You are on page 1of 2

EDEB-İ DEVLET…

A. Hamit Kılıçkaya

“Edeb, Allah’ın nûrundan yapılmış bir taçtır. Onu başına koy, nereye gidersen git.”

Türk Edebiyatı Cemiyeti, 1972 senesi Kânûn-ı sânisinde “Türk Edebiyatı” mecmuasının neşrine ibtidâr
eylediğinde, ekâbir-i fuzalâdan Ruyan Beyefendi ile beraber, Şeyhülmuharririn Ahmet Kabaklı
Beyefendiyi, Beyazıt-Yeniçeriler Caddesindeki mecmua idarehanesine tebrik ziyaretine gitmiştik.
Odasında bizi kabul buyurduklarında, Mehmet Turgut ile Erol Güngör Beyler de oradaydılar ve bizi de
lütfedip kendilerine takdim ettiler. Sohbetlerinin mevzuu, memlekette hükümfermâ olan ahvâl-i
hâzıra-yı iğtişaş idi. Dinledik, müteessir vü mütekeddir olduk. Müsaadelerini isteyip ayrıldık. Üsküdar
vapuruyla dönerken, hüzünlü bakışlarımız, Boğazın sislerinde sönüyordu.

Ziyaretimizin üzerinden tam yarım asır geçti. Evvela Erol Bey, müteakiben de Ahmet Bey ve Mehmet
Bey, dâr-ı bekaya irtihal eylediler. İğtişaş-ı memleket dinmedi. Erol Güngör ve Mehmet Turgut Beyin o
günkü anlattıklarını, sonraki senelerde tab’ edilen eser-i zîkıymetlerinde kıraat ederken, geçen
zamanın, ânda bâkîliğine de yeniden şahit olduk.

Erol Güngör Beyin “ahlâk ve devlet” bahsinde söylediklerini, kitap1 sayfalarında okumak ve bizzat şahit
olmak, şu geçen yarım asırda. Erol Bey diyordu ki; “Devlet, hukukun sahibidir. Devlet, ahlâklı insanların,
cemiyetteki hâkimiyetini belirten bir müessese olarak ortaya çıkar. Başıbozuk ve tutarsız
kalabalıklardan, devlet çıkmaz. Bu gücün ayakta durabilmesi de yine fertlerde kuvvetli bir ahlâkî vicdan
teşekkülü sayesinde mümkündür. Hiçbir devlet, ne kadar güçlü olursa olsun, suç işlemeye her an yatkın
insanların çoğunluğu meydana getirdiği bir yerde hukuk düzenini ayakta tutamaz. Hakikatte, bizi, ahlâkî
davranışa zorlayan şey, devletin polisi değil, vicdanımızdır.”

Ve devam etmişti; “Devletin asıl fonksiyonu, ahlâkî vicdana karşı yapılan tecavüzlerin yaygınlaşmasını
önlemektir. Ahlâkın çiğnenmesi karşısında, devletin gücü harekete geçmediği takdirde, hak ile
haksızlığın, ahlâk ile ahlâksızlığın ölçülerini kaybetmemiz, çok kolaydır. Böyle bir durumda zayıf
insanların bencillikleri tahrik edilecek, kuvvetli şahsiyet sahipleri ise ahlâklı kalmak ile yaşamak arasında
zorlu bir tercih yapmaya itileceklerdir… Devlet gücünün kaybolduğu bir ülkede, ahlâkın bir defa
bozulduktan sonra, yeni bir sistemde karar kılması da imkânsızdır. Çünkü eski sistem, ideal bir ahlâk
anlayışı yüzünden değil, anarşi yüzünden bozulmuştur… Devlet, insanın karşısında apayrı bir güç değil
fakat insanın bir çeşit uzantısı veya devamıdır. Şu hâlde, devleti, ahlâk sisteminin bir parçası olarak ele
almalı, ahlâkın dışında bir devlet düşünmemeliyiz.” (s.157-159)

Devlet-i ebed müddetin dirayetli şahsiyeti Mehmet Turgut Bey de bizzat şahit olduklarını, kendi
ağızlarından dinlediklerini anlatmıştı ki neşrettiği hâtıratında2 da daha nicesiyle birlikte kayda
geçirmişti.

Reis-i Cumhurlarımızdan, Celâl Bayar’ın “devlet adamlığı”na misâl bir hâtırasını okuyunca, neler
düşüneceksiniz, acaba? “Bayar’ın, çok az kimsenin bildiği bir vasfı vardır. Olağanüstü hadiseler
karşısında, olağanüstü davranışlar içinde bulunma ahlâkı. Buna, olağanüstü ahlâkî güce veya karaktere
sahip olma da denebilir. Bunun, onun hayatında pek çok örneği vardır. Bunlardan biri, belki de en
önemlilerinden biri, torununun iflasını önlemek için, şahsî mallarını satarak, borçları ödemesidir. Bunu

1
Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, Ötüken Neşriyat, İst.1995
2
Hatıra Nev’inden Notlar, Boğaziçi Yay., İst.2000

1
yapmaması ve torununu mirasından mahrum ederek mallarını kurtarması için, kendisine her yandan
ve her yönden hukuk adamları, dostları ve yakınları tarafından, büyük baskılar yapılmıştır. Bu baskılara,
karşı çıkmış, “Devlet adamının hayatı da dâhil her şeyi; millet için, devlet için, tarih ve gelecek içindir.”
diyerek, şahsî mallarını satıp, torununun, çoğu devlet bankalarına olan borçlarını ödemiş, onu iflastan
kurtarmıştır.” (s.6,7)

Celâl Bayar’ın mason olduğuna dair söylenegelen güft ü gûyu da bizzat kendisinden dinlemiş ve
aktarmıştı, Mehmet Turgut Bey. “Masonluk, bir zamanlar bana da teklif edildi. Ben, o zaman, İttihat ve
Terakki Partisinin İzmir Kâtib-i Umûmîsi idim. Masonluk teklif edildiği zaman, Dr. Nazım Beye giderek,
“Ağabey, bana, Masonluk teklif edilmektedir. Emriniz ne olur?” dedim. Dr. Nazım Beye, teklifi
sorduğum zaman, yüzüme sertçe baktı ve “Celâl, bir şeylere mi ihtiyacın var?” diye sordu. Ben de
bundan, kabul etmemem gerektiğini anladım… Dr. Nazım Beyin havasından, Mason olmanın, bir nevi
menfaat peşinde olmakla aynı olduğu intibaını alarak, teklifi reddettim.” (s.28)

Adnan Menderes’in her şeyi konuşulur söylenir amma “devlet adamlığı” meziyeti, hep yok sayılır. Peki
öyle mi? Hayır. Mehmet Turgut Bey, bizzat şahitlerden dinlediği bir vakayı naklediyor. “Rahmetli
Menderes, Başbakandır. Oğlu, rahmetli Yüksel Menderes, Ankara Hukuk Fakültesini bitirmiş ve
İsviçre’de doktorasını yapıp gelmiştir. İş hayatına atılacaktır ve çalışmak istediği konu üzerinde, ailede
anlaşmazlık vardır.

Bir gün, evde, aile meclisi toplanır ve bu konu gündeme gelir. Konuşulup bir karar verilecektir. Yüksel
Menderes, ticarete atılmak ve ihracat-ithalat işleri ile uğraşmak istemektedir. Bu fikrinde, epeyce
ısrarlıdır. Adnan Menderes, bu konu ile ilgili herkesin fikrini aldıktan sonra, şunları söyler. “Bakın
çocuklar. Bir memlekette devlet adamı olmak kolay değildir. Hele Başbakan olmak, daha da zordur.
Başbakanın çocukları, yakınları ve dostları olmak da çok zordur. Herkes, yakınlığı ve durumu nispetinde
fedakârlık göstermeye ve davranışlarına dikkat etmeye mecburdur. Yüksel, benim oğlumdur ve ben de
Başbakanım. Benim oğlum, ticaret yapamaz. Hele ihracat-ithalat işleri, hiç yapamaz. Siz, biliyor
musunuz, Türkiye’de ihracat-ithalat işlerinin büyük bir kısmı, hâlâ devletle ilgilidir. Yüksel’in yapacağı
işleri, devletten ve Başbakanın nüfuzundan, nasıl kurtaracaksınız? Kurtarırsanız, buna, kim inanır? Bu
durum karşısında, Yüksel’in yapacağı iş, devlete memur olmaktır. Hem de imtihanla eleman alınan bir
yerin imtihanına girip kazanarak. Bunun, sessiz sedasız olmasına da dikkat edilmeli.” (32-33) Sonuçta
ne olur, diye sorarsanız; Yüksel Menderes, bekler ve Dışişleri Bakanlığının açmış olduğu imtihana girer,
hakkıyla kazanır ve meslek memuru olarak hayata atılır.

Devlet adamı Mehmet Turgut Beyin kendi tecrübeleri ve şehadetleriyle vardığı hüküm, devlet-i ebed
müddetin tarifidir. “Devlet, birinci sınıf adamlarla, devlet olur. İşler, birinci sınıf adamlarla başarıya
ulaşır. Birinci sınıf adamların ise en açık ve belirli vasfı, “Hayır!” demesini bilmektir. Devlet adamlığının
en açık ve belirli vasfı ise böyle diyenlerle, çalışma cesaretini göstermek ve bu gibi idarecilere sahip
olmaktır.” (s.267)

Sonuç itibariyle, Refik Halid Bey, Ömrüm Boyunca’da son noktayı koymuştu. “Hayatta dev olmak, galiba
pek güç değil. Ama tarihte dev olmak veya tarihte dev kalmak çok zor.”

You might also like