You are on page 1of 607

ÖTÜKEN

Ceng z Aytmatov
GÜN OLUR ASRA BEDEL
YAYIN NU: 231
EDEBÎ ESERLER: 188
T.C.
KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI
SERTİFİKA NUMARASI
1206-34-003178
ISBN ISBN 978-975-437-437-053-9
ÖTÜKEN NEŞRİYAT A.Ş.
İst klâl Cad. Ankara Han 65/3 80060 Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0212) 251 03 50 Faks: (0212) 251 00 12
Ankara rt bat bürosu:
Yüksel Caddes : 33/5 Kızılay - Ankara
Tel: (0312) 431 96 49
İnternet: www.otuken.com.tr
E-posta: otuken@otuken.com.tr
www.facebook.com/otukennesr yat
http://tw tter.com/otukennesr yat
Kapak Tasarımı: grataNONgrata
D zg - Tert p: Ötüken
İstanbul
Ve bu k tap ben m vücudum,

Ve bu söz ben m ruhum.


Gr gor Narckats

“Acılar K tabı” X. yüzyıl


-I-
Kurumuş sel yataklarında, çırılçıplak kalmış vad yamaçlarında av
aramak, büyük b r sabır ş yd . Yeraltı yuvalarında yaşayan kazıcı
hayvanların bıraktığı karmakarışık zler, ava çıkmış aç t lk n n başını
döndürüyordu. Bazen gücünü toplayıp b r tarla fares n n yuvasını
eşel yor, bazen de, yağmurların y ce meydana çıkardığı b r taşın
kovuğundan küçük b r araptavşanının sıçrayıp çıkmasını umutla,
sabırla, uzun uzun bekl yordu. Böyle b r şey olsa hemen üzer ne
atılacak, ş n b t recekt onun. Aç t lk , av araya araya dem ryoluna
yaklaşmıştı. Bozkır boyunca, koyu, düz b r şer t g b uzanan
dem ryolu onu hem korkutuyor, hem de kend ne çek yordu. Bu yolun
üzer nde her k yönde trenler büyük b r uğultu le yer sarsarak gel p
geçer, rüzgârın savurduğu kara dumanlar ve kesk n kokular bırakırdı.
Akşam üzer , t lk , telgraf hattının hemen yakınında, sık, kuru
kuzukulaklarının bulunduğu b r dereye g rd . Burada, koyu kırmızıya
çalan bol tohumlu sapların arasında, boz b r yumak g b kıvrılıp yattı.
S n rl s n rl kulaklarını oynatarak, haf f esen yel n kuru otlarda
çıkardığı hışırtıyı d nleyerek, sabırla gecen n gelmes n beklemeye
koyuldu. Telgraf d rekler de vınlıyor, acı acı nl yordu ama bu onu
korkutmuyordu. D rekler hep oldukları yerde durur ve onu
kovalamazlardı.
Gel p geçen trenler n kulak patlatan gürültüsünden nefret eder, tren
geçerken nefes n kısıp büzüşür, altında yer n uğuldayıp sarsıldığını
bütün kaburgalarıyla h sseder, cılız vücudu zangır zangır t trer, o p s
kokulardan t ks n r, korkar ama y ne de kaçıp g tmez, gecen n
gelmes n beklerd . Çünkü geceler dem ryolunun daha sess z
olacağını b l rd .
T lk buralara çok seyrek, ancak açlıktan kıvrandığı zamanlarda
gel rd .
Tren gel p geçt kten sonra bozkıra tam b r sess zl k çökerd . Yer
göçmes nden sonra duyulan sess zl ğe benzerd bu sess zl k. İşte o
sess zl k ç nde de t lk , havadan, uzaktan uzağa, pek anlaşılmayan,
belk de kend kalb nden gelen başka b r ses duyardı. Alaca
karanlığa bürünen manzarayı yalayarak gelen bu ses onu
kuşkulandırır, korkuturdu. Çünkü hava akımlarının b r oyunu olan bu
ses, havanın değ şeceğ ne şarett . Hayvan bunu çgüdüsü le anlar,
üzüntü ç nde b r süre donup kalırdı olduğu yerde. Yaklaşmakta
olduğunu h ssett ğ büyük felâket karşısında olanca ses yle ulumak,
ağlamak sterd . Ancak, ç ndek açlık, doğanın bu uyarılarını da
bastırıyor, boğuyordu.
T lk , koşmaktan ş şen, sızlayan tabanlarını yalaya yalaya, haf f
haf f nlemekten başka b r şey yapamıyordu.
O günlerde akşamlar soğuk olurdu. Sonbahar yaklaşıyordu çünkü.
Geceley n hava y ce soğur, sabaha karşı kırağı düşer, toprak
bembeyaz b r tuzla hal nde görünür, güneş doğunca kırağı er r ve her
yer açılırdı. Bundan sonra da bozkır hayvanları ç n kıtlık, kaygı dolu
günler gel rd .. Yazın b le az görünen av hayvanları ş md h ç
görünmez olmuşlardı. Bazıları sıcak ülkelere göçmüş, bazıları
yeraltındak yuvalarına kapanmış, b r bölümü de kumluklara
çek lm şlerd . Ş md her t lk , bu ıssız bozkırda tek başına dolaşarak
b r lokma y yecek arıyordu.
Bu yıl doğan yavru t lk ler büyümüş, dağılmış, herb r b r yana
g tm şt . Ç ftleşme mevs m ne daha vak t vardı. Kış gel nce b r
yerlerde buluşup toplanacaklardı. Erkekler d ş ler ç n, dünya dünya
olalı yaptıkları g b , b rb rler yle kıyasıya dövüşeceklerd .
Gece karanlığı çökünce t lk s nd ğ dereden çıktı. B r süre durup
çevrey d nled kten sonra dem ryoluna doğru koştu. Rayların b r
sağına b r soluna geç yor, yolcuların vagon pencereler nden attıkları
artıklar arasında y yecek bulmaya çalışıyordu. Epeyce koştu yol
boyunca. Önüne çıkan her şey koklayıp yokladı. B r lokma y yecek
bulab lmek ç n y ce yoruldu. P s, ğrenç kokular veren şeylere
dokunmadı. Yolun k yanı, çeş tl kâğıtlarla, tomar tomar gazetelerle,
kırık ş şelerle, s gara zmar tler yle, ez l p bükülmüş konserve
kutularıyla ve şe yaramaz öteber le doluydu. B r defasında,
kırılmamış ama ağzı açık b r ş şey kokladı da başı döndü, boğulacak
g b oldu. B rkaç defa rastladı böyle ş şelere ve her defasında t ks nd
ve b r daha onlara h ç bakmadı. P s kokular çıkaran o ş şeler görür
görmez yolunu değ şt r p onun uzağından geç yordu.
Açlık d onu bu yola düşüren. Ama bunca çabaya, uğrunda
korkusunu b le yenerek bunca yorulmasına rağmen b r lokma
y yecek bulamamıştı. Y ne de üm d n y t rm yor, d şe dokunur b r şey
bulab lmek ç n, yolun b r sağına, b r soluna geç yor, koşuyor ha
koşuyordu.
T lk b rden durdu. Baskına uğramış b r nsan g b , b r ayağı
havada, b r süre öylece donup kaldı. O kıpırtısız hal yle, pek
yüksekte olan solgun ay ışığında b r gölge g b görünüyordu. Ona
kuşku veren gürültü devam ed yordu ama henüz uzaktaydı.
Kuyruğunu y ne d k tutarak, havadak ayağını basıp öbürünü
kaldırarak, yoldan çıkmakla çıkmamak arasında tereddüt ed yordu.
Sıçrayıp kaçmaya hazırdı. Sonra, dem ryolu set nden ayrılmadan
yürümeye devam ett . Y ne yolun b r o yanına, b r bu yanına
geç yordu. Yüzlerce tekerleğ n dem re sürtünmes nden çıkan ses
çok y ş tt ğ halde kaçmadı. Çünkü o dak kada aradığını bulacakmış
g b b r h s vardı ç nde. Ama tam bu sırada dönemeçten çıkan tren n
arka arkaya bağlanmış k lokomot f n n güçlü farları ışıldayıp
karanlığı yardı, göz kamaştıran ışıklar bozkırı aydınlattı ve t lk , ateş
görmüş pervane g b , ne tarafa kaçacağını b lemeden çırpınmaya
başladı. Tren korkunç b r hızla yaklaşıyordu. Havayı toz duman ve
boğucu b r koku kapladı, ş ddetl b r yel est rd lokomot fler.
T lk güçlükle kend n yana attı. Arkasına baka baka ve yere
yapışırcasına uzaklaştı oradan. O ışıklı canavar büyük b r uğultu le
geçt ve tekerlekler n takırtısı uzun zaman devam ett . Ş md hayvan
kaçıp durduğu yerde çırpınıyor, ama y ne de, olanca hızıyla kaçıp
kurtulacağı yerde oradan pek uzaklaşmak stem yordu.
Durup b raz soluk aldı, gücünü topladı. Dem ryolu y ne çekmeye
başlamıştı onu. Çünkü, açlığını b raz olsun g derecek şey ancak
orada bulab l rd . Ama, karşıdan y ne ışık göründü, y ne k
lokomot f n çekt ğ uzun b r tren gel yordu üzer ne doğru.
T lk bunu görünce bozkıra daldı, gen ş b r yay ç zerek koşmaya
başladı. Trenler n geçmed ğ başka b r yerden y ne dem ryoluna
çıkacaktı...
Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya g der
gel r... g der gel rd ..
Bu yerlerde dem ryolunun her k yanında ıssız, eng n, sarı
kumlu bozkırların özeğ Sarı-Özek uzar g derd .
Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenw ch mer dyen nden
başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler dem ryoluna göre
hesaplanırdı.
Trenler se doğudan batıya, batıdan doğuya g der gel r..
g der gel rd ...
***
Gece yarısında, b r , hızlı adımlarla dem ryolu makasçı kulübes ne
doğru lerl yordu. Önce yolun üzer nden yürüyordu ama tren n
geld ğ n görünce yol set nden nd . El n yüzüne tutarak ve hızlı g den
tren n çıkardığı rüzgârdan savrulan toz-dumandan korunarak yürüdü
(Bu, özel b r ekspres d . Bu trenler, özel bekç ler tarafından korunan
bölgeye, Sarı Özek-1 kosmodromuna (uzay alanına) g derler, ler de
özel dem ryoluna saparlardı. Bu trenler n vagonları her zaman
branda bezler yle örtülü olur, sahanlıklarda da s lahlı muhafızlar
bulunurdu).
Yed gey, gelen n karısı olduğunu ve çok öneml b r haber get rd ğ n
hemen anladı. Öneml b r sebep olmasa o saatte gelmez, öyle
yürümezd . Karısının get rd ğ haber tahm n etm şt ve tahm n de
doğru d . Ama ş başında olduğu ç n yer nden kımıldayamazdı. Son
vagon da gel p geçt kten ve o son vagonun sahanlığındak memura
el ndek fenerle “her şey yolunda” şaret n verd kten sonra, dönüp
hızlı adımlarla karısının yanına geld :
- Hayır ola? ded .
Kadın heyecanlı, üzüntülü d . Dudaklarını kımıldatıp b r şeyler
söyled . Yed gey onun söyled kler n ş tmese de ne demek sted ğ n
anlamıştı. İç ne doğmuştu söyleyecekler .
- Rüzgârın karşısında durma, ded ve onu kulübeye götürdü.
Daha önce h ssett ğ ve karısının ağzından da duyacağı şey
öneml yd ama o anda onu şaşırtan başka b r şey oldu. Karısının
yaşlandığını, artık kocadıklarını evvelce de farketm şt . Ne var k bu
defa karısının b raz hızlı yürümekten nefes n n tıkandığını,
göğsünden hırıltılar çıktığını, soluk aldıkça zayıf omuzlarının n p n p
kalktığını görünce, pek üzüldü, yüreğ parçalandı. Beyaz duvarlı
kulüben n güçlü elektr k ışığında karısı Ukubala’nın morarmış
yüzündek der n kırışıklıklar pek bel rg n görünüyordu (Oysa, onun
buğday renkl yüzü ne kadar düzgün, ne kadar lekes zd .. gözler de
her zaman ışıl ışıldı). D şs z ağzı da d kkat n çekt . Bu durum,
kocamış b r kadının d şs z kalmaması gerekt ğ n göster yordu (Onu
çoktan stasyona götürüp ‘metal’ den len d şlerden taktırması
gerek rd : Artık genç, yaşlı herkes metal d ş taktırıyordu). Onun,
başından kaymış yazmasının altından çıkarak yüzüne dağılan ap-ak
olmuş saçları da yüreğ n yaraladı. Karısının böyle yaşlanmasında
sank suç onunmuş g b , “Vah ç lel karım, nasıl da ht yarlattım sen !”
d ye geç rd aklından. Yed gey, karısına büyük şükran, m nnetdarlık
duygusuyla susuyordu. Her şey ç n m nnetdardı ona: B rl kte
geç rd kler uzun yıllar ç n, kocasına duyduğu bağlılık ve saygıdan
dolayı geceyarısı stasyonun en uzak noktasına kadar uzun b r yol
yürüyerek Kazangap’ın ölüm haber n get rd ğ ç n... Çünkü Ukubala,
uzak yakın h çb r akrabalığı olmasa da, herkes tarafından terked lm ş
bu zavallı ht yarın ölümüyle yalnız onun çten lg leneceğ n b l rd .
İçer g rd ler ve Yed gey karısına:
- Otur, b raz soluk al, ded .
- Sen de otur.
Oturdular.
- Ne oldu? Ne var?
- Kazangap öldü.
- Ne zaman?
- Ş md oradan gel yorum. B r uğrayayım da, hal n hatırını, b r şeye
ht yacı olup olmadığını sorayım, dem şt m. İçer g rd ğ mde ışığı
yanıyor, o da her zamank yer nde oturuyordu, ama sakalı d md k,
yukarı kalkık d . Yanına yaklaşıp “Kazake!”[1] ded m. “Canınızın
sted ğ b r şey var mı, sıcak çay ster m s n z?” d ye sordum. Ama
gördüm k o çoktan...
Ukubala sözünü b t remed . İnce ve kızarmış gözkapakları
arasından yaşlar boşandı, ç n çeke çeke ağlamaya başladı. Az
sonra kend n tutarak devam ett konuşmaya:
- Zavallının sonu bu oldu şte! Ölüp g tt , yanında gözler n
kapayacak b r olmadan...
Ş md hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve kes k kes k konuşuyordu:
- K m n aklına gel rd böyle k ms z, k mses z öleceğ ...
Ukubala, “sah ps z b r sokak köpeğ g b ölüp g tt ...” demek stem ş,
ama d l n tutup bunu söylemem şt . Apaçık anlaşılan bu durumu
sözle de bel rtmes ne gerek yoktu zaten.
Yed gey, savaştan döndüğü günden ber Boranlı stasyonunda, bu
küçük durakta çalıştığı ç n yörede Boranlı Yed gey olarak anılıyordu.
Ş md duvar d b ndek küçük sıraya oturmuş, kütük g b eller n
d zler n n üzer ne koymuş, yüzü bulut g b kararmış halde, sess zce
karısını d nl yordu.
Esk m ş ve yağ ç nde kalmış dem ryolcu şapkasının s per de
gölgel yordu gözler n . Ne düşünüyordu acaba?
- Ş md ne yapacağız? ded Ukubala.
Yed gey başını kaldırıp acı b r gülümseme le karısına baktı:
- Ne m yapacağız? Ne yapılır böyle durumlarda? Gömeceğ z tab î
(Kes n kararını verm ş nsanın tavrıyla ayağa kalktı). Sen ş md
hemen eve döneceks n, ama önce söyleyecekler m d nle..
- D nl yorum..
- Varır varmaz Osman’ı uyandır. B z m şef m z olduğuna aldırma.
Bunun h ç önem yok. Ölüm karşısında herkes eş tt r. Kazangap’ın
öldüğünü söyle ona. Adam burada tam kırk dört yıl çalışıp çürüttü
kend n . Kazangap burada çalışmaya başladığı zaman Osman daha
doğmamıştı b le. O zamanlar dünyanın altınını versen k mse gel p
çalışmazdı burada. Sarı-Özek’te d r d r gömülmek stemezd . İt
bağlasan b le durmazdı bu bozkırlarda. O çalıştığı süre buradan
gel p geçen trenler n sayısı başındak kıllardan b le fazladır.. Hele
bunu b r düşünsün. Aynen söyle.. Dur, b r şey daha söyleyeceks n.
- D nl yorum.
- Her ev n penceres n tıklat, herkes tek tek uyandır.
Zaten b r avuç nsanız.. parmakla sayılacak kadar az, topu topu
sek z hane. Kazangap g b b r adamın öldüğü gün k mse uyumamalı,
herkes ayağa kalkmalı.
- Rahatsız olmak, kalkmak stemezlerse?
- B z m ş m z haber vermek, ger s n kend ler b l r.
Uyanmalarını ben m sted ğ m söyle. İnsan seler v cdanları da
olmalı.. Ha, b r şey daha..
- D nl yorum.
- Önce nöbetç memura koş, bugün Şahmerdan nöbetç . Ona
durumu anlat, ne yapması gerekt ğ n düşünsün.
Belk ben m yer me b r gün ç n başka b r n koyar. Bunu yapacaksa
bana da b ld rs n. İy ce anladın mı söyleyecekler n ? Anlat ona.
- Sen merak etme, heps n söyler m.
Ukubala dönüp g tmek üzere ken en öneml şey unutmuş g b
b rden durdu:
- Pek , çocuklarına haber vermeyecek m y z? Ölen babaları.. Önce
onlara haber vermem z gerekmez m ?
Yed gey’ n suratı asıldı, kaşları çatıldı ve b r şey söylemed .
Ukubala bu sözünden kocasının hoşlanmadığını, canı sıkıldığını
anlamıştı. Y ne de kend n haklı göstermek ç n:
- İy de olsalar, kötü de olsalar, ölen n çocukları onlar, haber
vermel y z, ded .
Yed gey el n havada sallayarak cevap verd :
- B l yorum, b l yorum.. Onları düşünmed m m sanıyorsun? Onlar
gelmeden olmaz elbet.. Ama bana kalsa, h çb r n sokmazdım
rahmetl n n yanına..
- Bak Yed gey, nasıl evlatlar oldukları b z lg lend rmez. Haber
verel m gels nler, babalarının cenaze tören nde bulunsunlar, sonra
yıllarca kurtulamayız d ller nden.
- Gelmes nler m d yorum ben? Gels nler.
- Oğlu şeh rde, epeyce de uzak, nasıl yet şecek?
- İsterse yet ş r. Öncek gün Kumbel stasyonuna g tt ğ mde b r
telgraf çekt m ona. Babasının ağır hasta olduğunu, ölüm döşeğ nde
olduğunu b ld rd m. Daha başka ne yapab l r m, madem k çok akıllı
geç n yor, olanı anlamış olmalı..
Ukubala b raz rahatladı ama onu düşündüren başka b r şey de
söylemeden edemed :
- Telgraf çekmekle y etm şs n ya, gel n de get rse bar , ne de olsa
ölen yabancı değ l, kaynatası..
- Bunu da kend ler düşünsün, küçük çocuk değ ller ya!
- Orası doğru, kend ler düşünmel , ded Ukubala.
Kadın y ne de tereddüt ed yordu. B r süre sustular.
- Pekâlâ, ded Yed gey, had artık fazla gec kme de g t.
Ukubala’nın söylemek sted ğ b r şey daha vardı:
- Pek , Kumbel stasyonunda sarhoş kocası ve çocukları le mutsuz
b r hayat süren zavallı kızı Ayzade de gelmeyecek m babasının
cenazes ne?
Yed gey y ne acı acı gülümsed ve karısının omuzuna haf fçe
vurdu:
- Eh, hatun, heps n n derd n üzer ne almak st yorsun. Ayzade el
uzatsan değecek kadar yakınımızda sayılır. Sabahley n stasyona
g den b r haber ver r ona. Ama şunu b les n k , Ayzade’n n de, onun
erkek evlâdı olmasına rağmen Sab tcan’ın da b ze b r yardımı
olmayacaktır. Gelmes ne gelecekler, ama b rer yabancı, b rer m saf r
g b uzakta duracaklardır, ölüyü gömme ş b ze kalacaktır. Hayd
ş md g t ve ded kler m herkese anlat.
Ukubala kapıya yöneld . Kararsızdı, b raz duraladı ama b r şey
söylemeden yürüyüp g tt . Yed gey ardından seslend :
- Önce nöbetç Şahmerdan’a uğra! Yer me b r n gönders n. Sonra
fazla mesa yapar, öder m bunu. Ölü, ıssız b r evde tek başına
yatıyor, başında b r bekleyen yok, olmaz böyle şey... Bunu anlat
ona..
Kadın “pek ” der g b başını salladı ve g tt . Tam bu sırada s nyal
ses duyuldu, şaret lambasının kırmızı ışığı yandı: Boranlı
stasyonuna yen b r tren gel yordu. Nöbetç memuru uyarısına göre
o tren yedek yola alması, karşı yönden gelen başka b r trene yol
vermes gerek yordu. Her zaman karşılaştığı b r durumdu bu.
Gereken yaptı. Trenler kend yollarında g derken Yed gey dönüp
dönüp hat boyunca lerleyen karısına bakıyordu. Söylenmes
gereken bazı şeyler unutmuştu sank . Elbette unuttuğu şeyler
olab l rd , nsan cenazen n kaldırılması ç n gereken şeyler n heps n
b rden hatırlayamazdı. Ama dönüp dönüp bakmasının asıl sebeb bu
değ ld . Karısının şu son zamanlarda ne kadar ht yarladığını,
kamburlaştığını, hat boyundak sarı ışıklar altında daha y farked p
anlaması d o bakışlarının sebeb .
“Demek, ht yarlık y ce omuzlarımıza çöktü artık” d ye düşündü.
“Ş md k ht yarcık olduk şte.” Sağlığından ş md l k b r ş kâyet yoktu.
Doğuştan sağlam b r nsandı. N ce gençler su dökemezd el ne. Ama
yaşı lerl yordu. Altmışını b t rm şt , altmış b r ne basmış bulunuyordu.
“D kkat et ha! İk -üç yıl sonra sen emekl ye ayıracaklar!” ded kend
kend ne. Ama çok y b l yordu k yer n alacak yen b r gözcü, yen b r
tam rc bulmaları ve onu emekl ye ayırmaları o kadar kolay
olmayacaktı. Belk bu mahrum yet bölges nde, bu susuz topraklarda
çalışanlara ver len ek ödemeye tamah eden b r çıkab l rd ama bu da
zayıf b r ht mald . Bugünün gençler arasında bu bozkırda çalışmak
steyen pek çıkmazdı.
Sarı-Özek’te yaşamayı göze almak ç n yürek sterd . Bozkır uçsuz
bucaksız, nsan se küçücüktür. İnsan çok güçlü ve hünerl olmalıydı
burada. Yoksa çürüyüp g derd kısa zamanda. S z n y ya da kötü
durumda olmanız, bozkırın umurunda değ ld . Ama nsanın çeş tl
tutkuları, arzuları olurdu. Başka yerlerde, başka nsanların arasında
daha y b r hayat süreb leceğ n , buraya onu kör tal h n sürükled ğ n
düşünürdü... Uçsuz-bucaksız ve umursamaz bozkırın karşısında
nsan, Şahmerdan’ın üç tekerlekl motos klet ndek akü g b , durduğu
yerde boşalır g derd . Şahmerdan motos klet ne ne kend b ner, ne de
başkasını b nd r rd . B r şe yarayacağı zaman da çalışmazdı. Çünkü
çalışmayan motor paslanıp kalmış olurdu.
Sarı-Özek bozkırının bu küçücük stasyonunda yaşayan nsan da,
kend n şe vermezse, bozkıra kök salıp tutunmazsa, Şahmerdan’ın
motos klet g b durduğu yerde er r, tüken rd . Tren geçerken
pencereden bakan yolcular başlarını eller arasına alır, “Aman
Tanrım, nsan burada nasıl yaşar, nereye baksan bozkır, develerden
başka canlı yok!” derlerd .
Buralara gelenler, sabır ve güçler ne göre en çok üç-dört yıl
dayanırlardı. Dördüncü yıl alacaklarını alır ve çek p g derlerd ..
Kazangap’la Boranlı Yed gey’den başka burada tutunup kalab len
görülmem şt . Onlar şler n sürdürürlerken n celer gel p geçm şt
buradan! Kend s hakkında b r hüküm veremezd ama, asla kend n
bırakıvermed ğ n , güçlüklere yen k düşmed ğ n söyleyeb l rd .
Kazangap’a gel nce, buraya kırk dört yılını verm ş olması,
başkalarından daha değers z, daha budala oluşundan değ ld . On
k ş ye değ şmezd onu. İşte o Kazangap yoktu artık. Ölmüştü...
İstasyonda karşılaşan trenler b rb rler n n yanından geç p b r
doğuya, b r batıya g tt . Boranlı stasyonu b r süre bomboş kaldı.
Boşalır boşalmaz da manzara açıldı. Ş md karanlık gökyüzünde
sank yıldızlar daha canlı ışıldıyor, hat boyunca koşan rüzgâr
traverslere ve çakıllara sürtünüp sesler çıkarıyor ve hızını
arttırıyordu.
Yed gey hemen kulübeye dönmed . Orada b r d reğe dayanıp
düşüncelere daldı. Dem ryolunun ötes nde, epeyce uzakta, develer n
karaltısı seç l yordu. Ay ışığında harekets z duruyor ve sank sabahın
olmasını, karanlığın y ce dağılmasını bekl yorlardı. O develer n
arasında, k hörgücü ve r başı le ötek lerden hemen ayırded len
kend deves n de gördü. Şüphes z Sarı-Özek bozkırının en güçlü, en
hızlı deves yd bu. Adı “Karanar” d bu deven n. Ama sah b g b ona
da “Boranlı” sıfatını verm şlerd ve “Boranlı Karanar” d yorlardı.
Zapted lmes güç b r deve d ama Yed gey onunla pek övünürdü.
Hayvanı henüz genç ken ğd ş etmem ş, sonra da ğd ş etmek
gelmem şt ç nden.
Yarın yapacağı b rçok ş arasında, Karanar’ı get r p eyerlemes
gerekt ğ n de düşündü. Cenaze tören ne g tmek ç n ona ht yacı
olacaktı. Yapacağı pek çok ş vardı daha.
Bu sırada köydek öbür nsanlar der n uykuda d ler. Köy den len
yerde, heps dem ryoluna bakan, heps b rb r ne benzeyen, k n şl
çatıları olan altı küçük ev le Yed gey’ n kend eller yle yaptığı ev ve
b r de Kazangap’ın k l sıvalı tek gözlü evc ğ vardı. Topu topu sek z
evden barett . Bunlardan başka b rkaç fırın, hayvanları barındırmak
ya da başka ht yaçları ç n yapılmış kamış duvarlı ağıllar, helalar
vardı. Ortada, son zamanlarda yapılmış ve b r yel çarkının ürett ğ
elektr kle çalışan b r su pompası da vardı. Bunu, gerekt ğ nde elle de
çalıştırırlardı. İşte bu kadardı Boranlı köyü.
Uçsuz-bucaksız Sarı-Özek bozkırının b r kan damarı olan
dem ryolu, büyük küçük b rçok stasyonu, kavşaktan, şeh rler , köyler
b rb r ne bağlıyordu ve Boranlı da bu noktalardan b r yd . Varı yoğu
göz önündeyd Boranlı’nın. Dünyanın bütün boranlarına,
rüzgârlarına, özell kle de kış rüzgârlarına açıktı. Kış aylarında,
boranlar (boralar) koptuğu zaman evler kar-buz altında kalır, yollar
yok olurdu. Bu yüzden stasyonun adına “Boranlı-Burannı”
dem şlerd . Boranlı Kazakçası d . Burannı se Kazakçadan alınmış
ve ayn anlama gelen Rusçası...
Yed gey, karları havaya savuran ya da yolun k yanına ten
mak naların bulunmadığı zamanlarda yolu açmak ç n Kazangap’la
neler çekt ğ n hatırladı. Üzer nden çok zaman geçm ş olsa da, ş md
ona dün kadar yakın görünüyordu o günler. 1951 ve özell kle de
1952’de kışlar çok ş ddetl geçm şt . O ancak cephede görmüştü öyle
güç, öyle sıkıntılı günler . Cephede her nsan b r süngü hücumu ç n,
ya da b r tankın altına bomba yerleşt rmek ç n ölümü göze alırdı...
Gerç burada s z öldürmek steyen k mseler yoktu ama nsan bu ş n
üstes nden gelmek ç n kend kend n öldürüyordu sank . Kürekle ve
kol gücüyle ne kadar yol açmışlar, çuvalla, el arabasıyla ne kadar kar
taşımışlardı! Bütün bu şler , yed nc k lometrede bulunan b r geç tte
yaparlardı. Yol hep orada tıkanırdı. Her defasında, bunun acımasız
doğa güçler ne karşı son mücadele olduğunu düşünür, acı acı düdük
çalarak geç ş steyen lokomot flere yol açmak ç n canlarını d şler ne
takarlardı.
Ama o karlar er y p g tm ş, trenler yollarına devam etm ş ve o yıllar
ger lerde kalmıştı...
Ş md o günler unutulmuştu, k mse hatırlamıyordu.
Bugünün yol bakıcıları bunlara nanmazdı. B rkaç adamın kar
altında kalan dem ryolunu kürekle ve kol gücüyle açtıklarını hayal
b le edem yor, bunu akılları almıyordu. Hatta bunu anlattığınız zaman
alay ed yorlardı s z nle: N ç n katlanırlardı bütün bu sıkıntılara? N ç n,
ne uğruna hayatlarını h çe saymışlardı? N ç n “Sarı-Özek’ n canı
cehenneme!” demem ş, pılıyı pırtıyı toplayıp g tmem şlerd ? Oysa
daha başka yerlerde, meselâ şant yelerde, şler o kadar kötü değ ld .
G tselerd ya oralara! Ne kadar para ver rlerse o kadar ş yaparlardı,
fazla mesa ç n fazladan ücret alırlardı... “Harcanmışsınız a enay ler,
aptal doğmuş ve aptalca öleceks n z!” d yorlardı onlara.
Kazangap, böyle konuşanları, bu aklı verenler h ç d nlemezd .
Onlara alaylı alaylı gülümser, “s z n aklınız ermez” der g b b r tavır
alırdı. Yed gey se kend n tutamaz, kıyasıya çek ş r, tartışırdı onlarla.
Ama, s n rler n bozmaktan başka b r şe yaramazdı bu tartışmalar.
Kazangap’la k s bütün bunları, bu arada özel bakım-onarım
vagonlarıyla gelen görevl beyler n alay ett kler konuları konuşur,
dertleş rlerd . O b lg çler n, o ger zekâlıların daha pantolonsuz
gezd kler zamanlarda, onlar bu şler düşünür, kafa yorarlardı.
Savaşın sona erd ğ 1945 yılından, özell kle de Kazangap’ın
emekl ye ayrılmasından sonra bunları konuşacak vak tler olmuştu.
Kazangap emekl ye ayrıldıktan sonra ş uz g tmem şt . O zaman
şeh rdek oğlunun yanına g tm ş, ama üç ay sonra ger dönmüştü.
Dünya meseleler ve kend durumları hakkında en çok şte ondan
sonra konuşmuşlardı. B lge b r adamdı Kazangap. Unutulmayacak
çok şeyler söylem şt . Yed gey b rden ve büyük b r acı duyarak anladı
k bütün bunlar artık sadece b rer hatıradır...
Yed gey telefonun zırladığını duyar duymaz kulübeye koştu. Önce,
kar fırtınası başlamış g b b rtakım uğultular, cızırtılar geld
telefondan. Sonra güç anlaşılan b r konuşma ses duyuldu:
- Alo, Yed ke, ben ş t yor musun? Cevap ver! d yordu Şahmerdan
hırıltılı b r sesle.
- D nl yorum.
- İş t yor musun ben ?
- Evet, ş t yorum.
- Nasıl ş t yorsun?
- Öbür dünyadan gel yormuş g b ..
- N ç n öbür dünyadan gel yormuş ses m?
- H ç, öyle şte.
- Ha.. B z m ht yar.. Kazangap.. şey oldu ha?
- Şey oldu ne demek?
Şahmerdan durumu anlatacak kel mey bulmakta güçlük çek yordu:
- Şey yan .. ne derler.. yolun sonuna geld .. öldü yan ?
- Evet!
Ona tek kel me le cevap veren Yed gey “Bu hayvan her f ölmüş b r
adama ne deneceğ n b le b lm yor!” d ye geç rd aklından.
Şahmerdan kısa b r süre sustu. Bu arada telefondan y ne cızırtılar,
hırıltılar gelmeye başladı. Sonra y ne Şahmerdan’ın ses duyuldu:
- Yed ke, bak az z m.. adam öldü d ye başımı ağrıtma ben m...
ölmüşse ölmüş, ne yapalım yan ? Sen n ş n alacak adam yok
el mde. Onun başında dursan ne olacak? D r lecek değ l ya!..
Yed gey h ddetlend :
- H çb r şeyden anladığın yok sen n! “Başımı ağrıtma” ne demek
oluyor? Sen burada daha k yıl b le çalışmadın, ben onunla tam otuz
yıl b rl kte çalıştım, anlıyor musun! B r yakınımız öldü, onu boş b r
odada tek başına bırakamayız, dünyanın h çb r yer nde yapmazlar
bunu!
- Şey.. ölü ne b lecek tek başına olup olmadığını?
- B z b l yoruz ya!
- Pek , pek babalık, s n rlen p bağırma!
- Bağırmıyorum, sana anlatmaya çalışıyorum.
- Ne yapayım yan ? Sen n yer ne gönderecek adam yok d yorum
sana. Hem gece yarısında oraya g d p ne yapacaksın?
- Ne m yapacağım? Dua edeceğ m, Yas n okuyacağım, âdetlere
uygun olarak kefene koyacağım...
- Dua mı okuyacaksın? Sen m , Boranlı Yed gey m dua okuyacak?
- Evet ben! Dua etmes n b l r m ben!
- Yaa, altmış yıllık Sovyet yönet m nden sonra hâlâ dua mı
b l yorsun?
- Bırak böyle konuşmayı Şahmerdan! Sovyet hükûmet n n ne lg s
var ş md ? Tâ esk çağlardan ber ölen b r nsan ç n dua okunur.
Ölen b r nsandır, hayvan değ l!
- Pek pek ! Bana öyle bağırma, g t oku duanı! B r adam gönder p
Ad lbay’a haber vereceğ m, razı olursa gel p görev devralır. Ama
ş md 117 numaralı katar yaklaşıyor, onu 2 numaralı yedek yola
almaya hazır ol..
Şahmerdan cızırtılı telefonu kapattı. Yed gey makası açmaya
koşarken Ad lbay’ın görev devralmak ç n gel p gelmeyeceğ n
düşünüyordu. O sırada uzaktak evler n pencereler nde ışıklar
yandığını görüp köpekler n havlamaya başladıklarını duyunca umudu
arttı. “Demek k pek o kadar v cdansız değ ller” d ye düşündü. Karısı
Ukubala, Boranlılar’ı teker teker uyandırıyordu...
Bu arada 117 numaralı katar gelm ş, yedek yola g rm şt . Ayn anda
karşı yönden, tamamen sarnıçlardan oluşan b r petrol katarı da
gelm şt . İk s de yollarına devam ett ler: B r batıya, ötek doğuya...
Saat gecen n k s d . Göktek yıldızların şavkı artmış, tek tek seç l r
olmuşlardı. Ay, Sarı-Özek gökler nde kend s ne başka ışıklar lâve
ed lm ş g b daha çok parlıyordu. Uçsuz-bucaksız Sarı-Özek
bozkırının göğü altında, uzaklarda, develer n, özell kle de Boranlı’nın
k hörgüçlü deves Karanar’ın karaltısı le, yakın tepeler n bell
bel rs z kenar ç zg ler nden başka b r şey görünmüyordu. Bozkır,
yolun k yanında gözalab ld ğ ne uzanıyor, karanlıklara gömülüp
y t yordu. Henüz uykuya varmayan rüzgâr, ıslığını çalarak, dalları,
yaprakları hışırdatıyordu.
Yed gey, kulübeye g re çıka, sabırsızlıkla, Ad lbay’ın gel p
gelmed ğ ne bakıyordu. Bu sırada, az ler de küçük b r hayvan gördü.
B r t lk d bu. B r telgraf d reğ n n d b nde durup ona bakıyor, gözler
yeş l yeş l ışıyor, onu gördüğü halde ne kaçıyor ne de yaklaşıyordu.
Yed gey, parmağını ona doğru sallayarak şakadan korkutmak
sted :
- Sen n ne ş n var buralarda! Ş md yakalarım ha!
T lk yer nden kımıldamadı. Bu defa Yed gey “Gel yorum ha!” der
g b ayaklarını yere vurdu. O zaman hayvan sıçrayıp azıcık ger
çek ld . Sonra y ne arka ayakları üzer ne oturup gözler n ona d kt .
Israrla, ama üzgün üzgün bakıyordu. Yed gey hayvanın kend s ne m
yoksa orada başka b r şeye m baktığını pek anlayamadı. Buralara
nasıl gelm şt ? Elektr k ışığı mı, yoksa açlık mı çekm şt onu
buralara? Hayvanın davranışı pek tuhafına g tt . Koca b r taş alıp
fırlatsa, kend ayağı le gelen bu avı kaçırmasa... Düşündüğünü
yapmak ç n r b r taş aldı yerden, n şanladı. Fakat, olanca gücü le
fırlatacağı sırada b rden vazgeçt . Taşı kend ayakları d b ne
bırakıverd . Alnını da boncuk boncuk ter bastı. T lk y vurmak sted ğ
anda tuhaf b r şey gelm şt aklına. O anda bunu k mden duyduğunu
pek hatırlayamadı. Belk oraya gel p g den yol bakıcılarından b r
anlatmıştı. Belk de hep Allah’tan söz eden o fotoğrafçıdan, ya da
başka b r nden d nlem şt ... Ha, tamam! Şu lanet olası Sab tcan’dan
duymuştu. Kazangap’ın oğlu, o körolası Sab tcan, herkes kend s n
d nles n, onlara b lg çl k ets n d ye, olur olmaz şeyler anlatırdı. B r
defasında da öldükten sonra ruhun beden değ şt rmes nden söz
etm şt .
Bu Sab tcan gevezes n okutup başlarına bela etm şlerd . İlk
bakışta onu b r adam sanırdınız.. Çok şey d nlem şt . Her şey b l r
görünürdü. Yatılı okullara, enst tülere gönderm şlerd onu. Ama adam
olamamış, okumuş cah llerden b r olup çıkmıştı. Övünmey , çk
çmey , kadeh tokuşturmayı çok sever, buna karşılık el nden h çb r ş
gelmezd . Kocaman b r sıfır, b r h çt o! Babasına h ç çekmem şt .
Ama ne gel rd elden, katlanırdınız şte.
Sab tcan’ın anlattığına göre, H ntl ler, nsan öldükten sonra
ruhunun, yaşayan başka b r canlının beden ne g rd ğ ne nanırlarmış.
Herhang b r hayvanın, hatta b r karıncanın beden ne b le g reb l rm ş
ölen nsanın ruhu. Her nsanın doğmadan önce b r kuş, b r hayvan,
b r böcek olduğuna da nanırlarmış. Bu nançlarından dolayı da
hayvanları öldürmezlerm ş. Yollarına b r yılan, meselâ b r kobra
çıkacak olsa b le ona dokunmaz, eğ l r, geç p g tmes n beklerlerm ş.
Çok tuhaf şeyler ş t yordu nsan bu dünyada. Bunların hang s
doğru, hang s yalan, nereden b leceks n z? Bu gen ş dünyanın bütün
sırlarını nereden b leb l rd ? İşte, tam taşı fırlatıp t lk y vuracağı
sırada Yed gey’ n aklına bunlar gelm şt . K mb l r: “Ya Kazangap’ın
ruhu bu t lk n n beden ne g rm şse?” d ye geç rm şt aklından.
Öldükten sonra, o evceğ z nde kend s n yapayalnız, terked lm ş
h ssederek canı sıkılmış, kalkıp t lk n n beden ne g rm ş, sonra da en
yakın arkadaşını görmek ç n buraya gelm ş olamaz mıydı?.. “Hay
Allah! Çocuklaşıyorum gal ba!” ded kend kend ne. “Nasıl uydururlar
böyle şeyler ? Neler saçmalıyorum ben?”.
Y ne de yavaş yavaş t lk ye yaklaştı ve sank hayvan onu
anlayacakmış g b :
- Hayd g t artık, ded , buraları sana göre değ l. Bozkırdak yuvana
dön. Ben anlıyor musun? Hayd g t buradan.
Ama o tarafa değ l, köpekler var orada. Bozkıra g t, bozkıra...
T lk dönüp oradan uzaklaşırken b rkaç defa durup ger ye baktı.
Sonra karanlıkta kaybolup g tt .
Bu sırada b r başka katar geld Boranlı’ya. Yaklaştıkça takırtıları
haf fled ve vagonların üzer nde savrulan tozların arasında gel p
durdu. Mak n st, boşta çalışan motorun ses y ce azaldığı ç n
lokomot ften başını uzatarak seslend :
- Hey Boranlı Yed ke, selâmünaleyküm!
- Aleykümselam!
Yed gey selâm veren n k m olduğunu anlamak ç n başını kaldırıp
baktı. Bu hat boyunda herkes b rb r n tanırdı. Selâm veren genç
adamı da tanıdı. Ondan, Kumbel’den geçerken Ayzade’ye babasının
öldüğünü b ld rmes n r ca ett . Mak n st n Kazangap’a büyük saygısı
vardı. Onun ç n bunu seve seve yapacağını söyled . Ayrıca
Kumbel’de ek p değ şeceğ ç n, Ayzade hazırlanab l rse, dönüşte
bütün a ley get reb leceğ n de b ld rd .
Yed gey ona güven yordu ve böylece yapılacak şlerden b r n daha
b t rd ğ ç n rahat b r nefes aldı.
B rkaç dak ka sonra tren hareket ett . Yed gey mak n stle
vedalaştıktan sonra hat boyunda uzun boylu b r adamın kend ne
doğru geld ğ n gördü. D kkatle bakınca onun Uzun Ad lbay olduğunu
anladı.
***
Yed gey nöbet Uzun Ad lbay’a devrett . Onlar Kazangap’ın ölümü
ç n ah-vah ederek onunla lg l bazı anılarını anlatırlarken, k tren
daha gel p geçt Boranlı’dan. Bundan sonra serbest kalan Yed gey
ev n yolunu tuttu. Yolda, karısına söylemey , daha doğrusu sormayı
unuttuğu b r şey hatırladı: Kazangap’ın ölüm haber n kend kızlarına
nasıl haber verecekler n sormayı unutmuştu. Yed gey’ n evl k kızı,
Kızıl-Orda yakınlarında yaşıyorlardı. Büyük kızı b r p r nç
sovhozunda d , kocası da ayn sovhozda traktör sürücüsü olarak
çalışıyordu. Küçük kızı da önce Kazanlı stasyonuna yakın b r
şeh rde yaşarken sonra a les yle b rl kte ablasının bulunduğu
sovhoza taşınmışlardı. Onun kocası da orada şoförlük yapıyordu.
Gerç onların mutlaka cenazede bulunmaları gerekmezd , çünkü
Kazangap akrabaları değ ld . Ama Yed gey onu herhang b r
akrabadan daha yakın sayıyordu. Kızları, Kazangap’la b rl kte
çalıştıkları yıllarda doğup büyümüş, okumuşlardı. Kumbel
stasyonundak yatılı okula g derlerken onları Kazangap’la b rl kte
sırayla götürüp get rm şlerd . Onların küçüklükler n hatırlıyordu
ş md . Tat le çıkarken ya da tat l dönüşü develer Karanar’a b nerlerd .
Küçüğü önde, büyüğü arkada, kend s de ortada oturur, mevs m kış
değ lse heybetl Karanar daha hızlı g der, o yolu üç saatte alırlardı.
Yed gey’ n ş olduğu zamanlar Kazangap götürüp get r rd onları.
Onlara k nc baba olmuştu Kazangap. Yarın sabah onlara b r telgraf
çekmel yd . İsterlerse gel rlerd , ama önce Kazangap’ın öldüğünü
b lmel yd ler...
Yoluna devam ederken sabahley n yapacağı lk ş n Karanar’ı
otlaktan get rmek olacağını düşündü. İht yaçları olacaktı ona. Bu
dünyada ölmek zor b r şt ama ölen n şanına yakışır b r törenle
gömülmes de kolay b r şey değ ld ... Yapılacak b rçok ş n olduğu
son anda anlaşılırdı. Bakarsınız f lan şey eks k, falan şey
yapılmamış.. Her şey kend n bulmak zorunda kalırsın. Kefenden
tutun da, cenaze aşının p ş r lmes ç n yakılacak oduna kadar her
şey ...
Yed gey tam bunları düşündüğü sırada havada b r dalgalanma
oldu. Savaş günler nde, cephede, uzakta b r bombanın patlaması
sırasında olduğu g b , bastığı yer n sarsıldığını h ssett . Ayn anda,
bozkırın tâ ötes nde, “Sarı-Özek 1” adı ver len uzay üssünün
bulunduğunu b ld ğ yerde, ateş hortumu g b b r şey n havaya
yükseld ğ n gördü. Şaşkınlıktan dona kaldı b r süre. Bu, göğe
yükselen b r roket d ve bugüne kadar böyle b r şey görmem şt .
Bütün Sarı-Özekl ler g b o da, Boranlı’nın 40 k lometre kadar
uzağında, belk daha yakında, Sarı-Özek l Kosmodromunun (fırlatma
üssünün) bulunduğunu, oraya Tögrek-Tam stasyonundan ayrılan
özel b r dem ryolunun g tt ğ n b l yordu. Hatta, söyled kler ne göre,
orada, bozkırın o yer nde, büyük b r şeh r ve bu şeh rde büyük
mağazalar da vardı. Kozmonotların uçuşları konusunda radyodan,
konuşmalardan, gazetelerden b rçok şey d nlem ş, okumuştu. Ama,
bütün bunlar şu son yıllarda olduğu halde, bu konuda daha fazla b r
şey b lm yorlardı. B r defa, Sab tcan’ın oturduğu büyük şeh rde
amatör şarkıcılardan oluşan büyük b r grup konser verm şt . O şeh r
buraya epeyce uzaktı, trenle b rbuçuk günde g d l yordu. İşte orada
konser veren çocuklar, dünyanın en mutlu çocukları olduklarını,
çünkü kozmonot amcalarının onların topraklarından havalandığını
söylem şler şarkılarında. Ama kosmodromu kuşatan alan yasak
bölge d . Bu yüzden Yed gey, çok yakın b r yerde yaşadığı halde,
orası le lg l b lg ler hep başkalarından duyup öğrenm şt . Ve şte
ş md , lk defa, yıldızlı b r gecede, kor g b yanan b r roket n, çevres n
ş mşek g b aydınlatarak göklere yükseld ğ n kend gözler yle
görüyordu. Şaşıp kalmıştı. Bu ateş topunun ç nde b r ya da k nsan
nasıl bulunab l rd ? Hem o hep buralarda yaşadığı ve ş md ye kadar
uzaya pek çok roket gönder ld ğ halde, bunların b r n olsun n ye
görmem şt ? Belk bundan öncek uzay araçları gündüzler
fırlatılmıştı. Güneşl b r günde 40 k lometre uzakta fırlatılan b r roket
farketmem ş olab l rd . Pek ama bunu n ç n geceley n fırlatıyorlardı?
Program gereğ m yd ? Yoksa çok özel b r durum mu çıkmıştı ortaya?
Belk geceley n fırlatılınca hedef ne gündüz aydınlıkta ulaşacaktı.
Sab tcan, sank bu şler çok y b l yormuş, yakından görmüş g b ,
uzayda gece le gündüzün yarımşar saat ara le gel p geçt kler n
anlatmıştı b r defasında. O her şey b len Sab tcan’a b r kez daha
sormalıydı bunu. Her şey b l rm ş g b görünmekten, b lg çl k
taslamaktan da çok hoşlanırdı zaten. Ee, büyük şeh rde yaşıyordu
ya! Ama ne gerek vardı böbürlenmes ne, k b rlenmes ne? Olduğu
g b görünmel yd nsan. Oysa Sab tcan öyle değ ld . “F lan büyük
adamla görüştüm, ona şöyle ded m, böyle ded m...” derd hep.
İk metre boyundak Ad lbay b r gün Sab tcan’ı görmek ç n şehre,
onun çalıştığı devlet da res ne g tm ş. Onun ded ğ ne göre, Sab tcan,
g r ş kulübes le bekleme salonu arasında b r yerde telefonlara
cevap vermekten, çağrıldığı yere koşmaktan nefes b le alamıyormuş.
“D nl yorum Alcabar Kaharmanov ç! Başüstüne Alcabar
Kaharmanov ç! Hemen gel yorum Alcabar Kaharmanov ç!” demekle
geç yormuş bütün zamanı. Masasına kurulup oturan Alcabar se, her
dak ka önündek düğmeye basarak onu çağırıyor, koşturuyormuş. Bu
yüzden Ad lbay’la b r ç ft lâf edecek vakt olmamış...
İşte böyleym ş b z m Boranlı Sab tcan’ın durumu. Ne yaparsınız?
Bu durum kend s n lg lend r rd ama Kazangap’ın emekler ne yazık
olmuştu. Böyle de olsa, zavallı adam, son gününe kadar b r defa
olsun oğlundan ş kâyet etmem ş, aleyh nde konuşmamıştı. Emekl
olduktan sonra Sab tcan ve karısı çağırdılar d ye onlarla beraber
oturmak ç n kalkıp yanlarına g tm şt . Hatta kend ler gel p
götürmüşlerd onu. Sonra ne oldu? Bu apayrı b r mesele d ...
Yed gey, o karanlık gecede fırlatılan roket gözden kayboluncaya
kadar seyrederken şte bunları düşünüyordu. Kor g b yanan uzay
gem s yükseld kçe, uzaklaştıkça küçülmüş, sonunda beyaz duman
reng nde b r noktaya dönüşerek görünmez olmuştu. Ancak bundan
sonra başını döndürüp köye doğru yoluna devam ett . Ama, çel şk l ,
tuhaf duygular vardı ş md ç nde. Hayranlıkla seyrett ğ bu muc ze,
onun ç n yepyen olan bu olay, onu hem şaşırtmış, hem
korkutmuştu. Bu arada, b rdenb re, dem ryoluna kadar gelen küçük
t lk y hatırladı. Hayvan gece karanlığında, o ıssız bozkırda, göklere
yükselen o ateş topunu görünce ne yapmıştı acaba? Herhalde çok
korkmuş, kaçıp sığınacak b r del k aramıştı...
Bu gece uzay roket n n fırlatılışına tanık olan Boranlı Yed gey,
elbette, ç nde tek kozmonot bulunan bu uzay gem s n n, h çb r tören
ve açıklama yapılmadan, uzay stasyonu “Par te”de meydana gelen
olağanüstü b r durumdan dolayı ve olağanüstü b r görevle g zl ce
gönder ld ğ n b lemez, b lmes de gerekmezd . “Par te”, ABD ve
Sovyetler B rl ğ ’n n ortak programına göre hazırlanmış ve b rbuçuk
yıl önce “Tramplen” adı ver len yörüngeye yerleşt r lm ş b r uzay
stasyonu d . Bütün bunları nereden b lecekt Yed gey? Bundan
başka o, bu olayın onun kend s n de lg lend receğ n , bu lg n n
bütün nsanlar arasındak l şk lerden baret olmayıp, doğrudan
doğruya onun hayatıyla da lg l olacağını b lemezd elbet. B lemed ğ
daha başka şeyler de vardı: Uzay gem s n n Sarı-Özek’ten
fırlatılışından az sonra, gezegen m z n öbür ucunda bulunan
Nevada’dan, ayn amaçla b r Amer kan uzay gem s de fırlatılmıştı. O
da, Tramplen yörünges ndek Par te stasyonuna, ama öbür uçtan
ulaşacaktı.
İk uzay gem s n n böyle alelacele gönder lmes , Sovyet-Amer kan
ortak “Dem urg” projes ne göre yüzer üs görev yapan “Konvans yon”
adlı b l msel araştırma uçak gem s nden ver len b r em r üzer ne
gerçekleşm şt .
‘Konvans yon Uçak Gem s ’, Pas f k Okyanusunda, Aleut adalarının
güney nde, San Franc sco le Vlad vostok’a eş t uzaklıkta b r bölgede
bulunuyordu. H ç yer değ şt rmeden duruyordu orada. O anda OYM
(Ortak Yönet m Merkez ) uzaya gönder len k gem n n Tramplen
yörünges ne doğru yol alışlarını d kkatle zl yordu. Ş md l k şler
yolundaydı. Kenetlenme manevrasına başlamak üzereyd gem ler.
İş n en zor, en öneml yanı kenetlenme olacaktı.
Çünkü uzay gem ler b rb r ardınca değ l, stasyonun k ucuna ayn
anda kenetleneceklerd .
Par te, on k saatten fazla b r süreden ber Konvans yon’dak
OYM’n n s nyaller ne cevap verm yordu. Ayn şek lde kenetlenmeye
hazır uzay gem ler de s nyaller ne b r karşılık alamıyorlardı. Par te
Uzay İstasyonunda ne olmuştu? Neler gelm şt orada bulunanların
başlarına?
***
-II-
Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya g der
gel r.. g der gel rd ..
Bu yerlerde dem ryolunun her k yanında ıssız, eng n, sarı
kumlu bozkırların özeğ Sarı-Özek uzar g derd .
Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenw ch mer dyen nden
başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler dem ryoluna göre
hesaplanırdı.
Trenler se doğudan batıya, batıdan doğuya g der gel r..
g der gel rd ..
*
Boranlı’nın otuz k lometre kadar uzağında Ana-Bey t mezarlığı
vardı. Nayman’ların atalarından kalan b r mezarlık d bu. Ama,
bozkırda yolunuzu şaşırmak stem yorsanız, b r süre dem ryolu
boyunda lerler, sonra sapardınız mezarlık tarafına. O zaman da yol
uzardı. Çünkü Kısıkçay deres n dolanıp büyük b r yay ç zmen z
gerek rd . Bunlardan başka b r yol yoktu zaten. Kest rme yoldan
g tmek stesen z b le, g d ş ç n otuz, gel ş ç n de y ne otuz k lometre
yürümen z gerek rd .
Boranlı’da Ana-Bey t’e g den yolu Yed gey’den başka b len yoktu. O
atalardan kalma mezarlık hakkında yalan-gerçek b r sürü h kâye
anlatıldığı halde oraya k mse g tmem ş ya da g tmek ç n b r fırsat
bulamamıştı. Sek z küçük evden oluşan Boranlı köyünde se uzun
yıllardan ber lk kez b r adam ölmüş, lk kez b r ölü gömme olayı le
karşılaşmış bulunuyorlardı. B rkaç yıl önce de küçük b r kız çocuğu
nefes darlığından ölmüştü ama ana ve babası onu, doğum yerler
olan Urallar’dak kend köyler ne götürüp gömmüşlerd . Y ne yıllar
önce ölen Kazangap’ın karısı B ke hatun se Kumbel mezarlığında
yatıyordu. Öldüğü zaman Kumbel hastahanes ndeyd . Cenazey
Kumbel’den Boranlı’ya get rmen n b r anlamı yoktu. Çünkü Kumbel
bölgen n en büyük stasyonu d ve Kazangap’ın kızı Ayzade le
kocası da orada oturuyorlardı. Gerç damat beş para etmez ayyaşın
b r yd ama bu kadar yakınları olan b r n n mezarına göz-kulak
olurlardı. O zaman Kazangap sağ olduğu ç n karısının nereye
gömüleceğ ne de kend s karar verm şt .
Oysa ş md , Kazangap’ı nereye gömecekler ne b r türlü karar
verem yorlardı.
Yed gey kend görüşünde ısrar ett ve gençlere şöyle çıkıştı:
- Bırakın bu boş lafları, ne b ç m y ğ tlers n z s z! Böyle b r adamı
atalarının yattığı yer olan Ana-Bey t’ten başka b r yere gömemey z.
Zaten kend s de bunu stem şt . Bırakın konuşmayı da ş m z
yapalım. Mezarlık yakın değ l, sabah erkenden çıkmalıyız yola...
Yed gey’ n karar vermekte haklı olduğunu heps kabul ed yordu.
H çb r t raz etmed .
Doğrusunu söylemek gerek rse Sab tcan b raz t raz edecek
olmuştu. Yolcu trenler Boranlı’da durmadığı ç n b r yük tren ne
atlayıp gelm şt Sab tcan. Babasının ölüp ölmed ğ n de henüz
b lm yordu yola çıktığı zaman. Çıkıp gelmes ve cenazeye yet şmes
Yed gey’ duygulandırmış, sev nd rm şt . Kucaklaşıp ortak üzüntüler
ç n ağlamışlardı. Yed gey, Sab tcan’ı kucaklayıp bağrına basmasına,
ona sevg göstermes ne kend s de şaşıp kalmıştı sonradan. Onu
kucaklayıp yüksek sesle ağlarken “İy k geld n evlat, y k geld n!”
d yordu ona. Sank onun gelmes yle Kazangap d r lecekm ş g b ...
Yed gey n ç n öyle gözyaşı döktüğünü de anlamıyordu. O güne kadar
h ç ağlamamıştı çünkü. Kazangap’ın ş md tek göz ıpıssız
evceğ z n n önünde, ayakta durarak uzun uzun ağlamışlardı.
Yed gey’ n ç nde b r şeyler uyanmış, hatıralar canlanmıştı.
Sab tcan’ın çocukluğunu, onun babası ç n sev nç kaynağı olduğu
yılları hatırlamıştı. Kaç defa Kumbel’dek yatılı okula götürmüştü onu!
Tat l günler nde, Kazangap’la b rl kte b r trene ya da b r deveye b ner,
yatılı okula onu görmeye g derlerd . Onun ne durumda olduğunu,
arkadaşlarıyla y geç n p geç nmed ğ n , dersler ne y çalışıp
çalışmadığını, öğretmenler n memnun ed p etmed ğ n düşünür,
öğrenmek sterlerd ... Yarıyıl tat ller nden sonra kaç defa dersler nden
ger kalmasın d ye, bozkırın müth ş soğuğunda üşütmemek ç n
kürklere sararak, o ya da Kazangap, deve sırtında okula
götürmüşlerd onu.
O günler ger lerde kalmış, b r rüya g b s l n p g tm şt . Ş md önünde
duran patlak gözlü, güler yüzlü koca adam, o küçük çocuğu ancak
hayal meyal hatırlatıyordu ona. Ş md onun gözler nde gözlük,
başında basık b r şapka, boynunda y ce esk m ş b r kıravat vardı.
Şeh rde b r ş tutmuştu, ağır sorumlulukları bulunan öneml b r
k ş ym ş g b görünmek sterd hep. Ama hayat h ç de kolay değ ld .
Kend s n kollayıp kayıran dost ya da nüfuzlu akrabaları olmayınca
nsanın ş nde lerlemes , y b r yere gelmes pek zordu. Bunu kend s
de anlamış ve b r gün acı acı dert yanmıştı. Kend s n n sadece küçük
Boranlı köyünde y t p g den b çare Kazangap’ın oğlu olduğunu
söylem şt . Zavallı çocuk! İşte ş md o baba da yoktu! En şe yaramaz
ama hayatta olan b r baba, en ünlü ama ölmüş b r babadan b n kere
daha y d r.
Az sonra gözyaşları d nd , yapmaları gereken şlerden söz etmeye
başladılar. İşte o zaman anlaşıldı k , Kazangap’ın bu b lg ç oğlu
meğer oraya babasının cenaze tören ç n değ l, onu hemen orada b r
çukura bırakıp bu şten sıyrılmak ve b r an önce ger s n ger ye
dönmek ç n gelm ş! Ne d ye g deceklerm ş uzak Ana-Bey t
mezarlığına? Eng n Sarı-Özek bozkırında b r ölüyü gömecek yer m
yokmuş? Köyün yakınında, dem ryolu boyunda b r tümseğe
gömeb l rlerm ş onu. Böylece ht yar, ömür boyu çalıştığı bu yerde,
tren sesler n d nleye d nleye huzur ç nde yatar, buna memnun
olurmuş. Bu arada, sözler n n arasına esk b r atasözünü de
sıkıştırmaktan ger kalmadı. “İnsan ölür, hemen gömülür,
beklet lmemel ” ded . N ç n vak t kaybed yorlarmış, ne önem varmış
gömülecek yer n? B r an önce gömmel ym şler...
Sab tcan b r yandan böyle konuşurken b r yandan da ertelenmes
mkânsız acele şler olduğundan sözed yordu. B l nen şeym ş,
mezarlığın uzak ya da yakın oluşu müdürünü lg lend rmezm ş. Şu
gün, şu saatte ş n n başında olacaksın, der, başka b r şey
d nlemezm ş. Böyleym ş şeh rde şler. Şeh r şeh rm ş, müdür de
müdür...
Yed gey onun böyle konuştuğunu görünce “ne aptalmışım ben!”
d ye geç rd aklından. Bu her f görünce duygulanmıştı, ş md se,
rahmetl Kazangap’ın oğlu da olsa, böyle b r adamla kucaklaşıp
gözyaşı döktüğü ç n kend s nden utanıyor, kend s ne kızıyordu. Ama
y ne de kend n tuttu. Böyle b r günde ve herkes n gözü önünde onu
aşağılayacak b r şey söylemek stemed . Merhumun anısına olan
saygısından dolayı şunları söylemekle yet nd :
- Mesele yer bulmak se, yer çok. İsted ğ n z kadar yer var. Ama,
nsanlar yakınlarının ölüler n rastgele b r yere gömmek stemezler.
Bunun da sebepler var elbet. B r avuç toprağı ölüden es rgeyen k m
(Yed gey sustu, Boranlılar onu sess zce d nl yorlardı)? S z y ne de b r
düşünün, kararınızı ver n. Ben de g d p şler n ne durumda olduğuna
b r bakayım.
Yed gey suratını asıp kaşlarını çatarak onların yanından ayrıldı.
Bazen b rdenb re bora g b patlayan sert b r adamdı. Ona Boranlı
lâkabını vermeler n n asıl sebeb de bu d zaten. Eğer orada yalnız
Sab tcan le k s olsaydı, o utanmaza demed ğ n bırakmaz, yer n
d b ne batırır ve unutamayacağı b r ders ver rd ona. Ama Yed gey
konuyu kadınların d l ne düşürmek de stemed . Zaten kadınlar
fısıldaşıp duruyorlardı: Ne b ç m oğuldu bu, babasının cenazes ne
m saf r g b gelm ş, cenaze aşı ç n b r paket çay b le get rmem ş!
Merhumun gel n olan o şeh rl kadın da zahmet ed p cenazeye
gelemez m , b rkaç damla gözyaşı döküp duaya katılamaz mıydı! Ne
utanmaz arlanmaz nsanlardı bunlar! Rahmetl sağ ken, k sağmal
deves ve beş-on koyunu le oldukça rahat b r hayat yaşarken sık sık
z yaret etm şt onu. Adamcağıza hayvanlarını sattırıp şehre,
yanlarına götürmüşlerd . Hayvanların parasıyla evler n n mob lyasını
düzmüş, b r de araba satın almışlardı. Adamı beş parasız bıraktıktan
sonra da öylece ortada bırakmış, yüzüne b le bakmamışlardı!
Kadınlar bütün bunları ve daha başka şeyler yüksek sesle
söylerlerd ama Yed gey susturuyordu onları: Susun, ölen n ruhuna
saygısızlık olur, böyle b r günde konuşulacak şeyler değ l bunlar,
karışmayın şler ne! d yordu.
Yed gey hızlı adımlarla ağıla, Karanar’ı otlaktan get r p bağladığı
yere doğru yürüdü. Karanar arada b r öfkel öfkel böğürüyordu.
Başına buyruk olmayı seven dev b r deve d o. Öbür develerle
b rl kte k -üç kere kuyudan su çmeye gel ş dışında, gece gündüz,
bütün hafta otlakta kalırdı. Ş md de bağlı durmayı stem yor, koca
ağzını açıp d şler n göstererek bağır bağır bağırıyordu. Esk meseld :
Hür yaşamaya alışan kölel ğe kolay kolay alışamaz.
Yed gey deves n n yanına geld ğ zaman, Sab tcan’la yaptığı
konuşmanın etk s nden, kızgınlığından kurtulmuş değ ld . Böyle b r
durumla karşılaşacağını önceden anlamıştı zaten. Adam öz
babasının cenazes ne gelmekle Boranlılar’a y l k ed yordu sank . Bu
onun ç n b r yük, b r külfett ve bundan b r an önce kaçıp kurtulmak
st yordu. Yed gey boş yere çene çalmak stemem şt onunla. Nasıl
olsa bu ş komşularıyla b rl kte o olmadan da yapab l rlerd . Zaten
komşular kend ler ne düşen şler yapmaya başlamışlardı.
Dem ryolunda görevl olanlar dışında herkes, cenazen n kaldırılması
ve sonra ver lecek yas yemeğ ç n hazırlık yapıyordu.
Kadınlar evlerden kap-kacak topluyor, semaverler oğup parlatıyor,
hamur yoğurup ekmek p ş r yorlardı. Erkekler se su taşıyor, şe
yaramaz esk traversler kırıp yakacak odun hal ne get r yorlardı.
Issız bozkırda bundan y yakacak bulamazlardı. Yalnız Sab tcan b r
ş yapmadan gez n p duruyor, üstel k çalışanları da gereks z
konuşmalarıyla engell yordu. Şeh rde k m n ne ş yaptığını,
rütbeler n n ne olduğunu, şten çıkarılanları ya da terf edenler
anlatıyordu onlara. Karısının cenazeye gelmem ş olması da
umurunda değ ld . Güya karısının b r konferansı varmış, yabancılar
da davetl ym ş, o konferansa... Pek , torunlar n ç n gelmem şlerd ?
Onlardan h ç söz etm yordu. Ama bell yd . Okula g d yorlardı onlar.
D ploma alab lmek ve yüksek okula g deb lmek ç n y notlar almalı,
bunun ç n de okuldan b r gün b le ger kalmamalıydılar! Yed gey “Ne
b ç m nsanlar bunlar!” d ye söylend nefretle. “Ne hale gelm ş bu
nes l? Her şey öneml ama ölüm öneml değ l!” Ve, kend kend ne
soruyordu: “Eğer ölümün onlar ç n h çb r önem yoksa, yaşamanın
da yoktur. Öyleyse n ç n ve nasıl yaşıyor bu nsanlar?”
Öfkeyle deves ne bağırdı:
- Ne böğürüp duruyorsun kara t msah! Kes ses n yoksa d şler n
kırarım ha!
Yed gey çok kızdığı zaman deves ne “Kara t msah!” d ye
küfrederd . Ona bu adı, r d şl ağzını açıp bağırıvermes nden ve
huysuzluğundan dolayı dem ryolcular koymuştu.
Deveye havut vurması gerek yordu ve bu ş yapmaya çalışırken
h ddet geçt . Heybetl deves ne hayran hayran baktı. Boranlı
Karanar, dev g b , dağ g b b r deveyd doğrusu. Yed gey uzunca
boylu olduğu halde, el hayvanın boynuna yet şm yordu. Güçlükle de
olsa deveye boyun eğd rd . Kamçısının sapı le nasırlı d zler ne vura
vura ve bağıra bağıra hayvanı ıhtırdı. Hayvan d ren p böğürse de
sonunda sah b n n steğ ne uyarak çöktü ve ses n kest . Yed gey de
onu havutlama ş ne koyuldu.
Devey kusursuz şek lde havutlamak ev yapmak kadar zor b r şt r.
Her defasında y ce yerleşt rmen z gerek r. Bu da, hele Karanar g b
r b r deve sözkonusu se, büyük güç ve becer ster.
Boranlı’nın deves ne boşuna Karanar demem şlerd . Kapkara,
kabarık tüylü b r başı vardı. Kulaklarının d b nden başlayan kara
sakalı omuzlarına, yeles d zler ne kadar n yor, sırtında k hörgücü
kule g b yüksel yordu. B r erkek deve ç n en y süs sayılan vahş ,
kabarık tüyler vardı. Bu güzell ğ tamamlayan güdük kuyruğunun
uçları da kapkaraydı. Ger kalan tarafı -boynunun üst kısmı, göğsü,
böğürler , ayakları, karnı- açık kestane reng ndeyd .
Karanar, hem heybet hem de tüyler n n reng yle ünlüydü. Ayrıca,
henüz otuz yaşında, yan en güçlü çağındaydı.
Develer çok yaşarlar. Bunun ç n olsa gerek, ancak beş yaşına
gel nce erg nl ğe ulaşır ve k yılda b r doğum yaparlar. Gebel k
süreler de öbür hayvanlara göre daha uzundur. Gebe kaldıktan on
k ay sonra doğururlar yavrularını. Yavru deve b r, b r buçuk yaşına
kadar korunmaya muhtaçtır. Soğuktan, bozkır rüzgârlarından
korunması gerek r. Büyüyüp gel şt kten sonra ne soğuktan korkar, ne
sıcaktan, ne de susuzluktan.
Yed gey bu şler çok y b l rd . Bunun ç n Karanar’a çok y
bakmıştı. Hayvanın taş g b sağlam k hörgücü de onun gücünün,
sağlamlığının b r gösterges yd .
Karanar’ı ona uzun zaman önce, cepheden dönüp Boranlı’ya
yerleşt ğ lk yıllarda Kazangap hed ye etm şt . O zaman Karanar,
ördek yavrusununk g b yumuşacık tüyler olan b r yavru d . Yed gey
de gençt ve burada saçları ağarıncaya kadar kalacağını aklına b le
get rmezd . Bazen, gençl ğ nde çek lm ş res mlere bakıyordu da,
kend n tanıyamıyordu. Ş md saçı-sakalı hatta kaşları y ce
ağarmıştı. Kuşkusuz yüzü de çok değ şm şt , ama, yaşlı nsanların
çoğu ş şmanladığı halde o d nç d . Saç-sakalının ağarması kend
kend ne, h ssett rmeden olmuştu. Yaşı lerley nce önce bıyık
bırakmış, sonra sakalını uzatmıştı. Ş md sakalını bıyığını kesecek
olsa, kend s n çırılçıplak h ssederd herhalde.
Boranlı’ya geld ğ zamandan bu yana köprüler n altından çok sular
akmıştı.
Ş md , çöktüğü yerde, uzun boynunu k yana çev re çev re, kara
yeles n savurarak arslan g b kükreyen devey havutlamaya
çalışırken ve el n sallayıp söylenerek onu taate zorlarken, bu uzun
geçm ş düşünüyor, dalıp g d yor ve sonra kend ne gel yordu.
Devey havutlamak epeyce zamanını aldı. Havutu vurup yularını
geç r nce, Karanar’ın üzer ne onun en güzel örtüsünü serd . Elvan
nakışlı, geleneksel mot flerle süslü bu çok güzel örtüyü Ukubala
kıskançlıkla saklar, ancak öneml günlerde ortaya çıkarırdı. Bu örtüyü
son defa ne zaman kullandığını da hatırlamıyordu Yed gey. Ama
ş md tam sırasıydı...
Karanar’ın havutlanıp donatılmasından sonra Yed gey onu ayağa
kaldırdı ve yaptığı ş pek beğend . İk hörgücü arasına ustaca
yerleşt r lm ş havutu ve o şahane örtüsü le Karanar ş md daha
göster şl , daha görkeml d . Gençler, özell kle de Sab tcan, şeref ve
hays yet yle yaşamış b r adamın cenaze tören ç n hazırlanmanın b r
külfet olmadığını, bunun öneml b r olay olduğunu, üzücü de olsa,
şatafatlı b r sevg göster s nde bulunmak gerekt ğ n görüp
anlasınlardı. Bazıları müz k çalar, bayrak çeker, bazıları havaya ateş
eder, bazıları da ç çekler saçar, çelenk götürürlerd ...
O, Boranlı Yed gey, yarın sabah, püsküllü örtüsü le süsled ğ
Karanar’a b necek, cenaze alayının önünde g derek, çok sevd ğ
Kazangap’ı, son ve ebedî d nlenme yer ne, Ana-Bey t mezarlığına
uğurlayacaktı... Issız Sarı-Özek bozkırını geçerlerken hep onu
düşünecek, bu düşüncelerle, hayatta ken söz verd ğ g b , onu atalar
mezarlığında toprağa verecekt . Evet, ona söz verm şt . Yol ne kadar
uzun olursa olsun, onu bu kararından h ç k mse, rahmetl n n öz oğlu
b le caydıramazdı...
Bunun başka türlü olamayacağını, Karanar’ı bunun ç n süsley p
havutladığını gençler anlamalıydı.
Yed gey, herkes görsün d ye, Karanar’ı yularından tutup köyün
ç nden geç rd ve sonra rahmetl n n evceğ z önüne get r p bağladı.
Herkes görüp anlasındı. Boranlı Yed gey sözünde durmazlık
edemezd .
Yed gey’ n end şes boşunaydı. Çünkü onun Karanar’ı hazırlamaya
g d ş n fırsat b len Uzun Ad lbay, Sab tcan’a sokularak:
- Gel şu gölgeye çek lel m de b raz konuşalım sen nle, dem şt .
Konuşmaları uzun sürmed . Ad lbay, Sab tcan’ı razı etmek ç n uzun
uzun lâfa gerek görmeden kes n konuştu:
- Ben d nle Sab tcan, rahmetl babanın Boranlı Yed gey g b b r
dostu bulunduğu ç n Allah’a şükretmel s n.
Onu âdetler m ze göre Ana-Bey t’e gömmem ze engel olmaya
çalışma sakın. Acele ş n varsa, g tmek st yorsan, sen burada tutan
yok. Çek g t. Sen n yer ne de b r avuç toprak atarım ben!
Sab tcan b r şeyler söylemek sted :
- Ama, ölen ben m babam ve ne yapacağıma...
Ad lbay sözünü b t rmes ne fırsat vermed :
- Baban olmasına baban, ama sen kend nde değ ls n!.
- Sen de abartıyorsun... ded Sab tcan. -Ama karşı gelemeyeceğ n
anlayarak sözünü değ şt rd - Pekâlâ, böyle b r günde tartışacak
değ l z. Ana-Bey t’e gömülse ne çıkar, sadece b raz uzak olduğunu
düşünmüştüm...
Konuşmaları bu kadarla b tm şt . Yed gey, Karanar’ı herkes n
görmes ç n ev n önüne bağladıktan sonra gel p Boranlılar’a:
“Tartışmayı bırakın, ne saygısız gençlers n z s z! Onun g b b r nsanı
ancak Ana-Bey t’e gömeb l r z” dem şt . Ona k mse ses n çıkarmadı.
Herkes kabul etm şt .
O akşam ve gecey bütün komşular rahmetl n n ev önünde
geç rmeye karar verd ler. Hava y yd . Ama, sonbahar yaklaşıyordu.
Gündüzün sıcaklığı geçt kten sonra Sarı-Özek bozkırının b rdenb re
çıkan ser nl ğ sardı ortalığı. Alaca karanlığı büyük b r sess zl k
kaplamıştı ve b r nefesl k rüzgâr b le esm yordu. Bu arada, sabah
ver lecek ölü aşı ç n b r koyunu kes p parçalamışlar, ş md ,
semaver n başına oturup çaylarını ç yor, havadan sudan
konuşuyorlardı.. Hazırlıklar hemen hemen b tm şt . Sabahı bekley p
Ana-Bey t’e g tmekten başka şler kalmamıştı. Saatler sess z,
harekets z akıp g d yordu. İht yar b r nsanın ömrü de böyle gel p
geçerd . Artık ağlamak, üzülmek neye yarar...
Boranlı stasyonuna her zamank g b trenler gel p g d yordu.
Doğudan ve batıdan gel yor, sonra aks yönde yollarına devam
ed yorlardı...
Kısacası, Ana-Bey t’e g decekler günün önces nde, her şey
yolunda görünüyordu, ama, gel gör k tatsız b r olay çıktı az sonra...
Kazangap’ın kızı Ayzade le kocası, b r yük tren ne b nerek
cenazeye gelm şlerd . Ayzade trenden ner nmez hüngür hüngür
ağlayarak geld ğ n bell ett . Bunun üzer ne köy kadınları da onun
etrafına toplaşıp ağlamaya, ses ne ses katmaya başladılar. Ayzade
le b rl kte en çok Ukubala ağlıyor, dövünüyordu. Ukubala, Ayzade’ye
çok acıyor, gözyaşlarını d nd rem yordu b r türlü. Yed gey, ölenle
ölünemeyeceğ n , kadere karşı konulamayacağını söyleyerek onu
yatıştırmaya çalıştı ama yatıştıramadı.
Sık sık olur böyle şeyler. Babasının ölümü ona doya doya ağlamak,
herkes n önünde ç n dökmek, uzun zamandan ber b r km ş
dertler n açığa çıkarmak fırsatını verm şt . Ağlamaktan gözler
ş şm ş, saçı başı dağılmış, babasının cesed ne kapanıp hüngür
hüngür ağlarken kara bahtına da lanetler okuyordu. H ç şansı
olmadığını, çocuklarının sabahtan akşama kadar, başsız, gözet ms z
stasyonda sürten serser ler olduklarını, yarın b rer haydut
olacaklarını ve tren soyacaklarını, büyüğünün ş md den çk ye
başladığını, pol sler n, böyle g derse onların mahkemel k olacaklarını
b ld rd kler n bağıra bağıra söylüyordu. Altı çocukla b r başına ne
yapsındı! Babalarının umurunda değ ld h çb r şey...
Gerçekten de b r şey umurunda değ ld kocası olacak adamın.
Orada b r köşede somurtup duruyor, p s kokulu ucuz s garasını
tüttürüyordu sadece. Hem karısının bu tür yakınmalarına da lk kez
tanık olmuyordu. Uzun uzun uluyacak, sonra susacaktı karısı... Ama
bu defa şe Sab tcan da karıştı ve ş n tadı asıl bundan sonra kaçtı:
“Görülmüş şey m bu yaptıkları? Babasının cenazes ne m gelm ş
yoksa kend s n rez l etmeye m ! B r Kazak kızı babasının
cenazes nde böyle m ağlarmış! Esk den kadınlar ağıtlarıyla ölüler
yücelt rlerm ş, oysa kardeş , sızlanıp yakınmaktan başka b r şey
yapmıyormuş. Yok zavallıymış, mutsuzmuş, b lmem daha neym ş!..”
Ayzade patlamak ç n sank bu fırsatı bekl yormuş g b açtı ağzını
yumdu gözünü. Bütün h ddet yle ve yen b r güçle taştı, köpürdü: “Şu
b lg ce, şu allameye bakın hele! Sen g t de önce kend karına akıl
ver! N ye gel p o ded ğ n ağıtları öğretm yor b ze? Han nerde? N ye
gelmed babamızın cenazes ne? Gel p babamız ç n b r damla
gözyaşı dökseyd günaha mı g rerd ? O fr tle sen kılıbık elele
verd n z, zavallı ht yarı soyup soğana çev rd n z! Ben m kocam ayyaş
da olsa kalkıp geld cenazeye. Sen n b lg ç hanımın hang
cehennemde?..”
Sab tcan, en ştes ne bağırıp çağırarak karısının ses n kesmes n
sted . Ama en ştes b rden h ddete kapıldı, sess z sess z oturduğu
köşeden fırlayıp Sab tcan’ı boğmaya kalktı.
Boranlılar b rb r ne g ren akrabaları güç belâ ayırab ld ler. Heps çok
utanmış, şaşırmışlardı. Yed gey se utanç ve üzüntüden ne
yapacağını b lemed . Gerç bunların beş para etmez nsanlar
olduklarını b l yordu ama böyle b r rezalet çıkarab lecekler n aklının
ucundan b le geç rmem şt .
H ddetle ler çıkarak k s n de çok c dd b r şek lde uyardı:
- B rb r n z saymıyorsanız h ç olmazsa babanızın anısına saygı
göster n. Yoksa k msey d nlemem, k n z de kovarım köyden! ded .
Cenazey kaldıracakları günün önces nde şte böyle tatsız, can
sıkıcı b r olay meydana geld . Bu olaya çok üzülen Yed gey’ n kaşları
çatılmış ve kend kend ne sorular sormaya başlamıştı: “Ne oluyor bu
çocuklara? Nasıl bu duruma geld ler? Kazangap’la b rl kte onları
yazın kavurucu sıcakla, kışın fırtınasında, soğuğunda, okuyup adam
olsunlar, Sarı-Özek bozkırında çürüyüp kalmasınlar d ye, “B z gereğ
g b okutmadılar, eğ tmed ler” demes nler d ye, Kumbel’dek yatılı
okula götürmem şler m yd ? Onları okula gönder rken bekled kler
sonuç bu muydu? Umduklarının tam ters b r sonuç almışlardı..
N ç n? Nasıl böyle olmuşlardı? Yüzler ne bakılmaz nsanlar hal nde
yet şmeler n n sebeb neyd ?
Yardıma yet şen, durumu kurtarıp Yed gey’ b raz rahatlatan y ne
Uzun Ad lbay oldu. O, Yed gey’ n bu duruma nasıl sıkıldığını, neler
çekt ğ n çok y anlıyordu. B r cenaze tören nde merhumun evlâtları
en öneml k ş ler sayılır. Dünya kurulalıber bu böyled r ve böyle
olduğunu da herkes b l r. Ne kadar beş para etmez, utanmaz-
arlanmaz olsalar b le onları görmezl kten gelemez, uzakta
tutamazsınız. İşte bu yüzden, Uzun Ad lbay, k kardeş arasındak
kavganın sebep olduğu rahatsızlığı g dermek ç n erkekler ev ne
davet ett :
- Avlunun ortasında durup yıldızları sayacağımıza, b ze g del m de
b rer çay çel m, ded .
Yed gey, Uzun Ad lbay’ın kapısından çer adım atınca başka b r
dünyaya gelm ş g b oldu. Daha önceler de Ad lbay’a komşu
z yaret nde bulunmuş ve her defasında a ley mutlu, huzurlu görerek
sev nm şt . O evde rahat h ssed yordu kend n . Bugün de orada
olab ld ğ kadar çok kalmayı st yordu. Böylece, y t rd ğ gücü
toplayacak, kend ne gelecekt . Buna ht yacı vardı.
Ad lbay da d ğerler g b b r dem ryolu şç s yd ve kazancı
onlarınk nden fazla değ ld . O da k oda b r mutfaktan baret küçük
b r evde oturuyordu. Ama, bambaşka b r atmosfer vardı o evde:
Huzurlu, tem z, aydınlık. Yaptığı çay da farklı değ ld . Ne var k
Yed gey’e burada çt ğ çay süzülmüş bal g b tatlı gel rd . Ad lbay’ın
karısı da her zaman çok y karşılardı konuklarını. İy b r ev kadınıydı.
Çocuklar se uslu, terb yel d ler... Yed gey onların daha b r süre Sarı-
Özek’te kalacaklarını, sonra başka b r yere, daha y şartlarda
yaşamak ç n göçedecekler n düşünürdü. Onlardan ayrılmayı h ç
stemese de onların y l ğ ç n böyle olmasını sterd .
Yed gey, kapının önünde muşamba ç zmeler n çıkarıp çer g rm ş,
bağdaş kurup oturmuştu. İşte o zaman h ssett ne kadar çok
yorulduğunu, acıktığını. Sırtını duvara dayamış, h ç konuşmadan
duruyordu. Ötek ler, yuvarlak yer sofrasının etrafında oturmuş, alçak
sesle şundan bundan konuşuyorlardı.
Sohbet az sonra gar p b r konu üzer nde yoğunlaştı. Yed gey b r
gün önce fırlatılan uzay gem s n unutmuştu. Sofradak ler n ayn
olayla lg l konuşmalarını d nlerken hatırladı olayı. Gerç yen b r şey
öğrenmed ama, onları d nlerken bu konuda ne kadar az şey
b ld ğ ne şaşıp kaldı. Y ne de pek üzülmed , bundan b r utanç
duymadı. Çünkü onları çok lg lend ren uzay uçuşları kend s ç n
uzak b r konuydu, büyüley c b r şey olsa da yabancısı olduğu b r
konu. Onun ç n b lmed ğ b r şey karşısında her zaman yaptığı g b ,
gözler yle gördüğü bu şaşırtıcı olay hakkındak konuşmaları saygıyla
d nled .
Sofradak ler önce şubat, yan deve sütünden hazırlanmış kımız
çt ler. Soğuk, köpüklü ve haf f sarhoşluk veren güzel b r kımız d bu
(Bu stasyona gelen bakım ve kontrol ustaları bu kımızı çok sever ve
ona ‘Sarı-Özek b rası’ derlerd .). Bundan sonra sıcak yemekler geld
sofraya. Yemekle b rl kte votka da çıkardılar. Boranlı Yed gey sofrada
çk y ger çev rmezd . Ama bu defa hem çmed , hem de tavrı le
onların da çmemes gerekt ğ n anlatmaya çalıştı. Çünkü sabahley n
öneml b r şler olacak, uzun yola g deceklerd . Onların, özell kle de
Sab tcan’ın kımızla votkayı karıştırıp çmeler pek doğru olmaz, belk
kend ler n koyver rlerd . Kımız le votka, arabaya koşulmuş b r ç ft
uyumlu at g b yd ve nsanı coşturur, sarhoş eder, alıp götürürdü. İşte
onun ç n sırası değ ld çmen n. Ama bu koca koca adamların
çmes ne nasıl engel olursunuz? Kend ler anlamalıydılar durumu.
Y ne de b r şey rahatlatmıştı onu: Ayzade’n n kocası b r alkol k
olduğu halde votkaya dokunmuyor, yalnız kımız ç yordu. Eğer o da
kımıza votka karıştırsa, kör kütük sarhoş oluver rd . Herhalde
kaynatasının cenazes nde böyle sarhoş olmasının b r rezalet
olacağını çok y b l yordu. Ama daha ne kadar votkadan uzak
kalab leceğ de b l nemezd .
Sohbet sırasında Ad lbay, kocaman kollarını kürek g b açarak
konuklarına kımız ver rken ve sofranın üzer nden dolu kadeh
Yed gey’e uzatırken b rdenb re aklına gelm ş g b sordu:
- Yed ke, dün nöbet devraldıktan sonra, s z g derken gökyüzünde
tuhaf b r şey oldu, sank gök gürled ve ben olduğum yerde sarsıldım.
Kosmodromdan b r füze fırlatmışlardı. Araba oku g b kocaman b r
şey, s z de gördünüz mü?
- Gördüm tab î. Ağzım açık kaldı şaşkınlıktan. Ne güçtü o öyle!
Alev alev yanıyor, yüksel yor, yüksel yordu.
Korktum doğrusu. N ce zamandır burada yaşıyorum, h ç böyle b r
şey görmem şt m.
- Ben de lk kez görüyorum ded Ad lbay.
Sab tcan, Ad lbay’ın uzun boyunu kastederek:
- Sen de görmem şsen b z nasıl görürüz?
Ad lbay gülümsed :
- O ateş topunun kükrey p gökyüzüne yükseld ğ n görünce
gözler me nanamadım. “İşte b r daha uzaya g d yor, uğurlar olsun!”
ded m. Belk haber n ver rler d ye hep yanımda taşıdığım trans storlu
radyomu hemen açtım. Normal olarak uzaya adam fırlatılınca yayın
yaparlar, sp ker de olayı büyük b r heyecanla anlatır, d nleyen n
tüyler d ken d ken olur. Uzaya k m n fırlatıldığını öğrenmek ç n
sabırsızlanıyordum, çünkü gözler mle görüyordum adamın çıktığını.
Ama yayın yoktu.
Sab tcan epeyce çm ş, kızarmaya, terlemeye başlamıştı. B lg ç b r
tavırla kaşlarını kaldırdı ve ötek lerden önce davranarak sordu:
- Pek , n ç n yayın yoktu?
- B lmem. H çb r şey söylemed ler. Oysa radyoyu hep açık tuttum,
tek kel me söylemed ler.
Sab tcan, b r yudum votka ve ardından b r kadeh kımız çerek
başını salladı:
- Olmaz öyle şey! Bu şte b r yanlışlık var. Uzay uçuşu her zaman
öneml b r olaydır.. Bu şte sözkonusu olan b z m b l m ve s yasettek
prest j m zd r, anlıyorsunuz değ l m ?
- N ç n haber vermed kler n b lemem. Son haberler de özell kle
d nled m, hatta gazete haberler n özetleyen yayını da...
Sab tcan y ne başını salladı:
- Hımm! Eğer ş md ş yer nde olsaydım, bu ş n aslını hemen
öğren rd m. Yazık k orda değ l m şte. B r ş var bunda.. uz g tmeyen
b r şey.
Orasını b lmem ben. Bütün b ld ğ m, bu durumun b raz can sıkıcı
olduğudur, ded Ad lbay. Bu defa çıkanı kend kozmonotum g b
görüyorum. Çünkü gözler mle gördüm o uzay aracının yüksel ş n .
Hatta, bu g den n belk buralı, b z m çocuklardan b r olduğunu da
düşündüm. Böyle olsa ne kadar sev n rd k! Sonra b r de bakmışsın,
ler de onunla görüşüyoruz. Amma da hoş b r şey olurdu ha!.
Sab tcan’ın aklına b rden b r şey gelm ş g b Ad lbay’ın sözünü
kest :
- Tamam! Anladım ş md , deneme uçuşu ç n p lotsuz b r gem
gönderd ler uzaya.
Ad lbay ona bakarak sordu:
- Nasıl oluyormuş o?
- B r deneme uçuşu şte, b lmez m s n? B r tecrübe yan . P lotsuz
araç başka b r gem le kenetlen r ya da b r yörüngeye g rer. İş n nasıl
sonuçlanacağı b l nmez.. Eğer başarılı sonuçlanırsa radyo ve basın
yoluyla duyururlar, aks halde h ç sözünü etmezler. B l msel b r
deneme bu.
Ad lbay’ın b raz canı sıkılmıştı:
- Ben de uzaya adam gönderd ler d ye sev nm şt m..
Kısa süren b r sess zl k oldu. Sab tcan’ın açıklamasıyla b raz hayal
kırıklığına uğramışlardı. Konu belk burada kapanacaktı ama Yed gey
stemeden b r canlılık get rd :
- Y ğ tler, anladığıma göre uzay gem s yörüngeye çıkıyor ama
ç nde k mse yok. K m yönet yor öyleyse onu?
Sab tcan “ne kadar cah ls n!” der g b el n salladı, Yed gey’ n
yüzüne övüngeç baktı:
- K m m yönet yor? Amma da soru ha! Yed ke, orada her şey
tels zle dare ed l r. Komutlar yerden, yönet m merkez nden ver l r ve
her şey tels zle dare ed l r, anlıyor musun? Uzay gem s nde p lot
bulunsa b le yönet m y ne tels zle olur. P lot yönet m ele almak
sted ğ zaman Yerdek merkezden z n ver lmes gerek r... Yaa
Yed ke, sen n Karanar’ın sırtında Sarı-Özek bozkırını geçmene
benzemez bu şler.. Çok karışıktır..
- Yaa, demek öyle! ded Yed gey.
Boranlı Yed gey ç n tels zle komut verme s stem anlaşılır b r şey
değ ld . Onun ç n tels z demek, b rtakım kel meler n, sesler n uzayda
uzak mesafelere ulaştırılması demekt . Ama bunlarla cansız b r şey
nasıl yönet l rd ? Oysa gem de b r nsan varsa ş başka.. Bu adam
kend s ne ver len em rler uygulardı. Yed gey daha başka bazı şeyler
öğrenmek sted ama ‘değmez’ d ye vazgeçt . Soru sormak ç nden
gelm yordu. Sustu. Çünkü Sab tcan, b ld kler n söylerken
karşısındak n çok küçümsed ğ n de bell ed yordu. Sank , “aklınız b r
şeye ermeyen cah llers n z, üstel k ben adam yer ne
koymuyorsunuz, şu en ştem olacak ayyaş da ben boğmaya kalkar,
ama bu şler hep n zden daha y b ld ğ m görün şte!” demek
st yordu. Yed gey, “B z m g b okumamışlardan elbette fazla
b leceks n a sersem! Sen yıllarca boş yere m okuttuk!” d ye geç rd
aklından. Hemen ardından şunu da düşündü: “Böyle b r n başımıza
geç rseler, yönet c yapsalar, ne büyük b r felâket olurdu!
Emr ndek ler kend s g b b rer b lg ç taslağı yapmaya çalışırdı bu
her f. Ş md b le ayak şler ne bakan b r odacıdan başka b r şey
değ lken, h ç olmazsa burada, Sarı-Özek’te, herkes ağzının ç ne
baktırmak st yor!”.
Sab tcan kend s n ayran budalası g b ağızları açık d nleyen
Boranlıları y ce şaşırtmak, ezmek kararındaydı. Böylece, kız kardeş
ve en ştes yle yaptığı kavgadan dolayı kend n küçük görenlere b r
ders verm ş, bunu onlara ödetm ş olacaktı. Bu yüzden âdeta
coşmuş, b l m n yüksek başarıları ve nanılmaz muc zeler üzer ne
nutuk çekmeye başlamıştı. Bu arada sık sık votkasını yudumluyor,
hemen ardından kımız çmekten de ger kalmıyordu. Sarhoş olmuştu
b le. Öyle saçma sapan şeyler anlatmaya başladı k zavallı Boranlılar
hang s ne nanıp hang s ne nanmayacaklarını b lemez oldular.
Sab tcan, her kımıldanışında parlayan gözlük camlarının
ger s nden ateşl ve büyüley c bakışlarıyla d nleyenler n süzüyor ve
devam ed yordu anlatmaya:
- Düşünün b r kere, b zler nsanlık tar h n n en mutlu k ş ler y z. Bak
Yed ke, ç m zde en yaşlısı sens n. Her şey n esk den nasıl, ş md
nasıl olduğunu hep m zden y b l rs n. N ç n böyle d yorum? Bak
anlatayım: Esk den nsanlar tanrılara nanırlardı. Esk
Yunan stan’dak nanca göre güya bu tanrılar Ol mpus dağında
yaşarmış. Ne b ç m tanrı m ş onlar? Saçmalık şte! Ne gel rd
eller nden? Durmadan b rb rler yle kavga etmek. Asıl özell kler
b rb rler yle d d şmek, h ç anlaşamamaktı. İnsan hayatını değ şt rmek,
nsanın mutluluğuna en ufak b r katkıda bulunmak gelmezd
eller nden. Zaten böyle b r şey düşündükler de yoktu. Aslında
tanrılar da yoktu. B r efsane, masal, uydurma d bütün bunlar. Ama
b z m tanrılarımız bambaşkadır ve hemen şuracıkta, Sarı-Özek Uzay
Üssünde yaşıyorlar. Ve b z bu tanrılarımızla bütün dünyaya karşı
övünüyoruz, gururlanıyoruz. Aramızdan h ç k mse tanımıyor,
görem yor onları. Yasalar buna z n vermez. Onları görüp tanımak da
gerekmez zaten. Öyle her önüne gelen, b r Mırkınbay b r Şırkınbay
(Al , Vel ) “Merhaba, nasılsın?” d ye el uzatamaz onlara. Asıl gerçek
tanrılardır bunlar. Bak Yed ke, az önce sen, uzay gem ler n n tels zle
yönet ld ğ n öğren nce şaşıp kaldın değ l m ? Oysa o ş b r çocuk
oyuncağı, hem modası da çoktan geçt . Gün gelecek, nsanlar da
tels zle yönet lecekler, tıpkı ş md k otomatlar g b . Anlıyor musun,
büyük, küçük herkes radyo dalgalarıyla yönlend r lecek. Bu konuda
deneylere başlandı b le. İnsanlığın yüksek çıkarları ç n çalışan b l m
çok öneml sonuçlar, çok öneml ver ler elde etm ş bulunuyor...
Uzun Ad lbay onun sözünü kest :
- Dur hele! Şu ağzından düşürmed ğ n “ nsanlığın yüksek çıkarları”
sözünü pek anlayamadım ben. Yan sen n ded ğ ne göre, herkes
yanında trans storlu radyoya benzeyen b r aygıt taşıyacak ve bu
aygıttan aldığı em rlere göre m hareket edecek? Her yerde var mı
bu aygıtlardan?..
- Çok tuhafsın Ad lbay! Ondan mı söz ed yorum, ben? Sen n
söyled ğ n aygıt h çb r şey değ l, b r çocuk oyuncağı. H ç k mse, h çb r
şey taşımayacak üzer nde. İstersen sokakta çırılçıplak dolaş, b otok
(canlı akım) denen tels z ya da radyo dalgaları sen y ne bulacak ve
b l nc ne aralıksız olarak tes r edecek. O dalgalardan k mse kaçıp
kurtulamayacak..
- Yaa! Öyle ha?
- Ne sandın ya! İnsan ancak merkezden ver len programa göre
hareket edeb lecek. Keyf nce yaşadığını, d led ğ nce hareket ett ğ n
sanacak ama aslında her şey , aldığı nefes b le yukarıdan ver len
programa uygun olacak. Oradan ayarlanacak her şey. B r şarkı
söylemen m gerek? Merkez b r s nyal verecek ve sen şarkı
söyleyeceks n. Dansetmen, oynaman mı gerek? Başka b r s nyal
verecekler ve sen başlayacaksın oynamaya. Çalışmak mı st yorsun?
Y ne s nyalle çalışacaksın, hem de ne çalışmak! Hırsızlık, soygun
yada başka b r suç şlemek olmayacak artık. Bütün bunlar esk
k taplarda kalacak. Çünkü nsanın her davranışı, her ş , bütün
düşünceler ve stekler , her şey, önceden tesp t ed lecek. D yel m k
dünya nüfus patlaması g b b r felâketle karşı karşıyadır, yan nsanlar
hızla çoğalmakta ve bunları besleyecek kadar bes n
bulunmamaktadır. Ne yapacağız o zaman? Yapılacak şey bell ,
doğumları azaltacağız. Herkes karısı le ancak, merkezden bu yolda
b r s nyal aldığı zaman sev şecek. Tab î toplumun yüksek çıkarları
ç n olacak bu..
Uzun Ad lbay alaylı b r sesle sordu:
- Toplumun yüksek çıkarları ç n ha?
- Elbette. Devlet n çıkarları her şeyden önce gel r.
- Pek , ya ben bu yüksek çıkarları düşünmeden karımla sev şmek,
o ş yapmak sted m, o zaman ne olacak?
- Az z m Ad lbay, h ç böyle b r şey olmayacak k . Böyle b r stek
aklının kenarından b le geçmeyecek. Karşına dünyanın en güzel
kadınını çıkarsalar, sen negat f b otoklar den len canlı akım etk s nde
bırakmışlarsa, ona dönüp bakmayacaksın b le. Em n ol k , bu g b
şlerde b le mutlak b r düzen hüküm sürecek. Meselâ, savaşta
olduğumuzu kabul edel m. Orada da her şey merkezden ver len
s nyallere göre olacak. Hemen lk safta ateşe m atılmak gerek yor,
atılacaksın. Paraşütle m atlanacak, göz kırpmadan atlayacaksın.
Tankın altına sokup mayın mı patlatacaksın? Hemen yapacaksın o
ş . Nasıl ve n ç n? d ye soracaksınız bana. Anlatayım. Merkezden
canlı akımla cesaret aşılanacak ve nsanda korku d ye b r şey
kalmayacak. İşte böyle olacak her şey!..
Uzun Ad lbay pek şaşırmıştı. Aklından geçen olduğu g b
söyley verd :
- Amma da palavracısın ha! Bunca yıl okuduktan sonra bunları mı
öğrend n? Başına akıl koyan olmamış h ç!
Öbürler oturdukları yerde kıpırdanıyor, başlarını k yana sallayarak
gülüyor ve bu palavralara nanmadıklarını bell ed yorlardı. Ama y ne
de, konuyu meraklı buldukları ç n, sözünü kesmeden d nl yorlardı
onu. Hem sonra onun durmadan votka ve kımız çt ğ n , y ce sarhoş
olduğunu da görüyorlardı. Bıraksınlar keyf nce konuşsundu.
Söyled kler n n hang s doğru, hang s uydurma d ye kafa yoracak
değ llerd ya. Bununla beraber Yed gey b rden korkuya kapıldı. Bu
palavracının böyle konuşması h ç sebeps z, h ç temels z olamazdı.
Çünkü bütün bu söyled kler n uydurab lecek yeteneğ de yoktu onun.
Herhalde b rşeyler duymuş olmalıydı. Aslında hep kötü haberler
aklında tutardı o. “Ya söyled kler nde gerçek payı varsa? Ya bazı
b l m adamları Tanrı olmak hırsına kapılmışlarsa? Kend ler n Tanrı
yer ne kovarak b z yönetmeye kalkarlarsa?” d ye düşündü. Korkusu
da bundan ler gel yordu.
Sab tcan, merakla d nlend ğ n görünce daha da coştu, attıkça attı.
Gözlükler terden buğulanmış, gözbebekler karanlıkta dolaşan ked
gözler g b açılıp büyümüştü. Votka ve kımız kadehler n de sık sık
kaldırıp ağzına götürüyordu. Ş md de el n kolunu sallaya sallaya,
okyanusun ortasında, ‘Bermuda Üçgen ’ den len b r yerden, b r
Bermuda Üçgen masalından sözetmeye başlamıştı. Güya buradan
geçen gem ler, buradan uçan uçaklar, esrarlı b r şek lde kayıplara
karışıyormuş...
- Bakın s ze b r olay anlatayım. B z m şeh rde adamın b r yurt
dışında b r göreve g tmek ç n kend n helak ederces ne uğraştı, her
kapıyı çaldı, her makama başvurdu. Sank dışarı g derse b r el
yağda, b r el balda olacakmış g b . Sonunda, sırada bekleyenler n
önüne geçerek, Paraguay mı, Uruguay mı, pek hatırlamıyorum ama
Okyanus’un öbür tarafında b r yere g tt . G d ş o g d ş! Bermuda
Üçgen üzer nden geçerken b nd ğ uçak kaybolmuş, buhar olup
uçmuş sank . Ne z kalmış, ne tozu. İşte bunun ç n dostlarım, çıkış
zn alalım d ye ona buna yalvarmaya, onun bunun ayağını
kaydırmaya h ç gerek yok. Bermuda Üçgen nem ze gerek b z m! Öz
yurdumuzda can sağlığı le oturmaktan y s yoktur.. Had , kend
sağlığımıza çel m!
“Tamam, y ne başlayacak nutuk atmaya, bulduk belayı, çt kçe
çenes açılıyor ve kapanmak b lm yor!” d ye söylend Yed gey. İç nden
b r de küfür savurdu. Tahm n ett ğ g b de oldu. Sab tcan çevres nde
oturanları bulanık bakışlı süzerek ve y ne de öneml adam tavrını
bırakmamaya çalışarak devam ett konuşmaya:
- Kend sağlığımıza çel m, sağlığımız ülken n en büyük
zeng nl ğ d r. Demek k b z m sağlığımız devlet n en öneml servet d r.
Evet, evet! B z öyle bas t nsanlar değ l z, devlet n adamlarıyız b z..
Şunu da söylemek ster m k ...
Boranlı Yed gey sözün ger s n d nlemeden ayağa kalktı ve hızla
odadan dışarı fırladı. Karanlık sundurmada ayağına takılan boş b r
kova ya da onun g b b r şey, tangur tungır sesler çıkararak
yuvarlandı. Dışarıda kaldığı ç n y ce soğuyan ç zmeler n alelacele
ayağına çekt ve üzgün, öfkel olarak ev n n yolunu tuttu. H ddet nden
bıyıklarını ısırıyor, “Vah zavallı Kazangap vah!” d ye ç çek yordu.
“Gerçek b r ölüm yası, gerçek b r üzüntü b le göster lm yor zavallıya!
Ne b ç m şt r bu, ne b ç m nes ld r! Oğlu olacak her f cenazeye değ l
de sank çmeye, eğlenmeye gelm ş! Lâflar da lâf olsa bar ! B r devlet
sağlığı, devlet zeng nl ğ tutturmuş, her ç şte onu söyler, başımızı
ş ş r r. Yarın Allah’ın yardımıyla merhumu gömel m, duasını yapalım,
sonra bu her f defolup g ts n başımızdan. B r daha h ç yüzünü
görmeyel m! K m n ne ş ne yarar k ?”
Uzun Ad lbay’ın ev nde epeyce oturmuşlardı, vak t geceyarısını
bulmuştu. Yed gey, Sarı-Özek’ n gece ser nleyen havasını der n der n
ç ne çekt . Yarınk havanın her zamank g b açık, kuru ve epeyce de
sıcak olacağı anlaşılıyordu. Bu mevs mde hep böyle olurdu:
Gündüzler kavurucu sıcak geceler se dondurucu soğuk geçerd .
Sarı-Özek bozkırının b tk yönünden pek çıplak oluşunun sebeb de
budur zaten. B tk ler ân ısı değ ş kl ğ ne uyum sağlayamaz.
Gündüzler başlarını güneşe çev r r, yapraklarını açar, b r parçacık
neml havanın esmes n beklerler, ama gece olunca da soğuktan
kavrulup g derler. Ancak çok dayanıklı olanlar kalır k bunlar da bazı
d kenler, yavşan otları ve dere boylarında öbeklenen bazı ot türler d r.
Bunları kışın yakmak ç n b çerler, Yed gey’ n esk dostu jeolog
Yel zarov’un anlattığına göre vakt yle buraları baştan başa b tk
örtüsüyle kaplıymış, çünkü o zaman başka b r kl m hüküm
sürüyormuş, ş md k nden en az üç defa daha fazla yağmur yağarmış.
Tab hayat da bambaşka m ş o zamanlar. Sarı-Özek bozkırında
yılkılar, koyun ve sığır sürüler dolaşırmış.
Yel zarov’un ballandıra ballandıra anlattığı o zamanlar herhalde çok
ger lerde kalmıştı ve belk de st lacı Juan-Juanların gel ş nden de
esk d . Buraları st la etm ş olan Juan-Juanlar çoktan tar hten
s l nm ş, z tozu kalmamıştı. Yoksa, bunca nsan Sarı-Özek’e nasıl
yerleş r, nasıl yaşardı? Yel zarov “Sarı-Özek bozkırın unutulmuş b r
k tabıdır” derken h ç de haksız sayılmazdı. Y ne Yel zarov’a göre
Ana-Bey t mezarlığının h kâyes de asılsız b r h kâye değ ld . Bazı
b lg nler yalnız yazılı belgeler tar h sayarlar. Pek , esk den k tap-
belge yazılmamışsa ne olacak?
İstasyondan gel p geçen trenler n gürültüsü, tuhaf b r ses
benzerl ğ yle, Boranlı Yed gey’e, Aral den z n n[2] fırtınalarını, bu
fırtınaların uğultusunu hatırlattı. Yed gey o den z n kıyısında doğup
büyümüş ve savaş yıllarına kadar orada yaşamıştı. Kazangap da
Aral Kazakları’ndan d ve çok sıkı dost olmalarının belk en öneml
sebepler nden b r de buydu. Sarı-Özek’te, Aral’dan, o doğup
büyüdükler vatandan, sık sık ve hasretle söz ederlerd . Kazangap’ın
ölümünden az önce, lkbaharda, doğup büyüdükler yer görmek ç n
oraya g tm şlerd . Yed gey ht yar Kazangap’ın, dünya gözü le oraları
son b r defa daha görmek, Aral’la vedalaşmak sted ğ n ş md çok y
anlıyordu. Keşk g tmeseyd ler. Çünkü Aral’ın g tt kçe çek l p
küçülmekte olduğunu görünce pek üzülmüşlerd . Gerçekten de o
koca den z kuruyup y ce küçülmüş ve onlar kıyıya ulaşmak ç n
esk den den z n d b olan ve ş md k ll b r çıplak düzlük hâl ne gelen
yerde on k lometre kadar yürümüşlerd . Bu durumu görünce
Kazangap ç n çekerek şöyle dem şt : “Dünya kuruldu kurulalı Aral
vardı, ş md o b le kuruduğuna göre nsan ömrünün lâfı mı olur?”
İht yar Kazangap şunu da söylem şt : “Öldüğüm zaman ben Ana-
Bey t’e gömmen st yorum Yed gey, Aral’a gel nce, bu onu son
görüşüm olacak!”.
Yed gey, gözler ne dolan yaşı yen yle s ld . Üzüntüden düğümlenen
boğazını açmak ç n b rkaç kez öksürdü. Sonra da Kazangap’ın
evceğ z ne doğru yürüdü. Ayzade, Ukubala ve köyün ötek kadınları
oradaydılar. Ev nde ş n b t ren her kadın oraya gel yor, el nden gelen
yardımı yapmaya çalışıyordu.
Yed gey ağılın önünden geçerken, orada b r kazığa bağlı duran,
havutlanmış, püsküllü, şlemel örtüsü örtülmüş Karanar’ın yanında
durdu. Ay ışığında deve, pek büyük, pek güçlü, b r f l kadar heybetl
görünüyordu. Yed gey kend n tutamayıp hayvanın böğrünü tapıkladı:
- Hay Maşallah! Pek yamansın!
Tam kapıdan çer g receğ sırada, nedense b rden dün gecey
hatırladı. Bozkır t lk s n n dem ryoluna kadar gel ş n , onu vurmak ç n
el ne aldığı taşı fırlatmaya cesaret edemey ş n , sonra eve g derken
kosmodromdan havalanan uzay gem s n n od-alev ç nde göğün
sonsuzluğuna yüksel p gözden kayboluşunu...
***
-III-
O anda, Büyük Okyanus’un kuzey enlemler nde vak t sabah d .
Saat sek ze gel yordu. Göz kamaştıran güneş, parlak ışıklarını
uçsuz-bucaksız ve ılgımlı b r sess zl ğ n üzer ne yaymaktaydı. Su ve
gökyüzünden başka b r şey görünmüyordu o uçsuz-bucaksız
bölgede. Bununla beraber, oralarda b r yerde, gözlerden ırak
Konvans yon uçak gem s nde, ş md l k gem dek lerden başka k mse
b lmese de, dünya çapında öneml b r dram yaşanmaktaydı.
Amer kan-Sovyet yörünge stasyonu PARİTE’de meydana gelen, o
güne kadar görülmem ş, duyulmamış b r olayla lg l yd bu dram.
Bütün dünya le l şk ler n kesen Konvans yon uçak gem s , Aleut
adalarının güney nde her zamank yer n korumakla kalmıyor, San-
Frans sco le Vlad vostok’a tam eş t uzaklıkta b r noktada bulunmaya
çok d kkat ed yordu. İk devlet arasında “Dem urg” adı ver len ortak
planetoloj (gezegen b l m) projes n n b l msel-stratej k karargâhıydı
bu uçak gem s .
Uçak gem s nde bazı değ ş kl kler olmuştu. Buradak Amer kan ve
Sovyet ortak genel yönet c ler olağanüstü olayın haberc s olan b r
Sovyetler’den, d ğer Amer kalı k operatöre, Par te le lg l haber
sızmasın d ye, geç c b r süre ç n, h ç k mse le bağlantı kurmamaları
kes n olarak emred lm şt ...
“Konvans yon” uçak gem s askerî amaçla kullanılmıyor, h çb r s lah
bulundurmuyordu. B rleşm ş M lletler Teşk latı’nın özel b r kararına
göre uluslararası dokunulmazlık statüsü de vardı. Bütün bunlara
rağmen personel alarma geç r lm ş, olağanüstü durum lân ed lm şt .
Gündüz, saat on b re doğru, beş dak ka ara le k tarafın sorumlu
kom syonlarının gelmeler beklen yordu. Bu kom syonlar, kend
ülkeler n n ve dünyanın güvenl ğ ç n her türlü kararı ve gerekl
tedb rler alma konusunda tam yetk ye sah pt ler.
İşte bu yüzden “Konvans yon” uçak gem s , Aleut adalarının
güney nde, Vlad vostok le San-Frans sco’ya eş t uzaklıkta bulunan
noktada yer n almış, bekl yordu. Gem n n bulunduğu bu yer n seç m
b r tesadüf değ ld . Tar hte eş görülmem ş b r uluslararası şb rl ğ ç n
özenle seç lm şt ve Dem urg programını yaratanların daha ş n
başında, yönet mde mutlak eş tl ğe sah p olduklarını göster yordu.
“Konvans yon” gem s ne, bütün donanımı, araç-ge- reçler ve enerj
stoklarıyla, k ortak ülke eş t olarak sah pt ler. Y ne bu gem , Nevada
ve Sarı-Özek uzay üsler yle doğrudan doğruya ve ayn anda tels z
telefon bağlantıları kurab l yordu. Gem de bulunan sek z tepk l
uçağın dördünü Amer ka, dördünü de Sovyetler verm şt . Bu uçaklar
Ortak Yönet m Merkez le kıtalar arasında sürekl olarak haberleşme
ve taşıma görev yapmaktaydılar. Gem de b r Sovyet ötek Amer kalı
ve Kaptan Par te 1-2 le Kaptan Par te 2-1 d ye adlandırılan k
komutan vardı ve bunlar sıra le, vard ya usulü, başkumandanlık
yapıyor, yönet m ele alıyorlardı. Komutan yardımcıları, tecrübel
gem c ler, mak n stler, elektr kç ler, st mc ler.. bütün mürettebat, k
tarafın eş t sayıdak görevl ler nden oluşuyordu. Tekn k personel de
ayn şek lde tarafların eş t sayıda elemanlarından meydana gelm şt .
Kumandan Par te 1-2 ve Par te 2-1’den tutun da her alanın
uzmanına ve kamarotlara kadar, k tarafın çalışanları eş t sayıda
d ler. Bugüne kadar çıkılan yörüngelere göre dünyaya en uzak yerde
bulunan Tramplen yörünges ndek uzay stasyonuna, karşılıklı
l şk ler n özünü yansıttığı ç n Par te (eş tl k) adı ver lm şt .
Pek tab î, bu ş n gerçekleşmes , k ülken n b l msel, d plomat k ve
darî organları oranında uzun ve çeş tl hazırlık çalışmaları, sayısız
toplantıları sonunda olmuş, her konuda ve özell kle de Dem urg
projes nde tam b r uzlaşmaya yıllar sonra ulaşılmıştı.
Dem urg projes n n, o güne kadar görülmem ş, çok büyük, görkeml
b r amacı vardı: “X” gezegen ndek maden kaynakları üzer nde
ayrıntılı b r araştırma yapılacaktı. Dünya ölçüler ne göre akıl almaz
büyüklükte enerj kaynakları vardı orada. Amaç, şte bu enerj den
yararlanma konusunda nceleme yapmaktı ve bu, yüzyılımızın en
büyük g r ş m d . Gezegen n yüzey nde açıkta bulunan “X”
maden nden yüz ton kadarını şley p enerj ye dönüştürdükler zaman,
bütün Avrupa’ya b r yıl yetecek elektr k ve ısı sağlanmış olacaktı.
Galaks m z ç nde yer alan o gezegende, özel şartlar ve m lyonlarca
yıl süren b r evr m sonunda, şte böyle muazzam, böyle olağanüstü
b r enerj kaynağı oluşmuştu. Gerek oraya gönder len uzay
araçlarının kepçeley p get rd ğ örnekler n ncelenmes , gerekse
güneş s stem m z n bu kırmızı gezegen ne nenler n yaptığı
araştırmalar, bunu doğruluyordu.
“X” gezegen nde b r değerlend rme projes n n hazırlanmasına yol
açan en öneml sebeplerden b r , burada sıvı element n yan suyun
da bulunması d . Ay ve Venüs de dah l olmak üzere b l nen
gezegenler n h ç b r nde böyle b r durum yoktu. Ama “X”
gezegen nde yapılan sondajlar burada yeraltı su kaynaklarının da
bulunduğunu kes n olarak ortaya çıkarmıştı. B l m adamlarının
hesaplarına göre gezegen n üst kısmındak soğumuş kaya
katmanlarının altında bulunan bu su tabakasının kalınlığı b rkaç
k lometrey buluyordu.
Gezegende bulunan şte bu büyük yeraltı su tabakası, Dem urg
programının uygulanmasını mümkün kılacak b r faktör d . Su, yalnız
çme ht yacını karşılamakla kalmayacak, başta teneffüs ed lecek
hava olmak üzere, bu ıssız gezegen şartlarında normal hayatı
sürdürmek ç n nsan organ zmasına gerekl d ğer şeyler n de
ayrıştırma yoluyla elde ed lmes ç n başlıca kaynak olacaktı. Bundan
başka, suyun “X” maden n n uzay araçlarıyla taşınmasından önce,
arıtma tem zleme teknoloj s ç n de öneml b r rolü olacaktı.
“X” enerj s n n nerede üret leceğ de henüz karara bağlanmış
değ ld . Uzmanlar, enerj n n, yörüngeye yerleşt r lm ş stasyonlarda
üret l p oradan dünyaya gönder lmes n n m , yoksa hammadden n
doğrudan doğruya taşınarak üret m n dünyada gerçekleşt r lmes n n
m daha uygun olacağı üzer nde tartışıyorlardı. Ama bu konuda kes n
karara varmak ç n epeyce vak tler vardı daha.
Gezegende aylarca kalacak sondajcıların ve h drologların (su
b l mc ler n n) gönder lmes hazırlığı devam ed yordu. Bu ek p, yeraltı
sularını yüzeye çıkaracak ve döşenecek borularla, açılacak
kanallarla kend kend ne akmasını sağlayacaktı. Yörünge stasyonu
“Par te” bu çalışma ek b ç n, dağcıların dey m le b r konaklama
yer , b r sığınma kampı olacaktı. Bu stasyonla “X” gezegen arasında
araç-gereç ve nsan taşıyacak olan mek kler n yanaşmaları ve
havalanmaları ç n gerekl tes sler yapılmıştı. Burada yüz kadar k ş y
barındıracak b nalar da yapılıyordu. Buralarda rahatça barınacak,
dünyadan yapılan telev zyon yayınlarını da seyredeb leceklerd .
“X” gezegen ndek suyun çıkarılması ve tahl l , nsanoğlunun kend
gezegen dışında gerçekleşt receğ üret m faal yet n n lk aşaması, lk
uygulaması olacaktı.
“G” günü, o beklenen gün, yaklaşıyordu. Her şey buna göre ve
yolunda d ...
Sarı-Özek ve Nevada uzay üsler nde son hazırlıklar
tamamlanmıştı. Tramplen yörünges ndek Par te stasyonu, oradan
“X” stasyonuna geçecek öncü grubu bekl yordu.
İnsanlık, kend dünyasının dışında kuracağı uygarlığın
eş ğ ndeyd ...
İşte tam bu sırada, lk su b l mc grubunun ‘X’ gezegen ne
gönder leceğ tar hten b r gün önce, Tramplen yörünges ndek Par te
stasyonunda görevl k kozmonot, arkalarında en küçük b r z
bırakmadan kayboluverd ...
İk kozmonot, programlanmış bağlantılara göre gönder lm ş
s nyallere de, bunun dışında yapılan çağrılara da h ç cevap
verm yorlardı. İstasyonun yer n devamlı olarak b ld ren aygıtlarla,
hareket düzeltme kanalları dışında bütün tels z, telefon ve telev zyon
haberleşme s stemler susmuştu. Vak t geç yor, Par te stasyonundan
h çb r çağrıya cevap ver lm yor, “Konvans yon”da bulunanların
kaygısı da arttıkça artıyordu. Par te’dek kozmonotlara ne olmuştu?
Bu suskunluğun sebeb neyd ? Hasta mıydılar, yed kler b r şeyden
zeh rlenm ş m yd ler? Sağ mıydılar?
Uzaktan uygulanab lecek son çareye başvurdular ve yörünge
stasyonuna yangın tehl kes alarmını vermek sted ler. Ama, aslında
pan ğe yol açab lecek olan bu s nyale de cevap veren olmadı.
Dem urg programı çok c dd b r tehl ke le karşı karşıya d . Bu
durumda OYM (Ortak Yönet m Merkez ) eller ndek son şansı
kullanmaya karar verd : B r Sarı-Özek, ötek Nevada uzay üssünden
olmak üzere, çler nde b rer uzay adamı bulunan k uzay gem s
fırlatıldı. Bunlar Par te stasyonu le kenetlenecek, orada olanları
görüp anlayacaklardı.
Başarılması son derece güç olan eş zamanlı kenetlenmen n
gerçekleşmes nden sonra Par te’ye çıkan k uzay adamının hemen
verd kler haberler, “Konvans yon”da sabırsızlıkla bekleyenler
şaşkına çev rd . Kozmonotlar, bütün bölmeler , laboratuarları, katları,
köşe-bucak her yer aradıkları halde, orada olması gereken k k ş y
bulamadıklarını söylüyorlardı: Ne d r , ne de ölü olarak!..
K msen n aklına b le get rmed ğ b r durum d bu. Ne olmuştu
onlara? O k uzay adamı üç aydan fazla b r süreden ber yörünge
stasyonunda yaşayan ve o güne kadar görevler n t t zl kle yer ne
get ren o k adam nereye g tm ş olab l rlerd ? Buhar olup
uçmamışlardı ya! İstasyondan çıkıp uzay boşluğuna dalıp g tm ş de
olamazlardı!
Par te üzer nde yapılan aramalar “Konvans yon” gem s ne radyo-
telev zyonla göster ld ve orada eş t yetk ye sah p k başyönet c 1-2
ve 2-1, aramayı d kkatle zled ler. Denetç olarak g den k
kozmonotun b rb rler yle konuşa konuşa, ağırlıksız bölmelerden
yavaş yavaş yürüyerek yaptıkları aramalar, “Konvans yon”dak çok
sayıda telev zyon ekranından çok y gözlen yordu. Adım adım
aramaya devam eden kozmonotlar, b r yandan da merkeze
zlen mler n b ld r yorlardı. Anlattıkları bandlara geç r ld :
“PARİTE”: - İzl yorsunuz değ l m ? İstasyonda k mse yok. K msey
bulamıyor, görem yoruz.
“KONVANSİYON”: - İstasyonda kırılan, bozulan b r şey, b r hasar
görüyor musunuz?
“PARİTE”: - Hayır, öyle b r şey yok, her şey yerl yer nde.
“KONVANSİYON”: - Herhang b r kan z f lan?
“PARİTE”: - Hayır, yok.
“KONVANSİYON”: - Görevl ler n şahsî eşyaları nerde? Ne
durumda?
“PARİTE”: - Gördük. Sanırız bulundukları yer her zamank yerler .
“KONVANSİYON”: - Y ne de d kkatle bakın hele!
“PARİTE”: - Sank buradan az önce g tm şler g b ; k tapları, saatler ,
p kapları ve ötek şeyler bulundukları yere yen konmuşlar g b .
“KONVANSİYON”: - Pekâlâ. Arayın bakalım.. duvara ya da kâğıda
yazılmış yazı f lan?..
“PARİTE”: -Böyle b r şey görmed k... Ha! Durun.. durun! Sey r
defter açık bırakılmış.. Yazılı b r sayfası da g renler hemen görsün
d ye kapıya çevr lm ş, ağırlıksızlık yüzünden uçup düşmes n d ye de
b r kıskaçla masaya tutturulmuş..
“KONVANSİYON”: - Okuyun bakalım!
“PARİTE”: - Okumaya çalışacağız. Sayfada yanyana k sütunda k
met n var, b r Rusça, ötek İng l zce..
“KONVANSİYON”: - Had okuyun şunu bekletmeden!
“PARİTE”: - B r başlığı var, şöyle: “Dünyalılara mesaj”. Parantez
ç nde de “Açıklayıcı not” d yor.
“KONVANSİYON”: - Durun! Okumayın! Bağlantı b r süre kes lecek.
Az sonra y ne arayacağız. Hazır bekley n!
“PARİTE”: - Tamam.
Yörünge le konuşma kes l nce, “Dem urg” programının k ortak
başyönet c s kısa b r durum değerlend rmes yaptılar ve yanlarında
sadece k nöbetç operatörü bırakarak herkes uzayla haberleşme
odasından çıkarmaya karar verd ler. Bu karara göre d ğerler odadan
çıkınca bağlantıyı tekrar kurdular. PARİTE’de görev yaparken
kayıplara karışmış k kozmonotun bıraktıkları met nde şunlar
söylen yordu:
“Değerl meslekdaşlar,
Yörünge, üssü Par te’den, tamam yle olağandışı, h ç
görülmem ş şek lde ayrılmak üzere olduğumuz şu anda, s ze
bu davranışımızın sebepler n açıklamayı b r borç b l yoruz.
Ayrılışımız bel rs z b r süre ç nd r. Belk h ç dönmey z. Her
şey, atıldığımız bu macerada karşılaşacağımız durumlara,
faktörlere bağlı.
B z m bu davranışımızın son derece şaşırtıcı, en bas t
d s pl n anlayışına göre de kabul ed lmez, bağışlanmaz b r
hareket olduğunu b l yoruz. Bununla beraber, yörünge
stasyonunda görev yaparken karşılaştığımız, uygarlık
tar h nde belk h ç eş ne rastlanmamış olaylar ve durumlar,
b ze, anlayışla karşılanacağımız umudunu ver yor...
B r süre önce, en kısa dalga bandından yayınlanan b r s nyal
almaya başladık. Çevrem z kuşatan uzay alanından, özell kle
de gürültülerle, paraz tlerle dolu dünya yonosfer nden gelen
bu s nyal dalga çok dar olduğu ç n kolayca zapted leb l yordu.
S nyal, hep ayn saatlerde ayn aralıklarla ve çok düzenl
olarak gel yordu. Önceler buna pek önem vermed k. Ama
evren n ayn noktasından ısrarla ver l yor ve özell kle b z m
yörünge stasyonuna yönelt lm ş olduğu anlaşılıyordu. Ş md
kes n olarak b l yoruz k bu yayın b r buçuk yıldan ber
yapılıyormuş. Par te b r buçuk yıldan fazla b r süreden ber
yörüngede olduğuna ve b z üçüncü ek p olduğumuza göre,
b zden öncek ek plere de gönder lm ş bu s nyaller. Uzaydan,
gelen bu s nyallerle lk defa b z m lg lenm ş olmamızın
sebeb n b lem yoruz. Belk çok büyük b r raslantı d bu.
Neyse, gözlem ve ncelemelerden sonra, bunun tab î b r
kaynaktan gelmed ğ n , sun’ olduğunu kabul etmeye başladık,
g derek bu nancımız pek şt .
Y ne de şüpheler ç ndeyd k, bu sonucu kabul etmem z pek
kolay olmadı. Evren n b l nmeyen der nl kler nden gelen b r
s nyale dayanarak ve el m zde b r kanıt olmadan, dünya
dışında başka b r uygarlığın varlığını nasıl kabul edeb l rd k?
Şüphem z şte bundan ler gel yordu. B l m adamlarının
komşu gezegenlerde en bas t b r canlı varlık bulab lmek ç n
yaptığı çalışmalar her zaman olumsuz sonuçlanmış, umut
kırıcı olmuştu ve b z de bunu unutmuş değ ld k. N ce zamandır
dünya dışında da akıllı yaratıkların bulunab leceğ ht mal pek
zayıflamış ve g derek bu düşünce gerçekdışı, ütop k b r çaba
olarak görünmeye başlamıştı. Uzay araştırmaları lerled kçe,
tamamen teor k planda dah , sıfıra nmese b le, azalıyordu. Bu
yüzden b z m varsayımlarımızı, tahm nler m z s ze duyurmak
stemed k, buna cesaret edemed k. Canlı varlığın yalnız dünya
gezegen nde bulunduğu, bunun b yoloj k olarak başka
gezegenlerde b r örneğ n n bulunmadığı, tekl ğ konusundak
nanç, dünyada pek yaygındı. B z bu nancı sarsmak ya da
şüpheye düşürmek de stemed k. Bzm yörünge
stasyonundak asıl ş m z ve sorumluluğumuz bakımından,
şüpheler m z s ze duyurup tartışmayı da üzer m ze düşen b r
görev saymıyorduk. Doğrusunu söylemek gerek rse, b r gün
b r kozmonotun uzay uçuşu sırasında, nek böğürmeler
duyduğunu, sonra b r ırmak, ırmak kıyısında b r çayırlık ve
çayırlıkta otlayan b r nek sürüsü gördüğünü söyleyen ve o
günden ber de “İnek kozmonot” olarak anılan uzay adamının
durumuna düşmek stemed k.
Dünyadan başka b r gezegende düşünen yaratıkların
varlığını kes nl kle kanıtlayan b r durumla karşılaştığımız
zaman da artık s ze duyurmakta çok geç kalmış
bulunuyorduk. Çünkü, b l nc m zde b r sıçrama olmuş, evren n
düzen konusundak anlayışımız tamamen değ şm şt . Artık, o
günden sonra, bambaşka ölçülerde, bambaşka boyutlarda
düşünmeye başladığımızı da farkett k. Evren n yapısı
konusunda b ze öğret lm ş olandan farklı yen anlayış, uzayda
hayat bulunan yen b r gezegen n bulunması gerçeğ , yen b r
b l nç enerj s ocağının bulunması, b z dünyalılar adına
kaygılandırdı ve bu yüzden keşf m z b r süre açıklamamak
gerekt ğ ne karar verd k. Bu karara, dünyamızın çağdaş
topluluğunun çıkarlarını düşünerek vardık.
Ş md asıl konuya gelel m: Bu olay nasıl meydana geld :
B r gün, sırf merak güdüsü le, sürekl ve düzenl radyo
dalgalarının geld ğ noktaya cevap s nyal göndermeye karar
verd k. B r muc ze oldu! S nyal m z hemen aldılar. Hem
yakalamış, hem de anlamışlardı! Alıcımız, her zamank radyo
s nyal n bu defa ç ft olarak aldı, sonra b r üçüncüsü daha
geld . Bu üçlü s nyal, selam s nyaller yd . Evrenden gelen eş-
zamanlı bu selam s nyaller , galaks m z dışından, akıl almaz
b r uzaklıkta, kend ler ne benzeyen akıllı varlıkların
bulunduğunu ve bunlarla l şk kurulduğunu müjdeleyen zafer
marşlarıydı sank . Bu b z m, uzay b yoloj s kavrayışımızda,
uzay ve zaman, mekân ve uzaklık anlayışımızda b r devr m
d ... Demek k b z, uzayın akla sığmaz sonsuz boşluklarında
yalnız değ ld k! Evrende, dünyadak nsanlardan başka akıl ve
ruh taşıyan yaratıklar da vardı!..
Keşf m z n gerçekl ğ n doğrulamak ç n başka b r mesaj
daha gönderd k onlara. Bununla, tâ yaradılıştan bugüne hayat
beş ğ m z olan yerküres n n yapısı le lg l formülü b ld rd k. Ve
cevap olarak, onların gezegen n n kütle yapısını gösteren
formülü aldık. Bunu çözünce, gezegenler n n b z m gezegene
benzed ğ n anladık. Fakat onların gezegen oldukça daha
büyüktü ve dolayıs yle de daha kuvvetl yd .
Dünya dışındak akıllı yaratıklarla lk l şk m z ve b lg alış-
ver ş m z şte böyle oldu.
Dünya dışında, başka b r gezegende yaşayan bu akıllı
yaratıklar, l şk ler arttırmak, gel şt rmek ç n çok stekl yd ler.
Onların çabaları sayes nde, karşılıklı olarak b lg ler m z
arttırdık. Böylece onların ışık hızıyla hareket eden b r uzay
araçları olduğunu da öğrend k. Bütün bu b lg alışver ş n
başlangıçta matemat k ve k mya formüller yle yapıyorduk.
Sonra b ze konuşma d ller olduğunu da b ld rd ler. Dünyalılar
kend gezegenler n n yerçek m nden kurtulup uzaya açıldıkları
ve uzayda uzun süre kalmaya başladıkları zamandan ber ,
astronom k-d nley c ded kler ve çok uzaklardak sesler
zapteden çok güçlü b r aygıtla b z m konuşmalarımızı
d nlem şler. Uzay ve dünya arasında kurulan konuşma
bağlantılarını zaptetm ş, karşılaştırma ve anal z yoluyla,
kel meler n ve cümleler n anlamını öğrenm şler. B z mle
İng l zce ve Rusça konuşarak anlaşmaya çalıştıkları zaman
söyled kler ne daha çok nandık. Bu b z m ç n akıl almaz b r
olay, b r gerçek d ...
Ş md ş n özüne dönel m: B z, dünya dışı b r uygarlığa sah p
o gezegene g tmeye karar verd k. Gezegenler n adı ‘Orman-
Göğsü’ d . Yaptığımız konuşmalara göre, gezegenler n n adı
aşağı yukarı bu anlama gel yordu. F k r onlardan geld ,
Orman-Göğüslüler b z kend ler davet ett ler. B z de düşünüp
taşındıktan sonra davet kabul ett k. Ses hızıyla g den uzay
araçlarının b z m uzay stasyonumuza 26-27 saatte
varab leceğ n b ld rd ler. Dönmek sted ğ m z zaman ayn süre
ç nde stasyona get recekler ne da r güvence de verd ler.
Kenetlenme konusunda kaygılandığımızı anlayınca bunun b r
mesele olmadığını, çünkü uzay araçlarının herhang b r
c s mle, yapısı ve şekl nasıl olursa olsun, kolayca b rleş p
kenetleneb leceğ n b ld rd ler. Herhalde araçlarının
elektromanyet k kenetlenme özell ğ vardı. Bunun üzer ne b z,
onların gem s n n, b z m uzaya çıkış kapısına yanaşmasının
uygun olacağını, bu şek lde onların aracına daha kolay
geçeb leceğ m z düşündük. Her şey uz g derse, döneb l rsek,
stasyona geç ş m z de ayn yoldan olacaktı...
İşte ş md b z, Par te stasyonuna böyle b r mesaj
bırakıyoruz. Bu b r çeş t açıklama, b r açık mektup, b r
d lekçed r. Ama konumuzda asıl mesele bu değ l. B z ne
yaptığımızın, ne kadar ağır b r sorumluluk yüklend ğ m z n
b l nc ndey z... B z, nsanlığa tasavvur ed lemeyecek kadar
büyük b r h zmet etme şansı bulduğumuza, tal h n b ze böyle
eşs z b r fırsat verd ğ ne de nanıyor, bunun önem n anlamış
bulunuyoruz.
Bununla beraber, görev sorumluluğunu, d s pl n , bağlılık,
borçluluk duygusunu b r yana bırakmak b z çok üzüyor.
Gelenekler , yasaları ve toplumun ahlâk kurallarını ç ğner
duruma düşmek, ve bu duyguyu yenmek h ç de kolay olmadı.
Ortak Yönet m Merkez n n yönet c ler ne, genel olarak
dünyalılardan h ç k mseye haber vermeden, bu konuda h ç
k mse le razılaşmadan ayrılıyoruz. Bundan, yeryüzündek
sosyal hayat kurallarını küçümsed ğ m z anlamını çıkarmayın.
B z buna mecburduk. Düşünün k , b r hokey maçında b le b r
gol atıldığında bunu b r s yasî zafer g b gören ve bundan
kend sosyal düzenler n n üstünlüğü sonucunu çıkaran güçler
harekete geçt ğ zaman, ne çel şk ler n, kıskançlıkların ortaya
çıkacağını, çekememezl k ve çek şmeler n olacağını çok y
b l yorduk. Gezegen m z n gerçekler n maalesef çok y
b l yoruz. Dünya dışı b r uygarlıkla l şk kurulduğu zaman,
bunun, yeryüzünde yaşayan nsanlar arasında yen b r ç
savaş, yen b r geç ms zl k sebeb olmayacağını k m dd a
edeb l r?
Yeryüzünde s yasî çatışmalardan uzak kalmak çok zor, belk
mkânsız b r şey. Ama, uzun zamandan ber , günlerce,
haftalarca gezegen m zden uzakta yaşadıktan ve yerkürey b r
otomob l tekerleğ kadar küçülmüş hal yle seyrett kten sonra,
şu kanıya vardık k , toplumları öfke ve umutsuzluğa
sürükleyen, bazı ülkeler atom bombasına sarılma durumuna
get ren son yılların enerj bunalımı, aslında büyük çapta b r
tekn k meseled r ve ülkeler n b rb rler yle anlaşıp
uzlaşmalarından daha öneml değ ld r. Bu durumu görüp
anlamak b ze üzüntü ver yor.
Dünyalıların zaten zor olan durumlarını daha da karışık b r
hâle sokmaktan çek nd ğ m z ç n, bu m sl görülmem ş
sorumluluğu üzer m ze alıyoruz. Bütün nsanlık adına, dünya
dışında uygarlık kuranların karşısına çıkacağız. Gönüllü
olarak üstlend ğ m z bu görev nançla ve lâyıkı le yer ne
get receğ m ze güven m z tamdır.
Ş md son sözler m ze sıra geld : Bütün bu düşünceler,
kuşkular ve tereddütler sırasında, üzer nde en çok
durduğumuz mesele şu oldu: Dem urg projes n n b z m
yüzümüzden b r zarara, başarısızlığa uğraması ht mal .
İnsanlığın jeo-kozm k tar h ndek bu en büyük, bu dev projes ,
ülkeler m z arasında uzun uzun görüşmeler, azalıp çoğalan
şb rl ğ ve büyük çabaların b r meyvasıdır. Sonunda mantığın
gal p gelerek ve karşılıklı güvens zl k g der lerek başarılmış
çok yüce b r programdır. Yetenek ve gücümüzün elverd ğ
ölçüde h zmet etmeye çalıştığımız bu programın yukarıda
bel rtt ğ m z aksama tehl keler ne uğramaması ç n, Par te’den
tekrar dönmek üzere ayrılmaya, dönüşte Orman-Göğsü’ne
yaptığımız gez n n sonuçlarını nsanlığa duyurmak görev m ze
devam etmeye karar verd k. Eğer g d p de gelemezsek, y t p
g dersek, ya da program yönet c ler görev sürdürmem z
uygun görmezlerse, yer m ze başkalarını bulmaları zor
olmayacaktır. Bu görev en az b z m kadar y yapab lecek
gençler çoktur.
B z b r meçhule doğru yola çıkıyoruz. B z oraya çeken şey
b lg ye susamışlık, nsanoğlunun başka dünyalarda kend s
g b akıllı yaratıklar bulunca, mantığı mantıkla b rleşt rme
konusundak arzu ve hayal d ... Bununla beraber, b z m
başka b r dünyanın uygarlığı le l şk kurmamızın y l k m
yoksa kötülük mü get receğ n k mse b lemez. B z bu konuda
tam tarafsız, objekt f b r değerlend rme yapmaya çalışacağız.
Bu keşf m zde yerküre ç n tehl kel , yıkıcı olacak b r şey ya da
durum h ssedersek, bu tehl key önlemek ç n kend
hayatımıza son vermeye de and çt k...
Son b r söz daha: S ze veda ed yoruz, stasyonun
penceres nden bakıyor, uzayın karanlık den z nde pırlanta g b
parlayan dünyayı görüyoruz. Dünya güzel, masmav , ışıl ışıl,
har kulâde. Yen doğmuş b r bebeğ n başı g b de naz k
görünüyor. Buradan, nsanları, aralarında ken h ssetmem ş
olsak b le, ş md kardeşler m z olarak görüyoruz ve onlarsız b r
hayatı düşünmeye cesaret edem yoruz...
Yeryuvarlağına ‘elveda’ d yoruz. B rkaç saat sonra Tramplen
yörünges nden ayrılacağız ve Yerküre görünmez olacak.
Başka gezegenlerden gelenler, Orman-Göğüslüler, yola
çoktan çıktılar b le. B z m yörüngem ze yaklaşıyorlar ve
yakında burada olacaklar. Çok az b r zaman kaldı. Onları
bekl yoruz.
B r de şunu lâve ed yoruz: A leler m ze yazdığımız
mektupları da bırakıyoruz buraya. Bu mesele le meşgul
olacaklardan, onları adresler ne göndermeler n r ca
ed yoruz...
NOT: Par te’de b z m yer m z alacak olanların b lg s ne:
Sey r defter ne, uzaylılarla bağlantı kurduğumuz tels z kanal
ve frekanslarını yazdık. Gerek rse s z ayn kanaldan arayarak
zlen mler m z b ld receğ z. Orman-Göğüslüler’le yaptığımız
görüşmelerden anladığımıza göre, onlarla bağlantı ancak
yörünge stasyonundak tels z alıcılarıyla kurulab l yor.
Doğrudan doğruya dünyaya gönderd kler s nyaller, yerküren n
çevres nde aşılmaz b r engel oluşturan güçlü yon kuşağı
yüzünden oraya ulaşamıyor.
Heps bu kadar. Elveda. Vak t geld .
Bu met n İng l zce ve Rusça olmak üzere k d lde
yazılmıştır.”

Kozmonot-Par te 1-2

Kozmonot-Par te 2-1

Par te yörünge stasyonu

Üçüncü ek p. 94. gün.


***
Bel rt len günde, Uzakdoğu boylamlarında saat 11.00’de,
Konvans yon uçak gem s ne beş dak ka ara le k tepk l uçak nd .
Uçaklar, Amer kan ve Sovyet tarafının özel yetk lerle donatılmış
kom syon üyeler n get r yorlardı.
Tarafların kom syon üyeler protokole uygun b r törenle karşılandı.
Kend ler ne öğle yemeğ n n saat yarımda ver leceğ b ld r ld .
Yemekten sonra, yörünge stasyonu Par te’de meydana gelen
olağanüstü olayla lg l olarak, toplantı odasında g zl görüşmeler
yapılacaktı.
Fakat, g zl görüşme başlar başlamaz kes ld . Çünkü, denet m ç n
yörünge stasyonuna gönder len k uzay adamı, stasyonu terketm ş
olan 1-2 ve 2-1 numaralı kozmonotların, komşu galaks dek Orman-
Göğüslü gezegen nden gönderd kler lk b lg ler Konvans yondak
Yönet m Merkez ’ne let yorlardı.
***
-IV-
Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya g der
gel r.. g der gel rd ..
Bu yerlerde dem ryolunun her k yanında ıssız, eng n, sarı
kumlu bozkırların özeğ Sarı-Özek, uzar g derd .
Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenw ch mer dyen nden
başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler dem ryoluna göre
hesaplanırdı.
Trenler se doğudan batıya, batıdan doğuya g der gel r..
g der gel rd ..
*
K m ne derse des n, Naymanlar’ın ata mezarlığı Ana-Bey t, hemen
şuracıkta b r yer değ ld . Sarı-Özek bozkırında kest rmeden dosdoğru
g dersen z otuz k lometre uzaklıktaydı.
Boranlı Yed gey o gün erkenden kalktı. Aslında doğru dürüst
yatmamış, sabaha karşı b raz kest rm şt . Çünkü merhum Kazangap’ı
yıkayıp tem zleyerek gömülmeye hazır hâle get rm şt . Âdetlere göre
bu ş, ölünün gömüleceğ gün cenaze namazı kılınmadan önce
yapılırdı. Ama sabahley n erkenden yola koyulacakları ç n Yed gey
bu ş geceley n yapmıştı. Hemen hemen tek başına yapmıştı bu ş .
Uzun Ad lbay sadece sıcak su get rm ş, ölüden ürktüğü ç n ondan
b raz uzak durmuştu. Yed gey de bunu anlamazlıktan gelerek:
- Bak Ad lbay, dem şt , bu ş nasıl yaptığımı öğren, ölüm-kalım
dünyası bu, b r gün gerekeb l r. Çünkü her doğan nsan b r gün gel r,
ölür.
- Tab î, anlıyorum, d ye kekeled Ad lbay.
- D yel m k yarın ben de öldüm, hang Tanrı kulu ben âdetlere göre
tem zley p kefenleyecek? Yoksa, h çb r şey yapmadan önünüze
çıkan b r çukura öylece gömecek m s n z?
Ad lbay mahcup oldu. Aydınlatmak ç n tuttuğu lambayı ölüye daha
da yaklaştırarak karşılık verd :
- Bu nasıl söz? S z de olmazsanız b z ne yaparız buralarda? Daha
çok yaşayacaksınız, ömrünüz uzun olsun. Çukur da varsın bekles n!
Ölüyü yuyup tem zleme ş b rbuçuk saat kadar sürdü. Ama
Yed gey yaptığı şten memnundu. Merhumu usul ve ka des ne göre
y ce yıkamış, kollarını bacaklarını düzeltm şt . Keten beze acımadan
gen ş b r kefen b çt ve Kazangap’ı bu kefenle y ce sarıp sarmaladı.
İş n her safhasını Ad lbay’a göster yor, o da bu şler n nasıl
yapıldığını öğren yordu.
Yed gey ölüyü hazırladıktan sonra sıra kend s ne de b r çek -düzen
vermeye geld . El n yüzünü tertem z yıkadı, özenle tıraş oldu,
bıyıklarını düzeltt . Kaşları g b bıyıkları da gürdü, ama kırlaşmaya
başlamıştı. Yaşlanmıştı artık. Bundan sonra savaş madalyalarını,
kahramanlık şer tler n ve emek kahramanı n şanlarını çıkarıp
ceket n n göğsüne l şt rd . Ş md , sabahley n yapılacak cenaze tören
ç n hazırdı.
O gece böyle geçt . Boranlı Yed gey bütün bu şler kolayca,
sess zce b t r vermes ne kend s de şaşıp kalmıştı. Ona daha önce bu
üzücü görev huzur ç nde yer ne get receğ n söyleseler nanmazdı.
Demek k alnına böyle yazılmıştı. Kazangap’ı defnetmek onun
kader yd . Ona ver lm şt bu görev.
Yaa, böyleyd şte. Kumbel stasyonunda onunla lk defa
karşılaştıkları zaman sonunun böyle b teceğ n k m b leb l rd ?
Yed gey 1944 sonlarında sakatlanıp b r bey n sarsıntısı geç r nce onu
ordudan terh s etm şlerd . Dıştan bakınca el -ayağı yer nde, sağlam
b r nsandı. Başı da sağlam görünüyordu ama pek esk s g b
durmuyordu yer nde. Kulakları vınlıyordu. Sank d nmek b lmeyen b r
yel es yordu kulaklarında. B rkaç adım atınca sendel yor, başı
dönüyor, m des bulanıyordu. Durmadan da terl yordu. Bazen soğuk,
bazen yakıcı b r ter kaplıyordu vücudunu. Bazen d l de tutuluyor ve
b r ç ft sözü güçlükle söyleyeb l yordu. Yanıbaşında patlayan b r
Alman bombasının şoku pek fena etm şt onu. Öldürmes ne
öldürmem şt ama şte bu halde bırakmıştı. Görünüşte genç ve
güçlüydü. Ama o durumda Aral kıyısındak köyüne dönünce ne
yapacak, ne ş tutacaktı? Y ne de şanslı sayılırdı. İy b r doktor
çıkmıştı karşısına. Aslında bu doktor onu tedav etmem ş, sadece b r
güzel muayene etm şt . Ş md gözünün önüne get r yordu o doktoru:
Sağlam yapılı, kızıl saçlı, uzun burunlu ve aydın bakışlı d . Üzer nde
beyaz gömlek, başında hek m şapkası vardı. O güleç yüzlü doktorun
omuzlarını tapışlayarak söyled kler n dünmüş g b hatırlıyordu:
- Bak kardaş, dem şt , savaşın b tmes ne pek az b r şey kalmasaydı
sen hemen b rl ğ ne yollardım, savaşmaya devam ederd n. Ama
artık zafer sens z de kazanırlar. Sakın aklına fena şeyler get rme, en
çok b r yıl sonra h çb r şey n kalmayacak, esk s g b sapasağlam ve
deve g b güçlü olacaksın. B r gün bu sözler m hatırlayıp bana hak
vereceks n. Sen ş md ata-baba yurduna dön, sakın canını sıkma.
Sen n g b ler daha yüz yıl yaşarlar...
O kızıl saçlı hek m n ded ğ g b oldu. Ama b r yıl.. d le kolay.
Sırtında esk -püskü kaputu, omuzunda yol torbası ve ne olur ne
olmaz, d ye ver len koltuk değneğ le hastaneden çıktığı zaman,
kend s n gür b r ormana düşmüş g b h ssett . Beyn çınlıyor, gözler
kararıyor, bacakları t tr yordu. İstasyonda, trenlerde, t ş-kakış b r
kalabalık vardı. En güçlüler yollarındak n t p öne çıkıyor, ötek ler
peronda kalıyordu. Sonunda o da b r vagonun sahanlığına çıkab ld
ve oyalana oyalana g den tren b r ay sonra, b r gece Aral
stasyonunda duruverd . “Neşel 507” d bu tren n adı. Böyle ün
yapan o sözde şanlı trene Allah k msey düşürmes n!..
O zamanlar bu trene b neb lm ş olmasına da şükred yordu.
Vagondan, b r dağdan ner g b güçlükle nm ş, karanlığın ortasında
kalakalmıştı. İstasyonun penceres nden sızan haf f ışığı saymazsak,
her yer z f r karanlıktı ve göz gözü görmüyordu. Aral den z nden b r
rüzgâr es yordu ve onu karşılayan da çok y b ld ğ , sevd ğ bu rüzgâr
olmuştu. Aral’ın dalgaları da yüzüne çarpıyordu sank . O zamanlar
den z stasyonun hemen yakınındaydı ve dalgaları bazen
dem ryoluna kadar gel rd . Oysa bugün stasyondan dürbünle
bakınca b le zor görüyorsun Aral’ı...
B rden nefes kes ld : Aral’ın öteler nden esen rüzgâr, uyanmakta
olan baharın, pel nler n, bell -bel rs z kekrems kokularını get r yordu.
Oh, yurdundaydı çok şükür!
Yed gey, stasyonu, den z kıyısındak bu kasabanın eğr -büğrü
sokaklarını çok y b l yordu. O gecey geç rmek ç n esk dostlarından
b r n n ev ne doğru yürüdü. Ayakkabıları yapışkan çamura dalıp dalıp
çıkıyordu. Ertes gün epeyce uzakta olan kend köyüne, yan b r
balıkçı köyü olan Cangeld ’ye g decekt . Ama h ç farkında olmadan
kıyıya g den yolu tutmuştu ve bunu ancak oraya yaklaşınca anladı.
Dayanamayıp, suya y ce yaklaşmak ç n dalgaların ıslattığı
kumsalda yürüdü. Kıyıya gelm şt . Gecen n karanlık örtüsü suları
kaplamıştı ama, uğuldayan, kabarıp alçalan dalgaların bell bel rs z
yansımasından, yerl yer nde durduğu anlaşılıyordu. Şafak söküyor,
bulutların ardından kend n göstermeye başlayan Ay da beyaz b r
leke g b görünüyordu. Yed gey ve Aral n hayet kavuşmuşlardı
b rb rler ne.
- Merhaba Aral! d ye fısıldadı.
Sonra b r taşın üzer ne oturdu. Doktorlar hastalığı süres nce s gara
çmes n yasakladıkları halde b r s gara çıkarıp yaktı. Heyecanlıydı
çünkü. Sonraları bu kötü alışkanlıktan tamamen kurtulacaktı. Ama
ş md , yarının ne olacağını b le b lmed ğ ne göre, b r s gara çm ş ya
da çmem ş ne farkederd ? Balığa çıkmak ç n el de, bel de güçlü
olmalıydı. En öneml s başı da sağlam olmalıydı k den z tutmasın.
Savaştan önce usta b r balıkçıydı, ya ş md ? Sakat desen sakat
değ ld , ama sağlam da değ ld . Balıkçılık, h ç şüphes z her şeyden
önce sağlam kafa gerekt r rd ...
Yed gey oturduğu taşın üzer nden kalkmak sted ğ sırada, kıyıda
oraya buraya koşan b r beyaz köpek l şt gözüne. Köpek arada b r
durup ıslak kumları kokluyordu. Yed gey hayvana seslen p çağırdı.
Köpek korkmadan yanına gel p durdu. Kuyruğunu sallayarak ve
gözünü ona d kerek bekled . Yed gey onun kıllı boynunu okşayarak
konuşmaya başladı:
- Nerden gel yorsun? Sah b n yok mu? Adın ne sen n? Arstan mı,
Yolbars mı, Börübasar mı?[3] Ha, anladım, balık aramaya geld n
buraya, afer n sana, afer n! Ama, dalgalar her zaman yarı ölü
balıkları ayaklarının d b ne atmaz. Koşmaktan başka çaren yok, had
koş bakalım. Zaten çok koştuğun ç n bu kadar zayıfsın değ l m ?
Bense dostum, eve dönüyorum. Tâ Kön ngsberg yakınlarında d m.
Şehre g rmeme pek az kalmıştı. Hemen yanıbaşıma b r düşman
bombası düştü. Az daha ölüyordum. Ama ölmed m şte. Kader-
kısmet kurtardı. Ş md de ne olacağımı, ne yapacağımı
düşünüyorum. N ye öyle bakıyorsun bana? Sana vereb leceğ m b r
şey yok. Madalyalarım, n şanlarım var yalnız... Savaş hâl bu
dostum. Her yerde açlık var.. Ha, dur hele, b raz, şeker olacak,
oğluma almıştım. Oğlum ş md yürümeye, koşmaya başlamıştır b le...
Yed gey h ç üşenmeden yarısı boş asker torbasını açtı. Torbada,
gazete kâğıdına sarılmış b r avuç ak de şeker , geçt ğ stasyonların
b r nde karaborsadan karısı ç n aldığı b r yazma le k parça sabun
vardı. Ayrıca b r ç ft asker çamaşırı, b r kemer, b r kep, b r gömlek, b r
pantalon bulunuyordu. Heps bu kadardı şte.
Köpek, Yed gey’ n avucundak b r şeker d l yle aldı. Katur kutur
ç ğneyerek yuttu. Sonra da, m nnetle ve umutla parlayan gözler n
Yed gey’e d kerek kuyruğunu sallamaya başladı.
- Hoşça kal, ben g d yorum.
Yed gey ayağa kalktı, kıyı boyunca yürümeye başladı. Az sonra
güneş doğacağına göre buradak dostlarını h ç rahatsız etmeden ve
daha fazla gec kmeden kend köyü Cangeld ’ye ulaşmaya çalışsa
çok daha y olurdu.
Kıyı boyunca durmadan yürüyerek ancak öğle üzer varab ld
Cangeld ’ye. Oysa sakatlanmadan önce bu yolu k saatten az b r
zamanda alırdı.
Köye geld ğ zaman duyduğu korkunç haber yıldırım g b çarptı
onu: Oğlu çoktan ölmüştü! Yed gey askere g derken çocuk henüz altı
aylık d . Kader böyleym ş yavrucağın. Kızamığa yakalanmış, ş ddetl
ateşe dayanamamış ve daha b r yaşına b le ulaşmadan, on b r aylık
ken, ölmüş. Babasına oğlunun öldüğünü yazmaya cesaret
edemem şler. Hem sonra nereye yazacaklar, n ç n yazacaklardı?
Savaşın acıları sıkıntıları ç nde, onu b r de ölüm haber yle sarsmak
neye yarardı? Sağ kalır da dönerse oğlunun öldüğünü öğren rd .
Elbette çok üzülür, yüreğ parçalanırdı ama sonunda yatışır, alışır ve
belk unuturdu. Ukubala’ya, kocasına acı haber duyurmamasını
tavs ye eden akrabalarının görüşü böyleyd . “Daha gençs n z, hele
savaş b ts n, Allah da sterse başka çocuklarınız, olur.. B r dal kırılmış
ne çıkar, yeter k çınarın gövdes sağlam kalsın...” d yorlardı.
Herkes n aklından geç rd ğ ama söylemeye cesaret edemed ğ b r
şey daha vardı: “Savaş hâl bu, bakarsın vurulup ölür, h ç olmazsa
dünyayı terketmeden önce, b r oğul bıraktığını, soyunun devam
edeceğ n b l r de gözü açık g tmez...” d ye düşünüyorlardı.
Ukubala çocuğun ölümünden yalnız kend s n suçlu buluyordu. Eve
dönen kocasının kucağına atılırken acı gözyaşları dökerek hıçkıra
hıçkıra ağladı. Zaten, hem umutla, hem de, çocuğun ölümünden
kend s n sorumlu tuttuğu ç n dayanılmaz acılarla beklem şt o ânı.
Hıçkırıklar ve gözyaşları arasında dövüne dövüne anlatmıştı:
“Kızamık olmuş, tehl kel b r hastalıktır, deve tüyünden battan yeye
sar, y ce ısınsın, terles n; ışıksız b r odaya yatır, ser n sular ç r...”
dem şlerd köyün yaşlı kadınları. “Sen böyle yap, sonrası Allah
ker m” dem şlerd . Ama o tal hs z bunları d nlemem şt . Komşusunun
at arabasını almış, çocuğu Aral stasyonundak kadın doktora
götürmüştü. Sarsıla sarsıla g den arabada, o çukur-çarık yollarda,
yanmış, kül olmuştu yavrucak. İstasyona vardığı zaman çok geçt .
Çocuk yolda ölmüştü. Doktor da “N neler n sözler n d nleseyd n
çocuk kurtulurdu” d ye onu suçlamıştı...
Ev n n eş ğ nden adımını atan Yed gey’ n lk öğrend ğ haber şte bu
olmuş, bu kara haberle kararmış, dayanılmaz acılarla ez lm şt . İlk
çocuğu ç n, sev p okşamaya b le fırsat bulamadığı yavrusu ç n,
böyle büyük b r acıya katlanmak zorunda kalacağını aklına b le
get rmem şt Yed gey ş md , y t rd ğ yavrusunun daha ağzında tek d ş
yokken güven dolu güller saçan gülücükler gözler n n önünden
g tm yor, onu y t rmen n acısıyla yüreğ paramparça oluyordu.
İşte, Yed gey’ n daha lk günden köyü Cangeld ’y , çek lmez,
yaşanılmaz görmes n n sebeb belk bu d . Esk den, göl kıyısındak
bu kumluk tepede ell ev, ell ocak vardı. Balıkçılıkla geç n rlerd . B r
de balıkçı kooperat f kurmuşlardı. Oysa ş md , yamacın eteğ nde,
topu topu on ev kalmıştı ve b r tek sağlam adam yoktu köyde. İş
tutacak durumda olan erkekler n heps cephedeyd , yalnız yaşlılar ve
çocuklar kalmıştı ve onlar da b r el n parmaklarıyla sayılacak kadar
azdı. Açlıktan ölmemek ç n çoğu tarım ve hayvancılıkla uğraşan
köylere dağılmışlardı. Buradak balıkçı kooperat f se yoktu artık.
Balığa çıkan k mse kalmamıştı.
Ukubala steseyd akrabalarının yanına g deb l rd . Zaten o da
bozkır köyler nden gelm şt . Kocası askere g d nce akrabaları onu
götürmek stem ş, “Bu sıkıntılı yılları gel b z m aramızda geç r”,
dem şlerd . “Yed gey cepheden dönünce sen n de Cangeld ’ye
dönmene k mse engel olmaz.” Ama o kest r p atmıştı: “Ben kocamı
bekleyeceğ m. Oğlumu y t rd m. Yed gey sağ-sal m dönüp geld ğ
zaman h ç olmazsa karısını bıraktığı yerde bulmalıdır. Hem sonra,
köyde yapayalnız olmayacağım, çocuklar ve yaşlılar var, onlara
yardım eder m. B rb r m ze destek olur, geç n p g der z...”
Ukubala haklıydı. Böyle davranmakla y de etm şt . Ama Yed gey
köye döndüğü günden ber , den z kıyısında şs z-güçsüz oturmak
stemed ğ n , buna cesaret edemed ğ n söylüyordu. O da haklıydı.
Yed gey’ n sağ-sal m dönüşünü kutlamak, hoşgeld n demek ç n
gelen Ukubala’nın akrabaları onları yanlarına çağırdılar: “B z m
yanımıza, bozkıra gel n, ded ler, koyun sürüler yle meşgul olursun,
y leş nce de hayvan bakıcılığını meslek ed n rs n, o zamana kadar
bu ş y ce öğrenm ş olursun zaten..” Yed gey onlara teşekkür ett
ama davetler n kabul etmed ... Onlara yük olmak stem yordu.
Karısının akrabaları arasında b rkaç gün kalmak, konuk olup
ağırlanmak, neyse, ama sonra h çb r ş yapmadan orada uzun
zaman kalmak gerekecekt k bunu stemezd . Böyle b r duruma
dayanamazdı.
O zaman Ukubala le şanslarını denemeye karar verd ler.
Dem ryollarında b r ş arayacaklardı. Yed gey’ n yapab leceğ b r ş
bulmayı umuyorlardı orada: Yol bekç l ğ , geç tler açıp kapamak g b
b r ş. Savaşta sakatlanan b r ne yardım eder, b r ş ver rlerd
herhalde.
Bu üm tle bahar gel nce yola çıktılar. Gençt ler, onları köye
bağlayan pek b r şey kalmamıştı. İlk günler o stasyondan bu
stasyona g derek oralarda geceled ler. Ama h çb r yerde uygun b r ş
bulunmuyordu. Hele yatacak yer bulmak çok zordu. Buldukları yerde
geceled ler, ne ş olursa yaparak günü gününe geç mler n çıkardılar.
O günlerde ş n çoğunu Ukubala yapıyordu, çünkü genç ve sağlıklı
d . Dıştan güçlü b r adam görünen Yed gey, yükleme-boşaltma
şler n alıyordu ama, bu şler onun yer ne daha çok Ukubala
yapıyordu.
Böylece, baharın ortalarında, güzel b r gün, kend ler n büyük b r
dem ryolu kavşağı olan Kumbel stasyonunda buldular. Burada b r
kömür boşaltma ş almışlardı. Kömür yüklü vagonlar yedek yoldan
arka tarafa yanaşıyordu. Platformu fazla şgal etmemek ç n kömürler
burada yere dökülüyor, sonra da el arabasıyla ev kadar yüksek b r
yığının üzer ne taşınıyor böylece stasyonun b r yıllık ht yacı depo
ed lm ş oluyordu. Onlar ç n çok zor b r şt bu. Gün boyu toz ç nde,
ter ç nde kalıyorlardı. Ama ne yapsınlar, yaşamak zorundaydılar.
Yed gey kürekle el arabasını dolduruyor, Ukubala da, onu tahtaların
üzer nden terek yukarı çıkarıyor, sonra tekrar aşağı n yordu. B r yük
atı g b el arabasını tepen n yukarısına çıkarıp nd rmek kadının
yapacağı ş değ ld aslında. Çok zordu. Havalar da günden güne
ısınıyor, sıcaklar artıyordu. Sıcak hava ve uçuşan kömür tozları
Yed gey’ y ce bunaltıyor, başı dönüyor, m des bulanıyordu. Gün
geçt kçe gücünü y t rd ğ n y ce anlıyordu artık. Bazen kömürler n
arasına yığılıp kalmak ve b r daha h ç kalkmamak g b b r düşünce
geç yordu aklından. Onu en çok üzen, umutsuzluğa düşüren,
karısının acıklı hâl yd . Kend yapması gereken ş , toza toprağa
bulanarak, kan-ter ç nde kalarak onun yapmasıydı. Yüzü gözü
kapkaraydı kadıncağızın. Yalnız d şler ve gözünün akı görünüyor ve
ter ç nde yüzüyordu. Ter, enses nden sırtına, boynundan göğsüne
akıyor, kömür tozu le karışıp çamura dönüşüyordu. Onu böyle
görmek yüreğ n paramparça ed yordu Yed gey’ n. Esk gücü yer nde
olsa, karısının böyle çalışmasına, bu acıklı duruma düşmes ne z n
ver r m yd h ç! Onu böyle görmektense, bu lanet kömürün on katını
tek başına boşaltıp taşımaya razıydı.
Kend avılları (köyler ) Cangeld ’y terkederken, b r savaş malûlü
olduğu ç n, durumuna uygun b r ş bulmakta güçlük çekmeyeceğ n
üm t etm şt . Ama b r şey unutmuşlardı: Her yer cepheden dönen
sakatlarla doluydu. Bunların heps hayata uyum sağlayarak geç m n
sağlamaya çalışıyordu. Yed gey onlara göre şanslı sayılırdı. Çünkü,
kolları bacakları yer ndeyd çok şükür. Dem ryollarında onun g b ş
arayanların çoğu kötürüm, çolak, takma bacaklı ya da koltuk
değnekl yd !
Tıklım tıklım dolu, p s kokulu stasyon kor dorlarında bekleme
salonlarında, o sef l kalabalık arasında geç rd kler uzun gecelerde,
Ukubala kaç defa kocasının els z, ayaksız kalmadan onulmaz b r
yara almadan yanında bulunduğu ç n sess zce Tanrı’ya şükretm ş.
Çevreler kolsuz-ayaksız, yara bere ç nde, g y mler l me l me olmuş
ya göremed kler ç n b r s ne tutunan, ya tekerlekl skemlelerde
lerlemeye çalışan sakatları gördükçe, yemekhaneler ve büfeler
dolduran sarhoşların bağırmalarını ve ağlayanların ses n duydukça,
korkmaya, ürpermeye başlamıştı. O nsanların herb r n n başlarına
ne gelecek, sonları ne olacaktı? Onulmazı ondurmak ç n k m ne
yapab l rd ? Şükürler olsun kocasının durumu onulmaz değ ld . El
ayağı yer ndeyd . Tanrı’ya şükran borcunu ödemek ç n en ağır
şlerde gece gündüz çalışmaya razıydı. İnsan üstü b r sabır gücü ve
cesaretle, yorgunluktan mahvolsa da, h ç ses n çıkarmıyor,
zorluklara stekle katlanıyordu.
Fakat Yed gey duruma çok üzülüyordu. B r şeyler yapması,
kend ne b r yaşama tarzı, güvenl b r ş bulması gerek yordu.
İstasyondan stasyona, oradan oraya sürüklen p duramazdı. Şu son
zamanlarda b r düşünce sık sık takılır olmuştu aklına: “Allah’a sığınıp
şehre g tsem, orada b r ş bulmaya çalışsam.. sonrası Allah ker m!
Belk uygun b r ş bulab l r m. Ah sağlığıma b r kavuşsam, beyn m n
şu lanet sarsıntısı b r geçse! O zaman yılmadan mücadele
ederd m...” d yordu. Şeh rde de başlarına her şey geleb l rd . Ama
bakarsın yavaş yavaş alışır, şler uz g der, şeh rl olurlardı.
Ama kaderler nde şeh rl olmak yokmuş. Evet, kaderd bu başlarına
gelenler. Başka türlü nasıl açıklanır?
Kumbel stasyonunda, kömür boşaltma ş yle uğraşıp d d nd kler b r
gün kömür deposunun bulunduğu avluya, deveye b nm ş b r Kazak
geld . Görünüşe göre ş ç n gelm şt buraya. Adam deves n
köstekley p otlağa saldıktan sonra, çevres ne dalgın dalgın bakındı.
Koltuğunda boş b r çuval vardı. Yed gey’e sokularak:
- Kardaş, ded , r ca etsem, şu deveye b raz göz-kulak olur musun?
Çocukların hayvanları kızdırmak ya da dövmek g b kötü huyları
vardır. Kösteğ n de çözerler eğlence olsun d ye. Ben az sonra
döner m..
- Merak etme, bakarım, ded Yed gey.
Durmadan terl yordu. Yerdek kömürü el arabasına doldururken,
arada b r başını çev r p, çocuklar devey taşa tutmasınlar d ye
bakması b r ş değ ld . Çocukların hayvanı kızdırmaktan nasıl zevk
aldıklarını b l rd . B r defa b r devey neredeyse kuduracak hâle
get rd kler n görmüştü. Taşa tutulan hayvan mırıltılar çıkararak onları
kovalamıştı. Çocuklar da bunu st yorlardı zaten. Ava çıkmış mağara
nsanları g b onu çembere almış, bağrışa bağrışa taşla, sopa le
saldırıp sah b mdadına yet ş nceye kadar del ye döndürmüşlerd
hayvanı.
Aks l k şte, bu defa da, yalınayak başı kabak b r sürü çocuk, b r
ayak topunu yuvarlaya yuvarlaya çıkageld çayıra. Topu ayağına
geç ren sank kale m ş g b deveye doğru şut çekmeye başladı. Deve
kaçmaya çalışıyor, ama köstekl olduğu ç n kaçamıyor, bağrına,
ayaklarına sabet alıyordu. En hızlı, en sabetl vuran çocuk sank b r
gol atmış g b sev nçle bağırıyordu..
Yed gey bu durumu görünce el ndek küreğ havaya kaldırarak
bağırdı:
- Defolun oradan! Rahat bırakın hayvanı, yoksa ayaklarınızı
kırarım!
Çocuklar kaçıştılar. Herhalde onu hayvanın sah b sanmışlar ya da
görünüşünden ürkmüşlerd . Hele b r de sarhoşsa, korkulurdu
doğrusu. Oysa onlar devey d led kler g b kızdıracaklarını ve b r
ceza da görmeyecekler n sanmışlardı. Yed gey se lâf olsun d ye
kaldırmıştı küreğ havaya. Yoksa, onları kovalayacak halde değ ld .
Arabaya b r kürek kömür atınca b le canı çıkıyordu zavalının. B r gün
bu kadar güçsüz, bu kadar acıklı ve şe yaramaz b r adam hal ne
geleceğ n h çb r zaman aklına get rmem şt . Durmadan başı
dönüyor, m des bulanıyor, b r yandan da ter bastırıyordu. Kömür
tozu genz ne kaçıyor, kara çamur g b göğsünü kaplıyor, soluk
almasını güçleşt r yordu. Bunu gören Ukubala, küreğ onun el nden
alıyor, kocası b raz soluk alsın d ye kend s dolduruyordu el
arabasını. Sonra da onu t p yığının tâ tepes ne çıkarıyor,
boşaltıyordu. Yed gey ç n karısının sendeleye sendeleye arabayı
t ş n , kan ter ç nde kalarak bu ağır ş sürdürmes n görmek de
dayanılır g b değ ld . Hemen doğruluyor, küreğ kaparak y ne
başlıyordu çalışmaya.
Deves n Yed gey’e emanet ederek g den adam az sonra, çuvalını
doldurmuş ve sırtlayıp gelm şt . Çuvalı deveye yükled , devey yola
hazırladı ve sonra ayrılmadan önce b rkaç lâf etmek ç n Yed gey’ n
yanına geld . Muhabbet hemen koyulaştı. Deven n sah b çok küçük
b r stasyon olan Boranlı’dan gelen Kazangap adında b r yd ...
Meğer hemşer m şler. Kazangap da Aral kıyısındak b r
avıl(köy)dan gelm ş. B rb rler ne hemen ısınmaları, kaynaşmaları,
belk hemşer oluşlarından d .
Bu karşılaşmanın Yed gey ve Ukubala’nın bütün geleceğ n ,
hayatlarını etk leyeceğ n o zaman k m b leb l rd ? Aslında Kazangap
onlara sadece, kend s yle b rl kte Boranlı stasyonuna gelmeler n ve
çalışmak ç n oraya yerleşmeler n tekl f ett . Bazı nsanlar vardır,
daha lk karşılaşmada ona ısınır, güven ve sempat duyarsınız.
Kazangap da bunlardan b r yd . Gerçekte bel rl b r özell ğ yoktu,
sade b r adamdı, ama hayat ç les çekerek olgunlaştığı bell yd . İlk
bakışta öbür Kazaklar g b b r adamdı. G y le g y le y ce esk m ş b r
ceket, ayağında sep lenm ş keç der s nden b r pantalon vardı ve bu
kıyafet de deve sırtında yolculuk etmes ne pek uygun düşüyordu.
Ama, g y m-kuşamına özen göstermed ğ de söylenemezd . Koca
kafasında, ancak yolculuğa çıktığı zaman g yd ğ oldukça yen b r
dem ryolcu şapkası vardı. Yıllardan ber g yd ğ der ayakkabısını
esk yen yerler nden ç r şl ple yamamıştı. Kavuran güneş n ve
aralıksız rüzgârların esmerleşt rd ğ yüzünden ve r damarlı
eller nden, hep ağır şlerde çalışmış b r bozkır adamı olduğu
anlaşılıyordu. Ağır şten dolayı omuzları vakt nden önce çökmüştü.
Orta boylu b r nsan olsa da, boynu, b r kaz boynu g b nce, uzun
görünüyordu. Gözler şaşırtıcı, etk ley c d : Kahvereng , zek bakışlı,
güleç, sürekl kırptığı ç n uçları kırışmış parlak gözler..
Kazangap o vak tler kırk yaşlarında görünüyordu. Yüz ç zg ler yle
b rl kte kısa bıyığı ve kırçıl top sakalı da onu görmüş-geç rm ş olgun
b r adam olarak göster yordu. Ama nsan ona daha çok ölçülü, akıllı
konuşmalarından dolayı güven duyuyordu ve onun bu hâl
Ukubala’da der n b r saygı uyandırmıştı. Adamın her sözü
sağduyuya dayanıyor, tam yer ne oturuyordu. Şöyle d yordu
Kazangap: “Madem k durum böyle ve sen kend n hâlâ y
h ssetm yorsun, sağlığını ne d ye tehl keye atacaksın? Yaptığın ş n
sen n gücünü aştığını görür görmez anladım zaten. Henüz y leşm ş
sayılmazsın, ayakta güçlükle duruyorsun. Açık havada, kolay b r şte
çalışmalı, bol bol süt çmel s n. Boranlı’da dem ryolunda çalışacak
adamlara ht yaç var. Yen stasyon şef , ben buraların esk s olduğum
ç n şe yatkın nsanlar bulab leceğ m söyley p duruyor. Ama nereden
bulayım öyleler n ? Herkes savaşta, cepheden sen n durumunda
dönenler de başka yerlerde ş buluyorlar. Tab î b z m orası da pek
yaşanacak b r yer sayılmaz. Sarı-Özek bozkırının ortasında, ıssız,
kurak b r yerde, güç şartlarda yaşıyoruz. Haftada tankerle get r yoruz
ht yacımız olan suyu. Bazen tankerler de gelm yor. O zaman suyu
uzak kuyulardan tulumlarla kend m z taşıyoruz. Bu ş ç n erkenden
deve sırtında yola çıkıyor ve ancak geceley n döneb l yoruz. Ama
y ne de stasyondan stasyona sürüklenmektense, nsanın, Sarı-
Özek’ n bu sapa yer nde, kend ev nde olması daha y . Başını
sokacak b r evceğ z n, sürekl b r ş n olur. B z de el m zden gelen
yardımı yaparız. İş öğren rs n. B rkaç hayvan da ed neb l rs n. Tab î
her şey sana bağlı. İk k ş çalışınca geç m n z rahatça sağlarsınız.
Daha sonra, sağlığına kavuşunca, stersen z daha y yerlere
g deb l rs n z...”.
İşte Kazangap bunları söylem ş, akıllıca tavs yelerde bulunmuştu.
Yed gey y ce düşündükten sonra tekl f kabul ett . Yola çıkmaları ç n
hazırlanmaları uzun sürmed . Çünkü eşyaları pek azdı. Ayn gün,
Kazangap’la b rl kte Sarı-Özek bozkırındak Boranlı stasyonuna
hareket ett ler. Şanslarını b r de bu şek lde deneseler ne
kaybederlerd ? Ama sonradan bunun b r tal h, b r kader olduğunu
anlayacaklardı.
Yed gey, Kumbel’den Sarı-Özek bozkırını geçerek yaptığı o
yolculuğu hayatı boyunca unutmayacaktı. Önce, dem ryolu boyunca
lerled ler, sonra yavaş yavaş dem ryolundan ayrılarak vad ler ,
tepeler geçt ler. Kazangap’ın açıklamasına göre böylece
kest rmeden g d yor, en az on k lometre kısaltıyorlarmış yolu. Çünkü
dem ryolu, esk den b r tuz gölü olan düzlüğün çevres n dolanarak
g d yormuş. Çukur yerlerde, tuz ve bataklığa rastlanılmış. İlkbaharda
tuzlu toprak yumuşar, geç lmes zor b r bataklığa dönüşürmüş. Yaz
gel nce de kalın b r tuz tabakasıyla örtülür, kuruyup kaskatı olur, öbür
bahara kadar öyle kalırmış. Kazangap vakt yle burada böyle b r tuz
gölü bulunduğunu, buralarda araştırma yapan Yel zarov adında b r
jeologdan öğrenm şt . Sonradan onunla Yed gey de tanışıp dost
olacaktı. Çok akıllı b r adamdı Yel zarov.
Tab î o zamanlar Yed gey henüz “Boranlı” olarak anılmıyordu.
Askerden yen dönmüş, sakat, şs z, Arallı b r Kazak d . Tesadüfen
tanıştığı b r dem ryolu şç s n n sözüne güvenerek karısı le b rl kle
onun ardına düşmüş, o meşhur Boranlı’ya ş bulmak, oraya sığınmak
ç n g d yordu. Ömrünün sonuna kadar orada kalacağını b lemezd
elbet.
Ancak baharda, o da çok kısa b r süre ç n yeşeren uçsuz-bucaksız
Sarı-Özek bozkırını görünce, Yed gey, şaştı kaldı. Aral den z n n
çevres nde de bozkır denecek düz ovalar vardı. Meselâ Üst-Yurt
Yaylası büyük b r düzlük d . Ama, böyles ne uzayıp g den ıssız, kıraç
b r ovayı lk defa görüyordu. Yed gey çok sonra anlayacaktı k ,
ruhunu ancak bu bozkır kadar eng nleşt rmes n b lenler o düzeye
çıkab l rler, Sarı-Özek’ n sess zl ğ yle başbaşa kalab l rlerd . Şüphes z
Sarı-Özek uçsuz-bucaksız b r bozkır d , ama yaşayan nsanın
düşünces onu da kapsayacak güçteyd . Ve Yel zarov da akıllı, b lge
b r k ş yd . Her nsanın kafasında ancak bulanık b r şek lde bulunan
düşünceler açıklayab l yor, anlaşılmasını sağlıyordu.
Eğer Kazangap deven n yularını tutarak em n adımlarla lerlemese,
Yed gey le Ukubala’nın bozkırın der nl ğ ne daldıkları zaman
kend ler n nasıl h ssedecekler n de k mse b lemezd . Yed gey
deven n sırtında, eşyaların arasına yerleşm şt . Kadın olduğu ç n
Ukubala’nın b nmes gerek rd ama, Kazangap, özell kle de Ukubala,
ısrar etm şlerd : “B z m sağlığımız yer nde, sen se gücünü kuvvet n
toplamak zorundasın, boş yere t raz ed p b z gec kt rme, yolumuz
uzun...” dem şlerd . Deve henüz pek genç ve ağır yük taşımayacak
kadar zayıftı. B r k ş n n b n p k k ş n n yürüyerek gelmes bundandı.
Eğer Yed gey’ n ş md k Karanar’ı olsa, üçü b rden onun sırtına b ner
ve daha kısa zamanda rahvan g d şle üçbuçuk-dört saatte
varab l rlerd g decekler yere. Oysa onlar Boranlı’ya ancak gecen n
geç saatler nde ulaşab lm şlerd .
Fakat, lk defa gördükler yerler seyrede seyrede ve konuşa
konuşa g tt kler ç n vakt n nasıl geçt ğ n pek farketmem şlerd . Bu
yolculuk sırasında Kazangap burada hayatın nasıl geçt ğ n ,
kend s n n bu Sarı-Özek bozkırına, bu dem ryolu stasyonunda
çalışmak ç n nasıl geld ğ n anlatmıştı. Buraya geld ğ nde henüz otuz
altı yaşında m ş. Aral’ın kıyısında bulunan ‘Beşağaç’ köyünde doğup
büyümüş. Yed gey’ n köyü Cangeld ’ye otuz k lometre uzaklıkta d o
köy. Oradan ayrılalı çok olmuş ve o günden ber de b r defa olsun
g demem ş doğup büyüdüğü o köye. Bunun öneml sebepler varmış
tab î. Kazangap’ın babası ‘Kulak’ların tasf yes sırasında sürülmüş,
gerçekte b r kulak (varlıklı, toprak ağası) olmadığı anlaşılıp serbest
bırakılmış ama sürgünden dönerken ölmüş. O da, b rçokları g b ,
aşırıların baskısına, haksızlığına uğramış, bu gerçek anlaşılınca da
ş şten geçm ş. Bütün a le, kız ve erkek kardeşler , gözden ırak
olmak ç n köyler n terketm ş ve herb r b r tarafa dağılıp g tm şler,
b rb rler nden en ufak b r haber alamamışlar. B rer taş olup suya
batmışlar sank . Babalarının tutuklanmasından sonra, devr n gem
azıya almış m l tanları, o zamanlar gencec k olan Kazangap’a baskı
yapmaya başlamışlar. Herkes n ç nde babasını suçlamasını, onun
topluma zararlı b r nsan olduğunu lân etmes n , babalıktan
reddetmes n stem şler ondan. Babası g b sınıf düşmanlarına
yeryüzünde hayat hakkı olmadığını, mutlaka yok ed lmeler
gerekt ğ n , kend s n n bu yen s yasî görüşe candan bağlı olduğunu
söylemeye zorlamışlar.
Kazangap bu utanç ver c duruma düşmemek ç n başını alıp uzak
d yarlara g tm ş. Tam altı yıl, Semerkant yakınlarındak Betpak-
Dala’da (Açlık bozkırında) çalışmış. O vak tler oralarda, yüzyıllardan
ber el değmem ş toprakları pamuk ek m ne açıyorlarmış ve bu
yüzden şç ye çok ht yaç varmış. Orada, barakalarda yatıp kalkıyor
ve kanal kazıyorlarmış. Kazangap da toprak kazmış, traktör sürmüş,
ek p başı olmuş.. Çok çalışıp başarı gösterd ğ ç n ‘emek kahramanı’
d ploması da verm şler ona. Evl l ğ de orada olmuş. Ücret dolgun
olduğundan, çalışmak ç n her taraftan nsan akın ed yormuş oraya.
B r Karakalpak kızı olan B ke de H ve tarafından gelm ş, ağabey n n
a les yle b rl kte Betpak-Dala’da çalışmaya başlamış. Onunla
karşılaşmak ve evlenmek varmış kader nde. Evlend kten sonra
Kazangap’ın Aral kıyısındak köyüne, baba ocağına, kend nden olan
nsanların arasına dönmeye karar verm şler. Ama bu kararı ver rken
her şey nceden nceye hesaplayamamışlar. O arada, b r katardan
n p öbürüne b nerek, ‘maks mka’[4]larla gez p durmuşlar. B r
defasında Kumbel stasyonuna gelm şler ve Kazangap orada yen
gelen hemşer ler yle karşılaşmış. Onlarla konuşup durumu öğren nce
de köyüne dönmes ne h ç gerek kalmadığını anlamış. Çünkü onun
köyünde her şey y ne aşırı uçların, o m l tanların el ndeym ş. Gerç
onun el nde, Özbek stan’da bak r toprakları ek l şe hazırlarken
kazandığı şeref d ploması olduğu ç n k mseden korkusu yokmuş,
ama kend s n güç duruma düşüren, rez l etmek steyen o nsanların
y ne ş başında olduğunu öğren nce vazgeçm ş dönme kararından. O
nsanlara, h çb r şey olmamış g b davranamayacağını, onlarla
beraber olamayacağını düşünmüş.
Kazangap geçm şten, bütün bu olanlardan sözetmey sevmezd .
Ama bunları h ç unutmuyor ve başkalarının unutmasına da pek
şaşıyordu. Sarı-Özek’e yerleşt kten uzun yıllar sonra, geçm ş h ç
unutmadığını, b r oğlu Sab tcan’ın tatsız b r konuşması, ötek de
Yed gey’ n yers z b r şakası üzer ne, k defa h ssett rm şt .
Sab tcan’ın köye geld ğ günlerden b r nde, oturmuş, çay ç yor,
sohbet ed yor, şeh rde olup b tenler d nl yorlardı ondan. Söz
arasında Sab tcan gülerek, kollekt fleşt rme devr nde S ncan’a (Doğu
Türk stan’a) kaçan Kazak ve Kırgızlar’ın ger gelmeye
başladıklarından söz ett . Ç nl ler komünlerde onlara hayatı zeh r
etm şler. Yemekler n evler nde kend ler p ş r p yemeler ne z n
vermem şler. Günde üç defa aşevler nde kaynatılan kazanların
önünde, büyük küçük sıraya g r yor, tabaklarına ne koyarlarsa onu
y yorlarmış. Öyle güç şartlar altında bırakılmışlar k , ş md heps
varını yoğunu bırakıp kaçıyor, kabul ed lmeler ç n de Sovyet
otor teler n n el n eteğ n öpüyorlarmış..
Bunları d nleyen Kazangap’ın suratı asıldı, öfkeden dudakları
t tremeye başladı:
- Gülünecek ne var bunda! d ye azarladı oğlunu.
Onun, taparcasına sevd ğ , okusun, adam olsun d ye h çb r
fedakârlıktan çek nmed ğ oğluna bu tonda konuştuğu h ç
görülmem şt . Öfkeden kanı beyn ne çıktığı bell yd ve o kend n
güçlükle tutarak lâve etm şt : “Onların başına gelen bu felâketle n ye
alay ed yorsun!”.
Sab tcan t raz edecek oldu:
- Alay etm yorum, olanları söylüyorum sadece.
Babası el ndek çay bardağını b r kenara tm ş, susuyordu. Onun bu
suskunluğu da dayanılır g b değ ld .
Sab tcan, şaşkın, omuz s lkerek cevap verd :
- K me darılıp küstüğünü anlamıyorum. Suç k m n? O zamana, o
döneme kızıyorsanız, geç p g tt , artık ger gelmez. Devlete m
kızacağız? Buna da hakkımız yok.
- Bak Sab tcan, ben yalnız b ld ğ m şe, anladığım şe karışırım,
anlamadığım şeylere asla burnumu sokmam. Sen n de bunu
anlayacak kadar akıllandığını sanırdım, ama yanılmışım. İnsan
yalnız Allah’a sırt çev rmez, yalnız O’na küsemez. Allah ölüm ver rse,
bu, hayatının sona ermes demekt r. Çünkü nsan doğar ve vakt
gel nce ölür. Bunun dışında, bu dünyada olan her şey n hesabı
sorulur!
Kazangap, böyle ded kten sonra, suratını astı, k msen n yüzüne
bakmadan çıkıp g tt .
Kazangap’ı öfkelend ren k nc olay, Yed gey ve Ukubala’nın
Kumbel’den gel p Boranlı’ya yerleşmeler nden yıllar sonrasına
rastlar. Artık çocukları olmuş, büyümüş, Boranlı’ya kök salmışlardı.
B r bahar akşamıydı. Sürüler ağıla kapatmış, koyun-kuzuların
arttığını görüp memnun olmuşlardı. Yed gey şaka olsun d ye
Kazangap’a:
- Ee, Kazake, sen ve ben zeng n nsanlar, kulaklar olduk. Yakında
b r kere daha malımızı mülkümüzü alıp b z sürmes nler sakın! ded .
Kazangap, Yed gey’e sert sert baktı, bıyıkları da d ken d ken oldu:
- Sözüne d kkat et Yed gey! ded .
- Şaka yaptım Kazake, şakadan anlamaz mısın?
- Bazı şeyler vardır k onlarla şaka yapılmaz!
- Ama Kazake, neredeyse üzer nden yüz yıl geçt bu olayın...
- Asıl mesele de bu şte. Zaman ne kadar geçerse geçs n, bazı
konularda h çb r şey değ şt rmez. El nden malını mülkünü, varını
yoğunu alsalar, bundan ölmezs n. Bunları y ne ed neb l rs n. Ama
sen n onurunu kırar, ruhunu öldürürlerse, şte buna çare yoktur...
İşte, o gün Kumbel’den kalkıp Boranlı stasyonuna g derlerken,
ler de bu g b konuşmaların olacağını b lemezlerd . Bu Boranlı
macerasının nasıl sonuçlanacağını, burada ne kadar
kalab lecekler n , kök salıp salamayacaklarını, başka yere göç ed p
etmeyecekler n , Kazangap’ın onları get rd ğ bu yerde koca b r ömür
geç recekler n de b lemezlerd .
Konuşma sırasında Yed gey, Kazangap’a cepheye n ç n g tmed ğ n
de sordu. Hasta mıydı yoksa?
- Hayır, hasta değ ld m. Allah’a şükür sapasağlamım. Askere
g tseyd m savaşmakta k mseden ger kalmazdım.. Mesele bambaşka
d ...
Kazangap ve B ke, Beşağaç’a g tmekten vazgeç p Kumbel’de
kalınca, nereye g decekler n b lemem şlerd . Açlık Bozkırı ş md çok
uzaklarda kalmıştı. Hem terked p geld kler o yere n ç n
döneceklerd ? Aral’a g tmemeye kararlıydılar. İşte o sırada, y b r
nsan olan Kumbel stasyon şef bu karı-kocanın tavırlarını beğenm ş,
onlarla konuşmuş, nereden gel p nereye g tt kler n , nasıl b r şte
çalışmak sted kler n sormuştu. İşte bu şef, onları b r yük tren ne
b nd rerek Boranlı stasyonuna gönderd . Orada yapılacak ş çoktu ve
karı-koca kend ler ne uygun b r ş bulab l rlerd . Hatta b r de tavs ye
mektubu verd eller ne. Gerçekten de b r ş buldular Boranlı’da. Ama
lk zamanlar çok zor geçt . Açlık Bozkırı’na göre b le daha ağırdı
buradak şartlar. Y ne de d şler n sıkıp dayandılar, sonunda alıştılar.
Kazançları azdı, kıt kanaat geç n yorlardı ama sürekl b r şler ve
başlarını sokacak b r evceğ zler vardı. Asıl görevler yol bakıcılığı
olsa da her türlü ş yapmak zorunda kaldılar.
Kazangap-B ke ç ft n n Sarı-Özek bozkırındak Boranlı
stasyonunda lk yılları şte böyleyd . Doğrusunu söylemek gerek rse,
b raz para b r kt r nce daha büyük b r stasyona ya da şehre taşınmak
stem şlerd ama, o sırada savaş patlak verd ğ ç n bu planlarını
gerçekleşt remed ler.
Savaş çıktıktan sonra Boranlı stasyonundan gel p geçen trenler n
sayısı b rden çoğalmaya başladı. Doğudan batıya yen askerler ,
batıdan doğuya yaralıları taşıyorlardı. Doğudan batıya tahıl, batıdan
doğuya y ne yaralılar.. Boranlı g b bozkırda y t p g tm ş b r yerde b le
hayat çarkı daha hızlı dönmeye başlamıştı...
Tren trene eklen yor, makas açılsın, yeş l ışık yansın d ye
lokomot fler kesk n düdükler n öttürüyor, ayn şek lde karşı yönden
gelen trenler de s renler n çığlık g b öttürmekte onlardan ger
kalmıyorlardı. Bu ağır yüke dayanamayan traversler eğ l p bükülüyor,
raylar zamanından önce aşınıyordu. Yolun b r tarafında onarım
b terken, hemen öbür tarafında yen b r onarım ş çıkıyordu
karşılarına.
Soluk aldırmayan b r telaş başlamıştı. Dünyanın sonu gelm şt
sank . Nereden buluyorlardı bunca nsanı? İnsan dolu katarlar b rb r
ardınca hep batıya, cepheye g d yorlardı. Günlerce, haftalarca,
aylarca ve sonra yıllarca devam ett bu gel p g d şler. Batıda
dünyanın b r yarısı öbür yarısı le ölüm-kalım savaşı yapıyordu...
B r süre sonra Kazangap’ın da cepheye g tme sırası geld . Çağrı
yazısında, Kumbel’dek kmal merkez ne g tmes sten yordu.
İstasyon şef , en şe yarayan adamını alıyorlar d ye saçını başını
yolmaya başladı. Adam mı kalmıştı Boranlı’da? Burada şler n y ce
aksayacağını k me anlatab l rd ? Katarlar makasların ler s nde durup
bar bar bağırırken, düşman Moskova önler ne gel p dayandığı b r
sırada yen b r yedek yol yapılması gerekt ğ n söylese, ona
gülerlerd .
Savaşın lk kışı gel p çatmıştı. Vakt nden önce gelen b r kıştı bu.
S sl , soğuk geceler erkenden bastırıyordu. Gece başlayan kar yağışı
sabaha kadar sürdü. Önce, nceden nceye, sonra kuş başı kadar
r leşt kar taneler . Der n b r sess zl k ç ne gömülen Sarı-Özek
bozkırının dereler , tepeler gökten nen o beyaz örtüyle kaplandı.
Sonra bozkır rüzgârı da uyandı, henüz yere y ce oturmamış kar
örtüsüyle oynamaya başladı. Önce haf f haf f est rüzgâr, sonra
g tt kçe hızını arttırarak sess zl ğ bozdu, uğul uğul, karları savuran
b r bora oldu ve n hayet kar fırtınasına dönüştü. Sarı bozkırı b r uçtan
öbür uca kesen nce b r şakak damarına benzeyen dem ryolu ne
olacaktı? Ş md l k bu nce damar atıyor, katarlar k yönden gel p
geç yorlardı..
Kazangap, şte o gecen n sabahında, cepheye g tmek ç n yola
çıktı. Yalnızdı, uğurlamaya gelen yoktu. Evden karısı le b rl kte
çıkmışlardı. Kapıdan dışarı adım atar atmaz B ke’n n gözler
kamaşmış, başı dönmüştü. Kazangap hemen karısının kucağındak
bebeğ aldı. Kızı Ayzade d bu bebek. Yen doğmuştu. Aslında B ke
kocasını uğurlamaya gelm yor, Kazangap onu Kumbel’e g decek yük
tren ne b nmeden önce makasçı kulübes ne götürüyordu. Çünkü
bundan sonra kocasının makasçılık görev ona kalacaktı. Kulübede
b rb rler yle vedalaştılar. O gece b rb rler ne d yecekler n dem ş, B ke
ağlayacağı kadar ağlamıştı. Durup konuşacak kadar zamanları da
yoktu zaten. Mak n st, onu götürecek tren n hazır olduğunu b ld rmek
ç n düdük çalıyordu.
Kazangap lokomot f mak n st n n yanına çıktı. Lokomot f n s ren
uzun uzun öttü ve sonra hareket ett , hızlandı. Rayların b rleşt ğ
yerde tekerlekler takırdıya takırdıya, B ke’n n açtığı makasa yaklaştı.
B ke oradaydı. B r el nde sımsıkı sarıp sarmaladığı bebeğ , öbür
el nde flama vardı. Omuzlarında büyük b r şal, bel nde b r kemer ve
ayaklarında kocaman ç zmeler . Son defa selamlaştılar. B r anda,
karısının yüzü, gözler , el ve makas semaforu gel p geçt
Kazangap’ın gözler nden...
Ş md tren, dem ryolunun k yanından uzaklara uzanan ve beyaz
b r düş g b Sarı-Özek’ kaplayan süt reng kar örtüsünün üzer nden,
koca tekerlekler yle sess zl ğ bozarak koşuyordu... Lokomot fe dolan
rüzgâr buhar ve cüruf kokusuna mevs m n lk kar kokusunu katıyor
ve Kazangap bu kokuyu uzun süre c ğerler nde tutmaya çalışıyordu.
Artık Sarı-Özek bozkırına kayıtsız kalamayacağını daha y
anlamıştı...
Askere alınanlar Kumbel’de toplanmış, sıra olmuşlardı. B rer b rer
adları okunuyor, sonra vagonlara b nd r l yorlardı. İşte bu sırada
tuhaf, beklenmed k b r şey oldu. Kazangap’ın bulunduğu takım
vagona b neceğ anda askerl k şubes nden b r görevl koşup
yanlarına geld ve seslend :
- Asanbayev Kazangap! Asanbayev[5] k m? Sıradan çıkıp ben mle
gels n!
Kazangap söylenen yaptı:
- Asanbayev ben m.
- Ver bakayım belgen . Tamam, sens n. Gel ben mle.
İstasyonda, toplanma merkez ne g tt ler. Görevl ona:
- Sen ger dönüyorsun Asanbayev! Nereden gelm şsen oraya dön!
Anladın mı? ded .
- Anladım.
Anladığını söylem şt ama h çb r şey anlamamıştı.
- Anladınsa daha ne duruyorsun? Had g t! Serbests n!
Kazangap, askerlerden ve onları uğurlamaya gelenlerden oluşan
uğultulu kalabalığın arasında öylece, şaşkın şaşkın kalakaldı. İlk
anda ş n böyle b r duruma dönüşmes ne sev nm şt ama az sonra
ç n b r şüphe kem rmeye başladı. B r sıkıntı, b r ateş kapladı bütün
vücudunu: Sakın o şeyden dolayı olmasın? Haa, ondandı demek!..
Hemen ler atıldı. Adamları te-kaka Askerl k Şubes Başkanı’nın
bulunduğu odaya doğru lerled .
Şube başkanıyla görüşmek ç n bekleyenler bağırdılar:
- Hey, dur bakalım, sıranı bekle!
- İş m acele, tren m kalkmak üzere! Çok acele! d ye cevap verd
onlara.
Başkanın odasına g reb lm şt . S gara dumanıyla dolu odada,
başında toplanan nsanların ve telefonların, tomar tomar kâğıtların
ortasında şaşkına dönmüş olan şube başkanı, bağırmaktan kısılmış
b r sesle sordu:
- Ne st yorsun? Meselen ne?
- İt raz ed yorum!
- Neye t raz ed yorsun?
- Ben m babam beraat etm şt .. Aşırıların ft rasına kurban g tm şt
o. Mal-mülk sah b b r kulak değ ld . Belgeler nceley n, orta hall b r
köylüydü babam...
- Sak n ol arkadaş, ne sted ğ n anlat bana!
- Ben bu yüzden askere almıyorsanız haksızlık ed yorsunuz!
- Saçma sapan konuşmasana! Yok kulak değ lm ş, yok orta
hall ym ş.. Ne saçmalıyorsun sen? K m lg lend r r bunlar artık!
Nereden gel yorsun, adın ne sen n?
- Asanbayev Kazangap, Boranlı stasyonundan geld m.
Başkan önündek l steler gözden geç rd .
- Başından söylesene şunu! Yok orta hall köylüymüş, fak rm ş de,
kulak-mulak değ lm ş de.. Bunlarla ne kafamı ş ş r yorsun? Sen
yanlışlıkla çağırmışız buraya! Yoldaş Stal n b zzat emrett ,
dem ryollarında çalışanlar askere alınmayacak, görevler ne devam
edecekler. Had , vak t kaybett rme b ze, buralarda oyalanma, hemen
ş n n başına dön!..
*
Gün batmak üzere ken Boranlı’ya yaklaşmışlardı. Tekrar
dem ryoluna yöneld ler. İk yönde gel p g den trenler görmeye,
sesler n ş tmeye başlamışlardı. Bozkırın ortasında oyuncak trenler
g b görünüyordu o uzun uzun katarlar. Batmakta olan güneş,
çevredek tepeler ve vad ler gölge-ışık oyunlarıyla bell ed yor, alaca
karanlık g tt kçe koyulaşıyordu. Kış nem n hâlâ y t rmem ş toprakta
ser nce b r bahar kokusu vardı.
Önden g den Kazangap durup arkasına baktı. Deve sırtında g den
Yed gey’e ve onun yanında yürüyen Ukubala’ya el yle ler s n
göstererek:
- İşte b z m Boranlı, ded . Az b r yol kaldı, varınca d nlen rs n z.
İler de, dem ryolunun bell bel rs z b r yay ç zd ğ yerdek gen ş
düzlükte b rkaç evceğ z görünüyordu. Orada duran b r katar da,
yedek yolda, semaforun yedek ışık vermes n beklemekteyd . Daha
ötelerde ve k tarafta, haf f yamaçlı tepeler, uçsuz bucaksız ve
suskun ovalar uzayıp g d yordu. Gözalab ld ğ ne uzanan bozkır d
bu...
Yed gey’ n kalb duracaktı nerdeyse! O da sah l boyunca uzanan
düz ovalardan gelm şt . Aral’ın ıssız ovalarını görmüş, bunları
tanımıştı. Ama düzlüğün, bozkırın böyles n beklem yordu. Mav ve
değ şken Aral’ın kıyısından, kupkuru, ölü b r bozkıra gel yordu ve
orada kalacaktı! Dayanılacak şey m yd bu?
Yanında yürüyen Ukubala, el n onun bacağına koymuş ve b r süre
öylece g tm şt . Yed gey onun demek sted ğ n anlıyordu: “Varsın
olsun, öneml olan sen n sağlığın, sen n y leşmen. Ondan sonrasına
bakarız...” demek st yordu Ukubala.
İşte, yalnız uzun yıllar geç rmek ç n değ l, sonradan anlaşılacağı
g b , kalan bütün ömürler n geç recekler yere gel şler böyle oldu...
Az sonra güneş batmış, karanlık çökmüştü. Sarı-Özek göğünde
sayısız yıldızlar ışıldamaya başlamış, onlar da Boranlı’ya gel p
durmuşlardı.
B rkaç gün Kazangap’ın ev nde kaldılar. Sonra, yol şç ler n n
kaldığı barakada onlara da b r oda ver ld ve oraya taşındılar.
Boranlı’dak hayatları böyle başladı.
İlk zamanlar karşılaştıkları bütün sıkıntılara, bütün güçlüklere ve
kupkuru Sarı-Özek’ n ıssızlığına rağmen, k şey Yed gey ç n çok
yararlıydı: Tem z hava ve deve sütü. Hava tertem zd ve böyles ne
tem z havayı başka yerlerde bulmak b raz zordu. Süte gel nce,
Kazangap k sağmal deves nden b r n onlara vererek şöyle dem şt :
- Karımla k m z aramızda konuşup karar verd k. B z m yeter nce
sütümüz var. Akbaş deven n sütünü de kend n z ç n s z sağarsınız.
Genç deved r Akbaş, sütü de boldur. Henüz k nc yavrusunu
doğurdu. Ona s z bakın, sütü de s z n olsun. Ama, yavrusu ç n de
yeter kadar süt bırakın. O yavruyu s ze “hoşgeld n” armağanı olarak
vermey kararlaştırdık. İy besley n onu. B r de bakarsınız ler de b r
sürü deven z olur. B r gün buradan ayrılmaya karar ver rsen z,
satarsın, paran-pulun olur.
Akbaş’ın yavrusu henüz b rbuçuk hafta önce doğmuştu. Kara başlı,
k küçücük kara hörgüçlü b r köşek d . İr ve her zaman neml
gözler yle tatlı tatlı ve çok meraklı b r bakışı vardı. Dışarıda oldukları
zaman nsanın etrafında koşar, zıplar, oynardı. Ahırda yalnız kaldığı
zamanlar se, tıpkı b r nsan yavrusu g b acı acı bağırarak anasını
çağırırdı. Bu köşek n, bu ufacık deve yavrusunun, ler de Boranlı
Karanar adıyla, yorulmak b lmeyen gücüyle ve azgınlığıyla yörede ün
yapacağı k m n aklına gel rd ? Yed gey’ n başından onunla lg l b rçok
olayın geçeceğ n k m b leb l rd ? Ama o zamanlar daha b r süt köşeğ
d , bakıma muhtaçtı. Yed gey bu yavruyu çok sevm ş, boş vak tler n
hep onunla, onun bakımı le geç r r olmuştu. Aral kıyısında, kend
avılında yaşadığı yıllarda da hayvanlara bakmıştı ve bu tecrübes n n
ona çok yararı oldu.
Kış gel nce küçük Karanar epeyce büyümüştü. Ona, üşümes n
d ye, karnının altından açılıp kapanan b r örtü d kt ler. Örtü sırtına
geç r l nce yalnız başı, boynu, bacakları ve hörgüçler açıkta kalır ve
bu hal yle pek gülünç görünürdü. Bütün kışta ve baharın lk
günler nde bu örtüyü sırtından çıkarmadılar. Çünkü gece-gündüz
açık havada bırakılıyordu.
O kış Yed gey de gücünün yer ne gelmekte olduğunu h ssett . B r
gün baş ağrısı kes l verd , kulaklarındak vınlama y ce azaldı.
Herhang b r ş yaparken esk s g b terlem yordu artık. Kışın kar her
tarafı kapladığı zaman, yol açma ş ne o da yardım ett . Genç ve
sağlam yapılı olduğu ç n çabuk toparlanmıştı. G derek büsbütün
y leşt . Artık, en ufak b r ş yaparken başının döndüğü, şıpır şıpır
terled ğ , dayanılmaz acılar çekt ğ günler hatırlamıyordu b le. Kızıl
sakallı doktorun söyled kler doğru çıkmıştı.
Neşes yer nde olduğu zamanlar köşeğ n boynunu kucaklar, okşar,
şakalı sözler söylerd ona:
- B z sen nle süt kardeş olduk. Sen Akbaş’ın sütünü ç p büyüdün,
ben de ayn sütü ç p baş ağrılarından kurtuldum. Aramızdak fark şu:
Sen sütü emd n, ben se kımız yaparak çt m. Allah b z b rb r m zden
ayırmasın...
Yed gey şu olayı da hatırlıyordu: Aradan uzun yıllar geç p Boranlı
Karanar yörede ün kazanınca, b r gün, Sarı-Özek’e sırf onun
fotoğrafını çekmek ç n nsanlar geld . O zamanlar savaş çoktan
b tm ş ve unutulmuştu. Çocuklar büyümüş, okula g d yorlardı.
Boranlı’da tulumbalı b r kuyu açılmış, su meseles halled lm şt .
Yed gey de üzer saçla örtülü b r ev yapmıştı kend ler ne. Kısacası,
bunca sıkıntı ve mahrum yetten sonra, hayatlarının akışı normale
dönmüştü.
Yed gey’ n yıllarca unutamadığı ve deves Karanar’la lg l olayla
şte o sırada karşılaştı.
Kend ler n foto muhab rler olarak tanıtan nsanların gel şler ,
Boranlı’da tek değ lse b le çok az rastlanan b r olaydı. Üç k ş yd ler.
Geveze, pek hareketl , bol vaadl nsanlardı. Karanar’ın res mler n
çek p, sah pler yle b rl kte gazetelerde, derg lerde basacaklarını
söylüyorlardı. Karanar, o kıpırdak adamların hareketler nden ve
gürültüler nden pek hoşlanmadı. Hoşnutsuzluğunu bel rtmek ç n
başını d md k kaldırıyor, d şler n gıcırdatıyor, bunun üzer ne adamlar
Yed gey’den devey yatıştırmasını, o yana bu yana baktırmasını
st yorlardı. Yed gey, yalnız kend resm n n çek lmes n doğru
bulmadığı ç n, çocukları, kadınları ve Kazangap’ı da çağırdı. Foto
muhab rler şe koyulmuş, bol bol res m çekm şlerd . Asıl numara, asıl
poz, bütün çocukların Karanar’ın sırtına çıkması le oldu. İk çocuk
deven n boynuna, beş çocuk sırtına, Yed gey’ n kend s de bu
çocukların ortasına oturdu. Böylece çek len res mle, Karanar’ın ne
güçlü b r deve olduğu göster lm ş, kanıtlanmış oluyordu. Çocuklar ne
kadar sev nm ş, nasıl da gürültü etm şlerd o gün. Ama, b r süre
sonra muhab rler kend ler ç n en öneml ş n, Karanar’ın resm n tek
başına çekmek olduğunu söyled ler. Yed gey de ‘ sted ğ n z g b
olsun’ ded . Bunun üzer ne foto muhab rler , uzaktan, yakından
res mler n çekt ler. Bundan başka, Yed gey ve Kazangap’ın
yardımıyla, hayvanın omuzlarını, boyun yüksekl ğ n , göğsünü,
b lekler n , ayaklarının kalınlığını ve gövdes n n uzunluğunu ölçtüler,
not defterler ne yazdılar. Bunları yaparken hayret ed yor ve
hayranlıklarını bell eden sözler söylüyorlardı:
- Har ka b r bakteryan! En mükemmel genler b r araya gelm ş!
Klas k bakteryan türü! Göğsünün gen şl ğ ne bak.. Şu duruşa bak!.
Deves ç n söylenen sözler, övgüler, Yed gey’ gururlandırıyordu
ama bazı kel meler n ne anlama geld kler n b lem yordu. Meselâ
‘bakteryan’ın ne demek olduğunu sormaktan kend n alamadı. Meğer
ç ft hörgüçlü develer n atasına b l m d l nde ‘bakteryan’ derlerm ş.
- Demek b z m deve b r bakteryan?
- Hem de en saf c ns , b r pırlanta!
- Pek ne d ye ölçtünüz? Neye yarayacak o ölçüler?
- B l msel nceleme ç n.
Foto muhab rler çekt kler res mler n gazete ve derg lerde
basılacağını, Boranlılar’ın gözünde daha öneml görünmek, kolaylık
sağlamak ç n söylem şlerd . Ama altı ay sonra postadan gelen
paket n ç nden, zooloj enst tüler ç n basılmış b r ders k tabı çıktı.
Develer hakkında b lg veren bu k tabın kapağını süsleyen saf kan
bakteryan, Karanar’dan başkası değ ld . K tapla b rl kte, b r sürü de
fotoğraf gönderm şlerd ve bunların bazıları renkl yd . Yed gey bu
fotoğraflara baktıkça o günlerde ne kadar mutlu olduklarını daha y
anlıyordu. Savaş sonu sıkıntıları unutulmuş, çocuklar henüz
çocukluktan çıkmamış, büyükler n sağlığı da yer ndeyd . Ve ht yarlık
da gel p çatmamıştı daha.
Yed gey o gün konukların şeref ne b r koyun kest , bütün
Boranlılar’ı davet ed p b r z yafet verd onlara. Türlü y yeceklerle,
kımızla, votka le donattı sofrayı. O yıllarda stasyona sık sık b r
vagon-mağaza uğrardı. Ne ararsanız bulunurdu bu gez c
mağazalarda. Yeter k paranız olsun: İstakozlar, yengeçler, kırmızı
havyar, s yah havyar, çeş t çeş t balıklar, konyak, sucuk,
şekerlemeler, her şey... Ama her şey almazlardı. N ç n alsınlar?
Ertes gün aradıklarını bulurlardı y ne. Yazık k artık tren yollarında
vagon-mağazalar yok. Uzun yıllardan ber h ç gelm yorlar...
O z yafet geces nde çok y vak t geç rd ler. Boranlı Karanar’ın
şeref ne b le kadeh kaldırdılar. Konuk foto muhab rler Karanar’dan
kend ler ne söz eden n, yakın dostu Yed gey’ n Sarı-Özek ve
yöres nde en güzel deven n sah b olduğunu ve g d p
nceleyeb lecekler n söyleyen n, Yel zarov olduğunu söyled ler.
Yel zarov, o eşs z nsan, o büyük b lg n, bu bölgey çok y b l yordu.
Boranlı’ya uğradığı zamanlar, o, Kazangap ve Yed gey b r araya
gel r, sabahlara kadar konuşurlardı..
O z yafet akşamında, Kazangap ve Yed gey, b rb rler n n sözler n
tamamlayarak ve güçlend rerek, konuklara, Sarı-Özek bozkırlarında
yaşayan bütün develer n anası ak başlı ünlü deve Akmaya le, ş md
Ana-Bey t mezarlığında yatan onun ünlü sah b Nayman Ana’nın
h kâyes n ya da efsanes n anlatmışlardı. Boranlı Karanar, şte böyle
ünlü b r soydan gel yordu! Boranlılılar, bu meraklı h kâyen n de
gazetelerden b r nde yayınlanacağını umuyorlardı. Konuklar h kâyey
büyük b r lg duyarak d nlem ş, ama sonunda bunun nes lden nes le
söylenegelm ş, o bölgeye özgü b r efsane olduğuna karar
verm şlerd . Oysa Yel zarov onlar g b düşünmüyordu. Ona göre Ana-
Bey t efsanes belk tar h n der nl kler nde kalan b r gerçeğ
yansıtıyordu. O, böyle şeyler d nlemey severd ve kend s de bu
yerler n geçm ş ne da r pek çok şey b l yordu.
Konuklar ancak karanlık çöktükten sonra yola çıktılar. Yed gey
gururlanıyor, mutluluktan havalara uçuyordu. O yüzden olacak,
gereks z b r lâf kaçırdı ağzından. Belk bunda çk n n de etk s
olmuştu. Konuklarla b rl kte o da b rkaç kadeh çm şt çünkü. D l n
tutamayıp Kazangap’a şöyle ded :
- Doğru söyle Kazake, Karanar’ı henüz b r köşek ken bana
verd ğ ne p şmansın değ l m ?
Kazangap ona alaylı b r gülümseme le baktı. Yed gey’den böyle b r
söz beklemed ğ besbell yd :
- Bak Yed gey, ded , hep m z nsanız. Her şey düşüneb l r z. Ama,
atalarımızın b r sözü var: “Mal yes Hüdadan[6], der. Hüda, Karanar’a
başkasının değ l, sen n sah p olmanı stem ş, sen de olmuşsun.
Başka türlü olamazdı. Başkasının el ne geçse k mb l r ne olurdu.
Belk de ölüp g derd hayvan. Belk b r uçurumdan yuvarlanırdı.
Demek k bu mal sana nas pm ş. Ben m başka develer m de oldu,
heps y develerd ve bazıları da Karanar’ın anası Akbaş’ın yavruları
d . Sen nse b r tek deven var. Sana armağan ed lm ş. D ler m
Allah’tan yüz yıl h zmet ets n sana. Ama böyle düşünmemel yd n,
senden bunu beklemezd m...
Yed gey p şman olmuş, çok utanmıştı:
- Bağışla ben Kazake, bağışla, ded .
Bundan sonra Kazangap ona duyduğu, b ld ğ başka şeyler de
anlattı: Efsaneye göre, Akmaya’nın yed yavrusu olmuş: Dördü d ş ,
üçü erkek. O zamandan ber d ş develer n heps ak başlı, açık renkl ,
erkek develer se kara başlı, kestane tüylü m ş. İşte, kara başlı olan
Karanar da ak başlı b r anadan doğmuş, bu da onun Akmaya
soyundan olduğunu göster yormuş. O günler n ne kadar ger lerde
kaldığını k mse b lem yordu. İk yüz, üç yüz, beş yüz yıl, belk de
daha da önces ne a t b r olaydı. Ama Sarı-Özek bozkırında
Akmaya’nın soyu tükenmem şt . Y ne anlatılanlara göre, zaman
zaman olağanüstü güçlü, Karanar g b b r sırttan[7] gel rm ş dünyaya.
İşte, Karanar doğmuş ve Yed gey şanslı olduğu ç n, onun mutluluğu
ç n, bu sırttan deve ona nas p olmuş...
Karanar y ce azgınlaşmaya, yanına h ç k msey sokmamaya
başlamıştı. Çevres ne korku salıyor ya da başını alıp g d yor,
günlerce kayboluyordu. İşte o zaman Yed gey bu hayvanı ğd ş
etmek ya da z nc re vurmaktan başka çare kalmadığını düşünmüş ve
ne yapacağını Kazangap’a sormuştu. Kazangap da şu cevabı
verm şt ona:
- Bu sen n b leceğ n b r ş. Eğer başın d nç olsun, rahatın
bozulmasın d yorsan, ğd ş et. Yok, anlı-şanlı b r deven olsun
st yorsan, dokunma. Ama bu durumda bütün sorumluluğu üstlenmen
gerek r. Gücün kuvvet n yeterse ve sabredersen, üç-dört yıl ç nde
azgınlığı geçer, sonra boyun eğer, tıpış tıpış gel r ardından..
Yed gey, Karanar’ı ğd ş etmed . Daha doğrusu gönlü razı olmadı,
el varmadı. Onu atan (damızlık) olarak bıraktı. Ama öyle zamanlar
oldu k Karanar ona kan kusturdu...
***
-V-
Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gel r
g der... gel r g derd ...
Bu yerlerde dem ryolunun her k yanında ıssız, eng n, sarı
kumlu bozkırların özeğ Sarı-Özek uzar g derd .
Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenw ch mer dyen nden
başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler dem ryoluna göre
hesaplanırdı.
Trenler se doğudan batıya, batıdan doğuya g der gel r..
g der gel rd ..
*
Sabah erkenden her şey hazırdı. Kazangap’ın naaşı b r keçeye
sımsıkı sarılmış, yün plerle bağlanmış ve b r traktörün römorkuna
yerleşt r lm şt . Naaşın konduğu yere önceden b raz talaş, yonga ve
b r kat tem z ot serm şlerd . Akşamın beş ne, altısına kadar şler n
b t r p döneb lmeler ç n b r an önce yola çıkmalıydılar. Otuz
k lometre g d ş ç n, b r o kadar da dönüş ç n yol yürüyeceklerd .
Ölüyü gömme ş de epey zaman alırdı. Bu duruma göre ölüyü anma
ç n ver lecek aş ancak altıda yeneb l rd ve öyle kararlaştırıldı. İşte
bu yüzden acele etmel yd ler. Her şey hazırdı. Yed gey b r gün
önceden eyerley p donattığı Karanar’ın yularını tutmuş, acele
etmeler n söylüyordu oradak lere. O, bütün gece hemen hemen h ç
uyumadığı, bu yüzden yüzü b raz soluk olduğu halde, d md k ayakta,
vakur d . S nekkaydı tıraş olmuş, bıyıklarını düzeltm ş, öneml günler
ç n ayırdığı en güzel elb ses n g ym şt : S yah ceket, beyaz gömlek,
kad fe şalvar ve ayaklarında meş n ç zmeler, başında dem ryolcu
şapkası.. Cephede kazandığı madalyalarını, n şanlarını ve beş yıllık
plan uygulamasında başarılı şç lere ver len n şanını da takmıştı
yakasına. Kıyafet ona yakışıyordu ve görünüşü de heybetl yd .
Kazangap’ın cenaze tören nde böyle olması gerek rd zaten.
En küçüğünden en büyüğüne kadar bütün Boranlılar orada,
cenazey taşıyan römorkun hareket etmes n bekl yordu. Kadınlar
durmadan ağlıyorlardı. Yed gey, h ç hazırlanmadan, nasıl olduğunu
kend s de b lmeden, cemaate dönerek konuşmaya başladı:
- Ş md , Sarı-Özek’ n en esk , en kutsal mezarlığı olan Ana-Bey t’e
g deceğ z. Merhum Kazangap buna lâyıktır. Zaten oraya gömülmey
vas yet etm şt (B raz durup söyleyecekler n düşündükten sonra
devam ett ). Demek k dünyada tuz-ekmek ve su kısmet bu
kadarmış. Merhum b z m bu Boranlı stasyonunda tam kırk dört yıl
h zmet ett . B r ömür geç rd burada. O burada çalışmaya başladığı
yıllarda şu su tulumbası yoktu. Suyu haftada b r defa tankerlerle
get r rlerd . Ne kar küreyen mak neler vardı ne de başka b r mak ne.
Ş md onu son mekânına götürmek ç n b nd rd ğ m z şu traktör de
yoktu. Ama trenler vardı ve gel p geç yorlardı. Yolların her zaman
açık ve bakımlı olması gerek yordu. O, b r ömür harcayarak, bu ş
dürüstlükle ve büyük b r çaba le yer ne get rd . Çok y b r nsandı.
Bunu hep n z b l yorsunuz. Hayd , ş md yola çıkalım. Hep n z n
gelmes ne gerek yok, zaten herkes götürecek araç da yok. Hem,
durakta, makasta yapılacak şler var. Oraya altı k ş g deceğ z. Orada
yapılması gereken her şey yapılacaktır. Kalanlar cenaze aşını
hazırlasın ve b z bekles nler. Merhumun çocukları adına, burada
bulunan kızı ve oğlu adına, hep n z cenaze aşına davet ed yorum.
Yed gey’ n böyle b r n yet olmadığı halde, bu konuşması küçük b r
cenaze tören olmuştu. Bundan sonra yola koyuldular. Boranlılar
cenaze arabasının ardından b r süre yürüdüler, sonra, köyün
çıkışında, topluca durdular. G denler b r süre daha duydular
kadınların ağlamasını. Ayzade ve Ukubala’nın ağıtları da ş t l yordu.
Artık hıçkırıklar duyulmaz olduğu ve altı adam dem ryolundan
uzaklaşıp Sarı-Özek bozkırına daldığı zaman, Yed gey kend n b raz
rahatlamış h ssett . Ş md cenazey götürenlerle başbaşa kalmıştı ve
ne yapacağını b l yordu.
Güneş ufukta yükselmeye, Sarı-Özek bozkırını bol ve tatlı
ışıklarıyla doldurmaya, okşamaya başlamıştı. Ama hava hâlâ ser n
sayılırdı ve bu yüzden de yolculuklarını zorlaştıran b r durum yoktu.
O gen ş düzlükle, ses ulaşmaz yüksekl kte süzülen k çaylaktan,
arada b r Yed gey’ n ayakları d b nden fırlayıp çıkan çayırkuşlarından
başka b r şey yoktu görünürlerde. Çayırkuşları ürküp kaçıyor,
cıklamaları ve kanat sesler duyuluyordu. Yed gey b r an gözler n n
önüne kar yağışını, kar üzer nde bu kuşların uçuştuklarını get rd .
“Yakında g derler.. kar düşer düşmez toplanıp terkederler buraları”
d ye düşündü. Ayn anda, b r gece önce dem ryoluna kadar gelen
t lk y hatırladı ve sank onu oralarda b r yerde görüverecekm ş g b ,
k mseye bell etmemeye çalışarak sağa sola bakındı. Hemen sonra,
o gece fırlatılan ve b r ateş topu g b Sarı-Özek gökler nde yükselen
roket get rd aklına. Böyle tuhaf şeyler düşünmes ne kend s de şaştı
ve bunları unutmaya çalıştı. G decekler yol uzun olsa da, böyle
şeyler düşünmen n sırası değ ld ...
Yed gey, Karanar’a b nm ş, en önde g d yor, Ana-Bey t’ n yolunu
göster yordu. Karanar, adımlarını gen şleterek yavaş yavaş uzun yol
r tm ne g rm şt . Anlayanlar ç n çok güzel, çok çalımlı b r yürüyüştü
bu. Boynunu gururla yukarı uzatmış, adım attıkça dalgalanıyor, ama
y ne de, o uzun boynun tepes ndek baş h ç kımıldamadan duruyordu
sank . Uzun, kalın damarlı ve yorulmak b lmeyen bacakları se, ölçülü
adımlarla havayı yarıp lerl yordu. Yed gey, deven n k hörgücü
arasına kurulmuştu. Yer sağlam, rahat ve güvenl yd . Karanar
sah b n n stekler n çgüdüsüyle anlıyor, onun şaret ne, komutuna
gerek bırakmadan tam onun sted ğ g b yürüyordu. Haf f sarsıntıdan
Yed gey’ n göğsündek madalyalar, n şanlar şangırdıyor, güneş
ışığında pırıl pırıl parlıyor, ama bu onu h ç rahatsız etm yordu.
Yed gey’ n ardından “Belarus” marka traktör ve onun çekt ğ römork
gel yordu. Sab tcan, genç traktör sürücüsü Kal beğ’le b rl kte, şoför
mahall nde oturmuştu. Dün b r hayl çm ş, tels zle yönet len
nsanlardan, daha b rçok şeylerden söz ederek Boranlılar’ın kafasını
ş ş rm şt ama ş md ağzını açmıyordu. Traktör sarstığı ç n başı b r o
yana g d yordu, b r bu yana. Yed gey onun bu durumunu görünce
gözlüğünün b r yere çarparak kırılmasından korkmaya başladı.
Ayzade’n n kocası römorkta, Kazangap’ın naaşı yanında d . Çok
üzüntülü görünüyordu. Güneşten gözler kamaşıyor ve arada b r
etrafına şaşkın şaşkın bakıyordu. Bu ayyaş, beş para etmez adam,
ne olduysa, akşam ağzına b r damla çk almamıştı, doğrusu çok y
davranıyordu. İçmemekle de kalmamış, faydalı olmak ç n el nden
gelen yapmış ve tabut römorka konurken en çok o omuz verm şt .
Yed gey ona kend s yle b rl kte Karanar’ın sırtına b nmes n tekl f ett ğ
zaman da “Hayır, dem şt , ben kaynatamın yanında oturacağım,
mezara kadar yanından ayrılmayacağım.” Yed gey ve bütün
Boranlılılar onun bu cevabını, bu tavrını pek beğend ler. Boranlı’dan
ayrıldıktan sonra en çok ağlayan y ne o d ve ş md ölünün başında
da o oturuyordu. Onun bu y davranışı Yed gey’ umutlandırdı: “Keşk
hep böyle devam etse, ayyaşlığı bıraksa, Ayzade ç n de, çocukları
ç n de büyük mutluluk olurdu bu” d ye düşündü.
Issız bozkırda lerleyen bu küçük ve tuhaf cenaze alayının başını,
süslü takımlı b r deveye b nm ş Yed gey çek yor, onun ardından
römorklu traktör gel yor, en ger de de y ne Belarus marka b r
ekskavatör (yol açma mak nes ) bulunuyordu. Yol açma mak nes n n
sürücüsü, b r zenc kadar esmer olan Cumal d . Onun yanında da
Uzun Ad lbay oturuyordu. Cumal genel olarak, yol kazma
mak nes yle dem ryolu şant yeler nde çalışırdı ve Boranlı’ya
yakınlarda gelm şt . Burada ne kadar kalacağı bell değ ld . Yanında
oturan ve kend s nden b r baş boyu daha uzun duran Ad lbay’la
hararetl b r konuşmaya dalmışlardı.
Cenaze ç n el nde bulunan bütün araçları verm ş olan stasyon şef
Osman’dan Allah razı olsun. Genç stasyon şef n n bu yardımları
olmasaydı o kadar uzağa g tmek ve mezar kazmak h ç de kolay
olmaz ve akşama dönemezlerd . Mezar, müslüman geleneğ ne göre
der n kazılarak, çukurun d b ne yanlamasına b r g r nt açılacak, tabut
oraya gömülecekt .
Başlangıçta Osman’ın tekl f Yed gey’e b raz tuhaf göründü, yol
açma mak nes yle mezar açma f kr n pek beğenmem şt . Osman’la
yüzyüze bu konuyu konuşurken kuşkuya kapılmış, kaşlarını çatıp
suratını asmıştı. Mezarın ancak kazma kürekle ve kol gücüyle
kazılacağını düşünüyordu o. Ama Osman onu razı edecek b r yol
buldu:
- Bak Yed ke, bana hak vereceks n. Önce kazma kürekle
başlarsınız şe. Üst kısmını öyle açarsınız. Ger s n mak ne le b r
çırpıda b t r rs n z. B l yorsunuz, Sarı-Özek toprağı kaya g b sertt r.
Mak ne le sted ğ n z der nl ğe nd kten sonra kazanakı[8] y ne kol
gücüyle açarsınız. Böylece hem geleneklere uymuş, hem de zaman
kazanmış olursunuz.
Ş md , bozkırda lerled kçe Yed gey, Osman’a daha çok hak ver yor,
hatta kend s n n bunu düşünmem ş olmasına şaşıyordu. Ana-Bey t’e
varınca, nşallah öyle yapacaklardı. Önce rahmetl n n başı kutsal
Kabe’ye dönük olacak şek lde, uygun b r yer bulmalıydılar. Sonra,
traktörle get rd kler kazma küreklerle mezarın üst kısmını açacaklar,
bundan sonra da kazma mak nes n çalıştıracaklardı. Yeter kadar
der ne n nce, kazma küreklerle kazanak, yan d ptek yan g r nt ,
tabutu yerleşt recekler yuva açılacaktı. Böylece geleneğe uymuş, ş
çabuk ve gereğ g b yapmış olacaklardı.
Altı k ş den oluşan cenaze alayı şte bu amaçla, Sarı-Özek
bozkırında, bazen yayvan b r tepen n üzer nde görünerek, bazen
alçak b r vad de gözden kaybolarak ve bazen düzlükte yürüyerek
Ana-Bey t’e doğru lerl yorlardı: En önde, deves ne b nm ş Yed gey,
onun ardında traktör ve römork, en ger de se kalın tırnağı le b r
böceğe benzeyen, önünde buldozer bıçağı, arkasında ters çevr lm ş
kepçes yle Belarus marka kazma mak nes ..
Yed gey, epeyce ger de kalan Boranlı’ya son b r defa bakmak ç n
başını çev rd ğ zaman, kızıl tüylü köpeğ Yolbars’ın da t n t n
peşler nden gelmekte olduğunu görüp şaştı. B r bu eks kt ! Köyden
çıkarlarken yoktu. Ne zaman katılmıştı peşler ne? Geleceğ n b lse,
bağlardı köpeğ . Kurnaz köpekt doğrusu. Yed gey ne zaman
Karanar’a b n p yola çıksa, o da b r yolunu bulup düşerd peş ne.
Ş md de öyle yapmıştı. “Eh, ne yapalım, gel rse gels n” d ye
düşündü Yed gey. Onu ger yollamak ç n vak t kaybetmeye
değmezd . Yolbars da sank sah b n n aklından geçenler anlamış
g b , o sırada koşup traktörü geçt ve Karanar’ın h zasına geld .
Yed gey kamçının sapını göstererek onu korkutmaya, dönmes n
sted ğ n anlatmaya çalıştı ama köpek aldırmadı b le. Çünkü artık
epeyce uzaklaştıklarını, sah b n n bunda geç kaldığını b l yor, sank
alay ed yordu onunla. Aslında hayvanın onlarla b rl kte şe
kalkışmasının zararı da, gelmes n önlemen n yararı da yoktu artık.
Güzel, güçlü b r köpekt Yolbars. Gen ş göğsü, güçlü ve uzun tüylü
boynu, kes k kulakları, zek ve anlayışlı bakışları le herkes n lg s n
çekerd .
Böylece Ana-Bey t yolunda lerlerken, Yed gey’ n aklından b n türlü
düşünce gel p geç yordu. Ufukta yükselen güneşe bakıp geçen
zamanı ölçmeye çalıştıkça, geçm şe a t olaylar b r b r canlanıyordu
gözünde. İstasyonda, bütün şler Kazangap’la k s n n yaptığı ve
henüz genç oldukları b r dönem hatırlıyordu ş md . Başkaları
Boranlı’da tutunamıyor, buraya yerleşt kten kısa b r süre sonra çek p
g d yorlardı. Oysa o ve Kazangap şten başlarını kaşıyacak zaman
bulamıyorlardı. Ama ş md bunun sözünü b le etmek cesaret ş yd
doğrusu. Çünkü gençler, hayatlarını böyle boşa harcadıkları ç n
onları aptal yer ne koyuyor, alay ed yorlardı: N ç n, ne uğruna
katlanmışlardı bütün bu zahmetlere? Onların da kend ler ne göre
sebepler vardı elbet.
B r keres nde, kardan tıkanan yolları açmak ç n durup
d nlenmeden tam kırk sek z saat çalışmış, geceley n önler n b r
lokomot f n farlarıyla aydınlatmışlardı. Kar d nmek b lm yor, y ne
d nmek b lmeyen rüzgâr, onlar yolun b r yanını açarken öbür yanını
karla dolduruyordu. Soğuk desen, l kler ne şl yordu nsanın. Yüzler
gözler ş şm ş, mosmor olmuştu. Arada b r soluk almak, b raz
ısınmak ç n lokomot fe çıkıp b rkaç dak ka kalıyor, sonra y ne
dönüyorlardı Sarı-Özek’ n o sonu gelmez, berbat ş ne. B r ara
lokomot f b le tekerlekler n n yukarısına kadar kara gömüldü. Onlarla
beraber çalışan üç yen şç , o gece Sarı-Özek’e lanetler okuyarak,
küfürler savurarak ş bıraktılar. “Tutsak mıyız b z! Tutsaklara b le
d nlenme, yatma zn ver l r!” dem şler, sabahley n de b r trene b n p
g tm şlerd . G derken ‘Allaha ısmarladık’ yer ne onlara:
- Ne hâl n z varsa görün, aptallar! çılgınlar!’ d ye bağırmışlardı.
Bu yen şç ler n Kazangap’la Yed gey’e küfred p g tmeler n n sebeb
yalnız karla boğuşmaları değ ld . Kavga etm şlerd . Gece yarısı artık
çalışamaz durumdaydılar. Kar durmadan yağıyor, rüzgâr savuruyor
ve kudurmuş b r köpek g b saldırıyordu şç ler n üzer ne. Başlarını
sokab lecekler b r yer yoktu. Lokomot f n farları b le yetm yordu
önler n aydınlatmaya. Çünkü lokomot ften çıkan buhar b r s s
oluşturuyor ve önler n gösterm yordu. Üç yen şç çek p g d nce şler
Kazangap’la k s ne kalmıştı. Onlar da k devey b r kızağa koşarak
taşımaya başladılar yığılan karları. Ama hayvanlar da donuyor, o göz
açtırmayan t p de yürüyem yorlardı. Yolun k yanında kar develer n
göğsüne kadar yükselm şt . Kazangap önde g derek hayvanları
çek yor, Yed gey se arkadan kamçısını sallayarak onları gayrete
get r yordu.. Böylece gece yarısını ett ler. Develer kara saplanıp
kalıyor, adım atamıyorlardı artık. Bu durumda t p yatışıncaya kadar
beklemekten başka eller nden b r şey gelmezd . Rüzgârdan
korunmak ç n lokomot f n yanına gel p durdular.
Yed gey, eld ven ç nde donmuş parmaklarını b rb r ne vurarak:
- Kazake, ded , artık yeter, lokomot fe çıkalım da t p n n d nmes n
bekleyel m.
- Havanın değ şeceğ yok, ş md nasılsa y ne öyle olacak, ş m z
yolu açmak, nasıl olsa b z yapacağız bu ş . B rşey yapmadan
durmaya hakkımız yok, hayd sarılalım küreklere!
- B z nsan değ l m y z yan ?
- Böyle b r zamanda nsanlar değ l, kurtlar, vahş hayvanlar çek l r
nler ne!
- Ay köpek her f! Sana göre geber p g tmel y z bu havada! Tek
başına kal da geber öyleyse!
Yed gey böyle derken Kazangap’ın suratına b r yumruk nd rm şt .
Bunun üzer ne kapıştılar ve b rb rler n n dudaklarını patlattılar, yüzler
gözler kana bulandı. Eğer o sırada lokomot f n ateşç s aşağı atlayıp
onları ayırmasa, k mb l r nasıl b terd bu kavga! Yaa, şte böyle,
kavga da etm şlerd !..
Kazangap şte böyle b r adamdı. Artık onun g b ler yoktu dünyada.
Kazangap sonuncusuydu ve ş md onu da gömeceklerd . B rkaç veda
sözünden, duadan sonra “âm n!” d yecek ve orada bırakacaklardı
onu.
Yed gey bunları düşünürken, b r yandan da yarı yarıya unuttuğu
duaları tekrarlayıp hatırlamaya, Tanrı’ya yönelteceğ yakarışları b r
sıraya koymaya çalışıyordu. Çünkü, nsan kalb nde, başlangıç le
son, hayat le ölüm arasındak çel şk y uzlaştıran, yalnız ve yalnız,
b l nmeyen, görülmeyen Tanrı d . Dualar şte bunun ç n okunuyordu.
Başka türlü Tanrı’ya ses n duyuramazsın, n ç n yaratıp n ç n
öldürdüğünü soramazsın k ! Dünya kuruldu kurulalı nsanlar böyle
yaşıyor, pek razı olmasa da böyle katlanıyor kader ne. Duaların var
oldukları günden ber h ç değ şmemes n n, hep ayn sözlerle
tekrarlanmasının sebeb de, tesell bulup yatışmaları, boşu boşuna
sızlanmamaları ç nd r. Dualar, yüzyılların okşayıp parlattığı altın
külçeler g b , d r ler n ölüler n başında söyled kler en özlü, en süzme
ve son sözlerd r. Âdet, gelenek böyled r.
Yed gey’ n aklına şunlar da gel yordu: Allah’ın varlığına ya da
yokluğuna nanmak başka şeyd r. Ama nsan denen yaratık, bu
şek lde davranması bağışlanacak b r şey olmasa da, ancak başı
sıkıştığı zaman Allah’ın adını anıyor, Allah’tan yardım d l yor.
“İnanmayan nsan başı ağırmayınca Allah’ı düşünmez..” d yen
atasözü de bundan doğmuş olsa gerek. Ne olursa olsun, herkes
duaları b lmel d r.
Yed gey, başını döndürüp araçlarla gelen genç arkadaşlarına baktı
ve onların h çb r n n duaları b lmed ğ n düşünerek canı çok sıkıldı.
Öldükler zaman, b rb rler n gömmek zorunda kaldıkları zaman ne
yapacaktı bu nsanlar? Ölen sonsuzluğa uğurlarken, hayatın
başlangıcını ve sonunu kapsayacak sözler nereden bulup
söyleyeceklerd ? “Elveda yoldaş, sen unutmayacağız” mı
d yeceklerd ? Ya da bunun g b başka b r zırva mı?
B r gün, şeh rde b r cenaze tören ne katılmış ve mezarlıktak o
tören n herhang b r toplantıdan farksız geçt ğ n görünce şaşıp
kalmıştı. B rtakım hat pler eller ndek kâğıtlarla merhumun tabutu
başına gelm ş, nutuk okumuşlardı. Heps b rb r ne benz yordu bu
nutukların: Merhumun ne ş yaptığı, hang şler başardığı, nasıl
çalıştığı, k me nasıl h zmet ett ğ n anlatmışlardı. Sonra müz k çalmış,
mezarına ç çek koymuşlardı. Konuşmacılardan h çb r hayattan ve
ölümden söz etmed . Tâ lk çağlardan bugüne kadar, nsanların varlık
ve yokluk, hayat ve ölüm hakkındak b lg ler n n doruğu, özü olan
dualarda söylend ğ g b b r söz söylenmed . Sank o güne kadar
dünyada k mse ölmem şt ve bundan sonra da ölmeyecekt ! Zavallılar
kend ler n ölümsüz sanıyorlardı herhalde! Gözler n n önündek
gerçeğe rağmen de konuşmalarını “O ölmed , ölümsüzler n arasına
karıştı!..” d ye b t r yorlardı.
Yed gey bölgey y b l rd . Hem, Karanar’ın sırtında olduğu ç n
çevres n tâ uzaklara kadar göreb l yor, Ana-Bey t’e en kest rme yolu
seç yordu. Arada b r kest rme yoldan b raz açılmasının sebeb ,
arkadan gelen araçları, b r çukura düşmeden kolayca geçecekler
düzlüğe çekmek stemes yd .
Her şey yolunda g d yordu. Uz g tm ş, az g tm ş olsalar da herhalde
yolun üçte b r n almışlardı. Karanar yorulmak b lmeden gen ş
adımlarla yürüyor, sah b n n komutunu daha lk heces nde anlayarak
ona uyuyordu. Karanar’ın ardından traktör ve ekskavatör büyük b r
gürültü çıkararak lerl yorlardı.
Fakat lerde onları, hç akıllarından geç rmed kler ,
geç remeyecekler b r olay bekl yordu. Ne kadar nanılır g b olmasa
da, Sarı-Özek uzay üssünde olanlarla lg l yd onların karşılaşacağı
olay.
***
Konvans yon uçak gem s yer nden ayrılmamıştı. Büyük
Okyanus’ta, Aleut adalarının güney nde, Vlad vostok le San-
Frans sco’ya tam eş t uzaklıktak yer nde duruyordu.
Okyanusta hava değ şmem şt . Günün öğlene kadar olan
saatler nde, güneş eng n den z göz kamaştıran ışıklarına boğmuştu
ve havanın değ şeceğ ne da r h çb r bel rt görünmüyordu ufukta.
Uçak gem s nde p lotlar ve ç güvenl k ek pler de dah l olmak üzere
herkes, görev başında gerg n b r bekley ş ç ndeyd . Ama çevrede,
alarm durumuna sebep olab lecek somut b r şey de yoktu: Sebep
çevredek olaylar değ l, uzay der nl ğ nde, galaks n n ötes ndek
olaylar d .
Tramplen yörünges ndek Par te uzay stasyonu aracılığıyla Orman-
Göğüs gezegen nden, daha doğrusu bu gezegenle temas kurmuş k
Par te p lotundan gelen haberler Ortak Yönet m Merkez
sorumlularını ve özel yetk lerle donatılmış kom syon üyeler n tam b r
şaşkına çev rm şt . Her k taraf öyle b r şaşkınlık ç ndeyd k , kend
çıkarlarını ve özel durumlarını tesp t etmek ç n önce kend aralarında
ayrı ayrı toplanmayı terc h etm şler, ondan sonra ortak toplantı
yapmaya karar verm şlerd .
İnsanlık tar h nde o güne kadar görülmem ş b r keşf n yapıldığını
onlardan başka h ç k mse b lm yordu yeryüzünde. Dünya, Orman-
Göğsü gezegen nden ve buradak uygarlıktan habers zd . En g zl
yollardan haberl bulunan k tarafın hükümetler b le olayın bundan
sonrasını ve nasıl gel şt ğ n henüz öğrenemem şlerd . Hükümetler,
uzmanlardan oluşan tam yetk l kom syonların toplanıp vereceğ
kararı bekl yordu. Konvans yon uçak gem s nde çok sıkı b r denet m
vardı: P lotlar da dah l herkes görev n n başında hazır bekl yordu ve
h çb r sebeple yerler nden ayrılamayacakları emred lm şt onlara.
Uçak gem s n n çevres nde 50 k lometre yarıçapındak alan yasak
bölge lân ed lm şt ve bu bölgeye h çb r gem yaklaştırılmıyor, y ne o
bölgeden geçecek uçaklar da Konvans yon’a 300 k lometreden fazla
sokulamıyordu.
İk tarafın kom syonları arasında yapılması gereken ortak toplantıya
ara ver ld kten sonra, Dem urg projes n yürüten k devlet n
sorumluları ayrı ayrı kend aralarından toplandılar ve Par te 1-2 le
Par te 2-1 kozmonotların gönderd ğ b lg ler nceled ler.
İk kozmonotun ses , uzayın akıl almaz uzaklıktak b r noktasından,
o güne kadar varlığı b le b l nmeyen b r gezegenden gel yordu:
“D kkat! D kkat!
Bu yıldızlar arası yayın dünya ç nd r!
Dünyalıların d l nde adları b le olmayan şeyler anlatmak çok
zor, y ne de b z m gezegen m zle b rçok ortak nokta
bulunmaktadır.
Orman gezegenl ler nsana benzeyen yaratıklar, aslında,
b z m g b nsanlardır. Yaşasın dünya evr m ! Hom n dler n
( nsan türünün) evr m , burada da evrensel prens plere göre
gel şm ş ve dünyadışı hom n dlerden güzel, mükemmel b r
nsan örneğ meydana gelm ş. Buradak nsanlar esmer tenl ,
mav saçlı, mor-yeş l gözlü. K rp kler nce nce, yumuşak ve
bembeyaz.
Yörünge stasyonumuza yanaştıkları zaman onları tamamen
saydam b r tulum-elb se ç nde gördük. Uzay gem ler nden
b ze gülümsed ler ve gelmem z şaret ett ler.
Ve b z, b r uygarlıktan öbürüne geçt k.
Pervanel uçuş aracı stasyondan ayrıldı. Araç ışık hızı le
uçuyor ve b z ç nde olduğumuz halde bunu h ssetm yorduk.
Böylece zaman akışını yenerek uzayın der nl kler ne daldık.
B z lk şaşırtan şey ağırlığımızın değ şmem ş olmasıydı ve bu
b z rahatlattı. Bunu nasıl başardıklarını anlayamadık. B ze lk
söyled kler İng l zce-Rusça karışımı ‘Welcome naş Svezda’
(Galaks m ze hoş geld n z) oldu. Bu sözler duyunca, az b r
çaba göstererek onlarla konuşab leceğ m z anladık. Mav
saçlı bu yaratıkların boyları k metreye yakındı. Dördü erkek
b r kadın olmak üzere beş k ş yd ler. Kadın da erkekler kadar
uzundu ve erkeklerden boyu le değ l vücudunun kadınımsı
b ç m ve reng n n b raz daha açık oluşuyla ayrılıyordu.
Orman-Göğsü nsanlarının reng , Kuzey Afr ka Arapları’nın
reng n andırıyor. İş n öneml yanı, daha lk karşılaşmamızda
onlara büyük b r güven duymuş olmamızdır.
Erkeklerden üçü, uçan aracın p lotu, dördüncü erkek ve
kadın se dünya d ller n n uzmanı d ler. Bu uzmanlar b z m
uzay araçlarımızdan tels zle yaptığımız konuşmaları
zaptetm ş, İng l zce ve Rusça kel meler derleyerek ncelem ş,
s stemleşt rm ş ve bu k d l n b r sözlüğünü yapmışlar. Onlarla
karşılaştığımız zaman 2500’den fazla kel me ve dey m
b l yorlardı. İşte onların bu kel me b r k m sayes nde,
anlaşmamız kolaylaştı. Kend d ller b z m d llere h ç
benzem yor, yalnız sesl ler bakımından İspanyolca’yı
andırıyor.
Par te’den ayrılışımızdan on b r saat sonra Güneş s stem n n
dışına çıktık.
Kend yıldız s stem m zden çıkıp başka b r s steme
geçt ğ m z n farkına b le varmadık. Çünkü evren n yapısı her
yerde ayn (Herhalde o anda ötek s stemlerdek gezegenler n
konumları öyle olduğu ç n). Önümüzde, g tt ğ m z yönde,
g tt kçe büyüyen kızıllıklar gördük. Yangını andıran bu
kızıllıklar gen şl yor, uçsuz bucaksız al şafaklar hâl nde
yayılıyordu. B r tarafı karanlık, öbür tarafı aydınlık
gezegenler n yakınından geçt k. Görüş alanımızın ç nde
b rçok güneş ve ay vardı.
Sonra, b rdenb re, geceden gündüze çıkmış g b olduk,
uçsuz-bucaksız, göz kamaştıran b r aydınlığa daldık. O güne
kadar görmed ğ m z o parlak gökyüzünü, çok büyük, çok güçlü
ışık saçan b r güneş aydınlatıyordu.
D l uzmanı kadın:
- Ş md b z m galaks dey z. Bakın şu gördüğünüz b z m
‘İye’m z, câz b ya da kıral yıldızımız, yan güneş m zd r. Az
sonra b z m gezegen m z olan Orman-Göğsü’ ne varmış
olacağız.
Gerçekten de, uzayın akıl almaz yüksekl kler nde, onların
‘İye’ adını verd kler ve b z m ç n yen olan o büyük güneş
gördük. Bu güneş, hem ışıklarının parlaklığı, hem de boyutları
bakımından b z m güneş m z kat kat geç yordu. Orman-
Göğsü gezegen nde b r gün 28 saat sürüyor. Bu dünya le
b z m dünyamız arasındak b r d z jeob yoloj k farklılıkların
bundan ler geld ğ n sanıyoruz.
Bütün bu konularla lg l b lg ler s ze daha ayrıntılı olarak,
bundan sonrak bağlantıda ya da Par te’ye döndüğümüz
zaman vereb leceğ m z sanıyoruz. Ş md l k b rkaç öneml
b lg y vermekle yet n yoruz. Orman-Göğsü gezegen , uzaktan,
tıpkı b z m dünyamız g b görünüyor. Dünyayı olduğu g b onun
çevres n de atmosfer tabakaları kuşatmış. Gezegene beş-altı
b n metre yaklaştığımız zaman, rehberler m z b z m ç n
gezegenler etrafında özel b r tur yaparak, Orman-Göğsü’nü
panoram k olarak seyrett rd ler. Manzara çok, çok güzel,
olağandışı d . Sıra sıra dağları, büyük dağların doruklarını
gördük. Dağlar, tepeler koyu yeş l ormanla kaplıydı. Den zler,
göller, neh rler de çoktu. Gezegen n bazı yerler nde, özell kle
kutup bölgeler nde, çıplak, ıssız alanlar da vardı ve buralarda
sürekl kum fırtınaları es yordu. Ama b z en çok şaşırtan, en
çok etk leyen, şeh rler ve kasabalar oldu. Gezegen n tab î
güzell kler arasında yükselen bu yüksek yapılar, orada
şeh rc l ğ n, şeh rleşmede ulaştıkları düzey n çok yüksek
olduğunu göster yordu. Mav saçlı uzaylıların şeh rler
yanında, Manhattan[9] b le çok sönük kalır.
B z m anladığımıza göre Orman-Göğüslüler’ n, evrendek
akıllı yaratıklar arasında, çok or j nal, çok üstün b r yer var.
Burada kadınların gebel ğ on b r ay sürüyor. Tab î Orman-
Göğsü gezegen n n on b r ayı. Ortalama nsan ömrü de
oldukça uzun. Y ne de onlar ç n en büyük mesele, en öneml
mesele, nsan ömrünü uzatmak m ş. Ortalama nsan ömrü
130-140 yıl. Ama çler nde 200 yıl yaşayanlar da var.
Gezegen n toplam nüfusu 10 m lyarı aşmış.
Ş md l k s ze bu mav saçlı nsanların hayat tarzı, bu
uygarlığın özell kler ve sev yes hakkında, az da olsa s steml
b r b lg vereb lecek durumda değ l z. Ancak, b z en çok
şaşırtan şeyler bölüm bölüm anlatmaya çalışacağız.
Güneş enerj s nden, daha doğrusu İye’n n enerj s nden
yararlanıyor, ısı ve elektr k elde ed yorlar. Santraller n n
ver ml l k oranı da b z m h drotekn k usulde elde ett ğ m z
orana göre çok daha yüksek. Bundan da öneml s , gece le
gündüz arasındak ısı farkını da enerj ye dönüştürüp
b r kt reb l yorlar.
İkl m denet m altına almayı da öğrenm şler. B ze
gezegenler n tanıtmak ç n yaptırdıkları uçuş sırasında, uzay
gem s n n önüne çıkan s s ve bulutları b r anda ışınlayıp
dağıtıverd ler. Ayrıca, yoğun hava akımlarını, den z ve
okyanuslardak su akıntılarını yönlend rd kler n , böylece
gezegenler ndek havanın nem oranını ve ısısını
ayarladıklarını da öğrend k. Bundan başka yerçek m n de
denet m altında tutab l yorlar k bu da onlara yıldızlar arası
uçuşlarda büyük kolaylık sağlıyor.
Bütün bunlara karşılık b z m yeryüzünde henüz
karşılaşmadığımız b r problemler var. İkl m denetley p
kuraklık meseles n çözmüş olmalarına, nüfusları dünya
nüfusunun k katı olduğu halde, bes n azlığı veya beslenme
güçlüğü g b sıkıntıları da bulunmamasına rağmen, üstes nden
gelemed kler b r mesele le karşı karşıya bulunuyorlar:
Gezegenler n n b r bölümü yavaş yavaş yaşanmaz hâle
gel yor, o bölümde bütün canlılar ölüp g d yormuş. Kend ler n n
‘ ç kuraklık’ ded kler b r olaydan ler gel yormuş bu durum.
Gezegen n üzer nde tanıma uçuşu yaparken, güneydoğu
bölgeler n büyük kum fırtınalarının kasıp kavurduğunu
görmüştük. Açıkladıklarına göre bu fırtınalar, gezegen n
merkez nden gelen an reaks yonlardan doğuyormuş. Belk bu
reaks yonlar b z m dünyamızdak volkan püskürmes g b b r
şeyd . Ama burada yavaş yavaş ve yaygın b r radyasyon olayı
olarak ortaya çıkıyor, gezegen n kabuğunu dağıtıp bozuyor,
toprağı oluşturacak elementler yok ed yormuş. Orman-Göğsü
gezegen n n o bölümünde, her yıl, Büyük Sahra’dan daha
gen ş b r çöl, adım adım gen şl yor, mav saçlıların hayat veren
topraklarını kaplıyormuş. Onların karşı karşıya bulundukları
en büyük felâket bu m ş.. Gezegen n der nl kler nde meydana
gelen bu olayı denet m altına alamıyorlarmış. Bu korkunç ç
kuraklık afet yle mücadele ç n gezegen n en büyük b lg nler ,
b l msel, tekn k, prat k bütün mkânları seferber ed lm ş.
Onların gezegen n n b z m Ay’ımız g b b r uydusu yok. Ama
b z m Ay’ı b l yorlar. Hatta Ay’a nm ş, nceleme yapmışlar.
Söyled kler ne göre Ay da, ş md onların gezegen nde
karşılaşılan türden b r felâkete uğramış. Bu b z b r hayl
düşündürdü. Çünkü Ay dünyamıza çok yakın. B z de ayn
felâket göğüslemeye hazır mıyız? Olayın b r ç, b r de dış
yönü var. B z, uygarlıklarla buluşmaya, anlaşmaya hazır
mıyız? İnsanlar, sonu gelmez çek şmeler, kavgalar yüzünden
ne kadar ger kaldıklarını, entellektüel gel şme bakımından ne
kadar zararlı çıktıklarını anlayab lecekler m ?
Ş md Orman-Göğsü’nde, b l m çevreler nde, gezegen
çapında b r tartışma var: İç kuraklığın sırrını çözmek ve
kurumayı durdurmak, böylece felâket önlemek çn
çalışmaları arttırmak mı daha yer nde olur, yoksa, evrende
uygun b r gezegen bulup Orman-Göğüslüler’ zaman ç nde
oraya göçetmeye, orada uygarlıklarını sürdürmeye hazırlamak
mı?
Ş md l k böyle b r gezegen bulup bulmadıklarını ya da hang
gezegene g tmey düşündükler n b lm yoruz. İş n b z çok
şaşırtan yanı şu: Orman-Göğüslüler gezegenler nde daha
m lyonlarca yıl öyle b r tehl keye maruz kalmadan
yaşayab l rler. Buna rağmen, sank gezegende yaşayanlar o
tehl ke le bugün karşı karşıya m şler g b , bunu en öneml
mesele sayıyor ve önlemek ç n kolları sıvamış bulunuyorlar.
Bu gezegende yaşayanlardan herhang b r n n aklından
‘Benden sonra tufan!’ g b ha nce b r düşüncen n geçmem ş
olması mümkün müdür? Ama, gezegende yıllık brüt gel r n
öneml b r bölümünün, ç kuraklığın yayılmasını önlemek
masraflarına ayrıldığını öğren nce, b z, bunu aklımızdan
geç rd ğ m z ç n utandık.. Ş md l k, s ns s ns gen şleyen çölün
çevres nde b nlerce k lometre uzunluğunda engelleme
duvarları yapmayı tasarlıyorlar. Bunun ç n, çok der n kuyular
açacak, bu kuyuları çok dayanıklı nötr maddelerle dolduracak
ve ç kurumayı azaltacaklarmış.
Şüphes z onların da sosyal hayatta nsan mantığını tâ lk
çağlardan ber ağır baskı altında tutan, çok düşündüren,
ahlâkî, f krî konularda büyük problemler var. Uygarlık ve refah
düzey ne kadar yüksek olursa olsun, on m lyardan fazla
nsanın b r arada, h çb r meseleler olmadan yaşayab lmes o
kadar kolay b r şey değ l. Bununla beraber, karşılaştığımız b r
gerçek b z büyük b r şaşkınlık ç nde bıraktı: Bu gezegen n
nsanları, devlet den len kurumun ne olduğunu b lm yorlar.
Para, savaş, s lah g b şeylerden haberler b le yok. Belk uzak
geçm şler nde savaşmış, devletler kurmuş, para
kullanmışlardır. Bunun sonucu olarak başka sosyal
davranışlar ç nde bulunmuşlardır. Ama bugünkü aşamada,
devlet g b zorlayıcı b r kuruluşu, savaş g b mücadele
b ç mler n b lm yorlar. Eğer onlara, b z m gezegen m zde ardı
ardına, kes lmeyen ve yıkıma götüren s lahlı çatışmaların
olduğunu söylesek, anlatmaya kalkışsak, şüphes z bunu pek
saçma bulacak ya da meseleler n çözümü ç n çok barbarca,
çok vahş b r usûl olarak göreceklerd r.
Onların gezegen nde hayat, bambaşka lkelere, esaslara
göre kurulmuş ve b z dünyalılar kend düşünce tarzımızla
bunu kolay kolay anlayamayız.
Orman-Göğüslüler öyle yüksek düzeyde b r ortak yaşama
b l nc ne varmışlar k , savaşı b r kavga, b r mücadele şekl
olarak kes nl kle redded yorlar. Bu durumda, evren n
kavrayab ld ğ m z sınırları ç nde en yüksek uygarlığın onların
uygarlığı olduğunu düşünüyorsunuz. Belk onlar, zaman ve
uzamın (vüsatın) nsanın denet m altına alındığı ve bunun
akıllı yaratıklar ç n başlıca yaşama sebeb , yaşama amacı
sayıldığı çok yüksek b r b l m düzey ne ulaşmış bulunuyorlar.
Ve bu gel şme, bu evr m, yen , üstün, sonsuza kadar sürecek
b r aşamaya g rm ş bulunuyor.
B z, b rb r yle karşılaştırılması mümkün olmayan şeyler
karşılaştırmaya kalkıyoruz. Zamanla dünyalılar da lerley p bu
düzeye geleceklerd r. Ş md den bu umudu ve övüncü veren
bel rt ler var. Y ne de b z karamsarlığa ten şu düşünceden
kurtulamıyoruz: Ya yeryüzündek nsanlar, traj k b r yanılma le
tar h n ancak b r ‘savaşlar tar h ’ olduğuna kend ler n
nandırırlarsa? O zaman tâ başından ber yanlış, çıkmaza
sürükleyen b r yol tutmuş olmuyor muyuz? Bu durumda
nereye g der z? Sonumuz ne olur? İnsanlar, tuttukları yolun
felâkete götürdüğünü, mertçe kabul etmek cesaret n
göstereb lecekler m ?
B z k m z, kader n lûtfuyla, dünya dışı b r toplum hayatının
lk tanıkları olduk ve ş md karmakarışık duygular ç ndey z:
Dünya ç n hem umutlanıyor, hem de korkuya kapılıyoruz.
Umutlanmamızın sebeb , evrende, b z m ancak s lahlı
çatışmalarla çözmeye kalkıştığımız, düzeltmeye çalıştığımız
çel şk l durumların tamamen dışında kalarak, üstün b r sosyal
hayat düzen n kuranların, bu örneğ sunanların bulunmasıdır.
Orman-Göğüslüler, onlar ç n uzayın epeyce uzak b r
noktasında Dünya gezegen n n bulunduğunu b l yor ve
Dünyalılarla sık temaslar kurmayı, l şk ler ç nde bulunmayı
çok st yorlar. Bu onlarda sadece b r merak değ l, temas
kurmayı sırf meraklarını g dermek ç n düşünmüyorlar. Onlar
bunu, k uygarlık arasında tecrübe alış-ver ş yapmak, ortak
yarar ç n düşünce ve ruhun gel şmes nde yen b r ç zg
başlatmak, akıl ve mantığın zafer n kutlamak ç n st yorlar.
Onların dünya le temas kurmada, b z m hayal b le
edemeyeceğ m z beklent ler var. Evrensel aklın k ayrı
dalındak gel şmeler n b rleşt rerek, evrende nsanların
sonsuza kadar varolma yolunu bulab lecekler n düşünüyor,
bunu umuyorlar. Çünkü gezegenlerde, önünde sonunda her
tür enerj n n tükeneceğ n ve b r tedb r alınmazsa, gezegen n
ve o gezegendek hayatın sona ereceğ n düşünüyorlar.
İşte böyle, m lyarlarca yıl önces nden, ‘dünyanın sonu’
problem üzer nde duruyor ve ş md den, evrende bulunan
bütün canlılarla l şk kurmak, bütün canlıların bekasını
suçlamak amacıyla b r uzay haberleşme üssü kurmaya
hazırlanıyorlar...
İsteseyd ler, eller nde bulunan ışık hızındak gem lerle,
dünyaya çoktan çıkab l rlerd . Ama bunu, Dünyalılar’ın rızası
ve davet olmadan yapmak, davets z konuk olmak
stem yorlar. Çoktan ber b zlerle temas kurmak sted kler n
anlamış bulunuyoruz. B z m uzay stasyonlarımız uzun süre
yörüngede kalmaya başlayınca, temasa geçme zamanının
geld ğ ne karar verm ş, bunun ç n uzun uzun hazırlanmış ve
sonunda teşebbüse geçm şler. Kısmet b z mm ş. Yörünge
stasyonunda s nyaller lk defa algılayıp değerlend ren b z
olduk...
B z m Orman-Göğsü gezegen ne gel ş m z burada büyük b r
heyecan yarattı. B z m gel ş m z dolayıs yle ancak çok öneml
günlerde ve olaylarda devreye sokulan, telev zyonla
bölgelerarası uzaktan temas s stem kuruldu. Çevrem z
kuşatan aydınlık havada, aslında b nlerce k lometre
uzağımızda bulunan nsanları ve nesneler hemen
yanıbaşımızda, karşımızda gördük. Yalnız görmekle kalmadık,
onlarla konuştuk, el sıkıştık, gülüştük, şakalaştık, sev nç
çığlıkları attık. Orman-Göğüslüler güzel nsanlar doğrusu.
B rb rler nden çok farklılar. Bölgelere göre saçlarının reng de
koyu mav den açık mav ye kadar değ ş yor. Yaşlıların saçları
b zde olduğu g b ağarıyor. Her bölge ayrı b r etn k gruptan
oluştuğu ç n, nsan t pler de bölgeden bölgeye değ ş yor.
Bütün bunları ve b ze şaşırtıcı gelen daha n ce konuları
Par te’ye ya da dünyaya dönüşümüzde uzun uzun
anlatacağız. Ş md en öneml konuya gel yoruz, Orman-
Göğüslüler’ n b zden b r r caları var, bunu s ze Par te’n n
haberleşme s stem yle letmem z sted ler. B zden sted kler
şudur: Dünyalıların uygun gördükler b r zamanda,
gezegen m ze gel p gezmek st yorlar. Bu arada, Orman-
Göğsü le Dünya yolunun tam ortasında, gezegenlerarası b r
stasyon kurma çalışmalarına başlamayı öner yorlar.. Bu
stasyon başlangıçta ön görüşmeler, buluşmalar ç n
kullanılacak, sonra da k gezegen arasında gel ş-g d şler ç n
sürekl b r üs olacak. Onların bu öner s n s ze letmeye söz
verd k. Ancak bu konuda b z çok kaygılandıran noktalar var.
B z Dünyalılar böyle b r buluşmaya, karşılaşmaya hazır
mıyız? Bu buluşmayı, bu görüşmey yapab lecek olgunlukta
mıyız? Toplumlarımız arasında bunca uyuşmazlık, sürtüşme,
çatışma sürüp g derken, Dünya adına, bütün nsanlık adına
hareket etmek, onları tems l etmek yetk s ne sah p m y z?
İnsanlar, m lletler arasında yen b r uyuşmazlık, yen b r
üstünlük kavgası, üstünlük yarışı çıkmaması ç n, s ze çok r ca
ed yoruz, lütfen bu konuyu B rleşm ş M lletler Teşk latı’ndan
başka b r kuruluşa götürmey n. Şunu da önemle d l yoruz k ,
meseley BMT’na götürdüğünüz zaman herhang b r devlet n
veto hakkını kullanması, daha doğrusu kötüye kullanması
önlens n. Hatta veto hakkı bu seferl k tamamen kaldırılsın.
Uzayın uzak b r yer nde bulunduğumuz sırada böyle şeyler
düşünmek b ze çok acı gel yor. Ama b z dünyalıyız ve
dünyalıların huyunu suyunu çok y b l yoruz.
Son olarak y ne kend m zden, n ç n böyle davrandığımızdan
söz etmek st yoruz. B z m b rdenb re kayboluşumuzun sebep
olduğu şaşkınlığı, bununla lg l olarak ne sıkı tedb rlere
başvurduğunuzu tahm n ed yoruz. S z bu duruma
düşürdüğümüz ç n üzgünüz. Ama, dünya tar h nde eş
görülmed k bu olayda, b ze düşen bu m syonu yer ne get rmek
zorundaydık. Bunu reddetmeye hakkımız yoktu. B z öyle
düşünüyoruz. Onun ç n, tal matnameye, d s pl ne sıkı sıkıya
bağlı olmamız gerekt ğ halde, b z d s pl n bozarak böyle
davrandık. Bu davranışın tam olarak b l nc ndey z ve bu
yüzden b ze ver lecek cezaya razıyız. Bırakın bu v cdan
sızısını çekel m, kend cezamızı da kend m z verel m..
Ş md l k b r yana bırakalım bunları. B z y d nley n: S ze
evren n öbür ucundan b r mesaj gönderd k. S ze, bugüne
kadar b lmed ğ m z ‘İye’ güneş n n galakt k s stem nden haber
ulaştırdık. Mav saçlı Orman-Göğüslüler çağdaş uygarlıkların
en yükseğ n yaratmışlar. Onlarla buluşup görüşmek, b zler n
bütün hayatını ve nsanlığın kader n değ şt reb l r. Her şeyden
önce dünyanın çıkarlarını düşünerek böyle b r şe cüret
edeb lecek m y z?
Yabancı gezegende yaşayanların, Orman-Göğüslüler n,
b z m ç n asla b r tehl ke, b r tehd t oluşturmadığına
nanıyoruz. Onların tecrübeler nden yararlanmasını b l rsek,
dünyadak hayatımızı değ şt reb l r z. Dünyamızı kuşatan
maddelerden enerj elde etmes nden tutun da, s lahsız,
zorlamasız, savaşsız yaşamaya kadar çok şey öğreneb l r z.
‘Savaşsız yaşamak’ dey m belk s ze tuhaf, saçma geleb l r.
Ama b z burada akıllı yaratıklar olan Orman-Göğüslüler’ n
böyle yaşadıklarına tanık olduk. Jeob yoloj k yapısı
bakımından Dünyamıza çok benzeyen bu gezegen n nsanları
şte böyle yüksek b r uygarlık düzey ne ulaşmışlar ve akıllı
yaratıklar oluşumuz bakımından akraba saydıkları Dünyalı
kardeşler yle, her k tarafın yararına olacak, onurunu
koruyacak şek lde buluşup görüşmek st yorlar.
Dünya dışı b r uygarlıkla şaşkına dönen, gözler kamaşan ve
etk lenen b zler, y ne de, b r an önce Dünyamıza dönmek,
galaks m z dışında İye güneş n n gezegenler nden b r nde
gördükler m z anlatmak ç n sabırsızlanıyoruz.
Orman-Göğsü gezegen nden tam y rm sek z saat sonra,
yan bu tels z haber m zden b r gün ve b r gece sonra, Par te
İstasyonu’na dönmek, Ortak Yönet m Merkez ’n n emr ne
g rmek n yet ndey z.
Ş md l k hoşça kalın. Güneş s stem ne doğru yola çıkmadan
önce, s ze varış saat m z b ld receğ z.
Orman-Göğsü gezegen nden yaptığımız lk yayın burada
sona er yor. Yakında görüşmek üzere..
B z m ç n end şe etmemeler n a leler m ze b ld rmen z çok
r ca ed yoruz.

Kozmonot Par te 1-2

Kozmonot Par te 2-1


*
“Konvans yon” uçak gem s nde olağanüstü yetk lerle donatılmış
kurulların, Par te’de olanlarla lg l ayrı ayrı yaptıkları toplantılar sona
erm şt . Her k kurul kend üst merc ler ne danışmak ç n uçak
gem s nden ayrılmaya karar verd ler. Uçaklardan b r San-
Frans sco’ya, ondan b rkaç dak ka sonra da ötek uçak Vlad vostok’a
doğru hareket ett .
Konvans yon, Büyük Okyanus’ta, Aleut adalarının güney ndek
yer nde, kımıldamadan duruyordu. Gem de çok sıkı denet m ve
güvenl k tedb rler alınmıştı.. Herkes görev n n başında, pür d kkat
bekl yordu. H ç k mse tek kel me konuşmuyor, çıt çıkarmıyordu.
***
Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya g der
gel r... g der gel rd ...
Bu yerlerde dem ryolunun her k yanında ıssız, eng n, sarı
kumlu bozkırların özeğ Sarı-Özek, uzar g derd ...
*
Ana-Bey t’e g den yolun üçte b r n almışlardı. B r defa ufuktan
kend n göster nce çok çabuk yükselen güneş, ş md bozkırın
tepes nde b r noktada harekets z duruyor g b yd . Gündüzün
kavurucu sıcağı başlamıştı.
Boranlı Yed gey, arada b r saat ne, güneşe ve gözalab ld ğ ne
uzanan düzlüklere bakıyor, y yol aldıklarını, ş md l k her şey n uz
g tt ğ n söylüyordu kend kend ne. O y ne en önde, deves n n sırtında
g d yordu. Onun ardından römorklu traktör, römorkun da ardından
‘Belarus’ marka yol kazma mak nes . Kızıl tüylü Yolbars da t n t n
koşuyordu yanlarında.
“.. Demek k nsanın beyn b r dak ka düşünmeden duramıyor, o
gar p başı öyle yaratılmış k stese de stemese de düşünceler ard
arda gel yor, b r düşünceden öbürü doğuyor, herhalde ölünceye
kadar böyle devam ed yor bu...” Yola çıktıkları andan ber , den z n
dalgaları g b b rb r n kovalayarak başını dolduran anılar ve
düşünceler karşısında şte böyle b r keş f yapmış oldu.
Çocukluğunda, rüzgârlı havalarda sık sık Aral kıyısına gel r, b rb r n
doğurarak ve b rb r n kovalayarak gelen köpüklü dalgalara uzun
uzun bakardı Dalgaların kabarıp meydana gel şler ve sonra yok
oluşları b r canlı varlık olan den zden doğup ölmeler ne benzeyen b r
harekett . O zamanlar çocuk hayal yle b r martı olup kanatlanmak,
havalanmak, o büyük Aral’ı, onun çırpınan köpüklü dalgalarını
yukarıdan seyretmek sterd .
Sonbahar eş ğ nde, Sarı-Özek’ n nsanın yüreğ n hüzünle dolduran
ıssız, suskun manzarası ve deves n n ölçülü adımları Yed gey’
düşünceden düşünceye sürüklüyordu. Önler nde yürünecek uzun,
engels z b r yol olduğu ç n, varsın dolaşsındı düşünceler kafasında.
Her uzun yolculukta olduğu g b , Karanar bu defa da terlemeye,
kesk n b r m sk kokusu yaymaya başlamıştı. Deven n boynundan ve
enses nden gelen bu koku Yed gey’ n burnuna doluyordu. Bundan
key flenen Yed gey gülümsed . “Ha, şte y ne ter ç nde kaldın, ded .
Paçalarından köpük akıyor. Yaman b r atansın sen, atanların en
güçlüsü! Ben m güçlü dostum!”
Yed gey, geçm ş , Kazangap’ın genç ve d nç olduğu günler
hatırladı. Derken, b rdenb re acı b r olay, sank beyn n sarsarak
canlandı gözünde. Okuduğu dualarla da z hn nden uzaklaştıramadı o
acı olayı. Aynı acıları duymaya başladı. Duaları ard arda, tekrar
tekrar ve yüksek sesle okuyor, y ne de d nd rem yordu ç ndek acıyı.
Suratı asıldı. H ç gereğ yokken, topuklarıyla haf f haf f sırtına vurdu.
Şapkasının s per n y ce gözler ne nd rd ve b r daha da dönüp
arkadan gelenlere bakmadı. N ye bakacaktı? Arayı açmadan
peş nden gels nlerd . Hem o gençler, o çocuklar ne anlardı o acıdan.
O olayın verd ğ sıkıntıdan? Bu esk olayı h ç k mseye, karısına b le
anlatmamıştı. Ama, bu konuda Kazangap, her zamank ağırbaşlılığı,
dürüstlüğü ve b lgel ğ yle, konuyu onunla tartışmış, yol gösterm ş,
ona destek olmuştu. Bu açık f k rl , her şey b len Kazangap olmasa,
Yed gey çoktan Boranlı’yı terked p g tm ş olacaktı.
1951 yılının sonunda, kışın tam ortasında, Boranlı’ya yen b r a le
gelm şt . Karı-koca ve k de erkek çocuktan oluşuyordu bu a le.
Büyük çocuk Daul beş yaşında, küçüğü Ermek se üç yaşındaydı.
A le re s Abutal p Kuttubayev, Yed gey’le ayn yaştaydı. Savaştan
önce, henüz b r del kanlı ken, köy okullarından b r nde b r yıl
öğretmenl k yapmış, 1941 yılında, savaşın daha lk günler nde
cepheye gönder lm şt . Karısı Zar fe le savaştan hemen sonra
evlenm şler. Boranlı’ya gelmeden önce Zar fe de b r ana okulunda
öğretmenl k yapıyormuş. Kader onları Sarı-Özek’ n Boranlı’sına
atmış.
Onların buraya steyerek gelmed kler pek bell yd . Abutal p ve
Zar fe, öğretmen olduklarına göre başka yerde de ş bulab l rlerd .
Demek k buraya gelmekten başka çareler kalmamıştı. Boranlılılar
onların burada uzun zaman kalamayacaklarını, yakında çek p
g decekler n , buradan kaçacaklarını düşündüler. Onlardan önce
başkaları da gelm ş, ama dayanamamış, g tm şlerd .
Yed gey ve Kazangap da öbür Boranlılılar g b düşünüyorlardı.
Bununla b rl kte, Abutal p a les ne kısa zamanda ısındılar, onlarla çok
y l şk ler kurdular. Ağırbaşlı, kültürlü nsanlardı. Herkes g b onlar
da, karı-koca çalışıyor, kan ter ç nde kalarak her ş yapıyorlardı.
Dondurucu soğuğa aldırmadan kar kürüyor, traversler taşıyor,
dem ryolu şç ler n n yaptığı her şe koşuyorlardı. Onlar da dem ryolu
şç s yd artık. İy , uyumlu, çalışkan nsanlardı. Tek dertler , Abutal p’ n
savaş sırasında b r süre Almanlar’ın el nde es r kalmış olmasıydı.
Oysa o yıllarda, savaş yıllarının taşkın suçlamaları kalkmış, ortalık
yatışmıştı. Es r düşenler vatan ha n ya da düşman olarak
görmüyorlardı artık. Boranlılılar’ın böyle şeylerle h ç kafa yormaya
n yetler yoktu. Adam savaşta es r düşmüşse ne olmuştu yan ?
Sonunda zafer kazanılmıştı şte! Bu korkunç dünya savaşında
nsanların neler çekt ğ n yalnız Allah b l rd . Savaşın kâbusunu
üzer nden atamayan b r sürü nsan bu gen ş dünyada serser serser
dolanıp durmuyor muydu? İşte böyle düşünen Boranlılılar yen
gelenlere b rtakım sorular sorarak onların canlarını sıkmadılar.
Adamın çekt kler yetm yormuş g b ne d ye b r de onlar dertler n
depreşt receklerd ?
Gün geçt kçe Yed gey le Abutal p arasında sıkı b r dostluk kuruldu.
Abutal p zek b r nsandı. Çok güç b r durumda olmasına rağmen
acınacak duruma düşmüyor, kader ne küsüp dert yanmıyordu. Alnı
açık, başı d k, gururluydu. Olayları olduğu g b kabul ed yordu. İşte
Yed gey’ ona bağlayan bu özell kler , bu hareketler d . Herhalde
Abutal p yeryüzündek kısmet n n bu olduğuna nanmıştı. Karısı
Zar fe de bunun b l nc nde ve böyle düşünüyor olmalıydı. Kaderler ne
razı, cezalarını çekmeye hazır, b rb rler ne bağlı, tam b r dayanışma
ç nde d ler. Bu der n bağlılık, bu karşılıklı fedakârlık hayatlarına
anlam ve güç ver yordu. Yed gey sonradan çok y anlamıştı onları
ayakta tutan, onlara, zamanın ş ddetl fırtınalarından kend ler n ve
çocuklarını savunma azm veren gücün bundan geld ğ n . Özell kle
Abutal p, çocuklarından b r gün olsun uzak kalmazdı. Çocukları onun
her şey yd ve şten arta kalan her dak kasını onlara ver rd . Onlara
okuma-yazma öğret r, masallar, bulmacalar uydurur, oyunlar bulur ya
da cad ederd . Başlangıçta, baba ve anne sabahları şe g tt kler
zaman, çocuklar barakada, yalnız kalırlardı. Ama Ukubala’nın buna
yüreğ dayanmadı ve k çocuğu yanına aldı. Onların ev daha sıcaktı
ve o günlerde yen gelenlere göre daha rahat yaşıyorlardı. Bu olay k
a ley b rb r ne daha da yaklaştırdı. O zamanlar Yed gey’ n k küçük
kızı da Abutal p’ n çocuklarıyla ayn yaştaydılar.
B r gün Abutal p dem ryolundak ş n b t r p çocuklarını almaya
geld ğ zaman şöyle ded :
- Bak ne d yeceğ m Yed gey, sen n kızlarına da ben m çocuklarla
b rl kte okuma-yazma öğretey m. Ne ders n? Çocuklar y arkadaş
oldular, hep beraber oynuyorlar. Gündüzler s zde kalırlar, akşamları
se b ze gel rler ve ben onlara ders ver r m. Ben m bu steğ m,
yapacak ş m olmadığından değ ld r, bunu anlarsın. Burası uzak,
kuytuda unutulmuş b r yer, her şey kısıtlı, bunun ç n de çocuklarla
çok lg lenmek gerek. Öyle b r çağa geld k k herkes n b rçok şey
küçük yaştan öğrenmes gerek yor. Bugünün b r karış çocukları,
dünün koca adamlarından daha çok şey b lmek zorunda. Yoksa
doğru dürüst eğ t m yapamaz, b lg l olamazlar.
Abutal p’ n bu çırpınışını, bu çabalarının asıl sebeb n , Yed gey
ancak o felâketten sonra anlayab ld . İlk zamanlar onun, Boranlı’nın
körelt c hayat şartları ç nde b r esk öğretmen olarak, çocuklarına
ancak böyle yardımcı olmaya çalıştığını sanmıştı. Meğer adam,
başına gelecekler b l yormuş g b , çocuklarına kend nden olab ld ğ
kadar çok şey vermek, onların z hn nde, hafızasında daha çok yer
etmek ve onlarda yaşamak st yormuş...
Abutal p akşam şten döndüğü zaman karısı Zar fe le b rl kte, kend
çocukları ve Yed gey’ n kızları ç n ev b r çocuk bahçes ne
dönüştürürlerd . Çocuklar harfler , heceler öğren rler, oyun oynar,
res m yapar, masal d nler, şarkı söylerlerd . Bazen b r yarış hâl ne
get r rlerd bunları. Yed gey bu ders saatler n pek lg nç bulur ve
bazen o da gel rd . Ukubala da ara sıra b r bahane uydurur, o da
gel rd kızlarının ne yaptıklarını, nasıl çalıştıklarını görmeye. Boranlı
Yed gey, onları görünce çok heyecanlanır, duygulanırdı. İşte, okumuş
nsan, öğretmen böyle olurdu, böyle yapardı! Çocuklarla nasıl
candan lg len yor, nasıl çocuklaşıyor, ama ayn zamanda büyük
adam olarak kalmayı nasıl b l yorlardı! Akşamları onlara uğradığı
zaman, onları rahatsız etmemek ç n usulca b r köşeye çek l p
otururdu. Ama daha önce çer g rerken şapkasını çıkarır:
- İy akşamlar, şte çocuk bahçen z n beş nc öğrenc s geld ! derd .
Çocuklar onun ara sıra gel p dersler d nlemes ne alışmışlardı.
Kızları onu görünce çok sev n r, daha d kkatl , daha gayretl olurlardı.
Akşam ders yaptıkları zaman çer s sıcak olsun d ye, Ukubala le
Yed gey, gündüzden ve sırayla Abutal p’ n barakasındak sobayı
yakarlardı.
İşte, o yıl Boranlı’ya gel p sığınan a le, böyle b r a leyd . Tuhaf olan
şu k , böyleler n n şansı pek y g tmez, hatta h ç y g tmez.
Abutal p Kuttubayev’ n tal hs zl ğ yalnız Almanlar’a es r
düşmes nde değ ld . B r grup savaş es r yle b rl kte, 1943’te, Güney
Bavyera’dak es r kampından kaçtıktan sonra kend n Yugoslav
part zanlarının arasında bulmuş, onlarla b rl kte savaşın sonuna
kadar çarpışmıştı. Bu onun şansı ya da şansızlığı olmuştu. Bu arada
vurulup yaralanmış, tedav görmüş ve Yugoslav savaş madalyasıyla
onurlandırılmıştı. Bundan dolayı Part zan gazetes nde onunla lg l
yazılar çıkmış, res mler basılmıştı. 1945’te savaş b t nce yurduna
dönmek sted ğ zaman, kontrol, eleme-ayıklama sırasında bu
yazıların çok yararı oldu. Bavyera es r kampından kaçan on k
k ş den yalnız dördü sağ kalmıştı. Şans Abutal p’e bu defa da
gülmüş, Sovyetler’ n denetleme kom syonu, Abutal p’ n de bulunduğu
b r Yugoslav kurtuluş ordusu b rl ğ ne gelm şt . Yugoslav ordusunun
komutanları da, esk sovyet savaş es rler n n moral üstünlükler ve
part zanlar safında faş stlere karşı savaşırken gösterd kler yararlıklar
konusunda yazılı belge verm şlerd .
Sonunda, k ay süren soruşturma, yüzleşt rme, denetleme ve
beklemelerden, n ce umutlar ve umutsuzluklardan sonra, Abutal p
ana yurdu olan Kazak stan’a döndü. Elde ett ğ hakları y t rmem şt
ama, cepheden normal dönenlere tanınan ayrıcalıklardan mahrum
bırakılmıştı. Bundan dolayı k mseye darılmadı, üzülmed . Cepheye
g tmeden önce coğrafya öğretmen yd , dönüşte y ne ayn okulda
öğretmenl k verd ler. İşte o şeh r merkez ndek okulda, lk sınıflara
ders veren gencec k öğretmen Zar fe le karşılaştı. İk tarafa da
mutluluk get ren evl l kler azdır ama vardır. Hayatta bazen bunun
örnekler ne rastlarız.
Zafer n lk yıllarındak coşkular ger de kaldı, zafer sev nc n n
ardından soğuk savaş havaları esmeye, bu savaşın lk kar taneler
düşmeye başladı. Sonra kar yoğunlaştı. Dünyanın b rçok yer nde,
hassas noktalarda, savaş sonrası b l nc n n yayları ger ld ...
Coğrafya dersler nden b r nde, ger len bu yaylardan b r tanes
salıver ld . Şöyle ya da böyle, şurada veya burada, bu, olacaktı
zaten. Bu ş onun başına gelmese b le, geçm ş onunk ne benzeyen
başka b r n n başına gelecekt .
Abutal p Kuttubayev sek z nc sınıf öğrenc ler ne Avrupa
coğrafyasını anlatıyordu. Söz sırası geld ğ ç n, b r gün es r
kampında ken, taş kırmak ç n Bavyera Alpler ’n n güney ne
götürüldükler n , orada Alman muhafızları etk s z hâle get r p kaçarak
Yugoslav part zanları le b rleşt kler n de anlattı. Savaş ç nde olan
Avrupa kıtasının yarısını yürüyerek geçt ğ n , Adr yat k ve Akden z
kıyılarına ulaştığını, o bölgeler n kl m n , orada bulunan nsanların
yaşayışını ve daha başka özell kler okul k taplarında ayrıntılı olarak
anlatmanın mümkün olmadığını söyled . Bunları söylerken, b r
öğretmen olarak kend gözler yle gördükler n anlatmak suret yle
öğrenc ler n b lg ler n arttıracağını düşünüyordu.
Gösterme sopasının ucu, sınıf tahtasına asılmış mav , yeş l,
kahvereng Avrupa har tasının üzer nde gez n yor; dağlardan,
ovalardan, ırmaklardan geç yor, kış-yaz, gece-gündüz çarpışmalara
katıldığı, ş md b le rüyasına g ren o korkunç yılları hatırlıyordu.
Sopasının ucu belk , b r düşman mak nel tüfeğ n n yandan açtığı
ateşle vurulduğu, har tada görülmeyen o küçük tepen n bulunduğu
yerden, akan kanı le otları, taşları boyayarak kaydığı yamaçtan da
geç yordu. Akan kanı, tahtaya asılmış har tayı baştan başa
boyayab l rd . B r an, gerçekten kanı tahtanın üzer ne akıyormuş g b
göründü gözüne. Vurulduğu ânı, gözler n n karardığını, yere
yuvarlanırken dağların başaşağı döndüğünü ve yıkıldığını görür g b
oldu. Kend s yle b rl kte taş ocağından kaçan Polonyalı b r arkadaşını
yardıma çağırdığını, Kaz m r! Kaz m r! d ye ona seslend ğ n ... Ama
arkadaşı onu duymamıştı. Çünkü, olanca gücüyle bağırdığını sansa
da, ağzından tek kel me çıkmamıştı, ancak part zanların
hastanes nde kan ver ld kten sonra gözler n açmış, kend ne gelm şt .
Abutal p, öğrenc ler ne Avrupa coğrafyasını anlatırken, bunca
olaydan sonra, yalnız coğrafya ders yle lg l bas t konuları,
heyecansız ve kupkuru olarak anlatmasına kend s de şaşıyordu.
İşte bu sırada, ön tarafta oturan öğrenc lerden b r , sert b r
hareketle doğrulup parmak kaldırdı ve onun sözünü kest :
- Öğretmen, demek k s z Almanlar’a es r oldunuz?
Böyle d yen öğrenc , sert, soğuk bakışlarını öğretmene d km şt .
Ayakta, hazır ol duruşunda d k len genç, başını haf fçe arkaya
atmıştı. Alt d şler üst d şler n örten bu çıkık çenel çocuğu, Abutal p
hep o hal yle hatırlayacak, h ç unutmayacaktı artık.
- Evet, ne olmuş es r düşmüşsem?
- N ç n beyn n ze b r kurşun sıkıp kend n z öldürmed n z?
- N ç n öldürecekm ş m kend m ? Yaralıydım zaten!
- Düşmana tutsak olmak yasaktı, kes n em r ver lm şt bu konuda!
- K m verm ş bu emr ?
- Yukarıdan ver lm şt .
- Sen nerden b l yorsun?
- Her şey b l r m ben. B z m eve Alma-Ata’dan, hatta Moskova’dan
gelenler olur. Demek k s z em rlere karşı geld n z?
- Pekâlâ, sen n baban savaşa katıldı mı?
- Hayır, o asker toplama ş yle görevlend r lm şt .
- Öyleyse b z m sen nle anlaşmamız b raz zor. Yalnız sana şunu
söyleyeb l r m k , başka çıkış yolum yoktu.
- Ne olursa olsun em rlere uyacaktınız.
O sırada başka b r öğrenc yer nden kalkıp ona karşılık verd :
- Sen neler karıştırıyorsun, n ye mesele çıkarmak st yorsun?
Öğretmen m z Yugoslav Part zanları’nın safında çarpışmış. Daha
başka ne yapsındı yan ?
Öbür çocuk kes n ve natlı konuştu:
- Ne olursa olsun em rlere uymak zorundaydı!
Az önces ne kadar çıt çıkmayan sınıfta büyük b r gürültü oldu.
Herkes b rb r yle konuşmaya, tartışmaya başlamıştı: “Emre
uymalıydı!”, “Hayır yapamazdı bunu!”, “Yapab l rd !”, “Yapamazdı”,
“En doğrusunu yapmış!”, “Doğru yapmamış!”...
Öğretmen yumruğunu masaya vurarak bağırdı:
- Susun! Susun! B z burda coğrafya ders yapıyoruz. Ben m nasıl
savaştığım, ne yaptığım s z değ l başkalarını lg lend r r ve onlar da
bunu b l yorlar. Ş md hep n z har taya bakın ve d nley n!
Öğretmen ayakta duruyor, gösterme sopasının ucunu har tada
görünmeyen b r noktada tutuyordu. Öğrenc ler n h çb r bakmadı o
noktaya. Oysa oradan b r mak nel tüfek daha ateş açmış, onu
b çm ş, yamaçtan aşağı ağır ağır yuvarlamıştı. Öğretmen n akan
kanı, mav -yeş l-kahvereng har tanın üzer ne yayılıyordu. H çb r
görmüyordu bunu...
Bu olaydan b rkaç gün sonra öğretmen l yönet m merkez ne
çağırdılar. Savunmasına fırsat b le bırakmadan, görev nden ayrılmak
sted ğ ne da r b r d lekçe mzalattılar ona. Esk b r savaş es r n n yen
yet şen nesle öğretmenl k yapacak moral değerlere sah p olmayışı
ayrılma gerekçes olarak göster l yordu.
Abutal p Kuttubayev le karısı Zar fe, lk çocukları küçük Daul’u
yanlarına alarak l merkez nden epeyce uzak başka b r bölgeye, b r
köy okuluna g tt ler. Oraya tay n ed lm şlerd : Bu yen okulun
şartlarına uyum sağlayarak çalışmaya devam ett ler. Çalışkan ve
yetenekl b r öğretmen olan Zar fe kısa b r süre sonra burada
başöğretmen oldu. Ama, o sıralarda Yugoslavya le lg l 1948 olayları
patlak verd . Ş md Abutal p yalnız b r esk savaş es r değ l, uzun
zaman düşman ülkede kalmış şüphel b r nsan olarak da
görülüyordu. Yalnız Part zan yoldaşların safında çarpıştığını söyley p
kanıtlayarak kend n savunması h çb r şey değ şt rmed . Herkes onu
anlıyor, bazıları bu duruma çok üzülüyor, ama onu savunmak ç n
k mse ağzını açıp tek kel me söylemeye cesaret edem yordu. Onu l
yönet m merkez ne b r defa daha çağırdılar, şahsî sebeplerle ve
kend d leğ yle görev nden ayrıldığına da r b r d lekçe daha
mzalattılar...
Abutal p Kuttubayev’ n a les , şte böyle oradan oraya b rçok yer
dolaştıktan sonra, 1951 yılının sonlarında, Sarı-Özek bozkırındak
Boranlı stasyonuna geld .
*
1952 yılının yazı, herzamank nden daha sıcak ve bunaltıcı geçt .
Güneş gökten alaz alaz od yağdırıyordu sank . Toprak öyle kızmış,
bozkır öyle kurumuştu k , kertenkeleler b le kuruyan boğazlarını
ş ş re ş ş re, ağızlarını y ce açıp d ller n uzatarak, nsanlardan h ç
korkmadan evler n kapılarına kadar sokuluyor, başlarını sokacak b r
ser nl k arıyorlardı. Çaylaklar da y ne ser nl k arayarak, olab ld ğ nce
yükseğe çıkmış, görünmez olmuşlardı. Onların çok yükseklerde,
kavurucu, yakıcı, sess z sıcak dalgaları arasında y t p g tt kler , arada
b r attıkları çığlıklardan anlaşılıyordu.
Ama ş şt ve her zamank g b yapılacaktı. Trenler y ne doğudan
batıya, batıdan doğuya g d p gel yordu, katarlar y ne her zamank g b
çoktu ve Boranlı’da kavuşup ayrılıyorlardı. Devlet n bu ana dem ryolu
hattında gel p g tmeler n cehennemî sıcaklık da durduramazdı.
Hayatın akışı devam ed yordu. Dem ryolunda, kalın eld ven
takmadan çalışmak mkânsızdı. Eld vens z ne taşa dokunab l rs n z
ne dem re. Güneş tepede kor ateşl b r maltız d sank . Su, her
zamank g b tankerle uzaktan taşınıyor ve Boranlı’ya gel nceye
kadar neredeyse kaynayacakmış g b ısınıyordu. İnsanın üzer ndek
elb se de k gün ç nde kavrulup yırtılıyor, l me l me oluyordu.
Doğrusu Sarı-Özek’te kış hayatı, bundan daha kötü değ ld . Bu
sıcakta yaşamaktansa en ş ddetl soğuklarda yaşamayı terc h ederd
nsan.
Boranlı Yed gey, o müth ş sıcakların olduğu günlerde, sank bunun
sorumlusu, suçlusu kend s ym ş g b , Abutal p’ b raz yüreklend rmek,
avutmak sted :
- Burada her yaz böyle geçmez. Bu defak yaz sıcağı görülmem ş
b r şey. On beş y rm gün daha dayanırsak hava ser nler, b z
mahveden bu lanet sıcaklar b ter. Bazen Sarı-Özek’te, yaz sonuna
doğru hava b rden değ ş r ve çok güzel b r hava kışa kadar devam
eder. Hayvanlar canlanır, sem r r, güçlen rler. B rçok bel rt ler var,
h ssed yorum, bu yıl da sonbahar öyle güzel olacak, b raz daha
sabret!..
Abutal p gülümsed :
- Kes n m bu söyled ğ n?
- Hemen hemen kes n.
- Umut verd ğ n ç n sağol. Bak, hamama g rm ş g b ter ç ndey m.
Ben kend m ç n kaygılanmıyorum. Zar fe ve ben sıkıntının bundan
beter n de gördük. Katlanırız. Ben çocukları düşünüyorum. Haller ne
baktıkça ç m parçalanıyor.
Boranlı’nın çocukları o yaz per şandılar. Yüksek ısı onları
kavuruyor, hals z düşürüyor, zayıflatıyordu. O boğucu sıcaklarda
başlarını sokacak b r ser n köşe bulamıyorlardı. Ne b r yeş l ağaç
vardı ne de ufacık b r dere... Baharda bozkır canlanıp dereler,
yamaçlar kısa b r süre ç n yeşer nce, çocukların keyf ne d yecek
olmaz. O zaman top koşturur, saklambaç oynar, kırda koşup
sümbülkıranları (gelen ler ) kovalarlar. Uzaktan onların
bağrışmalarını duymak nsanı neşelend r r, zevklend r r..
Fakat o yazın sıcağı çocukları pek mutsuz etm şt . En hareketl , en
taşkın çocuklar b le o dayanılmaz sıcaktan ez lm ş, sus-pus
olmuşlardı. Gün boyunca, dışarıda evler n gölgel tarafında oturuyor,
ancak tren geçerken çıkıyorlardı oradan. Trenler tek eğlenceler yd .
Katarların kaçının o yana, kaçının bu yana geçt ğ n , herb r nde kaç
yük, kaç yolcu vagonu olduğunu sayıyor, eğlen yorlardı. B r yolcu
tren kavşaktan geçerken b raz yavaşlasa, çocuklar onun duracağı
umuduna kapılıyor, güneşten korunmak ç n m n k eller n kaldırarak
olanca hızlarıyla koşuyorlardı. Sank trene b n p g decek, bu
kavurucu sıcaklardan kurtulacaklardı. Ama vagonlar uzaklaşınca,
arkadan gıpta ve üzüntüyle bakakalırlardı. Onların bu hâl n görmek
yüreğ n parçalıyordu nsanın. Kapıları, pencereler ardına kadar
açılmış vagonlarda g den yolcular da bunalıyordu sıcaktan. P s
kokular ve s nekler yüzünden bayılacak g b yd ler. Ama onların b r
umutları, sabır güçler n arttıran b r güvenceler vardı. En çok k gün
ç nde ser n suları, yeş l ormanları bulunan b r bölgeye gelecekler n
b l yorlardı.
O yaz bütün büyükler, analar-babalar, çocuklar ç n çok
üzülüyorlardı. Ama Abutal p’ n neler çekt ğ n Zar fe’den başka yalnız
Yed gey anlıyordu. B r gün Zar fe le Yed gey arasında bu konuda b r
konuşma geçt ve Yed gey onların geç rd ğ sıkıntılar, tal hs zl kler
hakkında b raz daha b lg ed nm ş oldu.
O gün hat boyunca çalışıyor, yola çakıl döşüyor ve bunu
t treş mden gevşeyen rayların, traversler n altına sokuyorlardı.
Trenler gel p geçt kçe, aralarda yapıyorlardı bu ş . Güneş n altında,
ağır, zor b r şt bu.. Öğleye doğru, Abutal p boş b r b don alarak
sözde o sıcak sudan get rmek ç n tanker n yanına g tt . Asıl amacı
orada duran çocuklara b r göz atmaktı.
O müth ş sıcağa rağmen, dem ryolunda hızlı hızlı yürüyordu. Aklı
çocuklardaydı ve b r an önce görmek st yordu onların ne durumda
olduklarını. K rl , terl fan les , kem ğ çıkmış omuzlarına yapışmıştı.
Başında, saçaklanmaya başlamış b r hasır şapka, ayaklarında
bağsız b r ayakkabı vardı. Pantalonu, y ce zayıflamış bacaklarında,
yürüdükçe k yana sallanıyordu. Etrafına h ç bakmadan,
ayakkabılarını sürüye sürüye traversler n üzer nden yürüyor, o sırada
arkadan gelen b r tren n ses n duymuyor, dönüp bakmıyordu b le.
- Hey Abutal p, çek l dem ryolundan, sağır mısın, tren gel yor! d ye
bağırdı Yed gey.
Abutal p onu da duymadı. Ancak tren n düdük çalması üzer ne
yavaşça yol set nden nd . Trene de bakmadı ve bu yüzden
mak n st n ona h ddetle söylenerek yumruk salladığını görmed .
Ne savaş, ne es rler kampı saçlarını ağartmamıştı. Çünkü,
gencec k b r teğmen olarak cepheye g tt ğ zaman 19 yaşındaydı.
Ama o yaz, gür saçlarına Sarı-Özek kırı düşmeye başlamıştı.
Şakakları ş md den bembeyazdı. Sarı-Özek’te hep böyle olurdu
zaten. Hayat şartları düzelse, güzel günlerde olsalar, yakışıklı, güçlü
olduğu meydana çıkardı. Gen ş alınlı, kartal burunlu, etl dudaklı,
badem gözlüydü. Gırtlağı haf f çıkıntılıydı. Boylu boslu, göster şl b r
adamdı. Zar fe bazen acı b r gülümseme le takılırdı ona: “Ah Abu,
tal h n olsa sahneye çıkar, Otello rolünü çok güzel oynardın..” derd .
Abutal p de gülerek cevap ver rd : “O zaman da ahmaklık ed p sen
boğardım, bunu mu st yorsun!”.
Abutal p’ n ger s nden gelen trene aldırmayışı Yed gey’ n canını
sıkmıştı. Zar fe’ye:
- Ona söyle b r daha böyle yapmasın! ded . Tren yolunda yürümek
yasaktır. Tren çarpsa mak n st suçlu sayılmaz. Ama mesele o değ l.
N ç n kend n tehl keye atıyor?
Zar fe ç n çekt . Güneşten yanmış yüzünden akan ter yen yle s ld :
- Onun ç n çok korkuyorum.
- N ç n?
- Korkuyorum Yed ke.. Senden n ye g zleyeceğ m. Çocukları ve
ben düşünüp kahroluyor. Onunla evlenmeme a lem karşı çıktı.
Onları d nlemed m. Hele ağabey m çılgına döndü. “Aptallık
ed yorsun, hayatın boyunca p şmanlık duyacaksın!” ded . Sen b r
erkekle değ l, felâket n ta kend s yle evlen yorsun! Doğacak
çocukların ve onların çocukları da mutsuz olacak bu evl l k
yüzünden. Sen n o sevg l n n aklı olsaydı, evleneceğ yerde g der
kend n asardı. Çok daha y olurdu bu onun ç n!” d ye bağırdı bana.
B z k msey d nlemed k ve evlend k. Savaş b tt ğ ne göre, artık
ölüler n d r ler n hesaplaşması sözkonusu olmaz sanıyorduk.
Evlend kten sonra, hem ben m hem onun akrabalarından uzak
durduk. Ama, nanır mısın b lmem, ağabey m kalkıp b r d lekçe
verm ş. Ben m böyle b r adamla evlenmem engellemek ç n el nden
gelen yaptığını, engel olamadığını, o yüzden de, ben mle ve
Yugoslavya’da uzun süre kalmış Abutal p Kuttubayev adındak
adamla h çb r l şk s kalmadığını b ld rm ş. Onun şte bu
d lekçes nden sonra başımız dertten kurtulmadı. Nereye g tsek
kapıdışarı ed ld k. İşte ş md de buradayız, g decek başka yer m z de
yok...
Zar fe sustu. Kırılmış taşları sert hareketlerle traversler n altına
sıkıştırmaya başladı. O sırada karşıdan başka b r tren n gelmekte
olduğunu gördüler, kürekler ve yük tezkeres n alıp yoldan çek ld ler.
O nsanların böyles ne güç b r durumda olduklarını anlayan
Yed gey, b r şey yapmak, onlara yardım etmek st yordu. Ama el nden
b r şey gelmezd . Çünkü felâket n kökü-kaynağı Sarı-Özek
sınırlarının dışındaydı. Kadına ancak şunları söyleyeb ld :
- B z burada uzun yıllardan ber yaşıyoruz. S z de alışırsınız.
Kend n z yılgınlığa tesl m etmey n. Hayat böyled r, yaşamak gerek..
B r yandan da kend kend ne şöyle d yordu: “Eee, böyle şte, Sarı-
Özek’ n ekmeğ acıdır. Kışın buraya geld kler nde kadıncağızın yüzü
bembeyazdı, ş md kararıp toprak reng n aldı”. Kadının kısa
zamanda güzell ğ n y t rd ğ ne de acıyordu. “Güzel saçları, kaşları,
k rp kler de kavruldu, dudakları d l m d l m çatladı. Acınacak halde
zavallı. Y ne de dayanıyor, koyverm yor kend n . D k durmaya
çalışıyor. Hem, k çocuğu varken dayanmasın da ne yapsın. Afer n
sana kadın, afer n!”.
Karşıdan gelen tren, sıcak b r yel savurarak ve mak nel tüfek g b
sesler çıkararak geç p g tt . Onlar da kürekler alıp çalışmaya devam
ett ler. Yed gey kadını yüreklend rmek ve gerçeğ kabul etmes n
kolaylaştırmak ç n:
- Bak Zar fe, ded . Burada hayat özell kle çocuklar ç n çok zor.
Bunu kabul ed yorum. Kend çocuklarıma bakarken ben m de ç m
parçalanıyor. Ama bu sıcak hep böyle devam etmez. Yakında değ ş r
hava. Hem düşün k yalnız s z değ ls n z Sarı-Özek’te yaşayan.
Çevren zde başka nsanlar da var, b z varız meselâ. “Kader
böyleym ş” d ye kend n z üzmen ze, y y p b t rmen ze gerek yok.
Katlanacağız!..
- Ben de ona böyle ded m Yed ke. Ama onun neler h ssett ğ n çok
y b l yorum, üzüntüsünü arttırmamak ç n patavatsızlık etmemeye,
tek yanlış kel me kullanmamaya çalışıyorum.
- Böyle davranmakla çok y ed yorsun Zar fe. Ben de b r fırsatını
bulup böyle davranmanı steyecekt m senden. Ama sen her şey
b l yor ve yapıyorsun. Özür d ler m akıl vermek sted ğ m ç n.
- Doğrusu bazen canıma tak ed yor, dayanamıyorum. Kend me de,
ona da, özell kle çocuklara da çok acıyor, ağlıyorum. Onun h çb r
suçu yok. Y ne de b z böyle b r yere get rd ğ ç n kend n suçluyor,
üzüntüden kahroluyor. B z m memleket bambaşkaydı. Ala-Tav
(Aladağ) yaylasında, ırlaklar arasında, kl m başka, hayat başka.. H ç
olmazsa yaz aylarında çocukları oraya göndereb lseyd k! Ama k me
göndereceğ z? Analarımız, babalarımız erken öldüler. Kız ve erkek
kardeşler m ze, öbür akrabalara gel nce... Onları da suçlamıyorum.
Ne yapsınlar b z m çocukları? Evvelce de b zden uzak duruyorlardı,
ş md büsbütün yüz çev rd ler. B z m ne olduğumuzu b le öğrenmek
stem yorlar. N ç n alsınlar çocuklarımızı? Açıkça sözünü etm yorsak
da, ömür boyu buraya saplanıp kalma korkusu aklımızdan çıkmıyor.
Abu’nun neler h ssett ğ n , neler düşündüğünü çok y b l yorum.
Sonumuzun ne olacağını yalnız Allah b l r...
Bundan sonra aralarına der n b r sess zl k çöktü. B r daha ayn
konuya dönmed ler. Trenler gel p geçt kçe ş bırakıyor, sonra y ne
başlıyorlardı çalışmaya. Başka ne yapab l rlerd k ? Onları tesell
etmek ç n ne söyleyeb l r, nasıl yardım ederd Yed gey? Kend
kend ne “Büsbütün sefalete t lm ş sayılmazlar, karı-koca çalışarak
geç mler n sağlayab l rler. Onları burada zorla k mse tutamaz, ama
burada kalmaktan başka çareler de yok, ne yarın g deb l rler ne de
daha sonra..” d ye düşündü.
Yed gey, bu a le ç n bu kadar üzülüp kaygılanmasına şaşıyordu.
Onların başına gelenlerle doğrudan doğruya b r l şk s vardı sank .
Nes oluyordu bu nsanlar? Bu durumdan kend s n n sorumlu
olmadığını, el nden de b r şey gelmeyeceğ n söyleyeb l rd kend s ne.
Hem o nec oluyordu da hüküm vermeye, olayların g d ş n
değ şt rmeye kalkışsın! Bas t b r şç yd . Bozkırdak d ğer şç lerden
b r . Hayatta ney n doğru, ney n yanlış olduğuna karar vermeye
çalışarak v cdanını harap etmeye, syan etmeye hakkı var mıydı?
Kararların çıktığı yerde, bu şler ondan b n kere daha y b lenler
vardı. Orada, Sarı-Özek’tek nden daha y , daha açık görürlerd
olayları. Ona mı düşmüştü bunlara kafa yorup üzülmek?.. Ama,
düşünmeden, üzülmeden edem yordu şte. N ç n olduğunu pek
anlamasa da en çok Zar fe ç n sızlıyordu yüreğ . Kadının fedakârlığı,
bağlılığı, dayanma gücü, mücadeles , onu hem şaşırtıyor hem de
saygı h ss uyandırıyordu onda. Zar fe, fırtınadan, kanatlarıyla
yuvasını korumaya çalışan b r ana kuş d . Onun yer nde başka kadın
olsa, b r süre ağlayıp sızladıktan sonra, akrabalarının baskısına
boyun eğer, onların yanına g derd . Ama Zar fe, savaş yüzünden
kocasının başına gelenlere, onunla b rl kte, onunla eş t olarak
katlanıyordu. Yed gey’ en çok şaşırtan üzen de bu d . Çünkü bu
kadın kocasına yardım edem yor, çocuklar ç n b r şey yapamıyor ve
bunun ç n de sürekl b r üzüntü duyuyordu... Sonraları, kader
Boranlı’ya böyle b r a ley düşürdüğü, onu bu a len n dertler yle
dertlend rd ğ ç n kend ne acıdığı zamanlar oldu. Ne d ye çekm şt bu
acıları? Onlar gelmese, bu acıları çekmez, esk s g b derts z,
kaygısız yaşamaya devam ederd ...
***
-VI-
O gün öğleden sonra, Büyük Okyanus’ta, Aleut adalarının
güney nde den z çırpınmaya başladı. Amer ka kıtasının
düzlükler nden kopup gelen güney-doğu rüzgârı yavaş yavaş hızını
arttırarak yönünü y ce bell ett . Koca den z b rden kabarıp
çalkanmaya, b rb r n kovalayan dalgalar da y ce yükselmeye
başladı. Bu durum, b r fırtınanın değ lse b le, den z n uzun süre
dalgalı kalacağının b r bel rt s yd .
Okyanusun ortasında meydana gelen bu dalgalar “Konvans yon”
uçak gem s ç n b r tehl ke yaratmazdı. Başka zaman olsa duruşunu
değ şt rmeye h ç gerek görmezd . Ama o gün, üst merc ler n
görüşünü almak ç n g den ve olağanüstü yetk lerle donatılmış
kom syon üyeler n taşıyan k uçağın her an dönmes beklen yordu.
Onun ç n yan sarsıntıları azaltmak, n ş kolaylığı sağlamak amacıyla
burnunu rüzgâra çev rd . İşler yolunda g tt . Önce San-Frans sco’dan
sonra Vlad vostok’tan havalanan uçaklar güverteye nd ler.
Her k kom syon tam kadro le dönmüştü. Düşüncel görünüyor ve
h çb r n n ağzını bıçak açmıyordu. Gel şler nden on beş dak ka sonra
ortak g zl toplantıyı başlattılar. Toplantının başlamasından beş
dak ka sonra da, İye’n n uydusu b r gezegende bulunan yörünge
stasyonu Par te’n n kozmonotları 1-2 ve 2-1’e acele b r tels z b ld r s
gönder ld . B ld r şöyleyd : “Yörünge stasyonu denetley c
kozmonotları 1-2 ve 2-1’e b ld r : Güneş s stem n n dışına çıkmış olan
Par te kozmonotları 1-2 ve 2-1’e, h çb r harekette bulunmamalarını
duyurunuz. Ortak Yönet m Merkez nden yen b r em r alıncaya kadar
yerler nden kes nl kle ayrılmasınlar.”
Bundan sonra, olağanüstü yetk lerle donatılmış kom syon üyeler ,
b r dak ka kaybetmeden, uzay bunalımına b r çözüm bulmak ç n,
kend görüş ve tekl fler n ortaya koymak üzere toplantıyı sürdürdüler.
‘Konvans yon’ uçak gem s burnunu rüzgâra verm ş, ardı arkası
kes lmeyen dalgalar arasında kımıldamadan duruyordu. O anda bu
gem de bütün dünyayı lg lend ren b r kararın alınmakta olduğunu
k mse b lm yordu.
***
Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya g der
gel r.. g der gel rd ...
Bu yerlerde dem ryolunun her k yanında ıssız, eng n, sarı
kumlu bozkırların özeğ Sarı-Özek uzar g derd .
Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenw ch mer dyen nden
başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler dem ryoluna göre
hesaplanırdı.
Trenler se doğudan batıya, batıdan doğuya g der gel r..
g der gel rd ..
*
Ana-Bey t mezarlığına k saatl k yolları kalmıştı. Sarı-Özek
bozkırlarında cenaze alayı ayn düzende lerl yordu: Karanar’ın
üzer ne oturmuş Yed gey en önde g derek yol göster yordu. Karanar
y ne yorulmak b lmeyen ayn gen ş adımlarla yürümekteyd . Onun
ardından traktör ve traktöre koşulu, üzer nde Kazangap’ın tabutu
bulunan römork vardı. Römorkta kaynatasının cenazes yanında tek
başına oturan Ayzade’n n kocası ve merhumun damadı vardı. En
ger de se Belarus marka yol kazma mak nes . Onları, bazen öne
geçen, bazen ger de kalan, bazen de kend ne göre öneml b r
sebeple olduğu yerde duralayan gen ş göğüslü, kızıl tüylü köpek
Yolbars tak p ed yordu.
Tepeler ne d k len güneş y ce kızdırıyordu ortalığı. Yolun büyük b r
bölümünü ger de bırakmışlardı ama, lerled kçe b r tümseğ n
ardından başka b r tümsek çıkıyor, eng n Sarı-Özek bozkırının ufka
kadar uzanan yen b r görüntüsüyle karşılaşıyorlardı. Ş md , vakt yle
Sarı-Özek’ baştan başa st lâ eden Juan-Juanlar’ın oturduğu yerden
geç yorlardı. Başka yerlerden gelen ve buralarda uzun süre kalan
Juan-Juanlar kötü b r nam bırakmışlardı. Onlarla bölgen n yerl
göçebe aş retler arasında, su kuyuları ve otları yüzünden ardı arkası
kes lmeyen savaşlar olurdu. Savaşı bazen ber k ler kazanırdı bazen
ötek ler. Yen lenler topraklarından b r bölümünü kaybeder,
kazananlar se kend topraklarını büyütür, ama y ne yanyana
yaşamaya devam ederlerd . Yel zarov’un anlattıklarına göre o
zamanlar sürü beslemeye elver şl olan Sarı-Özek, uğrunda
savaşmaya değerm ş. O zamanlar, lkbaharda ve sonbaharda bol
yağmur yağarmış, büyükbaş ve küçükbaş hayvan sürüler n
beslemeye yetecek kadar bol ot b term ş buralarda. Bundan başka
buraya tüccarlar gel r, panayırlar kurulur, her türlü alış-ver ş
yapılırmış. Fakat b r zaman gelm ş, kl m b rden değ şm ş, yağmurlar
yağmaz, otlar b tmez olmuş, kuyular kurumuş. Sürüler ne ot
bulamayan göçebeler ve buralara uzaktan gel p şgal eden Juan-
Juanlar sürüler n alıp dağılmışlar. Juan-Juanlar b r daha h ç
görülmem ş. Ş md Volga denen ‘İt l’nehr boyuna g tm şler ve orada
batıp yok olmuşlar. Ne geld kler yer b len var, ne g tt kler yer . B r
söylent ye göre de lanetlenm şler, kargılanmışlar. Kışın İt l’ n
üzer nden geçerlerken buzlar yarılmış, çoluk-çocukları, malları
davarlarıyla buzların altında kalmışlar...
Sarı-Özek’ n yerl ler olan Kazaklar se ülkeler n terketmem ş. Yen
yen kuyular kazıp su buldukları yerlerde toplanmışlar. Y ne de pek
tenha m ş. Sarı-Özek ancak savaştan sonra, su taşıyan tankerler şe
koyulduğu zaman başlamış. Tanker sürücüsü bölgey y tanırsa,
otlakta, üç-dört ayrı yerdek sürüler n su ht yacını karşılıyormuş.
Büyük sürü sah pler , çevredek sovhozlar ve kolhozlar o zamanlar
buralarda mandıralar kurmayı, böyle b r yatırımın neye malolacağını
ve r skler n b le düşünmüşler. İy k bunu düşünürken epey zaman
kaybetm şler ve bu arada, Ana-Bey t yakınında b r şeh r oluşuverm ş.
“Posta Kutusu” d yorlardı bu adsız şeh re. ‘Posta Kutusu’na g tt m’,
‘Posta Kutusu’ndan geld m’, ‘Posta Kutusu’ndan şunu aldım.. bunu
aldım’ d yorlardı. Posta Kutusu zamanla büyümüş, b r asfalt yolla b r
yandan uzay üssüne, öbür yandan dem ryoluna bağlanmış ve
buraya yabancıların g rmes yasaklanmıştı. İşte, Sarı-Özek’te bu
defa endüstr leşm ş b r yerleş m kurulması böyle olmuştu.
Orada geçm şten kalan tek z Ana-Bey t mezarlığı d . Deven n ç ft
hörgücü g b tıpatıp b rb r ne benzeyen ve bu yüzden Ek z Tübe (İk z
Tepe) den len k tepen n üzer ndeyd Ana-Bey t. Bu mezarlık
bölgen n en kutsal mezarlığı sayılıyordu. Esk den bazı a leler ölüler n
buraya öyle uzak yerlerden get r rlerd k cenaze alayı gecey
bozkırda geç rmek zorunda kalırdı. Ve ölünün yakınları merhumu
Ana-Bey t’e gömmüş, ona böyle b r saygı göstereb lm ş olmaktan
haklı b r gurur duyarlardı. Halk ç nde en çok sayılan, sev len, b lg l ,
haklı b r üne sah p nsanlar buraya gömülürlerd . Her şey b len ve
bölgey çok y tanıyan Yel zarov bu mezarlığa ‘Sarı-Özek Anıt Kabr ’
derd .
O gün, Boranlı dem ryolu stasyonundan çıkıp bozkırda lerleyen
devel , traktörlü, kazma mak nel ve köpekl tuhaf cenaze alayı, şte
oraya g tmekteyd ...
Ana-Bey t mezarlığının b r efsanes , Juan-Juanlar’ın bozkırı şgal
ett kler çağlara dayanan b r h kâyes vardı: Sarı-Özek’ şgal eden
Juan-Juanlar tutsaklara korkunç şkenceler yaparlarmış. Bazen de
onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı
sayılırmış, çünkü bunlar bazen b r fırsatını bulup kaçar, ülkeler ne
dönerek Juan-Juanlar’ın yaptığı şkenceler anlatırlarmış. Ama asıl
şkencey , genç ve güçlü oldukları ç n satmadıkları es rlere
yaparlarmış. İnsanın hafızasını y t rmes ne, del olmasına yol açan
b r şkence usuller varmış. Önce es r n başını kazır, saçları tek tek
kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta b r kasap oracıkta b r
devey yatırıp keser, der s n yüzerm ş. Der n n en kalın yer boyun
kısmı m ş ve oradan başlarmış yüzmeye. Sonra bu der y parçalara
ayırır, taze taze, es r n kan ç nde olan kazınmış başına sımsıkı
sararlarmış. Böylece sarılan der , bugün yüzücüler n kullandığı
kauçuk başlığa benzerm ş. Buna “Der geç rme şkences ” derlerm ş.
Böyle b r şkenceye maruz kalan tutsak ya acılar ç nde kıvranarak
ölür, ya da hafızasını tamamen y t ren, ölünceye kadar geçm ş n
hatırlamayan b r mankurt, yan geçm ş n b lmeyen b r köle olurmuş.
B r deven n boynundan beş-altı k ş n n başını saracak der
çıkıyormuş. Bundan sonra, der geç r len tutsağın boynuna, başını
yere sürtmes n d ye, b r kütük ya da tahta kalıp bağlar, yürek
parçalayan çığlıkları duyulmasın d ye uzak, ıssız b r yere götürürler,
eller ayakları bağlı, aç, susuz, yakan güneş n altında öylece b rkaç
gün bırakırlarmış. Bu tutsaklar b rer mankurt olmadan yakınları b r
baskın düzenley p onları kurtarmasın d ye, yanlarına gözcüler
koyarlarmış. Açık bozkırda her taraf kolayca görüldüğü ç n g zl ce
gel p baskın yapmak kolay olmazmış.
Juan-Juanlar’ın b r tutsağı mankurt yaptıkları duyulur, öğren l rse,
artık onu en yakınları b le gerek zorla, gerek f dye vererek kurtarmak
stemezlerm ş. Çünkü b r mankurt, esk vücuduna saman
doldurulmuş b r korkuluktan, b r mankenden farksız olurmuş onlar
ç n.
Bununla b rl kte, b r defasında, adı tar he Nayman Ana olarak
geçen b r göçebe kadın, oğlunun başına gelenlere dayanamamış,
onu kurtarmak stem ş. Efsane böyle anlatır. Ana-Bey t mezarlığının
adı da buradan gel r. “Ana-Bey t” ‘ana barınağı, ana huzuru’
demekt r.
Sarı-Özek’ n kızgın güneş ne ‘mankurt’ olmaları ç n bırakılan
tutsakların çoğu ölür, beş-altı k ş den ancak b r ya da k s sağ
kalırmış. Onları öldüren açlık ya da susuzluk değ l, başlarına
geç r len soğumamış deve der s n n güneşte kuruyup büzülmes ,
başlarını mengene g b sıkıp dayanılmaz acılar vermes ym ş. B r
yandan deve der s büzülüyor, b r yandan da kazınan saçlar büyüyüp
başına batıyormuş. Asyalılar’ın saçları fırça g b sert olur zaten. Kıllar
üste doğru çıkamayınca çer doğru uzar ve d ken g b batarmış. Bu
dayanılmaz acılar sonunda tutsak ya ölür ya da aklını, hafızasını
y t r rm ş. Juan-Juanlar şkencen n beş nc günü, ‘sağ kalan var mı?’
d ye gel p bakarlarmış. B r tek b le sağ kalmışsa, amaçlarına ulaşmış
sayarlarmış kend ler n . Hafızasını y t rm ş tutsağı alır, boynundak
kalıbı çıkarır, ona y yecek çecek ver rlerm ş. Köle zamanla kend ne
gel r, yey p çerek gücünü toplarmış. Ama o b r mankurt m ş artık ve
böyle b r köle, pazarlarda, güçlü-kuvvetl on tutsak değer nde
sayılırmış. Hatta Juan-Juanlar arasında b r gelenek varmış k buna
göre, aralarında çıkan b r kavgada b r mankurt öldürülürse, bunun
ç n ödenecek bedel, hür b r nsanın ölümü ç n ödenecek bedelden
üç kat fazla olurmuş.
B r mankurt k m olduğunu, hang soydan, hang kab leden geld ğ n ,
anasını, babasını, çocukluğunu b lmezm ş. İnsan olduğunun b le
farkında değ lm ş. B l nc , benl ğ olmadığı ç n, efend s ne büyük
avantaj sağlarmış. Ağzı var, d l yok, taatl b r hayvandan farksız,
kaçmayı düşünmeyen, bu yüzden de h ç tehl ke arzetmeyen b r köle
m ş. Köle sah b ç n en büyük tehl ke, kölen n başkaldırması,
kaçmasıdır. Ama mankurt syanı, taats zl ğ düşünemeyen tek
varlıkmış. Efend s ne köpek g b sadık, onun sözünden asla
çıkmayan, başkalarını d nlemeyen, karnını doyurmaktan başka b r
şey düşünemeyen b r yaratık.. En p s, en güç şler , büyük sabır
steyen çek lmez şler gık demeden yaparlarmış. Sarı-Özek’ n ıssız,
eng n, kavurucu çöller ne ancak b r mankurt dayanab leceğ ç n,
buralarda deve sürüler n gütme ş onlara ver l rm ş. Böyle y t k
yerlerde, b r mankurt b rkaç k ş ye bedelm ş. Yanına y yeceğ n ,
çeceğ n ver nce, kış demeden, yaz demeden, o lkel hayata
dönüşten dolayı sızlanmayı düşünmeden kalab l rm ş bozkırda. Onun
ç n öneml olan tek şey efend s n n em rler n yer ne get rmekm ş.
Açlıktan ölmemes ç n y yecek, donmaması ç n esk -püskü g yecek
verd n z m , başka b r şey stemezm ş...
B r tutsağın ç ne korku salmak ç n ona kafasının uçurulacağını ya
da başka b r yer n n kes leceğ n b ld rmek; onun hafızasını s lme,
son nefes ne kadar taşıyacağı ve başkalarının anlayamayacağı
yegâne kazancı olan b l nc n kökünden yok etme cezası yanında h ç
kalır. İşte, göçebe Juan-Juanlar, o kısa tar hler nde, nsanın bu g zl
özüne kastetmek g b en büyük vahşet örneğ n çıkardılar.
Tutsakların yaşayan anılarını el nden almak usulünü bulmakla,
nsanlığa karşı en korkunç c nayet şlem ş oldular. İşte Nayman Ana
oğlunun mankurt olduğunu öğren nce, dayanılmaz b r acı ve
umutsuzluk ç nde, aşağıdak ağıtı bunun ç n yakmıştı:
“Oy balam, oy! Hafızan kökünden sükülüp alınanda, başına
sardıkları deve der s kuruyup büzülerek cev z kırar g b
beyn n sıkıştıranda, o görünmez çember gözler n kanlı yaşla
dolduranda, Sarı-Özek’ n dumansız ateş nde cayır cayır
yananda, ölüm susuzluğundan çatlayan dudaklarına b r
damlacık yağmur düşmed ! Oy balam, oy! Can balam oy!
Yeryüzüne hayat veren güneş, sen n ç n kapkara b r yıldız
oldu da b r damla ışık vermed ! Ondan nefret etmed n m oy
balam oy! Can balam oy!.
“Acı çığlıkların bozkırda yankı yankı yayılanda, gece-gündüz
Tengr ! dey p yana-yakıla gökyüzü boşluğuna seslend ğ nde,
dayanılmaz acılarla kıvrananda, kusmukların, p sl kler n,
s d kler n ç nde boğulanda, balam oy, vücudun yıkılıp üzer ne
s nekler üşüşende, yavaş yavaş aklını y t r p g tt ğ nde,
hep m z yaratıp sonra da kend hâl m ze salıveren Tengr ’ye
son gücünü toplayıp syan etmed n m ? Oy balam oy! Can
balam oy!
“İşkenceyle sakatlanan aklını karanlığın örtüsü yavaş yavaş
kapladığında, zorla el nden alınan hafızan geçm şle
bağlantısını koparanda, öz ananı dağ d b nden akan ve
kıyısında oyun oynadığın deren n şırıltısını, kend adını,
babanın adını, sana utana utana bakarak gülümseyen kızın
adını, aralarında büyüdüğün bacı-kardeş, hısım-yoldaş
herkes n hayal gözünde s l nende, sen karnında taşıyıp bu
günler göstermek ç n doğuran anana kargışlar okumadın mı?
Oy balam, oy! Can balam, oy!..”
Bu efsane, Juan-Juanlar’ın güney-doğu Asya sınırlarından
sürülünce, kuzeye akın ederek Sarı-Özek’ ele geç rd kler zamana
a tt r. Buraya geld kten sonra topraklarını gen şletmek ve köle
toplamak ç n ardı arkası kes lmeyen savaşlar yaptıkları dönemle
lg l d r. İlk zamanlarda pek çok tutsak almışlar. Bunların arasında
kadınlar ve çocuklar çokmuş ve heps köle yapılmış. Zamanla d ren ş
başlamış, yerl ler toplanıp s lahlanmış, b r ordu kurmuşlar,
savaşmışlar. Ama Juan-Juanlar sürüler n beslemeye çok elver şl
olan Sarı-Özek bozkırlarını terketmem şler, buraya y ce yerleşmek
ç n saldırılarını daha da arttırmışlar. Topraklarının elden çıkmasına
razı olmayan yerl ler de yabancıları ülkeler nden sürüp çıkarmayı hak
ve görev saydıkları ç n savaşlar sürüp g tm ş. Bazen bunlar
kazanmış, bazen onlar..
Savaşsız, sess z dönemler de oluyormuş bazen. İşte bu savaşsız
dönemler n b r nde, Naymanlar’ın ülkes ne b r tüccar kervanı gelm ş.
Bu tüccarlar çay çerken, çevres nde Juan-Juanlar’ın oturduğu
kuyuların yanından geçt kler sırada deve sürüsü güden genç b r
çobanla karşılaştıklarını söylem ş ve gördükler n anlatmaya
başlamışlar. Çobanla konuşmak steyen tüccarlar onun b r mankurt
olduğunu hemen anlamışlar. İlk bakışta sağlıklı b r g b
görünüyormuş, onun b r mankurt olduğu, başına böyle b r felâket
geld ğ h ç bell değ lm ş. Bıyıkları yen terlem ş, oldukça yakışıklı b r
genç m ş. Daha önce akıllı, konuşkan olduğu da besbell ym ş. Ama,
yen doğmuş g b , h çb r şey b lm yormuş. Ne kend s n n adını
b l yormuş, ne anasının, ne babasının adını. Juan-Juanlar’ın ona
yaptıklarını da h ç hatırlamıyormuş. Sorulan her soruya ya evet, ya
hayır d yor, ya da h çb r şey söylem yormuş. Başına sımsıkı
yapıştırdığı şapkasını da h ç çıkarmıyormuş. Çok ayıp, çok acı b r
şey olsa da, nsanlar bazen sakatlarla alay etmekten hoşlanırlar.
Tüccarlar, bazı mankurtların başındak deve der s n n kend der s ne
çıkmamasıya yapıştığını b ld kler nden, onunla gülüp alay etmeye
başlamışlar. Böyle b r mankurta “Gel başını buharlayalım da o deve
der s n koparalım” demekten daha korkutucu b r şey olmazmış. Bu
sözü duyan mankurt yaban ayısı g b tep n r, kafasına k msey
dokundurmazmış. Böyleler şapkalarını başlarından h ç çıkarmaz,
gece-gündüz onunla yatıp kalkarlarmış. Konuk tüccarların
anlattıklarına göre mankurt ne kadar sarsak olsa da, ş n çok y
yapıyormuş. Tüccarların kervanı onun otlattığı develerden
uzaklaşıncaya kadar gözler n onlardan ayırmamış. G decekler
sırada tüccarlardan b r ona takılmak ç n:
- Uzun yola g d yoruz, çok yer göreceğ z, selâm göndereceğ n b r ,
meselâ b r yavuklun var mı? dem ş. Nerde yavuklun? Hayd , utanma,
söyle. İş t yor musun? Belk b r mend l ver rs n, ona götürürüz.
Mankurt tüccara uzun uzun baktıktan sonra şöyle dem ş:
- Her gün ben Ay’a bakarım, o da bana bakar. B rb r m z ş tmey z.
Ama b l yorum, orada oturan b r var...
Çadırda tüccarları d nleyenler arasında, onlara çay veren b r kadın
varmış. Nayman Ana m ş bu. Sarı-Özek efsanes nde kadının adı
böyle geçer.
Nayman Ana konuk tüccarlara h çb r şey bell etmem ş. Anlattıkları
olayın onu nasıl etk led ğ n h çb r anlayamamış. Kadın, sorular
sorup daha fazla b lg almak st yormuş ama, b r yandan da daha
fazlasını öğrenmekten korkuyormuş. Bu yüzden d l n tutmuş, yaralı
b r kuşun çığlığı g b ç nde doğan acı ses bastırab lm ş. Bu sırada
sohbet konusu değ şm ş, k mse zavallı mankurttan söz etm yormuş
artık. Dünyada böyle şeylere rastlanır, d ye düşünmüş olsalar gerek.
Ama Nayman Ana hâlâ vücudunu saran korkuyu atmaya, eller n n
t tremes n g zlemeye, ç nde çığlık atan o kuşu boğmaya
çalışıyormuş. Yas ç n bağladığı ve n ce zamandır herkes n görmeye
alıştığı ağarmış saçlarını örten yağlığı b raz, daha nd rm ş alnına.
Az sonra kervan yoluna koyulmuş. O gece gözler ne uyku
g rmeyen Nayman Ana, Sarı-Özek bozkırında çobanlık eden bu
mankurtu bulmadan, onun kend oğlu olup olmadığını öğrenmeden
asla rahat edemeyeceğ n anlamış. Uzun zamandan ber oğlunun
savaş meydanlarında ölmed ğ , y ne uzun zamandan ber k mseye
söyleyemed ğ b r h s, b r sezg varmış ç nde. İşte bu korkunç
düşünce y ne uyanmış onun ana yüreğ nde. B r an ç n, böyle
kem r c b r şüphe, böyle büyük b r korku ve acı ç nde
yaşamaktansa, oğlunu k defa gömmes daha y olurdu herhalde...
*
Oğlunun Sarı-Özek’te, Juan-Juanlar’la yapılan b r savaşta öldüğü
söylenm şt . Kocası se bundan b r yıl önce yapılan b r savaşta
ölmüştü. Kocası, Naymanlar arasında ün yapmış, sev len, sayılan b r
adamdı. Onun ölümünden sonra yapılan lk savaşa, babasının öcünü
almak ç n oğlu da katılmış. Ölenler asla savaş meydanında
bırakmazlarmış ama, bu defa onun oğlunun ölüsünü get rmek
mümkün olmamış. Arkadaşları çarpışma sırasında, b rçokları,
del kanlının vurulup atının yeles ne abandığını görmüş. Onu almak
sted kler zaman savaş gürültüsünden korkuya kapılan at hızla
kaçmaya başlamış. Derken del kanlı da yuvarlanmış attan.
Yuvarlanmış ama yere düşmem ş, ayağı üzeng ye takılı kalmış, y ce
korkuya kapılan at, ölü b n c s n sürükley p götürmüş uzaklara.
Pan ğe kapılan at aks g b düşman safına doğru kaçmış. Kıyasıya
savaş sürerken del kanlının k arkadaşı onun ölüsünü kurtarmak ç n
atın peş nden g tm şler. Ama örgülü saçlı Juan-Juan atlıları derede
pusu kurmuş onlara. Sonra, ansızın çıkıp naralar atarak saldırmışlar.
Naymanlar’dan b r okla vurulup ölmüş, öbürü de ağır yaralanmış ve
atının gem n çev r p ger kaçmak zorunda kalmış, arkadaşlarının
yanına gel nce de devr lm ş atından. Naymanlar, pusudak Juan-
Juanlar’ın savaşın en kızgın zamanında kanattan baskın
yapacaklarını o zaman anlamışlar ve bunun üzer ne yen den
toparlanıp hücuma geçmek ç n ger çek lm şler. O sırada Nayman
Ana’nın oğlunun başına gelenler unutulmuş. Onun ölüsünü almak
ç n g den, sonra da ağır yaralanıp ger dönen Nayman, ölüyü
sürükleyen atın b l nmeyen b r yöne g d p gözden kaybolduğunu
söylem ş onlara...
B rkaç gün sonra Naymanlar savaş meydanına g d p genc n
ölüsünü aramışlar. Ama ne ölüsünü bulmuşlar, ne atını, ne s lahını,
ne de herhang b r z.. Onun öldüğünden k msen n şüphes
kalmamış. Savaş sırasında ölmey p sadece yaralanmış olsa b le, kan
kaybından ya da susuzluktan çoktan ölmüş olacağını düşünmüşler.
Böylece, onun ölüsünü aramaya, ondan b r z bulmaya g denler, eller
boş dönünce, del kanlının Sarı-Özek bozkırında kefens z, mezarsız
yattığını düşünerek ağlamışlar. Onu bu halde bıraktıkları, y t rd kler
ç n utanç duyuyorlarmış. Nayman Ana’nın çadırında, onunla b rl kte
ağlaşan kadınlar ağıt yakarken b r yandan da kocalarını, erkek
kardeşler n yer yor, suçluyorlarmış:
- Akbabalar vücudunu d d k d d k ett , çakallar alıp götürdü, s z de
kend n ze erkek d yorsunuz! Papağınız yere batsın!..
O günden sonra Nayman Ana ç n dünya bomboş kalmış, günler
acılarla dolu olarak geçmeye başlamış. B r y ğ d n savaş
meydanında vurulup ölmes n anlıyor, ama onun b r kefene
sarılmadan, b r mezara gömülmeden orada bırakılmasını kabul
edem yor, dövünüyormuş. Rahatı, huzuru kalmamış. Üzüntüler ve
kara kara düşünceler ana yüreğ n parça parça ed yormuş. Derd n
k mselere açamıyor ç n k mselere dökem yormuş. Allah’tan başka
başvuracağı k mse kalmamış.
Bu kara düşüncelerden, dayanılmaz acılardan kurtulmak ç n, ş n
doğrusunu anlamak, çocuğunun ölüsünü gözler yle görmek
st yormuş kadıncağız. Eğer gerçekten ölmüşse, kader böyleym ş
d yecek, olanı kabullenecekm ş. Onu en çok şüpheye düşüren,
oğlunun atının h çb r z bırakmadan yok olmasıymış. Hayvan
vurulmamış, yıkılmamış, ürkmüş ve b r yerlere kaçıp g tm şt . Bütün
yılkı atları g b onun da b r gün sürüye dönmes ve üzeng s ne takılan
b n c s n sürükley p get rmes gerek rd , d ye düşünüyormuş.
Çocuğunun ölüsünü böyle görmeye de razıymış. O zaman, o
korkunç olay karşısında kanlı gözyaşları döker, saçını başını yolar,
öyle acılı sözler söylerm ş k , belk Allah’ın b le gücüne g derm ş.
Ama h ç olmazsa artık ç ndek şüphe g der, daha fazla uzamasını
stemed ğ ömrünü b t rmeye, soğukkanlılıkla kend n ölüme
hazırlamaya koyulab l rm ş...
Ne yazık k oğlunun ölüsü bulunmamış, b nd ğ at ger gelmem şt .
Kab len n öbür nsanları zamanla olayı unutmuşlardı ama oğlunu
unutamayan ananın acıları d nm yor, şüpheler aklından çıkmıyordu.
Ata ne olmuştu. Koşumlar, s lahlar ne olmuştu? Bunlardan b r n
bulsa, oğlunun başına gelenler de tahm n edeb l rd . Koşa koşa
gücünü y t ren atı, Juan-Juanlar yakalamış olab l rlerd . Koşumlu b r
at da y b r gan met sayılırdı çünkü. Atı yakalayanlar üzeng de
sürüklenen oğlunu ne yapmışlardı? Onu görmüşler m yd yoksa
kurda kuşa yem olsun d ye çöle m atmışlardı? Eğer b r muc ze
olmuş da ölmem şse, onlar mı öldürmüş ve acısına son verm şlerd ?
Yoksa, öylece bırakmışlar mıydı?
Bu sorular, bu şüpheler h ç çıkmamıştı Nayman Ana’nın aklından.
Bozkıra gelen tüccarlar çaylarını çerken, yolda b r mankurta
rastladıklarını söyley nce şte bu acılarla yaşayan Nayman Ana’nın
yüreğ ne yen b r kıvılcım düşürdükler n n farkında değ llerd . O
günden sonra o mankurtun kend oğlu olab leceğ düşünces
aklından çıkmadı. Bu mankurtu bulmadan, onun kend oğlu olup
olmadığını anlamadan rahat edemeyecekt .
*
Naymanlar’ın yaylakları olan yarı kuru dağ etekler nde, taşlı-çıngıllı
küçük dereler akardı. Nayman Ana bütün gece o dereler n şarıltısını
d nled . Onun ted rg n, allak-bullak olmuş ruh hal yle taban tabana zıd
bu şırıltılar ona ne mırıldanıyor, ne anlatıyordu? Ruhu yatışmalı,
huzur bulmalıydı artık. Sarı-Özek’ n mutlak sess zl ğ ne dalıp
g tmeden önce, o monoton berrak şarıltıyı doya doya çer g b
kulaklarına doldurmalı, yüreğ n ser nletmel yd . Sarı-Özek bozkırına
tek başına g tmes çok tehl kel yd ama bu n yet nden k mseye söz
açamaz, k mseye güvenemezd . Çünkü k mse anlamazdı onu. En
yakın dostları b le böyle b r şe g r şmes n stemezlerd . “Çoktan
ölmüş olan b r nsanı aramak ç n çöllere düşülür mü?” derlerd .
Büyük b r tesadüf eser olarak sağ kalmış olsa b le onu aramak y ne
anlamsızdı. Çünkü bu takd rde onu mutlaka mankurt yapmışlardı ve
b r mankurt, dışı nsan ç saman b r korkuluk d . Geçm ş n
b lemezd ...
Nayman Ana, karar verd ğ yolculuğa başlamadan, o gece b rkaç
defa çadırdan çıktı, çevres ne kulak ver p d nled , ufukları süzdü,
düşünceler n derley p toparlamaya çalıştı. Vak t geceyarısıydı.
Bulutsuz gökyüzünde parlayan Ay, süt reng soluk ışığını yeryüzüne
yayıyordu. Dağın eteğ ne serp lm ş beyaz yurtlar (çadırlar), şırıltılı
dereler n kıyısında gecelemek ç n konmuş r kuş sürüler n
andırıyordu. Avılın (köyün) ötes nde koyun ağılları vardı. Daha da
ler de yılkıların otladığı vad lerden köpek havlamaları ve bazı
anlaşılmaz nsan sesler duyuluyordu. Nayman Ana’yı en çok
duygulandıran, avıl yakınında koyun sürüler n bekleyen genç
kızların yanık türküler oldu. B r zamanlar o da söylem şt bu
türküler ... Buraya gel n geld ğ nden ber her yaz tam bu bölgede
yaylaya çıkarlardı ve ş md o yılları da hatırlıyordu. Bütün gençl ğ ,
bütün ömrü burada geçm şt . A leler büyüdükten sonra dört yurt
kurmaya başlamışlardı burada: B r nde yemek p ş r l r, mutfak olarak
kullanılırdı. İk nc s nde yemek yerlerd . D ğer k s de oturmak, yatmak
ç nd . Sonra Juan-Juanlar’ın st lası başlamıştı ve o yapayalnız
kalmıştı...
Ve şte ş md , o da terkedecekt bu tenha çadırı..
Yol ç n gerekl hazırlığı akşamdan yapmıştı. Y yecek ve
gereğ nden fazla su almıştı yanına. Sarı-Özek bozkırında belk
kuyuya rastlayamaz, susuz kalab l rd . Onun ç n k tulumu ağzına
kadar doldurmuştu. Üzer ne b neceğ d ş deve Akmaya’yı da
hazırlamıştı ve hayvan ler de b r kazığa bağlı olarak bekl yordu. Bu
deve onun hem yoldaşı, hem umudu olacaktı. Ona güven yordu.
Akmaya g b güçlü ve hızlı yürüyen b r deves olmasa, o ıssız, o
eng n bozkır yolculuğuna nasıl çıkab l rd ? O yıl Akmaya gebe
değ ld . Üst üste k yavrudan sonra kısır kalmıştı ve gücünün
doruğunda bulunuyordu. Sağlam, uzun bacaklı, çev k, kıvrak
yürüyüşlü, ç ft hörgüçlü d . Hörgüçler kaya g b sağlamdı. Ağır yük
taşımaktan ya da kocamışlıktan tabanları aşınmış değ ld . Uzun,
güçlü boynu, zar f b r başı, soluk aldıkça kelebek kanadı g b açılıp
kapanan burun del kler le, beyaz renkl Akmaya b r sürüye bedeld .
Herkes mren yordu ona. Ona sah p olmak, onun c ns nden develer
üretmek ç n on tane genç deve vermeye hazır olanlar vardı.
Nayman Ana’nın esk zeng nl ğ nden kala kala bu d ş deve kalmıştı
el nde. Bütün malını mülkünü ölen yakınlarının kırkıncı gün
yemekler nde, daha sonra da kocası ve oğlu ç n ver len yas
şölenler nde harcamış, el ndek avucundak savrulup g tm şt .
Ş md , sezg lerle ve dayanılmaz acılarla aramaya çıkacağı oğlu ç n
de, b r süre önce büyük b r anma şölen düzenlem ş, yöredek bütün
Naymanlar’ı davet etm şt ...
Şafak sökerken Nayman Ana çadırından çıktı. Yolculuk ç n bütün
hazırlığı tamamdı. Eş kten b r adım atınca durdu. Sırtını kapıya
yaslayarak, der n uykuda olan avılına son b r defa göz gezd rd ,
düşüncelere daldı. Nayman Ana, gençl ğ n y t rm ş olsa da güzell ğ n
henüz y t rmem şt . İnce, uzun boylu, sağlam yapılı d . Uzak yol ç n
uygun düşecek şek lde g y nm şt . Ayaklarına ç zmeler n çekm ş,
bel ne kuşağını bağlamış, entar s n n üzer ne b r yelek geç rm ş,
gen ş b r şalvar g ym ş, sırtına b r manto atmıştı. Başına ak b r yazma
dolamış, uçlarını enses nden bağlamıştı. Bu ak yazmayı geceley n
düşüncelere daldığı sırada bağlamaya karar verm şt . Madem k
oğlunun yaşadığını üm t ed yordu, öyleyse kara yazma bağlaması
gerekmezd . Eğer onun yaşadığından üm d n keserse, kara
yazmasını yen den bağlar ve b r daha h ç çıkarmazdı başından.
Sabahın alaca karanlığı ağarmış saçlarını, der n acıların zler olan
alnındak kırışıkları gösterm yordu henüz. O anda gözler doldu, der n
b r ah çekt . B r gün böyle b r durumla karşılaşacağı aklına gel r
m yd ? Kend n toparladı, fısıltı hâl nde b r âyet n lk sözler n okudu:
“Eşhedüen lâ lâhe llallah!” Bundan sonra kararlı adımlarla deves ne
doğru yürüdü ve onu ıhtırdı, el ndek heybey hayvanın sırtına attı ve
kend s de üzer ne oturdu. Akmaya tekrar doğruldu ve sah b n tâ
yukarıya kaldırarak yürümeye hazırlandı. Uzun b r yola çıkacaklarını
o da anlamıştı...
Nayman Ana’ya ev şler nde yardım eden elt s nden başka, avılda
onun yola çıktığını gören, b len olmadı. Nayman Ana, esneye esneye
kalkan elt s ne b r gün önce torkunlarına (kend akrabalarına), oradan
da, kend s yle b rl kte gelmek steyen olursa, Kıpçak ülkes ndek
evl ya Yesevî[10] deden n türbes n z yarete g deceğ n söylem şt .
Yola böyle erkenden ve k mseye görünmeden çıkışının sebeb ,
soru yağmuruna tutulmaktan kurtulmak d . Avıldan çıktıktan sonra
deves n n başını San-Özek’e çev rd . Önünde harekets z b r boşluk
g b uzanan eng n Sarı-Özek’e...
*
Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya g der
gel r.. g der gel rd ..
Bu yerlerde dem ryolunun her k yanında, ıssız, eng n, sarı
kumlu bozkırların özeğ Sarı-Özek uzar g derd .
Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenw ch mer dyen nden
başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler dem ryoluna göre
hesaplanırdı.
Trenler se doğudan batıya, batıdan doğuya g der gel r..
g der gel rd ..
“Konvans yon” uçak gem s nden, yörünge stasyonu Par te’dek
denetley c k kozmonota ş frel yen b r tels z b ld r s daha gönder ld .
Bunda, Güneş s stem dışında bulunan Par te 1-2 ve Par te 2-1
kozmonotlarıyla bağlantı kurmamaları, onların stasyona
döneb lmeler ç n uygun zamanı b ld rmemeler naz k b r d lle ama
kes n olarak emred l yor, Ortak Yönet m Merkez ’nden tal mat
beklemeler b ld r l yordu.
Okyanusta orta ş ddette b r fırtına vardı. Kabaran dalgalar dev
gem n n gövdes n dövüyor ve gem sallanıyordu. Güneş kapalı
değ ld , beyaz köpükler parlatıyor, rüzgârın hızı da ayn tempoda
devam ed yordu.
Konvans yon uçak gem s n n, p lotlar ve güvenl k görevl ler de
dah l, bütün mürettebatı, şler n n başında, tet kte bekl yorlardı...
***
Ak deve Akmaya, nler g b haf f ve monoton b r ses çıkararak,
ayaklarını bell bel rs z b r hışırtıyla yere dokundurarak, uçsuz,
bucaksız bozkırın düzünde bayırında, günlerden ber yürüyor,
yürüyordu... Nayman Ana, bu kavurucu ıssız topraklarda deves n n
daha fazla yavaşlamasına z n vermeden sürüyor, pek nad r olarak
karşılarına çıkan b r kuyu başında ve ancak geceler duruyor, sabah
olur olmaz devam ed yordu yoluna... Sarı-Özek’ n sayısız
tümsekler nden b r n n ardında büyük b r deve sürüsüyle
karşılaşacağı ânı bekl yordu kadın. İk günden ber , kırmızı kumlu
gen ş Malakumduçap vad s n n yakınında d . Avıla gelen tüccarların,
büyük b r deve sürüsünü güden mankurtla karşılaştıklarını
söyled kler yer burasıydı. K lometrelerce uzanan Malakumduçap
vad s n n çevres nde k günden ber umutla dolanıyor, b r yandan da
Juan-Juanlar’la karşılaşmaktan korkuyordu. Aradı, taradı ve yalnız
uzayıp g den bozkırı gördü. Bozkır ve serap... B r defa, kıvrım kıvrım
yanan b r yolun ler s nde koca b r şeh r gördü. Cam ler , m nareler ,
kale surları g b yüksek duvarları vardı bu şehr n. Büyük b r umuda
kapıldı. Akmaya’yı hızlandırdı. Oğlunu belk orada b r köle pazarında
bulab l rd . Onu alır, Akmaya’ya b nd r r, köyün yolunu tutarlardı.
Akmaya öyle koşardı k k mse yet şemezd arkalarından.. Ne yazık
k , b r seraptı bu! Çöl yolculuğu ağır ve yorucudur ve bu yüzden sık
sık böyle aldatıcı hayaller görür nsan.
Elbette, Sarı-Özek çölünde b r adam arayıp bulmak h ç de kolay b r
ş değ ld . Ama bu adamın etrafında, gen ş düzlüğe yayılmış büyük
b r deve sürüsü varsa, ş kolaylaşır. İnsan er-geç bu develerden b r n
görür. Sonra bütün sürüyü, sonra çobanını... İşte Nayman Ana’nın
umudu, güven bu d .
Ama Nayman Ana sürünün ne kend s ne rastlıyordu ne de z ne.
İç ne b r korku düştü: Ya sürü başka b r otlağa g tm şse? Ya Juan-
Juanlar develer n satmak ç n H ve ya da Buhara g b şeh rler n
pazarlarına gönderm şlerse?.. Eğer sürüyü satmak çn
götürmüşlerse, mankurt çoban o kadar uzaktan ger döneb l r m yd ?
Köyden çıkarken, kaygılar, şüphelerle yanıp tutuşurken, tek arzusu
vardı: Çocuğunu sağ olarak görsün de nasıl görürse görsün. İster
mankurt olsun, ster her şey , bütün geçm ş unutmuş olsun, yeter k
sağ olsun, yaşıyor olsun.. Bu kadarına da razıydı. Ama ş md , Sarı-
Özek bozkırında, aradığı çobanı bulab leceğ yere yaklaştıkça,
bey ns z, del b r yaratıkla karşılaşmaktan korkmaya, rastlayacağı
böyle b r çobanın kend oğlu olmaması, başka b r zavallı olması ç n
Tanrı’ya dua etmeye hazırdı. Ş md bu mankurtu, gözler yle görüp,
oğlunun yaşadığı şüphes n kafasından atmak st yordu. Onu kend
gözler yle gördükten sonra ev ne dönecek, b r daha kend ne şkence
etmeyecek, ömrünün ger kalan bölümünü, kader ne razı olarak
sess zce geç recekt ... Sonra, b rdenb re y ne oğlunu görmek
özlem yle yanıyor, ne olursa olsun, o mankurtun b r başkası değ l,
kend oğlu olmasını st yordu.
İşte, bu çel şk l duygularla lerlerken, alçak b r tepey aşınca,
b rdenb re büyük b r deve sürüsüyle karşılaştı! Gen ş vad ye yayılan
sem rmeye bırakılmış develer, bodur otların ve d kenler n uçlarını
kopara kopara dolaşıyorlardı. Nayman Ana, Akmaya’yı hızlandırdı,
y ce koşturdu. Önce büyük b r sev nce kapılmıştı, hemen sonra da
mankurt yapılmış b r oğulla karşılaşacağı korkusu düştü ç ne.
Korkudan ürperd . Ama, nasıl olduğunu anlamadan, y ne b r sev nce
kapıldı. Böyles ne karışık, çel şk l duygular ç nde ne yapacağını
b lem yor ve Akmaya’yı sürüyor, sürüyordu.
Aradığı sürü şte karşısındaydı. Ya çoban? Nerede çoban?
Uzaklarda olamazdı. Ha, evet, oradaydı şte. Vad n n karşı
yamacında. Uzaktan yüz hatları pek bell değ ld . Uzun b r sopa vardı
el nde. Semerl ve onun eşyalarıyla yüklü b r devey yedeğ nde
tutuyor, gözler ne kadar nd rd ğ şapkasının s per altından sak n
sak n ona bakıyordu.
Nayman Ana, y ce yaklaşınca oğlunu tanıdı ve nasıl olduğunu
anlamadan kend n yerde buldu. Daha sonra oğlunu görünce
deveden nd ğ n değ l düştüğünü hatırlayacaktı. Ama ş md bunu
düşünecek durumda değ ld . İk s n b rb r nden ayıran çalılıklar
arasından atılarak bağırdı:
- Oğlum! Oğul balam ben m! Her yerde sen arıyorum. Ben sen n
annen m!
Ama ayn anda da acı gerçeğ anlamıştı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor,
tep n yor, acı gözyaşları döküyordu. Düşmemek ç n oğlunun
omuzlarına asılmıştı. Toparlanmaya, t treyen dudaklarını büzüp
susmaya çalıştı ama tutamadı kend n . Oğlu, öylece, kayıtsız
duruyordu. N ce zamandır yüreğ nden pençes n çekemeyen acılar
ş md onu yere serm şt . Tutamadığı gözyaşları arasından, gözler ne
düşen ağarmış ıslak saçlarının arasından, gözyaşlarından
çamurlaşmış yolun tozunu yüzüne buladığı t trek parmakları
arasından, oğlunun yüzüne, görüp tanıdığı yüz hatlarına bakıyordu.
B r an göz göze gel nce onun kend s n tanıyacağını umuyor, bunu
bekl yordu. B r oğulun öz anasını tanımasından daha kolay ne vardı?
Gel gör k , onun karşısına d k lmes , bu hâl , oğlunun üzer nde en
küçük b r etk , b r tepk yaratmadı. Sank her zaman burada yaşıyor,
ya da her gün onu görmeye gel yordu. Çoban ona k m olduğunu,
n ç n ağladığını b le sormadı. B r süre öyle durduktan sonra kadının
el n kend omuzundan çek p tt , yanından h ç ayırmadığı yüklü b nek
deves n yedeğ ne alıp, oyuna dalan köşekler n (deve yavrularının)
uzaklaşıp uzaklaşmadığına bakmak ç n sürünün öbür başına doğru
yürüyüp g tt .
Nayman Ana çöktü kaldı oracıkta. Eller n yüzüne götürdü ve başını
yerden kaldırmadan hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ett . Neden
sonra b raz toparlandı, kalkıp y ne oğlunun yanına g tt . Çoban onun
geld ğ n görüyor, başına sımsıkı geç rd ğ şapkasının altından ona,
h çb r şey olmamış g b anlamsız, kayıtsız bakıyordu. Ama, güneş n,
rüzgârın kavurduğu zayıf yüzünde bell bel rs z b r gülümseme vardı
sank . Yüzü gülümsüyor g b yd ama gözler bomboş, pek lg s zd .
Oğlunun yanına gelen Nayman Ana der n b r ah çekerek:
- Gel şuraya otur da b raz konuşalım, ded .
Yere oturdular.
- Ben tanıdın mı?
Mankurt ‘hayır’ anlamında başını salladı.
- Adın ne sen n?
- Mankurt.
- Bu sen n ş md k adın. Esk adın neyd ? Asıl adını hatırlamaya
çalış bakalım.
Mankurt sustu. H ç konuşmuyordu. Ama, k kaşının arasında ter
taneler n n b r kmes nden, gözler n n b r s s perdes ardında kalmış
g b görünmes nden hatırlamaya çalıştığı bell yd . Hatırlamasını
engelleyen kalın b r duvarı aşamadığı da anlaşılıyordu...
- Pek , babanı hatırlıyor musun? Babanın adı neyd ? K ms n,
k mlerdens n? H ç olmazsa doğduğun yer , memleket n hatırla..
Hayır, mankurt h çb r şey b lm yor, h çb r şey hatırlamıyordu.
- Vah yavrum, ne yapmışlar sana!
Böyle d yen Nayman Ana’nın dudakları acı ve h ddetten t tred ,
kend n tutamayıp y ne hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ama
mankurt y ne öyle kayıtsız duruyordu.
- B r nsanın el nden malı-mülkü, bütün zeng nl ğ hatta hayatı b le
alınab l r, d ye söylend , ama nsanın hafızasını almak g b b r c nayet
şlen r m ? Ey rızık veren Tanrı! Eğer varsan, nsanların aklına böyle
b r şey nasıl get r rs n? Yeryüzünde zulüm, kötülük az mı k !
Böyle d yen Nayman Ana, gözler n mankurt oğlundan ayırmadan,
Sarı-Özek’te söylenen o meşhur ağıta başladı. Bu, Sarı-Özek
tar h n , kültürünü b len k ş ler n çok y hatırlayacağı b r ağıttı.
Tal hs z, dertl ananın, Güneşle, Tanrı le ve kend s yle lg l olarak
söyled ğ yakınmalardı. Geleneklere bağlı olanlar onu ezbere b l r ve
bugün b le söylerler. Bu ağıtın başlangıç sözler şöyleyd :
Men, batası ölgen boz maya
Tulıbın kel p skegen[11]...
Uçsuz bucaksız Sarı-Özek bozkırının ortasında, dertl ana, gönül
avutmaz, dert söndürmez ağıtlarını hıçkırıklar arasında söylemeye
devam ett .
Heyhat, mankurtun kılı b le kıpırdamıyordu.
Nayman Ana oğluna k m olduğunu hatırlatarak değ l, söyleyerek,
tekrar ederek b ld rmeye karar verd :
- Sen n adın Colamandır[12]. İş t yor musun? Sen Colamansın.
Babanın adı Dönenbay d . Babanı da hatırlamıyor musun?
Küçüklüğünde ok atmayı sana o öğrett . Ben se sen n ananım, sen
de ben m oğlumsun. Naymanlar kab les ndens n. Anlıyor musun?
Sen b r Nayman’sın...
Mankurt, kadının söyled kler n en küçük b r tepk göstermeden ve
umursamadan d nl yordu. Sank o sözler n n h çb r anlamı yoktu.
Otlar arasında cırlayıp duran çek rgeler n ses n de böyle d nl yordu.
Nayman Ana mankurt oğluna sordu:
- Sen buraya gelmeden önce neler oldu?
- H çb r şey olmadı.
- Gece m yd , gündüz müydü?
- H çb r şey değ ld .
- K m nle konuşmak sterd n?
- Ay le konuşmak ster m. Ama b rb r m z ş tm yoruz. Orda oturan
b r var.
- Başka ne sterd n?
- Efend m nk g b örgülü saçımın olmasını.
Nayman Ana el n mankurtun başına uzatarak:
- Uzat başını da sana ne yaptıklarını görey m.. ded .
Mankurt b rden ger çek ld . Şapkasını y ce bastırdı. Başını öbür
tarafa çev rm ş, annes n n yüzüne b le bakmıyordu. Nayman Ana o
zaman ona asla başından söz etmemek gerekt ğ n anladı.
Bu sırada uzaktan, deveye b nm ş b r adamın onlara doğru geld ğ
görüldü.
- K m bu gelen? ded Nayman Ana.
- Bana y yecek get r yor.
Nayman Ana telâşlandı. Böyle b r anda b rdenb re ortaya çıkan
Juan-Juan’a görünmemek ç n deves n ıhtırdı ve üzer ne b nd .
Oradan ayrılırken:
- Ona b r şey söyleme, ded , ben az sonra y ne gel r m.
Oğlu b r cevap vermed . H çb r şey umurunda değ ld zaten.
Nayman Ana, yayılan sürünün arasından deves ne b nerek
g tmekle büyük hata ett ğ n anladı. Yaklaşan Juan-Juan, onu
Akmaya’nın üzer nde kolayca göreb l rd . Akmaya’yı yedeğ ne alıp
develer n arasından yürüyerek g tseyd görünmeden uzaklaşab l rd .
Ama artık geç kalmıştı bunu yapmak ç n.
Otlaktan epeyce uzaklaştıktan sonra, yamaçlarında öbek öbek
pel nler n bulunduğu der n b r vad ye g rd . Orada deves nden nd ve
hayvanı görünmes n d ye ıhtırılmış olarak bıraktı. Sonra da s n p
gözetlemeye başladı. Yanılmıştı. Juan-Juan görmüştü onu. Deves n
mahmuzlaya mahmuzlaya koşturuyordu. Telâşlıydı. El nde uzun b r
kargı, omuzunda yay ve oklar vardı. Nayman Ana’yı otlakta gördüğü
yerde dolanmaya başladı. Bell k Nayman Ana’nın ne yana g tt ğ n
anlayamamıştı. B r o yana b r bu yana dolandıktan sonra Nayman
Ana’nın saklandığı deren n yakınından geçt . İy k Nayman Ana
yazmasıyla Akmaya’nın çenes n bağlamayı da akıl etm şt . Yoksa
hayvan ses çıkarır, yer n bell edeb l rd . G zlend ğ pel nler n
arasından Juan-Juan’ı y ce yakından gördü. Uzun tüylü b r deveye
b nm şt . Ş ş k, gerg n yüzlüydü. Kenarları yukarı doğru kıvrılmış,
kayığa benzeyen kara b r şapkası vardı. Enses nden ç ft örgülü
saçları sarkıyordu. Üzeng de doğrulup, ş mşek g b çakan gözler yle
sağa sola bakıyor, kargısını da hazır tutuyordu. Nayman Ana, Sarı-
Özek’ st lâ eden, b rçok Nayman’ı tutsak alan ve a les ne bunca
felâketler get ren Juan-Juanlar’ın b r savaşçısıyla karşı karşıya d
ş md . Ama, s lahsız b r kadın vahş b r Juan-Juan savaşçısına karşı
ne yapab l rd k ? Kend kend ne de soruyordu: Bu nsanlar hang
şartlar altında, nasıl b r hayat yaşıyorlardı k böyles ne vahş , barbar
olab l yorlar? Es r ett kler n n hafızasını da bu kadar acımasız yok
edeb l yorlar?
Juan-Juan deves n o yana bu yana koşturarak çevreye göz
attıktan sonra sürüsünün yanına g tt .
Artık akşam olmuştu. Batmakta olan güneş n son ışınları bozkır
ufkunu yangın kızıllığına çev rm şt . Ama az sonra, hava b rden
karardı, gecen n suskun karanlığı çöktü.
Nayman Ana, o gecey , bozkırın ortasında tek başına geç rd .
Zavallı oğlunun yakınındaydı ama, Juan-Juan’ın sürünün başından
ayrılmamış olacağını düşünmüş ve oğlunun yanına g tmekten
korkmuştu.
O gece düşünüp taşınan Nayman Ana, oğlunu buralarda köle
olarak bırakmamaya karar verd . Varsın b r mankurt olsun, varsın
h çb r şey anlamasın, y ne de kend ülkes nde, kend soydaşlarının
arasında bulunması, Sarı-Özek bozkırında Juan-Juanlar’a çobanlık
etmekten daha y olurdu. Ana yüreğ ona böyle düşündürüyordu.
Başkaları g b oğlunun başına gelenlere, b r şey yapmadan
katlanamaz, kend canından, kend kanından olan oğlunu kölel kte
bırakıp g demezd . Belk oğlu doğduğu yere dönünce aklı başına
gel r, çocukluk günler n hatırlayab l rd ...
Sabah olunca Nayman Ana, Akmaya’ya b nd . Uzaktan, kenardan
dolanarak, geceley n b r hayl dağılmış sürünün yanına sokuldu. İy ce
sokulmadan önce Juan-Juan’ın hâlâ orada olup olmadığını anlamak
ç n d kkatle baktı etrafına. Onun orada olmadığına, g tt ğ ne karar
ver nce de oğluna asıl adıyla seslend :
- Colaman! Selam Colaman!
Oğlu dönüp baktı ve kadın b r sev nç çığlığı attı. Fakat, çocuğun
onu tanıdığı, adını hatırladığı ç n değ l, sadece b r ses duyduğu ç n
dönüp baktığını hemen anladı. Y ne de, onun s l nm ş hafızasını
canlandırmak, uyandırmak ç n devam ett konuşmaya:
- Adını hatırlıyor musun? Hatırlamaya çalış oğlum... d ye yalvardı.
- Hatırla yavrum, babanın adı Dönenbay d . Unuttun mu? Sen n
adın da mankurt değ l. Colaman sen n adın.. Colaman! Sana bu adı
verd k, çünkü sen yolda, Naymanlar’ın büyük b r göçü sırasında
doğdun. Doğduğun yerde üç gün konakladık, üç gün şenl k yaptık.
Bütün bu sözler Mankurt’a h çb r şey hatırlatmıyor, ona h çb r etk
yapmıyordu. Ama Nayman Ana anlatmaya, oğlunun karanlık
b l nc nde b r şeyler uyandırab lme umuduyla konuşmaya devam
ed yordu. Tekrar tekrar konuşuyor, sımsıkı kapalı b r kapıyı döver
g b , ısrarla ayn soruları soruyordu:
- Adını hatırlıyor musun? Babanın adı Dönenbay d !
Bundan sonra, get rd ğ y yeceklerle oğlunun karnını doyurdu,
çeceklerden ç rd ve ona n nn ler söyled .
Mankurt n nn den çok hoşlanmıştı. Rüzgârın sertleşt rd ğ , güneş n
kavurup kararttığı yüzünde tatlı b r yumuşama, b r hoşlanma dalgası
görüldü. Onun yüzündek bu değ şmey gören ana sev nd , umutlandı
ve buraları, Juan-Juanlar’ı terked p kend s yle köyler ne, doğup
büyüdüğü yere gelmes n sted ondan. Ama Mankurt’un aklı
almıyordu bunu. Buralardan çek p g derse sürü ne olacaktı? Efend s
ona hayvanların yanından ayrılmamasını emretm şt . Efend s ne
söylerse o olurdu sürüden asla uzaklaşamazdı...
Nayman Ana y t k hafızanın kapısını, b r daha, b r daha zorladı:
- K m olduğunu hatırlıyor musun? Adın neyd ? Babanın adı
Dönenbay!..
Kadının çabası boşunaydı. O sımsıkı kapanmış kapıyı aralamak
ç n uğraşırken vakt n geçt ğ n farketmed . Tam da o sırada, sürünün
öbür başında b r Juan-Juan’ın yaklaştığını gördü. Bu defa çok daha
yakındı ve b nd ğ devey daha hızlı sürüyordu. Nayman Ana hemen
kalktı, kend deves ne b nd ve aks yönden g derek uzaklaşmak
sted oradan. Ama k nc b r Juan-Juan yolunu kest . Bunun üzer ne
Nayman Ana, Akmaya’yı k s n n arasından sürdü, olanca hızıyla
koşturmaya başladı. İk Juan-Juan da kargılarını sallayarak düştüler
peş ne. Bereket vers n d ş deve Akmaya çok hızlı koşan b r deveyd
ve kısa zamanda arayı açıp uzaklaştırdı Nayman Ana’yı. Juan-
Juanlar’ın uzun kıllı develer Akmaya’ya yet şeb l r m yd h ç! Sarı-
Özek bozkırında nanılmaz b r hızla koşup uzaklaşıyordu Akmaya.
Juan-Juanlar kadına yet şemeyecekler n anlayınca kovalamaktan
vazgeçt ler. Onların, sürünün başına döndükler nde mankurtu öles ye
dövdükler n zavallı ana b lemezd . Adamlar onu döve döve o
yabancının k m olduğunu, n ç n geld ğ n soruyor, ama hep ayn
cevabı alıyorlardı mankurttan.
- B lm yorum, annem olduğunu söylüyor.
- Hayır, annen değ l, sen n annen yok! Onun buraya n ç n geld ğ n
b l yor musun? O kadın sen n şapkanı çıkarıp başını buğulamak
st yor! Onun ç n geld buraya!
Bu sözler duyan zavallı mankurtun yüzü korkudan sapsarı oldu.
Boynunu omuzlarına çekt , şapkasını k el yle tutup başına bastırdı.
Ürkmüş yaban b r hayvan g b etrafına bakındı.
Juan-Juanlar’dan yaşlı olanı:
- Had artık korkma! Al bakalım şunları! ded .
Böyle derken mankurtun el ne b r yay ve b rkaç ok tutuşturdu. Daha
genç olan Juan-Juan da şapkasını havaya fırlatarak:
- Hayd , y n şan al! Vur bakalım!
Ve ok, havaya fırlatılan şapkayı del p geçt .
- Gördün mü? ded şapkanın sah b . Başındak hafızasını y t rm ş
ama el n n hafızasını y t rmem ş.
Nayman Ana, yuvasından ürkütülmüş b r kuş g b , Sarı-Özek
bozkırında oradan oraya koşturuyor, ne yapacağını b lem yordu.
Juan-Juanlar sürüyü alıp başka b r yere götürmüşlerse? Çocuğunu
da alıp g tm şlerse? G tt kler yer kend obalarına çok yakınsa? Ya
sürüyü bırakıp onu bulmak ç n z sürmeye başlamışlarsa?
Bu düşüncelerle kaygılanıyor, k mseye görünmemeye çalışarak ve
dört tarafına bakınarak dolanıp duruyordu çölün ortasında. Sonra
b rden, k Juan-Juan’ın sürüyü bırakıp g tmekte olduklarını gördü.
Yanyana g d yor, ger ye dönüp bakmıyorlardı b le. Buna çok sev nd .
Juan-Juanlar y ce uzaklaşınca tekrar oğlunun yanına dönmeye karar
verd . Bu defa ne olursa olsun çocuğunu kaçırıp götürmek st yordu.
Çocuğun başına ne geld yse gelm şt ama bu onun suçu değ ld .
Düşmanlar yok etm şt onun b l nc n , hafızasını. Kader böyleym ş.
Ne olursa olsun, anası onu köle olarak bırakamazdı. Onu
Naymanlar’ın arasına götürecek ve barbar Juan-Juanlar’ın tutsak
ett kler Nayman y ğ tler ne neler yaptıklarını herkese gösterecekt .
Bunu görüp s laha sarılırlardı. Mesele toprak değ ld . Herkese
yetecek kadar toprak vardı buralarda. Mesele, Juan-Juanlar’ın
dayanılmaz kötülüğünde d . Uzak b r komşu olarak da tahammül
ed lmezd onlara!
Nayman Ana bu düşüncelerle oğlunun bulunduğu yere doğru
lerled . B r yandan, onu hemen bu gece kend s yle gelmeye nasıl
razı edeceğ n düşünüyordu.
Eng n Sarı-Özek bozkırında akşam oluyor, dereler n, tepeler n
arasında hava kararıyordu. Batmakta olan güneş n kızıl ışınlarıyla,
geçm ş ve gelecek sayısız gecelerden b r daha yavaş yavaş n yordu
bozkırın üzer ne. Beyaz deve Akmaya b n c s n , haf f, serbest b r
yürüyüşle deve sürüsünün bulunduğu yere götürüyor, batan güneş n
kızıl ışınları Nayman Ana’nın yüzüne vuruyor, net b r görüntü
ver yordu. Nayman Ana d kkatl , kaygılı, yüzü sararmış, hatları y ce
ger lm şt . Ağarmış saçları, kırışıkları alnına ve gözler ne nakşed len
düşünceler , Sarı-Özek’ n alacakaranlığı g b , d nmeyen yürek
acılarının yüzüne yansımasından başka b r şey değ ld .
N hayet deve sürüsünün yanına geld ama develer n arasında boş
yere dolandı bakışları. Onun öteber s n taşıyan deves , yularını
yerde sürüyerek dolaşıp duruyordu kend başına. Çoban yoktu! Neler
olmuştu? Nerelere g tm şt ?
- Colaman! Colaman! Neredes n oğlum? d ye bağırdı Nayman Ana.
Cevap veren olmadı, görünen yoktu.
- Colaman! Neredes n? Ben geld m, ben, annen! Neredes n?
Nayman Ana merakla her tarafa göz gezd r rken, mankurt oğlunun
b r deven n ardında d z çökmüş, yayını germ ş, ok atmaya hazır
bekled ğ n görem yordu. Mankurtun gözüne güneş ışığı düşüyor ve
bu yüzden tam n şan alab lmek ç n uygun ânı bekl yordu.
Oğlunun başına b r şey gelm ş olmasından korkan Nayman Ana
se seslenmeye devam ett :
- Colaman! Oğlum!
Nayman Ana b rden eyer n üzer nde döndü ve oğlunun kend s ne
n şan aldığını gördü.
- Dur! Atma!
Ancak bunu d yecek kadar zamanı olmuştu. Devey mahmuzlayıp
hızlandırmak stem şt ama fırlatılan ok vınlayarak sol böğrüne
saplanmıştı b le!
Darbe öldürücüydü. Nayman Ana’nın başı sarktı, deven n boynuna
sarılmak sted yse de tutunamadı, yere yuvarlandı. Ama kend s nden
evvel beyaz yazması düştü başından. Ve bu beyaz yazma b r kuş
olup havalandı. Ana’nın ağzından çıkan son sözler tekrar ede ede
gökyüzüne uçtu g tt : “Adını hatırla! K m olduğunu hatırla! Babanın
adı Dönenbay! Dönenbay! Dönenbay!”
İşte o gün bugün, Dönenbay kuşu, Sarı-Özek bozkırında geceler
uçar dururmuş. B r yolcuya rastlayınca onun yanına sokulur, “Adını
b l yor musun? K m olduğunu b l yor musun? Babanın adı Dönenbay!
Dönenbay! Dönenbay!” d ye öterm ş.
Sarı-Özek’te Nayman Ana’nın gömüldüğü yere Ana- Bey t (Ana’nın
yattığı yer) d yorlar. Mezarlığın adı bundan gel yor...
Ak deve Akmaya’nın soyundan gelen develer ürey p çoğalmış.
Onun soyundan gelen bütün d ş develer tıpkı onun g b ak başlı
m şler. Y ne onun soyundan gelen erkek develer se, tıpkı Karanar
g b kara renkl , r ve çok güçlü olurlarmış...
Ş md Ana-Bey t’e gömmek üzere götürdükler merhum Kazangap,
Boranlı Karanar’ın, Nayman Ana’nın ölümünden sonra Sarı-Özek
bozkırında kalan ünlü ak deve Akmaya’nın soyundan geld ğ n
anlatırdı.
Yed gey, Kazangap’ın deves ç n anlattıklarına nanırdı. N ç n
nanmayacaktı? Boranlı Karanar buna lâyıktı.. İy günlerde, kötü
günlerde b rçok sınavdan geçm ş, sah b n h çb r zaman darda,
çares z bırakmamıştı. Yalnız, kızışma zamanında çok azgınlaşırdı.
Kızışması da hep kara kışa rastlardı. O zaman y ce azgınlaşır, kara
kış g b dayanılmaz, zapted lmez olurdu. Yed gey, hem kara kış, hem
deves le uğraşmak zorunda kaldığı ç n, ayn anda k kışı b rden
yaşardı. B r keres nde Karanar ona öyle b r ş yapmış, öyle ez yet
çekt rm şt k , anasından emd ğ süt burnundan geld . Eğer o b r
hayvan değ l de, b l nc , mantığı olan ama nsan olmayan b r yaratık
olsaydı, Yed gey onu asla bağışlamazdı. Ama, ç ftleşme zamanında
azmasın da ne yapsın! Aslında mesele o da değ l. Bazıları hayvanı
suçlu, sorumlu sayar. Oysa hayvanın yaradılışı, kader öyled r.
Kazangap bunu çok y b l yordu ve Yed gey’ n yanlış b r şey
yapmasını engellem şt . Yoksa Karanar’ın sonu k mb l r ne olurdu...
***
-VII-
Boranlı Yed gey, 1952 yılının yaz sonu le sonbahar başlangıcını,
geçm ş n n en mutlu dönemler nden b r olarak hatırlardı. O yıl bütün
tahm nler n n, bütün hayaller n n gerçekleşm ş olması b r muc ze d
onun ç n. Bozkır kertenkeleler n n b le başlarını sokacak b r ser nl k
bulmak ç n evler n eş kler ne sığınmaya çalıştıkları o korkunç
sıcaklar sürerken, Ağustos ortalarında havalar b rdenb re değ şmeye
başladı. O dayanılmaz sıcaklar g tt ve onların yer n haf f b r ser nl k
aldı. Artık h ç olmazsa geceler ser nl yor, rahat uyuyab l yorlardı.
Sarı-Özek’te de bazen böyle güzel günler olur. Her yıl değ lse b le
bazen st sna b r mevs m yaşanır. Kış mevs mler her zaman sertt r,
ama bazı yazlar nsaflı olur, hoş geçer. Yel zarov böyle şeylerden söz
etmey severd . B r defasında bu kl m değ ş kl kler n n sebepler n de
anlatmıştı.
Atmosfer n en yüksek tabakalarında meydana gelen basınçlar ve
gökyüzündek su akıntılarının yön değ şt rmes sonunda olurmuş bu
değ ş kl k. Yükseklerde gözle görülmeyen büyük ırmaklar, bu
ırmakların kıyıları, yatakları varmış. Bu ırmaklar durmadan akar,
yerkürey saran rüzgâra sürtünür, dünyayı yıkayıp tem zlerm ş.
Zamanın akışı denen şey de bu m ş.
Yed gey, Yel zarov’u d nlemekten çok hoşlanır, bu b lg l , bu y ve
benzer az bulunan nsana saygı duyar, ondan da ayn karşılığı
görürdü. Neyse, o gökyüzü ırmağı, her nedense, bazen alçalır, Sarı-
Özek’ n havasını, sıcağını ser nlet r ve sonra da g d p H malaya
dağlarına çarparmış. H malaya aslında çok uzaktaydı ama, yerküre
ölçüler ne göre o uzaklık pek öneml sayılmazdı. O yüksek dağlara
çarparak ger dönerm ş. Ger döner ve sıcaktan kavrulan H nd stan’a
ya da Pak stan’a nmeden, engels z, apaçık b r den z g b olduğu ç n
Sarı-Özek bozkırına dökülürmüş... İşte, bozkıra b raz H malaya
ser nl ğ n n gelmes bundanmış.
Sebep ne olursa olsun, 1952 yazının sonlarında ve sonbaharın
başlarında havalar çok güzel geçt . Sarı-Özek bozkırına genell kle
çok az yağmur yağar, bol yağışlar, sağnaklar, öneml b r olay
sayıldığı ç n uzun zaman unutulmaz. Ama o yaz sonlarında yağan
yağmuru Yed gey hayatı boyunca unutamayacaktı. Önce gökyüzünü
bulutlar kapladı. Her zaman ıssız ve değ şmeden duran Sarı-Özek
gökler n bulutların kaplaması b le, başlıbaşına, çok şaşılacak b r
olaydı. Sonra, çok bunaltıcı b r sıcaklık oldu. Toprak kızgın b r tandır
hâl n aldı.
O gün Yed gey stasyonda, g decek vagonu katara bağlıyordu.
Yedek hatta duran ve bağlanması gereken üç vagon daha kalmıştı.
Bunlar travers yapımı ç n çam tomruğu ve yola döşenmek üzere
çakıltaşı get rm ş olan vagonlardı ve b r gün önce boşaltılmışlardı.
Her zaman olduğu g b , vagonların çok acele boşaltılması
söylenm şt ve onlar da söylenen yapmışlardı. Kazangap, Abutal p,
Zar fe, Ukubala, B key ve hat boyunda çalışmayan herkes boşaltma
ş ne koyulmuşlardı. Ama vagonlar orada hâlâ duruyordu şte. O
zamanlar bütün şler kol gücüyle yapılıyordu. Vagonları boşaltma
ş n n o korkunç sıcağa rastlaması büyük b r şanssızlıktı doğrusu.
Ama, ş şt , yapılacaktı ve onlar da yapmışlardı. Ukubala
buharlaşma yüzünden traverslerden çıkan ş ddetl katran kokusuna
dayanamadığı ç n m des bulanmış, bunun üzer ne onu eve
gönderm şlerd . B r süre sonra öbür kadınlar da serbest bırakıldı.
Çünkü çocuklar evde sıcaktan bunalmış, b tm şlerd . Erkekler kan ter
ç nde kalarak ş b t rd ler.
Ertes gün, yağmurun boşanmasından b raz önce, boş vagonlar,
düzenl şleyen b r marşand z katarına eklenerek Kumbel’e
gönder lecekt . İşte bunun ç n yapılan manevralar ve vagonların
takılması sırasında, Yed gey, hamama g rm ş g b ter ç nde kalmış,
bunalmıştı. Yakıcı güneş b le o bunaltıcı havadan daha y yd . Üstel k
o gün mak n st de pek acem yd ve b r türlü doğru dürüst
yanaştıramıyordu lokomot f . Vagonların arasında k büklüm
katlanarak yürümek h ç de kolay olmuyordu Yed gey ç n. Yed gey
mak n ste, mak n st de ona küfred p durdular. Aslında, lokomot f
ocağının karşısında çalışan mak n st n hâl daha da beterd . İk s de
sıcaktan serseme dönmüşlerd . Bereket vers n sonunda ş b t rd ler
ve tren boş vagonları alıp götürdü.
İşte o sırada boşanmağa başladı yağmur. S c m g b , sellerce...
Gök yarılmıştı sank . Kısa zamanda yerde gölcükler oluştu.
Söylenenler doğruysa, H malaya’nın doruklarında, karlı tepeler nde
soğuyup, oranın nem n ve ser nl ğ n get ren b r yağmurdu bu. Meğer
neym ş, ne muazzam b r kaynakmış bu H malaya!
Yed gey, evler ne doğru koştu. Kend s de b lm yordu n ç n koşup
kaçtığını. Esk b r alışkanlık olsa gerek. Çünkü sağnağa yakalanan
b r adam ya ev ne kaçardı ya da b r saçak altına. Ama, orada böyle
b r yağmurdan kaçılır mıydı h ç! Kuttubayev a les n n, Abutal p, Zar fe
ve k çocuklarının, evler n n önünde el-ele tutuşarak, hoplaya zıplaya
oynadıklarını görünce, kaçışının alışkanlıktan başka b r sebeb
olmadığını daha y anladı. Onları böyle coşkulu görmek çok
dokundu Yed gey’e. Ona asıl dokunan, onların zıplayıp oynamaları
değ ld . Abutal p le Zar fe, yağmurun başlamasından az önce, ş
bırakıp hat boyunca koşarak g tm ş ve o da g tt kler n görmüştü.
Meğer yağmuru çocuklarıyla b rl kte a lece karşılamak st yorlarmış.
Bunu ş md anlıyordu ve onu asıl duygulandıran da bu d . Böyle b r
şey h ç gelmezd onun aklına. Ama onlar, Aral den z ne konan
yabancı kazlar g b , bağrışıp çağrışarak, t ş p kakışarak, düşüp
kalkarak ç m yor, yıkanıyorlardı. Bu onlar ç n b r yen l k, gökten gelen
b r ser nl k, b r d nlenme fırsatıydı. Sarı-Özek bozkırı öyles ne susuz,
bunaltıcı geçerd çünkü. İşte bu yüzden Yed gey, hem sev nm ş, hem
üzülmüştü. Toplum tarafından oradan oraya sürülen bu zavallılar,
ş md bu y t k, bu küçücük Boranlı’da, bu küçük mutluluğa dört elle
sarılıyorlardı.
Abutal p tufan g b düşen o yağmurun altında kollarını yüzgeç g b
sallayarak seslend :
- Yed gey, gel sen de katıl b ze!
Çocuklar da zıplamayı bırakıp ona koştular!
- Yed gey amca! Yed gey amca!
Çocuklardan küçüğü olan Ermek üç yaşını ancak doldurmuştu.
Yed gey’ n çok sevd ğ bu çocuk, sev nçten açılan ağzı yağmurla
dolarak, kollarını uzatarak koşmuştu ona. Yed gey onu kucaklayıp
havaya kaldırmış, döndürmüştü. Ama ş md ne yapacaktı? Bu a le
şenl ğ ne katılıp zıplamak gelm yordu ç nden. Tam bu sırada,
bağrışmaları duyan kızları Saule le Şerafet de koşup geld ler. Onlar
da bağrışıyordu sev nçten: “Baba gel, b z de koşalım!” ded ler. Bunun
üzer ne Yed gey kararsızlığını yend ve hep b rden elele tutuşup
zıplamaya başladılar. Yağmur s c m g b yağıyor ve onlar coşup
eğlen yorlardı.
Yed gey, su b r k nt s ne düşmes n, ağzına gözüne çamurlu su
dolmasın d ye, gözdes Ermek’ kucağından bırakmıyordu. Abutal p
de Yed gey’ n küçük kızı Şerafet’ almıştı omuzuna. İk koca adam
çocukları eğlend r yor, kend ler de eğlen yorlardı. Ermek, Yed gey’ n
kucağındaydı. Kollarını açıp avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağzına çok
su dolunca küçük başını Yed gey’ n göğsüne yapıştırıp boynuna
asılıyordu. Çok duygulandırıcı b r sahneyd bu ve Yed gey b rkaç
defa Abutal p le Zar fe’n n çocuklarıyla bu kadar candan lg len yor
ve çocuk Yed gey amcasıyla bu kadar mutlu oluyor d ye sev nçl ,
m nnet dolu bakışlarını yüzünde yakaladı. Bu yağmur şenl ğ , elbette,
Kuttubayev a les kadar Yed gey ve kızlarını da sev nd rm ş,
coşturmuştu. Yed gey, b rdenb re Zar fe’n n ne kadar güzel b r kadın
olduğunu şte o zaman farkett . Yağmur, Zar fe’n n kara saçlarını
dağıtmış ve dağılan saçları yüzüne, boynuna, omuzlarına yapışmıştı.
Tepeden tırnağa sırılsıklam olduğu ç n de, entar s vücuduna
yapışmış, çev k, şuh vücudu, kolları, bacakları, kalçaları y ce
meydana çıkmıştı. Gözler sev nçten parlıyor, beyaz d şler gülen
dudakları arasında ışıldıyordu.
Sarı-Özek’ n yağmuru “ne ata yem olurdu ne eşeğe yük..” Kar
yavaş yavaş toprak tarafından em l rd ama yağmur ne kadar çok, ne
kadar ş ddetl yağarsa yağsın, d ner d nmez, avuç ç nde kayan cıva
g b , derelere, vad lere akıp g derd . Köpürüp gürüldeyerek akan
sellerden b r şey kalmazdı.
Tufan g b yağan yağmurdan, b rkaç dak ka ç nde dereler, seller
oluşmuş, köpüklenerek, gürleyerek akmaya başlamıştı. Boranlılar da
eller ne geç rd kler kapları alıp sellere doğru koşmaya başladılar.
Koşuyor, oynuyor ve eller ndek kapları suya salıyorlardı. Daul ve
Saule g b büyücek çocuklar b r tekneye ya da leğene b nerek
yüzdüler. Daha küçükler de ana babaları yüzdürüyordu.
Yağmur d nmek b lm yordu. Leğenlere b n p yüzen çocuklar az
sonra kend ler n stasyon g r ş nde, dem ryolu tümseğ n n d b nde
buldular. Tam o sırada b r yolcu tren geçmekteyd . Yolcular vagon
pencereler nden başlarını uzatıp, bozkırın ortasındak bu gar p, bu
kaçık nsanlara şaşkın şaşkın baktılar. Yolcuların bazıları ıslık çalıyor,
bazıları alaylı alaylı bağırıyor, “D kkat ed n ha! Boğulursunuz!” d ye
gülüyorlardı.
Yolcuları pek güldüren o manzara gerçekten tuhaf olmalıydı. Tren
geç p g tt . Vagonları sağnaktan y ce yıkanmıştı. Herhalde b rkaç gün
sonra yolcular bu küçük stasyonda gördükler tuhaf olayı, o tuhaf
nsanları, arkadaşlarına, tanışlarına anlatıp onları da güldürmek
steyeceklerd .
Yed gey o sırada Zar fe’n n ağladığını farketmeseyd belk olayı h ç
de öyle düşünmeyecekt . Gerç böyle b r yağmurda, nsanın yüzü
şarıl şarıl sularla ıslanırken onun ağladığını anlamak zordu ama y ne
de bell yd , ağlıyordu şte. Güler g b yapıyor, neşel görünmeye,
sözde gülüş ve çığlıklarla hıçkırıklarını tutuyordu, ama y ne de
g zleyem yordu ağladığını. Abutal p farkına vardı ve onun eller n
tutarak:
- Ne oldu sana! Hasta mısın yoksa? Had çer g rel m! ded .
- B r şey m yok, hıçkırık tuttu da.. ded Zar fe.
Eğlenmeye, oynamaya, beklenmed k bu yağmurun armağan ett ğ
o mutluluk ânında çocukların neşes n arttırmaya devam ett ler.
Yed gey’ n neşes kaçmıştı. Çünkü kend gözler yle görmüştü
Zar fe’n n ağladığını. Bundan çok daha y b r hayatın varlığını b len o
zavallılar ç n o günkü olay aslında pek acı b r şey olmalıydı.
Yaşamakta oldukları güzel hayatı, böyle b r yağmurun h ç önem
olmayan, nsanların tem z, berrak sularda yüzdüğü, şartların,
eğlenceler n bambaşka olduğu, ana-babaların çocuklarını daha
başka yet şt rd kler , onlarla daha başka lg lend kler b r hayatı
almışlardı onlardan.. Zar fe bunu unutamıyor, bunun ç n ağlıyor
olmalıydı.
Yed gey, çocukları ç n eğlencel b r gün yaşatmaya çalışan
Abutal p ve Zar fe’n n üzüntüsünü arttırmamak ç n, h çb r şey n
farkına varmamış g b , onlarla b rl kte eğlenmeye devam ett .
D nmek b lmeyen yağmur altında, büyükler de küçükler de oyuna
doyup yoruldular. Sonra herkes ev ne doğru koştu. Yed gey b r ara
durup Kuttubayevler’ n (Ana, baba ve k çocuğun) yanyana
koşmalarına baktı. Heps sırılsıklam d . Sarı-Özek’te, h ç olmazsa b r
gün, b r defacık mutlu olmuşlardı.
Yed gey küçük kızını kucağında taşıyarak, büyüğünün el nden
tutarak ev n n eş ğ nde göründüğü zaman, Ukubala şaşkınlıktan d l n
yutacaktı. Korkuya kapılarak sordu onlara:
- Aman Tanrım! Ne oldu s ze? Neye benz yorsunuz böyle?
Yed gey karısını yatıştırmak ç n:
- Korkma, korkma! B r şey yok! ded . Sonra da gülerek ekled :
- Atan deve sarhoş olunca taylaklarla[13] oynarmış!
- Bakıyorum sen de öyle yapmışsın! ded Ukubala gülümseyerek.
Hayd hemen soyunun, sudan çıkmış tavuk g b durmayın orada!
Yağmur n hayet d nm şt . Ama geceley n, ardı arkası kes lmeyen
gök gürlemeler nden, uzaklarda, sabaha kadar yağdığı anlaşılıyordu.
Yed gey, gece b rkaç defa uyandı ve buna kend s de şaştı. Esk den,
yan Aral kıyısında yaşadığı zamanlar, gök tam başının üzer nde
yarılmış g b gürlerd de y ne de uyanmazdı. Herhalde orada yağışlar
ve gök gürlemeler çok olduğu ç n buna alışmıştı. Orada hayat
bambaşkaydı. Hafta yed gün sek z, gök gürlerd . Yed gey her
uyanışında k rp kler n aralayıp bozkırın uzaklarında parlayıp oraları
aydınlatan ş mşekler n cama vuran ışıltılarını görüyordu.
Yed gey o gece rüyasında kend n cephede, düşman ateş altında
gördü. Ama merm ler ses çıkarmadan patlıyordu. Düştükler yerde
toprak kara fısk yeler g b yukarı savruluyor, havada b r an kalıyor,
sonra y ne aşağı dökülüyordu. Bu patlamalardan b r onu kaldırıp
havaya fırlattı. Oradan korkunç b r uçuruma doğru nmeye başladı.
Kalb duracaktı nerdeyse. Sonra o da hücuma geçt . Onunla b rl kte
saldırıya geçen boz kaputlu b rçok asker vardı ama h çb r n n yüzünü
görem yordu. Sank eller nde mak nel tüfeklerle ama çler boş
kaputlardı hücuma geçenler. Kaputlar ‘Urra!’ d ye bağırdılar. Yed gey
o zaman önünde yağmurdan sırılsıklam ıslanmış Zar fe’y gördü.
Zar fe gülüyordu. Tuhaf! Yağmurdan sırılsıklam olmuştu kadın.
Üzer nde basma entar s , saçları darmadağın, yüzler nden sular
akıyor ve gülüyor, gülüyordu. Yed gey hücumdaydı, duramazdı. “N ye
gülüyorsun Zar fe? Böyle zamanda gülünür mü!” d ye bağırdı ona.
“Gülmüyorum, ağlıyorum” ded kadın. Ama y ne de gülmeye devam
ed yor, yüzünden şarıl şarıl sular akıyordu...
Ertes gün, gördüğü rüyayı Abutal p ve Zar fe’ye anlatmak sted
ama, pek y ye yorumlamadığı ç n vazgeçt bundan. Durup dururken
ne d ye üzecekt o nsanları?.
O büyük yağmurdan sonra, sıcak y ne dönüp geld Sarı-Özek’e.
Kazangap’ın dey m yle, “Yaz Bey ’n n lütfü b tm şt ”. Ama bu defa
sıcaklar dayanılmayacak kadar ş ddetl değ ld . Sonra yavaş yavaş,
sonbahar önces n n güzel havaları geld . Bunaltıcı sıcaklardan
kurtulan çocukların şen şakrak sesler y ne duyulur oldu. İşte bu
günlerde Kumbel stasyonuna Kızıl-Orda karpuz ve kavunlarının
geld ğ haber n aldılar. Boranlılılar sterlerse payları oraya
gönder lecek, sterlerse g d p kend ler alacaklardı. Yed gey bunu
fırsat b ld ve stasyon şef ne, karpuzları g d p kend ler n n almaları
gerekt ğ n , aks halde kötüler n n gönder leceğ n söyled . Bunun
üzer ne stasyon şef , Boranlı’nın payı olan karpuz ve kavunları seç p
get rmeler ç n Yed gey ve Abutal p’e z n verd . Yed gey’ n asıl
sted ğ de, Abutal p ve Zar fe’ye, onların çocuklarına, b r günlüğüne
de olsa, Boranlı dışında b r hava aldırmaktı. Kend ler de b raz hava
alsalar h ç fena olmazdı.
İk a le -Yed gey ve Abutal p’ n a leler - sabah erkenden Kumbel’e
g den b r yük tren ne b nd ler. G y nm ş, kuşanmışlardı. Ne büyük b r
sev nçt o! Çocuklar sank b r masal ülkes ne g d yorlardı. Sev nçten
yerler nde duramayan çocuklar hep soruyorlardı: “Kumbel’de ağaçlar
var mı?.. Var elbet. Otlar da var mı?.. Var ya, hem de yemyeş l.
Ç çekler de var. Büyük evler, büyük büyük caddeler ve caddeler nde
otomob ller de var mı? İsted ğ m z kadar karpuz-kavun var mı? Ya
dondurma? Dondurma da var mı? Pek , den z? Den z de var mı?..”
B nd kler vagonun kapısına, çocuklar düşmes n d ye b r tahta
uzatmışlardı. Buradan düzenl akıntılar hâl nde rüzgâr g r yor, çer s n
ser nlet yordu. Yed gey le Abutal p kapının önünde oturmuşlardı ve
ne olur ne olmaz d ye kapıyı yan yanya kapatmışlardı. Hem kend
aralarında konuşuyor, hem de çocukların sorularına cevap
yet şt r yorlardı. B r arada seyahat ett kler , hava güzel ve çocuklar
sev nçl olduğu ç n, Yed gey pek memnundu. Ama en çok Abutal p
ve Zar fe’n n mutlulukları sev nd r yordu onu. Bu dertl karı-koca kısa
b r süre ç n de olsa, onları yıkıp ezen sıkıntıları b r yana
bırakmışlardı ve yüzler gülüyordu. Yed gey onların bu hâl n görüp
y mserl ğe kapılıyor, “K mb l r, artık Boranlı’ya alışır, kalırlar” d yordu
kend kend ne. Tab î onları burada da rahatsız edenler olmazsa!
Zar fe ve Ukubala’nın kend aralarında günlük hayattan söz ederek
gevezel ğe dalmış olmaları da hoş b r şeyd . Mutluluk ç nde yüzüyor
g b yd ler. Böyle olmalıydı şte. İnsanın mutlu olması ç n daha
fazlasına gerek var mıydı? Bu d Yed gey’ n sted ğ . İnşallah
Kuttubayev a les başlarına gelen sıkıntıları unutur, kend ler n toplar,
seçme hakları olmadığına göre Boranlı’da yaşamaya alışır g derlerd .
Onunla yanyana, omuz omuza oturduğu Abutal p, güven l r b r adam
olduğu ç n de memnundu. B rb rler n çok y anlıyorlardı ve bunun
ç n fazla söze gerek kalmıyordu. Yed gey de onun alınacağı, haf fe
alınmayacak acılarına dokunacak sözler söylemekten kaçınıyordu.
Yed gey, Abutal p’ n aklına, b lg s ne değer ver r, saygı duyardı. Ama
asıl beğend ğ tarafı ağırbaşlılığı, a les ne bağlılığı, çocuklarının y l ğ
ve geleceğ ç n kend hayatını h çe sayar g b çalışmasıydı. Kuvvet n
de bundan alıyordu zaten. Bu yen arkadaşını d nled kçe, b r nsanın
başkalarına yapab leceğ en büyük y l ğ n, çocuklarını y terb ye
etmek, y yet şt rmek olduğunu da anlıyordu. Bunun ç n başkalarının
yardımına gerek yoktu. İnsan bu şe her gün zaman ayırmalı, adım
adım g tmel , kend n tamamen a les ne, çocuklarına vermel yd .
Sözgel ş , şu Sab tcan’ı ele alalım. Daha küçük yaştan onu b r yatılı
okula verm şlerd . Sonra çeş tl okullara, enst tülere gönderm şlerd .
Zavallı Kazangap, b r c k oğlu y okusun, şeh rlerde oturup y b r
hayat yaşasın d ye, el nde avucunda ne varsa harcamıştı. Sonuç ne
oldu? B rçok şey öğrenm şt ama, y ne de beş para etmezd , h çb r
şe yaramazdı...
Kavun-karpuz almak ç n g tt kler Kumbel yolunda, Yed gey, daha
y b r çıkış yolu yoksa, Abutal p Kuttubayev’ n Boranlı’ya yerleşmes
gerekt ğ n düşünüyordu. İç sıkıntısından kurtulsun, b rkaç hayvan
ed ns n, el nden geld ğ nce ve olab ld ğ kadar uzun süre, çocuklarını
Sarı-Özek’te yet şt rs n. Elbette bu düşünceler n ona söylem ş
değ ld , ama konuşurlarken Abutal p’ n de bu n yette olduğunu
anlamıştı. Çünkü Abutal p söz arasında kışlık patates nereden tem n
edeceğ n , karısı ve çocukları ç n karda g y len keçe ç zmeler
nereden alab leceğ n sormuştu. Kumbel’de b r kütüphane olup
olmadığını, kütüphanen n stasyonda çalışanlara okumak ç n k tap
ver p vermed ğ n de sormuştu.
Ayn gün b r yük tren ne b nerek ger döndüler, Boranlı ç n ayrılan
kavun karpuzları get rd ler. Kumbel’de çocuklar akşama doğru
yorgunluktan b tk n hale gelm şlerd . Ama çok mutluydular. Başka b r
dünya görmüşlerd orada. Oyuncak almış, dondurma ve türlü türlü
şeyler yem şlerd . Ama b r küçük olayla da karşılaştılar. Şeh r
berber nde çocukları tıraş ett rmek stem şlerd . Sıra Ermek’e gel nce
kıyamet koptu. Çocuk saçını kest rmemek ç n bar bar bağırdı,
tep nd , ağladı. Onu tıraş olmaya razı etmek, susturmak ç n çok
uğraştılar ama Ermek susmak b lm yor, kaçmak st yor ve baba!
baba! d ye bağırıyordu durmadan. O sırada babası berber n
yanındak mağazaya g tm şt . Zar fe se ne yapacağını b lem yor,
utancından renkten renge g r yor, çocuğuna mazaret bulmaya
çalışıyordu. Gerçekten de Ermek’ n çok güzel, annes n nk g b gür ve
kıvırcık saçları vardı. Saçları yıkanıp tarandığı zaman öyle güzel
olurdu k nsan seyr ne doyamazdı. Bu yüzden kesmeye
kıyamamışlardı. Ermek’ tıraş olmaya razı etmek ç n Ukubala, kızı
Saule’n n saçlarını uçtan b raz kest rd ve Ermek’e: “Bak, o b r kız
çocuğu olduğu halde korkmuyor” ded . Bu sözler onu b raz yatıştırdı
ama berber mak ney el ne alınca y ne yaygarayı bastı. O sırada
Abutal p g rd dükkâna. Çocuk berber koltuğundan fırlayıp kend n
babasının kucağına attı. Babası da onu kollarına alıp havaya
kaldırdı, bağrına bastı. Çocuğun çok korktuğunu, ona daha fazla
şkence etmemek gerekt ğ n anlamıştı:
- B z bağışlayın, ded , başka zaman tıraş oluruz. B raz cesaret m z
artsın da.. Ş md l k dare eder, aceles yok, başka zaman tıraş
oluruz...
***
“Konvans yon” uçak gem s nde özel yetk lerle donatılmış
kom syonların olağanüstü toplantısında varılan ara anlaşmaya göre,
Par te yörünge stasyonuna yen b r ş frel mesaj gönder ld . Dünya
dışı b r uygarlığa geçm ş bulunan Par te 1-2 ve Par te 2-1
kozmonotlarına ulaştırılmak üzere gönder len bu mesajda, bu
kozmonotların Ortak Yönet m Merkez ’n n gen ş açıklama ve
d rekt fler gelmeden yerler nden ayrılmamaları ve h çb r eyleme
geçmemeler emred l yordu.
Toplantı y ne g zl yapılıyordu. ‘Konvans yon’ uçak gem s y ne
Büyük Okyanus’ta, Aleut adalarının güney nde, San-Frans sco le
Vlad vostok’a tam eş t uzaklıkta b r noktada d .
Dünyada h ç k mse gezegenlerarası çok öneml b r olay
yaşandığını, İye yıldızı s stem nde dünya dışı b r uygarlığın hüküm
sürdüğü b r gezegen, bu gezegende yaşayan akıllı yaratıkların
dünyalılarla l şk kurma tekl f nde bulunduklarını henüz b lm yordu.
Olağanüstü toplantıda k tarafın kom syon üyeler , bu beklenmed k
ve h ç görülmem ş meselen n çözümü ç n hararetl b r tartışmaya
g rm ş, lehte aleyhte görüş b ld r yorlardı. Her kom syon üyes n n
önünde, b r sürü yardımcı b lg lerden başka, Par te 1-2 ve Par te 2-1
kozmonotlarının gönderd kler mesajların tam metn de bulunuyordu.
İk kozmonotun verd ğ b lg ler ayrıntılı olarak ve her sözün üzer nde
durularak ncelen yordu. Orman-Göğsü gezegen ndek akıllı
varlıkların hayatıyla lg l en küçük ayrıntı üzer nde duruluyor, her
şeyden önce de, o gezegenlerdek uygarlığın dünya uygarlığındak
tecrübelere uyarlanıp uyarlanamayacağı, özell kle de bu
kom syonların mensup olduğu k ülken n çıkarlarına uygun düşüp
düşmeyeceğ tartışılıyordu. Mesele çok öneml yd , daha önce h ç
karşılaşılmamıştı ama y ne de b r an önce çözüme bağlanması
gerek yordu.
Büyük Okyanus’ta, orta ş ddette b r fırtına den z çalkalamaya
devam ed yordu...
***
Kuttubayev a les n n en ş ddetl sıcaklarla gelen o amansız yaza
dayandıklarını, umutlarını y t rmed kler n ve pılı-pırtıyı toplayıp
g tmeye hazırlanmadıklarını gören Boranlılılar, onların artık burada
kalıp tutunmaya çalışacaklarını anlamışlardı. Abutal p kend n
toparlamış, buradak hayat şartlarına uyum sağlamış görünüyordu.
Şüphes z başkaları g b o da, Boranlı’nın dünyanın en berbat yer
olduğunu söyleyeb l rd ve buna da hakkı vardı. İçme suyu b le çok
uzaklardan tankerle taşınıyordu. Daha kötü ne olab l rd ? B r bardak
taze su çmek steyen n, deves n semerley p onu çölün b r ucuna
koşturması, b r kuyuda tulumları doldurması gerek yordu. Buna da
ancak Kazangap’la Yed gey cesaret edeb l rlerd . 1952 yılındak bu
durum 60’lı yıllara kadar devam edecek ve ancak 1960’1ı yıllarda
tulumbalı b r kuyu açılacak ve yeldeğ rmen yle elektr k üret lerek bu
tulumba çalıştırılacaktı. Ama o zamanlar bunu hayal b le
edemezlerd . Bütün bu güçlüklere rağmen Abutal p ne Boranlı’yı
lanetl yordu ne de Sarı-Özek bozkırını. Günlük hayatta karşılaşılan
bütün bu güçlükler olduğu g b , y s n y , kötüsünü kötü kabul
ed yordu. Aslında orasının öyle oluşunda o yer n b r suçu yoktu.
Orada tutunup tutunamayacağına, yaşayıp yaşayamayacağına karar
verecek olan nsanın kend s yd . Burada kalmaya karar verenler,
eller nden geld ğ kadar rahat b r düzen kurmaya gayret ed yorlardı.
Kuttubayev a les de, g deb lecekler başka b r yer olmadığı ç n
Boranlı’da kalmayı kararlaştırdılar ve şe dört elle sarıldılar. Bu
yüzden de boş vak tler hemen hemen h ç kalmadı. İstasyonda
onlara düşen pek çok ş vardı. Bunlardan arta kalan zamanlarında,
kaldıkları barakayı onarıp kışa hazırlamak ç n çalışıyor, bu yüzden
de b tk n düşüyordu. Sobayı tam r ed yor, kapıyı pencereler rüzgâr
g rmeyecek şek lde sağlamlaştırıyordu. Böyle şlere h ç alışkın
değ ld . Bereket vers n Yed gey vardı ve ona âlet vererek, gerekl
malzemey bularak yardım ed yordu. Sıra küçük hangarın yanına
k ler olarak kullanılacak b r yer kazmaya gel nce, Kazangap da
yardıma koştu. Üçü elele vererek büyükçe b r çukur kazdılar.
Çukurun üzer n esk traverslerle örttüler. Traversler n üzer n de k l
ve saman karıştırarak yaptıkları balçıkla sıvadılar. Bunun da üzer ne,
hayvanlar basıp düşmes n d ye, b r çatı yaptılar. Onlar bu şler
yaparlarken Abutal p’ n k oğlu yanlarından h ç ayrılmadı, ayaklarına
dolanıp durdular. Ama y ne de çocuklar onların neşeler n
arttırıyordu.
Bu arada Kazangap ve Yed gey, bu yen komşularına daha başka
yardımlarda bulunmayı da kararlaştırdılar. İlkbaharda onlara b r
sağmal deve vereceklerd . Ama önce Abutal p deve sağmayı
öğrenmel yd . Deve, nek sağar g b oturarak değ l, ayakta durarak
sağılırdı. Ayrıca deveye, özell kle de köşeğ ne y bakmalıydı.
Yavruyu zamanında emz rmek, zamanında anasından ayırmak
gerek rd . Bütün sütü emmes ne engel olunmalıydı ama
beslenmes ne yetecek kadar da süt bırakmalıydı. Çünkü deve
yavrusu çok naz kt r ve sürekl bakım ster. Kısacası bu şler
öğrenmel yd .
Yed gey, Abutal p’ n ev şler yle meşgul olmasına, Zar fe le b rl kte
k a len n çocuklarına okumayı, yazmayı, res m yapmayı
öğretmes ne sev n yor, çok memnun oluyordu ama onu asıl memnun
eden bu y t k Boranlı’da her türlü sıkıntının üstes nden gel p
kend s ne özel uğraşılar bulmasıydı. Her aydının yapması gereken
şey yapıyor, yan k tap okuyor, yazı yazıyordu. Yed gey böyle b r
dostu olduğu ç n g zl den g zl ye gurur duyuyor ve bu yüzden de ona
hep yakın olmak st yordu. Kültürlü, b lg l nsanlara çok saygı
duyardı. Sarı-Özek’e sık sık gelen jeolog Yel zarov le yakın dostluk
kurması da göster yordu bunu. Abutal p de Yel zarov g b çok şey
b len kültürlü b r nsandı. Ne var k çok açılmaz, çok konuşmazdı.
Bununla b rl kte, b r gün Yed gey le uzun uzun, c dd c dd konuştu.
B r akşam üstü, şler n b t rm ş evler ne dönüyorlardı. Yolun yed nc
k lometres nde, karın sık sık yolu tıkadığı yerde, tahtadan b r s per ya
da engel yapmışlardı o gün. Henüz sonbaharın başıydı ama kar
bastırmadan gerekl hazırlığı yapmalıydılar. Bu mevs mde akşam
üzerler çok güzel, aydınlık ve d nlend r c olur, nsana b r dostuyla
konuşmak, dertleşmek arzusu ver r. O gün Sarı-Özek düzlükler ve
tepeler akşamın alacakaranlığına bürünmekteyd . Böyle
akşamlarda, Aral’ın d b de sandaldan bakılınca böyle görünürdü.
Şundan bundan konuşurken Yed gey, Abutal p’e sordu:
- Yahu Abu, akşamları ne zaman ev n z n yakınından geçsem, sen
penceren n önünde, lambanın yanında oturmuş b r şeyler yaparken
görüyorum. Yazı mı yazıyorsun, yoksa b r şey m tam r ed yorsun?
Ne yapıyorsun?
Abutal p, küreğ b r omuzundan ötek ne aktardı ve çtenl kle cevap
verd :
- Başka çarem yok, ancak geceler çalışab l yorum.
Çalışma masam yok, onun ç n çocukların yatmasını bekl yorum.
Onlar yatınca Zar fe le geç yoruz pencere çıkıntısının başına. O
k tap okuyor ben se anılarımı yazıyorum. Daha vak t varken,
unutmadan kaleme almak st yorum onları. Savaş anılarımı, en çok
da Yugoslavya’da geçen yıllarımı anlatıyorum. Zaman çabuk geç yor
ve olaylar da çabuk unutuluyor -b r süre sustu-. Çocuklarım ç n neler
yapab leceğ m her zaman düşündüm. Onları yed r p ç rmek, terb ye
etmek görev m z. Bunu el mden geld ğ kadar yapıyorum. Ama ben
b rkaç yıl ç nde öyle olaylar yaşadım, öyle sıkıntılar çekt m k ,
başkaları bunu yüz yılda göremez, yaşayamaz. Bunca ç lel
maceraya rağmen hâlâ yaşıyorum şte. Düşündüm k , kader n ben o
felâketlerden çıkarması belk b r tesadüf değ ld r. Bunları başkalarına,
her şeyden önce çocuklarıma anlatmam, onların ders alması ç n sağ
bırakmıştır ben . Madem k dünyaya gelmeler ne sebep oldum,
hayatımı, düşünceler m b lmeler gerek r. Ben böyle düşünüyorum.
Elbette herkes n kabul ett ğ gerçekler, ortak doğrular vardır. Ama
herkes n b r de kend görüşü, düşünces , tecrübes vardır. İşte bu
görüşler, o k ş n n ölümüyle yok olup g derler. B r nsan, dünya
güçler n n vuruşmasından, ölümle kalım arasındak b rçok
halkalardan geçm şse, bu kargaşada yüz defa öleb lecek ken hâlâ
hayatta kalmışsa, çok görmüş, çok öğrenm ş olur. Ney n y , ney n
kötü, ney n doğru, ney n yanlış olduğunu anlamış olur...
Yed gey şaşırdı ve onun sözünü kest :
- Dur hele, anlayamadığım b r nokta var. Belk bu söyled kler n çok
doğrudur. Ama sen n çocukların daha çok küçük, berber n tıraş
mak nes nden b le korkuyorlar, sen n bu yazdıklarını nasıl
anlayacaklar?
- İşte ben de onun ç n yazıyorum ya. K mse k msen n ne kadar
yaşayacağını b lemez. Ben m daha uzun süre yaşayacağımı k m
b leb l r? Daha üç gün önce, kafamda b n türlü düşünce, dalıp
g tm şt m. Kazangap tam vakt nde kolumdan tutup çekmeseyd , tren
altında ez l p ölecekt m. B r güzel de azarladı ben . “Çocukların,
ölmed ğ n ç n d z çöküp Tanrı’ya şükrets nler” ded .
Yed gey onun çok dalgın olduğunu söyley p b r daha uyarmak ç n
bunu fırsat b ld :
- Kazangap’ın hakkı var. Sana hep söyler m, Zar fe’ye de söyled m.
Tren yolunda öyle dalgın yürüyorsun k , sank lokomot f raydan çıkıp
sana yol verecek! Güvenl k kuralları d ye b r şey var, bunu b l rs n.
Sen n g b okumuş b r adama kaç kere söyleyeceğ z bunu! Sen b r
dem ryolu şç s s n ama dem ryolunda olduğunu unutup pazar
yer nde dolaşıyormuş g b yürüyorsun. H ç şakası yok bu ş n!
Abutal p’ n suratı b raz asıldı:
- Anladık, anladık! Öyle b r şey olsa tek suçlusu ben olurum. Öğüt
vermey bırak da ben d nle..
- Söz açıldığı ç n söyled m. Anlat sen, d nl yorum.
- Esk den nsanlar çocukları ç n m ras bırakırlardı. Bazen y , bazen
kötü olurdu bu. Duruma göre değ ş rd . Ne kadar çok k tap yazılmış,
ne kadar çok masal anlatılmış, ne kadar da çok p yes oynanmıştır bu
konuda! N ç n? Çünkü bu m raslar çok defa haksız kazançlardan,
başkalarının sırtından sağlanan mal-mülk olurdu. Onun ç n m rasla
b rl kte b rçok günah, haksızlık, kötülük meydana gel rd . Ama,
Allah’a şükürler olsun k , ş md m ras meseles d ye b r şey yok.
Ben m bırakacağım m rasın se k mseye b r zararı olmayacak. Ben m
m rasım, ben m ruhumdan, benl ğ mden, yazılarımdan baret olacak.
Savaş yıllarında görüp yaşadığım olayları anlatan yazılardan baret.
Çocuklarıma bırakacağım başka zeng nl ğ m yok. Burada, bu Sarı-
Özek bozkırında karar verd m buna. Hayat ben , yok olayım, y t p
g dey m d ye, yavaş yavaş buralara kadar tt . Ben de bütün
yaşadıklarımı, gözlemler m , ak kâğıda kara yazılarla dökeceğ m ve
m ras olarak bunları bırakacağım çocuklarıma. Yarınlara, bütün
arzularıma, belk onlarla ve onlarda ulaşırım. Ben m yapamadıklarımı
belk b r gün onlar gerçekleşt r rler. Onların çağında hayat
b z mk nden b le daha güç olacak. Onun ç n daha küçük yaşta bazı
şeyler öğrens n, akıllarını başlarına toplasınlar...
B r süre sess zce, herb r kend düşünceler ne dalarak yürüdüler.
Arkadaşının söyled kler Yed gey’e b raz tuhaf geld . İnsan
yeryüzünde varoluşunu böyle de yorumlayab l rm ş demek? d ye
düşündü. Y ne de şaştığı şeye b r açıklık kazandırmak sted :
- Ama herkes çocuklarımızın b zden daha y , daha rahat ve mutlu
yaşayacağına nanıyor. Radyodan da söylüyorlar bunu. Sen se tam
aks n söylüyorsun. Atom savaşından mı söz etmek st yorsun?
- Yalnız ondan değ l. Yen b r savaş olacağına pek nanmıyorum.
Olsa b le çok sonra, uzun zaman sonra olur. Mesele ekmek meseles
de değ l. Tar h n çarkı g tt kçe daha hızlı dönüyor. Çocuklarımız her
şey kend ler anlayıp öğrenmek, kend akıllarıyla yapmak, b z m
şler m z üstlenmek zorunda kalacaklar. Oysa düşünmek, her zaman
acı veren ağır b r şt r. Onun ç n onların hayatı b z mk ne göre daha
zor olacaktır.
Yed gey arkadaşından düşünceler n daha açık söylemes n
stemeye cesaret edemed : Düşünmek n ç n her zaman acı ve ağır
b r şey oluyordu? Sonraları bu konuşmayı hatırladıkça “n ç n
sormadım?” d ye p şmanlık duyacaktı. Çünkü sorup öğrenmes , y ce
kavraması gerek rd .
Abutal p, Yed gey’ n şüpheler n g dermek sterces ne konuşmaya
devam ett :
- Bütün bunları n ç n söylüyorum? Şunun ç n: Küçük çocuklar
büyükler n her şey çok y b ld kler n , çok akıllı ve her zaman da
haklı olduklarını sanırlar. Ama b raz büyüyünce bunun pek doğru
olmadığını anlarlar. Onları terb ye edenler n, yan b z ana babaların
bazen ne kadar gülünç, acınacak halde olduğunu görürler... Zaman
çarkı dönüş hızını arttırıyor. Bununla b rl kte, kend kuşağımız ç n
son sözü y ne kend m z söylemel y z. Atalarımız bu maksatla bazı
efsaneler, masallar söylem ş ve kend ler nden sonrak kuşaklara ne
kadar büyük nsanlar olduklarını anlatmak, kanıtlamak stem şlerd r.
B z de bugün atalarımız hakkındak yargımızı bu efsanelere bakarak
ver yoruz. İşte, çocuklarım ç n ben m yaptığım da bundan farklı b r
şey değ ld r. Ben m efsaneler m, ben m savaş yıllarımı anlatıyor.
Part zanlarla b rl kte geç rd ğ m yılları yazıyorum. Neler olduğunu,
neler görüp neler yaşadığımı b r b r anlatıyorum. Büyüdükler zaman
bunları okuyup anlayacaklarını, yararlanacaklarını umuyorum. Buna
nanıyorum. Başka düşünceler m de var: Çocuklar Sarı-Özek
bozkırında büyüyecekler. İy ce büyüdükler zaman, h çb r zaman
değer olmayan berbat b r yerde yaşadıklarını söylemes nler
kend ler ne. Onun ç n b z m esk türküler m z de teker teker
kayded yorum. Onları kaydeden b r yazar olmasa zamanla unutulup
g der ve b r daha k mse hatırlamaz. Bana göre bu türküler b ze
geçm ş m z anlatan belgelerd r. Sen n Ukubala çok türkü b l yor.
Bunları hatırladıkça bana söylemeye söz verd .
Yed gey övünçle cevap verd :
- A, tab î, çok türkü b l r, çok da güzel söyler. Soyu, kökü Arallı’dır
onun. B z, Aral kıyısında doğup büyümüş Kazaklarız. İnsan den ze
açılınca türkü söylemek gel r ç nden, den z nsana lham ver r. Ve
den z söylenen türküyü anlar. Yürekten duyarak söyled ğ n türküyü o
da yürekten ve hemen kabul eder.
- Doğrudur. Çok haklısın. Geçen akşam yazdıklarımı okudum. Ben
de, Zar fe de çok duygulandık, gözler m z yaşardı. Ne güzel türküler
yakarmış esk ler! Her türkü tek başına b r tar h sank . Öyle çten, öyle
canlı k , nsan türküyü yakanları, söyleyenler karşısında,
yanıbaşında görür g b oluyor. Onlar g b yaşamak, onların acılarına
ortak olmak, onlar g b sevmek st yor. Daha yakından tanımak st yor
onları. O nes ller şte bu türkülerde, bu türkülerle yaşamaya devam
ed yorlar. Kazangap’ın karısı B key’e de r ca ett m. Bana Karakalpak
türküler n yazdıracak. Onları ayrı b r deftere yazmak st yorum.
Böylece b r de Karakalpak türküler defter m z olacak...
Hat boyunca ağır ağır yürüyorlardı. Hava az rastlanan
güzell kteyd . Sonbahar önces , o sak n akşam üstü, der n b r ç çek ş
g b nsanı rahatlatıyordu. Sarı-Özek’te ne orman vardı, ne ırmak, ne
de ek l tarlalar. Ama, batmakta olan güneş n ışık ve gölge oyunları,
bozkırda o güzell kler n h çb r eks k değ lm ş g b b r h s ver yordu
nsana. Uçsuz bucaksız alanlara nen kararsız, t trek, mav renk
dalgalanmaları gönüllere coşku ver yor, nsanın kafasında yen yen
f k rler doğuruyor, çok yaşamak ve düşünmek arzusu ver yordu...
Abutal p, sonradan tekrar dönmek üzere b r sürel ğ ne hayal nden
uzaklaştırdığı b r konuyu b rden hatırlamış g b sordu:
- Yed gey, bak ne d yeceğ m.. Çoktandır sormak st yordum. Şu
dönenbay kuşu.. Böyle b r kuş gerçekten var mı? Sen h ç rastladın
mı?
- Aa, Dönenbay mı? B r efsane o!
- B l yorum, ama efsaneler de çok defa b r gerçeğe dayanır. Meselâ
şu b z m sarıasma kuşunu ele alalım. B z m Sem reçye yöres nde
yaşar. Çalılar, bağlar arasında, sabahlara kadar öter, b rb rler n
çağırırlar. “N şanlım k m? N şanlım k m?” d ye öterm ş. Belk b r ses
benzeşmes nden dolayı öyle dem ş, yakıştırmış olab l rler. Olsun.
N ç n öyle öttüğünü, öyle ded ğ n anlatan b r masalı da var. Belk
ötüşlere “Dönenbay! Dönenbay!” seslen ş n andıran kuşlar da vardır.
Efsaneye de o yüzden geçm ş olab l r?
- B lm yorum. Bunu h ç düşünmed m doğrusu. Sarı-Özek’te çok
dolaştım ama, bu s mde b r kuşa rastlamadım. Böyle b r kuş yok
sanıyorum..
Abutal p dalgın dalgın:
- Belk ... belk yoktur, ded .
Yed gey kend söyled kler nden telâşa kapıldı:
- Yoktur d yorum ama, o zaman Dönenbay efsanes de b r uydurma
olur. Büsbütün de uydurma değ ld r herhalde...
- Neden uydurma olsun.. Şu Ana-Bey t mezarlığı gerçekten var,
yer nde durup duruyor. Ve oralarda b r şeyler olduğunu da b l yoruz.
İşte bu yüzden ben ‘dönenbay’ d ye b r kuşun varlığına nanıyorum.
B r zaman gelecek, onu b r gören olacaktır. Çocuklar ç n böyle
yazacağım.
- Çocuklar ç n se, buna b r şey demem. Çocuklar ç n olur.
Yed gey’ n b ld ğ ne göre Sarı-Özek’e a t bu esk efsaney yalnız k
k ş kaleme almıştı. Bunun lk n , Abutal p Kuttubayev, büyüdükler
zaman okusunlar d ye, 1952 yılının sonlarına doğru çocukları ç n
yazmıştı. Bu yazı o korkunç olaylardan sonra kaybolup g tt ve
üzüntüden dolayı ne o ne de b r başkası yazının ne olduğunu
sormaya fırsat bulamadı. B rkaç yıl sonra 1957’de ayn efsaney
Yel zarov Afanas İvanov ç de kâğıda döktü. Ş md Yel zarov da yok.
O da göçüp g tt bu dünyadan. Herhalde bu yazı da d ğer b rçok
yazıları g b , Alma-Ata’dak dosyalarının arasındadır. Yel zarov da,
Abutal p de bu efsaney Kazangap’tan d nleyerek yazmışlardı. Ama
Kazangap efsaney anlatırken Yed gey de yanlarındaydı. Bazı
hatırlatmalarda bulunmuş, bazı ayrıntıların yorumlanmasına yardım
etm şt .
*
Ş md , nakışlı örtülerle süslenm ş Karanar’ın k hörgücü arasına
kurulan Yed gey, sallana sallana g derken: “Vay canına! Yıllar nasıl
da gel p geçm ş! Şu geçen zamana bak!” d ye geç rd aklından. Ş md
de Kazangap’ın kend s n götürüyordu Ana-Bey t mezarlığına.
Böylece çember n k ucu b rleş yordu. Efsaney anlatanın kend s de,
h kâyes n çok y b ld ğ , gelecek kuşaklara aktarmak ç n hafızasında
taşıdığı Ana-Bey t mezarlığına son uykusunu uyumak üzere
g d yordu.
“Ey Ana-Bey t! Ş md yalnız sana geleceğ m! Ş md yalnız k m z
kaldık.. sen ve ben. Ben de yakında sana geleceğ m, kend yer m
alacağım. Ben m de sonum yaklaşıyor...” d yordu Yed gey kend
kend ne. Küçük cenaze alayının başında, Karanar’ın sırtında,
bozkırda sallana sallana g d yordu. Onun arkasında römorku le
traktör, traktörün ardında Belarus marka yol kazma mak nes vardı.
Cenaze alayına kend l ğ nden katılan kızıl tüylü Yolbars, bazen
arkada, bazen önde koşuyor, bazen yana geç p duruyor, bazen de
kaybolup b r süre görünmez oluyordu... Kuyruğunu d k tutuyor,
kend ne c dd b r tavır ver yor ara sıra, öneml b r ş yapıyormuş g b
sağa sola bakıyordu...
Güneş tam tepeler ne gelm ş, öğle olmuştu. Ana-Bey t mezarlığı
uzak değ ld artık...
***
-VIII-
1952 yılının sonları, daha doğrusu bütün sonbahar ve onun
ardından b raz gec kerek gelen ama kar fırtınaları get rmeyen kış
günler , Boranlı’da yaşayan b r avuç nsan ç n, belk de hayatlarının
en güzel günler oldu. Sonraları o günler Yed gey hep hüzün karışık
b r özlemle hatırladı.
Yaşından dolayı Boranlılılar tarafından ‘aksakal’ sayılan, edeb-
erkân b len ama akıllılık ed p başkalarının ş ne pek karışmayan
Kazangap, o günlerde güçlü kuvvetl , sapasağlam b r adamdı. Oğlu
Sab tcan, Kumbel yatılı okulunda okuyordu. Kuttubayevler, Sarı-
Özek’e temell yerleşmeye kararlı görünüyorlardı. Evler n kışa
hazırlamış, k lere yeter kadar patates konulmuş, Zar fe ve çocuklara
keçe ç zmeler alınmıştı. Ayrıca b r çuval da un ısmarlamışlardı. Bu
unu Yed gey güçlü çağına henüz ulaşan Karanar’ın sırtına
yükleyerek get rm şt Kumbel’den. Abutal p gündüzler dem ryolunda
çalışıyor, artan zamanlarında çocuklarla meşgul oluyor, geceler se
pencere kenarındak lambanın ışığında, uzun uzun yazılarını
yazıyorlardı.
Onlardan başka Boranlı’da b rkaç şç a les daha vardı ama bunlar
kalmaya, yerleşmeye n yetl görünmüyorlardı. O zamanlar stasyon
şef Ab lov da fena b r adam değ ld . Köyde herkes n sağlığı
yer ndeyd . İşler yürüyor, çocuklar büyüyordu. Kış gelmeden yol
onarımı tamamlanmış, kar engelleme setler yapılmıştı.
Havalar gerçekten çok güzel geçm şt . Sonbahar, kızarmış ekmek
kabuğu reng nde b r manzara get rm şt Sarı-Özek bozkırına. Sonra
kış geld ve her yer bembeyaz oldu. Bütün alanları kaplayan o sess z
beyazlığın ç nde, dem ryolu kara b r pl k g b uzanıyor, trenler n b r
gel p b r g d yordu. Tren yolcuları, dem ryolunun kenarında, kar
tepec kler arasında, b rkaç kasabadan oluşan küçük b r köy
görüyorlardı. İşte orasıydı Boranlı. Yolcular kompartıman
pencereler nden kayıtsız bakışlarla bu evler süzüyor, ya da b r an
ç n, kuytuda, o y t k köyde yaşayan yalnız nsanları düşünerek
onlara acıyorlardı... Aslında pek o kadar acınacak durumda
değ ld ler. Yazın kavurucu sıcaklarını b r yana bırakırsak, o yıl
oldukça y geçm şt .
Genel olarak, savaş sonu sıkıntıları yavaş yavaş haf flemeye
başlamıştı. Yen yıldı, y yecek maddeler ve sanay ürünler n n
f yatlarında b r düşme beklen yordu. Mağazalar henüz malla dolup
taşmıyordu ama, durum yıldan yıla y leş yordu...
Boranlılılar’ın, yılbaşını b r bayram g b kutlamak âdetler yoktu.
Yılbaşı geces n sabırsızlıkla beklemez, o gece coşup eğlenmezlerd .
Ne olursa olsun stasyondak şler devam eder, yen yılın nerede, ne
zaman başlayacağına h ç aldırmadan gel r g derlerd . Bundan başka,
kışın, stasyondak şler n dışında da yapılacak şler çok olurdu
Boranlılılar’ın. Odun kırar, soba yakar, kırda ahırda bulunan
develerle, yaz mevs m nde olduğundan daha çok meşgul olurlardı.
Çünkü hayvanlar kış günler daha çok bakım sterd . Gündüzler
oradan oraya koşturmaktan yorulan nsanlar, yıl sonunu, yıl başını
akıllarına get rmeden, kend ler n b r an önce yatağa atmak ç n
beklerlerd gecen n olmasını.
Yıllar böylece b rb r n kovalıyor, gel p geç yordu...
Ama 1953’ün son günü, öbür yıllara h ç benzemed , çok şenl kl
geçt . Şenl ğ düşünen ve düzenleyen Kuttubayev a les yd . Yed gey
ancak son hazırlıklar ç n yardımcı oldu. Her şey, öğretmen
Kuttubayevler’ n çocuklar ç n b r Noel ağacı süslemeye karar
vermeler yle başladı. Ama çam ağacını nasıl bulab l rlerd ? Sarı-
Özek’te d nozor yumurtası bulmak çam ağacı bulmaktan daha
kolaydı. Gerçekten de, jeoloj araştırmaları yapan Yel zarov, toprak
altında çok esk çağlardan kalan ve herb r büyük b r karpuz r l ğ nde
olan fos lleşm ş d nozor yumurtaları bulmuştu. Bu fos ller Alma-Ata
müzes ne götürülmüş, gazetelerde bu konuda yazılar çıkmıştı.
Yılbaşı ağacı süslemey düşünen Abutal p, b r çam bulmak ç n,
soğuğa, ayaza bakmadan Kumbel’e g tmek zorunda kaldı.
Kumbel’de dem ryolcular ç n beş çam ayrılmıştı. Abutal p bunlardan
b r n n Boranlılılar’a ver lmes n sağladı. İşte her şey böyle başladı.
Her tarafını kırağı kaplamış b r yük katarı kesk n gıcırtılar çıkararak
durduğu zaman, Yed gey stasyon şef nden ş eld venler almaktaydı.
Bütün kapılarına kurşun mühürler vurulmuş dört d ng ll vagonlardan
oluşan uzun b r katardı bu. Abutal p son vagonun üstü açık merd ven
sahanlığından güçlükle nd . Ayazdan kaskatı kes len ç zmeler n
ç nde ayakları buz g b donmuştu. Sahanlıkta, kalın b r gocuğa
sarınmış, başı kalpaklı b r görevl , oldukça güçlük çekerek Abutal p’e
büyük ve ağır b r şey uzattı. Yed gey bunun yılbaşı ağacı olduğunu
anlamıştı. Y ne de, şaşkınlıktan b r süre kımıldamadan öylece durdu.
Merd ven sahanlığından sarkan kalın g y ml , r gövdel adam
Yed gey’ görünce seslend :
- Hey Yed gey! Gel şu adama yardım et b raz!
Yed gey koşup geld , Abutal p’ öyle görünce büyük b r korkuya
kapıldı. Kaşlarına varıncaya kadar bütün vücudunu bembeyaz kırağı
kaplamıştı. Neredeyse hayatına mal olacak o çam ağacının yanında
kaskatı duruyor, donduğu ç n kolunu b le uzatamıyor, konuşmak ç n
dudaklarını zor kımıldatıyordu.
Katar görevl s boğuk b r sesle çıkıştı:
- Böyle b r havada bu kıyafetle m yola çıkar s z n nsanlar! Şu ağaç
yüzünden az daha ölecekt . Sahanlıkta buz g b rüzgâr es yor.
Gocuğumu ona vermey düşündüm ama bu defa da ben donacaktım
soğuktan!.
Abutal p zar-zor dudaklarını kımıldatarak özür d led :
- Özür d ler m, oldu b r kere.. Ev yakın, az sonra ısınırım.
Katar görevl s Yed gey’e:
- Bak, ded , üzer mde kalın b r gocuk, bunun altında pamuklular,
ayağımda keçe ç zmeler, başımda kürklü başlık var. Y ne de yolun
b t m n dört gözle bekl yorum. Bu kıyafetle yola çıkılır mı h ç!
Yed gey’ n canı sıkılmış, üzülmüştü:
- Haklısın Trof m, ded , çok y s n, sağ ol. Hayd yolun açık olsun!
Böyle ded kten sonra çam ağacını kucakladı. Çam, adam boyunda
d . İğne yaprakları ormanın kış kokusunu ver yor ve Yed gey’ n
yüreğ heyecandan fırlayacakmış g b çarpıyordu. Çünkü bu ağaç
b rden savaş sırasında geçt ğ ormanları hatırlatmıştı ona. Böyle
çamlar pek çoktu ormanda. N celer n tanklarla ezm ş, n celer n
obüslerle dev rm şlerd . B r zaman gel p çam kokusundan böyle b r
haz duyacağı, o zamanlar h ç aklına gelmezd elbet.
Çam ağacını omuzladı, Abutal p’ n yüzüne b r daha baktı ve:
- Hayd , çabuk eve g del m! ded .
Abutal p’ n soğuktan yanıp donmuş, gözyaşları yanaklarında
buzlanmış yüzünde, gözler b r zafer kazanmış g b parlıyordu. Bunu
gören Yed gey’ n ç ne b r korku düştü: Çocukları, babalarının onlar
ç n katlandığı bu fedakârlığı anlayab lecekler m yd ? Çünkü bunun
ters b r durumla karşılaşanlar h ç de az değ ld . B r teşekkür
umarken umursamazlıkla karşılaşır, bazen düşmanlık b le
görürsünüz. “Allah onu böyle b r durumdan korusun, zaten çekt kler
yeter ona!” d ye geç rd aklından.
Çam ağacını lk gören Abutal p’ n büyük oğlu Daul oldu. B r sev nç
çığlığı atarak dışarı fırladı. Onun hemen ardından, üzerler ne kalınca
b r şey alacak kadar b le beklemeden Zar fe le Ermek koştular.
Daul, çam ağacının çevres nde sev nçten zıp zıp zıplayarak
bağırıyordu:
- Çam ağacı! Çam ağacı! Bakın ne güzel!
Zar fe de ondan aşağı kalmıyordu:
- Har ka! Çok güzel! Büyük ş başardın, çok yaşa!
Hayatında h ç çam ağacı görmem ş olan Ermek se, Yed gey
amcasının taşıdığı ağaca, faltaşı g b açılmış gözlerle bakıyordu:
- Anne! Anne! Çam ağacı bu mu? Aa, çok güzel. Hep b z m evde
m kalacak?
Yed gey başını sallaya sallaya Zar fe’ye:
- Bak Zar fe, bu ağaç yüzünden kocan az daha donup ölüyormuş!
Anlıyor musun? Hemen ısınması gerek. Önce ç zmeler n çıkarmalı..
Ç zmeler ayaklarına yapışmıştı soğuktan. Heps b rden onları çek p
çıkarmak ç n şe koyuldu. Çocuklar küçük eller yle, kaskatı olmuş
dana der s ç zmelere asılıyor, olanca güçler yle çek yorlardı. Abutal p
ayağının ağrı sızısından yüzünü buruşturuyor, d şler n sıkıyor ama
y ne de ah! oh! d ye nlemekten kend n alamıyordu.
Anneler çocukları uzaklaştırmaya çalıştı:
- Bırakın, bırakın da ben yapayım şu ş . S z n gücünüz yetm yor,
bana da mân oluyorsunuz..
Yed gey, Zar fe’ye alçak sesle:
- Bırak key fler n bozma, ded , b raz zahmete alışsınlar.
Babalarının acılarına son vermek ç n b r an önce onun ç zmeler n
çıkarmaya çalışmaları, bunun ç n can ve gönülden asılmaları,
Abutal p’e en büyük mükâfat d . Bu onların artık büyümekte
olduklarını, b r şeyler anlamaya başladıklarını da göster yordu.
Bunun ç n çok sev n yordu. Hele küçük Ermek heps nden daha
telaşlıydı. O hal yle nsanı hem duygulandırıyor, hem güldürüyordu.
Durmadan “at ka! at ka!” d yordu babasına. Ata (baba) sözünü böyle
söylüyor, onun bu yanlışını k mse düzeltm yordu. At ka (babacık,
babacığım) kend l ğ nden öyle söyled ğ b r s md ama, nsanoğlunun
tâ b l nmeyen zamanlardan ber lk söyled ğ s mlerden b r yd .
- At ka! At ka! d yordu Ermek. Babası ç n end şe ed yordu. Bütün
gücünü kullandığı ç n yüzünü ter basmış, yanakları al al olmuş,
kıvırcık saçları dağılmıştı. Babasını donmaktan kurtarmak ç n bu ş
mutlaka başarmak st yor, gözler parlıyor, büyük b r adam g b c dd
c dd asılıyordu. Görsen z katıla katıla gülmek sterd n z.
Çocukların amaçlarına ulaşmaları ç n b r şeyler yapmak gerekt .
Yed gey bunun da çares n buldu.
Çocuklar çek şt r rken ç zmeler de yumuşamaya, buzlar çözülmeye
başlamıştı. Ş md onları Abutal p’e fazla acı vermeden çekeb l rlerd .
- Pekâlâ çocuklar, ded Yed gey, bu ş hep beraber yapacağız, tren
g b d z l p b rb r m z çekeceğ z. Şöyle arkama geç n bakalım. Daul,
sen bana sarıl, Ermek, sen de Daul’un bel ne sımsıkı sarılarak
çekeceks n!
Abutal p, Yed gey’ n maksadını anlamıştı. Odanın sıcaklığından
başlarındak kırağılar ve donmuş gözyaşları er m ş, ç y olup yüzünü
kaplamıştı. Yed gey’e hak ver rken dudaklarına mutlu b r gülümseme
gelm şt .
Yed gey, Abutal p’ n önüne oturdu. Çocuklar da arkasına geçerek
çekmeye başladılar.
- Had çocuklar! Hep beraber! Tek başıma asla gücüm yetmez, s z
sıkı tutmazsanız başaramam, bak, kuvvet m yetm yor. Had Daul!
Had Ermek! Asılın! Daha hızlı! Daha hızlı!
Çocuklar soluk soluğa bütün güçler yle asıldılar. Zar fe de
gerekt ğ nde şe karışmak ç n d kkatle bakıyordu onlara. Yed gey,
sank olanca gücü le çek yormuş, çok zorlanıyormuş g b yapıyor,
çocukları coşturuyordu. Sonunda ç zmen n b r n çıkardılar ve hep
b rden b r zafer kazanmışcasına sev nç çığlığı attılar. Zar fe el ne
geç rd ğ b r yün kumaş parçasıyla kocasının tabanını ovmaya
başladı.
- Pekâlâ çocuklar! Pekâlâ anne! İk nc ç zmey k m çıkaracak?
Babanızın b r ayağını çıplak, öbür ayağını ç zmen n ç nde donmuş
olarak bırakacak değ l z ya! Asılın bakalım!
Herkes katıla katıla güldü, gülmekten yerlere yattılar. En çok gülen
de Abutal p d .
*
Sonraları Boranlı Yed gey, o olayı sık sık hatırlayıp, b r sırrı
çözmeye çalıştı. K mb l r, Boranlı’dan uzakta b r yerlerde, b r ler n n
b r yığın kâğıtlar arasında Abutal p’ n adını araması, belgeler
karıştırması, onun başına, ne Boranlı’da, ne de Kuttubayev
a les nde, k msen n aklından geç rmed ğ b r ş açması, belk tam
onun ç zmeler n çıkarmaya, hem de tam çıkardıkları zamana
rastlıyordu!
Felâket, h ç beklenmed k b r zamanda, b r kar fırtınası g b çöktü
üzerler ne. Yed gey böyle şlerde b raz daha tecrübel , ya da b raz
kurnaz olsaydı, belk bu felâket sezer, kuşkulanır, tedb r almayı
düşünürdü.
Ama kuşkulanacak b r şey yoktu k ! İstasyona bölge
müfett şler nden b r gelm şt ve bu pek olağandı. Her yıl sonunda b r
müfett ş gel rd . El ndek b r programa göre, stasyondan stasyona,
duraktan durağa dolaşır, denetlemelerde bulunurdu. Bazen b r- k
gün kaldığı da olurdu. İşç ücretler n n öden p ödenmed ğ n ,
malzemeler n yer nde kullanılıp kullanılmadığını, eks kler , ht yaçları
olup olmadığını araştırırdı. Sonra da b r tutanak düzenler, bunu
kend s , stasyon şef ve orada çalışan şç lerden b r mzalardı.
Bundan sonra da çıkıp g derd . Boranlı g b küçük b r stasyonda bu
şler çok çabuk b terd . Bu teft ş raporlarını b rkaç defa Yed gey de
mzalamıştı.
Bu defa müfett ş Boranlı’da tam üç gün kaldı. Ona, stasyon şef n n
çalışma odasının ve haberleşme s stem n n bulunduğu b nada
yatacak yer ayırdılar. Bu üç gün ç nde stasyon şef Ab lov, onu rahat
ett rmek ç n el nden gelen yapmış, sabahtan akşama kadar
çaydanlıkla çay taşımıştı. Çünkü müfett ş n kaldığı yerde semaver
yoktu. B r ara Yed gey de gel p b r merhaba ded . Adam, şef n
odasında, önündek kâğıtlara gömülmüş, durmadan s gara ç yordu.
Yed gey adamın daha önce gördüğü müfett şlerden olmadığını, yen
olduğunu anlamıştı. Kırmızı yanaklı, seyrek d şl , kır saçlı ve
gözlüklüydü. Bakışlarında tuhaf ve sab t b r gülümseme vardı sank .
Yed gey onunla akşam üzer , şten dönerken b r defa daha
karşılaştı. Adam orada, b r fener n altında, b r aşağı b r yukarı
dolaşıyordu: Paltosunun astragan yakasını kaldırmış, başında kürklü
şapkası, kumlar üzer nde ç zmeler yle gıcırtılı sesler çıkararak ve
s garasının dumanını savurarak dalgın dalgın;
- İy akşamlar! B r s gara molası verd n z gal ba? Çok yoruldunuz
herhalde? ded Yed gey gülümseyerek.
Müfett ş de yarım b r gülümseme le:
- Evet, doğrusu yoruldum, kolay değ l...
Böyle ded kten sonra o yarım gülümseme tekrar göründü
dudaklarında.
- Anlıyorum, tab î s z n ş n z kolay değ ld r.
- Yarın sabah g deceğ m, ded müfett ş. On yed numaralı katar
burada b r dak ka duracak -Tekrar gülümsemeye çalıştı. Ses boğuk
g b yd . Kel meler dudaklarından zorla çıkıyor, ona gözucuyla
bakıyordu-. Yed gey Cangeld s zm s n z?.
- Evet, ben m.
- Ben de öyle tahm n ett m. Esk savaşçı... 1944’ten ber
buradasınız, buradak dem ryolcular s ze Boranlı adını taktılar.
Bunları söylerken ne ded ğ n b len b r adam olduğunu bell etmek
sterces ne, s garasından der n b r nefes çekerek dumanını savurdu.
- Çok doğru, ded Yed gey saf saf.
Bu adamın kend s hakkında bu kadar çok şey b lmes onu
gururlandırmıştı. Ama ayn zamanda bütün bunları nereden
öğrenm ş olab leceğ n ve kend s n n ç n oyaladığını merak ett .
Müfett ş, Yed gey’ n aklından geçenler tahm n etm ş g b y ne yarım
gülümsed :
- Hafızam çok kuvvetl d r. Ben de yazı yazarım, tıpkı şu s z n
Kuttubayev g b .
Böyle derken, s garasından yen b r nefes çekerek dumanını
Abutal p’ n ev n n penceres yönünde üfled . Abutal p her zamank
g b penceren n kenarında ve lamba ışığında yazılarını yazıyordu.
Müfett ş devam ett :
- Üç gündür görüyorum. Durmadan yazıyor. Onu çok y anlıyorum.
Ben de yazıyorum çünkü. Ama ben ş r yazarım. Bölge
dem ryolcularının, antrepocuların yüksek t rajlı aylık derg s nde
yayınlanır ş rler m. Arkadaşlarla b r Edeb yat Derneğ kurduk. Ben
yönet yorum bu derneğ . Ayrıca bölge gazetes nde de k ş r m çıktı.
B r 8 Mart bayramında, ötek de l Mayıs bayramında.
Müfett ş sustu. Ama Yed gey z n alıp ayrılacağı sırada b r soru
sordu:
- O, Yugoslavya le lg l yazılarını mı yazıyor?
- Doğrusu pek b lm yorum. Sanırım Yugoslavya’da Part zanlarla
b rl kte b rkaç yıl beraber yaşamış. Çocukları ç n yazıyor o.
- Ben de öyle ded kler n ş tt m. Ab lov le de konuştum onun
hakkında. Savaşta es r olmuş. B r süre öğretmenl k yapmış. Ş md de
kalem yle ün yapmaya, gücünü göstermeye çalışıyor ha! (vızıltı g b
sesler çıkararak güldü). Ama bu o kadar kolay b r şey değ ld r. Ben
de büyük b r eser meydana get rmek st yorum. Cephede ve cephe
ger s nde olanları anlatmak n yet ndey m. Ama h ç zamanım olmuyor.
Ordan oraya g tmekle geç yor ömrüm...
- Onun da vakt yok. Bütün gün çalışıyor ve ancak akşamları
yazab l yor, ded Yed gey.
Y ne sustular. Ama Yed gey y ne g demed . Müfett ş bu defa
Abutal p’ n penceredek karaltısını şaret ederek ve sırıtarak:
- Bak, nasıl da kend n şe verm ş! Başını h ç kaldırmadan yazıyor!
- Ee, onun da b r şeylerle uğraşması gerek. Okumuş, kültürlü b r
adam o. Hem buralarda k mseler yok, yapılacak başka b r şey de
yok. O da yazı yazıyor.
- İy f k r doğrusu.. h çb r şey yok (Gözler n kısmış, b r şeyler
düşünür g b yd ). Evet, evet, karışanı görüşen yok, kend başına
buyruk.. y f k r.. sted ğ n yapar tab î.
Bundan sonra ayrıldılar. Sonrak günlerde Yed gey müfett şle
aralarında geçen konuşmayı Abutal p’e anlatmayı düşündü ama
bunun ç n b r fırsat bulamadı. Sonra da olayı tamamen unuttu g tt .
Kışın yapılacak çok ş oluyordu. Kızışan ve bu yüzden zapted lmez
hâle gelen Karanar’la uğraşmak başlıbaşına b r şt . Karanar öyle
şler, öyle dertler açıyordu k başına! İk yıldan ber Karanar b r
atanşa (yet şk n erkek deve) d . Başlangıçta zor da olsa bağırarak,
döverek, korkutarak onu yola get rmek kolaydı. Ayrıca Boranlı
develer n n atanı (erkeğ , sürü başı) olan Kazangap’ın yaşlı erkek
deves ona göz açtırmıyordu. Onu ısırıyor, d ş develer n yanına
sokmuyordu. Yaşlı atanın bütün günü Karanar’ı kovalamakla
geç yordu. Ama yoruluyordu sonunda. Genç Karanar kaçıp
kurtuluyordu ondan. Bozkır gen şt . B r taraftan kurtulurken öbür
yandan d ş lere yaklaşmanın b r yolunu buluyordu.
Kış bastırınca ve ş ddetl soğuklar gel nce, doğanın çağrısı le
develer n damarlarındak kan y ce kızıştı. Karanar bu defa yaşlı
atanı yenerek kend s atan oldu sürüye. Gücünün doruğunda d ve
bu defa sürünün esk atanı olan Kazangap’ın erkek deves n o
kovuyordu. B r ara onu b r derede sıkıştırmış, o kuytu yerde onları
ayıracak k mse de bulunmadığı ç n onu y ce dövmüş, ısırmış,
tekmelem ş, hırpalamıştı. Kan revan ç nde kalan yaşlı deve yarı ölü
b r hâle gelm şt . Böylece üstünlüğünü kanıtlayan Karanar sürünün
atanı d artık. Döl bırakma, soy salma sırası ona gelm şt .
Bu olay üzer ne Yed gey le Kazangap lk defa tartışmış, ağız
kavgası yapmışlardı. Kazangap, deves n dere d b nde, yara bere
ç nde kıvranır görünce pek üzülmüş, otlaktan suratı b r karış asık
dönünce Yed gey’e çıkışmıştı:
- Buna nasıl z n ver rs n? Onlar hayvan, ama b z nsanız. Azgın
Karanar’ın yaptığı şey b r c nayet! Sen de onu başıboş salıverm şs n!
- Ben m salıverd m Kazake. Kaçıp g tm ş! Nasıl zaptedey m onu?
Z nc re vuruyorum koparıyor! Atalar boş yere demem şler “Küç atasın
tanımaydı”[14] d ye. İşte ş md o böyle durumda.
- Sen de buna sev n bakalım. Bak daha ne şler açacak başına!
Ona acıyıp b r burunduruk vurmazsan çok çekers n. Bozkırda koşar
durursun peş nden. İşte o zaman bu söyled kler m hatırlarsın. Böyle
azgın b r deve b r sürü le yet nmez, Sarı-Özek’te ne kadar deve
varsa heps yle dövüşür.
Yed gey, Kazangap’a duyduğu saygıdan dolayı fazla üstüne
varmadı. Hem adam haklıydı. Onun ç n alttan aldı ve yatıştırıcı
konuştu:
- Karanar’ı bana henüz b r yavruyken kend n verd n, ş md de
ş kâyet ed yorsun. Pekâlâ, b r şeyler yaparım, el n ayağını bağlarım
onun.
Ama Karanar g b güzel b r deveye dudaklarını delerek burunduruk
vurmaya, onu ç rk nleşt rmeye y ne el varmadı. Sonraları
Kazangap’ın söyled kler n hatırladığı günler çok oldu. Anasından
emd ğ sütü burnundan get rd ğ zamanlarda, ona dudaklarını del p
burunduruk vurmaya yem n ett , hatta ğd ş etmeye b le karar verd .
Fakat y ne de kıyamadı hayvana. Bu düşündükler n yapamadı. Yıllar
boyu, soğuk kış günler nde Karanar’ın peş nden koştu durdu. N ce
n ce sıkıntılara katlandı bu yüzden...
Yed gey o kışı h ç unutmaz. Karanar’ı zaptetmek ve kapatmak ç n
onu kapatacağı ahırı sağlamlaştırmaya çalışırken yılsonu ya da
yılbaşı gelm şt . Kuttubayevler yılbaşı ağacını donatmaya
başlamışlardı ve bu, Boranlı’dak bütün çocuklar ç n çok coşkulu b r
olay d . Ukubala ve kızları bütün gün onların ev nde d ler ve
vak tler n daha çok ağacı süslemekle geç r yorlardı. Yed gey de şe
g derken ve şten dönünce onlara uğrayıp ağaca bakmadan
edem yordu. Her gün süslen yor, güzelleş yordu ağaç.. Kurdeleler ve
elden yapma oyuncaklarla süslüyorlardı onu. Bu şe kend ler n
kaptıran Zar fe ve Ukubala’nın hakkını yememek gerek r. Bütün
hünerler n ortaya koyarak b r hayl yoruldular. Aslında öneml olan
yılbaşı ağacının kend s değ ld . Onları harekete get ren, coşturan
mutlu b r gelecek umudu, yen yılda mutluluk verecek değ ş kl kler d .
Ayrı ayrı heps n n beklent s buydu.
Abutal p bununla da yet nmed . Köyün bütün çocuklarını evler n
önündek açıklıkta toplayarak kocaman b r kardan adam yaptı.
Başlangıçta Yed gey bunu sadece b r çocuk oyunu olarak gördü ama
sonunda o da kaptırdı kend n bu oyuna. Kardan adam nsan
boyunda d . Gözler , kaşları kömürdend . Kırmızı burnu, sırıtan
kocaman b r ağzı vardı. Başına Kazangap’ın tüyler dökülmüş esk
şapkasını geç rm şlerd . B r el ne yolun açık olduğunu b ld ren yeş l
renkl b r kumaş parçası, öbür el ne “1953 yılı kutlu olsun” yazılı b r
levha tutturmuşlardı. Dem ryoluna dönük, gel p geçen trenler
selamlayarak duruyordu. Bu gülünç kardan adam l Ocak’tan sonra
da epeyce kaldı orada...
Yılın son günü Boranlı’nın bütün çocukları kardan adamın yanında
ve süslü çamın etrafında akşama kadar oynadılar. İşten dönen ve
nöbette olmayan büyükler de katılıyordu onlara. Ertes gün
Abutal p’ n Yed gey’e anlattığına göre, çocukları erkenden kalkmış.
Heyecanlı, sabırsız m şler. Güya mışıl mışıl uyuyan babalarının
yanına gelm şler..
Şunları anlatmıştı Abutal p:
- At ka! At ka! Ayaz-Ata (Noel Baba) nerdeyse gel r, karşılamaya
çıkalım, ded Ermek.
- Pek , ded m, kalkıp el m z yüzümüzü yıkayalım, sıkıca g y nel m
ve karşılayalım onu. Geleceğ n söylem şt zaten. Hay Allah! Nasıl da
unuttum!
- Hang trenle gelecek? d ye sordu büyüğü.
- Hang trenle olursa gel r. Ayaz-Ata ç n her tren durur burada.
- Öyleyse hemen kalk.
Kalkıp c dd c dd hazırlandık.
Daul telaşla sordu:
- Pek annem? Annem gelmeyecek m ? O da Ayaz- Ata’yı görmek
ster herhalde?
- Elbette ster. Hayd çabuk uyandırın annen z !
Hazırlandık, g y nd k ve hep beraber evden çıktık, stasyon şefl ğ ne
doğru hızlı hızlı yürüdük. Çocuklar koşup stasyon b nasının etrafını
dolandılar. Ama Ayaz-Ata yoktu!
Ermek şaşkın gözlerle bakınarak sordu:
- At ka! Han Ayaz-Ata? N ye gelmem ş?
- S z b raz bekley n, ded m, ben g d p nöbetç memura sorayım.
İstasyon b nasına g tt m, çer g r p akşamdan bıraktığım küçük
armağan torbasını ve b r sözde mektubu alıp get rd m. Çocuklar
bana doğru koşarak geld ler:
- Ayaz-Ata yok mu? Ne olmuş?
- Gelm ş, gelm ş ve s ze şu mektubu bırakmış. Okuyayım da
d nley n.. Ve okudum:
“Sevg l yavrularım Daul ve Ermek! S z n bu ünlü Boranlı’ya çok
erken, saat beşte geld m. S z yataklarınızda mışıl mışıl uyuyordunuz.
Hava çok soğuktu. Ama soğuk bana h ç dokunmaz. Zaten ben de
çok soğuğum. Sakalımın tüyler b le buz yündend r. Tren burada
sadece k dak ka durdu. Ancak bu mektubu yazacak ve
armağanlarınızı bırakacak kadar zamanım oldu. Torbada köydek
bütün çocuklar ç n b rer elma ve k şer cev z bıraktım. Kusura
bakmayın. Çok ş m var. Daha pek çok çocuk ben bekl yor. Onlara
da uğramalıyım. Gelecek yılbaşında s z nle görüşmeye çalışacağım.
Ş md l k hoşçakalın.
Ayaz-Atanız”
Durun, durun, b r not daha: “Kardan adamınız çok güzel olmuş. En
güzel n s z yapmışsınız. Yanına g d p onun el n sıktım.”
Çocuklar sev nçten uçuyordu. Ayaz-Ata’nın mektubu onları çok
etk led . Ona h ç gücenmed ler. Yalnız, armağan torbasını taşımak
ç n aralarında b raz tartıştılar. Bunu da anneler hallett :
- Tartışmayın, ded . Daul büyük olduğu ç n önce o taşıyacak, on
adım g tt kten sonra, taşıma sırası sana gelecek Ermek. Tamam
mı?.. ded .
O gün öğleye doğru çocukları en çok eğlend ren ve onlardan en
çok lg gören Yed gey amcaları oldu. Çünkü Yed gey onları esk b r
kızağa b nd r p gezd rd . Kızağa Kazangap’ın yaşlı deves n
koşmuşlardı. Bu uysal deve çok y çek yordu kızağı. Karanar’ı
koşamazlardı. K m zaptedeb l rd azgın Karanar’ı? Ne eğlend ler, ne
eğlend ler! Kızağı Yed gey amcaları sürüyordu. B r yandan Yed gey
amcanın yanında oturmak ç n b rb rler yle çek ş rken, b r yandan da
“Daha hızlı! Daha hızlı!” d ye bağırıyorlardı. Abutal p le Zar fe de
kızağın yanında yürüyor, koşuyor, yokuş aşağı g derlerken arkasına
tutunuyor, b r ucuna basıp kayıyorlardı. İstasyondan k k lometre
kadar uzaklaşıp b r tepeye vardıktan sonra ger dönmek ç n
durdular. Kızağı çeken yaşlı deve çok yorulduğu ç n b raz d nlend ler
orada.
Çok güzeld o gün. Gözalab ld ğ ne uzanan bozkırda kulağın
duyab leceğ kadar uzaklıklarda çıt çıkmıyordu Uçsuz bucaksız
bozkır esrarlı b r şek lde, d z d z tepeler yle karla kaplıydı.
Gökyüzünün donuk ışığı bozkırda yansıyor, öğle saat n n kış ç n ılık
sayılan havası yayılıyordu ortalığa. Haf f b r rüzgârın uğultusu da
çarpıyordu ara sıra nsanın kulağına. Aşağıda dem ryolu üzer nde,
uzun b r katar göründü. Ardarda koşulmuş k kara lokomot f n sütun
sütun dumanlar çıkararak çekt ğ katar toprak reng ndeyd . İşaret
semaforunun yanına gel nce öndek lokomot f uzun b r düdük çaldı.
Sonra ayn şek lde b r defa daha çaldı düdüğünü. Bu stasyonda
duraklamayan b r katardı bu. Semaforların ve onca boş yer dururken
dem ryolunun hemen yakınına kümelenm ş yarım düz ne küçük ev n
önünden uğul uğul b r gürültüyle geç p g tt . Tren g tt kten sonra y ne
o der n sess zl k kapladı ortalığı. Çevrede h çb r hareket, h çb r kımıltı
görünmüyordu. Yalnız evler n bacalarından, kıvrım kıvrım mav nce
dumanlar yüksel yordu gökyüzüne. Gez nt ye çıkan çocuklar da
konuşmaktan, bağrışmaktan yorulmuş, susmuşlardı. B r süre sonra
Zar fe kocasına alçak sesle:
- Çok güzel, çok güzel ama ben korkutuyor, ded .
- Doğru, bana da öyle gel yor, ded Abutal p ayn ses tonuyla.
Yed gey başını çev rmeden yan gözle baktı onlara. Yanyana d ler
ve b rb rler ne çok benz yorlardı. Zar fe’n n alçak sesle ama anlaşılır
b ç mde söyled ğ sözler kend s n lg lend rmed ğ halde b r üzüntü
çöktü ç ne. Bacalardan çıkan ve kıvrıla kıvrıla yükselen dumanların
genç kadına korku ve keder verd ğ n h ssed yordu. Ama onlara ne
yardımı olab l rd k . Dem ryolunun hemen yanındak o küçücük evler
onların sığınab lecekler tek yerd .
Yed gey kamçısını sallayıp devey sürdü ve kızak köye doğru
kaymağa başladı...
Yılbaşı akşamı bütün Boranlılılar Yed geyler’ n ev nde
toplanmışlardı. Yed gey ve Ukubala b rkaç gün önce karar
verm şlerd buna:
- Madem k yen komşularımız Kuttubayevler çocuklar ç n böyle
güzel b r yılbaşı ağacı süsled ler, b z de üzer m ze düşen yapmalıyız,
c mr l ğ n h ç yer yok! dem şt Ukubala.
Karısının bu tekl f ne Yed gey çok sev nd . Gerç herkes gelemezd ,
çünkü bazıları nöbetteyd ler, bazıları da daha sonra nöbete
g deceklerd . Trenler bayram-seyran d nlemez, her zaman gel r-
g derlerd . Saat dokuzda makas başında bulunmak zorunda olan
Kazangap eğlencen n ancak lk saatler ne katılab ld . Yed gey se
ertes sabah saat altıda nöbete g decekt . İş, şt . Y ne de çok güzel,
çok eğlencel b r gece geç rd ler. B rb rler n günde en az on defa
gördükler halde, o gece uzaklardan gelm ş davetl ler g b g y n p
kuşanmışlardı. Pek key fl d ler. Ukubala güzel y yecekler
hazırlamıştı ve epeyce övdüler onu. Bol bol çecek de vardı. Votka,
şampanya, steyen ç n kımız da çoktu. Çünkü bazı develer sütten
kes lmem şt . Kazangap’ın yorulmak b lmeyen karısı B key de bunları
sağarak kımız yapmıştı.
Mezeler atıştırıp lk kadehler yuvarladıktan sonra türkü söylemeye
başladılar ve eğlence de asıl bundan sonra başlamış oldu. Konukları
memnun etme çabası ç nde olan ev sah pler de gevşed . K mse
k msen n kusuruna bakmadan tatlı b r sohbete daldılar. Her gün
görüştükler , b rb rler n çok y tanıdıkları halde, o gün b rb rler
hakkında yen yen şeyler öğren yorlardı. Şenl kler, bayramlar
böyled r. İnsan b r b r ne daha y görünür, b rb r n daha çok sever.
Bazen bunun aks de olur ama, o kötü hava Boranlı’da pek
görülmez. Çünkü, Sarı-Özek g b b r yerde yaşayan b r avuç nsanın
b rb r yle çek şmes , uyuşmazlığı olacak şey değ ld r...
Yed gey b raz çakırkey f olmuştu. Onun bu hâl n b len ve bundan
h ç kaygı duymayan Ukubala da ara sıra ona takılıyordu:
- Saat altıda şbaşı yapacaksın, unutma ha!
- B l yorum Uku, b l yorum, merak etme.
Ukubala’nın yanında oturuyor, karısının boynuna sarılıp türkü
söylüyordu. Notaları yanlış çıksa da, gür ses yle ve ç nden gelerek
söyled ğ ç n kend s yle b rl kte herkes n neşes n arttırıyordu.
Durgunlaşan zekâ le duyguların coşkusu b rb r yle uyum sağlayan
b r ruh hal ndeyd . Şarkı söylerken gülen gözler n konukların
yüzler nde gezd r yor, onların da kend s ne ayn yakınlık, çtenl kle
baktığını görüyor, onları sev nçl gördüğü ç n kend sev nc daha da
artıyordu. O zamanlar, kara saçları, kara bıyıkları, ışıl ışıl kahvereng
gözler , sağlam beyaz d şler yle, yakışıklı b r adamdı. Yed gey’ n
yaşlılıkta nasıl b r görünüm alacağını, hayal gücünüz ne kadar çok
olursa olsun, tahm n edemezd n z. İşte o Yed gey, komşularını teker
teker ağırlamak, onları memnun etmek ç n çırpınıyor, Kazangap’ın
karısı B key’e büyük saygı göster yor, onun “Boranlılar’ın anası”
olduğunu söylüyor, şeref ne kadeh kaldırırken, Amuderya kıyılarında
yaşayan bütün Karakalpak halkını da selamlıyordu. Bu arada,
Kazangap ş dolayıs yle erken kalkıp g tt d ye üzülmemes n ,
neşes n y t rmemes n söylüyordu. B key de gülerek:
- Aman, bıktım ondan, bıktım, b raz da ayrı kalalım.. d ye
takılıyordu.
Yed gey o gece karısının adını h ç kısaltmadan asıl anlamı le Uku
Balası (Kuku Yavrusu) d ye çağırdı hep. Herkes ç n böyle hoşa
g decek b r s m buluyor, öyle h tap ed yordu. Boranlı’da bulunan
herkes onun kardeş , bacısı d . Sarı-Özek’ten kurtulmak ç n başka
b r yere atanmayı sabırsızlıkla bekleyen stasyon şef Ab lov’a, onun,
ham le olduğu ç n yakında Kumbel’dek doğum ev ne g decek olan
karısı Sak ne’ye kadar herkese ayn gözle, akraba-kardeş gözüyle
bakıyordu. Buna, çevres ndek bütün bu nsanların en yakınları
olduğuna yürekten nanıyordu. Başka türlü nasıl olab l rd ?
Türkü söyleyenler gözler n b r an kapattığı zaman, karla örtülü
eng n Sarı-Özek bozkırını ve burada yaşayan b r avuç nsanı b r tek
a le g b kend ev nde toplanmış görüyordu. En çok da Abutal p ve
Zar fe ç n sev n yordu o gece. Haksız da değ ld . Zar fe, şarkı-türkü
söylüyor, mandol n çalıyor, b r ezg den ötek ne süratle geç yordu.
Pürüzsüz, şakrak b r ses vardı. Abutal p de göğsünden gelen der n,
haz n b r sesle ona uyuyor, karı-koca, Tatar usulünde türkülerle,
man lerle karşılıklı söyleşmek demek olan ‘çın çınlıyorlardı’. Ötek ler
de katılıyordu onlara. Esk yen b rçok çın, b rçok türkü hatırlayıp
söylüyor, yorulmak şöyle dursun, coştukça coşuyorlardı. Herkes
eğlen yordu, herkes sev nçl yd . Yed gey, Zar fe le Abutal p’ n tam
karşılarında d . Gözler n onlardan ayıramıyor, onlara baktıkça da
yüreğ sızlıyordu. “Onlara göz açtırmayan kara tal hler olmasaydı,
şte hep böyle neşel olacaklardı” d ye geç r yordu aklından. Yazın
korkunç sıcağında, yangından çıkmış f dan g b kavrulmuş olan
Zar fe’n n saçları d pler ne kadar yanık reng n almış, dudakları da
kararıp çatlamıştı. Ama ş md Zar fe, o Zar fe değ ld sank . Kara
gözler ışıl ışıldı. Asyalı kadının açık, tem z, düzgün yüzüyle güzel b r
kadın oluverm şt . Onun ç duygularını en çok nce kaşları bell
ed yordu: Esk türküler n, çınların havasıyla kanatlandıkça, kaşları da
kâh yay g b ger l yor, kâh kederle çatılıyordu... Abutal p de, başını k
yana sallaya sallaya, söyled ğ türkünün her kel mes n , anlaşılır
b ç mde telaffuz ederek ona karşılık ver yordu:
...
Yorga atta yeger n yagır yer tek
S l nmez könlümden suret n sen n.[15]
Zar fe parmaklarını teller n üzer nde gezd r yor, yılbaşı ç n b r araya
gelen bu küçük toplulukta, mandol n konuşturuyor, nlet yor, türküler
ç nde yüzüyordu. Yed gey onun kend nden geçt ğ n ; çok uzaklarda,
yükseklerde uçtuğunu, Sarı-Özek’ n karlı düzlükler nde, c ğerler n
doldura doldura nefes alarak dolaştığını görüyordu sank . El nde
mandol n , sırtında leylak renkl hırkası, kıvrılmış, küçük beyaz yakası
le kırlarda koşuyor, koşuyordu. Geçt ğ yerlerde k tarafa açılarak
ona yol veren karanlıklardan geç p, tâ uzaklarda, s sler arasında
kayboluyor, ama mandol n n ses hâlâ duyuluyordu. Sonra b rden,
Boranlı’da sevd ğ nsanlar olduğunu hatırlıyor, onsuz kalınca pek
üzülecekler n düşünüyor, dönüp gel yor, masaya oturarak başlıyordu
türküler n söylemeye...
Bundan sonra Abutal p, Sırb part zanlardan öğrend ğ b r dansı
gösterd . Onları da kaldırdı. Bu dansı yapmak ç n eller n b rb rler n n
omuzlarına koyuyor, ayaklarını çalınan b r havaya uygun b r şek lde
öne atıyorlardı. Zar fe mandol nle hızlı tempoda b r dans havası
çalıyor, Abutal p yüksek sesle söylüyordu. Hep b rden halka olup
dönerken “oplya! oplya!” d ye bağırıyorlardı.
Sonra y ne türkü söyled ler, çt ler, kadeh tokuşturdular, b rb rler ne
yen yılın uğur get rmes n sted ler. Bu arada nöbet geld ğ ç n
g denler, şler b tt ğ ç n gelenler oldu. İstasyon şef le ham le karısı,
Sırb dansı başlamadan g tm şlerd .
B r süre sonra Zar fe tem z hava almak ç n dışarı çıktı, onun
ardından Abutal p de kalktı. Terl terl dışarı çıkıp üşümes nler d ye,
Ukubala üzerler ne kalın şeyler almaya mecbur ed yordu çıkanları.
Zar fe le Abutal p uzun zaman gelmey nce Yed gey meraklandı. O
da kalktı onlara bakmak ç n. Onlar olmayınca eğlencen n de pek tadı
olmuyordu. Ukubala, Yed gey’e:
- Öyle çıkma, terl s n, sıkı g y n, yoksa üşütürsün! ded .
- Ş md döneceğ m, d ye cevap verd kocası.
Yed gey kapıdan fırladı. Ayazlı-beyazlı b r geceyd .
Etrafa bakınarak “Abutal p! Zar fe!” d ye seslend .
Ses ne b r karşılık almadı ama ev n arkasından konuşmalar duydu
ve kararsızlık ç nde b raz durakladı. Ne yapacaktı? Ger m dönsün
yoksa onların yanına mı g ts n? Herhalde b r şeyler olmuştu
aralarında.
Zar fe hıçkırıklar arasında:
- Sen n görmen stemed m, affeders n, d yordu. B rden
duygulandım, kend m tutamadım, özür d ler m...
Abutal p de onu yatıştırmaya çalışıyordu:
- Anlıyorum, anlıyorum. Ama yalnız ben değ l m k ...
Ne yapalım, ben böyley m şte. Yalnız ben mle lg l olsaydı mesele
yoktu. O zaman ha b r eks k, ha b r fazla.. hayata böyle sımsıkı
sarılmazdım!
Abutal p b r süre sustuktan sonra lâve ett :
- Çocuklarımız kurtulacak h ç olmazsa, tek üm d m bu ben m...
Konuşmaların ne le lg l olduğunu anlamayan Yed gey, soğuktan
büzüşerek ger döndü. Odadan çer g rd ğ zaman herkes n
donuklaştığını, şenl ğ n sona erd ğ n anladı. Yen yıl eğlences de
böylece b tm ş oldu.
*
5 Ocak 1953 günü, saat 10.00’da, Boranlı stasyonunda b r yolcu
tren durdu. Şaşılacak şeyd tren n durması. Yollar açık olduğuna
göre her zamank g b , durmadan geç p g tmes gerek rd . Sadece
b rbuçuk dak ka durdu ve bu kadarı yeterd . Vagondan üç adam nd
ve üçünün de ayaklarında b rb r n n aynısı olan s yah der ç zmeler
vardı. H ç konuşmadan, sağa-sola bakmadan stasyon b nasına
doğru yürüdüler. Kardan adamın yanından geçerken b r süre durup
kontrplak levhanın üzer ndek yen yılı kutlama yazısını okudular,
kardan adamın başındak Kazangap’ın tüyler dökülmüş esk
şapkasına baktılar. Sonra da stasyon b nasına g tt ler.
Bundan b r süre sonra stasyon şef Ab lov b nadan fırlayıp çıktı. Az
daha kardan adama çarpacaktı. B r küfür savurarak, daha önce h ç
yapmadığı şek lde kaçarcasına hızla yürümeye başladı. On dak ka
geçmem şt k ş başından aldığı Abutal p’le b rl kte soluk soluğa ger
geld ğ görüldü. Abutal p’ n bet benz atmıştı. Şapkasını el ne alıp
Ab lov’un peş nden çer g rd . Az sonra da Abutal p ve s yah ç zmel
adamlardan k s dışarı çıktılar ve bu defa Abutal p Kuttubayev’ n
oturduğu barakaya doğru yürüdüler. Orada da çok kalmadılar.
Aralarında Abutal p, eller nde b rtakım kâğıtlarla çıktılar ve stasyon
b nasına döndüler. Sonra b r sess zl k çöktü ortalığa. İstasyon
b nasına ne g ren oldu ne çıkan.
Yed gey olanları Ukubala’dan öğrend . Ukubala, Ab lov’un steğ
üzer ne 4. k lometrede onarım ş nde çalışan Yed gey’e durumu
haber vermeye gelm şt . Kocasını b r kenara çekerek:
- Abutal p’ sorguya çek yorlar, ded .
- K m çek yor?
- B lm yorum.. stasyona gelen adamlar. Eğer sormazlarsa, yılbaşı
geces n Abutal p ve Zar fe le b rl kte kutladığımızı söylememem z
st yor.
- Ne varmış bunda?
- B lm yorum. Ab lov böyle söylemem sted . Saat k de sen de orda
olmalıymışsın. Abutal p’le lg l olarak sana da bazı şeyler
soracaklarmış.
- Benden ne öğrenmek st yorlar?
- Ne b ley m ben. Ab lov pek telaşlıydı, özünü-sözü- nü y t rm şt
sank . Çabuk g t bunları söyle, ded . Ben de geld m.
Yed gey zaten hemen her gün saat k de yemeğe g derd . Yol
boyunca ve ev ne vardıktan sonra hep düşündü ve olanları anlamaya
çalıştı. Ama b r türlü anlayamıyordu. Geçm ş yle, savaşta tutsak
ed lmes yle m lg l yd acaba? Bunun hesabı çoktan ver lm şt . Neyd
öyleyse? Huzuru kaçmış, end şes artmıştı. Er şteden b r- k kaşık
aldıktan sonra tabağını kenara tt . Saat ne baktı. İk ye beş vardı.
Saat k de gelmes n sted kler ne göre tam zamanında orada
olmalıydı. Evden çıktı. Ab lov stasyon b nasının önünde b r ler b r
ger g d p gel yordu. Acınacak b r haldeyd doğrusu. Ez lm ş,
yıkılmıştı.
- Ne var? Ne oldu? ded Yed gey.
- Felâket Yed ke, felâket! Kuttubayev’ tutukladılar.
Böyle derken korka korka kapıya bakmıştı. Dudakları t tr yordu.
- Pek , n ç n tutukladılar?
- Ev nde yasaklanmış bazı k taplar bulmuşlar. Akşamları oturup
bazı şeyler yazıyordu ya... Oysa hep m z b l yoruz neler yazdığını.
Başına belâ oldu bu yazılar..
- Bunları çocuklar ç n yazıyordu.
- B lm yorum, h çb r şey b lm yorum. Hayd g r çer , sen bekl yorlar.
İstasyon şef n n sözde büro den len küçük odasında Yed gey’
bekleyen adam, hemen hemen onunla ayn yaşlarda, belk b raz
daha gençt . Otuzunda göster yordu. Koca kafalı, tıknaz d . Saçları
kısa kes lm şt . İr del kl , etl burnu terlem şt . Herhalde çok meşguldü
önündek yazılarla. B r şeyler okuyordu. B r an durup gen ş alnını
yukarı kaldırdı, buruşturdu ve mend l n çıkarıp burnunun ter n s ld .
Konuşma süres nce hep yapacaktı bunu. Sonra masanın üzer nde
duran “Kazbek” marka paketten b r s gara çıkardı. Bunu eller
arasında yuvarlayıp yumuşattıktan sonra dudaklarına götürüp yaktı.
Sonra, başını kaldırıp, kapının önünde ayakta bekleyen Yed gey’e,
akdoğan bakışlı, parlak sarımsı gözler yle baktı. Em r veren b r sesle:
- Otur! ded .
Yed gey masanın yanındak tabureye oturdu.
- Bak, h çb r şüphen kalmasın!
Böyle d yen akdoğan bakışlı memur, ceket n n göğüs ceb nden
kahvereng kaplı b r k ml k belges çıkararak açtı ve hemen tekrar
kapatıp ceb ne koyarken “Tansıkbayev” ya da “Tıssıkbayev” g b b r
s m söyled . Yed gey y anlayamamış, sonra da h ç hatırında
tutmamıştı.
- Anlaşıldı mı? d ye sordu akdoğan bakışlı adam.
- Anlaşıldı, demek zorunda kaldı Yed gey.
- Öyleyse başlayalım ş m ze. Kuttubayev’ n en y arkadaşı
senm şs n, öyle m ?
- Olab l r, neden?
Akdoğan bakışlı adam “Kazbek” s garasından b r nefes çekerek:
- Olab l r ha.. öyle olsun, her şey gayet açık..
Sonra b rden alaylı b r gülümseme ve cam g b parlak gözler nde
ş md den duymaya başladığı b r zevk n ışıltısıyla sordu:
- Pekâlâ dostum, b r şeyler yazıyor muyuz?
- Ne yazıyormuşuz?
- İşte ben de bunu öğrenmek st yorum ya.
- Neden söz ett ğ n z anlamadım.
- Gerçekten m ? Anlamadın mı? İy düşün bakalım!
- Evet, anlamadım neden söz ett ğ n z .
- Pek Kuttubayev neler yazıyor?
- B lm yorum.
- Nasıl b lmezs n? Herkes b l yor da sen b lm yorsunha?
- B r şeyler yazdığını b l yorum, ama neler yazdığını nereden
b ley m? Hem bana ne bundan? Canı yazmak stem ş yazıyor, k m
ne karışır?
Akdoğan bakışlı adam merm g b del c gözler n Yed gey’e
çev rerek, şaşkınlık ç nde yer nden fırladı:
- K m ne karışır da ne demek! Herkes her sted ğ n yazab l r
m ym ş yan ! Bunu o mu soktu sen n aklına?
- K mse ben m aklıma b r şey sokmuş değ l.
Akdoğan bakışlı adam onun cevabına h ç aldırmadı. İy ce
hırslanmıştı:
- Bak, şte düşman kışkırtması d ye buna derler! Herkes aklına
gelen yazarsa ne olur? Bunu düşündün mü h ç? Herkes aklına
gelen yazacak ha! Sonu neye varır bunun? Bu yanlış f k rler
nereden aldın sen? Hayır dostum, hayır! Böyle şeylere z n verecek
değ l z. Karşı devr me z n vermey z!
Yed gey, başına sağnak sağnak boşanan bu lâf kalabalığı
karşısında serseme dönmüştü. Y ne de çevres nde h çb r şey n
değ şmem ş olmasına şaştı. H çb r şey olmamıştı sank . Pencereden
bakınca Taşkent tren n n geçmekte olduğunu gördü ve b r an
vagonların ç n get rd gözler n n önüne: Vagonlarda oturan yolcular
çay ya da votka ç yor, aralarında konuşuyorlardı. Ama bunların
h çb r , küçük Boranlı stasyonunda o sırada b r adamın, b r yerlerden
çıkıp gelen akdoğan bakışlı b r memurun karşısında ter döktüğünü
b lm yordu. Yüreğ ne sızan acılar ç nde az daha dışarı fırlayıp o
tren n ardından koşacak, kend n trene atacak, tren nereye g derse o
da oraya g decekt . Yeter k o odadan çıksındı b r an önce.
Akdoğan bakışlı adam sormaya devam ett :
- Ne ded ğ m anlamaya başladın mı sen?
- Anlıyorum, anlıyorum ya, öğrenmek sted ğ m b r şey var: Adam,
oğlu ç n anılarını yazıyor, cephede başına gelenler , Part zanlar
arasında geçen yıllarını anlatıyor. Ne kötülük var bunda?
- Çocuklar ç n yazıyor ha! K m kandırıyor? Bacak kadar çocuklar
ç n yazıyor ha! Bak arkadaş, tecrübel düşman şte böyle çalışır.
Çek lm ş ıssız b r köşeye, almış kalem el ne, gören gözleyen yok,
yaz babam yaz!.
- Yazmak hoşuna g d yordur herhalde. Düşünceler n , k mseye
anlatamadıklarını, çocukları büyüyünce okusunlar d ye yazıyordur.
Kötülük bunun neres nde?
Akdoğan bakışlı adam suçlayıcı konuşmasına devam ett :
- Düşündükler n m yazıyor? Ned r düşündükler ? Ne demek
düşündükler n yazıya dökmek? Tab î, düşünceler n , k ş sel f k rler n
yazıyor! Kend kafasında geçenler .
Aslında yazdıkları h ç de onun k ş sel f k rler değ l. Boş yere
demem şler “kalem n yazdığını nacak s lemez” d ye!
Herkes kend f kr n yazacak olsa, nasıl başa çıkarız! Yazdıklarına
“Part zan Defterler ” adını verm ş. İk nc başlığı da “Yugoslavya’da
geç rd ğ m geceler ve gündüzler” adını taşıyor. Al, bak, kend
gözler nle gör! (Böyle derken, muşamba kaplı üç kalın defter
masanın üzer ne fırlattı). Korkunç b r hanet! Sen de tutmuş,
arkadaşını savunuyorsun. Ama, maskes n nd rd k onun!
- Ne maskes ? Ne buldunuz k ?
Akdoğan bakışlı adam, sandalyes nde ger ye doğru kaykıldı, fırlak
gözler yle Yed gey’e alaylı alaylı baktı. Zevkten dört köşe oluyor,
sırıtıyordu:
- Bu b z m ş m z, ne bulduğumuzu b z b l r z, sana rapor verecek
değ l m!
Yed gey şaşıp kalmıştı. D l dolana dolana:
- Madem k öyle...
Akdoğan bakışlı adam onun sözünü kest :
- Onun yazıları düpedüz halk düşmanlığı, çok pahalıya mal olacak
bunlar ona!
Önündek kâğıda b r şeyler yazdıktan sonra y ne başını kaldırdı:
- Ben de sen akıllı sanırdım. B zden yana olduğunu
düşünüyordum. Sen k b r esk savaşçı ve ş md örnek b r şç s n. Bu
ha n n maskes n düşürmek ç n b ze yardım etmek sen n de görev n!
Yed gey suratını astı. Yavaş, ama anlaşılır, h çb r şüpheye yer
bırakmayan b r ses tonuyla:
- Ben h çb r yazıya mza atmam, bunu başından söyleyey m, ded .
Akdoğan bakışlı adam ona öldürücü b r bakış fırlattı:
- Sen n mzana h ç ht yacımız yok. Sen mzalamazsan bu kadarla
b ter m sanıyorsun? Böyle düşünüyorsan yanılıyorsun. Sen n mzan
olmadan da ona hadd n b ld recek kanıtlar var el m zde!
Yed gey b r aşağılanma, ç n yakan b r boşluk h ssederek sustu.
Fakat ayn zamanda bu olanlara karşı ç nde, Aral’ın dalgaları g b b r
öfke, b r syan duygusu kabardı. B r an, o akdoğan bakışlı adamın
üzer ne atılıp, b r kuduz köpeğ gebert r g b onu boğazlamak geçt
aklından. Bunu kolayca yapab l rd . Cephede eller yle boğup
öldürdüğü b r düşmanın damarlı, kalın boynu canlandı gözler nde:
Başka çares yoktu. Düşmanı savunma mevz ler nden söküp attıkları
b r sırada, s perde, ansızın yüzyüze gelm şlerd . Önce onları yandan
kuşatmış, top ve mak nel tüfek ateş ne tutarak, s perlere el bombası
atarak saldırmışlardı. Düşmanın ler hattını tem zled kten sonra
s perlere dalmışlardı. İşte o sırada yüzyüze gelm şt o Alman
asker yle. Besbell bu Alman b r mak nel tüfek n şancısıydı ve bütün
merm ler n b t rm şt . Yapılacak şey onu tutsak etmekt ve Yed gey’ n
aklından geçen de bu d . Ama Alman asker bıçağını çekerek
atılmıştı üzer ne. İşte o zaman Yed gey m ğfer n çıkarıp Alman’ın
suratına nd rm ş, boğazına yapışmıştı. İk s b rden yuvarlanmışlardı
yere. Alman b r yandan onun el nden kurtulmaya, b r yandan da yere
düşürdüğü bıçağı almaya çalışıyordu. Yed gey her an bıçağın
vücuduna saplanmasından korkarak, hayvanımsı, nsanüstü b r
güçle, homurdana homurdana, sıkmaya başladı. Parmaklarını
kıkırdaklarına geç rm şt . Alman’ın boynu mosmor olmuş, ağzı
çarpılmış ve yığılıp kalmıştı. Ayn anda, s per çukurunu b r s d k
kokusu kaplamıştı. Parmaklarını ancak bundan sonra gevşeten
Yed gey’ n m des bulanmış, kusmaya başlamıştı. Kend
kusmuklarına bulanarak, boğulur g b sesler çıkararak, sürüne
sürüne çıkmıştı o s per çukurundan...
Bu olayı, ne cephede ne de daha sonra h ç k mseye anlatmamıştı.
Bazen bu korkunç olay düşüne g rer, kâbuslar ç nde sıçrayıp
kalkardı yatağından. Böyle geceler n sabahında, ruhsuz b r nsan g b
dolaşır, nereye g deceğ n b lemez, ölmek sterd ... Ve ş md , akdoğan
bakışlı adamın karşısında o olayı hatırlamış, ürperm ş, y ne m des
bulanmıştı. Y ne k n tutmuştu onu. Bununla b rl kte, karşısındak n n
kend s nden daha kurnaz, daha akıllı olab leceğ n de düşünüyor ve
bu da ona çok dokunuyordu. Adam masasına eğ lm ş b r şeyler
yazarken Yed gey onun dd alarında b rtakım boşluklar bulmaya
çalıştı. Bulmuştu aradığını. Adamın söyled kler nde b r mantıksızlık,
b r h le ve şeytanlık vardı. “Anılar” sadece anı d . B r nsan
“düşmanca anılar” yazmakla suçlanab l r m yd ? B r nsanın anılan
‘dost’ ya da ‘düşman’ olab l r m yd ? Anılar geçm şte yaşanmış
olaylardı ve bugünü anlatmıyordu. Anılar, geçm ştek olayların olduğu
g b yazılmasıydı.
Heyecandan boğazı kuruyan Yed gey, y ne de çok sak n olmaya
çalışarak şöyle ded :
- B r şey b lmek st yorum. Sen d yorsun k (adama kasıtlı olarak
‘sen’ d ye h tap etm şt . Böylece ondan korkmadığını, korkup boyun
eğmek n yet nde olmadığını anlatmak stem şt . Hem onu nereye
süreceklerd ? Sarı-Özek’ten daha kötü b r yer yoktu k .. Onun ç n
son sözünü tekrar ederek sordu).. Sen d yorsun k düşmanca anılar
yazmış. Bunu anlamıyorum. Anıların düşmanı dostu olur mu? Ben m
b ld ğ m, geçm şte olan, ş md olmayan şeyler n olduğu g b
hatırlanmasıdır anılar. Sen demek st yorsun k , nsan geçm ş ndek
y olayları hatırlasın, kötü olayları hatırlamasın. Nasıl olur bu? İnsan
b r düş görürse bunu hatırlar. Pek bu korkulu b r düşse, başkalarının
hoşuna g tmeyecekse, onu hatırlamasın mı?
Akdoğan bakışlı adam hayretle, h ddetle baktı Yed gey’ n yüzüne.
- Hımm! Lânet şeytan! Böyle d yorsun ha! Tartışmayı sev yorsun
gal ba. Olayı anlamak stem yor, nkâra kalkıyorsun. Buranın f lozofu
sen m s n? Felsefe m yapıyorsun? Pekalâ, konuşalım öyleyse...
(B raz sustu.. Karşısındak n ölçüp tartıyor, söyleyecekler n
düşünüyor g b yd . Sonra saldırıya devam ett ): Hayatta tar hî olaylar,
tar hî anılar çoktur, ancak bunların neler olduğu, nasıl olduğu öneml
değ ld r. Öneml olan, geçm ş sözlü ya da daha öneml s yazılı
olarak, onu b z m bugün ş m ze yarayacak şek lde anlatmaktır. H çb r
yararı olmayacak yanlarını b r kenara bırakarak anlatmak.. İşte bu
kurala uymayanlar düşmanlık etm ş, suç şlem ş olurlar..
- Ben h ç de öyle düşünmüyorum. Sen n söyled ğ n g b olamaz!
- Sen n nasıl düşündüğün k msen n umurunda değ l. Sorduğun ç n,
y l k olsun d ye anlatıyorum. Sen nle tartışmaya h ç gerek yok,
ht yacım da yok. Bırakalım bunları da konumuza gelel m. Söyler
m s n bana, Kuttubayev sen nle yaptığı herhang b r konuşma
sırasında, meselâ b r çk sofrasında, bazı İng l zler’den söz ett m ,
bunların adlarını söyled m ?
- N ç n söz ets n k ? ded Yed gey şaşırarak.
- N ç n m ? Bak öyleyse..
Akdoğan bakışlı adam böyle derken “Part zan Defterler ”nden b r n
açtı. Altı kırmızı kalemle ç z lm ş satırları okumaya başladı: “27
Eylülde, bulunduğumuz yere, b r albay ve k b nbaşıdan oluşan b r
İng l z m syonu geld . Onların önünde resmî geç t yaptık. B z
selamladılar. Sonra subaylar çadırında b r yemek ver ld . Bu yemeğe,
aralarında ben m de bulunduğum bazı yabancı part zanları da
çağırmışlardı. Ben İng l z albayla tanıştırdıkları zaman, bu albay
el m dostça sıktı ve tercüman aracılığı le buraya nasıl düştüğümü
sordu. Olayı kısaca anlattım. Bana şarap kram ett ler, onlarla kadeh
tokuşturduk, uzun uzun konuştuk. En çok hoşuma g den şey,
İng l zler’ n sade ve çten davranışları oldu. Albay, Avrupa’da faş zme
karşı b rleşmen n büyük b r şans olduğunu söyled . Ona göre bu,
Allah’ın b r lütfu d . Eğer bu b rleşme olmasaydı, H tler’le yapılan
savaşın çok daha zor olacağını, belk de b rleşemeyen halklar ç n
çok kötü sonuçlanacağını söyled ...” vb.
Akdoğan bakışlı adam defter bıraktı, yen b r Kazbek s garası daha
yaktı, b r süre sustuktan sonra devam ett :
- İşte bundan anlaşılıyor k Kuttubayev, İng l z albayına h çb r
t razda bulunmamış, ona, Avrupa’da ne kadar çaba göster rlerse
gösters nler, ne kadar part zanlık-mart zanlık ederlerse ets nler,
Stal n’ n yüksek dehası olmadan zafer kazanmanın mümkün
olamayacağını söylemem ş! Bu da göster yor k Stal n yoldaşı aklına
b le get rmem ş! Bunu anlıyor musun sen?
Yed gey, Abutal p’ savunmaya çalışarak:
- Belk o İng l z albayına bunları söylem şt r de, deftere yazmayı
unutmuştur.
- Bunu da nerden çıkarıyorsun? Kanıtlayab l r m s n böyle b r şey
ded ğ n ? Üstel k bu yazdıklarını 1945’te Part zanlar B rl ğ ’nden
dönüşünde denetleme kom tes ne verd ğ fade le karşılaştırdık. O
zaman İng l z subayları le karşılaşmasından h ç söz etmem ş.
Demek k b r maksat var, p s b r tarafı var ş n! Onun İng l z G zl
Haber Alma Serv s ’yle l şk s bulunmadığını kanıtlayab l r m s n?
Yed gey’ n yüreğ acılarla burkuldu. Bu akdoğan bakışlı her f n bu
sözlerle ne anlatmak sted ğ n , ş nereye vardıracağını b lem yordu.
Akdoğan bakışlı adam sordu:
- Düşün bakalım.. Kuttubayev sana b r şey söylemed m ? Meselâ
İng l zler’ n s mler n f lan? O İng l z m syonunda bulunanların adlarını
b lmek st yoruz. Bu b z m ç n çok öneml !
- Pek , nasıl olur İng l z adları?
- Meselâ John, Clark, Sm th, Jack...
- H çb r zaman böyle s mler ş tmed m..
Akdoğan bakışlı adam somurttu, b raz düşündü. Herhalde
Yed gey’le konuşmasından b r yarar sağlayamayacağını anlayarak
keyf kaçmıştı. Sonra b raz alçak sesle ve g zl b r şey soruyormuş
gb:
- Burada çocukları okutmak ç n b r okul açmış, doğru mu? ded .
Yed gey bu sözler karşısında gülmekten kend n alamadı:
- Okul mu açmış! Onun k oğlu, ben m de k kızım var. İşte okul
ded ğ n! Büyükler beşer, küçükler de üçer yaşında. B z burada
çocuklarımızı nasıl oyalayacağımızı b lem yoruz. Çevrem z çöl, karı-
koca boş vak tler nde çocuklarla meşgul oluyorlar. Zaten k s n n de
asıl mesleğ öğretmenl k. Çocukları hem oyalıyor, hem de b r şeyler
öğret yorlar. Okumayı, res m yapmayı öğret yorlar meselâ, b raz
yazmayı, sayı saymasını f lan. Okul ded ğ n bu şte!
- Nasıl şarkılar öğret yorlar çocuklara?
- Çocuk şarkıları öğret yorlar. Ş md hang ler olduğunu
hatırlamıyorum.
- Pek , ne yazdırıyordu onlara?
- Harfler , b rkaç da bas t kel mey ..
- Hang kel meler ?
- Nerden hatırlayayım ş md . Unuttum.
Akdoğan bakışlı adam önündek kâğıtlar arasından çocuklara a t
b r defter , kargacık burgacık yazıların olduğu b r sayfayı çıkardı:
- Bak neler öğretm ş çocuklara, ded . Öğrett ğ lk kel meler görüyor
musun, “B z m ev m z” dem ş. N ç n “B z m zafer m z” d ye
başlamıyor. Bugün nsanın dudaklarından çıkması gereken lk sözler
neler olmalı b l yor musun? “B z m zafer m z” olmalı değ l m ? Ama o
bunu h ç düşünmüyor, aklına b le gelm yor bu sözler.. Oysa “Zafer”
ve “Stal n” b rb r nden ayrılmaz sözlerd r!
Yed gey ne d yeceğ n b lemed . Bu sorgulama karşısında, kend s n
aşağılanmış görüyor, bütün çabaları ve y n yetler yle aklı b r şeye
ermeyen küçük çocuklara b r şeyler öğretmek ç n çırpınan Zar fe ve
Abutal p’e çok acıyordu. O kadar h ddetlend k ses n yükselterek şu
cevabı vermekten kend n alamadı:
- Madem öyle düşünüyorsun, öğretmes gereken lk söz “B z m
Len n m z” olmalıydı. Len n her şeyden önce gelmez m ?
Akdoğan bakışlı adam bu çıkış karşısında şaşaladı. Ses , hatta
nefes kes ld . Sonra s gara dumanını savura savura ayağa kalktı.
Odada b raz gez nmek sted ğ bell yd ama oda adım atılamayacak
kadar küçüktü. Kest r p atmak sterces ne:
- B z “Stal n” der, “Len n” anlarız! ded .
Sonra, yarış b t m nde nefeslenen atletler g b b raz rahatlayarak,
uzlaşma arayan b r sesle:
- Pekâlâ, ded , aramızda böyle b r konuşma olmadı sayalım.
Hemen yer ne geç p oturdu. Taş g b donuk yüzünden, akdoğan
bakışlı parlak gözler nden, aklından geçenler pek okunmuyordu.
- Eldek bazı b lg lere göre, Kuttubayev çocuklarımızın yatılı
okullarda okutulmasına karşı olduğunu söylüyormuş. Sen bu konuda
ne d yorsun? Bu konuşmayı sen n de bulunduğun b r yerde yapmış..
- Bu b lg ler nereden aldın? Sana bunları k m söyled ? ded
Yed gey şaşırarak.
Böyle ded ama, bunu stasyon şef Ab lov’dan duymuş
olab leceğ n hemen hatırladı. Çünkü böyle b r konuşmanın yapıldığı
sırada o da vardı.
Yed gey’ n soru sorması, akdoğan bakışlıyı ç leden çıkarmaya yett :
- Bak, ben y d nle, daha önce de söyled m sana. Bu b lg ler
nereden aldığımız k msey lg lend rmez. B lg kaynaklarımız
hakkında k mseye hesap verecek değ l z. Bunu kafana y ce sok!
Ş md , Kuttubayev’ n bu konuda ne ded ğ n anlat bana!
- B lm yorum, hatırlamam ç n b raz düşünmem gerek. B z m burada
en yaşlı şç Kazangap’tır. Onun oğlu Kumbel’dek yatılı okulda
okuyor. Herkes b l yor ya, b raz haylaz, yaramaz b r çocuk. İşte
geçen eylülde, adı Sab tcan olan bu çocuğu, deve sırtında okula
götürecekt . Annes , yan Kazangap’ın karısı B key ağlamaya,
sızlamaya başladı: “Yatılı okula g del sank b z m yabancımız oldu.
Ne ev n b l yor, ne ana-baba tanıyor! Felâket bu!” ded . Okumamış
cah l b r kadın şte. Ama ne yapsınlar, çocuklarını okutmaları gerek,
onun ç n de uzak yere göndermek zorunda kalıyorlar...
Akdoğan bakışlı adam sözünü kest :
- Anlaşıldı anlaşıldı! Kuttubayev ne ded , sen onu anlat!
- Tamam şte, o da oradaydı. B key’e ana yüreğ n n onu
yanıltmadığını söyled . Başka çares olmadığı ç n çocukları yatılı
okula göndermek zorunda kaldığımızı, bu yüzden yatılı okulun
çocuğu anadan babadan ayırdığını, evden uzaklaştırdığını, bunun da
herkes ç n zor ve dertl b r şey olduğunu söyled . Ama başka çare
yok k . Çok y anlıyorum onu. B z m çocuklarımız da büyüyor,
ş md den acı acı düşünüyorum doğrusu... Çok kötü b r durum..
Akdoğan bakışlı adam y ne sözünü kest :
- Düşününce buldun şte. Demek Sovyet yatılı okullarının kötü
olduğunu, b r felâket olduğunu söyled , öyle m ?
- “Sovyet yatılı okullarını” demed . Genel olarak yatılı okuldan söz
ett , tab î b z m yatılı okul Kumbel’de olduğu ç n sözkonusu o d .
Onun kötü b r okul olduğunu ben de söylüyorum.
- Bunun b r önem yok. Kumbel de Sovyetler B rl ğ ’nde
bulunduğuna göre, onu kötülemek bütün Sovyetler’dek okulları
kötülemekt r.
Yed gey, adamın kend s n yanıltmaya çalıştığını anlayarak y ce
öfkelend :
- Kumbel yatılı okulu demek bütün Sovyetler’ n yatılı okulu demek
olamaz! Söylemed ğ sözler ona nasıl mâleders n? Hem ben de
onun g b düşünüyorum. Bu y t k köyde değ l de başka yerde
otursaydım çocuklarımı asla yatılı okula göndermezd m. Ben böyle
düşünüyorum şte. Tamam mı?
Akdoğan bakışlı adam:
- Sen nasıl stersen öyle düşün! ded .
B r süre sustuktan sonra konuşmayı kısa kesmek sted ğ n bell
ederek:
- Ş md sonuca gelel m.. Demek k Abutal p kolekt f eğ t me karşı..
Öyle m ?
Yed gey kend n tutamadı:
- O h çb r şeye karşı değ l! N ç n yapmadığı, söylemed ğ şeylerle
suçluyorsun onu? Olacak şey m bu?
Akdoğan bakışlı adam cevap vermey , açıklama yapmayı gereks z
gördüğü ç n çıkıştı:
- Yeter, yeter artık! Ş md sen bana şu defterdek “Dönenbay
Kuşu”nun ne olduğunu söyle bakalım. O deftere, yan oraya
yazdıklarına “Dönenbay Kuşu” adını verm ş. Kuttubayev bunu
Kazangap’la senden d nleyerek yazmış. Öyle d yor, doğru mu bu?
Yed gey b rden canlandı:
- Evet, tam ded ğ g b oldu. Burada, yan Sarı-Ö- zek’te,
Naymanlar’ın mezarlığı le lg l b r h kâye, daha doğrusu b r efsane
vardır. Esk den yalnız Naymanlar gömerlerm ş oraya ölüler n ama
ş md herkese a t b r mezarlık o. Ana-Bey t mezarlığı den yor. B r
mankurt olan oğlu tarafından öldürülen Nayman-Ana oraya
gömülmüş...
- Pek , pek , sonra oraya g d p b r göz atarız, bakalım bu s m hang
g zl anlama gel yormuş, anlarız (Defter n sayfalarını karıştırırken
yüksek sesle düşünüyordu). Dönenbay kuşu... Hımm, daha y s n
bulamazdı doğrusu. İnsan adı taşıyan b r kuş.. Kend n yazar sanıyor
gal ba, yen b r Muhtar Ayvazov sanıyor. Geçm ştek feodal dönem
anlatan b r yazar... Dönenbay kuşu! hımm. B r şey anlamayacağımızı
sanıyor. Demek çocuklar ç n yazıyormuş! G zl g zl yaptığı ş bu
demek. Ya buna ne ders n? Bunu da mı çocuklar ç n yazıyor?
Akdoğan bakışlı adam muşamba kaplı yen b r defter Yed gey’ n
gözler ne dayadı:
- Neym ş bu? ded Yed gey, b r şey anlamadığı ç n.
- Ne m ded n? Ne olduğunu sen n b lmen gerek. Yazının başlığını
oku, bak “Raymalı Aga’nın Kardeş Abd lhan’a Yalvarması” d yor.
- Ha, anladım, o da b r başka efsane, gerçek b r olaymış, esk ler
anlatıyor...
- Yorma çenen , b z de b l yoruz o kadarını. Kulağıma çalınmıştı.
Çok yaşlı bunamış b r adam, on dokuz yaşındak b r kıza âşık olur.
Neres y bunun? Öyle anlaşılıyor k Kuttubayev yalnız düşman
değ l, ayn zamanda ahlâksızın b r ! O ğrenç şeyler nasıl da özene
bezene yazmış!
Yed gey kızardı. Ama utandığından değ ld yüzünün kızarması.
Karşısındak adam Abutal p’e h ç söylenmeyecek şey söylüyor, ona
en büyük haksızlığı yapıyor ve bu da onu öfkeden del ed yordu. Bu
d kızarmasının sebeb . H ddet n güçlükle zaptederek şöyle ded :
- Bak ben y d nle, sen nasıl büyük adamsın, ne şef s n b lmem,
ama Abutal p’ böyle suçlamakla çok büyük haksızlık ed yorsun.
Allah herkes onun g b b r baba, onun g b b r koca ets n ster m! Bu
köyde büyük küçük herkes söyler sana onun ne mükemmel b r nsan
olduğunu. Zaten burada b r avuç nsanız ve hep m z b rb r m z
tanırız.
- Pek , pek , sak n ol! Görüyorum k adam hep n z n beyn n
yıkamış. Düşman her kılıkta görünmes n b l r zaten. Ama b z
maskes n nd rd k şte. Sen nle ş m z b tt . G deb l rs n.
Yed gey ayağa kalktı. Şapkasını g yerken oyalanıyordu. Sonra
sordu:
- Pek , ne olacak ş md ona? Bunları yazdı d ye hapse atılacak
değ l herhalde?
Akdoğan bakışlı adam b rden doğruldu:
- Bak, sana son defa söylüyorum: Bunlar sen h ç lg lend rmez!
Düşmana n ç n kovuşturma açtığımız, ona nasıl davranacağımız, ne
ceza vereceğ m z yalnız b z lg lend r r. Sen hadd n b l, bunlarla kafa
yorma. Hayd bakalım, g t artık!
*
Ayn gün, akşamın geç saatler nde Boranlı stasyonunda b r yolcu
tren daha durdu. Ama bu, aks yöne g den b r tren d . İk -üç
dak kadan fazla kalmadı.
S yah ç zmel üç adam, Abutal p Kuttubayev’ de kend ler yle b rl kte
götürmek ç n, karanlıkta tren n gelmes n bekl yorlardı. Onlardan
b rkaç adım ger de Boranlılılar vardı. Sırtları toplananlara dönük o üç
adam Abutal p’ n önünde duvar g b duruyor, onu gösterm yorlardı.
Toplananlar: Zar fe ve k çocuğu, Yed gey, Ukubala ve stasyon şef
Ab lov’dan barett . Ab lov, tren n yarım saat gec kmes nden dolayı,
sank bu kend kabahat m ş g b , telâşa kapılmış, b r aşağı, b r
yukarı s n rl adımlarla g d p gel yordu.
Onun burada b r ş yoktu k ! Madem k gelm ş, onlarla beraber
s n rl hareketler yapmadan dursa ya!
Zavallı Abutal p’ n ev nde bulunan ve suç belges sayılan
masallardan, efsanelerden dolayı Kazangap da sorguya çek lm şt ve
o sırada makasta bulunuyordu. Bu yüzden de Abutal p’ alıp
götürecek olan trene yol vermek, bu tren kend rayına sokmak ster
stemez ona düşmüştü. Kazangap’ın karısı B key se Yed gey’ n k
küçük kızına bakmak ç n evde kalmıştı.
O ç zmel adamlar, rüzgârdan korunmak ç n paltolarının yakalarını
kaldırmış, suskun ama gerg n b r vaz yette bekl yor, gen ş
omuzlarıyla Abutal p’e s per olup onunla vedalaşmak ç n gelen
yakınlarını gösterm yorlardı. Vedalaşmak ç n gelen Boranlılılar da
susuyordu.
Döne döne esen b r rüzgâr, yerdek karları toplayıp savuruyor,
duyulur duyulmaz b r ıslık çalıyordu. B r kar fırtınasının haberc s d
bu durum. Sarı-Özek bozkırının karanlık geces nde, soğuk b r s s
g tt kçe kabarıyor, gen şl yordu. Gökte ay, tek başına soluk b r leke
g b , yabanî, melankol k, hüzünlü b r suskunluk ç nde duruyor ve
sank kend n göstermekle güçlük çek yordu. Kesk n b r ayaz nsanın
yanaklarını dalamaya başlamıştı.
Zar fe, el nde kocasına vermek ç n hazırladığı, ç nde y yecek ve
g yecek bulunan b r çıkını tutuyor ve sess z sess z ağlıyordu.
Ukubala’nın der n der n ç n çekt ğ ağzından çıkan buğulardan
anlaşılıyordu. Ukubala, Kuttubayev’ler n büyük oğlu Daul’u kürküyle
soğuktan korumaya çalışıyordu. Zavallı çocuk b r şeyler sezm ş
olmalıydı. Kuşkular ç nde, h ç konuşmadan duruyor ve Ukubala
teyzes ne sımsıkı sarılıyordu. Küçük Ermek’ n hâl se nsanın
yüreğ n parçalıyordu. Ermek, Yed gey’ n kucağındaydı ve h çb r
şeyden haber yoktu ve durmadan sızlanıyordu.
- At ka! At ka! Yanımıza gelsene! B z de sen nle g deceğ z!
Abutal p oğlunun ses n her duyuşta rk l yor, ona b r şeyler
söylemek st yor ama dönüp bakmasına b le z n verm yorlardı. Hatta
o üç adamdan b r orada bulunanlara sertçe bağırdı:
- Durmayın burada! İş t yor musunuz? Durmayın, g d n! Sonra
yaklaşırsınız!
Toplananlar b raz çek ld ler.
Bu sırada uzaktan lokomot f n ışıkları göründü. Heps oldukları
yerde kımıldadılar. Zar fe daha fazla kend n tutamadı ve hıçkıra
hıçkıra ağlamaya başladı. Ukubala da ağlıyordu onunla beraber.
Tren ayrılık get r yordu. Öndek ışıkları soğuk karanlığı del yor,
homurdanan, tehd t eden kara b r kütle olarak yaklaşıyor, büyüyordu.
Yaklaştıkça lokomot f farlarını yukarı kaldırıyordu sank . Farların
parlak ışığında, raylar arasında rüzgârın savurduğu kar çevr nt s
daha net görünüyor, man vela ve yorgun p stonların gürültüsü daha
çok duyuluyordu. Ve şte, katarın vagonları da y ce görünür oldu.
- At ka! At ka! Bak, tren gel yor! d ye bağırdı Ermek. Fakat babası
cevap vermed ğ ç n şaşırdı ve sustu. Y ne de b rkaç san ye sonra,
babasının d kkat n çekmek ç n b r kere daha seslend :
- At ka! At ka!
Ortalıkta telaşlı telaşlı dolanıp duran stasyon şef Ab lov, o üç
k ş n n yanına yaklaştı:
- Posta vagonu katarın baş tarafında, lütfen ler g d n b raz, ded .
Herkes ler ye doğru hızlı hızlı yürüdü. Tren gelm şt b le. Akdoğan
bakışlı adam el nde çantasıyla en önde sağa sola bakmadan
yürüyordu. Onun hemen ardında Abutal p le Abutal p’ aralarına alan
akdoğan bakışlının gen ş omuzlu k yardımcısı, b raz ger de Zar fe
le Daul’un el n h ç bırakmayan Ukubala gel yordu. Yed gey, bunların
az ger s nde ve b raz yanda yürüyordu. Ermek onun kucağındaydı.
Kadınların ve çocukların yanında ağlamamak, ağladığını
göstermemek ç n ger de kalmıştı Yed gey. Boğazına büyük b r yumru
gel p tıkanıyor ve kend n güçlükle tutuyordu. B r yandan da,
kucağında sımsıkı tuttuğu Ermek’e yatıştırıcı b r şeyler söylemeye
çalışıyordu:
- Sen akıllı b r çocuksun Ermek. Akıllısın değ l m ? Akıllı çocuklar
ağlamaz, sakın ağlama!.
Tren y ce yavaşladı, yanlarından geç p az ler de durdu. Lokomot f
yoğun b r buhar çıkardı ve kesk n b r düdük ses duyuldu.
Yed gey, kucağında sarsılan çocuğa:
- Korkma yavrum, ded , ben yanında ken h çb r şeyden korkma ve
ben hep yanında olacağım.. korkma yavrum..
Tren dururken nsanın kulaklarını delen uzun uzun gıcırtılar
çıkarmış, sonunda vagonlar oldukları yere çakılmıştı. Kırağıyla, kar
tozlarıyla kaplıydı vagonların pencereler . Vagonlar kör g b yd .
Ortalığa b rden sess zl k çöktü. Ama hemen sonra, lokomot f b r
buhar daha saldı, acele kalkacağını b ld ren düdüğünü öttürdü. Posta
vagonu lokomot f n hemen ardındaydı. Orta yerde ç ft kanatlı b r
kapısı vardı ve pencereler dem r parmaklıklı d . O ç ft kanatlı kapı
çerden açıldı, başlarında resmî postacı şapkası, üzerler nde kalın
pamuk astarlı ceket ve pantalon bulunan b r kadın ötek erkek k k ş
başlarını aşağı sarkıttılar. Kadının el nde fener vardı ve rütbece
erkekten büyük olduğu anlaşılıyordu. Ş şman, r göğüslü b r kadındı.
El ndek fenerle üç adamın önünü aydınlatarak:
- Trene b necek olanlar s z m s n z? ded . Bekl yorduk, yer n z hazır.
El nde büyük çantasıyla vagona lk çıkan akdoğan bakışlı adam
oldu.
Ger dek k adam, önler ne geçenler sıkıştırarak:
- Had çabuk olun! B z gec kt rmey n! ded ler.
Abutal p onu uğurlamaya gelenlere dönerek çabuk çabuk konuştu:
- Yakında döner m.. B r yanlış anlama var.. Yakında döner m,
bekley n!.
Vedalaşmak ç n çocuklarını kucaklarken, Ukubala bu sahneye
dayanamadı ve yüksek sesle ağlamaya başladı.
Abutal p k çocuğunu kucaklayıp sımsıkı bastı bağrına. Onların
kulaklarına b r şeyler fısıldıyor, ama korku ç nde olan çocuklar bunu
anlamıyordu. Lokomot f buhar salmaya başlamıştı. Bütün bunlar
postacı kadının el ndek fener n ışığında oluyordu.
B rden kesk n b r tren ses duyuldu. Bu ses elektr k akımı g b katar
boyunca yayıldı.
İk adam Abutal p’ vagonun basamaklarına doğru terek:
- Hayd , b n artık, tren kalkıyor! ded ler.
Son anda Yed gey’le de kucaklaşab lm şt Abutal p. B r an, ıslak,
kıllı yanaklarıyla b rb rler ne yapışarak kaldılar. Yürekler yle,
ruhlarıyla, kafalarıyla b r olmuşlar g b anlıyorlardı b rb rler n .
- Onlara den z anlat, d ye fısıldadı Abutal p.
Bu onun son sözler oldu. Yed gey anlamıştı. Çocuklarına Aral’ı
anlatmasını st yordu ondan.
Gen ş omuzlu k adam, onları te kaka ayırdılar:
- Yeter! Yeter artık. B n trene g d yoruz!
Böyle ded kten sonra Abutal p’ n el nden tutup onu vagona tt ler. İk
küçük çocuk ayrılığın korkunç anlamını şte o zaman kavradılar ve
yüksek sesle ağlayarak bağrıştılar:
- Ata! Ata! At ka! Atacan![16]
Yed gey kucağında Ermek’le vagona atıldı. Ama el nde fener
bulunan kadın koca gövdes yle kapının önünde durdu:
- Hey! Dur bakalım, nereye g d yorsun! d ye tt onu.
O sırada Yed gey’ n aklından, o akdoğan bakışlıyı kend eller yle
boğmak ç n Abutal p’ n yer ne o yolculuğa çıkmak düşünces
geçt ğ n k mse anlayamazdı elbet.
El nde fener tutan kadın durmadan bağırıyor, bağırırken s gara ve
soğan kokulu nefes Yed gey’ n yüzüne çarpıyordu:
- Durmayın! G d n buradan! G d n ev n ze!
Zar fe el ndek çıkını kocasına vermey unutmuştu. Son anda
hatırlayarak vagonun kapanmak üzere olan kapısından çer attı:
- Bunu ona ver n, y yecek var ç nde!
Posta vagonunun kapısı gürültüyle kapandı ve y ne b r sess zl k
çöktü. Lokomot f kalkış şaret n verd , tekerlekler sarsılıp gıcırdadı ve
yavaş yavaş hızlandı.
Boranlılılar da kapısı sımsıkı kapalı vagonun yanında ona baka
baka yürümeye başladılar. Kend ne lk gelen Ukubala oldu. Ger ye
dönüp Zar fe’y kucakladı, onu göğsüne sımsıkı basarak öylece
durdu. B r yandan da, g tt kçe hızlanan tekerlekler n takırtısını
bastırmak ç n yüksek sesle bağırdı:
- Daul! Dur g tme, bekle! Tut annen n el nden!
Yed gey, kucağında Ermek, tren n ardından hâlâ koşuyordu. Son
vagon da gel p geç nce durdu.
Sonra tren uzaklaştı, tekerlek sesler azaldı, lokomot f n ışıkları
zayıfladı... Uzun uzun öten düdük ses son defa duyuldu..
Yed gey ger döndü. Kucağında Ermek durmadan ağlıyor ve
Yed gey onu susturamıyordu...
Ancak evde, geceyarısında sobanın başında h ç ağzını açmadan
otururken b rden Ab lov’u hatırladı. Hatırlar hatırlamaz da usulca
kalkıp g y nd . Ukubala anlamıştı onun aklından geçenler . Kolundan
tutarak:
- Dur, nereye g d yorsun? Ona b r şey yapma, parmağınla b le
dokunma! Karısı ham le. Hem buna hakkın da yok. Onu suçlayacak
b r kanıtın da yok!
- Korkma, b r şey yapacak değ l m ona. Ama b r an önce defolup
g ts n buradan. Artık Boranlı’da kalamaz, bunu kafasına y ce soksun!
Sana söz ver yorum, kılına b le dokunmayacağım, güven bana..
Böyle ded kten sonra Ukubala’nın el nden kurtuldu ve çıkıp g tt .
Ab lovlar’ın pencereler nde hâlâ ışık vardı. Demek k yatmamışlardı
daha.
Yed gey, sertleşen karda takır takır ses çıkararak yürüyordu. Buz
tutmuş kapıya geld ve hızlı hızlı vurdu. Ab lov açtı kapıyı:
- Aa, sen m s n Yed ke? G r çer , g r! ded .
Korkmuş, yüzü sapsarı olmuştu. Odanın ç nde ger ger g d yordu.
Yed gey, kend s yle b rl kte b r soğuk dalgasını da get rerek çer
g rd , kapıyı kapadı ve ayakta durarak, sak n b r sesle konuşmaya
başladı:
- O zavallı yavruları n ç n yet m bıraktın? ded .
Ab lov d zler üstüne çöktü. Kel men n tam anlamıyla sürüne sürüne
Yed gey’ n etekler ne yapıştı:
- Yem n eder m k ben yapmadım! Bak Yed ke, doğacak
çocuğumun başı üzer ne yem n eder m k ben yapmadım (Böyle
derken, korkudan olduğu yerde taş kes len karısına bakmıştı. D l
dolanıyor, nasıl konuşacağını b le b lem yordu). Allah’a and olsun k
ben değ l m bunu yapan Vallah ben değ l m! Böyle b r şey nasıl
yaparım ben! O müfett ş yaptı bunu. Hatırlıyor musun? Onun ne
yazdığını, k me yazdığını sorup durmuştu. O yaptı, o müfett ş yaptı.
Doğacak çocuğumu görm yey m eğer yalanım varsa! Tren n yanında
o sahney seyrederken, görm yey m d ye, b n kat yer n d b ne g rmek
sted m. O müfett ş.. sonu gelmez nutukları, sorularıyla kafamı çeld ...
Eğer b lseyd m...
Yed gey onun sözünü kest :
- Pek , pek .. ayağa kalk da adam g b konuşalım. Bak, sana karının
yanında söylüyorum. Umalım k bu ş kötü b tmes n. Şu anda mesele
o değ l. Sen n h çb r suçun yoksa b le h çb r şey değ şmez. Sen n ç n
burada veya başka yerde çalışmanın h çb r önem yok. Ama b z
bütün ömrümüzü burada geç receğ z. B r an önce buraları terked p
g tsen çok y eders n. Tavs ye eder m g t. İşte sana bunu söylemek
ç n geld m. Bu konuyu b r daha h ç konuşmayacağız sen nle.
Yed gey bunları söyled kten sonra çıktı, kapıyı çarparak kapadı ve
g tt .
***
-IX-
Büyük Okyanus’ta, Aleut adalarının güney nde vak t öğley çoktan
geçm şt . Orta ş ddette b r fırtına okyanusu çalkalamaya devam
ed yor, b r uçtan öbür uca bütün ufku kaplayan sular âlem nde,
köpüklü dalgalar saf saf, yuvarlana yuvarlana b rb rler n kovalıyordu.
Uçak gem s ‘Konvans yon’ San-Frans sco le Vlad vostok’a tam eş t
uzaklıkta, her zamank yer ndeyd . Haf f haf f sallanıyordu köpükler
arasında. Bu uluslararası b l msel araştırma gem s n n bütün
görevl ler alarmda, her türlü operasyona hazır bekl yordu.
İye Güneş s stem nde, dünya dışı b r uygarlığın keşfed lmes yle
meydana gelen durumu görüşmek üzere gem de bulunan ve
olağanüstü yetk lerle donatılan kom syonların toplantıları b tmek
üzere d . Kend üsler nden z n almadan, uzaylılarla Orman-Göğsü
gezegen ne g den 1-2 ve 2-l numaralı kozmonotlar hâlâ o gezegende
d ler ve yörünge stasyonu Par te aracılığı le, Ortak Yönet m
Merkez tarafından, kes n em r almadan oradan ayrılmamaları
konusunda üçüncü defa uyarılmışlardı.
Ortak Yönet m Merkez ’n n bu kes n d rekt f aslında yalnız
kafalarındak karışıklığı yansıtmakla kalmıyor, ayn zamanda karşı
karşıya bulundukları meselen n g tt kçe daha da ç nden çıkılmaz
hâle geld ğ n , gerg nl ğe doğru tırmandığını, aralarındak şb rl ğ n n
b r cepheleşmeye dönüşmes tehl kes yle karşı karşıya kaldıklarını
da göster yordu. Dem urg projes b r süre önce k büyük devlet
b rb r ne yaklaştırmıştı ve böylece b l msel ve tekn k üstünlükler n
arttırmışlardı. Bunu bütün dünyaya kabul ett rmek st yorlardı. Ama
şte ş md bu proje b rdenb re k nc plana düşmüş, dünyadışı b r
uygarlığın bulunmasıyla ortaya çıkan çözümü güç meseleden dolayı
b r anda değer n y t rm şt . Her k kom syonun üyeler tek tek b r
konuyu çok y anlıyorlardı: Bu benzer görülmem ş, h çb r buluşla
kıyaslanamayacak yen keş f çağdaş dünya toplumunun dayandığı
esasları, nsan zekâsının yüzyıllar boyu, nes ller boyu, oluşturup
gel şt rd ğ , yoğurup b ç m verd ğ b r düzen ve bunun kurallarını b r
sınava sokmuş bulunuyordu. Yerküren n genel güvenl ğ b r yana, bu
sınavı vermek g b b r tehl key k m göze alab l rd ?
Tar h n bunalımlı dönemler nde her zaman görüldüğü g b ,
dünyadak k ayrı sosyal ve s yasî s stem n temel çel şk ler bütün
çıplaklığıyla kend n gösterd .
Meselen n görüşülmes s n rl tartışmalara yol açtı ve f k r ayrılıkları
süratle uzlaşmazlığa, barışmazlığa sürükled onları. Bu uzlaşmazlık
ve karşılıklı tehd tler y ce çığırından çıkar ve denet m mümkün
olmazsa b r dünya savaşı b le çıkarab l rd . Üyeler bunu da
düşünmeye başladılar. Sonunda bu g d ş n onlara zarardan başka
h çb r şey kazandırmayacağını anlayarak aşırılıklardan sakınmaya
karar verd ler. Ama onları buna asıl zorlayan mesele, olayı önünde
sonunda öğrenecek olan dünya kamuoyunun b l nc nde b r patlama
olması ve onların karşısına d k lmes yd . Bundan korkuyorlardı.
Bütün dünyada b r bomba g b patlardı bu olay. Bunun nasıl sonuçlar
doğuracağını da k mse b lemezd ...
Sonunda mantık üstün geld ve taraflar b r uzlaşmaya varmak
zorunda kaldılar. Bu konuda da eş tl k ve denge esasına tam olarak
uymuşlardı. Varılan karara göre, Ortak Yönet m Merkez ’nden Par te
Yörünge İstasyonu’na yen b r mesaj gönderd ler:
“Denetley c kozmonotlar 1-2 ve 2-1’e,
Bu b r em rd r: Hâlen Güneş s stem dışında, İye s stem nde
ve Orman-Göğsü gezegen nde bulunan 1-2 ve 2-1
kozmonotlarıyla hemen bağlantı kurunuz. Onlara Ortak
Yönet m Merkez kararlarını derhal b ld r n z. Dünyadışı b r
uygarlığı keşfeden k kozmonot, Ortak Yönet m Merkez n n
onların eylemler ve bundan sonrak g r ş mler yle lg l olarak
aldığı kararlara, kayıtsız-şartsız uyacaklardır. Ortak Yönet m
Merkez n n kararları şunlardır:
a) Par te’n n esk kozmonotları 1-2 ve 2-1 dünya
uygarlığınca stenmeyen k ş ler olarak lân ed lm şlerd r.
Bunların yörünge stasyonu Par te’ye ve dünyaya dönmeler
yasaklanmıştır.
b) Orman-Göğsü den len gezegende yaşayanlarla,
dünyalıların tar hî tecrübeler , hayatî çıkarlar ve uygarlıklarının
bugünkü gel ş m le bağdaşmadığı ç n, ne şek lde olursa
olsun, herhang b r temas kurulması yasaktır.
c) Par te’n n esk kozmonotları 1-2 ve 2-1 le, onlarla l şk de
bulunan yabancı gezegenl ler, dünyalılarla temas kurmaya,
daha önce yaptıkları g b “Tramplen” yörünges ndek “Par te”
stasyonuna çıkmaya ya da yerkürem ze yakın katmanlara
sızarak dünyalılarla teması buradan sağlamaya
kalkışmamalıdırlar.
ç) Yerkürey çevreleyen uzay boşluğuna başka
gezegenlerden gelen uçan c s mler n sızmalarını önlemek ç n,
Ortak Yönet m Merkez “Çember Harekâtı”nı başlatmıştır. Bu
harekâtla, dünyaya yaklaşacak her türlü c sm ânında yok
etmek ç n, değ ş k yörüngelere yerleşt r lm ş savaşçı robot
füzeler nükleer-laser ışınlarını salmaya hazır hâle get r lm şt r.
d) İz n almadan dünyadışı yaratıklarla temas kuran
Par te’n n esk kozmonotları 1-2 ve 2-1’ n dünya le temas
kurmaya çalışmaları boş b r çaba olacaktır. Yeryüzünde
sağlanan st krar ve jeo-pol t k yayının bozulmaması ç n bu
temasa mkân ver lmeyecekt r... Temasın sağlanmaması ve
meydana gelen bu olayın g zl kalması ç n gerekl bütün
tedb rler alınmıştır. Bu amaçla “Par te” başka b r yörüngeye
alınacak, tels zle let ş m kanalları ve ş freler değ şt r lecekt r.
f) Dünya çevres nde oluşturulan “Çember” bölgeler ne
yaklaşacak yabancı gezegenl lere, bunun kend ler ç n çok
tehl kel olacağını b r daha hatırlatalım.”
Ortak Yönet m Merkez

“Konvans yon” Uçak Gem s


Ortak Yönet m Merkez bu korunma tedb rler n alırken, ‘X’
gezegen n n araştırılmasıyla lg l Dem urg projes n de bel rs z b r
süre ç n askıya almak zorunda kalmıştı, lk ş olarak, Par te
stasyonunun rotasyon parametreler değ şt r ld . Ondan, artık yalnız
her zamank uzay gözlemler ç n yararlanılacaktı. Ortak b l msel
araştırma gem s “Konvans yon”un, tarafsız b r ülke olan
F nland ya’ya emanet ed lmes ne karar ver ld . “Çember Harekâtı”
olarak adlandırılan s stem çalıştırılmaya başladıktan sonra da
Par te’n n b l msel ve darî ek pler yle bunlara yardımcı serv sler
dağıtılacaktı. Bunlardan, Ortak Yönet m Merkez ’n n programındak
bu değ ş kl ğ n sebepler n h çb r zaman açıklamayacaklarını b ld ren
yazılı, mzalı tem nat belgeler de alınacaktı.
Dem urg projes n n b r süre ç n durdurulmasıyla lg l olarak
kamuoyunda b r açıklama yapmak gerek yordu. Bu ertelemen n, ‘X’
gezegen nde yen bazı ncelemeler ve ölçümlerde bazı düzeltmeler
yapılması zorunluğundan ler geld ğ söylenecekt .
Her şey nceden nceye düşünülmüştü. Alınan bütün tedb rler n,
“Çember” s stem n n konulmasından hemen sonra uygulamaya
geç r lmes kararlaştırıldı.
Kom syonların son toplantısından hemen sonra, bütün belgeler,
ş freler, Par te’n n esk kozmonotlarından alınan b lg ler, tutanaklar,
bandlar, bu üzüntülü olayla lg l her şey mha ed ld .
Büyük Okyanus’ta, Aleut adalarının güney nde, günün sonu
yaklaşıyordu. Fırtına esk hızında devam ed yor, ama dalgalar g tg de
daha da büyüyordu. Ş md köpürüp kabaran dalgaların kükrey şler
daha çok ş t l r olmuştu..
Özel yetk lerle donatılmış kom syon üyeler n get ren uçaklar, onları
ger götürmek ç n gerg n b r durumda beklemekteyd ler. N hayet
kom syon üyeler hep b rl kte toplantı salonundan çıktılar, b rb rler yle
vedalaştılar. B r bölümü uçaklardan b r ne, ötek bölümü de öbür
uçağa b nd ler.
Gem n n dalgalar yüzünden sallanmasına rağmen, k uçak başarılı
b r kalkış yaparak, b r San-Frans sco’ya, ötek de tam aks yönde
bulunan Vlad vostok’a yöneld .
Uzay rüzgârlarında yıkanan yerküre, ebedî dönüşüne devam
ed yordu. Yerküre yüzüyordu... O, uzayın sonsuz boşluklarında yer
alan ve kend s ne benzeyen sayısız kumtaneler nden sadece b r yd .
Ama yalnız dünyada, bu yerküres nde nsanlar vardı. Bu nsanlar,
eller nden geld ğ kadar y yaşamaya, bazen de meraktan, evren n
başka gezegenler nde kend ler ne benzer yaratıkların bulunup
bulunmadıklarını öğrenmeye çalışıyorlardı. Tartışıyor, varsayımlar
ler sürüyor, Ay’a nsan nd r yor, başka gezegenlere otomat k
donanımlar gönder yor ama her defasında Güneş s stem ç nde
kend ler ne benzer yaratıkların bulunmadığını, hatta h çb r hayat
bel rt s n n bulunmadığını anlayarak üzülüyorlardı. Sonra, bütün
bunlarla lg lenmey b r yana bırakıyor, başka şeylerle meşgul
oluyorlardı. Başka meseleler dolduruyordu kafalarını. Daha y
yaşamak ve b rb rler yle daha y geç nmek g b meseleler.. Bundan
başka, günlük geç mler n sağlamak ç n de çok çalışmak
zorundaydılar. B rçokları da bu konuların onların ş olmadığını
düşünüyordu.
Ve Dünya, kend eksen nde dönüyor, uzay boşluğunda yüzüyor,
yüzüyordu...
***
O yılın Ocak ayı çok soğuk, çok s sl geçt . Bunca soğuk nereden
gel p çökmüştü Sarı-Özek bozkırına? Trenler n d ng ller donarak
b rb r ne yapışmış, buzla, kırağıyla bembeyaz olmuşlardı. Petrol
yüklü kara tankerlerden oluşan katarları, stasyonda durduğu zaman
kırağıdan bembeyaz b r d z g b görmek çok tuhaf gel yordu nsana.
Katarların yollarına devam etmek ç n kalkışları da çok zor oluyordu.
Katarlara koşulmuş ç fte lokomot f, b rb r ne omuz vererek raylara
yapışan tekerlekler koparmak ç n zorlanıyor, dem r gıcırtıları ve
şakırtıları evlerden de duyuluyor, vak t gece se, yataklarındak
çocuklar bu gürültüden uyanıyorlardı.
B r yandan kar yolları tıkamağa başlamıştı. Soğuk yetm yormuş
g b rüzgâr da kudurmuştu sank . Sarı-Özek’ kasıp kavuruyor, asıl
fırtınanın nereden kopup geleceğ b l nem yordu. Öyle görünüyordu
k rüzgâr, s perlerde bulduğu en küçük del kten karları savurup
dem ryolunun üzer ne yığmaktaydı.
Yed gey, Kazangap ve onlarla b rl kte üç k ş daha, yolun b r
kenarını açar açmaz öbür tarafına koşarak karları kürüyor, tıkanmayı
önlemeye çalışıyorlardı. Develer n çekt ğ kızak olmasaydı onlar da
saplanıp kalırdı kar yığınına. Üsttek kalın kar yığınını önce kızaklarla
yolun kıyısına taşıyor, kalanları da küreklerle alıyorlardı.
Yed gey, Karanar’ı kızağa koşmaktan memnundu. Böylece hayvan
yorulacak, bu mevs mde kızışıp azgınlaşması yavaşlayacaktı. Onu
kend s g b güçlü b r deveyle koşmuştu. Kızağı y ce dolduruyor,
kızağın arkasına b r ağırlık bağlıyor, sonra kar küreğ n kızağa koyup
üzer ne oturuyor ve kamçısını şaklatıyordu. O zamanlar Boranlı’da
kar tem zleme mak nes d ye b r şey yoktu. Fabr kalarda kar
tem zleme mak neler n n ve karları kend ler sürüp açan lokomot fler n
yapılmakta olduğunu duymuşlardı ama ş md l k bunların sadece sözü
ed l yordu.
Yazın k ay süre le kavuran sıcak onları çıldırtacak kadar
bunaltıyor, kışın se soğuk havayla dolan c ğerler patlayacak g b
oluyordu. Ama trenler durmuyor, gel p g d yordu ve herkes ş n
yapacaktı. Tıraş olacak vakt b le bulunmayan Yed gey’ n saçı
sakalına karışmıştı ve sakalına lk kırların düştüğünü de o kış farkett .
Gözler uykusuzluktan ş şm ş, c ld soğuktan y ce kararmıştı ve kend
suratından t ks n yordu. Ayağındak keçe ç zmeler ve üzer ndek
gocuğunu hemen hemen h ç çıkarmıyordu. Gocuğunun üzer ne b r
muşamba, başına da b r başlık geç r yordu.
Yed gey, kend n nasıl şe ver rse vers n, neyle uğraşırsa uğraşsın,
Abutal p Kuttubayev’ n başına gelenler h ç aklından çıkaramıyordu.
Kazangap’la hep bunu konuşuyorlardı. Bu ş n nasıl g tt ğ n , sonunun
ne olacağını merak ed yorlardı hep. Fakat daha çok Yed gey
konuşuyor, Kazangap üzüntülü, düşüncel duruyor, pek
konuşmuyordu. Y ne b r gün b r düşünces n açıklamaktan kend n
alamadı:
- Hep böyle oluyor.. kend ler de kolay kolay çıkamazlar bu ş n
ç nden. Boş yere demem şler “Han b r Tanrı değ ld r, çevres ndek ,
kend katındak adamların ne yaptıklarını her zaman b lmez,
çevres ndek ler de pazar yerler ndek verg memurlarının nasıl
çalıştıklarını, nasıl davrandıklarını b lemezler.” d ye.. evet, hep böyle
olmuştur bu şler.
Yed gey’ n canı sıkıldı:
- Han canım sen de! Sen n ded ğ n o hanlar, o beyler çoktan s l n p
g tt tar hten. Lâf mı yan bu söyled ğ n. Mesele adamlarda değ l k !
- Pek k mde öyleyse?
- K mde m ?
Böyle ded ama sorusuna kend s de b r cevap bulamadı ve bu soru
kafasına yerleş p ona rahatsızlık vermeye devam ett .
Felâketler çok defa tek başlarına gelmezler. Babasının götürülmes
felâket nden sonra Kuttubayev’ler n büyük oğlu Daul soğuk almıştı.
Yavrucak yüksek ateşten kıvranıyor, öksürüyor, boğazı ağrıyordu.
Onun anj n olduğunu söyleyen Zar fe her çeş t hapla y leşt rmeye
çalışıyordu çocuğunu. Ama sürekl olarak çocuklarının yanında
kalamazdı. Geç nmek, ekmekler n kazanmak zorundaydı. Bunun ç n
de dem ryolunda makasçı olarak çalışıyordu. Gece gündüz demeden
yapıyordu bu görev . Ukubala, onun ne kadar güç durumda olduğunu
b ld ğ ç n, kend çocuklarıyla b rl kte onun çocuklarının bakımını da
üzer ne aldı. Yed gey de el nden gelen yardımı yapıyordu. Sabah
erkenden kömürlükten kömür get r yor, sobaya dolduruyor, vak t
bulursa sobayı da yakıyordu. Sobada taşkömürü tutuşturup yakmak
hemen oluveren, kolayca yapılıveren b r ş değ ld . Bu konuda
tecrübel olmak gerek rd . Sobayı yaktığı zamanlar çocuklar akşama
kadar ısınsınlar d ye b rbuçuk kova kömür koyardı. Tankerden su
get rme, ocak ç n ve soba tutuşturmak ç n odun kırma şler n de o
yapıyordu. Bunları seve seve yapıyordu ama zor olan çocukların
gözüne bakmak, gözler ne baka baka yalan söylemekt . Sorularını
saptırmaya çalışmak, kaçamak cevaplar vermekt . Büyüğü hastaydı,
genell kle de sak n b r çocuktu. Ama küçüğü anasına çekm şt . Çok
hareketl , çok hassas, çabuk kırılan b r çocuktu ve böyle olması da
durumu güçleşt r yor, daha çok acı ver yordu ona. Yed gey, sobayı
yaktığı sabahlar çocukları uyandırmamak ç n el nden geld ğ kadar
sess z olmaya çalışırdı. Ama görünmeden g deb ld ğ zamanlar pek
azdı. Kara kıvırcık saçla Ermek hemen uyanır, gözler n açar açmaz
da sorardı:
- Yed gey amca, babam bugün gelecek m ?
Bu soruyu sorar sormaz da yatağından kalkar, yalınayak ve yarı
çıplak Yed gey’e koşardı. Yed gey amcası ‘evet’ derse, babası da
gel verecekm ş g b b r umut olurdu gözler nde. Yed gey onun sıcacık
vücudunu kucaklar, bağrına basar, tekrar yatağına götürür, büyük b r
adamla konuşur g b c dd c dd cevap ver rd :
- Bak Ermek, At ka’nın bugün gel p gelmeyeceğ n b lem yorum.
Hang trenle geleceğ n b ze merkez stasyondan telefonla
b ld recekler. B l yorsun, Boranlı’da yolcu trenler durmaz, ancak
başmemurun emr yle yolcu nd recek trenler durab l r. Sanırım
bugün-yarın b r haber alırız. O zaman sen ve ben ve o zamana
kadar y leş rse Daul’u da alır, karşılamaya g der z.
Çocuk, karşılama sahnes n gözünde canlandırarak sorardı:
- At ka, bak sen karşılamaya geld k! der z değ l m ?
- Tab î, tab î, öyle der z.
Ancak, akıllı b r çocuk olan Ermek’ aldatmak o kadar kolay değ ld .
- Yed gey amca, d yordu çocuk, han b r defa g tm şt k ya, y ne öyle
yapsak, yük tren ne b n p başmemurun yanına g tsek, babamın
b neceğ tren durdurmasını söylesek?.
Yed gey b r mazeret uydurmak zorunda kaldı:
- İy ama, geçen defa g tt ğ m zde mevs m yazdı, hava sıcaktı.
Ş md se çok soğuk. Bak rüzgâr nasıl uğul uğul es yor! Bak camlar
nasıl buz tutmuş! Yük tren ne b nersek oraya varmadan kaskatı buz
oluruz!
Bunun üzer ne çocuk üzüntüyle gözler n nd r r, susardı. Yed gey
de onu yatağına bırakır, hasta çocuğun yanına g derd :
- Hayd sen ş md yatağına g r, ben Daul’a b r bakayım.
Hasta çocuğun başına gelen Yed gey, düğüm düğüm olmuş eller n
onun ateş g b yanan alnına koyardı... Çocuk gözler n güçlükle
aralar, ateşten kupkuru olmuş, çatlamış dudaklarıyla gülümsemeye
çalışırdı. Ateş düşmezd Allah düşmezd !
- Daul, üzer n açma yavrum, yatağından kalkma sakın. Ter ç nde
yüzüyorsun. Anlıyorsun değ l m yavrum, yatağından h ç
çıkmayacaksın, yoksa y ne soğuk alırsın. Ermek, ağabey n ç ş n
yapmak sterse lâzımlığı get r rs n, tamam mı? Sen h ç
kalkmamalısın. Annen, ş b ter b tmez gel r. Az sonra Ukubala
teyzen z kahvaltınızı get recek. Daul y leş r y leşmez b ze gel rs n z,
Saule ve Şerafet’le oynarsınız. Onlar da s z çok özled . Ben ş md
şe g d yorum.. Öyle çok kar var k , yollan açmazsak trenler gel p
geçemez!
Olab ld ğ kadar çocuklara başka şeyler düşündürmek st yordu
ama o eş ğe varır varmaz Ermek seslen yordu:
- Yed gey amca, babamın tren geleceğ zaman çok kar olursa,
küreğ m alır, ben de gel r m kar tem zlemeye.. küçük b r küreğ m var
ben m...
Yed gey, yüreğ kan ağlayarak uzaklaşırdı oradan. Çares zl ğ ne,
haksızlıklara öfkelen r ve bütün hıncını kardan, rüzgârdan, tıkanan
yoldan ve develerden çıkarırdı. Kend s de hayvan g b çalışırdı. Sarı-
Özek’ kasıp kavuran fırtınanın üstes nden tek başına gelmek sterd
sank ...
Günler, düşen damlalar g b b rb r ne benz yor, ayn zorlukları
get rerek geç p g d yordu. Ocak ayının sonunda soğuklar b raz
azalmaya başladı. Ama Abutal p’ten hâlâ b r haber alamamışlardı.
Yed gey le Kazangap, bu konuda düşünüp kafa yoruyor, h çb r
sonuca varamıyorlardı. İk s de Abutal p’ n b r an önce serbest
bırakılacağını üm d ed yor, buna dua ed yorlardı. Türlü türlü şeyler
gel yordu akıllarına: Bunca şkencey hakeden ne suç şlem şt k !
Onu salıvermeler gerek rd . O yazdıkları başkaları ç n değ l, kend s
ç nd . Onun serbest bırakılacağı üm d n y t rm yor, bu umutlarını
Zar fe’ye de söyleyerek onun daha fazla çökmes n önlemeye
çalışıyorlardı. Zaten Zar fe de çocuklar ç n dayanması, ayakta
kalması gerekt ğ n çok y anlıyordu. Görünüşte kaya g b sağlamdı
ya da öyle olmaya çalışıyordu. İy ce ç ne kapanmış, h ç
konuşmuyordu. Ama der n üzüntüsünü gözler nden okuyordunuz.
Daha ne kadar dayanab lecekt !
Yed gey, nöbette olmadığı, serbest kaldığı b r gün, develer n ne
durumda olduklarını anlamak ç n otlağa g tt . Özell kle Karanar’ın
başka b r devey tepeley p tepelemed ğ n , ne haltlar karıştırdığını
merak ed yordu. Çünkü tam azgın zamanıydı ve başka b r erkek
devey yara bere ç nde bırakmış olab l rd . Develer n yayıldığı yer
yakındı. Kayaklarını da takmıştı ayaklarına. Hayvanların yanına
çabuk ulaştı. T lk Kuyruğu vad s ne yayılmış, otluyorlardı. Rüzgâr
buradak karları süpürmüş, yer yer açılan araz de develer n
otlayab leceğ b tk ler yüzeye çıkmıştı. End şe ed lecek b r şey yoktu.
Kazangap’a da haber vermel yd bu durumu. Ama önce eve uğrayıp
kayaklarını bırakmak stem şt . Tam eve g recekt k eş kte, kızı
Saule’n n korku le kend s ne baktığını gördü. Kız:
- Baba, annem ağlıyor, ded ve tekrar çer g rd .
Yed gey el ndek kayakları yere fırlattı ve heyecanla daldı çer .
Ukubala hüngür hüngür ağlıyordu. Nefes nefese sordu karısına:
- N ç n ağlıyorsun? Ne oldu?
Kadın hıçkırıklar arasında:
- Lânet olsun! ded . Her şeye lânet olsun!
Karısını h ç böyle görmem şt . Aslında çok met n, korkusunu,
üzüntüsünü böyle dışa vurmayan b r kadındı o.
- Sen n suçun bu! Sen n yüzünden oldu bunlar! d ye bağırdı.
Yed gey şaşırmıştı:
- Neym ş suçum? Ne yaptım k ?
- Aklına gelen her yalanı söyled n o çocuklara.. Az önce b r yolcu
tren durdu stasyonda. Herhalde karşıdan gelen trene yol vermek
ç n.. Ne d ye burada karşılaştı o trenler sank ! Abutal p’ n çocukları
yolcu tren n n durduğunu görünce “Baba! Babacığım! Babamız
geld !..” d ye ok g b fırladılar. Var sen anla neler olduğunu. “Baba!
Nerdes n baba!” d ye vagondan vagona koştular. Tren n altında
kalacaklar d ye ödüm koptu. Vagondan vagona, tren n b r ucundan
öbür ucuna koştular. Öyle de uzun b r katarmış k .. h çb r vagonun
kapısı açılmadı. Küçüğünü yakalayıp kucağıma almış, öbürünü de
el nden tutmuştum k tren hareket ett . Durmadan bağırıyordu
yavrular. “Babamız trende kaldı, nemed ! İnemed !” d ye. Öyle
ağlaştılar öyle ağlaştılar k , yüreğ m parçalandı, aklım başımdan g tt .
Ermek’ n durumu çok kötü. Hayd , çabuk g t, yatıştır onları! Yolcu
tren durunca babalarının geleceğ n sen söyled n onlara! Babalarının
nmed ğ n , tren n g tt ğ n görünce ne hâle geld kler n b r görseyd n...
b r görseyd n! N ç n babalar çocuklarını, çocuklar babalarını bu kadar
çok sever! N ç n, n ç n bu acılar?
Yed gey, Abutal p’ n ev ne g derken dam ed lmeye g den b r suçlu
g b h ssed yordu kend n . O anda, dam mahkûmunun son steğ g b ,
Allah’tan tek sted ğ , o masumları kandırdığı, y l k yapmak ç n yalan
söyled ğ ç n, bağışlanmasıydı. Ş md ne yapacak, ne d yecekt o
çocuklara?
Ağlamaktan yüzler gözler ş şm ş, tanınmaz hâle gelm ş olan Daul
ve Ermek, Yed gey’ görünce, hıçkıra hıçkıra ağlayarak, seller g b
yaş dökerek ona atıldılar. Yolcu tren n n durduğunu ama babalarının
nmed ğ n anlatmaya çalıştılar. Yed gey amcalarından g d p tren
durdurmasını sted ler...
Ermek, acıyla, ama güven ve umutla yalvarıyordu:
- Sagındım! At kamnı sagındım! Sagındım![17]
Yed gey, ne olursa olsun onları yatıştırmak, susturmak st yordu:
- Ben ş md g der durumu anlarım, ama s z ağlamayı kes n.. Hep
beraber g der anlarız.
Ayn anda kend kend ne soruyordu: “İy ama nereye g deceğ z?
K mden b lg alacağız? Ne yapar, ne eder z?”. Asıl güç olanı, kend
güçsüzlüğünü, umutsuzluğunu bell etmemekt . Sonunda neye
yarayacağını kend s de b lmeden:
- Çıkıp dolaşalım b raz, düşünür b r çares n buluruz, ded .
Zar fe yatağa uzanmış, yüzünü yastığa gömmüş, harekets z öylece
yatıyordu. Ona yaklaştı:
- Zar fe! Zar fe!
Omuzuna dokunup haf fçe sarsıyordu ama Zar fe başını kaldırıp
bakmıyordu b le.
- Çocuklarla b raz dolaşacağız, sonra b ze g der z. Ben çocukları
götürüyorum.
Çocukları b raz olsun yatıştırmak ve kend n b raz toparlamak ç n
bundan başka b r şey gelmem şt aklına. Ermek’ arkasına aldı,
Daul’un el nden tuttu ve dem ryolu boyunca b r süre amaçsız yürüdü.
Ermek çl çl ağlamaya devam ed yor, gözyaşı döküyor, Yed gey
onun ıslak nefes n boynunda duyuyordu. O güne kadar b r başkası
ç n h ç bu kadar üzülmem ş, sırtında sarsıla sarsıla ağlayan ve tam
b r güvenle ona sarılan küçüğün, el ne asılan büyük çocuğun
acılarına böyles ne katılma steğ duymamıştı. İç n dolduran ağrıdan,
üzüntüden bar bar bağırmak gel yordu ç nden..
Sarı-Özek bozkırının ortasındak dem ryolu boyunca yürüdüler.
Trenler o yandan bu yana, bu yandan o yana takırtılarla, gürültülerle
gel p g d yor, onlar se yürüyor.. yürüyordu...
Yed gey çocuklara b r kere daha yalan söylemek zorunda kaldı.
Yanıldıklarını söyled onlara: Boranlı’da duran yolcu tren , babalarının
gelmes gereken yönden gelmem ş, aks yönden gelm şt . O tren n
geld ğ yönden gelmeyecekt k babaları. Hem bu kadar kısa
zamanda da dönemezd . Öğrend ğ ne göre, babalarını uzak
den zlere g den b r gem ye tayfa olarak verm şlerd . Gem uzak
yolculuğundan döner dönmez babaları da gel rd . Onun ç n b raz
daha beklemel yd ler..
Yed gey’ n böyle b r masal uydurmasına sebep, onların sabır
güçler n arttırmak stemes yd . Böylece yalanın gerçekleşmes ne
kadar dayanab l rlerd . Abutal p’ n döneceğ nden em nd . Belk b raz
gec k rd ama dosyaların ncelenmes b tt kten sonra onu serbest
bırakırlardı ve o da b r an önce çoluğuna çocuğuna kavuşmak ç n
san ye kaybetmezd ... İşte bunun ç n uydurmuştu o yalanı. Abutal p
ç n a les nden ayrı kalmanın ne demek olduğunu çok y b l yordu.
Onun yer nde başkası olsa, a les nden stemeden ayrılmış ama b r
süre sonra döneceğ n b len b r k mse, bu ayrılığa daha kolay
dayanırdı, ama Abutal p ç n en büyük şkence şte bu ayrılık d .
Ayrılık Abutal p ç n ölüm cezası kadar büyük b r ceza d ve Yed gey
bunun böyle olduğunu çok y b l yordu. İşte bu yüzden de
yargılanmasının sonunu beklemeye gücünün yet p yetmeyeceğ ,
buna dayanıp dayanamayacağı sorusu, Yed gey’
kaygılandırıyordu...
Zar fe, kocasının durumunu öğrenmek ç n lg l makamlara b rkaç
defa d lekçe yazmıştı, onunla görüşmek ç n z n de stem şt . Ama
bugüne kadar h çb r cevap almış değ ld . Bu sess zl ğ n, cevap
gelmey ş n sebeb n düşünen Yed gey ve Kazangap, bunu,
Boranlı’ya posta ulaşımının çok zor ve seyrek oluşuna bağladılar.
Boranlı’ya doğrudan doğruya posta gelm yordu. Buradan
gönder lecek mektuplar ya Kumbel’e götürülüp postaya ver l r, ya da
oraya g den b r ne ver l rd . Gelen mektuplar da y ne böyle dolaylı
olarak ulaşırdı eller ne. Ee, bu tür b r ulaşıma da hızlı ulaşım
denemezd elbet...
Ve gerçekten de b r gün bu yolla b r mektup geld ...
Şubat ayının sonlarında Kazangap, oğlu Sab tcan’ı Kumbel’dek
yatılı okula götürmüştü. Deve sırtında yapmışlardı bu yolculuğu.
Çünkü kış mevs m nde yük tren ne b n p Kumbel’e g tmek zordu.
Vagonlara b nmek yasaktı ve o soğukta sahanlıkta da durulamazdı.
Buna karşılık, sıkıca g y n p güçlü b r deveye b nd n m , sabah g der,
akşam döners n. Bu arada şeh rde bazı şler n de halleders n.
O söyled ğ m z gün Kazangap, Kumbel’den Boranlı’ya
döndüğünde, Yed gey onu deves nden nerken gördü ve hemen o
anda anladı Kazangap’ın çok sıkıntılı, key fs z olduğunu. Ya Sab tcan
okulda yaramazlıklar yapmış, ya da Kazangap yorulmuştur, d ye
düşündü ve uzaktan ona seslend :
- Nasıl, yolculuk y geçt m ?
Kazangap deven n sırtından eşyaları nd r rken sözün gel ş b r
cevap verd :
- Eh, y geçt .
Bunu boğuk b r sesle söylem şt . B raz duraladıktan sonra dönüp
sordu:
- Az sonra evde m s n?
- Evet, evdey m, b r şey m var?
- Sen nle b r şey görüşeceğ m.
- Olur, bekl yorum.
Az sonra Kazangap karısı B key’ de alıp Yed gey’ler n ev ne
yollandı. Kend s önde, karısı b rkaç adım ger de yürüyordu. İk s de
dalgın görünüyorlardı. Kazangap’ın suratı allak bullak, boynu da y ce
ncelm ş, uzamış, omuzları her zamank nden b raz daha fazla
çökmüştü. Bıyıkları da aşağı sarkıyordu. B key se, yorulup tıkanmış
g b sık sık nefes alıyordu.
Ukubala onları böyle görünce, b raz gevşemeler ç n gülümsed ve
takıldı:
- Hayır ola? Yüzünüzden düşen b n parça. Kavga ett n z de
barışmaya mı gel yorsunuz yoksa? Buyrun.. buyrun..
B key güçlükle nefes alarak:
- Ah keşke kavga etseyd k, ded .
Kazangap ev n ç nde etrafa göz gezd rerek:
- Kızlar nerde? ded .
- Zar feler’e, çocuklarla oynamaya g tt ler. N ç n sordun?
Kazangap, Yed gey le Ukubala’nın yüzler ne uzun uzun baktı ve
mırıldandı:
- Haberler kötü, dostlarım, kötü! Ş md l k çocuklar duymasın. Büyük
felâket! B z m Abutal p ölmüş!..
Yed gey yer nden sıçradı. Ukubala’nın yüzü b r anda k reç g b oldu:
- Ne d yorsun!?
B key hırıltılı b r sesle:
- Ölmüş! Ölmüş! Vah zavallı yet mler! Bu da mı gelecekt başlarına!
Yed gey’ n benz de sapsarı olmuştu. Kulaklarına nanamıyordu.
Korku le Kazangap’a sokuldu:
- Ölmüş mü? Nasıl öğrend n?
- İstasyona b r yazı gelm ş.
Herkes başını öne eğ p susmuştu. Sonra Ukubala başını k el
arasına alıp nlemeye, ağlamaya başladı:
- Ne felâket Allah’ım! Ne felâket! d yordu.
Yed gey n hayet ağzını açab ld :
- Han , nerde o yazı?
- Yazı Kumbel stasyonunda. Verd ler de almadım. Yatılı okuldan
sonra stasyonun bekleme salonundak küçük dükkâna uğramak
sted m. B key sabun almamı stem şt . Tam kapıya gelm şt m k
stasyon şef Çernov le karşılaştım. B rb r m z uzun zamandan ber
tanırız. Selamlaştık. Bana “Sen nle karşılaşmam y oldu, ded , ben m
odaya gel de sana b r mektup verey m, Boranlı’ya götürürsün.”
Odasının kapısını açtı, çer g rd k. Masasının üzer nden dakt loyla
yazılmış b r zarfı aldı ve sordu: “Abutal p Kuttubayev.. s z n orada
böyle b r çalışıyor muydu?” “Evet, ded m, n ç n?” “Bu mektup üç gün
önce geld , ama Boranlı’ya g den b r n bulamadım. Sen götür de
karısına ver bar . Gönderd ğ d lekçeler n cevabını bulacak orada.
Adam ölmüş.. öyle yazıyor”. B r de ‘enfarktüs’ d ye b r şey söyled .
Bu hastalıktan ölmüş. “Enfarktüs de ne demek?” ded m. “Kalb
durmuş, yüreğ patlamış yan ”, ded . Neye uğradığımı şaşırdım.
Başıma b r darbe yem şt m sank . Oturduğum yerde donakaldım.
Kulaklarıma nanamıyordum. Kâğıdı alıp okudum. Şunlar yazılıydı:
“Kumbel İstasyon Şefl ğ ’ne.. Boranlı durağı şef ne b lg ver n.
Vatandaş, f lanın d lekçeler ne cevaptır...” Yazıda, “Hakkında
soruşturma açılan Abutal p Kuttubayev kalb durmasından ölmüştür..”
d yordu. Ak kâğıt üzer ndek kara yazılar bunlardı şte. Kâğıdı
masanın üzer ne bırakıp, ne yapacağımı b lemeden Çernov’un
yüzüne şaşkın şaşkın baktım. “Bütün b ld kler m bu kadar, bu
mektubu karısına götür” ded bana. “Hayır, ded m, böyle
yapmayalım. Kara haber taşıyıcısı olmak stemem. Çocukları daha
çok küçük. Bunu nasıl söyler m onlara? Hayır, götüremem.
Boranlı’ya g d nce durumu arkadaşlarla görüşürüz. Sonra belk
aramızdan b r özel olarak bunu almaya gel r, sonra münas p şek lde
duyururuz bu acı olayı. Ölen b r serçe değ l, nsan! Belk karısı Zar fe
Kuttubayev’ n kend s gel r, o zaman meseley s z anlatırsınız ona...”
O da bana “Nasıl stersen öyle yap, ded , ama ben ona ne
d yeb l r m, ne anlatab l r m k ? Burada yazılandan başka h çb r şey
b lm yorum, ben m görev m mektubu sah b ne ulaştırmaktan baret.”
“Kusura bakmayın, bu yazı ş md l k s zde kalsın, ben olayı
arkadaşlara duyururum, toplanıp b r karar ver r z” ded m. Çernov da
bana “Pek , b ld ğ n g b yap” ded . Bundan sonra oradan ayrıldım.
Devey yol boyunca hep koşturdum. Yüreğ m parça parça oldu. Ne
yapacağımızı, bu kara haber duyurmaya k m n cesaret edeb leceğ n
düşündüm durdum...
Kazangap sustu. Yed gey de, sank omuzlarına b r dağ çökmüş
g b , bel n bükmüştü.
Kazangap sess zl ğ bozarak:
- Ş md ne olacak, ne yapacağız? ded .
Buna k mse b r cevap vermed . B r süre sonra Yed gey başını k
yana sallayarak üzüntülü b r sesle:
- B l yordum böyle olacağını, ded , çocuklarından ayrı kalmaya
yüreğ dayanamadı zavallının. Bundan korkuyordum zaten. Ayrılık
acısı korkunç b r şeyd r. Bakın çocuklarına baba acısıyla nasıl yanıp
tutuşuyorlar. Yüzler ne bakamıyor nsan. Başka türlü b r adam
olsaydı, herhang b r sebepten hapse g r p mahkûm olsa b le, k -üç
yıl sonra y ne sağ-sal m çıkardı oradan. Savaşta Almanlar’a es r
düştü ve es r kamplarında çekmed ğ sıkıntı kalmadı. Part zanlar
arasında da çok sıkıntılar çekt , yıllarca savaştı. Ama yıkılmadı.
Çünkü o zaman evl değ ld , çocukları yoktu. Ama bu defa onu en
değerl varlıkları olan çocuklarından ayırdılar, canından et kopardılar.
İşte bu yüzden geld bu felâket...
- Haklısın, ded Kazangap. B r nsanın ayrılık acısından öleceğ ne
pek nanmazdım ama, ş md nanıyorum. Genç b r adamdı, b lg l ,
akıllı d . Beklese, suçsuzluğu anlaşılacak, beraat edecekt belk ,
bunu b l yordu. Çünkü h çb r suçu yoktu. Kafasıyla bunu anlıyordu
ama yüreğ ayrılık acısına dayanamadı. İk oğlunu öyles ne severd
k .. dayanamadı bu acıya. Bu düşkünlük felâket get rd ...
Uzun süre oturdular, düşünüp taşındılar ama Zar fe’y bu habere
nasıl alıştıracaklarını b lemed ler. Dönüp dolaşıp ayn noktaya
gel yorlardı: A le babasız kalmıştı, Zar fe dul, çocuklar yet m...
Sonunda en tutarlı tekl f Ukubala yaptı:
- Öyle b r yolunu bulun k , Zar fe şeh re g ts n ve bu mektubu
kend s alsın. Bu darbey orada göğüsles n, çocuklardan uzakta
atlatsın o lk korkunç anları. Nasıl davranacağına, olayı çocuklara
söyley p söylemeyeceğ ne, dönüş sırasında düşünüp karar vereb l r.
Belk çocuklar büyüyünceye kadar haber onlardan g zlemek ster. O
zamana kadar babalarını daha az hatırlarlar. Ne yapacağına o karar
vers n.
Yed gey karısını onayladı:
- Çok doğru, çocuklara b ld r p b ld rmemeye, ya da nasıl
b ld receğ ne en y kararı anaları ver r. Ben öyle b r şey söyleyemem
o çocuklara...
Yed gey daha fazla konuşamadı. D l dolanıyor, boğazına b r yumru
gel p tıkanıyor ve boğazını açmak ç n öksürüyordu.
Mektubu Zar fe’n n alması konusunda f k rb rl ğ ne varınca Ukubala,
Kazangap’a b r tavs yede daha bulundu:
- Kazake, s z Zar fe’ye, Kumbel İstasyon Şefl ğ ’ne onun adına b r
mektup geld ğ n söylers n z. D lekçeler ne cevap gelm ş, bunları
ancak sana vereb l rlerm ş, ders n z. Bununla beraber onu stasyona
yalnız göndermek olmaz. Kumbel’de ne akrabası var ne de b r
tanıdığı. Hele böyle b r felâket karşısında yalnız kalması h ç doğru
değ l. Yed gey, sen de onunla g tmel s n. Böyle b r durumda yanında
olmalısın. Ne yapacağı, ne olacağı h ç b l nmez. İstasyonda bazı
şler n olduğunu söylers n ona. Çocuklara ben bakarım.
Yed gey karısının söyled kler n pek uygun buldu:
- Pek , yarın Ab lov’a Zar fe’y hastahaneye götüreceğ m söyler m.
Geçen trenlerden b r n b r dak kalığına durdurur.
Bu konuda anlaştılar. Ama Kumbel’e ancak k gün sonra
g deb ld ler. Mart’ın 5’ yd ve Yed gey o günü h ç unutamayacaktı.
Kompartımansız, topluca oturulan b r vagona b nm şlerd .
Bazılarının a lece, çoluk-çocuk doluştuğu, kalabalık b r vagondu.
Ucuz votka kokusu kaplamıştı havayı. Oturan, kalkan, dolaşan..
karmakarışık b r durum. Bazıları kâğıt oynuyor, kümeleş p aralarında
sohbete dalan kadınlar geç m sıkıntısından, kocalarının
sarhoşluğundan, evlenmelerden, boşanmalardan, ölümlerden söz
ed yorlardı. Yolculukları uzun süreceğ ç n gerekecek her şey
almışlardı yanlarına. Zar fe ve Yed gey, kend dertler ç nde, kısa b r
süre ç n onlara katılmışlardı.
Zar fe, yol boyunca ağzını açmamış, kara kara düşünmüştü.
İstasyona gelen yazının ne olduğu çıkmıyordu aklından. Bu durumda
Yed gey de pek konuşamadı.
Bazı duyarlı, anlayışlı nsanlar vardır k , nsanın mutsuzluğunu,
derd n yüzüne bakar bakmaz anlarlar. Zar fe oturduğu yerden kalkıp
penceren n yanına g derken, Yed gey’ n karşısında oturan yaşlı b r
Rus kadını, vakt yle mav ama ş md solmuş gözler yle bakarak
sordu:
- Ney n z var evlât, karınız hasta mı?
Yed gey yer nden hesaplayarak:
- Karım değ l, ded , kız kardeş m o, hastahaneye götürüyorum.
- Zavallının çok üzüntülü olduğu bell . Çok zayıf ve gözler nden
der n b r üzüntü yansıyor. Sanırım çok da korkuyor. Hastahanede
kötü b r hastalığının çıkmasından korkuyordur belk . Hayat bu şte!
Eğer dünyaya gelmezsen h ç b r şey görmezs n, ama gel rsen
dertten kurtulamazsın. Ama Allah es rgey c d r. Kardeş n z hastalığını
atlatır nşallah, daha genç...
Yaşlı kadın, stasyona yaklaştıkça Zar fe’n n yüzünün daha da
karıştığını, üzüntüsünün arttığını anlamıştı.
Yolculuk b rbuçuk saat sürdü. Vagonu dolduran öbür yolcuların
hang bölgeden geçt kler umurlarında değ ld . Sadece geld kler
stasyonun adını soruyorlardı. Sarı-Özek bozkırı karla kaplıydı. Issız,
sess z, uçsuz-bucaksız.. Ama, kışın g tmekte olduğunu bell eden
zler de yok değ ld . Bazı yerlerde çıplak yamaçlarda, karlar er meye,
toprak görünmeye başlamıştı. Dereler n kıvrım kıvrım uzanan
kenarlarında kar suları nce nce akıyor, tepelerde kara benekler
görünüyor, kar kümeler n n de yumuşadığı anlaşılıyordu. Çünkü
bozkırdan n sbeten ılık b r rüzgâr esmeye başlamıştı ve bu da
karların yakında tamamen er yeceğ n haber ver yordu. Bununla
beraber, güneş, hâlâ suyla dolu olduğu anlaşılan alçak, kara
bulutların ardından kend n gösterem yordu. Kış canlıydı daha:
Yumuşak ya da sulu kar yağab l rd , fırtına tehl kes de büsbütün
uzaklaşmış değ ld ...
Yed gey oturduğu yerden kalkmadan pencereden dışarı bakıyor,
arada b r yaşlı kadınla konuşuyor, Zar fe’n n yanına g tm yordu.
Pencere kenarında ayakta duran Zar fe’n n kend başına kalıp
düşünmes n n belk daha y olacağını sanıyordu. Belk o sırada
Zar fe, b r önsez le, Kumbel’de büyük felâketle karşılaşacağını
anlıyor, k mb l r, belk de geçen sonbaharda k a le çoluk-çocuk
karpuz-kavun almak ç n g tt kler günü hatırlıyordu. Ne kadar mutlu,
ne kadar sev nçl yd ler o gün! Kend s de dün g b hatırlıyordu o günü:
Hava b raz rüzgârlıydı. Abutal p le b rl kte yarı açık bıraktıkları
kapının önüne oturmuş, tatlı b r sohbete dalmışlardı. Çocuklar
başlarında dönüp duruyor, tren hızla yol aldıkça ger ye doğru akıp
g den bozkıra hayran hayran bakıyor, coşuyorlardı. Ukubala le Zar fe
de kend aralarında günlük şlerden, şundan bundan konuşarak ne
güzel vak t geç rm şlerd ! Kumbel’e varınca çarşıda gezm ş, alış-ver ş
yapmışlardı. Daha sonra s nemaya, berbere de g tm şlerd . Çocuklar
dondurma da yem şlerd tadını çıkara çıkara. İş n en acıklı, ayn
zamanda en kom k yanı berber dükkânında, Ermek’ n berber
koltuğuna oturduğu zaman olmuştu. Berber n saç kesme mak nes n
saçlarına değd rmes nden çok korkmuştu Ermek. Yed gey, Abutal p
çer g rer g rmez çocuğun onun kucağına nasıl atıldığını, Abutal p’ n
de onu bağrına basarak korumak durumunda kaldığını get r yordu
gözler n n önüne. Abutal p, çocuğun ş md l k tıraş ed lmekten
vazgeç lmes n , b raz daha büyüyünceye kadar bekleyeb lecekler n
söylem şt . Bunları da hatırladı Yed gey. Kara kıvırcık saçlı Ermek
büyüyor.. ama saçları hâlâ kes lmed ve Ermek’ n babası yok artık...
Yed gey, defalarca yaptığı g b , ş md de Abutal p’ n soruşturma
sonucunu bekleyememe sebeb n anlamaya çalışıyor, ama her
defasında ayn sonuca varıyordu: Onun kalb n durduran,
çocuklarından ayrılmış olmanın d nmez, dayanılmaz acısıydı. Issız,
sess z Sarı-Özek bozkırında, o küçük Boranlı stasyonuna
terked lm ş yavrularının ona verd ğ dayanılmaz ayrılık acısının
ağırlığını k mse anlayamaz, onun çocukları olmadan
yaşayamayacağını b lemezd . Onu öldüren böyle b r acıydı şte.
Yed gey bunları, stasyonun yanındak küçük meydanda b r sıranın
üzer ne oturup Zar fe’y beklerken düşünüyordu. Kend s ne gelen
yazıyı almak ç n stasyona g den Zar fe’y burada bekleyecekt . Öyle
anlaşmışlardı.
Öğle olmuştu ama hava hâlâ çok fenaydı. Alçak kara bulutlar b r
türlü dağılmıyor, ara sıra yüzüne kar taneler ya da yağmur damlaları
düşüyordu. Bozkırdan haf f, neml b r rüzgâr es yor, er meye
başlayan kar kokusunu get r yordu. Yed gey’ n o meydandak durumu
da h ç y değ ld . Üşüyordu. Aslında o, stasyondak o kalabalığa, o
t ş-kakışa karışıp dolaşmaktan hoşlanırdı. Kend s uzun b r yolculuğa
çıkmayacağı, bunun telâşında olmadığı ç n, her tarafa koşuşan
kalabalığı uzaktan seyretmekten zevk alırdı. B r f lm g b seyrederd
onları: Tren geld ğ zaman f lm başlar, g tt ğ zaman da b tm ş olurdu.
Ş md se o kalabalık h ç lg lend rm yordu onu. İnsanların kayıtsız,
suratsız, yorgun oluşlarına şaşıyordu. Nasıl da dünyalarına küsmüş,
nasıl da b rb r nden bu kadar uzak ve yabancı d ler! Üstel k
hoparlörden monoton, gıcırtılı b r müz k de duyuluyordu.
Bağırmaktan kısılmış, hırıltılı, hüzün veren, huzursuzluk veren b r
müz k d bu. N ç n durmadan bu bıktırıcı melod y çalıyorlardı? N ç n
sesler çın çın çınlayan sp kerler konuşmuyordu? N ç n sonu
gelm yordu bu bıktırıcı havanın?.
Zar fe’y bu sıranın üzer nde oturarak bekleyecekt . Öyle
sözleşm şlerd . Geçen defa Kumbel’e geld kler zaman da Abutal p
ve çocuklarla b rl kte bu sırada oturup dondurma yem şlerd . Zar fe
g del y rm dak ka olmuş, hâlâ gelmem şt . Bu durum Yed gey’
korkutmaya başladı. Tam g d p bakmaya karar verm şt k onu kapı
önünde gördü. El nde olmadan rk lm ş, duralamıştı. Etrafındak
kalabalığa rağmen her şeyden öyle uzak, öyle yalnızdı k , o g ren
çıkan kalabalığın ç nde koyu b r leke g b duruyordu. Farked lmemes
mümkün değ ld . Yüzü, ölü yüzü g b soluktu. Bakmadan, görmeden,
uyur-gezer g b yürüyordu. K mseye dokunmuyor, çarpmıyor,
dudaklarını sıkmış, üzüntülü ama başı d k.. çölde yürüyen b r kör d
sank . Zar fe yaklaşırken Yed gey ayağa kalktı. Kadıncağız kend nde
m yd ? Boş gözlerle, korkutacak kadar ağır adımlarla oraya gelmes
ne kadar uzun sürüyordu Yed gey ç n. H ç b tmeyecek kadar,
sonsuzluk kadar uzun, soğuk, uçurum kadar karanlık b r bekley şt
bu. Kadıncağızın el nde kalınca b r zarf vardı ve Kazangap’ın ded ğ
g b üzer dakt loyla yazılmıştı. N hayet Yed gey’ n yanına gel nce,
sımsıkı kapadığı dudaklarını güçlükle aralayarak:
- B l yordun değ l m ? ded .
Yed gey başını yavaşça eğd .
Zar fe sıranın üzer ne çöktü, eller yle yüzünü kapattı.
Patlamasından, parça parça olup dağılmasından korktuğu başını
vargücüyle sıktı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. İç ne
kapanmış, dayanılmaz acısına gömülmüştü. Yumak g b toplanmış,
ayağı yerden kes lm ş, derd n n d ps z der nl ğ ne, sonsuz acılara
dalmıştı.. Yed gey tıpkı Abutal p’ alıp götürdükler zaman olduğu g b ,
bu kadını o büyük acılardan korumak ç n bütün üzüntüler n üzer ne
almaya, onun yer ne bu acıları çekmeye hazırdı. Ama y ne de,
felâket n lk sersemlet c dalgası vurup geçmeden onu
yatıştırmasının, acısını haf fletmes n n mümkün olamayacağını çok
y b l yor ve bu yüzden h çb r şey söylemeden oturuyordu yanında.
Zar fe, stasyon yanındak o parkta, uzun uzun, hıçkıra hıçkıra
ağladı. Sonra b rden, el nde sımsıkı tuttuğu, ç nde o felâket b ld ren
uğursuz yazının bulunduğu zarfı, fırlatıp attı. Abutal p hayatta
olmadığına göre kara haber veren o kâğıt nes ne gerek rd ? Fakat
Yed gey usulca eğ l p zarfı aldı, ceb ne koydu ve sonra, Zar fe’n n
parmaklarını güçlükle açarak mend l n el ne tutuşturdu. Yüzünü,
gözünü s lmes n st yordu. Ama bunun da h çb r yararı olmadı.
İstasyondak hoparlörlerde, radyonun o ağır, matem havasını
andıran müz k devam ed yordu. Sank radyo Zar fe’n n yaslara
gömüldüğünü b l yordu da çalıyordu o matem havasını. Bu arada,
nem yüklü kara Mart bulutları tepeler nde süzülüyor, rüzgâr soğuk
soğuk es yordu. Gel p geçenler Zar fe le Yed gey’e tuhaf tuhaf
bakıyor, karı-koca arasında kavga olduğunu, erkeğ n kadını b raz
fazla üzdüğünü düşünüyorlardı herhalde... B raz sonra böyle
düşünmeyenler n bulunduğu da anlaşıldı. Yanıbaşlarında üzgün b r
ses onlara:
- Ağlayın ey y nsanlar, ağlayın! Babamızı y t rd k, ş md ne
yapacağız, başımıza neler gelecek? d yordu.
Yed gey başını kaldırıp baktı ve böyle konuşarak geçen kadını
tanıdı. Üzer nde esk b r asker kaputu vardı kadının. Koltuk
değnekler yle yürüyordu. Çünkü b r bacağı kalçasından kopuktu.
Bacağını cephede y t rm şt ve ş md stasyonda b letç olarak
çalışıyordu. Kadın gözyaşı döküyor ve ayn cümleler tekrar ed yordu:
“Ağlayın, ağlayın! Ne yapacağız b z ş md ?” Kadın ağlaya ağlaya,
koltuk değnekler n tak tak vurarak ve değnekler n arasından tek
bacağını sürükleyerek uzaklaştı. Değnekler n vuruşları arasında
sürüklen p daha yalpak b r ses çıkaran ayağında, esk m ş b r asker
postalı olduğu bell yd .
Yed gey o sözler n anlamını, stasyon kapısında b r kalabalığın
toplandığını görünce anladı. B rkaç adam b r merd vene çıkarak
Stal n’ n asker elb sel büyük b r resm n kapıya asıyorlardı. Res m
kara b r yas tülü le çevrelenm şt .
Radyodan yayınlanan o monoton yas müz ğ n n sebeb n de
anlıyordu ş md . Başka b r zamanda olsa o da yer nden kalkar, o
kalabalığa karışır, o büyük adama, o olmazsa dünyanın da sonu
olacağına nanılan adama ne olduğunu öğrenmek sterd . Ama o gün
onun derd ona yeterd ve ağzını açıp k mseye b r şey sormadı,
yer nden b le kalkmadı. Zar fe de h çb r şeyle, h ç k mseyle
lg lenecek durumda değ ld ...
Trenler her zamank g b gel yor, g d yorlardı. Ne olursa olsun
yollarına devam edecekt onlar. Yarım saat sonra 17 numaralı yolcu
tren de geçecekt . Bütün yolcu trenler g b bu tren de Boranlı g b
küçük stasyonlarda durmadan geçerd . Ama Yed gey o trene
b nmey ve ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, onu Boranlı’da
durdurmayı kafasına koymuştu. Sükûnetle ve kes n olarak verm şt
bu kararı. Zar fe’ye:
- Az sonra g tmek zorundayız, ancak yarım saat m z var. Ne
yapman, nasıl davranman gerekt ğ ne y ce düşünüp karar
vermel s n. Çocuklara babalarının öldüğünü söyleyecek m s n yoksa
daha sonraya mı bırakacaksın? Bu konuda sana öğüt vermek
stem yorum. Buna yalnız sen karar vereb l rs n. Artık çocukların hem
anası, hem babası sens n. Yolda bunu düşün. Eğer çocuklara
b ld rmeyeceksen, kend n tutmalı, onların yanında ağlamamalısın.
Bu gücü görüyor musun kend nde? Kararını b ze de söylemel s n, b z
de ona göre davranacağız çünkü. İşte mesele bu.. anlıyor musun?
- Evet, evet anlıyorum, ded Zar fe gözyaşları arasında. Yol
boyunca kend m toplamaya, düşünceler m b r düzene sokmaya
çalışacağım. Hele b r aklımı başıma toplayayım sana kararımı
söyler m..
Dönüş yolculuğunda da gel şler nde olduğu g b vagonlar bozkırı b r
baştan b r başa geçecek nsanlarla ve s gara dumanıyla doluydu.
Bu defa kompartımanlı vagonda yer bulab lm şlerd . Kalabalık daha
azdı. Vagonun g r ş nde, penceren n yanında durdular ve
kompartımana g rmed ler. Böylece başkalarını rahatsız etmeyecek,
daha rahat konuşab leceklerd . Yed gey, kor dorun duvarındak açılır-
kapanır oturma yer n Zar fe’ye vermek sted ama Zar fe ayakta
durup dışarısını seyrederek oyalanmayı terc h ett .
- Ayakta dursam daha y olacak, ded .
Zar fe, arada b r hıçkırıklarını salıverse de kend n toplamaya,
omuzlarına çöken büyük felâket n ağırlığına dayanmaya çalışarak
pencereden bakıyor, bu yen hayatın, dulluk hayatının h ç olmazsa
başlangıcının ne olacağını düşünmeye çalışıyordu. O güne kadar
umudunu tamamen y t rm ş değ ld . Kocasının yargılanması sonunda
b r yanlış anlama olduğu ortaya çıkacak, er ya da geç Abutal p
dönüp gelecek d ye düşünmüştü. O müth ş olay b r kâbus g b gel p
geçecek, y ne b r arada olacaklar, ne kadar güç olsa da hayatlarını
devam ett recek ve çocuklarını yet şt receklerd . Ş md bu umudu da
yok olmuştu.. Artık her şey en ne boyuna düşünmel yd .
Yed gey de ayn şeyler düşünüyor, bu a len n geleceğ ç n
kaygılanıyordu. Y ne de genç kadına b raz güven vereb lmek ç n
kend ne her zamank nden daha çok hâk m olmalı, sak n görünmeye
çalışmalı, Zar fe’y karar vermes ç n sıkıştırmamalı, üstüne pek
varmamalıydı. Öyle yaptı ve y de ett . Çünkü ağlaya ağlaya
boşanan kadın, sonunda kend l ğ nden konuşmaya başladı.
Konuşurken gözyaşlarını ger çev rmeye çalışıyor, ses sık sık
kes l yordu:
- Babalarının öldüğünü çocuklardan g zlemek ş md l k en y s ..
bunu ş md söyleyemem onlara. Hele Ermek’e h ç söyleyemem.
Nasıl da bağlılar babalarına! Korkunç b r şey bu.. nasıl yok eder m
umutlarını? Sonra ne olur yavrularıma? Her gün, her dak ka
babalarının gelmes n bekl yor, bu umutla yaşıyorlar. Artık buralardan
g tmek gerek. B raz daha büyüsünler. O zaman söyler m. Ermek
dayanamaz buna. Zaten zaman geç nce kend ler de anlarlar. Ama
ş md olmaz, h ç olmaz.. dayanamazlar. Olayı onun kardeşler ne,
kend kardeşler me yazacağım. Artık ney m zden korkacaklar?
Umarım b r cevap ver rler, yanlarına g tmem ze de yardım ederler..
sonrasına bakarız. Artık Abutal p yok. Bana düşen onun çocuklarını
yet şt rmekt r...
Boranlı Yed gey, Zar fe’y d nlerken, her sözünün, onun kafasından
kasırgalar g b geçen düşünceler n ancak dışa vuran kırıntıları, b r
ş mşeğ n ışıltıları olduğunu da çok y anlıyordu. Böyle b r durumda
nsan bütün düşündükler n söyleyemezd . Onun ç n de, Zar fe’n n bu
konuşmaya koyduğu sınırı aşmamaya gayret ederek şu cevabı verd :
- Haklısın Zar fe. Eğer çocuklarını çok y tanımasaydım,
söyled kler n belk şüpheyle karşılardım. Ama tanıyorum. Sen n
yer nde olsam ben de cesaret edemezd m gerçeğ söylemeye. B raz
bekler z. Akrabalarından b r haber gel nceye kadar b z de h çb r şey
bell etmemeye, esk s g b davranmaya çalışacağız. H ç kuşkun
olmasın. Sen ş nde çalışmaya devam eders n, çocuklar b zde
kalırlar. B l yorsun, Ukubala onları öz çocukları g b sev yor. Sonra
bakarız Tanrı ne göster r...
Zar fe der n b r ç çekerek devam ett konuşmaya:
- Hayat böyleym ş! Her şey korkunç, karışık, anlaşılmaz. İş n b r
başı b r de sonu var, ortasında se herkes kader n yaşıyor. Çocuklar
olmasaydı, Yed gey, yem n eder m k b r dak ka beklemez, hayatıma
son ver rd m. Böyle yaşamak neye yarar, ne gereğ var? Ama
çocuklar var, ben onlar tutuyor. Onlar ben m hem kurtuluşum, hem
kader m. Ben asıl korkutan b r gün onların gerçeğ öğrenmeler değ l,
gerçeğ nasıl olsa öğrenecekler. Ben korkutan ondan sonrasıdır.
Ondan sonra ne olacaklarıdır. Babalarının başına gelen hayatları
boyunca unutamayacak, b r yürek yarası olarak taşıyacaklar. Okulda,
ş hayatında, her yerde, b r ş tuttukları, b r şte yüksel p lerlemek
sled kler zaman taşıdıkları soyadı aşılmaz b r engel olarak çıkacak
karşılarına. Bu ad yüzünden bütün yollar kapanacak... İşte bunları,
hayatımızda her zaman aşamayacağımız br engelle
karşılaşacağımızı düşünerek korkuyorum ben. Abutal p le bu
konuları çocukların yanında h ç konuşmazdık. B rb r m z uyarır,
korurduk. Abutal p olsaydı, çocuklarımızı çok y yet şt receğ ne,
mükemmel nsanlar olarak yet şt receğ ne nanırdım. B ze güç veren,
her türlü sıkıntıya katlanmamızı sağlayan şte bu umut d . Ama artık
ne olacağını b lem yorum. Ben onun yer n tutamam. Çünkü o
Abutal p d .. o başarırdı. O, kend beden nden çıkıp çocukların ç nde
yaşıyordu, onlarla bütünleşmek st yordu. Onu çocuklarından
aldıkları, ayırdıkları ç n öldü o. Ölüm sebeb budur şte...
Yed gey, Zar fe’y cankulağı le d nl yordu. B r nsanın ancak en
yakınına, en güvend ğ k ş ye söyleyeb leceğ g zl düşünceler n ona
açması Yed gey’ duygulandırıyor, onda ayn sam m karşılığı vermek,
onu korumak, yardım etmek duygularını uyandırıyordu. Ama ayn
zamanda çares zl ğ n , güçsüzlüğünü anlayarak, çten çe öfkelen yor,
ez l yor, öylece susup duruyordu.
Boranlı’ya yaklaşıyorlardı. N ce yazlar, n ce kışlar gel p geçt ğ bu
yerler n manzarasını çok y b ld ğ ç n Boranlı’ya yaklaştıklarını da
hemen anlamıştı..
- Hazırlan Zar fe, ded . Gel yoruz. Anlaştığımız g b , ş md l k
çocuklara tek kel me söylemek yok. Sen de b r şey bell etmemek
ç n kend ne b r çek -düzen ver. Ş md sahanlığa g t ve kapının
önünde dur. Tren durur durmaz h ç telâş etmeden, gayet sak n
neceks n. Aşağıda ben bekle. Sonra beraber g deceğ z.
- Ne yapmak st yorsun?
- H çb r şey. Sen düşünme ve merak etme. Trenden nmeye hakkın
var elbet!
17 numaralı yolcu tren semafora yaklaşınca hızını b raz keser,
ama h ç durmadan geç p g derd . Y ne öyle yapacaktı. Ama tam bu
sırada, stasyona g rerken, acı b r fren gıcırtısıyla vagonlar sarsıldı,
tren yavaşladı, sonra vagonların tamponları b rb r ne çarparak durdu.
Yolcular oturdukları yerden fırlayıp korkuyla, telâşla pencerelerden
baktılar. Bağrışıp çağrışıyor, her kafadan b r ses çıkıyordu:
- Ne oluyor? N ç n durduk?
- İmdat kolunu mu çekt ler?
- K m çekt ?
- Han nerde?
- Kompartımanlı vagonda.
Yed gey bu sırada kapıyı açtı, Zar fe’n n nmes ne yardım ett .
Sonra kend s vagon sahanlığında durarak hareket memuru le
kondüktörün gelmeler n bekled .
- Dur bakalım! İmdat kolunu k m çekt ?
- Ben çekt m.
- Sen de k ms n? Ne hakla yaparsın bunu?
- Öyle gerek yordu.
- Ne demek öyle gerek yordu? Mahkemeye m düşmek st yorsun?
Hapse m g rmek st yorsun?
- Mahkeme umurumda değ l ben m. İşte belgeler m. Tutanağı
göndereceğ n z mahkemeye ya da başka yere b ld r n: Esk savaşçı
dem ryolu şç s Yed gey Cangeld , Yoldaş Stal n’ n öldüğü gün, mdat
kolunu çekm ş, yas tutulması ç n yolcu tren n Boranlı’da
durdurmuştur, dey n.
-Ne ded n? Ne ded n? Stal n m öldü?
- Evet, radyo söyled . Duymanız gerek rd .
- Aa, o zaman ş başka. Buna b r d yeceğ m z olamaz. Pekâlâ,
g deb l rs n..
Adamlar Yed gey’ bıraktılar.
B rkaç dak ka sonra 17 numaralı yolcu tren yoluna devam ett .
***
Trenler y ne doğudan batıya, batıdan doğuya gel p
g d yordu..
Bu yerlerde, dem ryolunun her k yanında, ıssız, eng n, sarı
kumlu bozkırların özeğ Sarı-Özek uzar g derd .
Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenw ch mer dyen nden
başlıyorsa, bu yerde de mesafeler dem ryoluna göre
hesaplanırdı.
Trenler se doğudan batıya, batıdan doğuya g der gel r..
g der gel rd ...
1953 yılının yazı ve sonbaharı Boranlı Yed gey’ n hayatında en acılı
günler oldu. Ne o güne kadar ne ondan sonra karların yolları
tıkaması, ne Sarı-Özek’ n susuz, kavurucu yaz günler , hatta
Kön ngsberg cephes nde çekt ğ sıkıntılar (Cephede b n defa
öleb l rd , yaralanab l r, sakat kalab l rd . Öyle günler çok olmuştu), o
1953’ün sonbaharı kadar acı vermem şt ona.
Afanas İvanov ç Yel zarov b r gün Boranlı Yed gey’e toprak
kaymalarının sebeb n anlatmıştı. Bu kaymalar sonunda dağların
yamaçları, bazen de dağın kend s , karşı konulmaz b r güçle göçer,
yer n altını üstüne get r r, kocaman yarıklar açarlarmış. İnsanlar o
olayı ancak gözler yle gördükler zaman ayaklarının d b nde ne büyük
felâketler saklı olduğunu anlarlar. Bu olayın özell ğ , yeraltı sularının
kaya d pler n uzun zamanda, yavaş yavaş oyarak k msen n
farketmed ğ şek lde erozyonu hazırlamasıdır. Altı oyulan dağlar,
yamaçlar, haf f b r deprem, b r gök gürlemes ya da ş ddetl b r
yağmur sonunda, yavaş yavaş kaymaya başlar. Kopan kayalar ya da
çığ yuvarlanması ansızın olur ve b ter. Ama toprak kaymaları
herkes n gözü önünde korkunç b r güçle lerler ve onu h çb r şey
durduramaz...
Böyle korkunç olaylar bazen nsanların başına da geleb l r.
Üstes nden gelemed ğ çel şk lerle başbaşa kalan nsan, moral
bakımından der nden der ne sarsılır ama bunu k mseye söyleyemez,
çünkü ona k mse yardım edemez. Bu korkunç b r yer kayması g b d r,
tehl key görürsünüz, ama b r şey yapamazsınız.
Yed gey böyle b r sarsıntıyı, ç ndek böyle korkunç b r kaymayı,
Zar fe le b rl kte Kumbel’e g d p gelmes nden k ay sonra h ssetm ş
ve nasıl b r şey olduğunu çok y anlamıştı. O gün bazı şler ç n y ne
Kumbel’e g tm şt . G derken Zar fe’ye, postaya bakmak, onun adına
mektup varsa alıp get rmek ç n söz verm şt . Mektup gelmem şse
onun adına üç telgraf çekecekt . Zar fe akrabalarından hâlâ
mektuplarına b r cevap alamamıştı ve ş md tek sted ğ
mektuplarının eller ne geç p geçmed ğ n öğrenmekt . Telgrafların
üçünde de ayn şey , yan mektubunun alınıp alınmadığının
b ld r lmes n st yordu. Anlaşıldığına göre ne kend s n n ne de
Abutal p’ n kardeşler , mektupla olsun br bağlantı kurmak
stem yorlardı onunla.
Yed gey, sabah erkenden deves Karanar’a b n p yola çıktı. Akşam
karanlık basmadan dönmek st yordu. Yalnız olduğu ve yanında b r
yük bulunmadığı ç n onu her tren n mak n st yanına alırdı, böylece
Kumbel’e b rbuçuk saatte ulaşırdı. Ama Abutal p’ n çocukları
yüzünden, son zamanlarda trene b nmekten çek n yordu. Çocuklar
dem ryolu kenarından pek ayrılmıyor ve hep babalarının dönüşünü
bekl yorlardı. Babalarını beklemek hayatlarının aslı, başta gelen
amacı olmuştu onlar ç n. Oyunlarda, konuşmalarda, bulmacalarda,
res mlerde, günlük hayatın bütün hareketler nde hep babaları,
babalarının dönüşü vardı. Ve o günlerde onların gözünde tartışmasız
en öneml k ş de Yed gey amcaları d . Yed gey amcaları her şey
b l r, her konuda yardım ederd onlara.
Yed gey, kend s n n Boranlı’da bulunmadığı zamanlarda çocukların
kend ler n terked lm ş ve daha mutsuz h ssett kler n de anlamıştı.
Onun ç n boş vak tler n onlara ayırıyor, onlara o boş umutlarını
olab ld ğ kadar unutturmaya çalışıyordu. Hem Abutal p’ n vas yet n
de unutmuş değ ld . “Onlara Aral Den z ’n anlat” dem şt Abutal p.
Onun ç n Aral kıyısında geçen kend çocukluğunu bütün
ayrıntılarıyla hatırlamaya çalışıyor, Aral’la lg l gerçek ve uydurma
h kâyeler anlatmaktan ger kalmıyordu. Bu h kâyeler çocuklar
anlasın d ye bas tleşt r yordu ama her defasında onların kavrayışına,
duyarlılığına, hafıza güçler ne şaşıp kalıyordu. Ama bundan
memnundu. Çünkü babalarının onları eğ tmek ç n harcadığı çabanın
boşa g tmed ğ n görüyordu. H kâyeler n daha çok çocukların en
küçüğü olan Ermek’e göre ayarlıyor, uyarlıyordu ama Ermek
ötek lerden h ç de ger kalmıyordu. İk a len n dört çocuğu arasında
b r ayrıcalık tanımamaya çalışsa da en çok Ermek’e bağlanıyor, ona
lg duyuyordu. Onun anlattıklarıyla en çok lg lenen, anlayan,
yorumlayan Ermek d . Anlatılan h kâyen n konusu ne olursa olsun,
bu h kâyedek her olayla babası arasında b r bağlantı kurab l yordu
Ermek. Her olayda, her sözde, her harekette babası da vardı onun
ç n. Meselâ şöyle b r h kâye anlatırdı Yed gey:
- Aral’ın kıyılarında sık kamışlı b rçok gölcük vardı.
Avcılar tüfekler yle gel p bu kamışların arasına saklanırlar.
İlkbaharda ördekler şte buralara gel r. B l yorsunuz, kış mevs m n
daha sıcak olan başka göllerde geç r r ördekler.
Ama, hava ısınmaya, buzlar çözülmeye başlar başlamaz, hemen
kanat açar, gece-gündüz demeden büyük sürüler hâl nde gel rler
buralara. Çünkü bu yerler onların vatanıdır ve vatanlarını çok özler
bu hayvanlar. Gel r gelmez de suya dalıp yüzmek, yıkanmak,
böylece yol yorgunluğunu çıkarmak sterler. Bunun ç n alçalır, kıyıya
yaklaşırlar. İşte bu sırada kamışlar arasında bum! bum! sesler
duyulur. Avcıların tüfek sesler d r bunlar. Ördeklerden bazıları cıyak
cıyak bağrışarak suya düşer, ötek ler korkarak den z n ortasına doğru
uçarlar ve ne yapacaklarını, nereye g decekler n b lemezler. Çünkü
onlar kıyıya yakın yerlerde uçmaya alışıktırlar ve ş md de kıyıda
avcılar var!
- Yed gey amca, ördeklerden b r hemen ger ye, geld ğ yere döner,
derd Ermek.
- Pek , n ç n dönsün ger ye?
- Çünkü at ka (babacığım) onun kışı geç rd ğ den zde gem c l k
yapmıyor mu? Sen söylem şt n ya Yed gey amca?
Yed gey söyled ğ n hatırlayarak, b r gaf yapmamak ç n hemen
toparlanırdı:
- Doğru, öyle dem şt m, ama o ördek ger ye dönünce ne olacak?
- Ördek ger dönünce babamı bulur, ona göldek kamışlıkta
avcıların g zlend ğ n , kend ler ne ateş ett kler n anlatır. Nereye
kaçacaklarını b lemed kler n , yaşayacak yerler kalmadığını söyler.
- Ha, bak bu doğru. Çok haklısın.
- Babam da ona hemen Boranlı’ya döneceğ n , orada Daul ve
Ermek adlarında k oğlu le Yed gey amcalarının yaşadığını söyler.
At kam gel nce hep b rl kte Aral’a g der z, kamışlığa g zlenen o ördek
avcılarını kovarız. Ördekler de Aral’da rahat rahat yaşarlar. Yüzer,
suya dalar, kanat çırpar, takla atarlar.. şte şöyle şöyle yaparlar...
Yed gey anlatacakları b tt kten sonra, o anda aklına başka b r
masal da gelmey nce, taş falına bakarak eğlend r rd onları. Artık
ceb nde her zaman nohut büyüklüğünde 41 taş bulunduruyordu.
Taşlarla fala bakmak, uzak geçm şten kalma b r usuldü, kend ne göre
karışık semboller , tuhaf ama anlamlı ter mler vardı. Yed gey, bu
taşları önüne serpmeden önce okuyup üfler, b rtakım tılsımlı sözler
söyler, sonra onlardan ne sted ğ n b ld r rd . Yeryüzünde Abutal p
adında b r adam olup olmadığını, varsa nerede bulunduğunu,
yakında yola çıkıp çıkmayacağını, alın yazısının ne olduğunu,
kalb nden neler geçt ğ n , açıkça, dürüstçe b ld rmeler n sterd .
Çocuklar susar, taşların sıralanış b ç m ne d kkatle bakar, Yed gey
amcalarının söyleyecekler n cankulağı le d nlerlerd .
*
B r gün Yed gey, evdek bölmen n ardında fısıltılı, tıkırtılı sesler ş tt
ve kend n bell etmeden oraya göz atıp kulak verd . Ne görsün?
Abutal p’ n çocuklarıydı fısıltı hâl nde konuşan. Taş falına
bakıyorlardı! Hem de falı açan, okuyan Ermek d . Taşları tıpkı
Yed gey’den gördüğü g b atıyordu önüne. Ama önce her taşı alnına
değd r yor, dudaklarına da değd r p öpüyor, sonra d led ğ g b d z p
konuşuyordu:
- Sen sev yorum küçük taş.. güzel, akıllı b r taşsın sen. Yed gey
amcamın taşları g b bana her şey açıkça söyle. Sakın şaşırma,
yanılma, görey m sen güzel taş.
Sonra ağabey ne dönüyor, Yed gey’ n sözler n aynen tekrarlayarak,
taşların durumunu yorumluyordu:
- Bak Daul, görüyor musun? Taşların duruşu h ç fena değ l. Bak
şurada b r yol var. B raz s sl , dumanlı ama öneml değ l. Yed gey
amca bunların ufak-tefek yol engeller olduğunu söylüyor. Her yolda
ve her zaman olurmuş bunlar. Babamız yola çıkmak üzere, hazırlık
yapıyor, atına b n p gelecek. Ama, eyer n kolanı gevşem ş b raz. Onu
sıkmak gerek. Bunun da anlamı, babamı gec kt ren b r şey n
olduğudur. Demek k b raz daha bekleyeceğ z. Ş md de bakalım sağ
kaburgasında ne var, sol kaburgasında ne var. Hımm, bu y şte,
kaburgalar sapasağlam. B r de alnına bakalım. Aa! Alnı n ç n donuk
duruyor öyle? Yüzü n ç n üzüntülü? B z düşünüyor da ondan.
Babamız b z çok merak ed yor Daul. Bak, şu taş tam yüreğ ne
oturmuş, yüreğ sıkıntılı. Ev düşünüyor ve çok üzülüyor. Yola
yakında çıkacak mı? Evet, yakında. Ama atın arka ayaklarından
b r n n nalı düşmüş. Bu ayağı nallamalı. Bu yüzden de b raz
beklemem z gerekecek. Ş md de heybes nde neler olduğuna
bakalım. Oh, oh, oh! Neler var, neler... Pazardan b z m ç n aldığı
şeylerle dolu heybes . Ş md de yıldızlara bakalım, ona yol ver yorlar
mı? Bak Daul, şu yıldızı görüyor musun? “Altın Kazık Yıldızı”dır o.
Ardında b rtakım zler var, ama b raz s l k. Çok geçmeden atının
yularını çözecek, üzer ne atlayacak ve yola düşecek...
Boranlı Yed gey, gördükler ne, duyduklarına şaşıp kalmış, çok
duygulanmıştı. Oradan sess zce uzaklaştı ve o günden sonra taş falı
açmaktan kaçındı...
Ne de olsa çocuk, çocuktur. Onları oyalamanın, avutmanın b r yolu
her zaman bulunur. İnsan bunun ç n yalan söylemek g b b r günahı
da göze alab l r. Ama Yed gey’ n yüreğ nde günden güne başka b r
dert yuvalanmakta, yerleşmekteyd . Zaten bu şartlarda, olayların bu
akışında, kaçınılmaz, er-geç olacak b r şeyd bu. Yüreğ nde, b r
toprak kayması g b b r hareket başlamıştı ve bunu durdurmaya onun
gücü yetm yordu...
Yed gey, Zar fe ç n çok üzülüyor, onun ç n acı çek yordu.
Aralarında günlük şlerden, geç m kaygısından başka konularda söz
etmezlerd . Zar fe de ona başka konuları konuşma, kend s n
düşünme fırsatı verecek b r davranışta bulunmuş değ ld . Ama
Yed gey onu düşünmekten kend n alamıyordu. Ne var k Yed gey,
uğradığı felâketten dolayı ona acıyor, üzülüyordu ama, bu sadece bu
duruma düşen b r nsan ç n herkes n duyab leceğ acıma ve lg den
baret b r duygu olarak kalmıyordu. Böyle olsa, üzer nde durulmazdı
zaten. Yed gey onu, ç nde doğan ve günden güne büyüyen b r aşkla
düşünmeye başlamıştı. Eğer Zar fe, onun kend s ne candan bağlı, en
çok seven b r k ş olduğunu b lse, bunu anlasa, çok sev n rd .
Zar fe’ye karşı ç nde böyle b r sevg yokmuş, aralarında böyle b r
şey olamazmış ve olmaması gerek rm ş g b davranması da ona
büyük acı ver yordu!
Kumbel’e g derken yol boyunca hep bunları düşündü. Z hn nden
çıkmayan b n türlü ve çel şk l düşünceler onda tuhaf b r ruh
değ ş kl ğ ne sebep oldu. S n rler bozuldu ve yorgunluk h ssett .
Bazen kend n sev nçl b r olayın eş ğ nde, bazen de ş fa bulmaz b r
hastalığa yakalanacakmış g b korkular ç nde buluyordu. Bu ruh
hâl nde sık sık, kend s n y ne esk s g b den zdeym ş g b h ssederd .
İnsan den zde ken, karadak ne h ç benzemeyen duygular ç nde olur.
Hava sak n olsa, görünür b r tehl ke olmasa b le bu böyled r. Den zde
yapmanız gereken şle meşgul sen z de hürsünüzdür, kürek çek p
suları yara yara lerlemekten, doğan ya da batan güneş n su
üzer ndek yansılarından büyük b r zevk alırsınız, büyük sev nç
duyarsınız, ama en nde sonunda kıyıya çıkacağınızı da b l rs n z.
Şurada veya burada karaya çıkmanız gerekecekt r. Karada s z
bambaşka b r hayat beklemekted r. Den zdek hayat geç c d r, ama
kara oynak değ ld r, sapasağlam durur. İnsan karada yanaşacak,
çıkacak uygun b r yer bulamazsa, b r ada bulur ve oraya yerleş r...
Yed gey böyle b r ada canlandırmaya çalıştı gözünde. Zar fe’y ve
çocukları götüreb leceğ b r ada. Orada onlara den zc l ğ öğret rd .
Eng n suların ortasındak o adada canları h çb r şeye sıkılmaz,
ölünceye kadar mutlu yaşarlardı. Zar fe’y sted ğ zaman göreb l rd .
Ona en yakın, vazgeç lmez olmak, onun tarafından sev lmek,
stenmek, ne büyük b r mutluluk olurdu kend s ç n...
Böyle düşünürken b rden kend ne gel yor, büyük b r utanç duyuyor,
çepçevre yüzlerce k lometre uzaklıkta k mseler bulunmadığı halde
yüzü pancar g b kızarıyordu. Körpe b r del kanlı g b , b r çocuk g b
mutluluklar adası hayal etmek de ne oluyordu? Kend a les ,
çocukları, ş -gücü ve sorumlulukları yok muydu? Şu Sarı-Özek
bozkırına, dem ryoluna, kend s b le farkına varmadan onu sımsıkı
kuşatan, kolunu ayağını sımsıkı bağlayan bu bölgeye bütün ruhuyla
saplanıp kalmış değ l m yd ? Öyle hayaller kurmaya nasıl cesaret
edeb l rd ? Hem sonra, Zar fe’n n ona gerçekten ht yacı var mıydı?
Gerç kadın büyük sıkıntılar, dertler ç ndeyd , bu durumda kend s n
seveb leceğ n nereden çıkarıyordu? Mecbur muydu onu sevmeye?
Onu stemeye? Çocuklara gel nce, onların Yed gey amcalarını çok
sevd kler nden h ç kuşkusu yoktu. Ona çok bağlıydılar. Ama Zar fe
n ç n sevecekt ? Ne hakla böyle düşünceler geç r yordu aklından?
Uzun yıllardan ber yerleş p kaldığı ve besbell hayatı boyunca
kalacağı bu ortamda o saçmalıkları nasıl düşünürdü?
Karanar bu yollardan çok gel p geçt ğ ç n, sah b n n onu
mahmuzlayarak uyarmasına gerek kalmadan rahvan b r g d şle,
bazen nleyerek, öfkel sesler çıkararak, kurumuş b r tuz gölü olan
Sarı-Özek bozkırının düzünü bayırını, bahar kokusu yayılmaya
başlamış vad ler , o ölçülmez mesafeler gen ş adımlarıyla aşıp
g d yor, daha g d lecek ne kadar yolları olduğunu da b l yordu.
Deves n n üzer ne kurulan Yed gey se, b r mahkûm g b sıkıntı
çek yordu ve kend meseleler ne, çıkış vermeyen düşünceler ne
dalmıştı. Ona azap veren öyle çel şk l duygular ç ndeyd k o gen ş
Sarı-Özek bozkırı b le ona b r sığınak olamıyor, dar gel yordu...
İşte bu duygular ç nde, bu ruh hal yle Kumbel’e geld . Elbette
Zar fe’n n hısım-akrabasından mektup gelm ş olmasını, yazdığı
mektuplara cevap almasını st yordu. Ama bu akrabaların, babalarını
y t rm ş a ley yanlarına çağırmaları ya da gel p almaları ht mal n
düşündükçe, yüreğ sıkılıyor, büyük b r üzüntüye kapılıyordu.
Postahanen n ‘Post-restant’ g şes ne g tt . Zar fe Kuttubayev adına
h ç mektup gelmem şt . Bunu öğren nce tuhaf b r sev nç doldu
yüreğ ne. H ç de v cdanlı, dürüst olmayan bu hâl ne kend s de şaştı.
Üzüntü le sev nç, acıma le kötü düşünce arasında çel şk l duygular
ç nde kaldı. Sonra üstlend ğ görev yer ne get rerek Zar fe adına üç
telgraf çekt ve akşam üzer Boranlı’ya döndü...
*
Bahar geçm ş, yaz gelm ş, Sarı-Özek kırları sararıp solmaya
başlamıştı. Yeş ll kler tatlı b r rüya g b gel p geçm ş, bozkır y ne sarı
reng ne bürünmüştü. Hava g tt kçe ısınıyor, yakıcı, kavurucu günler
yaklaşıyordu. Zar fe’n n akrabalarından hâlâ b r haber yoktu. Ne
mektuplara cevap gelm şt ne de telgraflara. Trenler esk s g b
Boranlı’dan gel p geç yor, hayatın akışı devam ed yordu...
Zar fe artık akrabalarından b r cevap alamayacağını, onlara
güvenemeyeceğ n anlamıştı. Mektuplarla, yardım stekler yle onların
başını ağırtmayacaktı artık. Buna karar verd kten sonra, suskunlaştı,
umutsuzluklar ç nde ç ne kapandı. Nereye g decek, ne yapacaktı?
Çocuklara babaları hakkında ne d yeb l rd ? Yıkılan b r hayatı nasıl
düzeltecek, yen hayata ş n neres nden başlayacaktı? Ş md l k bu
soruların h çb r ne cevap, b r çözüm yolu bulamıyordu...
Yed gey’ n üzüntüsü daha az değ ld . Onların durumuna belk
Zar fe’den de fazla üzülüyordu. Gerç bu a leye Boranlılılar’ın heps
acıyordu ama, Yed gey’ n durumu başka d . Bu a len n başına çöken
felâket, onun ç n ayrı b r felâkete dönüşmüştü. Artık kend n
onlardan ayıramıyor, Zar fe’ye ve çocuklarına gün geçt kçe daha çok
bağlanıyordu. Bu a len n geleceğ n düşündükçe kaygıları artıyor,
h çb r çıkar yol göremed ğ ç n de umutsuzluğa gömülüyordu. Hem
sonra Zar fe’ye karşı nasıl davranacak, Zar fe’y steyen ç
duygularına nasıl gem vuracaktı? Dayanılmaz acılar ç ndeyd . B r
gün böyle b r durumla, ç nden çıkılmaz b r mesele le karşılaşacağını
aklının ucundan b le geç rmem şt ve söyleseler nanmazdı...
Yed gey kend kend ne, b rçok defa, Zar fe’ye açılmaya, onu nasıl
sevd ğ n onun bütün sıkıntılarını paylaşmaya, güçlükler n üzer ne
almaya hazır olduğunu söylemeye, artık onlardan ayrı yaşamayı
düşünmed ğ n açıklamaya n yet etm ş, karar verm şt . Ama nasıl
yapacaktı bunu? Bunu yapsa b le Zar fe onu anlayab lecek m yd ?
Onun başında dert yokmuş g b bunca felâket n altında ez lmes
yetm yormuş g b , b r de onun aşk duygularıyla mı uğraşacaktı? O
durumda bulunan b r kadına bunları söylemes neye yarardı?
Bütün bunları kara kara düşünüyor, çares zl kler ç nde
kıvranıyordu. Bu yüzden herkes g b davranmaya çalışsa da, bunu
pek becerem yor ve somurtuyordu.
B r gün, b r mâda bulunmak cesaret n gösterd . Dem ryolunda
rayları teft ş etm ş dönerken, uzaktan Zar fe’y gördü. Tankere su
almaya g d yordu Zar fe. Adımları dosdoğru ona götürdü Yed gey’ .
Kovalarını taşıyacaktı ama bu onunla konuşmak ç n b r bahane
değ ld . Çünkü, k günde b r, yolda b rl kte çalışıyorlardı ve o zaman
sted ğ g b rahat rahat konuşurdu. Onu Zar fe’ye götüren, karşı
koyamadığı b r arzu d : G d p sevg s n açıklamak arzusu. O anda
yanına g d p duygularını açıklaması en y yol olarak göründü ona.
Kadın onu anlayışla karşılamaz da reddetse b le, o ç n döktüğü ç n
rahat eder, haf fler ve sonra yüreğ ndek koru söndürmeye çalışırdı...
Zar fe’n n sırtı ona dönüktü. Yed gey’ n yaklaştığını görmed ve
ş tmed . Dolan kovayı alıp yana çekm ş, k nc kovayı koymuştu
musluğun altına. O k nc kova da dolmuş, taşıyordu. Sonuna kadar
açılan musluktan şarıl şarıl akan su, köpüklene köpüklene kovanın
yanında gölcük oluşturmaya başlamıştı. Zar fe se tankere
yaslanmış, üzüntüler ç ne dalıp g tm şt ve kovanın dolduğunu
farketm yordu b le. Üzer nde geçen yaz sağnak altında coşku ç nde
hoplayıp zıplarken g yd ğ entar vardı. Ermek’ nk g b kıvırcık saçları
şakaklarından, kulaklarının ardından enses ne sarkıyordu. Boynu
p nce, omuzları çökmüş, besbell yüzü de süzülmüştü. Zar fe öylece
duruyor ve Yed gey de ona hayran hayran bakıyordu. Kadını
büyüleyen suyun şarıltısı mıydı? Bu şarıltı ona Sem reçye’dek
ırmakların dağdan çağıl çağıl akışını mı, sulama kanallarını mı
hatırlatmıştı da öyle dalıp g tm şt , yoksa acı düşüncelerde m
yüzüyordu? Bunu ancak Allah b l rd . Yed gey onu böyle görünce
yüreğ parçalandı. G d p onu kucaklamak, sımsıkı bağrına basmak,
kend s ç n eşs z değerdek bu varlığı her türlü sıkıntı ve belâdan
korumak arzusu duydu. Yanıp tutuşuyordu bu stekle. Ama böyle b r
şey yapmaya ne hakkı vardı, ne cesaret . Eğ l p boşa akan musluğu
kapattı sadece. İşte o zaman Zar fe başını kaldırıp ona baktı. Ama
h ç şaşırmadı ve ona sank çok uzaklardaymış g b uzun uzun baktı.
Yed gey sak n, yumuşak b r sesle:
- N ye öyle duruyorsun Zar fe? Ne oldu sana? ded .
Zar fe b r cevap vermed , ancak dudaklarının ucuyla haf fçe
gülümsed , gözler parladı ve kaşlarını oynattı. Bu hareket yle sank
“H ç, öyle duruyorum şte” demek stem şt .
- Kend n y h ssetm yor musun? ded Yed gey.
- Evet, öyle, ded Zar fe der n b r ç çekerek.
Yed gey omuzlarını oynattı. Şaşırmıştı. Düşündükler n
söyleyemed , başka şeyler söyled :
- N ye kend n böyle yey p b t r yorsun? Daha ne kadar sürecek bu
hâl n? Hem bunun ne yararı olur? Sen böyle gördükçe b z de çok
üzülüyoruz (ben de çok üzülüyorum demek stem şt ), çocuklar da
üzülüyor. Bu böyle sürüp g demez. B r şeyler yapmalısın (Ona öyle
kel meler bulup söylemek st yordu k bunlar dünyada en çok onun
ç n üzüldüğünü ve en çok onu sevd ğ n anlatsın). Bak, düşün b raz,
mektuplarına cevap vermed ler, varsın vermes nler. Canları
cehenneme! Ölecek değ l z ya! B z burada hep m z b r a le g b y z.
Her zaman sen n yanındayız (Sen n yanındayım demek stem şt )?
Asla cesaret n y t rme. Çalış ve kend n koyverme. Çocukların hep
b z mle (ben mle demek stem şt ) olacak, her şey yoluna g recekt r.
Başka yere g tmene ne gerek var? Burada, kend ev nde,
yakınlarının arasında sayılırsın. Bana gel nce, çok y b l yorsun k ,
çocuklarını görmeden edem yor, onlardan h ç ayrılmak stem yorum.
Yed gey o durumda b raz fazla ler g tt ğ n düşünerek sustu.
- Heps n b l yorum, anlıyorum Yed ke, ded Zar fe. Bütün
yaptıklarınıza şükran borçluyum. Burada b z ht yaç ç nde
bırakmayacağınızı da b l yorum. Ama y ne de g tmel y z buradan.
G del m k çocuklar burada olup b tenler unutsunlar. Gerçeğ onlara
bundan sonra söyler m. B l yorsun k bu böyle devam edemez.
Bunun ç n de ne edeceğ m , nasıl g deceğ m z düşünüp
duruyorum...
Yed gey ster stemez ona hak vermek zorunda kaldı:
- Haklısın Zar fe, yalnız pek acele etme. İy ce düşün. İk küçük
çocukla nereye g deceks n, nasıl geç neceks n? Bunları düşündükçe
bağrım yanıyor, s z g d nce ne yapacağımı b lem yorum.
Gerçekten de onlar ç n, Zar fe ve çocuklar ç n çok üzülüyordu.
Ancak onların uzun süre burada kalamayacaklarını da çok y
b l yordu.
Bundan b rkaç gün sonra beklenmed k b r olay dolayıs yle, Yed gey
aklından geçenler ağzından kaçırdı, her şey olduğu g b
söyley verd . Sonra da öyle üzüldü, öyle p şman oldu k ne
yapacağını b lemed . Nasıl öyle davrandığına, öyle konuştuğuna
kend s b le nanamadı.
Ermek’ n, berber n tıraş mak nes nden korkarak saçlarını
kest rmemek ç n çırpındığı o unutulmaz Kumbel yolculuğundan bu
yana aylar geçm şt . O zamandan ber de, daha da uzayan, gür,
kara, kıvırcık saçlarıyla dolaşıyordu. Doğrusu, bu r kıvrımlı uzun
saçlar çok da yakışıyordu çocuğa. Yed gey onu kucağına aldığı
zamanlar, burnunu gür saçlarının arasına sokuyor, onun çocuksu
kokusunu ç ne çek yordu. Ama bu natçı küçük korkağın saçları da
kes lmel yd artık. Yele g b omuzlarına kadar sarkan bu saçlar
koşmasına, oynamasına engel olmaya başlamıştı. Böyle de olsa,
Ermek, büyükler n onun saçlarını kesmek stemeler ne hep karşı
çıkıyor, köşe bucak kaçıyordu saçlarını kesmek sted kler zaman.
Bunun üzer ne ş Kazangap üstlenm şt . Çocuğu razı etmek ç n ufak
b r de yalan uydurmuştu. “Oğlaklar uzun saçlı çocukları h ç sevmez,
uzun saçlı b r çocuk görecek olsalar ger l p öyle b r tos vururlar k ...”
dem şt .
Zar fe’n n sonradan anlattığına göre, çocuk gönülsüz b r şek lde
razı olmuş, ama tıraş etmeye başladıkları zaman y ne kıyamet
koparmış. Cıyak cıyak bağırarak yer göğü nlet yor, Kazangap’ın
el nden kurtulmak ç n çırpınıyormuş. Kazangap d nlemem ş, onu
bacakları arasında sımsıkı tutarak bütün saçlarını kırkıverm ş.
Olanca ses yle bağırarak ağlamaya devam eden çocuğu yatıştırmak
ç n, B key b r ayna tutmuş yüzüne, “Bak ş md ne kadar güzel oldun”
dem ş. Ama çocuk aynaya bakınca kend s n tanıyamamış, daha da
korkmuş, y ne yer -göğü nletmeye başlamış.
Yed gey, saçları kes ld ğ ç n, bangır bangır bağıran çocuğunu
el nden tutup Kazangap’ın ev nden dönen Zar fe le yolda karşılaştı.
Ermek, gerçekten tanınmaz olmuştu. Saçları kökünden kes l nce
çıplak boynu ncec k kalmış, kulakları fırlayıp açılmıştı. Yed gey’
görünce annes n n el nden kurtulduğu g b kend n onun kucağına
attı:
- Yed gey amca, bak bunlar bana ne yaptı! Bak saçımı nasıl
kest ler! ded .
Yed gey, başına böyle b r ş geleceğ n önceden söyleseler
nanmazdı.
Çocuğu kaldırıp kucağına aldı, sımsıkı bağrına bastı. Korku ve
umutsuzluktan kaçıp kend s ne sığınan, kend s ne güvenen bu
çocuğun üzüntüler n olanca ağırlığıyla kend yüreğ nde duydu. Sank
felâket Ermek’e değ l, ona gelm şt . Yüreğ oynayarak çocuğu
öpücüklere boğarken, acıma ve üzüntü dolu, sevg dolu b r sesle,
neler söyled ğ n kend s b le anlamadan konuşmaya başladı:
- Ağlama güzel yavrum, ağlama! Ağlama gözümün nuru! Ben
varken k mse el süremez sana! Baban g b sever m ben sen .
Ağlama yavrum!
O arada gözü Zar fe’ye l şt . Kadın, olduğu yerde donup kalmıştı
sank . Onu böyle görünce sınırı aştığını anladı ve ne yapacağını
b lemed . Ermek’ kucağından nd rmeden hemen uzaklaştı oradan.
Uzaklaşıp g derken ayn sözler tekrarlıyordu durmadan:
- Ağlama sen! Bak ne yapacağım o Kazangap amcayı ben! Görür
o! Sana nasıl el sürerlerm ş! Göster r m ona ben!
Bu olaydan sonra b rkaç gün Zar fe’n n gözüne h ç görünmed .
Zar fe’n n de onunla karşılaşmaktan kaçındığını anlamıştı. H çb r
suçu olmayan, kend derd başından aşmış o kadına böyle
davranmış, aklından geçenler olduğu g b söyley verm ş olmaktan
büyük b r utanç ve üzüntü duyan Yed gey gerçekten şaşkındı. N ç n
böyle davranmıştı, n ç n derd ne dert katmıştı kadıncağızın? Bu
saçma lâflarla onun acısını n ç n arttırmıştı? Bu saçmalığından, bu
aptalca davranışından sonra kend s n h çb r zaman affetmed . Zorla,
ağlata ağlata saçını kest kler ç n kend ne sığınan küçük çocuğun
acısını kend yüreğ nde duyuşunu, onu baba sevg s yle bağrına
basışını, ç duygusunu d llend rerek ağzından kaçırdığı sözlerle
Zar fe’y nasıl şaşırttığını, çığlık atan, acılarla kıvranan gözlerle
kend s ne bakışını uzun yıllarca, belk de son nefes ne kadar h ç
unutamayacaktı.
Bu olaydan sonra Yed gey b r süre sak nleşt , kalb n n g zl özlem n
ve ağrılarını bastırıp, bu duyguları ve sevg y de çocuklara yöneltt .
Başka b r çare bulamadığı ç n bütün boş vak tler n onlara
ayırıyordu. Onlara den z , güzel anılarını ya da unuttuğu h kâyeler
tekrar hatırlayarak anlatıyordu. Martılardan, balıklardan, göçmen
kuşlardan, başka yerlerde soyları tükend ğ halde Aral adalarında
hâlâ bulunan kuş türler nden sözed yordu. Çocuklara anılarını
anlatırken çok özel b r anısını da sık sık hatırlar olmuştu. Bu olaydan
h ç k mseye tek kel me söz etmem şt . Olayı yalnız kend s ve
Ukubala b l yordu ama bu konuyu kend aralarında da
konuşmuyorlardı. Konu, ölen oğullarıyla lg l yd . Oğulları yaşasaydı,
Boranlı köyünün bütün çocuklarından, hatta Kazangap’ın oğlu
Sab tcan’dan da daha büyük olacaktı. Sab tcan’dan k yıl önce
doğmuştu. Ne yazık k çocuk yaşamamıştı... Doğacak her çocuk
umutla beklen r, çok uzun ömürlü olacağı, hatta ölmeyecekm ş g b
uzun ömürlü olacağı üm d ed l r. Bu üm t olmasa, nsanlar dünyaya
çocuk get rmede bu kadar stekl olurlar mıydı?.
Savaştan b raz önce, balıkçılık yaptığı zamanlarda, Yed gey le
karısı Ukubala arasında geçen b r olaydı bu. Herhalde nsanın
başına ömrü boyunca ancak b r defa geleb lecek b r olay.
Evlend kten sonra Yed gey, balık avından çabuk dönmey âdet
ed nm şt . Karısını çok sev yordu ve karısı da onu çok sevd ğ ç n
dört gözle bekl yordu gelmes n . Ukubala’yı merakta bırakmak
stemed ğ ç n çabuk dönüyordu balıktan. Karısından başka k msey
düşünmez, ondan başkasını gözü görmezd . Balığa çıkar çıkmaz
karısını düşünmeye başlar, b r an önce eve dönmek sterd . Bazen
ona öyle gel rd k o bu dünyaya onun ç n gelm şt r, onu düşünmek,
onu mutlu etmek ç n, den zden ve güneşten topladığı enerj y ona
taşımak, ona vermek ç n yaşamaktır. Yaşamasının aslı, amacı
budur. O zaman den z ve güneş onların mutluluk kaynağı d ler ve
bunun ç n vardılar sank . Onları çevreleyen bütün ötek varlıklar
onların sev nç ve mutluluğunu tamamlayacak, arttıracak lâvelerden
başka b r şey değ ld r. Ukubala kend nde b rtakım değ ş kl kler
h ssed p, ham le kaldığını anlayınca, Yed gey’ n b r an önce karısının
yanında bulunmak ç n gösterd ğ sabırsızlık daha da arttı. İlk
çocuklarının dünyaya gelmes n de büyük b r heyecan ve
sabırsızlıkla bekl yordu çünkü. Kısacası, o zamanlar, hayatlarının en
mutlu dönem yd , bulutsuz, karartısız, pırıl pırıl b r dönem.
Sonbaharın sonlarında, kışın hemen başında, Ukubala’nın
yüzünde, ancak yakından bakılınca ve onu y tanıyanların
farkedeb leceğ küçük, kara lekeler görünmeye başladı. Karnı da
büyüyor, yuvarlaklaşıyordu. B r gün Yed gey’e “Altın mekre” den len
balığın nasıl b r balık olduğunu sordu. “Böyle b r balıktan söz
ed ld ğ n duydum ama h ç görmed m” ded . Yed gey ona bunun çok
az rastlanan, mers nbalığına benzer r b r c ns olduğunu, der n
sularda yaşadığını, en çarpıcı özell ğ n n se güzell ğ olduğunu
söyled : “Hemen hemen her yer mav ms beneklerle süslü, başının
üst kısmı, yüzgeçler ve sırtı, baştan kuyruğuna kadar altın reng nde
b r balık, saf altın g b parlıyor, bu yüzden ‘altın mekre’ dem şler”,
ded .
Ukubala b r başka gün Yed gey’e, rüyasında b r “altın mekre” balığı
gördüğünü söyled . Balık yanıbaşında yüzüyor, o da onu tutmaya
çalışıyormuş. Onu yakalayıp sonra da bırakmak ç n yanıp
tutuşuyormuş. Altın mekrey el ne almak, altın renkl vücuduna
dokunmak, onun kokusunu almak steğ o kadar büyükmüş k ,
rüyasında balığın ardından koşup durmuş. Ama yakalanmıyormuş
balık. Ukubala uyanınca bunun b r düş olduğunu anlıyormuş ama b r
türlü heyecanı geçm yormuş. Çünkü ‘altın mekre’y çok öneml b r
amaç, onu kaçırmasını da bu amaca ulaşamamak şekl nde
yorumluyormuş.
Ukubala rüyasına hem gülüyor, hem de o altın mekre balığını el ne
alamadığı ç n üzülüyor ve bu stekten vazgeçem yordu.
Yed gey se b r türlü aklından çıkarmıyordu karısının gördüğü
rüyayı. Onun rüyasında görüp unutamadığı, gerçekten de o balığı
görmek, tutmak sted ğ n anlamıştı. Den zde ağını çekerken hep
bunu, bu altın mekrey nasıl tutacağını düşünüyordu. Ukubala’nın
‘talgak’ı, yan karşı koyamadığı güçlü steğ , ham le kadınların
aşermes g b b r stek d . Ham lel k dönem nde kadınların böyle
ş ddetl stekler olurdu. Ama bu talgak, bu aşermes , ekş , tuzlu, acı
b r şey, ya da kızarmış av et , kuş et yemek steğ g b göster rd
kend n . Bunu b len Yed gey, karısının talgakına h ç şaşmıyordu.
Ukubala b r balıkçı karısıydı ve talgakı da kocasının mesleğ yle
lg l yd . O balığı gözler yle görmek, altın renkl sırtını eller yle tutmak
st yordu. Tanrı verm şt bu steğ . Yed gey, ham le b r kadın talgakına
kavuşmazsa, bunun doğacak çocuk ç n b r zarar get receğ n de
ş tm şt .
Ukubala’nın talgakı h ç de olacak g b değ ld . Bu yüzden altın
mekrey çok sted ğ n kocasına söylem yor, Yed gey de bunun lâfını
etmek stem yordu. Bununla beraber onu nasıl yakalayacağını
düşünüyordu bütün gün. Yakalarsa get r p karısına gösterecekt .
Aral’da en çok balık tutulan dönem Temmuz-Kasım ayları arasıydı
ve bu av mevs m n n sonu gelm şt . Soğuk rüzgârlar ısırmaya
başlamıştı ve Balıkçılar Kooperat f kış avına hazırlanıyordu. Kışın
çevres b n beşyüz k lometrey bulan Aral’ın her tarafını kaskatı buz
kaplardı. O zaman gölün üzer nde büyük büyük del kler açılır, bu
del klerden, ucuna ağırlık bağlanmış ağlar sarkıtılırdı. Gereğ kadar
bekled kten sonra ağ bocurgatlarla o del kten çıkarılır, başka b r
del ğe taşınırdı. Ağları, bocurgattan çek p götürme ş develere
düşerd . Yazda kışta, bozkırların eşs z traktörler d develer. Aral’da,
kışın buz g b b r rüzgâr eser, karları savururdu. Yüzeye çıkarılan
balıklar, kıpırdanmaya b le fırsat bulamadan, takır takır buz kes l rd .
Yed gey, yazda kışta, Balıkçılar Kooperat f adına sayılamayacak
kadar çok ava çıkmış, değerl değers z sayılamayacak kadar balık
tutmuş, ama b r defacık “altın mekre” takılmamıştı ağlarına. Çok
nad r de olsa bazen b r balıkçının zokasına altın mekre takılır ve bu
büyük b r olay olarak uzun süre anlatılırdı. Zaten ancak gümüş
kaşığa benzeyen b r zoka le tutulab l rd bu balık. Onu yakalayan
şanslı balıkçıya herkes mren rd .
O gün Yed gey erkenden kalktı ve den ze açıldı. Aral’ı buzlar
kaplamadan ev ç n b raz balık tutmak sted ğ n akşamdan karısına
söylem ş, karısı da onu bu f kr nden caydırmaya çalışmıştı:
- Ev balık dolu, ne gereğ var, bu soğukta çıkılır mı? dem şt .
Ama Yed gey kafasına koymuştu b r kere, vazgeçmed :
- Evdek balıklar ev n, ama sen kend n söyled n Sağın halanın
hastalanıp yatağa düştüğünü. Onun ç n en y lâç taze balık
haşlaması, sıcak balık çorbasıdır. İht yar kadının balık get recek
k mses yok k .
İşte böyle b r bahane le Yed gey altın mekre avlamak ç n den ze
açıldı. Av malzemes n , gerekl her şey akşamdan hazırlamış,
sandalın burun kısmına yerleşt rm şt . Kalın elb seler n g ym ş,
başlıklı yağmurluğunu da almıştı.
Sonbaharla kış arasında her zaman görülen kapalı, güven lmez b r
hava vardı. Yed gey dalgaları aşa aşa, gölün ortasına altın mekre
balığının bulunab leceğ n düşündüğü yere doğru açıldı. Elbette her
şey şansa bağlıydı. Zaten balık tutmak, hele oltayla avlanmak,
tamamen b r şans ş yd . Kara avcılığında se durum başkaydı. Avcı
avının yer n , orada ne durumda olacağını az çok b l r, ona pusu
kurar ya da usulca sokulurdu. Sonra uygun anı bekler, bekled ğ an
gel nce de saldırıya geçerd . Oysa balık avcılığı kör b r avcılıktı.
Oltayı atacak, balığın oralardan geçmes n , oltaya vurmasını
bekleyeceks n.
O gün Yed gey şansına güven yordu. Çünkü her zamank ş n
yapmak ç n çıkmış değ ld balığa. Ham le karısının, Tanrı’nın takd r
le görmey , el ne almayı çok sted ğ altın mekre balığını tutmak ç n
çıkıyordu.
Yed gey sağlam yapılı, güçlü-kuvvetl yd . Küreklere asıldı. Yandan
vuran kıvrım kıvrım dalgaları yara yara, h ç yorulmadan, Aral’ın
ortalarına geld . Aral balıkçıları bu düzens z, kıvrıla eğr le gelen
dalgalara “İyrek tolkun”[18] derlerd . İyrek tolkun fırtına haberc s yd
ama fırtınadan öncek haller tehl kel sayılmazdı. Onun ç n
korkmuyordu Yed gey.
B r süre sonra kıyının k ll sarp yamaçları ve dalgaların kayalara
çarparak çıkardığı beyaz köpükler y ce uzaklaştı. O gölün ortalarına
vardığı zaman, kıyılar bell bel rs z b r şer t hâl n aldı, puslar ç nde
göze görünmez oldu. Bulutlar g tt kçe alçalıyor, rüzgâr dalgaları
yalayarak geç yordu.
İk saat sonra sandalı durdurdu, kürekler yukarı aldı, dem r attı ve
oltaları hazırladı. İk makara sağlam s c m vardı ve bunları özenle
kend s sarmıştı. Sandalın kıçındak makarayı gevşett ve yüz metre
kadar saldıktan sonra y rm metre de yedek bıraktı. S c m yüzüncü
metres nde çatal b r sopaya bağlamıştı. İk nc makarayı da ayn
şek lde sandalın burnuna yerleşt rm şt ve onu da suya saldı. Sonra
kürekler tekrar nd rd . Akıntıyı, rüzgârı hesaba katarak, özell kle de
s c mler karıştırmamaya d kkat ederek sandalı uygun duruşta
tutmaya çalıştı.
Sonra beklemeye geçt . Altın mekre den len o nad r balık, ona göre
bu sularda bulunmalıydı. B lg den, tahm nden z yade b r sezg yd bu.
Gelecekt altın mekre, gelmel yd ! Onu tutmadan dönemezd . Av
tutkusu ç n, zevk ç n değ l, hayatında en büyük önem verd ğ b r n n
steğ n karşılamak ç n st yordu bunu.
Balıklar yavaş yavaş oltaya vurmaya, geld kler n bell etmeye
başladılar. Önce b r levrek yakaladı. Yed gey daha çekerken
anlamıştı bunun altın mekre olmadığını. Altın mekre b r çek şte
yakalanmazdı oltaya. Zaten bu kadar kolay yakalansa lg nç de
olmazdı. Yed gey se güçlükten çek n rd ve beklemekten bıkardı.
İk nc olarak tuttuğu balık büyük b r bıyıklı balık d . Bu, Aral’ın en
lezzetl balıklarından b r yd . Onu sersemlet p sandalın d b ne attı.
Böylece hasta Sağın hala ç n gerekl balığı fazlasıyla tutmuş
sayılırdı. Sonra oltaya b r Aral çapağı takıldı. Genel olarak yüzeye
yakın yerlerde bulunan bu çapak ne arıyordu o kadar der nde?
Neyse, o da nas pm ş. Bundan sonra uzun uzun bekled . H çb r balık
vurmuyor ama Yed gey de umudunu y t rm yordu. “Hayır,
bekleyeceğ m, d yordu kend kend ne. Ukubala’ya söylemed m ama
y ne de ben m altın mekre avlamak ç n çıktığımı b l yor. Tutmalıyım
bu balığı, yoksa doğacak çocuğumuz mutsuz olur. Çocuğumuz
st yor onun o güzel altın mekrey görmes n ve ona dokunmasını.
Bebeğ n bunu n ç n sted ğ n k mse b lemez, ama o st yor d ye
annes de ayn stekle yanıp tutuşuyor. Ben de baba olduğuma göre
bu stekler n yer ne get rmel y m.”
Kararsız, güvens z dalgalar olan “ yrek tolkunlar” sandalı b r o yana
b r bu yana çev r yor, onunla oynuyorlardı sank . Harekets z durduğu
ç n Yed gey üşümeye başlamıştı, ama y ne de gözünü s c me
bağladığı ve suda yüzen çatal sopadan ayıramıyordu. Onun
kımıldamasını, sürüklenmes n bekl yordu her dak ka. Ama hayır,
gelm yordu balıklar. Ne burundak oltaya ne de kıçtak ne. Y ne de
sabırla, umutla bekl yordu. Önünde-sonunda gelecekt altın mekre.
Buna nanıyordu. Yeter k fırtına başlamasın, patlamak ç n acele
etmes n. Ama dalgalar daha ş ddetl savrulmaya başlamıştı. Kötüye
m şarett bu? Yoksa fırtına kopmak üzere m yd ? Yoo, fırtına öyle
b rdenb re gelmez, den z b rdenb re kudurmazdı. Alabaşlar, o ak
başlı, alacalı, yüksek ve uğultulu dalgalar, olsa olsa ancak akşama
doğru çıkarlardı. O zaman Aral, b r baştan öbür başa uğul uğul
kabarır, her yanını beyaz köpükler kaplar, k mse den ze açılmaya
cesaret edemezd . Ama ş md öyle b r durum yoktu, öyle olmasına da
zaman vardı daha...
Soğuktan tüyler d ken d ken olsa da, üşüyüp t trese de, gözler n
oltalardan ayırmıyor, o sevg l balığın gelmes n bekl yor ve z hn nden
onunla konuşuyordu: “Hayd balığım nazlanma, gel artık! Korkma,
gel. Yem n eder m k korkacak b r şey yok. Gel, sen y ne sulara
atacağım.. Bunu h çb r balıkçı yapmaz d yorsun değ l m ? Yaptığını
düşün.. ben sen yemek ç n avlamıyorum k .. ev, her çeş t y yecek,
her çeş t balıkla dolu. Üç tane de ş md tuttum, şte kayığın d b nde
duruyor. Eğer yemek ç n olsaydı bu kadar bekler m yd m? Bak, altın
mekre, b z m lk çocuğumuz olacak, sen karımın rüyasına g rm şs n.
Sen rüyasında görel rahatı, huzuru kalmadı. Bunu kend s
söylem yor ama ben anlıyorum. Sebeb n anlatamam, ama b l yorum
k ne pahasına olursa olsun sen görmek, eller yle tutmak st yor. Söz
ver yorum, karım sen görsün, sana dokunsun, sonra bırakacağım
den ze. Az bulunur b r balıksın sen. Başın, kuyruğun, yüzgeçler n,
sırtın boydan boya altın reng nde, pırıl pırıl parlayan altın sarısı.. şte
bunun ç n görmek st yor sen . Anlamaya çalış.. sen görmek, sana
dokunmak st yor. Sadece b r balık olduğunu, nsanlarla b r l şk n
olamayacağını söyleme sakın. Evet, b r balıksın ama, öz kardeş g b
özlem duyuyor, hasretle bekl yor sen . Çocuğumuz dünyaya
gelmeden mutlaka görmek st yor. İnan, karnındak bebek de çok
sev necek buna. İşte bütün mesele bu! Kurtar b z bu durumdan altın
mekre. Hayd yaklaş artık, söz verd m, sana b r şey yapmayacağım.
Eğer n yet m kötü olsaydı bunu h ssederd n. Her k oltanın ucuna
b rer parça et geç rd m. Kokusunu tâ uzaktan alasın d ye, kokan b r
et seçt m. Yeml çengel yer ne dem r zoka bağlasaydım dürüstçe
hareket etm ş olmazdım değ l m ? Sen daha sonra tekrar den ze
attığım zaman karnındak o ağır dem r parçasıyla nasıl yaşardın?
Öyle yapsam sen aldatmış olurdum. Ama ben sadece çengel taktım,
dudakların haf fçe yaralanacak ama, heps o kadar şte. H ç merak
etme, yanımda kocaman b r der tulum da get rd m. İç n su
dolduracağım. Sen yakalar yakalamaz tulumun ç ne koyacağım.
Ölmeyeceks n, tekrar den ze dönünceye kadar orada kalacaksın. Bu
den zden sen almadan g tmem, bunu da b lm ş ol. Pek vakt m z de
kalmadı ha! Fırtına beklemez! Dalgaların hırçınlaştığını, rüzgârın
ş ddetlend ğ n h ssetm yor musun? İlk çocuğumuzun babasız yet m
doğmasını mı st yorsun yoksa? Bunu düşün ey güzel balık! Bana
yardım et!
Eng n mav den z, kış önces n n soğuk, puslu havasına bürünmüştü
ve ş md de akşam y ce yaklaşmış, hava kararmaya başlamıştı.
Sandal dalgalarla yüksel p alçalarak, dalga tepes nde görünüp sonra
dalga çukuruna gömülerek, güçlükle kıyıya yaklaşmaktaydı. Den z
g tt kçe daha da kabarıyor, rüzgâr uğul uğul es yor, dalgalar güldür
güldür yuvarlanıyordu. Dalga uçlarından püsküren sular Yed gey’ n
yüzüne çarpıyor, kürek çeken eller soğuktan ve ıslanmaktan ş ş p
kabarıyordu.
Ukubala, kıyıda, b r o yana b r bu yana g d p gel yordu. Kocası
gec k nce end şeye kapılmış, onu karşılamak ç n çıkmıştı kıyıya. B r
balıkçıyla evlenmeye karar verd ğ zaman, bozkırda hayvancılıkla
geç nen a les , hısım akrabaları ona: “İy düşün, dem şlerd , balıkçıyla
evlenmek den zle evlenmek g b d r.. zor b r hayatı seç yorsun.. b rçok
gün, den z kıyısında yaşlı gözlerle dualar okuyarak kocanı beklemek
zorunda kalacaksın...” dem şlerd . O y ne de Yed gey’le evlenmekte
ısrar etm ş, “Kocamın katlandığı güçlüklere ben de katlanırım” d ye
cevap verm şt onlara.
Yakınlarının ded ğ g b oldu, ama Ukubala da ded ğ n yaptı ve
kocasının sıkıntılarına katlandı. Ama ş md , Balıkçılar
Kooperat f ’ndek arkadaşlarıyla değ l, tek başına bekl yordu sah lde.
Ve hava kararmış, den z de kudurmaya başlamıştı.
Ukubala, b rden, köpükler arasında n p kalkan kürekler , sonra
dalganın üzer ne çıkan sandalı gördü. Şalına y ce bürünerek kıyıya
daha da yaklaştı. Karnı epeyce ş şm şt . Orada durup bekled .
Yed gey yaklaşmıştı. Ger den gelen büyük b r dalga sandalı
kumsala tt . Yed gey de hemen atlayıp nd sandaldan. B r boğayı
çek p götürür g b , sürükleye sürükleye onu karaya çıkardı. Sonra
doğruldu. Tuzlu suya batmış, sırılsıklam olmuştu. Ukubala kocasına
yaklaştı. Kollarını soğuktan kaskatı olmuş muşambanın altından
geç r p kocasının boynuna sarıldı:
- Baka baka gözler m karardı, n ye böyle gec kt n? ded .
- Sabahtan ber bekled m gelmed , ancak akşam olurken geld .
- Ne d yorsun? Yoksa altın mekrey avlamaya mı g tm şt n?
- Evet ya, çok yalvardım, sonunda razı ett m onu ben mle gelmeye.
Bak...
Yed gey sandaldan su dolu büyük der tulumu çıkardı, ağzını
çözdü. Altın mekrey , su b r k nt l kıyı çakıllarının üzer ne bıraktı. İr ,
güçlü ve güzel b r balıktı. Çırpınmaya, altın renkl kuyruğunu
oynatarak çakılları sıçratmaya başladı. Pembe ağzını kocaman
açıyor, anayurdu olan den ze bakıyor, besbell yakınına kadar gelen
dalgalara kavuşmak st yordu b r an önce. Sonra, kısa b r an olduğu
yerde donup, ger l p kaldı. Sank b rdenb re kend n bulduğu bu
yalancı dünyaya, bu bambaşka ortama uyum sağlamak ster g b
bakıyordu o parlak ve yusyuvarlak gözler yle. O kış önces donuk ve
soğuk gününde, akşamın alaca karanlığı b le onun gözler n
kamaştıran b r aydınlık g b yd . Ayn anda balık, üzer ne eğ lm ş k
nsanın gözler ndek ışıltıyı, den z kenarını, gökyüzünü, uzakta ve
den z n üzer nde seyrek bulutların ardında, batan güneş n onun ç n
son derece parlak son ışıklarını gördü. Sonra tekrar kend n yerden
yere vurmaya, suya ulaşmak umuduyla, çırpınmaya, debelenmeye
başladı. Ama Yed gey onu yüzgeçler nden tutup kaldırdı ve
Ukubala’ya:
- Hayd uzat eller n , al onu, alttan tut, ded .
Ukubala balığı, yen doğmuş bebeğ kucağına alır g b tutup
göğsüne bastı:
- Nasıl da d r ! Nasıl da çev k! Kütük g b de ağır, ama den z kokusu
var vücudunda.. ne kadar da güzel b r balık yarabb ! Yed gey, al onu
artık, gördüm ve kucakladım onu. Bu kadar yeter. İsteğ m oldu çok
şükür. Onu y ne den ze bırak...
Yed gey altın mekrey aldı, d zler ne kadar batarak suda b raz
yürüdü ve sonra eğ l p balığı usulca kaydırıverd . Balık suya düşer
düşmez, başından kuyruğuna kadar altın yaldızlı reng yle, suyun
mav der nl ğ nde ışıldadı, sonra kıvrak vücuduyla suları yararak,
dalıp gözden kayboldu.
O gece büyük b r fırtına koptu geld b r yerlerden. Kıyılara çarparak
kükreyen dalgaların ses sabaha kadar devam ett . Yed gey
dalgaların kükrey ş n d nlerken yrek tolkunların gerçekten de h ç
yanılmayan fırtına haberc s olduklarını söylüyordu kend kend ne.
Vak t geceyarısıydı. Yarı uyur yarı uyanık dalgaların ses n d nleyen
Yed gey, o güzel altın mekrey düşünerek gülümsüyordu. O güzel
balığın hâl n ceyd ş md ? İnşallah y durumdadır, d yordu, fırtına
ş ddetl olsa da suyun der nl kler çalkantılı olmazdı. Ş md o güzel
altın balık, suyun der nl kler nde, yüzeyde koşuşturan dalgaların
gürültüsünü d nl yor olmalıydı. Bunu düşününce dudaklarında mutlu
b r gülümseme bel rd ve el n usulca karısının karnına koyarak
gözler n yumdu. Ama b rden el n n altında b r kımıltı, b r hareket
h ssett . Bu, doğacak lk çocuklarının, orda olduğunu bell ederces ne
attığı b r tekme d . Dudaklarında tekrar b r gülümseme bel rd ve
sak n, mutlu, b r uykuya daldı.
O olaydan sonra b r yıl b le geçmeden büyük savaşın
başlayacağını, hayatının mutlu akışını ters ne çev receğ n , onu artık
yalnız anılarında canlandırıp, anılarında yaşayacağını nereden
b lecekt ? Özell kle de onu hep böyle acılı günlerde hatırlayacağını
aklına get r r m yd h ç...
***
Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya g der
gel r.. g der gel rd ...
Bu yerlerde dem ryolunun her k yanında ıssız, eng n, sarı
kumlu bozkırların özeğ Sarı-Özek uzar g derd .
Yed gey ç n çok zor geçen 1953 yılının kış mevs m de çok erken
gelm şt . Sarı-Özek’te kış h çb r zaman bu kadar ş ddetl olmamış, bu
kadar erken gelmem şt . Ek m sonlarında kar yağmaya başladı ve
hemen ardından ş ddetl soğuk da gel p yerleşt . İy k erken davranıp
Kumbel’e g tm ş, kend ler ne ve Zar fe’n n a les ne kışlık patates
get rm şt . Sank kışın erken geleceğ malûm olmuştu ona. Vagonun
dış sahanlığına koymak zorunda olduğu patatesler n donmasından
korktuğu ç n son b r defa Karanar’la g tm şt . Donmuş patates
k msen n ş ne yaramazdı çünkü. Kumbel’de k büyük çuvalı
doldurdu. Çuvallar o kadar ağırdı k ancak başkalarının yardımıyla
yükleyeb ld onları deven n sırtına. Sonra üzerler n keçe le örttü.
Rüzgâr açmasın d ye keçey çuvalın kenarlarına sarkıtıp, kend s de
k çuvalın ortasına kuruldu. Sank deves ne değ l, b r f le b nm şt .
Geçen sonbaharda Kumbel’e b r H nt f lm gelm şt . Ülkede
göster lecek lk H nt f lm olduğu ç n Kumbel’de en küçüğünden en
büyüğüne kadar herkes g tm şt o f lm görmek ç n. Çok güzel b r
belgesel d . O güne kadar Boranlı’da h ç k mse nsanların f ller
üzer nde seyahat ett kler n b lm yordu. F lmde, sonu gelmez yerl
şarkıları ve danslarından başka, f llere b n lerek çıkılan kaplan avı da
göster lm şt . Herkesle b rl kte tab î Yed gey de seyretm şt o f lm .
Yed gey ve stasyon şef , dem ryolcular send kası bölge toplantısına
Boranlı delegeler olarak katılmışlardı. Toplantı b t nce H nt f lm n n
göster lmes de orada oldu ve her şey şte o zaman başladı.
S nemadan çıkarken herkes f lm hakkındak görüşünü anlatıyordu
b rb r ne. Dem ryolcular en çok f llere b n lmes ne, f l sırtında seyahat
ed lmes ne şaşmışlardı. O sırada kalabalığın arasından b r şöyle
seslend :
- Şaşılacak ne var bunda? Boranlı Yed gey’ n Karanar’ı f lden aşağı
kalır mı yan ? En ağır yüklere bana mısın dem yor!
- Evet, öyle, Karanar’ın yanında f l de neym ş? F ller ancak sıcak
ülkelerde yaşar, kış günler nde Sarı-Özek’e gels nler de görel m
onların hâl n !
- Hey Yed gey baksana! H nd stan zeng nler g b sen de n ye
Karanar’ın üzer ne küçük b r köşk kondurmuyorsun? İç ne ne güzel
kurulur, gezers n onlar g b .
Yed gey güldü. Ona takılıyor, alay ed yorlardı ama, dolaylı olarak
deves n de övmüş oluyorlardı. O da bundan gurur duyuyor, pek zevk
alıyordu.
Ama o kış Karanar’ın yüzünden çekmed ğ kalmadı Yed gey’ n.
Başına neler neler geld , ne sıkıntılı günler geç rd ...
Bütün bunlar ş ddetl soğukların bastırmasından sonra başladı.
Kumbel’den patates get rd ğ gün, yolda yılın lk karı le karşılaştı.
Gerç daha evvel de b raz serp şt rm şt ama kar tanec kler yere
düşer düşmez er m şt . Oysa o gün b r başladı ve b r daha h ç
d nmed . Sarı-Özek’ baştan başa karanlık kapladı. Sonra rüzgâr da
çıktı. İr kar taneler savrula savrula n yordu. Hava soğuk değ ld ama
nsanı yapış yapış bırakan, nefes aldırmayan p s b r havaydı ve göz
gözü görmüyordu. Ne yapsın Yed gey? Sarı-Özek yolunda başını
sokacak b r yer yoktu k oraya sığınıp hava düzel nceye kadar
bekles n! Yapab leceğ tek şey Karanar’ın gücüne ve sezg s ne
güvenmek ve kend n onun güdümüne bırakmak d . Öyle yaptı. Onu
tutacağı yönde tamamen serbest bıraktı. Papağını başına y ce
bastırıp yakalarını kaldırdı, papağın üzer ne paltosunun başlığını da
geç rd . Bundan sonra kımıldamadan oturarak çevres ne d kkatle göz
gezd rmeye başladı. Ama kalın b r kar perdes nden başka b r şey
görem yordu. Karanar hızını yavaşlatmadan lerl yordu. Sırtında
sess zce oturan sah b n n artık ona hükmetmekten vazgeçt ğ n
sezm şt . Bu karlı havada, böyles ne ağır b r yükü koşturarak
taşıdığına göre olağanüstü b r güce sah pt bu hayvan. Burnundan
buğular çıkıyor, pofurduyor, ara sıra da vahş b r hayvan g b
kükrüyordu. Sonra durmadan b rtakım monoton sesler çıkarmaya
başladı. Bu sesler, g d ş n ayrılmaz gürültüsü, hırıltısı hâl ne geld .
Ama yavaşlamıyor, hızını kesm yordu. H ç yorulmadan karları yara
yara lerl yor, lerl yordu..
Yol, Yed gey’e h ç b tmeyecekm ş g b uzun görünüyordu ve öyle b r
havada bunun şaşılacak b r yanı da yoktu. “Ş md ye kadar varmış
olmalıydım” d ye düşünmeye başladı Yed gey. Evdek ler n durumunu
merak etmeye başlamıştı. Böyle b r havada geç kalmasından dolayı
kuşkusuz en çok Ukubala end şe edecekt ama o bunu pek bell
etmezd . Aklından geçenler başkalarına söylemezd o. Belk Zar fe
de merak ed yordu. Evet evet, kes nl kle merak ed yordu. Ama o da
Ukubala’dan daha az ç ne kapalı b r kadın değ ld . Hem bugünlerde
kend s yle başbaşa kalmamaya özell kle d kkat ed yordu Zar fe. Ne
d ye yapıyordu bunu? Böyle davranmasını gerekt recek kadar öneml
m yd olanlar? Yed gey, ne konuşmasıyla ne de davranışlarıyla
başkalarını şüphelend recek b r şey yapmamıştı k ! Belk hayat
yolunda b r an karşılaşmış, bu karşılaşmada doğru hareket ed p
etmed kler ne şöyle b r bakmış, sonra da ayrı yollarda g tmeye karar
verm şlerd ... Ama bundan sonra çekt ğ acılar ancak kend s n
lg lend r rd . Doğrusu kader onu k ateş arasında bırakmıştı. O
kader ne katlanacaktı ve buna başkalarının üzülmes gerekmezd .
Hem b r çocuk değ ld ya, elbette bu kör düğümü çözecek, kend
hatası yüzünden düştüğü bu sıkıntıdan kurtulacaktı.
Bu korkunç düşünceler onu kahred yor, yey p b t r yordu. Sarı-
Özek’e kış bütün ağırlığı le çökmüştü, zaman geç yordu ama o
düşünceler nde, ne Zar fe’y unutab l yor, ne de Ukubala’dan
vazgeçeb l yordu. İş n kötüsü, k s n b rden stemes , k s ne b rden
ht yaç duymasıydı. Sank onlar da bunu b l yorlarmış g b , olayların
hızlanıp gel şmes ne h çb r katkıda bulunmuyor, onun kes n b r
karara varmasına yardım etm yorlardı. Görünüşte her şey esk s g b
devam etmekteyd . Zar fe ve Ukubala k y arkadaştılar, k ev n
çocukları y ne b r a len n çocukları g b b r arada büyüyorlardı. Bazen
onların, bazen kend evler nde, ama her zaman dördü b r arada...
Böylece yaz ve sonbahar gel p geçt ...
Boranlı Yed gey, bu karlı günde kend n yurtsuz-yuvasız b r yet m
g b h ssed yordu. Çevrede k msec kler yoktu ve fırtına ş ddet n
artırıyordu. Karanar arada sırada başını sallayıp b r ken karları
s lkel yor, homurtular çıkarmaya, bağırmaya devam ed yordu.
Yed gey se umutsuzluk, karamsarlık ç nde, ne yapacağını b lem yor,
kes n b r karara varamıyordu. Ne Zar fe’ye açılab l yor ne de
Ukubala’dan vazgeç yordu. Kend s ne kızmaya, bütün suçun
kend s nde olduğunu söyley p y ne kend ne küfretmeye başladı: “Hay
aptal, hayvan her f! Sersem kafa! Şu altındak deveden h ç farkın yok
sen n! Bey ns z her f! Köpek!” Kend n aşağılıyor, yumruklarını
sıkıyor, ayılmak, aklını başına toplamak ve davranışı hakkında kes n
b r karara varmak st yordu. Ama h çb r yararı olmuyordu bunların.
İç nde o korkunç toprak kayması başlamıştı ve onu durduramıyordu.
Tek sev nc , yüreğ n yatıştıran tek avutucusu çocuklardı. Çocuklar
onu olduğu g b kabul ed yor ve h çb r öneml mesele çıkarmıyorlardı.
Onlara yardım etmekten, stekler n yer ne get rmekten, ş md olduğu
g b Karanar’a yükley p onlara y yecek taşımaktan büyük b r mutluluk
duyuyordu. Kış ç n yakacak da sağlamıştı onlara. Çocukları
düşünmek, onlara yardım etmek, onun ç n b r sığınaktı ve ancak bu
yolla kend s yle barışıyor, b raz huzur duyab l yordu. Boranlı’ya
varınca geld ğ n duyan çocukların koşup kend s n karşılayacaklarını,
soğukta çıkmalarını stemeyen anneler n d nlemeden çevres nde zıp
zıp zıplayacaklarını “Yed gey amca geld ! Karanar’la geld ! Patates
get rd !” d ye bağrışacaklarını hayal ed yor, sev n yordu. O zaman o
da yüksek sesle bağırarak Karanar’ın ıhlamasını emredecek, hayvan
d zler üstüne çökünce atlayıp necekt . Sonra üstündek karı
s lkeleyecek, çocukların başlarını okşayacak, çuvalları nd recekt
deven n sırtından. Eğer Zar fe oradaysa, ona şöyle b r bakacak, ama
h çb r şey söylemeyecekt . Zar fe de konuşmayacaktı onunla. Ama
onu görmek yetecekt Yed gey’ mutlu etmeye. Ayn zamanda yüreğ
sıkılacak, bu ş n sonu nereye varacak d ye düşünecek, üzülecekt .
Bu arada çocuklar çevres nde dört dönecek, deven n bağırmasından
korkarak ona sokulacak, sonra ona yardım etmeye çalışacaklardı.
İşte çekt ğ bütün sıkıntılara, şkencelere karşı çocukların bu
davranışı en büyük ödül olacaktı ona...
Abutal p’ n çocuklarıyla b r an önce karşılaşmak ç n de can
atıyordu. Bu masal oburu çocuklara bu defa ne anlatacaktı? Y ne
Aral den z n m ? Çocukların en çok sevd ğ h kâyeler de Aral’la lg l
olanlardı. Bunlara çocuklar da hayaller nde b r şeyler katıyor, onda
babalarına da kaçınılmaz olarak b r yer ver yorlardı. Böylece, farkına
varmadan, babalarıyla düşünceler nde b r bağ kurmaya, onun
anılarını yaşatmaya da devam ed yorlardı. Ama Yed gey, Aral’la lg l
olarak b ld ğ bütün h kâyeler , uydurmaları, anıları anlata anlata
b t rm şt . B ld kler n tekrar tekrar anlatmıştı. Anlatmadığı yalnız ‘altın
mekre’ olayı d . Ama bunu nasıl anlatacaktı onlara? Bu esk olayın
kend s ç n ne anlama geld ğ n çok y b l yordu ama bunu çocuklara
nasıl açıklayacaktı?
O karlı günde, yol boyunca bu düşünceler, bu kuşkular, b r an b le
aklından çıkmadı.
Sarı-Özek’e erken gelen ve daha lk günden donduran kış, şte o
yolculuk sırasında yağan yoğun karla başladı ve b r daha da g tmed .
Soğuklar başlayınca Karanar da azdıkça azdı. Erkekl k gücü
şahlandı. Artık onun başını alıp g tmes ne k mseler engel olamazdı.
Yalnız başkaları değ l, sah b Yed gey b le onun yanına yaklaşmaktan
korkuyordu böyle zamanlarda.
O lk kardan üç gün sonra, soğuk b r rüzgâr Sarı-Özek’ kasıp
kavurdu. Fırtınadan hemen sonra, soğuk, kaskatı b r pus, b r ayaz
kapladı bozkırı. İnsanların kar üstünde yürürken çıkardıkları takırtılar,
trenler n tekerlek tıkırtıları ve düdük sesler tâ uzaklardan
duyuluyordu. O gün sabaha karşı, Yed gey, uyku arasında Karanar’ın
acı acı kükred ğ n , kaçışını engelleyen ç t d şler yle çatır çatır
kırdığını ş tt . Karanar’ın onun başına yen b r ş açtığını anlamıştı.
Kalkıp g y nd , dışarı fırladı ve deven n bağlı olduğu yere koştu. Ayaz
d ken g b boğazına batıyordu ama y ne olanca ses yle bağırdı:
- Ne oluyor sana! Ne st yorsun? Kanımı çeceks n ben m kahrolası
hayvan! Ses n çıkarma da dur durduğun yerde! N ye o kadar erken
kızıştın bu yıl? Daha çok erken değ l m ? Herkes kend ne güldürmek
m st yorsun?
Yed gey’ n bağırıp çağırması boşunaydı. İy ce kızışmış, gözünü kan
bürümüş deve sah b ne taat edecek halde değ ld . Dürtüler onu
zorluyor, o da pofurdayarak, bağırarak ve d şler n gıcırdatarak kalın
parmaklıkları kırmaya çalışıyordu.
Yed gey ona b raz hak ver yormuş g b h ddet bırakıp s tem etmeye
başladı:
- Demek b r şeyler h ssett n? Anlaşıldı, anlaşıldı, b r an önce
sürüye katılmak st yorsun! Buralarda kızışmış genç b r kaymança[19]
olduğunu mu söyled ler sana? B r türlü anlamıyorum, Ulu Tanrı s z
n ç n yılda b r defa o da kışın kızışır yaratmış? Bunu her gün,
sess zce, b r rezalet çıkarmadan, k msen n başına dert açmadan
yapsanız olmaz mı? Hayır! İlle de dünyayı başımıza yıkacaksınız!
Yed gey bunları lâf olsun d ye söylem şt . Yoksa çares z olduğunu,
el nden b r şey gelmeyeceğ n çok y b l yordu. H çb r şe
yaramayacaktı bu sözler. Yapacağı tek şey, kapıyı açıp devey
salıvermekt . O da öyle yapacaktı. Kalın ağaçlarla yapılmış, sağlam
b r z nc rle bağlanmış nsan boyundak kapıyı henüz aralamıştı k
Karanar b r çığlık atarak fırladı, az daha Yed gey’ de ezecekt .
Kıvrak, uzun bacaklarını açarak, d k, kara hörgüçler n hoplatarak
koştu g tt . Göz açıp kapayıncaya kadar da kend s n n çıkardığı kar
bulutu arasında gözden kayboldu.
Yed gey onun ardından öfkeyle bakarak yere tükürdü:
- Tüh sana! Geç kaldın değ l m ? Koş bakalım, koş! Sakın geç
kalma!
O sabah erkenden nöbete g deceğ ç n deveyle b r ş yoktu. Onun
ç n serbest bırakmıştı hayvanı. Onun yokluğunda Karanar’la k m
başedeb l rd ? Ama, sonradan başına gelecekler b lseyd , ölürdü de
bırakmazdı onu. Ne yapsın? Karanar g b azgın b r deven n
üstes nden ondan başkası gelemezd . Bu yüzden onu serbest
bırakırken kend kend ne: “Ne cehenneme g derse g ts n, d ş lerle
buluşunca belk kızışması, kudurganlığı geçer de yatışır b raz.”
dem şt .
*
Öğley n Kazangap, Yed gey’ n yanına geld . Yüzünde alaylı b r
gülümseme vardı:
- İşler kötü Beğ, ded . B raz önce otlaktaydım. Sen n Karanar’a
buradak kaymançalar yetmem ş gal ba, anladığıma göre büyük b r
sefere çıkmış..
- Ne sefer ? Nereye g tm ş? Şakanın sırası mı ş md ?
- H ç de şaka değ l. Başka sürülere g tm ş.. b r koku almış olsa
gerek. Dönüşte büyük deren n oradan geç yordum. Bozkırdan
dörtnala gelen b r hayvan gördüm. Yer göğü sarsıyordu koşarken.
Sen n Karanar d bu. Gözümü dört açarak baktım ona. Bar bar
bağırıyor, ağzından salyalar akıyordu. Gözler yuvalarından
oynamıştı. S s n arasına b r lokomot f g b dalıyor, ardında b r kar
bulutu bırakıyordu. Yanımdan yel g b geçt . Sank ben görmem şt .
Malakumdıçap tarafına doğru koşuyordu. Orada, vad n n aşağısında,
b z mk nden daha kalabalık sürüler var. Ee, sen nk s gücünün
doruğunda, buraları dar gel yor ona!
Yed gey’ n çok canı sıkıldı. K mb l r başına ne şler açacaktı bu
deve. O güne kadar da az çekm ş değ ld . Kazangap onu
yatıştırmaya çalıştı:
- Pek o kadar üzülme, kızmana gerek yok. Oralarda öyle güçlü
atanlar var k Karanar’ı b le yıldırırlar. Sen nk s dayak yem ş köpek
g b dönüp gel r.
Ertes gün, cepheden savaş haberler gel r g b Karanar’ın
dövüşler yle lg l haberler gelmeye başladı. H ç de y haberler değ ld
bunlar. Boranlı’da b r tren durmayagörsün, mak n st, ateşç ya da
kondüktör önler ne çıkan herkese Karanar’ın karıştırdığı haltları
sayıp döküyor, geçt kler durakların yakınındak sürülere onun verd ğ
zararları anlatıyorlardı. Söyled kler ne göre Karanar,
Malakumdıçap’ta k atanı öldüres ye dövmüş, dört k ş y sürüden
ayırıp kaçırmış, deve sah pler canlarını Karanar’dan zor
kurtarmışlar. Korkutmak ç n havaya ateş etm şler ama y ne de
başedemem şler onunla. Bundan başka Karanar d ş deves ne b n p
g den b r adamı dev rm ş ve deves n el nden almış. Adam orada,
Karanar ş b t nce deves serbest kalır, o da b ner g der d ye k saat
kadar beklem ş. Zaten d ş deve de pek stekl değ lm ş Karanar’dan
ayrılmaya. Adam artık şler b tt d ye deves n almak ç n yaklaşırken
Karanar ona öyle b r saldırmış k , kend n dar atmış b r çukurun ç ne.
Orada canını kurtardığına şükrederek, b r sıçan g b t treye t treye
saklanmış. B raz sonra aklını başına toplamış ve Karanar’ın gözüne
görünmeden arka taraftan kaçıp g tm ş ev ne.
Sarı-Özek’ n bu tür tels z telefonları le ağızdan ağıza Karanar’ın
çılgınlıkları le lg l b rçok haber geld . Ama bunların en öneml s ve
en korkuncu, Boranlı g b küçücük b r stasyon olan Ak-Moynak’tan
geld . Bu defa haber sözlü değ l, yazılıydı. Elden gelen bu mektupta
yazılanlar nanılır g b değ ld . Ak-Moynak’a nasıl g tm şt bu lanet
hayvan!
Mektubu gönderen Kospan adındak adam h ç de y şeyler
yazmıyordu.
Mektup şöyleyd :
“Selâm saygıdeğer Yed gey Aga!
Şüphes z sen Sarı-Özek’te tanınmış b r k ş s n. Ama y ne de
şu tatsız sözler duymaktan kurtulamayacaksın. Ben sen
daha akıllı b r adam sanırdım. Bu Karanar canavarını nasıl
serbest bırakırsın? H ç böyle b r şey beklemezd k senden!
Burada b ze kan kusturuyor! Erkek develer m z sakatladı ve
en y üç d ş devem z kaçırdı. Ayrıca havutlu b r d ş deve de
Karanar’ın peş nden g tt . Yolda sah b n n altından zorla almış
o devey . Yoksa hayvan ne d ye havutu le gezs n? B z m d ş
develer sürüp götürdü bozkıra. Yanına ne nsan yaklaşab l yor
ne hayvan. Onu serbest bırakmak ş m yan ! Kaburgaları
kırılan erkek develer m zden b r öldü. Havaya ateş ed p
Karanar’ı korkutmak sted m ama şe yaramadı. H çb r şeyden
korkmuyor. Önüne çıkanı paramparça etmeye hazır! İş gücü
sev şmek. Keyf n kaçırmasınlar da ne olursa olsun! Yem yor,
çm yor, ama b r d ş n n üstünden n p ötek ne b n yor. Bu ş
yaparken öyle böğürüyor, çığlıklar atıyor k , yeryer nden
oynuyor. Ve bu ş öyle vahş ce yapıyor k t ks nt ver yor!
Bağıra çağıra bütün bozkırı nlet yor. Sanırsın dünyanın sonu
gelm ş! Ömrümde böyle b r canavar görmed m ben.
Köyümüzde kadın-erkek, çoluk-çocuk, k mse evden
uzaklaşamaz oldu. İşte bunun ç n hemen gelmen , bu
canavarı götürmen st yorum senden. Sana b r gün süre
ver yorum. B r gün sonra b z bu lanet hayvandan
kurtarmazsan o zaman olacaklardan dolayı kusura bakma
Yed gey Aga. Namlu çapı gen ş b r tüfeğ m var. Onunla b r
ayıyı kolayca dev r yorum. Herkes n gözü önünde onun koca
kafasını bu tüfekle del k deş k edeceğ m, der s n de yüzüp
sana göndereceğ m. Onun ünlü Karanar’ın postu olması vız
gel r bana! Ben sözümün er b r adamım, söyled ğ m mutlaka
yaparım. Onun ç n ş şten geçmeden gel ve onu götür!
Ak-Moynaklı n ’ n[20] Kospan.”
İşler böyles ne c dd b r durum almıştı. Mektuptak fade b raz
tuhaftı ama, Yed gey ve Kazangap, ş n şakası olmadığına,
Yed gey’ n b r an önce Ak-Moynak’a g tmes ne karar verd ler.
Ama, söylemes kolay, yapması zor b r şt bu. Önce Ak-Moynak’a
g d lecek, orada bozkıra dalıp Karanar’ı yakalayacak, sonra da onu
bu soğukta, her an kopması beklenen t p de, ger get receks n z! İş n
kolay yanı, sıkıca g y n p b r yük tren ne atlayarak Ak-Moynak’a kadar
g tmek, orada b r deveye b nerek Karanar’ı aramaya koyulmaktı.
Ama Karanar azgını, harem n bozkırın hang köşes ne alıp
götürmüştü? Mektuptak fadeye göre Ak-Moynaklar ona çok
kızmışlardı ve üzer ne b n p Karanar’ı aramaya çıkması ç n b r deve
vermeyeb l rlerd . O zaman yayan-yapıldak yollara düşecek, karda-
soğukta, b lmed ğ yerlerde Karanar’ı bulmaya çalışacaktı.
Yed gey sımsıkı g y nd . Ukubala’nın hazırladığı y yecek torbasını
aldı ve erkenden yola koyuldu. Pamuk astarlı pantolonunu, kışlık
ceket n , onun üzer ne koyun kürkünden paltosunu, ayaklarına da
keçe ç zmes n g yd . H çb r taraftan rüzgâr geç rmeyen t lk
postundan yapılmış malakayını[21] başına geç rd . Boynu, başı kürk
ç ndeyd . Bundan sonra koyun der s nden yapılmış eld venler de
geç rd eller ne. Ak-Moynak’a deve le g tmeye karar verm şt .
B neceğ d ş deven n havutunu vururken Abutal p’ n çocukları Daul
le Ermek koşarak yanına geld ler. Daul, el örgüsü yün atkıyı
uzatarak:
- Yed gey amca, ded , bunu annem boynunu üşütmemen ç n verd .
- Boynumu mu? Yan boğazımı demek st yorsun.
Yed gey atkıyı aldı, sev nd ve çocukları kucakladı.
Çok duygulanmıştı. B r çocuk g b , sev nçten uçuyordu.. Çünkü
Zar fe’n n onu düşünüp kaygılandığını gösteren lk şaret d bu.
- Annen ze söyley n, ded , gec kmeden döneceğ m, nşallah yarın
burda olurum, sonra hep beraber toplanır, çay çer z.
Böylece yola koyuldu. B r an önce o uğursuz Ak-Moynak’a g d p
gelmek, Zar fe’n n gözler ne bakarak, özenle katlayıp ç ceb ne
koyduğu bu atkıyı ver ş n n mânasını anlamak ç n can atıyor, büyük
b r heyecan duyuyordu. Yola koyulduktan sonra b r ara ger
dönmemek ç n kend n zor tuttu. Cehenneme kadar yolu vardı o
lanet Karanar’ın. Kospan den len adam kurşunu kafasına sıksın ve
ded ğ g b der s n ona gönders nd . Kader onu böyle cezalandırırsa,
buna yanıp yakılmasının ne gereğ vardı! Hakketm şt o bu cezayı!
Ama, yoldan dönmek utanç ver c b r şey olurdu ve o da dönmekten
vazgeçt . Dönerse rez l olurdu. Ukubala ve Zar fe ne derlerd ? Asıl
dönüş sebeb n nasıl anlatırdı onlara?
Yapması gereken en y ş n b r an önce Ak-Moynak’a varmak ve
oradan olab ld ğ kadar çabuk dönmek olduğuna karar verd . Başka
çıkar yolu yoktu. Deves n sürdü. Hava soğuktu. Rüzgâr sürekl
es yor, bıçak g b de kes yordu. Yüzünü gözünü kırağı kaplamıştı.
T lk postundan yapılmış malakayının tüyler de bembeyaz olmuştu.
Deven n burnundan çıkan buğular da kırağılaşmış, hayvanın
boynunu kaplamıştı. Besbell , kış bütün ş ddet yle gel p yerleşm şt
Sarı-Özek bozkırına. Yed gey henüz s sl bölgeye ulaşmamıştı. Ama
uzaktan, bütün ufku kaplayan s s, yürüyüp ona sokuldukça açılıp yol
ver yor g b yd . O kış gününde, bembeyaz b r örtüyle kaplanmış,
soğuk rüzgârın yaladığı, ıssız Sarı-Özek bozkırı daha korkunç
görünüyordu.
Yed gey’ n b nd ğ d ş deve, henüz pek genç olsa da, yorulmadan
yol alıyor, bu sak n alanlarda mesafeler kapatıyordu. Ama, böyle de
olsa, Karanar’ın g d ş ne, onun hızına alışan Yed gey ç n, bu d ş
deve pek yavaş g d yormuş g b gel yordu. Eğer altındak deve
Karanar olsaydı böyle m g derd ? Onun soluk alışı da, adım atışı da
bambaşka d ve bu deve le onu karşılaştırmak mümkün değ ld .
Esk ler boş yere demem şler:
- Bu atın o attan üstünlüğü ne?
- Güzel yürür, hızla g der, yol alır.
- Bu y ğ d n o y ğ tten üstünlüğü ne?
- Hem akıllı, hem b lg l , erdeml .
Yol uzundu, nsanlarla karşılaşacağı yere ulaşab lmek ç n daha b r
hayl g decekt . Eğer Zar fe’n n verd ğ atkı olmasa, Yed gey bu uzun
yolda sıkıntıdan patlardı. Pek değerl b r şey değ lse de, yol boyunca
göğsünde onun sıcaklığını duydu. Bunca yıl yaşamıştı, sevd ğ b r
kadından gelen böyle küçük b r şey n nsanın yüreğ n bu kadar
ısıtab leceğ ne b r türlü nanamıyordu, ama ısıtıyordu şte. Ara sıra
el n koynuna sokuyor, Zar fe’n n armağanı olan atkıyı okşuyor,
dudaklarında mutlu b r gülümseme bel r yordu. Ama hemen ardından
y ne kara düşüncelere dalıyordu. Ne olacaktı bu ş n sonu? Tam b r
çıkmazda görüyordu kend n . İnsanın yaşamak ç n b r amacı, bu
amaca ulaşmak ç n tutacağı b r yol olurdu. Ama onun ne amacı
vardı, ne yolu!
Böyle zamanlarda, eng n, ıssız Sarı-Özek bozkırlarını kaplayan
soğuk s s bulutları g b , Yed gey’ n gözler n de üzüntü dolu b r s s
buruyordu. Sorduğu sorulara b r cevap bulamıyor, mutsuz, umutsuz,
acılar ç nde kıvranıyordu. Ama az sonra yen b r hayale kapılıyor,
yen b r umutla heyecanlanıyordu...
Bu ıssızlık, bu sess zl k ç nde, döne döne o karamsar düşüncelere
gel p saplandı. N ye böyle b r hayat düşmüştü ona? N ç n Sarı-
Özek’e çakılıp kalmıştı? Kara tal h n yerden yere vurduğu o mutsuz
a le de nerden düşmüştü Boranlı’ya? Bütün bunlar olmasa, daha
rahat, daha güvenl yaşardı. Ama onun gönlü uslanmıyor ve hep
mkânsızı st yordu.. B r de şu azgın Karanar belâsı vardı başında. O
da ayrı b r yük, feleğ n ayrı b r s lles yd onun ç n. Gerçekten şanssız
b r adamdı. Şu dünyada rahat yoktu ona.
Yed gey, Ak-Moynak’a ancak akşam üzer ulaşab l rd . Yol uzundu,
üstel k de kış olduğu ç n, durmadan yürüyen d ş deve y ce
yorulmuştu.
Ak-Moynak da Boranlı g b küçük b r makas, b r yol ayırma
stasyonu d . Yalnız burada köyün b r kuyusu vardı. Başka h çb r
farkı yoktu. O da Sarı-Özek’te olduğuna göre, başka ne farkı
olab l rd k ?
Yed gey, Ak-Moynak’a geld ğ nde, sokak başında rastladığı b r
çocuğa Kospan’ın ev n sordu. O sırada Kospan dem ryolunda ş n n
başındaymış. Bunun üzer ne Yed gey de stasyon şefl ğ ne g tt . Tam
nöbetç kapısından çer g receğ sırada, orta boylu, tıknaz ama
çev k, kurnaz kurnaz gülümseyen b r adam çıktı karşısına. Sırtında
ona pek uymayan b r gocuk, ayağında yıpranmış keçe ç zmeler,
başında yana kaymış esk b r kalpak vardı. Yed gey’ görür görmez
tanıdı ve yaklaştı:
- Vay Yed gey Aga! Saygıdeğer Boranlı Yed gey Agamız! Geld n
demek? Sen sabırsızlıkla bekl yor, gelmeyeceks n d ye
korkuyorduk..
Yed gey güldü:
- Yazdığın o tehd t mektubundan sonra gelmey p de ne
yapacaktım?
- Başka türlü yapamazdık Yed gey Aga, hem bu mektup derd n
sadece yazısıdır, b r kâğıt parçası.. ama öneml olan sen n b r an
önce b z o azgın Karanar’dan kurtarmandır. Kuşatma altına alınmış
g b y z, bozkıra adım atamıyoruz. Daha uzaktan görünce saldırıyor
nsana. Korkunç b r belâ bu. Böyle b r deven n sah b olmak kolay ş
olmasa gerek.
Susup, deven n üzer nde oturan Yed gey’ şöyle b r süzdü ve sordu:
- Vallah , bu azgın hayvanla nasıl başedeceğ n anlamıyorum,
çıplak elle m ?
- Çıplak elle olur mu? S lahım var, şte burada.
Yed gey heyben n b r gözüne soktuğu ve sapına sarılmış kamçıyı
gösterd .
- Bu kamçıyla mı yola get receks n o canavarı?
- Ne yan ! Top mu alsaydım?
- B l yor musun, b z tüfekle b le yaklaşamıyoruz yanına. Belk sah b
olduğun ç n sen n sözünü d nler.. ama korkarım k bu kafayla sen
b le tanımaz o, gözünü kan bürümüş..
- Eh, göreceğ z bakalım. Madem k sen Kospan’ın ta kend s s n,
ben Karanar’ın olduğu yere götür, sonrasını ben halleder m. Boş
yere vak t kaybetmeyel m..
Kospan etrafa b r göz attı ve sonra saat ne baktı:
- G deceğ m z yer h ç de yakın değ l, b z oraya varıncaya kadar
akşam olur. Sabahın şerr akşamın hayrından y d r. Hem sen n g b
saygıdeğer konuklar da pek sık geçmez buradan. Bu akşam
konuğumuz olursun. Sabahley n de canın nasıl st yorsa öyle
yaparsın.
Doğrusu Yed gey’ n h ç beklemed ğ b r şeyd bu. Onun hesabına
göre, eğer Karanar’ı yakalarsa bu gece Kumbel’e g decek, orada
stasyon yakınında oturan b r ahbabının ev nde gecey geç recek,
sabahley n erkenden yola çıkacaktı. Ama Yed gey’ n kalmaya n yetl
olmadığını gören Kospan kest r p attı:
- Bak Yed gey Aga, bu ş sen n ded ğ n g b olmaz. Yazdığım o
mektuptan dolayı özür d ler m, başka çarem z yoktu. Çok zor
durumdaydık. Ama sen bu gece bırakmam. Allah göstermes n, bu
kış günü ve gece vakt o ıssız bozkırda başına b r şey gel rse, Sarı-
Özek’te k mseler n yüzüne bakamam b r daha. Bu akşam b zde kalır,
sabahley n nasıl stersen öyle yaparsın. Ev m köyün şu ucunda ve
ş m n b tmes ne de sadece b rbuçuk saat kaldı. G t, kend ev n g b
yerleş. Devey ağıla bırak, yem , suyu, her şey var. B z m suyumuz
boldur.
Hava çabuk karardı. Ne de olsa kış günüydü, gündüzler kısa
sürüyordu. Kospan ve a les ne y nsanlarmış meğer! Karısı, yaşlı
annes , beş yaşındak oğlu (daha büyük yaşta olan kızı Kumbel’de
yatılı okuldaymış) ve Kospan’ın kend s konuklarını ağırlamak ç n
dört döndüler. Ev sıcaktı ve Yed gey’ n gel ş de b r canlılık get rm şt .
Mutfakta et kaynıyordu. Et p ş nceye kadar çaylarını çt ler. Yaşlı
kadın b r yandan Yed gey’ n çayını tazelerken, b r yandan da ona
a les n , çocuklarını, Boranlı’dak hayatlarını, havaların nasıl geçt ğ n ,
asıllarının hang yöreden ve hang kab leden olduğunu soruyordu.
Kend ler n n Ak-Moynak’a nasıl saplanıp kaldıklarını da anlattı.
Yed gey neşelenm şt . Bütün soruları cevaplıyor, kend s de b r şeyler
soruyor, b r yandan da sıcak bazlamaları er t lm ş taze tereyağına
banıp atıştırıyordu. Sapsarı nek tereyağı koymuşlardı ve Sarı-
Özek’te nek yağı çok az bulunan b r şeyd . Koyun, keç ve deve
sütünden alınan yağlar da fena değ ld ama nek sütünden yapılan
tereyağının yer n tutamazdı bunlar. İnek tereyağı gerçekten nef st .
Bu yağı onlara Ural etekler nde oturan akrabaları gönderm ş.
Yed gey, tereyağına bandığı bazlamaları atıştırırken, bu yağda,
yemyeş l çayırların can veren kokusunu duyduğunu söyley nce,
n nen n ağzı sev nçten kulaklarına varıyordu. N ne büyük b r coşku
ç nde, doğup büyüdüğü Yayık[22] topraklarını, onların otlarını,
ormanlarını, dereler n anlattı..
Az sonra stasyon şef Ernefes de gel p katıldı sohbete. Kospan,
Boranlı Yed gey’ n gel ş şeref ne onu da davet etm şt . Onun gel ş yle
sohbet konusu değ şt . Pek tab î olarak dem ryolu şler nden, hatların
kardan sık sık tıkanmasından ve benzer meselelerden sözett ler.
Yed gey bu adamı esk den de az-çok tanırdı. İk s de uzun yıllardan
ber dem ryollarında çalışıyorlardı çünkü. Yed gey’den b rkaç yaş
büyüktü ve savaşın b t m nden ber Ak-Moynak’ta stasyon şefl ğ
yapıyordu. Buralarda sev len, sayılan b r nsandı.
Gece olmuştu. Tıpkı Boranlı’da olduğu g b , burada da trenler gel p
geçt kçe evler n camları zangırdıyor, rüzgâr est kçe de kapı ve
pencere aralarından uğulduyor, çer sızıyordu. Sarı-Özek’te
dem ryolu hatları hemen hemen ayn olsa da, burası Yed gey ç n pek
değ ş k gel yordu. Buraya o gözü kararmış Karanar yüzünden
gelm şt ama, kend s n baş köşeye oturtulan, çok saygı gören b r
konuk olarak bulmuştu.
Ernefes’ n gel ş nden sonra Yed gey’ n keyf daha da arttı. Çünkü
Ernefes, Kazak el n n geçm ş n çok y b len, güzel de konuşan,
neşel b r adamdı. Sohbet y ce koyulaştı ve konu esk günlere,
geçm ş n ünlü k ş ler ne ve ağızdan ağıza anlatılagelen h kâyeler ne,
efsaneler ne geld . Yed gey, Ak-Moynaklı bu yen dostlar arasında
gerçekten mutluydu. Onları çok sevd . Bunda konuşmaların, o güzel
sohbet n rolü büyüktü ama kend s ne göster len saygı ve
sam m yet n, nef s yemekler n ve çk n n etk s de az değ ld . O yol
yorgunluğu ve dondurucu soğuktan sonra, Yed gey büyük b r bardak
votkanın yarısını çm ş, yuvarlak yer sofrasına konmuş s n dolusu
körpe deve et le y ne genç deven n hörgücünden yapılan tuzlamayı
af yetle yem ş, gevşem ş, key flenm şt . Çakırkey f olunca y ce
neşelend , yüzü güldü ve d l çözüldü. Konuk şeref ne kadeh kaldıran
Ernefes de coşmuş, neşelenm şt . O neşe ç nde Kospan’a:
- Kospan, sana zahmet olacak ama, ded , b z m eve kadar g t,
ben m tamburumu get r ver.
Yed gey buna çok sev nd ve neşe le bağırmaktan kend n alamadı:
- Aman ne y ! Tâ çocukluğumdan ber tambur çalanlara mren r m!
Ernefes ceket n çıkardı, gömleğ n n kollarını çemred :
- Çok y çaldığımı söyleyemem Yed ke, ama sen n şeref ne esk
havalardan b r şeyler hatırlamaya çalışacağım.
Ernefes, hareketl ve kabına sığmaz b r adam olan Kospan’a göre,
daha ağırbaşlı sayılırdı. İr gövdes ve yüzünün c dd l ğ yle nsanda
b r güven uyandırıyordu. Kospan’ın get rd ğ tamburu el ne alınca
c dd leşt . Kend s n çalgısına verm şt ve sank çevres ndek
nsanlarla arasına b r mesafe koymuş ve onlardan, oralardan
ayrılmıştı. B r nsan, der n ç duygularını açığa vurmak sted ğ zaman
hep böyle yapar. Tamburunu akord ederken Yed gey’ n yüzüne uzun
uzun baktı. Yed gey onun r kara gözler nde, den z yüzey nde
yansıyan ışıklar g b b r parıltı gördü. Ernefes uzun ve usta
parmaklarını tellere vurmaya, tamburun perdeler nde gezd rmeye
başlayınca Yed gey hemen anladı o müz k z yafet n n h ç de kolay
geçmeyeceğ n . Ernefes önce bütün parmaklarıyla vurdu tellere, bu
vuruşla demet demet b r ezg doldurdu odayı. Bu ezg demet
çözülüp düğümlenerek, aranılan havayı, aheng buluyor, seç len
türkünün havasına dönüşüyordu. O âna kadar onu ağırlayan bu yen
dostların yanında, unuttuğu dertler , acıları, b rden canlanıverm ş,
tamburun teller nden kalkıp y ne ç n doldurmuşlardı. Ve o, b rden
kend n dert uçurumuna gömülmüş buluverd . N ç n kapılıverm şt bu
duyguya? Bu besteler yapan, bu türküler yakan o esk ustalar, bu
seslerle onun başına neler get recekler n , onu hang gamlı
duygularda yüzdürecekler n b l yor olmalıydılar! Yoksa, Yed gey,
Ernefes’ n çalgısında, ezg s nde kend n bulur, böyles ne çlen r,
böyles ne duygulanır mıydı? Yed gey’ n ruhu ürperd , çırpındı,
çığlıklar atarak kanatlandı.. ve ayn anda önünde evren n bütün
kapıları açıldı: Sev nç kapıları, hüzün kapıları, düşünce, arzu ve
bel rs zl k kapıları, şüphe kapıları...
Ernefes, tamburu gerçekten güzel çalıyordu. Bu dünyadan çoktan
göçüp g tm ş n ce n ce adamların yürek sızıları, çekt kler bütün acılar
canlanıyordu tamburun teller nde. D nleyenler n yürekler ne de
oturuyordu bu acı. Kuru ağaçlara b rb r ardınca ulaşıp yakan b r
yangın g b , duygu ve coşku alevler g b , çatır çatır, cayır cayır
seslerle yayılıyordu. Yangın Yed gey’ n yüreğ ndeyd ş md . Tamburu
d nlerken ara sıra el n ç ceb ne sokup o atkıyı okşuyor, yeryüzünde
onun da sevd ğ b r kadın bulunduğunu düşünüyordu. Ve bunu
düşündükçe hem sev n yor, hem üzülüyordu. B r kere daha anlıyordu
onsuz yaşayamayacağını ve bu aşkın, ne pahasına olursa olsun,
sonsuza kadar ama acılarla dolu olarak süreceğ n . Ernefes’ n b r
yavaşlayıp nleyen, b r coşup gürleyen tamburu söylüyordu bunları
ona. Nakaratlar nakaratları, ezg ler ezg ler zled kçe, Yed gey’ n
yüreğ de dalgalardan dalgalara atlayan b r kayık oluyordu. B r hayal
âlem ne dalıyor, kend n Aral den z nde buluyordu. Aral kıyıları
boyunca görünmez akıntıları seyre daldı. B r kadın saçı g b gür ve
uzun olan, o yana bu yana devr len yosunlara bakarak akıntının
yönünü anlamaya çalışıyordu. Hep suyun aktığı yöne bakardı
yosunlar. Vakt yle Ukubala’nın saçları da böyle uzundu, tâ d zler ne
kadar nerd . Den zde yüzerken tıpkı bu yosunlar g b b r o yana, b r
bu yana süzülürdü. Ukubala gülerd , neşelen rd , esmer yüzünü
mutluluk kaplardı...
Tamburun ses Boranlı Yed gey’ çok etk lem şt . Duygulanmış,
coşkular ç nde yüzüyordu o ş md . Yalnız bu tamburu d nlemek ç n
b le bu ş ddetl kışta tam b r gün yol teperek buraya gelmeye değerd .
Kend kend ne “İy k Karanar uzaklara kaçmış da tâ buralara gelm ş,
yoksa bu güzel tambur ses n d nlemek nas p olmayacaktı” d yordu.
“Ernefes ne de güzel tambur çalıyormuş meğer, onun böyle b r
hüner olduğunu h ç b lm yordum..”.
Yed gey b r yandan Ernefes’ d nlerken, b r yandan da kend
durumunu düşünüyor, hayatına b r göz atmaya çalışıyordu. Cıyak
cıyak bağıran b r çaylak g b göklere yükselmek, oradan kanatlarını
y ce ger p hava akımlarının üzer nde süzülerek aşağılara bakmak,
yalnızlıklar ç nde, aşağıda olup b tenler görmek, anlamak st yordu.
B rdenb re, eng n Sarı-Özek’ n karlarla kaplı manzarası canlandı
gözünde. Dem ryolu hattının bell bel rs z b r dönemec n n ötes nde,
b rkaç küçük ev vardı ve bazılarının pencereler ışıklıydı. Orası
Boranlı d şte. Bu evlerden b r nde Ukubala ve k kızları
bulunuyordu ve belk şu anda üçü b r arada mışıl mışıl uyuyorlardı.
Tab î Ukubala düşüncelere, kaygılara dalıp gözünü kırpmaz halde
değ lse. Başka b r evde de Zar fe ve çocukları vardı. Herhalde Zar fe
uyumuyordu. Onun yüreğ dayanılmaz acılarla doluydu ve daha n ce
felâketler bekl yordu zavallıyı. Çocuklar babalarının öldüğünü hâlâ
b lm yorlardı. Ama er-geç öğreneceklerd gerçeğ ...
Yed gey, trenler n k yana ateşler saçarak gecen n karanlığını yara
yara, karları savura savura büyük b r gürültü le geçt kler n de hayal
ed yordu. O karanlık gecede, her şey gözünün önündeyd ve gece
h ç b tmeyecekt sank . O orada tambur d nlerken azgın deve
Karanar, yakınlarda b r yerde, bozkırın korkunç karanlığında, soğuk,
rüzgâr, kar demeden, durup d nlenmeden d ş deve kovalıyor,
çapkınlık yapıyordu. O da ne yapsın? Böyle yaratılmıştı. Bütün yıl
boyunca otlayarak ve güçlü çenes yle durmadan gev ş get rerek
gücünü b r kt r yordu.
Deven n hazım organı, şkembes öyle düzenlenm şt k , yürürken,
yatarken, hatta uyurken b le gev ş get reb l r.
Böylece topladığı bütün gücü hörgücünde b r kt r r. Hörgüçler ne
kadar çok yağ toplamışsa, ne kadar d pd r olmuşsa, erkek deve de o
kadar güçlü, kış ç n o kadar y hazırlanmış olur. O zaman ne
kardan, ne soğuktan, ne nsanlardan, hatta ne sah b nden korkar.
Karşı gel nmez b r güce kavuşur, kudurur, vahş leş r. O zaman
çevren n hâk m , mutlak hükümdarı olur. Ne yorulmak b l r, ne
acımak, ne susamak. Varsa yoksa sev şmek, d ş ler n n peş nde
koşmaktır ş gücü. Yıl boyunca bu amaçla yaşar, gücünü bu amaçla
b r kt r r. Kış günler n sabırsızlıkla bu yüzden bekler..
Ş md Yed gey, konuk sofrasına kurulup nef s yemeklerle karnını
doyurur, çk s n çerken, tamburunun teller nden dökülen o güzel
ezg ler d nlerken, Karanar, o fırtınalı karanlık gecede, azdıkça
azarak ve damarlarındak kanın çağrısına uyarak, sürüden ayırıp
götürdüğü d ş ler n n başında bekl yordu. Onları her türlü tehl keden,
kurttan-kuştan, nsanlardan koruyordu. D ş ler ne yaklaşacak
canlılara öyle korkunç sesler çıkararak bağırıyor, ağzından
sakalından köpük köpük salyalar çıkararak öyle saldırıyordu k ,
yaklaşanın vay hâl ne!
Tamburu d nlerken Yed gey şte bunları da düşünüyordu...
Müz k ses onu daldığı geçm şten alıp bugüne get r yor, sonra
yarınları düşündürüyor ve y ne geçm şe götürüyordu. B rden ç nde
bütün sevd kler n her türlü tehl keden korumak ç n onlara kol-kanat
germek arzusu uyandı. Dünyada h çb r şey, h ç k mse çares z,
korunmasız kalmamalıydı. Sonra, hayatları kend hayatına bağlı olan
nsanlara karşı b r suçluluk duygusu h ssett ç nde. Der n b r
üzüntüye kapıldı...
Ernefes, tamburun teller ne daha yavaş vurarak ses n haf flet rken,
düşüncel düşüncel Yed gey’ süzerek ve gülümseyerek sordu:
- Hey Yed gey, yoruldun mu? O kadar yol aldıktan sonra
yorulmuşsundur elbet. Ben de d nlenmene fırsat vermeden,
durmadan tıngırdatıyorum tamburu!
Yed gey el n kalb n n üzer ne koydu ve çok sam m olarak:
- Yoo, Erneke, sen ne d yorsun? Tam ters ne. Çoktandır kend m
h ç böyle mutlu h ssetmed m. Eğer sen yorgun değ lsen, çal, b raz
daha çal Erneke, büyük b r zevkle d nl yorum sen .
- Aklından geçen, özell kle sted ğ n b r türkü var mı?
- Sen daha y b l rs n Erneke. Usta, en y çaldığını kend s b l r.
Ama ben daha çok esk türküler sev yorum, onları daha yakın
buluyorum kend me. Nedend r b lmem, o esk havalar ben daha çok
duygulandırıyor ve her çeş t düşüncelere daldırıyor...
Ernefes “anladım” der g b başını salladı ve sonra köşes nde
sess zl ğe dalıp g tm ş olan Kospan’a dönerek gülümsed :
- B z m Kospan da öyle olur, bak ne hâle geld . Ben m tamburumu
d nlemeye başladı mı, artık buralarda değ ld r o, bambaşka b r adam
olur.. öyle değ l m Kospan? Ama bugün konuğumuz var, ara sıra
kadehler m z doldurmayı unutma!
- Tab î! Hemen.. hemen!
Kospan canlandı ve kadehlere votka koydu. İçk ler n yudumlayıp
b raz meze yed ler. Ernefes tamburunu yen den akord ett kten sonra
şöyle ded :
- Madem k sen esk havaları sev yorsun, sana çok esk b r h kâyey
anlatayım. Yaşlıların çoğu b l r bunu, sen de b l rs n. Hem s z n orda
Kazangap g b usta b r anlatıcı var. Ama o ve başkaları sadece
anlatırlar, ben se hem söyler, hem çalarım. Ben mk s b r t yatro g b
olur. Bugün sen n şeref ne, Yed ke, “Raymalı Aganın Kardeş
Abd lhan’a Yalvarması” h kâyes n söyley p çalacağım.
Yed gey memnun olduğunu bell ederek başını salladı ve Ernefes
tamburun teller ne dokundu. O ünlü h kâyen n g r ş melod s döküldü
tellerden. Ve Yed gey’ n gönül teller de t tremeye, yüreğ sızlamaya
başladı. Çünkü bu defa her olay, h kâyen n her bölümü, onun
ruhunda özel yer n buluyor, yankılanıyordu.
Tambur, gümbür gümbür ötüyor, Ernefes’ n gür ses de tamburuna
eşl k ed yor, ünlü cırav[23] Raymalı Aganın[24] acıklı h kâyes ne çok
uygun düşüyordu.
Raymalı Aga, on dokuz yaşındak şarkıcı kız Beg may’a âşık
olduğu zaman altmışını geç yordu. Bu şarkıcı kız onun karşısına b r
yıldız g b çıkmış, hayat yolunu aydınlatmıştı. Daha doğrusu, asıl
âşık olan kızın kend s yd , Raymalı Aga’ya vurulan o d . Çok serbest,
d led ğ g b hareket eden, canı ne sterse onu yapan b r kızdı
Beg may. Ama söylent ler başkaydı. Kızın Raymalı Aga’ya değ l,
altmışından sonra azan Raymalı Aga’nın ona vurulduğunu
söylüyorlardı. O günden ber ağızdan ağıza söylenegelen bu aşk
h kâyes nde, Raymalı Aga’nın tarafını tutanlar da, ona kızan ve karşı
olanlar da vardır. Karşı olanlar adının unutulmasını sterler, onu
tutanlar se, acıklı h kâyes n , yırlarını ağızdan ağıza, kuşaktan
kuşağa aktararak geleceğe ulaşmasını sağlarlar. Böylece bu
efsaney herkes öğrenm şt r, onunla herkes lg len r. Sevenler de
çoktur, sevmeyenler de...
Yed gey o gece Abutal p Kuttubayev’ n yazıları arasında “Raymalı
Aga’nın Kardeş Abd lhan’a Yalvarması” h kâyes n de bulan akdoğan
bakışlı adamın nasıl kızıp küplere b nd ğ n , bu h kâyen n nasıl d le
alınmaz kötü b r şey olduğunu söyleyerek onu suçladığını da
hatırladı. Abutal p Kuttubayev se büyük b r değer ver yordu bu halk
h kâyes ne. Ona “Bozkır Goethe’s n n ş rler ” d yordu. Aa, evet,
Almanlar’ın da çok ünlü b r şa rler de kocamış yaşında genç b r kıza
âşık olmuş. Ş rler nden anlaşılıyormuş böyle olduğu. Abutal p,
Raymalı Aga h kâyes n Kazangap’tan d nleyerek kaleme almıştı.
Çocuklar büyüyünce bunu okusunlar st yordu. Abutal p, bazı
zamanlarda, bazı k ş ler n hayat h kâyeler n n, anıların, çekt kler
acıların, k tlelere malolduğunu, o acıların kalabalıklar tarafından
paylaşıldığını, yana-yakıla anıldığını söylüyordu. Toplum onlardan
ders alır, çok şey öğren r, b r nsanın çekt ğ sıkıntılarda bütün b r
devr görürdü. Sonra da bunu, bu büyük ders , gelecek kuşaklara,
yüzyıllar sonrasına aktarırdı...
Yed gey’ n karşısında oturan Ernefes, kend n bu acıklı konuya
verm ş, hem çalıyor, hem söylüyordu. Dem ryolu hattında b r
bölümün sorumlusu olan bu memurun, uzak geçm şe a t bu efsane
le, Raymalı Aga’nın acıklı h kayes yle ne lg s olab l rd ? Onun,
kend n Raymalı Aga’nın yer ne koyması, acılarını aynen duyarak
yansıtması şaşılacak şeyd doğrusu. Yed gey büyülenm ş g b yd :
“İşte gerçek müz k, şte gerçek ve güzel türkü.. ve şte hüner!
d yordu. ‘Öl ve sonra kend küller n n arasından yen den doğ!’
deseler, h ç tereddüt etmeden ölür nsan... Keşke nsanın yüreğ nde
böyle b r ışık yansa da ruhunu aydınlatsa, serbest ve sağlıklı olarak
en yüce duygularla kaygısızca düşüneb lse...”
Yed gey yatağa g rmeden önce dışarı çıkıp b raz hava almıştı. Ev
sah pler beklenmed k konukları ç n her zaman hazır bulundurdukları
tem z çarşaf ve döşeğ serm şlerd , ama y ne de yatınca hemen
uyuyamadı. Yatağı pencere d b ne ser lm şt , o yüzden dışarıda
rüzgârın uğultusunu, pencereler zangırdatmasını, trenler n k yöne
gel p g tmeler n d nled b r süre. Şafak söker sökmez âs Karanar’ı
aramaya çıkacak, onu yakalar yakalamaz Boranlı’nın yolunu
tutacaktı. Orada onu çocuklar, k ev n çocukları.. bekl yordu.
Mutluluklarını amaç ed nd ğ , ayrım gözetmeden heps n çok sevd ğ
çocuklar...
Ama şu azgın Karanar’ı nasıl yola get recekt ? N ç n başka
develere benzemezd bu hayvan? N ç n develer n en kudurganı,
zapted lmes en güç olanı d o? Ondan o kadar korkuyorlardı k
vurmayı b le düşünüyorlardı. B r hayvana ney n y , ney n kötü
olduğunu nasıl anlatırsınız? Onu buraya kadar koşturup get ren, ona
bu emr veren doğanın düzen , yaradılış kanunu d . Dev g b büyük,
h çb r engel tanımayan, karşısına çıkan her şey ez p geçecek güçte
b r hayvandı. Böyle b r hayvanla nasıl başedecek, ona nasıl d z
çöktürecekt ? B r kere yakaladıktan sonra ayaklarına z nc r vurmalı,
ağıla kapatmalıydı onu ve bütün kış bağlı tutmalıydı. Çünkü bu
g d şle, Kospan değ lse b le, b r başkası onu vurur, hayatına son
vereb l rd . Yed gey de h çb r şey yapamazdı bu durumda...
Bunları düşüne düşüne n hayet uykuya dalacağı sırada tamburu
yanık yanık konuşturmasını b len Ernefes’ n hem çalıp hem
söylemes n b r kere daha hatırladı. Ona böyle güzel b r akşam
geç rtt kler ç n sev nçl yd . Âşık bozkır ozanının acılarını d le get ren
o müz k, onun yüreğ nde de yankısını bulmuş, bu acıları ona da
duyurmuştu. Kend s yle Raymalı Aga arasında b r ortak yan yoktu
ama y ne de kend durumu le Raymalı Aga h kâyes arasında
uzaktan uzağa b r benzerl k, b rb r ne çağrışım yaptıran b r özell k
buluyordu. Yüz yıl kadar önce yaşamış ht yar cırav (yırcı) Raymalı
Aga’nın çekt kler , onun g b b r Sarı-Özekl olan Yed gey’ n ruhunda
yankılanmıştı. Yatağında b r o yana b r bu yana dönerek ç n ç n
nlemeye başladı. Mutsuzdu. B l nmezl kler, umutsuzluklar ç nde
kıvranıyor, kalb sıkışıyordu. Nereye g decekt , ne yapacaktı?
Zar fe’ye neler söyleyecek ve Ukubala’ya ne cevap verecekt ? Yook,
yoktu b r çıkış yolu!
Sonunda uykuya daldı ve dalar dalmaz da kend n Aral kıyılarında
buldu. Aral’ın koyu mav s nden ve ş ddetl rüzgârdan başı dönüyordu.
Esk den, tâ çocukluk yıllarında olduğu g b , kend n suya attı. Köpüklü
dalgaların üzer nde kanat çırpan b r martı d sank . O eng n den z n
yüzey nde, mutluluklar ç nde süzülüyor, süzülüyordu. Ve bu arada
Ernefes’ n tamburu n m n m Raymalı Aga’nın acıklı h kâyes n
çalıyordu. Sonra ‘altın mekre’ balığını Aral sularına salıver ş n gördü.
Balık r yd , kıvraktı. Onu suya götürürken hayvanın kıpır kıpır
canlılığını, b r an önce sulara dalıp kend dünyasına kavuşmak ç n
çırpınışlarını h ssett . Yed gey yuvarlana yuvarlana gelen dalgaların
üzer nden yürüyor, yüzüne çarpan rüzgâra gülüp geç yordu. Sonra
eller n gevşett . Altın mekre, den z n koyu mav l ğ nde pırıl pırıl
parlayarak, sulara daldı g tt ... Uzaklardan b r müz k geld
kulaklarına.. Ve, b r , kara tal h ç n yanıyor, yas döküyordu...
*
O gece, buz g b soğuk ve ş ddetl b r rüzgâr kol gez yordu
bozkırda. Soğuk g tt kçe daha da artıyordu. Karanar’ın sürüden seç p
ayırdığı ve korumasına aldığı dört d ş deve, b r küçük tepen n
kuytusuna çek lm şlerd . Hayvanlar, rüzgârın savurduğu kardan
korunmak ç n, büzüşerek, başlarını b rb r n n boynuna koyarak
ısınmaya çalışıyorlardı. O durumda b le, doymak b lmez vahş leşm ş
Karanar b r rahat verm yordu onlara. Çevreler nde koşup dolanıyor,
h ddetle bağırıp hırıltılar çıkarıyordu. K mden, neden kıskanıyordu
d ş ler n ? Arada b r bulutların ardında görünen Ay’dan mı? Ç ft
hörgücünü hoplata hoplata, uzun boynunu uzata uzata, ağzından
köpükler saçarak, buz tutmuş karları çatır çatır ezerek koşuyor,
tehd tler savuruyor, d ş ler n boynunu, bacaklarını ısırarak
b rb rler nden ayırmaya çalışıyordu. Doğrusu, bu kadarı da fazlaydı
artık. D ş ler gündüz boyunca steğ ne gönüllü olarak boyun
eğm şlerd . Ama ş md geceyd , yorgundular ve üşüyorlardı. Onun
ç n onlar da bağırıyor, onu yanlarına sokmak, h ç olmazsa geceley n
rahatsız ed lmek stem yorlardı.
Sabaha karşı Karanar da b raz yatıştı. D ş ler n n yanında d k l yor,
b raz kest rmeye çalışırken y ne naralar savurur g b ses çıkarıp
çevres ne bakıyordu. Onun sak nleşmes üzer ne d ş ler de y ne
b rb rler ne sokularak karların üzer ne yattılar, boyunlarını uzatıp yere
koydular ve uyumaya başladılar. Uyurken doğacak yavrularını
gördüler düşler nde. Nereden çıkıp geld ğ n b lmed kler , sürünün
öbür erkek develer n döverek kend ler n kaçıran bu kara buğra
(erkek deve) dan gebe kalmışlardı. Yavrularını doğurmaya
hazırlanacaklardı artık. Sıcak yaz günler n , kokulu pel nler ,
yavrularının memeler ne dokunan yumuşak dudaklarını da gördüler
düşler nde. Bu onlara, memeler n n sütle dolacağı günler de
düşündürdü. O günler özlüyorlardı. Onlar düş dolu uykularında ken
Karanar başlarında d k l p duruyor, onları bel rs z tehl kelerden
koruyor ve rüzgâr onun uzun tüyler arasında vınlıyordu...
Evren n rüzgârlarıyla yıkanan yerküre, kend eksen nde ve güneş n
etrafında dönmeye devam ed yordu. Bell b r konuma geld ğ zaman
ortalık aydınlandı ve Sarı-Özek bozkırında sabah oldu. İşte o zaman
gördü Karanar b r d ş deveye b nm ş k k ş n n kend s ne doğru
çıkageld ğ n . Yed gey ve Kospan d bunlar. Kospan’ın el nde b r
tüfek vardı.
Boranlı Karanar b rden kızdı, köpürdü. Hırsından tep nerek,
köpükler saçarak bangır bangır bağırmaya, böğürmeye başladı.
İnsanlar ne caseretle yaklaşırlardı onun egemenl k alanına! Kızıştığı
dönemde ne cesaretle ve ne hakla sokulurlardı d ş ler n n yakınına!
Yer göğü nleterek böğürüyor, uzun boynunun ucundak başını k
yana sallıyor, masal ejderhası g b d şler n göster yor ve
gıcırdatıyordu. Burnundan çıkan buğular ânında kırağıya dönüşüp
yeles ne yapışıyordu. Tahr k ed lmekten, heyecandan şemek steğ
geld ve dört ayağını b rden açarak rüzgâra karşı şed . Kesk n b r
s d k kokusu kapladı ortalığı. Savrulup hemen donan s d k
parçacıklarından b rkaçı gel p Yed gey’ n yüzüne çarptı.
Yed gey hemen yere atladı, kürkünü çıkarıp yere bıraktı. Sırtında
ceket, ayaklarında pamuk astarlı pantolon vardı. Yalnız, heybeden
kamçısını çıkardı, sapına sarılmış sırımını açtı.
Kospan tüfeğ n doğrultarak seslend :
- Bak Yed ke, sen güç durumda bırakırsa vuracağım onu!
- Yoo, sakın ateş etme. Onunla başa çıkmasını b l r m ben. Ama
sana saldıracak olursa o zaman serbests n, çekers n tet ğ !
- Pekâlâ öyle olsun, ded Kospan ve deveden nmed .
Yed gey kamçısını havada sallaya sallaya ve şaklata şaklata azgın
Karanar’ın üzer ne doğru yürüdü. Onun üzer ne doğru geld ğ n
gören Karanar da büyük b r öfke le ağzından salyalar, köpükler
saçarak ve korkutucu sesler çıkararak onun üzer ne koştu. Bu sesler
d ş develer de uyandırmış, ürkütmüştü. D ş ler kaçıp dağıldılar.
Yed gey kamçısını şaklatmaya devam ett . Onu kar kızağına koşup
yüreklend rmek, korkutmak ç n şaklattığı g b şaklatıyordu kamçıyı.
B r yandan da yüksek sesle konuşarak kend s n tanıtmaya
çalışıyordu:
- Karanar! Karanar! Aptallık etme! Kör müsün! Bak, ben m, ben!
Sah b n tanımadın mı! Dur orda, yaklaşma!..
Ama Karanar’ın aldırdığı yoktu onun bağırmalarına ve kamçısına.
Hörgüçler n hoplata hoplata, tehd t dolu patlak gözler n kocaman
açarak, bütün cüsses yle gel yordu Yed gey’ n üzer ne. Yed gey
korktu. Karanar’ın h ç şakası olmadığını anlamıştı ve kamçıyı olanca
gücüyle kullanmaktan başka çares kalmamıştı. B r el yle kalpağını
başına sıkıca bastı ve başladı kamçıyı savurmaya. Kalın sığır
gönünden kes lm ş, örülmüş ve katranlanmış kamçının uzunluğu yed
metre d . Yed gey’ n üzer ne b r dağ g b gelen deve, besbell onu
ayakları altında ezmek ya da d şler yle parçalamak n yet ndeyd . Ama
Yed gey kamçısını ustaca savuruyor, sağa sola kaçarak onu
şaşırtıyor, b r yandan da kend s n tanısın d ye durmadan
seslen yordu. B rb rler n n açığını kollayarak uzun zaman dövüştüler.
İk s de kend b ld kler g b dövüşüyordu. İk s de kend yönler nden
haklıydılar. Yed gey, azgın deven n aradığı, bulduğu mutluluğu
y t rmemek ç n gösterd ğ zaptolunmaz stek ve kararlılık karşısında
b raz sarsıldı. O b r buğra d , atan deve d ve sah b onun mutluluk
hakkını el nden almaya kalkıyordu! Ama Yed gey’ n de yapacağı
başka b r şey yoktu. Kamçıyı gözüne sabet ett rmemeye çalışarak
savurmaya, onu d ze get rmeye çalışıyordu. Uzunca b r dövüşten
sonra, kazanan Yed gey oldu. Kamçısıyla kend n koruya koruya ve
bağıra bağıra, azgın hayvana yaklaştı ve an b r hareketle üzer ne
atılıp üst dudağına yapıştı, öyle asıldı k neredeyse koparacaktı
hayvanın dudağını. Bundan sonra, yanında hazır tuttuğu
burunduruğu geç rmes pek zor olmadı. Karanar bağırdı,
dudaklarının acısıyla nled . Gözler korkudan ve acıdan kocaman
açılmıştı. Yed gey, b r aynaya bakarmış g b kend aks n gördü o
gözlerde.. Gördü ve ürperd . Az daha ger çek l p mücadeley
bırakacaktı. Çünkü b r anda, hayvanın gözbebekler nde gördüğü
yüzü, nsanlıktan çıkmıştı. Ter ç nde korkunç derecede ç rk nleşm ş,
vahş leşm şt . Dövüşürken, yerdek kar örtüsünü ç ğney p eşeler g b ,
aktarır g b bozduğunu da farketm şt o gözlerde. Karanar’a d z
çöktürmek, ez yet etmek ç n g rm şt o hâle. Ne suçu vardı
Karanar’ın? Böyle yaratılmış olması onun suçu muydu? B r an, onu
bırakıp g tmek sted . Ama yapamazdı bunu. Boranlı’da k s n de
bekleyenler vardı. Onu burada bırakıp g decek olsa Ak-Moynaklılar
vurup öldürürlerd . Onun ç n, b r zafer kazanmış g b nara atarak
devey ıhtırmaya başladı. Ağzına burunduruk vurulmuş Karanar’ın da
Yed gey’e boyun eğmekten başka çares kalmamıştı. Gerç hâlâ
homurdanıyor, bağırıyor, köpüklü ağzından çıkan buğulu nefes n
sah b n n yüzüne savuruyordu ama, yen lm şt artık.
Yed gey, Kospan’a seslend :
- Kospan, o havutu buraya get r, sonra da şu d ş develer tepen n
ardına sür k gözü görmes n onları!
Kospan, b nd ğ deven n semer n ona get rd ve sonra Karanar’ın
d ş ler n tepen n ardına sürdü. Bundan sonra da Yed gey kısa
zamanda Karanar’ın sırtına havutu vurdu, Kospan’ın karların
üzer nden alıp uzattığı kürkü g yd ve Karanar’ın sırtına atladı.
Karanar hâlâ homurdanıyor, sah b n n sürdüğü tarafa değ l,
d ş ler n n bulunduğu yöne g tmek st yor, bu arada başını ger ye
uzatıp Yed gey’ n bacağını ısırmaya çalışıyordu. Ama Yed gey ş n
b l yor, Karanar’ın homurdanmasına, öfkel kükrey ş ne aldırmadan,
onun kadar natla, karlı düzlüklerde sürüyordu onu. B r yandan da
kamçısı le deves n yatıştırmaya, aklını başına get rmes ne
çalışıyordu:
- Yeter artık Karanar! Yeter! Ger döneb leceğ n , buralarda
kalab leceğ n aklından çıkar artık! Sana gerçekten kötülük yaptığımı
mı sanıyorsun sen? Acımadığımı mı sanıyorsun? Ben olmasam sen
çok zararlı vahş b r hayvan g b vurup geberteceklerd ! Buna ne
d yorsun pek ? Kudurdun sen, kudurdun! Hang hayvan yapar sen n
yaptığını? Kend süründek d ş ler yetmed m ? Buralara kadar
gelmene ne gerek vardı? Bak ben y d nle! Ş md eve g d yoruz,
oraya varınca sen z nc re vurup ahıra kapatacağım. Bak bakalım o
zaman kaçab lecek m s n!
Yed gey böyle konuşmakla, her şeyden önce bu davranışını kend
gözünde haklı çıkarmaya çalışıyordu. Yoksa, Karanar’ı Ak-Moynaklı
d ş ler nden zorla ayırmak haksızlıktı doğrusu. Eğer b raz uysal b r
deve olsa bunlar gel r m yd başına! Meselâ b n p geld ğ d ş devey
burada bırakacaktı, b rkaç gün sonra Kospan, Boranlı’ya götürecekt
onu. O b r dert açıyor muydu başına? Başkalarına belâ oluyor
muydu? Ama bu lanet Karanar herkes n başını derde sokuyordu!
B r süre sonra Karanar, sırtında havut olduğu ve sah b n n
egemenl ğ n kabul etmek zorunda kaldığı ç n sak nleşm şt . Ş md
daha az bağırıyor, daha düzgün ve hızlı yürüyordu. Sonunda
koşmaya, her zamank g b Sarı-Özek bozkırını arşınlamaya başladı.
Yed gey de yatışmış, kend ne gelm şt . Karanar’ın yaylanan
hörgüçler arasına rahatça kurulmuştu. Rüzgârdan korunmak ç n
kürkünün etekler yle önünü kapatmış, kalpağını y ce bastırmıştı. B r
an önce Boranlı’ya ulaşmak st yordu ş md .
Hava pek fena sayılmazdı. B raz rüzgârlı, b raz da bulutluydu.
Geceley n kar fırtınası patlak vereb l rd ama ş md l k korkulacak b r
şey yoktu. Bununla b rl kte, Boranlı’ya kadar daha epeyce yol vardı
önünde.
Yed gey, Karanar’ı yakalayıp ger get rmekten memnundu ama onu
asıl sev nd ren, mutlu kılan, Kospan’ın ev nde Ernefes’ n tamburunu
d nleyerek unutulmaz b r gece geç rm ş olmasıydı.
Bunları hatırlayınca, farkına varmadan düşünceler onu, hayatının
acılarına sürükley p get rd sonunda. Sev nc n yer n üzüntü aldı.
Başkalarına acı vermeden kend g zl derd n nasıl açıklayacaktı?
Zar fe’ye açıkça nasıl “Sen sev yorum!” d yeb lecekt ? Abutal p’ n
çocukları ler de “Kuttubayev” soyadını taşıdıkları ç n bazı
güçlüklerle karşılaşacaklarsa, Yed gey onlara kend soyadını
vermeye hazırdı. Bunun ç n Zar fe’n n ‘evet’ demes yeterd . Kend
soyadı Daul ve Ermek’ n ş ne yarayacaksa, onları aşamayacakları
güçlüklerden koruyacaksa, bundan gerçekten mutluluk duyardı.
Böylece çocuklar, güçler ve çabaları oranında başarı şansını elde
ederlerd .
Karanar’ın sırtında yol alırken Boranlı Yed gey’ n kafasından şte
bunlar geç yordu.
Vak t öğley çoktan geçm şt . Yorulmak b lmeyen Karanar, hâlâ ara
sıra öfkes n bel rtmekte, homurdanmakta se de, sah b n hızlı hızlı
götürüyordu. Önler nde Boranlı’nın develer , karla kaplı vad ler
görünmeye başlamıştı. İşte büyük tepe ve onun hemen ardında
Boranlı stasyonu ve şte dem ryolu d rseğ n n ç nde, bacaları tüten
küçük evler.. Yed gey, k a ley , o çok sevd ğ nsanları merak ed yor,
“ne durumdalar acaba?” d yordu kend kend ne. Onlardan sadece b r
gün ayrı kalmıştı ama b r yıl ayrı kalmış g b merak ed yordu. En çok
çocukları özlem şt . Boranlı evler n görünce Karanar da adımlarını
sıklaştırdı. Ter ç nde kalmıştı. Burnundan halka halka buhar
çıkıyordu. Yed gey ev ne ulaşıncaya kadar k yük katarı geld ve
stasyonda karşılaştılar. Bunların b r batıya, ötek doğuya g tt ...
Yed gey her şeyden önce Karanar’ı ağıla kapatmak ve kaçmasını
önlemek ç n ev n n arkasında durdu. Burada deveden n p ön
ayaklarına z nc r köstek vurdu. Havutunu hemen çıkarmadı, ter
kuruduktan sonra çıkaracaktı. B r an önce eve g rmek ç n
sabırsızlanıyordu. Bel n n ve bacaklarının uyuşukluğunu g dermek
ç n ger ne ger ne ağıldan çıkacağı sırada büyük kızı Saule koşup
yanına geld . Yed gey de kürkünün ç nde güçlükle hareket ederek
kızını kucakladı, öptü. Kızı haf f g y ml olduğu ç n:
- Eve g r yavrum, üşüyeceks n, ded , ben de ş md gel yorum.
Saule babasına y ce sokularak:
- Baba, Daul le Ermek g tt ler, ded .
- Nereye g tt ler?
- Temell ayrıldılar, anneler yle b rl kte trene b n p g tt ler..
- Temell m g tt ler? Ne zaman?
Yed gey kızının söyled kler n tam anlamış değ ld . Gözler n n ç ne
bakarak sormuştu soruyu.
- Bu sabah g tt ler, ded Saule.
- Yaa, demek g tt ler? Sen koş eve g r, ben de ş md gel yorum.
Saule köşey dönünce Yed gey, ağılın kapısını kapamayı dah
unutarak ve kürkünü çıkarmadan Zar fe’n n ev ne yürüdü. Kızının
söyled kler ne nanamıyordu, herhalde yanılmış olmalıydı Saule.
Böyle b r şey olamazdı. Ancak, ev n sundurmasına gel nce b rçok
ayak z gördü. Kapıyı dış mandalından tutup hızla çekt , çer g rd .
Ev boştu. Bomboştu! Buz g b de soğumuştu. İşe yaramayan b r sürü
ıvır zıvır atılmıştı oraya buraya. Ne Zar fe vardı, ne çocuklar!
Ev n ç nde dolanıp duruyor, gerçeğ b r türlü kabul edem yordu.
- Nasıl olur? Nasıl g derler? d ye söylen yordu kısılmış ses yle.
G tm şler! G tm şler ha!
Kend n h çb r zaman bu kadar kötü h ssetmem şt . Ayakta, soğuk
sobanın başında d k l p duruyor, bu acıya, sevd ğ nsanları y t rmen n
üzüntüsüne nasıl dayanacağını, ne yapacağını soruyordu kend
kend ne. Büyük b r haksızlığa uğradığını, y ce ez ld ğ n
düşünüyordu. Penceren n önünde Ermek’ n almayı unuttuğu
faltaşlarını gördü. Zavallı çocuklar bu kırk b r taşla, çoktan ölmüş
bulunan babalarının ne zaman döneceğ n anlamak ç n fal açarlardı.
İk kardeş n umut taşları, sevg ve özlem taşlarıydı bunlar. Yed gey
taşları avucuna aldı, okşar g b sıktı. İşte onlardan ger ye kalanlar
sadece bu taşlardı. Sonra duvara döndü. Üzüntüden ateş g b yanan
alnını buz g b soğuk duvara dayadı ve hıçkırıklarını tutamadı.
Ağlarken taşlar b rer b rer kayıp düşüyordu parmaklarının arasından.
Taşları tutmak st yordu ama t treyen eller yle bunu yapamıyor, düşen
taşlar döşemede tok sesler çıkarıyor ve boş odanın ç nde yuvarlanıp
dört b r yana g d yordu...
Ş md de sırtını döndü duvara, yavaşça kayarak yere çömeld .
Sırtında kürkü, başında kulaklarını da örten kalpağı le, duvara
yaslanıp kaldı. Sarsıla sarsıla ağladı. Sonra, Zar fe’n n b r gün önce
verd ğ atkıyı ceb nden çıkarıp gözyaşlarını s ld ...
Terked lm ş baraka-evde, olanları anlamaya çalıştı. Anlaşıldığına
göre Zar fe çocukları da alıp g tmek ç n onun Boranlı’da
bulunmayacağı b r günü beklem şt . Yed gey’ n g tmes ne z n
vermeyeceğ n , engel olacağını b l yordu elbet. Gerçekten de
Yed gey dünyada bırakmazdı onu. Eğer Boranlı’da olsaydı trene
b nmeler ne kes nl kle engel olurdu. Yazık k geç kalmıştı buna. Zar fe
de, çocuklar da g tm şlerd . Nasıl dayanacaktı onların yokluğuna?
Burda olsaydı h ç bırakır mıydı onları? Zar fe onun yokluğundan
yararlanıp g tmeye karar verm ş, böylece g d ş n kolaylaştırmıştı
ama, Boranlı’ya dönen Yed gey’ n onların ev n bomboş bulunca ne
hâle geleceğ n , ne dayanılmaz acılar çekeceğ n düşünmüş müydü
h ç?
Pek , stasyonda tren n durmasını k m sağlamış, b n p g tmeler ne
k m yardım etm şt . Herhalde Kazangap yapmıştı bunu! Ondan başka
k m olab l rd ? Evet oydu, oydu bunu yapan! Tab î o, Stal n’ n öldüğü
gün, Yed gey’ n yaptığı g b mdat kolunu çekerek durdurmuş değ ld
tren . Durmadan geç p g tmes gereken b r tren n orada b r- k dak ka
durması ç n stasyon şef n razı etm şt . Sersem her f! Ukubala’nın da
parmağı olmalıydı bu şte. Zar fe ve çocuklarının buradan b r an önce
g tmeler n st yordu herhalde! Vay ha nler vay!
Böyle düşünen Yed gey’ n beyn öç alma duygusuyla yanıyor,
gözler k nle, h ddetle kararıyordu. B rden, bütün gücünü toplayıp,
Boranlı denen bu lanet köyü, bu lanet stasyonu yakıp yıkmak, yerle
b r etmek düşünces geçt aklından. Boranlı’yı yakıp yıkmak, sonra
da Karanar’a b n p onu Sarı-Özek bozkırına sürmek, orada
yalnızlıklar ç nde, açlıktan, soğuktan geber p g tme steğ ... Aklından
bunlar geç yordu ama, o boş evde, güçsüz, çares z, umutsuz, yığılıp
kalmıştı. O ev de, bütün dünya da yıkılmıştı başına. B r soru h ç
çıkmıyordu aklından: “N ç n g tt , nereye g tt ? N ç n g tt , nereye
g tt ?”
Sonunda ev ne döndü. Ukubala h ç konuşmadan onun kürkünü,
kalpağını, keçe ç zmeler n çıkarıp b r köşeye koydu. Yed gey’ n taş
kes lm ş donuk yüzünden ne düşündüğü, ne yapacağı
anlaşılmıyordu. Kör kör bakıyordu donuk gözler yle. Kend n
koyvermemek, ç nden neler geçt ğ n açığa vurmamak ç n nasıl
nsanüstü b r çaba gösterd ğ n bell etm yordu gözler .
Ukubala kocasını beklerken semaver n ateş n b rkaç kez yakmıştı.
Semaver ş md közleşm ş kömürde fokur fokur kaynıyordu.
- Çay hazır, sıcacık.. d ye sess zl ğ bozdu.
Yed gey karısının uzattığı çayı alırken sess zce yüzüne baktı.
Kaynar çayı yudumlarken ağzının yandığını b le farketm yordu. İk s
de gerg nd ve k s de konuşmaya önce karşısındak n n başlamasını
st yordu.
Sonunda Ukubala başladı konuşmaya:
- Zar fe çocuklarını alıp g tt .
Yed gey yüzünü çt ğ çaydan kaldırmadan kısaca:
- B l yorum, ded .
Y ne gözler n çay bardağından ayırmadan sordu:
- Nereye g tt ?
- G tt ğ yer söylemed b ze.
İk s de sustular. Kaynar çayın ağzını yakmasına aldırmayan
Yed gey’ n aklında tek şey vardı: Kend n koyvermemek, her şey bell
ederek, kend n tutamayarak rez l olmamak ve bu eve mutsuzluk
get rmemek.
Çayını çt kten sonra dışarı çıkmak ç n tekrar g y nmeye başladı.
Keçe ç zmeler n g yd , kürkünü sırtına, kalpağını başına geç rd .
- Nereye g d yorsun? ded Ukubala.
- Hayvanlara bakacağım, ded Yed gey kapıdan çıkarken.
Kısa süren kış günü sona erm şt . Hava nerdeyse gözle görülecek
şek lde hızla kararıyordu. Soğuk da g tt kçe sertleş yor, ş ddetl b r
rüzgâr karları süpürüp savuruyordu. Yed gey suratı b r karış asık,
kaşları çatık olarak, hızlı adımlarla ağıla yürüdü. Z nc r n koparmaya
çalışan Karanar’a öfkeyle, hınçla baktı ve ses n n vargücüyle bağırdı:
- Hâlâ ne bağırıyorsun sen! Durup d nlenmek b lmez m s n? Artık
uzun uzun konuşacak değ l m sen nle! Bak ne yapacağım sana!
Burnundan f t l f t l get receğ m yaptıklarını. Görürsün sen!
Sonra küfürler savurarak Karanar’ın böğrüne b r yumruk nd rd ,
sırtındak havutu çıkarıp attı, ayağındak z nc r çözdü. Sonra, b r
el yle uzun kamçıyı, öbür el yle deven n yularını tutarak, onu kırlara
doğru aldı götürdü.
Yed gey’ n yedeğ nde gelen deve durmadan bağırıyor, nl yordu.
Bıktırıcı, s n r bozucuydu. Yed gey b rkaç kere ger ye dönüp ona
kamçısını gösterd , yularını sarstı, ama Karanar susmuyordu. Bunun
üzer ne ‘tüh sana!’ d ye yere tükürdü ve onun bağırmalarına aldırış
etmemeye çalıştı. Kalın b r kar örtüsünün üzer nde, rüzgâra karşı ve
göz gözü görmeyen b r karanlıkta yürüyor, deven n bağırmalarına
aldırmıyordu. Suratı b r karış asık, c nler tepes nde, der n der n
soluyarak ve hızını h ç yavaşlatmadan yürüyordu. Epeyce yürüyüp
yakın tepeler de aştıktan sonra durdu. Ş md Karanar’la
hesaplaşacak, onun cezasını verecekt . Kürkünü çıkarıp karların
üzer ne bıraktı. Deven n yularını bel ne bağladı. Böylece Karanar
el nden kaçıp kurtulamayacak, kamçıyı kullanmak ç n k el de
serbest kalacaktı. İk el yle yapıştı kamçının sapına ve sonra söylene
söylene, küfürler savurarak olanca gücüyle başladı vurmaya.
Uğradığı felâketten onu sorumlu tutuyor, vuruyor.. ha vuruyordu.
- Al sana! Al bakalım! Lanet hayvan. Bütün bunlar sen n yüzünden
geld başıma! Suçlu sens n, tek suçlu sens n! Kaçmak st yorsun
değ l m ? Kaç, kaç ama önce b r yer n sakat bırakayım da sonra
salacağım sen ! Al sana! Al! Başını alır g ders n değ l m ? Köppoğlu!
Ben sen n peş nde koşarken o da çocuklarını alıp g tt şte! K m n
umurunda ben m başıma gelenler, ben m acılarım! Ben m dünyamın
yıkılışı! K msen n umurunda değ l ha! K mseler de ben m umurumda
değ l öyleyse! Al sana! Köpek, al sana!
Karanar kamçı darbeler altında nl yor, korkudan ve acıdan kend n
o yana bu yana atıyor, bar bar bağırıyordu. Sonunda çılgına döndü,
yularını hızla çekt , Yed gey’ dev rerek kütük g b sürüklemeye
başladı. Sah b nden kurtulmak, onu zorla get rd kler yere g tmek
st yordu.
Karlar ç nde sürüklenen ve güçlükle nefes alan Yed gey kısılan
ses yle bağırıyordu deveye:
- Dur! Dur d yorum sana! Dur!
Kalpağı başından uçup g tt . Buzlaşan kar yüzüne çarpıyor,
koynuna doluyordu. Kamçı el ne dolandığı ç n deveye vuramıyor,
yuları da çekem yordu. Çılgına dönen Karanar se selamet kaçmakta
bulduğu ç n koşuyor, koşuyordu.. Neden sonra hayvanın yularını
bağladığı kend kemer n n tokası gevşemeseyd , sürüklene sürüklene
k mb l r ne olurdu? Kar yığınları arasında sürüklenmekten boğulurdu
belk . Kemer gevşet nce yuları tekrar yakaladı ve çekt . Deve de
b raz sonra durmak zorunda kaldı.
Yed gey doğruldu, sendeleye sendeleye yürüdü. Yüzü kıpkırmızı
olmuştu ve güçlükle soluyordu. Y ne küfretmeye başladı Karanar’a:
- Alçak! Bana bunu yaparsın ha! Pekâlâ, defol g t öyleyse! Sen
gözüm görmes n b r daha! Ne cehenneme g dersen g t! Nerede
geber rsen geber! Kuduz köpek g b vurup gebertecekler sen ! G t
geber, ben de kurtulayım!
Karanar Ak-Moynak’a doğru koşmaya başladı. Yed gey de
peş nden kamçısını şaklata şaklata, küfürler savura savura
koşuyordu. Sonunda, o kadar cezayı yeterl görmüş ya da b tk n
düşmüş olacak k durdu. Ama Karanar koşmaya devam ederken o
arkasından hâlâ bağırıyordu:
- Defol g t artık! G t geber oralarda! Beyn ne b r kurşun sıkarlarsa
h ç umurumda değ l!
Karanar, g tt kçe kararan b r havada, bozkırda koşmaya devam ett
ve b r süre sonra rüzgârın savurduğu kar bulutu ç nde görünmez
oldu. Ancak, kükrey ş andıran bağırmaları, korkunç naraları andıran
ses hâlâ duyuluyordu. Yed gey, yorulmak ned r b lmeyen bu azgın
hayvanın Ak-Moynak’ta bıraktığı d ş ler ne kavuşmak ç n bütün gece
koşacağını düşünüyordu.
Karanar uzaklaştıktan sonra Yed gey b r an ardından bakarak:
- Tüh sana! d ye tükürdü.
Sonra ger döndü, sürünürken kar üzer nde bıraktığı gen ş zde
yürümeye başladı. Sırtında kürkü, başında kalpağı yoktu. Yüzünün
ve eller n n der s alev alev yanıyordu. Kamçısını sürükleye sürükleye
yavaş yavaş lerled . B rden ç nde büyük b r boşluk, b r güçsüzlük
h ssederek d zler üstüne çöktü. Başını eller arasına alarak sess zce
ağladı, ağladı... Sarı-Özek bozkırında, böylece d z çökmüş ağlarken,
rüzgârın ıslığını, hortum hortum savrulan karların hışırtısını ş t yordu.
Havaya temas ed nce bell -bel rs z b r sürtünme ses çıkaran
m lyonlarca ve m lyonlarca kar tanes n n her b r ona hep ayn şey ,
onun bu ayrılık yükünü kaldıramayacağını, sevd ğ kadından ve onun
n ce babaların sevemeyeceğ kadar çok sevd ğ çocuklarından ayrı
kalarak yaşamasının h çb r anlamı olmadığını söylüyordu sank .
Orada ölüp kalmak sted .. ölmek ve karlara gömülüp kalmak sted .
- Tanrı yok! Yok! Madem k o b le nsan hayatı le lg lenm yor,
nsanın derd nden anlamıyor, başkalarından ne beklers n! Yok şte!
Tanrı yok!
Sarı-Özek kırında, karanlıklar ç nde ve yapayalnız, yüreğ kan
ağlarken, böyle syan etm şt . O güne kadar h ç böyle sözler çıkmış
değ ld ağzından. Hatta, her zaman örnek aldığı Yel zarov, b r b l m
adamı olarak Tanrı’nın olamayacağını söyled ğ zaman ona karşı
çıkmış, nancından asla vazgeçmem şt . Ama şte bugün böyle syan
ed yor ve Tanrı’nın olmadığını bağıra bağıra söylüyordu.
Yerküre, evren n ebedî rüzgârlarında yıkana yıkana dönmeye
devam ed yordu. O, güneş n etrafında dönedursun, o saatlerde
soğuk, beyaz ve ıssız b r çölde d z çöküp oturan b r adam da
dönüyordu onunla b rl kte. H çb r kıral, h çb r mparator, h çb r
hükümdar devlet n y t rd ğ ç n Boranlı Yed gey kadar umutsuzluğa
düşmem ş, onun kadar acı duymamış ve ağlamamıştı.
Dünya se dönmeye devam ed yordu...
Aradan üç gün geçt . İstasyon deposunda rayların onarımı ç n
kanca ve travers aldıkları b r sırada Kazangap, Yed gey’ durdurdu:
- Hey Yed gey, b rdenb re vahş leşm ş g b s n, ben mle karşılaşmak,
konuşmak stem yorsun g b gel yor bana! ded .
Bunu, malzemey tam r arabasına koyarken, önems z b r şeym ş
g b söylem şt .
Yed gey öfkel bakışlarını Kazangap’a çev rd :
- Konuşmaya başlarsak boğarım sen ! Bunu b l yorsun!.
- Anlıyorum, ama ben mle yet nmeyecek, daha başkalarını da
boğacaksın. Bu h ddet, bu öfke n ye?
Yed gey, üç günden ber ona huzur vermeyen, şkenceler, acılar
ç nde kıvrandıran olayı olduğu g b söyley verd :
- Onu burdan g tmeye s z mecbur ett n z, g tmes ne s z yardım
ett n z!
Kazangap’ın yüzü kızgınlıktan ya da utançtan pancar g b kızardı
ve başını ağır ağır sallayarak cevap verd :
- Bak ben y d nle! Olaya bu açıdan baktığına göre, yalnız b z m
ç n değ l, Zar fe ç n de kötü düşündüğün anlaşılıyor! Bu kadın sen n
g b akılsızlık etmed ğ ç n Tanrı’ya şükretmel s n. Sen n kafanla
hareket etseyd bu ş n sonu nereye varırdı? Bunu düşündün mü h ç?
Ama o düşündü ve daha vak t varken, ş şten geçmeden, g tmeye
karar verd . G tmes ç n benden yardım stey nce, yardım ett m elbet.
Nereye g tt ğ n ne ben sordum, ne o söyled . Kader n n götürdüğü
yere g tt o, anlıyor musun? G derken kend s n n ve sen n karının
onuruna gölge düşüreb lecek tek söz söylemed . B rb rler yle dostça,
nsanca helâllaşıp ayrıldılar. Sen büyük b r felâketten kurtardıkları
ç n ayaklarına kapanıp teşekkür etmen gerek rd . Hem nsan,
Ukubala g b b r kadını hayatta ancak b r kere bulab l r. Onun yer nde
başka b r kadın olsaydı dünyayı dar ederd sana, sığınacak b r del k
bulmak ç n Karanar’dan da uzaklara, dünyanın öbür ucuna
kaçardın...
Yed gey b r cevap vermed . Ne cevap vereb l rd k ? Kazangap’ın
söyled kler çok doğruydu. Ama y ne de Yed gey onun b r şeyler
anlamadığına, bu olayda onu aşan b r şeyler n olduğuna nanıyordu.
H ddetle yere tükürerek Kazangap’a kaba b r cevap verd :
- Pekâlâ, öyle olsun bakalım. Ded kler n ş tt k akıl deryası! Y rm
üç yıldan ber , şurada çürümüş b r ağaç g b h ç kımıldamadan
duruşunun sebeb n de anladık. Sen ne anlarsın k böyle şeylerden!
Tamam artık, sen d nley p vak t kaybedecek değ l m!
Bundan sonra tartışmayı kest ler ve Yed gey hızlı adımlarla oradan
uzaklaştı. Kazangap da onun ardından:
- Sen b l rs n, sted ğ n yap! d ye seslend .
Bu konuşmadan sonra Yed gey Boranlı’dan ayrılmayı düşünmeye
başlamıştı. Burası çek lmez olmuştu onun ç n. Huzurunu y ce
y t rm şt ve onu huzursuz eden şey aklından çıkarmıyor, yüreğ n
durmadan kem ren o derd unutamıyordu. Zar fe olmayınca,
Zar fe’n n çocukları olmayınca, h çb r şey n tadı kalmamış, her şey
boş, her şey çek lmez olmuştu, onun ç n çek p g tmel yd buralardan.
Bunun ç n de stasyon şefl ğ ne b r d lekçe yazmaya, acılarından
kaçmak ç n a les n alıp olab ld ğ kadar uzak b r yere g tmeye karar
verd . Burada kalmasın da nereye g derse g ts nd . Tanrı’nın b le
unuttuğu bu Boranlı’ya z nc rle bağlanmış değ ld ya! B rçok nsan
şeh rlerde, başka köylerde yaşıyordu. Onların h çb r b r gün b le
dayanamazdı bu Boranlı’ya. O n ye bütün ömrünü burada geç rs nd ?
Ne günahı vardı burada yaşamak ç n? Yeterd bu kadar kaldığı.
Çek p g decekt . Aral den z ne m olur, Karaganda’ya mı, Alma-Ata’ya
mı? Neres olursa olsun. G d lecek yer m yoktu dünyada? İy ,
çalışkan b r şç yd . El -ayağı yer nde, sağlıklı, aklı başında b r
nsandı. Ne d ye ayn düşünceler geveley p duracaktı burada? Bütün
mesele, tek mesele, konuyu Ukubala’ya açmakta d . Konuyu nasıl
açacak, onu nasıl razı edecekt ? Onun rızasını aldıktan sonra ger s
kolaydı. Onunla konuşmak ç n uygun b r ânı beklerken tam b r hafta
geçt . Ve b r hafta sonra, döve döve kovduğu Karanar çıkageld ...
Ev n arkasında köpek durmadan havlıyordu. Besbell b r şeyler
vardı orada. Hayvan havlıyor, hırlıyor, ler ger g d p gel yordu.
Yed gey g d p bakmak gereğ n duydu: Ağılın yanında b r hayvan
vardı. B r deve d bu, ama ne deve! Ayakta zor duruyordu,
kımıldayacak hâl kalmamış... İy ce yaklaşıp bakınca bunun Karanar
olduğunu anladı ve şaştı kaldı:
- Sens n ha! Vah! Vah! Ne oldu sana? Bu hallere nasıl düştün,
ayakta duracak gücün kalmamış...
O anlı şanlı Karanar, b r der b r kem k d ş md . İy ce ç ne çökmüş
b r ç ft donuk göz, p nce olmuş boynunun üzer nde sallanan
kocaman b r kafa, d z nden aşağıya doğru saçak saçak nen tüyler
takma saç g b duruyor. Kara kaleler g b d k duran hörgüçler se
ş md b r kocakarının memeler g b yana sarkıyordu.. Daha dün
denecek b r zamana kadar bastığı yer t treten Karanar o değ ld .
Öyle güçsüz, öyle b tk n d k ağıla kadar ancak d nlene d nlene
yürüyordu. Yürüyor değ l, sürünüyordu. Kanının son damlasına, son
molekülüne kadar bütün gücünü verm şt ç ftleşmek ç n..
Yed gey alaylı alaylı güldü:
- Keh! keh! keh! Gördün mü ne hallere düştün? Köpek b le
tanımadı sen ! Nerde o yen lmez gücün? Sen m yd n o azgın buğra?
Ne cüretle ger gel yorsun ş md ? Utanmıyor musun? Hayaların
yer nde duruyor mu bar ? Erkekl ğ nden b r şey kaldı mı? Bacakların
p sl k ç nde, nasıl da p s kokuyor b l yor musun? Güçsüzlükten
ayaklarına şem şs n. Arkan da buz tutmuş nerdeyse. Tam b r serser ,
b r sef l olmuşsun.. vah zavallı vah!
Gerçekten b r canlı cenaze g b yd Karanar. Yürümeye b le gücü
kalmadığı ç n kımıldamadan duruyordu orada. Başını b le güç
tutuyordu.
Yed gey deves ne acıdı. Eve g d p b r leğen dolusu en y s nden
yemekl k buğday get rd . Bunun üzer ne b r avuç da tuz serpt :
- Al, ye bakalım, ded . İy gel r, b raz kend n toplarsın. Sonra da
sen ağıla götürürüm. Yatar d nlen rs n gücünü toplayıncaya kadar.
Ayn gün Yed gey, Kazangap’ın ev ne g tt . Kazangap’la konuştu:
- Bak Kazangap, sen nle b r meseley konuşmak ç n geld m. Ama
sakın daha dün konuşmak b le stemezken bugün tıpış tıpış geld
d ye düşünme. Bugün ş c dd . Karanar’ı ger almanı st yorum
senden. Onu bana b r köşek ken verm şt n. Büyüdü ve çok ş me
yaradı. Bundan dolayı sana m nnettarım. Geçenlerde onu
kovmuştum, çünkü bana çekt rmed ğ kalmamış, sabrımı y ce
taşırmıştı. Ama bugün çıkageld . B r der b r kem k kalmış, ayakta
duracak gücü yok. Ş md ağılda yatıyor. İy yem ver l r, bakılırsa, k
hafta ç nde esk hâl ne döner..
- Dur hele, d ye sözünü kest Kazangap, taşı nereye attığını
görel m, asıl amacın ne sen n? Karanar’ı n ç n vermek st yorsun?
Onu senden steyen m var?
Bunun üzer ne Yed gey ona her şey anlattı. Sonunda “buradan
a lem alıp g tmek st yorum, Sarı-Özek’te kalmayacağım artık” ded .
Daha fazla gec kmeden g tmes n n y olacağını söyled .
Onu d kkatle d nleyen Kazangap şu cevabı verd :
- Herhalde kend ş n en y y ne kend n b l rs n. Ama bana öyle
gel yor k , sen ne sted ğ n pek b lm yorsun. D yel m k buradan g tt n.
G tmekle kend nden kaçıp kurtulacağını mı sanıyorsun? Nereye
g dersen g t, üzüntüler n de sen nle beraber gelecekt r. Hayır
Yed gey, kaçmakla kurtulamazsın. Y ğ tl k kaçmakta değ ld r. Eğer
y ğ t sen, b ld ğ m Yed gey sen, burada kalıp üstes nden gelmel s n o
meselen n. Herkes g deb l r, herkes kaçab l r ama, herkes kend ne
hâk m olamaz, herkes kend ne karşı zafer kazanamaz.
Yed gey onun görüşünü tamamen kabul etmemekle beraber
tartışmak stemed ğ ç n susmuştu. Oturduğu yerde, der n der n ç n
çekerek hep ayn şey düşünüyordu: “Belk çeker g der m, başka
yerlere yerleş r m. Ama derd m unutab l r m y m? Hem n ç n unutmak
zorunda kalayım? Ne olacak bu ş n sonu?”
Düşünmekten kend n alamıyor, düşündükçe de üzüntüsü
artıyordu. “Ya o ne durumdadır ş md ? Çocuklarını alıp nereye g tt ?
G tt ğ yerde b r dostu, b r yakını olacak mı? B r yardım eden
bulunacak mı? Ukubala’nın derd de ben mk nden az değ l.
Günlerden ber surat asmama, buz g b soğuk davranmama rağmen,
tek kel me söylemeden katlanıyor bu hayata...”
Kazangap, Yed gey’ n aklından neler geçt ğ n b l yordu. Havayı
yumuşatmak, gerg nl ğ g dermek ç n b r şeyler söylemek gereğ n
duydu. Bunun ç n de öksürüp onun d kkat n çekt . Yed gey yüzünü
ona çev r nce şöyle ded :
- Bak Yed gey, ben sen n aklını çelmeye çalışmıyorum. Bunda
ben m h çb r çıkarım olmaz. Bunu düşünme.. durumu sen de en az
ben m kadar b l yorsun, yapman gereken de y ne en y kend n
b l rs n. Ne sen Raymalı Aga’sın, ne de ben Abd lhan’ım. Öyle
olduğumuzu farzetsek b le, yüz k lometre çevrem zde sen
bağlayacak b r kayın ağacı bulamam. Onun ç n d led ğ n g b hareket
edeb l rs n!
Yed gey, Kazangap’ın bu sözler n uzun süre unutamadı.
-X-
Raymalı-aga kend zamanında çok tanınmış b r cırav (yırcı), b r
ozan d . Daha küçük yaşta ün kazanmıştı. Tanrı verg s b r yetenek
ve k ş l ğ n n üç güzel özell ğ sayes nde bozkırın en ünlü yırcısı, âşık
ozanı olmuştu: Güftes n kend yazar, bestes n kend yapar ve güzel
ses yle bunları hem çalar, hem söylerd . D nleyenler ona hayran
kalırlardı. Güzel b r türkünün doğması, yankı yankı yayılması ç n
onun sazının teller ne dokunması yeterd . O anda meydana gelen
Raymalı-Aga’nın o türküsü hemen ertes gün ağızdan ağıza, obadan
obaya yayılır g derd . O zamanlar, y ğ tler n d l nden düşmeyen şöyle
b r türküsü vardı:
Dağdan, kırdan koşup gelen küheylan
Ser n bulak suyunun tadını b l r.
Y ğ d ser nleten yar dudağıdır
Her lezzet , her sev nc onda bulur
Ve dünyanın en mutlusu olur onu öperken.
Raymalı-Aga her zaman güzel, renkl elb seler g yerd . Onun ç n
güzel g y nmek sank b r Tanrı buyruğu d . En y , en güzel
kürklerden yapılmış şapkalara pek düşkündü. Her mevs m ç n çeş t
çeş t şapkaları vardı. Doru donlu Sarala s ml b r de atı vardı k bunu
h ç yanından ayırmazdı. ‘Akhal-Teke’ c ns nden olan bu atı ona, b r
z yafet sırasında Türkmenler armağan etm şt . Sarala’nın şanı
şöhret , sah b n nk nden aşağı değ ld . Attan anlayanlar bu hayvanın
görkeml ve zar f yürüyüşüne hayran kalırlardı. O yüzden de şakadan
hoşlananlar “Raymalı-Aga’nın bütün zeng nl ğ tamburunun ses le
Sarala’nın yürüyüşüdür” derlerd .
Gerçekten de öyle d . Çünkü Raymalı-Aga bütün ömrünü, tamburu
el nde at sırtında dolaşarak geç rm şt . Şöhret çok, servet yok d .
Mayıs bülbülü g b toydan toya, şölenden şölene koşar, her g tt ğ
yerde sevg saygı görürdü. Atına da çok y bakar, tımar eder,
beslerlerd . Bununla beraber, bazı varlıklı, rahat geç nen k ş ler onu
pek sevmezlerd . Ovada esen rüzgâr g b serser , savruk b r hayat
sürdüğünü söyler, eleşt r rlerd onu.
Raymalı-Aga b r toya varıp tamburunu çalmaya başladı mı, herkes
susup onu d nler, gözünü kulağını ondan ayıramazdı. Yalnız
sevenler değ l, onun serser b r hayat sürdüğünü söyley p
eleşt renler de büyülen rd o tamburunu çalarken. Gözler n onun
eller nden ayıramazlardı, çünkü bu eller tamburun teller ne
dokununca gönüllerdek en güzel duyguları uyandırır, coştururdu.
Gözler n onun gözler nden de ayıramazlardı, çünkü ruh ve
düşünceler n n bütün gücü, alev alev gözler ne, bakışlarına yansır ve
durmadan değ ş rd . Gözler n onun yüzünden de ayıramazlardı,
çünkü o lhamlı güzel yüzün hatları, çok rüzgârlı b r günde den z
yüzey g b dalgalanır, değ ş rd ...
Evlend ğ kadınlar onun yolunu gözlemekten, gelmes n
beklemekten bıkar, umutsuzluğa düşer ve onu terked p g derlerd .
N ce kadınlar da vardı k , gece-gündüz onun aşkıyla yanar, gündüz
hayaller nde, gece düşler nde onu görür, g zl g zl gözyaşı dökerlerd .
İşte böyle geç yordu onun hayatı.. türküden türküye, toydan toya,
eğlenceden eğlenceye koşarken koca b r ömür geçt g tt . Farkına
varmadan ht yarlık gel p çattı. Önce bıyıklarında b rkaç kıl
beyazlaştı, sonra saçı-sakalı ağardı. Sarala b le çok değ şm şt :
Yeles , kuyruğu seyrelm ş, vücudu çökmüş, bel bükülmüştü. Ancak,
yürüyüşüne bakanlar, onun b r zamanlar har ka b r at olduğunu
anlıyorlardı. Raymalı-Aga, gururlu yalnızlığında, dalları kuruyan koca
b r çınar g b , ömrünün kışına gel p çatmıştı... B r gün ansızın anladı
acı gerçeğ : Ne çadırı vardı ne yuvası, ne koyunu vardı ne kuzusu,
ne eş vardı ne ş ! O zaman küçük kardeş Abd lhan onu yanına aldı.
Ama önce yakın akrabaların ve kab le ler gelenler n n bulunduğu b r
toplantıda ondan ş kâyetler n b ld rd , acı sözler söyley p artık aklını
başına toplaması gerekt ğ n anlattı. Sonra, ağabey ç n ayrı b r çadır
kurdurdu. Burada, çamaşırının yıkanması, yemeğ n n hazırlanması
g b ht yaçlarını karşılayacak tedb rler de aldı.
Raymalı-Aga bundan sonra ht yarlık üzer ne türküler söylemeye,
ölümü düşünmeye başladı. O günlerde hüzünlü ama ölümsüz güzel
türküler besteled . Artık gez p dolaşmadığı ç n, der n konuları
düşünüyordu. Bütün çağlarda bütün düşünürler n aklına takılan
düşüncey o da soruyordu kend s ne: İnsanın dünyaya gel ş sebeb
ned r? N ç n yaratılmıştır?
Artık vakt n toylarda, şenl klerde değ l çadırında geç r yor, bu
yüzden de daha çok üzüntülü türküler söylüyordu. Anılarla yaşıyor,
yaşlı nsanlarla bu ölümlü dünyanın boşluğu üzer nde sohbetler
yapıyordu.
Allah şah tt r ya, ömrünün son mevs m nde onu allak bullak eden o
olay olmasaydı, hayatını huzur ç nde b t r p g decekt .
B r gün dayanamadı, emektar Sarala’yı eyerley p, b raz oyalanmak,
can sıkıntısını g dermek ç n, büyük b r şenl ğe g tt . Ne olur ne olmaz
d ye, tamburunu da almıştı. Onu toya çağıranlar köyün ler gelenler
ve çok saygıdeğer k ş lerd . Tambur çalmasa b le şeref konuğu olarak
bulunması ç n ısrar etm şlerd . Raymalı-Aga da bu rahatlıkla ve
çabucak dönmek n yet yle yola hazırlanmıştı.
Raymalı-Aga’yı büyük b r saygı le karşıladılar. Onu ak kubbel en
güzel yurt(çadır)a götürüp başköşeye oturttular. Saygıdeğer
nsanlarla sohbet ed p onlarla b rl kte kımız çt , yakınları ç n en y
d lekler n b ld rd .
Avılda (köyde) toy tören büyük b r neşe ç nde sürüp g d yordu.
Gençler n şen kahkahaları, şarkıları duyuluyordu her tarafta. Yen
evlenenler n şeref ne düzenlenen at yarışı ç n büyük hazırlık
yapılıyor, aşçılar ocak başlarında koşuşuyor, uzaktan yılkıların
k şnemes duyuluyor, kaygısız köpekler oynaşıyordu. Ve bozkırdan
esen b r rüzgâr ç çek açmış otların kokusunu get r yordu... Ama, öbür
yurtlardan yükselen müz k sesler , şarkılar, Raymalı-Aga’nın
fazlasıyla d kkat n çek yor, hele arada b r genç kızların kahkahaları
duyulunca onlara kulak kabartmaktan kend n alamıyordu.
Yaşlı ozan, hüzünlü b r özlem, heyecan ç nde kalıyordu onları
d nlerken. Yanındak yaşlı nsanlara b r şey söylem yor, bell
etmemeye çalışıyordu ama, geçm şe, gençl k günler ne dalıp g tm şt .
Genç, yakışıklı olduğu, çev k Sarala’ya b n p yollara düştüğü
günlere... O zamanlar geçt ğ yerlerde otlar Sarala’nın toynakları
altında ez ld kler ç n ağlar ya da güler, onun türküler n d nleyen
güneş ona doğru koşar gel rd . Esen rüzgârı bağrı le karşılar,
tamburunun ses n d nleyenler n yürekler nde odlar tutuşurdu.
Ağzından çıkan her şey havada kapılırdı. O zamanlar sevmey de,
acı çekmey de, ölüp ölüp d r lmey de b l rd . Üzeng de doğrulup
vedalaşırken gözyaşı dökmey de b l rd . N ç nd bütün bunlar? Şu
ht yarlık çağında p şman olmak, boz küller altında korların sönüp
g tmes g b , gençl k yıllarının geç p g tt ğ n görerek acı duymak ç n
m?
Raymalı-Aga g tt kçe mahzunlaşıyor, suskunlaşıyor, düşüncelere
dalıyordu. B rden çadıra yaklaşan ayak sesler duydu. Kulaklarına
konuşma sesler , gerdanlık şakırtısı, ancak kadın elb seler n n
etekler nden çıkan hışırtılar gel yordu. Derken, çadırın şlemel kapı
örtüsü tâ yukarıya kadar kalktı ve eş kte, tamburunu göğsüne
bastırarak tutan b r genç kız göründü. Kızın yüzü ay g b , kaşları yay
g b yd . Ok g b saplanan bakışı ve b r meydan okuyuşu vardı. Kömür
kara gözlü, selv boylu, Tanrı’nın özenerek yarattığı b r güzeld .
Boyuna bosuna, yüzünün hatlarına, g y m kuşamı da pek y
düşüyordu. Arkasında kız arkadaşları ve b rkaç y ğ t de bulunan genç
kız, çadırdak saygıdeğer konuklardan, ansızın gel p rahatsız ett ğ
ç n özür d led . Sonra da onların tek kel me söylemeler ne fırsat
bırakmadan, tamburunun teller ne dokunarak Raymalı-Aga’ya h tap
ett :
“Vahaya can atan b r kervan g b , selama geld m ben,
selamlar olsun. Gürültü patırtı yaparak geld k, b z kınama.
Toy-düğün olanda coşku olmaz mı? Coşuyoruz..
“İç mde g zl b r korku, b r ürpert le okuyorum bu türküyü...
Bu türkü le aşkımı açıklıyorum d ye sakın şaşırma, cüret m
de bağışla. B r tüfek nasıl barutla dolarsa, ben de öyle
cesaretle dolduruldum..
“Günler m hür yaşadım toylarda, şölenlerde. Ama arı g b
damla damla b r kt rd m balımı.. bugün ç n sakladım. Vakt m
gel nce açmak ç n gonca oldum, bekled m, şte vak t geld ,
goncanın açtığı gündür bugün...”
Raymalı-Aga, şaşakalmış, dona kalmıştı. Eğ l p selamını almıştı
ama, “K ms n sen güzel yabancı?” d ye soramıyor, onun şarkısını
kesmek stem yordu. Yalnız, hayran hayran bakıyordu. Kınamasalar,
kolunu kanadını açıp koşacaktı ona. Ruhu allak-bullak olmuştu. Kanı
kaynamaya, yüreğ n tutuşturmaya başlamıştı. Eğer oradak ler n özel
b r görme yet s olsaydı, her şey göreb lselerd , onun yüreğ n n
canlanıp çırpındığını, sonra büyük b r kartal g b kanatlanıp
yükseld ğ n görürlerd . Gözler yen den canlanmış, parlamış, uzun
süreden ber bekled ğ o ses gökyüzünden duyunca kulak kes lm şt .
Raymalı-Aga, ş md ger de bıraktığı yılları, kocamışlığını unuttu ve
başını d kleşt rd .
Genç kız şarkısını söylemeye devam ed yordu:
“Derd m b les n ey ulu âşık, adımımı nasıl attım, ayağına nasıl
geld m ben bugün. Küçüklüğümden ber sev yorum sen Raymalı-
Aga, ey Tanrı verg s , ey Hak âşığı! Sen her yerde zled m, ses n
nerden gelse oraya koştum, atını nereye sürsen oraya g tt m. Sen n
g b , sen n bugün de olduğun g b ünlü b r ozan olmak d emel m, bu
emel mden dolayı ben kınama Raymalı-Aga, ey türkünün eşs z
ustası. Gölge g b ardına düştüm sen n, ezg ler n lâhî g b , dua g b ,
man ler n s h rl sözler g b ezberled m. Güzel b r günde huzuruna
çıkıp aşkımı t raf etmek, hayranlığımı bel rtmek ç n yaktığım
türküler sana okuma cesaret , sana ulaşım gücü vers n d ye, gece-
gündüz Tanrı’ya yalvardım. Tanrı cüret m bağışlasın, sen n g b b r
müz k ustası le atışmak, yarışmak sted m. Ey Raymalı-Aga, ey
eşs z üstad, başkalarının gerdek geces n beklemes g b bekled m
ben bu günü. Yen lsem ne çıkar, ram olsam ne gam! Ama ben çok
küçüktüm, sen se çok büyük, çok ünlü ve herkes tarafından sev len,
sayılan d n. Şan-şeref kuşatmıştı çevren . O büyük kalabalıkta,
toylarda, şölenlerde, ben m g b küçücük b r kızı nasıl farkederd n?
İç mden utanç duysam da, türküler nle sarhoş oluyor, sen n aşkınla
yanıp tutuşuyordum. G zl g zl hep sen düşled m ben, sen sevd m,
sen n karın olmayı sted m hep. Buna cüret ett m şte. Söz sanatında
sen n kadar usta olmak, müz ğ n sırrını sen n kadar b lmek ve sen n
g b çalab lmek ç n, yem n ett m ey üstadım.. Tâ k sen n
bakışlarından korkmayayım, sana bu övgüler söyleyeb ley m, aşkımı
önüne ser p, sana meydan okuyayım. İşte geld o gün, karşındayım.
Gör ben ! Yargıla ben ! Bugüne ulaşmak ç n b r an önce büyümek
st yordum, vak t ben m ç n çok yavaş geçt ve ancak büyüdüm.
Sonunda, bu baharda erd m on dokuzuma. Ve sen, ey Raymalı-Aga,
sen düşled ğ m çocukluk çağımda nasıl d ysen y ne öyles n. Yalnız
saçların b raz kırlaştı, ne gam! Saçlarına ak düşmem ş olanları
sevmek zorunda olmadığım g b , ak saçlıları sevmeme de k mse
engel olamaz.. Ve şte karşındayım! Benden h ç çek nme, apaçık
söyle. Ben eş olarak, karın olarak kabul etmeyeb l rs n, ama sen nle
yarışmaya gelm ş yırcı olarak reddedemezs n!. Sana meydan
okuyorum, büyük üstad, hayd , söz sen n! Konuşsun tambur!.”
Raymalı-Aga ayağa kalktı:
- K ms n sen? Nerden geld n? Adın ne?
- Ben m adım Beg may.
- Beg may demek? Pek , bugüne kadar nerdeyd n? N ye gec kt n?
Nereden çıkageld n?.
Bu sözler stemeden kaçırmıştı ağzından. Üzgün, karamsar, başını
eğd .
- Az önce söyled m Raymalı-Aga, küçüktüm, büyümey bekled m...
Raymalı-Aga başını sallaya sallaya cevap verd :
- Her şey anlıyorum da, yalnız b r şey anlamıyorum. Ben m
kader m, alın yazım, n ç n böyle yazılmış? Sen n g b baharını
yaşayan bu kadar güzel b r kızı, felek n ç n ben kışa g rerken, son
günler m yaşarken çıkarıyor karşıma? Bugüne kadar gördükler m n
b r h ç olduğunu, boş b r hayat yaşadığımı, b r gün sen n g b b r
güzel görünce anlıyayım d ye m ? Kader bana n ç n böyle acımasız
davranıyor?
- Acı acı s tem etmene h ç gerek yok Raymalı-Aga! Tal h ben
karşına çıkardı d ye, benden şüphe etme! Ben m ç n en büyük
mutluluk sen mutlu etmekt r. Genç kız sevg s yle, şarkılarımla,
tertem z aşkımla, en tatlı okşayışlarımla mutlu kılacağım sen . Bana
nan, bana güven Raymalı-Aga. Eğer şüpheler n yenemezsen, sevg
yolunu, gönül kapını yüzüme kapatsan b le, sana olan aşkım
kalb mden çıkmayacaktır. Sen n g b b r söz ustası le yarışmayı,
sınanmayı da şerefler n en büyüğü sayacağım.
- Ne d yorsun Beg may? Sen ne d yorsun? Sözde, sazda yarışmak,
sınanmak da neym ş k ! İç nde yaşadığımız düzenle pek
bağdaşmayan aşk g b korkunç b r sınır varken, sazda sözde
sınanmak neym ş k ! Hayır Beg may, hayır, sen nle güzel söz
söylemede yarışmam ben. Yarışacak gücüm kalmadığı ç n değ l,
kel me haz nem n kurumuş olmasından değ l, ses m n kısılmasından,
körleşmes nden değ l, sana hayran olmaktan başka b r şey
stem yorum. Hayranım sana! Sen nle ancak aşkta yarışırım
Beg may, sevg de yarışırım!.
Raymalı-Aga bu sözler söyled kten sonra tamburunu aldı, teller n
yen den akord ett ve usta parmaklarıyla dokundu. Esk günlerde
olduğu g b coşkulu, duygulu, çalmaya başladı. Bazen, otları
hışırdatan haf f b r yel oluyor, bazen ak bulutlu gökyüzünde
uğuldayan b r fırtına. O günden ber yeryüzünde söylenegelen
“Beg may türküsü” şte böyle doğdu:
“.. Uzaklardan bulak başına susuzluğunu g dermek ç n
gelm şsen, ben de rüzgâr g b eser gel r, ayaklarına kapanırım
Beg may!
Kader mde bugünün son günüm olduğu yazılıysa, ölmemek
ç n d ren r m Beg may!
Bugün değ l, yarın değ l, sen var oldukça h ç ölmem
Beg may!
Ölürsem d r l r m, ölür ölür y ne d r l r m Beg may!
Hep sens z kalmamak ç n yaşarım, sens z kalmak kör
olmaktır, gözsüz olmaktır...”
Raymalı-Aga “Beg may Türküsü”nü böyle okudu.
O günü, Raymalı-Aga ve Beg may’ın karşılaştıkları o günü, nsanlar
h ç unutamadılar. Herkes onlardan sözed yor, başka b r şey
konuşmuyordu. Bütün oba toy şenl ğ ndeyd . Beyaz çadırlar
süslenm ş, herkes bayramlık elb seler n g ym şt . Atlılar da, atlar da
pırıl pırıl d ler. Ve gel n alayı güvey n ev ne doğru yola çıkmıştı.
Raymalı-Aga ve Beg may alayın en önünde d . Tambur çalıyor, kaval
çalıyor, şarkı okuyor, yanyana, atlarının üzeng ler b rb r ne değerek
lerl yor, Tanrı’dan Peygamber’den genç evl ler ç n mutluluk
d l yorlardı. B r bırakıyor, b r alıyordu. B r bırakırken ötek
çalıyordu...
Onları d nleyen nsanlar hayran kalıyor, mutlu oluyorlardı. Onların
ayakları d b nde otlar açılıyor, gülüyor, kır ateşler n n dumanları
çevreye yayılıyor, yanlarında kuşlar uçuşuyor, cıvıl cıvıl ötüşüyordu.
Küçük çocuklar taylara b nm ş, k âşığın etrafında fır dönüyorlardı...
Raymalı-Aga, bu yaşlı ozan, tanınmaz olmuştu. Ses esk s g b
çınlıyordu, hareketler esk s kadar çev kt ve gözler , yeş l çayırın
ortasına kurulmuş beyaz b r çadırın ışıklı k penceres g b
parlıyordu. Emektar atı Sarala b le canlanmış, gençleşm ş,
çev kleşm şt . Başını gururla, d md k kaldırıyordu.
Ama, o coşkulu sahney nefretle karşılayanlar, Raymalı-Aga’nın
yüzüne tükürmek steyenler de vardı kalabalığın arasında. Bunlar
daha çok onun yakın akrabaları, onun mensup olduğu Barakbay
aş ret nden d ler. Toyda bulunan Barakbaylılar bunu b r çılgınlık, yüz
kızartıcı b r davranış olarak görüyorlardı. Ömrünün kışında, saçı
sakalı ağardıktan sonra çıldırmış mıydı bu adam! Bazıları hemen
Raymalı-Aga’nın kardeş Abd lhan’a haber saldılar ve ona kafa
tuttular: “Raymalı denen bu kocamış köpek b z böyle rez l ederse,
sen nasıl bucak başkanı seçer z? Seç m sırasında öbür aş retler bu
olayı ortaya alıp b z mle alay etmezler m ? Onun toyda, genç b r
tayın k şnemes g b bağıra bağıra türkü söyled ğ n , kahkaha atıp
güldüğünü ş tmed n m ? Ya yanındak o kıza, o körpe kancığa ne
demel ! Herkes n gözü önünde b rb rler ne neler d yorlar, neler! Ne
utanç ver c , ne yüz kızartıcı b r şey! Kız onun aklını başından almış,
y ce baştan çıkarmış. Nasıl katılır böyle b r kaltağa! Olay bütün
avıllara yayılmadan Raymalı’yı yola get rmel s n!”
Abd lhan kocayıncaya kadar, eğlenceden eğlenceye koşan, serser
b r hayat yaşayan ağabey ne zaten çok kızıyordu. Ama artık y ce
yaşlandığına göre aklını başına toplamıştır d ye düşünüyordu. O
böyle düşünürken Raymalı’nın Barakbaylar’ı rez l etmes onu da
ç leden çıkardı. Atına atladığı g b , kalabalığı yara yara düğün
alayına yaklaştı. B r yandan da kamçısını havada sallayarak
bağırıyordu: “Aklını başına topla! Yaşını başını b l! Dön eve!”
Raymalı-Aga coşkular ç ndeyd , yüreğ nden gelen man ler okuyor,
melod ler ç nde yüzüyordu. Kardeş n ne duydu ne de gördü. Ona
hayran atlılar çevres n kuşatmış, genç kızla karşılıklı dey şler n
zevkle d nl yor, her sözünü kapmaya çalışıyorlardı. Raymalı’ya engel
saygısız kardeş n durdurup sıkıştırdılar, atına ve kend s ne
kamçılarıyla vurmaya başladılar. O kalabalıkta k m n sıkıştırdığı,
k m n vurduğu bell olmuyordu. Abd lhan, kurtulmak ç n atını sürüp
kaçmaktan başka çare bulamadı.
Âşıklar türkü söylemeye devam ed yorlardı. Ve şte yepyen b r
türkü daha doğmuş, dudaklarda dolaşmaya başlamıştı:
“.. Aşk oduna düşen maral, sabah erken melemeye başlayınca ses
dağlarda, boğazlarda yankı yankı duyulur..” d yordu Raymalı.
“.. Kuğu kuğusundan ayrı düşende, güneş b le gözüne kapkara b r
leke olarak görünür...” d ye cevap ver yordu Beg may.
Böylece, genç evl ler şeref ne türküler, man ler söylen yordu. B r
bırakıyor, öbürü alıyor, b r söylüyor, öbürü cevap ver yordu...
Abd lhan’ın atını sürüp uzaklaşırken duyduğu öfke ve k nden
Raymalı-Aga’nın haber yoktu. Barakbaylar’ın ona n ye
kızdıklarından, ona nasıl korkunç b r ceza hazırladıklarından da
haber yoktu.
Âşık ozanlar çalıyor söylüyor, çalıyor söylüyorlardı...
Abd lhan, eyer n üzer ne yatıp fırtına haberc s kara b r yel g b est ,
kend avılına geld . Hısım akrabası kurt sürüsü g b etrafını sarmış,
onu kışkırtıyorlardı:
- Ağabey n aklını oynatmış! Çıldırmış! Bu ne rezalet! Bu ne
kepazel k! Hemen yola get rmel onu!
Âşıklar se çalıyor söylüyor, çalıyor söylüyorlardı! Âşıkların
müz ğ ne uyarak güvey ev ne doğru lerleyen düğün alayı b r yere
gel p durdu. Burada uğurlayıcılar ayrılacaktı. Mutluluk d lekler n
tekrarladılar. Raymalı-A- ga, kalabalığa dönerek şunları söyled :
- “... Bugünü gördüğüm ç n mutluyum. Şükürler olsun, tal h bana
kend m g b b r akın (âşık-ozan) olan bu genç, güzel Beg may’ı b r
ödül olarak gönderd . Ancak çakmak taşı, çakmak taşına sürtününce
kıvılcım çıkar; güzel söz söyleme sanatında da ozanlar ancak
b rb r yle yarışarak bu sanatın sırrını kavrayab l r, ona ulaşab l rler.
Ama daha da öneml s , batmakta olan b r güneş n son ışıklarıyla
dünyayı güzelleşt rmes g b , ben de, hayatımın son dönem nde,
hayal b le ed lemeyen, bugüne kadar görmed ğ m b r ruh
zeng nl ğ n n, b r ruh gücünün bel rt s olan b r aşkı tattığım ç n
mutluyum, çok mutluyum...”
Beg may da cevap verd ona:
- Raymalı-Aga, ben de d leğ me kavuştum, rüyalarım gerçek oldu.
Artık sen n z nden ayrılmayacağım. İsted ğ n zaman, sted ğ n yere
çalgımı alır gel r m; türkümü türküne katmak, sen sevmek ve sen n
tarafından sev lmek ç n koşar gel r m. Bugün h ç tereddüt etmeden,
hayatımı kader me bırakıyorum. Korkmadan, stekle, coşkuyla...
Bu sözler türkü oldu ve böyle okundu.
Düğün alayını oluşturan kalabalığın karşısında, k âşık, k gün
sonra başlayacak büyük b r panayırda buluşmak, her taraftan
toplanacak kalabalığın önünde çalıp söylemek ç n sözleşt ler.
Düğün alayı şte bu güzel haber alarak dağıldı. Haber b r anda
ağızdan ağıza, kulaktan kulağa ulaştı. Haber sev nçle karşılayanlar
da vardı, nefretle karşılayanlar da...
- Panayıra! Panayıra gel n!
- Atınızı eyerley n ve h ç durmadan panayıra g d n!
Haber, yankı yankı yayıldı:
- Ne büyük b r şenl k olacak!
- Ne eğlence! Ne eğlence!
- Çok güzel şey! Bulunmaz b r olay!
- Yüz karası b r şey bu!
- Çok güzel! Çok!
- Neres güzel? Utanç ver c ! Ne saçmalıktır bu!
Raymalı-Aga ve Beg may yolun ortasında b rb r nden ayrıldılar:
- Panayırda görüşürüz Beg may!
- Panayırda görüşeceğ z Raymalı-Aga!.
B raz uzaklaştıktan sonra başlarını çev r p y ne bağırdılar:
- Panayırda buluşuruz Beg may, hoşça kaaal!
- Buluşuruz Raymalı, hoşça kaaal!
Güneş batmak üzereyd . Uçsuz bucaksız bozkıra, akşamın s sl
beyaz bulutu çöküyordu. Mevs m yazdı. Otlar kuruyup sararmaya
yüz tutmuş, kokuları çevreye yayılmıştı. Dağlara yağmur yağmış,
hava haf f b r ser nl k get rm şt . O güzel yaz akşamında, güneş y ce
batıp kaybolmadan önce, çaylaklar alçaklardan uçuyor, yavru kuşlar
cıvıl cıvıl ötüyorlardı...
Raymalı-Aga, atı Sarala’nın yeles n okşadı:
- Ne güzel b r sess zl k, Cennet kadar güzel b r hava, ded . Ah
Sarala, emektar yoldaşım, sanlı atım! Hayat bu kadar güzelm ş
demek! İnsan, hayatının son dem nde de âşık olur, mutlu olurmuş
demek?
Kocamış da olsa, Sarala, pofurdaya pofurdaya, sürçmeden,
yavaşlamadan g d yordu. Bütün gün eyer altında dolaşmıştı. Ş md
efend s n b r an önce çadırına ulaştırdıktan sonra, dereden ser n b r
su çmek, bacaklarını d nlend rmek ve ay ışığında otlamak st yordu.
Deren n d rseğ n döndüler: İşte avıl, şte beyaz çadırlar, ocaklardan
kıvrıla kıvrıla yükselen dumanlar.
Raymalı-Aga çadırına gel nce attan nd ve hayvanı b r kazığa
bağladı. Hemen çadıra g rmem ş, dışarıda, ocağın başında oturup
b raz d nlenmek stem şt . İşte bu sırada b r komşu çocuğu geld
yanına:
- Raymalı-Aga, s z çadıra çağırıyorlar, ded .
- K m çağırıyor?
- B z mk ler, Barakbaylar.
Raymalı-Aga çadıra g tt , eş kten çer adımını atar atmaz aş ret n
ler gelenler n gördü. Yarım ay şekl nde sıralanıp oturmuşlardı.
Kardeş Abd lhan da vardı bunların arasında. B raz kenarda kalmış,
asık suratını yere eğm ş, öylece duruyordu. Gözler n kaldırıp
bakmadı b le. Bell k bakışlarında g zlemek sted ğ b r şey vardı.
Raymalı-Aga çadırında toplananları selâmladı:
- Selamünaleyküm. Hayır ola? B r şey m var?
- Sen bekl yorduk, ded mecl s n aksakalı.
- Ben bekl yor d ysen z, şte geld m, geç p aranıza oturayım bar ..
- Dur orada! Kapının ağzında kal, oraya d z çök bakalım!
- Bu da ne demek oluyor? Bu çadırın sah b ben m!
- Hayır, artık sen değ ls n! Aklını y t rm ş b r ht yar h çb r şey n
sah b olamaz!
- Ne demek st yorsunuz s z?
- Şunu st yoruz: Artık toydan toya, şölenden şölene g tmeyecek,
serser hayatına son vereceks n. Toyda, yaşına başına bakmadan,
b rl kte yüz kızartıcı şarkılar söyled ğ n o kızı aklından çıkarıp
atacaksın. B z rez l-rüsva ett n. Ş md d z çöküp p şmanlık
duyduğunu söyleyecek, b r daha böyle şeyler yapmayacağına da r
yem n edeceks n! B r daha asla, asla görmeyeceks n onu!
- S z boşuna nefes tüket yor, boşuna konuşuyorsunuz. Yarın değ l
öbürgün onunla panayırda buluşacak, bütün halkın karşısında çalıp
söyleyeceğ z!
Aksakallar öfkeyle b r ağızdan bağırdılar:
- B z rez l edecek!
- Daha vak t varken sözünü ger al!
- İy ce bunamış bu adam!
- Aklını oynatmış!
Aksakalların başı bağırdı:
- Susun! B r ağızdan konuşmayın! Ey Raymalı-Aga, bütün
söyleyecekler n bu kadar mı?
- Evet,
- Duydunuz değ l m Barakbaylar, bu günahkâr kardeş m z n
cevabını?
- Evet, duyduk.
- Pekâlâ! Ş md ben m söyleyecekler m d nley n! Önce sana
söylüyorum tal hs z Raymalı! Ömür boyu dolaşıp durdun, b r baltaya
sap olamadın, tek varlığın şu kocamış atın oldu. Toydan toya,
şölenden şölene koştun, tambur çaldın, herkes n maskarası oldun,
yalnız başkalarını eğlend rmekle geçt günler n. O zaman sen hoş
gördük “Gençt r, zamanla aklını başına alır” ded k. Ama bugün ne
görüyoruz!
Sen n yaşında b r nsanın artık köşes ne çek l p ölümü düşünmes
gerek rd . Sen öyle yapmıyor, başkaları ç n alay konusu, b zler ç n
yüz karası olduğunu düşünmeden, yaşına başına bakmadan, b r
genç kızla düşüp kalkıyor, çapkınlık ed yorsun. Gelenekler m z ,
töreler m z h çe sayıyor, b z m öğütler m z de kabul etmek
stem yorsun. Bundan dolayı Tanrı sen n cezanı verecekt r. Suç
sen n, ceza da sen n. Ş md sana seslen yorum Abd lhan. Ayağa
kalk! Sen bu adamın ayn anadan, ayn babadan doğma kardeş s n;
b z m de desteğ m z ve umudumuzsun. B z bütün Barakbaylar sen
bucak başkanı olarak görmek st yoruz. Ama ağabey n çıldırmış
olacak, ne yaptığını kend s de b lm yor ve bu davranışlarıyla da
sen n seç lmen zorlaştırıyor. Bu kaçık b z m hays yet m z beş paralık
etmeden, onun yüzünden başkaları yüzümüze tükürmeden ve
Barakbaylar’ı gülünç duruma düşürmeden, onu yola get rmek ç n
gereken yapmak sana düşer. Buna hakkın vardır. Onun davranışları
yüzünden sana bu hak ver lm şt r.
Raymalı-Aga, Abd lhan’dan önce atıldı ve şunları söyled :
- H çb r n z n peygamberl k, hak ml k taslamaya hakkınız yok!
Burada bulunan herkese acıyorum. Burada bulunmayıp s z n g b
düşünenlere de acıyorum. Tartışması b le yapılamayacak b r konu
hakkında karar vermek, hüküm vermek g b bağışlanmaz b r hata
ed yorsunuz! S z bu dünyada gerçeğ n nerede olduğunu, gerçek
mutluluğun nerede bulunduğunu b lm yorsunuz. Duygu b r şarkıdan
başka b r şey değ lse, şarkı söylemek n ç n ayıp olsun? Aşk varsa ve
hele âşık olmak Allah verg s se, n ç n ayıp olsun? Dünyada en
büyük sev nç, âşık olanın sev nc , sevmek-sev lmek sev nc değ l
m d r? S zler bana şarkı söyled ğ m ç n, geçk n yaşımda başıma
gelen aşkı, o yüce sevg y ger tepmed ğ m ç n, çıldırmış, bunamış
d yorsanız, ben de s z n yanınızda b r dak ka durmam, çeker g der m.
Herkese b r yer vardır bu dünyada. Atım Sarala’ya b ner, sevg l m n
yanına g der m. Ordan da onunla b rl kte başka dünyalara göçer z, tâ
k şarkılarımız, türküler m z ve b z m davranışlarımız s z rahatsız
etmes n.
O âna kadar konuşmadan duran Abd lhan yer nden fırladı ve
bağırdı:
- Hayır, h çb r yere g tmeyeceks n! Adım b le atmayacaksın!
Panayır, toy, düğün yok artık. Aklın başına gel nceye kadar
bırakmayacağız sen !
Bunları söyled kten sonra yaşlı âşığın el nden tamburu kaptığı g b
yere çaldı. Azgın boğanın bakıcısını ayakları altına alıp üzer nde
tep nmes g b , zıplaya zıplaya parçaladı o naz k âlet :
- Al sana! Al şte! Çalgı-malgı yok artık. Hey s z, şuradak o
kocamış atı, Sarala’yı get r n buraya!
Dışarıda bekleyen b rkaç k ş b raz ler de bağlı duran Sarala’yı
çözdüler.
- Eyer n çıkarıp atın şuraya!
Söylenen yaptılar. Abd lhan, daha önce oralarda b r yere sakladığı
baltayı aldı ve bununla eyer parça parça ett .
- İşte böyle! Ş md h çb r yere g demezs n!
Eyer parçaladıktan sonra öfkes geçmem ş, atın kolanını, gem n ,
üzeng kayışlarını da parçalamış, etrafa savurmuştu.
Zavallı Sarala da korktu, t tremeye, olduğu yerde tep nmeye
başladı. Kend başına da ayn şey n geleceğ n h ssetm ş g b yd .
- Sarala’ya b necek, panayıra g deceks n ha! G t bakalım! Gör
ş md ne oluyor?
Göz kapayıp açıncaya kadar b r zamanda o b rkaç k ş Sarala’yı
yere dev rd , ayaklarını b r araya get r p sımsıkı bağladılar. Abd lhan
hayvanın başını tutup ger ye kanırdı ve el ndek kesk n bıçağı
savunmasız kalan hayvanın gırtlağına dayadı.
Raymalı-Aga vargücünü kullanarak kend s n tutanların kollarından
sıyrıldı ve ler atılıp bağırdı:
- Dur! Öldürme hayvanı!
Fakat geç kalmıştı. Bıçağın altından fışkıran sıcak kan, yüzüne
çarptı ve gün ortasında bastıran karanlık g b gözler ne doldu.
Sarala’nın kanına bulanmış olarak sendeleye sendeleye ayağa
kalkan Raymalı-Aga aşağılanmış olmanın mahzun ses yle ve
gömleğ n n ucuyla yüzünü gözünü s lerek:
- Ne yaparsanız yapın, engel olamazsınız! Yürüyerek de,
sürünerek de olsa g deceğ m!
Abd lhan, atın kes k boğazı üstünden başını kaldırdı ve sırıtarak:
- Hayır, yaya da g demeyeceks n! ded , h çb r yere adım
atamayacaksın. Hey! Yakalayın onu! Görmüyor musunuz, del rm ş!
Bağlayın el n kolunu, yoksa b r m z öldürür!
Bağrışmalar, çağrışmalar oldu. Herkes b rb r ne g rd .
- İp ver!
- Kıvır kollarını!
- İy ce sık!
- Aman Tanrım! Del rm ş gerçekten!
- Vallah oynatmış!
- Şu kayın ağacına götürün!
- Çek, çek! Sürükle!
- Çabuk olun, çabuk!
Ay tâ yukarılara kadar yükselm şt . Yeryüzü, gökyüzü sess zl k
ç ndeyd . Bu sırada b rtakım şamanlar çıkageld . Ortaya b r meydan
ateş yaktılar ve bu ateş n etrafında vahş danslarını yaparak büyük
yırcının aklını karıştıran, z hn n karartan kötü ruhları kovmaya
çalıştılar.
Raymalı-Aga se eller arkasına, kend s kayın ağacına sımsıkı
bağlı, öylece duruyordu.
Sonra molla geld . Del rd ğ söylenen Raymalı-Aga ç n dualar
okuyarak onu selamete erd rmes n d led Tanrı’dan.
Raymalı-Aga, eller arkasına, kend s kayın ağacına sımsıkı bağlı,
öylece duruyordu.
Öylece, ağaca bağlı dururken, kardeş Abd lhan’a şu türküyü
söyled :
“.. Gece b terken son karanlığını da alıp götürür,
Güneş doğar, gündüz olur yen den,
Ama ben m ışığım yok artık, h ç olmayacak,
Sen söndürdün güneş m , ç kara mutsuz kardeş m
Abd lhan!
“.. Ben , ömrümün kışında Tanrı’nın lütfett ğ o aşktan
mahrum ett n d ye övünme, sev nme!
Yüreğ m n son atışına, son nefes ne kadar duyacağım
mutluluğu,
Sen ne b l r, ne anlarsın Abd lhan!
“.. Eller m , kollarımı şu ağaca sımsıkı bağladın
Ama orda duran ben değ l m, sadece beden md r,
Zavallı kardeş m Abd lhan!
“.. Ben m ruhum rüzgâr olup uzaklara g tt ,
Sonra yağmur olup toprağa karıştı,
Sevg l mden asla ayrı değ l m,
Ben onun saçlarıyım, nefes y m..
“.. Sevg l m gün doğarken uyandığında
B r dağkeç s olup neceğ m dağlardan..
B r kayaya çıkıp d k lecek,
Onun çadırdan çıkmasını bekleyeceğ m.
“.. O ocağı yaktığı zaman ateş n n dumanı olacağım,
Çevres nde dolanacağım!
Atını dörtnala sürüp g derken
Dere geç d n geçerken
Su olup atının toynakları altında sıçrayacağım.
Yüzüne, eller ne serp leceğ m..
Sevg l m türkü söyleyende
Onun ses , türküsü olacağım...”
Şafak sökerken başının üzer ndek ağaç yapraklarının haf f
hışırtısını duydu. Sabah olmuş, ortalık aydınlanmıştı. Raymalı-
Aga’nın aklını oynattığını ş ten komşu ve akrabaları merak ed p
geld ler, atlarından nmeden, b raz uzağında durup ona baktılar.
Raymalı’nın elb ses l me l me olmuştu. Kolları arkasına, gövdes
kayın ağacına sımsıkı bağlıydı.
Karşısında durup kend ne bakanları görünce, sonradan büyük b r
üne kavuşacak, d lden d le dolaşacak olan şu şarkıyı söyled :
Kara kara dağlardan göç nende
Çöz eller m kardeş m Abd lhan.
Morlu morlıı dağlardan göç nende
Bırak ben g dey m kardeş m Abd lhan.
Ah... nerden b l rd m, nasıl b l rd m
Eller m sen n bağlayacağını!
Ayaklarımı sen n bağlayacağını!
Kara kara dağlardan göç nende
Morlu morlu dağlardan göç nende
Çöz eller m kardeş m Abd lhan
Ben göklere çıkacağım o zaman...
Kara kara dağlardan göç nende
Panayıra gelemed m Beg may!
Morlu morlu dağlardan göç nende
Ben panayırda bekleme Beg may
Sen nle b rl kte panayırda
Man söyleyemeyeceğ z...
Ne ben geleceğ m oraya ne Sarala...
Kara kara dağlardan göç nende
Morlu morlu dağlardan göç nende
Panayırda ben bekleme Beg may,
Ben uçmağa varacağım Beg may...
İşte Raymalı-Aga efsanes budur.
Yed gey, Ana-Bey t yolunda Kazangap’ı son yolculuğuna
uğurlarken, n ce anılarla b rl kte bu efsaney de hatırlamıştı.
***
-XI-
Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya g der
gel r.. g der gel rd ...
Bu yerlerde dem ryolunun her k yanında ıssız, eng n, sarı
kumlu bozkırların özeğ Sarı-Özek uzar g derd .
Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenw ch mer dyen nden
başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler dem ryoluna göre
hesaplanırdı.
Trenler se doğudan batıya, batıdan doğuya g der gel r..
g der gel rd ...
Büyük Malakumdıçap deres n n kızıl kumlu yatağını geçt kten
sonra, b r zamanlar Nayman-Ana’nın mankurt oğlunu aradığı yerlere
gelm şlerd . Artık Ana-Bey t’e çok yakın d ler. Yed gey sık sık saat ne
ve sonra Sarı-Özek üzer nde d k l duran güneşe bakıyor, ş md l k her
şey n uz g tt ğ n düşünüyordu. Bu g d şle ölüyü zamanında
defnedecek, cenaze aşına da rahat rahat yet şeceklerd . Tab î onlar
Boranlı’ya geld kler zaman akşam olacaktı ama, şler n gündüz
b tmes öneml yd ve öyle olacağı anlaşılıyordu. Ne tuhaftı şu hayat!
Kazangap Ana-Bey t’de yatacak, onlar se köye dönüp cenaze aşı
yerken y sözler söyley p onu anacaklardı!
Ayn düzende lerl yorlardı: En önde Karanar’ın süslü eyer ne
kurulmuş Yed gey, onun ardında arabalı traktör ve sonra Belarus
marka ekskavatör vardı. Bu cenaze alayı Malakumdıçap vad s nden
çıkıp Ana-Bey t ovasına g rm şt . Cenaze alayının b raz açığında,
yanda, kızıl tüylü Yolbars koşuyordu. D l b r karış sarkmıştı
Yolbars’ın. B rden karşılarına h ç beklenmed k b r engel çıktı: D kenl
tellerle çevr lm ş b r ç t, b r duvar vardı önler nde. Yed gey tel örgüyü
görünce olduğu yerde şaşırıp durdu. “Hay aks l k!” d ye geç rd
aklından. Üzeng ler üzer nde doğrularak Karanar’ın sırtından sağa
sola baktı. Ama, sağda da, solda da d kenl telden yapılmış engel
uzayıp g d yordu. Her beş metrede b r toprağa sağlamca gömülmüş
dörtköşe beton d reklere b rkaç sıra hâl nde sarılan d kenl teller geç t
verm yor ve bu geç t vermez engel n ne başı görünüyordu ne sonu!
Belk gerçekten yoktu başı sonu. Bütün b r alanı çepçevre kuşatıyor
ve onlara geç t verm yordu. Ş md ne yapacaklar, yollarına nasıl
devam edeceklerd ?
Traktör ve yol kazma mak nes de durdu. Sab tcan ve Uzun Ad lbay
atlayıp nd ler. Sab tcan el yle telörgüler göstererek:
- Bu da nes ? ded , yoksa yanlış mı geld k?
- Hayır, n ye yanlış gelecekm ş z? Ama, bu Allah’ın belâsı d kenl
teller n nerden çıktığını b lem yorum.
- Daha önce yok muydu bunlar?
- Yoktu elbet.
- Pek ş md ne yapacağız? Nereden geç p g deceğ z?
Yed gey b r cevap vermed . O anda o da b lm yordu ne
yapacaklarını.
Canı sıkılan Sab tcan traktörden başını uzatıp bakan Kalıbek’e
bağırdı:
- Sustursana şu motoru, boş yere kafa ş ş rme!
Traktör ve onun ardından yol kazma mak nes sustu. Büyük b r
sess zl k kapladı bozkırı. Çıt yoktu. Yed gey, suratı b r karış, hâlâ
deves n n üstündeyd . Sab tcan ve Uzun Ad lbay onun yanında
ayakta duruyor, Kalıbek le Cumal , araçlarında, sürücü yer nde
kımıldamadan oturuyorlardı. Rahmetl Kazangap’ın ak keçeye sarılı
cesed römorkta öylece duruyor, onun kızı Ayzade’n n kocası ayyaş
damat se yanında bekl yordu. Bu fırsattan yararlanan kızıl tüylü
köpek Yolbars, traktörün tekerleğ ne yanaştı ve arka ayaklarından
b r n kaldırdı..
Mav gök altında uzanan eng n Sarı-Özek bozkırı, o baştan bu
başa kadar h çb r yerde Ana-Bey t’e b r geç t verm yordu. D kenl tel
duvarın önünde şaşıp kalmışlardı.
Sess zl ğ lk bozan Uzun Ad lbay oldu:
- Yed ke, gerçekten daha önce yok muydu bu engel?
- Kes nl kle yoktu! İlk defa görüyorum!
- Herhalde bu bölgey uzay alanı ç n çev rm ş, yasaklamış olsalar
gerek..
- Öyle olmalı. Öyle olmasa, bunca zahmete, bunca masrafa
katlanıp Allah’ın çölünü ne d ye d kenl telle çev rs nler? Akıllarına her
gelen yapıyor, başkalarına zarar vereb lecekler n hç
düşünmüyorlar, lanet olsun! ded Yed gey.
Bu arada Sab tcan’ın homurdandığı da duyuldu:
- Ş md bağırıp çağırmanın ne yararı var! Bu yola düşmeden önce
araştırmak, soruşturmak gerek rd !
Ağır, sıkıntılı b r sess zl k çöktü. Yed gey, Karanar’ın sırtından
Sab tcan’a ters ters baktı. Y ne de olab ld ğ kadar sak n görünmeye
çalışarak:
- Bak evlat, b raz sabret, canını sıkma. Evvelce burada tel örgü
yoktu, sonradan yaptıklarını nereden b leb l r m? K m n aklına gel r?
Sab tcan ona sırtını dönerek mırıldandı:
- Ben de onu d yorum şte...
Y ne sess zl k oldu ve bu sess zl ğ y ne Ad lbay bozdu:
- Ş md ne olacak Yed ke? Ne yapacağız? Mezarlığa g tmen n b r
başka yolu yok mudur?
- Var, var tab î. Sağda, beş k lometre lerde b r başka yol var, ded
Yed gey o tarafa bakınarak. G del m oraya, b r geç ş olmaması
mümkün değ l..
Sab tcan tepeden bakıp y ne homurdandı:
- Em n m s n? Gerçekten var mı bakalım? Eğer yoksa daha beter
olur, sıkışıp kalırız burada!
- Var, em n m. Had b n n araçlarınıza da vak t kaybetmeyel m boş
yere.
Yen den yola koyularak, tel örgü boyunca, traktör ve yol kazma
mak nes n n patırtılarıyla lerlemeye başladılar.
Yed gey çok üzülmüş, bu beklenmed k durum onu b raz da
üm ts zl ğe düşürmüştü. “Her tarafı ç tle çev r rler, sonra da mezarlığa
g den yolu bel rtecek b r şaret koymazlar!” d yor, canı sıkılıyordu.
Y ne de bütün üm d n y t rm ş değ ld . Daha güneyde mutlaka b r
geç t olması gerek yordu.
Yanılmamıştı. Tahm n ett ğ yerde gerçekten de b r geç t vardı.
Daha çok yaklaştıkları zaman Yed gey, o geç t n açılır-kapanır b r
parmaklık olduğunu farkett . Ama, besbell , sağlam ve çok d kkatl
korunan b r kapıydı bu. İk yanında kocaman beton d rekler vardı.
B raz ler de, yolun kenarında, tuğladan yapılmış küçük b r yapı
bulunuyordu. Yapının dışa dönük cephes , çevrey y
gözetleyeb lmek ç n boydan boya camla kaplıydı. Ayrıca yapının
damında k projektör görünüyordu k besbell geceley n g r ş ve
çevres n aydınlatmak ç n kullanılıyordu. Bu g r şten çer ye doğru
asfalt b r yol uzanıyordu. Bütün bunları gören Yed gey’ n canı sıkıldı,
şüpheye, end şeye kapıldı.
Onlar kapıya yaklaşınca, nöbet noktasındak sarışın ve gencec k
b r asker yanlarına geld . Omuzunda, namlusu aşağıya çevr lm ş b r
mak nel tüfek vardı. Gömleğ n ve şapkasını düzelterek kapının
önüne gel p durdu. Gayet c dd d ve duruşuyla da oradan
geç lemeyeceğ n bell ed yordu. Fakat Yed gey yolu kapatan engele
kadar sokulunca ona selam vermek zorunda kaldı. Açık mav
çocuksu gözler yle Yed gey’e bakarak askerce selamladı:
- Selam! K ms n z? Nereye g d yorsunuz?
Asker n çocuksu c dd l ğ ne haf fçe gülümsemekten kend n
alamayan Yed gey:
- Selam asker, yabancı değ l z, buralıyız b z. Büyükler m zden b r
rahmete kavuştu, mezarlığa gömmeye get rd k.
Çocuk yüzlü asker, Karanar’ın hemen başı ucunda, koca d şler n
göstere göstere gev ş get rmes nden korkup ger çek l rken, başını
‘olmaz’ anlamında sallayarak:
- İz n belgen z olmadan geçemezs n z, ded , burası yasak bölged r!
- Anlıyorum ama b z m mezarlığa g tmem z gerek, mezarlık
şuracıkta zaten. Ölümüzü gömüp hemen döneceğ z.. uzun sürmez.
- Olmaz, s z bırakamam, yetk m yok.
Yed gey, göğsündek savaş madalyaları ve n şanları görünsün d ye
deves nden eğ ld :
- Bak evladım, b z yabancı değ l z. Boranlı stasyonundan
gel yoruz. Adını duymuş olmalısın. Yerl s y z buranın. Mezarlıktan
başka yere g tmeyeceğ z k ...
- Anlıyorum ama el mden b r şey gelmez...
Böyle d yen nöbetç omuz s lkerek, naz k, sam m b r konuşmaya
başlamıştı k Sab tcan onun sözünü keserek ve öneml b r adam
olduğunu bel rtmek ster g b tepeden konuşarak sordu:
- Ne oluyor burada? Mesele ned r? Ben Send ka Bölge Sovyet
üyes y m. N ye durdurulduk?
- Çünkü buradan geçemezs n z.
- Nöbetç yoldaş, tekrar ed yorum, ben Send ka Bölge Sovyet
üyes y m.
- K m olduğunuz ben lg lend rmez, g remezs n z!
- Nedenm ş o? ded Sab tcan bozularak.
- Yasak bölge de ondan.
- Öyleyse ne çene çalıp duruyorsunuz?.
- Çene çalan k m? Deves n n üzer ndek şu saygıdeğer beye
durumu açıklıyorum, s z nle konuşmuyorum b le. Zaten yabancılarla
konuşmam da yasak. Nöbettey m ben.
- Demek mezarlığa g tmek mkânsız?
- Evet, mkânsız. Yalnız mezarlığa değ l, h çb r yere g demezs n z
buradan!
Sab tcan s n rlenm şt . Yed gey’e dönerek öfkel öfkel konuştu:
- Tâ baştan b l yordum zaten, buralara kadar gelmen n y
olmayacağını b l yordum! Ama bey m z b r Ana-Bey t tutturdu, başka
b r şey demed . Ana-Bey t’m ş! Al sana Ana-Bey t! Gör hayrını!
Böyle ded kten sonra h ddetle yere tükürdü ve homurdana
homurdana uzaklaştı.
Yed gey, nöbetç n n yanında onun böyle davranışından utanmıştı.
Babacan b r tavırla konuştu:
- Onun kusuruna bakma evlat, ded , elbette sen görev n
yapıyorsun. Ama b z bu ölüyü nereye gömeceğ z ş md . B r odun
parçası değ l k rastgele b r yere bırakalım!
- S z de haklısınız ama ben m el mden b r şey gelmez. Ben bana
emred lenler yapmak zorundayım. Buranın baş sorumlusu da
değ l m.
Yed gey’ n canı sıkılmıştı. Bu defa başka şey sordu ona:
- Evet evlat, çares zl k ç ndey z desene.. sen nerel s n bakalım?
Genç nöbetç böyle b r soru sorulmasına hem şaşırmış, hem
çocukça sev nm şt . Bulunduğu yören n Rus ağzı le ‘o’ harfler n
uzata uzata cevap verd :
- Ben Vologdalıyım amca, ded .
- Pek s z n Vologda’da da mezarlıklara nöbetç koyuyorlar mı?
- H ç öyle şey olur mu amca? B z m orada mezarlığa sted ğ n
zaman g r p çıkarsın, k m ne karışır! Ama burada mesele başka..
Yasak bölge burası. Görüyorum k amca, sen de askerl k yapmışsın,
hatta cephede vuruşup madalyalar kazanmışsın, onun ç n görev n
ne olduğunu b l rs n. İstesen de, stemesen de emre uyacaksın..
- Bunda çok haklısın evlat, ama b z ş md bu ölüyle nereye
g deb l r z?
B r süre sustular. Sonra, mav gözlü, sarı saçlı genç asker başını
üzüntüyle sallayarak:
- Hayır amca, ded , geçmen ze z n veremem, buna yetk m yok.
Yed gey ona verecek cevap bulamıyordu. Üzgün b r sesle:
- Eh, ne yapalım? d yeb ld .
Sonra da şaşkın şaşkın bekled orada. Yüzünü çev r p arkadak lere
bakmaya utanıyordu. Kızgınlığı g tt kçe artan Sab tcan se, orada, yol
kazma mak nes n n yanında, Uzun Ad lbay’la bağıra bağıra
konuşuyordu:
- Tâ başından söylem şt m! Ölüyü bu kadar uzak b r yere
get rmen n ne gereğ vardı! Gelenek-görenek d ye boş nançlarınızla
herkes n başını derde sokuyorsunuz. B r ölüyü oraya ya da şuraya
gömmüşsün ne farkeder! Yoo, lle de Ana-Bey t’e gömülecek! B r de
bana “Sen çek g t ş ne, sen olmadan da gömer z” dem şt n z. Had
gömün bakalım!
Uzun Ad lbay ona tek kel me söylemeden yanından uzaklaştı.
Açılır-kapanır parmaklığın önünde duran nöbetç ye yaklaşarak:
- Bak dostum, ded , ben de askerl k yaptım, em r-komuta ned r
b l r m. Kulübede telefon var mı?
- Elbette var.
- Öyleyse nöbetç âm r ne telefon et, bölge halkından b rkaç k ş n n
Ana-Bey t mezarlığına g tmek sted kler n söyle.
- Ne ded n? Ne ded n? Ana-Bey t m ?
- Evet, Ana-Bey t. B z m mezarlığın adı Ana-Bey t’t r. Ona telefon et
dostum. Yapılacak tek şey bu. Belk o b ze z n ver r. Sen n de h ç
şüphen olmasın k b z mezarlıktan başka b r şey lg lend rm yor.
Nöbetç , alnını kırıştırdı, ağırlığını b r ayağından öbürüne vererek
düşünmeye başladı. Uzun Ad lbay da steğ n tekrarladı:
- Tereddüt edecek b r şey yok. Bu yapacağın n zamnameye
uygundur. Nöbet tuttuğun yere yabancılar gel yor, sen de onu nöbetç
âm r ne haber ver yor, stekler n b ld r yorsun. Heps bu. Hem görev n
de böyle yapmanı gerekt r r. Sen sadece görev n yapmış olacaksın,
daha ne bekl yorsun k ?
- Pekâlâ öyleyse, ded nöbetç , telefon eder m. Ama nöbetç am r
nöbet yerler n dolaşır hep. Bölge de çok gen ş, bulmak kolay olmaz.
- Ben de geley m telefon kulübes ne. Konuşurken sana soracağı
şeylere hemen cevap ver r m.
- Pekâlâ, gel öyleyse.
İk s b rden telefon etmek ç n o küçük kapıya g rd ler. Kapı açık
kaldığı ç n dışarıda duran Yed gey de ş tt konuşulanları. Nöbetç b r
yere telefon ed yor, aradığını orada bulamayınca başka b r yer
arıyordu:
- Hayır, hayır, nöbetç âm r n n kend s n arıyorum. Evet, evet
kend s n .. öneml b r ş ç n..
Onlar telefonda nöbetç âm r n bulamadıkça Yed gey’ n can
sıkıntısı artıyor, s n rlen yordu. B rdenb re ters g tmeye başlamıştı
şler . Bu nöbetç âm r de nereye kaybolmuştu ş md ?
Sonunda buldular ve genç nöbetç heyecanlı ve çın çın öten b r
sesle konuştu:
- Yoldaş teğmen! Yoldaş teğmen!
Sonunda nöbetç âm r ne meseley anlattı. Bölge halkından b rkaç
k ş n n cenazeler n yasak bölgedek esk mezarlığa götürmek
sted kler n söyled . Yed gey heyecanla d nl yordu konuşmayı.
Teğmen “bırak geçs nler” dese b tecekt bu ş. Doğrusu pek
becer kl yd Uzun Ad lbay. Kafası çalışıyordu. Ama konuşma
uzadıkça uzuyor ve nöbetç de yalnız sorulara cevap ver yordu:
- Evet... Kaç k ş m ? Altı k ş . B r de ölü, yed ! Ölen ht yar
b r ym ş... Başlarındak adam b r deveye b nm ş. Onun ardında
römorklu b r traktör, b r de yol kazma mak nes var.. evet, bunları
mezar kazmak ç n get rm şler.. Nasıl? Ne d yey m onlara? Hayır mı
d yey m? İz n verm yor musunuz? Evet, d nl yorum.. başüstüne...
Bu sırada ah zey Ad lbay el ne almış ve ş md onun ses
duyulmaya başlamıştı:
- Yoldaş teğmen, kend n z b z m yer m ze koyun.. Boranlı
stasyonundan gel yoruz.. ş md nereye g deb l r z k ? B z buralı
nsanlarız, h çb r kötü n yet m z olamaz yoldaş teğmen! Sadece
ölümüzü gömmek ve hemen dönmek st yoruz. Nasıl? Efend m?
Tab î, kend n z gel rsen z daha y olur. Gel n, yanımızda b r de
büyüğümüz var, esk savaşçılardan. Ona anlatırsınız..
Ad lbay, canı sıkılmış, suratı asılmış olarak çıktı dışarı. Teğmen n
b raz sonra geleceğ n , kararını gel nce vereceğ n söyled . Onun
ardından nöbetç de gel p ayn şey söyled . Genç nöbetç , duruma
âm r n n el koymasından dolayı rahatlamıştı. Ş md kapının önünde,
nöbet yürüyüşü le ler -ger g d p gel yordu.
Yed gey düşüncel , kaygılıydı. Nereden b leb l rd başlarına bunların
geleceğ n ? Ş md teğmen n gelmes n beklemekten başka b r şey
gelmezd eller nden. Deves nden nd , hayvanı yol kazma
mak nes n n koluna bağladı, sonra y ne kapıya geld . Sürücüler
Kalıbek ve Cumal , b r yandan s garalarını tüttürürken alçak sesle
konuşuyorlardı. Sab tcan se b raz açıkta s n rl s n rl dolaşıp
duruyordu. Kazangap’ın damadı hâlâ römorkta, cenazen n yanında
oturuyordu. Yed gey’e seslend :
- Ne oluyor Yed gey? B z bırakacaklar mı?
- Elbette bırakacaklar. Nöbetç âm r gelecek. B r teğmen m ş. B z
casus muyuz k bırakmasınlar! Sen de n, b raz ayakların açılsın.
Saat üçe gelm şt ve onlar hâlâ Ana-Bey t’e varamamışlardı. Oysa
çok yakınındaydılar Ana-Bey t’ n. Yed gey nöbetç n n yanına g tt :
- Evlat, komutanını çok bekleyecek m y z?
- Hayır, hayır. Yakında gel r. Araba le gelecek, on-on beş dak ka
sonra burada olur.
- İy , bekler z. Bu d kenl teller ne zaman çek ld ?
- Epeyce oluyor. B z çekt k o teller . B r yıldan ber buradayım ben.
Tel örgüler çekel altı ay kadar oldu sanırım.
- Anlıyorum, ama ben bunu b lm yorum ve bütün mesele de
bundan doğdu. Cenazey buraya, b z m Ana-Bey t adını taşıyan esk
mezarlığımıza gömmekte ısrar eden ben m, onun ç n de kend m
suçlu sayıyorum. Ama rahmetl Kazangap büyük b r nsandı, ayn
stasyonda onunla tam otuz yıl b rl kte çalıştık. Ona son yolculuğunda
saygıda kusur etmeyel m ded m.. böyle b r adam ç n en y s n
yapalım, ded m...
Genç askerde Yed gey’e karşı b r saygı-sevg uyanmıştı:
- Bak amca, ded c dd b r sesle, Teğmen Tansıkbayey az sonra
gelecek, ona meseley olduğu g b anlatırsınız. O da nsan, el nden
gelen yapar herhalde. Belk yukarıya, üstler ne b ld r r, sonunda
em n m k b r z n çıkar.
- İy n yet n ç n teşekkürler.. ama söyled ğ n g b çıkmazsa ne
yapacağız? Adını ne ded n, Tansıkbayev m ?
- Evet, Tansıkbayev, tanıyor musunuz yoksa? Buraya yakında
geld . O da buralı, belk akrabanız ya da hemşer n zd r?
- Yoo, yo, tanıyacağımı h ç sanmam, d ye gülümsed Yed gey.
S zde İvanovlar ne kadar çoksa b zde de Tansıkbayevler o kadar
çoktur. Her yerde rastlarsın. Yalnız bu soyadını taşıyan b r n
hatırladım ş md ...
O sırada telefon çaldı ve nöbetç cevap vermek ç n çer koştu.
Yed gey kapının önünde yalnız kalmıştı. Kaşlarını çattı ve kaygılı b r
yüzle, kapalı kapının öbür tarafına, b r gelen olup olmadığını
anlamak ç n baktı. Sonra b rden “Bu teğmen Tansıkbayev sakın o
akdoğan bakışlı Tansıkbayev’ n oğlu f lan olmasın?” d ye geç rd
aklından.. “Yok canım, neden öyle olsun? Bu da nerden geld
aklıma? Soyadı Tansıkbayev olan b nlerce nsan var.. o olamaz.
Onun defter çoktan dürüldü zaten. En y s aklımdan çıkarmalıyım
onu.. evet.. ne de olsa, yeryüzünde b r gün gel yor, hak yer n
buluyor, k msen n yaptığı kötülük cezasız kalmıyor. Hak ve adalet
var.. ve dünya yok olup g d nceye kadar da hep olacak...”
Yed gey b r kenara çek ld . Ceb nden mend l n çıkarıp göğsüne
taktığı savaş madalyalarını, n şanlarını ve başarı şer tler n
parlatmaya başladı. Teğmen Tansıkbayev geld ğ zaman b r bakışta
gözüne çarpmalıydı.
***
-XII-
Akdoğan bakışlı Tansıkbayev’le hesaplaşmaları şöyle olmuştu:
1956 baharının sonunda, Kumbel’de, dem ryollarında çalışanların
büyük b r toplantısı oldu. Bu toplantıya çevredek büyük küçük bütün
stasyonlardan çağrılan şç ler katılmış, yalnız o gün şler n n başında
bulunmak zorunda olan nöbetç ler gelemem şlerd . Boranlı Yed gey o
güne kadar b rçok toplantılara katılmıştı ama bu kadar kalabalık
olanını h ç görmem şt ve bu toplantıyı h ç unutmuyordu.
Toplantı, stasyonun büyük lokomot f onarım atelyes nde oldu. O
koca atelye tıklım tıklım dolmuş, katılanların bazıları tavan k r şler ne
tırmanıp orada oturmak zorunda kalmışlardı. Fakat asıl öneml olan,
o güne kadar duymaya alışmadıkları konuşmalardı. Konuşmacılar,
Ber a aleyh nde söylenmed k söz bırakmadılar. Bu kanlı celladı
nefretle, lanetle kötüled ler ve mahkûm ett ler. Suçlayıcı konuşmalar
akşama kadar sürdü. Kürsüye dem ryolcuların b r nd , b r çıktı.
D nley c ler n h çb r kalkıp g demed ve sonuna kadar mıhlanmış g b
kaldılar orada. B nanın çatısı altında, b r ormanda olduğu g b , uğul
uğul nsan ses vardı: Konuşanların, alkışlayanların coşkulu sesler .
Yed gey, yakınında bulunan b r n n tam Rus ş ves yle “Büyük fırtınayı
haber veren den z kabarması” ded ğ n ş tt . Gerçekten de öyleyd .
Cephede büyük hücuma geçmeden önce de yüreğ öyle küt küt
atardı heyecandan. B rden susadı, ağzı y ce kurumuştu. Ama o
kalabalıktan nasıl çıkacaktı su çmek ç n? Çares z konuşmalara ara
ver lmes n bekleyecekt . Konuşmalara ara ver l nce yer nden kalktı,
kalabalığı yara yara, atelyen n part sekreterl ğ ne get r len Çernov’un
yanına g tt . Çernov, Kumbel esk stasyon şef ve part üyes yd .
Ş md de toplantı başkanlık kurulunda bulunuyordu.
- Andrey Petrov ç, ded Yed gey, kürsüde ben de konuşab l r
m y m?
- İst yorsan buyur konuş!
- Evet çok st yorum, ama önce b r danışayım ded m. B z m
stasyonda çalışan Kuttubayev’ hatırlıyor musun? Abutal p
Kuttubayev. İstasyona gelen müfett şlerden b r , Yugoslavya le lg l
anılarını yazdı d ye aleyh nde b r rapor düzenlem şt . Abutal p orada
Part zanlarla b rl kte çarpışmıştı da.. bu müfett ş, onun aleyh nde
b rçok şeyler uydurdu ve sonra Ber a’nın k adamı le geld , onu alıp
götürdüler. Kuttubayev bu yüzden ve h ç yere öldü. Hatırladın mı?
- Evet, evet, hatırlıyorum. Karısı onunla lg l mektubu almaya
gelm şt .
- Tamam, şte o. Sonra a les de Boranlı’dan ayrıldı. B raz evvel
konuşmaları d nley nce aklıma geld : Ş md Yugoslavya le dostuz,
aramızda b r anlaşmazlık yok. Öyleyse suçsuz nsanlar ne d ye acı
çeks nler? Abutal p’ n çocukları büyüdüler, artık okula g decekler.
Eğer üzerler ne sıçratılan p sl k tem zlenmezse, herkes onları kötü
tanıyacak. Oysa bugüne kadar yeter nce acı çekt ler, üstel k babaları
da yok artık. Daha fazla baskı altında yaşamasın yavrucaklar...
- Dur bakalım Yed gey, bu konuda mı söz almak st yorsun?
- Evet, bu konuda.
- O müfett ş n adı, soyadı neyd ?
- Şu anda hatırlamıyorum, ama öğren r z, o günden sonra onu h ç
görmed m.
- K mden öğreneb l rs n k ? Hem sonra raporu onun verd ğ ne da r
sağlam kanıtlar var mı el nde?
- Elbette o yazdı, başka k m yazacak?
- Bak dostum, böyle durumlarda sağlam kanıt gerek r. O raporu
yazan ya o değ lse? C dd b r konu bu. Bak ne d yeceğ m: Sen Alma-
Ata’ya b r mektup yazıp bütün b ld kler n anlat. Mektubu
cumhur yet n part merkez kom tes ne gönder rs n. Bu meseleye kısa
zamanda b r açıklık get r rler. Part şu günlerde bu g b olaylara büyük
önem ver yor. Kend n de görüyorsun zaten..
O gün toplantıda, herkesle b rl kte Yed gey de “Yaşasın part m z!
Part m z n tutumunu candan destekl yoruz” d ye bağırmıştı. Salonun
d b nde b r n n “Enternasyonal” marşını söyled ğ duyuldu. Yanındak
b rkaç k ş de ona katıldı, derken, ez lenler n, haksızlığa uğrayanların
marşı olarak b l nen bu marşı heps b rden söylemeye başladılar.
Yed gey o güne kadar böyle büyük b r kalabalıkla ne b r türkü
söylem şt ne de marş. Toprağın tuzunu ve ter n oluşturan k ş lerden
b r yd , onlarla beraberd ve onlarla acıyı da, sev nc de paylaştığının
b l nc ndeyd . Ve kend s n den z n dalgaları g b kabarmış, coşmuş
h ssed yordu. Kalabalık marşı okumaya devam ederken yürekler
coşmuş, büyük çoğunluğun mutluluğu ç n mücadele güçler ,
cesaretler artmıştı. Yed gey, çok heyecanlandığı zamanlarda olduğu
g b , bu defa da kend n Aral’ın sularında h ssett . Hür ufuklarda kanat
açan, Aral’ın alabaşları (köpüklü dalgaları) üzer nde süzülen b r martı
d sank .
Eve döndüğü zaman heyecanı, sev nc geçmem şt daha. Çay
çerken Kumbel’dek toplantıyı bütün ayrıntıları le anlattı Ukubala’ya.
Bu arada kend s n n de konuşmak sted ğ n , buna karşılık part
sekreter Çernov’un öner s n de söyled . Ukubala onu cankulağı le
d nl yor, b r yandan da durmadan çay dolduruyordu. Yed gey se ara
vermeden ç yordu çayları. Ukubala buna şaştı ve gülümseyerek:
- Ne oldu sana? Bak bütün semaver çt n! ded .
- Haklısın Uku, toplantıda çok susamıştım. Heyecandan olsa
gerek, ama o kalabalıkta kımıldamak, su bulmak ne mümkün!
Toplantıdan sonra ç mdek yangını söndürmek ç n b r yerden su
bulup çey m derken b z m tarafa hareket etmek üzere olan b r yük
katarı gördüm. Mak n st n de tanıyordum o tren n. Öz halkımızdan,
Tögerek-Tamlı Candost d . Hemen b nd m Candost’un yanına.
Ondan b raz su alıp çt m ama ç mdek yangını söndürmed .
Ukubala kocasının çayını tazelerken:
- Bak ne d yeceğ m, orada Abutal p’ n çocuklarını hatırlaman ve o
ş konuşman çok y olmuş. Madem k artık dev r değ şt , zulüm-
şkence olmayacak d yorsun, bu yet mler n acısı da d nmel d r b raz.
O mektubu hemen yazmalısın. Ama mektubun y b r şek lde
yazılması, gönder lmes , sonra b r n n onu okuyup meselen n üzer ne
eğ lmes epey zaman alır. İy s m b r mertl k daha yap, Alma-Ata’ya
kend n g t, her şey anlat yetk l k ş lere..
- Demek Alma-Ata’ya g tmem n daha y olacağını söylüyorsun?
Yetk l k m se ona ben m anlatmamı st yorsun?
- Neden olmasın? Ona anlatacağın şeyler çoktur herhalde! Hem
orada çok sevd ğ n esk b r dostun var: Yel zarov her defasında adres
bırakıp sen çağırmıyor mu? Sen yalnız g tmel s n, ben gelemem,
çocukları bırakacak, onlara bakacak k mse yok çünkü. H ç vak t
kaybetme, z n al ve g t. Hem yıllardan ber de z n kullandığın yok.
Kullanmadığın z n günler n toplasan yıllar eder vallah . G t, Alma-
Ata’dak o büyük adamlara kend ağzınla anlat olanları.
Yed gey karısının bu görüşüne, bu akıllı öner s ne şaştı doğrusu.
- Hatun, çok doğru söylüyorsun, ş md bu ş nasıl yapacağımızı b r
düşünel m.
- Uzun uzun düşünüp vak t kaybetmeye gerek yok. Ne kadar acele
edersen o kadar y olur. Afanas İvanov ç (Yel zarov) yardım eder
sana. Bu ş n yolunu yordamını b l r o.
- Haklısın.
- Vak t kaybetme. Hem oraya g tm şken ev ç n bazı şeyler de
alırsın. Kızlarımız büyüdü. Saule’n n sonbaharda okula başlaması
gerek. Bunu düşündün mü? Onu yatılı okula verecek m y z?
Vermeyecek m y z? Bunları düşündün mü h ç?
- Düşündüm, düşündüm elbet.
Böyle ded ama büyük kızının okula başlayacak kadar
büyüdüğüne, artık okula g tmes gerekt ğ ne pek şaşırdı. Bu
şaşkınlığını bell etmemeye çalıştı.
- Öyleyse, önce yetk l lere g d p, yıllarca acısını çekt ğ m z o üzücü
olayı anlatırsın. Bu yet mlere, h ç olmazsa babalarının tem ze
çıkarılmasıyla b r yardım yapılmasını sters n. Bundan sonra vakt n
kalırsa dükkânları dolaşıp kızlara ve bana b r şeyler alırsın, gerç ben
de artık genç değ l m ama y ne de gerek yor, d ye haf fçe ç n çekt .
Yed gey başını kaldırıp karısına baktı ve kend kend ne: “Tuhaf,
ded , nsan sürekl yanyana olunca bazı şeyler farketm yor, ya da
b rdenb re farked yor”. Karısı artık genç değ ld ama, yaşlı da
sayılmazdı. Y ne de gözler nde ışıldayan b lgel ğ , saçlarına düşen lk
kırları görünce, ona karşı yen , o güne kadar b lmed ğ b r şeyler
duydu. Şakağında aklaşan sadece üç-dört kıl vardı ama, yalnız onlar
b le o güne kadar neler gördüğünü, neler çekt ğ n anlatmaya
yeterd ...
İk gün sonra Yed gey b r yolcu sıfatıyla Kumbel’de bulunuyordu.
Kumbel, Alma-Ata’ya göre aks yönde d ama yolcu tren ne
b neb lmek ç n oraya kadar g tmes gerek yordu. Hem sonra
Yel zarov’a da b r telgraf çekmel yd ve bunu da Boranlı’dan
çekemezd .
Kumbel’de Moskova - Alma-Ata tren ne b nd . Kuşetl b r vagonda,
üst ranzada d yer . Buraya eşyalarını yerleşt rd kten sonra kor dora
çıkıp pencere önünde d k ld . Kend köyler nden, durmadan ve
nmeden b r yolcu g b geçecekt . Doğrusu, köyüne bakmadan
geçemezd ve bu onu duygulandırıyordu. Sonra kuşet ne uzanır,
sted ğ kadar d nlen rd . Önünde kırk sek z saatl k b r yol vardı. Fakat
k nc gün y ce sıkılmaya başladı. H çb r şey yapmamak,
harekets zl k, onun ç n çek lmez b r şeyd . Ayrıca b r sürü nsanın
durmadan tıkınmalarına ya da uyuşuk uyuşuk yatmalarına da çok
şaşıyor, bundan h ç hoşlanmıyordu.
Y ne de, lk günün lk saatler çok mutlu d . Penceren n önünde
d k l p dışarısını seyrederken büyük b r heyecan duyuyordu. Başında
bu yolculuk ç n Kumbel’den satın aldığı b r şapka, üzer nde tertem z
gömlek ve düğmeler n n yarısı l klenm ş uzun b r ceket vardı. Savaş
zamanından kalma bu uzun ceket ona Kazangap verm ş, bu cekette
madalya ve n şanlarının çok güzel duracağını, dar paçalı pantolonu
altında dana der s nden nce uzun asker ç zmes n n de pek uyacağını
söylem şt . Yed gey bu ç zmeler n az g y yordu ama çok sev yordu.
B r erkeğ n yakışıklı ve c dd görünmes ç n güzel b r şapka le güzel
b r ç ft ç zmen n şart olduğuna da nanırdı. İşte o gün, yen şapkası
da, güzel ç zmeler de vardı. Fakat zaman lerled kçe, evden lk defa
bu kadar uzun ayrı kalacağı aklına geld kçe b raz kaygılanıyordu.
Penceren n yanında d k l p duran Yed gey’ kor dordan gel p
geçenler şöyle b r süzüyor, ona çarpmamaya d kkat ed yorlardı.
Gerçekten de Yed gey g y m , kuşamı, gururlu duruşu ve yüzüne
vuran heyecanı le öbür yolculardan farklı görünüyor ve b r saygı
uyandırıyordu.
Tren, baharın yeşertt ğ eng n Sarı-Özek bozkırında olanca hızıyla
koşuyor, önünde kaçan ufuk ç zg s n yakalamaya çalışıyordu. İler
bakınca, dünya k şeyden baret görünüyordu: Mav gökyüzü ve
sonsuz bozkır. Gökyüzü ve bozkır uzakta b r noktada b rleş yor ve
tren de bütün hızıyla şte o noktaya kavuşmak arzusuyla yanıp
tutuşuyordu.
Ve şte Boranlı topraklarına g rd tren. Yed gey buraları avucunun ç
g b b l rd . Bütün taşlarını, bütün köşe bucaklarını b l yordu. Köye
yaklaştıkça bıyık altından gülümsemeye, sank yıllarca uzak kalmış
da o gün dönüyormuş g b heyecan duymaya başladı.. İşte stasyon,
onların stasyonu! Semafor, evc kler ve küçük küçük yapılar, stasyon
deposu ve önünde yığılmış ray ve traversler... Bütün bunlar tren hızla
geçerken, ıssız çölün ortasından gel p dem ryoluna yapışmış g b
görünüyordu. Hatta Yed gey, kend kızlarını da gördü. Kuşkusuz
kızları o gün batıdan doğuya geçen bütün yolcu trenler n gözlüyor,
babalarını görmek ç n sabırsızlanıyorlardı. Saule ve Şerafet, d kkat
çekmek ç n oldukları yerde zıplıyor, el-kol sallıyor, vagonlara bakıp
neşel neşel gülüyorlardı. Örgülü saçları da onlar zıpladıkça gülünç
b r şek lde oynuyor, gözler pırıl pırıl parlıyordu. Yed gey rades
dışında b r hareketle pencereye yapıştı, onlara el salladı, tatlı sözler
mırıldandı. Ama tren hızla geçt ğ ç n kızları onu göremem ş ya da
tanıyamamışlardı. Olsun! Kızlarının onu görmeye çıkmaları büyük b r
mutluluktu onun ç n. Penceren n camına bakarak gülümseyen, b r
şeyler mırıldanan bu adamın, kend kızlarının, kend ev n n önünden
geçt ğ n , yıllardır çalıştığı stasyondan geçt ğ n , yolculardan h çb r
b lemezd . Hele stasyonun ötes nde, bozkırda dolaşan sürünün
arasında onun ünlü deves Karanar’ın da bulunduğunu h ç
b lemezlerd . O se Karanar’ı tâ uzaktan görüp tanıdı ve gözler
ışıldadı.
Boranlı’dan b rkaç durak daha uzaklaştıktan sonra, Yed gey,
kuşet ne yatıp uyudu. Tekerlekler n monoton takırtıları ve yolcuların
alçak sesle konuşmaları arasında geçen tatlı b r uyku oldu bu.
Ertes gün, öğleye doğru, Ç mkent’ten başlayıp Sem reçye
eyalet ne doğru uzanan Ala Tav(Aladağ)’ın, tepeler göründü. Ne
güzel, ne görkeml b r görünüm! Gözlere z yafet! Yed gey, dem ryolu
boyunca, Alma-Ata’ya kadar uzanan karlı tepeler sıkılmadan hayran
hayran seyrett . Bozkır nsanı ç n bu manzara b r muc ze, b r har ka
d . Ala Tav(Aladağ)lar onu heybetler yle büyülüyor, ayn zamanda
düşündürüyordu. Gözler n dağlardan ayırmadan tanımadığı yetk l
k ş lerle karşılaştığı zaman onlara ne söyleyeceğ n düşünüyordu.
Şüphes z ona, geçm ştek hataların b r daha tekrarlanmayacağını
söyleyeceklerd . Onlara, Abutal p’ n ve a les n n başlarına gelenler
anlatmak st yordu b r an önce. Bu ş açıklığa kavuşturmak,
haksızlığı telaf etmek onlara düşüyordu. Abutal p ölmüştü, onu ger
get remezlerd ama, artık çocuklarını k mse nc tmemel , onlar b r
suçlunun çocukları olarak görülmemel , önler nde h çb r engel
bulunmamalıydı. Büyük oğlan Daul sonbaharda okula başlayacaktı.
H çb r şeyden bıkmadan, çek nmeden, g zleyecek b r şey olmadan
g tmel yd okula. Nerdeyd bu çocuklar? Nasıl geç n yor, hang
zorluklarla karşılaşıyorlardı? Zar fe nasıldı?
Bunları hatırlayınca Yed gey’ n yüreğ n b r keder kapladı. Oysa,
bunca zaman geçt ğ ne göre, duyguları, üzüntüler b raz yatışmış
olmalıydı. Zaten Zar fe de artık onu düşünmekten vazgeçmes ç n
çek p g tm şt . Ama Yed gey’ n onu düşünmekten vazgeç p
vazgeçmed ğ n , ne derece düşünüp ne derece hatırladığını ancak
Allah b l rd . Uzun süre kend n yatıştırmaya, kader ne razı olup
unutmaya çalışmıştı. Derd n k me açar, k me anlatırdı? Anlatsa k m
d nler, k m anlardı? Belk ancak başı göklere değen şu dağlara
anlatab l rd derd n ! Hayır, hayır, onlara da anlatamazdı. Onlar,
nsanların dertler yle lg lenemeyecek kadar yüksek, yüce d ler. Hem
bu heybetl dağlar bunun ç n vardılar, bunun ç n yüceyd ler. İnsanlar
doğarlar ve ölürlerd , o yüce dağlar se ebedî d ler. B rçok nsan
onlara bakarak hayran kalacak, düşüncelere dalacak, onlar se
mutlak b r suskunluk ç nde hep öyle duracaklardı...
Yed gey b r şey daha hatırladı. Abutal p, “Raymalı-Aga’nın kardeş
Abd lhan’a yalvarması” efsanes n , Kazangap’ın ağzından d nley p
yazdıktan sonra ona şöyle dem şt : “Raymalı-Aga ve Beg may g b
nsanlar hayat yolunda karşılaştıkları zaman, b rb rler ne mutluluk
kadar üzüntü de ver yorlar. Çünkü b rb rler n çıkışı olmayan,
kurtuluşu olmayan b r drama sürüklüyorlardı. Bu dramın kaynağı da
başka nsanların onlar hakkında hüküm vermes d r, bundan
kurtulamamalarıdır. Raymalı-Aga’nın yakınları da sözde ona y l k
etmek sterken en büyük acıyı çekt rm şler...” O zaman bu sözler
Yed gey ç n sadece akıllıca söylenm ş sözlerd , çünkü bu sözlerdek
der n anlamı anlayacak b r tecrübe geç rmem ş, böyle b r acı
çekmem şt . Yıldızlar yeryüzünden ne kadar uzaktaysa, Yed gey le
Zar fe arasındak olay da, Raymalı-Aga le Beg may arasındak olaya
o kadar uzaktı, aralarında b r şey geçm ş değ ld . Yalnız Yed gey onu
çok sev yor ve çok düşünüyordu. Fakat Zar fe, çıkmaza
saplanmamak, uçuruma düşmemek ç n lk darbey kend üzer ne
çekm şt . Kararını bıçakla kes p atar g b verm ş ya da tırnağı etten
ayırmıştı. Ama bu kararını uygularken Yed gey’e ne acılar
çekt receğ n düşünmem ş, bunun Yed gey’e neye malolacağını
kend s ne sormamıştı. Yed gey o kadar çok acı çekm şt k
ölmed ğ ne, sağ kalab ld ğ ne şükred yordu ş md . Ama, bugün b le
bazen öyle özlem acıları çek yordu k Zar fe’y göreb lmek ç n, b r
kerec k olsun ses n duyab lmek ç n dünyanın tâ öbür ucuna koşup
g tmeye razıydı...
Yed gey, Abutal p’ten duyup öğrend ğ b r şey daha hatırlayınca
gülümsed , Abutal p, Almanya’da yaşamış Goethe adında çok büyük,
çok ünlü b r şa rden söz etm şt . “Goethe” kel mes n n okunuşu
Kazakça’da pek hoş b r anlama gelmez, ama öneml olan bu değ ld .
Bu büyük Alman şa r yetm ş nden sonra genç b r kıza âşık olmuş,
kız da sevm ş onu. Olayı herkes b l yormuş, y ne de k mse Goethe’y
b r ağaca bağlamamış, k mse onu del yer ne koymamış... B r de
Raymalı-Aga’ya yaptıklarına bakın! İy l k ed yoruz d ye onurunu
kırmış, hayatını mahvetm ş, aşağılamışlardı onu... Zar fe de kend ne
göre Yed gey’ n y l ğ n stem ş ve bu konuda v cdanının ses ne
uymuştu. Bunun ç n Zar fe’y suçlamıyor, ona kızmıyordu. Zaten
nsan sevd ğ ne kızamazdı k ! Daha çok kend s n suçluyor, kend n
kusurlu buluyordu. Sevd ğ kadın acı çekeceğ ne kend s çeks nd .
Bırakıp g tm ş olsa b le onu hep sevg yle anardı...
Yed gey’ yol boyunca meşgul eden konular şte bunlar olmuştu.
Zar fe’y aşkla, Abutal p ve yet mler n de acıma le düşünmüştü...
Tren Alma-Ata’ya y ce yaklaştığı sırada b rden Yel zarov’un
bulunmaması ht mal n düşündü. Yel zarov Alma-Ata’da değ lse ş
gerçekten çok zor olacaktı. Hay Allah! N ç n daha önce aklına
gelmem şt bu? Ukubala da unutmuştu bu ht mal . Herhalde herkes n
kend ler g b Sarı-Özek’e saplanıp kaldıklarını ve oradan h ç
ayrılmadıklarını sanıyorlardı! Oysa Yel zarov pekâlâ Alma-Ata’da
olmayab l rd . Akadem de çalışıyor, her tarafa davet ed l yordu. Onun
g b büyük b r adamın ş de çok olurdu elbet. Belk görevle ve uzun
süre ç n b r yere g tm şt . O zaman ne yapardı Yed gey? B raz
kaygılandı, ama düşününce büsbütün çares z kalmayacağını da
anladı. Alma-Ata’da çıkan gazetelerden b r ne g derd . Her gazetede
dare yer n n adres de vardı nasıl olsa. Gazetey çıkaranlar ona
yardımcı olab l rlerd . Nereye g deceğ n , k me başvuracağını
söylerlerd . Gazetec ler de b lmezse k m b l rd bu tür şler ? Konuyu
evde konuşurlarken mesele ne kadar kolay görünmüştü? Ama yolun
sonuna yaklaştıkça b r kaygıdır aldı Yed gey’ . B r atasözü vardır;
“Kötü avcı ancak ev nde, durduğu yerde avlanır” der. Yed gey de şte
o kötü avcı durumuna düşmüştü. Şu farkla k o, çok y tanıdığı
Yel zarov’a güven yordu. Bu esk dostu onu Boranlı’da sık sık z yaret
etm şt ve Abutal p Kuttubayev olayını da b l yordu. Hem Yel zarov
daha ağzını açar açmaz anlardı Yed gey’ n anlatmak sted kler n .
Ama o yoksa, konuyu başkalarına nasıl anlatacaktı? Mahkemede
olduğu g b fades n m alacaklardı? B r rapor mu vermes
gerekecekt ? Hem bakalım onu d nleyecekler m yd ? K md , k m n
nes yd ? Abutal p Kuttubayev’ n nes oluyordu? Kardeş m ,
kayınb rader m , uzak-yakın b r akrabası mı?
Tren Alma-Ata’nın kenar mahalleler ne gelm ş, yolcular eşyalarını
nd r p kor dora çıkarmış, kapıya yaklaşmaya başlamışlardı b le.
Yed gey de hazırdı. N hayet büyük stasyona geld ler. Peron, nenler
karşılamaya, b necekler uğurlamaya gelenlerle hıncahınç doluydu.
Tren y ce yavaşlayınca Yed gey b rden çocuk g b sev nd . Çünkü o
kalabalıkta Yel zarov’u görüp tanımıştı. Sevg l esk dostu şapkasını
çıkarıp “hoşgeld n” anlamında sallıyor, onun bulunduğu vagona
doğru yürüyordu. Yel zarov’un onu karşılamaya geleceğ n pek üm t
etmeyen Yed gey, “çok şanslıyım” d ye geç r yordu aklından.
B rb rler n geçen sonbahardan ber görmem şlerd ve bu da uzun b r
süre sayılırdı.
Yaşına rağmen Afanas İvanov ç Yel zarov değ şmem şt . Her
zamank g b zayıf, çev k, hareketl yd . Kazangap ona bu yüzden
“Argamak” yan “c ns yarış atı” lâkabını takmıştı ve “Argamak
Afanas ” d ye h tap ederd . Yel zarov bunun b r lt fat olduğunu b l r,
gülümseyerek “Kazangap, nasıl hoşuna g derse öyle de! Gerç ben
b raz yaşlı argamakım ama, y ne de ‘argamak’ olmak y b r şey, sağ
ol” derd .
Yel zarov Sarı-Özek’e geld ğ zamanlar genell kle ş elb ses n , sun’
der den yapılmış ç zmeler n ve esk kasket n g yerd . Ama onu
karşılamaya geld ğ o gün koyu renkl güzel b r elb se g ym ş, kıravat
takmıştı. Elb ses ağarmış saçlarıyla da uyum sağlıyordu.
Afanas İvanov ç, tren duruncaya kadar Yed gey’ n bulunduğu
vagonla öne doğru yürüdü. Ona bakıp bakıp gülümsüyordu.
Aklaşmış k rp kler ve ela gözler pırıl pırıl parlıyor, dostunu
görmekten duyduğu sev nc bell ed yordu. Yed gey’ n kaygıları,
şüpheler b r anda uçup g tt . Yüreğ heyecanla, sev nçle çarpmaya
başladı. “Sonu da çok y olur nşallah” d ye düşünüyordu.
- Vay dostum vay! Sen de gel rm şs n demek! Merhaba Yed gey,
hoşgeld n az z dostum, hoşgeld n Boranlı dostum ben m!
İk esk dost, sev nçle, hasretle kucaklaştılar. Sev nçten ve
kaynaşan kalabalıktan Yed gey’ n b raz başı döndü. Peronlardan
çıkıp stasyon önündek meydana geld ler ve Yel zarov, Yed gey’
soru yağmuruna tuttu. Kazangap’ı, Ukubala’yı, B key’ , çocukları,
yen stasyon şef n n k m olduğunu, herkes tek tek sordu. Hatta
Karanar’dan b le söz ett :
- Pek , sen n Karanar ne yapıyor? ded gülerek, y ne öyle güçlü
kuvvetl m ? Y ne arslanlar g b kükrüyor mu?
- Hep öyle, kudurup duruyor, bar bar bağırıyor, gez p tozuyor
keyf nce. Sarı-Özek’te yer m yok? Daha ne steyecek?
Büyük, güzel b r otomob l n yanına gel p durdular. Yepyen , pırıl
pırıl, s yah b r otomob ld bu. 1950’l yılların en güzel arabası olan
Z.I.M.. Yed gey o güne kadar böyles n h ç görmem şt .
Yel zarov bu arabanın ön kapısını açarak:
- İşte ben m Karanar’ım, ded , geç otur.
- İy ama k m sürecek bu arabayı?
- Ben tab î, ded Yel zarov d reks yona yapışarak. İht yarlık çağımda
kend me b r y l k yapayım ded m. Böylece Amer kalılar’a
mrenmey z!
Yel zarov kend nden em n nsanların tavrıyla kontakt anahtarını
çev rd ve arabayı hareket ett rmeden önce gülerek sordu:
- Vay dostum vay! N hayet geleb ld n Alma-Ata’ya. Her şey anlat
bana, çok kalacak mısın burada?
- Duruma bağlı, ş ç n geld m buraya Afanas İvanov ç. Ama önce
s z n görüşler n z , tavs yeler n z almam gerek.
- Tab î... Tab î, ş n düşmezse o bozkırdan k mse çek p alamazdı
sen ! Pekâlâ Yed gey. Ş md dosdoğru b ze g d yoruz. B zde
kalacaksın. H ç t raz stemem, sakın otel motel g b şeyler get rme
aklına. Ben m özel konuğumsun! Sarı-Özek’te ben nasıl sen n özel
konuğun olmuşsam, burada da öyle, sen ben m konuğum olacaksın.
Ee, Kazakça’da ne d yordunuz: “Saydın sayı bar”, anlamı “saygıya
saygı var” değ l m ?
- Evet, aşağı yukarı öyle.
- Tamam öyleyse, karar ver lm şt r. Hem ben yalnızlıktan da
kurtarmış olacaksın. Karım Julya Moskova’ya oğlumuzun yanına
g tt . İk nc torunumuz dünyaya geld de, sev nc nden fazla
bekleyemed .
- Demek k nc defa büyük baba oluyorsunuz, kutlarım s z !
Yel zarov buna kend s de şaşmış g b omuz s lkt :
- Evet ya, bunun ne demek olduğunu vakt gel nce sen de anlarsın!
Tab î daha gençs n, vakt n çok. Ben sen n yaşındayken el m şte
gözüm oynaşta d hep. Ama, tuhaftır, aramızdak yaş farkına rağmen
b rb r m z çok y anlıyor, anlaşıyoruz. Pekâlâ, hayd yola koyulalım
ş md . B r baştan öbür başa şehr geç p tâ karşı yamaca
tırmanacağız. Şu karlı dağları görüyor musun? İşte o dağların
eteğ ndek Medeo’ya g deceğ z. Sanırım sana, şehr n çıkışında köy
g b b r yerde oturduğumuzu söylem şt m.
- Hatırlıyorum Afanas İvanov ç, ev n z n küçük b r deren n kıyısında
olduğunu, her zaman deren n şarıltısını duyduğunuzu söylem şt n z.
- Bunu ş md gözler nle göreceks n. G del m! Karanlık basmadan
şehre y ce bak. İlkbaharda çok güzel olur, her taraf rengârenk
ç çeklen r.
Şehr n b r başından öbür başına d md k uzanan yol, kavakların,
parkların arasından geç p yukarılara doğru çıkıyordu. Yel zarov
arabayı yavaş sürüyor ve öneml yerler göster yordu Yed gey’e.
Resmî b naları, mağazaları ve konutları şaret ederek, bunların son
yıllarda arttığını da söylüyordu. Şehr n ortasına gel nce, büyük b r
meydanın ortasında duran görkeml b nayı hemen tanıdı. Res mler n
çok görmüştü o b nanın. Hükümet konağı d orası. Yel zarov da tam
o sırada ayn b nayı göstererek:
- İşte Merkezî Kom te orada, ded .
Bu b nanın yanından geçt ler. Ama b r gün sonra oraya
gelecekler n k s de b lm yordu. Oradan sola saptıkları zaman,
Yed gey, y ne res mler nden, Kazak Operası b nasını da tanıdı. Sonra
evler n k blok ötes nde y ne dağlara, Medeo’ya doğru uzanan yola
g rd ler. Şeh r merkez n ger de bırakarak, özel şahıslara a t bahçel
evler n, sulama arklarının arasından lerled ler. Arkların suyu o karşık
dağlardan gel yordu. İk yanda uzanan bahçeler ç çeklerle doluydu.
- Ne kadar güzel! ded Yed gey.
- Bu mevs mde gelm ş olmana sev n yorum. Alma-Ata’nın en güzel
olduğu günlerd r bu günler. Kışı da pek fena sayılmaz ama
lkbaharda nsanın yüreğ coşkularla doluyor, ruhu kanatlanıyor!
- Bu da s z n mutlu olduğunuzu göster r, ded Yed gey.
Esk dostunun öyle olmasına sev nm şt . Yel zarov ona r ela
gözler yle şöyle b r baktı, b r anda c dd leşt , ama hemen ardından,
gülümseyerek, yüzünde tatlı kırışıklıklar oluşturdu.
- Bu bahar başka bahar, söyled ğ m o coşku başka coşkudur
Yed gey. Hayat değ şmelerle, yen lenmelerle doludur. Her değ ş m
ömrün geç p g tt ğ n gösterse de, hayata anlam kazandırır ve nsan
yaşamak ster. Sen n de başına gelmed m , nsan hastalanır ve
sonra y leş r, y leş nce hayatın değer n daha y anlar, ondan yen b r
tad alır.
Yed gey çtenl kle cevap verd :
- Böyle b r şey pek hatırlamıyorum, ama o bey n rahatsızlığından
sonra...
- Sen b r boğa kadar güçlüsün Yed gey, ben m söylemek sted ğ m
başka. Bu yen l k ç n bu bahar lk adımı Part ’n n kend s attı. Ben
mutlu eden, coşturan yen l k budur.
Şahsen b r çıkarım olmayacak ama böyle b r değ şme ben
umutlandırıyor. Tıpkı gençl ğ mde olduğu g b umut doluyum. Belk
ht yarladığım ç n böyle düşünüyorum. Ne ders n?
- Ben de buraya tam şte bu yen leşme olayı le lg l olarak geld m
Afanas İvanov ç.
Yel zarov aldığı cevabı pek anlayamadı:
- N ç n, nasıl yan ?
- Abutal p Kuttubayev’ hatırlıyor musun? Ondan s ze söz etm şt m.
- Tab î, çok y hatırlıyorum. Demek o ş kökünden halletmeye
kararlısın? Demek buraya onun ç n geld n? Çok y , kutlarım sen !
- Ben değ l, Ukubala’yı kutlayın. F kr veren o. Yalnız bu ş ç n ne
yapacağımı, nereye başvuracağımı b lem yorum.
- Bu ş en ne boyuna konuşuruz sen nle. Evde çayımızı çerken
rahat rahat düşünür, b r karara varırız.
Sustular. B raz sonra Yel zarov şu pek anlamlı sözler söyled :
- Görüyor musun Yed gey zaman nasıl değ ş yor? Daha üç yıl önce
bu mesele ç n buraya gelmey aklına b le get remezd n. Ama bugün
korkmadan konuya eğ l yor ve buraya gel yorsun. Doğrusu, olması
gereken de budur. İst snasız herkes adalete güvenmel , ondan
yararlanmalıdır. H ç k mseye ayrıcalık, üstünlük tanınmamalıdır. Ben
böyle düşünüyorum.
- S z burada her şey daha y görüyorsunuz ve okumuş b r nsan
olduğunuz ç n de b zden daha y anlıyorsunuz.
Bu konuyu Dem ryolcular Toplantısı’nda b z de tartıştık. O zaman
ben hemen Abutal p’ hatırladım. Çünkü o olay yüreğ mde d nmeyen
b r sızı d , kapanmayan b r yara. Konuyu o toplantı sırasında ortaya
atmak sted m ama, mesele sadece Abutal p’ n haksızlığa uğradığını
ortaya çıkarmak değ ld . Abutal p’ n büyümekte olan çocukları var,
büyüğü bu sonbaharda okula başlayacak...
- Pek , ş md nerde yaşıyor bu a le?
- B lm yorum Afanas İvanov ç. Üç yıl önce göç ett ler ve o
zamandan ber b r haber alamıyoruz.
- Orası pek öneml değ l, nerede olduklarını nasıl olsa öğren r z.
Ş md öneml olan, hukukçuların dey m le; Abutal p dosyasını
yen den ele almaktır.
- Evet, tam öyle, durumu anlatan, açıklayan kel mey hemen
buldunuz. Ben de buraya, s z nle bunu konuşup tartışmaya geld m.
- Sanırım boş yere gelm ş olmayacaksın dostum.
***
Yed gey döndükten üç hafta sonra, adres ne b r resmî yazı geld .
Ak kâğıda dökülen o kara yazıda, hakkında soruşturma açılan ve
soruşturma sırasında ölen esk dem ryolu şç s Abutal p
Kuttubayev’ n, eylemler nde h çb r suç unsuru bulunmadığı,
tamamen suçsuzluğuna karar ver ld ğ , aklandığı söylen yordu.
Ayrıca bu beraat yazısının, mağdurun çalıştığı yerde topluluk ç nde
okunması da tavs ye ed l yordu. Yed gey bu resmî yazıyla hemen
hemen ayn gün Yel zarov’dan da b r mektup aldı. Yed gey ç n öyle
değerl b r mektup d k bu, onu, çocuklarının doğum belgeler ,
cephede kazandığı kahramanlık madalyası, yaralandığı ç n aldığı
n şanlar, ş ndek başarısından dolayı aldığı belgeler arasında
sakladı...
Afanas İvanov ç Yel zarov bu uzun mektubunda, Yed gey’ n dostu
Abutal p’ n dosyasının bu kadar çabuk ele alınmasından, sonra da
beraat etmes nden duyduğu sev nc bel rt yor, bunun y b r döneme
g r ld ğ n n şaret olduğunu, kend m z n y ne kend m ze karşı b r zafer
kazandığımızı yazıyordu.
Yel zarov bu mektubunda, Yed gey’ n Alma-Ata’dan g d ş nden
sonra, beraber g tt kler o resmî da relere b r daha uğradığını ve
öneml şeyler öğrend ğ n de yazıyordu. Öğrend ğ öneml şeyler n
lk , Abutal p’ tutuklatan Tansıkbayev adlı sorgu yargıcının görevden
alınması d . Bütün yetk ler kaldırılmış, rütbes nd r lm ş, n şan ve
madalyaları alınmıştı. Hakkında kovuşturma da açılmıştı. İk nc
öneml şey, Abutal p Kuttubayev’ n a les n n Pavlodar’a (aman Tanrım
ne kadar uzak b r yer!) yerleşt ğ yd . Zar fe orada öğretmenl k
yapıyormuş. Meden hâl ne gel nce: Yen den evlenm ş. Oturduğu
yerden gelen resmî yazıda ver l yormuş bu b lg ler. Yel zarov,
mektubunda, Abutal p’ hbar eden n Yed gey’ n kuşkulandığı o
müfett ş olduğunu da söylüyordu. Abutal p’ n dosyası ncelen rken
onun yazdığı raporu bulmuşlar...
Yed gey mektubuna şöyle devam ed yordu: “... Bu adamın böyle
ağır b r suç şlemes ne sebep ne olab l r? Onu tahr k eden ned r?
Sen n bana anlattıklarını ve benzer olayları hatırlayarak bu konuda
çok düşündüm ve bu sorulara b r cevap aradım. Onun n ç n böyle
davrandığını anlamaya çalıştım. Fakat yazık k tatm n ed c b r cevap
bulamadım. Abutal p’ten böyles ne nefret etmes ne, h ç tanımadığı
bu adama k n beslemes ne sebep ne? Belk de bu, tar h n bazı
dönemler nde nsanlara musallat olan b r hastalık, b r salgındır. Belk
de, her nsanın ç nde bulunan g zl b r kıskançlık duygusunun, b r
hırsın, onu g zl g zl kem rmes ve böyles ne korkunç b r suça
tmes d r. Ama, anlamıyorum, Abutal p’ n nes , hang özell ğ onda
böyle b r kıskançlık duygusunu uyandırmış olab l r? Bunu b r türlü
çözem yorum. B r nsanı ft ra le lekelemek, karalamak meseles ne
gel nce, bu, dünyanın kend s kadar esk b r usuldür. Bu konuyu
burada bulunduğun günlerde çok tartıştık. B r zamanlar b r nsana
‘d ns zd r’ d ye kara çaldın mı, onu Buhara pazarında taşa tutarak
öldürür, ya da Avrupa’da, d r d r yakarlardı. Ş md , Abutal p’ n
dosyası tekrar ncelen p gerçekler n ortaya çıkmasından sonra b r
kere daha ve kes n olarak nandım k , nsanoğlunun kıskançlık,
başkalarını çekememe hastalığından kurtulması, daha çok zaman
alacaktır. Bu zamanın ne kadar uzun olacağını b lemem ama,
yeryüzünde kötülükler n, ağır haksızlıkların sürekl g zl
kalamayacağını, adalet n, gerçeğ n yok ed lemeyeceğ n b lmek ben
rahatlatıyor ve sev nmem ç n yet yor.. Gerçek ve hak, b r defa daha
gal p geld . Şüphes z bu zafer n bedel çok ağır oldu, ama zafer
kazanıldı. Dünya durdukça da bu böyle olacaktır! H çb r çıkarın
olmadığı halde, Yed gey, hakkı savunduğun, gerçeğ ortaya
çıkardığın ç n, mutluluk duyuyor ve sen kutluyorum...”
Yed gey bu mektubun etk s nden günlerce kurtulamadı. Y ne bu
mektuptan sonra kend s nde b r değ şme, ç nde b r duruluk ve
aydınlanma h ssederek, buna pek şaştı. Ve, hayatında lk defa,
büyük adımlarla yaklaşan ht yarlık çağına hazırlanması gerekt ğ n
düşündü...
Yel zarov’un mektubu, Yed gey’ n hayatını, mektuptan önce ve
sonra olmak üzere, k ye ayıran b r sınır oldu. Mektuptan öncek
dönem, ya da o zamana kadark düşünceler , kayıkla den ze açılınca
uzaklaşan kıyılar g b , s sler ç nde kaybolup g d yordu. Mektuptan
sonrak hayatı se, günden güne sak nleşen b r akışla devam
ed yordu. Bu akışın sonsuz olmadığı ama uzun b r süre devam
edeceğ bell yd . Y ne bu mektuptan öğrend ğ ve onu en çok sarsan
b r haber de, Zar fe’n n tekrar evlenm ş olmasıydı. Bu haber onun
esk acılarını depreşt rd , üzdü. Ama daha fazla üzülmes n , allak-
bullak olmasını önleyen şey, Zar fe’n n evlenm ş olab leceğ n
önceden düşünmes , bunun ç ne doğmuş olması d . Zar fe’n n ve
çocuklarının nerede bulunduklarını, nasıl yaşadıklarını b lmese de,
onun yen den evlend ğ nden em nd . Bunları, trenle Alma-Ata’dan
Boranlı’ya dönerken düşünmüş, üzülmüştü. Nerden gelm şt aklına
böyle b r düşünce? Bunu b lem yordu. Oysa trene b n p hareket
ederken h ç de üzüntülü değ ld , aks ne çok neşel yd . Moral
yükselm ş, umudu artmıştı. Çünkü Yel zarov’la b rl kte g tt kler her
yerde güleryüzle, anlayışla karşılanmışlar, bu da onun doğru yolda
oldukları nancını ve y b r sonuç alacakları umudunu arttırmıştı.
Bunda yanılmadığını sonradan anlayacaktı.
Yed gey Alma-Ata’dan ayrılacağı gün Yel zarov onu öğle yemeğ
ç n gar lokantasına götürmüştü. Tren n kalkış saat ne epeyce vak t
olduğu ç n burada yey p çerek ve çler n dökerek saatlerce
oturmuşlardı. B rb rler nden ayrılmadan önce, Yed gey, Yel zarov’un
başkalarına h ç açmadığı güçlü düşünceler n ona açtığını anlamıştı.
Esk b r Moskovalı komsomol (Komün st Gençl k B rl ğ üyes ) olan
Afanas İvanov ç Yel zarov, 1920’lerde, basmaçlara karşı vuruşmak
ç n Türk stan’a gelm ş sonra da buralara yerleş p kalmış ve kend s n
jeoloj (yerb l m) çalışmalarına verm şt . Gençl ğ nde Ek m devr m ne
nanmış, ona üm t bağlamış, ama yapılan yanlışların, becer ks zl ğ n
bedel n çok pahalı ödem şler ama denenmem ş b r yolda
başlattıkları o hareket y ne de durmamış, tar h n özü, anlamı da bu
akışta m ş zaten. Y ne Yel zarov’un ded kler ne göre bu hareket
ş md yen b r güç kazanmış, yen b r safhaya gelm ş k bunun da
güvences toplumun kend kend n düzeltmes , tem zlemes m ş.
“Ş md bu konuyu açıkça konuşab l r hâle gelm ş olmamız da
göster yor k y b r yola g rm ş bulunuyoruz, demek k gelecek ç n
yeter gücümüz var” dem şt Yel zarov. Evet, o gün yemek yerken hep
bu konular üzer nde sohbet etm şlerd .
Boranlı Yed gey onu Sarı-Özek’e götürecek trene b nd ğ zaman
şte bu haldeyd : Neşel , umutlu, mutlu.
Dönüş yolunda Yed çay (Sem reçye) ovası boyunca uzanan karlı,
heybetl Ala Tavlar’ı b r kere daha seyre koyuldu. Ve onları
seyrederken Alma-Ata’da geçen günler n düşünmeye başladı. Ve
şte tam o sırada ç nden gelen b r ses Zar fe’n n yen den evlend ğ n
söyled ona.
Yed gey, heybetl karlı dağlara, dağların ber s nde uzanan ve bahar
yeş l ne bürünen düzlüklere bakarken, bu dünyada Yel zarov g b özü
sözü doğru k ş ler n bulunduğunu, onlar olmasa hayatın daha da
güçleşeceğ n düşündü. Abutal p’ n ş ç n her şey yapmış, her
kapıyı vurmuşlardı ve y de karşılanmışlardı. Ama y ne de, çabuk
geçen, çabuk değ şen, kısa ve oynak zamana güven l p
güven lemeyeceğ n de aklına get rm yor değ ld . Abutal p sağ
olsaydı, ft ralardan, aslı olmayan suçlamalardan kurtulur, belk
çoluğu çocuğu le mutlu b r hayat yaşamağa devam ederd . Sağ
olsaydı! Bu söz çok şey anlatıyordu. Eğer sağ olsaydı, h ç şüphes z
Zar fe onu son gününe kadar beklerd . Onun g b b r kadın her şeye
göğüs gerer, ne pahasına olursa olsun beklerd kocasını. Ama,
bekleyecek k mses olmayan yalnız b r kadın n ç n evlenmes n?
Genç b r kadın ömrünü n ç n yapayalnız geç rs n? Karşısına y b r ,
uygun b r çıkarsa evlen rd elbet! İşte bu düşünce Yed gey’ pek
sarstı. Bunu düşünmemek ç n aklına başka şeyler get rmeye, başka
şeylerle meşgul olmaya çalıştıysa da bunu pek başaramadı. Bunun
üzer ne kalkıp lokantalı vagona g tt .
Yolun henüz başlangıcı olduğu ç n vagon-restoranda k mseler
yoktu ve bu yüzden havası s gara dumanıyla bozulmamıştı, masalar
da tertem zd . Pencere kenarında b r yere tek başına oturdu ve
oyalanmak ç n b r ş şe b ra get rtt . Burada otururken de
seyredeb l yordu dağları, bozkırı ve gökyüzünü. B r yanda göklere
yükselen karlı dağlar, b r yanda ve gözler n n önünden kayıp geçen
ç çekl ve yeş l düzlükler, onun derd n y ne depreşt rd , y ne
kuruntulara, hüzün dolu b r umutsuzluğa kaptırdı kend n . Yürek
acısını g derecekm ş g b çok çmek sted ve bu defa b r ş şe votka
get rtt . B rkaç kadeh çt ğ halde ne acısı d nd ne de sarhoş oldu.
Bunun üzer ne b r ş şe b ra daha ısmarladı. B rayı çerken de
düşüncelere daldı g tt .
Epeyce vak t geçm şt ve akşam karanlığı çökmek üzereyd . O
bahar akşamının saydam havasında, dem ryolunun k yanında
toprak hızla akıp g d yordu ger lere doğru. Köyler, bağlar, yollar,
nsanlar, hayvan sürüler Yed gey’ n gözler önünden hızla geç p
g d yorlardı. Fakat bunların h çb r onu pek fazla lg lend rm yordu.
G tt kçe artan ç acısı, geçm ş n kapanıp g tt ğ n ve b r daha
yakalanamayacağını da h ssett r yor, bu da ayrı b r üzüntü ver yordu
ona.
Raymalı-Aga’nın veda sözler n b r kere daha hatırladı:
“.. Kara kara dağlardan göç nende,
Morlu morlu dağlardan göç nende
Panayırda ben bekleme Beg may...”
Ve Yed gey, kend s n kayın ağacına bağlanmış, aşağılanmış,
mahved lm ş Raymalı-Aga’nın yer nde h ssett ...
Lokantalı vagonda dışarısı y ce kararıncaya kadar oturdu. Zaten
çer s y ce dolmuş ve s gara dumanından soluk alınmaz olmuştu.
Yed gey öbür yolcuların neden böyle kayıtsız, kaygısız olduklarına,
pe sapa gelmez lâflarla n ç n bağıra bağıra konuştuklarına, bu kadar
çok çk ve s gara çmeler ne şaşıp kalıyordu. O lokantalı vagona
erkeklerle gelen kadınlar da h ç hoşuna g tm yordu. Bunların yüksek
sesle arsız arsız gülüşler ç leden çıkarıyordu onu.
Oturduğu yerden sendeleye sendeleye kalktı, el nde teps yle
gürültülü masalar arasında dolaşan garsonu bulup hesabı öded ,
kend kompartımanına doğru yürüdü ve yer ne ulaşıncaya kadar,
trenle b rl kte k yana sallana sallana b rçok vagon geçt . Bu arada
kend n daha mutsuz, tal hs z, yapayalnız h ssed yordu.
N ç n yaşamalıydı bu dünyada, ne ş vardı onun bu tren
yolculuğunda?
Nereden gel p nereye g tt ğ , n ç n g tt ğ , gecen n karanlığında hızla
lerleyen bu tren n nereye ulaşmak sted ğ pek lg lend rm yordu onu.
Sahanlıklardan b r nde durdu, yanan alnını kapının ser n camına
dayadı, sağa sola bakmadan, gel p geçen yolculara aldırmadan
öylece bekled .
Tren, ırgalana ırgalana yoluna devam ed yordu. Yed gey steseyd o
k l tl kapıyı kolayca açardı. Çünkü bütün dem ryolcularda olduğu g b
onun ceb nde de bu kapıyı açacak b r anahtar vardı... Kapıyı açar ve
adımını atıver rd ... Bozkırın karanlıklarında, tâ uzaklarda b r yerde,
k ışık gördü. Ona gel! gel! d yorlardı sank . Uzun süre gözden
kaybolmadı bu ışıklar. Tenhada tek başına bulunan b r ev n k
penceres m yd bunlar, yoksa çoban ateş m ? Mutlaka b r ler vardı
orada! K md onlar? O tenha yerlerde ne şler vardı? Zar fe ve
çocukları olab l r m yd ? Eğer onlarsa, trenden atlar, b r solukta
yanlarına koşar, Zar fe’n n ayaklarına kapanır, yüreğ nde b r ken
acıları, üzüntüler dışa akıtarak, h çb r utanç duymadan hüngür
hüngür ağlardı...
Uzaklaştıkça s l nmekte, kaybolmakta olan k ışığa gözler n d ken
Yed gey hıçkırıklarını boğarak sess z sess z ağlamaya koyuldu.
Yanan alnı kapının camına dayalı d , gel p geçen gürültülü yolculara
aldırmıyordu. Yüzü gözü ıpıslaktı... İsteseyd kapıyı açar ve
atlayıver rd ...
Tren, k yana sallana sallana ve hızla lerl yordu.
“... Kara kara dağlardan göç nende
Morlu morlu dağlardan göç nende
Panayırda ben bekleme Beg may...”
***
Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya g der
gel r.. g der gel rd .
Bu yerlerde dem ryolunun her k yanında ıssız, eng n, sarı
kumlu bozkırların özeğ Sarı-Özek uzar g derd .
Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenw ch mer dyen nden
başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler dem ryoluna göre
hesaplanırdı.
Trenler se doğudan batıya, batıdan doğuya gel r g der.. gel r
g derd ..
Akkuyruklu r çaylak çevrey gözetlemek ç n Malakumdıçap
vad s nden havalandı. Kend av bölges n k defa gözden geç r rd :
B r öğleden evvel, k nc s öğleden sonra.
Sarı-Özek üzer nde süzülen çaylak aşağıya d kkatle bakıyor,
sürünen p sl k böcekler nden çev k hareketl kertenkelelere kadar
h çb r canlıyı gözden kaçırmıyor, daha gen ş b r açıdan bakmak ç n
arada b r kanat çırparak haf f haf f yüksel yordu. Böylece, çemberler
ç ze ç ze, asıl avlanma alanı olan yasak bölgeye yaklaştı. O gen ş
alana, d kenl tellerle çevr ld kten sonra t lk ler ve ötek dört ayaklı
etç l hayvanlar g rem yordu. Bu yüzden de orada uçan ve sürünen
pek çok y yecek vardı onun ç n. Tel örgüler çaylağa engel olamazdı.
Bu d kenl ç tler n ona zararı değ l yararı olmuştu. Bununla beraber, o
d kenl tellere pek sokulmaması gerekt ğ n de anlamış bulunuyordu.
İk gün önce, tepeden aşağısını süzerken b r tavşan yavrusu görmüş
ve hemen ok g b dalmıştı hayvanın üzer ne. Yavru tavşan yakınında
bulunan tel örgünün altına kaçmıştı ve çaylak onu yakalayım derken
az daha tam göğsünden tel n d ken ne saplanacaktı. Son anda
durumu farked p var gücüyle kanat çırparak kend n frenlem şt ama
y ne de göğsünden b rkaç tüy tel n d ken ne takılıp kalmıştı. O
zamandan ber d kenl tellere sokulmuyordu.
İşte ş md y ne bu yerler n ve gökler n hak m olarak, kanat
çırpmadan süzgün süzgün dolanıyor, yerdek sürüngenler n d kkat n
çekmemeye çalışıyordu. Bu sabah, lk gözetleme uçuşunda, uzay
alanındak asfalt düzlüklerde, nsanların, mak neler n telaşlı telaşlı
g d p geld kler n gözlem şt . Arabalar hızlı hızlı g d p gel yor ve daha
çok roketler n çevres nde dolanıyorlardı. Bu roketler uzun zamandan
ber , platformların b raz açığında, burunları gökyüzüne dönük
duruyorlardı. Çaylak bunları görmeye alışmıştı. Ama bugün
olağandışı b r hareket vardı burada. İnsanlar da, arabalar da çoktu
ve bunlar hep hareket hal ndeyd ler...
Akkuyruklu çaylak, deveye b nm ş b r adamla onun peş nden gelen
gürültülü k aracın, uzun kızıl tüylü b r köpeğ n bozkırı geçt kler n ve
sonra tel örgüler n yanına gel p durduklarını da görmüştü. O d kenl
tel aşamadıkları ç n durdukları bell yd ... O kızıl tüylü köpeğ n
nsanların çevres nde neşel neşel koşturması keyf n kaçırıyor,
s n rlend r yordu onu. Ancak bunu bell edemez, b r köpeğ n
sev yes ne düşemez, o kadar alçalamazdı. Onun ç n yukarıda
süzülerek olacakları merakla bekl yor, nsanların yanında kuyruğunu
oynata oynata dolaşan o köpeğ de gözden kaçırmıyordu...
Yed gey başını kaldırıp yukarı bakınca gökyüzünde süzülen çaylağı
gördü. “Büyük b r akkuyruk” ded kend kend ne. “Ben de onun g b
b r çaylak olsaydım ben burada k m durdurab l rd ! Hemen havalanır,
Ana-Bey t’tek kümbetlerden b r n n üzer ne konardım...”
Tam o sırada yoldan gelen b r arabanın gürültüsünü duydu. “İşte
gel yor, Allah vere de ş m z uz g de” d ye düşündü. Jeep, tel örgülere
saptı ve hızla gel p nöbetç n n bekled ğ yerde durdu. Nöbetç de
hazırola geç p teğmen Tansıkbayev’ selamladı. Teğmen arabadan
n nce de ona tekm l vermeye başladı:
- Teğmen m, mesele şu k ...
Teğmen b r el şaret yle onun sözünü kest , sonra da parmaklığın
dışında bekleyenlere dönerek sordu:
- K m bu yabancılar? Ben mle görüşmek steyen ş kâyetç ler k m?
S z m s n z? d ye sordu Yed gey’e.
Yed gey hemen cevap verd :
- B z, b zgoy karagım. Ana-Bey t’ke cetpey turıp kaldık. Kalay da
bolsa yardımdeş karagım[25]...
Yed gey böyle konuşurken madalyaları görünsün d ye eğ lm şt ama
bunun Tansıkbayev üzer nde h çb r etk s olmadı. O daha sözünü
b t rmeden resmî tavrını göstererek öksürüp boğazını tem zled ve
soğuk b r sesle ve kaşlarını çatarak Yed gey’e:
- Yabancı yoldaş, ded , ben mle Rusça konuşun lütfen, şu anda
görev m n başındayım.
Boranlı Yed gey bu tavır karşısında neye uğradığını şaşırdı ve
kekeleye kekeleye:
- Haa, affeders n.. şey.. affeders n, öyle ya.. hata ett m..
Sözüne devam edemed . Bu soğuk tavır karşısında
söyleyecekler n de unutmuştu zaten. Onu bu güç durumdan Uzun
Ad lbay kurtardı:
- Teğmen yoldaş, z n ver rsen z d leğ m z ben arzedey m...
- Söyley n, ama kısa olsun, ded teğmen.
- B r dak ka.. merhumun oğlunu da çağırsak..
Ad lbay böyle ded kten sonra b raz açıkta b r aşağı b r yukarı gez p
duran Sab tcan’a seslend :
- Ey Sab tcan, sen de gel!
Sab tcan el n sallayarak:
- Kend n z konuşup halled n! d ye kaba b r şek lde sırtını döndü.
Ad lbay’ın yüzü pancar g b kızardı:
- Affeders n z teğmen yoldaş, şler n bu duruma gelmes ne b raz
gücend de. O b z m merhum Kazangap’ın oğludur. Damadı da
burada, römorkta..
Kend s nden söz ed ld ğ n ş ten damat çağrıldığını zannederek
römorktan nd .
- Bu ayrıntılar ben lg lend rmez, ded teğmen, s z ş n aslını, ne
st yorsanız onu anlatın bana!
- Pek .
- Kısa ve açık olarak..
- Tamam, kısa ve açık olarak..
Uzun Ad lbay, k m olduklarını, buraya nereden ve n ç n geld kler n
anlatmaya başladı. O anlatırken teğmen n yüzüne d kkatle bakan
Yed gey, onun yüz hatlarından h çb r hayrı, yardımı
dokunmayacağını anlamıştı. O buraya sadece formal te gereğ
‘yabancı’ ded ğ bu k ş ler n ş kâyetler n d nlemek ç n gelm şt .
Yed gey’ n yüreğ sıkıldı. Tansıkbayev denen bu teğmen n karşısında
Kazangap’ın ölümü le lg l her şey, bütün hazırlıklar, merhumu Ana-
Bey t’e gömmeye gençler razı etmek ç n gösterd ğ bütün çabalar,
onu Sarı-Özek’e bağlayan bütün değerler, hayaller, düşünceler, Sarı-
Özek tar h , her şey.. her şey b r anda anlamını y t rm ş, sıfıra nm şt .
Orada, kalb en nce yer nden kopmuş, kırılmış olarak, tar fs z
kederler ç nde öylece duruyordu. Hele o korkak Sab tcan’ın o
duruşuna hem gülmek, hem ağlamak gel yordu ç nden. Çünkü daha
dün kadehler dolusu votka çen, lahlar ve robotlaşan nsanlar
hakkında akıl almaz şeyler söyleyen, b lg çl k taslayarak Boranlılar’ın
cah ll ğ yle alay etmeye kalkışan bu her f, ş md ağzını açıp tek
kel me söylemeye cesaret edem yordu. Karanar’a, nakışlı-püsküllü
örtülerle süsled ğ , donattığı deves ne bakınca da gülmek ve
ağlamak st yordu. Bütün bunlar n ç nd ? Neye yarayacaktı? Ana
d l n konuşmak stemeyen ya da ana d l nde konuşmaya korkan bu
küçük adam, Tansıkbayev adlı bu küçük teğmen, Karanar’ın n ç n
süslend ğ n ne b l r, ne anlardı? Kazangap’ın ayyaş damadına da
gülmek ve ağlamak gel yordu ç nden. Ayyaş olsa da, dün ağzına b r
damla çk almayan, yol boyunca sarsıla sarsıla g den römorkta,
merhumun tabutu başında oturan bu zavallı da ş md römorktan n p
yanlarına gel yor ve mezarlığa g tmeler ne z n ver leceğ n sanıyordu.
Yed gey, kızıl tüylü köpeğ Yolbars’a bakınca da gülmek ve ağlamak
st yordu. Bu cenaze alayında ne ş vardı onun? Ş md n ye onların
yola çıkmalarını sabırla bekl yordu? Bunun ona ne yararı olacaktı, ne
umuyordu? Ama, b l nmez, ne de olsa sadık b r hayvandır. Belk
sah b n n üzüntülerle karşılaşacağını sezm şt r de, o güç günler nde
onu yalnız bırakmamak stem şt r! Kalıbek’le Cumal ’ye, araçlarında,
d reks yon başında bekleyen o k genç sürücüye gel nce, onlara ne
d yeb l rd ? Bütün bu olanlardan sonra onlar kend s hakkında ne
düşünürlerd ?
Yed gey, kalb n n en nce yer nden ve der nden yaralanmıştı.
Üzgündü, kırgındı, aşağılanmıştı. Ayn zamanda zapted lmes güç b r
öfke kabarıyordu ç nde. H ddetten kanı beyn ne sıçrıyor, şakakları
zonkluyordu. Ama, çok kızdığı zaman nasıl tehl kel olduğunu b ld ğ
ç n de, güçlükle de olsa, kend n tutuyordu. Hem sonra, sevg l dostu
Kazangap’ın cenazes n daha toprağa b le vermeden bu kadar
kızmaya hakkı yoktu. Onun yaşında b r adama, h ddete kapılıp ses n
yükseltmek de yakışmazdı. Bu yüzden, sözle ve hareketle öfkes n
bell etmemek, duygularını dışarı vurmamak ç n d şler n sıktı,
sabrett ...
Yed gey’ n de sezd ğ g b , Uzun Ad lbay’la teğmen arasındak
konuşma uzadıkça çıkmaza g rmekteyd .
Teğmen, Ad lbay’ı d nled kten sonra kes n cevabını verd :
- S ze yardım edemem. Bu bölgeye yabancıların g rmeler
kes nl kle yasaktır!
- Burasının yasak bölge olduğunu b lm yorduk teğmen yoldaş.
B lsek gelmezd k. Yasak olduğunu b le b le n ç n gelel m? Ama
madem k geld k, ölümüzü gömmem ze z n vermeler ç n yüksek
makama başvurmanızı r ca ed yoruz s zden. Buraya kadar
get rd kten sonra tekrar ger götüremey z ya!
- Buraya gelmeden âm rler me sordum ben. Ne sebeple olursa
olsun k mse g remez, ded ler.
- Teğmen yoldaş, sebep aramak da ne oluyor? S z n bölgen zde
b z lg lend ren ne olab l r? Ölümüzü gömmek stemesek bunca yolu
n ç n gelel m?
- S ze b r defa daha söylüyorum yabancı yoldaş: Buraya h ç k mse
bırakılamaz!
O âna kadar ağzını açıp tek kel me söylemeyen ayyaş damat
kend n tutamayıp t raz ett :
- Yabancı da ne demek? K mm ş yabancı? B z burada yabancı
mıyız?
Damadın h ddetten yüzü kıpkırmızı, dudakları mosmor olmuştu.
Uzun Ad lbay da destekled onu:
- Doğru söylüyor, ne zamandan ber yabancı olduk kend
toprağımızda?
Ayyaş damat sınırı aşmamak ç n ses n yükseltmemeye çalışarak
ve Rusça’sı da zayıf olduğu ç n ağır ağır konuşarak devam ett :
- Burası b z m toprağımızdır. Burası b z m mezarlığımız, b z m
kend mezarlığımız. B z Sarı-Özek nsanlarının ölüler m z buraya
gömmeye hakkımız vardır. Çok, çok önce, Nayman-Ana buraya
gömüldü. O zaman k mse b lm yordu b r gün gelecek de burası
yasak bölge olacak...
- S z nle tartışmaya g recek değ l m, ded teğmen Tansıkbayev,
burada sorumlu nöbetç âm r olarak b r daha, b r daha söyleyey m k ,
ne ş md ne de daha sonra, ne sebeple olursa olsun yasak bölgeye
k mse g remez!
Ortalığa b r sess zl k çöktü. “Şu her f küfür sel ne tutmamak ç n
d ş m sıkmalıyım” d ye kend n güçlükle tutan Yed gey başını
yukarıya kaldırdı. Y ne o akkuyruklu çaylağı gördü gökyüzünde.
Çaylak rahat rahat süzülüyordu. Ona mrend , onun yer nde olmak
sted y ne. Ama artık umut yoktu, yapılacak b r şey de yoktu.
Mezarlığa zorla g remeyecekler ne göre, çek p g tmekten başka b r
şey kalmıyordu. Çaylağa b r defa daha baktıktan sonra teğmene
döndü:
- Bak teğmen yoldaş, ded , b z g d yoruz. Yalnız, general ne ya da
sana k m em r ver yorsa ona şunu söylemen st yorum: Bu yaptığı
çok yanlıştır, hatadır. Ben esk b r savaşçıyım. Bu yaptığınız h ç de y
değ l! Doğru değ l!
- Doğru ya da değ l, komutanlarımın verd ğ emr tartışmam ben.
Ayrıca s ze şunu da b ld rmem sted ler: Bu mezarlık yakında
tamamen kaldırılacak, yok olacak!
- Ana-Bey t m ? ded Ad lbay şaşırarak.
- Adı böyleyse, evet.
- N ç nm ş o? Mezarlığın k me ne zararı var?
- Buraya yen b r yerleş m b r m kuracaklar.
Uzun Ad lbay’ın şaşkınlığı daha da artmıştı:
- Olur şey değ l! Başka yer bulamadınız mı? Yer kıtlığı mı var?
- Planda böyle öngörülmüş.
Boranlı Yed gey, teğmen Tansıkbayev’ n gözler n n ç ne d k d k
bakarak sordu:
- Bana baksana! Baban k m sen n? Babanın adını söyler m s n?
- Bundan s ze ne? Konumuzla ne lg s var bunun?
- Ne lg s m var? Mezarlığımızı yıkıp mahvetmeye karar verd kler
zaman onları babana haber vermel yd n. B ze değ l, mezarlığımızı
yıkacaklara karşı çıkmalıydın. Sen n baban, ataların ölmed m ? Ya
da b r gün sen kend n ölmeyecek m s n?
- Bunun konumuzla b r lg s yok.
- Pekâlâ. B z de lg lenecek b r n buluruz. Ben d nle teğmen
yoldaş, kumandanın k mse, buranın en yetk l k ş s k mse, ben
d nlemes n st yorum. Ş kâyetler m doğrudan doğruya ona
söyleyeceğ m. Ona de k Sarı-Özek yerl ler nden esk savaşçı
Yed gey Cangeld ’n n sana b r ç ft sözü var!..
- Böyle b r şey yapamam, ne yapacağımı da s z söyleyemezs n z
bana!
Ayyaş damat y ne kend n tutamadı:
- Onu yapmaz, bunu yapmazsın. Pek ne yaparsın sen?
Öfkeden köpürerek lâve ett :
- Pazar yer ndek nz bat senden çok daha y !
Teğmen n yüzü sapsarı oldu ve sertleşt :
- Bu kadarı da yeter artık! Uzaklaştırın bu adamı buradan!
Araçlarınızı da çek n, yolu kapamayın!
Yed gey ve Uzun Ad lbay damadın koluna g r p onu araçların
yanına götürdüler. Damat g derken başını çev r p bağırdı:
- Saga col da yetpeyd ! Saga cer de yetpeyd ! Urdum sendeyd n
avzın![26]
O âna kadar b raz açıkta b r aşağı b r yukarı g d p gelen ve ağzını
açmayan Sab tcan kend n göstermen n zamanı geld ğ ne karar
vererek yanlarına geld :
- Eee, ne oldu bakalım? Ger ye çark ed yorsunuz değ l m ? Böyle
olacağı bell yd zaten! Ana-Bey t! Ana-Bey t! d ye tutturdunuz. Alın
s ze Ana-Bey t! Dayak yem ş köpek g b dönüyorsunuz...
Ayyaş damat h ddetle Sab tcan’ın üzer ne yürüdü:
- K me köpek d yorsun sen! Burada b r köpek varsa o da sens n!
P s, aşağılık! Şurada duran her fle sen n h çb r farkın yok. Resmî
görev olan b r adam olduğunu söyleyerek böbürlen yorsun ama, sen
b r nsan b le değ ls n!.
Sab tcan söyled kler n nöbetç kulübes ne de duyurmak ç n yüksek
sesle bağırdı:
- Kapa çenen ayyaş her f! Onların yer nde olsam sen ağzından
çıkanlar ç n öyle uzaklara sürerd m k ne ses n duyulurdu ne
soluğun. Topluma h çb r yararı olmayan sen n g b ler n kökünü
kazımalı bu dünyadan!
Böyle ded kten sonra sırtını damada ve onu tutup get renlere
döndü. Bu hareket yle sank onlardan b r ya da onlar g b b r
olmadığını bell etmek st yordu. Sonra da, sank onların başı m ş
g b yüksekten atarak b rden em rler vermeye başladı:
- Ağzınız b r karış açık ne duruyorsunuz orada? Çalıştırın
motorları! Geld ğ m z g b döneceğ z şte! Cehennem olup g deceğ z!
Döndürün ger şu araçları! Yett be! S z d nlemek aptallıktı zaten.
D nled k de ne oldu!
Kalıbek traktörü çalıştırdı, römorku d kkatle ger döndürmeye
başladı. Ayyaş damat da römorka atlayıp cenazen n yanındak yer n
aldı. Cumal , yol mak nes n çalıştırmak ç n, Yed gey’ n araca
bağladığı Karanar’ı çözmes n bekl yordu. Onun bekled ğ n gören
Sab tcan bağırıp çağırarak sıkıştırıyordu:
- Daha ne bekl yorsun? Had çalıştır şunu! Döndür ger ! Ölüyü ne
güzel gömdük değ l m ? Tâ baştan karşı çıktım ama d nleyen k m!
Yeter! G del m artık!
Yed gey deves n çözüp ıhtırdı, sonra havutun üstüne çıkıp yerleşt
ve hayvanı tekrar kaldırdı. Bu arada traktör ve yol kazma mak nes
dönüş yönünde sıraya g rm şlerd . Sab tcan sıkıştırdığı ç n
Yed gey’ n öne geçmes n beklemeden hareket etm şlerd ...
Çaylak tepeler nde hâlâ süzülüyor, hareketler ne pek s n rlend ğ
kızıl tüylü köpeğe d kkatle bakıyordu. Köpeğ n harekete geçen
araçların peş nden n ç n koşmadığını, n ç n ger de durup o adamın
deveye b nmes n bekled ğ n , sonra n ye onun ardından yürüdüğünü
b r türlü anlayamıyordu.
Traktöre b nenler önde, deveye b nen adam onların ger s nde ve
köpek daha arkada, cenaze alayı Sarı-Özek’ b r defa daha, bu sefer
aks yönde geçmeye başlamıştı. Malakumdıçap deres ne doğru
lerled ler. Tepeler nde süzülen çaylağın yuvası da oralardaydı.
Başka zaman olsa çaylak korkardı. Gözler n onlardan ayırmaz,
cıyak cıyak bağırır, oralarda avlanan d ş s n uyarır, onu, yuvalarını,
yuvalarındak yavrularını korumak ç n yardıma çağırırdı. Ama bu
defa Atkuyruk’un böyle b r korkusu, telâşı yoktu. Çünkü yavruları
büyümüş, çoktan yuvayı terked p g tm şlerd . Kehr bar gözlü, kıvrık
gagalı yavru çaylaklar günden güne güçlenm ş, bağımsız olarak
yaşamaya başlamışlardı. Ş md Sarı-Özek’te kend ler ne a t avlakları
vardı ve oraya ara sıra b r göz atmak ç n gelen babalarına b le pek
y gözle bakmıyorlardı.
Çaylak, kend avlağında olan her şey gözetlemeye alıştığı ç n,
dönüş yoluna g ren cenaze alayını da d kkatle zl yordu. En çok
lg s n çeken de nsanların yanından h ç ayrılmayan o uzun ve kızıl
tüylü köpek d . Neyd onu nsanlara bağlayan? N ye kend başına
avlanmaya g tm yor da, şler yle meşgul olan o nsanların peş nde
kuyruğunu sallaya sallaya dolaşıyordu? N ç n böyle b r hayatı
seçm şt ve böyle b r hayattan ne zevk alıyordu? Çaylağın d kkat n
çeken ve onu kuşkulandıran, deveye b nm ş adamın göğsündek
parlak şeylerd . Zaten bu parlak şeylere bakmaktan kend n
alamadığı ç n o adamın zden ayrılıp yana saptığını, sonra da
kupkuru topraklardan g derek araçların önüne çıkmaya çalıştığını
farketm şt . Adam deves n hızlandırmak ç n kamçısını kaldırıp
kaldırıp nd rd kçe göğsündek parlak şeyler şıngırdayıp ışıldıyor,
deve hızlanıyor ve köpek ona yet şmek ç n koşmak zorunda
kalıyordu...
Deveye b nm ş adam, yandan ve kest rmeden b r süre g tt kten
sonra Malakumdıçap deres n n ger s nde araçların önüne çıkıp
durdu. Araçlar da durdu o durunca.
Sab tcan şoför mahall nden başını çıkararak bağırdı:
- Ne var, y ne ne oldu?
- B r şey yok, motorları durdurun, s z nle konuşacağım, ded Boranlı
Yed gey.
- Daha ne konuşacaksın? B ze vak t kaybett rme, yeter kadar
süründük buralarda!
- Asıl vak t kaybett ren sens n! Karar verd m, ölüyü buraya
gömeceğ z.
Sab tcan, çek şt re çek şt re paçavra hâl ne get rd ğ kıravatını b r
daha çekt :
- Yeter saçmaladığın! Onu köye götürüp kend m gömeceğ m,
başka lâf stem yorum. Yeter!
- Ben d nle Sab tcan! Ölen sen n babandı, bunun aks n söyleyen
yok. Ama bu dünyada sen tek başına değ ls n. İstesen de stemesen
de d nleyeceks n ben . Yasak bölgen n kapısında olanları gördün,
konuşulanları d nled n. K msen n suçu yok bu şte. İy düşün: Mezara
götürülen b r ölünün gömülmeden ger get r ld ğ n duydun mu sen
h ç! Nerede görülmüş böyle şey! Ölüyü ger götürüp elâleme rez l m
olalım?
- Umurumda değ l! Canları cehenneme!
- Ş md umurunda değ l. Hem kızgın olduğun ç n ağzına gelen
söylüyorsun. Ama yarın p şman olursun, utanç duyarsın. Bu
şerefs zl ğ h çb r şey s lemez. Gömülmek ç n get r len b r ölü
gömülmeden ger götürülmez!
Uzun Ad lbay usulca arabadan nd . Cenazen n başında oturan
ayyaş damat da atladı aşağıya. Sürücü Cumal de n p yanlarına
geld . Karanar’ın üzer nde yollarını kesm ş, d k l p duruyordu Yed gey:
- Ben y d nley n genç arkadaşlarım, y ğ t dostlarım. Töreler m ze
karşı çıkmayın. Tab at kanunlarına karşı da çıkmayın! Mezara
götürülen b r ölü asla ger get r lmez. Cenazey burada gömecek,
tören burada yapacağız. Başka türlü olmaz! İşte Malakumdıçap
vad s . Burası da Sarı-Özek’ n b r parçasıdır. Nayman-Ana burada
çok gözyaşı döktü. Oğlu ç n o meşhur ağıdını burada yaktı, burada
okudu. Gel n bu ht yar Yed gey’ d nley n. Kazangap’ı burada toprağa
vereceğ z. Ve Allah’ın zn yle, öldüğüm zaman ben de buraya,
Kazangap’ın yanına gömmen z st yorum.
Bugün vakt m z varken, daha fazla oyalanmadan şu vad de
rahmetl y toprağa verel m!
Uzun Ad lbay, Yed gey’ n el yle gösterd ğ yere baktı:
- Cumal , sen n maşın yanaşır mı oraya? ded .
- Yanaşır, yanaşır. Şu taraftan g rer m.
Sab tcan y ne atıldı:
- Dur bakalım, önce ben m f kr m almalısın!
- Pek , sana da soralım, ded Cumal . Yed ke’n n söyled kler n
duydun. Daha ne d yeceks n?
- Ben de d yorum k , bu saçmalıklar babama saygısızlıktır, onunla
alay etmekt r. Hemen köye dönel m!
- Asıl saygısızlık ölüyü ger götürmekt r. Mezara götürülen ölü ger
get r lmez. Sen de bunu y düşün! ded Cumal .
B r süre sess zl k oldu. Sonra Cumal bozdu sess zl ğ :
- S z ne stersen z yapın, ben g d p mezar çukurunu kazacağım.
Ben m görev m çukur kazmak. Hem de der n b r çukur. Karanlık
basmadan b t rmel y z bu ş , sonra çok geç olur. Karar s z n.
Cumal ‘Belarus’ marka yol kazma mak nes n n başına döndü.
Yer ne oturup motoru çalıştırdı, yolun kenarına saparak onların
yanından geçt , b r hendeğe nd kten sonra öbür tarafa geç p yamaca
yöneld . Uzun Ad lbay, yaya olarak onu tak p ed yor, Yed gey de
deves yle peşler nden g d yordu.
Damat se traktör sürücüsü Kalıbek’ n karşısına d k ld ve ona
derey göstererek şöyle ded :
- Eğer sen de onlarla beraber deren n kıyısına g tmezsen, traktörün
altına atarım kend m . Ben ç ğnemeden geçemezs n, ölmek vız gel r
bana!
Kalıbek, Sab tcan’a baktı:
- Ee, ne yapıyoruz, nereye sürey m?
Sab tcan bağıra bağıra küfrederek konuştu:
- Görmüyor musun, heps köpek bunların! Had bekleme, sür
peşler nden, sen de sür!
Gökyüzünde süzülen çaylak, ş md büyük b r gürültü le dere
kıyısına yönelen nsanları hâlâ gözden ayırmıyordu. Araçlardan b r
pek hareketl yd , sallana sallana toprağı kazıyor, b r köstebek g b
yuvasının yanına yığıyordu. Az sonra römorklu traktör de yaklaştı
kazılan çukura. Römorkta kımıldamadan duran, beyaz b r örtüye
sarılmış b r şey ve bu şey n yanında b r adam oturuyordu. Daha önce
de orada oturan adamdı bu. Kızıl tüylü köpek se adamların yanında
dolanıp duruyor ama daha çok deven n yanına sokuluyordu.
Sonunda gel p deven n ayakları d b ne uzandı.
Çaylak, bu yabancıların daha uzun süre orada toprak kazmakla
oyalanacaklarını anladı. Bozkırın üzer nde gen ş gen ş da reler
ç zerek ve h ç acele etmeden oradan uzaklaştı. Ş md yasak bölgeye
doğru g d yordu. Yolda av bulursa avlayacak, sonra uzay alanında
neler olup b tt ğ ne bakacaktı.
***
İk gündenber uzay üssünde büyük b r gerg nl k vardı. Çalışmalar
gece-gündüz ve pek hareketl olarak sürüyordu. Bütün alan,
yakındak bütün serv s b naları ve bütün çevre, yüzlerce projektörle
aydınlatılıyor ve geceler gündüzden b le daha aydınlık oluyordu.
B rçok ağır kamyon, daha haf f taşıyıcı ve özel arabalar hareket
hal ndeyd ler. Pek çok b l m adamı ve mühend s se “Çember”
harekâtını gerçekleşt rmek ç n ş başındaydı.
Uzaydan geleb lecek uçan da reler ânında yok edeb lecek
uydusavar savunma füzeler özel p stler nde, gökyüzüne yönelt lm ş
olarak hazır beklet l yordu. Fakat bunlar CCM.7 antlaşmasına göre,
tıpkı Amer kalılar’ın benzer uydusavarları g b , yen b r karara kadar
ateşlenmeyecekt . Ş md l k onlar transkozm k (yıldızlararası)
“Çember” harekâtı programında çıkab lecek b r çatışma ya da âc l
durum hâl nde kullanılacaktı. Amer kalılar’ın Nevada uzay alanında
da senkron ze (eşzamanlı) b r fırlatma ç n robot-füzeler hazırdı.
Harekâtın başlama saat Sarı-Özek boylamlarına göre akşam
sek ze rastlıyordu. Robot füzeler saat tam sek z, sıfır dak ka sıfır
san yede ateşlenecek ve dokuz uydusavar b rer buçuk dak ka ara le
Sarı-Özek üssünden fırlatılacak, bunlar dünya çevres nde batı-doğu
yönünde dönen b r çember oluşturacak ve yabancı gezegenlerden
sızmaları önleyeceklerd . Nevada uzay alanında fırlatılacak robot-
füzeler de ayn görev Kuzey-Güney yönünde b r çember oluşturarak
yapacaklardı.
Sarı-Özek-1 üssünde saat on beşten t baren “Beş dak kalık” olarak
adlandırılan ger ye sayma s stem çalıştırıldı. Her beş dak kada b r
bütün görev yerler nde ve her kanaldan, önce b r uyarı ses
duyuluyor sonra ekranlarda ışıklı şaretler ver l yordu: “Atışa dört saat
ell beş dak ka kaldı! Atışa dört saat ell dak ka kaldı!” S stem, beş
dak ka aralıklı ger ye sayma şlem n , üç saat sonra b r dak ka aralıklı
olarak yapacaktı.
Bu arada, yörünge stasyonu “Par te” uzaydak konumunu
bel rleyen parametreler n , Orman-Göğsü gezegen nde bulunan
Par te 1-2 ve Par te 2-1 kozmonotlarıyla her türlü bağlantının
önlenmes ç n tels z bağlantı kanallarını değ şt rmekte, bunların
frekanslarını yen den kodlandırmakta d .
Orman-Göğsü gezegen nde bulunan dünyalı kozmonotların
dünyalılarla bağlantı kurma mkânı tamamen kes lm şt . Bunların
bağlantının kes lmemes ç n yalvarıp yakarmaları Ortak Yönet m
Merkez ’n n kararlarını tartışmaksızın, dünyalıların yararını, çıkarını
düşünerek Orman-Göğüslüler’le görüşmeler n sürdürülmes n
stemeler , ıssız çölde y t p g den n lt lerden farklı değ ld artık.
Kozmonotlar affed lmeler , dünyaya tekrar kabul ed lmeler
konusunda asla ısrarlı olmadıklarını, sten ld ğ kadar
bekleyecekler n , orada kaldıkları sürece galaks lerarası l şk ler ç n
eller nden gelen yapmaya devam edecekler n de b ld r yorlardı.
Israrla karşı çıktıkları tek şey, tarafların karar verd kler “Çember”
harekâtı d . Onlara göre bu harekâtın gerçekleşmes , dünyanın
uzayda tam b r yalnızlığa t lm ş, dünyalıların b nlerce yıl
kurtulamayacakları tar hî ve teknoloj k b r ger l ğe, monotonluğa
gömülmüş olarak kalmalarına sebep olacaktı... Ama bütün bu
yalvarmalar, yakarmalar boşuna d . Artık dünyada ve dünya
çevres nde dönüp duran uydularda k mse onları stem yor, onların
h çb r cevap alamadan seslen şler n , sesler n n uzay boşluğunun
sonsuzluğunda y t p g tt ğ n b le b lm yorlardı.
Ve artık, Sarı-Özek-1 uzay üssünde “dak kalık” ger ye sayma
s stem çalışmaya başlamıştı. “Çember” harekâtının başlamasına
dak ka dak ka yaklaşılıyordu.
***
Kend avlağında gözetleme turlarını tamamlayan ak-kuyruklu
çaylak tekrar Malakumdıçap vad s n n üzer ne gelm şt . Oradak o
nsanlar ş md küreklerle ş görüyorlardı. Kazma mak nes büyük b r
çukur açmış, kepçes n b rkaç defa çukurun d b ne daldırıp
çıkardıktan sonra kenara çek lm şt . Bundan sonrasını adamlar
kürekle kazıyor ya da toprakları çıkarıyorlardı. Deve y ne esk
yer ndeyd ama kızıl tüylü köpek görünmüyordu ortalıkta.
Nerelerdeyd acaba? Çaylak alçalıp vad n n üzer nde gen ş b r da re
ç zd , sağa sola y ce baktı ve sonunda gördü onu: Römorkun altında,
tekerlekler n yanında uzanmış yatıyordu, belk çaylağı h ç
umursamadan uyukluyordu orada. Bütün gün üzerler nde uçtuğu
halde, bu köpek, b r defa b le başını döndürüp bakmamıştı ona. B r
tarla fares b le topraktan başını çıkardığı zaman arka ayakları
üzer ne d k l r, b r tehl ke olup olmadığını anlamak ç n çevreye ve
yukarıya bakardı. Ama köpek nsanların yanından ayrılmıyor, bu
yüzden de korkusuz, kaygısız yaşıyordu. Çaylak umurunda değ ld
onun. Sere serpe yatışından da bell yd bu. Çaylak havada b r an
kımıldamadan durdu, sonra kasıldı ve kuyruğunun altından yeş l ms
beyaz b r çımkırığı, b r tüfek merm s g b köpeğ n üzer ne bıraktı. “Al,
bu da sen n payın olsun!” d ye düşünmüştü gal ba..
Yed gey, ceket n n yen ne yukarıdan b r şey n şap! d ye düştüğünü
h ssett . Bunun b r kuş çımkırığı olduğunu anlayınca “bu da nerden
geld ?” d ye yukarıya baktı. “Ha, tamam, ded , y ne o akkuyruklu
çaylak, tepem zde dolaşıp durmaktan bıkmıyor. Hayır olsa bar !
Havalarda hür dolaşmaktan çok mutlu olmalı...” Onu bu
düşünces nden Uzun Ad lbay’ın çukurun d b nden gelen ses uyardı:
- Hey, Yed ke, b r baksana! Yeter m yoksa daha kazalım mı?
Yed gey asık suratla eğ l p çukura baktı.
- Sen b raz şu köşeye çek l.. Kalıbek, sen de çık artık oradan. Sağ
ol. Bana göre bu der nl k yeter, ama kazanak b raz daha gen şlese y
olur. Cenaze daha rahat sığar o zaman.
Yed gey bunları söyled kten sonra su dolu küçük b r b donu alarak
kazma mak nes n n arkasına çek ld . Orada cenaze namazı ç n
abdest aldı. Abdest aldıktan sonra rahatlamıştı. Kazangap’ı Ana-
Bey t’e gömemem şlerd ama, h ç olmazsa cenazey ger götürmek
g b utanç ver c b r duruma düşmekten kurtulmuşlardı. Buraya
gömülmes nde ısrar etmeseyd başlarına b r de öyle utanç ver c b r
şey gelecekt . Ş md eller n çabuk tutmalı, karanlık çökmeden
Boranlı’ya dönmel yd ler. Oradak ler onları bekl yordu. Saat altıdan
önce dönecekler n söyled kler ç n daha fazla gec kmemel yd ler.
Cenazey gömmek b raz zaman alacaktı, ondan sonra da, hızlı
g tseler b le en az k saat sürerd dönüş yolculuğu. Hem geç
kalmasınlar d ye cenaze tören n aceleye get remez, usule aykırı b r
ş ya da eks kl k yapamazlardı. Çares z cenaze aşı, ölüyü anma
yemeğ b raz gec kecekt .
Yed gey abdest aldıktan sonra, cenaze namazı ç n hazır duruma
gelm şt . Namazı kıldırma ş n n kend s ne düştüğünü de b l yordu.
B donun kapağını kapadı ve ötek ler n yanına geld . Durgundu,
rahattı. Sakalını ve bıyıklarını tarar g b sıvazladı:
- Allah’ın kulu ve bendes Kazangap’ın oğlu Sab tcan, sen sol
yanıma geç. S z dördünüz de cenazey mezarın başına get r n ve
yüzü kıbleye dönük olarak bırakın.
Gür b r sesle söyled ğ bu sözlerden sonra konuşmasına devam
ett :
- Ş md yüzümüzü kutsal Kabe’ye dönel m, eller m z önümüze
açıp, böyle b r saatte, dualarımızı duyup düşünceler m z anlasın d ye
Allah’ı düşünel m...
Yed gey, arkasında duran gençler n gülüştükler n , fısıldaştıklarını
duymadığına sev nd . O sırada ona: “Ey ht yar, başımıza mam mı
oldun? Bu lâflarla kafamızı ş ş rme de şu ölüyü b r an önce gömüp
dönel m!” d yeb l rd bu d nî geleneğ unutan gençler. Bundan sonra
ayakta d md k durarak dua okumaya başladı. B len yaşlılardan
ş tt ğ ne göre, d n n beş ğ olan Arap ülkeler nde cenaze namazı
oturarak değ l, ayakta kılınıyordu. Öyleyd ya da değ ld . O anda
Yed gey başının göğe yakın olmasını st yordu.
Okumaya başlamadan, başını önce sağa, sonra sola çev rd . Sonra
yere eğd ve y ne yukarı kaldırdı. Böylece, nsanoğlunun, gündüzler
geceler n tak p etmes g b şaşmaz b r şek lde bu dünyaya gel p
sonra da günü gel nce onu bırakıp g tmes kanunu, değ şmez düzen
ve bu âlem yaratan Yüce Allah’ı selamlamış oldu.
Yed gey başını yukarı kaldırdığı sırada y ne gördü o çaylağı.
Çaylak, kanatlarını hemen hemen h ç çırpmadan, gen ş, düzenl
çemberler ç zmeye devam ed yordu. Bu onu rahatsız etmed , onu
düşünceler nden ayırmadı, aks ne, daha özlü, daha der n
düşünmes n kolaylaştırdı.
Beyaz b r keçeye sarılıp b r sedyeye uzatılmış yatan rahmetl
Kazangap’ın cesed , Yed gey’ n önünde o karanlık çukurun
kenarında d . Boranlı Yed gey alçak sesle dualarını okumaya
başladı. Her nsan ç n doğuşundan t baren geçerl olan ve ebed yen
geçerl olacak dualardı bunlar. Dünyanın kuruluşundan t baren,
geçm şte, ş md ve gelecekte, her nsan ç n, her dev rde geçerl ,
önce peygamberler n kavrayıp b ze vas yet ett kler , herkes ç n
kaçınılmaz, herkes ç n eş değerde olan, hayatın ve ölümün sırlarını
açıklayan, kader anlatan dualar... Yed gey bunlara kend kafasından,
kend kalb nden ve kend hayat tecrübes nden doğan düşünceler n
de katmaya çalışıyordu. Çünkü nsan bunları yaşadıkça öğren yordu
ve herhalde öğrenmek ç n yaşıyordu:
“Ey Yüce Allah’ım, eğer dedeler m n k taplardan öğrend ğ , ben m
de dedeler mden duyup öğrend kler m ş t yorsan, kend mden
söyleyecekler m de ş t. Bunların b rb r ne engel olmayacaklarını
düşünüyorum.
“Malakumdıçap vad s n n kıyısında, bu ıssız ve uzak yerde
kazdığımız mezar çukurunun başında toplandık. Kazangap’ın
mezarını burada kazmak zorunda kaldık. Çünkü onu atalarımızın
vas yet ett ğ mezarlığa gömemed k, buraya get rmeye mecbur olduk.
Gökyüzünde b r çaylak, el açıp Kazangap’la vedalaşmamızı
seyred yor. Ey büyük Allah’ım, günahımızı bağışla, Kazangap kulunu
rahmetle kabul et! Eğer lâyık se, ruhuna ebedî huzur ver! B ze
düşen yer ne get rmeye çalıştık. Ger s sana kalmış.
“Şu anda, madem k böyle b r makamda yüzümü Sana verd m,
yaşadıkça ve aklım başımda oldukça Sana sesleneceğ m, ben ş t
Allah’ım! B l nen b r gerçekt r k nsanlar Sana ancak çares z kalınca
yardım d lemek ç n başvuruyorlar ve eller nden başka b r şey
gelm yor. B ze acı, b z koru, b ze yardım et Allah’ım. İnsanlar, doğru
olsun, yanlış olsun, haklı olsun haksız olsun, her şey Sen’den
sterler. B r kat l b le ç nden, Sen’ n onun yanında olmanı ster. Oysa
Sen hep susarsın. Neyley m k b z nsanlar böyley z ve Sen’ özell kle
başımız darda olduğu zaman hatırlarız, yalnız böyle zamanlarda
varmışsın sanırız. Yalvarıp yakarmalarımızın sonu gelm yor. Sen
‘B r’s n. B z se çoğuz. Şu anda Sen’den b r şey d lem yorum, sadece
aklıma gelenler söylemek st yorum. B z m ç n çok değerl olan ve
Nayman-Ana’nın yattığı kutsal mezarlığın artık b ze kapalı oluşuna,
oraya g rmem z n yasak oluşuna çok üzülüyorum. Onun ç n öldüğüm
zaman, mankurt oğulun anası Nayman-Ana’nın ayak bastığı,
üzer nde çok yürüdüğü bu Malakumdıçap vad s nde, Kazangap’ın
yanına gömülmek ster m. Ve eğer nsan ruhunun ölümden sonra
başka b r yaratığın beden ne geçt ğ doğru se, ben, b r karınca
olmak yer ne, akkuyruklu b r çaylak olmak ster m. O zaman, şu
tepem zde süzülen çaylak g b ben de yükseklerde uçup bu vatan
topraklarını seyreder m, gözler m bu topraklardan h ç ayırmam. İşte
ben m d leğ m budur.
“Vas yet me gel nce, onu bugün ben mle buraya gelen gençlere
bırakıyorum. Ben buraya gömmek suret yle vas yet m yer ne
get rmek onlara düşüyor. Ancak b r mesele var: Cenaze duamı k m
okuyacak? Çünkü bunlar ne Allah’a nanıyorlar, ne dua b l yorlar!
Allah’ın varolup olmadığını k mse b lem yor. Bazıları var, bazıları da
yok d yor. Ben Sen’ n varlığına, düşünce ve hareketler me yön
verd ğ ne nanmak st yorum. Dualarımla Sana seslend ğ m zaman,
Sen’ n aracılığınla kend me h tap etm ş oluyorum. Ve o anlarda
aklıma gelen f k rler Sen’ n f k rler nm ş g b gel yor bana ey Yüce
Yaradan! İşte gerçek bu. Gençler bunu anlamıyor ve duaları
küçümsüyorlar. Ölüm saat gel nce bunlar kend ler ne ya da
başkalarına ne d yecekler? Bu gençlere acıyorum. B r nsan, ruhunu
Allah katına ulaştırmanın yolunu b lm yorsa, kend n kend gözünde
Allah g b yüceltem yorsa, nsan olmanın sırrını, yücel ğ n ve
kutsallığını nasıl anlar? Allah’ım, küfür sayılab lecek, kutsal varlığına
saygısızlık sayılacak sözler mden dolayı ben bağışla. Onların h çb r
Allah dereces ne yükselemez, böyle olunca da Sen var olmazsın!
Eğer b r nsan Sen’ n yaptığın g b , herkes n derd yle meşgul olup
herkes koruma ve kayırma görev n üstlenmezse, herkes es rgeyen
Allah g b olduğuna kend n nandırmazsa, o zaman Sen de varlığını
koruyamazsın ey Allah’ım! Oysa ben Sen’ n yok olmanı asla
stem yorum.
“Ben m derd m, üzüntüm, Sen’den d leğ m şte bunlardır.
Hatalarımı, kusurlarımı bağışla. Ben bas t b r nsanım ve ç me
doğduğu, aklıma geld ğ g b konuşuyorum. Sözler m kutsal k taptan
alınmış âyetlerle tamamladıktan sonra cenazem z gömeceğ z.
Rahmet n es rgeme... Âm n.”
“Âm n” d ye duasını tamamlayan Yed gey b r an susup, acı b r
özlem duyarak gökyüzüne, gökyüzündek o çaylağa baktı. Sonra
yavaşça ardında duran gençlere, haklarında Ulu Yaradan’a dert
yandığı o k ş lere döndü. Allah’a seslen ş , yakarışı b tm şt . Ş md
karşısında, gömülmes bu kadar zorlaşan ve gec ken cenaze le
b rl kte gelen beş k ş vardı. Onlara, düşüncel b r halde:
- İşte heps bu kadar, ded . Duada okunması gereken her şey s z n
adınıza da okudum. Ş md ş m ze bakalım.
Yed gey, göğsünde madalyalar sallanan ceket n çıkarıp b r kenara
koydu ve Uzun Ad lbay’ın da yardımı le mezar çukuruna nd .
Sab tcan merhumun oğlu olduğu ç n yanda, başını önüne eğerek
durdu. Böylece üzüntüsünü bell etm ş oluyordu. Öbür üç k ş ,
Kalıbek, Cumal ve damat, merhumun keçeye sarılmış nâşını
sedyen n üzer nden, kaldırıp çukurun ç nde bulunan Yed gey ve
Ad lbay’a uzattılar.
Kazangap’ı çukurun d b ndek kazanak yer ne yerleşt ren Yed gey,
“İşte, ayrılık saat gel p çattı” d ye düşündü. “Sana b r mezar bulmak
ç n bunca vak t kaybed ş m z bağışla. Bütün gün sen oradan oraya
taşıdık, başka türlü yapamazdık. Sen Ana-Bey t’e gömemed ysek
suç b z m değ l. Ama sen huzur ç nde yat. Bu ş n peş n bırakacak
değ l m. Her yere g decek, her kapıyı çalacağım. Onlara ne
d yeceğ m b l yorum ben. Ama sen rahat uyu. Burada toprak çok,
alab ld ğ ne gen ş, ama sen n payına kala kala üç arşınlık yer kaldı.
Burada yapayalnız kalmayacaksın, yakında ben de geleceğ m
yanına. Y ne beraber olacağız. Bana güven ve ben bekle. Fazla
bekletmem. Eğer her şey uz g der, kaza le b r yerlerde yok olmaz da
ecel mle ölürsem, gel p sen bulacağım. Sen ve ben burada, yavaş
yavaş Sarı-Özek toprağına karışacağız, toprağın özü olacağız, ama
bunu b z b lmeyeceğ z. Ancak sağ kalanlar b l r bunları. İşte bu
yüzden ben de bu sözler aslında sana değ l, daha çok kend me
söylüyorum. Çünkü sen ş md , sağ olduğun zamank Kazangap
değ ls n. Sen n g b hep m z b r gün yok olacağız. Ama Sarı-Özek
bozkırında trenler y ne gel p g decek, b z m yer m z de başkaları
alacak...”
Koca Yed gey kend n daha fazla tutamadı. Hıçkıra hıçkıra
ağlamaya başladı. Boranlı’da b rl kte geç rd kler uzun yıllar, sıkıntılar,
sev nçler, n ce n ce olaylar, bu b rkaç kel mel k veda konuşmasına,
bu b rkaç dak kalık gömme süres ne sığıverm şt . İnsanoğlunun bu
dünyadak kısmet ne kadar da çok, ayn zamanda ne kadar da
azmış!
Dar çukurda b rb rler ne dokunarak durdukları halde Ad lbay’a
sarılıp onu kend ne çeken Yed gey:
- Bak Ad lbay, ded , ben y d nle. Öldüğüm zaman ben de buraya,
Kazangap’ın yanına gömeceks n. Eller m şte şöyle koy ve ş md
yaptığımız g b vücudumu da şöyle yerleşt r k rahat yatayım. Bana
söz ver, söyled kler m yapacaksın değ l m ?
- Aman Yed ke, bunları düşünme ş md , sonra konuşuruz. Had sen
çık yukarı, kalanını ben halleder m. Had çık, ç n rahat ets n, kend n
üzme bu kadar.
Boranlı Yed gey, yerden aldığı toprağı gözyaşıyla ıslanmış yüzüne
sürdü ve yukarıdan uzanan eller tutarak çukurdan çıktı. Ağlıyor,
acıklı sözler mırıldanıyordu. Kalıbek g d p su b donunu get rd ve
yüzünü yıkaması ç n Yed gey’e verd .
Herb r mezar çukuruna b rer avuç toprak attılar. Bundan sonra,
ölünün yerleşt r ld ğ kazanak, yan d ptek g r nt örtülünceye kadar
küreklerle attılar toprağı. Daha sonra da yol kazma mak nes
çalıştırıldı ve yığılan toprak çukura kepçe le t ld . Meydana gelen
tümseğ küreklerle düzeltt kten sonra gömme ş tamamlanmış oldu.
Bu sırada akkuyruklu çaylak onların tepes nde hâlâ süzülüyor,
Malakumdıçap vad s n n kıyısında, toz-toprağın ç nde o b r avuç
nsanın ne yaptığını merakla zl yordu. Çukur dolduktan, üzer nde
taze topraktan b r tümsek meydana geld kten sonra oradak ler n
b raz canlandığını gördü. Kızıl tüylü köpek de yattığı yerden kalkmış,
adamların yanında dolanmaya başlamıştı. Ne st yordu bu hayvan?
Yalnız, o büyük deve, süslü-püsküllü örtüsü bulunan o koca hayvan,
h çb r şey umursamadan duruyor ve hep gev ş get r yordu.
Çaylak, adamların g tmeye hazırlandıklarını sanmıştı. Ama hayır,
hayır g tm yorlardı. Yaşlı adam eller n açıp durmuş, ötek ler de onun
g b yapmışlardı...
Artık vak tler y ce azalmıştı. Yed gey yanındak genç arkadaşlarını
uzun uzun süzdükten sonra:
- Rahmetl Kazangap’ı nasıl b l rs n z? İy b r nsan mıydı? d ye
sordu.
Heps b r ağızdan cevap verd :
- İy nsandı.
- Eğer b r k mseye borcu kalmışsa, şte oğlu burada, babasının
borcunu üzer ne alacaktır.
Uzunca b r sess zl kten sonra herkes n adına Kalıbek cevap verd :
- Hayır, rahmetl n n k mseye borcu yoktur.
- Pekâlâ öyleyse. Kazangap’ın oğlu Sab tcan, sen n söyleyeceğ n,
lâve edeceğ n b r şey var mı?
- Hayır, hep n z sağ olun! ded kısaca.
Sab tcan’ın böyle demes üzer ne Cumal :
- Öyleyse dönüyoruz demek, düşel m yola, ded .
Yed gey onları durdurdu:
- Evet, g d yoruz ama son b r sözüm daha var: Aranızda en yaşlı
olan ben m. Hep n zden d leğ m şudur: Öldüğüm zaman ben de
buraya, Kazangap’ın yanına gömmen z st yorum! İş tt n z m ?
Hep n ze söylüyorum, bu ben m vas yet md r. Sakın unutmayın!
Kalıbek üzgün b r sesle cevap verd :
- Yarın k me ne olacağını k mse b lmez Yed ke, onun ç n bunu
konuşmanın b r yararı yok.
- Bunun önem yok, bana söylemek, s ze de d nlemek düşer. Vakt
gel nce bu vas yet m hatırlayınız.
Uzun Ad lbay havayı b raz yatıştırmak ç n:
- Daha başka vas yet n var mı Yed ke? Had , yer gelm şken heps n
söyle! d ye takıldı.
Yed gey b rden s n rlend :
- Alayı bırak ş md , ben çok c dd y m!
- Pek , pek Yed ke, kızma. Söyled kler n z unutmayacağız, vakt
gel nce el m zden gelen yaparız, ç n rahat olsun.
Yed gey gerçekten rahatladı:
- İşte, y ğ t sözü budur! Sağ ol!
Araçlar, vad den n p karşıya geçmek ç n dönüş manevrası
yaptılar. Bu arada Yed gey, Karanar’ın yularını çekerek Sab tcan’a
sokuldu. Onu pek üzen b r mesele hakkında Sab tcan le yalnız
konuşmak st yordu:
- Bak Sab tcan, ded , madem k ş m z b t rd k ve şu anda fırsat var,
sen nle b r mesele hakkında konuşmak st yorum... Şu b z m
mezarlığımız Ana-Bey t konusunda ne yapacağız?
- Ne m yapacağız? Bunun ç n kafa patlatmanın ne gereğ var?
Plan plandır. Buna göre de mezarlık yer nden kaldırılacak. Bu kes n.
Söylenecek, yapılacak b r şey yok!
- Mesele yalnız o değ l. Böyle düşünülürse her şeye göz yummuş,
h çb r şey umursamamış oluruz... Bak, sen burada doğup büyüdün.
Baban sen okutup yet şt rd . İşte ş md de onu, şu ıssız bozkırın
ortasına, tek başına bırakıp gel yoruz. Tek tesell m z burasının da
kend toprağımız, vatanımız olması. Sen okumuş b r adamsın ve l
merkez nde görev n var, Tanrı’ya şükür ağzın y lâf yapar, herkesle
konuşab l rs n.. çeş t çeş t k taplar okumuşsun.
- Ne olmuş okumuşsam? d ye sözünü kest Sab tcan.
- Bana yardım edeb leceğ n düşünüyorum. Daha vak t varken l
merkez ne g d p sen nle b rl kte gerekl yerlere başvurab l r z. Yarın
sabah erkenden g tsek y olur. Elbette şehr n b r âm r , en büyük
âm r vardır, g d p onunla konuşuruz. Ana-Bey t’ n yerle b r
ed lmes ne sey rc kalamayız.
Ana-Bey t koca b r tar ht r...
- Bunların heps masal, Yed ke, esk masal. Adamlar burada dünya
çapında, uzay çapında meselelerle uğraşıyorlar, sen de
tutturmuşsun “Mazarlığımız, Ana-Be- y t’ m z!” d ye. K me ne sen n
mezarlığından? K mse d nlemez sen . Onlar ç n boş şeyd r bunlar.
D nlemek şöyle dursun b z yanlarına b le sokmazlar!.
- Oraya g tmezsen yanlarına sokulamazsın tab î. Ama konuşmak
stersen kabul eder, d nlerler. Hatta ayakta karşılar, ya da otomob le
atlayıp buraya gel r, b z d nlerler. Dağ değ ller ya yerler nden
kımıldayamasınlar!
Sab tcan, yan yan ve s n rl s n rl baktı:
- Bak ht yar, sen n bu masalların, bu boş şeyler ben h ç
lg lend rm yor. Ana-Bey t umurumda değ l ben m, bana h ç güvenme.
- Haa, şunu baştan söylesene. Ne d ye masaldır, boş şeyd r,
falandır, f landır d ye gevel yorsun? Demek k sen nle konuşulacak b r
şey kalmadı..
- Ne sandın ya? İş m-gücüm yok da o boş şeylerle m
uğraşacağım! Hem de n ç n? Ne yararı olacak? B r a lem, çocuklarım
var ben m. İy de b r ş m var. Durup dururken ne d ye rüzgâra karşı
şeyey m? B r telefondan sonra kıçıma b r tekme atsınlar d ye m ?
Yoo, ben yoğum bu şte. Ben bağışla. Teşekkürler.
- Teşekkürün de sen n olsun! Demek kıçına tekme atarlarmış.
Demek oluyor k sen kıçından başka b r şey düşünmüyorsun, yalnız
kıçını düşünüyorsun!
- Evet, tam söyled ğ n g b . Yalnız kıçımı düşünüyorum. Sen
boşuna konuşuyorsun. Hem sen nes n k ? B r h ç! Ama b z,
soframızda aş olsun, ağzımıza tatlı b r şey düşsün d ye, kıçımızı
düşünmek, kıçımız ç n yaşamak zorundayız.
- Evet, evet anlaşıldı. Esk den nsanları kafaları le değerlend r r ve
kafalarına bakarlardı. Ş md se kıçlarına değer ver yorlar demek!
- Nasıl stersen öyle anla, ama ben aptal yer ne koyma!
- Anlaşıldı, artık b rb r m ze söylenecek lâfımız yok.
Babanın cenaze aşından sonra çeker g ders n, b r daha da sen
Allah göstermes n bana! Görmem nşallah!
- Öyle olacak, d ye mırıldandı Sab tcan.
B rb rler nden ayrıldılar. Araçlar motorlarını çalıştırmış, Yed gey’ n
deves ne b nmes n bekl yorlardı. Ama Yed gey onlara beklemeden
yola düşmeler n ve olab ld ğ kadar hızlı g tmeler n söyled . Çünkü
köydek ler cenaze aşı, Kazangap’ı anma aşı ç n bekl yorlardı onları.
Kend s deves yle kest rmeden, her yerden g deb l rd . Her yer yoldu
onun ç n.
Araçlar yola koyuldu. Yed gey b r süre olduğu yerde durarak ne
yapması gerekt ğ n düşündü.
Ş md Sarı-Özek bozkırında tek başına d . Yalnız sadık köpeğ
Yolbars, b r süre araçların peş nden g tt kten sonra, sah b n n onlarla
gelmed ğ n , ger de durup bekled ğ n görünce, koşup onun yanına
geld . Ama Yed gey’ n köpeğe aldırdığı yoktu. Eğer hayvan onlarla
beraber köye g tm ş olsa, bunun farkında b le olmayacaktı. Çünkü
dünya başına yıkılmıştı o anda. Sab tcan’la konuşmasından sonra b r
boşluğa yuvarlanmıştı, ç ızdıraptan alev alev yanıyor, yüreğ
sıkılıyor, boğulacak g b oluyor ve ç ndek o yangını söndürem yordu.
Yüreğ n n dayanılmaz sızıları büyüye büyüye b r uçurum kadar der n
yara açmıştı ç nde. Karanlık ve her tarafından soğuk rüzgârlar esen
b r boşluk d bu. Ne d ye boş yere konuşmuştu Sab tcan denen o
her fle! Akıl danışılacak, yardım stenecek b r adam mıydı o! Öğren m
görmüş, okumuş b r adamdır d ye, o yüksek memurlara söylenecek
lafları b l r d ye düşünmes ne büyük b r hata m ş meğer! O
okullarda, o enst tülerde ne öğrenm şt bu adam? Belk onu şte böyle
b r adam, b r Sab tcan olsun d ye eğ tm şlerd . Belk de b r yerlerde
onu bekleyen b r varlık vardı. Onu bekl yor, gel nce avucunun ç ne
alıyor, şeytan g b her şey görüp yaptırıyor ve onun şte böyle b r
Sab tcan olmasını ve öyle kalmasını sağlıyordu. Sab tcan denen bu
her f, yakında nsanların tels zle yönet lecekler n büyük b r coşku le
anlatmamış mıydı? Belk de o görünmez güç, Sab tcan’ı ş md den
yönet yordu!
Koca Yed gey bunları düşünüyor ve düşündükçe kend n y ce
ez lm ş h ssed yor, dayanılmaz yürek acısı ç nde kıvranıyordu.
Sab tcan denen bu genç adama hem kızıyor, hem acıyor ve ondan
nefret duyarak mırıldanıyordu:
- Mankurtsun sen, mankurtsun! Gerçek b r mankurt!
Boranlı Yed gey, ne olursa olsun, bugün karşılaştıkları o olayı körü
körüne kabul edecek değ ld , göz yummayacak, boyun eğmeyecekt
bu olaya. Eğer bundan vazgeçerse, olayın üzer ne g tmezse, daha
başta yen lg y kabul etm ş olurdu. Akşam olmak üzereyd . Y ne de,
ne yapması, şe nereden başlaması gerekt ğ n b lmese de, hemen
b r şeyler yapmaya başlamalıydı. Ana-Bey t’le lg l emr verenlere ve
bu emr durdurab lecek olanlara kend s n nasıl d nletecekt ? Onları
nasıl razı edecekt ? Nereye g tmel , nereden başlamalıydı bu şe?
Karanar’ın sırtında kımıldamadan duruyor, bunları düşünüyordu.
Kararsız, mutsuzdu. Etrafına b r göz gezd rd . Issız, sess z bozkırdan
başka b r şey göremed . Akşamın alaca karanlığı yavaş yavaş
Malakumdıçap vad s n n kızıl kumlarına nmeye başlamıştı b le.
Araçlar çoktan gözden kaybolmuş, o genç adamları alıp g tm şt .
Motor gürültüler de duyulmuyordu ş md . Sarı-Özek dolaylarını y
b len ve ondan en son anıları saklayan tek k ş olan bu koca
Kazangap, şu vad de, ıssız bozkırın ortasında, taze yığılmış b r
tümseğ n altında, o tek mezarda yatıp duruyordu. Yed gey çok y
b l yordu k , o küçük tümsek yavaş yavaş yassılaşacak, düzleşecek,
Sarı-Özek kırlarının pel n otları reng ne bürünecekt . O zaman onu
görmek de, bulmak da mkânsız olacaktı. Toprağa karışıp g decekt .
Zaten toprak üzer ndek her şey önünde-sonunda toprağa karışır,
toprak olurdu...
İşte akşam oluyordu. Güneş yavaş yavaş ş ş yor, ağırlaşıyor ve
ez c ağırlığıyla g tt kçe yaklaşıyordu ufuk ç zg s ne. Işıkları da her
dak ka değ ş yor, azalıyordu. Günbatımının karnından göze
görünmeden doğmuş olan alacakaranlık ş md kend n bell etmeye
başlamış, mav renkl b r gölge g b , yaldız reng eng nlerde süzülüp
vad lere doluyordu.
Boranlı Yed gey durumu en ne-boyuna düşündükten sonra, dönüp
yasak bölgen n g r ş ne g tmeye karar verd . Bundan başka b r çıkış
yolu, b r lk adım gelm yordu aklına. Ölüyü gömme ş b tt ğ ne ve
ş md el n kolunu tutan b r şey olmadığına göre, doğanın verd ğ güç
ve hayatın verd ğ tecrübeye güvenerek ve her şey göze alarak
kolları sıvayacak, şe buradan başlayacaktı. Nöbetç lerden, önce
kend s n kumandanlarına götürmeler n steyecekt . İsterlerse
süngülü muhafızların önüne katarak götürsünlerd onu. Ya da o
komutan g r ş kapısına gel p onun söyleyecekler n d nles nd . O
zaman ne söyleyeceğ n b l r, stekler n açık açık anlatırdı.
H ç vak t y t rmeden uygulamalıydı kararını. Çünkü o saatte gel ş ne
sebep olarak da o gün Kazangap’ın gömülmes nde karşılaştıkları
üzücü olayı b r gerekçe, b r sebep olarak göstereb l rd . Ş md
g decek, g r ş kapısının önünde d k lecek, ya çer götürmeler n ya da
en yüksek rütbel subayın oraya gel p kend s yle görüşmes n
steyecek ve bu steğ yer ne get r l nceye kadar ayrılmayacaktı
oradan. En yüksek subayla görüşmek st yordu, Tansıkbayev g b
anlayışsız b r teğmenle değ l...
Bu karardan sonra kend ne güven ve cesaret arttı:
- Tevekkül Allah’a! Köpeğ n efend s varsa, kurdun da Tanrı’sı
vardır! ded ve kırbacını şaklatarak Karanar’ı, yasak bölge g r ş ne
yöneltt .
Güneş batmış, hava hızla kararmaya başlamıştı. Yasak bölgen n
g r ş ne yaklaştığı zaman karanlık y ce bastırdı. G r şe beş yüz metre
kala nöbetç kulübes n ve kapıyı aydınlatan ışıklar y ce seç l r oldu.
Yed gey burada deven n sırtından kayarak nd . Orada ne gereğ
olacaktı deven n? Belk kapıda b r subaya rastlar ve subay ona “Sen
de nereden çıktın? Hayd deven al, defol g t! Buradan geçemezs n!”
d yeb l rd . Hem orada ne kadar bekleyeceğ de bell değ ld . Onun
ç n oraya tek başına g tmes , devey de köstekley p orada bırakması
daha y olurdu. Hayvan h ç olmazsa b raz otlar, aç kalmazdı.
- Sen burada kal, ben g d p b r bakayım, ded Karanar’a.
Aslında bu sözler kend s n yüreklend rmek ç n söylem şt .
Devey kösteklemeden önce ıhtırması, heybeden z nc r kösteğ
alması gerek yordu.
Yed gey karanlıkta bu şler yaparken çevrede tam b r sess zl k
vardı. Kend soluk alışından ve havada uçuşan bazı böcekler n
vızıltısından başka b r şey duyulmuyordu. Bulutsuz gökyüzü,
b rdenb re doluşan yıldızlarla ışıl ışıldı. Bu mutlak sess zl k b r
şeyler n olacağını haber ver yordu sank ...
Aslında Sarı-Özek sess zl ğ ne alışmış olan Yolbars, nedense,
b rdenb re kulak kabartıp telaşlanmaya, nler g b ses çıkarmaya
başladı. Bu sess zl kte onu kuşkulandıran, hoşuna g tmeyen ne
olab l rd ?
- Sen de ayaklarıma dolaşıp durma artık! ded köpeğ ne.
Devey orada bırakacaktı ama köpeğ ne yapacağını b lem yordu.
Kovsa b le Yolbars’ın bırakıp g tmeyeceğ kes nd . Öneml b r ş ç n
g tt ğ yere köpeğ n de get remezd ya! Yüzüne b r şey demeseler
b le çler nden alay ederlerd onunla. “Şu ht yar adama bak, haklarını
savunmaya gelm ş ama yanında köpekten başka get recek k msey
bulamamış!” derlerd . Oraya yalnız g tmel , köpeğ götürmemel yd .
Onun ç n hayvanı Karanar’ın yularına bağlamaya karar verd . Onun
yokluğunda k s b rl kte beklerlerd . Hayvanı yanına çağırdı: “Yolbars!
Yolbars! Gel buraya!” Yolbars geld . Yed gey tam eğ l p lmeğ
boynuna geç recekt k havada müth ş b r gürültü duydu. Sank b r
volkan patlamıştı. Yer sarsılıyor, gök sarsılıyordu. Hemen yakınında
uzay üssünden b r de ışık sütunu yükselm şt gökyüzüne. Çok parlak,
bakılamayacak kadar gözkamaştırıcı b r ışık sütunu d bu. Gürültü
ve o parlak alevden Yed gey ger ye sıçradı, köpek korkudan onun
ayaklarına kapandı, Karanar ürküp bağırdı ve ayağa fırladı.
Bu, yıldızlardan gelecek tehl kelere karşı savunma amacı le
düşünülen “Çember” harekâtına uygun olarak fırlatılan lk füze-robot
d . Saat tam 20.00’de fırlatılmıştı. Az sonra k nc b r füze fırlatıldı,
sonra üçüncüsü, dördüncüsü ve b r daha.. b r daha... Ard ardına
fırlatılan bu füzeler, yerküren n çevres nde sürekl kalan b r kordon
oluşturacak ve böylece dünyada h çb r şey n değ şmemes , her şey n
olduğu g b kalması sağlanacaktı...
Gökyüzü, halka halka dumanlarla, bakılmaz parlaklıkta alevlerle
del nm ş, yarılmıştı.. Adam, deve ve köpek, bu bas t yaratıklar, büyük
b r korkuya kapılmış, del g b kaçıyorlardı. Korkunç alevler n ışıkları
peşler n bırakmıyor ve onlar bozkır çler ne doğru, b rb rler nden
ayrılmamaya çalışarak koşuyor, koşuyorlardı...
Ama ne kadar koşarlarsa koşsunlar, ne kadar kaçarlarsa kaçsınlar,
sank h ç yerler nden ayrılmamışlar g b , her patlamada yer -göğü
sarsan o müth ş uğultunun, o göz kamaştırıcı parıltının ortasında
buluyorlardı kend ler n . Bütün bozkırı kaplıyordu ışık ve gürlemeler...
Adam, deve, köpek, arkalarına bakmadan kaçıyorlardı.
Boranlı Yed gey, o kaçış sırasında ve b rdenb re, nereden çıktığını
anlamadığı beyaz b r kuşu görür g b oldu. B r zamanlar Nayman-
Ana’nın mankurt olan öz oğlu tarafından okla vurulup deves nden
düştüğü zaman, ak yazmasının ç nden çıkan kuştu bu... Beyaz kuş,
Yed gey’ n hemen yanıbaşında uçuyor, kıyamet gününü andıran o
alev ve gürlemeler arasında ona bağırıyordu:
- Sen k ms n? Adın ne? Adını hatırla! Sen n baban Dönenbay’dır,
Dönenbay, Dönenbay, Dönenbay, Dönenbay.. Dönenbay...
Ve beyaz kuşun ses , yen den karanlığa bürünen gökyüzünde uzun
zaman yankılandı...
***
B rkaç gün sonra, Yed gey’ n kızları Saule ve Şerafet, kocaları le
b rl kte, tâ Kızıl-Orda’dan kalkıp Boranlı’ya geld ler. Kend ler ne
çek len telgrafta, Sarı-Özek’ n aksakalı Kazangap’ın öldüğünü
öğren nce, onu anmak ve ana-babalarının acısını paylaşmak
stem şlerd . Bu ves le le de ana-babalarının yanında b rkaç gün
kalacaklardı. Böylece üzüntülü olayın yanısıra b r de sev nçl olay
yaşanacaktı.
Trenden n nce cümbür-cemaat babalarının ev ne g d p kapısını
çaldılar. Yed gey evde değ ld . Ukubala sev nçten gözyaşı dökerek
dışarı fırladı. Heps n teker teker kucakladı, öptü. Tekrar tekrar
sarıldı.
- Şükürler olsun Allah’ım! Ne y ett n z de geld n z!
Hep n z n b rden gelmes ne kadar y ! Şükürler olsun Allah’a,
şükürler olsun! Babanız da çok sev necek!
- Babam nerde? d ye sordu Şerafet.
- Akşama dönecek. Sabah erkenden çıkıp ‘Posta Kutusu’na (yen
kurulan kasabanın adı) g tt . Oranın en yetk l s yle görüşecekm ş.
B rkaç günden ber zor ve b tmek b lmeyen b r şe g r şt . H ç peş n
bırakmıyor, s ze sonra anlatırım. Ama n ye dışarıda duruyoruz?
Burası s z n ev n z, unuttunuz mu? G r n, g r n balalarım...
Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya g der
gel r, g der gel rd .
Bu yerlerde dem ryolunun her k yanında, ıssız, eng n, sarı
kumlu bozkırların özeğ Sarı-Özek uzar g derd ...[27]
Çolpon-Ata, Aralık 1979 - Mart 1980
[1]Kazake: Kazangap ake(Kazangap amca)n n kısa söylen ş . Ake
(ağa), Kırgızca ve Kazakçada yaşça büyük erkeğe h tap tarzıdır. Çok
defa sm n son heces ‘ke’ şekl ne dönüştürülerek söylen r. Yed gey-
Yed ke, Boston-Moske, Bazarbay-Bazake… g b . (Çev ren n notu)
[2]Aral yöres nde yaşayanlar bu göle ‘den z’ derler. Yazar da öyle
d yor. Daha küçük b r göl olduğu ve adı (Sıcak Göl) anlamına geld ğ
halde Isık-Göl’e de ‘den z,’ d yorlar. Genel olarak b r kıyıdan bakıldığı
zaman karşı kıyısı görülemeyen büyük göllere den z d yorlar.
(Çev ren n notu)
[3] Arslan mı, Kaplan mı, Kurtbasan mı?
[4]Maks mka: şç gruplarını taşımak ç n kullanılan yük katarlarına
bu s m ver l rd . (Yazarın notu).
[5] Asanbayev: Hasanbayoğlu.
[6]Mal yes Hüdadan: Mal sah b Hüdadan (İnsanı mal sah b
yapan Allah’tır). (Yazarın notu)
[7]Sırttan, sırtlan: Çok çev k, güçlü, üstün yaratık. Üstün köpek,
üstün kurt g b (Yazarın notu).
[8] Kazanak: Mezarın d b nde, yan tarafa doğru açılan ve naaşın
yerleşt r ld ğ g r nt .
[9] Manhattan: New-York’un merkez nde modern planı ve
gökdelenler yle ünlü semt.
[10]Hoca Ahmed Yesevî: Evl ya şa r, Türk stan P rî olarak da anılır.
Doğum tar h b l nm yor. 1166 yılında öldüğünü ve öldüğü zaman
yaşının 63’ten fazla olduğunu b l yoruz. D nî-tasavvufî ş rler n n
toplandığı d vana, “D van-ı H kmet” den yor. Yesevî tar katının
kurucusudur. Ünlü seyyahımız Evl ya Çeleb onun soyundan gel r.
Türbes Türk stan’ın Yes şehr nded r ve bugün de z yaret
ed lmekted r (Çev ren n notu).
[11]Ben, yavrusu ölen boz d ş deve, Tulumunu gel p koklayan...
(Yazarın notu) (Çev ren n açıklaması: Ben, öldürülen ve der s ne
saman doldurulan yavru deven n anasıyım, buraya, saman dolu bu
tulumu koklayıp, yavrumun kokusunu almaya geld m).
[12]
Colaman: “Col=Yol; Aman=Amanlık, sağlık, esenl k”. Buna göre
sm n anlamı “Yolda esen ol, sağlıklı ol” demek oluyor (Yazarın notu).
[13]Taylak: Deve yavrusu (Yazarın notu). (Atan: Erkek deve. Deve
yavrusuna ‘köşek’ ve ‘torum’ da den r.)
[14]Güç atasını tanımaz (Güce, kuvvete kavuşan babasını b le
tanımaz). (Yazar)
[15]Yorga atın sırtındak eyer zler g b , Aşkımız da h ç s l nmez ve
sen n hayal n gönlümden h ç çıkmaz. (Çev ren n notu)
[16] Baba! Baba! Babacığım! Baba Can (Canım Baba)!
[17] Özled m! Babacığımı özled m! Özled m!
[18] İyrek tolkun: Eğr dalgalar (Çev ren n notu).
[19] Kaymança: Genç d ş deve (Yazarın notu).
[20] İn : Küçük kardeşlere, yaşça küçük erkek akrabalara,
yeğenlere, hemşer lere ve tanıdıklara den r. Yaşça büyük akraba,
hemşer ve tanıdıklara da aka, ağa.. den r. En yaşlı erkeklere se
“aksakal” d ye h tap ed l r. (Çev ren n notu)
[21] Malakay: Üç parça hâl nde d k lm ş kulaklı b r kalpaktır. Arka
tarafı ensey y ce örter. Uçları ens z ve uzun olduğu ç n boyuna
dolanır. (Çev ren n notu)
[22]Bugün ‘Ural Irmağı’ olarak adlandırılan Yayık ırmağı. Kazakça
Cayık (yayılmış, gen ş) şekl nde söylen r.
[23] Cırav: Yıra, halk ozanı, âşık.
[24] Raymalı Aga: Rah m Al Aganın Kazakça’da söylen ş .
[25]B z, b z z oğlum. Ana-Bey t’e yet şemeden durup kaldık. Nasıl
olursa yardım et oğlum (B z, b z z oğlum, Ana-Bey t’e varamadan
burada kalakaldık, b r şeyler yap, b ze yardım et evlât).
[26] Sana yol da yetm yor, sana yer de yetm yor! Vurayım
(tükürey m) sen n g b ler n ağzına! (Kazakça).
[27] Çev ren n Notu: Bu romanın en güzel, en lg nç b r bölümü bu
c ltte yer almamıştır. Sovyetler B rl ğ ’nde glosnosta geç ş n eş ğ nde
ken o bölümün yayınlanmasına z n ver lmem ş ya da Aytmatov
bunu, okuduğunuz bu ve ötek eserler yle ortamı hazırladıktan sonra
ayrı b r roman olarak yayınlamayı uygun bulmuştur. Aytmatov’un bu
son romanını da Ötüken Neşr yat ç n Türkçe’ye çev rm ş
bulunuyorum.
“Ceng z Han’a Küsen Bulut” adını taşıyan bu çok güzel romanı
okumadan “Gün Olur Asra Bedel” romanının tamamını okumuş
olamıyacağınızı s z sayın okurlarımıza hatırlatmayı gerekl
görüyorum. Aytmatov bu son eser nden (Ceng z Han’a Küsen
Bulut’ta) Ceng z Han’ın Avrupa sefer yle lg l çok güzel ve bugünlere
çağrışım yaptıran b r efsaney , öğretmen Abutal p Kuttubayev’ n nasıl
öldüğünü ve KGB’n n nsanı şaşkınlıklar ç nde bırakan çalışma
yöntemler n öğren yoruz. Saygılarımla. (Ref k Özdek)

You might also like