You are on page 1of 107

YANIK

Orijinal İsmi: INCENDIES


İngilizce İsmi: SCORCHED

Yazan: Wajdi MOUAWAD


Çeviren: Cem EMÜLER

Bu eser ilk olarak 2005 yılında yayınlanmış, daha sonra yazar


tarafından üzerinde değişiklikler yapılarak 2010 yılında tekrar
basılmıştır. Bu çeviri, 2010 basımına göre yapılmıştır. (Ç.N.)
KİŞİLER
Nevval
Janine
Simon
Alphonse Lebel
Antoine
Sevda
Nihat
NEVVAL'İN ATEŞİ
1. Noter
Gündüz. Yaz. Noter'in Bürosu
ALPHONSE LEBEL. Şüphesiz, şüphesiz, şüphesiz, gökteki
kuşları seyretmeyi tercih ederdim. Ama maalesef, buradan
bakınca, kuşlar değil, arabalar ve alışveriş merkezi
görülüyor. Binanın öbür tarafındayken, bürom otoyola
bakıyordu. Öyle matah bir yer değildi ama pencereme bir
ilan asmıştım: Alphonse Lebel, Noter. Trafiğin yoğun
olduğu saatlerde iyi reklam oluyordu. Şimdiyse bu
taraftayım ve penceremden sadece alışveriş merkezini
görüyorum. Alışveriş merkezi gökte süzülen bir kaz
sürüsünün yerini tutmaz tabii. Kazların sürüler hâlinde
yaşadığını bana öğreten anneniz olmuştu. Özür dilerim.
Annenizden söz etmek istemezdim, acınız daha taze, ama
gerçeklerle de yüzleşmek gerek. Hayat devam ediyor, ne
demişler? C'est la vie ! Gelin, gelin, içeri girin, koridorda
durmayın. Yeni bürom burası. Yeni taşınıyorum. Diğer
noterler buradan gitti. Bu binadaki tek kişi benim. Burası
çok daha iyi, çünkü otoyol öteki tarafta kaldığı için burada
daha az gürültü var. Trafiğin yoğun olduğu saatlerde
yaptığım reklamdan mahrum kaldım ama burada en
azından penceremi açık tutabiliyorum; bu da iyi bir şey,
çünkü henüz klima taktıramadım.
Evet. Şimdi...
Şüphesiz, kolay değil.
Girin, girin, girin! Orada koridorda durmayın, koridor ne de
olsa!
Aslında anlıyorum, belki de içeri girmek istemiyorsunuz.
Ben de olsam girmezdim.
Evet. Neyse...
Şüphesiz, şüphesiz, şüphesiz, sizinle başka şartlar altında,
tanışmayı tercih ederdim, ama ne yaparsınız, cehennemde
konfor beklememek lazım, böyle şeyleri de önceden
kestirmek kolay değil. Ölüm önceden tahmin edilemez.
Ölümle pazarlık edemezsiniz. Ölüm bütün yeminleri bozar.
Daha sonra gelecek sanırsınız, ama ölüm canı istediği zaman
gelir. Annenizi severdim. Size bunu doğrudan, kısaca
söylüyorum: annenizi severdim. Bana sık sık sizden;
ikinizden bahsederdi. Aslında, sık sık değil, ama bana
sizden bahsetti. Biraz. Arada sırada. Öyle kendiliğinden.
İkizler derdi. İkiz kız kardeş, ikiz erkek kardeş. Nasıldı
biliyorsunuz işte; hiçbir zaman, hiçbir kimseye, hiçbir şey
söylemezdi. Yani demek istiyorum ki, konuşmaktan
tümüyle vazgeçmesinden çok önceleri bile, zaten pek bir şey
söylemezdi; siz ikiniz hakkında da hiç konuşmadı. Öyleydi
işte. Öldüğünde yağmur yağıyordu. Bilemiyorum. Yağmur
yağdığı için çok hüzünlenmiştim. Onun ülkesinde hiç
yağmur yağmaz, o yüzden son isteği gibiydi sanki, tahmin
edebilirsiniz, havanın öyle bozması sanki bir vasiyet gibiydi.
Kuşlara benzemez tabii, birinin vasiyeti diyorum, kesinlikle,
çok farklıdır. Garip ve tuhaftır, yabancıdır, ama gereklidir.
Yani demek istiyorum ki, bu gerekli bir fenalıktır.
Affedersiniz.
Gözyaşlarına boğulur.
2. Son Arzu ve Vasiyetname
Birkaç dakika sonra.
Noter'in Bürosu. İkiz erkek kardeş ve kız kardeş.
ALPHONSE LEBEL. Bayan Nevval Marvan'ın son arzusu ve
vasiyetnamesi. Mühür ve kayıt altına alınması dolayısıyla
bu vasiyetnamenin okunması sırasında hazır bulunanlar
Bay Trinh Xiao Feng, Viyetkong Burger Restoranın sahibi;
ve Bayan Suzanne Lamontagne, Viyetkong Burger'de
garson.
O zamanlar bu restoran binanın giriş katındaydı. O
günlerde, iki şahide ihtiyacım olduğu durumlarda, hemen
aşağı iner Trinh Xiao Feng'i çağırırdım. O da Suzanne ile
birlikte hemen gelirdi. Trinh Xiao Feng'in karısı, Hui Huo
Xiao Feng bakardı dükkâna. Dükkân şimdi kapandı tabii.
Kapandı. Trinh öldü. Hui Huo Feng yeniden evlendi, bir
zamanlar yazıhanemi paylaştığım meslektaşım Noter Yvon
Vachon'un birinci kâtibi Real Bouchard'la evlendi. Hayat
böyle işte. Her neyse.
Vasiyetnamenin açılışı her iki çocuğunun da huzurunda
gerçekleştirilmiştir: Janine Marvan ve Simon Marvan, her
ikisi de yirmi iki yaşında ve her ikisi de 20 Ağustos 1980'de
Ville Emard'da Aziz Fransua Hastanesi'nde dünyaya
gelmişler... Buraya yakın sayılır...
Bayan Nevval Marvan'ın arzusu doğrultusunda; onun
haklarını ve isteklerini gözetmek amacıyla, Noter Alphonse
Lebel, vasiyetnamenin ve son arzuların uygulatıcısı olarak
tayin edilmiştir...
Şunu belirtmek isterim ki, bu annenizin kararıydı. Ben
şahsen buna karşıydım, aksi yönde tavsiyede bulundum,
ama o ısrar etti. Reddedebilirdim, ama yapamadım.
Noter zarfı açar.
Vasiyetname okunur.
Sahip olduğum, her şey, canımın bir parçası ve soyumun
devamı olan ikiz evlâtlarım Janine ve Simon Marvan
arasında eşit olarak bölünecektir. Nakit paramı eşit hisseler
şeklinde olmak kaydıyla onlara bırakıyorum; mobilyalarımı
arzularına ve ortak kararlarına göre elden çıkartmalarını
istiyorum. Bu konuda bir tartışma ya da anlaşmazlık ortaya
çıkarsa, vasiyetnamemin uygulatıcısı eşyayı satacak ve elde
edilen geliri ikiz kardeşler arasında eşit olarak
bölüştürecektir. Giysilerim uygulatıcının tespit edeceği bir
hayır kurumuna bağışlanacaktır.
Özel vasiyet:
Siyah dolmakalemimi arkadaşım Noter Alphonse Lebel'e
bırakıyorum.
Sırtında yetmiş iki yazan hâkî ceketimi Janine Marvan'a
bırakıyorum.
Kırmızı defteri Simon Marvan'a bırakıyorum.
Noter bu üç nesneyi ortaya çıkartır.
Cenaze İşlemleri:
Noter Alphonse Lebel'e.
Noterim ve dostum,
İkizleri yanına al
Beni çıplak olarak gömün
Beni tabutsuz olarak gömün
Giysi olmasın, örtü olmasın, kefen olmasın
Dua olmasın
Yüzüm toprağa baksın.
Bir çukur açıp beni dibine yerleştirin
Yüzüm aşağıda, toprağa değsin.
Veda gösterisi olarak
Her biriniz bir kap
Soğuk su döksün
Bedenimin üzerine.
Sonra çukuru toprakla doldurun ve mezarımı düzleştirip
gizleyin.
Mezar taşı ve kitabe:
Noter Alphonse Lebel'e.
Noterim ve dostum,
Mezarıma hiçbir taş yerleştirilmesin İsmim hiçbir yere
kazınmasın.
Verdiği sözü tutmayanlar mezar taşını hak etmezler
Verilen bir söz tutulmadı.
Sessiz kalanlar mezar taşını hak etmezler
Ve hep sessiz kalındı.
Taş olmasın
Taşın üstünde isim olmasın
Mevcut olmayan taşın üstünde mevcut olmayan isim için
kitabe olmasın
İsim olmasın.
Janine ve Simon'a, Simon ve Janine'e,
Çocukluk boğaza saplanmış bir bıçaktır,
Kolay kolay çıkmaz.
Janine,
Noter Lebel sana bir zarf verecek.
Bu zarf senin için değil.
Baban için,
Senin ve Simon'un babası için.
Onu bul ve zarfı ona ver.
Simon,
Noter Lebel sana bir zarf verecek.
Bu zarf senin için değil.
Ağabeyin için.
Senin ve Janine'in kardeşi.
Onu bul ve zarfı ona ver.
Bu zarflar alıcılarına teslim edildiğinde
Size bir mektup verilecek
Sessizlik o zaman bozulmuş olacak
İşte o zaman mezarıma bir taş yerleştirilebilir.
Ve işte o zaman güneşte parlayan bir taşa ismim kazınabilir.
Uzun sessizlik.
SIMON. Bizi çileden çıkartmak için son nefesine kadar elinden
geleni yaptı! Orospu! Geri zekâlı orospu! Allah’ın belâsı
kahpe! Sıçtığımın orospusu! Son nefesine kadar, bizi
delirtmek için gerçekten de elinden gelen her şeyi yaptı!
Yıllarca, evet yıllarca bekledik, dedik ki bu kaltak karı
yakında geberecek, ve hayatımızın içine sıçmaya artık bir
son verecek! Sonra birden; tombala! Sonunda nalları dikti!
Ama sürpriiizz! Daha bitmedi! Lanet olsun! Bunu hiç
beklemiyorduk. Tanrım! Bize tuzak kurdu, Allah’ın belâsı
orospu her şeyi ince ince hesapladı! Emin olun, onu
tepetaklak bir çukura gömeceğiz! Hiç şüpheniz olmasın!
Mezarını tükürüğe boğacağız!
Sessizlik.
En azından ben tüküreceğim!
Sessizlik.
Geberdi, ama gebermeden az önce, hayatımızı daha fazla
nasıl mahvedebileceğini sordu kendi kendine. Oturdu, uzun
uzun düşündü ve sonunda buldu! Vasiyetnamesini
yazacaktı; Allah’ın belâsı vasiyetnamesini!
ALPHONSE LEBEL. Bunu beş yıl önce yazmıştı.
SIMON. Umurumda değil.
ALPHONSE LEBEL. Dinleyin! Artık öldü. Anneniz öldü. Ölü
bir şahsiyet. Hiçbirimizin çok iyi tanımadığı, ancak her şeye
rağmen bir zamanlar kendine göre bir öneme sahip olmuş
biri. Bir zamanlar genç olmuş, yetişkin olmuş, sonra
yaşlanmış ve sonra da ölmüş biri! Demek ki bütün bunların
bir yerde bir açıklaması olmalı! Bunu görmezden
gelemezsiniz! Yani, bu kadın, koca bir hayat yaşamış, Tanrı
aşkı için, bunun da bir yerlerde bir değeri olmalı.
SIMON. Ağlamayacağım! Yemin ederim ağlamayacağım!
Anneniz öldü! Kimin umurunda ki, Tanrı aşkına!
Geberdiyse kimin umurunda! O kadına hiçbir şey borçlu
değilim. Bir damla bile gözyaşı akıtmayacağım, bir damla
bile! Başkaları ne söylerse söylesin. Annemin ölümü
ardından ağlamadığımı söylesinler! Onun annem
olmadığını söyleyeceğim! Onun bir hiç olduğunu! Onun
bizim için önemli olduğunu da nereden çıkardınız, ha? Hiç
numara falan yapmaya çalışmayacağım! Ağlamaya
çalışmayacağım! O benim için hiç ağladı mı ki? Ya da Janine
için? Asla! Hiçbir zaman! Onun bir kalbi yoktu ki, kalbi
tuğla gibiydi. Bir tuğlanın, bir taşın ardından ağlamazsın ki,
ağlayamazsın; o kadar! Kalp değildi onunki, bir tuğlaydı,
Allah belâsını versin, bir tuğla! Artık onu düşünmek de
istemiyorum, ondan bahsedildiğini duymak da; asla!
ALPHONSE LEBEL. Yine de, vasiyetinde ikinizle ilgili
isteklere yer vermiş. İkinizin de ismi vasiyetnamede açıkça

SIMON. Aman ne güzel! Biz onun evlâtlarıyız ama siz onun
hakkında bizden daha fazla şey biliyorsunuz! İsimlerimiz
vasiyetnamede ise ne olmuş yani. Bize ne!
ALPHONSE LEBEL. Zarflar, defter, para—
SIMON. Onun parasını istemiyorum, defterini de
istemiyorum... Kahrolası defteri sayesinde benimle temas
kurabileceğini sanıyorsa yanılıyor! Hadi canım! Ne şaka
ama: “Gidip babanızı ve ağabeyinizi bulun!” O kadar
önemli idiyse, neden gidip kendi bulmamış?! Başka bir
yerdeki bir oğul bu kadar önemli idiyse, o kaltak karı neden
bizimle daha fazla ilgilenmedi o zaman? O Allah’ın belâsı
vasiyetnamesinde bizden bahsederken neden çocuklarım
sözünü kullanmıyor peki? Neden oğlum demiyor, neden
kızım demiyor! Salak değilim ben! Geri zekâlı değilim!
Neden hep ikizler diye söz ediyor bizden? İkiz kız kardeş,
ikiz erkek kardeş, “kanımın, soyumun devamı”, sanki biz
bir kusmuk yığınıymışız gibi, sanki kurtulması gereken bok
parçasıymışız gibi! Neden?!
ALPHONSE LEBEL. Bakın. Sizi anlıyorum!
SIMON. Sen neyi anlayabilirsin ki, geri zekâlı?
ALPHONSE LEBEL. Az önce duyduklarınızın sizi şaşırttığını,
bir boşluk duygusuna sebep olduğunu anlayabiliyorum; şu
anda “Neler dönüyor, kimiz biz, neden biz değil de onlar”
diye düşündüğünüzü anlayabiliyorum, yani sizi gerçekten
anlıyorum. İnsanın öldü sandığı babasının hayatta
olduğunu ve bu dünya üzerinde bir yerlerde yaşayan bir
kardeşe sahip olduğunu öğrenmesi öyle pek sık karşılaşılan
bir durum değildir.
SIMON. Öyle bir baba yok, kardeş de yok. Palavra bunlar!
ALPHONSE LEBEL. Bir vasiyetnamede palavra olmaz. Böyle
şeylere palavra diyemeyiz.
SIMON. Siz onu tanımazsınız!
ALPHONSE LEBEL. Ben onu farklı bir biçimde tanıyorum.
SIMON. Her neyse, bu konuyu sizinle tartışmak niyetinde
değilim!
ALPHONSE LEBEL. Annenize inanmak zorundasınız.
SIMON. Hiç niyetim yok...
ALPHONSE LEBEL. Kendince haklı sebepleri vardı.
SIMON. Sizinle tartışmak istemiyorum. İstemiyorum, o kadar.
On gün sonra boks maçım var, ilgilendiğim tek şey bu. O
kadını gömeceğiz ve her şey bitecek. Bir dükkâna gideceğiz,
bir tabut satın alacağız, onu tabuta koyacağız, tabutu bir
çukura yerleştireceğiz; sonra çukura biraz toprak, toprağın
üstüne bir taş, taşın üstüne de onun ismi; sonra da basıp
gideceğiz.
ALPHONSE LEBEL. Mümkün değil. Annenizin son arzuları
bunlar değil ve ben de onun arzularına zıt bir şekilde
davranmanıza izin veremem.
SIMON. Sen kim oluyorsun da bize akıl öğretiyorsun?
ALPHONSE LEBEL. Ben, hoşunuza gitmese de,
vasiyetnamenin uygulatıcısıyım; ayrıca, bu kadınla ilgili
görüşlerinize katılmıyorum.
SIMON. Onu nasıl ciddiye alabilirsiniz ki? Daha neler!
Yıllarca, her Allah’ın günü mahkeme salonuna gidip her
türlü sapığın, manyağın, katilin duruşmasını izliyor; sonra
bir gün aniden, çenesini kapatmaya karar veriyor, bir daha
da tek kelime etmiyor! Asla! Yıllarca! Tek bir kelime bile
konuşmadan geçen beş yıl: epey bir zaman, değil mi! Ne bir
kelime, ne de bir ses; bir daha ağzından hiçbir şey çıkmıyor.
Sonra yine bir gün aniden, kafasında bir vida gevşiyor, teller
kısa devre yapıyor, sigortası atıyor, her neyse işte, bu sefer
de yıllar önce ölmüş ama hâlâ hayatta olan bir koca ve hiçbir
zaman var olmamış bir erkek evlât icat ediyor; bu orospu
karı her zaman sahip olmayı arzu ettiği, sahiden sevebileceği
bir çocuk doğuruyor kafasında ve benim gidip onu bulmamı
emrediyor! Onun son arzularını nasıl ciddiye alabilirsiniz—
ALPHONSE LEBEL. Sakin olun!
SIMON. Aklı başında bir insanın vasiyetinden söz ettiğimize
beni nasıl ikna edebilirsiniz—
ALPHONSE LEBEL. Sakin olun!
SIMON. Allah belâsını versin! Siktir! O orospu çocuğu
orospunun Allah bin belâsını versin! Siktir, siktir, siktir...
Sessizlik.
ALPHONSE LEBEL. Şüphesiz, şüphesiz, şüphesiz, ama yine
de, durumu böyle yorumlamanın işinize geldiğini kabul
etmek zorundasınız... Bilmiyorum, beni ilgilendirmez tabii...
haklısınız... Bu kadar uzun bir süre neden hiç
konuşmadığına kimse bir anlam veremedi, evet... Evet... İlk
bakışta, bu bir tür delilik gibi geliyor... Ama belki de
değildir... Yani, belki de başka bir şeydi... Sizi üzmek
istemem, ama aklını kaybetmiş olsaydı bir daha hiç
konuşmazdı. Ama geçen gün, geçen gece, biliyorsunuz,
inkâr edemezsiniz, sizi aradılar ve konuştuğunu söylediler.
Bunun sadece bir rastlantı olduğunu iddia edemezsiniz! Ben
şahsen buna inanmıyorum! Bence, bu onun size sunduğu bir
hediyeydi! Size verebileceği en güzel hediye! Yani, bence bu
çok önemli. Tam sizin doğum gününüzde ve doğum
saatinizde tekrar konuştu! Peki, ne dedi? “Birlikte
olduğumuz sürece, her şey yolunda. Birlikte olduğumuz
sürece, her şey yolunda.” Bence bu sıradan bir cümle değil!
“Bana bol salçalı bir sosisli sandviç getirin” veya “Şu
tuzluğu versene!” demedi ki! Hayır! “Birlikte olduğumuz
sürece, her şey yolunda!” Düşünsenize! Hastabakıcı da
duymuş! Evet duymuş! Neden yalan söylesin ki? Yalan
olamaz. Bu kadar sahici bir şeyi uydurmuş olamaz ki! Siz
de, ben de, herkes de biliyor ki, böyle bir cümle tıpatıp onun
cümlesidir. Ama tamam, sizinle aynı fikirdeyim.
Söyledikleriniz doğru. Yıllarca tek kelime konuşmadı. İtiraf
etmeliyim ki, eğer durumu olduğu gibi kalsaydı, benim de
tereddütlerim olurdu. Haklı olduğunuz noktalar var, kabul
ediyorum. Ama yine de, görmezden gelemeyiz, her şeyi göz
önünde bulundurmalıyız. Son derece aklı başında bir
davranışta bulundu. Doğum gününüzde, tam doğum
saatinizde! “Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda!”
Bunu inkâr edemezsiniz. Doğum gününüzü inkâr etmek
olur bu. İnsan böyle bir şeyi görmezden gelemez. Şüphesiz,
şu anda ne isterseniz yapmakta özgürsünüz, şüphesiz,
şüphesiz, annenizin son arzularına saygı göstermemekte
özgürsünüz. Sizi mecbur eden bir şey yok. Ama başkalarının
da sizin gibi davranmasını istemeyin. Benim mesela. Kız
kardeşinizin. Durum ortada: anneniz her birimizden onun
için bir şey yapmamızı istiyor, son arzuları bunlar ve herkes
nasıl istiyorsa öyle davranmakta serbest.
İdam edilecek birinin bile son arzularını gerçekleştirme
hakkı vardır. Annenizin neden olmasın...
SIMON çıkar.
Zarflar burada. Onları muhafaza edeceğim. Bugün hiçbir şey
duymak istemiyorsunuz, ama belki daha sonra. Roma bir
günde inşa edilmedi. Bazı şeyler zaman alır. Hazır
olduğunuz zaman beni arayabilirsiniz...
JANINE çıkar.
3. Grafik kuramı, çevresel görüş
JANINE'in ders verdiği sınıf. Bir tepegöz projektör.
JANINE tepegözün ışığını açar.
Ders başlar.
JANINE. İçinizden kaç kişinin önünüzdeki sınavdan
geçeceğini bugünden bilmenin imkânı yok. Şu ana kadar
öğrendiğiniz matematik, kesin ve belirli bir biçimde ortaya
konmuş problemlere kesin ve belirli çözümler bulmakla
ilgili idi. Grafik kuramı konusundaki bu tanıtım dersinde
karşılaşacağınız matematik ise tümüyle farklıdır; çünkü
burada, her biri öncekinden daha çözülmez olan yeni
problemlere ulaşmamıza sebep olan çözülmez problemlerle
uğraşacağız. Çevrenizdeki insanlar, uğraştığınız şeyin
faydasız olduğu konusunda ısrarcı olacaklar. Konuşma
biçiminiz değişecek, ve dahası, sessizce durup derin derin
düşünmeye başlayacaksınız. İşte çevrenizdeki insanların asıl
zoruna giden bu olacak. AIDS'e çare bulmak, ya da kanseri
tedavi etmek için araştırmalar yapmak yerine, bütün
zekânızı saçma sapan kuramsal çalışmalarda heba ettiğiniz
için insanlar sizi sürekli eleştirecek. Kendinizi savunmak
için konuşamayacaksınız bile, çünkü konuşmalarınız zaten
yorucu, yıpratıcı kuramsal karmaşalara dönüşmüş olacak.
Salt matematiğe hoş geldiniz, diğer bir deyişle, yalnızlığın
dünyasına...
Grafik kuramına giriş.
Spor salonu. SIMON ve RALPH.
RALPH. Son maçını neden kaybettin, biliyor musun Simon?
Peki ondan öncekini neden kaybettiğini biliyor musun?
SIMON. Formda değildim, o yüzden.
RALPH. Böyle gidersen hiçbir zaman dereceye
giremeyeceksin. Eldivenlerini tak.
JANINE. Beş kenarı A, B, C, D ve E olarak etiketlenmiş basit
bir çokgeni ele alalım. Bu çokgene, Çokgen K diyelim.
Şimdi, bu çokgenin, bir ailenin yaşadığı bir evin zemin
planını temsil ettiğini hayal edelim. Ailenin her bir ferdi,
evin bir köşesine yerleşmiş olsun. Şimdilik, A, B, C, D ve E
köşelerine, Çokgen K’da birlikte yaşayan büyükanne, baba,
anne, oğul ve kızı yerleştirelim. Şimdi kendimize şunu
soralım; bulunduğu yerden kim kimi görmektedir.
Büyükanne babayı, anneyi ve kızı görmektedir. Baba, anneyi
ve büyükanneyi görmektedir. Anne büyükanneyi, babayı,
oğlu ve kızı görmektedir. Oğul anneyi ve kız kardeşini
gömektedir. Kız kardeş ise, erkek kardeşini, anneyi ve
büyükanneyi görmektedir.
RALPH. Bakmıyorsun! Körsün sen! Karşındaki herifin ayak
hareketlerini görmüyorsun. Yaptığı savunmayı
görmüyorsun... Biz buna çevresel görüş sorunu diyoruz.
SIMON. Tamam. Tamam.
JANINE. Biz bu uygulamaya, K Çokgeni’nde yaşayan ailenin
kuramsal uygulaması diyoruz.
RALPH. Isın!
JANINE. Şimdi evin duvarlarını kaldıralım ve birbirini
görebilen aile bireyleri arasına eğik çizgiler çizelim. Bu
işlemin ortaya çıkarttığı çizime, K Çokgeni'nin görünürlük
grafiği adı verilir.
RALPH. Aklında tutman gereken üç şey var.
JANINE. Önümüzdeki üç yıl boyunca meşgul olacağımız üç
temel parametre var: çokgenlerin kuramsal uygulaması...
RALPH. Sen en güçlüsün!
JANINE. Çokgenlerin görünürlük grafikleri...
RALPH. Karşındaki herife merhamet göstermeyeceksin!
JANINE. Ve son olarak, çokgenler ve çokgenlerin doğası.
RALPH. Ve ancak kazanırsan profesyonel olabilirsin.
JANINE. Karşımızdaki problem kısaca şöyledir: Size az önce
gösterdiğim gibi, her basit çokgen için, onun görünürlük
grafiğini ve kuramsal uygulamasını kolaylıkla çizebilirim.
Peki, örneğin elimizdeki gibi bir kuramsal uygulamadan
yola çıkarak, görünürlük grafiğini ve buna denk düşen
çokgeni nasıl çizebilirim? Bu uygulamada gösterilen aile
fertlerinin yaşadığı evin şekli nedir? Çokgeni çizmeye
çalışın.
Gong sesi, SIMON hemen atılır ve antrenörünün ellerini
yumruklamaya başlar.
RALPH. Aklın başka yerde, dikkatini toplamıyorsun.
SIMON. Annem öldü!
RALPH. Biliyorum, annenin kaybını atlatmanın en iyi yolu
gelecek dövüşü kazanmaktır. Ringe çık ve dövüş! Aksi hâlde
hiçbir zaman başarılı olamayacaksın.
JANINE. Asla başaramayacaksınız. Grafik kuramı esas olarak
bu problem üzerine inşa edilmiştir ve şimdilik çözülmesi
imkansız bir problem olmaya devam etmektedir. Asıl güzel
olan da bu imkânsızlıktır.
Gong sesi. Antrenmanın sonu.
4. Kanıtlanması gereken varsayım
Akşam. Noter'in bürosu.
ALPHONSE LEBEL ve ikiz kız kardeş.
ALPHONSE LEBEL. Şüphesiz, şüphesiz, şüphesiz, hayatta
böyle anlar olur, iki uç arasında sıkışıp kalır insan. O zaman
harekete geçmek zorundasınız. Balıklama dalmak
zorundasınız. Geri gelmenize çok sevindim. Anneniz adına
çok sevindim.
JANINE. Zarf sizde mi?
ALPHONSE LEBEL. İşte burada. Bu zarf sizin için değil,
babanız için. Anneniz onu bulmanızı ve zarfı vermenizi
istiyor.
JANINE bürodan çıkmak için hazırlanır.
Ayrıca sırtında yetmiş iki yazan bu hâkî ceketi de size
bıraktı.
JANINE ceketi alır.
Babanızın hayatta olduğuna inanıyor musunuz?
JANINE çıkar. Sessizlik. JANINE geri gelir.
JANINE. Matematikte, bir artı bir, bir nokta dokuz ya da iki
nokta iki etmez. Bir artı bir iki eder. Buna inansanız da
inanmasanız da eder. Keyfiniz yerindeyse de, kendinizi
berbat hissediyorsanız da, bir artı bir iki eder. Biz hepimiz
bir çokgenin içindeyiz. Ben ait olduğum çokgenin içindeki
yerimi bildiğimi sanıyordum. Sadece erkek kardeşi Simon'ı
ve annesi Nevval'i görmekte olan bir nokta olduğumu
sanıyordum. Bugün, keşfettim ki, bulunduğum noktadan
babamı görmem de mümkün olabilir; yine öğrendim ki, bu
çokgenin başka bir üyesi daha var; başka bir erkek kardeş.
Bugüne kadar çizmiş olduğum görünürlük grafiği meğer
yanlışmış. Peki, ben bu çokgenin neresinde duruyorum?
Bunu bulabilmek için, bir varsayımı kanıtlamak
zorundayım. Benim babam öldü. Varsayımım bu. Her şey
bunun doğru olduğuna inanmamızı söylüyor. Ancak, hiçbir
şey bunu kanıtlamıyor. Onun cesedini ya da mezarını
görmedim. Bu yüzden de, bir sayısıyla sonsuzluk arası bir
yerde, babamın hâlâ hayatta olması bir olasılıktır. Hoşça
kalın, Bay Lebel.
JANINE çıkar.
NEVVAL (on dört yaşında) bürodadır.
ALPHONSE LEBEL bürosundan dışarı çıkar ve koridordan
seslenir.
ALPHONSE LEBEL. Janine!
NEVVAL. (seslenerek) Vahap!
ALPHONSE LEBEL. Janine! Janine!
ALPHONSE LEBEL bürosuna döner, cep telefonunu çıkartır ve
bir numara çevirir.
NEVVAL. (seslenerek) Vahap!
VAHAP. (uzaktan) Nevval!
NEVVAL. (seslenerek) Vahap!
VAHAP. (uzaktan) Nevval!
ALPHONSE LEBEL. Alo, Janine? Ben Noter Lebel. Aklıma bir
şey geldi de.
NEVVAL. (seslenerek) Vahap!
VAHAP. (uzaktan) Nevval!
ALPHONSE LEBEL. Annen, babanla çok küçük yaşta
tanıştığını anlatmıştı.
NEVVAL. (seslenerek) Vahap!
ALPHONSE LEBEL. Sana söyleyeyim dedim, bilmiyorum
haberin var mıydı.
VAHAP. (uzaktan) Nevval!
5. Orada bir şey var
Şafak vakti. Bir orman. Bir kayalık. Beyaz ağaçlar.
NEVVAL (on dört yaşında).
VAHAP.
NEVVAL. Vahap! Beni dinle. Hiçbir şey söyleme. Hayır.
Konuşma. Bir kelime söylersen, tek bir kelime bile,
ölümüme sebep olabilirsin. Bizim felâketimiz olacak
mutluluğu henüz bilmiyorsun. Vahap, dilimin ucuna kadar
gelen sözleri serbest bıraktığım anda, sen de ölecekmişsin
gibi geliyor. Susacağım, Vahap, hiç konuşmayacağım, bu
yüzden sen de hiçbir şey söylemeyeceğine söz ver, lütfen,
çok yoruldum, lütfen, sessizliği kabul et. Şşşşşş! Bir şey
söyleme. Hiçbir şey söyleme.
Sessizliğe gömülür.
Bütün gece seni aradım. Bütün gece koştum. Seni beyaz
ağaçların yetiştiği kayalıkta bulacağımı biliyordum. Sana
anlatacağım. Bütün kasaba duysun, ağaçlar duysun, gece, ay
ışığı ve bütün yıldızlar duysun diye avaz avaz bağırmak
istedim. Ama yapamadım. Bunu senin kulağına fısıldamak
zorundayım, Vahap, ve bunu yaptıktan sonra; daha
küçücük bir kız çocuğuyken seni bulmuş ve seninle birlikte
gerçek yaşamımın kollarına düşmüş olsam da; sen uzakta
olduğunda kendimi hiçbir zaman tamamlanmış
hissetmeyeceğimi bilsem de; dünyada en çok istediğim şey
bu olduğu hâlde seni kollarımla sarmaya cesaret
edemeyeceğim; senden bir daha asla bir şey
isteyemeyeceğim.
VAHAP NEVVAL'i öper.
Karnımda bir bebek var, Vahap! Karnım seninle dolu.
Karnım seninle dolu. Ne kadar garip, değil mi? Ne kadar
muhteşem ve ne kadar korkunç, değil mi? Bu bir boşluk;
yabanî kuşlara geri verilen hürriyet gibi bir şey, öyle değil
mi? Bundan sonra kelimeler olmayacak. Sadece rüzgâr!
Karnımda bir çocuk var. İhtiyar Elham'ın söylediklerini
duyduğumda, kafamın içinde bir okyanus patladı sanki.
Patladı, katılaştı ve kurudu.
VAHAP. Belki de Elham yanılıyordur.
NEVVAL. Elham hiçbir zaman yanılmaz. Ona sordum.
“Elham, emin misin?” Güldü. Yanağımı okşadı. Kırk yıldır
kasabadaki bütün bebekleri doğurtanın kendisi olduğunu
söyledi. Beni annemin karnından o çıkartmış, annemi de
annesinin karnından çıkartmış. Elham asla yanılmaz.
Kimseye bir şey söylemeyeceğine söz verdi. “Benim üstüme
vazife değil” dedi, “ama iki hafta sonra, daha fazla
saklayamayacaksın.”
VAHAP. Biz de saklamayız.
NEVVAL. Öldürürler bizi. Önce seni.
VAHAP. Onlara açıklarız.
NEVVAL. Bizi dinlerler mi sanıyorsun? Bizi duyarlar mı?
VAHAP. Neden korkuyorsun, Nevval?
NEVVAL. Sen korkmuyor musun? (bir an) Elini buraya koy.
Nedir bu? Öfke mi bilmiyorum, korku mu bilmiyorum,
mutluluk mu bilmiyorum. Bundan elli yıl sonra, senle ben,
nerede olacağız?
VAHAP. Dinle beni, Nevval. Bu gece, bize verilmiş bir hediye.
Bunu söylemem çılgınlık olabilir, ama benim bir yüreğim
var ve güçlü bir yürek bu. Sabırlı bir yürek. Bize
bağıracaklar, biz de bırakacağız bağırsınlar. Küfür edecekler,
biz de bırakacağız küfretsinler. Fark etmez. Her şey bittikten
sonra, bütün bu bağrışlar ve küfürler bittikten sonra, geride
sadece sen ve ben kalacağız. Sen, ben ve çocuğumuz, senin
ve benim çocuğumuz. Senin yüzün ve benim yüzüm aynı
yüzde. İçimden gülmek geliyor. Beni dövecekler, ama her
zaman aklımın gerisinde bir çocuk olacak.
NEVVAL. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda...
VAHAP. Her zaman birlikte olacağız. Eve git, Nevval.
Evdekiler uyanana kadar bekle. Seni gördüklerinde, şafakta,
orada oturmuş onları beklerken gördüklerinde, sana kulak
verecekler; çünkü önemli bir şey olduğunu sezecekler. Eğer
korkarsan, düşün ki aynı anda, ben de kendi evimde
olacağım ve evdekilerin uyanmasını bekleyeceğim. Ben de
onlara anlatacağım. Şafak vaktine az kaldı. Benim seni
düşüneceğim gibi sen de beni düşün ve sakın siste yolunu
kaybetme. Unutma: birlikte olduğumuz sürece, her şey
yolunda...
VAHAP çıkar.
6. Katliam
NEVVAL'in evinde.
Anne ve kızı (on dört yaşında).
CİHAN. Bu çocuk senin değil, Nevval.
NEVVAL. Ama benim karnımda.
CİHAN. Unut karnını! Bu çocuğun seninle ilgisi yok. Senin
ailenle ilgisi yok. Annenle ilgisi yok, hayatınla ilgisi yok.
NEVVAL. Elimi buraya koyduğumda yüzünü görebiliyorum.
CİHAN. Ne gördüğünün önemi yok. Bu çocuğun seninle ilgisi
yok. Bu çocuk senin değil. Böyle bir çocuk yok.
NEVVAL. Elham bana söyledi. “Bir bebek bekliyorsun” dedi.
CİHAN. Elham senin annen değil.
NEVVAL. Anlattı bana.
CİHAN. Elham'ın sana ne anlattığı önemli değil. Böyle bir
çocuk mevcut değil.
NEVVAL. Peki ya doğduğu zaman?
CİHAN. O zaman da mevcut olmayacak.
NEVVAL. Anlamıyorum.
CİHAN. Sil gözyaşlarını!
NEVVAL. Ağlayan sensin.
CİHAN. Ağlayan ben değilim, bütün hayatın yanaklarından
aşağı akıp gidiyor! Çok ileri gittin, Nevval, kirlenmiş
karnınla eve geri döndün, şimdi de burada, bebeğinin ele
geçirdiği vücudunla karşımda durmuş bana diyorsun ki:
aşığım ve aşkımı karnımda taşıyorum. Ormandan geri
dönüyorsun ve asıl ağlayanın ben olduğumu söylüyorsun.
İnan bana, Nevval, böyle bir çocuk yok. Onu unutacaksın.
NEVVAL. İnsan kendi karnını unutamaz ki.
CİHAN. İnsan unutabilir.
NEVVAL. Ben unutmayacağım.
CİHAN. O zaman bir seçim yapacaksın. Bu çocuğa sahip
olmak istersen, şu an, tam şu an, artık sana ait olmayan
giysilerini çıkartacaksın ve bu evi terk edeceksin, aileni,
köyünü, dağlarını, göğü ve yıldızları terk edeceksin, beni
terk edeceksin...
NEVVAL. Anne.
CİHAN. Soyun, çırılçıplak bedenin ve içinde taşıdığın canla
beni terk et. Ya da kal, ve diz çök, Nevval, diz çök.
NEVVAL. Anne.
CİHAN. Soyun, ya da diz çök.
NEVVAL diz çöker.
Bu evden dışarı çıkmayacaksın, böylece içindeki hayat
içinde gizli kalacak. Elham gelecek ve bu bebeği karnından
alacak. Onu alacak ve kime isterse ona verecek.
7. Gırtlağa saplanmış bir bıçak
NEVVAL (on beş yaşında) anneannesi NEZİRE ile birlikte.
NEVVAL. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda. Birlikte
olduğumuz sürece, her şey yolunda. Birlikte olduğumuz
sürece, her şey yolunda. Birlikte olduğumuz sürece, her şey
yolunda. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda.
NEZİRE. Sabırlı ol, Nevval. Sadece bir ayın kaldı.
NEVVAL. Gitmeliydim, anneanne, diz çökmemeliydim.
Giysilerimi geri verip, her şeyi bırakıp, evi, köyü, her şeyi
terk etmeliydim.
NEZİRE. Fakirliğin gözü kör olsun, Nevval. Hayatlarımızda
güzellikten eser yok. Güzellik yok. Sadece çileli ve acıtıcı bir
hayatın öfkesi var. Her köşe başına nefret kazınmış. Hiç
kimse şefkâtle, sevgiyle konuşmuyor. Haklısın, Nevval, sen
yaşaman gereken aşkı yaşadın ve sahip olman gereken
çocuk elinden alınıp götürülecek. Sana ne kaldı peki, ne
yapacaksın? Fakirlikle savaşabilirsin, belki, ya da fakirlik
içinde boğulup gidersin.
NEZİRE artık odada değildir. Biri pencereye vurmaktadır.
VAHAP'IN SESİ. Nevval! Nevval, benim.
NEVVAL. Vahap!
VAHAP'IN SESİ. Beni dinle, Nevval. Fazla vaktim yok. Şafakta
beni götürecekler, buradan ve senden çok uzağa
götürecekler. Az önce beyaz ağaçların yetiştiği kayalıktan
geldim. Çocukluğumun görüntülerine elveda dedim ve
çocukluğum seninle dolu, Nevval. Bu gece çocukluk
boğazıma sapladıkları bir bıçak. Artık ağzımda her zaman
senin kanının tadı olacak. Bunu sana söylemek istedim. Sana
anlatmak istedim; bu gece kalbim seninle dolu, sanki
patlayacak. Herkes bana seni gereğinden fazla sevdiğimi
söyleyip duruyor. Ama ben bunun, çok sevmenin ne demek
olduğunu bilmiyorum; senden uzak olmanın ne demek
olduğunu, senin yanında olmamanın ne demek olduğunu
bilmiyorum. Sen olmadan yaşamayı öğrenmem gerekecek.
“Elli yıl sonra biz nerede olacağız?” diye sorarken ne
söylemeye çalıştığını şimdi anlıyorum. Cevabı bilmiyorum.
Ama nerede olursam olayım, sen de orada olacaksın.
Okyanusu birlikte görmeyi hayal etmiştik. Dinle, Nevval,
söylüyorum işte, dinle, okyanusu gördüğüm gün, okyanus
kelimesi kafanın içinde sanki infilak edecek, öyle bir
patlayacak ki, sen gözyaşlarına boğulacaksın, çünkü seni
düşündüğümü bileceksin. Nerede olursam olayım birlikte
olacağız. Birlikte olmaktan daha güzel hiçbir şey yok.
NEVVAL. Seni işitiyorum, Vahap.
VAHAP. Gözyaşlarını silme, çünkü şafak sökene kadar ben de
kendi gözyaşlarımı silmeyeceğim; ve sen çocuğumuzu
doğurduğun zaman, onu ne kadar sevdiğimi anlat, seni ne
kadar sevdiğimi anlat. Anlat ona.
NEVVAL. Anlatacağım, söz veriyorum anlatacağım. Senin için
ve benim için, anlatacağım. Kulağına şöyle fısıldayacağım:
“Ne olursa olsun, seni her zaman seveceğim.” Senin için ve
kendim için, ona böyle söyleyeceğim. Sonra beyaz ağaçların
yetiştiği kayalığa gidip ben de çocukluğa elveda diyeceğim.
Benim çocukluğum da boğazıma saplanmış bir bıçak olacak.
NEVVAL yalnızdır.
8. Yemin
Gece. NEVVAL doğum yapmaktadır.
NEZİRE, CİHAN ve ELHAM.
ELHAM bebeği NEVVAL'e (on beş yaşında) verir.
ELHAM. Erkek.
NEVVAL. Ne olursa olsun, seni her zaman seveceğim! Ne
olursa olsun, seni her zaman seveceğim.
NEVVAL bebeğin kundağının arasına gizlice bir palyaço burnu
koyar.
Çocuğu NEVVAL'den alırlar.
ELHAM. Güneye gidiyorum. Çocuğu da götürüyorum.
NEZİRE. Sanki bin yaşındayım. Günler, aylar geçip gidiyor.
Güneş bir doğuyor, bir batıyor. Mevsimler geçiyor. Nevval
hiç konuşmuyor, sessizce dolanıp duruyor. Karnının
içindeki can gitti ve ben de artık toprağın beni çağırdığını
hissediyorum. Çok uzun zaman, çok fazla acı gördüm. Beni
yatağıma götürün. Kış sona ererken, derelerin telaşlı
sularında ölümün ayak izlerini duyuyorum.
NEZİRE yatalaktır.
9. Okuma, yazma, sayma, konuşma
NEZİRE ölmektedir.
NEZİRE. Nevval!
NEVVAL (on altı yaşında) koşarak gelir.
Elimi tut, Nevval!
Ölüm zamanı geldiğinde söylemek istediğimiz şeyler vardır.
Sevdiğimiz, bizi seven insanlara anlatmak istediğimiz
şeyler... Onlara son bir kez yardım etmek için... Son bir kez
daha anlatmak için... Onları mutluluğa hazırlamak için...! Bir
yıl önce, dünyaya bir çocuk getirdin, o zamandan beri de bir
sisin içinde dolanıp duruyorsun. Sakın teslim olma, Nevval,
sakın evet deme. Hayır de. İtiraz et. Sevdiğin kayboldu,
çocuğun kayboldu. Bir yaşına bastı. Birkaç gün önce. Sakın
kabul etme, Nevval, sakın kabullenme. Ama itiraz
edebilmek, reddedebilmek için, nasıl konuşulacağını bilmek
gerekir. Bu yüzden cesur ol ve çok çalış, tatlı Nevval'im!
Ölüm döşeğindeki yaşlı bir kadının sana söyleyeceklerine
kulak ver: okumayı öğren, yazmayı öğren, sayı saymayı
öğren, konuşmayı öğren. Öğren. Bizim gibi olmak
istemiyorsan tek umudun bu. Öğren. Şimdi söz ver bana.
NEVVAL. Söz veriyorum, yapacağım.
NEZİRE. İki gün içinde, beni gömecekler. Beni toprağın içine
koyacaklar, yüzüm gökyüzüne bakacak; sonra herkes
üstüme bir tas su dökecek, ama kimse taşıma bir şey
yazmayacak çünkü kimse yazı yazmasını bilmiyor. Sen yazı
yazmayı öğrendiğinde, Nevval, geri dön ve taşın üstüne
adımı yaz: Nezire. Adımı taşa yaz çünkü ben verdiğim
bütün sözleri tuttum. Ben gidiyorum, Nevval. Zamanım
geldi. Biz... Ailemiz, ailemizdeki kadınlar... Öfkenin
örümcek ağında tutsağız. Yıllardır böyle bu: ben anneme
öfkeliydim, annen bana öfkeliydi, sen de aynı şekilde
annene öfkelisin. Kızına bıraktığın miras da öfke olacak. Bu
zinciri koparmak zorundayız. Bu yüzden, öğren. Sonra da
çek git. Gençliğini ve mümkün olabilecek mutlulukları
yanına al ve köyden çek git! Sen bu vadinin tomurcuğusun,
Nevval. Sen buranın yumuşaklığı ve güzel kokuşusun.
Onları yanına al ve kendini koparıp at buralardan,
hepimizin kendimizi anamızın rahminden koparıp attığımız
gibi. Okumayı, yazmayı, sayı saymayı ve konuşmayı öğren.
Düşünmeyi öğren. Nevval. Öğren.
NEZİRE ölür.
Yatağından kaldırırlar.
Bir çukura indirirler.
Herkes üstüne bir kova su döker.
Gece olmuştur.
Herkes sessizce başını öne eğer.
Bir cep telefonu çalmaya başlar.
10. Nevval'in cenazesi
Mezarlık. Gündüz.
ALPHONSE LEBEL, JANINE ve SIMON bir mezarın yanında.
ALPHONSE LEBEL telefonuna cevap verir.
ALPHONSE LEBEL. Alo, ben noter Alphonse Lebel.
Evet, sizi ben aramıştım. İki saattir size ulaşmaya
çalışıyorum! Ne oluyor? Hiçbir şey mi? Zaten sorun da bu,
hiçbir şey olmuyor. Mezarın başında üç kova su olması
gerekiyordu ama yok. Evet, kovaları isteyen benim.
“Her şey yolunda, neden sorun yaratıyorsunuz” da ne
demek. Büyük bir sorun var. Söyledim ya, üç kova su
istemiştik ama yok. Biz mezarlıktayız, böyle sinir içinde
başka nerede olabiliriz ki! Ne kadar kalın kafalısınız. Nevval
Marvan'ın cenazesi için geldik.
Üç kova su!
Tabii ki size söylenmişti. Çok iyi anlatılmıştı. Bizzat kendim
geldim. Herkese tek tek tarif ettim: bu özel bir gömme
töreni; üç kova su istiyoruz, dedim. O kadar da zor değil,
değil mi; cenaze sorumlusuna tekrar tekrar sordum:
“Kovaları biz kendimiz mi getirelim” dedim. “Ne gerek var”
dedi. “Biz her şeyi hazır ederiz. Sizin uğraşacak çok şeyiniz
olacak zaten.” dedi. Ben de tamam dedim. Ama buraya,
mezarlığa geldik, baktık ki üç kova su hazır değil; şimdi
uğraşacak daha fazla şeyimiz var. Yani diyorum ki... Bu bir
cenaze töreni. Bowling partisi değil. Ciddi söylüyorum! Biz
zor müşteriler değiliz ki; tabut istemedik, mezar taşı
istemedik, hiçbir şey istemedik. Çok sade bir tören bu. Basit.
Sizden bir şey istemiyoruz ki, Allah’ın belâsı üç kova su
istiyoruz, ama mezarlık idaresi bu kadar zor bir istek
karşısında çaresiz kalıyor. Biraz insaf!
Ne demek, kovayla su gibi isteklere pek alışık değiliz? Biz
alışmanızı istemiyoruz, sadece üç kova suyu istiyoruz.
Anlaşmayı gözden geçirmemize gerek yok. Evet. Üç. Hayır.
Bir değil, üç. Pazarlık edecek hâlimiz yok, üç kovaya
ihtiyacımız var. Hayır, bir kovayı alıp üç kere dolduramayız.
Her biri bir kez doldurulmuş üç adet su dolu kova istiyoruz.
Evet, eminim.
İyi, ne diyebilirim ki. Kimi aramanız gerekiyorsa arayın.
Telefonu kapatır.
Bazı yerlere telefon edecekmiş.
SIMON. Bütün bunları neden yapıyorsunuz?
ALPHONSE LEBEL. Neleri?
SIMON. Her şeyi. Cenaze işlemleri. Son arzular falan. Bu
kadar zahmete neden giriyorsunuz?
ALPHONSE LEBEL. Çünkü yüzü toprağa bakarak şu çukurda
yatan kadın, her zaman Madam Nevval diye hitap ettiğim
kadın, benim arkadaşımdı. Dostumdu. Bu sizin için bir
anlam ifade ediyor mu bilmiyorum, ama benim için bu
kadar çok şey ifade ettiğini daha önce hiç fark etmemiştim.
ALPHONSE LEBEL'in cep telefonu çalar.
Cevap verir.
Alo, noter Alphonse Lebel.
Evet, ne oldu, ne yaptınız?
Yani çoktan hazırlanmış ama yanlışlıkla başka bir mezarın
başına konmuş.
Neyse, bir yanlışlıktır olmuş... Nevval Marvan...
Verimliliğiniz başımı döndürüyor.
Telefonu kapatır.
Bir adam elinde üç kova su ile girer.
Kovaları yere koyar.
Her biri eline bir kova alır. Çukura boşaltır.
Nevval gömülmüştür; mezar taşı yerleştirmeden giderler.
11. Sessizlik
Gündüz. Bir tiyatronun sahnesi.
ANTOINE oradadır.
JANINE. Bay Antoine Ducharme? Ben Janine Marvan, Nevval
Marvan'ın kızıyım...
Hastaneye uğradım ama annemin ölümünden sonra
hastabakıcılığı bıraktığınızı söylediler. Bu tiyatroda
çalıştığınızı da söylediler. Ben de gelip sizi görmek istedim;
annemin tam olarak neler söylediğini öğrenmek istiyorum...
ANTOINE. Annenizin sesi hâlâ kulaklarımda çınlıyor.
“Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda.” Söyledikleri
tam olarak bunlardı. Zaten hemen sizi aradım.
JANINE. Biliyorum.
ANTOINE. Beş yıl boyunca hiç konuşmamıştı. İnanın çok
üzüldüm.
JANINE. Teşekkür ederim.
ANTOINE. Ne arıyorsunuz?
JANINE. Annem bize her zaman, babamın ülkesindeki savaşta
öldüğünü anlatırdı. Onun ölümüyle ilgili kanıtları arıyorum.
ANTOINE. Geldiğinize sevindim, Janine. Anneniz
öldüğünden beri, hep sizi aramak istedim, sizi ve erkek
kardeşinizi. Size anlatmak istedim, açıklamak istedim. Ama
hep tereddüt ettim. Sonra siz kalkıp bu tiyatroya geldiniz.
Onun yatağının başında geçirdiğim o kadar yıl boyunca,
annenizin sessizliğini dinlemekten başım dönerdi. Bir gece,
tuhaf bir fikirle uyandım. Belki de ben orada olmadığım
zamanlarda konuşuyordu. Belki kendi kendine
konuşuyordu. Odaya bir kasetçalar getirdim. Bir ara
tereddüde düştüm. Buna hakkım yoktu. Kendi kendine
konuşuyorsa, bu onun tercihiydi. Sonra kendime söz
verdim, kaydettiğim kasetleri asla dinlemeyecektim.
Kaydedecektim ama bilmeyecektim. Sadece kaydedecektim.
JANINE. Neyi kaydedecektiniz?
ANTOINE. Sessizliği, onun sessizliğini. Geceleri, odasından
çıkmadan önce, kayıt düğmesine basardım. Kasetin bir yüzü
bir saat sürer. Elimden bu kadarı gelebiliyordu. Ertesi gün
kasetin arkasını çevirir, odadan çıkarken tekrar kaydetmeye
başlardım. Beş yüz saatten fazla kayıt yaptım. Bütün kasetler
burada. Alın onları. Sizin için yapabileceğim bu kadar.
JANINE kutuyu alır.
JANINE. Antoine, o kadar yıl boyunca annemle neler
yaptınız?
ANTOINE. Hiçbir şey. Çoğu zaman sadece yanında oturur
beklerdim. Onunla konuşurdum. Bazen biraz müzik
çalardım. Ve onunla dans ederdim.
ANTOINE kasetçalara bir kaset koyar. Müzik. JANINE çıkar.
TUTUŞAN ÇOCUKLUK
12. Taştaki isim
NEVVAL (on dokuz yaşında) anneannesinin mezarında.
NEZİRE'nin ismini Arapça olarak mezar taşına yazar.
NEVVAL. Nun, elif, zayn, ye, re! Nezire. İsmin mezarını
aydınlatıyor. Köye aşağıdaki yoldan geldim. Annem orada
duruyordu, yolun ortasında. Beni bekliyordu, sanırım. Bir
şeyler olacağını tahmin etmiş olsa gerek. Tarih yüzünden.
İki yabancı gibi birbirimize baktık. Köylüler çevremizde
toplandı. “Anneannemin ismini mezar taşına yazmak için
geri döndüm” dedim. Güldüler. “Yazı yazmayı biliyor
musun?” dediler. Evet dedim. Güldüler. İçlerinden biri
üstüme tükürdü. “Yazmayı biliyorsun, ama kendini
korumayı bilmiyorsun” dedi. Cebimden bir kitap çıkarttım.
Ona o kadar hızlı vurdum ki, kitabın kapağı yamuldu ve
adam bayıldı. Yoluma devam ettim. Çeşmenin yanından
mezarlık yoluna dönüp buraya, senin mezarına gelinceye
kadar annem arkamdan baktı. İsmini yazdım, şimdi
gidiyorum. Oğlumu bulacağım. Sana verdiğim sözü tuttum,
şimdi de oğluma verdiğim sözü tutacağım. Doğduğu gün
verilen sözü tutacağım: “Ne olursa olsun, seni her zaman
seveceğim.” Teşekkür ederim, anneanne.
NEVVAL çıkar.
13. Sevda
NEVVAL (on dokuz yaşında), güneşten kavrulmuş bir yolda.
SEVDA oradadır.
SEVDA. Seni gördüm. Seni uzaktan seyrettim, anneannenin
ismini mezar taşına yazarken gördüm seni. Sonra birden
ayağa kalktın ve kaçtın. Neden?
NEVVAL. Sana ne, neden takip ettin beni?
SEVDA. Yazı yazmanı seyretmek istedim. Bu gerçek mi diye
görmek istedim. Bu sabah söylenti çok hızlı yayıldı. Üç yıl
sonra geri dönmüşsün. Kampta insanlar “Nevval geri
dönmüş, yazı yazmayı biliyormuş, okumayı biliyormuş”
diyorlardı. Herkes gülüyordu. Koşa koşa köyün girişine
gittim ama sen çoktan gelmiştin. Kitabı adamın kafasına
vuruşunu seyrettim, elinde kitabın titrediğini gördüm,
yüzündeki öfkenin sıcağıyla yanan bütün o kelimeleri,
harfleri düşündüm. Sen yürüdün, ben de seni takip ettim.
NEVVAL. Ne istiyorsun?
SEVDA. Bana okumayı, yazmayı öğret.
NEVVAL. Ben okuma-yazma bilmiyorum.
SEVDA. Biliyorsun. Yalan söyleme. Seni gördüm.
NEVVAL. Ben gidiyorum. Köyü terk ediyorum. Sana bir şey
öğretemem.
SEVDA. Peşinden gelirim. Nereye gittiğini biliyorum.
NEVVAL. Nereden bilebilirsin?
SEVDA. Vahap'ı tanırdım. Aynı kamptaydık. Aynı köyden
geldik. O da benim gibi Güney'den gelen bir göçmen. Onu
alıp götürdükleri zaman, senin adını haykırıyordu.
NEVVAL. Sen Vahap'ı bulmak istiyorsun.
SEVDA. Aptallık etme. Dedim ya, nereye gittiğini biliyorum.
Senin bulmak istediğin Vahap değil. Çocuğunu bulmak
istiyorsun. Gördün mü, haklıyım işte. Beni yanına al ve
okumayı öğret. Karşılığında sana yardım ederim. Yolları iyi
bilirim; birlikte daha güçlü oluruz. İki kadın, omuz omuza.
Beni de yanına al. Hüzünlenirsen, sana şarkı söylerim,
yorulursan, sana yardım ederim, seni taşırım. Burada bize
göre bir şey yok. Her sabah uyanıyorum, insanlar “Sevda”
diyorlar “işte gökyüzü,” ama kimsenin gökyüzü hakkında
söyleyecek sözü yok. Herkes “işte rüzgâr” diyor, ama
kimsenin rüzgâr hakkında söyleyecek sözü yok. İnsanlar
bana dünyayı gösteriyor ama dünya dilsiz. Ve hayat sürüp
gidiyor ama her şey kasvetli. Senin mezara yazdığın harfleri
gördüm ve şöyle dedim içimden: bu bir kadının ismi. Sanki
taş o an şeffaflaştı. Tek bir sözcükle her şey aydınlandı.
NEVVAL. Peki, ailen ne olacak?
SEVDA. Annemle babam bana hiçbir şey demez. Benimle
konuşmazlar bile. Onlara sorarım: “Ülkemizi neden terk
ettik?” “Boş ver, unut gitsin” derler. “Ne önemi var ki!
Düşünme böyle şeyleri. Ülke diye bir şey yok. Önemli değil.
Hayattayız ve karnımızı doyurabiliyoruz. Önemli olan bu.”
Bana “Savaş bize yetişemez” derler. “Yetişecek” derim ben
de, “Dünya, kızıl bir kurt tarafından yutuluyor.” Hiçbir şey
söylemezler. Onlara derim ki: “Ben hatırlıyorum, gece yarısı
köyümüzden kaçmıştık, adamlar geldi ve bizi evimizden
kovaladılar. Evlerimizi yıktılar.” “Unutmayı öğren” derler
bana. “Babam neden yanan evimizin önünde diz çökmüş
ağlıyordu?” diye sorarım: “Kim yaktı evimizi?” Cevap
verirler: “Bunlar gerçek değil, rüya görmüşsün, Sevda, rüya
görmüşsün.” Artık burada kalmak istemiyorum. Vahap
senin ismini haykırıyordu ve gecenin yarısında bir mucize
gibiydi bu. Beni götürseler, boğazımı parçalayarak
haykıracağım bir isim yok. Tek bir isim yok. Burada nasıl
âşık olabiliriz ki? Burada aşk yok, sevgi yok. Bana hep
“Unut, Sevda, unut” diyorlar, ben de unutacağım. Köyü de,
dağları da, kampı da, annemin yüzünü de, babamın
gözlerindeki umutsuzluğu da unutacağım.
NEVVAL. Hiçbir zaman unutamayız, Sevda, inan bana. Neyse,
gel benimle.
Çıkarlar.
JANINE annesinin sessizliğini dinlemektedir.
14. Erkek Kardeş ve Kız Kardeş
SIMON, JANINE'in yüzüne bakmaktadır.
SIMON. Üniversite seni arıyor. İşyerindeki arkadaşların seni
arıyor. Öğrencilerin seni arıyor. Bana telefon ediyorlar,
herkes bana soruyor: “Janine üniversiteye hiç gelmiyor.
Nerede olduğunu bilmiyoruz. Öğrenciler ne yapacaklarını
bilmiyor.” Kaç zamandır seni arıyorum, sürekli telefon
ediyorum. Cevap vermiyorsun.
JANINE. Ne istiyorsun, Simon? Neden evime geldin?
SIMON. Herkes seni öldü sanıyor da ondan.
JANINE. Ben iyiyim. Gidebilirsin.
SIMON. Hayır, iyi değilsin; ben de gitmiyorum.
JANINE. Bağırma.
SIMON. Onun gibi davranıyorsun.
JANINE. Nasıl davrandığım beni ilgilendirir, Simon.
SIMON. Hayır. Kusura bakma, ama beni de ilgilendirir. Senin
tek yakının benim, benim tek yakınım da sensin. Ve sen
onun gibi davranmaya başladın.
JANINE. Hiçbir şey yaptığım yok.
SIMON. Konuşmaktan vazgeçtin. Tıpkı onun gibi. O da bir
gün eve geldi, ve kendini odasına kilitledi. Öylece oturdu.
Bir gün. İki gün. Üç gün. Yemedi. İçmedi. Sonra ortadan
kaybolmaya başladı. Bir kere. İki kere. Üç kere. Dört kere.
Eve dönerdi. Kimseyle konuşmazdı. Evdeki eşyayı satardı.
Senin mobilyalar da gitmiş. Telefonu çalardı, cevap
vermezdi. Senin de telefonun çalıyor, cevap vermiyorsun.
Kendini kapatırdı. Sen de kendini kapatıyorsun. Konuşmayı
reddediyorsun.
JANINE. Simon, gel yanıma otur. Dinle. Dinle biraz.
JANINE, SIMON’a kulaklığının tek tarafını verir, SIMON da
kulağına götürür, JANINE kulaklığın diğer tarafını sıkıca
kulağına bastırır. İkisi de sessizliği dinlerler.
Nefes alışını duyabiliyorsun. Hareket edişini
duyabiliyorsun.
SIMON. Sen sessizliği dinliyorsun!
JANINE. Bu onun sessizliği.
NEVVAL (on dokuz yaşında), SEVDA'ya Arap Alfabesini
öğretmektedir.
NEVVAL. Elif, be, te, se, cim, ha, hı...
SEVDA. Elif, be, te, se, cim, ha, hı...
NEVVAL. Dal, zel, rı, ze, sin, şin, sad, dad...
SIMON. Aklını kaçırıyorsun, Janine.
JANINE. Benim hakkımda ne biliyorsun ki? Ya onun
hakkında? Hiçbir şey. Hiçbir şey bilmiyorsun. Artık nasıl
yaşayacağız?
SIMON. Nasıl mı? Kasetleri çöpe atacaksın. Üniversiteye geri
döneceksin. Ders vermeye devam edeceksin ve doktoranı
bitireceksin.
JANINE. Doktora umurumda değil!
SIMON. Senin hiçbir şey umurunda değil!
JANINE. Sana açıklamaya çalışmanın anlamı yok, zaten hiçbir
zaman anlamazsın. Bir artı bir iki eder. Sen bunu bile
anlamazsın.
SIMON. Unuttum tabii; seninle konuşurken sayılarla
konuşmamız gerekiyor! Matematik profesörün sana
çıldırmakta olduğunu söyleseydi, belki ona inanırdın. Ama
kardeşin— neyse boş ver! Salağın teki o, geri zekâlı!
JANINE. Doktora umurumda değil. Annemin sessizliğinde
anlamak istediğim bir şey var, anlamaya ihtiyaç duyduğum
bir şey.
SIMON. Ben de sana anlayacak bir şey yok diyorum!
JANINE. Siktir git!
SIMON. Sen siktir!
JANINE. Beni rahat bırak, Simon. Birbirimize borcumuz yok.
Ben senin kız kardeşinim, annen değil. Sen de benim erkek
kardeşimsin, babam değil!
SIMON. Aynı şey.
JANINE. Hayır, aynı şey değil.
SIMON. Evet, aynı şey!
JANINE. Beni yalnız bırak, Simon.
SIMON. Noter üç gün içinde bizi bekliyor, kâğıtları imzalamak
zorundayız. Gelecek misin?... Geleceksin, Janine... Janine...
cevap ver, gelecek misin?
JANINE. Evet. Git şimdi.
SIMON gider.
NEVVAL VE SEVDA yan yana yürümektedir.
SEVDA. Elif, be, te, se, cim, ha, hı, dal, zel, rı, ze, sin, şin, sad...
tââ... yok, olmadı...
NEVVAL. Baştan başla.
JANINE annesinin sessizliğini dinlemektedir.
JANINE. Neden hiçbir şey söylemedin? Konuş benimle. Bir
şey söyle, konuş. Yalnızsın. Antoine yanında değil. Seni
kaydettiğini biliyorsun. Kaydettiklerini dinlemeyeceğini
biliyorsun. Kasetleri bize vereceğini biliyorsun. Biliyorsun.
Her şeyi hesapladın. Biliyorsun. Konuş öyleyse. Neden bana
bir şey söylemiyorsun? Neden bana hiçbir şey
söylemiyorsun?
JANINE walkman'ı yere çarpar.
15. Alfabe
NEVVAL (on dokuz yaşında) ve SEVDA güneşin altında, bir
yoldadırlar.
SEVDA ve NEVVAL. Elif, be, te, se, cim, ha, hı, dal, zel, rı, ze,
sin, şin, sad, dad, tı, zı, ayn, gayn, fe, kaf, kef, lâm, mim, nun,
vav, he, lâmelif, ye.
NEVVAL. İşte alfabe bu. Yirmi dokuz ses. Yirmi dokuz harf.
Bunlar senin silahların. Senin kurşunların. Bunları
hatırlamak zorundasın. Sözcükler oluşturmak için harfleri
nasıl bir araya getireceğini hatırlamak zorundasın.
SEVDA. Bak. Güneydeki ilk köye vardık. Nebatiye köyü
burası. İlk yetimhane burada. Hadi gidip soralım.
JANINE'in yanından geçerler.
JANINE sessizliği dinlemektedir.
16. Nereden başlamalı
JANINE tiyatrodaki sahneye çıkar, yürür.
Çok yüksek sesli bir müzik.
JANINE. (seslenir) Antoine... Antoine... Antoine!
ANTOINE belirir. Müzik konuşmayı engelleyecek kadar
yüksektir. ANTOINE beklemesini işaret eder. Müzik durur.
ANTOINE. Özür dilerim, bu geceki gösteri için ses sistemini
kontrol ediyoruz.
JANINE. Yardım edin bana, Antoine.
ANTOINE. Ne yapmamı istiyorsunuz?
JANINE. Nereden başlayacağımı bilemiyorum.
ANTOINE. Baştan başlamak zorundasınız.
JANINE. Hiç mantıklı değil.
ANTOINE. Anneniz ne zaman konuşmaktan vazgeçti?
JANINE. 97 yılının yazında. Ağustos'ta. Ayın yirmisinde.
Doğum günümüzde. Benim ve Simon'ın. Eve geldi ve bir
daha da konuşmadı. O kadar.
ANTOINE. O gün ne olmuştu?
JANINE. Bilmiyorum. O günlerde Uluslararası Ceza
Mahkemesi'ndeki bazı hazırlık duruşmalarını izliyordu.
ANTOINE. Neden?
JANINE. Duruşmalar, onun doğduğu ülkede yaşanmış bir
savaşla ilgiliymiş.
ANTOINE. O gün özel bir şey olmuş mu, peki?
JANINE. Olmamış. Tutanakları yüz kere tekrar tekrar
okudum, anlamaya çalıştım.
ANTOINE. Başka bir şey bulamadınız mı?
JANINE. Hiçbir şey. Küçük bir fotoğraf sadece. Bana daha
önce göstermişti. Otuz beş yaşındaki hâli; bir arkadaşıyla
birlikte. Bakın.
Fotoğrafı ona gösterir.
ANTOINE fotoğrafı inceler.
NEVVAL (on dokuz yaşında) ve SEVDA terk edilmiş
yetimhanede.
SEVDA. Burada kimse yok, Nevval. Yetimhane bomboş.
NEVVAL. Ne olmuş?
SEVDA. Bilmiyorum.
NEVVAL. Çocuklar nerede peki?
SEVDA. Burada artık çocuk falan yok. Kfar Rayat'a gidelim.
En büyük yetimhane orada.
ANTOINE fotoğrafı alıkoyar.
ANTOINE. Fotoğrafı bana bırakın. Bunu büyüttüreyim. Sizin
için inceleyeyim. Detayları görmekte ustayımdır.
Başlamamız gereken yer burası. Annenizi özlüyorum. Bazen
gözümün önüne geliyor. Öylece otururken. Sessizlik içinde.
Gözlerinde delilik ifadesi yok. Kaybolmuş bir insan ifadesi
yok. Bakışları duru ve delici.
JANINE. Neye bakıyorsun, anne, neye bakıyorsun?
17. Kfar Rayat'taki yetimhane
NEVVAL (on dokuz) ve SEVDA, Kfar Rayat'taki yetimhanede,
bir DOKTOR ile birlikte.
NEVVAL. Nebatiye'deki yetimhanede kimse yoktu. Biz de
buraya geldik. Kfar Rayat'a.
DOKTOR. Boşuna gelmişsiniz. Burada da hiç çocuk yok.
NEVVAL. Neden?
DOKTOR. Savaş yüzünden.
SEVDA. Ne savaşı?
DOKTOR. Kim bilir... Kardeşler kardeşlerini, babalar
babalarını vuruyor. Savaş işte. Ama hangi savaş? Bir gün
500,000 mülteci sınırın öteki tarafından geldi ve şöyle dedi:
“Bizi topraklarımızdan kovdular, birlikte, yan yana
yaşayalım.” Bu taraftan bazıları “olur” dedi, bu taraftan
bazıları “olmaz” dedi, bu taraftan bazıları kaçtı gitti.
Milyonlarca farklı kader. Ve kim ateş ediyor, neden ateş
ediyor, bilen yok. Savaş işte.
NEVVAL. Peki, buradaki çocuklar nerede şimdi?
DOKTOR. Her şey çok çabuk oldu. Mülteciler geldi. Bütün
çocukları götürdüler. Kundaktaki bebekleri bile. Herkesi.
Çok öfkeliydiler.
SEVDA. Mülteciler çocukları neden götürdü ki?
DOKTOR. İntikam almak için. İki gün önce, milisler,
kampların dışına çıkan üç genç mülteciyi idam etti. Milisler
üç genci neden astı? Çünkü kamptan iki mülteci Kfar Samira
köyünden bir kızı tecavüz edip öldürmüştü. Mülteciler kıza
neden tecavüz etti? Çünkü milisler bir mülteci ailesini
taşlamışlardı. Milisler onları neden taşladı? Çünkü
mülteciler, kekiklerin yetiştiği yamacın yakınındaki bir evi
yakmıştı. Mülteciler evi neden yaktı? Açtıkları su kuyusunu
tahrip eden milislerden intikam almak için. Milisler neden
kuyuyu tahrip etti? Çünkü mülteciler, vahşi köpeklerin
koşturduğu derenin yanındaki ekinleri yakmıştı. Mülteciler
neden ekinleri yaktı? Bir sebebi vardır tabii, ama benim
hafızam ancak bu kadar geriye gidebiliyor; daha öncesini
hatırlayamıyorum ama hikâye sonsuza kadar böyle devam
eder, gider; bir şey başka bir şeye sebep olur, öfkeden
öfkeye, acıdan mateme, tecavüzden cinayete, zamanın
başladığı yere kadar gider bu iş.
NEVVAL. Ne tarafa gittiler?
DOKTOR. Güneye doğru gittiler. Kamplara doğru. Artık
herkes korku içinde. Bir misilleme bekliyoruz.
NEVVAL. Çocukları tanır mıydınız?
DOKTOR. Ben onların doktoruydum.
NEVVAL. Bakın, bir çocuğu bulmaya çalışıyorum.
DOKTOR. Onu asla bulamayacaksınız.
NEVVAL. Bulacağım. Dört yaşında bir oğlan çocuğu.
Doğduktan bir kaç gün sonra geldi buraya. Yaşlı Elham beni
doğurttu ve sonra bebeğimi uzaklara götürdü.
DOKTOR. Bebeğinizi neden verdiniz ona?
NEVVAL. Onu benden koparıp aldılar! Onu kimseye
vermedim ben! Benden koparttılar. Burada mıydı?
DOKTOR. Elham o kadar çok çocuk getirdi ki.
NEVVAL. Evet, ama dört yıl önce ilkbaharda çok fazla çocuk
getirmiş olamaz. Yeni doğmuş bir oğlan. Kuzeyden.
Kayıtlarınız var mı?
DOKTOR. Artık yok.
NEVVAL. Bir temizlikçi, mutfakta çalışanlardan biri,
hatırlayan biri çıkabilir. Bebeğin ne kadar güzel olduğunu
hatırlayan biri. Onu Elham'ın elinden nasıl aldığını
hatırlayan biri.
DOKTOR. Ben doktorum, idareci değilim. Bütün
yetimhanelere yetişmeye çalışıyorum. Her şeyi bilemem ki.
Gidin güneydeki kamplara bakın.
NEVVAL. Çocuklar nerede uyuyordu?
DOKTOR. Bu koğuşta.
NEVVAL. Neredesin? Neredesin?
JANINE. Anne, neye bakıyorsun?
NEVVAL. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda.
JANINE. Bununla ne demek istedin?
NEVVAL. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda.
JANINE. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda.
Gece. Hastane. ANTOINE koşarak içeri girer.
ANTOINE. Ne? Ne? Nevval? Nevval!
SEVDA. Nevval!
ANTOINE. Ne dedin? Nevval!
ANTOINE, NEVVAL'in (altmış dört yaşında) hemen yanında
yerde duran kasetçaları yerden alıp kaldırır.
NEVVAL. Saati tersine işletebilseydim, hâlâ benim kollarımda
olurdu...
SEVDA. Nereye gidiyorsun? Nereye gidiyorsun?
ANTOINE telefonu kaldırır ve bir numara çevirir.
ANTOINE. Janine Marvan...
NEVVAL. Güneye.
ANTOINE. Ben Antoine Ducharme, annenizin bakıcısıyım.
SEVDA. Bekle! Nevval! Bekle!
ANTOINE. Az önce konuştu. Nevval az önce konuştu.
NEVVAL çıkar.
18. Fotoğraf ve güneye giden otobüs
ANTOINE ve JANINE üniversitededirler. NEVVAL'in (otuz beş
yaşında) ve SEVDA'nın fotoğrafı, duvara yansıtılmıştır.
ANTOINE. Annenizin ülkesindeler. Mevsimlerden yaz, bunu
arkalarında görülen çiçeklerden anlıyoruz. Bunlar Haziran
ve Temmuz'da açan yabanî çiçekler. Görünen ağaçlar fıstık
çamı. Bu bölgede bol bulunur. Görüyor musunuz, gerideki
yanmış otobüsün üstünde bir yazı var. Sokağın köşesindeki
bakkala sordum, o da buralardan gelmiş, yazıyı okudu: Kfar
Rayat Mültecileri yazıyormuş.
JANINE. Duruşmaların tarihi hakkında bir araştırma yaptım.
En uzun bölümlerden biri savaş sırasında Kfar Rayat'ta inşa
edilmiş bir hapishane ile ilgili.
ANTOINE. Bakın. Görüyor musunuz, elinin hemen üstünde...
JANINE. Nedir o?
ANTOINE. Bir silah kabzası. Arkadaşında da silah var, bluzun
altından fark ediliyor.
JANINE. Silahla ne işleri var?
ANTOINE. Fotoğraftan anlaşılmıyor. Belki de hapishanede
gardiyan olarak çalışıyorlardı. Hapishane ne zaman inşa
edilmiş?
JANINE. 1978'de. Mahkeme kayıtlarına göre.
ANTOINE. Güzel. Şimdi annenizin, 70'lerin sonuna doğru, bir
hapishane inşa edilen Kfar Rayat yakınlarında olduğunu
biliyoruz. Yanında ismini bilmediğimiz bir arkadaşı varmış,
ve ikisi de silah taşıyormuş.
Sessizlik.
İyi misiniz? Janine? İyi misiniz?
JANINE. Hayır, hiç iyi değilim.
ANTOINE. Neden korkuyorsunuz?
JANINE. Öğrenmekten.
ANTOINE. Şimdi ne yapacaksınız?
JANINE. Bir uçak bileti alacağım.
NEVVAL (on dokuz yaşında) otobüs beklemektedir. SEVDA
yanındadır.
SEVDA. Ben de seninle geliyorum.
NEVVAL. Hayır.
SEVDA. Seni yalnız bırakamam!
NEVVAL. Bu yoldan otobüs geçtiğinden misin?
SEVDA. Evet, mültecilerin kampa dönerken bindikleri otobüs.
Şuradaki toz bulutunu görüyor musun, işte o olsa gerek.
Nevval, doktor beklemen gerektiğini söylemişti. Kaçırılan
çocuklar yüzünden kamplarda olaylar çıkacağını söyledi.
NEVVAL. Demek ki ben de orada olmak zorundayım!
SEVDA. Bir gün beklesek ne fark eder ki?
NEVVAL. Çocuğumu kucağımda tutacağım bir gün daha
demek bu. Başımı kaldırıp güneşe bakıyorum ve onun da
aynı güneşe baktığını düşünüyorum. Bir kuş uçup gidiyor,
belki o da aynı kuşu görüyor. Uzakta bir bulut görüyorum,
diyorum ki, bulut şimdi onun üzerinden geçiyor, o da
ıslanmamak için koşuyor. Her an onu düşünüyorum, ve
geçen her an onun için ettiğim sevgi yemini gibi. Bugün dört
yaşına bastı. Artık yürüyor, konuşuyor ve karanlıktan çok
korkuyor.
SEVDA. Ölürsen, bunların ne anlamı kalacak peki?
NEVVAL. Eğer ölürsem, o çoktan ölmüş olduğu için ölürüm.
SEVDA. Nevval, bugün gitme.
NEVVAL. Bana ne yapacağımı söyleme.
SEVDA. Bana ders vereceğine söz vermiştin.
NEVVAL. Artık ayrı yollara gitmeliyiz.
Otobüs gelir. NEVVAL otobüse biner. Otobüs gider. SEVDA yol
kenarında yalnız kalır.
19. Şehir dışındaki bahçeler
ALPHONSE LEBEL'in evi.
Arka bahçe.
ALPHONSE LEBEL, JANINE, SIMON.
Trafiğin ve yakınlardaki inşaattaki delgi makinelerinin gürültüsü.
ALPHONSE LEBEL. Pazar günü kadar huzurlu değil tabii ama
arada bir tatil yapmak da insana iyi geliyor. Büroya
gittiğimde mal sahibiyle karşılaştım. Anında şöyle dedim
kendime: Dikkatli ol, ters giden bir şey var. Adam, “Bay
Lebel,” dedi, “içeri giremezsiniz, halıları kaldırdık,
döşemeyi tamir ediyoruz.” “Ama bana haber verebilirdiniz”
dedim, “bitirmem gereken işler var, müşterilerim gelecek.”
Dedi ki, “Siz de her zaman meşgulsünüz, ne fark eder ki, ha
bugün, ha yarın, her durumda şikâyetçi olacaktınız.”
“Şikâyet etmiyorum, sadece önceden haber verseydiniz iyi
olurdu,” dedim, “özellikle de bu kadar yoğun bir
dönemde.” O zaman yüzüme baktı ve şöyle dedi: “Siz pek
düzenli bir tip değilsiniz de ondan.” Orada dur bakalım.
Ben, düzenli değilim ha? “Düzenli olmayan asıl sizsiniz.”
dedim; karasinek gibi birden ortaya çıkıyor ve diyorsunuz
ki: “Duyduk duymadık demeyin, döşemeleri tamir
edeceğim.” “Her neyse!” dedi. Ben de cevaben ona “Her
neyse!” dedim ve oradan ayrıldım. Şansım varmış ki size
ulaşabildim.
Gelin, gelin, dışarı gelin, dışarısı daha iyi, evde durmak için
hava çok sıcak. Gelin böyle, bahçeye gelin. Bahçeyi sulamak
için fıskiyeleri açacağım. Bu bizi biraz serinletir.
ALPHONSE LEBEL bahçesini sulamak için fıskiye musluğunu
açar. JANINE ve SIMON, ALPHONSE LEBEL'e katılırlar.
Delgi makinelerinin sesi.
Caddeyi tamir ediyorlar. Kışa kadar sürecekmiş. Gelin,
gelin, dışarı gelin. Sizi evimde gördüğüme memnun oldum.
Bu ev annemle babamındı. Göz alabildiğine tarlalar vardı
her tarafta. Bugün ise bir tarafta Kanada Lastik Deposu var,
öte tarafta elektrik santrali. Yine de katran kuyusuna
düşmekten iyidir. Babamın, son nefesinde söylediği şey
buydu: “Ölüm katran kuyusuna düşmekten iyidir.” Bu
evde, üst katta, yatak odasında ruhunu teslim etti. Kâğıtlar
burada.
Delgi makinelerinin sesi.
Yol inşaatı yüzünden otobüs yolunu değiştirdiler. Artık
otobüs burada duruyor, çitin hemen öte tarafında. Bu
hattaki bütün otobüsler burada duruyor, ben de her otobüs
durduğunda annenizi düşünüyorum... Pizza ısmarlamıştım.
Bölüşebiliriz. Yanında içecek, patates kızartması ve çikolatalı
tatlı bedava geliyor. Bol malzeme koyun ama salam olmasın
dedim, çünkü hazmetmesi zor oluyor. Hintli bir pizzacım
var, pizzaları çok iyi, yemek yapmayı sevmediğim için hep
dışarıdan ısmarlıyorum.
SIMON. Evet, tamam. Artık şu işi bitirebilir miyiz? Akşama
maçım var, çok geç kaldım.
ALPHONSE LEBEL. İyi fikir. Pizzayı beklerken işlemleri de
hallederiz.
JANINE. Neden her otobüs durduğunda annemi
düşünüyorsunuz?
ALPHONSE LEBEL. Korkusu yüzünden.
JANINE. Ne korkusu?
ALPHONSE LEBEL. Onun şu... Otobüs korkusu. Gerekli evrak
burada, hepsi tamam. Bilmiyor muydunuz?
JANINE. Hayır!
ALPHONSE LEBEL. Asla otobüse binmezdi.
JANINE. Neden olduğunu söyledi mi size?
ALPHONSE LEBEL. Evet. Gençken, sivillerle dolu bir otobüs,
gözlerinin önünde makineli tüfeklerle taranmış. Korkunç bir
manzara.
JANINE. Siz bunu nereden biliyorsunuz?
Delgi makinelerinin sesleri.
ALPHONSE LEBEL. Kendisi anlattı.
JANINE. Bunu size neden anlatsın ki?
ALPHONSE LEBEL. Nereden bileyim? Sorduğum için anlattı.
ALPHONSE LEBEL ikisine de kâğıtları verir. JANINE ve
SIMON gösterilen yerleri imzalarlar.
Bu kâğıtlar annenizin mirasıyla ilgili meseleyi halletmiş
oluyor. Son arzuları hariç tabii. En azından senin için,
Simon.
SIMON. Benim için mi, neden?
ALPHONSE LEBEL. Çünkü hâlâ ağabeyinize vermeniz
gereken zarfı teslim almadınız.
SIMON, JANINE'e bakar.
JANINE. Evet, ben kendiminkini aldım.
SIMON. Anlamıyorum.
Delgi makinelerinin sesi.
JANINE. Neyi anlamıyorsun?
SIMON. Neyin peşinde olduğunu anlamıyorum.
JANINE. Hiçbir şeyin.
SIMON. Neden bana söylemedin?
JANINE. Simon, durum zaten bu hâliyle yeterince karışık.
SIMON. Peki, ne yapacaksın, Janine? Sokaklarda koşup “Baba,
baba, nerdesin? Ben senin kızınım.” diye bağıracak mısın?
Tanrı aşkına, bu bir matematik problemi değil. Doğru
çözümü bulamayacaksın. Çözüm diye bir şey yok. Bizden
başka kimse yok...
JANINE. Bunu seninle tartışmak istemiyorum, Simon.
SIMON. Ne baba, ne ağabey, sadece sen ve ben varız.
JANINE. Annem otobüsle ilgili tam olarak ne anlatmıştı?
SIMON. Ne yapacaksın? Lanet olsun! Onu aramaya nereden
başlayacaksın?
JANINE. Ne söylemişti?
SEVDA. (haykırarak) Nevval!
SIMON. Otobüsü bırak da bana cevap ver! Onu nerede
bulacaksın?
Delgi makinelerinin sesi.
JANINE. Size ne anlattı?
SEVDA. (haykırarak) Nevval!
ALPHONSE LEBEL. Bana anlattığına göre, bir otobüs
yolculuğundan sonra...
SEVDA. (Janine'e) Nevval isminde bir kız gördünüz mü?
ALPHONSE LEBEL. Bir şehre varmış.
SEVDA. (haykırarak) Nevval!
ALPHONSE LEBEL. Otobüs çok kalabalıkmış.
SEVDA. (haykırarak) Nevval!
ALPHONSE LEBEL. Bir takım adamlar koşarak yaklaşmış,
otobüsün yolunu kesmiş, otobüsün her tarafına benzin
dökmüşler; sonra ellerinde makinelilerle başkaları gelmiş
ve...
Uzun süreli delgi makinesi sesleri ALPHONSE LEBEL'in sesini
duyulmaz hâle getirir. Fıskiyelerden kan fışkırır ve her yeri ıslatır.
JANINE çıkar.
NEVVAL. (haykırarak) Sevda!
SIMON. Janine! Geri dön, Janine!
NEVVAL. Otobüsteydim, Sevda, onlarla birlikteydim! Benzini
dökmeye başladıklarında, haykırdım: “Ben kamptan
değilim, kamptaki mültecilerden değilim, ben sizdenim,
çocuğumu arıyorum, kaçırdıkları çocuklardan birini
arıyorum.” Otobüsten inmeme izin verdiler, sonra, sonra
ateş etmeye başladılar, ve o anda, otobüs alev aldı, içindeki
herkesle birlikte yanmaya başladı, yaşlılar, çocuklar,
kadınlar, herkes! Kadının biri pencereden kaçmaya
çalışıyordu, ama askerler ateş açtı; kadın alevlerin içinde, bir
bacağı pencerenin dışında, diğeri içeride, kucağında
çocuğuyla, oracıkta can verdi; derisi eridi, çocuğunun derisi
eridi, her şey eridi ve herkes yanarak yok oldu. Artık vakit
kalmadı, Sevda. Zaman kafası kesilmiş bir tavuk gibi,
çılgınca bir o yana, bir bu yana koşuyor. Kesik boynundan
kan fışkırıyor ve biz o kanda boğuluyoruz, Sevda,
boğuluyoruz.
SIMON. (telefonda) Janine! Senden başka kimsem yok,
Janine. Senin de benden başka kimsen yok. Başka çaremiz
yok. Unutmak zorundayız. Ara beni, Janine, ara beni!
20. Çokgenin tam kalbi
SIMON dövüş için giyinmektedir.
JANINE'in sırtında bir sırt çantası, cep telefonuyla konuşur.
JANINE. Simon, benim Janine. Havaalanındayım, Simon.
Annemizin ülkesine gitmek için buradan ayrılacağımı haber
vermek için arıyorum. Şu babamızı bulmaya çalışacağım,
onu bulabilirsem, ve hâlâ hayattaysa, zarfı ona vereceğim.
Bunu annemiz için yapmıyorum, kendim için yapıyorum.
Ve senin için. Gelecek için. Ama bunu başarabilmek için,
önce annemizi bulmak zorundayız, onun geçmişini, yıllar
boyunca bizden sakladığı hayatını keşfetmek zorundayız.
Bizi kör etti o. Artık aklımı kaybetmekten korkuyorum.
Kapatmak zorundayım, Simon. Telefonu kapatacağım ve
buradan çok uzak bir dünyaya, hayatımı tanımlayan kesin
geometriden çok uzak olan bir dünyaya balıklama
dalacağım. Yazmayı ve sayı saymayı öğrendim, okumayı ve
konuşmayı. Artık bunların bana hiçbir faydası yok.
Çoktandır içine doğru kaymakta olduğum ve şimdi
tamamen içine yuvarlanacağım kuyu, annemizin
sessizliğinden ibaret. Simon, ağlıyor musun? Ağlıyor
musun?
SIMON'ın dövüşü. SIMON nakavt olur.
Beni nereye götürüyorsun, anne? Beni nereye götürüyorsun?
NEVVAL. Çokgenin tam kalbine, Janine, çokgenin tam
kalbine.
JANINE kulaklıkları kulağına yerleştirir, teybe yeni bir kaset
koyar ve yeniden annesinin sessizliğini dinlemeye başlar.
CANAN’IN ATEŞİ
21. Yüz Yıllık Savaş
NEVVAL (kırk yaşında) ve SEVDA. Harabe hâlinde bir bina.
Yerde iki ceset yatmaktadır.
SEVDA. Nevval!
NEVVAL. Abdülhammas'ın evine de gitmişler. Zan'ı, Mira'yı,
Abiel'i öldürmüşler. Madelvaat'ın evinde her yeri aramışlar,
onu bulamayınca evdeki herkesin boğazını kesmişler. Bütün
ailenin. Büyük kızını ateşe atıp yakmışlar.
SEVDA. Hallam'ın evine gittim. Onun evine de gelmişler.
Hallam'ı aramışlar; bulamayınca kızını ve karısını alıp
götürmüşler. Nerede olduklarını kimse bilmiyor.
NEVVAL. Gazeteye para veren herkesi öldürdüler. Gazetede
çalışan herkesi. Matbaayı yaktılar. Kâğıtları yaktılar.
Mürekkebi döktüler. Anlasana. Ekal ile Feride'yi öldürdüler.
Aradıkları biziz, Sevda, bizim peşimizdeler; burada bir saat
daha oyalanırsak bizi bulup öldürecekler. Kamplara
gidelim.
SEVDA. Kuzenlerimin evine gidelim, orada daha güvende
oluruz.
NEVVAL. Güvende mi?...
SEVDA. Gazeteyi okuyanların bile evlerini yıktılar.
NEVVAL. Daha her şey bitmedi. İnan bana. Uzun uzun
düşündüm. Yüz yıl sürecek bir savaşın başındayız.
Dünyadaki son savaşın başlangıcında. Söylüyorum sana,
Sevda, bizim kuşağımız “ilginç” bir kuşak. Yukarıdan
bakıldığında, bizim neyin barbarca olduğunu, neyin
olmadığını ayırt etmek için uğraştığımızı görmek çok
öğretici olmalı. Evet. Çok “ilginç”. Utanç üzerinde yetişmiş
bir kuşak. Tam anlamıyla. Bir yol ayrımında. Bu savaş,
ancak zaman sona erdiğinde sona erecekmiş gibi geliyor
bize. Ama kimse fark etmiyor ki, bu katliamlara derhâl bir
son vermezsek, hiçbir zaman veremeyeceğiz.
SEVDA. Hangi savaştan söz ediyorsun sen?
NEVVAL. Hangi savaş olduğunu çok iyi biliyorsun. Kardeşin
kardeşe tuzak kurduğu savaş. Öfkeli sivillerin savaşı.
SEVDA. Ne kadar sürecek bu?
NEVVAL. Bilmiyorum.
SEVDA. Kitaplar söylemiyor mu?
NEVVAL. Kitaplar daima zamanın çok gerisindedir, ya da çok
ilerisinde. Her şey aslında çok saçma. Gazeteyi tahrip ettiler,
biz de yeni bir tane çıkartacağız. Eskisinin adı Gün Işığı idi,
yenisinin adını Yükselen Güneş koyacağız. (bir an) Kelimeler
korkunç şeyler. Bizi kör etmelerine izin veremeyiz. Eski
zamanlarda atalarımızın yaptığı gibi yapmalıyız: kuşların
uçuşunda geleceğin kehanetine varmaya çalışmalıyız. İlahi
bilgelik.
SEVDA. İlahi olan ne kaldı ki? Ekal öldü. Geride kalan tek şey
fotoğraf makinesi. Kırık dökük görüntüler. Parçalanmış bir
hayat. Nesnelerin bizden daha fazla umuda sahip olduğu bu
dünya ne biçim bir dünya?
Bir an, SEVDA sanki dua edermiş gibi bir şarkı söyler.
22. Abdüssamet
JANINE, NEVVAL'in doğduğu köydedir.
ABDÜSSAMET onunla birlikte ayakta durmaktadır.
JANINE. Siz Abdüssamet Darazya mısınız? Gelip sizi
bulmamı söylediler, çünkü siz köyün bütün hikâyelerini
bilirmişsiniz.
ABDÜSSAMET. Neyin yalan, neyin gerçek olduğunu da
bilirim.
JANINE. Nevval'i hatırlıyor musunuz?
ABDÜSSAMET. Nevval mi? O kadar çok Nevval var ki.
JANINE, (ona NEVVAL'in (otuz beş yaşında) ve SEVDA'nın
fotoğrafını gösterirken) İşte bu. Bu köyde doğup büyümüş.
ABDÜSSAMET. Sevda ile birlikte giden bir Nevval vardı. Ama
efsane bu.
JANINE. Sevda kim?
ABDÜSSAMET. Bir efsane. Şarkı söyleyen kız derlerdi ona.
Derin, tatlı bir sesi vardı. Hep doğru zamanda şarkı
söylemeyi bilirdi. Bir efsane.
JANINE. Peki ya Nevval? Nevval Marvan.
ABDÜSSAMET. Nevval ve Sevda. Bir efsane.
JANINE. Efsane ne diyor?
ABDÜSSAMET. Efsaneye göre bir gece Nevval ile Vahap'ı
ayırmışlar.
JANINE. Vahap kim?
ABDÜSSAMET. Bir efsane! Derler ki, ormanda yeteri kadar
uzun süre beklersen, beyaz ağaçların yetiştiği kayanın
yanında, onların kahkahalarını duyabilirsin.
JANINE. Beyaz ağaçların yetiştiği kaya mı?
VAHAP ve NEVVAL (on dört yaşında) beyaz ağaçların dikili
olduğu kayadadırlar. NEVVAL bir hediyenin paketini açmaktadır.
VAHAP. Sana bir hediye getirdim, Nevval.
NEVVAL. Bir palyaço burnu!
VAHAP. Gezici sirk kasabaya geldiği zaman gördüğümüzün
aynı. Hatırlasana nasıl gülmüştün! Durmadan, “Burna bak,
burna bak! Şunun burnuna bak!” diyordun. Öyle
güldüğünü duyunca içim gitmişti. Konakladıkları alana
gittim, neredeyse aslanlar beni yiyecek, filler üstüme
basacaktı, kaplanlarla pazarlık ettim, üç yılanı canlı canlı
yuttum ve gizlice palyaçonun çadırına girdim. Burnunu
masanın üzerine bırakmış, uykuya dalmıştı; burnu kaptığım
gibi kaçtım!
ABDÜSSAMET. Efsaneye göre Nevval'in üstüne
büyükannesinin ismini yazdığı taş kabristanda hâlâ dikili
durur. Harfleri tek tek Nevval'in yazdığı söylenir.
Kabristandaki ilk yazılı taş. Nevval okumayı öğrenmişti.
Sonra buraları terk etti. Sevda da onunla birlikte gitti ve
sonra savaş patladı. Gençlerin kaçıp gitmesi hiçbir zaman
hayra alamet değildir.
JANINE. Kfar Rayat nerdedir?
ABDÜSSAMET. Cehennemde.
JANINE. Daha iyi bir tarif verebilir misiniz?
ABDÜSSAMET. Buranın güneyinde. Nebatiye yakınlarında.
Yolu takip et.
ABDÜSSAMET çıkar. JANINE telefon eder.
JANINE. Alo, Simon, ben Janine. Annemin doğduğu köyden
arıyorum seni. Dinlesene. Köyün sesini dinle.
Telefonu yukarıda tutarken yürür ve çıkar.
23. Hayat bıçağın çevresindedir
SEVDA ve NEVVAL (kırk yaşında) köyden çıkmaktadırlar.
Sabah.
Bir MİLİS belirir.
MİLİS. Kimsiniz? Nereden geliyorsunuz? Yollar kapalı,
yolculuk etmek yasak.
NEVVAL. Nabatiye'den geldik, Kfar Rayat'a gidiyoruz.
MİLİS. Sizin aradığımız şu iki kadın olmadığınızı nereden
bileceğiz? Bütün ekipler onları arıyor, güneyden gelen
askerler de onları arıyor. Bu iki kadın yazı yazmayı
biliyormuş ve insanların kafasına fikirler sokuyormuş.
Bir an.
O iki kadın sizsiniz. Biri yazı yazıyormuş, öteki de şarkı
söylüyormuş.
Bir an.
Ayakkabılarımı gördünüz mü? Geçen gece bir cesedin
ayağından çıkarttım. Bunları giyen adamla teke tek
dövüştüm ve onu geberttim. “Biz aynı ülkedeniz, aynı
kandanız” dedi bana, ben de onun kafatasını parçalayıp
ayağından ayakkabısını aldım.
Bir an.
Başlangıçta biraz elim titredi. Başka şeylerde olduğu gibi. İlk
seferinde, duraksıyorsun, tereddüt ediyorsun. Bir
kafatasının ne kadar sert olduğunu bilemiyorsun tabii. Ne
kadar sert vurman gerektiğini de bilemiyorsun hâliyle.
Bıçağını nereye saplayacağını da bilemiyorsun.
Bilemiyorsun işte. En kötüsü bıçağı saplamak değil, onu geri
çekmek, çünkü bütün kaslar kasılıyor ve bıçağa sarılıyor.
Kaslar hayatın orada olduğunu biliyor. Bıçağın çevresinde.
Bıçağı iyi bilersen mesele kalmıyor. İçeri nasıl kolayca
giriyorsa, öyle kolayca kayıp çıkıyor. İlk sefer zor oluyor.
Sonra gittikçe kolaylaşıyor, her şey gibi.
MİLİS, NEVVAL'i tutar ve boğazına bir bıçak dayar.
Şimdi senin boğazını keseceğim; görelim bakalım şarkı
söylemeyi bilenin sesi güzel miymiş ve düşünmeyi bilenin
parlak fikirleri var mıymış?
SEVDA bir silah çıkartır ve tek el ateş eder.
MİLİS düşer.
SEVDA. Nevval, galiba adamın dediği doğru: “İlk seferinde
zordur, sonra gittikçe kolaylaşır.”
NEVVAL. Sen onu öldürmedin ki, bizim hayatımızı kurtardın.
SEVDA. Bunlar boş laf, sadece kelimeler.
SEVDA, MİLİS'in cesedine bir kez daha ateş eder.
24. Kfar Rayat
JANINE Kfar Rayat hapishanesindedir. Yanında bir rehber
vardır. JANINE fotoğraf çekmektedir.
REHBER. Turizmi canlandırmak için bu hapishane 2000
yılında müzeye dönüştürülmüştür. Ben daha önceleri
kuzeyde rehberlik yapıyordum, Roma harabelerini
anlatıyordum. Asıl ihtisasım odur. Şimdi Kfar Rayat
hapishanesini anlatıyorum.
JANINE. (rehbere NEVVAL ve SEVDA'nın fotoğrafını göstererek)
Bu iki kadını tanıyor musunuz?
REHBER. Hayır, kim bunlar?
JANINE. Burada çalışmış olabilirler.
REHBER. O zaman savaşın sonunda işkenceci Ebu Tarık ile
birlikte buradan kaçmışlardır. Burası Kfar Rayat'taki en
meşhur hücredir. Yedi numaralı hücre. İnsanlar hacca gider
gibi gelip burayı ziyaret ediyor. Burası şarkı söyleyen
kadının hücresiydi. Burada tam beş yıl kapalı kaldı.
Diğerlerine işkence yapılırken, o şarkı söylerdi--
JANINE. Şarkı söyleyen kadının adı Sevda mıydı?
REHBER. Adını kimse bilmiyor. Sadece seri numaraları vardı.
Şarkı söyleyen kadın yetmiş iki numaraydı. Buralarda
meşhur bir sayıdır.
JANINE. Yetmiş iki numara mı dediniz?
REHBER. Evet, ne oldu ki?
JANINE. Burada çalışmış olan birilerini tanıyor musunuz?
REHBER. Okuldaki hademe. Eskiden burada gardiyanmış.
JANINE. Bu hapishane ne zaman inşa edilmiş?
REHBER. 1978'de. Kfar Riad ve Kfar Matra mülteci
kamplarındaki katliamların olduğu sene. Buraya fazla uzak
değil. Askerler kampları sardı ve milisleri içeri gönderdi.
Milisler önlerine çıkan her şey yok etti. Çıldırmışlardı.
Çünkü liderleri öldürülmüştü. Onlar da hiç oyalanmadılar.
Ülkenin bağrında büyük bir yara.
JANINE çıkar.
25. Dostluk
NEVVAL (kırk yaşında) ve SEVDA.
SEVDA. Kamplara girdiler. Bıçaklarla, el bombalarıyla,
palalarla, baltalarla, tüfeklerle ve asitle. Elleri titremiyordu.
Herkes uykudaydı. Silahlarıyla uykunun içine daldılar ve
gecenin büyük beşiğinde uykuya dalmış erkeklerin,
kadınların ve çocukların uykularını öldürdüler!
NEVVAL. Ne yapacaksın?
SEVDA. Rahat bırak beni!
NEVVAL. Nereye gidiyorsun?
SEVDA. Tek tek bütün evlere gireceğim.
NEVVAL. Ne yapmak için?
SEVDA. Bilmiyorum.
NEVVAL. Karşına çıkan her kafaya bir kurşun mu sıkacaksın?
SEVDA. Göze göz, dişe diş, böyle demiyorlar mı?
NEVVAL. Bu şekilde değil ama.
SEVDA. Başka yolu yok! Artık ölüm hakkında soğukkanlı
düşünmek mümkün olduğuna göre, başka yol yok!
NEVVAL. Yani sen de evlere dalıp erkekleri, kadınları ve
çocukları öldürmek istiyorsun!
SEVDA. Onlar anamı-babamı öldürdüler; kuzenlerimi,
komşularımı, ailemin bütün tanıdıklarını öldürdüler! Aynı
şey.
NEVVAL. Evet, aynı şey, Sevda, haklısın, ama biraz daha
düşün.
SEVDA. Düşünmenin ne yararı var. Düşünmek kimseyi geri
getirmiyor.
NEVVAL. Düşün biraz, Sevda. Sen şimdi kurbansın; gidip
yoluna çıkan herkesi öldürünce katil olacaksın. Sonra bunun
karşılığında tekrar kurban olacaksın! Sen şarkı söylemeyi
biliyorsun, Sevda, şarkı söylemeyi biliyorsun!
SEVDA. Şarkı söylemek istemiyorum! Teselli bulmak
istemiyorum, Nevval. Senin fikirlerini istemiyorum;
hayallerini, kelimelerini, gözlerini, yan yana geçirdiğimiz
zamanı istemiyorum— Gördüklerimden ve işittiklerimden
sonra beni teselli edecek hiçbir şey istemiyorum. Çıldırmış
gibi kamplara daldılar. İlk çığlıklar diğerlerini uyandırdı ve
kısa sürede herkes milislerin öfkesini duydu! Çocukları
duvarlara çarparak işe başladılar, daha sonra da
bulabildikleri bütün erkekleri öldürdüler. Erkek çocukların
boğazını kestiler ve kız çocuklarını canlı canlı ateşe attılar.
Her şey tutuşmuştu, Nevval, her şey yanıyordu, her şey
alevler içindeydi. Sokaklardan kan akıyordu. Çığlıklar
boğazları doldurdu ve söndü gitti, yaşamlar tek tek soldu.
Milisin biri üç kardeşin ölümünü hazırlıyordu. Onları
duvarın önüne dizdi. Ben ayaklarının altındaydım, lağıma
saklanmıştım. Çocukların bacaklarının titrediğini
görebiliyordum. Üç erkek kardeş. Milisler çocukların
annesini saçlarından sürükleyerek getirdiler, evlâtlarının
önüne diktiler, derken içlerinden biri bağırdı: “Seç bakalım;
hangisini kurtarmak istiyorsan seç! Seç yoksa üçünü de
vururum. Üçe kadar sayacağım; üç dediğimde üçünü de
geberteceğim. Seç!” Dinle beni, Nevval, uydurmuyorum
bunları. Ayaklarımın dibine serilen acıyı anlatıyorum sana.
Onu görebiliyordum, oğullarının titreyen dizleri arasından
görebiliyordum. Konuşamıyordu, düşünemiyordu, sadece
kafasını hareket ettirebiliyor, sırayla tek tek evlâtlarının
yüzüne bakıyordu! Onları, o üç erkek çocuğu taşıdığı için
bedeni hırpalanmış, memeleri sarkmıştı. Ve bütün bedeniyle
haykırıyordu: “Neden doğurdum onları ben, kanlarının bir
duvara saçıldığını seyretmek için mi?” Milis sürekli bağırıp
duruyordu: “Seç! Seç!” Sonra kadın milisin yüzüne baktı, ve
son bir ümitle haykırdı: “Bunu nasıl yaparsın, yüzüme bak,
senin anan yaşındayım.” Milis, kadına bir yumruk attı.
“Anama hakaret etme” dedi, “Seç birini!” Kadın bir isim
söyledi, “Nidal!” dedi, “Nidal!” Sonra yere yığıldı, milis en
genç iki oğlanı oracıkta vurdu. En büyük kardeşi korkudan
titrer bir hâlde orada bıraktı. Onu orada öylece bıraktı ve
yürüdü gitti. İki kardeşinin cesedi çocuğun ayakları dibinde
yatıyordu. Anne ayağa kalktı ve yanan köyü sarmış
dumanların ortasında ağlamaya, “oğullarımı öldürdüm”
diye inlemeye başladı. Ağır bedenini sürükleyerek
uzaklaşırken hiç durmadan kendi evlâtlarının katili
olduğunu haykırıyordu.
NEVVAL. Anlıyorum, Sevda, ama körü körüne intikam
peşinde koşamazsın. Dinle. Ne dediğimi dinle: bizim
ellerimizde kan var, ve böyle bir durumda, bir annenin acısı
bizi ezip geçen, yok eden mekanizmadan daha önemli değil.
O kadının acısı, senin ve benim acımız, o gece ölen herkesin
acısı artık önemli değil, bir birikim bu sadece,
hesaplanamayacak kadar büyük bir birikim. Ve sen, Sevda
—uzun zaman önce güneşe giden yolda yan yana yürüyerek
artık benzerleri anlatılmayan bir aşk hikâyesinden doğmuş
oğlumu bulmaya giderken alfabeyi ezberden okuyan sen—
bu devasa acı birikintisine bir damla daha ekleyemezsin.
Yapamazsın!
SEVDA. Ne yapabiliriz öyleyse? Ne yapabiliriz? Kollarımızı
kavuşturup bekleyecek miyiz? Kendi kendimize, bunun
bizimle bir ilgisi yok, salaklar kendi aralarında savaşıp
dursunlar mı diyeceğiz? Sonra da kafamızı her şeyin çok iyi,
çok güzel, çok sıra dışı, çok ilginç olduğu kitaplarımıza
gömeriz! “İyi, güzel, ilginç, sıra dışı.” Bu sanki kurbanların
suratlarına tükürmek gibi. Kelimeler! Bugün ne yapacağımı
bilmiyorsam kelimeler ne işe yarar ki? Ne yapabiliriz,
Nevval?
NEVVAL. Bu soruya cevap veremem, Sevda. Bize kılavuzluk
edecek değerler yok, biz de bu yüzden kendi
uydurduğumuz geçici değerlere yaslanmak zorundayız...
Bildiklerimize ve hissettiklerimize yaslanmalıyız. Bu iyidir,
bu kötüdür. Ama bir şeyi iyi biliyorum: savaştan
hoşlanmıyoruz ama onun bir parçası olmak zorunda kaldık.
Mutsuz olmak istemiyoruz ama mutsuzluk içinde
boğuluyoruz. İntikam almak, evleri yakıp yıkmak
istiyorsun, senin hissettiklerini başkalarının da hissetmesini,
böylece anlamalarını, değişmelerini, bunu yapan insanların
dönüşmesini istiyorsun. Anlasınlar diye onları
cezalandırmak istiyorsun. Ama bu budalaca oyun seni kör
eden çılgınlıktan ve acıdan besleniyor.
SEVDA. Yani kılımızı bile kıpırdatmayacağız, öyle mi?
NEVVAL. Kimi ikna edebilirsin ki? Çevremizin artık ikna
edilemeyecek insanlarla dolu olduğunu görmüyor musun?
Artık hiçbir şeye inanmayan adamlar bunlar. O kadına
“Seç!” diye bağıran, kadını kendi evlâtlarını mahkûm
etmeye zorlayan adamı yanlış yaptığına inandırabileceğini
mi sanıyorsun? Onun ne yapmasını bekliyorsun? Sana şöyle
mi diyecek: “Evet, Bayan Sevda, görüşleriniz çok ilginç,
hemen düşüncelerimi, duygularımı, kanımı, dünyamı,
evrenimi, gezegenimi değiştireceğim ve derhâl özür
dileyeceğim.” Ne sanıyorsun? Karısının ve çocuğunun
kanını dökerek ona bir ders verebileceğini mi? Yarın,
sevdiklerinin cesetleri ayağının dibinde yatarken, “Bu
durum bana düşünmek için bir fırsat veriyor, şimdi
mültecilerin de bir yuvaya sahip olma hakları olduğunu
anlıyorum. Onlara kendi evimi vereceğim ve hepimiz
birlikte barış ve uyum içinde yaşayacağız!” diyeceğini mi
sanıyorsun? Sevda, oğlumu bedenimden zorla söküp
aldıklarında, kollarımdan, hayatımdan kopardıklarında, bir
seçim yapma şansım olduğunu fark ettim: ya dünyaya savaş
açacaktım ya da oğlumu bulmak için elimden gelen her şeyi
yapacaktım. Her gün onu düşünüyorum. Şimdi yirmi beş
yaşında, öldürecek kadar büyüdü, ölecek kadar büyüdü,
aşık olacak ve acı çekecek kadar büyüdü. Sana bunları
anlatırken aklımdan ne geçiyor biliyor musun? Onun belki
de ölmüş olduğunu, boşuna onu aramamın saçma
olduğunu, hayatımdan çıkmış olduğu ve onu asla karşımda
dururken göremeyeceğim için hayatımın sonunda kadar
yarım bir insan olarak kalacağımı düşünüyorum. O kadının
acısını içimde hissedemeyeceğimi düşünme. O acı bir zehir
gibi içimde. Ve yemin ederim, Sevda, yemin ederim ki o el
bombalarını alan, o dinamitleri, bombaları ve en çok zararı
verecek her şeyi alıp beline dolayan, onları yutan, ve o
aptalların ortasına gözü kapalı dalıp kendini tahmin bile
edemeyeceğin bir zevkle havaya uçuran ilk kişi ben
olurdum. Yemin ederim ki bunu yapardım çünkü artık
kaybedeceğim hiçbir şey yok ve o adamlara karşı
duyduğum nefret çok çok derin! Hayatlarımızı yok eden
adamların yüzlerinde, gözlerinde kendi hayatımı
görüyorum ben. Yüzlerindeki kırışıklara tek tek
nakşedilmişim; ruhlarına varıncaya kadar her şeylerini
parça parça etmek için kendimi havaya uçurmak öyle kolay
olurdu ki, işitiyor musun? Ama bir söz verdim... İhtiyar bir
kadına, yoksulluktan ve nefretten kaçabilmek için okumayı,
yazmayı ve konuşmayı öğreneceğime söz verdim. Ve bu söz
benim kılavuzum olacak. Ne olursa olsun. Hiç kimseden
nefret etme, hiçbir zaman, başını hep dik tut, her zaman.
Güzel olmayan, zengin olmayan, hiçbir özelliği olmayan,
ama bana yardım eden, bana bakan ve beni kurtaran bir
kadına verilmiş bir söz bu.
SEVDA. Ne yapabiliriz öyleyse?
NEVVAL. Ne yapabileceğimizi söyleyeyim sana. Ama sonuna
kadar dinleyeceksin. Benimle tartışmayacağına söz
vermelisin. Beni susturmaya çalışmayacaksın.
SEVDA. Neler geçiyor aklından?
NEVVAL Söz ver!
SEVDA. Emin değilim.
NEVVAL. Unutma, uzun bir zaman önce yanıma gelip “Bana
okumayı-yazmayı öğret” demiştin. Olur dedim ve verdiğim
sözü tuttum. Şimdi de senin bana söz verme zamanın. Söz
ver.
SEVDA. Söz veriyorum.
NEVVAL. Dinle. Onlara büyük bir darbe vuracağız. Tek bir
noktaya saldıracağız. Tek bir darbe. Ve canlarını çok
yakacağız. Erkek, kadın, çocuk, hiç kimseye zarar
vermeyeceğiz, sadece tek bir kişiye. Tek bir kişi. Onu
haklayacağız. Belki onu gebertiriz, belki gebertemeyiz, fark
etmez, ama işini bitireceğiz.
SEVDA. Neler düşünüyorsun yine?
NEVVAL. Chad'ı düşünüyorum.
SEVDA. Korucuların reisini mi? Ona asla ulaşamayız.
NEVVAL. Çocuklarına ders veren kız eskiden benim
öğrencimdi. Bana yardım edecek. Bir haftalığına onun
yerine geçeceğim.
SEVDA. Neden “ben” diye konuşuyorsun?
NEVVAL. Çünkü tek başıma gideceğim.
SEVDA. Ne yapacaksın peki?
NEVVAL. Başlangıçta, hiçbir şey. Kızlarına ders vereceğim.
SEVDA. Sonra?
NEVVAL. Sonra mı? Son gün, oradan ayrılmadan hemen önce,
ona iki el ateş edeceğim, bir el senin için, bir el benim için.
Biri mülteciler için, biri vatandaşlarım için. Biri onun
aptallığına, biri bizi işgal eden orduya. İkiz kurşunlar. Bir
değil, üç değil. İki.
SEVDA. Sonra ne olacak peki? Nasıl kaçacaksın?
Sessizlik.
SEVDA. Buna izin vermiyorum. Bu işi yapmak sana düşmez.
NEVVAL Düşmez mi? Kime düşer o zaman? Sana mı?
SEVDA. Neden olmasın?
NEVVAL. Neden yapıyoruz bunu? İntikam için mi? Hayır.
Hâlâ tutkuyla sevebilmek istediğimiz için yapıyoruz. Ve
böyle bir durumda, bazı insanlar ölmeye mahkûmdur,
bazıları değildir. Tutkuyla sevmiş olanlar, aşkı tanımamış
olanlardan daha önce ölmelidir. Ben yaşamam gereken aşkı
yaşadım. Sahip olmam gereken çocuğa sahip oldum. Sonra
öğrenmem gerekti, öğrendim. Artık elimde kalan şey
ölümüm ve onu seçtim ve ölümüm bana ait olacak. Gidip
Şemsettin'lerin evinde saklanmalısın.
SEVDA. Şemsettin de diğerleri kadar acımasız.
NEVVAL. Başka çaren yok. Beni yarı yolda bırakma, Sevda.
Benim için yaşamak zorundasın, benim için şarkı söylemeye
devam etmek zorundasın.
SEVDA. Sen artık burada olmadığında, ben tek başıma nasıl
idare edeceğim?
NEVVAL. Peki, sen olmadığında, ben nasıl yaşayacağım? Hani
uzun zaman önce, hâlâ gençken ezberlediğimiz şiiri
hatırlasana. O zamanlar oğlumu bulacağımı sanıyordum.
Sözlerini hatırlasana. (“Al Atlat” isimli şiiri Arapça olarak
söylerler.) Beni her özlediğinde bu şiiri yüksek sesle oku,
cesaretin kırıldığında ise alfabeyi okuyabilirsin. Bense her
cesaretim kırıldığında şarkı söyleyeceğim, şarkı
söyleyeceğim, Sevda, senin bana öğrettiğin gibi. Ve benim
sesim senin sesin olacak ve senin sesin benim sesim olacak.
Böylece bir arada kalabiliriz. Birlikte olmaktan daha güzel
hiçbir şey yok.
26. Hâkî ceket
JANINE ve okuldaki HADEME.
HADEME. Ben sadece okulun hademesiyim.
JANINE. Biliyorum, ama daha önce... Yani hapishane hâlâ
hapishane iken.
HADEME. İşime engel oluyorsunuz.
JANINE hâki ceketi ortaya çıkartır. Adam ceketi alır.
JANINE. Sırtında bir sayı basılı. Yetmiş iki...
HADEME. Şarkı söyleyen kadın.
JANINE. (Fotoğraf vererek) Bu o mu?
HADEME. (Fotoğraf incelerken) Hayır, öteki.
JANINE. Hayır! Bu olmalı!
HADEME. Beş yıldan fazla her gün o kadını gördüm. Her
zaman hücresindeydi. Şarkı söyleyen kadın. Onun yüzünü
görebilen nadir insanlardan biriydim.
JANINE. Lütfen. Bu kadının, bu gülümseyen, uzun saçlı
kadının şarkı söyleyen kadın olduğundan emin misiniz?
HADEME. Hücrede tanıdığım kadın buydu.
JANINE. Peki, bu kim?
HADEME. Onu tanımıyorum.
JANINE. Sevda. Şarkı söyleyen kadın o! Herkes öyle anlattı.
HADEME. Eh, o zaman yalan söylemişler. Şarkı söyleyen
kadın, buradaki.
JANINE. Adı Nevval miydi? Nevval Marvan?
HADEME. Hiç kimse onun adını söylemezdi. Sadece şarkı
söyleyen kadındı o. Yetmiş iki numara. Hücre numarası
yedi. Korucuların komutanını öldüren kadın. İki kurşun.
Bütün ülke sallanmıştı. Onu Kfar Rayat'a gönderdiler. Bütün
arkadaşları yakalandı ve öldürüldü. İçlerinden biri
askerlerin takıldığı kahveye dalıp kendini havaya uçurdu.
Sadece şarkı söyleyen kadın hayatta kaldı. Ebu Tarık onunla
özel olarak ilgileniyordu. Ebu Tarık'ın onun ırzına geçtiği
geceler, seslerini ayırt edemezdik.
JANINE. Tecavüze uğramıştı yani.
HADEME. Buralarda çok sıradan bir olaydı. Sonunda,
kaçınılmaz olarak, hamile kaldı.
JANINE. Ne?!
HADEME. Bu da sıradan bir olaydı.
JANINE. Elbette, hamile kaldı...!
HADEME. Doğum yaptığı gece, bütün hapishane sessizliğe
gömülmüştü. Hücresinin bir köşesine çömelerek tek başına
doğurdu. Çığlıklarını duyabiliyorduk ve çığlıkları üzerimize
yağan bir lanet gibiydi. Her şey bittiğinde, ben hücreye
girdim. Her yer karanlıktı. Bebeği bir kovaya koymuş ve
üzerini bir bezle örtmüştü. Bebekleri nehre her zaman ben
götürürdüm. Kıştı. Kovayı aldım, içine bakmaya cesaret
edemedim, ve dışarı çıktım. Gece hava açıktı ve çok
soğuktu. Göz gözü görmüyordu. Ay yoktu. Nehir
donmuştu. Suyun yanına indim, kovayı orada bıraktım ve
geri döndüm. Ama bebeğin ağlayışını ve şarkı söyleyen
kadının şarkısını işitebiliyordum. Durdum ve düşündüm,
fark ettim ki vicdanım o gece kadar soğuk ve karanlıktı. O
sesler ruhumdaki kar yığınları gibiydi. Geri döndüm, kovayı
aldım ve Kisservan yakınlarında, koyun sürüsüyle birlikte
tepedeki köyüne dönmekte olan bir köylüye rastlayıncaya
kadar yürüdüm, yürüdüm. Köylü beni gördü, yüzümdeki
acıyı gördü, bana biraz su verdi, ben de ona kovayı verdim.
“Bu şarkı söyleyen kadının çocuğu” dedim. Ve oradan
ayrıldım. Daha sonra, o gece olanları herkes öğrendi. Ama
beni affettiler. Beni kendi hâlime bıraktılar. Artık bu okulda
çalışıyorum. Her şey yoluna girdi.
Uzun bir duraklama.
JANINE. Ebu Tarık onun ırzına geçti.
HADEME. Evet.
JANINE. Hamile kaldı ve çocuğunu hapiste doğurdu.
HADEME. Evet.
JANINE. Siz de çocuğu aldınız ve diğerleri gibi öldürmek
yerine, bir köylüye verdiniz. Doğru mu?
HADEME. Evet, doğru.
JANINE. Kisservan ne tarafta?
HADEME. Uzak değil, az Batı'ya doğru. Denize bakan
tepelerde. Şarkı söyleyen kadının çocuğunu büyüten adamı
sor. Onu tanıyacaklardır. Benim adım Fehim. Nehre bir sürü
çocuk attım, ama onu atamadım. Onun ağlayışları içime
dokundu. Onu bulursan, adımı söyle, Fehim de.
JANINE ceketi giyer.
JANINE. Neden bize söylemedin? Seni yine de severdik.
Seninle gurur duyardık. Seni savunurduk. Neden bize hiç
anlatmadın, anne? Şarkı söylediğini neden hiç duymadım?
27. Telefonlar
JANINE bir telefon kulübesindedir.
SIMON spor salonundadır.
Aşağıdaki iki konuşma birbirinin üstüne biner.
JANINE. Dinle, Simon, dinle. Umurumda değil! Senin boks
maçın umurumda değil! Kapa çeneni! Dinle beni!
Hapisteymiş. İşkence görmüş! Tecavüze uğramış! Duyuyor
musun beni! Tecavüz! Dediklerimi duyabiliyor musun?
Hapiste doğurduğu çocuk da bizim ağabeyimiz. Hayır!
Lanet olsun, Simon, dünyanın öteki ucunda, kimsenin
bilmediği bir yerdeyim, aramızda bir deniz ve iki okyanus
var, o yüzden çeneni kapat da beni dinle...! Hayır, beni
aramayacaksın, gidip noteri göreceksin, ondan kırmızı
defteri isteyeceksin ve içinde ne yazdığına bakacaksın.
Nokta.
SIMON. Hayır! Hayır! İlgilenmiyorum. Boks maçım var!
İlgilendiğim tek şey bu! Hepsi bu kadar! Evet, bu kadar!
Onun kim olduğunu öğrenmek beni ilgilendirmiyor! Hayır,
ilgilenmiyorum! Ben bugün kim olduğumu biliyorum ve bu
da bana yetiyor. Şimdi sen beni dinle! Eve dön! Eve dön,
Allah’ın belâsı, hemen! Eve dön, Janine!... Alo? Alo?... Siktir!
O sıçtığım telefon kulübesinin numarası yok mu ben seni
arayayım?
JANINE telefonu kapatır.
28. Gerçek isimler
JANINE köylünün evinde.
JANINE. Çoban beni size gönderdi. “Pembe eve git, orada
ihtiyar bir adam bulacaksın. Adı Abdülmelik ama sen ona
Melik diyebilirsin. Seni içeri alacaktır.” dedi. Ben de kalkıp
geldim.
MELİK. Seni çobana kim gönderdi?
JANINE. Fehim, Kfar Rayat'taki okulun hademesi.
MELİK. Fehim'den kim söz etti?
JANINE. Kfar Rayat hapishanesindeki rehber.
MELİK. Mansur. Adı bu. Neden Mansur'u görmeye gittin?
JANINE. Abdüssamet, kuzeydeki bir köyde yaşayan bir
mülteci, Kfar Rayat hapishanesine gitmemi söyledi.
MELİK. Peki Abdüssamet'i görmeye gitmeni kim söyledi?
JANINE. Bu hızla doğum günüme kadar gideriz artık.
MELİK. Belki de. O zaman güzel bir aşk hikâyesi buluruz.
Şuradaki ağacı görüyor musun, o bir ceviz ağacı. Benim
doğduğum gün dikmişler onu. Tam yüz yaşında. Zaman
denen şey çok garip, değil mi? Eee?
JANINE. Abdüssamet annemin doğduğu köyde yaşıyor.
MELİK. Adı ne annenin?
JANINE. Nevval Marvan.
MELİK. Senin adın ne?
JANINE. Janine Marvan.
MELİK. Peki, ne istiyorsun benden? Seni kime göndermemi
istiyorsun?
JANINE. Annemin hatırına, Fehim'in bir zamanlar sana
verdiği çocuğa.
MELİK. Ama ben anneni tanımıyorum.
JANINE. Nevval Marvan'ı tanımıyor musun?
MELİK. Bu isim bana hiçbir şey ifade etmiyor.
JANINE. Peki ya şarkı söyleyen kadın?
MELİK. Şarkı söyleyen kadından neden bahsediyorsun? Onu
tanıyor musun? Geri mi döndü?
JANINE. Şarkı söyleyen kadın öldü. Adı Nevval Marvan. Şarkı
söyleyen kadının adı Nevval Marvan. Benim annem.
Yaşlı adam JANINE'e sarılır.
MELİK. Canan!
NEVVAL (kırk beş yaşında) oradadır, kucağında iki bebek tutan
MELİK'in karşısında durmakta, yüzüne bakmaktadır.
Serbest bırakıldığın haberi bütün ülkeye yayıldı.
NEVVAL. Ne istiyorsun benden?
MELİK. Çocuklarını geri vermek istiyorum. Onlara kendi
çocuklarımmış gibi baktım.
NEVVAL. Öyleyse sende kalsınlar.
MELİK. Hayır, onlar senin. Al çocuklarını. Senin için ileride ne
kadar değerli olacaklarını şimdi fark edemiyorsun. Bugün
hayatta olmaları için pek çok mucize gerçekleşti, senin
hayatta kalman için de öyle. Üç savaşçı. Birbirine bakan üç
mucize. Bu pek sık görülmez. Onlara birer isim verdim.
Oğlanın adı Sarvan, kızın adı da Canan. Sarvan ile Canan.
Şimdi al onları ve beni hiç unutma.
MELİK çocukları NEVVAL'e verir.
JANINE. Hayır! Hayır, biz değiliz! Bu doğru değil. Benim
adım Janine, kardeşiminkiyse Simon.
MELİK. Canan ve Sarvan.
JANINE. Hayır! Biz hastanede doğduk. Elimizde doğum
belgelerimiz var! Hem biz yazın doğduk, kışın değil; Kfar
Rayat'ta doğan çocuk kışın doğmuştu, nehir buz tutmuştu,
Fehim anlattı bana, o yüzden kovayı suyun içine
bırakamamıştı.
MELİK. Fehim yanlış hatırlıyor.
JANINE. Fehim yanlış hatırlamıyor. Onu her gün görüyordu!
Bebeği aldı, kovayı aldı, bebek kovanın içindeydi, ve sadece
tek bir çocuk vardı, iki değil, iki değil!
MELİK. Demek ki Fehim dikkatli bakmamış.
JANINE. Benim babam öldü, ülkesi için can verdi, işkenceci
değildi, anneme âşıktı, annem de ona âşıktı!
MELİK. Annenin sana söylediği bu mu? Neden olmasın, her
çocuğun kolay uykuya dalmak için masala ihtiyacı vardır.
Seni uyarmıştım, soru-cevap oyunu kolaylıkla her şeyin
doğumuna kadar uzanabilir, bak işte bizim oyunumuz da
bizi senin doğumunun sırrına ulaştırdı. Şimdi beni iyi dinle:
Fehim bana kovayı verdi ve koşarak uzaklaştı. Kovanın
ağzını örten bezi kaldırdım, ve ne gördüm, iki bebek,
öfkeden kıpkırmızı kesilmiş, birbirine yapışmış,
yaşamlarının başlangıcındaki şevkle birbirine sıkı sıkı
sarılmış iki yeni doğmuş bebek. İkinizi de oradan aldım,
karnınızı doyurdum ve size isim verdim: Canan ve Sarvan.
Şimdi de sen buradasın. Annenin ölümünden sonra bana
geri döndün, ve yanaklarından dökülen yaşlardan
anlıyorum ki pek de yanlış bir şey yapmamışım. Şarkı
söyleyen kadının soyu tecavüzden ve korkudan doğmuştu;
ama onlar nehre atılan çocukların kayıp çığlıklarını geri
verecekler.
29. Nevval konuşuyor
SIMON kırmızı defteri açar.
NEVVAL (altmış yaşında) mahkeme heyeti karşısında ifade
vermektedir.
NEVVAL. Bayan Başkan, mahkemenin değerli hanımları ve
beyefendileri. Ayakta ve gözlerim açık olarak ifademi
vermek istiyorum; çünkü çoğu zaman gözlerimi kapatmaya
zorlandım. İfademi verirken işkencecimin yüzüne
bakacağım. Ebu Tarık. İsmini hayatımda son kez ağzıma
alıyorum. Seni tanıdığımı bil diye söylüyorum ismini. İçinde
hiç şüphe kalmasın diye. Yattığı acı dolu yerden doğrulsa
seni ve gülümsemenin dehşetini hemen tanıyacak o kadar
çok ölü var ki. Adamlarının çoğu senden korkardı, hâlbuki
onlar da birer kâbustular. Bir kâbus diğer bir kâbustan nasıl
korkabilir? Belki bizden sonra gelecek şefkâtli ve adil
insanlar bu muammayı çözer. Seni tanıyorum, seni
hatırlıyorum, ama her ne kadar bir işkenceci olarak mesleğin
gereği isimler, soy isimleri, tarihler, yerler ve olaylar
konusunda mükemmel bir hafızaya sahip olsan da, sen beni
hatırlamayabilirsin. Bu nedenle, yüzümü sana hatırlatmak
zorundayım, çünkü en az ilgilendiğin şey yüzümdü. Tenimi,
kokumu, adım adım eziyet edilecek bir mülk gibi gördüğün
vücudumun en mahrem ayrıntılarını çok daha iyi
hatırlıyorsundur. Birçok hayalet şimdi benim aracılığımla
sana sesleniyor. Hatırla. Belki de benim ismim sana bir şey
ifade etmiyor çünkü bütün kadınlar senin için sadece birer
orospuydu. Kırk beş numaralı orospu, altmış üç numaralı
orospu, böyle seslenirdin onlara. Bu sana belli bir stil, belli
bir zarafet, bir tür uzmanlık, ağırlık, otorite verirdi. Bütün
kadınları tek tek korku sarardı ve içlerinde derin bir nefret
uyanırdı. Belki ismim sana bir şey ifade etmeyecek, belki
orospu numaram sana bir şey ifade etmeyecek, ama
unutamadığın tek bir şey var, unutmana imkân olmayan bir
şey, yüreğini sıkıp boğmasın diye o kadar uğraşmana
rağmen hâlâ kulaklarında çınlayan bir şey; işte o şey
unutmanı sağlayan kalın duvarları patlatacak: Şarkı
söyleyen kadın. Şimdi hatırlıyor musun? Bana karşı
duyduğun öfkeyi hatırlıyorsun; beni ayaklarımdan tavana
astığını, suyu ve elektrik akımını... Tırnaklarımın altına
sokulan çivileri... Şakağıma dayanan kuru sıkı tabancayı...
İşkencenin bir parçası olan silah seslerini ve ölümü, ve
bedenimdeki sidiği, senin sidiğini, ağzımdaki, apış
aramdaki, ve sonra senin apış aranın benim apış arama
girişini, bir kere, iki kere, üç kere, zamanın durduğu ana
kadar. İçime bıraktığın şeyin gittikçe büyümesi, karnıma
soktuğun o korkunç işkence, sonra tek başıma bırakılışım,
tek başıma, doğururken tek başıma kalmam emrini verişin.
İki çocuk. İkizler. Sen çocukları sevmemi imkânsız hâle
getirdin. Senin yüzünden, acı ve sessizlik içinde onları
büyütmek için uğraştım. Onlara senden nasıl
bahsedebilirdim, babalarını nasıl anlatabilirdim, gerçeği
nasıl söyleyebilirdim, ki gerçek artık asla olgunlaşmayacak
ham bir meyveydi. Öyle acıydı. Dile gelen gerçek daha da
acılaşır. Zaman geçecek, ama sen hepimizden kaçan
adaletten kaçamayacaksın: senin ve benim, bizim
doğurduğumuz bu çocuklar hayattalar, güzeller, zekiler,
duyarlılar, zaferin ve yenilginin kendilerine düşen payını
ödüyorlar, hayatlarına, varoluşlarına bir anlam verebilmek
için uğraşıyorlar... Sana yemin ederim, er ya da geç gelip
hücrende senin karşında duracaklar, ve tıpkı benim onlarla
yalnız kalışım gibi, sen de onların yanında yapayalnız
kalacaksın, ve tıpkı benim gibi, sen de yaşadığını
hissedemeyeceksin. Bir taş parçası bile senden daha canlı
olacak. Yaşadıklarıma dayanarak konuşuyorum. Yine yemin
ederim ki, karşına dikildiklerinde ikisi de senin kim
olduğunu bilecek. Biz ikimiz aynı topraktanız, aynı dilden,
aynı tarihten, ve her toprak, her dil, her tarih kendi
insanlarından sorumludur, ve her insan da kendi
hainlerinden ve kahramanlarından sorumludur.
Cellâtlarından ve kurbanlarından sorumludur, zaferlerinden
ve yenilgilerinden. Bu yüzden, ben senden sorumluyum, sen
benden sorumlusun. Biz savaşı ya da vahşeti sevmedik, ama
savaşa girdik ve vahşileştik. Şimdi elimizde kalan tek şey
onurlu yaşama ihtimalimiz. Her şeyde başarısız olduk, ama
belki de hâlâ kurtarabileceğimiz tek şey odur: onurumuz.
Bugün seninle böyle konuşuyor olmam, bir zamanlar
yoksulluktan kurtulmanın önemini anlamamı sağlayan bir
kadına vermiş olduğum sözü tuttuğumun ispatıdır:
“Okumayı öğren, konuşmayı, yazmayı, sayı saymayı,
düşünmeyi öğren.”
SIMON. (kırmızı defterden okuyarak) İfadem bütün bu
çabalarımın sonucudur. Yaptıkların karşısında sessiz
kalsaydım, işlediğin suçların ortağı olurdum.
SIMON defteri kapatır.
30. Kızıl kurtlar
SIMON ve ALPHONSE LEBEL.
ALPHONSE LEBEL. Ne yapmak istiyorsun?
SIMON. Ne yapmak istediğimi bilmiyorum. Bir ağabey... Ne
anlamı var ki?
ALPHONSE LEBEL. Bilmeni sağlayacak.
SIMON. Bilmek istemiyorum.
ALPHONSE LEBEL. O zaman Janine için. O bilmezse
yaşayamaz.
SIMON. Ama onu asla bulamayacağım!
ALPHONSE LEBEL. Tabii ki onu bulacaksın! Sen bir
boksörsün!
SIMON. Amatör bir boksör. Bir tane bile profesyonel maç
yapmadım.
ALPHONSE LEBEL. Ben sana yardım edeceğim, birlikte gidip
pasaport çıkartacağız, ben de seninle geleceğim, seni yalnız
bırakmayacağım. Ağabeyini bulacağız! Bundan eminim.
Belki de öğrendiğin şey yaşamana, dövüşmene, maçları
kazanıp profesyonel olmana yardım eder. Ben böyle şeylere
inanırım... Her şey evrende gizli. İnançlı olmak zorundasın.
SIMON. Ağabeyimin zarfı sizde mi?
ALPHONSE LEBEL. Tabii ki! Bana güvenebilirsin, yemin
ederim, bana güvenebilirsin. Tünelin sonundaki treni
görmeye başlıyoruz.
ALPHONSE LEBEL çıkar. NEVVAL (altmış beş yaşında)
SIMON'la birliktedir.
NEVVAL. Neden ağlıyorsun, Simon?
SIMON. Sanki bir kurt... bana doğru yaklaşıyor. Kızıl bir kurt.
Ve çenesinde kan var.
NEVVAL. Benimle gel.
SIMON. Beni nereye götürüyorsun, anne?
NEVVAL. Sessizliği parçalamak için senin yumruklarına
ihtiyacım var. Senin gerçek adın Sarvan. Kız kardeşinin
gerçek adı Canan. Annenizin gerçek adı Nevval. Babanızın
adı Ebu Tarık. Şimdi de sen ağabeyinin adını keşfetmek
zorundasın.
SIMON. Ağabeyim!
NEVVAL. Kendi kanından bir kardeş.
SIMON tek başınadır.
SARVAN'IN ATEŞİ
31. Şarkı çalan adam
Bir apartmanın çatısında genç bir adam.
Yalnız. Kulağında (1980 model) bir walkman.
Gitar yerine dürbünlü bir tüfek kullanarak tutku içinde Super
Tramp'in “The Logical Song” şarkısının ilk ölçülerini
çalmaktadır.
NİHAT “gitar”ı elinde tutarak çalarmış gibi yapmakta, bir
taraftan da şarkının enstrümantal açılışını ciğerlerini
patlatırcasına söylemektedir.
Şarkının sözleri başladığında, tüfeği bir mikrofon hâline gelir.
İngilizcesi kırık döküktür. Şarkının ilk sözlerini söyler.
Aniden, uzaktaki bir şey dikkatini çeker.
Tüfeğini doğrultur, şarkı söylemeye devam ederken hızlıca nişan
alır.
Bir el ateş eder, sonra hemen tüfeğini tekrar doldurur.
Pozisyonunu değiştirirken tekrar ateş eder. Tekrar ateş eder,
tekrar doldurur, hareketsiz kalır ve tekrar ateş eder.
NİHAT aceleyle bir fotoğraf makinesi çıkartır. Aynı yöne
doğrultur, netlik ayarı yapar ve bir fotoğraf çeker.
Tekrar şarkı söylemeye başlar.
Birdenbire durur. Kendini yere atar. Tüfeğini kapar ve yakındaki
bir şeye nişan alır.
Ayağa fırlar ve bir el ateş eder. Ateş ettiği yere doğru koşmaya
başlar.
Walkman'ini düşürmüştür, alet düştüğü yerde çalmaya devam
eder.
NİHAT geri gelir, yaralı bir adamı saçından tutmuş
sürüklemektedir. Adamı yere fırlatır.
ADAM. Hayır! Hayır! Ölmek istemiyorum!
NİHAT. “Ölmek istemiyorum! Ölmek istemiyorum!” Bu
bildiğim en dangalakça söz!
ADAM. Yalvarırım bırak beni! Ben buralardan değilim. Ben
fotoğrafçıyım.
NİHAT. Fotoğrafçı mı?
ADAM. Evet... Savaş fotoğrafçısı.
NİHAT. Benim resmimi çektin mi bari?
ADAM. Bir keskin nişancı fotoğrafı çekmek istiyordum... Senin
ateş ettiğini gördüm... Buraya çıktım... İstersen filmi sana
verebilirim...
NİHAT. Ben de fotoğrafçıyım. Adım Nihat. Savaş fotoğrafçısı.
Bak. Bunların hepsini ben çektim.
NİHAT adama arka arkaya bir sürü fotoğraf gösterir.
ADAM. Çok güzel...
NİHAT. Hayır, güzel değil. Herkes bunları uyuyan adamların
fotoğrafları sanıyor. Uyumuyorlar, ölmüşler. Onları öldüren
de benim! Yemin ederim.
ADAM. Sana inanıyorum.
NİHAT fotoğrafçının çantasını karıştırarak deklanşör kablosu
olan otomatik bir fotoğraf makinesi çıkartır. NİHAT vizörden
bakar ve adamın birkaç resmini çeker. Sonra yapışkan bant çıkartır
ve makineyi tüfeğinin ucuna bantlar.
Ne yapıyorsun?
Makine sağlamca bantlanmıştır.
NİHAT deklanşör kablosunu tüfeğinin tetiğine tutturur.
Vizörden bakarak adama nişan alır.
Öldürme beni! Senin baban yaşındayım ben, annen
yaşındayım...
NİHAT ateş eder. Aynı anda makine fotoğraf çeker. Kurşun
adama değdiği andaki fotoğrafı görürüz. NİHAT ölü adama bir
gösteri yapar. Bozuk İngilizcesiyle, Amerikan televizyonlarından
bir “talk show”daki röportajı taklit eder.
NİHAT. Kirk, I very habby to be here at “Star TV Show”...
Thank you to you, Nihad. So Nihad, wath is your nesxt
song?
My nesxt song will be love song.
Love song!
Yes, love song, Kirk.
This something new on your career, Nihad.
You know, I wrote this song when it was war. War on my
country.
Yes, one day a woman that I love die. Yes.
Shooting by a sniper. I feel a big crash in my hart. My hart
colasp.
Yes, I cry. And I write this song.
It will be pleasure to heare you love song, Nihad.
No problem, Kirk.
NİHAT tekrar ayağa kalkar, tüfeğini mikrofon gibi kullanarak
pozunu alır. Kulaklıkları kulağına göre ayarlar ve walkman'i açar.
One, two, one, two, three, four!
Police grubunun “Roxanne” adlı şarkısının baştaki otuz iki
ölçülük davul vuruşunu ağzıyla, da, na, na, na, na... biçiminde
söyler... Sonra şarkıya başlar, sözleri değiştirmekte ve
uydurmaktadır.
32. Çöl
ALPHONSE LEBEL ve SIMON çölün ortasındadır.
SIMON. Bu tarafta hiçbir şey yok.
ALPHONSE LEBEL. Ama o milis bu tarafa gitmemizi söyledi.
SIMON. Kumların üstünde tepinin dese, onu da yapacak
mıydık.
ALPHONSE LEBEL. Neden böyle bir şey yapsın ki?
SIMON. Neden yapmasın?
ALPHONSE LEBEL. Bize çok yardımcı oldu. Gidin, güneydeki
direniş hareketinin ruhani lideri Şemsettin'i bulun dedi. Bu
tarafa doğru gitmemizi söyledi, biz de bu tarafa gidiyoruz.
SIMON. Peki, biri sana kendini öldür dese...
ALPHONSE LEBEL. Niye böyle bir şey söylesinler ki?
SIMON. Harika, peki şimdi ne yapacağız?
ALPHONSE LEBEL. Sen ne yapmak istiyorsun?
SIMON. Ağabeyime vereceğim zarfı hemen burada açalım!
Saklambaç oynamaktan da vazgeçelim.
ALPHONSE LEBEL. Söz konusu bile olamaz!
SIMON. Kim engel olabilir ki?
ALPHONSE LEBEL. Beni iyi dinle, delikanlı, çünkü bunları bir
daha tekrar etmeyeceğim. O zarf sana ait değil. Ağabeyine
ait.
SIMON. Öyle mi, ne olmuş?
ALPHONSE LEBEL. Gözümün içine bak! Böyle bir şey
yapmak bir tür tecavüz sayılır!
SIMON. Ha, bak bu çok mantıklı. Önümde iyi örnekler var. Ne
de olsa babam da bir tecavüzcüydü!
ALPHONSE LEBEL. Kastettiğim bu değil.
SIMON. Tamam. Öyle olsun! Allah’ın belâsı zarfı
açmayacağız! Hassiktir! Onu hiçbir zaman bulamayacağız.
ALPHONSE LEBEL. Şemsettin'i mi?
SIMON. Hayır, ağabeyimi.
ALPHONSE LEBEL. Neden bulamayalım?
SIMON. Çünkü öldü! Geberdi gitti! Yetimhanede bize o
günlerde milislerin küçük çocukları kaçırıp canlı bomba
yaptıklarını anlattılar ya. Demek ki o da öldü. Kamplara
bakmaya gittiğimizde bize 1978 katliamını anlatmadılar mı.
Besbelli, öldü. Aynı yetimhaneden gelen bir milisle
konuştuk, o da bize fazla bir şey hatırlamadığını, ama anasız
babasız bir arkadaşlarının bir gün kamptan kaçtığını ve
çoktan ölmüş olduğunu tahmin ettiklerini söyledi. Ben eğer
sayı saymayı biliyorsam, ya bir bomba gibi havaya uçtu, ya
boğazı kesilerek öldü, ya da ortadan kayboldu ve öldü. Bu
bir sürü ölüm demektir. Bu nedenle, bence artık Şeyh
Şemsettin'i aramaktan vazgeçebiliriz.
ALPHONSE LEBEL. Şüphesiz, şüphesiz, şüphesiz! Ama eğer
her şeyi öğrenmek istiyorsak, o milis bize, Güney'i işgal
eden orduya karşı yürütülen savaşta direnişin ruhani lideri
olan Şemsettin'i görmemizi söyledi. Mutlaka onun bazı
bağlantıları vardır. Bunlar mevki sahibi insanlar. Bu politik
tipler işi iyi bilirler. Her şeyi bilirler. Yani, neden olmasın?
Ağabeyin hâlâ hayatta olabilir, yani demek istiyorum ki,
emin olamayız. Adını öğrendik, bu iyi bir başlangıç. Nihat
Harmani.
SIMON. Nihat Harmânî.
ALPHONSE LEBEL. Harmânî, evet! Bizim telefon
rehberindeki Tremblay'ler kadar çok Harmânî var
buralarda, ama yine de ben derim ki, onu bulmaya epey
yaklaştık. Bay Şemsettin bize söyleyecektir.
SIMON. Bay Şemsettin'i nerede bulacaksın peki?
ALPHONSE LEBEL. Bilmiyorum... O tarafta.
SIMON. O tarafta çölden başka bir şey yok.
ALPHONSE LEBEL. Evet doğru! Kesinlikle! Saklanmak için
kusursuz bir yer! Bu adamlar saklanmak zorunda! Yani Bay
Şemsettin diyorum, her gün videocudan film kiralayacak,
telefonla pizzacıdan eve sipariş verecek hâli yok ya. Tabii,
saklanıyor! Belki de şu anda bizi seyrediyordur, kıpırda,
hareket edelim biraz, önünde sonunda ortaya çıkacak ve
burada, onun toprağında ne aradığımızı soracaktır!
SIMON. Hangi filmden bu sahne?
ALPHONSE LEBEL. Lütfen, Simon! Sarvan! Gidip biraz daha
arayalım, belki de ağabeyini buluruz! Bilemezsin ki.
Bakarsın ağabeyin de benim gibi notermiş. Noterlik
mevzuatından bahsederiz. Ya da belki manavdır, ya da
restoran sahibi, bilmiyorum, Trinh Xiao Feng'i düşün
mesela, Viyetnam ordusunda generalmiş, ama sonunda
Cure-Labelle Bulvarı'nda hamburgerci oldu, sonra da Hui
Xiao Feng, Real Bouchar'la tekrar evlendi! Yani insan hiç
bilemiyor! Belki de ağabeyin San Diego'lu zengin bir
Amerikalı ile evlenmiştir ve sekiz çocukları olmuştur, bu
durumda sen de sekiz kere amca sayılırsın! Kim bilir! Hadi
yola koyulalım!
Yola koyulurlar.
33. Keskin nişancının prensipleri
NİHAT, fotoğraf makinesi tüfeğinin ucuna tutturulmuş şekilde,
ateş etmektedir.
Kaçan bir adamın ilk fotoğrafı belirir.
NİHAT ileri doğru bir adım atar, tekrar ateş eder.
Aynı adamın, bu kez öldürücü derecede yaralanmış fotoğraf
belirir.
NİHAT. You know, Kirk; sniper job is fantastic job.
Excellent, Nihad, can you tell about this?
Yeah! It is very artistic job.
Because a good sniper don't shoot just any way, no, no!
I have lot of principles, Kirk!
First, when you shot, you have to kill, immediate, for not
make suffering the person.
Sure!
Second, you shoot all person. Fair and same with everyone.
For me, Kirk, my gun is like my life.
You know, Kirk,
Every balle que je mets dans le fusil,
Is like a poème.
And I shoot a poème to the people and it is the précision of
my poème qui tue les gens et c’est pour ça que my photos is
fantastic.
And tell me, Nihad, you shoot everybody.
No, Kirk, not everybody…
I imagine that you don’t kill children.
Yes, yes, I kill children. No problème. Is like Pigeon, you
know.
So?
No, I don’t shoot women like Elizabeth Taylor. Elizabeth
Taylor is a strong actrice. I like her very much and I don’t
want to kill Elizabeth Taylor. So, when I see a women like
her, I don’t shoot her…
You don’t shoot Elizabeth Taylor.
No, Kirk, sure not!
Thank you, Nihad,
Welcome, Kirk.
NİHAT ayağa kalkar, nişan alır ve bir kez daha ateş eder.
34. Şemsettin
SIMON ve ALPHONSE LEBEL, ŞEMSETTİN'in karşısında.
NEVVAL (kırk beş yaşında).
ALPHONSE LEBEL. Aramak ne kelime! Bakmadığımız yer
kalmadı. Her yerin altını üstüne getirdik! Yok Bay Şemsettin
orada, yok Bay Şemsettin burada, bir türlü bulamadık!
Shakespeare'in Venedik Taciri kadar meşhursunuz
buralarda ama sizi bulmak hiç kolay değil.
ŞEMSETTİN. Sarvan sen misin?
SIMON. Benim.
ŞEMSETTİN. Seni bekliyordum. Kız kardeşinin bu taraflarda
olduğunu duyduğum zaman şöyle dedim kendime: “Eğer
Canan beni görmeye gelmezse, Sarvan gelir.” Şarkı söyleyen
kadının oğlu seni arıyor dediklerinde, onun ölmüş
olduğunu anladım.
NEVVAL. Benden tekrar haber aldığında, bu dünyayı terk
etmiş olacağım.
SIMON. Bizden önce dünyaya getirdiği çocuğu arıyorum. Bize
yardım edebileceğini söylediler.
ŞEMSETTİN. Edemem.
SIMON. Sen herkesi tanıyormuşsun.
ŞEMSETTİN. Ama onu tanımıyorum.
SIMON. Adı Nihat Harmânî.
ŞEMSETTİN. Neden Nihat Harmânî’den söz ediyorsun şimdi?
SIMON. Milislerden biri onun çocukluk arkadaşıymış. Birlikte
milislere katılmışlar, daha sonra arkadaşı izini kaybetmiş.
Bize şöyle dedi: “Şemsettin onu mutlaka yakalamış ve
öldürmüştür.” Adamlarının yakaladığı her milisin ve her
yabancı askerin derisini yüzermişsin.
ŞEMSETTİN. Sana Nihat Harmânî'nin şarkı söyleyen kadının
oğlu olduğunu mu söyledi; bir daha ortalarda görünmeyen
Vahap'la ilişkisinden doğan oğlu?
SIMON. Hayır. Bu konuda bir şey bilmiyordu. Şarkı söyleyen
kadını hiç duymamış. Sadece Nihat Harmânî'nin buralardan
geçtiğini söyledi.
ŞEMSETTİN. Onun şarkı söyleyen kadının oğlu olduğunu
nereden çıkartıyorsun?
ALPHONSE LEBEL. Müsaade ederseniz, ben açıklayabilirim.
Ben Alphonse Lebel, noterim ve şarkı söyleyen kadının
vasiyetinin uygulatıcısıyım. Şimdi, Bay Şemsettin, olayları
size olduğu gibi anlatabilirim: bütün ayrıntılar bizi aynı
sonuca götürüyor.
ŞEMSETTİN. Konuş!
ALPHONSE LEBEL. Bu gerçek bir bulmaca! Önce Bayan
Marvan'ın doğduğu köye gittik. Bu bizi Kfar Rayat'a
ulaştırdı. Orada, birkaç çocuğun yetimhaneye geliş
tarihlerine dayanan bazı ipuçlarını takip ettik. Toni
Mübarek, ki aradığımız o değil, savaştan sonra ailesiyle bir
araya gelmiş; işe yaramaz bir tip ve bize de pek yardımcı
olmadı. Tevfik Hallâbî, ki aradığımız o da değil, şimdi
kuzey taraflarında, Roma harabelerinin yakınlarında harika
tavuk şiş yapan bir yer işletiyor, zaten kendisi buralardan
değil, ailesi ölünce ablası tarafından Kfar Rayat'taki
yetimhaneye yerleştirilmiş. Diğer iki yanlış ipucunun da
peşinden gittik ve sonunda ciddi izi bulduk. Bulduğumuz
son ipucu bizi çoktan ölüp gitmiş olan Harmânî ailesine
ulaştırdı. Bakkal bize evlât edinilmiş oğullarından bahsetti.
Adını söyledi. Bir meslektaşıma, Noter Halebî'ye müracaat
ettim, kendisi Harmânî ailesinin yasal işleriyle ilgilenen
kibar bir adam. Çocuk sahibi olamayan Roger ve Süheyla
Harmânî çiftinin, Kfar Rayat'tan geçerken Nihat adında bir
erkek çocuğu evlât edindiklerine dair kayıtları gösterdi.
Çocuğun yaşı ve yetimhaneye geliş tarihi, bizim Madam
Nevval'den öğrendiklerimize uyuyordu. Ve hepsinden daha
önemlisi, bu çocuk Madam Nevval'in köyündeki ebe
tarafından yetimhaneye getirilmiş tek çocuktu. Elham
Abdallah adında bir ebe kadın. Bütün bunların ışığında, Bay
Şemsettin, doğru izi bulduğumuzdan eminiz.
ŞEMSETTİN. Şarkı söyleyen kadın sana güvenmeyi seçtiğine
göre, belli ki sen asil ve güvenilir bir adamsın. Ama şimdilik
dışarı çık. Bizi yalnız bırak.
ALPHONSE LEBEL çıkar.
Sarvan, sen benimle kal. Ve beni dinle. Dikkatli dinle.
35. Eski zamanların sesi
ALPHONSE LEBEL ve JANINE.
ALPHONSE LEBEL. Hâlâ tek kelime etmedi. Şemsettin'in
yanında, içeride kaldı ve dışarı çıktığında, Janine, kardeşinin
gözleri tıpkı annenin gözleri gibiydi. Bütün gün hiçbir şey
söylemedi. Ertesi gün de. Daha ertesi gün de. Otelden dışarı
çıkmadı. Senin Kfar Rayat'ta olduğunu biliyordum. Rahatsız
etmek istemedim. Yalnızlığını bozmak istemezdim, ama
Simon konuşmayı reddediyor, Janine, ve ben korkuyorum.
Belki de gerçeği keşfetmek için her şeyi fazla zorladık.
JANINE ve SIMON karşılıklı otururlar. JANINE konuşması için
onu beklemektedir.
SIMON. Janine, Janine.
JANINE. Simon!
SIMON. Bana her zaman bir artı birin iki olduğunu söylerdin.
Gerçekten öyle midir?
JANINE. Evet. Öyledir...
SIMON. Bana yalan söylemedin değil mi?
JANINE. Hayır! Bir artı bir iki eder.
SIMON. Bir edemez mi?
JANINE. Ne öğrendin, Simon?
SIMON. Cevap ver bana! Bir, bir daha, bir edemez mi?
JANINE. Eder.
SIMON. Nasıl?
JANINE. Simon.
SIMON. Açıkla bana!
JANINE. Saçmalama! Matematiğin sırası değil şimdi, ne
öğrendin söyle bana!
SIMON. Bir bir daha nasıl bir eder, anlat bana! Benim hiçbir
şeyden anlamadığımı söyleyip dururdun. İşte, şimdi elinde
bir fırsat var. Anlat!
JANINE. Pekala! Matematikte tuhaf bir varsayım vardır.
Hiçbir zaman ispatlanamamış bir varsayım. Bir sayı söyle
bana, herhangi bir sayı. Eğer çift sayıysa, ikiye böleceksin.
Tek sayıysa, üçle çarpıp bir ekleyeceksin. Çıkan sayıya da
aynı işlemi yapacaksın. Teoriye göre, hangi sayıyla
başlarsan başla, sonunda bir sayısına ulaşırsın. Bir sayı söyle
şimdi.
SIMON. Yedi.
JANINE. Tamam. Yedi tek sayıdır. Üçle çarpıp bir ekle, kaç
eder—
SIMON. Yirmi iki.
JANINE. Yirmi iki, çift sayı, ikiye böl.
SIMON. On bir.
JANINE. On bir, tek sayı, üçle çarp, bir ekle—
SIMON. Otuz dört.
JANINE. Otuz dört, çift sayı. İkiye böl, on yedi. On yedi tek
sayı, üçle çarp, bir ekle, elli iki. Elli iki çift sayı, ikiye böl,
yirmi altı. Yirmi altı çift sayı, ikiye böl, on üç. On üç tek sayı.
Üçle çarpıp bir eklersen, kırk. Kırk çift sayı. İkiye böl, yirmi.
İkiye böl, on. On çift sayı, ikiye böl, beş. Beş tek sayı, üçle
çarp bir ekle, on altı. On altı çift sayı, ikiye böl, sekiz, ikiye
böl, dört, ikiye böl, iki, ikiye böl, bir. Hangi sayıyla başlarsan
başla, her zaman sonunda... Olamaz!
SIMON. Konuşamıyorsun. Anladığım zaman, ben de
konuşamadım. Şemsettin'in çadırındaydım, ve o çadırda
sessizliğin gelip her şeyi boğduğunu gördüm. Alphonse
Lebel dışarı çıkmıştı. Şemsettin yanıma yaklaştı.
ŞEMSETTİN. Seni bana getiren şey sadece şans değil. Annenin
ruhu burada. Sevda'nın ruhu da. Kadınların gökteki yıldız
gibi ışıldayan dostluğu. Bir gün genç bir adam yanıma
yaklaştı. Genç ve gururlu biriydi. Onu hayalinde
canlandırmaya çalış. Görebiliyor musun? O senin ağabeyin,
Nihat. Hayatının anlamını arıyordu. Benim için savaşmasını
söyledim. Kabul etti. Silah kullanmayı öğrendi. İyi
nişancıydı. Ölüm makinesi. Bir gün, çekti gitti. “Nereye
gidiyorsun?” diye sordum ona.
NİHAT. Kuzeye gidiyorum.
ŞEMSETTİN. Davamız ne olacak peki? Buradaki insanlar için,
mülteciler için savaşımız ne olacak? Hayatının anlamı ne
olacak?
NİHAT. Dava yok. Anlam yok.
ŞEMSETTİN. Sonra yürüdü gitti. Ona yardım etmeye çalıştım.
Peşine adamlar taktım. O zaman anladım ki, meğer annesini
arıyormuş. Yıllarca aradı ama onu hiç bulamadı. Sonra bir
gün, durduk yere gülmeye başladı. Hiçbir sebep yokken.
Anlamsızca. Sonra, keskin nişancı oldu. Fotoğraf
biriktirmeye başladı. Nihat Harmânî. Bir sanatçı gibi çok ün
kazandı. Söylediği şarkılar her yerden duyulurdu. Bir ölüm
makinesi. Sonra yabancı ordular ülkeyi işgal etti. Kuzeye
kadar ilerlediler. Bir sabah, onu yakaladılar. Onların
nişancılarından altı tanesini haklamıştı. Hepsini gözünden
vurmuştu. Tüfeklerinin dürbününden geçen tek kurşunla.
Onu öldürmediler. Yanlarına aldılar ve eğittiler. Ona iş
verdiler.
SIMON. Ne işi?
ŞEMSETTİN. Güneyde, Kfar Rayat'ta yeni inşa ettikleri bir
hapishanede. Sorgulamaları yürütecek birini arıyorlardı.
SIMON. Babamla birlikte çalıştı yani, Ebu Tarık'la?
ŞEMSETTİN. Hayır. Ağabeyin babanla birlikte çalışmadı.
Ağabeyin babandı. İsmini değiştirdi. Nihat ismini unuttu ve
Ebu Tarık oldu. Ağabeyin annesini arıyordu, sonunda onu
buldu, ama tanıyamadı. Annen oğlunu arıyordu, sonunda
onu buldu, ama tanıyamadı. Ağabeyin anneni öldürmedi,
çünkü annen sürekli şarkı söylüyordu ve sesi ağabeyinin
hoşuna gidiyordu. Evet, gerçek bu. Dünya bir anda duruyor,
Sarvan. Ebu Tarık annene işkence yaptı, annen öz oğlunun
elinden işkence gördü, oğul öz anasının ırzına geçti. Ağabey,
erkek kardeşinin ve kız kardeşinin babası oldu. Sesimi
duyabiliyor musun, Sarvan? Geçmiş asırların sesi gibi
geliyor sana. Ama, hayır, Sarvan, bugünün sesi bu. Nihat
Harmânî adı senin ağzından çıkar çıkmaz içimdeki yıldızlar
sessizliğe gömüldü. Görüyorum ki, şimdi senin içindeki
yıldızlar da sessizliğe gömülüyor, Sarvan. Yıldızların
sessizliği. Ve annenin sessizliği. Senin içinde.
Ebu Tarık ismiyle tanınan NİHAT Harmânî mahkemede.
NİHAT. Yıllardır süren mahkemem boyunca ortaya konulan
iddialar konusunda hiçbir itirazım yoktur. Kendilerine
işkence yaptığımı iddia edenlerin —hepsine işkence yaptım.
Ve öldürmekle suçlandığım kişilerin— hepsini öldürdüm.
Aslında, onlara teşekkür etmek isterim, çünkü çok güzel
fotoğraflar çekmeme imkan sağladılar. Dövdüğüm
adamların ve ırzına geçtiğim kadınların yüzleri, dayaktan ve
tecavüzden sonra çok daha dokunaklıydı. Ama asıl ifade
etmek istediğim şey, mahkememin son derece sıkıcı geçmiş
olduğudur, kelimelerle anlatılamayacak kadar sıkıcı. Yeteri
kadar müzik yoktu. Bu yüzden, şimdi sizlere bir şarkı
söyleyeceğim. Onurumuzu korumamız gerektiği için bunu
söylüyorum. Bunlar benim sözlerim değil, bunu söyleyen
bir kadındı, herkesin şarkı söyleyen kadın diye tanıdığı
kadın. Dün gelip karşımda durdu ve onurdan bahsetti.
Onurumuzdan arta kalan şeyi korumaktan. Söylediklerini
düşündüm ve bir konuda haklı olduğunu fark ettim. Bu
mahkeme gerçekten de çok sıkıcıydı! Tempo yok, gösteri
havası yok. Oysa ben onurumu öyle yerlerde bulurum.
Eskiden beri. Öyle doğmuşum ben. Beni büyürken görenler,
bu elimdeki nesnenin benim köklerimin, onurumun bir
işareti olduğunu söylemişlerdi; çünkü anlatılan hikâyeye
göre, bunu bana annem vermiş. Küçük, kırmızı bir burun.
Küçük bir palyaço burnu. Peki anlamı ne bunun? Benim
kişisel onurum, beni doğuran kadının terk ettiği komik bir
surattır. Bu komik surat beni hiç terk etmedi. Bu nedenle,
şimdi bu burnu takayım ve onuru sıkıntının dehşetinden
kurtarmak için size kendi şarkılarımdan birini söyleyeyim.
Palyaço burnunu takar. Şarkı söyler.
NEVVAL (on beş) NİHAT'ı doğurur.
NEVVAL (kırk beş) JANINE ve SIMON'ı doğurur.
NEVVAL (altmış) oğlunu tanır.
JANINE, SIMON ve NİHAT birliktedirler.
36. Babaya mektup
JANINE zarfı NİHAT'a verir. Nihat zarfı açar. NEVVAL (altmış
beş) okur.
NEVVAL. Sana yazarken titriyorum.
Bu sözcükleri merhametsiz kalbine kazımak isterdim.
Kalemimi iyice bastırıyorum ve her harfi kâğıda kazıyorum
Ve bunu yaparken senin ellerinde ölenlerin isimlerini
hatırlıyorum. Mektubum seni şaşırtmayacak.
Tek amacım sana anlatmak: Bak!
Kızın ve oğlun sana bakıyor.
Birlikte sahip olduğumuz çocuklar karşında duruyor.
Onlara ne diyeceksin? Şarkı mı söyleyeceksin?
Senin kim olduğunu biliyorlar.
Canan ve Sarvan.
İşkencecinin kızı ve oğlu, dehşetten doğmuş çocuklar.
Onlara bak.
Bu mektubu sana kızın getirdi.
Onun aracılığıyla, hâlâ hayatta olduğunu sana hatırlatmak
istiyorum.
Ama yakında konuşmaktan vazgeçeceksin.
Bunu biliyorum.
Gerçeğin karşısında herkesi sessizlik bekler.
Şarkı söyleyen kadın.
Yetmiş iki numaralı orospu.
Kfar Rayat Hapishanesi,
Yedi numaralı hücre.
NİHAT okumayı bitirir. JANINE ile SIMON'a bakar. Mektubu
yırtar.
37. Oğula mektup
SIMON zarfı NİHAT'a verir, NİHAT açar.
NEVVAL. Seni her yerde aradım.
Burada, orada, her yerde.
Yağmurda aradım seni.
Seni güneşin altında aradım.
Ormanda
Vadilerde
Dağların doruklarında
Şehirlerin en karanlığında
Sokakların en karanlığında
Seni güneyde aradım
Kuzeyde
Doğuda
Batıda
Arkadaşlarımı gömmek için toprağı kazarken aradım seni
Göklere bakarken aradım
Kuş sürülerinin arasında aradım seni Çünkü sen de bir
kuştun.
Bir kuştan daha güzel ne vardır ki,
Güneşli bir günde bir kuşun ateşli uçuşundan daha güzel ne
vardır?
Bir kuştan daha yalnız,
Fırtına bulutlarının ortasında,
Günün sonundaki tuhaf kaderine doğru kanat çırpan
Bir kuştan daha yalnız ne vardır?
Bir an için, korkuydun sen.
Bir an için, mutluluk oldun.
Korku ve mutluluk.
Boğazımdaki suskunluk.
Şüphe mi ediyorsun?
Ben sana anlatayım.
Ayağa kalktın
Ve cebinden o küçük palyaço burnunu çıkardın,
Sonra hafızam infilak etti sanki,
Her şey ortaya saçıldı.
Korkma.
Üşütme.
Bunlar, en derin hatıralarımdan çıkıp gelen eski sözcükler.
Sık sık sana fısıldadığım sözler.
Hücremde,
Sana babanı anlattım.
Yüzünü anlattım sana,
Doğduğun gün ettiğim yemini anlattım:
Ne olursa olsun, seni her zaman seveceğim.
Ne olursa olsun, seni her zaman seveceğim.
Aslında o anda ikimizin
Ortak bir yenilgiyi paylaştığımızın farkında değildim.
Çünkü bütün varlığımla senden nefret ettim.
Ama sevginin olduğu yerde, nefret olamazdı.
Ben de sevgiyi korumak için, konuşmamayı seçtim.
Dişi kurt her zaman yavrusunu korur.
Şimdi Janine ile Simon'ın karşısındasın.
Kız kardeşin ve erkek kardeşin.
Ve sen aşk çocuğu olduğun için
Onlar da aşkın kız kardeşi ve erkek kardeşi.
Dinle
Bu mektubu soğuk akşam havasında yazıyorum.
Bu mektup sana, şarkı söyleyen kadının
Senin annen olduğunu anlatacak.
Belki sen de konuşmaktan büsbütün vazgeçeceksin.
Bu yüzden, sabırlı ol.
Oğlumla konuşuyorum,
İşkencecimle değil.
Sabırlı ol.
Sessizliğin ötesinde,
Birlikte olmanın mutluluğu vardır.
Birlikte olmaktan daha güzel hiçbir şey yok.
Çünkü bunlar babanın son sözleriydi.
Annen.
NİHAT mektubu okumayı bitirir. Durur.
JANINE ve SIMON da onun karşısında dururlar.
JANINE defterindeki bütün sayfaları yırtar.
38. İkizlere mektup
ALPHONSE LEBEL ikizlere yazılmış olan üçüncü zarfı
tutmaktadır.
ALPHONSE LEBEL. Hava kapalı. Yağmur yağacak, şüphesiz,
şüphesiz, şüphesiz. Eve gitsek daha iyi olmaz mı? Nasıl
hissettiğinizi anlıyorum. Yerinizde olsam, ben de eve
gitmezdim. Bu park çok güzel... Anneniz vasiyetnamesinde,
isteklerini yerine getirdiğinizde size teslim edilmek üzere bir
mektup bırakmıştı. Onun isteklerini fazlasıyla yerine
getirdiniz. Yağmur yağacak. Onun ülkesinde hiç yağmur
yağmaz. Burada kalalım. Yağmur bizi biraz sakinleştirir.
İşte, mektup burada.
SIMON mektubu açar.
NEVVAL. Simon,
Ağlıyor musun?
Eğer ağlıyorsan, gözyaşlarını silme
Çünkü ben kendiminkileri silmiyorum.
Çocukluk boğaza saplanmış bir bıçaktır
Ve sen onu çekip çıkartmayı başardın.
Şimdi yeniden tükürüğünü yutmayı öğrenmelisin.
Tükürüğünü yutmak için
Bazen çok cesur olmak gerekir.
Şimdi, tarihin yeniden inşa edilmesi gerekiyor.
Tarih yerle bir oldu.
Şefkâtle
Her parçayı tamir et
Şefkâtle
Her saniyeyi iyileştir
Şefkâtle
Her görüntüyü yerine koy.
Janine,
Gülümsüyor musun?
Eğer gülümsüyorsan, gülüşünü bastırma.
Çünkü ben kendiminkini bastırmıyorum.
Öfkenin yarattığı gülümseme bu
Omuz omuza yürüyen kadınların öfkesinin yarattığı
gülümseme.
Senin ismini Sevda koymak isterdim
Ama bu isim her harfiyle,
Her harfinin yazılışıyla
Yüreğimde açık bir yara gibi duruyor.
Gülümse, Janine, gülümse
Biz
Ailemiz
Ailemizdeki kadınlar, hep öfkenin tutsağı idik.
Ben anneme öfkeliydim
Tıpkı senin bana öfkeli olduğun gibi
Annem de kendi annesine öfkeliydi.
Bu zinciri kırmak zorundayız.
Janine, Simon,
Sizin hikâyeniz nerede başlıyor?
Doğumunuzda mı?
Öyleyse korkuyla başlıyor demektir.
Babanızın doğumuyla mı?
O zaman güzel bir aşk hikâyesidir.
Ama daha geriye gidersek,
Belki keşfederiz ki bu aşk hikâyesi
Şiddete ve tecavüze kök salmıştır,
Ve böylece
Vahşi ve acımasız olanın da
Kökleri aşk içinde demektir.
Öyleyse,
Hikâyenizi anlatmanızı istediklerinde,
Onlara deyin ki
Bizim hikâyemiz, genç bir kızın, anneannesi
Nezire'nin ismini mezar taşına kazımak için
Doğduğu köye döndüğü güne dayanır.
Hikâyemiz oradan başlar.
Janine, Simon,
Size neden söylemedim?
Öyle gerçekler vardır ki,
Ancak keşfedildikleri zaman anlam kazanırlar.
Zarfı açtınız, sessizliği kırdınız
İsmimi bir taşın üzerine kazıyın
Ve taşı mezarıma yerleştirin.
Anneniz.
SIMON. Janine, onun sessizliğini biraz daha dinlemek
istiyorum.
JANINE ile SIMON annelerinin sessizliğini dinlerler.
Sel gibi yağmur yağar.
Son.

You might also like