Professional Documents
Culture Documents
Özlem VATANSEVER
MART, 2022
T.C.
İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ
LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ
Özlem VATANSEVER
(Y1912.380005)
MART, 2022
ONAY FORMU
ONUR SÖZÜ
Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “Amerikan Milli Güvenlik Stratejisi: Marvel
Sinematik Evreni” adlı çalışmanın, tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki
bütün süreçlerde bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma
başvurulmaksızın yazıldığını ve yararlandığım eserlerin Kaynakça’da gösterilenlerden
oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve onurumla beyan
ederim. (25/02/2022)
Özlem VATANSEVER
iii
iv
ÖNSÖZ
Ayrıca tezimi yazdığım süre boyunca tüm sorularıma sabırla ve özenle cevap veren,
tecrübelerini benimle paylaşan ve arkadaşlarım Meltem BAŞARAN’a, Burcu
KAVAS’a ve Buket AKDEMİR DİLEK’e teşekkür ederim.
Çalışmamı başarmam için bana her türlü imkânı sunan, ders çalışırken
uyuyakalmamam için arkamdaki koltukta sabaha kadar nöbet bekleyen, tüm
başarılarımın mimarı Annem’e ve hayattaki en büyük şansım, başarmak için en büyük
sebebim, ışığıyla her karanlığı aydınlatan rahmetli Babam’a, Niro’ma ithaf ediyorum.
v
vi
AMERİKAN MİLLİ GÜVENLİK STRATEJİSİ: MARVEL
SİNEMATİK EVRENİ
ÖZET
vii
viii
AMERICAN NATIONAL SECURITY STRATEGY:
MARVEL CINEMATIC UNIVERSE
ABSTRACT
In this research, it is discussed how the US government presents its national security
strategies to the global world through cinema. In this context, the Marvel cinematic
universe was chosen as the sample of the research and an evaluation was made on the
scenes associated with the American national security strategies. The study consists of
four parts. In the first part of the study, there is an introduction part where information
about the content of the research is given. In the second part, American history and
wars are conveyed by associating them with movies. The third part is the part where
the concept of ideology is focused on to form the theoretical framework of the research,
and the methodological framework is presented and the semiotic analysis is conveyed.
Finally, in the fourth chapter, the films selected as the sample of the research were
examined with the semiotic analysis method and the assumptions of the research were
put forward. Findings related to the assumptions of the research are evaluated in the
conclusion part.
ix
x
İÇİNDEKİLER
xi
2.19. Yüzyılda İdeoloji Kavramı: Marxist Perspektifte Gerçeği Aramak ve
Yanlış Bilinç ....................................................................................................... 57
B. Antonio Gramsci: Hegemonya..................................................................... 60
C. Louis Althusser: Devletin İdeolojik Aygıtları ............................................. 64
D. Amerikan İdeolojisi ve Milli Güvenlik Savunması ..................................... 71
E. Göstergebilimsel Analiz ............................................................................... 75
1.Ferdinand de Saussure ve Charles Sanders Pierce’a Göre
Göstergebilim… ................................................................................................. 79
2.1960'lı Yılların Sonrasında Göstergebilim ............................................ 82
3.Roland Barthes’a Göre Göstergebilim ................................................... 84
IV. AMERİKAN MİLLİ GÜVENLİK SİNEMASI: KAPTAN AMERİKA: KIŞ
ASKERİ, YENİLMEZLER VE ÖRÜMCEK ADAM: EVE DÖNÜŞ
FİLMLERİNİN İNCELENMESİ ........................................................................... 89
A.Marvel Sinematik Evreni .............................................................................. 89
B.Kaptan Amerika: Kış Askeri (Captain America: The Winter Soldier) Filminin
Göstergebilimsel Analizi .................................................................................... 95
C.Yenilmezler (Avengers) Filminin Göstergebilimsel Analizi ...................... 116
D.Örümcek Adam: Eve Dönüş (Spider Man: Homecoming) Filminin
Göstergebilimsel Analizi .................................................................................. 131
V. SONUÇ ............................................................................................................... 143
VI. KAYNAKÇA .................................................................................................... 151
EKLER .................................................................................................................... 171
ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................ 193
xii
KISALTMALAR LİSTESİ
Vb. : ve benzeri
xiii
xiv
ŞEKİL LİSTESİ
xv
Şekil 28. Nick Fury ve Dr. Selvig’in Konuşması ..................................................... 117
Şekil 29. Loki’nin Gelişi .......................................................................................... 118
Şekil 30. Loki ve Nick Fury’nin Karşılaşması ......................................................... 119
Şekil 31. Natasha’nın Bruce Banner’a Tesseract’ı Anlatması ................................. 120
Şekil 32. Nick Fury’nin Dünya Güvenlik Konseyi ile Görüşmesi ........................... 121
Şekil 33. Nick Fury’nin Dünya Güvenlik Konseyi ile Görüşmesi ........................... 122
Şekil 34. Kaptan Amerika’nın Yeni Teknolojiler ile Tanışması .............................. 123
Şekil 35. S.H.I.E.L.D’ın Verilere Erişim İmkanları ................................................. 124
Şekil 36. Kaptan Amerika ve Loki’nin Karşılaşması ............................................... 125
Şekil 37. Kaptan Amerika ve Loki’nin Karşılaşması ............................................... 126
Şekil 38. New York Savaşı ...................................................................................... 126
Şekil 39. Black Widow’un S.H.I.E.L.D Hakkındaki Konuşması ............................ 127
Şekil 40. Demir Adam ve Loki’nin Konuşması ....................................................... 128
Şekil 41. ABD Halkının Yenilmezler Ekibine Güveni ............................................ 129
Şekil 42. Bir Chitauri Askerinin İnsan Irkını Anlatması .......................................... 130
Şekil 43. Toomes’ın Yenilmezler’in Çizildiği Resme Yorumu ............................... 131
Şekil 44. Toomes’ın Yeni Dünya Hakkındaki Konuşması ...................................... 132
Şekil 45. Stark Endüstrileri ve Hükümet Arasındaki İş Birliği Haberi .................... 133
Şekil 46. Örümcek Adam’ın Binanın Tepesinde Duruşu ......................................... 134
Şekil 47. Örümcek Adam’ın Yol Tarif Edişi ........................................................... 135
Şekil 48. Yüksek Teknoloji Silahlarla Banka Soygunu ........................................... 136
Şekil 49. Örümcek Adam’ın Hırsızın Önüne Atlaması ............................................ 137
Şekil 50. Toomes ve Şokçu’nun Kavgası................................................................. 138
Şekil 51. Örümcek Adam’ın Arkadaşlarını Kurtarmaya Çalışması ......................... 139
Şekil 52. Örümcek Adam ve Demir Adam Arasında Kostüm Tartışması ............... 140
Şekil 53. Örümcek Adam ve Toomes’ın Savaşı ...................................................... 141
Şekil 54. Örümcek Adam ve Toomes’ın Savaşı ...................................................... 142
xvi
ÇİZELGE LİSTESİ
xvii
Çizelge 28. Son Hücum Filmi Künyesi .................................................................... 180
Çizelge 29. Mavi Askerler Filmi Künyesi ............................................................... 181
Çizelge 30. Billy Jack’in Duruşması Filmi Künyesi ................................................ 181
Çizelge 31. Avcı Filmi Künyesi ............................................................................... 182
Çizelge 32. Taksi Şoförü Filmi Künyesi .................................................................. 182
Çizelge 33. Eve Dönüş Filmi Künyesi ..................................................................... 182
Çizelge 34. Kıyamet Filmi Künyesi ......................................................................... 183
Çizelge 35. Metal Ceket Filmi Künyesi ................................................................... 183
Çizelge 36. Doğum Günü 4 Temmuz Filmi Künyesi............................................... 184
Çizelge 37. General Patton Filmi Künyesi ............................................................... 184
Çizelge 38. Olağanüstü Cesaret Filmi Künyesi ....................................................... 184
Çizelge 39. İlk Kan Filmi Künyesi........................................................................... 185
Çizelge 40. Rambo II Filmi Künyesi ....................................................................... 185
Çizelge 41. Komando Harekâtı Filmi Künyesi ........................................................ 186
Çizelge 42. Komando Harekâtı II Filmi Künyesi .................................................... 186
Çizelge 43. Komando Harekâtı III Filmi Künyesi ................................................... 187
Çizelge 44. Kara Şövalye Filmi Künyesi ................................................................. 187
Çizelge 45. Kuşatma Filmi Künyesi ........................................................................ 187
Çizelge 46. Ölümüne Takip Filmi Künyesi ............................................................. 188
Çizelge 47. Kara Şahin Düştü Filmi Künyesi .......................................................... 188
Çizelge 48. Dünya Ticaret Merkezi Filmi Künyesi ................................................. 189
Çizelge 49. Uçuş 93 Filmi Künyesi ......................................................................... 189
Çizelge 50. Kaptan Amerika: Kış Askeri Filmi Künyesi ......................................... 189
Çizelge 51. Yenilmezler Filmi Künyesi ................................................................... 190
Çizelge 52. Örümcek Adam: Eve Dönüş Filmi Künyesi ......................................... 191
xviii
xix
I.GİRİŞ
Tarihin ilk küresel savaşı olan Birinci Dünya Savaşı sonrasında birçok ülke tarih
sahnesinden yok olurken bu savaştan ABD en karlı ülke olarak çıkmıştır. Birinci
Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin artan refah düzeyi nedeniyle fırsatlar ve
özgürlükler ülkesi olarak anılmaya başlamış, aldığı göç oranlarında büyük artışlar
gözlenmiş ve böylece ABD bir süper güç haline gelmiştir. ABD, ekonomik olarak
gelişmesinin yanı sıra teknolojide yaşanan gelişmelerle de kitle iletişim araçlarını etkin
biçimde kullanmaya başlamıştır. Bu kitle iletişim araçlarından en öne çıkanlardan biri
ise sinema olmuştur.
Sinema stüdyolarının ve film yıldızlarının artışı ile birlikte Hollywood büyük bir
sinema endüstrisi haline gelmeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı döneminde ABD
Başkanı Franklin Roosevelt’in, Frank Capra ve John Ford gibi dönemin ünlü
yönetmenlerini davet ederek savaşa yönelik film siparişi vermesi, yine aynı dönemde
kurulan savaş irtibat barolarında ABD’nin savaş stratejilerine yönelik filmler
üretilmesi ile birlikte sinema ABD için adeta bir strateji aracı haline gelmiştir.
1
Böylelikle ABD hükümeti, Savunma Bakanlığı ve Hollywood arasında milli güvenlik
sineması üretimi için önemli bir iş birliği başlangıcı yaşanmıştır. Aynı şekilde,
ABD’de ürettiği filmlerle komünizm propagandası yaptığı ve yaptırdığı gerekçesi ile
birçok sinemacı yargılanmış ve daha sonrasında farklı ülkelere kaçmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Soğuk Savaş dönemi ile birlikte sinemanın bir
savunma aracı olarak kullanılmaya başlaması sadece bu döneme özgü kalmamıştır.
Hollywood sineması, ABD tarafından algılanan her türlü tehdide karşı bir savunma
mekanizması görevi üstlenerek bu doğrultuda hükümetin yaymak istediği ideolojilere
yönelik filmler üretmeye devam etmiştir. Bu tehdit algılama sürecinin ABD’ye özgü
bir strateji olduğu düşünülmekle birlikte, ABD’nin bu tehditleri sinema aracılığıyla
nasıl ortadan kaldırdığı ise araştırmanın konusu olmuştur. ABD karşısındaki tehdit
bazen bir ideoloji, bazen bir nükleer savaş, bazen bir ülke, bazen devasa boyutlardaki
canavarlar ya da yaratıklar olmuştur. İkinci Dünya Savaşı döneminde Nazi faşizmi
tehdit olarak görülmüş, Soğuk Savaş döneminde bu tehdit yerini komünist tehdide
bırakmış ve bu dönemde kullanılan nükleer silahlar ayrıca bir tehdit unsuru olarak
kullanılmış, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile birlikte yeni bir tehdit unsuru olarak
terörizm doğmuş ve 11 Eylül patlamaları sonrası filmlerde terörizme karşı
mücadelenin arttığı gözlemlenmiştir. Sonuç olarak Hollywood sinemasında her
dönemde bu tehditler farklı biçimlerde ele alınmış ve ABD’nin bu tehditleri ortadan
kaldırarak halkın refah seviyesini ve huzurunu korumayı başardığı mutlu sonlu filmler
beyaz perdeye aktarılmıştır.
2
karşısına çıkan tehditlerin nasıl ortadan kaldırıldığı ve ABD’nin milli güvenliğini
sinema aracılığıyla nasıl koruduğu araştırmada açıklanmaya çalışılmıştır.
A. Araştırmanın Problemi
Amerikan milli güvenlik sineması ile ilgili kaynakların dönem odaklı olarak
sunulduğu araştırma öncesinde dikkat çekmiştir. Özellikle Soğuk Savaş dönemi ya da
11 Eylül patlamaları sonrası terörizmle savaş dönemi olarak iki dönemden biri
üzerinde yoğunlaşıldığı gözlemlenmiştir. Ayrıca Savunma Bakanlığı ile yaptığı iş
birliği doğrudan basına yansımış olmasına rağmen, Marvel şirketinin bu kapsamda
yapılmış bir araştırması olmadığı görülmektedir. Bu nedenle daha geniş bir tarih
aralığında Hollywood sinemasını ele almak ve Marvel sinematik evreni üzerinden
Amerikan milli güvenlik sinemasını incelemek önem arz etmektedir. Araştırmanın bu
açıdan literatüre katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
4
Adam: Eve Dönüş filmleri ile sınırlandırılmıştır. Bu filmlerin seçilmesinin nedeni
Marvel filmleri arasında Amerikan ideolojisine dair söylemlerin, sembollerin ve
mesajların daha yoğunluklu olarak filmlerin içinde görülmesi ve araştırmanın amacına
uygun olmasından kaynaklanmaktadır.
D. Araştırmanın Yöntemi
E. Araştırmanın Varsayımları
5
6
II. ABD STRATEJİLERİ VE SİNEMA
Yeni bir üretim rejimi olarak Fordizm sayesinde sanayi üretiminde hem ürünler
bakımından hem de üretimi gerçekleştiren işçilerin görev bölümü bakımından ince
hesaplamalara dayalı standardizasyon sağlanmıştır. Fordizm ve bilimsel örgütlenme
biçimlerini belirleyen Taylorizm, üretimin küçük parçalara bölünerek bant sistemi
i
Fordizm ile birlikte bireyin araç haline gelmesi ve makineleşme ile birlikte bireyin emeğine
yabancılaşması sadece ekonomide yer bulmamış, sanata da konu olmuştur. Charlie Chaplin’in Modern
Zamanlar (1936) filmi yabancılaşmaya gösterilen önemli bir eleştiri olarak okunabilmektedir. Fordizme
ve modernizme eleştirilerde bulunan filmde emeğin yabancılaşması, dönemin çalışma stili ve genel
anlamda ekonomik buhranın etkisi işlenmiştir. Henry Ford (Harvey, 1999: 147–148); işin, yerinden
kıpırdamayan işçiye akmasını sağlayan montaj hattı sayesinde otomobil fabrikasındaki iş süreçlerini
rasyonel hale getirirken, kitlesel üretime karşılık gelecek şekilde kitlesel tüketimi önceleyerek daha
rasyonel ve modern bir toplumsal örgütlenmenin öncüsü olmuştur. Böylece üretim ve tüketim
kavramları üzerinden aklileşmiş bir toplumda, zaman içinde üretimden tüketime doğru kayan paradigma
değişimi; üretimin gözetim ve denetiminden, tüketimin gözetim ve denetimine evirilen geç yirminci
yüzyıl kapitalizminin doğasını belirmiştir (Sadakaoğlu, 2018: 68-69).
7
aracılığıyla hızlandırılması ile sağlanacak verimlilik artışına dayanmaktadır. Fordizm;
üretim bandında konumlanan işçilerin bir tür kitle üretim ve tüketim rejimi kurmaya
yönelik oluşturduğu sistemdir. Basitçe üretimin bir tür sanat olarak görüldüğü bu
sistemde kitlesel üretim sayesinde birim başına düşen üretim verimliliği ve üretim
hızının arttırılması nihai amaç olarak gösterilmektedir (Karabacak & Dilmaç, 2021:
37). Fordizm ve Taylorizm, daha fazla üretim amacına ulaşma ideali ve daha fazla
tüketim yapabilme özgürlüğü aracılığıyla elde edilecek mutluluğa dayalı tüketimin
odağa alındığı hedonist bir üretim modeli olarak savaş sonrası Amerikan yaşam
tarzının küresel ölçekte etkinliğini arttırmıştır (Selçuk, 2011: 4132).
ii
Jazz Şarkıcıları
8
kültürün birbirinde ayrılması güçleşmiştir. Teknolojik yeniliklere yönelik meraklarıyla
tanınan Amerikan toplumu, kendisine özellikle sinemasal seyirlikler aracılığıyla
kendilerine sunulan kültürel ürünlerini alımlayan tüketiciler konumuna gerilemiştir
(Sadakaoğlu,2018: 18). Sonuç olarak kültür ürünleri üretiminde ve dağıtımında
endüstriyel üretim tarzlarının benimsenmesi bir yandan kitleselleşme ve kitle
kültürüyle tarif edilirken, diğer yandan tek tipleşmeyle somutlaşan bilinç endüstrisinin
işi kolaylaşmıştır.
9
Diğer yandan ülkenin kuruluş yıllarından itibaren sürekli göç alıyor olması,
toplumsal düzlemde kültürel zedelenme korkularını büyütmüş ve Ku Klux Klan
(KKK) gibi beyaz ırkının üstünlüğüne inanan siyahi karşıtı, anti-semitik, göçmen
karşıtı, ırkçı bir örgütlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. John D. Kennedy, James
R. Crowe, John C. Lester, Calvin Jones, Frank O. McCord ve Richard R. Reed gibi
isimler tarafından kurulan örgüt, 1865 yılından itibaren ülkenin güney eyaletlerinde
güç ve taraftar kazanmış ve özellikle siyahi yurttaşlara yönelik şiddet eylemleri
gerçekleştirmiştir (Quarles, 2019: 29; Nevins, 2014: 668; Ziff, 2015: 46). Beyazların
üstünlüğünü savunan bu örgüt, Afrika’nın sömürge ülkelerinden getirilen siyahlara
karşı nefret eylemleri gerçekleştirirken, günümüzde halen varlığını sürdürmekte ve
Yahudiler ile Müslümanlara karşı da üstünlük hareketlerini devam ettirmektedir
(Efegil, 2018: 30).
Avrupa kıtasında yer alan tüm ülkelerin taraf seçtiği, dolayısıyla yıkıcı etkileri
altında kaldığı tarihin ilk topyekûn savaş olan Birinci Dünya Savaşının ardından Rus
Çarlığı, Alman Kayzerliği, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti
tarih sahnesinden çekilirken; savaşın kazananı ABD olmuştur (Tokgöz, 2018: 9). Bu
tarihten itibaren küresel ekonominin neredeyse yarısına hükmedecek güce erişen
ABD; bilimden teknolojiye, sanatsal üretimden askeri güce pek çok alanda hızla
gelişerek küresel finans sistemine önderlik etmeye başlamıştır (Çetiner & Sever, 2019:
336).
10
B. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı: Kara Perşembe
Borsaya, diğer bir deyişle hisse senetlerine yatırımın artması ve buna bağlı
olarak borsadaki ani düşüşlerin neden olduğu kriz, tüketim toplumunun yarattığı
durumun bir sonucu olarak görülmüştür. Bireyler zengin olma fikri ile borsadan para
kazanmaya çalıştığı bankalara borçlanarak borsaya girmiş ve aldıkları hisse senetleri
ile 1920’li yıllarda hisse senedi fiyatlarının devamlı olarak artmasına neden olmuştur
(Yardımcı & İnce & Ekiz: 248). Zenginlerin ve orta sınıfın borsa oyunları oynadığı,
tüketim kapasitesinin iyiden iyiye arttığı bu dönemde Amerikan Devleti’nin
benimsediği liberal ekonomi anlayışından kaynaklı olarak Başkan Hoover, devletin
ekonomiye müdahalesini doğru bulmamıştır. Hoover’ın ekonomik tecrübesizliğinden
kaynaklanan bu görüş, Buhran’a müdahale kararının da geç kalmasına neden olmuştur.
Müdahale kararı verildikten sonra yine yanlış yol izlenmiş, ekonomiyi dengelemeye
yönelik atılan adımlar işsizliğe yol açmıştır. İşsizlikle birlikte hisse senetlerine talep
azaldığından dolayı da borsada fiyatlar düşmüştür (Reinheart & Rogoff, 2009: 296).
Ticari firmalar kapanmış, firmalar çalışmayı bırakmış ve bankalar batmıştır. Gittikçe
11
büyüyen Buhran yüzünden sokaklar işsiz insanlarla dolmuş, öğretmen maaşları dahi
ödenemeyecek seviyeye gelmiştir (Nevins & Commager, 2014: 481).
1929 yılında ABD’nin New York şehrinden başlayan ve tüm dünyaya hızla
yayılan kriz, sanayileşmiş batı dünyasının gördüğü en büyük ve etkileri bakımından
en uzun süren ekonomik krizdir (Şendoğu & Öztürk, 2007: 426). Kriz sadece ABD’yi
değil tüm dünya ülkelerini etkisi altına almış ve hem ABD’de hem de Avrupa'da
1930'ların sonlarına kadar sürmüştür (Schmidt, 2019: 10). İktisadi faaliyetlerin uzun
süreli olarak aşağı yönlü olması şeklinde tanımlanan depresyon, ABD’de ortaya
çıkmasına rağmen, dünyanın hemen hemen her ülkesinde üretimde şiddetli iktisadi
çöküşlere, yoğun işsizliğe ve ani deflasyona neden olmuştur (Işık & Duman, 2021:
74). Krizin dünya çapına yayılmasının en büyük nedeni ise ABD’nin dünya
ekonomisinin öncüsü olması ve dünya çapında finans kapitalin merkezi işlevinden
kaynaklanmaktadır. 24 Ekim 1929 Perşembe günü başlayan ve Kara Perşembe olarak
anılan buhranda borsa dibe çökmüş ve bununla birlikte yaklaşık 30 milyar dolar yok
olmuştur (Türk, 2019). Girişimcilerin bir anda iflas etmesi, kitlelerin işsiz kalması,
işsizliğin artması ve ticarette takas usulüne dönme benzeri gerilemeler, toplum
üzerinde maddi olduğu kadar manevi yıkıma da sebep olmuş ve bu süreçte intihar
oranları görülmemiş düzeyde artmıştır (Turhan, 2005: 8). Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği (SSCB) dışında tüm dünyada hissedilen büyük yıkım esnasında
ücretli çalışanlar yoksullaşmış, yoksullar daha çok fakirleşerek, küresel düzeyde açlık
tehlikesi baş göstermiştir.
iii
Amerika Birleşik Devletleri’nde 1930’lardan diğer bir deyişle Yeni Düzen (New Deal)’den
beri düzenleyici bir devlet, özgürlük ve eşitlik, azınlık hakları ve seküler hareket liberalizm ile
özdeşleştirilmiştir. Bu düşünce 2000’li yılların sonlarında Bush-Cheney yönetiminin Obama’nın sosyal
liberalizmi tarafından mağlup edilişi ile tekrardan Hollywood sinemasına konu olmuştur (Kellner, 2011:
15).
12
ABD Başkanlığını 4 Mart 1933 tarihinden itibaren devralan Franklin D.
Roosevelt’in başkanlık döneminde Şömine Konuşmaları-Fireside Chats iv (Reedy,
1992) olarak tarihe geçen radyo yayınları yapmış ve halkına devamlı olarak
motivasyon sağlayarak yeniden bir umut olmuştur. Başkan Roosevelt bu dönemde
Amerika’nın liberal kapitalizmindeki ekonomik ve sosyal çöküşü kurtarmak ve
prestijini geri kazanmak adına ekonomiye devlet müdahalesini en geniş şekilde entegre
etmiştir. İş camiasına devlet kontrolü sağlanmış ve karşı güç olarak işçi kuruluşlarını
örgütleyerek güçlenmesini sağlamıştır. Ek olarak sanayi kesimleri ile çıkar çatışması
yaşayan tarım kesimin yeni bir güç olarak sahneye çıkmasına ve yükselmesine destek
vermiştir (Türk, 2019). Çünkü araştırmadan da çıkarılacağı üzere Büyük Buhran’la
birlikte Amerikan yaşam tarzında liberal ekonominin geçerli olmadığı görülmüştür.
iv
ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt, 1933 ila 1944 yılları arasında radyo aracılığıyla
Amerikan halkına hitaben yaklaşık 30 konuşma yapmıştır. Başkan Roosevelt’in konuşmaları,
bankacılıktan işsizliğe, Avrupa'da yükselen faşizm tehlikesinden enflasyona kadar pek çok konuyu
kapsamaktadır. Başkan tarafından yapılan konuşmalar milyonlarca Amerikalı tarafından dinlendi ve bu
sayede sisteme yönelik güven tazelendi (Reedy, 1992: 152-155).
13
toprağın korunmasını teşvik edilmiş, acil yardım sağlanmış ve çiftliklerini
iyileştirmelerine yardımcı olmak için borç verilmiştir (Heale, 1999: 40). Lorentz ile
birlikte tüm bu Yeni Düzen süreci sinema tarihinde kendine yer edinmiş ve bu iki film
Amerikan belgesel sineması için de iyi birer adım olmuştur.
Büyük Buhranın etkileri sadece ekonomide değil sosyal hayata kadar birçok
alanda etkili olmuştur. Bu büyük kriz sanatta da kendini göstermiştir. Büyük Buhran
döneminde işsizliğin artmasıyla orantılı olarak artan boş zaman ve bu boş zamanlarını
geçmişe göre daha büyük oranda birlikte değerlendirme fırsatı bulan genç çiftler için
halk plajları, havuzları, parkları, sinema salonları gibi yerler iyi bir aktivite alanı
(Stouffer & Lazarsfeld, 1937: 92) haline gelmiştir. Zira dönem koşullarında sinema
biletleri de oldukça ucuzdur. Bu nedenle çöken ekonomiye rağmen şehrin sinema
salonları dolmuş ve sinema binaları ciddi rakamlarda artmıştır (Hobsbawm, 1996:
124). Bu durum, Hollywood sinema endüstrisinin temelleri için de bir atılım
oluşturmuştur. Bu dönemde ortaya çıkan sanat eserlerinde Büyük Buhran ile ilgili
konular işlenmiştir ve kült eserlerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. v Dönemin pek
çok ünlü yazarı tarafından kaleme alınan eserlerde buhran ve dönemin umutsuz havası
geniş bir şekilde yer almıştır. Sözgelimi Steinbeck, Fareler ve İnsanlar (1937) adlı
eserinde buhran döneminde çiftlikten çiftliğe gezerek iş arayan gündelikçi işçileri
anlatmaktadır. Romanda hayal kurmanın, umutsuzluğun, birey olma çabasının,
zenginliğin getirdiği sefaletin ve özellikle emeğin sömürülmesi açıkça anlatılmaktadır.
Romanın önemli bir diğer önemli özelliği buhran ile eşzamanlı yaşanan Kum Fırtınası
(Dust Bowl)vi (Hakim, 1995) olarak adlandırılan doğal afetlerin iktisadi yıkımın
üzerine gelmiş olması ve yaşanan kum fırtınası nedeniyle özellikle orta batı ve güney
eyaletlerinde tarımsal üretimin durma noktasına gelmesidir. Yukarıda bahsi geçen
Büyük Buhran döneminde göç oranlarının azalmış olmasında aynı dönemde
Amerika’da kuralık ve kuraklığın neden olduğu kum fırtınaları da etkili olmuştur. Bu
v
Öyle ki, Büyük Buhran döneminde Amerika’da sanata ve sanatçıya destek olmak, sanatı ve
insanı bir arada tutmak amacı ile hem devlet hem de özel kuruluşlar tarafından birçok destek ve
kalkınma projesi ortaya konulmuştur (Katrancı Kasalı, 2011: 101). Bu kalkınma projesi ile müzikten
tiyatroya, heykelden edebiyata birçok alanda sanatçıya destek sağlanmıştır.
vi
Kirli Otuzlar olarak da bilinen dönemde; kum fırtınaları şeklindeki güçlü doğal afetler 1930
yılında başlamış ve yaklaşık on yıl sürmüştür ancak tarımsal üretim üzerindeki yıkıcı etkileri çok daha
uzun sürmüştür. 1940 yılına kadar devam eden afetler silsilesi; 1930 yılında şiddetli kuraklıkla başlamış,
1931 yılında büyük toz fırtınalarıyla devam etmiş ve ardından bir dizi çevre felaketine neden olmuştur
(Hakim, 1995).
14
nedenle kitap sadece ekonomik değil aynı zamanda Amerika’nın sosyal ve iklimsel
çöküşünü yansıtmaktadır. Dış göç oranları bu şekilde azalırken ülke içinde iç göçler
kendini göstermiştir. Buhran döneminde işsiz kalan işçiler, gruplar halinde trenlere
binerek ülkeyi baştan sonra dolaşmaya ve iş aramaya başlamıştır. Bu gruplar hobolar
olarak bilinmektedir ve 1929-39 yılları arasında yaklaşık 250.000 hobo, tren yolunu
takip ederek Amerika’yı dolaşmıştır (Aslan, 2021: 80). Trenlerde indikleri yerlerde
hamallık, temizlikçilik, çöp toplamacılık gibi gündelik işler bulup işleri bittiğinde
tekrardan trenlere binip başka yerlere göç etmişlerdir. Şöhret Yolunda (Bound for
Glory, 1972, Ashby Hal) filminde konu edilen Hobolar zamanla bu gruplaşarak bir
kültürü türetmiş ve hobo kültürünü doğurmuştur. Bu kültürün izleri sinemaya da
yansımış, 1973 yapımı Robert Aldrich’in yönettiği Ölüm Treni (Emperor of the North
Pole) filmi, tren yolculuğu yapan ve hobo olarak adlandırılan bir gencin hırsızlık
hikâyesini konu edinmiştir. Hobo hareketi, kendi aralarında müzik ve işaret dili
oluşturmuş, yerleşik hayatı düzenli çalışmayı reddeden, çevrelerindeki insanlarca çoğu
zaman tembel olarak görülen kimselerden oluşmaktadır. Hareket, 60’lı yılların hippi
hareketine esin kaynağı olmuştur.
15
Şekil 2. Metrodan Çıkan İşçiler
(Modern Times, 1936)
Filmin ilk sahnesinde önce sürü halinde dolaşan bir koyun sürüsü gösterildikten
hemen sonra işçilerin metrodan çıkıp fabrikaya girişleri aynı görüntü ile tasvir
edilmektedir. Bu sembolik yan yana geliş filmin açılış sahnesindeki “mutluluğun
peşinden koşan insanlık” cümlesiyle birlikte sisteme ağır bir eleştiri getirmektedir.
Büyük Buhran’a olan eleştiri ise 15. dakikada yer almaktadır.
16
döneminin bir tasviri olarak yorumlanabilmektedir. İşçi tıpkı Amerika’nın
ekonomideki açıkları kullanarak ekonomik krize yol açması gibi kendi yönettiği
sistemi kendi çökertmiştir (Demir, 2016). Büyük Buhranın en büyük sonuçlarından
biri olan işsizlik sorunu filmde konu olan başka bir unsurdur. Hastaneden çıktığında iş
aramaya koyulan Chaplin karşısında kapanmış iş yerlerini, işsizliğin getirdiği açlığı,
sefaleti ve kaos ortamına şahitlik etmektedir. İş yerleri kapalıdır ve insanlar
birbirilerine saldırmaktadır. Sokakta iş ararken bir arabanın arkasından düşen bayrağı
eline alan ve arabaya doğru sallamaya başlayan Chaplin, istemeden de olsa eylemlere
katılmış ve bu eylemlerin sonunda tutuklanmıştır. Büyük Buhran ile ilgili yapılan bir
diğer vurgu ise tutuklandıktan sonra gelen hapishane sahnesinde görülmektedir.
Hücresinde mutlu mesut bir şekilde gazete okuyan Chaplin’in elindeki gazetenin
başlığında oldukça okunur biçimde Grevler ve İsyanlar! Öfkeli Halk Tarafından
Çiğnenen Ekmek Kuyrukları yazıldığı görülmektedir. Chaplin’in hapishaneden hiç
çıkmak istememesi hatta daha sonrasında oraya dönmek için çabalaması, elindeki
gazete yazıları dönemin ekonomik zorluklarının, açlık ve sefaletinin gösterildiği bir
diğer sahne olarak yorumlanabilmektedir.
17
etmektedir. Büyük Buhran’ın yarattığı ekonomik kriz ve Amerika’nın iklimsel çöküşü
filmin temel alt yapısını oluşturmaktadır. Film oldukça karamsar ve acıklıdır.
Kaliforniya’ya göç sırasında Ma’nın ağlamaklı konuştuğu sahnede Amerika’nın o
güne kadarki refahı ve ardından yaşanan ekonomik krizin yarattığı parçalanma
görülmektedir.
Filmin son sahnesi de bütün bir dönemin karamsarlığını özetler gibi Tom’un
konuşması ile bitmektedir; “Her yerde olacağım. Nereden bakarsan bak. Aç
insanların yemek yiyebileceği bir kavga nerede olursa, ben orada olacağım. Nerede
bir polis bir adamı dövüyorsa ben orada olacağım. Erkeklerin sinirlendiklerinde
bağırmalarına engel olacağım. Acıktıklarında ve akşam yemeğinin hazır olduğunu
bildiklerinde çocukların güldüğü şekilde olacağım. Ve insanlar kendi yetiştirdiklerini
yerken, inşa ettikleri evlerde yaşarken ben de orada olacağım.” (Gazap Üzümleri,
1940).
Büyük Buhran ile ilgili bilinen bir diğer film ise Frank Capra’ya ait Bir Gecede
Oldu (It Happened One Night, 1934) filmidir. Film, Buhranın etkilerinin yavaş yavaş
azalmaya başladığı dönemde izleyicisini güldürecek ve dış dünyayı unutturacak bir
romantik komedi öyküsü sunmaktadır. Kahveye çörek bandırılması, ödemeli arama
yapılması ve asıl dikkat çeken tıpkı ekonomik krizin bir gecede patlak vermesi gibi
filmin Bir Gecede Oldu adını taşıması Büyük Buhran temasına benzer düşmektedir.
18
diğer yarışmacılardan birine kendini vurdurtmayı istemesi dans yarışması ile rekabetçi
kapitalist sistemi birbirine özdeşleştirmektir (Ryan & Kellner, 2016: 35)
Sonuç olarak, 1929 Ekonomik Buhran’ı tüm dünyayı etkisi altına almış ve
sadece ekonomik olmayarak politikadan endüstriye, tarımdan sanata kadar birçok
alanda kendisini göstermiştir. Öyle ki hem ekonomi hem siyasi literatürde birçok
tartışmaya da yol açmıştır. Dönemin önemli iktisatçıları ve ekonomi/siyaset bilimcileri
1929 Ekonomik Buhranı olmasaydı Hitler ve Roosevelt gibi güçlerin var olmayacağını
iddia etmişler ve hatta Sovyet Rusya’nın ekonomik anlamda bir rakip bile olamayacağı
görüşünü savunmuşlardır (Bakırtaş & Tekinşen, 2004: 84). Hobsbawm, (1996: 106)
bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Bu ekonomik kriz olmasaydı kesinlikle Hitler
olmayacaktı. Neredeyse kesinlikle Roosevelt olmayacaktı. Büyük bir ihtimalle Sovyet
sistemi ciddi bir ekonomik rakip ve dünya kapitalizmine bir alternatif olarak
görülmeyecekti.” Bu güçlerin ortaya çıkışı şu şekilde açıklanabilmektedir; büyük
çöküş Amerikan yaşantısında liberal kapitalizmin geçerli olmadığını göstermiştir.
Liberalizmin bu geçersizliği ile açılan boşluğa karşılık Hitler faşizm kavramını ortaya
koymuştur ve faşizmin güçlenmesiyle Hitler de güçlenmiştir. Roosevelt ise getirdiği
Yeni Düzen uygulamaları ve Cumhuriyetçi Parti’nin daha iyi bir çözüm sunamayışı
ile birlikte 1932’de ilkinden daha büyük bir galibiyet elde etmiştir. Bolşevik devrimi
ile kapitalizmden ayrılan Sovyetler Birliği ise çöküşe uğrayan liberal kapitalizme
19
karşılık sanayisinde daha da büyüyerek alternatif bir ekonominin varlığından söz
ettirmiştir. Bu bağlamda sözü geçen ekonomik kriz dünya genelinde bir felaket
yaratırken aynı zamanda hem siyasi liderlerin hem de tüm dünyanın kaderini de
belirlemiştir.
ABD ile SSCB arasında 1917 Ekim Devrimi ile başlayan gerilim, II.
Dünya Savaşı esnasında Alman ve Japon tehdidine karşı birlikte savaştıkları yıllarda
kesintiye uğramış ancak Soğuk Savaş döneminin başlamasıyla birlikte eski rekabet ve
düşmanlık yeniden alevlenmiştir. ABD ile SSCB arasındaki düşmanlık; başta ideolojik
olmak üzere iktisadi, askeri, kültürel ve teknik bağlamlarda cereyan eden ve bu
özelliğiyle pek çok cephede karşılığı olan sert rekabete dayanmaktadır. Ancak ABD
tarafından benimsenen serbest piyasa ve kapitalist örgütlenme modeli, sosyalist
iktisadi sistemle yönetilen SSCB ile aralarındaki hasım ilişkilerinin kaynağını
oluşturmaktadır. Diğer yandan İkinci Dünya Savaşı sırasında yayılmacı ve işgalci
Almanya ile Japonya’nın yaratmış olduğu tehdit nedeniyle rekabet kesintiye
uğramıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD ve SSCB dünyanın iki büyük gücü
haline gelmiştir. Ancak iki devlet arasında savaş esnasında kurulan ittifakı sürdürmek
20
pek de mümkün olmamıştır. ABD savaş sonrasında kendi kıtasına çekilirken; SSCB
özellikle Doğu Avrupa’da nüfuz alanı yaratmaya yönelik askeri hareketlilik içerisinde
olmuştur. SSCB’nin yayılmacı politikaları Fransa, Britanya ve ABD’ni rahatsız etmiş
ve ABD’nin özellikle Avrupa kıtasına yönelik dış politikalarını yeniden
değerlendirmesine neden olmuştur (Ülker Erkan, 2010: 188). Böylece adına Soğuk
Savaş denen yaygın silahlı çatışma olmaksızın güç gösterileriyle devam edecek süreç
başlamış ve dönemin Britanya Başbakanı Winston Churchill tarafından ikinci dünya
savaşı ardından Britanya, ABD ve SSCB tarafından kurulması öngörülen Birleşmiş
Milletler rüyasından vazgeçilmesi gerektiğini vurgulamıştır (Spainer, 1992: 33).
Böylece Churchill’in deyimiyle Avrupa kıtasına çekilen görünmez demir perdevii
tarafından ayrılan iki kutuplu dünya düzenine geçilmiştir.
vii
Britanya Başbakanı Winston Churchill 5 Mart 1946 günü ABD'de Westminster Kolejinde
verdiği söyleşi esnasında SSCB’nin özellikle Berlin ablukası ve doğu Avrupa’da izlediği yayılmacı
politikalar nedeniyle ABD ile Batı Avrupa’da oluşan gerilime atfen ilk defa "Demir Perde" deyimi
kullanmıştır. Deyim, yaklaşık yarım asır sürecek soğuk savaşın başlangıcı olarak kabul edilmiştir (The
Sinews Of Peace, 2022 )
viii
Doğu Bloğu, Sovyet Bloğu ya da Demir Perde, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ve
Doğu Avrupa’daki müttefiklerini tanımlamak üzere kullanılmış olan bir terimdir (Tunç, Türkoğlu,
2007: 1133).
21
birtakım sonuçlara da neden olmuştur. İtalya’da komünizm karşıtı Hristiyan Demokrat
Partisi seçimi kazanmış, Amerikan Karşıtı komünist lider Togliatti çok az oy alabilmiş
ve Fransa’da plan karşıtları dışlanmış; böylelikle Amerika Birleşik Devletleri dış
politika stratejisinde bir başarı elde etmiştir (Çağrı, 1996: 285). Ancak Amerika’nın
komünizmle olan mücadelesi sadece ekonomi ya da askeri alanla sınırlı kalmamış;
toplumun her kesimine, her araçla yayılmaya devam etmiştir. Öyle ki Soğuk Savaş
döneminde izlenen dış politika stratejileri, Amerika Birleşik Devletleri’nin
günümüzde de hala devam eden dış politika stratejilerinin temelini atmıştır.
22
ya da kontrol altında tutulması şeklinde cereyan etmektedir. Bu minvalde ana akım
sinema tarafından kullanılan temsiller güç ve iktidar ilişkilerini yeniden üretmekte,
meşrulaştırmakta ya da doğallaştırmaktır (Ryan ve Kellner, 2016: 17). Amerikan
kültürü, inançları, ideolojileri, ABD demokrasisi, eşitlik, özgürlük, şeffaflık ya da daha
yüksek ideallere ulaşmak için ekonomik, sosyal ve siyasal değerlerin sinema
filmlerinde kullanılan müzikler, kostümler, semboller, ifadeler, söylemler Amerikan
sineması aracılığıyla tüm dünyaya yayılmaktadır (Pınar, 2017: 154). Bu nedenle
sinema, ABD hükümetleri bakımından ülkenin itibarı ve imajı açısından oldukça
önemli görülmektedir.
23
da göz önünde bulundurularak perdeye aktarılmaktadır. Bir tehdit varlığı Amerikan
sineması için önemlidir. Bu tehdit tarihi çerçeve içerisinde karşımıza kimi zaman
komünist olarak, kimi zaman terörist olarak, kimi zaman Amerikan kurallarına aykırı
bir fikir, kimi zaman nükleer savaşlar kimi zaman ise metaforik canavarlar, uzaylılar
olarak çok farklı çeşitlerle karşımıza çıkmıştır.
24
devamının getirilmesi konusundaki Amerikan endişelerini ortaya koyar niteliktedir.
Robert Graham, Patricia’ya “Eğer bu canavarlar 1945’teki atom bombası yüzünden
bu hale geldiyse, o zamandan beri gerçekleşen diğer patlamalar ne olacak?” şeklinde
bir soru yöneltmektedir. Patricia’nın “Bilmiyorum.” cevabından sonra Harold
Medford araya girmekte ve “Kimse bilmiyor Robert. İnsanlık atom çağına girdiğinde
yeni bir dünyanın kapısını araladı. Sonunda bu yenidünyada ne bulacağımızı kimse
tahmin edemez.” cevabını vermektedir.
Hollywood’un “Them!” gibi devasa canavarları konu alan birden çok filmi
bulunmaktadır. Koca Bebek Joe Young (The Great Joe Young, 1949, Ernest B.
Schoedsack), Tarantula (1955, Jack Arnold), Dünyayı Değiştiren Canavar (The
Monster That Challenged the World, 1953, Arnold Laven) ve Dev Sülüklerin Saldırısı
(Attack Of The Giant Leeches, 1959, Bernard L. Kowalski) gibi filmler devasa
canavarların konu edildiği filmlere örnek olarak gösterilebilmektedir. Hollywood
ürettiği bu atomik canavarlar ile hem bu canavarların kontrol edemez birer güç olması
ve bu yüzden Amerikan şehir kültürünü tehlikeye atan bir tehdit olarak görülmesini
vurgulamakta hem de öte yandan telafisi olmayan nükleer savaşın karakterini sahneye
aktarmaktadır. Artık onlar için nükleer demek, medeniyetin hatta insanlığın ortadan
kaldırılması anlamını taşımaktadır (Valantin, 2006: 36-37). Bahsi geçen her bir unsur
Amerika’nın güvenliği için büyük bir tehdidi ifade etmektedir.
Sonuç olarak Amerika’nın istemediği her olumsuz koşul, olgu ya da kişi bir
tehdit unsuru olarak görülebilmektedir. Buradan çıkarılması gereken bir sonuç vardır
ki Amerika Birleşik Devletleri algıladığı her yeni tehdit için yeni bir strateji
geliştirebilecek ve bu stratejileri beyaz perdeye aktararak yeni bir sinema evreni
yaratmaya devam edebilecektir.
2. Komünist Tehdidi
Amerikan milli güvenliği karşındaki tehditlerden biri olan komünist tehdidi
Amerikan sinemasında büyük bir yer kaplamaktadır. Robert G. Springsteen tarafından
25
yönetilen 1949 yapımı Kırmızı Tehdit (Red Menace) filmi bu dönemin kara film
draması olarak anti-komünist bir film örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Film,
Amerika Birleşik Devletleri Komünist Partisi’ne üye olan bir askerin eğitimler
sırasında eğitmenine âşık olmasını ve sonrasında gelişen olay örgüsünü konu
edinmektedir. İki âşık, parti üyeliği sırasında hata yaptıklarını düşünerek partiden
ayrılmak istemiş ancak parti tarafından suikast listesine alınmıştır. Burada açıkça
komünistlerin başkalarına zarar verme veya kontrolü ele geçirme arzusu
görülmektedir. Kötü adamlara karşı duyulan korku ve tereddüt hissi filmin geneline
hâkim olmuş ve böylece anti-komünist propaganda kendini göstererek komünizmin
kirliliğini ortaya koymaya çalışmıştır. Komünizm ve komünistler tahakküm etmek
istedikleri Amerikan halkı için bir tehdittir ve komünizme ayak uyduranlar büyük
tehlike altındadır fikri filmin ana konusu olarak yorumlanabilmektedir.
26
(Pick up on South Street, 1953); George Waggner'den eğitici bir film olarak tarihe
geçen Kızıl Kabus (Red Nightmare, 1962) filmleri de konuları itibariyle Soğuk Savaş
döneminde Amerika’nın komünist tehdidine karşı ürettiği filmler kategorisine
girmektedir. Bahsi geçen her bir filmin farklı öyküleri olmasına rağmen ortak bir
noktada buluştuğu tema anti-komünizm düşüncesini yansıtmaları olmaktadır.
Amerikan dış politikasında bir aracı olan sinema, birinci dünya savaşından
itibaren günümüze kadar oldukça geniş bir tarihe sahiptir. Bu uzunca tarihi sadece
Amerika Birleşik Devletleri’nin medya aracı olarak tanımlamamalı, Amerikan
stratejilerinin geneline bakmak gerekmektedir. Çünkü Amerikan sineması Amerikan
hükümeti ile yakın bir ilişki içerisinde ilerlemektedir. Amerikan devleti ve stratejisi
arasındaki ilişkilerin tarihi aynı zamanda Washington ile Amerikan strateji pratiklerini
sürekli olarak sinemaya aktaran Hollywood arasındaki diyaloğun da tarihidir
(Valantin, 2006: 10). Bu nedenle Hollywood, Pentagon ve Washington arasındaki bağ
Amerikan stratejinin üç kolu olarak görülebilmektedir.
Bu üçlü arasındaki bağın başlangıcı İkinci Dünya Savaşı dönemi ile eş zamanlı
olduğu düşünülebilmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nın haklı bir savaş olduğunu,
faşizme karşı yapılan iyi bir savaş olduğunu göstermek ve aynı zamanda Hollywood
stüdyolarının ticari olarak beslenebilmesi için bu bağ son derece elzem görülmektedir.
Bu nedenle Hollywood’a Amerikan hükümeti ve Pentagon tarafından film arşivlerine
erişimden gerçek savaş gemilerine, ekipmanlarına kadar filmlerin yapımında iş birliği
sağlanmıştır (Kurtoğlu, 2017: 19). Ordunun sağladığı yarar ise popüler kültürün en
etkili aracı olan filmlerde kendi imajını şekillendirebilmek olmuştur (Robb, 2004: 13).
Böylece bu iş birliği içerisindeki her bir kolun diğerinden karşıladığı bir yararı ve aynı
şekilde bir diğerine sağladığı faydanın bulunduğu söylenebilmektedir.
27
(OWI) ve onun içindeki Bureau of Motion Pictures (BMP) kurulmuştur (Höglund,
2016: 59). OWI’nin Müdürü Elmer Davis "Bir propaganda fikrini insanların
zihinlerine sokmanın en kolay yolu, bir eğlence filmi esnasında propaganda
yapıldığını anlamadan zihinlerine ekmektir” düşüncesi ile Roosevelt’in fikirlerine
ortaklık etmiştir (Gabrielle, 2021). Roosevelt de Elmer Davis gibi sinemanın ne kadar
güçlü bir propaganda aracı olduğunu bilerek Hollywood’un Amerikan stratejilerine
vereceği desteği öngörmüş ve bu nedenle OWI ile Hollywood’un adeta bir iş birliği
içerisinde olmasını istemiştir.
Bu ofis Soğuk Savaş ile bir araya gelmesi, ordu ile sinemanın arasındaki bağın
güçlenmesini ve bağımlı olmasını desteklemiştir. 1942'de Amerika Birleşik Devletleri,
bir propaganda aracı olarak kullanmak amacıyla kurduğu Office of War Information
ile İkinci Dünya Savaşı süresince hem yurt içinde hem yurt dışında kullanılan binlerce
kitap, broşür, radyo yayını, film ortaya çıkarmıştır. Ayrıca fotoğrafçıları, İkinci Dünya
Savaşının ilk yıllarında Amerikan yaşamını ve kültürünü belgelemiş, savaş eğitimleri,
işgücündeki artan kadın sayısı, kadın hakları mücadeleleri gibi konulara da
odaklanmıştır. (Libraray of Congress, 2021). Bu fotoğrafçıların çektiği önemli
fotoğraflar günümüzde hala karşımıza çıkmaktadır.
Yukarı yer alan görselde Pearl Harbour saldırısında eşini kaybeden ve intikam
alma arzusuyla savaşa katkı sağlamak için çalışmalara katılan kadınlar yer almaktadır.
Sağda yer alan Virginia Young, Pearl Harbour’un ilk kayıplarından birinin eşidir ve
Deniz Hava Üssü’nün Montaj ve Onarım Departmanı’nda denetçi olarak görev
almaktadır. Aynı zamanda eyalet dışından kadın işçilere uygun ve konforlu bir çalışma
28
ortamı yaratmakla görevlidir (America's Story from American Library, 2021). Bu
kadınların öyküleri OWI fotoğrafçıları tarafından böylece kayıt altına alınmıştır.
Office of War Information’ın bir bölümü olan Bureau of Motion Pictures ise
propaganda girişimleri için kullanılacak belgesel filmler üretmekle
görevlendirilmiştir. Hollywood’un önemli ve tanınmış yönetmenlerinden biri olan
Robert Riskin ise bu birimin başkanı olarak göreve getirilmiştir (Scott, 2006: 347).
“Bu resim savaşı kazanmaya yardımcı olacak mı?” ilkesiyle hareket eden BMP ekibi,
yapımcılar tarafından gönüllü olarak sunulan öyküleri, senaryo taslaklarını veya
tamamlanmış filmleri gözden geçirerek; onları hükümetin propaganda programı
üzerindeki olumlu veya olumsuz etkilerini hem yurt içi hem de yurt dışı etki açısından
değerlendirmiş ve değişiklikler için önerilerde bulunmuştur (Worland, 1997: 50). Bu
güçlü yapılanma Amerika’nın tüm dünya karşısındaki imajı açısından son derece
önemli görülmüştür.
Zaman içerisinde OWI ile Roosevelt arasında fikir ayrılıkları yaşanmış ve OWI
halk tarafından tepki çekmeye başlamıştır. Allan Weinkler’in Politics of Propaganda
kitabında bahsettiği üzere halihazırda kuruluş aşamasında bir propaganda aracının
kurulmasına tepki gösteren Amerikan halkı savaş ile ilgili bilgilerin tek merkezden
dağıtılacak olmasından korkmuştur (Winkler, 1978). Roosevelt’in çelişen hedefleri ise
OWI için sorun yaratmaya başlamış; Amerikan halkının en doğru biçimde
bilgilendirildiğini görmek isteyen Elmer Davis, ordunun bilgi sakladığını iddia
etmiştir. Birkaç OWI çalışanı istedikleri şeffaflık ve nesnelliği elde edemedikleri
gerekçesiyle 14 Nisan 1943’te yayınladıkları sert bir bildiri ile görevlerinden istifa
etmiş ve Başkan Roosevelt’in bu istifaya “bekle ve gör” tavrı ajansın kamuoyuna da
zarar vermiştir (Winkler, 1978). OWI’nin halk tarafından aldığı tepkiler ve saldırılar
şiddetlendikçe içerideki meslektaşlar arasındaki kavgalar isyan tehdidi oluşturuncaya
dek bir o kadar yoğunlaşmıştır. Roosevelt ve OWI arasındaki hesaplaşma, 2 Şubat
1944’te Elmer Davis ve Robert Sherwood’un Beyaz Saray’a gelişiyle başlamış ve bu
utanç verici toplantının ardından OWI içerisinde yeniden bir yapılanma ve organize
edilme söz konusu olmuştur. Ancak yine de bu yapılanmanın yeterli olmaması ile 12
Nisan 1945’te Roosevelt’in yerine göreve gelen Başkan Truman, 31 Ağustos 1945’te
OWI’yi kapattırmıştır (Wolton, 200: 174).
İkinci Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan ve bir tanımlama olarak Kızıl (Sovyet
kızıl bayrağından üretilmiştir) tanımlaması anti-komünist söylemi güçlendirmek için
30
kullanılmış ve Amerikan basınında Soğuk Savaş tarihi boyunca en çok kullanılan
kelimelerden biri haline gelmiştir (Özçağlayan & Apak, 2017: 119). Savaş sonunda
Kızıl Korku’nun da etkisiyle OWI ve BMP üyelerinden bazıları komünist oldukları
iddiası ile yargılanmıştır (Gabrielle, 2021). Amerikan propagandası yapabilmek
amacıyla medyayı bu denli etkili kullanan, siparişle filmler yaptıran, ofisler kuran
Amerikan hükümeti anti-komünist propaganda için de aynı kuruluşları ortaya
çıkarmaktan elbette çekinmemiştir. Amerika Birleşik Devletleri tarafından Sovyetler
Birliği’nin yaymaya çalıştığı düşünce olan komünizmi kötülemek ve Amerikan
halkında bir Kızıl Korku yaratmak amacıyla propaganda aracı olarak kullanılmıştır.
McCarthycilik dönemi ise bu propagandanın bir devamı olacaktır.
31
yargılanmıştır. Bu kongrenin ardından aynı gün Film endüstrisinin en önemli isimleri,
New York City'deki Waldorf-Astoria Hotel'de, Motion Picture Association of America
başkanı Eric Johnston tarafından bir araya getirilmiştir. Bu toplantının sonunda
yapımcılar, bu 10 kişiden her birinin komünist olmadıklarına yemin edene kadar işten
çıkarılacaklarına ve uzaklaştıracaklarına dair bir bildiri yayımlamıştır. Ayrıca yemin
etmeyenlerle kesinlikle iş birliği içinde olmadıklarını, bu kişilerin bile isteye işe
alınmadığını Waldorf Bildirisi ile ilan etmişlerdir (Doherty, 2003: 22). Ancak
“Hollywood 10”lusu bu isteklerini yerine getirmemiş ve Hollywood’dan
uzaklaştırılarak kara listeye alınmıştır (Suber, 1978: 289-290). Bu liste varlığını 1947
yılından 1950 yılına kadar sürdürmüştür.
32
1955 yılında Kirk Douglas’ın Bryna Productions’ı kurması ve bağımsız yapımcı Eddie
Lewis’in kara listedeki yazarları bu yapım şirketine getirmesiyle Spartacus için de bir
yapım şirketi bulunmuştur (Ceplair, 2015: 637). Bu iki film anlatıları bakımından
birbirine ayna gibidir; çünkü ikincisi aksiyonla doluyken, ilki hareketsizlikle doludur.
Göç çeşitli karakterlerin tanıtıldığı ve birkaç ilgi çekici diyalog sahnesinin sunulduğu
hızlı bir başlangıca sahiptir ancak daha sonra bir anlatı barikatı ile karşılaşmaktadır.
Dram dolu olan hikayesiyle Göç bir tekne dolusu Yahudi mültecinin Kıbrıs’taki bir
limandan kahramanca kaşını anlatmaktadır. Ancak bu kaçış şiddetli bir çatışma olarak
gösterilmek yerine daha pasif bir görüntü aktarımını içermektedir (Hanson, 2007:
150). Spartaküs filmi ise cesur bir gladyatörün, köleliğe karşı egemen sınıfa isyanını
konu edinmektedir. Göç’ün aksine hareketli bir dinamiğe sahip, aksiyon dolu bir
filmdir. 1939 yayımlanan kendi kitabından uyarladığı en bilinen Johnny Silahını Kaptı
(Johnny Got His Gun, 1971) isimli savaş karşıtı filmi ise, Vietnam Savaş’dan sonra
demokrasiyi savunmak amacıyla savaşa katılan ve orada bedeni paramparça olan bir
askerin rüya ile gerçek arasında gidip gelişini konu edinmektedir. Savaşın hem fiziksel
hem psikolojik yıkımı filmin ana karakteri üzerinden yansıtılmaktadır.
Yukarıda bahsedildiği gibi Dalton Trumbo gibi kara listeye alınan Hollywood
10’lusundan biri de Herbert Biberman’dır. McCarthycilik dönemine rağmen cesurca
davranarak Dünyanın Tuzu (Salt of the Earth, 1965) filmini yapma cesaretinden dolayı
önemli bir yönetmen olduğu gözlemlenmiştir. Bu film işçinin mücadelesi,
sendikalaşma, grev gibi kavramları açıkça işlemiş; militan sendikacıları ve grevi
işçinin gözünden vererek Amerikan kültürüne farklı ama cesurca bir perspektiften
bakış açısı kazandırmıştır (Lorence, 1999: 408-409). Öyle ki bu sendikal film,
Amerikan ideolojisine ters düştüğü gerekçesi ile Biberman’ın (1965: 147) kendi
deyişiyle yayınlandıktan sonra bir sendika tarafından yasaklanmış ve ülke sendikaları
da bu duruma sessiz kalmıştır.
Komünist casusların ortaya çıkarılışı HUAC’a değerli bir hizmet verdiği hissini
iyiden iyiye hissettirmiştir. HUAC, Kızıl Korkuya karşı mücadelesini kuvvetlendirdi
ve 1950'lerin başında ABD Senatörü Joseph McCarthy kendisini Amerikan siyasetinde
33
güçlü ve korkulan bir figür haline getiren agresif bir anti-komünist kampanya
yürütmüştür. Komünist Avı olarak adlandırılan eski dönemlerin cadı avına benzeyen
bu hareket McCarthycilik hareketi ile özdeşleşmiştir. McCarthy yürüttüğü komünist
soruşturmalarla halktan da büyük destek almış ve Amerikan dış politikasında önemli
bir görev üstlenmiştir. Ancak bu dönemde bazı insanların sadece fikirleri nedeniyle
kimi zaman suçsuz yere yargılanması ve devletin gereğinden fazla şüpheci tutumu
insan hakları ihlalini de düşündürmektedir. Bu dönemde her sektörden binlerce insan
komünist iddiası ile yargılanmış ve tutuklanmıştır. Amerikan Komünist Partisi’ne üye
olmak belli bir döneme kadar yasak bile değilken McCarthy döneminde hiçbir koşul
bakılmaksızın insanlar yargılanmış, mahkûm edilmiş ve listelere yazılmıştır. Kimi
tanıklar soruşturma esnasında zorla muhbirlik yapmaya itilmiş, en yakın arkadaşlarını,
dostlarını ele vermek zorunda kalmıştır. Elia Kazan, Edward Dmytryk ve Jose Ferrer
gibi isimler yıllarca hain olmakla suçlanmış ve bu utanç ile yaşamak zorunda kalmıştır
(Tunç, 2017). Elia Kazan’ın ifadesi, 40 yıl boyunca filmlerden menedilen Pheobe
Brand gibi aktörlerin kara listeye alınmasına yol açmıştır. Hollywood'daki birçok kişi
Kazan'ın bu ihlalini asla affetmemiş ve yıllarca konuşulmuştur. Elia Kazan’ın ihaneti
ile ilgili tartışmalar, 1999'da Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi'nden Yaşam
Boyu Başarı ödülü aldığında yeniden canlanmıştır. Sonuç olarak bu dönemde
yaşananlar tarihe utanç dolu bir kara leke bırakmıştır.
34
görülmektedir. Oluşturulan milli güvenlik dili kitlelere sinema ile iletilmiştir.
Hollywood tam bu noktada, hali hazırda var olan Amerikan ideolojisini sinema ile
yeniden harmanlayarak bu dilin kendisi haline gelmiştir. Oluşturduğu dil günümüzde
hala kullanılmakta ancak değişen koşullara ve tehditlere göre yeniden
uyarlanmaktadır.
Soğuk Savaş döneminin ilk tehditlerinden biri Küba Krizi’dir. Küba Krizi,
Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’ye; Sovyetler Birliği’nin ise Küba’ya nükleer
füze yerleştirmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu kriz, Soğuk Savaş Dönemi’nde dünyanın iki
süper gücünün ilk kez gerçek anlamda karşı karşıya geldiği kriz olarak görülmektedir
(İzmir, 2017: 177). Amerika Birleşik Devletleri destekli Batista rejimini Fidel
Castro’nun 1959 yılında krizin ilk adımları atılmıştır. Fidel Castro’nun iktidara
gelmesi ve Sovyetler Birliği ile yakın bir dostluk kurması ABD için yeni bir tehdit
olarak algılanmaya başlanmıştır. Aslında 1959 Küba Devrimi’yle birlikte Fidel Castro
ve arkadaşlarının sosyalizm ve kapitalizm arasında nerede duracağı en baştan çok açık
görülmemiştir. Ancak devrimden sonra Amerika’ya sığınan mültecilerin etkisiyle
Amerika Birleşik Devletleri Küba’yı tanımamış ardından Domuzlar Körfezi
Çıkartması’nın yaşanmasıyla Küba ciddi anlamda Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya
başlamıştır (Karadeli, 2019: 249). Sovyetler Birliği’nin bu dostluk üzerine Fidel
Castro’nun izniyle Küba’ya füzeleri yerleştirmesi Amerikan fotoğrafçıları tarafından
kaydedilince gerilim iyice artmıştır (Şafak, 2017). Füzeleri ateşleyecek olan sistemi
taşıyan Sovyet gemileri Amerika Birleşik Devletleri tarafından ablukaya alınmış;
Sovyetler Birliği ise bu durum karşısında iyice gerilerek gemileri geri çekmeyeceğini
bildirmiştir. Amerika Birleşik Devletleri'nin de ablukayı kaldırmayacağını söylemesi
ile Küba Krizi 1962 yılında resmen başlamıştır (Seçilir, 2004: 8-9). Amerika Birleşik
Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında çıkan bu krizde nükleer füzelerden
bahsediliyor olması sadece füzelerin bulunduğu Türkiye’yi ve Küba’yı değil; tüm
dünyayı tehdit altında bıraktığını göstermiştir. İki taraf arasındaki güç gösterisi tüm
dünyayı nükleer bir tehditle burun buruna getirecek kadar ciddileşmiştir. İki taraf
arasındaki bu kriz tam 13 gün sürmüş ancak hem Kennedy hem Krusçev çatışmaya
girmekten kaçınarak krizin son bulunması yönünde adımlar atmıştır. Kennedy,
Krusçev'den Küba’yı işgal etmemesini ve karantinayı sonlandırmasını istemiş;
Krusçev ise Amerika'nın Türkiye'deki füzeleri kaldırması karşılığında bu teklifi kabul
etmiştir (Ataç & Sezgin, 2021: 558-559). Böylece bu gerilim dünyayı felakete
35
sürüklemeden ve daha kötü sonuçlara neden olmadan son bulmuştur. Küba Krizi
olaydan tam 38 sene sonra Hollywood’da kendine yer bulmuştur. Roger Donaldson’ın
yönetmenliğini yaptığı Yakın Tehlike (Thirteen Days, 2000) filmi Küba Krizi’ni konu
edinen politik bir film olarak karşımıza çıkmaktadır. Film genel olarak Küba Krizi
sürecinde Başkan Kennedy’nin hem barışçıl bir politika izleyip hem de bir yandan
Sovyetler Birliği karşısında güçlü görüntüsünden taviz vermeden krizi sonlandırmak
için kriz sürecinde nasıl bir yol izlediğini anlatmaktadır. Bu yönüyle film Amerikan
propagandası yapmaktan ziyade böyle bir süreçte Başkan’ın ne kadar zorlandığını ve
çevresindekilere rağmen bu kadar zorlu bir süreci barışçıl bir şekilde sonlandırdığını
ortaya koymaktadır. Burada çevresindekiler kasıt Amerikan ordusudur. Zira Başkan
Kennedy’nin aksine Amerikan ordusu barışçıl politikadan yana değildir. Bu nedenle
Kennedy’nin orduyu dinleyerek hareket etmesi bütün dünyayı uçurumdan itmiş
olmasıyla sonuçlanabilirdi düşüncesi filmden çıkarılabilmektedir. Gerçek bir olayı
perdeye yansıtan bu film belgesel niteliği bulunmasıyla da dikkat çekmektedir.
ix
1945’te Japon devletinin Vietnam'a girmesi, Vietnam'ın bağımsızlığı için çabalayan birlikleri
"Viet-Minth" adlı bir örgüt altında toplamıştır. 1945’te Japonya'nın teslim olmasıyla Ho Şi Minh
Vietnam'ın kuzeyinde bir cumhuriyet kurmuş ve böylece komünist liderin girişimi ile Kuzey-Güney
arasındaki ilk çatışmalar başlamıştır. 1954’te ise Vietnam tam anlamıyla ikiye ayrılmıştır (Şimsek,
2008: 312).
36
(Erkol, 2010: 62). Amerikan halkı boykotlara, yürüyüşlere, eylemlere başlamış;
Amerikan askerleri savaşmayı reddetmiştir (Şimşek, 2008: 319-320). Bu haksız
savaşta, Amerika Birleşik Devletleri sivil halkı ve Vietnam topraklarını da etkileyecek
olan Napalm bombasını kullanmış ve tüm dünyanın tepkisini üzerine çekmiştir.
(Napalm bombasının vahşeti gazete foto muhabiri Nick Ut tarafından 8 Haziran
1972’de çekilen bir fotoğraf karesinden anlaşılabilmektedir (Gürses, 2018: 194).
Fotoğrafta acı dolu yüz ifadeleriyle yanıklar içinde koşan çocuklar ve aralarında
Napalm Kızı olarak adlandırılan Kim Puch Phan görülmektedir. 1973 senesinde Nick
Ut’a Pulitzer Ödülünü kazandıran (Kuşçuoğlu, 2019) bu fotoğraf karesi savaşın çocuk-
yaşlı, suçlu-suçsuz, sivil ya da asker ayırmadan tüm insanlıkta bıraktığı acımasız
etkilerini göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri attığı bombalarla sadece savaşı
değil insanlığı da kaybetmiştir. Öyle ki girdiği her savaşta kendine savaşa girmek için
bir neden bulan ve halkını savaşa ikna edebilen Amerika bu sefer savaşın haklılığını
halkına kanıtlayamamış ve inandıramamıştır. Şüphesiz ki kuruluşundan beri her
fırsatta gücünü kanıtlamaya çalışan, insanlık için barışı savunan ve insanlığın aydınlığı
için çabalayan bir devlet imajı çizmeye çalışan Amerika, bu savaş sonrasında
itibarında ciddi bir zedelenme yaşamıştır. 1975’te Amerika’nın yenilgisiyle Vietnam
Savaşı, başta askerler olmak üzere tüm toplumda psikolojik zararlar bırakmıştır.
Araştırmanın devamında bu konuya detaylıca değinilecektir.
38
teşekkür kısmını kaldırılmıştır. Böylece Son Hücum filmi ordudan tam destek alıp
teşekkür edilmeyen tek film olarak tarihe geçmiştir (Robb, 2004: 277-278). Buradan
hareketle söylenebilir ki devletin kendisi de bu filmin halkı örgütlemek adına çekilmiş
bir propaganda filmi olduğunu kabul etmiştir. Ayrıca tek bir telefonla adını sildiren
Savunma Bakanlığının, John Wayne ve bu dolayda filme olan müdahelesi de açıkça
söylenebilmektedir.
x
My Lai Katliamı 1968 senesinde Vietnam Savaşı esnasında Amerika Birleşik Devletleri
askerleri tarafından başta My Lai kai olmak üzere My Khe ve Son My köylerinde gerçekleşen
katliamdır. Bu katliamda sivil halktan yaşlı, kadın, çocuk ayırmaksızın 347 kişi katledilmiştir (Ollman,
2011: 113). Şüphesiz ki savaşta sivillerin yara alması, öldürülmesi, katledilmesi gibi durumların
yaşanması Vietnam Savaşı’nın bu denli tepki almasında etkin bir rol oynamıştır.
39
bir askerin öyküsünü anlatan Eve Dönüş (Coming Home, 1978, Hal Ashby), Vietnam
Savaşı’na farklı bir bakış açısından bakan Kıyametxi (Apocalyps Now, 1979, Francis
Ford Coppola), bir grup acemi askerin savaş eğitimleri ve savaşın zorluğunu aktaran
Metal Ceket (Full Metal Jacket, 1987, Stanley Kubrick) ve son olarak devleti için aşırı
militarist tutumla savaşa katılan ancak daha sonrasında pişman olup bu savaşın bir
katliam olduğunu düşünen asker Ron Kovic’in hikâyesini anlatan Doğum Günü 4
Temmuz (Born On The 4th Of July, 1989, Oliver Stone) filmleri dönemin açıkça savaş
karşıtı olduğunu gösteren filmleridir. Bunun dışında 1970 yılında McCarthy’nin
yapımcılığını üstlendiği senaryosu Francis Ford Coppola’ya ait General Potton
(Franklin J. Schaffner, 1970) filmi bahsi geçen filmlerin aksine General Potton’un
Amerikan halkını asla pes etmemeye çağıran açılış konuşması ile Amerikan
militarizmini övücü savaş yanlısı bir film olarak tarihe geçmiştir (Ryan ve Kellner,
2016: 281).
xi
Kıymet filmi, Vietnam hakkındaki olumsuz sahneler nedeniyle “gerçekçi değil” yargısıyla
karşı karşıya kalmıştır. Muhafazakarlığı ve öncesindeki filmlerinde militarist tutumuyla bilinen Francis
Ford Coppola bu sefer Pentagon’dan herhangi bir yardım da alamamıştır. Ray Smith filmi şu cümlelerle
açıklamıştır: “Kıyamet filmini geri çeviren adam benim. Senaryoyu okudum ve yapamayacağımızı
anladım. Ordu, başka bir orduyu infaz etmeleri veya öldürmeleri için CIA’ye subay ödünç vermiyor.
Veriyor olsaydık bile bunu yapmanıza izin veremezdik.” (Robb, 2004: 141). Buradan anlaşıldığı üzere
kendi çıkarlarına ve ideolojilerine hizmet eden her filme destek sağlayan Amerikan hükümeti, aksi bir
durumda tüm bu desteklerini geri çekmiş, sansür uygulamış ve hatta filmlerin daha da fazla maliyetlere
çekilmesine müsaade etmiştir.
40
Birleşik Devletleri Vietnam’dan çekilmiş olsa da bunun bir askıya alma durumu
olduğunu ve savaşın yıllar sonra zaferle bitirildiğini vurgulamaktadır (Valantin, 2006:
46). Yine yönetmenliği Ted Kotcheff’e ait şeref madalyalı eski Vietnam askeri olan
Rambo xii serisinin ilk filmi İlk Kan (First Blood, 1982), ikinci filmi Rambo II (1985,
George P. Cosmatos), Komando Harekâtı I-II-II (Missing in Action I-II-III, 1984-
1985-1988) filmleri Amerikan muhazafakarlarının militarizmin savunuculuğu yaptığı
filmler olarak sıralanabilmektedir (Yılmaz, 1990: 58). Sonuç olarak bahsi geçen tüm
filmler genel bir değerlendirmeye alındığında Amerika’nın Vietnam Savaşı’nın
haklılığını kanıtlama ve savaşın iyi olduğunu ispatlama başarısı önceki savaş
dönemleri kadar başarılı olamamıştır. Vietnam Savaş’ı muhafazakâr ve liberal
yönetmenleri iyice birbirinden ayırmış, filmlerin bir kısmı savaşı olumlarken bir kısmı
tamamen kötüleyici bir bakış açısından yazılmıştır. Ancak Amerika bu sefer öncekiler
kadar başarılı olamamış ve bu başarısızlık sinemada da kendini göstermiştir.
xii
Rambo, Vietnam ve Rus askerlerine karşı her türlü işkenceye ve zorluğa rağmen tüm
bölgelerde galibiyet elde ederek efsaneleşmektedir. Bu film sinema-strateji bağını yeniden
güçlendirmede etkin olmayı başarmış hatta sinemanın hatalı olduğunu itiraf etmesine olanak
sağlamıştır. “Amerika yerli yerindedir” sloganı Başkan Ronald Reagan’ın muhafazakâr devrim
ideolojisi birbiriyle örtüşmüştür. Böylece. 70’li yıllardan bu yana gerileyen Sovyetler Birliği’ne karşı
saldırgan duruş yeniden şahlanmıştır. Böylece Hollywood ve milli güvenlik mekanizmasının iş birliği
Sovyetler Birliği’ne karşı hızlanmıştır (Valantin, 2006: 44-47).
41
Sovyet tehdidi yerine yeni bir tehdit bulunması milli güvenlik sistemi ve dış strateji
üretimi için bir zorunluluk olarak görülebilmektedir. Yukarıda da bahsedildiği üzere
sürekli kendini yenileyen, güncelleyen ve tüm dönüşümlere kendi dilini üretebilen
Hollywood şüphesiz ki karşısına çıkacak olan yeni tehdit şekillerine de aynı dili
uyarlayacaktır.
42
Güvenlik Konseyi Kararı ile Irak'ın Kuveyt’ten barışçıl yöntemlerle ayrılmasını
isteyen kararlar yayınlamıştır. Ancak Bush yönetimi başından beri bu uzlaşmacı
çözümleri kabul etmemiştir. Ancak Vietnam Savaşı'nda aldığı tepkilerden ders
çıkarmış olacak ki 4-5 ay boyunca herhangi bir harekete çekmeden Birleşmiş
Milletlerin onayını ya da diğer devletlerin de desteğini beklemiştir. Sonuç olarak Irak
kendisine Birleşmiş Milletler tarafından verilen süre zarfı içerisinde Kuveyt’ten
çekilmemiş ve böylece 17 Ocak 1991 tarihinde Amerikan ve İngiliz uçakları Irak’ı
bombalamaya başlamıştır (Öztürk, 2010: 5). Öyle ki Amerika Birleşik Devletleri’nin
zaten Irak’a çok daha öncesinden saldırı kararını verdiği Başkan Bush’un “Niçin
Körfezdeyiz?” başlıklı makalesinde yer alan “Saddam Hüseyin'in global ekonomik
yaşama boğucu hakimiyetine dünya tahammül edebilir mi? Eğer biz zamanında
hareket etmeseydik Saddam, Körfeze, böylece dünya petrol rezervlerinin en büyük
kısmına hâkim olacaktı." yazısından anlaşılmaktadır (Uslu, 2015: 179). Bu durum,
Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından tek süper güç olan Amerika’nın petrol
kaynakları üzerinde kesin denetim sağlamaya çalıştığının da bir ispatı olarak
görülebilmektedir. Amerika’nın bu savaştan ciddi oranda kazanımları olmuştur.
Savaşın sonunda George Bush yönetimindeki Amerika Birleşik Devletleri Vietnam
Savaşı’nda aldığı tepkinin tam tersine halkın olumlu desteğini almış; Amerika Birleşik
Devletleri bu savaşta ilk kez uzay teknolojilerinixiii kullanarak teknolojide önemli
ilerlemeler kaydetmiş; savaşın 7/24 medyada yer bulmasıyla halk canlı bir operasyona
şahitlik etmiş ve böylece bu savaş Amerika Birleşik Devletleri’nin birçok alanda
kendini geliştirip milli güvenlik stratejilerinin kuvvetliliğini kanıtladığı bir savaşa
dönüşmüştür (Yenal, 2020: 98). Böylece Amerika Birleşik Devletleri eski tehdidi
komünizmin yok oluşunun ardından yeni tehdidine karşı ilk galibiyetini kazanmış ve
yeni muhafazakâr George H. W. Bush yönetimi için güçlü bir başlangıç elde etmiştir.
xiii
Uzay yarışı, Soğuk Savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler birliği arasında
uzay hakimiyetinin kimde olacağı üzerine başlayan bir üstünlük yarışıdır. Uyduların (SCORE,
CORONA, Zenit 2 gibi uydular) kullanılması 1950’li yılların sonlarına doğru başlamış ve uzay yarışının
temel örnekleri olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri 1991 yılında Körfez Savaşı’nda 60 tane askeri
uzay sistemini ilk kez kullanmış ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünün de etkisiyle bu yarışın Amerika
lehinde farklı bir boyuta dönüşmesine neden olmuştur (Baban, 2020). Başkan Reagan uzay düzleminde
Yıldız Savaşları projesiyle Sovyet silahlanma sisteminin sınırlılığının karşılığında daha da para harcayıp
mali problemler yaşamasına neden olmuştur (Dabanlı, 2007: 69). Amerikan sınırlarına girmeden lazer
ışınları ile Sovyetler Birliği’nin füzelerini yok edebilen bu sisteme Sovyetler Birliği ekonomik
çöküşünden dolayı karşılık verememiştir.
43
Tüm bu yönleri ile Körfez Savaşı, Amerika Birleşik Devletleri’nin komünist tehdit
defterini kapatıp, yeni tehditlere kapı açtığı ilk savaş olarak görülebilmektedir.
Yaşanan bu aksiyonun ardından Radikal İslamcı bir grup olan El-Kaide, 11 Eylül
2001 tarihinde Dünya Ticaret Merkezi’ne büyük bir saldırı düzenlemiştir. 9/11 olarak
da anılan bu terörist saldırı bu dönemden itibaren Amerikan milli güvenlik stratejisinde
yeni bir dönem başlangıcı olmuştur (Şahin & Demirci, 2021: 391). 11 Eylül 2001
sabahı saat 8:45’te 20.000 galon jet yakıtlı American Airlines Boeing 767 uçağı Dünya
Ticaret Merkezi kuzey kulesine; ilk saldırıdan 18 dakika sonra ikinci kez bir Boeing
767 uçağı Dünya Ticaret Merkezi güney kulesine çarpmıştır. İlk çarpışmanın ardından
kulenin ve ikizinin tahliyesi devam ederken ikinci kez gelen bu saldırı birçok insanın
ölümüne sebep olmuştur (Onion, Sullivan, & Mullen, 2018). Amerika’nın saldırı
altında olduğu kesinleşirken üçüncü Amerikan Airlines’a ait Boeing 757 uçağı 9:40’ta
Pentagon’a, dördüncü olarak United Airlines’a ait Boeing 757 uçağı Pennsylvania’da
Stony Creek Township arazisine çakılmıştır (Salahlı, 2017: 90-91). Bu saldırılardan
sonra hem çok fazla insan hayatını kaybetmiş hem de saldırı çevresinde bulunan birçok
bina hasar görmüştür. Yıllardır komünist bir düşmana karşı güvenlik stratejisi
geliştiren Amerika’nın bu sefer karşısında yeni bir düşman tehdidi durmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George Bush 11 Eylül ekseni sonrası Kuzey
Kore, İran ve Irak devletlerini şer ekseni olarak tanımlamıştır. Ardından 2002 tarihli
Ulusal Güvenlik Belgesi’nde Bush Doktrini isimli yeni Amerikan Milli Güvenlik
Stratejileri tehdit oluşması durumunda vurulmadan önce vurma/ önleyici vuruş
temelinde yeniden düzenlenmiştir. Bush Doktrininde dış politika ile ilgili bulunan
yedinci maddede Bush yönetimi, uluslararası terörizmle mücadele kapsamında,
ABD’ye veya müttefiklerine karşı yapılacak saldırı halinde, Amerikan yönetiminin,
etkin, emin ve yıkıcı cevap vereceğini söylemekte ve Clinton yönetiminden farklı
olarak, Amerika’nın, kendisine saldırılmasını beklemeden, algılanan düşmanları ve
bunların kapasitelerini ortadan kaldırmak için, önceden müdahalede bulunabileceği
şeklinde nefsi müdafaa adı altında önleyici vuruşun altı çizilmektedir (Efegil, 2008:
110-111). Bu önleyici vuruş politikası kapsamında Amerika Birleşik Devletleri önce
7 Ekim 2002’de Afganistan’a ardından 20 Mart 2003’te Irak’a saldırmıştır. Amerika
bu saldırıda uluslararası desteğini kaybetmemek adına bunun önleyici vuruş adı altında
nefsi müdafaa olarak gerçekleştirilen bir saldırı olduğunu dünyaya kanıtlamaya
çalışmıştır (Salahlı, 2017: 107). 11 Eylül saldırılarının Amerika Birleşik Devletleri
44
için tarihi bir değişim ve dönüşüm noktası olduğu ve Amerikan hükümetinin hem iç
hem dış politikalarında kuşkuya, baskıya ve şiddete dayalı olan birtakım değişikliklere
gittiği söylenebilmektedir. Başkan Bush’un konuşmalarından, Amerika’da bu tarihten
itibaren yürütülecek mücadelelerin savunmaya dayalı olmayacağı, terörizme ve
terörizmi destekleyenlere karşı savaşılabileceği açıkça görülmektedir. Ancak bu
noktada herhangi bir olayı tehdit olarak algılanıp, saldırılabileceği konusunda bir açık
görülmektedir. Algılanan tehdidin hangi ölçülerde ve neye göre belirleneceği
konusunda kesin bir tanımlama bulunmamakla birlikte herhangi bir olası durumda
askeri saldırıda bulunmanın çok tehlikeli sonuçlar doğurabileceği de
söylenebilmektedir. Başkan Bush’un Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası dünyanın
tek süper gücü olarak kalmış olmanın avantajından faydalandığı bu noktada kendini
göstermektedir (Türkmen, 2018: 49). Bush’un bu politikalarından beri Amerika
Birleşik Devletleri’nde özelinde terörizme, genelinde ise uluslararası tehdit oluşturan
tüm örgütlere gerektiğinde uluslararası hukukun dışına çıkabileceğini göstererek
açıkça meydan okumaktadır. Dış politikadaki bu dönüşümler Amerikan stratejilerini
ve bu minvalde Hollywood sinemasının tehditlere karşı ortaya koyduğu milli güvenlik
filmlerinin de değişimine neden olmuştur. Artık yeni düşman terörizmdir ve terörizm
Amerika’nın sivil halkına, ordusuna, sosyal sistemlerine, milli güvenlik unsurlarına ve
stratejilerine karşı yıkıcılık ve bölünme endişesi yaratmıştır. 2002 yılında vizyona
giren Tom Cruise’un başrolde oynadığı Azınlık Raporu (Minority Report, Steven
Spielberg) filmi tam anlamıyla Başkan Bush’un “önleyici vuruş” söylemine dayanan
bir gelecek filmidir. 2054 yılında Washington’da geçen bu filmde teknolojinin
yardımıyla işlenecek suçları önceden tespit ederek suçluları yakalayan bir polis
teşkilatının konusu işlenmektedir. Ancak sistemde yaşanan yanlışlıktan dolayı
teşkilatın başı olan Dedektif John Anderton aniden öldürmediği bir adamı gelecekte
öldürmüş olarak suçlu konumuna düşmektedir. Bu açıdan film yukarıda bahsi geçen
Başkan Bush’un önleyici vuruşuna atıfta bulunmaktadır. Tıpkı Bush’un eyleminde
olduğu gibi tehdit durumunda harekete geçilmektedir ancak tehdit her zaman doğru
tespit edilememekte ve bu nedenle haksız eylemlere dönüşmesine neden
olabilmektedir. Üstü örtülü bir şekilde 11 Eylül ruhunu gördüğümüz filmlerden birine
örnek olarak Kara Şövalye (The Dark Knight, 2008, Cristopher Nolan)
verilebilmektedir. Filmde; Batman, Teğmen Gordon ve Savcı Harvey üçlüsü
Gotham'ın yer altı sokaklarını suçlulardan arındırmaya çalışırken bir anda Joker'in
ortaya çıkmasıyla işler karışmış ve Gotham sokaklarında kaos tekrardan oluşmuştur.
45
Banka saldırısından başlayarak diğer işlenen suçların arkasında Joker’in olduğunun
anlaşılmasıyla birlikte Batman harekete geçmiştir. Öyle ki filmde Batman, Joker’i
yakaladığında ona işkence yapmaktadır. Bu sahneler Başkan Bush’un terörizme karşı
savunduğu “düşman tehlikesi ile karşılaşırsak bize her yol mubahtır” politikasıyla
oldukça benzemektedir. Liberaller tarafından eleştirilen Başkan Bush’un terörle
savaşmak için karanlık tarafa geçtiği düşünülmektedir (Kellner, 2011: 25). Ayrıca
Joker’in terörist temsili, filmde hâkim olan kaos, şirketlere ve bankalara diğer bir
deyişle sivil halkın olduğu alanlara yapılan saldırılar, yıkılma ve patlama sahneleri
filmin 11 Eylül’ün bir yansıması olarak yorumlanmasına neden olabilmektedir. 11
Eylül saldırılarıyla çekilen ilginç bir film vardır ki bu film saldırıdan önce çekilmiş
olan Kuşatma (The Seige, 1998, Edward Zwick) filmidir. Filmde, FBI bir otobüste
bomba olduğu ihbarını alması üzerine harekete geçmiş ancak bu bombanın büyük bir
boya bombası olduğunun anlaşılmıştır. Daha sonra FBI’a gelen bir telefonda karşı
tarafın taleplerinin yerine getirilmemesi halinde asıl bombanın patlatılacağı bilgisi
verilmiştir. Ancak alınan tüm önlemlere ve isteklerin karşılanmasına rağmen diğer
otobüste bomba patlamış ve birçok masum sivil halkın ölümüne sebep olmuştur. Tüm
soruşturmalar devam ederken FBI’ın Brooklyn’de bir terör örgütünün hücresine
saldırması terör tehditlerini daha da arttırmıştır. Bu patlamaya diğer örgüt hücresi
Brooklyn’de bir tiyatroyu patlatarak yine masum insanların ölmesiyle karşılık
vermiştir. Ajan Hub’ın bir sahnede kullandığı “terörle sadece biz uğraşmıyoruz geçen
hafta Tel Aviv’e de saldırılar yapılmış” cümlesi saldırıların tıpkı 11 Eylül’de olacağı
gibi Müslüman teröristlerden geldiğini göstermektedir. Ayrıca Beyaz Saray’da terör
saldırılarına destek veren ülkeleri bulalım ve bombalayalım fikrinde de bahsi geçen
ülkelerin Irak, İran, Afganistan ve Suriye olması bu düşüncenin bir diğer göstergesi
olarak yorumlanabilmektedir (Olcay, 2018). Ancak bu düşüncenin genel olarak
Hollywood’un terörizmi Müslümanlarla özdeşleştirdiğini söylemek çok doğru
olmamaktadır. Bahsi geçen benzetmeler bu filmde 11 Eylül saldırılarının El-Kaide
tarafından gerçekleştirilmiş olmasına göndermede bulunan terörist tanımlamalarından
oluşmaktadır. Başkan Bush’un defalarca tekrar ettiği bunun bir İslam’a ve
Müslümanlara karşı savaş olmadığı, terörizme karşı savaş olduğu vurgusu bu duruma
örnek gösterilebilmektedir (Valantin, 2006: 146). Ancak yine de daha sonra
gerçekleştirilecek olan Afganistan ve Irak saldırıları bunun Müslümanlara karşı bir
savaş olmadığı savunmasını da düşündürmektedir. Filmde bahsi geçen olayların
ardından operasyonun başına sert, öfkeli ve acımasız Tümgeneral Devereaux
46
getirilmiştir. Filmin devamında Ajan Hub ve ortağı Frank’ın tutukladıkları Tarık
Hüseyni adlı şüpheliyi, Devereaux kendi nezaretinde işkence uygulamış ve ardından
sorgulamada öldürmüştür. Bu yönüyle yeniden Başkan Bush’un politikaları akıllara
gelmektedir. Devereaux’un şiddeti meşrulaştırması, insan haklarını önemsemeden
teröristlere uyguladığı işkenceler 11 Eylül patlaması sonrasında Bush’un önleyici
vuruş politikasına benzemektedir.
47
giren Gordy, Kolombiya’ya giderek patlamanın sorumlusu terörist El Lobo’nun peşine
düşmüştür. Filmde teröristler, kendilerine karşı duran insanları öldürmekten
çekinmeyen, uyuşturucu ticareti ile ilgilenen, katil kimlikleriyle tam olarak salt kötü
karakterler olarak atfedilmiştir. Böylece George W. Bush politikasının teröristlere
karşı izlediği iyilerin (filmde iyi Amerika olmaktadır) kötülere karşı mücadele verdiği
terör karşıtı eylemlerin meşrulaştırılması adına filmde gerekli alt yapıları hazırlamıştır.
Bir diğer 11 Eylül filmi ise terörist bir saldırıya karşı öngörü oluşturmaktadır. Aşırı
militarizmin görüldüğü Kara Şahin Düştü filmi 1993 yılında Somali’de çıkan iç savaş
sonrası yaşanan yoksulluk ve bu yoksulluk sonucunda Muhammed Farah Aidid ve
askerlerinin ülkeye gelen gıda yardımlarına el koyması ile başlamaktadır. Bu olayın
ardından Amerikan piyadelerinin duruma el atmasıyla gıda yardımları geri ulaştırılmış
ancak bu durum Aidid ve emrindekilerinin hoşuna gitmemiştir ve saldırıya geçmiştir.
Bunun üzerine Modagisu’ya gönderilen Amerikan askerleri ile terörist grup arasında
büyük bir çatışma başlamış, iki Kara Şahin Amerikan helikopteri düşürülmüş ve
Amerika çok ciddi kayıplar vermiştir. Ancak filmin sonunda Amerika her zamanki
gibi başarıya ulaşmış ve Aidid’i öldürerek terörizme karşı bir zafer kazanmıştır. Bu
filmde önemli olan bir diğer konu ise Hollywood’un yine Savunma Bakanlığı’ndan
destek almasıdır. Pentogon, bu film için hem helikopter hem de asker yardımında
bulunmuştur ve böylece Amerikan askerlerinin kahramanlık ve iyilik öykülerinin en
gerçekçi şekilde gösterilmesini hedeflemiştir (Kellner, 2011: 50). Sonuç olarak
öncekilerde olduğu gibi teröristler yeniden mutlak kötü ve aşırı Amerikan düşmanı
olarak gösterilerek onlara karşı yapılan eylemler bir saldırı değil Amerika’yı korumak
adına bir nefsi müdafaa olarak gösterilmiştir. Bir diğer 11 Eylül filmi olan Dünya
Ticaret Merkezi, Çavuş John McLoughhlin ile Will Jimeno’nun gerçek hikâyesine
dayanan son derece dramatize edilmiş bir filmdir. Kurtarma ekibinde çalışırken enkaz
altında kalan ve ciddi yaralar olan polislerin kurtarılması ve daha sonrasında aileleriyle
birlikte bu olaylardan nasıl etkilendikleri filmde konu edilmiştir. Filmde işlenen aile
melodramı, inanç ve mücadele gibi temaların işleniş biçimi ile muhafazakâr motiflere
yer verirken bir yandan kurtarılış sahneleriyle yeniden Amerikan’ın terörizme karşı
zaferi ve gösterdiği kahramanlığı ile tam olarak Bush’un ideolojisine hizmet
etmektedir. 11 Eylül saldırılarının ardından çekilmiş ilk geniş çaplı film olan Uçuş 93
filminde ise saldırı günü kaçırılan 93 sefer sayılı uçağın içinde mahsur kalan yolcu ve
mürettebatın yaşadığı korkunç anları seyircisine aktarmaktadır. Filmde mahsur kalan
yolcular son derece güçlü, sabırlı ve sakin kalmaya başarabilen tam bir cesur Amerikan
48
halkı profili çizmektedir. Yine diğer filmlerde olduğu gibi burada da Amerikanlar
masum, teröristler son derece cani olarak gösterilmektedir. Uçakta yaşanan mücadele
esnasında teröristler kişi ayırt etmeksizin insanları tekbirler eşliğinde canice
katletmekte, o sırada uçaktaki yolcular kendi inançlarına göre dua edip sevdiklerini
aramak gibi masum işlerle meşgul olmaktadır. Böylece artık sadece cesur olan asker
değil sivil halktır ve savaş sadece cephede icra edilen bir olgu değil kente taşınan bir
mücadele alanı olarak görülmektedir.
49
Savaş döneminde ortaya çıkan her bir komünist tehdidi için farklı dış politika stratejisi
yürütülmüş ve bu minvalde Hollywood tarafından milli güvenlik temalı filmler
üretilmiştir. 1990 yılına gelindiğinde Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte dünyanın
tek süper gücü durumuna geçen Amerika Birleşik Devletleri için yeni bir düşman
arayışı başlamıştır. Bu düşman artık bir komünist ideoloji değil, 11 Eylül 2001
tarihinde Amerikan milli güvenliğini en somut ve fiziksel saldırıyla derinden sarsan
terörizm olgusu olmuştur. Bu saldırının gerçekleşmesiyle birlikte cephede Amerikan
askerleriyle Sovyetler Birliği’ne ve komünist ideolojisine karşı savaş veren Amerika
Birleşik Devletleri bu tarihten sonra kentte, sivil halkının gözleri önünde teröristlere
karşı savaş vermeye başlamıştır. Amerikan mücadelesi artık sadece ordunun
mücadelesi değil, kahraman Amerikan halkının da mücadelesi haline gelmiştir.
Vietnam Savaşı’nda tüm dünyanın tepkisini alarak haksız bir savaşın nedenlerini
ispatlamaya çalışan Amerika Birleşik Devletleri bu mücadelesinden ders almış olacak
ki 11 Eylül 2021 saldırılarından sonra kendine haklı gerekçeler bulmuştur.
Muhafazakâr lider George W. Bush 11 Eylül saldırılarının ardından artık tehdit olarak
algılanan herhangi bir durumda tehdidin gerçekleşmesini beklemeyeceklerini ve
harekete geçeceklerini açıkça duyurmuştur. Öyle ki bugüne kadar var olan tehditlere
karşı mücadele eden Amerika bu tarihten itibaren sezgilerine göre hareket edeceğini
açıklamıştır. Bu yüzden Afganistan ve Irak saldırılarında olduğu gibi attıkları her
adımı terörizme bağlamış, teröristlerin sivil halkın canına kasteden, Amerikan
düşmanı son derece kötü insanlar olduklarını; Amerikan askerinin ise bir o kadar
masum, mutlak iyi ve Amerika’yı korumak için her şeyi göze alabilecek kadar cesur
olduğunu göstermiştir. Her bir tehdidin savurulmasında farklı yöntemler kullanılmış
olsa da Washington, Pentagon ve Hollywood iş birliği ile çekilen tüm filmlerin sonucu
aynıdır; mutlu son. Amerika Birleşik Devletleri düşmanı kim olursa olsun, ne kadar
güçlü olursa olsun her zaman mücadeleden zaferle ayrılan taraf olmaktadır ve
sarsılmaz milli güvenliği ile neredeyse tüm dünyayı koruyabilecek güce sahip bir
millet olarak kendini göstermektedir. Buradan hareketle, Amerika Birleşik Devletleri
için terörizm tehdidi ortadan kalktığı anda yeni bir düşmanın yaratılacağı
söylenebilmektedir. Çünkü Amerika’nın milli güvenlik stratejilerinin varlığı bunu
kanıtlayabilecek karşıt güce ihtiyaç duymaktadır ve Amerika için güvenlik hususu
ciddi derecede önem arz etmektedir. Hollywood’un ise bu durumda Amerika’ya yeni
stratejik arayışlar yaratacak tehditlerin kendi diliyle aktarılmasına imkân tanımaktadır.
50
III. ARAŞTIRMANIN KURAMSAL ÇERÇEVESİ VE
YÖNTEMBİLİMİ
51
fikir temelinde olduğundan dolayı bu kavramın diğer bilimlerin kraliçesi olabileceği
şeklinde abartılı bir düşünceyi de savunmuştur (Heywood, 2013: 23). Tracy’e göre
ideoloji, önyargılarından kurtulup özgürce yaşamak isteyen insanın, kendi zihnindeki
önyargıların çözümlendiği bir bilimdir (Özbek, 1993: 85).
Tracy, ideoloji kavramını ilk yazılı olarak kullanan kişi olarak bilindiğinden
dolayı çoğu araştırmacı ideoloji tarihinin onunla başladığını düşünmektedir ancak
Mannheim gibi bazıları da Francis Bacon’un idol düşüncenin ideoloji kavramının
temeli olduğunu söylemiştir (Giddens, 1988: 165). Bacon’un idol tanımlamasının
felsefi değer taşımasından dolayı bu kavram antik çağa kadar indirgenebilmektedir. İlk
olarak Antik Yunan filozofu Platon, Devlet (M.Ö. 375) isimli eserinde belli bir siyasal
düzenin açıklanması, meşru kılınabilmesi, devletin varlığının devamı ve
sürdürülebilmesi için bir aracıya ihtiyaç duyduğunu söylemiş ve bu ihtiyacı soylu
yalan olarak kavramsallaştırmıştır (Çelik, 2005: 29; Vatandaş, 2020: 78). Platon,
yalanın devleti bir gemi gibi yok edip batırabilecek bir zehir olduğunu söylerken diğer
yandan kişinin yalanı doğru yerde kullanmasının bir ilaç görevi üstleneceğini
belirtmiştir. Platon insanların başka yanılgılardan uzak tutularak düzenin korunmasını
sağladığını savunduğu bu düşüncesini soylu yalan olarak tanımlamıştır (Kulak, 2017:
37). Buradan hareketle, Platon’un devletin varlığının devamı için yöneticilerin yalana
başvurabilmesi düşüncesi ideoloji kavramının günümüzdeki anlamına ışık tuttuğu
görülmüştür. Ancak yine de bu durum Platon’un ideolog olarak görülmesi anlamına
gelmemektedir.
52
(Bacon, 2012). Bu idollerden dolayı insanlar doğayı daha kusursuz algılamakta ve
sorgulamadan doğuştan gelen belli kanılara sahip olmaktadır. Bireyler bu kanılara
öylesine sıkı sıkı bağlıdır ki olayları gerçekte olmasını istediği şekilde görmekte ve
hatta kanıtlama çabası içerisine girmektedir (Gültekin & Tokdil, 2017: 182-183). Bu
açıdan soy idollerine siyah kedi gördüğünde başına bir şey geleceğinin düşünülmesi,
13 sayısının insanlara uğursuzluk getirildiğine inanılması, eve uğur getirdiği
düşünülerek bazı objelerin kullanılması soy idollerine örnek olarak verilebilmektedir.
Mağara idolleri ise soy idollerinden farklı olarak sonradan öğrenilmiş, kişiden kişiye
farklılık gösteren; kişinin eğitiminin, yetiştirilme şeklinin, inanışlarının diğer bir
deyişle ona öğretilenin kendi zihnini hapsetmesi ile ortaya çıkan idollerdir. Bacon’un
bu idollere mağara ismini vermesi Platon’un mağara alegorisine dayanmaktadır. Birey
zaman içerisinde edindiği önyargılarıyla kendini sınırlayarak bir zihin mağarası
oluşturmaktadır (Pehlivan, 2019: 12). Örneğin bireyin yetişkinlik dönemine kadar
kendi evinde yemediği ve deneyimlemediği bir yemeği hayatının geri kalan
dönemlerinde de sevmediğini iddia ederek yememesi bu idollere örnek
verilebilmektedir. Üçüncü idol olarak çarşı idolleri karşımıza çıkmaktadır. Bu
idollerde problem dildir. Dil tarihsel süreç içerisinde belli kalıplar ekseninde
oluşturulmuş ve bireyler düşüncelerini bu kalıplarla aktarabildiği kadar aktarmış ve
algılamıştır. Bu nedenle çarşı idollerini var olmayan nesnelere verilen isimler ve var
olan nesnelere verilen hatalı, muğlak nesneler olarak ayırmıştır (Sadakaoğlu, 2020:
92). Dilde belirsiz anlamlar bulunmaktadır ve bu belirsiz anlamlar bir kelimenin
bireyler tarafından farklı anlamlarda kullanılmasına rağmen fark edilemeyişine sebep
olmaktadır. Bu yönüyle dil zihnimizi sınırlandırmakta ve bozmaktadır (Gültekin &
Bahadır, 2019: 693). Burada Platon’un idealar evreninden de bahsedilebilmektedir.
Platon, dili anlam boyutundan incelemiş ve dilin yapısını gerçeklikle olan ilgisi
bakımından ele almıştır. Ona göre nesnelere verilen adlar resimler gibi nesnelerin
gerçekliğini göstermek için üretilen birebir taklididir, diğer bir deyişle adlar nesnenin
sesle yapılan öykünmesidir (Poyraz, 2004: 228). Bu açıdan bakıldığında bir nesneyi
isimlendiren bireydir, örneğin masaya masa ismini veren bireyin kendisidir, masa
doğada masa olarak bulunmamaktadır. Bu Platon’un idealar evrenine göre
açıklanabilmektedir. Masa’nın bizim dilimizde m-a-s-a harflerinden bir anlam
üretmesi ama başka bir dilde bir anlam ifade etmiyor oluşu ile dilin insan zihnini ve
düşüncelerini sınırlandırışına diğer bir deyişle Bacon’un çarşı idollerine örnek
verilebilmektedir. Dördüncü ve diğer bir doğuştan gelmeyen idol ise tiyatro idollerdir.
53
Bacon (2012) bu idolleri kendine özgü felsefe sistemlerinin çeşitli dogmalarından ve
sapkın gösterim kurallarından insanların zihinlerine sızarak zihinlerini gereksiz
dolduran idoller olarak tanımlamıştır. Bireylerin hala eski kuramlara ve otorite kurmuş
üst sistemlere körü körüne bağlandığını, bu nedenle yanlış ve gerçeği yansıtmıyor
olsalar bile kuramcıların fikirlerinin benimsenmeye devam ettiğini; böylece insan
zihninin dogma düşüncelerle doldurulduğunu savunmuştur (Pehlivan, 2019: 13).
Görüldüğü üzere Bacon ideoloji kavramını bir kavram olarak kullanmamış ve
dolayısıyla ideoloji kuramcılarından biri olarak görülmemiştir. Ancak bilim ve doğa
üzerinden açıkladığı idol kavramıyla bilim ve aklın önünde olan engellerin
kaldırılması gerektiğini öngörmüş; bilimin önündeki engellerin ancak bu idollerin
kaldırılmasıyla ilerleyebileceğini söylemiştir. Bu nedenle ideoloji kavramının
gelişmesinde katkı sağladığı düşünülmektedir.
54
(Mardin, 1992: 22). Condillac, Helvetius, Locke gibi düşünürler zihnin insan
doğduğunda boş bir levha (tabula rasa) olduğunu savunmuş, bu levhayı dolduran
toplumsal ve fiziksel çevresinin zihni üzerinde belirleyiciliğine dikkat çekmiştir. Bu
bakımdan insan düşünceleri çevresinin bir ürünü olarak görülebilmektedir (Özbek,
1993: 85). Önemli olan bu boş levhayı yanlış düşüncelerle doldurmamaktır. Yanlış
düşüncelerle dolan zihnin ayıklanması gerekmektedir. Tam bu noktada ideoloji, insan
bilincinin içeriklerinin gelişmesi için gerekli olan temel olarak görülmektedir. Onlara
göre bütün bilimlerin temeli olan bir bilim olarak ideoloji, insan bilincinin ve
işleyişinin çözümlenmesi olarak tanımlanabilmektedir. İdeoloji bu anlamda,
önyargıların ortaya çıkışı, işleyişi ve yayılışı gibi konuların çözümlendiği, bireyin
önyargılarını çözümleyip önyargılarından kurtulduğu bir bilim dalı olarak
görülmektedir. Bahsi geçen Aydınlanma Dönemi filozofları insan zihnini bu bilim dalı
ekseninde incelerken dini dogmaları bir kenara bırakmış ve metafizik düşüncelerden
kendini uzaklaştırmıştır. Bilimlerin gerçek temelinin düşünce biliminde aranması
gerektiğini savunmuş ve bireylerin kendi düşünce ve duyumları dışında gir gerçeğin
olmadığını savunmuştur. Bu gerçekliğin ortaya çıkması ise metafizikten ve dini
dogmalardan uzaklaşılmasına bağlı olduğu düşünülmüştür (Temirkaynak, 2008: 14).
Öte yandan insan zihninin gelişimi üzerine çalışan ve Tracy gibi Bacon’dan etkilenen
Fransız sosyolog August Comte’un pozitivist bakış açısı da doğada var olan olgular
dışında hiçbir bilginin mümkün olmadığı üzerine kurulmuştur. Comte, pozitivizm
(olguculuk) adını verdiği bilgi felsefesinde bilgiyi, deney ve gözlemle tanımlamıştır.
Bu düşüncesi ile yeni bir insanlık dini kurduğunu, bu dinin kutsallığını insanlıktan
aldığını savunmuş ve meydana gelişini ise bir evrim yasası olarak tasarladığı Üç Hal
Kanunu ya da Üç Durum Yasası'na bağlamıştır (Kalelioğlu, 2019: 536). Üç Hal
Kanunu’na göre insan zihninin gelişimi ilk olarak teolojik aşama, ardından metafizik
veya soyut aşama ve son olarak bilimsel veya pozitif aşamadan oluşmaktadır. Bu üç
aşamadan herhangi birinin olduğu yerde diğerine yer yoktur (Comte, 1967: 217).
Comte'a göre, bu aşamada teorik kavramlar doğaüstü bir etki taşımaktadır. Bu düşünce
biçimi genellikle mantıksal ve düzenli düşünmeden yoksun olduğu gibi aynı zamanda
ilkel ırklarda bulunmaktadır ve kimi zaman çocukların düşüncesi de bu düzeydedir
(Sharma, 2007: 51). İkinci hal olan metafizik hali ilahi güçlerin yerini soyut
düşüncelere, hayal üstücülüğe ve doğaüstü kavramlara bıraktığı aşamadır ve bu aşama
teolojik hal ile pozitif hal arasında bir köprü görevi görmektedir (Kalelioğlu, 2019:
538). Son olarak pozitif hal ise bilginin tamamıyla gözleme ve deneye dayandığı, soyut
55
düşüncelere ve teolojik unsurlara yer verilmediği ve tümevarım yöntemiyle dış
gerçekliğin kavranmaya çalışıldığı evre olmaktadır (akt. Sadakaoğlu, 2020: 95).
56
doğa bilimlerinin yöntemlerini kullanarak toplumsal sorulara cevap bulunamayacağını
savunmaktadır (Mclellan, 2005: 9).
57
koşulları da tarihsel gelişmeleriyle birlikte ele almayı önemli gördükleri Engels’in
Franz Mehring’e yazdığı mektupta ideoloji hakkında söylediklerinden
anlaşılmaktadır; “İdeoloji, sözde düşünürün kuşkusuz bilinçli olarak ama yanlış bir
bilinçle yerine getirdiği bir süreçtir. Onu harekete geçiren devindirici güçler onun
bilgisi dışında kalır, yoksa bu hiç de ideolojik bir süreç olmaz. Onun için düşünür
yanlış ya da görünen devindirici güçlere kendi kendini inandırır” (akt. Oskay, 2017:
356). Engels’in mektubundan anlaşıldığı üzere insanın dış dünyayı anlama sürecinde
gerçeği kendi tarihinden soyutlanarak sadece anın sınırlarında kalarak algılanması
bilimsel bir gerçeklikten çok ideolojik bir açıklama olmaktadır. Bilimsel bilgiyi
ideolojiden ayırmak için gerekenler ise ekonomik, siyasi ve kültürel etmenler gibi
birçok etmenin düşünceye katılması gerekmektedir. Marx, Ekonomi Politiğin
Eleştirisine Katkı kitabında (Marx, 1970: 24) da insanlığın kendi önünde sadece
çözüme bağlayabilecekleri konuları getirdiğini ve bunun sebebinin de meselenin
kendisinin ancak onu çözüme bağlayabilecek maddi şartların oluşabildiği yerde ortaya
çıkabileceğini belirmektedir. Yine aynı kitabında insanların toplum içerisinde kendi
iradelerinin dışında ilişkiler kurduklarını ve bu üretim ilişkilerinin belirli bir sosyal
bilinç yapısına ilişkin hukuki ve siyasi üstyapının üzerinde yükseldiği somut temelden
bahsetmektedir (Marx, 1970: 22). Marx’ın ve Engels’in yazılarından anlaşılacağı
üzere insan bilincinin içinde bulunduğu sosyal yaşamdan ayrı düşünülmesi asıl
gerçeğe ulaşması engelleyerek bir ideolojiyi ortaya atmasına neden olmaktadır.
Böylece Marx’ın ideoloji kavramının tanımı ortaya konulmuş olmaktadır. Marx’ın bu
görüşlerine ek olarak karşımıza yanlış bilinç kavramsallaştırması ortaya çıkmaktadır.
Marx, insan bilincinin sosyal çevreden bağımsız düşünülemeyeceğini ve içinde
bulundukları sosyal yaşantının içinde dünyayı ancak buğulu gözlüklerin ardından
gördüğü kadar ele alabildiğini belirtmiştir (Mardin, 1992: 32). Buğulu gözlüklerin
ardından tanımlaması yanlış bilinç düşüncesinin temelini oluşturmaktadır. Ancak
yanlış bilinç ve hata kavramları birbiriyle karıştırılmamalıdır. Hata, sistemsel bir
hatadır çünkü hatanın kaynağı insanın içinde gömülü olduğu "burjuva yaşantısı" gibi
bütünlükçü bir toplumsal özellikten gelmektedir (Tırpan, 2004: 34). Buradan hareketle
insanların buğulu gözlüklerle algıladığı yanlışları aslında topluca yanlış anladıkları
söylenebilmektedir. Marx, işçinin yaşam koşullarını camera obscura üzerinden
tanımlamaktadır. Camera obscurada görüntü delikten yansıyan ışığın içeride ters bir
görüntü oluşturması anlamına gelmektedir. Buradan hareketle işçi, burjuvazinin ona
dikte ettiği koşullardan dolayı kendine ters düşecek çıkarları doğru algılayamaz ve bir
58
temsilin parçası olmayan işçi de kendine yabancılaşarak kendi sınıf çıkarlarının farkına
varmada zorlanır hale geldiği söylenebilmektedir. Bu yüzden kendi gerçekliğini
algılamayan işçi algıladığı gerçekliği yanlış olarak algılamaktadır ve bu algı yanlış
bilinç yani ideolojidir (Olçak, 2018: 63). Camera obscura tanımlamasından yola
çıkarak Marx’ın yanlış bilinç ile ideoloji arasında bir ilinti kurduğu açıkça
görülmektedir. Aslında düşüncelerin gerçekliği çarpıttığını ya da ters çevirdiğini
çünkü bizzat bu gerçekliğin kendisinin çarpıtılmış olduğunu savunmuştur (Mclellan,
2005: 16).
59
ilişkilerin üretildiği esas yer olmasından kaynaklı olarak siyasallaşmıştır. Bu nedenle
üretimde baskı ilişkilerinden söz edebilmek için devlete düşen rol hukuk aracılığıyla
üretime müdahale edebilen bir baskı aygıtının olmasıdır. Kısaca modern kapitalist
devletlerde hukuk egemen sınıfın baskı aracı olarak görülmektedir (Hacıfevzioğlu,
2018: 381). Bu noktada ideolojinin yanlış bilinç olarak ortaya çıkması, kapitalist
sistemde siyasal iktidarı meşrulaştırma ve toplumu belli bir sisteme entegre etme
çabasına bağlı olarak bu egemen sınıfın elinde görülebilmektedir. Egemen sınıf, her
sınıfın çıkarlarını tüm sınıfların ortak çıkarı gibi göstermek için bir baskı aygıtı olan
devleti kullanmaktadır (Hacıfevzioğlu, 2018: 381). Burada egemen sınıfın çıkarlarını
tüm sınıfların ortak çıkarı gibi göstermek zorunluluğu önem arz etmektedir çünkü
iktidarı elinde bulundurmak ve sürdürmek isteyen egemen güçlerin çoğunluğun
rızasını alması gerekmektedir. Bu rızanın üretilmesi, hegemonyaya ulaşılması ve
tahakküm kurulması süreci medyaya bağlı görülmektedir. Kitle iletişim araçları bu
noktada sistemin aygıtlarından biri olarak görülmektedir (akt. Muratoğlu, 2011: 1).
Böylece Marx’ın, Althusser’in devletin ideolojik aygıtları kuramına öncü fikir
oluşturduğu bilinmekle birlikte devlet için iktidarı elinde bulunduranların bu iktidarı
sürdürebilmek için toplumsal sınıflar üzerinde uyguladığı baskı aracı söylemi dikkat
çekmektedir. Marx’a göre devletin aygıtlarına hükümet, yönetim, ordu, polis,
mahkemeler, hapishaneler vb. girmektedir ve bu aygıtlar zor kullanarak varlıklarını
idame etmektedir (Özbek, 1993: 136). Marx’ın bu tanımlaması Gramsci ve
Althusser’in devletin aygıtları üzerindeki çalışmalarına yol gösterici olmuştur.
60
mahkûm edilip ömrünün sonuna kadar tutuklu kalmasına rağmen düşüncelerini
yazmaktan vazgeçmeyerek Hapishane Defterleri (1935) adlı kitabında düşüncelerini
yazmıştır (Güngör, 2020: 280). Gramsci’nin, üniversite yıllarında Marx üzerine
dersler aldığı ve 1914’ten sonra taşındığı sosyalist çevrede Marksist fikirlerin yaygın
olduğu bilinmektedir (Jones, 2007: 27). Ancak Gramsci, Marx’ın özellikle iktisadi
yapıyı incelediğini ve incelediği toplumlardaki siyaset ve kültür alanlarını
önemsemediğini belirterek hem üst yapıyı incelemiş hem de siyasetle kültürü
toplumsal çözümlemelerinde vurgulamıştır (Oçak, 2018: 65). Burada yapıdan kastın
toplumsal güç ve üretim ilişkileri arasındaki sosyo-ekonomik yapıları, üst yapıların ise
politik-ideolojik yapıları kapsadığı düşünülebilmektedir. Marx, toplumsal
incelemelerinde alt yapıyla çok fazla meşgul olduğundan dolayı üst yapıyı ihmal ettiği
gerekçesiyle bu konuda birçok kuramcıdan eleştri almıştır. Bunun üzerine Gramsci,
toplumsal yapının incelenmesi sürecinde bu durumun bir açıklık olduğunu düşünerek
çözümlemelerinde üst yapıyı daha değil ederek üst yapı kuramcısı haline gelmiştir
(Özbek, 1993: 117). Gramsci, Marx’ın sınıf mücadelelerine sadece ekonomik
stratejilerini dahil etmesini eleştirerek bu stratejilere politik bakış açısını da katmıştır.
Ona göre sınıflı toplumlarda egemen sınıf sadece ekonomiyi elinde bulundurmakla
kalmamakta aynı zamanda bu egemenliğini kültür ve politik alanlarla da
pekiştirmektedir.
61
sistemler ancak aydınlar tarafından çekip çevrilen bir temel sınıfın yönetimi altında
hegemonik bir sistem kurulduğu zaman bütünleşebilmektedir. Tarihsel blok ancak bu
şekilde gerçekleşebilmektedir (Portelli, 1982: 6). Buradan hareketle hegemonyanın
toplumun aydınları olan entelektüel sınıfla iç içe olduğu söylenebilmektedir.
Gramsci'ye göre toplum, sivil toplum ve politik toplum olarak iki organik bağdan
oluşmaktadır. Sivil toplum egemen sınıfın toplumun geri kalanını yönetmesi ile ortaya
çıkarken, politik toplum ise egemen sınıfın zor unsurunu kullandığı noktası olarak
görülmektedir. (Özbek, 1993: 118). Gramsci'ye göre politik toplum devlettir. Politik
toplum, egemen sınıfın diğer sınıflar üzerinde kurduğu hakimiyet ve zorlamadır. Bu
yüzden Gramsci politik toplumu, yani devleti bir baskı aygıtı olarak görmektedir.
Politik toplum, toplumun bütününe zor kullanarak var egemen sınıfın varlığını
sürdürmeye çalışmaktadır. Devlet aygıtının zorlamaya dayanan biçimi bürokrasi
tarafından uygulanmaktadır. Gramsci’ye göre devlet, bütün sivil toplum alanlarını
kuşatarak egemen sınıfın egemenliğini gerçekleştirmesine yardımcı olan bir aygıt
olmaktadır (Yaylagül, 2018: 109). Sivil toplum ise daha örtük ve masumane biçimde
siyasal iktidarın devamlılığını sağlamaktadır. Bu noktada sivil toplumun en önemli
unsuru ideolojidir. Hegel'in devletin etik içeriğini yeniden yorumlayarak sivil toplum
olarak tanımlamakta ve yönetici sınıfın ideolojisinin üstünlüğünü kullanmaktadır
(Portelli, 1982: 12-13). Sivil toplumu yapı üzerinden çözümleyen Marx’ın aksine
Gramsci sivil toplumu ideoloji ve kültürle bağdaştırarak devlet tarafından kontrol
edilen bir alan olarak ele almıştır (Güngör, 2020: 282). Özetle, politik toplum daha çok
fiziksel gücü kapsarken sivil toplum kültürel ve ideolojik aygıtlardan
yararlanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında çalışmanın ilerleyen kısımlarında görüleceği
gibi Gramsci’nin bu sınıflandırması, Louis Althusser’in devletin baskı aygıtları ve
devletin ideolojik aygıtları ayrımına da benzemektedir.
62
& Mattelart, 2020: 86). Hegemonya, egemen kesimin elinde bulunmaktadır ve egemen
kesimin dünya görüşünü bağımlı sınıfa yaymaktadur. İktidarı elinde bulunduran bu
kesim egemenliğinin devamı için verdiği güç mücadelesini yasal yollardan yürütmek
zorundadır. Bu nedenle iktidar, ideoloji ve kültür arasında yadsınamaz bir bağ
oluşmaktadır (Güngör, 2020: 281). Bu bağlamda, geleneksel toplumlardan modern
toplumlara geçişte ordui polis, yargı ve hapishane gibi kurumlar aracılığıyla fizisel güç
gibi doğrudan mücadele biçimleri yerine ideoloji ve kültür aracılığıyla üstü örtük bir
iktidar mücadelesi oluştuğu söylenebilmektedir. Çünkü Chomsky’nin de dediği gibi
(1997) toplumlar demokratikleştikçe egemen sınıfın tahakküm kurarak toplumu
yönlendirme olasılığı düşmektedir. Zira toplumun kendi rızasıyla bir sisteme dahil
olma süreci baskıyla gerçekleştirilmesi güç ve riskli bir süreç olarak görülmektedir.
Chomsky’e göre geleneksel toplumlarda egemen sınıfın bağımlı sınıf üzerinde
tahakküm kurarak gerçekleştirdiği eylemler modern toplumlarda propaganda aracılığı
ile yapılmaktadır. Modern toplumlar bu durumu medya, eğitim kurumları ve popüler
kültür araçlarını kullanarak toplumda bir rıza imalatı için çabalamaktadır (Muratoğlu,
2011: 1). Rıza ve baskı arasındaki oran özellikle de kapitalist toplumlarda rızanın
baskınlığıyla sonuçlanmaktadır. Bu tür koşullarda Gramsci’nin tahakküm olarak
adlandırdığı devletin disipline edici ve cezalandırıcı gücünün varlığına rağmen modern
toplumlarda sivil toplum kurumlarının artmasıyla toplumsal denetim süreçleri daha
çok rıza merkezine yönelmektedir (Eagleton, 1996: 167). Modern toplumlarda zor
kullanılması halkı ikna etmekten ziyade daha da itebilir ve karşı tutum sergilemelerine
neden olabilmektedir. Bu nedenle günümüz toplumlarında egemen sınıf, halkın
rızasını almak için medya gibi sivil toplum araçları ile kendi ideolojisini ve değerlerini
üstü örtülü bir biçimde halka yaymaktadır. Böylelikle hegemonyayın aslında güç ve
rızanın birleşiminden oluşan bir unsur olduğu söylenebilmektedir. Tüm bunlardan
hareketle hegemonya sadece ekonomik bir biçim olmaktan ziyade siyasi bir yapıya
sahip olduğu yorumu yapılabilmektedir.
63
dinleyicisine egemen sınıfın ideolojilerini aktaran bir aracı olarak görülmektedir.
İktidarın hegemonyasının sürdürülebilirliği ve kalıcılığı açısından toplumda bir ikna
aracı olarak medya kitleleri istediği yönde etkileyebilmektedir. İktidar, elinde
bulundurduğu medyaya istediği şekilde kısıtlamalar getirerek toplumda yayılmasını
istemediği düşünce ve ideolojileri engelleyebilmekte ya da tam tersine medya
aracılığıyla istediği ideolojileri topluma yayabilmektedir. Çünkü medya, diğer
ideolojik aygıtlarla kıyaslandığında kendini en hızlı biçimde güncelleyerek iktidarın
isteklerine göre şekil alabilmektedir. Kitle iletişim araçları, üstülü örtülü biçimde
toplumda egemen sınıfın ideolojisinin kabul görmesini sağlamaktadır. Bu kabul süreci
toplum tarafından sorgulanmadan, bağımlı sınıfın kendine verileni olduğu gibi
alımlamasıyla oluşmaktadır (Çoban, 2011: 113). Bu bağlamda, kitle iletişim araçları
önemli bir sivil toplum aygıtı olarak görülebilmektedir.
Yapısalcı Marxist düşünür Louis Althusser, 1918 yılında Cezayir’de otoriter bir
banka memurunun oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Babasının baskıcı karakteri
Althusser’in psikolojisi üzerinde fazlaca etkili olmuştur. Çocukluğunda yaşadıklarına
ek olarak askerde Almanlar tarafından alıkonulup toplama kampında beş yıl geçirmesi
psikolojisinin daha o zamanlardan çökmeye başlamasına sebep olmuştur (Çoban,
64
2011: 89). Ünlü psikanalist Lacan’ın doktorluğunu yaptığı Althusser yaşamı boyunca
psikolojik olarak sorunlu bir kişilik olmuş, hatta 1980 yılında 62 yaşındayken eşi
Helene Rytman’ı boğarak öldürmüştür. Ancak psikolojik durumundan kaynaklı olarak
suçlu olarak hüküm giymemiş, akıl hastanesine yatırılmıştır (Memişoğlu, 2020: 23).
Bu olaydan sonra akli dengesinin yerinden olmamasından dolayı mahkemede kendini
savunmasına izin verilmeyen Althusser, belki de kendini kamuya açıklamak için
Gelecek Uzun Sürer (1992) kitabında kendi yaşam öyküsünü bir psikanlistin gözünden
anlatır gibi yazmıştır. Kendini açıklamasına izin verilmeyişi gerçek anlamda onun
psikolojik olarak ölümüne sebep olmuştur. 22 Ocak 1990 yılına gelindiğinde ise kalp
krizi nedeniyle yaşamını yitirmiştir (Çoban, 2011: 89).
65
Althusser’in devletin ideolojik aygıtları kuramının temelini oluşturmak için özne
ve ideoloji kavramları arasındaki ilişkiyi önemsemek gerekmektedir. Althusser’e göre
tarih öznesiz bir süreçtir ve bu minvalde özneyi merkezişleştirmiştir. Marx’ın, öznenin
tarihin kurucusu olduğunu savuna karşı çıkarak özne merkezli ideolojik yaklaşımları
reddetmiştir. Birey, kendi gerçekliğinden yoksun bırakılarak devlet tarafından cinsil
bir varlık olarak görüldüğünü savunmuştur (Çoban, 2011: 112). Özne, Althusser’in
ideoloji kavramsallaştırmasında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü her ideoloji sadece
özneler aracılığıyla ve özleneler için var olmaktadır. Örneğin, yolda rastlaşan insanlar
birbirini tanıdığını kabul eder biçimde tokalaşmaktadır. Bu durum insanların
birbirilerini birer özne olarak gördüğünü ve ideolojik kabul etme kurallarını yerine
getirdiklerinin bir kanıtı olarak görülmektedir (Kazancı, 2003: 39). İdeolojiler, yapının
basit aktarıcısı olarak görülen bireyleri öznelere dönüştürerek onların varoluşlarıyla
olan ilişkilerini sanki kendileri belirliyormuş gibi yaşamasına neden olmaktadır. Bu
nedenle ideolojilerin amacı bireyleri özne konuma getirmektir (Börklüoğlu, 2017: 22).
Toplumun bir arada yaşayabilmesinin, ideolojinin varlığının sürdürülebilmesinin ve
ideolojinin yeniden üretimi için özneler var olmak zorundadır. Öznenin tarihsizliği,
onun var olmadan önce ne olacağı ve ideolojinin seslenişi ile bir kategoriye
sığmasından gelmektedir (Çoban, 2011: 113). Burada ideolojinin seslenişinden kasıt
isimlendirme olarak görülebilmektedir. İdeoloji bireylere isim vererek onları
çağırmayı, onlara seslenmeyi sağlamakta ve böylece toplumsal düzende bireylerin
görevlendirmeleri tanımlanmaktadır. Bu isimlendirme anne, baba, çocuk gibi
toplumsal roller ya da tamirci, şoför gibi meslek gruplarına dair birçok farklı
seslenmelerden de oluşabilmektedir. Bu yüzden isimlendirmeyle yapılan her bir
ayrıştırma ideolojik olarak görülmektedir. Bireyler kendilerine verilen isimlerle
sisteme rıza göstererek yapması gereken eylemleri bilir durumuna getirilmektedir. Bu
yüzden Althusser özneyi ideolojinin kurucusu olarak görmektedir (Oçak, 2018: 69).
Çağırma kavramsallaştırması günümüzde medya araçları tarafından kullanılmaktadır.
Medya araçları, insanların özne konumunda hissetmelerini sağlayarak, kendiyle
özdeşlik kurabileceği karakterler seçerek, özellikle de reklamlar da karşımıza çıkan
tükettikçe güçlendiği sanısı yaratacak temsiller sunarak bireylere ideolojik bir evren
yaratmaktadır (Güngör, 2020: 286). Eagleton (1996: 200) insanı özneye bir pratik,
toplumsal fail haline gelebilmesi için yeterli ölçüde yanıltıcı ve geçici bir tutarlılık
kazandıran şey sadece ideolojidir şeklinde belirttiği düşüncesinde özne olabilmek için
66
ideolojiye ihtiyacımızın olduğunu belirtmiştir. Buna ek olarak aynı zaman da
ideolojinin de var olabilmesi için özneye ihtiyaç duyduğunun altını çizmektedir.
67
unsurlara ihtiyaç duyulmakla beraber sadece hukuk ya da ahlak yeterli olmamaktadır.
Devletin ihtiyacı aynı zaman da ideolojik aygıtlar ve yapılar olarak görülmektedir
(Börklüoğlu, 2017: 24). Ancak devletlerin bu ideolojileri kullanma biçimleri
birbirinden ayrılmaktadır. Althusser bunun üzerine devletin aygıtlarını da iki farklı
başlık olarak birbirinden ayırmıştır.
68
sınıfın siyasal temsilcilerinin uyguladığı sınıf mücadelesi siyaset birimin, varlığında
merkezileştirdiği örgütlenmiş bir bütün olmasına karşılık, Devletin İdeolojik Aygıtları
daha değişik bir oluşumla çok sayıda ve birbirinden ayrı olarak görece özerk bir
maddi oluşuma sahiptir (Althusser, 2018: 37-38). Devletin İdeolojik Aygıtları, aile,
medya, okul gibi kurumlarla propagandasını yaptığı egemen düşünceleri
kapsamaktadır. Baskı aygıtlarının yanı sıra ideoloji üreterek ve bu ideolojileri yayarak
egemen sınıfa güç sağlamak ve kapitalist toplumlarda sınıf ilişkilerini de
pekiştirmektedir. Devletin ideolojik aygıtlarını elinde bulunduran egemen sınıf
hegemonyasını bu araçlarla tescil etmektedir. Devlet, bu aygıtlar sayesinde üretim
ilişkilerini yeniden-üreterek meşrutiyet kazanmakta ve varlığını devam
ettirebilmektedir (Sucu, 2012: 33). Bu anlamda Devletin İdeolojik Aygıtlarının egemen
sınıfın ideolojisine hizmet ettiği söylenebilmektedir. Devletin İdeolojik Aygıtlarında
öncelik ideolojidir. Egemen sınıf kendi ideolojisini birlik halinde hareket ederek
topluma yaymaktadır. Bu nedenle ideolojik aygıtlar aslında egemen ideolojinin
kendisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Hiçbir sınıf bu aygıtlar üzerinde kendi
hegemonyasını kurmadan iktidarın kalıcılığını sağlayamamaktadır. Zira hiçbir iktidar
bu aygıtları kendinden öncekilerin kullandığı gibi kullanamamakta ya da kendinden
sonrakine kendi düşünsel hegemonyasını aktaramamaktadır. Devlet bu ideolojik
aygıtlar aracılığıyla egemen sınıfın ideolojisini alarak toplumdaki diğer sınıflara
yaymaktadır ve böylece herhangi bir zor ve baskı kullanmadan toplumun geri kalanın
rızasını almaktadır. Günümüz modern toplumlarında zor kullanmanın işe
yaramadığının görülmesi rıza kavramını daha ön plana çıkararak ideolojik aygıtları
merkezi bir konuma taşınmasına neden olmuştur.
69
ayrıştırılmaktadır (Özbek, 1993: 136-137). Bu listenin sıralanışının özel bir anlamı
olmamakla birlikte eklemeler ya da çıkarmalar yapılabilmektedir.
Bu aygıtlar içerisinde Althusser için okul ve aile ayrı bir yer tutmaktadır. Çünkü
Althusser’e göre okul, kapitalist oluşumlarda politik ve ideolojik sınıf mücadelesi
sonunda egemenliği elinde bulunduran aygıttır (Börklüoğlu, 2017: 29). Aile ise
Gelecek Uzun Sürer adlı kitabında belirttiği gibi önemi asla değişime uğramayan, en
güçlü ideolojik aygıttır. Ona göre aile, her dönemde kutsal olmakla birlikte hem
iktidarın hem de dinin doğal yeri olarak görülmektedir. Ailenin bu kutsal görünüşü
onu devletin en güçlü ideolojik aygıtı olarak görülmesine neden olmuştur (Zengin,
2018: 58). Bu aygıtlardan biri olan kitle iletişim araçları da önemli bir rol
üstlenmektedir. Kitle iletişim araçları dışında habere ulaşma, gerekli enformasyonu
alma olanağı bulunmayan topluluklar için dünyayı o kitle iletişim aracının aktardığı
biçimde görmek ve onun aktardığı şekilde anlamak, hatta kitle iletişim aracının istediği
biçimde davranmak bu ideolojik aygıtların temel hedeflerinden biri olarak
görülebilmektedir (Kazaz & Çoban, 2010: 196). Ancak yine de devlet, kullandığı aygıt
hangisi olursa olsun üretim ilişkilerinin yeniden-üretimini hedeflemektedir. Her bir
ideolojik aygıt devlete hedefine ulaştırmak için farklı yöntemler ve deneyimler
sunmaktadır. Bu aygıtların farklı uygulama biçimlerine örnek olarak siyasal, medyatik
ve kültürel aygıtlar çerçevesinden farklı örneklere bakabilmekteyiz. Örneğin siyasal
ideolojik aygıt toplumun devletin ideolojisini benimsemesine yardımcı olmaktadır.
Medya aygıtı ise topluma egemen sınıfın politik yaklaşımlarını ileterek ilerlemektedir.
Kültürel aygıt ise spor, resim, müzik gibi aracıları kullanarak hatta kimi zaman medya
aygıtları ile birlikte topluma egemen ideoloji sunmaya yardımcı olmaktadır
(Börklüoğlu, 2017: 29). Sonuç olarak aygıtların, her ne kadar farklı olursa olsun
amaçlarının egemen sınıfa ve onların ideolojisini topluma ileterek üretim ilişkilerinin
devamına hizmet ettiği söylenebilmektedir.
70
Aygıtlarında da yine de sembolik olarak da görülse bir baskı kullanma gözlenmektedir.
Baskı aygıtları bir yandan baskı uygulayarak ideolojik aygıtların işleyiş sürecinin de
siyasal koşullarını gerçekleştirmektedir. İktidarı elinde bulunduran egemen ideolojinin
rolü devletin baskı ve ideolojik aygıtları arasında uyumun sağlanmasıdır. Sonuç olarak
devletin her bir ideolojik aygıtının nihai amacı üretim ilişkilerinin devamlılığı, diğer
bir deyişle kapitalist sömürü ilişkilerinin yeniden-üretimi olduğundan dolayı bir
beraberlik içerisinde sürmektedir (Kazaz & Çoban, 2010: 196). Ancak yukarıda da
bahsedildiği üzere günümüz modern toplumlarında ideolojik aygıtların işlevinin baskı
aygıtlarına göre daha çok ön planda tutulduğu söylenebilmektedir. Sonuç olarak
ideolojisiz bir toplumun varlığından söz edilememektedir.
71
oluşturan temel sebebin kamuoyunun dikkatini, ilgisini çekmek ve özellikle dış
politikada kamuoyuyla iletişime geçebilmek olduğu söylenebilmektedir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası ABD'nin güçlenmesi, İkinci Dünya Savaşı ile
birlikte dünyanın süper güçlerinden biri olması ve ardından Soğuk Savaş'ın
sonlanmasıyla tek süper güç olarak kalması ABD'nin kamu diplomasisini
önemsemesinde büyük rol oynadığı söylenebilmektedir. ABD özellikle Soğuk savaş
döneminde, gösterdiği eylemlerin propaganda olarak görünmemesi ya da savaş olarak
adlandırılmaması için kamu diplomasisinden yararlanmaya çalışmıştır. İki kutuplu
dünya düzeninde Amerika bir süper güç olarak hem ülkesini hem de hedefine aldığı
ülkeleri bilgilendirmek, etkilemek ve ilgisini çekmek amacıyla küresel kamuyla
iletişime geçmektedir. O dönemden günümüze kadar Amerikan stratejilerinde askeri
güç ya da ekonomik tehdit gibi doğrudan baskı uygulamaları kullanılmadan
kamuoyunun ilgisi çekilmeye çalışılmaktadır. Nye'nin yumuşak güç olarak
tanımladığı bu durumda kamuoyuna karşı zor kullanmak yerine onların tercihlerini
şekillendirme düşüncesi kamuoyu diplomasisinin temelini oluşturmaktadır (Akarcalı,
2019). Burada, özelde yumuşak güç genelde kamu diplomasisi olarak bahsedilen
durumun aslında yukarıda yer verilen Gramsci’nin gönüllü rıza, hegemonya
kavramları ile Althusser’in devletin baskı aygıtları ve devletin ideolojik aygıtları
kavramsallaştırmaları ile yakın bağlantı içinde olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda
kitle iletişim araçlarının da birer yumuşak güç unsuru olduğu ve kamu diplomasisinin
oluşturulmasında bir temel olduğu söylenebilmektedir.
72
belgesi dikkat çekmektedir. NSC-68xiv olarak bilinen bu belge ile ABD güvenlik
stratejilerini komünizme karşı çevrelemeye çevirmiştir. Ardından Vietnam Savaşı ile
birlikte her ne kadar hem iç hem dış kamuoyunun desteğini yitirse de Sovyetler
Birliği'nin çöküşüne kadar komünizme karşı geliştirdiği güvenlik stratejileri devam
etmiştir. Sovyetler Birliği'nin yıkılışından sonra güvenlik söylemi zayıflamış olsa da
11 Eylül saldırılarıyla birlikte yeni bir güvenlik stratejisi ortaya çıkmıştır. Başkan
Bush'un şer ekseni, önleyici vuruş gibi söylemleri güvenlik stratejilerini komünizmden
terörizme çevirmiştir (Akçay & Akbal, 2013: 8-9). Sonuç olarak Amerikan
stratejilerinde milli güvenliğin önemi 19. yüzyıldan beri kendini göstermektedir.
Burada dikkat çeken nokta ABD’nin milli güvenliğini savunma şeklinde devamlı
olarak bir tehdit unsurunun bulunuyor oluşudur. ABD’nin karşısında komünizm,
terörizm gibi her zaman onun milli güvenliğini sarsacak, ulusal değerlerine zarar
verecek bir tehdit bulunmaktadır. Güvenliği kavramak için sezgi gerekmektedir.
Sezgilerle önce tehdit algılanmakta ve ardından bir savunmaya geçilebilmektedir. Bu
nedenle güvenlikten bahsederken tehditlerin de var olması ve incelenmesi
gerekmektedir. Güvenlik bir strateji olarak düşünüldüğünde güç, çıkar, fırsat gibi
kavramların da incelemeye dahil edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle güvenlik
stratejileri, güvenliğin üretileceği bir tehdit başta olmak üzere bu tehdidi yok edecek
bir gücü ve bu güçle kazanılacak zaferden çıkarılacak fırsatı ve bu gücü meşru kılmak
için gereken bir stratejiyi yani politikayı içermektedir (Birdişli, 2011: 150). Marx'ın da
belirttiği gibi üretim araçlarını elinde bulunduran egemen sınıf aynı zamanda maddi
ve tinsel güce de sahip olmaktadır. Egemen sınıf bu doğrultuda kendi çıkar ve
beklentilerini toplumun alt sınıfın çıkar ve beklentileriymiş gibi sunmaktan
çekinmemektedir. Bu nedenle kendi çıkarlarına yönelik tehdit unsurlarını, ciddi
tehditlermiş gibi göstererek veya kendi çıkarlarına hizmet eden güvenlik sistemlerini
toplumun güvenliği gibi atfederek güvenlik stratejileri üretmektedir (Birdişli, 2011:
164). Buradan hareketle, ABD’nin karşısında tehdit olarak ne olursa olsun milli
güvenliğini savunmak için stratejiler geliştirmekte, hatta milli güvenliğini savunmak
xiv
Ulusal Güvenlik Konseyi belgesi NSC-68, Amerikan Başkanı Truman tarafından 1950'de Ulusal
Güvenlik Konseyi tarafından hazırlanmış ve Nisan ayında sunulmuştur. Temelinde ABD'nin birliğinin
sağlanması, adaletin devamlılığı, ülkenin huzur ve refah seviyesinin yükseltilmesi, ortak savunmanın
oluşturulması gibi birtakım Amerikan stratejilerine yer vermektedir. Bu stratejilerin arasında en önemli
amaç ise Sovyetler Birliği'nin ve ideolojisinin yayılmasını engellemek ve dünya üzerindeki hakimiyet
gücünü zayıflatmak olduğu söylenebilmektedir. Truman Doktrini ve Marshall Planı bu belgenin
hazırlanmasına neden olan iki gelişme olarak görülmektedir (Güdül, 2021: 292).
73
ve sağlamlığını küresel kamuoyunu duyurmak için kendisinin bir tehdit yarattığı da
düşünülebilmektedir.
74
aynı zamanda Amerikan milli güvenlik sinemasından, diğer bir deyişle Hollywood
filmlerinden bahsetmemek mümkün olmamaktadır.
Hollywood filmlerinde tehdide karşı savaşan genel anlamda ABD olsa da asıl
savaşçılar Amerikan kahramanlarıdır. Bu kahramanlar uzun yıllar boyunca savaş
konulu filmlerde ordu olarak gösterilmiş günümüzde ise özel güçlere sahip süper
kahramanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde savaşların cephede
yapılmıyor oluşu bu durum üzerinde etkili olmakla birlikte New York, Los Angeles
gibi büyük şehirlerde yaşanan patlamalar savaşın uzamını değiştirmekle birlikte
kahramanlarını da değiştirerek ordudan süper kahramanlara yöneltmiştir. Bu nedenle
bu araştırmada Amerikan milli güvenlik sineması bu süper kahramanların yer bulduğu
Marvel filmleri üzerinden analiz edilmiştir.
E. Göstergebilimsel Analiz
Gösterge, kendi dışında bir şeyi temsil eden ve dolayısıyla bu temsil ettiği şeyin
yerini alabilecek nitelikte olan her biçim, nesne, olgu vb. olarak tanımlanmaktadır. Bu
tanıma göre göre her türlü sözcük, simge ve işaretler gibi dizgeler gösterge olarak
kabul edilebilmektedir (Rıfat, 2009: 11). Daha detaylı bahsedilecek olursa iletişimin
temeli olan diller, el-kol hareketleri kapsamında jestler, sağır-dilsiz alfabeleri, trafik
işaretleri, resimler, reklam-film afişleri gibi dizgeler göstergebilimin inceleme alanını
oluşturan dizgelerdir (Özgür, 2009).
75
Göstergebilim, özü ve sınırları ne olursa olsun herhangi bir gösterge sistemini
incelemektedir. Ritüellerin, geleneklerin ya da eğlence sistemlerinin içeriğini
oluşturan her türlü imge, görüntü, jest, müzikaller, nesneler ya da bunların karmaşık
çağrışımları bir dil oluşturmasalar bile en azından bir anlam sistemini oluşturmaktadır.
Dilbilim, enformasyon teorisi, mantık ve yapısal antropoloji gibi birçok disiplinin
anlamsal analizi sağlandığında kitle iletişiminin gelişiminde ve medyayı
anlamlandırmada gösterge bilime şüphesiz ki özel bir önem verilmektedir (Barthes,
1986: 9). Göstergebilim üzerine çalışmaları olan Fransız felsefeci Roland Barthes’ın
tanımlamasından hareketle bireylerin yaşam tarzlarını, inanış biçimlerini, manevi
değerlerini, dünyaya ve olaylara bakış açılarını ve iletişim biçimlerini yansıtan kültürel
dizgelerin tamamı göstergebilimin konusu içine dahil olduğu söylenebilmektedir.
Göstergebilim kullanıldığı bilimler içerisinde sadece dil göstergeleri ile değil dildışı
göstergelerle de ilgilenmektedir.
76
alımlayan duyularımız arasındaki iletişimdir. Tıpkı iletişimde bir gönderen, bir mesaj
ve bir alıcı olduğu gibi göstergebilimde de bir gönderici, bir gönderge ve bir alıcı
olmak zorundadır (Guiraud, 1994: 57). Gösterge, bu modelin tam merkezinde
kalmakta ve anlamın en temeli noktasını oluşturmaktadır. Gösterge, kendisi olmayan
bir şeyi çağrıştırarak iletişim sağlayan her bir aracıdır. Örneğin bir elma resmini gören
her birey onun elma olduğunu anlayabilir ancak o bir elma değil resimdir. Elmanın
çizili olduğu kağıt ısırılmak istendiğinde elmanın tadını vermez ancak o resme bakan
her birey o resimden elma anlamını çıkarabilmektedir. Ya da elma kelimesi
söylendiğinde e, l, m, a harflerinden dolayı elma kelimesi çağrışım yapmakta ancak
ortada bir elma bulunmamaktadır. Burada da elmanın yerine geçen elma kelimesinin
sağladığı bir işitsel aracı bulunmaktadır. Buradan özetle hem resim hem de ses olarak
elma, gerçek elmanın yerine geçerek onun bir göstergesi olmaktadır (Erkman, 1987:
10). Sonuç olarak göstergenin; gösteren olarak e, l, m ve a harflerinin ve gösterilen
olarak elma kelimesinin anlatıldığı meyvenin toplamından oluştuğu
söylenebilmektedir. Burada yukarıda bahsi geçen göstergelerin içinde gösterildiği
kültür ön plana çıkmaktadır. Çünkü her toplumun kendine özgü bir dili ve kültürü
bulunmaktadır. Örneğin elma kelimesi Türkçe bilen kişiler için anlamlı bir gösterge
olmaktadır. Apple kelimesi de apfel kelimesi de elma kelimesi de aynı meyveyi
çağrıştırmaktadır ancak bu kelimeler sadece o dili bilmeyenler için sadece bir ses
olarak kalmaktadır. Ya da bir kültüre göre manevi değeri olan bir hayvan diğer kültür
de aynı gösterge anlamını taşımamakta ya da dünyanın birçok yerinde kullanılan
işaretler her bir kültür için farklı anlamlar çağrıştırmaktadır. Örneğin Türkiye’de
otostop çekmek için kullanılan baş parmak işareti, Avrupa’da onay vermek amacıyla
kullanılabilmekte, İran, Irak gibi ülkelerde ise kaba bir anlam taşıyan işaret anlamına
gelebilmektedir. Bu nedenle göstergelerin evrensel olmadığı, mutlaka içinde
bulunduğu kültüre göre yorumlanması gerektiği söylenebilmektedir.
77
tıp alanında kullanmıştır. Böylece göstergebilimin temelleri atılmış olup daha sonra
Batılı düşünürlere kaynak olmuştur (Rıfat, 2009: 28).
xvJohn Locke, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine isimli kitabının son bölümünde bilimleri doğa felsefesi
(physike), etik (praktike) ve göstergeler öğretisi (logike) olarak sınıflandırmış olup göstergebilimi üç
bilimden biri olarak varsaymıştır (Rıfat, 2009: 28).
78
işlev açısından bakarken, Pierce ise göstergebilimi mantıksal işlev üzerinden
yorumlamaktadır (Özgür, 2009: 7).
Pierce'a göre bir gösterge, bir kişi için, herhangin bir şeyin yerini tutan başka bir
şeydir. Gösterge bir kişiye yönelik olup bir kişinin zihninde eşdeğeri olan bir gösterge
yaratmaktadır. Yaratılan bu gösterge birinci göstergenin yorumlayanıdır ve bir şeyin;
yani nesnenin yerini tutmaktadır. Diğer bir deyişle bir gösterge kendinden başka bir
nesneye göndermede bulunarak yorumlayıcının zihninde bir etki yaratmaktadır. Bu
ayrım Pierce'ın gösterge, yorumlayan ve nesne olmak üzere üçlü ayrımının
tanımlaması olmaktadır (Rıfat, 2009: 31). Pierce'ın nesnesi göstergebilimsel nesnedir
ve gerçek değildir. Çünkü gösterilen nesne gerçek nesnenin kendisi değildir. Pierce'a
göre insan zihni dünyayı sınırlı bir şekilde algılamaktadır ve bu nedenle bireyin
dokunduğu, gördüğü, tattığı hiçbir şey gerçek nesne değildir, göstergebilimsel
nesnedir (Şenödeyici, 2021: 55).
79
Kavramsal gösterge ise göstergelerin temsil ettiği kavramı genel özellikleriyle
yansıtan göstergelerdir (akt. Civelek & Türkay, 2020: 777).
80
mantık üzerinden incelemiş, dil felsefesinde olduğu kadar yaşamın her kesiminde
önemli bir bölüm açmıştır.
Göstergeyi oluşturan öğelerden ilki gösteren bir işitim imgesi, ikinci olarak
gösterilen ise bir kavram olarak tanımlanmaktadır. Örnek olarak ağaç kelimesinde
ağaç kavramı gösterilen, ağacın zihinde uyandırdığı şey ise gösterendir. Pierce’ın da
savunduğu gibi Saussure'e de göre göstergeler nedensizdir (Ünal, 2016: 385). Örneğin
ağaç kavramının ağaç harflerinin dizilişi ile bir bağı yoktur. Ağacın farklı dillerde
farklı ses dizilişlerine sahip olması bu nedensizliğin en büyük kanıtı olmaktadır.
Saussure, göstergelerin kendisine daha çok odaklanarak gösterge üzerine
yoğunlaşmıştır. Göstergenin anladığımız imgeleri; havadaki sesler, kağıt üzerindeki
işaretler birer gösterendir. Gösterilen ise gösterenin göndermede bulunduğu zihinsel
kavram olarak aynı dili ve aynı kültürü paylaşan her birey için ortak aracıdır (Fiske,
2003: 67). Bu açıdan bakıldığında Saussure ile Pierce arasında ortak noktalar bulunsa
da birbirinden farklı birçok savları da görülmektedir.
Sonuç olarak Saussure göstergelerin daha çok zihinde yarattığı imgeler üzerinde
yoğunlaşmış ve bu sürece anlamlandırmayı dâhil ederek her bireyin kendi kültürel
kodları içerisinde göstergeleri algıladığını savunmuştur. Yine buradan hareketle
öncesinde olduğu gibi Saussure’ün de göstergelerin evrensel olmadığını, kültürel
kodlara ve toplumsal deneyimlere bağlı olarak değişebileceğini savunduğu
söylenebilmektedir. Bu açıdan bakıldığında Saussure’ün göstergebilim analizlerinde
dilin toplumsal işlevleri üzerinde dururken Pierce’ın mantıksal işlevi üzerine durduğu
da açıkça görülmektedir.
82
Çağdaş göstergebilimde yol gösterici olması ve göstergebilimi anlam olgusunun
ekseninde incelemesi açısından Algirdas J. Greimas oldukça önemli bir
göstergebilimci olarak karşımıza çıkmaktadır. Greimas'a göre göstergebilim hem
anlamlamının oluşun ve kavranım koşulları koşulları üzerinde genel bir düşünce hem
de anlamlı nesleerin somut çözümlemelerinde uygulanacak bir yöntemler bütünü
olarak bağımsız bir bilim dalı olmaya yönelmiştir (Çakmak Duman, 2017: 2).
Greimas'a göre göstergebilimin incelediği her anlatı bir anlam içermektedir. Yazınsal
olsun ya da olmasın şiirden siyasete, tiyatrodan reklama kadar bilime temel
oluşturacak bir anlambilim yaratmıştır. Greimas insan elinden çıkan, anlamı olan her
yapının hem evrensel hem de kişiden kişiye değişen tüm özelliklerini anlamlandırmaya
çalışmıştır. Bu nedenle Greimas'ın anlambilim kuramı onun göstergebilim kuramıdır
(Demir, 2009: 63).
Greimas'a göre tüm metinlerin, anlamı ortaya çkaracak bir ortak anlam ekseni
ve bulunmaktadır. Bu metindeki düzlemler temel anlamsal boyut, temel anlamsal
boyut ile söz dizimsel anlatı boyutu ve sözdizimsel anlatı boyutu ile yüzeysel boyutu
olmak üzere üç aşamadan oluşmaktadır. Temel anlamsal boyut, yaşam ve karşıtlıkların
bulunduğu en derin yapıdır. İkinci boyut ise yaşam düzeni ile karşıtlıklarının bir araya
geldiği bir hesaplaşma boyutu olarak metnin derin yapısının oluştuğu boyuttur.
Üçünce ve son boyut ise hesaplaşmanın bireysel metne dönüştüğü, metnin yapısını
oluşturan yüzeysel boyuttur (Güneş, 2014: 7). Burada bahsi geçen karşıtlıklar Greimas
için oldukça önemlidir çünkü ona göre dünya bu karşıtlıklar üzerine kurulmuştur
(Civelek, 2020: 778). Bu karşıtlıklar iyi-kötü, güzel-çirkin, siyah-beyaz gibi
karşıtlıklardan oluşabilmektedir. Daha sonralarında Fransız antropolog Claude Levi-
Strauss'un mit çözümlemelerinde de görülen bu ikili karşıtlıkların, anlatı
çözümlemelerinde kullanılan oldukça önemli bir yöntem olduğu düşünülmektedir. Bu
doğrultuda hem anlam üzerine yoğunlaşması hem de karşıtlıklar üzerinde durması
bakımından Greimas göstergebilimin çağdaş kuramcıları arasında önemli bir yer
tutmaktadır.
83
en önemli isimlerden biri de Umberto Eco’dur. Eco, 1960’lardan sonra göstergeyi daha
çok dil ve göstergeler olarak ele almış, ayrıca sanat ve müzik yapıtlarının da bir
gösterge olduğunu savunmuştur (akt. Erzor, 2015: 128). Eco, çağdaş göstergebilimin
gelişmesinde büyük katkılar sunan bir yazar olarak göstergebilimi daha çok metin
yorumlama üzerinden ele almıştır. Saussure ve Pierce'ın görüşlerinin üzerine çalışarak
kendine has bir yöntem geliştirmiş ve günümüzde alımlama göstergebilimi olarak
adlandırılan metin yorumlama biçimini ortaya çıkarmıştır (Rıfat, 2009: 51).
85
durulmuştur. Barthes'a göre göstergeler gösteren ve gösterilenin birleşiminden
oluşmaktadır. Gösterenin düzlemi anlatıma yani söze dayalıyken gösterilenin düzlemi
ise içeriğe dayalıdır. Bu anlamda gösteren ve gösterilen birleşerek göstergeleri
oluşturmaktadır (Büyükbaş, 2020: 157). Barthes, Saussure’ün göstergeyi gösteren ve
gösterilenin diyalektik sonucu olduğu savını eleştirmiş ve aynı zamanda gösterge ile
gösterenin birbiriyle karıştırılmasına karşı çıkmıştır. Göstergenin anlatım düzlemini
gösteren, içerik düzlemini ise gösterilen oluşturmaktadır. Barthes’a göre gösterilen
tasarım da gerçek nesne de değildir, söylenebilir olandır. Gösterilen, göstergeyi
kullananların göstergeden anladığı şeydir. Gösterenden farkı gösterenin bir aracı
kimliği taşımasıdır (Barthes, 1979: 31-34).
86
Şekil 10. Barthes’ın Anlamlandırma Şeması
(Fiske, 2003: 120)
Barthes, çözümlemelerine mitleri dahil etmektedir. Ona göre bütün mitler dil
gibi işlemekte ve her bir mit özel bir mit gibi sunulmaktadır. Mitlerin her biri mesaj
olarak görülebilmekte ve bir anlamlama dizgisinde işlediği söylenebilmektedir. Mitler
yananlam ile ilişkilendirilebilmektedir. Kitle kültürü, moda, yemek gibi göstergeler
87
altında yananlamlar barındıran mitler tarafından yönlendirilmektedir. Mitler insanların
gerçekliği arayış sürecinin sonucunda ortaya çıkmaktadır. Gerçeğin kendisi
olmamakla birlikte gerçeğin temsili oldukları söylenebilmektedir. Örneğin Alman
halkına disiplinli, Fransız halkına kibar insanlar yakıştırmasını yapmak mitsel
örnekleri oluşturmaktadır. Böylece mitlerin insanlar tarafından oluşturulduğu ve
zamanla birtakım kalıplaşmış yargılara dönüştüğü açıkça görülmektedir. Barthes, bu
minvalde mitlerin oluşumunda ideoloji kavramına sıklıkla atıfta bulunmaktadır.
Barthes’a göre mitler, toplumdaki egemen ideolojinin toplum üzerindeki yansımalarını
ifade etmektedir (Yılmaz, 2020: 16). Mitlerin altında her zaman bir ideoloji
yatmaktadır. Mitlerin açık mesajlar iletmiyor oluşu altında bir ideolojinin var
olduğunun göstergesidir (Bircan, 2015: 27). Barthes, egemen ideolojilerin devamlılığı
için mitler ürettiğini söylemektedir. Ona göre kapitalizm sonrası çağdaş mitler
yaratılmakta ve egemen sınıf insanların bilincine yerleştirilerek onları manipüle
etmeye çalışmaktadır (Sepetçi, 2016: 491). Buradan hareketle çağdaş toplumlarda
popüler kültürde yapılan eylemlerin aslında mitlerle bağlantısı olduğu
söylenebilmektedir. Örneğin, bir ideolojiyi temsil eden bir kişinin, şarkı grubunun,
filmin ya da o filmin karakterinin bulunduğu herhangi bir şeyi giymek, takmak ya da
posterini kullanmak gibi eylemler aslında o şeyi taşımaktan ziyade o ideolojiyi
taşıdığımız anlamına gelebilmektedir. Bu nedenle, giydiğimiz şey düzanlamda bir
tişört olsa da yananlamda bir ideoloji, bir düşünce sistemi olarak görülebilmektedir.
Egemen ideolojinin medyadan yaralandığı bilinmektedir. Egemen ideolojiler medya
aracılığıyla topluma ne yapmaları gerektiğini aşılamakta ve zamanla birlikte medya
tarafından yaratılan mitlerle birlikte toplumda neyin doğru neyin yanlış olduğu bilinci
egemen ideolojinin ekseninde medya sayesinde şekillenmiş olmaktadır. Egemen
ideoloji, söylemlerini topluma göstergeler ve imgelerle taşıyarak hedef kitlesi üzerinde
istediği düşünceyi sağlamaktadır (Yılmaz & Babacan, 2019: 46). Özetle Barthes’ın
medyayı, mitler üreten bir aracı olarak gördüğü ve böylece bireyin alımladığı
göstergelerde düzanlamdan uzaklaşıp yananlamlarını benimsemesine neden olduğunu
düşündüğü söylenebilmektedir.
88
IV. AMERİKAN MİLLİ GÜVENLİK SİNEMASI: KAPTAN
AMERİKA: KIŞ ASKERİ, YENİLMEZLER VE ÖRÜMCEK
ADAM: EVE DÖNÜŞ FİLMLERİNİN İNCELENMESİ
İkinci Dünya Savaşı sonrasında teknolojik açıdan hızla gelişen ABD, sahip
olduğu teknolojik imkanları küresel dünyada kendisini konumlandırmak için
kullanmıştır. Bu doğrultuda gösterdiği faaliyetlerden biri de sinema endüstrisine
doğrudan müdahale etmektir. Hollywood film endüstrisinin ortaya çıkışı ile birlikte
ABD'nin dünya genelinde en büyük medya gücü haline geldiği söylenebilmektedir.
Hollywood bir süre yetişkinlere yönelik filmler üretmiş olsa da kısa bir sürenin
ardından çocuklara da yayın yapacak olan Walt Disney stüdyolarını kurmuştur.
Araştırmanın konusu olan Marvel stüdyoları ise Walt Disney'in alt bölümlerinden biri
olarak kurulmuştur (Ünlü Dalaylı, 2021: 41). Marvel Entertainment adıyla kurulan bu
şirket; Marvel Television, Marvel Comics ve Marvel Studios olarak üç birimden
oluşmaktadır. Marvel Television, televizyon yayınlarından sorumlu birim, Marvel
Comics çizgi roman yayınlarını yapan ve ilk süper kahramanlarını burada üreten birim,
son olarak bu çizgi roman karakterlerinin üretildiği Marvel Studios birimi bu şirketin
ana departmanlarını oluşturmaktadır (De Forest, 2021). Böylece günümüzde sıkça
adından bahsettiren Marvel Stüdyolarının temelleri atılmış olmaktadır.
89
kendilerine özel çekilmiş filmler eşliğinde aktartılmakla birlikte karakterlerin bir araya
gelerek savaştığı filmler de Marvel evreninde karşımıza çıkmaktadır. 2008 yılında ilk
filmini çıkaran Marvel Stüdyoları günümüzde hala Amerika’nın süper kahramanlarını
beyaz perdeye taşımaya devam etmektedir. Aşağıdaki tabloda Marvel filmleri
kronolojik sıraya göre verilmiştir.
90
16 Örümcek Adam: Spider-Man: 2017 Jon Watts
Eve Dönüş Homecoming
91
Amerika'nın karanlık dönemlerinde bir ışık olma amacıyla mücadele veren ve halkı
koruyan bir güven unsuru olarak atfedilmiştir. Böylece toplumsal bir işlev kazanan
süper kahramanlar hem çizgi romanlarla hem sinemada kendini göstererek Amerikan
halkının iç huzurunun yerine getirilmesi ve ABD hükümetinin zor dönemlerinde
kendilerini kurtaracak bir süper güce sahip olduklarının göstergesi olarak Amerikan
toplumunda kendilerine yer edinmiştir (Çelik & Kırel, 2019: 2). Buhranın etkilerinin
devam ettiği, İkinci Dünya Savaşı’nın kapıda olduğu bu dönemde ilk çizgi roman
kahramanı Süpermen, adaletin ve Amerikan kültürünün koruyucusu olarak doğmuştur.
Ancak Amerikan kültürünün ve ideolojisinin esnekliği, sürekli sabit kalmayışı tek bir
süper kahramanın her duruma uygun davranmasını gerektirmiştir. Belli bir ideolojiye
sahip ve bu ideolojiler doğrultusunda kararlar veren bir süper kahramanın dönemin
getirilerine göre hareket ediyor olması kahramanın kendiyle çelişmesine ve bu sebeple
toplumda güven kaybetmesine neden olabilmektedir. Bu doğrultuda ABD zaman
içerisinde farklı süper kahramanlar yaratmaya başlamış ve her birine farklı özellikler,
farklı düşünce yapıları ve farklı davranış biçimleri atfetmiştir. Kimisi öfkeli, kimisi
alaycı kimisi ise ağırbaşlı bir karaktere can vermektedir. Ancak hepsinin ortak özelliği,
kendi canını hiçe sayıp, tehlikeye atarak insanlığı kurtarmaktır. Tüm bu süper
kahramanlar oluşan tehdidin büyüklüğü ne olursa olsun, tek bir kişi aynı anda kaç
kişiyle dövüşürse dövüşsün, ne kadar ağır yaralanmış olsa da hikâyenin sonunda
tehdidi yok ederek halkın eski refah ve mutluluğuna, hatta eskiden daha da iyisine
ulaşmasına yardımcı olmaktadır. Tehdit ortadan kaldırıldığında, bir sonraki tehdit
çıkıp kahramana ihtiyaç duyulana kadar ise ortadan kaybolmaktadır. Kısaca bu süper
kahraman filmlerinin, önce huzur ve refah içerisinde yaşayan toplumun güvenliğini
sarsacak bir tehdidin oluşması, süper kahramanın ortaya çıkarak canını tehlikeye atıp,
riskli kararlar verip bu tehditle mücadele etmesi, tehdidin ortadan kaldırılması ve
toplumun başlangıca geri dönmesi, toplumu kurtaran süper kahramanın bir sonraki
tehdit oluşana kadar ortalıktan kaybolması üzerine kurulu birbirine benzer ortak bir
anlatısı olduğu söylenebilmektedir.
92
karakter açısından gelişmeye gitmiş ve 2008 yılı itibari ile Marvel karakterlerini
sinemaya taşımıştır. Bu dönemlerde ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld,
Örümcek adam ve Kaptan Amerika ile birlikte poz vermiş, aynı gün Marvel ve
Savunma Bakanlığı arasında bir anlaşma ilan edilmiştir. Bu anlaşmaya göre Marvel,
Afganistan ve Irak'ta mücadele veren askerlere moral ve destek vermek amacıyla çizgi
roman karakterleriyle katkıda bulunmuş ve orduya bir milyon çizgi roman
bağışlamıştır (Çiçek, 2014). Böylece ABD Hükümeti, Savunma Bakanlığı ve Marvel
iş birliği ortaya çıkmıştır. Bu iş birliği, ABD’nin yıllarca sinema aracılığıyla yaptığı
milli güvenlik propagandasına yeni bir boyut ekleyerek süper kahramanlar aracılığıyla
güvenlik propagandasına dönüşmesine neden olmuştur. Bu nedenle bahsedildiği gibi
Marvel evreninin süper kahramanları aslında halkın kurtarıcısı olmaktan çok ABD
ideolojisinin devamlılığını sağlayan, ABD halkına ve ordusuna güç ve cesaret veren
birer propaganda aracı olarak görülebilmektedir.
(Acun, 2015)
93
Amerikan bayrağını temsil eder nitelikledir. Özellikle Kaptan Amerika’nın kalkanı,
renkleri ve ortasındaki yıldızıyla birlikte tam anlamıyla Amerikan bayrağını
yansıtmaktadır. Zaten isminde Amerika geçen bir kahramanın Amerikan ideolojisini
taşımadığı düşünmek mantıksız olmaktadır. Ancak filmlerin birçoğunda görüldüğü
üzere her ne kadar tehditler ABD’de, Los Angeles ve New York gibi büyük kentlerinde
ortaya çıkıyor, Amerikan halkının hayatı tehlikeye sokuyor olsa da söylemsel açıdan
“insanlığın başı dertte”, “insanlığın huzuru adına” ve “dünyanın kurtuluşu için” gibi
evrensel söylemler kullanılmakta ve filmlerde kahramanların dünyayı kurtarıyor
olmasına vurgusu yapılmaktadır. Buradan hareketle, Sovyetler Birliğinin çöküşünün
ardından tek süper güç olarak kalan ABD’nin zaten kendisini “dünya”nın kendisi
olarak gördüğü, kendi ırkının insanlığın ırkı olduğunu düşündüğü yorumu
yapılabilmektedir.
94
B. Kaptan Amerika: Kış Askeri (Captain America: The Winter Soldier)
Filminin Göstergebilimsel Analizi
95
bulunan birkaç sahne gösterilmiştir. İlk sahnede, insanlığı tehdit eden ve HYDRA’ya
hizmet eden bir grubun yeni kozları “ikiz kardeşler” gösterilmiştir. Böylece Kış Askeri
filmi kendisinden sonra gelecek yeni Marvel filminin de habercisi olmuştur. Son
gösterilen sahnede ise Kış Askeri Bucky Barnes kendinin de bir kahraman olarak
gösterildiği müzeye giderek gerçek kimliği ile yüzleşmiştir. Ayrıca filmin başından
sonuna kadar birçok sahnesinde hem S.H.I.E.L.D’ın hem de HYDRA’nın kullandığı
yüksek teknolojiler sık sık beyaz perdeye taşınmış ve bu teknolojilerinin eşsiz boyutu
söylemlerle birlikte seyirciye çok kez aktarılmıştır.
Düzanlam
Yananlam
96
aramamıştır. Aradan ne kadar yıl geçerse geçsin, her an savaşmaya hazırdır çünkü
kendini rahatlığa hiçbir zaman alıştırmamıştır. Her zaman ülkesinin ve halkının
huzurla uyuması için kendi uykusunu düşünmeden hareket etmiştir ve her an uykusuz
kalmaya da hazır konumdadır.
Düzanlam
Yananlam
Notlara bakıldığında ilk ilgi çeken aya iniş başlığıdır. Tarihte aya ilk iniş ABD
tarafından gerçekleştirilmiş ve ABD doğumlu Nail Armstrong aya ilk inen insan
olmuştur. Hollywood filmlerinde göze çarpan en önemli unsurlardan biri teknolojik
gelişmelerdir. Hollywood filmlerinde, özellikle Marvel gibi CGI tekniğinin bolca
kullandığı filmlerde ABD sıklıkla yüksek teknolojilere sahip bir ülke olarak
gösterilmektedir. Diğer filmlerde olduğu gibi bu filmde de aynı yüksek teknoloji
unsurları yer almaktadır. Aya iniş vurgusuyla ABD’nin diğer tüm ülkelerden daha
yüksek teknolojiye sahip olduğu vurgulanmıştır. Ancak burada asıl önemli olan nokta
aya iniş hakkında karşıt görüşlerin bulunması, aslında bunun gerçek olmadığı iddiaları
ve Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki uzay savaşları olmaktadır. Tezin birinci
97
bölümünde bahsedilen Uzay Yarışları, ABD ve Sovyetler Birliği arasında uzunca
yıllar sürmüş hatta sinemada da kendine yer edinmiştir. ABD sadece dünyaya
hükmetmeyi değil, sınırları aşarak uzayın da hakimiyetini ele almak istemektedir. Hali
hazırda ABD’nin bu gücü elde edecek teknolojik üstünlüğünün de bulunduğu sinema
filmlerinde gösterilmiştir. Soğuk Savaş döneminde yıllarca süren uzay üstünlüğü
rekabetinin kazananı ABD olduğu düşünülmektedir. Rogers’ın not defterine en
başlarda bu ayrıntıya yer vermesi tekrardan ABD galibiyetini hatırlatmak ister nitelikte
olduğunu göstermektedir.
Tıpkı ilk başlık gibi Star Wars başlığı da aynı yönde yapılan bir gösterge olarak
okunabilmektedir. ABD tarihinin en önemli stratejik filmlerinden olan Star Wars
filmleri yeni bir silah olarak ışın kılıcını kullanması gibi unsurlarla bir yandan da
teknolojik bir meydan okumadır. Star Wars, Türkçesi Yıldız Savaşları aslında Başkan
Reagan tarafından ortaya çıkarılan askeri bir projedir. Tıpkı önleyici vuruş gibi
Sovyetler Birliğine ait füzelerin uzaydan kontrol edilebilen lazer ışınlarıyla ABD'ye
ulaşmadan yok edilmesine dayanan gerçeküstü bir proje olarak bilinmektedir.
Sovyetler Birliği'nin yıkılma dönemlerine denk gelen bu projeye karşılık verememesi
yine bir diğer ABD üstünlüğüne yol açmıştır. Aynı isimden yola çıkan Star Wars
filmleri ise isminden de anlaşılacağı üzere önemli derecede ABD ideolojisini
barındırmaktadır. Ayrıca siyasal güç ilişkilerini içeren bu seri Bush-Cheney yönetimi
ile de benzerlikler taşımaktadır. Bu açıdan Star Wars filmleri ABD için önemli bir
Hollywood ürünü olarak görülebilmektedir.
Sahnedeki bir diğer Soğuk Savaş dönemi göndermesi aya iniş başlığının hemen
altındaki Berlin Duvarı yükselişi ve yıkılışı başlığıdır. Soğuk Savaş döneminde
Almanya’nın savaşı kaybetmesiyle topraklarında bölünmeler yaşanmış ve ABD’nin
önderliğinde kapitalist Batı Almanya’yı çevrelemek için bir gecede Doğu ve Batı
arasında bir duvar örülmüştür. Doğu Almanya’dakilerin Batı’ya göç etmesini
engellemek amacıyla örülen bu duvar, ABD’nin Batı Almanya üzerindeki hakimiyeti
açısından oldukça önemli görülmektedir. Bu nedenle filmde Rogers’ın önemli
gelişmeleri yazdığı not defterinde ilk sıralarda kendine yer bulmuştur.
Notlar arasında bir diğer önemli nokta Rocky filmleridir. Tıpkı bu filmde olduğu
gibi Hollywood sinemasında kahraman yaratma çabası Rocky serisinde de
görülmektedir. Hollywood sineması geçirdiği toplumsal, politik ve ekonomik
dönüşümlerle birlikte karakterlerinde de dönüşümlere yer vermekte hatta yeni
98
karakterler yaratmaktadır. Rocky filmlerinde de filmin kahramanı Rocky'nin zaman
içerisinde yaşadığı hem fiziksel hem psikolojik hem de ideolojik dönüşümler açıkça
görülmektedir. Rocky filmlerinde yine diğer başlıklarda olduğu gibi Sovyetler
Birliği’ne gönderme yapıldığı görülmektedir. Özellikle son filminde kahraman
ABD’nin bir temsilcisi haline gelmiştir. Rus devi yenilmez Drago’yu yenmiş ve
aslında ABD’nin Sovyetler karşısında her alanda güçlü olduğunun altını bir kez daha
çizmiştir. ABD’yi temsil etmek için gitti Sovyetler Birliği’nde asıl amacı savaşmak
gibi görünse de filmin sonunda verdiği kardeşlik mesajıyla da hem ABD’nin
üstünlüğünü kanıtlayan bir zafer elde etmiş hem de buna ek olarak savaşmak yerine
barışın, kardeşliğin önemi vurgulayan bir son yazmıştır.
Sonuç olarak tek bir not defteri sayfasında Steve Rogers’ın not aldığı
başlıklardan hem Sovyetler Birliği ile yıllarca farklı alanlarda verilen mücadeleler ve
bu mücadelelerden elde edilen zaferlerle ABD’nin üstünlüğü gösterilmiş hem de
ABD’nin yenilmezliği, tek güç oluşu, dünya ülkeleri üzerindeki hakimiyeti ve hatta
uzay savaşlarına yaptığı göndermelerle bu hakimiyetinin aslında sınırsız olduğu
vurgulanmıştır. Not alınan başlıklar ABD’nin karşısındaki tehdit Sovyetler Birliği de
olsa, bir savaşçı da olsa, teknolojik bir savaş da olsa, bir ideoloji de olsa tamamen
ABD’nin üstünlüğü ve zaferiyle sonlanmıştır ve böylece ABD’nin değerleri
yüceltilmiştir.
99
Şekil 14. Kaptan Amerika’nın Paraşütsüz Atlayışı Sonrası Geçen Diyalog
(Kaptan Amerika: Kış Askeri, 2014)
Düzanlam
Yananlam
100
Şekil 15. Gemide Dövüş Sahnesi
(Kaptan Amerika: Kış Askeri, 2014)
Düzanlam
Yananlam
Sahnede Kaptan Amerika ile dövüşen adam onu yenemeyeceğini fark ettiğinde
dönüp kalkandan ibaretsin benzetmesiyle adeta Kaptan Amerika’yı kışkırtmaya
çalışmıştır. Kendisi bir süper kahraman değildir ve özel bir güce ya da yeteneğe sahip
olmamasından dolayı yenilmesinin nedenini karşısındakinin sahip oldukları olarak
görmektedir. Ancak Kaptan Amerika bu söylemin üzerine kalkanını bir kenara
bırakarak dövüşmeye kalkansız devam etmiştir. Sonuç değişmemiş, Kaptan Amerika
kendine meydan okuyan bu adamı sadece birkaç saniye içerisinde yere sermiştir.
Böylece asıl olanın kalkanın, kostümün ya da maskenin değil, Kaptan Amerika’nın
kendisi olduğu ortaya çıkmıştır.
101
Şekil 16. Nick Fury ve Kaptan Amerika’nın Konuşması
(Kaptan Amerika: Kış Askeri, 2014)
Düzanlam
102
Yananlam
Kaptan Amerika’nın bu sistemi eleştirmesi üzerine ise Nick Fury yeni düzeni
işaret edercesine “S.H.I.E.L.D dünyayı olduğu gibi kabul eder, olmasını istediği gibi
değil” diye yanıt verir. Buradan hareketle ABD’nin sahip olduğu yüksek teknoloji
imkanlarını yeri geldiğinde teröristlere karşı bile olsa kötüye kullanması, tehdidin
kime göre algılandığı ve gerçekten tehdit olup olmadığı kesin değilken saldırıya
geçilmesi oldukça eleştiriye açık bir durumdur ve ABD’de de muhafazakârlar ve
liberaller arasında uzunca yıllar tartışmalı bir konu olarak kalmıştır. Kaptan Amerika
ve Nick Fury arasında geçen bu diyalog tam olarak bu tartışmanın bir yansıması gibi
görülebilmektedir. Ancak Nick Fury’nin S.H.I.E.L.D dünyayı olduğu gibi kabul
ediyor sözü, tıpkı 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin dünyayı görmek istediği
103
şekilde değil olduğu gibi kabul ettiğine işaret ederek, dünya kötü bir yerse biz de
kötüyü en iyi şekilde oynayarak milli güvenliğimizi savunmak zorundayız mesajını
haklı bir sebebe dayandırarak vermektedir.
Düzanlam
Yananlam
104
birlikte yeni bir tehdit olarak baş gösteren terörizm, ABD tarafından milli güvenliğimiz
tehdit altında ve bu tehditleri bundan sonraki süreçte ortaya çıkmadan yok
edebilmemiz için özgürlüğümüzü feda etmemiz gerekir düşüncesiyle insanların
bilincine ektiği düşünülebilmektedir. Bu noktada ABD’nin kişisel verilere erişimi,
telefonları dinlemesi, e-postaları okuması gibi özel hayata olan müdahaleleri
oluşabilecek tehditleri önleme amacıyla yapıldığı söylemiyle insanlara güven veren bir
amaçla ortaya atılmış ve insanlar da güvenliklerinin korunması adına özgürlüklerinden
vazgeçmiştir.
Düzanlam
Yananlam
105
tüm dünya askerleri arasında en iyi asker olan Kaptan Amerika gibi, ABD’nin kendisi
de tüm ülkeler arasında en iyisi, hepsinin kahramanıdır mesajı okunabilmektedir.
Kaptan Amerika, faşizme karşı İkinci Dünya Savaşında savaşmış bir asker olarak,
aslında yaptığı şey ülkesini ve kendi halkını korumaktır. Ancak burada sanki tüm
dünyayı kurtarmış ve korumuş gibi dünya kahramanı olarak aktarılması daha önce de
bahsi geçen ABD’nin kendini dünyanın yöneticisi olarak görmesiyle
ilişkilendirilebilmektedir.
Düzanlam
Yananlam
106
ve en ortasında da Amerikan bayrağına benzeyen kostümüyle Kaptan Amerika
durmaktadır. Filmin birden çok sahnesinde karşımıza çıkan Amerikan bayrağı,
ABD’nin milliyetçi tutumunu ve politikasını net olarak yansıtmaktadır.
Düzanlam
Yananlam
107
üzerine kurulmuş bir konseyin yine ABD merkezli olması en iyi güvenlik sistemine
sahip olan ülkenin kendilerinin olduğunu gösterme amacı gütmektedir. Böylece
sıradan bir toplantı olarak görülen bu sahne, ABD’nin dünyaya hükmettiği, diğer
devletlerden üstün olduğu ve diğer devletler arasında güvenlik konusunda kendilerini
diğerlerinden yetkin gördükleri yananlamları çıkarılabilmektedir.
Düzanlam
Yananlam
108
dünya yaratmanın tek yolunun eskisini yıkmak olduğu düşüncesi aslında tüm
savaşlarını ve politikalarını meşrulaştırmaya yönelik olduğu anlamına gelmektedir.
109
Şekil 23. Kaptan Amerika’nın HYDRA’ya Karşı Savaşı
(Kaptan Amerika: Kış Askeri, 2014)
Düzanlam
Yananlam
Bu sahnede Kaptan Amerika tek başına birden fazla kişiye karşı mücadele
vererek yara almadan savaşmaya devam etmektedir. Aynı anda hem birçok kişiyi
etkisiz hale getirmekte hem de kendini korumayı başarabilmektedir. Kaptan
Amerika’nın aslında ABD’nin kendisi olduğu düşünüldüğünde tıpkı Kaptan
Amerika’nın tek kişilik zaferindeki gibi ABD’nin birçok ülkeye karşı girdiği
savaşlarda tek başına ayakta kalmaya yetecek bir güce sahip olduğu
söylenebilmektedir. ABD sahip olduğu güç sayesinde kendisine karşı duran ülkeleri
etkisiz hale getirebilmektedir ve böylece kendi sınırlarını koruyabilmektedir.
110
ulusal sembollerini insanların bilinçaltına medya aracılığıyla nasıl gönderdiği
konusunda araştırmanın ilk bölümlerinde de bahsedildiği üzere kullandığı süper
kahramanların giysilerinde aynı sembollere yer vererek bilinçaltı çalışmalarına devam
ettiğini düşünmek şaşırtıcı olmamaktadır.
Bunlara ek olarak, Kaptan Amerika, Nick Fury, Falcon ve Black Widow gibi
birçok karakterin aynı tarafta olması ve bir ekip halinde ilerlemesine rağmen aralarında
lider vasfına sahip olan ve ekibi yöneten kişi yine Kaptan Amerika’dır. Bu da ABD’nin
müttefikleri ile birlikte düşmanlarına karşı savaş veriyor olsa bile asıl gücün kendisi
olduğu ve diğerlerinin de başkanı, lideri, yöneticisi vasfına sahip olduğunun bir
göstergesi olarak okunabilmektedir.
Düzanlam
HYDRA’nın ele geçirip zihnini yıkadığı Kış Askeri; Kaptan Amerika, Falcon ve
Black Widow’a karşı tek başına adeta bir ölüm makinesi gibi mücadele vermektedir.
Kullandığı yüksek teknoloji silah ve askeri teçhizatlarla halka açık bir alanda görevi
olarak gördüğü kişilere karşı savaşmaktadır.
Yananlam
Bu sahnede Kış Askeri, görevi olarak ona öğretilen kişilere karşı acımasızca
savaşmaktadır. Elindeki yüksek teknoloji silahlar ve bombalarla kimsenin canını
düşünmeksizin saldırmakta ve insanların canını tehlikeye atmaktadır. Arka planda
takip cihazından gelen “siviller tehlikede” uyarısının tekrar tekrar duyulmakta ve
111
ABD’nin süper kahramanı Black Widow da aynı anda insanlara kaçın uyarısı
yapmaktadır. Bir Nazi birimi tarafından zihni yıkanarak suikastçıya dönüştürülen Kış
Askeri bu uyarıları göz ardı ederken ABD’nin süper kahramanı ise o anda yine sivil
halkı düşünerek savaşmaktadır. Buradan hareketle, Nazi faşizmine tekrardan vurgu
yapıldığı, Nazi birliklerinin sivil halkı düşünmeden herkese saldırdığı göz önüne
getirilirken ABD’nin ise her koşulda halkın güvenliğini gözettiği ve sadece kahraman
askerleriyle mücadele ettiği göstergesine yer verilmektedir. Ayrıca Nazi tarafından ele
geçirilen ve günümüze kadar getirilen bir suikastçı Askerin varlığı, Nazilerin tarih
sahnesinden silinmiş olmasına rağmen ortaya çıkmaları durumunda hala insanlık için
bir tehdit oluşturduğu düşüncesine de dikkat çekilmektedir. Kış Askeri’nin
korkusuzluğu, gözlerindeki öldürme isteği ve sivil ya da asker fark etmeksizin herkesin
karşısında bir ölüm makinesi gibi duruyor oluşu Nazi faşizminin acımasızlığını gözler
önüne sermektedir.
Burada bir noktaya parantez açmak gerekir ki filmin birkaç sahne öncesinde
gösterilen Dünya Güvenlik Konseyi’nde üyeler arasında Almanya’nın da var olduğu
görülmektedir. Bu durum, Almanya’nın gerektiğinde müttefik olabildiği gibi aynı
zamanda hala bir tehdit olarak da var olabileceği anlamını taşımaktadır. Aynı zamanda
Black Widow’un yine yüksek teknoloji aracılığıyla Dünya Güvenlik Konseyi’ne
Almanya üyesinin kılığında girmesi, orada bulunan diğer üyelere rağmen Pierce’a
saldıracak kişinin Alman üye olarak seçilmesi filmdeki Nazi faşizmine dikkat çekildiği
bir başka nokta olarak yorumlanabilmektedir.
Ancak filmdeki tek tehdit Naziler olmamakla birlikte Sovyetler Birliği de aynı
şekilde bir tehdit unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Sovyetler Birliği ile ilgili geçen
ilk sahne Nick Fury’nin suikasta uğramasının ardından vurulduğu kurşunun bir Sovyet
yapımı olduğunun söylenmesi ile başlamaktadır. Nick Fury’i vuran S.H.I.E.L.D’ın
içine sızmış Nazi birimi HYDRA olmasına rağmen kullanılan kurşunların Sovyet
yapımı oldukları tespit edilmiştir. Ardından Arnim Zola'nın ortaya çıkışı ile birlikte
HYDRA'nın Sovyetler Birliği ile olan ittifakı kesinleşmiştir. Arnim Zola, Kızıl
Kafatası için çalışan ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ile ittifak
Kuran Kızıl Kafatası, diğer bir deyişle Johann Schmidt'in bilim adamıdır. 1972 yılında
yakalandığı ölümcül hastalıktan bedeni kurtulmamasına rağmen zihni korumaya değer
görüldüğü için bir bilgisayarın içinde var olmaya devam etmiştir. Burada Kızıl
Kafatası vurgusu araştırmanın ilk bölümünde bahsedilen Kızıl Korku ile
112
eşleştirilebilmektedir. Sovyetler Birliği’nin kızıl bayrağından üretilen ve ABD
tarafından anti-komünist söylemleri güçlendirmek amacıyla İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra sıklıkla kullanılan Kızıl kavramı, Nazi birimi olan HYDRA’ya liderlik eden
Kızıl Kafatası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada Kızıl Kafatasının Sovyetler
Birliğini, HYDRA’nın ise Nazileri temsil ettiği göz önünde alındığında, günümüzde
Sovyetler Birliği ve Nazilerin halen ABD karşısında bir tehdit unsuru olarak karşımıza
çıktığı görülmektedir.
113
Şekil 26. Nick Fury ve Alexander Pierce’ın Yüzleşmesi
(Kaptan Amerika: Kış Askeri, 2014)
Düzanlam
Yananlam
114
önleyici vuruş politikası ve bunun ardından gelen Afganistan ve Irak savaşlarında
olduğu gibi artık savaş için gerekenin saldırı altına girmek değil, saldırı tehdidinin var
olması olduğu bir kez daha vurgulanmıştır. ABD’nin Afganistan’a saldırırken 11 Eylül
saldırılarını sebep olarak göstermiş olması gibi 20 milyar insanın hayatını kurtarmak
için 20 milyon insanın hayatını elinden almak, daha büyük kitleleri korumak için
azınlıkları feda etmek gibi gösterilerek haklılaştırılmaya çalışılmaktadır.
Düzanlam
HYDRA ile yapılan mücadelenin ardından ülkenin hem lehine hem de aleyhine
işler yaptığı gerekçesiyle ekip üyelerinden biri olan Black Widow yargılanmaktadır.
Yananlam
115
ancak istihbaratının zarar görmesi durumunda bile kendisini koruyacak birilerinin her
zaman var olduğu düşüncesi kendini göstermektedir. Bu nedenle Black Widow
tutuklanmayarak serbest bırakılarak ülkesini ve tüm insanlığı korumak için
mücadelesine devam edeceği gösterilmiştir.
116
olduğu gibi mutlu sonla biten filmde her bir kahraman bir sonraki görevine kadar
yeniden ortadan yok olmuştur.
Düzanlam
Yananlam
117
üzerinde çalışmalar yapacak kadar gelişmiş teknolojilere sahiptir. Buradan hareketle
ABD’nin gelişmiş teknoloji imkanlarına bir gönderme yapıldığı da
söylenebilmektedir.
Düzanlam
Yananlam
118
Şekil 30. Loki ve Nick Fury’nin Karşılaşması
(Yenilmezler, 2012)
Düzanlam
Yananlam
119
şekilde telefonlar dinlenmiş ve sonunda yeri tespit edilebilmiştir. Böylece bu güvenlik
tartışmalarının olduğu bu filmlerde ülkenin güvenliği ve hatta daha geniş çapta
düşünüldüğünde insanlığın güvenliği ancak özgürlüklerinden feda etmeleri
karşılığında korunabilmiştir. Bu nedenle insanların güvenliğinin korunması için
hükümete bu konuda itaat edercesine yetki vermesinin bu filmlerde meşrulaştırıldığı
söylenebilmektedir. Sonuç olarak Loki’nin söylediği “Özgürlük hayatın en büyük
yalanı.” cümlesinde fazlaca haklılık payı olduğu düşünülebilmektedir.
Düzanlam
Yananlam
Marvel filmlerinin çoğunda görüldüğü gibi ortaya çıkan tehdit bütün insanlığı
hatta bütün gezegeni tehdit etmektedir. Natasha’nın söylediğine göre Tesseract’ın da
aynı şekilde kötüye kullanması bütün evrenin yok olmasına yol açabilmektedir. Bütün
gezegeni kurtarabilecek tek güç ise göreve davet edilen süper kahramanlardır. Ancak
filmin devamında da görüldüğü üzere gezegeni korumak için verilen savaş New
York’ta gerçekleşmiş, Amerikan halkı bu tehditle birebir yüzleşmiş, tehdit ortadan
kaldırıldıktan sonra sadece Amerikan halkı bu tehditten kurtulmuşçasına
televizyonlarda onlara yer verilmiştir. Sonuç olarak gezegeni kurtarmak olarak
120
atfedilen bu görev sadece ABD karşısında bir tehdit unsuru olup, süper kahramanlar
tarafından ortadan kaldırılmıştır. ABD’nin “dünya biziz” görüşünün bu noktada
tekrardan ortaya çıktığı söylenebilmektedir.
(Yenilmezler, 2012)
Düzanlam
Yananlam
Filmde bahsi geçen Dünya Güvenlik Konseyi, dünyanın herhangi bir tehlike
altında olması durumunda toplanarak ortak kararlar almaktadır. Filmin bu bölümünde
Tesseract’ın kaçırılması üzerine Dünya Güvenlik Konseyi üyeleri yeniden ABD’den
Nick Fury’nin başkanlığında bir araya gelerek yapılacaklar üzerine fikir alışverişinde
bulunmaktadır. Konsey oldukça gergin ilerlemektedir çünkü dünyanın en büyük
güvenlik örgütü olmalarından dolayı her birinin üstündeki sorumluluk büyük bir
sorumluluk olarak görülmektedir. Öyle ki konsey üyeleri süper kahramanların
varlığına bile güvenmekten çekinerek yeni planlar aramaktadır.
121
Konsey üyesi “Dünyanın en büyük gizli güvenlik ağını yönetiyoruz.” şeklinde
bu sorumluluğun altını çizmektedir. Burada gizli oluşunun altını çizmek
gerekmektedir. Çünkü, aslında ABD’nin kurtarıcısı gibi gösterilen süper
kahramanların arkasında bile karar mercii olarak bir kurumun varlığından söz
edilmektedir. Bu noktada ABD hükümetinin arkasında bulunan NSA, CIA gibi
istihbarat teşkilatlarının önemi tekrardan göze çarpmaktadır. Buna ek olarak Dünya
Güvenlik Konseyi, Marvel filmlerinde kurulmuş hayali bir konseydir. Dünya Güvenlik
Konseyi bu açıdan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni çağrıştırabilmektedir.
Ancak Marvel filmlerinde daha önce bahsi geçen ABD’nin kendini dünyaya eş görme
durumu ve filmde bahsi geçen konseyin yine ABD tarafından yürütülüyor olması
konseyin ABD ekseninde bir konsey olduğu düşüncesini doğurmaktadır. Bu açıdan
düşünüldüğünde Dünya Güvenlik Konseyi ile Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) arasında
bir bağ kurulabilmektedir. NSA hem dünya çapında telefon ağlarına, kişisel e-
postalara ulaşarak ABD karşısında oluşabilecek tehditleri engellemekte hem de
ABD’nin iletişim ağının dinlenmesine engel olmaktadır. Bu açıdan güvenlik adıyla
kurulan bu ajansın aslen bir istihbarat teşkilatı olduğu söylenebilmektedir. Sahip
olduğu verilerden çalışan sayısına kadar gizli tutulan bu ajansın ABD için güvenlik
açısından önemli bir temel oluşturduğu söylenebilmektedir. Böylece hükümetin,
başkanın ya da meclisin arkasında aslında güvenlik ajansı gibi istihbarat ve güvenlik
kurumların da katkıda bulunduğu ve karar verme aşamasında destek oldukları
düşüncesi çıkarılabilmektedir.
122
Düzanlam
Dünya Güvenlik Konseyi üyesi, Nick Fury’nin Yenilmezler ekibi için olan
inancına karşılık olarak savaşın duygularla, inançlarla kazanılmayacağının altını
çizerek ekibe inanarak eyleme geçmenin bir anlam ifade etmediğini vurgulamaktadır.
Yananlam
123
Düzanlam
Yananlam
Düzanlam
Yananlam
Daha önce Kış Askeri filminde bahsi geçen güvenlik için telefonların izlenmesi,
maillerin okunması, sokak kameraları ile insanları izleme gibi müdahaleler bu filmde
124
de S.H.I.E.L.D tarafından açıkça dile getirilmektedir. Ajan Phil Nick Fury’e durumu
anlatmak için bütün kameraların tarandığını, maillerin incelendiğini ve telefonların
takip edildiğini söyleyerek bir uyduya bağlanması durumunda düşmanı yakalamanın
çok yakın olduğunu söylemektedir. Böylece yeniden güvenliğin sağlanması için
herkesin verilerine erişimin meşrulaştırıldığı bir kez daha sahnelenmiş olmaktadır.
(Yenilmezler, 2012)
Düzanlam
Loki’nin herkese kendi önünde diz çöktürmeye çalıştığı ve diz çökmeyi kabul
etmeyen birini öldürmeye kalktığı sırada Kaptan Amerika gelerek, en son herkesin
başında benzer şekilde dikilen birinin sonunun kötü bittiğini gördüğünü dile getirerek
aynı şeyin Loki’nin de başına geleceğini söyler gibi onu uyarmaktadır.
Yananlam
125
Şekil 37. Kaptan Amerika ve Loki’nin Karşılaşması
(Yenilmezler, 2012)
(Yenilmezler, 2012)
Düzanlam
Gezegeni tehlikeye atan bir kozmik küp hırsızlığının etkileri sadece ABD’de
olmuş gibi gösterilmiştir.
Yananlam
126
gibi cümleleri aslında kendi ülkesini evrenin kendisi olarak görüyor olmasından
kaynaklandığı düşünülebilmektedir.
Düzanlam
S.H.I.E.L.D’ın Thor’un gezegenine karşı bir kitle imha silahı yaratmak için
Tesseract’ı kullanması ortaya çıkarılınca Black Widow, S.H.I.E.L.D’ın olası tüm
tehditleri izlediğini belirterek kitle imha silahı oluşturmadaki amacın altında tehdidin
olduğunu anlatmaktadır.
Yananlam
Tezde bahsi geçen tehdidi önceden sezme ve eyleme geçme unsuru burada da
kendine yer bulmuştur. Nick Fury, Thor’un gezegeni ile öncesinde girilen savaştan
bahsederek onların bir tehdit olduğunu ve aynı zamanda tek tehdidin de onlar
olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle tehditlere karşı öncesinde bir kitle imha silahı
yaratmanın ileriki süreçte kitlelere vereceği zarar ya da oluşturabileceği olumsuz
etkiler göz önünde bulundurulmadan direkt çalışmalara başlanmıştır. Tıpkı 2000
sonrası muhafazakar yönetimlerin tehdit karşısında önceden saldırıya geçme ve
böylece tehdit eyleme geçmeden ortadan kaldırma düşüncesi ile planlar yapması
filmde S.H.I.E.L.D’ın tehdidi önceden izleyerek bu doğrultuda kitle imha silahı
üretmesi ile örtüşmektedir.
127
Şekil 40. Demir Adam ve Loki’nin Konuşması
(Yenilmezler, 2012)
Düzanlam
Yananlam
128
Şekil 41. ABD Halkının Yenilmezler Ekibine Güveni
(Yenilmezler, 2012)
Düzanlam
Yananlam
ABD halkı, New York’ta yaşananlara yıkılan binaların içinden, çatışmaların tam
ortasından, caddelerde, köprülerde saldırıları birebir yaşayarak tanıklık etmiştir. New
York’u yakıp yıkarak insanların canını tehdit eden bu düşman, ABD’nin süper
kahramanları tarafından yenilgiye uğratılmış ve halk kurtarılmıştır. Yaşadıkları tüm
korkulara rağmen süper kahramanlar onlar için canlarını ortaya koyup bu tehdidi
ortadan kaldırmış ve onları eski huzurlu günlerine geri döndürmüştür. New York halkı
tüm olaylara şahit olduğu gibi onları kimin kurtardıklarına da şahit olmuştur. Özellikle
çatışma anında bile öncelikli adımı mahsur kalan insanları mahsur kaldıkları yerden
çıkarmak, tam düşman tarafından bir sivile zarar verilecekken orada belirerek sivilleri
kurtarmak gibi eylemleri olan bu süper kahramanlar halk tarafından takdir görmüş
olup onların güvenini kazanmıştır. Süper kahramanlar var olduğu için ABD halkını
güvende hissetmektedir. Buradan hareketle aslında tezin hipotezi olan, ABD’nin
karşısında devamlı olarak var olan bir tehdit unsurunun ABD tarafından ortadan
kaldırılarak mutlak güvenliğin sağlandığı savı Marvel filmlerinin mutlu sonlarında
olduğu gibi bu filmde de kendini göstermiş olmaktadır. Yine filmin sonunda, diğer
129
Marvel filmlerinde olduğu gibi kahramanlar tehdidi yok edip yenilgi elde ettikten
sonra tekrar ihtiyaç duyulana kadar ortadan kaybolmuştur.
Düzanlam
Yananlam
Chitauiri ordusunun savaştığı ve korkusuz insan ırkı dedikleri ırk aslında ABD
insanı, ABD’nin süper kahramanlarıdır. Bu nedenle korkak sandıkları ama korkusuz
olduğunu öğrendikleri, savaşmanın ölümle sonuçlanacağını düşündükleri insan ırkı
bizzat ABD ırkının kendisidir. Filmde bahsedilen korkusuz, asi, hükmedilemez ırk
ABD ırkıdır. Tıpkı bundan önceki savaşlarda olduğu gibi her savaşta düşmanıyla
korkusuzca çarpışacak, saldıracak ve kaybetmeyecektir mesajı verilmiş olmaktadır.
130
D. Örümcek Adam: Eve Dönüş (Spider Man: Homecoming) Filminin
Göstergebilimsel Analizi
Jon Watts’ın yönetmenliğini yaptığı Örümcek Adam: Eve Dönüş (Spider Man:
Homecoming) filmi 2017 yılında Marvel filmlerinin on altıncısı olarak gösterime
girmiştir. Filmin konusu Avengers filmde geçen New York savaşından sonra şehirde
atık olarak kalan savaş malzemelerinin kötü niyetli bir atık toplayıcı olan Toomes'a
geçmesi üzerine kurulmuştur. Toomes ürettiği silahları suçlulara satarak hırsızlık gibi
vakaların yaşanmasına neden olmaktadır. Ayrıca bir lise öğrencisi olan Peter Parker'ın
Örümcek Adam olma serüveninde yaşadığı iniş çıkışlar filmin bir diğer konusunu
oluşturmaktadır. Peter, lise hayatını neredeyse hiç umursamayarak sadece Örümcek
Adam olarak Yenilmezler ekibine girmeye çalışmaktadır. Stark stajı adı altında Tony
Stark’ın yanında staj görmektedir ve tek hayali Avengers ekibine girmektir. Ancak
yaşından dolayı çocuk olarak görülmektedir ve Peter’dan ilk istenilen eğitim hayatını
başarılı bir şekilde tamamlamasıdır. Ancak Peter onları önemsemeyerek kötü
adamların peşinden en yakın arkadaşı Ned’in desteği ile tek başına gitmektedir. Filmin
sonunda Örümcek Adam, Toomes’u yenerek onun daha fazla silah satarak suçlulara
yardım etmesine engel olmuştur ve polise teslim etmiştir.
131
Şekil 44. Toomes’ın Yeni Dünya Hakkındaki Konuşması
(Örümcek Adam, 2017)
Düzanlam
İlk sahnede Toomes, bir çocuk tarafından çizilen Yenilmezler resmine bakarak
hayatın bir daha eskisi gibi olmayacağını söylemektedir. Kendi çocukluğunda kovboy,
Kızılderili olarak çizdiği şeylerin artık değişerek süper kahramanlar olduğuna dikkat
çekmektedir. Böylece New York savaşını gerçekleştirenlerin aslında insan olmadığı,
insanüstü olduklarına inandığı görülmektedir. İkinci sahnede ise New York
Savaşı’ndan kalan kalıntıların birkaç parçasını saklamak istediğini söyleyerek bu
kalıntılarla ilgili planlarının olduğunu, değişen dünya düzenine ayak uyduracaklarını
iş birlikçisine anlatmaktadır.
Yananlam
132
stratejiler, düzenler, savaş anlayışları gibi filmde de değişen bir dünya, değişen bir
ABD yer almaktadır. Savaş kahramanlarının süper kahramanlar olması, artık ordunun,
askerin, polisin de işlevinin eskisi gibi olmadığı, savaşların cephede değil büyük
şehirlerde yaşandığı ve bu nedenle kullanılan karşı güçlerin de bir süper güç olduğu
gerçeğini yansıtmaktadır.
Düzanlam
New York savaşından sonra Chitauri’lerden kalan uzaylı ve diğer dünya dışı
maddelerin toplanması ve depolanması Demir Adam Tony Stark’ın şirketi olan Stark
Endüstrileri ile ABD Hükümeti’nin ortak girişimi Hasar Kontrol Birimi tarafından
gerçekleştirilmektedir. Böylece Yenilmezler ekibi ile ABD hükümetinin iş birliği
içinde olduğu görülmektedir.
Yananlam
133
savaş kalıntılarının bir yerde depolanıyor olması da bu teknolojilerden yararlanılarak
bir sonraki savaşlarda kullanılabileceği anlamını da taşımaktadır.
Düzanlam
Yananlam
Düzanlam
Yananlam
Süper kahramanlar özel güçleri olan, ülkeyi hatta tüm dünyayı kötü güçlerden
koruyan yetenekli bireylerdir. Ancak burada Örümcek Adam’ın sivil halka yardım
edişini ve hatta yol tarif etmek gibi basit bir yardımda bulunduğu görülmektedir.
Örümcek Adam’ı gören halk şaşırmamakla birlikte ona normal bir insanmış gibi
davranmaktadır. Böylece kahramanların sadece ülkeyi tehdit edici dış güçlerden
koruyan üstün yetenekli kişiler olmak dışında halkın içinde hep var olan, sokakta
yürürken bile insanlık için orada bulunan kişiler olduğu yorumu yapılabilmektedir.
135
Şekil 48. Yüksek Teknoloji Silahlarla Banka Soygunu
(Örümcek Adam, 2017)
Düzanlam
Yananlam
136
aygıtların tekrardan saklanarak insanların güvende hissetmesi için gereken mücadeleyi
vermiştir.
Düzanlam
Yananlam
137
Şekil 50. Toomes ve Şokçu’nun Kavgası
(Örümcek Adam, 2017)
Düzanlam
Yananlam
138
Şekil 51. Örümcek Adam’ın Arkadaşlarını Kurtarmaya Çalışması
(Örümcek Adam, 2017)
Düzanlam
Yananlam
Daha önce de bahsedildiği gibi süper kahramanlar Marvel filmlerinde son derece
korkusuz ve cesur olarak gösterilmektedir. Bu sahnede de filmin öncesinde olduğu gibi
Örümcek Adam korkusuzca yaklaşık 170 metre uzunluğundaki bir binanın tepesine
tırmanarak arkadaşlarını kurtarmak için canını tehlikeye atmıştır. Kostümünden gelen
buradan düşersen ölümcül sonuçlar doğacaktır uyarısını da dinlememiştir. Öleceğini
bilmesine rağmen pes etmeyerek tüm şansını oradan atlayarak denemiş ve sonunda
arkadaşlarını kurtarmıştır.
Marvel filmlerinde süper kahramanlarla ilgili dikkat çeken bir diğer nokta
kahramanların asla başkalarına aldırış etmemesidir. Filmlerin çoğunluğunda filmin
ana kahramanı sadece kendi bildiği doğruların peşinden gitmekte, kendi canı tehlikede
bile olsa önce karşısındakini kurtarmaya çalışmaktadır. İyi ya da kötü fark etmeksizin
önce sivil halkın canını kurtarmayı kendilerine görev bilerek bu görevi yerine
getirdikten sonra mücadelesine devam etmektedir. Bu filmde de hem kostümün hem
de polis tarafından yapılan uyarılara rağmen Örümcek Adam sanki hiçbirini
139
duymuyormuş gibi hareket ederek arkadaşlarını kurtarmak için tırmanmaya devam
etmiştir. Çünkü ABD’nin kahramanları, Hollywood filmlerinde gözlemlendiği gibi
korkusuz ve cesur bireylerdir. Onlar için halkın güvenliği kendi canlarından daha çok
önem arz etmektedir.
Düzanlam
Yananlam
140
da olmasın, her an her yerde kahramanlıklarını gösterebilmektedir. Onlar, her zaman
hazır ve güçlüdür. Böylece, ABD’nin karşısında bir tehdit oluşması durumunda
kahramanların her zaman hazır beklediği, kostüme bağlı olmadıkları için belki sokakta
yürürken bile orada olabilecekleri algısı yaratılmaktadır. Hatta bu durum “bazı
kahramanlar pelerin takmaz” gibi toplumda yer edinmiş popüler bir söylemin de
göstergesi olabilmektedir. Aslında pelerinli, kostümlü kahramanların sadece filmlerde
olmadığı, toplumun her yerinde biz fark etmeden de bulunabilecekleri düşüncesiyle
topluma güven aşılama çabası olarak da yorumlanabilmektedir.
Düzanlam
Örümcek Adam, Toomes ile kavga ettiği sırada dövüştüğü kişinin sevdiği kız
olan Liz’in babası olmasına dikkat çekerek ne kadar sıradan bir gün diye konuyu alaya
almıştır.
Yananlam
141
ordunun karşısında kim olursa olsun sadece karşısında tehdit gördüğü şeye karşı
savaştığı düşüncesinin süper kahramanlar üzerinden aktarıldığı görülmektedir.
Düzanlam
Yananlam
Diğer tüm Marvel filmlerinde görüldüğü gibi bu filmde iyi olan süper
kahramanın galibiyeti ile sonlanmıştır. Filmin sonunda Örümcek Adam Toomes’ı
yenerek onun daha fazla yüksek teknolojili silahları kötü insanlara satmasını
engellemiş böylece halkın içinden bir tehdit unsurunu ortadan kaldırmıştır. Yaşına,
kendi gücünden fazla bir güce karşı savaşmasına, ona inanmayanlara ve başına gelen
tüm olumsuzluklara rağmen bu savaşı kazanarak Yenilmezlerden biri olmaya da hak
kazanmıştır. Ancak, filmin sonuna ekibe girmeyi reddederek diğer filmlerdeki gibi bir
sonraki mücadelesine kadar ortadan kaybolmayı tercih etmiştir. Sonuç olarak ABD
halkı, eski refahına geri dönmüş ve yeniden güvenliklerinin korunduğuna şahitlik
etmiştir.
142
V. SONUÇ
Tarihin ilk küresel savaşı olan Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD en karlı
devlet olarak savaştan çıkmıştır. Bu savaştan sonra ABD teknolojiden sanata kadar
birçok alanda önemli gelişimler yaşamış ve ekonomik olarak giderek büyümeye
başlamıştır. Ancak bu dönemde yaşanan 1929 Büyük Buhran ile birlikte ilk önemli
tehdidini ekonomi alanından almıştır. Bu ekonomik buhranın izlerini silmesi yılları
almış olup 1940’ların başına kadar devam etmiştir.
1940’lı yıllara gelindiğinde ise İkinci Dünya Savaşı patlak vermiş, Nazi iktidarı
faşist eylemleriyle tüm insanlığın güvenliğini tehdit eden bir konuma gelmiştir. Bu
dönemde ABD; İngiltere, Fransa ve SSCB gibi devletler ile müttefik olarak Nazi
faşizmine ve Alman yayılmacılığına karşı savaşmıştır. Nazilerin etkisiz hale
getirilmesiyle birlikte İkinci Dünya Savaşı sona ermiş ve bu savaştan ABD ile SSCB
dünyanın iki büyük süper gücü olarak galip ayrılmıştır. Ancak savaşın sonunda
SSCB’nin yayılmacı politikalarına devam etmesi ve komünist ideolojiyi yayma
düşüncesi ABD’yi son derece rahatsız etmiş ve ABD’nin karşısında bir tehdit olarak
görülmeye başlamıştır. Böylece ABD ile SSCB arasında SSCB’nin yıkılışına kadar 45
yıl sürecek bir Soğuk Savaş başlamış olmuştur. Soğuk Savaşın başladığı 1945’li
yıllarda giderek büyüyen Hollywood stüdyoları tıpkı İkinci Dünya Savaşı döneminde
olduğu gibi bu dönemde de Amerikan ideolojisine hizmet eden filmler üretmeye
devam etmiştir. ABD’nin karşısında tehdit olarak görülen her bir unsur Hollywood
filmlerinde kahramanlık öyküsü olarak aktarılmıştır. Bu Soğuk Savaş döneminde
Hollywood filmlerinde başta bir ideoloji olarak komünist tehdit olmak üzere bu
dönemde kullanılan nükleer silahlar, nükleer silahların neden olabileceği mutasyon
geçiren canlılar ve yine bu dönemde yaşanan uzay savaşlarına yönelik konular
işlenmiştir. Bahsi geçen konular filmlerde başta ABD’nin milli güvenliğini ardından
insanlığı tehdit eden unsurlar olarak gösterilmiştir. Hollywood filmleri, ABD’nin bu
tehdit unsurlarına karşı verdiği mücadeleleri kahramanlık öyküleri olarak aktarılmış,
izlediği stratejiler haklı stratejiler olarak gösterilmiş ve genel anlamıyla halkın
143
benimsemesini istedikleri ideolojiyi onlara doğru olan düşünceymişçesine beyaz
perdeye taşımıştır. Filmler son derece Amerikan militarizmini içeren filmler olmakla
birlikte Amerikan değerlerinin de yüceltildiği sembolleri ve Amerikan teknolojilerinin
ne kadar geniş olduğunu gösteren unsurları içerisinde barındırmıştır. Filmlerin
inandırıcılığını ve gerçekliliğini arttırarak hedef kitleler üzerinde daha büyük etkiler
yaratmak için Amerikan hükümeti, Savunma Bakanlığı ve Hollywood arasındaki
ilişkileri dinamik tutarak ordudan sinemaya her türlü teçhizat, asker, üniforma gibi
araç yardımında bulunmuştur. Böylece Hollywood, Washington ve Pentagon
arasındaki bağlar giderek güçlenmiştir.
144
tehditlerin incelendiği, hem Sovyet komünizmi ve Nazi faşizmi gibi eski bir tehdidin
işlendiği Kaptan Amerika: Kış Askeri filmi, uzaylı bir lider ve orduya karşı bir savaşın
verildiği ilk Yenilmezler filmi ve son olarak bir önceki filmden kalan uzay askeri
teçhizatlarını çalarak ABD’de hırsızlık gibi olayların artmasına neden olan ve halkın
huzurunu kaçıran birine karşı verilen mücadelenin işlendiği Örümcek Adam: Eve
Dönüş filmleri göstergebilimsel analiz yöntemiyle incelenerek Hollywood’un milli
güvenlik stratejileri ortaya konulmuştur.
Bu filmlerden ilki Kaptan Amerika: Kış Askeri filminde İkinci Dünya Savaşı
döneminde Naziler tarafından kaçırılarak zihin kontrolü ele geçirilmiş bir Sovyet
Askeri ABD’nin karşısına bir tehdit olarak çıkmıştır. Filmde, 11 Eylül saldırılarından
sonra görülen önleyici vuruş stratejileri doğrultusunda sıklıkla düşmanı önceden
etkisiz hale getirme göndermeleri yer almıştır. Ayrıca kahramanın kostümünden
filmde görülen ABD bayraklarına kadar son derece milliyetçi detaylar da
kullanılmıştır. Filmin başında bir istihbarat örgütü olan S.H.I.E.L.D’ın kurmuş olduğu
teknolojiler ise ABD’nin teknolojik gelişimine bir gönderme olmuştur. Ayrıca filmde
bahsi geçen Dünya Güvenlik Örgütü ve bu örgütün yöneticisinin bir ABD üyesi olması
yine ABD’nin tek süper güç olmasına yapılmış bir atıf olarak görülmüştür. Filmin
başında bir ölüm makinesi gibi sunulan Kış Askeri yenilmesi imkansız gibi görülen
bir terörist olarak gösterilmiş olsa da ABD’nin ilk süper askeri ve süper kahramanı
Kaptan Amerika tarafından etkisiz hale getirilerek Kış Askeri’ni bir tehdit haline
getiren asıl örgüt HYDRA’ya karşı zafer elde etmiştir. Böylece halkın ve ABD’nin
güvenliğini büyük tehlikeye sokan bu düşmana karşı mücadele ABD’nin galibiyetiyle
sonlanmıştır. Araştırmanın örneklemini oluşturan ikinci film Yenilmezler filmi
olmuştur. Bu film uzaydan gelen bir lidere ve orduya karşı verilen savaşı konu
edinmekle birlikte ABD’nin sadece dünyanın değil uzayın da hakimi olduğunu
kanıtlar nitelikte bir zaferle sonlanmıştır. Film tıpkı Kaptan Amerika: Kış Askeri
filminde olduğu gibi bir düşmanın Amerikan halkının huzurunu kaçırması ve
insanlığın güvenliğini tehdide sokması ile başlamıştır. Bu filmde ilk filmden farklı
olarak Marvel’in süper kahramanlarından birçoğu birleşerek bir ekip halinde düşmana
karşı savaşmıştır. Filmde kullanılan ileri teknolojiler sık sık ekrana gelmiş olmakla
birlikte ABD’nin teknolojide geldiği noktayı bir kez daha simgelemiştir. Yine bir
önceki filmde olduğu gibi Nazi faşizmine ve 11 Eylül saldırıları sonrası terörizme karşı
alınan önleyici vuruş stratejilerine de söylemler üzerinden göndermeler yapılmıştır.
145
Filmde klasik Marvel anlatısı olan ABD karşısına bir tehdidin çıkması ve süper
kahramanlar tarafından etkisiz hale getirilmesi konusu işlenmiş ve film ABD’nin
zaferi yani mutlu son ile bitmiştir. Böylece ABD bir düşmanı daha savurarak milli
güvenliğini korumuş, uzaydan gelen bir düşmanı yenerek hükmedilemez ve yenilemez
bir güce sahip olduğunu kanıtlamış ve tekrardan insanlığı huzura kavuşturmuştur. Son
film olan Örümcek Adam: Eve Dönüş filmi de ilk iki film gibi oluşan tehdide karşı bir
süper kahramanın mücadelesini işlemektedir. Film Yenilmezler filminde uzaylılara
karşı verilen savaştan sonra uzaylıların bıraktığı askeri teçhizatları alarak yeni silahlar
üreten ve bu silahları hırsızlara satıp banka soygunları gibi toplumun huzurunu bozan
birine karşı Örümcek Adam’ın verdiği savaşı konu edinmektedir. Filmde en az 6
sahnede kadrajda önemli derecede yer kaplayan Amerikan bayrağı, Örümcek Adam’ın
Amerikan bayrağınla aynı renkleri taşıyan kostümü gibi semboller nedeniyle filmin
yoğun derecede Amerikan militarizmini de içerdiği görülmektedir. Yine gelişmiş
teknolojik aygıtların kullanımıyla bu filmde de Amerikan teknolojilerine yapılan
vurgular karşımıza çıkmaktadır. Örümcek Adam: Eve Dönüş filmi de önceki filmler
gibi bir tehdidin ortaya çıkması, süper kahraman tarafından tehdidin ortadan
kaldırması ve süper kahramanın bir sonraki görevine kadar ortadan kaybolması
şeklinde ilerleyen ortak film diliyle birebir örtüşmektedir. Böylece araştırmada ele
alınan filmler aracılığıyla araştırmanın varsayımları olan Hollywood filmlerinde
ABD’nin milli güvenliğini tehdit eden her unsuru ortadan kaldırarak milli güvenliğini
sağlamlaştırdığı, milliyetçi bir tutum sergilediği, ABD hükümetinin, ordusunun ve
halkının oldukça cesur ve korkusuz kişiler olarak yansıtıldığı, ABD’nin yeni bir dünya
düzenine geçtiği ve bu düzende tehditlerin öncesine göre daha oluşmadan çözülmeye
çalışıldığı varsayımları incelenen sahneler doğrultusunda kanıtlanmıştır.
146
Amerikan milli güvenliğinin sarsılmaz oluşu incelenen 43 sahne
genelinde net bir bulgu olarak saptanmıştır.
• Hollywood sineması ekseninde Marvel filmlerinde strateji ve tehdit iç
içe görülmektedir. ABD karşısında insanlığın huzurunu kaçıracak bir
tehdidin varlığı devamında ona yönelik stratejileri de ortaya
çıkarmaktadır. Ancak bir tehdidin oluşturulması da aynı şekilde strateji
olarak görülebilmektedir. Araştırmanın örneklemini oluşturan üç filmde
de önce bir tehdit ortaya çıkmış ardından bu tehdide karşı bir strateji
geliştirilmiş ve bu stratejiler ABD’ye zaferi getirmiştir.
• Marvel filmlerinde oldukça milliyetçi unsurlar bulunmaktadır. ABD’ye
yönelik övücü söylemler, hemen her filmde kadraja dahil edilen
Amerikan bayrakları, süper kahraman filmlerinde kahramanların mavi-
kırmızı-beyaz kostümleri bu milliyetçi unsurların birer örneğini
oluşturmaktadır. Çalışmada yer alan her üç filmde de birden fazla
sahnede oldukça geniş yer kaplayan Amerikan bayrağı, bayrağa
benzeyen süper kahraman kostümleri, ABD tarihine övgü niteliğinde
olan söylemler gibi milliyetçi unsurlar olduğu saptanmıştır.
• ABD, kendini dünyanın tek süper gücü ve dünyanın hâkimi olarak
gördüğü mesajını Marvel filmleri aracılığıyla vermektedir. Filmlerde
“insanlığın başı dertte” olarak atfedilen insanlığın aslında sadece
Amerikan halkı olması, dış ülkelerin başkanlarıyla yapılan toplantıların
ABD başkanlığında yapılıyor olması, yaşanan olaylarla diğer ülkelerin
de çözüm girişiminde bulunması ancak sadece ABD’nin başarılı olması
gibi unsurlar araştırmanın sonunda ortaya konulmuştur. Araştırmanın
örneklemini oluşturan üç filmde de bu söylemler bulunduğundan dolayı
ele alınan sahnelerle net bir bulgu saptanmıştır. Araştırmanın
örneklemini oluşturan filmlerden Kaptan Amerika: Kış Askeri filmi ile
Yenilmezler filmlerinde dünyanın tek süper gücü olma vurgusunun
açıkça yapıldığı ve birden fazla kez tekrar ettiği gözlemlenmiştir.
• ABD, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ile girdiği uzay yarışını
da Marvel filmlerinde konu etmektedir. Bu filmlerde ABD’nin karşında
tehdit olarak yer alan uzaylılar ABD tarafından yenilerek onların
hükmedilemez ve yenilemez olduğunu kabul etmiş ve böylece ABD
147
uzayın da hakimi olarak görülmüştür. Ayrıca sadece dünyadan gelen
tehditlere karşı değil uzaydan gelen tehditlere karşı da milli güvenliğinin
ne kadar sağlam olduğunu bu filmler aracıyla göstermiştir. Araştırmanın
örneklemini oluşturan her üç filmde de uzay hakimiyeti/üstünlüğü
vurgusu yapılmıştır. Özellikle Yenilmezler filminde uzaylılara karşı
zafer kazanılmış ve filmin sonunda da insanlığın hükmedilemez ve
yenilemez olduğu vurgusu yapılarak uzay üstünlüğünün filmin tamamı
boyunca gösterildiği saptanmıştır.
• Araştırmada ele alınan üç filmde de sıklıkla teknolojiye yönelik dile
getirilen söylemler ve gösterilen araçlarla ABD’nin ne kadar güçlü bir
teknolojik alt yapıya sahip olduğunu kanıtlayan sahneler bulunmaktadır.
Ayrıca bu teknolojinin ABD’nin karşılaştığı savaş tehditlerinden sonra
insanların telefonlarının takip edilmesi, güvenlik kameralarıyla
izlenmesi, maillerinin okunması gibi uygulamalarda kullanıldığı
söylemlerine hem Kaptan Amerika: Kış Askeri filminde hem de
Yenilmezler filminde yer verilmektedir. Bu söylemler, insanlığın
güvenliğinin sağlanması için gerekli olduğu ve insanlığın da güvenlikleri
için özgürlüklerini feda etmeye gönüllü olarak razı oldukları
söylemleriyle desteklenmektedir. Araştırmanın örneklemini oluşturan
her üç filmde de sahip olunan yüksek teknolojili aygıtlar birden fazla kez
gösterilerek övücü söylemlerle de desteklenmiştir.
• Marvel filmlerinde sıklıkla yeni dünya düzenine geçildiğinin vurgusu
yapılmaktadır. Bahsi geçen yeni dünya düzeni 11 Eylül patlamalarından
sonra ABD’nin stratejik olarak değişikliğe gitmesi ve «önleyici vuruş»
olarak adlandırılan bir stratejiye dayanmasıyla ilişkilendirilmektedir. Bu
nedenle Marvel filmlerinde de tıpkı önleyici vuruş stratejisinde olduğu
gibi tehditler henüz oluşmadan, sezildiği anda harekete geçme eylemine
atıfta bulunduğu gözlemlenmektedir. Hem Kaptan Amerika: Kış Askeri
filminde hem de Yenilmezler filminde yeni dünya düzenine geçiş
vurgusu yapıldığı gözlemlenmiş olup özellikle Kaptan Amerika: Kış
Askeri filminde üretilen teknolojik askeri teçhizatların yeni dünya
düzenine uygun şekilde tasarlandığına dair sahneler yer aldığı
saptanmıştır.
148
Sonuç olarak, Hollywood filmleri aracılığıyla ABD ideolojilerini küresel çapta
yayabilmekte ve yayılmasını istemediği ideolojilere karşı sinemayı bir strateji aracı
olarak kullanmaktadır. Sinema sektöründe yaşamaya başladığı gelişmelerden itibaren
küresel çapta dönüm noktaları olan İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş, terörizmle
savaş gibi ABD karşısında tehdit oluşturan her bir unsur Hollywood’da konu edilmiş
ve edilmeye de devam edilmektedir. Böylece ABD hem kendi milli güvenliğinin ne
kadar sarsılmaz olduğunu, kendisinin hükmedilemez, yenilmez bir güce ve
kahramanlık öyküleriyle dolu bir tarihi geçmişe sahip olduğunu sinema aracılığıyla
tüm dünyaya göstermiş olmaktadır.
Marvel filmleri genel olarak tehdidin varlığıyla başlamakta, bu tehdide karşı bir
stratejik yol belirlenmekte ve ardından bu strateji uygulamaya koyularak tehdit yok
edilmekte, Amerikan milli güvenliği eskisinden daha güçlü bir şekilde kendini
göstermektedir. Bu nedenle ABD’nin milli güvenliğinden bahsederken aynı zamanda
Amerikan milli güvenlik sinemasından ve Marvel filmlerinden de bahsetmek mümkün
olmaktadır.
149
150
VI. KAYNAKÇA
KİTAPLAR
BAZIN, A. (1997). Bazin at Work: Major Essays and Reviews From the Forties
and Fifties. United Kingdom: Psychology Press.
BIBERMAN, H. (1965). Salt of the Earth: The Story of a Film. New York: Harbor
Electronic Publishing.
151
CHOMSKY, N., & HERMAN, E. S. (2012). Rızanın İmalatı. (Çev. E. Abadoğlu,
Dü.) İstanbul: BGST Yayınları.
COMTE, A. (1967). Pozitif Felsefe Dersleri. (Çev. Ü. Meriç, Dü.) Ankara: Bilgesu
Yayıncılık.
HAKIM, J. (1995). A History of Us: War, Peace and All that Jazz. New York:
Oxford University Press.
152
HAYNES, J., & Harvey, K. (1999). In Denial: Historians, Communism, and
Espionage. New York: Encounter Books.
HEALE, M. J. (1999). Franklin D. Roosevelt: The New Deal and War. New York:
Lancaster P. Amphlets.
KEETON, P., & SCHECKNER, P. (2013). American War Cinema and Media since
Vietnam. New York: Palgrave Macmillan.
153
MACCANN, R. D. (1973). The People's Films. A Political History of U.S.
Government Motion Pictures. New York: Hastings House Pub.
MARX, K., & ENGELS, F. (1998). The German Ideology. New York: Prometheus
Books.
NEVINS, A., & COMMAGER, H. S. (2014). ABD Tarihi. (Çev. H. İnalcık) Ankara:
Doğu-Batı Yayınları.
OLLMAN, B. (2011). Marksizme Sıra Dışı Bir Giriş. (Çev. A. Kars ) İstanbul:
Yordam Kitap - Klasik Marksist Kuram Dizisi.
REEDY, G. (1992). The First Great Communicator, The Review of Politics, Notre
Dame: University of Notre Dame Press
154
REINHART, C. M., & ROGOFF, K. S. (2009). This Time is Different. Amerika:
Princeton University Press.
RYAN, M., & KELLNER, D. (2016). Politik Kamera. (Çev. E. Özsayar) İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
SPAINER, J. (1992). American Foreign Policy since World War II. Washington:
A Division of Congressional Quarterly Inc.
155
VALANTİN, J. M. (2006). Hollywood, Pentagon ve Washington / Küresel
Stratejinin Üç Aktörü. İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı.
WOLTON, S. (200). Lord Hailey, the Colonial Office and the Politics of Race and
Empire in the Second World War. Londra: Palgrave Macmillan.
YARDIMCI, M. E., İNCE, M. R., & EKİZ, R. (2018). 1929 Dünya Ekonomik
Krizinin Sebepleri ve Sonuçları Üzerine Bir Değerlendirme. S. Y. Selçuk
Koç içinde, Dünden Bugüne Ekonomi Yazıları (s. 242-268). Umuttepe
Yayınları
ZIFF, M. (2015). The Reconstruction of the South After the Civil War in United
States History. Perfection Learning.
MAKALELER
ATAÇ, K. K., & SEZGİN, Ö. B. (2021). “1962 Küba Krizi: Amerikan Arşivleri
Üzerinden Bir Okuma”. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 17(39).
156
BULUT, R. (2014). “SSCB’nin Dağılması ve Rusya Federasyonu’nda Serbest
Piyasaya Geçiş”. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 1(2), 7-19.
ÇAKI, C., GAZİ, M. A., & ÇAKI, G. (2019). “Vietnam Savaşı Sırasında Çin-Abd
İlişkileri: Çin Propaganda Posterleri Üzerine İnceleme”. Gümüşhane
Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 7(2), 953-976.
ÇELEBİ, A. (2017). “İkinci Dünya Savaşı ve Türk Dünyası”. Tarih Kritik Dergisi,
3(2), 94-103.
ÇELİK, K., & KIREL, S. (2019). “Kapitalist Sistemin Muhafızları Olarak Hollywood
Süper Kahramanları: Süperman Örneği”. Türkiye İletişim Araştırmaları
Dergisi (34), 1-25.
DABAN, E. Z., & DABAN, C. (2018). “Saddam Hüseyin Dönemi Irak Dış Politikası:
Irak-İran Savaşı, Kuveyt’in İşgali ve ABD’nin Irak’a Müdahalesi”. Kırşehir
Ahi Evran Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
(AEUİİBFD), 2(1), 83-109.
157
DEMİR, Ş., & SESLİ, M. (2020). “İdeolojinin Sonu Tartışmaları Üzerine Bir Analiz”.
Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 10(19), 159-
175.
158
HACIFEVZİOĞLU, A. U. (2018). “Marx'ta Kapitalist Devlet Bağlamında Yönetenler
ve Yabancılaşma Sorunu”. Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi (26), 375-390.
IRMAK, Y. I. (2014). “Bir Ulusun Doğuşu Ya Da Bir Sanatın Doğuşu”. Film Arası
(38), 1-5.
IŞIK, N., & DUMAN, E. (2021). “1929 Ekonomik Buhranı ve 2008 Küresel Krizi’nin
Türkiye Ekonomisi Üzerindeki Etkileri”. Çankırı Karatekin Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2 (1), 73-101.
KARABACAK, P., & DİLMAÇ, S. (2021). “1851 Yılı ve Sanayi Devrimi Sonrası
Endüstride Seri Üretim Bağlamında Tasarımın Rolü”. Sanat ve Tasarım
Araştırmaları Dergisi, 2(2), 31-39.
159
KARADELİ, C. (2019). “Stalin ve Kruşçov Dönemlerinde Doğu Avrupa’da Sovyetler
Ve Krizler”. Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8(15),
239-253.
KESİM GÜVEN, S., & KAR, A. (2010). “Medyanın Seyirlik Sunakları: Yarışma
Programları”. Folklor/Edebiyat (61), 17-21.
160
OÇAK, Z. (2018). “İdeoloji Kavramına Marksist ve Post Marksist Yaklaşımlar: Karl
Marks, Antonio Gramsci ve Louis Althusser”. Dördüncü Kuvvet
Uluslararası Hakemli Dergi, 1(2), 56-74.
ÖZÇAĞLAYAN, M., & APAK, D. (2017). “Soğuk Savaş Yıllarında Algı Yönetimi,
Haber ve Propaganda İlişkisi”. Marmara İletişim Dergisi (28), 107-130.
ÖZTÜRK, M. (2019). “I. Körfez Savaşı’ndan (1990- 91)-11 Eylül Sürecine ABD’nin
Irak Politikası ve Bunun Türk-Amerikan İlişkilerine Etkileri”. Akademik
Bakış Dergisi (10), 1-27.
ÖZTÜRK, S., & ALTAY, S. (2019). “Propagandanın Filmi: Yeşil Bereliler”. Anadolu
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 19(2), 497-516.
161
SAKLI, A. R. (2013). “Fordizm’den Esnek Üretim Rejimine Dönüşümün Kamu
Yönetimi Üzerindeki Etkileri”. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 2(44),
107-131.
SCHMIDT, J. H. (2019). “The Great Crash of 1929 and the Great Depression in the
Global Context”. Faculty Centre for Applied Finance and Banking
Working Paper Series, 1-22.
SCOTT, I. (2006). “From Toscanini to Tennessee: Robert Riskin, the OWI and the
Construction of American Propaganda in World War II”. Journal of
American Studies, 40(6), 347-366.
ŞAHİN, G., & DEMİRCİ, H. (2021). “11 Eylül Terör Saldırılarının Ardından Abd’nin
İran Politikaları: Dost-Düşman Ayrımı”. Türkiye Siyaset Bilimi Dergisi, 4(2),
391 - 413.
ŞENDOĞU, A., & ÖZTÜRK, Y. E. (2007). “Küresel Krizin Büyüyen Etkisi ve 1929
Dünya Ekonomik Buhranı Bağıntıları Işığında Türk Bankacılık Sektörü”.
Journal of Azerbaijani Studies, 423-431.
162
ŞİMŞEK, M. (2008). “Türk Basınında Vietnam Savaşı: Ulus Gazetesi Örneği”.
Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi,
11(42), 311-330.
TUNÇ, H., & TÜRKOĞLU, K. (2007). “Doğu Bloku’nun Yıkılması Sonrasında (Post-
Komünist) Devletlerde Anayasa Yapım Yöntemleri”. Ankara Hacı Bayram
Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 11(1), 1133-1167.
WORLAND, R. (1997). “OWI Meets the Monsters: Hollywood Horror Films and War
Propaganda, 1942 to 1945”. Cinema Journal, 37(1), 47-65.
163
YENAL, S. (2020). “Savaş Kavramının Dönüşümü: 1. Ve 2. Körfez Savaşı Örneğinde
Hibrit Savaşların İncelenmesi”. Kara Harp Okulu Bilim Dergisi, 30(1), 85-
110.
TEZLER
ALTMAN, J. (2009). “Are You Now, Or Have You Ever Been The Front for a
Blacklisted Writer?” Final Thesis.
164
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo, Televizyon ve Sinema
Ana Bilim Dalı Radyo Televizyon Bilim Dalı.
165
KELEŞOĞLU, V. (2020). “Endüstriler Arası Yayılma ve Transmedya Hikâye
Anlatıcılığı: Marvel Evreni”. Yüksek Lisans Tezi. Atatürk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı.
166
ŞENÖDEYİCİ, S. (2021). “Azerbaycan Türkçesinde Bitki Adlandırmalarında
Metaforlar: Dilbilimsel ve Göstergebilimsel Bir Analiz”. Doktora Tezi.
Manisa: Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
167
ELEKTRONİK KAYNAKLAR
ACUN, C., “Bir Sahte Kahraman Olarak American Sniper”, E-Skop, https://www.e-
skop.com/skopbulten/bir-sahte-kahraman-olarak-american-sniper/2375
(Erişim Tarihi: 01.01.2022)
BABAN, E., “Yarıştan Savaşa Dönüşen Mücadele Alanı: Uzay Madenciliği”, Global
Savunma, https://www.globalsavunma.com.tr/yaristan-savasa-donusen-
mucadele-alani-uzay-madenciligi.html (Erişim Tarihi: 09.12.2022)
168
GABRIELLE, L., “Hollywood and the Office of War Information”, BackLots,
https://backlots.net/2020/02/19/hollywood-and-the-office-of-war-
information-1942-1945/ (Erişim Tarihi: 15.10.2021)
ŞAFAK, S., “Kıyamete bir kala: küba füze krizi.”, Fikri Sinema,
https://fikrisinema.com/kiyamete-bir-kala-kuba-fuze-krizi (Erişim Tarihi:
08.11.2021)
169
URL-2: “Hollywood and the Office of War Information, 1942-1945”, Backlots.net:
https://backlots.net/2020/02/19/hollywood-and-the-office-of-war-
information-1942-1945/ adresinden alındı (Erişim Tarihi: 3 Ocak 2022)
170
EKLER
171
Çizelge 4. Ovaları Yıkan Pulluk Filmi Künyesi
172
Süre 2 saat 9 Dakika
173
Eser George Worthing Yates
Yönetmen Gordon Douglas
Senaryo Ted Sherdeman
Russell Hughes
Oyuncular James Whitmore (Ben Peterson)
Edmund Gwenn (Harold Medford)
Joan Weldon (Pat Medford)
James Arness (FBI Agent Robert
Graham)
Onsloew Stevens (General O'Brien)
Dil İngilizce
Süre 1 Saat 34 Dakika
Filmin Şey
Adı The Thing-1982
Yapımcı David Foster
Eser John W. Campbell, Jr.
Yönetmen John Carpenter
Senaryo Bill Lancaster
Oyuncular Kurt Russel (R. J. MacReady)
A. Wilford Brimley (Blair)
T. K. Carter (Nauls)
David Clennon (Palmer)
Kelth David (Childs)
Richard Dysart (Dr. Copper)
Dil İngilizce
Süre 1 Saat 49 Dakika
174
Dens Green (Crawford)
Dil İngilizce
Süre 1 Saat 39 Dakika
Filmin Tarantula-1955
Adı
Yapımcı William Alland
Eser Robert M. Fresco
Yönetmen Jack Arnold
Senaryo Robert M. Fresco
Martin Berkeley
Oyuncular Leo G. Carroll (Gerald Deemer)
John Agar (Matt Hastings)
Mara Corday (Stephanie Clayton)
Nestor Paiva (Sheriff Jack Andrews)
Dil İngilizce
Süre 1 Saat 20 Dakika
175
Yönetmen Bernard L. Kowalski
Senaryo Leo Gordon
Oyuncular Ken Clark (Steve Benton)
Yvette Vickers (Liz Walker)
Jan Shepard (Nan Greyson)
Michael Emmet (Cal Moulton)
Dil İngilizce
Süre 1 Saat 2 Dakika
176
Yapımcı Sol C. Siegel
Eser Igor Gouzenko
Yönetmen William A. Wellman
Senaryo Milton Krims
Oyuncular Dana Andrews (Igor Gouzenko)
Gene Tierney (Anna Gouzenko)
June Havoc (Nina Karanova)
Dil İngilizce
Süre 1 Saat 27 Dakika
177
Filmin Güney Caddesindeki Pikap
Adı Pickup on South Street-1959
Yapımcı Jules Schermer
Eser Dwight Taylor
Yönetmen Samuel Fuller
Senaryo Samuel Fuller
Oyuncular Richard Widmark (Skip McCoy)
Jean Peters (Candy)
Thelma Ritter (Moe)
Murvyn Vye (Captain Dan Tiger)
Dil İngilizce
Süre 1 Saat 20 Dakika
178
Çizelge 23. Spartaküs Filmi Künyesi
Filmin Spartaküs
Adı Spartacus-1960
Yapımcı Kirk Douglas
Edward Lewis
Eser Howard Fast
Yönetmen Stanley Kubrick
Senaryo Dalton Trumbo
Oyuncular Kirk Douglas (Spartacus)
Laurence Olivier (Marcus Licinius
Crassus)
Tony Curtis (Antoninus)
Dil İngilizce
Süre 3 Saat 4 Dakika
Filmin Göç
Adı Exodus-1960
Yapımcı Otto Preminger
Eser Leon Uris
Yönetmen Otto Preminger
Senaryo Dalton Trumbo
Oyuncular Paul Newman (Ben Canaan)
Ralph Richardson (Gen. Sutherland)
Eva Marie Saint (Kitty Fremont)
Peter Lawford (Maj. Caldwell)
Dil İngilizce
Süre 3 Saat 28 Dakika
179
Kathy Fields (Kareen)
Dil İngilizce
Süre 1 Saat 51 Dakika
180
Eser
Yönetmen John Wayne
Ray Kellogg
Senaryo James Lee Barrett
Oyuncular John Wayne (Col. Mike Kirby)
David Janssen (George Beckworth)
Jim Hutton (Sgt. Petersen)
Aldo Ray (Sgt. Muldoon)
Dil İngilizce
Süre 2 Saat 22 Dakika
181
Çizelge 31. Avcı Filmi Künyesi
Filmin Avcı
Adı The Dear Hunter-1978
Yapımcı Barry Spikings
Michael Deeley
Michael Cimino
John Peverall
Eser
Yönetmen Michael Cimino
Senaryo Deric Washburn
Michael Cimino
Louis Garfinkle
Q
uinn K. Redeker
Oyuncular Robert De Niro (Michael "Mike"
Vronsky)
Christopher Walken (Nikonar "Nick"
Chevotarevich)
John Cazale (Stanley "Stosh")
John Savage (Steven)
Meryl Streep (Linda)
Dil İngilizce
Süre 3 Saat 3 Dakika
182
Yapımcı Jerome Hellman
Eser
Yönetmen Hal Ashby
Senaryo Robert C. Jones
Waldo Salt
Oyuncular Jane Fonda (Sally Hyde)
Jon Voight (Luke Martin)
Bruce Dern (Capt. Bob Hyde)
Dil İngilizce
Süre 2 Saat 6 Dakika
Filmin Kıyamet
Adı Apocalypse Now-1979
Yapımcı Francis Ford Coppola
Eser Joseph Conrad
Yönetmen Francis Ford Coppola
Senaryo John Milius
Francis Ford Coppola
Oyuncular Martin Sheen (Captain Benjamin L.
Willard)
Marlon Brando (Colonel Walter E.
Kurtz)
Robert Duvall (Lieutenant Colonel
Bill Kilgore)
Frederic Forrest (Jay Chef Hicks)
Dil İngilizce
Süre 2 Saat 33 Dakika
183
Adam Baldwin (Animal Mother)
Dil İngilizce
Süre 1 Saat 56 Dakika
184
Yönetmen Ted Kotcheff
Senaryo Joe Gayton
Oyuncular Gene Hackman (Colonel Jason
Rhodes USMC)
Robert Stack (Harry MacGregor)
Fred Ward (Wilkes)
Reb Brown (Blaster)
Dil İngilizce
Süre 1 Saat 45 Dakika
185
Süre 1 Saat 36 Dakika
186
Çizelge 43. Komando Harekâtı III Filmi Künyesi
Filmin Kuşatma
Adı The Seige-1998
Yapımcı Lynda Obst
Eser Lawrence Wright
187
Yönetmen Edward Zwick
Senaryo Lawrence Wright
Menno Meyjes
Edward Zwick
Oyuncular Denzel Washington (Anthnoy Hub
Hubbard)
Annette Bening (Sharon Bridger)
Bruce Willis (Bill Devereaux)
Dil İngilizce
Süre 1 Saat 56 Dakika
188
Çizelge 48. Dünya Ticaret Merkezi Filmi Künyesi
Filmin Uçuş 93
Adı United 93-2006
Yapımcı Paul Greengrass
Tim Bevan
Eric Fellner
Lloyd Levin
Eser
Yönetmen Paul Greengrass
Senaryo Paul Greengrass
Oyuncular David Alan Basche (Todd Beamer)
Olivia Thirlby (Nicole Carol Miller)
Liza Colon-Zayas (Waleska Martinez)
Dil İngilizce
Süre 1 Saat 51 Dakika
189
Alan Fine
Michael Grillo
Stan Lee Nate Moore
Lars P. Winther
Yönetmen Anthony Russo
Joe Russo
Senaryo Christopher Markus
Stephen McFeely
Ed Brubaker
Joe Simon
Jack Kirby
Oyuncular Chris Evans (Steve Rogers-Kaptan
Amerika)
Sebastian Stan (Bucky Barnes-Kış
Askeri)
Anthony Mackie (Sam Wilson-
Falcon)
Scarlett Johansson (Natasha
Romanoff-Black Widow)
Samuel L. Jackson (Nick Fury)
Dil İngilizce
Süre 2 Saat 16 Dakika
Filmin Yenilmezler
Adı Avengers-2012
Yapımcı Kevin Feige (Marvel Studios)
Eser Stan Lee
Jack Kirby
Yönetmen Joss Whedon
Senaryo Joss Whedon
Oyuncular Robert Downey Jr. (Tony Stark-
Demir Adam)
Chris Evans (Steve Rogers-Kaptan
Amerika)
Chris Hemsworth (Thor)
Mark Ruffalo (Bruce Banner-Hulk)
Scarlett Johansson (Natasha
Romanoff-Black Widow)
Jemery Renner (Clint Barton-
Hawkeye)
Samuel L. Jackson (Nick Fury)
Dil İngilizce
190
Süre 2 Saat 26 Dakika
191
192
ÖZGEÇMİŞ
193
• Süar Oral, S., Vatansever, Ö. (2021). Feminist Hareketler
Kapsamında Kadının Bireyselleşme İsteği: Kramer Kramer’e Karşı Ve Mavi
Yasemin Filmleri Örneği, içinde Toplumsal Hareketler ve Sinema (Ed.
Naciye Beril Ekşioğlu Sarılar, Ayşegül Akaydın Aydın), Urzeni Yayınevi:
İstanbul.
• Başaran, M., Vatansever, Ö. (2021). Investigation of the E!ect
of H-Index on the Scienti"c Production Process of Academicians, içinde
Digital Future (Ed. Tamer Bayrak), Peterlang: Berlin.
• Sadakaoğlu, M.C., Emek Korkmaz, Ö., Vatansever, Ö. &
Bayrak, T. (2020). Dijital taraftar: Instagram’da yer alan futbol taraftar
sayfalarının futbol dışı konularda üretmiş oldukları içeriklere ilişkin
netnografya incelemesi. Turkish Studies - Social, 15(8), 3727- 3745
194