You are on page 1of 255

M İLLÎ EĞ İTİM B A K A N LIĞ I Y A Y IN L A R I: 981

B İL İM V E K Ü L T Ü R E SE R L E R İ D İZİS İ : 230
B a tı K lâ s ik le r i: 3 6

Kitabın adı
İT A L Y A
SE Y A H A Tİ
H
Yayın kodu
9 0 .34 .Y .0002.418
ISB N 975.11.0037.2 (T k . N o)
ISB N 975.1 1 .0 0 3 9 .9 (2. C ilt)
Baskı yılı
1990
Baskı adedi
5 .0 00
Dizgi, baskı, cilt
M İL LÎ E Ğ İTİM B A SIM E V İ

Yayımlar Dairesi Başkanlığının


9.10.1990 tarih ve 8306 saydı yazıları ile
üçüncü defa 5.000 adet basılmıştır.
Batı Klasikleri

İTALYA
SEYAHATİ
II
Goethe

Ç eviren
SE N İH A BEDRİ G Ö K N İL

İstanbul 1990
İtalya Seyahati II. kısım

Napoli 1787

V elletri, 22 Şubat.

Güzel bir havada buraya vardık. Hava evvelki


gün bozmaya başlamıştı, güzel günleri karanlık gün­
ler takibetti. Fakat bazı alâmetler havamn tekrar
iyiye döneceğine işaret ediyordu ve nitekim öyle de
old u ... Bulutlar gitgide seyrekleştiler, gökte yer yer
mavi lekeler belirdi, nihayet güneş açtı ve yolumuzu
aydınlatmaya başladı. G enzeno’da Prens Chigi’nin
parlanın önünde biraz kaldıktan sonra A lbano’ya
geldik. Bu bahçe prensin malı fakat kendisi buraya
hiç baktırmıyor, bu sebepten de kimsenin girip
içerisini görmesini istemiyor. İçerisi tam bir vahşi
orman halinde; ağaçlar, çalılar, otlar, sarmaşıklar
alabildiğine büyüyor, kuruyor, devriliyor ve çürüyor­
lar. Prens bu halden son derece memnun. Parkın
methali tasvir edilem iyecek kadar güzel. Vâdi tarafı
yüksek bir duvarla çevrili. Kapının parmaklıkları
arasından içerisini görm ek mümkün. Şato, gittikçe
yükselen arazinin tepesinde. Hakikî bir sanatkârın
eline düşecek olursa bu manzaradan şaheser bir tablo
meydana gelebilir.
Tasvirlerime anık devam etm iyeceğım . Yalnız
şu kadar söyliyeyim ki yüksekierden, Sezza dağlarını,
6 İTALYA SEYAHATİ D.

Pontinia bataklıklarım, denizi ve adalan(') seyrettik.


Tam biz yukardayken geçici bir yağmur bataklıklar
üzerinden denize doğru kaydı, biıbirini süratle taki-
beden gölge ve ışık lekeleri, ıssız araziyi canlandırdı­
lar. Arazi üzerindeki serpili, güçlükle seçilebilen tek
tük kulübelerin bacalarından yükselen duman sütun­
larının güneş ışığı altonda parıldayışları pek hoştu.

Velletri volkanik bir tepe üzerine kurulmuş. Bu


tepe yalnız kuzey tarafında dağlara bağlanıyor, geri
kalan diğer üç tarafı açık ve üç cihetten de ferah
manzaralar önümüze seriliyor.
Şövalye Borgia’nın(123
) hususi odasını gördük. Bu
zat kardinalle olan akrabalığı ve propaganda(’) ile
olan münasebetleri sayesinde birçok kıymetli antika
ve dikkate değer şeyler topkyabilmiş. Sert taşlardan
yontulmuş Mısır putlan, eski ve yeni devirlere ait
küçük madenî figürler, civarda bulunmuş tuğla relief-
ler; insanın, bunları gördükten sonra, Volskiar’ın(4)
kendilerine mahsus bir üslûpları olduğuna kanaat
getireceği geliyor. Başka çeşitli nâdir şeylerden de bu

(1 ) Potin adalan.
(2 ) Cam ille B orgia, M alta şövalyesi, Cardinal E tienne Borgianın
kardeşi. A slen V elletri’li.
(3 ) Hıristiyanlığı yaymak için kurulmuş (C ongregatıo d e P ropo-
ganda fid e) teşkilâtı.
(4 ) V d sk la r: eski b ir İtalya kavm i. Lathım’un cenubunda yerleş­
miş olan bu kavım , m . e . İÜ . asırda R om alıların hakim iyeti
altına girm işti.
İTALYA SEYAHATİ II 7

müzede bir iki parça mevcut. Bilhassa, Çin işi iki yazı
takımı kutusu dikkatimi çekti; birinin parçalan üze­
rinde ipekböceği yetiştirilişi, diğerininkinde pirinç
ekimi tasvir ediliyor; bu sahneler oldukça etraflı ve
sâfça işlenmiş. Gerek kutular gerekse mahfazalan
son derece zarif ve benim evvelce bahsetmiş olduğum
propaganda kütüphanesindeki kitapla boy ölçüşele-
bilecek mahiyette.

B öyle bir hazînenin, Rom a’nın bu kadar yakı­


nında bulunmasına rağmen, daha sık ziyaret edilm e­
mesi, doğrusu affedilm ez bir hattâ, mamafih, burala­
ra bir gezinti yapmanın güçlükleri ve Romanın sihirli
çevresinin kudreti, bir mazeret olarak gösterilebilir.
Otelim eze dönerken kapılarının önünde oturan bir­
kaç kadın, arkamızdan haykırarak, antika satın
almak arzusunda olup olmadığımızı sordu. Biz buna
hemen, memnuniyetle arzu gösterir gösterm ez, ka­
dınlar, içleri ateş maşaları ve bir sürü başka köhne
alet edevat dolu eski kazanları önümüze süıekiediler.
Bizi aldattıkları için gülmekten katılıyorlardı. Buna
hiddetlendiğimizi gören kılavuzumuz işi hemen tatlı­
ya bağlandı, bunun burada âlet olduğunu ve her
yabancının başından geçtiğini anlatarak bizi teskin
etti.
Bu satırları çok berbat bir otelde yazıyorum ve
devam etmek için kendimde ne hal ne de kuvvet
hissediyorum. O hakle geceniz hayırlı olsun.
Fondi, 23 Şubat 1787
8 İTALYA SEYAHATİ II.

Daha sabahın üçünde yola çıktık. Gün ağınrken


Pontinia, bataklıklarına varmıştık. Bunların manza­
rası Rom ada anlattıkları gibi çirkin değil, mamafih
tasarlanan kurutma projesi gibi büyük ve şumullü bir
plân hakkında böyle yol üzeri hüküm vermek müm­
kün değil. Fakat bana öyle geliyor ki Papanın emri
üzerine başlanan bu çalışmalar, istenilen gayeye hiç
olmazsa kısmen varabilecekler. Kuzeyden güneye
doğru hafif bir meyille inen geniş bir vâdi tasavvur
edilsin, öyle ki doğruda dağlara nispetle çok daha
alçak, batı tarafındaysa deniz nispetle çok yüksek.
Eski A ppia yolu boylu boyunca dümdüz. Y eni­
den tamir edilmiş. Esas kanal dağ tarafında, su
burada sakince akıyor. B öylece sağ taraftaki, denize
doğru olan arazi kurutulmuş ve ekim e müsait, bir
hale getirilmiş. Fazlaca derinde kalan birkaç parça
müstesna, her taraf alabildiğine ekili, veya ekimi
üzerine alacak köylü bulunduğu takdirde ekilm eye
müsait bir halde.

Dağ tarafının, yani sol tarafın yarar bir hale


getirilmesiyse daha müşkül. Vakaa yolun altından
geçirilen birçok yan kanal vasıtasiyle sular esas
kanala boşaltılıyor, fakat bu tarafta arazi dağlara
doğru düştüğü için sulann hücumundan bir türlü
kurtulamıyor. Rivayete göre dağlardan ikinci bir esas
kanal geçirmek tasarlamyormuş. Geniş sahalar, bil­
hassa Terracina civarı söğüt ve kavak ağaçlariyle
dolu.
İTALYA SEYAHATİ II. 9

Posta istasyonlarından biri uzunca kamışlardan


yapılmış bir kulübe. Tischbein buranın resmini çizdi
ve buna mükâfat kendisine, ancak onun tadım
çıkarabileceği bir manzara nasiboldu. Bağından kur­
tulmuş bir beyaz at, serbestliğin sevinci içinde arazi
üzerinde oradan oraya koşuyordu; beyaz hayvan
kahverengi toprak üzerinde bir ışık şuaı gibi patlıyor­
du. Bu nefis manzara, Tischbein’in hayranlığı da üste
gelince büsbütün mâna ve ehemmiyet kazandı.
Eskiden, M eza’nın bulunduğu yere Papa, arazi­
nin merkezini belirten büyük ve güzel bir bina
yaptırmış. Bu binanın görünüşü projenin tekmili
hakkında ümit ve emniyet veriyor. B öyle güzel vakit
geçirerek yolumuzda ilerliyoruz ve bize, bu yolda
uyumamamız için yapılan ikazları hatırdan çıkarma­
maya çalışıyoruz. Sahiden de daha bu mevsimde
yerden hayli yükselen mavi bir sis tehlikeli bir hava
tabakasını hatırlatıyor^). Terracina kayahkian da o
nispette hoşumuza gitti. Tam bunlan seyredip oyala­
nırken birdenbire deniz görünüverdi. Biraz sonra,
şehrin üzerine kurulmuş olduğu dağın öte tarafı yeni
bir nebat temaşasını önümüze serdi. San-yeşil nar
ağaçlan ve uçuk yeşil zeytinler altondaki, gri-yeşil
mersinler arasından, frenk incirlerinin iri ve yağlı
yaprak demetleri fişkınyor. Y olda şimdiye kadar
görm ediğim iz daha başka çiçekler ve fidanlar da
görüyoruz. Çim enler arasında nerkis ve zerrinler

(1 ) Eskiden sıtm anın b öyle hava tabakalarından geldiğine inanılır­


d ı.
10 İTALYA SEYAHATİ D.

yetişiyor. D eniz bir müddet yolun sağında kalıyor;


fakat sol tarafta kalker kayaları yolun yakınında
devam ediyor. Apenin’lerin devamı olan bu kayalar
Tîvoli’den başlıyarak denize kadar devam ediyorlar,
fakat bunlan denizden ön ce Rom a Kampanyası,
sonra da Fraskati, Albani ve Velletri volkanlariyle,
Pontinya bataklıkları ayırıyor. Bu bataklıkiarın niha­
yetinde bulunan ve Teracina’mn başlangıcı olan
M onte O rcello da sıra sıra kireçtaşı kayalanndap
ibaret. D enizi arkamızda bıraktık ve Fondi ovasına
geldik. Bu iyi işlenmiş ve verimli küçük saha, pek
sarp olmıyan dağlarla çevrili. Burayı sevimli bulma­
maya imkân yok. Portakalların büyük bir kısmı daha
hâlâ ağaçlarda sallanıyor, ekin henüz yeşil ve sadece
buğdaydan ibaret. Tarlalar zeytin ağaçlariyle dolu.
Şehir biraz daha geride. Bir palmiye kendini gösterdi
ve tarafımızdan selâmlandı. Bu akşamlık bu kadar,
böyle çalakalem yazdığım için kusura bakmayın!
Yazmalıyım, düşünmeden yazmalıyım, sırf bir kete
yazmış olmak için. Yazacak pek çok şeyim var ve
yerim çok rahatsız, fakat içim de bunlan kâğıda
dökm ek arzusu son derece kuvvetli. G ece basarken
buraya geldik. Artık istirahata çekilmenin tam zama­
nı.
St. Agatha, 24 Şubat
Güzel bir günün havadislerini soğuk bir odada
yazıyorum. Fondi’den çıkarken daha henüz gün
ağanyordu, yolun iki yanındaki duvarlardan sarkan
portakallar bizi selâmlıyorlardı. Ağaçlar alabildiğine
meyva yüklü. Yukan kısımlardaki taze yapraklar
İTALYA SEYAHATİ II. 11

sarımsı, aşağı kısımlardakilerse yemyeşil.


M ignon’nun(') buraların hasretini çekm eye ne kadar
da hakkı varmış.
Sonra muntazam ekili buğday tarlaları arasından
yolumuza devam ettik, arada müsait olan yerlere
zeytin dikmişler. Rüzgâr yapraklan harekete getiri­
yor, gümüş renkli alt satıhlanm meydana çıkanyor,
dallan hafifçe eğiyor. Sabah hava kapalıydı, fakat
şiddetli esen kuzey rüzgân, bulutlan biraz sonra
tamamen silip süpüreceğini vaadediyoıdu.

Y o l sonra, taşlı, fakat iyi ekilmiş tarlalar içinden


vâdiye doğru devam etti. Ekin henüz yemyeşil.
Birkaç yerde, taş döşeli ve etraflan alçak duvarlarla
çevrili, büyücek yuvarlak meydanlara rasladık; ekini,
demet halinde evlerine götürmeden hemen buralarda
harman ediyorlar. Sonradan vâdi daraldı, yolumuz
yokuşlaşmaya başladı. İki yanımız da çıplak kalker
kayalariyle çevrildi. Fırtına süratle arkamızdan geli­
yordu, nihayet yavaş eriyen bulgurlama kar taneleri
düşmeye başladı.
Rasladığımız birkaç antik binanın kafes örgülü
duvarları bizi hayrete düşürdü. Yukarlardaki düzlük­
lerin hep kayahk olmasına rağmen aralarındaki en
küçük toprak parçasında bile zeytin ağaçlan yetişmiş.
İlerde bir zeytinlikten, sonra da küçük bir şehirden
geçtik. Bahçe duvarlan, örgüleri arasında antik
mezar taşlanna, kurban taşlanna ve daha başka bir

(1 ) M ignon: W ilhelm M eister’in gen ç kadın kahramanı


12 İTALYA SEYAHATİ II.

sürü antik kırıntıya tasladık. Sonra da, eski villaların


ustaca örülmüş bodrum katı duvarlarına. Bunlar
şimdi toprakla dolu ve içlerinde zeytin ağaçlan
yetişiyor. Nihayet tepesi dumanlarla örtülü, Vesüv
göründü.
M ola di G aeta(‘) bizi tekrar en zengin portakal
bahçeleriyle selâmladı. Burada birkaç saat kaldık.
Şehrin önündeki körfezin manzarası çok güzel. Deniz
ta içerlere kadar sokuluyor. Sahilin teşkil ettiği yarım
ayın sağ boynuzunun tam ucunda, bir kaya üzerine
inşa edilmiş olan Gaeta kalesi, oldukça yalandan
görülebiliyor. Sol boynuzsa çok daha ilerlerde uzanı­
yor; evvelâ bir dağ sırası görünüyor, sonra Vezüv ve
nihayet adalar, İschia aşağı yukan ortaya düşüyor.

Burada dalgaların sahile attığı ilk deniz yıldızla­


rını ve deniz kestaneleri buldum. Üst kısım en ince
tirşe Velin kâğıtlarım hatırlatan yeşil güzel bir tabaka
fakat ondan sonra en garip yassı yayvan çakıl
tabakaları; çoğu alelâde kalker fakat aralarında
serpetin, kuvars, jaspis, Breccien çakılları, granit,
porfir, türlü çeşit mermer ve mavi yeşil cam parçalan
da var. Bu camlatın burada teşekkül etmiş olm alan
imkânı çok az. Herhalde eski bina enkazlarından arta
kalmış olm alı. B öylece dalgaların, mazinin hazineye-
riyle, nasıl oynadıklarını gördük. Burada uzunca
kalarak iptidai insanlar gibi yaşıyan halkı da zevkie
seyrettik. M olo’dan sonra manzara gittikçe güzelleşi-1

(1 ) A ntik Form ie.


İTALYA SEYAHATİ II. 13

yor. Denizin artık gözden kaybolmuş olmasına rağ­


m en, onu son olarak sevimli bir körfez halinde
gördük ve resmini çizdik. Bunu etraftan kaktüslerle
çevrili meyva bahçeleri takibetti. Sonra dağlardan
gelen ve uzaktan pek seçilem eyen karmakarışık
harabelere(') doğru devam eden bir su yolu göründü.
Bunlan da Garigliano nehrinin geçilmesi takibetti.
Nehrin öte tarafında verimli bir arazi içersinden
dağlara doğru ilerledik. G öze çarpan hiçbir fevkalâ­
delik yok. Nihayet ilk defa olarak volkan mahsulü
kül tepeleriyle karşılaşıyoruz. Burada nefis dağlar ve
vâdiler mıntıkası başlıyor. Arkalarından karlı tepeler
yükseliyor. Yakınımızda tepelerin üzerinde uzunla-
mısma yayılan bir şehir(1 2) görüyoruz. St. Agatha
vâdide kalıyor. Burada iyice bir otel, ve oturma
odasındaki ocakta canlı bir ateş bulduk. Fakat
odam ız soğuk, pencerelerde cam yok, sadece kapak­
lar var. Ben de şimdi bunlan kapamaya koşuyorum .

N apoli, 25 Şubat 1787


Nihayet buraya da selâmetle ve iyi alâmetlerle
vardık. Bugünkü yolculuğumuzun hulâsası: St. A gat-
ha’dan güneş doğarken aynldık, arkadan şiddetli bir
rüzgâr esiyordu, bu kuzey-doğu rüzgân bütün gün
devam etti. Fakat bulutlara hükmünü ancak öğleden
sonra geçirebildi; biz bu soğuktan iyice müteessir
olduk.

(1 ) M intum e harabeleri.

(2 ) Sessa: antik Suessa A lın ın ca şehri.


14 İTALYA SEYAHATİ II.

Yolum uz gene volkanik tepeler üzerinden ve


aralarından devam etti. Bunlarda tek tük kalker
kayaları fark edebildiğim i sanıyourum. Nihayet Ca-
pua yaylasına, onu takiben de Capua’ya vardık,
ö ğ le y i buradan geçirdik, öğled en sonra geniş düz­
lüklerden geçtik, geniş şose, yeşil buğday tarlaları
arasından geçiyor, başaklan tıpkı bir hah gibi,
yükseklikleri bir kanş kadar var. Tarlalarda sıra sıra
kavak dikili, bunlann yüksek dallan aralanna asma­
lar sanlmış. Bu N apoli’ye kadar hep böyle devam
ediyor. Sâf, hafif ve son derece iyi işlenmiş bir
toprak. Üzüm kütükieri görülmemiş derecede yük­
sek ve kalın. Kavaktan kavağa gerilen asmalar,
bunlann arasında sanki gerilmiş bir ağ gibi duruyor.

Vesüv hep solumuzda kaldı. Dumanı kuvvetle


tütüyor. Ben bu garibeyi nihayet gözlerim le görebil­
diğim e için için seviniyorum. Gökyüzü gittikçe ber­
raklaştı ve nihayet güneş kendini göstererek, teker­
lekli dar evimizin içini dehşetli kızdırdı. Napoli
önlerine son derece berrak bir hayada vardık. Tama-
miyle yeni bir âlemdeyiz. Düz damlı binalar, bambaş­
ka bir dünya köşesinde bulunduğumuzu işaret edi­
yorlar. İçleri pek de rahat olmasa gerek. Herkes
sokakiarda ve gün devam ettiği müddetçe güneş
altında. N apolililer cennete sahip olduklarım sanıyor­
lar, ve kuzey memleketleri hakkmdaki tasavvurları
çok karanlık: “ Sempre neve, case di legno, gran
ignoranza, ma danari assai.” İşte bizi böyle tasavvur
ediyorlar. Alm an milletlerinin hepsinin hisse alabile­
İTALYA SEYAHATİ II. 15

ceği bu tarifin tercümesi: “ Daima kar, tahtadan


evler, büyük bir cehalet, fakat bol para.
N apoli bize kendini neşeli, canlı, hür bir şehir
olarak takdim ediyor. İnsanları oradan oraya koşuşu­
yorlar, kıral avda, kıraüçe de çocuk bekliyor. Daha
âlâsı can sağlığı
N apoli, 26 Şubat pazartesi.

“ A lla Locanda del Sgr. M oncom al Largo del


C astello.” Dünyanın dört buçağmdan gelecek olan
mektuplar, bizi bundan sonra bu şatafatlı adreste
bulacaklar. D eniz kenarında bulunan büyük
kalenin(') etrafında geniş bir düzlük yayılıyor. Bura­
nın, dört yanı evlerle çevrili olmasına rağm en, adı
meydan değil geniş saha (L argo). Bu isim herhalde
eski zamanlardan, buranın sonsuz bir düz saha
olduğu zamanlardan kalmış olacak. Yan tarafta,
köşede meydana doğru çıkıntı teşkil eden büyük bir
ev var, biz bunun köşe salonlarından birine yerleştik.
Burası, günün her saatinde canlı ve kalabalık oulan
meydana bakıyor A çık ve neşeli bir manzara.
Pencerelerin önünden demirden yapılmış bir balkon
uzanıyor ve köşeyi dönerek öbür cepheye geçiyor.
Eğer şiddetli rüzgâr rahatsız etmese insan buradan
aynlamıyacak.

(1 ) X III. asır sonlarına doğru, Charles d’A n jou zam anında inşa
edilen “ Castel N uovo” Bu m eydana şim di “ Piazza d e M unicı-
p jo ” adı verilm iştir.
16 İTALYA SEYAHATİ U.

Salon rengârenk tezyin edilmiş. Bilhassa yüzler­


ce bölm eli tavan arabeskleri bize Pom pei ve Hercula-
numun uzak olmadıklarını m üjdeliyor. H er şey daha
da güzel olacaktı, eğer ateş yakacak bir yer, bir ocak
olsaydı, çünkü Şubat burada da hükmünü icra
ediyor. Biraz ısınına bilm eye öyle hasret çekiyorum
ki
E lleri, üstünde rahatça tutulabilecek yükseklikte
bir sacayak getirdiler. Ü zerinde, içinde kor ateş
bulunan bir kap var, ateşin üzerini hafif külle
örtmüşler. Bu Rom ada olduğu gibi burada da âdet
anlaşılan. Ateşin üzerinde meydana gelen kül taba­
kasını, arasıra bir anahtar başiyle dikkatle itmek
lâzım ki etrafa biraz sıcaklık yayılabilsin. Fakat
sabırsızlık edip ateşi iyice karıştıracak olursanız,
ortalık bir ân içinde dehşetli ısınıyor, fakat bu seferde
ateş cabucak geçiveriyor. Bu kabı muayyen bir para
mukabilinde daima yeniden doldurtmak mümkün.
Ben kendimi pek rahat hissetmiyorum, bir parça
daha rahat olmayı doğrusu arzu ederdim . Yerden
gelen soğukluğu hasırlarla önlüyorlar, kürk giymek
burada âdet değil. Ben de, alay olsun diye yanımıza
aldığımız, gemici abasını giyinmeye karar verdim.
Doğrusu çok işime yaradı. Bilhassa belim e bir bavul
ipi bağladıktan sonra Kapusen rahibi ve gemici arası
bu yeni kılığımı kendim de pek tuhaf buldum.
Dostlarını ziyaretten dönen Tischbein beni bu kıya­
fette görünce gülmekten kendimi alamadı.
N apoli, 27 Şubat 1787.
İTALYA SEYAHATİ II 17

Dün günümü istirahatle geçirdim ; vücudumdaki


kıriklığı tamamen atlatabilmek için. Bugününse ta-
mamiyle tadım çıkardık; günümüzü en harikulâde
eserlerin seyriyle geçirdik. Anlatılacak, söylenecek,
resmedilecek şeyler burada fazlasiyle mevcut, sahil,
körfezler ve koylar, V ezüv, şehir, civardaki küçük
şehirler ve kaleler; hepsi sanki güzel bir rüya.
PosilipoC) mağarasına akşam vakti gittik, tam batan
güneşin karşı taraftan içerisini aydınlattığı vakif.
N apoliye çıldıranları mâzur görüyorum , ve fyü-
yük bir heyecanla babamı hatırhyorum. Benim bu­
gün gördüğüm şeylerin hâtırasını, o da hiçbir zaman
unutmamıştı. Nasıl, bir hortlak görenin öm ründe bir
daha neşelenemiyeceğini söylerlerse, babam için de
bunun aksi iddia edilebilirdi; daima Napolinin hâtıra­
larını tazeliyebildiği için hiçbir vakit tam mânasiyle
betbaht olm adı. Ben şimdilik sükûnetimi muhafaza
ediyor ve çıldınlacak manzaralar karşısında gözlerim i
açmak ve bir kere daha açmakla iktifa ediyorum .
N apoli, 28 Şubat 1787.
Bugün Philipp Hackert’i(z) ziyaret ettik. Bu
meşhur peyzaj ressamına, kıral ve kıraliçenin hususi
teveccüh ve itimattan var. Francavilla sarayının
kanatlanndan birini boşalttm p kendisine tahsis et­
mişler. O burasını kendi sanatkâr zevkiyle yeniden
döşem iş, şimdi burada memnun oturuyor. N e istedi-

(1 ) M . e. İÜ . asırda yapıldığı tahmin edilen , G rotta V ecch ia.

(2 ) A lm an ressam ı, 1885 te N apoli Kiralının hizm etine girm işti.


18 İTALYA SEYAHATİ II.

ğini bilir, akıllı ve sonsuz çalışkanlığına rağmen,


hayatın tadını çıkartmasını bilen bir adam.
Sonradan deniz kenarına gittik, dalgaların sü­
rüklediği balıklan ve daha türlü garip deniz mahlûk-
lannı seyrettik. Fevkalâde güzel bir gündü,
Tram ontane(') insanı rahatsız etmiyordu.
Benim , yalnızlığımı muhafaza etmek hususunda­
ki inadımı, arzum hilâfına, daha Romadayken kır­
mışlardı. Benimkisi de hakikaten garip bir teşebbüs:
yalnız kalmak için dünyayı dolaşmaya çıkmak! Beni
nezaketle dâvet eden prens von W aldeck’i reddede­
medim. Şahsiyet ve nüfuzu sayesinde, bu zat bana
bazı hususlarda imkânlar hazırlıyabilecek. Daha Na­
poli’ye henüz gelmiştik ki, bizi Puzzuoli ve civanna
bir gezintiye davet etti. Bense bugün Vesüv’e çıkma­
yı tasarlıyordum, fakat Tischbein beni esasen güzel
bir gezinti yolu olan bu yolu, bu mükemmel ve bilgili
prensin refakatinde yapmanın zevk ve faydalarına
ikna etti. Rom ada karşılaştığımız güzel bir hamm da
bizim le beraber olacakm ış, kendisi ve kocası prens­
ten hiç ayrılmazlarmış. Ç ok güzel bir gezinti olacağını
umuyoruz.

Bu asıl muhit zaten ben i'esk id en beri tanır.


Prens daha Ok tanışmamızda, şimdi ne Üe meşgul
olduğumu sormuştu, ben de o sırada Ephigenia’la o
kadar meşguldüm ki, bütün bir gece bundan bahset­
mekten kendimi alamadım. Hemen alâkadar oldular,

(1 ) Tram ontane: K uzey rüzgftn.


İTALYA SEYAHATİ II. 19

fakat hissettim ki benden, daha canlı, daha hareketli


bir şey bekliyorlardı.
Akşam.
Bugün hakkında hesap vermek bira güç. Daya­
nılmaz derecede sürükleyici bir kitabın ilk defa sathi
surette okunmasının, insanın hayatı üzerinde büyük
bir tesiri oluyor ve ne tekran ne de ciddî tetkikler bu
ilk tesire büyük bir şey ilâve edebiliyor. Bunu
nefsinde tecrübe etmemiş kimse var m ıdır? Bu benim
vaktiyle, “ Sakuntala” (') ile başıma gelmişti. A ynı şey
şahsiyet sahibi insanlarla da başımıza gelm iyor mu?

Puzzuoli’ye kadar bir deniz gezintisi, sonra


karada arabayla ve yaya keyifli gezintiler; efsanevi
bir peyzaj. En berrak sema altında en güvenilmez
toprak. Tasavvur edilem iyecek kadar çok harabe,
hepsi de dökülüyor, hepsi de sevimsiz. Kaynar sular,
kükürt püsküren kuyular, nebatlann hayat bulmasına
mâni olan sert lâva dağlan. Çıplak, sevimsiz yerler,
sonra da, bu öldürücü sahalann hemen yambaşmda,
göl ve dereler kenannda yetişmek fırsatım bularak
üst üste üreyen nebat yığınlan. M eselâ sönmüş bir
kraterin yamaçlannda harikulâde bir meşe ormanına
tesadüf ettik.

(1 ) Sakuntala: Eski H int şairlerinden Kalidasa’nın bir tiyatro


eseri. G oeth e, Faust’un “ Tiyatroda P rolog” sahnesini bu
eserden mülhem olm uştur.
20 İTALYA SEYAHATİ II.

İşte böyle durmadan yeni tabiat hâdiseleri ve


halk âdetleriyle karşılaşıyoruz. İnsan bunlar üzerinde
biraz düşünmek istiyor fakat bir türlü becerem iyor.
Hayatsa neşeli bir şekilde devam edip gidiyor, biz de
hiçbir fırsatı kaçırmamaya gayret ediyoruz. Kültürlü
insanlar, dünya ve hayat adamları, fakat kaderin
kendilerini ciddi surette ikazı karşısında dikkatli
olm ak zorundalar. D eniz, kara ve sema alabildiğine
engin, önümüzde seriliyor. Komplimanlara boğulma­
ya alışık, genç bir hanımın yanına çağınhyorum .
Bütün bu başdöndürücü şeyler arasında gene de
bazı hâdiseleri not etmeye fırsat buldum. Bu notlarımı
ilerde tashihe, şimdi elim de bulunan bir harita ve
Tischbein’in çizdiği basit bir kroki yardım edecek.
2 Mart.
Vezüve çıktım , havanın kapalı ve kıraterin
etrafının bulutlu olmasına rağmen, Resina’ya kadar
arabayla geldim , oradan bir katıra binerek, bağların
arasından dağa tırmandım. Sonra da yetmiş bir
senesinin lâv tabakası üzerinden yoluma yaya devam
ettim. Bu tabakanın üzeri ince fakat sık bir yosunla
örtülü. Târiki dünyanın kulübesi solda, yukarda
kaldı. Bu kül dağına tırmanmak doğrusu çetin bir iş.
Zirvenin üçte ikisi bulutlarla örtülüydü, nihayet
şimdi dolmuş olan eski kratere vardık. Arada yeni
lâvlara da tasladık, bir kısmı iki buçuk ay evvel, bir
kısmı da daha beş gün evvel akmış ve henüz
soğumuş. Bunların üzerinden geçip yeni teşekkül
etmiş olan bir tepeye tırmandık. Bu tepenin her
İTALYA SEYAHATİ II. 21

köşesinden duman fışkırıyordu. Duman önümüzden


çekilince ben kratere yaklaşmak istedim. Bu buhar
bulutlunun içinde henüz elli adım kadar ilerlemiştik
ki, duman ayaklarımızın ucunu görem iyecek kadar
kesifleşti. A rtık yüzümü mendille kapamanın hiçbir
faydası kalmamıştı, kılavuzumu da gözden kaybet­
tim. Lâv kırıntıları üzerinde yürümek gittikçe tehli­
keli oluyordu. Ben geri dönm eyi ve burayı istediğim
gibi görm ek hevesim i, daha berrak bir hava ve daha
az dumanlı bir güne saklamayı münasip buldum.
B öyle bir havada nefes almanın ne kadar zor olduğu­
nu da tecrübe etmiş oldum .
Dağ sakindi, her zamanki gibi alev saçmıyor,
uğuldamıyor ve taş yağdırmıyordu. Hava açar açmaz
onu gereğince muhasara edebilm ek için, bu günlük
sadece bir tanışma yaptım.
Bulduğum lâv parçalarının çoğu benim için
yabana değil. Buna mukabil bana çok dikkate değer
gibi görünen bir hâdise keşfettim. Koleksiyoncular ve
işin ehillerinden malûmat alaralf bunu daha yakından
araştırmak istiyorum. Volkan bacasının sathı stalak-
titlerden müteşekkil, üstü önceden örtülü olan bu
baca şimdi açık ve zamanla içi dolmuş olan kreterin
üzerinden yükseliyor. Stalaktitleri andıran bu gri
renkli ve sert taşlar, bana ince volkanik buharların
tekrar kalınlaşmasıyle meydana gelmiş gibi görünü­
yor; yani rutubet tesiri olmaksızın ve erim eye mâruz
kalmadan. Bu bana bazı yeni düşyünceler için ip ucu
veriyor.
22 İTALYA SEYAHATİ II.

Bugün martın üçü, hava kapalı S cirocco(‘) esi­


yor. M ektup yazmak için iyi bir hava.
Burada fazlasiyle, türlü insan tipleri, güzel atlar,
ve garip balıklar görüyorum .
Şehrin kuruluş vaziyeti, o kadar çok tasvir
edilm iş ve övülmüş güzellikleri hakkında bir şey
söylem iyorum . “ V edi N apoli e poi m uori” diyorlar
burada. “ N apoliyi gör sonra ö l.”
H içbir Napolilinin vatanından vazgeçememesini
ve şairlerinin buranın güzelliklerini şatafatlı ve müba­
lağalı bir şekilde övm elerini mâzur görm eliyiz. Hattâ
civarda birkaç Vezüv daha olsa bile. Burada, Rom ayı
hatırlamayı bile insanın cam istem iyor. Tiber’in mı
çukur yerinde olan, dünyamn bu merkez şehri,
buranın ferahlığına nispetle, köhne bir manastır gibi
kalıyor.

Deniz ve gemicilik işleri de burada başka. Küçük


bir harb gem isi, dün Palermoya keskin bir Tramonta-
ne rüzgâriyle hareket etti. Y o l herhalde otuz altı
saatten fazla devam etmemiştir. Capri ile Minerva
bum u(12) arasından süzülüp gözden kaybolan, şişmiş
yelkenlere hasretle bakıyorum. İnsan sevdiği bir
kimseyi böyle giderken görecek olursa muhakkak
hasretinden ölür. Şimdi Scirocco esiyor, eğer artacak

(1 ) S cirocco: doğu rüzgârı.


(2 ) Şim di, Pun-ta d i Cam panella adım alan, Sorrente yarım adası-
İtalya seyahat) ii . 23
ı

olursa M olo etrafında dalgala^: herhalde hoş bir


manzara arzedecek.
Bugün cuma, asiller büyük gezintilere çıktılar.
Maksatları hususi arabalarını ve nâdir atlarını göster­
mek. Bunlardan daha sevimli mahlûklar tasavvur
edilem ez, ilk defa olarak kalbimde bunlara karşı bir
sevgi uyanıyor.
I N apoli, 3 Mart.
Sıkışık yazılmış birkaç sahile yolluyorum ; bura­
da iyi karşılanışımın roporu olarak. A ynı zamanda
da, mektubunuzu birlikte V ezüve götürdüğümü ispat
için, ucu isli zarfınızı da birlikte gönderiyorum .
Hakikatte olsun, rüyalarınızda olsun beni tehlikede
görm enizi istemem, emin olun ki gittiğim yolların
hiçbiri B elvedere(3) şosesinden daha tehlikeli değil.
Bu vesileyle tekrarhyabiliriz: dünyanın her tarafı
Allahın mah! Ben garabet olsun diye, veya tecessüs­
ten macera aramıyorum, fakat çok defa dikkatli
olduğum ve gördüğüm şeylerin hususiyetlerini çabuk
kavnyabildiğim için, başkalarından daha çok şey
yapabiliyor, daha cesaretli davranabiliyorum. Sicilya-
ya gitmek hiç de tehlikeli bir şey değil, daha birkaç
gün evvel bir firkateyin müsait, bir kuzey rüzgâriyle
Palermo’ya hareket etti, Capri’yi sağında bıraktı ve
şüphesiz otuz altı saatte oraya vârmıştır. Sicilya’da da
uzaktan tasavvur edildiği gibi tehlike yokmuş.

(3 ) W eim ar civarında, şehirden B eh relere şatosuna giden güzel


b ir yol.
24 İTALYA SEYAHATİ II

İtalyanın güney kıanuıda artık zelzelelerin arka­


sı kesilmiş, kuzeyde ise Rimini ve civan geçenlerde
hasara uğradı. Bunun zemin ve zamanı burada hiç
belli değil, zelzeleden burada rüzgârdan, havadan
bahseder gibi, yahut Thüringende yangından bahset­
tikleri gibi bahsediyorlar.
“ Iphıgenıa” nın yeni şekliyle bağdaşabilmiş o l­
manız beni çok sevindirdi. Fakat bu şeklinin eskisiyle
olan farkını da sezmiş olsaydınız, daha çok memnun
olacaktım . Ben bu değişiklikleri niçin yaptığımı
biliyorum , ve bu yolda daha da ileri gidebileceğim
için, size bundan bahsedebilirim. İyiden haz duymak
ne kadar zevkliyse, daha iyiyi hissetmek de o nispette
daha zevkli, ve sanatta ancak uen iyi” kâfi gelebilir...
N apoli, S Mart.
Perhiz yortusunun, ikinci pazar gününü kiliseleri
dolaşmala geçirdik, Rom ada her şey ne kadar ağır­
başlı ve ciddiyse, burada da aksine, neşeli ve keyifli.
N apoli resim mektebini insan ancak N apolide anhya-
biliyor.
Kiliselerden birinin cephesinin yerden çatısına
kadar resimlerle süslü olması çok garibimize gitti(').
Kapısının üzerinde ah a ve satıcıları mâbetten kovan
İsa; kovulanlar yapm aakh bir korkuyla merdivenler­
den aşağıya yuvarlanıyorlar. Başka bir kilisede giriş1

(1 ) Largo G erotom ini’deki S. F ilippo N eri K ilisesi. Freskler Luca


G iordan o’nun eseri. K ilisenin inşası: 1592 -1 6 1 9 .
İTALYA SEYAHATİ |I. 25

kapısının üstü zengin Fresklerle süslü; H eliodor’ un


mâbetten kovuluşu tasvir ediliyor^), Luca G iordano
bu büyük sathı doldurabilmek için herhalde çok acele
etmiş olm alı. Bu kilisenin vaaz kürsüsü de diğer
kiliselerde olduğu gibi, tek kimlik bir kürsü değil, bir
balkon. Biz oradayken bir Kapusen rahibi bu balko­
nu boydan boya adım lıyor ve halka günahlarını, kâh
bir baştan kâh öbür baştan, yüzüne vuruyordu. Bu
mevzuda daha anlatılacak neler var.

A sıl anlatılamıyacak ve tarif edilem iyecek olan


şey, tatmakta olduğumuz mehtaph gecelerin azameti;
sokaklarda, meydanlarda dolaşıyor, Chiaa’da(1 2), bu
eşsiz gezinti yolunda, sonra da deniz kıyısında aşağı
yukan geziniyoruz. Mekânın sonsuzluğu hissi, bura­
da insanı tam mânasiyle sarıyor. Burada hülyalara
dalmak her şeye rağmen zahmete değiyor.

N apoli, 5 Mart 1787.


Bugünlerde tanıştığım mükemmel bir insan hak­
kında hiç olmazsa kısaca malûmat vermek isterim.
Şövalye Filangieri(3); hukuk ilm i, kanun yapma
üzerine yazdığı eseriyle tanınıyor. İnsan saadetini ve
hürriyetini göz önünde tutan hörmete lâyık gençler­
den biri. Hali ve tavn, akser jşövalye, ve hayat

(1 ) Largo S. Trinita M aggiore’deki G esû N u ovo K ilisesi. (1584 -


1601). Freskler, Solim ena’ nındır.
(2 ) C hiaja: Plağa. POsilippo’ya giden g^niş sahil yolu .

(3 ) G aetano Fılangieri: talyan D evlet hukuku « im i (1752 -1 7 8 8 ).


26 İTALYA SEYAHATİ II.

adamını nefsinde topladığım gösteriyor. Fakat bütün


şahsiyetine yayılan, hareket ve sözlerinde tezahür
eden, ölçülü ve ince bir his ifadesi, bu vasıflarım
tatlılaştırıyor. Olup bitenlerin hepsiyle başı tam
mânasiyle hoş olmamakla beraber, kirala ve devleti­
ne kendisini tamamen bağh.hissediyor. Josepf II-(')
korkusu onun da belini büküyor. B öyle bir despotu,
sadece tahayyül etmek bile böyle asil ruhlu bir insan
için korkunç bir şey. Benimle çok açık konuştu,
N apolinin, Joseph II. den niçin korktuğunu anlattı.
M ontesguieu’den, Beccaria’dan(J) ve kendi yazıların­
dan bahsetmekten hoşlanıyor; daima iyiyi hakikatleş-
tirmeye çalışan yapıcı bir ruh ve kalbten gelm e, taze
bir hevesle. Yaşı henüz kırkını geçmemiş olm alı.
Bana eski bir İtalyan müellifinin eserlerim tanıt­
tı; genç hukuk âlimleri bu eserlerdeki derin bilgiden
pek çok istifade ediyorlarmış. M üellifin adı Johann
Batista V ico (3). G ençler kendisini M ontesquieu’ye
tercih ediyorlar. A deta bir mukaddes kitap gibi
takdim ettikleri bu eser, bana ilk nazarda, gelecekte
hakkın ve iyinin nasıl olacağı hakkında peygamberce
sezişler ihtiva ediyor gibi geldi İstikbale ait bu
görüşler tarihin ve halihazırdaki hayatın ciddî bir:
şekilde tetkikine dayamyor. B öyle bir ecdada sahip1 2
3

(1 ) N apoli K raliçen in kardeşi olan Joseph II. nin Toskana


havalisi ve bütün İtalya üzerinde gözü okluğu zannediliyordu.
(2 ) Cesare M archese di B eccaire (173 -1 7 9 4 ), M ilano akadem i­
sinde D evlet hukuku profesörü .
(3 ) J. B . V ico , İtalyan filo z o f v e tarihçesi (1668 - 1744).
İTALYA SEYAHATİ D. 27

olm ak, bir millet için ne kadar güzel bir şey,


Almanlar için de H am ann('), ilerde böyle bir m ef­
hum olacak.
N apoli, 6 Mart.
Tischbein benimle Vezûve çıktı. Pek gönül
hoşluğiyle değil, sadece dostluk gayretiyle. Sanatkâr
olduğu, daima güzel insanlar, güzel şekilli hayvanlar­
la uğraştığı ve en şekilsiz kayalan ve peyzajları bile
his zevkiyle insana yakın bir hale getirebildiği için,
durmadan kendi kendini kemiren, bütün güzellik
hislerine karşı haıb ilân etmiş olan bu korkunç ve
şekilsiz yığın, Tıschbein’a herhalde çok sevimsiz
görünüyor.
Biz kaleş’lerle(1
2) yola çıktık. Şehrin bu müthiş
gürültü ve kalabalığı arasında yolumuzu yalnız bul­
maya cesaret edem edik. Arabacdar,karşıdan gelen
eşeklerin, odun ve süprüntü arabalarının, kaleşlerin,
hamal ve yaya, çocuk ve ihtiyarların, dikkat edip
çekilm eleri ve kendilerinin yollarına kesintisiz devam
edebilm eleri için durmadan “ yol verin, yol verin”
diye haykırıyorlar.
Şehir harici köyler ve bahçeler arasında geçen
yol, plutonik bir manzara arzediyor(3). Uzun zaman­
dır yağmur yağmadığı için bütün yeşilliklerin satıhları

(1 ) J. G . Hamann (1730 - 1788) Alm an tarihçisi. G oeth e Ham an-


n’ m yazılanın Strassburg’ da H erder vasıtasiyle tanışm ıştı.
(2 ) K ale;: tek atlı araba.
(3 ) Pluto: Yunan cehennem ilâhı. Plutonik: volkanik arazi.
28 İTALYA SEYAHATİ II

kalın, külrengi bir toz tabakasiyle örtülmüş. Çatılar,


saçaklar, ve daha başka ne kadar düz satıh varsa
hepsi grileşmiş. Yaşıyanlar arasından geçtiğimize bizi
ancak mavi sema ve parlak güneş inandırıyor.
Dik yamacın eteğinde iki kılavuz bizi karşıladı.
Biri yaşlıca, biri daha genç; ikisi de işinin ehli
kimseler, Yaşlısı beni, genci Tischbein’i yukarıya
sürükledi. Sürükledi, diyorum , çünkü kılavuzlar bel­
lerine deriden bir kemer bağlıyorlar, seyyahlar da
buna asılarak kendilerini yukarı doğru sürükletiyor­
lar. B öylece seyyahlar bastonlarının da yardımiyle
eziyetsizce yukarı çıkabiliyorlar. Nihayet mahrutun
üzerinde yükseldiği düzlüğe geldik, Somma dağının
yıkıntıları kuzey tarafında kaldı. Batı tarafından
civara bir bakış, şifa verici bir banyo gibi, bütün
yorgunluklarımızı ve bu zahmetli yolun ıstıraplarım
unutturdu. Gittikçe dumanlarım daha şiddetle savu­
ran, taş ve kül püsküren dağı tavaf etmeye başladık.
Bu yer, uzakta kalabilmemize müsaade ettiği müd­
detçe, muhteşem bir temaşa. Evvelâ derinlerden
gelen dehşetli bir uğultu, sonra havaya savrulan
binlerce büyüklü küçüklü taş ve ortalığı kaphyan kül
bulutlan. Bunlann büyük bir kısmı tekrar oyuğun
içine düşüyor, yanlara doğru fırlayan parçalar mahru­
tun dış sathına dökülüyor, ve garip bir gürültü
meydana getiriyorlar. Evvelâ ağırca olanlan düşüyor
ve boğuk şadalar meydana getirerek mahrutun sat­
hından aşağı yuvarlanıyorlar, daha hafifçeleri çarpa
çarpa sıçnyorlar ve sonra kül akıntısı bunlan takibe-
İTALYA SEYAHATİ II. 29

diyor. Bütün bunlar gayet muntazam fâsılalarla


birbirini takibediyor, biz de rahatça sayarak bu
aralıktan takibedebiliyoruz.
Fakat Som m o ve mahrut arasındaki saha gittikçe
daraldı, taşlar etrafımıza dökülm eye başladı ve.çıkış
tatsızlaştı. Tischbein’in keyfi gittikçe kaçtı, bu “ gari-
be” nin çirkinliği yetmiyormuş gibi bir de tehlikeli
olmaya başlaması onu büsbütün sinirlendirdi.
Fakat yakın tehükenin kendisine mahsus bir
cazibesi var ve insanda, karşı komak hevesi uyandın-
yor. Ben de, herhalde iki indifa arası yukanya
tırmanmak, yanğı görm ek ve geri dönm ek kabil olur
diye düşünüyordum. Somma’nın çıkıntı teşkil eden
kayalardan birinin altında birlikte getirdiğimiz nevâ-
leyi yerken, bunu kılavuzlarla müşavere ettim. Genci
bu işi benim le birlikte başarmaya cesaret gösterdi.
Şapkalarımızın üzerlerine keten ve ipek örtüler
sardık, bastonlarımızı ellerim ize aldık, ben kılavuzu­
mun kemerine tutundum, ve böylece yola hazırlan­
dık.
Bu cesur genç beni kızgın taşlara doğru sürükle­
m eye başladığı zaman, küçük taşların arkası henüz
kesilmemişti ve kül yağmuru daha devuam etmektey­
di. Muazzam yangın kenanna vardığımız zaman,
hafif bir rüzgâr, dumanı önümüzden itiyordu, fakat
aynı zamanda da etraftaki binlerce yanktan sızan
buhar, oyuğu doldurarak içerisini görm em ize mâni
oluyordu. Dumanlann arasından arasıra, çatlamış
kaya duvarlannı görebiliyorduk. Manzara ne istifa­
30 İTALYA SEYAHATİ II.

deli ne de keyif vericiydi. Fakat bilhassa bir şey


görem ediğim iz için, belki görebiliriz ümidiyle işi
uzattık. Saymayı unutmuştuk, bu müthiş uçurumun
ağzında, keskin bir kaya kenannda duruyorduk.
Birdenbire müthiş bir uğultu duyuldu, taş parçalan
etrafımızda uçuşmaya başladı. Biz sanki böylece
bundan korunabilecekmişiz gibi, gayri ihtiyari eğil­
dik. Korkumuzdan, önümüzde yeni bir fâsda olduğu­
nu unutarak, küçük taşlar dökülm eye başlar başla­
maz tehlikeyi atlattığımızdan memnun geriye koşma­
ya başladık. Mahrutun eteğine vardığımızda henüz
kül yağmuru dinmemişti. Şapkalarımız ve om uzlan­
ınız külle örtülmüştü.
Tischbein tarafından büyük bir sevinçle karşılan­
dık. Biraz azar işittik. Yorgunluğumuzu aldıktan
sonra eski ve yeni lâvlan tetkike fırsat buldum. Yaşlı
kılavuz bunlan senesi senesine tâyin edebiliyor.
Eskice olanlannın üstleri düzleşmiş ve külle örtül­
müş. Yem lerin, bilhassa yavaş akmış olanlannın
manzaralan çok garip. Lâvlar yavaşça akarken üzer­
lerinde sertleşen tabakayı birlikte sürüklüyorlar.
Bunlar bazı yerlede tıkanıp kalıyor, bazı yerlerde de
kızgın akıntıyla sürüklenerek biribiri üzerine biriki­
yor, donarak, birbiri üzerine yığılan buzlan andıran
garip şekiller alıyorlar. Bu sivri köşeli, erimiş, çirkin
şekiller arasında irice bloklar da var. Bunlan kırdığı­
mız zaman, yank satıhtan, eski dağ taşlannınkilere
benziyor. Kılavuzlar, dağın püskürdüğü taşlann ba-
zan çok derinlerden gelm e eski lâvlar olduğunu iddia
ediyorlar.
İTALYA SEYAHATİ II. 31

N apoliye dönüşümüzde tek kath küçük evler


dikkatimi çekti; garip bir şekilde inşa edilm işler;
pencereleri yok odalan sadece sokak kapılarından
ışık alıyor. Sakinleri sabahtan gece yansına kadar
evlerinin önünde oturuyorlar, ancak gece yansı bu
mağaralara çekiliyorlar.
G eceleri kendine mahsus bir şekilde canlanıp
gürültülenen bu şehir, bu hareketli tabloyu bütün
kuvvetimle tasvir edebilmem için, bende burada
daha uzun kalmak arzusunu uyandırdı.. Başka türlü
kendimi rahat hissedemiyeceğim.
N apoli, 7 Mart.
Tîschbein bu hafta bana Napolmin sanat hâzine­
lerinden büyük bir kısmını gösterdi, ve izah etti.
Hayvanlan iyi tanıdığı ve mükemmel bir hayvan
ressamı oluduğundan, Colom brano sarayındaki
bronz at başını keşfetmiş ve evvelce de benim
dikkatimi bunun üzerine çekmişti. Bugün oraya
gittik. İnsanı hayretlerde bırakan bu sanat eseri,
girişin karşısındaki çeşm e nişinin üzerinde duruyor.
Kimbilir başın vücutla birlikte, bütün olarak teseri
nasıldı? Heykelin bütünü, Markus kilisesinin üzerin­
deki âttan daha büyükmüş. Yakından tetkik edince,
insan bu kafanın kuvvetini ve karakterini daha iyi
kavrıyor ve daha çok hayran oluyor. Kuvvetli alın
kemikleri, hassas bunun kanatlan, dik kulakian ve
dik yelesiyle, azametle şaha kalkan kuvvetli bir
mahlûk!
32 İTALYA SEYAHATİ II.

Giriş kapısı üzerinde, bir nişin içinde duran bir


kadın heykelini tetkik için geri döndük. W inckelman-
n’da, bunun bir dansözü tasvir ettiğini tahmin ediyor.
Heykeltraşlann, Nymph(’) ve ilâhelerin heykellerin­
de dondurulmuş olarak tesbit ettiklerini, bu sanat­
kârlar, zengin hareketlerle ve hayat dolu olarak
tasvir ediyorlar. H afif ve güzel bir heykel. Kafası
kopmuş, fakat tekrardan doğru olarak yerine oturtul­
muş. Başka bir sakatı yok. Herhalde şimdi bulundu­
ğundan daha iyi bir yere lâyik.
N apoli, 9 Mart 1787. Cuma.
Bugün 16 şubat tarihli, sevimli mektubunuzu
aldım. Yazmakta devam edin. Ben ara postalarını
temin ettim , buradan aynlsam bile mektuplarım
elim e geçebilecek. Dostlarımın birbirlerini sık sık
görem ediklerini okumak bana, böyle uzaklarda çok
garip görünüyor. Fakat insanların birbirlerine o
kadar yakın oldukları zaman, daima görüşmemele­
rinden daha tabiî ne olabilir?
Hava bozdu, mevsim dönüm ü; bahar başlıyor,
yağmurlu günler bekleniyor. Vezüvün tepesi, benim
çıktığım günden beri hâlâ bulutlardan sıynlamadı.
Son gecelerde biraz alev saçtı, şimdi gene ara veriyor.
Yakında kuvvetlice bir indifa bekleniyor.

(1 ) N ym phler: Yunan m itolojisinde tabiat ilâh elen. N ehir ilâhları­


nın kızlan. G urup olarak dans eden gen ç kızlar halinde tasvir
edilirler.
İTALYA SEYAHATİ D. 33

Fırtınalı günler denizi fevkalâde güzel bir hale


koydu; dalgalan bütün heybet ve azametleriyle tetki­
ke fırsat verdi. H er sahifesinde ayn bir hikmet ifade
eden yegâne kitap: tabiat. Buna mukabil tiyatro artık
bana zevk vermez oldu. Perhiz yortusu olduğu için
burada dinî operalar oynuyorlar. Bunlann alelâde
operalardan farkı, perde aralannda balet olmaması.
Y oksa keyifli ve rengârenk. St. Carlo tiyatrosunda
“ Buhtunnasınn Küdüsü harap endişi” ni oynuyorlar.
Bütün bunlar bana oyuncak gibi geliyor.
Artık bu gibi şeyler için benden hayır yok.
Bugün prens W aldeck’le birlikte Capo di M onte­
ye, büyük tablo ve sikke koleksiyonlarını görm eye
gittik. Tanzim ediliş şekli fena ama kıymetli bir
koleksiyon. B irçok beylik mefhumlar artık benim
için vuzuh ve katiyet kazanıyor. Kuzeye, budanmış
lim on ağaçlan gibi tek tük gelen bu sikkeleri, madeni
paralan, vazolan, burada yerinde ve toplu bir halde
görm ek orada yaptıkian tesirden bambaşka. Sanat
eserlerinin ender olduklan yerlerde, azlıktan da
onlann kıymetini arttırıyor, halbuki burada insan,
içlerinden, sadece hakikaten kıymetli olanım seçmeyi
öğreniyor.
Etrüsk vazolan şimdi çok pahalı, içlerinde çok
kıymetli ve güzel parçalar da var. Bunlardan bir tane
edinmeyi istemiyen seyyah yok. Parayı, insan burada
memleketindeki gibi saklıyamıyor. Ben de baştan
çıkacağım diye korkuyorum.
34 İTALYA SEYAHATİ □.

N apoli, 9 Mart.
Seyahatin hoş bir tarafı da şu: A lelâde şeyler bile
yeni oldukları ve sürpriz olarak karşımıza çıktıkları
için âdeta bir macera mahiyetini kazamyorlar. C apo
di M onte’den dönüşümde, Filangieri’lere bir akşam
ziyareti yaptım. Salonda, kanapede ev sahibesinin
yanında bir kadın oturuyordu; kılığı kıyafeti bu
evdeki serbest ve samimi hereket tarzına pek uymu­
yordu. İnce ipekten çizgili bir entari giymiş, başım
garip bir şekilde süslemişti, küçük ve zarif vücudü,
daha ziyade başkalarım süslemekten kendine bakma­
ya vakit bulamıyan bir terziyi andırıyordu. B öyleleri,
emeklerine mukabil para kazanmaya öyle alışmışlar­
dır ki, kendileri için bile bedava çalışmayı göze
almazlar! Benim odaya girişime pek aldırmadı ve
gevezeliklerine devam etti; son günlerde bapndan
geçen veya çılgınlıklarının başına getirmiş olduğu bir
sürü tuhaf hikâyeyi sıraya dizdi.
Ev sahibi hanım biraz da bana konuşma fırsatı
verm eye çalıştı, C apo di M onte ve oradaki kıymetli
eserlerden bahsetti. Garip misafir buna karşdık
hemen yerinden fırladı; ayaktaki hali oturuşundakin-
den daha da hoştu, ve gitmek için müsaade istedi.
V eda edip kapıya doğru koşarken, tam önümden
geçtiği sırada, “ Filangieri’ler bugünlerde bana yem e­
ğe gelecekler, sizi de birlikte beklerim ” , dedi ve
cevabım ı beklem eden kayboluverdi. Sonradan öğ­
rendim ki, bu kadın Fılangier’lerin yakm akrabaların­
dan, prenses imiş. Filangieri’ler zengin değiller,
İTALYA SEYAHATİ D. 35

oldukça mütevazi yaşıyorlar. Ben prensesi de, bu


unvanın N apolide ender bir şey olmadığına göre,
öyle sandım. İsmini, davetli olduğumuz günü ve saati
kaydettim ve tâyin edilen günde kendisini ziyarete
karar verdim.
N apoli, 11 Mart 1787. Cuma.
N apolide uzun kalmıyacağıma göre evvelâ uzak
olan yerleri görm eye gidiyorum. Yakınlardakilere
nasıl olsa bir fırsat düşer Tischbein’la beraber
Pom pei’ye gittik. Eskiden beri resimlerinden tanıdı­
ğımız bu yerleri yakından, bütün olarak kazandığı
parlaklığı içinde seyrettik.
Pompe’nin darlığı ve küçüklüğü ilk görüşte
herkesi hayrete düşürüyor. D üz, iki yanı kaldırımlı
fakat daracık sokaklar. Pençe resiz küçük evler.
Odalar avludan kapı ve açık galeriler vasıtasiyle ışık
alıyor. Umumi yapılar, meselâ giriş kapısım n(')
yanındaki bank, mâbet ve villâlar bile binadan ziyade
maket veya oyuncak hissi veriyor. Odalar, koridorlar
ve galeriler rengârenk resimlerle süslü. Duvar satıh­
ları ekseriyetle düz, ortalarında büyükçe bir tablo.
Çoğu şimdi harap vaziyette, etrafları zârif ve renkli
arabesklerle süslü. Bu omemanlann bazılarının arasın­
da sevimli çocuk ve nymph figürleri uçuşuyor. Başka
bir duvarda da çiçek çelenklerinin arasında ehli ve
vahşi hayvanlar. Evvelâ taş ve kül yağmurlariyle
tamamen örtülmüş, sonra da harfiyatçılar tarafından

(1 ) H erculanum kapısı
36 İTALYA SEYAHATİ D

çalınıp çırpılmış olan bu şehrin şimdiki harap ve yikik


hali bile, bu milletin sanat ve resim sevgisini gösteri­
yor. ö y le bir sevgi ki, bugün bunun hakkında en
ateşli bir amatörün bile anlayışı ve fikri olamaz.
Popei’nin Vezüv’le arasındaki mesafeye bakıla­
cak olukrsa burayı, örten külve lâvların, rüzgâr
tarafından sürüklenmiş veya savrulmuş olmasına
imkân yok, herhalde taş ve küller, bir bulut halinde
bir müddet havada, kaldıktan sonra bu talihsiz yerin
üzerine çökmüş.
Bunu daha canlı olarak tasavvur etmek isterken,
çığılann örtüğü bir dağ köyünü bir dağ köyü göz
önüne getirebeliriz. Binaların aralarındaki boşluklar,
hattâ ezilen binaların içerileri bile külle dolm u.
Sonradan buraları bağ ve bahçe olarak kullanıldığı
zaman da ancak yer yer duvarlar meydana çıkarabil­
miş. Muhakkak ki bağ sahipleri kendi topraklarını
kazarak, mühim şeyler ele geçirebilmişler. B irçok
odaların içleri tamamen boş, bazılarının da köşeleri­
ne itilmiş olan kül yığınları içinde, kab kaçağa ve
küçük biblolara raslanıyor.
Şehre dönerken, civardaki evlerin, Pom pei evle­
rinin tam mânasiyle taklidi olduklarını fark ettim.
Bunlardan birinin içerisini görm ek için müsaade
istedik, ve içerisini oldukça temiz bulduk. Güzel
örülmüş hasır iskem leler, çiçeklerle süslü, yağlıboya,
yaldızlı bir konsol. Bu toprak, aradan bu kadar asır
geçtikten, bu kadar değişiklik olduktan sonra bile,
sakinlerine ayrı âdetleri, zevk ve temayülleri ve hayat
tarzım aşılıyor.
İTALYA SEYAHATİ O. 37

Bugün şehirde kendi bildiğim gibi dolaştım ve


ilerde yapacağım tasvirler için birçok notlar aldım.
Bunlardan m aalesef şimdi bahsedemieceğim. Burada
her şey şunu gösteriyor ki, zengin ve iptidai maddeye
kâfi derecede sahip bir memleketin insanları da
mesut ve şen tabiatlı oluyorlar. Bu insanlar bugünün
ve yarının endişesiz bekliyorlar ve tasasız yaşayı
gidiyorlar. Ellerine geçene memnunlukla kanaat, az
bir keyif, gelip geçici ıstıraplara sabır ve tahammül!
Busonuncusuna güzel bir misal. Sabah rutubetli ve
soğuktu, biraz yağmu yağmıştı, yolum bir meydan­
dan geçiyordu, baktım meydanın taşlan temizlenmiş
ve süpürülmüş. Bu düzlüğün üzerinde birkaç oğlan
çocuk çöm elerek halka yapmışlar ve sanki ortada
sanki ortada ısıtan bir şey varmış gibi avuçlannı yere
doğru tutuyorlar. Hayret ettim ve bunu evvelâ bir
oyun sandım. Fakat sonradan yüzlerinin, sanki haki­
katen tatmin ediliyorlarmış gibi sakin ve ciddî oldu­
ğunu görünce bunun ne olduğunu keşfedebilm ek için
bütün zekâmı kullandım ama içinden çıkamadım.
Nihayet bu maskaralann, böyle halka teşkil ederek
neden bu vaziyeti aldıklarım sormaya karar verdim.
öğrendim ki civardaki demircilerden biri tam o
noktada tekerlekierinin çem berlerini kızdırmış. Bu
işi öyle yapıyorlar: demir çem ber yere konuyor ve
üzerine meşe yongaları döşeniyor. D em ir istenilen
derecede yumuşayana kadar ateş yakılıyor, ateş
geçerken çem ber tekerleğe geçriliyor ve küllerini
hemen dikkatle süpürüyorlar. Bu yerin sıcaklığından
38 İTALYA SEYAHATİ D

küçük H uronlar(‘) hemen istifade ediyorlar, yerden


gelen son ılık havayı teneffüs etm edikçe buradan
kımıldamıyorlar. Kanatkârlanna ve hiçbir şey boşuna
ziyan etm eden akllıca kullanmalarına, daha sayısız
misaller ve. Bu millet akıllıca ve canlı bir tekniğe
sahip, fakat bunu zengin olm ak için değil tasasızca
yaşabilmek için kullanıyor.
Akşam.
Bu akşam tâyin edilen zamanda şu garip pren-
sesçiğe gidilebilm ek ve evini bulabilmek için bir uşak
tuttum. Adam beni büyük bir sarayın avlu kapısına
getirdi. Ben böyle şatafatlı bir ikâmetgâhı prensese
yakıştıramadığun için, uşağa prensesin ismini harfi
harfine tekrar ettim, o da benim doğru geldiğimi
temin ettim. Etrafı, esas bina ve kanaatlariyle çevrili,
tenha, geniş sakin ve boş bir avluda kendimi buldum.
Binanın yapı tarzı bildiğiniz o hoş N apoli üslûbu.
Renklari de öyle. Karşıda bir kapı ve yayvan, geniş
bir merdiven. Bu merdivenin iki yanında yukarıya
doğr, livreli uşaklar dizilmişti. Ben önlerinden geçer­
ken yerlere kadar eğildiler. Kendimi W ieland’uı (2)
periler masalındaki sultana benzettim , ve bu benzetiş
cesaretimi arttırdı. Yukarda daha yüksek rütbeli
subaylar tarafından karşılandım. Nihayet en başta
geleni büyük bir salonun kapılarını açtı, fakat burası

(1 ) H uronlar: K uzey A m erikada bir yerli kabile

(2 ) VVieland: A lm an edip ve şairi (1733-1813) “ O beron ’un m üelli­


fi.
İTALYA SEYAHATİ U. 39

da geçirdiğim diğer yerler gibi sevimli ve boştu.


Burada aşağı yukarı gezinirken, gözüme yan galeri­
lerden birinde, kırk kişilik kadar bir sofra ilişti:
muhteşem ve etrafa uygun şatafatlı bir sofra. O
sırada içeriye bir papaz gird i('). Benim burada
bulunuşumu tabiî görerek nereden geldiğimi ve kim
olduğunu sormadan, havadan sudan bahsetmeye
başladı.
O sırada çift kanatlı kafalar açıldı ve içeriye
giren yaşlıca bire efendinin arkasından hemen gene
kapandı. Rahip bu sefer ona doğru koştu, ben de
arkasından. Kendisini az fakat nazik cümlelerle
selâmladık. O da bunu havlamayı andıran seslerle
kekeliyerek mukabele etti. Ben bu hotanto lehçesi­
nin bir kelimesini bile çözem edim . Yaşlıca zat şömi­
nenin yanında yer aldı, rahip yanından ayrıldı, ben de
onu takibettim. Azam etli bir Benediktin rahibi ya­
nında genç bir rahiple salona girdi. O da ev sahibini
selâmladı, ve öteki onun da suratına havladı. Rahip
pencerenin kenarına gelerek bize iltihak etti. Rahip­
ler, bilhassa zarif giyinmiş olanları böyle toplantılar­
da pek rağbet görüyorlar; elbiseleri bir taraftan
tevazuve feragatlanna işaret ediyor, bir taraftan da
kendilerine vakar veriyor. Hal ve tavırlariyle de,
kendilerini küçük düşürmeden mahviyetkâr görün­
mesini biliyorlar. Sonra yine dimdik ayakta durduk­
ları zaman, baka hiçbir sınıf için boş görülm iyecek,

(1 ) H içbir tarikata m ensup oim ıyan H ıristiyan rahipleri.


40 İTALYA SEYAHATİ O.

kendilerini beğenir bir halleri var. Bu rahip de


öyleydi. Ben kendisine M onte C assino(') hakkında
bazı sualler sordum. Beni oraya davet etti ve iyi
kabul göreceğim i vadetti. Arada salon dolmuştu:
zabitler, saray erkânı, papazlar hattâ birkaç kapusin
keşişi. Ben, nafile yere kalabalık arasında bir hanım
görm eye çalışıyordum. Herhalde o da gelecekti.

Yeniden iki kanatlı bir apı açıldı. İçeriye yaşlı bir


hanım girdi, bu hanım, evin efendisinden daha da
yaşlı görünüyordu. E v sahibesi olduğuna kanaat
getirdiğim bu hanımın içeri girmesiyle, yanlışlıkla,
sahiplerini tanımadığım bir saraya girmiş olduğuna
büsbütün kanaat getirdim. Nihayet yemekieri getir­
m eye başladılar, ben, sofra cennetine birlikte gidebil­
mek için rahiplerin peşini bırakmıyordum. Birdenbi­
re, Filangieri ve karısı, genç kaldıkları için özür
diliyerek içeri girdiler. Çok geçm eden bizim prenses-
cik de şimşek gibi solana girdi ve reveranslarla,
selâmlarla, baş eğm eleriyle, kalabalığın önünden
süratle geçerek bana doğru koştu ve “ sözünüzde
durmuş olmanıza doğrusu çok memnun oldum ,
sofrada benim yanımda oturun, en iyi yemekleri size
getirirler. Yalnız biraz bekieyin, evvelâ kendime iyi
bir yer seçeyim . Siz de hemen yanıma oturuverin.”
dedi. Bu davet üzerine bir sürü dolam baçlı yollardan
dolaşan prensesi takibetmeye başladım ve nihayet

(1 ) M onte Cassino: Benedikten m anastın. R om ayla N apoli ara­


sında bulunan bu m anastır, 259 senesinde, A ziz Benediktus
tarafından kurulmuştur.
İTALYA SEYAHATİ II. 41

yerlerim ize oturduk. Ö bür tarafımda Filangieri, tam


karşımda da Benediktin rahipleri yer almışlardı.
Prenses, “ yemeklerimiz çok nefis; hepsi de perhiz
yem ekleri ama nadide yem ekler,” diye söze başladı,
“ en iyilerini ben size haber vereceğim , fakat evvelâ
şu rahiplere takılayım. Bu mahlûkları hiç tahammül
edem iyorum ; evimizden her gün bir şeyler topluyor­
lar, halbuki biz neyimiz varsa notlarımızla birlikte
tatmayı isteriz.” — Çorba gelmişti, benediktin rahibi
gayet terbiyelice yiyordu. Prenses: — R ica ederdim
çekinmeyin muhterem peder!” diye haykırdı. “ Kaşık
küçük geliyorsa şimdi daha büyüğünü getirtirim,
efendiler, daima büyük lokmalara alışıktırlar.” Rahip
bunun üzerine: “ A sil sarayınızda her şey o kadar
mükemmel tanzim edilmiş ki, yalnız benim değil
bütün misafirlerinizin son derece memnun olmaları
lâzım .” diye cevap verdi.

Böreklerden rahip yalnız bir tane aldı, prenses


bunun üzerine: “ Yarım düzüne daha alın,” diye
bağırdı, “ biliyorsunuz ki ince yufkanın hazmı
k olaydır(').”
Anlayışlı adam, evsahibinin gösterdiği alâkaya
teşekkür ederek, sanki bu dine hakaret dolu şakaları
hiç işitmemiş gibi, bir tane daha aldı. İkinci bir hamur
yem eğinde de prensesin kötü diline gene bir fırsat
düştü. Rahip bir parça alırken bir İkincisi kazara

( t ) M ukaddes ekm eği kastediyor.


42 İTALYA SEYAHATİ D.

arkasından tabağına yuvarlandı. — Evsahibesı “ bir


de üçünçü, rahip efendi!” diye seslendi, “ görüyorum
ki tem eli sağlam kurmak istiyorsunuz!” Rahip: “ Mal­
zem e o derece mükemmel ki mimar kolayhkia
işliyebiliyor” diye cevap verdi. — Y em ek böylece
devam ediyordu, Prenses ancak bana bir şeyler ikram
edebilm ek için iğneli sözlerine ara veriyordu.

Ben o sırada masa komşum Filangieri ile ciddi


şeylerden bahsetmeye başlamıştım. Esasen Filanfie-
ri’ nin hiçbir boş söz söylediğini işitmedim. Kendisi,
bu bakımdan olduğu gibi başka hususlarda, da
dostumuz G eorg Schlosser’e (’) benziyor. Yalnız Na-
p oli’Ii ve hayat adamı olması sıfatiyle daha yumuşak
tabiatlı ve hali tavrı daha serbest.
ö b ü r tarafımdaki masa komşumun küstahlığı
rahiplere göz açtırmıyordu. Bilhassa perhiz zamanı
olduğu için, et kılığına girmiş, et niyetine gelen balık
yem ekleri, mütemadiyen dine ve alıiâka mugayir
sözler savurması için kendisine fırsat veriyordu.
Durmadan rahiplerin ete karşı olan iştahalannı ima
ediyor ve kendilerinin, ash memnu bile olsa hiç
olmazsa şekliyle iktifa etm eye haklan olduğunu
söylüyordu.
Buna benzer daha birçok şakalarım kaydettim,
fakat anlatmaya dilim varm ıyor, Bu gibi şeylere belki
bir ağızdan tahammül edilebilir, fakat kâğıda dök-

(1 ) Johnn G eorg Schlosser (1739 -1 7 9 9 ) 1773 te G eoth e’nin


kardeşi C ornelia ile evlenm iştir.
İTALYA SEYAHATİ D. 43

mek benim bile hoşuma gıtm iyecek. Bu nevi kütsah-


ça cesaret, inşam hayrete düşürdüğü için o anda hoşa
gitse bile anlatddığı vakit tatsız ve incitici oluyor.
Nihayet tatlıyı getirdiler, ben bu sefer de şakala­
rın aynı şekilde devam etmesini bekliyordum . Fakat
masa komşum birden bire bana döndü ve gayret
sakin söze başladı: “ Bırakalım da Syraküs’ü papazlar
rahat rahat yutsunlar, bunlan hiçbir zaman tam
mânasiyle çileden çıkarmaya muvaffak olam ıyorum ,
hattâ iştahlarını kesmeye bile. Şimdi artık biraz da
ciddî şeylerden bahsedelim. Filangieri ile biraz evvel­
ki konuşmanız ne üzerindeydi? Zavallı ne çok çalışı­
yor, kendisine daima söylüyorum , siz her yeni kanun
yaptıkça bizler her seferinde yeniden zahmete girip,
bunlan nasıl yan çizebileceğim izi düşünmek mecburi­
yetinde kalıyoruz. Halbuki eski kanunlann içinden
çıkmayı çoktan başardık. H ele şu N apoli’nin güzelli­
ğine bakın; insanlar nice yıllardan beri tasasızca ve
neşeyle yaşayıp gidiyorlar, arasıra birinin asılması
icabetse bile, bu hayatın düzgün gidişine zarar
verm iyor.”

Prenses bunun üzerine, bana Sorrent’deki çiftli­


ğine gitmemi teklif etti. Oradaki kâhyası beni en iyi
balıklar ve süt danalariyle besliyecekm iş, dağ havası
ve nefis manzara beni felsefeyle kafa patlatma
hastalığından kurtaracak, alnımda vakitsiz peyda
olan çizgileri silecekmiş. Sonra kendisi de oraya
gelecek ve birlikte neşeli bir hayat sürecekmişiz.
44 İTALYA SEYAHATİ D.

N apoli, 13 Mart 1787.

Mektupların birbirini kovalamaları için bugün


de birkaç kelime yazıyorum. İyiyim, fakat burada
istediğim ve lâzım geldiği gibi, çok şey göremiyorum.
Bu memleket inşam, rahat ve tasasız bir hayat
sürmeye sevk ediyor. Arada ancak şehir hakkında
derli toplu bir fikir edinebildim .
Pazar günü Pom pei’ye gittik. Dünyada pek çok
felâket olmuştur, fakat hiçbiri bunun kadar gelecek
nesüler için zevk kaynağı olmamıştır. Bundan daha
ahlaka çekici enteresan bir şey tasavvur edemiyorum.
Evler dar ve küçük, fakat hepsinin içleri zarif bir
şekilde resimlerle süslü. Şehir kapısı ve yanındaki
mezarlar ve dikkate şayan. Bir rahibenin mezari
yarım daire şeklinde taştan yapılmış bir bank, daya­
nacak yeri de taştan ve kitabesi iri harflerle bunun
üzerine kazılmış. Bu mezarın arkasından denizi ve
batan güneşi seyrettik. Unutulmaz bir hatıra!
Burada neşeli, sevimli N apolililere rasladık.
Buranın insanları, tabiî ve kaygısız, Torre D elTAn-
nunziata’da deniz kenarında yem ek yedik. Hava
fevkalâde güzeldi. Castell a Marre ve Sorrent’i
yakından görebiliyorduk. Manzara çok nefisti. N apo-
İlliler yaşadıkları bu yerleri çok beğeniyorlar, hattâ
bazıları, denizi görm eden yaşamanın mümkün olamı-
yacağmı iddia ediyorlar. Bana denizin görünüşünü
bir kere ruhuma sindirmiş olmam yeter, artık tekrar
dağlara dönebilirim .
İTALYA SEYAHATİ D. 45

Bir talih eseri olarak burada çok sadık bir peysaj


ressamiyle karşılaştım^). Buranın zenginliğini ve
açıldığını resimlerinde çok iyi aksettirebiliyor. Benim
için bazı şeyler yaptı. Vezüviin mahsullerini artık
iyice tetkik ettim. Bunlan yerlerinde toplu halde
görm ek büsbütün başka oluyor. Aslm a bakılacak
olursa bundan sonra hayatımı müşahedeye vakfetm e-
liyim , bu suretle herhalde insanlığın bilgisini arttıra­
cak bazı yeni şeyler keşfedebilirim . Nebatat baklan­
daki tetkiklerimin derlediğini rica ederdim . H erder’e
bildirin. Prensip hep aynı fakat işlıyebilmek için
bütün bir öm ür lâzım. Belki bana hiç olmazsa esas
hatlan tesbit etmek nasibolabilecek.

Portici müzesini göreceğim e seviniyorum. Ekse­


riya, evvalâ herkes burayı görüyor bizse en sonra
göreceğiz. Ben hâlâ ne yapacağımı kararlaştırmadım.
Heres benim Paskalya’dan önce Rom a’ya dönmemi
bekliyor. Bense işi oluruna bırakıyorum.
Angalika(1 2), benim Iphigenie’den bir sahnenin tablo­
suna başladı. Fikir çok isabetli, herhalde muvaffaki­
yetle de işliyebilecek; Orest’in, kardeşinin yanında
tekrar arkadaşını bulduğu sahne. Bu üç şahsın
birbirlerini takiben söylediklerini, Angelika, sözleri
hareketleriyle ifade eden bir gurup halinde tasvir
ediyor. Bu kendisinin nasıl ince hissettiğini ve mesle­
ğine taallûk eden şeyleri ne kadar iyi benim seyebildi-

(1 ) h erde bahsi geçecek olan K niep.

(2 ) A ngelika Kaufm ann: 1. K itap sah. 958.


46 İTALYA SEYAHATİ D.

ğini gösteriyor. Bu sahne hakikaten bütün piyesin


belkem iği.

Allahaısmarladık, beni düşünmekten geri kal­


mayın! Burada herkes bana karşı çok sevimli, benden
pek bir şey anlamamakla beraber! Buna mukabil
Tischbein’dan daha çok anlıyorlar; akşamlan onlara
tabiî büyüklükte birkaç baş çiziveriyor ve seyircilefl-
ni, ilk defa bir harb gemisi gören yeni ZelandalIlar
gibi, hayretlere düşüyor. Bunun üzerine hoş bir vaka:
Tiscbein’nın, tabiî büyüklükte ilâh ve kahraman
figürleri çizm ek hususunda büyük bir mehareti var.
Bunlan sonradan hafifçe tanyor ve geniş bir fırçayla
gölgelendirerek başlara azametli ve mücessem bir
şekil veriyor. Seyirciler bunu hayretle seyrediyorlar
ve böyle çabucak ortaya çıkıvermesine büyük bir
sevinç gösteriyorlardı. Sonra Kendilerinin de bu işi
böyle çabuk başarabileceklerini sanarak fırçalara
sanldılar. birbirlerinin suratlarına sakallar yaptılar ve
yüzlerini gözlerini bulaştırdılar. Bunda, insanların
iptidai hareketlerini hatırlatan bir taraf yok mu?
Fakat bu kültürlü bir muhitte ve kendisi de resim
yapan bir zatm evinde cereyan etti. Bu insanları
görm edikçe haklarında tam bir fikir edinmeye imkân
yok.

Caserta, 14 Mart Çarşamba.


Hackert’e eski sarayda kendisine tahsis edilmiş
olan mükemmel daireye gittik. Y eni saray muazzam
İTALYA SEYAHATİ D. 47

bir şey. Eskuryal’a O benziyor. Müstakil şekilli,


birçok iç avluları olan bir yapı. Tam mânasiyle
şahane. Y eri de fevkalâde; dünyanın en verimli
arazisinin ortasında, bahçeleri dağlara kadar dayanı­
yor. Bütün bir nehir su bendi vasıtasiyle buraya
sevkediliyor. Bahçelere ve saraya lâzım olan su
böylece temin ediliyor. Bu su, yukarda suni olarak
tanzim edilmiş kayaların üzerine dökülüyor ve ço
güzel şelâleler meydana getirerek aşağılara akıyor.
Bu güzel tanzim edilmiş bahçeler, bir parkı andıran
bu araziye çok iyi uyuyor.
Saray hakikaten şahane, fakat bana öyle geliyor
ki içerisi kâfi derecede hareketli değil. B öyle muaz­
zam ve hoş salonlardan kendimizi bir türlü rahat
hissedemiyoruz. Kıral da aym şeyi hissetmiş olm alı;
çünkü dağda, insanlarla daha yakından temasta
bulunabileceği bir av ve eğlence köşkü yaptırmış.

Caserta, İS Mart Perşembe.


Hackert’in eski saraydaki dairesi pek rahat.
Kendisine de misafirlerine de kâfi geliyor Kendisi
daima resim yapmakla meşgul olduğu halde dostları­
nı ihmal etm iyor, öğretm e kabiliyetini kullanarak
onları cezbediyor. Benim de kalbimi tamamen ka­
zandı. Bütün zaaflarımı sabırla karşılıyor, daha sarih
bir desen, daha emin ve vazıh bir tasvir tarzı

(1 ) E sconial: M adrit civarında F ilip ü . tarafından tesis edilen


manastır ve saray. İnşa tarihi 1563 -1 5 7 1 . A yn ı zamanda
İspanya kiralının m ezarları da burada bulunm aktadır.
48 İTALYA SEYAHATİ O.

edinmeme gayret ediyor. Çakşırken önünde daima


üç türlü mürekkep bulunduruyor, bunları kullanarak
resimlerini arka plânlardan öne doğru işliyor. Bir­
denbire, nasıl olduğu fark edilm eden bir resim ortaya
çıkıveriyor. Ne olurdu bu iş böyle göründüğü gibi
kolay olsaydı! Bana, kendisine mahsus samimî tavriy-
le diyorki: “ İstidadınız var, fakat henüz pek bir şeyler
becerem iyorsunuz, 18 ay yanımda kalın göreceksiniz
ki muvaffak olacaksınız. Hem kendinize hem de
etrafınızdakilere zevk veren şeyler meydana çıkarabi­
leceksiniz.” Bunlar bütün heveskarlara ders olabile­
cek sözler değil m i? Bana olan faydalarım, bakalım
göreceğiz.
Kıraliçenin kendisine çok itimadı ve teveccühü
var. Bunu yalnız prenseslere resim dersi vermesi için
değil, aym zamanda da akşamlan, sanat ve bununla
alâkalı mevzular üzerinde öğretici konuşmalar yap­
ması için saraya davet edilmesi de gösteriyor. Bu
konuşmalarına esas olarak. Hackert, Sulzer’in lügati­
ni kullanıyor. Parçalan bu kitaptan arzusuna göre
seçiyor. Buna itirazım yokmuş gibi davrandığım için
kendi kendime gülüyorum. Kendisini, ta kökünden
yeniden yoğurmak istiyen bir kim seyle, etrafına tesir
yapmak ve onlann gündelik ihtiyaçlarını tatmin
edecek malûmat vermek istiyen bir insan arasında ne
kadar fark var. Sulzer’in nazariyesi kökünden yanlış
esaslara dayandığı için, ondan nefret ediyorum.
Fakat görüyorum kı bu eser insanların ihtiyaçlarına
kâfi geliyor da artıyor bile. Burada verilen bilgi ve
İTALYA SEYAHATİ D. 49

düşünce tarzı, Sulzer gibi değerli bir adamı tatmin


edebildikten sonra, alelâde insanlara neden kâfi
gelmesin?
Restoratör Anders’in evinde faydalı ve eğlenceli
satırlar geçirdik. Kendisi Rom adan buraya davet
edilmiş. O da eski sarayın bir kısmında oturuyor, ve
hareretle çalışıyor. Kıral kendisinin çahşmalariyle
yakmdan alâkadar. Eski resimleri tamir etmek husu­
sundaki maharetinden bahsetmeye başlamak istiyo­
rum, çünkü bunun için hem bu güç mesleğin hem de
varılan mesut neticelerin teferruatına girmek lâzım.
Caserta, 16 Mart 1787.
19 Şubat tarihli sevgili mektuplarınız bugün
elim e vardı. İşte hemen cevabı. Dostlarım ı düşüne­
rek kendimi toplamaktan ne kadan haz duyuyorum.
N apoli bir cennet! Burada herkes başka bir türlü
mest olmuş ve kendinden geçm iş. Ben de öyle. Artık
kendi kendimi tanıyamaz oldum . Bambaşka bir
insanmışım gibi hissediyorum kendimi. Dün: “ Sen ya
şimdiye kadar çılgındın, yahut şimdi çıldırdın.” diye
düşündüm.
Eski Cappua ve harabelerine dün buradan da bir
ziyaret yaptım.
Nebatlar âleminin ne olduğunu ve insanların
toprağı neden işlediklerini, ancak burada anlıyabili-
yoruz. Keten çiçeklen açmaya başlıyor, buğdayların
boylan bir buçuk karış. Caserta civarındaki arazi
tamamen düz. Tarlalar bahçe tarhlan gibi muntazam
50 İTALYA SEYAHATİ II.

ve teiniz işlenmiş. H er taraf kavak ağaçlariyle dolu.


Asmalar bunlara sarılıyor, ağaçlann gölgelerine rağ­
men topra fevkalâde mahsul veriyor. H ele ilk bahaı
bütün kuvvetiyle bir başlasın! Şimdiye kadar güneşe
rağmen soğk rüzgârlar devam etti, sebebi de dağlar­
dan karın hâlâ kalkmamış olması.
Sicilya’ya gidip gitmiyeceğim on dört güne kadar
belli olacak H içbir kararda, şimdiye kadar, bu
derece tereddüt etm edim . Bugün, beni bu seyahati
yapmaya sevk eden bir şeyle karşılaşıyorum, yann
beni bu işten vazgeçiren bir şey çıkıveriyor. İçim de
iki ruh cenkleşiyor.
Yalnız kadın dostlanm a, erkek arkadaşlar sakın
duymasın! — Hissediyorum ki İphigenie, garip bir
akibete uğradı. Eski şekline o kadar alışılmış, sık sık
okuya işite oradaki ifade tarzı öyle benimsenmişti ki,
şimdi bu şekli yabana geliyor. Görüyorum ki bütün
bu emeklerimden dolayı kimse bana müteşekkir
değil. B öyle eserin hakikatte hiç sonu gelm iyor.
Zaman ve vaziyete göre elinden geleni yaptıktan
sonra, insan işe bitmiş nazariyle bakmalı.
Bu beni Tasso’ile de aynı ameliyeyi yapmaktan
geri koymıyacak. Eğer bunu yapmazsam onu ateşe
atarım daha iyi. Fakat kararımda sebat edeceğim .
M ademki başka türlü yapmaya imkân yok, bundan
da garip bir eser meydana çıkaralım! Yazılarımın
baskı işinin biraz ağırca gitmesinen, onun için mem­
nunum, fakat aynı zamanda uzaktan olsun, insamn
kendisi tâbi’in baskısı altında hissetmesi faydasız
İTALYA SEYAHATİ D 51

değil. İnsanın en serbest hareket edeceği şeylerden


bile, bir baskı, bir mecburiyet hissetmeye ihtiyacı
olması çok garip
Caserta, 16 Mart 1787.
İnsan Rom ada nasıl öğrenm eyi ve tetkik etmeği
istiyorsa, burada da sadece yaşamayı istiyor, kendim
ve dünyayı unutuyor, Sırf hayattan tat almak için
yaşıyan kimselerle birlikte bulunmak bana çok garip
geliyor.
Hâlâ İngiliz sefiri olarak burada bulunan Lord
H am ilton('), sanat ve tabiatı bu kadar uzun tetkikten
sonra, bunlarda aradığı hazzm zirvesine güzel bir
kızda erişmiş(1 2). Kız yanında oturuyor. Aşağı yukan
yirmi yaşlarında bir İngiliz kızı. Ç ok güzel, vücudu da
çok mütenasip, Lord kendisine eski Yunan elbiseleri
yaptırmış, bu kıyafet ona çok yaraşıyor. Bu elbiseleri
giydiği zaman saçlarını açıyor, arkasına şallar atıyor
ve hareketlerine göre yüz ifadelerini değiştirerek,
mütemadiyen yeni pozlar ahyor. İnsan sonunda
hakikaten bir rüya gördüğüne inanıyor.

Binlerce sanatkârın yapmaya gayret ettiklerini


onda, mükemmel bir -şekilde ve bizi hayretlerde

(1 ) Sir W ılliam H am ilton (1730 -1 8 0 3 ). N apolideki Ingiliz sefiri.


Tanınm ış A ntik-vazolar koleksiyoncularından.

(2 ) M is Em ma H arte. Sonradan L ord H am ihonTa evlenerek Lady


H am iltonism iyle şöhret bulm uştur. A slen çok basit bir aileden
gelen bu kız, sonradan N elson’un sevgilisi olm uştur
52 İTALYA SEYAHATİ D.

bırakan bir zenginlik içinde buluyoruz. Ayakta, diz


çökerek, oturarak, yatarak, ciddi, elem li, keyifli,
baştan çık a n a , pişman, çapkın, tehditkâr, korkak,
v.s. Biri diğerim takibediyor, birinden diğeri doğu­
yor. Peçesinin düşüşünü türlü yüz ifadelerine göre
tanzim etm ekte, değişmekte ve başım aynı örtüyle
tüllü tüllü sarmakta pek muvaffak oluyor. İhtiyar
Lordsa bunlara göre ışıklan tanzim ediyor. Kendini
bütün ruhuyla bu mahlûka hasretmiş. Bu kızda bütün
Antik eserleri, Sicilya sikkelerinin üzerindeki profil­
leri, hattâ Belveder A p ollo’sunun canlı timsalini
görüyorsunuz. Muhakkak ki misli görülmemiş bir
oyun! Biz bunu iki akşam seyrettik. Bu sabah
Tischbein kızın resmini yapmaya başladı.
Saray ve erkânı hakkında edindiğim ve biribirine
eklediğim bilgiler henüz eksik ve tashihe muhtaç.
Kıral bugün kurt avına gitmiş hiç olmazsa beş kurt
vurması bekleniyor.
N apoli, 17 Mart.
Kelim eleri yazmaya başlar başlamaz, bu verimli
memleketin, açık denizin, puslu adaların ve duman­
lar savuran dağın manzaraları gözümün önünde
canlanıyor, fakat bunlar tasvir edebilecek vasıtalara
mâlik değilim. Toprağı ekm eyi, insanların nasıl akıl
ettikierini, burada, tarlaların senede üç ilâ beş kere
mahsul verdikleri bu memlekette anlıyorum. Verim li
senelerde, aym sene içinde, aym tarladan üç defa
mısır mahsulü alıyorlarmış.
İTALYA SEYAHATİ D. 53

Pek çok şey gördüm , fakat daha çok düşündüm:


Dünya bana kendini gittiçe daha çok açıklıyor.
Eskiden beri bildiğimi sandığım şeyleri ancak şimdi
benimsiyorum. İnsan garip bir mahlûk. Ç ok erken
öğreniyor, fakat çok geç tatbik edebiliyor.
Yazık ki yanımda müşahadelerimi dakikası daki­
kasına bildireceğim bir kimse yok. Vakaa Tischbein
benim le beraber ama, kendisi de sanatkâr olduğu için
kafası binlerce düşünce ile dolu ve etrafında bulunan
yüzlerce insan, onu daima inhisarları altına alıyorlar.
Vaziyeti güç; şahsi istek ve gayelerini çem ber altına
alınmış hissetmekten korktuğu için, başka bir şahsın
düşüncelerini paylaşmaktan çekiniyor.
Dünya basit bir tekerlek; bütün çevresi daima
aynı ve aynı. Fakat biz de bu tekerlekle birlikte
sürüklendiğimiz için, onu her an yeni ve garip
görüyoruz.
Çoktandır kendikendime tekrarladığım nihayet
hakikat oldu ; birçok tabiat fenom enlerim i ve tabiat
nazariyelerini anlamayı ve çözm eyi ancak burada
öğrendim . H er yandan, mütemadiyen derleyip toplu­
yorum , birlikte pek çok şey getirebileceğim i umuyo­
rum, bu arada muhakkak ki pek çok da vatan sevgisi
ve birkaç dostla birlikte olmanın hazzı.
Benim Sicilya seyahatim için, teraziyi ilâhlar
hâlâ ellerinde tutuyorlar; ibre hâlâ bir o yana bir bu
yana kayıyor!
A caba geleceği bana böyle esrarengiz bir şekilde
haber verilen dost kim? A llah vere de gelişi benim
54 İTALYA SEYAHATİ O.

Sicilya maceram esnasma raslamasa da kendisini


görm ek fırsatını kaçırmasam.
Palermo’ya giden yelkenli, bugün döndü. Bir
hafta sonra tekrar buradan Palermo’ya hareket ede­
cek ; ben de birlikte mi gideceğim , yoksa Paskalyadan
önce Rom ayı’mı döneceğim , hâlâ bilem iyorum. Şim­
diye kadar hiçbir vakit böyle kararsız kalmamıştım.
Bir an, yahut küçük bir vesile belki karara sebep
olacak.
İnsanlarla artık daha iyi anlaşıyorum; yalnız
onları katiyen altın teraziyle, değil, bakkal terazisiyle
tartmak lâzım. Fakat bunu maalesef, vehimlere ve
garip isteklere kapılarak dostlar da ekseriya birbirle­
rine karşı tatbik ediyorlar.
Burada kimsenin birbirinden haberi yok. Hattâ
birbirlerinin yakınında yaşadıklarım bile fark etmi­
yorlar. Bütün gün etraflarına bakmadan, cennet gibi
yerde aşağı yukarı koşuşuyorlar, ancak yam başların­
daki cehennem kıyamet koparmaya başlayınca, A ziz
Januarius’un kanını(’), imdada çağırıyorlar. Nasıl ki
bütün dünya da ölüm ve şeytana kanla karşı geliyor
veya gelm ek istiyorsa.
B öyle kalabalık ve durmadan hareket halindeki
bir insan sürüsünün içinde dolaşmak çok alâka
uyandırıcı ve faydalı bir şey. H er şey birbiri içine akıp

(1 ) A ziz Januarius: S. G ennaro; B enevent Piskosu D iokletian


zam anında R om alılar tarafından öldürülm üştür. Kanı efsane­
ye g öre, N apolide ism ine izafe edilen kilisede muhafaza
edilm ektedir.
İTALYA SEYAHATİ II. 55

kaynaşıyor, böyle olmakla beraber her fert gene de


yolunu ve gayesini bulabiliyor. Bu kalabalık ve
hareket seli içinde kendimi tamamiyle sakin ve yalnız
hissediyorum. Sokaklarındaki patırdı arttığı nispette
içime bir sükûnet çöküyor.

Arasıra Rouseau’yu ve onun elemli şikâyetlerini


düşündürüyorum da, böyle kusursuz bir mizacın nasıl
müvazenesizleşebileceğini anlıyorum. Ben de eğer
tabiata böyle yakiaşmamış ve bu kargaşalığın içinde,
tıpkı bir mühendisin tek bir hatla birçok şeyleri
ölçebildiği gibi, müşahedelerin de tanzim mukayese­
sine imkân olduğunu görememiş olsaydım , Ç ok kere
çıldırdığımı sanacaktım.
N apoli, 18 Mart 1787

Herculanum’u ve Portici’deki hafriyatta elde


edilen koleksiyonu görm ek için artık vakit kaybetme­
mek lâzım. Vezüvün eteğindeki bu eski şehir, durup
durup tekrarhyan indifalardan tamamen lâvlarla ör­
tülmüş. Zem in böylece yükselerek, binalar şimdiki
toprak seviyesinden en az altmış ayak aşağıda kalmış.
Bu şehri, bir kuyu kazarken tesadüfen meydana
çıkan mermer mozaik bir zeminden keşfetmişler.
Yazık ki bir hafriyat Alm an madencileri tarafından
muntazam bir plân dahilinde yapılmamış. Tesadüfi
ve yağma maksadiyle yapılan kazılar neticesi, mu­
hakkak ki bazı kıymetli antik eserleri örselem işler.
Vaktiyle açık sema altında bulanan tiyatroyu görebil­
m ek, burada neler bulunduğunun ve bunların nasıl
56 İTALYA SEYAHATİ D.

ortaya çıkarıldığının hikâyesini duymak için, meşale


ışığiyle altmış ayak yerin altına iniyoruz.
M üzeye hatın sayılır kimselerin tavsiyeleriyle
girdik ve çok iyi karşılandık. Fakat buna rağmen bazı
şeylerin krokilerin çizmemize müsade edilm edi. Biz
de o nispette dikkatimizi topladık, ve kendimizi
mümkün olduğu kadar canlı bir şekilde eski zaman­
larda tahayyül etm eye çalıştık. Bütün bu etrafımızda­
ki şeylerin, sahipleri tarafından hakikaten kullanıl­
dıkları zamanlardı!
Pom pei’nin küçük evleri ve odaları, bana hem
küçük hem de büyük görünüyor, küçük, çünkü
kendimi burada bir sürü kıymetli eşya arasında
bunalmış hissediyorum. Büyük, çünkü sırf kullanıl­
mak için değil, aynı zamanda plâstik sanatla en
mahirana ve en zarif bir şekilde süslenmiş ve canlan­
dırılmış olan bu eşyanın ruhumuza haz vererek
ufukianmızı genişlettikleri için. B öyle bir ferahlığı en
büyük salonlarda bile bulamayız.
M eselâ kenarı zarif bir şekilde süslü, güzel şekilli
bir kovanın, yakından bakınca bu kenarına iki
yandan yukarı kaldırabildiğini görüyoruz. Bu bir
birine bağlı yarım daireleri sap olarak kullanarak
kovayı rahatça taşıyabiliyorsunuz. Lâmbalar fitilleri­
nin sayısına göre maskeler ve asma yaprağı ornuman-
lariyle süslü. H er alev ayrı bir sanat eserini aydınlatı­
yor. Lâmbaları ince ve yüksek tunç ayaklar taşıyor.
A sılı lâmbalarsa güzel düşünülmüş türlü türlü figürle­
re iliştirilmişler. Maksat bunların hem zevk vermesi
İTALYA SEYAHATİ D 57

hem de eğlendirmesi. Sallandıkları vakit bu maksadı


fazlasiyle yerine getiriyorlar.
Tekrar gelm ek ümidiyle kılavu odadan odaya
takibettik ve vaziyetin ettiği ve yakışık aldığı nispette
eğlenm eye ve bilgi kapmaya çakştık.
N apoli, 19 M art, Pazartesi.
Y eni bir tanışma son günlerde yakın bir münase­
bet doğurdu. Tischbein dört haftadan beri, bana
buradaki sanat eserlerini ve tabiatı göstermek için
sadıkça refakat ettikten ve dün de benim le birlikte
Portici’ye geldikten sonra, ikimiz de gördük ki bunu
devam ettirmek imkânsız, çünkü, ne kendisinin sanat
gayeleri, ne de ilerde N apoli’de esash bir vazife
alabileceğini umduğu için, şehirde ve sarayda yapma­
ya mecbur olduğu işler, benim arzulanma, heveskâr­
lıklarıma ve niyetlerime uyuyor.
Kendisi beni daima düşündüğü için, bana daima
surette refakat edebilecek bir genç tavsiye etti. Bu ta,
ilk günlerden beri gördüğüm ve beni alâkadar etmiş
olan bir kimse: ressam KniepC) Rom a’da bir müddet
kaldıktan sonra, Napoli’ye, peyzajcılann hakikî cen­
netine gelmiş.
Kniep’in desenlerinin kuvvetli olduğunu daha
Rom adayken düşmüştüm, yalnız çalışkanlığı aynı1

(1 ) Chnstian H einrich K niep: 1748 de HUdesheunda doğm uş


olan , K niep 1786 dan itibaren N apoli’ de yerleşm iş ve 1825 te
G üzel Sanatlar A kadem isi profesörü olarak orada ölm üştür.
58 İTALYA SEYAHATİ D.

derecede methedilmiyordu. Şimdi kendisini oldukça


yakından tamdım ve ona atfedilen bu kusura, ben
tembellikten ziyade kararsızlık diyeceğim . Bir müd­
det birlikte bulunursak bunu yenebileceğini sanıyo­
rum. Mesut bir başlangıç bu ümidimi kuvvetlendiri­
yor, bana kalırsa uzun zaman dost kalabileceğiz.
N apoli, 19 M art.

Sokaklarda, biraz etrafa dikkatle bakınarak do­


laşacak olursak, eşsiz manzaralara Taslıyoruz.
M olo’da şehrin en gürültülü köşelerinden biri
olan bu mahallede dün bir PulicineU(*) gördüm.
Tahta bir kerevet üzerinde bir maymunla güreşiyor­
du. Bu kerevetin üzerine bir de balkon kurmuşlar, ve
bu balkonun üzerinde oldukça güzel bir kız etrafa
güzelliğini teşhir ediyordu. Kerevetin berisinde bir
m ucizeler doktoru, her derde deva olacak esrarengiz
ilânlarım sâf yürekli hastalara dağıtıyordu. Eğer
böyle bir tablo Gerhard D ow tarafından resmedilmiş
olsaydı(1
2), muhakkak ki gerek zamanında gerekse
istikbalde büyük bir alâka toplardı.
Bugün de St. Joseph yortusu. Bu A ziz, Fritaruo-
rterin, yani gözlem ecilerin Piri. Bu işte de alev ve
kızgın yağ başta geldiği için, bütün cehennem azapla­
rım da mesleklerine dahil sayıyorlar. Bundan dolayı

(1 ) P u lianell: N apoli tiyatrosunun kom ik tipi


(2 ) G erhard D ow : Rem brandt’ın talebesi (1613 -1 6 7 3 ) H ollan-
dalı(m ahalli hayat Adetler) ressam ı.
İTALYA SEYAHATİ D. 59

dün evlerinin önlerini bu nevi tablolarla donatmışlar­


dı: Ârafata ruhlar ve etrafa yükselen kıyamet günü
ateşleri. Kapıların önünde çatılmış ocakların üzerin­
de tavalar kaynıyordu. Bir çırak hamur yuğuruyor,
öbürü bunlara biçim veriyor, hamuru yuvarlayıp
simitler yapıyor ve kızgın yağa atıyordu. Üçüncü bir
çırak kızaran simitleri küçük bir şişle yağdan çekiyor,
elinde bir şiş hazır bekliyen bir dördüncüye veriyor, o
da bunları etrafında biriken halka dağıtıyordu. Tava­
nın başındakiyle, simitleri dağıtan çırak başlarına sarı
bukleli perükler takmışlardı. B u, onların melekleri
temsil ettiğine delâlet ediyormuş. Başka birkaç figür
de bu gurupu tamamlıyor.

Bunlar çalışanlara şarap veriyorlar, kendileri de


içiyor ve haykırarak mallarını methediyorlar. Ahçılar
ve m elekler de mütemadiyen bağınşıyoriar, Halk
başlarına üşüşmüştü, bu akşam hamur işleri daha
ucuz satılıyor, hattâ kazancın bir kısmı da fakirlere
dağıtılıyormuş.
Buna benzer daha başka sahneler hadsiz hesap-
siz; bu her gün böyle, daima bir yenilik ve her
seferinde biraz daha çılgınca. Sadece T o le d o (') cad­
desinde karşılaştığımız çeşitli kıyafetler ve insan
kalabalığı kâfi. İnsan halka karışacak olursa daha
böyle pek çok orijinal eğlencelerle karşılaşıyor. Halk
o kadar tabiî ki, onunla birlikte siz de tabiileşiyorsu-1

(1 ) T oled o caddesi: N apoli’nin K uzey-G üney istikam etinde uza­


nan esas caddesi. Şim diki “ V ia d i R om a.”
60 İTALYA SEYAHATİ D.

nuz. Puli cinel, bunların millî palyaço tipi. Bergam o’-


lu Harlekin de Tîrollulann Hans Wurst’una tekabül
ediyor. Pulicinell tam mânasiyle sakin, rahat, bayağı
tem bel fakat lâtifed bir uşak tipi. Bu tip uşak ve
garsonlara burada, hemen her yerde tesadüf ediyor­
sunuz. Bugün bizimki ile de hoş bir şey başımdan
geçti. Kendisini kâğıt kalem almaya yollamak istedi­
ğim sırada, anlayışsızlık, gayret, tereddüt ve tuhaflık­
la kanşık hali öyle hoştu kı, bu herhangi bir tiyatro
sahnesinde olduğu gibi tekrarlanabilir.

N apoli, 20 M art, Sah

Vezüvün yeniden alev püskürdüğü haberi, beni


üçüncü bir ziyaret yapmaya heveslendirdi. Lâvlar
O ttajano tarafına aktıkları için N apoli’den görünmü­
yorlar. Tam dağın eteğinde, iki tekerlekli tek atlı
arabamdan indiğim sırada, bize geçen defa refakat
eden kılavuzlarla karşılaştım. H er ikisini de kaçırmak
istem edim ; birini alışmış olduğum için, öbürünü de
kendisine çok emniyetim olduğu için, hulâsa her ikisi
de ayrı ayrı işime yanyabilecekierinden ikisini de
beraberime aldım.
Yukarıya gelince, biri mantoların ve yiyecekle­
rin yanma kaldı, genci de bana refakat etti. M ahnıti
oyuğun alt tarafından fışkıran muazzam buhar bulu­
tuna doğru yollandık, sonra bunun etrafım dolaşarak
hafif bir meyilden aşağıya doğru indik ve nihayet açık
sema altında lâvların, bu vahşi buhar bulutlarından
nasıl fışkırdığını gördük...
İTALYA SEYAHATİ D. 61

Birşeyden bahsedildiğini binlerce defa dinlemiş


olsak bile, o şeyin hususiyetleri kendini bize, ancak
onu gözlerim izle gördüğümüz zaman açıklanıyor.
A kan lâv seli ince, ancak on ayak genişliğinde. Yavaş
ve oldukça düz bir satıh halinde akması çok şayanı
dikkat; yan ve üst satıhları akarken soğuyor ve
gittikçe yükselen bir kanal meydana geliyor, çünkü
erimiş maddeler de ateş s e lin in dibinden de donmaya
başhyor ve bu ateş seli, sathında yüzen parçalan
muntazam bir şekilde sağa sola fırlatıyor.
B öylece bunlar gittikçe yükselerek bir set mey­
dana getiriyorlar. Bunun üzerinden kızgın sel sanki
sanki bir değirmen harkı gibi akıp gidiyor. Oldukça
yüksek olan bu setin yakınlarına kadar gittik. Taş
parçalan iki yandan muntazam bir şekilde yuvarlana­
rak ayakianmıza kadar geliyordu. Kanalda açılmış
olan birkaç gedikten bakarak, bu kızgın seli aşağıdan
görüyor, aşağıya doğru akışına devam etmesini de
yukardan takibedebiliyoıduk.
Güneş çok kuvvetle parladığı için kızgın renk
biraz uçuk görünüyordu, yalnız temiz havaya yükse­
len hafif bir duman seçilebiliyordu. Lâvın tam yerden
fışkırdığı noktayı yalandan görm ek istedim. Fışkıran
lâv hemen orada bir çatı bir kubbe teşkil ediyormuş.
Kılavuzun anlattığına göre, kendisi bir çok defa
bunun üzerine çıkmışmış. Bunu da görebilm ek için
tekrar dağa tırmandık, arka taraftan dolaşarak bura­
ya varmayı istiyorduk. Talih eseri burayı açık bulduk;
şiddetli bir hava cereyanı bütün dumanlan savurmuş-
62 İTALYA SEYAHATİ O.

tu. Vakaa tam olarak değil, çünkü etraftaki binlerce


yarıktan buharlar sızmakta devam ediyordu.
Hakikaten sulu bir hamur gibi üst üste yığılmış
ve donmuş bu yığının üzerine çıktık. Burası öne
doğru bir çıkıntı teşkil ettiği için, lâvın fışkırışını
görm ek imkânsızdı. Beş on adım daha ilerlemeyi
tecrübe ettik, bastığımız yer gittikçe kızgınlaşıyordu,
güneşi karartan boğucu ve kesif bir duman etrafımızı
sarmıştı, ö n d en ilerliyen kılavuzum hemen geriye
döndü, beni tuttu ve bu cehennem alevlerine arka
arkamızı çevirerek buradan uzaklaştık
Gözlerim izi manzarayla, damağımızı ve yüreği­
mizi de şarapla şenlendirdikten sonra, cennetin
ortasında yükselen bu cehennem tepesinin daha
başka garip taraflarım da görm ek için biraz etrafı
dolaştık. Volkan bacası olarak duman değil de kızgın
hava savuran birkaç çukuru tekrar dikkatle müşahe­
de ettim. İçleri stalaktitleri andıran bir tabakayla
döşeli; tıkaç ve kozalak biçim li bu parçacıklar oyuğun
ta yukarlanna kadar asılı. Bacaların gayrı muntazam
yerlerinde, üst üste sarkan bu buhar mahsulleri elle
tutulur yakınlıkta. Bu çengel biçim li şeyleri, baston­
larımızla koparıp çekebildik. Aşağıdak lâva satanla­
rın, bunun benzerlerini hakiki lâv diye sattıklarını
görmüştüm. Şimdi bunların lâv değil, volkan duman­
larının isi olduklarım keşfettiğime seviniyorum. Kız­
gın dumanlardan çökm üş olan bu cisimlerin içlerin­
deki kısımlar kendilerim iyice gösteriyorlar.
İTALYA SEYAHATİ II. 63

Dönüşte seyrettiğim harikulâde bir gurup ve


eşsiz bir akşam bütün yorgunluğumu aldı. Fakat
böyle müthiş bir tezadın aklı nasıl altüst edebileceğini
iyice hissettim. Dehşet karşısında güzellik, güzelliğe
karşı dehşet; karşılıklı olarak birbirlerinin tesirlerini
ortadan kaldırıyor ve insanda lâkayt bir his yaratıyor­
lar. N apolililer, eğer kendilerini böyle Allahla şeytan
arasına sıkışmış hissetmeselerdi, muhakkakki başka
türlü insanlar olacaklardı.
N apoli, 22 Mart.
Alman zihniyeti ve gayreti, beni zevk tatmadan
ziyade, öğrenm eye ve faaliyete sevk etmemiş olsaydı,
bu neşeli ve hafif hayat mektebinde bir müddet daha
kalır ve daha ziyade istifadeye çalışırdım. Burada
biraz yerleşebilince çok keyifli bir hayat yaşamak
mümkün. Şehrin vaziyeti, ikliminin tatlılığı ne kadar
meıhedilse yine az. Yabancılar da işte yalnız bunlarla
iktifaya mecburlar.
Vakti ve parası olan ve becerebilen de şüphesiz
burada rahat bir şekilde yerleşebiliyor. M eselâ Ha-
m ilton; güzelce yerleşmiş, hayatının son günlerinin
iyice tadını çıkarıyor. İngiliz zevkine göre döşettiğini
odaları çok sevimli. Bilhassa köşe odasından manza­
ra essiz. Deniz ayaklar altına.
Capri karşımızda, sağ tarafta Posilipo, yanıba-
şında Villa R ea le('), solda eski bir Cizvit manastın,1

(1 ) Şim diki V illa N azionale.


64 İTALYA SEYAHAT! D.

ilerisinde Sorrent’den Kap Minerva’ya kadar uzanan


sahil. B öyle bir güzelliği bütün Avrupa’da arasanız,
zor bulursunuz, hele bilhassa böyle büyük bir şehrin
yakınında.
Hamilton zevk sahibi bir adam, hilkatin birçok
çiçeklerden balım aldıkta sonra, sonunda güzel bir
kadında, büyük sanatkârın bu şaheserinde karar
kılmış.
Bütün .bu çeşitli hazlardan sonra, nihayet Siren­
ler beni denizin öte tarafına çekiyorlar^1), Rüzgâr
müsaade ederse bu mektupla aym günde ben de yola
çıkacağım. O kuzeye ben de güneye doğru! insan
ruhu hudutsuz, bilhassa benimkinin enginlere öyle
ihtiyacı var kİ, Gayretimi artık yalnız sebat etmeye
değil, aynı zamanda da çabuk kavnyabilmeye sarf
etmeliyim. Herhangi bir şeyin sadece parmağının
ucunu ele geçirdim m i, bütün eli tasavvur edebiliyor,
duyabiliyor ve bemmsiyebiliyorum.

Garip şey, bir dostum (z) bana şu sırada, W ilhelm


M eister’i hatırlatıyor ve sonunu getirmeye beni mec­
bur ediyor. Bu, burada, bu sema altında mümkün
olmasa bile, belki son kitaplarım buranın havasından
bir şeyler anlatabilecekler. Umalım ki, varlığım bu
yolda inkişaf etsin, sap büyüsün, çiçekler daha zengin 12

(1 ) Sirenler: Y unan m itolojisine göre, şeytani ölü ruhlar. M ezar


taşlan ve âbideleri üzerinde kuş vücutlu kızlar olarak tasvir
edilirler.
(2 ) D ünzer, bu dostun K nebel olduğunu tahmin ediyor.
İTALYA SEYAHATİ II. 65

ve daha güzel gelişip açsınlar. Eğer yeniden doğmuş


olarak geri dönemezsem hiç dönmiyeyim daha iyi.

N apoli, 22 Mart.
Bugün C orreggio’nun satılık bir tablosunu gör­
dük. İyi muhafaza edilmemiş olmasına rağmen cazi­
besini tamamen kaybetmemiş. Bir M eryem Ana
resm i; kucağında çocu k, annesinin göğsüyle, küçük
bir meleğin kendisine uzattığı armutlar arasında
tereddüt ediyor. Yani, “ İsanın sütten kesilm esi.”
Fikir çok ince, kom posizyon canlı ve tabii, işleniliş
tarzı da çok sevimli. Bu resim hemen “ St. Katherina’-
mn nişanlanmasını” hatırlatıyor. Ben bunun Correg­
gio’nun elinden çıkmış olduğundan şüphe etm iyo­
rum.
N apoli, 23 M art. Cuma.
Kniep’le olan münasebetimiz gittikçe faydah bir
şekilde inkişaf etti ve sağlamıştı. Birlikte Paestum’a
gittik. Orada olsun, yolda olsun, durmadan çalıştı,
hep çizdi. B irçok güzel desenler meydana geldi. Bu
faal ve hareketli hayat çok hoşuna gidiyor çünkü,
böylece kendisinin de pek emin olm adığı istidadı
kamçılanmış oluyor. Bu işte kati olm ak lâzım, onun
titiz ve temiz eli bilhassa bunda kendini gösteriyor.
M eselâ resim için hazırladığı kâğıtlara bir çerçeve
çizm eyi hiçbir zaman ihmal etm iyor. Kullandığı en iyi
cins İngiliz kalemlerini durmadan sivriltiyor. Bu
kendisine âdeta çim ek kadar zevk veriyor. Bundan
dolayı da çizgileri cidden kusursuz.
66 İTALYA SEYAHATİ n

Şimdi şöyle kararlaştırdık: bugünden itibaren


birlikte yaşıyacagız ve birlikte seyahat edeceğiz.
Kendisinin artık resim yapmaktan gayri hiçbir kaygu-
su olmıyacak. Yapacağı krokiler bana ait olacak.
Döndükten sonra da, bunların içlerinden seçecekleri­
mi işliyecek ve bu suretle kendisine ilerisi için de bir
iş temin edilmiş olacak. Onda bu maharet varken, üst
tarafı, göreceğim iz manzaraların ehemmiyetine göre
kendiliğinden haledilir. Bu anlaşma beni çok sevindi­
riyor. A rtık yaptığımız gezintiyi kısaca anlatabilirim.
İki tekerlekli, hafif bir arabayla, yular kâh
benim, kâh Kniep’ın elinde, arkamızda sâf bir köylü
oğlan, yola çıktık Geçtiğim iz harikulâde yerleri,
Kniep ressam göziyle selâmmıyordu. Orman ve
kayalıkların kenarım takibeden uçurumlu dağ yolun­
dan dörtnala geçtik. A la C ava(') civarında, keskin
hatlariyle göğe irtisam eden azametli dağı, kâğıda
tesbit etmekten Kniep kendini alamadı, gerek yan
taraflardan, gerek eteğinden görünüşünü basit ve
karakteristik hatlarla çiziverdi. Bunu yeni mukavele­
mizin başlama merasimi addederek, ikimiz de sevin­
dik.
Akşam aynı şekilde, Salem o’da pencereden de
bir kroki çizdi. B öylece, benim bu verimli ve sevimli
peyzaj hakkında yapacağım tasvirleri anık lüzum
kalmıyor. Bu m ektebin(1 2) parlak zamanlarında bura-

(1 ) Salerm o civarında, La Cava d ei T ü ren i.


(2 ) Salerm o üniversitesi. 1050 senesinde kurulmuş olan bu m ek­
tep , ortaçağın en en m ühim üniversitelerinden biriydi.
İTALYA SEYAHATİ ü . 67
da tahsil etmeyi kim istem ezdi? Sabah eritenden kötü
ve çamurlu yollardan geçerek, güzel dağlara doğru
ilerledik. D ereleri, sulan arkamızda bıraktık, su
kenarlarında vahşi, gözleri kanlı su boğalarına tasla­
dık.
Arazi gittikçe düzleşti ve çirkinleşti. Rasladığı-
mız tek tük binalar, burada ziraatin pek ilerlememiş
olduğunu gösteriyor. Nihayet, harabelerin m i, kaya-
lann mı arasında bulunduğumuzu tâyin edemeden
ilerlediğimiz bir sırada, ta uzaklardan fark etmiş
olduğumuz, uzunca, müstatil, büyük kitlelerin, hara­
beler olduğunu tesbit edebildik; vaktiyle şaşaalı bir
şehrin âbide ve mâbet artıklan. Gördüğümüz iki
enteresan kalker dağının, Kniep daha yolda krokile­
rini çizmişti. Şimdi de bu, hiçbir suretle resme gelm ez
peyzajı çizebilm ek için münasip bir bakış noktası
aramaya koyuldu.
Ben de o sırada, bir yerlinin arkasına takılarak
binalann içlerini gezdim. îlk intiba sadece hayrette
kalmak oldu. Bambaşka bir dünyadaydım. Asırlar
ciddiden sevimliliğe doğru inkişaf ettikçe, insanlan
da birlikte sürüklüyor ve yuğuruyorlar. Gözlerim iz
ve onlar vasıtasiyle bütüp ruhumuz zarif mimariye
öyle alışmış, bu, bütün varlığımıza öyle işlemişti ki,
bu mahrut biçim li güdük ve sık sütunlar bana sakil,
hattâ korkunç göründü(')- Fakat kendimi çabuk 1

(1 ) Paestum: Yunan k olon i şehri. A rkayik çağdan kalm a, (M . e.


460 - 450) üç D orik m âbet. G oeth e, baştan sevim siz bulduğu
bu mimariyi ilerde benim sem iş, unutmamış ve Faust’un II.
kısmında ebedileştirm iştir. (Faust 6447. m ısra).
68 İTALYA SEYAHATİ D.

topladım . Sanat tarihini hatırladım, bu mimariyi


yaratan, ona uygun olan devirleri döşündüm, aynı
zamanda Antik heykelin de bu ağırbaşlı devrini göz
önüne getirdim. Henüz bir saat bile geçm eden bu
üslûpla bağdaşmıştım. Hattâ biraz sonra, bu iyi
muhafaza edilmiş harabeleri bana gözlerim le görm e­
yi nasibeden iyi periyi övm eye bile başlamıştım,
çünkü bunlar hakkında resimlerden bir fikir edinme­
ye imkân yok. Tam cepheden çizilen krokilerde,
olduklarından daha zarif görünüyorlar, menaziri
resimlerdeyse aksine, daha ağır ve daha basık. Ancak
etraflarında dolaşıp, sütunlarının arasında gezindik­
ten sonra insan bunları kavnyabiliyor, oldukları gibi
hissedebiliyor, bunları yaratan mimarların elde etme­
yi istedikleri tesire varabiliyor. Ben bütün günümü
böyle geçirdim . Kniep se bunların krokilerini en
sahih bir şekilde çizm eye gayret etti. Bu bakımdan
endişem olmamasına, elim de hâtıra olarak böyle
emin vesikaların bulunacağına nasıl memnunum!
Yazık ki geceyi burada geçirmek imkânı yoktu,
Salerno’ya oradan da sabah erken N apoliye döndük.

Vezüvün arka sırtlan son derece verimli. Ön


plânda, şose kenarında ehram biçim li muazzam
kavak ağaçlan. Yolumuza biraz ara verip bu hoş
manzarayı da tesbit ettik.
Onu müteakiben yüksek bir tepeye vardık;
önümüzde muazzam bir manzara: bütün ihtişamiyle
N apoli, körfezin alçak sahillerinde m illerce uzanan
İTALYA SEYAHATİ D. 69

ev sıralan, dağlar, diller, kaya duvarlan, adalar ve


arkalarında deniz. Ç ok güzel bir manzara
Çirkin bir şarkı, daha doğrusu arkamızdaki
oğlanın sevinç bağırtılan, beni birdenbire ürküttü ve
rahatsız etti. Kendisini iyice azarladım, bu sâf ve iyi
kalbli çocuk bizden şimdiye kadar hiçbir fena söz
işitmemişti.
Bir müddet hareketsiz durdu, sonra eliyle om u­
zuma vurarak ve sağ elini aramızdan uzatıp parma-
ğiyle karşısını işaret ederek: “ Signor, perdonate!
questa e ' la mia patria!” dedi. Yani: “ E fendi,
kusurumu affet, burası benim vatanım !...” İkinci
defa şaşaladım, ve ben zavallı kuzeyli, gözlerimin
dolduğunu hissettim
N apoli, 25 Mart 1787. “ M eryeme Tebşir” günü.
Kniep’ın çok sevinerek benimle Sicilyaya gelece­
ğini daha baştan hissetmiş olmakla beraber, burada
bırakmaya pek gönlü razı olm adığı bir şeyi olduğunu
da hemen sezmiştim. Samimiyeti sayesinde bunu
çabuk öğrenebildim Burada çok bağlı olduğu bir
sevgilisi varmış. Nasıl tanışmış olduklarım dinlemek
çok hoştu. Kızın şimdiye kadarki hareket tarzı doğru
dürüst bir insan olduğunu gösteriyorm uş; fakat şimdi
de onun ne kadar güzel olduğunu görmeliymişim.
Yerini tâyin ettik, öyle bir yerki buradan aynı
zamanda Napolinin en güzel manzarasını da görebile­
ceğim . Kniep beni bir evin, taraça olarak kullanılan
düz damına çıkardı. Buradan şehrin M olo’ya doğru
uzanan aşağı kısınılan, körfez, Sorrent sahilleri kuş
70 İTALYA SEYAHATİ O.

bakışı görünüyordu. Sağ tarafta kalan kısımlar, garip


bir şekilde arka arkaya sıralanıyordu. Bu, buradan
başka bir yerden kolayca görülem ez. Napolinin her
tarafı güzel ve şahane!
Biz hayranlıkla etrafı seyrederken, birdenbire
yerdeki delikten küçük, güzel bir baş zuhur ediverdi.
Çünkü bu taraçalann kapısı, bir kapakla örtülen
böyle müstatil bir delikten ibaret. M elek nihayet
tamamen meydana çıkınca, ben eski sanatkârların,
“ M eryem’e Tebşir” tablolarında, m eleği böyle mer­
divenlerden çıkarken tasvir ettiklerini hatırladım. Bu
m elek hakikaten çok güzeldi. Yüzü çok hoş, hali
tavn pek tabiî ve sevimli. Bu harikulâde sema altında
ve dünyanın en güzel manzarası karşısında dostumu
böyle mesut görmekten büyük bir haz duydum. Kız
çekildikten sonra bana itiraf etti. Şimdiye kadar
katlandığı maddi sıkıntıyı, onun sevgisine dayanarak
ve kanaatkârlığını överek çekebilm iş. Fakat şim di,
bilhassa kızın da daha iyi günler görebilm esi için
vaziyetinin düzelmesini istiyormuş.
N apoli, 25 Mart.
Bu güzel mecradan sonra deniz kenarında dolaş­
tım. Sakin ve neşeliydim. Birdenbire nebatlar mevzu­
unda yeni bir ilham geldi. Rica ederim H erder’e
söyleyin, “ U ıp flan ze(')” meselesini başarmak üzere­
yim. Yalnız, bunun nebatlar âlemiyle olan münase­
betini, kimsenin anlamamasından korkuyorum.1

(1 ) U ıpflan ze: İlk nebat. Bütün nebatların m enşei olan ana nebat.
İTALYA SEYAHATİ D. 71

“ K otyledon” lar(') hakkındaki meşhur nazariyem,


öyle nazik bir noktaya vardı ki bunun daha ilerisine
gitmek hemen hemen imkânsız.

N apoli, 26 Mart 1787.


Bu mektup yarın sizlere doğru yollanacak. Ben
de Perşembeye yelkenliyle, — denizcilikten anlama­
dığım için bunu şimdiye kadar harb gemisi payesine
yükseltmiştim — nihayet Palermo’ya hareket ediyo­
rum. Gitmekle kalmak arasındaki kararsızlığım, bu­
radaki günlerimi iyice huzursuzlaştırmıştı, şimdi git­
meye karar verdiğimden beri rahat ettim. Benim
zihniyette olanlar için bu seyahat muhakkak ki çok
şifa verici, hattâ elzem . Sicilya bana A frika ve Asyayı
düşündürüyor. Dünya tarihinin şualarının birleştikle­
ri bu harikalar diyarına ayak basabilmek doğrusu az
şey değil. N apoli’de, buraya yakışır bir şekilde
davrandım, oldukça tembellik ettim. Buna rağmen
gene de çok şey gördüm , mem leket, halk ve içtimai
vaziyet hakkında umumi bir fikir edinebildim . Dönü­
şümde eksik, kalanlardan bazılarını tamamlıyacağım,
tabiî hepsini değil, çünkü 29. Hazirandan evvel
Romaya dönmüş olmayı istiyorum. Paskalya haftası­
nı kaçırıyorum, hiç olmazsa St. Pier yortusunda
orada bulunmalıyım. Herhalde Sicilya seyahatim
beni ilk tasarladığım plânlardan pek uzaklaştırmama-
h.1

(1 ) K otyledon’lar: Phanerogam lann (çiçek li nebatların) tohum


yapraklan.
72 İTALYA SEYAHATİ D.

Evvelki gün hava pek müthişti; şimşek, gök


gürültüleri, sağnaklar. Şimdi tekrar açtı. N efis bir
Tramontane esiyor. Eğer devam edecek olursa çok
çabuk ilerliyebileceğiz.
Dün yol arkadaşımla beraber, bizi götürecek
olan gemiyi gezmeye ve kamaralarımızı görm eye
gittik. D eniz seyahati hakkında hiçbir fikrim yok. Bu
küçük seyahat ve belki orada yapacağım bir sahil
yolculuğu, bu hususta muhayyile kuvvetimi artıracak
ve dünyamı genişletebilecek. Kaptan genç ve neşeli
bir adam, gemimiz şirin ve zarif, Amerikada inşa
edilmiş sağlam bir yelkenli.
Burada artık her taraf yeşillenmeye başladı,
Sicilyada ise bahan herhalde daha ilerlemiş bulaca­
ğım. Bu mektup elinize geçtiği zaman, ben dönüş
yolunda olacağım. Sicilya arkamda kalmış olacak.
İşte insan böyledir: düşünceleriyle daima ileri, geri
sıçrar; daha oraya varmadan dönüşü düşünüyorum.
Bu mektubun böyle karmakarışık olmasmda suç
benim değil, beni mütemadiyen rahatsız ediyorlar,
bense bu mektubu muhakkak bitirmeyi arzu ediyo­
rum.
Biraz evvel beni M archese B erio isminde bir zat
ziyaret etti. Pek malûmatlı görünen genç bir adam.
Maksadı “ W erther” in müellifini tanımakmış. Burada
bilgi ve kültüre karşı alâka umumiyetle çok kuvvetli.
Yalnız doğru yolu bulabilmek için, lüzumundan fazla
musutlar. Daha ziyade vaktim olsaydı, kendilerine
daha fazla zaman ayırabilirdim. Bu dört hafta bütün
İTALYA SEYAHATİ D. 73

bir ömür içerisinde ne ifade ederki! Artık hoşça


kaim! Seyahat etm eyi, ancak bu yolculuğum şuasın­
da öğreniyorum. Yaşamasını da öğrenebilecek mi­
yim, orasını bilmem! Bu işi bilir gibi görünenler,
karakter ve mahiyet itibariyle benden öyle farkiı
kimseler ki, buna istidadım olduğunu zannetmekte
kendimde hak göremiyorum.
Allahaısmarladık! Sevginizi benden eksik etme­
yin, benim de sizleri bir an kalbimden çıkarmadığım
gibi.
N apoli, 28 Mart 1787.
Günlerim tamamen bavul toplam ak, vedalaş­
mak, alış veriş edip hesap görm ek, eksiklerimi
tamamlamak ve hazırlanmakla geçiyor.
Prens V on W aldeck, kendisiyle vedalaştığım
sırada, beni huzursuzluğa düşürdü; dönüşümde mu­
hakkak Yunanistan ve Dalmaçya’ya gitmeye hazır­
lanmamı tavsiye ediyor. İnsan bir kere yola çıkıp,
dünyaya katıldı mı, yoldan çıkmamak ve aklını
kaçırmamak için itina etmesi lâzım. A rtık tek bir
kelim e bile söylem eye mecalim yok.
N apoli, 29 Mart 1787.
Hava birkaç gündür kararsızdı. Hareket günü­
müz olan bugünse, mümkün olduğu kadar güzel.
Müsait bir tramontane esiyor, güneş gökte parlıyor
ve insanda enginlere açılmak arzusu uyanıyor. A rtık
W eimar ve G otha’daki bütün dostlanm a Allahaıs­
marladık diyorum . Sevginiz benimle beraber olsun
74 İTALYA SEYAHATİ O.

çünkü ona daima muhtaç olacağıma eminim. Bu gece


kendimi rüyada gene iş başında gördüm. Bu gidişle
sülün dolu gemimi sizlerin olduğu yerden başka bir
yerde boşaltmıyacağım gibi görünüyor. Yetişir ki
iyice dolm uş olsun.
D eniz Yolculuğu
Perşembe 29 Mart 1787.
Yazık ki bu sefer, geminin geçen yolculuğunda
olduğu gibi müsait bir kuzey rüzgân esm iyor, aksine,
ılık bir güney-batı rüzgân yolumuza mâni oluyor.
B öylece gemicilerin hava ve rüzgârın keyfine nasıl
tâbi oklukianna şahit oluyoruz, öğled en evveli,
sabırsızlık içinde, kâh kahvede, kâh sahilde geçirdik.
Nihayet öğle vakti gem iye binebildik. Gem im iz
iskelenin biraz açığında demirlemişti. Parlak güneşe
rağmen hafif dumanlı bir hava; bu sebepten, Sorrent
kayalıklarım mavi bir gölge kaplamış. N apoli ışık
içinde, hayat dolu, rengârenk parhyor. Gemimizden
ancak güneş batarken hareket edebildi, fakat yerin­
den çok ağır kım ıldıyor. A ksi istikamette esen rüzgâr
bizi önce Posilipo burnu istikametine sürükledi.
Bütün gece gemi ağır ağır yoluna devam etti.
Gemimiz Amarikada inşa edilm iş, yollu bir yelkenli.
İçi kamaralara ve ambarlara taksim edilmiş. Y ol
arkadaşlarımız neşeli kim seler; Palermoya giden
opera artistleri ve dansörler.
30 M art, Cuma.
Kendimizi gün doğarken Capri ile İschia arasın­
da bulduk. Capri’den ancak bir mil kadar açıkta.
İTALYA SEYAHATİ a 75

Güneş Capri ve C apo di M inerva dağlan arkasından


ihtişamla doğdu. K niep, ada ve sahillerin muhtelif
görünüşlerinin krokilerini çiğdi. Yavaş ilerlememiz
onun çalışabilmesi bakımından isabetli. H afif, yan
yelle yolumuza devam ediyoruz. Saat dörde doğru
Vezüv gözden kayboldu, C apo di Minerva ve İschia’-
yı henüz daha görebiliyorduk. Akşama doğru artık
onlar da görünmez oldu. Güneş battı; etrafında
bulutlar ve ufukta m illerce uzanan, kızıl ışıklar içinde
bir bulut şeridi. Kniep bunun da resmini çizdi.
Karalar artık gözden kayboldu, etrafımız çepçevre su
ve ufuk. Berrak bir gece, güzel bir ay ışığı var. Fakat
bu harikulâde manzarayı ancak birkaç an seyredebil­
dim , çok geçm eden beni deniz tuttu. Kamarama
çekildim ve yatmayı daha münasip buldum. Kırmızı
şarap ve beyaz ekmekten gayri bütün içkileri ve
yemekieri kendime menettim ve bu suretle oldukça
rahat ettim. B öyle etrafla alâkamı kesince iç âlemim
faaliyete geçti. Önümde uzunca bir yolculuk olduğu
için, ben de gayretimi ehemmiyetli bir mevzu üzerin­
de topladım . Bütün kâğıtlarım arasından, sadece
Tasso’nun ilk iki perdesini yanıma almıştım. Şairane
bir nesirle yazılmış olan bu ilk iki perde kuruluşu ve
gayesi bakımından şimdikinin hemen hemen aynı,
yalnız on sene önce yazılmış olduğu için biraz
yumuşakça ve muğlâk Bunlara da yeni görüşüme
göre şekil ve ritm verince mahzurlar hemen kaybolu­
verdi.
76 İTALYA SEYAHATİ D.

31 M art, Cumartesi.
Güneş denizden doğdu. Saat yedide bizden iki
gün evvel hareket etmiş olan bir Fansız gemisine
yetiştik. Gemimiz bu kadar yollu olduğu halde, gene
de bu yolun sonu gelmez gibi görünüyor.
U sticaf) adası bize biraz teselli verdi. Fakat
maalesef sol tarafımıza düşüyor, halbuki Capri’yi
olduğu gibi bu adayı da sağımıza almamız lâzım
gelirdi. Öğleye doğru rüzgâr büsbütün aksi istikamet­
ten esmeye başladı, hep yerimizde sayıyoruz. Dalga­
lar gittikçe çoğaldığı için, gem ide herkes hasta
Ben yatmakta devam ediyorum ; bütün piyesi
iyice düşündüm ve tasarladım. Eğer muzip Kniep
bana arasıra şarap ve ekmek getirdikçe öğle yemekle­
rinin, nefasetini, genç kaptanın sevimliliğini ve neşe­
sini, benim yemek yiyemediğime ne kadar üzüldüğü­
nü yağlandıra ballandıra anlatmasaydı, saatlerin nasıl
geçtiğinin farkında olmıyacaktım. Dalgalar kendisi­
nin iştihasuıa hiç dokunmamış, yolculann keyif ve
neşelerinin nasıl deniz tutmasına tahavvül ettiği, ve
bunun herkeste ayrı ayn tecelli ediş tarzı da kendisi­
ne epey hikâye mevzuu veriyor. Öğleden sonra
dörtte, kaptan gemiye yeni bir istikamet verdi, büyük
yelkenleri tekrar açtılar, Ustica adası istikametinde
ilerlemeye başladık. Biraz sonra da Sicilya(12) dağları­
nı adanın arkasında büyük bir sevinçle seçebildik.

(1 ) U stica: Palerm onun 60 km . kadar uzağında, K uzey-Batı


istikam etinde, volkanik bir ada.
(2 ) Lipari adaları.
İTALYA SEYAHATİ a 77

Rüzgâr müsaitleşti. Sicilya’ya doğru daha süratle


ilerliyoruz. Başka adalar da görünüyor^). Ufuk sisli,
gurup kapanık geçti. Akşam müsait rüzgâr esti. G ece
yansına doğru deniz fazla kabarmaya başladı.

1 Nisan, Pazar.
Sabahm üçünde sert bir fırtına çıktı. Ben yan
uyku ve rüya içinde dramımın plânım kurmaya
devam ettim. Güvertede bir konuşmadır gidiyordu.
Yelkenleri indirler, gemi dalgalar içinde çalkanıyor­
du. Gün doğmasına yakın fırtına sakinleşti, hava
berraklaşmaya başladı. Ustica adasının artık tama-
miyle sağımıza almıştık. Bize uzaklarda yüzen bir
kamlumbağa gösterdiler, bunu ancak dürbünle canlı
bir nokta olarak seçebiliyorduk. Öğleye doğru Sicilya
kıyılarım, sahil dağlarım ve körfezlerini iyice fark
edebildik. Ç ok şiddetli bir rüzgâra tutulmuş sağa sola
yalpalıyorduk. Öğleden sonra sahile yaklaşmıştık.
Hava açmıştı, parlak güneşin altında LUyba'ia sahil
dağlarını ve körfezlerim , C apo G allo’ya kadar iyice
seçebiliyorduk.
Bir Yunus balığı sürüsü gemimizi takibediyordu.
Geminin ön tarafında iki yandan yüzüyorlar ve
durmadan öne doğru sıçrıyorlardı. Balıkların, kâh
şeffaf dalgalar altında yüzüşlerim, kâh altın ve yeşil
renklerle pmldıyan sırtlarım ve yüzgeçlerini meydana
çıkararak suların üzerinde sıçrayışlarını seyretmek
pek hoştu.
78 İTALYA SEYAHATİ Q

Tam rüzgâr istikametine girmiş olduğumuz için,


kaptan gemiyi doğruca C apo G allo’nun hemen arka-
smdaki körfeze doğru sürdü. Kniep bu çeşitli manza-
ralan oldukça teferruatiyle çizmek fırsatını kaçırma­
dı. Güneş batarken kaptan gemiyi gene açık deniz
istikametine çevirdi, Palermo istikametini tutabilmek
için gemiye kuzeye doğru yol verdi. Artık arasıra
güverteye çıkmaya cesaret ediyordum , fakat tasarla­
makta oluğum plânlan bir an bile kafamdan çıkarmı­
yordum, bütün piyese artık iyice hâkimdim. Y an
kapalı havada ay ışığının denize akisleri son derece
güzel. Ressamlar tesir yapabilmek için, gökten gelen
ışıklan, tablolarında ön plâna doğru genişleterek,
yani en yakın yerden en kuvvetli olarak tasvir
ediyorlar, halbuki burada akisler en geniş olarak
ufukta görünüyor ve geminin yanıbaşmda pınldıyan
dalgalar içinde sivri bir ehram gibi nihayetleniyorlar-
dı. Kaptan, gece istikameti birkaç kere daha değiştir­
di.

2 Nisan Pazartesi, sabah saat 8’de.


Bir hayli eziyet ve gayretle, nihayet öğleden
sonra üçte Palermo limanına girebildik. Lâtif bir
manzara bizi karşıladı. Artık tamamen iyileşmiş
olduğum için bütün bunlardan büyük bir haz duy­
dum. Şehir yüksek bir dağın eteğinde ve yüzü kuzeye
dönük. Güneş günün birçok saatlerinde şehri arka­
dan aydınlatıyor. Evlerin gölgeli cepheleri bize doğru
bakıyor; bunlar sulardan gelen akislerle aydınlanı­
İTALYA SEYAHATİ D. 79

yorlar. Sağda zarif şekliyle yükselen M onte Peilegri-


no tamamen ışık içinde, solda körfez ve dağlariyle
alabildiğine uzanan sahil. Yeni yeşeren ağaçların açık
yeşil renkli tepelerinin, arkadan ışık alarak pınldayış-
lan pek hoş. Bunlar evlerin gölgeli cepheleri önünde
hafifçe sallanarak, uçuşan ateş böcekleri sürülerini
hatırlatıyorlar. Havanın berraklığı bütün gölgelere
mavi bir pırıltı veriyor.
Kendimizi sabırsızlıkla sahile atacak yerde, tais-
tiskal edilene kadar güvertede kaldık. B öyle müsait
bir bakış noktasını ve böyle mesut bir anı yakında
tekrar ele geçirmeyi ümidetmek güç:
Muazzam iki ayaktan ibaret harikulâde bir
kapıdan geçerek(') şehre girdik. Bu kapının üst kısmı
açık, sebebi de St. Rosalia’nın kule gibi yüksek
arabasının yortu günlerinde buradan geçebilm esi.
Bizi kapının hemen solunda bulunan büyük bir otele
götürdüler. O telci sakin, yaşlıca bir adam; eskiden
beri her milletten türlü yabana görm eye alışmış. Bize
büyük bir oda gösterdi, odanın balkonundan deniz,
liman, rıhtım, Rosalia dağı ve sahil görünüyordu.
Buradan gemimizide tekrar görebildik ve bu suretle
ilk bakış noktamızı tâyin ettik. Odamızın vaziyetinin
güzelliğine sevinmekten, dipte, yüksekçe bir kemer
altında, perdeler arkasında saldı, ipek bir cibinliğe
bürünmüş geniş bir yatak bulunduğunun farkına bile
varmamıştık. Bu yatak odanın diğer eski m oda 1

(1 ) Ponte F elice
80 İTALYA SEYAHATİ D.

mobilyalarına çok iyi uyuyordu. Odanın bu şatafatı


bizi biraz düşündürdü, âdet olduğu gibi otel sahibiyle
anlaşmak istedik. İhtiyar otelci, böyle bir şeye lüzum
olmadığım söyledi; biz rahat edelim kendisine kâfi
imiş. Hattâ odam ızın bitişiğindeki geniş, havadar ve
birçok balkonları bulunan salondan da istifade edebi­
lecekmişiz.
Bu zengin ve çeşitli manzara karşısında hayran
kalmış, bunları nasıl çizeceğim izi ve resimlerini yapa­
cağımızı tasarlıyorduk, çünkü sanatkâra nihayetsiz
mahsul verdirebilecek bir enginlik karşısuıdaydık.
A y ışığı bizi akşam rıhtıma sürükledi. Dönüşte
uzun müddet çardak altında kaldık. Ortalığı garip bir
ışık ve derin bir sessizlik kaplamıştı.

Palerm o, 3 Nisan Sah.


tik işimiz şehri daha yakından görm ek oldu.
Bütününü çabuk kavnyabilmekle beraber insan bu
şehri kolay tanıyamıyor. Kavraması kolay, çünkü bir
mil kadar uzunluğunda bir cadde şehri, aşağı kapıdan
yukan kapıya, yani denizden dağlara doğru katedi-
yor. Bu caddeyi ortalara doğru başka caddeler
kesiyor. Bu caddeler üzerinde bulunan her şeyi,
bulmak pek kolay, şehrin iç taraflarıysa yabancılar
için çok çapraşık. Bu Labirentlerin içinden ancak bir
kılavuz yardımiyle çıkmak kabil.
Akşam şehrin kibarlarının ananevi araba piyasa­
sını seyrettik. Arabalarla şehirden dışarı, rıhtıma
çıkarak temiz hava alıyor eğleniyor ve bilhassa
birbirleriyle görüşüp sohbet ediyorlar.
İTALYA SEYAHATİ O. 81

G ece olmadan iki saat önce dolgun ay göründü,


ve akşamı anlatılamıyacak kadar güzelleştirdi. Paler-
monun kuzeye dönük olması şehrin ve sahillerinin
büyük seyyareler karşısında garip bir vaziyette kal­
malarına sebep oluyor ve bunların akisleri hiçbir
zaman sularda görülem iyor. M eselâ bugün hava çok
açık olduğu halde, deniz kesif boyu mavi ve asık
yüzlü. Halbuki N apolide deniz öğleden itibaren
gittikçe parlaklaşır, rengi açılır ve keyifli bir manzara
arzeder.
Kniep bugün beni gezintilerimde ve tetkiklerim­
de yalnız bıraktı. Kendisi M onte Pellegrino’nun,
dünyanın bu en güzel sahil dağının muntazam bir
krokisini çizmek istiyor.

Palerm o, 3 Nisan 1787.


İlaveten kısa ve mahrem birkaç şey daha:
29 Mart Perşembe günü gurup vakti Napoliden
ayrıldık ve ancak dört gün sonra saat üçte Palermo
limanına varabildik. Ek olarak yolladığım günlük not
defterim sizlere mukadderatım hakkında malûmat
verebilecek. H içbir yolculuğa böyle huzur içinde
başlamadım ve hiçbir seyahatte, devamlı zıt rüzgârla­
rın uzattığı bu yolculukta olduğu kadar sakin değil­
dim. Hattâ, başlangıçta deniz tuttuğu vakit dar
kamarada yatakta geçirm eye mecbur olduğum anlar
da dahil olmak üzere. Şimdi sükûnet içinde sizleri
düşünüyorum. Benim için mutlak surette elzem olan
bir şey varsa o da bu seyahatti.
82 İTALYA SEYAHATİ A

İnsan kendisini bir kere denizin ortasında, sular­


la çevrilmiş görm edikçe, dünya hakkında bir fikri
olamaz ve dünya ile olan münasebetini kavnyamaz.
Peyzaj ressamı göziyle, bu büyük fakat sade yol bana
birçok yeni fikirler ilham etti.
Günlük notlarımda da okuyacağınız gibi bu
küçük yolculuk esnasında, denizcilerin hareketli ha­
yatlarım ve mukaderatlannı biz de küçük çapta
yaşadık. Gemimizin rahatlığını ve güvenirliğini ne
kadar övsem az. Kaptanımız da çok akıllı ve işinin
ehli bir denizci. Y ol arkadaşlarımız tiyatro artistleri,
sevimli ve aklı başında insanlar. Ressamıma gelince
neşeli, iyi bir insan ve sadık bir dost. H er gördüğünü
durmadan, büyük bir sadakatle çiziyor, bütün adala­
rı, sahilleri daha görünür görünmez hemen tesbit
ediyor. Bunlan birlikte getirmem herhalde sizleri çok
sevindirecek. Bu uzun yolculuğun sıkıntısını gider­
mek için Kniep bana suluboya tekniği hakkında bazı
notlar yazdı. Bu teknik şimdi İtalya’da çok revaçta.
Muayyen tonlar meydana getirmek için renkleri
karıştırmanın usulünü iyi biliyorlar, eğer bunun
sırrını öğrenmezseniz, bir halita yapm aya kadar
canınız çıkar. Ben vakaa Rom a’da bu hususta bazı
şeyler öğrenmiştim ama bunun pek başı sonu yoktu.
Sanatkârlar bu tekniği, İtalya gibi, bu işe elverişli bir
memlekette inkişaf ettirebilmişler. Sahilierin, Paler­
m o limanına girdiğimiz sıradaki, buğulu berraklığı
sözler tasvir edilem ez. Çizgilerin sarahati, şekillerin
bütünündeki yumuşaklık, tonlardaki kontrast, deniz,
İTALYA SEYAHATİ □. 83

kara ve gök arasındaki ahenk! Bunu bir kere gören,


ömrünce bir daha unutmaz. Claude Lorrain’nin
resimlerini ancak şimdi anlıyorum. Ben de kuzeye
döndüğüm zaman bu mesut topraklann ruhumdaki
akislerini açıklıyabileceğimi ümiddediyorum. Uma­
lım ki bu seyahatin bütün küçük tarafları, ot çatıların
resimlerimden kaybolduğu gibi, hâtıramdan silinsin.
Bakalım adaların kıraliçesi bize neler gösterecek.
Bizi nasıl karşıladığını tarife söz bulamıyorum.
Yeni yeşeren dut ağaçlan, her mevsim yeşil kalan
zakkumlar, limon çitleri v.s. Umumi bir b ah çe('),
düğün çiçeği (renoncule) ve şakayik (anöm one)
tarhlariyle süslü, hava tath, sıcak ve mis gibi koku­
yor. Rüzgâr ılık esiyor. Sahil dağlannın arkasından
doğan dolgun ay yükselerek denize aksediyor. Bu
bilhassa, dört gün dört gece denizde çalkandıktan
sonra, ne kadar büyük bir haz. Küt uçlu bir kalem i,
arkadaşımın resim yaparken kullandığı mürekkep
hokkasına daldırarak bu satırlan karaladığım için
beni affedin. Bunlar şimdilik sadece benden size
gelen bir fısıltı olsun. Ben de arada, beni sevenler
için, bu mesut saatlerin başka bir âbidesini hazırlıyo­
rum. Bunun ne olduğundan bahsedemiyeceğim gibi,
ne zaman elinize varacağım da söyliyem iyeceğim .
Palerm o, 3 Nisan 1787, Salı

Bu resim, sevgili dostlarım, sizleri benim duydu­


ğum hazza kabil olduğu kadar iştirak ettirsin Büyük1

(1 ) 1777 de yapılm ış olan, V illa G iulia.


84 İTALYA SEYAHATİ n.

bir su kitlesini kucakbyan eşsiz körfezin bir tasviri;


doğudan, denize doğru uzanan alçak sahil
dağuıdan(') başlıyarak, ormanlarla kaplı sarp kayala­
rı, şehrin kenarındaki balıkçı evlerini, yüzleri limana
çevrik evleriyle şehri - bizim oturduğumuz ev de
dahil - ve şehre girdiğimiz kapıyı ihtiva ediyor.
Sahil sonra doğuya doğru devam ediyor, burada
sırasiyle, küçük gemilerin yanaştıktan iskele, asıl
liman ve M olo, yani büyükçe gemilerin havuzu var.
Limanm batısında yükselen güzel biçim li M onte
Pellegrino, bütün gemilerin koruyucusu... Bu dağla
asıl kara arasında, ta öbür taraftaki denize(1
2) kadar
verimli ve sevimli bir vâdi uzanıyor.
Kniep resimler çizdi, ben de şematik krokiler
yaptım. Bu her ikimize de büyük bir haz verdi. Fakat
memnun mesut eve döndüğümüz zaman, ikimiz de
kendimizde bunlan işlemek için ne kuvvet ne de
cesaret bulduk. Bu krokiler, şimdilik ilerde işlenmek
için bir kenarda beklem eye mâhkum. Yolladığım bu
sahife, sizlere sadece bu güzellikieri kavramak husu­
sundaki beceriksizliğimizi gösterecek, daha doğrusu,
bunlan böyle kısa bir zaman içinde kendimize mal
etmek ve onlara hâkim olm ak hususundaki cüretimizi
açığa vuracak.

(1 ) M onte C atalfano.
(2 ) “ Ö bür taraftaki denize” : M onte Pellegrino’nun doğusuna, bu
dağla G alla bum u arasına.
İTALYA SEYAHATİ H. 85

Palermo, 4 Nisan, Çarşamba


Öğleden sonra Palermodan batı dağlanna doğru
uzanan, O reto nehrinin suladığı güzel ve verimli
vâdiyi ziyaret ettik, iyi bir resim meydana çıkabilmesi
için, burası da tam bir ressam gözü ve mahir bir el
icabettiriyor. Kniep isabetli bir nokta keşfetti. Yarı
harap bir bendin arkasında biriken suların, bu
duvann üstünden sevimli bir ağaç gurupunun gölgesi­
ne döküldüğü bir saha, geride vâdinin yukarlanna
doğru açık bir manzara ve tek tük çiftlik binaları.
En mükemmel bir bahar havası ve her taraftan
fışkıran zengin nebatlar, vâdide hayat verici bir huzur
havası yaratıyor. Klavuzun münasebetsiz bilgiçliği bu
güzel hissi bozdu. H er şeyi tefem ıatiyle anlatıyor;
Hannibal burada nasıl bir muharebe yapmış, vaktiyle
buralarda ne müthiş harbler olm uş, v.s. Bu hortlakla­
rı anmanın münasebetsizliğini kendisine kabaca söy­
ledim . M emleketlerin zaman zaman filler tarafından
olm azsa, insanlar ve atlar tarafından çiğnenmesi kâfi
derecede acı bir şey dedim , onun için hiç olmazsa bu
kuru gürültülerle muhayyilemizi sakin rüyalarından
uyandırmalıyım!
Benim , böyle yerinde, bu klâsik hâtıralara
ehemmiyet vermemem onu çok hayrete düşürdü.
Mâzi ile halin bu şekilde birbirine karıştırılmasının
bende nasıl garip bir his uyandırdığım bir türlü
kendisine anlatamadım. Fakat bilhassa, benim , neh­
rin kurumuş veya sığ köşelerinden muhtelif cins
taşlan toplayıp beraberime almam, adamın büsbütün
86 İTALYA SEYAHATİ D.

garibine gitti. Dağlık arazi hakkında çabuk bir fikir


edinebilm ek için, derelerin sürükledikleri taşlan tet­
kik etmenin en iyi çare olduğunu ve burada bu taş
kınntılanna dayanarak, dünyanın eski çağının ebedî
klâsik tepelerini tahayyül etmenin de bizim için bir
vazife olduğunu, kendisine bir türlü anlatamadım.
Buradan epey ganimet topladım ; aşağı yukarı
kırk parça kadar var. Fakat çoğu aynı çeşitten olarak
tasnif edilebilir. Ekserisi, kâh jaspis veya çakmaktaşı,
kâh şist zannını veren bir taş çeşidi. Benim buldukla-
nm kısmen aşınıp yuvarlaklaşmış, kısmen şekilsiz,
kısmen de ehram biçim li taşlar, renkleri muhtelif.
Bunlardan başka türlü türlü eski kalkerlerin değişmiş
şekillerine de rasladım. Arada Breccien’ler de var.
Bunlan birbirine bağhyan m adde, kireç, kaynaşan
taşlarsa bazan Kalker, bazan Jaspis, Arada deniz
kabuklarını ihtiva eden tabakalar da var.

*
**

Burada atlan, arpa, saman ve kepekle besliyor­


lar. Baharda da tohumlanmış yeşil arpa veriyorlar-
mış. Kendi tâbirleriyle: “ Per rinfrescar,” yani hay­
vanlan biraz tazelemek için. Çayırlan olm adığı için,
buralarda ot da bulunmuyor. Dağlarda tek tük
otlaklara raslanıyor, bazan tarlalarda da hayvanlannı
otlatabiliyorlar, çünkü bunlann üçte biri dinlenmeye
bırakılmış. Koyun az kesiyorlar. Bu koyun cinsi
İTALYA SEYAHATİ O. 87

buraya Berberistandan gelm iş(') Attan çok katır


besliyor. Çünkü bu kuvvetli gıda, katırlar için daha
elverişliymiş.
Palermonun üzerinde bulunduğu düzlük, şehrin
haricinde bulunan A i C olli, hattâ Bagaria’nın büyük
bir kısmı, denizkabuklu kalkerden müteşekkil.

Bütün şehir bu taşlardan inşa edilm iş, bu sebeple


civarda büyük taş ocakları var. M onte Pellegrino
yalanında olanları elli ayak kadar derinlikte. Aşağı
tabakaların renkleri beyaz. İçlerinde pek çok taşlaş­
mış mercan ve kabuklar var. Üst tabakalar kırmızı
toprakla kanşık ve daha az hayvan kabuklan ihtiva
ediyor. En üstü ince bir kırmızı toprak tabakasiyle
kaph.
M onte Pellegrino bütün bunlardan farklı; pek
çok yank ve delik deşikleri bulunan eski Kalker.
Yakından tetkik edince, çok gayri muntazam gibi
görünen bu delik deşiklerin, tabakalann sıralanışına
uygun olduğunu görüyorsunuz. Taşlar sert ve çınıltılı.
Palerm o, Perşembe, 5 Nisan 1787.
Bugün şehrin her tarafım bütün teferruatiyle
gördük. Mimari tarzı umumiyetle Napolininkine
benziyor, fakat âbideler, bilhassa çeşmeler zevk
bakmandan Napolidekilerden çok daha aşağı. Bura­
da, Rom ada olduğu gibi her şeye istikamet veren 1

(1 ) Fas, C ezayir, Tunus, Trablus.


88 İTALYA SEYAHATİ D.

muayyen bir sanat zevki yok; bütün mimari eserler


varlıklarım ve şekillerini tesadüfe borçlu. Eğer sidl-
yada güzel, renkli mermerler bulunmasaydı ve hay­
van figürleri yapmakta mahir bir heykeltraş o sırada
gözde olmasaydı, ada, bütün halkının hayran kaldığı
bir çeşm eden(') mahrum olacaktır. Bu çeşm eyi tasvir
etmesi güç bir iş. Orta büyüklükte bir meydan
ortasına inşa edilmiş yuvarlak bir yapı. Yüksekliği bir
kat kadar bile yok, Kaidesi, duvarları ve saçakları
renkli mermerden. Duvarlarının içinde, hepsi aynı
seviyede beyaz mermerden nişler, bunların içinde
boyunlarını uzatmış dışanbakan muhtelif hayvan
başlan; at, aslan, deve, fil, hepsi sıra sıra dizilmişler.
İnsan bu hayvanat bahçesinin gerisinde bir çeşme
bulunabileceğini aklından bile geçirm iyor. Sularım
bol bol akıtan çeşm eye, dört taraftaki oyuklann içine
yerleştirilmiş basamaklardan çıkarak vanhyor. Aynı
şey buranın kiliseleri içinde söylenebilir. Bunların
şatafatı Jesuit kiliselerininkileri de geçiyor, fakat bu
süs muayyen bir maksat veya bir prensipe dayanarak
değil, tamamen tesadüfü Sanki, hepsi boyacılann,
mermercilerin, tezyinatçılann ve yaldızcıların, hiçbir
plân ve zevke tâbi olmadan istedikleri şeyi istedikleri
yere yerleştirmeleriyle meydana gelmiş.
Buna mukabil tabiatı taklit hususunda çok isti­
datları var. M eselâ biraz evvel bahsettiğim hayvan
başlan çok iyi işlenmiş. Bunlar, sanat eserinin aslına1

(1 ) Preetoria, m eydanındaki muazzam çeşm e. Floransak, Camilli-


ani ve N acherini’nin eseri. (X V I. asır ortalan .)
İTALYA SEYAHATİ D. 89
benzemesini en yüksek sanat tarzı addeden halk
indinde çok makbul.
Akşama doğru hoş bir tanışma yaptım. Uzun
cad d ede('), bazı şeyler satın almak için girdiğim
küçük bir dükkânda. Dükkânın önünde durmuş
vitrindeki eşyaları seyrederken, cadde boyunca esen
hafif bir rüzgâr ortalığı sonsuz bir toz bulutuna
boğdu, bütün camlar, köşe bucak tozla doldu.
Adam a “ Allahını seversen söyle,” dedim . “ Şehirdeki
bu pislik nereden geliyor, bunun önüne geçmenin
imkânı yok mu? Bu sokak uzunluğu ve güzelliği
bakımından Komadaki C orso’dan daha aşağı değil,
dükkân ve atölye sahipleri önlerindeki kaldırımları
durmadan süpürüyor ve süprüntüyü yolun ortasına
sürüklüyorlar, yol gittikçe berbatlaşıyor, en küçük
bir rüzgâr eser esmez yolun ortasına sürdüğünüz
sürpüntüler geri geliyor. N apolide çöpleri her gün
eşekierle tarlalara, bahçelere taşıyorlar, burada da
buna benzer bir şey yapmaya imkân yok m u?”
Adam : “Bir defa böyle gelm iş, böyle gider.”
diye cevap verdi. “ Evden sokağa attığımız çöpler
daha kapıların önünde çürümeye başlıyor. Kamışlar,
otlar, mutfak süprüntüleri, ve daha birçok çöp
karışarak beraber kuruyor ve gördüğünüz bu toz
halinde bize geri dönüyor. Bununla bütün gün
mücadele ediyoruz. Fakat bu, bizim küçük, şirin,
hamarat süpürgelerimizi yıpratmaktan ve evlerimizin
önündeki süprüntüyü arttırmaktan başka bir işe
yaramıyor.1

(1 ) Şim di V ia V ittorio Em anuele adını alan, il Cassaro.


90 İTALYA SEYAHATİ II.

İşi şakadan alacak olursak, hakikaten kabahat


süpürgelerde; bunlar cüce palmiyelerin yaprakların­
dan yapılmış, zarif şeyler. U fak bir değişiklikle
yelpaze niyetine kullanılabiliyor. Tabiî çabucak küt-
leşiveriyoriar, bunların eskilerinden de binlercesi
sokaklarda üst üste yığılı. Benim arka arkaya: “ Peki
buna bir çare bulunamaz mı“ diye sormama karşılık,
“ Halkın ağzına bakılacak olursa, bu temizlik işleriyle
meşgul olmaları lâzım gelen zevat, aynı zamanda
nüfuz sahibi kimseler oldukları için, bu ise para sarf
etmeye mecbur edilemezlermiş,” diye cevap verdi, ve
rivayete göre bu süprüntülerin kalkamasiyle sokakla­
rın ne kadar kötü yapılmış oldukları ortaya çıkacak
diye korkuyorlarmış, çünkü bu sefer de dürüst
olmıyan idarenin başka bir taraftan açığı meydana
çıkarmış. Garip bir yüz ifadesiyle: “ Bana kalırsa,”
diye devam etti, “ bunlar hep kötü dillilerin icadı,
asiller arabalarının altında yumuşak bir zemin teşkil
ettikleri ve akşam gezintilerini rahatlaştırdıklan için
bu süprüntülerin kaldırılmasını istem iyorlar.” Adam ­
cağız artık dile gelmişti, bundan sonra sırasiyle daha
diğer polis nizamlarım da alaya aldı, tnsanm, değişti-
remiyeceği şeyleri hafiften alarak, bunlan alay ede­
bilm esi, doğrusu teselli verici bir şey!
Palerm o, 6 Nisan 1787.
A zize RosaUa, Palermonun koruyucusu. B rydo-
ne’nun, yortulan hakkında yaptığı tasvirlerle meşhur
olmuş. A sıl hürmet edildiği yer hakkında yakından
malûmat alabilmek herhalde dostlanm ı memnun
edecek.
İTALYA SEYAHATİ D. 91

M onte Pellegnno, yüksekliğinden ziyade geniş,


yayvan bir kaya kitlesi. Palermo körfezinin kuzey -
batı köşesinde bulunuyor. Şeklini güzelliğini tasvir
edecek kelime bulamıyorum. Buranın yarım yamalak
bir resmini “ V oyage pittoresque de la Sicile” de
bulacaksınız. Gri renkli eski devir kalker taşından bir
dağ. Kayalar tamamen çıplak; ne ağaç ne de bodur
nebat yetişiyor, sadece düz (dan yerleri biraz yeşillik
ve yosunla örtülü.
Azizenin kemiklerini geçen asrın başlarında bu
dağın mağaralarından birinde keşfederek Palormaya
nakletmişler. Bunların mevcudiyeti şehri vebadan
kurtarmış, ve Rosalia o andan itibaren halkın koru­
yucusu olm uş. Adına şapeller kurulmuş ve şerefine
parlak yortular tertip edilmiş.
İman sahipleri bu dağa, ziyaretler yapmaya
başlamışlar Büyük masraflara katlanarak bir yol
yapmışlar. Bu yol tıpkı bir su yolu gibi ayak ve
kemerler üzerinden geçiyor ve iki kaya duvan arasın­
dan zikzaklar çizerek yükseliyor.
Şapele gelince, burası, dağlara sığman Azizenin
tevazuuna, kendisinin dünyadan el etek çek lşi(')1

(1 ) A zize R osalia: Sicilya kıralı II. G uillaum e’un yeğeni. Ç ok


genç yaşta, M onte Pellegrino’da bir mağaraya çekilm iş ve X II.
asnn sonlarına doğru orada ölm üştür. K em ikleri, 15 T em m u z,
1624, senesinde bir a v a tarafından tesadüfen bulunmuştur.
Annaneye g öre, büyük bir m erasim le, Palerm o’ya getirilen
kem ikleri, şehri, o sırada şiddetle hüküm süren vebadan
kurtarmıştır.
92 İTALYA SEYAHATİ II.

şerefine yapılan şaşaalı yortulardan daha uygun.On


sekiz asırdan beridir bütün debdebesini, mülkünü ve
şatafatlı yortularını ilk kurucularının ve iman edenle­
rin ıstırabı üzerine kuran Hıristiyanlık, burası kadar
sâf hisle süslenmiş ve muhafaza edilmiş mukaddes bir
yer daha meydana getirmemiştir.
Dağa çıkınca kayaların teşkil ettiği köşeyi dönü­
yor ve dik bir kaya duvariyle karşılaşıyorsunuz.
G erek kilise gerekse manastır bu duvara dayanıyor­
lar. Kilisenin dış görünüşü, ne insanı çekiyor ne de
çok bir şey vaadediyor. B öylece bir şeyler ummadan
kapısını açıyorsunuz fakat, içeriye girince harikulâde
bir sürprizle karşılaşıyorsunuz. Burası kilisenin geniş­
liğince yayılan ve nefe doğru açık bir methal. Etrafta
içlerinde mukaddes su bulunan bir kaç kab ve günah
çıkarmaya mahsus kürsü. Kilisenin esas nefi, üstü
açık bir avlu, sağ tarafı kaba kaya duvarlariyle sol
tarafı da methalin devamiyle çevrili. Y erler taş
levhalarla kaplı ve yağmur sularının akabilmesi için
meyilli olarak yapılmış. Ortalara doğru küçük bir
çeşm e. Mağarayı da C h or(') haline getirmişler; tabiî
şeklim hiç bozmadan. Buraya birkaç basamakla
çıkılıyor: Hemen karşınızda, üzerinde Chor kitabı
bulunan büyük bir kürsü ve iki yanında Chor
sandalyalan. Burada her şey avludan veya neften
gelen gün ışığiyle aydınlanıyor. D ipte, ortada mağan-
nın karanlıklan içinde asıl Mihrap.1

(1 ) C hor (K o r): kiliselerin doğu taraflarında bulunan, mihrabın


bulunduğu ve korunun yer aldığı m ahal.
İTALYA SEYAHATİ □ 93

Dediğim gibi mağaranın tabiî şeklini değiştirme­


mişler, yalnız kayalar arasından mütemadiyen sızan
sulara karşı tedbir almışlar. Bu suları kayaların
kenarlarına iliştirdikleri kurşun oluklara sevk ediyor­
lar; yukan tarafları geniş, aşağıya doğru huni gibi
gittikçe darlaşan bu oluklar muhtelif noktalar da
birbirine bağlanmışlar. Bunlan gri-yeşil renkte boya­
mışlar. Sanki mağaranın içinde bir nevi iri kaktüsler
üremiş gibi görünüyorlar. Sular kısmen yan taraflara
dökülüyor, kısmen de arkada bulunan bir kab içinde
toplanıyor. Halk bu suyun her derde deva olduğuna
inanıyor.

Bunlan dikkatle seyrettiğim sırada bir rahip


yanıma yaklaşarak. Cenovah olup olmadığımı ve bir
mes okutmak için mi buraya geldiğimi sordu. Ben de
kensine Palermoya bir Cenovaliyle birlikte gelmiş
olduğumu ve bu zatın bayram günü olduğu için yarın
yukanya geleceğini söyledim . “ İkimizden birinin
daima evde kalması lâzım geldiği için ,” dedim ,
“ bugün ben geldim .” Bunun üzerine rahip bana
istediğim gibi her şeyi seyretmemi, dua etmemi ve
serbestçe hareket etmemi söyledi. Mağaranın solun­
da bulunan bir mihrabın bilhassa mukaddes bir
mihrap olduğuna işaret ederek beni yalnız bıraktı.
Pirinçten yapılmış yapraklardan müteşekkil bir
kafesin aralıklarından, mihrabın altında lâmbalar
yandığını fark ettim. Mihrabın yakınında diz çökerek
aralıklardan aşağı bakmaya başladım; iç tarafta ince
pirinç tellerle örülmüş bir kafes daha vardı. Bunun
94 İTALYA SEYAHATİ O.

altında bulunan şeyleri sanki bir tül altındaymış gibi


görebiliyordum .
Birkaç lâmbanın tatlı ışığı altonda güzel U r kadın
gördüm.
G özleri yan kapalı, başını lâkaytça, yüzüklerle
süslü olan, sağ eline dayamış, sanki cetbeye kapılmış
gibi yatıyor. Bu sahne bana birçok bakımdan öyle
cazip göründü ki, seyre doyamadım. Elbiseleri, ahin
kaplı ince madeni levhalardan yapılmış, zengin sırma
işlemeli kumaş çok iyi taklit edilmiş. Elleri ve başı
beyaz mermerden. Vakaa sanat kıymeti yüksek değil
ama, çok tabii sevimli bir şekilde işlenmiş; öyle ki
insan hemen nefes alacağını ve hareket edeceğini
zannediyor. Yanında bir m elek, A zizeyi serinlemesi
için bir zambak dalıyle yeipazeU yor(').
Bu arada rahipler C hor’a gelm işler, sandalyele­
rinde yer alarak akşam duasını okumaya başlamışlar­
dı.
Ben de mihraba karşı duran banklardan birine
oturarak bir müddet onlan dinledim , sonra tekrar
mihraba yaklaştım, diz çökerek o güzel tabloyu daha
vuzuhla görm eye çalıştım. Kendimi tamamiyle bura­
nın ve bu sevimli figürün hayaline kaptırdım. Rahip­
lerin İlâhilerinin mağaradaki akisleri sona erdi. Su
yavaş yavaş mihrabın yanındaki kaba akıyordu, ön
avlunun, ve nefin eğik kaya duvarları sahneyi daha1

(1 ) B u heykel, Floransak heykeltraş G regon o Tadeschi’nin eseri­


dir.
İTALYA SEYAHATİ D 95

da daraltıyordu. Bu ölü çölü , büyük bir sessizlik


kaplamıştı Bu vahşi mağarada sonsuz bir saflık ve
temizlik! katolik ve bihassa Sicilya ibadet tarzının
şatafatlı, burada en sâf ve tabiî bir şeklini bulmuş.
Uyuyan azizenin meydana getirdiği tesir, en m eleke
sahibi bir göze bile cazip gelecek kadar kuvvetli.
Kısaca, buradan güçlükle ayırtabildim ve Paler-
moya ancak geç vakit döndüm.
Palerm o, 7 Nisan 1787, Cumartesi.
Rıhtımın yanındaki parkta çok zevkli ve sakin
saatler geçirdim . Burası dünyanın en harikulâde yeri.
Muntazam tanzim edilmiş olmasına rağmen, bize peri
masalları gibi görünüyor. Pek eski olmamakla bera­
ber inşam ta eski çağlara sürüklüyor. Tarhların
kenarındaki yeşillikler, türlü yabana nebatı ihtiva
ediyor. Lim on ispalyaları zarif çardaklardan yollar
meydana getiriyorlar. Zakkumlardan müteşekkil
yüksek duvarlar, karanfilleri andıran binlerce kırmızı
çiçekle süslü. İnsan gözünü bunlardan ayıramıyor.
Daha başka, henüz yeşillenmemiş, tanımadığım ya­
ban a ağaçlar, garip dallarım uzatıyorlar; bunlar
herhalde daha sıcak iklimlerin nebattan olm alı. Bir
düzlüğün arkasından yükselen banktan, birbiri içine
geçmiş nebat âlemini görüyoruz. Buradan nazarları­
mız, gerideki büyük havuza kayıyor. İçinde altın ve
gümüş pırıltılı balıklar nazlı nazlı yüzüyorlar. Kâh
yosun tutmuş boruların altına gizleniyor, kâh küçük
bir ekmek parçasının cazibesine tutularak, etrafında
sürü sürü toplanıyorlar. Bura nebattan bizim alışık
96 İTALYA SEYAHATİ D.

olmadığımız bir şekilde yeşil. Bizdekilere nispetle


bazısı daha san bazısı da daha mavi. Fakat asıl
bunları sevimleştiren, üzerlerinde yayılan kesif bu­
har; bunun tesiriyle birbirlerinden birkaç adım geride
olan nebatlar bile gittikçe açık mavi bir ton alarak
birbirlerinden ayrılıyor ve asıl renklerini kaybederek
mavi bir tona bürünüyorlar. Bu buhar tabakasının,
uzakta bulunan şeylere, gem ilere, sahil dağlanna,
verdiği manzaranın harikulâdeliği bir ressam gözü
için çok şayam dikkat! Bütün mesafeler iyice fark
edilebiliyor, hattâ ölçülebiliyor. Bu sebepten tepeler­
de gezinmek bize çok cazip göründü. Artık doğrudan
doğruya tabiat değil, sadece kulisler görülüyor; tıpkı
ressamların, patlaklık farklariyle bunları suni bir
şekilde biribirinden ayırdığı gibi.

Fakat ben hâlâ o harikalar bahçesinin tesiri


altındayım; ufukta kuzey tarafındaki kara dalgalar,
bunların körfezin girintilerine doğru ilerleyişleri,
denizin buharlaşmasından meydana gelen garip ko­
ku, bütün bunlar, bana tamamiyle Phaiak(') 1ar
adasını hatırlatıyor ve yaşatıyor. Hemen H om er
ciltlerini satın almaya koştum, destanın bu faslını
büyük bir iç ferahlığı ile okudum ve Kniep’e ağızdan
tercüme ettim. Zavallı bugünkü yorucu çalışmaların­
dan sonra, bir kadeh iyi şarabı ve böyle bir hazzı
haketmişti.1

(1 ) Phaiak’lerH om er’in O dysse’sinde, mesut ve sulhsever bir


kavim (6 . kitap).
İTALYA SEYAHATİ II. 97

Polerm o, 8 Nisan 1787, Paskalya.


İsanın dirilişi gününün sevinç gürültüleri, daha
gün ağarırken başladı. Fişekler, meşaleler, barut
serpintileri ve buna benzer daha birçok hava fişekleri
kiliselerin kapılan önünde demet dem et tutuşturulu­
yor. Halk, kapılann sonuna kadar açılmış kanatlan
arasından içerlere akın ediyor. Çanlar, org sesleri,
geçit yapan alaylann ve bunlara karşılık veren
rahiplerin korolan birbirine karışıyor ve böyle patır-
dılı bir dua tarzına alışmamış olan kulaklan hayret­
lerde bırakıyordu.
Sabah duası daha henüz sona ermişti ki, kıral
naibinin süslü uşaklan bizim otali ziyaret ettiler; iki
maksatla: hem bütün yabancıların bayramlarım kut-
luyarak buna mukabil bahşiş toplam ak, hem de
beni saraya yemeğe davet etmek için. Bu sebepten
benim hediyemi büsbütün yükseltmem icabetti.
Sabahı, muhtelif kiliseleri ziyaret ederek, halk
simalannı ve tipleri tetkik etmekle geçirdim. Sonra
kıral naibinin, şehrin yukarı kenarlarında bulunan
sarayına gittim. Biraz erken gelmiş olduğum için
salonlar henüz boştu. Sadece kısa boylu, sevimli bir
adam beni karşıladı, kendisinin Maltalı olduğunu
hemen fark ettim. Benim Alman olduğumu işitir
işitmez, kendisine Erfurt’dan verecek havadisim var
mı diye sordu.
Orada bir müddet kalmış ve çok hoş vakit
geçirmiş. V on D acheröd ailesi ve K oadjutor von
Dalberg hakkmdaki suallarine etraflıca cevap ver­
98 İTALYA SEYAHATİ D.

dim . Buna çok sevindi ve Thüringen’in daha başka


taraflan hakkında da malûmat istedi Büyük bir
alâkayla W eimar’da olup bitenleri sordu: “ Benim
zamanımda orada her şeye muktedir bir genç ve
ateşli adam vardı, ismini şimdi unuttum ama ne çıkar;
W erther’in m üellifi, o ne oldu ?” dedi. B en, sanki
düşünüyormuşum gibi kısa bir duraklamadan sonra:
“ Sormak lûtfunda bulunduğunuz o kimse, bizzat
karşınızda bulunuyor!” dedim . Hayretler içinde ye­
rinden sıçradı ve “ O halde pek çok değişiklikler
olm uş!” diye bağırdı. “ Şüphesiz!” dedim , “ W eimarla
Palermo arasında bende bazı değişiklikler oldu .”
O sırada maiyetiyle birlikte kıtal naibi içeriye
girdi, hali tavrı mevkiine yaraşır bir şekilde, kibar ve
serbestti. Maltalının, beni görmekten duyduğu hay­
retten kendini alamıyarak söylenm eye devam etmesi­
ne o da güldü... Sofrada, kendisinin yanına oturtul­
dum, bana seyahatimin gayesini sordu, Palermo’da
her şeyi görebilm em ve Sicilyada her hususta kolay­
lıkla seyahat edebilm em için emir vereceğine söz
verdi.
Palerm o, 9 Nisan 1787, Pazartesi.
Prens PaUagonia’m n(’) saçmalan bizi bütün gün
meşgul etti. Bu çılgınlıklar da, bizim okurken veya
bize anlatıldığı zaman tasavvur ettiğimizden büsbü­
tün başkaydı. İnsan hakikati ne kadar severse sevsin,
olmıyacak şeyler anlatmak istediği zaman daima
müşküle giriyor; burlar hakkında bir fikir vereyim 1
(1 ) Pallagonya prensi: Fer dinando Francesco II. V illası Palerm o’­
nun doğusunda. La Bagheria’da bulunm aktadır.
İTALYA SEYAHATİ U 99

derken, hakikatte bir hiç olan, sadece gösterişten


ibaret şeyleri, istemeden, sanki bir şeymişler gibi
gösteriyor. Burada bir başka umumi mülâhazayı da
peşin söylemek isterim: Gerek en zevksiz gerek en
mükemmel şeyler olsun, hiçbiri tek bir insandan ve
bir devirde birdenbire meydana gelem ez, bilâkis
biraz gayret ve dikkat sarfiyle her ikisinin de menşei
hakkında bir şecere yapmak mümkündür.
Palermodaki o mahut çeşm e, Pallogonia sülâle­
sinin çılgınlıklarının ecdadı. Yalnız şu farkla ki,
burada, kendi mülkü ve topraklan üzerinde, bu
saçmalık büyük- bir genişlik ve serbestlik içinde
kendini gösteriyor.
Buralarda, şato arazinin ortalanndadır ve oraya
varabilmek için tarlalar, sebze bahçeler} ve diğer
müştemilât arasından geçmek icabederse, Italyanlar
kuzeylilere nispetle daha muktesit davranıyorlar.
Bizlerin, arazisinin güzel kısımlarını park haline
getirip, sırf gözleri okşayıcı nebatlarla doldurmamıza
karşılık, burada saraya götüren yolun iki yanına
duvar çekiyorlar, böylece bu yoldan geçen kimse
sağında solunda olup biteni fark etm iyor. Bu yollar
umumiyetle büyük bir kapıyla, hattâ bazı da kubbeli
bir methalle başlıyor ve saray avlusunda nihayetleni-
yor. Bu iki duvar arasında gözlerin biraz oyalanması
için burada duvarın üstünü oym alı bir şekilde bitir­
mişler, kabartmalarla süslenmişler, yer yer, üzerinde
vazolar bulunan kaideler yapmışlar. Duvar satıhları
sıvanmış ve taksim edilmiş. Sarayın avlusu etrafı tek
100 İTALYA SEYAHATİ II.

katlı, uşak ve işçi evleriyle çevrili bir daire, D örtköşe


plânlı saray, bunların hepsinden daha yüksek.
Ecdatlarının zamanından, belki de daha eski
zamanlardan, ta prensin babasının şatoyu yaptığı
zamana kadar bir şey değiştirilmemiş. Bu şato da
vakaa fevkalâde bir zevk eseri değil ama çekilir gibi.
Fakat şimdiki sahibi esas şekli bozmadan, her tarafı
keyfinin bildiği gibi biçimsiz ve zevksiz şeylerle
dolduruyor. Bir parça muhayyile sahibi dem ek,
kendisi için fazla teveccüh olur.
Arazinin hududunda, genişlediğine nispetle faz­
laca yüsek, sekiz köşeli bir methale girdik. Ayakları­
na, düğm eli, yeni m oda tozluklar giymiş dört dev,
girişin tam karşısında, mukaddes Teslis’in dalgalandı­
ğı saçağı taşıyorlar. Şatoya giden yol alışılmış olandan
daha genişçe. Duvarlar kesintisizce devam eden bir
sokl haline getirilmiş Üzerlerinde yer yer garip
heykel gurupları taşıyan kaideler. Bunların araların­
da kalan boşluklara da vazolar sıralanmış. Bu gurup­
ların, alelade taş yontucular tarafından zevksizce
işlenmiş, biçimsiz şeyler olması yetmiyormuş gibi,
üste de kabuklu, yumuşak tüflerden yapılmış olmala­
rı, bunları büsbütün âdileştiriyor. M amafih, malze­
meleri dalıa iyi olmuş olsaydı, o zaman da şekillerinin
biçimsizliği büsbütün göze batacaktı. Biraz evvel
guruplardan bahsetmekle bunlar için yersiz bir m ef­
hum kullanmış oldum , çünkü bu figürler hiçbir
düşünce veya arzuya tâbi olmaksızın bir araya getiril­
miş, daha doğrusu yanyana itilmiş. D örtköşeli kaide-
İTALYA SEYAHATl O. 101

lenn üzerini daima üç figürler süslüyor; bunlar


kaidelerinin üzerine bu dörtköşe sahayı dolduracak
şekilde yerleştirilmişler. Biraz kıymetlice olanları
sadece iki figürden ibaret. Bunların tabanları kaide­
nin ön kıanım kaplıyor; umumiyetle insan veya
hayvan şekilli canavarlar. Kaidenin geri kalan arka
tarafını gene iki figürlü guruplarla dolduruyorlar,
onlar da orta büyüklükte bir çoban, veya çoban kızı
bir kadın veya şövalye figürlerinden yahut dans eden
bir maymun ve köpekten ibaret. Piedestalm boş
kalan ortasına da bir cüce koymuşlar, bu mahlûk
bütün münasebetsiz şakalarda olduğu gibi burada da
mühim bir rol oynuyor.
Prens Pallagonia’nın bütün çılgınlıklarını anlata­
bilm ek için şu listeyi ilâve ediyorum : İnsanlar:
dilenciler, İspanyollar, Fellâhlar, Türkler, kambur ve
her türlü sakat figürleri, cüceler, muzikacılar, palya­
çolar,tarihi kostümler giyinmiş askerler, ilâhlar ve
ilâheler, eski Fransız elbiseleri giymiş figürler, cepha­
ne çantaları taşıyan tozluklu askerler, maskaralarla
kanşık m itolojik simalar; A chill, Shiron ve Polişinel.
Hayvanlar: sadece hayvanlara ait kısımlar; me­
selâ elleri insan eli gibi olan bir at, at başlı insan
gövdeleri, biçimsiz maymunlar, bir sürü canavar ve
yılan, türlü figürlere türlü pençeler takılmış. Çift
figürler, başlariyle vücutları değişmiş figürler, v.s.
Vazolar: karınlan alt tarafta vazo şeklini alan
türlü canavar ve süsler.
102 İTALYA SEYAHATİ U.

Bütün bunların hiçbir düşünce ve mantığa tâbi


olmadan sürü sürü imal edildiğini ve gelişigüzel bir
araya getirildiğini tasavvur eder ve bu kaide, piedes-
tal ve biçimsiz şekillerin nihayetsiz bir şerit halinde
sıralandığım düşünürseniz, herhalde çmgınhğm son
haddine vardığı buralardan, her geçenin tesiri altında
kalacağı tatsız hissi siz de duyacaksınız.
Şatoya yaklaştık, yarım daire şeklindeki avlunun
bize doğru açılan kollan tarafından karşılandık.
Kapının bulunduğu karşı duvar, kale duvan tarzında
işlenmiş. Birkaç eski M ısır figürü de duvarla birlikte
örülmüş.
Bir âbide, susuz bir fıskiye, etrafta gelişigüzel
serpilmiş vazolar ve bilhassa devrilmiş heykeller.
Nihayet şatonun avlusundan içeri giriyoruz, burası
alışılmış olduğu gibi alçak binalarla çevrili bir daire,
fakat burada da acayiplik geri kalmasın diye, bu
dairenin duvarları muhtelif yarım dairelere bölün­
müş.
Y ellerin büyük bir kısmı çim enle kaplı. Burası
metrük bir mezarlığı andınyor; garip kabartmalarla
süslü, eski, babadan kalma vazolar, yeni çağ sanatı
cüceler ve daha bir sürü ucubeler, hepsi yanyana ve
karmakarışık. Bunlar, şimdiye kadar münasip bir yer
bulamamış olanları. Bir de tıklım tıklım vazo ve diğer
süslü taşlarla dolu bir çardağın önünden geçiyoruz.
Bu zevksizliklerin mantıksızlığının en şiddetle
göze battığı yer, küçük binaların çatılan; bunlar
İTALYA SEYAHATİ D. 103

sadece bir tarafa doğru m eyilli. B u, inşam insan


yapan ve ahengin ilk şartı «dan şakul ve muvazene
hissini altüst ediyor, insana azap veriyor. Bu çatıların
da saçakları canavar başlan, küçük büstler, muzika
çalan maymunlar ve diğer acayipliklerle süslü.
Canavarlar ve ilâhlar yanyana yer almışlar,
elinde gök kubbesi yerine şarap fıçısı taşıyan bir
A tlas^).
Bütün bu saçmalardan sonra, prensin babası
tarafından yaptırılmış olan ve dışardan tuspeten
mantıkî bir yapı gibi görünen şatoda nefeyalabilece-
ğimizi sanıyoruz, fakat daha hemen kam un yanında
şu manzarayla karşılaşıyoruz: Bir ytjmus balığına
binmiş, defne çelengiyle süslü başı, bu cüce vücudu
üzerine oturtulmuş bir R om a imparatoru.
Prensin çılgınlıkları, dış görünüşteden içini ta­
hammül edilir sandığımız, şatoda da bütün şiddetiyle
devam ediyor. İskemlelerin ayaklan birbirinden fark­
lı uzunluklarda, üzerilerinde oturmak imkânsız. Otu­
rulabilecek gibi görünenlere de oturmaktan saray
kâhyası bizi koruyor; kadife yastıkların altında diken­
ler gizlenmiş olduğunu ihtar ediyor.. K öşelerde Çin
porseleninden şamdanlar, yakından bakınca bunla­
rın, fincan ve fincan tabaklarının birbirine yapıştırıla­
rak meydana getirilmiş olduklarım fark ediyoruz.
Acayipliklerle karşılaşmadığımız tek bir köşe yok.1

(1 ) A tlas: Yunan m itolojisine g öre, D ev lapetos’ un oğlu . D ünya­


nın batı kölesin de durup, göğü taşıyan sütunu om uzlan
b e rin d e tutm aktadır.
104 İTALYA SEYAHATİ II.

Hattâ denizin ve sahil dağlarının eşsiz manzarası bile


renkli pencere camlariyie bozulmuş. Bunlar suni
renkleriyle etrafı ya soluk yahut da alevler içinde
yamyormuş gibi gösteriyorlar. Duvarları, birbirine
eklenmiş eski yaldızlı çerçevelerle kaplı bir odayı da
kaydetmeliyim. Türlü zamanlara ait, türlü oyma
işleriyle süslü çerçeveler, hepsi eskiliklerine göre toz
tutmuş veya yaldızlan dökülmüş. Bunlar birbiri
içerisine geçirilerek duvarları kaplıyor, ve tam bir
hercümerç manzarası arzediyorlar.

Yalnız şapeli tasvir etmek için bütün bir defter


ister. Deliliğin ne derceye kadar dallanıp budaklana-
bileceğine burada şahit oluyoruz.
Tapınma mevzularının nasıl karikatür haline
getirilebileceğini sanırım ki hissettirebildim, fakat
bunlann en fevkalâdesini anlatmadan geçem iyece-
ğim. Tavanda oldukça büyük oym a bir Kruzifiks(1),
tabiata yakın bir şekilde resmedilmiş, altın yaldız ve
kanşık yağlıboya renkleriyle boyanmış. İsamn göbe­
ğine bir çengel çakmışlar, buradan sarkan bir zincire,
diz çökm üş dua eden Ur figürü kafasından asmışlar,
boşlukta sallanan bu adam da kilisedeki bütün diğer
resimler giU boyalı ve cilâlı, bu güya ev sahibinin
fasılasız ibadetim tasvir ediyormuş.
Sarayın inşası tamamlanmamış. Prensin babası
tarafından renkli, zengin fakat zevksiz bir şekilde
tezyine başlanmış olan salon da yarım kalmış, şimdiki1

(1) Isanın çarmıha gerilmiş olarak tasviri.


İTALYA SEYAHATİ II. 105

sahibinin hudutsuz çılgınlıklarının da sonu gelm ediği


gibi.
Bu deliler evinde sanat duygulan iyice çileden
çıkan Kniep’ın ilk defa olarak sabnnın tükendiğini
gördüm. Beni buradan ayırmaya çalışıyordu, bense,
bu karmakanşık şeyleri teker teker görm eye, kafam­
da, bir şema içine sokmaya çalışıyordum. Zavallı
gene de buradan ayrılmadan evvel bana bu guruplar­
dan birinin bir krokisini çizdi, hiç olmazsa bu tek
kroki, burası hakkında bir fikir verebilecek. Bir
iskemlede oturan bir at kadın, karşısında, eski m oda
elbiseler giymiş, bir taç ve büyük bir perükle süslü
geyik başlı bir şövalye ile iskambil oynuyor. Bu,
bütün bu çılgınlıklara rağmen Paliagonia sülâlesinin
hâlâ dikkate değer armasını hatırlatıyor: bu armada
bir Satir, at başlı bir kadına ayna tutuyor.

Palerm o, 10 Nisan 1787, Sah

Bugün, yukarıya, M onreale’ye çıktık ('). Y ol çok


güzel, bunu manastırın baş rahibi, buranın zenginlik
devirlerinde yaptırmış. G eniş, çıkışı rahat, yer yer
ağaçlık. Sık sık raslanan fıskiyeler, geniş çeşm eler,
hemen hemen hepsi de Pallagoniavari süslenmiş ve
bezenmiş fakat yine de insanlara ve hayvanlara
serinlik veriyor.1

(1 ) M onreale’deki B elledikten m anastın. 1174 te W ilhelm II.


tarafından tesis edilm işti. G oeth e’ nin ilerde bahsettiği San
M artin m anastın, buradan yanm saat kadar ilerd e, altına
asırdan kalma bir tesistir.
106 İtalya seyahat! d .

Tepedeki San Martin manastın hatuı sayılır bir


tesis. Prens Pallagonia’yı düşünecek olursak görüyo­
ruz kı tek başına bir bekâr, nadiren akıllıca bir iş
başarabiliyor, fakat birkaçı bir araya gelince en
muhteşem eserleri meydana getirebiliyorlar; buna
manastırlar ve kiliseler şahit. Bu dinî, birliklerin
büyük işler başarabilmelerinin başlıca sebebi, bunla­
rın herhangi bir aile babasına nispetle, daha kuvvetle
ilerdeki nesillerinin tükenmiyeceğine güvenmeleri.
Rahipler bize koleksiyonlarım gösterdiler. Tabi­
at eserlerinden olsun antika eserlerden olsun oldukça
güzel parçalara sahipler. Üzerinde genç bir ilâhe
resmi bulunan bir madalyon bilhassa dikkatimizi
çekti.
Rahipler bize bunun bir baskısını vermek istedi­
lerse de maalesef kalıp olabilecek malzeme hemen
bulunamadı.
Rahipler kederli bir tavırla, manastırların eski
haliyle şimdiki hallerini mukayese ederek, her şeyi
gösterdikten sonra, bizi küçük bir salona aldılar,
buranın balkonundan görünen manzara çok iç açıyor­
du. Bizim için bir sofra hazırlamışlardı, iyi bir öğle
yem eği yedik. Tatlımızı yerken başrahip de yanımıza
geldi, kendisine rahiplerin en yaşlıları refakat ediyor­
du. Masamıza oturdu ve yarım saat kadar bizim le
kaldı, bu esnada cevap vermemiz lâzım gelen epey
suallere mâruz kaldık. D ostça vedalaştıktan sonra
genç rahipler bize, tekrar koleksiyonların bulunduğu
odalara oradan da arabamıza kadar refakat ettiler.
İTALYA SEYAHATİ II. 107

Bugün dünkünden bambaşka bir hisle eve dön­


dük. Bir tarafan büyük bir tesis zamanla her gün
biraz daha çökerken diğer taraftan zevksiz bir teşeb­
büsün yeni hamlelerle nasıl geliştiğini görerek üzülü­
yoruz.
San Martin’e giden dağ yolu eski kalker dağlan
arasından geçiyor. Bu kayalan kırarak içerisindeki
kireci yakıyorlar, bembeyaz bir kireç elde ediliyor.
Bunlan yakmak için, kurutulmuş ve dem etler halinde
bağlanmış bir nevi ot kullanıyorlar. B öylece kalker
taşı meydana geliyor. Burada en dik yamaçlarda bile
suların sürüklediği kırmızı topraklan görüyoruz.
Bunlar setleri meydana getiriyorlar, yükseklikleri
nispetinde kızıllıktan artıyor, nebatlar bunlan pek az
siyahlaştınyor. Uzaklarda âdeta kızıl renkli bir yank
gördüm.
Manastır kalker dağlan arasında. Etrafta pek
çok kaynaklara raslanıyor. Civar dağlar iyi ekili.

Palerm o, 11 Nisan 1787, Çarşamba.


Şehrin haricinde bulunan iki mühim yeri ziyaret
ettikten sonra, bugün de sarayı görm eye gittik.
İşgüzar kılavuzlar odalan gezdiriyor ve içindekiler
hakkında izahat veriyorlardı. Antik eserlerin bulun­
duğu salonun karmakanşık bir halde okluğunu büyük
bir dehşetle gördük; buranın mimaıî tezyinatım
yeniliyorlarmış. Heykelleri yellerinden kaldırmışlar,
bezlere sarmışlar ve etraflarına iskeleler çevirmişler.
Kılavuzumuzun bütün iyi niyetine ve işçilerin gayreti­
108 İTALYA SEYAHATİ II.

ne rağmen, gene de bunlar hakkında pek az fikir


edinebildik. Beni bilhassa iki bronz k oç figürü
alâkadar ediyordu, bunlar bu hallerinde bile insana
büyük bir sanat zevki veriyorlar. Yatar vaziyette
tasvir edilm işler, ayaklarının birini öne doğru atmış­
lar ve karşılıklı duran başlarım aksi istikametlere
çevirmişler. M itolojik bir sülâleden gelme azametli
mahlûklar; Phrixus ve H elle’y i(') taşımaya lâyık
hayvanlar, Tüyleri kısa ve kıvırcık değil, uzun ve
dalga dalga dökülüyorlar, büyük bir sadakat ve
zarafetle işlenmişler. Yunan sanatının en iyi zama­
nından kalma eserler. Bunlar vaktiyle Syraküs lima­
nında bulunuyorlarmış.
Kılavuzumuz bizi buradan şehir haricine, kata-
komblara götürdü. Bunlar tamamiyle mimari bir
plâna göre kurulmuşlar, hiç de mezar olarak kullanı­
lan taş ocaklarına benzemiyorlar. Oldukça sert tüf
kayalarını şakuli duvarlar şeklinde işlemişler, bunla­
rın içine kemerli oyuklar yapmışlar ve içerlerine
tabutları yerleştirmişler. Üstüste bulunan bu oyuklar
hep yekpare bir kaya içine oyulmuş, duvar örgüsü hiç
kullanılmamışr Yukarlardaki mezarlar daha küçük
olduğu için ayaklıkların üzerihdeki boş yerlere çocuk
tabudan yerleştirilmişler.

(1 ) Phıtcus ve H elle: B oiotya kıralı A thm as'ın çocukları. A nneleri


tarafından üvey annelerinin elinden kaçırılm ış ve kanatlı iki
koça bindirilerek sah verilm işler.
İTALYA SEYAHATİ II. 109

Palermo. 12 Nisan 1787, Perşembe.


Bugün bize prens Torrem uzza’mn madalaylar
koleksiyonunu gösterdiler. Buraya oldukça istemiye-
rek geldim. Bu işten az anlıyorum ve sadece merak
saikasiyle bu ziyareti yapan seyyahlardan, işin ehlile­
rinin ve amatörlerin nasıl nefret ettiklerini bilirim.
Fakat mademki bir kere başladım diye düşündüm,
seyrime rahatça devam edeyim ve mümkün olduğu
kadar zevk ahp faydalanayım. Eski dünyanın nasıl
şehirlerle dolu olduğunu ve bunların en küçüklerinin
dahi, bütün sanat tarihi boyunca olmasa bile, yalnız
birkaç devrinden olsun, bize kıymetli sikkeler bırak­
mış olduklannı görebilm ek, üsütünkörü de olsa gene
büyük bir kazanç!

Bu çekm ecelerden bize sonsuz bir bahar gülüm­


süyor, sanat meyvalanıun ve çiçeklerinin bahan! El
işçiliği burada sanat mertebesine ulaşıyor. Eski Sicil­
ya şehirlerinin çoktan sönmüş olan parlaklığı bu
dökm e maden şekillerinden taze bir pırıltıyla aksedi­
yor. Yazık ki biz gençliğim izde, sadece hiçbir mâna
ifade etmiyen sülâle sikkelerini ve aym profillerin
insana bıkkınlık verdiği İmparator sikkelerini tanıya­
bildik. Bu hükümdar portrelerim , insanlığın seçme
örnekleri addetmemiz imkânsız.
Gençliğim izde bütün dikkatimizi şekilsiz Filisti-
ne ve şekilleri birbirine karıştıran Komaya hasrettir­
miş olmaları ne kadar yazık. Sicilya ve yeni Yunanis­
tan bana taze bir hayat ümidi veriyor.
110 İTALYA SEYAHATİ □ .

Bu sikkeler karşısında böyle umumi mülâhazala­


ra girişmem, henüz bunlardan pek bir şey anlayama­
dığımı ispat ediyor. Bu da diğer şeyler gibi belki
yavaş yavaş olacak.

Palerm o, 12 Nisan, Perşembe.

Bu akşam bir arzum daha yerine geldi. Hem de


garip bir şekilde. Büyük caddede, kaldırım üzerinde,
benim mâhut dükkânın önünde durmuş dükkâciyle
şakalaşıyordum. Birdenbire içeri güzel giyinmiş,
uzun boylu bir uşak girdi. Yaklaşarak elindeki tabağı
önüm e uzattı. Tabağın içinde biraz bakır, birkaç
parça da gümüş vardı. Bu hareketin mânâsım anlıya-
madığım için, başımı öne eğerek omuzlarımı silktim.
Bu burada baştan saymanın işareti; suali ya anlama­
dığınıza ya da anlamak istemediğinize alâmet. Uşak
geldiği gibi gene süratle kayboldu, tam o sırada karşı
kaldırımda da bir arkadaşının aynı işle meşgul oldu­
ğunu fark ettim.
Dükkân sahibine bunu mânasını sordum, adam­
cağız korkak ve kaçamaklı bir tavırla, yolun ortasın­
da, süprüntülerin üzerinde kayıtsızca yürüyen, kibar
tavırlı, uzun boylu, zayıf, saraya mensup olduğu
kıyafetinden belli bir efendiyi gösterdi. Saçları mun­
tazam taranmış ve pudralanmış, şapkası koltuğunun
altında, ipek elbiseler giymiş, belinde kılıç, şık
ayakkabıları taşlı takalarla süslü, sakin ve ciddi bir
tavırla ilerliyen, yaşlı bir adam; bütün gözler ona
çevrilmişti.
İTALYA SEYAHATİ O. 111

Dükkân sahibi: “ Prens Pallagonia,” dedi, “ arası-


ra şehri dolaşır ve harbde Cezayir korsanlarının eline
düşen esirleri geri alabilmek için para toplatır. Vakaa
bununla pek büyük bir şey elde edilm iyor ama, hiç
olmazba mevzu tekrar hatırlanmış oluyor. Hayatla­
rında tutumlu olan birçok kimseler bile bu gaye için
batın sayılır miktarda para variyet ediyorlar. Prens
senelerden beri bu tesisin başında bulunuyor ve bu
uğurda pek çok hayır yaptı.” Dayanamadım: “ Şato­
sundaki saçmalara sarf ettiği büyük paralan bu
uğurda sarf etmiş olsaydı, hiçbir prensin yapmadığı
bir iş başarmış olurdu!” diye haykırdım.
Bunun üzerine dükkân sahibi: “ Hepimiz böyle
değil m iyiz!“ dedi. “ Çılgınlıklarımız için seve seve
para harcarız, fakat sevaplarımız için parayı sarf
etmeyi başkalarından bekleriz.”

Palerm o, Cuma, 13 Nisan 1787.


G raf B orch, SicUyanın m ineralojik tetkikleri
için, büyük bir gayretle bize yol gösterici hazırlıklar
yapmış. Kendisinden sonra, aym maksatla adayı
ziyaret edecek olanlar, ona teşekkürü borçludurlar.
Ben burada kendisini anmayı hem zevk, hem de
vazife bilirim. Ben de hayatta olsun, seyahatlerde
olsun birçok müstakbel yolcuların öncüsü değil mi­
yim!
Bana kalırsa G raf B orck’un gayretleri bilgisin­
den daha üstün; öyle büyük bir yürek rahatlığiyle
çalışıyor ki, bunu, mühim mevzuları tetkike lâzım
112 İTALYA SEYAHATİ O.

gelen teyazu, ve ciddiyetle birleştirmek imkânsız.


Buna karşılık, Sicilya'nın taşlar âlemine hasrettiği
küçük kitabı benim için çok faydah oldu.
Buna dayanarak hazırladığım için taş yontucula­
rını ziyaretim çok istifadeli oldu. Bu işçiler, kilisele­
rin ve mihrapların mermer ve akiklerle süslendiği
devirlerde iyi iş yapıyorlarmış, şimdi de sanatlarını
hâlâ devam ettiriyorlar. Kendilerine sert ve yumuşak
taşlardan birçok taş örnekleri ısmarladım. Onlar
mermeri ve akikleri birbirinden böyle ayırıyorlar,
sebebi fiat farklarının ona göre değişmesi. Bu iki
cinsten başka kireç ocaklarının mahsulü olan bir nevi
maddeyi de pek çok kullanıyorlar. Bu ocaklarda ateş
geçtikten sonra bir nevi, eriyip donmuş cam bulunu­
yor. Renkeri açık maviden en koyuya hattâ siyaha
kadar gidiyor. D iğer taşlar gibi külçeleri de ince
tabakalar halinde kesiyorlar, renklerine ve berraklık
derecelerine göre tasnif ederek, mihrap ve diğer
kilise tezyinatmda lâciverttaşı yerine kullanıyorlar.
İstediğim gibi tam bir koleksiyonu hazırda bula­
madım. hazırlayıp arkamdan N apoliye yollıyacaklar
Renkli akikler son derece nefis. Bilhassa içinde
donmuş beyaz kuarzla karışık, gayri muntamaz san
veya kırmızı jaspis benekleri olanlan, en güzelleri ve
en çok tesir yapanlan. İnce camların arkasını yağlıbo­
ya ile boyıyarak yapılmış taklitlerini, de o mahut
ziyaretimde Pallagonia sarayında gördüm. Orada
gördükierimin en akıllıcası da bu oldu. Bu cam
levhalar tezyinatta, hakikî akiklerden daha çok tesir
İTALYA SEYAHATİ II. 113
yapıyorlar. Çünkü hakikilerini bir sürü küçük taşı
yanyana getirerek işlemek lâzım. Halbuki bu cam
levhalar mimarın istediği büyüklükte ısmarlanabili­
yor. Doğrusu taklide değiyor.
Palerm o, 13 Nisan 1787.
H er şeyin anahtarı burada: Sicilyayı görm eden
Italyanm resmini ruhumuza nakşetmek imkânsız!
İklimini ne kadar methetsem, az. Şimdi yağmur
mevsimi, fakat hiç devamlı olarak yağmıyor. Bu gün
gök gürlüyor, şimşekler çakıyor ve her şey yemyeşil
oluyor.K etenler kısmen tomurcuklanmış, kısmen de
çiçek açmışlar. Bunların meydana getirdikleri ma­
vimsi yeşil satıhlara yukardan bakınca, bunları çi­
menler arasında küyük göller sanıyorsunuz. Hem de
binlerce! Yoldaşım eşsiz bir insan, tam bir “ iyim ser.”
Ben de “ sadık dost” rolümde devam ediyorum (‘)
Ç ok güzel krokiler çizdi; bunlardan iyilerini
birlikte alacağız. Mesut ve bu hâzinelerle yüklü
olarak eve dönebilm ek, ne hoş bir ümit!
Bu memleketteki yiyecek içecek hakkında henüz
daha bir şey söylem edim . Bu başhbaşma küçük bir
fasıl! Bahçelerde nefis meyvalar yetişiyor. Bilhassa
salataların en körpeleri! Lezzetlerine doyum olm u­
yor. Kaymak gibi. Bunlara, eskilerin neden
Lactuca(12) ismini verdiklerini şimdi anlıyorum.

(1 ) “ İyim ser” ve “ sadık D ost” , G eoth e’ m n, A ristophan’dan çevir-


diği “ Kuşlar” Piyesinden tipler

(2 ) Lactuca: M arul, L âtince, Lac: Süt’ten geliyor.


114 İTALYA SEYAHATİ D.

Zeytinyağı va şarapların cinsleri çok iyi. Eğer


hazırlanmalarında biraz daha Cazla itina gösetirilmiş
olsa daha da iyi olabilirdi. Balıklar da en körpe ve en
nefis dnsten. Bu mevsimin sığı etleri de pek güzel.
Bunlar sair zamanlarda o kadar iyi değilmiş.
Şimdi öğle sofrasından doğru pencereye! Soka­
ğa! H er sene olduğu gibi bu sene de mukaddes
Paskalya haftası şerefine biı mahkûm affedilmiş.
Rahipler kendisini idam sehpasına kadar götürüyor­
lar, mahkûm orada merdivenin başında dua ediyor,
merdiveni öpüyor ve tekrar geri götürülüyor. Bu
seferki orta tabakaya mensup, yakışıldı bir adamdı,
saçları muntazam taranmış, baştan aşağı beyazlar
giyinmişti. Şapkasım elinde taşıyordu. Bu şapkaya
bir kaç renkli kurdele eliştirilecek olursa, mahkûm
çoban kılığında, herhangi bir maskeli baloya tered­
dütsüzce iştirak edebilir.

Palerm o, 13 ve 14 Nisan 1787.


Buradan ayrılmadan biraz im ce, bana garip bir
macera nasipmiş. Bunu size teferruatiyle anlatmak
istiyorum.
Buraya geldiğimden beri daima masamızda
Cagliostro’nun(') menşeinden, mukadderatından
bahsedildiğini işitiyordum. Palermolulann hepsinin
de iddialarına göre, bu şehirde doğmuş olan Joseph
Balsamo isimli biri, bazı uygunsuzluklarından dolayı

(1 ) K ont C agliostro: X V III. asrın m eşhur dolandırıcısı.


İTALYA SEYAHATİ O. 115

mimlenmiş ve buradan sürülmüş. Fakat bunun. G raf


Cagliostro ile aynı şahıs olup olm adığı hakkında
fikirler pek muhtelifti. Kendisini burada eskiden
görmüş olanlar, bizde iyice tanınan ve Palermoya
kadar gelmiş olan o meşhur gravürde, Balsamoyla
aynı şahsı görüyorlar
Konuşmalarımız esnasında misafirlerden biri,
Palermolu bir hukukçunun bu işi meydana çıkartmak
için sarf ettiği gayretlerden bahsetti. Bu zat Fransa
sefareti tarafından Cagliostro’nun hayatım tetkike
memur edilmişC).
Son derece tehlikeli ve mühim bir dâvada,
Fransaya hattâ bütün dünyaya karşı yalan söylem ek
küstahlığını gösteren bu düzenbazın hayatım ve
menşeini meydana çıkartmak vazifesi kendisine veril­
miş.
Bu hukukçu da, anlattıklarına göre J. Balsa
m o'nun şeceresini çıkartmış, ve buna aydınlatıcı
notlar ve vesikalar üâve ederek Fransa’ya göndermiş.
Herhalde Fransada neşredilebilmesi için olacak.
B en, hakkında başka hususlarda da çok iyi
bahsedilen bu hukukçuyu tanımak arzusunu göster­
dim Hikâyeyi anlatan zat da, kendisini bundan
haberdar edeceğim ve beni tanıştıracağını vaadetti.
Birkaç gün sonra ziyaretine gittiğimiz vakit
kendisini müşterileriyle meşgul bulduk. İşini bitirdik­
ten ve hep beraber kahvaltımızı ettikten sonra bize

( I ) Baron Bivana.
116 İTALYA SEYAHATİ II.

dosyayı gösterdi. Bu dosya, Cagliostro’nun şeceresi­


ni, bu şecerenin tanzimi için icabeden vesikaların
kopyelerini ve bir müddet evvel Fransaya gönderilen
kısa bir tercüm e! halini ihtiva ediyordu.
Bana sereceyi gösterdi ve bu hususta icabeden
malûmatı verdi. Kısaca bir fikir edinebilm ek için,
bunlardan icabedenleri aşağıda kaydediyorum.
J. Balsamo’nun anne tarafından büyük babası­
nın adı; Mattaus M artello Büyük annesinin annesi­
nin kızlık adı meçhul. Bu evlenmeden iki kız doğu­
yor. Bunlardan Maria ismindekini Joseph Braconeri
ile evlendiriyorlar. Bu kadın J. Balsamo’nun büyük
annesi oluyor. Vincenza ismindeki ikinci kızlan da
Joseph C agliostro ismindeki bir adamla evleniyor.
Bu adam Messina’nin sekiz mil ötesinde La Noara
isimli bir köyden gelm e.

Şunu da kaydedeyim ki, Messinada hâlâ bu ismi


taşıyan iki çan dökm ecisi yaşıyormuş Bu suretle
büyük teyze, JJ. Balsamo’nun vaftiz anası oluyor ve
çocuğa kocasının vaftiz adım veriyor. Nihayet Balso-
ma harice sürülünce, büyük eniştesinin soy adını da
benimsiyerek kendi adına ilâve ediyor.
Braconeri’lerin üç çocuklan oluyor: Felkitas
Matthâus ve Antonin.
Felcitas’ı Peter Balsomayla evlendiriyorlar. Bu
adam Palermolu bir kurdele tüccanıun oğlu ve babası
Antenin Balsamo muhtemel olarak yahudi soyundan
geliyor. Bizim meşhur joseph Balsamo’nun babası
İTALYA SEYAHATİ II. 117

Peter Balsamo iflâs ediyor ve kırk beş yaşında


ölüyor. Karısı hâlâ hayatta. Bu çiftin joseph’den
başka bir de kızlan var. A dı johanna Joseph-M aria.
Bu kız, Jolıann Baptista capitummino ile evleniyor,
üç çocuktan oluyor ve kocası ölüyor.
Bunların tercümei hallerini, sevimli müellifi bize
okudu ve benim de okuyabilmem için, arzum üzerine
birkaç günlüğüne bana emanet etti. Bu itina ile bir
araya toplanmış vesikalar, nikâh ve vaftiz cüzdanlan-
na dayanarak yazılmış, aşağı yukan, (o zaman
yapmış olduğum bir hulâsayla mukayese ederek
anlıyorum) Romadaki' dâva vesilesiyle öğrenmiş
olduğumuzC) fasıllan ihtiva ediyor: Joseph Balsamo
1743 senesinde Palermoda doğmuş ve Vincenza
Cagliostro, kızlık adiyle M artello, kendisinin vaftiz
annesi.
Gençliğinde rahip oluyor ve bilhassa hastalara
bakmayı kendine vazife edinen bir tarikata intisabe-
diyor. Tibba karşı istidat ve bu hususta büyük bir
beceriklilik gösteriyor. Fakat bu işi dürüst bir şekilde
yapmadığı meydana çıktığı için tarikat harici ediliyor.
Sonradan Palermoda sihirbaz ve hazine arayıcısı
olarak yaşıyor.

(1 ) 1789, da R om aya giden C agliostro, aynı senede, dalâlet


m ezhebinden olm ası, sihirbazlık ettiği, m ason cem iyetleri
kurduğu iftirasiyle tevkif edilm iş ve enkizizyon (inquisition-)
mahkemesi tarafından, Saint-M arin şatosunda hapse mahkûm
olm uştu. 1795 te , bu şatoda öld ü .
118 İTALYA SEYAHATİ II.

Tercümei halinden öğrendiğimize göre, yazı


taklit etmekteki maharetini de kullanmaktan geri
kalm ıyor. Ç ok eski bir vesikayı tahrif, daha doğrusu
yeniden tanzim ederek birçok emlâkin sahiplerim
belirsizleştiriyor. Hakkında takibat yapılıyor, mesele
araştırılıyor, hapse giriyor ve kaçarak kurtuluyor.
Kalabria üzerinden Rom aya geliyor. Burada bir
dericinin kıziyle evleniyor ve Marki Pellegrini adım
alarak N apoliye dönüyor. Buradan, tekrar cesaret
gösterip Palermoya geçiyor, tanınıyor, hapse mah­
kûm ediliyor ve öyle bir şekilde kurtuluyor ki, bunu
size tefem ıatiyle anlatmaya değer.
Sicilyanın en ileri gelen prenslerinden ve mülk
sahiplerinden birinin oğlu, N apoli sarayında hatın
sayılır ve mevki işgal ediyor. Bu zat da, kültürsüz
bütün zengin veya mevki sahipleri gibi sağlam bir
vücuda ve coşkunluğuna hudut çekilem iyecek bir
ruha sahip.

D onna Lorenza bu zatın teveccühünü kazanıyor


ve sahte marki Pellegrini de prense dayanarak
emniyetini temin ediyor. Prens bu çifti açıktan açığa
himaye ediyor. Fakat Balsamo dolandırıp zarara
soktuğu kimselerin şikâyetleri üzerine, yeniden hap­
se girince hiddetten çılgına dönüyor ve kendisini
kurtarmak için türlü çareye başvurmaktan geri kalmı­
yor. Bunu güzellikle elde edem eyince mahkeme
reisinin beklem e odasında, karşı tarafın avukatını,
Balsamo’yu hemen serbest bırakmazsa, kendisini en
ağır şekilde hırpahyacağmı söyliyerek tehdit ediyor.
İTALYA SEYAHATİ D. 119

Avukat buna razı olm ayınca, adamı yakahyarak


dövüyor, yerlere seriyor, ayaklariyle tekm eliyor.
Daha ileri gitmesinin önüne müşkülâtla geçebiliyor­
lar. Bu gürültüye, nihayet reisin bizzat kendisi koşup
geliyor ve her iki tarafa da rahat durmalarım ihtar
ediyor.
R eis zayıf ve korkak bir adam olduğu için
hakaret edeni cezalandırmaktan korkuyor. Karşı
taraf ve avukatları siniyorlar, Balsamo da serbest
bırakılıyor. Fakat evrak arasında, ne serbest bırakıl­
dığına dair ne de kimin tarafından ve nazsıl yapıldığı­
na dair bir kayıt bulunuyor.
Balsam o, bunun üzerine hemen Palermo’da
uzaklaşıyor ve muhtelif seyahatler yapıyor. Hayatı­
nın bu kısmı hakkındaki malûmat tam değil.
Hâtıralar, Balsamo ve Cagliostro’nun aynı şahıs
olduğu hakkında, zekice yapılan bir isabatla neticele­
niyor. A rtık bu hususta pek çok şey meydana
çıkarılmış olduğu için, şimdi bunu ispat etm ek, eskiye
nazaran daha kolay. E ğer o zaman, Fransanın bu
makaleyi neşredeceğini ve belki de ben dönünceye
kadar basılmış olacağını tahmin etmeseydim, bunla­
rın bir kopyesini çıkarmama, dostlan ve halkı bu
alâka çekici hâdiseden haberdar etmeme müsaade
edeceklerdi. Arada başka bir kaynaktan da, hem de
şimdiye kadar hep yanlış haber veren bir kaynaktan
da, bu hâtıraların ihtiva ettiğinden pek daha fazla
malûmat edindik. Bir dolandırıcının meydana çıkarıl­
masında ve dünyaya ilân edilmesinde kim , bir gün
120 İTALYA SEYAHATİ II.

olup da Rom anın yardım edebileceğine inanırdı.


Eğer bu mahkeme evrakı hulâsa olarak neşredilsey-
di, belki de çok daha geniş bir muhiti alâkalandırabi-
lirdi. Y ine de ellerde güzel bir vesika; bilhassa
dolandırılanların, çürük tahtaya basanların ve dolan­
dırıcıların, senelerce bu adamı ve maskaraca oyunla­
rını hayranlıkla seyrettiklerini, onunla birlikte bulun­
maktan iftihar ettiklerini ve gözleri bağlanarak aklı
selime acıdıklarım, hattâ onunla alay ettiklerini,
teessürle takibetmek mecburiyetinde kalmış olan
akhbaşmda kimseler için.
O sıralarda sükût etmeyi kim tercih etm ezdi ki?
Fakat şimdi, her şeyin bitip artık münakaşa edilecek
bir tarafı kalmadığı şu sırada, ben de bildiklerimi
anlatarak evrakta eksik kalan noktalan tamamla­
maktan kendimi menedemiyorum.
Şecerede bu aileden birçok şahıslatın, bilhassa
annesinin ve kardeşinin hayatta olduklannı görünce,
bu garip adamın akrabalannı tanımak arzusunda
bulunduğumu, hâtıraların müellifine söyledim ... Bu­
nun biraz güç olacağı cevabını verdi. Fakir, fakat
namuslariyle yaşıyan bu insanlar, kendi hallerinde
yaşayıp gidiyorlarmış ve yabancılan görm eye alışık
değillermiş. Hemşüpheci tabiatlı halk böyle bir ziya­
reti türlü türlü tefsir edebilirmiş. Mamafih bir kere
kâtibini yollayıp sordurtacağını vaadetti. Kâtibi, bu
aileye epey girip çıkmış ve şecere için lâzım olan
vesikaları o elde etmiş.
İTALYA SEYAHATİ D. 121

Ertesi gün kâtip de bu teşebbüsümün pek


isabetli olmadığını söyledi. “ Ben” dedi, şimdiye
kadar bu insanların gözüne görünmekten kaçındım,
çünkü o zaman, evlenm e ve vaftiz kâğıtlarım elde
edebilm ek ve bunların kopyalarım çıkarmak için
hususi bir hileye başvurmam icabetmişti. Bir fırsatını
düşülerek kendilerine serbest bulunan bir aile vak­
fından bahis açtım ve oğullarının bundan istifadeye
hakkı olabileceğini söyledim . Fakat genç Capitummi-
n o’nun buna ne dereceye kadar hakkı olabileceğini
açıkça gösterebilm ek için, her şeyden evvel bir şecere
tanzim etmenin lüzumundan bahsettim. Eğer elde
edilecek miktann ufak bir kısmını bana bırakmayı
vaadederlerse, işi üzerime almayı ve hemen münaka­
şasına girişmeyi istediğimi bildirdim . Hemen sevine­
rek razı oldular. Ben de böylece lâzım gelen kâğıtları
ele geçirdim , kopyelerini çıkarttırdım, şecereyi tan­
zim ettim. Fakat o zamandan beridir karşılam a
çıkmaktan kaçınıyorum. Daha geçenlerde ihtiyar
capitummino’ya rasladım ve bu gibi işlerin ne kadar
yavaş ilerlediğinden bahsederek kendimi mâzur gös­
termeye çalıştım .”

İşte kâtibin anlattıktan, fakat ben bu aileyi


ziyaret fikrinden vazgeçmediğim için biraz düşündük­
ten sonra nihayet şöyle mutabık kaklık: Beni kendile­
rine, az bir zaman evvel Londra kalesi hapishanesin­
den kurtulmuş olan, Cağliostro’dan haber getiren bir
İngiliz olarak takdim edecek.
122 İTALYA SEYAHATİ O.

Kararlaştırdığımız saatte, aşağı şukan öğleden


sonra üçte, yola çıktık. Ev dar bir sokağın köşesinde,
II Cassaro isimli caddenin yakınında.
Pis bir merdivenden yukan çıktık ve kendimizi
mutfakta bulduk, orta boylu, tıknazca bir kadın
bulaşık yıkamakla meşguldü. Üstübaşı tem izdi, bizim
içeri girdiğimizi görünce, önlüğünün köşesini, Idrii
tarafım bizden saklamak için beline soktu. Sevinçli
nazarlarla kılavuzuma bakarak: “ Signor G iöyanni,
iyi haberler mi getiriyorsunuz, bari bir şeyler yapabil­
diniz m i?” diye sordu.
Kâtip: “ Bizim iş hususunda henüz bir şey yapa­
madım, fakat size kardeşinizden selâm getiren bir
ecnebi misafir getiriyorum , kendisi kardeşinizin şim­
diki vaziyeti hakkında sizlere malûmat verecek.”
Vakaa selâm getireceğim mukavelemizde yoktu
ama, hiç olmazsa bu suretle bir giriş temin
edilmişti. — Kadın: “ D em ek kardeşimi tanıyorsu­
nuz?” dedi. “ Kendisini bütün Avrupa tanır!” diye
cevap verdim . “ Emniyette ve sıhhatte olduğunu
duymak zannedersem sizi memnun edecek, âkibeti
hakkında herhalde şimdiye kadar epey endişe etmiş
olacaksınız.” — “ İçeriye buyurun, ben şimdi arka­
nızdan geliyorum” diye cevap verdi. Kâtiple birlikte
içeriye geçtik.
G eniş, yüksek tavanlı, bizde salon sayılabilecek
büyüklükte bir oda, fakat galiba bütün ev bundan
ibaret. Tek büyük bir pencere odanın duvarlarım
İTALYA SEYAHATİ II. 123

aydınlatıyordu. Vaktiyle renkli olan bu duvarlarda,


altın yaldızlı çerçeveler içinde, kararmış dinî resimler
asılıydı.
Duvarlardan birine perdesiz iki yatak, diğerine
de, yazı masasına benziyen, kahverengi bir dolap
dayalıydı. D olabın yanında eski hasır sandalyeler
duruyordu, bunların dayanılacak kısımları vaktiyle
altın yaldızlı boyalı olduğu belliydi. Yerlerdeki kırmı­
zı tuğlalar yer yer aşınmıştı. Fakat her şey temiz
paktı. Odanın öbür ucunda, pencerenin önünde
toplanmış olan aile erkânına yaklaştık. Kılavuzum
köşede oturan ihtiyar Balsamo’ya ziyaretimizin sebe­
bini anlatırken ve ihtiyar-kadın sağır olduğu için,
sözlerini sık sık yüksek sesle tekrarlarken, ben de
arada, odayı ve diğer şahıslan tekkike fırsat buldum.
Pencerenin kenannda, yüzü çiçek hastalığının izleri
ile bozulmuş, on altı yaşlarında bir kız duruyordu,
yananda duran genç adamın da yüz hatlarının gene
aynı hastalıktan mahvolmuş olduğunu fark ettim.
Pencereye karşı duran şezlogda, iğri büğrü vücutlu,
uyku hastalığına tutulmuş gibi uyukhyan bir kadın
yatıyordu. Kılavuzum meramını anlattıktan sonra
bize yer gösterdiler. İhtiyar kadın bana bazı sualler
sordu. Sicilya diyalektini anlamadığımdan, cevap
verebilmem için bunların tercüme edilm eleri lâzım
geldi.
Ben arada büyük bir zevkle ihtiyar kadım
seyrediyordum. Orta boylu, zarif yapılı, bir kadındı;
ihtiyarlık yüz hatlarını bozmamış, bu hatlarda sağırla­
124 İTALYA SEYAHATİ H.

ra mahsus olan bir sükûn vardı. Sesinin tonu yumu­


şak ve hoştu.
Ben suallerine cevap verdim ve cevaplarım
kendisine tekrar tercüme edildi.
Konuşmamızın bu ağır temposu, bana sözlerimi
hesaplamak fırsatını veriyordu. Oğlunun Fransada
serbest bırakıldığını, bu sıralarda İngilterede bulun­
duğunu ve orada iyi kabul gördüğünü anlattım. Bu
haberlerim üzerine gösterdiği sevinç, kalbten gelm e
bir imanla karışıyordu. Artık daha yüksek sesle ve
daha ağır konuşmaya başladığı için, kendisini daha
iyi anlıyabiliyordum.
Arada kızı da yanımıza gelmiş, kılavuzumun
yanma oturmuştu. Kılavuzum, anlattıklarımı ona da
sadıkça tekrarladı. Kadıncağız önüne temiz bir önlük
takmış, saçlarını toplıyarak bir file içine almıştı.
Kendisine bakıp annesiyle mukayese ettikçe, iki
kadının birbirinden ne kadar farklı olduğunu görü­
yordum.
Aşağı yukarı kırk yaşlarında olan kızı, canlı,
sıhhatli bir kadın; neşeli mavi gözleriyle akıllıca
etrafım seyrediyor. Nazarlarından en ufak bir şüphe­
den eser bile yok. otururken ayakta olduğundan daha
boylu görünüyor. Hali tavn azimli, öne doğru eğik
oturuyor ve ellerini dizlerinin üzerinde tutuyor.
Yüzünün keskin ohnıyan hatları bana, kardeşinin
gravürlerinden tanıdığımız resmini hatırlatıyor. Bana
seyahatim ve Sicilyayı görm ekteki maksadım hakkın­
da birçok sualler sordu Benim tekrar Palermoya
İTALYA SEYAHATİ D. 125

döneceğim den ve R osalina(') yortularım kendileriyle


birlikte geçireceğim den şüphe etmiyordu.
Arada ihtiyar kadın gene bana sualler sormuştu.
Benim bunlara cevap vermekle meşgul olduğum bir
sırada, kızı, yüksekçe bir perdeden arkadaşımla
konuşmaya başladı. Fakat benim de konuşmalarına
iştirak etmemi ister bir tavırla. Onun üzerine kılavu­
zum:
“ Signora Capitummino, kardeşinin kendisine
hâlâ on dört U nzen(1 2) borcu olduğunu anlatıyor.”
dedi. Kardeşi, Palermoyu hemen terke mecbur edil­
diği zaman, rehinde olan bazı eşyayı onun için
rehinden çıkarmış, fakat o zaman bu zamandır, ne
para, ne yardım görmüş, ne de kendisinden bir haber
alabilmiş. Halbuki duyduklarına göre kardeşi mühim
servet elde etmiş ve prenslere lâyik bir hayat sürüyor­
muş.
Kadıncağız bana, acaba döndüğüm zaman bu
borcu kendisine hatırlatıp bir yardım koparamaz
mıyım diye soruyor. Kardeşine bir mektup götürme­
mi veya vasıta olup yollatmamı rica ediyor. Ben de
razı oldum .
Oturduğum yeri, mektubu nereye getirmesini
istediğimi sordu. Oturduğum yeri söylem eyi isteme­
dim , ertesi günü akşama doğru geçerek mektubu
bizzat almayı teklif ettim.

(1 ) Tem m uz ayında tesit ettikleri b ir yortu.


(2 ) O zaman Sicilyada raicte ola n , yanm Fransız altınından biraz
daha değerli altın.
126 İTALYA SEYAHATİ 0 .

Kadıncağız vaziyetinin kötülüğünden bahsetti.


Ü ç çocukla dul kalmış. Kızlarından biri bir manastır­
da büyüyormuş. D iğer kızı ve oğlu kendisiyle bera­
bermiş. oğlu şu sırada ustasının yanındaymış. Bu üç
çocuktan başka annesine de bakıyormuş. Bir de
sevap için bir hasta kadım evine almışmış. Bu da
yükünü büsbütün ağurlaştınyormuş. Bütün gayret ve
çalışmalarına rağmen, ailesine ancak en elzem olam
temin edebiliyorm uş.

Vakaa Allahın bu iyiliklerini mükâfatsız bırak-


mıyacağnı biliyormuş ama, gene de bunca zamandır
taşımakta olduğu bu ağır yükün altında inlememek
elinden gelmiyormuş.
G ençler de söze karıştılar, konuşmamız heye­
canlı bir şekil aldı. Ben ötekilerle konuşurken, ihtiyar
kadının, mukaddes im ana(') sahip olup olmadığımı
sorduğunu fark ettim. Kızı bu suale cevap vermekten
akıllıca kaçınıyordu; anlıyabildiğime göre, annesine,
bu yabancının haklarında iyi niyetler besliyen bir
kimseye benzediğini ve bu yolda bir sual sormanın
yakışık almıyacağını anlatmaya çalışıyordu.
Yakında Palermodan ayrılacağımı öğrenince İs­
rarlarını arttırdılar, mutlaka tekrar buraya dönmemi
istiyorlardı. Bilhassa Rosalina yortularının cennetasa
günlerini methede ede bitirem iyorlar, böyle bir şeyin
dünya yüzünde eşi olmadığım iddia ediyorlardı.1

(1 ) K ataloklik m ezhebi.
İTALYA SEYAHATİ O 127

Buradan uzaklaşmaya çoktandır can atan arka­


daşım nihayet bir el işaretiyle bu konuşmalara son
verdi. Ben de ertesi gün akşama doğru geçerek
mektubu alacağımı vaadettim. arkadaşım işlerin yo­
lunda gitmiş olmasına seviniyordu. Memnuniyet ha­
vası içinde birbirimizden ayrıldık.
Bu dindar, iyi yürekli, fakir ailenin üzerimde
yaptığı tesiri kolayca tahmin edebilirsiniz. Merakım
tatmin edilmişti ama, bu insanların tabiiliği ve iyi
yüreklilikleri bende kendilerine karşı bir yakınlık
uyandırmıştı ve bu, düşündükçe artıyordu.
Ertesi günü düşünmeye başlar başlamaz hemen
içime bir endişe düştü. Benim , kendilerini ilk anda
şaşırtan zuhurum, tabii sonradan onlara düşünme
fırsatı vermiştir. Şecerelerinden görmüş olduğuma
göre aile erkânından daha bazdan henüz bayattalar.
Herhalde biz gider gitmez onlara haber salmışlar ve
bütün aile bir araya toplanınca, bir gün evvel
hayretler içinde dinlediklerini onlara anlatmışlardır.
Vakaa gayeme erişmiştim ama, şimdi bana, bu
maceraya, yakışık alır bir şekilde nihayet vermek
düşüyordu. Ertesi gün hemen yemekten sonra yalnız
olarak evlerinin yolunu tuttum. Geldiğim i görünce
epey hayret ettiler. Mektubun henüz hazır olmadığım
ve beni tanımak isteyen diğer akrabalarının da
akşama geleceklerini söylediler.
Kendilere yann çok erken yola çıkacağımı, daha
başka ziyaretlerim olduğunu ve işyalanmı da topla­
mam lâzım geldiğini, bu sebepten hiç gelem em ekten-
128 İTALYA SEYAHATİ D

se erken gelmeyi tercih ettiğimi söyliyerek özür


diledim.
Arada dün görem ediğim oğullan içeriye girmiş­
ti. Vücut yapısı, boyu bosu kızkardeşininkine benzi­
yordu. Benim götüreceğim mektubu getirmişti. M ek­
tup burada âdet olduğu üzere, dışarda bir arzuhalciye
yazdınlmıştı.
G enç adamın sakin, mütevazi ve kederli bir hali
vardı. Am casını, servetini ve yaptığı israflan sordu.
Amcasının, ailesini büsbütün unutmuş olmasından
müteessir görünüyordu: “ Bir kere buraya gelip de
bizleri biraz himaye etseydi, bu bizim için ne büyük
bir saadet olurdu,” diye sözlerine devam etti. “ Paler-
m oda akrabalan olduğunu, nasıl oldu da size itiraf
etti? Bizi her yerde inkâr ettiğini ve kendisini bir
asilzade olarak etrafa tanıttığım söylüyorlar.” Dünkü
ziyaretimizde kılavuzumun dikkatsizce konuşmasının
sebebiyet verdiği bu suali şöyle cevaplandırdım:
Herhalde amcalarının umuma karşı ailesini gizlemek­
te bir maksadı olsa bile, bunu arkadaşlarından, yakın
ahbaplarından saklamaya bir sebep görm üyor.
Konuşmamız esnasında kızkardeşi de içeriye
girmişti. Kardeşinin yanında olm ak ve dünkü arkada­
şınım burada bulunmaması kendisine cesaret vermiş
olm alı ki, o da söze girişti; akıllıca ve çok canlı
konuşuyordu. Benden, eğer amcalarına yazacak
olursam kendilerinden bahsetmemi rica ettiler. A yrı­
ca da, memleketi dolaştıktan sonra tekrar Palermoya
İTALYA SEYAHATİ O. 129

gelmem ve Rosalia yortularını kendileriyle birlikte


tesit etmem için yalvarıyorlardı.
Anneleri de çocukların bu arzularına iştirak etti:
"E fendim ,” dedi, “ yetişmiş bir kızım olduğundan
evime yabancı erkekler kabul etmemim yakışık
almamasına ve dedikodudan korkmaya hakkım ol­
masına rağmen size söylüyorum: şehrimizde bulun­
duğunuz m üddetçe daima bizim misafirimizsiniz. ”
Çocuklar: “ Beyi bayram günü biz gezdireceğiz,
kendisini şenliklerin en iyi görülebileceği iskeleler
üzerine çıkaracağız. Büyük araba, bilhassa muhte­
şem donanma kimbilir nasıl hoşuna gidecek.” diyor­
lardı.
A rada, büyükanne mektubu tekrar tekrar oku­
muştu. Benim gitmek istediğimi duyunca yerinden
kalktı ve katlanmış mektubu bana uzattı; sevinç
içinde ve asîl bir heyecanla söze başladı: “ Oğluma
deyiniz k l,„ Oğluma sizin kendirinden getirdiğiniz
haberin beni nasıl mesut ettiğini anlatın. Söyleyin kİ
kendisini böyle bağrıma basıyorum .” Kollarımı açıp
tekrar göğsü üzerine kavuşturdu. “ Allaha ve M erye-
m e, her gün dualarımda kendisi için yalvarıyorum,
kendisine ve karısına hayırduamı veriyorum , bütün
arzum kendisini ölm eden evvel, onun için bunca
yaşlar döken gözlerle görm ektir.”
İtalyan lisanının kendine has zarafeti, bu milletin
ifadelerine sonsuz bir sevimlilik veren canlı el işaret­
leriyle biıieşince, bu sözlerin asaleti büsbütün artı­
yordu.
130 İTALYA SEYAHATİ O

Kendileriyle candan yürekten vedalaştım. H ep­


sinin ayrı ayrı ellerini sıktım. Çocuklar beni geçirdi­
ler. Ben merdivenleri inerken, bütün aile mutfağın,
sokak üzerindeki balkonuna toplanarak beni selâ-
m etlediler, hepsi arkamdan el salladılar. Buraya
dönm eyi ihmal etmememi tekrarladılar. K öşeyi dön­
düğüm sırada hâlâ balkondan ayrılmamışlardı.
Bu aileye olan alâkam; bende hakikaten kendi­
lerine faydalı olabilm ek ve ihtiyaçlarına yardım
etmek arzusunu şiddetle uyandırmış olduğunu söyle­
meme lüzum yok.
Ben de onlan aldatmıştım. Beklem edikleri bir
yardıma kavuşmak hususundaki ümitleri, kuzey A v­
rupalIların tecessüsü yüzünden ikince defe olarak
boşa çıkmak üzere bulunuyordu.
Evvelâ, yola çıkmadan, kaçakçının kendilerine
borçlu olduğu on dört Unzeni yollamaya niyet ettim.
Bu parayı kerdeşlerinden alacağımı söyliyerek, hedi­
yemi gizliyecektim. Fakat eve döndüğüm zaman
hesaplarımı yapıp, kasamı ve kâğıtlarımı gözden
geçirince gördüm kİ, bu cüretkâr adam ın(') yaptığı
haksızlığı benim alicenaplık ederek tamire kalkış­

tı) 1792 d e , G oeth e’ nin, Joseph Balsam o’nun şeceresi hakkında


neşrettiği m akalede, yukarda verilen, izahattan başka, Balsa-
m onun annesinin oğluna yazdığı m ektubun ve aynı kim seye 25
A ralık 1788 d e, annesi ve kızkardeşi tarafından yazılm ış,
teşfikkür m ektuplarının da tercüm eleri vardır. Bu m ektuplar­
da, G eoth e’nin W eim ar’a avdetinde, C aglostro tarafından
zehabım vererek gönderdiği paraya teşekkür edilm ektedir.
İTALYA SEYAHATİ D. 131

mam, mesafelerin, irtibatsızlıktan dolayı namütenahi


olduğu mu m emlekette, bizzat beni müşkül vaziyete
düşürecek.
Akşama doğru yine benim mahut dükkâncıya
uğradım. Kendisine yarın bayrım şenlikleri nasıl
olacak diye sordum, çünkü şehrin sokaklarından
büyük bir alay geçecek ve kıral naibi mukaddes
arabayı bizzat yürüyerek takibedecek. En ufak U r
rüzgâr yeri göğü kesip bir toz bulutuna boğabilir.

Neşeli adam, Palermolulann âdeti mucziye gü­


venmektir dedi. Birçok defalar buna benzer durum­
larda birdenbire bir sağnak boşanmış, meyilli yolların
büyük U r kısmını silip süpürmüş ve böylece alayın
geçeceği yollar temizlenmiş. Bu defa da haklı olarak
aynı şekli bekliyorlar, ümitleri yersiz de değil; gök
bulutlanmaya başladı ve geceye yağmur vaadediyor.

Palerm o, Pazar, 15 Nisan 1787.


Hakikaten de böyle oldu Dün gece müthiş
yağmur yağdı. Bu mucizeyi göreU lm ek için sabah
erkenden sokağa fırladım. Manzara hakikaten garip­
ti. Kaldırımlar arasından akan yağmur selleri, hafif
olan süprüntüleri yokuş aşağı sürüklemiş, kısmen
denize atmış, kısmen de tıkalı olmıyan oluklara
doldurmuştu. Kaba süprüntüler de hiç olmazsa böy­
lece bir taraftan Öbür tarafa sürüklenmişler ve
yolların üzerinde yılankavi omumanlar çizmişlerdi.
Yüzlerce binlerce insan ellerinde kazmalar kürekler
işe girişmişler, bu açılan yollan genişletmeye ve
132 İTALYA SEYAHATİ D.

birbirleriyle birleştirmeye çalışıyorlardı. Bu işi yap­


mak için de geri kalan süprüntüleri gelişigüzel kâh bir
tarafa kâh öbür tarafa yığıyorlardı. A lay başladığı
zaman, iştirak edenler, önlerinde süprüntüler arasın­
da açılmış yılankavi teiniz bir yol bulabildiler. B öyle-
ce rahiplerin uzun etekleri va başta kıral naibi olmak
üzere, asillerin nazlı ayaklan, engelsiz ve kirlenme­
den, ilerliyebildiler. Bense İsrail evlâtlannı seyretti­
ğimi sanıyorum. Onlara da çamur ve bataklıklar
arasından meleklerin elleriyle kuru bir yol açılmamış
m ıydı? Bu benzetişle, aklı başında ve dindar adamla­
rın ıslâk süprüntü kümeleriyle çevrili bir yoldan
şatafatla ve dua ederek ilerleyişlerinin yarattığı ta­
hammül edilm ez manzarayı, asilleştiriyordum.
Kaldırımlar üzerinde evvelce olduğu gibi çamura
batmadan dolaşılabiliyordu, fakat biz şimdiye kadar
görmediğimiz şeyleri görebilm ek için şehrin iç sokak­
larına girmeye mecbur olduk, buralarda da yollan
süpürüp, süprüntüleri kenara yığmayı ihmal etmemiş
olmalarına rağmen ilerlemek hemen hemen mümkün
değildi. Bu bayram şenlikleri şehrin büyük klişelerini
ziyaret etmemize ve oradaki görm eye değer bazı
şeyleri tanımamıza vesile oldu. Bu arada, mademki
bir kere yola çıktık, bari başka binalan da ziyaret
edelim dedik. Araplar zamanından kalma eski bir ev
bizi pek eğlendirdi, oldukça iyi muhafaza edilmiş,
çok büyük değil fakat odalannın nispetleri ahenkli;
ferah, geniş, güzel bir ev. Kuzey memleketleri için
pek elverişli değilse de güney için mükemmel.
İTALYA SEYAHATİ İL 133

Mimarlar bize bu evin plânlarım temin edecekler.


Külüstür bir lokalde bazı antik heykel parçalan
gördük. Fakat maalesef bunlan tetkike vakit bulama­
dık.

Palerm o, Pazartesi,16 Nisan.


Yakından kendi kendimizi bu cennetten kovaca­
ğımız için, bugün pakta dolaşarak ruhtımu ferahlat­
mak, Odissee’den bir parça okum ak; sonra da
Rosalia dağının eteğindeki vâdiye kadar bir gezinti
yaparatc “ Nausikaa” mm plânı üzerinde biraz düşün­
m ek, bu mevzuun bir dram için kâfi malzeme verip
verem iyeceğini tecrübe etmek istedim. Bütün bunlar
büyük bir başariyle değilse bile çok faydalı oldu.
Plânı kurdum, hattâ beni pek cezbeden bazı
parçalatın taslağını yapmaktan ve ilerletmekten ken­
dimi alamadım.

Palerm o, Salı, 17 Nisan.


Türlü türlü ruhlar tarafından takibedilmek ve
baştan çıkarılmaya mâruz bulunmak, insanlar için
hakiki bir bedbahtlık! Şairane hülyalarıma devam
etmek niyetiyle, bugün halk bahçesine gittim, fakat
biraz etrafıma bakmayım derken beni son günlerde
takıbetmekte olan başka bir hayaletin ağma tutulu-
verdim. Saksı ve fıçılar içinde, ve senenin birçok
aylan cemakânlarda görm eye alışmış olduğum birçok
nebat burada taze ve keyifli, açık sema altında
yaşıyorlar. B öylece, bunlan tabiî hayatlarım yaşar­
134 İTALYA SEYAHATİ D.

ken görerek, daha iyi kavnyabiliyoruz. Bu gördüğüm


tüllü türlü yeni nebatlar karşısında benim eski mâhut
fikirler tekrar kafamı işgal etm eye başladı. A caba
bunca yığın yığın nebat arasında bir nebatı keşfetmek
imkânı yok m u? Bunun mevcut olm azı lâzım geldiği
aşikâr. Eğer bu nebatların hepsi muayyen bir örneğe
göre teşekkül etmemiş olsalardı, bunların nebattık
sıfatlarını nereden fark edebilecektik?
Şimdi biıbirinden farklı bunca nev’in, hangi
noktalarda ayrılık gösterdiklerini araştırmakla meş­
gulüm. G itgide, ayrılıktan ziyade benzerliklere şahit
oluyorum . Kendi nebatat terimlerim bunlara tatbik
etm ek istedim. Vakaa uydular ama, verimli bir
neticeye varamadım, böylece bu, beni ileri götür­
mekten ziyade sinirlendirdi. Şairane niyetlerim bu
düşünceler karşısında suya düştü; Alkinous’un(‘)
bahçesi muhayyilemden silinivermiş, yerini şimdi
önüm de serilen dünya bahçesine bırakmıştı. Biz
zamane insanları, neden böyle dağm ıkız?... Neden
hep başaramıyacağunız ve erişemiyeceğmüz şeyler
bizi teshir ediyor?

A lcam o(z) , Çarşamba, 18 Nisan.


Palermodan erkence ayrıklık. Kniep ile seyis,
bavulları yerleştirmek ve yüklemek hususunda büyük
maharet gösterdiler. San M artino’yu ziyarete gittiği-

(1 ) A lkinous: P haiaklar kıralı.

(2 ) Palerm o’dan 50 kilom etre kadar uzakta, batı tarafında, aslı


arap olan b ir teh ir.
İTALYA SEYAHATİ İL 135

miz zaman geçtiğimiz mükemmel yoldan yavaş yavaş


yukarı çıktık. Y o l üzerindeki şatafatlı çeşm elerden
birini tekrar büyük bir hayranlıkla seyrettiğimiz
sırada bu memleketin mâkul itidalli âdetlerinden
birini daha öğrendik. Seyisin omuzunda, bizde işpor­
tacı kadınların astıkları gibi, kayışla, küçük bir şarap
fıçısı asılıydı. İçinde birkaç gün yetecek kadar şarap
var görünüyordu. Seyis fıskiye borularından birine
doğru ilerleyip, fıçının tıpasını açarak içine su akıt­
maya başlayınca hayretten donakaldık. B iz, Alınan­
lara mahsus olan tecessüsümüzle, bunu neden yaptı­
ğım , fıçıda şarap dolu olup olmadığını sorduk. Onun
üzerine sükûnetle, fıçının üçte birini önceden boş
bıraktığını, burada su katılmamış şarap içm ek âdet
olmadığına göre, daha baştan şarabın topunu suyla
karıştırmayı daha doğru bulduğunu, çünkü böylece
iki mayiin daha iyi birbirine karışacağını, hem de
ilerde suya raslayıp raslamıyacağmuzm da şüpheli
olduğunu söyledi. O bunları anlattığı sırada fıçı
olmuştu bile. Bize de bu eski şark düğünü âdetini(')
kabul etmekten başka çare kalmadı.
M onreale’nin arkasındaki tepelere geldiğimizi
vakit son derece güzel bir manzarayla karşılaştık;
burası, zirai olmaktan ziyade tarihi bir karakter
taşıyordu. Görüşümüz sağ taraftan denize kadar
uzanıyordu. D eniz, garip şekilli sahil dağlarının kâh
sık ağaçlı, kâh çıplak tepeleri arasından dümdüz bir

(1 ) kan ın suyu şarap yaptığı Kana D üğününden K inaye.


136 İTALYA SEYAHATİ D.

ufki hat çiziyor, ve suyun bu sükûneti vahşi kalker


kayalariyle harikulâde güzel bir tezat teşkil ediyordu.
Kniep bu manzaraların küçük mikyasta krokilerini
çizmekten kendini alamadı.
Şimdi A lcam o’dayız. Burası sakin temiz bir
şehirçik. Muntazam ve bakımlı oteli doğrusu iyi bir
tesis olarak methedilmeye değer. Issız bir arazide tek
başma duran Segesta mâbedini buradan kolayca
ziyaret mümkün.
A lcam o, Perşembe, 19 Nisan.
Bu sakin dağ şehrindeki sevimli misafirhane bizi
cezbetti ve bütün günümüzü burada geçirm eye karar
verdik. H er şeyden evvel dün gördüklerimizden
bahsetmek isterim. Sadece prens Pallagonia’nın o
acayipliklerin m uddi olmadığını daha evvelce de
iddia etmiştim. Ona örneklik etmiş olan daha eskileri
de var. M onreale yolunki bir çeşm e kenarında
gördüğümüz bir çift ejder ve parmaklıklar üzerindeki
birkaç vazo sanki Prens tarafından ısmarlanıp yatırıl­
mışa benziyor. M onreale’nin arka tarafında o güzel
yolu bırakıp taşlık araziye girdiğimiz zaman, yukarı
sırtlarda, yol üzerinde taşlara tesadüf ettik; bunların,
ağırlıklarına ve hava tesirlerine karşı gösterdikleri
mukavemete bakılırsa, dem ir taşlan olsalar gerek.
H er karış toprak ekili ve iyi kötü mahsul veriyor.
Kalker taşlanmn rengi kızıla çalıyor. Altlarındaki
ufalanmış toprak da kırmızımsı. Bu kırmızı, kil ve
kalker karışık toprak, alabildiğine yayılıyor. Oldukça
ağır, ve altında kum tabakalan mevcut değil. Bu
İTALYA SEYAHATİ O. 137

toprak gayet iyi buğday mahsulü veriyor. Kuvvetli,


fakat gövdeleri çatlamış ihtiyar zeytin ağaçlarına
tesadüf ettik.

Külüstür bir otelin önündeki havadar çardakta,


mütevazi bir yem ekle kam ım ızı doyurduk. Etrafımızı
saran köpekler, attığımız sucuk derilerini büyük bir
iştaha ile silip süpürdüler. Bir dilenci çocuk gelip
onları kovarak attığımız elma kabukannı yem eye
koyuldu. Fakat az geçm eden onu da bir ihtiyar
dilenci kovdu. M eslek rekabeti her yerde aynı!
İhtiyar sırtında parça parça peleriniyle içeri dışan
koşarak aynı zamanda uşak ve garson vazifesini de
görüyordu: müşteri, lokantacıdan kendisinde bulun-
mıyan bir şey ister istemez, lokantacının, hemen bir
dilenci bulup aktara gönderdiğini ve istenileni tedarik
ettirdiğini daha evvelce de görmüştüm. Fakat bizim ,
hemseyizlik hem de tercümanlık, bekçilik, uşaklık,
ahçılık ve daha birçok marifetleri olan mükemmel bir
seyisimiz mevcut olduğu için, bu gibi tatsız hizmetler­
den ekseriya müstağni kalıyoruz
Yüksek dağlar üzerinde keçiboynuzu, “ Caruba”
dişbudak nevinden bir ağaca, “ fraxinus” ve zeytin
ağacına taslıyoruz. Ekim işi buralarda da üçer senelik
devrelere taksim edilmiş: Fasulye, hububat ve istira­
hat seneleri. Halk, gübrenin mucize kudretinin aziz-
lerinkinden daha üstün olduğuna kani. Bağ kütükle­
rini buralarda oldukça alçak tutuyorlar.
138 İTALYA SEYAHATİ 0

A lcam o’nun bulunduğu mevki çok güzel.


KörfezinC) yakınında ve yükseklerde. Bu manzara­
nın azameti bizi cezbediyor. Yüksek kayalar ve derin
vâdilere rağmen engin ve mütenevvi bir arazi.
M onrealenin arka tarafından, güzel bir çifte
vâdiye giriyoruz. Bu iki vâdiyi ortadan bir kaya
duvarı ayırıyor. Yem yeşil, sakin ve verimli tarlalar
arasından geçen geniş yolun üzerinde büyüyen çalılık
ve bodur nebatlar, rengârenk panldıyan çiçeklerle
dolu. San kantorun çalıları sapsan kelebek çiçekle­
riyle donanmış. Tek bir yeşil yaprak bile seçilem iyor,
akdikenler demet dem et. Alabildiğine yükselen sabir
otlan “ aloös” çiçeklenm ek üzere, yoncalardan kıpkı­
zıl halılar serilmiş. Çiçekieri böceğe benziyen sahlep
otlan , zakkumlar, daha çanlan açılmamış sümbüller,
hodanlar, yaban sannısaklan, çiriş otlan var.

Segesta’ dan’(1
2) aşağı doğru inen sular kalker
taşından başka boynuz taşlan da sürüklüyorlar.
Lâcivert, kırmızı, san, kahverengi olan bu taşlar
oldukça sert. Renkleri de çok çeşitli. Kalker kayalan
arasında tabakalar halinde çakmak ve boynuz taşlan-
na da rasladım. Bunlar kalkerle bağlı. A lcam o’ya
varıncaya kadar bütün bu taşlardan müteşekkil tepe­
lere tesadüf ettik.

(1) Castellamare körfezi.


(2 ) Sagesta’nm aşağısındaki Gaggera nehrine dökü len , Pispisa
«ettMesi...
İTALYA SEYAHATİ □ . 139

Segesta, 20 Nisan 1787.


Segesta m âbedi hiçbir zaman tekmillenememiş.
Etrafındaki meydan tesviye edilmemiş, sadece sütun­
ları dikileceği çevreyi düzleştirmişler, çünkü etraftaki
basamaklardan bazıları hâlâ 9-10 ayak kadar toprak
içine gömülü ve etrafta, taş ve toprağın ineceği hiçbir
tepe veya yükseklik yok. Sonra da taşlar oldukça
tabiî variyette duruyorlar ve altlarında kırıntılara
Taslanmıyor.
Sütunların hepsi ayakta. Devrilmiş olan iki
sütunu da son -senelerde tekrar tamir edip dikmişler.
Sütunların, kaideleri olup olmadığım tâyin etmek güç
ve bunu çizmeden izah imkânsız. Bazan sütunlar
dördüncü basamak üzerine yerleştirilmiş gibi görünü­
yor, fakat o takdirde de mâbedin zemini bir basamak
daha derinde kahyor. Bazı yerlerde en üst basamak
kesilmiş, o zaman da sütunların kaidesi varmış gibi
görünüyor, fakat arada yine doldurulmuş aralıklar
göze çarpıyor; bunlara bakarak tekrar ilk fikre
dönüyoruz. Bunu ancak bir mimar katiyetle tâyin
edebilir. Yan taraflarda, köşe sütunları hariç on
ikişer sütun var, ön ve arka taraflardaysa köşe
sütunları da dahil olmak üzere altışar sütun var.
Basamakların kenarianna üzerlerinde taşlan sürükle­
mek için koyduktan yardımcı bağlantılar, hâlâ okluk­
tan gibi duruyorlar. Bu da mâbedin hiçbir zaman
tamamlanmamış olduğunu gösteriyor. Fakat bunu en
açık bir şekilde döşem elerde de görüyoruz: kenarlar­
dan başhyarak zemini taş levhalarla döşem eye başla­
140 İTALYA SEYAHATİ D.

mışlar, fakat ortada henüz yontulm am ı; kaya açıkta


duruyor ve bunun seviyesi döşenmiş kısımlarınkin-
den daha yüksek. Bu da gösteriyor ki orta kısım
hiçbir zaman tamamlanmamı;.

Burada bir iç hol bulunduğuna dair de bir iz


görem edim . M âbedi alçı ile sıvamamı;lar, fakat buna
niyet edilm i; olduğunu gösteren deliller var; sütun
başlıktan üzerindeki yastıklarda çıkınıtlar bırakmış­
lar, bunlar herhalde sıvayı tutmak için olm ak. Bina
Traverteni andıran bir nevi kalker taundan inşa
edilm i;. Hava tesirleri bu taşlan oldukça kem irm i;.
1781 senesinde yapılan tamir çok isabetli olm uş.
Taşların birledikleri kesimler sade fakat güzel. R ie-
desel’in bahsettiği büyük ve güzel tadan bulamadım.
Bunlan belki sütunların restorasyonu için kullanmış­
lardır.
M âbedin mevkii çok garip: G en i; ve uzun bir
vâdinin nihayetinde, arazinin en yüksek noktasını
teşkil eden, ücra bir tepe üzerinde, fakat etrafı kaya
duvarlariyle çevrili, uzaklan alabildiğine görüyor,
fakat denizden yalnız ufak bir köşe görülebiliyor. Bu
arazide, verimliliğine rağmen kasvetli bir hal var; her
taraf ekili fakat etrafta tek bir ev bile yok. Yeni açan
dikenli çiçekler üzerinde sayısız kelebekler uçuşuyor.
Sekiz dokuz ayak kadar yüksekliğinde yabani rezene­
ler, geçen seneden kalıp kurumuş. Bunlar öyle
muntazam bir şekilde yanyana sıralanmışlar k i, insa­
nın, burasını bir fidanlık sahası sanacağı geliyor.
Rüzgâr sütunlar arasında sanki bir ormanda gibi
İTALYA SEYAHATİ D. 141

uğulduyordu, ve vahşi kuşlar taş kirişlerin arasında


bağınşarak uçuşuyorlardı...
Bir tiyatronun belirsiz harabeleri arasından tır­
manmak bizi öyle yordu ki, şehrin harabelerini^)
gezm eye hevesimiz kalmadı. M âbedin etrafı, A lcam o
yolunda gördüğümüz hadsiz hesapsız boynuz taşlariy-
le dolu. Bu taşlar sayesinde toprağa biraz çakıl
karışmış ve toprak biraz hafiflemiş. Taze “ Finochio”
larda(1
2) alt ve üst yaprakların birbirlerinden farklı
olduğunu gördüm: anlaşılıyor ki basitten mürekkebe
doğru inkişaf eden, hep tek ve aynı organ. Buraları
büyük bir gayretle ekiyorlar. Erkekier, sanki bir
sürgün avındaymışlar gibi, tarlaları baştan başa dola­
şıyorlar Burada haşereler de tektük kendilerini
gösteriyorlar.
Palermoda yalnız, sürünen hayvanlara raslamış-
tım , kertenkele, sülük, salyangoz v.s. gibi. Fakat
bunlar bizdekiler gibi güzel renkli değiller. Renkleri
düz kurşuni.
Castel V etrano,
Cumartesi, 21 Nisan 1787.
A lcam o’den Castel Vetrano’ya kalker dağlan ve
çakıl tepelerini aşarak gelmek lâzım. Sarp, çıplak
kalker dağlan arasında, hafif tepelerin dalgalandırdı­

(1 ) Barbaro dağının m ail sathı üzerindeki tiyatronun ve m âbedin


harabelerinden gayri Sagesta’d a , bugün artık h içbir harabe
kalmamıştır
(2 ) İtalya'da yetişen soğan fasilesinden bir nevi sebze.
142 İTALYA SEYAHATİ D.

ğı v&diler; her taraf ekili fakat etrafta tek bir ağaç bile
görünm üyor. İçleri iri taşlarla dolu çakıl kayaları, bu
arazinin vaktiyle deniz dalgalan altında buluduğunu
gösteriyor. Toprak iyi karışmış; şimdiye kadar gör­
düklerimizden daha iyi, çünkü burada kum da var.
Salemi bir saat kadar ilerde, sağımızda kalıyor.
Buraya, kalker dağlarını kaplıyan alçı kayalan aşarak
geldik. Toprak gitgide daha zenginleşiyor. D oğu
tarafında uzaklarda denizi görüyoruz, ön plânda
tepelerin dalgalandırdığı arazi var. Yapraklanmış
incir ağaçlarına rasladık, fakat en çok hoşumuza
giden, yol üzerindeki sonsuz çiçek kümeleri oldu.
Bunlar geniş yolların kenarlarında kendiliklerinden
yetişiyorlar, muhtelif renk ve cinslerin meydana
getirdiği küm eler, geniş satıhlar halinde birbirlerin­
den ayrılıyorlar, bu renk cenneti alabildiğine uzanıp
gidiyor. En güzel öksüzurganlan, (W inden) hibicus-
lar, ebegüm eciler, yer yer küme küme yoncalar, ve
bunların arasında alliumlar ve keçisedefleri. Bu renk
renk halılar üzerinde atlarımızla, birbiriyle çaprazla­
şan patikaları takibediyonız.
Etrafta kızıl kahverengi güzel inekier otluyor;
boylan pek büyük değil, yapılan çok şirin, bilhassa
küçük boynuzlarının biçimi çok zarif.
Kuzey-doğu tarafında dağlar sıra halinde, arala-
nnda yalnız tek bir tepe, Cuniglione, yükselerek
kendini belirtiyor. Çakıltepelerinde pek az suya
tesadüf ettik. Anlaşılan buralara pek az yağmur
düşünüyor. N e su yarıklarına, ne de suların sürükle­
dikleri taşlara rashyoruz.
İTALYA SEYAHATİ D 143

G ece, başımdan garip bir macera geçli. Pek de


fevkalâde olmıyan bir otelde kendimizi yorgun argın
yatağa atmıştık. G ece yarısı uyandım ve çok hoş bir
manzarayla karşılaştım: tepem de, şimdiye kadar
görmediğim güzellikte bir yıldız parlıyordu. B u güzel
ve hayra yorduğum temaşayı büyük bir hazla seyret­
tim , fakat bu sevimli ışık çok geçmeden kayboldu, ve
ben tekrar kendi başıma karanlıklarda kaldım. Bu
mucizenin illetini ancak sabah gün doğarken keşfede­
bildim . Çatıda bir yank varmış ve semaların en güzel
yıldızı tam uyandığım sırada başınım üzerinden geçi­
yormuş. Bu tabiî hâdiseyi seyyahlar mukakkak ken­
dileri için hayırlı bir işaret olarak tefsir ediyorlardır.
S cia cca f), 22 Nisan 1787.
Buraya varan yed m ineraloji bakımından hiç de
enteresan değil, mütemadiyen çakıl tepeleri üzerin­
den geçiyor. Sahile yaklaşır yaklaşmaz da kalker
kayaları karşımıza çıkıyor. Arazinin düz olan kısımla­
rı son derece verim li, en iyi cinsten arpa ve yulaf
yetişiyor. “ Salsola Kali” (1
2) de ekmişler. Kaktüslerin
gövdeleri evvelce gördüklerimize nispetle çok daha
yüksek. Türlü türlü yoncalar hâlâ etrafımızı sarıyor.
Nihayet bir ormana girebildik. H ep bodur ağaçlar,
yüksek olanları pek nadir. Artık mantar ağaçlarım
görebiliyoruz!

(1 ) Sciacca-G irgenti’ nin 60 tan. kadar batısında küçük b ir $ehir


(2 ) Salsola K ali: bir nevi tuzlu yosu n; soda istihsal edilen bir sahil
nebatı.
144 İTALYA SEYAHATİ D.

Girgenti, 23 Nisan gecesi.


Sdacca’dan buraya yolculuk bütün bir gün de­
vam etti. Buraya girerken kaplıcaları gördük. Kükürt
kokulu sıcak bir kaynak kayalar arasından fışkırıyor.
Su adamakıllı tuzlu, fakat tadı bozuk değil.
Kükürt kokusu acaba suyun fışkırdığı esnada
hâsıl olm uyor mu? Biraz daha yukarlarda bir çeşme
var, suyu serin ve kokusuz. Manastır, tepelerde
buhar banyolarının olduğu yerde, kesif bir buhar
bulutu buradan havaya yükseliyor.
Deniz buralara sadece kalker taşı atıyor. Quarz
ve Boynuztaşı yok. Küçük nehirleri tetkik ettim:
Calta bellotta, ve M acasoli de sade kalker taşı
sürüklüyorlar. Platani sarı mermer ve çakmak taşı
sürüklüyor, kalkerin en asil nevinin ezelî arkadaşı.
Tetkük lâv parçalan dikkatimi çekti. Civarda volkan
bulunduğunu tahmin etmiyorum. Bunlar herhalde
değirmen taşı, veya herhangi başka bir maksatla
uzaklardan buralara getirilmiş taşların kırıntıları ol­
malı. M onte A llegro’nun civan tamamen alçıtaşı;
kalker kayalarının önünde ve arasında kesif alçıtaşın-
dan ve şeffaf alçı levhalarından müteşekkil kayalar
var. En garip kaya teşükkülleri Calta-bellotta(‘)
civarında.(I)

( I ) İm parator V I. H enri’nin adayı fethinden sonra, son Sicilya


kıralı T a n elid e L ecce’den dul kalan kraliçe Sibylle, çocukla-
riyle birlikte, Sciacca’m n üzerinde kurulu olan ve o zam an, ele
geçirüem ez teU kki edilen , C altabelotta şatosuna sığınm ıştı.
(1194.)
İTALYA SEYAHATİ d . 145

Girgenti, 24 Nisan, Salı.


Bu sabah gün doğarken hayatımızın en güzel
bahar manzarasını tattık.
Yeni G irgenti, antik A k ropol’un bulunduğu
yüksek saha üzerine kurulmuş. A ncak sakinlerini
içine alabilecek genişlikte. Pencerelerim izden, geniş
tepeler üzerine yayılan eski şehri görüyoruz. Buraları
şimdi tamamen bağ ve bahçelik, bu kadar yeşilliğin
altında, vaktiyle bu sahaları kaphyan meskûn mahal­
lerin izini bile seçm ek imkânsız. Bu yeşil ve çiçekli
sahanın güneye doğru uzanan kısmının nihayetinde
Konkordia mâbedi yükseliyor. D oğuda, Juno m âbe-
dinin tektük parçalan görünüyor. Bu mâbetlerin
hizasında bulunan diğer mukaddes yapılann harabe­
lerini, yukardan çıplak gözle seçebilm ek imkânsız.
Nazarlarımız bunların üzerinden güneye, sahil düzlü­
ğüne doğru kayıyor. Bu düzlük denize varana kadar
epey uzanıyor. Seyrettiğimiz bu çiçek ve meyva dolu
düzlüklere gitm ek, bağlar ve yeşillikler arasında
dolaşmaktan bugünlük vazgeçtik, çünkü kılavuzu­
muz, ufak tefek mâkul bir papaz, bize her şeyden
evvel şehri gezmemizi tavsiye etti. Evvelâ şehrin
sokaklannı gösterdi, sonra da yüksek tepelere çıka­
rak geniş ve açık manzaralan bize seyrettirdi. En son
da sanat zevkimizi tatmin etmemiz için, bizi şehrin
başlıca kilisesine götürdü. İyi muhafaza edilmiş eski
bir lâhit şimdi -burada mihrap vazifesini görüyor:
üzerinde H ippolyt’in hayatına ait sahneler var; arka-
raşlariyle beraber ava çıkan H ippolyt’in karşısına
146 İTALYA SEYAHATİ D

Phâdra’nın sütninesi çıkarak kendisine bir levha


uzatıyor. Fakat burada sanatkârın asıİ maksadı genç
ve güzel erkekler tasvir etmek, tğribüğrü yapılı, cüce
sütnine bunlann arasmda teferruat olarak kalıyor.
Şimdiye kadar gördüğüm kabartmalar arasmda bu
kadar güzeline ve iyi muhafaza edilmişine henüz
tesadüf etmemiştim. Benim için bu parça, şimdilik
Yunan s a n a tın ın en cazip devirlerine ait bir nümune.
İyi muhafaza edilmiş bir vazo da beni eski
çağlara sürükledi. Kilisenin kıyı ve bucağında eski
mimari âbidelere ait kırıntılar da saldı.

Burada otel yok, misafirperver bir aile bizi


evinde barındırıyor. Büyük bir odanın yüksek kemer­
li nişini bize tahsis ettiler, bizi ve eşyalarımızı, ev
halkından, yeşil bir perde ayırıyor. Ev rahipleri,
bitişik odada makarna imal ediyorlar. Hem de en iyi,
en ince ve beyaz undan. Bunlann en pahalısı,
uzunlamasına kesildikten sonra, kızların narin par-
maklariyle büküp salyangoz biçim i verdikleri makar­
nalar. Bu güzel çocukların yanlarında biraz oturduk,
onlardan izahat aldık ve öğrendik kİ, bu makarnalar
“ G rano Forte” adiyle mâruf en iyi ve en ağır cins
buğdaydan imal ediliyorm uş. Bunlar makine ve
kalıptan ziyade el em eğiyle meydana geliyor. Ev
sahihlerimiz bize en nefis makama yemeklerinden
ikram ettiler. Fakat bir yandan da ancak Girgenti’de
İTALYA SEYAHATİ O. 147

ve keodi evlerinde yapılan en iyi .neviden, bir


tabaklık olsun kalmamış olmasına esefleniyorlardı.
Rivayetlerine göre beyazlık ve lezzet balonundan, bu
bahsettikleri neviden daha üstünü yokmuş. Kılavuzu­
muz bir an evvel aşağılara gitmek için gösterdiğimiz
şiddetli arzuyuda teskin etti, akşam vakti bizi tekrar
yukarlara, en harikulâde kuşbakışı manzaraların
ayaklar altına serildiği yüksek noktalara çıkarttı.
B öylece yatın yakından göreceğim iz şeylerin heyeti
umumiyesi hakkında da bir fikir edinmiş olduk.
Girgenti, 25 Nisan, Çarşamba.
Bu sabah gün doğarken aşağı indik. Etrafımız
her adımda daha gülleşiyordu. Kılavuzumuz bizi
âzami derecede memnun edebilm ek için bu yeşillik­
ler deryasında dolaştırıyor, türlü türlü teferrüatı
işaret ediyordu. Bunların herbiri idilik sahnelere
çerçeve olabilecek yerlerdi! Bu çeşitliliğe biraz da
arazinin dümdüz olmaması yardım ediyor. Harabeler
arazinin ânzalan arasında iyice gizli, verimli toprak
bunları, kabuklu tüften yapılmış eski binalara nispet­
le daha kolayca örtebiliyor. Nihayet şehrin doğu
köşesine geldik, burada bulunan Juno mfibedini
seneler gittikçe yıpratıyor, hafif taştan yapılmış oldu­
ğu için yağmur ve hava tesirlerinden ziyadesiyle
müteessir oluyor.
Bugünkü gezintimizin sadece bir fikir edinme
mahiyetinde kalacağım önceden kararlaştırmıştık.
Fakat Kniep, yarın yapacağı resimler için müsait
148 İTALYA SEYAHATİ O.

bakış noktalarını şimdiden tesbit etti bile. Ü zerine,


mâbedin inşa edilmiş olduğu kaya da, hava tesirleriy­
le epey yıpranmış. Şehrin duvarları, vaktiyle bura­
dan, doğrudan doğruya, sahile dikine saplanan kal­
ker kayaları doğru uzamyormuş. D eniz bu kayalara
şekil verdikten ve eteklerini iyice yaladıktan sonra
günün birinde geri çekiliverm iş. Duvarlar kısmen
kayaların oyulmasiyle, kısmen de gene bu kayalardan
yontulmuş taşlarla meydana getirilmiş. M âbetler
sırayla bu duvarların arkasından yükseliyor. Bu
sebepten aşağıdan, denizden bakıldığı zaman Girgen-
ti, sahil, yamaç ve tepe kısmiyle, azametli bir bütün
teşkil ediyor. Konkordia mâbedi birçok asırlara
mukavemet göstermiş; bu mâbedin zarif yapısı, bizim
“ güzel” ve “ hoş” mefhumlariyle vasıflandırdığımız
üslûba yaklaşıyor.
Bu yapının Paestum’la olan farkı, ilâhlârla dev­
ler arasındaki farkla mukayese edilebilir. Bu eski
yapılan tamir etm ek, başlıbaşma o derece takdire
şayan bir teşebbüs ki, bu sebepten burada, tamir
işinin biraz zevksizce yapılmış ve taş gediklerinin pırıl
pırıl beyaz alçiyle yamanmış olduğundan bahsetmeye
dilim varmıyor, böylece de mâbet göze yine harabe
gibi görünüyor. Bu alçı yamalara, taşların tabiî
rengini vermek ne kadar kolay bir işti! İnsan, duvar
ve sütunların çabucak ufalanıveren yumuşak kabuklu
kalkerden imal edilmiş olduğunu görünce, bu yapıla­
rın nasıl olup da şimdiye kadar böyle, kısmen de olsa,
ayakta kalmış olmalarına hayret ediyor. Bu binaları
İTALYA SEYAHATİ D. 149

inşa edenler, kendilerine benzer nesillerin onlan


takibedeceklerini ümidederek tebdir almışlar; hem
gözü okşıyan, hem de yapıyı muhfaza edecek olan
ince bir sıva tabakasını, hâlâ bazı sütunlar özerinde
seçebiliyoruz.
İkinci durağımız Jüpiter mâbedinin harebeleri
oldu. Devâsâ bir hayvanın kaburga kemiklerini
andıran bu harabeler çitlerle bölünmüş, içleri irili
ufaldı nebatlarla dolu, birçok küçük arazinin arasın­
da uzunlamasına seriliyor. M âbede ait bütün heykel
ve kabartmalar taş yığınlarının arasında kaybolmuş.
Sadece muazzam bir Triglyph ve onunla mütenasip
büyüklükte, yanm bir sütun parçası bulabildik.
'Triglyph’i ölçm ek istedim, fakat gererek açtığım
kollarım buna yetişmedi. Sütunlar hakkında, şu, bir
fikir verebilir: yivlerinden birinin içine girdiğim
zaman, omuzlarım kenarlara değm ek şartiyle, bu yiv
beni küçük bir niş gibi içine aldı. Halka teşkil etmek
şartiyle yanyana duran yirmi iki kişi ancak bu sütunu
sarabilir. Resm e değer bir mevzu bulamadığımız için,
buradan biraz üzülerek ayrıldık.
Buna mukabil Herkules mâbedinde eski simetri­
nin izleri hâlâ belli. M âbedi her iki yandan takibeden
çifte sütun sırası, sanki bir anda dikilivermiş gibi, tek
bir istikamette kuzeyden güneye doğru uzanıyor:
kuzeydekiler tepelere, güneydekiler aşağılara doğru.
Ortadaki tepe herhalde höcre’nin çöküntüsünden
meydana gelmiş olm alı. Sütunları daha uzunca bir
zaman kirişler ayakta tutabilmiş, fakat sonradan
150 İTALYA SEYAHATİ a

belki kuvvetli bir fırtınanın tesiri altında, bunlar da


devrilmişler.
Bu sütunları meydana getiren parçalar, hâlâ
muntazam bir şekilde yerde sıralanıyorlar.
K niep, bu garibeyi iyice tesbit edebilm ek için
muhayyilesinde kalemini sivriltmeye başladı bile.
En güzel keçiboynuzu ağaçlarının gölgelendirdi­
ği küçük bir çiftlik evinin hemen hemen duvarları
içine gömülü olan Aeskulap m fibedi, çok sevimli bir
manzara arzediyor.
Nihayet Theron’un mezarına kadar indik ve
resimlerini sık sık gördüğümüz bu âbideyi yalandan
görebilm ek bizi pek sevindirdi. Üste de bu yapı,
harikulâde bir manzaraya, ön plân teşkil ediyor.
Buradan, batıdan doğuya doğru, kaya tabakaları
içine inşa edilmiş olan yıkık dökük şehir duvarlarım
ve bunların arkasından yükelen mâbet harabelerini
görebiliyoruz. Hackert’in usta eli sayesinde bu man­
zara güzel bir tabloya inkilâp etmiş bulunuyor. Kniep
de buranın bir krokisini çizm eyi ihmal etmedi.

Girgenti, Perşembe, 26 Nisan.


Uyandığım zaman Knıep’ı resim yapmak için
tasarladığı seyahate hazırlanmış buldum. Y ol göste­
recek ve kâğıt rulolarım taşıyacak bir oğlan çocuk da
tedarik etmişti. Yanımda gizli, sessiz fakat dilsiz
olmıyan arkadaşımla, pencerem den sabahların en
muhteşemini seyrediyorum . Kendisine karşı duydu­
İTALYA SEYAHATİ □ . 151

ğum hörmetle kanşık. Çekingenlikten olacak, arasıra


yokladığım ve öğüt aldığım bu pirimden şimdiye
kadar bahsetmedim: küçük kitabım bir tılsım veya
dua kitabı gibi koynumda taşıdığım R iedesel’i kaste­
diyorum. Bende eksik olan vasıflara sahip olan
kimseleri kendime ayna olarak tutmak eskiden beri
âdetimdi. Bu sefer de böyle oldu: gayelerinin saraha­
ti, maksatlarındaki em niyet, kullandığı temiz ve
pürüzsüz yol; araştırma ve bilgiye ve bilhassa W inc-
kelmann’a, bu üstada karşı olan içten bağlılığı, ve
nihayet bütün bunlardan doğacak olan neticeler; işte
bunların hepsi bende eksik olan şeyler. Tabiî bir
yoldan öğrenmesi bütün öm rüm ce bana nasip olm ı-
yan şeyleri şimdi böyle kâh tesadüfen, kâh zorla, kâh
kurnazlıkla benimsemeye çalıştığım için kendi kendi­
mi tenkide doğrusu hakkım yok. Umalım kİ bu
mükemmel insan, şu anda, dünyanın bu velvelesi
içinde çalışmalarının semerelerini şükranla yadeden
bir kimse bulunduğunu hissetsin.
Benim yalnızlık içinde kendisini andığım bu yer,
onun içinde de çok cazipmiş; öyle kİ burada evini
barkını unutmayı, kendisini sevenler taralıdan unu­
tulmayı ve günlerini bu yerde tüketmeyi arzulamış.
Şimdi kılavuzum olan rahiple birlikte dünkü
yollarda dolaşıyorum ve görm eye değer şeyleri etraf­
lıca seyrediyorum. Arasıra da çalışkan arkadaşımı
ziyaret ediyorum .
Kılavuzum bana bu eski, azametli şehrin çok
güzel bir köşesini gösterdi: eski Girgentiye siper
152 İTALYA SEYAHATİ II.

duvarları vazifesini gören kaya ve duvar blokları


arasındaki mezarlar. Bunlar herhalde cesur ve değer­
li vatandaşların istirahatgâhlan olacak. Bu insanlar
buradan başka nerede, daha m uzafferane, daha sakin
fakat aynı zamanda edebiyen unutulmacak bir şekil­
de göm ülebilirlerdi!
Denizle duvarlar arasındaki geniş sahada küçük
bir mâbedin harabelerini gezdik, burasım şimdi bir
Hıristiyan şapeline tahvil etmişler.
Yarım sütunlar, duvarı teşkil eden müstatil
taşlarla çok güzel bir şekilde bağlanmış. Bunların, taş
örgüyle içiçe geçerek kaynaşması göze çok hoş
görünüyor. İnsan burada, D orik üslûbun, en mükem­
mel ölçülerine varabildiği noktayı sezer gibi oluyor.
D iğer bazı antik âbideleri de yolda ayaküstü
ziyaret ettik Fakat dikkatimizi bunlardan ziyade
buğday mahsulünün bugün muhfaza edildiği, üstleri
tonozlarla örülü yer altı mahzenleri çekti. Yaşlı
kılavuzum, yolda bana halkın ve kilisenin durumuna
dair bir sürü şey anlattı. Söyledikleri arasında müspet
olarak ele alınmış olan tek bir şey bile yoktu.
Etrafımızı saran sonsuz harabe ve çöküntüler bu
anlatılanlara uygun bir çerçeve teşkil ediyordu.
Kabuklu kalker tabakaları hep deniz tarafına
doğru dökülüyor. Kaya duvarlarının arka ve alt
kısımları, garip bir şekilde kemirilmiş, ön ve üst
kısımlariyse kısmen sağlam kalmış. H eyeti umumiye-
si, aşağıya doğru sarkan saçakları andırıyor. Burada
Fransızlara karşı kin pek büyük; Barbarlarla sulh
İTALYA SEYAHATİ D. 153

halinde oldukları için onları, Hıristiyanlan, imansız­


lara teslim etmiş addediyorlar.
Deniz tarafında kayalar içine oyulmuş antik bir
kapı gördük. Duvarların harabeleri basamak basa­
mak yükselen kayalar üzerinde uzanıyor.
Kılavuzumun adı: D on M ichael V ella, mesleği
antikacılık, oturduğu yer d e, St. Maria civarında
G erio ustanın evi.
Bakla ekmek için toprağı aşağıda tarif edeceğim
şekilde hazırlıyorlar: Toprağa muayyen aralıklarla
çukurlar açıyorlar, bu çukarlann içerisine avuç dolu­
su gübre koyuyorlar, sonra baklayı ekm ek için
yağmur bekliyorlar. Bakla kabuklarını yakarak, kü­
lünü keten ipliklerini yıkamak için kullanıyorlar.
Bademin dış kabuklarım da yakarak külünü soda
yerine kullanıyorlar. Çamaşırlarını evvelâ suyla sonra
da bununla yıkıyorlar.
Ekim sırası: evvelâ bakla, ikinci sene buğday
sonra da Tumenia. Dördüncü sene tarlalarını çayır
olarak bırakıyorlar. Buğdayları hakikaten nefis. A d ı
“ bimenia” veya “ trimenia” dan gelmiş olan Tum enia,
cidden Ceres’in ( ') en mükemmel bağışı. Bu üç ay
içinde olgunlaşan bir nevi yaz buğdayı. Ekin zamanı
ocak başından hazirana kadar. Bu buğday daima tam
zamanında olgunlaşıyor. Fazla yağmur istem iyor,
fakat çok kuveetli sıcağa ihtiyacı var. Başlangıçta
yapraklan çok narin, fakat sonradan kaba başaklara

(1 ) C n e c E ski k on u k la rın ekin ilih esı.


154 İTALYA SEYAHATİ D.

inkllâp ediyor ve olgunlaştığı zaman çok sertleşmiş


bulunuyor. Haziranda olgunlaşan bu başaklan kasım
veya ekim aylarında kesiyorlar. G ene ekim ayında
biçtikleri arpa da haziranda olgunlaşmış bulunuyor.
Tabiî sahillerde biraz daha erken, dağiarda biraz
daha geç.
Keten daha şimdiden olgunlaşmış. Akantus yap­
raklan alabildiğine gelişmişler, Salsola Fnıticosa’da
alabildiğine büyüyor.
Ekili olmıyan sırtlarda mebzul miktarda yonca
yetişiyor. Bunlar kısmen toplanarak, demetler halin­
de şehre naklediliyor. Buğdaylann içinden ayıkladık­
tan yulaflan da demetler halinde satıyorlar.
Lâhana ektikleri tarlalarda sulama işini kolaylaş­
tırmak için, tarla kenarlarını muntazam su çukurla-
riyle çeviriyorlar.
İncirlerin bütün yapraklan yeşillenmiş, ve m ey-
valan tomurcuklanmış. Meyvalar Johannes yortusu­
na kadar olgunlaşmış olacaklar, sonradan ağaçlar bir
kere daha meyva veriyorlar. Badem ağaçlan da
meyva dolu. Budanmış bir keçiboynuzu ağacı da
namütenahi meyvalariyle dolu. Yem ek için yetiştiri­
len üzümler, yüksek direkler üzerine tutturulmuş
çardaklara sarılmış. Kavunlan martta ekiyorlar, hazi­
randa meyvalar olgunlaşıyor. Bunlar Jüpiter m âbedi-
nin harabeleri içinde ve nem yüzü bile görmeden
mükemmel gelişiyorlar.
Arabacım ız çiğe enginar ve şalgamlan büyük bir.
iştiha ile yiyor. Fakat şunu da itiraf etmek lâzım ki bu
İTALYA SEYAHATİ □ . 155

sebzeler burada, bizdekilerden çok daha körpe ve


üsareli. Köylüler, tarlaları arasından geçtiğimiz sıra­
da, yeni yetişen baklalardan istediğimiz kadar yeme­
mize müsaade ediyorlar.
Lâvları andıran siyah taşlara karşı alâka göster­
diğimi gören kılavuz, bunların Aetna’dan getirilmiş
olduğunu söyledi. Bunlara limanda^) ve iskele civa­
rında daha sık tesadüf ediliyormuş.
Bu memleket kuştan yana pek zengin değil.
Y erli kuşlar sadece: bıldırcın. G eçici kuşlar da:
bülbül, tariakuşu, kırlangıç. Rinnine adını verdikleri
küçük siyah kuşlar, doğudan gelerek, Sicilyada yavru
çıkardıktan sonra ya daha ilerlere gidiyor veya
geldikleri yere dönüyorlarmış. Ridene diye anılan
yaban ördekleri de aralık veya ocak aylarında A frika-
dan gelerek Akragas’a(1 2) iniyorlar ve sonra buradan
dağiara doğru yollarına devam ediyorlarmış.

D om ’daki vazo hakkmda(3) da birkaç kelim e:


Ü zerinde, zırhlar içinde bir kahraman resmi. Bu figür
oturan ihtiyar bir kırahn önünde diz çöküyor. Kıral,
elinde asâ ve başında bir çelenk taşıyor. Kırahn
■arkasında bir kadın; başı eğik, sol eli çenisinin
altında, düşünür vaziyette duruyor. D iz çöken kahra­

(1 ) P orto E m pedod e.
(2 ) Akragas: G irgenti’ nin doğusunda bulunan ve şim di, Fium e
San B iagio adım alan n eh ir...
(3 ) Bu vaso 40 sene kadar evvel. A grigente’ nin m ezarlarından
birinde bulunm uştur.
156 İTALYA SEYAHATİ O.

manın arkasında ve vazonun öteyüzünde, gene başın­


da çelenk taşıyan bir ihtiyar, kiralın maiyetinden,
yem ek getiren bir adamla konuşuyor. Variyeti,
kahramanı kiralın huzuruna kendisinin çıkartmış
olduğunu, ve kiralın maiyetine: “ Bırakın kıralla
konuşsun, emniyetli bir adamdır” dediğini gösteri­
yor.
Vazonun zemini kırmızı, figürler siyah. Yalnız
kadının elbisesinde, kırmızı siyahın üzerine gelmiş
gibi görünüyor.

27 Nisan, Cuma.
Kniep’in eğer bütün tasarladıklarını gerçekleştir­
mek istiyecek olursa, durmadan resim yapması lâzım
gelecek. Bense bu arada ihtiyar kılavuzumla bitlikte
dolaşıp duruyorum. Denize doğru bir gezinti yaptık,
eskilerin rivayetine göre Girgenti buradan çok iyi
görülüyormuş. Gözlerim in uzak dalgalara daldığı
sırada, kılavuzum dikkatimi ufuk hattı üzerinde
yayılan uzun bir bulut çizgisi üzerine çekti.
Doğuya doğru uzanan bu bulut uzaktan bir dağ
silsilesini andırıyordu. Kılavuzun rivayetine göre bu,
A frika sahillerinin iriymiş. Fakat burada benim asıl
garibime giden şey başka bir tabiat hâdisesi: bir ayağı
Sicilya sahillerine dayanan ince bulutlardan müteşek­
kil bir kem er, mavi ve berrak semada yüksek bir
kavis çizdikten sonra, doğuya doğru inerek denizde
nihayetleniyor. Batan güneş yavaşça hareket halinde
olan bu kemeri hafif renklendiriyordu. Garip olduğu
İTALYA SEYAHATİ D. 157

nispette hoş bir manzara. İddia ettiklerine göre bu


kemerin uzandığı taraf, Malta istikametiymiş ve doğu
ayağı bu ada üzerine dayanıyormuş.

Bu hâdise, arasıra tekerrür edermiş. İki kara


parçasının karşılıklı cazibe kuvvetinin, Atm osferde
böyle bir tesir yaratabilmesi doğrusu çok garip!
Bu konuşmalar sırasıda, Maltaya gidip gitme­
m ek karan beni tekrardan meşgul etmeye başladı,
fakat başlangıçta göz önünde bulundurduğumuz teh­
like ve güçlükler hâlâ m evcut, onun için arabacımızı
Messina’ya kadar tutmaya karar verdik.
Bu arada başka acayip bir fikir daha kafamı
meşgul etmeye başladı; Sicilyanın meşhur zengin
buğday tarlalarından daha pek bir şey görememiştim.
Yolumuzun geçtiği havalide ufkumuz, hep uzak
ve yakın dağlarla çevrili kalmıştı, öyle ki, bana bu
adada sanki hiç düzlük yokmuş gibi geliyor ve bu
ülkenin neden Ceres’in bu derece himayesine mazhar
olmuş olduğunu bir türlü anlyamıyordum. Bunu
sorduğum kimseler bana, memleketin bu zenginlikle­
rini görebilm ek için seyahatime, Syraküza üzerinden
değil, adayı çaprazlamasına kaleden yoldan devam
etmemi tavsiye ettiler. Ancak o zaman istediğim
buğday tarlalarını bolbol görebilirmişim. Siraküza-
dan, bu azametli şehirden artakalanın sadece şatafatlı
bir isminden ibaret olduğu bizce meçhul olmadığı
için, öbür plânın cazibesine tutulduk. Mamafih Sira-
küzayı Cataniadan da kolayca ziyaret kabil.
168 İTALYA SEYAHATİ O.

Caltanisetta, Cumartesi, 28 Nisan.


Sicilyamn neden “ îtalyanm buğday am ban”
ismiyle anılmak şerefine erişmiş olduğunu bugün, bu
zenginliklere gözlerim izle şahit olduktan sonra anla­
dık. Girgentiden ayrıldıktan biraz sonra verimli arazi
görünmeye başladı. Düzlükler pek geniş değil fakat
hafif meyillerle birbirine kavuşan dağ ve tepelerin
sırtlarına, aralıksız ekilmiş arpa ve buğday tarlaları,
göz alabildiğine uzanıyor. Ekilmeye müsait olan
araziyi o derece kıskanarak kullanıyorlar ki, hiçbir
tarafta tek bir ağaç bile dikili değil. Evlerse sırtların
arka tarafında, kalker kayalarının araziyi, nasılsa
kullanılmaz bir hale getirdiği yerlerde. Kadınlar evde
kalarak bütün gün yün eğirmek ve dokumakla
meşgul oluyorlar. Erkekler ekim mevsimlerinde,
ömürlerini aşağıda tarlalarda geçiriyorlar, ve sadece
cumartesi pazar günleri evlerine gidiyorlar. Bütün
hafta, gecelerini tarlalarındaki kamış kulübelerde
geçiriyorlar. Buraları görm ekle arzumuza fazlasiyle
kavuşmuş olduk. Ö yle ki bu yeknesaklıktan kurtula­
bilm ek için Triptolem ’in kanatlı arabasını
özlüyoruzC).
Bu yeknesak nebat deryası içinde, atla kızgın
güneş altında yolumuza devam ettik ve ninayet
akşam, güzel bir mevkide iyi kurulmuş bir şehir olan
Caltanisetta’ya vardığımız zaman sevincimiz pek
büyüktü. Fakat burada da beyhude yere, kalabilece-

(1 ) T riptolem : D em eter’in kayırdığı E leu sisli b ir kıral oğlu .


D em eter kendisine, ejderlerin çektiği bir araba hediye etm işti.
İTALYA SEYAHATİ D. 159

ğimiz bir otel aradık. Katırlar için üzerleri taş


kubbelerle örtülü mükemmel bir ahırlar, mevcut,
seyisler hayvanlar için hazırlanmış olan yonca yığınla­
rı üzerinde yatıyorlar, fakat şehri ziyarete gelen
yabacılann, başlarını sokacak bir yer bulabilmeleri
için kendikendilerine işin içinden çıkmaları lâzım.
Tesadüfen işe yarar bir oda bulduğunuz takdirde
buranın önce temizlenmesi icabediyor. İskemle veya
sıra gibi bir şey mevcut değil. Sert ağaçtan yapılmış
alçak tabureler üzerinde oturuyorlar. Masa da bura*
da nadir bir nesne.
Bu taburelerin karyola ayağı olarak kullanılması
lâzım geldiği zaman, marangoza giderek, icabettiği
miktarda kalas kiralıyorlar.
Hackert’in bize verdiği deri torba bu sefer pek
işimize yaradı, içini şimdilik samanla doldurduk.
Fakat her şeyden evvel yiyecek bir şey bulabil­
mek için tedbir almak lâzım geldi. Y olda gelirken bir
tavuk almıştık, seyis şimdi pirinç, tuz ve diğer bazı
erzak almak için yola düzüldü. Kendisi de burayı iyi
tanımadığı için bu iş epeyce uzun sürdü. Üste yemeği
nerede pişirebileceğim iz! de henüz bilem iyorduk;
çünkü kaldığımız yerde buna imkân yoktu. Nihayet
yaşlıca bir hemşehri, az bir para mukabilinde, bize
odun, ocak, mutfak edevatı ve tabak çatal vermeye
razı oldu. V e yemeğimiz hazırlandığı sırada da bize
şehri gösterdi. Şehrin ileri gelenleri, tıpkı eski çağlar­
da olduğu gibi, pazar meydanında toplanmışlar soh­
bet ediyorlardı. Bizim de sohbetlerine iştirak etm e­
mizi istediler.
160 İTALYA SEYAHATİ O.

Arzulan Friedrich II. den bahsetmemizdi. Bu


büyük kirala karşı olan alâkalan o derece fazlaydı ki,
dilimiz vanp ölmüş olduğunu söyliyem edik. B öyle
meş’um bir haberi vermekle ev sahiplerimizin gazabı­
na uğramaktan çekindik.
G eolojiye dair ek: Girgentiden itibaren, kabuk­
lu kalker kayalarını takibederek aşağıya inerken
beyazımsı bir toprak kendini göstermeye başlıyor.
Bunu izah etmek ancak sonradan kabil oldu: burada
kalker daha eski ve kireçle kanşık. Tepelerine kadar
hattâ tepelerin üzerlerine kadar buğday ekili, geniş
ve düz vâdiler kalkerle kanşık alçıtaşı. Daha ilerler­
de, hafif, sanmtrak, ve hava tesitlerinden daha az
müteessir olmuş yeni bir nevi kalker karşımıza
çıkıyor. Bunlar koyu ve ekseriya eflâtuna kaçan
renkleriyle, işlenmiş tarlalar arasında kolayca seçile­
biliyor. Y an yoldan sonra tekrar kirece raslıyoruz.
Bunların üzerinde ekseriyetle güzel menekşe rengi,
bazan da gül kırmızısı bir nebat, kalker kayalarının
üzerlerinde de bir nevi san yosun yetişiyor.
Hava tesirlerinin yıprattığı kalker nev’i burada
tekrar sık sık kendini gösterm eye başlıyor. Bilhassa
Caltanisetta yakınlarında bunlara tabakalar halinde.
İçlerinde tek tük hayvan kabuklarına da raslanıyor.
Daha ilerlerde renkler gittikçe kızanyor, âdeta
kurşunu andıran menekşemsi bir renk alıyor. Bunlar,
San M artino civanndakilere benziyor.
Ouarz tabakalarına, sadece yan yolda geçtiğimiz
ufak bir vâdide, rasladım. Ü ç tarafı dağlarla çevrili
İTALYA SEYAHATİ O. 161

olan bu vâdi yalnız doğu, yani deniz tarafına açılıyor­


du. Solda, uzaklarda, Camerata civarında garip bir
dağ göründü, onun yanında kesik bir mahnıtu
andıran garip biçim li bir dağ daha. Y olun büyük bir
kısmı ağaçsız. Ekin fevkalâde. Başakların boylan
Girgenti ve sahildekiler kadar yüksek değil, fakat çok
temiz ve bakımlı; koskoca tarlalarda tek bir parazit
ota raslanmıyor. Evvelâ sade yeşil tarlalar gördük,
daha sonra biçilmiş tarlalar ve rutubetli yerlerde de
bir parçacık çayır. Burda tek tük kavak ağaçlarına da
raslanıyor. Girgentinin hemen arkalarında elma ve
armut ağaçlan bulduk; yükselerde ve bazı köylerin
civanda da inciler.
Bu otuz millik y old a ('), sağda solda seçebildiğim
hep alçı taşiyle (jips) kanşık eski ve yeni kalker. Bu
üç taşın hava tesirleriyle aşınarak birbiriyle kanşma-
sı, toprağın verimliliğini arttırmış. Toprağa biraz da
kum karışmış olm alı, ağzımıza alınca, dişler arasında
bir gıcırtı bırakıyor. Achates nehri hakkında bir
tahminimin doğru olup olmadığı yann meydana
çıkacak

V âdilenn biçim leri çok güzel, pek yayvan olm a­


larına rağmen, sağnak izlerine tesadüf edilm iyor.
İçlerinde sadece küçük, belli belirsiz derecikler akı­
yor, bunlann hepsi de doğrudan doğruya denize
dökülüyor.

(1 ) G ırgentiden Caltam setta’ya kadar olan m esafe.


162 İTALYA SEYAHATİ D.

Buralarda yalnız biraz kırmızı yoncaya da tesa­


düf ediliyor, kuzey-batı tarafında gördüğümüz alçak
palmiyeler de, çiçekler ve bodur ağaçlar da gitgide
kayboluyor. Dikenli nebatların yalnız yol üzerinde
büyümesine müsaade ediliyor, arazinin bütün üst
tarafı Ceres’e ait. Buraları biraz, Almanyanın alçak
tepeli verimli mıntakalannı andırıyor. Bilhassa Er-
furt ve G otha arasındaki yoldan G leichen’e (‘) doğru
bakıldığı vakit görülen manzarayla pek benzerlik
gösteriyor.
Sicilyanın dünyamn en verimli memleketlerin­
den biri olabilm esi için türlü şartların bir araya
gelmesi icabetmiş.
Y olda pek az ata rasgeldik. Sürgü işini öküzlerle
yapıyorlar. Burada dana ve mandaların kesilmesi
memnu. K eçi, eşek ve katır pek bol.
Atlar ekseriya beyaz, ayaklan ve yeleleri kara
olan cinsten. Ahırlar pek şahane, hayvanların yatak
yerlerim taş örgü duvarlar birbirinden ayınyor. Tar­
latan şimdi bakla ve mercimek ekm ek üzere gübreli­
yorlar. H ububat, bu yaz mahsulünden sonraki devre­
de ekilecek. Başaklardan yeni fışkırmış arpalardan ve
kırmızı yoncalardan dem etler yapmışlar, yoldan ge­
çenlere, satmak istiyorlar
Caltanisettamn arkasındaki dağda, içinde taşlaş­
mış kısımlar bulunan sert kalkerlere taslanıyor.
Deniz hayvanlan kabuklarının büyükleri aşağılarda,1

(1 ) G leichen: G otha civarında, üzerinde üç şato bulunan bir tepe.


İTALYA SEYAHATİ d . 163

küçükleri yukarlarda. Şehrin sokaklannda kaldırım


taşları arasında Pektinitenli(') kalkerlere tesadüf
ettik.

28 Nisan 1787.
Caltanisettanın arkasındaki tepeler oldukça dik
meyillerle muhtelif vâdiler istikametinde iniyor. Bu
vâdilerin hepsi de sularını Salso(12) nehrine akıtıyor­
lar. Toprak kırmızımtırak ve oldukça killi. B irçok
kısımlar etkili değil, işlenmiş olan yerlerdeyse ekim
fena değil, fakat geçtiğimiz yerlere nispetle daha o
kadar ilerlememiş.

Castro Giovanm (3), Pazar. 29 Nisan 1787.


Bugün daha verim li, fakat ıssız bir mıntıkadan
geçtik. Hava yağmurlu ve bu hal seyahatimizi tatsız­
laştırıyor.

Birçok yerlerde iyice kabarmış olan suları aşmak


mecburiyetinde kaldık. Salso nehri kıyısında beyhu­
de yere bir köprü ararken, garip bir hal çaresiyle
karşılaştık. Güçlü kuvvetli köylüler kıyıda yolcuları
bekliyorlar ve katırları süvarisi ve eşya ile birlikte
yakalayıp yüklenerek suyun derin olduğu yerde

(1 ) Pektiniten: Taraklı hayvan kabuklarının taşlaşmış şekli.


(2 ) Eskilerin verdiği isim le, “ H im era.”
(3 ) Castro G iovanni: A ntik adiyle: Ernıa. M ahrut biçim li M onte
C anarello dağı üzerindeki eski Yunan kolon isi. D em eler adına
yapılan âyinlerin m erkezi; m itolojiye göre: H ades, Persphone-
’ yi buradan kaçırm ıştı.
164 İTALYA SEYAHATİ U.

karşıya geçirip, ortadaki geniş çakıl sahası üzerine


bırakıyorlar. Bütün gurup burada tamam olunca
köylüler hayvanlan sımsıkı tutarak doğru yolda
ilerlemelerini temin ediyorlar ve akıntılı yerlerde
ayakta durabilmelerine yardım ederek nehrin ikinci
kolunu da aynı şekilde geçirtiyorlar. Su kenarlannda
biraz çalılık kendini gösterdiyse de, içerlere doğru
ilerledikçe bunlar gene gözden kayboldu. Salso nehri
granit, istihaleye uğramış bir nevi gneis. ve düz renkli
mermer sürüklüyor.
Nihayet karşıda tek başına yükselen bir sırt
göründü. Castro Giovanni bu sırt üzerinde bulunuyor
ve bütün bu peyzaja ağırbaşlı bir karakter veriyor
Atlarımız üzerinde, dağın sırtı boyunca uzanan yol­
dan yukarı doğru tırmanırken, bu arazinin sırf
kabuklu kalker taşından müteşekkil olduğunu tesbit
ettik. Bu kabuklardan sadece büyük ve kireçleşmiş
olanları beraberimize aldık. Castro Giovanni kuzeye
bakan sırtın üzerinde bulunduğu için, dağın tam
tepesine varmadan görünmüyor.
Bu garip şehir de, kulesi ve biraz ilerde bulunan
Caltascibetta köyü ile oldukça abus bir manzara
arzediyor. Ovada baklalar hep çiçek açmış. Fakat
kimde bu güzel manzaranın tadını çıkartacak hal
kaldı!? Y ollar berbat, bunların vaktiyle taş döşeli
olması işi büsbütün kötüleştiriyor. Durmadan yağ­
mur yağıyor. Antik Enna bizi hiç de sevimli karşıla­
madı doğrusu! Nihayet pencerelerinde cam olmıyan
bir tavan arası odası bulabildik. Ya karanlıkta otur-
İTALYA SEYAHATİ D. 165

inak veya biraz evvel yakamızı kurtaramadığımız,


durmadan çiseleyen ince yağmura yeniden katlan­
mak lâzım.
Yoldan arta kalan nevaleyi yedik ve geceyi şöyle
böyle geçirdik, bir daha da M itolojik bir şehir adının
cazibesine kapılarak, yolumuza yeni istikametler
vermemeye yeminler ettik.
Pazartesi, 30 Nisan 1787.
Castro Giovanniden aşağıya men yol dik ve
kötü, burada atlarımızdan inmeye mecbur olduk.
Aşağılar hep bulutlarla kaplanmıştı, yükseklerdeyse
mucizevi bir manzara vardı: Gri-beyaz çizgili bir
cisim bulutlar üzerinde duruyordu. Fakat bu hakika­
ten bir cisimse nasıl olup da semalara yükselebilmiş­
ti?! Kılavuzumuz bunu bize izah etti; bizi hayretlere
düşüren bu manzara Aetna’nın yandan görünüşün­
den başka bir şey değilmiş; parçalanmış bulutların
arasından görünen bir kısmı, bu gördüğümüz çizgiler
de birbirini takibeden karlı ve karsız yerlerden
meydana geliyormuş. Görünen taraf dağın zirvesi
bile değilmiş.
Antik Enna’nın sarp kayalarını arkamızda bırak­
tıktan sonra, uzun müddet bitip tükenmek bilmiyen
ıssız vâdilerden geçtik. Buraları ne etkili ne de
meskûn, sadece otlıyan hayvanlara, raslıyoruz. Bun­
lar kahverenkli, küçük boynuzlu, ufak tefek yapılı
sevimli hayvanlar. Zarif ve çevik vücutlanyle geyikle­
ri andırıyorlar. Bu hayvanlar için vakaa, kâfi derece­
de çayır var ama, bunları deve dikenlerinin meydana
166 İTALYA SEYAHATİ H.

getirdiği muazzam kitleler daraltıyor ve gitgide mah­


vediyor. Dikenler burada üremek ve yayılmak için
mükemmel fırsat buluyorlar; bunların yayıldıkları
sahalar o derece geniş kİ, birkaç çiftliğin hayvanları­
na yetecek çayır sahasını kaplıyorlar. Bunlar kökten
sürebilen nebatlar olmadığı için, çiçeklenmeden önce
biçilerek kolayca yok edilebilirler.
Biz, toprağı kurtarmak için, bu dikenlere nasıl
mücadele edilebileceğine dair harp plânlan kurar­
ken, birdenbire bunlann büsbütün işe yaramaz olma­
dıklarını görerek biraz utandık. Yem ek yediğimiz
ıssız bir handa, iki SicilyalI asilzadeyle karşılaştık, bir
dâva meselesi için Palermoya sehayat ediyorlarmış.
Bu aklıbaşında adamların dikenlere yaklaşarak bun­
lann üst kısımlarını çakıyla kesmeye başladıklannı
hayretle gördük. Sonradan bunlan parmaklarının
uçlariyle tutup soyarak içlerini âfiyetle yemeye ko­
yuldular. Bu meşguliyetleri uzun müddet devam etti,
bizse bu esnada şarap (bu defa su katılmamış cinsten)
ve ekmekle iktifa ediyorduk. Seyisimiz bize de bu
dikenlerin saplanndan soydu, bunlann pek sıhhi ve
serinletici olduklannı iddia ediyordu. Fakat biz bun­
larla, Segeste’de yediğimiz çiğşalgam arasında pek
büyük bir fark görem edik!

30 Nisan, yolda
St. Paolo nehrinin kavisler çizerek aktığı vâdi-
den geçiyoruz. Toprak kırmızımtrak-siyah ve aşınmış
kalker dolu. Ekilmemiş geniş sahalar. Küçük nehir
İTALYA SEYAHATİ □ . 167

vâdiyi pek güzelleştiriyor. Killi ve kanşık toprağın


derinliği yirmi ayak kadar var ve oldukça mütecanis.
San sabirlar süratle gelişmekte. Mahsul güzel, fakat
biraz kanşık ve güneye nispetle daha pek geride.
Arasıra küçü evlere raslıyoruz. Castro Giovanni’ nin
hemen eteklerinden gayri hiçbir yerde ağaç yok.
Nehir kıyılannda pek çok söğüt ağacı var, bunlann
etrafını hep dikenler sarmış. Nehrin taşlan arasında
Ouarz’a rasladık, bunlann bazılan sade, bazdan da
Breccien’i andırıyor.
M olim enti, St. Paolo nehrinin kıyısında yeni bir
köyceğiz. Güzel tarlalann arasında yerin pek iyi
seçmişler. Civardaki ekin pek güzel, bunlan yirmi
mayısta biçm eye hazırlanıyorlar. Bu arazide volkanik
karakterden eser bile yok. Volkan taşlan, hattâ nehir
taşlan arasında bile mevcut değil. Toprak iyi kanş-
mış, hafif, rengi kahverengiyle menekşe arası. Neh­
rin sol tarafıdaki dağlar kalker ve kumtaşından
müteşekkil.
Tahavvül şeklini pek tetkik edemedim ama,
herhalde bu taşlar ufalanarak vâdinin bu derece
verimlileşmesine sebep olmuşlar.

Salı, 1 Mayıs 1787.


Zengin fakat çok gaynmuntazam ekilmiş bir
vâdiden aşağı indik; çektiğimiz bunca meşakkatten
sonra resmini yapmaya değer bir şey bulamamış
olmak çok canımızı sıkıyor. Kniep uzakların esaslı bir
krokisini çizdi, fakat hakikatte orta ve ön plânlar çok
168 İTALYA SEYAHATİ II.

biçimsiz oldukları için, bu krokinin önüne şaka olsun


dive Poussin’vari bir ön plân uyduruverdi. Böylece
bu krokiden eziyetsizce hoş bir resim meydana
gelivermişti. Kimbilir seyahat resimlerinin ne kadan
böyle yarım hakikatlerle doludur!
Sıkıldığımızı gören seyis, keyfimizi tekrar yerme
getirebilmek için, akşama bize iyi bir otel vaadedi-
yordu. Hakikaten de bizi yeni yapılmış bir otele
getirdi. Y ol üzerinde ve Catania’dan oldukça uzak
mesafede bulunan bu otel yolcular için çok elverişli.
Bu tertipli otelde on iki günden beridir ilk defa
olarak biraz rahata kavuştuk. Duvarda gördüşümüz,
kalemle ve güzel bir yazıyle İngilizce olarak yazılmış
olan şu cümleler pek garibimize gitti: “ Seyyah, kim
olursan o l, Catania’da “ Altın Aslan” oteline gitmek­
ten sakın! Buraya düşmek Kykloplann, Sirenlerin ve
Szyllerin ağma yakalanmaktan daha fecidir.” Bize bu
güzel öğütleri veren zatın, işi biraz m itolojik bir
şekilde mübalâğa etmiş olduğunu tahmin etmemize
rağmen, bize böyle aksi bir hayvan olarak tasvir
edilen o mâhut aslamn otelinden kaçınmaya karar
verdik. Seyisimiz, Catania’da nerede kalmak istediği­
mizi sorduğu vakit cevabımız şu oldu: nerede olursa
olsun yalnız “ Altın Aslan” otelinde olmasın. B ize,
bunun üzerine hayvanlarını barındıracağı handa kal­
mayı teklif etti. Şimdiye kadar olduğu gibi orada da
yemeğimizi kendimiz hazırlıyacaktık. Bu halden
memnunduk. Maksat aslamn pençesine düşmemekti.
İTALYA SEYAHATİ U. 169

Hybla M ajor’a d o ğ n ı(') lâv tabakaları belirmeye


başlıyor. Bu taşlan kuzeyden gelen sular sürüklüyor.
Nehir yatağında türlü türlü taşlarla, boynuz taşı lâv
ve kireçle kaynaşmış kalkerlere rashyoruz; bunlardan
başka sertleşmiş ve kalktüfüne bürünmüş volkan
külü de var. Türlü taşlardan meydana gelmiş çakıl
tepeleri ta Catania’ya kadar devam ediyor, bu
tepelerin eteklerinde ve üzerlerinde Aetna’dan gelen
lâv akıntılan var. Eski bir krater olduğunu tahmin
ettiğimiz bir oyuğu solumuzda bırakıyoruz. (M oli-
menti’ nin hemen aşağısında köylüler keten tohumu
ayıklıyorlardı.) Tabiatın renkleri nasıl sevdiğine bu­
rada şahit oluyoruz; gri-siyah lâvlann üzerinde, sanki
bunlarla eğlenmek istiyormuş gibi, koyu san bir
yosun tabakası ürüyor, bu yosunların üzerinde de
güzel, kırmızı Sedum’lar ve diğer menekşe renkli
çiçekler açıyor. Belli ki, bağlara ve kaktüs cinsi
nebatlara burada çok ihtimamla bakıyorlar.

Artık muazzam lâv akıntılariyle karşılaşmaya


başladık. M otta çok güzel ve hususiyeti olan bir kaya.
Baklalar burada pek boylu oluyor. Toprak her yerde
aynı değil; bazı yerler çakıllı, bazı yerler de daha iyi
kanşmış.
Güney-doğu tarafının bu zengin bahar nebatlan
çoktandır görmemiş olan seyisimiz, mahsulün bu
güzelliği karşısında heyecana kapıldı ve milliyet
histeriyle göğsü kabararak, bizde de böyle şeyler olup

(1 ) H ybla M ajör: şim diki ism iyle Paternd.


170 İTALYA SEYAHATİ II.

olmadığım sordu, Burada her şey buğday uğruna


feda ediliyor. Ağaçlara tek tük, bazı yerlerde de hiç
tesadüf edilm iyor. Seyisimizin eskiden tanıdığı, se­
vim li, güzel ve ince yapılı bir kız bize katıldı, katırlara
ayak uydurarak yoluna devam ediyor, bizimle konu­
şuyor, bir yandan da gayet zarif hareketlerle elindeki
ipliği büküyordu. Biraz sonra etrafımızı san çiçekler
kaplamaya başladı. M isterbianco’ya doğru kaktüsler
yeniden çitler teşkil etm eye başlıyorlar. Fakat bu
garip şekilli nebatlann meydana getirdiği çitlerin
daha güzel ve daha muntazamlan asıl Catania civa­
rında.

Catania, 2 Mayıs, Çarşamba.


Otelimiz hakikaten pek rahatsız. Seyisin pişirdi­
ği yemeklere de pek fevkalâde denem ez. Pirinçle
pişirilmiş tavuk vakaa pek de hakir görülecek bir
yem ek değil ama, adamcağız içine o kadar çok safran
katmış ki, yemek sapsan ve yenilip yutulmaz bir hale
gelmiş. Şimdiye kadar kaldıklanmızın en kötülerin­
den biri olan bu oda, az kaldı bize Hackert’in
torbasını yeniden açtıracaktı, onun için ertesi gün
erkenden sevimli otelcim izle konuştuk, kendisi, bizi
lâyıklyle ağırlıyamadığından dolayı mütessir olduğu­
nu ve biraz ilerde yabancıları misafir eden ve
herkesin memnun kaldığı, başka bir otel bulunduğu­
nu söyledi. Gösterdiği büyük evin bize karşı olan
cephesi oldukça vaatkâr görünüyordu. Hemen oraya
koştuk. Uşak olduğunu söyliyen işgüzar bir adam bizi
karşıladı. Efendisi evde değilm iş, kendisi bize salo­
İTALYA SEYAHATİ D. 171

nun yanında güzel bir oda gösterdi. Burada çok


ucuza oturabileceğimizi bize temin ediyordu. Bura­
nın âdetine uyarak, yatak, yem ek, kahvaltı, şarap ve
diğer ihtiyaçların hatlarının ayrı ayn ne kadar oldu­
ğunu sorduk. Söylediği fiatler hakikaten ucuzdu.
Hemen eski otelim ize koşarak ulak tefeğim izi buraya
naklettik ve yeni odamızdaki geniş yaldızlı konsola
yerleştirmeye koyulduk.

Kniep burada ilk defa olarak dosyasını açmak ve


kâğıtlarım yaymak fırsatını buldu. O resimlerini
sıraya koyarken, bende notlarımı derleyip topladım.
Sonra da bu güzel odamızdan dolayı mesut, salonun
balkonuna çıkarak manzarayı seyre daldı. Manzara­
nın letafetini kâfi derecede övdükten sonra, tekrar
işlerimize bakmak için odam ıza döneceğim iz sırada
bir de ne görelim ? Başımızın üzerinde muazzam bir
altın aslan. Düşünceli düşünceli birbirimize bakmaya
başladık, evvelâ gülümsedik, sonra güldük. Fakat
acaba görünürlerde Hom erin korkunç mahlûkların­
dan biri var mı diye d e, durmadan etrafımıza
bakmıyorduk, ama görünürde henüz bu nevi bir şey
yoktu. Buna mukabil, salonda iki yaşlarında kadar
bir çocukla oynıyan genç güzel bir kadın bulduk.
Fakat işgüzar uşak hemen zuhur etti ve kadım:
“ Çekil senin burada işin ne?” diyerek kovdu.
Kadın: “ Bana karşı çok sert davranıyordun, sen
olmayınca çocuk evde durmuyor, efendiler herhalde
bana, çocuğu burada biraz oyalamama müsaade
ederler” diye cevap verdi, fakat kocası lâf anlama-
172 İTALYA SEYAHATİ U

mazlıktan gelip kadını dışarı atmaya uğraşıyordu.


Çocuksa kapı önünde ciyak ciyak bağırıyordu. Niha­
yet biz de uşağı kadını kovma demeye mecbur olduk,
tngilizin ikazı üzerine bunun komedya olduğunu
anlamak güç değildi. Fakat biz işi anlamamazlıktan
gelerek sâf bir tavır takındık. Uşak babalığını en
sevimli tarafından göstermeye başlamıştı, çocuk ha­
kikaten ancak onun kucağında susuyordu. Bu sözde
anne, çocuğu herhalde kapı önünde bulmuş olacaktı.
Prens Biscari’nin tavsiye mektubunu sarayın
rahibine götürmesi için uşağı saraya yolladık, kadın,
takındığı sâf tavra, uşak uzaklaştıktan sonra da
devam etti ve adam dönüp A bbe’ nin yakında bizi
bizzat ziyaret edeceği haberini getirinceye kadar,
oyununu bozmadı.

Catania. Perşembe, 3 Mayıs


Dün ziyaretimize gelmiş olan A bbe bugün de
erkenden gelerek bizi saraya götürdü. Saray yüksek
bir zemin katı üzerine inşa edilmiş. Evvelâ müze
kısmını ziyaret ettik; burada mermer ve tunç heykel­
ler, vazolar ve buna benzer daha birçok antika eşya
vardı. Yeniden bilgimizi iyice arttırma fırsatını bula­
bildik, bilhassa, kopyesini Tischbei’nin atelyesinde
gördüğüm bir Jüpiter torsosuna hayran olduk. Bu
eserin kıymetini takdir bizlerin selâhiyetini aşıyor.
Saray erkânından biri bize icabeden malûmatı veri­
yordu, nihayet geniş ve yüksek bir salona geldik.
Duvar kenarlarına dizilmiş bir sürü iskem le, burada
İTALYA SEYAHATİ I] 173

kalabalık davetler tertibedildiğini gösteriyordu. Biz


de yakında hüsnü kabul göreceğim izi umarak bekle­
m eye koyulduk. Bu sırada içeriye iki kadın girdi,
salonda aşağı yukarı dolaşmaya başladılar. Arasıra
da aralarında konuşuyorlardı. Kadınlar bizim mevcu­
diyetimizi fark edince A bbe ayağa kalktı, ben de
onunla beraber ayağa kalktım, ve eğlenerek onları
selâmladık. Kim olduklarım sordum, genci Prenses,
yaşlısı da Catania’lı asil bir hanımmış. Biz tekrar
yerlerimize oturduk, fakat hanımlar, sanki pazar
yerindeymişler gibi aşağı yukan dolaşmakta devam
ettiler.
Nihayet prensin huzuruna davet edildik. Prens
bize hususi bir itimat göstererek sikke koleksiyonunu
görm em ize müsaade etti. İşittiğimize göre, gerek
babasının zamanında olsun, gerek kendi zamanında,
böyle ziyaretler esnasında koleksiyonun bazı parçala­
rı ortadan kayboluverdiği için, artık kendisinde
koleksiyonunu gösterme hevesi pek kalmamış. Prens
Torrem uzza’mn koleksiyonunu ziyaretim esnasında
epey şey öğrenmiş olduğum için, burada biraz daha
b ile li görünebildim . D iğer taraftan yeni şeyler de
öğrendim , bu arada W inckelmann’ın çizdiği, ve
m uhtelif sanat devreleri içinde bize iyi kötü kılavuz­
luk eden yoldan da istifade ediyordum . Prens bütün
bunlar hakkında büyük malûmata sahip. Bizlerin bu
işde, derin bilgisi olan kimseler değil sadece amatör
olduğumuzu anlayınca, öğrenm ek istediğimiz şeyler
hakkında malûmat vermekten kaçınmadı.
174 İTALYA SEYAHATİ D

Bu koleksiyonu — oldukça uzun bir zaman,


fakat gene de lâyık olduğu kadar değil —
seyrettikten sonra, tam müsaade isteyip ayrılacağı­
mız sırada, prens bizi annesinin yanında götürmek
arzusunu gösterdi. Burada da bazı ufak tefek sanat
eserleri varmış.
Prenses, asil, ve zarif bir hanım. Bizi şu şözlerle
karşıladı: “ Etrafınızdaki şeyleri serbestçe seyredin,
her şeyi merhum koçanım topladığı ve tanzim ettiği
gibi bulacaksınız. Bunu oğiumun saygısına borçlu­
yum ; bana hem sarayın en güzel odalarında oturma­
ma müsaade etti, hem de babasının eliyle yerleştirdi­
ği şeylerin yerinden oynatılmamasım emretti. Bu
benim iki türlü lehime oluyor; böylece hem bunca
senedir alışmış olduğum hayatı yaşamaya devam
ediyorum , hem de uzak memleketlerden hâzineleri­
mizi görm eye gelen kıymetli ecnebi misafirlerle
tanışmak fırsatım bulmuş oluyorum .” Bunları söyli-
yerek, içinde kehriba işlerinin muhafaza edildiği
camlı dolabı açtı. Sicilya kehribalan kuzeydekilerden
farklı; şeffaf ve gayn şeffaf olmak üzere, renkleri
balmumundan başhyarak, derece derece koyu san ve
kırmızıya kadar gidiyor. Kehribadan yapılmış um ler,
kadehler ve birtakım başka eşya; hep nadir, yekpare
parçalardan oyulmuş. Bunun için bazan bu madde­
den büyük, hayrete değer parçaların kullanılması
lâzım gelmiş.
Prenses bu kehriba işlerini, Trapani’de deniz
hayvanlan kabuğundan işlenen eşyayı ve fildişi oy­
İTALYA SEYAHATİ II. 175

malarını pek seviyor ve koleksiyonundaki bu nadir


parçalar hakkında hoş hikâyeler anlatıyor. Prens
dikkatimizi daha ciddî şeyler üzerine çekiyordu.
B öylece hem eğlenceli, hem de istifadeli birkaç saat
geçirdik.
Arada prenses, Alman olduğumuzu öğrenmişti
ve evvelce taşımış olduğu vatandaşlarımızı v. R iede-
sel’i, Bartels’i Münter’i soruyordu. Kendisi hepsinin
şahsiyet ve karakter farklarını iyice hatırlıyor. Bura*
dan istemiyerek ayrıldık, Prenses de bizi bırakmak
istemiyordu. A da hayatının ne de olsa ıssız bir hah
var; ancak dışardan gelenler buralara taze bir hava
getiriyorlar.
Ondan sonra rahip bizi Benediktin manastırına
götürdü. Bir rahibin hücresini ziyaret ettik, pek de
yaşlı olmıyan bu rahibin, dünyadan el etek çekm iş,
mahzun hali insana hiç de canlı bir sohbet vaadetmi-
yordu.
Böyle görünmesine rağmen bir rahip pek sanat­
kâr blir adammış; kilisenin muazzam orgunu ancak
kullanabiliyormuş. Kendisi arzumuzu daha söylem e­
den hissederek bizi kiliseye götürdü, bu nefis aletin
başına geçti ve kiliseyi, nefes kadar incesinden tutun
da en azametli sedalara kadar türlü tonlarla inletti.
Bu adamı önceden görmemiş olanlar, çalışını işittik­
leri zaman kendisini kuvvetli bir dev sanabilirler.
Fakat biz kendisiyle önceden tanışmış olduğumuz
için, sarf ettiğimiz bu gayretin nasıl olup da şimdiye
kadar onu mahvetmemiş olduğuna hayret ettik.
176 İTALYA SEYAHATİ n.

Catania, Cuma, 4 Mayıs.


A bb£ hemen yemekten sonra bir arabayle geldi.
Bize şehrin uzak taraflarını göstermek istiyordu.
Arabaya binerken aramızda garip bir yer münakaşası
oldu: be arabaya daha evvel binmiş ve sol tarafa
oturmuştum, kendisi binerken bana İsrarla sağa
geçmemi ve kendisini soluma almamı söyledi. Ben,
bu nevi merasimlerden vazgeçmesini rica ettim.
“ A ffedin ,” dedi. “ Eğer ben sizin sağınıza oturacak
olursam görenler benim sizinle gezmeye gittiğimi
sanırlar, halbuki solunuzda oturursam, bu açıkça siz
benimle geziyorsunuz, yani ben size prens namına
şehri gezdiriyorum dem ektir.” Buna karşı bir şey
söyliyem edim ve arzusunu yerine getirdim.
1669 senesinde vukua gelen müthiş lâv akınlan,
şehrin büyük bir kısmını tahribetmiş, şimdi tırman­
maya başladığımız yukarı sokaklarda bu lâvların
izleri hâlâ belli. Sonradan donarak sertleşen bu ateş
selini, herhangi bir kayayı olduğu gibi işlenmişler ve
bunların üzerine yapılması tasarlanan sokakların bir
kısmı da tamamlanmış. Bu taşlardan bir parça
kopardım , bu arada Almanyadan hareketimde önce,
bazalt taşının menşein volkanik olup olm adığı müna­
kaşasını hatırlıyarak, bu kayanın m uhtelif yerlerinde
bazı parçalar daha kopardım.
B öylece birkaç farlı nevi elde etmek istiyordum.
Eğer memleketlerinin topraklarım sevmeseler ve
gerek ilim , gerekse kendi istifadeleri için bu toprak­
İTALYA SEYAHATİ II. 177

lardaki garip şeyleri bir araya toplamasalar, seyyah­


lar için çok göç olurdu. Daha N apolide, İâv satan bir
adamın bana faydası dokunmuştu. Burada da daha
derin bir mânada Şövalye G ioeni’den istifade
ettim (')- Onun zengin ve büyük bir zevkle tanzim
edilmiş koleksiyonunda Aetna lâvlarım buldum: A et-
na’nın eteğindeki bazaltlar ve güçlükle tanınabilen
bir takım başka tahavvül etmiş taş; şövalye bunların
hepsini bana büyük bir nezaketle gösterdi. Beni en
çok hayran eden Jaci’nin aşağısında, deniz içindeki
sivri kayalıklardan alınmış olan zeolithe’ler oldu.

Şövalyeye Aetnaya çıkmanın nasıl mümkün


olabileceğini sorduk. Bu mevsimde bilhassa zirveye
çıkmanın büyük bir cüret eseri olduğunu söylüyor.
Bizden, önce özür diledikten sonra “ zaten” diye
sözlerine devam etti: “ Umumiyetle buraya gelen
seyyahlar, bu işi pek kolay sanıyorlar, halbuki bizler,
bu dağın komşuları, bütün ömrümüz müddetince bir
iki müsait fırsat ele geçirip zirveye varabilirsek,
kendimizi mesut addederiz. Tasvirleriyle, ateş püskü­
ren tepeye karşı herkesin merakını uyandıran,
Brydone, hiçbir zaman zirveye ayak basmamıştır,
G raf Broch ise bu noktayı okuyucularına meşkûk
bırakıyor; ben onun da muayyen bir irtifadan daha
yükseklere çıkamamış olduğunu tahmin ediyorum.
Daha birçoklarını da sayabilirim. Şu sırada kar henüz

(1 ) Şövalye G ioeııi: Catania üniversitesinde tabiat ilim leri profe­


sörü.
178 İTALYA SEYAHATİ D.

aşağılara kadar yollara kapıyor ve birçok yerlerde


geçitleri tıkıyor. Eğer beni, dinlerseniz, yarın sabah
erkenden atlarınızla M onte R osso’nun eteklerine
kadar gider oradan yukan tırmanırsınız. Hem en
güzel manzarayı seyredebilecek, hem de 1669 sote­
sinde fışkırmış ve maalesef şehrin ta içlerine kadar
inmiş olan eski lâvlara rashyacaktır. M onte Rossodan
manzara çok nefis ve berraktır. Üst tarafı için de
anlatılanları dinlemekle iktifa ederseniz, her halde
daha isabetli olu r.”

Catania, Cumarseti, S Mayıs.


Söz dinledik ver erkenden kalkıp katırlarımıza
binerek yola düzüldük, ve hep arkamıza bakarak
nihayet zamanın henüz hâkim olm adığı, eski lâvlann
bulunduğu irtifaa vardık. Zamanın henüz yontamadı-
ğı bu lâvlar, sivri köşeli tümsekler ve levhalar halinde
yayılıyorlar. Hayvanlarımız bunların arasında tesü-
düfi yollar bularak geçiyorlardı. İlk tepede biraz
durduk. Kniep yukarlann görünüşünü büyük bir
vuzuhla çizdi: Ö n plânda lâv kitleleri, solda M onte
R osso’nun çifte zirvesi, hemen arkamızdaki sırtlarda
N icolosi ormanları ve bunların arasından, dumanları­
nı hafifçe tüttürerek yükselen karlı zirve. Kızıl dağa
biraz daha yaklaştık, ben yukarlara doğru tırmandım;
dağ tamamen volkan tozu, volkan külü ve taşlarından
ibaret. Eğer doğudan çok sert esen rüzgâr adımlarını
kesmeseydi, kraterin etrafında dolaşmak pek güç
olmıyacaktı. İlerliyebilm ek için mantomu çıkarmaya
İTALYA SEYAHATİ D. 179

mecbur oldum , fakat şapkam, arkasıdan da ben, her


an kraterin içine uçmak tehlikesindeydik. Bu sebep­
ten tutunabilmek ve etrafı emniyetle seyredebilmek
için oturmaya mecbu oldum . Fakat bu vaziyetin de
hiç bir faydası olm adı: doğudan şiddetle esen rüzgâr
önümüzde serilen güzel arazi üzerinden denize doğru
ilerliyordu. Messina sahillerinin Syraküsa’ya kadar
uzanan kısmım bütün girinti ve çıkıntılariyle görebili­
yordum. Sahil çizgisi bazı yerlerde tamamen açık bazı
yerlerde de sahil kayalarının arkasında gizli kalıyor­
du. Kafam tamamen sersemleşmiş, bir halde aşağıya
indiğim vakit, Kniep’in vaktini boş geçirmemiş oldu­
ğunu gördüm. D elice esen rüzgâ/m görm em e, hele
hafızama nakşetmeme müsaade etmediği güzellikleri
o , zarif çizgilerle kâğıda tesbit etmişti.

Kendimizi tekrar “ A ltın Asla” nın pençesinde


bulduğumuz zaman, bize refakat etmesine güçlükle
mâni olduğumuz uşağı yine orada bulduk.

Zirveye çıkmak teşebbüsünde bulunmamamızı


beğeniyor, fakat yann denize, Jaci kayalarına bir
gezinti yapmamız için İsrar ediyordu... Bu Catania’da
yapılabilecek gezintilerin en güzeli ve en eğlencelisiy­
miş. Yiyecek içecek ve yemeklerimizi ısıtacak malze­
m eyi birlikte alacakmışız, bu işi kansı üzerine almayı
teklif ediyormuş. Sonra İngilizlerin nasıl çalgıcılarla
bir kayık kiralıyarak aklın alamıyacağı kadar eğlen­
diklerim , anlattı. Söylediğine göre bundan daha
üstün bir zevk tasavvur edilemezmiş!
180 İTALYA SEYAHATİ D.

Jaci kayaları beni hakikaten cezbediyor. Bu


kayalardan, G io d ’nin koleksiyonunda gördüğüm o
güzel zeolithe’ler kadar güzellerini koparmak istiyo­
rum. M eseleyi uzatmadan, meselâ kadının refakatim
reddederek bu gezintiyi pekâlâ yapabiliriz, fakat
İngilizin ikaz eden hayali galebe çaldı. Zeolithe
taşlarından kendimizi mahrum ettik ve bu temkinli
hareketimizden dolayı büyük gurur duyduk.

Catanai, Pazar. 6 Mayıs.


A bb6 tekrar kendini gösterdi. Birlikte antik
mimari harebelerini görm eye gittik. Bunlardan tam
bir zevk alabilmek için, bu yapılan eski halleriyle
tasavvur edebilecek, kuvvetli bir muhayyileye sahip
olm ak lâzım.
Bir Naumachie’nin su hazilerinin harebelerini ve
buna benzer daha başka harabeler gösterdiler, fakat,
bunlar lâv akınlan, zelzeleler ve harbler esnasmda
öyle mahvolmuş, o derece çökmüşler kİ, ancak antik
mimariyi pek iyi tarayanlar bunlardan haz duyabilir
veya bir şeyler öğrenebilirler.
A bbâ, tekrar prensi ziyaret etmemizin lâzım
olmadığını söylüyor. Karşılıklı dostluk ve şükran
hisleri içinde kendisiyle vedalâştık.

6 M ayıs, Taormina, Pazartesi.


Allaha şükür bugün gördüklerimizin hepsi kâfi
derecede tasvir edilmiş şeyler, tamamiyle not edile­
İTALYA SEYAHATİ II. 181

bildi. Kniep yarın bütün gün resim yapmaya niyetle­


niyor. Kumsalın biraz ilersinde başlıyan sarp kaya
duvarları üzerine çıkıldığı zaman, yanm daire şeklin­
de bir duvarla birbirine bağianan iki zirve görünüyor.
Tabiatın bunlara ilk verdiği şekil nasıldı bilmem ama,
burası sonradan, sanat yardımiyle yanm daire şeklin­
de bir amfitiyatro haline getirilmiş. Duvarlar ve
tiyatronun hol ve koridorlarım teşkil eden yapılar
tuğia. Sahne, basamaklar halinde inşa edilmiş olan
seyirciler kısmının eteğinde. Uzunlamasına olarak
yerleştirilen bu kısım karşılıklı iki kayayı birbirine
bağlıyor ve böylece tabiat ve sanat müştereken
muazzam ve muhteşem bir eser meydana getiriyor­
lar.

İtiraf etm ek lâzım ki seyirci yerlerinin en üstteki-


lerine oturduğumuz zaman gördüğümüz manzar,
dünyada hiçbir tiyatronun seyircilerine nasıp olm a­
mıştır: sağ tarafta yüksek kayalar üzerinde kale
duvarları yükseliyor, aşağıda da şehir; vakaa şimdiki
yapıların çoğu yeni ama, şüphesiz kİ bunlar eskileri­
nin bulundukları yerler üzerine inşa edilm iş. Buradan
Aetna’mn uzunlamasına yayılan sırtlarım va Catania,
hattâ Syraküza’ya kadar uzanan sahili de görüyo­
ru z... Arkada, Aetna’nın dumanlar saçan muazzam
alevi bu tabloyu tamamlıyor, fakat bu manzara
zannedildiği kadar dehşet verici değil; çünkü atmos­
ferin hafifletici tesiri, bu ateş kaynağını olduğundan
uzak ve daha az korkunç gösteriyor.
182 İTALYA SEYAHATİ D.

Gözlerim izi arka tarafa, seyircilerin yerlerinin


arkasında bulunan geçitlere çevirdiğimiz vakit hep
kaya duvarlariyle karşılaşıyoruz. Messina yolu bu
kayalar ve deniz arasından yılankavi geçiyor. Kayala­
ra ve kaya guruplarına denizin içinde de tesadüf
ediliyor. Kalabria sahilleri pek uzaklarda kalıyor,
bunları ufuktaki bulutlardan, ancak pek dikkatle
bakacak olursak ayırdedebiliyoruz.

Sonra tiyatroya doğru indik. Mahir bir mimar bu


tiyatroyu restore etmek imkânlarını hiç değilse kâğıt
üzerinde olsun tecrübe etm eli. Tiyatronun harabeleri
içinde dolaştıktan sonra, bahçeler arasında şehre
inen bir yol bulmak istedik. Bu sırada farkına vardık
kİ, pek sık dikilmiş olan A gav’lar aşılması güc setler
meydana getirmişler. Birbirlerine dolanmış yapraklar
arasından etrafımızı görebildiğim iz için, bunların
arasından geçebileceğim izi de sandık. Fakat yaprak­
ların kenarlarındaki sivri dikenler buna meydan
verm edi. Bizi, taşıyabilir ümidiyle böyle muazzam bir
yaprağa bastığımız vakit, yaprak hemen kınhverdi ve
ileriye, feraha çıkacağımıza kendimizi diğer komşu
yaprak kümelerinin kucağında bulduk. Evvelâ bu
lâbirentin içinden kendimizi kurtardık, soa.a da
şehirde hafif bir yemek yedik. Güneş batmadan içeri
girmeği canımız istemiyordu. H er bakımdan dikkate
değer olan bu şehnn, nasıl yavaş yavaş karanlıklara
gömüldüğünü seyretmenin hazzma doyum olm uyor.
İTALYA SEYAHATİ II 183

Salı, 8 M ayıs, Taormina sahillerinde.

Kniep gibi bir sanatkârın birlikte gelmiş olması


benim için büyük bir talih eseri. Buna ne kadare
sevinsem az. Beni tahammül edem iyeceğim bir yük­
ten kurtarıyor, bana gönlümün istediği gibi hareket
edebilm ek serbestisini veriyor. Dün gördüklerimizi
teker teker çizebilm ek için, o şimdi tekrar yukarıya
gitti. Durup durup kalemlerini nasıl sivrilttiğini görür
gibi oluyorum . Bu kadar işle nasıl başa çıkacak
orasmı bilm em. İsteseydim, bunu görebilirdim , çün­
kü ben de evvelâ kendisiyle birlikte yukarı çıkmak
istedim, fakat sonradan burada kalmak fikri bana
daha cazip göründü. Yuva kurmak için bir yer ariyan
kuşlar gibi ben de başımı sokacak sakin bir köşe
aradım. Bakımsız, köhne bir köy bahçesinde, bir
portakal ağacının dallan üzerine oturarak kendimi
garip düşüncelere kaptırdım. Portakal ağacı dallanna
oturulabilmesi, belki sizlere garip görünecek fakat bu
ağaçlann, kendi hallerine bırakıldıkları takdirde,
köklerinin biraz yukansından ince dallara aynldıkla-
nnı ve bu dallann zamanla hakiki dallar haline
geldiklerim görenler için, bu pek tabd bir şey.

Ben böylece oturup “ Nausikaa” mn plânım dü­


şünmeye devam ettim. Bu “ Odyssee’nin dram halin­
de teksif edilmiş bir şekli. Ben böyle bir şeyi imkânsız
görmüyorum. Yalnız her şeyden evvel dram ve
destanın esas farklarım iyice kavramak lâzım. Kniep
184 İTALYA SEYAHATİ Q.

geldi; gayet teiniz çizilmiş muazzam iki kâğıt getirdi.


Halinden pek memnun ve mesut görünüyordu. Bu iki
krokiyi sonradan bana, bugünün harikulâde hâtırası
olarak tamamlıyacak.
Bu güzel sahilleri en berrak bir sema altında
küçük bir şahnişten seyir ettiğimi unutmamalı. Etraf,
gül ve bülbüllerle dolu Bülbüller burada altı ay
fâsılasız öterlermiş.

Hâtıralarımdan.

Mâhir bir sanatkârın yanımda bulunması, tek


tük ve zayıf da olsa kendi yaptığım tecrübeler, artık
bende bütün gördüğüm enteresan bölgelerin ve
birçok kısımların kâğıda tesbit edilebileceği kanaatini
hâsıl etti, ilerde bunların içinden istediklerimi seçe­
rek tekmilletebilmek imkânı içim e huzur veriyor.
B öylece kendimi, ruhumu gittikçe saran yeni arzu ve
fikirlere kaptırdım. İçerisinde bulunduğum bu hari­
kulâde peyzajı, denizi, adaları, limanlan onlara lâyık
figürlerle canlandırmak, bu topraklarda, bu yerlerin
bana ilhan ettiği bir kom pozisyon yaratmak emelin-
deyim , hem de bunun şimdiye kadar erişebildiğim
ton ve ifade tarzından bambaşka bir şekilde olmasını
istiyorum ... Semanın berraklığı, denizin havası, ve
etrafa yayılan nefis kokular, dağlan, gökyüzünü ve
denizi tek bir unsura irca ediyor... H er şey benim
niyet ve arzularımı desteklemekte. Umumi parkta,
İTALYA SEYAHATİ D. 185

çiçekier, bodur ağaçlar ve zakkumlar arasında, çar­


daklar, meyvalanmış portakal ve lim on ağaçlan
altında dolaşırken, adlarım bilemediğim türlü türlü
ağaçlann altında dinlenirken, nüfuzu altında bulun­
duğum yabana tesirleri büyük bir hazla duyuyo­
rum.

“ Odyssee” için, içinde bulunduğum bu canlı


muhitten daha iyi U r izah olamıyacağına kanaat
getirdim. Destandan hemen bir nüsha edinerek
büyük bir alâkayla okumaya koyuldum ... Fakat bu,
dafra başlangıçta, kendi yaratma arzulanmı kamçıla­
dı. İlk anda ne kadar garip görünürse görünsün, bu
beni gitgide sardı ve nihayet ondan başka bir şeyle
meşgul olamaz oldum ; “ Nausikaa” yı trajedi olarak
yazmak sevdasına kapılmıştım ...

İlerde bunu nasıl inkişaf ettireceğim i henüz


kendim de bilm emekle beraber, plânı hususunda
hemen karar vermiş bulunuyorum. Esas fikir şu:
Nausıkaa’yı kıym etli, sevilen ve istenen bir genç kız
olarak tasvir etmeyi düşünüyorum. Bütün namzetle­
ri, kendisinde onlara karşı hiçbir meyil hissetmediği
için reddediyor... Fakat sonunda garip bir yabancının
tesirine kendini kaptırıyor, her şeyi unutuyor ve
hislerini ihtiyatsızca izhar ederek kendini ele veriyor.
B öylece vaziyet tamamen trajik bir safhaya giriyor.
Bu basit hikâye, onu süsliyen diğer m otifler ve içinde
yuğurulduğu deniz ve ada havasının tesiriyle zengin­
leşecek ve hoş bir şekil alacak.
186 İTALYA SEYAHATİ D

İlk perde bir top oyuniyle başlıyor ve beklenme­


dik tanışma burada oluyor. G enç kızın yabancıyı
bizzat şehre götürmekie tereddüt gösterm esi, ona
karşı olan meylinin ilk işaretidir. İkinci perde A lkino-
us’un evini, Nausikaa’nın namzetlerinin karakterini
gösteriyor, ve Ulysses’in içeri girmesiyle sona eriyor.
Üçüncü perde tamamen maceraperestin ehemmiyeti­
nin anlatılmasına hasrediliyor. Bu maceraların dialog
şekline anlatılmasiyle, muhtelif dinleyiciler üzerinde
başka başka tesirler yaratakcak hoş ve sanatkârane
bir şey yapabileceğimi ümidediyorum. Hikâyenin
anlatılması esnasında ihtiras ve alâkalar gittikçe
artıyor. Nausikaa’nın yabancıya karşı olan alâkası,
bunları dinlerken altında kalmasından ve takındığı
tavırlardan nihayet belli oluyor. Dördüncü perdede
Ulysses’nin kahramanlıkları sahne haricinde cereyan
ediyor. Evde kalan kadınların kendisine karşı olan
m eyil, alâka ve ümitleri gittikçe kuvvetleniyor. Y a­
bancının kazandığı muvaffakiyetler karşısında Nausi-
kaa kendine hâkim olam ıyor ve böylece kendisini
vatandaşlarına karşı açıkça, geri dönülmüz bir şekil­
de ele vermiş oluyor. Bütün bu işlere sebep olmakta
yan suçlu yan mâsum olan Ulyss, nihayet oradan
ayrılacağım bildiriyor. Beşinci perdede Nausikaa için
ölüm ü aramaktan başka çıkar yol kalmıyor.
Bütün bu kom posizyonda gözümle gördükleri­
me ve tecrübelerime dayanarak tasvir edilmemiş olan
tek bir sahne yok. Şu anda kendim de seyahat
etmekteyim ve her an için sonu trajik olarak neticelen-
İTALYA SEYAHATİ D 187

meşe bile, ıstıraplı, tehlikeli ve nahoş bir şekilde


neticelenebilecek olan maceralara kendimi kaptır­
mak tehlikesindeyim. Ben de vatanımdan uzaklarda
bulunan şeyleri, seyahat maceralarını ve başımdan
geçen vakaları, herkesin bunlardan zevk alabilmesi
için canlı ve renkli bir şekilde tasvir ederken gençler
tarafından yanilâh, yaşlı başlı kimseler tarafındansa
bir mübalâğacı nazariyle görülm ek, lâyık olmadığım
bazı teveccühlere mazhar olm ak, beklenmedik bazı-
engellerle karşılaşmak tehlikesine mâruz bulunuyo­
rum. İşte bunların hepsi beni, bu yeni plân ve
niyetlerime sımsıkı bağlıyor. Palermodaki günlerim
ve bütün Sicilya seyahatim bana tür rüya imiş gibi
geliyor. Bu sebepten olacak, bütün zahmetleri ve
karşılaştığım zorlukian pek Sazla hissetmedim. Bu
eski toprakiar üzerinde kendimi öyle bir şiir havası
içinde hissediyorum ki, gördüğüm, yaşadığım, ve
karşılaştığım her şeyi iyice kavrıyor ve ruhumda
teksif ettirebiliyorum.
İyi — belki de kötü — bi itiyat, pek az şey not
ediyorum . Fakat her şeyi en nice teferruatına varın­
caya kadar iyice ruhuma sindiriyorum. Üzerlerine
gelen yeni intibaalar, bunları gerilere itiyor ve bu
hâtıralar, ben kendilerini tekrar çağırana kadar sanki
unutulmuş gibi uyuyorlar.

8 Mayıs, Messina yoluna.


Solumuzda sarp kalker kayaları. Bunların renk­
leri gittikçe çeşitlileşiyor ve denize doğru güzel
188 İTALYA SEYAHATİ II

çıkıntılar teşkil ediyorlar. İlerde bunlan killi arduvaz


veya grauvvacke diyebileceğim iz bir nevi taş takibei-
yor. Derelerin içinde granit parçalarına raslanıyor.
Solanum’un sarı elmaları (dom ates) ve zakkumların
kırmızı çiçekleri peyzaja neşeli bir manzara veriyor.
Nişi nehri ve diğer dereler arduvaz parçalan sürüklü­
yorlar.

Çarşamba, 9 Mayıs 1787.


Sağımızda şiddetli bir doğu rüzgârının dalgalan­
dırdığı deniz, solumuzda dün yukardan seyrettiğimiz
kaya duvarlan, hayvanlanmızın sırtında yolumuza
devam ediyoruz. Kayalar bugün durmadan sularla
mücadele halindeler... Sayısız dereler aştık, bunlann
içinden sadece daha büyücek olan Nis. nehir sıfatını
taşmaya lâyık. Bu derecikler ve bunlann sürükledik­
leri taşlar, şiddetli dalgalarla, yolu aşarak kayalara
çarpan ve yolculan ıslatan denizden daha az yolumu­
zu kesiyorlar.

Bu harikulâde bir manzaraydı ve hâdisenin


garabeti bizi zorluklara, eziyetlere katlandırdı.
Arada mineralojik tetkiklerde bulunmayı da
ihmal etmedim. Hava tesirlerinin kemirdiği muazzam
kalker duvarlar çökm üşler; yumuşak kısımlannı dal­
galar sürükleyip götürmüş, sert kısımlar geri kalmış.
Onun için bütün sahil renkli boynuz taşlarını andıran
çakmak taşlariyle dolu. Bunlardan beraberime muh­
telif örnekler aldım.
İTALYA SEYAHATİ D. 189

B öylece Messina’ya vardık. Elimizde hiçbir otel


adresi olmadığı için geceyi handa geçirmeyi ve yann
sabah daha iyi bir otel aramaya karar verdik. Bu
karan bize verdiren daha şehre girer girmez, tama-
miyle harabolmuş bir şehre girmiş olmanın korkunç
tesiriydi. Çünkü ancak bir çeyrek kadar harabeler
içinde yolumuza devame ettikten sonra bana varabil­
dik. Bu bina bütün mahallede yeniden tamir edilmiş,
olan biricik bina, yukan katın pencerelerinden iğri
büğrü harabelerle dolu geniş, sahalar görüyoruz.
Olduğumuz yerden başka, etrafta hiçbir yerde insan
veya hayvandan eser yok. G ece etraf son derece ıssız
ve sessiz. Kapıları ne kapatmak ne de kilitlemek
mümkün. Burada insanları misafir etmek için hazır­
lanmamış oldukları belli, her şey ahırlarda olduğun­
dan pek farklı değil. Fakat burada da altımıza bir şilte
atıp, rahatça uyuduk. Şilteyi, işgüzar seyisimiz hana­
yı kandırarak altından almıştı!

M essina('), Çarşamba 9 Mayıs.


Cesur kılavuzumdan bugün ayrıldık; bize dikkat
ettiği hizmetler iyi bir bahşişle mükâfatlandırıldı.
Bize ve Messina’nın görm eye değer yerlerini göstere­
bilecek bir uşak bulduktan sonra kendisiyle vedalaş­
tık. H ana bizi bir an evvel başından savmayı istediği
için, eşyalarımızın daha iyi bir otele taşınmasına
canla başla yardım etti. Taşındığımız yer, şehrin biraz1

(1 ) 1783 teki büyük zelzele, M essioa’nın büyük bir kısmım


harabeye çevirm işti.
190 İTALYA SEYAHATİ D.

canlıca olan tarafında, yanı asıl şehrin dışında bulu­


nuyor.
Burada vaziyet şöyle: messina’nın uğradığı bü­
yük felâket esnasında(2) on iki bin kişi ölm üş ve otuz
bin kişi evsiz kalmış. Binaların büyük bir kısmı
yıkılmış, geri kalan çatlak duvarlı binalarda da
oturmak imkânsız olmuş. Messia’nın kuzeyine, he­
men barakalardan ibaret bir şehir inşa edivermişler.
Panayır zamanlarında Frankurtta Röm erberg’de(3)
veya Leipzig’in pazar meydanında dolaşmış olanlar,
burasını kolayca tasavvur edebilirler, Bütün dükkân
ve atelyelerin sokak tarafları duvarsız... Birçok işler
dışarda yapılıyor. Büyücek binaların da sokak taraf­
ları açık, bu evlerde oturanlar vakitlerinin çoğunu
açık sema altında geçiriyorlar... Üç seneden beridir
yaşadıktan baraka, — çadır, — ve kulübe hayatı
halkın karakteri üzerinde bariz bir tesir yapmış. O
müthiş hâdisenin, üzerlerinde bıraktığı dehşet, ve
buna benzer ikinci bir felâket korkusu, bi insanlan
yaşadıktan anın zevkini çıkartmaktan başka U r şey
düşünmemeye sevk ediyor. Nisanın yirmi Urinden
yani yirmi günden beri yine yeni U r felâket korkusu
başlamış. Bize küçük bir kilise gösterdiler, felâket
esnasında içerisi dua edenlerle doluymuş. İçerde
bulunanlardan bazılan o sırada geçirdikleri müthiş
korkudan hâlâ kendilerini sıyıramamışlar.
(2 ) M essina 1783 senesi Şubat ve M art aylarında müthiş bir zelzele
felâketine uğramıştı.
(3 ) Frankfurt belediyesi karsısındaki m eydan. (E skidan A lm an
im paratorlarının seçim m erasim i orada yapılırdı
İTALYA SEYAHATİ 0 . 191

Buraları gezip görm eye bize sevimli konsolos


yardım etti. M ecbur olmadığı halde işimize koşuyor.
Bilhassa bu harabeler çölü içinde yapılan yardım
başka yerlerde olduğundan daha çok makbule geçi­
yor. Buradan çabuk ayrılmak arzusunda olduğumuzu
duyunca, bizi hemen yakında Napoliye hareket
etmek üzere bulunan bir Fransız gemisinin sahibiyle
tanıştırdı. Buna doğrusu çok sevindik, çünkü beyaz
bayrak korsanlara karşı en iyi siper.
Sevimli kılavuzumuza, bu tek katlı büyücek
kulübelerden birinin içini, döşeniş tarzını, ve içinde
yaşıyan göçebe hayatın yakından görm ek arzusunda
olduğumuzu söylerken, yanımıza bir adam yaklaşa­
rak kendini Fransızca hocası olarak takdim etti.
Gezintimiz bitince konsolos kendisine öyle bir binayı
görmek arzumuzu bildirdi, ve bizi evine götürerek
ailesiyle tanıştırmasını rica etti.
Kalaslardan yapılmış bir kulübeye girdik, burası
tıpkı panayır yerlerinde hayvanlan veya diğer garip
şeyleri teşhir ettikleri, içerisine para verilip girilen
barakalan andınyordu. Tavan ve duvarlar çıplak
tahtaydı. Ön kısım yeşil bir perdeyle ayrılmıştı. Tahta
döşenmemiş, yerler âdi kaldırım gibi gelişi güzel
taşlarla düzeltilmişti. Ortada masa ve sandalyeden
başka hiçbir eşya görünmüyordu. Bu sofa, tavanda
kalasların arasında rasgele kalan aralıkiardan ışık
alıyordu. Burada bir müddet konuştuk. Ben yeşil
perdeyi, ve tavanda, açıkta görünen çatı kirişlerini
tetkik ediyordum ... Birdenbire perdenin arkasında,
192 İTALYA SEYAHATİ D.

siyah gözlü, siyah bukleli, mütecessis genç kız kafala­


rı peyda oldu. Fakat benim baktığımı fark eder etm ez
bir anda hepsi kayboluverdi. Konsolosun arzusu
üzerine bir müdde sonra — aradan tam giyinebilecek
kadar zaman geçmişti — kızlar süslenmiş püslenmiş
tekrar ortaya çıktılar. Zarif vücutları ve renkli
elbiseleriyle yeşil perdenin önünde pek güzel bir
tablo teşkil ediyorlardı.
Sordukları suallerden, bizi bambaşka bir âlem­
den gelen garip mahlûkiar telâkki ettikleri anlaşılı­
yordu. Cevaplarımız bu sevimli hatalarını büsbütün
kuvvetlendirdi. Konsolos onlara bizi büsbütün efsa­
nevi mahlûklar olarak tasvir ediyordu. Burada haki­
katen çok zevkli anlar yaşıdık vliliği bize inşa tarzını
tetkik etmeyi unutturmuştu.
Konsolosun söylediğine göre, muhakkak surette
elzem olmamakia beraber, valiyi ziyaret etmek pek
de fena olmazmış. Bu zat keyfine ve kendi peşin
hükümlerine göre hareket eden garip bir ihtiyarmış
ve insana faydası olduğu kadar zaranda dokunabilir­
miş. Burayı ziyarete gelen tanınmış misafirleri kendi­
sine tanıtmak, konsolos için faydalı olacakm ış. Am a
nasıl karşılanacağımızı kestirmek önceden mümkün
değilmiş. Dostuma karşı sevimli bir harekette bulun­
mak için kalkıp kendisiyle birlikte valiye gittim.
Beklem e odasına girdiğimiz zaman içerki oda­
dan müthiş gürültüler geliyordu. Bir uşak konsolosa
yaklaşarak kulağına palyoça tavırlariyle: “ Fena gün!
tehlikeli saatler” diye fısıldadı. İçerde ihtiyar valiyi
İTALYA SEYAHATİ D. 193

pencere kenarında bir masa başında oturmuş bulduk.


Arkası bize dönüktü, önünde bir sürü sararmış
mektup yığını duruyordu. Vali bunların arasından
boş olan sahifeler büyük bir sükûnetle kesiyordu. Bu
kendisinin ne kadar tutumlu olduğunu gösteriyordu.
Bu m eşgale» arasında bir yandan da karşısında duran
bir adamı azarlıyor ve küfürler savuruyordu. Kibar
bir adama benziyen bu zavallı, giyinişine bakılacak
olursa Maltalı olm alıydı. Soğuk kanlılık ve vuzuhla
kendisini mühafaaya çalışıyorsa da vali buna çok
fırsat bırakmıyordu. Adam azare işittikçe, soğukkan­
lılıkla kendisine yapılan ithamları reddediyordu. A l­
dığıma göre vali onu muhtelif zamanlarda izinsiz
olarak memlekete girip çıkmış olmakla itham ediyor­
du. Adam cağız da pasaportuna ve N apoli’deki tanı­
dıklarına dayanarak, yaptığı işin meşruluğunu ispata
çalışıyordu. Fakat bu hiçbir fayda verm edi. Vali
kestiği boş sahifelen itinayla üst üste yerleştirmeye ve
küfürler savurmaya devam etti. Bizden başka bir
halka halinde on iki kişi bu hayvan dövüşüne şahit
oluyordu. Yanımızdakiler her hakle bize gıpta edi­
yorlardı, çünkü tam kapının yanında duruyorduk ve
gazaba gelmiş ihtiyar kalkıp karga gagası biçim li
bastonunu sağa sola sallarsa hemen sıvışabilirdik.
Konsolosun bu sahne karşısında yüzü pek kederli bir
ifade almıştı. Bense, dışarda duran ve arasıra bana
bakarak, komik yüzler takınıp, bütün bunların kor­
kulacak şeyler olm adığını anlatmaya çalışan uşağın
halleriyle eğleniyordum .
194 İTALYA SEYAHATİ □ .

Hakikaten de mesele sonunda tatlıya bağlandı.


V ali, onu hapse attırmaktan ve sürûndürmekten
hiçbir şeyin kendisini men edem iyeceğini fakat bu
seferlik kendisini affettiğini, birkaç gün Messina’da
kaldıktan sonra gitmesini ve bir daha da buralarda
görünmemesini emretti. Adam gayet sakin, yüzünün
hatları hiç değişm eden, gitmek için için izin istedi,
kalabalığı ve bilhassa bizleri nezaketle selâmladı:
çünkü kapının yanında beklediğim iz için kendisine
geçebilsin diye yol vermiştik.
Vali adamcağızın arkasından birkaç küfür daha
savurabilmek için hiddetle arkasını döndüğü zaman
bizi gördü, hemen kendisini topladı ve konsolosa
ilerlememiz için işaret etti.
Ç ok ihtiyar, başı önüne eğik bir adamdı, insana,
gür karışık kaşlarının altında gömülü siyah gözlerle
bakıyordu. Şimdi büsbütün değişmiş, biraz evvelkin­
den bambaşka bir adam olmuştu. Bana oturmam için
yanında yer gösterdi ve elindeki işe devam ederek,
sualler sormaya koyuldu. Ben de kendisine lâzım
gelen cevaplan verdim. Sonunda burada kaldığım
müddetçe sofrasına davetli olduğumu söyledi. Ben
memnun, konsolossa geçirdiğimiz tehlikeyi daha iyi
bildiği için benden daha ziyade memnun, merdiven­
leri atlıya atlıya kendini aşağıya attı. Benim ise, bu
aslan inine bir daha yaklaşmaya hiç arzum kalmamış­
tı.
Messina, 10 Mayıs 1787, Perşembe.
Vakaa sabah temizce bir odada gözlerim izi açtık
ve ortalık güneş içindeydi ama, hâlâ bu ıssız Messina-
İTALYA SEYAHATİ D. 195

’daydık. Burada Palazzata ismi verilen sahil yolunun


çirkinlikte eşi yok; yanyana inşa edilmiş hakiki
saraylardan müteşekkil bir kavis; bir çeyrek saat
kadar devam eden bu yoldaki binaların hepsi dörder,
beşer katlı, bazılarının cepheleri saçak yüksekliğine
kadar sağlam kalmış, bazılarıysa üçüncü, ikinci hatta
birinci kata kadar yıkılmışlar. Bu eski şatafatlı
binaların meydana getirdiği bu muhteşem dizi şimdi
dökük dişleri andırıyor. Hemen hemen bütün pence­
relerin arkasından mavi sema görünüyor. İçerlerinde
oturacak oda bile kalmamış.
Bu çirkin manzaranın sebebi şu: Zenginler
tarafındane başlanmış olan bu binalara bakarak daha
az parası olanlar da cephelerini böyle kesme taşlarda-
ne yaptırmışlar, fakat binanın arka tarafını büyüklü
küçüklü nehir çakıllarından tamamlanmışlar Zaten
mukavemetsiz bir malzemeden yapılmış olan bu
kısımlar, kuvvetli sarsıntılarla çöküp gitmiş. Bu
felâket esnasında mucize kabilinden kurtulmuş olan­
lardan birinin hikâyesini şöyle anlatıyorlar; Bu şekil­
de inşa edilmiş evlerden birinde oturan bir adam,
sarsıntılar arasında bir pencere içine girip durmuş, ve
bütün bina yıkılırken o evin tepesinde hayatını
kurtarmış, kendisini gelip kurtarana kadar da bu
havadar hapishanede beklem iş. Bu da, yakında taş
ocakları olm adığı için inşa malzemesinin kötü oldu­
ğunu sipat ediyor. Şehrin tamamen harabolmasının
da ası sebebi bu. Sağlam binalar hâlâ mukavemet
ediyorlar. Kesme taştan inşa edilmiş olan Cizvit
kilisesi ve koleji sapsağlam duruyor. Fakat ne olursa
196 İTALYA SEYAHATİ D.

olsun Messina’nın manzarası pek hûzûn verici. Bura­


da ilk yerleşen kavimlerin, “ Sikan’larla Sikül’lerin bu
tehlikeli topraklan terk ederek adaıun kuzey sahille­
rine göç ettikleri iptidaî devirleri hatırlatıyor.
Sabahımızı böyle geçirdikten sonra basit bir öğle
yem eği yemeğe otelim ize gittik. Tam oturmuş yeme­
ğimizi bekliyorduk ki konsolosun uşağı nefes nefese
çıkageldi. Vali beni bütün şehirde aranyormuş,
yemeye davetli olduğum halde gitmemiştim. K onso­
los, yemek yemiş veya yememiş olayım , daveti
unutmuş veya kasten atlatmış olayım , her ne olursa
olsun hemen oraya gitmemi rica ediyormuş. Yaptı­
ğım hafif meşrepliğin birdenbire ben de farkına
vardım. İlk karşılaşmamızdan anzasıca yakamı kur­
tarmış olmanın sevinciyle bu Zyklop’un davetini
tamamen unutmuştum. Uşak tereddüde vakit bırak­
mıyordu ve hayalhanesinde müthiş şeyler tasavvur
ediyordu. Eğer gitmezsem konsolos mahvolacakmış.
Hiddetinden köpüren despot hem kendisini hem de
bütün milleti altüst edecekm iş. Saçlarımı ve elbisele­
rimi düzeltirken cesaretimi topluyor, keyfimi bozma­
maya çalışıyor, pirim Oddyseus’u yardıma çağırıyor,
Pallas Athene’den benim için şefaat dilemişini yalva­
rıyordum.
Aslanın inine geldiğim zaman neşeli ve Ur uşak
beni karşılayarak yemek salonuna götürdü. Kırk kişi
kadar bir kalabalık beyzi bir masa etrafında sessiz
sedasız yer almıştı. Valinin sağ tarafındaki yer henüz
boştu, uşak beni oraya oturttu.
İTALYA SEYAHATİ H. 197

Ev sahibi ve misafirleri eğilerek selâmladıktan


sonra valinin yanına oturdum ve geç kaldığım için
kendisinden özür diledim .
Şehrin çok geniş bir saha özerine yayılmış
olmasının ve benim memleket saatine henüz alışama­
mış olmanın bu hataya sebep olduğunu söyledim.
Kızgın nazarlarla bana baktı ve insanın yabana
memleket âdetlerini hemen sorup öğrenmesi ve
bunlara uyması gerektiğini söyledi. Bunun üzerine
kendisine: bunu ben de her zaman arzu ettiğimi,
fakat bütün iyi neyitlerime rağmen ekseriya kendimi
ilk günlerde toplıyamadığımı söyliyerek, bizim için
yeni olan bu yerde ve değişik şartlar içinde kolaylıkla
hataya düşülebileceğini ve eğer yol yorgunluğu, yer
bulmak endişesi, seyahate nasıl devam edebileceği­
miz hakkında düşünceler v.s. gibi özürler olmasa,
bunun affedilem ez bir ahat sayılması lâzım geldiğini
de ilâve ettim.
Bunun üzerine daha ne kadar burada kalacağı­
mızı sordu. Ben de cevaben: kendisinin baıia göster­
diği lûtufârhğa karşı emir ve arzularım harfi harfine
yerine getirerek şükranımı izhar için çok uzun bir
zaman kalabilmek istediğimi söyledim . Biraz ara
verdikten sonra Messina’da neler gördüğünü sordu.
Bu sabah görmüş olduklarımı anlattım ve bilhassa bu
yıkık şehrin sokaklarının temizlik ve intizamına
hayran olduğumu da ilâve ettim. Hakikaten d e, taşı
toprağı sokaklardan nasıl temizlenmiş oldukları hay­
ret edilecek bir şeydi. Duvaıiardan döküten toz
198 İTALYA SEYAHATİ a

toprağı sokkalardan nasıl temizlenmiş oldukları taşla­


rı da ev duvarlarının kenarlarına dizerek yolların
ortalırın açmışlar; böylece yayalara ve satıcılara
geçecek yer bırakmışlar. Valiye: “ Messinalılar, bu
intizamı size borçlu olduklarım biliyorlar” derken
adamcağıza samimi olarak kompliman yapmış olu­
yordum: “ sanki farkındalar m ı?” diye homurdandı.
“ N e zamandır kendi iyilikleri için alman tedbirlerin
sıkılığından şikâyet edip duruyorlar.” Hükümetlerin
aldığı akıllıca tedbirlerin kıymetlerinin daima sonra­
dan anlaşıldığını ve daha buna benzer şeyler söyliye-
rek kendisini teselli ettim. Sonra Jesuit kilisesini
görüp görmediğimi sordu. Hayır diye cevap verince:
“ Bunu ve bütün müştemilâtım size kendim gösterece­
ğim” dedi.
Bizim bu fâsılalı konuşmalarımız esnasında,
sofradaki diğer misafirlerin derin bir sükût içinde ve
yalnız lokmalarını ağızlarına götürebilecek kadar
küçük hareketlerle yemeklerine devam ettiklerini
görüyordum . Yem ek bitip de kahveler dağıldıktan
sonra misafirler sofradan kalkarak balmumundan
kuklalar gibi duvar kenarlarına dizildiler. Ben de,
bana kiliseyi gezdirecek olan rahibe önceden teşek­
kür etmek için, kendirine doğru ilerledim . Rahip bir
kenara büzülmüş, bütün emelinin vali hazretlerini
emirlerini yerine getirmek olduğunu söylüyordu.
Onun üzerine yanımızda duran yabana bir gençle
konuşmak istedim , Fransız olmasına rağmen kendini
burada pek rahat hissetmediği belliydi çünkü o da,
diğer misafirler gibi put kesilmiş, bir kelime bile
İTALYA SEYAHATİ D. 199
konuşmamıştı. M isafirier arasında, dön valinin oda­
sında, Maltalıyla olan sahne esnasında gördüğüm
birçok sima seçebiliyordum .
Nihayet vali uzaklaştı, rahip de yanıma yaklaşa­
rak, artık gitme zamanı geldiğini söyledi. Kendisini
takibettim, diğer misafirler de yavaş yavaş dağılıyor­
lardı. Jesuit kilisenin kapısı önüne geldik. Bu kapı
da, Jesuit rahiplerinin diğer yapıları gibi azametli ve
şatafatlı idi. Kilise bekçisi bizi karşıladı ve içeriye
davet etti. Fakat rahip evvelâ valinin gelmesini
beklem em iz lâzım geldiğini söyliyerek beni ikaz etti.
Biraz sonra da hakikaten vali göründü. Kilisenin
yakınında bulunan bir meydanda arabasından inerek
bizi uzaktan selâmladı. Biz de eğilerek arabaya doğru
ilerledik. Vali bekçiye, bana yalnız kiliseyi değil aynı
zamanda bütün mihrapları ve vakıfları da göstermesi­
ni, bunların tarihçelerini anlatmasını, sonra da benim
için Sakristei’lanC) açarak buradaki kıymetli şeyler
üzerine dikkat nazarımı çekmesini em retti. Ben onun
için çok ikram ve itibara değer bir adammışım ve beni
öyle ağırlamahymış ki, memleketime döndüğüm va­
kit Messinadan hayranlıkla bahsedeyim. Sonra da,
yüzümün haşin ifadesinin müsaade ettiği kadar gü­
lümsemeye çalışarak: “ Burada bulunduğunuz müd­
detçe, yemeğe vaktinde gelmeyi ihmal etmeyin,
daima iyi karşılanacağınızdan emin olabilirsiniz”
dedi. Bunlara hörmetle cevap verm eye ancak fırsat
buldum. Arabası hareket etmişti.

(1 ) Kiliselerde mukaddes elbise ve eşyaların saklandığı yer.


200 İTALYA SEYAHATİ O.

O andan itibaren rahibin de keyfi yerine gelmiş-


ti. Kiliseye girdik. Kale muhafızı — her türlü dinî
merasimden uzak olan bu sarayda, kilise bekçisine bu
ismi verebiliriz — ona sıkı sıkı tembih edilen vazifeyi
henüz ifaya başlamıştı ki, birdenbire Kniep’le konso­
los zuhur ettiler. Heyecan içinde boş kiliseye girerek
beni kucakladılar. Hapishanede sandıkları dostlarım
tekrar gördükleri için büyük bir sevinç gösteriyorlar­
dı. İşgüzar uşak gelip de, maceramın iyi neticelendi­
ğini kendilerine bildirinceye kadar, cehennem korku­
lan içinde yemeklerini yemişler. K onsolos uşağı
herhalde bol bahşişle memnun etmiş olacak kİ,
benim başımdan geçenleri, daha bir sürü de tuhaflık­
lar ilâve ederek onlara anlatmış. Ö yle keyiflenmişler
ki, valinin bana kiliseyi bizzat göstermeye karar
verdiğini duyar duymaz koşarak buraya gelmişler.
Bütün bunalan anlattıktan sırada büyük mihra­
bın önüne gelmiştik, ve burada muhafaza edilen
hazineler hakkında verilen izahati dinliyorduk. Sü­
tunlar lâcivert taşından. Bunlann yivleri içine bronz
ve ahin kapama çubuklar göm ülü, pilâsterler ve
oym a tezyinat hep Floransa usulü kakmak. Hadsiz
hesapsız muhteşem Sicilya taşlan, her şey tunç ve
altın yaldızla birbirine bağlanmış.
Vaziyetimiz, kontrapunk üzerine kurulmuş garip
bir füg’ü andınyordu. Kniep’le konsolos bu macera­
nın bizi düşürebileceği sıkıntıdan bahsederlerken,
bençi iyi muhafaza edilmiş olan hâzinelerden dem
vuruyordu. Ben’se katmerli bir sevinç içindeyim: Bir
yandan işin içinden sıynlmış olduğuma sevinirken,
İTALYA SEYAHATİ D. 201
bir yandan da Sicilya dağlarının beni öteden beri
meşgul eden taşlarının mimariye nasıl tatbik edildiği­
ni görmek bana büyük bir haz veriyordu.
Bu zenginlikleri meydana getiren parçacıkları
ayn ayn iyice tetkik edince, sütunların lâcivert
taşından değil C alcara(') olduklarını anladım. Fakat
bu kadar güzel renklilerini ve iyi imtizaç etmişlerini
şimdiye kadar görmemiştim. Bu sütunlar, lâcivert
taşından olmamalarına rağmen, yine de hayran olm a­
ya değer, çünkü böyle büyük, güzel ve mütecanis
parçalan bulabilmek için klmbilir ne kadar malzeme
içinden seçmiş olacaklar.
Bundan başka bunların kesilmeleri yontulmalan
ve cilâlanmalan da büyük bir emek mahsulü, ö y le
ama bu Jesuit rahipleri nelerle başa çıkmamışlar kİ?
K onsolos, başman esmiş olan tehlikenin vaha­
metini anlatmaktan hâlâ kendini alamıyordu. Sözde
ilk karşılaşmamızda, vâli Maltaliyle geçen sahneye
şahit olduğum için benden utanmış ve bana karşı
bilhassa nazik muamele etm eye niyet etmiş Bunun
için de bir plân hazırlamış. Fakat benim geçikm em le
plânı daha ilk adımda bozulmuş. Vali beni bir hayli
bekledikten sonra nihayet sofraya oturmuş, fakat
sabırsızlığını ve hiddetini diğer misafirlere karşı
gizliyememiş. M isafirler de korku içinde, ya geldiğim
zaman ya da sofradan kalkarken müthiş bir sahne
cereyan etmesini beklemişler.

(1 ) Bir nevi kalker taşı.


202 İTALYA SEYAHATİ D.

Kılavuzumuz tekrar söz almaya çalışıyordu, gizli


odaların kapılarım açarak bize içerlerini gösteriyor*
du. Güzel nispetlerde inşa edilm iş, ve iyi tezyin
edilmiş olan bu odalarda bazı kilise ve âyin eşyası
muhafaza ediliyor. Buralarda her şey yerli yerinde ve
tertemizdi. Fakat ne kıymetli bir maden ne de hakikî,
eski bir sanat eseri görebildik. Alm anca ve İtalyanca
olarak devam eden füg sonlarına yaklaştığı
sıralarda — kilise bekçisi ve rahip İtalyanca, konso­
losla Kniep’se almanca konuşuyorlardı — içeriye bir
zabit girdi ve bize yaklaştı. Valinin maiyetinden «dan
bu adamı evvelce sofrada gördüğümü hatırladım.
Adam cağızın gelişi gene tatsız şeylere sebebiyet
verebilirdi, çünkü beni limana götürmeyi ve orada
ecnebilerin görmesi memnu olan yerleri göstermeyi
teklif ediyordu.
Dostlarım mânah mânah bakıştılarsa da, beni
zabitle, beraber, yalnız olarak gitmekten menedeme­
diler. Biraz havadan sudan konuştuktan sonra, ken­
disiyle daha samimî konuşmaya başladım. Valinin
sofrasında bulunduğum sırada oradaki misafirlerin,
sessiz sedasız oturmalarına rağmen, halleriyle bana
yabancılar arasında olm adığım ı, dostlar, hattâ kar­
deşler içinde olduğum u, binaenaleyh endişe etmeme
hiçbir sebep olmadığım anlatmak istediklerini fark
etmiş olduğumu söyledim . Bundan dolayı kendisine
teşekkür etmeyi ve bu şükran hislerimi dostlarına da
bildirmesini kendisinden rica etmeyi vazife bildiğimi
ilâve ettim.
İTALYA SEYAHATİ D. 203

Bunun özerine biz dedi, sizi cesaretlendirmeye


çalıştık, valimizin huyunu iyi bildiğimizden zaten
sizin için korkulacak bir şey yoktu çünkü M altaliyle
olan sahnelere benziyen ateş püskürmeler nadiren
cereyan eder ve ihtiyar bu gibi sahnelerden sonra
kendi de pişmanlık duyar, beklenm edik bir hâdise
vesile olup da tekrar bir patlama oluncıya kadar bu
gibi şeylerden kaçınır ve sükûnet içinde çalışmasına
devam eder.” Dostum , benim le daha yakın tanışma­
nın kendisi ve arkadaştan için çok şayanı arzu
olduğunu ve bu gece buna vakitleri olduğunu ilâve
etti. Fakat ben huyumdan dolayı beni mâzur görm e­
sini kendisinden rica ederek bu arzusunu nazikçe
reddettim. Seyahatlerimde sadece alelâde bir insan
olarak görülm eyi ve bu sıfatla bana kıymet verilmesi­
ni istediğim i, fakat daha başka türlü münasebetler
tesisinden beni bazı sebeplerin menettiğini ona anlat­
tım.
Maksadım bu sözlerle kendisini ikna etmek
değildi. Çünkü kaçınmamın hakikî sebeplerini açığa
vuramıyordum. Fakat bu iyi yürekli adamların,
içinde yaşadıktan bu despotça rejim altında, gerek
kendilerini gerek yabancılan korumak için kendi
aralarında mâsum ve güzel bir birlik tesisine nasıl
muvaffak olabildikleri dikkatimi çekiyordu. Onların
diğer alman sayyahlariyle olan münasebetlerini iyi
bildiğim i de kendisinden saklamadım ve kendisine
çalıştıktan gayenin ne kadar takdire değer bir şey
olduğu hakkında izahat verdim. Benim bütün bunlan
bilm em em niyet veriri İsrarım ve samimî inadım
204 İTALYA SEYAHATİ D.

kendisini gittikçe hayrete düşürüyordu. Beni bürün­


düğüm kılıktan sıyırabilmek için elinden geleni yaptı,
fakat muvafffak «damadı.. Kendimi ele vermekten
çekiniyordum . Çünkü her şeyden evvel daha henüz
bir tehlikeden yakamı kurtarmışken bir İkincisine
düşmek istemiyordum. Sonra da bu iyi yürekli
adalıların istediklerinin benimkilerden çok farklı
olduğunu ve benimle yakından temasın kendilerine
ne zevk ne de teselli olabileceğini seziyordum.
Ona mukabil akşam işgüzar ve sevimli konsolos­
la birlikte.birkaç saat daha geçirdik. Kendisi bize
mâhut Maltalı hâdisesi hakkında izahat verdi. Bu
adam hakikatte serseri değilmiş, fakat sık sık yer
değiştirirmiş. Eski bir aileye mensup olan valiyse,
ciddiyeti ve işgüzarlığından dolayı herkesin takdirini
kazanmış olmasına rağmen, dikkafalılığı, sonsuz inat­
ları ve hudutsuz taşkınlıklariyle dillere destanmış.
İhtiyarlığın ve despotluğun kendisine verdiği, emni­
yetsizlik hisleri altında, sarayında daima düşmanlan
bulunduğundan şüphelenirmiş. Bu sebepten, böyle
mütemadiyen yer değiştirenleri casus sanarak, onlar­
dan nefret edermiş. Bu sefer de, uzun zamandır
sükûnette olan volkanın patlamasına, bu kızıl elbise­
linin karşısına çıkması sebebiyet vermiş.

11 Cuma, M essina,ve denize açılış.


Bu sabah ikimiz de keyifsiz uyandık. Messina’-
nın harap manzarasının ilk tesirine kapılarak, Fransız
gemisiyle hemen dönm eye, böyle çabuk karar vermiş
olduğumuz için üzülüyoruk. Valiyle olan maceramın
İTALYA SEYAHATİ D. 205
iyi neticelenmesi, burada tanıştığım iyi yürekli insan­
lar ve onlara kendimi daha yalandan tanıtmak
arzusu, ve bu sabah şehir haricinde güzel bir sayfiye­
de oturan bankacıma yaptığım ziyaret; bütün bunla­
rın hepsi, burada kalırsam hoş günler geçireceğim i
vaadediyordu. Güzel çocuklarla oyalanmakta olan
Kniep’se esen ters rüzgârın daha uzun müddet devam
etmesini candan yürekten arzu ediyordu. Vaziyetimiz
cidden can sıkıcıydı. H er an harekete hazır bulunma­
mız lâzım geldiği için eşyalarımızı toplamıştık. Niha­
yet öğleye doğru çağırıldık. Hemen gemiye koştuk.
Sahilde biriken kalabalığın arasında konsolosu da
gördük. Kendisiyle şükran hisleri içinde vedalaştık.
Valinin san elbiseli uşağı da bahşişi kaçırmamak için
koşarak yetişti. Kendisini memnun ettikten sonra,
hareketimi efendisine bildirmesini ve yem eğe gelem i-
yeceğim için tarafından özür dilemesini söyledim .
“ Gem iye binenler zaten mâzurdurlar!” diye haykır-
masiyle bir sıçrayışta ortadan kaybolması bir oldu.
Bu gemide her şey N apoli’den bizi buraya
getiren Korvettekinden bambaşkaydı, fakat biz sahil­
den ayrılırken, gittikçe uzaklarda kalan sarayın,
kalenin ve şehrin arkasmda yükselen dağların hariku-
lâde manzarasını seyretmekle meşguldük.
Karşı tarafta Kalabria sahilleri! Güney ve kuzey
taraflarında da büyük bir genişlikte yayılan güzel
sahilleriyle, göz alabildiğine Messina boğazı! B öyle
etrafımızı seyrettiğimiz sırada bize solda, epey bir
mesafede suyun üzerindeki bazı hareketleri ve sağ
tarafta yakınımızda yükselen bir karayı gösterdiler.
206 İTALYA SEYAHATİ D.

Bunlardan biri Charybdis, öbürü Skylla imiş. Haki­


katte birbirinden bu kadar uzak mesafede bulunan
bu garibeleri, H om er’in nasıl birbirlerine yakınmış
gibi tasvir ettiğini söyliyerek şairlerin uydurma hikâ­
yelerden şikâyet ettiler ve düşünmediler ki insan
muhayyilesi objelere ehemmiyet verdiği nispette
onlan olduklarından geniş değil, fakat daha yüksek
olarak tasavvur eder ve böylece tasvir ettiği şeylere
daha ciddî, daha azametli bir karakter verir. Ç ok
kere şu şikâyetle karşılaştım: Hikâyelerden tanıdığı­
mız şeyler hakikatte insanı hayal sükûtuna uğratıyor.
B öyle olmasının sebebi aşikâr: hayat ve hakikat, tıpkı
şiirle nesre benzer; şür objeleri daima şüksek ve sivri,
nesir ise yayvan bir şekle sokar. 16. asır peyzaj
ressamlariyle, zamanımızın ressamlannm mukayesesi
de bunu pek iyi gösteriyor. Jodocus M om per’in bir
deseniyle Kniep’in çizgilerini karşılaştıracak olursak,
bu tezadı iyice görebiliriz.
Biz böyle ve buna benzer konuşmalarla vaktimi­
zi geçirirken, Kniep resim hazıılıklannı tamamlamıştı
bile. Bu sahilleri ne kadar çizerse çizsin gene de
bunların cazibesinden kendini kurtaramıyordu.
Beni yavaş yavaş deniz tutmaya başlıyordu. Bu
gem ide gelirken olduğu gibi uzanacak rahat, ayn bir
yer yoktu, fakat birkaç kişi alabilecek genişlikteki
kamaralar oldukça rahattı ve şilteler de fena değildi..
G idip yattım, Kniep beni yine büyük bir şefkatle,
ekmek ve kırmızı şarap taşıyarak besliyordu.
İTALYA SEYAHATİ D. 207

Bu haldeyken bûtûn Sicilya seyahatim bana pek


de hoş olmıyan bir ışık altında göründü. Hakikatte
de, insan neslinin, tabiat kuvvetlerine, zamanın
nankörce törpülem elerine ve kendi aralarındaki düş­
manca ihtilâflara karşı korunmak uğrunda sarf ettik­
leri boş zahmetlerden başka bir şey görmemiştik.
Kartacalılar, Yunanlılar ve Rom alılar, ve onlan
takibeden bir sürü millet mütemadiyen yapmışlar ve
yıkmışlardı. Selinunt sistematik bir şekilde mahvedil­
m iş; Girgenti mâbedini harabetmeye İki bin sene kâfi
gelememiş, Catania ve Messina ise birkaç saat içinde
mahvoluvermiş! Fakat bir deniz hastasının böyle*
dalgalar üzerinde çalkandığı sırada kafasına hücum
eden bu düşüncelerin büsbütün gelişmesine fırsat
vermedim

12 M ayıs, Cumartesi, deniz üzerinde.


Bu sefer N apoliye daha çabuk varabilmek veya
deniz tutmasından daha çabuk kurtulabilmek ümitle­
rim m aalesef boşa çıktı. Kniep’in İsrarı üzerine birkaç
kere güverteye çıkmayı tecrübe ettimse d e, bu çeşitli,
güzel manzaraları tatmaktan her seferinde mahrum
kaldım. Yalnız birkaç hâdise, bana bu başdönm eleri-
ni unutturabüdi. Bütün gökyüzü beyazımtrak bir sisle
örtülüydü. Güneş görünm eden denizi aydınlatıyor ve
su gökmavisi bir renk alıyordu. Bir yunus balığı
sürüsü yüzerek ve sıçnyarak gemimizi takibediyordu.
Bana öyle geldi ki, balıklar kendilerine, uzaktan ve
derinlerden ancak küçük siyah bir nokta gibi görünen
208 İTALYA SEYAHATİ II

gemimizi avlanacak bir yem sanmışlardı. Gem ideki-


ler bunlan yol arkadaşı değil, düşman olarak görü­
yorlardı. Bunların bir tanesini zıpkınla vurdularsa da
içeri alamadılar.
Müsait bir rüzgâr bir türlü esmedi. Gemimiz
ancak durmadan istikamet değiştirmek suretiyle rüz­
gârdan istifade edebiliyordu. İşten anlıyan bir kaç
yolcunun, ne kaptanın ne de dümencinin işlerinin
ehli olduklarım söylediklerini işitince büsbütün sabır­
sızlandık. Kaptan, belki iyi bir tüccar, dümenci de
tayfa olarak işe yarar kimseler olabilirler ama bunca
insanın ve malın mesuliyetini üzerlerine alacak bilgi­
leri yok, diyorlardı.
Bu iyi insanlara şimdilik bu endişelerini açığa
vurmamalarını söyledim . Gem ide pek fazla yolcu,
her yaşta kadın ve çocuk da vardı. Hepsi de, ancak
beyaz bayrağın emniyeti altında korsanlardan koru­
nabileceklerini düşünmüş ve bu gem iye binmişti. Ben
bu söylenen yolculara emniyetsizlik ve endişenin
tatsız neticeler verebileceğini anlattım. Mademki
kendileri de renksiz ve armasız olan bu bayrakta
kurtuluşlarını aramışlardı, o halde sabretmek lâzım­
dı. Hakikaten de bu küçük beyaz leke gökle deniz
arasında bir tılsım gibi tesir ediyor. Ayrılmalarda da
gidenler ve kalanlar beyaz mendillerini sallıyarak
birbirlerini selâmlayıp, yalnız böyle anlarda duyulan
dostluk ve bağlılık hislerini kuvvetlendirmeye çalış­
mazlar m ı? Ben bu sade bayrakta aynı hislerin
menşeinin mukaddesleşmiş bir şeklini görüyorum ;
İTALYA SEYAHATİ II 209

sanki direğe bağlanan bu beyaz mendille bütün


dünyaya, denizlerden dost olarak gelindiği ilân edili­
yor.
Ekmek ve şarapla karnımı doyurarak güvertede
oturuyor ve arasıra konuşmalara iştirak edebiliyor­
dum. Kanptansa parasım vermiş olduğum için, mu­
hakkak yem ek yememde İsrar ediyordu. Kniep beni
avutuyor, gidişte olduğu gibi yemekleri methederek
beni kıskandıramıyor, bilâkis iştiham olm adığı için
şükretmemi söylüyordu.
14 M ayıs, Pazartesi.
Öğleden sonramız da, N apoli körfezine varabil­
mek arzumuz tahakkuk edem eden geçti... Rüzgâr
bizi mütemadiyen batıya doğru itiyordu. Bu suretle
gemimiz gittikçe Minerva burnundan uzaklaşarak
Capriye yaklaşmış oluyordu. Bütün yolcular sabırsız­
lık içindeydiler, kimsede keyif kalmamıştı. Bizse
dünyayı ressam göziyle seyrediyor ve keyfini çıkarı­
yorduk. Gurup vakti, bütün seyahatimizde gördüğü­
müz manzaraların en ihtişamhsiyle karşılaştık.
Minerva ve arkasındaki dağiar bu ışık altmda
rengârenk görünüyorlar, güneye doğru uzanan sahil
kayalarıysa mavi bir renk alıyorlardı. Pınl pırıl yanan
sahil, burundan itibaren Sorrent’e doğru uzanıyor,
üzerine muazzam bir duman bulutu çökmüş olduğu
için Vezüvü görem iyorduk. İnce bir duman şeridi bu
buluttan ayrılarak doğuya doğru uzanıyordu.
Yalanda bir indifa beklenebilirdi. Solumuzda
yükselen Capri sahillerinin sarp kayalıklarının şekil­
210 İTALYA SEYAHATİ II.

lerini, ince mavi duman tabakası arasından iyice


seçebiliyorduk. D eniz hemen hemen hareketsizdi ve
berrak, bulutsuz semanın altında pırıldıyordu. Niha­
yet rüzgâr büsbütün kesildiği vakit etraflınızdaki
sular tıpkı bir havuz suyu gibi tamamiyle duruldu ve
berraklaştı. Biz bunlan hayranlıkla seyrediyorduk.
K niep, bu ahengin tesbitinde renk sanatının âciz
kaldığına esefleniyor, en iyi cins İngiliz kaleminin ve
en m âhir ressam elinin dahi, bu hatlan taklit edem i-
yeceğini düşünerek üzülüyordu. Bense, onun yapaca­
ğından çok daha beceriksizce çizilmiş olan bir hâtıra­
nın bile ilerisi için ne kadar kıymetli olabileceğini
söyliyerek kendisine gayret vermeye çalışıyor, elleri­
ni ve gözlerini bir kere zahmete sokuvermesini
kendisinden rica ediyordum . Nihayet ikna edebildim .
Ç ok sarih bir desenle hepsini tesbit etti, ve sonra
renklendirdi. Bununla mümkün değil gibi görünenin,
sanatta nasıl mümkün olabileceğine bir misal de
vermiş oldu. Alacakaranlıktan geceye geçişi de gene
aynı meraklı gözlerle takibettik. Capri önümüzde
kara bir duvar gibi yükseliyordu. Vezüvün üzerindeki
duman kitlesi ve oradan uzanan duman şeridi gitgide
kızıllaştı. Sonra da önümüzdeki bu tablonun ufuk
hattı üzerinde bir pırıltı oldu ; şimşek çakıyordu.
Cazibelerle dolu bu manzaralar karşısında, yak­
laşmakta olan felâketi fark etmemiştik, diğer yolcula­
rın heyecanı nihayet bizi bundan haberdar etti;
denizcilikte bizden tecrübeli olan seyyahlar, kaptana
ve dümenciye acı acı söyleniyorlardı; beceriksizlikleri
İTALYA SEYAHATİ D. 211

yüzünden sadece gemiyi boğaza sokamamakia kal­


mamışlar, aym zamanda ellerine emanet edilen
bunca canı ve malı mahva sürüklüyorlarmış. Bu
telâşlarının sebebini sorduk, çünkü bu rüzgârsız
havada ve dümdüz bir deniz üzerinde bir tehlike
olabileceğini tasavvur edem iyorduk. Sonradan öğ­
rendik ki, bu korkularının sebebi asıl bu durgun
havaymış.
“ Adanın etrafındaki akıntı sahasının içine girmiş
bulunuyoruz. Bu cereyan garip dalgalar halinde,
gayet yavaş fakat karşı gelinmez bir şekilde gem iyi,
adanın sarp kayalıklarına doğru çekiyor, ve kurtula­
bilmemiz için orada ne küçük bir burun ne de körfeze
benzer bir şey var.” dediler.

Bu sözlerin tesiri altında biz de kaderimizden


endişeye başladık. Karanlık gece bu yakiaşan tehlike­
yi pek belli etm iyordu, fakat zaman geçtikçe gemimi­
zin sallana sallana önümüzdeki gittikçe kararan
kayalara doğru gittiğini biz de fark ediyorduk.
Denizin üzerinde hâlâ alacakaranlığın izleri yayılıyor­
du. Havada en ufak Ur hareket U le yoktu. Herkes
mendilini ve şeritler sallandırarak rüzgârı deniyordu;
fakat arzu edilen rüzgârdan henüz en ufak Ur eser
bile belirmemişti. Yolcular gittikçe heyecanlanıyor,
gürültü gittikçe artıyordu. Güvertede kadınlar ve
çocuklar, diz çöküp dua edecekleri yerde güvertenin
darlığından, sıkışık Ur halde üstiste yatmışlar, so­
ğukkanlılıklarım muhafaza ederek, yardım ve kurtar­
ma çarelerini düşünen erkeklerden ziyade kaptana
212 İTALYA SEYAHATİ D.

kızıp küfrediyorlaidı. Bütün seyahat müddetince


içlerine attıklarını şimdi pervasızca açığa vuruyorlar;
kötü bir gem iye pek çok yol parası verdiklerinden,
yemeğin azlığından, kaptanın haşin olmamakla bera­
ber takındığı sükûti tavırdan şikâyet ediyorlardı.
Hakikaten de kaptan şimdiye kadar yaptığı manevra­
lar hakkında hiçbir izahat vermemişti, hattâ bu
akşam da inatla sükût etmekte devam ediyordu.
Şimdi de kendisini ve dümenciyi nereden geldik­
leri belirsiz, denizcilikten bihaber tüccarlar olmakla
itham ediyorlar, bu gemiyi kendi menfaatleri için
elde ettiklerini ve şimdi de beceriksizliklerinden
bunca insanın canını ve malım mahva götürdüklerini
söylüyorlardı. Fakat kaptan, bütün bunların karşısın­
da sükûtta İsrar ediyor ve hâlâ bir kurtuluş çaresi
düşünmüyormuş gibi davranıyordu. Ben’se, anarşi
bana gençliğimden beri ölüm den de sevimsiz görün­
düğü için, artık dayanamadım, karşılarına geçip, aynı
M alcesindeki gibi büyük bir sükûnetle yolculara
hitabettim.
Kendilerine, böyle anlarda bağırtı ve gürültü­
nün, bizi kurtarabilecek olanların kafasını karıştıra­
cağını, onlara düşünmeye ve birim leriyle anlaşmaya
fırsat bırakmıyacağını söyledim . “ Size düşen” dedim
“ sükûnetle içinize çekilerek M eryeme yalvarmaktır,
çünkü her şey onun elindedir, kendisine yalvarın ki,
oğlundan sizler için şefaat dilesin ve kendisinden,
vaktiyle Havarilere ettiği gibi, size de yardım etmeyi
esirgememesini istesin. Tiberias gölünde dalgalar
İtalya seyahat! n. 213

gemiye çarparken İsa uyuyordu, fakat korku içinde


kendisinden yardım diliyenler onu uyandırdıkları
zaman, o rüzgâra durmasını emretti. Şimdi de aynı
şekilde, eğer onun iradesi isterse, rüzgâra esmesini
de em redebilir!”
Bu sözlerim en iyi tesiri yaptı. İçlerinden, daha
evvelce de benimle dini ve ahlâki mevzular üzerinde
konuşmuş olan bir kadın: “ A h! il Barlamö! Benedet-
to il Barlam ö.” diye haykırdı. V e hepsi birden, —
zaten dizleri üzerinde doğrulmuşlardı — alelâde za-
manınkinden daha büyük bir gayret ve heyecanla
duvalannı okumaya başladılar. Bunu yürek rahatlığı
ile yapabilmelerine biraz da gem icilerin yeni bir
çareye başvurmuş olmaları sebep olmuştu. Bu suretle
gem iciler hiç olmazsa iyi niyetlerini gösteriyorlardı.
Denize bir sandal indirmişlerdi, altı ilâ sekiz kişi
alabilecek büyüklükte olan bu sandalı bir iple gemiye
bağladılar ve içine atlıyan bu tayfalar sandalı kürekle
geriye doru çekm eye çalıştılar... Kısa bir zaman için,
gemiyi hareket ettirebildiklerini sanarak, yakında
cereyanın tesir sahasından çıkabileceğim ize ümitlen­
dik. Fakat bu zorlamamı cereyanın tesiri arttırdı,
yoksa başka bir sebepten mi bilm em , birdenbire
sandal uzun ipiyle beraber tersine büyük bir kavis
çizerek kuvvetli bir kamçı darbesi gibi gem iye çarptı.
Bu ümit de boşa çıkmıştı. D ua ve şikâyetler birbirini
takibediyordu. Kayalar üzerinde ateşlerini yakmış
olan keçi çobanlarının, — onları çoktandır
görüyorduk — “ gemi karaya oturuyor” diye bağırış-
214 İTALYA SEYAHATİ II.

m alan gemideki heyecanı büsbütün arttırdı. Birbirle­


rine seslenen çobanlar daha bir sürü anlaşılmaz şeyler
söylüyorlardı. Bunların lisanlarım anlıyan yolcular­
dan bazılan, çobanların, yarın sabah sahilden yağma
edecekleri mallara sevindiklerini söyledi.
Tayfaların, tehlike son haddine geldiği zaman,
gemiyi kayalıklardan ayırabilmek için sırıklar hazırla­
dıklara» görünce, tehlikenin belki daha o kadar
yakın olmadığı tesellisi de suya düştü. Bu sırıklar da
kırılınca artık her şey mahvoldu dem ekti. O zamana
kadar bu sırıklarla gem iyi uzaklaştırmaya çalışacak­
lardı.
Gem i gitgide daha fazla sallanıyordu. Dalgalar
sanki artmış gibiydi. Beni o sırada tekrar deniz tuttu.
Kamaraya inip uyumaya karar verdim. Y an sersem­
lemiş bir halde şiltenin üzerine uzandım. Fakat
içim de iyi hisler beliriyordu, bu hisler sanki bana
Tiberias gölünden geliyordu! Çünkü, M erian’ın gra­
vürleriyle süslü İncil, büyük bir vuzuhla gözümün
önündeydi. İnsan, her şeyi kendinden beklem esi
lâzım geldiği zamanlardadır ki hissi ve ahlâkî intibala-
nn kuvvetini eh şiddetli bir şekilde duyabiliyor. Bu
yan uyku halinde ne kadar zaman kaldım bilem iyo­
rum. Büyük bir gürültü bem tekrar uyandırdı.
Güvertede haladan ileri geri sürüklediklerini anla­
dım. Bu bana yelken açmaya hazırlandıklan ümidini
verdi. Ç ok geçm eden Kniep’da koşarak geldi ve
kurtulduğumuzu m üjdeledi. H afif bir rüzgâr esmeye
başlamış, hemen yelkenleri açmışlar, hattâ kendisi
bile bu işe yardım etmiş. Kayalardan uzaklaştığımız
İTALYA SEYAHATİ D. 215

gözle iyice fark edilebiliyordu. Vakaa akıntı sahasın­


dan henüz tamamen çıkmamıştık ama, yakında ken­
dimizi kurtarabileceğimizi umuyorduk. Yukarda her
şey gene tamamen sükunet bulmuştu. Sonra birkaç
yolcu daha gelerek mesut neticeyi bana m üjdelediler
ve yattılar.
Y ola çıkışımızın dördüncü sabahı uyandığım
vakit, kendimi Napoliden Palermoya vardığımız za­
manki gibi zinde ve kuvvetli hissediyordum. D em ek
uzun bir deniz yolculuğunu böyle üç gün süren bir
deniz tutmasiyle atlatabilecektim.
Güverteden, Capri adasının yan taraftan uzak­
larda kaldığım sevinçle seyrettim. Gemimiz körfeze
doğru ilerliyordu, yakında içeri girebilecektik, nite­
kim çok geçm eden girdik. Bir gece evvel bizi hayran
eden şeyleri şimdi de, geçirdiğimiz bu çetin geceden
sonra, karşıdan gelen bir ışıkla aydınlanmış olarak
görmenin sevinci içindeydik. Nihayet o tehlikeli
kayalar adaşım büsbütün arkamıza bıraktık. Dün
körfezin sağ sahillerini hayranlıkla seyretmiştik, şim­
di de karşımızda ve kaleleri, solda Posilipo, Procida
ve Ischia’ya kadar uzanan kara çıkıntılarını görebili­
yorduk. Herkes güverteye birikmişti. Doğuyu her
şeyden üstün tutan bir yunanlı rahip, memleketlerini
hayranlık ve sevinçle selâmlıyan N apolilerinin, lan
üzerine: candan bir ifadeyle: “ A nche questa e ' una
Citta!” yani: “ Bu da bir şehir!” diye cevap verdi.
Vaktinde limana vardık. Etraf pek kalabalıktı.
Bu saat günün en kalabalık saati. Tam bavullarımız
216 İTALYA SEYAHATİ O.

ve diğer eşya gemiden indirilmiş ve kıyıya konmuştu


ki, iki hamal bunlan kaptı ve kendilerine daha,
M ariconi’de oturduğumuzu söylem eye fırsat verme­
den gözden kayboldular. Eşyalarımızı sanki bir gani­
metmiş gibi kapmış konuşuyorlardı. Ö yle ki, kendile­
rini bu kalabalık sokak ve meydanlarda gözlerim izle
bile takibetmekten âciz kalmıştık. Allahtan ki, Kniep’-
in resim dosyası koltuğunun altındaydı. Napolinin
fıkaralanndan da daha az dürüst olan bu hamallar,
dalgaların elimizden alamadığı bu eşyaları çalacak
bile olsalar, hiç olmazsa resimleri kurtarmıştık.
NAPOLİ

Herder’e

N apoli, 17 Mayıs 1787.


Tekrar buradayım sevgili dostlarım; zinde ve
sapsağlam! Sicilya seyahatini çabuk ve kolaylıkla
başardım. Nasıl gözlerle görebildiğim hakkında, dö­
nüşümde siz hüküm vereceksiniz Gördüklerim e
yapışırcasma sarılmak ve ayrılmamak huyu, bende
her şeyi kolayca kavnyabilmek hassasını yarattı.
Sicilyanm güzel, eşsiz, unutulmaz hâtırasını bütünlü­
ğü ile ve vuzuhla ruhuma nakşedebilmiş olm ak beni
çok mesut ediyor. Artık güneyde hasretini çektiğim
hiçbir mevzu kalmadı Dün de Paestum’a gjttim( )
Deniz ve adalar hana hem haz, hem de keder verdi,
tatmin edilmiş olarak dönüyorum . Müsaade edin de
teferruatı dönüşüme sakhyayım. Düşünmeye N apoli-
de de fırsat yok; buraları sizlere kendim, ilk mektup­
larımda olduğundan daha iyi tasvir edebileceğim .
Haziranın birinde Rom aya gidiyorum. Tabiî üstün
bir kuvvet beni bundan alıkoymazsa! Niyetim, Tem­
muz başmda da oradan ayrılmak. Sizleri muhakkak
tekrar görm eliyim , o günler bizler için çok sevinçli
günler olacak. İyice yüklendim, bunları içim e sindire-
bilmek için sükûnete ihtiyacım vaı.

(1) Paestum: Arkaik devre ait Yunan mâbedi harabeleri. Poseido-


na adlı Yunan kolonisi Salem o koyu kıyılarında bulunuyordu.
Buradaki üç mabetten, ortadaki Poseidon mâbedi, en meşhur­
larıdır. (D orik üslûp.)
218 İTALYA SEYAHATİ D.

Yazılanınla canla başla uğraştığın için pek çok


teşekkürler Gitgide daha iyi yazabilmeyi aynı za­
manda sana da haz vermek için isterim. Senden
gelecek her şeyin nasıl ve nerede olursa olsun başım
üzerinde yeri var. Tam bir benzerliğe düşmeden
yaklaşabilmek ne kadar mümkünse, bilhassa görüş ve
kavrayışlanmızda uygunluk olmadığı halde ne kadar
mümkünse, o kadar birbirimize yaklaşıyoruz. Esas
olan noktalarda daima mutabıkız. Senin yaratıcı
dehanın faaliyette bulunduğu şu sıralarda, ben pek
çok yeni şeyle karşılaştım ve bunlarla içim i doldur­
dum. Aramızda iyi bir değiş tokuş ummamakta
haklıyım.
Haklı olarak söylediğin gibi, şimdilik bütün
muhayyile kuvvetimle, tamamen yaşadığım ana bağ­
lanmış bulunuyorum ve dünyayı tanıyabildiğim nis­
pette, insanlığın bir gün ola aklı başında ve mesut bir
kitle meydana getirebileceğinden ümidimi kesiyo­
rum. M ilyonlarca âlemler arasında belki bu fazilete
mâlik olan biı tanesi vardır. Fakat Sicilyanın bu
hususta ümidi olmadığı gibi, ben de bizimkinin
vaziyetine bakıp gitgide ümidimi kesiyorum.
Mektubuma ilâveten yolladığım sahifede Saler-
no yolu ve Paestum hakkın da bazı notlar var. Bu,
beraberimde kuzeye getirdiğim en son ve diyebilirim
ki, en güzel fikir. Bana kalırsa orta m âbet(') Sicilyada
hâlâ görülebileceklerin en şayanı tercih olanı.

( 1) Neptün m&bedi.
İTALYA SEYAHATİ O. 219

H om er bahsine gelince; sanki gözlerim i örten


perde birdenbire sıyrılıp düşüverdi. Hom erin tasvir­
leri ve benzetişleri bize daima çok şairane görünürdü,
halbuki bunlar aslında inanılmıyacak kadar tabiata
yakın. Fakat öyle bir sâfiyet ve içlilikle anlatılmışlar
k i, insan âdeta ürküyor. Hattâ olm ıyacak acayip
hâdiselerin tasvirinde bile büyük bir tabiîlik gizli,
bunu hiçbir zaman tasvir edilen objelerin yalanında
duyduğum kadar kuvvetle duymamıştım. Müsaade
edersen burada bu husustaki bir düşüncemi kısaca
ifade edeyim : oıd ar(') hakikî varlığı tasvir ediyorlar­
dı, bizlerse umumiyetle görünüş ve tesirleri; onlar
korkunç olanı tasvir ediyorlardı, bizse korkunç bir
şekilde tasvir ediyoruz; onlar hoş olanı tasvir ediyor,
bizse hoşa gideni v.s. Bizdeki mübalâğa, manierizm,
külfet ve sahte zarafet işte hep bundan ileri geliyor.
Çünkü tesir yaratabilmek gayesiyle uğraştığımız nis­
pette, bu husustaki gayretimizin yeterliğine bir türlü
kanaat getiremiyoruz. Bu fikirlerim yeni değilse bile,
bunları yeni vesilelerle, çok yakından, yeniden his­
setmiş bulunuyorum.
Bu sahilleri, sahil dağlarım, körfez ve koylan,
adalar ve kara çıkıntalarmı, kayaları, kumsallan,
çalılarla örtülü tepeleri, çayırlar ve verimli tarlalan,
süslü bahçeler, bakımlı ağaçlar, tırmanan asmalar ve
bulut kümelerini, şen ovalar ve kayahklan, ve
bunlan çevreliyen denizi, bütün bunların zengin ve
çeşitli manzaralannı ruhuma sindirdikten sonradır ki,

(1 ) H om er ve eskiler.
220 İTALYA SEYAHATİ D.

Odyssee benim için bir hakikat, yaşıyan bir varlık


oldu.

Sana bir sır daha tevdi etmek istiyorum. Nebat­


ların üreme ve organizasyonunun muammasını çöz­
mek üzereyim. Bu son derece basit! Bu sema altında
insan en güzel müşahedeleri yapabiliyor. Esas tohu­
mu teşkil eden noktayı katiyetle keşfetmiş bulunuyo­
rum. Üst tarafım da kabataslak olarak kavrayabil­
dim. Sadece daha birkaç noktanın vuzuh kespetmesi
lâzım. “ Urpflanze” ( ') dünyanın en m ucizevi mahlûku
olacak, öyle ki, bu yüzden tabiat bile bana gıpta
edecek. Bu numune ve bizi buna götüren anahtarla
ilerde tabi! bir netice olarak, muayyen bir kanuna
bağlı olan, namütenahi sağlam nebat icadedebiliriz.
Kanuna bağlı olarak dem ekle şunu kastediyo­
rum: yani mevcut değillerse dahi var olabilecek
nebatlar ve bunlar şairane veya sanatkârane gölge ve
hayaller değil, derûni bir hakikate sahip olan (zaruri)
varlıklar olacaklar. Bu kanunu aynı zamanda bütün
diğer canlı varlıklara da teşmil edebiliriz.

N apoli, 18 Mayıs 1787.


Arada Rom aya dönmüş olan Tischbe’in Sicilya’­
da bulunduğumuz esnada bizim için öyle çalışmış ki,
yokluğunu hissetmeyeceğiz. Buradaki dostlarının
hepsine bizim için o derece emniyet aşılamış ki, hepsi

(1 ) Urpflanze: bütün bitki çeşitlerinin vasıflarım kendine toplıyan


hayali bitki.
İTALYA SEYAHATİ II. 221

de bize karşı açık dostça, çok lûtufkâr davranıyor.


Gün geçm iyor ki, onlardan — bugünkü durumumda
buna çok ihtiyacım var, — gün geçm iyor ki, onlar­
dan birinin yardımına veya himayesine muhtaç olm ı-
yayım. Şimdi görmek istediğim şeylerin kaba taslak
bir listesini yapmakla meşgulüm. Görm ediklerim iz
arasında artık hangilerini görebileceğim ize, vaktimi­
zin darlığı hüküm verecek.
N apoli, 22 Mayıs.
Bugün başımdan hoş bir macera geçti. Anlatma­
ya değer olan bu hâdise beni epey düşündürdü.
Buradaki ilk günlerimizde de pek çok defalar iltifatı­
na mazhar olduğumuz bir hanım beni bu akşam tam
saat beşte evine davet etti. Bana “ W erther” hakkında
bir şey söylem ek istiyen bir İngiliz varmış, beni
onunla tanıştıracakmış.
Bundan altı ay evvel olsaydı böyle bir teklifin kat
kat daha kıymatli olanlarına bile red cevabı verirdim.
Fakat peki demiş olmam gösteriyor ki, Sicilya seya­
hatinin üzerimde hayırlı tesirleri olm uş, daveti kabul
ettim.
Şehir o kadar büyük ve görülecek şey o kadar
çoktu ki, davetli olduğum evin merdivenlerim çıkar­
ken, birdenbire bir çeyrek saat kadar gecikmiş
olduğumu fart ettim. Kapalı kapının önündeki paspa­
sın üzerinde durup tam kapıyı çalacağım sırada kapı
açıhverdi ve orta yaşlı güzelce bir adan dışarıya çıktı.
Kendisinin, benimle görüşmek istiyen İngiliz olduğu­
nu hemen fark etmiştim. Adam beni görür görm ez:
222 İTALYA SEYAHATİ U.

“ Siz W enher’in müellifisiniz değil m i?” diye sordu.


Ben de tastik ederek geçiktiğimden dolayı özür
diledim.
“ Daha fazla beklem em mümkün değildi” diye
cevap verdi. “ Size söylem ek istediklerim zaten çok
kısa ve burada kapı önünde de söylenebilir. Binlerce
kişiden işitmiş olduğunuz şeyleri size tekrarlamak
istemem, hem de bu eser bana, başkalarına yaptığı
kadar kuvvetli bir tesir yapmadı; fakat bunu yazmak
için neler lâzım geldiğini düşündükçe her defasında
yeniden hayrete düşüyorum.”
Kendisine teşekkür etmek için gelişigüzel bir
cevap vermek istedim, fakat o sözümü keserek:
“ Kaybedilecek tek bir dakikam bile yok, arzum bunu
size bizzat söylem ekti. Maksat hâsıl oldu, Allahıs-
marladık; hoşça kalın” dedi ve telâşla merdivenleri
indi.
Ben bir müddet olduğum yerde kalıp, bu tevec-
cühkâr sözler üzerinde düşündükten sonra, nihayet
kapıyı çaldım. Evin hanımı karşılaşmış olmamıza çok
memnun oldu ve bana bu acayip ve eşi az görülür
zatın lehinde bazı hoş hikâyeler anlattı.

N apoli, Cumartesi, 25 Mayıs.


Küçük hoppa prensesim i('), bir daha görem iye-
ceğim ; hakikaten Sorrent’e gitmiş. Gitm eden evvel

(1 ) Filaogierî'nin kardeşi. A z sonra çıldırmış ve deli iken ölm üş­


tür.
İTALYA SEYAHATİ D. 223

de çakıllık, çorak Sicilya’yı kendisine tercih ettiğim


için d e, arkamdan küfür ederek bana şeref bahşet­
miş. Birkaç dostum bu garip hatun hakkında bana
malûmat verdi. Kendisi iyi fakat fakir düşmüş bir
aileye mensupmuş. Bir manastır mektebinde büyü­
müşmüş. Sonra da kendisini zengin fakat yaşlı bir
prensle evlendirmişler. İyi kalbli fakat asla sevme
kabiliyeti olmıyan bir insan olarak yaratılmış olduğu
için, bu izdivaca kolaylıkla razı edivermişler.
Zengin fakat aile münasebetlerinin son derece
tahdit ettiği bu vaziyette, prenses fikren inkişafa
çalışmış ama bunun tatbikatı da kendisine menedildi-
ği için kuvveti dile vermiş. Söylediklerine göre
kendisi hakikaten kusursuz bir insanmış, fakat anlaşı­
lıyor ki, düşündüklerini herkesin apaçık yüzüne
vurmaya karar vermiş, andetmiş. Eğer bu söyledikle­
rini yazacak olsaydı hiçbir sansür bunların neşrine
müsaade etm ezdi, çünkü dini, devleti, ö rf ve âdetleri
rencide edebilecek sözlerden sakınmaz, diye lâtife
ediyorlar. H içbir şey söylem ez ki, dine, devlete, örf
ve âdetlere ucu dokunmasın. Kendisine ait bir sürü
hoş ve garip hikâyeler anlatıyorlar, bunlardan bir
tanesini, en edeplisi olmamasına rağmen, anlatma­
dan geçem iyeceğim .
Kalabria’daki büyük zelzeleden evvel kocasının
oradaki çiftliklerinden birinde bulunuyormuş. Sara­
yının hemen yakınında bir baraka, daha doğrusu,
doğrudan doğruya toprak üzerine oturtulmuş tek
katlı, fakat dayalı döşeli ahşap bir ev varmış. İlk
224 İTALYA SEYAHATİ D.

zelzele alâmetleri belirir belirm ez prenses hemen


oraya sığınmış. Bir gün karşısında şatonun ihtiyar
rahibi, önünde dikiş masası, bir elişiyle meşgulken
birdenbire yer dalgalanmaya başlamış, prensesin
bulunduğu taraf alçalmış ve A bbe’nin oturduğu yer
masayla birlikte yükselmiş prenses başını alçalmakta
olan duvara dayırarak, “ utanın” diye haykırmış: “ Bu
sizin gibi şayanı hürmet bir zata hiç yakışır mı? Sanki
üzerime atılacakmış gibi davranıyorsunuz, böyle bir
şey ne kibarlığa ne de ahiâka sığar!” Arada ev tekrar
yerine oturmuş fakat prenses ihtiyar rahibin o esnada
takındığı acayip yüze gülmekten kendini bir türlü
alamamış. B öylece bu şakalara dalarak, o sırada
ailesinin ve binlerce insanın başına gelen felâketin,
zarar ve ziyanının farkında bile olmamış. Yerin açılıp
da kendisini yutmak istediği bir anda bile şakalarına
devam etmekten kendini alamıyan hasut bir karak­
ter!

N apoli. Cumartesi, 26 Mayıs.


Doğrusu Azizlerin sayısının çok olması hiç de
fena değil. B öylece her iman sahibi kendi gönlüne
göre olanım seçebiliyor, en yakın hissettiğine yakla­
şıp yalvarabiliyor Bugün de benimkinin günüydü.
Tâzim vazifesini yakışık aldığı gibi kendi usul ve
içtihadına uygun bir şekilde neşeyle ifa ettim.
A ziz Philippus N eri’nin çok büyük itibarı var ve
aynı zamanda çok neşeli hâtıralarla anılıyor Onun
derin imanını gösteren, fakat aynı zamanda neşeli
İTALYA SEYAHATİ D. 225

mizacını ortaya koyan m enkibeleri, inşam hem dü­


şünmeye zevk ediyor, hem de keyiflendiriyor. Daha
genç yaşında dine karşı büyük bir bağlılık duymuş ve
bu bütün hayatı boyunca gitgide inkişaf ederek en
yüksek m ertebeleri bulmuş: ihtiyarı haricinde dua
edebilm e, sessiz, derunî tâzim, ağlıyabilm e, cezbe ve
nihayet ağırlığım kaybederek vücudun yerden kalk­
ması. Bu en son m ertebe olarak telâkki ediyor.
A ziz Philippus N eri, bütün bu derunİ, esrarlı,
garip vasıflarım en berrak aklı-selimle birleştirmiş,
dünyevi şeyleri mânevi bir şekilde kıymetlendirmeye,
yani kıymetsizliklerini ispata ve hemcinslerinin madi
mânevi bütün ıstıraplarına büyük bir gayretle deva
bulmaya çalışmış.
Kilise ziyaretlerinde, perhizde dua esnasında ve
bayram günlerinde iman sapihlerine emredilen şeyle­
ri iyice tetkik etmiş. Aynı zamanda gençliğin terbiye
işleriyle, musiki ve hitabet talimi meşeleriyle de
uğraşmış. Bu sahada sadece dinî mevzular değil aynı
zamanda heyecanlı münakaşalara yol açan fikri
mevzular da ortaya atmış. Garibi şu ki, bütün bunları
şahsi teşebbüsleri ve kendi isteğiyle yapmış, tuttuğu
yolda senelerce hiçbir m ezhep veya birliğe intisabet-
m eden, hattâ mukaddes kilisenin tasdikine mazhar
olmadan yürümüş.
Asıl dikkate değer taraf, bunların Luther’in
zamanına tesadüf etmesi ve böyle en eıjik, faal ve
Allahtan korkar bir adamın Rom ada ortaya çıkarak,
dinî ve kutsî şeyleri dünya işleriyle imtizacettirmeye
226 İTALYA SEYAHATİ II.

çalışması, semavi şeyleri zamanın gidişiyle birleştir­


mek fikrini ortaya atması ve böylece bir nevi R efor-
masyon hazırlaması. Çünkü Papalık hapishanelerinin
kapılarını açacak ve hür dünyaya Allahım iade
edecek olan anahtar, sadece budur.
Papalık makamı, Rom ada yambaşında yaşıyan
bu mühim adamı kendi hâkimiyeti altına alm aya
kadar uğramış. O zamana kadar esasen dinî bir hayat
yaşıyan A ziz de nihayet manastırlarda yaşamaya ve
hocalık faaliyetine orada devam etm eye karar ver­
miş.
B öylece tam bir m ezhep değilse de serbest bir
dinî birlik tesis edeceği sırada, kilisenin kendisini
takdis etmesini ve rahiplik sıfatım alarak o ana kadar
istifade edem ediği birçok haklardan faydalanmasını
kabul ettirmişler. Ayaklarının yerden kesilmesinden
biraz şüphe etsek bile, muhakkak ki, bu dünyayı
ruhiyle kat kat aşmış. Kendini beğenirlik, gurur ve
gösterişten daima nefret etmiş, ve bunlarla olduğu
gibi, hakikî Allah sevgisine set çeken her şeyle
kökünden mücadele etmiş. Fakat, hikâyelerinden
öğrendiğimize göre, bunu daima neşe ile yapmasını
bilmiş.
İşte bir misal: Papanın yanında bulunduğu bir
sırada, Papaya civar manastırlardan birindeki bir
rahibenin mucize alâmetleri gösterdiği haberi ulaştı­
rılmış. Papa kendisine bu rivayetin doğruluğunu
tetkik etmek vazifesini vermiş, o da hemen katınna
binerek kötü bir havada, bozuk yollan aşıp manastıra
İTALYA SEYAHATİ H. 227

vam uş. Evvelâ masantınn baş rahibesiyle görüşmüş,


bahis mevzuu olan İlâhi alâmetlerini o da tasdik
etmiş. Rahibenin kendisini çağırmışlar, genç bakire
içeri girer girmez N eri, daha kendisine selam verme*
den çamurlu çizmesini çekmesi çin, rahibenin burnu­
na ayağım uzatmış. Fakat mukaddes, temiz kız
dehşet içinde kalarak geri çekilm iş, ve bu muamele­
nin kendisini son derece hiddetlendirdiğini keskin
sözlerle ifadeden çekinmemiş. Neri ise sessizce kal­
kıp dışarıya çıkm ış, katırına binerek geri dönm üş, ve
bu kadar kısa bir zamanda dönebileceğini hiç
ummıyan — çünkü bu nevi ruhi m elekelerin tetki­
kinde, kilise katolik rahiplerine oldukça sıkı ihtiyat
tedbirleri em rediyor. B öyle semavi ilhamları imkân­
sız görm em ekle beraber bunların doğru olduğuna
ancak sıkı bir imtihandan sonra karar veriyor. —
Papanın huzuruna çıkmış ve kendisini hayretle
karşılayan, Papaya: “ Bu rahibe A zize değil,” demiş.
“ M ucize gösterm iyor, çünkü kendisinde bunun için
elzem olan başlıca vasıf, alçakgönüllülük eksik!” İşte
bu düşünce tarzı, bütün hayatmca sadık kaldığı
prensip olarak görülüyor!
Bir misal daha: Kendisi, Padri deU’O ratorio
birliğini kurar kurmaz bu cem iyet çabucak şöhret ve
itibar kazanmış ve birçok kimseler buraya intisabet-
meye tâlip olmuşlar. Bu arada genç bir Rom alı prens
de gelerek kabulünü rica etmiş. Kendisine N oviziat(')1

(1 ) N ovizıat: R ahibe veya R ahipliğe kabul edilm eden evvel,


nam zetlerin m anastırlarda geçirdiği tecrübe devresi.
228 İTALYA SEYAHATİ İL

için müsaade ve icabeden elbiseler verilmiş. Bu


müddeti dolduran prens tamamen kabul edilmesi için
tekrar ricada bulunmuş, ve bunun için daha bazı
imtihanlar geçirm esi icabettiği cevabını almış. Bunun
üzerine Neri uzun bir tilki kuyruğu getirerek, prense
bunu arkasına takmasını ve böylece Rom a sokakla­
rında dolaşmasını söylemiş. G enç adam, aynı yukar­
da anlattığım rahibe gibi bu tekliften irkilmiş ve bu
cem iyete, zillete katlanmak için değil, ün ve şeref
kazanmak için girmek istediğini söylemiş. Bunun
üzerine Neri baba kendisine, burada işi olmadığım,
çükü kalabilmek için ilk şartın, nefsinden fedakârlık
edebilm ek olduğunu anlatmış. Prens içinse orayı terk
etmekten başka yapılacak bir iş kalmamış. Neri
bütün hikmetini şu cümle ile hulâsa ediyor: “ Spem e-
re mundum, spem ere te ipsum, spem ere te
spem i,” (2) ve bununla her şey ifade edilmiş oluyor.
Bunlardan ilk ikisini belki herhangi bir münzevi
başarabilir, fakat üçüncü şartı yerine getirebilmek
için azizlerin yolunu tutmuş olm ak gerekiyor.
N apoli, 27 Mayıs 1787.
G eçen ayın sonunda yazılan sevgili mektupları­
nızın hepsini birden, dün Rom adan, G raf Friess
vasıtasiyle aldım. Bunları, okum ak, tekrar tekrar
okumak içim i ferahlattı. Hasretle beklediğim küçük
kutu da bunların arasından çıktı. Hepsine binlerce
teşekkür.

(2 ) D ünyayı, istihkar e t, kendini istihkar et, seni istihkar edişlerini


istihkar et.
İTALYA SEYAHATİ D. 229

Artık buradan kaçma zamanı geldi. Napoli ve


civarım iyice görebilm ek, ilk intihalarımı tazelemek
ve eksik kalanları tamamlamak istiyorsam da, kendi­
mi günün gürültülü gidişinin cereyanına kaptırmak­
tan menedemiyorum. Üste de, görüşmeyi reddede-
miyeceğim bir sürü eski ve yeni tamdık karşıma
çıkıyor. M eselâ geçen yaz Karlsbad’da kendisiyle
birlikte pek güzel günler geçirdiğim bir hanımla
burada karşılaşıverdim.
Hâtıralarımızı tazeliyerek çok hoş saatler geçir­
dik. Bütün sevdiklerimiz sıradan geçtiler, bilhassa
aziz prensimizin hoş şakalarını büyük bir zevkle
anladık. Prensin yola çıktığı sırada, Engelhauslu
kızların bir süpriz olarak okuduktan manzumeyi de
bu hanım muhafaza etmiş. Bu bir sürü tuhaf sahnele­
ri yeniden hatırlamamıza vesile oldu. Bütün o şakala­
rı, muziplikleri ve birbirlerinden intikam almak
maksadiyle tertiplenen akıllıca oyunlan andık. Kaya
duvarlan arasında, bu garip lokalde, her zamankin­
den daha ziyade, karşılıklı, sempati, saygı ve dostluk
hisleriyle bağlı, kendimizi en yüksek Alm an sosyete­
sinde hissediyorduk. Fakat pencereye yaklaşır yak­
laşmaz, önümüzde akıp geçen Napolinin gürültülü
hayatı, bu sakin hâtıralaramızı dağıtıverdi.
Dük ve düşes Ursel’elle tanışmaktan da kaçın­
madım. Görgülü, temiz yürekli, geniş fikirli ve
sanatkâr insanlar. Kendileriyle yaptığım devamlı ve
mükerrer konuşmalar çok câzip oldu.
230 İTALYA SEYAHATİ D.

Hamilton ve güzel sevgilisinin bana karşı olan


teveccühleri devam etm ekte. Bugün kendilerine ye­
m eğe davetliyim, Miss Harte akşama doğru musiki ve
şarkı sanatındaki maharetlerim gösterdi. Bana karşı
olan alâka ve sevgisini eksik etmiyen dostum Hackert’-
in teklifi üzerine Hamilton bizi sanat eserlerini ve
antika hırdavat eşyalarını muhafaza ettiği gizli odaya
götürdü. Hackert benim görm eye değer her şeyi
görm em e gayret ediyor. Burada her şey karmakarışık
bir halde, muhtelif devirlere ait eşya tesadüfi bir
şekilde sıralanmış; büstler, torsolar, vazo ve bronz
eşya, Sicilya taşından bir sürü biblo, hattâ bir şapel
minyatürü, tahta oym alar, tablolar ve rasgele toplan­
mış birçok eşya. Y eıd e duran uzunca bir sandığın
kapağını merakla kaldırdığım zaman, içinde iki hari-
kulâde bronz şamdan fark ettim. Bir el işaretiyle
Hackert’in dikkatini bunlara çekerek kendisine: bun­
lar P ortid’dekilerin benzeri m i, diye fısıldadım. Bana
susmamı işaret etti, belki de bunlar, Pom pei hafriya­
tından kazara buraya göçm üşlerdir. Herhalde böyle
veya buna benzer bir şekilde ele geçirdiklerinden
dolayı, Lord, bu hâzineleri ancak pek yakın dostları­
na gösteriyor...
Dikine duran, ön tarafı açık, içi siyah boyalı bir
dolap nazarı dikkatimi çekti. Altın yaldızlı ağır bir
çerçeve bu açık olan tarafı çerçeveliyordu. D olap bir
insanı içine alabilecek genişlikteydi; bunun ne mak­
sada hizmet ettiğini biraz sonra öğrendim . Sanat ve
kadm dostu Lord, güzel kızın etrafında canlı bir
İTALYA SEYAHATİ D. 231

heykel gibi hareket etmesiyle iktifa etm iyor, aynı


zamanda ondan renkli tablolar olarak da zevk almak
istiyormuş. Kız arasıra renkli elbiseler giyerek, bu
siyah zemin önünde Pompeinin antik tablolarını,
hattâ modern ressamların eserlerini canlandınyor-
muş. Fakat anlaşılan artık bundan bıkmış olacak.
Hem de bu dolabın oradan oraya taşınması ve
münasip bir ışık teinini oldukça güç. Bu temaşa
m aalesef bizlere nasip olm adı.
Bu vesileyle N apolide pek rağbette olan bir
şeyden bahsetmek isterim: N oel zamanlan bütün
kiliselerde hazırlanan kreşler (P resepe.) Bunlar
umumiyetle İsanın doğumunu, m elekler, kıratlar ve
çobanların çocuğa secde edişini gösteriyor. Ekseriya,
yukan aşağı tamam, zengin ve itinayle yapılmış
olanlarına raslanıyor.
Fakat bu yalnız kiliselerde değil, bu neşeli şehrin
her tarafında tekrarlanıyor. Hattâ düz damlar üzerin­
de bile. Buraya tahtadan kulübemsi bir iskelet
çatıyorlar, bunu yeşil dallar ve çalılarla süslüyorlar,
M eryem , çocuk ve diğer figürler de itinayle giydirili­
yorlar. Bunları yapanlar oldukça büyük bir masrafa
giriyorlar.
Fakat bütün bu sahnelere eşsiz bir ihtişam veren,
Vezüv ve eteklerinin teşkil ettiği fon .
Galiba zaman zaman bu kuklalara c a n lı figürler
de katmak âdet olmuş ve bu gitgide zengin ve asil
ailelerin başlıca eğlencesini teşkil etm eye başlamış.
232 İTALYA SEYAHATİ O.

Akşam lan hoş vakit geçirmek üzere, tarihî veya


edebî sahneleri de canlandırmaya başlamışlar.
Burada, benim gibi izzet ve ikram gören bir
misafire yakışmıyacak bir mülâhazada bulunacağım.
İtiraf etmeli ki, Hamilton’un güzel sevgilisi, muhak­
kak eşsiz güzel bir mahlûk, fakat vücudu ile gözleri
tatmine muvaffak olabiliyorsa da, sesi ve konuşması
ruhsuz ve ifadesiz kalıyor. Hattâ şarkılan dahi inşam
sürükliyecek kuvvette değil. Herhalde yarattığı canlı
tablolar da böyle ruhsuz olm alı. G üzel insan her
yerde var, çok hassas ve güzel sesli olanlarına daha az
raslamyor. Fakat bu vasıfların cazip bir çehreyle
birleştiği pek ender.
H erder’in yollıyacağı üçüncü kısma pek
seviniyorum ^). Bunu iyi sakiayın, ve bana nereye
göndereceğinizi yazm aya kadar muhafaza edin. H er-
der insanlığın rüyaları olan, ve günün birinde ulaşa­
cağım umduğu çağın tasvirini herhalde isabetle başar­
mış olm alı. Humanite’nin sonunda zafer kazanacağı­
na benim de kanaatim var, fakat o zamana kadar
dünyanın büyük bir hastaneye dönmesinden ve in­
sanların birbirlerinin müşfik hasta baklası olmasın­
dan korkuyorum.
N apoli, 28 M ayıs, 1787.
Birçok bakımlarından bana çok faydalı olan
Volkm ann, beni arasıra kendi fikirlerine iştirak

(1 ) D ört d k olan “ B eşeriyet Tarihi Felsefesi Ü zerine Fikirler”


eserinin üçüncü cild i. (1784 - 1791.)
İTALYA SEYAHATİ D. 233

etmemeye mecbur ediyor. M eselâ N apolide otuz ilâ


kırk bin işsiz güçsüz insan bulunduğunu yazıyor ve
bunu ona bakarak kimler tekrarlamıyor! Ben burası­
nı ve güneylileri biraz yakmdan tanıdıktan sonra
bunun kuzeylilerin boş bir iddiası olduğunu fark
ettim. Sabahtan akşama kadar durmadan didinmiyen
herkese bizler işsiz güçsüz nazariyle bakıyoruz. Bu­
nun üzerine bütün dikkatimi halkın üzerine çevirdim ,
hareket halinde olsun istirahatte olsun boş duran bir
kimse görmedim. Vakaa arada pek çok üstü başı
yırtık insana tesadüf ediliyor ama meşguliyetsiz olan
hiç kimse yok. Dostlanma bu tem beller alayının
nerede olduğunu sordum , onlar da bana fazla bir şey
gösterem ediler. Bunlan bulmadan şehri tam mâna-
siyle görmüş olamıyacağımı düşünerek, kendim ara­
maya çıktım.
Birçok tipleri yakmdan tetkike ve kendilerini,
boy bos, kıyafet, hal ve tavır ve meşgalelerine göre
tasnife çalıştım. Bu iş burada herhangi bir yerde
olduğundan çok daha kolay, çünkü insanlar tamamen
kendi hallerine bırakılmışlar ve kılık kıyafetleri vazi­
yetlerini iyice ifade edebiliyor
M üşahedelerime sabah erken başladım, şurada
burada boş veya istirahat halinde rasladığım insanla­
rın, bunu o anda mesleklerinin öyle icabettirdiği için
yaptıklarını tesbit ettim.
M eselâ hamallar: bunların muhtelif meydanlar­
da kendilerine mahsus beklem e yerleri var, orada
müşteri bekliyorlar. Arabacılar ve çırakları, şehrin
234 İTALYA SEYAHATİ D.

büyük meydanlarında durarak, atlarım besliyor ve


yolcu bekliyorlar. Gem iciler nhüm duvarları üzerin­
de pipolarım tüttürüyorlar. Balıkçılar, belki de rüz­
gârın o an için kendilerim denize açılmaktan menetti­
ğinden, yatmış güneşleniyorlar. Bazdan da faaliyet
halinde; fakat ne olursa olsun hepsinin de iş güç
sahibi olduğu belli. D ilenciler arasında hakikaten çok
ihtiyar, âlîl ve sakat olanlarından başkasına raslama-
dım. Tetkiklerimi devam ettirdiğim, gittikçe daha
dikkatle müşahede ettiğim halde, kadın olsun erkek
olsun, genç olsun ihtiyar olsun, ne aşağı ne de orta
tabaka arasından hiçbir kimsenin işsiz güçsüz oturdu­
ğunu gördüm.
Bu söyledikierimi daha kanaat verici bir şekilde
ifade edebilm ek için bazı teferruata girişeceğim.
- Küçücük çocuklar bile kendilerine göre boş durmu­
yorlar. Bir kısmı Santa L ocia’dan şehre, pazara balık
taşıyor. Bir kısmına Arsenal civarında veya diğer
inşaat mahalleri yakınında raslıyoruz; bunlar talaştan
topluyorlar. Bazdan da deniz kıyısında dalgaların
attığı çalı çırpı ve odun parçalannı toplamakla
meşgul.
Bunlann en küçücük bir parçasını bile ziyan
etmeden sepetlerine dolduruyorlar. Daha yeni yürü­
meye başlıyan birkaç yaşındakiler bile, büyücek
oğlanlann peşine takılarak bu işte onlara yardım
ediyorlar
Sonradan bu sepetçiklerini alarak şehrin içerleri­
ne dalıyor ve topladıktan az buçuk odunu satmaya
İTALYA SEYAHATİ D. 235

çalışıyorlar. İşçiler ve orta halliler bunlan satın alıp,


«sınmak veya yemekierini pişirmek için kullandıkları
mangallarda yakıyorlar.
Çocukların bir kısmı da kükürtlü kaynaklardan
şehre su taşıyor. Bu sular bilhassa ilkbaharda pek çok
içiliyor. Bazdan da yemiş, pasta, bal ve şeker satın
abp, sonra bunlan diğer çocuklara satmak suretiyle
kendilerine çocukça bir kazanç temin ediyorlar.
Maksattan kendi paylannı bedavadan çıkartmak.
Dükkânının bütün malzemesi, bir tahta tepsi ve bir
çakıdan ibaret olan küçük bir oğlanın yarım bir
karpuzu, veya kızartılmış yarım bir kabağı taşıyışını,
ve etrafına çocuklar birikir birikmez yemişi tahtasının
üzerine koyarak onu küçük parçalara bölm eye çalıştı­
ğını seyretmek cidden çok hoş. A lıcdar heyecan
içinde, ve ciddiyetle ellerindeki bakır paraya göre
alacaklan parçanın kâfi derecede büyük kesilmesini
gözlüyorlar. Küçük tüccarsa açgözlü müşterilerinin
tuzakianna düşmemek için işini büyük bir itinayle
tamamlıyor.
Burada daha uzun bir zaman kalabilsem, çocuk­
ların işgüzarhkianm gösteren daha buna benzer
birçok misaller toplıyabileceğim den eminim. Orta
yaşlı ve genç bir sürü insan da çöpleri eşekier
üzerinde şehir haricine taşımakla meşgul. Bunlar
ekseri üstleri başlan pek fena halde kimseler. N apoli-
nin etrafı hep bostan. Bu bostanlardan şehirdeki
pazarlara her gün nasü kucak kucak sebze taşındığını
görm ek insana zevk veriyor. Şehirde ahçılann attık-
236 İTALYA SEYAHATİ D.

lan lüzumsuz sebze yapraklarını da çalışkan ahali


hemen geriye bostanlara taşıyor ve böylece nebatla­
rın üreme faaliyeti süratlendirilmiş oluyor. Burada
sebze istihlâki o derece fazla ki, şehrin çöplerinin
büyük bir kısmını karnabahar, lâhana, salata ve
sarımsak saplan ve yapraklan teşkil ediyor. Bunlar
bilhassa gübre olarak çok makbul. Eşeklerin sırtına
karşılıklı iki küfe asıyorlar, bunlan sade doldurmakla
kalm ıyor, üzerlerine bir sürü de yaprak yığıyorlar.
B öyle bir eşeği olamıyan tek bir bahçıvan yok.
Uşaklar, oğlan çocuklar, hattâ bazan bahçe sahipleri­
nin kendileri bile günde birkaç defa şehri boyhyarak,
günün hangi saatinde olursa olsun, daima kendileri
için bir hazine olan bu çöplerden istifade ediyorlar.
Bu açıkgöz toplayıcıların, katır ve atların da gübrele­
rini nasıl itinayle topladıklannı söylem eye lüzum
yok. Bu araştıncılar karanlık basınca sokaktan iste-
m iye istemiye terk ediyorlar ve gece yansı operadan
dönen zenginler, çalışkan insanlann daha gün ağır-
madan, atlannın izlerini araştıracaklarını akılların­
dan bile geçirmiyorlar.
Anlattıklanna göre, böyle birkaç kişi bir araya
gelerek bir eşek satın alıp işe başlıyor, bir bostandan
küçük bir parça kiralıyarak işi kısa bir zamanda iyice
ilerletebiliyorm uş. Tabiî nebatlann gelişmesi için çok
müsait olan bu iklim de buna yardım ediyor.
Eğer burada rasladığım bütün küçük esnafın
meşgalesini anlatmaya kalkışırsam pek teferruata
girmiş olacağım . Bütün diğer büyük şehirlerde oldu­
İTALYA SEYAHATİ İL 237

ğu gibi, bunlan tetkik etmek burada da insana zevk


veriyor. Fakat hiç olmazsa buranın seyyar satıcıların­
dan bahsetmeliyim, çünkü buranın asıl tipik esnafı
bunlar. Bunlardan bir kısmı fıçılar içinde su ve
ellerinde lim on ve bardaklar taşıyor ve limonatayı
hemen istenildiği yerde hazırlıyabiliyor; bu, burada
en fıkarasının bile kendini mahrum etm iyeceği bir
içki! Bir kısmı da tepsiler içinde bardaklar ve türlü
türlü likör şişeleri gezdiriyor. Bardak ve şişeleri
tepsiye merbut tahta halkalara geçirerek düşmekten
koruyorlar. Bundan başka bir sürü d e, çörek, şeker­
lem eler, limon ve diğer meyvalan sepetlerle gezdiren
satıcı var. Sanki bunların hepsi de, zaten her gün bir
bayram havası içinde yaşıyan bu şehrin, keyif ve
neşesini arttırmaya gayret ediyor.
Bunlardan başka daha bir sürü, mallarım tâ»
tahta kutu kapağı üzerinde gezdiren veya doğrudan
doğruya yere sererek satan seyyar satıcı var. Bunların
sattıkları öyle mağazalarda bulunan şeylerden değil,
tamamen hırdavat; deri, keten, bez, veya demir
parçalan. Bunlann hepsi de böylece satışa çıkarılıyor
ve daima bunlan alacak bir müşteri çıkıyor. Aşağı
tabakadan pek çok kimse d e, tüccarlann ve sanat
sahiplerinin yanında çıraklık veya yardakçılık etmek­
le para kazanıyorlar.
Üstü başı partal, kılıksız insanlara taslamadan
iki adım ilerlemenin imkânsız olduğu hakikat. Fakat
bundan dolayı onlan serseri veya yankesici sanmak
hata. Hattâ aksine: iddia edilebilir kİ, N apolide fakir
238 İTALYA SEYAHATİ O.

halk diğer şehirlerinkine nispetle daha çalışkan ve


işgüzar.
Bunu tabii kuzeydeki iş anlayışiyle mukayese
etmek doğru değil. Bizde iş, yaşanan günü ve saati
düşünerek değil, iyi günlerde kötü günleri düşüne­
rek, yazlan kışı düşünerek görülür. Tabiat kuzeylileri
daima hazırlığa ve önceden tedbir almaya m ecbur
ediyor. Ev kadınının tuzlamalar ve pastırmalar yapa­
rak senelik mutfak ihtiyacını düşünmesi, erkeklerin
kuru meyva ve odunu temine çalışması, hayvanlann
yemlerini düşünmesi, bizi en güzel gün ve saatlerin
tadını çıkarmaktan mahrum ve bütün vaktimizi çalış­
maya hasretmeye mecbur ediyor. Kuzeyliler aylarca
kendi ihtiyarlariyle açık havadan uzaklaşıyorlar, ev­
lerine kapanarak kendilerini fırtına, yağmur, kar ve
soğuktan muhafaza ediyorlar, mevsimler amansız bir
şekilde birini takibediyor ve yaşamak istiyeni idareli
olmaya mecbur ediyor. Çünkü burada artık mahru­
miyetin ihtiyari olup olmaması bahis mevzuu değil­
dir. Mahrum olamazlar, mahrum olm ayı istemezler.
Bu insanların böyle bir şeyi istemek veya düşünmek
haklan bile değildir. Tabiat şartlan onların peşin
olarak çalışmaya istikbal için (gelecek için) hazırlık
yapmaya zorluyor. Muhakkak ki, binlerce senedir
aynı kalan tabiat tesirleri. Kuzey insanlarının birçok
bakımlardan pek takdire değer karakterini yuğur-
muş. Fakat bizler kaderin bu kadar güleryüz göster­
diği doğu insanlarım kendi noktayı nazarımızdan
yanlış hüküm lendiriyonız, H eri von Pauw’un “ R ec-
İTALYA SEYAHATİ U 239

herches sur les G recsC) adlı kitabında synik filozoflar


hakkında yazdıktan, tamamen buraya uyuyor. Söyle­
diğine göre onlann sefaletleri hakkında tam bir fikir
edinmek imkânsızmış. Onun fikrince, “ kendini her
şeyden mahrum etmek” prensiplerini onlara her şeyi
bol b ol bahşeden bu iklim kolaylaştınyormuş. Bizde
fakir addadilen bir adam, burada sade tabiî ve zaruri
ihtiyaçlannı tatminle kalm ıyor, aynı zamanda da
hayatm tadını çıkartabiliyor. Hattâ N apolide dilenci­
likle geçinenler bile yerlerini İsveç kıraliyle değişmek
istemezler veya Rus imparatoriçesi kendilerini Sibir­
ya valiliğine tâyin etse bu şerefi reddederler.
Muhakkak ki, bizim memleketlerde synik bir
filo zo f bile buna güç tahammül edebilir, halbuki
güney memleketlerinde iklim insanı böyle bir tavra
âdeta mecbur ediyor. Üstü başı partal bir insan
burada çıplak addedilm iyor. Ev sahibi olm ıyan, kira
verem iyen, yazlarını çardak altında veya saray ve
kiliselerin eşiğinde, gecelerini arkadlann altında geçi­
ren ve kötü havalarda ufak bir para mukabelinde
gece başım sokacak bir delik ariyan kimseler burada
hor görülm üyor, onlara serseri nazariyle bakılmıyor.
İlerisini düşünerek tadbir almıyanlara fakir denilmi­
yor. Yalnız bu balık dolu denizlerin, insanları hafta­
nın pek çok günü beslem eye yeter malzeme temin
ettiğini, bahçe ve bostanlann senenin her mevsimin­
de nasıl dolup taştığım düşünürsek, burada yaşama­
lım ne kadar kolay olduğunu tasavvur edebiliriz.
(1 ) HollandalI filozof C om eille de Pauw’un eseri. (1739 • 1799.)
240 İTALYA SEYAHATİ H.

Napolinin civarına "Terra di Lavoro” adı veriliyor,


bu, "iş memleketi” değil "ekim memleketi” mânasına
geliyor. A ym zamanda da bu m em lekete "mesut
toprak” (Terra felice) adının verildiğini de unutma­
mak lâzım.
Eğer günün birinde birisi Napolinin etraflı bir
tasvirini yapmaya kalkacak olursa, benim yukarda
ortaya atmaya cesaret ettiğim paradoks fikirler, bu
yolda daha başka müşahedelere de yol açabilir. Fakat
böyle bir şey için oldukça kabiliyet ve senelerce
müşahede lâzım. A ncak o zaman göreceğiz ki,
“ Lazarone” diye anılan sınıf, hiçbir zaman diğerlerin­
den daha az çalışkan değil, ve fark edeceğiz ki,
bunlar sadece yaşamak için değil, aynı zamanda da
zevk almak için çalışıyorlar ve hayatin zevkim çıkar­
mak onlar için çalışırken dahi ön plânda geliyor. Bu
bize daha bazı şeyler de izah ediyor; meselâ el işçiliği
kuzey memleketlerdekine nispetle çok daha geri.
Fabnka yok. Kalabalık halk kitlesi arasında doktor
ve avukatlardan başka pek az okur yazar kimseye
raslıyoruz. Tek tük kıymetli şahısların gayretlerine
rağmen N apoli mektebinin yetiştirdikleri içinden
esaslı ve büyük bir ressam çıkmamış. Bu serseri hayat
içinde rahipler bile kendilerim kapıp koyuvermişler
ve zenginler servetlerinin çoğunu keyif, debdebe ve
vakit geçirm e uğrunda sarf ediyorlar. Bunların pek
umumi mülâhazalar olduğunu ve m uhtelif sınıfların
karakteristik vasıflarının, ancak yakından tetkik ve
tanışmadan sonra tesbit edilebileceğini bilm iyor deği­
İTALYA SEYAHATİ II. 241

lim, fakat tahmin ediyorum kİ, etraflı' bir tetkikten


sonra da varılacak netice gene bu olacaktır.
Tekrar fakir halk bahsine dönüyorum . Bu kitle
neşeli çocuklara benziyor; tıpkı çocuklar gibi, kendi­
lerine verilen işi yaparken, bundan zevk çıkarmaya,
bunu şakaya dökm eye bakıyor. Ç ok uyanık ruhlu,
serbest düşünen, doğru düşünen insanlar. Lisanları
pek canlı, zekâları keskin ve iğneleyici. Antik A tella
Napoliden uzak değildiC ), ve nasıl oranın sevgili
Polişineli oyunlarına halâ devam ediyorsa, oranın
neşeli havası da aşağı halk arasında halâ yaşamakta.
Plinius, tabiat bilgisi kitabanın(*12) üçüncü cildinin
beşinci faslında Kampania’nm tasvirine başhbaşına
geniş bir yer ayırıyor. “Bu topraklar öyle mesut,
sevimli ve iç açıcı k i...” diyor, “ Burada tabiatın kendi
eseriyle iftihar ettiği seziliyor. Bu yumuşak hava, şifa
bahşeden sema, verimli tarlalar, güneşli sırtlar, göl­
geli ağaçhkiar, kıymetli ormanlar, havadar dağlar,
engin ekim sahaları, bağ ve zeytinliklerin zenginliği,
koyunlannın has yünü, öküzlerinin semiz enseleri,
sayısız göller, suyu bol nehirler ve zengin kaynakiar,

Sah. 17 ye ait notlar:


(1 ) N apolinin kuzeyinde bulunan eski A tella , Ram pam a kom edi­
lerinin m erkeziydi.

(2 ) Plinius, Secundus m . s. 23 - 79. R om a vilâyetlerinde uzun


zam an im paratorun m üm esilliği vazifesini gören bu siyaset
adam ı, aynı zam anda venm li bir m üellifti. Başlıca eseri
“ Naturalis H istoria” 37 ciltlik kitap serisi. Tabiat bilgisinden
ziyade bilhassa kültür tarihi bakım ından enteresandır.
242 İTALYA SEYAHATİ II.

denizler ve sürü sürü limanlar ile, bu topraklar


kucağını her türlü alış verişe açık tutuyor, ve insanla­
rın işlerini kolaylaştırmak için kollarını denizlere
doğru uzatıyor.

“ Kuvvetleri, ö rf ve âdetleriyle nice nice milletle­


ri ellerinde tutan, dilleriyle onlara hâkim olan eski
sakinlerinden burada bahseım iyeceğün.”
“ Kendi kendisini lüzumundan fazla methetmeye
alışık olan Yunanlılar bile bu memlekete karşı büyük
bir saygı beslem işlerdi, bunu, bu topraklara “ Büyük
Yunanistan” adını vermiş olmaları ispat ediyor!”

N apoli, 29 Mayıs 1787.


İnsan burada, her tarafta mütemadiyen göze
çarpar bir neşe ile karşılaşıyor ve buna kendini büyük
bir zevkle kaptırıyor. Tabiatın süsü olan renkli meyva
ve çiçekler, insanları da mümkün olduğu kadar renkli
giyinmeye, kullandıkları eşyaları rengârenk süsleme­
ye, heveslendiriyor. Herkes şapkasım, elinden geldi­
ği kadar renkli kurdeleler, çiçekier ve ipekli eşarplar­
la süslüyor. En hkarasının evindeki iskemleler bile
altın yaldızlı zemin üzerine renkli çiçek resimleriyle
süslü. Hattâ tek atlı arabalar bile kıpkırmızı boyan­
mış.
Tahta oym a kısınılan altın yaldızla yaldızlanmış.
Atlarsa yalana çiçeklerle, püsküller ve yaldızlı şerit­
lerle bezenmiş. Hattâ bazılarının başlan tüyler veya
küçük bayraklarla süslü. Hayvanlar koşarken bunlar
İTALYA SEYAHATİ O. 243

da uçuşup duruyorlar. Bu ifrat renk sevgisine umumi­


yetle zevksizlik veya barbarlık nazariyle bakarız, ve
bu ekseri de böyledir. Fakat berrak ve mavi bir sema
altında her şey rengini kaybediyor, hiçbir renk
güneşin parlaklığı ve denizdeki akisleriyle yanşamı­
yor. Bu kuvvetli ışık en canlı renkleri bile söndürü­
yor. Ağaçların ve nebatların kuvvetli yeşili, toprağın
san, kahverengi ve kırmızı tonlan o derece kuvvetle
gözlere tesir ediyor ki, en renkli çiçekier ve elbiseler
bile bütünün ahengi içine karışıyor. Nettuno’luC)
kadınların geniş sırma işlem eli kızıl cepkenleri, diğer
rengârenk millî elbiseler, boyalı gem iler, sanki bütün
bunlann hepsi, bu parlak sema ve deniz karşısında
varbkiannı belirtebilm ek için birbirleriyle yaşıyorlar.
Ölülerini de yaşadıktan gibi renkier içinde göm üyor­
lar, bu renkli âlemin neşesini bozan kara alaylara
Taslanmıyor.
Bir çocuk cenazesine rasladım; sırma işlemeli
kırmızı bir kadife örtü ile sedyeyi örtmüşler, üzerine
tahta oym a altın ve gümüş yaldızlı tabutu yerleştir­
mişler, Ölüyü beyaz giydirmişler ve pem be kurdele­
lerle süslenmişler. Tabutun dörtköşesinde, a ş a ğ ı yu-
kan iki ayak boyunda birer m elek, ellerindeki çiçek
dem etleriyle istirahatgâhına giden çocuğu örtüyorlar.
M elekler sadece tellerle tutturulmuş olduğu için,
sedye hareket ettikçe onlar da sallanıyorlar ve etrafa
çiçek kokulan saçıyorlar. Bilhassa alay sokağın karşı

(1 ) Rom anın güneyinde, 40 kilom etre uzakta, A ntik Antium ’un


yakınında küçük bir lim an.
244 İTALYA SEYAHATİ U

tarafına geçerken koşmaya başlayınca m elekier büs­


bütün sallanmaya başladılar. Önde yürüyen rahipler
ve mum taşıyan çocuklar yürümüyorlar, sanki koşu­
şuyorlardı.
Y iyecek içeceğin mebzul olm adığı hiçbir mevsim
yok! N apolililer sadece yemekten değil aynı zamanda
mallarım güzel bir şekilde teşhir etmekten de zevk
alıyorlar.
Santa Lucia’da balıklan cins ve büyüklüklerine
göre tem iz, güzel sepetlere yerleştiriyorlar, yengeçle­
ri, istiridyeleri ve küçük kabuklulan hep ayn ayn
yeşil yapraklar döşeli sepetler içine diziyorlar. Kuru
ve kabuklu yemiş satan manavlar da son derece
süslü. Portakal ve limonun her çeşidi burada sergi
halinde. Bunların arasına süs maksadiyle dizilen yeşil
dallar gözleri şenlendiriyor. Fakat dükkânların en
süslüsü kasaplar. Bilhassa eti halka son derece cazip
bir şekilde takdime çalışıyorlar, çünkü vakit vakit
tutulan perhizler ete karşı olan arzuyu daima yeniden
kamçılıyor.
Öküz, dana ve koyun parçalarının yağ kısımları­
nı ve kenarlarını yaldızlamadan asmıyorlar. Senenin
birçok bay ramlan, fakat bilhassa N oel yortusu ziya­
fetler zamanı olarak meşhur; o zaman beş yüz bin kişi
bir araya toplanarak Cocagna’yı kutluyorlarO) T ole-
d o caddesi, onun yamsıra başka sokaklar ve meydan-

(1 ) Cocagna: N apolilileriıı karnaval yortusu. B u m ünasebetle


kıral, sokaklarda halka, tepsilerle et ve şarap dağıttırdı. Bu
âdet 1783 te kaldırılmıştır.
İTALYA SEYAHATİ d . 245

lar da en iştiha verici bir tarzda süsleniyor. Sebze ve


meyva satılan barakalar, incir, kavun ve kuru üzüm
yığmlariyle çok hoş bir şekilde gözleri neşelendiri­
y or... Sokaklarda sebzeler, girlandiar halinde asılı­
yor. Yaldızlı ve kırmızı kurdelelerle süslü sucuklar­
dan meydana gelen diriler, ibiklerinin üzerine kırmızı
bayrakiar iliştirilmiş hindiler. Söylenildiğine göre
yalnız otuz bin tane hindi satılmış, halkın hususi
olarak evlerinde besledikleri de caba! Bütün bunlar­
dan başka bir sürü eşeği d e, kesilmiş tavuklar, sebze,
ve körpe kuzularla yüklüyorlar ve bunları şehirde ve
pazarlarda dolaştırıyorlar. Sokaklarda rasladığımız
yumurta yığınları o derece büyük ki, insan bu kadar
çoğunu bir arada güçlükle tasavvur edebilir. Sanki
bütün bunları yiyip bitirdikieri yetmiyormuş gibi, bir
de senede bir defa atlı bir çavuş yanında bir davulcu
ile şehri dolaşarak bütün meydanlarda ve yol kavşak­
larında, N apolililerin o sene zarfında ne kadar
dom uz, kuzu, dana ve öküz yemiş oldukiannı ilân
ediyor. Halk bunu büyük bir alâkayle dinliyor ve
büyük rakamları sevinçle karşılıyor, her fert, bu
istihlâkten kendi payım hatırkyarak o anı zevkie
anıyor. Sütlülere ve hamur işlerine gelince, birim
ahçılanmızın pek güzel hazırladıkları bu nevi şeyleri
burada hazır satıyorlar, buna biraz da halkın her işi
çabucak başarmayı sevmesi ve mutfakların konfor-
suzluğu sebep. în ce undan yaptıkian ve makaroni
ismini verdikleri ince açılmış, m uhtelif şekillerde
kesilmiş ve kurutulmuş hamuru her yerde hazır satın
almak mümkün. Bunu umumiyetle sade suda pişiri­
246 İTALYA SEYAHATİ D.

yorlar ve sonradan üzerine bahar ve rendelenmiş


peynir ekiyorlar. Büyük sokaklarda, hemen her köşe
başında hamur işi satıcıları, içleri kaynar zeytinyağ
dolu muazzam tavalariyle tezgâh kurmuş müşteri
bekliyorlar. Bunların bilhassa perhiz günlerinde pek
çok işleri oluyor; isteyene, çabucak hazırlayıverdikie-
ri balık veya hamur kızartmalarını hemen takdim
ediyorlar. Bu gibi satıcılar inanılmaz derecede iyi iş
yapıyorlar. Binlerce insan öğie veya akşam yem ekie-
rini bunlardan satın alarak kâğıtlar içinde evlerine
taşıyor.
N apoli, 30 Mayıs 1787.
G ece şehri dolaşa dolaşa M olo’ya vardım. A yı,
ayın bulutların kenarındaki akislerini, ve denizdeki
aksinin teşkil ettiği, hafifçe dalgalanan sütunu seyre
koyuldum, fakat bu akisler kendilerini en parlak bir
şekilde yakın dalgaların kenarlarında belli ediyorlar.
Sonra, yıldızlar, fenerlerin, ışıkların, Vezüvün ateşi
ve bu ateşin denize aksi, ve deniz üzerine serpilmiş
birçok geminin ışıklan.
Bu manzarayı, Van der N eer(') tarafından res­
medilmiş olarak görm eyi çok isterdim.

N apoli, Perşem be, 31 Mayıs.


Rom anın Fronleichnam(1 2) yortusunu ve bu mü­
nasebetle Raffael’in halılarım görm eyi o derece

(1 ) HollandalI ressam (A A rt van der N eer. 1603 — 1677.)


(2 ) Fronlcichnanı-yortusu.
İTALYA SEYAHATİ O. 247

aklıma koydum ki, burada seyrettiğim eşsiz tabiat


sahneleri lâle artık beni gitmekten alıkoymayıcaklar.
Seyahat hazırlıklarıma büyük bir İsrarla devam ettim.
Pasaportumu ısmarladım. Bir arabacıdan pey bile
aldım. Burada bizimkinin aksine, seyyahın emniyeti
için, böyle yapmak lâzım geliyor. Kniep yeni evine
taşınıyor, burası eskisinden daha iyi ve daha geniş.
Dostum daha evvel de, bu ev değiştirme hazır­
lıklarını yaparken bana bir imâda bulunmuş, yeni bir
eve hiçbir eşya götürmeden göç etmenin kendisi için
tatsız bir şey olduğunu, hattâ bunu saygısızlık addet­
tiğini söylemişti. Bazan tek bir yatak bile ev sahibine
hürmet telkin ederm iş, üzerinde müspet bir tesir
yapabilirmiş. Bugün kale civarındaki geniş ucuz eşya
pazarından geçerken, bronz yaldızlı dem ir bir karyo­
la gördüm , ve hemen satın alarak, ilerde kendisi için
rahat ve sağlam bir yatak odası hazırlaması için
dostuma hediye ettim. H er zaman hazır durup
müşteri bekliyen hamallardan biri karyolayı kalasla-
riyle birlikte yeni eve götürdü. Bu K niep’i öyle
sevindirdi ki, hemen benden ayrılmak ve oraya
geçm ek istiyor. Kâğıt resim tahtası ve diğer lâzım
eşyayı da süratle tedarike koyuldu. Sicilyada çizilmiş
olan krokilerin bir kısmım önceden anlaşmış olduğu­
muz şeküde kendisine bırakıyorum.
N apoli, 1 Haziran 1787.
M arquis Lucchesinin gelişi seyahatimi birçok
gün geriletti Kendisiyle tanışmış olm ak beni çok
sevindiriyor. Bana öyle geliyor ki bu adamın mânevi
248 İTALYA SEYAHATİ D

hazlan kolay hazmeden sağlam bir midesi var, dünya


sofrasından zevk almaya her an hazır. Bizlerse geviş
getiren hayvanlara benziyoruz, devre devre içim izi
dolduruyor ve bunları hazmedene kadar yeni bir şey
kabul edem ez oluyoruz. Karışım da çok beğeniyo­
rum, iyi yürekli tam bir Alm an kadım.
Şimdi Napoliden memnuniyetle ayrılıyorum.
Gitm em muhakkak lâzım. Buradaki son günlerimi
cem iyet hayatına hasrettim. Yeniden enteresan şahsi­
yetlerle tanıştım ve onlara hasrettiğim saatlerden
dolayı pişmanlık duymuyorum. Fakat eğer bu iki
hafta daha devam edecek olursa gayelerimden gitgi­
de uzaklaşmış olacağım . Hem de insan burada gitgide
tem belleşiyor. Paestum’dan döndüğümden beri Por-
tici hâzineleri müstesna pek az şey gördüm . Daha
görmediğim bazı şeyler kaldıysada, bunlar uğruna bir
adım bile atmak istemiyorum. Portici müzesi hakika­
ten bütün antikite koleksiyonlarının en mükemmeli.
El işçiliği bakımından bizden daha geri bile olsa,
antik dünyanın, sanat zevkinin bizden kat kat daha
ileri olduğunu, burada bir kere daha görebiliyoruz.

1 Haziran 1787.
Pasaportumu hazırlatıp getiren uşak, gideceğime
eseflenerek şunlan anlattı: geniş bir lâv kitlesi Vezüv-
den akmaya başlıyarak denize doğru ileriiyormuş,
dik sırtlardan akanlar aşağılara varmışlar bile. Bu lâv
seli birkaç güne kadar sahile dayanacakmış. Kendimi
şimdiden bir çıkmaz içinde hissetmeye başladım.
İTALYA SEYAHATİ O. 249

Bugünümü veda ziyaretleriyle geçirdim ; bu, bana


yardım ve iyiliklerini esirgemiyen birçok dosta karşı
borçum du, yarınki günümü de nasıl geçireceğim i
daha şimdiden görüyorum . Yolum uza çıkan insanlar­
dan kendimizi büsbütün çekem iyoruz, fakat bize
ettikleri iyilik, verdikleri zevk ne kadar büyük olursa
olsun, sonunda insanı asıl gayelerinden uzaklaştırı­
yorlar ve bundan onların da bir istifadeleri olm uyor.
Ç ok üzgünüm.

Akşam.
Fakat teşekkür için yaptığım ziyaretler zevksiz
ve boş geçm edi. Şimdiye kadar sonraya bıraktığım
veya görm eye fırsat bulamadığım bazı şeyleri bana
gösterdiler. Hattâ, Cavaliere Venuti, bana bazı gizli
hâzineleri de gösterdi. Bu arada eşsiz “ Ulyss” i,
parçalanmış olmasına rağmen büyük bir zevkle sey­
rettim. C. Venuti, vedalaşmadan evvel beni porselen
fabrikasına da götürdü. Burada “ Herküles” i kafama
iyice nakşettim, ve kampania vazolarım doya doya
seyrettim.
Hakikî sevgi ve dostluk hisleri içinde vedalaşır­
ken, Cavaliere bana kendisini üzen bir meseleyi açtı.
Burada kendisiyle birlikte daha taraz kalmamı can­
dan, yürekten arzu ediyorm uş. Yem ekten evvel
kendisine uğradığım bankacım da beni yem eğe alı­
koydu. Lâv akınım görm ek arzusiyle yanıp tutuşma-
saydım. bütün bunların zevkini çıkaracaktım
Hesaplarımı görmek ve eşya toplamakla gün
geçip gitti, karanlık olur olm az M olo’ya koştum.
250 İTALYA SEYAHATİ U.

A teş ve ışıklan ve bunlann akislerini seyrettim,


dalgalı denizde bu akisler büsbütün hareketli görünü­
yordu Karşımda, bütün azametiyle dolgun ayı,
Vezüvün püskürdüğü ateşi ve yeniden akmaya başla­
mış olan kızgın lâv selini görüyordum . Doğrusu oraya
gitmem lâzımdı, fakat bu kadar müşkül bir işti ki,
şimdi yola çıksam ancak sabaha karşı oraya varabile­
cektim. Olmıyacak em ellere kapılarak bu seyrettiğim
azametli manzarayı kendime zehir etmek istemedim.
Etrafımda dolaşan insanların, gidiş gelişlerini, lâvın
alacağı istikâmet hakkında giriştikleri kavgalan, yap­
tıktan mukayese ve tefsirleri ve anlattıktan diğer
hikâyeleri dinliyerek, gözlerim kapanıncaya kadar
M olo üzerinde oturdum.
N apoli, 2 Haziran, Cumartesi.
Vakaa bu güzel günü de sevimli insanlarla,
faydalı ve neşeli bir şekilde keçirdim ama, buna
rağmen kalbim üzgün, çünkü asıl istediklerimi yapa­
madım.
Dağdan denize doğru yavaş yavaş ilerliyen du­
man kitlesine hasretle bakıyorum, bu lâvın saati
saatine aşağı doğru ilerleyişini işaret ediyor. Bu
geceyi de serbest geçiHnem mümkün olm ıyacak.
G iovane düşesini ziyaret etm eye önceden söz vermiş­
tim. Kendiri sarayda oturuyor. Yanına vanncıya
kadar bir sürü merdiven çıktım ve bir sürü koridor­
lardan geçirildim . Yukarı katın koridorları, saray
gardtobunun lüzumsuz eşyalarını muhafaza eden
dolap ve sandıklarla büsbütün daralmıştı. Düşes
beni, büyük ve yüksek tavanlı, pek de fevkalâde
İTALYA SEYAHATİ II. 251

olm ıyan bir odada karşıladı. Narin yapılı, zarif genç


bir hanım. Kendisinin aslen Alm an olması dolayısiy-
le, edebiyatımızın son senelerde, daha geniş ve daha
hür bir Hümanite’ye doğru istikametlenmiş olduğun­
dan haberdardı. H erder’in gayretlerini ve diğer buna
mümasil, cereyanların kıymetini candan takdir edi­
yor. Garven’in düşünüş tarzı da(‘) kendisine pek
yakın geliyormuş. Kendisinin de Alm an kadın mu­
harrirleri arasında yer almak ve iyi bir muharrir
olm ak ve kalemiyle takdirler kazanmak arzusunda
olduğu sözlerinden seziliyor. Konuşmalarımız hep bu
mevzu etrafında döndü, ve bu arada yüksek sınıfa
mensup genç kızlar üzerinde tesir yapmak istediğim
de ima etti. Bu nevi konuşmaların bir türlü sonu
gelm iyor. Gün kararmaya başlamış, fakat mumlan
henüz getirmemişlerdi. Biz odada aşağı yukarı dolaşı­
yorduk. Ev sahibem bu sırada panjurlan kapalı olan
pencerelerden birine yaklaşarak kepengi kaldırdı, ve
o anda insanın ancak ömründe bir kere görebileceği
bir manzarayla karşılaştım; Düşes bunu beni hayrete
düşürmek için mi yapmıştı bilm em , fakat bunu
istediyse herhalde maksadına tamamen muvaffak
olmuştu. Yukan katın pencerelerinden birinin önün­
deydik, güneş çoktan batmıştı, akan lâvın alevleri
iyice kızıllaşmaya ve bunu takibeden duman altm
pınltılariyle yanmaya başlamıştı. Dağ şiddetle isyan
halindeydi üzerini muazzam bir duman bululut kaph-
yodu. H er patlama anında bu bulut parçalanarak

(1 ) G arven: Breslau’lı halk filozofu . (1742 -1 7 9 8 ).


252 İTALYA SEYAHATİ O.

pınldıyan mücessem kitleler halini alıyordu. Yukar­


dan başlıyarak denize kadar uzanan ateş şeridi ve
bunu takibeden kızgm duman, kara, deniz, kayalar
ve nebatlar, alacakaranlıkta iyice fark ediliyordu.
Ortalığı sihirli bir sükût kaplamıştı. Bütün bun­
ları bir bakışta kavrayabilmek, ve dağın arkasından
yükselen dolgun ayla büsbütün bir harika şeklinde
tamamlanan bu tabloyu seyretmek, insanı hakikaten
hayretlere düşürüyor.
Bulunduğumuz noktadan bunlan bir bakışta
kavnyabiliyorduk\ bütün teferruatı teker teker tetki­
ke fırsat bulamasâk bile, bütünün tesiri bir an bile
kaybolm uyordu. Bu manzara karşısında, konuşma­
mız yanda kesilivermişti. Fakat sonradan daha hoş
bir şekilde devam etti. Şu anda tefsirine, binlerce
sene bile yetmiyecek bir metin karşısmdaydık.
G ece ilerledikçe sanki her şey daha ziyade
vuzu’h kespediyordu.
A y sanki ikinci bir güneşmiş gibi bir şeyi
aydınlatıyor, duman sütunlarının hepsi ta içlerine
kadar ışığı em iyor ve en ufak zerrelerine kadar
aydınlanıyorlardı. A z daha optik aletler kullanarak,
dağın püskürdüğü kızgm kayalan, kara toprak üze­
rinde fark ettiğimizi sanacaktık.
Ev sahibem — ona bu ismi vereceğim çünkü
benim için bundan daha nefis bir akşam yem eği
olamazdı — mumların odanın karşı duvarına konul­
masını emretmişti. Bu inanılmaz derecede güzel
tablonun ön plânını teşkil eden güzel kadın, bana ay
İTALYA SEYAHATİ D. 263

ışığı altında gittikçe daha da güzel görünüyordu. Bu


güney cennetinde tadı bir Alm an dialekti konuşması
cazibesini büsbütün arttırıyordu. Saati unutmuştuk.
Nihayet bana kendisi istemiye istemiye artık ayrıl­
mak zamanı geldiğini bildirdi. Çünkü saray galerileri,
manastırlarla olduğu gibi, muayyen bir saatte kapatı-
lıyormuş. B öylece uzaklarda gördüklerim i de yanım­
da olanı da üzüntüyle terk ederken, aynı zamanda da
böyle bir günü yapma bir nezaketle geçirdikten sonra
akşamımın bu kadar güzel mükâfatlandırılmış olm a­
sından kendimi pek mesut hissediyordum.
Tekrar açık havaya çıktğım vakit kendi kendime
Şöyle diyordum , V ezüve gitmekle buradan gördüğüm
lâv akının büyük mikyasta bir tekrarım görmüş
olacaktım , fakat hiçbir surette bu akşamki kadar
güzel bir manzarayle karşılaşamıyacak, N apoliyle
böyle güzel bir şekilde vedalaşamıyacaktım.
Evet gideceğim yerde M olo yolunu tuttum. Bu
muazzam temaşayı birkere daha ve başka bir ön
plânla görm ek istiyordum. Fakat bilm em neden
böyle dolu geçen günün verdiği yorgunluk mu, yoksa
son gördüğüm güzel tablonun tesirini kaybetmek
korkusu mu beni tekrar M oriconi’ye doğru çekti.
Kniep’i evde buldum. Yeni odasına artık taşınmış
olduğu için şimdi bana tür akşam ziyafeti yapıyordu.
Karşılıklı birer kadeh şarap içtik ve ilerde yapacakla­
rımızdan bahsettik. Almanyaya dönüp resimlerini
gösterir gösterm ez G otlıa Dükü Em st’in bunlarla
alâkadar olacağını ve muhakkak kendisine siparişler­
de bulunacağını Kniep’e temin ediyordum . B öylece
254 İTALYA SEYAHATİ □

İlerdeki müşterek çalışmalarımızdan em in, kalbleri-


miz sevinç dolu olarak birbirimizden ayrıldık.

N apoli, Pazar, 3 Haziran 1787.


Teslis Yortusu.
Pek muhtemel olarak bir daha Teslis yortusu
görem iyeceğim bu eşsiz şehrin parıltılı ve canlı haya­
tından yan sersemlemiş bir halde aynhyorum. Fakat
bundan dolayı acı bir pişmanlık duymadığıma çok
memnumum. Arada sevimli dostum Kniep’i düşünü­
yor ve kendisiyle uzaktan da olsa daima alâkadar
olm adığı kendi kendime vaadediyorum.
Şehir civanndaki son hudut postalanndan birin­
de, bir gümrük memuru beni düşüncelerimden ayır­
dı; evvelâ sevimli bir yüz ifadesiyle iyice beni tetkik
ettikten sonra, birdenbire koşarak kayboldu. A raba­
cının gümrük memurlariyle işini bitirmesine fırsat
kalmadan kahvehanenin kapısı açıldı ve elinde, tepsi
içinde büyük bir çin fincanı dolusu kahve, Kniep
göründü, ağır adımlarla arabama doğru ilerledi,
samimi ve ciddî tavrı kendisine pek yakışmıştı. Ben
hem hayretler içinde kalmış hem de çok mütehassis
olmuştum; böyle içten gelen şükran ifadelerine insan
nadir tesadüf ediyor. Bu manzara beni cidden çok
mütehassis etti. K niep; “ Siz” diye söze başladı “ bana,
tesirini bütün hayatımda hissedeceğim büyük bir
dostluk ve lütufkârlık gösterdiniz, ben de şu anda size
karşı olan şükran hislerimi hiç olmazsa sem bolik bir
şekilde ifade etmek istedim .” Ben böyle anlarda
daima güçlükle konuşabilirim, kendisine kısaca: be­
İTALYA SEYAHATİ □ . 255

nim için sarf ettiği em eklerden dolayı, asıl benim


kendisine borçlu olduğumu ve müşterek bir çalışmay-
le elde ettiğimiz hazineler üzerinde hazırlanırken ve
onlardan istifade ettikçe kendisine daha da ziyade
bağianacağımı, söyledim . B öyle tesadüfen kısa bir
zaman beraber bulunan kimselerin, erişem iyeceği bir
dostluk havası içinde birbirimizden ayrıldık.
İnsanlar birbirilerinden ne beklediklerini açıkça
söyleseler, belki hayat bizim için daha fazla kadirşi­
nas olm ak fırsatını verir ve daha da lehimize olur.
Bunu bir kere yaptınız m ı, o zaman iki tarafta peşin
olarak tatmin edilmiş olur ve her şeyin başı ve sonu
olan his tarafı da cabadan bir kazanç olarak kalır.

Y olda. 4, 5, 6, Haziran.
Bu defa yalnız seyahat ettiğim için, son ayın
intihalarım tekrar hatırlamaya fırsat buluyorum ; bu­
nu büyük bir huzur içinde yapabiliyorum. Bu arada
da müşahedelerimde sık sık boşluklara raslıyorum:
seyahat, onu başarmış olanın gözleri önünden bir
bakışta geçip gitse ve muhayyilesinde inkıtasız bir
şerit gibi belirse bile, insan onu tasvire kalkışır
kalkışmaz, bu işi kusursuz bir şekilde yapmanın
imkânsızlığını hissediyor. Çünkü anlatılanların hepsi
parça parça tasvir ediliyor; o halde bunlar, üçüncü bir
şahsın muhayyilesinde nasıl bir bütün meydana geti­
rebilir?
Bu sebepten son mektuplarınızda verdiğiniz
haberler bana bilhassa seviç ve teselli verdi. İtalya ve
256 İTALYA SEYAHATİ D.

Sicilya mevzulariyle ciddî bir şekilde meşgul olmanız,


buralara ait gravürleri tetkik etmeniz ve seyahat
tasvirlerini (notlarım ) okum anız, mektuplarımı indi­
nizde daha kıym etlendirecek. Bu benim için en
büyük teselli. Eğer bunu daha evvel yapmış veya
bana bildirmiş olsaydınız, belki o zaman ben de
şimdikinden daha ziyade gayret gösterirdim. Bartels
ve Münter gibi kıymetli adamların, türlü millete
mensup mimarların benden önce buralara gelmiş
olmaları içim i rahatlıyor; bu adamlar, herhalde pra­
tik gayelerin peşinden, her şeyi daima fikri tarafından
alan benden, daha akıllıca ilerlemişlerdir. Kendi
gayretlerimin kıyafetsizliğini hissettiğim şu sırada bu
düşünce bana teselli veriyor.
Zaten her inşam, diğerlerinin tamamlayıcısı ola­
rak, görm ek lâzım. Bunun böyle olduğunu, şahısların
kendi kendilerine ve etraflarına itiraf etmesi hem
faydalı hem de sevimli bir hareket olur. Bu bilhassa
seyyahlar arasında böyle olmah. Şahsiyet, gayeler,
zamanın icapları, tesadüflerin iyi veya kötü oluşu,
bütün bunlar insandan insana değişen şeyler. Bir
seyyahın öncülerim tanıdığım nispette, onun eseri
benim için faydalı ve kıymetli olabilir, bana zevk
verebilir ve onu takibedecek olanları bekliyebilirim .
Eğer o yerieri görmek kaderimdeyse kendisiyle
dostça temaslarda bulunabilirim.

II. Kısmın Sonu

You might also like