Professional Documents
Culture Documents
Sabotaj Sonrası Haydarpaşa 1918
Sabotaj Sonrası Haydarpaşa 1918
Ancak gerçeklerin günün birinde ortaya çıkmak gibi garip bir huyu
vardır.
İttihatçılar istedikleri kadar bu yalanı cilalamaya çalışsınlar,
hatıralarını 1919’da kaleme alan Liman Von Sanders, sabotajın daha
kuvvetli bir ihtimal olduğunu yazmıştır bile. Almanlar bizi bunun bir
İngiliz operasyonu olduğuna inandırmaya çalışmışlar, kuş
uçurtmadığı söylenen Alman istihbaratının nasıl olup da İngilizlerin
sabotajını haber alamadıklarını açıklamamışlardı.
Artık Alman subaylar İstanbul’u terk etmişlerdir ya, Baha Bey bir
gün Kohut birahanesinde garip giyimli biriyle karşılaşır. Adam
kendisini eski arkadaşı George Mann olarak tanıtırsa da, o sırada
Alman subaylara yaklaşmak İngilizlerce cezalandırıldığı için çekinir.
Bunun üzerine Mann cebinden bir karne çıkartıp uzatır. Baha Bey
hayret dolu bakışlarla göz atar karneye. Eski arkadaşının adı,
“Georges Mann” olmuştur ve altında Fransızca “Bizim
adamımızdır” yazılıdır.
Peki kim dost, kim düşmandı? Yoksa o sözde dost, bizi düşmanın
tahribatından daha derinden ve daha içeriden mi yıkmıştı?
Zaman
stanbul Boğazında ne yapacağımızı tartıştığımız muhteşem Haydarpaşa Garı binası, bundan 92 yıl
önce neredeyse havaya uçacaktı. Enver Paşanın uzun zaman bir sır olarak kamuoyundan sakladığı
bu müthiş patlamanın iç yüzü neydi
1917 haydarpaşa yangını
http://ahmetsertkan.blogspot.com.tr/2012/03/1917-haydarpasa-gar-
yangini.html
1917 yangını
2010 yangını
Bazı binalar şansızlığından yangınlarla şavaşır. Bazı binaların sonu yangınlar yüzündendir.
Haydarpaşa Tren İstasyonu Tarihinde bir kez daha yakalanmış idi yangına..
6 Eylül 1917 günü Filistin Cephesine gönderilecek cephaneleri taşıyan tren büyük bir
gürültüyle infilak etti. Öyle büyük bir patlamaydı ki Kadıköy Çarşısına şarapnel yağmıştı.
Esnaf ve alışveriş yapanlar kaçışarak kapalı mekanlara kendilerini zor attılar. Kargaşa ve
panikten ezilerek yaralananlar oldu.
Patlama o kadar büyüktü ki Haydarpaşa’ya hayli uzak Kuşdili Çayırında, sevgilisiyle dolaşan
Dimitri yüzüne isabet eden bir mermiyle yaralandı.
Patlamaların yaşandığı Haydarpaşa Garının depolorında durum çok kötüydü. Burada ve gar
içinde bulunan yüzlerce insan ölmüştü…
Patlamanın sebebi bulunamadı fakat birçok rivayet ortaya atıldı. Bir İngiliz uçağının
bombardıman yaptığı, bir denizaltını Çanakkale’yi geçerek Haydarpaşa’yı vurduğu yada bir
İngiliz ajanının sabotajı…
İkinci patlama
Ama ilkinden 7 saniye sonra duyulan ikinci bir patlama, ortalığı yeniden sarstı ve bunu,
daha küçük çapta infilaklar izledi. Biraz cesaretlenip sahillere çıkanlar, gördükleri manzara
karşısında dona kaldılar.
Haydarpaşa alev alev yanıyor, her patlamayla birlikte, çevreye taş ve toz bulutu yağıyordu.
Binaya ayrı bir güzellik katan sivri kuleleri uçmuş, çatısından yükselen alevler aç bir
canavar gibi önüne gelen yeri tutmaya başlamıştı.
Haydarpaşa, cehennemi yaşıyordu
Korkunç bilanço
Gazetelere sansür
Ölü sayısı belli değildi, bini aştığı söyleniyordu. Ama bu rakam hiçbir zaman açıklanmadı.
İktidardaki İttihat ve Terakki Hükümeti, gazetelere sansür koymuş, hükümetin yayın
organı Tanin birkaç satırlık resmi bir tebliğle yetinmişti.
Savaş yıllarında yaşanan yokluk ve idari boşluklar sebebiyle Haydarpaşa Garının patlamalar
sonucu zarar gören çatısı yaptırılamamıştı.
Nihayet 1927 yılında yapılan bir proje yarışmasıyla Haydarpaşa garının çatısının nasıl
olması gerektiğine karar verilecekti. Mimar Kemalettin ve Mimar Nihat Bey’in projeleri
beğenilmiş yarışmada birinci olan Nihat Bey’in projesinin uygulanasına karar verilmişti.
Ama ne olduysa 1930 yılında bu projeden vazgeçilerek yapı orjinal çatısı biraz alçaltılarak
uygulanmıştı. Onarım 1933 yılında sona erdi.
AHMET SERTKAN
YANGIN UZMANI
Oğuz Satır
Tarih Bölümü Yüksek Lisans
010315YL05
Vize Ödevi
20.11.2015
İçindekiler
1. Giriş
3. 1917 Yazı
7. Sonuç
3. 1917 Yazı
Ancak iki taraf için de 1917 yılının ilkbahar ve yaz ayları tehlikeli oldu. İki
tarafın da ümitleri boşa çıktı. İtilaf devletleri askeri kesin bir sonuç elde etmek
istiyordu; Almanya ise düşmanı yıkmak için denizaltı savaşına güveniyordu: İki plan
da gerçekleşmedi. Statükonun bir türlü değişmemesi, “batı cephesinde yeni bir şeyin
olmaması” sonucunda her iki taraf da tekrar diplomasiye başvurmak zorunda kaldı.
Hatta Papa bile barış için devreye girdi. Fakat bütün yaz boyunca yapılan
görüşmelerden hiçbir sonuç çıkmadı. İngiltere Belçika’nın bağımsızlığını, Fransa ise
Alsace-Lorraine’i istiyordu; Almanya bu istekleri kesinlikle reddediyordu. Ayrıca
İngiltere hem Almanya hem Avusturya-Macaristan hem de Osmanlı İmparatorluğu
topraklarını savaş öncesi veya savaş sırasında müttefikleriyle paylaşmış, bir takım
vaadlerde bulunmuştu. Bu yüzden, barış için bir devletin kabul ettiğini diğeri
reddediyordu. Neticede, 1917 yazının sonunda, barışın diplomasiyle değil ancak ve
ancak savaş meydanlarında kazanılabileceği artık kesin olarak anlaşılmıştı.
7. Sonuç
Özetle, belgelerde verilen bilgilerle, tanıkların olay hakkında anlattıkları
arasında özellikle ölü ve yaralı sayıları bakımından büyük farklar vardır. Talat
Paşa’nın 8 Eylül’de yayınladığı tamimde iki yüz civarı olarak verilen bu sayı, 12
Eylül’de Enver Paşa tarafından yirmi sekiz şeklinde ifade edilmesi akla olayın
hafifletilmesi için atılan bir adım gibi görünebilir. Savaş şartlarında kamuoyu için
moral açısından etkilerinin çok büyük olabileceği, halkı umutsuzluğa sevk edebileceği
aşikâr olan bu tarz bir olayda Hükümet’in hadiseyi soğutmak için “ufak bir kaza”
diyerek, bu tarz tedbirler alması gayet tabiidir.
Olayın sonuçlarıyla ilgili, iddialar ve belgelerde yer alan bilgiler arasındaki
tenakuz, yazının amacı açısından çok da önem taşımamaktadır. Amaca uygun olarak,
daha çok olayın sebebi üzerinde konuşmak gerekir.
Haydarpaşa yangınını; dönemin savaş koşulları, stratejileri ve uluslararası
dengelerini gözetmeksizin ele almak yanlış olur kanaatindeyim. Elimizde bulunan
tanıklıklar ve belgeler ışığında -konjonktürü hesaba katmadan- olayı kaza veya
sabotaj şeklinde kesin bir şekilde nitelemek imkansızdır. Özellikle elimizde Harbiye
Nezareti belgelerinin olmayışı da kesin karar vermemizi engellemektedir. Ancak
zamanın koşullarıyla birlikte olaya eğildiğimizde, yazı boyunca da üstünde uzunca
durulduğu gibi, Eylül 1917 şartlarında Haydarpaşa gibi stratejik bir merkezin askeri
bir hedef olarak seçilip saldırıya uğramasından daha doğal bir şey olamaz. Bu nedenle
yapılan sevkiyatı engellemek için böyle bir sabotajın yapılma ihtimali daha yüksektir.
Liman von Sanders de hatıratında Yıldırım Orduları Gubu’nun her yönden ikmal
edilmesinin öneminden uzunca bahsettikten sonra, bu olay hakkında: “ Haydarpaşa
olayında istasyondan başka, rıhtım ve birçok yiyecek maddesi vs. harap oldu.
Avrupa’nın yarısını aşıp gelen cephane sandıklarından birinin yere hızlı atılmasıyla
bu infilakın meydana geldiği düşünülemez. Bunun düşman tarafından tertiplenmiş bir
16
BOA, DH, KMS, 45/36_003
17
BOA, BEO, 4484/3362_01_01
18
BOA, DH, KMS, 45/36_003
sabotaj olması daha kuvvetli bir ihtimaldir.”19 diyerek sabotaj ihtimalinden yana tavır
almıştır.
Son olarak, şunu da belirtmek gerekir ki, olay ister kazaen ister sabotaj sonucu
olsun; Yıldırım Orduları bu infilak yüzünden savaşı kaybetmiş veya İngilizler
kazanmış değildir. Bu sabotaj sadece İngiliz saldırı planının ufak bir parçası şeklinde
görülmelidir. Netice olarak, o tarihe kadar yaşanan bu en büyük “topyekün” savaşta;
her şeyin savaş için seferber edildiği ve sadece askeri hedeflerin değil sanayinin,
ulaşım hatlarının, ticari sevkiyatların hatta ve hatta cephe gerisindeki
şehirlerin/sivillerin hedef telakki edildiği bu savaşta, Haydarpaşa sabotajı, vaka-yı
âdiyeden sayılmalıdır.
19
Yaklaşık 100 yıllık tarihi boyunca birçok kez büyük ölçüde zarar gören Haydarpaşa Garı,
her defasında aslına uygun olarak restore edildi. Fakat 2010 yılında ihmallerle meydana
gelen yangın, Haydarpaşa’nın sonunu hazırladı.
Haydarpaşa Garı yüzyılı aşkın tarihinde birçok tahribat ve yara aldı. 6 Eylül 1917’de ki
sevkiyat esnasında cephaneliğin patlaması, 1. Dünya Savaşı’nda 4 Temmuz 1918’de
İngiliz savaş uçaklarının çatısını bombalaması, 15 Mayıs 1979’da Haydarpaşa Limanı’nın
800 metre açığında patlayan petrol tankeri ardından 27 gün süren büyük yangın ve son
olarak da 28 Kasım 2010 tarihinde çatı yalıtımı yapılırken ihmallerle çıkan çatı yangını ve
yanlış söndürme çalışmaları, tarihi garın yaşadığı büyük tahribatların sebepleri oldu.
Fakat tarihi boyunca birçok imkan yetersizliğine rağmen her defasında aslına uygun
şeklide tekrar onarılan gar, son yaşadığı olaydan beri 6 yıldır yaralı bir şekilde
beklemekte. 1917’deki büyük patlama ve hemen ardından 1918’deki bombalama olayları
ve dönemin savaş koşulları sebebiyle 15 Ocak 1919’dan 23 Eylül 1923’e kadar İngiliz
işgali altında kalan gar onarımı, Cumhuriyet ilanından sonra en öncelikli konulardan
olmuştu. 1930’da başlayan çalışmalar 1933’te nihayete erip gar aslına uygun şekilde
halkın kullanımına açılmıştı. Yine 1979’daki tanker patlaması sonucu oluşan hasarlar 4
yıl sonra 1983’te aslına uygun onarılmıştı.
Ancak ne yazık ki 2010’dan bu güne, Haydarpaşa Garı’nın onarımı için hala hiçbir adım
atılmadı. Gar tüm bunların yanında ayrıca rant odaklı kentsel dönüşüm projelerinin de
hedefine alındı. 2004 yılından beri kentsel dönüşüm projelerinin hedef tahtasındaki gar ile
ilgili açılan birçok dava da bir hukuk garabetine dönüşmüş şekilde devam etmekte.
1908’de başlayan ilk tren seferi, 18 Haziran 2013’teki banliyö seferi ile son buldu.
Haydarpaşa Garı
Türkiye ve İstanbul’un simgelerinden Tarihi Haydarpaşa Garı, 100 yılı aşkın süredir
şehrin Anadolu’ya açılan kapısıdır. Hatta sadece Anadolu’ya açılan kapı değil Bağdat’a
kadar uzanan bir demiryolu hattının başlangıç istasyonudur. II. Abdülhamit dönemine
denk gelen 30 Mayıs 1906 yılında yapımına başlanan Gar binasının yolcu salonu 19
Ağustos 1908’de açılmıştır. Yapının tamamı ise 1909 yılının ortalarında tamamlanmıştır.
Garın da ismini aldığı, içinde bulunduğu alanın adı ile ilgili iki varsayım vardır. Birinci
varsayım Kanuni Sultan Süleyman döneminde vezirliğe yükseltilen (1533) Haydar
Paşa’nın bahçesi bu bölgede olduğundan, semt onun adını almıştır. İkincisi ise III.
Selim’in vezirlerinden Haydar Paşa’nın burada bir kışla yaptırdığı ve semtin adının bu
kışladan geldiğidir.
Gar ve etrafındaki diğer yapılar için doldurulan alanın ve çevresinin tarihi ise daha
geçmişe uzanmakta. Doldurulan gar alanının hemen gerisindeki bölge uzun süreler
Bizans İmparatorlarının sayfiye sarayı olarak kullanıldı. Bu sahil sarayının, 17 yaşında
imparator olan Arcadius’ün (395-408) zayıf ve etkisiz bir imparator olması sebebiyle
yönetimi elinde bulunduran üç bakanından biri ve aynı zamanda hocası, meşhur
Rufinus’a ait olduğu düşünülüyor. Bu yapı, 397’de Rufinus’un öldürülmesinden sonra,
imparatorlar tarafından merasim ve sayfiye sarayı olarak kullanılmaya başlandı. Bizans
ordularının Anadolu’ya gidiş ve gelişlerinde yapılan merasimleri imparatorlar bu saraydan
takip ederlerdi. Bu sahil sarayının önünde Antik Roma zamanından kalma bir liman vardı.
Şu an garın açığında bulunan dalgakıran, Roma döneminde yapılan bu dalgakıranın
bakiyesi üzerine inşa edildi.
Gar sadece yolcu ve tren peronlarından ibaret olmayıp, etrafında birçok önemli yapıyı
barındırmakta. Bunların en önemlisi gar önünde bulunan iskele. İskele, Osmanlı’nın son
dönemlerinde ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde önemli yapılara imza atmış ünlü mimar
Vedat Tek tarafından yapıldı. İskeleyi çok önemli kılan diğer bir özelliği ise dış cephesinin
çini işçiliğinde dönemin tanınmış sanatçısı Kütahyalı Mehmet Emin Usta tarafından
yapılmış olması ve Osmanlının bu alandaki son ve önemli eserlerinden olması. Özellikle
çinileriyle süsleme sanatları içinde ayrı bir yeri olan, Osmanlının bu alandaki son ve
önemli eserlerinden iskelenin denize bakan cephesinde, kapı üzerinde “Haydarpaşa”
ibaresi bulunan çini panonun alt köşesinde ”Mehmet Emin min telamiz Mehmet Hilmi
Kütahya Sene 1334” şeklindeki kitabeden çinilerin 1915’te yapılmış olduğu
anlaşılmaktadır. Şimdi kırıldığı için kaldırılan kitabeli pano yerinde yok. Ayrıca iskele
üzerinde baca şeklindeki yapı Osmanlı mimarisinden günümüze ulaşan az sayıdaki kuş
evlerinden biridir.
http://v3.arkitera.com/h58625-yangini-eksik-olmayan-tartismalari-hic-
bitmeyen-bina.html
Yangını Eksik Olmayan, Tartışmaları Hiç Bitmeyen Bina
Tarih: 29 Kasım 2010 Kaynak: Haydarpaşa Gar Müdürlüğü Derleyen: Emine Merdim Yılmaz
Tarih: 29 Kasım 2010 Kaynak: Haydarpaşa Gar Müdürlüğü Derleyen: Emine Merdim Yılmaz
Fotoğraf: Pelin Derviş
Haydarpaşa Tren Garı'nda 28 Kasım Pazar günü saat 15:30'da çıkan yangın tamamen
söndürülürken pek çok tartışmayı beraberinde getirdi. Çatıda yapılan tadilattan dolayı çıktığı öne
sürülen yangın çatının ve 4. katın yanmasına sebep oldu. Yangının kesin sebebi itfaiyenin
vereceği rapor neticesinde belli olacak.
Fotoğraf: Pelin Derviş
15 Kasım 1979 tarihinde ise Haydarpaşa mendireğinin biraz açığında akaryakıt yüklü
"Indenpendenta" adlı tankerin diğer bir gemi ile çarpışması sonucu meydana gelen şiddetli
patlama ve hararetten binanın "O Linneman" usta tarafından gerçekleştirilmiş olan çok değerli
kurşunlu vitrayları hasara uğramış ve bu olaydan sonra derhal aslına uygun olarak onarıldı.
Bünyamin Derman: "Haydarpaşa için Gerekirse Tekrar Yarışma Açılmalı" (20 Temmuz
2005)
Haydarpaşa ve Harem Bölgesi ile ilgili tartışmaların yaşandığı şu günlerde, gözler 2001 yılında
yapılan Kadıköy Meydanı - Haydarpaşa - Harem Yakın Çevresi Kentsel Tasarım Proje
Yarışması'na çevrildi. Büyük ödüllerin dağıtıldığı, mimarlar, şehir plancıları ve peyzaj
mimarlarından oluşan çok sayıda ekibin katıldığı yarışmaya Selim Velioğlu ile katılan ve ekip
olarak ikinciliği alan Bünyamin Derman'ın görüşleri...
Kadıköy Meydanı - Haydarpaşa - Harem Yakın Çevresi Kentsel Tasarım Proje
Yarışması'nda İkinci Olan Proje
Haydarpaşa Garı ile İlgili Proje Netleşmeye Başladı (19 Aralık 2006)
Haydarpaşa Garı'yla ilgili bunca itiraz, bunca bilimsel veri kimseyi yolundan döndürememiş gibi
görünüyor ki, bir Alman firması olan Drees-Sommer, Haydarpaşa Garı'nda tadilata başlamak
için, garın bir katına yerleşiverdi.
TCDD, Haydarpaşa'da sit kararına karşı dava açtı (11 Temmuz 2007)
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Eyüp Muhcu, Türkiye Cumhuriyeti Devlet
Demiryolları'nın (TCDD) Haydarpaşa Garı ve çevresindeki 1 milyon metrekarelik alan üzerindeki
sit kararını iptal ettirerek bölgeyi yapılaşmaya açmak için, İstanbul 1 no'lu İdare Mahkemesi'nde
dava açtığını belirtti.
MIPIM 2007'de sunulan Haydarpaşa Projesi
Cevap gönder
1 mesaj • 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)
İstanbul’un İşgali: 13 Kasım 1918 - 16 Mart 1920
http://www.turktoresi.com/viewtopic.php?f=228&t=12177#p14952
İşte “merhametli emperyalistlerin” moral bozucu, yıkıcı ve kanlı işgallerine birkaç örnek:
Emperyalizm, Anadolu’yu rahat ele geçirebilmek için, Osmanlı Padişahını ve yönetimi kontrol altına
almak istemiş, bu amaçla önce başkent İstanbul’u işgal etmiştir. Emperyalistler, Mondros Ateşkes
Antlaşmasından bir hafta sonra İstanbul’a ayak basmışlardır.
Öncelikle, İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanarak, 6-12 Kasım 1918 tarihleri
arasında Çanakkale Boğazı istihkâmlarına el koymuştur.
7 Kasım 1918’de dört İngiliz subayından oluşan bir heyet Basra torpidosuyla İstanbul’a gelmiştir.
Bunları, bazı memurlar ve “ Yaşasın İtilaf'1 diye bağıran Ermeni ve Rumlar karşılamıştır. Hükümet de
bu öncü işgalciler için Pera Palas ve Tokatlayan otellerinde 80 oda kiralamıştır.
8 Kasım 1918’de de dört Fransız subayından oluşan bir heyet Arian adlı bir gemiyle Galata rıhtımına
çıkıp yaya olarak Beyoğlu’ndaki Fransız elçiliğine gitmiştir. Bu subayları Beyoğlu sokaklarındaki
geçişleri sırasında azınlıklar sevinç gösterileriyle selamlamışlardır.
“Arian’ın Galata rıhtımına yanaşması ve gemiden çıkan dört Fransız subayının yaya olarak
Beyoğlu’ndaki sefarete kadar gitmeleri, Galata'dan Beyoğlu’na kadar tüm sokaklarda binlerce
İstanbullu Rum, Ermeni, Yahudi ve Lavantan ile bazı işbirlikçi Türklerce doldurulmasına, ‘Yaşasın
Fransa! Yaşasın Hürriyet!’ diye bağrışmalarına ve alkış tutmalarına yol açmıştır. Fransız subaylarına
çiçekler verilmiş, boyunlarına sarılıp ağlayanlar olmuş, ardlarında da korkunç bir kalabalık birikmiştir.
”
İşgalcilere sempatik görünmek isteyen işbirlikçiler ve ayrılıkçı unsurlar Galata rıhtımı, Tophane,
Yüksekkaldırım, Beyoğlu caddesi ve yan sokakları İngiliz ve Fransız bayraklarıyla donatmışlardır.
10 Kasım 1918’de ise iki İngiliz, bir Fransız generali birlikte İstanbul’a gelmiştir.
Bu işgal donanmasından İstanbul’a 3500 kişilik bir kuvvet çıkarılmış ve şehrin değişik yerlerine
konuşlandırılmıştır. Bu işgalci kuvvetin 1500 kadarı İngiliz, 540’ı Fransız, 470’i İtalyan ordusuna
mensuptu. Bu 3500 kişilik kuvvetin, 1500’ü Rumeli Kavağı, Yenimahalle, Büyükdere’den Bebek’e
kadar olan bölgeye yerleştirilirken, 2000’i Beyoğlu’na yerleştirilmiştir. İşgalci birliklerin kışla ve
okullara (GS Lisesi, İngiliz Kız Okulu gibi okullar) yerleştirilmelerinden sonra, özel binalar da keyfi
olarak işgal edilmeye başlanmıştır.
İşgal kuvvetlerinde İngiltere’yi Amiral Calthorpe (İngiliz Yüksek Komiseri) temsil edecektir.
Yardımcıları, Koramiral Richard Webb (Yüksek Komiser Yardımcısı), T.B.Hohler (Birinci siyasi
memur) ve Ryan’dır (İkinci siyasi memur). Fransa’yı Wisamiral Amet (Fransız Yüksek Komiseri)
temsil edecektir. İtalya’yı ise Kont K. Sforza (İtalyan Yüksek Komseri) temsil edecektir.
13 Kasım 1918’de bir işgalci İngiliz taburu İstanbul’da gövde gösterisi niteliğinde bir yürüyüş
yapmıştır.
Aynı gün bir işgalci Fransız kıtası da büyük gösterilerle karaya çıkıp Fransız elçiliğine yürümüş ve
işgalci Fransız askerleri limandaki 3 römorköre zorla Fransız bayrağı çekmişlerdir.
İşgal Kuvvetleri Galata’da yürürken
13 Kasım 1918’de İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan donanmalarından oluşan 61 parçalık bir işgal
gücünün Çanakkale Boğazı’ndan elini kolunu sallayarak geçip İstanbul Boğazı’na girmesi Türk
insanını derin bir yasa boğmuştur. Çünkü daha yaklaşık dört yıl önce Türk insanı, bu işgal donanması
bu boğazlara girmesin diye Çanakkale Savaşı’nda varını yoğunu ortaya koymuş, 200.000’den fazla
şehit vermiş ve düşman donanmasının Çanakkale Boğazı’nı geçmesine engel olmuştu. Ama şimdi, bu
büyük direnişten sadece dört yıl sonra düşman donanması güle oynaya İstanbul’a geliyordu. Bu
kahredici bir işgaldi!
“ Günlerce Çanakkale ağzındaki mayınlı arazilerin temizlenmesini beklemiş olan İtilaf ortak
donanmasının İstanbul ufuklarında dev bir armada olarak ve kara bir bulut gibi görünmesi, sonra tüm
taretleri şehre çevrilmiş olarak istim üstünde limana demir atması ve gemilerin baştan başa bayrak ve
flamalarla süslü olması, güvertelerinde durmadan çalan bandoları, rıhtımlara yığılmış İstanbul’un yerli
ve azınlık işbirlikçilerini çılgına çevirdi. Aynı gösterinin çok daha ufak çaplısı, 10 Kasım’da İngiliz ve
Fransız generalleri karaya çıkarken de yapılmıştı; ama bu defaki görünüş büsbütün korkunçtu. Sirkeci
kıyıları, Galat Köprüsü ve Galata Rıhtımı, Tophane, Salıpazarı ve Dolmabahçe kıyıları on binlerce
karşılayıcıyla doluydu. Kıyıdaki bütün binalar İngiliz, Fransız ve Yunan bayraklarıyla donatılmış,
çiçeklerden tak-ı zaferler kurulmuştu. Rum ve Ermeni okullarıyla, Musevi okullarının üniformalarını
giymiş başlarında öğretmenleri bulunan öğrencileri, çeşitli kilise ve havraların papazları, keşişleri,
zangoçları, hahamları, rengârenk giyinmiş genç kadın ve kızlar İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan
ulusal renkli eşarplarıyla kadınlar, donanmış gemileri ve bu gemilerde çalan bandolarla gösteri yapan
yabancı askerleri ‘Hurra! Zito! Viva!’ nidaları ve alkışlarla karşılıyorlardı.
İstanbul’un Müslüman Türk halkım asıl yıkan ise her biri birer ejderhaya benzeyen dev zırhlılar,
dretnotlar, kruvazörler üstünde sallanan İngiliz, Fransız, hatta İtalyan bayrakları değildi. Müslüman
Türk halkını üzüntüden göz yaşlarına boğan Yunanlıların ünlü Averof Zırhlısının Yunan bayrağıydı...
Kalplerde asıl korkuyu bu bayrak yaratıyordu...
Limanda, istim üstünde demir atan savaş gemileri kıyılarda kendilerini çılgınca alkışlayan
işbirlikçilerin gösterileri arasında hemen karaya bahriye silahendazı, zırhlı araçlar, devriye birlikleri,
toplar, makineli tüfekler çıkarmaya başladı. ”
Şevket Süreyya Aydemir, o günkü manzarayı,
“Bütün karşı sahiller, Rumların, Levantenlerin sarhoş çığlıkları ve palikarya naraları ile çınlıyor
du” diye tasviretmiştir.
“Türkler evlerine kapanmış, kendi kendilerinin gölgesi gibi, ancak ekmek almak için dışarı
çıkıyorlardı. Bazıları şehre girmiş olan İtilaf Devletleri kuvvetlerinin yanında iş bulabilmek için
feslerini atarak Türk olmadıklarını bile ileri sürüyorlardı. Beri yandan Rumlar, sokaklarda caka satarak
dolaşıyor ve rastladıkları Türkleri, itip kakarak duvar kenarına sürüyorlar, geleni, geçeni Yunan
karargâhında dalgalanan mavi beyaz bayrağı selamlamaya zorluyorlardı. Türkler bu aşağılamaya boyun
eğmemek için arka yollardan dolaşmak zorunda kalıyorlardı. Bir gün İstanbul sokaklarında panik
yaratan bir söylenti duyuldu: ‘Ayasofya’ya çan takıyorlarmış!’ Bir Müslüman kalabalığı çığırından
çıkmış bir halde Ayasofya’ya koştu. Ama Türk askerlerinin hâlâ avluda nöbet tutmakta olduğunu
görünce rahat nefes aldılar.”
Beyoğlu’nda bir İngiliz taburu, İstanbul’da bir Fransız taburu, Boğaziçi’nde bir İngiliz tugayı ve bir
Fransız tümeninin önemli bir bölümü bulunuyordu. İngilizler, İstanbul’da Kilyos’a kadar olan bölgeleri
işgal etmişler, işgal kuvvetleri Karadeniz’den gelebilecek denizaltılara karşı Boğaz girişinin her iki
yanına birer batarya yerleştirmişler; 3 İngiliz motoru da Boğaz ağzına konuşlanarak Boğazı
gözetlemeye başlamıştı.
27 Kasım 1918’de İngiliz Generali Milne İstanbul’a gelerek, Haydarpaşa’dan Anadolu’ya uzanan
demiryoluna el koymuştur.
8 Şubat 1919’da Fransız General d’Esperey’in İstanbul’a ikinci gelişinde yaşananlar işgalin çirkin
yüzünü olanca açıklığıyla gözler önüne sermiştir. Şöyle ki: d’Esperey, İstanbul’dan Beyoğlu’na doğru
bir zafer alayı düzenlemiştir. Fatih’in İstanbul’u fethederken bindiği beyaz atı anımsatırcasına beyaz bir
ata binen d’Esperey’e, atın her iki yanında yürüyen iki zenci eşlik etmiştir. Kendisini karşılayan
Osmanlı bandosunu atını ürküttüğü için kırbacını sallayarak ve “sus” diye bağırarak durdurmuş ve
Dolmabahçe Sarayı’na oturmak istediğini belirterek Padişahın oradan uzaklaştırılmasını istemiş
tir. d’esperey, küstahça tavırlarıyla Osmanlı sadrazamlarınıve Türk subaylarını bile aşağılamakt
an çekinmemiştir.
Bu olay üzerine Süleyman Nazif, 9 Şubat 1919 tarihli Hadisat gazetesi’nde “Kara Bir Gün” başlıklı bir
yazı kaleme almıştır. Bu yazıyı okuyan şımarık Fransız d’Esperey, çılgına dönerek önce Süleymen
Nazif’in “kurşuna dizilmesini” istemişse de sonra Malta’ya sürgün edilmesiyle yetinmiştir.
“Fransız generalinin şehrimize gelişi münasebetiyle birtakım vatandaşlarımız tarafından icra olunan
nümayiş Türk’ün ve Islamın kalbinde müebbeden kaynayacak bir ceriha açtı...Almanya orduları 1871
senesinde Paris’e dahil olarak büyük Napolyon’un neşide-i mütehacire-i muzafferiyatı olan ‘tak-ı zafer’
altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemiştir ve bizim dün sabah saat dokuzdan
onbire kadar hissettiğimiz yeis ve azabı duymamıştır. Çünkü yalnız Hıristiyanlar değil, Yahudi
Fransızlarla Cezayirli Müslümanlar o matemi milli karşısında aynı telehhüf ve hicap ile ağlamış ve
kızarmışlardı...”
İşgal güçleri sadece sokaklarda gösterişli yürüyüşler yapmakla kalmamış, her fırsatta Müslüman
Türkleri de aşağılamıştır. G. Jaeschke, bu gerçeği şöyle itiraf etmiştir: “Etrafa galip sıfatıyla meydan
okundu. Türk örf ve adetlerine karşı saygısız davranıldı.” Bu yapılanlar karşısında halkın telaş ve
şaşkınlığı hakkında Times muhabiri 16 Kasım 1918 tarihindeki haberinde “Türk memur ve matbuatı
tam bir şaşkınlık içindedir “ demiştir.
Fransız general d’esprey İstanbul’da
İlhami Soysal, “İşbirlikçiler” adlı kitabında işgalcilerin İstanbul’daki çirkinliklerini şöyle ifade
etmiştir:
“Rasgele herhangi bir İtilaf subayı beğendiği yeri, evi zorla boşalttırıyor, eşyalarına el koyuyor ve
buraya yerleşiyordu. İstanbul’da artık konut dokunulmazlığı, aile gizliliği diye bir şey kalmamıştı.
İstanbul’a İtilaf donanmasıyla birlikte gelen Yunan savaş gemileri, Hıristiyanlar, özellikle de Rumlar
arasında ayrıca taşkınlıklara yol açmıştı. Yunan bahriye askerlerinin İstanbul’da görülmesi, Beyoğlu
sokaklarının Yunan bayraklarıyla donatılması, hemen tüm Rumların yakalarına önceden hazırlanmış
rozetler, kokartlar takmalarına, gösteriler yapılmasına yol açmıştı. Hergün yüzlerce kayık, motor, çatan
içinde Türkiyeli Rumlar büyük kafileler halinde Yunan savaş gemilerini ziyarete gidiyor, bu gemilere
armağanlar, çiçekler yağdırıyorlardı. İstanbul sokaklarında, hele Galata ve Beyoğlu’nda yerli Rumların
sevinci bir azgınlık halini almıştı.”
O işgal günlerinde İstanbul’da bulunan ünlü romancımız Halide Edip (Adıvar)’ın “Türk’ün
Ateşle İmtihanı” adlı kitabında anlattıkları da İngiliz emperyalizminin “çirkin yüzünü” olanca
açıklığıyla gözler önüne sermektedir:
“Müttefik kuvvetlerin İstanbul’a gelişi ile bir kısım azınlıklar sokaklarda barış içinde yaşamaya alışmış
olan Türk vatandaşlarına çok kötü muamele etmeye başladılar. Bir aralık etrafta dolaşan dedikoduların
en kuvvetlisi Senegalli askerler hakkındaydı. Ortada dolaşan bir söylentiye göre sokakta Türk
kadınlarım ısırıyorlar, Türk çocuklarım kesip akşam yemeği olarak yiyorlarmış. Tabii bu bir
söylentiden ibaretti. Yalnız şu var ki Müttefik kuvvetleri küçük bahanelerle durmadan Türkleri tevkif
ediyor, cezalara çarpıtıyor ve bazen de Müttefik merkezlerinde fena halde dövüyorlardı. Evler zorla
sahiplerinin ellerinden alınıyor, içerdekiler dışarıya atılıyordu. Müttefik tercümanlarının umumiyetle
azınlıklardan olması tabii onlara karşı çok kötü bir his uyandırıyordu. Bu durum bilhassa sakin
yaşamaya alışmış olan İstanbulluları çileden çıkarıyordu. Fesler, kadın peçeleri yırtılıyor ve bütün
bunlara karşı şehir halkı çok vakur ve sakin davranıyordu. Burada şunu da ilave etmek gerekir ki,
Türkler her türlü haksızlığı, hatta fenalığı affedebilirler, fakat onurlarına dokunulduğu zaman mesele
bütün bütün değişir.Türk basını Müttefiklerin sansürü altında olduğundan, bu olaylar gazetelerde pek
az yer alıyor ve bu yüzden mübalağalı söylentiler ağızdan ağza dolaşıyordu... Bugünlerde Türklerin
hiçbiri silah taşımamakla beraber, Hıristiyanların hepsine silah verilmişti. İşte bundan dolayı Fatih ve
Aksaray gibi büyük bir kısmı yangından harabeye dönüşmüş yerlerde çok acı vakalar oluyordu. ”
İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı başkenti İstanbul’a her bakımdan el koymuşlardır. İşte işgalci
emperyalistlerin İstanbul’daki bazı faaliyetleri:
3. 16 Kasım: Middlesex alayından 400 asker “Büyükelçilik Muhafız Kıtası” olarak karaya çıkmıştır.
4. 16 Kasım: Fransızlar, Sirkeci’de Üsküdar vapur iskelesinden Saray kapısına kadar bütün rıhtımın,
antrepo ve binalarının boşaltılmasını istemişlerdir.
5. 17 Kasım: Bakırköy’deki Fransız Binbaşısı, hastane yapılmak üzere belediye binasının beş saat
içinde boşaltılmasını istemiştir.
6. 17 Kasım: Beyoğlu’nda Fransızlar, belediyeye başvurarak belirledikleri 7, 8 büyük binanın on beş
saat içinde boşaltılarak kendilerine teslim edilmesini istemişlerdir. Ayrıca, Beyoğlu hastanesindeki
levazıma ve emanet garajındaki benzinliklere el koymuşlardır.
8. İstanbul’da ceketlerini omuzlarında taşıyan ve arkası basık ayakkabı giyenler İngilizlerce para
cezasına çarptırılmıştır.
9. İngilizler Anadolu’ya gönderdikleri kontrol subaylarının yakacak paraları ile ev kiralarını ve nakil
sırasında harcadıkları bütün paraları Osmanlının ödemesini istemişlerdir.
10. Kasım 1918’de İngilizler, Harp Okulu binasının 72 saat içinde boşaltılarak kendilerine verilmesini
istemişler ve Aralık 1918’de bu binayı hastane olarak kullanmaya başlamışlardır.
11. Şubat 1919’da İngilizler, Pendik ve Maltepe’deki Türk Talimgahlarının boşaltılarak kendilerine
verilmelerini istemişlerdir.
13. İngilizler, istedikleri asker ve sivilleri görevden aldırarak, istedikleri kişileri istedikleri görevlere
getirmişlerdir.
14. İngiliz Komutanı Allenby, 7 Şubat 1919’da gösterişli bir törenle İstanbul’a gelerek Anadolu’da
İngiliz egemenliğini pekiştirmek için hazırladığı 12 maddelik istek listesini, “küstahça” ayağına kadar
çağırdığı Osmanlı Dışişleri Bakam’na yazdırmıştır.
Bu istekler şunlardır:
2. Altıncı Ordu’nun tüm silahları elinden alınarak top ve tüfekleri Allenby’ın göstereceği yerde
İngilizlere teslim edilecektir.
4. Allenby’in bölgesinde ihtiyaç duymadığı Türk jandarmalarının silahları alınarak terhis edilecektir.
5. Allenby’in tutum ve davranışlarını hoş görmediği memurlar, emirlerine uyularak görevlerinden
alınacaktır.
7. Gerek cinayet gerekse genel asayişi bozmakla suçlanan kişileri tutuklamak Allenby’in yetkileri
içindedir.
9. Allenby’in bölgesindeki bütün telgraf ve telefon haberleşmesi İngilizlerin denetimi altında olacaktır.
10. Altıncı Ordu dağıtılacak ve erler haftada 300 kişilik kafileler şeklinde evlerine gönderilecektir.
12. Allenby’in istediği yerleri işgal etmek hak ve özgürlüğüne sahip olduğu anlaşılmalıdır.
Fahrettin Altay Paşa’nın şu anısı, Allenby’in bu isteklerinin Osmanlı yöneticilerince nasıl yerine
getirildiğini bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir:
“Mütareke, bütün ağırlığıyla kendisini duyuruyordu. Konya’da bir İngiliz subayı gelip demiryolunun
yönetimini eline aldı. Bütün cephane ve silah depolarının kapısına kilit taktırdı. Silahların
mekanizmalarını toplayıp bir sandığın içine doldurttu ve üzerine de işgalin mührünü bastı”.
İngilizler kısa sürede İstanbul’daki bütün önemli devlet kurumlarına el koymuşlar, Ermeni olaylarına
karıştıkları iddiasıyla bütün “vatanseverleri” ve “İttihatçıları” tutuklatıp önce Bekirağa Zindanı’na
sonra da Malta Adası’na sürgün ettirmişler, Sözde Ermeni Soykırımına karıştığı iddiasıyla Boğazlayan
Kaymakamı Kemal Bey’i tutuklatarak halkın gözleri önünde Beyazıt Meydan’ında idam ettirmişler,
İstanbul’un üzerinde uçan İngiliz uçaklarıyla halka korku salmaya çalışmışlar, basın ve mektuplara
sansür koymuşlar, hükümete istedikleri memurları görevden aldırıp istedikleri memurları
görevlendirme yönünde baskı yapmışlar, Anadolu’ya kontrol subayları ve ajanları göndererek
muhtemel direnişi önlemeye çalışmışlar, işgalci Yunan ordusunu maddi ve manevi bakımdan
desteklemişler ve dahası yeri gelince (ileride anlatılacaktır) İngiliz orduları Türk ordusuyla sıcak
çatışmaya da girmişlerdir.
İngilizler, Osmanlı başkenti İstanbul’u iki kez işgal etmişlerdir. İstanbul’da Son Osmanlı Meclisi
Mebusan’ının açılması ve Misak-ı Milli’nin yayınlanmasının hemen ardından, 16 Mart 1920’de
gerçekleştirilen ikinci İngiliz işgali, çok daha etkili ve çok daha yıkıcı olmuştur.
16 Mart 1920 Salı sabahı Fransız ve İtalyan Yüksek Komiserleri, Sadrazam (Başbakan) Salih Paşa’ya
bir nota vererek saat 10’dan itibaren İstanbul’un işgal edilmeye başlanacağını belirtmişlerdir. Ancak
işgale çok daha erken, sabahın ilk ışıklarıyla başlamışlardır. Notanın içeriğinde, Anadolu’da
Hıristiyanların katledildiği, İstanbul’da asayişin bozulduğu biçiminde gerekçeler ve Atatürk ile öteki
milli liderlerin hemen reddedilmesi ve Kilikya’da benzer olayların sürmesi halinde barış şartlarının
daha da sertleşeceği gibi “tehditler” vardır. Salih Paşa, gerekçeleri ve istekleri reddederek notayı
protesto etmiştir.
16 Mart 1920’deki işgal sırasında 50-60 kişilik bir İngiliz birliği, sabahın erken saatlerinde Şehzadebaşı
Karakulu’na gelerek zorla içeri girip henüz yataklarında bulunan 61 Türk askerini öldürmüş, İmalat-ı
Harbiye Muhafız Tabur Karargâhı ve Muhafız Birliği’nin ikamet ettiği kışla binası İngiliz deniz
askerlerince kuşatılmış, kışlanın etrafına makineli tüfekler yerleştirilmiş, Bahriye Nezaret’i basılarak 5
dakika içinde boşaltılması istenmiş ve buradaki bütün silahlara el konmuş, telefon telleri kesilmiş,
dosyalar karıştırılmış, Harbiye Nazırı’nın odasını basan İngilizler, Nazır’ın göğsüne silah dayamışlar,
Beyoğlu, Beşiktaş, Şişli, Kasımpaşa, Kadıköy ve Üsküdar’daki caddeler İngilizlerce tutulmuş, gidiş
geliş engellenmiş, Boğaz’daki vapur ve sandal trafiği engellenmiş, Ahırkapı İnşaat Fabrikası, Otomobil
Taburu ve Müze-i Hümayun Fransızlarca işgal edilmiş, Süleymaniye Camii avlusundaki ve
Ayasofya’daki Türk askerleri kuşatılarak makineli tüfek tehdidi altına alınmış, Harp Okulu’na ve
İngiliz ve Fransız elçiliklerine makineli tüfekler Beyoğlu’na toplar yerleştirilmiş; özetle haberleşmeye
el konmuş, ve devlet daireleri denetim altına alınmıştır.
Mızıka Karakolu baskınında uykuda şehit edilen Türk Askerlerinden biri
Şehrin denetimini tamamen ele geçiren İngilizler İstanbul’da sıkıyönetim ilan etmişlerdir. Halkın
oylarıyla seçilmiş mebuslardan oluşan Meclis-i Mebusan’ı basıp 150’ye yakın asker ve sivil
memurlarla içlerinde Rauf Bey’in de bulunduğu milletvekillerinin büyük bir bölümünü tutuklayıp
Malta’ya sürgün etmişlerdir.
İngilizler, işgali protesto edip istifa eden Salih Paşa’nın yerine yeniden “işbirlikçi” Damat Ferit’e
hükümeti kurdurmuşlardır.
Kaynakça
Kitap: CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI, Yoksa siz de mi kandırıldınız?...
Yazar: SİNAN MEYDAN
TurkmenCopur
Yazdır
Sibel Ertürk Kurtoğlu - Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD), 29 Ekim'de hizmete
girmesi planlanan Asya ve Avrupa kıtalarını denizin altından bağlayan ''Asrın Projesi'' Marmaray
kapsamında yüzeysel metroya dönüştürülecek tren hatlarında iyileştirme çalışmalarına başladı.
Çalışmalar çerçevesinde İstanbullular, kitaplara, şiirlere, filmlere konu olan, ayrılık ve kavuşmaların
hüzünlü mekanları tarihi tren istasyonlarının bazılarına veda edecek. Proje kriterlerine göre bazı
istasyonlar olduğu yerde yenilenecek, bazılarının yerleri kaydırılarak yeniden inşa edilecek.
TCDD'den alınan bilgiye göre, çalışmalar kapsamında mevcut istasyonların tamamı yenilenecek.
Marmaray istasyonları orta peronlu hale getirilecek. Proje kriterlerine göre, İstanbul'un yıllanmış
istasyonlarının bazıları olduğu yerde yenilenecek, bazıları da yerleri kaydırılarak, yeniden inşa
edilecek.
Marmaray projesi kapmasında bir yanda inşaat çalışmaları devam ederken diğer yanda Sirkeci-
Yedikule arası hat kesimi ve Söğütlüçeşme-Haydarpaşa arası kısımların tren işletmeciliği bağlantılı
entegrasyon ve değerlendirme etüd çalışmaları da devam ediyor.
Marmaray kapsamında mevcut banliyö sisteminin yüzeysel metroya dönüştürülmesi için hatlar
aşama aşama kapatılacak. İstanbul banliyölerinin yüzeysel metroya dönüştürülmesi ve 3 hatta
çıkarılması çalışması kapsamında, Kazlıçeşme-Halkalı arasında 1 Mart'tan itibaren tren trafiğine
ara verilecek. Söz konusu parkurda ulaşım otobüslerle sağlanacak.
Konuyla ilgili TCDD, Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilgili
belediyelerce hazırlıklar yapıldı.
Yedikule-Sirkeci arasında banliyö trenleri işletilmeye devam edecek. Bu parkurda her 15 dakikada
bir tren çalıştırılacak.
Çalışmalar kapsamında inşaat alanları etaplar halinde ilerleyecek. Bu bağlamda ilgili kurumların
mutabakatı ile 29 Nisan 2012'de Pendik-Gebze arası mevcut hat kapatıldı. Haydarpaşa-Pendik
hattının ise 2013 yılı yaz döneminde işletmeye kapatılması öngörülüyor.
Bu süreçteki en önemli istasyonlar, iki yaka arası bağlantının başlangıç noktaları olan Kazlıçeşme
(Avrupa Tünel Girişi) ve Ayrılıkçeşme (Anadolu Tünel Girişi) arasındaki tünel ve boğaz tüp geçişini
sağlayan Kazlıçeşme, Yenikapı (yer altı), Sirkeci (yer altı), Üsküdar (yer altı) istasyonları olacak.
Haydarpaşa-Pendik hattında, günde 12 tren ve 176 seferle ortalama 71 bin ve yılda 77 milyon
yolcu, Sirkeci-Halkalı hattında ise günde 9 tren ve 126 seferle ortalama 66 bin ve yılda ortalama 53
milyon yolcu taşınırken, Marmaray'ın devreye girmesiyle bu sayı günde 1 milyonu bulacak.
-Personel politikası-
Marmaray işletmeye açıldığında Avrupa'dan 21 yük treni, Asya'dan 21 yük treni olmak üzere
ihtiyaç olduğu sayıda yük treni çalıştırılması öngörülüyor.
Marmaray ve Arifiye-Pendik arasında Yüksek Hızlı Tren yol çalışmalarının tamamlanmasıyla yurt
içi anahat yolcu tren seferleri, (yolcu talep ve ihtiyaçlarına göre) planlamaları yapılabilecek.
Yeni gar binası, mimari proje yarışması sonucu belirlendi ve yarışmayı Philipp Holzmann & Co.
Şirketi'ne mensup mimar-mühendis Otto Ritter ve Helmut Cuno kazandı. Yapımına 30 Mayıs
1906'da başlanan yeni Haydarpaşa Garı 19 Ağustos 1908'de tamamlandı ve 4 Kasım 1909'da
resmen hizmete açıldı.
Projeyi Almanlar'ın yapmasına karşın inşaatta Alman ve Türk işçilerin yanı sıra İtalyan taş ustaları
da çalıştı. Gar, ismini bir Osmanlı devlet adamından aldı. Osmanlı tarihinde iki Haydar Paşa
bulunuyor. İlki 1512-1595 yılları arasında yaşayan, Kanuni Sultan Süleyman için yaptığı Kavak
Sarayı'na karşılık civardaki bağların hediye edildiği, Anadolu'da yol, sulama, köprü, kışla, bataklık
kurutma gibi çalışmaları zamanına göre en ileri anlayışla gerçekleştiren, Sivas ve Cezayir
Beylerbeyliği yaptıktan sonra Sultan II. Selim döneminde ''Kubbe Vezirliği''ne getirilen Haydar
Paşa... İkinci Haydar Paşa ise Padişah III. Selim döneminde yaşayan, semtte bulunan geniş
arazisine bir kışla yaptıran Haydar Paşa...
III. Selim döneminden çok önce yaşayan Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde Haydar Paşa'nın
bağlarından söz etmesi, semte adını veren kişinin ilk Haydar Paşa olduğu iddiasını güçlendiriyor.
Neorönesans etkili klasik bir Alman mimari örneği olan gar binası, Marmara denizine ve çevreye
hakim abidevi kütlesi ile İstanbul'un sembollerinden biri.
Her biri 21 metre uzunluğunda 1100 ahşap kazık üzerine inşa edilen 5 katlı gar binasının
döşemeleri, pembe granitten, taşıyıcı ve bölücü duvarları ise tuğladan yapıldı. Kullanılan taşlar
Lefke-Osmaneli, Hereke ve Vezirhan'dan getirildi. Binanın cephe kaplaması sarı-yeşil renkli Lefke
(Osmaneli) taşı, çatı kaplaması arduvaz taşından yapıldı.
Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından sonra Haydarpaşa Garı, 25 Eylül 1923'te İngiliz işgal
kuvvetlerinden geri alındı, 31 Aralık 1928'de de Haydarpaşa-Eskişehir hattı satın alınarak,
devletleştirildi.
Ulusal demiryollarının kurucu Genel Müdürü Behiç Erkin ve 24 Mayıs 1924'te kurulan ''Anadolu-
Bağdat Demiryolları Müdüriyeti Umumiyesi'' bir dönem bu binada görev yaptı.
Ankara-İstanbul arasında yaptığı yolculuklarda pek çok kez bu tarihi istasyonda karşılanan Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, son kez 27 Mayıs 1938'de Haydarpaşa Garı'na
geldi.
Yapıldığı dönemde Orta Doğu'nun en büyük gar binası sıfatını kazanan Haydarpaşa Garı'nın
toplumsal bellekte de önemli bir yeri bulunuyor. Sayısız ayrılığın ve kavuşmanın yaşandığı bu
mekan, felaketlere de sahne oldu.
1. Dünya Savaşı sırasında 6 Eylül 1917'de düzenlenen sabotaj sonucu çıkan yangında cepheye
gitmek üzere bekleyen bir tabur asker yanarak can verdi, binanın çatısı ve kuleleri yandı. İngiliz
uçakları tarafından 1918'de yılında bombalanan Haydarpaşa Garı ve sahasındaki pek çok bina
yıkıldı. Binanın çatısı, 1930'lu yıllarda yeniden yapıldı.
Haydarpaşa mendireği açıklarında 1979'da meydana gelen tanker kazasında kırılan Alman sanatçı
O. Linneman'ın yaptığı vitraylar, daha sonraki restorasyonda vitray sanatçısı Şükriye Işık
tarafından yenilendi.
Tarihi binanın çatısı, 28 Kasım 2010'da çıkan yangında yandı, restorasyon çalışmaları devam
ediyor.
-Sirkeci Garı-
İstanbul'un Avrupa'ya açılan kapısı Sirkeci Garı'nın temeli, 11 Şubat 1888'de büyük bir törenle
atıldı. Alman mimar ve mühendis A. Jasmund tarafından yapılan görkemli gar binası, 3 Kasım
1890'da hizmete açıldı. Şark mimarisi konusunda incelemeler yapmak üzere İstanbul'a gelen ve
Sultan II. Abdülhamid'in güvenini kazanarak sarayın danışman mimarı olan Berlin Üniversitesi
mezunu Jasmund, gar binasının projesi hazırlanırken özellikle bir nokta üzerinde durdu. İstanbul,
batının bitip, doğunun başladığı yerdi. Bir başka deyişle doğu ile batının birleştiği noktaydı. Bu
nedenle bina oryantalist bir üslupla hayata geçirilmeli, bölgesel ve ulusal biçim kalıplarına yer
verilmeliydi. Bu üslubu yansıtmak için cephelerde tuğla bantlar kullanıldı. Sivri kemerli pencereler,
ortaya ise Selçuklu dönemi taş kapılarını anımsatan geniş bir giriş kapısı yaptı. Vitraylar bu üslubu
tamamladı.
Binanın kaidesi granit, cephesi mermer ve Marsilya Arden'den getirilen taşlarla yapıldı. Bekleme
salonlarına, Avusturya'dan getirilen büyük çini sobalar konuldu. Binanın aydınlatılması ise çeşitli
yerlere konulan 300 havagazı feneriyle sağlandı.
Mert
Tokatlı
17/01/15
Kaynaklar:
Sean McMEEKIN Berlin Bağdat demir yolu Almanya'nın Dünya Hakimiyeti
Mücadelesi ve Osmanlı İmparatorluğu s/15-16,290-294,310-311
İlber Ortaylı Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman nüfuzu s/52-53,125-
127,138,141-144,165
http://www.ekodialog.com/Turkiye-iktisat-tarihi/osmanli-devletinde-ulasim.html
http://sinanmeydan.com.tr/index.php?
option=com_content&view=article&id=404:atatuerkten-babakana-yanit-neyi-
mi-oerduem-goestereyim&catid=62:yazlar&Itemid=228
http://www.tcdd.gov.tr/home/detail/?id=267
http://ercaninal.blogspot.com.tr/2013/02/demiryolu.html
http://nukhetisikoglu.blogspot.com.tr/2012/08/berlini-bagdata-baglayan-kopru-
vardiha.html
http://dogaylabasbasa.blogspot.com.tr/2013/02/cocukluk-yillarinda-adananin-
sari.html
http://www.mimdap.org/?p=45821&page=4
http://www.mimdap.org/?p=45821&page=2
http://tr.wikipedia.org/wiki/Haydarpa%C5%9Fa_Gar%C4%B1
http://kentvedemiryolu.com/icerik.php?id=866
http://ahmetsertkan.blogspot.com.tr/2012/03/1917-haydarpasa-gar-
yangini.html
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27664717.asp
http://www.radikal.com.tr/radikalist/
1_round_daha_isteyen_haydarpasaya_sahip_cikmamiz_icin_10_sebep-
1223723
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27134414.asp
http://www.milliyet.com.tr/haydarpasa-gari-otel-ve-alisveris-merkezi-olacak/
gundem/gundemdetay/16.11.2012/1627948/default.htm
http://www.demiryolcuyuz.com/anasayfa/haber/1274-haydarpa%C5%9Fa-
port-t%C3%BCpe-tak%C4%B1ld%C4%B1.html
http://www.balikavi.net/forum/showthread.php?t=8232
http://lcivelekoglu.blogspot.com.tr/2013/12/121-yil-once-bugun-ankaraya-ilk-
kez.html