Professional Documents
Culture Documents
Erhan Atiker
MODERNİZM
VE KİTLE TOPLUMU
Erhan ATIKER
Prof. Dr. Erhan Atiker, 1942 Bursa doğumlu. O rta v c lise eğitim in i 1 9 6 3 'tc İstanbul,
S a in t G c o rg e k o le jin d e tam am ladı. 1971 'd e Frankfu rt Ü n iv ersite si, İk tisa t v c Sosyal B ilim le r
Fakü ltesi'nden "D iplom K aufm ann" akadem ik derecesi ile mezun oldu. 1 9 7 2 -1 9 8 0 yılları arasında
san ayi ş irk e tle rin d e uzm an o la ra k ç a lış tı. 1 9 8 1 - 1 9 8 8 y ılla rın d a F ra n k fu rt Ü n iv e rs ite s i
T o p lu m b ilim leri B irim i'n d c sosyoloji doktorası yaptı ve Jü rg en H aberm as'ın Felsefe B irim i'n deki
d e rsle rin i izledi. A tik e r , 1 9 8 9 y ılın d a İsta n b u l Ü n iv e r s ite s i, E d e b iy a t F a k ü ltesi S o sy o lo ji
B ölü m ü'ndc Yrd. D oç. oldu. H âlen İstanbu l Ü n iv ersitesi'n d e öğretim üyesi o lan Prof. Dr. Erhan
A tik e r 'in Bireysellenme ve Toplurnsal Farklılaşma adlı bir k ita b ı ile ç e şitli m akale ve bildirileri
bulu nm aktadır.
V ad i Y ayınları: 98
T o p lu m Dizisi: 35
Erhan A tik er
Modernizm ve Kitle Toplumu
Yayıma Hazırlayan
'■Yasin A ktay
1. Basım : Ekim , 1 9 9 8
Kapak Tasarmu
M eh m et S . Fidancı
ISBN
9 7 5 - 7 7 2 6 .9 0 - 7
9 1 . 0 6 Y .2 1 5 . 9 8
VADİ YAYINLARI
M eşrutiyet C . Bayındır II, 60/5 K ızılay/A N K A RA T E L : 312. 4 35 64 89 F A X : 4 2 5 6 3 45
Ç izgi K ilab ev i, Zafer M eydanı K itapçılar Ç arşısı /KON YA T e l: 3 3 2 . 3 5 3 10 2 2
MODERNİZM
VE KİTLE TOPLUMU
E R H A N A T İK E R
VADİ YAYINLARI
VADİ Y A Y I N L A R I • T O P L U M DİZİSİ
Max Weber ve İslâm Din Sosyobjisi So sjai Bilimler Sözlüğü
Bryatı S . Tum er M arx, Durkheim, W eber Ö m er Demir & M ustafa Acar
Kehrer, Bendix, Robertson, vd.
M ax Weber Düşüncesinde Din ve inanç Sözlüğii
Den Y. A ktay, E. Köktaş
Şinasi Gündüz
Siyaset ve Sosyoloji
A nthony Giddens Sabitler: Son G n ostilder Modemizm ve Kitle Toplumu
Şin asi Gündüz Erhan Atiker
Rasyonel Bir Topluma Doğru
Jurgen Habermas Parkınsan Kanunu Politikanın İletişimi
İletişimin Politikası
N . Parkinson Eser Köker
Akıl ve Toplumun Özgürleşimi
A hm et Çiğdem Sivil İtaatsizlik ve Pasif Direniş Siyaset. Medya ve Ötesi
H. Thoreau & M . K. G andhi M . N aci Bostancı
Tarihselcilik ve Gelenek
Abdullah Laroui Sosyolojik Düşünme Yöntemi
Dinlerde Yükseliş Motifleri
Stephen C ole
Şinasi Gündüz, E. Sankçıoğlu & Y.
Yajantmm Politikası Ü n al
R. D. Laing
Türk Eğitim Düşüncesinde H A Z IR L A N A N ! .AR
Modemite Versus Postmodemite Batılılaşma
Derleyen: M ehm et Küçük O sm an Kafadar Tarih, Felsefe, Siyaset
M uham m ea Arkoun
Çocuklarla Sohbetler Dm ve Siyaset
Dinsel Yaşamm Temel Biçimleri
R. D. Laing M. Emin K öktaj Emile Durkheim
B. K Ü L T Ü R E L M O DERN İZM
V E D A N IE L BELL1İN K A R Ş I E L E Ş T İR İS İ....................................................... 3 5
A lty apı-Ü styapı İlişk ileri.................................................................................... 4 2
III. İL E T İ Ş İ M S E L E Y L E M A R A C I L I Ğ I Y L A
S İ V İ L T O P L U M ...................................................................................................1 0 8
A . M O D E R N - P O ST M O D E R N T O P L U M .......................................................... 108
Lyotard ile Habermas Arasında Karşılaştırm a...................................................108
Dil O yunları ve H aklılaştırım ............................................................................1 1 4
T oplum sal Sistem ler ve M eşruluk G id e rim i............................................... 124
-II-
-III-
B. KÜLTÜREL MODERNİZM
VE DANİEL BELL'İN KARŞI ELEŞTİRİSİ
Altyapı-Ustyapı İlişkileri
ver değiştirmektedir^
Buna karşılık, güç ilişkileri kendinden başka türdeki
(ekonomik süreçler, bilgi ilişkileri, duygusal ilişkiler gibi)
ilişkilere dışsal değil, içsel yapKal bir ilinti içindedir. Güç
ilişkileri üretim aygıtları, aile gibi kurumlarda, çeşitli
münferit gruplar içinde ve arasında oluşarak etkileri toplum
gövdesine nüfuz eden farklılaşm alara neden olur. Bu
"yarılmalar" ise derin bir kuvvet çizgisi oluştururlar. Güç
ilişkileri iradi olmalarına karşın öznel değillerdir. Varlık
nedenlerini açıklayan başka bir olgu ile değil, bir hasaba
-stratejik eyleme- dayalı olarak tanımlanırlar. Güç, amaçlar
ve istemlere dayalı olarak gelişir ama bireysel öznenin karar
ve seçimlerine bağlı kalmaz. Onun ussallığından sorumlu olan
bir komuta merkezi de yoktur. G ücün ussallığı taktiklerin
ussallığıdır ve onu tem ellendiren istem ler ve am açlar
çözümlense bile çoğu kez bunların kim se tarafından
tasarlanm adığı anlaşılır. G ücün olduğu yerde direniş de
vardır ve bu yüzden direniş gücün içindedir. Güç ilişkileri
göreli karakterde olup yalnızca bir çok direnme noktaları
sayesinde varlıklarını sürdürebilirler. A ncak direnişin de
odak noktası yoktur, yalnıZ münferit direnişler vardır ve
bunlar güç ilişkilerinin stratejik alanında varlık gösterebi
lirler. Direnişler güç ilişkilerinde karşı taraftır ama daima
altta kalan taraf oldukları söylenemez. Daha çok yer
değiştiren ve geçici direniş noktaları yer ve zaman içinde
dağılmıştır. G üç ilişkileri ağı aygıtlar ve kurumlarm içine
işlemiş olan sık bir dokudur ancak onlara bağlı değildir.
Devlet ise güç ilişkilerinin kurumsal bütünleşmesini oluşturur
(Foucault, 1992/d: 115-118).
Söylem üretimi her toplumda söylemin sahibi için güç ya
ratır. Söylem normal olarak söylem toplulukları tarafından
üretildiğinden, güç kazanan da bu gruplardır. Bu yüzden
toplumda nasıl ki güç çeşitli gruplar arasında paylaşılmışsa,
belki de buna uygun biçimde söylemin üretimi de paylaştırı
lır. G üç dengelerinin değişmesi durumunda ise paylaşımın
yeniden yapılması gerekir. Söylem güç yarattığına göre arzu
ların gerçekleşmesine yarar, onların nesnesidir. Arzuları ve
gücü sınırlamak için söylemin sınırlanması gerekir. Arzu iç
güdülerin, güç de siyasetin simgesidir ve özellikle sivaser ve
içgüdü alanlarında söylem yasaklarının konulması arzuların
belirginleşip kendilerini gerçekleştirecek gücü elde etmek ça
balarının sınırlandırılmak istendiğini, yani söylemin yasak
lanmasının amacının arzuları baskı altında tutmak ve güç
arayışını engellem ek olduğunu gösterir (bkz. Foucault,
1992/c: 11-12).
Örneğin deliliğin söylemi arzu tarafından istila edilmiş bir
söylemdir. G ücü kayıtsız şartsız tam am en elde etmeye
yönelik olduğundan sınırlama ve paylaşım yapılamadığından
bu söylem tamamen dışlanm ış ve yasaklanm ıştır. Başka
deyişle, delilik söylemine sınırlama konulamadığından, bu
söylem yasaklanmadığında, deliliğin despotluğu tehlikesiyle
karşılaşılacaktır. Oysa söylemin tekelini toplum kimseye
bırakmaz, söylem paylaştırılmıştır. Bu paylaşım tarihsel süreç
içinde kurumlaşır ve güç tarafından desteklenir (Foucault
1992/c: 113). Başka deyişle söylem bir H ak haline
getirilm iştir, "haksız" yere söylem üretenler yaptırım a
uğratılır.
Tarihsel süreçte doğru söylemin ne olduğu üzerindeki dü
şünce değişmiştir. Artık varolan değerleri yeniden üreten, ar
zulananı elde etmeyi ya da egemenlik ilişkilerini pekiştiren
söylem, sırf bu yüzden doğru olarak kabul edilmemektedir.
Söylemde doğruluk arayışıyla güç yeniden paylaşılmış, söy
lemin kendisi de güç kazanmıştır. Bu klâsik bilme istenci
XVII. yüzyılın başlarında nitelik değiştirir ve ölçülebilir, göz
lemlenebilir olgulara yönelerek bilen özneyi zorlayıcı bir nite
lik kazanır. Dolayısıyla doğruluk istenci önceki uygulamala
rıyla kurumsallaşmış ve klâsik bilme istencinden çok daha
güçlendirilmişse de aynı ölçüde dışlanmış, daha doğrusu dış
lanma olanakları yaratılmıştır. G ücün çok eşitsiz biçimde
dağıldığı bir toplumda bu dışlanma da büyüktür. Bundan da
özgürlük arayışı içeren söylemlerin her zaman dışlanma olası
lığı içinde kaldığı sonucu çıkar. Kısacası doğruluk istenci gi
derek güçlenmiş ama pozitivizm aracılığıyla yalnızca varolan
olgulara yöneltilerek (olması gereken) kısmen değişik ölçüde
dışlanmıştır (Foucault, 1992/c: 13-14).
Doğrunun söyleminin anıınım ve erkin söylemi olmadığı
savunulm aktadır ama Foucault'ya göre -oluşmuş olan
söylemlere bakıldığında- doğruluk istenci içinde arzu ve
iktidardan başkâ~bir sev görülmez, çünkü güç, bu doğruluk
istencinin nedenini oluşturmaktadır. Bilmek için bilmek değil
arzulan gerçekleştirmek ikridar için hilmplr,
amaç değil araç, ya da stratejik eylem di esa&_ola n (Foucault,
1992/c: 15).
Foucault'ya göre söylem, güç ve "güçsüzlük" söylemi gibi
ikiye ayrılamaz. Tersine her söylemin içinde çok çeşitli güç,
ve direniş stratejileri yer alır. Söylem her zaman güç tarafın
dan işgal edilmiştir. Bu yüzden de gerçek saptırılmakta, bilgi
araç haline getirilmektedir. Başka deyişle bir güç bilgi işbirliği
sözkonusudur. Güç ile güçsüzlüğün bu karmaşıklığı yüzünden
gücün varlığını saptamak da alabildiğine zorlaşır. Söylem gibi
suskunluk da gücün emrinde ya da onun karşısında olabilir,
çünkü söylem güç üretir ve onu geliştirir ama gücü yokedebi-
lir de (Foucault, 1992/d: 122).
Güç'ün en önemli özelliklerinden birisi, kural koyucu ol
masıdır. Genellikle bu da söylem biçimini alır. Öyle bir söy
lem ki sonucunda yasa oluşsun. Bu tanımlamada güç yasa ile
özdeştir ve özne ona itaat eder. Modern toplumun güç kav-
ramt hukuksal niteliktedir. Ancak sorulması gereken soru gü
cün neden yasak biçiminde kavramlaştırılma eğilimi bulun
duğudur. Bunun cevabi gücün kendisini gizleyebilmesinde
aranmalıdır, çünkü aksi durumda başkaları tarafından kabul
edilmesi zorlaşacaktı. Güç yasal ve sınırlanmış biçimde gö
rüntülendiğinde kabul edilmesi kolaylaşır. A ncak modern
toplumlarda arzu ve içgüdüler yasa ile değil bilgi aracılığıyla
denetim altına alınmıştır. Bu yüzden yeni bir güç kavramına
ulaşmak geregi ortaya çıkar ve bu kavramda yalnızca yasak
değil uzmanlık otoritesi ve uygulamaları da güç olarak tanım
lanır (Foucault, 1992/d: 104-105).
Bütün bunlara karşın Foucault, diyalog anlamında tartış
mayı başka türdeki söylemlerden yine de ayırdetmiştir. Bu
tür söylem kendi aracılığıyla gerçeğin arandığı tartışmadır.
Diğer taraftan bu tür tartışmalar belli kural ve koşulları
öngerektirirler. Şöyle ki, tartışma kuralları uygulandığında ne
tartışmaya katılanların bireysel gerekseme ve çıkarları ne de
güçleri tartışmanın sonucunu etkilemez, yani onlar tartışmaya
kendi gereksemeleri doğrultusunda güçlerini kullanarak yön
veremezler. Bununla birlikte Foucault'ya göre tartışmanın
biçim selliği (biçim sel pragmatik koşulları) tüm istemsel
etkileri engellediği için aynı zamanda gerçeklik arayışının
nedenlerini de örtbas eder. Foucault ise tam da bu üstü
örtülü gerçeklik istemini araştırıp güç ile ilintili etkilerini
ortaya çıkarmak ister. Bundan ayrı olarak tartışmaya olay
niteliğinin yeniden kazandırılm ası gerektiğini savunur.
Gerçek, tartışma sürecinde üretildiğinden "başka türlü de
olabilme" (contingency) özelliğine iyedir. Bu nedenle biçimin
(gösterenin) içerik (gösterilen/gerçek) üzerindeki egemenliği
kaldırılarak yeni gerçekler üretilebilir hale getirilmelidir.
Böylece söylem ile gerçeklik arasındaki ilişki, kelimelerin
aracılık ettiği bir tasarım ve betimleme ilişkisi değil, üretim
ilişkisi olarak görülm elidir. G erçeklik tartışm alarıyla
Foucault'ya göre modern toplumlarda sosyal düzen gösteren
(biçim) ve gösterilen (gerçek/ içerik) arasındaki bir ilişki
olarak üretilir, anrak hu üretim sürecini gösteren tüm
işaretler biryana bırakılm ışım J^u_yüzdeu. rie gerçekliğin
aslında bir üretim olduğu anlaşılamaz ve ..yalnızca, onun
betimlendiği izlenimi uyandırılır. Buna karşılık Foucault,
kendine özgü tartışmaya dayanak noktası olan istemlerini (iç
gereksemeler) gerçeğe uygunlukla ilgili geçerlilik talepleri
ardında gizlemez, çünkü her gerçeklik üretiminin başka türlü
olabilirliğini ortaya sermek ve böylece gösterenin (biçimsel
u s'u n ) g e rçe k lik ü zerin deki e g e m e n liğ in i kırm ak
arzusundadır. Başka deyişle gerçekliğin yalnızca bir anlamı
olmayıp değişik biçimlerde tanım lanabilir, çünkü her bir
gerçeklik üretilmektedir (Kunneman: 265).
Kunneman'a göre Foucault, modern toplumlarm güç ta
rafından belirlendiğini savunurken, bu tek boyutlu görüşün
bir deneyim oluşm asına olanak vereceğini düşünmüştü.
Onun amacı bu spekülatif, çıkmaz ve çelişkilere sürükleyen
sav yardımıyla teorik tartışmanın çerçevesini aşan sorunları
aydınlatmaktı. Çünkü tam da bu teorik tartışma gerçeklik
iddiasında bulunduğu için güç oluşturmaktaydı.
Foucault ise asıl buna karşı çıktığı için kendi söyleminde
tek dünya ontolojisinden kaçınmıştır. Teorik tartışmayı red
detmekle uylaşım ve usu da reddedmiş olmuyor mu Fouca
ult? Bu bir sorun oluşturur, çünkü Foucault, nesnel gerçekli
ğin dışında kalan deneyimlere gönderme yapar. Ona göre ger
çek, deneyime bağlıdır ama deneyim nesnel gerçeğe bağlı
değildir ve onu bir ölçüde de yok edebilir. Bu bağlamda de
neyime nesnel gerçeği aşan bir öğrenme süreci olarak anlam
verilmiş. Kunneman, bu yüzden, Foucault'nun, irrasyonel de
n eyim leri k asd etm iş olm ak yerine ö zn elerarasılık
çerçevesinde kuramına normatif bir temel aradığını savunur
(Kunneman: 266-268).
Foucault için tüm toplumsal ilişkilerde belirleyici olan
güç olgusu olduğundan, güncel yaşam iletişiminin toplumsal
eylemleri eşgüdümlemekteki önemini yadsımıştır. Bu ise
onun "iyi yaşam" ın nasıl olması gerektiği ve nasıl gerçekleş
tirilebileceği üzerindeki soruların cevaplandırılmasının ola
naksızlığını da kabul etmesi anlamına gelir, çünkü bu tür ah-
lâki-pratik sorunlar ancak güncel yaşam iletişimi aracılığıyla
çözülebilmektedir (bkz. Taylor: 155-56). Foucault'da güncel
yaşam iletişimi gerçek iletişim anlamında değil, ancak güç
söylemi biçiminde çarpıtılmış olarak ortaya çıkar. Bu du
rumda iyi yaşamın ne olması gerektiği ve nasıl yaşanacağı güç
tarafından bireylere dayatılır ama bireyler bunu kendi arala
rındaki iletişim sonucunda belirleyemezler.
Foucault'nun kötümserliğinin nereden kaynaklandığı an
laşılmaktadır. ^Aydınlanma telsetesi uyarınca akıl ve özgürlük
arasında zorunlu bir ilişkinin varlığını kabul etmiş, buna
karşılıkUsun yalnızca güç ilişkilerini kurmaya ve pekiştirmeye
^âradığını saptamıştı. Bu durumda özgürlük aravıslirrâkTın
gelişmesine koşut olarak ortaya çıkan zorunlu bir süreç oluş
turmadığı, gibi tersine, işlevselci usun engellemesiyle karşı
laşmıştır.
G erçekten de modernlikte işlevselci usun gelişmesine
koşut olarak özgürlüklerin sınırlandığı ya da denetim altında
tutulduğu görülmektedir. Araçsal usu da kapsayan türdeki
nesnel-tözsel ussallığın varlığı kabul edilmediğinde, soruna
çözüm de bulunamaz. Öznelerarasılık niteliğiyle nesnellik
kazanan İletişimsel ussallığı savunan Habermas'ın iletişimsel
eylem paradigm ası ise, özgürlük sorununun çözümsüz
kalmayacağını îmâ etmektedir.
Buna karşılık T . R. Flynn, Habermas'ın Aydınlanma felse-
fesine dogmatik bir biçimde Eağlı kalıp, biçimsel ussallık
aracılığı ile gerçeği bulmavı am açladığını, buna karşılık Fo-
ucault'nun Aydınlanma'nın ruhuna (ethos)~uygun olarak bi
çimsel verine pratik usun (praxis) sorunlarını çözmeye çalış
tığını savunur (Flynn: 190-193). Önceden de belirttiğim gibi
Foucault. akıl ve özgürlük arasındaki zorunlu ilişkiyi kabul
lenmekle Aydınlanma'ya yalnızca bu acıdan bağlı kalmıştır
ama çizdiği toplum tablosuyla Aydınlanma'nın gelecek üze
rindeki iyimserliğine katılmamaktadır. Habermas ise Aydm -
lanma'nın akıl üzerindeki umudunu benimsemiş, ancak araç
sa!^ usun .kendi basına bu umudu gerçekleştiremeyeceği anla
şıldıktan sonra iletişim paradigmasını geliştirmiştir. Bu ba
kımdan onun da Aydınlanma'ya dogmatik bağlılığından söz
edilemez.
Yapısalcı görüşe uygun olarak Foucault'da toplumun ya
pısı ile bir güç sistemi olarak varlığı, bireylerin iyi yaşam so
runlarına göre öncelik kazanmış ve bu sorunların çözümüne
engel oluşturmuştur. Şöyle Jci, her zaman güncel yaşam ileti
şimine (söylem) sınırlamalar konularak, öncelikle sistemin
gereksemeleri karşılanır. Burada bir güç-bilgi işbirliği söz
konusudur. Başka deyişle bilgi güç'ün denetim i altına
girmiştir.
Buna karşılık Aydınlanma felsefesi yaşam ötesi fikirleri
değersizleştirmekle bîrîîkte iyî~yasam ~ve~döTayısıvTa özgürlük
sorununa merkezi bir önem vermiş ve bunların aklın__geliş-
mesi sürecinde çözüleceği umudunu pekiştirmişti (bkz. Tay
lor: 156).
Foucault'nun kötümserliği Aydınlanma'nın iyimserliği ile
çelişki "oluşturmaktadır. Modern toplumlarda otorite yasak
ların ve yasak koyucuların ortadan kalkmasıyla giderek daha
az belirgin Jıaİ£-gglir. Buna karşılık kişilerin nasıl olmaları ve
yasamaları gerektiğini belirleyici türdeki uzmanlık denetimi
artmaktadır (bkz. Taylor: 161). Başka deyişle kişiler, yasakla
rın baskısını duymamalarına karşın, çeşitli sistem çıkarları
doğrultusunda ama görünüşte kendi çıkarları açısından nasıl
olmaları ve ne yapmaları gerektiği konusunda denetim altına
alınırlar. Örneğin kişilerin gereksemelerinin ne olduğu ve bu
gereksemeleri karşılamak için nasıl davranmaları gerektiği
konusunda uzman-klient arasında oluşan söylemler -uzmanın
klienti güdülendirmesi nedeniyle- çarpık iletişimin kapsamına
girer.
Modern toplumlarda çarpık iletişim sorununun varlığı
Foucault tarafından da onaylanmakla birlikte, bu sorunun
çözüm, bulunmadığı türündeki iddiası kabul edilemez. Şöyîe
ki, bireyler uzm anlar ya da m edyalar tarafmcTan
yanıltıldıklarını ya da güdülendirildiklerini başkalarıyla
diyalog kurarak kavrama olanaklarını elde edebilirler. Bu
bakımdan bireylerin çözümü olmayan bir güç sorunuyla karşı
karşıya bulunduğunu söylem ek, T ay lor'a göre çözüm
arayışlarından gereksiz yere vazgeçmek anlamına gelir, çünkü
çarpıtılmış iletişime çarpıtılmamış iletişimin gücü ile karşı
çıkılabilir (bkz. Taylor, 1984:. 164).
Taylor, Foucault'nun gücün yerinin saptanamazlığı ve be-
lirsizijği iddiasını da eleştirir. Güç üreten stratejik durumların
bile sonunda birtakım güç odaklarıyla en azından dolaylı bi
çimde ilintilendirilmesi gerekecektir (bkz. Taylor: 170-171).
Taylor güç'ün bağlamı ile merkezi arasında diyalektik bir
ilişki bulunduğunu îmâ etmekte ve ne birine ne de ötekine
ö n celik , tanım aktadır. Buna karşılık Foucault, yapıyı
alabildiğine öne çıkarmış, eylem merkezini ise yadsımıştır
(bkz. Taylor: 172). Bununla birlikte Taylor, güç'ün tanımının
ancak bir bağlamla ilintili olarak , yapılabileceğini kabul
etmiştir. Örneğin generalin gücüyle sahnedeki seyircilerin
oyuncu üzerindeki gücü arasındaki fark gibi. A ncak bu
bağlamları da belirleyen tarihsel öznelerin varlığını Taylor
kabul ederken Foucault yadsır (bkz. Taylor: 171). Taylor'a
göre özneyi tamamen yadsımak olanaksızdır. Bu yüzden özne
ile içinden çıktığı bağlam arasında bir seçim yapacak yerde
ikisinin arasında diyalektik bir ilişki kurmak gerekmektedir.
Klâsik modernizm özneyi yüceleştirir, postmodernizm ise yapı
ve bağlam içinde özneyi kaybeder. H aberm as ise
öznelerarasılık ile orta bir yol izlemiştir. K anıtlar ve
gerek çelere d ay alı bir ile tişim , özn eler arasın d a
gerçekleştiğinde, iletişimsel güç ya da kollektif özne ortaya
çıkacaktır. Bu kollektif güç, bağlamdan bağımsız kalmamakla
birlikte öznelerin özgür ve pratik ussal katkıları sonucunda
oluştuğundan, aynı zamanda öznedir.
Modern toplumlarda özgürlük sorunu beklenmeyen so
nuçlar yaratabilmektedir. Örneğin Hannah Arendt'e göre bi-
ç imsel temsilî demokrasiler,~TataIiter tonluma dönüşme teh
likesini de içlerinde taşırlar, çünkü hirpylpı-p sp^mp h a lin
verilmiş ama kamuoyu ve ortak irade, n lıısn ırn n a l a n - i ^ i n g e
rekli olanaklar verilmemiştir. Bu durumda seçmen kitlesi ile
tişim eksikliği ve çarpıklığı yüzünden güçsüzleşir. Bireyler va
tandaş olarak kendi bireyselliklerini korurken, aynı zamanda
sosyo-politik bir bütünlük oluşturacakları yerde sürü ya da
kitleye dönüşürler (bkz. Habermas 1977: İZ).
Modernizmin eleştirdiği de bu kitle toplumudur, çünkü
totaliter nitelikler taşır. Bu durumda sivil toplum, kurumlan
ortak irade ve genel kanı oluşumuyla denetleyeceği ve değiş-
tireceği yerde kurumlar tarafından güdülendirilir ya da ken
disi kurumlaşır, böylece toplum iletişimsel güçten yoksun bir
kitleye dönüştürülür. Özgürleşme olanakları yaratan uzlaşma
ve iletişim biçimleri, yapışal engellemeler yüzünden bireyler
tarafından gerçekleştirilemez ve yabancılaşmış ama yine de
birbirinden farksız bireylerden oluşturulan kitle denetim al
tına alınır.
Tüketim toplumunda ise bireyler, neyi tüketecekleri ve
neye gereksemeleri olduğu üzerindeki kararları anlaşmaya yö
nelik iletişim (diyalog) aracılığıyla veremeyip, ekonomi tara
fından çarpık iletişimle üretilen genel kanıları kabullenmek
zorunda kalırlar. Bu durumda meta anını görünüşte talep ve
gereksemeler belirlemekteyse de, güncel yaşam iletişimi alanı
güdüm altına alınmış olduğundan aslında tersi geçerlidir.
Böylece tüketim toplumu bireylerin gereksemelerini belirle
mekle onları ekonomi alanında da "özgürlük kaybına" uğratır.
Toplumda (bireyler arasında) araçsal us ve kişisel başarıya
yönelik eylem yaygınlaşmış ise, ki modern toplumların özelli
ğidir, uzlaşma ve ortak eylem ya da sosyal bütünleşme olası
lığı da azalır. Ortak (maddi) gereksemelerin ne olması gerek
tiği üzerinde ortak kanılar oluşamaz. Bu durumda tüketicile
rin ortak eylemiyle belirlediği bir talep de söz konusu olamaz.
Bu eksikliği ise çarpıtılmış iletişim aracılığıyla ekonomi gide
rir ve yalnızca ürünü değil aynı zamanda ürün arzına uygun
olan talep ve gereksemeleri de yaratır. Buna karşılık tüketici,
ortak gereksemelerini iletişimsel eylemle belirleyebilseydi,
üretim üzerinde belirleyici olabilirdi. A ncak araçsal us .mo
dern bireyi Weber'in deyimiyle "demir kafes" içine almış ve
kollektif bilinci çarpıtmıştır. Bunun sonucunda, yalnızca
araçsal us ve başarıya yönelik eylem in bilinçlerde
yerleştirilmesi ve bireye başka seçenek bırakılmamasıyla
toplum güçsüzleştirilm iş ve özel çıkarlar doğrultusunda
kolayca yönlendirilmeye açık hale getirilmiştir.
Öznelerarasılık ve Evrensellik
İletişimsel Ussallık
D il Oyunlar» ve Haklılaştırım
B. ALAIN TOURAINE'NlN
MODERNLİK ELEŞTİRİSİ
Toplum sal b e lirle n im le ri saf dışı bırakan, bireyde edim ci olm a ar
zusunu, b ir durum a uygun davranm aktansa kendisi b ir durum ya
ratm a arzusunu yaratan, ö zellikle de o n u ...tü k e tim ve uyum sağ
lama tu tu m la rın da n uzaklaştırm ak iç in , yeterince m u tla k b ir n ite
liğe sahip b ir bağlanm aya ite n, salt toplum sal n ite lik li olm ayan
aşk ilişkisidir.
M ilita n c a bağlanma da, eğer b ir örgüt ya da partiye b ağım lılık yo-
lun a saptırılm am ışsa, to p lu m sal, ulusal ya da k ü ltü re l olarak
ta n ım la n a n "ö b ü rle ri" n in ö zgürleştirilm esine hizm e t ediyorsa,
a şktaki bağlanm ayla aynı yapıdadır. B irey, to p lu m sal sistem in
işle yişin i sağlayan b ir öğe o lm a kta n , özne o larak öbürü'yle olan
iliş k is i sayesinde k u rtu lu r ve kendi k e n d is in in yaratıcısı ve toplum
ü reticisi o lu r (T o ura in e 1994: 253).
Özgürlük ve Demokrasi
".Önce söz vardı" diyerek sözü merkeze alm ak her zaman eylem in rolüne
karşı yadsıyıcı b ir tutum içinde olm ayı g ere ktirir m i? Sözü sürekli kavram
sal b ir partneriyle beraber düşünüp öbürünü ihm al etm em iz m i.gerekiyor?
İnsanların hayata karşı takındıkları tutum sözle, sözün "d iğ e r"i olan
şeylerle örneğin, yazıyla, eylem le, pratikle veya hayatın başka alanlarıyla
iliş k is in in ku ru lm a biçim inden m i kaynaklanıyor? Örneğin Batı'da
A ydınlanm anın ülkeler, arasında arzettiği bunca fa rlılık la r veya Batı'nın
dünyanın diğer toplum lanna karşı durum u "söz" karşısındaki çok özgül tu
tum lardan m ı ile ri gelm iştir?
G Ö K A , T O P Ç U O Ğ L U ve A K T A Y
günümüzde felsefe, sosyoloji, p s ik o lo ji, ila h iya t ve neredeyse kültürün
tamamında hegemonya tesis etmeye ve ortak d il sayılm aya doğru gitmekte
olan herm enötiğin günümüzde iz le d iğ i ik i ana çatışma olan felsefî herme-
n ö tik (Gadamer) ile eleştirel herm enötik (Habermas) ve diyalog (Gadamer)
* ile yapıçözüm ü (D errida) arasındaki karakteristik tartışm aların
kapsam lı b ir analizini deniyorlar.
QUENTIN SKINNER
B u derlem edeki yazılar y ak laşık son 30-40 yıldır sosyal bilim lerdeki değişik
yaklaşım ların hepsinde gittikçe baskın hâle gelm ekte olduğu düşüriüleh önemli
bir eğilim e dikkat çekm ek üzere biraraya getirilm iştir. B u eğilim , tam da artık
terkedilm esi gerektiğine iyice inanılm ış bulunulan "büyük teori11 lerin beşerî
bilim lere tekrar dönm esi diye tanım lanabilir. Paradoxal bir biçim de bütün
çabalarını teori çabasının güçlü eleştirilerine hasretm iş bulunan bazı isim ler
burada böylesi bir eğilim in göstergeleri olarak sunulmaktadır.
B u derlemenin temel varsayım ı G adam er, D errida, Foucault, Kulın, Ravvls,
H aberm as, A lthusser, L£vi-Strauss ve A n n ales Tarih okulunun hepsinde Human
Sciences kavramının "insan bilim leri" olarak d eğil, "beşerî bilim ler" olarak
algılandığıdır. Tüm bu düşünürlerin beşerî bilim ler pratiğine yerleştirdiği şeyin,
evrensel ve tarih-dışı bir insan kavram ı yerine, tarihsel ve toplum sal bir beşer
kavramının işlevsel kılındığı üzerindeki vurgulan hepsinin ortak bir paydası
olarak alınm aktadır.