Professional Documents
Culture Documents
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SOSYOLOJİ
ANABİLİM DALI
Ali ALTINTAŞ
Ankara, 2020
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI
Tez Danışmanı
Dr. Öğr. Üyesi Kurtuluş CENGİZ
2020)” adlı yüksek lisans tezimdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik
aksinin ortaya çıkması durumunda her türlü yasal sonucu kabul edeceğimi beyan
ederim.
29.07.2020
Ali ALTINTAŞ
TEŞEKKÜR
netleştirmeme vesile olan dersin yürütücüsü ve danışmanım Dr. Öğr. Üyesi Kurtuluş
cesaretlendirdi.
‘Politik Teoloji’ dersi kapsamında yaptığımız bire bir münazaralarla İslam ve İslamcılık
üzerine düşüncelerimi derinleştirmemi sağlayan Prof. Dr. İlhami Güler’e, tez sınavındaki
değerli görüş ve eleştirileri için Doç. Dr. Fırat Mollaer’e teşekkürü bir borç bilirim.
Bunun yanında metnin tamamını notlar alarak okuyup haşin ve kıyıcı eleştirilere
tabi tutan arkadaşım Emre Berber’in katkısı yadsınamaz. Ayrıca tez sürecinde ve
Son olarak Mart’ın ortasından Haziran’a kadar geçen, bazı günler evden çıkmanın
için ne kadar anlamlı, kıymetli olduğunu kavrayarak sabır, anlayış ve desteğini hiç
büyüten, yetiştiren anama, babama ve bir gün uzun çöpten hakkın alacak her inançtan
Ali ALTINTAŞ
1. GİRİŞ ........................................................................................................................ 1
1.1. Araştırmanın Konusu ............................................................................................. 2
1.2. Araştırmanın Problemi .......................................................................................... 7
1.3. Yöntem ................................................................................................................ 16
uzanan bir tarihsel süreçte iktisadi tartışmalara yoğunlaşan İslamcı dergileri incelemiştir.
(articulation) kavramından ise kısaca ‘ideolojik düzeyde hareket eden bu gibi öğelerin
tartışmaların 90’ların ilk yarısında yoğunlaşan odağı olan Refah Partisi’nin kitle tabanı
özelliklerine yer verilerek metinleri analiz etmek için izlenen yöntemden bahsedilecektir.
olabildiğince uzak bir kavrayışla ele alınması gerektiğine yönelik eleştirel pozisyonlara
bölümde ise, beş ana eksen üzerinden yer verilen metinlerdeki neoliberalizmin sızdığı
1
‘serbest piyasacı’ ve sosyalizan tezlerin sızdığı ‘sosyal adaletçi’ eklemlenmeler
1990’ların ilk yarısı seçim siyaseti düzeyinde Refah Partisi’nin, genel politik
düzlemde ise İslamcı muhalif dinamiğin iktidara doğru güçlü bir şekilde yürüyüşe geçtiği
bir dönemi ifade eder. Türkiye’de İslamcılık bu dönemde hegemonya kavgası verirken
farklı toplumsal kesimlere hitap edebilmek için çok farklı ideolojik unsurları söylemine
unsurun farklı sınıf ideolojileriyle eklemlenmelerini tartışabilmek için münbit bir zaman
9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve 3 Aralık 1989’da ABD Başkanı George
Bush ile SSCB Komünist Partisi Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov’un Malta’da görüşerek
Soğuk Savaş’ın bitişini Dünyaya ilan etmeleri ile birlikte bir yandan neo-liberal
rüzgarların tüm dünyayı daha güçlü bir biçimde kasıp kavurmaya başlaması, dolayısıyla
beraberce artmaya başladığı bir döneme girilmesidir. 1996 yılında ise İslamcılığın
2
olarak da anılan 54. Türkiye Hükümeti, 28 Haziran 1996 tarihinde Refah Partisi’nin
göstermeye başlamıştır. Refah Partisi’nin peş peşe seçim başarıları ile merkeze
yürümesine paralel biçimde İslamcılık nispeten dar çevrelerden toplumun geneline hitap
eder hale gelmiştir. Bu gelişmeler bir yanda liberalizasyon ve uyum süreçlerini devreye
sokarken1 bir yandan da radikal inkılabî çizginin sesini daha gür duyurmasını sağlamıştır.
izleyebilmenin önemli araçlarıdırlar. Yaygın olarak bilinen ilk İslamcı dergi, Cemaleddin
Efgani ve talebesi Muhammed Abduh tarafından 1884 yılında Paris’te çıkarılan el-
Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte yayıncılıkta bir patlama yaşandığı, 300’e yakın yeni
Sırât-ı Müstakîm, Mustafa Sabri Efendi’nin öncülük ettiği Beyan’ul Hak dergileri
sürüklediği Sebilürreşad gibi İslamcı dergiler -sayıları çok fazla olmamakla birlikte- 1925
1
Sunar, Lütfi (2019) “İslamcılığı Konumlandırmak: Genel Bir Giriş”, ‘Bir Başka Hayata Karşı’ içinde,
C:1 s.11
2
“el-Urvetü’l-Vüskâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/el-urvetul-vuska (11.01.2020 tarihinde erişildi)
3
Köroğlu, Ahmet (2016) “Türkiye’de İslamcılık Düşüncesinin Seyrini İslamcı Dergiler Üzerinden
Okumak", 1960-1980 Arası İslamcı Dergiler: Toparlanma ve Çeşitlenme içinde, s.8
3
edebilmişlerdir. Bu tarihten itibaren 2.Dünya Savaşı’na kadar baskıcı siyasi koşulların
etkisiyle genel olarak İslamcı yayıncılıkta ciddi bir durgunluktan bahsetmek mümkündür.
1939 yılında Nurettin Topçu’nun Hareket’i, 1943 yılında Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su
çıkmaya başlamıştır. Çok partili hayata geçişle siyasi konjonktürde bir rahatlama söz
konusu olmuş; Ehl-i Sünnet, Hakikat Yolu, Serdengeçti, İslamîyet, Selamet dergileri yayın
Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte bu canlanma artmış; Hilal, İslam ve İslam’ın Nuru
1960’lı yıllar İslamcılık için ciddi bir tercüme hareketinin başladığı yıllara tekabül
eder. Seyyid Kutub, Mevdudi, Muhammed İkbal, Muhammed Hamidullah gibi İslam
birçoğu faaliyetine devam etmiştir. Ayrıca Sezai Karakoç ile anılan Diriliş; Milli Türk
başlamıştır.6
muhafazakarlıktan net çizgilerle ayırma çabasında olduğu bir döneme işaret eder.
Örneğin Milli Gençlik dergisi daha İslamcı bir hattı savunur hale gelmiştir. Ayrıca bu
dönemde Akıncılar olarak bilinen İslamcı gençlik hareketinin dergileri (Akıncı, Akıncılar,
4
Erken, Mehmet, (2018) “1923-1960 Yılları Arası Türkiye’de İslami Yayıncılık”, İslam’ı Uyandırmak
içinde, C:1 s.29-50 ve Öz, Asım (2018) “Hassas Bir Muhalefet Politikası: Geçiş Sürecinde Dindar-
Milliyetçi Dergiler”, İslam’ı Uyandırmak içinde, C:2 s.5-98
5
Köroğlu, a.g.m. s.14-31
6
Duman, Doğan, (1994) “Türkiye’de İslami Yayıncılık”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C:2
S:4 s.82
4
Gölge, Ak-Genç, Akıncı Güç), Kadir Mısıroğlu’nun Sebil’i ve popüler kültürde ‘Yedi
Güzel Adam’ın7 dergisi olarak da yer etmiş Mavera filizlenmiştir. Öte yandan kuvvetli
bir antikomünist pozisyona sahip Milli Mücadele Derneği tarafından yayınlanan Yeniden
Milli Mücadele yine bu dönemde faaliyete geçer. Ancak özellikle 70’lerin ikinci yarısında
yayınlanan ve kapatılmaları neticesinde bir sonraki isimle yayın hayatına devam eden
Şura-Tevhid-Hicret dergileri ve İslami Hareket dergisi daha özgül ve sistem karşıtı bir
çıkardıkları süreli bir yayının bulunması yahut da süreli bir yayının etrafında kümelenmiş
olarak faaliyetlerine devam etmeleri söz konusudur. Özellikle 1980’li ve 90’lı yıllarda
İslamcı dergi ve gazete sayısında bir patlama yaşandığını söylemek abartı olmaz. Bunun
katması gösterilebilir. Duman’a göre 1995 yılında 600’e yakın İslamcı dergi ve gazete
faaliyet halindedir.9 “İslamcı dergiler” denilince yalnızca bütünlüklü bir İslami siyaseti
7
Yedi Güzel Adam, Cahit Zarifoğlu’nun bir şiirinin ismidir. Aynı zamanda Zarifoğlu’nun yanında Nuri
Pakdil, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Alâeddin Özdöneren, Mehmet Akif İnan ve Ali Kutlay’dan
müteşekkil edebiyatçı grubunu imler.
8
Köroğlu, a.g.m. s.31-40
9
Duman, D. a.g.m. s.83
10
1956-76 arası yıllarda yayınlanmış İslam dergisiyle herhangi bir irtibatı yoktur.
5
tarikatının yayınları olan İcmal ve Öğüt dergileri, Nurculuk’un Yeni Asya grubuna11 bağlı
yayın yapan Köprü dergisi bu kapsamda tasnif edilmektedir. 80’li yıllarda çıkmaya
başlayan dergiler arasında Mehmet Metiner’in başını çektiği Girişim, Ercüment Özkan’ın
yandan, 80’li yıllarda özel olarak Müslüman kadınlara seslenen ve keskin söylemler
içeren Mektup, Nakşibendi tarikatına bağlı bir grubun çıkardığı Kadın ve Aile, yine Yeni
rastlamak mümkündür. İnsan hakları derneği olarak bilinen ‘Özgür-Der’i kuracak olan
Vakfı’nın çıkardığı Umran dergisi ile Bilim ve Sanat Vakfı’nın Bisav Bülten’i gibi vakıf
ve dernek yayınları yine bu başlık altında toplanır. Bunun yanında; devlet tarafından
illegal bir örgüt olarak tanımlanan İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi(İBDA-C)’ne
yakın olduğu bilinen Ak-Zuhur ve Taraf dergileri gibi yayınlar; İslam çerçevesinde bir
mezhep grubu olan Türkiye Caferilerinin çıkardığı Ehl-i Beyt Mesajı dergisi gibi yayınlar,
yukarıda belirtildiği üzere İslam ve Altınoluk gibi cemaat tandanslı yayınlar da İslamcı
11
Bediüzzaman Saidi Nursi’nin öğretilerine bağlılığı ifade eden Nurculuk’un Yeni Asya gazetesini çıkaran
kolu.
12
Çakır, Ruşen, (1990), Ayet ve Slogan ve Duman, a.g.m. s.87-88
13
İslamcı Dergiler Projesi’nin resmi sitesinden edinilen bilgilerdir. http://katalog.idp.org.tr/dergiler
(12.01.2020 tarihinde erişildi)
6
olan bu dergiler, çalışmanın odaklandığı dönem olan 90’ların ilk yarısında da
kısmında detaylandırılacaktır.
Farklı politik tutumlara sahip modern İslamcıların ortaklaştığı bir husus dinin
bugüne akseden yönü ile ilgili olarak bitmez tükenmez bir yorumsama faaliyetidir;
yorumsamanın belli ölçüde meşru olduğu kabul edilse de. Bu yorumsama faaliyeti
görüşler toplanmakla birlikte uçlara doğru istisnai ve çok çeşitli görüşler yer
farklılaşma aslında büyük oranda bugüne dair ve bugünde oluşmuş fikirlerin İslami
gelenekte yerini bulup çıkarmaya, gerekirse en diplere kadar kazımaya yöneliktir. Elbette
varlığından bahsetmek mümkün olmakla birlikte -bu anlamda İslam elbette bir boş-
7
yolculuğunda edindiği birikimler ve tercihleri neticesinde çok çeşitli olarak
düşüncelerinin tesiriyle biçimlenen dünya görüşlerini inançları ile üst üste bindirme
‘halkçı’ İslamcılık –bu hatta yakın bir yerlerden seslenen Mahmud Muhammed Taha,
Mahmud Talegani, Mustafa Sıbai gibi 20. yüzyıl İslamcı entelektüelleriyle birlikte-
İslam’dan sosyal adaletçi, eşitlikçi, devrimci bir politik söylem devşirmenin dikkate değer
bir kanalını oluşturur. Bu çizginin halkçılığı, teolojik düzeyde ‘Allah’ın hakkı’ ile ‘halkın
hakkı’nı -bir başka deyişle ‘kamu çıkarı’nı- eşlemesi ve birbiri yerine kullanabilmesinden
gelir. Türkiye’de 2000’lerden sonra atılım göstermesi ise, 90’ların İslamcı tabanı arasında
AKP’nin yükselişiyle neşet etmeye başlayan sınıfsal çelişkilerin iyiden iyiye su yüzüne
çıkması ile olmuştur. İhsan Eliaçık’ın 2009’dan itibaren ön planında olduğu bu çabanın,
2020’den bakıldığında büyük oranda kadük kaldığı teslim edilebilir. Bunun nedenleri ayrı
ve geniş bir tartışma konusu olmakla birlikte, çalışmanın perspektifi açısından bu politik
talebini diri tutmaya çalışan küçük bir kesim arasında cereyan etmesi olgusudur.
Ali- politik dert aktarılırken karşı cephenin şapkasından başka sahabeler -Abdurrahman
Bin Avf, Osman- çıkar. Öne çıkarılan hadislere başka hadislerle, işaret edilen ayetlere
başka ayetlerle karşılık verilir. Durak’ın belirttiği gibi14, çoğunlukla kitabî referanslara ve
14
Durak, Yasin. (2012), “Sol İlahiyat Tartışmalarındaki Metin-Merkezci Yaklaşımlar Üzerine Bir Deneme:
Tanrının Kahkahaları”, Birikim Dergisi S:284 s.87-88
8
alternatif tarih yazımlarına başvuran bu yöntem, karşısında egemenlere bağlılık yemini
rastlanan kutuplaşmaların İslamcılık, Müslümanlık özelinde bir uzantısı mıdır? Belki ikisi
de. Ancak bu tarz tartışmaları polemiğe, hatta kakafoniye çeviren ve biraz da içinden
çıkılmaz hale getiren tartışmanın merkezinde, bünyesinde yer alan kutsiyet halesidir. Ali
uygun İslam yorumlarında dini referansları yeniden anlamlandırıcı ve inşa edici, yer yer
açıktan eleştiriye tabi tutulamadığı için Kuran'ın tarihselci okuması. Tarihselciliğin Kuran
metni hakkındaki ‘budayıcılığı’, öyle bir noktaya gelir ki, Kuran’dan Müslümanların
edinmesi gereken bilginin birtakım evrensel ilkelerden ibaret olduğu yönünde çıkarımlar
dahi yapılır. Yani Kuran vahyi, evrensel ilkelerin Tanrı tarafından insanlara hatırlatılması
Bir tarihselci Müslüman ile İslam'ı tarihsel materyalist bir okumaya tabi tutan
arasında sanıldığı gibi büyük farklılıklar yoktur. Örneğin Ankara İlahiyat Ekolü’nden
kelamcı Prof. Dr. İlhami Güler Kuran metni için "Allah Arap erkeğine konuştu" derken15,
15
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde 2016 yılı Güz Dönemi’nde verdiği ‘Politik Teoloji’ adlı
doktora dersinde ifade edilmiştir.
16
Kıvılcımlı, Hikmet (1999), Allah Peygamber Kitap
9
istişare-demokrasi kavramlarının barışıklığını savunduğu bir makalesinde şöyle
zor olduğunu göstermektir."17 Yazar, 'zor' yerine 'imkânsız' da diyebilirdi, çünkü Kuranı
politik arzusuna yani demokratik bir Müslüman toplum arzusuna manivela olacak
yıldır kurumlaşmış olan seküler-mütedeyyin fay hattının tüm can alıcı politik meseleleri
anlamda ilkesel bazda ortaklaşılan ve karşı olunan olgulara varış için insanların hangi
öncüllerden hareket ettiklerini ikinci sırada değerlendirmek mümkün hale gelir. Sınıf
okumalardan varmış olmak -Aydınlanmacı bir diskur dayatılmadığı müddetçe- bir sorun
Adam Smith'ten mülhem Tanrı'nın Eli 19 'ni arayan serbest piyasacı Müslümanlar da
adıyla çıkan bir kitabın ortak yazarı olur; yahut kapitalizmin kökenini 6. ve 7. yüzyıl
17
Fazlurrahman, (1995) “İslam ve Siyasi Aksiyon: Siyaset Dinin Hizmetinde”, İslamda Siyaset Düşüncesi
içinde, s.21-22
18
Kara, İsmail (2009) “İslam Düşüncesinde Paradigma Değişimi: Hem Batılılaşalım Hem de Müslüman
Kalalım”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce içinde, C:1, s.253-260 ve Bora, Tanıl (2017) Cereyanlar,
s.23-32
19
Smith, ‘Invisible hand’ kavramını kullanır. bkz. Smith, Adam (2007) The Wealth of Nations, s.349
20
Akyol, Mustafa ve Murat Çizakça (2012) Ahlaki Kapitalizm: İslam’ın Unutulan Ekonomi Modeli
10
Arabistanında arayan bir kitap Türkçe’ye çevrilir.21 Dolayısıyla, "İslam özünde (...)'dır"
kendi politik angajmanlarına göre dinden biçtiği elbiseler olmaktadır. “Başka türlü bir
müspet bir cevap verilemeyeceği kanaatindeyim. Buna rağmen “İslam’ın terakkiye mani
Aslında İslam toplumlarının tarihsel arka planına dair veriler de bize benzer şeyler
söylüyor. İlk dönem Ehli Sünnet-Şiilik-Haricilik mezheplerinin ortaya çıkışı, Ehl-i Rey-
İslam dairesi içinde kalarak kendi sözlerini söyleme, politik duruşlarını yansıtma çabasını
ifade etmektedir. Öte yandan, Hristiyanlık içi tarihsel çekişmeler (Katolik Kilisesi-Martin
sanıldığı gibi aşılmaz ve uzun olmadığı ifade edilebilir. Öte yandan Şeriati’nin şirk dini-
kutuplaştırmaları da sosyal adaletçi politik ajandaya göre bir ‘öze dönüş’ kuran söylemler
21
Koehler, Benedikt (2016) İslam’ın Erken Döneminde Kapitalizmin Doğuşu
22
Bu minvalde Vefa Saygın Öğütle’nin (2011) Almanya’da 16. yüzyılda gerçekleşen Reform Hareketi ve
Köylü İsyanları çerçevesinde bir dinin öz olarak devrimci yahut gerici olamayacağını tartıştığı makalesine
bkz. “Ateizm, Mesihçilik ve Marksçı Realizm: Kendinde-Gerici ya da Kendinde-Devrimci Herhangi Bir
Dinsel İnanç Var mıdır?”, Doğu ve Batı Düşünce Dergisi, S:55 s.199-222
23
Durak, a.g.m., s.84
11
1990’ların başında Batıya karşı Üçüncü Dünya milliyetçiliği 24 veya Üçüncü
imkanına haiz olduğu çalışmanın temel varsayımlarından biridir. Bu iki çarpışan sınıfsal
ekseni, başka bir deyişle ‘Müslüman sol’ ile ‘Müslüman sağ’ı gerilimli bir biçimde bir
araya getiren koalisyon28 ise elbette Refah Partisi’dir. Partinin şehirli tabanı büyük oranda
da niceliklerine oranla etki ve nüfuz güçleri daha yüksek olan yeni bir dindar orta sınıfı
da içermiştir. Tuğal’a göre, bu orta sınıf kesimlerin ideologları olan eğitimli ve aydın
olduğu İslamcı hareketin serbest piyasacı bir çizgide ilerlemesi için tesir etmeye
24
Al-Azmeh, Aziz (2014) Aziz İslamlar ve Moderniteler, s.137 ve Zubaida, Sami (1994) İslam Halk ve
Devlet, s.19-77
25
Özçetin, Burak (2011) Making of New Islamism in Turkey Transformation of the Islamist Discourse From
Opposition to Compliance, Yayımlanmamış Doktora Tezi, s.374, (“…dönemin İslamcılığının bir tür
Üçüncü Dünyacı Popülizm olarak ele alınabileceğini iddia ettim. Semptomatik bir okuma ile popülizmi
siyasal alanı “halk” ve “karsıtı” arasında bölen, statüko karşıtı bir siyasal ideoloji, ya da siyaset mantığı
olarak ele aldım. Buradan hareketle 1970’li ve 1980’li yılların İslamcı popülizmi toplumu Müslüman
“halk” ile Batıcı, modernleşmeci ve halkına yabancılaşmış “iktidar bloğu” arasında ikiye böler; “Batı”
bu bölünmede kötülüğün vücut bulmuş hali olarak algılanır ve “kurtuluş” ancak ve ancak düşmanın
ortadan kaldırılması ile mümkün olacaktır.”)
26
Sayyid, S. (2017) Fundamentalizm Korkusu, s.103-137
27
“Cumhuriyetin genç kuşakları çağ dışı kara kafalılar tarafından değil, aydın bağımsızlık ve hürriyetin
değerini bilen aydın kafalı öğretmenler tarafından yetiştirilecektir.” (bkz. Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri
Birliği, 2006 Cumhuriyet Bayramı Kutlama Mesajı; http://www.tzymb.org.tr/default.asp?hid=31
30.12.2019 tarihinde erişildi) Bu mesajın Cumhuriyet Mitinglerinin gerçekleştiği dönemden çok kısa bir
süre önce yayınlanması kavramın vurguladığı değer yargılarını serimlemesi bakımından anlamlıdır.
28
İsmail Kara, daha derin bir tarihsellikten hareket ederek 2.Meşrutiyet’ten itibaren İslamcı hareketin
‘geniş bir koalisyon’ olduğundan bahseder. Örneğin Türkiye İslamcılığının erken nüvelerinden birini temsil
eden Sırat-ı Müstakim (daha sonra ismi Sebilürreşad olacak) dergisinin yazar kadrosunun ‘geldikleri yerler,
yetişme tarzları, meşrepleri, mevcut statüleri, dinî yaşantıları’ itibariyle bir koalisyon manzarası arz ettiğini
belirtir. (Bkz. Kara, İsmail, ‘Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi ve Hareketi Üzerine Birkaç Not’, Türkiye’de
İslamcılık Düşüncesi ve Hareketi Sempozyum Tebliğleri içinde, s.25) Ayrıca Kara, kanonik metni olan üç
ciltlik ‘Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi’ eserine Halifeliğin kaldırılmasını dinen caiz bulan Seyyid Bey’i
ve 1949-50 yıllarında CHP hükümetinde Başbakanlık yapmış Şemsettin Günaltay’ı ‘İslamcı’ kişilikler
olarak almasını da benzer bir ‘koalisyon’ değerlendirmesiyle savunur. bkz: “Ismail Kara: Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e Türkiye’de İslamcılık (Eski Defterler Programı)”;
https://www.youtube.com/watch?v=USv-A93rsjY (12.05.2020 tarihinde erişildi)
12
çalışmışlardır. 29 Üstelik parti, hem geleneksel İslami değerleri hem de modern sosyal
adalet mücadelesini belirsiz bir biçimde harmanlayarak yoluna devam eden bir politika
gütmüştür.30
sürdürülen mücadele yukarıda altı çizilen varsayıma iyi bir örnek oluşturur. ‘Adil Düzen’,
ilk olarak ‘Akevler Kooperatifi’ olarak adlandırılan ve müşterek bir yaşamın temelini
attıklarını öne süren dindar bir çevrenin kendilerini tanımlarken kullandıkları bir
nevi Marksist olmayan sosyalist tecrübe ve fikirlerden ilham aldıklarını iddia etmiştir.31
‘Adil Düzen’ etiketi alt sınıflar için radikal yeniden paylaşımı, sosyal adaletçi söylemleri
vaad eden parti, aynı zamanda çelişik biçimde serbest piyasayı ilerletip güçlendireceğini
de öne sürmüştür. Refah Partisi’nin 1991 yılında yayınladığı ‘Adil Ekonomik Düzen’
emek sömürüsüne, sınıfsal eşitsizliklere, emeğin karşılığı olan cari gelirin adaletsiz
29
Tuğal, Cihan, (2019) Pasif Devrim s.66
30
a.g.e. s.20
31
Çakır, Ruşen (1994) Ne Şeriat Ne Demokrasi, s.150
32
Yeryüzü Dergisi’nde kendisiyle söyleşi yapılan Refah Partili Belediye Başkan Yardımcısı’nın aktardığı
bir anektod ‘Adil Düzen’in İslamcılık dışından nasıl algılandığına yönelik ilginç bir örnektir; “Bir mıntıka
mühendisi 1 Kasım tarihinde, yani seçimden önce bir inşaatı usulsüz olduğu için cezalandırmak üzere
gidiyor. Fakat zabıt tutmuyor, inşaatın sahibiyle görüşüyor. Usulsüzlüğe göz yumacak ve bunun
karşılığında 10 milyon alacak. Bu paranın 2 milyonunu peşin olarak alıyor. Ancak RP seçimleri kazanınca
hemen gidip aldığı 2 milyonu iade ediyor ve zabıt tutuyor. İnşaat sahibi rüşvetten neden vazgeçtiğini
sorduğunda ise ‘arkadaş Bahçelievler’de RP kazandı. Bu adamların ne yapacağı belli olmaz. Adamın elini
keserler.’ şeklinde konuşuyor.” [“Mevcut Kaynaklarımız İşçi Ücretlerine Yetmiyor”, Yeryüzü, Ocak 1993
(II) s.]
33
Refah Partisi (1991) Adil Ekonomik Düzen s.4-89
13
bazı unsurlar barındırmakla birlikte sosyal adaletçi vurgusu oldukça yoğun olan bu
program, MÜSİAD’ın temsil ettiği dindar işadamları ve bir tür ahlaki kapitalizm çağıran
‘İslam ekonomistleri’ 34 tarafından gerçekçi olmadığı için topa tutulurken, bazı radikal
İslamcı gruplar tarafından yeterince eşitlikçi olmadığı gerekçesiyle tefe konmuş, partiye
semeresini göstermiş; yayınlanan ’Adil Düzen: 21 Soru 21 Cevap’ adlı broşürde ‘Adil
Düzen gerçek özel sektörcü düzendir.’ cümlesi bile yer almış, devletçilik epey geri plana
sosyal adaletçi tınıları ütopik bulan serbest piyasacı kanadın azınlık olduğunu ileri süren
hareketle, bir holdingin yönetim kurulunda yer alan bir muhafazakâr ile Ankara-
Sincan’da yaşayan bir Sünni işçinin aynı partiyi/siyaseti desteklemesi yahut seküler bir iş
adamı ile Tuzluçayır’da yaşayan bir Alevi işçinin aynı partiyi/siyaseti desteklemesi ancak
34
Sabahattin Zaim, Hayrettin Karaman ve Mustafa Özel bu isimlerin en bilinenleridir. bkz. Ersin, İrfan
(2015) Necmettin Erbakan’ın Ekonomik Söylem ve Uygulamaları, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
s.299-304.
35
Refah Partisi (1994) Adil Düzen: 21 Soru 21 Cevap, s.1-23
36
Tuğal, a.g.e. s.8-67
14
karşılaştırmalı olarak serimleyip tahlil etmeyi amaçlıyorum. Yani İslamcılığın
siyasete bakan yönüyle Türkiye’de halihazırda verili kimlik eksenli kültür kavgasının
bir katkı sunmayı amaçlamaktadır. Şu ana soruya ve peşinden gelen ikincil soruya yanıt
arayacağım;
(1) 1990’ların başında bir ideolojik unsur olarak ‘İslamcılık’ın neoliberal doktrinle
mütedeyyin kavgasını bir yana bırakarak ve sınıf siyasetini baz alarak düşünmek
söylenebilir mi? (Aynı soru serbest piyasacı ideolojiyi savunan, ancak inanç ve
15
1.3. Yöntem
Feuerbach’ın "Bir sarayda başka türlü düşünülür, bir kulübede başka türlü."37
sözünü dini yaşayış ve din referanslı ideolojiyi algılayış biçimine teşmil etmek
benzer bir referans çerçevesini temel alsalar ve aynı dili konuşuyor görünseler de- hayatı
gedikten neşet eder.38 Kapitalist modernleşmenin baskın karakterinin bir sonucu olarak
zeminidir.
bazında İslam referanslı bir dil ile ifade etmekte, seküler kesim ise dini birikimden
toplumu ve siyaseti kesen birincil hat makro siyasetin vaaz ettiği kimlik eksenli
sayılarını baz alarak İslamcılığın iktisadî söylem dağarını konu edinecektir. Çerçeve ile
İktisat ve İş Dünyası dergileri ‘serbest piyasacı’ yaklaşımın iyi birer temsilcisi olarak;
Haksöz, Yeryüzü ve Yeryüzü Dergisi’nin devamı olan Yeni Yeryüzü ‘sosyal adaletçi’
37
Feuerbach’tan akt. Engels, Frederich (1979) Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s.35
38
Daha evvel belirtildiği üzere; Şeriati’nin şirk dini-tevhid dini, Garaudy’nin dinin ruhbani tarafı-
peygamberane tarafı, Löwy’nin Vatikan kilisesi-devrimci kilise, Gramsci’nin Cizvitleşmiş Hristiyanlık-saf
ilkel Hristiyanlık kutuplaştırmaları.
16
yönü ağır basan dergiler olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca ‘serbest piyasacı’ söylem
İslam, Altınoluk, Yeni Zemin, Bilgi ve Hikmet, Umran ve Bisav Bülten) birtakım sınırlı
örnekler yer alacaktır. Birkaç istisna dışında incelenen dergi sayılarına İslamcı Dergiler
referanslardan (öncelik ayet, hadis ve sünnete verilmek üzere; sahabelerin örnekliği, ilk
analiz edilecektir. İncelenen metinlerde işaret edilen ayetlerin içeriği yazarları tarafından
Türkçesi için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Kuran Yolu Meali”40 kullanılmıştır. Önemle
vurgulamak gerekir ki; metinlerde yapılan İslami kaynaklardan aktarımların aslına uygun
olup olmadığı, ayetlere verilen manaların yerindeliği, hadislerin sahihliği gibi bir
tartışmaya girilmemiş; metni yazan kişinin aktarımı ve kullandığı dini referansa biçtiği
ve aynı zamanda çalışmanın merceğe aldığı dönemde nispeten uzun erimli bir yayın
Kurucu Başkanı Erol Yarar sahipliğinde Eylül 1992’de yayına başlayan ve yayın hayatına
halen devam eden Çerçeve, yükselmekte olan Müslüman burjuvazinin organik yayın
organı olması hasebiyle özel bir ilgiyi hak etmektedir. Köseoğlu’na göre 90’lı yıllardaki
39
Kataloga idp.org.tr sitesinden ulaşılabilmektedir.
40
Diyanet İşleri Başkanlığı (2019) Kur’an Yolu Meali
17
sermayenin ekonomik etkinlik artışıyla bir arada değerlendirmek lazımdır. 41
Muhafazakar sermaye çevrelerinin siyasete yön vermek, kamuoyu oluşturmak için attığı
adımlardan biri de televizyon, radyo sahibi olmak; gazete, dergi çıkarmaktır. Bu olguya
paralel olarak ve şaşırtıcı olmayan biçimde, derginin ilk sayısında yer alan Başyazı’da
etmek, çözümler önermek, icra mevkinde olanlara uyarılarda bulunarak zaman, para ve
kaynak israfına engel olmak’ sayılmıştır.42 Dolayısıyla sermaye sınıfının bir fraksiyonu
mühimdir. Bu çalışma kapsamında Çerçeve dergisinin Eylül 1992 ile Aralık 1996 tarihleri
yayın hayatına son vermiştir. ‘Girişimci bir İslam’ anlayışı için çaba sarf eden ve bu yolda
seslenmeyi ve -Özel’in ilk sayıdaki giriş yazısında belirttiği üzere- iş dünyasını toplumsal
Erhan Erken imzasıyla yayınlanan ve edebi açıdan pek de başarılı olmayan bir öyküdeki
41
Köseoğlu, Talha (2019) “1990’ların İslamcı Dergilerinde Liberalleşmeye Bakışlar”, ‘Bir Başka Hayata
Karşı’ içinde, C:2 s.542
42
Yıldız, Mehmet, ‘Başlarken…’, Çerçeve Eylül 1992
• Takibini kolaylaştırmak amacıyla, çalışma kapsamında incelenen dergilere atıflar bu formatta
belirtilecektir. Atıf yapılan yazı belirli bir kişiye ait değilse yazının başlığıyla başlanacak, tekrar
atıf yapılması durumunda yazar adı yerine başlığıyla kısaltılacaktır.
43
Özel’in bu gibi görüşlerine çalışmanın devamında detaylıca değinilecektir.
44
Özel, Mustafa, ‘Gurbet Burcundan Mektup’, İktisat ve İş Dünyası Ocak-Şubat 1992
18
“Bugünlerine göre maddi olarak çok zor şartlarda geçen fakat iç huzuru itibariyle
dingin ve çok daha az çelişkili olan o günlerini gıpta ile gözünün önüne getirdi. Hayatın
siyah ve beyaz tonları çok fazlaydı, gri tonlar ise ehemmiyetsiz bir yer tutuyordu. İki
dakika evvel telaffuz ettiği sigorta, kasko, bankadan sağlanacak finansman gibi konular
geçmiş dönemde üzerinde çok rahat hüküm verdiği veya okuduğu bir hükmün, tamam,
işte doğru bu, diye taraftarı olduğu meselelerdi. İktisat talebesi olduğu için kafa yorup
araştırırken eline geçen bir kitapta okuduğu, sigorta ile ilgili menfi görüşler onu derinden
etkilemişti. Hafızasını zorladı, yanılmıyorsa, dış ticarette ve özellikle deniz aşırı ülkelerle
yapılan dış ticarette sigortaya cevaz verir mahiyette bir hükme, meşhur fetva
arabasının kasko sigortası ile ilgili kendisini rahatlatacak, gönlüne su serpecek bir bilgi
veya bir iz hatırlamıyordu. Devletin vatandaşın malını koruyamadığı bir ortamda insanın
buluyordu da, neden her seferinde kendi kendine bir daha, bir daha soruyordu? Her ay
derginin ortaya koyduğu görüşlerin çalışma için merkezi yeri anlaşılacaktır. Çalışma
kapsamında İktisat ve İş Dünyası dergisinin Ocak 1992 ile Aralık 1993 arasında
45
Erken, Erhan, ‘Büyük Şehirden İnsan Manzaraları-I’, İktisat ve İş Dünyası, Ocak 1993
46
İktisat ve İş Dünyası Dergisi’nin Ağustos 1993’te yayınlanan sayısına erişilememiştir.
19
devam eden Haksöz, süreli yayınlar etrafında oluşan İslamcı çevrelere iyi bir örnek teşkil
etkinliklerinin bir uzantısı olarak faaliyet göstermeye başlamış 47; daha sonra bu dergiyi
merkeze alan örgütlenme 1998 yılında Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği(Özgür-
olarak katkıda bulundukları dergi, 90’ların ilk yarısında İran devriminden esinlenen ve
radikal bir sosyal adaletçi çizgide yayınlarını sürdürmüş; alt sınıflardan yana bir söylem
tutturmuştur. 49 Dergide yer alan bazı yazıların kullanılan dil ve üslup açısından
odağına aldığı dergilerden birisi olmuştur. Bu dönemde derginin bazı sayıları mahkeme
kararıyla toplatılmış, bazı yazarları adli mercilerin ve kolluk güçlerinin çeşitli baskılarına
maruz kalmışlardır. Nisan 1993’ten beri dergi ‘Kur’an’ın Aydınlığına Doğru’ mottosu ile
1989’da başlayan ilk yayın döneminde 6 sayı yayınlanmış; ikinci yayın dönemine Aralık
1990’da 12 Eylül Darbesi öncesi Ülkücü kimliğiyle bilinen Burhan Kavuncu’nun51 genel
yayın yönetmenliğinde başlamıştır. Mart 1993’te derginin sahibi Yaşar Polat’ın Musevi
47
‘Çıkarken’, Haksöz, Nisan 1991
48
Kurt, Murat (2019) “Haksöz”, ‘Bir Başka Hayata Karşı’ içinde, C:2 s.249-250
49
Kayacan, Murat, “Kur’an’ın Aydınlığına Doğru: Haksöz Dergisi”, ‘Bir Başka Hayata Karşı’ içinde, C:4
s.347
50
Haksöz Dergisi’nin Ağustos 1992’de yayınlanan sayısına erişilememiştir.
51
12 Eylül 1980 Darbesi sonrası gerçekleşen ‘Büyük Kapatma’ yıllarında hapis yatan Burhan Kavuncu,
cezaevinde Ülkücülükle hesaplaşarak İslamcılaşan şahsiyetlerden biridir. Ülkücüler arasında 80
Darbesi’nin yarattığı travma sonucu gerçekleşen ve özellikle cezaevlerini tecrübe eden Ülkücülerin başını
çektiği bu hesaplaşma en temelde iki tür ideolojik yönelim doğurmuştur. Bunlardan ilki, daha sonra Muhsin
Yazıcıoğlu ve Büyük Birlik Partisi tarafından temsil edilecek olan Türk-İslam Ülkücüleri iken bir diğeri
Türk milliyetçiliğinden tamamen arınarak İslamcılaşan ve yer yer İran Devrimi’ne sempatilerini
gizlemeyenlerdir. (Bu iki kanadın çatışması için bkz. Bora, Tanıl ve Kemal Can, Devlet Ocak Dergâh: 12
Eylül'den 1990'lara Ülkücü Hareket, s.453-493)
20
anlaşılmaktadır. 52 İki ay sonra Yeni Yeryüzü adıyla üçüncü yayın dönemine başlayan
çalışmanın seyri açısından en ilginç yönü, istikrarlı bir biçimde neredeyse her sayıda ‘İşçi
Bunun yanında ‘Mustaz’aflar’ başlığı ile yayınlanan bölümde genellikle diğer alt
İslamcı aydınlara karşı sık sık sert polemiklere girişmekten de kaçınmamıştır. Çalışma
kısaca bahsetmek yerinde olacaktır. Eylül 1983’te yayın hayatına başlayan dergi, Mayıs
1998’e kadar yayınlarını sürdürmüş, cemaatin 1993 yılında faaliyete geçirdiği radyo
kanalıyla (Akra FM)54 beraber adeta lider Mahmud Esad Coşan’ın kitlelere genişleyen
sesi olmuştur. Her sayısında Coşan’ın ‘Halil Necatioğlu’ müstear ismiyle yazdığı
Kotku’nun vefatından evvel yazdığı metinlere yer verilmiştir.55 1980’li yıllarda dergide
52
‘Yayınımız Devam Edecek’, Yeryüzü, Mart 1993
53
Yeryüzü Dergisinin Şubat 1992’de ve Aralık 1993’te yayınlanan sayılarına erişilememiştir.
54
‘Akra FM’de Bir Günün Akışı’, İslam, Ekim 1993
55
Cengiz, Can (2008) Türkiye'de İslamcılığın Tarihsel Seyri ve İslam Dergisi, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, s.178-179
56
Kılıç, Ammar (2016) İslamcı Hafızada Emek Sorunu, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s.60-64
21
1988’de çıkan sayının kapağında ‘Holdingler: Liberalizmin Şımarık Çocukları’ ibaresi
yer alır ve sayıda dosya olarak işlenir. Ancak Cengiz’in derginin 80’li ve 90’lı yıllardaki
özetlemektedir:
olmadığı, piyasanın serbest bırakılması gerektiği, fiyatın devlet eliyle değil piyasa eliyle
mülkiyetin tartışmasız bir hak olarak kabul edilmesi gerektiği gibi düşünceler sıklıkla
işlenmeye başlanmıştır. (…) 1980’li yıllar boyunca, ortaya çıktığı dönemden itibaren
olumlu özelliklerine temas eden bir yayın politikası sergilemiştir. …bu yeni dönemde,
İslam Dergisi’nde ön plana çıkan kavramlar, yeni ekonomik ilişkiler, kafa kafaya rekabet,
özelleştirme, dış piyasalarla ilişkiler gibi ‘yeni dünya’nın kavramları olmuştur. (…) Bu
yansıttığı açıktır.”57
hususunda kurulan dini referanslı söylemi tahlil ederken bu olguya tekrar döneceğim.
57
Cengiz, a.g.t. s.223-241
22
Çalışmada izlediğim yöntemi şöyle özetleyebilirim; Mevzubahis sınıfsal
verilen metinlere özel bir ilgi gösterdim. Kullanılan dilin toplumsallığı inşa edici rolüne
atıf yapan söylem analizi metodunun Marksist literatürde kapladığı alan, çalışmam için
yol gösterici oldu. Söz konusu alanın temel öncülleri, yani sınıfsal perspektifi açısından
noktada şunu vurgulamalıyım: Aşağıda detaylı bir biçimde açıklanacak olan “Eleştirel
Söylem Analizi” ekolünü temsil eden Teun A. Van Dijk, Norman Fairclough gibi
23
2. KURAMSAL ÇERÇEVE
Öncelikle bu bölümün ilk kısmında genel olarak son yüzyılda dilbilim alanında
için çeşitli ideoloji tanımlarına yer verilecektir. Sonrasında, ideolojinin dile sızdığı
mekan, ideolojik bir praksis olarak ‘söylem’ tanımlanarak Söylem Analizi ekollerinden
okumalara tabi tutulur. Dolayısıyla çalışma kapsamında bu kavramlara dair verimli bir
akılda tutularak sosyolojik açıdan bir İslam/İslamcılık özünün var olmadığı savunulacak;
sürüldüğü gibi- bunların baskın tesiriyle biçimlendiği kabul edildiğinde bu baskın tesirin
nesnel zeminine dair bir tartışma da kaçınılmaz hale gelir. Tekrar anımsatmak gerekirse;
bu çalışmanın üzerinde durduğu ilişki, kapitalist modernleşme sonucu cari hale gelen
24
tazyiktir. Bu yaklaşımdan hareketle üçüncü ve son kısımda, kavram seti düzeyinde
dağılması önerilen İslam unsurunun serbest piyasacı yahut sosyal adaletçi ideolojiyle
nasıl bir araya gelebildiğini tahlil ederken iş görecek kuramsal ve kavramsal birtakım
tartışmalar masaya yatırılacak; çalışmada merkezi bir yer tutan ‘eklemlenme’ kavramı
için sunduğu imkanlar gözden geçirilecektir. ‘Söylem’ üzerine daha çok Marksist
literatürde cereyan eden bu tartışmalar, çalışmanın İslamcılık içi bir sınıfsal mücadelenin
çizdiği dilbilim, iyi bir başlangıç imkanı sunar. Saussure’e göre “gösterge”, kavramla
işitim imgesinin birleşimi; yani kavram yerine kullanılan ‘gösterilen’ ile işitim imgesi
kendisine işaret eden gösterenle hiçbir içsel bağlantısı olmadığını savunur ki, bu noktada
bir gösterilenin farklı dillerde çok çeşitli gösterenlerle karşılanmasına vurgu yapar.58
belirsizliğini ve çok anlamlılığını tartışmıştır. Çok anlamlılık, bir gösterenin tekil bir
gösterileni değil bir gösterilenler kümesini işaret ettiği durumları kasteder; dolayısıyla
58
Saussure, Ferdinand de (1998) Genel Dilbilim Dersleri, s.111-112
25
yananlamsal düzeyleri olduğunu, yan anlamların daha açık uçlu ve çağrışımsal
olmalarından ötürü dile ideolojinin sızdığı öncelikli düzeyi temsil ettiğini ifade eder;
Birbirine zıt ve çelişkili anlamlar aynı dil biriminde kavga edebilir. 59 ‘İdeolojinin
bağları vardır; ‘bir pratikler ve teknikler demeti’ne tekabül ederler. Dolayısıyla aynı söz
içeriklendirilirler.60
gösteren’ terimi, literatürde ilk olarak Claude Levi-Strauss tarafından Marcel Mauss’un
Kavrama daha açık bir referans ise Barthes tarafından verilmiştir ve kavram
bazılarını geri plana atar.63 Lacan, benzer biçimde ‘gösterenin işaret ettiği gösterilenin
olmayabileceği bir hali tanımlar. Derrida ise, gösterilenlerin sürekli kaymakta olduğunu,
59
Barthes, Roland (1990), Çağdaş Söylenler, s.155-190
60
Barthes (1986) Göstergebilimin İlkeleri
61
Çalışmanın devamında ‘boş-gösteren’ kavramını tercih edeceğim.
62
Levi-Strauss, Claude (1987) Introduction to the Work of Marcel Mauss, s. 63-64
63
Barthes (1977) Image-Music-Text, s.38-39
26
bir gösteren ile sabitlenemeyeceğini belirtmek için gösterenlerin yüzer gezerliğini(free-
play) vurgular.64
Saussure’ün gösteren ile gösterilen arasında herhangi bir zorunlu ilişki olmadığı
önermesi, aslında bir gösterenin mutlaka en az bir gösterilene sahip olması gerektiği
en uç noktasına götürülerek “bir gösterenin tamı tamına (hiçbir) gösterileni olmayan bir
gösteren, bir ses dizgesi olarak kurgulanmış bir ‘gürültü’den ibaret hale gelir.
Bu durumda şu soru ortaya atılabilir; Toplumsal bir pratik olarak söylem, gösteren
rol aldığı bölgeye adım atılmaktadır. Lacan’ın ‘düğüm noktası’(quilting point) kavramı
da bu aşamada devreye girer. Lacan’a göre söylemde anlamın inşa edilmesi için
‘Her şey, küçük güç çizgileri bir dokunun yüzeyinde birleştirici bir nokta aracılığıyla
açısına paralel biçimde Derrida da gösterenin sürekli bir kayış ile, bir erteleme ile var
olduğunu vurgular.
durdurmak, bir merkez tesis etmek üzere bir girişim olarak”67 kurulduğuna göre kısmî
anlamda seçme ve birleştirme yoluyla bir denklik zinciri kurarak söylemde anlamı
64
Chandler, Daniel (2000) Semiotics for Beginners, s.52-53
65
Laclau, Ernesto (2012) Evrensellik Kimlik ve Özgürleşme, 95
66
Lacan, Jacques (1993) The Psychoses: The Seminar of Jacques Lacan Book-3 1995-1956, s.258-270
67
Laclau ve Chantal Mouffe (1992) Hegemonya ve Sosyalist Strateji. s.140
27
sabitleme uğraşı olarak tanımlanabilir.68 Buradan hareketle, ideolojik unsurların söylem
2.1.1. İdeoloji
İlk olarak devrim sonrası Fransasında, 1797 yılında Destutt de Tracy ‘ideoloji’
içerisinde ‘bilim’ olarak tercüme edilebilecek ‘-oloji’ ekini görünmez kılmış, söz konusu
bilimin inceleme nesnesi olan ‘fikir sistemleri’ni niteler hale gelmiştir.70 Aydınlanmanın
akıl ve bilimi yücelten ruhundan beslenen bu ideoloji kavrayışı müsbet bir mana ihtiva
eder. Toplumda yerleşik, rasyonaliteyle bağı olmadığı kabul edilen dogmatik, metafizik,
dini fikirlerin eleştirisine dayanır ve bunların yerine aklı merkeze alarak doğayla uyumlu
bir fikirler manzumesine ulaşmayı, eğitsel süreçlerle bu fikirlerin rasyonel toplum düzeni
gibi ideologlara siyaseten cephe almasıyla kavram menfi bir içeriğe doğru yelken
açacaktır. Napolyon 1812’de Rusya’ya karşı alınan yenilginin hesabını dahi “yasaları
insan yüreğinin ve tarihteki ibret verici olayların bilgisine uyarlamak yerine yapmacık
bir tarzda, ilk ilkeleri bulup ulusların yasama biçimini bu ilkeler temelinde düzenleme
çabasında olan, boş laflarla dolu bu metafizik’72 olarak nitelendirdiği ‘ideoloji’yi meslek
edinmişlerden sorar.
68
Hall, Stuart (2005) “Anlamlandırma, Temsil, İdeoloji: Althusser ve Post-Yapısalcı Tartışmalar”, Kitle
İletişim Kuramları içinde, s.363
69
Van Dijk, Teun (2019) İdeoloji: Multidisipliner Bir Yaklaşım, s.14 ile Mclellan, David (2005) İdeoloji,
s.6
70
Eagleton, Terry (1991) İdeoloji, s.99-100
71
Larrain, Jorge (1995) İdeoloji ve Kültürel Kimlik, s.21-23 ile Eagleton, a.g.e. s.101-104
72
a.g.e. s.105
28
Almanya’da ise 18.yüzyıl sonlarından itibaren varlık gösteren Romantik Hareket,
yarattıklarını savlayan anti-rasyonalist bir düşünsel gelenek olarak tecessüm eder. Bunun
yanında Hegel, belli döneme ait fikirlerin mutlak geçerlilik iddiasında bulunamayacağını
öne sürerek bir bakıma Fransız ideologların teorik pozisyonlarına karşıtlık sergiler. 73
Ancak ideoloji kavramı esas olarak Marks’ın metinleriyle sosyal bilimler alanına
Mesela onun Engels ile birlikte kaleme aldığı Alman İdeolojisi’nde ‘ideoloji’ kavramı şu
onların maddi davranışlarının dolaysız ürünü olarak ortaya çıkar. Bir halkın siyasi
dilinde, hukuki, ahlaki, metafizik vb. dilinde ifadesini bulan zihinsel üretim için de aynı
şey geçerlidir. Sahip oldukları tasavvurları, fikirleri vb. üretenler insanların kendileridir;
yani, üretici güçlerin belirli bir gelişim düzeyi ve bu düzeye karşılık gelen -en ileri
insanlardır. Bilinç asla bilinçli varlıktan başka bir şey olamaz; insanların varlığı da
onların gerçek yaşam süreçleridir. Eğer bütün ideolojilerde insanlar ve onların ilişkileri
bir ‘camera obscura’daki gibi baş aşağı duruyor gibi görünüyorsa, bu olgu da tıpkı
nesnelerin gözün ağ tabakası üzerinde ters çevrilmesinin onların doğrudan fiziksel yaşam
73
Mclellan, a.g.e. s.7
74
Çelik, Nur Betül, (2005). İdeolojinin Soykütüğü, s.28-29
29
süreçlerinden ileri gelmesi gibi, insanların tarihsel yaşam süreçlerinden ileri gelir (…)
…yaşam sürecinin ideolojik yankı ve yansımaları gerçek, faal insanlardan yola çıkılarak
oluşturdukları en olmadık hayaller bile, ister istemez, ampirik olarak kanıtlanabilir olan
Görüldüğü gibi, ideoloji ‘baş aşağı duran bir görüntü’, ‘yankı’, ‘yüceltilmiş
yansıma’ metaforları ile tarif edilir ve eserde genel olarak maddi gerçekliği çarpıtan bir
negatiflik olarak ele alınır. Marks’ın daha sonraki metinlerinde bu kavrayışın belli
olan genel sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir: varlıklarının toplumsal üretiminde
insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar;
bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül
eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç
şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasi üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli
oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel
hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir; tam
aşamasında, toplumun maddi üretim güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri
mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadelerinden başka bir şey olmayan
ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.
İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder. Bu
75
Marks, Karl ve Frederich Engels (2013) Alman İdeolojisi, s.34-35
30
gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst
oluşu ile -ki, bu, bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir-, hukuki, siyasi, dinsel,
imasını sürdürecek ifadelere yer verilmediği gözlenir. Öte yandan Larrain’e göre,
Marks’ın ideoloji kavrayışı bununla sınırlı kalmamış; özellikle Kapital’in ilk cildindeki
“Demek ki metanın gizemli bir şey olmasının basit nedeni, onun içinde insan
emeğinin toplumsal niteliği, insana, bu emeğin ürününe nesnel bir nitelik damgalamış
olarak görünmesine dayanmaktadır; üreticilerin kendi toplam emek ürünleri ile ilişkileri,
onlarla kendi aralarında bir ilişki olarak değil de, emek ürünleri arasında kurulan
toplumsal bir ilişki olarak görünmesindedir. (…) Burada, insanlar arasındaki belirli bir
toplumsal ilişki, onların gözünde, şeyler arasında düşsel bir ilişki biçimine bürünüyor.
Bu nedenle, benzer bir örnek vermek için, din aleminin sislerle kaplı katlarını dolaşmamız
gerekir. Bu alemde, insan beyninin ürünleri, bağımsız canlı varlıklar gibi görünür, ve
hem birbirleriyle, hem de insanoğlu ile ilişki içine girerler. İşte metalar aleminde de,
yansıma’ olarak tanımlanan ideoloji, artık toplumsal gerçeklikle sıkı bir ilişki içerisinde
76
Marks (2011) Ekonomi-Politiğin Eleştirisine Katkı, s.39
77
Larrain (1983), Marxism and Ideology, s.20
78
Marks (2003) Kapital: Birinci Cilt, s.77
31
ve gerçekliğin organik bir ürünü olarak algılanır. Şeyleri gerçekte olduğundan farklı bir
metaların özgür, eşit dolaşımını koyan kapitalist ideoloji, bu üretim ilişkilerinin doğrudan
ve doğal sonucudur. Bu vurgunun mantıki sonucu olarak, eleştirel analize tabi tutulan
olgu ‘burjuva ideolojisi’nden daha çok ‘burjuva toplumu ideolojisi’ hüviyetine kavuşur.79
yüzyıl Marksist akımları, hatta ideolojilerin sonunu ilan eden neoliberal ahkamlar bile
‘ideolojik’ olmakla itham edilerek bundan nasibini almıştır.80 Ancak Marks’ın -yukarıda
bahsedildiği üzere- ideolojiyi sınıfsal mücadelenin yürütüldüğü bir üstyapı formu olarak
değerlendirmesi, böyle bir normatiflikten azade bir teorik yaklaşımın kapılarını açar.
açısından ifade edersek ‘neoliberal serbest piyasa ideolojisi’ne karşılık ‘eşitlikçi, sosyal
(a) toplumsal yaşamdaki anlam, gösterge ve değerlerin üretim süreci; (b) belirli
bir toplumsal grup veya sınıfa ait fikirler kümesi; (c) bir egemen siyasi iktidarı
meşrulaştırmaya yarayan fikirler; (d) bir egemen siyasi iktidarı meşrulaştırmaya hizmet
eden yanlış fikirler; (e) sistemli bir şekilde çarpıtılan iletişim; (f) özneye belirli bir konum
sunan şey; (g) toplumsal çıkarlar tarafından güdülenen düşünme biçimleri; (h) özdeşlik
79
Eagleton, a.g.e. s.129-130
80
Mclellan, a.g.e. s. 8-9
32
düşüncesi (i) toplumsal olarak zorunlu yanılsama; (j) söylem ve iktidar konjonktürü; (k)
içinde, bilinçli toplumsal aktörlerin kendi dünyalarına anlam verdikleri ortam; (l) eylem-
amaçlı inançlar kümesi; (m) dilsel ve olgusal gerçekliğin karıştırılması; (n) anlamsal
[semiotik] kapanım; (o) içinde, bireylerin, toplumsal yapıyla olan ilişkilerini yaşadıkları
tahlillerinde kapladığı yer nedeniyle, ideoloji kavramı ilgili genelgeçer bir çerçeveyi
işaret etmek gerekir. Bu açıdan Seliger’in ideoloji kavrayışı önemlidir. Ona göre; “bir
ideoloji, değer cümleleri, talep cümleleri ve açıklayıcı ifadeler içinde ortaya konulan bir
düzenin korunması, reforme edilmesi, yıkılması veya yeniden kurulması için icra edilen
eylemi güvenceye alır. Bunu ahlaki normlara, bir miktar gerçekliğe ait kanıta, kendi
81
Eagleton, a.g.e. s. 18
82
Seliger, Martin (1976) Ideology and Politics, s.119-120
83
Hall (1996) “The Problem of Ideology: Marxism Without Guarantees”, Stuart Hall: Critical Dialogues
in Cultural Studies içinde, s.26
33
oluşan bir çerçevedir. 84 İslam ideolojik unsuru söz konusu olduğunda bu tanımların
Mannheim’a göreyse tarihsel olarak ‘ideoloji’ kavramının iki temel anlamı vardır
Mannheim’a göre kısmî olarak ‘ideoloji’, “karşıt görülen tarafın çıkarına uygun olmayan
bir gerçeğin bilinçli olarak örtbas edilmesini sağlayan belli başlı fikirleri”ne işaret eder.
Bir toplumda düzeni temelden sorgulamayan ve birtakım görüş farklılıklarına işaret eden
indirgemek mümkündür.
tanımlanabilen bir grubun -örneğin bir sınıfın- bütünlükçü bilinç yapılarının özellikleri
koyduğu düşünsel çerçeve, bütünlükçü ideoloji tanımına örnek teşkil eder. Bütünlükçü
mümkündür. Gramsci’ye göre, hegemonya; “Hem yönetici bir sınıf olarak proletaryanın
zorunlu olarak uygulayacağı zorlama demektir. Fakat bu proletarya ile işbirliği yapmaya
hazır olan ve bu tutumuna etkinlik kazandırılması söz konusu olan müttefiklerinin fikir ve
84
Van Dijk (1999) Söylemin Yapıları ve İktidarın Yapıları, Medya İktidar İdeoloji içinde s.340
85
Mannheim, Karl (2016) İdeoloji ve Ütopya, s.86-87
86
Gramsci, Antonio (1997) Hapishane Defterleri, s.28
34
burjuvazinin egemenliğini tahkim eden neoliberal piyasa ideolojisi, bütünlükçü ideoloji
İdeoloji açısından başka bir genel tasnif çabası da Mardin’in de üzerinde durduğu
‘sert ideoloji’ ve ‘yumuşak ideoloji’ tasnifleridir. Mardin sert ideolojiden; “sistematik bir
muhtevası kuvvetli bir yapıyı”, yumuşak ideolojiden; “kitlelerin çok daha şekilsiz inanç
ve bilişsel sistemlerini” anlamayı önerir.87 Yumuşak ve sert ideolojiler esas olarak farklı
İslamcılığın 1970 ve 1980’lerde söylem bazında daha uzlaşmaz ve radikal bir görünüm
arz ettiği, yani ‘sert ideoloji’ye yakınsadığı; 1990’lardan itibaren farklı görüşlerle
eklemlenmeye açık ve ılımlı bir hatta girdiği, yani ‘yumuşak ideoloji’ tipolojisine doğru
2.1.2. Söylem
söyleme sanatı’, ‘felsefe, görüş açısı, öğreti’, ‘ideoloji, kavramsal dizge’, ‘sözlü-yazılı
anlatım türü, iletişim değerli birim’, ‘anlatım biçimi, biçem’, ‘dil, bakış açısı’ ve ‘sav,
tanımlanabilecek “söylem” kavramı, Parvis ve Hunt’a göre, ‘ideoloji’ kavramı ile belirgin
bir kesişim kümesine sahiptir. Ancak onlar açısından en önemli fark ideolojinin ‘çıkarlar’
ile ‘bilinç biçimleri’ arasında belirli bir bağlantının olduğunu imlemesi, dolayısıyla öznel
87
Mardin, Şerif (1992) Din ve İdeoloji, s.14
88
Kocaman, Ahmet (2009). “Dilbilim Söylemi”, Söylem Üzerine içinde, s.5-6
89
Van Dijk, (2019) a.g.e., s.293
35
deneyimin ürünü olmayan bir ‘çıkarlar’ tanımlamasının mümkün olduğunu varsayar
göstergesel araçlara daha fazla dikkat kesbedilmesini önerirken ‘nesnel çıkar’ tanımı
konusunda daha şüphecidir ve toplumsalın söylem yoluyla inşası anlamında açık kapı
bırakır. 90
Dolayısıyla söylem, toplumda süren iktidar ilişkilerini dil vasıtasıyla
Söylem dilin konuşulduğu ve yazıldığı biçimdir. Dilin değil ama söylemin öznesi,
alanda husule gelir. Tam da bu nedenle söylem bir iletinin tüm boyutlarını, sadece iletinin
içeriğini değil, onu dile getireni (kim söylüyor), otoritesini (neye dayanarak), dinleyiciyi
(kime söylüyor) ve amacını (söyleyenler söyledikleri ile neyi başarmak istiyor) kapsar.92
yararlanan analiz yöntemlerine verilen genel isimdir; tek bir teori, metot ve uygulama
değildir. Bunun yerine farklı disiplinler, farklı ekoller içinde çok sesli bir biçimde
90
Parvis, Trevor ve Alan Hunt (2014) “Söylem, İdeoloji, Söylem, İdeoloji, Söylem…”, Moment Dergi, C:1
S:1 s.9-36
91
Durna, Tezcan ve Çağla Kubilay (2010) “Söylem Kuramları ve Eleştirel Söylem Çözümlemeleri”,
Medyadan Söylemler içinde, s.48
92
Çelik, Hilal ve Halil Ekşi (2013) “Söylem Analizi”, Marmara University Atatürk Education Faculty
Journal of Educational Sciences. S.27 s.100-104
93
Harris, Zellig (1952) “Discourse Analysis: A Sample Text”, Language Vol.28 No:4, s.474-494
36
sürdürülen nitel bir araştırma yöntemidir. Bunun bir nedeni de post-modern yaklaşıma
uygun olarak, söylem analizcilerinin bir kısmının ‘tek ve mükemmel bir yöntem’
olamayacağına dair bir kabule sahip olmalarıdır. Söylem analizi aynı zamanda siyaset
gelişmiştir. Söylem analizi, dil kullanımının sadece biçimsel yönü ile ilgilenmez;
cümleyi temel alan dar kapsamlı dil analizine yüz vermez. Büyük oranda dili
diğer pratiklerle ilişkili yönlerine gözünü çevirir. Söylemi içinde üretildiği toplumsal,
psikolojik bağlamı ve söylemi etkileyen tüm diğer şartları göz önüne alarak; algılama,
Metinlerarasılık, bir metinde başka metinlere yapılan işaretlerdir. İslamcı dergilerde yer
alan metinlerde ayet, hadis, içtihad gibi kadim metinlere nasıl ve hangi amaçla atıf
boyuttur. Konumsal anlam ise, söylemde bağlama bağlı olarak bir kelimenin, cümlenin
veya atfın değişen anlamlarına değinir. 96 Örneğin, ‘cihad’ kavramının bir Selefi için
‘kafirlere karşı bitmeyen küresel savaş’, muhafazakar işadamı için ‘piyasa koşullarında
94
Çelik ve Ekşi, a.g.m. 104-5 ve Gür, Tahir (2013) “Postmodern Bir Araştırma Yöntemi Olarak Söylem
Çözümlemesi”, Zeitschrift für die Welt der Türken, Vol.5 No:1 s.185-187
95
Widowson’dan akt. Gür, a.g.m. s.190
96
a.g.m. s.190-198
37
Söylem analizi etiketini kullanan araştırma türlerinden bu çalışmanın amaçları
açısından en yakın bakış açısına sahip olanı, Kıta Avrupasının -Ernesto Laclau örneğinde
gözleneceği gibi- sosyal felsefe ve -Stuart Hall örneğinde görüleceği üzere- kültürel
çalışmalar alanlarıyla dirsek temasında bulunan araştırma türüdür. Bu tür bir araştırma,
farklılığına, yani bir söylem içinde dönüşen, değişen, mübadele edilen bilgi yapılarına
Van Dijk’a göre söylem analizinde söylem, söylemin yerel ve genel bağlamı
içinde incelenir. Sosyal pratiklerin doğal bir biçimi ve uzantısı olarak tanımlanan söylem,
önce gelen ve sonra gelen söylemlere bağlı olarak açıklanır. Dolayısıyla söylem analizi
iki temel soru üzerinden söylemdeki anlama odaklanır; ‘bu durumda bunun anlamı ne?’
ve ‘neden bunu söyledi?’ ya da ‘bu durumda aslında kastettiği şey ne?’. En önemlisi
söylem analizi bunların yanında söylemi ortaya koyanların neleri ihlal ettiklerine, neleri
Söylem analizini nitel bir araştırma açısından verimli kılan üç özellik, Potter ve
“1. Sosyal pratikler olarak konuşma ve metinler ile ilgilidir. Böyle olduğu için de
geleneksel halinde, dilsel içerik –anlamlar ve temalar- ve gramer ve uyum gibi dilsel
97
Çelik ve Ekşi, a.g.m. s.106-7
98
Van Dijk (2006) Discourse as Interaction in Society, Discourse as Social Interaction içinde, s.1-37
38
eylemlerinin niteliklerini kısmen de olsa üslupların, dilsel kaynakların ve retorik
3. Söylem analizi konuşma ve metinlerin retorik olarak veya tartışmalı bir tarzda
örgütlenmesi ile ilgilidir. Retorik çözümleme, söylemsel versiyonların gerçek veya olası
Diğer bir ifade ile analizin odağına, bir versiyonun varsayılan gerçeklikle nasıl ilişkili
olduğunu sormak yerine bu versiyonun bir seçenekle rekabete girmek üzere başarılı bir
daha fazla, maddi gerçekliğe dair iki farklı söylemin birbirlerine karşı nasıl inşa edilip
serbest piyasacı söylemin yahut sosyal adaletçi söylemin kurgulanışının söylem analizi
uygulanarak incelenebilmesi söz konusu olur. Öte yandan makro bir yapılandırma ile
esnasında metni oluşturanların tarihsel, toplumsal -ve tabii ki sınıfsal- koşulları, söylem
gerekir.
uzanan geniş bir konu spektrumunda uygulama alanı bulur. Toplumsal sınıfların, siyasal
partilerin, ideolojik grupların, toplum içinde yerleşik alt ve üst kimliklerin dili nasıl
99
akt. Punch, Keith (2014) Sosyal Araştırmalara Giriş, s.216
39
kullandıklarını ve kendi gerçekliklerini nasıl yarattıklarını sınıf, iktidar, güç ilişkileri
bağlamında ele alan söylem analizinde yazılı hale getirilmiş her türlü kayıt ya da metin
akademik makaleler ile sosyal etkileşim niteliği taşıyan sohbet, odak grup tartışması,
hikayeler ve akla gelebilecek daha birçok şey) araştırma konusu edilebilir.100 Çalışmanın
da siyaset bilimciler sınıfsal ilişkiler, sosyal ilişki, güç, sosyal sermaye, kurum ve
kimlikler üzerinde daha fazla duran, dolayısıyla eleştirel söylem analizine yakın
Eleştirel söylem analizi, toplumsal sorunlara yönelik, ideolojik yahut politik bir
analiz için kullanılan söylem analizi yöntemlerinden bazılarını içeren bir ekol, bir çatı
akademisyenin ortak çalışması olan Language and Control’e102 dayanır. Gerçek metinleri
100
Çelik ve Ekşi, a.g.m. s.109-115
101
Gür, a.g.m. s.189
102
Fowler, Roger vd. (1979) Language and Control
103
Durna ve Kubilay, a.g.m. s.59-62
40
çıkmıştır. Eleştirel olması hasebiyle disiplinlerarası bir nitelik barındırır ve incelenen
Eleştirel söylem analizi; güç, hakimiyet, hegemonya, sınıf çelişkisi, cinsiyet, ırk,
ideoloji, ayrımcılık, çıkar, kazanç, yeniden inşa, dönüşüm, gelenek, sosyal yapı ve sosyal
düzen gibi temaları ön planda tutan bir söylem analizi ekolüdür. İdeolojilerin söylemde
nasıl ifade edildiğine veya perdelendiğine ve böylece toplumda söylem vasıtasıyla nasıl
ilişkilerinin nasıl kurulduğuna odaklanır. 105 Van Dijk, eleştirel söylem analizinin bir
Bu makro yaklaşım bir sınıf, kurum, ya da grupla ilişkili çeşitli söylem türleri ve
patriyarkal iktidarı) daha genel ve tümleşik bir analizini destekler. Öte yandan, bir sosyal
dilbilimci genellikle dil kullanımının ya da söylemin özgül özelliklerinin bir analiziyle işe
koşulları üzerine daha genel bir görüş barındıracaktır. Biz bu iki alternatifin
104
Fairclough, Norman ve Phil Graham(2003) “Eleştirel Söylem Çözümleyicisi Olarak Marx: Eleştirel
Yöntemin Yaratılışı ve Küresel Sermayenin Eleştirisi ile Bağlantısı”, Söylem ve İdeoloji içinde, s.189
105
Van Dijk (2003) “Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım”, Söylem ve İdeoloji içinde, s.18
41
avantajlarını birleştiren bir yaklaşımı, yani toplumsal durumlardaki söylemsel türlerin
söylemseldir, c) Söylem toplumu ve kültürü inşa eder, d) Söylem ideolojik olarak işler,
sorunlara odaklanan söylem analizi, sadece söylem yapılarını tanımlamak ve ona açıklık
olguları merkeze alan eleştirel sosyal bilim disiplinleriyle benzer bir ilgiyi paylaşmakla
birlikte, teorik perspektifinde söyleme ayrıcalıklı ve merkezi bir yer verir. Metinleri
maddi üretimin ve toplumsal yaşamın yeniden üretiminin bir momenti olarak kabul
kurcaladığı gibi, aynı zamanda ‘söylemin diyalektiği’ni; yani söylem ile toplum
arasındaki iktidar ilişkilerinin hegemonyayı kuran ve koruyan bir faktör olarak işlerliğini
106
Van Dijk (1999) a.g.m. s.348-349
107
Fairclough ve Wodak, Ruth (1997) “Critical Discourse Analysis”, Discourse as Social Interaction
içinde, s.258-284.
108
Van Dijk (2001) “Critical Discourse Analysis”, Handbook of Discourse Analysis içinde, s.352-372
109
Fairclough ve Graham, a.g.m. s.188-189
42
savunur.110 Dolayısıyla toplumsal bir pratik olan söylem, diğer toplumsal pratiklerle ve
yapılarla diyalektik bir ilişki içinde kavranır; Söylem, diğer toplumsal pratikler tarafından
Analizi ekolünün temsilcilerinin açık politik dertleri vardır ve bunlar çalışmalarının ana
ekol açısından, kuramlar, metotlar, konular ve veri toplama biçimi daima politiktir.
toplumun dönüşümünde de aktif rol almayı önemseyen ve eşitliğe adanmış aktivist bir
yönü de mevcuttur. 112 Wilson’un belirttiği gibi bu ekol altında çalışanların kendileri
politik aktör haline geldikleri için metinsel üretimleri de birer politik söylem olarak
110
Fiarclough (1993) “Critical Discourse Analysis and the Marketization of Public Discourse”, Discourse
and Society Vol.4, No.2 s. 135
111
Fairclough ve Ruth, a.g.m. s.258
112
Durna ve Kubilay, a.g.m. s.61
113
Wilson, John (2003) “Politik Söylem”, Söylem ve İdeoloji içinde, s.132
114
Fairclough ve Graham, a.g.m. s.239-240
43
Fairclough’a göre eleştirel söylem analizinde ‘hegemonya’ kavramı başat
eklemlenmeleri ilk bakışta ucu açık bir imkan olarak görülür. Ancak hangi ideolojik
sınırı çizen hegemonyadır. 115 Dolayısıyla hegemonyanın sınırladığı böyle bir söylem
düzeninde bazı anlam üretme biçimleri baskın ve ana akımken, diğerleri marjinal, muhalif
edeceklerdir. 116
Fairclough’un yaklaşımı Bakhtin-Voloşinov çizgisinin dilin çok-
hangi bilginin üstü kapalı bırakıldığı yahut açıkça ifade edildiği, hangi manaların ön plana
yahut arka plana konduğu, hangi detayların verildiği yahut verilmeden bırakıldığı
önemlidir.117 Eleştirel söylem analizinin ifade edilenle olduğu kadar bir nedenden ötürü
115
Fairclough (2003), “Dil ve İdeoloji”, Söylem ve İdeoloji içinde, s.170
116
Fiarclough (2003) “Söylemin Diyalektiği”, Söylem ve İdeoloji içinde, s.175-6
117
Van Dijk (2003), a.g.m. s.110
118
akt. Benkirane, Reda, “Geniş ve Derin Sosyoloji”, Hangi İslam içinde, s.32
44
İslam üzerine eğilen çeşitli alanlardaki akademik çalışmalarda oryantalizmin
oynadığı İslam’ı tekleştirici rol, eleştirel yaklaşımlar tarafından bahis konusu edilmiştir.
İslami davranış diye bir şey var mıdır? Farklı İslam toplumlarında, gündelik yaşam
düzeyindeki İslam’ı, öğreti düzeyindeki İslam’a bağlayan şey nedir? Fas, Suudi
Arabistan, Suriye ve Endonezya'nın hepsini aynı anda anlamayı sağlayacak bir kavram
olarak 'İslam' diye bir şey olabilir mi, olabilirse faydası nedir? Bilim insanlarının
çoğunun yakın zamanlarda dikkat çektiği gibi, İslam öğretisine, sosyalizm kadar
bir öğreti gibi bakılabileceğini fark edebilirsek, İslam’ın akademik (kaçınılmaz olarak
Herhangi bir dini öğretiye bağlılık gösterenlerin o dinin kendileri için ifade
ettiklerine monolitik bir atıfla yaklaşmaları gayet anlaşılır olmakla birlikte İslam
arasında garip bir yakınlık, ve hatta tersten bir ittifaktan bahsetmek mümkün hale gelir;
iki kesim de “katı bir özselciliği, değişmez bir tarihdışı indirgenemezliği, zamandan
119
Said, Edward (2008) Medyada İslam, s.56-57
120
Al-Azmeh, a.g.e. s.11-14
45
bağımsız, sadece İslamiyet’in başlangıcında var olan mitsel bir ‘hakiki’ İslam’ı” işaret
etmektedirler. 121 Bu resim bir çok inceleme alanında, bir çok başka kavram için özcü
yaklaşımları ellerinin tersiyle iten sosyal bilim çalışmaları tarafından din, özellikle İslam
İncelediği çalışmaların insan gerçekliğinin doğası, bilinçli veya bilinçdışı tecrübe, tarih
ve din ile ilgili kati teorik öncüllere dayalı olarak birbirleri ile karşılıklı bağımlı bir
farklılıklarına rağmen tüm pozisyonlar İslam’a, hem sosyal ilişkiler veya ekonomik sistem
gibi diğer kültürel biçimlerden hem de diğer dinlerden özsel bakımdan ayrı, izole
daha düzenli ve sistematik bir İslam’ı temsil ettiklerini düşündükleri teologlara ayrı bir
nispetle daha saf ve katışıksız bir versiyon olduğuna kanaat getirirler. Halbuki bu
yaklaşım, halk İslamına karşı teologların ve antropologların çerçeveleri belli bir İslam’a
ulaşma çabasında tuhaf bir ortaklık kurmalarına sebep olur. Sonuçta varılan teorik
121
a.g.e., s.272
122
El-Zein, Abdülhamid (2013) “İdeoloji ve Teolojinin Ötesinde: Bir İslam Antropolojisi Arayışı”, Ege
Üniversitesi Sosyoloji Dergisi S.28 s.161
123
El Zein’in makalesinde incelediği Abdalla Bujra’nın çalışması, Güney Arabistanın bir kasabasında
İslami bir elit tarafından tahakküm kurdukları kitleyi manipüle etmek için kullanılan bir İslam anlayışını
inceler. Bujra’nın yaklaşımı, eğer muhalif bir konumlanışı da İslam içi mücadele olarak düşünmeye
teşebbüs etmekle tamamlanırsa El-Zein’in vurguladığı bağlamdan kopabilir. Fakat Bujra, ideal bir İslam
tanımlayarak ideoloji eleştirisine varmaktadır. Yani ideolojik İslam’ın iktidar tekniği olarak çalıştığını
belirtip bunun karşısına kitlenin uzanıp benimsemesi gereken özcü bir ‘ideal İslam’ çıkarmaktadır.
46
pozisyon, İslam’ı bütünlüklü bir teorik sistem olarak belirlemek, dini olguları keyfi olarak
tanımlayıp sınırlamak ve bir ‘gerçek’ bir ‘sahte’ İslam ayırt eden ön kabullere
dayanmaktır.124
asla salt kitabi olmadıklarına ve daha da önemlisi bütün İslam anlayışlarını yatay kesen
bir ‘İslam’ özünün var olmadığına yönelik varsayımımızdır. Ancak böylelikle halk
“İslam, akışkan ancak uyumlu (bir) sistemin yalnızca bir ciheti olarak
varolabilir; o, kültürel sistemlerin çeşitli kullanımları için seçebilmesine uygun bir varlık
olarak görülemez. Bir parçasını teşkil ettiği sistemin bir ciheti olarak referans
değerlendiren iki şerh dışında- bir beis yoktur. El-Zein’in tahlili kullanım kısıtını ifade
ederken haklı olmakla birlikte, İslam’ın analitik bir kategori olarak kurulamayacağı
gösteren’ derekesine düşürür. Oysa Sayyid’in vurguladığı gibi İslam gösterileni olmayan
bir gürültü değildir; “Birçok gösterileni olabilir ancak asla bir gösterileninin olmaması
durumu yoktur.”127
124
Atay, Tayfun (2016) Din Hayattan Çıkar, s.82
125
Durak, a.g.m. s.89
126
El-Zein, a.g.m. s.173
127
Sayyid, a.g.e. s.92
47
Şüphesiz bu noktada Asad’ın teorik müdahalesi, yani ‘İslam’ı Müslümanların
asla indirgenemez. Bir homojenlikten vareste olan, içinde iktidar ile direniş imkanlarını
barındıran, ama yine de ‘içinden konuşulan gelenek’, birey tarafından varsayalım ki bir
alim, şeyh, ebeveyn yahut politik iddiaları baskın bir İslamcıdan tevarüs edilsin; sınırları
oldukça geniş ama yine de bir sınırı olan söylem çerçevesi sağlar. Açıkçası gündelik ve
“İslam dünyası” kavramı da kendi kendine yeten kollektif bir amilin ismi değil, olsa olsa
kapitalizmin birer ürünleri olan Batı kökenli siyasal ve toplumsal düşünce mefhumlarının
Zubaida’ya göre, İslamcı hareketler tüm cari politik modelleri düşman Batı’dan
reddettiklerinde bile çeşitli siyasal fikirleri, örgütlenme tarzları ve amaçları, üstü örtülmüş
128
Asad, Talal (2000) “Bir İslam Antropolojisi Fikri”, Folklor/Edebiyat S:22 s.202-207
129
Al-Azmeh, a.g.e., s.35-90
48
biçimde modern ulus-devlet felsefesinin varsayımlarına dayalıdır. Zubaida’nın
görüşlerindeki ilgi çekici husus modern çağın en geleneksel altüst oluşu olarak
tamamen geleneksel İslami terimlerle konuştuğunu belirten Zubaida, buna rağmen onun
Velayet-i Fakih 130 doktrininin devrim ve reformu sağlayabilecek bir siyasi güç olarak
tarihte esamesi okunmaz; ancak ve ancak modern ideolojiler vasıtasıyla bir toprağa ve
devlete sahip, modern ulus-devlet içerisinde devrim ve reformu sağlayabilecek bir siyasal
eylem ve seferberlik biçimleri üzerine kuruludur; Kur’an’dan alarak siyasetine dahil ettiği
şebekesinin kaymasını geçici olarak durdurarak söylemde anlamı inşa eden işlevi
vurguladığı ifade edilmişti. Sayyid’e göre ‘İslam’ göstereni kuruluş tarihi de dahil,
bir yığın ideolojik unsuru düğümleyen ‘İslam’ Müslümanlar için potansiyel olarak tüm
130
Bu doktrin, Şia mezhebi mucibince Mehdi’nin zuhur edeceği günü beklerken fukahanın yönetime
vekaleten nezaret edebileceği anlayışı üzerinde yükselir ve Şii din adamları sınıfını geleneksel pasifist
rolünden sıyırmaya çalışır.
131
Zubaida, a.g.e. s.49-59
132
Yerinden çıkma (dislocation) kavramı için bkz. Laclau ve Mouffe, a.g.e. s.61-114
49
getirmeye çalışan proje anlamına gelir. Ancak Sayyid’in temel tezi, İslamcılığın gücünü
İslamcıların ise ideolojik olarak başat gösteren yapmaya çalışmaları olgusal açıdan
geçerli olmakla birlikte bu iddialarının İslam’ın nesnel pozisyonunu ifade eden çerçeveler
hegemonyasından bağışık ve ona rakipmiş gibi takdim eder.133 Bu durum ise Marks’ın
oldukça verimli bir biçimde belirttiği gibi gündelik hayatta sıradan bir esnafın bile
kişilerin kendini takdim ettiği ile nesnel durumu arasında farklar bulunduğunu bilmesi
olarak koşullandırdığı için, İslamcılığın ‘yaralı bilinci’ yeni, yani modern bir zemin
133
Sayyid, a.g.e. s.13-102
134
Marks ve Engels (2013) a.g.e. s.128 (“Gündelik hayatta sıradan bir esnaf bile bir kimsenin olduğunu
iddia ettiği hali ile gerçekte ne olduğunu gayet iyi ayırt edebilir. Ama bizim tarih yazımımız bu basit
içgörüye bile ulaşmamıştır. Her çağın kendi sözlerine hemen inanıp o çağın kendi hakkında söylediği her
şeyin, kurduğu her hayalin doğru olduğunu kabul eder.”) Benzer vurgulara Marks’ın diğer metinlerinde de
rastlamak mümkündür. Örneğin bkz. Marks (2012), Louis Bonaparte'ın Onsekizinci Brumaire'i, s.81
(“Nasıl özel yaşamda bir adamın kendisi hakkında düşündükleri ve söyledikleri ile gerçekte ne olduğu ve
ne yaptığı birbirinden ayrılırsa, tarihsel savaşımlarda da, özel yaşamdakinden daha çok, partilerin
sözlerini ve emellerini onların kuruluşlarından ve gerçek çıkarlarından ayırdetmek, kendileri hakkında
düşündükleri ile gerçekte ne olduklarını birbirinden ayırt etmek gerekir.”)
135
Al-Azmeh, a.g.e. s.115
136
Şayegan, Daryuş (1991) Yaralı Bilinç, s.85-88
50
vurgulamasına şahit olunur. Dünyada sosyalist rüzgarların estiği 1950’li-60’lı yıllarda
Türkiye’de küresel trende uygun olarak sivil toplum tartışmalarının yoğunlaştığı 1990’lı
için, Marksist literatürde kendine yer bulmuş bir tartışmaya göz atmak açımlayıcı
çizgisini) 139 sosyal şovenist bir politika olarak tanımlayıp mahkûm eder. Versay
mahkûm ettiğini öne süren Poulantzas’a140 karşılık Laclau, söz konusu analizin temelinde
137
Bu ismi taşıyan bazı kitaplar bile yazılmıştır. Bkz. Sıbai, Mustafa (1974) İslam Sosyalizmi
138
Ersoy, Mehmet Akif (1994) “Altıncı Kitap”, Safahat, s.337-426
139
Fransız işgal bölgesinde demiryolu sabotajına giriştiği için Fransızların vurduğu bir Nazi olan
Schlageter’i savunmak.
140
Poulantzas, Nikos (1980), Faşizm ve Diktatörlük, a.g.e. s.175-176
51
milliyetçiliği burjuva sınıfına has bir ideoloji olarak tanımlamanın etkili olduğunu belirtir.
kendi politikasının bir unsuru kılmaya çalışmasında değil, bunu kısa vadeli ve pragmatist
bir tarzda, bölük pörçük söylemlerle yapmasıdır. Dolayısıyla Laclau için o dönemde işçi
‘sosyalist bir yurtseverlik’ olarak söylemine organik bağlarla eklemleme dışında bir
Laclau’nun popülizmi tartıştığı bir diğer makalede, Tupac Amaru figürünün hem
gerilla hareketleri hem de Peru’daki askeri rejim için bir ilham kaynağı olduğunu, Çin
vurgular. Çünkü ‘bunlar eşsiz ve indirgenemez tarihsel bir deneyimin tortusudur ve böyle
oldukları için de sosyal yapının kendisinden bile daha sağlam ve dayanıklı bir anlamlar
yapısı meydana getirirler.” 142 Laclau’nun Arjantin örneği için vurguladığı Peronizm
yahut Hindistan için işaret edilebilecek Gandhizm de benzer biçimde bir ortak söylem
repertuarı işlevi görür. Tarihin imbiğinden süzülüp gelen İslami semboller, kavramlar için
de bu tarz bir yaklaşımın geçerli olabileceğini vurgulayacağız ancak şimdilik şunu ifade
‘milliyetçi’ ideolojik unsurun tek başına sınıfsal bir karakteri olmadığı açıktır.
Batı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi- 60’lardan itibaren devletten bağışık bir alanı
141
Laclau, (2015) ‘Faşizm ve İdeoloji’, Marksist Teoride İdeoloji ve Politika içinde, s.81-135
142
Laclau, ‘Halkçılık Teorisine Doğru’, a.g.e. içinde, s.165
52
savunan ideolojik unsurlara yol vermiştir. Yani, refah devleti uygulamaları neticesinde
artan bürokratikleşme ve devletin bireylerin özel alanına gittikçe sızan bir aygıt olarak
yeni bir biçim vererek refah devletinin altını oyan neoliberal bir vizyonu hayata
geçirmiştir.143
Öte yandan Arjantin’e karşı yürütülen Falkland savaşı ile İngiliz milliyetçiliğini
devreye sokması Laclau’nun vurguladığı eklemlenme biçimine bir örneklik arz eder.
Benzer bir metodolojiyi paylaşan Hall da, İngiltere’deki Thatcher döneminin söylem
ideolojik unsurlarıyla (İngiliz gururu, ataerkillik, ailevi, ulusal değerler vs.) neoliberal
karşıtı ideolojik unsuru eklemlemesi de ilk bakışta yukarıdaki örneklere benzer bir
farklılığın akışına el koyma, bir merkez inşa etme çabası olarak ortaya çıktığını savunan
143
Larrain, a.g.e. s.107-108
144
Hall (1988) The Toad in the Garden: Thatcherism Among the Theorists, Marxism and the Interpration
of Culture içinde, s.35-57
53
bir ilişki kuran söylem pratiği olarak tanımlamaktadır.145 Hall da eklemlenmeyi ideolojik
alanda akan unsurların söylem düzeninde sabitlenmesi olarak algılar; her eklemlenme
pratiğinin ideolojik unsurları karşılıklı olarak dönüştürdüğünü öne sürer. 146 Burada
Söylem üzerinde durmak anlam ve temsilin önemine işaret etmek bakımından önemli
konuşurken ideoloji dışında bir şey olmadığı sonucuna götürür bizi. Bu da basitçe
etmezler. Söylemin aynı zamanda insan pratiğini anlamlandıran ve onunla kopmaz bir
bağa sahip olan bir olgu olduğunu savunurlar.148 Eagleton ise bu doğrultuda bir analizle
söylem kategorisini hayatın tamamına nüfuz edecek şeklinde şişirdiklerini belirtir; bu ise
ona göre ideoloji eleştirisini boşa düşürür.149 Wood’un eleştirisi de çok farklı değildir;
145
Laclau ve Mouffe, a.g.e. s.130-143
146
Hall (2005), a.g.m. s.363
147
a.g.m. s.378
148
Laclau ve Mouffe (1992) “Amasız Fakatsız Marksizm Sonrası”, Marksizm ve Gelecek S.5 s.9-39
149
Eagleton, a.g.e. s.302-303
54
Laclau’nun erken teorik pozisyonunda yer alan özerk ideoloji nosyonu (söylem), Mouffe
ile geliştirdikleri açılımla beraber toplumsal dünyayı yutan bir kavrama dönüşmüştür.
olmaktan çıkarak egemen kesimlerle (iktidar bloğu) çok çeşitli antagonistik ilişkiler
içerisinde olan kesimler(halk) arasında bir mücadele alanı olarak tanımlanmıştır. Yani,
Laclau’nun analizleri sınıf indirgemeci ekonomizm eleştirisinden yola çıkıp ele avuca
olgu, bir toplumda ideolojik üretimin ve dönüşümün güç ve sınıf ilişkilerinin dışında ve
alanlar olarak tanımladığı ilk teorik pozisyonuna paralel biçimde, Marksist dil
tek başına sabit gösterilenlere sahip olmadığını ve sınıf mücadelesinin alanı olarak
kavranabileceğini ifade eder. 152 Çünkü, ideoloji, seçme ve birleştirme yoluyla bir
edimi ideolojinin tam merkezinde yer alacaktır ve adlandırma edimi, o adı kendilerine
has kılmaya çalışan ne kadar toplumsal ve siyasal grup varsa o kadar çeşitlenecektir.
Hegemonik bir sonuç ise ancak kendi yorumunu dayatma ve sağlamlaştırma, epistemik
150
Wood, Ellen Meiksins (2011) Sınıftan Kaçış, s.45-64
151
Hall (1988) a.g.m. s.45. Harvey’in Laclau ve Mouffe gibi post-marksistlere yönelik eleştirisi ise daha
radikaldir ve anılmaya değerdir; “Daha da kötüsü kitle (akademi, medya, basın ve kültürel üretim) içindeki
sol kesim, zayıflayan işçi sınıfı hareketiyle her zaman zayıf kalmış ilişkisini büyük ölçüde kaybetmekle
kalmadı, sadece kendi ilgilerine/çıkarlarına kapanmaya başladı. Bu alandaki solcular, bireysel kurtuluşu
(burjuva özgürlükleriyle şaibeli ilişkisi olan bir nosyon), (hangi biçimde olursa olsun) otoriteye karşı
çıkmayı, ‘söylemlerin yapı ayrıştırması’ ve her çeşit dil oyunlarıyla uğraşmayı vurgulamaya başladı.
Kültürel kitle içindeki radikaller, evsizler hakkında gerçekten ilginç olan şey sanki evsizlerin afişlerindeki
protesto mesajlarındaki kodlama çeşitliliğiymişçesine, semiyotik gibi alanlara ilgi duydu. İmajlar
dünyasına kendi adına o kadar çok saplanıldı ki, imajların kuruluşunun gerçek amacının ne olabileceği
incelenmedi." (Harvey, David (1993) “Esneklik: Tehdit mi Yoksa Fırsat mı?” Toplum ve Bilim S:56-61,
s.83-92)
152
Voloşinov, Valentin (2001), Marksizm ve Dil Felsefesi, s.66-68
153
Hall (2005) a.g.m. s.363
55
ve toplumsal kurumlar içerisine yerleştirme işinin başarı düzeyiyle ölçülebilir. 154
Göstergeyi tek vurgulu hale getirmeye çalışmak için verilen bu mücadele İslam’ın
“İslami unsurların her ne kadar sadece adları itibariyle böyle olsalar da temsil
özelliği, tek tek simgelere büyük bir anlam yükler ve sonuç olarak bu unsurların İslami
elinde bulunduran bir eyleyicinin gerçekleştirebileceği bir edim haline getirir. Ortada
başvurulabilecek muazzam bir dağar söz konusudur; ama sadece sınırlı sayıda unsurun
‘yapısökümcü’ olarak dört başlıkta incelenebilir. Lakin dini tutum ve tavır alışlarda dini
düşünülebilir. Burada ana saik olarak dinden kaynaklı tutum alışlarının çeşitliliğinden çok
çekirdeklerinin 157
, politik konumlanışlarının dini yorumları çeşitlendirmesinden
154
Hall (1999) “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı Altında Tutulanın Geri Dönüşü”,
Medya İktidar İdeoloji içinde, s.107 ve Al-Azmeh, a.g.e. s.158-160
155
Al-Azmeh, a.g.e. s.102
156
Küçükural, Önder (2014) An Empirical Study of Religious Reasoning and Its Implications for
Democracy, Yayımlanmamış Doktora Tezi, s.30-46
157
“Metafizik çekirdek” tabirini Fırat Mollaer’e borçluyum. Tabir özetle, Dünyaya topluma ve insana
toplumcu bir zaviyeden bakan bir bireyle, bireyci bir zaviyeden bakan bireyin bu pozisyonlarını nasıl
gerekçelendirdiklerinden bağımsız olarak (dinî yahut seküler bir referans çerçevesi ile olabilir) toplumcu
yahut bireyci bakışlarının esas belirleyici olduğuna işaret etmektedir. Elbette bu zaviyelerin oluşumu
bireylerin yaşam deneyimlerine içkindir.
56
kaynaklardan daha çok, dini kültür ve kaynakların çeşitli ve elbette ‘seçmeci’ yorumlarını
kısımlar geri plana itilir, gömülür.158 İdeolojik mücadelenin başladığı yer de burasıdır;
ve aynı kavramlar farklı vurgulara açık hale gelirler. Bu aşamada “mevcut bir terim veya
kategori için bazı yeni anlamlar kümesi elde etme çabası, onu bir anlamlama yapısı
ideolojik unsur haline getirilir; kapitalizmin yerel kültür ve inanışla böyle bir
piyasada rakiplerini alt etmek için başvurduğu taktiklerin üzerinde yükseldiği metafizik
zemini ifade eder hale gelir. ‘Bir lokma bir hırka’ ve ‘yoksullukta şeref bulma’ gibi
dindar sermayedarların ihtiyaçları söz konusu olduğunda ‘faiz yasağı’ gibi açık bir
fetvalara yol verir. ‘İktisadi cihad’ söylemi sadece dindar sermayedarların kendi
158
Yankaya, Dilek (2014) Yeni İslami Burjuvazi, s. 210-212
159
Hall (2005) a.g.m. s.390-392
57
burjuvazinin fraksiyonlarından birinin siyasi hegemonya projesine destek verir. 160 Bir
akılda tutarak bir nüansı belirtmek gerekir. Sayyid’in öne sürdüğü gibi ‘İslam’ göstereni
daha önceki yorumların izini taşımakla kalmaz; 7. yüzyıldan başlayarak kuruluş tarihini
aynı unsuru işe koşmaya çalışan daha sonraki söylemlerin imkanları üzerine güç uygular.
Mevzubahis ‘izler’ o ideolojik unsura ‘mutlak olarak belirlenmiş bir sınıf karakteri değil,
Kapitalist modernleşme öncesi tarihi bir kenara bırakırsak ve özel olarak 20.
arttıran bir faktör olagelmiştir. Bunda ezilenlerden yana sınıf siyasetinin Türkiye
hususu ifade etmek mümkündür; Nasıl ki özcü bir milliyetçilik okuması ‘yurtseverlik’
kavrayışına yol veremiyorsa, özcü bir İslam okuması da farklı varyantların teorik düzeyde
160
Özdemir, Şennur (2014) İslam ve Sınıf, s.221-274
161
Sayyid, a.g.e. s.94-95
162
Hall (1999) a.g.m. s.112-118
58
tahliline, politik düzeyde tasavvuruna imkan vermemektedir ve İslam’ı serbest
163
Ne tuhaftır ki ideolojik unsurların farklı eklemlenme imkanlarını irdelemesiyle bizim için ufuk açıcı bir
teorik pozisyonu simgeleyen Laclau bile ‘İslam’ söz konusu olduğunda vurguladığımız metodolojik
hatadan münezzeh kalamamıştır. İnsel’in aktarımıyla, Tayyip Erdoğan’ın 2013 konjonktüründeki politik
söyleminin dinsel kimlik gibi özcü bir temele oturmasının tehlikelerini vurgulama ihtiyacı hissetmiştir. Bu
perspektif, iktidarın hegemonik söyleminde İslamcı ideolojik unsurun oynadığı rolü işaret etmesi açısından
makul ve kabul edilebilir olmakla birlikte, İslam’ın özcü bir kategori olarak kavranmasını maalesef yeniden
üretmektedir. (İnsel, Ahmet, “Laclau, Popülizm ve Erdoğan”;
http://www.radikal.com.tr/radikal2/laclau-populizm-ve-erdogan-1187475/ 09.12.2019 tarihinde erişildi)
59
3. BULGULAR: EKLEMLENMENİN UĞRAKLARI
dergileri ve diğer bazı dergilerden sınırlı sayıda metinler; ‘sosyal adaletçi’ eklemlenmeler
alımlanışına eğileceğim.
Aldırmak mı?
“İlk önceleri her yere müracaat etmiyordu. Kendince yer belirliyor, ona göre
görüşmeye gidiyordu. Kısa bir zaman geçince önünde çok az alternatifin kaldığını
görüverdi. Bir holdingse, ortakları arasında banka bulunmasın diye özen gösteriyordu.
İlk önceleri, böyle bir ilke tesbit ettiği an önünün ne kadar daralabileceğini düşünmemişti
belki de. Bu sayede büyük holdingleri ve sermaye gruplarının münasebetleri ile alakalı
164
Çalışmanın bundan sonraki kısmında, Yeryüzü dergisinin devamı olması hasebiyle kolaylık olması
açısından Yeni Yeryüzü Dergisi’nden bahsederken de “Yeryüzü” denilecektir.
165
Erken, ‘Büyük Şehirden İnsan Manzaraları II’, İktisat ve İş Dünyası, Şubat 1993
60
kapitalizmin çarklarında birtakım ‘yüzeysel’ ikilemlere düşen Müslüman bireyi tasvir
1990’lar Türkiye’de faizsiz, kar/zarar ortaklığı esasına göre işlediğini öne süren
‘yatırımcı’ ve ‘kredi kullanan’ olarak kodlayarak kapitalizme bütünleştirici iki yönlü bir
işlev görmüştür. Bunun bir nedeni de ‘İslami bankacılık’ modelini savunanların asla
açıktan ‘faiz yanlısı’ bir söylemi benimsememiş olmaları, bu konuyu kamuoyu önünde
tartışırken mutlaka modelin faiz karşıtı olduğuna dair tevil çabasına girmeleridir.
Kurumları olarak tasnif edilen ‘İslami Bankalar’ın reklamlarının yer aldığını belirtmek
teolojik bir tartışmaya girmemek biçiminde olmuştur. Bunun bir istisnası Gürdoğan’ın
darboğaz giderici bir makine iç pazardan ya da dış pazarlardan ithal edilerek, vadeli
satılır. Vadeli satışta maliyetin üzerine önceden bilinen bir kar eklenir. (…) Vadeli satış
uygulamanın kolay, basit, anlaşılır ve alım satımdaki kar marjının bilinmesi olarak
sıralandırılabilir. İlk bakışta faize benziyor görünüyorsa da, alınıp satılan para değil bir
üründür.”167
166
Alış fiyatı veya maliyet üzerine belli bir kâr ilâvesiyle yapılan bir tür güvene dayalı satış sözleşmesi
anlamında fıkıh terimi. Bkz. “Murabaha”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
https://islamansiklopedisi.org.tr/murabaha (21.03.2020 tarihinde erişildi)
167
Gürdoğan, Nazif, ‘Özel Finans Kurumlarının Fonksiyonları ve İşleyiş Mekanizması’, Çerçeve, Nisan
1993
61
Bu beyanda ‘önceden bilinen bir kar’ ve ‘alım satımdaki kar marjının bilinmesi’
ifadeleri gerçekten de yazarın belirttiği gibi, ilk bakışta bu yöntemin de faiz uygulaması
İktisat ve İş Dünyası’ndan Çelik, yazısında bankalar ile ÖFK’ları beraber analiz eder ve
hizmetleri’ açısından benzeştiklerini itiraf eder. 168 Dergide ÖFK’larından biri olan
Kuveyt Türk Genel Müdürü Fehmi Akın ile yapılan bir söyleşide Akın, murabahanın
vadeli satış olduğunu belirtip; “yüksek enflasyonun hakim olduğu bir ekonomide
yaşadığımız ve ticaretin var oluş felsefesi gereği alış ve satış fiyatlarımız arasında bir
fark olması tabiidir”169 diyerek aslında yöntemin günümüz koşullarında vadeli satıştan
meşru gördüğünü, dolayısıyla kardan sermaye payınca hisse almanın da meşru olduğunu
168
Çelik, Osman, ‘Bankacılık Sektörü ve Özel Finans Kurumlarının Sektördeki Yeri’, İktisat ve İş Dünyası,
Eylül-Ekim 1992
169
"İslam Bankacılığı ve Özel Finans Kurumlarının Geleceği" Üzerine Fehmi Akın ile Söyleşi, İktisat ve
İş Dünyası, Haziran 1993
170
Kâr paylaşımı esasına dayanan emek-sermaye ortaklığı anlamında İslâm hukuku terimi. “Mudarebe”
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/mudarebe (23.03.2020
tarihinde erişildi)
62
belirten Sıddıki, Peygamberin de bu yöntemi tasvib ettiğini, sahabenin de onun
ise, Şeybani’nin Kitab-ül Asl’ında ‘ortaklardan her birine kredili satın alma ve satma
hakkı veren hükümlerin apaçık’ hakikatlermiş gibi onaylandığını vurgular. Hanefi fıkhına
göre mudarebenin cevaz verilen bir yöntem olduğunu ifade eden Udovitch, İmam
Şafii’nin bu görüşüne karşılık bir Hanefi fakihi olan Kasani’nin şöyle dediğini aktarır:
“İnsanlar asırlardan beridir hiç kimseden azar işitmeden bu iki ortaklık biçimiyle iştigal
ittifakı’ anlamına gelen ve Sünni fıkhın kaynakları arasında sayılan ‘icma’dır. Aslında
icma, bir nevi hegemonik dini görüşün üzerine çekilmiş kutsiyet perdesidir, çoğunlukçu
duygusundan çok da farklı bir niteliği yoktur. Ancak İktisat ve İş Dünyası’nın ÖFK
modelini delillendirmek için tarihten ayet, sünnet ve fakih seçimi yapan metinleri
Tabakoğlu, para vakıflarının İmam Züfer’in içtihadına dayanarak hile-i şeriye ile örtülü
Tabakoğlu, bunların başında gelenin devreye -vadeli satış gibi- bir alışveriş işlemi
Sıddıki, M. Necatullah, ‘Çağdaş İktisadi Hayatta Mudarebe’, İktisat ve İş Dünyası, Haziran 1993
171
Udovitch, A.L., ‘Ortaçağ İslam Dünyasında Kredi ve Bankacılık Kurumları’, İktisat ve İş Dünyası,
172
Aralık 1993
63
sokarak fıkhi çözüm, yani hile-i şeriye geliştirmek olduğunu ifade eder173. Hile-i şeriye,
şeriatın sınırlarında kalmak için yapılan hile anlamına gelir. Örneğin; İslami Banka’nın
bir kişiye ev kredisi vermeyip, almak istediği evi önce bankanın satın alıp kişiye vadeli
kambiyo senedi, havale, borsa, banka gibi kurumların kökenini İslam medeniyetinde
görür; hatta iktisadi değer teorisinin İbni Rüşd’den mülhem olduğunu iddia eder. 174
Altınoluk’ta Döndüren ise, bu iddiaları daha ileriye taşır. Ona göre, önce Avrupa’da, daha
ekler; “Bu uygulama sonucunda ABD’de faizli kredi kullanımının %10’lara kadar
düştüğü, bunun yerine ‘Venture Capital’ şirketlerinin kurulduğu ve bunun en yeni ve ileri
Oldukça sloganvari bir çıkış ise, Yeni Zemin dergisinin ‘İslam Ekonomisi, Finans
istendiğini ama bunun başarılamayacağını, çünkü İslam’ın hayatın her tarafına nüfuz
eden bir din olduğunu, dolayısıyla kaçınılmaz olarak İslam’ın kendine has bir ekonomik
173
Tabakoğlu, Ahmet, ‘Osmanlı Ekonomisinde Kalkınmanın Finansmanı’, İktisat ve İş Dünyası, Eylül-
Ekim 1992/Kasım-Aralık 1992
174
Mirohor, Abbas, ‘İslam Alimleri ve İktisadi Düşünce’, Bisav Bülten, Temmuz-Ağustos 1992
175
Döndüren, Hamdi, ‘İslam ve Ekonomik İstikrar’, Altınoluk, Mayıs 1994
64
sisteminin olduğunu, finans kurumlarının da bunu pratiğe geçirdiklerini” söyleyerek176
etmektedir. Çakır’a göre faiz emrini tarihsel şartlara göre eğip bükerek yorumlayanlar
‘Samiri’ sıfatının kullanılması önemlidir. Şöyle ki; Kur’an’da Musa Tur Dağı’na
Allah’tan vahiy almaya çıktıktan sonra kavmini yoldan çıkarıp onlara altından buzağı
İslam geleneğinde kutsi kisve altında insanları hakiki yoldan saptıran -ulemadan yahut
mazeretinden, ‘İslam’ı daha geniş kitlelere sevdirme’ söylemine kadar bir dizi
meşrulaştırma tezinin gölgesi altında, hassasiyetler, ilkeler hatta çok zaman haramlar
çiğnenebilmektedir. (…) Faiz alışverişi hususunda gayet kesin bir tutum takınıp da, gönül
deyip ‘malum’ karpuzu yiyip bitirmesi hikayesini çağrıştırmıyor mu? 179 Bu ifadelerde
176
“İslam Ekonomisi Gündemde”, Yeni Zemin, Şubat 1994
177
Çakır, Yılmaz, ‘Samirilere Karşı Uyanık Olma Gereği’, Haksöz, Temmuz 1995
178
Taha Suresi 85-97. ayetler
179
Kaya Rıdvan, ‘Liberal Ahlak ve Ahlaksızlığın Liberalleşmesi’, Haksöz, Haziran 1995
65
dejenerasyonun kimilerince ehlileştirilmeye çalışılan kapitalizmin dolaysız bir sonucu
olduğunu savunur.180
‘Hocam biliyorsunuz dinimiz faizi yasaklıyor, ortaklığı teşvik ediyor. Şu cemaate söyleyin
de şurda güzel bir potansiyel var, ortak olsunlar’ diyorlar. Hoca da ‘Ortaklık şöyle
güzeldir böyle güzeldir. İki kişi ortak olursa üçüncüsü Allah’tır.’ döktürüyor… Hoca sen
sen zannediyorsun ki İslami zeminde kuruldu.”181 Bayındır’ın bahsettiği ‘İki kişi ortak
olursa üçüncüsü benim’ bir “kutsi hadis”182tir ve bu örnek murabaha yönteminin dini
referanslardan hareketle nasıl savunulabildiğine iyi bir örnek teşkil eder. Belirtilen
bağlamda, hadiste belirtilen ortaklıkla ‘kader ortaklığı’ da dahil her türlü ortaklaşma,
temalı dosyasına Özkaya’nın verdiği cevaplardır. Özkaya’ya göre, faizlerin %70 olduğu
bir ülkede ÖFK’ların %68 veya %72 oranıyla kar payı dağıtması İslami bir çözüm
değildir. 183 Özkaya’nın açıkça ifade etmediğini Eliaçık’tan ilhamla 184 söylersek ‘faize
180
Türkmen, Hamza, ‘Egemen Sistem ve Dünyevileşme’, Haksöz, Nisan 1994
181
Bayındır, Abdulaziz, ‘Mevcut Ekonomik Sistem ve İslam’ konulu konferans, Haksöz, Aralık 1996
182
Kur’an’da yer almamasına rağmen Peygamber’e vahyedildiğine inanılan sözler.
183
Özkaya, Cevat, “Somut Projelerimiz Yok”(Türkiye Müslümanları ve İşçi Sınıfı Soruşturması), Yeryüzü,
Nisan 1991
184
Eliaçık, İhsan, “AKP Kapitalizme Abdest Aldırıyor”,
https://artigercek.com/haberler/eliacik-akp-kapitalizme-abdest-aldiriyor (31.05.2020 tarihinde erişildi)
Abdestli Kapitalizm’ ifadesi yakın dönemde daha çok Eliaçık’ın yazı ve konuşmalarıyla popülerleşmiştir.
Örn; 2011 yılında Radikal Gazetesi için gerçekleştirilen ‘Allah, biiip, özgürlük’ başlıklı söyleşi için bkz.
http://m.radikal.com.tr/hayat/allah_biiip_ozgurluk-1059680 Daha sonra çıkarılan birkaç kitabın isminde de
yer almıştır. Bkz. Erdem, Eren (2011) Abdestli Kapitalizm ve Kaya, Namık (2016) Abdestli Kapitalizme
Karşı Kızıl İslam
66
abdest aldırmak’tır. Dergi “Muhafazakar Sermaye ‘Liberal İslam’ İstiyor” başlıklı bir
yönelik eleştirilerini, özellikle krediler, faiz hadleri vb. konularda sık sık ortaya
dahi kapitalistçe olduğunu ifade etmekten geri durmamıştır. Alagaş ise yazısında,
Kur’an’a göre, milyarlarca mal varlığı olan kimselere teşvik kredisi verilmesinin caiz
olmadığını, parayla para kazanmanın, parayı bir zulüm vasıtası kılmanın, pahalılığın
görüşleri, konu bankacılık ve faiz olunca hınç doludur. Kavuncu, Özal için; “Faiz
oranlarını çok fazla yükseltti. Böylece hem enflasyonu azdırdı, hem banker facialarına
sebep oldu, hem de ‘Allah’a ve resulüne savaş açmış olmak’(Bakara/275-279) gibi hükm-
ü ilahinin çok şedid hitabına muhatap oldu.” ifadelerini kullanır.187 Dergide Emiroğlu,
tespit eder.188
Günümüzde sermayenin kar amacına ulaşma yönteminin vahiy dışı olduğunu öne
aracıdır. 189 Derginin genel yayın politikasına bakıldığında -Haksöz gibi- alışılagelmiş
bankacılık sistemiyle ‘İslami bankacılık’ modelini ayırmadığı, ikisini bir tuttuğu görülür.
185
‘Muhafazakar Sermaye ‘Liberal İslam’ İstiyor’ (Muhafazakar Sermaye Soruşturmasına Giriş), Yeni
Yeryüzü, Şubat 1994
186
Alagaş, Mehmet, ‘Zulüm İşçileri ve İslam’, Yeryüzü, Ocak 1991
187
Kavuncu, ‘TC Başkanını Kaybetti’, Yeni Yeryüzü, Mayıs 1993
188
Emiroğlu, Cihan, ‘Yoksullardan Alınan Vergi: Enflasyon’, Yeni Yeryüzü, Kasım 1993
189
Türkmen, Hamza, “Toplumu Kur’an Ekseninde Dönüştürmeyi Esas Almalıyız” (Muhafazakar Sermaye
Soruşturması), Yeni Yeryüzü, Şubat 1994
67
Bu bahsi kapatmadan evvel ‘Bankacılık ve Faiz’ hususlarında betimlenen
yazıdan bahsetmek yerinde olacaktır. İslam İktisadı Üzerine çalışmalar yapan Malezyalı
bir profesörle yapılan söyleşide, 1960’lı yıllarda yapılan ‘İslam Ekonomisi’ temalı
tartışmalarda faizden ziyade kar ortaklığının hem İslami, hem de daha verimli ve üretken
bir ekonomi için elzem olduğuna dair görüşlerin öne sürüldüğü belirtilir. Yine söyleşide,
profesör tartışmalara katılan birçok kişinin ise murabaha yönteminin banka faizi gibi
Başka bir çeviri yazıda ise, Peygamber’in ‘kim bir faiz antlaşmasına girerse
lanetlenir’ hadisi aktarılır ancak Kur’an’da faiz anlamına gelen ‘riba’ kavramının
anlamının yoruma açık olduğu belirtilir. Buna ek olarak; ‘İslami bankacılık’ modelini
savunan metinlerde örneklendiği gibi, bazı Müslümanların Kur’an’ın faiz yasağı emrini
sadece finansal sömürüden kaçınmak üzere bir uyarı olarak kabul ettikleri; diğer
Müslümanlarınsa -faize kökten karşı karşı çıkan metinlerde görüldüğü gibi- ne pahasına
olursa olsun önceden belirlenmiş kar payı, vade farkı gibi uygulamalardan kaçındıkları
vurgulanır. Yazının sahibi Storm’a göre, Avrupa’daki İslami bankalar faiz konusunda
durumdadırlar.191
sınıfsal pozisyona sahip olmayla yahut bu pozisyona karşı çıkmayla yakından ilişkilidir.
190
Erdem, Kamil, ‘Prof. Abdülhamid Cüneyd ile ‘İslam İktisadı ve Malezya’daki Uygulamalar Üzerine’,
İktisat ve İş Dünyası Kasım, Aralık 1992
191
Storm, Rachel, ‘Fundemantalist Hristiyanların İş Ahlakı Borsaları Yönetim Kurulları ve Günah
Kentleri’, İktisat ve İş Dünyası, Temmuz-Ağustos 1992
68
bankacılık’ için keşfedilen yöntemlerin faizli işlemleri boyayıp süslemekten ibaret
olduğunu savunmaktadırlar.
göreve başlamış; o sıralarda Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarı olan Turgut Özal
lideri olarak zaferle çıkan Turgut Özal’ın olacaktır.193 Bahis konusu edilen bu çizgisellik
nedeniyle darbenin 24 Ocak Kararları’nı ülkeye uygulatabilmek için bir ‘Şok Doktrini’194
192
Başkaya, Fikret (1986) Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, s.188-203
193
Hatta ANAP, darbeden sonraki ilk seçimin gerçekleştiği 1983 yılında ’24 Ocak Kararları ve Turgut
Özal’ın Görüşleri’ başlıklı bir propaganda kitapçığı da yayınlayacaktır.
194
Darbelerin bir ülkede neoliberal politikaları uygulamak için verimli bir yöntem olarak kullanıldığını da
-özellikle Salvador Allende’ye yönelik Şili Darbesi üzerinden- gözler önüne seren Naomi Klein kitabıdır.
bkz. Klein, Naomi (2010) Şok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselişi
195
Bir örnek için; Öztürk, Yunus, “24 Ocak Kararları: 12 Eylül Askeri Darbesinin Ekonomi-Politiği”;
http://www.soldefter.com/2011/01/25/24-ocak-kararlari-12-eylul-askeri-darbesinin-ekonomi-politigi/
(31.03.2020 tarihinde erişildi)
69
24 Ocak Kararları devletin ekonomideki rolünü minimize etme yönünde ciddi
tedbirler içerirken, aynı zamanda KİT’lerin devlet yönetiminden çıkarılarak özel sektöre
devletin ekonomideki rolü ve bunun bir uzantısı olarak özelleştirme tartışmaları siyasi
ideolojisinin izlerini taşıyan bazı metinlerde ‘kendini düzenleyen piyasa’ vurgusu, İslam
yapabilmek, Adam Smith’ten ilhamla ‘Tanrı’nın eli’ni ima etmek için işaret edilen hadis
sahabeler Peygambere gelip; ‘Ya Resulallah, fiyat koy.’ derler. Peygamber; ‘Fiyat koyan,
kıtlık ve bolluk yapan ve rızık veren Allah’tır. Allah’a yemin ederim ki, ben size
işleri emrolunduğum gibi yaparım; veren ise Allah’tır. Ben mal, can ve kan hususunda
Çerçeve’de Eskicioğlu’nun işaret ettiği bu hadis, dergideki yer alan başka bir
yazıda Esen tarafından da tekrarlanır ancak bazı fakihlerin fiyatlandırmaya hiç izin
belirtilir.198 Dergide yer alan bir çeviride ‘asgari ücret’ konusunu masaya yatıran Akhtar,
asgari ücret uygulamalarının piyasaya müdahale anlamına geleceğini; İslam’ın ise serbest
piyasa güçlerinden yana olduğunu ve işvereni böyle bir ücrete mecbur bırakmanın İslami
olmadığını iddia ederken yine aynı hadise başvurur. Akhtar’a göre, devlet illa müdahale
196
Fiyat takdir edilmesi ve sınırlandırılması anlamında fıkıh terimi. Bkz. “Narh”, Türkiye Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/narh (31.03.2020 tarihinde erişildi)
197
‘Serbest Piyasa Ekonomisi ve İslam’ (Osman Eskicioğlu ile Ropörtaj), Çerçeve, Mayıs-Haziran 1994
198
Esen, Adem, ‘Batı ve İslam İktisadında Teşebbüs Hürriyeti, Çerçeve, Mayıs-Temmuz 1996
70
edecekse, işverenden yana müdahale etmeli; işverenin işçisine verdiği ücreti asgari ücrete
tamamlamalıdır.199
Peygamberin ilk cevabının ‘Belki bu konuda Allah’a dua ederim. Feyzini yükselten ve
düşüren Allah’tır’ diyerek geri çevirmek olduğu, ancak son ve kati cevabınınsa malum
vaaz ettiği iddiasını biraz daha ileriye taşır ve şöyle der; “Ticaret ahlakının üstün olduğu
bu dönemde, mal darlığı yüzünden fiyatların yükseldiğini gören Allah Elçisi, piyasanın
ihtiyacı kadar mal artınca, fiyatların istikrar bulacağını biliyordu. Batı toplumlarının son
yüzyıllarda farkına vardığı ‘fiyatların arz ve talep dengesi sonucunda istikrar bulacağı’
ilkesinin İslam’a ait olduğunda şüphe yoktur.” Yazara göre, nedense Osmanlılar’ın
İstanbul ve Bursa gibi şehirlerde tüm eşya fiyatlarına narh koyması İslam fıkhında
devletin ekonomik rolüne dair hiçbir şey söylemez; çünkü maslahat mucibince
olduğu gibi Döndüren’in tevilinde de devrededir. Devletin çiftçinin buğday, arpa, fındık
vb. ürünlerini sabit bir fiyattan alarak Toprak Mahsülleri Ofisleri’nde depolayıp üzerine
belirli bir oran koyarak satmasının da İslam’a aykırı olduğunu savunan yazar, bu
“Köylü ürettiği gıda maddelerini Medine’ye getirirken veya dışardan aldığı bir
malı sevk ederken şehir kenarında birkaç toptancı tarafından karşılanır, günün piyasa
fiyatlarını öğrenmesine fırsat verilmeden mallar elinden alınırdı. Bundan sonra belli
199
Akhtar, Ramazan, ‘İşçi-İşveren İlişkileri İçin İslami Bir Çerçeve’, İktisat ve İş Dünyası, Ocak 1993
200
Döndüren, ‘Serbest Piyasa Ekonomisi ve İslam’, İzlenim, Aralık 1996
71
köylü adına komisyonculuk yapan şehirli için de şöyle buyuruldu: ‘Şehirli, köylü adına
satış yapmasın, yani ona komisyoncu olmasın. Hatta şehirli onun babası ve kardeşi olsa
bile durum değişmez.’ Şu hadis, piyasanın kendi içinde oluşabilen tekellerine karşı
önemli bir uyarı yapmaktadır: ‘Şehirli, köylü adına satış yapmasın. İnsanları kendi
hallerine bırakınız, umulur ki, Allah onlardan bir bölümünü, diğerleri yüzünden
akıcılığın sağlanması olduğunda şüphe yoktur. (…) Ebu Hanife’ye göre yukarıda sözü
edilen haksızlıklar belde halkına zarar veriyorsa mekruh olup zarara uğrayan taraf satım
akdini bozabilir. Böyle bir uygulamadan piyasa ve fiyatlar olumsuz yönde etkilenmiyorsa
İzlenim dergisinde yer bulmuştur. Medine Pazarı’nın ilkelerinden birinin fiyat serbestisi
olduğunu belirten Özel, fiyatın ‘adil’ olabilmesi için, tespit edenin ‘herşeyi’ bilmesi
geliştiren Özel, aynı zamanda muhtesib202 olduğunu vurguladığı ünlü fakihin kaçınılmaz
olarak narhın istisnailiğine atıf yapan şu cümlelerini aktarır; “Normal bir piyasada tüccar
fazla değeri talep ederler. Daha spekülatif bir piyasa durumunda ise, piyasaya iştirak
edenlerin öznel değerlendirmeleri önemli bir rol oynar. Merkezi otoritelerin (kıtlık ve
benzeri durumlarda) zaman zaman vuku bulan müdahalesi ahalinin temel ihtiyaçlarının
201
“Ekonomi Modern Dünyanın Dinidir’ (Mustafa Özel İle Söyleşi), İzlenim, Aralık 1996
202
İslâm hukūkunda bir kasaba veya şehir halkının şer’î emir ve yasaklara uymasını sağlamakla görevli
olarak çarşı ve pazarı kontrol eden, ticârî dâvâlara ve bâzı amme dâvâlarına bakan belediye zâbıta memuru,
ihtisap ağası, ihtisap emîni, şehremîni. http://www.lugatim.com/s/muhtesip (Kubbealtı Lügati, 02.04.2020
tarihinde erişildi)
72
giderilmesi için faydalı olabilir. Ancak, loncalar veya resmi otoriteler tarafından genel
fiyat tespiti, hem verimsiz, hem de etkisiz olması hasebiyle, doğru değildir.” 203 Bu
görüşlerinin yanı sıra ilk baskısını 1993 yılında yapan ‘Piyasa Düşmanı Kapitalizm’ adlı
kitabında ‘serbest piyasacı’ iddialarını bir adım öteye taşıyan Özel, serbest piyasa karşıtı
olduğu gerekçesiyle cari kapitalist sistemi aşmayı önerir. Böylelikle kapitalizmin ürettiği
tevillerde dikkat çekici olan bir husus, İslam geleneğinin kaynaklarında geçen ‘pazar’
ancak böylelikle mümkün hale gelir. Çalışmanın devamında benzer bir transformasyonun
beslenerek inşa edilen bir alan hüviyetindedir. Esen, Şuayb Peygamber’e karşı çıkan
Medyen’in ileri gelenlerinin Şuayb’ın çağrısına kulak verenleri caydırmak için gelip
geçene onun bir yalancı olduğu telkininde bulunduklarının Kuran’da anlatıldığını belirtir.
Dolayısıyla ‘her yolda pusu kurup oturmayın’(Araf/86) emri de Medyen’in ileri gelenleri
gibi, insanları Allah yolundan alıkoyanları işaret etmektedir. Ancak Esen’in aktarımına
göre es-Süddi, ‘her yolda pusu kurup oturmayın’ ayetini vergi toplamada adaletsizlik
203
akt. Özel, Mustafa, ‘Adam Zengin Olur mu?’, İzlenim, Kasım 1994
204
Özel, M. (1993) Piyasa Düşmanı Kapitalizm. Ayrıca, Batı kapitalizmine yönelik eleştirilerinin yanında
Çin’deki iktisadi yapıyı da ‘Kızıl Kapitalizm’ olarak niteleyip mahkum eden Özel, Milliyet Gazetesi
tarafından ‘kapitalizm eleştiricisi’ olmakla payelendirilmiştir. bkz. Özel, M. ‘Kızıl Kapitalizm’, Çerçeve,
Mayıs-Haziran 1994 ile bkz. “Dindar Sermaye, Aslında TÜSİADçı” (Milliyet Gazetesi’nin Mustafa Özel’le
Yaptığı Söyleşi’yi İktibas), Yeryüzü, Şubat 1994
73
eksiltmeyin.’(Hud/85-A’raf/85-Şuara/183) ayetinin Kadı Beydavi’nin Keşşaf eserine şerh
piyasa olarak günümüz piyasa düzenine yol gösterici olduğu temasının işlendiği göz
Özel’e göre, Medine Pazarı için Peygamber’in vaaz ettiği ilkelerden biri pazardan vergi
paraleldir; ‘İşte bu sizin pazarınızdır, burada devamlı sabit köşeler, yerler edinmeyin
(yani sabah erken gelen dilediği yere yerleşsin; burada hiçbir vergi (de)
alınmayacaktır.’207
vareste bir serbest piyasaya cevaz verdiğini ispatlamaktır. Akhtar’a göre Müslüman
aslında sosyal piyasa ekonomisidir’; ahlaki atıflarla ‘serbest piyasa’ bir anda ‘sosyal
yaparcasına ‘Bin Lokma Bin Hırka’ başlıklı bir söyleşi veren MÜSİAD Başkanı Erol
düzene girer, ekonomi canlanır, piyasa muamelelerine güven ortamı hâkim olur. Yarar,
daha da abartarak, dinin kapitalist piyasaları ahlakla sarıp sarmalayan yönü ortadan
205
Esen, ‘Medyenliler ve İktisadi Hayatımız’, İktisat ve İş Dünyası, Temmuz-Ağustos 1992/Eylül-Ekim
1992
206
“Ekonomi Modern Dünyanın Dinidir”, İzlenim, Aralık 1996
207
Kallek, ‘İktisadi-Siyasi Bağımsızlık ve Medine Pazarı’, İktisat ve İş Dünyası, Nisan 1992
208
Akhtar, a.g.y.
74
kaldırıldığında Cahiliye’deki209 gibi yılın dokuz ayının savaşla, kaosla geçeceğini iddia
eder.210
hürriyet anlayışının asırlar evvel işlenmiş olduğunu öne süren Esen’e göre; ‘İslam
insanlara, üretim faktörlerinin mülkiyetine sahip olma, özel teşebbüs işletmeleri kurma,
serbest teşebbüs ve serbest rekabet tanımıştır.” Peygamberin kendi kızının suç işlemesi
halinde onun da herkes kadar eza göreceği yönündeki hadisi, Halife Ebubekir’in “Benim
yanımda sizin güçlüleriniz ondan hakkı alıncaya kadar zayıftır, sizin zayıflarınız hakları
alınıncaya kadar benim yanımda güçlüdür” sözü, yine Halife Ömer’in “Anaların hür
belirli bir standardizasyonun varlığını ifade eden ‘hukuk güvenliği’ kavramının İslam’da
Kureyş’ten Benu Haşim, Benu Zuhre ve Benu Esed, yaşlılığı ve saygınlığı dolayısıyla
Abdullah b. Cudan’ın evinde toplanarak, ister yerli isterse yabancı olsun hakkını iade
edinceye kadar mazlumla birlik olup zalime karşı çıkmaya ant içmişlerdi. Gayet açık bir
209
Özel olarak Araplar’ın İslâm’dan önceki dinî ve sosyal hayat telakkilerini, genel olarak da kişilerin ve
toplumların günah ve isyanlarını ifade eden bir terim. Bkz. “Cahiliye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/cahiliye (05.04.2020 tarihinde erişildi)
210
“Bin Lokma Bin Hırka” (Erol Yarar ile Söyleşi), İzlenim, Aralık 1996
211
Esen, a.g.y., Çerçeve, Mayıs-Temmuz 1996
75
karşılıklı ekonomik çıkarları idameye yönelik bir müessese olup, Kureyş’in prestijini
korumaktan öte, Mekke panayırlarına rağbeti muhafaza ettiği gibi, tehlikeye düşen ticari
ittifaka peygamberken de davet edilse idi tereddütsüz katılacağını beyan eden bir hadisine
de yer veren Kallek’in 212 bu ittifakın ‘piyasaya güven veren’ bir birliktelik olduğunu
Ekolü’nden bir hadis profesörü olan Kırbaşoğlu’na göre, Dünya’daki her türlü işgal,
işkence, katliam, açlık, hırsızlığa, emek sömürüsüne karşı birleşerek siyaseten beraber
olan ve her yıl Davos’ta düzenlenen ‘Dünya Ekonomik Forumu’na bir tepki olarak
vizyonuna dahil edilebilir. Yeryüzü’ndeki bir yazıda da Doğan, böyle bir birlikteliği
aslında Allah’ın gazabı karşısında ufacık olup büyüklenen müstekbirlere karşı bir ittifak
olarak tanımlar.214
Dergide yer alan başka bir yazıda Gedik ise, başörtüsü mağduriyetleri kadar greve
giden işçinin hakkını savunmanın da Hılf’ül Fudul sünnetinin bir gereği olduğunu
savunur.215 Burada vurgulanması gereken husus Kallek ile ona karşıt çizginin ‘erdem’
212
Kallek, ‘Mekke İktisadiyatı ve İlgili Müesseseler’, İktisat ve İş Dünyası, Mayıs-Haziran 1992
213
1999 yılında ABD’nin Seattle şehrinde düzenlenen Dünya Ticaret Örgütü toplantısına karşı başlayan
kitlesel eylemlerden dinamiğini alarak, 25-30 Ocak 2001 tarihlerinde Porto Alegre'de düzenlenen ve
antikapitalist hareketleri küresel düzeyde bir araya getiren toplantı. Ayrıca bkz. Şensever, Levent (2003)
Dünya Sosyal Forumu: Aşağıdan Küreselleşme Hareketi ve Küresel Direniş
214
Doğan, Mehmet, ‘Bir Yayın Dönemi Sona Ererken’, Yeni Yeryüzü, Temmuz 1995
215
Gedik, Nuri, ‘Sistemin İçi Sistemin Dışı’, Yeryüzü, Ocak 1991
76
içeriklendirdiğidir. Dolayısıyla Erdemliler İttifakı ile ilgili aktarılan rivayetleri yahut
‘Piyasa güveni’ bir kez sağlandıktan sonra, bunun devam ettirilebilmesi için
Esen’e göre, zaten Şuayb Peygamber de ‘gücüm yettiği kadarıyla ıslahtan başka bir şey
belirtilen ‘her yoldu pusu kurup oturmayın.’(Araf/86) ayetinin sahabelerden Ebu Hureyre
dalalet ettiği yönündeki yorumunu aktarır ve ekler; ‘Bu yorumdan, uluslararası ticaretin
Esen ilginç bir biçimde ayetteki anlamı ‘uluslararası ticaretin güvenliği’ gibi güncel bir
fenomene yamalar.
sıhhatli ilerleyebilmesi için dini, siyasi, ilmi hiçbir müdahale olmadan ekonominin kendi
kuralları içinde çalışması gerektiğini belirterek uluslararası piyasaları dinin bile sirayet
edemeyeceği bir kutsiyet halesine büründürür. Bu görüşün bir sonucu olarak ekonomik
216
“Hayri Kırbaşoğlu ile Söyleşiden Notlar”, 29 Aralık 2013 tarihli
https://www.emekveadalet.org/soylesiler/hayri-kirbasoglu-ile-soylesiden-notlar/ (06.04.2020 tarihinde
erişildi)
217
Esen, a.g.y. İktisat ve İş Dünyası, Temmuz-Ağustos 1992/Eylül-Ekim 1992
218
‘Süleyman Karagülle ile Globalleşme ve Bloklaşma Üzerine’, Çerçeve, Mayıs-Temmuz 1995
77
‘piyasaya devlet müdahalesi’ konusu açısından özeti şudur; Neoliberal piyasa
sızmış olur.
yaklaşımların varlığından da bahsetmek mümkündür. İslam dergisinde yer alan bir yazıda
ise; Halife Ömer’in herkese eşit maaş vermediğini, Halife Osman’ın da bu uygulamaya
Temel, buradan devletin rekabetçiliği teşvik etmesi gerektiği için gelir farklılıkları
yaratması gerektiği sonucuna ulaşır. Herkese eşit pay vermenin çalışanla çalışmayanın
farkını ortadan kaldıracağını, insanları teşvik edecek maddi bir sebep kalmayacağını öne
süren Temel, İslami bir devlet aygıtının görevleri arasına kabiliyetleri ortaya çıkarıp bu
Yeryüzü’nde yayınlanan iki yazıda görülebilir; Macit ‘Patronlar Zalimdir’ ismini verdiği
yazısında elde edilen gelirin, servetin kişinin kendi kabiliyeti sayesinde erişilen bir şeymiş
gibi sunulmasına ‘bu bendeki bir bilgiden dolayı bana verilmiştir’ diyerek Allah’a isyan
gelir; “Mal” derken üretim araçları üzerindeki mülkiyeti ve “hikmet” derken bilgi tekelini
çıktığını belirten Gürcan bu görüşünü desteklemek için şu hadisi zikreder; “Şu iki kişi
hakkında olanı hariç hased yoktur. Bir adam ki, Allah kendisine mal vermiş ve onu hak
219
Temel, Ali Rıza, ‘Hz.Ömer’in Mali Politikası’, İslam, Mayıs 1994
220
Macit, E. “Patronlar Zalimdir” (Muhafazakar Sermaye Soruşturmasına Katkı), Yeni Yeryüzü, Mart 1994
78
(infak) yolda tüketiyor, bir adam ki, Allah kendisine hikmet vermiş ve o da bununla
olgusunu tartışırken aynı Kur’ani referansa vurgu yapan ve çalışmanın çerçevesini çizdiği
iki kutbu temsil eden metinlerdir. Devletin müdahale ederek gelir ile gider, arz ile talep
arasında bir denge kurmaması nedeniyle ‘enflasyon’un ortaya çıktığını belirten Emiroğlu,
bunun da ‘servet yalnızca zenginler arasında dolaşan bir devlet haline gelmesin’(Haşr/7)
ayeti hilafına bir durum ortaya çıkardığını ileri sürer. Enflasyonun, paranın temsil ettiği
tartı ile oynayarak hile yapmak’ anlamına geldiğini belirten Emiroğlu şunu sorar; “Şimdi
kim kalkıp da enflasyonla ilgili Kur’an’da hiçbir şey yok diyebilir? 1 kg istenen peyniri
900 gr tartmakla, eskiden 1 kg peynir alınabilen parayla şimdi 900 gr peynir alınabilir
tartıda hile yapan her toplumu Allah Teala fiyat artışı ve kıtlıkla cezalandırmıştır.’
yok olduğu, üretim motivasyonunun azaldığı, kolay yoldan para kazanma hevesinin
Görüldüğü üzere, saf iktisadi bir kavram olan ‘enflasyon’ gibi, onun temel nedeni
olarak işaret edilen Kurani ‘mutaffifin’ 224 kavramı da farklı ideolojik unsurlardan
221
Gürcan, İbrahim, ‘İnfak ve İnsan’, Yeryüzü, Mayıs 1992
222
Emiroğlu, Cihan, ‘Yoksullardan Alınan Vergi: Enflasyon’, Yeni Yeryüzü, Kasım 1993
223
Esen, a.g.y. İktisat ve İş Dünyası, Temmuz-Ağustos 1992/Eylül-Ekim 1992
224
‘Ölçü ve tartıda hile yapan’ anlamına gelir.
79
hareketle yorumlanmaktadır. Bu durum aynı teolojik başvuru kaynağının, -mesela bir
ayetin- birbirine zıt iktisadi söylemler için seferber edilebilmesine çarpıcı bir örneklik
teşkil etmektedir.
billurlaştığı, yer yer kutuplar arası polemiklerin ve sataşmaların da görüldüğü bir alanı
imler. Bunun bir nedeni; 1990’ların ilk yarısında başa geçen hükümetlerin ekonomik
darboğazı aşabilmek için özelleştirme reçetelerini bir kaldıraç olarak kullanma yönündeki
biçimde yansır. Çalışmada sosyal adaletçi kutbu temsilen incelenen Haksöz ve Yeryüzü
serimlenecektir.
Devletin piyasaya toprak, madenler, su, ateş ve ganimetleri özel ile kamu
mülkiyetleri arasında dağıtma görevi bulunduğunu belirten Esen, üretim araçlarının özel
görünmektedir; ‘Üç şey ortaktır: Su, ateş, mera/toprak. bunlardan alınacak bedel de
modern kapitalizmde tarım ve sanayide kullanılan hammaddde, enerji, makine gibi üretim
faktörlerinin kamu mülkiyetinde olmasının gerekliliğine bir referans olarak okunur. Öte
80
yandan, İbn Haldun’da ‘neoliberal minimal devlet’in nüvelerini de keşfeden Esen, onun
devletin bizzat tarım ve ticaretle uğraşmasına karşı çıktığını, dolayısıyla özel teşebbüsü
esas alarak devlet kapitalizmine olumsuz yaklaştığını iddia eder. Esen’in yorumladığı İbn
yansıtılan, 1406 yılında vefat etmiş olmasına rağmen muazzam bir ileri görüşlülükle
sürede zarar eder hale geleceğini, kısa sürede faturanın tüm topluma çıkacağını İbn
Haldun yine asırlar önce ifade etmiştir. Yazar bununla da yetinmez şu ayet üzerinden
erişinceye kadar yaklaşmayın. Ancak, en iyi (ahsen) bir şekilde yaklaşmanız durumu
beytülmale, yani devlet hazinesine ait olan emlaklara doğru genişletir; Yetim malı
genişleme, ayetteki ‘en iyi bir şekilde yaklaşma’ ibaresini de ahsen yönetim(rasyonel ve
rantabl) olarak modernize eder ve KİT emaneti hakkında gerçekleşecek ahsen yönetimin
“Basiretli bir tüccar ve sanayici böyle bir işletmeyi kaç işçiyle, ne miktar döner
sermaye ve hangi üretim şartları ile çalıştıracaksa, belirlenen bu yönetim ‘ahsen yönetim’
niteliği taşıyabilir. Nitekim birkaç yıl önce beş tane çimento fabrikasını satın alan Fransız
Siemens Şirketi önce fizibilite çalışması yapmış ve her fabrikada en az üçte bir fazla işçi
tesbit ederek bunların uygun şekilde azaltılmasını şart koşmuştur. Devlet işletmelerinin
225
Esen, a.g.y. Çerçeve, Mayıs-Temmuz 1996
81
özelleştirilmesi hedeflenmelidir. Bu yapılamadığı takdirde, ahsen yönetim kuralları
işletilmelidir. Buna güç yetmediği takdirde ise emanet işletmelerin zararına çalıştırılması
Kur’an’ın emrettiği, yetim malının ‘emanet’ olarak görülerek ‘ona iyi bir şekilde
yorumu kapsamında dahi şu hususları ifade ederek itiraz geliştirmek mümkündür; devlete
ait kurumlar ve işletmeler kamusal bir yaklaşımın sonucu olarak sadece kar
kaynakları halkın yararına olacak biçimde kullanmanın biricik yolu bu kaynakları kar
elde edecek şekilde seferber etmek değildir. Bir devlet işletmesi kamu yararını gözeterek
belirttiği gibi her özelleştirme aynı zamanda ‘verimlilik’ söylemini işe koşarak işçi
fırsatçılığı teşvik ederek İskenderpaşa Cemaati’nin tavrını bir adım ödeye taşır; Artık
statüsüne çıkılmasını salık veren Erdemli, bunun için kazanç vadeden KİTlerin
büyük bir tehlike olarak kabul edip karşı çıkan İslam dergisi, açıktır ki, cemaatin
226
Döndüren, a.g.y. İzlenim, Aralık 1996
227
Erdemli, Fatih, ‘Ekonomik Durum ve Öneriler’, İslam, Mart 1994
82
özelleştirmeden ekonomik olarak faydalanma ihtimali ortaya çıkınca makas
değiştirmiştir.
‘devletten özgürleşme’ meselesi olarak ele alan bazı metinlere ise Yeni Zemin’de
anlaşılabileceği üzere devletin KİT’ler eliyle ekonomiye müdahalesini ‘Tanrı gibi rızık
ülke meseleleri hakkında konuşma özgürlüğünü bile elinden alıyorsa, elbette devleti
cevap Metiner’in yazısından bir ay sonra Haksöz’de yazan Dağıstanlı’dan gelir; ‘Baskıcı
tehlikesiyle baş başa bıraktığını göz ardı etmektedir. 229 Ancak KİT’lerin Hazine’nin
dağıtıldığını savunan Dursun, birkaç bin işçi işten çıkarılacak diye ‘arıza’ çıkarmanın
bakıldığında ilginç bir manzara ortaya çıkmaktadır. Bir yanda şimdiye kadar devlet
hiçbir mal ve hizmet üretmeden milletin paralarını cebe indiren sendikalar, diğer yanda
228
Metiner, Mehmet, “Rezzak Devlet”e Hayır, Yeni Zemin, Ağustos 1993
229
Dağıstanlı, Oktay, ‘Ekonomik Sömürünün Üniversite Boyutu’, Haksöz, Eylül 1993
83
imkanlarını kullananların tavrını anlamak mümkün, zira onların hayat damarlarının
kurumasına karşı durmaları tabiidir, ama Müslüman çevrelere ne demeli? (…) devletin
küçültülmesi devletin zaafa uğratılması değil, onun asli mecraya çekilmesi ve toplumun
özgürleştirilmesi sorunudur.”230
durumdur. Yeryüzü’nden Ferda ise, sağcı ve solcu aydınların yanında -isim belirtmese de-
Metiner ve Dursun gibi, 1990’lardan itibaren Medine Vesikası temalı sivil toplumcu
tezleriyle arz-ı endam eden Bulaç gibi İslamcı aydınların ‘sivil toplum’ ve ‘bireysel
su taşıdığını göstermektedir.”231
Başka bir yazısında Ferda, yazdığı dönemde İngiltere’de bakan olan Redwood’un
ekler; “Mustaz’af halklar açısından ise özelleştirme; emperyalizmin yeni haçlı seferine
yön veren ideolojinin itikadıdır.”232 Özelleştirmelerin sivil topluma alan açacağının bir
yanılgı olduğunu belirten Gürcan ise, bu duruma yol açan şeyin 1980’lerden sonra artan
neoliberal rüzgarlar olduğuna emindir; Bazı İslamcı aydınlar da reel olanın tesiri altında
230
Dursun, Davut, ‘Devleti Küçültmek Özgürlük Sorunudur’, Yeni Zemin, Ağustos 1993
231
Ferda, Mehmet, Yeni Yeryüzü - Devletin Küçülmesi Hak ve Özgürlükleri Arttırır mı?’, Yeni Yeryüzü,
Haziran 1994
232
Ferda, ‘Emperyalizmin Yeni Haçlı Seferi: Özelleştirme’, Yeni Yeryüzü, Mart 1994
233
Gürcan, ‘Devlet Küçülüyor, Ya İnsan?’, Yeni Yeryüzü, Haziran 1994
84
varsayımları açısından Gürcan haklı olmakla birlikte yorumu tek yanlı ve eksiktir;
Gürcan’ın neoliberal genişlemeye karşı İslamcı reaksiyonu da aynı sürecin bir ürünü
Haksöz’de Bahadır’ın Refah Partisi’nin tenkide tabi tuttuğu bir yazıda ve yine
Yeryüzü’nde Mazlumder’in bir basın bildirisi ile ilgili eleştirilerin serdedildiği haberde de
özelleştirme konusuna ilişkin benzer bir polemikçiliğin devrede olduğu görülür. Bahadır,
özelleştirmelere İslami bir kılıf bulmaya çalışan bir parti haline gelip gelmeyeceğini
kişinin ortaya çıkarılması için yaptığı basın toplantısında okunan bildiride -tıpkı sivil
belirterek Mazlumder’in söylemini bir savrulma kabul eder. 235 Asıl sorunun devletin
istikbarından sermayenin istikbarına geçişten başka birşeyi ifade etmeyen bir tür
234
Bahadır, Mustafa, ‘Sistem Yeni Krizlere Gebe’, Haksöz, Mart 1996
235
‘Mazlumder’in Özelleştirme Sevdası,’ Yeni Yeryüzü, Kasım 1994
236
Kavuncu, ‘Devletin Yıkılmasını İsterken Küçülmesine Niçin Karşı Çıkıyoruz?’, Yeni Yeryüzü, Haziran
1994
85
sınıflara yönelik bir sömürü ve yağma yöntemi olduğunu belirten Ferda’ya göre şu
yıllar süren mücadelesinin (yetersiz de olsa) bir kazanımı olan sosyal haklarının, devlet
eliyle sağlanan sosyal hizmetlerin (içindeki bütün zulüm ve çirkinliklerine rağmen ulaşım,
kapitalist sömürü sistemi içerisinde devletin her zaman sermayenin bir sömürü aracı (ve
tabii aynı zamanda bir sömürü nesnesi) olduğu… bir başka deyişle sermayenin dünya
toplum olarak kurulan denkliğin ‘serbest piyasacı’ ideolojik unsurun sızdığı metinlerde
dini referanslarla harmanlanarak ortaya koyulduğu, buna karşı çıkışın ise kamucu bir
Dikkat çeken bir husus özelleştirmeye karşı çıkan ve bazı İslamcı aydınlara,
çevrelere yönelik polemik geliştiren metinlerde, çalışmanın işaret ettiği ‘serbest piyasacı’
haliyle saf bir İslamcı söylem geliştirdikleri zehabına kapılmaktadırlar. Gerçi Dursun’un
237
Ferda, ‘Yeryüzü Çizgisi ve İşçi Hareketi’, Yeni Yeryüzü, Temmuz 1995
86
hareketle, devletçilik-liberalizasyon ekseninde yürüyen mevzubahis tartışmaların
bir yer tuttuğunu şimdilik kısaca belirtmek gerekir. Mesela İskenderpaşa Cemaati lideri
Coşan, İslam dergisinde müstear ismiyle yer alan Başyazılarından birinde ‘iktisadi cihad’
“Zekatın bu yerli yerinde kullanılabilmesi işi, aynı zamanda bir akıl ve zeka, bir
ilim ve irfan işidir: ‘ehemmi, mühimmi’ bilip en uygun yere sarfedebilme, çok basiret
sahibi olmayı gerektirir. Bizler onun için vakıflar, dernekler, şirketler, müesseseler,
enstitüler kurduk; yurt içi ve yurt dışı seyahatler yapıyor, en uygun kişileri, en münasip
sarf yerlerini ve yollarını tespit ediyoruz. Bu sebeple, hayr işlerinizi bize danışmadan
yapmayın, mutlaka bizimle istişare edin! İslam’ın, Müslümanların lehine, mali cihadın
en faydalısını yapmağa ihtimam gösterin! Ben şahsen, bizim camiadan olup da başka
yerlere gelişi güzel yardım yapan ihvanımı çok ayıplıyorum. Bu ne biçim sevgi, saygı, ilgi
ve kardeşlik!? Ağacın tarlası, kökü bizde, dalları başka yere sarkmış, meyvalarını
yabancılar topluyor, telef ediyor! Bu durum bizim hizmetlerimizi daha etkin ve süratli
87
sayıyorum: …Alışverişlerinizi kendi öz müesseselerimizden yapınız; yakın
kullanın; daha çok çalışın, daha kaliteli üretim yapın, daha çok tasarrufta bulunun, lüksü
ve israfı terk edin, yeni ve modern, büyük müesseseler kurmağa gayret edin! (…) Bu
söylediklerim bir iktisadi savaştır; cihadın görülmeyen, ihmal edilen veya kasten
ilişkilerini üzerine bina ettikleri dini referans çerçevesinin veciz bir örneğidir; Zekatlar ve
devam eder.
Diyenler
238
Necatioğlu, Halil, ‘Cihadin Mali ve Ticari Yönü’, İslam, Haziran 1992
239
Yarar, ‘Başyazı’, Çerçeve, Eylül 1992
88
dinamizmiyle belirgin ölçüde ilişkilidir. Derneğin kısaltmasının yarattığı ‘Müslüman’
iması, -isim seçiminde belirgin bir niyeti taşıdığı muallakta olmakla birlikte- yönetimin
ve üyelerin tasvibine mazhar olan bir unsurdur. Nitekim bu çağrışımın kamuoyunun bir
yakıştırması olduğunu öne süren Yarar, ahlaki bir vurguyla bu misyonu sahiplendiklerini
şöyle ilan eder; “Bu benzetme aslında bize her zaman söylediğimiz gibi bir yük de
yükleyen benzetmedir, çünkü iyi Müslüman olmak kolay bir iş değildir. Böyle bir yapı,
böyle bir beklentinin bize yöneltilmesi bizim bazı konularda daha hassas davranmamızı
güçlü bir girişim olduğunu belirtir. 241 Selçuklu ve Osmanlı toplumlarındaki Ahilik
modelinin esin kaynağı olarak alındığı kurucuları tarafından da sıklıkla vurgulanan 242
MÜSİAD’ın böyle bir modeli sahiplendiğini söylemek nesnel açıdan asla mümkün
değildir; İşadamları dışında üye kabulü yapıldığına dair bir emare yoktur. Ayrıca çalışma
yaşamında üretimde yer alan tüm zanaatkarların çıraklıktan başlayarak aynı ustalık
düzeyine erişeceğini garanti eden ahilik modelinin243 kapitalist üretim ilişkileri içerisinde
retorik bir değerden ibaret olmaması mümkün değildir. Bu nedenle derneğin ahilikten ne
anladığını derneğin organik yayını olan Çerçeve’deki başka bir yazıdan çıkarmak
gerekecektir.
birlikteliği 244 , günümüz sanayi ilişkileri açısından ifade edilirse ‘korporasyon’u miras
240
‘MÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Yarar’la Söyleşi’, Çerçeve, Eylül 1992
241
Özel, ‘Elveda’, İktisat ve İş Dünyası, Aralık 1993
242
Yıldız, Mehmet, ‘Editörden’, Çerçeve, Mart-Nisan 1994
243
Özdemir, a.g.e., s.258
244
Özdevecioğlu, Mahmut, ‘Ahilikten Günümüze İş Ahlakı Anlayışı’, Çerçeve, Eylül-Ekim 1994/Kasım-
Aralık 1994
89
bırakmış bir anlayıştır. Muhafazakar sermayenin çatışmacı iş ilişkilerine karşı bir
olduğunu belirten Kallek, MÜSİAD’a Avrupa ticaret odalarına alternatif olacak ‘İslam
ticaret ve sanayi odaları’ kurma misyonu biçer ve bunun İslam Ekonomik Topluluğu
Yarar, İzlenim Dergisi’nde yer alan ‘her şey Allah rızası için’ temalı söyleşisinde
MÜSİAD üyeleri içerisinde üç-dört şirkete sahip olan birçok işadamının, altı holdingin
bulunduğu vurgular ve ekler; “Bütün bu çalışmalar hep Allah rızası için bir şeyler
yapabilmek, Müslümanlar bir şey yapamaz, ticareti bilmez inancını ortadan kaldırmak
içindir.” 246 MÜSİAD’da örgütlenmeyi büyük bir güç yumağı oluşturmak, emredilen
değil emreden olmakla özdeşleştiren Çerçeve Dergisi editörü Yıldız bunları söylemekle
tebliğde bulunduğunu belirterek bu tebliğe icabet edilmesini ister. 247 Metinde dini
hakikati anlatıp yaymanın bir ifadesi olan tebliğin MÜSİAD’ın faaliyetlerine katılmaya
ikna için kullanılması söz konusudur. MÜSİAD’ın kendi üyeleri arasında alışveriş yapma
prensibi bulunduğunu belirten ve buradan bir ‘Müslüman kardeşliği’ türeten Yarar’a göre
üyelerin beraber yurtdışına açılmak için de çabaları vardır. 248 Sudan, Mısır, Fas, Tunus,
245
Kallek, 'Müslüman İşadamlarının Tarihi Misyonu’, Çerçeve, Ağustos-Aralık 1996
246
“Bin Lokma Bin Hırka”, a.g.y.
247
Yıldız, ‘21.yy’a 7 Kala’, Çerçeve, Haziran 1993
248
‘MÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Yarar’la Söyleşi’, a.g.y.
90
gezileri adeta uhrevi bir havayla aktaran metinler MÜSİAD’ın öncülüğünde gerçekleşen
Sermaye fraksiyonları arasında var olması beklenen rekabetin bir gereği olarak
‘Kokteyl salonlarında şen kahkalar atan ensesi kalın köşe dönmeci sanayici tipi’ yerine
‘yerli ve milli’, ahlaklı sanayicilere ihtiyaç duyulduğunu öne süren Yarar’a göre adres
bellidir; MÜSİAD üyeleri gece gündüz çalışarak her çalışmanın karşılığının verileceğini
müjdeleyen ayete muhattap olacaklardır.250 Yarar’ın işaret ettiği; “İnsan ancak çabasının
sonucunu elde eder. Ve çabasının karşılığı ileride mutlaka görülecektir. Sonra kendisine
eylemdeki işçilere yönelik bir konuşmasında ayeti “İnsan için emeğinden başkası yoktur”
manası vererek aktarıp desteğini ifade etmiştir.251 Burada dindar işverenin girişimciliği
ile kol emeğiyle geçinen işçinin emeğinin aynı dini referans düzleminde çatışmacı bir
ortaya attığı sualler Yarar’ın diğer sermaye gruplarıyla aralarına koyduğu bariyeri
249
Akyol, Natık, ‘Fas-Tunus Gezisi Değerlendirmesi’, Çerçeve, Eylül-Ekim 1994 ve ‘Makedonya ve
Arnavutluk: Keşfedilmeyi Bekleyen İki Pazar’ (Ali Bayramoğlu ile Ropörtaj), Çerçeve, Temmuz-Ağustos
1994
250
Yarar, ‘Yüksek Ahlak, İleri teknoloji, Çerçeve, Temmuz-Ağustos 1994
251
“İşçiler Direniyor: İnsana Emeğinden Başkası Yoktur.”;
https://www.adilmedya.com/isciler-direniyor-insana-emeginden-baskasi-yoktur/ (11.04.2020 tarihinde
erişildi)
91
Neden daha fazla hayır yapabilecek kazançları elde edemesinler? Veya en azından
Müslüman kesimlere yönelik siyasi vurguları apaçıktır; TÜSİAD’a karşı MÜSİAD vb.
Milliyet Gazetesi’nde kendisiyle yapılan ve Yeryüzü’nde iktibas edilen bir söyleşide Özel,
biçer; “…uzun vadede sistem karşıtı olmayı becerebilmeleri şartıyla, tekelci oluşumları
ulaşmak için değil, herkesin mümkün olduğunca serbest girişimde bulunabileceği bir
düzenin oluşması amacıyla çalışmaları şart.” Bu bakış açısına göre, tekelcilik karşıtı
gerçek bir serbest piyasaya geçiş, Özel’in TÜSİADçı olarak tasnif ettiği diğer
omuzlarında yükselecektir.253
252
Erdemli, a.g.y.
253
“Dindar Sermaye, Aslında TÜSİADçı”, a.g.y.
254
Demir, Osman, Ekonomik Kriz ve Hatada Israr’, Çerçeve, Temmuz-Ağustos 1994/ Eylül-Ekim 1994
92
Yukarıda betimlenen ayrıştırma çabasına bir karşılık “Muhafazakar Sermaye
‘Liberal İslam İstiyor” başlıklı bir dosya hazırlayan Yeryüzü’nden gelmiştir. Derginin
kollektif imzasını taşıyan dosyaya giriş yazısında öncelikle dosya ismini belirlerken
gruplarının işçi meselesi söz konusu olunca masonik/liberal sermaye gruplarından daha
rekabet ve tüketim yarışı üzerine bina edilen egemen ekonomik yapıya ayak uydurma
özendirmektedir.”256
varoşlarında yaşayan kitlelerin bir nevi siyaseten sözcüsü haline geldiğini belirten
255
‘Muhafazakar Sermaye ‘Liberal İslam’ İstiyor’, a.g.y.
256
Türkmen, a.g.y. Haksöz, Nisan 1994
257
Kavuncu, ‘Halk RP’ye Toplumsal Muhalefet Görevini Verdi’, Yeni Yeryüzü, Nisan 1994
93
açıdan bir sermaye fraksiyonu olarak gördüğünü ve diğer sermaye gruplarından
ayırmadığını göstermektedir.
çokuluslu dev şirketlerle ortak yatırımlar yapmak için yanıp tutuştuğunu vurgulayan
bağlar. Türkmen daha da öteye giderek Kur’ani terimlerle ifade edilirse TÜSİAD
olarak anılır- fitne yuvası görülerek Peygamberin emriyle yerle bir edildiği belirtilir.258
etmekten daha ileri bir aşamadır. Ancak çalışmanın temel varsayımları açısından daha da
önemli olanı Türkmen’in ‘kendi durumunu meşrulaştırıcı telkin ve teviller’ ile ‘Rabbani
258
“Mescid-i Dırar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/mescid-i-dirar (11.04.2020 tarihinde erişildi)
94
burjuvazinin sınıfsallığına uygun düşen yorumlamalarla ‘çarpıtılması’ ve İslami
sızmasını ümmet olmanın gereklerinden uzak yaşamak ve tevhidi bir kimliğin şahitliğini
Halbuki, Türkmen’in hakikati elinde tuttuğuna dair -karşıtlarını tekfir etmenin ötesine
Dindar işadamlarının toplumsal adalet adına tek bir hamlesine rastlanmadığını ile
süren Muradoğlu ise, TÜSİAD’a karşı gösterilen sınıfsal tavrın geçerli olduğunu ve
davanın İslam davası olamayacağını ifade eder. Müslüman işverenlere iltimas geçilmesini
iktisadi odaklı olmaktan çok siyasi içeriklidir. MÜSİAD’ın -siyaseten oldukça tartışmalı
bir şahsiyet olan- dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir’i düzenlediği
geleneksel Cuma toplantılarının birinde ‘yılın en başarılı bürokratı’ plaketi vererek yüz
neden olmuştur;
“Demek ki İstanbul’da polisçe öldürülen onca kişi, yapılan onca yargısız infaz
95
Menzir döneminde içlerinde Müslümanların da bulunduğu binlerce insanın siyasi şube
veya terörle mücadele şubesinde gördüğü işkence MÜSİAD’a göre bir başarı sayılır ki
Menzir yüz milyonluk bir bağışla ödüllendiriliyor. Polis de aldığı ödülü hak etmek için
başarılarına yeni başarılar eklemeye devam ediyor. Ödül töreninin üzerinden daha bir
hafta geçmeden (…) Rıdvan Kaya evinin önünden MOSSAD usülü bir operasyonla
kaçırılıyor. Hala yerini bilen yok. Şu anda hangi karanlık mahzenlerde, ne tür
zenginlerin saygın kulübü MÜSİAD Emniyet Teşkilatı’nı en başarılı kamu örgütü ilan
talip olduğuna dair ‘sosyal adaletçi’ kutbun perspektifini berrak bir biçimde
gençten bir işçinin yanına yaklaşıp söylediği sözler aradan günler geçtiği halde aklından
çıkmıyordu. Ne demişti ‘sizin dininize bağlı, hak ve adaleti kollayan bir insan olduğunuza
261
Memioğlu, Sukuti, ‘MÜSİAD’tan Menzire’, Haksöz, Şubat-Mart 1994 (Daha önce 14 Şubat 1994 tarihli
Selam Gazetesi’nde yayınlanan bu yazı Haksöz tarafından tekrar basılmıştır.)
96
müsait de bize hakkettiğimizi vermiyorsanız ahirette iki elim yakanızda olacaktır,
haberiniz olsun’.”262
fikir verici niteliktedir. İslamcı dergilerde yer alan ‘serbest piyasacı’ eklemlenmelerin
uhuvvet(kardeşlik), adalet ve ihsan ilkeleri üzerine inşa edilmesi gerektiğini öne süren
Akhtar ‘ihsan’ kavramından ne kastettiğini şöyle açıklar; “Birey kendi haklarını arar ve
aynı zamanda başka bir kişinin haklarının bir kısmını da ister. Bu nedenle bir grubun hak
talebi başka bir grubun haklarına tecavüz etme eğilimindedir, bu da sosyal anlaşmazlık
ve kargaşaya neden olur. İhsan kurumu bir adım daha öteye gider: Kişileri başkalarının
hakları adına kendi haklarından feragat etmeye teşvik eder ve bu takvalı bir davranış
sayılır.” Uhuvvet kavramından yola çıkarak işçi ile işveren aynı kardeşlik sisteminin
üyeleri olduğunu altını çizen Akhtar, Müslüman kardeşliğini sınıfsal çelişkileri örten bir
peçe olarak kullanmak babında şu ayetleri işe koşar; ‘Erkek ve kadın, müminler
262
Erken, ‘Büyük Şehirden İnsan Manzaraları-III’, İktisat ve İş Dünyası, Aralık 1993
263
Bir örnek, Çerçeve Dergisi’nde haberi verilen ‘İslam Ekonomisi’nde Yönelişler Semineri’dir. Bu
seminer’deki konu başlıklarından ikisi ‘İslam’da Çalışma İlişkileri’ ve ‘İslam Ülkelerinde İnsan
Kaynaklarının Gelişimi’dir. (Bkz. Çerçeve, Eylül-Ekim 1994)
97
Bu noktada Müslüman kardeşliğini vurgulayan hadisler de eksik kalmaz;
için olumlu bir ortam doğuracağını belirten Akhtar’a göre, emeği talep eden işverenler ve
emek arzında bulunan işçilerin eyleyişleri bencil çıkarlarıyla hareket etmeyip insan
kapitalist modelde iş yapan şirketlerde “…bir işçi ekibi belli bir üretim sürecini
tamamlar. Her bireyin katkısını kontrol etmek eğer imkansız değilse sadece pahalı değil,
aynı zamanda zordur, çünkü her işçi kendi kişisel menfaatini maksimuma çıkarmak
ister.” Yazara göre, işçinin işten kaytarması diğer işçilere haksızlık olduğu gibi
büyük bir günahtır. Bu ifadelerin peşinden elbette cari sendikacılığa ve grevlere karşıtlık
gelmesi şaşırtıcı değildir; “İkinci bir örnek, tipik bir işçi sendikasının fabrika-endüstri
düzeyindeki kısa görüşlü rolüdür. Kapalı bir dükkan rolü oynarken sendikanın pazarlık
zorlayarak rekabeti emek pazarının arz tarafının dışına çıkarmaya çalışır. Kardeşlik
ahlaklı işveren sadece ekonomik faydayı değil öte dünyanın ecrini de dikkate alarak
gücü daha yüksek olan işverene ‘öte dünyayı düşünerek işçilere piyasa şartlarından daha
264
Akhtar, a.g.y.
98
mağduriyetlere ahlaki birtakım vurgularla, bireysel inisiyatiflerle çözüm getirmeye
Esen ise, şu ayeti işaret eder; ‘Allah’a kulluk edin, O’na bir şeyi ortak koşmayın. Ana
eden metinlerde İslam’da köle fıkhına temel olmuş, efendi-köle ilişkilerini düzenlemiş
çerçeveleyen ahlaki birer kod haline getirmek sıklıkla rastlanılan bir husustur. Müslüman
buhar olup uçacağını iddia eden Esen de ‘‘İyilik ve takvada yardımlaşınız, kötülük ve
yardımcı olmak. Üstelik İslami ütopyada -Esen ütopya yerine düzen der- toplum ve devlet
265
Esen, ‘İslami Açıdan Ücret Tespiti ve Ücret Politikası Üzerine Düşünceler’, İzlenim, Aralık 1996
99
yaklaşımlara oldukça sert biçimde çıkışır. Emek meselesini adlandırırken kullanılan
“İşçi meselesi, işçi-işveren münasebetleri, çalışma yaşamı, işçi kesimi gibi renksiz
ve nötr ifadelendirmelerin özünde işçi ve işvereni ‘farklı’ iki meslek grubu olarak gören
tesis için çalışmalarını salık veren su katılmamış bir faşizm tezi olduğunu, faşizmin asıl
çerçevesinde çözümlemeye çalışan fıkhi yorumları insanlığın son ikiyüz yılının ürünü
iktisatçılar’ vardır ki, bunların dilindeki bazı İslami kelimeler çıkarılsa geriye kötü birer
Başka bir yazısında iktisadi cihad savunucularını hedef alan Özcan, Akhtar’ın
Avrupa’dakinden farklıdır. Onlar gibi yürekleri demirden, ateşten değildir. Allahını bilir,
kitabını bilir, işçinin hakkını verir.” diyerek Türkiyeli işverenlere ‘dini kaynaklı
266
Özcan, Ahmet, ‘Teorisizlik, Pratiksizlik ve İşçi Sınıfı’, Yeni Yeryüzü, Haziran-Temmuz 1993
267
Özcan, ‘Kapitalizm, Sömürü ve İşçi Sınıfı’, Yeryüzü, Şubat 1991
100
değişmeyen ahlaki bir öz’ biçmeye çalışan bazı muhafazakarlardan aldığını belirtir,
Serimlenen korporatist tezlerin bir yönü de kendisini işçilere sabrı tavsiye ederken
ele verir. Türkiye’deki ‘İslam Ekonomisi’ tartışmalarında adeta bir marka haline gelmiş
olan yazısında “En iyi kazanç, işine özen gösteren ve işverene saygı ile bakan işçinin elde
ettiği kazançtır.” hadisini aktararak bahsi açar ve şöyle devam eder; “(İşçi) …çalışması
sonucunda aldığı ücret (gelir) den dolayı Allah’a şükretmesini bilir; başkalarının
kazancına göz dikip haset etmez. İşverene kinle bakmaz. ‘Mihnete sabır ve nimete şükürde
mutlaka, size nimetlerimi çoğaltırım. Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz azabım çok
şiddetlidir.’(İbrahim/7)” 269
dikkat edilmelidir; Emeği karşılığı aldığı ücrete razı olmayan işçi, ‘Rezzak’ ve dolayısıyla
‘Tanrısal’ patronun ona verdiği rızkı kabul etmeyen bir konuma sürüklenir. İşçi
zirvelerinden biridir.
Bu ‘rezzak patron’ imgesi Yarar tarafından da ‘her kurulan işyerinin bir aileyi
doyurduğu’na yönelik bir vurguyla desteklenir.270 Sadece işçi ücreti hakkında değil daha
genel bir gelir bağlamında yazsa da Altınoluk’ta yazan Çakan’ın yaklaşımı da paraleldir.
Peygamberin ‘Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil gönül tokluğudur’ hadisine işaret eden
268
Bahadır, ‘Sistem Krizden Çıkamıyor’ Haksöz, Kasım 1995
269
Zaim, Sabahattin, ‘Ekonomik Hayatta Müslümanın Tutum ve Davranışı’, Çerçeve, Ağustos-Aralık 1996
270
Yarar, ‘21.yy’a Girerken Dünya’ya ve Türkiye’ye Yeni Bir Bakış’, Çerçeve, Mayıs-Temmuz 1996
101
Çakan, malı olmayan ancak gönlü tok olan, kimsenin malında mülkünde gözü olmadan
eline geçenle geçinmeye çalışan ama asla rızasızlık, şükürsüzlük etmeyen bir Müslüman
profili çizer. Dolayısıyla gönül tokluğuna sahip işçinin ücreti de Allah’ın verdiği rızıktır,
Allah’ın taksimidir; Bunlara teslim olmamanın hiç de ahlaki bir davranış olmadığının altı
çizilir.271 Burada da işveren ile Allah’ın sürekli yer değiştirdiği, Allah’a karşı öne sürülen
özdeşleştirmelere şöyle tepki gösterir; “Yaşadığımız ülkede kapitalist bir patronun veya
bir politikacının ağzından çıkan ‘Allah’ kelimesi, o patrona veya politikacıya isyan etmeyi
açıklanmasından bahseden bir haberde ise yorumcu Toprak, işçilerin haklarını almak için
Allah değil de ensesi kalınlar’, yani patronlar olduğu yönünde ‘sapık bir düşünce’nin
halkın geneline telkin edilerek yerleştirilmesi olduğunu belirtir. 273 Toprak’ın yukarıda
Yine dergide yer alan bir söyleşide dönemin HAK-İŞ Genel Eğitim Sekreteri
Salim Uslu, ülkede insanlara çalışmanın ibadet olarak öğretilmesi ancak haksızlıklar
değerlendirirken şunu söyler; “(Bu nedenle insanlar) …Vehbi Koç’a daha çok
271
Çakan, İsmail, ‘Gerçek Zenginlik’, Altınoluk, Mayıs 1994
272
Alagaş, a.g.y.
273
Toprak, Ramazan, ‘G.Antep Ayteks İplik’te İşten Atılanlara Taksitle Tazminat’, Yeryüzü, Haziran 1991
102
kazandırmayı, Sabancı’ya daha çok kar ettirmeyi ibadet olarak telakki etmişlerdir.”274
Konuyu Müslüman sermayedarlar bağlamında ele alan Türkmen ise, Sünni fıkhındaki
‘zalim sultana itaat etmeyi ve arkasında namaz kılmayı’ meşrulaştırıcı içtihadların bir
uğratıldılarsa, buna karşıt olarak Yeryüzü’nde yer alan bir haberde işçilerin inançlarını
Holding’in bir iştirakinde greve giden işçilerden bahseden habere ‘Allah ve sendika
karşı çıkılan bir husus olmuştur. Mart 1993’te Ülker’den 826 işçinin işten çıkarılmasını
ve bu uygulamaya yönelik işçi eylemliliğini aktaran Şahin, aynı zamanda Ülker’e ait
olduğunu vurguladığı bir camide işçi çıkartmalardan sonra ve işçi eylemliliği başladıktan
sonra İmamın verdiği iki hutbede ‘sabır’ kavramının işçileri hareketsizliğe sevkeden bir
“İşçilerin atılmasından sonraki ilk Cuma namazında Ülker’e ait caminin İmamı
hutbede ‘sabır’ konusunu işliyor. ‘Sabırlı olun, başınıza gelen musibetlere sabredin. Dua
edin. Sakın ola ki, beddua etmeyesiniz. Olur ki, o ettiğiniz beddua sizin başınıza daha
büyük bir felaket açacaktır.’ Atılan işçiler direniş boyunca, üzerinde ‘işçi kıyımına son’
274
“Ekonomide, siyasette ve sendikal alanda tekelciliğe karşıyız”, Yeryüzü, Mart 1993
275
Türkmen, a.g.y., Yeni Yeryüzü, Şubat 1994
276
‘Bu Mücadele Bütün Zalimlere ve Firavunlara Karşıdır’, Yeryüzü, Aralık 1990
103
namazında işçiler bu şapkalarını ters çevirerek namaza durdular. O günkü hutbenin
‘Sosyal adaletçi’ kutbu temsil eden İslamcı söylemlerde din adına insanları
aldatan, uyuşturan, hareketsiz kılan aktörler genellikle ‘Belam’ 278 yahut ‘Samiri’ 279
olarak nitelenirler. Çakır’a göre, Samiriler’in modern misyonu -iktisat da dahil- bir dizi
yukarıda haber yorumuna yer verilen Toprak’ın hutbeyi veren imama yönelik imaları da
aşağı yukarı bu sıfatları işaret eder gibidir. Macit’in öfkesi ise ibreyi Belam-Samirilerden,
‘Müslüman görünümlü de olabilen’ ve işçiyi daha fazla ücret talep ettiği için aç gözlü
patronlar, asgari ücretin üzerinde ücret vermeyi israf sayıp, aç gözlülük, kanaatkar
olmamakla itham ederler. Kendisi ise yatlarına, katlarına, villalarına, son model
arabalarına her yıl, her ay bir yenisini eklerler. Fazla üstüne gidildiği zaman da
‘şirketlerin dini yoktur’ deyiverirler. Nimetin asıl sahibini unutup ‘bu bendeki bir bilgiden
tanımlayabileceğimiz sermaye sahipleri adları Müslüman olarak bilinse bile çok iyi
olmalıdırlar.”282
277
Şahin, Hakan, ‘Ülker’de İşçi Kıyımı’ Yeni Yeryüzü, Mayıs 1993
278
Belam bin Baura: Tevrat’ta ve İslâm kaynaklarında, önceleri iyi bir mümin iken daha sonra Hz. Mûsâ
ve kavmi aleyhine hile tertiplediği için cezalandırıldığı rivayet edilen kişi. Bkz. “Bel’am b. Baura”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/belam-b-baura (15.04.2020 tarihinde
erişildi)
279
Hz. Mûsâ Tûr’a çıktığında İsrâiloğulları’nı altından yaptığı buzağıya tapmaya sevkeden kişi. “Samiri”,
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/samiri (15.04.2020 tarihinde
erişildi)
280
Çakır, a.g.y. Haksöz, Temmuz 1995
281
Şeriati’nin eserlerinde Firavun-Karun-Belam üçlüsü tarih boyunca toplumlarda egemen olmuş şirk
düzeninin üç ayağı olarak aktarılır. Firavun kaba zoru, siyasi ve askeri gücü, Karun servet yoluyla insanlar
üzerinde tahakküm kurmayı, Belam ise inanç adına halkı aldatmayı temsil eder. Bkz. Şeriati (2012) Dine
Karşı Din, s.23-26
282
Macit, a.g.y.
104
Macit’e göre, muhafazakar sermaye kapitalist ilişkileri körüklerken hayırseverlik
çatışmasını imlemektedir. Mesela, yukarıda değinilen Tepe Holding grevini aktaran bir
haber ibadet mekanlarının, mescidlerin dahi sınıfsal ayrışma gözetilerek inşa edilmesini
mescidi ile Bilkent’in mescidini karşılaştırmakla dinin nasıl iğdiş edildiğini, iki kesime
iki ayrı din takdim edildiğini, dinin paravan olarak kullanıldığını bir kere daha anlamak
mümkün oluyor. Lüksün ve sefaletin iki mescidde gözler önüne serilmesi… İşte vahşi
kapitalizm…’283
yaklaşımlara sık sık rastlanır. Örneğin; gayet kapitalist gerekçelerle dönemin hükümet
tasarıyı eleştiren Yıldız’a göre, işten atılmayı zorlaştıracak hükümler işçileri rahatlığa
Çalışma ilişkilerinde huzura kavuşmayı arzu eden başka bir isim de Erol
Yarar’dır. Japonya’da sendikacı ile sanayicinin yan yana olduğunu, ücreti beraber
kararlaştırdıklarını belirten Yarar konuyu 1992 yılının ilk sekiz ayında gerçekleşen
grevlerinde de gördüğümüz gibi Türkiye’de çok komik şeyler olmaktadır. 4.5, 5 milyon
283
‘Tepe’de Grev Devam Ediyor’, Yeryüzü, Ocak 1991
284
Yıldız, ‘Bu tasarıyla nereye…’, Çerçeve, Eylül 1992
105
lira maaşı sendikalar az görmektedir. Az bulunca ne olmaktadır, huzursuzluk
olmaktadır.”285
Ağustos 1992’de Yeryüzü’nde yayınlanmış bir yazıda ise grev belediye işçilerinin
‘çöp toplama’ gibi faaliyetleri askıya almasının basın ve siyasi partiler tarafından
ediyoruz. Çöp toplamayan ve dört milyon lira aylık isteyen işçilerle, halka ucuz gıda
maddesi sağlayan pazarcılara değil, ayda 110 milyon lira maaş alan İstanbul Belediye
Kozakçıoğlu takımına, halkın sırtında sefahat süren bir avuç vurguncuya kızmanın daha
Nitekim kısa bir süre sonra dönemin Bakanlar Kurulu’nun grev erteleme kararıyla
hareketle ele alınacak ‘Japon modeli’ kapitalizm, serbest piyasacı kutup ve özellikle
Mustafa Özel tarafından Türkiye için sıklıkla önerilen bir modeldir. Japonya’nın
Robert Bellah’ın bir metni de Özel tarafından İktisat ve İş Dünyası için çevrilerek
285
Yarar’ın bir MÜSİAD etkinliğinde yaptığı konuşmadan alınmıştır. Bkz. ‘Egeli Sanayici ve işadamları
MÜSİAD’la tanıştı’, Çerçeve, Eylül 1992
286
Abdurrahman, Taha, ‘İşçi Sınıfı Haklı Değil mi?’, Yeryüzü, Ağustos 1992
287
1992 Belediye Grevleri ile ilgili detaylar için bkz. “Belediye İşçileri Grevinin Ardından”, Özgürlük
Dünyası S.47
106
çalıştıklarını belirtir. 288
Dolayısıyla Özel’in ülke için önerdiği de işyerlerinde
hayatında işçinin katılımını destekleyen bir tarzın teşvik edilmesine yol açmıştır.
Japonya’da işçilerin işten çıkartılmaları ender rastlanan bir olay olup, yöneticiler refah
önerilen bu model, Büyükdeniz’in iddia ettiği gibi işçi çıkarmak gibi uygulamalar söz
konusu olunca yeterince iyi işlememektedir. Sabri Ülker’in danışmanı olarak Ülker’deki
işten çıkarmaları savunmak için bir ropörtaj veren Özel, Japonların bile işçilerini ömür
Sendika ve grev karşıtlığında ete bürünen ‘bir tatlı huzur’ arayışına Akhtar ve
sendikacının işçi eylemliğinin önünde olduğu bir durum söz konusuyla hemen geleneksel
kaynaklardan hareketle ‘İslam’da sendika var mı’ tartışmasına girmek tipik pragmatist
sendikacılığın İslami olmadığı görüşüne ulaşmak zor olmasa gerektir. Ancak sıklıkla
gibi, sermayenin ihtiyaçlarına binaen faiz meselesinde ortaya konan ‘serbest piyasacı’
içtihadlar, sermayenin ihtiyaçlarına aykırı gelen sendika ve grev gibi konularda elbette
zamanında işçi grevi varmıydı ki, şimdi işçi greve gidiyor? Bu, büyük bir günah ve ayıptır.
İşçiler devletten maaş alıp, devletin işini yapmıyorlar. Hükümete karşı geliyorlar” Haber
288
Bellah, Robert, Japonya’da Din ve Modernleşme, İktisat ve İş Dünyası, Şubat 1993
289
Büyükdeniz Adnan, ‘İş Ahlakı Üzerine’, İktisat ve İş Dünyası, Eylül-Ekim 1992
107
vaaza tepki göstererek Cuma namazını terkeden cemaatten bazı kişilerin böyle vaazlar
İslam fıkhına göre, bir imamın arkasında namaza durmanın reddedilmesi o imamın
kıldırdığı namazın Allah katında kabul olmayacağına yönelik kabulü ifade eder. Haberin
koymaktadır.
sınıfsallığını vurgulaması açısından ilginçtir; “Gönül isterdi ki, söz konusu maaşlı
Üniversite stajlarından birini Ostim’de faaliyet gösteren bir şirkette yaparken katıldığım
ve bölgede çalışan işçilerin yoğun olarak katılım gösterdiği Ostim Merkez Camii’nde
kılınan Cuma namazlarında imamın verdiği vaaz ve hutbelerde ‘işçilerin işverenine karşı
serzenişinde işaret ettiği- ‘işçinin hakkını alınteri kurumadan veriniz’ hadisi dışında pek
fazla bir cümlenin yer almadığını da belirtmek gerekir. Yeryüzü’nde gündelik yevmiye
ile çalışan işçilerle yapılan söyleşide bir işçi, dini söylemdeki bu sınıfsallığı kendi
290
“Erzurum Müftüsünden İlginç Vaaz: Grev Büyük Bir Günahtır”, Yeryüzü, Ocak 1991
291
Muradoğlu, a.g.y. Yeryüzü, Şubat 1994
108
bulunduğu pozisyon açısından şu cümlelerle özetler; ‘Bizim dinimiz tüm insanlığın
kurtuluşudur. Tek yol İslam’dır bizim için. (…) Diyanet’in dini, zenginlerin dinidir. (…)
‘Kendiniz ve aileniz için samimi olarak kazanmak üzere elinizden geleni yapınız çünkü
bu çabalar Allah katında cihada eşit bir derecededir.’ hadisinin işçinin kendisiyle
ailesine yetecek kadar çok çalışmaya ve bu vesileyle Allah yolunda mücadeleye bir çağrı
olduğunu öne sürer. Kur’anda anlatılan bir kıssada Musa Peygamber’in Şuayb
Peygamber’e gelip onu işe alması için “onu ücretle çalıştır; senin için çalıştırılacak en
işçinin bu ayette nitelenen kimse gibi dürüst ve verimli olması gerektiğini öne süren
Akhtar’ın ağır işte çalışan işçilerin şikayetlerini ortadan kaldırabilmek için işaret edeceği
ve ağır işte çalışmaya fazilet yükleyeceği hadis de hazırdır; ‘En iyi gelir ağır işte çalışanın
dürüstçe kazandığıdır.’
bana bırakınız. Gerçekten onları (önemini) bilen bir kişi kadar iyi korurum’(Yusuf/55)
sahip olmasına bir delil olarak kabul eder. 293 Yazar ‘devlet hazineleri’nden bahseden
ayete ‘toprak mahsulleri depoları’ gibi oldukça modern bir yorum getirmesinin yanında
dönemin Mısır Krallığı’nda vezirliğe denk bir mevkide görev yaptığı rivayet edilen Yusuf
292
‘İşçi Pazarında Kürtler’, Yeryüzü, Haziran 1991
293
Akhtar, a.g.y.
109
Patronun pozisyonu ise çok ulvidir Akhtar’a göre ve onlar şu hadisin muhataplarıdırlar;
geçmektedir lakin kapitalist tarihsellikte bunun işveren olarak revize edilmesi olağandır.
İzlenim’de yayınlanan bir söyleşisinde Yarar da, İslam dininin çerçevelediği işçi-
işveren ilişkilerinin tam anlamıyla oluşmadığından yakınırken bir hadiste ‘en iyi kazanç,
işini titizlikle yapan ve işverene karşı saygılı olan işçinin kazancıdır’ denildiğini
emrettiğini söyleyen Yarar köle fıkhının bir unsuru olan şu hadisi de işçiliğe genişletir;
‘İşçileriniz sizin kardeşlerinizdir, Allah onları size yardımcı yapmıştır. O halde herkes
yalnızca teşvik amaçlıdır. Gerekçe ise ‘şirketlerin dini yoktur’ temasına uygundur; ‘bu
tür yükümlülükler piyasadaki rekabeti bozar, istihdamı azaltır ve böyle bir uygulama
yatırımın cezalandırılması anlamına gelir.’ 295 ‘Asgari ücret’i tartışırken Akhtar, eğer
belirtirken aynı ‘verimlilik’ vurgusunu yapar; ‘…en son alınan işçinin marjinal fiziksel
294
“Bin Lokma Bin Hırka”, a.g.y.
295
Esen, a.g.y, İzlenim, Aralık 1996
110
ürüne olan katkısı belirlenmiş minimum ücret oranın azsa, ödenen fazla miktar, işverenin
net kaybı olacaktır ki bu verimlilik kriterine karşıdır.’ der ve bunu desteklemek için ‘insan
karşılığının piyasa ilişkileri sonucu belirlenen ücret olduğu görüşüyle buna zıt olarak
kapitalistlerin işçinin emeğinin karşılığı olan ücretten çalmasını tenkit eden görüşün aynı
girmediğini iddia eder.296 ‘Ve bütün vaatlerinizi yerine getirin çünkü (Kıyamet gününde)
her vaat sorulacaktır.’ ayetinin akdin kişilere dayattığı yükümlülüklere bir vurgu
içerdiğini öne süren Akhtar’a göre, gözle görülür bir cebirin olmaması işçinin gönüllülük
Haksöz’de yer alan bir yazıda, Müslüman işletmecilerin sanki işçilerin zaruri
ihtiyaçlarının karşılandığı bir İslam devletinde işletmecilik yapıyorlarmış gibi, işçi ile
işveren arasındaki akdin tarafların hür iradeleriyle gerçekleştirdikleri bir hukuki muamele
eder. Türkmen, analizini küresel ölçekte genişleterek kapitalist sistemin işleyişiyle işçi
296
Esen, a.g.y. Temmuz-Ağustos 1992/Eylül-Ekim 1992
297
Akhtar, a.g.y.
111
“Müstekbirlerin çağdaş temsilciğini yapan kapitalist işletmeciler ve genellikle
onların taşeronluğunu yapan ve ara hizmetlerini gören orta ölçekli işletme patronları,
çalıştırdıkları işçilerin ücretlerin emeği, doğadaki ve kazançtaki hakkı esas alarak değil;
kapitalist sistemin haksız olarak tayin ettiği asgari ücreti esas alarak belirliyorlar.
Ücretlerin düşük olduğu Türkiye gibi üretim süreci sanayi ötesine ulaşmamış ülkeler
(periferi ülkeler), çok uluslu şirketlerin sağlık açısından riskli ve kaba işçiliğe dayanan
katmaktadır. İşin üzücü ve çözümlenmesi güç olan tarafı, bir çok Müslüman işletmecinin
de bu çarkın bilinçli veya bilinçsiz zorunlu ortağı durumunda bulunmasıdır. (…) Yemek,
içmek, sağlıklı bir yerde barınmak gibi zaruri ihtiyaçlarını insani ölçülerle
için kullanılır; Yani kapitalizm öncesi İslami kaynaklarda bu hususlarda ortaya konulan
298
Türkmen, ‘Ekonomi ve Türkiye’de Yaşamanın Bedeli’, Haksöz, Mayıs 1992
112
kavuştuğunu vurgulayarak kavramların güncelliğinden ve tarihselliğinden soyutlanarak
bir İslami sistem içerisinde var olan bu olgular sömürünün kaynağı ya da sonucu değil,
aksine sosyal adaletin (herkese yeteneğine ve emeğine göre paylaşımın) tabii bir
sonucudurlar. Yani İslamın özel sınırlarla izin verdiği özel mülkiyet ya da çalışan ve ücret
derin farklılıklar vardır. Biçimsel benzerliklere bakıp da kapitalist sistemde özel mülkiyet
savunuculuğu yapılamaz. (…) Kapitalist bir toplumda sömürünün kaynağı olan özel
mülkiyete, ücretli köleliğe, artı değerin gasbına, sermayenin tahakkümüne karşı çıkmak
Aktarılan iki yazıda da emeğini satmaz ise geçinemeyecek, aç kalacak olan işçinin
şartlarını sonuna kadar dayatma imkanı olan işverenle masaya oturarak yaptığı iş akdinin,
karşılıklı hür iradeyle biçimlenmiş bir akit niteliği taşımadığı imasının yapıldığı görülür.
Özcan’ın yazdıklarına paralel biçimde İslam’ın öngördüğü özel mülkiyet ile kapitalist
sermaye birikiminin aynı sayılamayacağını öne süren Türkmen, fıkıhta cevaz verilen özel
Altınoluk dergisinde yer alan bir yazıda ise Yeniçeri, sermaye birikimi için gerekli
olan iş ve üretime yönelik makineler, fabrikalar, binalar vb. üretim araçlarının zekatı
299
Özcan, a.g.y. Yeryüzü, Şubat 1991
300
Türkmen, a.g.y. Yeryüzü, Şubat 1994
113
serper. Yeniçeri, kapitalist tarihselliğin üretim metodlarını karşılayan üretim araçlarının
Buna karşılık, Yeryüzü’nde zekat ve infakın iki ayrı farz olduğunu ve infakın
eder. Sümbül’e göre lükse para harcamayı, beş yıldızlı otellerde düğün yapmayı, son
model mersedeslere binmeyi, yazlık köşk sevdasını İslam’la telif etmeye çalışan
yani işçinin ücretini haysiyetli bir yaşamı sağlayacak ölçüde arttırarak vermesinin farz
yapılan hayrın gerçek sahibinin işçiler olduğunu vurgular. Kimi kesimlerce ‘İslamlaşma
düşündüğü akıbet için ise şu ayeti aktarır; ‘Allah’ın fazlından kendilerine bahşettiği şeye
cimrilik edenler, sakın onu kendilerine hayırlı sanmasınlar. Hayır! O, onlar için bir
şerdir; yarın kıyamet günü o kıskandıkları mal boyunlarına tomruk edilecek. Kaldı ki
301
Yeniçeri, Celal, ‘Faizsiz İktisadi Hayatın Kredi Kaynakları’, Altınoluk, Ocak 1990
302
Sümbül, Mehmet, ‘İslami Hareket, İşçiler, İşverenler’, Yeni Yeryüzü, Şubat 1994
114
göklerin ve yerin mirası hep Allah’ın ve Allah her ne yaparsanız haberdardır’(Al-i
İmran/180)303
imajını sürdürmek için yapılan girişimlerdir. 304 Zekat ve infakın farz oluşuna dair
olduklarının altını çizer.305 Buraya kadar işçi ücreti üzerine aktarılan teorik yoğunluklu
İşçilerinin çoğunluğu taşeron usulü istihdam edilen ve tamamına yakını asgari ücret alan
bir işletmede grev başlatan işçiler ücret taleplerin şöyle aktarırlar örneğin; ‘…Müslüman
olduğunu söyleyen işveren, eğer gerçek bir Müslümansa bizim hakkımızı vermeli’.306
‘Serbest piyasacı’ cenahta ise kalkınmacı temayüller daima vurgulanır ama Batı
hükümran oldukları bir sistemin ürünü olduğundan şükürden uzaktır, insanın insanı kaba
303
Muradoğlu, a.g.y. Yeryüzü, Şubat 1994
304
Macit, a.g.y.
305
Alagaş, a.g.y.
306
Acar, Mehmet, “İşveren Müslümansa Hakkımızı Versin”: Orsaş’da Sancı Dinmiyor, Yeryüzü, Nisan
1992
307
Tabakoğlu, a.g.y.
115
Abdurrahman Bin Avf’ları koyarak zenginleşmeyi teşvik ettiği açıktır. Bu ifadelerin
geçtiği yazının başlığı olan ‘Adam Zengin Olur Mu?’ sorusuna ise yazıyı bitirirken cevap
veren Özel, ‘Adam azmeder zengin olur; zengin şükreder adam olur. Ve Allah, mülkünü
dilediğine, dilediğince verir.’ diyerek bir ayete işaret eder. ‘Bilmiyorlar mı ki Allah, rızkı
dilediğine bol bol verir, dilediğinden de kısar. Şüphesiz bunda inanan bir kavim için
ibretler vardır.’(Zümer/52)
Bu cevaba temel bir itiraz Yeryüzü’nde Özcan’dan gelir. Müslüman gibi düşünüp
meşrulaştırılamayacağını da belirtir;
“Bir fabrikada kışın ortasında kovulan işçi ile yükselen ve güçlenen bir burjuva
sınıfının ortaya çıkmasının ne (haşa) Allah’ın dilediğine vermesi ile ne de tesadüfle bir
kafiriyle yükselmiş ve yükselen burjuva sınıfı, binlerce insanın alınterini bu kadar rahat
eğitime kadar düzenin bütün kurumlarına egemen olan bu sülük takımının, tağut 308
Buna paralel olarak dergide yer alan bir haberde, Bursa-İnegöl’deki fabrikasında
kışın ortasında sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işçilerini işten atan ve İnegöl’ün en
zengini olduğu belirtilen Ömer Taner ile vergi rekortmeni oğlu hakkında aktarılan ayet
308
Hak yoldan saptıran, bazılarınca yaratılmışlık üstü konumunda tutulan varlık anlamında bir Kur’an
terimi. Bkz. “Tağut”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tagut
(19.04.2020 tarihinde erişildi)
309
Çınar, Salih, ‘İnegöl Taner Kaplama’dan Atılan İşçilerin Direnişi Sürüyor’, Yeryüzü, Aralık 1992
116
‘Allah’ın dilemesi’ne değil, elbette ‘Karun’luğa dikkat çekmektedir; ‘Şu adamla beni
yalnız bırak. Ki, ben ona bolca mal verdim, göz önünde oğullar. Hala daha arttırmama
göz dikiyor. Hayır. O, bizim ayetlerimize karşı inatçı bir zorba kesildi. Onu dimdik bir
Abdurrahman Bin Avf gibilerden Peygamber’in mücadele ettiği müşriklerden olan Velid
bin Mugire’yi hedef alan ayetlere kayar ve ‘Allah’ın dilemesi’ ile servete kavuşabilen
onaylayan ve bu çerçevede bir ‘meşru kazanç’ tanımı yapan Esen ise, yapılan iş
sözleşmesinin gereği olarak belirlenen işçi ücretinin ‘eksik ölçme, tartma’, işçinin
sırtından sermayenin edindiği karın ‘haksızlık’ kapsamına girmediğini ima eder. Üstelik,
düzlemde değerinin daha bir artacağını iddia eder.310 Meşru kazancı sağlayan işçi-işveren
greve giden işçilere ‘zarar ediyoruz, istediğiniz zammı veremeyiz’ diyen patron Yahya
Kığılı’nın son zamanlarda fabrikaya beş makine yatırımı yaptığı ve sattığı halının
metresini bir yılda iki katına çıkarttığı belirtilir. Piyasa rekabetinin gerektirdiği biçimde
davranan patronun ‘hacı’ olduğunu vurgulayarak yerden yere vuran grev sözcüsü işçi
şöyle der; ‘Ben size soruyorum, çalıştırdığı işçi aç iken, kendisi refah içinde olan birinin
310
Esen, a.g.y., İktisat ve İş Dünyası, Temmuz-Ağustos 1992/Eylül-Ekim 1992
117
İslamla ilişkisi var mıdır? Komşusu aç iken bir Müslüman tok olarak sabahlayabilir mi?
İşçinin beyanında kullandığı iki hadis Esen’in öne sürdüğü meşru ‘kazanç’ ile
izin vermezler. 311 Derginin bu yaklaşımı kendisiyle söyleşi yapılan ve sorulara ‘kim
olursa olsun haksıza karşı, kim olursa olsun haklıdan yana’ temasının altını çizerek cevap
veren Dilipak tarafından da desteklenir; “İsterse haklı olan solcu bir işçi olsun ve hacı
gerekçelerle bir çok kez mahkum edilir. Türkiye ve Zaman gazetelerinin emek düşmanı
tavrının sürekli eleştiri konusu yaparlar. Hatta Zaman gazetesinin temsil ettiği kesimin
işten çıkarılan bir işçinin beyanına dayanarak hazırlanan bir haberde, bu işçinin yerine
makine alındığı gerekçesiyle işten çıkarıldığı ancak çıkarılan işçinin görevlerinin mesai
işveren, ücret arttırma dönemi yaklaşan işçiyi çıkartmakta, Allah rızası açısından bir
sakınca görmemiş.’313
Metal sektöründeki 1991 grevlerinin aktarıldığı bir haberde ise Türkiye Metal
Sanayicileri Sendikası (MESS) üyesi bazı işyerlerinde işçilere çok cüzi ücretler verilirken
311
“Köle Olmayacağız”, Yeryüzü, Mayıs 1991
312
Dilipak, Abdurrahman, “Hep Haklıdan, Mazlumdan, Muhtaçtan Yana” (Türkiye Müslümanları ve İşçi
Sınıfı Soruşturması), Yeryüzü, Kasım 1991
313
‘İşten Çıkarmalar Devam Ediyor’, Yeryüzü, Mart 1991
118
aralarında namaz vakitleri hariç mesaisini uyuyarak geçiren Müslüman müdürlere
gitmesi, ‘Anadolu tüccarı’, ‘taşralı muhafazakar zengin’ mantığına göz kırparak belediye
yönetimine taşımanın bir işareti olarak görülür ve seçmen tabanının beklentileri göz
önüne alınarak ezilenlerden yana sınıfsal bir politika izlenmediği için şiddetle yerilir. 315
1944 yılında küçük bir imalathanede ortaklarıyla bisküvi üretimine başlayan Sabri
Ülker ve ‘Ülker’ markası gerçek atılımını 1980 sonra yapan muhafazar sermayenin
nadide bir örneğidir. 1989 yılında ‘Yıldız Holding’ adı altında holdingleşen
şirketleriyle 316
90’ların ilk yarısında TÜSİAD-muhafazakar sermaye arasında
gerçekleşen fraksiyon rekabetinin başat aktörlerinden biri olmuştur. Öte yandan çocukluk
Darbesi’nin etkilerini hisseden kesimler için ‘Ülker ürünlerini tüketmek’, ‘markette Eti
314
Öztürk, Metin, ‘MESS Grevleri Yayılıyor’, Yeryüzü, Temmuz 1991
315
Şahin, Hakan, ‘RP’li Belediyeler İlk Sınavını Veriyor’, Yeryüzü, Ocak 1993 (II)
316
Yıldız Holding, ‘Hikayemiz’; https://www.yildizholding.com.tr/biz/hikayemiz/ (21.04.2020 tarihinde
erişildi)
119
yerine Ülker’i tercih etmek’ sembolik değere haiz bir tutumdu ve ideolojik yeniden
üretimin bir vechesiydi. Tüketilen ürünlerin markaları dahi bir ‘aynı gemide olma’ ve
Ülker’de yoğun işten çıkarmaların yaşandığı bir dönemde Ülker mescidinde okunan
kıdemli 826 işçinin işten çıkarılması başlayan işçi eylemliliğine geniş yer verir. Ülker’in
tarafından işten çıkarılan 81 işçi işine geri döndürülüp geçim zorluğu yaşayan birçok
işçinin de kıdem tazminatının ödenmesine razı olması işçileri böler ve eylemlilik sona
erer. Ancak iki dergide de bu konu hakkında yapılan haberlerde tazminatın peşin
düşman tavrını derneğin bir toplantısında yaptığı konuşmada şöyle ifade etmiştir; “Türk
sanayisinin, sosyal adaleti temin adıyla getirilen kıdem tazminatı kanunuyla sırtına
yüklenen yükün bugünkü hesaplanmış rakkamı da yaklaşık 100 trilyon liradır. Yani bugün
KİT’ler ve özel sektör, bütün çalışanlarına kıdem tazminatı vermek zorunda kalsa 100
veyahutta tahakkuk etmesi beklenen 100 trilyon muhtemel borç vardır.”318 İşçi haklarına
dair en ufak bir iyileşmeye tahammülü olmadığını bu kadar açıklıkla, ayrıca verileri
çarpıtarak ve sanki KİT’ler ve özel sektörde çalışan bütün işçiler aynı anda işten
çıkarılabilirmiş gibi yansıtan Yarar gibi temsilcilere sahip olan muhafazakar sermayeden
317
Osmanoğlu, İbrahim, ‘Ülker’den Grev Çözücülüğü’, Haksöz, Mayıs 1993
ile Şahin, Hakan, ‘Ülker’de İşçi Kıyımı’, Yeni Yeryüzü, Mayıs 1993
318
‘Egeli Sanayici ve işadamları MÜSİAD’la tanıştı’, a.g.y.
120
işçinin hakkı olan kıdem tazminatını peşin alması gerçekten de bir kazanımdır. Ülker’de
piyasa rekabeti nedeniyle azalan pazar payı gösterilir. Ancak işçilere ve sendikacılara
yatırım yapılmıştır. Ayrıca aynı dönemde devasa yatırımlar yapan Ülker’in pazar payının
Mayıs ayında Yeryüzü işten çıkarmalarla ilgili olarak Sabri Ülker’i sıkıştırmak için
onunla görüşmeye çalışır. Ancak karşılarına kendisini Sabri Ülker’in Basın Müşaviri
olarak tanıtan Mustafa Özel çıkar ve Sabri Ülker’in bu tarz görüşmeleri asla kabul
mağduriyetleri üzerinden bir söylem kuran derginin sorularına karşılık Özel, ‘şirketlerin
dini yoktur’ temalı ve soruların hedeflediği hususları göz ardı eden kaçamak cevaplar
verir. Tam da bu nedenle, yani sorulan sorularla cevaplar birbirini tutmadığı için önce
asgari ücretle işe başlayacak yeni işçilerin alınıp alınmayacağını gibi soruların yanında
Sabri Ülker’in son toplu sözleşme görüşmelerinde sendika yetkililerine ‘benim sözüm her
türlü yazılı protokolün üzerindedir. Ben size söz veriyorum ki, kesinlikle Ülker’den işçi
çıkarılması söz konusu olmayacak. Bizim aramızda her şeyden önce Müslüman hukuku
vardır, buna güvenmelisiniz’ gibi sözler sarfettiği belirtilerek Özel’in görüşü alınmak
istenir. Sabri Ülker’e atfedilen bu sözler enformel ilişkileri öne çıkaran tipik bir İslamcı
korporatizm örneğidir.
hukukiliği geri plana iten bu mantığı veciz bir biçimde özetler. Ticari faaliyetlerin
gayesinin toplum, toplumun refahı, insanların çeşitli ihtiyaçlarını tatmin etmek olduğunu
121
iddia eden Özdevecioğlu, bu gayeye uygun olarak işadamları ve sanayicilerin ahlaklı
ahlaksızlığa atfeden Özdevecioğlu elbette çözüm olarak da yerli, milli ve dini değerlerin
canlandırılmasını önerir.319
dayanmayan bir ilişki biçimi talep etmektedir. Mülakatın devamında Ülker’in üretim
yaptığı alanda pazar payının %70’ine sahip olduğu, Türkiye’de ilk 100, İstanbul’da ilk
30 firma arasında yer aldığı, daha sonra Ülker Basketbol Takımı’na dönüşecek
NASAŞ’ın satın alındığı, Sabri Ülker’in işletmelerin teknolojik açıdan gayet iyi durumda
olduğunu beyan ettiği ifade edilerek ekonomik zorluk gerekçeleriyle işçi çıkarmanın
mantığı sorgulanır. Ayrıca grev kırıcı olarak MHP’nin yerel teşkilatlarından 80’e yakın
kişinin işçi olarak alındığı, bu kişilerden bazılarının işçilerin amiri gibi davrandığı
iddiaları sorulur.
Özel’in sorulardaki birçok unsuru göz ardı ettiği cevapları ise ‘piyasa rekabeti’
odaklıdır. Ülker’in köklü bir şirket olduğundan bahisle sözlerine başlayan özel ‘işçi
piyasa rekabetine ayak uyduramazlarsa bir kısım işçinin değil, işletmenin bütün
319
Özdevecioğlu, a.g.y.
122
işçilerinin işsiz kalacağını öne sürer. Ülker’in dahil olduğu işkolunda faaliyet yürüten
doğurduğunu ileri süren Özel, vergi denetimsizliği nedeniyle vergisini ödeyen Ülker’in
vergi kaçıran firmalara göre ürünlerini daha yüksek fiyattan piyasaya sunmak zorunda
kaldığını belirtir ve açık sözlülükle işçi çıkarmaları savunur; “Böyle yapmazsak içeride
“her işletme rasyonel olmak, yani hesabını bilmek zorundadır. Aksi halde, hissedarlarla
beraber bütün çalışanların işlerini topyekun kaybetmeleri ihtimal dışı değildir. Bugün en
büyük Japon ve Amerikan firmaları bile her yıl binlerce kişiyi işten çıkarmak zorunda
tespit edilebileceği üzere Özel, sorularda polemiğe yol açacak hiçbir ‘topa girmez’ ve
Haksöz’de ‘1 Basketbolcu Kaç İşçi Ediyor’ başlıklı haberde işçi çıkaran Sabri
Ülker’in basketbolcu Harun Erdenay için astronomik transfer ücreti verdiği belirtilerek
320
“Üzgünüz Ama Rasyonel Olmak Zorundayız”, Yeni Yeryüzü, Mayıs 1993
123
tüm kamuoyuna sergilemiş oluyor.’ sözleriyle firmanın kapitalist aktörlüğün gereklerini
Alpay ise, Özdemir Sabancı’yı ‘Gerçek bir Türk sanayicisi’ olarak tanımlayan Mustafa
Özel’in yazısına ve Sabri Ülker’in danışmanı oluşuna atıf yaparak hiddetli bir biçimde
yüklenir; “Mustafa Özel’in nazarında ‘gerçek olmayan bir Türk sanayicisi’ kimlerdir
acaba? Örneğin ‘Bir basketbolcu almak için yüzlerce işçiyi kapı önüne koyan
sayılarında bu kez Ülker’in ‘geçici işçi statüsü’ ve 8 aylık sözleşme ile çalıştırmak için
600 yeni işçi alımı yaptığı ve hatta çıkardığı bazı işçilerle aynı şartları dayatarak iletişime
geçtiği haberleri yer alır. Belirtilmelidir ki o dönem yürürlükte olan yasal düzenlemelere
göre işçi çıkaran işletmeler aynı işi yaptırmak için 6 ay boyunca yeni işçi istihdam
edememektedir. Dolayısıyla nisbeten yüksek maaş verdiği kıdemli bir işçiyi işten çıkarıp
Yeryüzü’ndeki bir haberde ‘Ne zamanki ücretimiz biraz arttı, ekmek yiyebilecek
bir düzeye geldik, kapı önüne konulduk.’ diyen bir Ülker işçisi, kendisine sendikadan bir
Müslümanlıkla, İslam ahlakıyla bağdaşır bir yanı var mı? Bir yanda Sabri Ülker’in
müdürü, şefi dünyanın parasını alıyor, altlarında 300 milyonluk 500 milyonluk
arabalarla geziyorlar, diğer yandan ücreti artan işçi kapı dışarı ediliyor ve yedi ay sonra
321
Kuşçu Mehmet, ‘1 Basketbolcu Kaç İşçi Ediyor’, Haksöz, Haziran 1993
322
Alpay, Kenan, ‘Sabancı Suikastinin Yasını Kimler Tutsun?’ Haksöz, Şubat 1996
323
“Yapılanların İslam’la Bağdaşır Bir Yanı Yok”, Yeni Yeryüzü, Ocak 1994
124
Haksöz’de yer alan haberde ise, Müslüman kesimler arasında imajını ve pazar
olduğunun altı çizilir. 324 Bu husustaki kapitalist yaklaşıma bir örnek İslam dergisinde
yazan Saray’dan gelir. Ülker meselesiyle ilgili değil, daha genel ve teorik bir bağlamda
‘Bir işte çalıştırdığımız işçiye hangi ücreti veriyorsanız, aynı işi yapmak üzere aldığımız
diğerine de aynı ücreti vermek zorundasınız.’ diyen Adil Düzen savunucusu İslamcıları
eleştiren Saray, bu gibi söylemlerin adaleti eşitliğe irca ettiğini, bu durumda ücretin
alması korporatist tezlerle uyumludur. Genellikle bu tarz söylemler, beş parmağın beşinin
bir olmadığı şeklindeki, özcü ve farklılıkları mutlaklaştırıcı bir mantıkla kurulur. Ancak
bu yaklaşım görüldüğü üzere Sabri Ülker gibi sermayedarların elini rahatlatır ve işçilere
yönelik esnek muamelelerine güç verir. Saray’ın eşitlik karşıtı Müslümanlık anlayışının
zıddına, Yeryüzü’ne konuşan başka bir Ülker işçisi sahip olduğu Müslümanlık anlayışının
“Ülker’de hakkını arayan insanlar pek sevilmiyor. Halbuki tam tersi olması
gerekirdi. Çünkü işveren, Müslüman olduğunu iddia ediyor. Müslüman insan hakkını
koruyan, başkasının da hakkını yedirmeyen insandır benim gözümde. (…) Düşük ücretle,
her türlü kötü şartlarda çalışacak, hem de sesini çıkarmayacak insanlar arıyor Sabri
Ülker. (…) Müslüman bir işveren, Müslüman elbisesi taşıyorsa, bu iddiadaysa bunun
gereklerini yerine getirmelidir. Bence Sabri Ülker, Müslüman kisvesinde dolaşan bir
sömürücüdür.”326
324
‘Ülker A.Ş. ve Kapitalizm’, Haksöz, Aralık 1993
325
Saray, Yusuf, ‘Adil Düzen Beşeri İdeoloji mi?’, İslam, Nisan 1993
326
“Müslüman işveren sömürücü olamaz”, Yeni Yeryüzü, Ocak 1994
125
Ülker’in işçilere yönelik haksızlıklardaki bu öncü rolü Yeryüzü’nün ileriki
sayılarında yer alan yazılarda da vurgulanan bir husustur; Bir çok Müslüman işverenin de
gibi kıdemli işçiyi işten çıkararak yerine aynı işi asgari ücretle yapmayı kabul eden başka
bir işçi almakla ve düşük ücret politikasıyla Ülker’in izinden gittiği belirtilir.327
eder biçimde İslamcı düşünür Malik bin Nebi’nin ‘sömürülmeye müsait olma şartlarından
değerlendirmede, adeta işçi sınıfını ‘kendinde bilinç’ten ‘kendi için bilinç’e yönelmeye
***
Ülker bahsini burada kapatılarak bölümün ana ekseninden analize devam edilecek
yerleştirmekte tereddüt etmez. Bu gibi metinlerde sınıf ekseninin inanç kimliği eksenine
galebe çaldığı barizdir. Örneğin Yazıcı, sınıf çelişkisini keskin bir şekilde vurgulamaktan
çekinmez;
327
‘Muhafazakar Sermaye ‘Liberal İslam’ İstiyor’, a.g.y.
328
Osmanoğlu, a.g.y.
126
korumaktan başka ideolojisi olmayan, gerekirse Allah’ın resulünden bile daha
çelişkiyi yakalamak, tevhidi hakim kılmak, insanlığı içinde bulunduğu karanlık çukurdan
Ortadoğu dinlerinin geleneğinde yer bulan insanlığın ilk cinayetini kardeşi Habil’i
hayvancılıkla geçinen komünal toplum ile sınıf ayrımcılığının uç verdiği tarım toplumu
uğraşan kardeşi Habil’in aksine tarımla uğraşan Kabil adeta Rousseau’nun fiksiyonunda
bahsettiği ‘ilk toprak parçasını çitle çevirip ‘burası benim’ diyen insanı331 temsil eder.
yanında tekrar Habil’in ve onun gibi çoban olan Peygamberlerin temsilcisi olduğu
hareket eder. Kabil’in cinai faaliyeti kapitalizmin ürettiği facialarla üst üste bindirilir. Bu
bakış açısına göre dışarıdan bakınca Peygamber’den daha Müslüman pozunda dolaşan
sermaye sınıfı, iktisadi alanda çıkarlarından başka bir şeyi gözetmemekle münafıklık
alameti sergilemektedir.
‘Sosyal adaletçi’ kutupta yer alan yayınların duyarlılık gösterdikleri başka bir
vaka da 1990 yılının sonu ile 1991 yılının başında gerçekleşen büyük madenci grevleridir.
Müstekbirler için ocaklardan çıkarılacak birkaç ton kömürün yüzlerce işçinin hayatından
daha önemli olduğunun vurgulandığı 333 Yeryüzü’nde grevin başlangıcı da adeta İslam
329
Yazıcı, Cengiz, ‘İslami Hareketlerin Misyonu’, Yeni Yeryüzü, Temmuz 1995
330
Şeriati (1985), Toplumbilim Üzerine, s.98-100
331
Rousseau, Jean-Jacques (2011) Eşitsizliğin Kökeni, s.63.
332
Şeriati (2012) s.49
333
‘Şaşkın İstikbar, Yeryüzü, 1990 S:6
127
inkılabına yürüyen kitlelerin bir ayaklanması olarak yansıtılır. İran İslam Devrimi’nin
mottolarından biri olan “Biz istiyoruz ki, yeryüzünde mustaz’aflara lütfedelim, onları
önderler kılalım, onları varisler kılalım. Ve onları yeryüzünde iktidar sahipleri olarak
gösterelim.’(Kasas, 5-6) ayeti ile giriş yapılan bir yazıda madenlerde namaz kılan dindar
işçiler ‘devrimin mücahidleri’, yürüyüşlerde onlara destek olan başörtülü aile bireyleri ise
“Siz yerin yüzlerce metre altında ve her an ölüm tehlikesiyle burun burunayken o
karanlık dünyada seccadesini kıbleye koyup Rabbine kul olduğunu haykıran insanı tanır
mısınız? Ben tanımazdım. Siz ucuz politikalar, sloganlara aldırmadan, ama kitleden de
olduğu için, ekmek parası için, alınterini çaldırmamak için nasırlı yumruğunu kaldıran
ve her kaldırışta Allahu Ekber diyenleri tanır mısınız? Ben tanımazdım. Zonguldak’ta
tanımazdım.”334
dergide 1992 yılında Kozlu’daki bir madende gerçekleşen ve 263 işçinin yaşamını
üretim ilahını doyurmak için işçilerin kurban verildiği, Müslümanların patlamayı bir
katliam olarak niteleyip işçilerin cenaze namazı kılmalarından memnun olunduğu’ gibi
334
Demirhan, Çetin, ‘Kara Kışta Kara Elmas Diyarında İşçi Bayramı: Zonguldak Allahu Ekber Diyor’,
Yeryüzü, Aralık 1990
335
Demirhan, ‘Zonguldak’tan Sesler… Yüzler’, Yeryüzü, Aralık 1990
128
ifadeler aktarılır. 336
Haksöz’den Işık ise İslamcıların ilgisinin Zonguldak’a ve
Karabük’teki metal grevlerine de yöneldiğini belirtir ancak verilen tepkilerin halen yeterli
cenaze namazı düzenleyen gruplar olduğu gibi, emek karşıtı tutum alan ve yayın
yayın politikası Yeryüzü’nün haşin saldırılarından nasibini alır. ‘Genel Grev kanuna
aykırı’, ‘ASO Başkanı: Sendikanın istediği ücret yüksek’, ‘İşveren: Yüzde 400-600 ücret
kanuna uygun olmadığını sık sık vurgulayan haberleri Mayalı’ya göre, ‘Acaba bu
kanunlar Allah’ın kanunu mu?’ sorusuna akla getirir. Ayrıca TÜRK-İŞ’in işçi
eylemliliğinin başını çeken sendika olması, gazete için ‘kültür savaşı’nı yükseltmek adına
bir fırsat olarak değerlendirilir ve sendikanın laikliğe yönelik yaptığı vurgulara işçi
eylemliliğine karşı çıkmanın gerekçesi kılınır. Mayalı buna da benzer bir kıyasla karşı
kolaylaştırıcı bu unsur grev kırıcılık için de seferber edilir. Örneğin Yeryüzü’nde aktarılan
Tepe Holding Grevi sırasında taşeron firma yetkilileri, seküler-Alevi işçilere grevin
336
‘Kozlu Maden İşçileriyle…’, Yeryüzü, Nisan 1992
337
Işık, Vahdettin, ‘Siyasal İslam" ve "İflas" Edebiyatı!’, Haksöz, Kasım 1994
338
Mayalı, Ahmet, ‘TÜRK-İŞ, Genel Grev ve Zaman Gazetesi’, Yeryüzü, Ocak 1991
339
‘Tepe’de Grev Devam Ediyor’, a.g.y.
129
Dergi aynı zamanda, Zaman gazetesinin yayınlarını işçi düşmanı ve tekelci
sağcılaştırmak, ‘ılımlı İslam’ vaaz ederek sistemin yedeğine almaya çalışmakla suçlanır.
Hatta Yeni Dünya, Yeni Zemin, İzlenim ve Nehir gibi muhafazakar sayılamayacak İslamcı
kesimlere hitap eden dergiler de sermaye çevrelerinin çıkarlarının etkisi altında emek
nasibini alır.340
Nasıl ki Zaman gazetesi kanuna aykırı oldukları gerekçesiyle işçi grevlerine karşı
çıkan yayınlar yapıyorsa, MÜSİAD çevresinin sözcüsü olarak Çerçeve’de yazan Yıldız
da daha önce bahsi geçen yazısında 1992 yılında koalisyon ortağı SHP tarafından sunulan
taslakta 1475 Sayılı İş Kanunu ve 2821 Sayılı Sendikalar Kanunu’nda işçiden yana
bulur. MESS patronlarını sahte ilahlar olarak mahkum eden Mayalı, işçilerin işten
sağlayan yasaların bu ilahların vaaz ettiği din mevkiinde olduğunu öne sürer. Dolayısıyla
mustazaf işçiler, bu uyduruk dinlere ve onun yasalarını ‘la!’ sözüyle “yok hükmünde”
340
“Muhafazakar Sermaye ‘Liberal İslam’ İstiyor”, a.g.y.
341
Yıldız, a.g.y, Haksöz, Eylül 1992
342
Mayalı, ‘Savaşın Gölgesinde İşçi Kıyımı’, Yeryüzü, Şubat 1991
130
Zaman Gazetesi’nin ve MÜSİAD’ın halihazırdaki iş kanunlarını savunması ile
nitelenip karşı çıkılması ve hatta Marksist ‘ideoloji’ eleştirisine yakın bir hukuki üstyapı
alan bir haber toplu sözleşme görüşmelerinin bitimine birkaç gün kala MESS
müstekbirliklerine yorulur;
yasa=siyasal düzen haline getirerek. İkinci büyüklük ve azgınlaşması halka karşı olup,
Allah’ın kullarını kendilerine kul etmek isterler. İnsanların insanca ve eşit şartlar altında
yaşaması onların kabul edemeyeceği bir durumdur. Onun için yüce Allah, müstekbirlere
azgın=tağut ismini vermiştir. (…) Bugü la ilahe illallah=Allah’tan başka ilah yok!
Şiarını, başımızda ilahlık taslayan MESS patronlarına, onların siyasi ortaklarına karşı
yöneltmenin zamanıdır.”343
Önerilen ise Mayalı’nın yazısındaki öneri ile aynıdır; bir bakıma sınıf mücadelesi ile cari
bir durumdur. İşçi sınıfını merkeze alan böyle bir vizyonu MESS üyesi ERKA’daki grevi
konu edinen başka bir haberde de gözlemlemek mümkündür; Metal sektöründeki 140 bin
işçinin Allah’ın da yardımıyla mevzi ücret taleplerinden öte düzeni alaşağı etmek için
harekete geçmesi MESS’i de, dayandığı kapitalist düzeni de sarsacaktır. Haberde ayrıca
343
‘MESS Grevi; Ezilenler İçin Kurtuluşa Bir Adım Olmalı’, Yeryüzü, Ocak 1991
131
ERKA işçilerinin ‘’Madem ki İslami bir dergisiniz, Zaman gazetesinin sürekli işçilere
halktan yana olması lazım. Çünkü biz ekmek kavgası veriyoruz.” sözlerine derginin
aktarılır.344 Erdemir Demir-Çelik tesislerindeki grevi konu edindiği başka bir yazısında
ise Mayalı, patronların Karun, onların hamiliğini yapan siyasilerin Firavun olduğunu; bu
İskenderpaşa Cemaati’nin yayın organı olan İslam dergisinin cemaatin ilk lideri
kapısı açmaya’ teşvik ettiğini belirtir ve ‘İslami Kalvinist’ bir Kotku portresi çizer 346
Mevzubahis ‘işçilerle uğraşmak’ temasına dergide yer alan Nas’ın ‘mevsimlik işçiler’e
yönelik aşağılayıcı bir takım ifadelerin de yer aldığı yazısında rastlanır. Ana akım
“Mevsimlik işçileri bilirsiniz. Bazı geçici, mevsimlik işleri görmek için kimi kurum
ve kuruluşlarca alınırlar; bir süre çalıştıktan sonra da işten çıkarılırlar. Olay burada
Kısacası geçici olarak alınan bu işçiler, sonuçta işverenin başına bela olup çıkarlar.”347
Halbuki Haksöz’den Çakır’a göre asıl uğraşılan ve baş belası olanlar kapitalist
344
“12 Eylül İşçilere Karşı Yapıldı”, Yeryüzü, Ocak 1991
345
Mayalı, ‘Erdemir’de Kıyımın İçyüzü’, Yeryüzü, Haziran 1991
346
Yılmaz, Coşkun, ‘Mehmed Zahid Kotku(K.S.) ve İktisadi Hayat’, İslam, Kasım 1994
347
Nas, Nasuhi, ‘Mevsimlik İşçiler’, İslam, Mart 1994
132
civarında işçiyi işten çıkarmasını konu edindiği yazısında, müşrik kapitalistlerin Allah’ın
insanların eşit faydalanması için verdiği nimetleri bitmek bilmeyen kar iştahaları
nedeniyle ele geçirdikleri belirtilir ve bu durum Kasas, Araf, Hud ve Yunus surelerinde
Allah için ve ancak O’nun adına kurtarılmasını koymuştur. (…) Firavun toplumu bütün
müşrik toplumlar gibi sınıflı bir toplumdu. Günümüz kapitalist toplumu gibi, bir avuç
zalim azınlığın, mazlum çoğunluğa tahakkümü, sömürü üzerine kurulmuştu. Böyle bir
görüşmelerin aktarıldığı bir haberde bir işçi toplumun en mustazafları olarak işçileri işaret
eder ve işçi sınıfının tağut işverenlere köle edildiğini belirtir.349 Mayalı’nın grev sürecini
değerlendirdiği yazısının 350 bulunduğu sayfanın tam ortasında ise, grev sürecini ve
alır; “Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik. Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp
yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük
vermek). Ya da açlık gününde doyurmaktır, yakın olan bir yetimi, veya sürünen bir
348
Çakır, ‘Müslümanların İşçi Kıyımı ve Ekonomik Sömürü Karşısındaki Tavırları’, Haksöz, Eylül-Ekim
1991
349
‘Cam İşçileri Grevde’, Yeryüzü, Haziran 1991
350
Mayalı, ‘Paşabahçe Direnişi: İşçi Kıyımına İnen Yumruk’, Yeryüzü, Ağustos 1991
133
yoksulu. Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti
Musa ve Harun’un, sarp yokuşa karşı müminin bir mücadelesi olarak yansıtılır. Esas
uğraşılan ve bela olanlar da işçiler değil elbette bu dini referanslar yoluyla işaret edilen
sermayedarlardır.
ticareti teşvik ettiğinden bahsederken Peygamber’e nisbet ettiği şöyle bir hadisi aktarır;
‘Doğru tacir, Cennet kapılarında engellenmez. Bilakis dilediği kapıdan girer; kendisine,
yakınına ve tüm insanlara faydası olan bir sermayedar portresi çizdiği anlaşılır.351
putlaştırıldığını, ayrıca bir iş sözleşmesine konu olup karşılığında bir ücret biçilmediği
sürece emeğin nesnel bir hak kaynağı olamayacağını öne sürer. 352 Bu yaklaşımıyla
emeğin değerinin kapitalist piyasanın biçtiği ücrete tekabül ettiğini savlayan klasik liberal
hapislerdeki mahkumların boş boş oturtulmamaları, angaryayla bir şekilde üretime dahil
dönemin HAK-İŞ Genel Eğitim Sekreteri Salim Uslu ise -El-Kettani’nin aksine-
toplumsal faydanın kaynağı olarak işçi emeğini işaret eder ve emeğin toplumsal
351
El-Kettani, Abdulhay, ‘İslam’da Ticaret ve Faiz’, İktisat ve İş Dünyası, Mayıs 1993
352
Saray, a.g.y.
353
Yılmaz, C. a.g.y.
134
nimetlerin toplumda artması için yapılmış övülmüş bir eylem olduğunu belirtir. Buradan
borcu olduğunu savunan Uslu, aksi durumda sol kesimlerin ‘İslam anlayışı sınıf bilincini
atomize ediyor’ gibi sözlerini çok da yadırgamamak gerektiğini ileri sürer. 354 Bu
emek karşıtlığını delil göstererek dini söyleme topyekun itiraz eden sosyalistlerin
Üretimin durmasının ve aksamasının bir toplum için kritik öneme haiz olması
nedeniyle işçi sınıfının üretimden gelen gücünün onu sosyal mücadelelerde merkezi bir
Yine Yeryüzü’nde yer bulmuş başka bir yazısında Özcan, İslami hareketin
mücadelelere ortak olarak işçi sınıfının yanında saf tutmanın İslamcıların görevi
mümkün olacağını öne süren Özcan, 1980 öncesi çıkarılan -kitlesel değil marjinal kalsa
da- Tevhid, Şura ve Düşünce gibi İslamcı dergilerin yayınlarının ve İran İslam
354
“1 Mayıs’ta Taksim’deyiz”, Haksöz, Nisan 1993
355
Özcan, a.g.y. Yeryüzü, Şubat 1991
135
imkanının İslamcılığın işçi sınıfıyla kuracağı ideolojik-politik bağların yolunu açtığını
belirtir. Ancak halen Müslüman kesimlerin geneli için ‘işçi sınıfı’ tabirini kullanmanın
Marksizm’e özenmek anlamına geldiğini, ‘İslam’da sınıf yok’ gibi pek orijinal görüşler
kapitalist ve şovenist yanıyla ezilen; siyasi, ekonomik, ahlaki ve etnik bir baskı-zulüm-
yığınlara tekabül ediyor. Alt sınıflar kategorisine giren bu yığınlar, başta gizli ya da açık
işsizler, işçi sınıfı, tarım işçileri ve küçük üretici köylüler, küçük esnaf, memur ve büyük
Peygamber’in sünnetinde var olan Hilf’ul-Fudul usülüne tekabül ettiğini belirtir ve işçi
sınıfının eylemlerine katılmanın bu sünnetin bir gereği olduğunu ifade eder. Bu kez
Müslümanlar bu meselelerde taşın altına ellerini koymayı farz-ı ayn telakki etmeli ve
mustazaflar adına düzenden hesap sormalıdırlar. 358 Özgül’ün ortaya koyduğu farz-ı
kifaye ve farz-ı ayn ayrımı mühimdir; İslam fıkhında farz-ı kifaye sınırlı sayıda
356
Özcan, ‘Türkiye Müslümanları ve İşçi Sınıfından Kopukluk’, Yeryüzü, Mart 1991
357
Özcan, ‘İslami Hareket ve Ezilen Sınıflar’, Yeryüzü, Aralık 1990
358
Özgül(a), Davut, “Mustaz’aflarla Birleşmeyenler, Mel’e ve Mütrefinle Uzlaşmadadırlar” (Türkiyeli
Müslümanlar ve İşçi Sınıfı Soruşturması), Yeryüzü, Haziran 1991
136
Müslümanın eda etmesiyle bütün Müslümanların üzerinden sorumluluğun kalktığı
ibadetler için, farz-ı ayn ise bütün Müslümanlarca yapılması farz olan ibadetler için
söyler.
Humeyni’ye atıflar ve ondan yapılan iktibaslarla da güçlendirilir. Dergide yer alan bir
bildiride işçilerin daha iyi ücret taleplerini kastedilerek, ‘Firavun’un piramidine taş
taşımanın ücretini arttırma davası değil, onların zulmünü lağvetme davası olmalıdır
hakkınızı dişinizle, tırnağınızla alınız. (…) Sizlerin emeğinizin karşılığını, sizin ve aziz
ve hizmet ehli kişiler olarak yönetimi ele alınız. …yeryüzü mahrumlarının düşmanlarına
karşı kendinizi savununuz. Bir İslami yönetime veya hür ve bağımsız cumhuriyetler
137
Halbuki Çerçeve dergisinde yazan Beşer, mustazaflığı ‘Size ne oldu da Allah
yolunda ve "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip
gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar
olduğunu iddia eden Beşer, sermayenin ve sanayi ürünlerinin de insanın ‘kıvam’ı, yani
sürer. 361 Beşer’in muhtemelen işaret ettiği ayet şudur; ‘Allah’ın geçiminize dayanak
kıldığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara
Beşer’in ‘kıvam’ kavramı üzerinden insanın varoluşunu mülkiyetle kaim kılan liberal
emeğinden ileri gelen artı-değere el koyacağı mustazaf işçi bahis konusu edilmez, göz
ardı edilir.
361
Beşer, ‘Sanayi Fıkhı ya da İslam ve Sanayi’, Çerçeve, Ağustos-Ekim 1995
362
Örneğin; Locke’un insan varoluşunun ve hürriyetinin temeli olarak ‘mülkiyet’i işaret ettiği bilinir. Bkz.
Locke, John (2012) Yönetim Üzerine İkinci İnceleme, s.23-37
363
Yılmaz, C. a.g.y.
138
şu sözüne atıf yapar “Sizden biriniz rızık aramaktan geri durup ‘Allahım bana rızık ver’
demesin. Biliniyor ki gök ne altın ne gümüş yağdırır. Allah insanların bir kısmını diğerleri
derginin genel yayın politikası açısından taşıdığı emek karşıtı ama sermaye yanlısı işlev
kuşku götürmez.
‘Sad Suresi’nin 23 ayetinde bahsi geçen; 99 koyunu olup da kardeşinin bir tek koyununa
Emiroğlu’nun aktardığı ayet kardeşini tek koyununa göz dikmekle ve onu hileyle
ele geçirmekle suçlayıp, Davut Peygamber’e şikayet eden bir çiftçinin ifadelerini aktarır.
süreçlerini 99 koyunu olan kapitalistlerin işçinin tek bir koyununa göz dikmesi,
364
Erdem, “Dr. Ahmet Özel ile ‘Hz.Peygamber’in İktisadi ve Siyasi Yönetimi’ Üzerine”, İktisat ve İş
Dünyası, Temmuz-Ağustos 1992
365
Emiroğlu, a.g.y.
139
kodamanlar, alınterlerinde duş alan kapitalist burjuvalar; o mahrum ve mahkum edilmiş
suikastle ilgili yazdığı yazıda ‘Gerçek bir Türk sanayicisi olan ve dünya rekabetinde
yüzünü bir ölçüde doğuya çevirmekte yarar gören Özdemir Sabancı Bey’i kelaynaklar
gibi nesli tükenen komünist-devrimci bir örgüt mü öldürdü acaba?’ diye sormasına ve
Fakat daha sonra kendisinin bir sanayici olarak memlekete daha iyi hizmetler vereceğini
kararlaştırdık.” Bu ifadelerden yola çıkan Alpay, ‘sermayenin tek millet’ olduğunu ima
yakışmaz. Sömürgeci sermayedarın, yüzünü doğuya döneni ile batıya döneni arasında
fark olmadığını ortalama basiret sahibi herkes bilir. Sahte dostluk köprüleri kurmanın
Müslümanlara bir faydası yok. Boğazdaki diğer yalılardan olduğu gibi ‘Atlı Köşk’ten şen
dönemde tüm siyasi kesimlerce ‘politik doğruculuk’ adına hayırla yad edilen Özdemir
366
Doğruer, Bünyamin, ‘Bu Düzen Değişmelidir’, Haksöz, Mayıs 1995
367
Alpay, a.g.y. Haksöz, Şubat 1996
140
Alpay’ın izinden giderek kapitalistleri ‘birlik ve beraberlik adına’ iftar yemeklerine davet
almak için başlattığı eylemin aktarıldığı bir haberdir. İlginç olan kısım, eylemleri
sınıfsal hınçtan devlet kurumları da nasibini alır. Fiskobirlik işçilerinin Sanayi ve Ticaret
ayetlere referansla kınanır; ‘Dini yalanlayanı gördün mü? Öksüzü iter kakar, yoksulu
yoğun bir biçimde eleştirilmesi, ancak modernizmi doğuran kapitalist üretim ilişkilerine
dair bilinçli bir körlüğün tercih edilmesidir. Bir yandan İslam geleneğini savunup
modernizm düşmanlığını yaparken öte yandan seküler liberaller gibi Sabancıların yasını
irkilen zihniyet sahiplerini sağcılıkla itham eden Özcan’la 372 aynı pencereden yazan
368
Bahadır, a.g.y., Haksöz, Kasım 1995
369
Acar, Mehmet, ‘TOE Emekçileri Direniyor’, Yeryüzü, Ağustos 1992
370
‘Çoğunluğu Kadın Fiskobirlik İşçilerinin Büyük Grev Dayanışması’, Haksöz, Nisan 1993
371
Bahadır, a.g.y., Haksöz, Mart 1996
372
Özcan, a.g.y, Yeryüzü, Haziran-Temmuz 1993
141
Ferda, antikapitalist olamayan bir modernizm eleştirisinin sığlığını ‘cola-hamburger’ ve
Yeryüzü dergisinin son sayısında çıkan Ferda’nın bahse konu yazısı derginin
emek hareketi konusundaki genel yayın politikasını değerlendirdiği için ayrıca dikkat
sloganından aldığı ilhamla dini referansları meczettiği satırlarda doruğa çıkar; ‘Biz bütün
Varsın birileri bizi ‘solcu’lukla suçlamaya devam etsin. Biz diyoruz ki, ‘kahrolsun
mücadelesi.’373
373
Ferda, a.g.y., Yeni Yeryüzü, Temmuz 1995
142
aittir. Politik gündeme sıcaklığıyla yansıyan her konuda İslamcıların ‘tüh… neden biz
gündeme getirmedik’ duygusuyla hareket ettiğini, işçi meselesinde da ortada duran bir
gündeme getirenlerin ‘İslamize’ olmuş yankıları gibi çıkıp kalıyorlar.” 374 Gedik’in
Ancak çalışmanın bunun tek taraflı bir eklemlenme olmadığına yönelik vurgusu
Ertuğrul Kürkçü ‘serbest piyasacı’ kutbu temsil eden İslamcı dergilerin de yaydığı
söylemi baz alarak İslam ile özel mülkiyet, kapitalizm ve sınıflı toplum arasında eşitlik
kurarken375, buna karşıt olarak Ömer Laçiner Marksizm’in savladığı eşitlikçi hareketlerin
-‘sosyal adaletçi’ kutbu temsil eden dergilerin söylemlerinde örnekleri görüldüğü- üzere
Çakır sergiler: Bir blok olarak değil; Müslümanların hangilerinin emekten, hangilerinin
374
Gedik, ‘Tartışmaya Katkı’, Yeryüzü, Ocak 1993 (I)
375
Kürkçü’nün değerlendirmesine benzer bir özcülük, Haksöz’e gönderilen bir okuyucu mektubunda
şiddetle eleştirilen ve sosyalist tandanslı Kurtuluş Dergisi’nde yayınlanmış olan bir metinde de görülür.
Haksöz okuyucusunun metinden yaptığı alıntılardan biri; ‘‘…Ayrıca İslam’ın kendisi zaten insan hak ve
özgürlüklerine saygılı değildir ve insanın insan tarafından sömürüsü üzerine kurulu ekonomik sistemi farz
kılmaktadır.’ (bkz. Bulur, Mustafa, ‘Egemen Perspektif ve 'Kurtuluş', Haksöz, Ocak 1996)
143
sermayeden yana olduklarının ayrıştırılarak İslamcılığın değerlendirilmesini önerir. 376
Malatya’da yerel bir radyoda aktardıktan sonra ise İslamcı bir gencin program bitiminde
gibi İslam’a ve İslamcılığa ‘değişmeyen bir öz’ atfetmek, -bu bölümde analiz edilen
kimlik politikaları üzerinden yürüyen Türkiye’ye has ‘kültür savaşı’nı beslediği için sınıf
‘Artakalanlar’
376
Ceyhan, Hüseyin, ‘Türkiye Solu İslam’ı Tartışıyor, Haksöz, Ağustos -Eylül 1994
377
Çakır, “İslam ve Sol: Dindardan solcu, solcudan dindar pekâlâ olur; neden olmasın?”
https://medyascope.tv/2017/05/30/islam-ve-sol/ (22.04.2020 tarihinde erişildi)
144
yahut Allah’ın muradının eşitsizliklerin ortadan kaldırılması olduğuna yönelik
seçiciliğin belirginliği göze çarpar. Çerçeve’de yer alan ‘Bin Lokma Bin Hırka’ yazısında
fakirliğin İslam dini açısından bir meziyet değil imtihan için geçici ve arızi olduğunu ileri
süren Karaman, ‘Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden Cennete
ki, nihayet peygamber ve onunla birlikte inananlar, Allah’ın yardımı ne zaman? Diyecek
olmuşlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır.’(Bakara/214) ayetini işaret ederek bu
imtihanla ilişkisi içinse şu ayeti aktarır; Andolsun, sizi korku, açlık, mallardan, canlardan
Karaman’ın işaret ettiği ayetlerden fakirliğin geçici ve arızi bir durum olduğu çıkarımında
anlaşılmaktadır.
Mustafa Sabri’nin fakirliğin tedricen intihar olduğu için İslam tarafından tasvip
edilmeyen bir durum olduğu yönündeki görüşünü aktarır ve ‘Fakirlik neredeyse küfür
benim övüncümdür, ben onunla iftihar ederim.’ hadisi evvelki hadis ile çelişmektedir.
Ancak endişeye mahal yoktur; Gencer’in görüşlerini aktardığı Milaslı İbrahim Hakkı, bu
378
Karaman, Abdülkadir, ‘Bin Lokma Bin Hırka’, Çerçeve, Ocak-Şubat 1994
145
hadisin davasından dönmesi için teklif edilen nimetleri, zenginlik fırsatlarını tepip dini
tebliğ uğruna fakirliği, mihneti göze almasından ötürü Peygamberin şahsına özgü
olduğunu savunmuştur.379
Aslında bu gibi metinlerde Peygamber hakkında rivayetlerle ilgili tipik bir serbest
yaşayışını ifade eden ve bağlayıcılığı olan ‘sünnet’ kavramı mevzubahis akçeli işler
olduğunda birer öğüde ve tavsiyeye dönüşme istidadı gösterir. Bu tür bir bakış açısına
sahip olanlarca Peygamberin eve öncelikle sağ ayağıyla girmesi bütün Müslümanlar
tarafından takip edilmesi gereken bir rutin olarak takdim edilirken, onun şahsi yaşamında
edilmez, yahut kabul edilse de Peygambere -onun dini rütbesine ve yüksek ahlakına-
özgülenir.
Altınoluk’taki yazısında Yılmaz, gayet keyfi bir tasnifle fakirlikle ilgili hadisleri
‘maddi fakirlik’ ve ‘manevi fakirlik’ olarak ikiye ayırır. Tahmin edilebileceği üzere
fakirliğin menfi bir durum olduğunu belirten ‘Fakr insanı nerede ise küfre düşürecekti.’
ile ‘Fakirlik, iki cihanda da yüz karasıdır.’ hadisleri “maddi fakirlik” düzleminde ele
alınır. Buna karşılık ‘Fakr, benim medar-ı iftiharımdır’ ile ‘Allah’ım beni fakir yaşat,
fakir öldür ve fakirlerle haşret!’ hadisleri elbette “manevi fakirlik”ten bahseden hadisler
olarak yansıtılır. Yılmaz’a göre manevi fakirlik, kulun Allah’a muhtaç olması anlamına
gelir ve mal sahibi olmaya engel teşkil etmediği için zengin de bu anlamda ‘fakir’dir.
Peygamberin fakirlerle kader ortaklığını yansıtan ikinci hadis, ‘Emin ve doğru tacir,
çıkan çelişki barizdir; İki hadis de sahih kabul edilirse, kıyamet günü Peygamber
379
Gencer, Bedri, ‘İslamcıların İktisadi Görüşleri’, İktisat ve İş Dünyası, Aralık-1993
146
Allah’ın yolunun sadıklarıyla ve Allah yolunda ölenlerle dirilecektir. Bu rivayetlerden
şeyhlerinden Ebu Hafs Haddad’ın ‘Bir kimse almaktan çok vermeyi arzu etmedikçe
sıhhatli bir fakr anlayışına ulaşamaz’ sözleriyle destekler. 380 İlk bakışta mana olarak
çelişik görünen hadisler sahih kabul edildiğinden ötürü keyfi bir ayrım yapılmak zorunda
kalınmıştır. Ancak yapılan ayrım keyfilikten öte elbette zenginliği meşrulaştırıcı ideolojik
İzlenim dergisine verdiği söyleşide bir akrabasıyla yaşadığı diyalogu aktararak fakirliği
“…yakın bir akrabamın bağına gitmiştim. Bana dedi ki: ‘Ben bu bağa kırk senedir
hiç gübre çekmedim.’ Akrabam fakir kalmak için elinden geleni yapmış. (…) Bu anlamda
fakirin hesap vermesi çok kolay değildir. Bizdeki insanlar zoraki fakir kalmışlar,
Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki: ‘Fakirlik küfre yakındır’”381
ve Arapça’da kısaca ‘el fakru fahri’ olarak da bilinen hadis yerine fakirliğe menfi bir
“Para Bize Hükmetmeden Biz Paraya Hükmetmeliyiz” (Hekimoğlu İsmail ile Söyleşi), İzlenim, Aralık
381
1996
147
atfeden yaklaşımı neoliberalizmin amentüsüyle de uyumludur; Bu amentüde insanları
temel alan bir dini gerekçelendirme söz konusudur. Kapitalist toplumlarda yoksul halkın
sürülerek vurgulanır. Hiçbir zaman tahta çıkmayan, yerde oturan ve ‘kuru ekmek yiyen
dul kadının yetim oğlu’ Peygamber, bütün Müslümanlar için taklid edilmesi beklenen bir
temsil olarak yansıtılır. 382 Bunun zıddına, serbest piyasacı kutbun Peygamber’in
bölümünde değinilecektir.
keskin rivayetler nakleder; ‘Allah’a fakir olarak kavuş, sakın ona zengin olarak kavuşma,
senden isteneni geri çevirme, sana rızık olarak verileni saklama, ya bu, yahut ateş.’ Kuran
süren Gürcan’a göre, fakirlik mutlak olgunluk düşüncesine tekabül eder. ‘Çokluk (mal)
sizi helak etti. Senin yiyip bitirdiğin, giyip çürüttüğün veya sadaka (infak) verip de
götürdüğün şeyden başka neyin var ki.’ hadisini aktararak da bu görüşünü destekler ve
başka bir serveti olamayacağını ima eder. Ayrıca aynı minvalde ‘sosyal adalet’i savunan
nakleder; ‘...Şunu bilmelisin ki, dünya başka bir evi olmayanın evidir. Servet ve mal,
serveti olmayanındır. Bilgiden başka şeye çalışan, boşunadır…’ 383 Görüldüğü üzere
382
Muradoğlu ve Nazif Deveci, ‘Çırçır Mahallesi’nde Tutuşan Ateş’ Yeryüzü, Ocak 1991
383
Gürcan, a.g.y. Yeryüzü, Mayıs 1992
148
Gürcan’ın fakirlik hususundaki dini referans seçimi ve onları yorumlayışı yukarıda
aktarılan görüşlere taban tabana zıttır ve zenginliğe hiçbir açık kapı bırakmaz.
düşünülür, bir kulübede başka türlü’ sözünü çağrıştırır. Ancak Muradoğlu’nun tam da
vurguladığı gibi bu konularda sınıfsallıktan arındırılmış adil bir İslami merkez belirlemek
imkan dahilinde değildir. Daha önceki bölümlerde de belirtildiği üzere, yazarın zenginken
başka türlü düşünenlere yaptığı eleştiri geçerli olmakla birlikte kendi sınıfsal tutumunu
dair olumsuz tutumlarını eleştirmek için ‘Adam Zengin Olur Mu?’ başlıklı yazısının
sopasını her gördüğü topluluğa doğru sallar ve ‘Cemaat, size bir çift sözüm var,
deyivereyim gidivereyim’ dermiş. ‘Buyur, Zeki Ağa, deyiver sözünü’ dediklerinde, ‘Adam
zengin olmaz, zengin adam olmaz!’ deyip gidermiş. Bu hadiseyi bana halen hayatta olan
Maraşlı tecrübeli bir tüccar-politikacı anlatmıştı. Anlatışında hem bir ‘deli hikayesi’
nakletme havası, hem de gizli bir tasdik vardı. Bana Müslüman Anadolu’nun ‘bilinçaltını’
384
Muradoğlu, a.g.y. Yeryüzü, Şubat 1994
149
ifşa ediyor gibi gelmişti. (…) Nasıl oluyor da, Müslüman bir ahali, gayr-ı İslami bir ilkeyi
bu ölçüde benimseyebiliyordu? (…) Peygamberi tacir olan bir ümmetin mensupları nasıl
böyle düşünebiliyorlardı?”385
tacirliğine vurgu yaparak aşmaya çalışan Özel, paragrafta sorduğu iki soruya Çerçeve
yükseldiği iki asırdır Uhud yenilgisini tatmışlar gibi bir iklim içerisinde yaşadıkları için
(Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de) o kavim aynı acıya uğramıştır. İşte biz bu
günleri insanlar arasında döndürüp dururuz. Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın
olan inancını vurgulayan 386 Özel, İzlenim’de yer alan başka bir söyleşide ise bu kez
Medine’miz, Mekke Fethi’miz olmayacak mı? Bütün işimiz sadece muhalefet mi olacak;
hakkı kaim kılmayı vazife edinmeyecek miyiz? (…) Müslüman ‘hayr’ olan zenginlik
uğranması gibi İslam’ın ilk döneminden vakalarla özdeşleştiren Özel için, zenginliğe
385
Özel, M. a.g.y. İzlenim, Kasım 1994
386
Özel, M. ‘Yirmibirinci Yüzyıla Girerken Dünya Sistemi ve Türkiye’, Çerçeve, Mayıs-Temmuz 1996
387
“Ekonomi Modern Dünyanın Dinidir”, a.g.y.
150
giden yol ise Bedir’deki zaferdir; Medine’de kurulan düzendir; Mekke’nin fethidir.
Özel’in kapitalist rekabet için Uhud-Bedir örneğini sarf etmesine paralel biçimde,
Çerçeve’den Akpınar da ‘(O mallar) yalnızca zenginler arasında dolaşan bir devlet
Müslümanların olmalıdır.388
güçlenmesi için değil, bir toplumda ‘sosyal adalet’in gerçekleşmesi için bir buyruk olarak
Haksöz’de yazan Koç da ayeti kişinin kendi yararına ölçüsüzce mal edinmesini
ayrım, ilk yorumda Müslümanların blok halinde Batı kapitalizmiyle savaşan bir unsur
Müslüman olsun olmasın- sermayeyle sömürülenler arasında vuku bulan bir mücadele
şaşırtıcı değildir;
“Ya medeniyetler yarışında bir medeniyete entegre olmuş bir topluluk olacağız,
ya da geçmişte olduğu gibi parlak bir medeniyetin kurucusu önder bir toplum olacağız.
İslam inancını içine sindirmiş olan bir ülkenin evlatları mutlaka ikinci alternatifi
oluşturmak için çalışmalıdır. Türkiye’nin ana kucağı ve önderlik sahası İslam dünyasıdır.
388
Akpınar, Ali, ‘Kur'an-ı Kerim'in Emtia'ya Bakışı, Çerçeve, Ağustos-Ekim 1995
389
Özcan, a.g.y., Yeni Yeryüzü, Haziran-Temmuz 1993
390
Koç, Hülya, ‘İsraf Kavramı Üzerine’, Haksöz, Mayıs 1994
151
Burada çok önemli avantajlarımızı belirtmek isterim. En önemli avantajımız olan kainatı
hiçbiri sahip değil, İstiklal şairimiz bu gerçeği şöyle ifade etmektedir: ‘Kur’an’dan alarak
ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı. (…) Eğer avantajlarımız iyi organize
Yarar’ın ‘Zengin olmak zorundayız, daha çok çalışmalı, daha çok zenginleşmeli ve
böylece kafirlere karşı daha güçlü olmalıyız. Allah’ın hazinelerini onların elinden almalı,
biz sahip olmalıyız.’ biçimindeki sözlerini şiddetle tenkid eder. Kur’an’dan zenginliği
meşru kılacak bir ayet bulamayan Yarar, ‘zenginler şehidlerle birlikte haşrolunacaktır’
yarışında öne geçmenin, zenginliğin değer ölçüsü olmadığı ve parasal gücün geçerli
metin olan ve fakirliği arızi bir durum olarak gören Karaman’ın ‘Bin Lokma Bin Hırka’
başlıklı Çerçeve’de yayınlanan yazısı ‘sosyal adaletçi’ kutupla polemiğe giren nadir
metinlerden biridir. ‘De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim
haram etti? De ki: O, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet günü de yalnız onlarındır.
İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz.’(A’raf/32) ayeti doğrultusunda
türlü yiyeceğin, içeceğin, giyeceğin, taşıtın, süsün, refahın, mutluluğun, yönetimin -belki
391
Yarar, ‘21.Yüzyıla Girerken’, Çerçeve, Eylül-Ekim 1994
392
Memioğlu, a.g.y., Haksöz, Şubat-Mart 1994
152
de akla gelen herşeyin- Müslümanların hakkı olduğu savunan Karaman’a göre, bu görüşe
katılmayıp ‘onlara (Müslümanlara) bunu çok gören, bütün iyi ve güzel şeyleri kafirlere
layık görenler kafirlerin işbirlikçilerdir.’ 393 Tekfire yaklaşan bu şedit itham, elbette
“Kuvvetli bir Müslüman Allah katında zayıf bir Müslümandan daha iyi ve
sevgilidir. Size menfaat sağlayacak her şey için hırslı olmalısınız. Zayıflık
ulaşamazsanız şöyle demeniz icap eder: ‘Allah böyle olmasını arzuladı.’ Sakın ‘şöyle
Kuvvetli, zengin bir Müslümanın zayıf, yoksul bir Müslümandan yeğ tutulduğu,
Rasim Özdenören’in Bilgi ve Hikmet dergisinde yayınlanan bir yazısında destek bulur;
tercih ettiğini iddia eder 395 Ancak Haksöz’den Örs’e göre, İslami kesimde bir çok
393
Karaman, A. a.g.y. Çerçeve, Ocak-Şubat 1994
394
Karaman A. ‘Bin Lokma Bin Hırka’, Umran, Ocak-Şubat 1997
395
Özdenören, Rasim, ‘Müslüman Ahlak versus Kapitalizm’, Bilgi ve Hikmet, Yaz 1993
153
siyasetinin Müslümanlara da kapitalizmden pay kapmayı önerdiğini vurgulayan Örs,
zenginliğin tadını alan Müslüman kesimlerin ise bu sayede sistemle bütünleştiği tespitini
yapar.396
verir; ‘Parasız mücadele olmaz, önce para kazanmalıyız’ diyerek yola çıkan hareket
Akpınar’ın yazısında398, bir önceki bölümde ‘kıvam’ olarak geçen Kur’an kavramı bu kez
belirtmek maksadıyla kullanılır. Taberi, Kurtubi, Razi gibi önde gelen fıkıhçıların ‘mal
müminin silahıdır’ ve ‘…siz öyle bir zamandasınız ki, ihtiyaç sahibi olanın ilk
yiyeceği/taviz vereceği dinidir’ gibi içtihatlarla mal mülk edinmenin Müslümanlar için
önemini vurguladıklarını ileri süren Akpınar, Kur’an’da yüze yakın yerde ‘mal’
Süleyman Peygamber’e atfedilen ‘Gerçekten ben mal sevgisine Rabbimi anmak için
cephanelik olarak sıklıkla kullanılan bir anlatıdır. Aynı yazıda Süleyman Peygamber’in
396
Örs, Ahmet, ‘Kapitalizm Tarikatlaşıyor "Amway: Gönüllü Kölelik"’, Haksöz, Haziran 1995
397
Böhürler, Fatih, “Bize Ait Olmayan Kavramlarla Sorunlara Yaklaşamayız”, Yeni Yeryüzü, Şubat 1994
398
Akpınar, a.g.y.
154
şaşırtıcı değildir. Yazıda, bu ‘iyi huylu zenginler’in yanına Kur’an kıssalarında bahsi
bilincinde olan arazi sahibi gibi mülk sahipleri de eklenir. Akpınar’ın yazının devamında
Karun, Allah’a isyan eden bahçe sahipleri, Mekke müşriklerinden Velid bin Müğire, Ebu
Cehil, Ebu Leheb ve Ebu Leheb’in karısını ‘kötü huylu’ zenginler olarak tasnif etmesi,
zenginliğin meşru olup olmadığını tamamen teorik düzeyde iman edip etmemek
etmedikleri için öyledirler, servetin elde ediliş biçimi ile azgınlıkları arasında hiçbir bağ
kurulmaz. Yazar, sahabelerden Amr bin As ile Peygamber arasında gerçekleştiği rivayet
müjdesi ile bir savaşa göndermek istediğini söyleyince Hz.Amr şöyle der: ‘Ey Allah’ın
Rasulü ben mal/zenginlik için Müslüman olmadım. Ama ben, İslama olan arzum ve Onun
Peygamberi ile beraber olabilmek için Müslüman oldum.’ O’nun bu samimi itirafına
Hz.Peygamber şöyle karşılık verir: ‘Ey Amr, salih kişi için salih (bol) mal ne iyidir.”
Mülk sahibi olmakla iyi bir Müslüman olmak arasında oluşabilecek çelişki bu
rivayetin aktarılmasıyla giderilmek istenmiş ve bunun için Amr bin As’ın Peygamber
yüceltmek ve özellikle servet sahipliği gibi hususlarda tasvip edici bir tavır geliştirmek
için Halife Osman’a ve Abdurrahman Bin Avf’a işaret edilmesi de yaygın bir taktiktir.
20. yüzyılın başlarında yayınlanmış Beyanü’l Hak dergisinde yer almış bir vaazı
mübeşşere) çoğunluğunun servet sahibi olduğuna, Halife Osman’ın bir orduyu teçhiz
155
edebilecek, Abdurrahman Bin Avf’ın Medine’nin milyoneri olabilecek düzeyde
davranan sahabelerin çok büyük servetler elde ettiğini ve bu servetleri Allah rızası için
harcadıklarını öne süren Ahmet Özel, devamında ‘Allah rızası için harcanan’ bu
servetlerden geriye neler kaldığının dökümünü verir; “Abdurrahman b. Avf ile Zeyd b.
yapanların ellerinin nasırlaştığı, Abdurrahman b. Avf vefat ettiğinde bin deve, üçbin
As’ın Taif’teki bağını 1 milyon çubukla aşıladığı rivayet edilir.” Bu abartılı aktarım
dengelenmeye çalışılır; “Hakim b. Hizam’ın hacda yüz deve ve bir koyun kurban edecek
bir servete sahip olduğu rivayet edilir. (…) Hz. Osman yalnız Tebük Gazvesi’nde 1000
deve ve 70 at infak etmişti. Abdurrahman b. Avf bir defasında 1500 deve ve 500 at
bağışlamıştı. Onun otuzbin, Hamza b. Eyfa’nın da 4000 köle azad ettiği de kaydedilen
esnasında külçe sayısının çokluğundan ellerin nasırlaşması gibi dehşetli bir zenginlik
Allah rızası için harcanan servetten nasıl bu kadar çok şeyin artakaldığı da galiba
kınayan ayetleri akla getirmesi olağandır. ‘Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu,
399
Gencer, a.g.y.
400
Erdem, a.g.y, İktisat ve İş Dünyası, Temmuz-Ağustos 1992
156
biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.’(Tevbe/34) ayetini
aktaran Gürcan, Peygamber’in bu ayetin vahyedilmesi üzerine ‘Altın helak olsun, gümüş
helak olsun’ dediğini belirtir. Yazara göre, Allah’ın insanların tamamına lütfettiği
Serbest piyasacı kutupta yer alıp birçok konuda gelenekçi yorumlara tutunanlar bu ayet
söz konusu olunca birden tarihselci oluverirler ve ayetin başındaki ‘hahamlar ve rahipler’
ifadesini öne çıkararak ayetin servet sahibi Müslümanları kastetmediğini iddia ederler.
2009 yılında Habertürk kanalında yayınlanan bir programda da İhsan Eliaçık’la bire bir
tartışan Erol Yarar da ayeti böyle bir tarihselcilikle yorumlamaktadır.402 Daha da ilginç
olan husus ise, sosyal adaletçi kesimlerin mevzubahis ayet üzerinden gelişen böyle bir
diyalogun Şam’da Yeşil Saray yaptıran Muaviye ile bu şatafata karşı çıkan Ebuzer
arasında da yaşandığını öne sürmeleridir. Haksöz’de yer alan yazısında, benzer bir
süslü gösterildi. Bunlar sadece dünya hayatının geçimidir. Asıl verilecek güzel yer
Allah’ın yanındadır.’(Al-i İmran/14) ayetine işaret eden Çiçek, ayetin lafzının 20.
biriktirip yığmaya ateş püsküren ayetler aynı mantık silsilesinden hareketle sadece
sahabeleri Müslümanlara birer örnek portre olarak göstermek mümkün hale gelir.
401
Gürcan, a.g.y., Yeryüzü, Mayıs 1992
402
Habertürk – ‘Karşıt Görüş’ Programı (12 Kasım 2009 tarihli);
https://www.youtube.com/watch?v=DDo8_msV2Xg (27.04.2020 tarihinde erişildi)
403
Çiçek, Emin, ‘Orta Doğu'daki Son Gelişmeler Ekonomik Sykes-Picot'a Doğru’, Haksöz, Aralık 1994
157
konferansı haberleştiren Haksöz’de müşrikleri muhattap aldığı iddia edilerek görmezden
…Yarattığım o şahsı (cezalandırmak üzere) tek başına bana bırak! Kendisine geniş bir
servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim; Önüne nimetleri serdikçe serdiğim,
yedirmeye teşvik etmiyorsunuz. Mirası hak hukuk demeden yiyorsunuz. Malı aşırı
Şiddetli bir biçimde mal mülk sahibi olmayı ve zenginleşmeyi hedefe koyan bu
toplumu hakkında Malik bin Nebi’den şu alıntıyı yapar; “İlk İslam toplumu, salt duygu
ve boş bir bilinç üzerine değil aksine, Muhacirler ve Ensar arasındaki karşılıklı kardeşlik
dikkat edilmelidir.
noktanın ötesine geçerek geçmiş peygamberlerin çağrısına uyanlarda olduğu gibi ilk
İslam cemaatinin -yukarıda savunulduğu gibi- servet ve ticaret ehlinden değil neredeyse
404
Işık, “Kur’anda ve Günümüzde Egemenlik İlişkileri”, Haksöz, Mayıs 1995
405
Gürcan, a.g.y. Yeryüzü, Mayıs 1992
158
tamamen zayıf ve yoksullardan müteşekkil olduğunu ileri sürer. Mekkeli müşriklerin
mealen ‘yalınayaklıların olduğu bir birliktelikte bizim işimiz ne’ diyerek Peygamber’in
çağrısına karşı çıktıklarını vurgulayan Kılıç’a göre, bir sisteme entegre olmadan ve o
yorumlarla çatışmaya girerler. Dergideki mevzubahis dosyaya katılan Özgül de, sahabe
bu hususlarda esas odak noktası olması gerektiğini ifade eder ve ekler; “Ebu Zer’ler
defilelerinin’ temsil ettiği lüks tüketime yönelik tartışmalardır. Mayıs 1992’de Birikim
dergisinde yayınlanmış bir yazısında Ali Bulaç’ın İskenderpaşa Cemaati lideri Mahmud
yıldızlı otellerde eğitim programı yaptırıp müritleriyle birlikte lüks yüzme havuzlarına
girip yüzdüğü’nü ifade etmesi, İslam dergisinde sert ve reaksiyoner bir cevaba konu
406
Kılıç, Hasan, “Yaşadığımız Coğrafya’da İstenilen Manada Bir İslami Hareketten Bahsedemeyiz “
(Türkiye Müslümanları ve İşçi Sınıfı Soruşturması), Yeryüzü, Mayıs 1991
407
Özgül(a), a.g.y.
159
olmuştur. Beş yıldızlı otellerde eğitim düzenlemesinin tamamen daha kalitesiz otellerin
yazının devamında; …’lüks yüzme havuzlarına girip yüzmek’ ancak hayattan el-etek
çekmiş bir Hristiyan rahip için kınanacak bir davranış biçimi olabilir.’ diyerek Coşan’ı
uygulamaların yansıttığı İslam’ın ‘hangi İslam?’ olduğunu sorar. 409 Dergide Tekbir
Giyim’in düzenlediği defileleri tefe koyan Özkan’ın yazısında ise firma sahibinin defileler
için ulemadan ‘caizdir’ fetvası aldığını belirtmesine yer verilir ve bu yolla tesettürün
tüketim metası haline getirildiğinden yakınılır. Ayrıca firmanın artık Müslüman erkekleri
de ancak beş yıldızlı otellerde eşine rastlanacak kıyafetler giymek için teşvik eden
vurgulanır.410
Alpay ise, Müslüman kesimlerin çıkardığı moda dergisi olan Elif Kadın dergisine
verdiği söyleşide firma sahibi Mustafa Karaduman’ın kendini ‘tesettür giyim’in Pierre
fetva aldığı ulemaya -Osmanlı ulemesına da gönderme yaparak- saldırmayı ihmal etmez;
hasımların iple boğularak öldürülmesine fetva veren zihniyet arasında fark yoktur. Tıpkı
408
Doruklu, Sadeddin, ‘İslam'ı Protestanlaştıranlar Kimler?’, İslam, Kasım 1994
409
Kaya, a.g.y.
410
Özkan, Faruk, ‘Tesettür Modası ve Ulema’, Haksöz, Haziran 1994
160
bu iki zihniyetin günümüzde tesettür defilesi düzenleyenlere fetvalar düzenlerin Kur’ani
siyasa için şekillendirilmesi söz konusuyken bu kez piyasa için eğilip bükülmesini işaret
ettiği anlaşılır.
Yeryüzü’nden Emir, Milli Görüş lideri Erbakan’ın kızının düğününü beş yıldızlı
kesimlere ‘Yoksa siz, (Erbakan) hocanın kızını Hazreti Muhammed (sav) gibi (o günkü
çeyizlerle olmasa da) kızı Fatıma’yı gelin ettiği gibi sade bir şekilde evlendirmesini
bekleyenlerden misiniz?’412 diye sorar. Lüks tüketimle özdeşleştirilen beş yıldızlı oteller
Ayrıca bu örnekte de görüldüğü üzere, sosyal adaletçi kutbun kalemleri ‘İslamcı bir
koalisyon’ olarak tanımladığım Refah Partisi’nin ve vaad ettiği ‘Adil Düzen’in pratiğe
giden meskenler, size Allah’tan, Resulünden ve O’nun yolunda bir cihaddan daha sevgili
ise, Allah’ın emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar kavmini hidayete
411
Alpay, “İslami Mesaj mı, Tüketim Kültürü mü? Veya İslamcı Beymen Statüs: Elif Kadın", Haksöz,
Temmuz 1994
412
Emir, Cihangir, ‘Adil Düzen Shareton’da İntihar Etti, Yeni Yeryüzü, Temmuz-Ağustos 1994
161
Dolayısıyla yazıya göre, yukarıda örnekleri görülen zenginliği, güç temerküzünü
uygun, huzurlarına halel getirmeyen bir dini inşa etme arayışlarından ibarettir.413 İslam’ı
kutuplaşmanın ana eksenini özetlemektedir. Akçeyle ilgili konular söz konusu olunca;
‘Kamu yararı nerede ise Allah’ın kanunu oradadır’. Ahmed İbni Hanbel’in
öncüsü olduğu fıkıh ekolüne mensup İbni Kayyım el-Cevziye bu cümleyi 8. yüzyılda
yazmıştı. Yine bir Hanbeli alim Necmettin et-Tufi de kamu yararının dinin asli kaynakları
olan Kur’an ve sünnetle çatışması halinde Allah’ın muradının kamu yararının sağlanması
İslam geleneğinin ‘kamu yararı’ kavramını ‘sosyal adalet’e irca eden İslamcı
çevrelerin zenginliği de kamu yararına karşı bireyciliği önceleyen bir mefhum olarak
mülk Allah’a ait olduğu için Müslümanların siyaseten insanlara zenginlik ve refah
vaademeyeceğini ancak adil bölüşüm vaadinin hem İslami hem de mustazafları kuşatıcı
olacağını belirtir.416
413
“Muhafazakar Sermaye ‘Liberal İslam’ İstiyor”, a.g.y.
414
Çayan, Mahir (1971) “Devrimde Sınıfın Mevilenmesi” Kurtuluş Dergisi S:1 (Çayan bu sözü 70’lerin
başında sosyalist fraksiyonlar arasındaki ayrımı vurgulamak için kullanmıştır. Ben burada sınıfsallığın
İslamcılığı dik kesen yansımalarına atıf yapıyorum.)
415
Alper, Ö. Mahir, ‘İslamda Adalet Kavramı’, Haksöz, Ocak 1992
416
Özkaya, a.g.y., Yeryüzü, Nisan 1991
162
90’ların ilk yarısında Özkaya’nın karşı çıktığı zenginleşme vaadinin en önemli
temsilcilerinden olan Erol Yarar, tasavvuf ehlinin ‘bir lokma bir hırka’ düsturunun
da yazısında ‘bir lokma bir hırka’ telkinini İslam tarihindeki zalim yöneticilerin bir
dayatması olarak değerlendirir ve Peygamber’in ‘iki günü eşit olan ziyandadır’ hadisini
öngördüğü davranış kalıbı olduğunu iddia eder. 418 ‘Ey Ademoğulları, her mesci(de
gidişiniz)de süs(lü, güzel elbiseler)inizi (üzerinize) alın; yiyin, için, fakat israf etmeyin;
çünkü O, israf edenleri sevmez.’(A’raf/31) ayetini aktaran Karaman, ‘süslü elbiseler’e atıf
ettiği hadisle ortaya koyar; ‘Allah size servet verdiğinde, O’nun cömertliğinin izleri
üzerinizde görülmelidir.’419
kalem oynattığı açıktır. Bununla birlikte aktardığı hadis, daha evvel bahsi geçen 2009
kuşamıyla tüketimiyle toplumda kendini belli edecek ki, fakir de onun zengin olduğunu
fark edip ondan yardım isteyecek’ minvalindeki sözleri de hemen peşinden gelmiştir.420
doruk noktasına ulaşan ‘eşitsizliğin mutlaklaştırılması’421nın bir örneği ile karşı karşıya
417
“Bin Lokma Bin Hırka”, a.g.y., İzlenim, Aralık 1996
418
Karaman, A. a.g.y. Çerçeve, Ocak-Şubat 1994
419
Karaman, A. a.g.y. Umran, Ocak-Şubat 1997
420
Habertürk – ‘Karşıt Görüş’ Programı (12 Kasım 2009 tarihli)
421
Belge de zengini zenginlikten alçaltmayacak, fakiri fakirlikten yükseltmeyecek bir ibadet olarak
değerlendirdiği zekattan bahsederken ‘eşitsizliği mutlaklaştırma’ ifadesini kullanır. Bkz. Belge, Murat
(2014) Başka Kentler Başka Denizler 4, s.122
163
kalınmaktadır. Örneğin Bobbio, sağ ile sol kavramlarının halen politik düzlemde geçerli
tutumları olduğunu savunur. Bu anlamda Bobbio’ya göre, eşitsizlik yahut eşitlik yanlısı
olmak, -sağcılık ve solculuk nitelemesi için olduğu gibi- iki politik görüşü karşılaştırarak
varılabilecek bir göreceli yargıdır. Sağcılık toplumsal açıdan değişebilir olguları dahi
değişemez olguları dahi ‘değiştirebilme’ azmini temsil eder. Dolayısıyla çalışmada daha
değer kazanır ve insanların eşit olduğu yönleri değil de farkları öne çıkaran, pratik politika
fakirler vardır; zenginler malla, fakirler yoklukla imtihan olunur.’ gibi ifadeler eşitsizliği
kültürel olarak yeniden üreten bir ideolojik işlev görürler. İktisadi eşitsizlikler adeta insan
fıtratının bir uzantısı, Allah’ın iradesiyle şekillenmiş doğal olgular olarak yansıtılır.
görüşe göre bu imkansızdır-, her toplumda var olmuş ve olacak olan yoksul kesimlere
yardım edilmesini beklediği ileri sürülür. En iyi ihtimalle zenginlerin şükrünü eda
şakirin fukara-i sabirin 423 düsturuna riayet edilerek zenginiyle fakiriyle toplumsal
Bunun bir örneği daha evvel bahsi geçen ve mülk edinmeyi dinen teşvik eden
Akpınar’ın yazısında bulunur. Nimetlerden istifadenin bir insanlık hakkı olduğunu kabul
eden Akpınar, ancak bu istifadenin biçiminin Allah’ın kullarının maddi durumlarına göre
422
Bobbio, Norberto (1999) Sağ ve Sol: Bir Politik Ayrımın Anlamı, s.99-116
423
‘Şükreden zenginler, sabreden fakirler’
164
farklılaşabileceğini belirtir. Zenginler nimetlerin zevkine doğrudan varırken, fakirler ise
benzer bir ‘mutlak eşitsizlik’ mantığını yansıtır. Halife Ömer’in kişilere farklı maaş takdir
farkı kalmamış olur. İnsanları hizmete teşvik edecek maddi bir sebep kalmaz.” çıkarımını
yapan Temel 425 , eşitsizliğin ve rekabetin üreticiliğin, yaratıcılığın teşviki için elzem
açısı, eşitliği bir tembellik ve kısırlık sebebi olarak mahkum eder ve bu noktada ‘eşitlik’
arzusu imkansız bir hülyadan da öte, karşı çıkılması gereken bir distopyaya dönüşür.
Ancak 90’ların İslamcı söyleminde öteki ucun; yani eşitlikçi, sınıfsız ütopyaların
temsiline de rastlanır. Mesela Yeryüzü’ne konuşan bir esnaf, Allah’ın mutlak egemenlik
sahibi oluşuna duyduğu inanç ve bütün insanların kul olduğu kabulünden hareketle İslami
düzende sınıf farklılığının olamayacağını iddia eder.426 Haksöz’de yer alan yazısında ise
Bulut, Kuran’ın Mekke’de nazil olan ilk ayetlerinin toplumdaki ekonomik dengesizliği,
424
Akpınar, a.g.y.
425
Temel, a.g.y.
426
“Kuşatıcı Bir Pratik Gerekli”, Yeryüzü, Aralık 1992
165
(Me’aric/24), ekonomik olarak üstün olanların kendilerinden daha alt seviyede olanlara
kıldığı; “Allah kiminize kiminizden daha fazla rızık verdi. Ama kendilerine fazla
eşit hale getirmeye yanaşmıyorlar. Peki onlar Allah’ın nimetini inkâr etmiş olmuyorlar
mı?”(Nahl/71) ayeti İhsan Eliaçık tarafından da “Allah ‘Eşitliği’ Takdir Etti’ başlıklı bir
yazısında seferber edilen referanslardandır428. Ancak ilk bakışta sosyal adaletçi vurgusu
aşikarmış gibi görünen bu ayete işaret ederek eşitsizliği Allah’ın iradesinin bir tecellisi
olarak yansıtmak da mümkün olabilmiştir. Bu hedefe ulaşmak için ayetin başında yer alan
‘Allah, rızık yönünden bir kısmınızı bir kısmınıza üstün kıldı.’ cümlesini ön plana çıkaran
farklılıklar(dil, renk) ile aynı kefeye koyarak bütün bu farklılıkların insanların şahsiyetini,
ileri sürer. 429 Maruf’un dile ve renge yaptığı vurgunun ‘Allah’ın ayetlerinden biri de,
bilenler için ibretler vardır.’ ayetine atıf yaptığı açıktır. Dolayısıyla gelir ve sınıf
427
Bulut, Nihat, ‘Egemen Sistem Küresel Dayatma’, Haksöz, Mayıs 1996
428
Eliaçık, ‘Allah ‘Eşitliği’ Takdir Etti’, http://www.ihsaneliacik.com/2010/06/15/allah-esitligi-takdir-etti/
(30.04.2020 tarihinde erişildi)
429
Maruf, Sinan, ‘İslam İktisadında İhtiyaçlar’, Çerçeve, Ocak-Nisan 1995
430
Bayram, Mikail, ‘Dört Halife Zamanında İçtihadın Boyutları ve Ekonomik Sonuçları’, Haksöz, Mayıs
1993
166
böyle bir görev atfetmek yersizdir; Bu görüşünü temellendirmek için Halife Osman’ın
nakdi-ticari servetin zekatının verilmesini sadece denetlettiğinden, İmam Şafii ile Ahmed
bin Hanbel’inse zirai mahsuller ve hayvanların zekatı için devletin yetkili olmadığına dair
İslam toplumu içerisinde tarihte olduğu gibi bugün de gönüllülük esasına göre
Konunun bir vechesi de eğitim hizmetinden yararlanma ile varlık sahibi olma
ile, iyi bir gelecek için çocuklarını okutma sevdasında olan fakir halkın umutları
431
Tabakoğlu, a.g.y.
432
Yılmaz, C. a.g.y.
433
‘Para Bize Hükmetmeden Biz Paraya Hükmetmeliyiz’, a.g.y.
167
tırnaktan arttırılmış birkaç yüz milyar girereken, diğer taraftan da sistemin bekası için
potansiyel tehlike arzeden bu dinamik işsizler grubu 4 yıl daha oyalanacak, gelecek
(Rahman/10)” imtiyazlı bir biçimde sahip olmak isteyenlere karşı eşitliğin ve adaletin
bayrağını yükseltmelidirler.434 Burada ‘eşitlik’ bahsi için önemli olan ayet, Diyanet’in
10.ayetidir. Halbuki bu ayeti Muhammed Esed ‘O, yeri, bütün canlı varlıklar için
Dağıstanlı’nın aktardığı ayetlerden ‘ölçüyü tartıyı tam yapmak’ ile ilgili olanlarına
gönderildiği rivayet edilen Şuayb Peygamber hakkında Kur’an’da aktarılan kıssada ana
gündemdir. Bu kıssa ‘Bölüşüm ve Gelir Adaletsizliği’ hususunda kurulan iki zıt İslamcı
434
Dağıstanlı, a.g.y.
435
Esed, Muhammed (2002) Kur'an Mesajı/Meal-Tefsir
436
Bu iki ismin aslında aynı kavmi işaret ettiğine yönelik yorumlar da mevcuttur. Bkz. “Medyen”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/medyen (02.05.2020 tarihinde erişildi)
168
söylemin billurlaşarak kutuplaştığı anlatılardan biridir. İktisat ve İş Dünyası’ndan Esen437
ile Haksöz’den Duman 438 ve Türkmen’in 439 yazıları bu kıssada aktarılan hadiseler
üzerinden bir nevi kazı çalışması yaparak sınıfsal pozisyonlarını tahkim ederler.
davrandıkları anlatılır. ‘Ölçüde ve tartıda hile yapmak’ ile ‘bolluk içerisinde bulunmak’
arasında kurulan ilişkinin niteliği incelenecek olan metinlerdeki önemli bir çatışma
noktasıdır. Esen’e göre, Şuayb’ın Medyenlilere ‘…Ben sizi hakikat bir nimet (ve refah)
alışverişte hile yapmalarına gerek olmadığına işaret eden ifadelerdir. Kavmin bolluk
içerisinde bulunması, ‘hile’ olarak adlandırılan bir sistematik hırsızlığın sonucu değil,
ölçü ve tartıda hile yapılmasını gerektirmeyen meşru bir olgu olarak sunulur. Esen’e göre
tek problem bu zengin kişilerin öldükten sonra dirileceklerine inanmadıkları için putlara
etmeleridir.
‘kapitalizm’ gibi işleyen bir zulüm düzeninin sonucudur. Hile yaptıkça satıştan kalan kar
daha fazla olduğu için zenginleşme yolunda bunu alışkanlık edinmişler ve Şuayb
dilsiz, düşüncesiz ve aciz putlar adına oluşturdukları din’ vasıtasıyla mustazaf halkı
soyup, haklarını gasp etme imkanını kaybetmek istememeleridir. Bu iki bakış açısının en
437
Esen, a.g.y. İktisat ve İş Dünyası, Temmuz-Ağustos 1992/Eylül-Ekim 1992
438
Duman, Cengiz, ‘Bozuk Düzenin Terazisi ve Şuayb (a.s.)’, Haksöz, Nisan 1994
439
Türkmen, a.g.y. Haksöz, Nisan 1994
169
temel farkı, Esen’in kıssada aktarılan karşıtlığı bir ‘teolojik mesele’ olarak yorumlarken
imanla doğru orantılı olduğunu iddia eder ve bu savını temellendirmek için; ‘Eğer
memleketler halkı iman edip de (küfür ve isyandan) sakınmış olsalardı elbette gökten ve
Esen kıssanın ‘teolojik’ hedefi konusunda ısrarcıdır; İman edenler dünyada zenginleşip
refaha kavuşurken iman etmeyen zenginler ya azaba uğrayacaklar yahut ‘…eğer biz
takipçilerine ‘(Dininizi terk ile) Şuayb’e uyarsanız, andolsun ki, o takdirde muhakkak en
kastettikleri de ‘ticari rekabet’in bir sonucu olarak iş ahlakının olmadığı bir piyasada her
sistem içerisinde sadece bir ‘iş ahlakı’ türetmeye çalışırken, Duman’ın tahlili servet
170
gelir.” Çünkü kapitalizmin dini ve dinin kapitalist yorumlanışı, Medyenlilerin inanışları
iktisadi yapıdaki zulümler arasındaki kurduğu bağda yalnız değildir; Dergide Zülaloğlu
sürdürmekte ısrar etmesi halinde ‘Ad, Semud milletleri ile Ress’lileri ve bunların arasında
bir çok nesilleri de yerle bir ettik.’(Furkan/38) ayeti doğrultusunda yok edilmelerinin
inanca karşı azgınlığın irtibatlı olduğunu ‘Şayet Allah kullarına rızkı bol bol verseydi
başka tanrılar edindiler. Halbuki o sözde tanrılar kendilerine yardım edemezler, aksine
Türkmen’e göre iktisadın tek bir amacı vardır; Tevhid dinini desteklemek ve sosyal
adaleti yaygınlaştırmak.
tartışırken aktardığım- Marks’ın ‘ideolojik üst yapı kurumu olarak dinsel düşünce’
440
Zülaloğlu, Fevzi, ‘İnsan Yaşamına İlahi Müdahaleler ve Karye Kavramı’, Haksöz, Ekim 1996
171
andırmaktadır. Kurulan bu bağlantı Kur’an’da aktarılan Peygamber kıssalarında,
Peygamberlerin savundukları inancı ‘tevhid’ dini, karşı çıkanların inançlarını ‘şirk’ dini
olarak tasnif eden ‘sosyal adaletçi’ eklemlenmenin baskın olduğu İslamcı söylem
Marksistleri ‘din karşıtları’ olarak niteleyerek vurgu yapan Şeriati, ‘ama hangi din’
sorusunu ortaya atar ve cevap olarak ‘serveti meşrulaştıran ve bir sınıfı diğer sınıflara
tercih eden şirk dini’ni işaret eder.441 Sosyal adaletçi kutbu temsil eden metinlerdeki bu
***
İslam’daki tevhid inancının en kısa ifadesi olan ‘la ilahe illallah’(Allah’tan başka
ilah yoktur’ lafzının ‘sosyal adaletçi’ bir çizgide yorumlanmasına Yeryüzü dergisinde
birkaç metinde rastlanır. Dergide yer alan bir giriş yazısında bu lafzın egemen güçlerin,
omuz vermek anlamına da geldiği vurgulanır. 442 Sahte ilahlık ile kapitalizm arasında
kurulan ilişkiyi daha açık bir şekilde kuran Özcan, kapitalizmi insanın dünyaya sahip
süren ‘başka bir yazıda, Seyyid Kutub’dan hareketle Mısır İslamcılığının ‘la ilahe
illallah’ı sadece siyasi ve hukuki bir ilke olarak kabul etmesi, dolayısıyla müstekbirliği
441
Şeriati (2012) s.29-34
442
‘Ahlaki Sonuçlar Daha Önemlidir’, Yeryüzü, Aralık 1992
443
‘Seyyid Kutub’tan İmam Humeyni’ye’, a.g.y.
172
Mevzubahis yazının yer aldığı dosyaya cevaplarıyla katılım gösteren Türkmen ise,
belirtir. Dolayısıyla bu metinlerde ‘la ilahe illallah’ sınıf çelişkilerini de kapsayan şümullu
bir direniş sloganına dönüşür. Sosyal adaleti tesis etme görevinin namaz kılmak, oruç
tutmak kadar acil ve farz olduğunu vurgulayan Türkmen, ‘Birbirinizi yoksulu yedirmeye
çıkarımı Türkiye siyaseti bağlamına uyarlar; “İşçilerin asgari ücrete mahkum edildiği;
çocuğun sokaklarda yaşadığı, güçlünün haklı güçsüzün suçlu kabul edildiği bugünkü
Medeniyetler Çatışması tezine yergili bir gönderme yaparak yeryüzünü ifsad edenlerle
ıslah edenler arasında ilelebet süren bir çatışmanın Kur’an’ın tarih yorumu olduğu
metinlerde çalışmada daha evvel sıklıkla aktarıldığı gibi ‘ezilen’ yerine kullanılan
mustazaf ve ‘ezen’ yerine kullanılan müstekbir kavramları geniş bir yer kaplar. Altaş’ın
444
Türkmen, “Türkiye Müslümanlarının Nitelik ve Nicelik Eksikliği Ortak Zaafımız” (Toplumsal
Muhalefet ve İslami Hareket Soruşturması), Yeryüzü, Aralık 1992
445
Bulut, a.g.y.
173
aktarımıyla “Kavminin ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf
gördükleri kesimden inananlara dediler ki: "Siz Sâlih’in, rabbi tarafından gönderildiğini
biliyor musunuz?" Onlar da, "Şüphesiz biz onunla ne gönderilmişse ona inanırız’
zayıflarını ezerler, zayıf olmayan kitleleri ise ekonomik ve siyasi baskılarla zayıflatmaya
çalışırlar ve mal ile evlatlarının sayısıyla övünürler. Yeryüzü’nde yer alan bir yazıda ise
sınırsız egemenlik kurmak ve hazcı bir hayat sürmek isteyen; dolayısıyla mülkün
tamamen Allah’a ait olduğunu reddeden bir insan tipi olduğu vurgulanır.446
lütfedelim, onları önderler kılalım, onları varisler kılalım. Ve onları yeryüzünde iktidar
savunur.448
446
‘Şaşkın İstikbar’, Yeryüzü, 1990 S:6
447
‘Niçin Mustaz’af?’ Yeryüzü, Aralık 1990
448
Türkmen, (Türkiye Müslümanları ve İşçi Sınıfı Soruşturması), Yeryüzü, Mart 1991
174
gerçeği, Allah’ın İncil’de, Tevrat’ta, Zebur’da ve Kuran’da vaad ettiği ‘salih kulların
hakimiyeti’ni kuracaklarına yönelik vurguların sadece Kur’an ile sınırlı kalmayıp İsa ve
yukarıda vurgulanan ayetin geçtiği Musa kıssasına atıf yapıldığının bir işaretidir. Çetin’in
burada büyük ihtimalle, Müslümanlarca tahrif edildiği iddia edilen kitapların ilk hallerini
kastettiği aşikardır.
Suçlamalarına Yanıtlar
terazileri kırıldı ve tezgahtaki malları sokak ortasına döküldü. (…) Gelişmeler arasında
en ilgi çekici olanı ise, Belediye Zabıta Başkomiseri’nin seyyar satıcıları ‘yok etme’
oldu. Bu durumu ‘ekmek teknemize tekme atmanın cezasını Allah verdi’ şeklinde
yorumlayan satıcılar…”450
zabıtalar vasıtasıyla ruhsatsız satış yapan seyyar satıcılara müdahale etmesi sonucu çıkan
sürtüşmelerde seyyar satıcılardan yana saf tutan bir haber metninden alınmıştır.
449
Çetin, Maruf, ‘İslami Harekette Medya ve Yeryüzü Dergisi’, Yeni Yeryüzü, Temmuz 1995
450
Acar, Mehmet, ‘Gebze’de Seyyar Satıcılara Belediye Zulmü’, Yeryüzü, Ağustos 1992
175
zaman devrimci, radikal kopuşçu bir söylemi sahiplenirler. Hem devrimciliklerini
adaletçi vurgularına sempati besleyen ve öncelikle İslam ülkelerinde olmak üzere küresel
güçlenmelerini ve bir politik devrimle ülkelerde iktidarı ele almalarını savunan İslamcı
çevreleri tanımlamak için başvurulan çerçeve bir kavramdır. Radikal İslamcılık yerine bu
alt üst oluşlarla gerçekleşebileceğine olan sarsılmaz inancın bu politik çizginin söylem ve
atan ve bu anlamda temsil kabiliyeti yüksek olan Ahmet Özcan, bir yazısında İslam’ın
olduğunu belirtir. Tarih boyunca neredeyse her toplumda azgın bir azınlığın toplumun
geri kalan çoğunluğu üzerinde siyasi, iktisadi ve itikadi anlamda istikbar; yani tahakküm,
baskı ve sömürü düzeni kurduğunu savunan Özcan, eşitlenme davasını ana gündem
bir Dünya’yı inşa etmek olduğunu vurgular; Sadece mustazafları sahiplenmek ve onların
176
bırakılma) esamesinin okunmadığı bir ‘sınıfsız dünya’ mücadelesini örgütlemeyi
önerir.451
proleterlerden yana ideolojik unsurun İslamcı söyleme sızdığı yerdir. Ancak bu bölümde
kurulan illiyetlerin felsefi düzeydeki birtakım yakınlıkları işaret etme niyetinde olduğunu,
tastamam bir özdeşlikten oldukça uzak olduğunu yanlış anlamalara mahal vermemek için
belirtmek gerekir. Yani, Marksist tezlerin İslamcı söylemde yankı bulması yine
‘eklemlenme’ düzeyindedir.
Dergide yer alan başka bir yazıda, Özcan’ın yaklaşımını bir adım öteye taşıyan ve
niteliktedir.
tartışmalara değinilen bölümde, dinin bir üstyapı kurumu olarak sınıf mücadelesinde
451
Özcan, a.g.y., Yeryüzü, Aralık 1990
452
Yazıcı, a.g.y.
177
gördüğü işlevin bazı İslamcılar tarafından da kabul edildiği belirtilmiş ve bu noktadan
hareketle ‘hakiki’ tevhidi din ile, ‘sahte’ şirk dini arasında yapılan ayrımdan
izdüşümü olarak bir tarafa sermayeyi(altın gücünü) diğer tarafa mustazaf halk kitlelerini
portresi çizer;
kesimlerinin emrindedir. Toplumsal şirk, hayatı bütün yönleriyle refere etmeye dönük
olmaya zorlanırlar. Egemen şeytani irade kendine meşruiyet alanı bulabilmek için
Metinde ‘hayatı bütün yönleriyle refere etmeye dönük işlediği’ öne sürülen şirk
bahsedildiği üzere- egemen sınıfın tabi sınıfları kaba güç kullanmadan fikir ve kültür
net bir fotoğraf, dergide İran İslam Devrimi’nin öncülerinden Muhammed Beheşti’nin
alıntılarda bulunur;
453
Gürcan, a.g.y. Yeryüzü, Mayıs 1992
454
Marks, (2011) a.g.e. s.39
178
ideolojik hükümranlıklarını ifade ettiği görülecektir. Mustazaf herhangi bir sebeple zayıf
etmemeleri olarak açımlanır. 455 Haksöz’deki yazısında ise Altaş, ‘Firavuni sistemin
Yeryüzü’nde yer alan başka bir yazıda Özhasar, Kur’an’da mustazaf kavramını
konu edinen ayetler üzerinden Marksistlerin proletarya ve ezilen sınıfları tasnif biçimine
benzer bir tablo çizer; ‘Biz ise diliyoruz ki, yeryüzündeki mustaz’aflara lütfedelim, onları
455
‘Seyyid Kutub’tan İmam Humeyni’ye’, a.g.y.
456
Altaş, Eşref, ‘Tevhidi Mücadele Alanında Kutuplaşan İki Saf: Mustaz'af-Müstekbir’, Haksöz, Kasım
1994
457
Althusser, Louis (2000) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, s.33-34
179
derler. Onlar: ‘Biz yeryüzünde mustaz’aflardandık’ derler. Onlar da: ‘Allah’ın arzı geniş
değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ derler. Onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü
mustaz’aflar o müstekbirlere: Biz size tabi idik. Şimdi siz Allah’ın azabından birşeyi
Savaşı’nda şöyle bahsi geçen ‘lümpen proletarya’ kavramı ile bu işbirlikçi mustazaflar
gelen en bozulmuş bireyler tortusu, olanaklı tüm bağlaşıklar içinde, en kötü olanıdır. Bu
kurşuna dizdikleri zaman, bu işi, kuşkusuz, mülkiyet aşklarından ötürü değil, ama her
savunucu olarak kullanan, ya da bunlara dayanan her işçi önderi, sadece harekete ihanet
ettiğini kanıtlar."458
Bunun yanında Özhasar, uzun bir süreç boyunca şirk dininin tesirine maruz kalmış
gerektiğini savunur. Yine Engels’in deyimiyle ifade edilirse bu ‘yanlış bilinç’459 sahibi
mustazaflar ileride ‘İslam davetini ve İslam düzenini taşıyacak kitle’nin bir parçası
458
Engels (1978) Köylüler Savaşı, s.30
459
“Evet, ideoloji, düşünür denen kişinin bilinçli bir biçimde gerçekleştirdiği bir süreçtir, ama bunu yanlış
bir bilinçle yapar. Kendisini etkileyen gerçek yönlendirici güçlerin ne olduğunu bilmez; aksi takdirde bu
ideolojik bir süreç olmazdı. Dolayısıyla bu kişi aslında yönlendirici güç olmayan ya da öyle gibi görünen
güçleri yönlendirici sanır. Bu bir düşünce süreci olduğu için, düşünür onun biçimini ve içeriğini saf
düşünceden türetir; ya kendi düşüncesinden ya da seleflerinin düşüncesinden.” bkz. Engels’ten akt.
Mclellan, a.g.e. s.20 (Vulger Marksist yaklaşımlar tarafından işçi sınıfının örgütlenmesi ve politizasyonu
hakkında yürütülen tartışmalarda, Engels’in 1893’te Franz Mehring’e yazdığı bir mektupta geçen bu
ifadeye sıklıkla başvurulmuştur.)
180
olacaklardır. Dolayısıyla ‘lümpen proletarya’nın işçi sınıfına dönüşümüne benzer
üçüncü bir mustazaf tipolojisi de ‘Ancak hiçbir çareye gücü yetmeyenler ve bir yola
ne oluyor ki Allah yolunda ve “Rabbimiz, bizi şu halkı zalim olan ülkeden çıkar, bize
katından bir yardımcı gönder” diyen yoksul kadınlar, çocuklar ve yaşlılar uğrunda
yazısında ise Memioğlu, Marks’ın meşhur; ‘Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi,
sınıf savaşımları tarihidir.’ 462 cümlesini çağrıştıran bir biçimde tarih boyunca kent
tarihi ilerleten bir olgu olduğuna yönelik bu ortak ‘tarihin motoru’ vurgusu da sosyal
düzeyde bir kapitalist saldırıdan bahseden Alper; ‘kuşkusuz kazanılan her güç ve güç
460
Marks ve Engels (2013) a.g.e. s.471
461
Özhasar, Hüseyin, ‘Kur’an-ı Kerim’de: Mustaz’af Kavramı’, Yeryüzü, Ocak 1991
462
Marks ve Engels (1998), Komünist Manifesto, s.9
463
Memioğlu, ‘Yeni Bir Yapılanma Gereği’, Haksöz, Nisan 1994
464
Gramsci, Antonio (2014) Modern Prens, s.119-131
181
alanı, çok küçük de olsa, önemli ve Müslümanları ‘yeryüzünün varisleri’ olmaya doğru
götürücü kazanımlardır. Ve son noktaya ulaşmanın yolu bu küçük gibi görülen güç
Ancak günübirlik kazanımların ve kısa vadeli dönüşümlerin son tahlilde küresel kapitalist
güç dengelerini alt üst etmesini ve ‘Fitne ortadan kalkıncaya ve dinin tamamı Allah için
sağlayacak bir inkılap sürecine, Gramsci’nin deyimiyle ‘cephe savaşı’na evrilmesi nihai
Kur’anın devrimin bir anda olup biten bir olay olmadığını, yerel ve küresel ölçekte
da- Stalinizmin ‘tek ülkede sosyalizm’ tezine karşı Troçki tarafından geliştirilen ‘sürekli
devrim teorisi’465ne de göz kırpmaktadır; Çünkü, İslam inkılabının başarıya ulaştığı İran
açısından dikkat çekilen bir olgudur; Özcan isim vermese de Ali Bulaç’ın öne sürdüğü
Medine Vesikası gibi demokrasi, çoğulculuk ve sivil toplum vb. ‘emperyalist’ kavramları
İslamcı söyleme eklemleyen tezlerin karşı devrimci bir rol oynadığına emindir ve bu gibi
karşı devrimci tez ile akımlara karşı okuyucularını uyarmayı bir görev bilir.467
465
Troçki, Lev (1976) Sürekli Devrim: Sonuçlar ve Olasılıklar
466
Alper, ‘Medeniyet Çatışması Değil Kapitalist Saldırı’, Haksöz, Mart 1996
467
Özcan, ‘Rus Emperyalizminin Çöküşü, Türk Solu ve Çöküş Dersleri’, Yeryüzü, Eylül 1991
182
Çalışmanın ele aldığı dönem olan 90’ların ilk yarısında serimlenen bu metinlerde
yer alana benzer İslamcı söylemlerin farklı kesimlerden yöneltilen 'solun gölgesi olma'
temsil eden dergilerde bu tür polemiklere nadiren rastlansa da, Yeryüzü ve Haksöz'de bu
tür suçlamalara cevap niteliğinde metinlerden hareketle böyle bir çıkarımda bulunmak
RP’nin Adil Düzen örneği üzerinden ‘toplumcu’ İslami yorumları hedef aldığı yazısında
da İslam şeriatına aykırı beşeri bir ideolojik yönelim olarak mahkum eder.468 Dolayısıyla
solcu öğrencilere karşı girişilen polis destekli saldırının zanlısı olarak görülen
edilebilir olduğunu vurgulayarak karşılık verir. 469 Anlaşılacağı üzere, Saray ile Işık’ın
metinleri arasındaki çatışma, ‘Kur’an’ın hükümleri’ derken ezilenlerden yana sınıfsal bir
yöneltenlerin sol ne söylemişse tersini savunmayı görev bir bilen bir ‘sağcılık’tan
468
Saray, a.g.y.
469
Işık, a.g.y. Haksöz, Kasım 1994
183
Belki sol iflas etti. Ama halkın ekonomik ve sosyal konumlarında çok mu bir değişiklik
oldu’ diye sorarak solun öncelediği eşitlikçi değerlerin öneminin aynı düzeyde devam
Çerçeve’de yer alan yazısında Zaim de solun iflas ettiği tespitini yapar ancak
sunduğu reçete zıt kutupta yer alır; Eşitlikçi bir İslamcı siyaset yerine kapitalizmin kar
ehlileştirilmesi’ne dönük sağcı bir refleksi temsil eder. Bu tür sağcı refleksleri mahkum
eden Özgül, İslamcı siyaseti ‘nefesi kokan ezilmişler’le beraber, onlardan yana kurmayıp
Saray’ın ileri sürdüğüne benzer sola öykünme suçlamalarına başka bir yanıt
bildirdiği emri olduğunu vurgulayan Özcan’dan gelir; Ezilenlerden yana bir siyaset
desteklenmesine, genel olarak sol ve sosyalist alerjisine yol açan antikomünist cereyanın
470
Muradoğlu, a.g.y. Yeryüzü, Şubat 1994
471
Zaim, ‘Türkiye’nin Türk ve İslam Dünyasıyla İktisadi Münasebetleri’, Çerçeve, Ocak-Nisan 1996
472
Özgül(b), ‘Ezilenlerle Bütünleşmemiş Bir Hareket Yaşayamaz’, Yeryüzü, Haziran 1991
473
Özcan, a.g.y. Yeryüzü, Aralık 1990
184
eleştirisi de bu tartışmada dikkat çeken bir olgudur. ABD ve Batı dünyasının İslam
apaçık bir gerçek olan kapitalizmle mücadele edilmediğini savunur. Bu görüşe göre,
Örneğin; 1976 yılında Düşünce Dergisi’nde yer alan bir yazıda, bu eleştiri şöyle ifade
edilmiştir;
bataklık bütün haşmetiyle ortadayken, yatak odasına giren sivrisineklere karşı savaş
sadece bir öncelik sırası gözettiğini teslim etmek gerekir. Yeryüzü’ndeki yazısında bu
kapitalist tehdidin ardına koyan Coşkun’a göre; İnkılabi İslamcılar hak, özgürlük ve
474
Arslantaş, Süleyman, ‘Sovyet Komünizminin İslam Coğrafyasına Etkileri’, Yeryüzü, Eylül 1991
475
Hüseyin, Atıf, ‘Haraç Düzenleri ile Çağdaş İktidarların ve Ekonomik Sistemlerin Özdeşliği’ Düşünce,
1976
476
Coşkun, Alptekin İ., ‘Doğu Bloku ve Sistem’, Yeryüzü, 1990 S:6
185
‘Bölüşüm ve Gelir Adaletsizliği’ başlığı altında şimdiye kadar özetlenen
mutlaklaştıranlara karşı ‘sınıfsız bir toplum’u hatta ‘sınıfsız bir Dünya’yı savunanlara ve
çalışmada sıklıkla vurgulandığı gibi bu etkilenme tek taraflı gerçekleşmez. Bir sonraki
işleyişine temelden karşı çıkmadıklarını, birtakım ufak tefek rötuşlarla cari iktisadi düzeni
rivayetlerden daha gelişmiş bir kapitalizm savunusu çıkarmak, kullanılan dini referansları
186
büyük bir anlam genişlemesine uğratmak anlamına da gelir. Yazının başlarında
mizanı (adaleti) indirdik ki insanlar adaleti sağlasınlar. Demiri de indirdik ki, onda
insanlar için çok çetin bir korku ve azap ve bir takım faydalar vardır ve de bakalım kimler
Allah’ı görmedikleri halde O’na ve O’nun Rasulüne arka çıkacaklardır. Şüphesiz ki,
Allah güçlüdür ve Aziz’dir.’(Hadid/25) ayetini aktaran Beşer, ilk büyük tevil hamlesini
burada yapar ve ayette geçen ‘demir’e sahip olmayı, silah üretim kapasitesine de haiz
göre, Nuh Peygamber’in inananları tufandan kurtarmak için yaptığı gemi ‘Nihayet
emrimiz gelip fırın kaynayınca gemiye her çiftten iki tane koymasını söyledik…’(Hûd/40)
ayetindeki ‘fırın’ detayından anlaşılacağı üzere buharlı bir gemidir. Çünkü söz konusu
olan gemi olduğunda ayette geçen fırın/kazanın tek makul işlevi buhar üretmek olabilir.
sanayiinin temsilcisi’ olduğunu iddia eder; ‘Andolsun biz Dâvûd’a tarafımızdan müstesna
bir lutufta bulunduk. "Ey dağlar! Onunla birlikte tesbih edin. Ey kuşlar! Siz de!" dedik ve
onun için demiri yumuşattık. (Ona şöyle buyurduk:) "Geniş zırhlar imal et, örgüsünü
ölçülü yap." Siz de (ey müminler) dünya ve âhirete faydalı işler yapın; şüphesiz ben
yaptıklarınızı görmekteyim.’(Sebe/10-11) ile ‘Ve sizin için ona, zorlu savaşınızda sizi
Ancak bununla sınırlı kalmayan Beşer, bu zırhların tarihte ilk kez demirden
dolayısıyla yüksek bir sanayi ürünü olduğunu iddia eder. Dolayısıyla bu yorumlarda
187
bilimin sınır taşları’ haline gelir, yani üretim teknolojisinin gelişim aşamalarını işaret
eder.
kalmamış bir anda Dünyanın bir yerinden başka bir yerine ışık hızında ışınlanma ile eşya
ilham olan anlatı, muhtelemen Süleyman Peygamber’in Saba Melikesi Belkıs’ın tahtını
bir anda yanı başında bulmasını anlatan şu ayetlerdir; “(Süleyman yanındaki istişare
cemaatine) şöyle dedi: ‘Ey cemaat, onlar (Belkıs ve kavmi) bana Müslüman olarak
gelmezden önce onun (Belkıs'ın) tahtını hanginiz bana getirir? Cinlerden bir ifrit dedi:
'Sen yerinden kalkmadan önce, getiririm. Muhakkak onu taşımağa gücü yeten güvenilir
bir kimseyim.' Kendinde kitaptan bir ilim olan biri de şöyle dedi: 'Ben gözünü kırpmadan
önce onu sana getiririm.' Derken Süleyman, tahtı yanında duruyor görünce dedi ki: 'Bu
Rabbimin fazlındandır. Beni imtihan etmek içindir. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük
belirttiği Zulkarneyn için de “’Bana, demir kütleleri getirin.’ Nihayet (vadiyi demirle
doldurup) iki dağın arasını aynı seviyeye getirince, ‘Ateşi körükleyin!’ dedi. Artık onu kor
haline getirdiği vakit, ‘Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim’
dedi.”(Kehf/96) ayeti kapsamında demir ve bakırı eritip sanayide kullanan bir şahsiyet
olduğu yorumunu yapan Beşer, bunca kıssayı endüstriyel tınılarla gezerek sonunda
döneminde sadece tarım faaliyetini işaret edebilecek olan ‘Rızkınızı yerin derinliklerinde
188
arayın’ hadisini ise petrol ve madenleri kastedecek biçimde genişletir. Dini
anlaşılmasının eksik kalacağını ileri sürer. Bu ayetin “Allah, içinizden iman edip dünya
ve âhiret için yararlı işler yapan kimselere vaad etti ki, kendilerinden öncekilere verdiği
yazısında da bulunur. Kutup noktalarına kadar yerkürenin bütün kaynaklarının üretim için
harekete geçirilmesini dini bir emir telakki ederken şu ayeti işaret eder; ‘O, yeri sizin
faydanıza olmak üzere boyun eğer hale getirendir. O halde onun omuzlarında yürüyün
hakimiyeti’nden dem vurur ve uzay ile yıldızların üretim alanına dahil edilmesini teşvik
eden Kur’an ayetleri olduğunu ileri sürer.478 Bu iki metinde Sanayi Devrimi’nin insan
modeli olan ‘Doğaya hükmeden insan’ anlayışının izleri açık bir biçimde görülmektedir.
şereflisi) kavramıyla belirir; Allah’ın kainatı insanlar için yarattığını ve insanların emrine
arzettiği öne süren Zaim, peygamberlerin bile bunu kolaylaştırmak için gönderildiğini
savunur.479
477
Beşer, Faruk, ‘Sanayi Fıkhı ya da İslam ve Sanayi’, Çerçeve, Ağustos-Ekim 1995
478
Yeniçeri, a.g.y.
479
Zaim, “Nüfusun sayısı değil, kalitesi önemlidir”, Çerçeve, Eylül-Ekim 1994
189
yapmayınız denildiğinde; ‘biz ancak islah ediciyiz’ derler. Dikkat et, onlar gerçekten
dengeyi önemsemeyen ve tarumar eden kapitalizmi hedef aldığını vurgular. 480 Yazar,
yukarıda serdedilen görüşlerin zıddına, dünyanın bütün yer altı ve yer üstü kaynaklarını,
hayvanları, bitkileri üretim için sınırsızca seferber eden ‘doğaya hükmeden insan’
figürünün yeryüzünde bozgunculuk çıkaran bir unsur olduğunu ima eder. Kapitalizmin
ekolojik dengeyi bozucu, doğa felaketlerine davetiye çıkarıcı işleyişini eleştiren dini
referanslı söylemin sıkça başvurduğu bir ayet ‘…ülkede bozgunculuk çıkarıp ürünleri ve
anlaşılacağı üzere; dini referansları ön plana koyarak yeryüzüne insan türünün tek hakimi
olduğu bir sömürü nesnesi olarak yaklaşmak, yine dini referanslardan hareketle
tekrar eden küresel ve yerel krizlere İslami bir açıklama getirmeye çalışan, yine ‘sıradışı’
Dünyası’nda yer alan yazısında Esen, “Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdi isek,
mutlaka fakirlikle, şiddetle, hastalıkla (sıkıp) yakaladık. Sonra bu sıkıntının yerine iyilik
(selamet, bolluk) verdik. Nihayet çoğaldılar. “Atalarımıza da (gah) böyle fakirlik, şiddet,
hastalık, (gah) iyilik, genişlik dokunmuştur” dediler. Bunun üzerine biz de kendileri
480
Varınca, Erdinç, Rio De Janeiro'da Kapitalizmin İki Yüzlülüğü, Haksöz, Temmuz 1992
481
Örn. bkz. Güven, Mustafa (2014) “Kur’ân-ı Kerim’de Çevre Bilincine Dair Bazı Ahlâkî Esaslar”, Birey
ve Toplum, C:4 S:8 s.156-157
190
daha da ileri götürür ve konjonktürel dalgalanmalar için üretilmiş iktisadi teorilerin bu tür
olguları, özellikle 1973 Petrol Krizi’ni açıklamakta yetersiz kaldığını belirtir. Esen’e göre
meselenin özüne temas eden ve büyük resmi gören açıklama ise, ‘Andolsun ki sizi biraz
belirtildiği gibi genellikle sanayi odaklı tevillerden değil, İslam’da ticaretin olumlandığı
ve teşvik edildiği yönündeki ayetler ve çeşitli rivayetlerden beslenir. Buna paralel olarak
ile sonlandırdığı belirtilmişti. Geçmiş peygamberlerin sanayiciliği ile değil ama tacirliği
sorgulamalara bir cevap olarak kabul edilen ‘‘Senden önce gönderdiğimiz bütün
kılar.
yaşantı süren bir insan oluşundan hareketle müşrikler tarafından peygamberlik gibi
482
Esen, a.g.y. İktisat ve İş Dünyası, Temmuz-Ağustos 1992/Eylül-Ekim 1992
191
ticaretten ileri gelen şöhretidir ve müşriklere Kur’an’ın verdiği karşılık bunu geçmiş
Esen bu serbest piyasacı yorumu bir adım daha öteye taşır ve ayetlerde geçen
‘çarşı/pazar’ ifadesinin mal ve hizmet mübadelesinin yapıldığı yeri kastettiği için aslında
anıldığını iddia eder.484 Tarihin çok eski dönemlerindeki pazarların ve 7. yüzyılda Arap
eski insan faaliyetlerinden biri olan mübadelenin gerçekleştiği ve binlerce yıl hüküm
sürmüş kapitalizm öncesi pazarlarda kapitalist piyasaları aramak da, çalışma kapsamında
yöndeki savları desteklemek için başvurulan rivayetlerde merkezi bir konum teşkil eder.
Mekke’nin ticaret merkezi olması hasebiyle çevre coğrafyalara oranla ‘okyanusta bir
ada’ sayılabileceğini öne süren Özel, tam da bu nedenle İslam’ın Mekke’de zuhur
etmesinin bir tesadüf olamayacağını ifade eder. Mekke’ye dair mevzubahis iddiasını daha
da ileri taşıyan Özel, şehrin sadece kadim uygarlıklara değil modern zamanlara örnek
olabilecek bir iktisadi canlılığı barındırdığını ileri sürer ve bunun bir delilinin de
Müslümanların Medine’ye hicret eder etmez Peygamber’in emriyle hemen bir pazar
483
El-Kettani, a.g.y.
484
Esen, a.g.y. Çerçeve, Mayıs-Temmuz 1996
192
temel ilkeleri çarşı-pazara yayamayan toplumlar, siyasi alanda da (bugün olduğu gibi)
Daha evvel de bahis konusu edildiği gibi bu ve benzeri yargılar, ‘serbest piyasacı’
olmalı, başka bir deyişle kapitalist piyasalarda hakim oyuncu haline gelmelidirler.
medyada temsil kabiliyeti elde etmesine paralel olarak Müslüman sermayedarlar da hızla
emindir. El-Kettani’ye göre, zaten Kur’an’da anılarak dinen yüceltilmiş Kureyş kelimesi
bile, kabilenin atalarına gönderme yapan bir söz değil; ticaret-takriş(ticaret ve rızık
olsun diye kullanılmadığını ve Kur’anın merkezi teolojisinin bir kısmını temsil ettiğini
öne süren Torrey ise bu görüşünü şu örneklerle temellendirir; “Dini düzleme aktarılan
ticari terimlerin sayısı dikkate şayandır… İnsanların yaptıkları işler (ameller) bir kitapta
485
Özel, M. ‘Sabredenler ve Şükredenler’, İktisat ve İş Dünyası, Nisan 1992
486
“Sağlam Ekonomi Sağlam İnsanla Kurulur” (Nazif Gürdoğan ile Söyleşi), Altınoluk, Mayıs 1994
193
kayıtlıdır; Yargılama, hesap görmedir; her kişi kendi hesabını elde eder; mizan kurulur
ve insanların amelleri tartılır; her can, işlenen ameller karşılığında rehin tutulur; eğer
bir insanın amelleri uygun bulunursa, ödülünü yahut ücretini alır; Peygamber’in
ise, İslam’ın henüz medeniyet olarak tarih sahnesine çıkmadan önce bile bir ticaret
Avrupa’da nadiren görülen bir itibara sahip olduklarını ileri sürer. Braudel, Peygamber’in
‘Para kazanan, Allah’ı hoşnut eder’ dediğini aktararak İslamcıların dini referanslarla
çekinmez.488
da bu anlamda tesadüfi değildir; “Hz.Peygamber (sav) hayatının bir kısmını tüccar olarak
geçirdi ve yolculuklar yaptı, pazarda da sattı ve satın aldı. Allah kime peygamberlik
vereceğini iyi bilir. Allah, razı olunmuş hiçbir yol, temiz ahlak ve razı olunmuş amel
taksim etmedi ki onu bundan en çok nasipdar kılmasın, ona en büyük payı vermesin.”489
Bu metinde Allah’ın tercihi, yol ve amel olarak tacirlikten razı olduğu ve Peygamberi de
Peygamberin tacir olması hasebiyle ‘halka çok önemli bir sosyo-ekonomik hizmet
koyduğu ‘Müslüman İşadamlarının Tarihsel Misyonu’ başlığı ile niyetini aşikar eden
487
Watt, W. Montgomery , ‘Kur’an’da Zenginlik’, İktisat ve İş Dünyası, Kasım 1993
488
Braudel, Fernand, ‘Batı Kapitalizmi İslam Medeniyetine Neler Borçlu’, İktisat ve İş Dünyası, Temmuz-
Ağustos 1992
489
El-Kettani, a.g.y.
194
Kallek, tüccarlarla ilgili hadislerin de bu saygınlığı taçlandırdığını belirtir.490 Daha evvel
tahlil edilen ‘Emin ve doğru tacir, Nebiler, Sıddıklar ve Şehitlerle birliktedir.’ hadisi ile
Tacirler topluluğuna daha yüksek düzeyde bir övgü ise El-Kettani’nin yazısında
aktardığı hadiste bulunur; ‘Tacirler konusunda size hayrı tavsiye ederim. Onlar ufukların
üzere; işe yarar hadis rivayetlerinin olduğu gibi kabul edilip uygun düşmeyenler için
farklı yorum katmanlarının devreye sokulması, tacirleri konu edinen hadis rivayetleri için
de söz konusu olur. Mesela, ‘…onlar (tacirler) facirlerdir’ hadisindeki tacirlik El-
Kettani’nin metninde nasıl olduğu anlaşılamayan bir biçimde ‘kişiyi din ve ahiret
Tacirleri olumlayan hadisler genel geçer doğrular olarak kabul edilirken, bu örnekteki
hadis kısmi yorumlanır. Bu ‘İslami seçicilikler’ içeren tutumunu bazı ayetler için de
sürdüren El-Kettani, ‘Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen ona dağılıp gittiler
değerlendirir. Bu ayetin Peygamber’in Cuma hutbesi okuduğu bir sırada Medine’ye gelen
boşaltmasıyla ilgili olduğu rivayet edilir. Dolayısıyla yazar, yine tacirliğin hoş
490
Kallek, a.g.y. Çerçeve, Ağustos-Aralık 1996
491
Erdem, a.g.y. İktisat ve İş Dünyası, Temmuz-Ağustos 1992
195
ettiğini özellikle vurgular. 492 Bu görüş paralelinde birçok ayet ve hadiste teşebbüsün
teşvik edilip övüldüğünü ileri süren Esen de, yeryüzüne dağılma, Allahın verdiği
edildiği ayetlerden girişimciliğin İslam’ın emri olduğu sonucuna varır. Görüldüğü üzere
kişilerin geçimlerini temin etmeleri için göstermeleri beklenen çabaların hepsi yazar
tarafından girişimciliğe teşmil edilir. Esen ayrıca her türlü ‘ortaklık’a hitap edebilecek
‘Birbirlerine ihanet etmedikçe Ben, ortakların üçüncüsüyüm. Eğer biri diğerine ihanet
ederse, ikisinin arasından çıkarım.’ hadisini yalnızca ‘ticari ortaklık’a işaret eden bir
iddia eder. Yeniçeri de yazısında muhtemelen bu hadise atıf yaparak sermaye birikimi
konusunda uyardığını aktarır. Özel ise, Halife Ömer’in de benzer bir tutum sergilediğini
Nebatilerden (avam, ayak takımı) olduğunu görünce üzülür. Halk (ashab) onun yanına
toplanınca kendilerine bunu haber vererek, pazarı terketmelerinden dolayı onları kınar.
Onlar da kendisine şöyle derler: Allah, nasip ettiği zaferle bizi pazarlara muhtaç
olmaktan kurtarmıştır. Halife şöyle cevap verir: ‘Allah’a andolsun, eğer böyle
492
Özdenören a.g.y.
493
Yeniçeri, a.g.y.
494
Arap olmayan Müslüman halklar için kullanılan bir terim. bkz. ‘Mevali’, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/mevali (05.05.2020) tarihinde erişildi
196
yaparsanız, muhakkak ki erkekleriniz onların erkeklerine, kadınlarınız da onların
Halife Ömer’e atfedilen ‘Ölümün beni pazaryerinde, ailem için alışveriş yaparken
yakalamasından daha çok memnun olacağım bir yer yoktur.’ sözünden girişimciliğe
beyanında bulunur. 495 Peygamberin ilk eşi olan ve kendisiyle evlenmeden evvel
kadına bir ‘ideal’ türetmek, beyanat veren kadının kendi cinsiyet ve sınıf konumuyla
İslam tarihine yaklaştığının berrak bir örneğidir. Bu çaba, İslamcı fenimizmin kendisine
rol model olarak Peygamber’in bir diğer eşi Ayşe’yi alması ve Ayşe’nin Peygamber’in
vefatından sonraki baskın siyasi karakteri üzerinden dini meşruiyet devşirmeye çalışması
verdiği söyleşide Ahmet Özel, Abdullah bin Zübeyr hakkında başka bir sahabenin “dünya
işlerine baktığım zaman, ‘bir göz açıp kapaması kadar süre olsun Allah’ın isteyen biri
495
Storm, a.g.y.
496
Lindholm, Charles (2004) İslami Ortadoğu, s.394-5
197
değil’; ahiret işlerine baktığım zaman ise ‘bu bir göz açıp kapaması kadar olsun dünyayı
sermayedarlarından olduğunu belirten Kallek Medine’ye hicret eder etmez pazar yerini
sorduğu ve kendisine Benu Kaynuka Pazarı’nın tarif edildiği yönündeki rivayeti aktarır.
El-Kettani ise yukarıda bahsi geçen ve dini referanslar üzerinden yürüttüğü seçici,
yerler ise pazarlardır.’ hadisine de uygular. Bu kez ünlü hadis alimi Buhari’yi desteğe
çağırır ve açık bir biçimde çarşı-pazara olumsuz değer yükleyen bu hadisin Buhari’nin
El-Kettani bir sahabe ile ilgili rivayeti, ‘sahih’ kabul ettiği bir Peygamber sözünün önüne
ile mensubu bulunduğu Kureyş Kabilesi hakkında rivayetlerden ve kendisi, eşi Hatice,
Halife Ömer ile diğer bazı sahabelerin ticari faaliyetlerini ön plana çıkaran anlatılardan
dönemlerin de, yani İslam Dini’nin diğer elçilerinin de bayraktarlığını yaptığı bu aziz
davanın mazlumlar ile olan ilintisine kısaca bir göz atalım. (…) Araf suresi bu noktada
497
Erdem, a.g.y. İktisat ve İş Dünyası, Temmuz-Ağustos 1992
198
belki de en şümullü anlatımı kapsamaktadır. Her elçi, kavmini şanı yüce Allah’ı birlemeye
davet eder. Ve her elçinin karşısında mutlaka bir aristokrasi sınıfı, mel’e ve mutrefin
vardır. Ki, mesaj bu insanlarda zerre kadar yansıma bulmaz. Karşı tarafta ise, ezilen,
horlanan, eraziluna (bizim rezillerimiz) denilen, seni zayıf buluyoruz dedikleri, insanlar
durumunu anlatması bakımından çarpıcıdır. ‘Ey Musa, sen bize gelmeden önce de biz
anlamda bir adı vardır. Mustaz’afiyn, yani ezilenler. Ve Kur’an, insanların omuzlarında
Umeyyelere karşı. İsimler önemli değildir kuşkusuz. Sıfatlarıdır onları biribirinden kılan.
Ve bu sureleri (Araf, Yunus, Hud vd.) inceleyenler, …burada ve bütün olarak Kur’anda
azaldıkça bunlara karşı istikbar İslam adına güçlendikçe, İslam tarih sahnesine veda
etmek üzeredir.”
gönderme bulmaz; istikbara karşı çıkan bir avuç insanın hazin serüveninden bahseder.
takipçilerinin de küçük gariban bir azınlık olduğunu belirten Özgül, bu azınlıkları sosyal
adalet davasının tarihte ender dönemlerde parlayıp sönen temsilcileri olarak kabul eder.
İstikbar tarihin genel akışı iken, buna direniş nadiren ortaya çıkıp kısa sürede çözülen bir
‘O sarp yol nedir, bilir misin? Köle âzat etmektir. Veya bir kıtlık gününde yakını olan bir
iktisadi istikbara esaslı bir darbe vurduğunu, ancak ezilenlerle dayanışmanın zorluğunu
da teslim ettiğini belirtir. Bir sonraki aşamada, Medine’de “Size ne oldu da Allah yolunda
ve ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder,
199
bize katından bir yardımcı yolla!" diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda
getirildiğini vurgular.
peygamberlerinki gibi bir akıbete maruz kalacağının, Peygamber’in yanına gelen ancak
o sırada Mekke’nin ileri gelenlerine tebliğde bulunduğu için sesini duyuramayan kör bir
adama dair Kur’an ayetlerinde incelikli bir biçimde haber verildiğini savunur. Bu
çevirdi. Çünkü ona gözü görmeyen biri gelmişti. Sen nereden bileceksin, belki o
arınacaktı. Yahut o öğüt alacak da öğüt kendisine fayda verecekti. Sen ise kendini her
şeye yeterli görenle ilgileniyorsun. Onun arınmamasından sen sorumlu değilsin! Ama
sahabelerin öldürülmesi ile tekrar İslam’ın ezilenlerden yana olan davasının sahipsiz
kaldığını ileri süren Özgül, bu durumun sünnetullah’a uygun olduğunu belirtir. Burada
Bu anlamda verdiği başka bir söyleşide Muaviye ile Ebuzer arasındaki çatışmanın
Peygamber’in ardından gerçekleşen son direnişlerden biri olduğu imasını yapan Özgül,
498
Özgül(b), a.g.y.
200
olup bu kopukluğu gidermeye çalışmazsa tarihsel sürekliliği vurgulanan mele ve mütrefin
Haksöz’de yer alan bir kitap tanıtımında, İbni Teymiye’nin 13. ve 14. yüzyıllarda
çökmekte olan İslam toplulukları için ‘Siyaset-i Şeriyye’ adını verdiği ve sosyal adaletin
gerçekleştirilmesini hedef alan bir kavram türettiğinin kitapta aktarıldığı ifade edilir.
sonra bir iktisadi ve siyasi olgu olarak İbni Teymiye’nin de gündemine girdiğine yönelik
olarak belirdiğini ifade ettiği ‘mel’e ve mütrefin’ kavramları Haksöz ve Yeryüzü’nde yer
Mele ve mütref sınıfı hakkında Özgül ile aynı yaklaşımı paylaşan Zülaloğlu, bu
ikisi arasındaki ayrımı işaret ettiği iki ayet üzerinden kurar; “Bir ülkeyi helâk etmek
istediğimizde oranın şımarmış yöneticilerine (iyiye yönlendirici) emirler veririz; onlar ise
orada günah işlemeye devam ederler, sonuçta o ülke helâke müstahak olur, biz de oranın
altını üstüne getiririz.” ayetinde geçen şımarmış yöneticiler mele sınıfını, ‘Doğrusu
uyarıcı göndermiş olduğumuz her kasabanın varlıklı kimseleri, onları: ‘Biz sizinle
anlamına gelen mütrefin kavramına ise şöyle açıklık getirir; “İtraf, …refahın peşine düşüp
yığdığı servetle şımarıp azgınlık yapmak. Kur’an’da itraf kavramıyla ifade edilen bu fiili,
499
Özgül(a), a.g.y.
500
Alper, a.g.y. Haksöz, Ocak 1992
201
kuşatandır.’(Enfal/47)” Ayrıca mütrefin, yani kapitalistler “Şayet Allah kullarına rızkı
bol bol verseydi yeryüzünde taşkınlık ederlerdi; ama O dilediği ölçüye göre vermektedir.
kendilerine bolluk ihsan edilince taşkınlık ettiklerinden akıbetleri itraf ettikleri için helak
olan kavimlere benzer; “Oysa biz, bolluk içinde azmış nice şehir halkını helâk etmişizdir.
İşte yerleri! Kendilerinden sonra oraların pek azında oturulabildi; hepsi bize
gasp, sömürü veya zorbalıkla siyasi güç elde edenler olarak tanımladığı ‘mele’
kavramının Kur’an’da mele-i Firavn, yani Firavun düzenin ileri gelenleri, işbirlikçileri
toplumlardaki nüfusun çok az bir kısmını teşkil ediyor olmalarına rağmen siyasi-idari
egemen sınıfın baskı aygıtı’504 olarak mahkum eden Marksist tezlerle belli ölçüde bir
501
Zülaloğlu, a.g.y.
502
Kılıç, H. a.g.y.
503
Muradoğlu, ‘Veyl-ul li’l-mutaffifin: Kahrolsun Halkı Soyanlar’, Yeni Yeryüzü, Eylül 1993
504
bkz. Engels (1998) Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s.201 (“Devlet sınıf karşıtlıklarını
frenleme gereksiniminden doğduğuna, ama aynı zamanda bu sınıfların çatışması ortasında doğduğuna
göre, kural olarak en güçlü sınıfın, iktisadi bakımdan egemen olan ve bunun sayesinde, siyasal bakımdan
da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni
araçlar kazanan sınıfın devletidir.”)
202
ifadelendiren Bıktır ise; bu tağut düzeninin Nadiye’si(parlamento), Ahzab’ı(partiler),
belirtir.505
‘Sosyal adaletçi’ islamcı söylem içerisinde kendisine sıklıkla yer bulan Musa
arasında bir mücadele olarak okuyan Alper, kapitalizmle uyumlu İslami yorumların ve
özdeşleştirir;
anlayan Firavun, tamamen bugünkü söylemle mutabık bir biçimde şöyle demekteydi:
‘Bırakın Musa’yı öldüreyim de Rabbine yalvarsın. Çünkü ben onun dininizi (egemenlik
korkuyorum.(Mü’min/26)”506
505
Bıktır, Davut, ‘Mücadele Sürecinde İman ve İnfak’, Haksöz, Nisan 1996 (Parantez içindeki karşılıklar,
Bıktır’ın yazısında ortaya koyduğu güncel siyasi çerçeveden hareketle kastedildiği düşünülen manalardır.)
506
Alper, a.g.y. Haksöz, Mart 1996
203
Öte yandan konu Muhammed Peygamber ve sahabelere dair rivayetler olduğunda
“Rabb’imiz inzal olan daha ilk surelerde … bir çok bozguncu amel içinde bulunan Mekke
insanların haklarını kısanlara, ölçüyü eksik tartanlara, kız çocuklarını öldürenlere, mal
Bu minvalde Günaydın da, cenneti canı ve malı karşılığı satın alacağına iman
etmiş Müslümanların kar etme güdüsünü hayatın merkezine koyan kapitalist bir ticaret
teşvik eden, hatta para kazanmanın faziletinden dem vuran ‘serbest piyasacı’ söylemden
onaylayıcı mahiyetteki tutumlarının bir sonucu olarak görüp mahkum eden Alagaş ise,
görüldüğünü vurgular. Bunun nedeni Alagaş’a göre, İslam’a ayıklayıcı, seçmeci bir
edilmesidir.509
hayatı ve sahabeler söz konusu olduğunda seçmeci bir mantıkla inşa edilen İslamcı
507
Türkmen, a.g.y. Yeryüzü, Aralık 1992
508
Günaydın, Kenan, ‘Ekonomik Kriz Sistemin Mantığıdır’, Haksöz, Mayıs 1994
509
Alagaş, a.g.y.
204
söylemin iki zıt kutup için de aynı ölçüde geçerli olduğunu ifade etmek mümkündür.
‘Serbest piyasacı’ kutbu temsil eden dergilerde mustazaflardan yana ayet ve rivayetlere
hiç yer verilmezken, ‘sosyal adaletçi’ kutbu temsil eden dergilerde ise tacirlikle
bir itirazın da yer almaması; mahcup, özürcü bir eda ile konuya yaklaşılarak birtakım
sağlar. Altınoluk Dergisi’ne verdiği bir söyleşide Karaman cari kapitalist düzene dair
maslahat prensibi olduğu gibi, özal nasslar da vardır. Hepinizin bildiği bir ayeti celilede
Allahu Teala hazretleri bize teveccüh eden dış tehlikeleri def edebilmek ve böyle bir
tehlikenin oluşumunu önlemek, yani caydırıcı olmak için Müslümanların güçlü toplum
emir, bazı tedbirleri dışa bakarak almanızı gerekli kılar. İşte bu sizin dünyada tek
başınıza olsaydınız ortaya koyacağınız sistemden farklı bir sistem koymanızı zaruri
205
kılabilir. İkincisi, çok daha önemli. Eğer dünyanın mukadderatında hakim güç siz
boşluklardan halihazırdaki hakim iktisadi işleyişin bütün vecheleri sızarak kaba kendi
İzlenim’de yer alan bir yazısında ise İslam iktisadının kurallaştırılma ve işleyişinin
iki farklı motivasyona göre değişebileceğini ileri süren Karaman, bunları ‘tabii iktisat
sistemi’ ve ‘olağanüstü iktisat sistemi’ olarak tasnif eder. Buna göre tabii iktisat sistemi,
Müslümanların bu düzeni kurabilmek için olağanüstü yollara tevessül etmek -yani oyunu
kuralına göre oynamak, düşmanın silahıyla silahlanmak, başka bir deyimle Dar’ül
Harb 511 ’te hileye başvurmak- zorunda kaldıkları geçici bir sistemdir. Bitimsiz bir
geleceğe ertelenen ilkelerden hareketle oluşacak tabii iktisat sistemi böylelikle pratikte
tuz buz olur. Müslümanları güncel piyasa oyununa dahil olmaya çağıran bir söylemle
kapitalizme abdest aldırılır. Maslahatı temel kıstas kabul eden ve geleneksel ‘zaruretler
510
“Çözüm Eğitimde Çözüm İslamlaşmada” (Hayrettin Karaman ile Söyleşi), Altınoluk, Mayıs 1994
511
Müslüman olmayan bir devletin hâkimiyeti altındaki topraklar için kullanılan fıkıh terimi. Bkz.
“Darülharp”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/darulharp
(09.05.2020 tarihinde erişildi)
206
mahcubiyetten arınmış sloganik bir ifadesini Çerçeve dergisinde yer alan Erken’in
yazısında bulur; “Dünyayı imha değil ihyayı hedef alan bir gelişme ile Hilal’in sesi
uluslararası sahada güçlü çıkmalıdır.(…) Hilal medeniyeti tüm dünyayı kucaklayan bir
uygun evrensel bir nizam kuracaktır, tıpkı dün kurduğu gibi…” Mazinin imparatorluk
vesile olmaları, Yeryüzü’nde yer alan iki farklı dosya konusuna verilen cevaplarda ve
Haksöz’de yer alan bir yazıda hararetle tenkid edilen hususlardır. Yeryüzü’ndeki
onların yanında yağmacı ve haram yiyen vurguncu zalimlerin naz ve nimet içinde ömür
hedefe koymayı unutmaz ve ruhban sınıfı gibi davranarak halkın sömürülmesine destek
Haksöz’de yayınlanan yazıda ise kapitalist düzenin Firavun misali vahyi bir
kenara atıp nefsini yücelten, ahireti değil dünyayı önceleyen, Karun’da sembolize olan
tağuti kapitalist düzene itaat edilmesini öğütleyen ‘bezirgan kılıklı din adamı’ profili
512
Özgül(a), a.g.y.
207
üreterek Müslüman kitleleri uyuşturduğunu öne süren Altaş, böylelikle aslında mele-i
yazının hedefine aldığı pozisyonu temsil eden din adamlarına nefreti o kadar büyüktür ki,
onları şu ayetin muhattapları kabul eder; “Eğer biz isteseydik o kişiyi delillerimizle
yüceltirdik. Fakat o dünyaya saplanıp kaldı, hevesinin peşine düştü. İşte böylesinin hali,
kovsan da bıraksan da hep dilini çıkarıp soluyan köpeğin haline benzer. Âyetlerimizi
yalan sayan topluluğun durumu işte böyledir. Şimdi sen bu kıssayı anlat, umulur ki iyice
düşünürler.”(Araf/176) 513
genellikle kapitalizmden duyulan kısıtlı birtakım rahatsızlıkların günü kurtarmak için çok
uzaklarda bekleyen İslamcı ütopyaya havale edilmesine bile gerek duyulmaz. Bunun
Sabahattin Zaim’in514 kar maksimizasyonunu tek hedef belleyen mevcut adam tipi(homo
gerektiği şeklindeki Çerçeve’de yer alan görüşlerine daha evvel değinilmişti.515 Çünkü
İslam İktisadi üzerine birçok çalışması bulunan Zaim’e göre zaten İslam’ın İktisat Teorisi,
513
Altaş, Eşref, ‘Tevhidi Mücadele Alanında Kutuplaşan İki Saf: Mustaz'af-Müstekbir’, Haksöz, Kasım
1994
514
Zaim’in 1978 yılında yayınlanmış ve bu meseleye hasredilmiş bir makalesi de vardır; bkz. Zaim, “The
Attitude of Muslim Man in Economic Life: Muslim Man Instead of Homo-Economicus”, İslam Tetkikleri
Dergisi C:7 s.243-258
515
Zaim, a.g.y. Çerçeve, Ocak-Nisan 1996
208
fıtraten mevcut -yani doğal- iktisadi kanunların normatif İslami ilkelerle
mezcedilmesinden ibarettir.516
toplum-doğa ilişkileri için öne sürdüğü fiksiyonlar -mesela Locke’un ‘doğa durumu’
20.yüzyıl kapanırken kapitalizmin dünyanın her yerinde yürürlükte olduğuna dair inanç
doğallaştırılmasına yol açmaktadır. Bir ‘görünmez el’ piyasaları verimli bir biçimde
kendi kendine düzenleyeceği için herhangi bir regüle edici siyasi müdahale ‘doğa
karşıtı olarak yaftalanıp mahkum edilir. Çizilen bu manzarada, piyasalara karşı insan
davranışlarından ibaret daracık bir alan kalır. İşte ‘Müslüman insan modeli’ bu dar alanı
tanzim etmeye ve bu sayede kapitalizmi Müslümanlar için makbul kılmaya dönük bir
hamledir.
Homo İslamicus’ başlıklı yazısında Yavuz, 70’li ve 80’li yıllarda yükselişe geçen
neoliberal piyasa ekonomisinin dizginleyici bir ahlaki temelden yoksun olması nedeniyle
516
Zaim, a.g.y. Çerçeve Ağustos-Aralık 1996
517
Locke, a.g.e. s.9-16,
209
Bu minvalde bir yaklaşım, Malezyalı bir iktisat profesörü olan Abdülhamid
tahlil ettiği söyleşide, 60’lı ve 70’li yıllardaki çalışmaların genellikle zekatın dahil edilip
üzere faizden ziyade kar ortaklığının devreye sokulmasının daha verimli ve üretken
‘ümmet insanı’nın varlığından yola çıkmalıyız; dolayısı ile İslam İktisadında, ahlakın çok
önemli bir yeri var. İnsanlar sadece Batılı anlamda bir ekonomik insan olmadıklarını, bir
İslam insanı olduklarını; dolayısı ile şahsi çıkar peşinde koşan bir insan değil de
diğergam olan, kendini başkalarıyla beraber düşünen, bunun da daha iyi bir şey
inisiyatife yaptığı vurgu dışında iktisadi herhangi bir önermede bulunmadığı için idealde
gerektiğini ima ederek konuyu kapatır. Bu tür bir otantik ahlakçı çaba Barkçin’in
metninde de kendine yer bulur; Binlerce yıllık dini geçmişin mirası olarak gördüğü ahlak,
518
Erdem, a.g.y. İktisat ve İş Dünyası, Kasım-Aralık 1992
210
hak, hakikat gibi kavramları ön plana çıkararak ‘homo faber ve homo economicus olmak
durumunda mıyız?’ diye sorar. Böylelikle kapitalizmi temsil eden insan tipi olarak
Latince ‘alet yapan insan’ anlamına gelen homo faber de eklenmiş olur.519
ekonomisinin insan tipi olarak ‘düşünen insan’ olarak nitelediği ve MÜSİAD çevrelerinin
de atıf yapmayı pek sevdiği ‘ahi’yi çıkarır.520 Ancak Tabakoğlu’nun ‘homo ahius’u diğer
modellemelerden farklı olarak ulaşılması gereken bir ideali değil, tarihte ulaşılmış ve
insanın zihin dünyasının -yani homo-economicus’un- tek başına bir sonucuymuş gibi
yansıtır; Çevre ile ilgili sorunları da ancak Allah korkusu duyan, Yaratıcısıyla bağını
koparmamış bir düşünce dünyası olan ve kendisine emanet verilmiş tabiattan hesap
20. yüzyılda ortaya çıkmış bir fenomen değildir. Örneğin, 2. Abdülhamid döneminde
tarafından neredeyse yukarıda bahsedilen ahlaki vurguların aynısını içeren bir biçimde
bahsettiğini belirtir. 522 Bu son bahisten hareketle, kapitalizmi ahlaki ‘torna tesviye’
519
Barkçin, Savaş, ‘Nizam-ı Alem-i Cedid Fi Zamane-i Şedid’ İktisat ve İş Dünyası, Şubat 1993
520
“İslam Ekonomisi Üretime Dayalı Bir Ekonomidir” (Tabakoğlu ile Söyleşi), İzlenim, Aralık 1996
521
Dinçer, Ömer, ‘İktisadi Büyüme Düşüncesinden Çevre Bilincine İşletme ve Toplum İlişkileri’, Çerçeve,
Eylül-Ekim 1994
522
Kılınçoğlu, Deniz (2012) The Political Economy of Ottoman Modernity: Ottoman Economic Thought
During The Reign of Abdülhamid II, Yayımlanmamış Doktora Tezi, s.155-160
211
faaliyetiyle adam etmeye, ehlileştirmeye dönük bu modellemelerin tarihsel sürekliliği
insanı.
fazla otantik bulunarak itirazla karşılaştığı görülür. İktisat ve İş Dünyası’na yer alan
modern kapitalist işlemler ile ilgili görüşlerinin aktarıldığı çeviri yazının girişinde
çevirmen Erdem, sufi şeyhin birtakım ‘aşırı’ görüşlerine karşı okuyucu uyarmayı görev
bilir; “Yazarın …iktisadi hayat içindeki tüm bilgi ve ilişkilerin denetlenebileceği küçük
yerleşim ve cemaat birimlerini (köy, kasaba, kabile vb.) zımnen esas aldığını, dolayısıyla
tutumunun Müslümanları şehir toplumu içinde edilgen bir hayat sürdürmeye yöneltmekte
bakış açısı edilgenliği teşvik ettiğine göre, metinde üstü kapalı ima edilen etken tavır
‘İnsan modeli’ bahsine dair ‘sosyal adaletçi’ kutbu temsil eden metinlerdeki tek
değini Haksöz’de yazan Toprak’a aittir. “Herhalde 2000’li yıllarda Türkçe sözlüklerden
döneminin insan modelini ‘konuşan, öğretileni icra eden, eğlenen bireysel bir canlı’
olarak tanımlayan Toprak, bunun karşısına ideal bir insan modeli koymak yerine
bahsetmeyi yeğler. 524 Görüldüğü üzere Toprak, Türkiye’de dönemsel olarak Özal’ın
523
Balcı, Ersin (çev.), ‘Çağdaş Sufi Bakış Açısından Faiz, Ekonomik İnsan ve Cihad’, İktisat ve İş Dünyası,
Mayıs-Haziran 1992
524
Toprak, Haluk, ‘Hakimiyet; Kayıtsız, Şartsız Sermayenindir !..’, Haksöz, Temmuz 1992
212
ahlakileştirilmesi gereken bir sistem olarak değil, toplumu lime lime eden bir bunalım
şiddetli tepkisine de neden olur. Sadece kapitalizm konusuyla kısıtlı olmayan bir biçimde
düzenin boyunduruğu altında ezilen sınıfların kurtuluş kılavuzu olduğunu ileri sürer.
aksine inanç düzleminin tam orta yerinde duran bir bütünlük olarak kavrandığı görülür.
İslam’ın mutlak olarak devrimci bir öze sahip olduğu konusunda emin değil gibidir.
olmadan bu çalışmanın İslamcı söylemin 90’lı yılların ilk yarısında birbirine zıt
verilen Tunuslu İslamcı Raşid Gannuşi tarafından da yerilir. İlk olarak 1982 yılında
‘İslam çağrısında bulunan herhangi bir dergiyi aç, sonra bu derginin çıktığı ülkenin
toplumsal ve siyasal ortamını tanımaya çalış. Yayınlandığı yer ile, ilgili adreslere
bakmadan çoğu kere bu dergilerin yayınlandıkları yeri bile belirlemekte yetersiz kalırsın.
Bir parça vakıadan, yaşanan gerçeklerden söz ederse de, anlattıkları o ülkenin çıplaklık,
fesat, ahlaksızlık gibi yönlerini tenkidden öteye geçmez’ diye yazar ve İslam ülkelerinde
213
yaşayan halkın işsizlik, konut, sömürü, istibdat, kötü sağlık hizmetleri, ulaşım, çocuk ve
kadın sorunu birçok temel sorununun İslamcıların gündemine pek girmediği için
Bir sonraki bölümde serbest piyasacı eklemlenmeleri temsil eden metinlerin ahlak
devam edecektir.
Protestanlaştırmak mı?
ehilleştirmek için kullanılmaz. Çerçeve’de yer alan Demir’in yazısında olduğu gibi, bir
girişimci ahlakı vaaz etmek için de ahlaktan dem vurulur. Çıkarcılık, hırs ve ihtiras gibi
“Adam Smith; ‘akşam yemeğimizi mümkün kılan şey kasabın, biracının veya
ekmekçinin iyilik severliği olmayıp, onların kendi çıkarlarına olan düşkünlüğüdür. Onları
onların yararlarından söz ederiz. Bir dilenciden başka hiç kimse, başkalarının
iyilikseverliğine güvenmez’ der. Keynes; ‘bolluk içinde bir dünyaya kavuşmak için daha
bir yüzyıl boyunca kendimizi ve başkalarını iyinin kötü, kötününse iyi olduğuna
525
‘Seyyid Kutub’tan İmam Humeyni’ye’, a.g.y.
214
inandırmamız gerektiğini; çünkü kötünün işe yaradığını, iyininse yaramadığını;
açgözlülük, tefecilik ve ihtiyatlılığın daha bir süre tanrılarımız olmaya devam etmesi
çıkardığını savunan Demir, Halife Ömer döneminde sattığı süte su katarak satış yapan bir
kadınla kızı arasında geçen diyaloga dair bir rivayeti aktarır; Kız annesine Halife Ömer’in
süte su katmama yönündeki ikazını aktarınca, annesi Halife Ömer’in bundan haberi
olmayacağını belirtir. Bunun üzerine kız ‘Ömer’in haberi olmazsa Allah’ın da mı haberi
olmaz?’ diye cevap verir.526 Dini referanslardan bir girişimci ahlakı devşirme hususunda
Osmanlı tarihinde vücut bulmuş ahlaki değerleri yeniden canlandırarak modern zamana
naif kurguya bir cevap Haksöz’de yazan Türkmen’den gelir; Türkiyeli Müslümanlar
ekonomik işleyişin ülke kaynaklarını nasıl talan ettiğine, doğadaki ortak haklar(ın)
insanlar arasında nasıl tevzi edildiğine, emeğin hakkının belirlenme biçimine, toplumsal
526
Demir, a.g.y.
527
Özdevecioğlu, a.g.y.
528
Türkmen, a.g.y. Haksöz, Mayıs 1992
215
konusu edilen Özcan’ın ‘kapitalizme bir bütünlük olarak yaklaşmak gerektiği’
kapitalizmin bütün bir sistem olarak ahlaki eleştiriye ve devrimci dönüşüme uğratılması
gerekliliğinin savunulmasıdır.
uzlaşılabildiğini öne süren bu tezler, Çerçeve’de yer alan Esen’in ahlaki vurgulara hiç
ihtiyaç duymayan bir açık sözlülük sergilediği yazısındaki ifadeler göz önüne alındığında
berraklık kazanmaktadır. Esen yazısında; inanç, ibadet ile piyasa muameleleri arasına
pratikte aşılmaz seküler bir çizgi çekerek kapitalizme geniş bir hareket alanı açmış olur.
Nassa dayanan inanç ve ibadetin aksine Kur’an’da lafzen açıkça haram kılınmamış bütün
modern iktisadi işlemlerin dinen mübah ve serbest olduğunu ileri süren Esen, bu
işlemlerin aynen alınmasını ve hatta ekonomik anlamda daha efektif kılınması için
savunur. Kur’an metni tamamen literal bir okumaya tabi tutulduğunda ‘faiz’ dışında
modern iktisadi işlemlere rastlamak pek mümkün olmadığından, hile-i şeriye metodu ile
Öte yandan, ‘serbest piyasacı’ kutbun dilinde ahlak, şimdiye kadar özetlenen
çabaları tersine çevirerek kapitalizmin önünü açıcı, kolaylaştırıcı bir manivela olarak da
başvurulan bir unsurdur. Dini inançtan kaynağını alan ahlakın kapitalizmi dizginlemek
bir yana kapitalist iş ahlakını besleyen ve girişimciliği motive eden bir kaldıraç olarak
216
takdim edilen Mustafa Özel, Türkiye ekonomisinin güçlenmesi ve verimliliğin artması
için kanaat, şükür ve ihsan gibi anlayışları bünyesinde barındıran ve dışarıdan ithal
kapitalistleşmenin motoru olarak gördükleri tarihsel işleve benzer bir işlevi İslam’dan
değerlendirmesi yaptığı yazısına531 Özel, Hekimoğlu İsmail’den bir alıntıyla başlar; ‘Max
Protestan ahlakını almadı, İslam ahlakından da ayrıldığı için Türk ekonomisi ahlaksız
kaldı.’ Kapitalizme ahlak monte etmenin bütün sorunları çözeceğini ima eden bu
benimsenen bir manevi çerçeve, ahlak olmadığı sürece insanların coşkuyla çalışarak
ise Özel, Amerikan kapitalistlerine iş ahlakını vaaz ederken İncil’den ayetler okuyan
bahseden Şibuzawa Eiiçi adında birinin dini araçsallaştıran yöntemlerinde bulur. Berger
için kapitalizme dini bilinç düzeyinde abdest aldırmak gerektiğini ima eder. Sombart’ın
529
“Dindar Sermaye, Aslında TÜSİADçı”, a.g.y.
530
Weber, Max (1985) Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu
531
Özel, M. ‘Özal, Tüketim Kapitalizmi ve Protestan Ahlakı’, İktisat ve İş Dünyası, Mayıs 1993
532
Berger, Peter ve Thomas Luckman (1991) The Social Construction of Reality, s.65-146
217
15.yüzyıldan itibaren ticarette güçlenen Floransa’nın ‘imalatçı ve tacirleri(nin) dinleri iş
paylaşan Özel, devamında bir tacirin anılarında yer alan ve dini vecd ile dolu ifadelerine
yer verir; “Tüccarın hayatı şüpheden uzak olmalıdır. Sahtekarlık asla muvaffak olmaz.
Oysa, Allah’tan korkan dürüst bir insanın serveti kök salar ve üçüncü, dördüncü nesilde
bile ilahi lütufa mazhar olur. Kar Tanrı’nın armağanıdır, çocuklar da. Herşeyimizi
ifadelerde elbette Protestan ahlakının veciz bir ifadesini bulan Özel, kapitalist iktisadi
dinden -Weber’e göre Protestanlıktan, Sombart’a göre Yahudilikten 533 , Cohen’e göre
Dergide yer alan başka bir yazıda; İslam’ın para kazanmayı ibadet kabul
ettiğinden hareketle ‘iyi niyetli’, yani iş ahlakına sahip iktisadi faaliyetin sevap
getireceğini ileri süren Esen ise, İslam’ın ‘Cuma namazından hemen sonra rızık aramayı’
teşvik ettiği için kapitalizmi meşrulaştıran Kalvinizm’den veya Cotton Mather gibi
vaizlerin aktardığı Püriten Hristiyanlıktan daha ilerici olduğunu iddia eder. 535 Esen’in
motive etmekten ibaret gayet dar bir kapsama sahip olduğu açıktır.
kapitalizmin motoru olan bir ahlakı kurduğunu anlattığı yazısında, Türkiye toplumu için
benzeri bir itici gücü inşa edebilmek için İslam geleneğine ve Osmanlı tarihine
politikaları ahilik, yaren teşkilatları gibi unsurlardan ve İslam’ın helal kazancı teşvik
533
Sombart, Werner (2016) Yahudiler ve Modern Kapitalizm
534
akt. Özel, M. (Cohen, Jere (1980) “Rational Capitalism in Renaissance Italy”, American Journal of
Sociology, Vol.85, No.6 s.1340-1355)
535
Esen, a.g.y., İktisat ve İş Dünyası, Temmuz-Ağustos 1992/Eylül-Ekim 1992
218
eden, israfı(lüks ve aşırı tüketimi) engelleyen ve tasarrufa yönelten buyruklarından İslami
bir İş Ahlakı’nı tesis etmede faydalanabileceğini belirtir. Hiç tereddüt etmeden öteki
kurumsallaşma düzeyine ve genel kabule bakıldığında açık bir yalandan ibaret olduğunu
belirtir. Hatta ‘Protestan Ahlakı’ benzeri yakıştırmaların İslam için de yapılır hale
bağlar.537 Özcan’ın altını çizdiği gibi, çalışma kapsamında kapitalizm safında en önlerde
karşılaşılan Özel bile herhangi bir beyanında, metninde ‘kapitalizm’ sözünü ya hiç
kullanmaz, kullandığı vakit de tenkid edici bir görüntü vermeye gayret eder. Üstelik daha
Mucizesi
Türkiye kapitalizmi için bir başarı örneği olarak serdedilen ‘Japon Modeli’ne işçi-
işveren ilişkileri açısından nasıl değinildiğine ilgili bölümde yer verilmişti. Bu bölümde
daha genel bir çerçevede pek övülen Japon mucizesinin dergilerde yer bulma biçimleri
536
Türdoğan, Orhan, ‘İslam İş Ahlakı’, Çerçeve, Ağustos-Ekim 1995
537
Özcan, a.g.y. Yeni Yeryüzü, Haziran-Temmuz 1993
219
serimlenecektir. Yukarıda hararetle kapitalizme yol vermiş dini yönelimlerden ilham
heyecanlı biçimde savunduğu tarihsel örnek Japon kapitalizmi ve onun arkasındaki dinsel
milletin en soylusu samuraylardı (samuray, savaşçı demekti) Oysa artık devir değişti.
savaşçıdır.” 538
ulemasının özlemi içerisindedir. Beklentinin yöneldiği ulema elbette bunun mümkün olup
alan başka bir yazısında ise Özel samurayın Japon toplumunda ‘şingaku’ya dönüşümünü
kısaca özetler;
“(Japonlar) dediler ki; ‘Samuray niçin yücedir, niçin değerlidir? Samuray niçin
milletin efendisidir?’ Çünkü, Samuray savaşçıdır, merttir, cesurdur, yiğittir, iyi döğüşür,
kahramandır, fedakardır. Onun için yücedir. İyi ama, artık savaşlar müharebe
538
Özel, M. a.g.y. İktisat ve İş Dünyası, Mayıs 1993
220
ticaret alanlarında, sanayi alanlarında yapılıyor. O halde yeni dünyanın, yeni
söylemleri üzerinden ‘ülkeleri fetheden mücahid’ figürüyle kurdukları ilişki biçimi gibi
dönüşümüne öykünmesi ile alabildiğine tutarlıdır. Bu bağlamda, henüz böyle bir hamle
Lutheryan Reformasyon’un üst üstüne bindiğini ifade eden görüşlerle benzerlik taşır.541
Özel’in esas ilham kaynağı Japon dininde Weberyan bakış açısıyla kapitalizme ruh
üfleyen unsurlar arayan Tokugawa Dini kitabının yazarı Robert Bellah’tır. İktisat ve İş
uzun uzun Japonya’da dinin sanayileşmeye elverişli değerler olan rasyonalite, gayretli
539
Özel, M. ‘Kapitalizm Karşısında Müslümanlar ve Japonlar’, Umran, Mayıs-Haziran 1996
540
Özel, M. “‘Feodal’ Japonya’da Piyasa ve Ticaret”, Çerçeve, Temmuz-Ağustos 1994
541
‘Luther’in hareketinin dönemin burjuvaları ve kimi prensleri tarafından desteklenmesini sağlayan ve
onu burjuva reformcu bir hareket hâline getiren’ bazı görüşleri için; bkz. Öğütle (2007) “Köylüler Savaşı
ve Thomas Münzer Tarihyazımında Temel Gelenekler ve Marksist Yol İzleri”, Praksis, S:17 s.69-112
221
‘Kur’an-ı Kerim’e dönmesi gibi; Japonya’da Tokugawa Dönemi’nde yeşeren dini
ayetlerine ve diğer İslami kaynaklarına bu kadar çok atıf yapma çabasını da bir ölçüde
tepeden inmeci hiyerarşiyi olumlayan ve ‘modern samuray’ işadamını kutsayan- rolü ise
şöyle özetler;
“…dinin, Japonya’nın son derece güçlü olan deruni zahitlik ahlakıyla ilişkisini
tüketim arzularını kısması, Japon dininde o kadar önem verilen kutsal ve yarıkutsal
durumuyla yakından bağlantılıdır. Japon dini, hem kişinin kutsala karşı yükümlülüklerini
atfetmekten hiçbir zaman geri durmaz. Böyle bir ahlakın iktisadi rasyonelleşme için çok
elverişli olduğu Weber’in Protestanlık tetkikinin temel bir noktasıydı ve onun Japonya’da
başarısı kısmen, dünyada etkin biçimde, yukarıdan idare edilen bir toplum olan Japon
toplumuna dayanmaktadır. Japon bürokratları çok iyi eğitilmiş, kendini adamış, eğitimli
kişilerdir. İşçi sendikaları sanayi tarafından değil şirket tarafından örgütlenir ve yüksek
verimliliği teminat altına almak için şirket yöneticileriyle dirsek teması içinde çalışırlar.
hayalkırıklığı içerisindedir. Dinin servet ve güç istenci için araç kılınmasının tersine
çevrilmesini ve dinin esas amaç olarak görülmesini temenni eden bir naifliği korur.
222
geldiği gibi -amiyane tabirle- ‘müteahhitleşen mücahitler’ 542 in 90’lı yıllarda esas
amaçlarının İslami olduğunu ifade eden beyanlarında bulunur; ‘İslam davası’ için, ‘Allah
coğrafyasına ve dünyaya örnek olabilmesi için kapitalist kalkınma ile inanç değerlerini
2002-2007 arası Sanayi ve Ticaret Bakanı olarak da görev yapan Ali Coşkun, o
Almanya kapitalizminin zemininde ahlaki bir gücün bulunduğuna işaret eder. Türkiye’de
Müslüman halkın kendi öz değerlerine dönerek kalkınmak istediğini iler süren Coşkun,
gerektiğini savunur. 544 ‘Ekonomiye faydalı olacak İslami emirler’in altını çizen bu
pragmatist yaklaşım, ‘Japon kapitalizmi’nin mukallitliğini pek başarılı bir biçimde temsil
eder.
dengeyi gözettiği sürece örnek alınası, ahlaki bir yönetim tarzını yansıttığını savunur.545
542
‘Eski mücahidler müteaahit oldu’ deyimi anonimleşerek AKP iktidarı ile zenginleşen İslamcıları
eleştirmek için sıklıkla başvurulan bir söylem olmuştur.
543
Yarar, ‘Planlamalı mı, Planlamamalı mı?’, Çerçeve, Ocak-Nisan 1996
544
“Öz Kültüre Dayalı Yeniden Yapılanma” (Ali Coşkun ile Söyleşi), Altınoluk, Mayıs 1994
545
Büyükdeniz, a.g.y.
223
kalmaz; “Ticarete önem verir. (…)… Almanları ve Japonları örnek gösterir ve bizleri de
ticarete sevk eder. (…) sağlıklı, bilgili, gönlü zengin ve hizmet etmek için yarışan
bahsedilebilir. Daha evvel bahsi geçen ve Sabancı Suikasti’ni konu edinen yazısında
Mustafa Özel’in Özdemir Sabancı’yı yüzünü doğuya çevirdiği için övmesini eleştiren
göre, Japon kapitalizmi ile Batı kapitalizmi arasında bir fark olmadığı için hangi tarafa
Yine Haksöz’de yer alan başka bir yazıda Türkmen ise, Batı-dışı toplumların
ahlak arayışlarının, hatta Japon mukallitliğinin kapitalizme aradığı taze kanı sunduğu
yönündedir. Çünkü böyle bir durumda kapitalizm mevzubahis Batı-dışı topluma enjekte
edilen dışsal bir sistem olarak anlaşılmayıp ‘halis muhlis’ yerli bir sistem muamelesi
görecek ve benimsenme ihtimali, düzeyi artacaktır. Açıktır ki, Özel’in en önde gelen
546
Yılmaz, C. a.g.y.
547
Alpay, a.g.y. Haksöz, Şubat 1996
224
3.5.3. Müslüman Milliyetçiliğine Karşı İslamcı Antikapitalizm
İslamcıların birçok keskin itirazına konu olur. Türkmen’in kapitalizmin yerel inanç
meselelerden biri de budur. Konuya bir giriş yapmak hasebiyle, bu bölümde birçok örneği
sergilenen söz konusu serbest piyasacı yaklaşımın son örneği olarak Çerçeve Dergisi’nde
mümkündür. Batı’nın hiçbir sınır tanımayan ve amaca ulaşmak için her yolu meşru kabul
eden bir ahlaksızlıkla güncel kuvvetine ulaştığını öne süren Gedikli’ye göre İslam
şaha kalkacak bir blok olarak değerlendirilir ve Müslümanlar içi sınıf farklılıkları
perdelenmiş olur.
düzlemde zengin sınıflar da halklarını ezip geçtiğinden sosyal adaletin gerçekleştiği bir
Ekmekçi ise, muhafazakar sermayeyi kastederek; “Zalim, ağzı dualı eli tesbihliyse de
zalim değil midir? Zalimin elinde içki bardağı mı yoksa tesbih olduğu mu çok mu
önemlidir? Kur’an ve sünnetin açık ilkeleri bu soruya açık bir cevap vermiyor mu?” diye
548
Gedikli, Yusuf, ‘12 Ekim 1492: Sömürgeciliğin 502. Yıldönümü Ya Da Sömürgecilikte 502 Yıllık
Tecrübe’, Çerçeve, Temmuz-Ağustos 1994
549
Gürcan, a.g.y. Yeryüzü, Mayıs 1992
225
sorar. Bu hararetli sorularla serbest piyasacı cenahın kurguladığı Müslüman milliyetçiliği
politik açılardan olduğu kadar iktisadi açıdan da düzen dışı kalmasının hayati bir konu
ifade eden bu bakış açısı, konuya girişte belirtilen Türkmen’in yazısında da belirgindir.
Ancak konu bu kez ‘düşmanın silahıyla silahlanalım 551 derken, düşmana tıpatıp
“Egemen ekonomik sistem içinde tutunup yükselebilmenin yolu ise yeni tüketim
tutumun, emperyalizme karşı çıkması sadece kuru bir slogancılıktır. (…) bu söylem
modern sosyo-ekonomik yapı içinde ekonomik güç tutmayı kendi için önemli bir imkan
olarak gördüğü oranda giderek karşı çıktığı modern yaşam biçimine bağışıklık
kazanmaya ve egemen sistemin tahammül edebileceği bir parçası olmaya başlar. (…)
emperyalizmin temel itici gücü olan egemen tüketim ekonomisiyle rekabet ederek
rekabet ve tüketim yarışı üzerine bina edilen egemen ekonomik yapıya ayak uydurma
550
Ekmekçi, Şuayb, ‘İslami Hareket ve Muhafazakar Sermaye Üzerine Bir Uyarı’, Yeni Yeryüzü, Haziran
1994
551
Bu sloganik İslamcı ifade, kaynağını şu ayetten alır; “Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların
gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı
elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı,
zerrece haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir.” (Enfal/60)
226
karşısında tavır geliştiremeyen geleneksel dini kimliklerin varlığı ise gittikçe
yılında İstanbul’da açılan Capitol AVM’yi 552 tüketim mabedlerini niteleyen genel bir
sıfat olarak kullanması, yazısının 94 yılına ait olduğu göz önüne alındığında polemiğin
kapitalizmin bir yerel bir rengi olarak belirme ihtimali Türkmen’in rahatsızlık duyduğu
bir husustur. Yazara göre, Üçüncü Dünya ülkelerinde geleneksel dini kimliklerin
bekleyen zor günü bir yana bırakarak geçici dünyayı seviyorlar.(İnsan/27)” ile “Hayır
rehberliğinde Türkmen, kısa vadeli çıkarlara hitap eden kapitalizm içerisinde rekabet
etme anlayışının karşısına, alternatif İslamcı çözümü inşa ederek kapitalizmden kesin bir
kopuşu koyar.553
adına değil sosyalizm adına da antikapitalist bir tavır takınanların zamanla ‘kendi
olarak tahfif eder. Türkmen’e göre Müslümanların şekli olarak blok halinde
İsmet Özel’e ait ‘Popüler Kültürün Küpü Sağcılığın Tüpü’ başlıklı bir yazıda da
552
“Capitol Alışveriş Merkezi Açıldı” Milliyet Gazetesi, 27.06.1993 tarihli haber
553
Türkmen, a.g.y. Haksöz, Nisan 1994
554
Türkmen, a.g.y. Yeni Yeryüzü, Şubat 1994
227
Türkmen’in tüketim kültürü olarak işaret ettiği olguya benzer bir değini ‘popüler kültür’
kavramı üzerinden yapılır. Popüler kültürün artık ne ‘popularitas’(bir halkın tarih içinde
değiştirmek için önerilen kültür) anlamına gelmediği saptamasını yapan Özel, sermaye
halinde mümkün olacağını ifade eden bu vurgular, Haksöz ve Yeryüzü’nde yer alan bazı
Dergide yer alan başka bir yazıda Batı kapitalizminin kendini ‘düzen’, ‘istikrar’
gibi kavramlara dayanarak var ettiğini ve buna karşı çıkan yapıları, örgütlenmeleri
bozmayınız” denildiğinde, “Hayır, biz yalnızca ıslah edenleriz” derler. Biline ki,
555
Özel, İsmet, “Popüler Kültürün Küpü Sağcılığın Tüpü”, Haksöz, Haziran 1995 (Yenişafak
Gazetesi’nden iktibas edilmiştir’
556
Koç, a.g.y.
228
ayetine muhattap bir davranış olarak görür. Dolayısıyla Alper’e göre, Batı kapitalizmi ile
sistem içi rekabete giren ‘cici İslamcılar’ ılımlı ve pragmatist olarak değerlendirilip
yaftalanmaktadır.557
erkek ve kadının yaptıklarına karşılık bir ceza, Allah’tan bir ibret olarak ellerini kesin.
‘merkez ülkelerin periferi ülkelerini yapısal olarak sömürmesi’ 558 olgusuna teşmil
edilmesidir. Böyle bir yaklaşım, Yeryüzü’nde yer alan bir dosyaya katılım sağlayan
Özkaya’nın ifadelerinde görülür. Özkaya, İran İslam Devrimi’ni işaret ederek artık hırsıza
uygulanacak el kesme cezasının ‘adi hırsızlık’a uygulanan şeri bir cezadan ibaret
yorumlandığını vurgular.
Yine bu dergide yer alan yazısında İslam’ın naslarından hareketle İslam’a has bir
ekonomi doktrini ve pratiğe dökülecek bir ekonomi bilimi ortaya konulabileceğini iddia
bulunduğu için ayet-i kerime’de sözü edilen ‘haram yiyicilikte’ yalnız mahallelerindeki
557
Alper, a.g.y. Haksöz, Mart 1996
558
Wallerstein, Immanuel (2011) The Modern World System-III: The Second Era of Great Expansion of
the Capitalist World-Economy 1730-1840s, s.121-189
229
köşebaşındaki bakkalın eksik tartmasını anlar, daha geniş çaptaki haram yiyicilik ve
altında ülkemizin nasıl pahalı ve gereksiz yabancı mallara pazar kılındığını, bu yolla
halkın parasının nasıl onların ve yabancı sermayedarların cebine aktarıldığını bir türlü
kavrayamazlar.”559
Türkmen’in ‘ölçüde tartıda hile yapma’yı telin eden ayetleri bütün bir ulusal kapitalist
sisteme teşmil etmesi gibi, burada da ‘haram yiyicilik’ ve ‘hırsızlık’ fiilleri küresel
çalışan, kapitalizmi bütünlüklü bir sistem olarak kavramayıp ona İslami meşruiyet
devşirmeye çabalayan kesimlerin dar menzilli ahlakçılığıyla çatışan bir bakış açısı
hakimdir.
kaçınmaktadırlar.560
Emiroğlu, a.g.y.
559
Aydın, Vedat, “Alınterinin Karşılığı Ancak Akidenin Yaşandığı Toplumlarda Alınabilecektir” (Türkiye
560
230
eğiliminin arttığını ifade eder. 561 Haksöz’den Kaya’ya göre, Özal döneminin İslamcı
bir biçimde kurarak sisteme teslim olmuşlardır. 562 Kaya’nın bu vurguları, İslamcılık
yıllarda İslamcılar içinde zaten bazı ‘mücahid’ görünümlü müteahhitlerin ve bundan daha
561
Özcan, a.g.y. Yeryüzü, Şubat 1991
562
Kaya, a.g.y.
231
4. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
yayınlanmış metinler temel alınarak aktarılmış oldu. ‘Sosyal adaletçi’ söylem çoğunlukla
karşı kanadın öne sürdüğü tezlere karşı reaksiyoner ve polemikçi bir tutum benimseyen
taraftır. ‘Serbest piyasacı’ eklemlenmeleri temsil eden metinlerde ise böyle bir üsluba pek
özetlenmesinin peşi sıra çalışmanın ana sorusu olan ‘dergi metinlerinde ‘Müslüman
sol’un ve ‘Müslüman sağ’ın sınıfsal temelde teşekkül etme düzeyi nedir?’ sorusu
cevaplanmaya çalışılacak ve sonra diğer kutup özetlenerek aynı yöntem takip edilecektir.
antagonist söylemler, bazı açılardan daha berrak iken bazı açılardan daha bulanık
organik bir biçimde uç verdiği noktalar, dini referans yüklerinden arındırılıp vurgulanarak
da yürürlüktedir. Serbest piyasacılığı temsil eden metinler ÖFK’ları İslami bir çözüm
Dergilerde diğer uğraklara nazaran kısıtlı bir yer kaplamış olan bu karşılaşmanın
232
işadamı’ olarak intibakının sağlanması çabası bulunmaktadır. Buna karşı geliştirilen
düzeninin bir uzantısı olarak görülerek mahkum edilmesi şeklinde açığa çıkmıştır. Ancak
kitabî ‘faiz yasağı’ tartışmanın ana gündemlerinden biri olduğu için sol kutbun
İkinci eksen devletçiliğin, devlet müdahalesinin ekonomi için arzu edilir olup
politikalarına dair tartışmalarla birlikte güncelliğin kabına dökülüp şekillenir. Sağ kutupta
yer alanlar piyasa muameleleri açısından ‘devletin asli mecrasına çekilmesi’ olarak tarif
edilen minimal devleti ve bunun doğrudan bir gereği olarak devlete ait teşebbüslerin
rekabetçilik gibi düsturlarına hürmet eden bir söylem kurarlar. Üstelik bu yaklaşımın hem
Bunu yaparken her tacirin istediği gibi yer edinip malını satabildiği kadim pazarlarda
bulunan bir devletin aynı zamanda bunun mantıksal bir sonucu olarak negatif özgürlükleri
233
devletin bürokratik kontrolünü gevşetmeye yönelen muhalif enerjiden beslenmiştir.
vaaz eden neoliberal ideolojiye kanalize etmiştir. Benzer bir tablo ‘Kemalist statüko’
‘Serbest piyasacı’ İslamcılar KİT’lerin ekonominin üzerinde yük olduğu ezberinin siyasi
madun sınıfların sermayeye karşı tarihsel kazanımlarını da toprağa gömen küresel bir
sebep olduğu işçi çıkartmalara verdikleri tepkilerde her vatandaşına iş bulmakla yükümlü
bir ‘sosyal devlet’ anlayışına göz kırpmışlardır. Talep edilen bu müdahalenin mantıksal
234
sunabileceğini savunan özelleştirme karşıtı sol eleştiri ile güçlü bir koşutluk
içerisindedirler.
Üçüncü bir eksen ise, işçi-işveren meselesinde düğümlenir. Sağ kutup, işveren
bambaşkalığı ve TÜSİAD’a karşı net bir İslamcı alternatif olarak sunulması, işçisini
enformel olarak sarıp sarmalayan ‘babacan patron’ figürünün ve ‘bunun karşısında haline
savunulur.
235
bakıştaki yansımaları da belirgindir. Fordizmin hukuksal çerçeveleri yerine dinden
kaynağını alan soyut ahlaki değerlerin, vaatlere ve güvene dayalı olarak tanımlanan
Müslüman hukukunun geçirilmesi ve işçilerin de buna ikna edilmesi arzu edilir. İşçinin
ödememek için işçi sirkülasyonu yapıp maliyetleri düşüren, ücretin ve sosyal hakların
kalkınmanın dinamiği olarak ‘süt veren inek’ 563 nazarıyla yaklaşılır. Bu bakış açısı
neoliberal dönemde kamu otoritelerinin piyasalara sosyal haklar lehine değil şirketler
ücreti reva görme, işten çıkarma da bu ilkeler düzeyinde savunulabilir hale gelir. Bütün
bu tablonun nihayetinde işçilere önerilen, zayıflatılan sosyal haklarla ters orantılı olarak
Sol kutup ise sermayeyi ‘tek millet’ görerek MÜSİAD’ın da dahil olduğu sermaye
sınıfının ‘aynı yolun yolcusu’ olduğu eleştirisinde bulunur. Sendikal faaliyetler ve grevler
‘işçi eylemliliği’, ‘işçi direnişi’ gibi nitelemelerle olumlanırken üretim araçlarının özel
mülkiyeti üzerinden biriken sermaye, işçinin hakkına el koyan ‘sömürü düzeni’nin bir
sonucu olarak lanetlenir. İşçinin aç kalmamak için imzaladığı ‘iş sözleşmesi’nde rızadan
563
Metafor, bir ülkede sermayedar sınıfına zarar verecek politikalardan kaçınılması ve girişime teşvik
edilmesini savunan Liberal Demokrat Parti Eski Başkanı ve iş adamı Besim Tibuk’a aittir. Bkz. ‘Bir gün
süt vermedi diye ineği hemen kesmezler’;
https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/bir-gun-sut-vermedi-diye-inegi-hemen-kesmezler-151012
(19.05.2020 tarihinde erişildi)
236
tespit edilemeyeceği vurgulanır. ‘Emek’ kavramının üretim sürecindeki merkeziyetine
binaen işçilerin sermayeye karşı omuz verilmesi gereken, hak-batıl savaşında hakkın
savunucuları ‘mustazaf’lar olarak tanımlandığı bir dava anlayışı hakimdir. Öte yandan
enternasyonalist vurgulara yer verilir. Sınıf çelişkisinin üstyapıda temayüz eden ideolojik
devrime yönelten bir söylemin nüveleri görülür. İşçi sınıfını ‘kendinde bilinç’ten ‘kendi
için bilinç’e çağıran Marksizm’in tesiri hissedilir. ‘İşçi sınıfının üretimden gelen gücü’
çöküşünden sonra yapılmaya başlanan sosyalist tartışmaların bir aksidir. Emek üzerinden
kurulan enternasyonalist sol söylemin bir yankısı olarak emperyalist dünya sisteminin
arz eder.
237
Dördüncü bölümde bölüşüm meselesi ve gelir adaletsizliği, kutupları belirleyen
eksendir. Sağ kanat İslamcı söylem, fakirliği arızi ve Müslümanları zayıf kılacağı için
menfi bir hal olarak görür. Zenginliğin ise Müslümanların güçlenmesine ve kafire galebe
sorun olarak kodlayan neoliberal ezbere vardırıldığı görülür. Elbette zenginlik de aynı
gücü olanın karşılayabildiği bir hizmet haline gelmesi olağan bulunur. Toplumsal, iktisadi
eleştirisini perdeleyici bir işlev görür. Bu paralelde özel mülkiyete, servete dayanan güç,
sorumlu tutmanın yanında, ‘sağcı’lığın bir rüknü olarak en uç noktasına faşizmde ulaşan
bireylerin şahsiyetinin bir parçası olduğu dahi savunulmuştur. Hatta bu pozisyon, eşitliğin
faaliyet için gerekli olduğunu savlayan neoliberal doktrinle buluştuğu noktada açık bir
Sol kanat İslamcılık ise İslam’ın zenginleşme gibi bir davasının olamayacağını
238
sahabelerin örnekliğinden hareketle ekonomik açıdan zayıf düşürülmüş olan mahrum ve
tam karşısına Allah’ın kullarından muradı olarak ‘kısa çöpün uzun çöpten’ hakkını
alacağı sınıfsız bir İslam toplumu ve devamında sınıfsız bir Dünya ütopyasını koyar.
bu mücadele hattı, aynı zamanda sosyal adaletçi İslamcı söylem bünyesindeki sosyalizan
görülebilecek anıştırmalar söz konusudur. Tarihi sınıf mücadelelerin tarihi olarak okuyan
Ezilenlerin öncülük edeceği bir devrim süreciyle kapitalizmin her ülkede ortadan
kaldırıldığı, kapitalist uygarlığın helak olduğu alternatif bir dünya düzeninde sınıfların
ortadan kalkacağı tahayyül edilir. Bir önceki bölümdeki gibi; tarihte egemenlerin,
karşısına duvar olunması salık verilen dini anlayışlar için, ‘ideolojik üstyapı kurumu
mesafeli yahut karşıt olan Marksist yaklaşımların Marks’ın din görüşünden vülgarize
ederek türettikleri ‘din kitlelerin afyonudur’ sloganının bu din anlayışları için geçerli
olabileceği belirtilir. Bu tür görüşler, egemen sınıf olan burjuvazinin toplumun geniş
239
Marksist literatürde sınıf mücadelesinin zemini, strateji ve taktiklerine yönelik
edilerek kurulacak ve onların devrimci iradesine dayanacak bir İslam toplumu iddiası da
vardır. Ayrıca yine devrimci sınıf mücadelesi tartışmalarında yer bulan Gramsci’nin
mücadele etmiş Troçki’nin ‘Sürekli Devrim Teorisi’ ve bunun mantıksal bir sonucu
olarak karşı devrimciliğe, karşı devrimci akımlara karşı teyakkuzda olma gereğinin
yürütülen tartışmaların belirleyici olduğu bir eksen söz konusudur. Sağ kutup Peygamber
yaparak ticari kapitalizmi meşrulaştırma gayretindedir. Bunu yaparken çoğu zaman yanı
başında kapitalizmin arızalarını geleceğe havale eden veya Müslüman insanın iradesiyle
Müslüman işadamına ‘vahşi bir atı evcilleştirip ona hükmeden seyis’ rolü biçilir. Ancak
kapitalizmi motive edici işlevinin İslam için de gerçeklik kazanmasının arzu edildiği
240
görülür. Kapitalizme yerel bir ruh arayışındaki bu çabalar neoliberal doktrinin serbest
neoliberal doktrin ile bütünleşilir. Eşitsizliğin doğal bir olgu olarak değerlendirilmesi
gibi, Locke’un doğa durumu ve doğa yasası fiksiyonları ile uyumlu bir ‘iktisadi kanun’
laisses faire laissez passer düsturu doğrultusunda piyasalara karşı kamusal müdahalenin
izlenebildiği bir söylem düzenini temsil ederler. Ancak çoğunlukla kapitalizmle kurulan
ilişki bu kadar kılçıksız ve saf bir savunu haline dönüşmez. Kapitalizm Müslüman
ahlakıyla terbiye edilebilecek, o da olmazsa içinde mücadele edilip kemirilerek bir gün
elbet kendini Müslümanlara teslim edecek bir tarihsellik olarak yansıtılır. Kapitalizmin
değil ama teoride temsil etmek zorunda hisseden bir anlayışın sonucunda ortaya çıksa da,
Buna karşılık sol kutup, kapitalizmi bütünlüklü bir sistem olarak değerlendirip
İslamcı davayı onu tarihten söküp atacak bir kopuşun adı olarak tanımlama gayretindedir.
Nasıl ki kapitalizm olmadan modernizm eleştirisi kof ise, antikapitalist ol(a)mayan bir
241
söylemin Müslümanların blok halinde yükselişini öngören bir tür ‘Müslüman
burjuva siyasetçileri, şehirleri, resmi tarihi ve ideolojisiyle siyasi düzenin eleştiriye tabi
tutulduğu, yer yer ‘devleti, egemen sınıfın baskı aygıtı’ olarak değerlendiren Marksist
242
söylemek mümkün değildir. Çalışmanın ele almadığı bazı metinlerde dergilerin yayın
Dergisi’nde istisnai de olsa, muhafazakar sermayenin ‘laik TÜSİAD üyeleri’ ile bir
tutulmasını doğru bulmayan bir yazı da yer almıştır.564 ‘Serbest piyasacı’ söylemi temsil
eden dergilerde ise paylaşımcılığı, dayanışmacılığı ön plana çıkaran kısıtlı sayıda yazı
bulunduğu görülmüştür. Ancak tekrar vurgulamak gerekir ki; bu gibi yazılarda ifade
yaklaşımlar olmuştur. Dergilerin kurdukları söylem düzenindeki ana arterler her zaman
solun iktisadi söylemler açısından Müslüman sağ ile çatışmalı ve yer yer polemikçi
düşmanlığa varan sınıfsal pozisyonu göz önüne alındığında; ‘kültürel solculuk’ 565
Aslında bu soruya dair bazı ipuçları bulguların incelendiği son kısımda bizzat
564
Sevim, Ercan, ‘Bütün Patronlar Zalim midir?’, Yeni Yeryüzü, Haziran 1994
565
‘Kültürel sol’a muhafazakarlık bağlamında bir değini için; Mollaer (2018) Tekno Muhafazakarlığın
Eleştirisi, s.29-30
243
eden unsurdur. Harvey’in Postmodernliğin Durumu’nda dikkat çektiği gibi 566
;
olmanın mecrası olmuştur. Kimlik siyasetinin sınıfsal çatlakları sıvayıcı özelliğine karşı
belli belirsiz bir teyakkuz gösteren Müslüman sol, bu söylemi parçalayıcı ve Müslümanlık
modernizme dair eleştirileri de kimlik siyaseti yerine sınıf siyasetine yakınsayan bir
cevap müspettir.
mesela sosyal adaletçi kutupta konumlanan Haksöz çevresinin gösterdiği reaksiyon yıllar
Haksöz Dergisi ilk kez yayınlandığı 1991 yılından bu yana istikrarlı bir biçimde
yayınlarına devam eden bir dergidir. Tam da bu nedenle yayın politikasında siyasi ve
mümkündür. Emek meselesi söz konusu olduğunda değişen bu eğilimlere geçmeden önce
yerinde olacaktır. Derginin politik düzlemde Turgut Özal’lı yıllar ve Anavatan Partisi,
1990’lı yıllarda henüz hükümet etme fırsatı elde edememiş Refah Partisi, 28 Şubat
566
Harvey, David (2006) Postmodernliğin Durumu
567
Bu potansiyellerden bazılarına Bora şu makalesinde değinmektedir; bkz. Bora, “Sol-Sağ Şemasında
İslamcılık: Üçüncü Yol, Orta Yol, Milli Sağ”, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi ve Hareketi Sempozyum
Tebliğleri içinde, s.536
244
ve Kalkınma Partisi hakkındaki görüşlerinin değişen ritmi, dergi söylemindeki
Haksöz’ün, AKP’yi ise İslami olmasa da ‘Müslümanlara yol açan bir imkan’ olarak
değerlendirmesi söz konusu İslami çevrelerin siyasi partilere atfettiği rolü benimsediğini
göstermektedir.568 1993 yılında Refah Partili Kağıthane Belediyesi’nin işçi çıkararak adil
karışmayan, çarpık liberal sisteme müdahale etmeyen, özelleştirmeye İslami kılıf bulan,
OECD, IMF, Dünya Bankası, Gümrük Birliği gibi kapitalizmin baş kuruluşlarıyla
sorulabildiği bir yayın politikasına sahip olan Haksöz, soruda endişe edilen nitelikleri
Dergide 1996 yılındaki politikaları nedeniyle düzen partisi olarak görülen ve taviz
üstüne taviz vermekle suçlanan RP gibi, 1999 yılında Fazilet Partisi düzen karşıtı
karşılık Haksöz’ün parti siyaseti ile mesafelenmesi AKP iktidarları ile azalmış,
tahammülkar bir dille parti siyaseti değerlendirilmeye başlanmış; hatta 2015 yılında
568
Kayacan, a.g.m. s.336-337
569
Akdeniz, İsmail, ‘Kağıthane Belediyesi Adil Düzeni Unuttu’, Haksöz, Mayıs 1993
570
Bahadır, a.g.y. Haksöz, Mart 1996
571
Çakır, ‘Anketten Öte Seçimlerin Değeri Yok’, Haksöz, Nisan 1999
572
Alpay, “Darbeler Cumhuriyetinde ‘Yutan Eleman’ Olarak FP”, Haksöz, Şubat 2000
573
Kayacan, a.g.m. s.332
245
1996 yılından beri derginin yazarlarından olan Kayacan da bu değişimi itiraf ederken
çubuğu ters yönde bükerek, derginin RP/FP’nin siyasetine dönük eleştirilerinin ağır
Haksöz, 90’lı yıllarda daha büyük baskı altında olan selef partilere gereğinden fazla
yüklenmiştir.574
değişimin bir benzeri iktisadi düzlemde Ülker girişimi için de söz konusu olmuştur.
olarak 1999 yılının ilk çeyreğinde Kenan Alpay tarafından yazılan iki yazıda Ülker’in
patronu Sabri Ülker’in dönemin siyasi konjonktürüne uygun olarak TSK Güçlendirme
Vakfı ile Mehmetçik Vakfı’na yüklü meblağ bağış yapması yerden yere vurulur.575 2008
yılında Türkmen’in kaleme aldığı bir yazıda oğul Murat Ülker’e saldırılmaya devam
ederken, -hakkında eleştirinin dozunun kaçırıldığı Kayacan tarafından itiraf edilen Refah
Partisi gibi- 90’lı yıllarda baba Sabri Ülker’e yöneltilen şiddetli muhalefet geriye dönük
“Sistem içinde çalıştıran olarak var olmaya çalışan bu kuruluşun kurucu babası,
uygulamadaki bir çok zaaf ve yanlışa rağmen, teşhirci reklam anlayışından, kapitalist
yöntemlerle büyüme anlayışına kadar dini ölçülere dikkat ediyor, tavır alıyor ve direnç
574
a.g.m. s.358
575
Alpay, ‘Ülker AŞ'den Milyon Dolarlık Mehir!’, Haksöz, Ocak 1999 ile Alpay, ‘Atatürk'ün Kurduğu
Cumhuriyet'e Ülker'in Vatani ve Vicdani Borcu!’, Haksöz, Mart 1999
576
Türkmen, ‘Merkeze Koşanlar Başkalaşıyor’, Haksöz, Ocak 2008
246
olgudan daha da ilgi çekici olanı; 2014 yılının sonlarında sendika değiştirdikleri için işten
çıkarılan dindar işçilerin direnişi söz konusu olduğunda, 93 yılındaki işten çıkarmalara
karşı yükselen emekçi yanlısı söylemin yerinde yeller esmesidir. Haksöz konu hakkında
suskun kalmayı tercih ederken, derginin internet sitesinde yalnızca bir kereye mahsus
olarak başka bir haber portalından ‘işçilerin 122 gündür grevde olduklarına’ dair bir alıntı
yapılmıştır.577
gemlemeye çalışan bir üslupla AKP iktidarına azami bir hoşgörü gösterilmektedir. 578
yazılar dışında sosyal adaletçi bir söylemi temsil eden, AKP’nin neoliberal iktisat
kurmasını, yani ‘sosyal adaletçi’ İslamcılığa galebe çalarak başarı kazanmasını nasıl
577
“Ülker İşçileri 122 Gündür Direnişte”(Al Jazeera sitesinden iktibas)
https://www.haksozhaber.net/ulker-iscileri-122-gundur-direniste-57781h.htm
(23.05.2020 tarihinde erişildi)
578
Bora, ‘İslamcılığın Sağcılıktan Ayrı Bir İstidadı Vardı’ (Ocak 2017 tarihli söyleşi),
https://www.emekveadalet.org/soylesiler/tanil-bora-islamciligin-sagciliktan-ayri-bir-istidadi-vardi/
(23.05.2020 tarihinde erişildi)
579
Türkmen, ‘Oy Verme ve Kimliksel Seçim’, Haksöz, Nisan 2009 ile Çakır, ‘Değişim Adı Değil Adımı
Olarak Referandum’, Haksöz, Nisan 2009
247
ulusal siyasi konjonktüre atıf yaparak üç faktörlü olarak -çalışmanın sınırları gereği biraz
zaman yerden yere vurulan ve kopuşa uğratılması arzulanan ana akım tarihsel evreleri
politik spektrumda yer edinmeye, kendi adıyla sanıyla siyaset sahnesinde görünür hale
belirleyenlerinden biri olduğu için istisnalar dışında buna karşı hizalanan ‘sağcı çatı’dan
Buna karşılık Türkiye solunun ana hatlarıyla 580 , Cumhuriyetin ilk yıllarından
solculuğun ülkede seküler bir yaşam tarzı olarak da, kimlikçi biçimde algılanabilmesine
ve mirasının sosyalist düşünüş içerisinde fazla alıcısı olmayan bir renk olarak
bünyesinde taşır hale gelmiş; dindarların ‘içinden konuştuğu “sağcı’ bir gelenek” olarak
580
Birazdan değineceğim Hikmet Kıvılcımlı’yı, parti siyasetinde Mehmet Ali Aybar’ı, militanlık planında
İbrahim Kaypakkaya’yı ayrı tutuyorum. Elbette bu kapsamda değerlendirilemeyecek birçok sosyalist isim
ve örgütlenmenin de bulunduğunu teslim ediyorum.
248
kurulmuştur.581 Hall’ün çalışmanın başında yer verilen teorik yaklaşımından582 hareketle
ifade etmek gerekirse; bu tarihsel izler İslamcı söylemin neoliberal doktrinle uyum
eğilimini arttıran, buna karşı çıkış eğilimini zayıflatan bir faktör olmuştur. İslam’ın sağcı,
serbest piyasacı, özel mülkiyetçi, hür teşebbüsçü yorumları hakikate daha uygunmuş gibi
kavşaklar -90’ların ilk yarısı böyledir- ve istisnalar dışında marjinal görülmüş ve güdük
kalmıştır. Dolayısıyla 90’lar Türkiye siyasetinde ve hatta günümüzde İslam ile Sol’un
yan yana getirilmesi, düşünülmesi, tartışılması hem Ortodoks sosyalistlerin, hem ana
İkinci olarak elbette küresel konjontürün oldukça belirleyici bir etkisi olduğu
Arabistan Krallığı gibi uyumlu partnerler ‘kabul edilebilir’ değerlendirilirken; yer yer
devlet düzeyinde İran İslam Cumhuriyeti ‘terörist’ olarak tasnif edilmiştir. Bu tasnif
düzenle uyumun iktidar olmanın kilidi olduğuna dair politik kavrayışı diğerlerine üstün
kılmıştır.
581
bkz. Kuramsal Çerçeve bölümündeki Sayyid ve Asad’ın teorik yaklaşımları
582
Hall (1999) a.g.m. s.112-118
583
Örneğin; ilki 12-13 Ocak 2019, ikincisi 25-26 Ocak tarihlerinde gerçekleşen “Sol ve İslam Çalıştayı’na
sosyalistlerin ve İslamcıların gösterdikleri tepkiler incelenmeye ve tartışılmaya değerdir. İki kanattan birer
örnek için bkz. Gökdemir, Orhan “İslam ve Sol”
https://haber.sol.org.tr/yazarlar/orhan-gokdemir/islam-ve-sol-276234 (24.05.2020 tarihinde erişildi) ile
‘Yeni Akit Haberi; “Solculardan İslam çalıştayı”, 1.İslam ve Sol Çalıştayı s.142
584
Fairclough (2003) “Söylemin Diyalektiği”, Söylem ve İdeoloji içinde s.175-6
249
hegemonyanın çizdiği sınırlar kapitalizmle barışık İslamcı söylem üretimini kolaylaştırıcı
ve önünü açıcı; antikapitalist İslamcı söylemleri en fazla muhalif veya alternatif konumda
tutucu bir rol oynamıştır. İki varyant arasındaki kapışma neoliberal hegemonya
ortalama söylem düzenini aşağı yukarı yansıtan Refah Partisi’nin ‘Adil Düzen’ projesinin
akıbeti örneklenerek başlanabilir. 1991 yılında sosyal demokrat, kamucu vurguları yoğun
olan ‘Adil Düzen’in, 1994 yılında muhafazakar sermayeyi memnun edecek biçimde elden
yaklaşık bir yıl sonra Refah Partisi’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından
sonra kurulan Fazilet Partisi’nde bu kavramı slogan olarak bile kullanmamak yönünde bir
Sadece yedi yıl içinde gerçekleşen bu trajik değişimde, Refah Partisi’nin çok kısa
travma kadar, bu travmanın yarattığı korkuları hegemonik projesi için kullanışlı hale
getiren muhafazakar -nam-ı diğer ‘yeşil’- sermayenin birikim stratejisi etkin olmuştur.
585
“Adil Düzen Çıkmazı”, https://www.milliyet.com.tr/siyaset/adil-duzen-cikmazi-5349833 (24.05.2020
tarihinde erişildi)
586
Tuğal, a.g.e. s..151-154
250
sermayenin, siyasi parti yöneticilerinin(FP ve sonra AKP); Müslüman kimliğinden ötürü
Böylelikle işçiler, güvencesiz işçiler ve işsizlerden oluşan dindar alt-orta sınıflar da ancak
haysiyet’ arayışı birbirine raptedilerek sermaye birikimi için seferber edilmiştir. Her
sınıftan dindarın tasarruflarını çağıran Özel Finans Kuruluşları, Kalkınma Bankaları gibi;
şirketler ve holdingler de bu tür bir fon toplama faaliyeti sonucu kurulmuş; hatta
dindarların -Ülker marka bisküvi dahil- tüketim tercihleri bile muhafazakar sermayenin
90’lara göre daha profesyonel hale geldiği, küresel neoliberalizmle eklemlenerek büyüme
kapasitesini epey arttırdığı görülür. Artık 28 Şubat travması, zamanla elde edilen
evrilerek İslamcı siyasetteki kapitalizmle uyum düzeyi yüksek pragmatizme yön verir
hale gelmiştir. Bu yönüyle 28 Şubat ‘bin yıl’ sürmemiş, Genelkurmay ve temsil ettiği
laisist hassasiyetler orta ve uzun vadede kaybetmiştir. Ancak darbe sürecinde Refah
için kullanılan tek manivela değildir elbette. Aynı zamanda bu teslimiyet, -Hayrettin
251
Karaman’ın kapitalizme dair söylemleri üzerinden tartıştığım gibi- belirsiz bir
gelecekteki ideallere varılması için daha çok fazla yol kat edilmesi gerektiği, bu yol kat
de- sosyalizan İslamcı söylemin 2009-2013 arasında olduğu gibi bazen parlayıp sönerek
bir biçimde yoluna devam etmesini engelleyememiştir. Bu dönem İhsan Eliaçık ile
şahsiyetlerin birlikte siyaset yapma imkanlarını aradığı Halkın Sesi Partisi’nin kurulduğu,
geçtiği bir dönemdir. Aynı zamanda mevzubahis dönem sosyalistler arasında bu çabalara
el uzatıcı, diyaloga girici ‘Sol İlahiyat’587 tartışmalarının açıldığı bir zaman dilimidir.
Derneğİ(TOKAD), Özgür Yazarlar Birliği, Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen ile İnanç
Birazdan vurgulanacak olan hususların hepsi için geçerli olduğunu söylemek indirgemeci
ve iddialı olacaksa da, bu yapılarda genel olarak Türkiye İslamcılığının geçmişiyle ciddi
bir hesaplaşma çabasının baskın olduğunu ifade etmek mümkündür. Çalışmada yansıtılan
Haksöz ve Yeryüzü çevresinden farklı olarak din karşıtı olmayan sosyalistlerle diyalog ve
587
Öncesinde ve sonrasında da ‘Sol İlahiyat’ ile ilgili metinlere yer veren Birikim Dergisi’nin Şubat
2010’da yayınlanan sayısı bu konuya hasredilmiştir. Ayrıca ileriki senelerde bu minvalde tartışmalara yer
veren derleme eserler yayınlanmıştır. Bkz. Özdoğan, Kazım ve D.Aydın Akkoç (2013) Sol İlahiyat: Dini
Soldan Okumak ile Koca, Bayram (2014) Türkiye’de İslam ve Sol
588
Diyanet ve Vakıf çalışanları arasında örgütlenmektedir.
252
etkileşime daha açık bir politik tutum söz konusudur. Elbette çoğu zaman yine
örgütlenme düzeyi ve siyaset yapma kabiliyeti değişkenlik seyrederek yoluna devam eden
bu sol kutbun farkına varmak ve altını kalın kalemlerle çizmek önemlidir. Şimdi çok uzak
bir maziye, hatta başka bir evrene aitmiş gibi görünse de 1961 yılında kurulan ve kısa
sürede ciddi bir rüzgar yakalayan Türkiye İşçi Partisi dikkat çekici bir başarı sağladığı
1965 seçimlerinde ‘Kısa çöp uzun çöpten hakkını alacak’, ‘Kula kulluk yetsin artık!’589
anlayacağı dilden seslenen ‘Sosyal Adalet’ adında bir dergi çıkarmış ve bundan daha da
İslamcılığı düşünmek ve sınıf temelli bir politikayı bu düzlemde tahayyül etmek elzemdir.
Bu sloganlar aynı zamanda TİP yönetiminde de yer almış ünlü edebiyatçı Yaşar Kemal’in önerileridir.
589
bkz. Atılgan, Gökhan vd. (2015) Osmanlı'dan Günümüze Türkiye'de Siyasal Hayat, s.569
253
Kaynakça
Dergiler
Altınoluk
Bilgi ve Hikmet
Bisav Bülten
Çerçeve
Düşünce
Haksöz
İktisat ve İş Dünyası
İslam
İzlenim
Umran
Yeni Yeryüzü
Yeni Zemin
Yeryüzü
Kitap ve Makaleler
ASAD, Talal (2000) “Bir İslam Antropolojisi Fikri”, Folklor/Edebiyat S:22 s.193-212
BARTHES, R. (1990), Çağdaş Söylenler, çev. Tahsin Yücel, Hürriyet Vakfı Yayınları
254
BERGER, P., LUCKMAN, T. (1991) The Social Construction of Reality, London,
Penguin Books
BOBBIO, N. (1999) Sağ ve Sol: Bir Politik Ayrımın Anlamı, çev. Zühal Yılmaz, Dost
BORA, T., CAN, K. Devlet Ocak Dergah: 12 Eylül'den 1990'lara Ülkücü Hareket,
İletişim
CİHAN, T. (2019) Pasif Devrim: İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi, çev. Ferit
Burak Aydar, Koç Üniversitesi Yayınları
ÇELİK, H., EKŞİ, H. “Söylem Analizi”, Marmara University Atatürk Education Faculty
Journal of Educational Sciences. S.27 s.99-117
ÇOBAN, B., ÖZARSLAN, Z. (der) (2003) Söylem ve İdeoloji: Mitoloji Din İdeoloji,
Su Yayınları
255
El-ZEİN, A. (2013) “İdeoloji ve Teolojinin Ötesinde: Bir İslam Antropolojisi Arayışı”,
Ege Üniversitesi Sosyoloji Dergisi S.28 s.145-176
ENGELS, F. (1998) Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, çev. Kenan Somer,
Sol Yayınları
FOWLER. R. vd. (1979) Language and Control, London, Routledge & Kegan Paul
GÜVEN, M. (2014) “Kur’ân-ı Kerim’de Çevre Bilincine Dair Bazı Ahlâkî Esaslar”,
Birey ve Toplum, C:4 S:8 s.139-161
HARVEY, D. (1993) “Esneklik: Tehdit mi Yoksa Fırsat mı?” Toplum ve Bilim, S:56-61
s.83-92)
IŞIK V., KÖROĞLU, A., SEZGİN, Y.E. (der.) (2016) 1960-1980 Arası İslamcı
Dergiler: Toparlanma ve Çeşitlenme, Nobel
256
KARA, İ. (2009) “İslam Düşüncesinde Paradigma Değişimi: Hem Batılılaşalım Hem de
Müslüman Kalalım”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce-1: Cumhuriyet’e Devreden
Düşünce Mirası, Tanzimat ve Meşruiyet’in Birikimi, s.234-264, İletişim
KILIÇ, A. (2016) İslamcı Hafızada Emek Sorunu, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Marmara Üniversitesi
KLEIN, N. (2010) Şok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselişi, çev. Selim Özgül,
Agora
LACAN, J. (1993) The Psychoses: The Seminar of Jacques Lacan Book-3 1995-1956,
çev. Russell Grigg, New York, W.W. Norton & Company, Inc.
LACLAU, E. (2015) Marksist Teoride İdeoloji ve Politika, çev. Faruk Gültekin, Doruk
LARRAIN, J. (1995) İdeoloji ve Kültürel Kimlik, çev. Neşe Nur Domaniç, Sarmal
257
LEVI-STRAUSS, C. (1987) Introduction to the Word of Marcel Mauss, çev.Felicity
Baker, London, Routledge & Kegan Paul Ltd.
LOCKE, J. (2012) Yöntem Üzerine İkinci İnceleme, çev. Fahri Bakırcı, Ebabil
MARKS, K. (2012) Louis Bonaparte'ın Onsekizinci Brumaire'i, çev. Sevim Belli, Eriş
Yayınları
MARKS, K., ENGELS F. (1998) Komünist Manifesto, çev. Muzaffer Erdost, Sol
Yayınları
258
ÖZDOĞAN, K., AKKOÇ, D. A. (der.) (2013) Sol İlahiyat: Dini Soldan Okumak,
Birikim
PARVIS, T., HUNT, A. (2014) “Söylem, İdeoloji, Söylem, İdeoloji, Söylem…”, Moment
Dergi, C:1 S:1 s.9-36
SELIGER, M. (1976), Ideology and Politics, London, George Allen & Unwin Ltd.
SIBAİ, Mustafa (1974) İslam Sosyalizmi, çev. Ahmet Cemal Niyazioğlu, Hareket
SUNAR, L. (der.) (2019) “Bir Başka Hayata Karşı”: 1980 Sonrası İslamcı Dergilerde
Meseleler, Kavramlar ve İsimler (4 Cilt), Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür
Yayınları
259
ŞENSEVER, Levent (2003) Dünya Sosyal Forumu: Aşağıdan Küreselleşme Hareketi
ve Küresel Direniş, Metis
VAN DIJK, T. (2019) İdeoloji: Multidisipliner Bir Yaklaşım, çev. Ayşe Demir, Hece
WALLERSTEIN, I. (2011) The Modern World System-III: The Second Era of Great
Expansion of the Capitalist World-Economy 1730-1840s, University of California
Press,
WEBER, M. (1985) Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çev. Zeynep Aruoba, Hil
WOOD, E. M. (2011) Sınıftan Kaçış: Yeni ‘Hakiki’ Sosyalizm, çev. Şükrü Alpagut,
Yordam
YANKAYA, D. (2014) Yeni İslami Burjuvazi: Türk Modeli, çev. Melike Işık Durmaz,
İletişim
ZAİM, S. (1978) “The Attitude of Muslim Man in Economic Life: Muslim Man Instead
of Homo-Economicus”, İslam Tetkikleri Dergisi C:7 s.243-258
ZELLIG, H. (1952) “Discourse Analysis: A Sample Text”, Language Vol.28 No:4, s.474-
494
İnternet Kaynakları
Emek ve Adalet Platformu’nun ‘İslam’da Sosyal Adalet & Din Karşıtı Olmayan Sol’
Arşivi; https://www.emekveadalet.org/kaynakca/
260
Haksöz İnternet Sitesi; www.haksozhaber.net
261
Özet
262
Abstract
This study based on class perspective, traces the economic debates in Islamism in
some journals published between early 1990 and late 1996. Although the research mainly
contains the journals named Çerçeve, İktisat ve İş Dünyası, Haksöz, Yeryüzü and Yeni
Yeryüzü (published as a continuation of Yeryüzü), the articles and news from 11 journals
in total were reviewed in this context. Findings from these journals are classified and
analyzed under the headings of ‘Banking and Interest’, ‘Government Interventionism in
Markets and Privatization’, ‘Employers’ Organizations and Labour Relations/Disputes’,
‘Income Sharing and Inequality’ and ‘Capitalism and Entrepreneurism’. Within the
scope of the above mentioned journal texts, the extent of the "free market" and "social
justice" polarization is evaluated in terms of these headings. As a result, the Muslim right
and Muslim left wings are claimed to be social facts in the first half of the 90s; at least on
the basis of economic issues. Additionaly, the study discusses the meaning of these
findings for society and politics in Turkey today.
263