Professional Documents
Culture Documents
ZEYNEP GÜL
100051153
ZEYNEP GÜL
100051153
Anahtar kelimeler: Söylem, ideoloji, nefret söylemi, Suriye Savaşı, Türk basınında
mülteciler, eleştirel söylem çözümlemesi
iii
ABSTRACT
The news being presenting by media outlets to the public are passed
through ideological filters and being served with different perspectives. The usage of
language, photos and titles are serving a purpose for an objective and shaping public
view. Events affecting entire society are represented in varied media groups, in
different time periods with modified reality.
At the end of the work, the role of ideological differences in the construction of
news texts is clarified and the way of the media organs publishing the truth has been
analyzed.In this analysis, it has been seen that different media organs have used
different ideological filters to regenerate the facts in the news, and they are maintaining
their boradcasting politics in this direction.
Keywords: Discourse, ideology, hate speech, Syria war, Refugees in Turkish media,
critical discourse analysis
iv
İÇİNDEKİLER
Sayfa No.
Özet ................................................................................................................................iii
Abstract...........................................................................................................................iv
Tablolar Listesi..............................................................................................................vii
Kısaltmalar...................................................................................................................viii
GİRİŞ................................................................................................................................1
2. NEFRET SÖYLEMİ.................................................................................................18
v
3.2. Türkiye'nin Açık Kapı Politikası....................................................................50
3.3. Türkiye'deki Suriyeli Sığınmacılar.............................................................. 51
3.3.1. Sığınmacı ve Mülteci Tanımları.............................................................51
3.3.2. Türkiye'de Suriyeli Sığınmacıların Kabulü........................................... 52
3.3.2.1. Toplumsal Etki.................................................................................55
3.3.2.2. Ekonomik Etki..................................................................................56
3.3.2.3. Siyasi Etki.........................................................................................57
3.4. Suriyeli Sığınmacıların Türk Basınındaki Temsili.......................................58
SONUÇ...........................................................................................................................75
KAYNAKÇA..................................................................................................................78
EKLER...........................................................................................................................86
vi
TABLO LİSTESİ
vii
KISALTMALAR
AB Avrupa Birliği
BM Birleşmiş Milletler
viii
GİRİŞ
Haber üretim aşamasında etkili olan dış unsurlar medya kuruluşlarının olaylar
yorumlama ve aktarma biçimlerini değiştirmekte ve şekillendirmektedir. Baskın
egemen söylemin etkisi altında yapılandırılan medya ve bu medyanın ürettiği haberlerde
gerçekliğin yeniden üretildiği görülür. Gerçekliğin yeniden üretilmesi, kitle iletişim
araçlarının haber üretimi ve aktarımı sürecindeki ideolojik etkinin bir sonucudur.
İktidarın, medya organı sahiplerinin ve sırasıyla editör ve muhabirlerin "ideoloji
süzgeci"nden geçen haberler okuyucuya değiştirilmiş, kırpılmış ve gerçeğin yeniden
üretilmiş haliyle servis edilir. Medya organına içeriği değiştirilmek üzere gelen haber,
yapımı aşamasındaki tüm tarafların çıkarlarını gözetecek şekilde yeniden üretilir.
Seçilen kelimeler, fotoğraflar, başlıklar ve spotların içinde olduğu habere ait tüm
unsurlar her bir haber üreticisinin elinde değişmekte ve yayınlanana kadar, verilmek
istenen gerçekle harmanlanmış yeni bir kurgu ile ortaya çıkmaktadır. Haber yazımında
seçilen her kelime, cümlelerin kuruluş şekli, özne vurgusu ve şematik yapılanma bir
ideolojik tavrı yansıtır. Dolayısıyla bireylerin ulaşmak istedikleri gerçeğe en çok
müdahalenin olduğu yer yine kitle iletişim araçlarıdır.
2
BİRİNCİ BÖLÜM
HABER, İDEOLOJİ VE MEDYA
İnsanlar çok eski tarihlerden bu yana yaşadıkları dünyada olup biten olaylar ve
gelişmeler hakkında bilgi sahibi olma ihtiyacı duyar. Ekonomik, toplumsal ve siyasal
açıdan insan hayatını ilgilendiren her konu ile ilgili malumat edinme aracı olarak medya
ve kitle iletişim araçları insanların enformasyon alma gereksinimine hizmet eder.
Haberin sosyal olayların yansıtılmasından, gerçekliğin farklı boyutlarda yansıtılmasına,
olayın yeniden kurgulanmasına kadar birçok tanımı ve değerlendirmesi olsa da haber
genel olarak insanların çevrelerinde yaşanan olaylar hakkında bilgi sahibi olmak için
başvurduğu bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tarihsel, toplumsal olaylar ve karşılaşılan her durumu kapsayan haberin tek bir
tanımının yapılması oldukça zordur. Haber kavramı pek çok kaynak ve akademisyene
göre farklı anlamlar barındırmaktadır. Çok geniş bir ölçekte ele alınılabilirliği ile
oldukça göreceli ve değişken bir kavram olarak kabul edilir. Türk Dil Kurumu'nda
haber kavramı "Bir olay, bir olgu üzerine edinilen bilgi, salık" ifadeleri ile anlatılıyor.
Haber Fransızca'da "İnfermation", İngilizce'de ise Kuzey sözcüğünün karşılığı North,
Doğu sözcüğünün karşılığı East, batı sözcüğünün karşılığı West ve güney sözcüğünün
karşılığı South'un baş harflerinin meydana getirdiği news kelimesi ile anlatılmaktadır.
Bütün sosyal olaylarda olduğu gibi herkesin ve her kesimin onaylayabileceği kesin bir
tanımlama yapılamayacağını söyleyen Bülbül (2001) bu açıdan "haber" sözcüğünün
göreceli bir kavram olduğunu ve "Haber nedir?" sorusuna yanıt vermenin olası
olmadığını belirtir. Girgin (2002) ise haberin tanımının açık ve kesin, tek bir biçimde
ifade edilemeyişinin nedeninin, işlevinin çeşitliliğine ve yoğunluğuna bağlar. Tokgöz
(1991) ise haber kavramlarını "olan her şey haberdir", "dün bilmediğimiz haberdir",
3
insanların üzerine konuştukları haberdir", "haber okuyucuların öğrenmek istedikleridir"
kavramları ile açıklar.
Bir haberin haber olarak sayılabilmesi ve medyada yer alması için taşıması
gereken özellikler bütünü haber değeri kavramı altında toplanır. Yaşanan olayın
büyüklüğü, anlamlılığı, etki ölçütü haberin haber olup olmama durumunu belirler. Her
haberin kaynağını bir olay oluştursa da her olay bir haber değildir. Medyada ve
akademik kaynaklarda sık sık dile getirilen , New York Sun'da gazetesi John Bogart 'ın
1880 yılında verdiği örnek ile, bir köpek adamı ısırırsa bu haber değildir, bir adam bir
köpeği ısırırsa bu haberdir.
Hangi olay haberdir sorusuna psikolojik algı teorisiyle yanıt veren Johan
Galtung ve Mari Ruge (1971) sekizi evrensel , dördü Kuzey batı ülkeleri için 12 ölçüt
belirlemişlerdir. Evrensel değerdeki sekiz ölçüt: sıklık derecesi, eşik değeri,
kuşkusuzluk, anlamlılık, uyumluluk, beklenmediklik, devamlılık ve çeşitlenme olarak
sıralanır. Bölgesel değerdeki dört ölçüt ise seçkin uluslara ilgililik, seçkin kişilerle
ilgililik, kişiselleştirebilme, ve olumsuz bağlantıdır. ( Galtung & Rogue 1971)
4
Görüldüğü gibi habere haber değerini katan, insanların haberden almak istediklerini
yansıtan asıl unsurlardır. İnsanlar zaman açısından kısa sürede gerçekleşen beklenmedik
olaylara, mekan açısından ise kendilerine yakın mekan ve coğrafyalarda gerçekleşen
olaylara ilgi duymaktadır. Başta yaşanılan şehir olmak üzere sırasıyla ülke, ülke
komşuları ve yakın kıtalarda meydana gelen olaylar önem süzgecinden geçirilerek
servis edilmektedir. Kültürel yakınlık ve ilgililik barındıran haberler medyada yerleşim
sırasında öne çıkar. Haber değeri yalnızca uzaklık ve yakınlık ile alakalı değil aynı
zamanda ülkelerin sahip oldukları etki, hüviyet ve jeopolitik güç ile de ortaya çıkar.
Bugün ABD, İngiltere, Almanya ile ilgili haberler hemen hemen tüm Avrupa, Ortadoğu
ve Asya kaynaklı medya organlarında yerini alırken Afrika kıtasındaki küçük
ülkelerden bazıları ile ilgili haberler çok büyük bir deprem veya katliam olmadıkça
işlenmez. Dünya siyaset sahnesinde öne çıkan ülkelerin, siyaset ve ekonomi üzerinden
tek bir cümle ile büyük dalgalanmalara, krizlere ve yıkımlara sebep olabilen dünya
liderlerinin haber değerindeki katkısı yadsınamaz bir gerçektir.
Önemli kişiler, sayılar, garip olaylar ve zıtlıklar haberi önemli yapan etkenlerden
bazılarıdır. İnsanlar doğaları gereği tanınmış kişiler hakkında haberleri zevkle, merakla
izlerler. Tanınmış kişiler kadar bazı ülkeler, kentler, kurumlar ve kuruluşlar haber
değeri bakımından önemli olabilir (Tokgöz: 1991)
5
1991) Çoğu haberin birçok farklı medya kuruluşunda farklı başlık ve farklı uzunlukta
verilmesinin ana sebeplerinden biri gazeteci ve haber yapıcıların bu yaklaşımıdır. Hangi
haberlerin gündeme alındığı, hangilerini ise gündem dışı bırakıldığı ve göz ardı edildiği
bu haber seçimindeki ideolojik boyutu açık bir şekilde gösterir. 'Ulusal çıkarlar',
'toplumsal barış', 'ekonomik istikrar' gibi bazı kavramların baskısıyla muhabirler bazı
olayları gündem dışında bırakmayı yeğlerler...Muhabirler bu süreçte çalıştıkları
kurumun yapısı ve kurallarını anlar ve buna uyum sağlar (Baştürk, 1991: 95).
Söylem, sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik alanlar gibi sosyal hayatın diğer
yönleriyle de ilieşkilidir. ....Bir süreç olarak söylem, anlatım ve konuşma eylemlerinin
içsel kurallarıyla düzenlenir. Söylemin kendi içsel kuralları, söylem düzenlerini
oluşturur ya da söylem, düzenlenmiş söylemlerden müteşekkildir. Söylem konusunda
teorik teorik yaklaşımlar söylemi bir metin gibi, pratik yaklaşımlar ise insanların
karşılıklı konuşmalarında ortaya çıkan anlam mübadeleleri olarak görür (Sözen, 2017).
Dil ile ifade edilen söylem, dilin olduğu her yerde ortaya çıkar. Dildeki bu
anlam barındırma özelliği dil incelemelerine ve dildeki anlam karmaşasına yeni bir kapı
açar. Söylem incelemeleri ve tanımlarında dil içindeki mücadeleden bahsedilir. Söylem
dile fikir ve anlam oluşturma görevini yüklemekle beraber dili kullanan her kişi ve
kurum dil içinde gizli söylemi aktarmakla ve iletmekle yükümlüdür. Söylem ve söylem
analizi çalışmalarında öne çıkan konu anlam mücadelesi ve iktidar gücüdür. Dil anlam
yüklenir, söylemler ise mücadeleler yoluyla yapılanır. (Mcdonell, 1989) Sözen'e göre
(2017) söylemler, hiçbir zaman ve hiçbir yerde tarafsız değildir; onlar sübjektivitenin
6
birer ürünüdür; saf söylem/ler yoktur. Söylemler dilin objektif/nesnel durumlarını
açıklamaz, onlar sosyal hayatın verileridir.
Yukarıda sayılan etkilerle birlikte dilde "yeni bir söylem" "yeni bir anlam inşası"
kurulur. Hangi sözcüklerin seçildiği, neden bu sözcüklerin seçildiği ve bu sözcüklerin
nasıl kullanıldığı dildeki ideolojik ve anlam mücadelesinin altyapısını kurar. Söylem ile
oluşturulan bu "yeni gerçek" saf ve değişmez gerçek değildir. Söylemi belirleyen temel
faktörler ise kişinin ideolojisi, yaşam biçimi, ileti aracının kendisi, ileti aracının
ideolojik yapısı ve hedef kitlenin karakteristik özellikleridir . ( Devran, 2010: 118)
İdeolojileri sadece fikirler sistemi olmadığını söyleyen Van Dijk (Akt. Devran:
2010) ideolojilerin, sosyal, algısal ve söylemsel işlevleri olmak üzere üç temel işlevi
olduğunu ifade eder. İdeolojiler algısal kimliği, sosyal işlevleri ve fikirleri yansıtan bir
kavram olarak çıkar. Sadece belirli sınıfların fikirlerini oluşturan bir kavram olmayan
ideoloji aynı zamanda dış dünyanın konumlandırılması ve düşüncelerin algılanmasında
başat unsur olarak karşımıza çıkar. İdeolojiler sosyal kimliğin inşa edilmesinde ve grup
çıkarlarının tanımlanmasında çok etkin bir işlev görürler. ideolojiler sosyal kimliği inşa
eden temel ölçütü yansıtırlar ve grubun çıkarını tanımlarlar (Devran, 2010). İdeoloji
7
insanların ve toplumların sosyal ve işlevsel hayat içinde davranışlarını ve tutumlarını
organize ederken, sosyal bilinç ve söylemsel pratikler oluşturur. İdeolojideki farklı
yaklaşımlar dil pratiklerine ve sosyal hayattaki farklı grupların yerleştirilmesinde etkili
olur. İdeolojiler ayrıca belli grup tutumlarını organize ederler ve yönlendirirler; bu
tutumlar ise kişisel kanaatlerin oluşmasında kullanılabilirler ve bu kişisel kanaatler bir
metin veya konuşma içinde ifade edilirler. Bu bağlamda ideolojiler kanaat ya da görüş
değerlendirici inançlardır (Devran, 2010) . Marx ve Engels da ideoloji kavramına
olumsuz anlam yükleyen iki isim olarak karşımıza çıkar. Marx, insanlığın gerçek
sorunlarının yanlış düşünceler değil, gerçek toplumsal çelişkiler olduğunu söyler.
Marx'a göre yanlış düşünceler, toplumsal çelişkilerden ortaya çıkmaktadır ve bu maddi
koşullar değiştirilmedikçe düşüncelerin değiştirilmesi de mümkün değildir (Akça,
2009). Marx insan bilgisinin, inancının ve davranışının toplumdaki ekonomik ilişkiler
tarafından şekillendirildiğine inanmakta ve ideolojileri "aldatıcı fikirler sistemi" veya
"sınıf çıkarlarına hizmet eden bir gizemleştirme aracı olarak görmektedir. (Gee , Marx
ve Engels'tan Akt. Devran, 2010). Marksizmin ideolojiye yaklaşımında toplumdaki
bireyler içinde bulundukları durumdan şikayetçi değildir ve bu yönetici sınıfın dayattığı
düzen normal kabul edilir. Bireyler koşullarını düzeltme çabası içinde değildir,
çıkarlarını düzeltmez ve korumazlar bu da ideolojinin yönetici sınıfın çıkarlarını
benimsetmekte olan bir fikir dağıtımı ve kabulü olarak görülebilir.
Egemen gücü yansıtan ideoloji devletin ve iktidarın farklı güç aygıtları ile
benimsettirilir ve halk tarafından doğal kabul edilir. Doğallaşmış güç, egemen gücü
kabul eden halk tarafından mantıklı ve sorgulanmaz kabul edilir. İdeolojinin belli
kurumlar ve pratikler tarafından toplumun katmanlarına yayılması özellikle Antonio
Gramsci (1891-1937) ve Louis Althusser (1918-1990) gibi Marksist kuramcılar
tarafından üzerinde durulan konu olmuştur ( Devran, 2010). Hegemonya kavramını
teorileştiren Gramsci "bireylerin memnun olmadıkları toplumsal düzene karşı neden
tepki vermedikleri" sorusunun cevabını hegemonya kavramı ile açıklar. Gramsci'ye
göre hegemonya, burjuvazinin bütün toplum üzerindeki kültürel kontrolünü ifade eder.
Çünkü burjuvazi sadece ekonomik olarak değil, kültürel olarak da egemendir. Başka bir
anlatımla hegemonya yumuşak güçtür. (Devran, 2010) Gramsci, hegemonya
kavramıyla, toplumsal pratikler aracılığıyla mevcut sistem ve egemen ideolojiye yönelik
bir rızanın oluştuğunu söyler (Akça, 2009).
8
bireylerinin bu yapıya nasıl adapte edildiğini açıklamaya çalışır. Aile okul, din ve kitle
iletişim araçları gibi kurumlar, devletin ideolojik aygıtlarıdır (Akça, 2009).
Dil, ideoloji, anlam ve fikirleri taşıyan, farklı kullanımları ile topluma farklı
anlamlar ileten bir araçtır. Dil kullanımında seçilen öğeler, kullanılan cümleler
çoğunlukla bir anlam ve mesaj taşır. Dil, mesajı, düşünceyi ve ideolojiyi taşıyan temel
bir araçtır. Ancak dili salt bir ileti kanalı olarak düşünmek son derece yanlıştır. Çünkü
dil aynı zamanda, ideolojik bir olgudur ve bireylerin toplumdaki güçlü grupların
çıkarlarını destekler yönde düşünmesini sağlayan bir araçtır (Matheson, Akt: Devran:
2010).
Özellikle kitle iletişim araçlarında kullanılan dilin, tek bir habere atfedilen
onlarca farklı anlam ve haberlerin sunumundaki farklılılık dilin ideolojiyi yansıtma
kapasitesini ve kullanım çeşitliliğini gösterir. Yaratılmak istenen düşüncenin toplum
nezdinde fikir uyandırması kabul görmesi için dile gizlenmiş ideolojik mesajlar ile
gücün ve iktidarın sürdürdüğü üstünlüğün devamı sağlanır. İdeolojiler ile dil yeniden
inşa edilmekte, iletilmekte ve böylece hegemonyanın devamı sağlanmaktadır. Başka bir
ifadeyle hegemonya anlamlar veya bireylerin şeyleri anlamlandırma biçimleri üzerinde
kurulduğu için, dil bu süreçte gücün ve iktidarın oluşumunda merkezi konumdadır (
Matheson, Akt. Devran:2010).
Dünyada meydana gelen binlerce farklı olay, ülke ve milletlere ait farklı medya
kuruluşlarında çeşitli söylemlerle ele alınır. İnsanların medyadan, izledikleri ve
okudukları haberlerden çıkarımları ve bilgi havuzundan eledikleri enformasyon
kısımları ve tüm bunların değerlendirilerek farklı görüşler oluşturması medyanın etki
gücüne bir örnektir. Medyanın potansiyel gücüyle ekonomik ve kültürel farklılıklara
bağlı olarak insanların haberleri farklı şekilde yorumladıkları ve değerlendirdikleri
9
bunun sonucunda da farklı birey ve toplumlarda farklı ideolojilerin yerleştiği
görülebilir.
Van Dijk'a göre Dünyada cereyan eden olayların çoğu hakkında bilgi edinimi ve kanaat
oluşumu büyük ölçüde, milyonlarca kimsenin paylaştığı basın ve televizyondaki haber
söylemine dayanır Muhtemelen başka hiçbir söylem tipi bu çok insan tarafından aşağı
yukarı aynı anda paylaşılmaz ve okunmaz. Bundan ötürü haber söyleminin güç
potansiyeli devasa olup, haber raporlarının, şemalarının, başlıklarının ve üslubunun
yakından incelenmesinin siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel iktidarın
uygulanımını ve bu uygulanımı destekleyen ideolojilerin iletişimini ve edinimi anlamak
için hayati bir önemi vardır ( Akt. Küçük, 1999: 370)
Haber söyleminde hangi haberin neden seçildiği ve nasıl ele alındığı dikkat
edilmesi gereken hususların başında gelir. Seçilen her haber, haberin dayandırıldığı her
kaynak, haberdeki fotoğraflar ve cümle yapıları alelade seçimle oluşturulmadığı gibi
gerçeğin yeniden inşa edildiği farklı haber söylemleri oluşturulmaktadır. Van Dijk'e
göre seçmeci kaynak kullanımı, tekdüze haber temposu ve öykü başlığının seçimi
yoluyla haber medyası hangi haber aktörlerinin kamuya yeniden sunulacağına, onlar
hakkında ne söyleneceğine ve özellikle nasıl söyleneceğine karar verir (Akt. Küçük,
1999:367) Haber değeri anlayışı seçkin kimselere, örgütlere ve uluslara medyada
yeğenimsel bir yer verilmesini sağlayan ve böylece bunların iktidarlarının tanınması ve
meşrulaştırılması sonucunu doğuran ideolojik ve mesleki ölçütlere dayanır (Galtung&
Ruge, ve Gans, Akt. Küçük: 1999)
10
haberlerin, gerçekliğin bir yansıması değil, söz konusu haber kaynaklarının 'durum
tanımları' olduğunu gösterir. Eleştirel yaklaşıma göre böylece haberler, egemen sınıf/
sınıfların iktidarlarını meşrulaştırma araçlarından biri haline gelir (Akca, 2009). Siyasi
açıklamalarda politikacılara, terör olaylarında emniyet görevlilerine ve eğitimle ilgili
konularda öğretmen veya akademisyenlere güvenilirlik özelliği atfedilir. Bu kurumlara
bağlı kişiler haberdeki cümleleri ile asıl kaynaktan haber ulaştırıldığı izlenimi
uyandırılmasına yardımcı olur. Hall'a göre (Akt. Akça 2009) bu kurumsal temsilciler,
kurumsal güç ve konumları nedeniyle güvenilir kaynaklardır. Medya bu kurumların
temsilcilerini ya da kaynaklarını "uzman" (the expert) olarak sunar. Gazeteciler
haberlerinden bu kaynaklara ulaşmayı hedef haline getirirler. Bu kaynakların dayanak
noktası oluşturduğu haber çoğu izleyici ve kabul edilen genel görüşe göre "doğru ve
güvenilir" haberdir. Ana akım medyanın güvenilirlik atfettiği haber kaynakları, söylem
seçkinleri de dediğimiz, siyasal ve ekonomik iktidarın temsilcileridir (Akca, 2009)
Van Dijk (Akt. İnal: 1996) haberin söylemini, toplumda var olan egemen
söylemleri bir ürünü olarak görür. Hall ise, egemen söylemlerin haber metinleri içinde
yeniden kurulduğuna işaret eder. (akt.İnal,1996,97) Medyada kurumların ve bazı olay
ve olguların nasıl temsil edildiği ve hangi gerçeklikle ele alındığı oldukça önemlidir. Bu
temsil medyanın kullanmayı tercih ettiği sözcükler ve yansıttığı anlamlar ile medya
organlarında yerini alır. Dil eğer gerçekliği birebir yansıtabilen bir araç değilse, haber
metinleri de dili kullanmaları nedeniyle daha başından ideolojik etkiye açıktır. Hem
dilin kendisi, hem de gazete ve televizyonların kullandığı imajlar, belli ölçüde ideolojik
yansımalara sahiptirler ( Akca, 2009). İdeolik yansımalar haberde kullanılan kaynak ve
habere atfedilen değere de etki eder. Burada haber içinde bilgilerin bilinçli azaltılması
ya da çoğaltılması, konunun bağlamı dışında verilmesi gibi müdahaleler gerçekleşir.
Metin içinde alternatif veya karşıt açıklamalar çoğu kez inanılır bir konuma
yerleşmekten çok egemen söylemlerin içinde eritilir. Böylece karşıt olabilecek
açıklamalar, olayları çerçevelendirebilecek bir konuma ulaşamaz. Metinsel kapanma,
söylemsel hiyerarşi içinde oluşur ( İnal, 1999). Van Dijk, Murdock, Hansen ve Fowler'e
göre haberin söylemi içinde egemen söylemler doğallaşır ve egemen ideoloji yeniden
kurulur (akt. İnal, 1999: 104) Egemen söylemlerin temsil edildiği haberde bağlamdan
kopma ve ideolojik kapanma görülmektedir. AkÇa'ya (2009) göre haberde egemen
söylemler öne çıkmakta ve haber metinleri bu söylemler çerçevesinde kapanmaktadır.
Haberin hangi başlık ve spotlarla verildiği ideolojik tercihleri gösterir ve başlığa çıkan
bilgilere göre olayı olumsuz ya da olumlu olarak tanımlamak mümkündür. Özellikle
eylem, protesto ve grev haberlerinde farklı görüşteki gazetelerde olayın çok farklı
11
boyutlarıyla işlendiği görülür. Kimi gazetelerde grev ve protestolarda "aranan
hak"lardan bahsedilirken kimi gazetelerde ise "bozulan kamu düzeni" üzerinde durulur.
Haberin nasıl okunması gerektiği konusunda okuyucuya işaret veren başlıklarla çizilen
çerçeve ideolojik kapanma olarak karşımıza çıkar. Başlıkta yapılan vurgu haber içindeki
kişi ve olaya karşı gazetecinin belirlediği görüşü yansıtır. Muhalif gazetelerde bazı
siyasetçilerin açıklamaları "çark etti", "iddia etti" sözleriyle verilmesi olayın en
başından gerçek olup olmadığı şüphesini doğurmakla birlikte ideolojik kapanma
örneğini oluşturur.
Dünyada olup biten tüm olaylar ve yaşanan tüm gelişmeler medyanın belirlediği
çerçevede tüketime sunulur. Gazetecilerin, editörlerin, medya patronlarının
ideolojilerini yansıttığı haberlerde tarafsız bir yan bulmak neredeyse imkansızdır.
Haberde ideolojinin yerleştirilmesinde gazete ve medya kuruluşlarının sahiplerinin
belirleyici etkisi vardır. Chomsky ve Herman'a göre kitle iletişim araçları çok zengin
kişilerin ya da şirketlerin mülkiyetinde bulunan kar amaçlı işletmelerdir. Bu işletmelerin
başlıca gelir kaynağı, yine kar amacı taşıyan ve reklamların sunulmasını isteyen reklam
verenlerdir. Medya, hükümete ve büyük şirketlere haber kaynağı olarak da bağımlıdır (
Chomsky vd, 2004). Kar amacı güden medya kuruşları hem reklam verenlerin
amaçlarına hem de medya sahiplerinin para kazanma amaçlarına uygun hareket etmek
zorundadır. Medyanın kar amacı güden büyük şirketler haline gelmesi medyanın
iktidara bağımlılığını da arttırır. Şirketler bünyelerinde gerçekleşen faaliyetlerin devamı
için siyasal iktidarlarla iyi geçinmek zorundadır. Tokgöz'e (2006:34) medyanın
toplumsal kurum olarak kapitalist ekonominin genel geçer kurallarına uyması
zorunludur. Gazetecilik yapan kuruluşlar artık yaşayabilmek için varlık/yokluk savaşı
vermek durumundadır.
12
Yalnızca ekonomik gerekçelerle değil siyasal iktidarlar toplum üzerinde
hakimiyet kurma aracı olarak da medyayı kontrol altında tutma ihtiyacı hissederler.
Kitlelere fikirlerin iletilmesi veya empoze edilmesinde önde gelen araçlardan biri de
medyadır.
Medyada haber yazımında etkili olan tüm dış çevre müdahaleleri haberde
yazılan doğruyu biçimlendirir. Siyaset çevreleri, medya patronları ve editörler bilgi
üretimini değiştirip biçimlendirerek insanların düşüncelerini ekilemeye çalışırlar. Bu
yüzden haber yazım sürecinde okuyucunun ikna edilmesi gerekmektedir. Haber dilinde
çok açığa çıkarılmayan ideoloji kitlelere ulaştırılmak ister. Gazeteci okuyucuyu gerçeği
aktardığına ikna etme uğraşıyla birlikte bunun haber içinde doğal görünmesi için de
çabalar. Gerçeğin haber şeklinde yeniden inşa edilmesi, ideolojik bir girişimdir (
Özerkan, 2002,s. 70-71). Haberde aktarılan gerçeğin hangi boyutlarla aktarıldığı,
dışarıda bırakılan öğeler, özellikle vurgulanan kısımlar ideolojik tercihleri gösterir.
Medya tarafından tasarlanan gerçeklikte bazı "gerçek" unsurlar dışarıda bırakılırken,
bazı "yan" öğeler şiddetle vurgulanmakta ve hatta gerekirse, dışarıdan "olmayan" öğeler
bile habere dahil edilebilmektedir. Haber esasta gerçekliği inşa eder, ancak "gerçeği"
ilettiği iddiasındadır; ideolojik rolünü gizler (Arık, 2009). Gerçeğe medya aracılığı ile
ulaştığını sanan okuyucu aslında medya elinde kurgulanan, şekillenen gerçeklikle karşı
karşıya kalmaktadır. Medya kurumları ne kadar objektiflik ve yansızlık iddiası taşırsa
taşısın haberler büyük ölçüde ideolojik çerçevelerle sunulur. Haberler bu ideolojik
çerçeveye göre yeniden inşa edilir. Medya, olay ve durumlara genel yaklaşımında,
toplum açısından, neyin "olağan" neyin "olağandışı" olduğuna karar vermektedir.
Politikacıların eylemleri de, zaman zaman "kamu yararı" (?!) gözetilerek
değerlendirilmekte ve yorumlanmaktadır (Özerkan, 2002).
13
düzenleme yeteneğine sahiptir. Gerçeklerin medya dolayımlı manipülasyonu ve/veya
maskelenmesi, gerçeğin bilinmemesinden daha tehlikelidir (Çaycı, 2016,s.87-88).
Tarih boyunca gelişen önemli olaylar ve dönüm noktalarında medyanın göz ardı
edilemez bir rolü olmuştur. Siyasal iktidarlar yansıtmak istedikleri düşünceleri çeşitli
ikna yollarını kullanarak medya aracılığı ile servis etmeye çalışmıştır. İktidarlar olumlu
veya olumsuz adımlarının toplum nezdinde kabulü için medyaya ihtiyaç duymaktadır.
Özellikle toplum tarafından tasvip edilemeyecek politikalarına meşru bir zemin
oluşturma amacı ile medyayı kullanır. Propagandasını yaptığı düşünceler ve süzgeçten
geçirdiği haberlerle kitlelere medya aracılığıyla kendi doğrularını empoze eder.
Özellikle darbe, şiddet gösterilerine müdahale, işgal ve yolsuzluk konulu iktidarı birinci
dereceden ilgilendiren haberlerde Batı medyasında gözle görülür bir yanlılık ve
ideolojik daraltma vardır. Ülkelerin tarihleri süresince mücadele ettikleri fikir, kurum,
kuruluş ve ideolojiler medyada habere nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda bir
değerlendirme süzgeci oluşturur. Ülkelerin bu noktadaki hassasiyet ve ayrımcılığı
haberlerin çoğu zaman gerçeğin çarpıtılması sonucunu doğurur. Örneğin ırkçılık karşıtı
gösteriler ve bu gösterilere polis müdahalesi ABD basınında farklı yönleriyle işlenirken,
Avrupa'da da ayrılıkçı hareketlerin eylemleri farklı boyutlarıyla ele alınır. ABD'de bir
siyahinin karıştığı suç haberi veya Avrupa'da herhangi bir mültecinin karıştığı asayiş
olayları hükümetlerin insanlar üzerinde oluşturmak istediği etkilere göre şekillendirilir.
İktidar takip ettiği politikalar nedeniyle kendisini siyasal başarıya götürecek seçimlerde
destek bulmak adına halkta karşılığının bulunabileceği fikirleri yayma ihtiyacını
hisseder. Örneğin aşırı sağın iktidarda olduğu bir Avrupa ülkesinde İslam ve mülteci
karşıtı hareketlerin daha yüceltici bir dille ele alındığı görülür. Ya da mültecilerin
hırsız, tecavüzcü veya toplum düzenini bozan olaylarda birinci özne konumunda
verilmesi oy almak isteyen herhangi bir sağ partinin işine yaramaktadır. Siyasetçilerin
ve göstericilerin söylemleri medyanın ideolojik seçimleri gölgesinde değerlendirilir.
Kitle iletişim araçlarıyla egemen ideolojinin tüm söylem ve faaliyetlerini meşrulaştırma
işlemi, toplumu belirli bir perspektif doğrultusunda yapılandırma işlevini yerine
getirirken; karşıt düşünce temsillerini ise gayri meşru olarak ilan etmektedir (
Kılıçarslan, 2008). Medya seçtiği ve okuyucu veya dinleyiciye vermek istediği
doğruluk oranına göre bilgileri aktarır. Medya bu özellikleri ile aktardığı gerçeklik
çerçevesinde siyasal iktidarların meşrulaştırılması ve haklı gösterilmesi rolüne
girmektedir.
14
başında gelmektedir ( Özerkan, 2002). Chomsky'a (2002:10) göre medyadaki gerçeklik
sorunu, kaotik dönemlerde, medyanın özgürlük arayışını zayıflatıp-zayıflatmadığı ile
ilişki içerisindedir. Egemen medya bağımlı olduğu kesimin çıkarları ekseninde bilgiyi
farklı işlemlerden geçiren; gizleme gereği duyan, konjonktüre göre; var olmayan
bilgiler icat etme eğilimi göstermek suretiyle , gerçeği manipüle eden bir araç görevini
üstlenmektedir. Medya aracılığı ile kurgulanan gerçeklik iktidarların süzgecinden
geçirilerek kitlelere ulaştırılır. İktidarlar bu yolla hem geniş kitlelere hitap edebilmekte,
hem halk üzerinde halkın kendi isteği dışında doğrudan büyük etkiler
oluşturabilmektedir. Siyasal iktidarlar varlıklarının ve güç iktidarlarının devamı için
halkın desteğine muhtaçtır. Bu desteğe medya yoluyla oluşturulan gerçeklik büyük
ölçüde katkı sağlar. Barret'e göre (1996) bu durum aynı zamanda egemen düşüncenin
şiddet ya da zora başvurmadan zihinlerde inşa edilmesi sürecidir. Bir diğer ifadeyle
rızanın medya tarafından üretilmesidir (Çaycı, 2016). Yukarıda bahsedilen etkilerle
birlikte medyanın tarafsızlık amacı giderek kaybolmakta ve gerçeğe ulaşım
zorlaşmaktadır. Girgin'e göre (2002) temel ilke olarak, haberlerde tam bir nesnellikten
söz etmek mümkün değildir. Çünkü iletişimin bütününde bir ikna boyutu
bulunmaktadır. Medyada gündem içerisinde yer alan metinler gazetecilerin elinden
çıkan değişime uğramış yeniden oluşturulmuş gerçekliklerdir.
Walter Lippmann, 1920 yılında yaptığı çalışmalarda, özellikle haberle gerçeğin aynı
olmadığının altını çizmiştir. Lippmann'a göre haber toplumsal koşulların ya da
durumun aynası da değildir. Güncel haberlerin o günkü olayların temsili bir dökümü
sayılmayacağını, olup bitenlerin çoğunu gazetecilerin görmezden geldiklerini
vurgulayan Lippman aynı zamanda haberin okurlara ulaşıncaya dek çeşitli
müdahalelere uğradığının altını çizmiştir. Nitekim haberde tam nesnellik
sağlanamadığı, içeriklere müdahalede bulunduğu, manipülasyonlara yol açıldığı, yanlış
yaklaşımlarla bazı olayların göz ardı edildiği de bir gerçektir.(akt. Bülbül, 2001) .
Çağdaş insan içinde bulunduğu ülke ve dünyada olup bitenler hakkında bilgi
sahibi olma gereksinimi duyar. Ancak kitlelere haberler, değerlerin aktarımı ve ikna
etme aşamaları ile birlikte kırpılmış, değiştirilmiş biçimde aktarılır. Medyada neyin
haber olacağı, neyin nasıl ele alınacağı gazetecilerin kişisel değerlerinin, medya
patronlarının ve siyasal iktidarların müdahalesine kadar birçok etkiye açık bir alandır.
Haberler; kişisel önyargılar, çıkarlar ve siyasal tercihlerce yapılır. Bu da gerçeklerin
doğru biçimde aktarılmamasına ve çarpıtılmasına neden olmaktadır (Çaplı, 2002:81).
Okuyucu veya izleyiciye aktarılan gerçek gerçeğin kendisi olmaktan çıkarak
kurgulanmış bir gerçekliğe dönüşür. Editörler tarafından çeşitli amaç ve gerekçelerle
kırpılan haber medya organının kurgusundan çıkmış yeni bir "üründür".
15
da belirler (Girgin,2002:248). Medya diliyle üretilen kalıplar ve daha önce gündeme
gelmiş çeşitli haber şekilleri okuyucunun zihninde gerçekliğe inanma konusunda daha
az şüpheye yer veren bölüme yerleşir. Zihnin daha önce gördüğü ve tecrübe ettiği
gerçekliğe inanması muhtemeldir. Medya aracılığı ile oluşturulan önyargı ve
kalıplaşmış ifadelerle meydana gelen olaya karşı orta tavır belirlenir.
Medyanın ürettiği gerçeklik bir süre sonra bireyde yerleşmiş bir ideolojik fikre
veya düşünceye dönüşebilir. Dolayısıyla burada hem yeniden üretilen bir gerçeklik hem
de insanların ideolojik yaklaşımlarından iz bırakması beklenen gizlenmiş anlamlar
bulunmaktadır. Üretilen gerçeklik, herhangi bir olayda asıl gerçekliğin bir kısmının
kırpılmış veya değiştirilmiş versiyondur. Bu yüzden ortaya çıkan kurgulanmış gerçeklik
beraberinde getirdiği yeni ideoloji ve fikir oluşturma sürecinde okuyucuya sağlıklı bilgi
kaynağı sunmamaktadır. Haber bir yeniden yapımdır, mamuldür, inşa edilendir, siyasi
temsildir, montajdır, bir sunuştur. En kötü ihtimalde bir manipülasyon, en iyi ihtimalle
bir röprodüksiyondur (Talu, aktaran: Rigel, 2000:179). Haberde editör tarafından
kaleme alınan ifadelerdeki dışlayıcı veya aşağılayıcı ifadeler kalıplaşmış yargı
sınırlarının daha kalın çizgilerle çizilmesine neden olmaktadır.
16
getirilen, buna karşılık ötekileştirilen tarafa yönelik uzaklaştırıcı ifadelerle üretilen
gerçeklik haberde gizlenen ideoloji ile birlikte homojen hale gelebilir. Haberdeki
gerçeklik içerisine katılan birçok yeni unsurla birlikte okuyucuya karşısına çıkar.
Haberin gövdesinde toplumsal tepkiler, resmi ideoloji, görüşlerine başvurulan uzman
otoriteler gibi unsurlar da eklenince ayrışma bu sefer daha yoğun olmakta ve gerçek ile
haber birbirinden tamamen ayrı iki kavram durumuna düşmektedir (Yurdigül, 2011: 22-
23)
Burada elbette sadece medya tarafından dayatılan yargılar değil kişilerin kendi
yaşam tecrübeleri de önemli bir etkendir. Yaşam boyunca içinde yaşanılan kültürün
gerçek olarak takdir ettiği şeyler birey tarafından öğrenilir ve bunlar öylece kullanılır.
Gerçek hayattan edindiği deneyimler doğrultusunda kişi bir şeyin ne kadar doğru ya da
ne kadar yanlış olduğu kanısına hissedilene, yapılana ve görünene bakarak ulaşır
(Burton, 1995: 123-124) .
17
İKİNCİ BÖLÜM
NEFRET SÖYLEMİ
2. 1 Nefret söylemi
2.1.1 Nefret kavramı
18
Nefretin kelime anlamına ilişkin birçok farklı kaynakta tanımlar bulunmaktadır. Nefrete
ilişkin son zamanlarda popüler olan bir diğer açıklama ise, nefreti kişiselleştirilmiş ,
genelleştirilmiş ve küreselleştirilmiş öfkenin bir türü olarak
nitelendirmektedir.(Ataman, 2013)
Oluşturulan toplumsal sınıf anlayışı ile ırk, dil, din veya diğer özelliklere göre
kategorize edilen insanlar "çemberin dışında kalanlar" olarak ayrımcılığa ve
ötekileştirmeye maruz kalmaktadırlar. Oluşturulan bu hiyerarşik düzende hangi sınıfa
mensup insanların hangi meslek gruplarında çalışacağı ve çalışamayacağı hangi
bölgelerle yaşayıp yaşayamacağı görünmez kurallarla çizilir ve belirlenir. İktidarın veya
güç odaklarının kurmak istediği düzen toplumun her kesiminde ve yaşamın her alanında
kendini gösterir hale gelir. Bu hiyerarşik sınıflandırma içinde gücün sahibi kesim ile
kendi elinde olmayan sebeplerden dolayı toplum dışında itilmiş insanlar arasında iki
tarafında üzerinde hak iddia ettiği alanlar üzerinden çeşitli karmaşalar ve çatışmalar
yaşanır. "Üstün" sayılan grubun bir bireyi ayrımcılığa uğrayan veya nefret söylemine
maruz kalan herhangi bir bireyi kendi yaşam standartlarına veya değerlerine tehdit
olarak görmektedir. Nefret söylemi, kimlik temelli hiyerarşileri yeniden üreten,
19
birbiriyle bağlantılı normlar, varsayımlar, davranışlar ve politikalar ağı içinde varlığını
sürdürür, güç ilişkileri ile şekillenir (Yumrul, 2013). Michel Foucault, söylemi, dünyayı
nesnel biçimde tanımlayan bir araç değil, onu iktidar merkezleri adına inşa eden bir
enstrüman olarak görür. ( akt. Yumrul, 2013) Kimliğin insan ilişkilerin ön plana çıktığı
duygu ve davranışların bu sınıflandırmaya göre seçildiği toplumlarda nefret suçu ve
nefret söylemi gibi kavramlar daha yaygın ve görünür hale gelmektedir. Topluma
yerleştirilen bu fikirler ile sadece düşünme alanları şekillendirilmez, toplumsal düzenin
her basamağında ayrı bir ayrımcılık konusu veya nefret söylemi ortaya çıkar. Burada
kullanılan dil veya söylem bir grubun imtiyaz veya prestijine "katkı" sağlarken "öteki"
grubun yaşadığı toplum içinde maruz kaldığı dışlanmayı artırır ve yaşama son verme
veya cinayete kadar giden trajik sonuçlara yol açabilir.
Judith Butler'e göre nefret söylemini kullanan kişi, kendi sözlerinin yazarı
değildir. Kişi sözlerinden sorumlu olsa da sözlerin yaratıcısı değildir. O sadece önceden
belirlenmiş bir sözcük dağarcığından, ötekileştirici imgeler repertuarından, mevcut ırkçı
külliyattan, zaten kullanıma hazır bir dilden, durumun gereğine olanları alıntılar ( akt.
Yumul, 2013). Kültürel aktarım kuramına göre toplumdaki ana akım kültürden ya da alt
kültürden öğrenilen nefret söylemi, bu anlamda gerek kültüre gerekse bireysel
eğilimlere bağlı olarak ortaya çıkar. Önyargıların oluşmasında toplumdaki mevcut
stereotipiler temel rol oynarken, bunların kuşaktan kuşağa geçmesi öngörülebilir
(Cortese, 2006)
Nefret suçuna giden yolda topluma aşılanmış olan ayrımcı fikirler belirli bir
aşamadan sonra diğer duygulardan farksız olarak kabul edilir ve normal olarak algılanır.
Bir çocuğun çingenelerden korkutularak yetiştirildiği, zenci veya mülteci konumundaki
bir kişiye karşı huzursuzluk duyduğu bir toplumda aktarılmaya çalışılan fikirler o kadar
normalleşmiş ve kemikleşmiştir ki insanlar artı bir çaba ile bu görüşe ulaşmazlar.
20
Aksine çocukluk yıllarından itibaren gerek aile gerek eğitim kurumları gerekse medya
tarafından enjekte edilen bu ayrımcı bakış açısı her bir bireyden kaynaklı bir davranış
biçimiyle geniş çaplı bir toplumsal davranışa dönüşür. 'Öteki' grup ayrımcılığa maruz
kalan, genel olarak da maruz kaldığı şeyin farkında olan veya bunun korksuyla yaşayan
bir grubu temsil eder. "Üstün" tarafın kendi üstünlüğünü korumak adına yaydığı
fikirlerin normalleştirilmiş oluşu, maruz kalınan ayrımcılığı ve nefret söylemini haklı
gösterme eğilimindedir.
Nefret söylemi örtük ya da açık olarak grup-içinin tek 'gerçek insan'ı oluşturduğu,
dışarıdakilerin insan suretine sahip olsalar dahi insandan daha düşük seviyeli bir şey,
barbar, yabancı, zihnen veya ahlaken daha aşağı olduğu ilkesinden hareket eder. Bu
yaklaşım kamu bilicinde 'rasyonel' ve 'tarafsız' kişilerin 'ılımlı' ya da 'makul'
çoğunluğun söyleminde nefreti normalleştirir. Böylece, nefret suçlarından duyulacak
utancı, suçluluk duygusunu veya vicdan azabını ortadan kaldırır. Amaç 'Ötekiler' söz
konusu olduğunda bir 'ölü vicdanlar ülkesi' yaratmaktır (Yumul, 2013: 130)
Yanıkkaya'ya göre temelde bir dışlama pratiğine işaret eden "ötekilik", en yalın
haliyle bireysel düzeyde "ben olmayan", toplumsal düzeyde ise, "biz olmayan"dır.
(2009).
Farklı etnik kimlik ve ırklardan oluşan milletlerin nefret söylemine bakış açısı
farklılık göstermektedir. Örneğin bugün ABD'de tartışılan nefret söylemi ile
Afganistan'da tartışılan nefret söylemi oldukça büyük farklılıklar göstermektedir. Nefret
söylemi toplumu oluşturan farklı kimlikte insanların bir arada yaşadığı yer ve tarih
boyunca ortaya çıkmış etkileşim ile etkileşimin olumsuz sonucu ölçüsünde gündeme
taşınır. Yoğun göçe maruz kalan, mültecilerin veya farklı etnik grupların yoğun olarak
yaşadığı bölgelerle coğrafi konumu nedeniyle göç akışından uzak ülkelerin nefret
söylemini tartışma oranları kıyaslanabilecek ölçüde değildir. Bu yüzden nefret
söyleminin uluslararası toplum tarafından kabul edilen tek bir tanımı yoktur. Kasım
2008'de yayınlanan Avrupa Konseyi Nefret Söylemi El Kitabı'nda yer alan tanımlamaya
göre, 1997 yılında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen kararda
nefret söylemi "ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, anti-Semitizm, ve hoşgörüsüzlüğe
dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her tür
ifade biçimi. Hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret, saldırgan milliyetçilik ve etnik
merkeziyetçilik, ayrımcılık ve azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli kişilere karşı
düşmanlık yoluyla ifade edilen hoşgörüsüzlüğü içermektedir" şeklinde tanımlanmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de, kararlarında yukarıda belirtilen tavsiye
kararlarına gönderme yapmış ve bu doğrultuda, nefret söylemini, "demokratik bir
toplumda hoşgörüsüzlüğe tahrik eden, hoşgörüsüzlüğü yayan, savunan veya mazur
gösteren her türlü ifade" olarak tanımlamıştır (Karan, 2013:95). Nefret söylemi,
bireylere, ırkları, ten renkleri, etnik kökenleri, toplumsal cinsiyetleri, milliyetleri,
dinleri, cinsel tercihleri, yetersizlikleri ve diğer bireysel ayrımcılık biçemleri temelinde
yöneltilen nefreti içeren ve teşvik eden söylemler olarak tanımlanabilir (Akdeniz, 2009).
Raphael Cohen- Almagor (2001) Nefret söylemini, bir şahıs veya grubu hedefleyen ve
bu bireylerin doğuştan gelen birtakım mevcut ya da fark edilen özellikleri dolayısıyla,
önyargıya dayalı, düşmanca ve kötü niyetli bir söylem olarak tanımlar.
Nefret söylemi; cinsiyet, ırk, din, etnik köken, ten rengi, ulusal köken, maluliyet, veya
cinsel yönelim gibi faktörlerin dahil olduğu özelliklere karşı takınılan ayrımcı, göz
21
korkutucu, onaylanmayan, düşmanca ve/veya önyargılı tutumları ifade etmektedir.
Nefret söylemi; hedeflenen grupları incitici, kişiliksizleştirici, taciz edici,
sindirici, küçük düşürücü, alçaltıcı, mağdur duruma düşürücü ve bu gruplara
karşı duyarsızlık ve gaddarlığı teşvik edici bir amaç gütmektedir ( Cohen-Almagor; 2011).
Nefret söylemi barındırdığı aşağılayıcı ifadelerle hedef alınan gruplar üzerinde büyük
bir psikolojik etki oluşturmaktadır. Hedef alınan kişi doğduğu ırk veya ten rengi gibi bir
sebepten hareketle nefret içerikli bir saldırıya maruz bırakılmakta ve kendisini
toplumdan dışlanmış hissetmektedir. Kişinin sahip olduğu bütün değerlere karşı bir
saldırı söz konusudur. Kimliği, ırkı, ten rengi veya cinsiyeti "üstün" gruplar tarafından
eleştirilmekte ve aşağı görülmektedir. Kişi içinde doğduğu özellikler bakımından suçlu
ve "öteki" ilan edilir. Toplumsal sınıflandırmada eğitim, eşitlik gibi en temel haklardan
bile bazı dönemsel uygulamalara bağlı olarak sınırlı düzeyde yararlanma imkanı elde
eder.
Nefret söylemi, nefret suçuna giden sürecin çıkış noktası, yani nefret suçunun önünü
açan tahammülsüzlüğün ve hoşgörüsüzlüğün dışavurumudur. Hedef alınan gruplara
"Toplumda size yer yok" mesajı yinelenerek verilir, grup üyeleri pasifleştirilir/
sessizleştirilir. Bu durum kaçınılmaz olarak demokratik düzeni yıpratır; zira insanın
en temel hakkı olan "yaşama ve katılım hakkı" ihlal edilmiş olur (İnceoğlu, Sözeri,
2012: 24)
Nefret söylemi sebep olduğu etkiler bakımından diğer çoğu suçtan ayrılır. Nefret
söylemi nefret ifadesi ile ruhsal, daha ileriki boyutlarda karşıdakine zarar verme
derecesinde de fiziksel boyuta geçebilir. Burada elbette kurbanın uğradığı saldırı veya
maruz kaldığı nefret içerikli ifadeler sadece mağduru hedef almamakta aynı zamanda
mağdurun dahil olduğu sınıfı etkilemekte ve tehdit oluşturmaktadır. Herhangi bir
mülteciye yapılan saldırı aslında tüm mülteciler için bir tehdit algısı oluşturur. Zarar
verilen kişi üzerinden mağdurun mensup olduğu gruba karşı "toplumdan dışlanma"
mesajı verilir. Toplumun dışına atılmış bu yüzden de fiziksel veya sözlü saldırıya
uğramış kişinin başından geçen olay yalnızca basit bir saldırıdan ibaret değildir. Hem
içinde bulunulan ülkenin sınırları içerisindeki tüm farklı etnik kökene, dine veya inanca
sahip insanlar için benzer tehlike kaynaklarının bulunduğuna dair bir işaret
gösterilmekte hem de bu kişilere "farklı" oldukları hissettirilmektedir. Nefret
söyleminin etkileri, en öz şekliyle "yaralayan kelimler" olarak ifade edilmiştir (Aktaran
Şahinkaya, 2016).
Toplum içerisinde diğer bütün bireylerle birlikte aynı haklara sahip olması
gereken birey bazı özellikleri nedeniyle "ötekileştirilmekte" ve bunun sonucu olarak da
hakaret veya saldırıya maruz kalmaktadır. Hakaret veya saldırı amaçlı kullanılan
ifadeler bir nefreti ifade etme biçimidir. Bir birey gündelik yaşam içerisinde Kürt veya
22
göçmen bir bireye karşı herhangi bir durumda sinirlenebilir veya olumsuz duygular
besleyebilir. Ancak bu duygu farklı etnik kökene sahip bireyi ve içinde bulunduğu
grubun tamamını kapsayacak şekilde biçimlendiriliyorsa ortada karşıdakini yıldırma
veya sindirme amaçlı bir nefret söylemi oluşturulmaktadır.
Dolayısıyla, nefret söylemi ırk, din, etnik köken, ulus, cinsiyet, cinsel yönelim, yaş
vs. temelinde ötekileştirilen belirli grupları toplumsal tasavvurda ahlaki ve vicdanı
sorumluluk alanının dışına itmek suretiyle, onların uğradıkları haksızlıkları manevi
açıdan görünmez, ahlaki/etik açıdan ise konu dışı ya da yersiz bir mesela kılar
(Yumul, 2013).
Bir duygudan hareketle ortaya çıkan nefret suçunun kesin bir tanımlamasını
yapmak ve suçun sınırlarının çizmek oldukça zordur. Nefret suçları tarihsel süreç
içerisinde yaşanan bazı dönüm noktalarıyla kavramsallaşmış ve yasalar arasında yerini
almıştır.
Ancak nefret suçları kavramsal olarak çağdaşımız olsa da adına bugün nefret suçu
dediğimiz eyler(ler)in tarihsel açıdan oldukça kadim olduğunu söylemek mümkündür.
Eylemin kendisi eski olmasına rağmen, bugün hala sosyal bilimcilerin ve
hukukçuların üzerinde tam olarak anlaştığı bir nefret suçu tanımı yapılabilmiş
değildir (Ataman, 2012:47)
23
yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Terimin içeriği 1990'larınbaşından itibaren ise
sadece "ırk" ya da "din" temelinde gerçekleşen saldırıları için değil aynı zamanda bir
kişinin cinsel yönelimi, ulusal kökeni, engellilik hali ve cinsiyeti nedeniyle yapılan
saldırılar için de kullanılmaya başlanmıştır (Aktaran Ataman, 2012)
İnsana özgü bir duygunun temelinde ortaya çıkan bir davranış olan ve bir suç
teşkil eden nefret suçunun tanımlanması hem insanların bu konuda bilinçlendirilmesi
hem de mağdurların haklarının gözetilmesi açısından hayati önem taşımaktadır.
Nefret söyleminde olduğu gibi, nefret suçunun da uluslararası hukukta bir tanımı
bulunmamaktadır. Bu alanda ortaya çıkmış tanımlardan biri Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Teşkilatı tarafından yapılmış ve nefret suçları, "mağdurun, mülkün ya da
işlenen suçun hedefinin gerçek ya da hissedilen ırk, etnik, ulusal köken, dil, renk, din,
cinsiyet, yaş, zihinsel ya da fiziksel engelli, cinsel yönelim veya diğer benzer
faktörlere dayalı olarak benzer özellikler taşıyan bir grupla gerçek ya da öyle
algılanan bağlantısı, ilgisi, bağlılığı, desteği ya da üyeliği nedeniyle seçildiği kişilere
veya mala karşı işlenen her türlü suç" olarak tanımlanmıştır (Aktaran Karan, 2013)
Nefret suçunun en önemli özelliği ortada mağdura yönelik yapılmış olan bir
fiilin varlığıdır. Nefret suçunu nefret söylemi veya nefret duygusundan ayıran temel şey
ortada bir fiziksel saldırı, herhangi bir mülk veya eşyaya yapılan saldırı ya da yakma
yıkma gibi doğrudan saldırıların yaşanmış olmasıdır. Örneğin kundakçılık suçundan bir
ev yakılması söz konusudur; bu fiil gerçekleştirilirken, bir gruba mensup bir kişiye
yönelik önyargı veya nefret ile hareket edildiği takdirde nefret suçu söz konusu
olmaktadır (Karan 2013). Nefret duygusunun söze dökülmesi ya da nefret içerikli
ifadeler her zaman suç unsuru oluşturmaz. Nefret suçunun ayrı bir suç olarak
değerlendirilmesindeki başat unsur bunun belirli bir önyargı ve fikirle işlenmiş
olmasıdır.
24
suçlarının hedefidirler. Bu nedenle, nefret suçları konusuyla ilgili her şey doğası gereği
toplumsaldır, sadece saldırganların ya da mağdurların değil, toplumun tümünün
yaşama biçimiyle, toplumu oluşturan farklı grupların birlikte yaşamaya ilişkin
anlayışları ve bu anlayışın, ideolojinin sonuçlarıyla doğrudan ilişkilidir, dolayısıyla
bütünüyle politiktir (Göregenli, 2013).
Şahinkaya'nın tanımına göre ise nefret suçları, birey veya gruplara karşı, onların
gerçek veya öyle sanılan kimlik karakteristik özelliklerine karşı duyulan bir
hoşgörüsüzlük ve bağnazlık nedeniyle işlenen suçlardır. Kişinin görünüşü nedeniyle
göçmen olarak algılanıp, bu yüzden fiziksel saldırıda bulunulmasında, mağdurun
sonradan göçmen olmadığının anlaşılması, işlenen fiziksel saldırı suçunun nefret suçu
olmasını engellemez (2016). Ayrıca suçun konusu olan ve hedef olarak belirlenen
kişinin, o karakteristikleri taşıyan grubun mensubu olması dahi aranmaz. Örneğin
LGBT bireylere düşmanlık besleyen bir kişi, bu grubun avukatlığını yaptığı için bir
kişiyi yaralarsa, bu fiil "nefret suçu" olarak değerlendirilecektir (Aktaran İnceoğlu,
2012). Özetle nefret suçunda her zaman hedef alınan gruba mensup bir kişinin doğrudan
saldırıya uğraması beklenmez, grubun haklarını savunan veya grupla bağlantılı herhangi
biri bu bağlantı yüzünden herhangi bir saldırıya maruz kalırsa bu da nefret suçu
kapsamında değerlendirilir.
Örneğin ABD'nin Georgia eyaletinde 1 Mart'ta siyahi bir çocuğun doğum günü
kutlamasını basarak ırkçı sloganlar atan çifte ceza olarak 19 yıl hapis ve 16 yıl gözetim
cezası verilmiştir. Olayda 25 yaşındaki Kayla Rae Norton isimli bir kadın ve 26
yaşındaki Jose İsmael Torres, 2015 yılında Afrika kökenli bir ailenin sekiz yaşındaki
oğullarının doğum günü partisini basarak, ırkçı sloganlar atıp konfederasyon bayrağı
açmışlardır. Olaydan sonra mahkemeye çıkan çifti siyahi aile affetse de mahkeme ceza
toplam 19 yıl ceza vermişti. (https://edition.cnn.com/2017/02/27/us/georgia-couple-
confederate-flags-threats/index.html, erişim tarihi 23/02/2018). Yine benzer bir örnekte
25
ABD'nin Kuzey Carolina eyaletinde aynı ailen 3 Müslüman öğrenci silahla vurularak
öldürülmüş ve bir nefret suçuna kurban gitmiştir. 23 yaşındaki Deah Shaddy Barakat,
21 yaşındaki Yusor Muhammad ve 19 yaşındaki Razan Muhammad Ebu Salha 46
yaşındaki Craig Stephen Hicks tarafından gerçekleştirilen cinayete kurban gitmiştir.
Hicks'in incelenen sosyal medya hesaplarında ise tüm dinlere karşı nefret içerikli
ifadeler bulunmuştur. (http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/02/150211
_abd_uc_musluman, erişim tarihi 23/02/2018) Yine benzer başka bir olayda da 31
Mayıs 2017 tarihinde Amerikan basketbol takımı Cleveland Cavallers'ın oyuncusu ünlü
basketbolcu Lebron James'in evine ırkçı saldırı düzenlenmiş, oyuncunun Los
Angeles'taki evinin ön kapısına ABD genelinde siyahi insanlara karşı ırkçı hakaret
olarak kabul edilen bir kelime sprey boyayla yazılmıştır.
(http://www.fanatik.com.tr/2017/05/31/lebron-james-in-evine-irkci-
saldiri-1297905. erişim tarihi 23/02/2018) 19 Haziran 2017 tarihinde de Londra'da
Finsbury Park Camii yakınında bir bir saldırgan camiden çıkanların üzerine
kamyonetini sürmüş olayda bir kişi ölmüş 10 kişi de yaralanmıştır. Saldırganın "Bütün
Müslümanları öldürmek istiyorum" diye bağırdığı iddia edilmiştir.
(http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40322896, erişim tarihi 23/02/2018)
Avrupa'nın çeşitli kentlerinde de sık sık bazı camilere ırkçı veya islamofobik saldırılar
düzenlenmekte ve camilerin ya camları kırılmakta ya da camiler kundaklanmaktadır.
Yine Avrupa'nın bazı bölgelerinde göçmenlerin kaldığı bazı binalar sık sık ırkçı
saldırılara sahne olmaktadır. Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi mağdurlar evlerinde,
ibadethanelerde veya herhangi bir kamusal alanda nefret içerikli bir suçla karşı karşıya
kalabilmekte ve bunun sonu ölümle bitebilmektedir. Örneklerdeki olaylarda
mağdurların kışkırtıcı herhangi bir eylemde bulunmadığı veya faille doğrudan iletişime
geçtiği görülmemektedir. Burada fail hem mağdura hem de mağdur üzerinden
mağdurun bağlı bulunduğu topluluğa bir mesaj vermekte ve tehdit algısı
oluşturmaktadır.
Fail için önemli olan, hedef alınan kişi ya da mal ile grup karakteristikleri arasındaki
ilişkidir. Çünkü failin asıl hedefi, kendisine karşı suç işlenen mağdur değil, o kişinin
belirli ortak karakteristikleri paylaştığı gruptur. Fail, mağdurun nezdinde tüm gruba
bir mesaj, bir nevi gözdağı vermektedir. (Akt. İnceoğlu, 2012). Verilmek istenen mesajı
genelde toplumda kabul görmedikleri, istenmedikleridir. Örneğin travestilere düşmanlık
besleyen bir fail, hiç tanımadığı bir kişiyi sırf travesti olduğu için öldürebilir. Bu halde
failin işlediği suç, kasten öldürme suçudur. Ancak, mağdurun öldürüşme sebebi, travesti
olmasıdır. Failin saikı, burada kasten öldürme suçunu "nefret suçu"na
dönüştürmektedir. Failin esas amacı ise, tüm travestilere bir gözdağı vermek, onları
tedirgin (İnceoğlu 2012).
26
ABD'nde işlenen nefret suçları, modern nefret suçları ile ortak karakteristik
özellikler taşımaktadır: Mağdurlar, farklı ırk ya da azınlık gruplara mensupturlar.
Çoğunluğa göre bunlar, ekonomik ya da siyasi olarak dezavantajlı durumdadırlar.
Toplumda yaygın olan kültürel değerler ve gelenekler, mağdurların ayrımcı ve
eşitlikçi olmayan bir muameleye maruz kalmalarına olanak sağlamaktadır. Suç failine
göre, mağdur topluluk, kendisinin yaşam biçimi ve kalitesine karşı ciddi bir tehdidi
temsil etmektedir ( Aktaran Şahinkaya, 2016)
Aynı zamanda en ağır sonuçlara yol açan insan hakları ihlallerinden biri olarak nefret
suçları, kurbanların yaşadığı açık fiziksel zararların dışında , fiziksel zarar görme
korkusuna ilişkin artan hassasiyet ve kalıcı stres gibi olumsu psikolojik sonuçlar
doğuruyor. Psikolojik sonuçları açısından uzun süreli travmatik etkiler ve bu
travmatik etkiler sonucu ortaya çıkan zihin ve ruh sağlığındaki bozulmalar bazen
intihara varan sonuçlara varabiliyor. ... Ağır ve sürekli saldırı durumlarında anksiyete,
gerginlik, depresyon, stres, güvenlik endişesi, öfke ve toplumdan uzaklaşmaktan
nefrete kadar varan olumsuz duygulara ve yaşantılara yol açan sonuçlar adeta
kaçınılmazdır (Kaos Gey-Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği,
2012).
İşlenen nefret suçuyla verilmek istenen "mesajı" alan bireyler hayatlarının geri
kalanında ya bu tehditle yaşamaya mecbur bırakılmakta ya da semt, şehir veya ülke
değiştirmek zorunda kalmaktadırlar. Fiziksel ya da sözlü saldırıya uğrayan mağdurun
yanında bu saldırıdan dolaylı olarak etkilenen kesimde saldırının sonuçlarına katlanmak
durumundan kalmaktadır.
Göregenli'ye göre, nefret suçlarına neden olan mağdurlara yönelik kişisel geçici öfke
ya da planlı zarar verme isteğinden kaynaklanan, saldırganların kişisel motivasyonları
27
değil, mağdurun ait olduğu gruba yönelik önyargılar, ayrımcılık ve yanlılıklardır.
Dolayısıyla, sadece bir insana ya da gruba ruhsal ya da fiziksel zarar verilmesi
sonucunu doğurmazlar, aynı zamanda saldırılara maruz kalan gruplara ait insanların,
kendilerini ifade etmelerinin, hatta varlıklarını sürdürmelerinin önünde de ciddi tehdit
ve engel oluştururlar. Böylece, nefret suçlarına hedef olmaktan korunmanın tek yolu,
kendiliğinden, insanın oluşunu, varlık biçimini reddetmesi, en hafifinden varoluşunu
görünmez kılmaya çalışması haline gelir ki, bu da nefret suçlarının nedeni olan
ideolojik arka planın esasen toplumda belirli grupların varlığına yönelen bir tehdit
oluşturduğunu gösterir. Nefret suçlarının yarattığı tehdit ve korku ortamının olası
mağdurlara mesajı açıktır: Ya böyle var olma, ya da böyle olduğunu belli etme. ( 2009,
2013).
Toplumun belirli bir kesimine iletilen bu "böyle var olma, ya da böyle olduğunu
belli etme" mesajı çoğunluk grup tarafından da benimsenirse toplumun geneline hakim
güvensizlik ortamı içinde daha çok kategorize etme ve bölünme meydana gelecektir.
İnsanlar mağdur ve çevresine verilen bu mesajı destekler nitelikte davranış ve
yaklaşımlardan kaçınılmalı bu mesajın tam tersi, herkesin eşit haklara sahip olduğu
gerçeği hissettirilmelidir. İnceoğlu'na göre nefret suçları, ırk, etnik köken, cinsiyet, din
gibi farklılıklara bağlı olarak toplumun bölünmesine yol açar ve toplumsal çatışmayı
tetikler. Eğer mücadele edilmezse nefret suçları tekrarlanacak, bu suçların şiddeti
artacak ve alanı genişleyecektir (2012). Failin bazı önyargılar ve ayrımcılık duygusuyla
gerçekleştirdiği suçun medyada yayılması ve duyulmasıyla birlikte benzer duyguları
taşıyan başka kişilerde de bir cesaretlendirme veya teşvik söz konusu olacak ve ucu
ölüme kadar varabilen nefret suçları işlenecektir. Failin kendisine tanınan bu "nefret
suçu özgürlüğü" alanı içerisinde, cezalandırılmaması durumunda, saldırının yeni
versiyonlarına zemin hazırlanmaması için hiçbir sebep yoktur. Örneğin ABD'de çok
eski yıllara dayanan ırkçılık tartışmalarının, verilen cezalara rağmen bugün hala devam
ettiği, bir kesimin "başkasının yasal haklarını kısıtlama isteğinden" asla vazgeçmediği
ve caymadığı görülmektedir. Nefret suçlarının önlenmesi hakkında yapılan araştırma ve
değerlendirmelere göre bu konuda atılacak olan en önemli adım mağdurlara verilecek
destektir.
Özellikle birçok etnik köken veya ırka mensup bireyi barındıran toplumlarda
toplumsal ayrışmanın önüne geçilmesi ve bu ayrışmanın tamamen engellenmese dahi
küçültülmesi toplumların geleceği ve insanların yaşam kalitesi açısından çok önemlidir.
Mağdur ve mağdur üzerinden dolaylı olarak tehdit edilen grup herhangi bir saldırıdan
en az mağdur kadar etkilenmekte ve sosyal yaşantısını buna göre düzenlemektedir.
Atanan'a (2012) göre nefret suçları demokratik ve çoğulcu toplumların temeli ve yapısı
bakımından tehdit oluşturmaktadır. Bu suçlar çok çirkindir; çünkü temel olarak
kurbanların kimliklerine saldırır, bireyin ötesine geçerek bireyin ait olduğu topluluğun
geneline yönelik bir mesaj gönderir.
Nefret suçunun kurban ve kurbanın üye olduğu topluluk açısından farklı etkileri
vardır. Eğer Yahudi bir bireye saldırı gerçekleşirse, bundan tüm Yahudi topluluğu
etkilenir. Toplulukta çaresizlik duygusu uyanır. Bu bireyin başına gelen, topluluğun
28
herhangi bir üyesinin de başına gelebilir.; çünkü kurban bireysel nitelikleri değil, grup
aidiyeti nedeniyle seçilmiştir. Bu yüzden bireyin böylesi bir saldırıdan kaçınma şansı
pek yoktur. Grubun diğer üyeleri de kendini tehdit edilmiş hisseder (Ataman, 2012)
Nefret suçları insan hakları fikrinin bizzat kendisine yönelik bir saldırıdır. Başta BM
İnsna Hakları Evrensel Bildirgesi olmak üzere, uluslararası düzeyde kabul gören ve
saygın bir yere konan insan hakları sözleşmeleri "bütün insanların onur ve haklar
bakımından eşit olduğunu" belirtmektedir. Nefret suçları insan hakları
sözleşmelerinin temel argümanlarından biri olan eşitlik ilkesinin açık bir ihlalidir.
İnsan hakları sözleşmeleri açık bir şekilde ayrımcılığı yasaklar ve eşitliği savunur.
Nefret suçları aynı zamanda, uluslararası insan hakları sözleşmeleri tarafından
garanti altına alınan, kişinin "zihinsel ve fiziksel bütünlük" hakkına yönelik bir
saldırıdır. Nefret suçları "yaşam hakkını" hiçe sayar. Önyargılar nedeniyle saldırılara
maruz kalan bireyler ve ait oldukları topluluklar yaşadıkları travmayı uzun bir süre
üzerlerinden atamadıkları için zihinsel ve fiziksel bütünlükleri zarar görür. Bu durum
aynı zamanda devletlerin insan haklarını korumak için verdiği sözleri ve
yükümlülükleri yerine getirmediği anlamına gelir (Ataman; 2012).
Nefret suçu gibi sadece tek bir insanı değil bütün bir toplumu ilgilendiren, yalnız
fiziksel değil aynı zamanda ruhsal yaralar açan bir suçun önlenmesi hem yasal
düzenlemeler hem de toplumsal bilinç düzeyinin artırılmasını gerektirmektedir. Nefret
suçu diğer suçlar gibi etkileri bir saat ya da en fazla bir hafta sonrasına kadar süren basit
suçlardan farklı olduğu için elbette hukuki açıdan bu özellikler dikkate alınmalı ve buna
göre çeşitli düzenlemeler yapılmalıdır. İktidar sahipleri toplumun her kesimini korumak
ve temel yaşam haklarının devamını sağlamakla yükümlüdür. Nefret suçları da bu
yükümlülüklere doğrudan tehdit oluşturan bir potansiyele sahiptir. Dolayısıyla iktidar
sahipleri ellerine aldıkları sorumluluklar çerçevesinde her bireyin eşit şekilde
muameleye tabi tutulduğuna veya nefret suçuna zemin hazırlayacak ayrımcı
uygulamaların engellendiğinden emin olmak zorundadırlar. Ancak başta farklı
kimliklere sahip bir çok kesimin, ya da farklı inanışa sahip birçok toplumun bir arada
yaşadığı daha büyük toplumlarda yasaların sıkı bir düzen içerisinde uygulandığını
görmek oldukça zordur. Nefret suçunun önlenmesinde sadece yasa yapıcıların görevi
yoktur. Her bir birey, bir sonraki saldırının kendisine karşı bir saldırı olabileceği
ihtimalini göz önünde bulundurarak, mağdur kişi veya gruplara destek olmalı bu gruba
iletilmek istenen "mesajı" engellemelidir.
Günümüzde gerçekleşen çok sayıdaki nefret suçu vakası göstermektedir ki, nefret
suçları "şiddetin manifestosu" olarak mağdur üzerinden, mağdurun ait olduğu
topluma bir bütün olarak mesaj göndermektedir. Dolayısıyla belli bir zamanda
29
gerçekleşen bir nefret suçu, yaşamın farklı alanları üzerinde yankılanabilmekte ve
kuşaklar üzerinde bir tür çarpan etki yaratabilmektedir (Ataman, 2012).
2.2.1 Önyargı
Toplumu oluşturan farklı katmanlar içerisinde yer alan insan medya, eğitim
sistemi, çalışma hayatı veya genel kültür ve çevrenin etkisiyle bir kişiye yönelik
olumsuz fikirler besleyebilir, önyargı üretebilir. Önyargı ve kalıpyargılar ayrımcılığın
ortaya çıkmasındaki en önemli iki unsurdur. Ayrımcılıkta ortada açıkça görülen bir
duygu veya eylem vardır. Önyargı veya kalıpyargı ise kişiye duyulan "olumsuz duygu
veya düşünce" dışında herhangi bir eylem veya uygulama barındırmamaktadır.
Ayrımcılığın ve buna bağlı olarak nefret söyleminin anlaşılması için ayrımcılığa sebep
olan önyargının tanımının yapılması gerekir. Önyargı, bir grubun (dini, etnik, cinsiyet,
ırk vb.) tamamına, ya da bir gruba ait olduğu için belli bir bireye yöneltilen, hatalı,
değişmeyen ve genellemeci olumsuz tutum olarak tanımlanıyor ( Aktaran: Gürkaynak,
2012). Göregenli'ye göre önyargılar ve dolayısıyla ayrımcılık, bir gruba ya da grup
üyelerine yönelik olumsuz düşüncelerin yanı sıra hoşlanmama, hor görme, kaçınma ve
nefret etmeye kadar uzanan olumsuz duyguları içeren tutumlara da yol açarlar.
Önyargılar, diğer insanları, bireysel varoluşlarından değil, grup aidiyetlerinden
hareketle değerlendiren bir tutumu ve olumsuz , dogmatik kanaatleri ifade eder (2012)
Ayrımcılığın temelinde yatan önyargının ortaya çıkması için bir süreç ve altyapı
gerekmektedir. Örneğin5-6 yaşlarındaki bir çocuğun herhangi bir arkadaşına karşı
önyargı beslemesi veya ayrımcılığa yol açacak bir davranışta bulunması mümkün
değildir. Ancak bu yaşın ilerlemesi ve aileden veya çevreden kazanılan bazı fikirler ve
edinilen çeşitli yargılarla ortaya çıkabilir. Toplumun hangi kademesinde olursa olsun
insanlar "dış gruba" karşı önyargı beslemeye ve buna göre davranmaya meyillidir.
Kendi sosyal çevresi içerisinde kendisini ve çevresini "doğru" olarak gören kişi bunun
dışında kalanların "yanlış" tarafta olduğunu düşünmekte ve buna göre davranması
gerektiği fikrine kapılmaktadır. Toplumsal yapı, gruplararası ilişkilerde geçerli olan
kalıpyargılar, normlar, yasalar, kurumsal işleyişe ilişkin düzenlemeler ve baskın
grupların 'diğerleri' üzerinde güçlerinin korumalarını sağlayan diğer tüm mekanizmalar
önyargı ve ayrımcılığın ortaya çıkmasında etkili olan toplumsal etkenler arasında
sıralanabilir (Göregenli 2012: 248). Önyargıların oluşumuyla birlikte toplumun belirli
bir kesimine karşı yönelen tutum ve davranışlardaki değişim nesilden nesile aktarılan
bir süreç içerisinde kesinleşmiş ve sorgulanamaz kalıplara dönüşür. Bunun sonucunda
da yıkılması zor önyargılar ve peşin hükümlerle ulaşılmış kalıpyargılar toplumun
bütününe hakim fikirler olarak kendini gösterir. Özünde değişmeyen kemikleşmiş
yargılardan oluşan önyargı sosyal hayatın her alanına sirayet ettiği ölçüde gruplar
arasındaki ayrımı ve mesafeyi artırır. Önyargı ve kalıpyargılar insan olma özelliği ile
birbirine eşit olması gereken toplumun tüm bireylerini "öteki", "diğeri" şeklinde
genellemeler ve kategorilere hapsetmektedir.
Önyargı sadece ayrımcılığa neden olmakla kalmayıp, çoğu zaman gruplar arasında
yaşanan çatışmanın ve hatta şiddetin gelişiminde de anahtar bir rol oynamakta.
Birbirini düşmanca algılayan gruplar, 'öteki' grubun üyelerine tamamen olumsuz
özellikler atfederken; kendi grupları için sadece olumlu genellemelerde bulunurlar.
30
Uyuşmazlık ( çatışma) tırmandıkça bu hatalı genelleyici tutumlar daha da belirginleşir
ve kemikleşir. Gruplar arasında iletişim kesilebilir; bireyler 'öteki' grubun üyeleriyle
minimum düzeyde temas kurabilir hatta hiç temas kurmayabilir. Fiziksel ve
psikolojik ayrışma önyargıyı daha da besleyebilir, 'öteki' grup gitgide daha homojen
ve olumsuz özelliklerle anılır hale gelebilir...Nihayet bireylerin gözünde 'öteki'
grubun üyeleri artık kendileriyle 'eşit' haklara veya sosyal, ekonomik statüye sahip
insanlar olmaktan çıkar. İlişkiler bu aşamaya vardığında 'öteki' grubun tüm üyelerine
karşı ayrımcılık ve şiddet içeren davranışlar 'meşru' görülmeye başlanır ( Gürkaynak,
2012: 256)
31
temel eksenleri değişmemiştir. Önyargı, eksik/hatalı bir yargılama süreci sonucunda
oluşmuş, bir insan grubuna veya o grubun tekil üyelerine yönelik, genellikle olumsuz
bir tutum olarak tanımlanır (Aktaran: Paker, 2012).
Karşı tarafın insan olma özelliğini bir kenara konularak öteki tarafın bağlı
bulunduğu gruba atfedilen genelleyici özellikler çerçevesinde bir yaklaşım içerisinde
hareket edilir. Ancak yukarıda da ifade edildiği üzere insanlar arasında kurulacak doğru
etkileşim ortamı, oluşturulacak toplumsal temas ile kalıplaşmış fikir ve önyargılar
kısmen önlenebilir. Allport , önyargının sadece belirli bir konudaki tutumla sınırlı
olmadığını söyler; aynı şekilde sadece belirli bir gruba yönelmesi de olası değildir. Ona
göre önyargı, muhtemelen dünyaya ilişkin bütünlüklü bir düşünme alışkanlığını yansıtır
(Aktaran Göregenli, 2012: 26).
2.2.2 Kalıpyargı
32
kalıpyargıların ve önyargıların oluşumunda temel bir bilişsel süreç olarak ortaya
çıktığını söyler. İnsanlar, dünyayı anlayabilmek, dünya üzerine düşünebilmek için
öngörülerde bulunma ihtiyacı duyarlar. Bu nedenle, her yeni uyaranı ayrı ayrı değil de
bir sınıflama çerçevesinde değerlendirirler. İşte bu gruplama işlemi sınıflandırma olarak
adlandırılır ( 2012). İnsanları sosyal sınıflandırma yoluyla algılamanın altında aslında
son derece masum bir neden yatmaktadır. Bu süreç, 'aşırı bilgi yükünden kurtulmanın
bir yolu'dur. Sosyal sınıflandırmanın en önemli işlevi sosyal dünyayı yalınlaştırmak;
algılama, hatırlama, düşünme ve tepki verme süreçlerini hızlandırmaktır (Aktaran:
Madran, 2012). Kalıpyargının tanımı yapılırken, olumlu kalıpyargıların yanında
olumsuz kalıpyargıların önyargı ve ayrımcılığa zemin hazırlaması üzerinde durulur.
Kalıpyargı sosyal çevreyi basit imgelerle kolay tanınır hale getirse de kalıplaşmış
fikirler insanların birbirlerini doğru tanımasının ve toplumsal temasın gerçekleşmesinin
önüne geçer. Şablonlaşmış düşüncelerle ötekileştirilen gruplar veya bireyler bu
şablonun dışına çıktıklarında diğer gruplar için bir tehdit oluştururlar.
33
Önyargı veya kalıpyargıların davranışlara ve sosyal hayata yansıması en çok
toplumsal kabul şartlarında şekillenir. Baskın grup hangi grubun hangi mesleklerde
veya statüde olacağına karar verebilmekte ve toplumsal rol dağılımını buna göre
yapmaktadır. Bu rol dağılımı bozulmak istendiğinde de "tehlike" ortaya çıkar. Çayır, alt
konumlu gruplara karşı ayrımcı tutum ve davranışların ortaya çıkmasındaki sebebin
hakim grupların kentsel mekanlarını, işlerini kaybetme korkusundan kaynaklandığını
öne sürer (2012). Alt grubun özelliklerini reddeden birey baskın gruba karşı tehdit
oluşturmakta çünkü baskın grubun hakim olduğu alanlarda hak iddia etmektedir. Sosyal
statüde, eğitimde eşit haklar talep eden alt gruba mensup birey baskın grup tarafından
tehdit oluşturma tehlikesine göre dışlanır ve ötekileştirilir.
Damganın görünür olmadığı durumlarda (eşcinsel olma, Alevi olma vb.), azınlıktaki
gruplar kendilerini gizleyip, ikili bir hayat yaşamak zorunda kalabilirler. Ancak bazen
damga görünürdür; başörtülü, siyah ya da kadın olmak durumlarında olduğu gibi. Bu
durumda da bazen gruplar damgaya sahip çıkıp, ona statü kazandırma mücadelesi
verebilir... Bunların dışında madun gruplar, konumlarına itiraz eden ve eşitlik talep
eden bir toplumsal ve siyasal hareket de yürütebilirler (Çayır, 2012).
2.2.3 Ayrımcılık
Toplumda bir arada belirli kurallar bütünü içinde yaşayan insanların, ırk,
cinsiyet, cinsel tercih, veya din sebebiyle farklı muameleye maruz bırakılması, insanlar
arasında olması gereken eşitliğin ortadan kaldırılması ve bu fikirlerin davranışlara
yansıtılması ayrımcılığı doğurur. Her bir birey yaşadığı ülkede veya zamanda doğrudan
34
ayrımcılığa maruz kalmasa da, kökü çok eski yıllara dayanan ayrımcılığın izleri pek çok
alanda ortaya çıkmaktadır. Ayrımcılık, eşitliğin, insanlar arasında kurulmuş veya
kurulmak istenen adil düzenin bozulması ve insanların en temel hakların çiğnenmesidir.
Her etnik kökeni, ırkı, cinsiyeti, kültürü neredeyse tüm insanlığı ilgilendiren
ayrımcılık sorunu soykırıma varabilecek düşüncelerin çıkış noktası olması sebebiyle
genel toplum düzeni için tehlike yaratmaktadır. Göregenli'ye göre ayrımcılık ister bir
hukuk sorunu ister adalet sorunu olarak tanımlansın, son çözümlemede, insanlar
arasındaki ilişkilerde ortaya çıkan, zihinsel kaynakları ve nedenleri olan insani bir
sorundur (2012:20). Bu "insani sorun" eşit olarak doğan tüm bireylerin haklarını
ellerinden almaya ve üstün olan grubun anlayış ve vicdanına bırakmaya yol açmaktadır.
Göregenli'ye göre ülkemizde ayrımcılıktan söz edildiğinde nüfusun büyük bölümünün
ayrımcılıkla doğrudan, tümünün ise dolaylı ilişkisi olduğu görülebilir. (2012: 20)
Ayrımcılık yasalara ve yenilenen hukuki düzenlemelere rağmen her devirde ortaya
çıkmış ve insanların yaşamlarını etkilemiştir. Ayrımcılığın uygulanma düzeyi ise bazı
toplumlarda eşitliğin ihlalini "olağan" görmeye, ayrımcılığı bir suç olarak kabul
etmemeye kadar varmıştır.
35
eden Avrupa ülkelerinde ayrımcılık bütün yönleriyle tartışılmaktadır. Çayır, kültürel
özellikleri, toplumsal yapıları ve tarihsel arka planları itibarıyla her ülkenin ayrımcılık
konusundaki duruşun farklı olduğunu söyler. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde
ayrımcılık, hukukun, siyasetin, eğitimin ve gündelik dilin bir parçasıdır. Gene
İngiltere'de, izlenen çokkültürcülük politikası sonucu etnik grupların sorunları açıkça
konuşulur (2012; 6). Birçok kültürün bir arada yaşadığı toplumlarda oluşan hiyerarşik
grupların toplum dışına itilen gruplara karşı ayrımcılık nesilden nesile yayılan bir
"geleneksel düşünce" halini alır. Örneğin farklı cinsel yönelimlere bakışın herhangi bir
ülkede 20 veya 30 yıl içinde çok fazla değiştiği söylenemez. Gelişim ve artan kültür
düzeyiyle bazı farklılıklar görülse de temelde o gruba dayatılan 'öteki' etiketi yerini
korumaktadır. Çayır, Türkiye'de ayrımcılık konusunda sosyal bilim literatüründe ve
hukuksal alanda derin bir boşluk olduğunu ve bunun sebebinin Türk modernleşmesinin
birlik-beraberlik ideolojisi altında homojen bir nüfus yaratma ideali olduğunu söyler.
Çayır'a göre "Bizde ayrımcılık yoktur" iddiasını oluşturan temel tez, Türkiye'deki hakim
'hoşgörü' söylemidir (2012). Tarih kitaplarında yer alan bilgilerde Osmanlı Devleti'nin
diğer milletlere sağladığı kolaylıklar ve gösterdiği hoşgörü sıklıkla anlatılmakta ve bu
hoşgörü geleneğinin altı çizilmektedir. Çayır, Türkiye'de modernleşmeyle birlikte, farklı
kesimlerin ayrımcılığa uğradıklarını dile getirdiklerini ve eşitlik talep ettiklerini söyler
(2012). Farklı kültürlerin daha çok etkileşime girmesi, insanların toplumsal teması daha
yaygın hale getirmesiyle ayrımcılık bir nebze azaltılmaya çalışılsa da farklı toplumlar
tarafından, yıllardır süregelen bir "dışlayıcı anlayış" ile devam ettirilen ayrımcılık fikri
değişmemektedir. Daha çok etkileşim ve "bir arada olma ve yaşama" kültürü
yaygınlaşsa da ülkeler ve milletler arasında bulanıklaşan sınırlar bazen iki tarafın da
tahammülsüzlüklerini artırmakta ya da tetiklemektedir. Çayır teknolojik gelişmeler
eşliğinde küreselleşmeyle ülkelerin gündemlerinin iç içe geçtiğini ve bunun sonucu
olarak da nefret söyleminin arttığını savunur ( 2012).
36
Küreselleşme, medya, milliyetçi propaganda ve baskın güçlerin söylemleriyle
yayılan nefret söylemi ve nefret söyleminin çıkış noktası ayrımcılığın önlenmesi
toplumların güveni, refahı ve bir arada yaşama özürlülüğü için son derece önemlidir.
Ayrımcılık engellenebildiği ölçüde engellenmeli ve toplum bu konuda
bilinçlendirilmelidir. Ayrımcılığa dayalı şiddet türleri basit tacizlerden başlayıp,
katliamlara kadar uzanabilir. Önyargıya dayalı ayrımcılığın doruk noktası soykırımdır
(Paker, 2012:43).
Ayrımcılığı doğuran, farklı özellikleri olan grupların toplumsal hiyerarşi içinde 'aşağıda'
ve 'dezavantajlı' olarak konumlandırılmalarıdır. Ayrımcılığı yaygınlaştıransa,
farklılıkların algılanma biçimleri, bazı özelliklerin diğerlerinden üstün olduğuna dair
inançlar, her düzeyde iktidarın 'fark'a ve 'farklı olan'a yaklaşımı, 'azınlık' gibi çoğunluğa
ait olmayana ilişkin dışlayıcı, ayrımcı ideolojik söylemsel yapıdır...Bu zihinsel yapı
dünyaya ilişkin bütünlüklü bir düşünme alışkanlığını yansıtır. Hiyerarşik bir biçimde
örgütlenen toplumlarda, iktidarlar gerek sistemi, gerekse insanlararası ilişkileri güç
sahibi olma temelinde tanımlar ve hayata geçirirler. Bu bir kez gerçekleştiğinde, kimin
37
yukarıda kimin aşağıda olduğu konusunda bir tür söz birliği oluşur ve günlük hayatta bu
hiyerarşik yapı bireylerin zihninde normalleşir ( Göregenli, 2012: 22,23).
Nefret söylemi korumasız ve azınlıktaki gruplara, cinsel tercihi, ırkı, dili veya
dini farklı olan kişilere karşı çoğunluk veya baskın grup tarafından yöneltilmektedir.
Nefret söylemi egemen söylemin daha baskın olduğu medya aracılığı ile sürekli olarak
yeniden üretilir. Türkiye'de diğer ülkelerde olduğu gibi azınlıkta bulunan farklı din, din
ve ırka sahip kişiler farklı dönemlerde ve çeşitli yerlerde nefret söylemine maruz
kalabilmektedir. Nefret söylemi türleri, hedef aldığı gruba göre, 'siyasal', 'kadınlara
yönelik', 'yabancılara ve göçmenlere yönelik', 'cinsel kimlik temelli' ve 'engellilere ve
çeşitli hastalıklara yönelik' şeklindeki yedi başlık altına toplanabilir (Binark ve Çomu,
2012, https://yenimedya.wordpress.com/2012/01/20/sosyal-medyanin-nefret-soylemi-
icin-kullanilmasi-ifade-ozgurlugu-degildir/, erişim tarihi: 18/02/2018).
38
Irk temelli nefret söyleminde insanların doğuştan sahip olduğu birtakım
özellikler 'ötekileştirme' sebebi olarak görülmekte ve bu özellikler olumsuz
davranışlarla bağdaştırılmaktadır. Siyahların, belli suçlarla bağlantısını kurmak, Arap-
Amerikan ve Müslümanların terör örgütlerine destek verdiğini iddia etmek, belli bir ırka
hayvanlara benzetmek, belli karakteristik özellikleri taşıyanların bir hizmetten
yararlanmayacağını duyurma gibi tutum ve davranışlar, doğrudan insan onuruna birer
saldırı niteliğindedir (Aktaran, Şahinkaya, 2016: 9). Center for American Progress'in
raporlarına göre, bir siyahinin hayatının bir döneminde hapse girme ihtimali üçte
birken, beyazlarda bu oran 17'de birde kalıyor. ABD Ceza Komisyonu da ceza
sisteminin siyahilere, beyazlara göre aynı suçtan yüzde 10 daha fazla mahkumiyet
verdiğine dikkati çekiyor. Afrika kökenli Amerikalılar da ayrımcılığın adalet
sisteminden medyaya film endüstrisinden günlük yaşama kadar hala devam ettiğine
inanıyor. Pew Research'in araştırmasına göre, siyahilerin yüzde 70'i polisin, yüzde 68'i
mahkemelerin, yüzde 54'ü iş yerlerinin, yüzde 51'i okullarının, yüzde 44'ü de restoran
ve mağazaların, kendilerine beyazlara göre daha az adil davrandığını düşünüyor
(http://www.dunyabulteni.net/haber/328952/abdde-mahkumlarin-yuzde-40i-siyahi,
erişim tarihi : 11.03.2018). Nefret söylemi aynı zamanda farklı milli kimlik ve
azınlıktaki etnik kökenlere karşı da kullanılmaktadır. Etnik köken ve milliyetlere karşı
duyulan hoşgörüsüzlüğün bir şekli olarak nefret türlerinin kışkırtılması, bu bakımlardan
çoğulcu ülkeleri tedirgin etmiştir. Bu hoşgörüsüzlük çoğu kez, "saldırgan milliyetçi ve
etnik merkezci" kişi ve gruplardan gelmektedir ( Aktaran Şahinkaya, 2016:10). Farklı
gruplara karşı kullanılan nefret söylemi medyanın elinde hakaret ve aşağılamaya varan
ifadelerle kullanılmaktadır. Farklı etnik gruba ait öğeler suç unsurları ile hakaret ve
ötekileştirici kalıplarla bir arada tutulmakta ve ayrımcılığı doğuran bir algı
oluşturulmaktadır. Kürt sorunu terörizm ve PKK ile özdeşleştirilerek, Kürtler hakkında
'cani'i, 'hain', 'kalleş, 'çapulcu', 'dağdan inenler' türünden, sloganlaşmış ve
'korkunçlaştırıcı' kalıpyargılar kullanılıyor ( İnceoğlu,
http://www.yasemininceoglu.com/documents/haberturk_14.04.2011.pdf. erişim tarihi:
11.03.2018). Diğer yandan, spor medyası da nefret söylemini ve nefret suçunu ciddi
olarak körüklüyor; "Türklük", "Türkiye", "canım Türkiyem", "vatan", "ay-yıldız" gibi
ifadeler sıklıkla kullanılıyor. "Hindi dediniz bize, nasıl yedirdik size" türünden
başlıklarla şiddet kültürü yeniden üretiliyor (Talimciler, 2005).
Nefret suçuna en çok maruz kalan bir diğer grup da toplum içinde azınlık
durumunda kalan göçmenlerdir. Göçmenler okul işyeri ve sosyal hayatın içindeki çoğu
kuruluşta ötekileştirici muameleye maruz kalmaktadır. Göçmenler ülke ekonomilerinin
en tehlikeli ve en zor şartlardaki işlerini yapmakta ve buna karşılık oldukça düşük
ücretler almaktadırlar. Göçmenlerin bazı vatandaşlık haklarından yoksun olması fırsat
bilinerek iş yerleri bu kişilere karşı sistematik bir ayrımcılık uygulamaktadır. İktidarlar
tarafından yürütülen göçmen karşıtı politikalarda bu muameleleri çoğaltmakta ve teşvik
etmektedir. Irkçı, ayrımcı söylemlerin oluşmasında biz ve onlar karşıtlığı çok önemlidir.
Azınlıklar, yabancılar ve göçmenler toplumda farklılık olarak görülmektedir. Bu
nedenle yabancılar, göçmenler ve çoğunlukla azınlıklar "kovulması, sürülmesi ve
savaşılması gereken" düşman olarak görülmektedir ( Köker ve Doğanay,2010, s.51-55).
Toplumdaki kalıpyargılar sonucu ortaya çıkan nefret söylemi ve suçu medya aracılığı
ile sürekli yeniden üretilmektedir. Türkiye'de son yıllarda Suriyeli mültecilere yönelik
oluşturulan nefret duygusu da buna örnek olarak verilebilir. Hrant Dink Vakfi'nın
yayınladığı Medyada Nefret Söyleminin izlenmesi araştırmasında 2017yılının ikinci
dört aylık döneminde elde edilen bulgularda en çok Yahudiler ve Suriyelilerin hedef
39
alındığı görüldü. Suriyeli göçmenler medyada sistematik olarak cinayet, hırsızlık, taciz
gibi kriminal olaylarla anıldı (https://hrantdink.org/attachments/article/1216/Medyada-
Nefret-Soylemi-Izleme-Raporu-Eylul-Aralik-2017.pdf, erişim tarihi: 12.03.2018).
40
Daha çok güç ve hakimiyet alanı için mücadele eden siyasi gruplar veya iktidar
sahipleri belirli bir kesime karşı nefret söylemi kullanmayı, kamuoyunun dikkatini
çekme ve puan toplama aracı olarak görmektedirler. Şahinkaya'nın Van Dijk'ten
aktardığına göre uluslararası insan hakları hukukunun kendilerine yüklediği
sorumluluklara rağmen, siyasal iktidarların bu yola başvurmak istemelerinin temelinde
toplum üzerinde gücünü ve kontrolünü artırmak düşüncesi vardır. Siyasal iktidarlar, bu
şekilde başka insanların yapabilecekleri ve yapamayacaklarını denetlemeye
başladığında, insanlar üzerinde iktidar olmanın konforunu yaşarlar (Aktaran Şahinkaya:
2016:19). Bu yollarla insanların düşünceleri denetlenmekte ve ne hakkında nasıl
düşünmeleri gerektiği kontrol altına alınmaktadır. Dijk, siyasi iktidar sahiplerinin, öteki,
yani kendileri gibi düşünmeyen insanların sadece eylemlerini kontrol altına alma değil,
aynı zamanda toplumdaki tartışma ve konuşmalarda da bazı söylemleri kontrol altında
tutma amacı taşıdığını söyler (Aktaran Şahinkaya, 2016: 19). Hakim güç olan devletin
ürettiği ya da üretilmesine izin verdiği nefret söylemi siyasetçileri destekleyen halka
yayılmaktadır. Özellikle toplum tarafından daha çok benimsenmiş ve kabul görmüş
liderlerin nefret söylemleri daha geniş kitlelere ulaşmakta ve normal kabul edilmektedir.
Liderlerin ve siyasetçilerin söylemlerinin medya ve toplum üzerindeki etkisi
düşünüldüğünde nefret söyleminin varacağı boyut azımsanmamalı ve siyasiler
söylemlerine özen göstermelidir.
Siyasi liderlere duyulan sevgi, siyasi partiye/ ideolojiye olan bağlılık ya da iktidarın g
ücü elinde bulunduran yapı olması kimi zaman bireyleri siyasi liderler, partinin ileri
gelenleri ya da iktidar tarafından oluşturulan söylemin mutlak doğru olduğu
yanılgısına düşürebilmektedir. Bu yanılgı oluşturulan söylemin meşruluğu kabulünü
de beraberinde getirmektedir. Bu noktada siyaset kurumunun ürettiği olumsuz söylem
bireylerin de bu olumsuzluğu tekrarlamasına neden olacaktır (Ozulu, 2014, S20-21).
Nefret suçları, dini, siyasi ve ırksal sebeplerden kaynaklandığı gibi cinsel tercih
veya cinsiyetçi yaklaşım sonucu ortaya çıkabilir. Hakim ve tek tip ideoloji çatısının
dışında kalan cinsel tercih veya cinsiyete dayalı nefret söyleminin maruz kalanlar
üzerinde derin izler bıraktığı kaydedilmektedir. Cinsel tercihi sebebiyle nefret suçuna
maruz kalan bireylerin travmatik etkileri diğer nefret suçu türlerinden daha ağır
olabilmektedir. Nefret suçlarının diğer kurbanları gibi cinsel yönelimi nedeniyle
saldırıya maruz kalanların pek çoğu, daha fazla ve daha ağır bedeller ödemekten
kaçınmak için mağduriyetini gizliyor ( Kaos GL, 2012:293). Cinsel yönelime karşı
işlenen nefret suçu diğer nefret suçlarına oranla daha baskın bir nefret duygusu
41
içermekte ve bu da karşı tarafı ve temsil ettiği grubu daha büyük bir tehlike içine
sokmaktadır. Kabul edilen genel norm ve değerlere aykırı görülen bu gruplar toplum
içinde istenmeyen, iş verilmeyen, hayatın içinden dışlanan kişiler olarak görülür ve
medyada bu şekilde yer alır. Bireyler haberlerde cinsel kimlikleri öne vurgulanarak
veya kriminal haberlerin sebebi olarak ön plana çıkartılmaktadır. İnceoğlu, nefret
saldırılarının, "Travesti dehşeti", "Ters ilişki teklif etti, öldürdüm", "Hak ettiler" türü
manşetlerle meşrulaştırıldığını veya özendirildiğini söyler. İnceoğlu'na göre medya ,
LGBT haberlerini ya şiddet içeren üçüncü sayfa haberleriyle ya da 'cinsel içerikli',
'toplum ahlakına aykırı' vurgularıyla, LGBT bireyleri de 'sapkın' veya 'canavar' gibi
temsil ederek sunmaktadır ( İnceoğlu, 2013:78). Cinsel yönelimleri nedeniyle nefret
suçlarının hedefi haline gelen insanlar için mağduriyet, örneğin ırkları nedeniyle bu
saldırılara hedef olanlardan farklı olarak, bir varlık-yokluk meselesi haline gelebiliyor (
Kaos GL, 2012:290). Kendisini bir varlık-yokluk meselesi içinde bulan birey ise bu
karmaşanın içinden çıkmak isteyerek kendisini tamamen toplumun dışına itmekte bu da
bazen ölümcül noktalara varabilmektedir. Göregenli, nefret suçlarının yarattığı tehdit ve
korku ortamının olası mağdurlara mesajını "ya böyle var olma ya da böyle olduğunu
belli etme" olarak tasvir ediyor (Akt. Kaos GL, 2012:290). Bireyler bu mesaja karşı bir
savunma mekanizması devreye sokmakta ve sahip olunan kimlik özelliklerini saklama
yoluna gidebilmektedir. Bu da kişilerin dünyasında tramvatik sonuçlar doğuran kişilik
bozuklukları veya psikolojik problemlere yol açabilmektedir.
Medyada kadınların bu şekilde gündeme gelmesi ayrımcı dili daha yaygın hale
getirmekte ve nefret söylemini beslemektedir. Sansasyonel haberlerle özdeşleştirilen
kadın kimliği, hakaret içeren dışlayıcı ifadelerle topluma sunulmaktadır. Kadınlar
"Yuva yıkan kadın", "ahlaksız kadın", "Üçüncü kadın" gibi aşağılayıcı ifadelerle kadın
kimliğini "kötüye kullanan" ya da sadece kadın kimliğinin cinsiyetçi rolünü kullanan
insanlar olarak gösterilmektedir. Bu tür bir yaklaşım ise kadın kimliğine yönelik
cinsiyetçi söylemler ile birlikte nefret suçunu artırma ve özendirme işlevi görmektedir.
42
niteliğine ve iktidarları oluşturan gruplara bağlı olarak farklılaşan gruplara yönelik
nefret suçlarına yol açmaktadır ( Göregenli, 2013:67).
Medya aracılığı ile yeniden inşa edilen ideoloji toplumdaki baskın söylemleri de
sürekli yeniden inşa etmekte ve nefret söylemleri 'güncellemektedir'. Sosyal sınıflar
arasındaki temel fikir ayrılıkları, baskın grubun öteki gruba dayatmak istediği kurallar
medyada üretilen ayrımcı ideoloji ile daha da güçlenmekte ve normalleştirilmektedir.
43
Downing ve Husband, medyanın, gruplar arasında ilişkilerin ve sosyal kimliklerin
anlamlandırılmasında, özellikle ırkçı kategorilerin benimsenmesi ve
meşrulaştırılmasında 'bağlam oluşturucu' bir işleve sahip olduğunu dile getirmektedir (
Aktaran Göregenli, 2013: 61). İnsanların günlük ritüelleri içinde dünyada ne olup
bittiğini takip etmek istediği ve 'gerçek' bilgiyi almak istediği medyadan aslında sadece
gerçeklik yeniden inşa edilmez aynı zamanda insanların hangi grup hakkında nasıl
düşünmesi gerektiği de yaratılan kalıplar ve ifadelerle empoze edilir. Bu gruplara dair
haberlerde yer alan yargılar "doğru" veya "gerçek" bilgi olarak sunulur.
Medya toplumdaki egemen söylemin bir aktarıcısı olarak seçkin sınıfın ve güç
sahiplerinin belirlediği normlara göre haberleri işler ve yayar. Bu şekilde üretilen
'ötekileştirme' ile de nefret söylemi ve dolaylı olarak nefret suçuna sebep oluşturacak
ortam ortaya çıkmış olur. Medya söylemsel şiddeti kullanarak toplumsal öfkeyi, nefret
44
duygularını üretmekte ve "öteki"lere karşı yönetilmesine neden olmaktadır (Çoban,
2009). Dünyanın neredeyse bütün bölgelerine ve milyonlarca insana ulaşan haberlerde
oluşturulan sınıflandırma ve seçkinleri üstünlüğünü temsil eden dil, bir süre sonra
olması gereken olarak kabul edilir. Nicelik olarak küçük veya azınlıktaki seçkin
grupların ellerindeki güçle medya üzerinde hakimiyet kurması, egemen söylemin
yayılmasını kolaylaştırır. Milyonlarca insan her gün aynı ellerden çıkan haberleri
okuyup onları yorumlamaktadır. Toplumun büyük bir kesimini, dünyaya ve yaşama
dair zihin haritaları her gün okunana, izlenen yüzlerce haberle çerçevelenmektedir (
Dirini, 2010). Öteki grup haberleri oluşturan belirli kişiler tarafından "onlar" şeklinde
lanse edilmekte ve medya kendini toplumun merkezinde bir grup olarak yani "biz" ile
ifade etmektedir. Kendilerini merkezi güç ve temsil konumuna oturtan medya sahipleri,
yaydıkları söylemlerin de insanların fikirleri içerisinde yerleşmesini amaçlayarak "biz"
söylemiyle hangi grubun nasıl bir sınıflandırılmaya tabi tutulacağına karar verirler.
Dirini, medyanın, nefret söylemini en temelde "biz"ler ve "öteki"leri yaratarak ve bunu
tüm topluma kanıksatarak yaydığını dile getirir (2010).
45
Bu kategoriler şu şekildedir:
Abartma/ Yükleme / Çarpıtma: Bir kişi ya da olaydan yola çıkarak bir topluluğa
yönelik olumsuz genellemeler, çarpıtmalar, abartmalar, olumsuz atıflar içeren
söylemler.
46
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Halk ayaklanmasının fitilinin 15 Mart 2011'de Dera ilinde bir grup öğrencinin
okul duvarına "Ey doktor (Beşşar Esed) şimdi sıra sende" yazmasıyla yakıldığı ülkede
savaş 2018 yılı itibariyle 7. yılını doldurdu (https://aa.com.tr/tr/dunya/suriye-ic-
savasinin-7-yili/1088437. erişim tarihi 26/03/2018). Esed rejiminin protestoları şiddetle
bastırmaya çalışması hem çatışmaları bir iç savaşa çevirdi hem de yüzbinlerce insanın
hayatını kaybetmesine ve yaralanmasına sebep oldu. Birleşmiş Milletler yetkililerinin,
kimyasal silah kullanma, halkı açlığa sürükleme, tehcir etme, ablukaya alma, keyfi
tutuklama, işkence etme gibi savaş suçlarının işlendiğine dikkat çektiği iç savaş 7. yılını
doldurdu. (https://aa.com.tr/tr/dunya/suriye-ic-savasinin-7-yili/1088437. erişim tarihi
26/03/2018).
47
Ancak diğer ülkelerin aksine Suriye'de Esed rejimi yıkılmamıştır. Babası Hafız
Esed'den sonra yönetime gelen Beşar Esed de babasından devraldığı baskıcılığı
sürdürmüş ve bir Arap Baharı ayaklanmalarının Suriye'ye sıçraması kaçınılmaz
olmuştur. Protestolar esnasında halka silah doğrultmaktan geri durmayan Esed rejimi
daha sonra yüzbinleri bulacak katliamlara imza atmıştır. Rejim yanlıları ve muhaliflerin
çatışmaları da ülkeyi geri dönülmez bir iç savaşa doğru sürüklemiştir. Özellikle ABD,
Rusya, Çin, İran, Türkiye, Fransa, İngiltere gibi küresel ve bölgesel aktörler Orta
Doğu'daki çıkar ve menfaatlerinin Suriye üzerinde dolaylı yolla çatışmasından, kriz
içinden çıkılamaz bir duruma dönüşmüştür ( Hughes, 2014 :552-538). Erdoğan'a
(2016)göre, hem Suriye'den önceki ülkelerde ortaya çıkan ve çoğunlukla Batı
dünyasının lehine sonuçlanan gelişmelerin Rusya Federasyonu ve Çin'i rahatsız etmesi,
hem Suriye rejiminin Rusya Federasyonu ile olan yakın ilişkisi ve Rusya
Federasyonunun bölgedeki öncelikleri ve hem de İran'ın bölgesel, mezhepsel dayanışma
ve çıkar algısı, dengeleri değiştirmiştir. Suriye bir anda bütün küresel ve bölgesel
güçlerin mücadele alanına dönüşmüştür( 2016: 73). Farklı ülkelerin dahil olması ve
çatışmanın büyümesiyle Suriye toprakları 7 yıllık bir vekalet savaşına zemin
oluşturmuştur. Suriye topraklarında ve siyasetinde farklı hesap ve çıkarlara sahip olan
ülkeler kendi çıkarlarına göre Esad rejimine destek vermiş ve savaşta her geçen gün
daha çok kan dökülmesine sebep olmuşlardır. Suriye'de barış ve huzurun sağlanması
için BM Güvenlik Konseyi'nde alınmaya çalışılan kararlar Rusya ve Çin'in vetoları ile
engellenmiştir( Erdoğan, 2015). Erdoğan ayrıca Suriye rejimi ile yakın ittifakını ve ülke
çıkarlarını ön plana alan bölgenin diğer önemli gücü İran'ın bu süreçte Esad rejimi
lehine önemli rol oynayarak, Suriye yönetiminin her geçen gün daha fazla şiddet
kullanmasında en önemli faktörlerden biri olduğunu belirtmektedir( 2015: 3). Türkiye
ise Suriye savaşından hem insani açıdan hem de iç ve dış politika açısından büyük
ölçüde etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye savaştan önce Esed rejimi ile
iyi ilişikler yürütse de savaşın ilk aylarında bu durum tamamen tersine dönmüş Türkiye
hükümeti, Suriye muhalefeti desteklemiş ve Esed'in gitmesini istemiştir.
Türk siyasetçiler Suriye'de yaşanan kriz konusunda önce Suriye ile ikili temaslarda
bulunmuş, bu temaslardan sonuç alınmaması nedeniyle bir taraftan uluslararası
kamuoyunu harekete geçirmeye ve Suriye yönetimine baskı yapmaya teşvik etmiş,
diğer taraftan da Suriye sorununun çözülmesinde iktidarını sürdürmek için kendi
halkına eziyet etmekten çekinmeyen Esad rejiminin yıkılması dışında bir çözüm
olmadığından hareketle Suriye muhalefetine destek vermiştir. Türkiye bu politikasını
"demokrasi ve insan hakları" temelli dile getirmiş ve buna dünyadan da özellikle
başlangıçta kısmen destek almıştır (Erdoğan, 2015).
48
Birlemiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) verilerine göre
Suriye'de 13.5 milyon kişi yardıma muhtaç, 6.3 milyon kişi ülke içinde yer değiştirmek
zorunda kaldı, 5 yaşın altında 3 milyon çocuk savaşa gözlerini açtı, çoğunluğu çocuk ve
kadın 4.9 milyon kişi de komşu ülkelerde mülteci durumunda (
http://www.unhcr.org/sy/1046-as-war-enters-7th-year-unhcr-warns-syria-is-at-a-
crossroads.html. Erişim tarihi: 27/03/2018). En çok zararı sivillere veren vekalet
savaşında en ağır bilançolar bile her geçen gün daha da artmaktadır. BM ve Londra
merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi tarafından yayınlanan verilere göre, 2011'de
başlayan Suriye savaşında toplam 353 bin 935 kişi hayatını kaybetti. Bahsedilen
rakamların yalnızca kayıt altına alınmış ölümler olduğunu belirten uzmanlar, hayatını
kaybedenlerin sayısının 500 binden fazla olduğunu tahmin etmektedir. Suriye İnsan
Hakları Gözlemevi 2011'den beri en az 60 bin kişinin işkence ya da kötü şartlardan
dolayı hayatını kaybettiğini belirtmektedir (http://www.dw.com/tr/yedi-yılda-bir-
ülkenin-çöküşü-suriye/a-42979799. Erişim tarihi: 27/03/2018).
49
ve Akdeniz rotasında tehlikeli yolculuklara çıkıyor. Avrupa istatistik Ofisi ( Eurostat)
ve BMMYK verilerine göre çatışmanın başlamasından bu yana 1 milyon Suriyeli
mülteci veya sığınmacı olarak Avrupa'ya taşındı. 2011 ve 2017 arasında 500 binden
fazla Suriyeli Almanya'ya taşındı ve sığınma talebinde bulundu. 110 bin Suriyeli
sığınmacı İsveç'e, 50 bin sığınmacı ise Avusturya'ya sığındı
(http://www.pewresearch.org/fact-tank/2018/01/29/where-displaced-syrians-have-
resettled/. Erişim tarihi: 29/03/2018). Pew Araştırma Merkezi'nin BMMYK ve ABD ve
Kanada Hükümetlerinden alınan verilerle yayınladığı bilgilere göre 100 binden fazla
Suriyeli ise çoğunlukla Kuzey Amerika'da yaşıyor. Bu sayı da dünya genelindeki
Suriyeli sığınmacıların sadece %1'ini oluşturuyor. Çatışmanın başladığı tarihten bu
yana 52 bin Suriyeli mültecinin Kanada'ya 21 bin Suriyeli mültecinin ise Amerika
Birleşik Devletleri'ne yerleştiği bilinmektedir (http://www.pewresearch.org/fact-
tank/2018/01/29/where-displaced-syrians-have-resettled/Erişim tarihi: 29/03/2018).
Türkiye mücadele ettiği mülteci kriziyle birlikte savaşın adeta bir tarafı haline
gelirken çoğu Avrupa ülkesi Türkiye ile mülteciler konusunda yapılan anlaşmalara
sadık kalmamış ve mültecilere kapılarını kısmen kapatmıştır. Avrupa Birliği (AB) ile
Türkiye arasında 29 kasım 2015 ve 18 Mart 2016 tarihlerinde sığınmacı krizinin
çözümü ve AB üyeliği sürecinin canlandırılmasını amaçlayan anlaşmalara Avrupa
Birliği büyük ölçüde uymamıştır. Anlaşmada Türkiye'den 72 bin sığınmacı alma sözü
verilirken, sadece bin 614 sığınmacı AB ülkelerine yerleştirilmiştir
(https://aa.com.tr/tr/dunya/abnin-tutmadigi-sozler-anlasmalari-riske-soktu/695287.
Erişim tarihi: 29/03/2018).
50
açıklamıştır (http://ekonomi.haber7.com/dunya-ekonomisi/haber/2365751-dalga-gecer-
gibi-ab-multeci-sozunu-tutmadi. Erişim tarihi: 29/03/2018). Suriye krizi, komşu ülkeler
üzerinde kaldığını da açık bir biçimde ortaya koymuştur (Erdoğan, 2015).
51
Günah keçisini, kurtulmak istediğimiz ve toplumun çok korktuğu bir parçasının
sembolü olarak ifade eden Champhell'e göre günah keçileri iki tiptir. Biri bilinçsizce
yaratılmış, tutkularımızı ve anlayışsızlığımızı ifade eden, suçlu olduğuna herkesin
inandığı günah keçileri; diğeri suçu kendi üzerinden atmak isteyenler tarafından
bilinçli olarak yaratılmış günah keçileri. Champhell'ın vurguladığı bu iki tip günah
keçisinin en temel farkı kurbanlaştırmanın bilinçli ya da bilinçsiz olmasıdır. Her
ikisinin ortak noktası ise problemin başkalarına mal edilmesidir ( Aktaran: Göker ve
Keskin, 2015).
Uluslararası göç alan ülkelerde bu durumla bağlantılı olarak siyasi ve ekonomik temelli
bazı sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Toplumsal kabul oranına bağlı olarak değişen yaklaşımlar
bu sorunun kaynağı olarak sığınmacı ve mültecilerin gösterilmesinin kaynağını değiştirebilir.
Türk toplumu, Suriyeli mültecilere ilişkin yüksek bir kabul düzeyine sahip olmakla birlikte,
kamu hizmetlerindeki aksamalar, ekonomik ve güvenlik kaygıları, temel haklara ilişkin
konularda bazı hassasiyetlerin de olduğu belirtilmektedir (Tunç, 2015:59).
52
Tablo 1.1. Yıllara Göre Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler
53
Tablo 1.3. Geçici Koruma Kapsamında Bulunan Suriyelilerin İlk 10 İle Göre
Dağılımı
54
etmişlerdir. Suriyeliler ayrıca "misafirlik kavramının, artık anlamını yitirdiğini ve hatta
kendilerini kısıtlayan bir kavrama dönüştüğünü sıklıkla ifade etmektedirler (Erdoğan,
2015).
Suriyeli mültecilerin özellikle sınıra yakın yerlere göç etmesi sınır şehirlerinde
toplumsal etkileri gözle görülür hale getirmektedir. Demografik değişimin en etkili
olduğu yer Kilis'tir. Kilis'te Suriyelilerin göçü ile demografik yapının bozulduğu
görülmektedir. Kilis nüfusu 136 bin civarında kentteki Suriyelilerin nüfusu ise 130 bin
civarındadır. Suriyelilerin Kilis'te il nüfusu ile karşılaştırma yüzdesi %96,45 ile dikkat
çekici bir düzeye ulaşmıştır (http://www.goc.gov.tr/icerik6/gecici-
koruma_363_378_4713_icerik. Erişim tarihi: 30/032018). Çok büyük oranda Türkmen
şehri olan Kilis'te yerel halk kendi şehirlerinde azınlık durumuna düştükleri hissi
içindedir. Bu etki Hatay, Şanlıurfa, Gaziantep gibi şehirlerde de söz konusudur.
(ORSAM,2015).
55
katına çıkan nüfusa göre, altyapı düzeni ve güvenlik önlemleri yeterli olmamakta, bu da
şehirde düzenin bozulmasına neden olmaktadır. Bu durumda da var olan düzenin
bozulmasında Suriyeli sığınmacıların suçlu olarak görülmekte ve ekonomik ve
toplumsal sorunların kaynağı olarak gösterilmektedirler.
56
mültecilerin inşaat işçisi olarak ucuz işgücüne dönüşmesinin, yerli halkın kazancının
olumsuz etkilenmesine neden olduğu belirtilmektedir (2015). ORSAM'ın anket
çalışmasına dayalı olarak Suriyelilerin Türkiye'ye ekonomik etkisini inceleyen
raporundaki bulgulara göre sınır illerinde işini kaybedenlerin %40 ile %100'ü arasında
değişen oranlardaki bölümü "Suriyeliler neden ile işini kaybettiğine" inanmaktadır. Bu
durum yerel halk arasında iş fırsatlarının ellerinden alındığı şeklinde bir tepkiye neden
olmaktadır( ORSAM,2015).
Suriyelilerin basında daha çok ekonomik yük olarak yer aldıkları haberler ön
plana çıksa da bazı sınır illerinde artan nüfus ile üretimin arttığı, yeni iş kuran
Suriyeliler ile üretim alanının genişlediği bilinmektedir.
57
ortaya çıkabilmektedir. Raporda bu açıdan Suriyeli meselesinin ülkede siyasi
kutuplaşmayı besleyen bir unsur olduğu belirtilmiştir (2015).
58
oluşturması ve güvensizlik ve tehdit algısı üzerinedir. Van Dijk mültecilere ilişkin
geliştirilen söylemin geleneksel temasının "yük" olduğunu söyler. Mültecilerin
barınmaları, temel ihtiyaçları ve kendilerine yapılan parasal yardımların topluma ciddi
mali yükler getirdiği haber metinlerinde ve yapılan konuşmalarda sıklıkla dile getirilir
Van Dijk'ten aktaran Göker ve Keskin, 2015). Bu yaklaşıma Türk basınında sıklıkla
rastlanmaktadır Mültecilere ayrılan bütçenin hem siyasi kavgalara hem de köşe
yazarlarına sıklıkla malzeme olduğu bilinmektedir. Türkiye'de sığınmacılarla ilgili en
çok tartışılan konulardan birinin sığınmacıların maliyeti olmasında medyanın büyük bir
rolü vardır.
59
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Van Dijk'e göre aynı haberin farklı kelimelerle anlatılarak metne dönüştürülmesi
ile sosyal ve ideolojik etkiler açığa çıkarılır ( Sözen, 1999:125-127). Dünyada ne olup
bittiğine dair gazetelerden haber alma ihtiyacı ile günlük haberleri takip eden okur,
okuduğu metne ilişkin gerçek anlam ile değil de gösterilmek istenen anlamla karşılaşır.
Haberde kullanılan cümlelerin kısa ya da uzun, basit ya da bileşik ve etken ya da
edilgen olmaları ölçütünde yapılan çözümleme ile Van Dijk, haberin ideolojik doğasını
ortaya koymaya başlar ( Mora, 2011, 19). Haberde kullanılan söylemin alt metinlerini
açığa çıkardığı yöntemiyle tanınan Van Dijk bu metinlerdeki örtülü ideolojiyi açığa
çıkarmayı amaçlar. İnal'a göre haber içindeki sözcük seçimleri belli bir ideolojik seçimi
ve tavrı yansıtır. Dil ve söylem, toplumdaki güç/iktidar ilişkilerinin dayandığı cinsel,
etnik, dinsel farklılıkların yansıdığı bir mücadele alanıdır (İnal, 1996: 119). Söylem ve
söylemi yansıtan kelimeler bu yöntemde en küçük birimi oluşturur. Söylem, bilgi,
ideoloji ve güç ilişkilerini ortaya çıkaran bir bilgi formudur ( Sözen, 2017:90). İnal,
dilin bir mücadele alanı olduğunu ve toplumda var olan güç/iktidar ilişkilerinin
kurulduğu ve sürdüğü ortamın dil ve söylem olduğunu söyler. (1996:102). Haberde
kullanılan en küçük birim tek bir kelime ile ideolojik fikirler okuyucuya yansıtılır.
60
Protestolarla ilgili haberlerde kullanılan aşırı uç, terörist veya "özgürlük savaşçısı"
ifadeleriyle medya organının yansıtmak istediği ideolojik yaklaşım ortaya çıkar. Her
sözcük bir çıkarı temsil eder. Her sözcük bir söylemsel topluluğun vurgusunu taşır. Her
sözcük kullanıldığı anda bir söyleme eklemlenir. Aynı sözcük farklı söylemler içinde
farklı vurgular taşır ( İnal, 1996). Her sözcük kullanıldığı dönemle bağlantılı olatak
farklı manalar taşıyabilir ve bu manalar yaşanan dönüm noktaları veya toplumsal
değişimlerden kolaylıkla etkilenebilir. İktidar ve gücü elinde bulunduran kesim medya
aracılığıyla topluma hakim olması istenen fikirleri medya söylemine yerleştirerek
normalleştirir. Güç/iktidar sahibi söylemlerin uylaşıma dönüştükleri yer, diğer bir
deyişle bu güç/iktidarı arttırıp genişlettikleri yer (meydan) iletişim araçlarıdır
(İnal,1991).
Söylem analizi ile metinlerde gizli olan anlam ile birlikte bu anlamı metinlere
taşıyan bir çok unsur da anlaşılabilir ve ortaya çıkabilir. Söylem analizi, farklı konuşma
yollarıyla yapılanan farklı gerçeklikler, söylem etkileri, politik ilişkiler, güç ilişkileri,
bilgi ve ideoloji formları, kurumsal bağlantılar ve söylemleri kullananların oluşturduğu
düzenliliklerle -ya da düzensizliklerle- ilgilenir (Sözen, 2017:90). Söylem analizi ile
bilinçi olarak okuyucuya açıkça değil de gizli bir şekilde yansıtılan ve aşılanmak istenen
fikirler ve bu fikirlerin doğduğu güç ilişkilerine ulaşılabilir. Sözen, kapsamlı bir söylem
analiziyle, değişen ifadeler ve ideolojik konumlar, çıkarlar ve iktidarların özelliklerinin
belirlenebileceğini söyler (2017). İnal'a göre de okuyucu ile sıkı bir diyaloğun
kurulduğu haber metinlerinde güç/iktidar sahibi kurum ve kuruluşların söylemleri
anlatıcının dilinden halkın sesine dönüştürülür. Egemen söylemlerin uylaşıma dönüşüm
sürecinde haber medyası, artık çoğulcuların ve çoğulcu düşünceye dayanan profesyonel
ideolojinin iddia ettiği gibi "gerçeklerin yansıtıcısı" değil, belli gerçek tanımlarını, belli
durum tanımlarını yeniden kuran bir araç konumundadır ( İnal, 1997). Okur veya
izleyici takip ettiği medya organında gerçekle değil yansıtılan gerçekle baş başa kalır.
Medya elinde şekil değiştiren gerçek aslında medya üretimi olan ikinci veya sahte
gerçektir.
Makro yapı incelemesinde haber genel hatlarıyla ele alınır. Van Dijk'in
modeline göre makro yapı bölümü iki başlık altında incelenmektedir. "Tematik
çözümleme ve şematik çözümleme." Haberler, hikayeler ya da argümanlar gibi, bir
hiyerarşik şemayı takip etmektedir. Söz konusu şema içerisinde başlık-haber girişi
birlikte özetleme yapmaktadır (Van Dijk, 199, 1998). Makro yapı çözümlemesinde
başlıklar, haber girişleri, ana olay, haber kaynakları, ardalan ve bağlam bilgisi, olay
taraflarının olayları değerlendirmesi gibi unsurlar ele alınmaktadır. Ayrıca, fotoğraflar,
61
tematik yapı unsuru olarak da ele alınabilir ( Özer: 2009:91). Tematik yapıda, metnin
içerisinde yer alan sebep sonuç ilişkisine (condition/cause veya consequence) ve metnin
en baştaki konusundan en alta kadar ya da en üst düzey konudan en alt düzeydeki detay
konulara kadar söz edilen hususlara değinilmektedir. (Devran, 2010). Makro yapı
incelemesinde öne çıkan özellikler daha çok haberin boyutu yani habere atfedilen
değerdir. Haberin sayfada hangi boyutta yer aldığı kamuoyunda o habere ilişkin
oluşturulmak istenen fikirlerin boyutlarını gösterir. Habere ayrılan yer konunun
öneminin anlaşılması veya yansıtılmak istenen değeri gösterir. Birden fazla boyutu olan
haberlerde hangi boyutun spota taşındığı ve nelerin dışarıda bırakıldığı da haberdeki
ideolojik kapanmayı gösterir ( Çoşkun, 2011).
Mora tematik çözümlemede, üst başlık, başlık, alt başlık, spot ve haber girişleri,
başlık ve haber girişinin özetlemenin yanı sıra özet görevi gördüğünü söyler. Başlık,
spot ve haber girişinden oluşan standart haberin incelenmesi, haberde genelden özele,
en önemli bilginin önce verilmesinden, önemsiz ayrıntılara doğru bir hiyerarşi olduğunu
gösterir (Mora, 2011).
Metnin ses, sözcük, cümle yapısı ve anlamlarını kapsayan mikro yapıda söylem
stili ele alınmakta ve aynı konunun farklı bir biçimde nasıl dile getirildiği üzerinde
durulmaktadır ( Devran, 2010, 65). Kelime seçimleri gazetenin ve editörlerin ideolojik
seçimlerini yansıtır. Siyasi ve güncel haberlerde "terörist" yerine kullanılan "gerilla" ya
da "özgürlük savaşçısı" ifadelerini bu yapılanmanın başlıca örneklerindendir. Protesto
haberlerinde protestocuların anarşi kavramıyla birlikte kullanılması gazetenin ve gazete
sahiplerinin güç ve iktidarı elinde bulunduranlarla ilişkisini net bir biçimde ortaya
koyarken, tam tersi kullanımlar da gazetenin muhalifliği hakkında bilgi verir. Mikro
yapı incelemesinde sözcük seçimlerinin yanı sıra cümleler arasındaki anlam ilişkileri,
retorik gibi unsurlar incelenir. Haberin retoriği çözümlemesi; haberde kullanılan
cümlenin kısa, uzun, basit ya da bileşik, etken ya da edilgen olması, fotoğraflar ve
haberin inandırıcılığını artıran grafik, rakam ve sayısal verilerden oluşan haber retoriği
haberin ideolojik yapısını ortaya koymaya başlar (Mora, 2011). Özer, Van Dijk'in mikro
modelini sentaktik çözümleme, bölgesel uyum, kelime seçimleri ve haber retoriği
şeklinde maddelemektedir. Sentaktik çözümlemede cümle yapılarının aktif ya da pasif
olması, cümle yapılarının basit ya da karmaşık olması bulunmaktadır. Bölgesel uyum
kapsamında ise nedensel ilişki, işlevsel ilişki ve referansal ilişki incelenmektedir. Haber
retoriğinde ise fotoğraf, inandırıcı bilgiler, görgü tanıklarının ifadeleri yer almaktadır (
Özer, 2009).
62
4.3 Cumhuriyet, Hürriyet ve Yeni Şafak gazetelerindeki Suriyeli mülteci
haberlerinin eleştirel söylem çözümlemesi
Haberin mikro yapısına bakıldığında ise haber genelinde çöküş, ucuz işçi,
gençler işsiz, yatırım sorunu, ekonomik sorun, boşanma arttı, huzursuzluk gibi olumsuz
ifadelerin kullanıldığı görülmekte haberde olumsuz etkiler üzerine kurulmaktadır.
Haberde aktarılmak istenen olumsuz fikir verilen rakamlar ve karşılaştırmalarla
desteklenmiştir. Haberin beşinci paragrafında kent nüfusunun üçte birinin Suriyeli
olduğu bilgisine verilmiştir. Haberde Suriyelilerin geldikleri şehirlere kattığı olumlu
ekonomik yönlerden çok olumsuz ekonomik etkiler üzerinde durulmuştur. Suriyelilerin
ucu ücretlerle iş yerlerinde çalışması sonucu oluşan haksız rekabet ortamı, yerel halkın
elinden alınan iş fırsatları ve işgücü açığının oluşumu gibi Suriyeli sığınmacıların
ekonomik etkilerine dikkat çekilmiştir. Haberin inandırıcılığını arttırmak adına da
Belediye Başkanı'nın geçmiş yılların ekonomik verileri ile Suriyelileri geldikten sonra
oluşan verileri kıyasladığı ifadelere yer verilmiştir. Belediye Başkanı Savaş, eski
yıllarda esnafın kasasına giren paranın 700-750 bin dolar olduğunu ancak şimdi bu
paranın kazanılmadığını, yine eskiden vergi sıralamasında 6. sırada iken şimdi kentin 9.
63
sıraya gerilediğini anlattığı ifadelerine ayrıntılı bir şekilde yer verilerek ana tema hem
rakamsal verilerle hem de karşılaştırmaları verilerle kanıtlanmaya çalışılmıştır. Ara
başlıkta kullanılan "Suriye huzursuzluğu" ifadeleriyle de Suriyelilerin toplumda "huzuru
bozan" kişiler olarak tanımlandığı görülmektedir. Haberin geri kalanında ise
Suriyelilerin yol açtığı iddia edilen sorunlar tek tek sıralanmıştır. Suriyelilerin esnaflık
yaptığı ve vergi ödemediği, ucuz iş gücü nedeniyle bölgede yaşayan Türk
vatandaşlarının işsiz kalması, işsiz kalma sonucu ise geçinemeyen ailelerde
boşanmalarına artması gibi sorunlar geniş bir şekilde işlenerek genel anlamda şehrin
Suriyelilerden duyduğu hoşnutsuzluğun altı çizilmiştir. Huzursuzluk yaratan ana özne
"Suriyeliler" olarak verilmiştir. Haberde kurulan neden sonuç ilişkisine göre savaştan
kaçarak Hatay'a sığınan mülteciler kentte hem ekonomik hem de sosyal bozukluklara
yol açan bir kitle konumundadır.
Gazetenin 23 Ekim tarihli sayısında ise "1,5 milyon kişi faturasını zamanında
ödemiyor" başlıklı haberinde ise yine Suriyelilerin yol açtığı toplumsal ve ekonomik
özelliklerin olumsuz taraflarına vurgu yapılmıştır. (EK 3). Haberin makro yapısına
bakıldığında haberdeki ana olay insanların unutkanlık veya düşük gelir seviyesi
nedeniyle faturalarını ödeyememeleridir. Haberin ana metninde Suriyeliler ile ilgili
herhangi bir veriye verilmemiş sadece haberin kutusunda ve grafiğinde birtakım verilere
yer verilmiştir. Haberin kutusunda Suriyeli abone sayısının fazlalığına dikkat
çekilmiştir. Haberde ana olay faturaların ödenmemesi ile ilgili doğan ekonomik
düzensizlik ve sebepleridir. Haberde İstanbul'da elektrik abonesi aileler arasında
Suriyeli ailelerin payına da dikkat çekilmiş ve düşük gelir seviyesi veya unutkanlık
nedeniyle ödenmeyen faturalarla ilgili verilerde Suriyelilerin sayıları da verilerek
aksayan ekonomik düzende mültecilerin de katkısı olduğu mesajı verilmiştir.
Sığınmacıların yaşadığı ekonomik zorluklar ve nedenlerine değinilmeyen haberde
Suriyelilerden sadece rakamsal ifadelerle bahsedilmiştir. Haberin mikro yapısına
bakıldığında ise Suriyeli yerleşimci sayısının arttığını gösteren bir grafik kullanılarak
veriler grafikle desteklenmiştir. Grafikte "Geçen yılın ilk 9 ayına göre Suriyeliler %
428 arttı" ifadeleriyle kısa sürede artan sayının çokluğuna dikkat çekilmiştir. Artan
sayılar vurgulanarak sığınmacı gruplarının "tehdidi" ve olumsuz ekonomik etkileri
üzerinde durulmuş ve "olumsuz" ve "karamsar" bir bakış açısı oluşturulmak istenmiştir.
Kurulan nedensellik ilişkisi içerisinde de ana tema desteklenmiştir. Buna göre daha
fazla Suriyeli yine daha çok ekonomik soruna neden olmaktadır ya da her ekonomik
sorunun altından Suriyeliler çıkmaktadır.
64
Gazetenin 24 Aralık tarihli sayısında Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Kemal
Kılıçdaroğlu'nun sözlerine atıfla "Böyle memleket olmaz" başlıklı bir haber yer
almıştır.(EK4). Haberin makro yapısında bakıldığında başlık ile birlikte yaratılmak
istenen olumsuz görüş ilk olarak göze çarpmaktadır. Haberde Suriyeli mülteciler
Türkiye'deki terör ve asayiş sorunları ile birlikte anılmış, Suriyelilerin gönderilmesi
Kılıçdaroğlu'nun ifadeleriyle birlikte sorunların çözümü için bir alternatif olarak
verilmiştir. Haberin Suriyeliler ile ilgili olan tek kısmı giriş paragrafında işlenmiştir.
Başlıkta kullanılan sözcüklerle terör, siyaset ve sosyal konularda büyük problemler
yaşanan bir Türkiye portresi çizilmiş ve bu sorunun kaynağı olarak da Türkiye'nin
uyguladığı açık kapı politikası gösterilmiştir. Suriyelilerin kısmen sebep olduğu
sorunlar sadece sınırdan geçen göçmenlerin üzerine yüklenmiş ve "mültecileri geri
gönderme" vaadiyle de haber içerisinde mültecilere karşı ayrımcı bir dil kullanılmıştır.
Siyasi bir isim üzerinden Suriyeli mültecilerin kaynağını oluşturduğu iddia edilen
problemler geniş şekilde haber içinde işlenmiş ve Türkiye'nin bu sorunlarla "yaşanmaz
bir yer haline geldiği" mesajı verilmiştir. Bu ifadelere başlıkta yer verilmesi de bu
görüşün gazete tarafından da desteklendiği anlamına gelmektedir. Başlıkta verilen
ifadelerle, "sorunları giderek artan Türkiye'nin" yaşanılmaz bir yer olduğu vurgusu
yapılmıştır.
Gazetenin 27 Aralık tarihli sayısında ise 'Suriyeliler askere alınsın' başlığı ile
birlikte verilen haberde change.org adlı sitede düzenlenen bir kampanya ile Suriyeli
genç erkeklerin askere alınarak ülkeleri için savaşmaları istendiğine dair bir konu
işlenmiştir (EK 5). Kampanyaya 240 binden fazla insanın imzalı katılımı olduğuna dair
verilen bilgi ile 'Suriyeli genç erkeklerden' duyulan rahatsızlığın boyutu okuyucuya
aktarılmak istenmiş ve bu düşünce rakamlarla desteklenmiştir. Makro yapısında
bakıldığı haberde genel hatlarıyla kampanyada yer verilen istekler işlenmiştir. Suriyeli
erkeklerin askere alınmasının gerekliliklerine dair açıklamaya yer verilen haberde
Suriyeleri erkeklerin neden askerlik yapması gerektiğine dair görüşler sıralanmıştır.
Haberde savaş travmasını atlatamamış ve Türkiye'deki ailelerini koruma sorumluluğunu
taşıyan Suriyeli erkeklerin askere gitmeyerek "keyfi" bir davranış sergilediği anlatılmak
istenmiştir. Suriyeli erkeklerin "vatanlarını sahipsiz bıraktıkları, askerlik yaşındaki
erkeklerin başka ülkelerde dilenci, mülteci gibi alt konumlarda bir yaşam sürdürdüğü
bunun yerine ise askeri eğitim alarak vatanlarına gönderilmeleri gerektiği" anlatılmıştır.
Kampanya başlığının haberin başlığı olarak da kullanılması Suriyeliler hakkında
duyulan rahatsızlığı yansıtmıştır. Haberin mikro yapısına bakıldığında ise kullanılan
65
sözcük seçimi ve dil ile mültecilerin toplum refahını tehdit eden, sorunlu insanlar
olarak tasvir edildiği görülmüştür. Haberde göçün doğurduğu kültürel zorluklar ve
başka bir ülkede çalışmanın yasal zorunlulukları göz ardı edilerek bütün mültecilerin
"dilenci ve mülteci" konumunda kaldığı ifade edilmiştir. Mültecilerin çalışmaması veya
çalışamaması ile ilgili sorunların kaynağına yer verilmemiş bunun yerine mülteciler
hakkında ırkçı ve dışlayıcı peşin yargılara yer verilmiştir. Haberde ayrıca savaştan
kaçan mültecilerin başka bir ülkeye sığınma hakkı göz ardı edilmiş ve mültecilerin
içinde bulunduğu durum" keyfi ve "değiştirilebilir" bir durum olarak ele alınmıştır.
Haberde kurulan nedensel ilişkide Suriyeli genç sığınmacı erkekler "sebep olduğu
sorunlar" sıralanmış ve bu sorunlar nedeniyle de askere alınmaları gerektiği
belirtilmiştir. Haberde ayrıca mülteci ve dilenci konumundaki insanların toplum
nezdinde "sorun" olarak görüldüğü imasına yer veren cümleyle ayrımcı bir dil
kullanılmıştır. Haberde kullanılan "vatana ihanet", "ülkeye verilen zarar" gibi ifadelerle
Suriyeli sığınmacılar hakkında olumsuz bir imaj oluşturma amacı güdülmüştür. Haberde
ayrıca kampanyaya atılan imzaların sayısına yer verilerek sığınmacılardan rahatsız
olanların çokluğu rakamsal verilerle desteklenmiştir.
66
ortamının güçlü bir şekilde yansıtıldığı görülmektedir. Haberde ana özne "tacizci
Suriyeli" şeklinde verilmiş ve ana olayın suçlusu açık bir şekilde gösterilmiştir.
Gazetenin aynı tarihli sayısında bir başka sayfasında yer alan haberde ise "Hasta
sığınmacılar ciddi risk yaratıyor" başlığı kullanılmıştır (EK 7). Haberde Suriyeli
sığınmacıların reçete bedellerini ödememeleri sebebiyle oluşan bulaşıcı hastalık
tehlikesine değinilmiştir. Makro yapısına bakıldığında haberin başlığında kullanılan
"hasta sığınmacılar" ifadesi ile sığınmacıların "hastalık bulaştıran tehlikeli" kişiler
olduğu vurgusu yapılmıştır. Başlıkta kullanılan "hasta sığınmacılar" ifadesi ile de bir
genelleme yapılmakta ve tüm sığınmacıların "hastalıklı" olduğu söylenmektedir.
67
Tehdit algısı verilen rakamlarla pekiştirilmiştir. Haberde kullanılan "eczacılar
darboğaza girdi", "mağduriyet", "ölümcül hastalık" ifadeleriyle sığınmacı kaynaklı
olumsuz söylem desteklenmiştir. Haberde ölen mülteci sayıları da sığınmacıların göç
ederken yaşadığı mağduriyetin inandırıcılığını arttırmak üzere kullanılmıştır.
68
Suriyeli mültecilerin rahatsızlık duyan binlerce insanın sayı olarak çokluğuna dikkat
çekilmiştir. Suriyelilerden rahatsız olanların sayılarına yer verilerek yukarıda sayılan
olumsuz özelliklerin toplumdaki karşılığına dikkat çekilmiştir. Kullanılan "vatana
ihanet, onursuzca yaşama, vatanını sahipsiz bırakma. canlarını kurtarmaya çalışma"
ifadeleriyle Suriyelileri kaçmaya iten sebeplere değinilmemiş ve sığınmacılar toplumda
etkisiz, işsiz, tembel, vatan düşmanı kişiler olarak gösterilmiştir.
Gazetenin 28 Eylül 2016 tarihli sayısında yer alan "Okul yerine işe gidiyorlar"
haberi mağduriyet ekseninde ele alınarak Türkiye'de yalayan Suriyeli mülteci
çocukların eğitim sorunlarına eğilmektedir ( EK 10). Haberin makro yapısına
bakıldığında "okul yerine iş" ifadesi ile sığınmacı çocukların mağduriyeti başlıkta ön
plana çıkarılmıştır. Haberin spotunda Türkiye'de okul çağında yaklaşık bir milyon
Suriyeli çocuktan yalnızca 311 binini eğitim alabildiği, yüzbinlerce Suriyeli çocuğun ise
yiyecek ve barınma ihtiyaçlarını karşılamak için okul yerine işe gittiği bilgisine yer
verilmiştir. Haberin ana temasında Suriyelilerin Türkiye'ye yerleştikten sonra
karşılaştıkları toplumsal ve ekonomik sorunlardan biri olan eğitim sorunu işlenerek
Suriyeli çocukların maddi imkansızlıklar nedeniyle mağdur konumuna düştüğüne dikkat
çekilmiştir. Haberde Suriyelilerin yaşam koşullarının zorluğuna dikkat çekilerek, çocuk
işçilerin artan sayısına yer verilmiş ve çocuklu Suriyeli aileler mağdur kitleler olarak
temsil edilmiştir. Haberde çocukların barınma ve yemek ihtiyaçlarını karşılamak için
aynı zamanda da dil sorunu nedeniyle eğitim göremediği anlatılmakta ve Suriyelilerin
"yardıma muhtaç" yönleri ön plana çıkarılmaktadır. Haberde kullanılan Suriyeli çocuk
işçi fotoğrafıyla da ana temada işlenen mağduriyet kanıtlanmaya çalışılmıştır.
Mikro incelemesine göre haberin ilk cümlesinde 912 bin Suriyeli için ders zili
çaldığından, bu çocukların ise ancak 311 binin eğitim alabildiğinden bahsedilerek
mağduriyet rakamlarla kanıtlanmıştır. "Yüzbinlerce Suriyeli minik" ifadesiyle de
barınma ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak için çalışan Suriyelilerin mağduriyeti ve
yaşadığı geçim sıkıntıları ön plana çıkarılmıştır. Haberde kullanılan "maddi yetersizlik",
"erken yaşta evlendirilme", "eğitimsizlik", "eğitimsizlik yüzünden terör kurbanı" olma
gibi sebeplerle Suriyelilerin yardıma ve korunmaya muhtaç oldukları anlatılmaya
çalışılmıştır. Çocukların eğitimsizlikle başa çıkamadığı ve terör örgütlerinin "ağına
düştüğü" ifadeleri ile Türkiye'de yaşayan Suriyeli mülteci çocukların yaşadığı toplumsal
problemlere değinilmiştir. Eğitimsizlik sonucu geçinememe ve terör kurbanı olma
arasında nedensellik ilişkisi kurulmuş ve ana tema sağlamlaştırılmıştır.
69
Gazetenin 3 Ekim 2016 tarihli sayısında "Bu çocuklar Suriye'nin geleceği"
başlıklı haberde Türkiye'deki STK'larla birlikte çalışan Suriye Nur Derneği'nin çalışmak
zorunda kalan bin 300 çocuğu okula yazdırması haberleştirilmiştir (EK 11). Makro
incelemesine göre haberin spotunda Suriye Savaşı'nın milyonlarca çocuğu etkilediği, on
binlerce çocuğun savaşta hayatını kaybettiği, yetim veya öksüz kalan milyonlarca
çocuğun ise Türkiye'ye sığındığı anlatılarak Suriyeli çocukların savaş sonrasında
yaşadığı mağduriyete dikkat çekilmiştir. Haberde anne veya babalarını savaşta
kaybetmiş Suriyeli çocukların kira ve faturalarını ödemek için çalışmak zorunda
kaldıkları anlatılarak Suriye Nur Derneği'nin diğer STK'larında desteğiyle yüzlerce
Suriyeli çocuğu okula kaydettirmesi işlenerek yapılan insani yardıma odaklanılmıştır.
Haberin tamamında Suriyelilerin Türkiye'de yaşadıkları maddi zorluklara ve bu
zorluklar neticesinde doğan mağduriyete yer verilmiş ve yoksulluk ve mahrumiyet
teması işlenmiştir. Haberde Suriye Nur Derneği Başkanı Dr. Mehdi Davut'un ifadelerine
yer verilmiş yapılan yardımlar ayrıntıları ile işlenmiştir.
Gazetenin 5 Ekim 2016 tarihli sayısında "Mülteci yükünü iki ülke taşıyor"
başlıklı haber geniş bir şekilde işlenmiş ve Türkiye'nin mülteci politikası övülmüştür
(EK 12). Makro yapısına bakıldığında haberin patlağında yer verilen "2,5 milyon
göçmene kapımızı açtık" ifadesi ile hükümetin yaklaşımı ve politikaları
içselleştirilmiştir. "Açtık" kelimesi ile "biz" şeklinde vurgulanan unsur hükümet ve
hükümetin yaklaşımıdır. Uluslararası Af Örgütü tarafından hazırlanan rapor verilerine
dayandırılan haberde Türkiye'nin ağırladığı mültecilerin sayısına dikkat çekilmiştir.
Haberin spotunda Türkiye'nin Ürdün'den sonra sığınmacı kabul eden ülkeler arasında
ikinci ülke olduğu bilgisine yer verilmiştir. Dünya genelindeki toplam mülteci
nüfusunun ülkelere dağılım oranlarına yer verilen haberde mülteci yükünü Ürdün ve
Türkiye'nin taşıdığı kaydedilmektedir. Haberde İngiltere gibi zengin ülkelerin çok az
sayıda mülteci kabul ettiği bilgisine yer verilerek buradan hareketle Türkiye'nin 2,5
milyon mülteciyi barındırmasındaki önem vurgulanmak istenmiştir. Haberde rapor
verileri ile birlikte verilen Türkiye'yi dünya ülkeleri arasında 2. sıraya yükselten mülteci
kabul etme oranıyla Türkiye'nin başta Suriye krizi olmak üzere, ülkelerindeki iç
karışıklık veya kriz nedeniyle başka ülkelere göç eden mültecilerin barındırılması
konusunda üstüne düşen görevi yerine getirdiği sahiplenici bir dille işlenmiştir.
Haberin mikro yapısına bakıldığında ise İngiltere ve diğer dünya ülkeleri ile
Türkiye arasında bir kıyaslama yapılarak ana temanın güçlendirildiği görülmektedir.
Haberde ayrıca Ürdün ve Türkiye'nin ağırladığı sığınmacı sayısına da yer verilerek,
Türkiye'nin mülteci yükünü taşıdığına dair metindeki başlıca söylem desteklenmiştir.
70
övgü ile bahsedilmiş ve mülteci kabul etmeyen ülkeler ile Türkiye arasında bir
karşılaştırma yapılmıştır ( EK 13). Haberin makro yapısına göre sayfada geniş bir
şekilde yer verilen haberin spotunda Türkiye'nin mültecilere ev sahipliği yapma
konusunda dünyaya "insanlık dersi verdiği" belirtilerek Türkiye'nin mülteci politikası
övülmüştür. Haberin son paragrafında Türkiye'nin Suriyeli sığınmacılar için 6 yılda 25
milyar dolar harcama yaptığı belirtilmiş, savunulan ana tema bu kez de parasal verilerle
desteklenmiştir. Haberde sadece Türkiye'nin ağırladığı sığınmacı sayısı ve sığınmacılara
harcanan miktar verilmiş, ancak sığınmacıların Türkiye'de karşılaştığı ekonomik ve
sosyal sorunlardan bahsedilmemiştir. Bu konuda enformasyon eksiltimine gidilmesi
gazetenin hükümetin mülteci politikalarını eksikleri göz ardı ederek savunma isteme
biçimiyle ilişkilendirilebilir.
Haberin mikro yapısına bakıldığında ise işlenen ana temanın AFAD ve UNHCR
tarafından hazırlanan raporlardaki verilerle desteklendiği görülmektedir. Türkiye ve
İngiltere'nin kıyaslandığı haberde İngiltere'nin 8 binden az Türkiye'nin ise 3 milyondan
fazla Suriyeli ev sahipliği yaptığı söylenerek karşılaştırma yöntemiyle ikna yoluna
gidilmiştir. Haberde karşılaştırılan bir başka unsur ise Türkiye'nin yaptığı yardımlarla
Batılı ülkelerin yapmakta yetersiz kaldığı yardımlardır. Haberde Türkiye'nin kurduğu
çadır kentlerden ve AFAD çalışmalarından bahsedilirken, mültecilere milli gelirleri
yüksek ülkelerin hiç bir yardımda bulunmaması anlatılmıştır. Batılı ülkelerle ilgili
kullanılan "Tükiye'den insanlık dersi", "trajediye seyirci kaldılar", "İngiltere sınıfta
kaldı" gibi ifadelerle diğer ülkelerin sığınmacı sorununa duyarsızlığı karşısında
Türkiye’nin sığınmacı yükünün altına girmesi övülmüştür.
Gazetenin 5 Kasım 2016 tarihli sayısında "Yetimler için küçük bir şehir" başlıklı
haberinde Hatay ve Kilis'te savaş mağduru çocukların barınması için kurulan bir
"şehir"den bahsedilmektedir ( EK 15). Haberde İHH İnsani Yardım Vakfı tarafından
Hatay ve Kilis'te savaş mağduru 990 çocuğun barındığı küçük bir şehir inşa edildiği
anlatılarak bu şehirlerde yaşayan çocuklar için yardım kuruluşlarının faaliyetleri
anlatılmıştır. Haberde sınır illerinde ağırlanan mülteci çocuklarının her tülü
ihtiyaçlarının karşılanacağı barınma merkezleri ile yapılan yardımlar listelenmiştir.
Haberin makro yapısına bakıldığında olumlu bir içerikle işlenmiş olduğu görülmektedir.
Ancak çocukların bu illerde yaşadığı ekonomik ve sosyal problemlere değinilmeyerek
bir bilgi sınırlılığına gidilmiştir. Entegrasyon sorunlarının yansıtılmadığı haberde açılan
71
barınma merkezlerinden birinin fotoğrafı kullanılarak haberdeki yardım teması görsel
olarak desteklenmiştir.
Gazetenin 8 Aralık 2016 tarihli sayısında "Suriyeli bakkalı sigara için katlettiler"
haberiyle Suriyeli bir esnaf mağdur kategorisine yerleştirilmiştir. Bazı medya
organlarında suç olaylarının faili olarak gösterilen sığınmacılar verilen bazı haberlerde
de doğrudan mağdur olarak işlenmektedir. (EK 17). Haberin makro çözümlemesine
göre "Suriyeli Bakkalı katlettiler" ifadesinin başlıkta yer alması, mağdur veya kurban
konumundaki Suriyelilerin durumuyla ilgili yapılan vurguyu göstermektedir.
72
konuk edilmesi konusunda sorumluluklarını yerine getirmediği verilen örneklerle
işlenerek Türkiye'nin Suriye krizi sonrasında kapısını açtığı Suriyelilerin sayılarına yer
verilmiştir. Haberin makro çözümlemesine bakıldığında Batılı ülkelerin duyarsızlığı,
taahhüt edilen anlaşma şartlarını yerine getirmemeleri ön plana çıkarılmıştır. Spotta
AB'nin alması gereken sığınmacı sayısı ile gerçekte aldığı sığınmacı sayısına yer
verilerek AB'nin olumsuz imajı gösterilmiştir.
17 Aralık 2016 tarihli sayıda ise "Kimse olmasa da biz kucak açarız" başlıklı
haberde başlıktan yansıtılan ifadelerle hem Türkiye'nin mülteci politikası ve krizi ele
alış biçimi övülmüş hem de Türkiye sahiplenici konuma yerleştirilmiştir ( EK 19).
Haberin makro yapısına bakıldığında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun
ifadelerine yer verilen haberde güvenilir bir kaynağa atıf yapılarak haberin
kamuoyundaki olumlu etkisi artırılmak istenmektedir. Spotta Çavuşoğlu'nun ifadeleri
üzerinden Türkiye'nin 3 milyon Suriyeliye kucak açtığı söylenmekte ve Türkiye'nin
savaştan kaçan mülteciler için her zaman güvenli bir liman olduğu fikri
savunulmaktadır. Haberin geri kalanında ise Çavuşoğlu'nun yeni gelebilecek Suriyeliler
için Türkiye'nin yardım etmeye hazır olduğu ve hazırlıkların tamamlandığı yönündeki
ifadelerine rastlanmaktadır. haberde Türkiye'nin mülteci sorununda üstlendiği rol
olumlu ifadelerle anlatılmakta ve yapılan insani yardımlara odaklanılmaktadır. Sayfada
geniş bir şekilde yer ayrılan haberde ayrıca savaştan kaçan Suriyelilerin korunmaya
muhtaç kişiler olduğu teması da işlenmiştir.
Gazetenin 21 Aralık tarihli bir başka sayısında "80 bin kişiye yeni hayat"
başlıklı haberinde ise yine Suriyelilerin yardıma muhtaç yönü ön plana çıkarılmıştır.
(EK 20). Haberde İdlib'teki kamplarda yaşayan Suriyelilerin Türkiye'nin yaptığı insani
yardımlarla hayata tutunduğu belirtilmiştir. AFAD, Türk Kızılayı ve İHH gibi yardım
kuruluşlarının çalışmaları ile toplanan yardımlarla bölge "halkına " nefes aldırıldığı"
aktarılmıştır. İş ve gelir yok başlıklı kutu ile de Suriyeliler mağdur kategorisinde
gösterilmiştir. Makro incelemesine göre haberin genelinde işlenen tema Türkiye'nin
yarıma muhtaç Suriyelilerin elinden tuttuğu ve son derece özverili bir çaba harcadığıdır.
Haber Suriyeli mülteciler mağdur kategorisinde ele alınarak Türkiye'nin savaş
bölgelerinde yaptığı yardımlar övülmüş ve okuyucuların gözünde Türkiye'nin yardım
sever rolünün altı çizilmek istenmiştir. Haberde kullanılan İHH çadırlarına ait büyük
fotoğraflarla da ana tema desteklenmiştir. Haberin mikro incelemesine göre de başlıkta
verilen rakamsal ifadelerle Türkiye'nin yaptığı yardımlar ön plana çıkarılmıştır. "Yine
başlıkta kullanılan "yeni hayat" kelimeleriyle de sığınmacılara Türkiye'den yapılan
yardımlarla "yeni ve güzel" bir hayat vadedildiği aktarılmaya çalışılmıştırç
Gazetenin aynı tarihli sayısında bir başka sayfasında çıkan haberde ise "500 Göçmen
Sağlık Merkezi kurulacak" başlığı ile yapılan yardım çalışmaları başlıktan
duyurulmuştur (EK21). Haberin makro incelemesine göre haber Sağlık Bakanı Recep
Akdağ'ın ifadelerine dayandırılarak hükümetin Suriyeli sığınmacı konusundaki
politikaları olumlu yönde yansıtılmış ve bu merkezlerde Suriyeli doktor ve sağlık
çalışanlarının istihdam edileceği bilgisiyle de Suriyelilerin olumlu ekonomik etkilerine
değinilmiştir. Haberin devamında Akdağ Türkiye'nin Suriyelilerin hayat ihtiyaçlarını
73
karşılayarak çok sayıda göçmeni başarıyla misafir ettiğini söylemekte ve dünyada
Türkiye gibi başka bir ülke olmadığını belirtmektedir. Haberin mikro incelemesine
göre ise güvenilir bir kaynağın sözlerine atıf yapılarak Avrupa'nın göçmenleri destek
verme konusunda ne kadar yetersiz kaldığı vurgulanarak Türkiye'nin yaptığı yardımlar
kanıtlanmaya çalışılmıştır. Haberde Türkiye "örnek ülke" konumuna oturtulmuştur.
Son paragrafta Akdağ'ın batılı ülkelerle ilgili sarfettiği "duyarsız" , "tarih önünde
suçlu", "insanlık trajedisi" ifadeleriyle hem yaşanan krizin boyutlarına dikkat çekilmiş
hem de Türkiye ve diğer ülkeler arasında kıyaslama yoluna gidilerek okuyucuyu ikna
yöntemi kullanılmıştır
74
SONUÇ
Toplumun bazı kesimleri arasındaki çatışmalar, yaşanan siyasi krizler veya tarih
boyunca süregelen düşmanlıklar medya eliyle üretilen söylemler ile dönem dönem ya
daha çok büyümekte ya da azalmaktadır. Medyanın kamuoyu üzerindeki etkisi göz
önüne alındığında siyaset ve basın arasındaki ilişkinin kodları daha çok
belirginleşmekte iki kurumunda varlıklarının devamı için birbirlerine ihtiyaç duyduğu
gözlemlenmektedir. İhtiyaç duyduğu gelirlerle medya organları da artık ekonomik kaygı
duyan ticari yapılanmalar haline gelmiş bu da siyasilerin veya baskın gücün basın
üzerindeki etkisini artırmıştır. Bu ilişki medya organlarında haberin sunuş şeklini de
etkilemekte ve aynı olay farklı gazetelerde yansıtılan ideolojiyi şekillendirmektedir.
75
Bu çalışmada ideoloji ve medya etkileşimi neticesinde gazetelerde farklı
biçimlerde yer alan sığınmacı sorununun nefret söylemi ve ayrımcılığın üretilmesinde
nasıl bir rol oynadığı araştırılmıştır. Muhalif ya da hükümete yakın veya muhalif olarak
nitelendirilemeyecek gazetelerde sığınmacı haberlerinin nefret söylemi ile birlikte ele
alındığı bunun da toplum algısını değiştirmek üzere uygulandığı görülmüştür. Suriyeli
sığınmacılar hakkındaki haberlerin işlenişinde nefret söylemi veya ayrımcı dilin ön
planda tutulması, manipülasyon amacıyla yapılmakta ve "hükümetin uyguladığı
politikalara eleştiri" getirmek amacıyla kullanılan bir malzeme olmaktadır. Medyadaki
söylemin siyasal iktidar doğrultusunda oluşturulduğu göz önünde bulundurulduğunda
ise iktidara yakın gazetelerin mültecilik konusunu " fedakarlık, yapılan yardımların
gerekliliği ve çokluğu ile Türkiye'nin sahiplenici konumu" çerçevesinde şekillenen
konularla birlikte ele aldığı görülmektedir.
Hürriyet gazetesinde ise daha çok adli vakalarla ele alınan Suriyeli sığınmacı
haberleriyle toplumda sığınmacılara karşı bir önyargı oluşturulmaya çalışılmıştır.
Gaspçı tacizci Suriyeli başlıklarıyla verilen haberlerde kullanılan ırksal etiket ile bir
tehdit algısı oluşturulmaya çalışılmış ve buradan hareketle hükümetin sığınmacılar
konusunda uyguladığı politikalar kısmen eleştirilmiştir. Sığınmacılardan yalnızca
şiddet, anlaşmazlığa yol açan veya toplum huzurunu bozan nesneler olarak
bahsedilmesi toplumsal uyum noktasında problemlerin yaşanmasına ve kabul
noktasında bir ayrışmanın oluşmasına sebep olmaktadır.
76
Toplumda sürekli problem yaratan veya "hastalıklı", "ülkesi için savaşmayan"
tanımlamalarıyla birlikte haberlerde işlenen mülteci sorunu toplum nezdindeki
sığınmacı imajını değiştirmekte ve "biz" "onlar" karşıtlığının daha çok dile getirilmesi
ile ayrımcılığın derinleşmesine neden olmaktadır. Gasp yapan, taciz eden, hastalık
bulaştıran, çalışmayan dolayısıyla hem sosyal hem de ekonomik sorun oluşturan
sığınmacı imajı nefret söylemi ve ayrımcı dille desteklenerek hükümetin sığınmacılarla
ilgili politikalarının temelinde yanlışlığı vurgulanmakta ve bu yönde bir algı
oluşturulmaya çalışılmaktadır. Verilmek istenen mesaj milyonlarca Suriyeliye kapıların
açılmasıyla ekonomik, sosyal ve siyasal sorunların yaşandığı ve yaşanmaya devam
edeceğidir.
77
KAYNAKÇA
Ataman, H (2012). "Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar Çerçevesinde Ele Almak: Etik,
Sosyo-Politik ve Bir İnsan Hakları Problemi Olarak". İnceoğlu, Y. (Ed.). Nefret
Söylemi ve/veya Nefret Suçları.İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Barthles, R. (1993). Bir Aşk Söyleminden Parçalar. (2.baskı). (Yücel, T Çev). İstanbul:
Metis Yayınları
78
Burton, G (1995). Görünenden Fazlası-Medya Analizlerine Gişriş. Dinç, N (Çev).
İstanbul: Alan Yayıncılık.
Cohen- Almagor, R. (2011). "Fighting Hate and Bigotry on the Internet", Policy &
Internet, 2, 1-26.
Çomu, T. (Ed.). (2010). Yeni Medyada Nefret Söylemi. İstanbul: Kalkedon Yayınları.
Dirini, İ. (2010). " Okur Yorumlarıyla Yeniden Yeniden üretilen Nefret Söylemi".
Çomu, T. (Ed.) Yeni Medyada Nefret Söylemi. İstanbul: Kalkedon Yayınları.
79
Doğu, B. (2010). "Sanal Nefret Pratikleri: İnternet'te Nefret Söylemi ve Karşı
Örgütlenmeler". Çomu, T. (Ed.) Yeni Medyada Nefret Söylemi. İstanbul: Kalkedon
Yayınları.
Gürkaynak, E. (2012) " Toplumsal Temas: Önyargı ve Ayrımcılığı Önlemek İçin Bir
Sosyal Değişim Amacı Olarak Kullanılabilir mi?". Çayır, K. ve Ceyhan, M. (ed.)
Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Hughes, G. A. (2014). "Syria and the Perils of Proxy Warfare", Small Wars &
İnsurgencies
İnal, A. (1995). "Yazılı Basın Haberlerinde Yapısal Yanlılık Sorunu". Toplum ve Bilim.
11-133.
İnal, A. (1996). Haberi Okumak. İstanbul: Temuçin Yayınları
80
İnceoğlu, A. (2012). " Nefret Suçu Kavramı ve Türk Ceza Mevzuatı Açısındna
Değerlendirilmesi". İnceoğlu, Y. (Ed.). Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları.İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Kaos GL, (2012). "Nefret Suçları Kimin Sorunu?: LGBT Bireyler, Nefret Söylemi ve
Medyadaki Temsil". ...". İnceoğlu, Y. (Ed.). Nefret Söylemi ve/veya Nefret
Suçları.İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Karan, U. (2012). " Nefret İçerikli İfadeler, İfade Özgürlüğü ve Uluslararası Hukuk".
İnceoğlu, Y. (Ed.). Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları.İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Kılıç, T. (2012). "Nefret Suçları ile Mücadelede Bir Örnek: Güney Yoksulluk Hukuk
merkezi (SPCL)". İnceoğlu, Y. (Ed.). Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları.İstanbul:
Ayrıntı Yayınları
Köker E.ve Doğanay Ü.,(2010), Irkçı değilim ama… Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı
Söylemler, Ankara: İHOP yay.
Küçük. M. (Ed.). (1999). Medya İktidar İdeoloji. (2.baskı). Ankara: Ark Yayınevi.
81
Nurdoğan, A, Dur, A ve Öztürk, M. (2016). Türkiye'nin Mülteci Sorunu ve Suriye
Krizinin Mülteci Sorununa Etkileri. İş ve Hayat Dergisi, 4, 217-238.
Özerkan, Ş. (2002). Medya, Dil ve İdeoloji. İleitşim Fakültesi Dergisi.1, (12), 63-76.
Pandır, M., Efe, İ. ve Paksoy, A.2015. Türk Basınında Suriyeli Sığınmacı Temsili
Üzerine Bir İçerik Analizi. Marmara İletişim Degisi, 24, 1-26.
82
Şahinkaya, Y. (2016). Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Nefret Söylemi ve
karşılaştırmalı nefret Suçları. Ankara: Adalet Yayınevi.
Tahmaz, H. (2012). " Nefret Söylemi ve Barış Meclisi". İnceoğlu, Y. (Ed.). Nefret
Söylemi ve/veya Nefret Suçları.İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Taştekin, F. (2015). Suriye, Yıkıl Git, Diren Kal. İstanbul: İletişim Yayınları.
Van Dijk, T. A. (1991). The Interdisciplinary Study of News as Discourse. Ed. Jensen,
K. B.& Janskowski, Routledge. A Handbook of Qualitative Methodologies for Mass
Communication Research,.
Van Dijk, T. A. (1994). "Söylein yapıları". Küçük, M. (Çev). Medya, İktidar, İdeoloji.
Ankara: Ark Yayınları.
Yanıkkaya, B. (2009). "Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım". Ateş, N. (Çev).
Söylem ve İdeoloji. (Der.) Çoban, B. ve Özaraslan, E. İstanbul: Su Yayınları.
Yazıcı, T. (2016). Yeni Medyanın Nefret Dili: Suriyeli Mültecilerle İlgili Ekşi Sözlük
Örneği. Global Media Journal,13, 115-136.
Yumul, A. (2013). "Nefret Suçu ya da 'Ölü Vicdanlar Ülkesi'". Çınar, M (Ed.). Medya
ve Nefret Söylemi Kavramlar Mecralar Tartışmalar. İstanbul: Hrant Dink Yayınları
83
İnternet Kaynakları
www.nefretsoylemi.org/
https://www.afad.gov.tr/en
Georgia couple gets prison for racist threats at child's birthday party. 23/02/2018
https://edition.cnn.com/2017/02/27/us/georgia-couple-confederate-flags-
threats/index.html
84
Lebron James'in evine ırkçı saldırı.31 Mayıs 2017
http://www.fanatik.com.tr/2017/05/31/lebron-james-in-evine-irkci-
saldiri-1297905.
http://www.goc.gov.tr/files/files/goc_terimleri_sozlugu.pdf
85
EK 1. CUMHURİYET GAZETESİ: 8 EKİM 2016
86
EK 2. CUMHURİYET GAZETESİ : 23 EKİM 2016
87
EK 3 CUMHURİYET GAZETESİ: 25 EKİM 2016
88
EK 4 CUMHURİYET GAZETESİ : 24 ARALIK 2016
89
EK 5 CUMHURİYET GAZETESİ : 27 ARALIK 2016
90
EK 6 HÜRRİYET GAZETESİ : 4 KASIM 2016
91
EK 7 HÜRRİYET GAZETESİ: 4 KASIM 2016
92
93
94
EK 8 HÜRRİYET GAZETESİ: 26 ARALIK 2016
95
EK 9 HÜRRİYET GAZETESİ: 26 ARALIK 2016
96
EK 10 YENİ ŞAFAK GAZETESİ: 28 EYLÜL 2016
97
98
99
EK 11 YENİ ŞAFAK GAZETESİ 3 EKİM 2016
100
101
EK 12 YENİ ŞAFAK GAZETESİ : 5 EKİM 2016
102
103
104
EK 13. YENİ ŞAFAK GAZETESİ: 21 EKİM 2016
105
106
107
108
EK 14. YENİ ŞAFAK GAZETESİ : 4 KASIM 2016
109
110
111
EK 15. YENİ ŞAFAK GAZETESİ 5 KASIM 2016
112
EK 16. YENİ ŞAFAK GAZETESİ: 5 ARALIK 2016
113
114
115
EK 17. YENİ ŞAFAK GAZETESİ: 8 ARALIK 2016
116
EK 18. YENİ ŞAFAK GAZETESİ 9 ARALIK 2016
117
118
EK.19 YENİ ŞAFAK GAZETESİ 17 ARALIK 2016
119
120
EK. 2O YENİ ŞAFAK GAZETESİ: 21 ARALIK 2016
121
122
EK.21 YENİ ŞAFAK GAZETESİ 21 ARALIK 2016
123