Professional Documents
Culture Documents
Alfred Schütz Fenomenoloji Ve Toplumsal İlişkiler Heretik Yayınları
Alfred Schütz Fenomenoloji Ve Toplumsal İlişkiler Heretik Yayınları
Fenomenol_oji ve
Toplumsal ilişkiler
"'Tj
n>
::J
o
3
n>
::J
o
-
o
-·
-·
<:
n>
a3
""'O
-
c
3
VJ
�
-
�·
-
-·
....(J)
�
-·
-
n>
1-1
HERE TİK
On Phenomenology and Soda! Relations: Selected Writings
By Alfred Schutz
Edited and with lntroduction by Helmut R. Wagner
© 1 970 by The University of Chicago Press. Ali rights reserved.
E-mail: info@heretik.com.tr
Twitter: rwitter.com/heretikyayin
Facebook: facebook.com/heretikyayin
Fenomenoloji ve Toplumsal
İlişkiler
Türkçe Söyleyenler
HERE TİK
İç i nde k i le r
Birinci Kısım
Fenomenolojik Temeller
Birinci Bölüm: Fenomenolojik Ana Çerçeve . . . . . . .. .... . ... .... 63
... .
İkinci Bölüm: Yaşam Dünyası .. .. ... . . . . . . . ... . . ... .. . ... .. .. . . ... .. . .. ... 85
İkinci Kısım
Üçüncü Kısım
Yaşam Dünyasında Edimde Bulunmak
Altıncı Bölüm: Edimde Bulunmak ve Planlamak . . .......... . . . 1 43
Yedinci Bölüm: Özgürlük, Seçim ve İlgi .... . ......................... 1 67
Dördüncü Kısım
Beşinci Kısım
Deneyim Alanları
On ikinci Bölüm: Aşkınlıklar ve Çoklu Gerçeklikler .......... 275
Altıncı Kısım
Sosyolojinin Bölgesi
On Üçüncü Bölüm: Yorumlayıcı Sosyoloji .............. ..... ..... 297
He/mut R. Wtıgner
yıl sonra sadece makalenin sonuç kısmı, The Social WorU and the
Theory ofSocial Action [Toplumsal Dünya ve Toplumsal Eylem
Teorisi] başlığıyla yayımlanmıştır.
1. Fenomenolojik Temeller
V. Deneyim Alanları
Schütz, dili evrensel bir kültür aracı olarak ele alırken, ağır
lıklı olarak kendi grup ve toplulukları içindeki insanların günlük
dili olan anadille ilgilenmekteydi. Dili salt teknik yanlarıyla de
ğil, onu daha geniş anlam içerikleri açısından ele almaktaydı. Bir
yandan, terimler, dilin cümleleri ve sözdizimsel formları, kendi
içinde bu terimlerle belirtilen, bu cümlelerle nitelendirilen ve
dil-bilgisel ve söz-dizimsel biçimlerin yardımıyla tanımlanan
dünyanın ön yorumlanması anlamına gelir. Öte yandan bu te
rimler, cümleler ve biçimler, kendilerine özgü belli bir anlamı
içermekte ve ilişkisel ve duyarlı saçaklarla kuşatılmış durumda
dır. Bu ek ve ilave anlamların bazısı temel olarak şahsi, kişiye
özgü veya küçük bir yakınlık dairesi oluştururken, diğerleri spe
sifik gruplar ve katmanlar, meslekler veya yaş ve cinsiyet grupla
rına özgüdür. Bu ek anlamlar bir bütün olarak dil topluluğuna
ait olmakla. birlikte, yabancılar tarafından sözlük veya dilbilgisi
kitaplarından öğrenilemez.
1 5 Elinizdeki çalışmanın dördüncü bölümüne bakınız.
FENOMENOLOJi VE TOPLUMSAL ILIŞK1LER 27
Bir kişinin çok yönlü olasılıklar seti içinde her bir öğeye at
fedebileceği "önem" üzerinde de ayrıca durmak gerekir. Elbette
bu önem-atfetme, bireyin hem geçici hem de uzun-süreli belli
ilgilerine bağlı olup, alternatif amaçlardan hangisinin tercih edi
lebileceğini değil sadece, aynı amaca götürebilecek olası alterna-
FENOMENOLOJİ VE TOPLUMSAL iLİŞKİLER 39
F enomenoloji.le Temeller
Birinci Bölüm
Fenomenolojinin Odağı
Şimdiye kadar, sosyal bilimciler Edmund Husserl'in yüzyı
lımızın ilk üç on yılındaki temel metinleriyle başlatılan feno
menolojik harekete uygun bir yaklaşım geliştirememişlerdir.
Belli cihetlerde fenomenologım, her halükarda, bütün deneysel
olguları ve bunları toplayıp yorumlamak için türetilmiş az ya da
çok oturmuş bilimsel metotları hiçe sayan biri olarak aşağılayıcı
manada, bir çeşit kristal gözlemcisi, bir metafizikçi ya da onto
lojist olduğu kabul edilir. Daha malumatlı olan başka kimseler,
fenomenolojinin sosyal bilimler için belirli bir öneme sahip ola
bileceğini sezinlerler ancak fenomenologlan, dili dışarıdan birine
anlaşılır gelmeyen ve uğraşmaya değmeyecek ezoterik bir grup
olarak görürler. Üçüncü bir grup ise, Husserl'in metodunu kul
lanmadan sadece fenomenologmuş gibi yapan (Theodor Lice gibi)
yazarlar tarafından ya da (Max Scheler gibi) fenomenologlarca
sosyal bilim konularına dair fenomenolojik olmayan metinlerde
kullanılan bazı basmakalıp sözleri temel alarak, fenomenoloji
nin ne anlama geldiğine dair boş ve çoğu zaman hatalı bir fikir
geliştirmiştir.
64 FENOMENOLOJIK TEMELLER
Pek çok bilimin ortak bir şekilde, çoğu zaman bilimsel içeri
ği matematiksel biçimde sunma olanağına işaret eden bir terim
olarak "kesin bilim" şeklinde anıldığı doğrudur. Bu, Husserl'in
bu terimi kullanışındaki anlam değildir. Matematiksel dili böy
le etkili bir şekilde kullanan sözde kesin bilimlerin hiçbirinin,
dünyaya -varlığını eleştirmeksizin önceden varsaydıkları ve araç
larının ölçeklerindeki ölçüt ve ibrelerle ölçermiş gibi yaptıkla
rı bir dünyaya- dair deneyimlerimize ilişkin bir kavrayışa öncü
olamayacağı Husserl'in temel kanısıydı. Tüm deneysel bilimler
dünyadan halihazırda "veriliymiş" gibi bahseder; fakat bu bilim
ler ve araçlarının kendisi bu dünyanın öğeleridir. Sadece ve sa
dece felsefi bir şüphe -bilimsel olsun ya da olmasın-, bütün bir
alışılagelmiş düŞünüşümüzün içkin ön varsayımlarının ilk adımı
olabilir. Yalnızca bu türden bir şüphe, sadece felsefi girişimin
kendisini değil, doğrudan ya da dolaylı olarak dünyayı deneyim
lememizle ilgilenen bütün bilimlerin "kusursuzluğunu" garanti
altına alabilir.
Anlam-Atfedilen Davranlf
Şimdi, "davranışımı deneyimlerimin geri kalanından nasıl ayırt
etmeliyim?" sorusuna cevap vermeliyiz. Örneğin, bir acı, ge
nelde davranış olarak adlandırılmaz. Ya da eğer birisi kolumu
kaldırıp sonra da bırakırsa, davranmakta olduğum söylenemez.
Fakat her iki durumda da takındığım tavırl.ar davranış olarak
adlandırılır. Acıya karşı direnebilirim, onu bastırabilirim ya da
kendimi ona bırakabilirim. Birisi kolumu hareket ettirdiğinde
boyun eğebilirim ya da direnç gösterebilirim. Bu yüzden bura-
FENOMENOLOJi VE TOPLUMSAL iLiŞKiLER 77
Yaşam Dünyası
Bilgi Stoku ·
Bir yorumlama ve ifade şeması olarak dil, sadece ideal bir dil
bilgisi içinde sıralanan sözdizimsel esaslardan ve bir sözlük için
de tasniflenmiş dilbilimsel sembollerden oluşmaz. Dilbilimsel
semboller başka dillere çevrilebilirken, sözdizimsel esaslar ise
sorgulanmamış anadilin uyumlu ya da uyumsuz ilkelerine re
feransla anlaşılabilir. 55 Ne var ki başka faktörler de mevcuttur.
İşaretler
Dünyayı kendi eşsiz yaşam-öyküsel durumumun bir unsuru
veya safhası olarak edimsel erişimim içinde deneyimlemekte
yim ve bu deneyim, ilgili olduğu Şimdi'nin ve Burada'nın bir
aşkınlığını gerektirir. Eşsiz yaşam-öyküsel durumum, öteki bir
çok şey dışında, geçmişte erişebilmeme karşın Buradan Oraya
hareket ettiğim için artık erişimim dışında kalmış dünyamda
ki hatıralarımla ve içerisinde Oradan bir başka Buraya hareket
etmek zorunda olduğum bir dünyanın erişim alanıma yeniden
girmesine yönelik beklentilerimle ilgilidir. Geçmişin geri getiri
lemezliği ilkesi gibi temel teknik engelleri ve öteki sınırlamaları
önemsemeksizin, geldiğim yere (geri getirilebilir erişim içindeki
dünyaya) geri dönersem, hatırladığım dünyayı geri getirebilece-
56 Kari Vossler, Geist und Kultur in der Sprache (Heidelberg, 1 925), s. 1 1 7.
1 14 YAŞAM DÜNYASININ BILIŞSEL KURULUMU
Belirtiler
Daha önce, el altındaki bilgi stokundan yaşam-öyküsel duru
munun bir unsuru olarak söz ettik. Bu bilgi stoku kesinlikle ho
mojen değildir. William James daha öncesinde zaten "bilmek"
ve "tanımak" arasında bir ayrım yapmıştı.59 Dahası, burada kör
inanç ve bilgisizlik alanları bulunmaktadır. El altındaki bilgi
stokunun yapısı, erişebildiğim dünyanın tüm katmanlarıyla eşit
derecede ilgilenmediğim gerçeğince şekillenmektedir. İlginin
ayırıcı işlevi, benim için dünyayı büyük ve küçük ilgililik kat
manlarında düzenlenmektedir. Edimsel veya potansiyel erişim
alanım içindeki dünyadan öncelikli ve önemli olarak seçtikle
rim, projelerimi gerçekleştirmem konusunda olası amaçlar ya da
59 James, Princip/es ofPsycho/ogy (New York, 1 890), 1 : 22 1 .
1 16 YAŞAM DÜNYASININ BlLlŞSEL KURULUMU
bir şeydir. Bunu yaparken gerekli olan tek şey, deneyim stokum
içinde böyle bir simge si�temini, kendisine dayanılarak oluşturu
lan kurallarla birlikte bulmamdır. Bireysel simgelerin anlamını
anlamak veya simge sistemine bütünüyle aşina olmak wrunda
değilim. Örnek olarak bazı karakterlerin anlamlarını anlamaksı
zın bu karakterlerin Çin diline ait olduklarını fark edebiliyorum.
Bir simge sistemine bir dil gibi tam olarak hak.im olmak için,
sistem içindeki her bir simgenin anlamı hakkında net bir bilgi
ye sahip olmak gereklidir. Bu ancak simge sisteminin ve onun
bileşeni olan her bir simgenin, bilen kişinin önceki deneyimleri
açısından hem ifadesel hem de yorumlayıcı şema olarak bilinme
si durumunda mümkündür. Yorumlayıcı ve ifadesel şema olarak
her iki işlevde her simge, oluşumundan önceki deneyimlere baş
vurur. İfadesel ve yorumlayıcı şema olarak bir simge yalnızca,
FENOMENOLOJİ VE TOPLUMSAL İLİŞKİLER 1 23
İlgililik Alanları
Olduğu gibi kabul edilen şeylerin alanı, verili bir zamanda teorik
ya da pratik bir sorunla bağlantılı olarak ilgili olduğumuz, yapı
sına dair net ve belirgin bir iç görüye ve kavrayışa sahip olmasak
da daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyar görünmeyen dünya ke
simi olarak tanımlanabilir. Olduğu gibi kabul edilenin, geçersiz
kılınana dek, basitçe "verilmiş" ve "bana-göründüğü-gibi-ve
rilmiş" olduğuna inanılır -yani benim onu deneyimlediğim ve
yorumladığım gibi ya da güvendiğim diğerlerinin onu deneyim
lediği ve yorumladığı gibi-. İçerisinde dayanaklarımızı bulmak
zorunda olduğumuz şeyler alanı budur. Bilinmeyene dair bizim
bütün olası sorgulamalarımız yalnızca, böylesi bir önceden bi
lindiği varsayılan şeylerin dünyası içerisinde ortaya çıkmakta ve
böylesi bir dünyanın varlığını gerektirmektedir. Ya da Dewey'in
terimleriyle, bu, bütün olası sorgulamaların onu belirgin bir şeye
dönüştürme amacıyla kendisinden başladığı belirsiz durumdur.
Elbette, eğer kendi seçimimizle teşvik edilirsek ya da aksi takdir
de ilgimizin yönünü değiştirip, kabul edilmiş olgu durumlarını
daha ileri bir araştırma sahası haline getirirsek, bugün olduğu
gibi kabul edilen yarın sorgulanır hale gelebilir.
1 28 YAŞAM DÜNYASININ BIL1ŞSEL KURULUMU
Nesnelerin Tiplqtirilmesf
Deneyimimizin olgusal dünyası başlangıcından beri tipik bir
dünya olarak deneyimlenmektedir. Nesneler; ağaçlar, hayvanlar
ve benzerleri olarak ve daha belirli bir biçimde meşeler, köknar
lar, akçaağaçlar ya da çıngıraklı yılanlar, serçeler, köpekler olarak
deneyimlenir. Şuan algılamakta olduğum bu masa, tanınan bir
şey olarak, önceden bilinen ve yine de özgün bir şey olarak ni
telenir. Yeni deneyimlenen, daha önce algılanmış olan benzer ya
da eşdeğer şeyleri hatırlatması bakımından zaten bilinmektedir.
Ancak tipikliğinde bir kez kavranmış olan, aşinalığa uygun dü
şen göndermelerle olası deneyimin bir ufkunu beraberinde ge
tirir, yani eğer bir canlıyı bir hayvan olarak ve daha açık şekilde
bir köpek olarak tanırsak, bu köpek tarafından yapılan belirli bir
eylemi, tipik (bireysel değil) bir yeme, koşma, oynama, atlama
vb. biçimi olarak görmeyi umarız. Aslında onun dişlerini gör
meyiz, ancak daha önce bir köpeğin dişlerinin tipik olarak nasıl
göründüğünü deneyimlemiş olarak, önümüzdeki köpeğin dişle
rinin bireysel değişikliklere rağmen aynı tipik özellikleri göstere
ceğini umabiliriz. Başka bir deyişle, bir nesnenin halihazırdaki
algılanışı içerisinde deneyimlenmiş olan, başka herhangi bir
benzer nesneye tam-sunumsal olarak aktarılmakta ve yalnızca
tipine ilişkin olarak algılanmaktadır. O anki deneyim bu diğer
nesnelerin tipik uygunluğuna dair beklentimizi doğrulayacak ya
da doğrulamayacaktır. Eğer doğrularsa, öngörülen tipin içeriği
genişleyecektir; aynı zamanda, tip alt tiplere ayrılacaktır. Diğer
bir yandan, somut gerçek nesne, yine de tipikliğin bir biçimine
sahip olan kendi bireysel karakteristiklerine sahip olduğunu ka
nıtlayacaktır. Şimdi, tipik olarak tam-sunulan nesneyi genel bir
tipin bir örneği olarak alıp tipin genel kavramına götürülmemize
izin verebiliriz ve bu özel bir öneme sahip görünmektedir, ancak
134 YAŞAM DÜNYASININ BİLIŞSEL KURULUMU
pek bir memelidir, bir hayvandır, bir canlıdır, dış dünyanın bir
nesnesidir vb. Anadilimin kelime dağarcığından (ve ayrıca onun
söz-dizimsel yapısından) ilgili terimi seçen, daima ilgililik siste
,
midir ve o terim, mevcut durumda beni alakadar eden önceden
deneyimlenmiş tipik bir genellemedir.
Deneyim ve Tipleştirme
Husserl'in ikna edici şekilde göstermiş olduğu gibi, tanıma ve
kimlik saptamanın, hatta dış dünyanın gerçek nesnelerinin bü
tün biçimleri, bu nesnelerin tipinin ya da kendilerini içerisinde
dışa-vurdukları tipik tarzların genellenmiş bir bilgisine dayandı
rılmıştır. Doğrusunu söylemek gerekirse, her deneyim biriciktir
ve tekrarlanan aynı deneyim bile aynı değildir, çünkü tekrarlan
maktadır. Tekrarlanan, bir aynılıktır ve bu itibarla faklı bir bağ
lamda farklı imalarla deneyimlenmektedir. Eğer bahçemdeki bu
belirli kiraz ağacını, başka bir ışıkta ve başka bir renk gölgesiyle
olsa da, dün gördüğüm ağaçla aynı ağaç olarak tanıyorsam, bu
sadece, içerisinde bu biricik nesnenin kendi çevresinde belirdiği
tipik biçimi bilmemden ötürüdür. Ayrıca "bu belirli kiraz ağacı"
tipi, önceden deneyimlenmiş "genel olarak kiraz ağaçları," "ağaç
lar," "bitkiler," "dış dünyanın nesneleri" tiplerine göndermede
bulunmaktadır. Bu tiplerin her biri deneyimlenmiş olmaya dair
kendi tipik tarzına sahiptir ve bu tipik tarzın bilgisinin kendisi
el altındaki bilgi stokunun bir unsurudur. Nesnelerin birbirinin
karşısında bulunduğu ilişkiler için de, olaylar ve oluşumlarla on
ların karşılıklı ilişkileri vs. için de bu geçerlidir.
Doğal olarak, ilki isminin ima ettiğidir, içerisinde pek çok boş
yer ve değişkenle birlikte salt bir taslaktır. Eylem adım adım iler
ledikçe bu boş yerler doldurulmakta ve değişkenlere değerler ve
rilmektedir. Her an ayrıntılı tasarımızı gerçekte ne yaptığımızla
kıyaslayabiliriz. Şimdi bunun her birini birbirinden farklı olarak
bilmekteyiz. Ne yaptığımızı doğrudan deneyimlerken ayrıntılı
taslağımızı ya da projemizi hatırlamaktayız. Doğal olarak, ha
fıza-kanıtı, halihazırdaki deneyime nazaran daha zayıftır ve bi
zim üzerimizde daha az bir iddiaya sahiptir. Ayrıca, deneyime ne
kadar yakınsa o kadar güçlü olur. İçerisinde deneyimlerin bize
zamansal konumlarıyla ilişkili olarak sunulduğu kanıtın çeşitli
dereceleri Husserl tarafından ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir.
Buradaki bu çeşitlilikle yalnızca, bu kanıtın var olduğunu ve ol
dukça karmaşık olduğunu belirtecek kadar ilgilenmeye ihtiyaç
duymaktayız. Yaygın bir örneği aktarırsak: net bir eylem planıyla
yola çıkabiliriz, devamında bu planı uygularken kafamız olduk
ça karışabilir ve sonunda ne yapmış olduğumuzu açıklayamaya
Kestirmek ve Tasarlamak
Kestirme ve Tipleştirme-. Güncel deneyimlerimizin, geçmiş de-
65 Professor Parsons'ın Structure ofSocial Action [Toplumsal Eylemin Yapısı]
isimli çalışmasının sonunda "Systems ofAction and Unit" başlığı altında bu
probleme yer ayırmış olduğu mükemmel incelemesine bakınız.
1 58 YAŞAM DÜNYASINDA EDİMDE. BULUNMAK
Seçim ve Eylem
İrade kavramını, bu kavramı tarihsel olarak kuşatan metafiziksel
spekülasyonlardan ve çelişkilerden bir kez soyutladığımızda ge
riye kendiliğindenliğin basit deneyimi kalmaktadır. Eylemlilik
önceden formüle edilmiş bir tasarıma dayanır. Bu deneyim.in
kendisi makul tanımlama açısından elverişlidir. James'in, "özgün
irade" olarak tanımladığı fenomenal irade deneyiminin eyleme
taşınan tasarıyla bir analizi amaçlarımız ve istencimiz açısından
temel değildir.
1 68 YAŞAM DÜNYASINDA EDiMDE BULUNMAK
Seçim ve İlgi
Şimdi, olasılıkların ve karşı-olasılıkların, Leibniz'de "volonte
antecedente {önceki-evvelki-irade)"nin içsel pozitif ağırlığı veya
bir "volonte moyenne (ortalama-genel irade)"nin negatifi ola
rak "iyi" ve "kötü"nün kökenini incelemeliyiz. İki farklı tasarı
arasında seçim yapma örneğini aklımızda tutalım. Bunların her
birine atfedilen "ağırlık" "iyilik" veya "kötülüğün" bu spesifik
tasarılar açısından özsel olduğu söylenebilir mi? Öyle görünü
yor ki böylesine bir ifade anlamsızdır. Ağırlık, iyilik ve kötü
lük, pozitif ve negatif, kısacası değerlendirmenin standartları
tasarımın kendisince oluşturulmaz; tasarı önceden var olan bir
referans çerçevesine göre değerlendirilir. Herhangi bir etik öğ
rencisi, burada söz edilen değerler ve değer-biçme konusundaki
eski tartışmalara aşinadır. Bununla birlikte, kendi problemimiz
açısından bunu tartışmaya girişmemize gerek yoktur. Pozitif ve
negatif ağırlık probleminin somut bir seçim ve .kararın fiili du
rumunu aştığını vurgulamak ve mutlak değerlerin varlığı ve do
ğası üzerine metafiziksel meselelere girmeden bu gerçeğin nasıl
açıklanabileceğini gösteren bir izahı sunmak bizim için yeterli
dir. Burada, aktör açısından soyutlanmış bir ilgiden söz edilme
mektedir. İlgiler en başından beri bir sistem içinde öteki ilgilerle
FENOMENOLOJİ VE TOPLUMSAL iLiŞKİLER 171
Niyet-içeriksel Eylem
Husserl tarafından desteklendiği üzere, analizimiz Bergson'un
tezinin ötesinde dikkate değer bir mesafe kat etmektedir. Gö
rüşümüze göre, birbirini izleyen tasarılar arasındaki seçim süreci
ve ek eylemin tamamlanmasına kadar olan süreç, daha üst düzey
bir sentetik niyet-içeriksel Edimi, diğer edimlerde içsel olarak da
göze çarpan bir Edimi kapsamaktadır. Husserl böyle bir edimi
politetik edim olarak adlandırır.
Husserl, devamlı bir sentez olan niyet-iÇeriksel edimleri ke
sintili olarak sentez olan niyet-içeriksel edimlerden ayırmakta
dır. Örnek olarak, mekansal açıdan bir şeyin "şeyliğini" oluştu
ran bilinçli bir edim devamlı bir sentezdir. Öte yandan, kesint�li
sentez, öteki ayrı edimleri bir arada tutan bağlardır. Oluşan bir
lik, birleştirilmiş bir birliktir ve daha üst bir düzenin birliğidir.
Husserl'in politetik olarak adlandırdığı üst edim hem politetik
hem de sentetiktir. Politetik olmasının nedeni içinde birkaç
farklı tezi barındırması, sentetik olmasının nedeni ise bu tezlerin
hep birlikte yer almasıdır. Edimin her bileşeni toplam Edimin
nesnesi olduğundan ötürü, toplam Edim kendi toplam nesne
sine sahiptir. Ancak bu toplam nesnenin oluşumunda belirgin
bir şey meydana gelir. Meydana gelen şey şu şekilde açıklanabi
lir: Edimin her bir bileşenin nesnesi, edime yönelik tek bir ilgi
hattı veya farkındalık halesi içerir. Sentetik bir çeşitlilik içermesi
nedeniyle, ortaya çıkan sentetik edim de ister istemez çok hale
ledir. Buna karşın çoğul bir bilinçlilik olmaktan hoşnut değildir.
Kendisini tek bir bilinç olarak dönüştürürken, nesnelerinin kar
maşık çeşitliliği de tek bir halenin nesnesi, yani "tek-haleli bir
nesne" haline gelir.
FENOMENOLOJi VE TOPLUMSAL 1L1ŞK1LER 1 73
Şüphelenme ve Sorgulama
Koşulsuz olarak kabul edilen dünyanın nesnel olarak verili
bütünlüğünün dışında, mevcut amaçla ilgili unsurların öznel
olarak belirlenmiş seçimi yeni bir deneyime yol açar: Şüphe,
sorgulama, seçme ve karar verme, kısacası düşünme deneyimi.
1 74 YAŞAM DÜNYASINDA EDiMDE BULUNMAK
sonrasında B'yi ele alma eğilimimce aşılacak olan Plyı ele alma
eğilimi içinde olurum; bu durum sonunda baskın olan bir kez
daha ilkiyle yer değiştirir: B'den vazgeçmeye ve Plyı ele almaya
karar veririm.
Etkileşimsel İlişkiler
Ôzeneler-arasılık ve Anlama
Özene/er-arasılık: İnsanın başka insanlar arasında var olduğunu
vurgulayan doğal tutumu akılda tuttuğumuz müddetçe, bizim
açımızdan ötekinin var oluşu da dış dünyanın varoluşundan
daha az tartışmalı olacaktır. Biz, yalın bir şekilde diğerlerinden
müteşekkil bir dünyada doğmaktayız ve doğal tutuma sadık
kaldığımız müddetçe akıllı hemcinsin varoluşundan asla şüphe
duymayız. Solipsisder veya davranışçıların bu gerçeğin kanıtını
talep etmeleri durumunda, akıllı hemcinsin varoluşunun, Rus
sellcı tanımlarnayfa, bir yumuşak veri olduğu ve kanıtlanmasının
imkansız olduğu anlaşılacaktır. Fakat bu düşünürler dahi ken
di doğal tutumlarında bu yumuşak veriden şüphe duymazlar.
Aksi takdirde, bu bilim insanları, akıllı hemcinsin tartışılabilir
bir gerçek olduğunu karşılıklı olarak birbirlerine kanıtladıkla
rı kongrelerde başka insanlarla bir araya gelemalerdi. İnsanlar
bir reprodüksiyondaki minyatür varlıklar gibi tasarlanmadıkları
ve tersine, herkes gibi doğup anneleri tarafından yetiştirildikleri
müddetçe, Biz'in dünyasını naif bir biçimde varsaymaya devam
edeceğiz.
1 86 TOPLUMSAL iLiŞKİLER DÜNYASI
bir başkasına geçer ve bütün her şey, öteki konuşmalar gibi bir
konuşmadır. Bu durum, konuşmasının düşünce gelişimini takip
etmek istediğimiz koşullara göre değişir. Fakat konuşmacının
düşünce gelişimini takip ederek onun düşüncesinin doğrudan
şimdisine katılmış oluruz.
Çok basit bir örneği ele alalım. Size bir soru soruyorum.
Edimimin amaçsal-güdüsü, sadece soracağım soruyu anlayabi
leceğiniz beklentisi değil aynı zamanda cevap da vereceğinizdir.
Daha net bir ifadeyle, vereceğiniz cevabın içeriğini belirsiz bı
rakarak en azından soruyu cevaplandıracağınızı düşünüyorum.
Kendi edimimi tasarlarken, herhangi bir biçimde de olsa soruma
cevap verecek olacağınızı öngörürüm ve bu öngörü umduğum
şeyi, yani sorumun anlaşılmasının sizin cevabınız açısından bir
nedensel-güdü olacağına dair geniş bir olanağın varlığını dü
şünmemi ifade eder. Bu yüzden diyebiliriz ki bu soru, cevabın
nedensel-güdüsüdür ve cevap da sorunun amaçsal-güdüsüdür.
Benim ve sizin güdüleriniz arasındaki bu ilişkiler-arasılılık, belki
de, karmaşık içsel mekanizmasının açık bilgisine hiçbir zaman
sahip olmamış olsam da benim güdülerimin çok iyi sınanmış
208 TOPLUMSAL İLİŞKİLER DÜNYASI
Biz-İlişkisi
Yüz-Yüze Durum: Sen-Yönelim/ilik Şurası açık ki, benimle bir
zaman ve mekan ortaklığını paylaşması durumunda benim doğ
rudan deneyimimin erişim alanı içinde olacak olan bir başkası
üzerine konuşurum. Şahsen mevcut olduğunda ve onu olduğu
gibi fark ettiğimde bu bir başkası benle bir mekan ortaklığını
paylaşmaktadır ve bununla birlikte, bu belirli bir bireyi kendisi
olarak ve bedenini ise onun içsel bilincinin belirtilerinin sergi
lendiği bir alan olarak alırım. Deneyimini benimkiyle birlikte
tecrübe ettiğim zaman, herhangi bir anda düşüncelerini meyda
na geldikleri gibi kavrayabildiğim ve gözden geçirebildiğim za
man ya da başka bir deyişle hep birlikte ortak bir tecrübe içinde
bulunduğumuz zaman onunla ortak bir zamanı paylaşmakta
yımdır. Dolayısıyla, kişilerin birbirilerinin doğrudan deneyim
lerinin erişim alanı içinde oldukları bu durumu "yüz-yüze" bir
durumda olmak olarak ifade etmekteyim. Ayrıca, bu yüz-yüze
durumu, iki ayrı bilinç akışının birbirleriyle aktüel bir eşzaman
lılığını şart koşmaktadır. Alter-ego'nun genel tezi ile ilgilendiğimiz
zaman bu durumu zaten açıklamıştık. Şimdi buna, kendi öznel
deneyimleri açısından bedenin bana bir anlam alanı olarak su
nulmasından dolayı, bir başkasının mekansal dolayımsızlığının
doğal sonucunu ekleyelim.
Toplumsal Gözlem
Doğrudan Gözlem: Şu ana kadar, yüz-yüze durumun özel karak
teristik yapısını bütün saf biçimiyle ortaya çıkarmak açısından,
doğrudan deneyimlenmiş toplumsal ilişkiyi ele aldık. Bununla
birlikte, herhangi bir kimsenin benim farkıma varmadığı ancak
benim onun farkına vardığım bir durumla ilgilenmedikçe ana
lizimiz eksik kalacaktır. Bu başlık altında özellikle dikkate değer
olan, bir başkasının davranışına ilişkin yürütülen gözlemlerdir.
Nitekim böylesine bir gözlemin analizi, toplumsal bilimlerin
topladığı verilerin oluşturulma biçimini anlama açısından da
merkezi bir öneme sahiptir.
222 TOPLUMSAL iLiŞKİLER DÜNYASI
Kişilerarası betişim
Düşünce Araçları
Husserl'in haklı olarak belirtiği üzere, bir başkasının düşüncesi
nin herhangi bir idraki, araç, taşıyıcı veya vasıta olarak dış dün
yada.ki bir nesnenin, olay veya olgunun kavranmasını gerektirir.
Bununla birlikte, bu anlam, sadece tam-algısal bir ben olarak
değil, aynı zamanda tam-sunumsal bir biçimde bir hemcinsin
düşüncelerinin ifadesi olarak da kavranır.
Kavrayıf
Belirme
(i) Dış dünyadaki bir nesnenin, olgu veya olayın bir hemcinsin
düşünmesi açısından bir simge olarak yorumlanması, bir başka
sının da düşündüğü şeyi aynı simge ile göstermeyi amaçladığını
varsaymaz. Yüzdeki istemsiz bir ifade, kaçamak bir bakış, kızar
ma, utanma, özetle herhangi bir bedensel emare bir hemcinsin
düşünmesi açısından bir simge olarak yorumlanabilir. Bir başka
sının sesindeki belirli bir tereddüt, yaptığını saklamaya çalışma
sına rağmen beni onun yalan söylediğine ikna edebilir. Mektup
yazan bir kişinin amacı bir içeriği veya mesajı iletmekken, aynı
mektubu inceleyen bir grafolog içeriği önemsemez ve el yazısını
başka türden bir simge olarak, yani yazar tarafından gerçekleş
tirilen istemsiz hareketlerin statik bir sonucu olarak görür. (ii)
Bu örnekte, simge iletişimsel bir bağlamda kullanılmış olsa da,
yorumcunun kendisinin muhatap olarak alınması amaçlanma
mıştır. (iii) Ayrıca, iletişimsel bir simge ilişkisinin iki tarafının
da birbirinin varlığından haberdar olması wrunlu değildir. Ör
neğin, belli bir iletişimsel amaçla bir işaret levhasını yola yerleş
tirenle, bu levhayı kullanarak yolunu bulan birbirinden haber
sizdir.
Üç Simge Tipi
İletifimde Simgeler
(i) İletişimde kullanılan bir simge, her zaman için ya bireysel
ya da anonim bir yorumcuya yöneliktir. Bu, iletişimcinin ger
çek yönlendirme kapasitesinden kaynaklanır ve yorumlayıcı
onu, erişiminde olan dünyadaki bir nesne, olgu veya olay olarak
230 TOPLUMSAL iLiŞKİLER DÜNYASI
Dilsel Sunum
Dilin, sentaksal ilkeler altında birleştirebilir bir simgeler dizisi
olarak yapısı, (önermese}) söylemsel düşüncenin bir aracı ola
rak işlevi ve gücü, şeyleri adlandırmanın yanı sıra onlar arasın
daki ilişkileri açıklamak ve sadece önermeler inşa etmeyip, aynı
zamanda bu önermeler arasındaki ilişkileri de formüle etmek
içindir. Dilin özü açısından, her bir dilsel iletişim normal ola
rak bir zaman süreci gerektirir: Bir konuşma, ardışık unsurların
(Husserl'in politetik olarak adlandırdığı gibi) adım adım eklem
lenmesinden oluşan cümlelerle inşa edilmekteyken, konuşma
nın veya cümlenin anlamı tek bir hat içinde (monotetik olarak)
konuşmacı tarafından yansıtılabilmekte ve dinleyici tarafından
da kavranabilmektedir. Dolayısıyla, konuşmacının eklemlenen
düşünme akışı, konuşmanın seslerini üreten dış olaylarla, ikin
cinin algılanışı da dinleyicinin kavranan düşünmeleriyle eş za
manlıdır. Konuşma bu nedenle, konuşmacının ve dinleyicinin
olmak üzere iki içsel zaman akışının birbirileriyle ve dışsal za
mandaki bir olayla eşzamanlı bir hale gelmesiyle, özneler-arası
zaman süreçlerinden birisidir -birlikte müzik yapılması, birlikte
dans edilmesi, birlikte flört edilmesi gibi-. Yazılı bir iletiyi oku
mak da, aynı anlamda yazarın ve okuyucunun iç zamanlarındaki
olaylar arasında yarı-eş zamanlılık kurmaktadır.
Sözlü İletifim
Toplumsal eylemler iletişim gerektirmekte ve herhangi bir ile
tişim de zorunlu olarak bir edim gerektirmektedir. Başkalarıyla
iletişim kurabilmek için, söylemeyi amaçladığım şeyin simgeleri
olarak yorumlanacak edimleri dış dünyada gerçekleştirmek w
rundayım. Jestler, konuşma, yazı gibi eylemler, bedensel hare
ketlere dayanan bu türden edimlerdir. t letişimin davranışçı yo
rumu bu açıdan doğrudur. Ancak iletişim aracını, yani faaliyet
edimini, iletilen anlamın kendisi ile eşleştirerek ise hataya dü
şülmüştür.
Görsel Sunumlar
Langer'in doğru bir şek.ilde gösterdiği üzere72, görsel sunumlar,
söylemsel olmayan karakterleri gereği yapısal olarak farklıdırlar.
Bu sunumlar, bağımsız bir anlama sahip unsurlardan oluşmazlar,
yani sözcük bilgisine sahip değildirler. Söylemsel simgeler olarak
başka simgeler açısından tanımlanamazlar. Temel işlevleri, duyu
akışını kavramsallaştırmaktır. Langer, resimsel bir sunumun
tam-sunumsal ilişkisini, parçaların oranı ve betimlenmiş nesneye
ilişkin kavrayışımıza uygun olan boyut ve konumları gerçeğinde
görür. Bir fotoğrafta, bir resimde, bir eskizde, bir mimarın yük
seklik çiziminde ve bir inşaat mühendisinin taslağında aynı evi
fark edebilmemiz bu nedenledir. Husserl açısından resmin ayırı
cı niteliği (diğer bütün simgelerden farklı olarak), tasvir edilmi$
olanla benzerlik ilişkisi içinde olması gerekliliğidir; öteki birçok
simge, simgelenmiş olanla ortak bir içeriğe sahip olmak rorun
da değildir. (Birçok yazarın dilsel simgelerin "keyfi" olduğunu
vurgulamasının nedeni budur.) Bununla birlikte, tam-sunumsal
ilişki, bazen oldukça karmaşık bir şek.ilde birbirine bağlı temala
rın bulunduğu resimsel sunumlarda da geçerlidir. Örnek olarak,
Dürer'in "Şövalye, Ölüm ve Şeytan" adlı resmine baktığımızda,
ilk olarak resmi olduğu haliyle -yani tam-algısal şema içinde
"bu şey" olarak; ikincil olarak, yine tam-algısal şemada, tuval
üstündeki küçük renksiz figürler olarak siyah çizgiler biçiminde;
üçüncü olarak ise, bu figürlerin Husserl'in belirttiği gibi, varlığın
"tarafsız değişikliği" olan, benzeri varlığının bilincinde olduğu-
72 Langer, Philosophy in a New Key, ss. 5 5-77 ve devamı.
236 TOPLUMSAL iLiŞKİLER DÜNYASI
Düzenleme
Her olası iletişimin, iletişimci ve iletişimin muhatabı arasında
karşılıklı düzenlenen bir ilişkiyi gerekli kıldığı görülmektedir.
Bu ilişki, Biz olarak bu hep-birlikteliğin deneyimlenmesiyle,
halihazırdaki canlı şimdide birlikte yaşayarak, içsel zaman için
deki bir başkasının deneyim akışının karşılıklı paylaşımıyla ku
rulur. Yalnızca bu deneyim içinde, bir başkasının davranışı mu-
244 TOPLUMSAL IL1ŞK1LER DÜNYASI
temel alır: Her bir katılımcı bir diğerini bir ideal tip aracılığıyla
kavramakta, bu karşılıklı kavrayışın farkında olmakta ve her biri,
bir diğerinin yorumlama düzeninin kendi yorumlama düzeniyle
uyumlu olacağını ummaktadır. Burada onlar-ilişkisi, yüz-yüze
durumla keskin bir karşıtlık içinde yer alır. Ytlz-yüze durumda,
muhatabımla birlikte birbirimizin öznel deneyimlerinin ayrıntı
larının duyarlı bir biçimde farkında oluruz. Fakat onlar-ilişkisin
de bu durumun yerini, paylaşılmış bir yorumlayıcı şemanın var
lığı varsayımı alır. Muhatabımdan yeterli bir karşılık beklemek
için birçok nedenim olmakla birlikte, daha standartlaştırılmış
olan, ke�disine isnat ettiğim yorumlayıcı şemadır. Bu, hukuk,
devlet, gelenek ve her türden sistemden türetilen ve özellikle de
amaç-araç ilişkisine dayanan, yani kısacası Weber'in "rasyonel"
yorumlayıcı şemalar olarak adlandırdığı şemalarla ilgili bir du
rumdur.
Bilginin Dağılımı
sonucu erişilmiş bir bilgi olarak kaldığı sürece hiçbir zaman tam
bir kesinlik derecesini elde edemeyecektir. Dayatılmış ilgililikler,
yaklaşık kestirmeler olarak kalmaya devam ederler.
Deneyim Alanları
On İkinci Bölüm
Aşkınlık Deneyimi
Gündelik yaşamda kendi ürünüm olmayan bir dünya içinde
kendimi bulurum. Bu gerçeği bilirim ve bunun bilgisi de kendi
yaşam-öyküsel durumumda kazılıdır. Öncelikle, doğanın, gün
delik yaşam gerçekliğini hem zamansal hem de mekansal olarak
aştığını bilirim. Zamansal olarak doğa dünyası, doğumundan
önce var olmuştur ve ölümümden sonra da var olmaya devam
edecektir. Bu dünya, insan yeryüzünde görünmeye başlamadan
önce de var olmuştur ve muhtemelen insan-türünden sonra da
varlığını sürdürecektir. Mekansal olarak, benim fiili erişim ala
nımdaki dünya, potansiyel olarak, erişebildiğim dünyamın açık
sınırsız ufkunu taşımaktadır. Fakat bu ufuklara dair deneyimle
rim, evvelce fiili erişim alanına dönüştürülmüş olan potansiyel
erişim alanım içindeki dünyanın bir kez daha yeni ufuklar tara
fından kuşatılmış olabileceğine ilişkin inanca bağlıdır. Dahası,
erişim alanım içindeki dünyada, kullanım ve etki alanıma taşıya
madığım kutsal cisimler olduğu gibi, belirli nesneler ve yine etki
edemediğim, gelgitler gibi doğa olayları mevcuttur.
Sembol
Bir sembol, ilk bakışta, tam-sunumsal bir çiftin bir öğesinin
gündelik yaşam gerçekliği içinde bir nesne, olgu veya olay oldu
ğu daha yüksek bir düzen kapsamında tam-sunumsal bir refe
rans olarak tanımlanabilir.
Sembolleştirmenin Kökleri
Bir nesnenin, olayın veya olgunun, gündelik yaşam gerçekli-
74 (Berlin, 1 932), vol. 3, Metaphysik, chap. 1 , s. 1 6.
FENOMENOLOJİ VE TOPLUMSAL İLİŞKİLER 279
Anlam Bölgeleri
William James, "Psikolojinin İlkeleri" (Principles of Psychology)
başlıklı eserinin ünlü bölümünde, her biri kendi özel ve ayrı
varoluş biçimiyle birçok, hatta muhtemelen sonsuz sayıda ger
çeklik düzeni olduğunu gösterir. James bunları "alt-evrenler"
(sub-universes) olarak adlandırmakta ve bu evrenlerden, duyusal
veya fiziksel şeylerin, bilimin, ideal ilişkilerin, mitoloji ve dinin,
"kabile idolleri"nin, çeşidi bireysel görüşlerin ve katışıksız delilik
ve çılgınlığın dünyasının örnekleri olarak söz eder. "Her bir dün
ya, onunla ilgilenildiği esnada, kendi tarzınca gerçektir; gerçek
lik, yalnızca dikkatle hükümsüz kalır." Gerçeklik basitçe, bizim
duygusal ve fiili yaşamımız arasındaki ilişkiyi ifade eder; ilgimizi
80 Bronislaw Malinowski, Magic, Science, and &ligion (New York, 1 954), ss.
100 ve devamı.
FENOMENOLOJİ VE TOPLUMSAL İLİŞKİLER 283
Üst Gerçeklik
William James haklı olarak duyuların ve fiziksel şeylerin alt
evreninden, üst gerçeklik olarak söz etmektedir. Fakat biz üst
gerçekliği, gündelik yaşamın gerçekliği olarak adlandırdığımız
sınırlı anlam bölgesi olarak ele almayı tercih ediyoruz. Ortak
kanıya dayalı düşünmemizin koşulsuz olarak kabul ettiği gün
delik yaşam gerçekliği, salt tam-sunumsal şemada olduğu gibi
kavranılan, potansiyel ve fiili erişimimizdeki fiziksel nesneleri,
8 1 A.g.e., ss. 290, 293.
284 DENEYİM ALANLARI
Geçitler
Bununla birlikte hiç kuşku yok ki, gündelik yaşantım içerisinde
sıklıkla başıma gelen bu türden şok deneyimlerinin kendisi bu
dünyanın gerçekliğiyle ilgilidir. Bu deneyimler bana, standart za
man içerisindeki faaliyet dünyasının biricik sınırlı anlam bölge
si olmayıp sadece, niyet-içeriksel yaşantım açısından erişilebilir
olan diğer birçok bölgeden birisi olduğunu gösterir. Sayısız türde
farklı şok deneyimi kadar, kendisine gerçeklik aksanı atfedebile
ceğim sınırlı anlam bölgesi mevcuttur. Örneğin: rüyalar dünya
sına girermişçesine uykuya dalma şoku; sahne dünyasına adım
atarcasına tiyatro perdesinin kalkması durumunda maruz kaldı
ğımız içsel dönüşüm; bir tablonun karşısında, resimsel dünyaya
geçiş esnasında tutumumuzdaki radikal değişiklik; bir şakaya ta
nıklık ederken, jestin kurmaca karakterini kısa süreliğine de olsa
gündelik yaşam dü�yamızla ilgili bir gerçeklik olarak kabul et
meye hazırlanırken, aniden kahkahayla boşalan tereddüdümüz;
çocuğun, oyun-dünyasına geçiş olarak kendi oyuncağına yönel
mesi ve saire. Aynı şekilde, tüm çeşitliliğinde dinsel deneyimler
de -örneğin dinsel alana ani bir girişi ifade eden, Kierkagaard' ın
"instanl' deneyimi- bilim insanın, bu dünya meselelerine tüm
tutku dolu katılımı, kayıtsız düşüncelere dalışla ikame etmesi
gibi şoka yol açar.
Üst-Olmayan Gerçeklikler
( 1 ) Tüm bu dünyalar -rüyaların, hayallerin, kurguların dünyası,
bilhassa sanat dünyası, dinsel deneyim dünyası, bilimsel tefekkür
dünyası, çocuğun oyun dünyası ve delinin dünyası- sınırlı anlam
bölgeleridir. Bu durum şunları ifade eder: (a) Tüm bu dünyalar
kendilerine özgü bir bilişsel tarza sahiptir, doğal tutumlu faaliyet
dünyasınınki gibi olmasa da; (b) bu dünyaların her birindeki
tüm deneyimler bu bilişsel tarza göre kendi içinde tutarlıdır ve
286 DENEYİM ALANLARI
Kurgu Dünyaları
Bu başlık altında, hiçbiri bir diğerine indirgenemez olan, son
lu olmakla beraber en heterojen anlam bölgeleri grubuna özgü
bilişsel tarzın bazı genel niteliklerini tartışacağız. Bu grup genel
olarak imgelerin veya kurguların dünyası olarak bilinmekle bera
ber, diğer birçokları dışında, hayaller, oyunlar, düşler, peri masal
ları, mitler ve şakalar alanlarını da kapsamaktadır. Şimdiye değin
felsefe, yaratıcı-imgesel yaşantımızın bu sayısız bölgelerinin özel
yapısına ilişkin sorunla ilgilenmemiştir. Bu bölgelerin her biri
gündelik yaşantımız kaynaklı üst gerçekliğin geçirdiği bazı de
ğişimlerin izini taşır zira zihnimiz, bilinçliliğin azalan voltajında
faaliyet dünyasından ve işlevlerinden vazgeçmekte, gerçeklik ak
sanının, yarı-gerçek varsayılan kurguya kayması için bazı cephe
lerden geri çekilmektedir. İ ncelediğimiz mesele açısından, tüm
bu dünyaların ortak noktalarına ilişkin geçici ve kısa bir izahat
yeterli olacaktır.
Sosyolojinin Bölgesi
On Üçüncü Bölüm
Yorumlayıcı Sosyoloji
Temel Düşünceler
Davranışçı Pozisyonun Sınırları: t ik bakışta, sosyal bilimlerde ne
den öznel bakış açısının tercih edilmesi gerektiği kolaylıkla anla
şılabilir değildir. Neden sürekli, aktörün öznelliği olarak isimlen
dirilen, sosyal bilimlerin bu gizemli ve çok da ilgi çekici olmayan
tiranına boyun eğmekteyiz? Gerçekte olanı tarafsızca ve nesnel
koşulları içerisinde betimlemek, toplumsal dünyanın nitelikli ve
üstelik bilimsel olarak eğitilmiş gözlemcilerinin dili neden olma
sın ki? Eğer bu çerçevenin [nesnel koşulların analiz çerçevesinin]
bizim "istek ve irademiz" tarafından oluşturulmuş teamüllerden
başka bir şey olmadığı ve bu nedenle de bizim bunları toplumsal
eylemlerin failler için ifade ettiği anlamı belirleme konusunda
gerçek bir kavramaya ulaşmak için değil de sadece yorumlarımız
açısından kullandığımız yönünde bir itiraz gelmesi durumunda,
bu itiraza: i) bu teamüller siteminin inşasının ve böylece dünya
nın yerinde ve dürüst tasvirinin bilimsel düşüncenin tek görevi
olduğu; ii) biz bilim insanlarının kendi yorumlama sistematiği
mizde, bir aktörün kendi planlarını ve hedeflerini belirlemede-
298 SOSYOLOJiNiN BÖLGESi
Ancak, bir eylem teorisi için, öznel bakış açısı, en üst etkin
liğinde muhafaza edilmelidir; bunun yokluğunda, böyle bir te
ori temel dayanaklarını, yani gündelik yaşamın ve tecrübenin
toplumsal dünyasına ilişkin referansını yitirecektir. Öznel bakışı
muhafaza etmek, toplumsal gerçeklik dünyasının, bilimsel göz-
daki ayrım görünür halde bile değildir. Bu, toplumsal dünyanın bireysel
faaliyetlere, bireylerin de toplumsal y:l{iam dünyasına atfettikleri anlamlara
gönderme yapılabileceği varsayımıyla onaya çıkmaktadır. Ancak, sosyal bi
limlerdeki öznellik sorununu tek başına merkeze taşıyan bu temel varsayım
modern sosyolojiye aittir.
304 SOSYOLOJİNİN BÖLGESi
faatsiz bir gözlemcinin tavrıdır. Onun için pratik bir ilgi taşı
mayan, daha ziyade bilişsel olan bir gözlem durumu içerisinde
yer alır. Gözlemlediği, başka bir zamanda kendisinin de içeri
sinde bulunabileceği bir durumun provası değil, yalnızca kendi
düşünmelerinin nesnesidir. Gözlemlediği durum içinde edim
de bulunmadığı gibi, eylemlerinin sonuçlarının ne olabileceği
ni önceden kestirerek veya kaygılanarak değil, laboratuvardaki
doğa bilimcinin mesafeli ilgisine benzer bir soğukkanlılıkla olay
lara yaklaşır.
Sosyolojik Sol'Ufturmalar
Eve-Dönen88
Phaeacian denizcileri derin uykudaki Odysseus'u, yirmi yıldır
tarifsiz çileler çekerek kavuşmaya çalıştığı vatanı lthaca' nın sahi
line bırakırlar. Odysseus kımıldanır ve gözlerini baba toprağınd.a
açar ama nerede olduğunu anlamaz. lthaca, Odysseus'a alışılma
dık yüzünü gösterir. Odysseus çok uzaklara uzanan patikaları,
sessiz koyları, sarp kayalıkları ve uçurumları tanıyamaz. Ayağa
kalkar, toprağına uzun uzun bakar ve kederle haykırır: "Vah
başıma gelen! Ben neredeyim? Bir başıma burada ne yaparım?"
Odysseus'un, baba toprağını tanıyamamasının tek nedeni uzun
zamandır orada olmaması değildir. Bunun bir başka sebebi de,
Tanrıça Pallas Athena'nın, Odysseus'u "bir şeyleri bilecek kadar
bilge" birine dönüştürürken, tanınmaması için de havayı sisle
kaplamasıdır. Homeros, dünya literatüründeki en ünlü eve dö
nüş hikayesini bize işte böyle anlatır.89
88 Editör Notu: Bu kısım Kübra Eren tarafından Türkçeleştirilmiştir.
89 Sunum, Homeros'un Odyssıry'inin T. E. Shaw ("Arabistanlı Lawrence") ta
rafından yapılan çevirisinden sonra yapılmıştır. (New York: Oxford Univer
sity Press, 1 932)
330 SOSYOLOJİNİN BÖLGESi
bazıları şöyledir: "'Buz gibi taze bir sütün yanında, taze marul
ve domatesle yapılan bir sandviç', 'kapının önünde taze süt ve
sabah gazetesi', 'eczane kokusu', 'bir tren ve motor sesi"'.95 Ula
şılmaz olduklarında şiddetle özlenen bu şeylerin değeri, her an
erişilebilir olduklarında muhtemelen bilinmiyordu. Özlenen
şeylerin, "eve dair şeyler"in kolektif değeri içinde mütevazı bir
yeri vardı. Dolayısıyla ev, evden hiç ayrılmamış biri için bir şey
ifade ederken, evden uzakta yaşayan kişi için başka bir şey ve eve
geri dönen içinse bambaşka bir şey ifade eder.
yanın belirli bir bölgesinin yüz yüze ilişki içindeki her partner
için eşit ölçüde erişilebilir olduğu anlamına gelir. Aynı şeyler
erişim, görüş ve duyuş mesafesindedir vb. Bu ortak ufuk içinde
ortak ilgi ve bağıntılılık nesneleri vardır; fiilen ya da potansiyel
olarak birlikte çalışılacak ya da üzerinde çalışılacak şeyler. Za
mansal ortaklık, partnerler tıtrafından paylaşılan nesnel zama
nın kapsamına çok fazla işaret etmez fakat her birinin diğerinin
süregiden içsel yaşamına dahil olduğu gerçeğini ifade eder. Yüz
yüze ilişkide ben, diğerinin düşüncelerini, bu düşünceler henüz
olgunlaşıyorken ve gelişiyorken, canlı şimdiki anın içinde kavra
yabilirim; diğer kişi de düşünce akışıma ilişkin olarak aynı şeyi
yapabilir ve her ikimiz de bu olasılığı bilir ve göz önünde bu
lundururuz. ·Diğer kişi için ben ve benim için de diğer kişi ne
bir soyuclamayızdır ne de tipik davranışın salt bir örneğiyizdir;
biz tam da ortak bir canlı şu anı paylaşmamız sebebiyle, bu eş
siz özel durum içinde birbirimiz için eşsiz birer tekil kişiliğizdir.
Çok kabaca ifade edersek; bunlar bizim "saf biz-ilişkisi" olarak
kullanmayı tercih ettiğimiz, yüz yüze ilişkinin bazı özellikleri
dir. Saf biz-ilişkisi aslında kendi içinde olağanüstü bir öneme
sahiptir çünkü bu şekilde, diğer tüm sosyal ilişkilerin "saf biz
ilişkisinden" türetilmiş olarak yorumlanabildiğini ve belli neden
lerle bu şekilde yorumlanmak zorunda olduğunu gösterebiliriz.
Bu ifade, eve dönen her türden kişi için geçerlidir. Eve kısa
bir tatilden sonra dönüyor olsak bile, eski alışıldık çevremizi
yokluğumuz sırasında edindiğimiz deneyimlerden türeyen ve
onlara dayalı ek anlamlar kazanmış olarak buluruz. Buna eşlik
eden değerlendirme ne olursa olsun, şeyler ve insanlar, en azın
dan başlangıçta, başka bir yüze sahip olacaktır. Faaliyetlerimizi
rutin hale getirmek ve insanlar ve şeylerle olan ve tekrar eden
ilişkilerimizi yeniden canlandırmak için belirli bir çaba gereke
cektir. Tatilimizi gündelik rutinimize bir ara vermek olarak dü
şündüğümüzden, bu şaşırtıcı değildir.
Bunu başka bir unsur izler. Silahlı kuvvetler üyeleri, savaş za
manlarında toplumda genel olarak ayrıcalıklı bir statüye sahip
tir. ''Askerdeki oğullarımız için her şeyin en iyisi" bir slogandan
daha fazlasıdır. Bu, vatanları için canlarını vermek zorunda kala
bilecek olanlara ya da en azından ailesinden, eğitiminden, işin
den ve sivil yaşamın rahatlıklarından, topluluğun fazlasıyla değer
verilen iyiliği için vazgeçenlere hakkıyla duyulan saygınlığın bir
ifadesidir. Sivil, üniformalı kişiye gerçek bir savaşçı ya da gelece
ğin savaşçısı olarak bakar. Aslında tam da bu nedenle, üniformalı
kişi de kendisine böyle bakar; Amerika' nın bir yerinde askeri bir
ofiste masa başı işi yapıyor olsa da. Daha mütevazı olan bu iş
önemli değildir; onun için de, askere alınması kişinin hayatında
ki bir dönüm noktasına işaret eder. Ama terhis edildikten sonra
344 SOSYOWJININ BÖLGESi
Eşitlik ve Fırsat
Nesnel bakış açısına göre eşit olan fırsatlar, bir bireyin öz
nel şansları açısından ve vice versa (tersi durumda da) kolaylıkla
eşitsiz görünebilir ve hatta esnek bir yorumlamadan kaçınılırsa
görünmek de zorundadır. Çünkü yalnızca nesnel bakış açısından
toplumsal roller; toplumsal sistemin rol beklentileri ve yeterli
likleri açısından tipleştirilebilen ve tanımlanabilen kavramsal bi
rimleri oluştururlar. Dahası, sadece nesnel bakış açısından, eşit
niteliklere sahip herkes rolün gerekliliklerine eşit derecede yetkin
olarak kabul edilir.
miş bir çevrede belirli özelliklere, nesnelere vs. iradi ve seçici yö
nelme ya da tetikte olarak dikkat kesilme "özgür bir edimidir".
Şüphe [doubt]. Bir şüphe hali, bir kişi, bir durumdaki bütün
değilse bile belli öğeler eldeki bilgi açısından açıklanmaya karşı
koyduğu için, onu sorgusuz sualsiz kabul edemediğinde meyda
na gelir. Şüphe vazgeçişe, soruşturmaya, durumun yeniden ta
nımlanmasına ya da eylemin yeniden planlanmasına götürebilir.
Monotetik-politetik-sentetik [monothetic-polithetic-synthetic] .
Tamalgının, kavramanın, anlamanın vb. tarzları. Deneyimin
herhangi bir nesnesi "tek bir iz üzerinde" ya da monotetik olarak
görülebilir. Bu belki de nesnenin kendisinin politetik olarak id
rak edilebilmesine rağmen böyledir, yani birbirini zamanda takip
eden adımların bir sekansında, bir kişinin gelişen konuşmasında
bir fikrin sunumu gibi. Konuşmacının iletişimse! eylemi, kendi
tarafında, politetik bir edim kurar. Konuşmanın ardışık ifadeleri
sentetik hale gelir zira konuşmanın politetik öğeleri birlikte ko
nur ve neticede karmaşık bir birim oluşturur. Retrospektif bir
bakışla, politetik öğelerin sentetik birimi tek bir fikre harmanla
nır ve monotetik bir nesne haline gelir.
1. Kitapları
1 932 Der Sinnhafte Aujbau der sozialen �lt. Viyana: Springer,
1 932. İkinci Baskısı: Viyana: Springer, 1 960.
Fenomenoloji ve
Toplumsal İlişkiler
Genel kanı, sosyal bilimler ile felsefe arasında derin bir yarık
görür; birbirini karşılıklı olarak yok sayan, hatta dışlayan iki
ayrı dünya arasındaki bir yarık. Oysa bu, en başından beri
sosyal bilimler düşüncesine eşlik etmiş olan felsefi sorgulama
ları ve aynı şekilde bilimsel düşüncenin de felsefede tetiklediği
tartışmaları görmezden gelmek demektir. Ülkemizde ne yazık
ki ekseriyetle "herhangi bir özne felsefesi" olarak alımlanmış
olan Fenomenoloj i, yine en başından beri, bu iki "bilme
biçimi" arasındaki en zengin karşılaşmaların ve geçişlerin
temel güzergahlarından biri olmuştur. Ancak bir isim vardır ki
bu diyaloğun tesisi tüm düşüncesini meşgul etmiştir, bilhassa
sosyoloji özelinde: Alfred Schütz. Mahir bir takipçisi olduğu
Husserl'in fenomenolojisini eleştirel ve yetkin bir sentez dahi
linde Weber'in sosyolojisiyle buluşturmakla yetinmemiştir
Schütz. Tüm bu zengin fıkri alüvyonları, 1 937 yılından
itibaren yaşamını sürdüreceği ABD'ye taşımış; onları burada
pragmatizmin yine bir o kadar verimli ovalarıyla buluşturmuş;
ve nihayetinde sosyoloji ve felsefenin gelmiş geçmiş en ezber
bozucu ve üretken yakınlaşmalarından birinin altına imza
atmıştır.
-1
0�1ırı1
HVC