You are on page 1of 3

NİZÂM-I DEVLET, TEVÂZU VE HAVF-İ İLÂHÎ İLEDÜR…

A.Hamit Kılıçkaya

“Nesâyihu’l-vüzerâ ve’l-ümerâ” bir siyâsetnâme. Son aylarda, elimizden düşmüyor. Mu’teber


vâliyândan Recep Bey ile müdirân-ı kirâmdan Cengiz Beyler ziyaretimize geldiklerinde, mesâil-i
memleket hakkında teâti-i fikr miyânında, mükâleme, XVIII. asırda Devlet-i Aliyye’nin zaman-ı nâ-
mes’uduna devr olunca, Defterdâr Sarı Mehmed Paşa’nın siyâsetnâmesini derhâtır ettik. Kendilerine
bahsettik şöyle.

Sarı Mehmed Paşa, XVIII. asır ibtidalarında, Devlet-i Aliyyenin mühim “devlet me’mûrları”ndan.
Devletin mâlî işlerinin başında, yani devrin ifadesiyle “defterdâr”. Bu sıfatıyla da “Defterdâr Sarı
Mehmed Paşa” olarak, tarihimizin sahifelerinde kayıtlı. 1703 ilâ 1717 seneleri zarfında, fâsılalarla
Defterdârlık me’mûriyetini, “devlet adamı şuuruyla” bi-hakkın îfâ ile beraber, 1715 Mora Seferinde
“Eğriboz’dan orduya zahîre” nakline nezâret ve dahi ertesi yıl da Avusturya Harbine iştirâk etmişti.
Padişah III. Ahmed’in kendisini “Sadaret”e tayin vaadine rağmen, Nevşehirli Damad İbrahim Paşa ve
avânesinin entrikalarıyla, evvelâ Selanik Muhafızlığına sürgün, ardından “halka zulmetme, Tamışvar’ın
yed-i düşmana düşmesi müsebbibi” iftirasıyla, evvelen Kavala Kal’asına habs, sâniyen Dersaadet’teki
nakd ü emvâline “çökülmüş” en nihayetinde 1717 sene-i milâdîsi evâlinde, idam olunmuş ve cesedi
dahi, Kavala Ulu Camii hazîresine defnedilmişti.

“Zübde-i Vakâyiât” ile “Nesâyihu’l-vüzerâ ve’l-ümerâ”, Defterdâr Sarı Mehmed Paşa’nın “vicdânî
mes’ûliyyet” ile kaleme aldığı, zî-kıymet eserleri. Padişah IV. Mehmed (saltanatı 1648-1687) ve II.
Mustafa (saltanatı 1695-1703) devirlerinde meydana gelen hâdiseleri, tenkidî nazarla, Zübde-i
Vakâyiât’ta anlatıyor. 1671-1704 arasıyla alâkalı olarak kaydettikleri, bizzat müşahedeleridir.

1966 yılında, Cumhuriyet Senatosu’nda İçişleri Bakanlığının bütçesi görüşülürken, Zonguldak Senatörü
Ali Âkif Eyidoğan’ın, bakan Dr. Faruk Sükan’a “Nesâyihu’l-vüzerâ ve’l-ümerâ”yı okumasını tavsiye ettiği,
gazete haberlerinde çıkmıştı. O da bunu dikkate alıp, eserin bulunmasını isteyince, “İçişleri Bakanlığı
Tedkik Kurulu üyesi Hüseyin Ragıp Uğural” bu görevi üstlenmiş ve 1969 yılında, “devlet adamlarının”
istifadesine sunulmuştu.1 Halbuki Princeton Üniversitesi hocalarından Walter Livingston Wright,
“Ottoman Statecraft; The Book Of Counsel For Vezirs And Governors (Naṣāʾiḥ ül Vüzera Veʾl ümera) Of
Sarı Meḥmed Pasha, The Defterdār” adıyla, 1935’te, eserin hem aslını hem de tahlilî İngilizce
tercümesini, ABD’de yayınlamıştı.

Sarı Mehmed Paşa, nasihatlerini, dokuz başlık altında dermeyân ediyor. 1.Sadrazamın ahlâkı ve
davranışları. 2.Makam sahiplerinin tutumları ve rüşvetin zararları. 3.Hazîne defterdârı ve yüksek
me’muriyet mensubları. 4. Bektaşî Ocağının vasfı. 5. Vergi veren halkın hâlleri, zulmün sıkıntıları ve
gariplerin âhı. 6.Düşmanın durumu, sınırlardaki ordu ve başkumandanı. 7.Cimrilik, cömertlik, hırs,
açgözlülük, kibr, hased, tevâzu, gurur, iyi huy, kötü huy ve riyâ. 8.Sâdık dost, gıybetin ve
arabozuculuğun zararları. 9. Tımar ve zeâmetin hâlleri.

İdarenin en yüksek makamı “Sadaret”e tayin kılınana, Sarı Mehmed Paşa’nın ilk nasihati, “doğru sözlü
ve hak sözü gerektiği yerde söylemekten çekinmeyerek, “sırat-ı müstakîm” üzre olmaktan zinhar
ayrılmayıp “en-nakd ü hayrun” yani “para iyiliktir” düşüncesiyle, zaman adamı olmayıp, kendisi içün

1
Devlet Adamlarına Öğütler / Osmanlılarda Devlet Düzeni-Nesâyihu’l-vüzerâ ve’l-ümerâ veya Kitab-ı Güldeste
Nizâm-ı Devlete Müteallik Risâle / Sarı Mehmet Paşa; TODAİE Yay. Ank. 1969

1
servet toplamak ve definelere sahip olmak ümidinden vazgeçeler ve memlekete musallat olan zaaf ve
bezginliğe çâre bulmak içün,” aklını kullanmasıdır.

Şahsen, kanaatkâr olup açgözlülükten; rûz-ı cezâyı düşünüp Allah’ın kahredici gazabından çekinmek
lâzımdır. “Zira mal cem’i ve hıfzı, dünyada sahibini bîhuzur ve rûz-ı hesabda, suâl ve cevâbında âciz
olup, muazzeb ve nâdim olur.” dedikten sonra, bir de şu beyti söylemiş;

Malı çok itme, hazer eyle azâbından.


Renci artar, ağır oldukça yükü hammâlın.

Neden bu nasihati verdiğini de izah ediyor. Bu sonlu dünyada, devlet ve saltanattan gaye, lezzetleri
tamamiyle tatmak ve nefsin aşırı isteklerini elde etmek değildir. Âhiret azığı toplamak, hayırlı işlerle
temiz adını bâkî kılmak ve güzel hatırlanmayı ebedileştirmektir. Tabii bunu da ancak “âdil” sıfatıyla
temin etmek mümkündür. “Zira adalet, hazinenin artmasına ve halkın çoğalmasına sebep olur. Hazine,
halkın çokluğundan ve memleketin bayındırlığından meydana gelir. Memleketin tekâmülü, “adl iledür.”
Peygamberimiz buyurmuşlardır ki “Bir saatlik adalet, yetmiş senelik ibâdetin yerini tutar.”

Kişinin, kendini, her günün akşamında hesaba çekmesini de Sarı Mehmed Paşa, öğütlüyor. Düşünmeli
ki bugün, benden ne hata meydana geldi; “hayratdan ne zuhur eyledi” ve dahi kendisi hayırlı bir işe
sebep olacakken, bunu kaçırdı mı? Bu üç hâli “tefekkür ve nefsi ile muhasebe eylemek lâzımdır,
demişlerdir.” İnsanın kaçınılmaz hakikatini de hatırlatıyor; “Bir kişi, hayatdan evvel ne idi ve mevtden
sonra ne olacakdur? Fikreylemek gerekdür. Ve hemîşe mevti fikr edüb, geçmişlerden ibret almak
lâzımdur… Zira ne vakt, rıhlet ideceksün, bilmezsün.”

Sarı Mehmed Paşa, “şer’i şerifden ve ahvâl-i âlemden haberdâr olmayup, uhdesinden gelmeye kâdir
olamayanlara” hiçbir esbâb-ı mûcibe ile makam verilmemesi hususuna da dikkati çekiyor. Zira,
herkesçe kabul edilen bir hakikat vardır ki geçmiş bütün devletlerde, “mülk ü millete” ziyan ile
batmanın müsebbibi, “Emânetleri ehline veriniz.” hükmüne riâyet olunmamasıdır. “Rüşvet ile nâ-ehle
ve zalemeye mansıb virmekden ihtirâz lâzımdur. Zira, o makûle âdemlere rüşvet ile mansıb verilmek,
emvâl-i reayâyı yağmaya izin verilmek sûreti görinür.” Şayed böyle bir yol açılırsa, “halk perişan, mamûr
memleket harâb” olur. Felaketlerin büyüğü “rüşvet dedikleri mâden-i fesaddur ki ehl-i İslâm içün ondan
ziyâde belâ” vü “din ü devlete” ondan daha kuvvetli eziyet ve sıkıntı yoktur.

Şayed, emânetler ehline verilmezse, usûl-i idare bozulur, bâhusus taşrada düzen kalmaz. “Arazi ve
köyler, çiftçilerden boş kalınca; memlekete ve hazineye, günbegün zayıflık çöker, kazançlardan ve
gelirlerden, mahsûllerden ve menfaatlerden mahrum kalıp, halkın ve hazinenin gelirleri haddinden
fazla kaybolacağından başka, ekip biçme de ihmâl edilir ve Allah saklasın, kıtlığa ve kazaya ve dahi
belâya uğrama ihtimâli muhakkaktır. “Hâsılı, irtişâ ile nâ-ehle mansıb verilmek, hatâ-yı azîmdür.”

Sarı Mehmed Paşa, “defterdâr”ların devletin bekasındaki mesûliyetlerinin ağırlığını idrâk eden bir
devlet adamıdır. Hazine işleri, Devlet-i Aliyyenin “her şeyden mühim ve elzem” ahvâlindendir.
Defterdar olan âdem; doğru yoldan ayrılmış, kendi kârları için devletin işleyiş düzenini tahriple
tehlikeye düşmesine sebep olanları, “hazineden akçe almakda ve sâir ahvâlde hareketleri ne vechiledür
ve hîle vü hud’alarun bilüp anlamağa muhtâcdur.” Çünki “beytü’lmâl-i Müslimîn” kimsenin miras
kalmış mülkü olmayıp, lüzumsuz israf ve kaybından “gayet perhiz edüb” dünya ve âhiretde suâl ve
cevâbından, azab ve eziyetinden, son derecede düşünülüp çekinmek, herkese lâzımdır.

Vergi veren halk, perişan edilmeyip çoğalması ancak korunmasıyla mümkündür, diyor, Sarı Mehmed
Paşa. Hâllerine merhamet edip, zalimlerin zulmeden ellerinden muhafaza “ibadettir.” “Lâkin, reayâya
çokluk yüz verilmek ve yüze çıkarmak dahi eyü degüldür, olmaz… Malı ve hayvanâtı çok olursa,

2
kimesneye taarruz etdirilmemek üzre siyânet olunmak gerekdür.” Bir de her sene veregeldikleri tabiî
vergilerden hariç, sonradan ortaya çıkarılanlarla “rencîde ve eziyyet eylemeyeler ve etdirilmeyeler.”

İdareciler, “tevâzu sahibi olup mütevâzi olanları tahkir etmeyeler.” Bu konuda Sarı Mehmed Paşa,
Peygamberimizin şu ikazlarını unutmamak gerek diyor. “Her kim, tevâzu ile halka lûtf etse, Allah ü
azîmü’ş-şân ânın kadrini ref’ eyler, her kim ki halka kibr ile vaz’ ederse, Rabb-i İzzet, ânı hakîr eder.”
Makam sahipleri, yapmakla mükellef oldukları işlere “riyâ” yı zinhar ortak eylemeyeler. Hadis-i şerifde
buyrulmuşdur ki “Yalancı kimse, mel’undan farksızdır.”

Sohbetimiz, Sarı Mehmed Paşa’nın şu tespitini arz ederek nihayete ermişti. “Devlet nizamı ricâl iledür.
Askerin ayakta kalması, hazîne nakdiyledür. Hazineyi toplamak, mülkün mamûrluğu iledür ve hüsn-i hâl
iledür. Mülkün mamûrluğu ise adl ü insaf ü ihsân vü siyâset-i zalîmân iledür. Gayr-i harekât ile olmaz.”

Azizi misafirlerimizin ziyaretlerinin üzerinden seneler geçti. Bir hafta kadar önce, Recep Bey, Ankara
yakınında trafik kazası geçirdi. Bugün, 9 Eylül 2003. İçimde bir sıkıntı var, tarif edemediğim. Boğaz’a pus
çökmüş. Gittikçe artıyor. Yahya Kemal Beyin “Sis’te Söyleniş”inden, “Birden kapandı birbiri ardınca
perdeler... Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?” mısralarını, mırıldandım. Oturdum. Sehpanın
üzerindeki gazeteyi aldım. Sayfalara göz atıyorum. 16. Sayfadaki haberin manşeti. “Öldüğünü annesine
söyleyemediler.” Recep Bey, dün “Sen’den, Senin Zâtına sığınırım.” diyerek yaşadığı dünyadan,
Rahmet-i Rahman’a rücû eylemiş. Ân-ı vâhidde tayy-i zemân eyledim, seneler önce geldiğinde
oturduğu koltuğa takılı kaldı gözlerim.

Kalktım. Cengiz Beyi aradım, telefonla. Müteessirdi. Sesindeki hüznü saklayamıyordu. “Son
görüşmemizde, bana Kemal Tahir’in “Notlar/Batılılık/Bizans” kitabını verdi. Her zaman yaptığı gibi,
satırları çizmiş, kenarlarına notlar düşmüş. Size, Recep Beyin kırmızı kalemle çizdiği ve beni günlerdir
düşündüren satrılarda, Kemal Tahir’in şu tespitlerini okuyayım.” dedi. Dinledim, özlemle gözyaşlarımın
akışına mâni olamadan. ““Doğu toplumları halkları, azla yetinen ve çile çekmeğe yatkın halklardır ama
bu meziyetlerinden yararlanabilmek için, idarecilerin de sonuna kadar namuslu, bilgili ve ileri görüşlü
olmaları şarttır… Devlet kadroları, sapına kadar namuslu, hilesiz, bilgili ve gerçekten ileri olmadıkça,
halkları -hele iyi eğitilmiş gençliği- idare edemezler… Halk kitleleri, hele batma tehlikesine uzun süre
açık kalmış idarelerde, devlete karşı ürkek, güvensiz hâle gelmişlerdir. Oysa devletin, halka ürküntü ve
güvensizlik vermeye, hiçbir şart altında hakkı yoktur. Hele böyle bir hak evham edip, iyilik ve fayda
düşüncesiyle baskıyı uzatmak, buna alışmak, kendisinin yakın zamanda, silinip süpürülmesini
kabullenmek olur.”

You might also like