Provided that/ providing that/providing/ as long as/ so long as : dığı sürece, dığı müddetçe

I will help you provided that you help me with my new project

If you help me with my new project I will help you

Providing (that) / so long as / as long as he studies hard, he will pass the exam.

As long as you drive carefully I will give my car to you

If you drive carefully I will give my car to you

ON CONDITION THAT : şartıyla

You may use my pen on condition that you buy me a new one

UNLESS : medikçe, madıkça, mezse, mazsa (if not)

You won't be able to pass the exam unless you study hard

çok ders çalışmadıkça (çok ders çalışmazsan) sınavı geçemezsin

Unless...../..... cümlelerde genellikle olumsuzluk vardır

Unless new measures are taken, we won't be able to overcome this problem

Yeni önlemler alınmazsa bu sorunun üstesinden gelemeyiz.

MODALS

1. CAN : ebilmek (ability)

He can deliver you the parcel today.

Can we touch the sky?

Gökyüzüne dokunabilir miyiz?

No, we can't.

Request : rica

Can I have a hamburger?

Bir hamburger alabilir miyim?

Can you come with me?

Benimle gelir misin?

Disbelief : inanmama/ şaşırma

You can't be serious: ciddi olamazsın

He can't be at home now. He is at work.

COULD : PAST ABILITY

He could play the piano when he was 6

Altı yaşındayken piano çalabiliyordu.

REQUEST : Rica

Could I get the menu please?

Bir mönü alabilir miyim lütfen?

Could I come with you?

sizinle gelebilir miyim?

SUGGESTION : Öneri durumlarında

We could have our lunch at the Rits instead of Pizarella

Yemeğimizi Pizarella yerine Rits'de yiyebiliriz (yiyebilirdik değil)

We could go to the cinema tomorrow

Gelecek zaman zarflarını kullandığımız modal cümlelerinde may/might/can = could şeklinde yazılır

BE ABLE TO : ebilmek / can gibi düşünebiliriz.

I can sing : şarkı söyleyebilirim

I'm not able to sing for you this evening because I'm ill

Bu akşam sizin için şarkı söyleyemem çünkü hastayım.

Can Naim Süleymanoğlu break a new world record in the next Olympic Games?

Is Naim Süleymanoğlu able to break a new world record in the next Olympic Games?

Naim Süleymanoğlu önümüzdeki olimpiyatlarda yeni bir dünya rekoru kırabilir mi?

He was able to escape when the fire broke out

Yangın çıktığında kaçabildi (yeteneğini kullanabildi)

MAY / MIGHT : e bilmek (possibility)

I may call you this afternoon

I can sing : şarkı söyleyebilirim (yetenek)

I may sing: şarkı söyleyebilirim.

MAY (REQUEST)

May I come with you? sizinle gelebilir miyim?

might : request sorusu olmaz

May, might : övgü, dua ve beddularda

May live long Turkish republic!: yaşasın Türkiye Cumhuriyeti

May you rest in peace: huzur içinde yat

May god mercy on you: Tanrı'nın merhameti üzerine olsun

MANAGE TO : BAŞARMAK

She managed to persuade him to send his daughter to the

summer school in Bodrum.

Kızını Bodrum'daki yaz okuluna göndermek için onu ikna etmeyi başardı

We managed to leave the building before the fire spread to the other offices.

WILL : REQUEST

Will you help me please?

Bana yardım eder misin lütfen?

Will you come with me please?

Lütfen benimle gelir misin?

SHALL

I ve we özneleriyle kullanılır. suggestion tavsiye olarak karşımıza çıkar

I shall bring your newspaper: sana gazeteni getireyim

what shall I do? : ne yapayım?

where shall we go? : nereye gidelim

shall we sorusunun yanıtı her zaman let's ile verilir

where shall we go?

let's go to the cinema: sinemaya gidelim.

what shall I tell you? sana ne diyeyim, ne söyleyeyim?

MUST - HAVE / HAS TO

Obligation : zorunluluk

He has to move to a new apartment.

Yeni daireye taşınmak zorunda

He must move to a new apartment.

Yeni daireye taşınmalı

have has to

I don't have to go there: oraya gitmek zorunda değilim

Oraya gitmem gerekmiyor:

I must study harder:

Daha çok ders çalışmalıyım

Daha çok ders çalışmak zorundayım

conclusion / must

He hasn't slept for 24 hours. He must be very tired

24 saattir uyumadı. Çok yorgun olmalı

BE SUPPOSED TO + V1

He is supposed to look after his younger brother.

küçük kardeşine bakması gerekiyor

BE SUPPOSED TO : NEED TO: gerek olmak

A student is supposed to do his homework

Bir öğrencinin ödevini yapması gerek.

BEKLENTİ (EXPECTATION)

He is supposed to arrive tonight

Bu akşam gelmesi bekleniyor

They are supposed to call us before they leave.

Gitmeden önce bizi araması gerek.

NEED TO : gerek olmak

I need to go : gitmem gerek

what do we need to do: ne yapmamız gerek?

I need to talk to you right away.

Seninle hemen konuşmam gerek.

don't/ doesn't need to

needed : gerekiyordu, ihtiyaç vardı

didn't need to : gerek yoktu, ihtiyaç yoktu

HAD BETTER : iyi olur, iyi olacak

It's getting late. I'd better go

Geç oluyor. gitsem iyi olur.

You had better not stay late tonight. You have a very

important meeting tomorrow morning.

Geç saatlere kadar oturmasan iyi olur. Yarın sabah çok

önemli bir toplantın var.

USED TO + V1

I used to smoke

sigara içerdim (ama artık içmiyorum)

There used to be a cinema here once upon a time.

Bir zamanlar burada bir sinema vardı.

I used to have long hair when I was in the university

I didn't use to smoke when I was young.

BE USED TO + Ving : alışkın olmak

I'm used to living alone: yalnız yaşamaya alışkınım

Ayşe is used to fighting with her husband: Ayşe kocasıyla

kavga etmeye alışkın.

I was used to living alone: yalnız yaşamaya alışkındım.

GET USED TO + Ving: Alışmak

GET ACCUSTOMED TO + Ving

I am getting used to living in ankara

I got used to playing table tennis five years ago.

I think I will get used to living in this city.

Sanırım, bu şehirde yaşamaya alışacağım.

I got used to studying 12 years ago.

WOULD PREFER TO + V1

Tercih etmek

I'd prefer to travel by plane

Uçakla seyahat etmeyi tercih ederim

I'd prefer to travel by plane rather than by bus

Otobüsle seyahat etmektense uçakla seyahat etmeyi tercih ederim

RATHER THAN: mektense, maktansa

WOULD RATHER + V1

I'd rather travel by plane than by bus

Otobüsle seyahat etmektense uçakla seyahat etmeyi tercih ederim

I'd rather to die than marrying you

Seninle evlenmektense ölmeyi tercih ederim.