Professional Documents
Culture Documents
Mahmood Mamdani - İyi Müslüman Kötü Müslüman
Mahmood Mamdani - İyi Müslüman Kötü Müslüman
• •
İYİ MÜSLÜMAN,
KÖTÜ MÜSLÜMAN
A M E R İK A , SO Ğ U K SA VA Ş
VE T E R Ö R Ü N K Ö K E N L E R İ
MAHMOOD MAMDANI
1001
K İ T A P
M AHM OOD M A M D A N I’N iN D iG ER YAPITLARI
MAHMOODMAMDANÎ
Ç e v ir i:
S e v in ç A ltı n ç e k iç
1001 KİTAP
Kitabın orijinal adı: Good Müslim Bad Müslim
Teşekkürler
Giriş
M odernlik ve Şiddet
Birinci Bölüm
K ültür Tartışması; ya da İslam ve
Siyaset Hakkında Nasıl Tartışılmaz
İkinci Bölüm
Ç inhindi’nden Sonra Soğuk Savaş
Üçüncü Bölüm
Afganistan: Soğuk Savaşın En Önemli Anı
Dördüncü Bölüm
Vekil Savaşından Açık Saldırganlığa
Sonuç
Cezadan M uafiyet ve Toplu
Cezalandırmanın Ötesinde
N otlar
Teşekkürler
New York
Kasım 2003
Giriş
MODERNLİK
VE ŞİDDET
H
enüz şiddet dolu bir asrı yeni bitirdik ve belki de bu
asır kayıtlı tarihin diğer asırlarıyla karşılaştırıldığında
çok daha şiddet doluydu: Dünya savaşları ve sömür
geci fetihler; iç savaşlar, devrim ler ve karşı devrim ler. Bu
şiddetin dozu şaşırtıcı olsa da, şiddetin kendisi bizi şaşırtm ı
yor.
M odem siyaset duyarlılığı, siyasi şiddeti tarihsel ilerlem e
nin bir gereği olarak görüyor. Fransız Devrimi'nden bu yana
şiddet, tarihin ebesi olarak görülegelmiştir. Fransız Devrimi,
bize hem terörü hem de halk ordusunu sundu. N apolyon’un
savaş alanlarındaki görkem li başarılarının ardındaki gerçek
sır, ordusunun paralı askerlerden değil, -m illiyetçiliğin yurt
taşlık dini olarak tanım aya b aşlad ığ ım ız- m illi duyguların
Modernlik ve Şiddet 11
esiniyle bir dava uğruna öldüren vatanseverlerden oluşmasıy-
dı. Fransız Devrimi üzerinde düşünürken Hegel, insanın ha
yatın kendisinden daha değerli bir dava uğruna ölm eye hazır
olduğunu yazmıştı. Belki de Hegel, şunu da eklemeliydi: İn
san, bu tür dava uğruna öldürm eye de hazırdır. Bence bu,
geçm işte olduğundan çok zam anım ız için daha doğrudur.
Yaygın şiddet, modern duyarlığı dehşete düşürmez. Dünya
savaşları bunu kanıtlıyor. M odern duyarlığım ızı dehşete dü
şüren, anlamsız görünen, gelişmeyle haklı çıkartılam ayan şid
dettir.
Bu tür şiddet, iki temel yolla tartışılır: M odem öncesi bir
toplum için kültürel olarak ve m odem bir toplum için ise te
olojik olarak. Kültürel açıklama, siyasi şiddeti her zaman m o
dernliğin yokluğuna atfeder. Dünya ölçeğinde, uygarlıkların
çarpışm ası olarak adlandırılmıştır. Yerel olarak -y an i, "Batı"
ve kalanı arasındaki sınırı aşm adığında- Güney A sya’da ol
duğu gibi "toplumsal bir çatışma" ya da, A frika’da olduğu gi
bi, "etnik bir çatışma" olarak adlandırılır.
İlerlem e öyküsüne uym ayan m odern toplum daki siyasi
şiddet, tanrıbilimsel açıdan tartışılma eğilimindedir. Örneğin,
H olocaust’un (Yahudi soykırım ı) sergilediği şiddet, basitçe
kötünün sonucu olarak açıklanır. M odem öncesi kültür gibi
kötülük de, tarihsel zamanın dışında kavranılır. Nazi soykırı
m ının tarihsel nedenlerini keşfetm eye karşı, hem ahlaki hem
de siyasi, büyük bir direnç vardır. Şiddet suçlularını ya kültü
rel dönekler ya da ahlaki sapkınlar olarak gördüğüm üz için
modernlikle siyasi şiddet arasındaki bağlantının ötesini göre
rek düşünme yeteneğine sahip değiliz.
9/11
A uschw itz’ten alınan ders, A m erikan toplum unda 11 Eylül
sonrası tartışmaların konusu olmayı sürdürüyor. Dışarıdan bir
gözlemci, terör hakkında ne kadar çok Am erikan söyleminin
başka herhangi bir olaydan daha çok H olocaust hafızasından
süzülmesine şaşırıyor. 11 Eylül sonrası Amerika kararlı görü
nüyor: "Bir daha asla." Önemli farklara rağmen soykırım ve
terör, önemli bir özelliği paylaşıyor: İkisi de sivil halkı hedef
liyor. Suçluların düşünce yapısı, kurbanları kültürel olarak
çerçevelem e biçimleriyle ne ölçüde ortaya çıkıyor? Şaşırtıcı
değil, bu soru hakkındaki tartışma, kültürel ve siyasi kimlik
ve, 11 Eylül bağlamında, dinsel fundam entalizm ve siyasi te
rör arasındaki ilişkiyi tersine çeviriyor. Bu kitabı, bu tartış
maya alçakgönüllü bir katkı olarak yazdım. Özgün araştırm a
nın sonuçlarını sunmak yerine bu yorum layıcı deneme, siyasi
olayları, özellikle de 11 E ylül’ü, inatçı kültürel kalıtların so
nucundan çok -tarih sel olarak biçim lenm iş- siyasi karşılaş
maların ışığında açıklam aya çalışıyor.
Kitap, gerçekte iki parçaya ayrılm ıştır. Birinci parça, tek
bir bölüm den oluşuyor: 1. bölüm, siyasetin kültürel yorum la
rıyla ilgili bir eleştiri -b e n buna Kültürel Tartışm a diyorum -
sunuyor ve siyasi İslam hakkında farklı bir düşünme biçimi
öneriyor. Farklı eğilimlerin, buna son terör hareketinin yükse
lişi de dahil, gelişim inin izini sürüyor. A rdından gelen bö
lümler, bugüne kadar marjinal bir olgu olan İslamcı terörün,
İslam cı siyasette nasıl önemli bir aşama işgal ettiğini açıklı
yorlar. Bu açıdan, 11 E ylül’e başka bir yorum sunuyor. D eri
ne dem ir atmış bir uygarlıklar çatışması resim lem ek yerine,
11 E ylül’ün yakın tarihten, son Soğuk Savaş’ınkinden ortaya
çıktığını savlıyorum.
Son Soğuk Savaşı, V ietnam ’daki Amerikan savaşının so
nundan 1990’da Sovyetler Birliği'nin yıkılışına kadar, Irak’-
taki son savaşa uzanan vekaleten savaş çağıyla birlikte süren
dönem olarak tanım lıyorum . V ietnam ’daki savaş A m erikan
kara birliklerinin çok sayıda askerle doğrudan katıldıkları son
Soğuk Savaş müdahalesi idiyse, Irak ’taki savaş bu yasağın ta
mamen kaldırıldığı ilk Soğuk Savaş sonrası Am erikan m üda
halesine işaret ediyor. İkisi arasında bir vekil savaşlar çağı
bulunuyor.
Son Soğuk Savaş, iki gelişm enin dam gasını vurduğu bir
vekil savaşlar çağıydı. Bu iki gelişme de Reagan yönetiminin
dış politikasının belirgin girişim leriydi. A yııca R eagan ve
m evcut Bush yönetimleri arasında, 11 E ylül’den sonra "terör
le savaş"ın düşünce yapısını aydınlatarak, önemli benzerlikle
re işaret ediyorlar.
Reagan çağında dış politikadaki değişiklikler, Am erikan
yanlısı diktatörlüklerin devrim ci bir biçimde yıkılmasına kar
şılık verilen yanıtlardı. Reagan yönetimi bu devrimleri, özel
lik le de 1 9 7 9 ’da N ik a ra g u a ’d ak i S an d in ista D ev rim iy le
İra n ’daki İslam cı D evrim i, V ietn am ’dan sonra bir tersine
dönme eğilim inin ortaya çıkışı olarak gördü. Reagan yöneti
m inin A m erika’nın yanlış bir savaşa -y an i asla meydana gel
mesi mümkün olm ayan Sovyet birliklerinin Avrupa ovalarına
saldırmalarına karşı sav aşa- hazırlandığını anlamasının arka
sında bu sahne vardı. Reagan, A m erika’yı zaten yapılmakta
olan savaşı açm aya çağırdı: Güney A frika’dan Orta A m eri
k a ’ya kadar, bugünün milliyetçileri olarak yönetimi ele geçi
ren dünün gerillalarına karşı olan savaşı. R eagan yönetim i,
m ilitan m illiyetçileri Sovyet v ekilleri olarak resm etm işti.
O daktaki bu kayma, stratejide değişikliğe yol açtı ve yeni bir
ad aldı: Düşük yoğunluklu çatışma. Bu girişim, Reagan yöne
timinin dış politikasına dam gasını vuran ilk ayırıcı özellikti.
İkinci girişim se, "savunm a"dan "püskürtm e"ye dönüştü;
bu da bütün araçların tek bir amacın emrine verilmesini talep
ediyordu: Bu amaç, "şer im paratorluğu"na karşı top yekûn sa
vaştı. Yüksek ahlak diliyle ifade edilmesine rağm en bu tehli
keli girişim, Güney A frika’daki Apartheid rejim iyle ahlakdışı
bir "yapıcı işbirliği" olarak başladı. Resmi Amerika Pretoria
ile el ele tutuşurken sonuncusu, yeni bağım sız Portekiz sö
mürgeleri M ozambik ve A ngola’daki militan m illiyetçi hükü
metleri baltalamanın en etkili yolu olarak siyasi terörü kullan
maya başladı. Soğuk Savaşın savaş meydanı, yetmişli yılların
sonunda G üney A frika’dan Orta A m erika ve O rta A sy a’ya
kayarken A m erik a’nın siyasi teröre karşı yum uşak tutum u
utanm azca bir kucaklam aya dönüştü: H em N ik arag u a’daki
kontragerillalar hem de A fganistan’daki el-K aide (ve T ali
ban), Soğuk Savaş sırasında A m erika’nın m üttefikleriydiler.
Onları desteklemek, Soğuk Savaşı "gerekli her araçla" kazan
ma kararlılığını gösteriyordu; bu ifade, ancak haksız araçlara
değinebilirdi. Bozulmuş bir ittifakın sonucu olarak 11 Eylül,
en başta ve en önemlisi, Soğuk Savaş’ın bitmemiş işi olarak
anlaşılmalıdır.
KÜLTÜR TARTIŞMASI;
YA DA İSLAM VE
SİYASET HAKKINDA
NASIL TARTIŞILMAZ?
Kültür Tartışması 25
Kültür Tartışması, her kültürün kendini tanımlayan somut
bir öze sahip olduğunu varsayar ve ardından da siyaseti bu
özün bir sonucu olarak açıklar. Örneğin 11 E ylül’den sonra
Kültür Tartışması, "terör" uygulamasını "İslam cı” olarak nite
leyip açıklamıştır. "İslamcı terör" bu nedenle 11 Eylül olayla
rının hem betimlenmesi hem de açıklaması olarak sunuluyor.
Barışçıl, uygar bir varoluş isteyenlerle teröre eğilimli olanları
ayıran çizgi artık ne piyasa (kapitalizm) ne devlettir (demok
rasi), bu çizgi kültürdür (modernlik). Dünyam ızın modernle
m odern-öncesi arasında bölünm üş olduğu söyleniyor. M o
dernler, kültürü oluşturup onu yönetiyor; modern öncesi olan
larsa yalnızca kültürün parçası olm akla yetiniyor. Modern ön
cesi kültürün basit istençdışı bir hareketten başka bir şey ol
madığı doğruysa, modern öncesi halklar kesinlikle eylem le
rinden sorumlu tutulamazlar. Bu görüş açısı, uygarlığın iyiliği
için bireysel olmazsa kolektif olarak sın ırlandırm alarını - g e
rekirse, koşulsuz bir şekilde tutsak edilm elerini- talep eder.
11 Eylül sonrası A m erika Birleşik D evletleri’nde Kültür
Tartışması, belki de kültürü yalnızca yaradılışın başlangıcın
da, olağandışı ve kehanetçi bir eylem olarak oluşturan İslam
ve M üslüm anlara odaklanıyor. Bundan sonra M üslüm anlar,
kültüre yalnızca uymuş gibi görünüyorlar. Bazıları kültürü
m üzün tarihinin, siyasetinin ve tartışm alarının olm adığını
söylem ektedir, bu nedenle de bütün M üslüm anlar kötüdür.
Başkalarına göreyse, bu kültürde bir tarih, bir siyaset, hatta
tartışm alar vardır, bu nedenle de hem iyi M üslümanlar hem
de kötü M üslümanlar vardır. Her iki çeşitlemeye göre, tarih,
antik topraklarda-yaşayan antik bir halkın cansız bir geleneği
ne dönüşmüş gibi görünüyor. Yoksa kültür burada, genellikle
dinsel olan ilk oluşum metinlerinde yazılmış ve ilk yapıtlar
içinde mum yalanm ış bazı kurallara sahip bir tür içgüdüsel et
kinlik ve alışkanlık anlamında mı kullanılıyor?
K ültür Tartışmasının birbirine zıt iki tanımı arasında ayrım
yapmamız gerekiyor. İlk tanıma göre modern öncesi halklar,
ya geri kalmış ya da m odernlik yoluna daha adım atması ge
reken, henüz m odernleşm em iş halklardır. Diğer tanımsa m o
dem öncesini aynı zam anda modern karşıtı olarak da betim le
mektedir. İlk düşünce, yardım severliğe dayalı ilişkileri teşvik
ederken, ikinci görüş, korku ve önleyici kolluk ya da askeri
hareket üretir.
A frikalılar hakkındaki geçm iş tartışm alarla, günüm üzde
M üslümanlar üzerine yapılan tartışm aları karşılaştırırsak bu
ayrım daha iyi anlaşılacaktır. Soğuk Savaş sırasında A frikalı
lar, modern olma kapasitesine sahip olm ayan halklar için m ü
kemmel bir örnektiler. Soğuk Savaşın sona erm esiyle İslam
ve Ortadoğu, hızla küreselleşen bir dünyada m odern öncesi
fanatik bir topluluk olarak A frika’nın yerine geçti. Çağdaş al
gılanışta Siyah Afrika ve Ortadoğu İslamı arasındaki fark şu
dur: Afrika, m odernlikten aciz olarak görülürken, fanatik İs
lam, modernlikten aciz olarak görülmekle kalmaz modernliğe
karşı dirençli olarak da görülür. A frikalıların kendilerini kur
ban ettikleri söylenirken, fanatik M üslümanların, kendileriyle
birlikte başkalarını da öbür dünyaya götürme eğiliminde ol
dukları iddia edilir. 11 Eylül öncesi A frika’daki terörizm tar
tışm asıyla 11 Eylül sonrası küresel terör tartışm ası arasında
ilginç bir benzerlik vardır. Güncel küresel tartışmalarda oldu
ğu gibi Afrika tartışm aları da terörün yayılm ası konusunda
başlıca, ya da yalnızca, içte açıklam alar aram ıştır. A frikalı
"kabileciler"le M üslüm an "Fundam entalistleri" düşman ola
rak bir araya toplayan nadir ama önem li bir örnekte, eski İn
san Hakları İzleme K om itesi'nin eski başkanı ve bugün G eor
ge S oros’un finanse ettiği A çık Toplum Enstitüsü'nün başka
nı Aryeh Neier, Washington P o si’taki bir başyazısında soru
nun İslamdan daha büyük olduğunu savlamıştır: Sorun, m o
dernliği düşm anları olarak tanım layan ve N azilerin çağdaş
karşılıkları olan kabilecilerle fundam entalistlerde yatıyor.
M odern öncesi halkların yaratıcı yetenekleri olm adığı,
m odern karşıtı fundamentalistlerin de, büyük bir yıkıcılık ye
teneğine sahip oldukları söylenmektedir. Yıkım, kendileri da
hil insan yaşamına değer vermediklerine dair bir kanıt olarak
kabul edilir. İşte Kültür Tartışmasının birinci sayfa haber öy
külerine malzeme olmasının nedeni peşinlikle budur. K ültü
rün, artık ölüm kalım meselesi olduğu söylenir. Bu tür bir dü
şünme biçimi, büyük ölçüde m odem sömürgecilik tarihi üzeri
ne yazılanları hatırlatır. Bu tarih, modernliğin dışına itilenleri
m odern karşıtı olarak dam galar, çünkü dışarıda bırakılm ak
için ısrar etmişlerdir. Halkların kamusal davranışlarının, özel
likle siyasi davranışlarının, ister dinsel ister geleneksel olsun,
alışkanlıkları ve geleneklerinden yola çıkarak yorumlanabile
ceğini varsayar. Ama dinini harfi harfine uygulayan bir kişi,
olası bir terörist olarak kabul edilmeli mi? Dinsel bir metni bir
m etafor ya da uydurma olarak gören bir kişi, uygar hayata ve
bu hayatın talep ettiği hoşgörüye daha mı uygundur? Kutsal
metinlerin dolaysız olarak yorumlanması nasıl olur da insanla
rın kaçırılmalarına, cinayetlere ve teröre çevrilebilir?
Siyasi kim likler tek olsalar bile, kültürel kim liklerin biri
kerek artma eğilimi vardır.
Değişen siyasi gündem lerin sonucu olarak kim likler deği
şiyor ve tarihler yeniden yazılıyor. İç çatışmaların sonuçları,
çoğu kez her biri istikrarsız bir siyasi bağlam içinde m ücade
le eden ve bir gücün görüşünü temsil eden çatışan tarihler su
nar bize. Düşm anlar tek bir siyasi topluluk içinde birlikte ya
şamayı başardıklarında -1 9 7 2 ’de A raplarla Afrikalıların Su
d a n ’da, Hutu ve Tutsilerin soykırım sonrası R uanda’da ya da
siyahlarla beyazların apartheid sonrası Güney A frika’da yap
tıkları g ib i- yeni bir tarih ihtiyacı acil bir biçimde duyulm ak
tadır. Bu yerlerin hiçbirinde hazır bir tarihin olmaması hiç de
şaşırtıcı değildir.
"B atı'nın tarihi de, H olocaust’tan (Yahudi soykırımı) son
ra esaslı bir düzenlem eden geçmişti. Holocaust sonrası tarih
te, Y ahudilik yeniden oluşturuldu ve Y ahudi halkı, A vru
p a’da yaşayıp göze batan diğer bir halk olm aktan çıkıp Avru
p a’ya dahil bir parça oluverdi. Holocaust sonrası "Yahudi-Hı-
ristiyan" uygarlık fikrini, A vrupalı Y ahudileri dışlayan bir
Hıristiyan uygarlık hakkındaki, eşit derecede kök salmış, Ho-
locaust öncesi fikirlerle karşılaştırın. Örneğin, on dokuzuncu
yüzyıl Fransız dil bilgini Ernest Renan, Samileri Kafkaslılar-
dan şu biçimde ayırıyor:
Hıristiyan Fundamentalizmi
ve Siyasi Hıristiyanlık
"Fundam entalizm " terim ini, 1920 yılında R ahip Curtis Lee
Laws icat etti ve "inancın ilkeleri için kutsal savaşı" yapma
andı içen Baptist ve Presbiteryen arkadaşlarınca da saygın bir
terim olarak hemen kabul gördü. Karen Armstrong, bu olguyu
hızla büyüyen bir dizi Amerikan tartışm ası içine yerleştirdi;
bu tartışm alar, İncil m etnine bağlılığın geçerliliği hakkında
olup bu görüşü destekleyen gitgide güçlenen ve kökleşen m u
hafazakar C um huriyetçiler tarafından üstlenildiler. 1910’da
Princeton P resbiteryenleri, K utsal K ita p ’m yanılm azlığını
temsil eden beş dogma tanımladılar: (1) Kutsal K itap’ın ya
n ılm a z lığ ı, (2) İ s a ’nın B ak ire M e ry e m ’d en d o ğ u şu , (3)
İsa’nın çarm ıhta günahlarım ıza karşılık kefaret ödem esi, (4)
yeniden dirilişi ve (5) mucizelerinin nesnel gerçekliği. 1910
ilâ 1915 yılları arasında İlkeler (The Fundam entals) adıyla bir
dizi on iki ciltsiz kitapçık yayınlayıp A m erika’daki her rahip,
profesör ve ilahiyat öğrencisine üç milyon kadar kopya dağıt
tılar. Sonraki adım ları, liberalleri kovm aya çalışm aktı; en
korkunç kurumsal savaşlar, fundam entalistlerin en güçlü ol
duğu yerde, Baptistlerle Presbiteryenler arasında yapıldı.
K aren Arm stroiıg, fundam entalizm in, m odern öncesi bir
kültüre doğru bir gerileme değil, uygulanan laik bir modernli
ğe yanıt olduğu gözlem iyle fundam entalizm le ilgili tarihsel
tartışmasını sona erdiriyor. Diğer bir deyişle, modernlik olma
dan fundamentaliz olamazdı. Ayrıca, fundamentalizm, dinler
arasında değil din içinde bir mücadele olarak, dinsel muhafa
zakarların saldırgan bir laik güç barındırdıklarını düşündükleri
liberal din biçimlerinin bir eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır.
19. yüzyılın sonunda başlayan bu tartışmalar, hızla A m eri
k a ’nın kurum sal alanlarında, yani üniversitelerde ve devlet
okullarında, ilahiyat fakülteleri ve kiliselerde, seçimlerde ve
basında, m ahkem elerde ve yasam a m eclislerinde iktidar ve
etki elde etme savaşlarına döndü. Sonuç, karışık ve dengesiz
di: fundamentalistler, bazı eyaletlerde bazı yasal zaferler ka
zandılar. Ardından 1925’te Tennessee yasama meclisi, devlet
okullarında evrimi öğretmeyi suç kılan bir yasa kabul ettiğin
de tam bir zafer kazandılar. Birkaç ay sonra, genç bir biyoloji
öğretm eni John T. Scopes, dinsel geleneğe karşı konuşma öz
gürlüğü adına bir eylemde bulunm aya karar verdi ve biyoloji
dersinde okul m üdürüne vekalet ederken kanunu ihlal ettiğini
m ahkemede itiraf edip bu kanunun sorgulanmasını sağladı.
Tem muz 1925'de mahkemeye çıkarılan Scopes, Amerikan
Sivil H aklan Birliği'nin (ACLU) gönderdiği büyük rasyona
list avukat Clarence Darrow tarafından savunuldu. Kanun ta
rafında, okullarda evrimi öğretm eye karşı çoktan bir haçlı se
feri başlatmış ünlü Dem okratik siyasetçi ve Presbiteryen lide
ri W illiam Jennings Bryan bulunuyordu. Scopes davası, libe
ral dem okrasinin önemli ilkelerini ortaya koymakla kalmadı,
aynı zam anda modern Batı düşüncesindeki ayrımın da kam u
oyunda tartışılmasına yol açtı. Darrow, konuşm a özgürlüğünü
temsil ettiğini iddia ettiğinde Bryan, sıradan halkın anladığı
biçimde "sağduyu"yu savundu. Darrow ilerlem eyi savundu
ğunda Bryan, Darwinci ilerleme kuram larıyla Birinci Dünya
Savaşının katliam ında ortaya çıkan Alman militarizmi arasın
da bir bağlantı olduğunu ileri sürdü. A m erika Birleşik Devlet-
leri’ni dolaşarak yaptığı "Darvvinizm Tehdidi" adlı konuşm a
sıyla bilinen Bryan, güçlünün hayatta kalabileceği ya da kal
ması gerektiği düşüncesinin "tarihteki en kanlı savaşın teme
lini attığını" iddia etti. "Askerleri öldürm ek için zehirli gazlar
imal eden bilimin, aynı zam anda insanın atalarının vahşi ol
duğunu vaaz ettiği" bununla kalmayıp "mucizeleri ve doğaüs
tü olayları In cil’den yok ettiği" konusunda uyarıyordu. Son
çözüm lem edeyse dava, tarihsel "Tanrı ile Bilim arasında bir
yarış" olarak halka açık bir gösteriye dönüştü.
Darrow tarafından tanık kürsüsüne çıkarıldığında Bryan,
In cil’in sözcüğü sözcüğüne yorum unun -ö rn eğ in dünyanın
altı bin yaşında olduğu ve altı günde yaratıldığı düşüncesi
n in - olanaksız olduğunu kabul etmeye zorlandı. Bryan kam u
oyu önünde küçük düşürülm üştü ve davadan birkaç gün sonra
öldü, D arrow ’sa, "berrak rasyonel düşüncenin kahram anı"
olarak ortaya çıktı. Fundam entalistler yasal savaşı kazanmış
olmalarına rağmen kültürel savaşı kaybetm işlerdi. Jerry Fal-
vvell’in Kitabı: Fundam entalist D il ve Siyaset (The Book o f
Jeıry Falwell Fundam entalist Language and Politics) adlı ki
tabı yazan Susan Harding, modernliğin zaferinin aynı zam an
da "fundam entalizm in" bir karikatürünü de içerm esini yo
rumluyor:
ÇİNHÎNDİ’NDEN SONRA
SOĞUK SAVAŞ
Angola Felaketi
Amerikan hükümeti, on yıl sonra A frika’ya döndüğünde, Vi
e tn a m ’daki savaşa m uhalefet, A m erika B irleşik D ev letle
rin d e k i atmosferi kökten değiştirmişti. Başkan Nixon A ğus
tos 1974’te gözden düşm üş ve üç ay sonraki seçim lerde,
Kongre'de çoğunluğu Demokratlar almışlardı. Yürütme orga
nının gizlice bir casusluk dış politikasını uyguladığı Soğuk
Savaş m irasından derinden kuşkulanan birçok savaş karşıtı
kongre üyesi, dış politika üzerinde yasama kontrolü oluştur
mak istiyordu. Aralık 1974’te, Kongre, C IA ’in örtülü operas
yonlarının "betimlemesini ve kapsamını", "zamanında" sekiz
kongre komitesine bildirmesini gerektiren Hughes-Ryan De
ğişikliğini kabul etti.
Bu gelişmeler, daha önce hiçbir önemli kamu görevine se
çilmemiş Gerald Ford liderliğindeki Nixon sonrası yönetimin,
hızla dağılan Portekiz imparatorluğu karşısında Afrika seçe
neklerini tanım lam aya başladığı ortam ı biçim lendirdi. W as
h in g to n , b ir S o v y e t v e k ili o la ra k ta n ım la d ık ta n so n ra
M PLA ’nın iktidara gelmesi olasılığını engellem eye kararlıy
dı. Bu amaçla, Piero G leijeses’in kapsamlı olarak belgelediği
farklı seçenekleri araştırdı.
W ashington’un tercih ettiği seçenek, M P L A ’ya m uhalif
iki harekete örtülü destek verm ekti: Bu hareketlerden biri,
Kongo Generali Mobutu ’nun az çok vekili olarak çalışan A n
gola Ulusal Kurtuluş Cephesi (FNLA) ve diğeri de, apartheid
Güney Afrika ile yeni kurulan tem aslar dışında dış teması pek
olm ayan A ngola’nın Tam B ağım sızlığı B irliğ i’ydi (Unita).
Ama Kongre daha fazla fonu onaylamak zorundaydı, çünkü
yardım C IA ’in 1975 yılı için Yedek A kçe Fonunu tüketmişti.
Ford, FNLA ve Unita için 2,8 milyon dolar örtülü destek iste
diğinde Kongre, bunu S enato’da 54-22 ve Parlam entoda 323-
99 oyla kesin bir şekilde reddetti. O sırada M PLA, K üba’dan
zaten askeri yardım, m alzem e, eğitim ve danışm an alıyordu,
gerçi henüz büyük ölçekte Kübalı birlikler giriş yapmamıştı.
Kissinger, bu hızla değişen durumda ikinci bir seçenek plan
ladı: "Kübalıların gelişine yanıt olarak yönetim, Johnson’un
1964’te Zaire’de (Kongo) yaptığı gibi bir paralı asker ordusu
oluşturm aya çalıştı." Ama çoğu İngiliz olan paralı askerlerin
sayısı azdı - 2 5 0 ’den daha a z - ve birçoğu da on yıl öncesinin
hızla yaşlanan eski askerleriydi. Sonuç, bir yıkımdı. G üçsüz
düler, bazıları "sözcüğün tam anlamıyla Londra publarından
kolay para ve yüksek kalite yaşam sürme teklifiyle ayartıl-
mıştı" ve Kübalıları durduracak durum da değillerdi. "14 para
lı askerin idam ını" karşılıklı suçlam alar izlerken kırk beşi
"koltuk değnekleri ve tekerlekli sandalyelerle eve (L ond
ra ’ya) döndü." M obutu, L ondra’dan henüz gelen yirmi iki as
k eri sın ırd ışı etti. Bu arada M P L A ’y la sav aşm ak yerin e
FNLA ve Unita, birbirleriyle savaşmaya başladı. Utanç verici
bir sonla karşı karşıya kalan Kissinger, düzenli Güney Afri
kalı kuvvetlerle bir vekil saldırıyı desteklemeye karar verdi.
Gleijeses, hem Pretoria hem de W ashington’daki atmacalarla
güvercinler arasındaki iç tartışmaları ve her iki başkent ara
sındaki temasları özetlemiştir. Pretoria’da tartışma, savunma
çevrelerinde D ışişleri Bakanlığıyla atm acaları karşı karşıya
getirdi. W ashington’daysa CIA şefi W illiam C olby’yle Kis
singer karşı karşıya geldi.
En sert anlaşm azlıklardan biri U lusal G üvenlik K onse-
y i’nin 9 Nisan 1975 tarihli toplantısının tutanaklarında kayıt
lıydı. Saygon’un düşüşünden üç hafta önce Colby, aşırı tepki
vermenin getireceği tehlikelere karşı uyarıda bulunmuştu:
Clark Değişikliği
Angola fiyaskosu, V ietnam ’da alman dersleri pekiştirdi, ama
bu dersler, yürütme ve Kongre tarafından -h e r birinin de V i
etnam sonrası ABD dış politikası üzerinde farklı bir etkisinin
bulunduğunu ileri sürerek- farklı yorumlara neden oldu. Vi
etnam deneyimi, özellikle dünyanın Soğuk Savaşın stratejik
olarak kabul edilen bölüm lerinde, bölgesel vekillerin kararlı
bir biçimde aranm asına yol açtı. Ayrıca, dış politikada yürüt
me bölüm üne hareket özgürlüğü verilmesi konusundaki yay
gın güvensizliği güçlendirdi. Vietnam türü deniz aşırı m üda
halelere karşı kam usal direnç, birçok savaş karşıtı parlam en
terin seçilm esiyle K ongreye yansıdı ve bir dizi değişikliğe
neden oldu: Taslak kaldırıldı; Pentagon’un özel operasyonlar
bütçesi kesildi; C IA ’in askeri nitelikteki yetenekleri ve etkin
likleri kongre denetimine tabi tutuldu; ve başkan, Savaş Yet
kileri Kanunu ile ABD birliklerinin ülke dışında geniş bir yü
kümlülüğe girmeden önce kongreden onay alması zorunluluğu
getirildi. "V ietnam ’dan alman ders, hantal dünya polisi palto
sunu atm am ız gerektiğidir," diyordu Senatör Edw ard K en
nedy, Kongredeki savaş karşıtı havayı özetleyerek. Savaş kar
şıtı bu duygu dalgasının en açık dışavurum u, Bilgi Özgürlüğü
Kanunu'nun düzeltilm esi ve Clark Değişikliği'nin kabulüydü.
1973 Savaş Y etkileri Kanunu ile 1976 Clark D eğişikliği
(ve öncesindeki Tunney Değişikliği) arasında geçen iki yıl üç
ay, A m erika Birleşik D evletleri’ni silip süpüren savaş karşıtı
hareketin doruğuydu. Savaş Yetkileri Kanunu, Soğuk Savaşın
kurumsal bir mirası olan, gitgide artan yürütme gücüne karşı
uygulanan ilk frendi; K ongre’nin savaş açm a ve anlaşm a yap
ma ile ilgili konulardaki anayasal rolünü güçlendiriyordu.
Tunney Değişikliği, ABD Senatosu'nun 20 A ralık 1975’te ka
bul ettiği Savunma Bakanlığı ödenekler kanun tasarısına ek
lenmişti: A ngola’daki anti-Kom ünistlere örtülü yardımı sona
erdiriyordu, ama yalnızca o mali yıl için. Ancak mali yıl sona
erm eden K ongre, yasağı gen işletip sürekli ve kesin kılan
Clark D eğişikliği’ni kabul etmişti:
Güney Afrika
"Yapıcı İşbirliği"
(Constructive Engagement)
R enam o’nun M ozam bik’te dizginleri bıraktığı ve U n ita’nın
A ngola’da düzenli olarak başvurduğu terörün hükümdarlığını
sürdürmeye sıra geldiğinde A m erika’nın rolü, siyasi destekçi-
likti. Amerika Birleşik D evletleri’nin U nita’yı açıkça destek
lediğini gördük, am a kendini R enam o’yla ilişkilendirmemek
konusunda dikkatliydi. H atta D ışişleri Bakanlığı, R enam o’
nun terör eylem lerini belgeleyip kınamıştı. Ancak ABD, do
ğuşundan olgunluğuna kadar R enam o’yu, yani A frika’nın ilk
gerçek terörist hareketini, doğrudan besleyen Güney Afrika
rejim ini sıcak bir biçim de destekliyordu. Reagan yönetirhi,
A frika’dan sorumlu Dışişleri Bakan yardım cısı Chester Croc-
k er’in oluşturduğu bir terimle bu kucaklamayı "yapıcı işbirli
ği" olarak adlandırıyordu. Am erikan siyasi desteği olmasaydı
Güney Afrika hükümeti, on yıldan daha uzun süre cezalandı
rılm adan bağım sızlığını yeni kazanm ış bir Afrika ülkesinde
bir terörist hareketini desteklemeyi sürdüremezdi.
Yapıcı işbirliğinin amacı, militan -v e Sovyet yandaşı- bir
savaşta askeri potansiyelini daha iyi kullanabilmesi amacıyla
Güney A frika’yı siyasi yalıtılmışlıktan çıkarmaktı. Kurtarma
operasyonu, Güney A frika’nın Sovyet yörüngesi dışında ve
ABD vesayeti altındaki çok yanlı kurumlarda ıslah edilmesiyle
hükümet seviyesinde başladı. Ön oyuncu olarak ABD 1982’de
Uluslararası Para Fonu'na (IMF) Güney A frika’ya 1,1 milyar
dolar kredi vermesi için baskı kurdu; W illiam Minter, bu tu
tarın 1980 ilâ 1982 yılları arasında Güney A frika’nın askeri
harcamalarındaki artışa eşit olduğunu bildiriyor. Yapıcı m ü
dahale için kamuoyu desteğini alma çabasıyla Güney Afrika
hükümeti, ABD medyasında, en sonunda ortaya çıkarılan sa
yısız yatırım larda bulundu; bu olay apartheid rejiminin istih
barat bakanı olan C ornelius M u ld er’e göre adlandırılarak
M uldergate olarak tanındı. M uldergate, Birleştirm e Kilise-
si'nin (Unification Church) sahip olduğu Washington Times;
Sacramento Union; "United Press International ve İngilte
re ’nin Bağımsız Televizyon H aberleri’nin ortaklaşa sahip ol
dukları ...dünyanın ikinci en büyük haber filmi yapımcısı ve
dağıtıcısı UPITN" ve Sydney S. Baran ve Şirketinin "siyasi
olarak iyi bağlantıları bulunan" halkla ilişkiler şirketi dahil
160-180 gizli medya projesinde çeşitli Güney Afrika hükü
meti yatırımlarının araştırılmasını içeriyordu. Ayrıca M ulder
gate projeleri, Hıristiyan sağcı "papazlıklar" gibi, önde gelen
m uhafazakar bireylere ve örgütlere doğrudan yararlar sağlı
yordu. 1986’da ABD evangelik yayıncılar, "Güney Afrika hü
küm etiyle işbirliği yaparak, G üney A frika lehinde tanıtım
kam panyasına başladılar." Aşırı Sağın tem silcisi Jerry Fal-
well, Güney Afrika başkam P. W. Botha lehinde alenen konu
şup yaptırım öneren bir kanun tasarısını reddetmeye çağırdı.
Y apıcı işbirliği, A m erika B irleşik D evletleri, apartheid
Güney Afrika, U nita ve Renam o arasındaki ilişkileri biçim
lendirilen genel bir siyaset bağlamı oluşturdu. Hami ile vekil
arasındaki ilişki eşitsiz olm asına rağmen, asla tamamen tek
taraflı değildi. ABD yardımı, Güney A frika’nın cezalandırıl
madan hareket etm esini olanaklı kılm ış, ama Güney Afrika
hüküm eti de ilişkiyi stratejik olarak kullanm ıştır. H üküm et
içinde ve dışında sağcılarla ilişkileri güçlendirecek girişim ler
de bulunmayı sürdürdü. Aynı şey U nita’nın Güney Afrika ve
A m erika Birleşik D evletleri ile, ve daha az ölçüde Renamo
ile de, ilişkilerinde geçerliydi. Aslında yapıcı işbirliği, Güney
A frika’nın bölgesel siyasetini örtülü ve açık operasyonlardan
oluşan karm aşık bir yapıyla yeniden biçimlendirdi: Örneğin
M ozam bik’te, Güney Afrika, 1984 Nkomati resmi barış an
laşmasını, Renam o terörüne örtülü maddi destek ile birleştir
di. N kom ati’den sonra bir yıl geçm eden M ozam bik güçleri,
Renamo liderlerinden birine ait bir dizi günlüğü ele geçirdi
ler; Vaz G ünlükleri, G üney A frika Savunm a K uvvetlerinin
R enam o’ya süren desteğini ayrıntılarıyla veriyordu.
Yapıcı işbirliği, Güney A frika’daki siyasi reformu kesin
likle en az on yıl geciktirdi. ABD, G üney A frika’yı A ngo
la ’ya m üdahale etm eye teşvik etm eden önce, G üney A fri
k a’nın bağımsız A frika’da gerilimin azaltılm asıyla ilgili ken
di görüşü uzun bir yol kat etmişti. Başbakan John Vorster,
yeni stratejiyi Le M onde'a açıkladı: "İç siyaset, uluslararası
işbirliğini engellem emelidir." Pretoria’nın M ozam bik’teki ba
ğımsızlık yaklaşımına ilk yanıtı, Boer yerleşimcilerinin laager
olarak adlandırdıkları, dar bir savunma çem berine çekilmek
değil, tersine bölgesel reform olasılığına karşı kendini açm ak
tı. Bir kez daha, - o ana kadar 1967’den 1975’e kadar Rodez
y a ’daki "yaklaşık iki b in ” Güney A frikalı polisi de içeren -
Ian Sm ith’in Tek Taraflı Bağımsızlık İlam ’na (UDİ) desteğini
artırmak yerine Pretoria, eski İngiliz sömürgesinde çoğunluk
iktidarına hazırlanıyordu. "Siyah A frika’yla uzlaşm aya çalı
şan Güney Afrika, bizi başından atmaya hazır," diye yazıyor
du 1 Aralık 1974’te Rodezya istihbaratının başı.
Yapıcı işbirliği çağı Güney A frika’da, 1976 Sovveto ayak
lanmasını izleyen on yıldaki gitgide artan yaygın direniş dö
nem iyle çakışmıştı. Gene de Am erika Birleşik Devletleri ile
ortaklık, Güney Afrika hükümet çevrelerinde Soğuk Savaş'la
m ücadeleye öncelik tanıyanları güçlendirdi. İç reform talep
eden sesler, ülke içinde ikinci sıraya itilip uluslararası alanda
göz ardı edilirken Güney Afrika ordusu, hüküm et süreçleri
üzerindeki pozisyonunu güçlendirip bölgesel politikasını uz
laşm adan "tam saldırı"ya kaydırdı. A partheid rejim inin ve
bölgesel politikasının ask erileştirilm esi, apartheid sonrası.
G erçek ve Uzlaşma Kom isyonu'nun beş ciltlik raporunda faz
lasıyla ayrıntılarla verilm iştir. Barındırm aktan saldırganlığa
bölgesel kayış, Reagan yönetiminin politikasındaki benzer bir
küresel değişikliği, yeni "tecrit"ten "püskürtme"ye kaym ayı
yansıtıyordu.
Soğuk Savaş'ın iki süpergüç arasında yapıldığını ve ikisi
nin yerel çıkarları ve sonuçları küresel stratejik düşüncelerin
emrine soktuklarını söylemeye gerek yok, am a burada benim
ilgilendiğim yalnızca A B D ’dir. Sınırlı bir biçimde, Soğuk Sa-
vaş'ı bir sona doğru sürdürmeye hazırlanırken A B D ’nin terö
rü kucaklama biçimlerini aydınlatm ak istiyorum.
AFGANİSTAN:
SOĞUK SAVAŞ'IN
EN ÖNEMLİ ANI
* * *
Cihat Bankerleri
Cihadın özelleştirilmesi, asker almaktan finansmana kadar
bütün ana operasyonları kapsıyordu. Cihadın mali ana kay
naklarından birisi, PakistanlI büyük işadamı Ağa Haşan Abe-
d i’nin kurduğu çok başarılı U luslararası Kredi ve Ticaret
Bankası’ydı (BCCI). 1971’de kurulan BCCI, Amerikan mah
kemelerinde dolandırıcılık, rüşvet ve komplo suçlamalarıyla
1991’de Afganistan Savaşının sona ermesinden hemen sonra
çöktü. On dört bin çalışan ve yetm iş ülkede şubeleriyle
BCCI, iki vergi cennetinde kurulmuştu ve iki grup denetçi
kullanmıştı, böylece konsolide hesapların yayınlanmasından
kaçınabiliyordu. U luslararası yasa düzenleyicileri, birçok
BCCI şubesini kapatmaya giriştiklerinde mudilerin 9,5 mil-,
yon dolarının kayıp olduğu anlaşıldı. New York savcısı, bu
durumu "New York’un finans tarihindeki en büyük banka do
landırıcılığı" olarak adlandırmıştı.
Bu görüş, hem Ağa Haşan Abedi hem de BCCI’nin destek
almayı sürdürdüğü çok sayıda sadık mudi dahil birçok kişi ta
rafından paylaşılmıyordu. BCCI’nin Afganistan Savaşı bo
yunca bir amaca hizmet ettiğine ve uydurma kanıtlarla suç
landığına inanıyorlardı. BCCI, CIA’in Küba’daki Castro kar
şıtı operasyonlar için nakit akıttığı ve denizaşırı operasyonlar
için yozlaşmış ya da suçlu bankaların hizmetine ihtiyaç duy
duğunda kullandığı Castle Bank gibi dolandırıcı bankalarla
aynı çizgide miydi? Yoksa batılı kurumların sömürgeci teke
lini kırmaya adanmış ama CIA-destekli bir ittifakla bozulmuş
görkemli bir kariyer sırasında Ağa Haşan Abedi’nin yaptığı
birkaç girişiminden biri miydi? Ya da, büyük olasılıkla, her
ikisi miydi? Belki de BCCI'nin suçu, Filistinli Abu Nidal gru
bundan nükleer silahlar edinmek isteyen PakistanlI, Arjantinli
ve Libyalı girişimcilere (Time dergisinin suçladığı gibi) ve
buradan da CIA ve D IA ’nin örtülü operasyonlarına kadar ih
tiyacı olan herkes için çalışmasıydı. Oysa büyük olasılıkla,
CIA’in Afgan cihadını özelleştirme kararı, bir tarafta el-Ka-
ide’nin ve diğer tarafta BCCI’nin bulunduğu birkaç haydut
özel aktörün ortaya çıkmasına neden oldu.
Afgan cihadının özelleştirilmiş doğasına dayanarak "BCCI
işini" araştırmakla görevli kongre alt komitesinin hem CIA
hem de Bank of England’tan bilgi elde etmenin oldukça zor
olduğunu anlaması şaşırtıcı olmamalıdır. Alt komite, CIA’in
sağladığı "ilk bilginin" "gerçek olmadığından" şikayet eder
ken daha sonra verilen bilginin "eksik" olduğunu belirtmiştir.
Alt komite, "BCCI’nin ABD bankacılık sistemiyle ilgili ola
rak hedefleri ve amaçları hakkında CIA ’in hükümetteki her
hangi birinden daha fazla bilgi sahibi olduğu" ve gene de
"bilginin doğru kullanıcılarına -M erkez Bankası ve Adalet
Bakanlığı’na- topladığı önemli bilgileri sağlamadığı" sonu
cuna vardı. D aha da kötüsü CIA, hem B C C I’yi hem de
BCCI’nin gizli tutulan ABD şubesi First American’ı, "CIA,
bir kurum olarak BCCI’nin temelde yoz ve suçlu bir girişim
olduğunu öğrendikten sonra" bile kullanmaya devam etti.
Alt komite, Bank of England konusunda da benzer bir taş
duvarla karşılaştı. 1988 ve 1989’da "BCCI’nin terör finans
manına ve uyuşturucu parasının aklanmasına karıştığını öğ
rendikten" ve denetçileri Price Waterhouse tarafından "dolan
dırıcılık kanıtlan" ile bilgilendirildikten sonra bile banka,
Londra, Abu Dabi ve Hong Kong’da "BCCI'nin üç 'ayrı' ku
rum olarak yeniden yapılandırılmasına izin vermeyi" kabul
etti. Savcı Robert Morgenthau’un yürüttüğü 1989 tarihli araş
tırmaya rağmen Nisan 1990’da Bank of England, BCCI’nin
"genel merkezini, memurlarını ve kayıtlarını İngiliz yasama
sından Abu Dabi'ye taşımasına" "dünya çapında BCCI araş
tırmaları için büyük olumsuz sonuçlarla" izin verdi. ABD
Merkez Bankası da, BCCI’yi araştırmaya çalıştığında, İngiliz
hükümetinin Kapsamlı Dolandırıcılık Bölümünden "işbirliği
eksikliği" ile karşılaştı.
CIA’in BCCI ile bağlantıları reddetmesi, İngiliz ve Ameri
kan araştırma raporları karşısında daha fazla devam edemedi.
Medya -özellikle ABC gibi şebekeler- BCCI Londra şubele
rindeki CIA hesaplarının CIA muhbiri olarak çalışan birçok
İngiliz vatandaşına ve sakinine para ödemek için kullanıldığı
nı bildirdi.” Kısa bir süre sonra The Financial Times, Pakis
tan maliye bakanının "CIA’in Pakistan’daki BCCI şubelerini,
ISI aracılığıyla, Afgan cihadına kanalize etmek için kullandı
ğı" teyidini alıntıladı. CIA-BCCI bağlantılarıyla ilgili gelen
damla damla bilgi, Senatör John Kerry’nin araştırma komitesi
"Mücahitlere Stinger füzeleri ve diğer silahları tedarik etmek
için çalışan Senato yaveri Michael Pillsbury’nin BCCI’in pa
ravanı Muhammed Harnud ile yakın ilişki içinde olduğunu
bildirdiğinde" sele dönüştü. Sonunda, 23 Şubat 1992’de
NBC, Ağa Haşan Abedi'nin CIA şefi William Casey’le "üç
yıldır W ashington Madison Otelinde gizlice" buluştuğunu
bildirdi. Kısa bir süre sonra CIA’in yönetici direktörü, örgüt
ve BCCI arasında bir gizli anlaşma olduğunu kabul etti.
Durum netleştikçe BCCI’nin CIA ile bağlantısının Afgan
cihadından öncesine dayandığı anlaşıldı. BCCI, Suudi istih
baratı tarafından örtülü CIA operasyonlarına fon kanalize et
mek için kullanılan düzenli bir mecraydı: Suudi fonlarının,
C IA ’in Güney Afrika ve Orta Amerika’daki vekilleri tarafın
dan kullanılmak üzere İsviçre, Londra ve M iam i’deki gizli
BCCI hesaplarına düzenli olarak yatırıldığı biliniyordu.
Kongre araştırması "tarihinin kritik zamanlarında BCCI’ye
girip çıkan" birçok ABD’li ve yabancı görevliyi listeledi. Bu
adlar arasında eski CIA şefleri Richard Helms ve William
Casey, Adnan Kaşıkçı ve Manucher Ghorbanifar gibi önemli
ABD’li yabancı ajanlar ve Kemal Adham ve Abdül Rauf Ha
lil gibi Suudi istihbarat görevlileri bulunuyordu. Suudi-BCCI
bağlantısı, New York’taki 1992 federal mahkemesinde ulaşı
lan bir anlaşmada ortaya çıktı. Suudi istihbarat şefi Kemal
Adham, komplo suçlamalarına karşı suçluluğunu, hem 105
milyon dolar ceza ödemeyi hem de BCCI’nin bazı labiren-
timsi küresel operasyonlarını açıklamayı kabul etti - ama da
ha sonraları avukatları ve ortakları "Afganistan' hakkındaki
açıklamaların" savcıyla bir anlaşma yokken yapılmış olabile
ceğine işaret etmişti.
Cezayir
Cezayir, 1991’deki bağımsızlıktan sonra ilk ulusal seçimle
rinde İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) ilk turda 231 koltuktan
180 koltuk kazandı. İki yüzden fazla koltuk için karar vermek
amacıyla ikinci tur 16 Ocak 1992’de yapılacaktı. Laik bir ku
rum olan hükümetteki Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) ve or
du endişeliydi: İslamcılar zaten çoğunluğu elde etmek için
yirmi sekiz koltuğa daha ihtiyaç duymakla kalmıyordu, üste
lik Cezayir’in anayasasını yeniden yazmalarını sağlayacak
üçte ikilik çoğunluğu kazanmaları olasılığı da büyüktü. Ordu
meseleye el koydu, seçim sürecini geçersiz kıldı ve iktidarı
ele geçirdi. Endişeli olanlar yalnızca Cezayir’in iktidar partisi
ve ordusu değildi; endişelerini Cezayir’in eski sömürge gücü
Fransa da paylaşıyordu. Sol kanadın bir çoğu da dahil olmak
üzere Fransa’daki siyasi toplumun önemli sektörleri -"İslam
cı-faşist" olarak tanımladıkları- FIS’in iktidara gelmesini ön
lemek için Cezayir’deki seçim sürecinin geçersiz kılınması
talebini destekliyorlardı.
FIS demokrat değildi, ama FLN ve ordu da değildi. Ancak
FIS, Cezayir halkının çoğunluğunun desteğine sahipti. FIS’in
yükselişi bir İslamcı unsurun siyasete girişine işaret ediyordu,
ama bu unsur siyasi terörle eşleştirilemezdi. Siyasi İslamla si
yasi terör arasındaki ayrım, seçim sürecinin geçersiz kılınma
sı, İslamcılarla laikler arasında vahşi bir iç savaşın başlangıcı
için ve, bu bağlamda, farklı İslamcı siyasi eğilimler arasında
ki bir yarışmaya sahneyi kurduğunda berraklaştı. Parlamento
yolu kapatıldığında bu yolda öncü olan FIS liderleriyle Ceza
yir’de bir İslam devleti kurmanın tek yolu olarak silahlı bir
cihada çağıran Silahlı İslamcı Grup (GIA) ve diğer örgütler
arasında iktidar için bir tartışma ve mücadele ortaya çıktı.
Cezayir bağımsızlık hareketinin ünlü bir şahsiyeti olan
Şadli bin Cedid, 1979'dan Ocak 1991 ’deki istifasına kadar üç
dönem devlet başkanı olarak görev aldı. Her biri silahlı bir
mücadelenin ürüiıü olan iki farklı nesil, Şadli sonrası krizde
aşırı İslamcı grupların oluşumun anahtarıydı. Daha yaşlı ne
sil, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Fransız sömürgeciliğine
karşı ulusal bağımsızlık için Cezayir’in yaptığı özellikle vah
şi silahlı mücadele tarafından biçimlenme eğilimindeydi. Ce
zayir’den gelen raporlar, hükümetin İslamcı isyanı bastırmak
için tümüyle acımasız çabalarını doğrulamakla kalmıyor aynı
zamanda İslamcılara atfedilen bu katliamların ne kadarının
aslında bir ajan provakatörün işi olduğu konusundaki sorulara
da yol açıyor. Her zaman olduğu gibi, devlet terörüyle top
lumsal terör arasındaki bağlantıyı göz ardı edemeyiz. Top
lumda terörün artışı söz konusu olduğunda eski Afganlı-Ce-
zayirli askerlerin etkisi daha önemli gibi görünüyor. Cezayirli
sosyolog Mahfoud Bennoune, "Cezayir’deki terör hareketinin
çekirdeğinin, Afganistan’da savaş deneyimi elde ettiği" konu
sunda ısrarlıdır. Cooley, "savaş deneyim ine sahip 600 ilâ
1000 Cezayirlinin eve döndüğünü" tahmin ediyor. 1990’larda
Cezayir’den Los Angeles Times için bilgiler sağlayan John-
Thor Dahlburg, daha önemli eski askerlerin biyografilerini
bir araya getirmiştir; bunlardan üçününki aşağıda verilmiştir.
A fganlı-C ezayirli sıralardan ortaya çıkan belki de en
önemli lider Kamerredin Kherbane’ydi. Kherbane, Afgan ci
hadına katılmak için 1983’te Cezayir ordusundan ayrılmıştı.
Orada Usame bin Ladin ve bir destek grubu olan İslamcı
Kurtuluş Örgütü'nün temsilcileriyle tanıştı ve onlarla Ceza
yir’de bir İslam devleti için mücadeleyi başlatacak bir "Afgan
Lejyonu" oluşturma olasılığını tartıştı. Kherbane, FIS’in sür
gündeki yürütücü konseyinde hizmet etmeyi sürdürdü. Bu as
kerlerden bir diğeri, "Tayeb el-Afgani" (Afganlı Tayeb) ola
rak bilinen kötü şöhretli Aisa M essaoudi’dir. M essaoudi,
1989’dan sonra A fganistan’dan döndü ve F IS ’in etkin bir
üyesi oldu. 1991 seçimleri iptal edildikten sonra Tunus sını
rındaki palmiyelerle çevrelenmiş bir vaha olan Guemar’daki
bir kışladaki sınır muhafızlarının silahlı katliamını düzenledi.
Bu vahşi olay, hem Cezayir’deki silahlı ayaklanmanın ve iç
savaşın başlangıcına hem de kötü şöhretli G IA’nın doğuşuna
işaretti. Dahlburg, grubun "Afganistan’da Ruslara karşı kulla
nılan aynı taktikleri" kullandıklarını bildirdi: Kurbanlarım bı
çaklar ve kılıçlarla ölesiye parçalayıp başkalarını pürmüzlerle
yaktılar.
İç savaşta terör kullanımıyla ilgili tanımında anahtar olan
bir diğer GIA lideri, Si Ahmad Mourad, ya da diğer adıyla
Cafer el-Afgani ’ydi. Mourad, hedef alınanların sıralarını hü
kümet görevlilerinden sivillere -yabancılar, entelektüeller,
gazeteciler, kadınlar, hatta çocuklar- genişletmesi ve bu sal
dırılarının vahşetiyle tanındı. Gerekçe basitti: İlgisiz kırsal
kitleleri korkutmak için şiddet kullanılmalıdır. Terör kullanı
mına vurgu, bildirildiği gibi, GIA’deki ilk ciddi kopmalardan
birine, yani ulusal ve uluslararası bölümler arasındaki yarıl
maya neden oldu. Milliyetçiler evde korkunç iç savaşını sür
dürürken dışa dönük olanlar, kendi ülkelerinde katliam ve
kan dökülmesinden korkarak, yurtdışında teröre yöneldiler.
M ısır
M ısır’daki İslamcı siyaset, Müslüman Kardeşler Örgütü'nün
tarihi mirası ve Seyyid Kutb'un ideolojik mirasıyla tanımlan
mıştı. Örgütün tarihsel olarak aşırı uç bir örgütten çok re
formcu olduğunu gördük. İdeolojik değişiklikleri, Seyyid
K u tb ’un hapishanede radikalleşm esiyle m eydana geldi.
Kutb’un hapishane yazıları, Haşan el-Benna’nın-reformcu dü
şüncesinden ayrılmayı ve Hintli İslamcı Ebul A ’la Mevdudi
ile bağlanmasını oluşturuyordu. Uygulamada bir terörist gru
bunun gelişmesini anlamak için M ısır’daki radikal İslamcılık
la 1980’lerdeki Amerikan cihadı arasındaki bağlantıları bul
mamız gerekiyor. M ısır’ın Amerikan cihadına dahil olması,
Enver Sedat’ın M ısır’ı Sovyet yandaşlığından Amerikan yan
daşlığına geçirmek konusundaki kararlılığından kaynaklanı
yordu. Pakistan ye Suudi Arabistan’dan sonra Amerikan ci
hadının şevkli bir destekleyicisi haline geldi. Ama istihbarat
servislerinin Amerikan cihadına katılmak için gönderdiği İs
lamcı askerler için Sedat'ın bağlanımı, İsrail'le bir barış anlaş
ması imzalama istediğinde yalanlanmıştı, çünkü böylece yalı-
tılmışlığma katkıda bulunarak Filistin davasına ihanet etmişti.
İronik biçimde Sedat, Mısır devlet desteği Afgan cihadı için
doruğuna ulaştığı bir anda Ekim 1981’de cihatçılar tarafından
öldürüldü.
Cihatçı grupların liderlerinden biri de ülkenin önde gelen
üniversitelerinde eğitilmiş bir cerrah olan Ayman el-Zevahi-
ri’ydi. Sedat suikastından kısa bir süre sonra el-Zevahiri Mı
sır’dan kaçıp Usame bin L adin’e katılm ak için Peşavar’a
ulaştı. Körfez Savaşı ve Amerikan birliklerinin Suudi Arabis
tan’a girişiyle el-Zevahiri’nin Sedat’ın İslamcı davaya ihanet
ettiği görüşü, Suudi Sarayı hakkında benzer bir görüşte olan
bin Ladin tarafından paylaşılıyordu. Sovyetler Birliği'nin dü
şüşünden sonra ortaya çıkan tek kutuplu dünya, el-Kaide li
derliğinin eski destekçisi Amerika’yı nasıl gördüğü konusun
daki radikal değişimi kuşkusuz etkilemiştir. El-Zevahiri anı
larında Afgan cihadını "Müslüman mücahitlerinin artık yer
küre üzerinde tek hakimiyete sahip süpergüce, yani ABD’ye
karşı beklenen savaşlarını sürdürmeye hazırlanmak için çok
önemli bir eğitim" olarak gördüğünü yazmıştır.
G üvenlik görevlilerine göre Afgan gerilla kamplarında
eğitilmiş olan Mısırlı bir suikastçı, 17 Kasım 1997'de beş baş
ka suikastçıya liderlik ettiği Yukarı Mısır'daki Luksor'un Nil
kıyılarında elli sekiz yabancı turist ve en az dört Mısırlının
kitle cinayetinde Afgan-M ısır kamuoyunun dikkatini çekti.
Cezayir’de olduğu gibi teröristlerin kullandıkları yöntemler
-boğaz kesme ve karın deşm e- vahşiydi ve Afgan cihadında
eğitildiklerini gösteriyordu. Luksor saldırısı tek bir olay de
ğildi; bu saldırı 1996 ve 1997’de en az 150 silahsız sivilin
katledilmesinin ardından gelmişti - bazı vakalar arasında,
Mısır polisine göre, "Afganlı eski savaşçılar" tarafından yö
netilen cinayetler de vardı.
C ihat savaşçılarına öğretilen becerilerden belki daha
önemlisi, askerle sivil arasındaki ayrımı yok eden ve hedefe
saldırının zafer elde etme şansını artırdığı sürece herhangi bir
hedefi haklı çıkartan eğitimdi. Yabancı ya da yerli, entelektü
el ya da asker, hakim ya da polis memuru, kadın ya da erkek,
çocuk ya da yetişkin, hepsi de av olarak düşünülüyordu. Ame
rikan cihadı için gönüllü olarak kaydedilen herkes, her türden
kişiliğe sahipti: Adanmışlıkla hareket eden dürüst inananlar
dan macera arayan işsiz gençlere, kurban arayan acımasız suç
lulara kadar. Herkes yeni akıl hocalarının öğrettiği terör tak
tiklerini uygulamaya hevesli değildi. Geçmiş deneyime bağlı
olarak, suçlular ve serseriler gibi bazıları bu becerileri başka
larına göre uygulamaya daha hazırdı. Bu durum da, orijinal
Afgan biçimine özgü olana oranla Amerikan cihadının kalıntı
larının neden daha çok vahşete yol açtığını açıklayabilir.
Sivillere karşı şiddetin meşrulaştırılması, CIA el kitabının,
basit ya da dolaylı olarak sınıflandırıp "stratejik sabotaj"da
eğitim olarak adlandırdığı bir şeyin doğrudan sonucuydu. El
kitabı, basit sabotajı "tesislere, ürünlere veya tedariklere zarar
vermek ya da bunları yok etmek için bireylerin ve küçük
grupların kişisel ve gizlice engellenmesi" olarak ve dolaylı
sabotajı düşman bölgesinde üretimi azaltmanın farklı yolları
olarak açıklıyordu. Basit sabotajın bir bölümü, "yıkım ve
kundakçılık"ta eğitimi içeriyordu. Stratejik sabotajın daha
önemli, basit ve dolaylı biçimleri, düşmana verilen sivil des
teği baltalamanın iki farklı yönü arasında ayrım gözetiyordu
aslında. Kadınlara karşı uzun süredir gerçekleştirilen terör bi
çimleri -kaçırm a ve tecavüz- Afgan cihadının kayıtlarında
"zorunlu evlilikler" olarak resmileştirilmiş ve böylece nor-
malleştirilmiştir. "Sık sık" diye yazıyor Cooley, "bu aynı tek
nikler, 1980’li yılların sonunda ve 1990’h yılların başında es
ki ‘Afganlı’ Arap askerler dönmeye başladıktan sonra Yukarı
Mısır ve Cezayir’deki İslamcı asiler arasında görünüyor."
Bugün tanık olduğumuz İslamcı terör, İslam tarihinin bir
doğal gelişiminden çok üçlü bir birleşimin sonucu bir deği
şimdir: İdeolojik, örgütsel ve siyasi unsurların. İdeolojik un
sur, İslamcı entelektüellerle (Mevdudi, Kutb) savaş sonrası
dönemde silahlı mücadeleyi kucaklayan farklı Marksist-Leni-
nist idealler arasındaki bir karşılaşmanın ürünüydü. Örgütsel
unsur, Afgan cihadım sözde özel uluslararası bir haçlı seferi
olarak örgütleme konusunda verilen Amerikan kararının doğ
rudan sonucuydu. Siyasi unsursa, Soğuk Savaş'tan sonra orta
ya çıkan ve 11 Eylül’den sonra hızlanan bir eğilim olan İsla-
mın canavarlaştırılmasınm ve terörle eşitlendirilmesinin bir
sonucudur. Bu canavarlaştırma görüşü, sömürge sonrası İs
lam dünyasında tarihsel temellere dayanan bir modernliğin
mümkün olup olm adığını sorguluyor. En iyi Bernard Le-
wis’le özdeşleştirilen bu görüş, modernliği laiklikle, laikliği
Batılılaşmayla ve Batılılaşmayı buyruk altına almakla eşleşti
rir. İslamla modernlik arasında gerekli bir çelişki gördüğü
için bu görüş aynı zamanda Müslüman halklarının yaşadığı
her yerde modernlikle demokrasi arasında gerekli bir çelişki
de görür.
Hizbullah
H izbullah’ın kurulması, İsraillilerin Haziran 1982’de Lüb
nan’ı işgallerine ve daha sonra batılı birliklerin Çok Uluslu
Kuvvetlerin (MNF) bayrağı altında ülkeye girişlerine doğru
dan bir tepkiydi. İran bu işgale Suriye’nin kontrolü altındaki
Beka vadisine bin beş yüz Devrimci Muhafız göndererek ya
nıt verdi. Kısa bir süre sonra Hizbullah, gizli bir biçimde İran
desteğiyle örgütlendi. Hizbullah’ın kısa tarihi, iki aşamaya
bölünebilir. İlki yani İsrail işgaline karşı askeri direniş,
1982’den İs ra il’in güney L ü b n an ’dan çekildiği yıl olan
1985’e kadar sürdü. Bu dönemde Hizbullah iki örgüt yarattı:
"Batılı ve İsrailli hedeflere karşı intihar saldırılarından" so
rumlu İslami Direniş ve "güneydeki İsrailli birliklere karşı
daha geleneksel saldırılar yapan" İslami Cihat. Bu ilk aşama
da Hizbullah, Lübnan’dan daha büyük bir İslamcı devletin bir
parçası olarak İslam hukuku tarafından yönetilen İslamcı bir
cumhuriyet kurmayı hedefliyordu.
Hizbullah’m ideolojik ve siyasi yönelimindeki devletle il
gili laik bir düşünceye doğru değişim, bölgedeki iki önemli
değişikliği izleyen liderlik mücadelesinin sonucuydu. Birinci
değişiklik İsrail’in Lübnan’ı işgalinin sona ermesi ve, bundan
sonra da, Lübnan’daki Şii topluluğunun siyasi liderliği için
mücadele eden iki örgüt, Hizbullah ve Amal, arasındaki iç sa
vaşın (1985-1989) bitmesiydi. İkinci değişiklik, daha az bir
ideolojik siyasi yönelime yol açan, Ayetullah Humeyni’nin
ölümünden sonra İran’daki liderlik değişikliğiydi. Şeyh Fad-
lallah’ın altında Lübnan’daki yeni parti liderliği, "Müslüman
larla Hıristiyanların paylaştıkları değerler üzerinde... Hıristi-
yanlarla sürekli bir diyaloga çağrı yapıyordu ve Hizbullah
yetkilileri, açık terimlerle tanımlamadan, böylece de sistemin
özelliklerini tartışmaya açan, mezhepler üstü bir sistem oluş
turmaya çağırıyordu." Bu çağrı, Lübnan’daki siyasetin laik
leştirilmesine çağırmakla eşdeğerdi. Lübnan’ın 1992’deki
parlamento seçimlerinde, "yirmi yıldan fazla bir süredir ilk
açık seçimler"de Hizbullah, desteğini genişletme çabasıyla
hem Sünni hem de Hıristiyan, ama Şii olmayan adayları des
tekledi. İki Sünni ve iki Hıristiyan adaymki dahil Hizbullah
sekiz koltuk kazandı.
Hizbullah olayı, Cezayir’deki çağdaş iç savaşından alınan
dersi güçlendirmektedir: Reform, dıştan zorlanarak değil iç
ten oluşturularak daha iyi sonuç vermektedir. 1991 seçiminin
sonuçlarına saygı göstermeyi reddetmenin tetiklediği Ceza
yir’deki demokratik sürecin iptali, seçim sonucunun iktidarı
dini aşırı uçlara teslim edeceği ve sonunda da hem laikliği
hem de demokrasiyi tehlikeye atacağı korkusuna yol açmıştı.
Bu durum, muhaliflerine aynı hakları reddedecek Komünist
lere iktidarı teslim edeceği korkusuyla Vietnam’daki demok
ratik süreçten benzer bir kaçınmayı anımsatıyor. Bu tür bir
muhakeme, demokratik süreçlerle demokrasi dışı sonuçlar
arasındaki gerilimin her demokraside bulunduğu gerçeğini
göz ardı ediyor; böylesi bir durum en son 2000 yılı Amerikan
seçimlerinde ortaya çıkmıştır. Bu tür bir muhakeme demokra
siyi iptal etmek, demokrasiyi baltalayabilecek sonuçlar karşı
sında bu süreci yerleştirmek amacıyla etkili önlemleri oluş
turmak için ileri sürülemez. İkinci olarak, bu muhakeme laik
liği zaten mevcut kurumsal bir düzenlemeyle, özellikle on ye
dinci yüzyılda başlayan Avrupa siyaset hayatını tanımlayan
türde bir düzenlemeyle eşleştiren bir dogmayı gizler. Farklı
kültürler (şimdi uygarlıklar deniliyor) için küresel birlikte va
roluşun tek biçiminin paralel varoluş -yani hoşgörü- olduğu
düşüncesine dayanan bu dogma, kuşkusuz olgunlaşmamıştır
ve taahhüt ve eleştiriye vurgu yapan diğer tarihsel olasılıkları
tüketmemektedir.
İran
Cezayir ve İran, Çağdaş tarihte radikal siyasi İslam için birbi
rine zıt iki örnektir. Her ikisi de -ister dinsel ister laik- sosyal
hareketlerin özerk bir biçimde iç ideolojik ve siyasi mücade
lelerden geçmeleri gerektiğinin önemini vurguluyorlar. Yasal
çerçeveler içinde işlemelerine izin verildiğinde, zorunlu ola
rak demokratik olmasalar da sosyal ve siyasi hareketler siyasi
sürece katılımı genişleterek demokrasi için koşullan güçlen
dirmişlerdir. Bunun olasılıkları, yaygın İslamcı hareketin hem
demokrat taleplere hem de gelişen feminist bir harekete yol
açtığı en iyi İran’da görülmektedir. Meseleyi Columbia Üni
versitesinde ortaçağ İslamıyla ilgili sosyal tarihçi Richard
Bulliet vurguluyor. "Devrimci rejim," diye belirtiyor, "Şah’ın
kadınlarla ilgili özgür yasamasını tersine çevirmeye kararlı
olarak iktidara geldi" ve "hızla bu amacı yerine getirdi ve ka
dınların kılık kıyafeti, çalışması ve davranışları hakkında sert
kısıtlamalar emretti." Oysa yalnızca "yirmi yıl sonra İran’da
etkin bir İslamcı feminist hareket, bir kadının kadın işlerinden
sorumlu direktör olarak kabine masasında yerini aldığını ve
bir başka kadının da başkan yardımcısı olduğu görüldü." Ay
rıca "parlamento, İran evlilik ve boşanma kanunlarını İslam
dünyasında en özgür kanun kılan bir yasama kurumu yerleş
tirmiştir." Bulliet, Cezayir ve İran’ın resmi Amerika’ya iki zıt
•seçenek sağladığını yazıyor. Hangi seçeneğin kullanılması
gerektiği konusunda da oldukça açıktır: "Cezayir, Amerika
Birleşik Devletleri tarafından etkin biçimde ya da zımnen
desteklenen bölgesel bir ilke olmamalıdır." Aynı zamanda
İran, modelden daha çok bir derstir. Ders, demokrasi dersidir:
Modernliği İslama ithal edilmiş bir şey olarak düşünmek ye
rine insan İslamcı toplumların içindeki süreçlerden ortaya çı
kan İslamcı bir modernliğin doğuşuna karşı hassas olmalıdır.
VEKÎL SAVAŞINDAN
AÇIK SALDIRGANLIĞA
DOKUNULMAZLIĞIN VE
TOPLU CEZALANDIRMANIN
ÖTESİNDE
Çıkış Yolu
Modern Batılı imparatorluklar hem eskilerden hem de dünün
Sovyet im paratorluğundan önemli bir açıdan farklıdırlar:
Kendi ülkelerindeki demokratik bir siyasi sistemi ülke dışın
daki bir despotlukla birleştiriyorlar. Alman örneğinde bile,
Sheldon W olin’in bize hatırlattığı gibi, Nazi terörü genel ola
rak nüfusa uygulanmadı. Demokrasi kendi ülkende yaşayan
bir gerçek olduğu sürece demokratik imparatorluklar potansi
yel olarak kendi kendilerini düzeltirler. Vietnam çağında sa
vaş karşıtı hareketi yaşayan herkes bu gerçeğin önemini anla
yacaktır. Vietnam Savaşı'nın önemli bir dersi Amerika Birle
şik Devletleri içindeki savaş karşıtı ve emperyalizm karşıtı
hareketin, Amerikan askeri gücünün Vietnam halkı üzerine
tamamen serbest bırakılmasını önlemiş olmasıdır.
Sonraki ABD yönetimleri Amerikan basınını Vietnam’da
ki yenilgiden sorumlu tutmuştur. Savları kendi çıkarlarına
hizmet edecek kadar basitti: "Bizim" canavarlıklarımıza yo
ğunlaşarak ve "onların" canavarlıklarına suskun kalarak basın
savaşa karşı bir halk hareketinin oluşm asına yardım etti.
Kamboçya’nın ölüm tarlalarından sonra bu suçlama inanırlık
kazanmaya başladı. O tarihten itibaren ta Irak’a kadar basın
"onların" canavarlıklarının öyküsü konusunda resmi Ameri
ka’ya dönme eğiliminde olmuştur. Bunu yaparak dış politika
yı demokratik sorumluluk süreçlerinden uzaklaştırmaya kat
kıda bulunmuştur - bu süreç son Irak savaşında "iliştirilmiş"
muhabirlerin oluşumuyla "vatansever" sonucuna ulaşmış gö
rünmüştür.
Basının otosansürü piyasadaki gelişmelerce pekiştirilmiş
tir. Medya devlerinin el değiştirmesiyle bazıları haberleri pa-
zarlanabilir bir eğlence olarak ele alma eğilimini pekiştirerek
savunma ya da eğlence sanayisine dayanan şirketlerce satın
alınmışlardır. Basın özgürlüğünün süregiden aşınmasına bir
başka nedense basının iktidar sahipleriyle paylaştığı ortak
duygudan gelmektedir. Ortadoğu söz konusu olduğunda İsra
il, Amerikan liberalizminin Aşil topuğudur, Amerikan libera
lizminin "sağduyusunun” bir parçası olan kör noktadır. İsra
il’in ülke içindeki önemi ikinci Reagan yönetimi sırasında
çarpıcı bir biçimde açığa çıktı. İran kontra skandali ortaya çı
karken, bu skandalin sonuçlarının en az Watergate skandali
nin sonuçları kadar vahim olduğu ve yönetim organının, ya
sama kısıtlamalarını genel olarak ihmal etmekten en az o dö
nemki yönetim kadar suçlu olduğu anlaşıldı. Ama bu sonuç
lar gerçekleşmedi, bir nedenle: Kongre’deki ve basındaki li
beraller duraksadı. İşin içinde İsrail’in bulunması bu duraksa
ma nedeninin bir parçasıydı.
* H abeas Corpus: İhzar em ri, kişinin yargı kararı olm adan hürriyetinden
m ahrum bırakılam am ası
eledir. İdeolojik dille ilgili mesele, söylemi ister dini ister laik
olsun, cezai yaptırımı olmadan güç kullanımını haklı görme
sidir. Güç yarışı içinde her biri diğerinden başkasını görmez.
A m erika’nın Irak ’la A fganistan’ı bom balam asıyla el-Ka-
ide’nin Nairobi ve Dar-es-Salaam’daki elçilerle 11 Eylül’de
İkiz Kuleleri bombalaması arasında ürkütücü bir benzerlik
vardır: Her ikisi de söz konusu iktidar mücadelesi olduğunda
dünyanın kalanının yalnızca tali olduğuna tanıklık eder.
Ancak işte bu karşılaştırmanın sona ermesi gerektiği nok
tadır, çünkü ikisi arasındaki ahlaki eşdeğerlik siyasi eşdeğer-
liğe çevrilmez. Karşısındaki el-Kaide olarak bilinen ağın yal
nızca küçük olarak betimlenebilirken Amerikan gücünün kü
rese] özelliği inkar edilemez.
Terörle mücadelenin iki rakibinin terörün silahlarıyla terö
re karşı savaştıklarını iddia ettikleri bir durumda insanlığı kü
resel bir barış harekatından başka bir şey kurtarmayacaktır.
Son küresel barış mücadelesinin öğrettiği derse uyacaksak -
yani Vietnam'daki savaşı sona erdirme mücadelesinin - bu
mücadele de her bir ülkede, başlıca demokratik ülkelerde ve
özellikle de Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’de kitlesel
bir hareket olarak gerçekleşmelidir.
Amerika'nın Vietnam’daki yenilgisiyle başlayan vekil sa
vaşları çağı Irak’m işgaliyle kapandı. Açık ve küstah işgal iki
varsayıma dayandırılmıştı. İçeride Bush yönetimi işgali bir
savunma hareketi, ulusal güvenliğe karşı olması beklenilen
tehdide karşı önleyici bir darbe, 11 Eylül sonrası çağda bir
gereklilik olarak sundu. Aynı zamanda Irak işgalinin yeni
m uhafazakar stratejistleri A m erika'ya ve dünyaya Irak ’ın
uzun süredir işkence gören halkının Amerikan askerlerini
kurtuluş gücü olarak karşılayacakları garantisini verdi.
Ama İraklıların beklenen sıcak karşılaması gerçekleşmedi.
Kurtuluş ordusu olarak karşılanmak yerine Amerikan askerle
ri işgal kuvveti olarak görüldü. Direnişle karşılaşan resmi
Amerika daha şimdiden Irak’ta müttefik -v e vekiller- arama
ya başladı. Şimdiden Irak'ta yeni bir tür vekil yerleştirildi.
The Guardian (Londra) "resmi koalisyon rakamları İngilizleri
yaklaşık 9.900 birlikle ikinci en büyük askeri grup olarak sa
yarken karadaki 10.000 özel askeri yüklenici onları az farkla
geçti.” Sonuç olarak "ateş hattında sözleşmeli güvenlik perso
nelin oranının birinci Körfez Savaşı'na oranla on kat daha
fazla olduğunu" hesaplanmıştır. 1991’de her özel yükleniciye
karşılık 100 kadın ve erkek asker vardı; şimdiyse bu sayı
lO’dur." ABD ordusu bu yıl Irak seferi için ayrılan 87 milyar
dolardan üçte birinin, neredeyse 30 milyar doların özel şirket
lerle yaptığı sözleşmelere harcanacağını tahmin ediyor. Bu
savaşı sürdüren çıkarların türünü anlayabilmek için savaşı
özelleştirm enin temel avantajını gözden kaçırm am alıyız:
"Geleneksel askeri müdahalelerin tabi olduğu kongre ve med
ya incelemesi olmadan" müdahale etmeye izin verir.
Ülke içinde de vaat edilen terörle mücadelenin -savunm a
cı ulusal bir savaşın- gitgide saldırgan bir emperyalist savaşa
dönüştüğü endişesi vardır. Bush yönetimindeki yeni muhafa
zakarların ve Hıristiyan fundamentalistlerin oluşturduğu ko
alisyonun "şer eksenine" karşı savaş olarak seslendirdiği sa
vaş gündemi, Üçüncü Dünya milliyetçiliğine karşı eski Re-
agancı saldırıyı çağrıştırıyor. Yeni Reagancılar bu emperya
list girişimi demokrasi için, kötüye karşı iyi için, iyi İraklıları
kötülere ve iyi Müslümanları kötülere karşı güçlendiren taraf
sız bir küresel arayış olarak savunuyorlar. Sonsuza dek "içti
hat kapıları "m kapatacak olan İslamcı radikaller gibi yeni Re-
agancı "iyi" ve "kötü” tartışması siyasi reform kapısını kapa
tıyor. Soğuk Savaş sonrası bir bakış açısından, Jeanne Kirk-
patrick’in iki savının ne kadar çıkarcı olduğunu görebiliyo
ruz: Bu iki sav, solcu "totaliter" ve sağcı "otoriter" rejimler
arasında bir ayrım olduğunu ve sonuncusu içeriden ıslah edi
lebilirken öncekinin dışarıdan zorla yenilmesi gerektiğini ileri
sürüyordu. Gerçekse solcu rejimler -Sovyetler Birliği’nden
Ç in’e kadar- başarıyla içeriden ıslah oldular. Bu ıslah için
önkoşul egemenliğin savunulması ve, bu bağlamda, reform
hakkıydı. Buna karşın Irak’ın içeriden ıslah olmasına izin ve
rilmedi. Kuzey Kore aynı kaderden kaçınabildiyse bunun ne
deni, Irak’tan farklı olarak ve reform hakkının nihai garantisi
ni sağlayan kitle imha silahlarına sahip olması mıdır?
Dün Saddam H üseyin’in düşürülmesini alkışlayan aynı
İraklılar bugün Amerikan birliklerini işgal kuvveti olarak gö
rüyorlarsa sorunun kötüye karşı iyi İraklılarda olduğu basit
varsayımı sorgulama zamanı gelmedi mi? İyi ve kötü İraklılar
-v e iyi ve kötü M üslümanlar- gerçekte Amerikan politikala
rım destekleyenlerle bu politikalara karşı çıkanlar için verilen
yarı resmi adlarsa ad vermenin ötesine geçip tutarlı biçimde
desteği aşındırıp muhalefet üreten politikaları gözden geçir
me zamanı gelmedi mi? İster Amerika, ister Irak, ya da başka
bir yerde küreselleşmiş Amerikan gücü çağında demokrasinin
diriltilmesi daha azıyla yetinemez.
İşte burada Vietnam’ın süregiden ilgisi yatmaktadır. Viet
nam ’dan çıkarılan ders milliyetçiliğe karşı savaşın askeri bir
yüzleşmeyle kazanılm ayacağıydı: A m erika’nın, emperya
lizm çağında milliyetçiliğin meşruluğunu kabul edip onunla
yaşamayı öğrenmesi gerekecektir. Tıpkı Amerika'nın Viet
nam ’da milliyetçilikle Komünizm arasında ayrım yapmayı
öğrenmesi gibi 11 Eylül sonrası dünyada milliyetçilikle terör
arasındaki ayrımı öğrenmesi gerekecektir. Terörle mücadele
yi kazanmak dünyanın değiştiğini, eski sömürgeciliğin artık
var olmadığını ve geri de dönmeyeceğini ve yabancı toprak
ları işgal etmenin hem hayat hem de parasal açıdan pahalı
olacağını kabul etmeyi gerektirir. Amerika dünyayı işgal ede
mez. İçinde yaşamayı öğrenmek zorundadır.
Notlar
N otlar 271
ortaya çıkaran ve rasgele ısdırabı dikkate alm ayan güçler, yollarına çı
kan insanlığın bölüm lerini yok ediyorlar." Bu, Charles L y ell’in Prin--
ciples o f G eology adlı yapıtında yirm i yıl önce izlediği düşünce zinci
ridir: eğer "türlerin en önem lisi ve en küçüğün, ... her biri kendi tü
ründen binlercesini katletm işse, biz, yaratıcılar aynısını neden yapm a
y alım ?1’ Ö ğrencisi, Charles D arw in, The D escent o f Man (1871) adlı
yapıtında "asırlardan daha kısa bir gelecekte, insanoğlunun uygar ırk
ları neredeyse kesinlikle dünyadan vahşi ırkları yok edip bunları de-
ğ iştrecektir." "D arw in’den sonra," diye A v ru p a’nin soykırım la ilgili
düşüncelerini araştıran Sven L indqvist yorum luyor, "Soykırım a om uz
silkm ek olağan geliyordu. Ü zgünseniz yalnızca eğitim li olm adığınızı
gösteriyordunuz." Bkz. Sven L indqvist, "Exterminate All the Brutes
One Man's O dyssey into the H eart o f Darkness and the Origins o f Eu
ropean G enocide (New York: N ew Press, 1996), s. 117, 107, 130.
15 B enzer bir yazgı bekliyordu: Ö zellikle belirtilm edikçe bütün alıntılar
L indqvist’ten yapılm ıştır, "Exterminate A ll the Brutes," s. 141, 119,
149-51, 158, 160.
15 İlk sistem atik: Sven L indqvist, A H istory o f Bom bing (New Y ork:
N ew Press, 2001), s. 1-2.
15 Rusların... gazla öldürülm eleri: A rno J. M ayer, Why D id the Heavens
N ot D arken? The Final Solution in H istory (New Y ork: P antheon,
1988).
16 D isc o u rs’unda: A im e C esaire, D iscours sur le C olom alism e (Paris:
Presence A fricaine, 1995), s. 12.
16 "O kadar da geçm iş bir zam an değil,”: Frantz Fanon, The Wretched o f
the Earth (Londra: Penguin, 1967), s. 75; bir tartışma için, bkz. D avid
M acey, F rantz F anon, A B iography (N ew York: P icador, 2000), s.
471, 111
16 İlk soykırım ı: Bkz. M ahm ood M am dani, When Victims Become K il
lers: C olonialism , N ativism , and G en ocide in Rw anda (Princeton:
Princeton U niversity Press, 2001), s. 10-13.
17 D evrim ci kuram cı: Fanon, W retched o f the Earth; ayrıca bkz. M acey,
Frantz Fanon, s. 22.
17 Fanon... olarak görülm üştür: H annah A rendt, On Violence (New York:
H arcourt B race, 1970).
17 "o kişi": Fanon, W retched o f the Earth, s. 33, 66, 68, 73.
18 A şina olan herkes: Soykırım ın beyaz G üney A frikalının düş gücünde
ki bir m uhabir anlatısı için, okuyunuz Rian M alan M y Traitor's Heart:
A South African Exile Returns to Face H is Country, H is Tribe, and
H is Conscience (New York: A tlantic M onthly Press, 1990).
Birinci Bölüm: Kültür Tartışması; y a da İslamiyet ve Siya
set Hakkında Nasıl Tartışılmaz
129 "Bu beyler": A lıntı: İkbal A hm ed, "G enesis o f International T erro
rism ," Dawn (K arachi), 5 E kim 2001 (ilk olarak Ekim 1998’de yapı
lan konuşm a).
131 B öylece, A m erika B irleşik D e v le tle ri... d estekliy o rd u : T ariq A li,
The Clash o f Fundamentalisms, s. 275.
131 İsra il... izin verdi: G azze Şeridinin eski bir İsrailli askeri kom utanı
nın 1986’da söylediği sözler: "F K Ö 'y ü d estekley en solcu g üçlere
karşı durm ası için bir kuvvet oluşturm aya yardım etm ek am acıyla
cam iler ve dini okullar aracılığıyla İsalm cı gruplara m ali yardım da
bulunuyoruz." Alıntı: G raham U sher, "The Rise o f Political Islam in
the O ccupied T erritories," M iddle E ast International (Londra), no.
453, H aziran 2.5, 1993, s. 19. Savunm a politikası hakkında uzm an
olan İsrailli Z e'ev S chiff ve E hud Y a'ari banka havaleleri ve diğer
m anevra alanları ile ilgili olarak H am as’a karşı İsrail politikası hak
kında kısa bir açıklam a yapıyorlar. Bkz. Ze'ev S chiff ve Ehud Ya'ari,
intifada (New York: Sim on 5c Schuster, 1991), s. 233-34. Son ola
rak, K haled H roub İsraillilerin H am as ve F K Ö ’yü birbirine karşı kul-,
landıklarını kabul ediyor, am a H am as’a yardım konusunda her türlü
k asıtlı İsrail rolü ile ilgili düşüncelere karşı çıkıyor. Bkz. K haled
H roub, Hamas: P olitical Thought and P ractice (W ashington, D.C.:
F ilistin A raştırm aları E nstitü sü , 2000), s. 200-203. Bu k aynakları
gösterdiği için Joseph M assad ’a teşekkür ediyorum .
131 1971 ve 1975 arasında, Sedat: K aren A rm strong, The Battle fo r God:
A H istory o f Fundamentalism (New York: A lfred A. K nopf, 2000), s.
290-91.
133 C IA ve D ışişleri B akanlığı belgeleri: Steve G alster, "A fghanistan:
T he M aking o f U.S. Policy, 1973-1990," s. 11, alıntı: U lusal G üven
lik A rşivi, 11 Eylül kaynak kitapları, "V olum e II: A fghanistan: L es
sons fro m the L ast W a r,” h ttp ://w w w .g w u .e d u / ~ n sa rc h iv /N S A -
E B B /N SA E B B 57/essay.htm l adresinde m evcuttur.
133 Bu kadarı... doğrulanm ıştı: A lıntı: A li, Clash o f Fundamentalisms, s.
207-8.
134 C IA ... kararlıydı: B arnett R. Rubin, The Fragmentation o f Afghanis
tan: State Formation and C ollapse in the International System, 2. b a
sım (New H aven: Y ale U niversity Press, 1995), s. 223.
134 daha etk ili... arasında: Pervez H oodbhoy, "The G enesis o f G lobal Ji
had in A fghanistan" (Q uaid-e-A zam U niversity, Islam abad, Pakistan,
teksir) s. 5.
136 D arbe ve S o vyetlerin... işgali: G alster, "A fghanistan," s. 15.
136 Bu a s k e rle r... I S I ’nin ça lıştırd ığ ı... to p la n d ıla r: H am id H u sse in ,
"Forgotten Ties: CIA , ISI & Taliban," C overt Action Q uarterly 72,
ilkbahar 2002, s. 3.
136 iyi bilinen bir örnek: A lıntı: Law rence W right, "The M an Behind Bin
Laden: H ow an Egyptian D octor B ecam e a M aster o f Terror," The
N ew Yorker, 16 Eylül 2002, s. 72.
137 B ir CIA ajanı: John K. Cooley, Unholy Wars: Afghanistan, Am erica,
and International Terrorism (Londra: Pluto Press, 1999), s. 87-88.
138 M art 1985’te R eagan: S teve C oll, W ashington P o st, 19 T em m uz
1992; alıntı: M ichel C hossudovsky, "W ho Is O sam a Bin L aden?"
M ontreal, C entre fo r R esearch on G lobalisation, h ttp://globalrese-
a r c h .c a /a rtic le s /C H 0 1 0 9 C .h tm l a d re s in d e m e v c u ttu r, 12 E y lü l
2 0 0 1 ’de yayınlanm ıştır, bkz. n. 4.
140 T ekrar tanım lanan savaş: A hm ed R aşid, Taliban: M ilitant Islam, Oil,
and Fundamentalism in C entral A sia (New H aven: Y ale U niversity
Press, 2000), s. 129-30.
140 ISI a n a ...: John Cooley, The Christian Science M onitor ve A BC te
levizyonu için eski bir O rta D oğu m uhabiri, İsrail m üdahalesi hak
kında şunları yazıyor:
İsrail konusundaysa kanıt çok daha eksiktir. En az yarım d ü zi
ne bilgili kişi, kanıt alıntılam adan İsrail’in hem eğitim hem te-
darik işlerin karıştığı konusunda yazara ısrar etm işlerdir; . . .
Eğitim program ına katılan bazı A m erikalılarla İngilizler yaza
ra İsraillilerin gerçekten de katıldıklarını garantilem işlerdir,
gerçi hiç biri A fganistan ya da P ak istan ’daki İsrailli eğitim ci
leri ya da istihbarat ajanlarını gördüğünü ya da onlarla konuş
tuğunu söylem iyor. S ovyet karşıtı koalisyondan İsraillilerin
ayrntıları ve eğitim rolleriyle ilgili izleri saklam akta en başarı
lı taraf olm ası kesindir. (Cooley, Unholy Wars, s. 101).
Pakistan doğum lu İngiliz siyasi yorum cu T arık Ali de İsrail’in rolü
nün "Savaşın en iyi büyük sırrı olduğu"nu K abul ediyor ve önem li
bir ayrıntıyı belirtiyor: "1985’te The Muslim için çalışan genç bir P a
k is ta n lI gazeteci olan A hm ed M ansur, P e şa v a r’daki In terco n tin el
O telinin barında kazayla bir grup İsrailli ‘danışm an ’la karşılaştı. H a
berin Z iya diktatörlüğü için bir bom ba etkisi yaratacağının farkına
varında editörünü, bazı arkadaşlarını-ve ziyarette olan bir W TN m u
habirine haber Verdi. Birkaç gün sonra P akistan’ın İstihbarat T eşk i
latınca uyarılan m ücahitler onu yakalayıp öldürdüler.” (Ali, C lash of
Fundamentalisms, s. 209).
142 M artin S to n e... yazıyor: M artin Stone, The Agony o f A lgeria (New
York: C olum bia U niversity Press, 1997), s. 181-83.
142 P eşavar’da yerleşik... savaşçılar: A .g.e., s. 183.
142 Bin L ad in ... işe alındı: Robin B lackburn, Terror and Empire, böl. 3,
"T he U .S . A llia n c e w ith M ilita n t Isla m ," h ttp ://w w w .c o u n te r
punch.org/robin3.htm l adresinde m evcuttur.
142 1986’de, bin L ad in ... çalışıyordu: Raşid, Taliban, s. 132.
143 Bu organizasyon, el-K aide’ydi: W right, "M an Behind Bin Laden, p
75. Raşid'in anlattıkları 1989’u kuruluş yılı olarak doğrulam aktadır.
C ooley olanaksız 1985 yılını belirtiyor. Bkz. Raşid, Taliban, s. 132
ve Cooley, Unholy Wars, s. 120, 220-21-
144 fikir edinm ek için: Cooley, Unholy Wars, s. 83, 86.
145 "oğullarını... gönderm işti": A.g.e., s. 87-88.
145 C ooley'nin listesinde: A .g.e., s. 188-89.
146 Londra m erkezli Hintli gazeteci: A lıntı: Chossudovsky "W ho Is O sa
m a Bin Laden?" http://globalresearch.ca/articles/C H 0109C .htm l ad
resinde m evcuttur.
146 1980’li yılların sonunda: A hm ed Raşid, Jihad: The Rise o f M ilitant
Islam in Central Asia (New H aven: Y ale U niversity Press, 2002), s.
44.
146 P ervez H o o d b h o y ... veriyor: P ervez H oodbhoy, "The G en esis of
G lobal Cihad in A fghanistan," düzeltilm iş versiyon, bildiri, İç Savaş'
ve Soğuk Savaş K onferansı, 1975-1990: G üney A frika, O rta A m eri
ka ve O rta A sya ile ilgili K arşılaştırm alı bir Ç özü m lem e (A frik a
A raştırm aları E nstitüsü, C olum bia Ü niversitesi, N ew Y ork, N .Y .,
K asım 14-15, 2002., teksir edilm iş) s. 7-8.
147 Ç oğalm alarına rağm en: B arnett Rubin, özel yazışm a, 10 Şubat 2004.
147 T üm general M uham m ad Yusuf: H ussein, "Forgotten Ties," s. 3.
147 A m erika B irleşik D evletleri yetkilileri: Los Angeles Times, 4 ve 5
A ğustos 1996.
148 Sonunda Raşit şu sonuca varıyor: Raşid, Taliban, s. 44. Bu rakam lar,
bir çok yazıda verilm iştir, am a çoğunlukla m edreselerde eğitilenlerle
savaşta gerçekten savaşanlar arasında bir ayrım yapm adan. A fgan
Savaşında kaç kişinin eğitildiğini veya savaştığını belirten hesapla
m alar söz k o n u su o ld u ğ u n d a insan bu n ed e n le b ir d iz i rak am -
35.000 ilâ 100.000 arasında - bulabiliyor. Ö rneğin A rundhati Roy
C IA ’nin A m erika’nın vekalet savaşı için "neredeyse 100.000" asker
kaydettiğini belirtir. Cooley, "A fganistan'da ya eğitilen ya da sava
şan" 40.000-50.000 A fgan olm ayan savaşçı rakam ını veriyor. Bkz.
A ru ndhati R oy, "The A lg eb ra o f In fin ite Justice," The G uardian
(Londra), 29 Eylül 2001; Cooley, Unholy Wars, s. 232.
148 Tarık A li... veriyor: Ali, Clash o f Fundamentalisms, s. 196.
148 C o o ley ... belirtiyor: Cooley, Unholy Wars, 2000 basım ı, s. 90.
150 "H üküm etiniz": John-T hor D ahlburg, "Legacy o f Fear: A fghanistan's
M ix o f Faith, T error - A G lobal Scourge," Los Angeles Times, 4, 5 ve
6 A ğustos 1996.
150 Y ıllar sonra. M usto: A lfred W. M cC oy, The P olitics o f Heroin: CIA
C om plicity in the G lobal D rug Trades (N ew York: L aw rence Hill
Books, 1991), s. 436-37.
151 D aha Şubat 1980’de: Cooley, Unholy Wars, s. 60.
151 Y alnızca 1987 mali yılında: İkbal A hm ed ve Richard J. Barnet, "B lo
ody G am es," The N ew Yorker, 11 N isan 1988, s. 44-86.
151 Bu tutarın ... belirten: G alster, "A fghanistan," s. 18.
151 M ücahitler...: A lfred M cC oy, "Drug Fallout: T he CIA 's Forty-Y ear
C o m plicity in the N arco tics T rad e," The P ro g re ssiv e, 1 A ğ u sto s
1997, s. 24-27.
152 The Nation da yazan: L aw rence Lifschultz, "Bush, D rugs and P akis
tan: Inside the K ingdom o f H eroin," The Nation, 14 K asim 1988, s.
477, 492-96.
152 P ak istan’daki The H erald: A lıntı: M cCoy, P olitics o f Heroin, s. 454.
152 Son olarak, C IA ... sağladı: M cC oy, "Drug Fallout," s. 24-27.
153 azından sorum lu olan: B irleşm iş M illetler U luslararası U yuşturucu
K ontrol Program ı Raporu (Birleşm iş M illetler U yuşturucu ve Suçlar
B ürosunun bir bölüm ü) bulunduğu yer: "Drug Prohibition and P o liti
cal V io le n c e : M a k in g th e C o n n e c tio n ," The W eek O n lin e w ith
D RC N et, 2003 B asım ı, 21 E ylül 2001; http ://sto p th ed ru g w ar.o rg /
chronicle/203/politicalviolence.shtm l adresinde m evcuttur. B enzer
bir bilgi, O cak 2 0 0 3 ’te Birleşm iş M illetler U yuşturucu ve Suçlar B ü
rosunun yayınladığı bir çalışm a olan "The O pium Econom y in A fg
hanistan: A n International Problem "de bulunabilir, çevrim içi olarak
http://w w w.unodc.org/pdf/publications/afg_opium _econom y_w w w .pdf
adresinde m evcuttur.
153 "Nasıl ki C IA ’n in ... sağladığı destek": M cC oy, P olitics o f Heroin, s.
440-41.
153 En kötü örnek: A .g.e., s. 451.
154 N ew York T im es... yazdı: John F. Burns, "Afghans: H ow They Blame
A m erica," 4 Şubat 1990; alıntı: M cCoy, P olitics o f Heroin, s. 450.
154 M olla N asim : N ew York Times, 18 H aziran 1986; alıntı: M cCoy, P o
litics o f Heroin, s. 458.
155 Sonunda, M olla N asım : M eydan savaşıyla ilgili bilgi A vrupa ve Orta
D oğu Beyaz Saray A lt K om itesinde yapılan tanıklıktan alınm ıştır, s.
18-20, 35, alıntı: M cC oy, Politics o f Heroin, s. 454, 458, 450.
155 başlangıcından: M cCoy, Politics o f Heroin, s. 452.
156 On dört bin çalışanı: Canal W alsh, "Spies H ide as Bank Faces BCCI
Charges," The O bserver (Londra), 19 O cak 2003.
156 N ew York savcısı: Cooley, Unholy Wars, s. 114.
157 A lt k o m ite... şikayet ederken: K ongre alt kom itesinin raporu için
bkz. "The BC CI A ffair,” http://w w w .fas. org/irp/congress/199z_ rpt/-
bcci/index.htm l adresinde m evcuttur.
159 Suudi-B C C I bağlantısı: Cooley, Unholy Wars, s. 113. BCCI sorusu
s. 112-16 ’da tartışılm aktadır. ,
159 Z iya ül-Hak: A lıntı: Tarık A li, Clash o f Fundamentalisms, s. 156.
160 Bunun m eyvesini... topladı: A hm ed Raşid, "The Taliban: E xporting
E xtrem ism ," Foreign Affairs 78, no. 6, K asım -A ralık 1999, s. 22.
161 "terör"... olarak ilan edildiğinde: T ariq Ali, Clash o f Fundamenta
lisms, s. 199.
161 "T ek çocuğu": D ahlburg, "Legacy o f Fear," Los Angeles Times, 5
A ğustos 1996.
162 İki büyük dini tarikat: T ariq Ali, Clash o f Fundamentalisms, s. 198.
162 resm i olarak k a y ıtlı... sayısı: R esm i rakam lar T arik A li, Clash o f
Fundam entalism s’den alınm ıştır, s. 195. B M ’in tahm inleri M cCoy,
Politics o f H eroin’den düşüktür, s. 454-55.
165 Böylece, A hm ed Raşid: Raşid, Jihad, s. 210.
165 D aha 1985 ’te: Cooley, Unholy Wars, s. 62..
165 B arn ett R ubin: R ubin, F ragm entation o f A fghanistan, s. 83, 203,
2 1 0 -2 1 ,2 7 2 ,2 7 9 .
168 K ısa bir ittifak oluştu: İkbal A hm et, "In a L and W ithout M usic,"
Dawn (Karaçi), 23 T em m uz 1995.
168 İsyancıların liderleri... itiraf etm işlerdi: G alster, "A fghanistan," s. 23.
169 U luslararası basın: Rubin, Fragmentation o f Afghanistan, s. 250-51,
257.
169 4 E kim 1996’te: Jo h n -T h o r D ahlburg, "C onspiracy T h eo ry L inks
U.S. w ith A fghan M ilitia," Los Angeles Times, 4 E kim 1996.
170 D ışişleri B akanlığı toplantısından sonra: Raşid, Taliban, s. 179.
171 bir cam ide bulunan yaşlı bir adam : A hm ad, "In a Land W ithout M u
sic."
171 A hm ed Raşid... diye belirtiyor: Raşid, Jihad, s. 210.
171 A hm ed R aşid ’in sözleriyle: A .g.e., s. 211.
172 iki iş arkadaşım a... sorduğum da: A hm ed R aşid T alib an ’ın yalnızca
k ad ın lara kam u hayatını yasaklam akla kalm adığını, aynı zam anda
top veya m üzikli (davullar hariç) herhangi bir oyun gibi sayısız karşı
cinsi baştan çıkaran her türlü erkek odaklı etkinlikleri yasakladığını
açık lıy o r. Bkz. İkbal A hm ed, "In a L and W ith o u t M usic," D awn
(Karaçi), 23 T em m uz 1995.
172 İlk ö n c e ... deneyim i: B arnett R ubin ve A shraf G hani, yazarla sohbet,
16 K asım 2001.
172 "Savaşın ideolojileri": İkbal A hm ed, "In A fghanistan, A C easefire
Please," Dawn (K araçi), 7 N isan 1991.
174 C ezayirli sosyolog: A lıntı: Cooley, Unholy W ars, s. 203.
175 C o o ley ... tahm in ediyor: A .g.e., s. 203-5.
178 1990’lı yıllarda: D ahlburg, "Legacy o f F ear,” özellikle üç biyografi
için. K am erredin K herbane ile ilgili bilgiler açısından Stone, Agony
o f A lgeria, s. 183 ’ü dikkate aldım.
177 E l-Z evahiri anılarında... yazm ıştır: A lıntı: W right, "M an B ehind B in
Laden," s. 67.
177 L uksor saldırısı: Cooley, Unholy Wars, s. 185-86.
178 "D efalarca,": A .g.e., s. 88-91, 185, 195, 203-6.
180 İşte bu nedenle... önem lidir: 11 Eylül hakkındaki bir denem esinde
O livier Roy, çok derli toplu da olsa radikal siyasi İslam ı m uhafaza
k ar "y eni-köktencilikle" karşılaştırm ış ve b irincisinin alttan gelen
sosyal hareketler olduklarını ve sonuncusunun da yukarıdan zorlanan
devlet gündem lerinin araçları olduğunu iddia etm iştir. A m a bu ayrım
11 E y lü l’e yol açan dinam iği anlam ada pek yararlı değildir, bıınun
başlıca nedeni de R oy’un Soğuk Savaş sırasında Batılı güçle karşı
laşm aya yalnızca pek az önem sem esidir. Bkz. O liv ier Roy, "Neo-
F u n d a m e n ta lis m ," S o c ia l S c ie n c e R e sea rch C o u n c il.
http://w w w .ssrc.org/ septl 1/essays/roy.htm adresinde m evcuttur.
181 İlk i... askeri direniş: H izbullah’le ilgili görüşlerim N izar H am zeh ’in,
"L ebanon's H izbullah: F rom Islam ic R evolutio n to P arliam entary
A ccom m odation," Third W orld Q uarterly 14, no. 2, 1993 yazısına
dayanm aktadır; bu yazı ayrıca Beyrut A m erikan Ü niversitesiyle iş
birliğinde Al M ashriq'te de elektronik bir belge olarak yayınlanm ış
tır. Bkz. http://alm ashriq.hiof.no/ddc/projects/pspa/ham zehz.htm l.
182 düşüncesine dayanan: Talal A sad, "Introduction: Thinking A bout S e
cularism ," alıntı: Formations o f the Secular: Christianity, Islam, M o
dernity (Stanford: Stanford U niversity Press, 2003).
183 "D evrim ci rejim ": R ichard Bulliet, "Tw enty Y ears o f Islam ic P oli
tics,” The M iddle East Journal 53, no. 2. ilkbahar 1999, s. 7-9.
183 İslam cı siy a se tle ri... biçim len d iriy o r: O livier Roy açık bir siyasi
gündem i paylaşan bütün İslam cı hareketleri "yeni-köktenciler" o la
r a k b e tim le m e k te d ir . B k z . R o y , " N e o -F u n d a m e n ta lism ,"
http://ssrc.org/septn/essays/roy/htm adresinde m evcuttur.
185 İkbal A hm ed... gözlem ledi: İkbal A hm ed. "The A fghan L essons,"
Dawn (K arachi), 3 M ayıs 1992.
186 T am d a ... hazır olduklarında: İkbal A hm ed, "Stalem ate at Ja lala
bad," The N ation, 9 Ekim 1989; "The A fghan L esso n s,” D awn. 3
M ayıs 1992; "The W ar W ithout End," D aw n, 20 A ğustos 1992.
186 John C o o ley ... örneğini veriyor: Cooley, Unholy W ars, s. 83, 86.
239 rağm en: Salm an Rüşdi, "This is A bout Islam ," N ew York Times, 2
K asim 2001.
242 liderliğinde: Bkz. T ruth and R econciliation C om m issio n o f South
A frica, Report, cilt 2, s. 30, para. 124.
243 İlk i,... gerillalar: D eborah Poole ve G erardo R enique, "T error and
the Privatized State: A P eruvian Parable," R adical H istory R eview
(kış 2003), s. 150-63.
244 C IA ’nin eğittiği en ünlü terörist: A rundhati Roy, "The A lgebra o f In
finite Justice," The Guardian (Londra), 27 Eylül 2001.
244 Bin L ad in ... tek değildi: 11 E ylüP den üç gün sonra A fganistan D ev
rim ci K adınlar Birliği (RA W A ) "bu barbarca şiddet ve terror eylemi
için üzüntü duyduklarını ve bunu kınadıklarını" açıklayan bir kam u
açıklam ası yayınladı ve şunları ekledi:
A m a ne yazık ki T alib an ’ın tohum larının ortaya çıktığı binler
ce din okulunu yaratm ası için P akistan diktatörü G en. Z iya
ülk-H ak’ı destekleyenin A m erika B irleşik D evletleri hüküm e
ti olduğunu söylem ek zorundayız. H erkesin kabul ettiği gibi
benzer biçim de O sam a Bin Ladin de C IA ’nin mavi gözlü ço
cuğuydu. A m a daha acı verici olansa A m erikalı politikacıların
ülkem izdeki köktenci yanlısı politikalarından bir ders alm a
mış olup şu ya da bu köktenci çete veya lideri desteklem eyi
sürdürm eleridir. "R A W A Statem ent on the T errorist Attacks
in the U S," 14 Eylül 2001, http://w w w .globalresearch.ca/ar-
ticles/RA W 109A.html adresinde mevcuttur.
245 B o m b a... yapılm ıştı: Cooley, Unholy Wars, s. 223, 236-37.
245 1 9 9 5 ’te, eski C IA d ire k tö rü : A lfred M cC oy "D rug F allo u t: T he
C IA 's Forty Y ear C om plicity in the N arcotics Trade," The P rogressi
ve, 1 A ğustos 1997.
245 1971 ortasında A BD ordusu: M cC oy The Politics o f Heroin, s. 222-
23.
246 A fgan cihadı sırasında: M cC oy, "D rug Fallout."
246 A fganistan.... eroin: M cCoy, P olitics o f Heroin, s. 437.
246 1982 ilâ 1985 arasında: A .g.e., s. 478.
246 4 E k im ’de: A lexander Cockburn ve Jeffrey St Glair, Whiteout: The
CIA, Drugs, and the P ress (Londra: V erso, 1998), s. 1-2, 37.
247 izlediğim A lfred M cCoy: A B D M erkezi İstihbarat T eşkilatı, G enel
M ü fettiş B ürosu, "A llegations o f C o nnections B etw een C IA and
C ontras in C ocain T rafficking in the U nited States" (1) (96-0143-
IG). B ütün alıntıların bulunduğu yer: A lfred W. M cCoy, " ‘F allo u t’ :
T he Interplay o f CIA C overt W arfare and the G lobal N arcotics T raf
fic," İç Savaş ve Soğuk Savaş, 1975-1990: G üney A frika, O rta A m e
rika ve O rta A sya K arşılaştırm alı Ç özüm lem e (A frika A raştırm aları
E nstitüsü, C o lu m b ia Ü n iv ersitesi, N ew Y ork, N .Y , 13-15 K asım
2002, teksir), s. 24-25.
248 C o o ley ... durum u alıntılıyor: Cooley, Unholy Wars, s. 134.
249 A lm an durum unda bile: Sheldon W olin, "Inverted T otalitarianism ,"
The Nation, 19 M ayıs 2003.
251 1997’de, F e ith ... yazıyordu: Lobi hakkında daha fazla bilgi için, bkz.
"The Israeli L obby," P rospect M agazine (İngiltere), no. 73, N isan
2002, s. 3
253 Paul Finkelm an: Paul F inkelm an, D red S cott v. Sandford: A B rief
H istory with Documents (Boston: Bedford Books 1997), s. 34. A yrı
ca bkz. Don E. F ehrenbacher, The D red Scott Case: Its Significance
in Am erican Law and P ractice (New York: O xford U niversity Press,
1978).
254 Tek bir Y ahudi-H ıristiyan... fikri: D evleti ve ulusu beyaz yerleşim
cilerle özdeşleştirm enin iki farklı harekete yol açtığını hatırlam aya
değerdir: bir hareket Y ahudi, A syalı vesairenin de beyaz olabileceği
görüşün daha gevşek bir yorum unu talep ederken diğeri nasıl tanım
lanırsa tanım lansın beyaz ayrıcalığını sona erdirm eyi talep ediyordu.
255 Burada, örneğin: N ew York Times, 3 A ralık 2002.
257 Y aln ızca H a ’aretz: A m ira H ass, "The M islead in g T erm 'Fence,'"
Ha'aretz, 16 T em m uz 2003.
260 İngiliz ve A m erikan yanıtı: D avid K een, "B lair's G ood G uys in S ier
ra Leone," The Guardian (Londra), 7 K asim 2001.
262 H ay a tta k alan lar: Bkz. "A fg h an istan " Landm ine M o n ito r R eport,
2001, h ttp ://w w w .icbl.org/lm /2001/afghanistan/ adresinde m ev cu t
tur.
266 M ektuplarında: A lıntı: G ore V idal, P erpetual W ar fo r Perpetual P e
ace: H ow We G ot to Be So H ated (New York: N ation Books, 2002),
s. ix, 81, 84-85.
269 The Guardian (L o n d ra)... bildiriyordu: Ian T raynor, "The Privatiza
tion o f W ar $30 Billion G oes to Private M ilitary; Fears O ver ’H ired
G uns' P olicy,” The Guardian, 10 A ralık 2003.
D aiv iü* R o s e
'î
' -a, S
; m> mm
at
1001
K İ T A P