yandan da,
bu iç yapı, ona, çözülmeye karşı bir sağlamlık kazandı
rır. Kapitalist üretimin gelişmesi ne b ağlı olarak , geniş
ölçüdeki sanayi, kırsal ev sanayiini ele geçirerek yıkar;
ve köylü .ailesi , büyük-ölçekli sanayiye hammadde üreti
cisi ve gene bu büyük-ölçekli sanayiin sı nai ürünlerinin
tüketicisi durumuna gelir. Bu, büyük-ölçekli sanayiye ,
bir iç pazar yarattığı kadar, köylü aikıs i ele kendi kendi
ne yeterli bir birim olmaktan çıkar. Ürününün küçük bir
kısmını da olsa meta olar.ak üretmeye ve gereksindiği
nesneleri meta olarak tüketmeıye baş ladığı ölçüde, iç ya
pısı, eski s21ğlamlığını yiti rir ve çözülmeye ba şlar .
Tarım ve sanayinin birbiri nden: ayrı lması , büyük sa
nayinin, makineli kapitalist tarımın sürekli temelini at
masıyla tama:rnlan.ır.
Küçük köylülüğün yıkımın ı hazırlayan nedenler, kır
sal ev sanayiinin, büyük-ölçekli sanayiler tarafından ele
geçiri lmiş olmasıyla sınırlı değild i r . "Toprağın ikinci bir
ekini oluştur.an ve koyun: (hayvanı) yetiştirilmesine ola
nak sağlayan köy topluluğunun ortaklaşa topraklarım
oluşturan mera, otfak ve çayırların, büyük toprak sa
hip leri tarafından gaspedilmesi " (Kapital, 3, s. 845) aynı
108
şekilde, küçük köylülüğün yıkımını hazırlayan nedenler
arasında yer alır. Özellikle de, toprağının sınırlı büyük
lüğü, artı-emek harcayabilmesinin nesnel koşullarına en
gel oluşturduğu zaman, ev el sanayii kadar, küçük sayı
larda da olsa haıyvan yetiştiriciliği, ona artı-emek har
cayabilmesinin olanağını sağlar.
Köy toplulu ğunun ortaklaşa mülkü olan çayır, mera
ve otlaklar, büyük toprak sahipleri tarafından gaspedil
diği gibi, bu alaınların, makinenin tanına girmesiyle, eki
me açılarak, özel mülkiyete dönüştürülmüş olması, aynı
biçimde sonuçlarnır. Başlangıçta, köy topluluğu üyeleri
arasında özel mülk olarak üleşilen hu topraklar, kısa
zamanda büyük toprak sahiplerinin y.a da köy ağaları
nın elinde toplaşmasının bir geçiş evresini oluşturur.
109
fiyatında artış. . . . Bu üretim tarzı için mevsimsel bolluk
felaketi." (Kapital, 3 , s. 845.)
Üretim araçlarının ve dolayısıyla toprağın sahibi
köylünün yoksullaşmasının nedenleri ve sın:ırları bunlar
dır. Onun mülksüzleşmesi, bu nedenle de uzutıı sürecek
olan acılı bir yoksullaşma süreci izler. Bu sürecin alaca
ğı farklı yollar, farklı aşamalar, onun istenci dışındaki
koşulların özelliğine ve kendi iç yapısının sağlamlık de-
·
recesine bağlıdır.
Doğrudan tükettiği kısım ile me,ta olarak satışa snn·
duğu kısmın toplam ürününe oranı, onun dayanıklılığı
nın ve yoksullaşmasının sınırlarını da belirler. Toprağın
doğal özelliği, küçük üreticinin ana besin bitkisi üretmiş
olması , onun, gerekli geçim nesnelerinin bir bölümünü,
kıendi ürününden doğrudan karşılamasının koşullarını
da sağlar. Bu, bir bakıma, besin maddeleri · imalinin, ta·
rımsal ürünlerin üretiminden ayrılmamış olmasıyla ola
naklıdır. Buğdayını satıp ekmek almak yerine, aşlık buğ
dayındanı, un, bulgur, yarma, ekmek , erişte (makarna) ,
şehriye imal etmesi gibi. Ev dokuma sanayiinin yıkılma
sının yarnsıra, yün, pamuk ve keten eğirme, halı-kilim,
çorap ve benzeri el sanayilerinin, köylü ailesinin emeği
nin bir ekini oluşturmasının devam etmesi gibi. Kendi
gerekli geçim nesnelerini vei)"a bir kısmıriıı karşılayacak
ölçüde, sığır, koyun ve tavuk yetiştirmesinin maddi ko
şullarına nispeten sahip olması gibi. Ensonu, geniş-öl
çekli tarımın rekabetine, her yörede ve her ürün türün
de aynı ölçekle çekilmemiş olması gibi.
Bunlar, küçük köylülüğün mülksüzleşmesi sürecinin
öz.elliklerini ve iç sağlamlığı ölçüsünde mülksüzleşme
sürecinin aldığı ve almakta olduğu farklı biçimleri açık
lar. Şu da eklenebilir ki, kapitalist dünya sisteminin gö
nenç dönemleri, doğası gereği bu süreci yavaşlatır ve
1 10
bunalım dönemleri hızlandırır. Bunalım yoğunlaştığı ve
bunalımm ağırlığı, bağımlı ülkelere kaydırıldığı ölçüde,
bu süre ç , hızlanır. Tarım-içi işsiz ve yarı-işsiz nüfus sa
yısında artış, kırsal alanlardan kente itilen yoksul kitle
lerde yığılına, bu mülksüzleşmeyi, günlük yaşama yansı
tan görüngüler olarak, kendini de açığa vurur.
111
alınır. Emek-rantın para-ranta dönüşmesi, Fatih zama
nında gerçekleştirilirken; ürü:Ilr-rantın Cumhuriyetin ilk
yıllarına değin (aşarın kaldırılması, 1 926), dinsel kural
ların dayattığı bir zorunluluk olarak , toplumsal değiş
meye karşın, değişikliğe uğramadan kalır.
· A skeri-dinsel feodal devletin, "askeri" özelliğinin çö
zülmesi, tirnar sisteminin çözülmesiyle birlikte olur. Do
layısıyla, toprağın, mülkiyet biçimlerindeki · farklılık,
daha belirgin b ir biçimde ortaya çıkar.
Mıülk topraklarda, toprağın sahibi ile bu toprağı ır
sen tasarrufunda bulunduran köylü arasındaki ilişki, '
toprak sahibinin lehine, salt bir ortakçılık ya da kiracı
lık biçimine dönüşecek, yatü doğrudan üretici köylü,
·
1 12
ten ayrılır. Bunun yamsıra, aşiret reisleri ve kabile bey
leri , bu topr.akların daha büyük bir kısmını tasarruf et
mekte ve fiileıtıı farklı büyüklüklerde toprağı mülk edin
miş bulunmaktadırlar. Aşiret üyelerinin, aşiret reisine
ve kabile beyine, emek-hizmeti (emek-rant) ve üriin-rant
yükümlülüğü bu ·aşiretlerde, feodal özelliklerin canlılı
ğını korumakta olduğunun · kanıtlarıdır.
İkincisi, İmparatorlukta, yurtluk timar olarak bili
n.en "etrak beylikleri"nde, feodal beylerin, toprağı ta
sarrufunda bulunduran üretici köylülerden, kanbağı ba
kımJ.t]dan farklı oluşu dolayısıyla, aşiret, yapısından ayn
bir özellik izlenir. Burada, toprak, beyin veya ailesinin
mülkü olarak görünür; doğrudan emekçi köylüler ortak
çılık yöntemleriyle topr.ağı tasarruf etmekle birlikte,
oturdukları ev ve eklentileri, hayvanlarını otlattıkları ot
lak ve meralar, aşiretlerde ve komşuluk ilişkilerine da
yalı köy topluluklarında olduğu gibi, onlarını ortaklaşa
mülkü değildir. Hepsi, feodal beyin veya ailesinin mülkü
olarak görünür ve bu anlamda da, "ortakçılık", burada,
feodal tarzın kendine özgü bir biçimi olarak devam eder.
Devlet mülkü topraklarda, timar sisteminin çözül
mesiyle birlikte, (öyle sanıyorum ki kulluk-akçesinin
kayboluşu bu döneme denk düşer), feodal gelirler, ilti
zama çıkarılır ve mültezime satılmaya başlanır. Büyük
lüğüne ve bölgesine göre, saraydan ya da alt yönetsel
merkezlerden, feodal gelirler, peşin olarak satılığa çıka
rılmıştır. Bu gelirleri, belirli bir bedel karşılığı satın
alan:lar, doğrudan üreticiden, feodal rantları kendi adla-
ı
rına toplamaktaydılar. Dolayısıyla, feodal rant , bu kez,
feodal devlet ile yeni feodaller olarak ortaya çıkan mül
tezimler arasında paylaşılmaya haşlanmış oldu. Devlete
mültezimin peşin olarak ödediği miktar sabit bir büyük
lük olarak belirlenmiş olduğu için, mültezimler, köylü-
1 13
nün artı-ürününün tümünü tahsil etmek adı altında,
yoksul köylünün aşlık üıiiniinün bir kısmını da gaspet
me olanağını eline geçirdi. Şurasını da eklemek gerekir
ki, iltizama aldıkları gelirlerin on yıllık toplamını peşin
olarak ödeyen · mültezimlere bu topraklar mülkiyet ola
rak verilmekteydi. Dolayısıyla, tasarruf hakkına ırsen
sahip olan köylünün , topraktaki bu feodal hakkından
yoksun bırakılarak yasal anlamda mülksüzleşmeleri, dev
let eliyle gerçekleşmiş oldu. Gene İmparatorluk zama
nında, miri toprakl�dan, köyleriyle, dağla.nyla, akar su·
!arıyla birlikte bağışlanarak, satılarrtk, çchiz olarak ve•
rilerek, mülk topraklara dönüştürülmüş topraklarda da,
toprağın ırsen tasarruf sahibi bulunanı köylünün, bu hak
kını yitirmesi, gene, devlet tarafınJan gerçekleştirilmişti.
Hala devlet mü l kü oiı1rak görünen ve köylünün ta
sarrufunda bulunan topraklar, 1858 tarihli toprak yasa
sı ve bunu izleyen dönemlerde çıkarılan ek yasalarla,
köylülerin, tasarruf haklarını, borcuna karşılık ipotek
ettirmek, butJıa karşılık alacaklıya satışa çıkarmak ola
nakları sağlandığı zaman , tasarruf hakkı ile özel mülki
yet birbir1eriyle çakışır duruma gelmişti. Medeni Yasa·
nın çıkışı, bu hakkı, modern özel mülk haline dönüştür-
. dü. Ama, feodal yükümlülükten (aşardan) kurtulması
için birkaç yıl daha beklemesi gerekecektir.
Hemeın hemen bir çerviri olması anlamında, Medeni
Yasa, özünde, modem özel mülkiyeti benimser; ama
feodal mülkiyetten modern özel mülkiyeıte geçişin özel
liklerini yansıtmaz. Medeni Yasa, büyük toprak sahiple
rinin, topraktaki feodal haklarını modern özel mülkiye
te dönüştürdüğü gibi, onlar gibi toprakta feodal haklara
sahip bulunan· köylüler, bu haklarını yitirmiş oldular.
Ama, geleneksel yaşamın bütün öğeleriyle varlığını sür·
dürdüğü bazı yörelerde, başlangıçta, ne toprak sahipleri
1 14
bunun tam bir bilincine varmışlardı, ne de üretici köy
lüler. Medeni Yasanın sağladığı özel mülkiyet hakkı, bel
ki de, ilkin gene yasa koyucu tarafından farkedilir oldu.
' Toprak reformu gereksinmesininı belirleyici ölçüde his
sedildiği 1936 yıllan ve Çiftçiyi Topraklandırma Yasası
nın (1945) getirdiği tartı şmalar, 196S'te çıkarılan Toprak
Reformu Yasası, feodal haklarını, Medeni Yasayla özel
mülkiyete dönüştürmıüş olanlarını e:Üerindeki büyük top-.
rakları, gene bu �opraklarda (tasarruf ya da ıilyedlik
anlamında) fiili haklan devam eden köylülere , satış yo
luyla da olsa, geri verilmesini gerçekleştirmeye yetmedi .
1 960'tan sonra, bir yandan kaynağın ı yeni Anayasa
dan alan bir toprak reformu yasası hazırlığı yapılırken,
bir yandan da, ellerinde İmparatorluktan kalma timar,
mültezim. ve benzeri teımessük senetleri bulrmanl ara , bu
senetlerde yazılı toprakların mülk olarak tapulanması
için yeni bir yasanını da hazırlığı sürdürül.m.ekteydi. 1966'
da çıkarılan bir yasayla, bui tür senetlerin sahipleri, işle
dikleri toprağın fiili sahibi durumunda bulunan köylü
lerin elleırindek.i topraklan onlardan almanın yasal hak
larım ele geçirdiler. Irsen ve tarihsel olarak tasarruf hak
lan fiili mülkiyete dönüşmüş bulunan: köylüler, bir sa
bah, toprakların yeni yasa sahiplerini karşılarına çık
mış buldular. 1966'dan 71'e kadar sürenı bir dönemde,
"köylülerin toprak işgali" diye basına yansıyan olaylar,
özünde, köylülerin yığınsal mülksüzleştirilmesinin bir
başka yönünü simgeliyordu.
Türkiye'de, feodal mülkiyetin, biri, toprak beyleri�
ninı, feodal haklannın modern özel mülkiyete dönüşme
si, öteki serf olan köylünün feodal hakkının küçük özel
mülkiyetine dön,üşmesi, kalın çizgileriyle böyledir. Ve
burada, topraktaki feodal haklarından kitleısel olarak
yoksun bırakılan köylüler, mül ksüzleşı:nenJn tam da zora
115
dayanan birinci biçimini temsil ederler.
İlkel birikimin ikinci yolu, doğ,mdan üreticinin
mül ksüzleş me s i , yani sah.ibinin emeğine dayanan özel
mülkiyetin çözülüp yokolması sürecinin ancak, bu mül
kiyet biçiminin bizzat tarımı n gelişmesinin zorunlu ge
çiş aşaması olmasından, emeğin top lumsal üretken güç
lerinin gelişmesinin engeli haline geldiği, bir başka de
yişle, emek üretkenliğinin toplumsal ortalama ü retken
liğin gerisinde kaldığı zaman hızlanacağı anlaşılır bir
şeydir. Bu da, kapitalist üretim tarzının egemenliği ve
sermayenin tarımı ele geçirmesiyle tamamlanacak olan
bir süreçtir.
1 16
her ailenin yararlanma alanının küçüleceği kendiliğin
den anlaşılır bir şeydir.
Üretici köylünün, mülksüzleşmeye karşı iç sağlam
lığını korumasınıın maddi nedenlerinin basında ' '
onun er.
güçlü barınağını oluşturmaya devam eden doğal ekono-
misi gelir. Tarımsal ürün gereksinmelerinin hemen tü
münün köylü ailesi tarafından üretilmesi , bu yoksullaş
manın sürecini uzatan, ona bir iç sağlamlık kazandıran
başlıca nedenlerden biridir. Burada, farklı ürii n türleri
nin, farklı işletme büyüklüklerine bağlı olduğunu, ara
zi durumunun ve doğal özelliklerinin, böyle bir farklılı
ğı belirleyen etkenıleri oluşturduğunu belirtmekle yeti
nelim. Örneğin, Doğu Karadeniz şeridinde, toprağın pek
küçük parçalara bölünmüş olm asın a karşın , çay üreti
mine elverişli olan bu yörede, küçük toprnk işletmele
rinin köylü ailesinin geçimini sağlayabilmesinin koşulu
olması, buna karşılık, Çukurova'nın, hem arazi genişliği
ve hem de pamuk üretimi açısından, büyük ölçekli ta
rıma olanak sağlaması gibi.
Ragıp Gelencik, "Türkiye'de Köylülüğün: Dağılımı"
(Ülke, 4, s . 1 88-202) adlı incelemesinde, ilçelere göre, nü
fus açısından, köy yoğunluğu arttıkça, hiç topraksız aile
lerin sayısının arttığını saptıyor. Aynı i ncel emeye göre,
1 965 sayımı iltı 1 970 sayımı ar.asında, yani beş yıl içer
sinde, Türkiye kırsal nüfusu, 20.542.7 17'den 21 .880.934'e
yükselerek, % 6.5 oranmda artış göstermiş, aynı beş yıl
içersinde kırsal nüfus yoğunluğu 29'dan 3 1 'e çıkmıştır.
Kırsal nüfus sayısı ile köy yoğunluğu, karşılıklı düzgün
bir artış göstermektedir. Bir başka anlatımla, kırsal nü
fus sayıs ı arttıkça köy yoğunluğu da artmakta, köy y<>
ğunluğun.ur-" artışıyla crantılı olarak topraksız ailekrin
sayısı da artmaktadır.
Topraksız ailelerin sayısındaki büyümelerin burada
117
belirtilmesi, tartışılan konu açısındaı). önem taşır. Top
raksız ailelerin sayısı 1950'de 336.746, 1968'de 479 .721 ve
1973'te 829. 1 55'tir. Topraksız ailelerin topraklı ailelere
oramı, aynı yıllar sırasına göre % 1 9.5, % 17.52 ve %21.85'
tir. (İcen B örtücenc, " Köylülüğün Farklılaşması Üzeri
ne", Ülke, 1 , s. 199.) Bir başka deyişle, topraksız ailele
rin, topraklı ailelere göre sayısı 23 yılda, yanın milyarı
artmış bulunmaktadır. Bu artışın nüfus olarak ifadesi,
yaklaşık 2,5 milyon demektir. .
Topraksız ailelerden farklı olarak, toprak s'ahibi
ailelerin durumundaki değişmelerin karakteristik çizgi
leri şöyle belirtilebilir:
Toprak sahibi ailelere oranla, 1 -20 dekar toprağa sa
hip olan aileler (hane), 1 963'te 0-o40.7 , 1 973'te % 44.6'dır.
Toplam ekilir topr.ağa oranla, sahip oldukları toprak
1963'te % 1 1 .3 ikenı, 1 973 'te % 8 .4'e düşmüştür. Yani, 1-20
dekar toprağa sahip olan yoksul köylü ailelerin sayısı
on yıl içersinde %4 artmış, ama sahibi bulundukları top
raklar, alan olarak, % 3 .9 .azalmıştır. Bunun, sahibi bu
lundukları toprak büyüklüğünde bir küçülmeyi ifade et
tiği açıktır. 50 dekardan küçük işletmelerin ortalama
büyüklüğü, 1 960'da 25 dekar iken, 1973'te 20 dekardır,
yani % 12.5 oranında bir küçülme sözkonusudur; ve bu,
ülkenin her bölgesinde kendini hissettirmektedir. 500
dekardan b üyük toprakların ortalama büyüklüğü 1950'
'
1 18
toprak alanı, aynı yıllara gö re % 10.7'den % 15 .4'e çık
mıştı r (İcen Börtücenıe , aynı yerde, s. 205.) Ki, 500'den
.
1 19
tarım işletmeleri olduğu, veya bu yönünı ağır bastığı bir
gerçektir. Kapitalist tarım 'işleıtmelerini, kişi ya da aile
nin mülkü olan köylerle sınırlamak olanaklı değildir.
Bunlar, üretimin niteliğine göre, farklı büyüklüklerde iş
letmeler olabilir. Belirli bir işin yanında, tanına, ek iş
olarak sermaye yatıranlar açısından, toprak sınırlan da
ha da küçülebilir.
1 982 yılındayız ve burada verilen rakamlar, 1970 ve
en fazla 1973 yıllarına kadar çıkabilmektedir. Dünya ka
pitalist sistemindeki bunalımın, bu yoksullaşma süreci
ni, büyük ölçüde hızlandırmış olduğunu, ama buna iliş
kin rakamlara heniiz sahip olmadığımızı da, ayrıca be
lirtmek gerekir. Böyle bir yoksullaşma tablosu içersin
de, küçük köylülüğü.n yoksullaşmadığı , varlığını sürek
li, kararlı ve kalıcı biçimde koruduğu tezi, teorik .açık
lamalarla olduğu kadar, toplumsal gerçeklerle de çelişir.
120
sınırlı olduğu, meta ihracı ile emperyalist özelliklerini
sürdüren ülke özelliğinin ağır basması . 2) İkinci Dünya
SavaŞmın genç ve dinamik güçlerini önemli ölçüde tü·
ketmiş olması dolayısıyla yabancı emek-gücüne gereksin·
me duyulması. 3) Ve üçüncü olarak bir y.an:danı zihinsel
b akımdan gelişmiş emek-gücünün bağımlı ülkelerden
emilmesi ve öte yandan tam da bunun karşıtı olarak ni
tel iksiz emek-gücüne duyulan gereksinme.
Geılişmiş ülkenin kapitalisti, bağımlı ya da azgeliş
miş ülkede, yalnızca ucuz emek-gücü bulmakla kalma
dı, aynı zamanda, bu emek-gücünün yetişmesi için gerekli
harcamalara katılmadan, onu, yetişkin ve hemen üreti
me geçecek biçimiyle hazır buldu.
Bağımlı ya da azgelişmi ş ülke emekçisi açısından
sorun daha değişikti. Tarımsal alanda, mülksüzleşmiş
ya da mülksüzleşmenin s ınırlarına gelmiş olan, ama kent
tarafından aynı ölçüde emilmeyen, dolayısıyla bir yan
dan kentleırinı işsiz-işçi kanıallarını tıkayan, bir yandan
kırsal alanda çalışanların koşullan üzerinde olumsuz bir
baskı unsuru oluşturan yığınlar, gelişmiş kapitalist ül�
keler tarafındanı yığınısal olarak emilmeye başlandığın
da, ülkede , işsiz sayısında nispi bir azalrrmya ve ülkeye
giren döviz miktarında bir yükselmeye, ülke içersinde ,
bunalımın hafiflemesine ve tıispi bir gönence yolaçtı.
yoksullaşmakta olan unsurlar' çalıştıkları yabancı
ülkede, o ülkenin düzeyininı altında bir ücretle çalışmak
la birlikte, kendi yaşam düzeyleri daha düşük olduğu
için, ü:cretlerinden biriktirmeye başlar ve bunun bir bö
lümünıü kenıdi ailesine gönderir. Bu, bağımlı ülke açısın
dan ekonomik bunıalımda bir hafiflemeye; ve kendi aile
si açısından, küçük-burjuvalaşma ol anağının doğmasına
yolaçar . Yoksullaşmakla birlikte , kırnal alatııl.a ilişkileri
ni güçlü bir biçimde koruyan m:ısurlar, karşıt bir süre-
121
ce, küçük-burjuvalaşma sürecine girerler. Bir yandan
emperyalist ülkelerin eımek-gücü emen kanallarınırtı tı
kanması ve öte yandan emekçinin, çalışmaya gittiği ül
keninı yaşam düzeyine yaklaşan bir yaşam düzeyine uyar
lanması, yıllar alır. Bu dengenin kurulmasına değin ge
çen süre içersinde, yoksullaşma, karşıt bir süreç ola
rak, varlığını duyurur.
İç pazarın gelişmesi, kırsal alana ince kollarını uza
tır. Köy ve kasabalarda, emtia alım-satımı, genellikle,
küçük şermayesini ticarete yatlran varlıklı ya da azçok
varlıklı köylüler tarafından yürütülür. Dolayısıyla, kır
sal alanda küçük esnafın genişliğine yaygınlaşması, çö
ken e:v elsanıayilerini, ticaret ile destekleyerek koruyan,
yoksullaşmanın karşıt süreçlerini besler.
1 22
YEDİNCİ BÖLÜM
123
alındığını ve dolaşım sürecinde tüccar ve tefeci serma
yesinin küçük üreticiyi sömürmesinin, küçük met a üre"
timini, bir üretim ilişkisine ("küçük meta üretim i liş
kisi"ne) dönüş türmü ş olacağının ileri süıiil düğünü ise,
daha önce açıklamış bulunuyoruz .
"Dünya k apitali s t sistemi"nirıı "teşhis ve ayrımına"
gelindiğinde, bunun , " bir üretim biçimi, bir sosyo�ko
n omi k kuntluş" olmadığı , bu kez , "piyasa-ölçütü" ileri
sürülerek reddedilir: "Zira, burada s özü edileını dünya
kapitalist sistemi, bir üretim biçimi, bir sosyo-ekonomik
kuruluş değildi r . İ şleyiş ini b elirleıyen merkez ülkelerde
kapitalist üretim biçiminin egeme:rıı olma sından ötürü
'kapitalist' sıfatının kullaruldığı; an c ak bunun ötes inde
üretim değil, dolaşım (p iya s a) süreçleri düzeyin de tanıım
lanan bir dünya sistemidir. Kıs.a:cası, sistemi tanımla
yan , uluslararası düzeyde geçerli olan bir piyasa meka
nizmasıdır." (Boratav, s. 1 17.)
Üretim ilişkisinin t aınıımında (tanı ve ayrımında) , do
laşım sürecinin (piyas a ölç ütünün) iki farklı özelli ği n i
daha önce açıklamaya ç alış mıştık . Biri, üretim süreci dı
ş md a yeralan kapitalist-öncesi tüccar ve tefeci sermaye
sinin , üretim ilişkisinin belirlenmeısinde bir ölçüt olama
yacağı; ikincisi, sermayeniu üı:ıetim sürecine kendi ser
mayeleri oranında katılmış bulunan kredi-sermayesinin
ve tüccar sermay e sinin, bu üretim ilişkisinin bir evresi
ni oluşturması nedeniyle ve bu özelliklerirııden dolay ı
artı-değeri paylaşmış olacakları içi n , üretim ilişkisinin
t::mımıınıda yer almış olmaları.
Dünya kapi tali s t si stemi i ç ers i nde emperyali s t ülke
ler ile buiiıa b ağımlı ülkeler arasında aracı olarak yer
alan, biri gelişmiş ülkenin sın ai ürünlerinin tüketiciye
satıcısı sıfatıyla v'eı öteki azgeli şmi ş ülkenin tarımsal
ürünledrı!in üreticiden satıcı alıcısı sıfatıyla, birbirine ek-
124
lemlenen tüccar sermaye1sinin iki farklı niteliğini, bura
da, açıklamak gerekir. İkincisi, "dünya kapitalist siste"
mi" de denilen, " empeıryalist" sistemi, yalnızca, "mer
kez" ve "çevre" ülkeler arasındaki bir "piyasa meka
nizması"yla sınırlamak ve nitelemek, ne ölçüde doğıu
olur? Emperyalist ülkeıler ile bağımlı ülkelerden oluşan
emperyalist sistemin, yalnızca bir "piyasa mekanizma
sı"nı mı, yoksa özgün bir ekonomik sis"(;emi mi oluş·
turup oluşturmadığı da araştırılmak gerekir.
125
kitlesi oranında, �iden-üretim genişler. Seırma:yeninı bi
leşimi yükselirken emek üretkenliği de artar; yeniden
üretimi:nı genişlemesi oranında yeni emek-giicü, istih
dam edilebilir. (Kapitalist üretim tarzının, üretici güç
lerin gelişmesinin aracı olması evresi.) ":
/l
,1
Ne var ki, artı-değerin sermayeye dönüşen kısmı,
l
değişmeyen ve değişen sermayeye, sermayeındn eski bile ,1
'ı�
şimi oranında yatırılmayacağı için, sermaye birikimine
oranla, i şçi istihdamı giderek azalan boyutlarda artar.
Dolayısıyla kapitalist üreıtim tnrzırı.m bu yasası gereği,
nispi işsiz fazlası, artan oranlarda çoğalır. (Kapitalist
üretim tarzınıın , üretici güçlerin engıell olmaya başla
ması.)
Yani bir yandan, kapitalist üretim tarzı, yen� bir iş
çi kitlesine istihdam olanağı yaratarak üretici güçletriın
gelişmesinin biçimini oluştururken, aynı zamanda birik
tirilen sermayeye oranla giderek azalan: oranlarda işçi
istihdam edeceği için de, üretici güçlerin geHşmesinin
engeli olmaya başlar. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte
ikincisi (üretici güçlerin eınıgeli olması) , birincisi (üretici
güçlerin gelişme biçimi olması) aleyhine büyür.
Emperyalizmin, ayırdedici özelliği ise, sermaye ih
racıdır. Bir başka deyişle, sermaye fazlasının emıperya
list ülkeden bağımlı ülkeye ihraç edilmiş olmasıdır.
Bağımlı ülkeye ihraç edilen ve üretime giren serma
ye, özünde, arti-değer üretir. Ama, yabancı sermaye, ka
rını (artı-değeıri}, kendi ülkesine aktarır. Böylece, baş
langıçta, yeni bir iş sahası açması sonucu işsiz sayısın
da göreli bir azalmaya neden olmakla birlikte,, birikti
rilen artı-değer, sürekli olarak ve her yıl, ülke dışıına
aktarıldığı, yani ülke içersinde yeniden-üreıtimin geniş
letilmeısine girmeyeceği için, serm:aye birikimine oran
la işçi istihdamı ülke içersinde gerçekleşmez. Biriktiri-
1 26
len artı-değerin büyük bölümü, ülke içersinde yeniden
üretime gjrmeyeceği, yeniden-üretim, biriktirilen artı-de
ğer oramİ1ıda genişlemeyeceği için, kapitalist üretim
tarzı, bağımlı ülkede, henüz üretici güçlerin gelişmesi
nin biçimi olduğu halde, yabaıncı sermayeye bağımlı ol
duğu ölçüde, üretici güçle:rin gelişmesinin belirleyici en
geli haline gelmeye başlar:
Küçük ölçekli tarımın yaygın olduğu ülkelerdeı, .ya
bancı sermayeye bağımlı kapitalist üretim, kırsal alaınıda
daha büyük ölçüde üreticinin yoksullaşmasınrın nesnel
koşullarını . yaratır, ama, buna karşılık, daha büyük öl
çüde azalan oraınlarda emek-gücü soğurur. Kırsal alan
da yoksullaştırdığı ve özgür emeık-gücü satıcıları haline
ge:tirdiği yığınJarı kendine çekeceği kanalları, kendisi da
ha büyük ölçüde daraltır .
Biri, kapitalizmin nüfus yasası gereği, yaratılan nis
pi işçi fazlası, kentlerde, ücretler üzerinde olumsuz bir
etkide bulunurken; öteki, ilkel birikim süreci içersirı:de,
kırsal alanda yoksullaştırdığı yığmlann:, tarım-dışı, sa
nayi alanına çekeceği ,kanalları daraltarak, onların, kır
sal alanda, küçük köylülerin ve yarı-köylülerin yaşam
koşulları üzerinde olumsuz etkilerini artırmasının ko
şull�nnıı yaratır.
127
zorunda olan, ya da hiç değilse geçebilecek biçimlere
sahip metalar"dır ve "tüketim nesneleri kapitalist sınıf
ve işçi sınıfının bireysel tüketime geçtikleri biçimde sa
hip bulunan metalar"dır. (Kapital, 2 , s. 446)
Üretim araçları üreten kesimin ürünleri, hem bu
kesim ve hem de tüketim nesneleri üreten keısim tara
fı:nıdan, üretken tüketim. amacıyla tüketilir. Tüketim nes
neleri üveten kesimin ürünleri de, hem bu kesim içer
sinıde, hem üretim araçları kesimi içinde, bireysel tü
ketbn amacıyla tüketilir. Bir başka deyişle, üretim araç
ları üreten kesim, hem kenıdi kesiminin.. hem de tüke
tim nesneleri üreten kesimin üretim araçlarını (maki
ne, alet, hammadde, yakıt gibi) üretir; ve bunıa karşılık
tüketim nesneleri üreten kesim , hem kendi kesimi içeır
sinde, hem üretim araçları üreten kesim içersinde tü
ketilen nesneleri (besin, giysi, barınak, ev vb . araçları)
üretir.
Toplam toplumsal ürün, üretim araçları ve tüketim
nesneleri olarak ikiye ayrıldığı gibi, toplam toplumsal
yeniden-üretim de, üretim araçları üretimi ve tüketim
nesnıeleri üretimi olarak iki kısma ayrılır.
Her iki kesimde de, sermaye, değişmeyen-sermaye
ve değişen�sermaye olmak üzere, iki kısımdan oluşur.
Dolayısıyla, bireysel metaın değerinde olduğu gibi , hıer
kesimin yıllık ürününün değ;eri, " değişen-serınaye + deı
ğişmeyen-sermaye + artı-değer"den oluşur. Her iki ke•
simdeki artı-değer, eğer, bireysel kapitalistlerin kişisel
tüketiminıe harcanırsa, burada, bir sermaye bi rikimi
yoktur veı dolayısıyla üretim, geçen yıla göre aynıı bo
yutlarda yinelenir vıe buna, basit yeniden-üretim diyo
ruz. Eğer, artı-değerin bir kısmı, sermayeleşirse, yartıi
üretlçen sermayeye çevrilirse, bunıa sermaye birikimi di
yoruz ve sermaye birikimi, yani artı-değerin biriktirilen
128
kısmı yeniden-üretime yatırılacağı için, bu kez, bir ön
ceki yıla oranla yenideın-üretim, genişlemiş olarak, yani
daha büyük b ir boyutta, devam edecektir, buna, geniş
letilmiş yeniden-üretim diyoruz.
Genişletilmiş yetııidem.üretimin gerçekleştirilmesi için,
her şeyden önceı birincj ke simde, yani üretim araçları
üretiminde bir sermaye birikimi olması ger-eıkir� Üretim
araçlan üretiminde bir .atış olmadanı, bir başka deyiş
r
129
araçları üretimini, beli rleyici ölçüde kendi ellerinde bu
lundururlar. Bunwı bir sonucu olarak, geri durumda bu
lunan ülkeler, gerek tüketim nıesn eleri üretimi ve gerek
üretim arac� olarak hammadde üreti mini geniş letmek
için, makine üretimini elinde bulunduran ülkelere ba
ğımlıdırlar. Azgelişmiş ya da bağımlı ülkenin kap italist
leri, ger.ek basit yeniden-üre[imi geırçekleştirmek için
yıpranan ve aşmamı oranda makine almaık ve gerek ge
nişletilmiş yeniden:-üretimi gerçekleştirmek için ek ma
kine almak zorundadırlar. Her iki durumda da, dışarıya
sermaye .akıtırl ar. Ama, özellikle ikinci durumda, yani
genişletilmiş yen iden-üretimi geırçeıkleştirmek için, bi
riktirilen artı-değerin büyük bölümünü de dı şarıya akıt
mak zorundadırlar.
Toplam toplumsal ü:rıetimin bu iki kesime bölünme
si, ulusal bakımdan toplumsal üretimin bölünmesi biçi
minde değil, emperyalist sistem içersinde, gelişmiş ka
pitalist ülkeler ile bu ülkelere bağımlı ülkeler arasında
bölünme biçlıninde ortaya çıkar. Bağımlı ülkeler, bu
açıdan, gelişmiş ülkelerin üreıti ci güçlerinin gelişmesi nin
yeni bir kaldıracı olurlar. · Gelişmiş ülkelerde, kapitalist
üretim tarzı, üretici güçlerin gelişmesinıin engeli haline
geldiği halde, bağımlı ülkelerden sağl anan (ve biriktiri
len) artı-değer, emperyalist ülkelerdeki üretici güçlerin
gelişmesine ve bu üU<elerdeki bunalımın göreli olarak
hafiflemesine olanak sağlar. Buna karşılık , bağımlı ül
kelerde, kapitalist üretim tarzı, üretici güçlerin gel işme
sinin engeli olma düzeyine gelmeden, biriktirilen artı
değerin bir bölümü dış ülkelere aktarılmış olacağı için,
bu ülkede üretici güçler, artı-değer birikimine oranla,
daha aşağı bir düzeyde gel işeb il ir ve üreıtici güçlerin ge
lişmesinin en:geli ağır basar. Dolayısıyla, sistemin kendi
sinden doğan bunalımların hafifletilmesinin faturası, ba-
130
ğıınlı ülkelerin sırtma yüklenir.
Konumuz açısından vurgulanması gereken esas nok
ta ise , toplam toplumsal yeniden-üretimin-, sistem · içer-
. sin:de, belirleyi ci ölçüde, emperyalis t ve bağımlı ülke
arasında bölünmüş olmasıdır. Belirleyici veı ekonomiyi
egemenliği altına alması anlamında, üretim araçları üre�
timi, emperyalist ülkelerin elindedir, bağımlı ülkelerin
ekonıomileri, ham.madde ve tüketim nesneleri üret imiyle
sınırlandırılmıştır. Doğaldır ki , tüketim nesneleri, em
peryalist ülkelerde de üretilmektedir ve bağımlı ülkele
re de dış satım konusu olmaktadır. Ve genıe doğaldır ki,
bağımlı ülkelerde, bazı makine ve aletin yamsıra, ham
madde olarak da üreti m .aracı üretilmektedir. Ama be
lirleyici ve sistemin bütünlüğü içersinde ekonomiyi ko
mutası altına alarak eıgemen olması anlamında, toplum··
sal üretim, nasıl iki kesime bölünmüşse, bu iki kesimin,
(geri kalmış ülke açısından) biri (üretim .araçları üreti
mi) gelişmiş kapitalist ülkede ve öteki (tüketim nesnele
ri üretimi) azgelişmiş kapitalist ülkede olmak üzere iki
ye bölünmüş olması, " dünya kapitalist sisteıni"nin "sos
yo-ekonomik" bütünleşmesini açıklam aya yetecek olgu
lardır.
Bir başka deyişle, emperyalist ("merkez") ülke ile
bağımlı ve yan-bağımlı ("çevre") ülkeı arasındaki ilişki,
ileri sürüldüğü gibi "uluslararası düzeyde geçerli olan
bir piyasa mekaınizması"yla sınırlı değildir. Hele sömü
rüyü, Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm yazarının ileri sür
düğü gib i, azgelişmiş ülkenıinı tarımsal ürünlerinin fiyat
ları ile gelişmiş ülkenin sınai ürünlerinin fiyatları ara
sındaki " eşit sizlik"le sınırlayarak açıklama ve ensonu,
sorunun uluslararası hammadde ticaretinin "her üründe
iki ayn piyasadan oluşmasıyla" (Boratav, s. 179) s ınırla
narak açıkl anması, ancak, konun:umı, sistemin _s osyal-eko-
131
nomik bütünlüğünden soyutlanmasına olanak sağlamış
olmaktan başka bir işe yaramaz.
132
belirlenen üretim-fiyatı ile, bireysel sermayeler, toplam
toplumsal sermaye içersinde:ki paylarına göre, eşit ola
rak, toplam artı-değerdenı paylarını almış olurlar; lir
bütün olarak kapitalist sınıf toplam artı-değeri maledin
miş olur.
Ortalama kar ile yetinmeyen tekelci sermaye , kapi
talist sınıf tarafından paylaşılanı toplam artı-değerden,
kendi sermayesine düşen kısmı, üretim-fiyatında gerçek
leştirmiş olur; ama bunun üstünde gerçekle:ştirdiği far
kın, deığer olarak kaynağı nerededir?
Henüz serbest rekabet alanında kalmış sermayeınin
bileşiminin 80+ 20; tekeılci sermayenin bileşiminin 90+ 10
olduğunu varsayalım. Artı-değer on:mıı , her ikisinde de
% 100 ise, ürünlerin değeri, birinde (80 + 20 + 20=) 120,
ötekinde (90 + 10 + 10=) 1 10 olacaıktır. Tekelci sermaye
kar oranının eşitlenmesine girdiği zamanı, birinci ürünr
lerin değeri 1 20 iken 1 15'e, ikinci ürünlerinı değeri 1 10
ikeın 1 1 5'e satılacaktır. Ama tekelci sermaye, ortalama
kar oranıyla yetinmez. Çünkü burada, onun karşısına çı
kacak ve kendisiyle rekabet edecek bir sermaye yoktur.
Tekel fiyatı olarak, ürün:ün fiyatını, 1 25 olarak belirle
diği zamaın, ürünün:ü, kendi değerinin (125-1 10= ) 1 5 üs
tünde, üretim-fiyatının (125-1 15 ) 10 üstünde satacak
tır. Bu lO'luk değerini, fiyata eklenmesiyle , açıktır ki,
Mkelci sermaye, toplam. toplumsal sermaye içersindeki
payına oranla eşit miktarda bir artı-değer değil, bunun
üstünde bir artı-değer soğuracaktır. " . . . 2,rtı-değerin or:
talama ka,r halinde eşitlenmesi , çeşitli üretim alanların
da, yapay ya da doğal tekeller ş eklinde, . . . engellerle
karşılaşır ve bu teıl<ıel sonucu üreıtim-fiyatının ve meta
ların değerinin üzerine yükselen bir tekel fiyatı oluş"tu
ğu zrn:rl'ah!, "belirli metaların tekel fiyatı, yalnızca, diğer
met:;ı, üreticile:rinin karlarının bir kısmıını, tekel fiyatı-
133
na sahip metalara aktarmış olur. Artı-değerin çeşitli üre
tim alanları .arasındaki dağılımında dolaylı bir yerel den
gesizlik ortaya çıkar, ama bu durum, bu artı-değerin sı
�ırmı değiştirmez. Tekel fiyatına sahip mertaı:nı, emekçi
134
tarılmış olur.
Gerek üretim araçları ve gerek tüketim nesneleri
üretimfaııirıı kapitalist yöntemlerle üretildiği toplumsal
üretim içinı, bu fark, istecr:- kapitalistle.ri:nı karından, ister
işçi ücretlerinden ödenmiş olsun, tümü, özünde, artı
değerden ödenmiş olur. Ulusal ekonomi, kapitalist olan
ile kapitalist-olmayan işletmelerden oluştuğu zaman, ya
bancı sermayenin (tekelci sermayenin) sömürüsü, kapi
talist-olmayan işletmeleri de kucaklar ve burada, koou
muz açısından, küçük üretici köylü, m:eta tüketicisi ola
rak, tekel fiyatındaki aşırı kar farkmı, kendi emeğinin
de:ğerinden ödemek durumunda kalır.
Nasıl ki, kapitalist üretimde, hammaddelerin fiyatı
mnı yükselmesi, değişmeyen-sermayenin, değişe!Ilı-serma
yeyeı oranla büyümesin:e yolaçarak kar oranım düşürür
se ve ana besin maddelerinin fiyatındaki artış, işçileri.n
gerekli-emeğinin sınırlarını büyüterek, artı-değer oranı-
111 küçültürse, ya da ücretlerde gerçek bfr azalmaya yol
açars:a, küçük köylünün, üretken tüketim amacıyla sa
tı:nalacağı malların değerinin üstünde bir fiyata yüksel
me&i ve bireysel tüketim amacıyla satınalacağı ma.llann
değerinJn üstünde bir fiyata yükselmesi, köylünün artı
emeği:QJden karşılanır.
Yazar , küçük üreticinıin, ürününün fiyatında, artı
emeğinıi (ortalama kar ve ra:ntı) geırçeıkleştiremediğini
v:arsaymıştır. Ürünün fiyatı aynı kaldığı ya da sınai üri.inr
leırin tekel fiyatları oranımda yükselmediği zaman, tekel
ci sermayen�n aşırı karı, şimdi, küçük üreticinin, gerek
li-emeğinden, ·heınzeışim yoluyla söylersek ücretinden çe.
kilip alınacaktır.
Burada, Borntav'ın tezleriyle, uyuşan ve çelişen nok
talar şunlardır: Gelişmiş kapitalist ülkelerin sanayi ürün
lerinin fiyatı ile azgelişmiş ülkelerde tarım ürünıler-inJn
135
fiyatı arasındaki eşitsizliğin, bu sö·mürünün temelini
oluşturduğu doğmdur. f.ma. gelişmiş kapitalist ülkele
rin smai ürünlerinin fiyatım, ortalmna kar tarafından
belirlenen üretim-fiyatı olarak e1eı almak ve buraya bir
not düşerek " tekelci karlan bu noktad.:'1ı ihmal ediyoruz"
demek; buna karşılık, azgeılişmiş ülkeılerde tarım ürün
lerinit� fiyatmm, ortalama kar da içermeıyen, yalnızca bir
maliyet-fiyatı (ürüne aktarılan üretim araçları ve ücre
ti) o larak alıp karşılaştırmak, küçük üreticinin yoksul
'
1 36
Tarımın, "küçük üreticilik yerine, kapitalist biçimde
örgütlenmesi" di.ırumunda ise, yazar, "ham.madde tica
retinhlı e'Şitsiz ve asimetrik yapısı" nedeniyle, "herhangi
bir azgelişmiş ülkenin kapitalist çiftçilerinin, gelişmiş ül
kelerin sermayesine karşı, toprak mülkiyetinde ülke dü
ze,yindeki tekelci durumlarını, mutlak rant elde edecek
biçimde kullanmaları[nın] mümkün görünmediği"ni ile
ri sürer ve şunlar eklenir: "Bu durumda, dünya piyasa
lannıa yönelik tarım ürünleri üreten azgelişmiş ülkeler
de kapitalist çiftçilerin yaygınlaşması , sadece ulusal ti
cari seırmaye aleyhine gerçekleşen ve ihraç fiyatı ile çift
çinin eline geçen fiyatlar arasındaki marjı daraltan fiyat
artışlannıa yol açar." (Boratav, s. 1 80.)
Gene, kap1talist çiftçinin, r.antı .gerçekle'Ştirmiş ol
ması dolaıyısıyla, tarımsal ürünün fiyatındaki artışın ,
"ulusal ekonomi içersinde sanıayi aleyhine ortaya çıkan
mutlak rant biçimini" alacağı, ama bunun "ithalatçı-sa
nayici ülkelerin sermayesi tarafından ödenmeyeceği"
(Boratav, s. 175) ileri sürülür.
Bir başka deyişle, küçük köylü işletmesinin yerini,
kapitalist tarımın almış olması, tarımsal ürünJer, dış ti
caret konusu olduğu zaman , gelişmiş ülkelerin sermaye·
si açısından, sonuç değişmeyecek, mutlak rant, ya "ulu
sal ckorıorni içersinde sermaye aleyhine ortaya çıka[cak] "
..
1 37
sinin nedenleri, bir kez daha kanıtlanır!
Biz, bu tetzin, yanlışlığını , daha önıoeki bölümlerde,
ayrınıtılarıyla açıkladık. Burada şunu eklemek yararlı
olur ki, böyle bir görüş, özüride, dünya kapitalist sistemi
de denilen emperyalist sistemi, gelişmiş ve azgelişmiş
ülkeler arasında bir piyasa (pazar) ilişkisine indirgeyen
eksik ve o ölçüde yanlış bir anlayıştanı kaynağm(l alır.
Çünkü, bağımlı ülke içersinde, eımperyalist ülkeler,
doğrudan ya da işbirlikçi sermayeler aracılığıyla yatırı
ma yönelmiş ola caıkları içinı, hammadde ve besin mad
,
138
şılıklarının Türk parası olarak, Birleşik Devletler emri
nıe, Merkez Bankasmda bloke edildiği anılardadır. Ta
rımsal ürün fazl alarının Türkiye'ye ve benzeri ülkelere
"yardım" adı altında satılmış olması, diğer şeyler yanın
dn, aynı zama:tııda, bu ülkele:re, bazı yi.ikümlülükleri da
yattığı da anılardadır. Türkiye, ertesi yıllarda, üretim
fazlası buğdayını, Birleşik-Devletler'in buğday sattığı pa
zarlara; ve gene üretim fazlası zeytinyağlrn, Birleşik Dev
letler'in yağ sattığı pazarlara, Birleşik Devlertleır'in izni
olmadanı satamamış ve ancak izin verdiği ülkelere, izin
verilen miktar üzerinden ve belirlenen bir fiyatla sata
bilmiştir. Şimdi de pamuk ipliği ve tekstil ürünlerini,
AET topluluğuna satmakta benzer güçlüklerle karşılaş
maktadır.
.
Bir başka deyişle, bu konular, sis temin sosyal ve
ekonomik y.apısınıdan kayrııaklanmaktadır ve burada, so
run, emperyalist sistemin ekonomik özelliklerinden so
yutlanarak ve yalnızca bir piyasa mekanizmasıyla açık
lanamaz.
Dünıya kapitalist sisteminin varlığı, ekonomik açı
dan, dün, emperyalist ülkelerin kenıdi sorunları olarak
gündemdeydi; ve bugün, emperyalist sistem içersinde
yeralan ve emperyalist olmayan ülkelerinı kendileri, bu
sistemi ekonomik açıdan da korumaya zorlanmaktadır.
Bunun anlamı , askeri planda, kültürel ve s iyasal planda
olduğu kadar, ekonomik planda da, sistemitıı korunması
na, bağımlı ülkelerin ortak edilmesidir. Yükü ise, ba
ğımlı ülkelerin yoksul halkı, özellikle de eme:kçi sınıf
ve katmanları üzerine bindirilmek i stenmeıkte, türetilen
yen,i ekonomik mode:ller, bağımlı ülkelere ihraç edilrnek
tcıdir. Emperyalist sistemin bunalımı, bunıalım bağımlı
ülkelere kaydırılarak , merkez ülkelerde bunalımın ha
fifletilmesi, yeni ekonomik modelin özünü oluşturmak-
139
tadır; bunuını gea:-çekleştirilebilmeısi ise, bağımlı ülke
emekçisinin iktisadi olduğu kadar, siyasal ve kültürel
bir baskı altına alınabilmesine bağlıdır. Ve dünyamız,
onı yıldır, bu yeni ekonomik rncdeliını siyasal üstyapısıy·
la birlikte denendiği ülkelerin! giderek arttığına tanık
olmaktadır.
Kapitalizmin bunalım dönemlerinin, emekçi yığın
ların durumunun kötüleşmesinin, küçük mülk sahipleri
nin yığınsal mülksüzleşmesindn hızlandığı dönem oldu
ğu bilinir. Tam da bu dönemin, en ayırdedici özellikle
riyle kendini açığa vurduğu bir evrede, küçük köylülü
ğün yoıksullaşmadığı tezinin gürııdeme getirilmiş olması,
olsa olsa sisteırrıin gönenç dönıemlerinıden kaynaklanan
yanıılsamaların gecikmiş bir açıklanması olarak nitelen
dirilebilir.
1 40
E K L E R
TARIMSAL GERİLİGİN KAYNAKLARI VE
TOPLUMSAL SONUÇLARI
143
daha sonra, genel olarak) tarım (köy) emekçisi için kul
lanılmıştır.
İmparatorlukta, esas olarak, devlet mülkü, şahıs
mülkü, vakıf mülkü ve aşiret mülkü olmak üzere, dört
farklı toprak mülkiyet biçimi vardır. Tüm topraklardan
alınan feodal rantlar, iki yöne tahsis edilmiştir. Bun
lardan biri "askeri" hizmete tahsis edilen feodal rantlar
dır, ikincisi toprak s ahibine ya da onu temsil eden kişi
ve kuruma tahsis edilen feodal rantlardır. Feodal rantın
bir bölümünün askeri hizmete tahsis edildiği topraklar,
"timar" statüsündedir; dolayısıyla da, devlet mülkü top
raklar "sipahi timarı", şahıs mülkü topraklar ''mülk ti
mar", vakıf topraklar "vakıf timar", sülaleye ait toprak
lar "yurtluk timar", aşiret topluluğunun ortaklaşa mül
kü sayılan topraklar "ocaklık timar" adını alır.
Mülkiyeti devlete ait (yani miri mülk) toprakların
rantı, sipahilere (soylu olduğu için "subay'' statüsünde
olanı alt-feodallere) tahsis edilmiştir. Timar sahibi olarak
sipahiye ödenen rantın bir bölümü. sipahinin kişise'l tü
ketimine, bir bölümü de askeri yükümlülüğünü yerine
getirmesine ayrılmıştır. Sipahi, "soylu" sıfatıyla , askeri
bakımdan, bugünün teTimleriyle söylersek, " subay" sta·
tüsündedir. Geliri kendisine tahsis edilen timarın bü
yüklüğüne göre belirlenen sayıda askeri (cebeli), devle•
tin savaş birliğine eriştirmekle yükümlüdür. Dolayısıyla
da, timar sahibi olarak sipahiye ödenen rantın bir bölü
mü sipahinin kendi kişisel tüketimine, bir bölümü ise
askeri hizmet yükümlülüğüne tahsis edilmiştir.
Toprağın mülkiyeti şahıslara ait olan mülk timarlar
da (ya da eşkincülü mülklerde) , timar sahibi (toprağın
sahibi), feodal rantın bir bölümünü, aske1ri hizmete tah
sisle yükümlüdür. Timar sahibi, savaşa katılmaz, ama
toprağının gelirine: göre belirlenen sayıda askeri, savaş bir-
1 44
liğine iletir.
Vakıf toprak, bir kişi ya da devletin başı tarafından,
gelirinin tamamı ya da bir bölümü dini hizmete tahsis
edilerek mülkiyeti hapsedilmiş olan topraktır. Bir top
rağın vakfedilebilrnesi için, vakfedenin mülkü olmıası
gerekir ve mülkiyetin hapsedilmesi ise kamulaştırma
dahil, satış, bağış, miras ve benzeri biçimde mülkiyetin
eldeğiştirmemesi anlamına gelir. Vakıf tim.arlar da,
mülk timarlar gibi, gelirlerine göre, savaşa belirli sayıda
asker göndermekle yükümlüdür. Burada da, rantın bir
bölümünün vakıf hizmetlerine, bir bölümünün askeri gi
derlere tahsis edildiği açıktır. (Dinsel hizmetler, esas ola
rak, askeri hizmetten sayıldığı için, bazı vakıflar, padişah
tarafından timar yükümlülüğündeını (askeri hizmetten)
bağışlanmıştır.)
Yurtluk ve ocaklık timarlar, Güneydoğu ve Doğu
Anadolu'da, mülkiyeti "sülale"ye ya da "aşiret"e ait top
raklan kucaklar. Burada, timar sahibi sıfatıyla, sülale
nin beyi ya da aşire1tin reisi, toprağın gelirine göre belir
lenen sayıda askerle savaşa katılır. Kendileri, birlikleri
nin komutanı, yani "subay" statüsündedir. Yurtluk ti
marların oluşturduğu birliğin kendi "alem"i (yani san
cak-bayrağı) vardır. Rantın, burada da, bir bölümünün
askeri hizmete, bir bölümünün toprağın sahibi sülaleye
ya da aşiret reisi ailesine tahsis edildiği açıktır.
Yinelersek: İmparatorlukta, mülkiyeti ister devlete,
ister şahsa, ister vakfa, ister sülale ya da aşirete ait ol
sun, feodal rantın, biri askeri hizmete, öteki tima.r sahi
binin kişisel tüketime tahsis edilmiş iki yönü vardır.
Feodal rantı ödemekle yükümJü doğrudan üretici
köylü (reaya) ·ise, işlediği toprağın tasarruf hakkına sa
hiptir. Bu tasarruf hakkı, ırsi (kalıtsal) bir haktır.*
• Mülkiyetin niteliğini daha iyi belirlemek açısından hemen burada.
şu açıklama yapılabilir: Asya biçiminde, özel toprak nıülk!Yeti olmadığı
145
Timar sisteminin bozulmaya yüztutması, düz.en
li ordunun kurulmasına denk düşer. Devlet; timardan bo
şalan toprakları, iltizama çıkarmış, yani toprağın feodal
rantını, belirli süreler için, şahıslara, peşin olarak sat
mıştır. Toprağın gelirini satın alan mültezimler, kendi
adamları aracılığıyla, rantları doğrudan toplamaya baş
lamış, devlete peşin ödedikleri miktardan çok daha faz
lasını tahsil edebilmek için de, köylü, daha ağır biçimde
ezilmiştir. Rantların on yıllığını peşin olarak ödeyen mül
tezimler, bu toprakların sahibi olmuşlar, ve dolayısıyla
köylü (serf olan reaya), sahip değiştirmiştir.
1 85 8 Arazi Kanunnamesi ve bunu izleyen yıllarda çı
kan toprck yasaları, miri mülk (devlet mülkü) toprak
ları doğrudan işleyen köylünün tasarruf hakkını özel
mülkiyete dönüştürmenin tüzel olanaklarını hazırlamış
ve Medeni Yasa ile, tasarruf hakkı özel mülkiyete dönüş
müştür.
Ama , timar sisteminin bir kalıntısı olarak sipahiler-
gibi, toprak, köy topluluğunun ortaklaşa mülküdür. Mülkiyet ortak, tasar
ruf özeldir. Devletin ya d a birliğin başı, birliğin ismi sahibi olarak, rantı
(artı-ürünü) tahsildarları aracılılhYla kendi adına toplatır. tnıparatorlukta
ise, hangi mülkiyet biçiminde olursa olsun, ·köylü · (reaya ) , toprağın ortak
laşa sahibi değil, tasarruf salıibldlr. Toprak, asya biçiminde olduğu gibl,
köy topluluğunun ortaklaşa (komünal) müıkü değildir. (BeyÜk çayırlar ha
riç) mera, otlak ve koruların köy toplulı,ığunun ortaklaşa mülkü sayılması,
tarımsal kömün biı;imlerinden cermen tipini çağrıştırmaktadır. ama top
rağın doğrudan üretici köylünün mülkiyetinde olmaması, onu cermen bi
çiminden ayırır. Aşiret mülkü topraklarda toprağın aşiretin ortaklaşa mül
kü sayıldığı biçimler, tarımsal komünün varlığını ortaya koymaktadır. Ama
bu tarımsal komün biçimi, tarımsal komün biçimlerinden biri olan asya
biçiminden farklıd�r. Çünkü, burada, toprağın, aşiretin ortaklaşa ıınülkü sa
yılın.asının anlamı, özel mülkiyetin oluşmamış ve aşiret üyelerinin top
raklarının kendi özel mülkleri olmadığı anlamında değil, aşiret toprağının,
bir başka aşiretin ya da bir başka aşiret üyesinin, aşiret birllğin!n izni
olmaksızın, bu toprakları mülk edinmesine ya da tasarruf etmesine olanak
tanımayan bir ortaklaşa mülkiyettir. Aıjiret üYeleri, asya biçiminden farklı
olarak, işledikleri toprakların sahibi durumundadır. Aıjlretten, bir üyenin
atılması. aşiret blrliiı;inln kararıyla olur, ve toprağı, aşirete k alır; gene aşi
ret birliğinin kararıyla, bir başka ·aşiret üyesi ya da üyeleri, aşiret top>
rağına, tasarruf hakkı tanınarak, kabul edilir.
146
den kalıtlarına intikal eden topraklar ile mültezim mül
kiyetine geçmiş topraklarda, bu toprakları atadan-dede
den bu yana işlemeye devam eden köylünün tasamıf
hakkı, Medeni Yasayla birlikte, hukuken ortadan kalk
mıştır.
Mülk timarlarda ise, toprak sahibinin askeri yüküm
lülüğü, timar sisteminin sona ermesiyle, kalkmış, ve doğ
rudan üretici köylünün tasarruf hakkı da, Medeni Ya
sayla, hukuken son bulmuştur.
Vakıf mülklerde ve mülk timarlarda, Medeni Yasay
la birlikte, köylünün tasarruf hakkı hukuken sona er
miştir.
Aşiretin ortaklaşa mülkü sayılan topraklarda, Mede
ni Yasa, bir değişiklik getirmemiş olmalı.
Dolayısıyla, gerek sipahi kalıtlarına (varislerine) dev
reden ve mültezimlere mülk olarak geçen topraklarda,
gerek mülk, vakıf ve yurtluk topraklarda, doğrudan üre
tici köylü, ırsen tasarruf hakkını hukuken yitirerek, "or
takçı"ya dönüşmüştür.
Özetlemek gerekirse : doğrudan üretici köylü, İmpa
ratorluktan Cumhuriyete geçerken, ya tasarrufunda bu
lundurduğu toprağın ırsen tasarruf hakkını hukuken yi
tirmiş, tasarrufun fiilen deıvam ettiği ortakçıya dönüş
müş; ya da tasarrufunda bulundurduğu toprağın özgür
sahibi olmuştur.
Doğrudan üretici köylünün özel mülküne dönüşen
toprağın alan olarak büyüklüğüne gelince:
Reaya, genel olarak, bir çift toprağı tasarruf eden
köylü ailedir. "Bir çift" terimi, alan olarak belirli bü
yüklüğü ya da bir çift hayvanla işlenebilen belirli bir ala
nı ifade eder. Osmanlı yazarları, her iki tanımın da, alt
mış dönümlük bir toprak alanını ifade ettiğinde birle
şirler. Ama, İmparatorlukta, bir çiftten fazla toprak ta-
.
147
sarruf eden. reayadan sözedildiği gibi, yarım çift toprak
tasarruf eden, üçte-bir çift toprak tasarruf eden ve en
sonu hiç toprağı olmayan reayadan da sözedilir. Bir
başka deyişle, köylü aileler, İmparatorlukta farklı bü
yüklükte toprakları tasarruf etmişler ve bunun, Cumhu
riyette, özel mülke dönüşü de benzer büyüklüklerde ol
muştur.
Çiftçiyi Topraklandırma Yasa Tasarısı, "ortakçılı
ğın", doğrudan üretici köylünün lehine tasfiyesini amaç
lamış olmakla birlikte, tasarı, bu anti-feodal niteliğinden
tümüyle yalıtılarak yasalaşmıştır (1946) . Çiftçiyi Toprak
landırma Yasasına muhalefetten doğan partinin iktida
ra gelmesiyle de (1950), yasanın anti-feodal içeriği büs
bütün boşaltılmıştır. Yasa, 5.000 dönümden büyük özel
ve tüzel toprakların fazlasının, topraksız ve az topraklı
köylüye dağıtımını öngördüğü halde, topraksız ve az top
raklı köylülere ancak hazineye ait topraklardan verilmiş
tir (1950 - 1960) .
Aynı dönemdeı, Marşa! yardımı desteğinde kırsal ala
na traktör girmesi oranında, köy topluluğunun ortaklaşa
mülkiyetinde bulunan mera, çayır ve otlaklar, tarıma açı
larak, köylüye paylaştırılmıştır.
Çiftçiyi Topraklandırma Yasası, kırsal alanda, de
mokratik devrim doğrultusunda uygulanmamış, ulusal
topraklar (hazine: toprakları) ve köy topluluğunun ortak
laşa toprakları köylülerin özel mülkiyetine dönüş
türülerek, bu toprakların alım ve satımına hukuken ola
nak sağlamış:, bu da büyük toprak beyliğini, feodal ve
yarı-feodal ilişkileri besleyen bir manivela rolü oynamış
tır.
1978'de iptal edilen Toprak ve Tarım Reformu Yasa
sının, pilot bölge olarak seçilen Urfa'da, anti-demokratik
güçlerin örgütlü etkinliğinin aracı olarak kullanıldığı, de-
148
mokratik yönden uygulanmasının, bilinçli bir biçimde
başarısızlığa uğratıldığı belleklerdedir.
1 966'da yürürlüğe giren Tapulama Yasasıyla ise,
önemli bir kısmı toprak rantlarının geçici görevlere tah
sisine ilişkin olarak verilmiş bulunan İmparatorluk bel
geleri, "tapu"ya esas alınmış, ve üretici köylülerin yüz
yıllardır işledikleri topraklardan jandarma zoruyla sö
külüp atılmalarının tüzel olanağı sağlanmıştır.
Toprak ve Tarım Yasası ile Tapulama Yasasının
aynı dönemde Mediseı getirilmiş olması, ve birincisinin
uygulanamamış ve iptal edilmış, ikincisinin uygulanmış
olması , dönemin demokratik ve: gerici güçleri arasındaki
içsel çekişmeyi ve demokratik güçlerin yenilgisini kanıt
lar.
Kısaca belirtmek gerekirse, köylülüğün yapılanması,
tarihten ve en geri üretim biçimlerinden kaynaklanır.
Medeni Yasa (1924), Aşarın Kaldırılması (1926), Çiftçiyi
Topraklandırma Yasası (1946), Toprak ve Tarım Refor
mu Yasası (1973), Tapulama Yasası (1966) , Cumhuriyet
döneminin köylüden aldıklarının ve köylüye verdikleri
nin kalın çizgilerini oluşturur.
Olumlu ve olumsuz yönleri tarihin gündemindedir.
Ne var ki, çürüyen ve dağılan askeri-merkezi feodal dev
letin üzerinde kurulan (ve Batıda burjuva demokratik
devrimlerin yönetim biçimi olarak yaşama giren) Cum
huriyet, kırsal alanda köklü bir demokratik devrimi ger
çekleştirmemiş�ir. Köylülük, geleneksel bağımlılığını ve
kölece bağlarını devrimci bir biçimde çözememiş , ikti
sadi yönden de süregen acılı bir yoksullaşmaya ve sürekli
yoksulluğa yargılanmıştir. Toprak mülkiyetinin, küçük
oh:un , büyük olsun, geleneksel ve geri biçimleri, yalnız
kırsal alanda gelişmeyi engellemekle kalmamış, ülkenin
demokratikleşmesinin ve toplumsal gelişmenin sürekli
149
engeli olmuştur. Gerici ideolojilerin barındığı ve yenile
rini ürettiği, çağdaş gerici ideolojilerin (faşizmin) bes
lendiği ve yığınsal gücünü sağladığı mümbit bir alan oluş-
turduğu gibi, tarımın sanayileşmesinin, ülkenin özerk
bir iktisadi yapıya kavuşmasının engelini de, bu geri ve
geleneksel kırsal yapı oluşturm1aktadır. Sürekli artan ve
kentlere itilen, ama sanayiin o ölçüde ememediği kırsal
fazla nüfus, hem çağa ve hem de kendine yabancı küçük
burjuva gerici ideolojileri sürekli üreten ve bunları bir
yandan da modern işçi sınıfının içine taşıyarak, gelişme
yi zaman zaman olumsuz yöndeı etkileyen kaynaklar
oluşturmuştur.
Köylülüğün geri ve geleneksel yapısı, ekonomik ge
lişme açısından, sistemin kendisinin de ayakbağı olmuş..
tur.
Çünkü : küçük ve geleneksel tarım işletmesi, tarımın
sanayileşmesine de engel olur. İki nedenle. Biri, toprak
alanların birleşimine, küçük parçalı mülkiyet enge'l ol
duğu için. İkincisi , küçük üretimin yaygın olduğu ülke
de, büyük modern işletmenin, küçük geleneksel tarım
işletmesiyle fiyat rekabetine bazı üretim alanlarında gi
remeyeceği için. Çünkü küçük üretici, üıününü, sömürül
mesinin ve yoksulluğunun ifadesi olan maliyet-fiyatının
altında satmak durumunda kaldığı zaman bile üretime
devam etmek durumundadır. Yani, kapitalizmin katego
rileriyle söylersek, köylü, ürünün içerdiği kendi emeği
nin değerinin bir bölümünü oluşturan rantını, bir bölü
münü oluşturan karını , bir bölümünü oluşturan ücreti
nin bir kısmını alamadığı · zaman bile, üretime devam
edecektir. Ama, toprak sahibinin, bir kapitalist olarak,
işçiye ödemiş olacağı ücreti ve sermayesinin ortalama
karını üıünün fiyatından elde etmesinin olanakları orta
ya çıkmadığı zaman, sermayesini, tarıma değil başka
150
alanlara yatırmayı yeğler. Ancak, modern tarım işletme
sindeki emek üretkenliği, tarımsal ürünün üretim-fiya
tını (maliyet-fiyatı artı toplumsal ortalama kar, üretim
fiyatını oluşturur), emek üretkenliğinin düşük olduğ� ge.
leneksel işletmedeki tarımsal ürünün maliyet-fiyatına
eşitlediği ya da maliyet-fiyatının altına düşürdüğü zaman,
tarıma sermaye yatırmanın olanakları ortaya çıkar.
Küçük ve geleneksel üretimin yaygın olduğu ülkede,
tarımsal emek üretkenliği düşük, sanayileşmiş modern
tarımın egemen olduğu ülkede tarımsal emek üretkenli
ği yüksek olacağı için, küçük ve geleneksel yöntemlerle
üretilen ürünün, dış pazarda, modern işletmede üretileın
ürünle fiyat rekabetine girebilmesi güçleşir.
Sistemin tablosu çıkmazı da açıklar: Geleneksel yön
tenı:lerle üretimde bulunan küçük köylü, ürünün içerdiği
emeğinin değerini tam olarak alamaz. Bu değerin önem
li bir bölümünü karşılıksız bırakır. Yoksullaşır ve yoksul
luğu süregenleşir. Köylü emeğinin değerini tam ofarak
aldığı zaman, hammadde fiyatları yükselir (dış pazara
göre de yükselir) ve kapitalist sistemin kendi yasaları
içersinde de1ğerlendirmemizi sürdürürsek, sermayenin
kar oranı düşer. Kar oranının azalması, sermaye birikimi
ni yavaşlatır. Sermaye birikiminin yavaşlaması, genişle
tilmiş yeniden üretimi ve dolayısıyla yeni istihdam ola
naklarını daraltır ve işsiz nüfus oranı daha da yükselir.
ülkenin, tarımsal ürün ve tüketim malları olarak sı- ,
nai ürün dışsatırnının, ekonomide, belirleyici bir fü:.ellik
kazanmaya başlaması açısından tarımsal yapının özellik
lerine bakıldığında :
Tarımsal üretim araçlarınİn (makine , gübre, petrol,
ilaç, tohum - ki, hemen hepsi dışalım konusudur) fi
yatları devlet tarafından desteklendiği zaman, üretici açı
sından, tarımsal ürünün maliyet-fiyatı düşecektir. Mali-
151
yet-fiyatının düşme sine karşın, modern tarım işletmesi
sine oranla, emek üretkenli ği yeteri ölçüde yükselmiş
olmayacağı için, dış pazarda, fiyat açısından rekabette
güçlükle karşılaşması kaçınılmaz olacaktır. Dışsatımcı,
aldığı fiyata satsa kar edemeyecek, kar edeceği fiyata ise
sat amayacaktır. Tarımsal ürün, dışsatım konusu oldu
ğunda, bu kez de dışsatımcının ulusal fondan desteklen
mesi sorunuyla karşılaşılır.
(1) Mülkiyet biçimi geri ve üretim geleneksel oldu
ğu sürece, tarımsal emek ür'etkenliği , ulusal ölçekte top
lumsal ortalamaya göre, uluslararası ölçekte tarımsal üret
kenlik ortalamasına göre, düşük olacak, üretici köylü
emeğinin değerini karşılıksız bırakmak durumunda bıra
kılacak ve dolayısıyla sömürülmekten ve yoksulluktan
kurtulamayacaktır. (2) Ürünü, değeri üzerinden satın
alındığı zaman, sınai sermayenin kar oranı düşecek, dış
satım olanaklan daralacak, sermaye birikimi yavaşlaya
cak, yatırımlar azalacak ve işsizlik artacak. (3) Gene, ta
rımsal ürünler de·ğerleri üzerinden satıldığında, clışsatım
konl!Su olan ürün, dışsatımcıya (vergi iadesi biçiminde)
toplumsal fondan ödemeyi gündeme getirecektir. (Tarım
sal ürünlerin maliyet-fiyatları üzerinden ya da maliyet
fiyatlarının altında i.ireticiden satın alındığı şu anda bile,
dışsatımcının , ulusal fondan desteklendiği düşünülürse ,
ürünlerin üretim-fiyatından satınalınması, daha büyük
ölçüde desteklenmeyi gündeme getireceği eklenmeli .)
Sistem, iki alternatiflidir: ya demokratik ortamla
birlikte ücretler ve tarımsal ürünlerin fiyatları değerleri
ne doğru yükselir, ya da demokratik yön temlere son veri
lerek ücretler ve tarımsal ürünlerin fiyatları değerlerinin
altına çekilir. Demokratik ortam, işçi sınıfının ve köylü
lüğün haklarını elde edebilmesinin &avaşım araçlarını
sağlar ve bu ortamda ücretler ve tarımsal ürünlerin fi-
1 52
yatları yükselirken, sermayenin büyüme hızı yavaşlar,
yatırımlar azalır, dış borçlar yükselir, dışsatım kanalları
tıkanır; ve sistem, o zaman, kendine alternatif olarak,
grev, toplu sözleşme, sendikal örgütlenme ve genel oy
olanağını ortadan kaldıracak olan demokratik yöntem
lere son vermenin koşullarını üretmeye başlar.
iktisat Dergisi, Eylül-Ekim 1986, Sayı: 262-263.
153
KÖYLÜLÜK VE DEMOKRATİKLEŞME
154
verimliliğin fazla olduğu yıllarda bir miktar biriktirdiği
ni, kıtlık yıllarında bu fazlayı tükettiğini varsaymak ge
rekir.
Orta köylüyü, varlıklı ve zengin köylüyü, büyük köy
lüyü, yarı-küçük köylüyü ve yoksul köylüyü, küçük köy
lüye göre tanımlayabiliriz.
Başta toprak olmak üzere, öteki üretim araçları, ken
disine yeterli büyüklükten fazla olan, dolayısıyla kendi
ailesinin dışında, yabancı emek-gücü de istihdam eden,
kendi ailesine yeterli olandan daha fazla üreten - orta
köylü. Bir ailenin gereksindiğinden çok daha fazla topra
ğa sahip olan, yönetim işleri dışında, doğrudan üretime
girmeyen, hemen hemen üretimin tümünü yabancı emek
gücü ile karşılayan - büyük (zengin) köylü.
155
üretim araçları da, toprak sahibine ait olabilir. Tohum
çıktıktan sonra, ürün genellikle, yarıyarıya toprak sahi
bi ile doğrudan üretici arasında bölünür. Anadolu'da ge�
leneksel ortakçı tipini, b u köylü aileler oluşturur. Bir
köyün toprağı , bir kişinin ya da bir ailenin olduğu bi
çimlerde, birden çok köylü ailesi, her aHenin işleyebile
ceği büyüklükte toprağı, ortakçılık yöntemiyle işler. Bu
rada köylü ailelerinin hepsi, aynı toprak sahibine bağ
lıdır ve ortakçı köylünün damı (evi) ve eklentileri de,
genellikle toprak sahibinindir. Köylü ailesinin üyeleri,
şu ya da bu ölçüde, toprak sahibi ailenin ev ve öteki
hizmetlerini görürler. Burada kendine özgü bir feodalite
gözlemlenir. Buna karşılık, diyelim kasaba ya da kentte
oturan birinin, köydeki toprağım, aynı biçimde, ortak
çılığa verdiği biçimler de vardır. Burada, ürün aynı
oranda paylaşılır. Ne var ki toprak sahibinin üretici köy
lü ailesi üzerindeki doğrudan baskısı ve angarya hizmet
ler bir ölçüde azalmış olmak gerekir.
Meta ekonomisinin gelişmesine b ağlı olarak , · ortak
çılık, yerini kiracılık sistemine bırakmaya başlar. Bu tür
kiracılık, kapitalist çiftçinin, toprak sahibinden toprak
kiralayarak, ücretli emek-gücü istihdam eden kapitalist
çiftçiden farklı, yani kapitalist ·i şletme niteliğinde olma
yan bir kiracılıktır. Yarı-feodal nitelik taşır.
156
ca gerek vardır. Bunlar, daha önce üretilmiş olmalıdır,
yani daha önce harcanmış bir emeği içerirler. Biz, buna
geçmiş emek, (ya da cansız emek) diyoruz. Ne var kf, bu
üretim araçları, şu anda önümüzde, bulunan (bir kile)
buğdayı, kendiliklerinden üretmemiştir. Onu üretmek
için, üretim bilgi ve becerisine sahip birinin emek har
camış olması gerekir. Bizzat bu buğdayın üretimi için
harcanan emek, canlı emeği temsil eder. Tarımsal emek
üretkenliğinin artmaya başlamasıyla birlikte, canlı emek
bizzat bu emeği yeniden üretmek için gerekli olan değer
ile bir fazla değer de üretir. Toplumsal tarihin temel kav
gası da, işte bu fazla değeri paylaşma kavgasıdır.
157
Uzerinden satamaz.
(1) Tarımsal ürünün fiyatı, kendi değeri üzerinden
satıldığı zaman, hemen yukarda belirttiğimiz gibi köy
lü, bu üründe temsil edilen ücretini, karını, rantını al
mış olacaktır.
(2) Piyasa fiyatı, buna elvermediği zaman, diyelim
. üretim-fiyatı üzerinden satıldığı zaman , köylü, ürünün
de, ücretini ve karını gerçekleştirecek, ama rantını, be
. dava (karşılıksız) b ırakacaktır.
(3) Ürünün fiyatı, maliyet-fiyatına düştüğü zaman,
ancak ürüne aktarılan geçmiş emeğin değeri ile kendi
ücretini alacak; ürünün fiyatı , maliyet-fiyatının altına
düştüğü zaman, ücreti de azalmaya başlayacaktır. Yani
ücretinin bir bölümünü, sermayesine ve rantına tekabül
eden bölümü gibi, karşılıksız bırakmış olacaktır.
158
açısından yinelemekte yarar var:
(1) Devlet tarafından belirlenen tarımsal ürünlerin
tekel fiyatı, diyelim, ürünün değeriyle örtüşmektedir. O
zn man, doğrudan üretici, köylü de, ürününde, kendi üc
retini , karını ve rantını gerçekleştirmiş olur.
(2) Fiyatlar, değeri üzerinden değil de, üretim-fiyatı
üzerinden belirlendiği zaman, köylü, ürünün içerdiği ran
tı temsil eden değeri alamayacak, bunu karşılıksız bı
rakmış olacaktır.
(3) Tekel fiyatı, üretim fiyatırun altına düştüğü,
maliyet fiyatı ile üretim fiyatı arasında oynadığı zaman,
köylü, karı temsil eden değerin bir bölümünü ya da ta
mamını a]amayacak; fiyatlar, maliyet fiyatının da altına
düştüğü zaman, rantı ve kan temsil eden değeri karşı
lıksız bıraktığı. gibi , ücretini temsil eden değerin bir bö
lümünü de karşılıksız b ırakacaktır.
159
oy isteyecektir. Oy isteyecek olan, yalnızca siyasal ikti
darı temsil eden parti olmayacak, başka partiler de oy
isteyecek. Bu partilerden hangisi, kendi ürünü için daha
iyi bir fiyat vermeyi vaadediyor ve hangisinin sözünü
gerçekleştireceğine inanıyorsa, oyunu o partiye verecek
tir. Bu, köylülüğün, siyasal iktidar üzerinde, iktisadi is
temlerini dayatmasının demokratik aracıdır.
Ne var ki , sorun bu denli yalın değildir. Tarım üriin-
1erinin fiyatlarının artması demek sanayi sermayesinin
(yalnız üretime giren sermaye değil, banka sermayesi ve
ticaret sermayesi de, sanayi sermayesinin öğelerini oluş
turur) kar oranının düşmesi demektir. Çünkü, hammad
de fiyatlarında yükselme, sermayenin kar oranını düşü
rür. Gene bunun gibi, işçilerin geçim nesnelerinin büyük
bölümünü oluşturan tarım ürünlerinin fiyatlarının yük
selmesi işçilerin emek-güçlerini daha pahalı yenilemesi
ne, bir başka deyişle işçi ücretlerinin artmasına neden
olur ve işçi ücretlerinin artması da artı-de,ğer oranını,
dolayısıyla kar oranını düşürür. Bunun içindir ki, ser
maye sınıfı, tarımsal ürünlerin fiyatlarının yükseltilme
mesi için, siyasal iktidarı zorlamaya başlar.
Siyasal iktidar için tam bir "açmaz". . . Burjuvazinin
v:e. onunla sistem içersinde bağlaşan yabancı sermayenin
çıkarları ile işçi sınıfının ve köylülüğün çıkarlan arasın
da, siyasal iktidar, sermayenin isteğine uyduğu zaman,
tarımsal ürünlerin (ve doğal ki �aşta da işçi ücretlerinin)
fiyatındaki artışı düşürmek, buna karşılık köylülüğün
(ve: doğal ki, işçi sınıfının da) oyunu alabilmek için, ta
rımsal ürünlerin fiyatinı ve işçi ücretlerini artırmak du
rumundadır.
160
r.
'
161
burjuvazi arasındaki iktisadi savaşım, emekçi sınıf ve
katmanlar açısından demokratik yöntemlerin korunması
V·e geliştirilmesi, buna karşılık egemen güçler açısından
demokratik yöntemlerin kısılması ve askıya alınması bi
çiminde siyasal yaşama yansır.
1 62
rını ve gerreksindiği geçim nesnelerini, azami kan içeren
fiyatlarla, yani çoğu kez, bu malların içerdiği değerin
üstünde bir fiyatla alacak, buna karşılık, ürününü, ken
di değerinin çok altında bir fiyatla satacaktır. (Tefeci
faizi, banka faizi, alivre alışlardan tacire ödediği fark
ları, toprak kendisinin değilse, üıiin ya da nakit olarak
ödemek durumunda kaldığı rantı dışlasak bile), kapita
list pazara çekildiği ölçüde, yoksullaşması kaçınılmaz ola
caktır. Köylü ailesi, bu noktada, kendi varlığını koruya
bilmek, bir başka deyişle, ürününü değeri ya da üretim
fiyatı üwrinden satabilmek için, "genel oy"u, sınıfsal
çıkan doğrultusunda kullanmaya, yani bilinçlenmeye
başlayacak ve oy'uyla birlikte . siyasal iktidarın niteliği
nin kendi yazgısıyla- sıkı bağını kavrayacak, bir başka
deyişle politikleşecektir.
Geleneksel ilişkiler, kuşkusuz, geleneksel ideolojile·
ri de barındıran, yaşatan bir ortam oluşturur. Dinsel ge
ricilik, şoven gericilik bu ortamda boy verir, gelişir. Köy
lülük, bir yandan bu gerici ideolojilerin bağrında, bir
yandan ekonomik gereksinmelerin ve ekonomik süreçle
rin sınıflaşma sürecini hızlandırdığı bir ortamda çelişki
li bir yapıya sahiptir. Bir başka deyişle, kırsal ortam!da
gerici ideolojiler ile toplumu ileriye doğru devindiren
ekonomik dinamizm, bir arada yumaklanmış gibidir.
Ekonomik zorun, bütün bu geleneksel kabuklan çatlata
rak kendi yolunu açması kaçınılmazdır. Demokratik hak
ların askıya alındığı, baskının arttığı dönemler, köylülük
için, yoksullaşmanın hızlandığı ızdıraplı dönemlerdir.
Önemli olan . bu ızdıraplı, acılı yolu kısaltmak ve yine-
· ıenmesinin engeli olarak köylülüğün bilinçlenmesinin,
demokratik bilince ermesinin, kendisi açısından gereğini
vurgulamaktır.
Ziraat Dünyası,
Ma.rt 870
1986, n •
163
24 OCAK VE DEMOKRASİ
164
Buna karşılık, alternatiflerinin genişletilmiş bir "demok
rasi" olduğunu belirtti.
Özal'ın (ANAP), " alternatiW' ve alternatifsizliği, te
melde, ekonomi ile sınırladığı biliniyor. Kapitalist eko
nomik sistemin alternatifinin, sosyalist ekonomik sistem
olduğu, kuşku yok ki, Özal tarafından da biliniyor. Belli
ki, Özal, varolan burjuva ekonomik sistem içersinde boy
veren bunalımdan, (ve gerçekte, "tekelci burjuvazi"nin bu
nalımından), gene sistemi koruyarak, çıkışın başka bir
alternatifi bulunmadığını ileri sürmekte.
özal, seçimlerden önce ve sanırım yeni partilerin ku
rulmasına öngelen günlerde, 24 Ocak Kararlarının, artık,
parlamento ile de uygulanabileceğini belirtiyordu. Bu, do
laylı da olsa 24 Ocak Kararlarının bir dönemde, "parla
mento" ile, ya da parlamenter demokrasi koşullarında
uygulanabilmesinin olanaksız olduğu anlamını da içerir.
165
ce, 24 Ocak Kararlarının uygulanabilmesinin önündeki
siyasal engeller kaldırılmış oldu.
24 Ocak Kararlarıyla işçi ücretle'ri her gün biraz da
ha aşağı çekildi, tarımsal ürünlerin fiyatları, her yıl da
ha da düşürüldü . Buna karşılık, kar oranı arttı, faiz ora
nı arttı, rantlar yükseldi.2 Bu, nasıl sağlanabildi? İşçi
ler, kendi meslek kuruluşları olan sendikalarda özgürce
ekonomik savaşımlarını sürdürebilselerdi, grev ve toplu
sözleşme haklan ellerinden alınmamış olsaydı, işçi ücret
lerini bu denli düşürebilmek olanaklı olur muydu? Ya
<la köylülük, tarımsal girdilerin fiyatlarındaki artışa kar
şın, ürünlerinin fiyatlarını hiç değilse maliyet fiyatları
(maliyet-fiyatı, ücreti içenr, değerin kar ve ranta tekabül
eden bölümünü içermez) düzeyinde tutmayı yeğleyen si
yasal partilere oy verme hakkını ellerinde tutabilselerdi,
bu sonuç sağlanabilir miydi ? Bir başka deyişle, şu ya da
bu nitelikte de olsa, varolan çok partili parlamenter sis
teme ara verilmeseydi, bu sonuçlar sağlanabilir miydi ?
1 66
oranını artınr.3 Sermaye, gelişmesinin belirli bir aşa
masında, işçi ücretlerinin ve hammadde fiyatlarının artış
oranını sınai ürünlerin fiyatlarının artış oranının gerisin
de tutmak için, demokrasiyi daraltmak ister; bu yeterli
olmadığında, demokratik yöntemler yerine, zor yöntem
lerini yeğlemeye başlar. Buna karşılık, işçiler ücretlerini
yükseltebilmenin iktisadi savaşım aracı olarak sendikal
birliklerini korumak, grev ve toplu sözleşme haklarını
uygulama olanağını ellerinde tutabilmek için demokratik
yöntemleri geliştirmeyi, genişletilmiş bir demokrasiyi is-
�� '
İşçi sınıfının, iktisadi çıkarlarının savaşım aracı, sen
dika, grev ve toplu sözleşmedir. Köylülüğün, iktisadi çı
karlarını sınıfsal olarak savunmasının aracı, kuşku yok
ki, kooperatifleşmedir. Ama günümüzde, kooperatifleş
meden ayrı olarak , köylülüğün etkin iktisadi aracı, "ge
nel oy" olmuştur. Köylülüğün ağır bastığı bir toplumda,
siyasal partileri ve siyasal iktidarı, kendi iktisadi çıkar
ları doğrultusunda etkileyebilmek, ancak çok partili par
lamenter sistem içersinde olanaklıdır. Bu anlamda, köy
lülük, bilinçlendiği ölçüde, demokratikleşmeden yana ol
muştur.
Demokratik bir ortamda ve çok partili parlamenteır
sistem içersinde 24 Ocak Kararlarını uygulamak, yani
(tüm emekçilerin gelirini "ücret" başlığı altında birleş
tiı:ıerek söylersek) ücretleri aşağı, buna karşılık kar, faiz
ve rantları yukarı çekmek olanaklı değildir. Bunu, daha
önce, tarımla · ilgili olarak yazdığım bir yazıda şöyle be
lirtmiştim:
"Tarım ürünlerinin fiyatındaki yükselme, hamınad
de olarak daha önce de açıkladığımız gibi, sınai serma
yenin ortalama kar oranını düşürür ve gerekli geçim nes-
3 Bu konuda, benim, Kapitalizm ve Tarım, s. 62-63'tek! dipnota ba
kılablllr.
167
nesi olarak, ücretleri artırarak artı-değer oranını küçül
tür ve kapitalistlerin kar oranını azaltır. İşçilerin, ücret
lerindeki gerçek bir düşüşü tam olmasa bile, göreli ola
rak engelleyebilmelerinin örgütleri ve araçla.o sendika,
grev, toplu sözleşme haklarıdır. Dolayısıyla, artı-değer
oranındaki azalma ve ortalama kar oranındaki düşüş, or
tafama . kar ile yeünmeyen, ve tekelleştikÇe azami kar
güdüsüyle hareket eden yerli sermayeden sistemle bü
tünleştiği yabancı sermayeye doğru, tüm sermayeyi, kar
şı harekete geçirecektir. Yerli ve onunla sistem içersin
de bütünleşen yabancı sermayenin isteği bellidir: Orta
lama kar oranını yüksek tu,tmak ve azami kar. Bunun en
gelleri, işçi sınıfının iktisadi savaşım araçları: sendika,
grev, toplu sözleŞme; ve köylülüğün iktisadi savaşım ara
cına dönüşen genel oydur. Her ikisinin de savaşım araç
ları ellerinden alınmadan, kar oranındaki düşüş durdu
rulamaz ve kar oranı yükseltilemez. Çok partili siyasal
sisteme dayalı . parlamenter rejim bunun engeli olarak
görünür. Ancak, çok partili parlamenter rejim askıya
alındığı zaman, devlet tekel fiyatlarının belirlenmesinde
köylülüğün "genel oy" baskısı da etkisini yitirir."4
Girişteki konuma dönebilirim:
Demokrasi ve e;konomi birbirine bağlı ve bağımlı
dır. Genişletilmiş bir demokrasiyi savunmadan , işçi üc
retlerinin ve tarımsal ürünlerin fiyatlarının düşüşünü ,
buna karşılık kar, faiz ve rantların yükselişini eleştir
mek, bütünlüğü açısından tutarlı değildir. Çünkü, de
mokrasinin emekçiler açısından sınırlanmasının, özgür
lüklerin baskı altına alınmasının ekonomik amacı, üc
retleri ve tarımsal ürünlerin fiyatlarını düşürmek, buna
karşılık kar ve faizleri yükseltmektir.
Bunun gibi, demokrasinin genişletilmesini, salt bir
4 Kapltalizm ve Tarım. s. 101-102.
168
siyasal tercih olarak görmek de, baskı ve zor yöntemleri
nin, özünde egemen çevrelerin ekonomik çıkarlarından
kaynaklandığını gözardı etmek anlamına gelebilir. Çünkü,
demokrasinin daraltılması, tekelci burjuvazi açısından,
salt bir "siyasal" tercih sorunu değil, (gene kendi sınıfsal
çıkarı aç,ısından) "ekonomik" gerekliliğinin sonucudur.
169
sokakta vurularak öldürülmek istemiyorsanız, bugün ka
rakol-mahkeme-cezaevi üçgenine prangalanmak istemi
yorsanız, düşük ücrete boyun eğecek, tarımsal ürünlerin
düşük fiyatına boyun eğeceksiniz.
Demokratik bir anayasa, demokratik örgütlenme ve
demokratik bir seçim, doğal ki, ücretle,r ile kar, faiz ve
rantlar arasında yıllardır oluşan uçurumdan burjuvazi
daha çok güçlenmiş olarak çıktıktan ve kendi yerini po
lis yetkileri ve diğer yasalarla iyice tahkim ettikten, öz
gürlüklerin yerine zor yöntemlerini daha kolay (yani dar
beye gerek duymadan) geçirmenin mekanizmaları hazır·
!andıktan sonra, gündeme gelmiş olacaktır. Demokratik
ortam , ücretler ile kar, faiz ve rant arasındaki uçurumu
yeniden kapamaya başladığı zaman, özgürlükforin zor
yöntemleriyle baskı altına alınması da yeniden gündeme
gelecek. Sorun. burjuva toplumlarda burjuvazinin bu bir
birine karşıt biri demokratik, öteki zor ve baskı yönte
mi gibi iki siyasal yöntemden birini yeğlemesinin temel
deki nedeninin iktisadi olduğunu ve bu iktisadi nedenle
rin onun bu iki siyasal eğilimden birini yeğlemesine temel
oluşturacağını kavramak, ve demokrasiyi bu ve benzeri
tehlikelere karşı örgütleme ve tahkim etme sorunudur.
Sorun tek yanlı ele alındığı, bir bütün olarak kavranma
dığı zaman, üretici sınıf ve katmanların ücretleri . azami
karın sınırlarını zorlamaya başladığı zaman, demokratik
yöntemlerin yeniden askıya alınması, ertelenmesi yeniden
gündeme gelmiş olacaktır.
170
parlamentoyla, değil bu ekonomik program, a.J.lfuneler
gelse bir yere götüremezler' dedik". (Tümce bozuk. ama
anlam açık .) "Bir müdahalenin olmamasını gönülden ar
zu ederdik. Ama, geçiş dönemi olmadan da bu iş düzlü
ğe çıkmazdı." "Başta açıkça grev yasağı oldu. Bu, sendi
kaların sindirilmesidir." (Milliyet, 28 Ocak 1986)
Blllm ve Sanat,
Mart 1986, n ° 63
171
KIRSAL ALAN
YAP ISI VE ÖZELLİKLERİ
172
0-25 dekar dilimli toprağa sahip çiftçi ailesi 2 .220.098,
· bu ailelerin sahip olduğu toprak alanı 26.246.627 dekar
dır. Bir başka deyişle, toplam topraklı çiftçi ailesinin %
57,57'si, toplam toprağın % 16,6l 'ine sahiptir.
26-50 de karlık dilimde, 797.864 (% 20,69) çiftçi ail�
si , 29.271 .903 (% 18,53) de kar toprağa,
5 1-100 dekarlık dilimde, 5 16.419 (% 13,39) çiftçi ai
lesi, 37.597.544 (% 23,80) dekar toprağa,
101-200 dekarlık dilimde, 228.754 (%5,93) çiftçi aile
si, 32.587 .009 (%20,63) dekar toprağa,
201-500 dekarlık dilimde, 80.702 (%2,09) çiftçi aile.
si, 20.988.253 (% 13,28) dekar toprağa,
501-1000 dekarlık dilimde, 8.942 (% 0,23) çiftçi aile
si, 6.008.424 (%3.85) dekar toprağa sahiptir.
1001 ve daha fazla dekar toprağa sahip aile sayısı
3.463 (%0,09), sahip olduğu alan 5.209.737 ( % 3,30) de
kardır.
Köyde toprağı olan, ama köy dışmda yerleşmiş bu•
lunan · aile sayısı 509.020'dir. Bu ailelerin , 356.189'u (ay
nı dilim içindeki toplam ailenin % 16.04'ü) 0-25 dekar
lık dilimde; 8 1 .084'ü (% 10,16) 26-50 dekarlık dilimde;
44.291 'i (% 8,58) 5 1-100 dekarlık dilimde; 19.197'si (%
8,39) 1 01 -200 dekarlık dilimde; 6.563'ü (%8,13) 201-500
dekarlık dilimde ; 1 .239'u (% 13,86) 501-1000 dekarlık di
limde; 457'si (% 13,20) 1001 ve daha fazla dekarlı dilim
dendir . Bu ailelerin sahip oldukları toprak alanı 17.104. 172
dekardır.
Köyden son beş yılda (1981 son yıldır), 88.443 aile
·
temelli göçmüştür.
Köyden ekonomik nedenlerle, 409.657 aile geçici ola
rak ayrılmıştır. Bu ailelerin 160.047'si (664.319 kişi) yurt
dışına, 249,619'u (1 .382.917 kişi) y urtiçine gitmiştir.
Yurtiçinden köye geçici olarak gelen aile sayısı 40.993
173
(225.567 kişiYdir.
174
topraklı çiftçi ailesi, 983.975'i (%30,89'u) topraksız çift
çi ailesidir.
Topraksız çiftçi ailelerin sayısı 19'50'den 198l'e
1 .381 .503 artmıştır. Artış oranı %410,3'tür.
Topraksız çiftçi aiİelerin sayısı ve oranı artmıştır.
Az topraklı Çiftçi Aileleri:
175
Küçük Çiftçi Aileleri (50-100 dekarlık dilim):
Çiftçi ailesi, 1950'de 547.790 (%21 ,8) , 198l'de 516.419
(% 13.39)'dur. Aile (ya da işletme) sayısı ve oranı azal
mıştır. Ortalama toprak alanı, aynı yıllara göre, 71 de
kardan 73 dekara çı.kımştır.
176
mu Yasasından duyulan kaygı dolayısıyla, bazı toprak
alanların küçülmediği halde, tapu kayıtlarına aile üyele
rine taksim edilmiş biÇimiyle geçmiş olacağı için küçül
müş görüneceği düşünülmelidir. İkinci etken, nüfus ar
tışı nedeniyle ve miras yoluyla toprakların bölünmüş ol
masıdır. Bunlara karşın, toprak dilimlerinin küçülmesiy
le birlikte aile sayısındaki azalma, genel olarak, büyük
dilimli toprakların küçülmekte olduğunun kanıtıdır.
Piramit tepeden tabana doğru erimekte, eteklere yı
ğılmaktadır. Üstteki dilimler küçülüp azalrrıakta, alt di
limler küçülerek çoğalmakta ve alt dilimler çevresinde
yoksul ailelerden oluşan hale genişlemektedir.
Kirocı ve Ortakçı Aileler:
198 1 KEE ;nde, kiracı ve ortakçı aile sayısı verilme
miştir. Topraksız çiftçi ailelerin tamamı ile az-topraklı
çiftçi ailelerin bir bölümünün kiracılık ve çiftçilik yön
temleriyle çiftçilik yaptığı düşünülmelidir.
1 98 1 KEE'ne göre, 35.074 köyün 8.498'inde (%24,3)
kiracılık, ve 13.376'sında (%38 , 14) ortakçılık uygulan
m'1ktadır. Köy içerisinde, kiracılık v� ortakçılık yapan
aile sayıları belirtilmemiştir.
Kiracıların, daha çok, köyde toprağı olup da köy dı
şında oturan ailelerin topraklarını ve hazine ve vakıf top
. raklarını kiralayan topraksız ve az-toprnklı çiftçi aileler
den oluştuğu kabul edilmelidir. Bunlar, genel olarak, ka
pitnlist tarım işletmesi türünde kiracılık değildir. Üİ'ün
rantm, para-ranta dönüşmüş biçimidir. Doğrudan üreti
cinin, toprak sahibine kişisel bağımlılığının azalması açı·
sından, ortakçılıktan ayırt edilmesi gerekir.
Ortakçılık, büyük toprak sahiplerinin, topraklarını,
topraksız köylü ailelere geleneksel yöntemlerle ve parça
lı olnrak işlettikleri bir biçimdir. Köyde küçük bir top
rağı olup da köy dışında oturanların bir kısmının da,
177
topraklarını, topraksız ya da az-topraklı çiftçi ailelere or- ·
178
3 ,00 lira, 1980'de 10,25 lira, 1986'da 82,54 liradır . Aynı ytl
lann yılsonu döviz kurlarına göre, 1 kg buğday 1975'te
0,20 dolar ya da 0;50 mark, l986'da 0,10 dolar ya da 0,21
marktır.
Köylü, 1 litre motorini, 1 979'da 1 ,79 kg. buğday kar
şılığında, 1985'te 2,92 kg. buğday karşılığında almıştır.
Ya da aynı motorini, aynı yıllara göre, 6,32 kg. pancarla
alabilirken 14,21 kg. pancarla almıştır.
1 kg. gübreyi, 1 979'da 0,45 kg. buğdayla, 1985'te 1 ,70
kg. buğdayla; 1 kg. tarım ilacını, 1 979'da 3 ,37 kg. buğ
dayla, 1985'te 17,63 kg. buğdayla satın alabilmiştir.
(2) Emek verimliliği, sınai alanda, tarımsal alandan
daha yüksek olduğu için. Çünkü, sermayenin organik
bileşimi (değişmeyen-sermayenin, [işçi ücretlerini ifade
eden ] değişen-sermayeye oranı) ne kadar yüksek olursa
emek üretkenliği o kadar yüksek olur.
% % "
1 79
zenginleşen ve belirli bir düzeye yükseldikten sonra, bü
yük kentlere göçerek, kırsal alandan biriktirdikleri ser
mayeyi, sanayi sermayesinin kanallarına taşıyan ara hal
kalaı:a ayrıca değinelim.
Daha kısa bir deyişle, kırsal alandan, sanayi serma
yesinin kanallarına karşılığı ödenmemiş değer (kaynak)
akmakta; buna karşılık, sanayi sermayesi, ayrıksın (istis
nai) duruml;:ır dışında, tarıma girmemektedir.
Sermayenin tarıma girmesi, tanmsal ürünün fiyatı
nın, sermaye sahibinin, ortalama kar oranını gerçekleş
tirmesine elverişli · bir fiyata ulaşmasına bağlıdır. Bunun
anlamı şudur: tarımsal ürünün fiyatı, sermaye sahibinin,
bir kapitalist çiftçi olarak kiralayacağı toprağın rantını,
çalıştırdığı işçilerin ücretini, ürettiği ürüne üretim araç
larından aktarılan değeri karşıladıktan sonra, tarıma ya
tırdığı sermıayesi oranında, sanayi sermayesinin ortala-
ma kan kadar, kar sağlamalıdır.
Oysa 1980'den bu yana_ sürekli aşağı çekilen de,vlet
tekel fiyatları, maliyet-fiyatının da altına çekildiği için,
ürünün içerdiği değerde, ranta, kara tekabül eden kısmı
köylü, karşılıksız bırakmak durumunda kaldığı gibi, üc
retlere tekabül eden kısmın bir bölümünü de karşılıksız
bırakmaktadır. Köylü ailesi, emeğini istihdam edeceği
başka olanak olmadığı için, üretime devam etmekte ,
ama, bu, tarıma sermaye yatırımını engellemektedir.
Aynksm (istisnai) durumlar doğal ki eksik değildir.
Bunun nedeni, ulusal ölçekte tarımsal emek üretkenli�
nin farklı olmasıdır. Buğday örneklenirse:
1985 FAO verilerine göre dünyada buğday verimlili
ği ortalaması 2.217 kg/hektardır. Aynı verilere göre, ay
nı yıl için Türkiye'de ortalama verimlilik 1 .892 kg/hek
tardır. Verimliliğin en yüksek olduğu il Aydın'da 3.153:
en düşük olduğu il, Sivas'ta 977'dir. Verimlilik, illeır içer·
182
sinde de değişiklik gösterir. Örneğin Adana'da en yük
sek 3.696, en düşük 1 .109'dur.
Diğer tarımsal ürünleıı gibi, buğdayın fiyatı da, ulu
sal ve evrensel (dünya) ortalamaya göre, değeri üzerin
den saptandığında, verimliliği bu ortalamaların altında
kalan alanlarda üretilen buğdaydan çiftçi, ürünün içer
diği -değerin altında bir para alacak, ortalamanın üstün
de verimlilik sağlanan alanlarda ise, aynca farklılık ran
tı da alacaktır.
Devlet tekel fiyatı, ulusal verimlilik ortalamasına gö
re, maliyet-fiyatına eşi�lendiği zaman (maliyet-fiyatı, ürü
ne üretim araçlarından aktarılan değeT ile işçi ücretleri
ni içerir, kar ve rantı içermez) , ulusal ortalamanın altın
da üreten çiftçi, ücretinin de bir bölümünü, karşılıksız
bırakmak durumunda kalır; buna karşılık ulusal ortala
manın . üstünde üreten çiftçi, üretkenliğin arttığı ölçüde,
maliyet-fiyatının üstünde, sermayenin karını, ve gideTek ·
183
nı yükseldikçe, kar oranı artar. Sermayenin, doğrudan
artı-değerden biriktirdiği kısım, sermaye birikimini oluş
turur.
Yineleyelim: Hammadde fiyatlarının düşüklüğü ise,
kar oranını artırır. Tarımsal ürünlerin fiyatları aşağı çe
kilerek, sermaye, kar oranını artırır. Tarımsal ürünler
açısından devlet tekel fiyatlarının aşağı çekilmesi, özel
likle, yoksul, cüce ve küçük köylülüğün "ücret"ine teka
bül eden değerin bir bölümünü ya da tamamını toplu
ma karşılıksız bırakması anlamına gelir. Kendileri birer
kapitalist işletme olmayan köylü tarım işletmelerinde üre
tilen ve karşılıksız bırakılan değeri, sonuçta, sermaye
emerek, kar oranını arttırır. Sermayenin ilkıel birikimi
burad::ı gizlidir.
Kendine yeterli toprağı ve üretim araçları bulunan
ve kendine yeterli büyüklükte üreten küçük köylü aile
si, kapitalist üretim tarzının egemenliği altında, geçimi
ni, ürettiği ürünün kendi büyüklüğüyle sağlayamaz, ürü
nün fiyatına bağımlı hale gelir. Çünkü, üretim ve tüke
tim amacıyla satın aldığı metaların fiyatı ile kendi ürü
nünün fiyatı, onun varlığım sürdürmesinin, yoksullaş
masının ya da zenginleşmesinin belirleyici ,etkeni olur.
Dolayısıyla, ürettiği "fazla" da, ürününün kendi bü
yüklüğüne bağlı olmaktan çıkar, sattığı ve satınaldığı
ürünlerin fiyatları, bu "fazla"mn sınırlarını belirler. Ürü
nün kendi büyüklüğü açısından bir "fazla" üretmiş olsa
bile , ürünün fiyatının değerinin çok altına çekilmesi, onu,
"fazla"yı karşılıksız bırakmak durumunda bırakır.
Gelişmiş ülkelerde, sınai ve tarımsal üretime bir bü
tün olarak bakıldığında, emek üretkenliği arttığı için, bu
"fazla" giderek artar, ve kapitalistin bu "fazla"yı o ölçü
de: daha çok soğurması, burjuva demokratik kurallar içe
risinde de olanaklı olur.
184
Amaüretilen "fazla" azaldıkça , bunun doğrudan üre
ticiden emilmesi, demokratik kurallar yerine, baskı ve
zor kurallarım geçi rmeyi de. gündeme getirir. Hele tüke
teceği kadarını üreten yığınlar kabardıkça, ve onların ge
çim nesneleri ellerinden bir "fazla;, gibi emilmek isten
c,liği zaman, b askı ve zor da yeğinleşir. Ben, ilkel biriltim
eşittir baskı ve zor, diyorum. İlkel birikimin sınırlan ge
nişledikçe, baskı ve zor da artar; demokratikleşme ilkel
birikimin ·sınırlarını daraltır.
Tarımsal ürünle1rin fiyatları, işçi ücretleriyle içten
birbirine bağlı ve bağımlıdır. Birincisinin di.işmesi, ikinci
sinin de düşmesinin nedeni olur. Ya da ürün fiyatlarının
ve ücretlerin düşürülmesinin siyasal koşullan aynıdır:
Em�kçiler ve onların çıkarlarını savunan kurum ve kişi
ler üzerinde baskı ve zor. Bu nedenle de, demokratikleş
menin yazgısı, işçi ve (yoksul, cüce dahil) küçük köylü
lüğün yazgısıyla içiçedir, birbirine içten bağlı ve bağım
lıdır.
Bilim ve Sanat,
Haziran 1987, n• 78
185
24 OCAK KARARLARI VE 1 2 EYLÜLÜN
TARIMSAL ALANA
EKONOMİK, TOPLUMSL YANSIMASI*
1 86
(6) Kırsal Alandan Kente Sermaye Aktarımının Ara
Biçimleri,
(7) Yoksullaşmanın Karşıt Süreçleri,
(8)24 Ocak Kararlan ve 1 2 Eylül Sonrası Uygula·
malar ve Emekçilerin Durumunda Gerileme,
(9) Son Sonuçlar
1 87
İşlenen alan,1950'den 1984;e, % 58 artmıştır.
Toplam çiftçi ailesi sayısı,
1950'de 2.322.391 ,
1968'de 2.737.431 ,
1973'te 3 .794.631 ve
198 1 'de 5 .563.100 olmuştur.
1 950'den 1 984'e işlenen alan %58 arttığı halde, çift
çi ailesi sayısı, 1950-198 1 arasında, % 139,5 artış göster
miştir.
1 950'den 1 984'e, işlenen (ve nadasa bırakılan) alan
% 158, kırsal nüfus 1950'den (15.702.851) 1985'e (23.798.791)
% 15 1 , çiftçi ailesi sayısı ise 1950'den 198 1 'e % 239,5 art
mıştır.
(2) TOPRAKSIZ VE AZ TOPRAKLI ÇİFTÇİ AİLELER
Türkiye'de, 1950'de, 2.322.391 olan çiftçi ailesinin
1 .985.645'i topraklı çiftçi ailesidir, 336.746'sı topraksız
çiftçi ailesidir.
Topraksız Çiftçi Ailesi
1981 'de, toplam 5 .563 . 100 çiftçi ailesinin 3.864.861'i
(%89,l l 'i) topraklı çiftçi ailesi, 983.975'i (% 30,89'u) top
raksız çiftçi ailesidir.
1950'de 1 .985.645 olan topraklı . çiftçi aileleri sayısı
1 981 'de 3 .844.86 1 'e çıkmiştır. Artış oranı, %93,6'dır.
1950'de 336.746 olan topraksız çiftçi aileleri ise 1 981'
de 1 .718.249'a varır. Artış oranı , %410,3'tür.
Toplam çiftçi aileleri içinde, topraksız çiftçi ailelerin
oranı, 1950'de % 14.5 iken, 198l 'de bu oran %30,89'a yük
selmiştir.
Az Topraklı Çiftçi Ailesi
0-50 dekar topraklı aile sayısı, 1 950'de 1 .550.397; 1973'
te 2 .202.898; 198 1 'de 3.017.962'dir.
0-50 topraklı çiftçi aileleri, toplam çiftçi ailelerin
188
1 950'de % 6 1 ,7'sini, 1973'te toplam çiftçi ailelerin % 70,5'
ini, 1 98 l 'de toplam çiftçi ailelerin % 72,26'sını oluştur
m2ktadır.
0-25 dekar topraklı çiftçi ailelerin sayısındaki ar
tış d<'.h2'. önemli. 1 973'te toplam topraklı çiftçi ailesinin
% 45 ,3'ünü ( 1 .415.479) oluştururken, 198 l'de % 57,97'si
ni (2.220.098) oluşturmaktadır.
(3) BÜYÜK, ORTA VE KÜÇÜK İŞLETMELER
1 89
durmaktadır.
Aile sayısı ve oranı ile elde bulundurulan toprak ala
nı ve oranı a.mlınıştır. Ortalama toprak alanı, aynı yılla
ra göre, 1 .357 dekardan 91 1 dekara düşmüştür. Bunun
nedenleri şunlardır:
1 . 1981 Köy Envanter Etüdleri, tapu vergi kayıtla
rından derlenmiştir. Toprak reformu yasaları nedeniyle,
büyük toprakların bir kısmının aynen korunmuş olmak
la birlikte, kayıtlarda aile üyelerine taksim edildiği düşü
nülmelidir.
2. Miras yoluyla bölünmeler, büyük toprakların kü
çülmesinde rol oynamıştır.
3. Tarıma sermaye yatırımının olanakları (ayrıksı
durumlar dışında) bulunmadığı ve kırsal alanda biriken
sermaye sürekli kentsel alana çekildiği için, toprak top
laşmasının koşulları gelişmemektedir.
Piramit tepesinden erimekte ve tapana yığılmakta
dır. Büyük topraklı, orta büyüklükte topraklı, küçük
topraklı işletmelerin sayıları azalmakta, cüce toprak iş
letmeler tabanının eteğine yığılarak çoğalmakta ve çev
resinde büyüyen topraksız çiftçi ailelerin halesi genişle
mektedir.
Cüceleşme ve yoksullaşma, kırsal alanın kendi içer
sinde, büyük, orta ve küçük işletmelerin bunları soğur
masından değil, sanayi sermayesinin kırsal alanı bir bü ..
190
larda ve sınırlı ölçüde girmiş olmasıdır.
Topraksız çiftçi ai leleri , son sekiz yılda, (1973-1981)
bir katından fazla (889.094 aile) artmış ; 0-25 dekar top
raklı çiftçi ailesi üçte bir oranında (804:619) aile artmıştır.
198 1 KEE'ne göre 35.074 köyde yapılan anket sonuç
tadır.
maktadır.
191
göçmüştür. Ekonomik nedenle köyden geçici ola.rak
a) 1 60.047 .a.ile (664 .3 19 kişi) yurtdışına,
b) 249 .61 9 aile (1 .382.917 kişi) yurtiçine
ayrılmıştır. (KEE, 198 1 , 67 il toplamı.)
Köyde toprağı olup köy dışına yerleşen aile sayısı
509.020'dir. 0-25 dekar topraklı ailelerin 356.189'u (%
1 6,04'ü), 26-50 dekar topraklı ailelerin 8 1 .084'ü (% 10,16'
sı) köy dışında yerleşmiştir.
Bunun iki anlamı vardır: biri , geçimini cüce topra
ğından sağlayamadığı için, köyden ayrılmış olmasıdır.
İkincisi, yerleştikleri kentte, gerekli geçimlerinin bir bö
lümünü köydeki topraklarından sağlamış olacakları için,
çalıştıkları işyerk.'rinde (örneğin Çukurova'da, fabrika
larda) gerekli emek ücretinin sınırının aşağı çekilmesinin
maddi nedeni olmakta, bir başka deyişle, sanayi serma
yesi, bu topraktan sağlanan geliri, ücreti düşük tutarak,
b.rşılıksız emmektedir.
Son beş yılc1a köyden göç eden ailelerin en çok oldu-
ğu üç il :
Sivas : 6.1 1 5 aile,
(Topraksız aile: 23.640, 0•25 topraklı : 22.702)
Erzurum: 3.982 aile,
(Toprnksız aile : 48.533, 0-25 topraklı: 20.454)
Niğde: 3.328 aile,
(Topraksız aile: 1 3 .655, 0-25 topraklı: 22.4 1 1 )
Ekonomik nedenlerle yurtdışına giden ailelerin en
çok olduğu üç il:
Zonguldak: 9.241 aile,
(Topraksız aile: 7 .818, 0-25 topraklı: 6.664)
Ordu: 7.851 aile,
(Topraksız aile: 1 .449, 0-25 topraklı: 996.376)
.Ankara: 6.872 aile,
(Topraksız zdle: 23.935, 0-25 topraklı: 466.86 1 )
192
Ekonomik nedenlerle yurtiçine geçici olarak . �den
ailelerin en çok . olduğu üç il:
Zonguldak: 38.356
Uşak: 1 5.856, . .
Erzurum: 1 3.604
Anlaşılacağı gibi, göçün esas nedeni, yoksullaşmadır.
Yurtiçinden köye geçici olarak gelen ailelerin en çok
olduğu üç il:
Adana : 1 1 .957 aile, 53 .338 kişi
İçel : 5.848 aile, 24.924 kişi
K. Maraş : 3.819 aile, 21 .350 kişidir.
Bu rakamlar, mevsimlik tarım işçilerini ifade etme
si bakımından önem taşır.
Kentler işsiz yığınlarının üstüste toplaştığı alanlara
dönüşmüştür. Kırsal alan, artan emek-gücünü istihdam
olanağına sahip değildir. Kırsal alanda biriken işgücü
kente. itilmekte, kent bunu soğuramamakta, kanallarl tı-
·
kamaktadır .
Kapitalizmin, belirli bir dönem, toplumsal gelişme
nin, bir biçimi olduğu bilinir. Kırsal alanda yoksullaştır
dığı doğrudan üreticileri, özgür emek-gücü satıcılarına
dönüştürmekle birlikte. onlara istihdam olanağı sağlaya
bildiği sürece, kapitalizm, toplumsal gelişmenin bir bi
çimi, ama yoksullaştırdığı oranda istihdam edemediği .za
m an, toplumsal gelişmenin ayakbağı olmaya başlar.
} 93
tilen değer, (1968 yılı faktör fiyatlarıyla} tarımda 5.434,37
tl, sanayide 28.725,08 tl'dir. Nedenleri:
1) Fiyat farkı nedeniyle: Tarımsal ürünler değer
leri altında, sanayi ürünleri tekel fiyatlarıyla, yani de
ğerlerinin üstünde satıldığı için.
2) Emek üretkenliği farkı nedeniyle: Tarımsal emek
üretkenliği, sanayiye göre daha düşük olduğu için. Bir
başka deyişle, �ermayenin organik bileşimi, (değişmeyen
sermayenin değişen-sermayeye oranı) sanayide, ulusal or
talamanın üstünde, tarımda ulusal ortalamanın altında
olduğu için. .
3) İşletme ve sermaye büyüklüğü farkı nedeniyle:
Tarımda işletme birimleri (toprak mülkiyeti) giderek par
çalanır küçülürken, sanayi sermayesi, niteliği gereği top
laşmakta ve yoğunlaşmaktadır. Parçalı ve cüce işletme,
gizli işsizliğin sınırlarını genişlettiği ve üretim araçların
da atıl kapasite oranını yükselttiği için.
Sermaye, tarıma, ancak, ortalama kan alabileceği
zaman girer. Tarımdan, sermayenin ortalama kan alma
sı deme:k, ürünün fiyatının, maliyet fiyatını (üretim araç-·
ları ve işçi ücretlerini), kiraladığı toprağın rantını, ser
mayes� oranında sanayi sermayesinin kanna eşit bir ka
rı almasına elverişli olması demektir.
Oysa, 1980'den sonra tarımsal . ürünlere uygulanan
fiyatlar, ürünün de.ğerinde içerilen rant kısmını, serma
yenin kar kısmını ve giderek ücretin . önemli bir bölü
münü, karşılıksız bırakmaya zorlamaktadır. Bu, sanayi
sermayesinin kar oranını yükseltmekte, ama tarıma se:r
maye yatırımını güçleştirmektedir.
Buna karşın, küçük köylü, emek-gücünü istihdam
edeceği başka araçtan yoksun olduğu için, toprağını iş·
lemeye devam etmektedir. Küçük toprak mülkiyetinin
ağır bastığı dünyanın her yerinde ve tarihte, bu, böyle
194
olmuştur. Ama tanına sermaye yatırmaya gelindiğinde,
sermaye sahibi, ürünün belirlenen fiyatında, rantı, karı
ve ücretlerin tamamını gerçekleştiremeyeceğini gördüğü
zaman, tarıma S:ermaye yatırmayacaktır. "
Ancak, toprak sahibi, toprağının rantından vazgeçe
rek, bir kapitalist olarak, toprağına sermaye yatırabilir.
Ne zaman? Tarımsal ürünlerin fiyatı, (rantı değilse de)
maliyetini ve sermayenin karını içerdiği zaman.
Tarımsal ürünlerin fiyatı, buna elvermediği bir dü
zeyde olduğu zaman da, tarıma sermaye yatırılmasinın
ayrıksın (istisnai) koşullan olduğunu belirtmek gerekir.
Çünkü, tarımsal emek üretkenliği, ülk<:roizde son derece
farklıdır.
Tarımsal emek üretkenliği açısından, buğdayı 'örnek
leyelim:
1985'te, dünyada, buğday verimliliği ortalaması,
2.217'dir. Yani 1 hektar buğdaydan, ortalama olarak,
2.2 1 7 kg buğday alınmaktadır. Tüm gelişmiş ülkelerin
verimlilik ortalaması 2.343, tüm gelişmekte olan ülkeleı
rin verimlilik ortalaması 2.0Sl 'dir. Kıtalara göre ortala
ma verimlilik, Afrika'da 1 .192, Kuzey Amerika'da 2.312,
Avrupa'da 4.341 , Asya'da 2.135'tir.
Türkiye'de 1985 yılı buğday verimliliği, 1 .892'dir. Tür
kiye' de buğday verimliliği en yüksek 5 il, Aydın,
Tekirdağ, Hatay, Sakary2, Adana'dır. Aydın'da 3. 153,
Adana'da 2 .826'dır. Verimliliği en düşük 5 il: Sivas, Bin
göl, Ordu, Erzincan ve Erzurum'dur. Sivas'ta 977, Erzu
rum'da 1 . 140'tır.
En çok buğday üreten iller de, sırasıyla. Konya'da
en yüksek verimlilik 2.403, en düşük verimlilik 1 .497; An
kara'da, en yüksek 2.344, en düşük 1 .201 ; Adana'da en
yüksek 3.696, en düşük 1 .109; Yozgat'ta en yüksek 3.512,
en düşük 1 .109'dur.
1 95
Tarımsal ürünün fiyatı, iç pazar açısından, ulusal
ortalama verimliliğe göre, dış pazar açısından ulusal ve
evrensel (dünya) verimlilik ortalamasına göre saptana
caktır. Bu fiyat, ortalama değerine eşit olabilir� ortalama
değerinin altında olabilir. Bu ayn bir konu. Ama, iç pa
zar koşullarına göre belirlenen fiyat, uluıml veırimlilik
ortalamasına göre olacağı için, .hektardan 977 kg alan
çiftçi de, 3 .696 kg alan çiftçi de, buğdayını aynı fiyata
satacaktır.
Maliyet hesaplarına yansıyan farklılıkları (gübre,
ilaç, su ve benzeri girdilerin farklılığını dışlıyor ve ko
numuzu yalınlaştırmak için, verimliliğin temeHni, doğal
koşulların oluşturduğunu kabul ediyoruz) dışlayarak söy
lersek, Türkiye ortalamasına göre 1 .892 kg verimliUk, ma
liyet fiyatını (üretim araçları ve ücretler) içe['diği zaman,
977 kg üreten çiftçi, bu fiyattan ücretini alamayacak. Bu
na karşılık, 3.696 kg üreten çiftçi, bu fiyattan, maliyet
fiyatmdan ayrı olarak, rantını ve sermayesinin karını ala
caktır. Tarımsal emek üretkenliğinin yüksek olduğu ye·r
lerde, toprak sahibinin kendi toprağına sermaye yatır
masının koşulları da doğmuş olur. Buğday verimliliğinin
en yüksek olduğu A.ydın'da, Tekirdağ'da., Hatay'da, Sa
karya'da,_Adana'da ve bunun gibi, pamuk ve benzeri ürün
lerin ve!rimliliğinin · yüksek olduğu yörelerde, toprak sa
hibinin, bir kapitalist çiftçi olarak, toprağına sermaye
yatırmasının koşullarının doğmuş olduğu da anlaşılır.
Ama, öteki yöreler ve küçük işletmeler için, serma
yenin tarıma girmesi, olanaksız gözükmektedir.
Cüce mülkiyet, çiftçi ailelerin uzun süren acılı yok
sullaşmasının nedenidir, aynı zamanda, toplumsal geliş
menin, kangren olmuş öğelerini oluşturur. Çünkü, çift
çi ailesi emeğini · tam istihdam olanağına sahip değildir
ve kırsal alanda gizli işsizliğin devasa boyutlara varmış
196
olmasının belirleyici nedeni buradadır;
Toprağın dağınık ve küçük parçalı olması verimli
liği arürmanın engelini oluşturduğu gibi modern tarım
araçl arının tam kapasiteyle çalıştırılamamasının nedeni
dir. Bunu traktörle örneklemek isterim.
Ülkemizde, traktör sayısı, 1 950'de 16.585; 1975'te
243.006; 1 980'de 436.367; 1 9S4'te 556.781 'dir. DİE istatis
tiklerinde, 1975'e kadar traktörle- işlenen alari verilmiş
ve sonra bundan vazgeçilmiştir. Çünkü, 1 traktör için
62 hektar alan yani 620 dönüm hesap edilmiş, 245 bin
traktörle, toplam alanın % 6 1 'inin traktörle işlendiği be
lirtilmiştir. 1975'te karasaban ve pulluk sayısı (1.38 1 .1 42
artı 1 .022 .078) 2.403 .220'dir. İşlenen toplam alanın %
39'unun karasaban ve pullukla işlendiği belirtilmektedir.
1 984'te traktör sayısı 556.781'e çıkmış, karasahan ve
pulluk sayısı 1 .474.326'ya düşmüştür.
1 974 ölçütleriyle, 1984'te mevcut 556.781 traktörle,
34.5 milyon hektar ve 1 .474.326 karasaban ve pullukla
9.6 milyon hektar alan olmak üzere, toplam 44.1 milyori
hektar alan işlenmesi gerekirdi. Oysa 1 984'te işlenen tüm
alan toplamı, 23,2 milyon hektardır.
1984'te, (1 karasaban ve pulluk ortalaması olarak 40
dekar alanın işlendiği hesabıyla) , S ,9 bin hektar alan ka
rasaban veı pullukla işlenmekte, 556 bin traktör için iş
lenen alan olarak 1 7,3 bin hektar kalmaktadır. Bir trak
töre düşen alan 3 1 hektar, ya da 3 1 O dönümdür. Bunun
bir baŞka anlamı, bugün çiftçi ailesinin tek tek traktö
re gereksinmesi olmakla birlikte, mervcut traktör, tüm
tarımsal alandan daha fazlasını işleyecek kapasitededir.
Ama parçalı mülkiyet, atıl kapasiteye neden olmak ta bir ,
1 97
gelişmenin ayakbağını oluşturmaktadır.
(6) KIRSAL ALANDAN KENTE SERMAYE AKTARIMININ
ARA BİÇİMLERİ
198
olarak varlığını sürdürmekte olmasından kaynaklanmak
tadır .
İngiltere'de, yapağı, önemli bir ticari konu olduğu
zaman, toprak lordları, topraklarından; ·bu toprağı tasar·
ruf hakkına sahip çiftçi aileleri zorla söküp atarak, bu
raları, koyun sürülerinin otladığı gıeı:iiş alanlara dönüş
türdüler. Buğday üretimi önem kazandığında, bu toprak-
. lar, yeniden küçük çiftçi işletmelere dönüştürüldü .
199
Bunun yanısıra, kırsal alanda yoksullaşmanın, Tür
kiye' deki karşıt süreçleıi gözden uzak tutulmamalı. Bu
karşıt süreçleri şöyle sıralamak olanaklı:
1) Ekime yeni toprak alanlarının açılması. Daha yu
karda da belirtildiği gibi, 1950'de eıkime açılmış 14,5 mil
yon hektar toprak va:rken, bu alan, 1980'de 24,5 milyon
hektara çıkarılmıştır. Yoksullaşmayı erteleyen ekime ye
ni toprakların açılmasının sınırlarının, bugün önemli öl·
çüde daralmakta olduğu düşünülmeli.
, 2) Verimliliği artıran etkenler. Bunlar makfneli ta ·
201
4. İşsizlik arttı.
Rakamsal verilerle anlatmak gerekirse:
Tarımın payı, 1 979'da %24,33 iken , 1 985'te 20� 1 1 'e
düştü. Maş ve ücretlerin payı, 1979'da % 32,79 iken, 1985'te.
1 9,SO'ye düştü, buna karşılık faiz, kira ve rantların payı,
1979'da % 42,88 iken, 1985'te %58,40'a yükseldi.
Bunu başka rakamlarla da açıklamak olanaklı:
1 kg buğdayın fiyatı, 1975'te 3.00 liradır. 1980'de
10.25 liraya, 1 985'te 60.00 liraya ve 1 986'da 82,54 liraya
yükselmiştir.
Bir başka yöntem izleyerek, rakamsal yükselişin
gerçekte bir düşüşü ifade ettiğini açıklamaya çalışalım.
)..ynı yılların sonu döviz kurlarına göre, 1 kg buğ
dayın Türk lirası karşılığı : 1 975'te 0,20 dolar, ya da 0,50
marktır, 1 986'da 0,10 dolar, ya da 0,2 1 marktır.
·Buğday fiyatı, onbir yıl içersinde, 3 liradan 84,54 li
raya yükselmiş, ama aynı yıllara göre, 0,20 dolardan,
0,10 dolara, ya da 0,50 marktan 0,21 maı:-ka düşmüştür.
İşçi ücretleri: Sigortalıların ortalama günlük ücret
leri 1 977'de 1 46,53 lirc:ı.dır. 1 980'de 426,96 liraya, 1984'te
1 .3C17 liraya yükselmiştir.
Aynı yıllarin yıl sonu döviz kurlarına göre ise, orta
lama günlük ücretlerin Türk lirası karşılığı: 1 977'de 7,61
dolardan 1 980'de 4,78 dolara ve 1 984'te ise 2,95 dolara,
ya da 1 977'de 17,04 marktan 1 980'de 9,47 marka ve 1984'
te ise 7,34 marka düşmüştür.
Tarımsal ürünlerin gerçek fiyatlarındaki düşüşü bir
başka açıdan açıklamak da olanaklı.
Köylü, 1 litre, motorin almak için 1979'da 1 ,79 kg
buğday satıyordu, 1 985'te 2,92 kg buğday satmak duru
munda kaldı. 1 litre motorini, 1979'da 6.32 kg pancar pa
rasıyla alırken, 1 985'te 1 4,2 1 kg pancar parasıyla alabil
di. 1 kg gübre için , 1979'da 0,45 kg buğday satarken, 1985'
202
r
te 1 ,70 kg buğday sattı ve 1 kg tarım ilacı için, 1979'da
3.37 kg buğday satarken, 1985'te. 17,63 kg buğday satma-
'
sı gerekti.
Tarımsal ürünlerin, hammadde olarak ve işçinin ge
rekli geçim nesneleri olarak, fiyatı düştüğü ölçüde, ser
mayenin kar oranı artar. Bu, bilinen bir ekonomi yasası.
Bu nedenle sermaye sınıfı, kar oranını yükseltmek için,
işçi ücretlerini ve tarımsal ürünlerin fiyatlarını düşür
meyi amaçlar. Yani köylülüğün (küçük üreticiliğin) ikti
sadi çıkarları, işçi sınıfının ve tüm emekçilerin çıkarla
rıyla içten birbirine bağlı ve bağımlıdır.
�
203
. tegorilere ayırmak, açıklama yönünden, olanaklı hale
gelir:
Ürünü, üretim araçlarından ürüne aktarılan değe
ri, .emeğinin değerini, küçük bir sermayesi olduğu için .
sermayesinin k arını ve top rağının rantını içerir.
15 y ıla yakın bir zamandan beri , tarımsal ürünlerin
fiyatı devlet tarafından, tekel fiyatı olarak belirlenmek
tedir.
Devlet teke.} fiyatı, ürünün tüm değerine eşit olabile
ceği gibi, bunun altına da çekilebilir. Altına çekiİ dikçe,
sırasıyla, küçük köylü, ürünün içerdiği ranta tekabül eden
değerin karşılığını almayabilir, bunu topluma karşılık
sız bıra kır. ·Bu fiyat daha aşağı çekildiğinde, sermaye'S i
nin karına tekabül eden değerikarşılıksız bırakacak; da
ha da aşağıya çekildiğinde emeğinin ücretine tekabül
ed en kısmından bir r
bölümünün değerini ka şılı ksız bıra
kacaktır.
Topluma karşılıksız bırakmak durumunda bwunduğ]-1
kısım, a
kapitalist toplumd , sermayenin kar oranını artı
ran bir etken olarak, sermaye tarafından emilir. Bu, se.r
maye birikiminin değH, sermayenin ilkel birikiminin giz
li türüdür.
Köylülüğün karşılıksız olarak bırakmak zorunda bı
rakıldığı değer, (hammadde fiyatları düştüğü ölçüde, ser
mayenin kar oranı yükseldiği için; ücretlilerin gerekli ge
çim nesnelerinin gideri düştüğü ölçüde, sermayenin kar
oranı yükseldiği için,) sonuçta, s erm aye tarafından kar
şılığı ödenmeden maledinilmiş olur.
Köylülük, devlet tekel fiyatlarının, ürünün değerine
doğru yük se ltilme sinde, bugün demokratik olanağa sa
hip değildir. 1 2 Eylül'den önce, sola açık partilerin bu
lunduğu bir siyasal ortamda, bu ekonomik talebini, de
mokratik bir yöntem olan genel oy ile: dile getirebilirken,
204
ve bunu siyasal partiler üzerindeı bir baskı olarak uygula
ma olanağına sahipken, 12 Eylül ile, bu olanak askıya
. alınmış, daha sonra, sola kapalı partileşme, köylülüğün
bu demokratik olanağım tam olarak kendisine sağlama
mıştır. Köylülüğün bir başka ekonomik savaşı:qıı aracı, de
mokratik köy kooperatifleridir. Bunu, daha Önce bildiri
sunan arkadaşlarımız, yeteri ölçüde açıkladılar.
205
isteyenlecr:, baskıyı o ölçüde artırdılar. Gelişmiş ülkeler
ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki farklılıklardan biri
ve başlıcası bu noktada kendini gösterir. Emek üretken
liğindeki artış nedeniyle, birinde, emekçi kendi tüketti
ğinden fazlasını ve giderek artan bir fazlayı üretir ve bu
fazla, ne denli artarsa, bunun, sermaye tarafından emil
mesi, burjuva demokratik kurallar içersinde de olanaklı
hale gelir. Ama üretilen "fazla" azaldıkça, demokratik
kuralların yerini baskı ve zor kuralları almaya başlar.
Hele, tüketeceği kadarını ancak üreten yığınların sayısı
kabardıkça ve onların geçim nesneleri, ellerinden, bir
"fazla'' gibi emilmek istendiği zaman, baskı ve zor da
yeğinleşir. Bu ned.nle, ilkel birikimin sınırları ve oylu
mu genişledikçe, baskı ve zor da artar. ülkenin bugün
demokratikleşmesinin temelindeki engel, kırsal alandaki
yığınsal yöksullaş�a ve buna bağlı olarak emek üret
kenliğinin düşmesidir. Şu formül bugün birçok gerçeği
açıklar; ilkel birikim eşittir baskı ve zor.
Şunu eklemek gerekir: kapitalizmin gelişme1si, ülke
de xaratılan ve ,biriktirilen değerin, yeniden üretime! ya
tırılmasına, yani yeniden üretimin �nişlemesi için, ül
ke içinde yatırılmasına bağlıdır. Oysa, ülke içinde yara·
tılan ve biriktirilen değer, çeşitli kanallarla olduğu gibi,
borç faizleri olarak da; ülke dışına akmaktadır. Tek bir
örnekle yetineyim: 1986'da, IMF dahil dış borçlar, 28. 1 89
milyon dolara yükselmiştir. Gene 1 986 yılı için borç faiz
ödemesi , 1 .850 milyon dolardır. Türkiye'nin 1 986'da yıl
lık toplam buğday üretimi 17 milyon ton, 1 kg fiyatı
82.54 lira, aynı yıl sonu kuru itibariyle, 1 ton buğdayın
değeri 109,2 dolardır. 17 milyon ton buğdayın değeri 1 .853
milyon dolar, aynı yıl ödenecek dış borç faizi 1 .850 mil
yon dolardır. Bir yıllık üretilıen buğdayın dolar olarak de
ğeri, bir yıllık borç faizine eşittir. Bir başka deyişle,
206
ülke kan kaybetmektedir. Sistemin kendisi, gelişmenin
engeli haline gelmiş , sistem, bu nedenle emekçi yığın·
lar üzerinde baskı ve' zoru alternatifsizleştirmiştir. Emek
çilerin gelirini cfabildiğince aşağı çekmek ve bunu ger
leştirebilmek için de emekçiler vıe onların siyasal savu
nucdarı üzerinde baskıyı artırmak, sistemin kendisi içer·
$İnde:ki tek alternatif/seçenek haline ge�Imiştir.
SC'ygıyla.
lHülkiyelller Birliği Dergisi,
Ağustos 1987, sayı : 88
KAYNAKLAR
207
ONUR YAYINLARI
Kurucusu: İlhan Erdost
İlhanilhan Kitabevi
Bayındır Sokak 23/6
Yenişehir - Ankara