You are on page 1of 21

“MUM SÖNDÜREN TAİFEDENDİR” İBARESİYLE

ALİ DEDE VE EŞKIYALIK HAREKETİ

Saadet DAĞ*
Aşkın mest ettikleri her zaman âşıktırlar
Kınayıcıların kınamasından da korkmazlar1

Özet

Eşkıyalık ekseri olarak; “yol keserek haydutluk yapan ve kamu düzenini ihlâl eden
kimseleri tanımlamak için kullanılan bir tabirdir. Osmanlı Devleti’nde genel olarak
XVI.yüzyılda kendini hissettirmeye başlayan eşkıyalık hareketleri, XVII.yüzyılda etkisini
artırmıştır. Ali Dede ise, XVIII.yüzyılda Karahisâr-ı Sâhib Sancağı’nda ortaya çıkan ve
reayanın şikâyetleri üzerine kamu düzenini ihlâl eden fiillerinden ötürü, katli vacip görülen bir
eşkıyadır. Bu çalışmanın asıl konusunu teşkil eden belge üzerinden tartışılan en önemli husus
ise, Ali Dede’den “Mum Söndüren Taifedendir”. şeklinde bahsedilmesidir. Belgeye istinaden
Ali Dede’nin Kızılbaş olduğu aşikârdır. Kızılbaşların neden böyle bir ithamla yargılandıkları
ise, bu çalışmada açıklığa kavuşturulmuştur. Konu ile ilgili hem Osmanlı
vakayinâmelerindeki ifadelere, hem de tarihçilerin araştırmalarına kısaca yer verilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Eşkıyalık, Ali Dede, Mum Söndü ve Kızılbaş.

ALİ DEDE FROM THE COMMUNİTY “MUM SÖNDÜ” AND BANDİTRY

Abstract

Generally, banditry is meaning of disturb the peace. It’s showed up in general in the
XVIth century to Ottoman Empire. The effect in the XVIIth century has increased. Ali Dede
emerged in the XVIIIth century to Karahisar-ı Sahib. He has made the banditry so it was
decided to kill him. They said “mum söndüren” is community to him. He is a Qizilbash. Why
the qizilbashes was judged? This article describes this questions. In this study, Ottoman
chronicles and the studies of historians are given as examples.

Key Words: Banditry, Ali Dede, Mum Söndü and Qizilbash.

*Ankara Hacı Bayram Velî Üniversitesi, Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi,
E-Mail: saadet.dag.06@gmail.com
1
Ahmet Taşğın, Klasik Kaynaklarda Heterodoks Dervişler ve Heterodoksi, Dün Bugün Yarın Yay., İstanbul
2012, s.109.
Takdim

Osmanlı devletinde eşkıyalık hareketlerinin sebepleri nelerdi? XVI.yüzyılda


peyderpey artarak, XVII.yüzyılda büyük bir problem haline gelen bu fiilleri engellemek için
devlet ne gibi tedbirler almıştı? Alınan tüm tedbirlere rağmen eşkıyalık engellenebilmiş
miydi? 1789 tarihinde Karahisar-ı Sâhib Sancağında ortaya çıkan ve “Ali Dede” adıyla
bilinen bir kişinin başlattığı eşkıyalık hareketlerine, bir örnek babında ele alınan ve bu
makalenin konusu olan belgede, bu soruların cevapları bulunmaya çalışılacaktır. Çalışma
esasında üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde “eşkıya, eşkıyalık, Osmanlı’da eşkıyalık,
Karahisar-ı Sâhib Sancağı ve bu bölgedeki Osmanlı hâkimiyeti” gibi konulara kısaca
değinilmektedir. İkinci bölümde belgeye dayanarak Karahisar-ı Sâhib Sancağında ortaya
çıkan Ali Dede’nin neden eşkıyalık yaptığına ve akıbetinin nasıl olduğuna değinilmiştir. Buna
istinaden çalışmanın asıl konusunu teşkil eden örnek belge ışığında XVIII.yüzyıl eşkıyalık
hareketlerinden de bahsedilmektedir. Son bölümde ise, Mum söndü ibaresinden yola çıkarak,
bu ithamın tarihi ve Kızılbaş tabirine dair kısa bir bilgilendirme yer almaktadır. Bu cümleden
olarak içeriğe dâhil edilen konular ekseriyetle XVIII.yüzyıla damgasını vurmuş olan eşkıyalık
hareketleri üzerinedir. Keza gerek bu dönemden önce gerekse bu dönemden sonra ortaya
çıkan eşkıyalık hareketleri, Osmanlı devletine hem siyasî, hem de malî bakımdan büyük
zayiat vermeleri açısından oldukça mühimdirler.

1. Eşkıya Tabiri
Sözlük anlamı olarak “bedbaht, talihsiz, günahkâr ve âsi” gibi anlamlara gelen eşkıya
tabiri, “şâkî” kelimesinin çoğuludur. Türkçede daha farklı bir anlam kazanan bu tabir, “yol
kesen, haydut, haramî” manasına gelmektedir.2 Ekseriyetle soygun yaparak, halkın canına ve
malına kasteden ve haraç kesen gruplar için İslâm tarihinde “harrâbe veya kuttâu’t-tarik”
tabirleri kullanılmıştır. Osmanlılarda ise genelde eşkıyalık faaliyetlerinde bulunan kimseleri
tanımlamak için “şâkî” ve bunun çoğulu olarak “eşkıya” kullanılmıştır. Buna mukabil “celâli,
eşirrâ, harâmi, haramzâde, türedi ve haydut”3 tabirleri, eşkıyayı tanımlamak için
kullanılmıştır.4 Ayrıca eşkıya; dağda, kırda yol kesen hırsızlar, kır hırsızı, yüzü ve bakışları
korkunç olan gibi anlamlara da gelmektedir.5

2
Ali Bardakoğlu, “Eşkıya”, Türk Diyanet İslâm Ansiklopedisi, c.11, İstanbul 1995, s.463.
3
Mücteba İlgürel, “Osmanlı’da Eşkıyalık Hareketleri”, DİA., c.11, İstanbul 1995, s.467.
4
İslâm Ansiklopedisinin “Eşkıya” maddesi iki bölümden oluşmakta olup ilk bölümü Ali Bardakoğlu, ikinci
bölümü ise Mücteba İlgürel yazmıştır.
5
“Eşkıya”, TDK Türkçe Sözlük, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, 1.bs, İstanbul 1992, s.472-473.
2. Eşkıyalık Tabiri

Eşkıyalık; genellikle silahla veya başka bir şekilde zor kullanarak yol kesen, baskın
yaparak mala ve cana tecavüz eden, kamu düzeni ve güvenliğini ihlâl eden anlamında
kullanılmaktadır. İslam hukukçuları arasında, ekol farklılığı yüzünden suçun tanımı gibi
konularda farklı yorumlar vardır. Eşkıyalığı “bağy”dan ayıran en önemli fark mevcut siyasî
iktidara karşı başkaldırma niteliği taşımamasıdır. Suçu işleyenlerin akil baliğ, hür ve İslâm
ülkesi tebaasından olması şarttır. Genelde kadınların eşkıyalıkla suçlanamayacağı Hanefi
hukukunda kabul edilmekle birlikte, diğer ekollere mensup fakihlerin çoğu da kadın-erkek
ayırımı yapmamaktadırlar. En az üç kişinin şehir, kasaba ve köy gibi meskûn mahaller dışında
işlediği saldırı ve soygunlar eşkıyalık sayılır, ancak bazı fakihler sayı şartı aramaz ve şehir
eşkıyalığını da eşkıyalık kategorisinde değerlendirirler.6 Bu tabir sözlükte ise, eşkıya olma ve
eşkıyaca davranma olarak nitelendirilir.7 Eşkıyalık, Osmanlıların da dâhil bulunduğu Akdeniz
dünyasında özellikle XIV.yüzyıldan itibaren etkisini hissettirmeye başlamış, XVI. yüzyılda
giderek artmış ve XVII.yüzyılda ise büyük bir problem haline gelmiştir.8

3. Osmanlı’da Eşkıyalık Hareketleri

F. Braudel, XVI.yüzyıl hayatının, içlerinde Türkiye’nin de dâhil olduğu ekseri


Akdeniz memleketlerindeki işsiz ve ekmeksiz insanların başvurdukları soygun ve
hırsızlıklarla dolu olduğunu söylemektedir.9 Osmanlı İmparatorluğunda XVI.yüzyılın sonları
ile XVII.yüzyılda yaşanan isyanlar aslında farklı bir mana taşır ve bunlar bir bakıma devlet
tarafından yaratılmış ve kışkırtılmış olarak görülmektedirler. Osmanlı Devletinin paralı
orduları kurup dağıtması eşkıyalığın artmasına, bunların bastırılması da köylüler nezdinde
devletin merkezi otoritesinin meşrulaştırılmasına hizmet etmiştir. Neticede devlet eşkıyalarla
pazarlık yaparak onları merkezle bütünleştirmenin ve dolayısıyla merkezileşmenin yollarını
aramıştır.10 XVI.yüzyılın ilk yarısında Anadolu'da bazı asi gruplar bulunmakla birlikte bunlar
daha ziyade küçük çeteler durumundaydı. Kanuni Sultan Süleyman'ın oğulları, Şehzade
Bayezid ve Selim'in mücadeleleri daha sonraki karışıklıklara zemin hazırlamıştı. Yüzyılın
sonlarına doğru bozuk ekonomik ve siyasi şartların etkisiyle ortaya çıkan yersiz yurtsuz
insanlar, ilk eşkıya gruplarını oluşturmuşlardı. Kaynaklarda "gurbet taifesi" veya "levendat"

6
Mehmet Öz, “Modernleşme Öncesinde Osmanlı Toplumunda Eşkıyalık Hareketlerinin Niteliği ve Özellikleri”,
Osmanlı’dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör, ed: Osman Köse, 2.bs, İlkadım Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler
Müdürlüğü, Samsun 2017, s.12.
7
“Eşkıyalık”, TDK Türkçe Sözlük, s.473.
8
İlgürel, “Osmanlı’da Eşkıyalık Hareketleri”, s.467.
9
Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzen Kavgası “Celâlî İsyanları”, YKY, İstanbul 2009, s.93.
10
Öz, “Osmanlı Toplumunda Eşkıyalık Hareketlerinin Niteliği”, s.11.
olarak anılan bu küçük çeteler, Celalî adıyla bilinen büyük eşkıya topluluklarının habercileri
olmuşlar11 ve böylece XVI.yüzyılın başlarından itibaren ortaya çıkan bu isyan hareketleri
“Celâlilik” olarak adlandırılmıştır.12 Boş levendlerin tebaanın üzerine musallat olmaları, asker
sefere gittiği zaman eşkıyaların verdikleri zararlara binaen tebaanın tedbirler alması, esasında
“Celâlî Fetreti”nin ne denli ciddi olduğunun ispatıdır.13 Ekseriyetle eski devlet görevlisi, timar
sahibi ya da yüksek rütbeli askeri idarecilik yapmış olan eşkıya liderleri, her daim devletin
zayıf bir anını bekler ve bu cümleden olarak bilhassa savaş zamanlarında ortaya çıkarlardı.
Buna istinaden XVI.yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti'nin doğuda ve batıda iki cepheli bir
savaş ortamı içinde bulunması, Habsburglar ile yapılan savaşların uzun sürmesi, eşkıya
topluluklarının Anadolu'da yol emniyetini tamamen ortadan kaldırmaları ve eşkıya
korkusundan memleketini terk etmiş, çiftini bozup kaçmış köylüler,14 esasında devletin içinde
bulunduğu tablonun ciddiyetini anlamak için birer örnektir.

Öte yandan E. Hobsbawm, eşkıyalığın ortaya çıkmasını iki temel sebebe


bağlamaktadır: Bunlardan ilki, kır ekonomik yapısının koşulları ve kırın besleyemediği
nüfusun fazlalığı, diğeri ise kırsalda toplumla bütünleşemeyenlerin kanun dışına itilmesidir.15
Buna karşın Tufan Gündüz ise, Orta Anadolu yaylalarına gelen Bozulus aşiretlerinin, yerleşik
tebaanın tarlalarına zarar verdiklerini ve içlerinden bazı grupların da eşkıyalık yaptıklarına
XVII.yüzyıla ait vesikalarda rastlanıldığına dikkat çekmektedir.16 XVII.yüzyılda eşkıyalık
hareketlerini tetikleyen sebeplerin ortadan kaldırılamaması, XVIII.yüzyılda da bu hareketlerin
devam etmesine neden olmuştur. Seferlerin devam etmesinden ötürü Anadolu’daki
yöneticilerin birçoğu bu seferlere katılmıştır. Bu yüzden merkezi otorite zayıflamış ve bundan
istifade edenler bulundukları bölgelerde kanun tanımaz olmuşlardır. Akabinde bunlar,
Anadolu’nun muhtelif yerlerinde eşkıya grupları oluşturarak huzur ve emniyetin bozulmasına
sebep olmuşlardır.17 Bu bağlamda Danişmendli Türkmenlerini örnek verilebilir.
Danişmendliler gittikleri yerlerde ziraat yapılan alanlara zarar vermekte, hatta ziraat yapan

11
İlgürel, “Osmanlı’da Eşkıyalık Hareketleri”, s.467.
12
Mehmet Ali Ünal, “Devlet İçi İktidar Mücadelesinin Bir Unsuru Olarak Eşkıyalık ve Ayrılıkçı Hareketler”,
Osmanlı’dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör, s.4.
13
Akdağ, Celâlî İsyanları, s.331-332.
14
İlgürel, “Osmanlı’da Eşkıyalık Hareketleri”, s.467.
15
Göknur Akçadağ, “16.Yüzyılda Bir Osmanlı Sancağında Eşkıyalık Hareketleri: Malatya Sancağı Örneği”,
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, c.2., Edirne 2012, S.3, s.44.
16
Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri “Bozulus Türkmenleri 1540-1640”, Yeditepe Yay., 5.bs.,
İstanbul 2016, s.116-117.
17
Selim Özcan, “XVIII. Yüzyılda Canik (Samsun) Sancağında Eşkıyalık Hareketleri”, Osmanlı’dan Günümüze
Eşkıyalık ve Terör, s.111.
köylülerle bu sebepten ötürü aralarında arbede çıkmıştır.18 Buna binaen Yusuf Halaçoğlu da
bazı cemaatlerin ahaliye verdikleri zararlardan ötürü bazen tebaanın devlete şikâyette
bulunduğunu, bazen de uygun mahallere iskân edilmeleri için talepte bulunduklarını
kaydetmektedir.19 Mustafa Akdağ ise, isyanların sebepleri arasında Osmanlı devlet düzeninin
değişmesiyle birlikte ekonomik bunalımın baş göstermesi ve bunun neticesinde de her sınıftan
insanın içerisine düştüğü ağır bir bunalımı işaret etmektedir.20 Eşkıyalık olaylarına bakıldığı
zaman her birinin çıkış öyküleri ve maceralarının birbirinden farklı olduğu görülmektedir. Bu
öyküler dönemin insanları arasında hikâye, masal, tefrika gibi dilden dile destansı bir şekilde
anlatılmıştır. Bu nedenle Osmanlı toplumunda, sözlü bir eşkıya edebiyatının var olduğu ve
bazı eşkıyalık hareketlerinin de edebiyata konu olduğu kayda değerdir.21

4. Karahisar-ı Sâhib Sancağı

Bugünkü adı ile Afyonkarahisar olarak bilinen şehrin eski adı “Karahisar-ı Sâhib”tir.
Şehre adını veren, koyu renkli volkanik kayalardan oluşan ve üzerinde hisar bulunan dik
yamaçlı tepenin eteğinde yaklaşık 1010m. yükseklikte kurulmuş olmasıdır.
Yani “Karahisar” ismi, şehrin ortasında yükselen kayalığın renginden ve üstünde bulunan
hisardan gelmektedir. “Sâhib” ise, Anadolu Selçuklularının son zamanlarında yaşayan ve
Moğol istilâsı sırasında buraya sığınan “Sâhib Ata Fahreddin Ali Bey”in adıyla ilgilidir. Bazı
Osmanlı kaynaklarında şehre “Sâhib’in Karahisarı” denildiği gibi C. Zeno da buradan
“Saibcarascar” olarak bahsetmektedir. Asıl bildiğimiz “Afyon” adı ise, bu bölgede eskiden
beri geniş ölçüde yapılan haşhaş ekimine dayanmaktadır. Seyyah Tavernier şehrin ismini
“Aphiom Carassar”, bazı Avrupalı seyyahlar da “Afiun” şeklinde zikretmektedirler.22

Bu bölgenin Türklerin eline ne zaman geçtiği tam olarak bilinmemekle birlikte Altıgöz
Köprüsü’nün kitâbesi’ne bakıldığında, bölgenin 1210 yılından önce Türklerin denetimine
geçtiği tahmin edilmektedir. Bölge 1243 yılında yapılan Kösedağ savaşı sonrasında “Sahibata
Oğulları” beyliğinin, “Karahisarı Sâhib” adıyla merkezi olmuş23 ve 1341 yılından sonra

18
Gündüz, Danişmendli Türkmenleri Kırşehir-Nevşehir-Aydın Hattında Aşiretler, Yeditepe Yay., İstanbul 2016,
s.142-143.
19
Yusuf Halaçoğlu, XVIII.Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmeleri,
TTK Yay., 5.bs., Ankara 2014, s.81.
20
Akdağ, Celâlî İsyanları, s.14.
21
Atilla Çetin, “Kocaeli ve Hüdavendigar Sancaklarında Eşkıyalık Olayları (18. ve 19. Yüzyıllar)”,
Osmanlı’dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör, s.136.
22
Feridun Emecen, “Afyonkarahisar”, DİA., c.1, İstanbul 1998, s.443.
23
Gürsoy Şahin, “XVII. Yüzyıl Sonlarında Afyonkarahisar Sancağının İdarî ve Fizikî Yapısı (554 Numaralı
Afyon Şer’iyye Sicillerine Göre) , Tarih İncelemeleri Dergisi, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları,
c.XVII., S.2., İzmir 2002, s.40.
Germiyanoğulları’nın idaresine geçmiştir. ll.Yakub Bey zamanında şehir Yıldırım Bayezid
tarafından Osmanlı ülkesine katılmıştır. Ankara Savaşı'ndan sonra Timur'un askerlerince
tahrip edilmiş ve akabinde tekrar Yakub Bey'in eline geçmiştir. Yakub Bey'in 1428'de ölümü
üzerine, vasiyeti gereğince kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Osmanlı idarî
teşkilatında Anadolu eyaletine bağlı sancak merkezi olan Karahisar-ı Sâhib, XVI.yüzyıl tahrir
defterlerine göre sekiz kazası olan bir sancak iken, 1839’da “Hüdâvendigâr” adı altında teşkil
edilen eyaletin içinde sayılmıştır. 1867’de mutasarrıflık olarak idarî teşkilattaki yerini
korumuş ve Bizzat Atatürk’ün kumanda ettiği Büyük Taarruz sonunda 27 Ağustos 1922’de
düşmandan kurtarılarak “Afyon” adı ile vilâyet olmuştur. Bu tarih bugün Afyon'un kurtuluş
günü olarak kutlanmaktadır. Osmanlılar zamanında bu şehrin ekonomisi, ekseriyetle ziraata
ve küçük el sanatlarına dayanmaktadır. Bu dönemde önemli bir kültür potansiyeline sahip
olan şehirde birçok şair, ilim adamı, sanatçı ve hattat yetişmiştir. Ayrıca burada Selçuklu,
Germiyan ve Osmanlı dönemlerinden kalma birçok tarihi eser de bulunmaktadır.24

5. Karahisar-ı Sâhib Sancağında Osmanlı Hâkimiyeti

Afyonkarahisar, 1429 yılında Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra Karaman sınırına


yakın olması hasebiyle buraya yapılan seferlerde üs olarak kullanılmıştır. Filhakika, şehir
Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra gerek Karamanoğulları üzerine yapılan seferlerde,
gerek II.Bayezid’in Cem Sultan ile olan mücadelesinde ve gerekse Mısırlılarla olan
mücadelelerde önemli bir askerî üs olarak kullanılmıştır.25 Fatih Sultan Mehmed’in Karaman
seferleri sırasında stratejik özelliğinden dolayı askerî harekâtın başlıca merkezlerinden birisi
olan şehir, Osmanlılar zamanında nüfus, fizikî yapı ve ekonomik yönden büyük bir gelişme
göstermiştir. XVI.yüzyıl tahrir defterlerine göre; Kırhisar veya Kayırhisar, Ulu Sincanlı, Kiçi
Sincanlı, Sandıklı, Çöl, Şuhut, Bolvadin ve Barçınlı olarak sekiz kazaya sahip olan şehir,
Evliya Çelebi'ye göre XVII.yüzyılda dokuz kazaya sahiptir. Şehrin XVI.yüzyılda Kasımpaşa,
İmaret-i Ahmed Paşa, Akmescid, Tac Ahmed, Cami-i Kebir (Ulucami), Ardıç, Bahşi, Arab,
Fakih Paşa, Efecik, Burmalu, Şehreküstü adlı otuz beş kadar mahallesi vardır. Ayrıca şehirde
XVI.yüzyılın sonunda iki Hıristiyan ve bir de Yahudi mahallesi mevcuttur.

Buna mukabil Osmanlılar devrinde şehirde ekseriyetle küçük el sanatlarına yer


verilmiş olması, bu döneme ait pek çok mimarî yapının da gelişmiş olmasının bir
göstergesidir. XVI.yüzyıl sonlarında Afyon'da iki bedesten, beş han, sekiz yüze yakın dükkân,

24
Emecen, “Afyonkarahisar”, s.444,445.
25
Özer Küpeli, “Osmanlılar Döneminde Afyonkarahisar”, Afyonkarahisar Kütüğü, C.1, Afyon 2001, s.133-
134.
bir boyahane, bir de mum imalathanesi vardır. Civarda geniş ölçüde ziraatı yapılan haşhaş,
XIX.yüzyıla doğru şehir ekonomisinde daha da önem kazanmıştır. Yine bu dönemde burada
birçok ilim adamı ve sanatçının olması, bölgenin zengin bir kültür potansiyeline sahip olması
açısını sağlamıştır.26 Afyonkarahisar şehrinin sosyal ve ekonomik anlamda canlılığının,
Osmanlı Devleti’nin XVII.yüzyılda içinde bulunduğu savaş ortamından olumsuz anlamda
etkilendiği aşikârdır. Bu tarihlerde diğer Osmanlı şehirlerine gönderildiği gibi
Afyonkarahisar’a da Macaristan Devleti ile yapılan savaşlar ile ilgili birçok ferman
gönderilmiştir. Bu dönemde incelenen Afyonkarahisar’a özellikle sefere memur edilen
askerlerin görev yerlerinde toplanması, eşkıyalığın önlenmesi, Türkmen ve Ekrâd taifesinin
iskânı ile ilgili pek çok belgenin gönderildiği kayıtlardan anlaşılmaktadır.27

6. Karahisar-ı Sâhib Sancağında Kızılbaş Taifeden Ali Dede

Osmanlı Devleti’nde XVII ve XVIII.yüzyıllarda eşkıyalık hareketlerinin ortaya


çıkmasında etkili olan birçok sosyal ve ekonomik sebep saymak mümkündür. Bilhassa bu
dönemde yapılan savaşların çoğunda Osmanlı ordusunun yenilmesi ve beraberinde
hükümdarın yanında dirlik sahiplerinin de savaşlara katılması, onların bölgelerinde bir otorite
boşluğu meydana getirmiştir. Bu durumdan istifade edenler ise, eşkıyalık hareketlerine
karışmışlardır.28 Esasında XVII. ve XVIII.yüzyıllarda devletin merkez ve taşra yapısında
önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Bu dönemde ekonomik faaliyetleri ve toplumsal
tabakalaşmayı doğrudan etkileyen birtakım uygulamalar ortaya konulmuştur. Özellikle nakit
sıkıntısını karşılayabilmek için yeni malî stratejiler geliştirilmiştir. Bu doğrultuda geliştirilen
en önemli yöntem ise, iltizam usulü ile vergi gelirlerinin toplanmasıdır. XVII. ve XVIII.
yüzyıllarda ki iltizam uygulaması ve buna bağlı olarak ortaya çıkan güçlü yerel hanedanlar ile
ayanlar, elde ettikleri malî ve idarî gücü devam ettirebilmek için bir taraftan devletle
uzlaşmak, diğer taraftan da taşradaki dengeyi sağlamak zorundaydılar. Buna mukabil
eşkıyaların ayanlar karşısında yaşama şansları daha zayıf olduğundan eşkıyalar, merkezi
hükümeti zor durumda bırakmadıkları sürece yerel güçlerle uzlaşmak zorunda kalmışlardı.
Böylece taşradaki iktidar ilişkilerinin ve siyasi dengenin de bir parçası olmaya çalışmışlardı.29

26
Emecen, “Afyonkarahisar”, s.444-445.
27
Gürsoy Şahin, “XVII.Yüzyıl Sonlarında Afyonkarahisar’da Eşkıyalık Hareketleri”, Afyon Kocatepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c.V., Afyon 2003, S.1, s.80.
28
Şahin, “XVII.Yüzyıl Sonlarında Afyonkarahisar’da Eşkıyalık Hareketleri”, s.78.
29
Mehmet Yaşar Ertaş, “18. Ve 19.Yüzyılda Osmanlı Taşrasında Yasadışılık: Yerel İdarecilerle Eşkıya
İlişkileri”, Osmanlı’dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör, s.180,181,182,183.
1789 tarihinde Karahisar-ı Sâhib Sancağında ortaya çıkan Ali dede adlı kişi de
esasında mum söndüren taifeden olarak bilinen Osmanlı tebaasından birisidir. Kendisi devlete
başkaldırarak birtakım huzursuzluklara sebebiyet vermiş ve bundan dolayı sapkın taifeden
birisi olarak tanımlanmıştır.30 Burada Ali dede olarak tanınan bu kişi ile ilgili “mum söndüren
taifedendir” şeklinde yapılan vurgu ile Osmanlı’da Kızılbaşların siyasî mahiyetlerine bir
gönderme yapılmıştır. Keza ayaklanmaların çoğunun önderlerinin Kızılbaş camianın tanınmış
simaları olması, isyanları çıkaranların tamamının da Kızılbaş oldukları yanılgısını doğurabilir.
Bilhassa Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail arasındaki gerginlikten sonra Şah’a tabi olanları
tanımlamak için verilen “Kızılbaş” tabiri, ekseriyetle eşkıyalar ile aynı çerçevede
betimlenmiştir. Bu durum Osmanlı kroniklerine de aynen yansımıştır. Mesela bu bağlamda
İdris-i Bidlisi’nin Celâlîlerden; “kötü mezhepli köpekler, mülhitler”31 olarak bahsederken aynı
şekilde Kızılbaşlardan da “kötü mezhepli, küfür sözlü”32 mülhitler olarak bahsetmesi dikkate
değerdir. Solakzâde ise “Baba Zünnun”dan Bozok sancağında ortaya çıkan “bir müfsid, kötü
fiilli Türkmen taifesinden nifâk ve fesâd” bir kimse olarak bahsetmektedir.33 Celâl-zâde
Mustafa Celâlilerden; Türkmen grubu içerisinden olan “fitne ve bozguncu, sapık işli, kötü
düşünceli kimseler” olarak bahsederken34, Kızılbaşlardan da “fitneci, aşağılık ve anarşistler”
olarak söz etmiştir.35 Hoca Sadettin Efendi Celâliler için; “kötü işli, dinsiz sapkınlar” ifadesini
kullanırken,36 Kızılbaşlardan da “fitne ve fesad sahibi eşkıyalar” olarak bahsetmiştir.37 Naîmâ
Efendi ise Celâlileri; “şürur eşkıya ve fitneci” olarak zikrederken,38 aynı şekilde
Kızılbaşlardan da “eşkıya ve sapkın kimseler” olarak bahsetmiştir.39 Son olarak Peçevî’nin de
Baba Zünnun ve beraberindekilerden “anarşist eşkıyalar” olarak bahsetmesi40 bu anlamda
verilebilecek örneklerdendir.

30
BOA, AE.SABH.I, nr.7, s.665, H.10-07-1203, M.06-04- 1789.
31
İdris-i Bidlisi, Selim Şah-Nâme, haz:Hicabi Kırlangıç, Hece Yay., Ankara 2016, s.455-456.
32
Bidlisi, Selim Şah-Nâme, s.105.
33
Solakzâde Mehmed Hemdemi Çelebi, Solakzâde Tarihi, sad: vahid Çubuk, Haz: H.Halit Atlı, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yay., İstanbul 2016, s.524.
34
Celâl-zâde Mustafa, Selim-Nâme, haz: Ahmet Uğur ve Mustafa Çuhadar, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara
1990, s.260,446,448.
35
Celâl-zâde, Selim-Nâme, s.259, 391, 446.
36
Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevârih 4, sad:İsmet Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1979,
s.347.
37
Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevârih 4, s.12,21,347.
38
Mustafa Naima Efendi, Naîma Tarihi, çev: Zuhurî Danışman, c.2, Zuhuri Danışman Yayınevi, İstanbul
1968, s.534.
39
Naima Efendi, Naîma Tarihi, c.2, s.534,632.
40
İbrahim Peçevî Efendi, Peçevî Tarihi, haz:Bekir Sıtkı Baykal, Kültür Bakanlığı Yay., c.1, Ankara 1981,
s.12,90.
Buna mukabil olarak gerek vakayinâmelerden edinilen bilgiler, gerekse günümüz
tarihçilerinin araştırmaları neticesinde vardıkları sonuçlara dayanılarak şu soruların sorulması
kaçınılmazdır. Osmanlı Devleti’nde isyanları çıkartanların hepsi Kızılbaş mıydı? Eğer
öyleyse, Kızılbaşlar neden isyan etmişlerdi? Bu sorulardan ilkine verilebilecek yanıt kuşkusuz
ki “hayır” olacaktır. Çünkü devlet içerisinde ekonomik, siyasî, dinî, vb. sebeplerle ortaya
çıkan isyanların sayıları yabana atılamayacak ölçüdedir. Suhte isyanları bu bağlamda örnek
verilebilir. Diğer soruya ise iki farklı şekilde yanıt verilebilir. Bunlar; siyasî ve malî. Neticede
Şah İsmail’e katılarak siyasî bir mahiyette anılan Kızılbaşlar ile ekonomik sıkıntılarından
dolayı devlete başkaldıran ve yine Kızılbaş olarak anılan eşkıyalar da yabana atılamaz. Bunlar
göz önüne alındığı zaman akıllara en mühim sorunun gelebileceği kuşkusuzdur. “Kızılbaş”
sadece Şah İsmail’e tabi olanlar için değil de bozuk devlet düzenine karşı gelenlerin ortak bir
adı mıydı? Bu soruya ne kadar yanıt verilirse verilsin, kesin bir cevaba ulaşmanın mümkün
olmadığı aşikârdır. Çünkü bugün başvurulan kaynakların başında gelen Osmanlı kroniklerinin
doğruluğu tartışılabilir olmakla birlikte, onlara olan muhtaçlık durumu tartışılamazdır.

Öte yandan Ali dede, mum söndüren taifeden diye tabir edilen Kızılbaş ahaliden
biridir. Kendi bulunduğu köy dâhil olmak üzere civar köyleri de rahatsız eden birtakım fiillere
girişince, civar köylerdeki ahali dönemin mutasarrıfı olan “Ebubekir Paşa”ya durumu
bildirerek, şikâyette bulunmuşladır.41 Buna mukabil “Karahisâr-ı Sâhib” ya da diğer adıyla
“Karahisâr-ı Devle” hem sancak merkezi olması hem de yolların kesiştiği bir bölgede olması
bakımından oldukça mühim bir yerdir. Bu şehrin sosyal ve ekonomik anlamda devletin
XVII.yüzyılda içinde bulunduğu savaş ortamından olumsuz anlamda etkilendiği ve bu
etkilerin neticelerinin de uzun yıllar devam ettiği aşikârdır. Ayrıca eşkıyalık hareketlerine
kalkışanların Türkmen ve Ekrad taifeden olması, hatta eşkıyalığın önlenmesi için bu taifelerin
iskânı ile ilgili çok sayıda ferman buyrulduğu da belgeler üzerinden bilinmektedir. Aynı
fermanlarda fesat ve şekâvet ile meşgul olan tüm eşkıyaların derhal yakalanıp, haklarında
gerekli cezaların verilmesi de42 bildirilmiştir. Karahisar-ı Sâhib Sancağında da bu dönemde
henüz yerleşik hayata geçmemiş olan konar-göçerler vardır. Bunlar yaylak ve kışlak arasında
gidip gelirken yerli ahalinin tarla, bağ, bağçe hatta mallarına zarar vermişlerdir.43 Belgede
belirtildiği üzere mutasarrıf Ebubekir Paşa da Ali dede ve beraberindekilerin üzerine asker
göndermiş, ancak bu askerler eşkıyalar tarafından öldürülünce Ali dede giderek nam salmaya

41
BOA, AE.SABH.I, nr.7, s.665.
42
Şahin, “Afyonkarahisarda Eşkıyalık Hareketleri”, s.79-80.
43
M. Zahit Yıldırım, Karahisâr-ı Sâhib Sancağının İdarî, Sosyal ve Ekonomik Yapısı (1720-1750), Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2003, s.290.
başlamış ve bu olay küçük bir eşkıyalık hareketi olmaktan çıkarak büyük bir hadiseye
dönüşmüştür. Civar köylerin artan şikâyetleri ve askerlerin öldürülmesi üzerine, mutasarrıf bu
defa eşkıyaların üzerine daha düzenli ve sayıca daha fazla olan bir birlik göndermiştir. Bu
birlik, eşkıyaları durdurmuş ve başta Ali dede olmak üzere beraberindeki on bir neferinin de
kesik başlarını padişaha göndermiştir.44 Nitekim “Karahisâr-ı Sâhib’e önceden mübaşir tayin
olunan Ebubekir'e gönderilen bir fermanda; Eşkıyalık hareketleri devletin başını oldukça çok
ağrıtmıştır. Devlet bunun için zaman zaman katı tedbirler almıştır. Bu tedbirlerin başta geleni
de eşkıyayı yakalayanın onun at ve silahlarına sahip olacağı bildirilerek halkın eşkıyaya karşı
birlik olması teşvik edilmiştir. Böyle durumlarda sadece eşkıyanın kesik başının İstanbul'a
gönderilmesi ile iktifa edilmektedir”.45Ali dede ise bahar mevsimi geldiği zaman diğer
Türkmen ve Yörük aşiretleri gibi, yaylak ve kışlak arasında gidip gelirken bölge halkına
büyük sıkıntılar veren ve yerleşik hayata geçmemek için direnen bir konar-göçerdir. Çünkü
konar-göçerlerin yerleşik hayata geçmesi demek, hukukî statülerinin de anında değişmesi,
hayvancılığı bırakarak ziraatla uğraşması demekti.46 Bu cümleden olarak Ali Dede konar-
göçer Türkmen taifesinden olup, Karahisar-ı Sâhib Sancağına geldiğinde gece-gündüz köyleri
basarak, halkın mallarını yağmalayan ve hayvanlarına da köylünün ürünleri yedirerek, ziraat
yaptığı tarlalarını çiğnettiren bir eşkıyadır. Bu nedenle de yakalandığında Ali dede ve
beraberindekiler idam edilmiştir. Bu hususta yukarıdaki bilgileri tamamlar nitelikte olan ve bu
çalışmaya kaynak teşkil eden belgenin ihtivası şu şekildedir:

“Şevketlu kerametlu mehabetlu kudretlu veli nimetim efendim

Karahisar Sahip Sancağında vaki emre nam karyede mum söndüren tabir olunan
taife-i dâlleden Ali Dede namında bir dalalet-i pîşe zuhur idüp izlâl-i nâsa cesaret ve mucib-i
fitne ve fesat olur bazı kelimat-ı hezeyan-âmiz ve türrehat-ı şur tefevvühuna cüret ve kurbunda
olan kurâ ahalisinden müsteid idlal ve ifsat olan bazı meyhordan-ı şekavet-nihadı başına cem
ve muğâyir-i şer-i şerif envâ-ı şenâat ve fezahata mübaderet eylediği ecilden hemcivar olan
Döger karyesi sekenesi livâ-yı mezbur mutasarıfı Ebu Bekir Paşa kullarına gelip tazallum-ı
hâl ve ol dahi şer’-i şerife havale ve irsal etmekle kıbel-i şer’i den verilen mürasele ile paşa-yı
muma ileyhin eşkıya-yı merkumenin Karahisara ihzarlarına tayin eylediği Tüfenkçibaşısı ve
yanında olan birkaç tüfenkçilerini katletmeleriyle fesade-i mezburenin demi heder olduğunu
müş’ir tekrar i’tâ olunan mürasele-i şer’iyye mucibince üzerlerine varılıp lede’l-mukatele

44
BOA, AE.SABH.I, nr.7, s.665.
45
Yıldırım, Karahisâr-ı Sâhib Sancağının İdarî, Sosyal ve Ekonomik Yapısı, s.294.
46
Gündüz, Bozkırın Efendileri Türkmenler Üzerine Makaleler, Yeditepe Yay., İstanbul 2016, s.118.
menfur Ali Dede ile on bir nefer-i dalaletpîşeler ahz u izale birle serberideleri derbâr-ı
muadeletkarara tesyir ve levs-i vücutlarından karye-i mezbure tathir olunduğunu muhtevi
paşa-yı muma ileyh ve Karahisar Sahip Kadısının varid olan arz u ilamı ma’rûz-ı huzur-ı
lâmi’un-nûr-ı şahaneleri kılındığı ve zikrolunan oniki neferin ru’ûs-ı maktuaları dahi bâb-ı
adalet-i kubâb-ı hümayunları pîşigâhına vaz olunduğu malum-ı hümayunları buyuruldukta
emr u ferman şevketlü kerametlü mehabetlü kudretlü veli nimetim efendim padişahım
hazretlerinindir.

Bu misüllü taife-i dallanın katl’leri meşru olacağı zahirin heman nerede varub
cezaların bulur. Henüz Mehdi’el Resul Hacı Mehmed deyü katib derler katl’i isabet olunmuş
padişahım”47

7. Osmanlı Devletinde Eşkıyalık ile Mücadele

Eşkıyalık hareketlerinin engellenebilmesi için devlet birtakım önlemler almış,


uzlaşmacı bir siyaset takip ederek eşkıyaları ıslah etmeye çalışmıştır. Eğer problemler bu
şekilde çözülemiyorsa, o vakit askerî yöntemlere başvurmak zorunda kalmıştır. Daha küçük
guruplar ve bireysel olarak eşkıyalık yapanlar için evvela uyarı ve uzlaşma yolları denenmiş,
faydası görülmediği takdirde cezalandırma yoluna gidilmiştir.48 Bu cümleden olarak Türkmen
aşiretlerinin eşkıyalığına karşı devlet, oymaklara kendi içlerinden başbuğ tayin ederek oymak
ihtiyarları ile il erlerini de başbuğa yardımcı olmakla görevlendirmiştir.49 Devlet, aşiretlerin
eşkıyalığını önlemek ve onları kontrol altına alabilmek için iskân yönteminden faydalanmıştır.
Yeni-il ve Halep Türkmenlerinden Afşar, Bahrilü ve İmamkulu cemaatlerinin eşkıyalık
yaptıkları için Rakka’ya iskân edilmeleri bu bağlamda örnek verilebilir. Bölgedeki yerli eşraf
ve aşiret liderlerinin şehir yönetimlerine alınarak merkezi sisteme dâhil edilmeleri, aşiret
liderlerine hilat verilmesi,50 aşiretlerin birleşmelerinin önlenmesi ve askerî harekât sırasında
bölgede örfî idare uygulanması, devletin aldığı bazı tedbirlerden sayılabilir.51 Devletin aldığı
önlemlerden bir diğeri de gençlerin kefile bağlanmasıdır. Bu yöntemle kefil olmayı kabul
eden kişi, kefile bağlanan kişiyi kadı veya subaşı istediği zaman bulup getirmekle görevlidir.
Tedbir amaçlı bir başka bir uygulama da nezre bağlama uygulamasıdır. Bu uygulama ile
devlet, halktan muhalif fiillere katılmayacaklarına dair söz almakta ve sözünde

47
BOA, AE.SABH.I, nr.7, s.665.
48
Kemal Daşcıoğlu, “Osmanlı’da Eşkıyalık Hareketlerini Cezalandırma Yöntemi Olarak Sürgünler”,
Osmanlı’dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör, s.307.
49
İlgürel, “Eşkıya”, s.468.
50
Daşcıoğlu, “Osmanlı’da Eşkıyalık Hareketlerini Cezalandırma Yöntemi Olarak Sürgünler”, s.307-308.
51
İbrahim Yılmazçelik, “Osmanlı Döneminde Dersim Sancağında Aşiretlerin Eşkıyalık Faaliyetleri”,
Osmanlı’dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör, s.339.
durmayanlardan da ceza olarak belirlediği ücrette para tahsil etmektedir.52 Devlet bu şekilde
aldığı birtakım önlemlerle hem eşkıyalık faaliyetlerinin önüne geçmeyi hedeflemiş, hem de
aşiret liderlerine hilat verilmesi ve onların şehir yönetimine dâhil edilmesi gibi yöntemlerle de
bu liderlerin sahip olduğu güç ve birlikten yararlanmak istemiştir. Neticede aşiret reislerinin
başlarına buyruk hareket etmeleri, devletin içeride uygulamak istediği bu politikayı
başarısızlıkla sonuçlandırmıştır.

8. Osmanlı Devletinde Eşkıyalığın Cezaları

Devletin eşkıyalığa karşı aldığı tedbirler kısa vadeli fayda sağlamaktan öteye
gidememiştir. Bu anlamda devlet, hapisten idama kadar birçok ceza yöntemi uygulamıştır.
Aşiretler normal yollarla ıslah edilemeyince son çare olarak askerî yöntemlere
başvurulmuştur. Böylece uygulanan sıkı cezai işlemlerin eşkıyalıkta caydırıcı bir yöntem
olması hedeflenmiştir. Eşkıyalık yapan ya da isyan eden aşiretlerin ıslah edilme
yöntemlerinden en sık uygulananı ise, sürgün cezası olmuştur. Şekavet eden aşiretlerin
bilhassa Rakka ve Halep bölgesine sürgün edilerek iskâna tabi tutuldukları, belgelerdeki
kayıtlarda mevcuttur. Bir başka ceza yöntemi ise, idam olmuştur.53 Nitekim belgeye konu
olan Ali Dede ve beraberindekilerin de başlarının kesilmesi esasında eşkıyalık hareketleri
ciddi boyutlara ulaştığında, idamın vazgeçilmez bir akıbet olduğunun göstergesidir. Devletin
aldığı tedbirlerin giderek daha sert müdahalelere dönüşmesinin temel sebebi ise, her daim
caydırıcılığı ön plana almasından kaynaklanmaktadır. Eğer bir eşkıyaya ne kadar sert
müdahale edilirse, bu durum diğer eşkıyalara da bir gözdağı olacak ve belki de bu şekilde
diğer eşkıyalık hareketleri önlenmiş olacaktır. Öte yandan eşkıyalık suçuna verilecek ceza,
Kur’ân’da da belirtilmiştir. Bu yüzden eşkıyalık, İslâm hukukuna göre had cezası gerektiren
bir suçtur.54 Had suçları, sınırları Kur’an ve peygamberin sünnetine dayanarak belirlenmiş
olan “içki içmek, zina, iffete iftira etmek, hırsızlık, yol kesmek, isyan ve dinden dönmek gibi
suçlardır.55 Bu nedenle Osmanlı Kanunnâmeleri’nde eşkıyalık suçu için verilen “katl, el ve
ayak kesmek, sürgün ve idam” gibi cezalar, İslâm hukukuna uygun olarak verilen
cezalardandır.56

52
Esra Yakut, “Osmanlı Hukukunda Bir Suç Olarak Eşkıyalık ve Cezalandırılması”, Kebikeç İnsan Bilimleri
İçin Kaynak Araştırmaları Dergisi, c.33, S.21, Ankara 2012, s.25-26.
53
Daşcıoğlu, “Osmanlı’da Eşkıyalık Hareketlerini Cezalandırma Yöntemi Olarak Sürgünler”,
s. 308,309,310,316.
54
Yakut, “Osmanlı Hukukunda Bir Suç Olarak Eşkıyalık ve Cezalandırılması”, s.22.
55
Arif Sarı, “Osmanlı Hukuku ve Adliye Teşkilatı”, Osmanlı Teşkilat Tarihi El Kitabı, ed:Tufan Gündüz,
Grafiker Yay., 4.bs., Ankara 2016, s.358.
56
Yakut, “Osmanlı Hukukunda Bir Suç Olarak Eşkıyalık ve Cezalandırılması”, s.28.
“Mum Söndü” İthamının Tarihi

Alevîlerin bir ibadet ritüeli olan “Cem âyini” için yapılan “mum söndü” ithamının
dayanağı, kadın ve erkeğin ibadet etmek için cem erkânını birlikte yürütmelerinden57
beslenmektedir. Irene Melikoff’a göre; Aleviler, bu ibadet anlayışlarından dolayı geceleri
âlem yapmakla suçlanmışlardır. Alevî-Bektaşî dinî törenleri, On iki İmam’ı temsilen, on iki
mum yakılarak başlamaktadır. Alevîlikte sülük töreni58 sırasında kurban niyetine bir horoz
kesilmektedir. Bu suçlamayı yapanlar, horoz ötünce mumların söndüğünü ve âleminin
başladığını iddia etmektedirler. Bu tarz iftiralar, yabancı inançlara yani toplumun
ekseriyetinin aksine inananlar için her zaman ve her yerde söylenmektedir. Ancak, mum
söndü bir söylencedir ve Aleviler yüzyıllar boyunca yanlış anlaşılmış ve iftiralara
uğramışlardır.59 Mehmet Fuad Köprülü’ye göre; kadın ve erkeğin birlikte zikir yapmaları,
aslında Hoca Ahmed Yesevî’nin felsefesine dayanmaktadır. Köprülü’ye göre; Ahmed
Yesevî’nin müridleri çoğalınca, rakipleri de çoğalmıştır ve muhalif münâfıklar Hoca
Yesevî’ye karşı ağır iftiralarda bulunmuşlardır. “Güya Hoca’nın meclisine örtüsüz kadınlar
da devam ederek erkeklerle birlikte zikre karışırlarmış”.60

Ahmet Yaşar Ocak ise, Baba İlyas’ın tekkesinde de kadın ve erkeğin birlikte âyin
yaptıklarını, Rum erenlerinin “Bacı” denilen kadınlarla birlikte oturup kalktıklarını ve
Şamanizm’den kalma kadınlı-erkekli âyinlerin devam ettiğini ve bunların daha sonra da
Yesevîliğe intikal ettiğini belirtmektedir. Ocak’a göre; Yesevilik bu şekilde giderek
Heteredoks61 bir mahiyet kazanmıştır. Keza âyin ve erkânları ile Alevî ve Şii zümreler de
“heterodoks” olarak anılmışlardır.62 Heterodoks, konar-göçer Türklerin kendilerine önce
İranlı daha sonra da Türk sufîler tarafından getirilen tasavvuf ağırlıklı mistik Müslümanlık
anlayışı olarak bilinmektedir. Aslında heterodoks63 tabiri, temelde Türkmenler arasındaki

57
Doğan Kaplan, “Alevilere Atılan “Mum Söndü” İftirasının Tarihsel Kökenleri Üzerine”, Hünkâr Alevilik
Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi, Hitit Üniversitesi, c.1, S.2, Çorum 2004, s.46.
58
Sülûk; sözlük anlamı ile bir yol tutma, bir yola ya da tarikata girmek gibi anlamlara gelmektedir. Alevilikte
ise, “Seyr-i sülûk” olarak bilinen bu tabir, tarikata giren kimsenin gerçek varlığa (Allah’a) ulaşması için yaptığı
manevi yolculuk, tarikatta izlenen usuldür. Bkz:Hasan Çelik, “Alevilik ve Bektaşilikte Gönül Eğitimi”, Hünkâr
Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi, Hitit Üniversitesi, c.1, S.1, Çorum 2014, s.88.
59
Iréne Mélikoff, Uyur İdik Uyardılar, Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları, çev.Turan Alptekin, Cem Yay.,
İstanbul 1993, s.26-27.
60
Mehmet Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, sad. Orhan Köprülü, 3.bs., TTK Yay., Ankara
1976, s.33.
61
Ahmet Yaşar Ocak, Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri, İletişim Yay., 3.bs., İstanbul
2002, s.175-176.
62
Ömer Lütfi Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri, Hamle Yay., İstanbul 1993, s.16.
63
Heterodoks; Dinlerin merkezî, kurumsal yorumları (Ortodoksi) karşısında ortaya çıkarılan yorumları ifade
etmek üzere kullanılan bir tabirdir. Ekseriyetle ilgili inanç gruplarının ortaya çıktığı dönemde siyasi otorite ve
resmi dini çevrelerince, onlar için kullanılan sapkınlık/zındıklık gibi kavramlarla ilişkilendirilerek, bir
İslâm anlayışının küçümseme ve hor görme ile karışmış bir algılanış biçimidir.64 Yine Ocak’a
göre; yüzyıllarca İslâm'ı kabul etmiş olan farklı etnik toplumlar, onu bu kökenlerden gelen
birtakım inanç ve mitolojik unsurların etkisiyle yorumlayarak bir heterodoks versiyon
oluşturmuşlardır.65 Vaktiyle küçümseyici ve aşağılayıcı bir ifade ile tasvir edilen “Kızılbaş,66
mum söndüren ve heterodoks gibi tabirler, bugün bu ötekileştirmeden bir nebze de olsa
kurtulmuşlardır. Bilhassa Kızılbaş tabiri, bugün pek çok Alevî zümresinde dinine bağlı,
ibadetlerini aksatmayan ve dünyevi zevklerde aşırıya kaçmayan bugünkü Alevilerin dedeleri
için vaktiyle yapılmış olan bir tanımlamadır.67 Nasıl ki Akbaşlar, Yeşilbaşlar varsa Kızılbaşlar
da o dönemde çoğunlukla Safevî tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Kızılbaş başa takılan
kırmızı börkten ötürü, Şah İsmail’in dedesi zamanında ün kazanmış olan askerî bir terimdir.68
Zira Ahmet Taşğın bugün Kızılbaş olarak belirtilen zümrenin aslında “Balım Sultan
inkılâbına tâbi olmayan muhafazakâr” kimseler olduğunu belirtmektedir.69 Aynı şekilde
Ahmet Taşğın, Safevi devleti ile Osmanlı arasındaki siyasi gerginliğin sebebini Erdebil
Tekkesi’nin sufilik geleneğini terk etmesine kadar götürebileceğimizi söylemektedir. Ona
göre Safevilerin Kızılbaş terimine yükledikleri anlam ile Osmanlıların yükledikleri anlamın
farklı olması da70 tâbî bir sonuçtur. Kızılbaşlığın kökeni Orta Asya’ya kadar uzandırılmasına
rağmen, kimliğin bir inanç sistemi olarak ortaya çıkması 15.yüzyıl ve 16.yüzyıl arasındadır.71

Kızılbaşlar, Çaldıran Savaşı’ndan sonra Safevî Devleti’nin yenilmesi üzerine Osmanlı


toplumunda muhalif olarak görülmüşler ve varlıklarını “kapalı toplum” hâlinde sürdürmek
zorunda kalmışlardır. Âyinleri için köy odası vb. yerlere kadın erkek girilip ibadet edilmesi,
Evliyâ Çelebi’nin ifadesiyle “dedikoducu, çekiştirici, kınayıcı, herkesin ayıp ve kusurlarını
ortaya döküp saçıcı, acımasız ve yerici” olan kimselerin böyle bir iftirayı atmasına sebep
olmuştur.72 Alevi zümrelerin bu dışa kapalı yaşama mecburiyetlerinin doğal bir sonucu

“ötekileştirme” gayesi ile vurgulanmıştır. Bkz: Resul Ay, Bizans’tan Osmanlı’ya Anadolu’da Heterodoks
İnanışlar: Öteki Dindarlığın Ortak Doğası Üzerine (650-1600), OTAM, c.31, Ankara 2012, S.31, s.2.
64
Ocak, Babaîler İsyanı Aleviliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu’da İslâm-Türk Heterodoksisinin
Teşekkülü, Dergah Yay., 5.bs., İstanbul 2011, s.45,46.
65
Ocak, Türk Sufîliğine Bakışlar, İletişim Yay., 1.bs., İstanbul 1996, s.17.
66
Sadullah Gülten, “Osmanlı Devletinde Alevî Sözcüğünün Kullanımına Dair Bazı Değerlendirmeler”, Alevilik
Araştırmaları Dergisi, S.11, Ankara 2016, s.38.
67
Seyit Derviş Beyaz Ocağı’nın dedelerinden “Seyit Haktan Çelik” ile, ilgili mevzu hakkında röportaj
yapılmıştır. İzmir, 07.12.2018.
68
Dede Garkın Ocağı dedelerinden “Hüseyin Dedekarkınoğlu” ile, ilgili mevzu hakkında röportaj yapılmıştır.
Ankara, 14.12.2018.
69
Taşğın, Klasik Kaynaklarda Heterodoks Dervişler ve Heterodoksi, s.210.
70
Taşğın, “Safevî-Osmanlı Savaşının Gerçekleştiği Sahra-yı Dede Garkın”, Ortaçağ Anadolusu’nda Bir
Türkmen Şeyhi Dede Garkın, Uluslararası Şanlıurda Sempozyumu Bildirileri, Şanlıurfa 2010, s.109-111.
71
Rıza Yıldırım, Aleviliğin Doğuşu Kızılbaş Sufiliğinin Toplumsal ve Siyasal Temelleri (1300-1501), İletişim
Yay., İstanbul 2017, s.24-25.
72
Kaplan, “Alevilere Atılan “Mum Söndü” İftirasının Tarihsel Kökenleri Üzerine”, s.47.
olarak, cem âyinlerine yönelik küçümseyici ve ahlak dışı birtakım kulaktan dolma söylentiler
yüzyıllardır süregelmiştir. Adına da “mum söndü” denilmiştir. Oysa cem âyininin kökeni,
Alevi zümrelere göre Hazreti Muhammed’in Miraç dönüşü uğradığı Kırklar Meclisi’ne
dayanmaktadır.73 Rivâyet’e göre; “Peygamber, Miraç sırasında Kırklar Bezmi’ne varır ve
nerede olduğunu sorar. Bir ses, “Biz Kırklarız ve Kırk’ımız Bir’iz” der. Peygamber kanıt
isteyince, Ali parmağını keser ve Kırkların hep birden eli kanamaya başlar. Peygamber
bunun üzerine “ancak siz, otuz dokuz kişisiniz” der. Akabinde birimiz yardım toplamaya gitti
cevabını alır. O sırada kendisine Selmân-ı Fâris’in olduğu söylenen bir el uzanır. Peygamber,
o eldeki tek bir üzüm tanesinden kırk kişiye yetecek kadar şerbet yapar. Bu şerbetten içen
kırklar, kendilerinden geçerek dönmeye başlarlar.”74 Böylece semah kültü doğmaya başlar.

Öte yandan Cem âyinlerinde, on iki imamı temsilen on iki hizmetin yürütüldüğü bir
ritüel vardır. Bu hizmetlerden biri “çerağ uyandırma” 75
ya da “delil uyandırma”76 olarak
bilinmektedir. Alevilikte cem âyini sırasında Nûr sûresinin 35. ve 36. ayetleri okunur ve Hak,
Muhammed, Ali aşkına temsili üç mum yakılır. Akabinde çerağcı “destûr pîrim!” diyerek şu
duayı okur: “Bismillahirrahmanirrahim. Çerâğ-ı rûşen, fahr-i dervişân, zuhûr-ı iman,
himmet-i pîran, Pîr-i Horasan, küşâd-ı meydan, kuvve-i abdalân, kanun-i evliyâ, gerçek
erenler demine Hû, Muhammed Mustafa ve Ehl-i Beytine verelim salevât! Allahumme salli
ala seyyidina Muhammed ve Âl-i Muhammed”. Bu dua cemaat tarafından hep birlikte okunur.
Ardından çerağcı tekrar dua okur: “Bismillahirrahmanirrahim, Lâ fetâ illa Ali, la seyfe illa
Zülfikâr. Bi nûri azametike Ya Allah! Ya Allah! Ya Allah! Bi nûri nübüvvetike Ya Muhammed!
Ya Muhammed! Ya Muhammed! Bi sırri velâyetike Ya Ali! Ya Ali! Ya Ali!” diyerek duayı
bitirirken üç mumu yakar ve âyinin sonunda tekrar aynı ritüel ile mumları söndürür.77 Halbuki
bu ithamın çıkış noktası olan cemler, zahir ve batın olanın öğretildiği bir mekândır. Bugün
cemler herkesin üzerinde kolaylıkla konuşabileceği bir yapıya dönüştü. Bu nedenle irfan ve
hikmet alanı da büyük bir sekteye uğradı ve muhabbetler de giderek yok olmaya başladı.78

73
Ramazan Türkekul, “Alevi Ritüelleri: Bismil Örneği”, AÜDTCF Antropoloji Dergisi, S.31, Ankara 2016,
s.169-170.
74
Mélikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, çev.Turan Alptekin, Cumhuriyet Yay., İstanbul 1998, s.265-266.
75
H. Dedekargınoğlu, “Alevilikte Tanım ve Terimler”, Türk Kültürü Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S.60,
Ankara 2011, s.391. bkz. Dedekargınoğlu, “Alevilikte Cem ve Cemdeki Kavramlar”, Alevilik-Bektaşilik
Araştırma Dergisi, S.8, 2013, s.213-214.
76
Seyit Haktan Çelik, İzmir 2018.
77
Kaplan, “Alevilere Atılan “Mum Söndü” İftirasının Tarihsel Kökenleri Üzerine”, s.47-48.
78
Taşğın, “Alevi-Bektaşi Hafızasının Taşıyıcı ve Aktarıcısı Olarak Dede ve Cemevi”, Birinci Uluslararası
Karaşar Alevi-Bektaşi Bilgi Şöleni, Ankara 2013, s.224.
Netice

Eşkıyalık, bir tabir olmaktan ziyade Osmanlı devleti için ciddi boyutlara ulaşan
eylemlerin genel adı olmuştur. Bazen ekonomik bazen de siyasi sebeplerden dolayı ortaya
çıkan bu başkaldırı hareketlerine karışanların hepsi “eşkıya” olarak nitelendirilmiştir. Osmanlı
Devleti’nin eşkıyalık hareketleri üzerine aldığı tedbirler bir taraftan İslâm hukuku ile
örtüşürken,79 diğer taraftan da eşkıyalığı sona erdirecek etkide olmamıştır. Ali Dede olarak
bilinen ve XVIII.yüzyılda Karahisar-ı Sâhib Sancağında ortaya çıkan eşkıyada esasında
konar-göçer bir Türkmendir. “Kızılbaş” adı ise, Türkmenlerin yeni adının bir algısı olarak
ortaya çıkmıştır.80 Nasıl ki Kızılbaş ismi, devlet tarafından “asi, ve dinsiz” gibi aşağılayıcı bir
anlamda kullanılmışsa,81 “Mum Söndüren” de bir ötekileştirme ve küçümseme sıfatı olarak
kullanılmıştır.82 Yani siyasî mahiyete bürünmüş bir tanımlama olarak kullanılmıştır.

Öte yandan bu dönemde Karahisar-ı Sâhib Sancağı’nda sosyal hayatı olumsuz yönde
etkileyen eşkıyalık hareketlerinden birisi de konar-göçerlerin yaylalarına gidip gelirken yol
üstünde yerli ahalinin bahçelerine ve bostanlarına verdikleri zararlardır.83 Devletin aldığı her
türlü tedbir ve caydırma politikasına rağmen Ali Dede ve beraberindekiler de bir türlü
engellenememişlerdir. Bu cümleden verdikleri zayiatın bedeli olarak idam edilmişlerdir.84 Ali
Dede’nin Karahisar-ı Sâhib Sancağında yaptığı fiillerin yankısı büyük olmuştur. O ve
beraberindeki on iki kişinin öldürülmesi dahi eşkıyalık hareketlerini engellemek için bir
çözüm olmamıştır. Nitekim XVIII.yüzyıldan sonra da ortaya çıkan eşkıyalar ve devletin
bunlara karşı olan müdahaleleri, bu duruma birer örnek olarak arşiv belgelerinde yer almıştır.
Netice itibariyle Ali Dede üzerinden yapılan “mum söndüren” ifadesi tarihçiler tarafından bir
itham olarak kabul görmüştür. Ancak kroniklerde ve arşivde bu konuya dair başka bir bilgi
bulunmadığından ötürü, bu ithamın dayanağı da tam olarak tespit edilememiştir.

79
Yakut, “Osmanlı Hukukunda Bir Suç Olarak Eşkıyalık ve Cezalandırılması”, s.22.
80
Gündüz, Kızılbaşlar, Osmanlılar, Safeviler, Yeditepe Yay., 2.bs., İstanbul 2016, s.107.
81
Gülten, “Osmanlı Devletinde Alevî Sözcüğünün Kullanımına Dair Bazı Değerlendirmeler”, s.38.
82
BOA, AE.SABH.I, nr.7, s.665.
83
Yıldırım, Karahisâr-ı Sâhib Sancağının İdarî, Sosyal ve Ekonomik Yapısı, s.291.
84
BOA, AE.SABH.I, nr.7, s.665.
EK:I

Başbakanlık Osmanlı Arşivi


AE.SABH.I. 7/665.
KAYNAKÇA

I. Arşiv Belgeleri

BOA. AE.SABH.I. 7/665.

II. Kitabî Kaynaklar

Bidlîsî, İdris-i. Selim Şah-Nâme. Çeviren Hicabi Kırlangıç. Ankara: Hece Yayınları, 2016.

Çelebi, Solakzâde Mehmed Hemdemi. Solakzâde Tarihi. Düzenleyen H. Halit Atlı. Çeviren
Vahid Çubuk. İstanbul, 2016.

Efendi, Hoca Sadettin. Tacü't-Tevârih 4. Düzenleyen İsmet Parmaksızoğlu. Ankara: Kültür


Bakanlığı Yayınları, 1979.

Efendi, İbrahim Peçevî. Peçevî Efendi. Düzenleyen Bekir Sıtkı Baykal. Cilt 1. Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayınları, 1981.

Efendi, Mustafa Naîma. Naîma Tarihi. Çeviren Zuhuri Danışman. Cilt 2. İstanbul: Zuhuri
Danışman Yayınevi, 1968.

Mustafa, Celâl-zâde. Selim-Nâme. Düzenleyen Ahmet Uğur ve Mustafa Çuhadar. Ankara:


Kültür Bakanlığı Yayınları, 1990.

III. Araştırmalar-İncelemeler

a. Kitaplar

Akdağ, Mustafa. Türk Halkının Dirlik ve Düzen Kavgası "Celalî İsyanları". İstanbul: YKY,
2009.

Barkan, Ömer Lütfi. Kolonizatör Türk Dervişleri. İstanbul: Hamle Yayınları, 1993.

Çetin, Atilla. «Kocaeli ve Hüdavendigar Sancaklarında Eşkıyalık Olayları (18. ve


19.yüzyıılar).» Osmanlı'dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör içinde. düzenleyen Osman
Köse. Samsun: İlkadım Belediyesi Kültür ve Sosyal işler Müdürülüğü, 2017.

Daşçıoğlu, Kemal. «Osmanlı'da Eşkıyalık Hareketlerini Cezalandırma Yöntemi Olarak


Sürgünler.» Osmanlı'dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör içinde.
Ertaş, Mehmet Yaşar. «18. ve 19.Yüzyıllarda Osmanlı Taşrasında Yasadışılık: Yerel
İdarecilerle Eşkıya İlişkileri.» Osmanlı'dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör içinde.

Gündüz, Tufan. Anadolu’da Türkmen Aşiretleri “Bozulus Türkmenleri 1540-1640”. İstanbul:


Yeditepe Yayınevi, 2016.

—. Bozkırın Efendileri Türkmenler Üzerine Makaleler. İstanbul: Yeditepe Yayınevi , 2016.

—. Danişmendli Türkmenleri Kırşehir-Nevşehir-Aydın Hattında Aşiretler. İstanbul: Yeditepe


Yayınevi, 2016.

—. Kızılbaşlar, Osmanlılar, Safeviler. İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2016.

Halaçoğlu, Yusuf. XVIII.Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin


Yerleştirilmeleri. Ankara: TTK, 2014.

Köprülü, Mehmet Fuad. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. 3.baskı. Düzenleyen Orhan
Köprülü. Ankara: TTK, 1976.

Küpeli, Özer. Osmanlılar Döneminde Afyonkarahisar. Cilt 1, Afyonkarahisar Kütüğü içinde,


düzenleyen Muzaffer Uyan, Mustafa Karazeybek, Latif Daşdemir, Yusuf Ilgar
İbrahim Küçükkurt. Afyon: Afyon Kocatepe Üniversitesi Yayınları, 2001.

Mélikoff, Iréne. Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe. Çeviren Turan Alptekin. İstanbul:
Cumhuriyet Yayınları, 1998.

—. Uyur İdik Uyardılar. Çeviren Turan Alptekin. İstanbul: Cem Yayınları, 1993.

Ocak, Ahmet Yaşar. Alevî ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri. 3.baskı. İstanbul:
İletişim Yayınları, 2002.

—. Babaîler İsyanı Aleviğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu'da İslâm Türk Heterodoksisinin
Teşekkülü. 5.baskı. İstanbul: Dergah Yayınları, 2011.

—. Türk Sufîliğine Bakışlar. İstanbul: İletişim Yayınları, 1996.

Öz, Mehmet. «Modernleşme Öncesinde Osmanlı Toplumunda Eşkıyalık Hareketlerinin


Niteliği ve Özellikleri.» Osmanlı'dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör içinde,

Özcan, Selim. «XVIII.Yüzyılda Canik (Samsun) Sancağında Eşkıyalık Hareketleri.»


Osmanlı'dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör içinde.
Sarı, Arif. «Osmanlı Hukuku ve Adliye Teşkilatı.» Böl. 4.baskı in Osmanlı Teşkilat Tarihi El
Kitabı, editör Tufan Gündüz. Ankara: Grafiker Yayınları, 2016.

Taşğın, Ahmet. Klasik Kaynaklarda Heterodoks Dervişler ve Heterodoksi. İstanbul: Dün


Bugün Yarın Yayınları, 2012.

Ünal, Mehmet Ali. «Devlet İçi İktidar Mücadelesinin Bir Unsuru Olarak Eşkıyalık ve
Ayrılıkçı Hareketler.» Osmanlı'dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör içinde.

Yıldırım, M. Zahit. Karahisâr-ı Sâhib Sancağının İdarî, Sosyal ve Ekonomik Yapısı (1720-
1750). Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora
Tezi, 2003.

Yıldırım, Rıza. Aleviliğin Doğuşu Kızılbaş Sufiliğinin Toplumsal ve Siyasal Temelleri (1300-
1501). İstanbul: İletişim Yayınları, 2017.

Yılmazçelik, İbrahim. «Osmanlı Döneminde Dersim Sancağında Aşiretlerin Eşkıyalık


Faaliyetleri.» Osmanlı'dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör içinde.

b. Makaleler

Akçadağ, Göknur. «16.Yüzyılda Bir Osmanlı Sancağında Eşkıyalık Hareketleri: Malatya


Sancağı Örneği.» Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi 2, no. 3 (2012).

Bardakoğlu, Ali. «Eşkıya.» Türk Diyânet İslâm Ansiklopedisi 11 (1995).

Dedekargınoğlu, Hüseyin. «Alevilikte Tanım ve Terimler. » Türk Kültürü Hacı Bektaş Veli
Araştırma Dergisi no. 60, (2011.)

—. «Alevilikte Cem ve Cemdeki Kavramlar. » Alevilik-Bektaşilik Araştırma Dergisi no. 8,


(2013).

Emecen, Feridun. «Afyonkarahisar.» DİA 1 (1998).

«Eşkıya.» TDK Türkçe Sözlük (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu), 1992.

Gülten, Sadullah. «Osmanlı Devletinde Alevi Sözcüğünün Kullanımına Dair Bazı


Değerlendirmeler.» Alevilik Araştırmaları Dergisi, no. 11 (2016).

İlgürel, Mücteba. «Osmanlı'da Eşkıyalık Hareketleri.» DİA 11 (1995).


Kaplan, Doğan. «Alevilere Atılan" Mum Söndü" İftirasının Tarihsel Kökenleri Üzerine.»
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi (Hitit Üniversitesi
Yayınları) 1, no. 2 (2004).

Şahin, Gürsoy. «XVII.Yüzyıl Sonlarında Afyonkarahisar Sancağında İdarî ve Fiziki Yapısı


(554 Numaralı Afyon Şer'iyye Sicillerine Göre).» Tarih İncelemeleri Dergisi (Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları) XVII (2002).

Şahin, Gürsoy. «XVII.Yüzyılda Sonlarında Afyonkarahisar'da Eşkıyalık Hareketleri.» Afyon


Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi V, no. 1 (2003).

Taşğın, Ahmet. «Safevî-Osmanlı Savaşının Gerçekleştiği Sahra-yı Dede Garkın. » Ortaçağ


Anadolusu’nda Bir Türkmen Şeyhi Dede Garkın, Uluslararası Şanlıurda Sempozyumu
Bildirileri Şanlıurfa (2010).

—. «Alevi-Bektaşi Hafızasının Taşıyıcı ve Aktarıcısı Olarak Dede ve Cemevi. » Birinci


Uluslararası Karaşar Alevi-Bektaşi Bilgi Şöleni Ankara (2013).

Türkekul, Ramazan. «Alevi Ritüelleri: Bismil Örneği.» AÜDTCF Antropoloji Dergisi, no. 31
(2016).

Yakut, Esra. «Osmanlı Hukukunda Bir Suç Olarak Eşkıyalık ve Cezalandırılması.» Kebikeç
İnsan Bilimleri İçin Kaynak Araştırmaları Dergisi 33, no. 21 (2012).

c. Röportaj

Çelik, Seyit Haktan, röportaj yapan Saadet Dağ. Kızılbaş ve Mum Söndü tabiri.

İzmir. (7Aralık 2018).

Dedekargınoğlu, Hüseyin, röportaj yapan Saadet Dağ. Kızılbaş ve Mum Söndü tabiri.

Ankara. (14Aralık 2018).

You might also like