You are on page 1of 45

SELAHADDİN ÜNİVERSİTESİ DİLLER FAKÜLTESİ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ

OSMANLI TÜRKÇESİNDE ÜNLÜLERİN YAZILIŞI (ÖRNEKLERLE AÇIKLAMA)

HAZIRLAYAN

TEZ DANIŞMANI

ERBİL – 2021

İÇİNDEKİLER

Önsöz…………………………………………………………………………………………...i
Özet…………………………………………………………………………………………….i
i

BİRİNCİ BÖLÜM
1.Osmanlıca ya da Osmanlı Türkçesi.…………………………………………………………2
1.1. Osmanlı alfabesini oluşturan harfler ve sesler……………………………...…………….3
1.2. Osmanlı Türkçesinin yazıldığı alfabe ……………………………………………………5
1.3. Osmanlı Türkçesinin kronolojik esasa göre sınıflandırılması ……………………………6
1.4. Türkçe yazı diline Arapça ve Farsça sözcüklerin girişi………………………………….8
1.5. Şemsettin Sami “Lisan-ı Türkî (Osmanî)”………………………………………………10

İKİNCİ BÖLÜM
2. Türkçedeki ünlülerin yazılışı………………………………………………………………12
2.1. Osmanlı Türkçesinde Arapça kökenli kelimelerde ünlü harflerin yazılışları……………15
2.2. Osmanlı Türkçesinde Farsça kökenli kelimelerde ünlü harflerin yazılışları…………….18
2.3. Türkçe ve Arapça kelimelerde ünlü harflerin gösterimi……...…………………………20
2.4. Ünlü harflerle ilgili kurallar……………………………………………………...……...25
Sonuç……………………………………………………………………………………..….29
Kaynakça…………………………………………………………………………………......31

Önsöz

Bu araştırmada, “Osmanlı Türkçesinde ünlülerin yazılışı” konusunu ele aldık. Konuları


örneklerle açıkladık. Osmanlı döneminin Türkçe yazılmış ilmî, edebî ve kültürel birikiminin
günümüze aktarılabilmesi Osmanlı Türkçesinin öğrenilmesiyle mümkündür. İslâmî ilimlere
ait Türkçe eserler bakımından fevkalade zengin olan kütüphanelerimiz, bütün beşerî bilimler
için de eşsiz bir hazine değerindedir. Tarih, edebiyat, ilâhiyat, iktisat, hukuk sosyoloji ve hatta
tıp ve eczacılık dahil ilimin geçmişi, açıklama ve zengin bilgi dolu her ne varsa altı yüz küsur
senelik birikimden haberdar olmak durumundadır. Osmanlı Türkçesi, Türk Dili ve Edebiyatı
öğrencisine bu engin hazinenin anahtarlarından birini sunmaktadır. Konular alfabeden
başlayarak detaylı bir biçimde anlatılmıştır. Bu çalışmada ağırlıklı olarak Osmanlı
Türkçesinin imlâ hususiyetleri anlatılacaktır. Birinci bölümde Osmanlı Türkçesi, kronolojik
sınıflandırılması hakkında bilgi verilmektedir. Osmanlı Türkçesinde Arapça ve Farsçanın
yeri, yazılışı, özellikleri ile ilgili olarak ele alınmaktadır. Farsça ve Arapçanın Türkçe yazı
diline girişi üzerine önemli ve büyük bilgi aktarılmaktadır. İkinci bölümde ise gramer ağırlıklı
konular elde edinmektedir. Esas konumuz olan Osmanlı Türkçesindeki ünlülerin yazılışı ile
ilişkin yazılmaktadır. Osmanlı Türkçesinin yazı kuralları, harfleri, ses ve biçimden
bahsedilmektedir. Müteakiben farklı dönemlerde yazılmış dinî, tarihî ve edebî metinlerden
seçmeler örnek olarak gösterilmiştir. Türkçe ve Arapçadaki birçok kelimelerin ünlü harflerin
gösterimi örneklerle açıklanmıştır. Osmanlı Türkçesinin imlâsı yüzyıllar içerisinde gelişerek
çoğu hususiyetleri itibarıyla oturmuştur. Ancak yine de bazı imlâ hususiyetleri zamanla
değişmiştir. Bazı yeni uygulamalar zamanla yaygınlaşırken bazıları da tutunamamıştır.
Özellikle son dönemlerde yapılan değişiklikler harf inkılâbının gerçekleşmesiyle birlikte
yerleşik kural haline gelmesi test edilememiştir. Bu yüzden eski metinleri okurken dönemlere
göre imlâ farklılıkların bulunması tabii bir durumdur.
Tez çalışmasının yazım aşamasında desteklerini esirgemeyen, güçlük çektiğim konuların
çözümüne katkıda bulunan, bana verdiği özgüven ve aşıladığı araştırma aşkıyla bilgilerimi
arttıran, tez çalışmamı sabırla yöneten ve zihnindeki kütüphanesiyle çalışmayı zenginleştiren
hocam Dr. Ersan Haşım Mahmut şükranlarımı sunarım.

ÖZET
Türkler, X. yüzyılda Müslüman olduktan sonra aldıkları Arap alfabesini tarihî verilere göre
tahminen dokuz yüz yılı geçmiş bir süre kullanmışlardır. Arap kökenli alfabe, Türkçenin ses
yapısını tam olarak yansıtmadığı için kullanılmaya başlandığı an itibariye ile birtakım yazım
sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Özellikle Tanzimat Dönemi ve sonrasında alfabe ve
yazım tartışmaları yapılmıştır. Dilde yazım birliğini sağlamak için alfabe ve yazım sorunları
ile ilgili tartışmaların yapıldığı yıllarda yazıma bir düzen verilmesi gerekiyordu, imla
kılavuzları hazırlama yoluna gidilmiştir. Bu tez çalışmasında Osmanlı Türkçesindeki
Ünlülerin Yazılışı ele alınmış; Maarif-i Umumiye Nezareti, Tetkikat-ı Lisaniye Heyeti, Sarf
ve İmla Encümeni tarafından 1333-1335 (1917- 1919) yılları arasında hazırlanan Usul-i İmla
adlı eser incelenmiş, Şemsettin Sami’nin “Lisan-ı Türkî (Osmanî) eseri üzerinde çakışmalar
yapılmış ve değerlendirmesi yapılmıştır.

Anahtar kelimeler: Yazım, lisan, ünlü harfler, imla

ABSTRACT

According to historical data, the Turks used the Arabic alphabet, which they acquired after
they became Muslims in the 10th century, for a period of more than nine hundred years.
Since the Arabic-based alphabet does not fully reflect the sound structure of Turkish, it has
brought along some spelling problems as of the moment it started to be used. Especially in
the Tanzimat Period and after, alphabet and spelling discussions were held. In order to ensure
the unity of spelling in the language, in the years when there were discussions about the
alphabet and spelling problems, it was necessary to give an order to the writing, and it was
preferred to prepare spelling guides. In this thesis, the Spelling of Vowels in Ottoman
Turkish is discussed; The work called Usul-i İmla, which was prepared between 1333-1335
(1917-1919) by the Ministry of Education, Tetkikat-ı Lisaniye Committee, Consumables and
Imla Committee, was examined, and the work "Lisan-ı Türkî (Osmanî)" by Shemsettin Sami
was examined. conflicts were made and evaluated.

Keywords: Orthography, language, vowels, spelling

BİRİNCİ BÖLÜM
1.Osmanlıca ya da Osmanlı Türkçesi
Osmanlı Türkçesinden önceki dönem, Eski Anadolu Türkçesi Dönemi’dir. Eski
Anadolu Türkçesi XII. yüzyıl sonlarıyla XV. yüzyıl arası Oğuzların Anadolu’da
geliştirdikleri yazı dilidir. Gülsevin ve Boz (2004, s. 29), Eski Anadolu
Türkçesini X. yüzyıldan itibaren Orta Asya’dan batıya göç eden Oğuzların, XII.
yüzyılın sonlarında kendi lehçelerine dayalı olarak Anadolu’da kurup
geliştirdikleri yazı dili olarak tanımlamaktadır. Tarihȋ Türkiye Türkçesi, Eski
Osmanlıca adlarıyla da anılan dönem, Eski Anadolu Oğuzcası olarak da
geçmektedir. Eski Anadolu Türkçesinde Arap alfabesi kullanılmışsa da Arapça
ve Farsça sözcük sayısı pek fazla değildir. Bu dönemi takip eden Osmanlı
Türkçesi dönemi için Korkmaz, Anadolu ve Rumeli bölgesinde kurulup gelişen
yazı dilinin XVI. yüzyıldan XX. yüzyıl başına, Millî Edebiyat Dönemi’ne kadar
uzanan devresinin adı olduğu bilgisini verir (Korkmaz, 2003, s. C). Osmanlı
Türkçesinin başlarında da Eski Anadolu Türkçesi özellikleri devam etmektedir.
Ercilasun, Eski Oğuz Türkçesinin dil özelliklerinin hemen tamamının Osmanlı
Türkçesinin başlarında da devam etiğini, bu özelliklerin XVI. yüzyıl sonlarında
başlayan ve XVIII. yüzyıla kadar devam eden bir süreç içinde bugünkü Türkiye
Türkçesinin özellikleriyle yer değiştirdiğini ancak bütün değişmelerin aynı
zamanda başlayıp aynı zamanda bitmediğini belirtir (Ercilasun, 2004, s. 462).
Arapça ve Farsçanın dilimize hâkim olmasına karşın XV. yüzyılda başlayan
Türkî-i Basit hareketiyle mahallȋleşme çabaları da görülmüştür. Bu konuda
Demirel şunları belirtmektedir: Eğer XIII. yüzyılda Karamanoğlu Mehmet
Bey’in Türkçe ile ilgili görüşleri bir kenara bırakılırsa, XV. yüzyılda Aydınlı
Visalî ile başlayan ve XVI. yüzyılda Tatavlalı Mahremî ve Edirneli Nazmî ile
devam eden ve genel anlamda bir dil hareketi olarak kabul edilen Türkî-i Basit
bizce Türk edebiyatındaki “Mahallileşme” hareketlerinin önemli adımlarından
biridir. Dilde sade bir Türkçe söyleyişi esas alan Türkî-i Basit hareketi, daha
sonraki dönemlerde kimlik değiştirerek şiirde yerli ve mahalli unsurlara fazlaca
yer verme anlayışı çerçevesinde şekillenen “Mahallileşme” hareketine
dönüşmüştür. Özellikle XVI. yüzyılda Bâkî’nin şiirlerinde görülen İstanbul
Türkçesi ve mahallî unsurlar, Taşlıcalı Yahya’nın mesnevilerinde işlenen
konular ve kahramanlar bu tarz söyleyişin en dikkat çekici örneklerindendir. Bu
süreç XVII. yüzyılda Nev’i-zâde Atâyî ve Sabit gibi şairlerin özellikle
mesnevilerinde gerek yerli konuların işlenmesi ve yerli malzeme tercihleri

bakımından, gerekse kullandıkları dil ve söyleyişteki tasarrufları sayesinde daha


rasyonel bir karakter kazanmıştır (Demirel, 2009, s. 262). Ancak Türkî-i Basit
hareketi, mahallileşme çabaları devam etmekle birlikte Türkçeye yerleşen
Arapça ve Farsça kelime sayısı XVII ve XVIII. yüzyıllarda giderek artmış,
terkiplerle dolu bir Türk dili şekillenmeye başlamıştır. Bu nedenle Osmanlı
Türkçesini anlamak için artık Türkçeyi ve kurallarını bilmek yeterli olmamış,
Arapça ve Farsçanın dil kurallarını da bilmek gerekmiştir. Osmanlı Türkçesi
dönemi batı Türkçesinin en uzun dönemini teşkil eder. Bu dönem metinlerini
anlamak ve doğru yorumlayabilmek için Eski Anadolu Türkçesinin ses ve şekil
özellikleriyle Arapça ve Farsçanın temel kurallarını da bilmek gerekir. Ergin, bu
devirdeki metinlerin üzerine eğilirken üçüzlü yazı dilinde Türkçeden başka iki
yabancı ortağın gerekli kaidelerinin de bilinmesi gerektiğini, Osmanlıcadaki
Arapça, Farsça unsurların mahiyetini öğrenmek, ilk ve son devrenin yabancı
unsurlarını da yakından görüp bilmek olduğunu, Türkçe bakımından ise
Osmanlıcanın Türkiye Türkçesinden farklı olmadığı gibi Eski Anadolu
Türkçesine de bağlı olduğunu, bu yüzden onun Türkçe cephesini ele alırken
Türkiye Türkçesi ile Eski Anadolu Türkçesinin de ele alınmış olacağını belirtir
(Ergin, 1992, s. 26). Timurtaş, muhtelit bir yazı dili olması nedeniyle
Osmanlıcayı iyice anlamak için Arapça ve Farsçayı da belirli bir ölçüde bilmek
gerektiğini söyler (Timurtaş, 1999, s. 2)
Osmanlı Türkçesi Tarihi
Türkçe, tarih boyunca çok geniş bir alanda konuşma ve yazı dili olarak
yaşamıştır. Bunun sonucu olarak da Kuzey Türkçesi (Kıpçakça), Doğu Türkçesi
(Çağatayca) ve Batı Türkçesi gibi yazı dilleri ortaya çıkmıştır. Batı Türkçesi,
Osmanlı Türkçesi ve Azerî Türkçesi diye iki kolda gelişmiştir. Osmanlı
Türkçesi, 24 Oğuz boyunun konuştuğu Oğuz şivesine dayanmaktadır.
Osmanlı Türkçesi'ne, ilim adamlarımız tarafından Tarihî Türkiye Türkçesi
denilmesine rağmen söyleniş kolaylığı sebebiyle olsa gerek Osmanlıca adı
yerleşmiştir. Osmanlıca da kendi arasında kronolojik esasa göre
sınıflandırılmıştır:
Osmanlıca-Dönemlere Göre Sınıflandırma
Eski Osmanlıca (Eski Anadolu Türkçesi): 11.yy.'dan, 15.yy. sonuna kadar,
Klasik Osmanlıca: 16.yy.'dan, 19.yy.'ın ikinci yarısına kadar,
Yeni Osmanlıca: 19.yy.'ın ikinci yarısından 20.yy.'a kadar.
20.yy.başlarında gelişen Türkçülük hareketi dilde Türkçülük fikrini doğurmuş
ve Modern Türkiye Türkçesi dönemi başlamıştır. 1928 yılında yapılan Harf
İnkılabı ile Latin alfabesinin kullanılmaya başlaması ile Osmanlıca'nın
kullanımı son bulmuştur.

Osmanlıca, Arapça ve Farsça'nn belirli ölçü ve kurallar içerisinde Türkçe ile


birleşmesinden doğmuş, bu yazı ile verilen eserlerle bir medeniyet yazısı halini
almıştır.
Osmanlı Devleti'nin yıkılışının ardından kullanımdan kalkmıştır. Ancak Türk
Tarihi'nin son 1000 yılına yakın bir dönemi bu yazı ile yazılmış olduğu için bu
yazı araştırmacılar, edebiyatçılar ve tarihçiler tarafından birinci derecede önemli
ve bilinmesi zorunlu bir dildir.Osmanlıca Hakkında (Yılmaz KURT, Osmanlıca
Dersleri 1, Akçağ Yayınevi, 5. Baskı, Ankara 1999, S.1)
Osmanlı yönetici sınıfının ve eğitimli seçkinlerin kullandığı bir yazışma ve
edebiyat dili olan Osmanlıca, günlük hayatta konuşulan bir dil olmamıştır. En
belirgin özelliği, Türkçe cümle altyapısı üzerinde, İslam dünyasının klasik
kültür dilleri olan Arapça ve Farsça'yı serbestçe kullanma imkânı tanımasıdır.
Günlük dilden farklı ve karmaşık kuralları olan bu dili ustalıkla yazma
becerisine inşa adı verilir. Bu beceri uzun bir eğitim süreci ile kazanılırdı.
Osmanlı yazı dili 15. yüzyıl ortalarında biçimlenmeye başladı ve 16. yüzyıl
başlarında klasik biçimine kavuştu. 19. yüzyıl ortalarından itibaren gazeteciliğin
ve Batı etkisindeki edebiyatın gelişmesiyle hızlı bir evrime uğrayan Osmanlıca,
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından kısa bir süre sonra gerçekleştirilen Harf
Devrimi (1928) ve Dil Devrimi (1932-) sonucunda kullanımdan kalktı.

Osmanlıca Batı Türkçesinin ikinci devri olup 15. asrın sonlarından 20. asrın
başlarına kadar devam etmiş olan yazı dilidir. Dört asırdan fazla bir ömrü olan
Osmanlıca, şüphesiz hep ayni kalmamış, baştan ve sondan geçiş devirlerinde ve
ortada, hudutları kesin olarak çizilemeyen birbirine geçmiş çeşitli iç merhâleleri
olmuştur. Fakat iç ve dış bakımından esas vasıfları itibariyle Osmanlıca ismi
altında bu ismin çok iyi ifade ettiği bir bütünlük gösterir.
Türkçe bakımından, Osmanlıca'da aşağı yukarı mühim hiçbir değişiklik
olmamış, Eski Anadolu Türkçe'sinden sonra günümüze kadar Türkçe'nin başlıca
şekilleri hemen hemen hep ayni kalmıştır. Yani gramer şekilleri bakımından
Osmanlıca ile Türkiye Türkçe'si arasında belirli bir ayrılık yoktur. Yukarıda da
söylediğimiz gibi Türkçe bakımından ancak bu son iki devre ile Eski Anadolu
Türkçe'si arasında belirli ayrılıklar vardır.
Osmanlıca ile Türkiye Türkçe'si arasında çok küçük şekil farklarına rastlansa
bile bunlar zaman ayrılıklarına dayanan basit değişikliklerden başka bir şey
sayılmamalıdırlar. Eski Anadolu Türkçe'si, Batı Türkçesinin eski gramer
şekillerini, Osmanlıca ile Türkiye Türkçe'si ise Batı Türkçesinin yeni gramer

şekillerini ihtiva eden devrelerdir. Yani, gramer şekilleri bakımından Osmanlıca


ile Türkiye Türkçesi arasında bir devre farkı yoktur.
Devrelerin birbirine geçişi keskin çizgilerle ayrılamayacağı için eski Anadolu
Türkçe'si ile Osmanlıca arasında da uzun bir geçiş safhası olmuştur.
Osmanlıca'nın başlangıcını teşkil eden ve 15. asrın ikinci yarısı ile 16. asrın ilk
yarısını içine alan devirde eski gramer şekilleri, yerlerini henüz tamamıyla yeni
şekillere bırakmış değillerdi.
Bu eski şekillerden bazıları Osmanlıca'nın içinde daha sonraları da kendisini
muhafaza etmiş, bunlardan klişeleşmiş olarak Türkiye Türkçe'sine geçenler bile
olmuştur. Bazı yeni şekiller ise oluşunu ancak Osmanlıca içinde tamamlamış
veya kullanış sahasına bu devirde çıkmıştır. İşte geçiş devrindeki normal
gelişmeler, ondan sonraki küçük sızıntılar ve bazı yeni şekillerin ortaya çıkışı
dışında, Osmanlıca'ya Türkçe bakımından başından sonuna kadar bir durgunluk
hâkim olmuş, 16. asırdan günümüze kadar Türkçe gramer şekilleri bakımından
belirli hiçbir gelişme kaydetmemiştir.
Osmanlıca'yı batı Türkçe'si içinde bilhassa Türkiye Türkçe'sinden ayrı bir devre
hâlinde tutan şey onun dış yapısıdır. İç yapı, yani Türkçe bakımından yalnız
Eski Anadolu Türkçe'sinden farklı bulunan Osmanlıca, dış yapı, yani yabancı
unsurlar bakımından Eski Anadolu Türkçe'sinden de, Türkiye Türkçe'sinden de
çok büyük farklarla ayrılan bir devre manzarası gösterir. Bu devre Türkçe'nin
yabancı unsurlar tarafından tam mânâsiyle istilâ edildiği, Türkçe'yi Arapça ve
Farsça unsurların son haddine kadar sardığı devredir.
Osmanlıca devrinde Türkçe'yi saran bu Arapça ve Farsça unsurlar, sayısız
Arapça ve Farsça kelime ve terkipler olup esas itibariyle isim sahası içinde
kalmıştır. Fakat bu sahada o kadar ileri gidilmiştir ki bütün isim cinsinden
kelimeler ve cümle içinde isim muamelesi gören bütün kelime gurupları Arapça
ve Farsça kelimelere ve terkiplere boğulmuştur. Bu müthiş istilâdan fiil kökleri
bile yakasını kurtaramamış, Türkçe'nin basit fiil kökleri yerine Arapça ve Farsça
kelimelerle Türkçe yardımcı fiillerden yapılmış birleşik fiiller kullanılarak
Türkçe, bugün de yaşamakta olan sayısız yabancı köklü birleşik fiil ile
dolmuştur.
Fiil dışında kalan isim cinsinden bütün kelimeler ve isim muamelesi gören
kelime gurupları sahasını böylece Arapça ve Farsça kelimelere, sıfat ve izafet
terkiplerine kaptıran yazı dilinde umumiyetle Türkçe olarak isim ve fiil çekimi
ile cümle yapısı kalmıştır. Fakat cümle yapısı da, Türkçe kalmakla beraber, ağır
darbeler yemekten kendisini kurtaramamış, birçok defa esas bünyesi yıkılarak
bozuk bir kelime yığınından ibaret olmuştur. Hülâsa, Türk yazı dili Osmanlıca

devrinde esas yapısı Türkçe olan fakat Türkçe, Arapça ve Farsça'dan meydana
gelen üçüzlü, karışık ve son derece sun'î bir dil manzarası göstermiştir.

1.1. Osmanlı alfabesini oluşturan harfler ve sesler


Osmanlı alfabesi aşağıdaki harfleri içermektedir :
● ‫( ا‬elif) , a veya e sesini verir. Türkçe kelimelerde sesli harf olarak A yerine
kullanılır. Arapça ve Farsça kelimelerde uzatma olarak (Â) okunur
● ‫( ﺀ‬hemze) , elif gibi okunur ve genellikle arapça olan kelimelerde
kullanılır
● ‫( ب‬be), b sesi
● ‫( پ‬pe) , pe sesi, Türkçe ve Farsça kelimelerde bulunur
● ‫( ت‬te) , t sesi, ince seslilerde kullanılır
● ‫( ث‬se) , s harfi hafif peltek s gibi okunur. t ile s arası bir sestir. Sadece
Arapça kelimelerde kullanılır
● ‫( ج‬cīm) , c sesi
● ‫( چ‬çim) , ç sesi. Bu harf Farsça'dan geçmiştir ve Arapça kelimelerde
bulunmaz
● ‫( ح‬ha) , kalın ha sesi. Türkçe kelimelerde az kullanılır
● ‫( خ‬hı) , kalın ve sert bir sestir. Türkçe kelimelerde az kullanılır
● ‫( د‬dal) , d sesi
● ‫( ذ‬zel) , z sesi. Sadece Arapça kelimelerde kullanılır
● ‫( ر‬re) , r sesi
● ‫( ز‬ze) , z sesi. Türkçe kelimelerde kullanılır
● ‫( ژ‬je) , j sesi. Bu harf Farsçadan geçmiştir ve Arapça kelimelerde
bulunmaz
● ‫( س‬sin) , s sesi , genellikle ince seslilerde kullanılır
● ‫( ش‬şin) , ş sesi
● ‫( ص‬sad) , s sesi, daha çok kalın seslilerde kullanılır
● ‫( ض‬dad) , bazen kalın d bazen kalın s okunur, Türkçe kelimelerde
kullanılmaz
● ‫( ط‬tı) , t sesi, genellikler kalın sesler için kullanılır
● ‫( ظ‬zı) , z sesi. Türkçe kelimelerde kullanılmaz
● ‫( ع‬ayn) , Türkçe kelimelerde kullanılmaz. Kendinden önce herekeye göre
A,I,O okunabilir. Hereke yok ise ' kesik okunur
● ‫( غ‬ğayn) , g veya ğ sesini verir, kalın seslilerde kullanılır
● ‫( ف‬fe) , f sesi
























● ‫( ق‬kaf) , k, sesi, kalın seslerde kullanılır.


● ‫( ك‬kef) , ke sesi, ince seslerde ile kullanılır
● ‫( گ‬gef veya kef-i farisi), genellikle g ve ğ harfini okutur
● ‫( ڭ‬kâf-i türki veya sağır kef veya nazal N) , türkçede bulunana n'den
sonra g sesinin okunması
● ‫( ل‬lam) , l sesi
● ‫( م‬mim) , m sesi
● ‫( ن‬nun) , n sesi
● ‫( و‬vav) , v sesi, o,ö,u,ü sesi yerine de kullanılır
● ‫( ھـ‬he) , h sesi , genellikler ince sesliler ile kullanılır. e sesi yerine de
kullanılır
● ‫ ﻻ‬lamelif , lam ve elif sesini birlikte verir
● ‫( ي‬ye) , y sesi, I veya İ sesi yerine de kullanılır

1.2. Osmanlı Türkçesinin yazıldığı alfabe


Batı Türkçesi adını verilen Oğuzca; Osmanlı Türkçesi-Azerbaycan Türkçesi ile
birlikte olan müşterek devresini, hemen hemen 15. yüzyılın ortalarına kadar
sürdürür. Ancak bu zamandan sonradır ki, Selçuklular devrinin sonunda yer alan
ve Eski Anadolu Türkçesi adı ile anılan her iki ağzın müşterek oldukları zaman
görülen bazı ayrılıkların bir kısmı Osmanlı, bir kısmı da Azericede
umumîleşerek 16. yüzyıldan başlamak üzere iki ağzın kesin çizgilerle
ayrılmasına sebep olur. Bunun yanında her iki şivenin komşularından alınan
sözcükleri, Arapça ve Farsça olanlar hariç, Azerbaycan ve Osmanlı
Türkçelerinde anlaşmadan çıkacak, ikinci bir ayrılığı ortaya çıkarır.
Elif ortada ve sonda A olarak okunur. başta A veya E olarak okunur. Vav harfi
ortada ve sonda o, u, ü, ö sesleri vermek için kullanılır. Bazen de V olarak
kullanıldığı olur. Güzel he sözcük içinde E harfi vermek için ve de he sesi
almak için kullanılır. Sözcüğe ı, i ile başlanacaksa, elif ve Ye harfini yan yana
getirilerek ı, i sesi alınır.
Tek Sözcük Sözcük Sözcük
Adı Günümüz Türkçesiyle
başına sonunda ortasında başında

‫ا‬ ‫ﺎ‬ ‫ﺎ‬ ‫ا‬ elif a, e

‫ﺀ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺀ‬ ‫ﺀ‬ hemze ', a, e, i, u, ü













‫ب‬ ‫ﺐ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺑ‬ ‫‪be‬‬ ‫‪b‬‬

‫پ‬ ‫ﭗ‬ ‫ﭙ‬ ‫ﭘ‬ ‫‪pe‬‬ ‫‪p‬‬

‫ت‬ ‫ﺖ‬ ‫ﺘ‬ ‫ﺗ‬ ‫‪te‬‬ ‫‪t‬‬

‫ث‬ ‫ﺚ‬ ‫ﺜ‬ ‫ﺛ‬ ‫‪se‬‬ ‫‪s‬‬

‫ج‬ ‫ﺞ‬ ‫ﺠ‬ ‫ﺟ‬ ‫‪cim‬‬ ‫‪c‬‬

‫چ‬ ‫ﭻ‬ ‫ﭽ‬ ‫ﭼ‬ ‫‪çim‬‬ ‫‪ç‬‬

‫ح‬ ‫ﺢ‬ ‫ﺤ‬ ‫ﺣ‬ ‫‪ha‬‬ ‫‪h‬‬

‫خ‬ ‫ﺦ‬ ‫ﺨ‬ ‫ﺧ‬ ‫‪hı‬‬ ‫‪h‬‬

‫د‬ ‫ﺪ‬ ‫ﺪ‬ ‫ﺪ‬ ‫‪dal‬‬ ‫‪d‬‬

‫ذ‬ ‫ﺬ‬ ‫ﺬ‬ ‫ﺬ‬ ‫‪zel‬‬ ‫‪z‬‬

‫ر‬ ‫ﺮ‬ ‫ﺮ‬ ‫ﺮ‬ ‫‪re‬‬ ‫‪r‬‬

‫ز‬ ‫ﺰ‬ ‫ﺰ‬ ‫ﺰ‬ ‫‪ze‬‬ ‫‪z‬‬

‫ژ‬ ‫ﮋ‬ ‫ﮋ‬ ‫ﮋ‬ ‫‪je‬‬ ‫‪j‬‬

‫س‬ ‫ﺲ‬ ‫ﺴ‬ ‫ﺳ‬ ‫‪sin‬‬ ‫‪s‬‬

‫ش‬ ‫ﺶ‬ ‫ﺸ‬ ‫ﺷ‬ ‫‪şın‬‬ ‫‪ş‬‬

‫ص‬ ‫ﺺ‬ ‫ﺼ‬ ‫ﺻ‬ ‫‪sat, sad‬‬ ‫‪s‬‬

‫ض‬ ‫ﺾ‬ ‫ﻀ‬ ‫ﺿ‬ ‫‪dat, dad‬‬ ‫‪d, z‬‬

‫ط‬ ‫ﻂ‬ ‫ﻄ‬ ‫ﻃ‬ ‫‪tı‬‬ ‫‪t‬‬

‫ظ‬ ‫ﻆ‬ ‫ﻈ‬ ‫ﻇ‬ ‫‪zı‬‬ ‫‪z‬‬


‫ع‬ ‫ﻊ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﻋ‬ ayın 'a, h

‫غ‬ ‫ﻎ‬ ‫ﻐ‬ ‫ﻏ‬ gayın g, ğ

‫ف‬ ‫ﻒ‬ ‫ﻔ‬ ‫ﻓ‬ fe f

‫ق‬ ‫ﻖ‬ ‫ﻘ‬ ‫ﻗ‬ kaf k

‫ك‬ ‫ﻚ‬ ‫ﻜ‬ ‫ﻛ‬ kef k, g, ğ, n

‫گ‬ ‫ﮓ‬ ‫ﮕ‬ ‫ﮔ‬ gef[1] g, ğ

‫ڭ‬ ‫ﯔ‬ ‫ﯖ‬ ‫ﯕ‬ nef, sağır kef,


nazal ne[2]
n

‫ل‬ ‫ﻞ‬ ‫ﻠ‬ ‫ﻟ‬ lam l

‫م‬ ‫ﻢ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻣ‬ mim m

‫ن‬ ‫ﻦ‬ ‫ﻨ‬ ‫ﻧ‬ nun n

‫و‬ ‫ﻮ‬ ‫و‬ ‫و‬ vav v, o, ö, u, ü

‫ه‬ ‫ﮫ‬ ‫ﮭ‬ ‫ھ‬ he h, e, a

‫ﻻ‬ ‫ﻼ‬ ‫ﻼ‬ ‫ﻻ‬ lamelif[3] la

‫ى‬ ‫ﻰ‬ ‫ﯿ‬ ‫ﯾ‬ ye y, ı, i

Osmanlı devletinin kendi co ra i sınırları içinde kullanmış oldu u alfabeye Osmanlı T rkçesi
alfabesi denir. Bu alfabe için Arap alfabesindeki 28 harf alınarak Fars alfabesinden
eklemeler yapılmıştır. Bunun sonucunda toplamda 36 har ik bir Osmanlı Türkçesi
alfabesi oluşturulmuştur. Ancak bazı har erin karşılıkları yoktur ya da har erin birleşimi
şeklinde oluşturulmuştur. Bu nedenle 34 harf sayılması daha doğru olur.Osmanlı
Türkçesi alfabesinde esre, ötre, üstün gibi harekeler olmadığı için kelimenin okunuşunu
cümleye ya da metne göre çıkarmak gerekir. Bu da okumayı zorlaştırır. Hatta bu yüzden
ğ
f
fl
fl
ğ
fl
ü
pek çok kez karışıklık çıkmıştır. Aynı kelime farklı yazarlar tarafından farklı bir şekilde
telaffuz edilmiştir. Şimdi gelin alfabedeki har eri tanıyalım.

fl
Osmanlı Türkçesinde kelimeler sağdan sola doğru yazılır. Osmanlı Türkçesini
öğrenebilmenin başlangıç adımı alfabeyi ve har erin özelliklerini öğrenmekten geçer.
Başlangıç seviyesi, orta seviye ve ileri seviye olarak öğrenilir. Başlangıç seviyesinde
temel har er tanınarak basit kelimeler okuyup yazılabilir. Orta seviyede biraz daha metin
okuma ve anlama yapılır. İleri seviye ise mezar taşı, kitabe, ferman ve mektup okumak
içindir. Farklı yazı stillerini zorlanmadan okuyabilmek için ileri seviye öğrenmek gerekir.
Osmanlı T rkçesi g n m zde seçmeli ders olarak sosyal bilimler liselerinde, imam hatip
liselerinde ve ortaokullarda g sterilir. Ancak buralarda gösterilenler genellikle basit ve
orta seviyedir. Eğitiminamacı gençlerin eski metinleri okuyup anlayarak kültürel mirasa
sahip çıkmalarını sağlamaktır. Türk dili ve edebiyatı bölümü, Türk dili ve edebiyatı
öğretmenliği bölümü, Türkçe öğretmenliği bölümü, tarih bölümü,tarih öğretmenliği
bölümüve sanat tarihi bölümündeOsmanlı Türkçesi zorunlu ders olarak okutulur. Pek çok
kurumda da Osmanlı Türkçesi eğitimi verilmektedir.
Osmanlı Türkçesine ilgisi olanlar vekişisel gelişiminekatkıda bulunmak isteyenler bu
eğitimlere katılarak hem Osmanlı Türkçesi okuyup yazmayı öğrenebilir hem de bu
alanda serti kasahibi olabilirler. Osmanlı Türkçesi har erine geler olarak değinecek
olursak alfabedeki pe, çim, gef, nef ve je har eri Farsçadan alınmıştır. Kalan har er Arap
alfabesine aittir. Sesli har er ve harekelerin yerine vav ‫و‬, elif ‫ا‬ , he ‫ه‬ ve ye ‫ی‬ har eri
kullanılmıştır. 
Arap har erinin bazıları kelimenin başında, ortasında ya da sonunda kullanıldığında
farklı şekillerde kullanılır. Alfabedeki har er bitişen ve bitişmeyen har er olarak ikiye
ayrılır. Elif ‫ا‬, dal ‫د‬ , zel ‫ذ‬, ra ‫ر‬, ze ‫ز‬ je ‫ژ‬ ve vav ‫و‬ sesleri kendinden önceki harfe
bitiştirilmeden yazılır. Kalan har er kendinden önceki harfe bitişebilir. Sözcükler
yazılırken genellikle kalın seslilerle ve ince seslilerle farklı sessiz har er kullanılır. Arapça
ve Farsça sözcüklerde uzun ünlüler yazıda gösterilirken kısa ünlüler gösterilmez. Türkçe
sözcüklerde ise e har nin dışındaki bütün ünlüler gösterilir. Osmanlı Türkçesi har eri el
yazısında ve matbu yazıda farklılık gösterebilir. Kullanılan yazı tarzı da har erin
okunuşunu etkiler.

Osmanlı Türkçesi Alfabesinin Özellikleri


‫ – ا‬Elif: Arap alfabesine aittir. Hem ince hem de kalın şekilde okunabilir. Bazen a, bazen e
bazen de a ve e arasında bir sese karşılık gelir. Türkçe sözcükler için sözcük başında e
sesini, sözcüğün içinde a sesini karşılar.
‫ – ب‬Be: Arap alfabesine aittir. B sesine karşılık gelir.
‫ – پ‬Pe: Fars alfabesine aittir. Arapçada bulunmaz. Bu nedenle Osmanlı Türkçesinde
sadece Türkçe ve Farsça kelimelerde kullanılır. P sesine karşılık gelir.
‫ – ت‬Te: Arap alfabesine aittir. İnce seslilerle birlikte kullanılır. T sesine karşılık gelir.
‫ – ث‬Se: Arap alfabesine aittir. Sadece Arapça sözcüklerde bulunur. Peltek bir s sesine
karşılık gelir.
‫ – ج‬Cim: Arap alfabesine aittir. Hem kalın hem de ince seslilerle birlikte kullanılabilir. C
sesine karşılık gelir.
fl
fl
ü
fi
ü
ü
fi
ü
fl
ö
fl
fl
fl

fl
fl
fl
fl
fl
fl
fl
fl
‫ – چ‬Çe/Çim: Fars alfabesine aittir. Sadece Farsça ve Türkçe Kelimelerde kullanılır. Ç
sesine karşılık gelir.
‫ – ح‬Ha: Arap alfabesinden alınmıştır. Sadece Arapça kelimelerde kullanılır. H sesine
karşılık gelir.
‫ – خ‬Hı: Arap alfabesinden alınmıştır. Sadece kalın seslilerle birlikte kullanılır. Gırtlaktan
çıkan h sesine karşılık gelir. İnce karşılığı he har dir.
‫ – د‬Dal: Arap alfabesinden gelir. Hem kalın hem de ince seslilerle birlikte kullanılır. D
sesine karşılık gelir.
‫ – ذ‬Zel: Arap alfabesine aittir. Sadece Arapça kelimelerde bulunur. Z sesine karşılık gelir.
‫ – ر‬Ra: Arap alfabesine aittir. Kalın karakterli bir harf olmasına rağmen ince seslilerde
kullanımı da görülebilir. R sesine karşılık gelir.
‫ – ز‬Ze: Arap alfabesinden alınmıştır. Hem kalın hem de ince ünlülerle birlikte kullanılır.
Zsesine karşılık gelir.
‫ – ژ‬Je: Fars alfabesine aittir. Türkçe ve Farsça kelimelerde kullanılır. J sesi verir. Hem
kalın hem ince seslilerle birlikte kullanılır.
‫ – س‬Sin: Arap alfabesine aittir. İnce seslilerle birlikte kullanılır. S sesi verir. Kalın karşılığı
sad har dir.
‫ – ش‬Şın: Arap alfabesinden alınmıştır. Hem kalın hem ince seslilerle birlikte kullanılabilir.
Ş sesine karşılık gelir.
‫ – ص‬Sad: Arap alfabesinden gelmiştir. Kalın seslilerle birlikte kullanılır. İnce hali sin
har dir. S sesine karşılık gelir.
‫ – ض‬Dad: Arap alfabesinden alınmıştır. Bazen d bazen de z seslerinin yerine kullanılır.
‫ – ط‬Tı: Arap alfabesinden alınmıştır. Kalın seslilerle birlikte kullanılır. T ve d seslerine
karşılık gelir. İnce karşılıkları ise te ve dal har eridir.
‫ – ظ‬Zı: Arap alfabesine aittir. Z sesine karşılık gelir.
‫ – ع‬Ayın: Arap alfabesinden gelir. Türkçe karşılığı yoktur. Genellikle a ve i sesleriyle
birlikte okunur. Yazılırken kesme işareti ile gösterilir.
‫ – غ‬ayn: Kalın seslilerle kullanılır. G ve ğ seslerine karşılık gelir. Arap alfabesine aittir.
‫ – ف‬Fe: Arap alfabesine aittir. F sesine karşılık gelir. Hem kalın hem de ince seslilerle
birlikte kullanılır.
‫ – ق‬Gaf/Kaf: Kalın seslilerle birlikte kullanılır. K sesine karşılık gelir. İnce karşılığı kef’tir.
Arap alfabesine aittir.
‫ – ك‬Kef: K sesine karşılık gelir. İnce seslilerle birlikte kullanılır. Arap alfabesine aittir.
‫ – گ‬Gef veya Kaf-i farisi: Sadece Türkçe ve Farsça kelimelerde kullanılır. G ve ğ seslerine
karşılık gelir.
‫ – ڭ‬Kaf-i Nuni veya Nef: Sadece Türklere aittir. Farsça ve Arapçada karşılığı yoktur.
Genizden gelen bir n sesine karşılık gelir. Nazal n olarak da bilinir.
‫ – ل‬Lam: Hem kalın hem ince seslilerle birlikte kullanılır. L sesine karşılık gelir. Arap
alfabesine aittir.
fi
Ğ
fi
fl
fi
‫ – م‬Mim: Arap alfabesinden gelmiştir. Hem kalın hem de ince seslilerle birlikte kullanılır. M
sesine karşılık gelir.
‫ – ن‬Nun: Arap alfabesinden gelmiştir. N sesine karşılık gelir. Hem ince hem de kalın
seslilerle birlikte kullanılır.
‫ – و‬Vav: Arap alfabesine aittir. Hem kalın hem ince olarak kullanılır. V sesine karşılık gelir.
Sesli harf olarak da kullanılır. Sesli harf olduğu durumlarda o,ö,u,ü seslerine karşılık
gelir.
‫ – ھـ‬He: H sesine karşılık gelir. İnce seslilerle birlikte kullanılır. Kalın karşılığı hı’dır. Sesli
harf olarak da kullanılır. Bu durumda a ve e seslerine karşılık gelir.
‫ – ﻻ‬Lamelif: Lam ve eli n birleşmesiyle oluşmuştur. La sesine karşılık gelir.
‫– ی‬Ye: Hem kalın hem ince seslilerle birlikte kullanılır. Y sesine karşılık gelir. Sesli harf
olarak da kullanılır. Sesli olarak ı ve i seslerine karşılık gelir.
Osmanlı T rkçesi Nedir?
Osmanlılardan itibaren kullanılan yazı diline Osmanlı Türkçesi denir. Arapça, Farsça ve
Türkçe kelimelerin karışımından oluşur. Kendi içinde belli kuralları vardır.
Osmanlı T rkçesi Alfabesinin Har leri T rkçede Bulunur Mu?
Alfabedeki har erin tamamı latin har erine karşılık gelmez. Bazı har er Farsçadan
alınmıştır. Alfabedeki har erin çoğu Arap alfabesine aittir.
Osmanlı T rkçesi Mi Osmanlıca Mı?
Aslında doğru telaffuzu Osmanlı Türkçesidir. Osmanlıca denince yeni bir dilmiş gibi
algılansa da sadece alfabesi farklıdır. Konuşmada böyle bir dil yoktur. Sadece yazıda
kullanılır ve okunurken Türkçe olarak okunur.

1.3. Osmanlı Türkçesinin kronolojik esasa göre sınıflandırılması


Türkçe, tarih boyunca çok geniş bir alanda konuşma ve yazı dili olarak yaşamıştır. Bunun
sonucu olarak da Kuzey Türkçesi (Kıpçakça), Doğu Türkçesi (Çağatayca) ve Batı Türkçesi
gibi yazı dilleri ortaya çıkmıştır. Batı Türkçesi, Osmanlı Türkçesi ve Azerî Türkçesi diye iki
kolda gelişmiştir. Osmanlı Türkçesi, 24 Oğuz boyunun konuştuğu Oğuz şivesine
dayanmaktadır.
ü
ü
ü
fl

fi
fl
f
fl
ü

fl
Osmanlı Türkçesi'ne, ilim adamlarımız tarafından Tarihî Türkiye Türkçesi denilmesine
rağmen söyleniş kolaylığı sebebiyle olsa gerek Osmanlıca adı yerleşmiştir. Osmanlıca da
kendi arasında kronolojik esasa göre sınıflandırılmıştır:
Osmanlıca-Dönemlere Göre Sınıflandırma
Eski Osmanlıca (Eski Anadolu Türkçesi): 11.yy.'dan, 15.yy. sonuna kadar,
Klasik Osmanlıca: 16.yy.'dan, 19.yy.'ın ikinci yarısına kadar,
Yeni Osmanlıca: 19.yy.'ın ikinci yarısından 20.yy.'a kadar.
20.yy.başlarında gelişen Türkçülük hareketi dilde Türkçülük fikrini doğurmuş ve Modern
Türkiye Türkçesi dönemi başlamıştır. 1928 yılında yapılan Harf İnkılabı ile Latin alfabesinin
kullanılmaya başlaması ile Osmanlıca'nın kullanımı son bulmuştur.
Osmanlıca, Arapça ve Farsça'nn belirli ölçü ve kurallar içerisinde Türkçe ile birleşmesinden
doğmuş, bu yazı ile verilen eserlerle bir medeniyet yazısı halini almıştır.
Osmanlı Devleti'nin yıkılışının ardından kullanımdan kalkmıştır. Ancak Türk Tarihi'nin son
1000 yılına yakın bir dönemi bu yazı ile yazılmış olduğu için bu yazı araştırmacılar,
edebiyatçılar ve tarihçiler tarafından birinci derecede önemli ve bilinmesi zorunlu bir
dildir.Osmanlıca Hakkında (Yılmaz KURT, Osmanlıca Dersleri 1, Akçağ Yayınevi, 5. Baskı,
Ankara 1999, S.1)
Osmanlı yönetici sınıfının ve eğitimli seçkinlerin kullandığı bir yazışma ve edebiyat dili olan
Osmanlıca, günlük hayatta konuşulan bir dil olmamıştır. En belirgin özelliği, Türkçe cümle
altyapısı üzerinde, İslam dünyasının klasik kültür dilleri olan Arapça ve Farsça'yı serbestçe
kullanma imkânı tanımasıdır. Günlük dilden farklı ve karmaşık kuralları olan bu dili ustalıkla
yazma becerisine inşa adı verilir. Bu beceri uzun bir eğitim süreci ile kazanılırdı.
Osmanlı yazı dili 15. yüzyıl ortalarında biçimlenmeye başladı ve 16. yüzyıl başlarında klasik
biçimine kavuştu. 19. yüzyıl ortalarından itibaren gazeteciliğin ve Batı etkisindeki edebiyatın
gelişmesiyle hızlı bir evrime uğrayan Osmanlıca, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından
kısa bir süre sonra gerçekleştirilen Harf Devrimi (1928) ve Dil Devrimi (1932-) sonucunda
kullanımdan kalktı.

1.4. Türkçe yazı diline Arapça ve Farsça sözcüklerin girişi


Arapça ve Farsçadan dilimize geçmiş kelimeler, bizim dilimizde asıllarından farklı olarak
telaffuz edilebilmektedir. Bu dillerden geçmiş kelimeler Türkçede nasıl telaffuz edilirse
edilsin, Arapça ve Farsçadaki asıllarına uygun olarak yazılır.

Türkçede, Arapça ve Farsçadaki telaffuz ve yazılışlarından farklı telaffuz edilen ve yazılan


bazı kelimeler:

´‫ﺧﺪﻣﺖ‬

´hizmet

´ ‫دﯾﻮار‬

´duvar

´ ‫ﻧﺮدﺑﺎن‬

´merdiven

´‫ﺧﻮاﺟﮫ‬

´ hoca

´‫ﺑﺎﻏﭽﮫ‬

´bahçe

´ ‫اﺣﻤﺪ‬

´Ahmet

´ ‫ﻛﺘﺎب‬

´kitap

Arapça kelimelerin sonundaki müenneslik/dişillik ifade eden “te: ( ‫”) ة‬, şekil itibariyle kelime
sonlarındaki “he: ( ‫ ”) ھ‬ile aynıdır; onun üzerine iki nokta konulmuştur. Türkçeye geçmiş
Arapça kelimelerin sonundaki bu “te”ler, belli bir kurala tâbi olmadan ve kulaktan duyularak
yerleşmiş olduğundan bazan telaffuz edilir, bazan da telaffuz edilmez. Telaffuz edilen “te”ler,
yazıda normal “te: ( ‫”) ت‬, telaffuz edilmeyenler ise “he: ( ‫ ”) ـﮫ‬olarak yazılır.

Okunanlar için örnekler

´Adâlet: (‫)ﻋﺪاﻟﺖ‬

´Kanâat: (‫)ﻗﻨﺎﻋﺖ‬

´Ziyâret: (‫)زﯾﺎرت‬

´İbâret: (‫)ﻋﺒﺎرت‬

´Sîret: (‫)ﺳﯿﺮت‬

´Sûret: (‫)ﺻﻮرت‬

´ Münâsebet: (‫)ﻣﻨﺎﺳﺒﺖ‬

´ Ni’met: (‫)ﻧﻌﻤﺖ‬

´ Rekâbet: (‫)رﻗﺎﺑﺖ‬

´ Sühûlet: (‫)ﺳﮭﻮﻟﺖ‬

Okunmayanlar için örnekler:

´Arîza: (‫)ﻋﺮﯾﻀﮫ‬

´Cebhe: (‫)ﺟﺒﮭﮫ‬

´Fâtiha: (‫)ﻓﺎﺗﺤﮫ‬

´Hâdise: (‫)ﺣﺎدﺛﮫ‬

´Hibe: (‫)ھﺒﮫ‬

´İrâde: (‫)اراده‬

´Kademe: (‫)ﻗﺪﻣﮫ‬

´Mazbata: (‫)ﻣﻀﺒﻄﮫ‬

´ Nâtıka: (‫)ﻧﺎطﻘﮫ‬

´ Seniyye: (‫)ﺳﻨﯿﮫ‬

1.5. Şemsettin Sami “Lisan-ı Türkî (Osmanî)”

“Türkçülük” kültür Türkçülüğü şeklinde dil ve tarih çalışmaları üzerinden


kendini göstermeye başladığı ancak hala her şeyin üzerinde bir Osmanlılık
idealinin bulunduğu bir dönemde Şemseddin Sami, Tercüman-ı Şark
gazetesinde şunları yazıyordu:
“Devlet-i Osmâniyye’nin taht-ı tâbiiyetinde Arap, Rum, Islav,
Arnavut, Kürt ve Çerkes ümmetleri bulunursa da asıl devletin
mensup bulunduğu cinsiyet Türk cinsiyetidir. Hanedan-ı saltanat ve ekser
vükelâ ve memurîn ve nizâmat dahi Türk lisanında; elhasıl devlet-i
Osmâniyye denildiği gibi devlet-i Türkî denmesi caizdir. Hatta ecnebiler bu
devleti Türkiya ismiyle yâd etmektedir.
İmdi devlet başlıca bu ümmetle kaim olduğu halde buna sairlerinden
ziyade ehemmiyet vermesi ve bu ümmetin sakin bulunduğu memleketi
sair memâlikten akdem tutması lazım gelmez mi?
Malumdur ki Türk ümmeti âlemin en büyük ümmetlerinden olup, tâ
Moğolistan’dan Moskova ve Kazan ve Kırım’a kadar asya-i şimâlînin bir
büyük kıtasını ve Avrupa-i şarkînin hayli yerlerini kaplamış ve Asya-i asgar
denilen Anadolu kıtasına dahi bir kol atmış otuz, otuz beş milyon nüfustan
ibaret ise de burada Türk’ten maksadımız alelumûm Türk ümmeti

olmayıp, bu ümmetin Garp Türkleri veyahut Osmanlı Türkleri denilen bir


şubesidir.
Türk ümmet-i muazzamasının en ziyade terakki etmiş veyahut en ziyade
terakkiye istîdâd-ı kesb etmiş olan şubesi de bu olduğundan, eğer bir gün
bir ittihâd-ı etrâk arzusu uyandırılabilecek ve öbür Türklerin
dahi tarik-i terakkiye sülûklarına hizmet olunacak olursa, bu hizmeti
de yine bu şube yani Garp Türkleri îfâ edebileceklerdir”
Sami’nin yazısının bu bölümünde imparatorluğun “Türk” kimliğine dikkat
çekmesi, Osmanlı Türkleri (Garp Türkleri)’ni Moğolistan’dan Avrupa’ya
kadar yayılmış bir büyük Türk milletinin parçası olarak sayması ve otuz,
otuz beş milyon kadar bir Türk nüfusundan bahsetmesi yazının
yayımlandığı 1878 tarihi göz önünde bulundurulduğunda çağın en yeni
fikirleri arasındadır. Ancak Sami’nin burada bir “ittihâd-ı etrâk” fikrinin
uyanma ihtimalinden bahsetmesi kanaatimizce Sami’nin en orijinal ve
radikal tarafını gözler önüne sermektedir. “Eğer bir gün bir ittihâd-ı etrâk
arzusu uyandırılabilecek ve öbür Türklerin dahi tarik-i terakkiye
sülûklarına hizmet olunacak olursa, bu hizmeti de yine bu şube yani Garp
Türkleri îfâ edebileceklerdir”
ifadeleri ile Sami, henüz çok taze olan ve ancak bir kültür Türkçülüğü
şeklinde gelişen Türkçülüğü, örtük bir şekilde de olsa “siyasi proje” olarak
belki de ilk dile getirenlerden biri olmuştur. Türkçülüğün bu yazıdan ancak
yirmi dört yıl sonra Balkan savaşlarının akabinde kültürel bir akım
olmaktan çıkarak siyasal boyutu ağır basan bir hareket haline
geldiği hatırlanırsa Sami’nin ifadelerinin önemi daha iyi
kavranacaktır. Sami’nin daha 1878 tarihinde sinyallerini vermeye
başladığı Türkçülüğü, bundan sonra 1881 tarihinde çıkardığı Hafta
dergisinde sistematik bir şekilde gelişerek kendini göstermeye başlamıştır:
“Memâlik-i Osmaniye’nin Avrupa ümemi indinde ismi ‘Türkiya’ olup, bu
kelimenin âhirindeki -iya {-ia} edatı da tamamıyla - stan {-istan,-sitan}
edatının müteradifi olduğundan, bu kelime ‘Türkistan’ manasına gelir.
Hâlbuki biz haritada diğer bir Türkistan daha görüyoruz ki, o da Asya-yı
Vustâ ve Şimâlînin bir cüzü olup, İran ve Afganistan’ın cihet-i
şimalîyesinde, Rusya’nın cihet-i şarkîyyesinde ve Çin’in cihet-i şimâlîye-
i garbîyesinde bulunur bir kıt‘a-i vâsiadır. Bizden hayli uzak olan o
Türkistan’la bizim Türkiye beyninde ve oranın Türkleri
Şemseddin Sami, “Anadolu”, Tercüman-ı Şark, Sayı 98, 6 Şaban 1295. Şükrü Hanioğlu, a.g.m., s. 1398.

ile bizim aramızda acaba bir münasebet ve irtibat var mıdır? Bu


isim iştirâki nereden geliyor?”
Yukarıdaki ifadeler ile az evvel Tercüman-ı Şark’ta dikkat çektiği Osmanlı
Türkleri dışındaki Türkleri yeniden mevzu bahis haline getirmiştir. Buhara,
Hive ve Kaşgar Türklerinden bahsederek bunların konuştuğu Türkçe ile

-bizim söylediğimiz lisan- dediği Osmanlı Türkçesi arasında cüzi farkların


bulunduğunu ancak bunun konuşulan lisanın tek bir lisan yani Türkçe ve
Türkçe konuşan bu kavimlerin tek bir millet yani Türk milleti olmasına
engel teşkil etmediğini belirterek Osmanlı Türklerinin söylediği Türkçeye
“Lisân-ı Osmanî”, Maveraünnehir’de ve Çin’deki - hemcinslerimiz- dediği
Türklerin Türkçesine de “Çağatay” unvanlarını yakıştırmamış, bunun
yerine onlarınkine “Türkî-i Şarkî” -bizimkine- ise “Türkî-i Garbî”
unvanlarını daha münasip görmüştür.
Sami’ye göre “bir lisan kelimât-ı ecnebiyeden ne kadar âri ve kendi
kelimeleri ne kadar ziyade olursa, o kadar mükemmel, o kadar vâsi‘, o
kadar zengin addolunacağından, lisân-ı Türkî-i Şarkî, sekalet-i telaffuzuyla
beraber, bizim lisân-ı Türkî-i Garbî’ye tercih olunabilir.” Osmanlı Türkçesini Arapça
ve Farsça

kelimelerden arındırmak için Şark Türkçesine başvurulması gerektiğini


düşünen Sami, “bunun iki cihetçe, yani edebî ve siyasî, muhassenatı olup,
edebî cihetçe lisân-
ı Türkî daha vâsi‘ ve daha güzel bir lisan olacağı gibi, cihet-i siyasiyece
dahi, sekiz on milyondan ziyade olmayan Garp Türklerine bu miktardan
aşağı olmayan Asyâ-yı Vustâ ve Rusya Türkleri dahi munzamm olarak ve
bunların cümlesi bir lisân-ı vâhidle mütekellim tamamıyla bir ümmet-i
vâhide hükmüne geçerek, Türk ümmeti yirmi milyon nüfusu câmi‘ bir
ümmeti azime olacaktır. Bu ikinci cihet kabil-i inkâr olamayacağı gibi,
birincisi dahi muhakkaktır”diyerek Tercüman-ı Şark’ta “eğer
bir gün uyandırılabilecek olursa” diye bahsettiği “ittihâd-ı etrâk” arzusunu
uyandırma çalışıyor gibi görünmektedir.
Şemseddin Sami, “Lisan-ı Türkî(Osmanî)”, Şemsettin Sami Süreli Yayınlarda Çıkmış…, s. 201. Şemseddin
Sami, a.g.e., s. 202.

Türkçülük akımı baştan itibaren yönetimce sempatiyle karşılanmadığından


1880’lerde Türkçülük yapmanın tehlikeleri Türkçülüğün lengüistik
(dilbilim) kisveye girmesini ve dilbilimin içinden siyaset yapılmasını
zorunlu kılmıştı.210 Şemseddin
Sami’nin Türk milliyetçiliği de bu siyasi koşullar altında dilbilim üzerinden
seyretmiş, Sami, Türk dili ve Türk dilinin ıslahı hakkında 1899 (1316)
tarihinde basında bir takım yazılar kaleme almıştır. Sami’nin buradaki
yazıları Lisân-ı Türkî (Osmanî) makalesinde tohum niteliği taşıyan
fikirlerinin yıllar içerisinde filizlenmiş birer halleridir. Nitekim geçen süre
içerisinde Osmanlı aydını da zihin değişmesi yaşamış, “Türklük” 1881
yılına nispetle daha yüksek sesle söylenebilir hale gelmiştir. Sabah’ta
çıkan bir yazısında Sami, yaşanan değişimden duyduğu memnuniyeti ifade
etmektedir:
“Yirmi sene oluyor ki ‘Hafta’ unvanıyla çıkardığımız mecmûa-i

mevkûtede aynıyla bu fikri mevki-i mübâhaseye koymuştuk. O


vakit etraftan birçok muarızlar hücum edip, susturuncaya kadar
bağırmışlardı. “ Çağatayca ile bizim ne işimiz vardır? Türklerle bizim
ne münasebetimiz vardır? Biz Arabız!” diye haykırmışlardı. Hamdolsun,
o vakitten beri zaman efkârı çok değiştirdi. O vakit namını bile
işitmek istemediğimiz Çağatayca ve Uygurcayı bugün sermâye-i iştigâl
ittihaz etmiş Necip Asım Bey gibi mütehassıssîn-i ulemâmız, elsine-i
Tûraniye ile uğraşır lisaniyûnumuz vardır”
Şemseddin Sami, gazete yazılarında; konuşulan lisanın “Türk lisanı”
olduğu, dünya üzerinde kırk-elli milyon kadar halkın bu lisan ile
mütekellim bulunduğu, bu lisanın Şark ve Garp Türkçesi olarak iki büyük
şubeye münkasım olduğu ve bunların yanlış olarak Çağatayca ve
Osmanlıca unvanlarıyla anıldığı, eğer gerekli çaba gösterilmezse Türk
dilinin birbirinden farklı birçok yeni lisana bölüneceğine dair görüşlere ve
buna dur demek maksadıyla alınabilecek önemlere, bu önlemlerden
önemlisi olarak iki şube arasında bir ortak edebi lisan oluşturulması
lüzumuna, ortak edebi lisan meydana getirilirken ne gibi adımların
izleneceğine, her iki şubenin de lisanca fedakârlıklarla birbirine yaklaşması
gerekliliğinden, Garp Türkleri olarak alınması gereken sorumluluklara; Ali
Şir Nevai’nin eserlerinin mekteplerde okutulması, Garp Türkçesinde
uygulanacak sadeleşme programının nasıl seyretmesi gerektiği, tüm bu
meseleler sonrasında “İstanbul Türkçesi”nin dünya üzerinde konuşulan
Türkçelerden en güzeli olmasına rağmen sahip olduğu yanlışlıklar
dolayısıyla lisan-ı edebi hükmünü alıp alamayacağı gibi çalışmamız
bakımından ehemmiyeti daha ziyade olan meseleler ve Türk dilinin ve
edebiyatının daha başka birçok sorununa parmak basmış, çözümler
aramış, gerektiği yerde tartışmaya girerek, fikirlerinde ısrarcı olmuştur.
Sami’nin bu yazılarda “Türk milliyetçi” söylemi öne çıkan bazı ifadeleri
vardır ki gerçek mana da bütün bir Türk milleti arzusunu gönlünde
taşıdığına kanıt niteliğindedir:
“Lisân-ı edebîmizin intihabındaki son kararımızı vermezden evvel,
uzaklarda bulunan cinsiyet-i ihvânımızdan, Türk kardeşlerimizden ayrılıp
da, yalnız kendimize mahsus bir lisân-ı edebî mi ittihaz edeceğiz; yoksa
umum Türk cinsiyetine kabul ettirilebilecek zamanla umumî ve müşterek
bir lisân-ı edebî hâline geçmek istidadını haiz olacak bir lisan mı
arayacağız? …Otuz kırk milyona baliğ bir kavmin vahdet-i
cinsiyesini muhafaza etmek mümkün iken, mücerret lisanlarının telaffuz
ve tasrifteki cüzi farkını vesîle-i tefrika tutup, bir olan lisân-ı Türkî’yi
‘elsine-i Türkiyye’ye tahvil etmek menâfi-i cinsiyemize pek muzır
bir harekettir.”
Şemseddin Sami’nin dil meselelerini içeren bu tarz yazıları için Bkz; Yüksel Topaloğlu, Şemsettin

Sami Süreli Yayınlarda Çıkmış Dil ve Edebiyat Yazıları, Ötüken Neşriyat,


İstanbul 2012.

Şemseddin Sami, “Lisan-ı Edebîmizin İntihabı”, Şemsettin Sami Süreli Yayınlarda Çıkmış…,

“Ben isterim ki yazacağımızı Kaşgarlı, Taşkentli, Kırımlı, Tebrizli de anlasın


ve onların yazdığını biz anlayalım.”
“Ne Arabız, ne Acemiz, Türk oğlu Türk’üz ve kâffe-i Türklerle hem-cins ve
hem-zebanız. Binaenaleyh umum Türklerle müşterek olan lisân-ı
umûmîmizin tâ esasından kavaid ve ahvâl-i asliyesini tedkik ve mütalaa
ile erkân-ı esâsiyesine halel getirmeksizin, ıslahına ve umum tarafından
kabul olunabilecek met3in bir lisân-ı edebî vücuda getirmeye çalışalım…
Siz diyorsunuz ki otuz kırk milyon Türk’ün doğru lisanının birkaç yüz bin
şehrînin yanlış fakat zarif lisanına feda edelim yahut onları hiç
tanımayalım; onlarla ve hatta İzmitlilerle (çünkü İzmit’te İstanbul Türkçesi
söylenmediği unutulmamalıdır) hiç münasebet istemeyelim, Türklüğü
kabul etmeyelim”.
“El-hâsıl, ıslahı sırasında biraz aslına doğru çekmeye
çalışalım. Bundan biz bir şey kaybetmeyiz; lisanımız daha doğru ve daha
zengin olmuş olur ve siyaseten ve cinsiyet nokta-i nazarınca çok
kazanmış oluruz.”
Şemseddin Sami’nin Türk dilinin ıslahı hakkındaki görüşleri ve yöntemleri
sonraki dönem Türkçülerde tezahür edecektir. Hilmi Ziya Ülken’e göre Ziya
Gökalp “Türkçeleşmiş Türkçedir” kuralını Şemseddin Sami ve Ülken’in ilk
Türkçecilerden dediği Suavi’den almıştır. Arnavut milliyetçisi Sami’yi hatırladığımızda daha
çok

bu milliyetçilikten etkilenen ve Arnavut milliyetçi mitlerini tekrar eden


Sami ile karşılaşırken, Türk milliyetçisi Şemseddin Sami tam aksine daha
çok Türk milliyetçi mitlerine öncülük eden ve kendinden sonraki Türk
milliyetçilerini görüşleri ile etkileyen yönü ile karşımıza çıkar. Sami’nin
metinleri bu dönem boyunca başlangıçta üretilen tarihi ve dilbilimsel
mitlerin sürekli yeniden üretimi ve bir araya getirilmesinde veya
popülerleştirilmesinde önemli rol oynar. Onun, Batı’dan etnosentrik bilgi
ve fikirlerin ithalatçısı olarak oynadığı rol, Türk milliyetçiliği örneğinde
Arnavut milliyetçiliği örneğine göre daha devrimci niteliğe sahiptir; çünkü
yazıları üzerinden evriminde çok önemli bir rol oynadığı Türk (kültürel-
siyasal) milliyetçiliği, bu sıradaki Arnavut milliyetçiliği kadar gelişmiş
değildi.
Ali Suavi, Ahmet Vefik ve Süleyman Paşalar gibi isimler ile başlayan Türk
lisanının durumu hakkında değerlendirmeler, Osmanlı entelektüel
camiasında yankı buluyor, onlardan sonraki kuşaklarda gelişerek kendini
gösteriyordu. Nihayet gerçek bir Türk milliyetçiliğinden bahsedilebilecek
yıllara gelindiğinde bir Türk milliyetçisi olarak Ziya Gökalp’in Türk lisanı
hakkındaki değerlendirmeleri, sadeleştirilmesinde seçtiği yöntemler,
milliyetçilik ile lisan arasında kurduğu bağ, ilk tohumları atan Suaviler,
Vefik Paşalar ve diğerleri ile benzerlik gösteriyordu. Ancak biz burada
daha çok Türk milliyetçisi Şemseddin Sami Bey Frahseri’nin Türk

milliyetçiliğinde üstlendiği öncü rolü Ziya Gökalp’in lisana yüklediği mana


ve lisanı sadeleştirme yöntemleri üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.
“Kavmiyet ve cinsiyetin birinci alâmeti, esası, bütün efradı beyninde
mütesaviyen müşterek malı söylediği lisandır. Bir lisan söyleyen halk bir
kavim ve bir cinsiyet teşkil eder” sözlerinin sahibi olarak Şemseddin Sami’nin millet
olmada lisana yüklediği önem ortadadır. Bu yüzden bir açıdan da
diyebiliriz ki Sami’nin lisan üzerine yaptığı çalışmaları ister Arnavutlar ister
Türkler için olsun bu şuurdan uzak düşünülemez. Aynı şuura Ziya
Gökalp’in “her şeyden önce bir dili
konuşanlar çoğunlukla bir soydan gelen insanlar olduğu için bir millet aynı
zamanda bir ‘kavim’ demektir” ifadelerinde de rastlanmaktadır.
Bütün Türk milletinin konuştuğu Türkçe arasında yaşanan farklılaşmanın
sebep olacaklarını Türk milleti nazarında tehlikeli bulan bu iki düşünürden;
Bülent Bilmez, “Arnavut ve Türk ‘’Biz’’inin İnşasına Katkıda Bulunan Otoktonluk ve Köken

Mitleri”…, s. Şemseddin Sami, “Lisan ve Edebiyatımız”, Şemsettin Sami Süreli Yayınlarda Çıkmış. Ziya
Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Toker Basımevi, İstanbul 1974, s. 67.

Şemseddin Sami, “bir lisan kendi hâlinde bırakılırsa, mürûr-ı zamânla her
bir şubesi
ayrıca bir lisan olarak, birbirinden büsbütün farklı birkaç lisana mübeddel
olur. Bu ise o lisanla mütekellim olan kavim ve ümmet için elbette arzu
olunmaz: ve elbette her cihetçe muzırdır” diyerek, Ziya Gökalp, “bir kavmi yutmak için
parçalamak lazımdır, milleti parçalamak için de önce dilini parçalamak gerekir.
Türk dili parçalanmaya, ayrı ayrı edebiyatlar meydana gelmeye
başladı” ifadeleri ile
tehlikeye dikkat çekmiş ve ikisi de çareyi lisanı sadeleştirmede ve ortak
bir edebi lisan oluşturmada bulmuştur.
“Bir lisan ne kadar güzel ve mükemmel olsa, onun kelimeleri o lisan için
güzel olup, diğer bir lisana geçince sakîl ve kaba görünür”
“Dilin kelimeleri ve terkipleri de, kendi cümleleri içinde ne kadar güzelse,
başka dillerin cümleleri içinde de o kadar çirkindir”
Özdeş olan bu iki ifade üzere her iki düşünür de Arapça ve Farsça
kelimelere boğulmuş olan “Osmanlı Türkçesi”ni sadeleştirme yolunu
tutmuştur. Sistematik olarak ilk teklifleri sunan kişilerden biri olan
Şemseddin Sami’nin önerdiği metot özetle şu şekildedir:
“Biz Türkçemizi Arabî ve Farisîden büsbütün ayırabilir miyiz? Bu suale
cevap vermek için çok düşünmeye ihtiyaç görmeksizin ‘Hayır’ cevabını
verebiliriz. Biz lisanımızı sadeleştirmeliyiz, lüzumsuz yere Arabî ve Farisî
lugât-i garîbeye boğmamalıyız, hereksin anlayacağı surette ve herkesin
söylediği yolda yazmalıyız; lakin lugât-i Arabiye ve Farisiye’den büsbütün

tecrit etmek hiçbir vakit mümkün olamayacaktır; çünkü yalnız yazdığımız


değil, söylediğimiz Türkçede dahi birçok lugât-i Arabiye ve Farisiye vardır.
Hele ulûm ve fünûn ıstılahatını hiçbir vakit
Şemseddin Sami, “Yine Lisan ve İmlamız”, Şemsettin Sami Süreli Yayınlarda Çıkmış…, s. 295. Ziya Gökalp,
a.g.e., s. 57.

Şemseddin Sami, “Lisan-ı Türkî”, Şemsettin Sami Süreli Yayınlarda Çıkmış…, s. 202. Ziya Gökalp, Türkçülüğün
Esasları, M.E. B. Yayınları, İstanbul 1996, s. 131.

Türkçeleştiremeyiz ve Türkçeleştirmemeliyiz; bu babta sair ümem-


i İslâmiye ile iştirakimiz daha faydadan hali değildir.”
“Kullanacağımız bir kelime Arabî veya Farisî ise, istimali
Türkçe mukabili olmamak şartıyla meşrut olmalıdır, Türkçesi var
ise hemen yerine Türkçesini vaz‘ ile Arabî veya Farisî kelimeyi
terk etmeliyiz. Türkçesi yok ise, bizzarûre kullanacaksak da, o hâlde o
kelime- i Arabîye veya Farisiyenin lafzan ve manan doğru olmasına
dikkat etmeliyiz.”
“Evvela, bir şeyin Türkçe ismi var iken, onu terk edip de, Arabî ve
Farisîsini kullanmayalım: Et dururken lahm veya gûşt, pirinç dururken erz,
odun dururken hatab demeyelim ve yazmayalım. Saniyen, bir kelime ile
ifadesi mümkün olan şeyi iki kelime ile ifade etmeyelim: Yazmak dururken
tahrir etmek tabirine ne lüzum var. Salisen, istimaline mecbur olduğumuz
Arabî ve Farisi kelimeleri de Türkçe addederek, mümkün mertebede
Türkçenin kavaidine göre tasrif edelim ve Arabî ve Farisî kavaidine göre
teşkil olunmuş cem‘lerini ve sair müştaklarını ve Farisî izafetleri ve vasf-ı
terkîbîlerini kullanmayalım.”
Ziya Gökalp’in dilin sadeleşmesinde belirlediği yollar Şemseddin Sami’nin
teklifleri ile büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Gökalp de tıpkı Sami
gibi dilde tasfiyeciliğe karşı bir tavır takınmaktadır:
“Dilimiz, İslâm ümmetinin umumî dili olan bir ilim kelimeleri sözlüğüne
sahip olduktan sonra Arapça ve Farsçadan da sakınmak zorundadır. Birçok
lüzumsuz Arapça, Farsça konuşma dili kelimeleri de dilimize girmiştir.
Hatta bu iki dilin Türkçeye etkisi yalnız kelimeler
Şemseddin Sami, “Yine Lisan ve Edebiyatımız Tarîk-i Islah”, Şemseddin Sami Süreli Yayınlarda

Şemseddin Sami, “Yine Lisan ve İmlâmız”, Şemsettin Sami Süreli Yayınlarda Çıkmış…, s.
298. 227 Şemseddin Sami, “Lisanımızın Tahdidi”, Şemsettin Sami Süreli Yayınlarda Çıkmış…, s. 288.
vermekten de ibaret değildir. Arapça, Farsça tamlamamalar, edatlar
da Türkçeye girmiş, Türk dilbilgisini bu iki dilin kaideleriyle bir
karışım haline getirmiştir.”228
“Türkçeyi ıslah etmek için, bu dilden bütün Arapça ve Farsça kelimeleri
değil, Arap ve Fars kaidelerini atmak, Arapça ve Farsça kelimelerden de

Türkçesi olanları çıkararak, Türkçe karşılığı bulunmayanları ise dilde


alıkoymak gerekiyordu.”229
“Bütün Müslümanlar arasında olmasa bile bütün Türkler arasında
-konuşma dili kelimeleri gibi- ilim kelimelerinin de ortak olması, yani
bütün Türklerin ortak bir edebiyat ve ilim diline sahip olması çok
gereklidir”230
Balkan Savaşı’nın imparatorluk kamuoyunda büyük şok yaratması
neticesinde Türkçülerin tezleri kuvvetlenmiş ve Türkçülük artık kültürel bir
akım olmaktan çıkarak aynı zamanda siyasal boyutu ağır basan bir
hareket haline gelmişti. Bu sebeple Türkçüler ilk hedef olarak, siyasal bir
Türk birliğini ön görmekteydiler ve bunun için yapılması gereken ilk iş
imparatorluk içindeki Türklerde ulusal bir şuur uyandırmak, ikinci olarak,
bütün Türkleri birleştirmek yolunda eyleme geçmek. Ancak lisan ve hars
bir Türk milliyeti doğurabileceğine göre yapılması gereken, bir lisan birliği
oluşturmak -Türkçülerin büyük çoğunluğu bu birlik için İstanbul
Türkçesinin temel alınması fikrini savunmaktadırlar- ve bu lisan ve hars
etrafında Türkleri tek bir siyasal organizasyon içinde toplamaya
çalışmaktır.231 Nitekim Ziya
Gökalp’in şu ifadeleri, onun bütün Türklerin dil ve edebiyatta müşterek ve
tek bir millet haline gelmesi için İstanbul Türkçesinin edebi dil seçilmesini
gerekli gördüğünü belirtir:
Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak, Toker Basımevi, İstanbul 1974, s. 16. 229 Ziya
Gökalp, Türkçülüğün Esasları, M.E. B. Yayınları, İstanbul 1996, s. 13.Gös. yer.Şükrü Hanioğlu, “Türkçülük”,
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C.5, İletişim

“Her millet için başşehir dili, siyasi bir şana, içtimai bir çekiciliğe sahiptir.
İstanbul’un bir başşehir prestijine sahip olması yalnız Osmanlı Türklerine
kıyasla değildir. İstanbul yegâne Türk Hakanlığının Ordukenti’dir. Bu
sebeple bütün Türklerin ümit bağladığı yerdir. Bundan başka İstanbul
İslâm halifeliğinin de merkezidir. O hade İstanbul milli çekicilikten başka
dinî kutsiyete de sahiptir. İstanbul Türkçesinin bütün Türklerce milli dil
olması bu prestij ve kutsiyetin dile de geçmesi dolayısıyladır. Fazla olarak
İstanbul Türkçesi Türk lehçelerinin en güzeli, en işlenmişi, edebiyat ve
ilimce en zenginidir. O halde gösterilecek engellere rağmen İstanbul
Türkçesini edebi dil kabul etmek bütün Türkler için milli bir vazifedir. Bu
vazife yerine getirildiği zaman bütün Türkler dil ve edebiyatta müşterek
ve tek bir millet haline girer. Kısacası, İstanbul dilinin milli dil kabul
edilmesi ve Avrupa medeniyeti içinde bir Türk harsı yaratmaya çalışması
bir Türk milletinin kurulmasına hizmet edecek ve Osmanlı, Kıpçak, Özbek,
Kırgız gibi tabirler mıntıka isimleri hükmünde kalacaktır.”
2. Türkçedeki ünlülerin yazılışı
Yukarıda alfabe işaretlerini tanıtırken koyduğumuz küçük açıklamalardan anlaşılmış olacağı
gibi, Türkçe’nin sesleri için bu alfabenin ancak belli işaretleri kullanılmıştır. Burada bu konu
ele alınacak, dilimizin seslerini göstermek için kullanılmış işaretlerle ilgili tamamlayıcı

açıklamalar verilecek ve bu alfabenin Türkçe’nin seslerini karşılamakta ne derece elverişli


olduğu konusuna ışık tutulmaya çalışılacaktır. Ünlülerin Yazılışı Türkçe’nin ünlü seslerini
yazıya geçirmekte bu alfabe çok yetersiz kalmıştır. Bu yetersizlik aynı işaretin birden çok ses
için kullanılmış olmasından kaynaklanır. Dilimizin sekiz ünlüsü için şu dört işaret
kullanılmıştır: .ye ‫ ی‬he ‫ ه‬vav ‫ و‬elif ‫ ا‬Bunlardan ‫ ا‬elif ve ‫ ه‬he a, e ünlülerini, ‫ ی‬ye ı, i ünlülerini, ‫و‬
vav ise o, ö, u, ü ünlülerini göstermek içindir. Türkçe kelimelerde bir ünlünün yazılışı
kelimenin başında (ön ses), içinde (iç ses) ve sonunda (son ses) oluşuna göre değişebilir.
Bunun yanında, ilk hecede ya da sonraki hecelerde bulunup bulunmamasına göre de harfle
belirtilip belirtilmemek gibi ikili durumlar söz konusu olabilir. Bu durum başlangıçta Türkçe
ünlülerin yazılışı için açık ve kesin kurallar konmamasından ya da zaman içinde bu türlü
kurallar oluşmamasından kaynaklanmakta, bu da bu yazıyı yeni öğrenmeye başlayanlar için
zorluklara yol açmaktadır. Aşağıda her ünlü için kullanılmış olan birden çok yazılış biçimi
örneklerle gösterilecektir. Ancak bunlar yine de son dönem yazımı ile ilgili yaygınlık
kazanmış biçimlerdir. Eski dönem metinlerinde değişik yazılış biçimleri bulunur. İleride
bunlara da değinilecektir. 1. a ünlüsünün yazılışı. Kelime başında, içinde ve sonundaki
yazılışları bakımından kurallı değildir, çeşitlenmiştir: • Kelimebaşındaönsesolarak bu ünlü
çoklukla ‫ آ‬medli elif ile yazılır: ‫ آت‬at, ‫ آی‬ay gibi. Bununla birlikte metinlerde elif’in yalın, demek
ki medsiz biçimiyle yazıldığı örneklerle de karşılaşılır: ‫ ااﻟﻰ‬alay, ‫ ات‬at gibi. •
Kelimeiçindeiçsesolarakyazılmasıfarklılıklargösterir: a. Kelime tek heceliyse ‫ ا‬elif ile gösterilir:
‫ ﺑﺎل‬bal, ‫ دار‬dar gibi. b. Kelime iki heceliyse ve her iki hecenin ünlüsü a ise: ba. Her iki hecede
de ‫ ا‬elif ile yazılır: ‫ ﺑﺎﺗﺎق‬batak, ‫ ﯾﺎﺑﺎن‬yaban gibi, bb. Yalnızca ikinci hecedeki a sesi için bu
işarete yer verilir: ‫ ﺑﺗﺎق‬batak, sakal ‫ ﺻﻘﺎل‬gibi. c. İki heceli kelimenin yalnızca ilk hecesinde a
varsa yazılır: ‫ طﺎﻧق‬tanık gibi. d. İkiden çok heceli kelimelerde ikinci hecedeki yazılışı üç
türlüdür: da. ‫ ا‬elif kullanılır: ‫ ﯾﺎزﻣﺎدم‬yazmadım, db. ‫ ه ه‬he ile yazılır: ‫ ﯾﺎزﻣﮭدم‬, dc. İşaret
kullanılmaz: ‫ ﯾﺎزﻣدم‬gibi. • Kelime sonunda ise iki ayrıişaretleyazılır: ‫ ا‬elif ile: ‫ ﯾﺎرا‬yara, ‫ ﻗوال‬kula, ‫ه‬
he ile: ‫ ﯾﺎره‬yara, ‫ ﺑﺎﺟﮫ‬baca, ‫ اوطﮫ‬oda gibi. 2. e ünlüsünün yazılışı. Belli bir kurala bağlı değildir. •
Kelimebaşında‫ ا‬elif ile yazılır. Bu yaygın kullanım yanında, daha az olmak üzere, “hemzeli
elif ” denilen işaretle de ( ‫ ( أ‬yazılmıştır: ‫ ات‬ve ‫ أت‬et gibi. Harekeyle gösterildiğinde üzerine
konulan َ‫ ـ‬üstün için dikine bir çizgi değerindedir: َ‫ا‬. • Kelimeiçindekiyazılışıdakurallıdeğildir: a.
İlk hecede harfle gösterilmez: ‫ ﺳس‬ses, ‫ ﻛل‬gel, ‫ ﻛس‬kes gibi. b. İkinci ve sonraki hecelerde kök
ve gövde sesi olarak: ba. Gösterilmez: ‫ ﻛﻠﺑك‬kelebek, ‫ اﺳﺗدی‬istedi, ‫ اﻟدی‬eledi gibi, bb. ‫ ه ه‬he ile
yazılır: ‫ ﺑزھك‬bezek, ‫ دﯾﻠﮭدی‬diledi gibi. • Kelime sonunda her zaman ‫ ه ه‬he ile yazılır: ‫ ﺗﭘﮫ‬tepe ‫ﻛﭼﮫ‬
keçe gibi. Bu ünlünün yapım ve çekim eklerindeki yazılışı daha düzenlidir. Bunlar 2. ve 3.
ünitede tek tek ele alınacak, her ekin yazılışı orada gösterilecektir. Bir öbek Türkçe kelimede
bugünkü söyleyişe göre e olan ses, i sesinin işareti ile, yani :yazılmıştır ile ‫ ي ي‬demek ‫دﯾﻣك‬
ermek ‫ اﯾرﻣك‬el ‫ اﯾل‬elçi ‫ اﯾﻠﭼﯽ‬etmek ‫ اﯾﺗﻣك‬erte ‫ اﯾرﺗﮫ‬gece ‫ ﻛﯾﺟﮫ‬vermek ‫ وﯾرﻣك‬Bu durum sesin
değerindeki değişmelerle ilgilidir ve Türkçe’nin tarihî ses bilgisi üzerindeki çalışmaların belli
başlı konularından biridir. 3. ı ve i ünlülerinin yazılışı. Türkçe’nin ses değerleri farklı bu iki
ünlüsünü göster - mekte de bu alfabe yetersiz kalmıştır. •
Kelimebaşındaikisesarasındaayrımolmaksızıniki türlüyazılmıştır: a. ‫ ا‬elif ile: ,ıslak
‫ اﺻﺎﻟق‬,ısırmak ‫ اﺻرﻣق‬,ıssız ‫ اﺳﺳز‬, il ‫ ال‬b. ‫ اي‬elif+ye ile: ‫ اﯾل‬il, ‫ اﯾﺳﯽ‬ısı gibi. •
Kelimeiçindekiyazılışıdadüzensizdir. İlk hecede: a. Çoklukla ünsüz sesin harfi önünde ‫ ي‬ye
ile gösterilir: ‫ ﻗري‬kır, ‫ ﻛري‬kir gibi, b. Harf işareti kullanılmaz: ‫ ﺑر‬bir, ‫ ﯾل‬yıl, ‫ ﻣﺷدی‬şimdi, ‫ﺻﭼراﻣق‬
sıçramak gibi. İkinci ve sonraki hecelerde de aynı düzensizlik görülür: a. ‫ ي‬ye ile gösterilir:
‫ ﺳﯾﻠﯾك‬silik, ‫ اﯾﻠﯾق‬ılık gibi. b. Harf işareti kullanılmaz: ‫ ﻛﻠر‬gelir, ‫ آﻣل‬alım gibi. • Kelime sonunda ‫ی‬
ye ile yazılır: ‫ ﻛﺷﯽ‬kişi, ‫ ﯾﻛﻰ‬yeni, ‫ ﺑﺎﺷﯽ‬başı gibi. Bu iki ünlüyü karşılayan ‫ ی‬ye’nin Türkçe ve
alıntı kelimelerde aynı zamanda ünsüz bir sesi karşılamasıyla ilgili durum ve aruz vezninin
uygulanması ile ilişkisi ileride değerlendirilecektir. 4. Yuvarlak ünlülerin yazılışı. Türkçenin
dört yuvarlak ünlüsü (o, ö, u, ü) için Arap harfli eski Türk yazımında başlangıçtan beri biri
harf, diğeri hareke olmak üzere iki işaret kullanılmıştır. Bunlardan harf olanı ‫ و‬vav, hareke
olanı ise ُ‫ ـ‬ötrü’dür. ‫ و‬vav, aynen ı, i için kullanılan ‫ ی‬ye gibi, aynı zamanda hem alıntı
kelimelerde uzun ünlüler için, hem de üç dilde birden ünsüz v sesi için kullanılmıştır. Bu
durum bu seslerin tarihî gelişimini ve geçirdikleri değişiklikleri izlemeyi imkânsız kılmıştır. Bu
yüzden denilebilir ki, Arap asıllı alfabenin Türkçe sesleri karşılamak açısından en yetersiz
kaldığı nokta budur. Kelimelerdeki dört yuvarlak ünlü yerine kullanıldığında ‫ و‬vav’ın yazılışı
belli bir düzene ve kurala bağlı değildir. • Kelimebaşındakiyuvarlakünlülerçoklukla ‫ او‬gibi
yazılır: ‫ اوق‬ok, ‫ اوك‬ön, ‫ اون‬un, ‫ اوزوم‬üzüm gibi. • Kelimeiçindeiçsesolarakyazılışıkararsızdır: a.
İlk hecede çoklukla ‫ و‬vav ile yazılır: ‫ ﻗول‬kol, ‫ ﻛوز‬göz, ‫ ﺑوز‬buz, ‫ ﻗوﺟﺎق‬kucak, ‫ ﻗواﻟق‬kulak, ‫ دوز‬düz
gibi. Tek heceli kelimeler için bu yazılış hemen hemen kurallıdır. Birden çok heceli
kelimelerde ikinci ve sonraki hecelerin de yuvarlak ünlü taşıması hâlinde, ilk hecede
yazılmayabilir: ‫ ﺑﯾوك‬büyük, ‫ ﺑﭼوق‬buçuk gibi. b. Türkçe kelimelerin ikinci ve sonraki hecelerinde
yalnız u, ü bulunabilir, bunlar çoklukla ‫ و‬vav ile yazılır: ‫ ﻗﺎﺑوق‬kabuk, ‫ ﺑوﯾون‬boyun, ‫ ﺑوﯾﻧوز‬boynuz,
‫ اوﺳﺗون‬üstün gibi. Kimi zaman yazılmadığı da olur: ‫ ﯾﺎوز‬yavuz, ‫ ﺑوﻟش‬buluş gibi. • Kelime
sonunda bu seslerin yazılışı oldukça düzensizdir. Osmanlı Türkçesidöneminde yüzyıllara
göre farklılık gösterdiği gibi, aynı yüzyılda yazılmış bir metnin içinde de farklı yazılışlarla
karşılaşılır. Çoklukla ‫ و‬vav ile gösterilir: ‫ ﻗوﯾو‬koyu, ‫ ﻗوﯾو‬kuyu, ‫ ﻗوطو‬kutu gibi. Bununla birlikte
aynı kelimelerde bu sesler ‫ ی‬ye ile yazılmış olarak da görülür: . ‫ﻗوﯾﯽ ﻗوطﯽ‬

2.1. Osmanlı Türkçesinde Arapça kökenli kelimelerde ünlü harflerin yazılışları

Arapça ve Farsça kökenli kelimelerde ünlüler kısa ve uzun ünlü olarak yazılışları
aşağıdaki gibidir :
• Kısa Ünlüler
o a : Kelime ortasında ve sonunda yazılmaz. Kelime başında ? (elif) ile
yazılır
o e : Kelime ortasında yazılmaz. Kelime başında elif ile yazılır. Kelime
sonunda ye (?) ile gösterilir
o u : Kelime ortasında ve sonunda yazılmaz. Kelime başında ötreli elif (?)
ile yazılır
• Uzun Ünlüler
o â : ? (elif) ile gösterilir. Kelime başında medli elif (?) şeklinde yazılır.
(Kelime başında elif a veya e ile okunmaktadır)
o î : ? (ye) ile gösterilir. Kelime başında ye her zaman ünsüzdür olarak
kullanılır. Kelime başında elif ve ye birlikte kullanılırsa î okunmaktadır
o û : ? (vav) ile gösterilir. Kelime başında vav her zaman ünsüzdür
Türkçenin sekiz ünlüsüne karşılık Arapça ve Farsçada dört harf (elif, vav, güzel he, ye) ve hareke
işaretleri kullanılır. Bu har erden vav, güzel he ve ye aynı zamanda ünsüz olarak da görev yapar.
Arapça ve Farsça kelimelerde ünlülerin uzun ve kısa halleri vardır. Kısa ünlüler yazılmaz, yani bir
har e gösterilmez, ancak bazen kelimelerin yanlış okunmasını önlemek için hareke kullanılmıştır.
Arapça ve Farsçadan gelme kelimelerde yer alan uzun ünlüleri göstermek için harf üzerine şapka
konur.
Arapça ve Farsçadaki uzun ünlüler birer har e gösterilir.
• â uzun ünlüsü “elif “har yle,
fl

fi
fl

fl

• û uzun ünlüsü “vav” har yle,


• î uzun ünlüsü “ye” har yle gösterilir.
Uzun ünlülerin Arapça ve Farsça kelimelerde kelime başında, ortasında ve sonunda yazılışları
şöyledir:
• Kelime başında “medli elif” â okunur.
• Elif kelime başında medsiz olursa “e” veya “a” okunur.
• Kelime başında “vav” daima ünsüz görevdedir. Kelime içinde ve sonunda vav, ünlü görevinde
ise “u” okunur.
• Kelime başında “ye” daima ünsüz görevindedir. Kelime başındaki uzun î sesi için “elif + ye”
birlikte kullanılır.
• Kelime içinde ve sonunda “ye” ünlü görevinde uzun î okunur.
• Arapça ve Farsça kelimelerde kısa ünlülerin har e gösterilmediği, lüzumu halinde hareke ile
gösterildiği daha önce belirtilmişti. Ancak istisna olarak kelime başındaki “e”nin ve kısa “a”nın
elif ile, kelime sonundaki “e”nin “güzel he” ile gösterildiğini hatırlatalım.

Türkçede Ses Karşılığı Bulunmayan Harfler


Arapça ve Farsça kelimelerde bulunduğu halde Türkçede karşılığı bulunmayan sesler vardır. Bu
sesler Türkçeye geçmiş Arapça ve Farsça bazı kelimelerde bulunduğu için Osmanlı alfabesinde harf
olarak yer alır. Bu har er Türkçedeki en yakın sese uydurularak okunur.
Türkçede ses karşılığı bulunmayan har eri sırasıyla tanıtalım:
• Peltek se har Arapça kelimelerde bulunur. Türkçede ‘‘se” olarak okunur.
• Ha , hı , he har erinin Türkçedeki karşılığı “h”dir. Arapça ve Farsçaya özgü olan bu har er
birkaç Türkçe kelimede de tarihi süreç içinde kullanılmıştır.
• Zel har normal “z” gibi okunur.
• Dat har Arapça kelimelerde bulunur. Türkçede bulunmayan bu harf Türkçede “z” ile nadiren
de “d” ile karşılanır.
• Tı har kalındır ve bazı Türkçe kalın ünlülu kelimelerin başında da kullanılır.
• Zı har Arapça kelimelerde normal “z” sesiyle karşılanır. Bu harf kalın sesli olması sebebiyle
kimi kalın sıradan kelimede “ze” yerine kullanılmıştır.
• Ayın ve hemze har eri Arapçaya ozgudur. Farsça ve Türkçe kökenli kelimelerde bulunmaz.
• Ayın har yabancılarca çıkarılması çok zor bir sese sahiptir. Bir boğaz ünsüzüdür. Bu yüzden
Türkçede günlük konuşma dilinde hiç yoktur.
• Ayn har kelime ve hece başında bir ünlü ses olarak okunur, hece sonunda düşer, ünlüye
uzun ses değeri kazandırır.
• Ayn har hece sonunda bazen hemze gibi kesme işareti ile gösterilir. Hemzeden ayırt etmek
için kuyruğu sağa bakan kesme işareti tercih edilir.
• Ünlüsü uzun olan kapalı hecenin sonunda ayn düşer.
• Hemze , kelime başında elif har nin üstüne veya altına konur, ancak umumiyetle bu
hemzeleri göstermeye gerek görülmemiştir.
• Kelime içinde hemze bir diş üzerine, kelime sonunda ise tek başına yazılır. Latin har eriyle
hemze kesme işaretiyle gösterilir.
• Hemzeler Türkçede kelime sonunda okunmaz. Günümüzde kelime içindeki ve sonundaki
hemzeler artık gösterilmemektedir. İlmi çalışmalarda kelimenin orijinal imlasını yansıtmak için
kesme işareti konur.
fi
fi
fi
fi
fi
fi
fi
fi
fl
fl
fl
fi
fi
fi
fl
fl
fl
fl
Arapça ve Farsça Kelimelerin Tanınması
Türklerin müslüman oluşundan itibaren Arap ve Fars dilleriyle ilişkisi vardır. Onlardan birçok kelime
Türkçeye geçmiştir. Arapçadan umumiyetle dini konular, Farsçadan ise edebi konular başta olmak
üzere hayatın her alanından çok sayıda kelime dilimize girmiştir. Bu kelimeleri tanımak Arap har eriyle
yazılmış kelimeleri doğru bir şekilde okumak ve yazmak için gereklidir.
Arapça ve Farsça kelimeleri Türkçeden ayırt etmek için aşağıdaki hususlara dikkat etmek gerekir:
• Yalnızca Arap Alfabesinde bulunan “ayn, zı, dat, ha, te” har erinin yer aldığı kelimeler
Arapçadır.
• İçinde veya sonunda hemze olan kelime Arapçadır.
• İçinde “je” har bulunan kelimeler Farsçadır.
• “Zel ve hı” har eri Arapça ve Farsça kelimelerde bulunur.
• Türkçe kelime başlarında birkaç istisna dışında “c, f, h, j, l, m, n, p, r, ş, z” har eri bulunmaz.
• Türkçe kelimeler büyük ünlü uyumuna uyar.

Ay Adları
Osmanlı Devletinde İslam dÜnyasında yaygın olan hicrikameri takvim kullanılıyordu. Ayın hareketlerini
esas alarak dÜzenlenen bu takvimde, Hz. Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicreti başlangıç olarak
alınır. Bir yıl 355 gündüur. Bu sebeble Hicri aylarla Kameri aylar örtüşmez. Yani Ocağın karşılığı
Muharrem değildir. Takvimde ay adları Arapçadır. Resmi yazışmalarda ay adlarının kısaltmaları tercih
edilirdi.
(Osmanlı Türkçesindeki ay adlarının yazılışını kitabınızın 67. sayfasındaki tabloda detaylı olarak
görebilirsiniz.)
Arapçada ayın ilk günü, son günü ve her on günü farklı isimlerle anılır. Osmanlı Türkçesinde de bu
isimler kullanılmıştır:
• Ayın ilk günü: gurre
• Ayın son günü: selh
• Ayın ilk on günü (1-10) : eva’il
• Ayın ikinci on günü (11-20) : evasıt
• Ayın son on günü (21-30) : evahir
Osmanlı Devletinde yeniçeri maaşları (ulufeler) üç ayda bir verilirdi. Her üç aylık grubun, ayların
kısaltmalarından oluşan bir ismi vardır. Yazışmalarda bu kısaltmalar kullanılırdı:
• Muharrem - Safer - Rebi’ulevvel masar
• Rebi’ulahir - Cumadelula – Cumadelahir : recec
• Recep – Şa‘ban – Ramazan : reşen
• Şevval – Zilka‘de – Zilhicce : lezez

Haftanın Günleri
Osmanlı Türkçesinde halen geçerli olan gün isimleri kullanılıyordu. Gün isimlerine dikkat edildiğinde
Farsçanın önemli bir etkisinin olduğu hemen anlaşılacaktır.
(Osmanlı Türkçesindeki gün adlarının yazılışını kitabınızın 68. sayfasındaki tabloda detaylı olarak
görebilirsiniz.)

Sayılar
Rakamlarla ilgili şu hususlara dikkat edilmelidir:
• Yirmi kelimesinin özel bir imlası vardır.
fi
fl
fl
fl
fl
• Mi’e (yüz) kelimesinin özel bir imlası vardır.
• Rakamlara dikkat edilirse Arap ve Avrupalıların kullandıkları rakamlardan bir ve dokuzun
birbirine benzediği gorulecektir.
• İki ve altı birbirine karıştırılır. İki sağa altı sola bakar.
• Yedi ve sekiz aynı işaretin yönleri zıt halleridir. Yedi rakamı bugünkü alfabemizde yer alan “v”
har ne, sekiz ise onun ters dönmüş haline benzer.
• Son döneme ait bazı belgelerde ve kitaplarda iki ve üç için kullanılan işaretler birbirinin yerine
yazılmıştır. Böyle metinlere dikkat etmek gerekir.
• Toplu rakamlar yazılırken önce onlar, sonra yüzler, sonra birler şeklinde sıralanarak yazılır ve
araları “vav” har yle birleştirilir.

Arapça ve Farsçada Ünsüzler


Osmanlı Türkçesinde Arapça ve Farsçadan alınma kelimelerde Türkce ünsüzlerle uyuşmayan
ünsüzler de vardır. Dolayısıyla bu dillerden alınma kelimeleri doğru okuyabilmek için o dillerin
ünsüzlerinin de bilinmesi gerekir. Daha önceki untelerde de temas edildildiği üzere Arapça ve Farsça
kelimelerde ünsüzlerin kalın ve ince şekilleri vardır:
• Kalın ünsüzler : Ha, hı, sad, dad, tı, zı, ayın, gayn, kaf
• İnce ünsüzler : Be, te, se, cim, cim, dal, zel, rı, ze, sin, şın, fe, kef, gef, lam, mim, nun, vav,
he, ye.
Arapça ve Farsçadaki bu kalın ve ince ünsüzler, ünlülerin kalın ve inceliklerini de belirler. Ayrıca kalın
ünsüzler Türkçe kelimelerde kalın sırayı göstermek üzere de kullanılır.
Osmanlı Türkçesinde yer alan ünsüzlerin bir kısmı üç dilde de ortaktır. Bir kısmı Arapçaya özgü bir
kısmı da Farsçaya özgüdür.
Arapçaya özgü ünsüzleri şöyle sıralayabiliriz:
• Hemze, se, zel, ha, sad, dad, tı, zı, ayın.
Farsçaya özgü ünsüzlere gelince, Farslar Arap alfabesini kullanmaya başladıklarında har erde dört
değişiklik yapmışlardır. Bunlar “pe, cim, je, gef” har eridir. Böylece Fars alfabesi 32 harfe yükselmiştir.
• “Pe”, be’ye iki nokta ilave edilerek,
• “Cim”, cim’e iki nokta ilave edilerek,
• “Je”, ze’ye iki nokta ilave edilerek elde edilmiştir.
• “Gef”, kef’in üzerine ‘‘keşide’’ denilen cizgi ilavesiyle oluşturulmuştur.
Farsçaya mahsus olan bu seslerden “p, c ve g” bulunduğu için Türkler tarafından alınmış
kullanılmıştır. “Je” har ise Türkçeye gecen Farsça kelimelerle sınırlı kalmıştır. Daha sonra Batıdan
gelen bazı kelimelerde de bu harfe rastlanmaktadır.
Bu dört harfe ilave olarak Fars alfabesinde farklı hususiyetleri olan “zel, hı, vav” har erini de
tanıtmalıyız.
• Fars dilinde cok az kelimede görülen “zel” har dilimize geçen bazı kelimelerde de
yaşamaktadır. “Zel” har XV. yüzyıla kadar uzun ya da kısa ünlüden sonraki “dal” yerine
kullanılmış, daha sonra kullanılmaz olmuştur.
• “Hı”, Farsçaya ve Arapçaya özgü seslerdendir. Türkçeye de çok yabancı değildir. Boğazlı
tonsuz bir art damak sesidir.
• “Hı” har nin Farsçaya özgü dudakların yuvarlaklaştırılmasıyla çıkarılan bir sesi daha vardır.
Bu sesi gösterebilmek için “hı” har nin önüne bir “vav” konur. Yazıldığı halde ünlü veya ünsüz
bir sesi göstermediği için “vâv-ı ma’dûle” adıyla anılmıştır.
• Farsçaya özgü çift dudak “v”si (w) Türkçede bildik “v” ile söylenmiştir.
2.2. Osmanlı Türkçesinde Farsça kökenli kelimelerde ünlü harflerin yazılışları
fi
fi
fi
fi
fi
fi
fi
fl
fl

fl
Bu bölümde Türkiye Türkçesinde Farsça Kökenli kelimeler dizini ve Farsçadaki biçimleri
derlenip listelenmiştir. Bu liste hazırlanırken Türk Dil Kurumunun günümüz Türkiye
Türkçesini esas alarak yayımladığı Türkçe Sözlük (2011) başta olmak üzere şu Türkçe
kaynaklardan yararlanılmıştır: (Ayverdi, 2010; Eyüboğlu, 1989; Eyüboğlu, 1988; Eren, 1999;
Sami, 1987; Stachowski, 1998; Nişanyan, 2009; Doğan, 2009; Develioğlu, 2013). Bunun
yanında gerek bu dizinin hazırlanmasında gerek bu çalışma boyunca yararlanılan Farsça
eserlerin başında temel kaynak niteliği taşıyan Lugatname-i Bozorg-i Dehḫoda (1998/1377),
Ferheng-i Bozorg-i Sohen (2002/1381), Ferheng-i ‘Amid (1995/1374) ve Ferheng-i Farsi-i
Mu’in (1983/1362) adlı eserler gelmektedir. Bu bölümde sadece Farsça kökenli kelimeler
listelenmiştir. Bu listeye Farsça kökenli kelimelerden türetilen diğer 6 kelimler ve deyimler
dâhil edilmemiştir. Farsça kelimelerden türetilen kelime, deyim ve atasözleri son bölümde ele
alınmıştır. Türkiye Türkçesinde Farsça kökenli kelimeler dizini ve Farsçada yazılış biçimleri
aşağıdaki şekildedir. Tablo 1.1. Türkiye Türkçesinde Farsça Kökenli Kelimeler Dizini Türkçe
[Türkçe Telaffuz] ‫ ﻓﺎرﺳﯽ‬ab [āb] ‫ آب‬abadi [ābādī] ‫ آﺑﺎدی‬abanoz [ābnūs] ‫ آﺑﻧوس‬abat [ābād] ‫آﺑﺎد‬
abdest [ābdest] ‫[ آﺑدﺳت آﺑدﺳت ﺧﺎﻧﮫ‬abdesthāne [abdesthane afacan [āfet-i cān] ‫ ﺟﺎن آﻓت‬aferin
[āferin] ‫ آﻓرﯾن‬âfitab [āftāb] ‫ آﻓﺗﺎب‬afsun [efsun] ‫ اﻓﺳون‬âgâh [āgāh] ‫ آﮔﺎه‬aguş [āğūş] ‫ آﻏوش‬ahar [āhār]
‫ آھﺎر‬ahır [āḫor] ‫ آﺧور‬ahenk [āheng] ‫ آھﻧﮓ‬ahenktar [āhengdār] ‫ آھﻧﮕدار‬aheste [āheste] ‫ آھﺳﺗﮫ‬ahu
[āhū] ‫ آھو‬ahund [āḫund] ‫ آﺧوﻧد‬âlâyiş [ālāyeş] ‫ آاﻟﯾش‬alıç [ālūçe] ‫ آﻟوﭼﮫ‬amaç [āmāc] ‫ آﻣﺎج‬amade
[āmāde] ‫ آﻣﺎده‬ambar [enbār] ‫ اﻧﺑﺎر‬arasta [ārāste] ‫ آراﺳﺗﮫ‬arış [āreş]‫ آرش‬armudi [emrūdī] ‫اﻣرودی‬
armudiye [emrūdiye] ‫ اﻣرودﯾﮫ‬armut [emrūd] ‫ اﻣرود‬arzu [ārzū] ‫ آرزو‬asayiş [āsāyeş] ‫ آﺳﺎﯾش‬astar
[āster] ‫ آﺳﺗر‬asude [āsūde] ‫ آﺳوده‬asuman [āsemān] ‫ آﺳﻣﺎن‬aşikâr [āşekār] ‫ آﺷﮑﺎر‬aşikâre [āşekārā]
‫ آﺷﮑﺎرا‬aşina [āşenā] ‫ آﺷﻧﺎ‬aşiyan [āşiyān] ‫ آﺷﯾﺎن‬aşüfte [āşofte] ‫ آﺷﻔﺗﮫ‬ateş [āteş] ‫[ آﺗش آﺗش ﺑﺎز‬āteşbāz
[ateşbaz ateşin [āteşīn] ‫ آﺗﺷﯾن‬ateşperest [āteşperest] ‫ آﺗﺷﭘرﺳت‬avare [āvāre] ‫ آواره‬avaz [āvāz] ‫آواز‬
avize [āvīz] ‫ آوﯾز‬ayin [āyīn] ‫ آﯾﯾن‬ayinecem [āyīn-e cem’] ‫ ﺟﻣﻊ آﯾﯾن‬ayna [āyine] ‫ آﯾﻧﮫ‬azade [āzāde]
‫ آزاده‬azar [āzār] ‫ آزار‬azat [āzād] ‫ آزاد‬azer [āzer] ‫ آذر‬Azeri [āzerī] ‫[ آذری ﺑﺎﺟﮫ \ ﺑﺎد ﺟﺎه‬bādcāh/bāce
[baca ‫ ﭘﺎﭼﮫ‬bacak baç [bāc] ‫ ﺑﺎج‬7 bad [bād] ‫ ﺑﺎد‬bade [bād] ‫ ﺑﺎده‬badem [bādām] ‫ ﺑﺎدام‬badısaba
[bād-e seba] ‫ ﺻﺑﺎ ﺑﺎد‬bağ [bāğ] ‫ ﺑﺎغ‬bahadır [behādor] ‫ ﺑﮭﺎدر‬Bahai [Behāī] ‫ ﺑﮭﺎﺋﯽ‬bahane [behāne]
‫ ﺑﮭﺎﻧﮫ‬bahar [behār] ‫ ﺑﮭﺎر‬bahariye [behāriye] ‫ ﺑﮭﺎرﯾﮫ‬bahçe [bāğçe] ‫[ ﺑﺎﻏﭼﮫ ﺑﺎﻏﭼﮫ ﺑﺎن‬bāğçebān
[bahçıvan bahşiş [beḫşış] ‫ ﺑﺧﺷش‬baht [beḫt] ‫ ﺑﺧت‬bahtiyar [beḫtiyār] ‫ ﺑﺧﺗﯾﺎر‬bahusus [bāḫusūs]
‫ ﺑﺎﺧﺻوص‬balar [bālār] ‫ ﺑﺎاﻟر‬bamya [bāmiye] ‫ ﺑﺎﻣﯾﮫ‬bânû [bānū] ‫ ﺑﺎﻧو‬baran [bārān] ‫ ﺑﺎران‬bargâh
[bārgāh] ‫ ﺑﺎرﮔﺎه‬barhane [bārḫāne] ‫ ﺑﺎرﺧﺎﻧﮫ‬bari [bārī] ‫ ﺑﺎری‬barudi [bārūdī] ‫ ﺑﺎرودی‬barut [bārūd] ‫ﺑﺎرود‬
‫[ ﺑﺎرود ﺧﺎﻧﮫ‬bārūdḫāne [baruthane bayati [beyāti] ‫[ ﺑﯾﺎﺗﯽ ﺑﯾﺎﺗﯽ ﺑﺎران‬beyātibārān [bayatiaraban
baziçe [bāzīçe] ‫ ﺑﺎزﯾﭼﮫ‬becayiş [becayeş] ‫ ﺑﺟﺎﯾش‬bed [bed] ‫ ﺑد‬bedava [bādehevā] ‫ ﺑﺎدھوا‬bedbaht
[bedbeḫt] ‫ ﺑدﺑﺧت‬bedbin [bedbīn] ‫ ﺑدﺑﯾن‬bedesten [bezestān] ‫[ ﺑزﺳﺗﺎن ﺑد ﺧواه‬bedḫāh [bedhah
bednam [bednām] ‫[ ﺑدﻧﺎم ﺑﮫ ھﻣﮫ ﺣﺎل‬behemehāl [behemehâl ‫[ ﺑﮫ ھر‬beher [beher behişt [beheşt]
‫ ﺑﮭﺷت‬behram [behrām] ‫ ﺑﮭرام‬behre [behre] ‫ ﺑﮭره‬bel [bel] ‫ ﺑل‬beli [belī] ‫ ﺑﻠﯽ‬bende [bende] ‫ﺑﻧده‬
bendegân [bendegān] ‫[ ﺑﻧدﮔﺎن ﺑﻧده ﺧﺎﻧﮫ‬bendeḫāne [bendehane ‫[ ﺑﻧده زاده‬bendezāde [bendezade
bent [bend] ‫ ﺑﻧد‬beraber [berāber] ‫ ﺑراﺑر‬berbat [berbād] ‫ ﺑرﺑﺎد‬berber [berber] ‫ ﺑرﺑر‬berceste
[berceste] ‫ ﺑرﺟﺳﺗﮫ‬berduş [berdūş] ‫ ﺑردوش‬bergüzar [bergozār] ‫ ﺑرﮔزار‬berhane [bārḫāne] ‫ﺑﺎرﺧﺎﻧﮫ‬
berhudar [berḫordār] ‫ ﺑرﺧوردار‬berna [bernā] ‫ ﺑرﻧﺎ‬beste [beste] ‫[ ﺑﺳﺗﮫ ﺑﺳﺗﮫ ﮐﺎر‬bestekār [bestekâr
‫[ ﺑﺳﺗﮫ ﻧﮕﺎر‬bestenigār [bestenigâr beşe [beşe] ‫ ﺑﺷﮫ‬beşme [beşme] ‫ ﺑﺷﻣﮫ‬beter [bedter] ‫ﺑدﺗر‬
beyaban [biyābān] ‫ ﺑﯾﺎﺑﺎن‬beygir [bārgīr] ‫ ﺑﺎرﮔﯾر‬8 beyhude [bīhūde] ‫[ ﺑﯾﮭوده ﺑﯽ ﻧﻣﺎز‬bīnemāz
[beynamaz bezirgân [bāzārgān] ‫ ﺑﺎزارﮔﺎن‬bezm [bezm] ‫[ ﺑزم ﺑﯽ ﺑﺧت‬bībeḫt [bibaht ‫[ ﺑﯽ ﺑﮭره‬bībehre
[bibehre ‫[ ﺑﯽ ﭼﺎره‬bīçare [biçare bidar [bīdār] ‫ ﺑﯾدار‬bigâne [bīgāne] ‫[ ﺑﯾﮕﺎﻧﮫ ﺑﯽ ﮔﻧﺎه‬bīgonāh [bigünah
‫[ ﺑﯽ ھوش‬bihūş [bihuş ‫[ ﺑﯽ ﮐس‬bīkes [bikes ‫[ ﺑﯽ ﭘروا‬bīpervā [biperva birader [berāder] ‫ ﺑرادر‬birun
[bīrūn] ‫ ﺑﯾرون‬biryan [boryān] ‫[ﺑرﯾﺎن ﺑﯽ ﺗﺎب‬bītāb [bitap bizar [bīzār] ‫ ﺑﯾزار‬borani [būrānī] ‫ﺑوراﻧﯽ‬
bostan [būstān] ‫ ﺑوﺳﺗﺎن‬böbür [bebr] ‫ ﺑﺑر‬bumbar [mebār] ‫ ﻣﺑﺎر‬buse [būse] ‫ ﺑوﺳﮫ‬bülbül [bolbol] ‫ﺑﻠﺑل‬
cadaloz [cādū + loz] ‫ ﺟﺎدو‬+ ‫ ﻟز‬cadı [cādū] ‫[ ﺟﺎدو ﺟﺎف ﺟﺎف‬cāfcāf [cafcaf cam [cām] ‫ﺟﺎم ﺟﺎﻣﮫ دان‬
[cāmedān [camadan cambaz [cānbāz] ‫[ ﺟﺎﻧﺑﺎز ﺟﺎﻧﺑﺎز ﺧﺎﻧﮫ‬cānbāzḫāne [cambazhane ‫ﺟﺎﻣﮫ ﮐن‬
[cāmeken [camekân can [cān] ‫ ﺟﺎن‬cana [cānā] ‫ ﺟﺎﻧﺎ‬canan [cānān] ‫ ﺟﺎﻧﺎن‬canavar [cānuver] ‫ﺟﺎﻧور‬


canfes [cānfes] ‫[ ﺟﺎﻧﻔس ﺟﺎن ﻓزا‬cānfezā [canfeza canhıraş [cānherāş] ‫ ﺟﺎﻧﺧراش‬cansiperane
[cānseperāne] ‫ ﺟﺎﻧﺳﭘراﻧﮫ‬cehre [çehre] ‫ ﭼﮭره‬cendere [cendere] ‫ ﺟﻧدره‬cengâver [cengāver] ‫ﺟﻧﮕﺎور‬
cengel [cengel] ‫ ﺟﻧﮕل‬cenk [ceng] ‫[ ﺟﻧﮓ ﺟﺑﮫ ﺧﺎﻧﮫ‬cobheḫāne [cephane cevher [govher] ‫ﮔوھر‬
cevşen [covşen] ‫ ﺟوﺷن‬cıva [cive] ‫ ﺟﯾوه‬ciğer [ciger] ‫[ ﺟﮕر ﺟﮕر ﭘﺎره‬cigerpāre [ciğerpare cihan
[cehān] ‫ ﺟﮭﺎن‬cihangir [cehāngīr] ‫ ﺟﮭﺎﻧﮕﯾر‬cihangirane [cehāngīrāne] ‫ﺟﮭﺎﻧﮕﯾراﻧﮫ ﺟﮭﺎن ﻧﻣﺎ‬
[cehānnemā [cihannüma ‫[ ﺟﮭﺎن ﺷﻧﺎس‬cehānşenās [cihanşinas ‫[ ﺟﮭﺎن ﺷﻣول‬cehānşomūl
[cihanşümul cihar [çehār] ‫ ﭼﮭﺎر‬ciharıdü [çehār u do] ‫ دو و ﭼﮭﺎر‬ciharıse [çehār u se] ‫ﺳﮫ و ﭼﮭﺎر‬
ciharıyek [çehār u yek] ‫ ﯾﮏ و ﭼﮭﺎر‬cilve [cilve] ‫[ ﺟﻠوه ﺟﻠوه ﺑﺎز‬cilvbāz [cilvebaz ‫[ ﺟﻠوه ﮐﺎر‬cilvekār
[cilvekâr cimri [comrī] ‫ ﺟﻣری‬civan [cevān] ‫ ﺟوان‬9 civanmert [cevānmerd] ‫ ﺟواﻧﻣرد‬cop [çūb] ‫ﭼوب‬
coşmak [cūşīden] ‫ ﺟوﺷﯾدن‬cömert [cevānmerd] ‫ ﺟواﻧﻣرد‬cumba [conbed] ‫ ﺟﻧﺑد‬cuşiş [cūşeş] ‫ﺟوﺷش‬
‫[ ﺟوش و ﺧروش‬cūşūḫorūş [cuşuhuruş cüce [cūce] ‫ ﺟوﺟﮫ‬cücük [cūcek] ‫ ﺟوﺟﮏ‬cüda [codā] ‫ﺟدا‬
cümbüş [conbış] ‫ ﺟﻧﺑش‬çabuk [çābok] ‫ ﭼﺎﺑﮏ‬çadır [çādor] ‫ ﭼﺎدر‬çağla [çeğāle] ‫ ﭼﻐﺎﻟﮫ‬çak [çāk] ‫ﭼﺎک‬
çakal [şoğal] ‫ ﺷﻐﺎل‬çaker [çāker] ‫ ﭼﺎﮐر‬çakşır [çākşūr] ‫ ﭼﺎﻗﺷور‬çalak [çālāk] ‫ ﭼﺎاﻟﮏ‬çalpara [çārpāre]
‫[ ﭼﺎرﭘﺎره ﺟﺎﻣﮫ ﺷوی‬cāmeşūy [çamaşır ‫[ ﺟﺎﻣﮫ ﺷورﺧﺎﻧﮫ‬cāmeşūrḫāne [çamaşırhane çangal [cengel]
‫[ ﺟﻧﮕل ﭼپ و راﺳت‬çepurāst [çaparız ‫[ ﭼپ و راﺳت‬çepurāst [çapraz ‫[ﭼپ و راﺳﺗواری‬çepurāstvārī
[çaprazvari çardak [çehārtāḳ] ‫ ﭼﮭﺎرطﺎق‬çare [çāre] ‫ ﭼﺎره‬çargâh [çārgāh] ‫ ﭼﺎرﮔﺎه‬çark [çerḫ] ‫ﭼرخ‬
‫[ ﭼرخ ﻓﻠﮏ‬çerḫifelek [çarkıfelek çarmıh [çehārmiḫ] ‫[ ﭼﮭﺎرﻣﯾﺦ ﭼﺎر ﻧﺎﭼﺎر‬çārnāçār [çarnaçar çarşaf
[çādorşeb] ‫ ﭼﺎدرﺷب‬çarşamba [çehārşenbe] ‫ ﭼﮭﺎرﺷﻧﺑﮫ‬çarşı [çehārsū] ‫[ ﭼﮭﺎرﺳو ﭼودار\ﭼﺎودار‬çovdār
[çavdar çeç [çeç] ‫ ﭼﭻ‬çehre [çehre] ‫ ﭼﮭره‬çeltik [şeltūk] ‫ ﺷﻠﺗوک‬çember [çenber] ‫ ﭼﻧﺑر‬çene [çāne]
‫[ ﭼﺎﻧﮫ ﭼﺎﻧﮫ ﺑﺎز‬çānebāz [çenebaz çengel [çengāl] ‫ ﭼﻧﮕﺎل‬çengi [çengī] ‫ﭼﻧﮕﯽ ﭼﻧﮓ و ﭼﻐﺎﻧﮫ‬
[çengūçeğāne [çengüçegane çenk [çeng] ‫ ﭼﻧﮓ‬çerçeve [çehārçūb] ‫ ﭼﮭﺎرﭼوب‬çerez [çereş] ‫ﭼرش‬
çerviş [çerbeş] ‫ ﭼرﺑش‬çeşit [çeşīden] ‫ ﭼﺷﯾدن‬çeşm [çeşm] ‫ ﭼﺷم‬çeşme [çeşme] ‫ ﭼﺷﻣﮫ‬çeşmibülbül
[çeşme-i bolbol] ‫ ﺑﻠﺑل ﭼﺷﻣﮫ‬çeşni [çāşnī] ‫ ﭼﺎﺷﻧﯽ‬çevgen [çūgān] ‫ ﭼوﮔﺎن‬çevik [çābok] ‫ﭼﺎﺑﮏ ﭼﮭﺎر و ﯾﮏ‬
[çehāruyek [çeyrek çıfıt [cohūd] ‫ ﺟﮭود‬çınar [çenār] ‫ ﭼﻧﺎر‬çıra [çerāğ] ‫ ﭼراغ‬çırağ [çerāğ] ‫ﭼراغ‬
çırağan [çerāğān] ‫ ﭼراﻏﺎن‬çırak [çerāğ] ‫[ ﭼراغ ﭼراغ ﭘﺎ‬çerāğyā [çırakma çift [coft] ‫ ﺟﻔت‬10 çifte
[cofte] ‫[ ﺟﻔﺗﮫ ﺟﻔﺗﯽ ﺧﺎﻧﮫ‬coftīḫāne [çiftehane çile [çille] ‫[ ﭼﻠﮫ ﭼﻠﮫ ﺧﺎﻧﮫ‬çilleḫāne [çilehane ‫ﭼﻠﮫ ﮐش‬
[çillekeş [çilekeş çilingir [çelenger] ‫ ﭼﻠﻧﮕر‬çini [çīnī] ‫ ﭼﯾﻧﯽ‬çiriş [serīş] ‫[ ﺳرﯾش ﭼرک آب‬çirkeāb [çirkef
çirkin [çirkīn] ‫ ﭼرﮐﯾن‬çoban [çūpān] ‫[ ﭼوﭘﺎن ﭼﺎﻟﮫ ﭘﺎ‬çolāhpā [çolpa çorak [şūrek] ‫ ﺷورک‬çorap [cūrāb]
‫ ﺟوراب‬çorba [şūrbā] ‫ ﺷورﺑﺎ‬çöp [çūb] ‫ ﭼوب‬çuha [cūḫe] ‫[ ﺟوﺧﮫ ﺟوﺧﮫ دار‬cūḫedār [çuhadar çulha
[colāh] ‫ ﺟﺎﻟﮫ‬çuval [cuvāl] ‫ ﺟوال‬çuvaldız [cuvāldūz] ‫ ﺟواﻟدوز‬çünkü [çūnke] ‫ ﭼوﻧﮑﮫ‬dadı [dādū] ‫دادو‬
dağ [dāğ] ‫ داغ‬dağar [teğār] ‫ ﺗﻐﺎر‬damat [dāmād] ‫ داﻣﺎد‬dânâ [dānā] ‫ داﻧﺎ‬dane [dāne] ‫ داﻧﮫ‬danişment
[dānişmend] ‫ داﻧﺷﻣﻧد‬dar [dār] ‫ دار‬darbuka [tombek]‫ ﺗﻧﺑﮏ‬daru [dārū] ‫ دارو‬daye [dāye] ‫ داﯾﮫ‬dehliz
[dehlīz] ‫ دھﻠﯾز‬dek [dek] ‫ دک‬dem [dem] ‫[ دم دم ﺑﮫ دم‬dembedem [dembedem demkeş [demkeş]
‫ دﻣﮑش‬derbeder [derbeder] ‫ درﺑدر‬derbent [derbend] ‫ درﺑﻧد‬derdest [derdest] ‫ دردﺳت‬dergâh
[dergāh] ‫ درﮔﺎه‬derkenar [derkenār] ‫ درﮐﻧﺎر‬derman [dermān] ‫[ درﻣﺎن در ﻣﯾﺎن‬dermeyān [dermeyan
derpiş [derpīş] ‫ درﭘﯾش‬dert [derd] ‫ درد‬deruhte [der’ohde] ‫ ﻋﮭده در‬derun [derūn] ‫ درون‬deruni
[derūnī] ‫ دروﻧﯽ‬derviş [dervīş] ‫ دروﯾش‬dervişane [dervīşāne] ‫ دروﯾﺷﺎﻧﮫ‬derya [deryā] ‫درﯾﺎ درﯾﺎ دل‬
[deryādıl [deryadil destan [dāstān] ‫ داﺳﺗﺎن‬destani [dāstānī] ‫ داﺳﺗﺎﻧﯽ‬destar [destār] ‫ دﺳﺗﺎر‬destari
[destārī] ‫ دﺳﺗﺎری‬deste [deste] ‫[ دﺳﺗﮫ دﺳﺗﮫ ﮔل‬destegol [destegül destek [destek] ‫ دﺳﺗﮏ‬destur
[destūr] ‫ دﺳﺗور‬dev [dīv] ‫ دﯾو‬devasa [dīvāsā] ‫ دﯾواﺳﺎ‬diba [dībā] ‫ دﯾﺑﺎ‬didar [dīdār] ‫ دﯾدار‬11 dide [dīde]
‫[ دﯾده دﯾده ﺑﺎن‬dīdebān [dideban diğer [dīger] ‫ دﯾﮕر‬diğergâm [dīgerkām] ‫ دﯾﮕرﮐﺎم‬dil [dıl] ‫ دل‬dilaver
[dılāver] ‫[ داﻟور دل ﺑﺎز‬dılbāz [dilbaz dilber [dılber] ‫ دﻟﺑر‬diriğ [derīğ] ‫ درﯾﻎ‬dival [dīvāl] ‫ دﯾوال‬divan
[dīvān] ‫ دﯾوان‬divane [dīvāne] ‫ دﯾواﻧﮫ دﯾوان ھﻣﺎﯾون‬Divanıhümayun [divān-e humāyūn] dizdar
[dīzdār] ‫ دﯾزدار‬dolap [dūlāb] ‫ دواﻟب‬dost [dūst] ‫ دوﺳت‬dostane [dūstāne] ‫ دوﺳﺗﺎﻧﮫ‬dubara [dobāre]
‫ دوﺑﺎره‬dudu [ṭūṭī] ‫ طوطﯽ‬dut [dūd] ‫ دود‬duvar [dīvār] ‫ دﯾوار‬dübeş [dobeş] ‫ دوﺑش‬düçar [doçār] ‫دﭼﺎر‬
dügâh [dogāh] ‫ دوﮔﺎه‬dülger [dūdger] ‫ دودﮔر‬dümbelek [donbek] ‫[ دﻧﺑﮏ دم دار‬demdār [dümdar
dürbün [dūrbīn] ‫ دورﺑﯾن‬dürüst [dorost] ‫ درﺳت‬dürüşt [doroşt] ‫ درﺷت‬düse [do se] ‫ ﺳﮫ دو‬düşeş [do
şeş] ‫ ﺷش دو‬düşman [doşmen] ‫ دﺷﻣن‬düyek [do yek] ‫ ﯾﮏ دو‬ebru [ebrū] ‫ اﺑرو‬efsane [efsāne] ‫اﻓﺳﺎﻧﮫ‬
‫[ اﻓﺳﺎﻧﮫ ای‬efsāneī [efsanevi efsun [efsūn] ‫[ اﻓﺳون اﻓﺳون ﮐﺎر‬ensūnkār [efsunkâr eğer [eger] ‫اﮔر‬
ejder [ejder] ‫ اژدر‬ejderha [ejerdhā] ‫ اژدرھﺎ‬encam [encām] ‫ اﻧﺟﺎم‬encümen [encomen] ‫اﻧﺟﻣن‬



endam [endām] ‫ اﻧدام‬endaze [endāze] ‫ اﻧدازه‬enderun [enderūn] ‫ اﻧدرون‬endişe [endīşe] ‫اﻧدﯾﺷﮫ‬
engel [engel] ‫ اﻧﮕل‬erguvan [erğevān] ‫ ارﻏوان‬erguvani [erğevānī] ‫ ارﻏواﻧﯽ‬enişte [engoşte] ‫اﻧﮕﺷﺗﮫ‬
erişte [rışte] ‫[ رﺷﺗﮫ از ﮐﺎﻟﺑﯽ‬ezgolābī [eskülabi eyvah [eyvāh] ‫ اﯾواه‬eyvan [eyvān] ‫ اﯾوان‬ezber
[ezber] ‫ ازﺑر‬fağfur [feğfūr] ‫ ﻓﻐﻔور‬fağfuri [feğfūrī] ‫ ﻓﻐﻔوری‬fahte [fāḫte] ‫ ﻓﺎﺧﺗﮫ‬Fars [fārs] ‫ ﻓﺎرس‬Farisi
[fārsī] ‫ ﻓﺎرﺳﯽ‬faş [fāş] ‫ ﻓﺎش‬fent [fend] ‫ ﻓﻧد‬fer [fer] ‫ ﻓر‬12 ferah [feraḫ] ‫ ﻓراخ‬ferahi [feraḫī] ‫ ﻓراﺧﯽ‬ferda
[ferdā] ‫[ ﻓردا ﻓر ﺧﺎﻧﮫ‬ferḫāne [ferhane feriştah [ferişte] ‫ ﻓرﺷﺗﮫ‬ferişte [ferişte] ‫ ﻓرﺷﺗﮫ‬ferman [fermān]
‫ ﻓرﻣﺎن‬fersah [ferseḫ] ‫ ﻓرﺳﺦ‬fersude [fersūde] ‫ ﻓرﺳوده‬feryat [feryād] ‫ ﻓرﯾﺎد‬ferz [ferż] ‫ ﻓرض‬fıstık
[peste] ‫ ﭘﺳﺗﮫ‬figan [feğān] ‫ ﻓﻐﺎن‬fihrist [fihrist] ‫ ﻓﮭرﺳت‬fil [fīl/pīl] ‫ ﭘﯾل\ﻓﯾل‬fincan [fencān/pengān]
‫ ﭘﻧﮕﺎن\ﻓﻧﺟﺎن‬firuze [fīrūze] ‫ ﻓﯾروزه‬fişek [fişeng] ‫[ ﻓﺷﻧﮓ ﻓﺷﻧﮓ ﺧﺎﻧﮫ‬fişengḫāne [fişekhane Frenk
[fereng] ‫ ﻓرﻧﮓ‬futa [fūte] ‫ ﻓوﺗﮫ‬fürumaye [frūmāye] ‫ ﻓروﻣﺎﯾﮫ‬füsun [fesūn] ‫ ﻓﺳون‬füsunkâr [fesūnkār]
‫ ﻓﺳوﻧﮑﺎر‬gâh [gāh] ‫ ﮔﺎه‬gâhi [gāhī] ‫ ﮔﺎھﯽ‬gavur [gebr] ‫ ﮔﺑر‬geda [gedā] ‫ ﮔدا‬gelmiç [gelmeç] ‫ ﮔﻠﻣﭻ‬gerçi
[gerçe] ‫ ﮔرﭼﮫ‬gerdan [gerden/gerdān] ‫ ﮔردن‬/‫ ﮔرادن‬gerdaniye [gerdānīye] ‫ ﮔرادﻧﯾﮫ‬gerdek [gerdek]
‫ ﮔردک‬gergedan [kergeden] ‫ ﮐرﮔدن‬gergef [gergū] ‫ ﮔرﮔو‬geriz [gorīz] ‫ ﮔرﯾز‬geveze [gep zeden] ‫زدن‬
‫ ﮔپ‬gevher [govher] ‫ ﮔوھر‬gez [gez] ‫ ﮔز‬gezi [gezī] ‫ ﮔزی‬giranbaha [girānbehā] ‫ ﮔراﻧﺑﮭﺎ‬girdap
[girdāb] ‫ ﮔرداب‬girift [girift] ‫ ﮔرﻓت‬giriftar [giriftār] ‫ ﮔرﻓﺗﺎر‬giriftzen [giriftzen] ‫ ﮔرﻓﺗزن‬girizgâh
[gorīzgāh] ‫ ﮔرﯾزﮔﺎه‬gonca [ğonçe] ‫ ﻏﻧﭼﮫ‬gözde [gozīde] ‫ ﮔزﯾده‬güderi [gūderī] ‫ﮔودری ﮔودری ﺧﺎﻧﮫ‬
[gūderīḫāne [güderihane güdük [kūdek] ‫ ﮐودک‬güfte [gofte] ‫[ ﮔﻔﺗﮫ ﮔوھر ﭼﻠﮫ‬govherçille [güherçile
gül [gol] ‫ ﮔل‬gülabdan [golabdān] ‫ ﮔﺎﻟﺑدان‬gülbahar [golbehār] ‫[ ﮔﻠﺑﮭﺎر ﮔل ﺑﺎﻧﮓ‬golbāng [gülbank
gülbeşeker [golbeşeker] ‫ ﮔﻠﺑﺷﮑر‬güldeste [goldeste] ‫[ ﮔﻠدﺳﺗﮫ ﮔل ﮔﻠﯽ‬golgolī [gülgüli gülistan
[golistān] ‫ ﮔﻠﺳﺗﺎن‬güllaç [golāc/golānc] ‫ ﮔواﻟﻧﺞ\ ﮔﺎﻟﺞ‬gülşen [golşen] ‫ ﮔﻠﺷن‬gümrah [gomrāh] ‫ﮔﻣراه‬
günah [gonāh] ‫ ﮔﻧﺎه‬günahkâr [gonāhkār] ‫ ﮔﻧﺎھﮑﺎر‬13 gürbüz [gorboz] ‫ ﮔرﺑز‬Gürcü [gorcī] ‫ﮔرﺟﯽ‬
güruh [gorūh] ‫ ﮔروه‬gürz [gorz] ‫ ﮔرز‬güya [gūyā] ‫ ﮔوﯾﺎ‬güzaf [gozāf] ‫ ﮔزاف‬güzergâh [gozergāh]
‫ ﮔذرﮔﺎه‬güzeşte [gozeşte] ‫ ﮔذﺷﺗﮫ‬güzide [gozīde] ‫ ﮔزﯾده‬hab [hāb] ‫ ﺧواب‬hafta [hefte] ‫ ھﻔﺗﮫ‬hâk [ḫāk]
‫ ﺧﺎک‬hâkî [ḫākī] ‫ ﺧﺎﮐﯽ‬halile [helīle] ‫ ھﻠﯾﻠﮫ‬ham [ḫām] ‫ ﺧﺎم‬han [ḫān] ‫ ﺧﺎن‬handan [ḫendān] ‫ﺧﻧدان‬
hande [ḫende] ‫ ﺧﻧده‬hane [ḫāne] ‫ ﺧﺎﻧﮫ‬hanedan [ḫāndān] ‫ ﺧﺎﻧدان‬hanende [ḫānende] ‫ ﺧواﻧﻧده‬hankah
[ḫānegāh] ‫ ﺧﺎﻧﮕﺎه‬hanuman [ḫānemān] ‫ ﺧﺎﻧﻣﺎن‬hara [ḫerā] ‫ ﺧرا‬hare [ḫāre] ‫ ﺧﺎره‬harman [ḫermen]
‫ ﺧرﻣن‬hasta [ḫeste] ‫[ ﺧﺳﺗﮫ ﺧﺳﺗﮫ ﺧﺎﻧﮫ‬ḫesteḫāne [hastane havan [hāven] ‫ ھﺎون‬havlıcan [ḫūlencān]
‫ ﺧوﻟﻧﺟﺎن‬havuç [hevīc] ‫ ھوﯾﺞ‬havut [hoveyd] ‫ ھوﯾد‬haya [ḫāye] ‫[ ﺧﺎﯾﮫ ھﺎی ھوی‬hāyehūy [hayhuy hayli
[ḫeyālī] ‫ ﺧﯾﺎﻟﯽ‬hazan [ḫezān] ‫[ ﺧزان ﺧزان دﯾده‬ḫezāndīde [hazandide hele [hele] ‫ ھﻠﮫ‬hem [hem] ‫ھم‬
‫[ ھم درد‬hemderd [hemdert hemen [hemān] ‫ ھﻣﺎن‬hempa [hempā] ‫ ھﻣﭘﺎ‬hemşehri [hemşehrī]
‫ ھﻣﺷﮭری‬hemşire [hemşīre] ‫[ ھﻣﺷﯾره ھﻣﺷﯾره زاده‬hemşīrezāde [hemşirezade hemzemin
[hemzemīn] ‫ ھﻣزﻣﯾن‬hengâm [hengām] ‫ ھﻧﮕﺎم‬hengâme [hengāme] ‫ ھﻧﮕﺎﻣﮫ‬henüz [henūz] ‫ ھﻧوز‬hep
[heme] ‫ ھﻣﮫ‬her [her] ‫ ھر‬hercai [hercāī] ‫[ ھرﺟﺎﯾﯽ ھرج و ﻣرج‬hercomerc [hercümerç hergele
[ḫergele] ‫ ﺧرﮔﻠﮫ‬herkes [herkes] ‫ ھرﮐس‬herze [herze] ‫ ھرزه‬hevenk [āveng] ‫ آوﻧﮓ‬hezaren
[hezerān] ‫[ ھزران ﺧرده وات‬ḫordevat [hırdavat hışım [ḫeşm] ‫ ﺧﺷم‬hıyaban [ḫiyābān] ‫ ﺧﯾﺎﺑﺎن‬hıyar
[ḫiyār] ‫ ﺧﯾﺎر‬hıyarşembe [ḫiyārşembe] ‫ ﺧﯾﺎرﺷﻧﺑﮫ‬hiç [hīç] ‫ ھﯾﭻ‬hidiv [ḫidīv] ‫ ﺧدﯾو‬Hindu [hendū] ‫ھﻧدو‬
14 hoca [ḫāce] ‫[ ﺧواﺟﮫ ﺧود ﺑﮫ ﺧود‬ḫodbeḫod [hodbehot hodbin [ḫodbīn] ‫ ﺧودﺑﯾن‬hodkâm [ḫodkām]
‫ ﺧودﮐﺎم‬hodpesent [ḫodpesend] ‫ ﺧودﭘﺳﻧد‬hor [ḫor] ‫ ﺧور‬horanta [ḫorende] ‫ ﺧورﻧده‬Horasan [ḫorāsān]
‫ ﺧراﺳﺎن‬Horasani [ḫorāsānī] ‫ ﺧراﺳﺎﻧﯽ‬horoz [ḫorūs] ‫ ﺧروس‬hoş [ḫoş] ‫[ ﺧوش ﺧوش آب‬ḫoşāb [hoşaf
hoşnut [ḫoşnūd] ‫ ﺧﺷﻧود‬humbara [ḫompāre] ‫[ ﺧﻣﭘﺎره ﺧﻣﭘﺎره ﺧﺎﻧﮫ‬ḫompāreḫāne [humbarahane hun
[ḫun] ‫ ﺧون‬hunhar [ḫunḫār] ‫ ﺧوﻧﺧوار‬hunriz [ḫūnrīz] ‫ ﺧوﻧرﯾز‬hurda [ḫorde] ‫[ ﺧرده ﺧرده ﺧش‬ḫordeḫeş
[hurdahaş hurma [ḫormā] ‫ ﺧرﻣﺎ‬huruşan [ḫorūşān] ‫ ﺧروﺷﺎن‬huy [ḫūy] ‫ ﺧوی‬Hüda [ḫodā] ‫ ﺧدا‬Hüma
[homā] ‫ ھﻣﺎ‬hümayun [homayūn] ‫ ھﻣﺎﯾون‬hüner [honer] ‫ ھﻧر‬hünkâr [ḫūnkār] ‫ ﺧوﻧﮑﺎر‬hüveyda
[hoveydā] ‫ ھوﯾدا‬ibrik [ebriḳ] ‫ اﺑرﯾق‬ibrişim [ebrīşem] ‫ اﺑرﯾﺷم‬İsfahan [esfehān] ‫ اﺻﻔﮭﺎن‬iğdiş [ikdeş]
‫ اﯾﮑدش‬incir [encīr] ‫ اﻧﺟﯾر‬isfendan [esfendān] ‫ اﺳﻔﻧدان‬işkembe [şkembe] ‫ ﺷﮑﻣﺑﮫ‬işkence [şkence]
‫ ﺷﮑﻧﺟﮫ‬İzed [īzed] ‫ اﯾزد‬jale [jāle] ‫ ژاﻟﮫ‬kâgir [kārgīr] ‫ ﮐﺎرﮔﯾر‬kâğıt [kāğeẕ] ‫ ﮐﺎﻏذ‬kâh [kāh] ‫ ﮐﺎه‬kahraman
[ḳehremān] ‫ ﻗﮭرﻣﺎن‬kâhya [kedḫoda] ‫ ﮐدﺧدا‬kâkül [kākol] ‫ ﮐﺎﮐل‬kalender [ḳelender] ‫ ﻗﻠﻧدر‬kalenderî
[ḳelenderī] ‫ ﻗﻠﻧدری‬kalenderiye [ḳelenderīye] ‫ ﻗﻠﻧدرﯾﮫ‬kaltaban [keltebān] ‫ ﮐﻠﺗﺑﺎن‬kâm [kām] ‫ ﮐﺎم‬kâr
[kār] ‫ ﮐﺎر‬kârgir [kārgīr] ‫ ﮐﺎرﮔﯾر‬karpuz [ḫerboze] ‫ ﺧرﺑزه‬kâse [kāse] ‫ ﮐﺎﺳﮫ‬kâşane [kāşāne] ‫ﮐﺎﺷﺎﻧﮫ‬
kavga [ğovğa] ‫ ﻏوﻏﺎ‬kayısı [ḳeysī] ‫ ﻗﯾﺳﯽ‬kehkeşan [kehkeşān] ‫ ﮐﮭﮑﺷﺎن‬kehribar [kehrobā] ‫ ﮐﮭرﺑﺎ‬kel


[kel] ‫ ﮐل‬kelek [kālek] ‫ ﮐﺎﻟﮏ‬kelem [kelem] ‫ ﮐﻠم‬kelepçe [kelebçe] ‫ ﮐﻠﺑﭼﮫ‬kelepser [kelebser] ‫ﮐﻠﺑﺳر‬
kelle [kelle] ‫ ﮐﻠﮫ‬kem [kem] ‫ ﮐم‬15 keman [kemān] ‫ ﮐﻣﺎن‬kemane [kemāne] ‫ ﮐﻣﺎﻧﮫ‬kemani [kemānī]
‫ ﮐﻣﺎﻧﯽ‬kemankeş [kemānkeş] ‫ ﮐﻣﺎﻧﮑش‬kemençe [kemānçe] ‫ ﮐﻣﺎﻧﭼﮫ‬kement [kemend] ‫ ﮐﻣﻧد‬kemer
[kemer] ‫ ﮐﻣر‬kemha [kemḫa] ‫ ﮐﻣﺧﺎ‬kenar [kenār] ‫ ﮐﻧﺎر‬kene [kene] ‫ ﮐﻧﮫ‬kengel [kenger] ‫ ﮐﻧﮕر‬kenger
[kenger] ‫ ﮐﻧﮕر‬kepaze [kebbāde] ‫ ﮐﺑﺎده‬kepçe [kefçe] ‫ ﮐﻔﭼﮫ‬ker [ker] ‫ ﮐر‬kereste [kerāste] ‫ﮐراﺳﺗﯽ‬
kereviz [kerefs] ‫ ﮐرﻓس‬kerhane [kārḫāne] ‫ ﮐﺎرﺧﺎﻧﮫ‬keriz [kārīz] ‫ ﮐﺎرﯾز‬kervan [kārvān] ‫ﮐﺎروان ﮐﺎروان‬
‫[ ﺳرا‬kārvānserā [kervansaray kese [kīse] ‫[ ﮐﯾﺳﮫ ﮐﯾﺳﮫ دار‬kīsedār [kesedar keş [keş] ‫ ﮐش‬keş [keş]
‫ ﮐش‬keşide [keşīde] ‫ ﮐﺷﯾده‬keşiş [keşīş] ‫[ ﮐﺷﯾش ﮐﺷﯾش ﺧﺎﻧﮫ‬keşīşḫāne [keşişhane keşke [kāşkī] ‫ﮐﺎﺷﮑﯽ‬
keşkek [keşkek] ‫ ﮐﺷﮑﮏ‬keşki [kāşkī] ‫ ﮐﺎﺷﮑﯽ‬keşkül [keşkūl] ‫ ﮐﺷﮑول‬keşmekeş [keşmekeş] ‫ﮐﺷﻣﮑش‬
kethüda [kedḫodā] ‫ ﮐدﺧدا‬kevel [kebel] ‫ ﮐﺑل‬kevgir [kefgīr] ‫ ﮐﻔﮕﯾر‬kezzap [tīzāb] ‫ ﺗﯾزاب‬ki [ke] ‫ ﮐﮫ‬kil
[gıl] ‫ ﮔل‬kildan [goldān] ‫ ﮔﻠدان‬kiler [kelār] ‫ ﮐﺎﻟر‬kilermeni [gıl-e ermeni] ‫ ارﻣﻧﯽ ﮔل‬kilim [gilīm] ‫ ﮔﻠﯾم‬kilit
[kelīd] ‫ ﮐﻠﯾد‬kin [kīn] ‫[ ﮐﯾن ﮐﯾﻧﮫ دار‬kīndār [kindar kirde [gırde] ‫ ﮔرده‬kireç [gereç] ‫ ﮔرچ‬kişmiş [kişmiş]
‫ ﮐﺷﻣش‬kişniş [kişniş] ‫ ﮐﺷﻧش‬koz [govz/gavz] ‫ ﮔوز‬koza [ğūze] ‫ ﻏوزه‬köfte [kofte] ‫ﮐوﻓﺗﮫ ﮐوﻓﺗﮫ ﺧور‬
[kofteḫor [köftehor köfter [kefter] ‫ ﮐﻔﺗر‬köhne [kohne] ‫ ﮐﮭﻧﮫ‬kök [kūk] ‫ ﮐوک‬kömüş [gāvmīş] ‫ﮔﺎوﻣﯾش‬
kör [kūr] ‫ ﮐور‬köre [kūre] ‫ ﮐوره‬kös [kūs] ‫ ﮐوس‬köse [kūse] ‫ ﮐوﺳﮫ‬kösele [gūsāle] ‫ ﮔوﺳﺎﻟﮫ‬köşe [gūşe]
‫[ ﮔوﺷﮫ ﮔوﺷﮫ ﺑﻧد‬gūşebend [köşebent köşk [kūşk] ‫ ﮐوﺷﮏ‬16 köşker [kefşger] ‫ ﮐﻔﺷﮕر‬kötek [kotek]‫ﮐﺗﮏ‬
köy [kūy] ‫ ﮐوی‬kûçe [kūçe] ‫ ﮐوﭼﮫ‬kûhi [kūhī] ‫ ﮐوھﯽ‬kulübe [kolbe] ‫ ﮐﻠﺑﮫ‬kumbara [ḫompāre] ‫ﺧﻣﭘﺎره‬
‫[ ﺧﻣﭘﺎره ﺧﺎﻧﮫ‬ḫompāreḫāne [kumbarahane kumru [ḳomrī] ‫ ﻗﻣری‬kunt [kond] ‫ ﮐﻧد‬kurnaz [kornās]
‫ ﻗرﻧﺎس‬kükürt [gūgerd] ‫ ﮔوﮔرد‬külah [kolāh] ‫ ﮐﺎﻟﮫ‬külçe [kūlīçe] ‫ ﮐوﻟﯾﭼﮫ‬külhan [golḫān] ‫ ﮔﻠﺧﺎن‬külhani
[golḫānī] ‫ ﮔﻠﺧﺎﻧﯽ‬külünk [koleng] ‫ ﮐﻠﻧﮓ‬kümbet [gonbed] ‫ ﮔﻧﺑد‬küncü [konced] ‫ ﮐﻧﺟد‬künde [kondek]
‫ ﮐﻧده‬künk [kūnek] ‫ ﮐوﻧﮏ‬küspe [kūsbe] ‫ ﮐوﺳﺑﮫ‬küstah [gostāḫ] ‫ ﮔﺳﺗﺎخ‬küşade [goşāde] ‫ ﮔﺷﺎده‬küşat
[goşād] ‫ ﮔﺷﺎد‬küşayiş [goşāyeş] ‫ ﮔﺷﺎﯾش‬laciverdî [lāciverdī] ‫ اﻟﺟوردی‬lacivert [lāciverd] ‫ اﻟﺟورد‬laden
[lāden] ‫[ اﻟدن ﯾﺎد دﺳت‬yāddest [lades laf [laf] ‫[ اﻟف اﻟف زن‬lāfzen [lafazan ‫[ اﻟف ﮔزاف‬lāfugozaf
[lafügüzaf lagar [lāğer] ‫ اﻟﻐر‬laklak [leḳleḳ/leklek] ‫ ﻟﮑﻠﮏ\ﻟﻘﻠق‬lal [lāl] ‫ اﻟل‬lala [lālā] ‫ اﻻل‬lale [lāle] ‫ﷲ ﷲ‬
‫[ زار‬lālezār [lalezar lalüebkem [lāl-i ebkem] ‫ اﺑﮑم اﻟل‬lapçın [lāpçīn] ‫ اﻟﭘﭼﯾن‬laşe [lāşe] ‫ اﻟﺷﮫ‬lavaş
[levāş] ‫ ﻟواش‬lebalep [lebāleb] ‫ ﻟﺑﺎﻟب‬lebiderya [leb-i deryā] ‫ ﻟﺑدرﯾﺎ‬leblebi [leblebū] ‫ ﻟﺑﻠﺑو‬leğen [legen]
‫ ﻟﮕن‬leke [leke] ‫ ﻟﮑﮫ‬lenger [lenger] ‫ ﻟﻧﮕر‬lep [leb] ‫ ﻟب‬lerzan [lerzān] ‫ ﻟرزان‬lerze [lerze] ‫ ﻟرزه‬leş [lāş]
‫ اﻟش‬leşker [leşker] ‫ ﻟﺷﮑر‬levendane [levendāne] ‫ ﻟوﻧداﻧﮫ‬levent [levend] ‫[ ﻟوﻧد ﻟﮏ ﻟﮏ‬leklek [leylek
lime [līme] ‫ ﻟﯾﻣﮫ‬Lor [lor] ‫ ﻟر‬lük [lūk] ‫ ﻟوک‬lüle [lūle] ‫ ﻟوﻟﮫ‬madara [mādāra] ‫ ﻣﺎدرا‬mader [māder] ‫ﻣﺎدر‬
‫[ ﻣﺎدر ﺷﺎھﯽ‬māderşāhī [maderşahi ‫[ ﻣﺎدر زاد‬māderzād [maderzat ‫[ ﻣدره ﺑﺎز‬modrebāz [madrabaz
17 mahiye [māhiye] ‫ ﻣﺎھﯾﮫ‬mahur [māhur] ‫ ﻣﺎھور‬mahya [māhyā] ‫ ﻣﺎھﯾﺎ‬mala [māle] ‫ ﻣﺎﻟﮫ‬marpuç
[mārpīç] ‫ ﻣﺎرﭘﯾﭻ‬marsıvan [merzbān] ‫ ﻣرزﺑﺎن‬maş [māş] ‫ ﻣﺎش‬maşa [māşe] ‫ ﻣﺎﺷﮫ‬mat [māt] ‫ ﻣﺎت‬maya
[māye] ‫ ﻣﺎﯾﮫ‬mayhoş [meyḫoş] ‫[ ﻣﯾﺧوش ﻣﺎه ﺗﺎب‬māhtāb [maytap mazı [māzū] ‫ ﻣﺎزو‬meğer [meger]
‫[ ﻣﮕر ﻣﮕر ﮐﮫ‬megerke [meğerki mehtap [mehtāb] ‫ ﻣﮭﺗﺎب‬mehter [mehter] ‫ ﻣﮭﺗر‬mehteran
[mehterān] ‫[ ﻣﮭﺗران ﻣﮭﺗر ﺧﺎﻧﮫ‬mehterḫāne [mehterhane mekik [mekūk] ‫ ﻣﮑوک‬mendebur
[mendebūr] ‫ ﻣﻧدﺑور‬menekşe [benefşe] ‫ ﺑﻧﻔﺷﮫ‬menent [manend] ‫ ﻣﺎﻧﻧد‬meneviş [meneviş] ‫ﻣﻧوﯾش‬
menteşe [bendkeşe] ‫ ﺑﻧدﮐﺷﮫ‬mercanköşk [merzengūş] ‫ ﻣرزﻧﮕوش‬mercimek [mercimek] ‫ﻣرﺟﻣﮏ‬
merdane [merdāne] ‫ ﻣرداﻧﮫ‬merdikıpti [merd-e kıptī] ‫ ﻗﺑطﯽ ﻣرد‬merdiven [nerdebān] ‫ﻧردﺑﺎن ﻣردم ﮔرﯾز‬
[merdomgorīz [merdumgiriz mert [merd] ‫ ﻣرد‬merzengûş [merzengūş] ‫ ﻣرزﻧﮕوش‬mest [mest]
‫ ﻣﺳت‬mestane [mestāne] ‫ ﻣﺳﺗﺎﻧﮫ‬meşe [bīşe] ‫ ﺑﯾﺷﮫ‬meşin [meşīn] ‫ ﻣﺷﯾن‬mey [mey] ‫ ﻣﯽ‬meyan
[meyān] ‫ ﻣﯾﺎن‬meyan [meyān] ‫ ﻣﯾﺎن‬meyane [meyāne] ‫ ﻣﯾﺎﻧﮫ‬meyhane [meyḫāne] ‫ ﻣﯾﺧﺎﻧﮫ‬meyve
[mīyve] ‫[ ﻣﯾوه ﻣﯾوه دار‬mīyvedār [meyvedar ‫[ ﻣﯾوه ﺧوﺷﮏ‬mīyveḫoşk [meyvehoş meze [meze] ‫ﻣزه‬
mıh [miḫ] ‫ ﻣﯾﺦ‬mihman [mihmān] ‫ ﻣﮭﻣﺎن‬mihmandar [mihmāndār] ‫ ﻣﮭﻣﺎﻧدار‬mihrace [mihrāce] ‫ﻣﮭراﺟﮫ‬
mine [mīnā] ‫ ﻣﯾﻧﺎ‬mintan [nīmten] ‫ ﻧﯾﻣﺗن‬mir [mīr] ‫ ﻣﯾر‬mirî [mīrī] ‫ ﻣﯾری‬mirza [mīrzā] ‫ ﻣﯾرزا‬mûbed
[movbed] ‫ ﻣوﺑد‬mum [mūm] ‫[ ﻣوم ﻣوم ﺧﺎﻧﮫ‬mūmḫāne [mumhane mumya [mūmyā] ‫ ﻣوﻣﯾﺎﯾﯽ‬murdar
[mordār] ‫ ﻣردار‬murt [mord] ‫ ﻣرد‬muşta [muşte] ‫ ﻣوﺷﺗﮫ‬muştu [mojde] ‫ ﻣژده‬mutaf [mūytāb] ‫ﻣوﯾﺗﺎب‬
müft [moft] ‫ ﻣﻔت‬mühre [mohre] ‫ ﻣﮭره‬18 ‫[ ﻣﮭره ﺳﻧﮓ‬mohreseng [mühresenk mühür [mohr] ‫ﻣﮭر‬
mühürdar [mohrdār] ‫ ﻣﮭردار‬müjde [mojde] ‫ ﻣژده‬müjgân [mojgān] ‫[ ﻣژﮔﺎن ﻣرده ﺳﻧﮓ‬mordeseng
[mürdesenk mürt [mord] ‫ ﻣرد‬mürver [mordber] ‫ ﻣردﺑر‬müslüman [moselmān] ‫ ﻣﺳﻠﻣﺎن‬nabekâr
[nābkār] ‫ ﻧﺎﺑﮑﺎر‬nacak [nāçeḫ] ‫ ﻧﺎﭼﺦ‬naçar [nāçār] ‫ ﻧﺎﭼﺎر‬naçiz [nāçīz] ‫ ﻧﺎﭼﯾز‬naçizane [nāçīzāne]



‫ ﻧﺎﭼﯾزاﻧﮫ‬nadan [nādān] ‫ ﻧﺎدان‬nadide [nādīde] ‫ ﻧﺎدﯾده‬nagehan [nāgehān] ‫ ﻧﺎﮔﮭﺎن‬nahoş [nāḫoş] ‫ﻧﺎﺧوش‬
nalan [nālān] ‫ ﻧﺎاﻟن‬nale [nāle] ‫[ ﻧﺎﻟﮫ ﻧﺎﻟﮫ ﮐﺎر‬nālekār [nalekâr nam [nām] ‫ ﻧﺎم‬namaz [nemāz] ‫ﻧﻣﺎز‬
namazgâh [nemāzgāh] ‫ ﻧﻣﺎزﮔﺎه‬namdar [nāmdār] ‫ ﻧﺎﻣدار‬name [nāme] ‫ ﻧﺎﻣﮫ‬namert [nāmerd] ‫ﻧﺎﻣرد‬
namıdiğer [nam-e dīger] ‫ دﯾﮕر ﻧﺎم‬namlu [nāmlū] ‫ ﻧﺎﻣﻠو‬namzet [nāmzed] ‫ ﻧﺎﻣزد‬nan [nān] ‫ﻧﺎن ﻧﺎن ﮐور‬
[nānkūr [nankör nar [nār] ‫ ﻧﺎر‬nardenk [nārdeng] ‫ ﻧﺎردﻧﮓ‬nardin [nārden] ‫ ﻧﺎردن‬narenciye
[nārencīye] ‫ ﻧﺎرﻧﺟﯾﮫ‬narenç [nārenc] ‫ ﻧﺎرﻧﺞ‬nargile [nārgile] ‫ ﻧﺎرﮔﻠﮫ‬narh [nerḫ] ‫ ﻧرخ‬narin [nārīn] ‫ﻧﺎرﯾن‬
narven [nārven] ‫ ﻧﺎرون‬naz [nāz] ‫ ﻧﺎز‬nazenin [nāzenīn] ‫ ﻧﺎزﻧﯾن‬nazik [nāzok] ‫ ﻧﺎزک‬nazikâne
[nāzikāne] ‫ ﻧﺎزﮐﺎﻧﮫ‬neft [neft] ‫ ﻧﻔت‬neftî [neftī] ‫ ﻧﻔﺗﯽ‬nekes [nākes] ‫ ﻧﺎﮐس‬ne…ne… [ne…
ne…] ....‫ ﻧﮫ‬.... ‫ ﻧﮫ‬nem [nem] ‫ ﻧم‬nergis [nergıs] ‫ ﻧرﮔس‬neşter [nīşter] ‫ ﻧﯾﺷﺗر‬neva [nevā] ‫ ﻧوا‬nevaziş
[nevāzış] ‫ ﻧوازش‬nevbahar [novbehār] ‫ ﻧوﺑﮭﺎر‬nevmit [nāomīd] ‫ ﻧﺎاﻣﯾد‬nevruz [novrūz] ‫ ﻧوروز‬nevzat
[novzād] ‫ ﻧوزاد‬ney [ney] ‫[ ﻧﯽ ﻧﯽ ﭼﮫ‬neyçe [neyçe ‫[ ﻧﯽ زن‬neyzen [neyzen nezt [nezd] ‫ ﻧزد‬nihale
[nehāle] ‫ ﻧﮭﺎﻟﮫ‬nihan [nehān] ‫ ﻧﮭﺎن‬nihavent [nehāvend] ‫ ﻧﮭﺎوﻧد‬nikbin [nīkbīn] ‫ ﻧﯾﮑﺑﯾن‬19 ‫ﻧﯾﮏ رﯾز‬
[nīkrīz [nikriz nilüfer [nīlūfer] ‫ ﻧﯾﻠوﻓر‬nim [nīm] ‫ ﻧﯾم‬nirengi [nirengī] ‫ ﻧرﻧﮕﯽ‬nişaburek [nīşābūrek]
‫ ﻧﯾﺷﺎﺑورک‬nişadır [nişādor] ‫ ﻧﺷﺎدر‬nişan [nişān] ‫ ﻧﺷﺎن‬nişane [nişāne] ‫[ ﻧﺷﺎﻧﮫ ﻧﺷﺎن ﮔﺎه‬nişāngāh
[nişangâh nişasta [nişāste] ‫ ﻧﺷﺎﺳﺗﮫ‬niyaz [nīyāz] ‫ ﻧﯾﺎز‬nohudi [noḫūdī] ‫ ﻧﺧودی‬nohut [noḫūd] ‫ﻧﺧود‬
numune [nemūne] ‫ ﻧﻣوﻧﮫ‬nühüft [nohoft] ‫ ﻧﮭﻔت‬nümayiş [nemāyış] ‫ ﻧﻣﺎﯾش‬nümayişkâr [nemāyışkār]
‫ ﻧﻣﺎﯾﺷﮑﺎر‬orospu [rūspī] ‫ روﺳﭘﯽ‬oruç [rūze] ‫ روزه‬pabuç [pāpūş] ‫ ﭘﺎﭘوش‬paça [pāçe] ‫ ﭘﺎﭼﮫ‬padişah
[pādeşāh] ‫ ﭘﺎدﺷﺎه‬padişahi [pādeşāhī] ‫ ﭘﺎدﺷﺎھﯽ‬pafta [bāfte] ‫ ﺑﺎﻓﺗﮫ‬pah [pāḫ] ‫ ﭘﺎخ‬paha [behā] ‫ ﺑﮭﺎ‬pak
[pāk] ‫ ﭘﺎک‬palan [pālān] ‫ ﭘﺎاﻟن‬palas [pelās] ‫[ ﭘﺎﻟس ﭘﺎﻟس ﭘﺎره‬pelāspāre [palaspare paldım [pāldom]
‫ ﭘﺎﻟدم‬pamuk [penbe] ‫ ﭘﻧﺑﮫ‬panzehir [pādzehr] ‫ ﭘﺎدزھر‬para [pāre] ‫ ﭘﺎره‬parça [pārçe] ‫ ﭘﺎرﭼﮫ‬pare [pāre]
‫ ﭘﺎره‬pars [pārs] ‫ ﭘﺎرس‬parsa [pārse] ‫ ﭘﺎرﺳﮫ‬payan [pāyān] ‫ ﭘﺎﯾﺎن‬payanda [pāyende] ‫ ﭘﺎﯾﻧده‬paye [pāye]
‫ ﭘﺎﯾﮫ‬payidar [pāydār] ‫ ﭘﺎﯾدار‬payitaht [pāyteḫt] ‫ ﭘﺎﯾﺗﺧت‬pazar [bāzār] ‫ ﺑﺎزار‬pazı [bāzū] ‫ ﺑﺎزو‬pazubent
[bāzūbend] ‫ ﺑﺎزوﺑﻧد‬pazvant [pāsbān] ‫ ﭘﺎﺳﺑﺎن‬peder [peder] ‫ ﭘدر‬pederane [pederāne] ‫ﭘدراﻧﮫ‬
pederşahi [pederşāhī] ‫ ﭘدرﺷﺎھﯽ‬pehlevî [pehlevī] ‫ ﭘﮭﻠوی‬pehlivan [pehlivān] ‫ ﭘﮭﻠوان‬pehlivanane
[pehlivānāne] ‫[ ﭘﮭﻠواﻧﺎﻧﮫ ﺑﮫ ﺑﮫ‬behbeh [pehpeh pejmürde [pejmurde] ‫ ﭘژﻣرده‬pelenk [peleng] ‫ﭘﻠﻧﮓ‬
pelesenk [pārseng] ‫ ﭘﺎرﺳﻧﮓ‬pelte [pālūde] ‫ ﭘﺎﻟوده‬pembe [penbe] ‫[ ﭘﻧﺑﮫ ﭘﻧﺑﮫ زار‬penbezār [pembezar
pencere [pencere] ‫[ ﭘﻧﺟره ﭘﻧﺞ و ﯾﮏ‬pencuyek [pencik ‫[ ﭘﻧﺞ و دو‬pencudo [pencüdü ‫ﭘﻧﺞ و ﺳﮫ‬
[pencuse [pencüse ‫[ ﭘﻧﺞ و ﯾﮏ‬pencuyek [pencüyek pençe [pence] ‫ ﭘﻧﺟﮫ‬20 pençgâh [pencgāh]
‫ ﭘﻧﺟﮕﺎه‬pendname [pendnāme] ‫ ﭘﻧدﻧﺎﻣﮫ‬perakende [perākende] ‫ ﭘراﮐﻧده‬perçem [perçem] ‫ ﭘرﭼم‬perçin
[perçīn] ‫ ﭘرﭼﯾن‬perdah [perdāḫt] ‫ ﭘرداﺧت‬perde [perde] ‫[ ﭘرده ﭘرده دار‬perdedār [perdedar peren
[peren] ‫ ﭘرن‬perende [perende] ‫ ﭘرﻧده‬perestiş [perestış] ‫ ﭘرﺳﺗش‬perestişkâr [perestışkār] ‫ﭘرﺳﺗﺷﮑﺎر‬
pergel [pergār] ‫ ﭘرﮔﺎر‬perhiz [perhīz] ‫ ﭘرھﯾز‬perhizkâr [perhīzkār] ‫ ﭘرھﯾزﮐﺎر‬peri [perī] ‫ ﭘری‬perişan
[perīşān] ‫ ﭘرﯾﺷﺎن‬persenk [parseng] ‫ ﭘﺎرﺳﻧﮓ‬perşembe [pencşembe] ‫ ﭘﻧﺟﺷﻣﺑﮫ‬perva [pervā] ‫ﭘروا‬
pervane [pervāne] ‫ ﭘرواﻧﮫ‬pervaz [pervāz] ‫ ﭘرواز‬pervin [pervīn] ‫ ﭘروﯾن‬pes [bes] ‫ ﺑس‬pest [pest] ‫ﭘﺳت‬
‫[ ﭘﺳت ﭘﺎﯾﮫ‬pestpāye [pespaye ‫[ ﭘﯾﮫ ﺳوز‬pīhsūz [pesüs peş [pes] ‫ ﭘس‬peş [pīş] ‫ ﭘﯾش‬peşin [pīşīn] ‫ﭘﯾﺷﯾن‬
peşinat [pīşīnāt] ‫ ﭘﯾﺷﯾﻧﺎت‬peşinen [pīşīnen] ‫ ﭘﯾﺷﯾﻧﺎ‬peşkeş [pīşkeş] ‫ ﭘﯾﺷﮑش‬peşkir [pīşgīr] ‫ﭘﯾﺷﮕﯾر‬
peşrev [pīşrū] ‫[ ﭘﯾﺷرو ﭘﯾش ﺗﺧﺗﮫ‬pīşteḫte [peştahta peştamal [poştmal] ‫ ﭘﺷﺗﻣﺎل‬Peştu [peştū] ‫ ﭘﺷﺗو‬pey
[pey] ‫ ﭘﯽ‬peyapey [peyāpey] ‫ ﭘﯾﺎﭘﯽ‬peyda [peydā] ‫ ﭘﯾدا‬peyderpey [peyderpey] ‫ ﭘﯾدرﭘﯽ‬peygamber
[peyğember] ‫ ﭘﯾﻐﻣﺑر‬peygamberane [peyğemberāne] ‫ ﭘﯾﻐﻣﺑراﻧﮫ‬peygambervari [peyğembervārī]
‫ ﭘﯾﻐﻣﺑرواری‬peyk [peyk] ‫ ﭘﯾﮏ‬peyke [pāygāh] ‫ ﭘﺎﯾﮕﺎه‬peynir [penīr] ‫[ ﭘﻧﯾر ﭘﻧﯾر ﺧﺎﻧﮫ‬penīrḫāne
[peynirhane peyrev [peyrov] ‫ ﭘﯾرو‬pezevenk [pejvend] ‫ ﭘژوﻧد‬pıhtı [poḫte] ‫ ﭘﺧﺗﮫ‬pırazvana
[berāzban] ‫ ﺑرازﺑﺎن‬piç [pīç] ‫[ ﭘﯾﭻ ﭘﯽ ﺟﺎﻣﮫ\ ﭘﯾژاﻣﮫ‬peycāme [pijama pilav [polov] ‫ ﭘﻠو‬pinhan [penhān]
‫ ﭘﻧﮭﺎن‬pir [pīr] ‫[ ﭘﯾر ﭘﯾر ﻓﺎﻧﯽ‬pīrifānī [pirifâni pirinç [birinc] ‫ ﺑرﻧﺞ‬pirinç [birinc] ‫ ﺑرﻧﺞ‬pirüpak [pīrupāk]
‫ ﭘﯾروﭘﺎک‬pişdar [poştdār] ‫[ ﭘﺷﺗدار ﭘﯾﺷﮫ ﮐﺎر‬pīşekār [pişekâr pişman [peşīmān] ‫ ﭘﺷﯾﻣﺎن‬pişmaniye
[peşmek] ‫ ﭘﺷﻣﮏ‬21 piyade [piyāde] ‫ ﭘﯾﺎده‬piyale [piyāle] ‫ ﭘﯾﺎﻟﮫ‬piyaz [piyāz] ‫ ﭘﯾﺎز‬polat [pūlād] ‫ﭘواﻟد‬
post [pūst] ‫ ﭘوﺳت‬postal [postgıl] ‫[ ﭘﺳﺗﮕل ﭘوﺳت ﻧﺷﯾن‬postneşīn [postnişin poşu [pūşī] ‫ ﭘوﺷﯽ‬pota
[būte] ‫ ﺑوﺗﮫ‬pösteki [pestekī] ‫ ﭘﺳﺗﮑﯽ‬pul [pūl] ‫ ﭘول‬puşt [poşt] ‫ ﭘﺷت‬put [bot] ‫ ﺑت‬putperest [botperest]
‫ ﺑﺗﭘرﺳت‬pür [por] ‫ ﭘر‬pürüz [porz] ‫ ﭘرز‬rahne [reḫne] ‫ رﺧﻧﮫ‬raht [reḫt] ‫ رﺧت‬rahvan [rāhbān] ‫ راھﺑﺎن‬ram
[rām] ‫ رام‬rast [rāst] ‫ راﺳت‬rast [rāst] ‫ راﺳت‬rast [rāst] ‫ راﺳت‬rastık [rasteḫ] ‫ راﺳﺗﺦ‬ravent [rāvend]
‫ راوﻧد‬reçel [reçāl] ‫ رﭼﺎل‬reftiye [reftīye] ‫ رﻓﺗﯾﮫ‬reha [rehā] ‫ رھﺎ‬rehber [rehber] ‫ رھﺑر‬rencide [rencīde]



‫ رﻧﺟﯾده‬rençper [rencber] ‫ رﻧﺟﺑر‬rende [rende] ‫ رﻧده‬rengârenk [rengāreng] ‫ رﻧﮕﺎرﻧﮓ‬renk [reng] ‫رﻧﮓ‬
reva [revā] ‫ روا‬revan [revān] ‫ روان‬revani [revāni] ‫ رواﻧﯽ‬reviş [revış] ‫ روش‬rezene [rāzīyāne] ‫رازﯾﺎﻧﮫ‬
rıh [rīg] ‫ رﯾﮓ‬rıhdan [rīgdān] ‫ رﯾﮕدان‬rıhtım [rīḫtem] ‫ رﯾﺧﺗم‬rindane [rindāne] ‫ رﻧداﻧﮫ‬rint [rind] ‫رﻧد‬
rûberû [rūberū] ‫ روﺑرو‬rugan [rūğen] ‫ روﻏن‬rustai [rūstāyī] ‫ روﺳﺗﺎﯾﯽ‬ruz [rūz] ‫ روز‬ruznamçe
[rūznāmçe] ‫ روزﻧﺎﻣﭼﮫ‬ruzname [rūznāme] ‫ روزﻧﺎﻣﮫ‬ruzuşeb [rūz u şeb] ‫ ﺷب و روز‬rüsva [rosva] ‫رﺳوا‬
rüzgâr [rūzgār] ‫ روزﮔﺎر‬sade [sāde] ‫ ﺳﺎده‬sagar [ṣāğer] ‫ ﺻﺎﻏر‬sahte [sāḫte] ‫ﺳﺎﺧﺗﮫ ﺳﺎﺧﺗﮫ ﮐﺎر‬
[sāḫtekār [sahtekâr sahtiyan [sāḫteyān] ‫ ﺳﺎﺧﺗﯾﺎن‬salname [sālnāme] ‫ ﺳﺎﻟﻧﺎﻣﮫ‬santur [sentūr] ‫ﺳﻧﺗور‬
santuri [sentūri] ‫ ﺳﻧﺗوری‬saray [serāy] ‫ ﺳرای‬sarban [sārbān] ‫ ﺳﺎرﺑﺎن‬sarhoş [serḫoş] ‫ﺳرﺧوش‬
satranç [şeṭrenc] ‫ ﺷطرﻧﺞ‬saye [sāye] ‫ ﺳﺎﯾﮫ‬22 ‫[ ﺳﺎﯾﮫ ﺑﺎن‬sāyebān [sayeban ‫[ ﺳﺎﯾﮫ ﺑﺎن‬sāyebān
[sayvan saz [sāz] ‫ ﺳﺎز‬sazende [sāzende] ‫[ ﺳﺎزﻧده ﺳﺎز ﮐﺎر‬sāzkār [sazkâr sebayüdü [se ba do] ‫دو‬
‫ ﺑﺎ ﺳﮫ‬sebze [sebzi] ‫ ﺳﺑزه‬sebzevat [sebzīvāt] ‫[ ﺳﺑزﯾوات ﺳﮫ ﮔﺎه‬segāh [segâh seğmen [segbān] ‫ﺳﮕﺑﺎن‬
sehpa [se pāye] ‫ ﭘﺎﯾﮫ ﺳﮫ‬sekban [segbān] ‫ ﺳﮕﺑﺎن‬seme [seme] ‫ ﺳﻣﮫ‬semender [semender] ‫ﺳﻣﻧدر‬
sepet [sebed] ‫ ﺳﺑد‬ser [ser] ‫ ﺳر‬serap [serāb] ‫ ﺳراب‬serapa [ser tā pā] ‫[ ﭘﺎ ﺗﺎ ﺳر ﺳر آزاد‬serāzād
[serazat serbaz [serbāz] ‫ ﺳرﺑﺎز‬serbest [serbest] ‫ ﺳرﺑﺳت‬serbestî [serbestī] ‫[ ﺳرﺑﺳﺗﯽ ﺳر ﭼﯾن‬serçīn
[serçin serdar [serdār] ‫ ﺳردار‬serdümen [serdūmen] ‫ ﺳردوﻣن‬serencam [serencām] ‫ﺳراﻧﺟﺎم ﺳر ﮔرده‬
[sergerde [sergerde sergüzeşt [sergoẕeşt] ‫ ﺳرﮔذﺷت‬serhat [serḥed] ‫ ﺳرﺣد‬serkeş [serkeş] ‫ﺳرﮐش‬
serlehva [serlovḥe] ‫[ ﺳرﻟوﺣﮫ ﺳر ﻣﺎﯾﮫ‬sermāye [sermaye ‫[ ﺳر ﻣﺎﯾﮫ دار‬sermāyedār [sermayedar
sermest [sermest] ‫ ﺳرﻣﺳت‬sermestane [sermestāne] ‫ ﺳرﻣﺳﺗﺎﻧﮫ‬sermestî [sermestī] ‫ ﺳرﻣﺳﺗﯽ‬serpuş
[serpūş] ‫ ﺳرﭘوش‬sersem [sersām] ‫ ﺳرﺳﺎم‬serseri [serserī] ‫ ﺳرﺳری‬sert [serd] ‫ ﺳرد‬sertap [sertāb]
‫ ﺳرﺗﺎب‬serüven [servān] ‫ ﺳروان‬servi [serv] ‫[ ﺳرو ﺳر ﯾﺎور‬seryāver [seryaver serzeniş [serzenış]
‫ ﺳرزﻧش‬seyek [se yek] ‫ ﯾﮏ ﺳﮫ‬seylap [seylāb] ‫ ﺳﯾﺎﻟب‬seza [sezā] ‫ ﺳزا‬sille [sille] ‫ ﺳﯾﻠﮫ‬sim [sīm] ‫ﺳﯾم‬
sima [sīmā] ‫ ﺳﯾﻣﺎ‬simurg [sīmorğ] ‫ ﺳﯾﻣرغ‬sincabi [sencābī] ‫ ﺳﻧﺟﺎﺑﯽ‬sincap [sencāb] ‫ ﺳﻧﺟﺎب‬sine
[sīne] ‫ ﺳﯾﻧﮫ‬sini [sīnī] ‫ ﺳﯾﻧﯽ‬sipah [sipāh] ‫ ﺳﭘﺎه‬sipahi [sipāhī] ‫ ﺳﭘﺎھﯽ‬sipariş [sefārış] ‫ ﺳﻔﺎرش‬siper
[siper] ‫ ﺳﭘر‬sirke [sirke] ‫ ﺳرﮐﮫ‬sirkengebin [sirkengebīn] ‫ ﺳرﮐﻧﮕﺑﯾن‬sirmo [sīrmū] ‫ ﺳﯾرﻣو‬sitayiş
[setāyīş] ‫ ﺳﺗﺎﯾش‬sitayişkâr [setāyīşkār] ‫ ﺳﺗﺎﯾﺷﮑﺎر‬sitem [sitem] ‫ ﺳﺗم‬23 sitemkâr [sitemkār] ‫ﺳﺗﻣﮑﺎر‬
siyah [siyāh] ‫ ﺳﯾﺎه‬siyahi [siyāhī] ‫ ﺳﯾﺎھﯽ‬softa [sūḫte] ‫ ﺳوﺧﺗﮫ‬suntıraç [somterāş] ‫ ﺳﻣﺗراش‬supara [sī
pāre] ‫ ﭘﺎره ﺳﯽ‬suzeni [sūzenī] ‫ ﺳوزﻧﯽ‬suzidil [sūz-i dıl] ‫ دل ﺳوز‬suzidilara [sūz-i dıl ārā] ‫آرا ﺳوزدل‬
suzinak [sūznāk] ‫ ﺳوزﻧﺎک‬sülük [zelū/zālū] ‫ زاﻟو\زﻟو‬sümbül [sonbol] ‫ ﺳﻧﺑل‬sümbüli [sonbolī] ‫ﺳﻧﺑﻠﯽ‬
‫[ ﺳﻧﺑل ﺗﺑر‬sonbolteber [sümbülteber ‫[ ﺳﻧﺑﮫ\ﺳﻣﺑﮫ‬sombe [sünepe sürme [sorme] ‫ ﺳرﻣﮫ‬süsen [sūsen]
‫ ﺳوﺳن‬sütun [setūn] ‫ ﺳﺗون‬süvari [sevārī] ‫ ﺳواری‬şad [şād] ‫ ﺷﺎد‬şadırvan [şādrevān] ‫ ﺷﺎدروان‬şah
[şāh] ‫ ﺷﺎه‬şah [şāh] ‫ ﺷﺎه‬şahane [şāhāne] ‫ ﺷﺎھﺎﻧﮫ‬şahbaz [şāhbāz] ‫ ﺷﺎھﺑﺎز‬şahin [şāhīn] ‫ﺷﺎھﯾن‬
şahmeran [şāhmerān] ‫ ﺷﺎھﻣران‬şahmerdan [şāh-e merdān] ‫ ﻣردان ﺷﺎه‬şahniş [şāhnışīn] ‫ﺷﺎھﻧﺷﯾن‬
şahnişin [şāhnışīn] ‫ ﺷﺎھﻧﺷﯾن‬şahtere [şāhtere] ‫ ﺷﺎھﺗره‬şakirt [şāhgerd] ‫ ﺷﺎﮔرد‬şal [şāl] ‫ ﺷﺎل‬şalaki
[şālākī] ‫ ﺷﺎاﻟﮑﯽ‬şalgam [şelğem] ‫ ﺷﻠﻐم‬şali [şālī] ‫ ﺷﺎﻟﯽ‬şalvar [şelvār] ‫ ﺷﻠوار‬şayan [şāyān] ‫ﺷﺎﯾﺎن‬
şayeste [şāyeste] ‫ ﺷﺎﯾﺳﺗﮫ‬şayet [şāyed] ‫ ﺷﺎﯾد‬şeb [şeb] ‫ ﺷب‬şebboy [şeb būy] ‫ ﺑوی ﺷب‬şebiarus
[şeb-i ‘rūs] ‫ ﻋروس ﺷب‬şebiyelda [şeb-i yeldā] ‫ ﯾﻠدا ﺷب‬şebnem [şebnem] ‫ ﺷﺑﻧم‬şeftali [şeftālū] ‫ﺷﻔﺗﺎﻟو‬
‫[ ﺷﮫ ﺑﻧدر‬şehbender [şehbender şehir [şehr] ‫ ﺷﮭر‬şehname [şehnāme] ‫ ﺷﮭﻧﺎﻣﮫ‬şehnaz [şehnāz]
‫ ﺷﮭﻧﺎز‬şehriyâr [şehriyār] ‫ ﺷﮭرﯾﺎر‬şehzade [şehzāde] ‫ ﺷﮭزاده‬şeker [şeker] ‫ ﺷﮑر‬şekerpare
[şekerpāre] ‫ ﺷﮑرﭘﺎره‬şekerrenk [şekerreng] ‫ ﺷﮑررﻧﮓ‬şeş [şiş] ‫ ﺷش‬şeşcihar [şiş u çehār] ‫ﭼﮭﺎر و ﺷش‬
şeşper [şişper] ‫ ﺷﺷﭘر‬şeşüdü [şiş u do] ‫ دو و ﺷش‬şeşüse [şiş u se] ‫ ﺳﮫ و ﺷش‬şeşyek [şiş u yek] ‫ﯾﮏ‬
‫ و ﺷش‬şev [şīb] ‫ ﺷﯾب‬şeyda [şeydā] ‫ ﺷﯾدا‬şıp [şep] ‫ ﺷپ‬şıra [şīre] ‫ ﺷﯾره‬şikâr [şikār] ‫ ﺷﮑﺎر‬24
şikemperver [şikemperver] ‫ ﺷﮑﻣﭘرور‬şikeste [şikeste] ‫ ﺷﮑﺳﺗﮫ‬şimşir [şemşīr] ‫ ﺷﻣﺷﯾر‬şiraze [şīrāze]
‫ ﺷﯾرازه‬şirden [şīrdān] ‫ ﺷﯾردان‬şirin [şīrīn] ‫ ﺷﯾرﯾن‬şirpençe [şīrpençe] ‫ ﺷﯾرﭘﻧﺟﮫ‬şişe [şīşe] ‫ﺷﯾﺷﮫ ﺷﯾش ﺧﺎﻧﮫ‬
[şīşḫāne [şişhane şive [şive] ‫[ ﺷﯾوه ﺷﯾوه ﮐﺎر‬şivekār [şivekâr şom [şūm] ‫ ﺷوم‬şuh [şūḫ] ‫ ﺷوخ‬ta [tā] ‫ﺗﺎ‬
‫[ ﺗﺎب و ﺗوان‬tābutevān [tabütüvan Tacik [tācīk] ‫ ﺗﺎﺟﯾﮏ‬tafta [tāfte] ‫ ﺗﺎﻓﺗﮫ‬tahra [dehre] ‫ دھره‬taht [teḫt]
‫ ﺗﺧت‬tahta [teḫte] ‫[ ﺗﺧﺗﮫ ﺗﺧﺗﮫ ﭘوش‬teḫtepūş [tahtaboş tahtırevan [teḫt-e revān] ‫ روان ﺗﺧت‬tane [dāne]
‫ داﻧﮫ‬tarçın [dārçīn] ‫ دارﭼﯾن‬tarçıni [dārçīnī] ‫ دارﭼﯾﻧﯽ‬tarhana [terḫāne] ‫ ﺗرﺧﺎﻧﮫ‬tarumar [tārumār]
‫ ﺗﺎروﻣﺎر‬tasa [tāse] ‫ ﺗﺎﺳﮫ‬tav [tāv] ‫ ﺗﺎو‬tava [tāve] ‫ ﺗﺎوه‬tavhane [tāvḫāne] ‫ ﺗﺎوﺧﺎﻧﮫ‬tay [tāy] ‫ ﺗﺎی‬taya
[dāye] ‫ داﯾﮫ‬taze [tāze] ‫ ﺗﺎزه‬tazı [tāzī] ‫ ﺗﺎزی‬teber [teber] ‫ ﺗﺑر‬tebeşir [tebāşīr] ‫ ﺗﺑﺎﺷﯾر‬tef [def] ‫ دف‬tehi
[tohī] ‫ ﺗﮭﯽ‬tekâpu [tekāpū] ‫ ﺗﮑﺎﭘو‬temaşa [temāşā] ‫ ﺗﻣﺎﺷﺎ‬tembel [tenbel] ‫[ ﺗﻧﺑل ﺗﻧﺑل ﺧﺎﻧﮫ‬tenbelḫāne



[tembelhane tembul [tenbel] ‫ ﺗﻧﺑل‬ten [ten] ‫ ﺗن‬tendürüst [tendorost] ‫ ﺗﻧدرﺳت‬teneşir [tenşūyī] ‫ﺗﻧﺷوﯾﯽ‬
tenha [tenhā] ‫ ﺗﻧﮭﺎ‬terane [terāne] ‫ ﺗراﻧﮫ‬terazi [terāzū] ‫ ﺗرازو‬terazi [terāzū] ‫ ﺗرازو‬tere [tere] ‫ﺗره‬
terme [terme] ‫[ ﺗرﻣﮫ ﺗر و ﺗﺎزه‬terutāze [terütaze terzi [derzī] ‫[ درزی درزی ﺧﺎﻧﮫ‬derzīḫāne [terzihane
teskere [deskere] ‫ دﺳﮑره‬testere [dest-i ere] ‫ اره دﺳت‬testi [destī] ‫ دﺳﺗﯽ‬teşne [tışne] ‫ ﺗﺷﻧﮫ‬teşt [teşt]
‫ ﺗﺷت‬tez [tīz] ‫ ﺗﯾز‬tezene [tāziyāne] ‫ ﺗﺎزﯾﺎﻧﮫ‬tezgâh [destgāh] ‫[ دﺳﺗﮕﺎه دﺳﺗﮕﺎه دار‬destgāhdār [tezgâhtar
tığ [tīğ] ‫ ﺗﯾﻎ‬25 tığ [tīğ] ‫ ﺗﯾﻎ‬tımar [tīmār] ‫[ ﺗﯾﻣﺎر ﺗﯾﻣﺎر ﺧﺎﻧﮫ‬tīmārḫāne [tımarhane tırabzan [dārebzīn/
dārbezīn] ‫ دارﺑزﯾن‬tıraş [terāş] ‫ ﺗراش‬tiftik [teftīk] ‫ ﺗﻔﺗﯾﮏ‬tirendaz [tīrendāz] ‫ ﺗﯾراﻧداز‬tirit [tirīd] ‫ ﺗرﯾد‬tirşe
[terāşe] ‫ ﺗراﺷﮫ‬tiz [tīz] ‫ ﺗﯾز‬tohum [toḫm] ‫ ﺗﺧم‬tortu [dordī] ‫ دردی‬tömbeki [tenbākū] ‫ ﺗﻧﺑﺎﮐو‬tumturak
[ṭomṭorāḳ] ‫ طﻣطراق‬tun [tūn] ‫ ﺗون‬Turan [tūrān] ‫ ﺗوران‬Turani [tūrānī] ‫ ﺗوراﻧﯽ‬turfanda [tervende] ‫ﺗروﻧده‬
turp [terb] ‫ ﺗرب‬turşu [torşī] ‫ ﺗرﺷﯽ‬turuncu [torencī] ‫ ﺗرﻧﺟﯽ‬turunç [torenc] ‫ ﺗرﻧﺞ‬tüfek [tofeng] ‫ﺗﻔﻧﮓ‬
‫[ ﺗﻔﻧﮓ ﺧﺎﻧﮫ‬tofengḫāne [tüfekhane ‫[ دول ﺑﻧد‬dūlbend [tülbent ‫[ دول ﺑﻧد‬dūlbend [türban tüvana
[tevānā] ‫ ﺗواﻧﺎ‬umut [omīd] ‫ اﻣﯾد‬usta [ostā] ‫ اﺳﺗﺎ‬ustura [ostore] ‫ اﺳﺗره‬ümit [omīd] ‫ اﻣﯾد‬üstadane
[ostadāne] ‫ اﺳﺗﺎداﻧﮫ‬üstat [ostād] ‫ اﺳﺗﺎد‬vabeste [vābeste] ‫ واﺑﺳﺗﮫ‬vâlâ [vālā] ‫ واال‬vareste [vāreste]
‫ وارﺳﺗﮫ‬vaşak [veşeḳ] ‫ وﺷق‬viran [vīrān] ‫ وﯾران‬virane [vīrāne] ‫ وﯾراﻧﮫ‬ya [yā] ‫ ﯾﺎ‬yaban [yābān] ‫ﯾﺎﺑﺎن‬
yâd [yād] ‫ ﯾﺎد‬yadigâr [yādgār] ‫ ﯾﺎدﮔﺎر‬yafta [yāfte] ‫ ﯾﺎﻓﺗﮫ‬yağma [yeğmā] ‫ ﯾﻐﻣﺎ‬yahni [yeḫtī] ‫ ﯾﺧﻧﯽ‬yahut
[yāḫūd] ‫ ﯾﺎﺧود‬yalpa [yāl + pā] ‫ ﯾﺎل‬+ ‫ ﭘﺎ‬yâr [yār] ‫ ﯾﺎر‬yâran [yārān] ‫[ ﯾﺎران ﯾﺎری ده‬yārīdeh [yardak
yardım [yārī] ‫ ﯾﺎری‬yâren [yāren] ‫ ﯾﺎرن‬yasemin [yāsemīn] ‫ ﯾﺎﺳﻣﯾن‬yave [yāve] ‫ ﯾﺎوه‬yaver [yāver] ‫ﯾﺎور‬
ya… ya… [yā… yā…] ....‫ ﯾﺎ‬...‫ ﯾﺎ‬yegâh [yegāh] ‫ ﯾﮕﺎه‬yegân [yegān] ‫ ﯾﮕﺎن‬yegâne [yegāne] ‫ ﯾﮕﺎﻧﮫ‬yek
[yek] ‫[ ﯾﮏ ﯾﮏ ﻧﺳق‬yekneseḳ [yeknesak yekpare [yekpāre] ‫ ﯾﮑﭘﺎره‬yeksan [yeksān] ‫ ﯾﮑﺳﺎن‬yekta
[yektā] ‫ ﯾﮑﺗﺎ‬yelda [yeldā] ‫ ﯾﻠدا‬26 yeşim [yeşm] ‫ ﯾﺷم‬yezdan [yezdān] ‫ ﯾزدان‬zade [zāde] ‫زاده‬
zadegân [zādegān] ‫ زادﮔﺎن‬zampara [zenbāre] ‫ زﻧﺑﺎره‬zari zari [zārzār] ‫ زار زار‬zayiçe [zāyiçe]
‫ زاﯾﭼﮫ‬zeban [zebān] ‫ زﺑﺎن‬zebanzet [zebānzed] ‫ زﺑﺎﻧزد‬zebun [zebūn] ‫[ زﺑون زﺑون ﮐش‬zebūnkeş
[zebunküş zehir [zehr] ‫ زھر‬zelber [serbār]‫ ﺳرﺑﺎر‬zemberek [zenbūrek] ‫ زﻧﺑورک‬zemin [zemīn]
‫ زﻣﯾن‬zen [zen] ‫ زن‬zenci [zengī] ‫[ زﻧﮕﯽ زن دوﺳت‬zendūst [zendost zengin [sengīn] ‫ ﺳﻧﮕﯾن‬zenne
[zenāne] ‫ زﻧﺎﻧﮫ‬zer [zer] ‫ زر‬zerdali [zerdālū] ‫ زردآﻟو‬zerde [zerde] ‫[ زرده زرده ﭼوﺑﮫ‬zerdeçāl
[zerdeçal zerrin [zerrīn] ‫ زرﯾن‬zerzevat [sebzīcāt] ‫ ﺳﺑزﯾﺟﺎت‬zeyrek [zīrek] ‫ زﯾرک‬zıh [zeh] ‫ زه‬zımba
[sonbe] ‫ ﺳﻧﺑﮫ‬zımpara [sonbāde] ‫ ﺳﻧﺑﺎده‬zındık [zendīḳ] ‫ زﻧدﯾق‬zırh [zereh] ‫ زره‬zırnık [zernīḫ] ‫زرﻧﯾﺦ‬
zıvana [zebāne] ‫ زﺑﺎﻧﮫ‬zibidi [zīb/ zībī] ‫ زﯾﺑﯽ\زﯾب‬zil [zīl] ‫ زﯾل‬zincir [zencīr] ‫ زﻧﺟﯾر‬zindan [zindān]
‫ زﻧدان‬zinde [zinde] ‫ زﻧده‬zinhar [zinhār] ‫ زﻧﮭﺎر‬zir [zīr] ‫ زﯾر‬zira [zīrā] ‫ زﯾرا‬ziyan [ziyān] ‫ زﯾﺎن‬ziyankâr
[ziyānkār] ‫ زﯾﺎﻧﮑﺎر‬zor [zūr] ‫ زور‬zoraki [zūrekī] ‫ زورﮐﯽ‬zorba [zūrbāz] ‫ زورﺑﺎز‬zurna [sornā] ‫ﺳرﻧﺎ ﺳرﻧﺎ‬
‫[ زن‬sornāzen [zurnazen zülfüyâr [zolf-e yār] ‫ ﯾﺎر زﻟف‬zülüf [zolf] ‫ زﻟف‬Zümrüdüanka [sīmorğ u
‘anḳa] ‫ ﻋﻧﻘﺎ و ﺳﯾﻣرغ‬Burada aktarılan Farsça kökenli kelimelerin dışında, Türkçede özel isim
olarak kullanılan çok sayıda Farsça kökenli kelimenin de kullanıldığını vurgulamakta yarar
var. “Bülent, Dilara, Dilruba, Ercüment, Ferhunde, Ferruh, Kamuran, Gülben, Gülbahar,
Gülizar, Gülru, Gülgün, Hande, Hurşit, Hürrem, Hüsrev, Jülide, Nazan, Nahide, Nermin,
Nesrin, Nevin, Nigar, Nihal, Nilgün, Rahşan, Reha, Ruşen, Pakize, Suzan ve Ziver”
örneklerinde olduğu gibi (Ayverdi, 2010; Reyahi, 1990/1369: 269).

2.3. Türkçe ve Arapça kelimelerde ünlü harflerin gösterimi


Arapça alfabesi toplam 28 harften oluşur. Osmanlıcada Arap har erinin
yanı sıra Farsçadaki p , ç ve j har erini de kullanmışlardır. Bu 31 har n
dışında Türkçedeki ince g ünsüzünü belirtmek için kef har ne bir çizgi
eklenerek gef, genizsi n ünsüzü için üç nokta eklenerek nef (sağır kef, kâf-ı
nunî), lam ile eliften lamelif, hemze ile h har nin ünlü şekli olan hâ-i resmiye
har eri oluşturulmuştur.
Osmanlıca Har er
Osmanlıca sağdan sola doğru yazılır. Arap har erinde temel ve küçük harf
ayrımı yoktur. Noktalama işaretlerinde kesin kurallar bulunmamaktadır.
fl

fl

fl
fi
fl

fi
fl
fi
Arap har eri sözcüklerin başında, ortasında ve sonunda farklı biçimde
yazılır. Bazı har er (dal, zel, re, je, vav ) bir sonraki har e birleşmez.
Arap har erinin Türkçedeki zengin ünlü sistemini karşılamada
yetersiz olduğu düşünülür. Örneğin Arap alfabesindeki elif Türkçedeki a ve
e ünlüsünün karşılığıdır ya da Türkçedeki u, ü, o, ö ünlülerinin yerine
Arapçada yalnızca "vav" har vardır, bu aynı zamanda v ünsüzünün de
karşılığıdır.
Osmanlı Türkçesinde Kullanılan Har erin Ö
Osmanlı Türkçesinde Rakamlar
Osmanlı Türkçesi Alfabe sisteminde rakamlar yazının aksine soldan sağa
doğru yazılır.
2.4. Ünlü harflerle ilgili kurallar
Düzlük-yuvarlaklık uyumu da denir.
Bu kurala göre bir kelime düz ünlü (a, e, ı, i) ile başlıyorsa sonraki
ünlüler düz; yuvarlak ünlü (o, ö, u, ü) ile başlıyorsa sonraki ünlüler ya
dar yuvarlak (u, ü) ya da düz geniş (a, e) olmalıdır:
•  arkadaş, karanlık, kelime, merdiven, serilmek, ıslık, ılık, ırak,
sıcaklık, incelik, iyi
•  kova, orak, oğlak, oğlan, gözlem, önem, uğrak, uygar,
uğraşmak, üzer, üçer
• okul, kuru, uygun, olumlu, bozulmuş, çocuk, oğul, okul, ölümlü,
öküz, uğur, ululuk, üçüz, üzüm, süzgün... 
Küçük ünlü uyumunun büyük ünlü uyumundan bir farkı vardır:
Büyük ünlü uyumunda kelimedeki bütün ünlülerin kalınlık ve incelik
bakımlarından uyuşmaları gerekli iken, küçük ünlü uyumunda her ünlü
kendinden önceki ünlüye uymak zorundadır.
Meselâ, "kolaylık" örneğinde olduğu gibi "ı" ünlüsü kendinden önceki "a"
ünlüsüne uyarken "a"dan önceki "o" ünlüsüne uymayabilir.
 Bu özellik, yuvarlak ünlüden sonra düz-geniş ünlü geldiği zaman karşımıza
çıkmaktadır:

ufaklık, uzaklık, olası, önemli, üzerinde...
Büyük ünlü uyumunu hesaba katmazsak küçük ünlü uyumu kuralına
göre hangi ünlüden sonra hangisinin gelebileceği şu şekilde
gösterilebilir:
• a > a, e, ı, i             e > a, e, ı, i          ı > a, e, ı, i                i > a,
e, ı, i   
• o > a, e, u, ü           ö > a, e, u, ü       u > a, e, u, ü           ü > a, e,
u, ü
Büyük ünlü uyumunu hesaba katarsak küçük ünlü uyumu kuralına
göre hangi ünlüden sonra hangisinin gelebileceği şu şekilde
gösterilebilir:
fl
fl
fl
fi

fl
fl
• a > a, ı     e > e, i      ı > a, ı       i > e, i  
• o > a, u      ö > e, ü    u > a, u    ü > e, ü
-Bu kurala uymayan yabancı kelimeler:
• alkol, daktilo, mönü, akordeon, rötar, radyo, tiyatro, otobüs,
televizyon, horoz, kamyon, siroz...
-Ancak bazı alıntı kelimeler bu kurala uydurulmuştur:
• müdir > müdür, mümkin > mümkün, müşkil > müşkül...
-Bu kurala uymayan Türkçe kelimeler:
• Avuç, avurt, kavurmak, kavuşmak, savurmak, kavun, karpuz,
yağmur, çamur, tavuk, kabuk...
 -yor ve -ki ekleri de çoğu zaman bu kurala uymaz:
• geliyor, onunki...
Küçük ünlü uyumuna aykırı kelimelere (Türkçe ve yabancı) getirilen
ekler, kelimenin son ünlüsüne uyar:
• Kavunu, yağmurluk, müminlik, müzikçi...
Sonuç 
Bu uyumlar Türkçenin ayırt edici özellikleridir. Yani bu kurallara uymayan
kelimeler çoğunlukla Türkçe değildir. Ama bu kurallar uyan kelimelerin tümü
Türkçedir de diyemeyiz. O hâlde bu kurallar sadece Türkçe kelimelerde
aranmalıdır.
Ayrıca bu kurallar en az iki heceli kelimelerde aranmalıdır. Tek heceli
kelimelerle bitişik kelimelerde aranmaz. Bitişik kelimeyi oluşturan kelimeler
ayrı ayrı incelenebilir; birbirleriyle uyumlu olup olmadıklarına bakılmaz.
• anaerkil, ataerkil, babayiğit, pisboğaz, büyükbaş, küçükbaş
(hayvan), camgöz, cingöz, paragöz, hoşbeş, yüzgöz (olmak),
düztaban, Karagöz, karagöz (balığı), önayak (olmak), kafakol,
tepegöz, tıknefes, günaydın, hanımeli, aslanpençesi,
keçiboynuzu, yeşilbaş (ördek), dilberdudağı, tavukgöğsü,
baştankara (kuş), düşeyazdım, gidedurun, çıkageldi, alabilirsin,
alabildiğine (kalıplaşmış), bakıver, düşmeyegör, ölmeyegör,
çöpçatan, günebakan, ordubozan, oyunbozan, yelkovan,
yolkesen, akımtoplar, amperölçer, barışsever, basınçölçer,
bilgisayar, sanatsever, yurtsever, vatansever karıncaezmez,
kuşkonmaz, külyutmaz, varyemez...
Yabancı kelimeler bu kurallara uyabilir de uymayabilir de...
• kalem, müzik, merasim; serbest, delil, fakat... 
Kelimelerin bu kurallara uyup uymadıklarına bakılırken kelimeler tek
başlarına değerlendirilir. Ancak "de" bağlacı ve soru eki kendinden
önceki kelimeye uyarlar:
• "mi" soru eki: geleyim mi, okudun mu
• "de" bağlacı: sen de, o da, aldı da, özledim de...
* Ek- ilin çekimi olan "ise" kelimesiyle "ile" edatı (hem edat hem
bağlaç), bitişik yazıldıkları zaman ünlü uyumlarına girerler:
• alır ise > alırsa, konu ile > konuyla... 
Türkçe kelimeler bu kuralların her ikisine birden uyarlar (değişikliğe
uğramış olanlar hariç). Ama Türkçe olsun olmasın, bir kelime bu
kuralların her ikisine de uymak zorunda değildir; birine uyup diğerine
aykırı düşebilir. Bu yüzden bu ünlü uyum kuralları ayrı ayrı ele
alınmalıdır.
• kavun, mönü: büu var, küu yok
• mezar, nazik: büu yok, küu var
Büyük ve küçük ünlü uyumlarının ikisini de kapsayacak şekilde
verilen aşağıdaki tabloda hangi ünlüden sonra hangisinin gelebileceği
verilmiştir:
•  a > a, ı       e > e, i       ı > ı, a       i > i, e
•  o > u, a     ö > ü, e      u > u, a    ü > ü, e
C. ÜNLÜLERLE İLGİLİ SES OLAYLARI 
1. ÜNLÜ DÜŞMESİ 
İki heceli olup birinci hecesinde geniş (a, e, o, ö), ikinci hecesinde dar ünlü
(ı, i, u, ü) bulunduran bazı Türkçe ve yabancı kelimelere ünlü ile başlayan
veya tek ünlüden oluşan bir ek getirildiğinde kelimenin vurgusuz hâle gelen
ikinci hecesindeki dar ünlünün düşmesine hece düşmesi denir. Buna orta
hece düşmesi de denir

Sonuç

Türkçe ve Farsça, İslam medeniyetinin ortak iki dilidir. Bu iki dilin
konuşulduğu medeniyet havzaları çok uzun yıllara dayanan ortak bir tarihi
fi
mirasa sahiptir. Türkçe ve Farsça arasındaki dil ve kültür etikelişiminin
kökleri, İslam’dan önceki dönemlere kadar gitmektetir. Her iki toplumun
yaşadığı coğrafyanın Müslümanlaşmasından sonra ise bu ilişki ve etkileşim
çok daha yoğun bir şekilde devam edegelmiştir. Bu açıdan Türkçe ve
Farsça arasında güçlü bir etkileşimin varlığı söz konusudur. Bu etkileşim
sonucunda Farsçadan Türkçeye ve Türkçeden Farsçaya yüzlerce kelime
ve çeşitli dil unsurları girmiştir.
Farsçanın Türkçe üzerindeki etkisi İslam’ın ilk dönemlerinde artmış,
Selçuklu döneminde bu etki daha da yaygınlaşmış, Osmanlı döneminde ise
zirveye ulaşmıştır. Arapçadan sonra İslam medeniyetinin önde gelen
dillerinden biri olması, Selçuklu örneğinde olduğu gibi resmi dil ve sanat-
edebiyat dili olarak kabul edilmesi, Osmanlılar döneminde hükümdarlarla
yönetici tabasının yoğun ilgisine mazhar olması ile sanat-edebiyat dili
olması ve uzun yıllar boyunca edebiyat dili olarak olarak ilgi görmesi;
Farsçanın Türkçe üzerindeki etkisinin temel gerekçeleri olarak zikredilebilir.
Tanzimat ve Cumhuriyet döneminde ise Türkçe-Farsça etkileşimi iyice
azalmıştır. Bu dönemde Türkçedeki Farsça kelime ve unsurlar, yerini Batı
dillerine ve Türkçeden türetilen eski veya yeni kelimelere bırakmıştır.
Farsça ve Doğu kökenli kelimelerin terk edilmesinde bu dönemde
Türkiye’de edebiyat, sanat, siyaset vb. alanlarda etkili olan Batılılaşma ve
Öztürkçeçilik akımlarının etkisi söz konusudur. Buna rağmen bugün bile
Türkiye Türkçesinde en çok yabancı kelime Arapça ve Fransızcadan sonra
Farsça kökenlidir.
Türkiye Türkçesindeki Farsça kökenli kelimeler, yapı bakımından zengin bir
çeşitliliğe sahiptir. Bu kelimeler Farsça, Türkçe, Arapça, İtalyanca,
Fransızca, İngilizce, Yunanca, İbranice, Latince, Slovakça ve Ermenice
kelimelerle birleşerek yeni yapılar kurmuş ve bazıları Farsçada
kullanılmayan yeni anlamlar kazanmıştır. Aynı şekilde Farsça kökenli ekler
ve ek işlevi gören kelimeler de, çok farklı dillerden alıntılanan kelimelerle
birleşerek yeni yapılar ve anlamlar oluşturmuştur.
Türkçedeki Farsça kökenli kelimelerin bir kısmı ses değişime uğramadan
alıntılanmış, büyük bir kısmı ise kaynak dildeki ses ve şekil özelliklerini
yitirmiştir. Bu kelimeler, ödünç alınırken veya alındıktan sonra Türkçe ses
ve biçim yapısına uydurularak ses değişimine uğramıştır. Farsça kökenli
kelimelerin ses değişiminde uzun ünlülelerin Türkçeye geçerken kısa
ünlüye dönüşmesi, en yaygın olarak görülen örneklerdendir. Bunun dışında
Türkçedeki Farsça kökenli kelimelerde ses karşılanması, genizleşme,
ünsüz ikizleşmesi, ötümlüleşme, ötümsüzleşme, süreklileşme,
süreksizleşme, ünlü incelmesi, ünlü kalınlaşması, ünlü daralması, ünlü
genişlemesi, ünlü düzleşmesi, ünlü yuvarlaklaşması, ünsüz yutulması gibi
ses değişimleri görülmektedir. Farsça kökenli kelimelerde görülen ses
değişiminin yoğun olmasında Farsçanın Arap alfabesini kullanmasına
karşın, Türkiye Türkçesinin Cumhuriyet döneminden itibaren Latin
alfabesini kullanmaya başlamasının payı büyüktür.
Türkçe ve Farsça, yüzyıllara dayanan çok derin ve yoğun bir etkileşime
sahiptir. Bu etkileşimin din, tarih, coğrafya, kültür ve edebiyat boyutu kadar
dil boyutu da çok önemlidir. Buna rağmen Türkçe-Farsça dil ilişkileri ve
etkileşimine dair ilmi çalışmaların yeterli olduğu söylenemez. Bu
bağlamdaki çalışmalar, daha çok edebiyat alanına yoğunlaşmaktadır. Oysa
çok çeşitli, çok boyutlu ve çok derin bir tarihi ilişki ve etkileşime sahip
Türkçe ve Farsça; loloji, gramer, kelime, ek ve çeşitli dil unsurları
bağlamında da yeterince araştırılmayı, tartışılmayı ve analiz edilmeyi hak
etmektedir. Bu araştırmanın da amacı Türkçe-Farsça arasındaki dil
ilişkililerine bir katkı sunmaktır. Ancak Türkçe-Farsça arasındaki karşılıklı dil
ilişkileri ve etkileşiminin daha iyi anlaşılması için çok daha fazla çalışma
yapılması gerektiği izahtan varestedir.

KAYNAKLAR

1. "Glottolog 4.1 - Ottoman Turkish". glottolog.org. 13 Aralık 2019 tarihinde kaynağından


arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Ocak 2020.

fi

2. "TDK Güncel Türkçe Sözlük". 30 Mayıs 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim
tarihi: 21 Ekim 2020.
3. "Osmanlıca, daha doğrusu 'Eski Türkçe' dersi". haberturk.com. 8 Aralık 2014. Erişim
tarihi: 6 Kasım 2021.
4. Şükrü Halûk Akalın, “Türk Dünyasında Dil”, Yeni Türkiye, Temmuz-Ağustos 2013, Yıl 9,
Sayı 53-54, Ankara, s. 362-363.
5. Şemseddin Sami, “Lisan-ı Türkî (Osmanî)”, Hafta (mecmuası), C. 1, S. 12, 10 Zilhicce
1298 (3 Kasım 1881), s. 177-178.
6. "Prof.Dr. Muharrem Ergin, Osmanlı Türkçesi". 19 Aralık 2008 tarihinde kaynağından
arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Ocak 2009.
7. Orhan Koloğlu, Avrupa Kıskacında Abdülhamid, İstanbul, 1998, s. 406.
8. Mütercim Asım Efendi, Burhan-ı Katı Tercemesi, TDK Yayınları, Ankara 2000
9. Mehmed Esad Efendi, Lehcetü'l-Lügat, Haz.: Ahmet Kırkkılıç, TDK Yayınları, Ankara
1999, s. 5.
10. Ahmed Cavid Bey, Tercüme-i Kenzü'l İştiha, Haz.: Seyyit Ali Kahraman - Priscilla Işın,
Kitap Yayınları, İstanbul 2006, s. 83.
11. Tanburi Harutiun, Tahmas Kulu Han'ın Tevarihi, Latin harflerine çeviren: Esat Uras, TTK
Yayınları, Ankara 1942, s. 15.
12. DEVELİ, Hayati (2011), Osmanlı Türkçesi Grameri I, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim
Fakültesi Yayınları.
13. AKAR, Ali, (2005) Türk Dili Tarihi, Dönem-Eser-Bibliyografya, Ötüken Yayınları, Yayın
Nu: 597, İstanbul, 2005
14.Yılmaz, Ali; Akkuş Mehmet, Güngör, Zülfikar, İslamoğlu, Abdülmecit, Osmanlı Türkçesi,
Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim Yayınları, Ankara 2011.
Timurtaş, Faruk Kadri, Osmanlı Türkçesi Grameri, Alfa, İstanbul 1999.
Develi, Hayati, Osmanlı Türkçesi Kılavuzu, Kitabevi, İstanbul 2002.
15.https://www.fibiler.com/Osmanli-Alfabesini-Olusturan-Harfler-ve-Sesleri_Veri_12525
16.https://www.goruntuludershane.com/bilgi-bankasi/osmanlica-zamirler////
17.https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/20_21_Guz/osmanli_turkcesine_giris/
6/index.html
18.https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/20_21_Guz/osmanli_turkcesine_giris/
6/index.html

You might also like