Professional Documents
Culture Documents
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLAM TARİHİ ve SANATLARI ANABİLİM DALI
İSLAM TARİHİ BİLİM DALI
Doktora Tezi
Selahattin POLATOĞLU
Ankara 2022
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLAM TARİHİ ve SANATLARI ANABİLİM DALI
İSLAM TARİHİ BİLİM DALI
Doktora Tezi
Selahattin POLATOĞLU
Tez Danışmanı
Ankara 2022
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLAM TARİHİ ve SANATLARI ANABİLİM DALI
İSLAM TARİHİ BİLİM DALI
Doktora Tezi
Tez Danışmanı
davrandığımı ve aksinin ortaya çıkması durumunda her türlü yasal sonucu kabul
10/02/2022
Selahattin Polatoğlu
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ .......................................................................................................................... IV
KISALTMALAR ....................................................................................................... VIII
GİRİŞ ................................................................................................................................1
1. Araştırmanın Konusu, Sınırları ve Yöntemi ............................................................ 1
BİRİNCİ BÖLÜM
KÂTİPLERİN MESLEKÎ VE SOSYAL HAYATLARI
1.1. Abbâsî Devleti’nde Bir Sınıf Olarak Kâtipler ve Alt Grupları ........................... 31
1.5. Giyim-Kuşam...................................................................................................... 63
İKİNCİ BÖLÜM
KURUMLAR BÜNYESİNDE KÂTİPLER
2.1. İdarî Divanlarda Kâtipler .................................................................................. 133
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SİYASÎ HAYATTA KÂTİPLER
3.1. Halife ve Hanedan Mensuplarıyla İlişkiler ....................................................... 208
II
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
İLİM ve SANAT HAYATINDA KÂTİPLER
4.1. Edep Kültürü ve Kâtipler .................................................................................. 304
4.7. Matematik, Doğa Bilimleri, Sağlık, Felsefe ve Muhtelif Alanlarda Telifler .... 363
SONUÇ .........................................................................................................................381
KAYNAKÇA................................................................................................................387
ÖZET ............................................................................................................................415
ABSTRACT .................................................................................................................417
III
ÖNSÖZ
Geniş bir coğrafyaya hükmeden Emevî Devleti’ne son vererek hilafet makamını
asırlarca uhdesinde bulunduran Abbâsîler, İslam ve dünya tarihi açısından önemli bir
yer işgal etmektedir. Abbâsîler’in özellikle ilk iki asrı siyasî ve askerî başarıların yanı
sıra iktisadî, toplumsal, edebî, fikrî, kültürel ve sanatsal yönlerden kayda değer
intikal eden tarihî verilerden yola çıkarak genel hatlarıyla ortaya koymak mümkündür.
Bilhassa son yıllarda tarihçilerin daha yoğun bir şekilde üzerinde durdukları toplumsal
mümkündür. Konu İslam tarihi olunca bu işin daha kapsamlı ve daha yoğun bir çaba
türlerden oluşan zengin bir literatür taraması yapmayı gerektirir. Araştırmacı bu tarama
sırasında çok katmanlı bir dünyada farklı zaman ve mekânlarda yaşamış değişik
birleştirmeye benzer. Tarihin belli bir aralığında da olsa kâtiplerin dünyasına yelken
aktarımı, edebî ve sanatsal eğilimler ve daha pek çok konuda geçmişten haberdar olma
imkânı sunar.
IV
Arap âleminde ve Batı dünyasında konu ile alakalı kayda değer müstakil çalışmalara
rastlanmaktadır. Fakat ülkemizde erken dönem İslam tarihinde, bilhassa Abbâsî Devleti
bağlamında, kâtipler sınıfına odaklanmış derli toplu bir çalışmanın olmayışı, bizi böyle
Abbâsîler’in ilk iki asrıyla sınırlı tutulan bu çalışma için muhtelif pek çok
arasında yer alan kâtipler hakkında klasik kaynaklarda çokça bilgi bulunmaktadır.
Dağınık haldeki bu zengin malzemeyi ele alıp işlemek, bu çalışmanın başlıca zorluğu
oldu. Buna ilaveten anakronizme düşme ihtimalinin verdiği tereddüt hâli de çalışma
kolay olmadı. Biyografisi üzerinden izi sürülen bir kâtibin hayatının evrelerini tam
olarak bilememek, o kâtip hakkındaki her bilgiyi ihtiyatla kullanmaya neden oldu. Öte
yandan tarihî seyir içinde konuyla ilgili sağlıklı bir mukayese yapabilmek adına her
resmetmeye çabaladık. Yapılan iş yer yer Abbâsî Bağdat’ında kâtipleriyle ünlü bazı
ailelerin mezar taşlarını ortaya çıkarma çabasına dönüştü. Bizden sonra bu mezarlıkları
dolaşacak olanlar için, az da olsa bir restorasyon yapabilmiş olmayı ümit ediyoruz. Bu
çalışmayla İslam tarihi araştırmalarına küçük bir katkı sağlamış olmak bizim için bir
bahtiyarlık vesilesidir.
Çalışmamı yarıladığım sıralarda vefat eden ilk danışmanım Prof. Dr. İbrahim
Sarıçam’ı rahmet ve şükranla yad etmeyi üzerimde borç bilirim. Muhterem hocamın
göstermek nasip olmadı. İlmî kişiliği, edası ve sedası ile çalışmam boyunca bana
V
Prof. Dr. Nahide Bozkurt’a muhteva ve yöntem başta olmak üzere pek çok açıdan
bulunarak çalışmayı okuyup değerlendiren ve eksik noktalarına işaret eden Prof. Dr.
Levent Öztürk, Prof. Dr. Mehmet Özdemir, Prof. Dr. İrfan Aycan ve Doç. Dr. Ali
Hatalmış’a teşekkür ederim. Ürdün Üniversitesi tarih bölümü hocalarından Prof. Dr.
çalışmada dolaylı yönden büyük katkısı oldu. Bu vesileyle kendilerine şükranlarımı arz
ederim.
Tezin ilk halini baştan sona okuyup düzeltme zahmetinde bulunan biraderim
Ahmet’e ve kısmen okuyarak ifadelerin daha anlaşılır olmasına yardımcı olan diğer
ve olgunlaşmasına yardımcı olan Doç. Dr. Hakan Hemşinli, Doç. Dr. Halil İbrahim
Hançabay, Arş. Gör. Barış Çakan, Dr. Mehmet Usluer, Dr. Muhammed Ülgen, Dr. Ümit
Eskin, Arş. Gör. İsa Yalçın ve Arş. Gör. Hilal Tüfenk’e, belli başlı konularda
görüşlerinden istifade ettiğim Arş. Gör. Abdülvahid Yakub Sipahioğlu ve Samet Şenel’e
ayrı ayrı teşekkür ederim. İçinden çıkamadığım metinleri hiç üşenmeden çözüp aktaran
Doç. Dr. Haşim Özdaş’a, bazı metinlerin anlaşılmasında yardımcı oldukları için Dr.
Mehmet Şirin Aladağ ve Dr. Faruk Kazan’a müteşekkirim. İlme olan iştiyakı ve çalışma
ağabeyime çalışmanın son okumasını yaptığı için ne kadar teşekkür etsem azdır.
teşekkür ederim.
çalışmayı ithaf etmek benim için büyük bahtiyarlıktır. Bütün kardeşlerime manevi
VI
desteklerinden dolayı teşekkür ederim. Bu çalışmayla sabırlarını fazlasıyla zorladığım
Van 2022
VII
KISALTMALAR
b. : Bin, İbn
bk. : Bakınız
c. : Cilt
ç. : Çoğul
çev. : Çeviren
d. : Doğum tarihi
der. : Derleyen
dn. : Dipnot
ed. : Editör
h. : Hicrî
haz. : Hazırlayan
hş. : Hicrî-Şemsî
Hz. : Hazreti
İng. : İngilizcesi
km. : kilometre
krş. : Karşılaştırınız
Ktp. : Kütüphanesi
md. : Madde(si)
nr. : Numara
VIII
nşr. : Neşreden
ö. : Ölüm tarihi
s. : Sayfa
T. : Türkçesi
tk. : Tekil
ts. : Tarihsiz
vb. : ve benzeri
vd. : ve devamı
v.dğr. : ve diğerleri
vr. : Varak
vs. : vesaire
ykl. : yaklaşık
TRANSKRİPSİYON İŞARETLERİ
IX
GİRİŞ
ve kültür tarihi kapsamında yer almaktadır. Şu da var ki araştırmada bir zümrenin ele
kılmaktadır. Öte yandan kâtipler sınıfının idarî hayatta etkin biçimde yer almış olması,
anlama geldiği ve farklı manalar çağrıştırdığı gibi belli bir düzeyde anlam kaymasına
kâtip denilince çoğu kez yazar, arzuhalci ve mahkemedeki zabıt kâtibi canlanmaktadır.
yakından alakalı olmakla beraber araştırmanın dışında tutulan başka meslek grupları da
vardır ki bunların başında kitap istinsahı ve satışıyla iştigal eden, ayrıca yazı
1
Bir muhaddisin rivayet ettiği hadisleri veya bir âlimin okutacağı metni yazan kişi olarak tarif edilen
müstemlî hakkında geniş bilgi için bk. Yüksel Efil, Hadis İmlâ Meclisleri, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1991 (Yüksek lisans tezi); Abdullah Aydınlı, “İmlâ”, DİA, XXII, 225-226.
Ayrıca konuyla alakalı günümüze ulaşmış eserlerden Sem‘ânî’nin (ö. 562/1166) Edebü’l-İmlâ ve’l-
İstimlâ’sı kayda değerdir.
bağımsız bir meslekti. 2 İlgili diğer gruplar, verrâka bağlı veya ondan bağımsız biçimde
çalışan müstensih, 3 güzel yazı yazabilme kabiliyetine bağlı olarak Mushaf veya kitâbe
tutulmuştur. 6
Kâtip tabiri ve çoğul formu küttâb, erken dönemlerden itibaren yaygın biçimde
sınırını çizdiğimiz anlamda kâtip yerine muharrir, IV/X. asır kaynaklarında rastlanan
genellikle muhasebe işlerini yürüten kâtip için hâsib (ç. hussâb) 8 kelimeleri de
2
Geniş bilgi için bk. Hayrullah Saîd, Mevsû‘atü’l-Verrâkati ve’l-Verrâkîn fi’l-Hadâreti’l-Arabiyyeti’l-
İslâmiyye, I-III, Beyrut 2011.
3
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 119; Nedîm, I, 241.
4
Câhız, “el-Muallimîn”, 31, 39.
5
Berkel, Accountants, 45.
6
Abbâsî döneminde yaşamış bazı kişilerin, hocalarının eserlerini yazmakla vazifeli olmaları hasebiyle
“falanın kâtibi” diye isimlendirildiğine rastlanmaktadır. Örneğin Vâkıdî’nin (ö. 207/823) kâtibi
Muhammed b. Sa‘d (Belâzürî, Ensâb, I, 166; II, 300; VIII, 246; Taberî, VIII, 634; Sem‘ânî, el-Ensâb, V,
8), fakih ve muhaddis Leys b. Sa‘d’ın (ö. 175/791) kâtibi Ebû Salih Abdullah b. Salih (Halîfe, 477;
Belâzürî, Ensâb, I, 249; II, 168; X, 380; Cehşiyârî, 99; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, II, 145; Sem‘ânî, el-Ensâb,
V, 6-7). Ayrıca Muhammed b. Sa‘d, Yezîd b. Abdülmelik’in kâtibi Muhammed b. Sa‘d (Belâzürî, Ensâb,
VIII, 276) ile karıştırılmaması için Vâkıdî’ye nisbetle “Kâtibü’l-Vâkıdî” şeklinde anılmış olması
muhtemeldir.
7
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 119; Tevhîdî, el-İmtâ‘, 61; Sâbî, el-Vüzerâ, 145.
8
Hâsib ile kâtibin ayırt edildiği de görülmektedir (İbnü’l-Fakîh, 319). Nitekim Ebân el-Lâhıkî, Ca‘fer el-
Bermekî’yi övdüğü şiirinde onu kâtib ve hâsib olarak anmaktadır (İbnü’l-Mu‘tez, Tabakâtü’ş-Şuarâ,
235). Ebû Hayyân et-Tevhîdî “kitâbetü’l-hisâb” ile “kitâbetü’l-belâğa ve’l-inşâ ve’t-tahrîr” başlığı altında
bir bahis açarak inşa kâtibi ile muhasebe kâtibini (kâtibü’l-hisâb) mukayese eder ve inşâ kâtibinin
üstünlüğünü ispatlamaya çalışır (el-İmtâ‘, 83-87). İki kâtip türünün mukayesesi için ayrıca bk. Harîrî,
Makâmât, 146-148 (22. Makâme); Kalkaşendî, I, 84-88.
9
Sâbî, Rusûm, 48.
2
benzer dürrâ‘a adlı kıyafetlerinden ötürü ehlü’d-derârî‘ ifadesiyle 10 tarif edildiklerine
de rastlanmaktadır.
bulunanlar temelde kılıç ve kalem erbabı olmak üzere ikiye ayrılır. 11 Dolayısıyla devlet
denilince akla ilk gelen sınıflar askerler ve kâtiplerdir. Şu da var ki sultanın hizmetinde
olanların tamamı bu iki gruptan birine dahil olmayabilir. Örneğin sarayda görevli hâcib,
kâhya (kahramân), nedim, tabip, aşçı, hâzin, ferraş, seyis vs. kimseler elinde kılıç veya
kalem olmaksızın sultanın, dolayısıyla devletin hizmetindeydi. Buna bağlı olarak ele
alınan kâtiplerin devlete hizmet eden ve sultanın emrine tâbi kimseler olduğu 12 baştan
belirtilmelidir.
itibaren Büveyhîler’in Bağdat’ı ele geçirdikleri yıla (334/945) kadar hizmet etmiş olan
kâtipleri kapsamaktadır. İdarî, malî ve askerî divanlar başta olmak üzere, şurta (emniyet
merkez kâtiplerine nazaran taşra kâtipleri hakkında daha az bilgi sunduğu için verilen
örnekler çoğunlukla merkez kâtiplerine aittir. Bu yüzden taşra kâtipleri ayrı bir başlık
altında ele alınmamış, ulaşılan bilgiler ilgili başlıklar altında işlenmiştir. Abbâsîler’in ilk
iki asrıyla sınırlandırılan konunun kapsamına, bu süre zarfında ortaya çıkan Ağlebî,
Tâhirî, Saffârî, Tolunî ve İhşidî gibi yerel hanedanların hizmetinde bulunan kâtipler
dahil edilmemiştir.
10
Cehşiyârî, 516; Tenûhî, el-Ferec, III, 277; Miskeveyh, Tecârib, V, 469.
11
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 155.
12
Sâbî, Rusûm, 48-49; Berkel, Accountants, 46, 47.
3
Abbâsî dönemi kâtiplerine dair bilgiler, çeşitli eserlerde dağınık bir biçimde yer
almaktadır. Kâtiplerle alâkalı müstakil eserler bulunmakla birlikte, onları daha kapsamlı
ve detaylı çalışmak için çok sayıda kaynağa ve satır aralarına dikkatle bakmak
katmaksızın kâtipleri çalışmak mümkün gözükmemektedir. Öte yandan çok yönlü bir
sınıf olan kâtiplerin tarihi araştırıldığında çok sayıda tâli konuya girme zarureti de
ortaya çıkmaktadır. Buna bağlı olarak birçok alt başlığın içini doldurmak ve onlarla
alâkalı kayda değer malzemeyi bulmak, çalışmanın zorlukları arasında yer alır. Bir diğer
zorluk ise gerek genel tarih kitaplarında gerek biyografik eserlerde olsun, kâtip olarak
anılan kişilerin nerede ve ne zaman kâtiplik yaptığını tam olarak tespit etmenin mümkün
olmayışıdır. Çünkü hayatının bir döneminde tabiplik başka bir döneminde kâtiplik
yapmış şahıslara, aynı şekilde kâtip olup bilahare sarayda nedim olarak hizmet etmiş
kimselere rastlanmaktadır. Hâl böyle olunca ilgili şahsın siyasî ve kültürel hayata
etkisini kâtip, nedim, tabip kimliklerinden hangisi ile ilişkendirerek ele alacağımız
hususu, işi zorlaştırmakta ve bir belirsizliğe neden olmaktadır. Aynı sorun valilik,
hâciblik ve vezirlik gibi üst düzey vazifeleri deruhde etmiş kâtipler için de geçerlidir.
arz eden bilgiler, mümkün mertebe mukayese edilmeye ve tenkide tâbi tutulmaya
kalınmıştır. Konuyla ilgili bazı yargıların doğruluğunu test etmek adına az da olsa
2. Kaynaklar ve Araştırmalar
Abbâsî tarihine ait resmî evraklar (arşiv malzemesi) günümüze doğrudan çok az
için arşiv malzemesi kullanmak mümkün, hatta zorunlu iken; Abbâsî kâtiplerine dair
4
doğrudan ve yeterli derecede resmî evrak bulmak mümkün değildir. Bu nedenle resmî
ulaşılmaktadır. Buna bağlı olarak erken dönem kaynaklarına gidilmek suretiyle bu sorun
kısmen de olsa aşılabilmektedir. Benzer bir sorun, Abbâsî kâtiplerinin çalışma hayatına
ışık tutacak mekânların ve meslekî hayatta kullanılan araç gereçlerin günümüze intikal
etmeyişidir. Ayrıca bir Abbâsî kâtibini tasvir eden II-IV/VIII-X. yüzyıllara ait bir
erken minyatür VII/XIII. yüzyıla aittir. Bu minyatürlerden yola çıkarak dört veya beş
Abbâsî Devleti kâtiplerine dair bilgiler ihtiva eden kaynakların başında genel
zamanına kadar gelen dünya tarihi, Hz. Peygamber’le başlayıp devam eden İslam tarihi,
bu esere yazılmış bir zeyil ve Abbâsî halifeleri tarihi şeklinde farklılık arz etmektedir.
genellikle Irak coğrafyası yer almaktadır. Divan reislerinin tespiti, kâtiplerin siyasî
vefat tarihleri başta olmak üzere pek çok açıdan genel tarih eserlerinden istifade
gelmektedir. Müellif, her bir halifeye ait dönemin sonunda divan reislerini zikretmeye
özen göstermiştir. Halîfe’nin bu yöntemini daha sonra gelen bazı tarihçiler takip
tespitinde faydalanıldı. Bağdat’ta bir verrâk olduğu bilinen İbn Tayfûr’un (ö. 280/893)
13
Abbâsîler dönemi giysilerini yazılı ve görsel tarih kaynaklarına dayanarak tespit etmeye çalışan bir
araştırma için bk. Salâh Hüseyin el-Ubeydî, el-Melâbisü’l-Arabiyyetü’l-İslâmiyye fi’l-Asri’l-Abbâsî
mine’l-Masâdiri’t-Târîhiyye ve’l-Eseriyye, Bağdat 1980.
5
ziyade Abbâsî halifeleri tarihi görünümündedir. Kâtiplerin siyasî ve entelektüel
kişiliğine ışık tutacak ayrıntılı bilgilere yer veren eserden Me’mûn dönemi kapsamında
yararlanıldı. Tarihte öne çıkan belli başlı olayları etraflıca işleyen Dîneverî’nin (ö.
Abbâsî Devleti’ne uzun yıllar hizmet etmiş bir aileye mensup olan Ya‘kûbî (ö.
292/905), ilk kısmı kapsamlı bir dünya tarihi, ikinci kısmı ise bir İslam tarihi özelliği
taşıyan Târîh adlı eserinde Abbâsîler’i 259/873 yılına kadar işlemiştir. Abbâsî ve
oranla eserinde kâtiplere genişçe yer ayırmıştır. Abbâsî divanları, kâtiplerin üstlendiği
bilgiler ihtiva eden eser, bu çalışmanın birçok yerinde kullanıldı. Ayrıca Ya‘kûbî,
yazıcılığına katkıları bölümünde ayrıca değerlendirildi. Ya‘kûbî’nin diğer bir eseri evâil
Taberî’nin (ö. 310/923) Târîh’ine divanların yanı sıra tarihî olayların akışı içinde
ve satır aralarında kâtiplerle ilgili çok önemli bilgiler barındırdığından sıkça müracaat
Abbâsî dönemi saray mensubu tarihçilerden olan Sûlî’nin (ö. 335/946) Kitâbü’l-
yılları) özellikle kâtiplerin siyasî hayattaki rolleri, divan reisleri, bürokraside nüfuzlu
Mürûcü’z-Zeheb’inden ise daha çok kâtiplerin siyasî, sosyal ve kültürel hayattaki rolleri
6
Arîb b. Sa‘d’ın (ö. 369/979-80) Taberî’ye zeyil olarak yazdığı Sılatü Târîhi’t-
Taberî’ye de müracaat edildi. Müellif her ne kadar büyük ölçüde Sûlî’nin el-Evrâk’ını
320/928-932 yılları arası başka kaynaklarda yer almayan bilgileri içermesi bakımından
kayda değerdir.
müsadere edilmesi gibi pek çok konuda sıkça başvuruldu. 295/907 öncesi itibariyle
eserde yer alan bilgilerin Taberî’de de yer aldığı, bu tarihten 334/945 yılına kadar ise
Genel tarih eserlerinden İbn Kuteybe’nin (ö. 276/889) el-Meârif’i ve ona nisbet
Bir yönüyle kronik diğer yönüyle biyografik eser özelliği taşıyan İbnü’l-
ve dinî ilimlerle iştigal etmiş kâtiplerin tespiti açısından ayrı bir öneme sahiptir. Yine bu
bağlamda anılması gereken diğer bir eser Belâzürî’nin (ö. 279/892) Ensâbü’l-Eşrâf’ıdır.
yapmış olan müellif, aynı zamanda Abbâsîler’e kâtip olarak hizmet etmiş bir aileden
7
gelmektedir. Nesep esasına göre sıralanmış biyografilerden oluşan ilgili eser, bir
yönüyle de halifeler tarihidir. Emevî tarihi açısından geniş ve zengin bilgiler ihtiva eden
bu eser, ne yazık ki Abbâsîler için sadece otuz yıllık bir süreyi kapsayan ilk üç halife
dönemine yer vermektedir. Buna rağmen Abbâsî kâtipleriyle ilgili nadir bilgiler içeriyor
kâtiplerin dinî kimlikleri bağlamında müracaat edildi. Bunlar arasında Âmid’deki bir
Süryanî manastırında yazılmış anonim Zuqnin Kroniği (II/VIII. yüzyıl), Bizans tarihçisi
bu esere zeyil yazan Yahyâ el-Antâkî’nin (ö. 458/1067) tarihi, Mârî b. Süleyman’ın
(VI/XII. yüzyıl) patriklere dair eseri ve Yahudi Natan ha-Bavli’nin (IV/X. yüzyılın
Genel tarih kitapları dışında, içeriği ve sınırları yönüyle farklılık arz eden eserler
edebî yönü öne çıkan özel tarih diyebileceğimiz eserler de sıklıkla başvurduğumuz
kaynaklar arasında yer almaktadır. Kâtipler ve vezirlere dair eserlere ise çalışmanın
hemen her yerinde müracaat edildi. Bunların başında Cehşiyârî’nin (ö. 331/942-43) el-
oluşan derli toplu bir kâtipler ve vezirler tarihi meydana getirmiştir. İnsanlık tarihinde
kâtiplik mesleği ile başlayan eser, Hz. Peygamber döneminden başlayıp Müktefî’ye
Me’mûn’un veziri Fazl b. Sehl’e (ö. 202/818) kadarki kısmı günümüze tam olarak
ulaşmış, geri kalan kısımları ise başka eserlerdeki alıntılardan yola çıkılarak bir araya
8
gözükmektedir. Nitekim Cehşiyârî’nin ve ondan önce kâtiplerin tarihini yazanların
Cehşiyârî’nin adı geçen eserine ve Ebû Bekir es-Sûlî’nin (ö. 335/946) günümüze
yılları) ile sınırlı olmakla beraber Abbâsî bürokrasisi açısından çok önemli detaylar
gelirleri ve maaşları gibi konularda pek nadir bilgiler bulmak mümkündür. Kâtiplerin
gözden geçirildi. Kâtip ve vezirlere dair haberler içeren daha geç döneme ait müellifi
yararlanıldı.
konularına ışık tutan eserler de kâtipler bağlamında incelendi. Bunlar arasında Ebû Ali
et-Tenûhî’nin (ö. 384/994) iki hacimli eseri müstesna bir yere sahiptir. Bunlardan el-
Ferec ba‘de’ş-Şidde’de vezirlik, divan reisliği gibi üst makamlara yükselmiş çok sayıda
şahsiyetin başından geçen zorlu süreçler anlatılmaktadır. Bir sözlü tarih çalışması
özelliği taşıyan ikinci eser Nişvârü’l-Muhâdara ise bilhassa III/VIII. yüzyılda Abbâsî
kâtiplerini tasvir eden çok sayıda anekdot sunmaktadır. Tenûhî kadar olmasa da
kâtiplere dair bilgiler ihtiva etmesi bakımından özel tarih ve edebiyat türleri içinde
320/932’den sonra) el-Mehâsin ve’l-Mesâvî’si, İbn Ebû Avn’ın (ö. 322/934) el-
9
Sıfati’l-Edebi’l-Kâmil’i, İbn Abdürabbih’in (ö. 328/940) el-İkdü’l-Ferîd’i, İbnü’d-
gözden geçirildi. Abbâsî toplumunun farklı çevrelerine yönelik zengin gözlem gücüne
dayanarak dönemin sosyal meselelerine büyük bir dikkatle eğilen Câhız’ın eserlerinde
itham edilmeleri, eğitimleri ve giysileri başta olmak üzere birçok konuda nadir bilgiler
kendisine aidiyeti tartışmalı olan el-Mehâsin ve’l-Mesâvî adlı eserlerinden geniş ölçüde
ayrışması bağlamında kâtip, siyasî ve idarî hayatta kâtibin konumu gibi meselelerin
resmî görevlerini tespit etmek ve sosyal çevrelerine dair veriler elde etmek açısından
son derece önemli olan bu kaynakların bir kısmı farklı kesimlere ait biyografileri ihtiva
olarak ediplere yer veren eserlerden faydalanıldı. Genel içeriğe sahip eserlerden ise İbn
10
Zehebî’nin Siyerü A‘lâmi’n-Nübelâ’sı ve Safedî’nin (ö. 764/1363) el-Vâfî bi’l-
Vefeyât’ına başvuruldu.
Üdebâ’sından kâtiplere dair biyografik malzemenin yanı sıra telif ettikleri eserler
Kâtiplerin telif ve tercüme eserleri, kâtipler hakkında biyografik bilgiler, yazı araç-
gereçleri, hat sanatında kâtiplerin rolü gibi konularda zengin bilgiler içeren eserin erken
kâtiplere ve eserlerine tahsis edilmiş olması, kâtiplerin kültürel hayattaki izlerini takip
reisliği yapmış olan İbn Hâcibü’n-Nu‘mân’dan (ö. 351/962) alıntılanan şair kâtipler ve
şiirlerinin yekûnu ile ilgili kayıt, 14 kâtipliği ikinci planda kalmış bazı şahısların tespitini
kolaylaştırdı.
yetişmesine yardımcı olmak üzere yazıldığı için tarihî hadiseleri pek ihtiva etmez; ancak
14
Nedîm, I, 531-538.
11
kâtiplerin bilmesi gereken konulara ayrıntılı biçimde yer verir ve idealize edilen kâtibi
tasvir eder. Meslekî açıdan kendilerini geliştirmek için kâtiplerin bu kitaplara sıkça
anlaşılmasında yardımcı olduğu gibi, idarî ve malî kurumların işleyişinin daha iyi
ve ona en kapsamlı şerhi yazmış olan Endülüslü âlim Batalyevsî’nin (ö. 521/1127) el-
konu edinen Rusûmu Dâri’l-Hilâfe adlı eserinden resmî yazışmaların dili ve kuralları,
önemli bir kısmının Bağdat ve çevresinde yaşamış kâtipler tarafından kaleme alınmış
(posta) teşkilatının işleyişi, vilayetlerdeki idarî yapı, vergi sistemi, divanlar, taşrada
kâtiplik, diplomaside kâtipler, kâtiplerin dinî ve etnik kimlikleri, kâtiplerin refah düzeyi,
kâtiplerin giyim-kuşamı, yazı malzemelerinin üretildiği yerler gibi farklı birçok konuda
12
el-Büldân’ında Bağdat ve Sâmerrâ’dan uzunca bahsedilen bölümde kâtiplere ve
başında İbn Hurdâzbih (ö. 300/912-13), İbnü’l-Fakîh (ö. 289/902’den sonra), İbn Rüste
(ö. 300/913’ten sonra), İstahrî (ö. 346/957), İbn Havkal (ö. 367/977’den sonra), Makdisî
münasebeti, kâtip kökenli valilerin tespiti, merkez ile taşra arasındaki bürokratik
ilişkilere dair konularda istifade edildi. Şehir tarihlerinin genellikle biyografi ağırlıklı
olması, bazı kâtipler hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşılmasını sağladı. Ezdî’nin (ö.
Kudât’ı, İbn Asâkir’in (ö. 571/1176) Târîhu Medîneti Dımaşk’ı kullandığımız eserlerin
Bağdat’ın tarihinden bahseden ilk cildi ile diğer ciltlerinde yer verilen biyografiler
çerçevesinde geniş ölçüde faydalanıldı. Ancak Hatîb’in, biyografilere yer verirken ilgili
şahsın bir şekilde hadis ilmiyle irtibatlı olmasını kriter kabul ettiği düşünüldüğünde,
eserde çok sayıda ünlü kâtibin hatta vezirin olmadığı fark edilecektir.
çalıştık. Ruveyda Rıfka’nın yüksek lisans tezi, Arap dili ve edebiyatı sahasında
olmasına rağmen kâtiplerin tarihsel bir çerçevede ele alınması ve ciddi tahliller ihtiva
Abbâsîler’in ilk iki asrını içine alan zaman diliminde kâtiplerin bir sınıf olarak temayüz
15
Ruveyda Rıfka, Numuvvu Tabakati’l-Küttâb ve Tatavvuru Rusûmi’l-Kitâbeti’d-Dîvâniyye hattâ
Evâili’l-Karni’r-Râbi‘i’l-Hicrî, Beyrut Amerikan Üniversitesi, Beyrut 1981.
13
etmeleri üzerinde durulmuştur. Kâtipliğin düzeyleri, siyasî hayattaki rolü, maaşlar ve
gelirler, kullanılan araç gereçler, kâtibin âdâbı (bilgisi ve görgüsü) gibi konular genel
birlikte Kudâme b. Ca‘fer, İbn Vehb ve Tenûhî gibi müelliflerin son derece önemli
Konuyla yakından alakalı diğer bir çalışma, Sıvân Şerefât’ın doktora tezidir. 16
kâtipler dışında vali/âmil, vezir, hâcib, muhtesib, asker, şurta gibi devlet görevlileri
konuya dahil edilmiştir. Bu nedenle birçok konuda giriş düzeyinde ve özet bilgilerle
iktifa edilmiştir. Bazı konularda ağırlıklı olarak Abbâsîler dönemi öncesine ait
Abbâsî kurumlar tarihi hakkında muteber çalışmaları bulunan Abdülaziz ed-Dûrî, Ömer
aldığını fark ettiğimiz için Şerefât’ın tezi, daha ziyade çalışmamızın planını ve
farklı açılardan ele alan çalışmasını 17 da anmak gerekir. Vezirlerin ön planda olduğu ve
yürütenler (münşî) ile malî kayıtlardan sorumlu kimseler (muhasip) olmak üzere iki
grup halinde, ama bütünlüklü bir şekilde ele alınmıştır. Dönemin bürokratik yapısı,
kâtiplerin siyasî ve idarî hayattaki rolleri, dinî ve etnik aidiyetleri, refah düzeyleri gibi
16
Sıvân Taleb Mireybî‘ Şerefât, Muvazzafû’d-Devâvîn fi’l-Maşrıki’l-İslâmî münzü Kıyâmi’d-Devleti’l-
İslâmiyye hattâ 334/945, Câmiatü’l-Yermûk, İrbid 2004.
17
Maaike van Berkel, Accountants and Men of Letters: Status and Position of Civil Servants in Early
Tenth Century Baghdad, University of Amsterdam, 2003.
14
Farklı dillerde Abbâsî tarihini genel hatlarıyla ya da müstakil olarak halifeleri ve
dönemlerini ele alan çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Abbâsî halifelerini dönem
itibariyle ele alan Türkçe eserler genellikle doktora tezlerine dayanmaktadır. Bu eserlere
teşkilatı, 19 vezirlik, 20 vergi sistemi, 21 kadılık 22 gibi konuları ele alan çalışmalardan geniş
maddesine başvuruldu.
yazının ilk kez ne zaman, nerede ve hangi amaca binaen kullanıldığına dair çeşitli
ilişkin olarak ortaya çıktığı kabul edilir. İnsanlar, on binlerce yıldan beri resim ve
sembollerle çok sayıda mesaj iletme yolu bulmuştur. Yazının kendisi ise ancak
18
Nahide Bozkurt, Mu’tezile’nin Altın Çağı: Me’mun Dönemi, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2002;
Saim Yılmaz, Mu‘tazıd ve Müktefî Döneminde Abbâsîler (279-295/829-908), İstanbul: Kayıhan
Yayınları, 2006.
19
Hüseyin Felâh Kesâsbe, el-Müessesâtü’l-İdâriyye fî Merkezi’l-Hilâfeti’l-Abbâsiyye: ed-Devâvîn,
Kerek: Câmiatü Mu’te, 1992; Mehmet Aykaç, Abbâsî Devleti’nin İlk Dönemi İdarî Teşkilatında Dîvânlar
(132-232/750-847), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1997.
20
Dominique Sourdel, Le Vizirat ‘Abbāside de 749 à 936 (132 à 324 l’hégire), I-II, Dımaşk: Institut
Français de Damas, 1959-60; Halil İbrahim Hançabay, Abbâsîler Döneminde Vezirlik (295-530/908-
1136), İstanbul: Klasik Yayınları, 2017.
21
Gaydâ Hazne-Kâtibî, el-Harâc münzü’l-Fethi’l-İslâmî hattâ Evâsiti’l-Karni’s-Sâlisi’l-Hicrî: el-
Mümâresât ve’n-Nazariyye, Beyrut: Merkezü Dirâsâti’l-Vahdeti’l-Arabiyye, 2001; Mustafa Demirci,
İslâm’ın İlk Üç Asrında Toprak Sistemi, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2003.
22
Fahreddin Atar, İslâm Adliye Teşkilatı: Ortaya Çıkışı ve İşleyişi, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, 1991.
15
kullanıcıların düşündükleri ve hissettikleri ya da ifade ettikleri her şeyi somutlaştırıp
tarafından icat edildiği kabul edilmektedir. Sümerlere ait tapınaklarda bulunan, M.Ö. 4.
bin yıldan kalma en eski kil tabletin üzerindeki yazıların tahıl çuvalları ve büyükbaş
hayvan listeleri olduğu, bu sebeple bunların tapınaktaki bir tür muhasebe kaydı olduğu
düşünülmektedir. 24
Yazının icadında ilk etapta her biri, bir nesneye ya da belli bir varlığa gönderme
konuşma esnasındaki seslerin karşılığı olan harfler almıştır. Basit muhasebe işlemleri
için keşfedilen yazı, önce bir bellek yardımcısı sonra da konuşma dilinin izlerini koruma
yöntemi, hatta iletişim kurmanın, düşünceleri ifade etmenin bir aracı olmuştur. Bunlarla
birlikte yazı sayesinde dinî ve edebî sözlü ifadeler koruma altına alınmış ve
kullanıldığı yerlerin çeşitlenmesi ile birlikte, zamanla kâtiplere has bir uğraş olmaktan
çıkıp din adamı, sanatçı ve tüccar gibi farklı statülere sahip kimseler tarafından da
Resim yazılarının yerini alan çivi yazısı, Fırat ile Dicle arasında icat edilmiş ve
kullanılmıştır.26 Yumuşak kil tabletler üzerine sivri uçlu kazı kalemi kullanmak
23
Jean, 12.
24
Jean, 12-13; Dudley, 33-34, 37-38.
25
Jean, 18.
26
Jean, 21-23.
16
Mısır’a kadar olan bölgelerde farklı yazı sistemleri doğmuş ve gelişmiştir. Örneğin
Hiyeroglif yazılarının bulunduğu ilk belgeler M.Ö. III. yüzyıla kadar uzanır; ancak bu
Hiyeroglifler her ne kadar göstergelere dayalı bir yazı sistemi olsa da çok sayıda edebî,
M.Ö. bin yıl kadar geriye giden alfabenin bulunması ve yaygınlaşmasında çoğu yerde
Akdeniz ticaretiyle tanınan Fenikelilerin ismi anılır. 28 Çivi yazısı, hiyeroglifler ve Çin
yazısı alfabeden farklı olarak sözlerin veya hecelerin kaydedilmesi anlamına gelir. Bu
bakımdan alfabenin kullanımı, yüzlerce veya binlerce göstergenin yerine otuz kadar
harfle yazmak demektir. Sonuçta bu gelişme yazma ve okuma faaliyetini büyük ölçüde
kolaylaştırmıştır. 29
ilişkilerin kayıt altına alınmasını gerekli kılmıştır. Kayıt işlemlerinin çeşitli ve karmaşık
hale gelmesi ve nicelik bakımından artması, bu konuda işi bilen sabit görevlilerin tayin
müstakil hale gelmiş ve devletin idarî düzeninin işlediği her dönemde ve her coğrafyada
gibi farklı resmî işlemlerin kaydının tutulması gibi işler daima kâtipler tarafından yerine
27
Jean, 25-27.
28
Moscati, 131-135; Jean, 51.
29
Jean, 52.
17
getirilmiştir.30 İdarî ve hukukî işleri kaydetmenin haricinde tarih yazıcılığının temelini
düğünler başta olmak üzere saraydaki önemli gelişmeler, savaşlar, barış antlaşmaları,
hatta doğal afetler gibi pek çok konuyu kayda geçirdikleri üzerinde durulan bir
husustur. 31
Kâtiplerin idarî, malî ve adlî işlerde yazıyı kullanmaları, zamanla birtakım güç
tarihlendirme ihtiyacı doğmuş, buna binaen takvim kullanımı ortaya çıkmıştır. Ayrıca
ilerleyen zamanlarda resmî belgelerle metinlerin sahtelerinden ayırt edilmesi için mühür
icat edilmiştir.
Kâtiplerin kullandığı araç gereçler ile yazı malzemeleri yere ve zamana göre
geç dönemlerde Mısır’da bitki liflerinden imal edilen papirüs, Yunanlarda balmumu
tabletler, çeşitli bölgelerde deri, tahta, kaya gibi nesneler, Çin’de ise kâğıt kullanılmıştır.
dönemlerde yazma aracı olarak sivri ve sert cisimlerin yanı sıra kuş tüyü tercih
okuma yazma faaliyeti içine girmiş ve muhasebe bilgisi öğrenme yoluna gitmiştir. Zira
30
Jean, 21; Trevor, 31-33, 78, Dudley, 43-46.
31
Jean, 30; Kramer 59-68.
32
Jean, 12, 15, 40-41.
18
bu becerilere sahip kişi, ayrıcalıklı bir konuma ulaşma imkânına erebilmiştir. Bu
yönüyle eski uygarlıklarda kâtipler, seçkin bir azınlık grup olarak görülmüştür. Bu
meslek genellikle belli çevreler ve gruplar arasında babadan oğula geçecek şekilde
varlığını sürdürmüştür. 33
tam zamanlı ve yarı zamanlı olmak üzere çalışan kâtipler bulunmaktadır. Resmî görevli
esirlerin kaydı, kâtipler tarafından tutulmuştur. Taşrada istihdam edilen bazı kâtipler,
olması, çok farklı alanlarla ilgili ve çeşitli muhtevalara sahip bu kayıt tutma işleminin
bir kil tablette taşra kâtibinin resmî mektubun köşesine kişisel işlerini yazmış olması
kâtipten orada bulunan ailesine ve geride bıraktığı mallara göz kulak olmasını
istemektedir. 35
33
Jean, 21, 39-40; Bryce, 73, 76.
34
Kramer, tür.yer.; Bryce, 72-87.
35
Bryce, 87.
19
İslam kaynaklarında anlamı, önemi ve geçmişi bağlamında kalem, yazı ve
ortaya çıkışı, hangi milletlerin hangi alfabeyi kullandıkları ve Araplarda yazının gelişim
süreci üzerinde durulmaktadır. 36 İslam’ın doğduğu yıllarında Araplara ait müstakil bir
öncesinde Güney ve Kuzey Arapları arasında dinî içerikli metinler, hikmetli sözler, şiir,
yapılan antlaşmalar, emânlar, mektup ile haberleşme, mezar kitabeleri gibi çeşitli
Bizans’tan ele geçirdikleri topraklarda idarî, askerî ve malî işler için kayıt tutmaları icap
Medine’de temellerini attığı İslam devleti şekillendikçe devlet işlerinin düzenli ve kalıcı
36
İbn Abdürabbih, IV, 239-240; Cehşiyârî, 29-30; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 11-19, 268; tür.yer.; Mes‘ûdî, et-
Tenbîh, 79-; 81; Hamza el-İsfahânî, et-Tashîf, 15-25. Nedîm el-Fihrist’de 1. makalenin 1. fennini Arap ve
Acemlerin dillerinin özellikleri, kalemlerinin nitelikleri, hat türleri, yazı şekilleri, alfabeler ve kâğıt
türlerine ayırmıştır (I, 9-49). Hayatı ve eserlerinin aidiyeti üzerinde çeşitli tartışmalar bulunan İbn
Vahşiyye (ö. 318/930-1) ise Şevku’l-Müstehâm fî Ma‘rifeti’l-Aklâm isimli eserinde yüze yakın alfabeye
yer verir. Bu alfabelerin yaygın bir yazı alfabesi mi yoksa sihir ve tılsım gibi işlerde veya şifreli
mesajlarda kullanılan semboller mi olduğu tartışmalıdır.
37
İslam öncesi Araplarda yazı ve kullanımı ile ilgili geniş bilgi için bk. Cehşiyârî, 29-30, 42; Seâlibî,
Letâifü’l-Meârif, 39-40; Cevâd Ali, I, 44-56; VIII, 152-335; Çetin, “Arap (Yazı)”, 276-278, 281.
38
İslam kaynaklarında kitâbet ve kâtiplik hakkında anlatılanların genellikle İslam öncesi Fars idarî ve
bürokratik yapısına dair bilgiler ihtiva etmesi dikkat çekicidir. İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, I, 52, 87-89;
Belâzürî, Fütûh, 649-650; Dîneverî, 121-124; Ya‘kûbî, Târîh, I, 144; Taberî, I, 175, 538; II, 150-152; VI,
178; Cehşiyârî, 30-42; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 147; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, 35-36, 89, 90-91; Hamza el-
İsfahânî, et-Tashîf, 21-24; Hârizmî, Mefâtîh, 139; Miskeveyh, Tecârib, I, 53, 81, 86, 142, 184-185; İbn
Halef, 30-31.
20
biçimde yürütülmesi için kâtiplere duyulan ihtiyaç her geçen gün daha da fark edilir
hale gelmiştir.
döneme mahsus olarak vahyi yazmakla görevli kâtipler bulunurken, diğer tarafta
belgelemesi gibi durumlar için de kâtipler var olmuştur. Kaynaklarda vahyi yazmakla ve
savaşa katılanların isimlerini ve çeşitli gelirleri yazdırmış olması, ileride Hz. Ömer’in
Hz. Ebû Bekir döneminde zekât, fey ve ganimet türünden devlet gelirlerinin
işaret etmektedir. Hz. Ömer döneminde ise Medine’ye ulaşan gelirlerdeki ciddi artış ve
Medine halkına bağlanan maaşların (‘atıyye) ve erzak yardımının belli bir düzene göre
39
Geniş bilgi için bk. Halîfe, 99; Bağdâdî, el-Küttâb, 138-139; Belâzürî, Ensâb, II, 192-193; a.mlf.,
Fütûh, 662-664; Ya‘kûbî, Târîh, II, 53; Taberî, III, 173; VI, 179; İbn Abdürabbih, IV, 243-245, 250-251;
Cehşiyârî, 43-46; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, 245-246; Miskeveyh, Tecârib, I, 273-275; Seâlibî, Letâifü’l-Meârif,
40-41; İbn Hudeyde, I, 43-192, tür.yer.; Huzâî, 171-193, 261-262, 287-291, tür.yer.; Kalkaşendî, I, 125-
126; Kettânî, I, 265-330; 373-378, 384, 390-391; A‘zamî, tür.yer.
40
Hz. Ömer’in kurduğu divan hakkında geniş bilgi için bk. Belâzürî, Fütûh, 630-636; Ya‘kûbî, Târîh, II,
105-106; Taberî, IV, 112, 209-210; Cehşiyârî, 48-50; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 197-199; Huzâî, 143-147,
249-250; Fayda, 221-262.
21
hükümdarların defter tuttuklarını (devvenû dîvânen) ve ordular kurduklarını (cennedû
Dîvânü’l-atâ olarak anılan ilk defterler Akîl b. Ebû Tâlib, Mahreme b. Nevfel ve
sahip olması, özellikle Hz. Ömer zamanında mısr (ç. emsâr) denilen büyükşehirlerin ve
cünd (ç. ecnâd) denilen ordugâhların oluşmasıyla birlikte 43 buralarda yerel divanlar
kurulmuştur. Bu divanlardan bazıları daha önce var olan divanların yerini alırken,
bazıları ise -özellikle de orduya ait divanlar- bu dönemde ihdas edilmiştir. Toprak
Ebû Mûsâ el-Eş‘ârî’ye sırasıyla kâtiplik yapmış olan, Muâviye zamanında ise Irak
41
Belâzürî, Fütûh, 630-632.
42
Cehşiyârî, 49-50.
43
Ya‘kûbî, Târîh, II, 106.
22
valiliğine tayin edilen Ziyâd b. Ebîh, özellikle harâc kâtiplerinin İranlı eşraf arasında
ettiği aktarılmaktadır. Ona divanlar konusunda yetkin Enbârlı bir adamdan bahsedilip
onu kâtip edinmesi tavsiye edilince Hz. Ömer, “Böyle yaparsam, müminlerin dışında
birini dost/sırdaş (biṭâne) 45 edinmiş olurum.” diye cevap vermiştir. 46 Hz. Ömer
Buna şu hadise örnek verilebilir: Hz. Ömer, Basra valisi Ebû Mûsa el-Eş‘ârî’den
kâtibini çağırarak Şam’dan gelen mektupları okumasını istemiş; Ebû Mûsa, kâtibinin
Hanîflerden birini tercih etmediğini sormuştur. Bunun üzerine Ebû Mûsa, “Onun dini
kendisine, kitâbeti ise bana.” sözleriyle karşılık vermiştir. Hz. Ömer ise Allah’ın
verdiklerini alçaltmaması konusunda onu ikaz etmiştir. 47 Başka bir rivayette benzer bir
durum, Hz. Ömer ile Amr b. el-Âs arasında geçmektedir: Mısır’ın fethedilmesinin
ettiğini belirtmiştir. Hz. Ömer ise önceki rivayette olduğu gibi Müslümanları tercih
44
Ya‘kûbî, Târîh, II, 153; Dûrî, en-Nüzum, 122.
45
Ayete (Âl-i İmrân, 3/118) atıfta bulunulmaktadır.
46
Taberî, IV, 202. Tavsiye edilen kâtibin Hîreli olduğunu kaydeden başka bir rivayet için bk. İbn
Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, I, 86; Seâlibî, el-İktibâs, I, 117.
47
İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, I, 85. Hz. Ömer ile Ebû Mûsâ arasında geçen benzer bir olay için ayrıca
bk. Tevhîdî, el-İmtâ‘, 225; İbn Abdülber, Behcetü’l-Mecâlis, I/1, s. 359; Kalkaşendî, I, 94.
23
etmenin önemine değinen ifadelerle ikazda bulunmuştur. 48 Ya‘kûbî’nin gayrimüslim
kâtip istihdam eden ilk halife olarak Muâviye’yi zikretmesi, 49 Hz. Ömer’in bu
tutumunun Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde de devam ettiğine işaret etmektedir. Hz.
açıklanabilir.
çıkması açısından önem arz etmektedir. Hz. Osman döneminde baş gösteren fitneler
idarî, malî ve askerî işlerin yürütülmesinde daha fazla sayıda kâtibin istihdamı gerekli
dilinin hâkimiyetini güçlendirmek gibi amaçlara bağlı olarak malî divanların dilinin
48
Kalkaşendî, I, 94.
49
Ya‘kûbî, Târîh, II, 155.
50
Erkoçoğlu, 369-373.
24
Sercûn b. Mansûr en-Nasrânî’den 51 yapmasını istediği bir işte ağır davrandığını görünce
kendisine havale etmiştir. 52 Bir yıl geçmeden Süleyman divan defterlerini Rumcadan
“Geçiminizi artık bu meslek (ṣınâ‘a) dışında bir yerlerde arayınız, zira Allah onu sizden
ayırdı.” 53
hem Kûfe’de iki ayrı divan var olagelmiştir. Hz. Ömer döneminde ihdas edilmiş olan,
kendisine bağlı olarak dağıtıldığı divanın dili Arapça, devlet gelirlerine bakan Dîvânü’l-
harâc’ın dili ise Farsçaydı. Haccâc’ın Irak valisi olduğu sıralarda, harâc işlerini takip
kâtipliğini yapan, Benî Temîm’in azatlılarından olup Arapça ve Farsça yazabilen Salih
b. Abdurrahman, işini iyi yapması nedeniyle Haccâc’ın takdirini kazanmıştır. Salih, bir
kendisine ondan daha fazla muhtaç olduğunu ve hesap işlerinde kendisinden daha
51
İsmi Sergios şeklinde de geçen Sercûn’un aynı adı taşıyan dedesi, Bizans hâkimiyeti döneminde
Dımaşk’ın özellikle mali işlerinden sorumluydu. 14/635 yılında şehrin İslam komutanlarına teslim
edilmesinde rol almış ve İslam hâkimiyetinden sonra da aynı görevde kalmıştır. Avcı, 127.
52
Cehşiyârî, 81; İbn Abdürabbih, IV, 252.
53
Belâzürî, Fütûh, 271-272; Nedîm, II, 140-141.
25
yetkin bir kimseyi bulamayacağını söyler. Bunun üzerine Salih: “Dilersem hesap
meslektaşlarına: “Bundan [kâtiplikten] başka bir kazanç yolu bulun.” der. 54 Cehşiyârî,
kabiliyetini görünce ondan bir süre ortalıkta görünmemesi için hasta numarası
82/700-701) sırasında ölünce Haccâc onun yerine Salih’i getirir. Salih kendisiyle
sorması üzerine Salih: “Onda bir (‘uşr) ve onda birin yarısı (nıṣfu ‘uşr)” diye cevap
verir. Merdânşâh: “Pekâlâ veydi [küsuratı] nasıl yazarsın?” diye sorunca Salih: “Aynı
şekilde veydi yaklaşık (nîf), ziyâdeyi ise artan (tezâd) şeklinde yazarım.” diye yanıtlar.
dünyadan kökünü kazısın!” diye beddua eder. Ayrıca Salih’e divan defterlerini
54
Cehşiyârî, 78-79. Ayrıca bk. İbnü’l-Fakîh, 388-389.
55
Taberî, VI, 341.
56
Erkoçoğlu, 371-372.
57
Farsçada 1/10 ve 1/20 anlamına gelmektedir.
26
Arapçaya nakletmekten vazgeçmesi için 100 bin dirhem teklif edilmiş; ancak o bunu
övülmüştür. 58
etmiştir. Burada da benzer şekilde ordu divanlarının dili Arapça, Harâc divanı ise
Rumca (Yunanca) olmuştur. Bununla birlikte Harâc divanında Kıptîcenin de yer yer
divanların dili Humuslu İbn Yerbû‘ el-Fezârî tarafından Arapçaya çevrilmiştir. 60 Kindî,
resmî evraklarda Arapça ve Rumcanın yanı sıra Kıptîce ibareler de yer almaktadır. 62
Kurre döneminden kalan evraklar, Mısır’da divanların Arapçaya tahvil sürecinde eski
dildeki kayıtların bir çırpıda ortadan kalkmadığını ve bir geçiş döneminin yaşandığını
göstermektedir.
kâtipler arasında Horasan valisi Nasr b. Seyyâr’ın hizmetinde hususî olarak çalışan Benî
58
Belâzürî, Fütûh, 421-422; krş. Miskeveyh, Tecârib, II, 388. Önce Irak, ardından Şam divanlarının
Arapçaya çevrilme faaliyetini Belâzürî’den neredeyse aynı şekilde alıntılayan Nedîm, bu gelişmeye
kadim bilimlerin Müslümanların gündemine girmesi ve çeviri hareketinin başlaması bağlamında yer verir
(el-Fihrist, II, 139-141).
59
Erkoçoğlu, 373.
60
Makrîzî, Hıtat, I, 184.
61
Kindî, 58-59.
62
Ebû Safiyye, 349-352, 368.
63
Cehşiyârî, 115-116.
27
Nehşel’den İshak b. Tulayk’ın 64 ve Kahzem’in 65 adları zikredilir. Fakat bazı bölgelerde
vergi kayıtlarının Farsça tutulması, Abbâsîler’in kuruluş yıllarına kadar devam etmiştir.
Öyle ki İsfahan divanında ilk kez Arapça yazan kişinin, Ebû Müslim’in âmili Âsım b.
kabilesinin kollarından Huşeyn’in mevlâsı olduğu 67 ve aynı işi Irak divanı için yapan
Benî Temîm’in (başka bir rivayette Bâhile’nin) azatlısı olduğu 68 bildirilmektedir. Öyle
Emevîler döneminde ordu divanı da en az Harâc divanı kadar önem arz etmiştir.
olmuştur. Örneğin Kıbrıs fethiyle birlikte 33/653-54 yılında divan defterlerine kayıtlı 12
kaydedilmiş olduğu ve divanlara kayıtlı askerlerin sayısının ise çok fazla olduğu
64
Cehşiyârî, 115.
65
Bağdâdî, el-Küttâb, 140; İbn Abdürabbih, IV, 252.
66
İbn Rüste, 170.
67
Halîfe, 299; Cehşiyârî, 62, 81.
68
Belâzürî, Fütûh, 421 (T. 430); a.mlf., Ensâb, VIII, 63, 288.
69
Belâzürî, Fütûh, 209 (T. 219).
28
anlaşılmaktadır. Buna bağlı olarak ordu kâtiplerinin sayısında da büyük artış yaşanmış
olmalıdır.
etkileyen iki gelişme meydana gelmiştir: Bunların biri papirüslerdeki Hıristiyanlığa ait
yazı ve sembollerin yerine İslamî yazıların konulması, diğeri ise para reformudur. 70
Mısır’da üretilen ve Bizans’a tomarlar halinde ihraç edilen papirüs kâğıdının (ḳırṭâs)
baş tarafına “Kul huvallâhu ehad” veya besmele şeklinde Allah’ı zikretmeyi içeren
Bizans dinarlarının üzerine İslam’a hakaret eden ifadelere yer verileceği tehdidinde
olarak Bizans parasını yasaklayıp Arap parasını kullanmayı zorunlu kılma kararı
durdurulmuş ve 72/691-92 yılından itibaren yeni Arap parası aşama aşama tedavüle
girmiştir. 72 Farklı tarihlerde ve çeşitli şehirlerde çok sayıda paranın darb edilmesi,73
darphaneye getirilen 100 dirhem için 1 dirhem işlem masrafı alınması 74 gibi durumlarda
29
göstermiş olmakla birlikte paraların kaydının tutulması; merkezde devlet hazinesi olan
Irak bölgesindeki dihkanlar, devre dışı bırakılmış ve kontrol devletin eline geçmiştir.
gibi Abbâsîler’de de kâtip olarak hizmet etmiş çok sayıda kişiden söz edilmektedir. 77
Bununla birlikte ihtilal safhasında öldürülen kâtipler de vardır. Örneğin son Emevî
öldürülmüştür. Bu hadise onun vezir mesabesinde oluşu ve Mervân’a son derece sadık
kalmasıyla alakalıdır. 78 Yine Emevîler’in son kalesi Vâsıt ele geçirildiğinde Emevî
valisi İbn Hübeyre ile birlikte öldürülenler arasında valinin kâtibi Ömer b. Eyyûb 79 ve
harâc kâtibi Ubeydullah b. el-Habhâb 80 da bulunmaktadır. Öte yandan Ebû Ca‘fer el-
Mansûr’un, Emevîler’in son Irak valisi İbn Hübeyre ile Mervân b. Muhammed’in kâtibi
kaydedilmektedir. 81
76
Doğan, 186-187.
77
Cehşiyârî, 133-134, 136-137, 149, 156, 160, 162, 203, 249.
78
Cehşiyârî, 124, 131-132, 137.
79
Belâzürî, Ensâb, IV, 193.
80
Halîfe, 402, 409; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 336.
81
Nedîm, I, 379.
30
BİRİNCİ BÖLÜM
Kâtiplik, devlet düzeni ile birlikte ortaya çıkan kadim bir meslektir. Giriş
bölümünde kısaca ele aldığımız üzere İslam tarihinde Hz. Peygamber dönemine kadar
döneminde kurumsallaşmaya bağlı olarak kendi içinde bazı alt gruplara ayrılmış,
Abbâsîler döneminde ise mesleğin gereklilikleri ve sınırları daha belirgin hale gelmiştir.
eden bir gelişmedir. Divanların dilinin Arapçaya çevrilmesi kararına kâtiplerin topluca
kâtipler topluluğu (ma‘şere’l-küttâb) diye hitap etmesi 3 gibi veriler, bu dönemde bir
siyasetnâme türü kitaplarda sıklıkla geçmiş olması, kendi dönemi itibariyle önemli bir
1
Belâzürî, Fütûh, 271-272; Cehşiyârî, 79; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 200; Nedîm, II, 140-141.
2
Cehşiyârî, 125-131; İbn Hamdûn, I, 342-347; İbn Haldûn, Târîh, I, 307-311; a.mlf., Mukaddime, I, 497-
500; Kalkaşendî, I, 118-122.
3
Cehşiyârî, 125, 126, 127. Ayrıca bk. Bağdâdî, el-Küttâb, 149, 150; Câbirî, Arap Ahlaki Aklı, 180-181.
4
Sa‘d, el-Âmme fî Bağdâd, 123-136. Refah düzeyine göre toplumsal tabakalaşmaya dair bir tasnif için bk.
Dûrî, Târîhu’l-Irâki’l-İktisâdî, 259-260.
5
Taberî, I, 175; Cehşiyârî, 30-33; Mes‘ûdî, Mürûc, I, 186-188; Miskeveyh, Tecârib, I, 131-132.
Abbâsî toplumunu sınıfsal açıdan tarif eden kayda değer bazı açıklamalara
burada yer vermek uygun olacaktır. Mesela Fazl b. Yahyâ el-Bermekî (ö. 193/808)
şöyle der: “İnsanlar dört tabakadır: (1) Liyakatlerinin kendilerini öne çıkardığı
hükümdarlar, (2) kavrayış ve görüşleri nedeniyle tercih edilen vezirler, (3) zenginliğin
kendilerini yükselttiği insanlar, (4) edindikleri edep ile orta sınıfı oluşturanlar (evâsıt).
Geriye kalan insanlar ise içi boş köpük, sel sularının yuttuğu çer çöp, budala ve
seviyesiz sürülerden ibarettir. Onların yegâne tasası yemek ve uyumaktır.” 6 Fazl el-
söylemek mümkündür.
Me’mûn’un ise şöyle dediği nakledilir: “İnsanlar idare, ticaret, ziraat ve sanat ile
meşgul olma esasına göre dört tabakadır.” 7 Kâtipler de kitâbet sanatını icra eden
topluluğun; kâtipler, askerler, tüccar ve zanaatkârlardan oluşan avam olmak üzere dört
yeri hiyerarşik düzene göre belirlenmiştir. Kaynaklar protokol sırasına dair detaylı bilgi
6
İbnü’l-Fakîh, 57.
7
Seâlibî, et-Temsîl, 472; a.mlf., Âdâbü’l-Mülûk, 68-69.
8
Seâlibî, Âdâbü’l-Mülûk, 127-128.
32
karşılanması gibi durumlarda protokol kurallarına göre devlet erkânı hazır bulunmuştur.
Mehdî, Îsâ b. Mûsâ’yı 160/776 yılında veliahtlıktan azledip oğlu Mûsâ el-Hâdî
adına biat aldığı vakit, bunu yazılı olarak teminat altına almıştır. Hanedan üyeleri,
kâtipler ve askerler bu hadiseye tanıklık etmek için hazır bulunmuşlardır. Ayrıca Îsâ b.
yerlerinin belli olduğu ve kendilerine belirlenen yerden başka bir yerde durmalarının
kaydedilmektedir. 10
hesaba katılmıştır. Bununla ilgili olarak Hârûnürreşîd zamanında Horasan valiliği yapan
Ali b. Îsâ b. Mâhân, kendisine yönelik şikâyetler artınca vaziyeti kurtarmak adına
telakki edilmişlerdir. Bir habere göre, Me’mûn tarafından Horasan’a vali tayin edilen
Tâhir b. Hüseyin, halifenin huzuruna girdiğinde onun üzüntüden ağladığına şahit olur.
Halifeye bunun sebebini sorar, ancak cevabını alamaz. Tâhir, Emîn’le savaşıp onun
9
Taberî, VIII, 126, 128.
10
Cehşiyârî, 465-466; Yâkût, el-Üdebâ, V, 2005-2006.
11
Taberî, VIII, 316.
33
kesik başını kardeşi Me’mûn’a gönderdiği günleri hatırlayarak halifenin kendisi
hakkında olumsuz düşüncelere kapılabileceğini düşünür. Bunun için kâtibi Hârûn (veya
Mervân) b. Cebğaveyh’i (Ceb‘aveyh) çağırır, ona 300 bin dirhem vererek 200 binini
Me’mûn’a en yakın iki kişiden biri olan Hâdim Hüseyin’e, geri kalan 100 binini ise
kurum ve yaptıkları işin mahiyeti bakımından genellikle iki yönden tasnif edilmektedir.
Kurumsal yapıya bağlı tasnif ikinci bölümde detaylı biçimde ele alınacağından bu başlık
altında sadece yaptıkları işin mahiyeti yönüyle kâtip türlerine yer verilecektir.
İslam tarihinde kâtiplik mesleği aşama aşama gelişerek şekillendiği için erken
dönemlerde henüz Abbâsîler’deki kadar çeşitlilik arz etmemiştir. İlk elde kâtipler,
artması ve malî işlerin daha teferruatlı hale gelmesiyle birlikte kâtipler arasında iş
ikame etmeye çalıştığı sağlam idarî ve malî yapı, devletin yetki alanına giren her türlü
işlemin kaydının tutulması esasına dayanmıştır. Bu durum, kalabalık bir kâtip sınıfının
oluşmasına neden olduğu gibi yaptıkları işe göre kâtip türlerinin ortaya çıkmasını da
beraberinde getirmiştir.
12
İbn Tayfûr, Bağdâd, 89; Taberî, VIII, 578-579; Miskeveyh, Tecârib, IV, 146-148; krş. Şâbüştî, 145.
13
Dûrî, en-Nüzum, 169, 172; Berkel, Accountants, 9.
34
Halife Mühtedî’nin müeddibi ve hadis ravisi olarak bilinen Abdullah el-Bağdâdî
(ö. 256/869’dan sonra) kâtipleri beş grupta tasnif etmektedir. Çalıştıkları kurum veya
birimlere göre yapılmış bu tasnifte kâtipler; harâc, resâil, kadı, ordu (cünd) ve
ileride kâtipleri çalıştıkları kurumlar ve birimlere göre ele aldığımız ikinci bölümdeki
çelişkiler bulunmakla birlikte, ayrıca kurgu olma ihtimalini de göz önünde bulundurarak
Üst düzey kâtiplerden Amr b. Mes‘ade’nin (ö. 215/830) çıktığı bir yolculukta
karşılaştığı bir adam ona mesleğini sorar. Amr’ın: “Kâtibim.” demesi üzerine adam:
“Kâtipler beş gruptur. Sen hangi gruptansın?” diye sorar. Amr buna karşılık: “Bana
onları sayar mısın?” der. Adam bunun üzerine resâil, harâc, ordu, kadı ve şurta olmak
üzere beş grup kâtibin vasıflarını ve kâtiplerin bilmeleri gereken temel konuları sırasıyla
açıklar. Amr: “Resâil kâtibiyim.” deyince, adam: “Farz et ki, düzenli olarak yazıştığın
dostlarından birisinin annesi evlendi. Ona ne yazarsın, onu tebrik mi yoksa teselli eden
bir mektup mu yazarsın?” diye sorar. Amr bu soruya bir yanıt bulamayınca, adam “O
halde sen resâil kâtibi değilsin” der. Amr’ın: “Diyelim ki harâc kâtibiyim.” demesi
üzerine adam bu kez: “Halife seni bir beldeye vali olarak tayin etti. Sen de âmillerini
vergi toplamak üzere gönderdin. Fakat bir topluluk, arazileri ölçülürken kendilerine
haksızlık edildiği yönünde şikâyette bulundu. Sen de adilce karar vermek üzere kalkıp
oraya gittin ve arazilerden birinde bina ve ağaç namına herhangi bir şey olmadığını
14
Bağdâdî, el-Küttâb, 149-150.
15
el-İmâme ve’s-Siyâse, II, 212-216; Beyhakî, 306-308; İbn Abdürabbih, IV, 257-261; Nahhâs, 32-34;
Tenûhî, el-Ferec, III, 306-313; İbnü’l-Cevzî, XI, 7-10; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XIV, 167-170; Kalkaşendî, I,
177-181.
35
gördün. Bu arazinin yüzeyini nasıl hesaplarsın?” diyerek Amr’ı sınar. Amr: “Eni ile
boyunu çarparım.” diye cevap verir. Adam bu cevaba binaen Amr’ın harâc kâtibi de
olamayacağını söyleyince, Amr bu kez: “O halde ordu kâtibiyim.” der. Bunun üzerine
adam: “Her ikisinin adı Ahmed olan iki askerden birinin üst dudağı, diğerinin ise alt
dudağı kesik vaziyette. Bu durumu kütük defterinde nasıl tarif edersin?” diye sorar. Amr
her ikisi için de: “Ahmed el-a‘lem diye yazarım.” demesi üzerine adam: “Ya bu
askerlerden biri diğerinden fazla maaş alıyorsa, o durumda haksızlık etmiş olmaz
mısın!” diyerek onun ordu kâtibi de olamayacağına hükmeder. Peşinden Amr’ın: “Kadı
kâtibiyim.” demesi üzerine adam: “Biri hür, diğeri cariye ve her ikisi de hamile iki eşi
bulunan bir adam ölür. Öldüğü gece hür kadın bir kız çocuk, cariye ise bir erkek çocuk
doğurur. Hür kadın çocukları birbiriyle değiştirerek erkek çocuğun kendisinin, kız
çocuğun ise cariyenin olduğunu söyler. Ortaya çıkan ihtilafı kadı vekili olarak nasıl
çözersin?” şeklinde yeni bir soru yöneltir. Amr bu soruyu cevapsız bırakır. Adamın:
“Anlaşılan sen kadı kâtibi de değilsin.” demesi üzerine Amr son olarak: “O halde şurta
kâtibiyim.” der. Bu kez adam: “İki adamdan biri diğerine saldırıp adamın kafasını
kafatasına kadar yarar, kafası yarılan adam da buna karşılık hasmını beyin zarına kadar
sorusu ile Amr’ı yoklar. Amr: “Bilmiyorum.” diye cevaplar. Amr’ın şurta kâtibi de
olamayacağına kanaat getiren adam, sırası ile sorduğu soruların doğru cevaplarını şöyle
hoşlanmadıkları surette cereyan eder. Afiyet içinde gizli kalan şey, mülk içinde kınanan
şeyden daha hayırlıdır. Allah kulları için diler. Allah’ın onun ruhunu kabzetmesi senin
için hayırlı olandır. Kuşkusuz kabirler onun için daha değerlidir. Selamlar.” şeklinde bir
mektup yazarsın. 16 Arazi meselesine gelince, eğri kenarı ölçer, […]. İki Ahmed’den üst
dudağı yarık olan için Ahmed el-a‘lem, alt dudağı yarık olan için Ahmed el-eşrem
16
Bu konuda örnek bir mektup için bk. Sâbî, Gurerü’l-Belâğa, 383-386; Husrî, Zehrü’l-Âdâb, II, 71-72.
36
yazarsın. İki annenin durumu için, her birinin sütünü tartarsın, sütü hafif gelen kişi kızın
annesidir. Birbirinin kafasını yaranlara gelince, başı kafatasına kadar yarılana beş deve,
beyin zarına kadar yarılana ise otuz üç ve üçte bir deve verilir. Ayrıca başı kafatasına
kâtipleri çalıştıkları yere göre on beş başlık altında tasnif etmiş ve her bir grubun
[divanı], 8. Ceyş/ordu [divanı], 9. Zimâm [divanı], 10. Berîd/posta [divanı], 11. Fadd
[divanı], 12. Mezâlim, 13. Kadâ [mahkeme] 14. Komutanlara ve emîrlere kâtiplik, 15.
Kâtipler bahsi geçen kurumlar çatısı altında temelde beş grupta tasnif edilmiş
ayrılmıştır. Bu bağlamda Abbâsî bürokrasisinde etkin bir aileye mensup olan İbn Vehb
(335/946’da hayatta), kâtipleri hat, lafız, akid, hüküm ve tedbîr kâtibi olmak üzere beş
gruba ayırmış, her bir grubun özellikleri ve yaptıkları işler bakımından farklılaştığını
ortaya koymuştur. 19
17
İbn Halef, eserini telif etme sebeplerini açıklarken (s. 16) kâtipler için kitâbet konusunda yazılmış diğer
eserlerde belirtilen kuralların yalnızca bir devlet [Abbâsîler kastedilmiş olabilir.] ve bir bölge için geçerli
olduğunu, onlar dışında başka kimsenin faydalanamadığından yakınır. Bu ifadelerden onun Fâtımî
kâtiplerini hesaba kattığı kadar her bölge ve her zaman için geçerli bir eser kaleme almaya çalıştığı
anlaşılmaktadır.
18
Mevâddü’l-Beyân, 48-61.
19
İbn Vehb, 315; Aykaç, 33.
37
İbn Vehb’in bu tasnifini Batalyevsî de (ö. 521/1127) İbn Kuteybe’nin (ö.
ünlü hattat Vezir İbn Mukle’ye (ö. 328/940) dayandırmıştır. 20 Batalyevsî, kendi
genişçe bilgi vermiştir. 21 Bununla birlikte kâtip türleri hakkındaki açıklamaları İbn
1) Hat Kâtibi: İbn Vehb’e göre kitap istinsahıyla meşgul olan “verrâk” ve
divanlarda yazıları temize çeken “muharrir”, hat kâtibi grubuna dahildir. Devletten
bağımsız olarak çalışan verrâklar ile divanlarda resmî vazifeli muharrirlerin aynı başlık
altında ele alınması, her ikisinin de hazırda bulunan bir metni tashih edip okunaklı ve
güzel bir yazıyla yeniden kâğıda dökmelerinden ileri gelmektedir. Buna göre hat kâtibi
yazıyı temize çekerken göze hitap etmeli, siyah ve kaliteli mürekkep kullanmalı,
kaleminin uygunluğuna dikkat etmeli ve ucunu doğru biçimde kesmelidir. Hat kâtibi
kâğıttan iyi anlamalı ve yazılacağı yere göre kâğıt tercihinde bulunmalıdır. Ayrıca
fark edilecek şekilde yazmalıdır. Hat kâtibi bu tür şekilsel hususların dışında okurken ve
yazarken hata yapmamak için Sarf ve Nahiv kurallarını en ince ayrıntısına kadar
terimleri bilmesi gerekir. 22 İbn Vehb’in hat kâtibi için gerekli gördüğü hususların daha
20
el-İktidâb, I, 137.
21
el-İktidâb, I, 137-160. Muhakkik her bir kâtip grubu için ayrı alt başlıklar açtığı için okuyucu eserde ilk
bakışta on bir kâtip türü ile karşılaşmaktadır. Yine de İbn Vehb ile Batalyevsî’nin kâtip tasnifi sayı ve
sıralanış bakımından birbiriyle örtüşmektedir.
22
İbn Vehb, 316-317; krş. Batalyevsî, I, 138-139.
38
2) Lafız Kâtibi: Sanatlı mektup yazma kabiliyetine sahip müteressil, bu kâtip
taşıması beklenen lafız kâtibi, zengin bir şiir kültürüne sahip olmalıdır. İfadelerinde ve
kullandığı şiirlerde güzel olanı tercih etmeli, kusurlu olandan sakınmalıdır. Mektuplarda
bağlamına uygun bir şekilde şiire kısaca yer vermelidir. Hiyerarşiye ve makama uygun
belâgat ve fesahat sahibi olmalıdır. Beyân ve meânî gibi ilimlere vakıf olmalıdır. Söz
kâtibi veya diğer adıyla müteressil, kaleme almış olduğu mektupların bir inşâ eseri
vezir, emir, vali gibi kimselerin özel kâtipliğini yapan ve onların mektuplarının metnini
3) Akid Kâtibi: İbn Vehb, farklı birimlerde hesap kayıtlarını tutan kâtipleri
kâtibü’l-‘akd ismi altında ele alır. Hesap işlerine bakan kâtiplerin; meclis kâtibi, âmil
(vergi tahsildarı) kâtibi ve ceyş (ordu) kâtibi olmak üzere üç gruptan oluştuğunu belirtir.
İbn Vehb’e göre akid kâtipleri için dilin inceliklerini ve i‘râb kaidelerini bilmek zorunlu
değildir. Kendilerinden asıl beklenen şey toplama, çıkarma, çarpma, bölme ve kesirli
ve seri olmaları kendilerini değerli kılar ve onların kabul görmelerini sağlar. Keza akid
kâtibi, çeşitli para birimlerinin birbirine tekabül değeri ve farklı gıda malzemelerinin
23
İbn Vehb, 350-351; krş. Batalyevsî, I, 139-142.
39
değişiminde karşılıklı değerleri gibi işlemleri kolayca ve doğru biçimde
hesaplayabilmelidir. 24
konusunda mahir olmalıdır. Bu yolla yapmış olduğu işlemlerde çok titiz davranmalıdır.
Zira malî konularda yaşanan ihtilafların çözümünde meclis kâtibinin tuttuğu kayıtlara
hükme, ancak kâtibin yazmış olduklarıyla varmak mümkündür. Meclis kâtibinin harâc
ile ilgili hükümleri çok iyi bilmesi gerekmektedir. Âmillerle münasebetinde adaleti
bir hüccet değeri taşıması sebebiyle hâkimin davada şahide başvurması gibi kendisine
başvurulduğundan akid kâtibi idarî davalar için kilit noktada yer almaktadır. 25
Diğer bir akid kâtibi olan âmil kâtibini ise meclis kâtibinin taşradaki muadili
âmil kâtibi, meclis kâtibinin sahip olduğu özellikleri taşımalıdır. Bunun yanı sıra âmil
kâtibi, harâc gelirlerinin toplanması ve kaydının tutulması sırasında âmile eşlik etmesi
münasebetiyle ziraat, arazi ölçümü ve bunlara bağlı işler ile hesapları çok iyi bilmelidir.
Buna bağlı olarak yüzey şekillerini doğru ölçebilmek için geometri bilgisine sahip
olmalıdır. Öte yandan âmil kâtibinin çiftçiye karşı müşfik olması gerektiği gibi onların
vergi kaçırma, hile, mahsulü gizleme, arazi hakkında yanlış bilgi verme hallerine karşı
24
İbn Vehb, 354-357; krş. Batalyevsî, I, 142.
25
İbn Vehb, 357-358; krş. Batalyevsî, I, 143-144.
40
hükümlerini de aynı şekilde iyi bilmelidir ki kendisine karşı usule aykırı bir girişimde
bulunulmasın. 26
Ceyş kâtibi de şu özelliklere sahip olması gerektiği için akid kâtibi grubuna
vakitlerde takdir edilen miktarının ödenmesini sağladığı için matematiği iyi bilmelidir.
Askerlerin eşkâlini (ḥuliyy) bilmeye yarayan ve her bir asker hakkında temel kimlik
bilgilerini ihtiva eden sicil defterini doğru tutmakla mükelleftir. Ayrıca askerlerin
yazmakla görevlidir. Bunların dışında ceyş kâtibi, askerin sahip olduğu binek ve
şurta kâtibi (kâtibü’l-ma‘ûne) hüküm kâtipleri grubuna dahil edilmiştir. 28 Bu dört grup
dönemin diğer kaynaklarında pek rastlanmaz. İbn Vehb de bu kâtibin kim olduğunu
açıklamak yerine, onu vezir ve sultanın adamları arasında yer alan en seçkin kişi olarak
tarif eder. İbn Vehb tedbîr kâtibi ile ilgili izahını yönetici, yönetilen ve yönetim
çerçevesine oturtarak kimi yerde sultana, kimi yerde vezire düşen görevlerden söz
eder. 29 Batalyevsî ise tedbîr kâtibi için kısaca sultan veya vezir kâtibi der. 30 İbn Vehb’in
26
İbn Vehb, 359-362; krş. Batalyevsî, I, 144-147.
27
İbn Vehb, 363-368; krş. Batalyevsî, I, 148-151.
28
İbn Vehb, 369-400; krş. Batalyevsî, I, 151-159.
29
İbn Vehb, 401 vd.; krş. Batalyevsî, I, 160.
30
Batalyevsî, I, 160.
41
konulardaki tecrübe ve birikimi sayesinde sultanlara yol gösterebilen kimsedir.
Dolayısıyla vezirliğe tayin edilecek kişinin tedbîr kâtibi payesini taşıması gerektiği
söylenebilir.
ettiği yedi kâtip türü 31 ise Dîvânü’r-resâil kâtipleri ile ilgili olmalıdır. Amîdürrüesâ’dan
izler taşıyan Kalkaşendî’ye ait başka bir tasnifte ise yedi kâtip türü, yazma tarzı ve
olmuştur. Tüccar kâtibine benzer işleri yürüten diğer bir grup ise cehbezlerin hizmetinde
faaliyet alanları şöyledir: Devlete borç para vermek suretiyle bütçe açıklarının
kapatılmasını sağlamak, mevduatları işletmek; iltizam, damân ve kabâle gibi yollarla bir
bölgenin vergi gelirlerini zamanından önce devlet hazinesine ödeyip zamanı geldiğinde
vergiyi toplamak, yolculuk sırasında yanında para taşımaktan çekinen tüccarlara çek
(suftace) hazırlayarak onların bir şehirde bıraktıkları paralarını başka bir şehirde teslim
31
Safedî, II, 168; Makdisi, Beşerî Bilimler, 333.
32
Kalkaşendî, I, 165-166; Makdisi, Beşerî Bilimler, 333-334.
33
İbnü’d-Dâye, el-Mükâfee, 27, 43; Tenûhî, Nişvâr, VI, 207-210; Husrî, Cem‘u’l-Cevâhir, 271-273.
34
Arslantaş, İktisadi ve İlmi Hayatta Yahudiler, 162-173.
35
ha-Bavli, “Mütercimin Girişi”, 22-23, 25; Arslantaş, İslam Toplumunda Yahudiler, 332.
42
yapmış olan Cebrâîl b. Buhtîşû‘dan (ö. 213/828) geriye kalan gelir listesinin, kâtibi
dönem kâtipleri olmuştur. Bunların başında galen Yahudi cemaati içinde kutsal
işlerden ötürü kâtipler (sofer) istihdam edilmiştir. Diğer yandan Yahudi cemaatinin din
diğer bir idarî kurul olan Bet Din’de de kâtipler bulunmuştur. 37 Yahudi cemaati
kâtiplerinin yazı ile ilgili kurallar ve dinî konular hakkında bilgili olmaları
beklenmiştir. 38 Kâtipler genellikle İbranice dinî kitapları istinsah etmekle meşgul olmuş,
Abbâsîler’in ilk iki asrında Yahudilere ait veya onlarla ilgili yazılı belgeler son
derece kısıtlı iken geçen yüzyılda, Mısır’da 950-1250 arası döneme ait keşfedilen
Geniza belgeleri sayesinde Yahudiler hakkında çok fazla bilgiye ulaşmak mümkün hale
sözleşmelerden oluşmaktadır. 41
36
İbn Ebû Usaybia, 198-200. Ayrıca bk. Kıftî, el-Hukemâ, 112-113.
37
Arslantaş, İslam Toplumunda Yahudiler, 291, 664. İslam öncesi Yahudi tarihinde kâtiplerin yeri ve
önemi hakkında geniş bilgi için bk. Christine Schams, Jewish Scribes in the Second-Temple Period,
Sheffield: Sheffield Academic Press, 1998.
38
ha-Bavli, 89-90, 95, 120; Arslantaş, İslam Toplumunda Yahudiler, 144-145, 156, 651.
39
Arslantaş, İktisadi ve İlmi Hayatta Yahudiler, 240 vd.
40
Arslantaş, İslam Toplumunda Yahudiler, 311.
41
Geniza dokümanları hakkında geniş bilgi için bk. Arslantaş, İslam Toplumunda Yahudiler, 57-67.
43
Hıristiyan Cemaatine bakılacak olursa Abbâsîler döneminde en kalabalık
“diyârât” adıyla çok sayıda kitap yazılması dikkat çekicidir. Din adamının yetiştirildiği
Manastırlarda dinî eserler istinsah edilegelmiştir. Bu konuda yetkin ve faal olan rahip
için kâtip tabiri bir sıfat olarak kullanılabilmektedir. Manastırlardaki yazım faaliyetinin
göstermektedir. 42
Hz. Peygamber ve ilk dört halife dönemlerinde sınırlı sayıda kâtip istihdam
kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamakta, daha ziyade kâtiplik yaptığı bilinen isimler
Emevîler döneminde ise kâtiplerle alakalı olarak onların mesleğe nasıl başladıklarına
dair pek fazla bilgi bulunmazken, yeni vergi toplama usulleri ve divanların
Bununla birlikte kâtiplikle anılan bazı ailelerin daha önce Bizans ve Sâsânîler’e hizmet
hizmet etmek suretiyle mesleğini icraya devam etmiştir. 44 Bununla birlikte Abbâsîler’in
42
Duygu, 41-105; Tomakin, 235-251.
43
Cehşiyârî, 43-59; İbnü’l-Ebbâr, İ‘tâb, 49-53.
44
Cehşiyârî, 162; Nedîm, I, 366, 368, 379-380.
44
kuruluş döneminin başında kâtip ihtiyacını karşılama konusunda acele edilmemiş, bir
ayıklama sürecine gidilmiştir. Emevîler’in son başkenti Harran’da kâtiplik yapmış olan
sahneye çıktığı günlerde işsiz kalan Abdülmelik ve dört arkadaşı Harran’da bir incir
ağacının altında boş zamanlarında oturur ve kendilerine devlet kapısının açılacağı günü
beklerler. Beş arkadaş, aralarında hangisi sultanın hizmetine girerse diğer arkadaşlarını
da düşünmesi konusunda sözleşirler. Halife Mansûr yetkin bir kâtip aradığı vakit,
Artık hali vakti yerinde olan bu kâtipler, “incir arkadaşları” olarak bilinirler. 45
Divanlar, başından beri kâtip için bir meslek okulu vazifesi görmüştür. 46 Kitâbet
buna örnek gösterilebilir: Süveyd henüz çocuk yaşta iken, babası vefat eder. Annesi onu
Farsların âdâbını öğrenmesi için bir kâtibin yanına verir. Daha sonra Süveyd divana
gelip gitmeye başlar. Yağmurlu bir günde kâtipler işe geç gelir. Divan reisi bir hesap işi
için kâtip arayınca çocuk denilecek yaştaki Süveyd’den başkasını göremez. Bunun
üzerine hesap işini görmeyi kendisi üstlenir. Divan reisini uyku basınca yarım kalan
evrakı muhafaza etmesi için Süveyd’e teslim edip uykuya dalar. Hesapları inceleyen
Süveyd evrakı tamamlar, ardından temize çeker. Divan reisi uyandığında hesapların
güzel bir yazıyla doğru olarak tamamlanıp aktarıldığını görür ve böylece Süveyd’in yazı
45
Cehşiyârî, 156.
46
Makdisi, Beşerî Bilimler, 76.
45
ve matematik konusunda kabiliyetini keşfetmiş olur. Akabinde kendisine maaş
b. Yahyâ ile Ömer adındaki komşusu arasında geçen hadisede görülmektedir: Ömer,
oğlu Hafs’ı Sa‘dân’a getirir ve oğlunun birtakım şeyler öğrenmesi için divana gelip
gitmesine müsaade ister. Hafs, Şamlı dört kâtibin hizmetinde çalışmaya başlar. Bir
yandan kâtiplerden güzel yazı yazmayı ve yazıları temize çekmeyi öğrenirken diğer
yandan onların iş yükünü hafifletir. Bir süre sonra Hafs’ın babası, Sa‘dân’dan oğluna
divanda yapmış olduğu işlerden dolayı maaş bağlanmasını talep eder. Sa‘dân, Hafs’ı
resmî olarak işe almak yerine, maiyetinde çalıştığı dört kâtibin maaşlarından bir miktar
alıp Hafs’a vermeyi tercih eder. Her bir kâtibin maaşından 50 dirhem kısarak Hafs’a
toplamda 200 dirhem maaş vermiş olur. Ancak durumdan rahatsız olan kâtipler, bu
haksız ve usulsüz uygulamayı Fazl b. Yahyâ’ya şikâyet ederler. Fazl’ın, kâtipleri haklı
bulması üzerine Hafs divandan kovulur ve Şamlı dört kâtipten ayrıca özür dilenir. 48
Kâtip olarak işe alınmak için bir devlet adamının tavassutu da yeterli
olabilmiştir. Mesela Muktedir döneminde Vezir İbnü’l-Furât’ın adıyla yazılmış sahte bir
mektupla Mısır’a giden işsiz kalmış bir adam, gittiği yerde kâtip olarak işe
başlayabilmiştir. Ancak bir süre sonra Mısır’ın âmili Ebû Zünbûr el-Mâzerâî durumdan
Yeni divanların kurulması, bir yandan kâtip ihtiyacının oluşması, diğer yandan
47
İbnü’t-Tıktakâ, 227-228.
48
Zübeyr b. Bekkâr, 281-283.
49
Tenûhî, Nişvâr, I, 57-59; Sâbî, el-Vüzerâ, 129-130; İbnü’l-Cevzî, XIII, 242; İbn Hallikân, III, 427-429.
46
Ubeydullah b. Süleyman’ın çabalarıyla merkez Harâc divanları Dîvânü’d-dâr (diğer
düzenlenmiş ve her bir divana yeni bir reis tayin edilmeye başlamıştır. 50
Kâtipler, zaman zaman meslekî yeterliliği ölçme adına imtihana tâbi tutulmuştur.
Tanınmış edip bir kâtip olan Ebü’l-Hasan Ahmed İbn Hamâde’nin İmtihânü’l-Küttâb
kâtiplik yapıyor olmaları, temelde iki nedene bağlı olarak açıklanabilir: Bir yakını
aracılığıyla işe alınmış olmak ve birtakım çıkar ilişkilerinin sürmesine hizmet etmek.
Kitâbeti zayıf olduğu için mesleğin hakkını veremeyenler arasında şu isimler zikredilir:
Salih b. Şirzâd, Afşin’in kâtibi Ca‘fer b. Sâbûr, Mu‘tasım’ın veziri Fazl b. Mervân,
oğlu) Eyyûb. 53
olarak i‘râbdaki hatanın (laḥn) sözü, kelimeleri ayırırken (hecâ’) yapılan yanlışın ise
50
Dûrî, en-Nüzum, 176-177; Ali, el-İdâre, 283.
51
Cehşiyârî, 484-485; Tenûhî, el-Ferec, III, 84, 260, 297.
52
Nedîm, I, 404.
53
İbn Abdürabbih, IV, 252-253.
47
yazıyı ifsat ettiği belirtilir. 54 Bu nedenle kâtipler bu iki konuda yetkin hale gelebilmek
için ciddi bir eğitime tâbi tutulmuştur. Kâtiplerde aranan özellikler bunlarla sınırlı
olarak tarif edilen “Celîl kalemi” yazısını yazabilmenin kâtipler için erişilmesi güç bir
hedef olduğu söylenir. Öyle ki yazısının güzelliğiyle tanınan el-Lakve lakaplı kâtip
bahsetmektedir. 56
mümkündür. Bazı kâtiplerin, üzerlerindeki emeklerinden ötürü selefi olan başka bir
kâtip için üstat tabirini kullandıkları görülür. Örneğin Ali b. Îsâ ve amcası Muhammed
kâtipler için “birinin eseri, elinde büyümüş, terbiyesinde yetişmiş” anlamında min
54
Batalyevsî, I, 77.
55
Bu konu üzerinde 4. bölümde kâtipler için hazırlanmış edebü’l-kâtib vb. rehber kitaplar bahsinde de
durulmuştur. Kâtiplerde aranan özellikler için bk. İbn Kuteybe, Edebü’l-Kâtib, 69-71; Şeybânî, 177-179;
İbn Abdürabbih, IV, 253-261; Batalyevsî, I, 82-100; Cevâlîkî, 48-69; İbnü’l-Esîr, el-Meselü’s-Sâir, I, 40-
62; Kalkaşendî, I, 93-101; Makdisi, Beşerî Bilimler, 427-432.
56
Nedîm, I, 18.
57
Cehşiyârî, 295-296.
58
Tenûhî, Nişvâr, IV, 72; Sâbî, el-Vüzerâ, 147.
59
Cehşiyârî, 524; Tenûhî, el-Ferec, IV, 43. Üstat tabirinin kullanıldığı başka bir örnek için bk. Sâbî, el-
Vüzerâ, 267.
48
ṣanî‘i/ṣanî‘ati (ç. ṣanâi‘) fulân 60 ve “birini yetiştirdi, sanat/meslek öğretti” anlamında
Kâtiplerin işlerinde yetkin hale gelmeleri, belli bir süre boyunca usta-çırak
ilişkisi içinde tecrübe kazanmaya bağlı olmuştur. İşlerin tamamen tecrübesiz kâtiplere
gelip Bağdat’a yerleştiğinde çok sayıda kâtibi işten çıkararak yerlerine güvendiği
nedeniyle bir süre sonra işler aksamaya başlamış; bu durum Me’mûn’a arz edilince,
emretmiştir. 62
katkılarından da söz edilebilir. Bazı kâtipler görevde oldukları dönemlerde bizzat dil
dersleri almalarının yanı sıra çocuklarının da kendileri gibi kâtip olarak yetişmeleri ve
dilin inceliklerini erken yaşta kavramaları için onlara özel hoca tutmuşlardır. Örneğin
İbrahim, ünlü dil âlimi İbnü’s-Sikkît’ten (ö. 244/858) ücret karşılığında ders almışlardır.
Oğlu için dil dersi verecek bir hoca arayan vali, İbnü’s-Sikkît’ten haberdar olmuş ve
döneminde Bâdûrayâ divanında kâtip iken -kendisi de babası gibi ileride vezir olacak-
60
Arîb, 59; İsfahânî, el-Eğânî, X, 37; Tenûhî, Nişvâr, II, 32; IV, 70; VIII, 110; Nedîm, I, 405, 414; Sâbî,
el-Vüzerâ, 147; İbn Fazlullah, Mesâlik, XI, 109.
61
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 85; Tenûhî, Nişvâr, VIII, 101, 104.
62
Cehşiyârî, 450-451; Tenûhî, el-Ferec, II, 355-356; Miskeveyh, Tecârib, IV, 149-150; İbn Hamdûn, I,
462-463.
63
İbnü’l-Enbârî, 159-160.
49
on altı yaşındaki oğlu Kâsım için dönemin önde gelen dil âlimi Zeccâc’ı (ö. 311/923)
müeddib olarak görevlendirmiştir. Zeccâc, mektepten mezun olan Kâsım’a divanda ders
vermiş ve aynı zamanda bu dersleri kâtip çocuklarından oluşan bir grup da takip
etmiştir. 64
başlıca çalışma mekânı, devletin her türlü resmî kaydının tutulduğu ve muhafaza
göre Kisra, bir gün iş başında olan kâtiplerin yanına uğramış, onların hesap kayıtları
üzerinde harıl harıl çalıştığını görünce onlara deliler anlamında dîvâne demiş, zamanla
kelimenin son harfi düşürülerek devlet daireleri için dîvân tabiri kullanılır olmuştur.65
dairevî kısmına taşımıştır (146/763). 66 Mu‘tasım ise Bağdat’ı terk edip Sâmerrâ’ya
yerleşince (221/836) divanları da oraya taşımış, ardından buraya gelen üst düzey
64
Tenûhî, Nişvâr, VII, 200-201; İbn Tâvûs, 165-166. Ayrıca bk. Hemedânî, 237; İbn Zâfir, Ahbârü’d-
Düvel, II, 378; Kıftî, İnbâh, I, 194-196; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVI, 498.
65
Bağdâdî, el-Küttâb, 137; Nahhâs, 108; Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, 259; Nüveyrî, IV/8, 147; İbn
Haldûn, Târîh, I, 302; Kalkaşendî, I, 124; Fayda, 227.
66
Ya‘kûbî, Büldân, 27-28, 33; İbnü’l-Fakîh, 289; Taberî, VII, 650.
50
kâtiplere iktâ statüsünde araziler vermiş ve onların barınma ihtiyaçlarını karşılayacak
kurtulmak amacıyla yeni bir şehir arayışına girmiştir. Sâmerrâ’yı terk edip Dımaşk’ı
başkent yapmak istemiş; ancak bir süre sonra bundan vazgeçince dönüş yolunda
Sâmerrâ yakınlarında, ona üç fersah uzaklıktaki (~18 km) Mâhûze denilen yerde
tekrar Sâmerrâ’ya yerleşmiş, divanları eski yerlerine taşıtmış ve tüm halkın şehrin
Sâmerrâ’ya nakledilmesini emretmiştir. Kısa bir süre sonra Ca‘feriyye metruk ve harap
hale gelmiştir. 68
Mu‘tazıd, Hasan b. Sehl’den kızı Bûrân’a miras kalan Dicle’nin doğu yakasındaki
saraya yerleşmiş, ardından sarayın etrafını surlarla örmüş ve devletin merkezi olacak
şekilde genişletmiştir. 69 Buna bağlı olarak devlet dairelerine de bu alan içinde yer
verilmiştir. 70
Taberî’nin verdiği bilgiye göre dairevî biçimde kurulan Bağdat’ta Halife Mansûr’un
67
Ya‘kûbî, Târîh, II, 332; a.mlf., Büldân, 57, 60-63.
68
Ya‘kûbî, Târîh, II, 346; a.mlf., Büldân, 67-68.
69
Hatîb, Târîhu Bağdâd, I, 416.
70
Yılmaz, Mu‘tazıd ve Müktefî, 267.
51
komutanlarına ve kâtiplerine ait konakların (meḳâṣîr) kapıları mescidin [Cuma
edipler arasında şehirlerin üstünlüğü konusunda uzun bir tartışmanın sürüp gittiği
bereketi, konumu, zenginliği, meyve ağaçları, iklimi vs. yönleriyle bir övünme yarışına
olan Cemâcim Savaşı (82/701) sırasında halk divanı yakmış ve akabinde yakınlardaki
Seffâh öldüğünde, yerine geçecek olan kardeşi Mansûr hac dönüşü esnasında Kûfe’ye
uğramış; bu sırada amcaları Îsâ b. Mûsâ başkent Enbâr’da yeni halife gelinceye kadar
71
Taberî, VII, 652.
72
İbnü’l-Fakîh, 167-175.
73
Taberî, IX, 189, 215, 216; Tenûhî, el-Ferec, IV, 44; a.mlf., Nişvâr, V, 84; Sâbî, el-Vüzerâ, 376.
74
Belâzürî, Fütûh, 381; Kudâme b. Ca‘fer, el-Harâc, 217; Dûrî, Mukaddime fi’t-Târîhi’l-İktisâdiyyi’l-
Arabî, 22, 27; Demirci, Toprak Sistemi, 160.
75
Taberî, VII, 474.
52
mücadelesinde, Bağdat’ın Me’mûn’un askerleri tarafından yaklaşık bir yıl süreyle
kayıtları yanarak zarar görmüştür. 76 Bâdûrayâ divanı ise 316/928-29 yılında meydana
kalmıştır. Vergi tahsildarları (âmiller) köy köy, kasaba kasaba vergi toplarken bu sahada
görevli kâtipler de onlara eşlik etmiştir. 78 Askerî seferlere bazı kâtipler katılmak
zorunda kalmıştır. 79 Yine Hac emîri ile birlikte kafileye kâtip olarak katılanlar vardır.
Ayrıca diplomatik ilişkilere bağlı olarak bizzat elçi veya elçi kâtibi sıfatıyla ülke dışına
Haftanın belli günleri kâtipler için tamamen dinlenme günü olmuştur. Cuma,
sabit istirahat günü olmakla birlikte bazı dönemlerde istirahat için iki gün belirlenmiştir.
Mutarrif’in kendi divanında Perşembe günü hacamat yaptırdığı halifeye haber verilmiş;
bunun üzerine halife, kâtiplerin bazı işlerini görmeleri ve dinlenmeleri için Perşembe;
namaz ve ibadet için de Cuma günü divanlara gelmemeleri konusunda hüküm vermiştir.
üzerine Mu‘tasım, Perşembe gününü tatil olmaktan çıkarıp kâtiplerin o gün divanlara
uzun süre uygulanmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. 81 Böylece kâtipler, bir süre sadece
76
Kudâme b. Ca‘fer, el-Harâc, 162; Sâbî, Rusûm, 29, 39.
77
Hamza el-İsfahânî, Târîh, 158. Bâdûrayâ divanının önemi hakkında bk. Tenûhî, Nişvâr, VIII, 23.
78
İbn Vehb, 362.
79
Cehşiyârî, 495-496; Tenûhî, el-Ferec, I, 102-105.
80
Cehşiyârî, 247-248.
81
İbnü’l-Cevzî, XII, 84.
53
Cuma günleri tatil yapabilmişlerdir. Mu‘tazıd döneminde Salı ve Cuma olmak üzere
kâtibi Ebû Abdullah Muhammed İbn Zencî’nin sevdiği şarkıcı cariye (ḳayne) ile ancak
anlaşıldığına göre kâtiplerin haftalık iş günü sayısı, dönemlere göre beş veya altı gün
şeklinde değişebilmektedir.
derleme, tercüme ve kitap istinsahı gibi ilmî ve kültürel faaliyetleri yürüttüklerine sıkça
rastlanmaktadır (bk. 4. bölüm). Bunların dışında genellikle maddî gelir elde etmek
veya müeddiblik yapmış olması söz konusu iken, bu işi kâtiplikle birlikte yürüten kişiler
de vardır. Bir kâtibin yaşlılık döneminde muallimlik gibi yorucu bir mesleği icra etmiş
olması ise zor bir ihtimal olarak görünmektedir. Muallimlik ile başlayıp kâtipliğe geçen
Aynı anda birbirinden bağımsız iki ayrı yerde kâtiplik yapmış isimlere de
82
Sâbî, el-Vüzerâ, 27; Yılmaz, Mu‘tazıd ve Müktefî, 267. Kâtiplerin Salı günlerini nasıl geçirdikleri
hakkında bk. Avvâd, “el-‘Utletü’l-Usbû‘iyye fi’d-Devleti’l-Abbâsiyye”, 53-57.
83
Şâbüştî, 119.
84
Câhız, el-Beyân, I, 251; Nedîm, I, 364; Seâlibî, Simârü’l-Kulûb, 196.
85
Cehşiyârî, 220; Tenûhî, el-Ferec, III, 259.
54
(245/860), veliaht Mu‘tez’in özel kâtipliğini de yürütmüştür. Bir dönem her iki görevi
birlikte sürdürmüştür. 86
Kâtiplik bir sanat olarak görülmüş ve onda devamlılık esas kabul edilmiştir. Bu
Mervân’ın şu sözü kayda değerdir: “Kâtip su değirmenindeki dolaba benzer, boşta kaldı
mı kırılır.” 87
destekler mahiyettedir. Bir kâtibin kalemsiz dolaşması, hoş karşılanmayan bir hal olarak
Kalemler kamışın ucunun kesilmesi ile elde edilmiştir. Kâtipler için yazılmış
ilgilendirdiği anlaşılmaktadır.
86
Taberî, IX, 217.
87
Seâlibî, et-Temsîl, 147.
88
Taberî, VII, 439.
89
Beyhakî, 138.
90
Câhız, el-Mehâsin, 21; İbn Abdürabbih, II, 10; Cehşiyârî, 44, 369; Kalkaşendî, III, 43-44.
91
Bağdâdî, el-Küttâb, 130-132; Şeybânî, 189-191; İbn Abdürabbih, IV, 255-256, 277-278; Cehşiyârî, 58;
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 47, 62-70, 82-84, 109; Nahhâs, 104-105; İbn Dürüsteveyh, 93; İbn Vehb, 316; İbn
Ferî‘ûn, 103-104; Sanhâcî, 26-32; Hatîb, el-Câmi‘, I, 254-257; Batalyevsî, I, 165-176; Nüveyrî, IV/7, 19-
25; Kalkaşendî, II, 479-498. Çağdaş araştırmalar için bk. Yazır, II, 164-177; Cubûrî, el-Hat, 284-289;
Saîd, Mevsûatü’l-Verrâka, I, 128-152, 176-179.
55
Kalem aynı zamanda sembolik anlama ve değere sahip olup faziletinden sürekli
kaydedilmesini sağlayan araç ve Allah’ın ilk yarattığı şey olarak kabul edilmektedir.93
Ayrıca klasik kaynaklarda âlim ile ilmî ve kâtip ile kitâbeti temsil eden bir nesne olması
bakımından kalem üzerinde dikkatle durulmuş 94 ve askerî sınıfı temsil eden kılıçla çoğu
mahfazalarda, sade veya sanatlı kutular içinde saklanıp taşınmıştır. 96 Tomar haline
miḥbere 100 tabirleri de kullanılmaktadır. Erken dönem kaynaklarda birçok yerde devât
ile kırtâs (veya diğer yazı malzemeleri) birlikte zikredilir. Halife, vezir, vali vb. kimseler
92
Câhız, el-Hayevân, I, 48-49; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 11; Hamza el-İsfahânî, et-Tashîf, 40-56; Nedîm, I,
25; Tevhîdî, İlmü’l-Kitâbe, tür.yer.; Husrî, Zehrü’l-Âdâb, III, 46-49; Kalkaşendî, II, 474-479; Pedersen,
74-75.
93
Taberî, I, 32-37, 41, 50-52; Yusuf Şevki Yavuz, “Kalem”, 243-245.
94
İbn Abdürabbih, IV, 273-282, 283; Tevhîdî, el-Besâir, V, 98-99; Seâlibî, el-İktibâs, II, 73-75; a.mlf.,
Âdâbü’l-Mülûk, 140-141; İbn Abdülber, Behcetü’l-Mecâlis, I/1, s. 133, 355.
95
Cehşiyârî, 65; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 69; Hamza el-İsfahânî, et-Tashîf, 55; Askerî, Dîvânü’l-Meânî, II,
425-426; Husrî, Zehrü’l-Âdâb, II, 163-169; Bûnisî, 168-169, 179-182; Sıbt İbnü’l-Cevzî, I, 22-23;
Nüveyrî, IV/7, 14-15; Kalkaşendî, I, 67, 75; II, 476, 477-478; XIV, 263-273. Geniş bilgi için bk. Adrian
Gully, “The Sword and the Pen in the Pre-Modern Arabic Heritage: A Literary Representation of an
Important Historical Relationship”, Ideas, Images and Methods of Portrayal: Insights into Classical
Arabic Literature and Islam, ed. Sebastian Günther, Leiden-Boston: Brill, 2005, s. 403-430.
96
Osmanlı döneminde devât kelimesi divite dönüşmekle birlikte, daha çok kalemdan ve silindir biçimli
oluşundan dolayı kubur diye tabir edilmiştir.
97
Cevherî, “d-r-c” md., 313; Sâbî, Rusûm, 56, 66, 67.
98
M. Uğur Derman, “Divit”, 450-451; a.mlf., “Kalem”, 246-247. Devât konusunda daha geniş bilgi için
bk. Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 89-97; Nahhâs, 106; İbn Dürüsteveyh, 93-94; Husrî, Zehrü’l-Âdâb, II, 257-258;
İbn Zübeyr, ez-Zehâir, 254-255; Batalyevsî, I, 161-165; Kalkaşendî, II, 469-472; Yazır, II, 177-180;
Cubûrî, el-Hat, 292-295; Saîd, Mevsûatü’l-Verrâka, I, 152-175.
99
Cevherî, “kalem” md., 2014; Tevhîdî, el-Besâir, II, 179; Kalkaşendî, II, 497.
100
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 92; Askerî, Dîvânü’l-Meânî, II, 429; Hatîb, el-Câmi‘, I, 252-254.
56
bir şey yazmak istediklerinde hizmetinde bulunanlara devât getirmelerini
emretmişlerdir. 101
Kâtiplerin birbirine kalem veya devât hediye ettiklerine dair çok sayıda haber
bulunmaktadır. 102 Tâî (veya Habîb) adında birinin, üzerinde kendi şiirini yazmış olduğu
bir kalemi Hasan b. Vehb’e hediye ettiği, 103 Muhammed b. Ziyâd es-Sekafî’ye ise
içinde uçları açılmış kalemlerin bulunduğu altınla süslenmiş abanoz bir devât ve bu
önlemek için devâtın üzerine bırakıldığı bir sehpayı andıran mirfa‘a adında bir eşya
Îsâ’nın bir elinde devât taşırken diğer eliyle yazı yazmasının meşakkatli olduğunu
görmüş ve yazı sırasında devâtı elinde tutması için bir hizmetçi tayin etmiş ve bu
uygulama gelenek halini almıştır (303/916). 107 Vezirin hizmetindeki bu görevli için
için mürekkep büyük bir önem arz etmiştir. Bu nedenle mürekkebin türleri, rengi,
101
İbn Sa‘d, VII, 611; Ya‘kûbî, Târîh, II, 248; Taberî, IX, 493.
102
İbn Abdürabbih, IV, 283; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 66-67, 89; Tenûhî, el-Ferec, II, 82; Husrî, Zehrü’l-
Âdâb, III, 46; Hatîb, el-Câmi‘, I, 255; İbn Hamdûn, V, 16-19.
103
İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, III, 45; İbn Abdürabbih, I, 196.
104
İbnü’l-Merzübân, el-Hedâyâ, 41. Şiir için ayrıca bk. Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 89.
105
Yıldırım, Hüsn-i Hat ve Hadis, 82.
106
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 110-112. Ayrıca bk. Sâbî, el-Vüzerâ, 327.
107
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 126; Sâbî, Rusûm, 67-68; a.mlf., el-Vüzerâ, 369, 371.
108
Hançabay, 390. Ayrıca bk. Tenûhî, Nişvâr, III, 41.
57
kalitesi, hazırlanışı, kıvamı, silinmesi, yazarken mürekkebin dağılmasını önlemek için
alınacak tedbirler gibi hususlara ilgili kaynaklarda yer verilmiştir. 109 Görünmez yazı
Mürekkep için Arapçada yaygın olarak iki tabir kullanılmaktadır. Bunların biri
midâd diğeri ise ḥibrdir. Nedîm vezirler ve kâtipleri midâdla ve hibrle yazanlar şeklinde
iki grup olarak zikreder. 111 Kalem kullanan herkesin üzerinde görülebilen mürekkep
Mürekkebin kaleme rahatça alınması için hokkanın içine genellikle pamuktan bir
bez parçası (kürsüf) konulmuştur. 113 Bu bez parçasının hokkaya bırakılıp çıkarılması ve
karıştırılması için miḥrâk adında maşaya benzeyen iki uçlu bir çubuk kullanılmıştır.114
Mürekkebin kuruyana kadar dağılmasını önlemek için yazıların üzerine özel toprak
kesim işlemi miḳaṭṭ denilen tablanın üzerinde yapılırdı. 116 Hasan b. Vehb, bir arkadaşına
şu sözleri yazarak bir bıçak hediye göndermiştir: “Sana öyle bir bıçak hediye ettim ki
109
Bağdâdî, el-Küttâb, 130-131; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 98-103; Nahhâs, 106-107; İbn Dürüsteveyh, 94-
95; İbn Vehb, 316; Husrî, Zehrü’l-Âdâb, II, 256-257; Sanhâcî, tür.yer.; Hatîb, el-Câmi‘, I, 257-258;
Batalyevsî, I, 163-165; Kalkaşendî, II, 498-512; Yazır, II, 180-187; Cubûrî, el-Hat, 290-292; Saîd,
Mevsûatü’l-Verrâka, I, 180-190.
110
Râzî, Zînetü’l-Ketebe, “Muhakkikin Girişi”, 15-26; Sanhâcî, 79-83.
111
el-Fihrist, I, 23, 24.
112
Tenûhî, Nişvâr, III, 254; Yıldırım, Hüsn-i Hat ve Hadis, 78-79.
113
Bağdâdî, el-Küttâb, 130; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 98. Ayrıca bk. Yazır, II, 180.
114
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 112-113.
115
Cehşiyârî, 203; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 129; Kalkaşendî, VI, 260-262.
116
Bağdâdî, el-Küttâb, 131; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 82-84, 109-110, 116-118; Nahhâs, 103-104; Husrî,
Zehrü’l-Âdâb, II, 180; Hatîb, el-Câmi‘, I, 256; Batalyevsî, I, 174-176; Kalkaşendî, II, 487-488, 495-497.
117
Hatîb, el-Câmi‘, I, 256; Sem‘ânî, Edebü’l-İmlâ, 571.
58
Kâğıt ve Benzeri Yazı Malzemeleri: Bilginin kayda geçirilmesi ve
aktarılmasına hizmet eden yazı, belli başlı nesnelerin üzerine işlenmek suretiyle
meydana gelmiştir. Müslümanlar tarih sahnesine çıktıları esnada dünya genelinde deri
(cild ç. cülûd) ve onun inceltilmiş hali parşömen (raḳḳ ç. ruḳûḳ), papirüs (ḳırṭâs ç.
ḳarâṭîs, berdî ç. berdiyât), kâğıt (kâğed ç. kevâğid, varaḳ ç. evrâḳ) gibi farklı yazı
papirüs kullanılmıştır. Her ikisine göre daha kullanışlı ve maliyeti düşük olan kâğıt,
yıkanmak ve kazınmak suretiyle ṭırs (ç. ṭurûs) adını almış ve bu haliyle halk tarafından
uzun bir süre daha kullanılmıştır.120 Deri kullanımıyla ilgili olarak şu olay zikredilmeye
kendisinden hadis yazdırması (imlâ) istenmiş; hadisi yazacak kâtip papirüs ve isli
hadislerin deri (raḳḳ) üzerine mürekkeple (ḥibr) yazılması gerektiğini söylemiştir. 121
118
Yazı malzemelerinin türleri, özellikleri ve kullanımı hakkında geniş bilgi için bk. Câhız, “el-Cidd ve’l-
Hezl”, 252-254; Bağdâdî, el-Küttâb, 132; Belâzürî, Fütûh, 335-336, 651; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 104-108;
İbn Vehb, 316-317; Nedîm, I, 47-49; Sâbî, Rusûm, 126-127; Hatîb, el-Câmi‘, I, 257-258; Kalkaşendî, II,
514-517; VI, 180-186; Avvâd, ez-Zehâir, V, 189-214; Cubûrî, el-Hat, 255-284; Saîd, Mevsûatü’l-
Verrâka, II, 9-42.
119
Sâbî, Rusûm, 126; Pedersen, 68.
120
Nedîm, I, 48.
121
Hatîb, Târîhu Bağdâd, V, 84.
59
Abbâsîler de Emevîler’in Şam’da yaptığı gibi papirüs kullanmıştır. Ancak
almıştır. 122 Papirüsün bir süre daha kullanıldığı şu rivayetten de anlaşılmaktadır: Halife
Mansûr hazinede ihtiyaç fazlası papirüsün biriktiğini fark edince Salih Sâhibü’l-
Musallâ’yı çağırarak tomarı bir dirhem değerindeki papirüsün bir danike (1/6 dirhem)
dahi olsa satılmasını, papirüslerin depolarda gereksiz yere beklemesindense bunun daha
isabetli olacağını bildirmiştir. Fakat ertesi gün Mansûr, Mısır’da ileride nelerin olacağını
Farsların deride (cild ve raḳḳ) ısrarlarının, ülkelerinde imal edilmeyen bir yazı
Me’mûn’un haklı ve halifeliğinin meşrû olduğunu ifade eden metni bir papirüs
parçasına (şibr min ḳırṭâs) yazdığı kaydedilmektedir. 124 Mu‘tasım Sâmerrâ’yı kurup
divanları buraya taşıyınca papirüs imal eden bir topluluğu da birçok meslek erbabıyla
Müstaîn ile Mu‘tez arasında süren taht kavgası sırasında (251-252/865-866) papirüs
tedarikinde sıkıntı çekilince Bağdat valisi Muhammed b. Tâhir, kâtiplere hitaben şöyle
122
Belâzürî, Fütûh, 651.
123
Cehşiyârî, 211-212.
124
Taberî, VIII, 507; Miskeveyh, Tecârib, IV, 110.
125
Ya‘kûbî, Târîh, II, 332; a.mlf., Büldân, 65.
60
bir mektup yazmıştır: “Kalemleri inceltin, özlü ifadeler kullanın. Çünkü papirüs
tekabül eder. 127 Bu hususta geç döneme ait kaynaklarda Bermekîler’in rolünden
ve böylece kâğıdın tedavüle girdiği, 128 başka bir yerde ise Fazl b. Yahyâ el-Bermekî’nin
tavsiyesiyle kâğıt üretimine başlandığı 129 kaydedilir. Fazl’ın Horasan valiliği sırasındaki
kâğıt kullanımına geçilmesiyle ilgili herhangi bir şeyden söz etmez. 130
Nedîm, Çinlilerin kenevirden (ḥaşîş) imal ettikleri kâğıt (varaḳ) ile hammaddesi
keten olan Horasan kâğıdını birbirinden ayırır ve Horasan kâğıdının Emevîler mi yoksa
Ayrıca kullanılan kâğıt türlerini Süleymânî, Talhî, Nûhî, Fir‘avnî, Ca‘ferî ve Tâhirî
olarak sıralar. 131 Bu kâğıt türlerinin sırasıyla Hârûnürreşîd zamanında Horasan valisi
Süleyman b. Râşid’e, Tâhirî emîri Talha b. Tâhir’e, Sâmânî hükümdarı I. Nûh b. Nasr
veya II. Nûh b. Mansûr’a, Mısır papirüsleriyle özdeşleştirildiği için Firavun’a ve Ca‘fer
126
Seâlibî, Hâssu’l-Hâs, 134.
127
Pedersen, 67; Bloom, 49-50 (T. 76-78).
128
Makrîzî, Hıtat, I, 172.
129
İbn Haldûn, Târîh, I, 532; a.mlf., Mukaddime, II, 753.
130
Cehşiyârî, 281, 282-283.
131
Nedîm, I, 48.
132
Avvâd, ez-Zehâir, V, 200.
133
Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsîm, 151-152; Bloom, 49, 56-57 (T. 76, 86-87).
61
Semerkant’ın kâğıdıyla meşhur olduğunu söyleyen Seâlibî (ö. 429/1038),
kâğıdın zamanla Mısır papirüslerini ve ilk dönemlerde yazı için kullanılan derileri
safdışı bıraktığını belirtir. Bu gelişmeyi kâğıdın daha yumuşak, daha güzel ve daha ince
de açıklamalarına ekler. Öte yandan el-Mesâlik ve’l-Memâlik adlı esere atıfla, Ziyâd b.
üretimin süreklilik kazanmasıyla da şehir halkı için bir kazanç kapısının oluştuğunu
Yazının vuku bulan hatalardan ötürü silinmesi veya kasıtlı olarak değiştirilmesi
her dönemde görülebilen bir durumdur. Parşömen üzerindeki hatalar bir süngerle
kolayca silinebildiğinden buna sıkça başvurulmuş, ama mürekkebin içine nüfuz ettiği
papirüsler üzerinde bunu yapmak pek kolay ve yaygın olmamıştır. Kâğıda gelince
yazıyı silmek veya kazımak papirüs ile parşömene göre daha zorluk arzetmiştir. Bu
sebeple kâğıt, sahtekârlığa karşı diğer iki yazı malzemesinden daha fazla güvenilir
görülmüştür. 135
geçilmiştir. 136
ebatlar taşımıştır. Bu konuda 1/2, 1/3, 1/4, 1/5 ve 1/6 olmak üzere değişik ebatların
134
Seâlibî, Simârü’l-Kulûb, 543. Ayrıca bk. Nedîm, I, 48.
135
Bloom, 49, (T. 76); Black, 96. Ayrıca bk. Kalkaşendî, II, 515-516.
136
Cehşiyârî, 147; Askerî, el-Evâil, 340; Seâlibî, Letâifü’l-Meârif, 15. Ayrıca bk. Makrîzî, Hıtat, I, 172.
62
(nıṣfî) ebadında olduğu kaydedilmektedir. 137 Kâğıdın istenilen ebatta hazırlanması için
makas (miḳaṣṣ) kullanılmıştır. 138 Yazının aynı hizaya gelebilmesi için kâğıdın üzerine
arasında yer almaktadır. 140 Bu konu hakkında Dîvânü’l-hâtem başlığı altında ilerleyen
1.5. Giyim-Kuşam
İslam dünyasında Abbâsî öncesinde bir sınıfa veya meslek grubuna has giysiden
açık biçimde söz edilmez. Abbâsîler zamanında ise bazı zümrelerin kendisine has
ordu kâtiplerinin her birinin kendisine ait kıyafetleri bulunmaktadır. 141 Zümrelerin
uygulanagelen bir kural olmuştur. Onlar, hizmetleri altında bulunan her bir sınıfa sadece
kendilerinin giyeceği bir elbiseyi şart koşmuş ve huzurlarına çıkan kıyafetinden onun
uzun kumaştan sarılmış ‘imâme (ç. ‘amâim) denilen sarık giymişlerdir. İslam öncesi
dönemden itibaren Araplar arasında yaygın bir şekilde kullanılan sarık, onlar için bir
137
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 152-153; Tenûhî, el-Ferec, II, 56, 79; Sâbî, Rusûm, 127; Kalkaşendî, VI, 180-
181 (Medâinî’den).
138
Batalyevsî, I, 176-177.
139
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 119-121.
140
Bağdâdî, el-Küttâb, 135; İbn Abdürabbih, IV, 242; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 127-128, 144-147; İbn
Dürüsteveyh, 95-96; Batalyevsî, I, 185-189.
141
Câhız, el-Beyân, III, 114.
142
Cehşiyârî, 32.
63
kıyafet olarak telakki edilmiştir. Halifeden başlayıp sıradan halka varıncaya kadar
hemen herkesin -farklı da olsa- bir sarığının olduğu belirtilmektedir. 143 Devlet
geniş bir çevrede sade olarak takılmış, üzerine sarık sarılması veya taylesan örtülmesi
ise kadılarla âlimlere özgü bir giyiniş tarzı olarak öne çıkmıştır. 145 Uzun kalensüve için
ṭavîla tabiri kullanılmaktadır. 146 Bazı kâtiplerin başlarında sadece kalensüve bulunduğu,
Kâtiplerin kalensüvenin bir türü olan ve fese benzeyen şâşiyye 148 taktıkları da
belirtilmektedir. 149 Kâtipler arasında başına şâşiyye takan ilk kişinin Hârûnürreşîd
hâssa’nın başına getirildiği için ḳabâ giymesi ve kılıç kuşanması gereken Îsâ, bunları
yaptıktan sonra uygun bir başlık olan şâşiyye takmıştır. 150 Mu‘tasım’ın giymesi ile
moda haline gelen dikdörtgen şeklindeki bir şâşiyyeden de ayrıca söz edilmektedir. 151
Farklı dinlere mensup kimselerin tercih ettiği, başı ve omuzları örten, şala
giyilen ṭaylesân (ç. ṭayâlis) 152 kâtipler tarafından da kullanılmıştır. 153 Daha çok
143
Ubeydî, el-Melâbis, 15-16, 25, 113-134; Öztürk, Hristiyanlar, 337-342; Ali, el-Mensûcât, 212-217,
219.
144
Ahsan, 39; Bozkurt, Abbâsîler, 172.
145
İstahrî, 138; Ahsan, 30-31; Ubeydî, el-Melâbis, 136-151.
146
Taberî, VIII, 114 (İng. XXIX, 167, dn. 544).
147
Taberî, IX, 214, 389; Cehşiyârî, 434-435.
148
Ubeydî, el-Melâbis, 100-104.
149
Tenûhî, el-Ferec, I, 299; III, 250; a.mlf., Nişvâr, VIII, 13.
150
Cehşiyârî, 373.
151
Ya‘kûbî, Müşâkele, 208; Ali, el-Mensûcât, 223-224.
152
Ubeydî, el-Melâbis, 231, 269-277; Öztürk, Hristiyanlar, 332-337.
64
kadıların tercih ettiği 154 taylesânın, rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla kâtip için sivil bir
giyinme tarzı olduğu söylenebilir. 155 Bunun yanı sıra Mütevekkil zamanında
arasında büyük-küçük tüccar veya kâtip olsun taylesân giyen her kim varsa, taylesânı
bal renginde olmalı.” maddesi bulunmaktadır. 156 Buradan, Hıristiyanlar başta olmak
anlaşılmaktadır.
Elbise: Kâtipler, çoğunlukla üzerlerine cübbeyi andıran, önü açık, kollu, bol
dökümlü pamuktan veya yünden bir giysi olan dürrâ‘a (ç. derârî‘) giymiştir. 158 Hz.
saray dışına çıktıklarında değişik renklerde dürrâ‘a giydikleri kaydedilir. 160 Vezir ve
komutan gibi üst düzey devlet adamlarının giymiş oldukları dürrâ‘alar ise daha şaşaalı
olmuştur. Mütevekkil zamanında ise kadılar hariç halifenin huzuruna çıkacak herkesin
dürrâ‘a giymesi zorunlu kılınmıştır. 161 Dolayısıyla dürrâ‘anın kâtiplere has bir kıyafet
olmadığı, bilakis devlet ricali tarafından yaygın biçimde giyilen bir elbise olduğu
153
Ubeydî, el-Melâbis, 270.
154
Tenûhî, Nişvâr, I, 212, 235; Sâbî, Rusûm, 91; Ali, el-Mensûcât, 232.
155
Tenûhî, el-Ferec, I, 299; II, 54-55, 134; III, 250; a.mlf., Nişvâr, I, 250; VIII, 104.; Rıfka, 192.
156
Taberî, IX, 174.
157
Hıristiyanların Mütevekkil zamanına kadar siyah giyindikleri ve ata bindikleri belirtilmektedir. Saîd b.
Bıtrîk, 59; Öztürk, Hristiyanlar, 379.
158
İstahrî, 138; Ubeydî, el-Melâbis, 256; Ali, el-Mensûcât, 230-231.
159
Ubeydî, el-Melâbis, 256-261; Ali, el-Mensûcât, 153, 197-198.
160
Taberî, VIII, 482; IX, 154; Cehşiyârî, 263; Ubeydî, el-Melâbis, 37-38; Ahsan, 34; Bozkurt, Abbâsîler,
173.
161
Ahsan, 39.
65
köylülerin ve kâtiplerin giydiğinden de bahsedilir. 162 Bununla birlikte kimi dönemlerde
kullanılmıştır.163 Bütün bunlarla birlikte dürrâ‘a giymenin bir itibar vesilesi olduğu
bulunduğu bir sırada vezirin huzuruna taylesânla çıkmak isteyince geri çevrilmiş, fakat
bir nevi cep olarak kullanagelmiştir. Bu yenler, çeşitli eşyaları muhafazaya olanak
sağlamıştır. Mesela bir kâtip burada yazı malzemelerini veya bir kâğıt parçasını
taşırken, 165 bir mühendis cetvelini ve diğer gerekli eşyalarını, sarraf hesap defterini,
terzi makasını, kadı minberde okuyacağı hutbenin yazılı olduğu kâğıdı; kimi insanlar da
kitap, para, ilaç vb. eşyaları orada muhafaza edebilmiştir. 166 Ayrıca Müstaîn zamanında
yenleri üç karış genişliğinde olan bol elbiseler giymenin yaygın bir hale geldiği
kaydedilmektedir. 167
Kâtipler, Abbâsî toplumunda yaygın bir giysi olan gömleği (ḳamîṣ) 168 genellikle
dürrâ‘anın altında giymiştir. 169 Cepli gömlek giyme geleneğini Ca‘fer el-Bermekî’nin
başlattığı söylenmektedir. 170 Ayrıca adına mübaṭṭan denilen, dürra‘a ile gömlek
162
Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsîm, 156.
163
Cehşiyârî, 516; Tenûhî, el-Ferec, III, 277; Miskeveyh, Tecârib, V, 469; VI, 131; Ahsan, 40.
164
Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsîm, 13-14.
165
İbn Tayfûr, Bağdâd, 159; Cehşiyârî, 505; Tenûhî, el-Ferec, I, 324; Husrî, Cem‘u’l-Cevâhir, 303;
İbnü’l-Ebbâr, İ‘tâb, 136.
166
Mez, 440; Ahsan, 37; Ubeydî, el-Melâbis, 244; Bozkurt, Abbâsîler, 174.
167
Ya‘kûbî, Müşâkele, 209; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 145.
168
Ubeydî, el-Melâbis, 201-208. Abbâsî dönemindeki gömlek, entariyi andıracak biçimde önü kapalı ve
dizlere kadar inen bir giysidir.
169
Tenûhî, Nişvâr, I, 51, 190.
170
Câhız, el-Beyân, III, 356; Cehşiyârî, 314, 315; Ahsan, 36.
66
arasında giyilen hırkaya benzer bir elbise de kâtipler tarafından tercih edilmiştir.171
Varlıklı kimseler arasında yaygın olan sirvâl (ç. serâvîl/serâvîlât) 172 denilen pantolon
Kâtipler, toplumda yaygın bir ayakkabı türü olan ḫuff (ç. ḫifâf) 174 giymiştir. 175
Kâtiplerin burada resmî evrakları, 176 dürülmüş kâğıtları 177 ve yazı takımlarını (devât)178
yüklenen 181 siyah giyinmek devletin şiarları arasında yer alan bir husustur. Halifeler,
emirler, vezirler, komutanlar, kâtipler vs. devlet ricalinin neredeyse tamamı hâkim renk
olarak siyah giymiştir. 182 Halifenin tören alayında bulunanların siyah giymeleri protokol
kuralları arasında yer almıştır. 183 Abbâsîler’e ve halifeye bağlılığın ifadesi olan siyah
giyinmenin hâkim olduğu bir ortamda farklı renkler giyinmek ise göze çarpan bir husus
olmuştur. Bu duruma örnek olarak kaydedilen bir habere göre Huld Sarayı’nda ayağa
kalkan topluluk içinde beyaz giyinmiş bir grup Mansur'un dikkatini celbeder. O sırada
yanında bulunan Şair Hüzelî’ye onların kim olduğunu sorar. O da: “Senin cehbezlerin
171
Veşşâ, ez-Zarf, 239; Tenûhî, el-Ferec, I, 299; III, 250; Ubeydî, el-Melâbis, 256, 290-291.
172
Ubeydî, el-Melâbis, 195-200.
173
Taberî, VII, 94-95; Ubeydî, el-Melâbis, 197 (Hâlidyân, el-Hedâya, 117’den naklen).
174
Ubeydî, el-Melâbis, 318-324.
175
İstahrî, 138.
176
Hatîb, Târîhu Bağdâd, XI, 164.
177
Zübeyr b. Bekkâr, 126; Cehşiyârî, 278; Tenûhî, el-Ferec, III, 253-254; Sâbî, Rusûm, 66, 67.
178
Cehşiyârî, 505; Sâbî, Rusûm, 66, 68; Husrî, Cem‘u’l-Cevâhir, 303; İbnü’l-‘İmrânî, 115; İbnü’l-Ebbâr,
İ‘tâb, 136.
179
Veşşâ, ez-Zarf, 329-330; İbn Zübeyr, ez-Zehâir, 229-230, 259 ve tür.yer.
180
Cehşiyârî, 273; Tenûhî, el-Ferec, I, 300-301; III, 243-244, 247, 315.
181
Ahbâru’d-Devle, 245-247; Fârûk, Buhûs fî Târîhi’l-Abbâsî, 243-247; Ali, el-Mensûcât, 155-156
182
Sâbî, Rusûm, 90-92; Ahsan, 51-52; Bozkurt, Abbâsîler, 174.
183
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 13, 35, 157.
67
ve senin hazinelerini meydana getirenlerdir.” der ve bir şiirle onların kendilerini
nimetten saymalarını yerer. Bunun üzerine Mansûr emniyet amiri Müseyyeb’e emir
Me’mûn zamanında Vezir Fazl b. Sehl’in tavsiyesine binaen Merv’de bir süre
siyah yerine yeşil giyinmek resmî olarak tercih edilmiştir. Alioğulları’nı mı yoksa
Farsları mı -dolayısıyla Mecûsîliği mi- temsil ettiği konusu tartışmalı olan yeşil rengin
uygulanan birtakım yaptırımlar arasında kimi zaman kıyafet düzenlemesi de vardır. Saîd
dürra‘alarının üzerine bal renginde iki parça kolluk almalarını emreden yeni bir karar
çıkarmıştır. 187
hal üzere olmaları ve dış görünüşlerine özen göstermeleri kendilerinden beklenen pek
tabiî bir durumdur. 188 Zaten çeşitli rivayetlerden de onların dışarıdan bakıldığı zaman
Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ (ö. 209/824 [?]), Vezir Fazl b. Rebî‘in daveti üzerine 188
184
Veşşâ, el-Fâdıl, 121-122. Ayrıca bk. Belâzürî, Ensâb, IV, 355-356.
185
İbn Tayfûr, Bağdâd, 59-62; Cehşiyârî, 436; Büyükkara, 276, 318-320, 365; Ali, el-Mensûcât, 160-161;
Can, Fazl b. Sehl, 54, 67-70, 78, 83, 93.
186
Târîh, II, 59.
187
Taberî, IX, 196; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, II, 31; İbnü’l-Cevzî, XI, 265; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VI, 145.
188
Şeybânî, 178; Kalkaşendî, I, 100-101.
68
(803-4) yılında Basra’dan kalkıp Bağdat’a gelir. Fazl’la mecliste müzakere ettiği sırada
içeriye giren ve kendisine soru yönelten Fazl’ın kâtibi İbrahim b. İsmail b. Dâvûd el-
Abertâî’yi şahsen tanımadığı için kendisi hakkında “kâtip kıyafetli (fî zeyyi’l-küttâb)”
önce bir elçiyle birlikte onun giymesi için dürrâ‘a, taylesân ve şâşiyye gönderilir. Rebî‘,
özen göstermiştir. Hârûnürreşîd zamanına ait bir haberde nakledildiğine göre Emevîler
döneminde kitâbetteki yetkinliğiyle tanınmış yaşlı bir adam, üzerinde dürrâ‘a, başında
divana gider. Divan reisi, bu adama son derece saygı gösterir, izzet ve ikramda bulunur.
Haberin görgü tanığı Fazl b. Mervân, o vakitlerde bu şekilde giyinmenin işsiz kalan
(mu‘attal) kâtiplere özgü olduğunu belirtir. 191 Bir diğer husus ise kâtip olmadığı halde
kâtip gibi giyinenlerin varlığıdır. Örneğin öldüğü güne kadar Bağdat’ta Dîvânü’l-
harâc’da kapı görevlisi (bevvâb) olarak çalışan Mahled’in kâtip elbisesi giydiği ve
divan reisine kadar uzanan ve geniş bir hiyerarşik düzen içinde çalışılan kimseler
189
Seâlibî, Simârü’l-Kulûb, 77-78 (Sûlî’den); Hatîb, Târîhu Bağdâd, XV, 341-342 (Sûlî’den); İbnü’l-
Enbârî, 97-98; İbn Hallikân, V, 236.
190
Cehşiyârî, 194.
191
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 43-44.
192
Cehşiyârî, 377.
69
kastedilmektedir. Dolayısıyla maaşları ve diğer gelirleri hakkında net rakamlar ortaya
koymak güç olduğu gibi kâtiplerin aylık veya senelik gelirlerinin Abbâsî toplumunun
dirhem ve dinar olarak farklı türden belirtilmiş olması, gelir düzeyinin tespitini ayrıca
da altın dışında bazı maddelerin karıştırılması sonucu değerinin düşmesi ve iki para
hakkında tahminler yürütülse 195 bile bunun bir kâtibin gelir-gider durumunu öğrenmek
için yeterli veri sağladığı söylenemez. Ayrıca bu konuda Abbâsî tarihinde topluma
gerekmektedir.
koşulları tahıla bağlı olarak değerlendirilmektedir. 196 Tahılın yanı sıra deve, küçük ve
büyük baş hayvanlar; et, 197 hurma, yağ vs. gıda ürünleri üzerinden de toplumun refah
düzeyi ve alım gücü hakkında fikir yürütmek mümkündür. Beslenmenin yanı sıra
almaktadır.
Yaşam standardı açısından bir kâtibin basit bir eve (beyt) sahip olmak yerine
193
Dûrî, Târîhu’l-Irâki’l-İktisâdî, 238-240; Ashtor, A Social and Economic History, 176.
194
Dûrî, Târîhu’l-Irâki’l-İktisâdî, 245-247; Zehrânî, en-Nafakât, 82-84.
195
Dûrî, Târîhu’l-Irâki’l-İktisâdî, 262-264; Sa‘d, el-Âmme fî Bağdâd, 288-292.
196
Tahıl fiyatları için bk. Dûrî, Târîhu’l-Irâki’l-İktisâdî, 265-274; Ashtor, A Social and Economic
History, 93-94, 127; Sa‘d, el-Âmme fî Bağdâd, 267-279.
197
Et tüketimi ve fiyatları için bk. Sa‘d, el-Âmme fî Bağdâd, 279-281.
198
Erken dönem İslam toplumunda hayat standartları bağlamında giysi fiyatları hakkında bk. Ali, el-
Mensûcât, 245-250; Sa‘d, el-Âmme fî Bağdâd, 282-284.
70
meclisler tertip etme gibi istekleri ve bu uğurda çabalaması pek tabiîdir. Nitekim konak
sahibi olmak; pahalı elbiseler giymek, herkesin rahatlıkla alıp tüketemeyeceği yiyecek
ve içecekleri temin edebilmek, köle ve cariyelere sahip olmak ve ata binmek gibi farklı
Abbâsîler’in ilk dönemine ait şu haber kâtibin maaşı hakkında bir fikir vermektedir:
Emevîler zamanında Kûfe divanında kâtiplik yapmış olan Yûsuf [b. Kâsım] b. Sabîh,
Abbâsîler’in ilk yıllarında hanedan üyesi Vali Abdullah b. Ali’nin kâtipliğini yürütür.
Abdullah hilafet yarışında Mansûr’a mağlup olunca Basra’ya kaçıp kardeşlerine sığınır.
dirhem ücretle işe başlar. Mansûr bir süre sonra onu fark edip huzuruna getirtir ve
halife, aldığı maaşı az bulup 20 dirheme çıkarır. 200 Diğer bir aktarıma göre Mansûr’un
Basra’ya kadı tayin ettiği Sevvâr’ın emrinde çalışan iki kâtibi vardır. Bunlardan biri 40,
diğeri 20 dirhem maaş almaktadır. Sevvâr, düşük maaşlı kâtibin maaşının 40 dirheme
çıkarılacağı beklentisiyle halifeden iki kâtibin maaşının eşit hale getirilmesi talebinde
bulunur. Mansûr’dan gelen mektupta maaşı yüksek olan kâtipten 10 dirhem kısılarak
diğer kâtibe verilmesi emredilince her iki kâtip 30 dirhem maaş almaya başlar. 201
Mahkemede kadı dışındaki görevlilerin maaşları hakkındaki bir rivayete göre, Mutî‘
199
Dûrî, Târîhu’l-Irâki’l-İktisâdî, 278; Ashtor, A Social and Economic History, 139-140; Zehrânî, en-
Nafakât, 363-370; Benî Selâme, 107-110.
200
Cehşiyârî, 202-203.
201
Cehşiyârî, 178-179.
71
zamanında (334-364/946-974) Mısır’a kadı tayin edilen Muhammed b. Salih İbn Ümmü
Şeybân, kâtibine 300, hâcibine (kapı görevlisi) 150, hükümleri kendisine arz edene 100,
Dîvânü’l-hukm hâzini (arşivci) ve diğer yardımcılar için de 600 [dirhem] aylık ücret
takdir etmiştir. 202 Mahkeme personeli için belirlenen miktarın Abbâsîler’in kuruluş
yıllarına nazaran çok yüksek olması, zaman içinde iş yükünün artması ve yapılan
de izah edilebilir.
Kâtip maaşı ile ilgili yüksek meblağ belirten kayıtlar, söz konusu kâtibin üst
aşağı yukarı aynı miktar söz konusudur. Me’mûn döneminde vezir Fazl b. Sehl
tarafından maaşlarda iyileştirme yoluna gidilir. 203 Taberî, Emevî valisi Haccâc’ın kâtibi
Yezîd b. Ebû Müslim’e aylık 300 dirhem maaş verdiğini belirtir. Cehşiyârî ise bu
maaşın kâtiplerin ileri gelenleri veya divan reisleri için olduğu anlamını ele veren li’r-
rüesâ ifadesini kullanır. Dolayısıyla bu maaş, alt kademedeki bir kâtip için geçerli
Dîvânü’r-resâil’in başına tayin ettiği Yezîd b. Ebû Müslim, aldığı 300 dirhem maaşın 50
dirhemini eşine verir, 45 dirhemini et için harcar, geri kalanını un ve diğer ev giderleri
için kullanır; maaşından arta kalanı ise su veya kadife kumaş satın alarak yoksullara
dağıtırdı. 204
fikir vermektedir: Üst düzey bir kâtip olduğu anlaşılan İbn Abdûn Muhammed b. Halef
bir süre işsiz kalınca uzak diyarları dolaşıp tekrar Bağdat’a döner. Dostu Yûsuf b. Velîd
202
Kindî, 573-574. Ayrıca bk. Hatîb, Târîhu Bağdâd, III, 338; Göl, 201-202.
203
Taberî, VIII, 95-96; Cehşiyârî, 195; Seâlibî, Letâifü’l-Meârif, 17.
204
Cehşiyârî, 84.
72
el-Enbârî onu, henüz halife olmamış Mu‘tasım’ın kâtibi Fazl b. Mervân’a götürerek
divanda işe başlaması için aracı olur. Fazl’ın huzuruna çıkmadan önce ne kadar maaş
talep ettiğini soran Yûsuf’a, İbn Abdûn kendisinin ve ailesinin temel ihtiyaçları için 15
dinara [ykl. 225 dirhem] razı olduğunu söyler. Görüşme sırasında Fazl, İbn Abdûn’a bir
mektuba cevap yazdırarak kâtipliğini ölçer; yetkinliğini fark edince 15 dinarın yalnızca
sırasında kendisine iyiliği dokunan zarif bir yaşlıya, minnettarlığını ifade etmek için
ihsanda bulunmuştur. Nitekim adama 200 dinar gönderdikten sonra o vakitler kâtipler
için takdir edilen 10 dinar [150 dirhem] maaş bağlanmış ve adam hayatı boyunca o
Kâtip maaşlarına dair 10 dinar veya 150 dirhemin üzerinde belirtilen rakamlar
genellikle belli birtakım görevler ifa eden kâtiplere, divanlara veya onun alt birimlerine
(meclis) reislik yapan kimselere aittir. Bununla birlikte bazı divan reislerinin veya özel
Mu‘tasım’ın kâtibi -bazı kaynaklarda veziri olduğu söylenen- Ahmed b. Ammâr, kitâbet
konusunda yetersiz olduğu için mektuplarını Hasan b. Vehb’e yazdırdığı, buna bağlı
olarak Hasan’ın resâil kâtibi olarak ayda 2 bin dirhem aldığı kaydedilmektedir. 207
Halifenin özel kâtibinin maaşına ilişkin kayıtlar ayrıca mütalaa edilmelidir. Zira
bazı dönemlerde halifeler vezir tayin etmek yerine başkâtip edinmeyi tercih etmişlerdir.
205
Cehşiyârî, 485; Tenûhî, el-Ferec, III, 84.
206
Sâbî, el-Vüzerâ, 239.
207
Garsünni‘me, 258-259.
73
onun için 10 bin dirhem maaş takdir etmesi 208 bu duruma örnek teşkil etmektedir. Zira
Bazı kâtipler daha yüksek maaş alabilmek için divanlardaki farklı birimlere
yönelme arayışı içinde olabilmişlerdir. Bu arayış bazen görevlerini iki yerde yürüterek
çift maaş almalarını sağlayabilmiştir. Bu duruma örnek olarak özetle şöyle bir olay
olarak tayin edip aylık 20 dinar, diğer oğlu Ebû Ca‘fer Muhammed’i de aynı divanda
kâtip olarak istihdam edip 10 dinar maaş bağlar. Aldığı maaşı beğenmeyen yirmi
yaşlarındaki Ebû Ca‘fer işi bırakır, babasından habersiz Ebû Hâmid’in başında
hisâb) müdürü Ebû Yûsuf’un yanında işi öğrenmek için bir ay çalışır. Bu durumdan
haberdar olan divan reisi Ebû Hâmid, Ebû Ca‘fer’i yanına çağırarak onu kınar; fakat
daha sonra yanında çalışmasına imkân tanır. İşi daha iyi öğrenmesi için her gün Ebû
Ca‘fer’e çeşitli işler verir. Maaşların dağıtıldığı gün Ebû Ca‘fer’e 20 dinara tekabül
eden 300 dirhem verilir. Maaşını alan Ebû Ca‘fer, babasına giderek onu bu durumdan
haberdar eder. Babası ona 10 dinar vererek yerinde kalmasını söyler. Böylece Ebû
Ca‘fer iki işi bir arada yürüterek aylık 30 dinar kazanmaya başlar. 209
208
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 15.
209
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 54-55.
210
Sâbî, el-Vüzerâ, 158.
74
İbn Mukle, Ebü’l-Hasan İbnü’l-Furât’ın kardeşi Ebü’l-Abbas’a vekâleten reislik
vezirliğe geldiğinde (296/908) ise çeşitli vazifeler yüklenmeye başlayan İbn Mukle’nin
döneminde (296-299/908-912) aylık 500 dinar maaş almıştır ki hizmetinde çalışan diğer
Vezir Ali b. Îsâ tasarruf tedbirleri çerçevesinde 315/927 yılında tüm çalışanların
maaşlarını gözden geçirerek düşürmüştür. 213 Divan reislerinin maaşlarını ise 1/3 ilâ 1/2
Kelvezânî’nin maaşını 500 dinardan 5 bin dirheme [ykl. 333 dinar] indirmiş; Dîvânü’l-
maşrık reisi Ebü’l-Feth Fazl b. Ca‘fer’e 100 dinar, 3 bin dirhem [ykl. 200 dinar] almakta
olan Dîvânü’l-hâssa ve’l-müstahdese reisi Ebû Ali İbn Mukle için 100 dinar maaş takdir
etmiştir. 214
Maaşların dışında rüşvet, bazı kâtipler için gelir yollarından biri olmuştur. 215
Meşru olmayan ve suç sayılan bu gelir kaynağı, ilerleyen sayfalarda ele alınmıştır.
Orada yer verilen örneklere bakılacak olursa, kimi kâtiplerin rüşvet yoluyla ek gelir elde
ettikleri görülecektir.
211
Tenûhî, Nişvâr, V, 73; Sâbî, el-Vüzerâ, 135.
212
Sâbî, el-Vüzerâ, 197-198.
213
Miskeveyh, Tecârib, V, 221.
214
Sâbî, el-Vüzerâ, 340.
215
Rıfka, 142-148.
75
devlet nezdinde itibarlı zümreye (sahâbe) mensup kimselere iktâ olarak verilmiştir.
Buna bağlı olarak üst düzey kâtiplere de çeşitli arazilerin iktâ edildiği
kaydedilmektedir. 216 Kâtip sınıfına mensup kimselerden özellikle vali, âmil, vezir ve
Bazı kâtiplerin, yüksek gelirli arazilere sahip olmaları Abbâsî toprak sisteminde
dıyâ‘ ve iktâ/katî‘a usulünün yaygın olmasıyla açıklanabilir. 217 Abbâsîler’in ilk asrında
kâtiplerin önemli ölçüde arazi sahibi olmaları, onların devlet idaresinde etkin
devletin hazinesine girecek olan payı düzenli biçimde sağlamaları ile alakalıdır.
Abbâsîler’in ikinci asrında baş gösteren askerî tahakküme bağlı olarak kâtiplerin
Önemli mevkilerde bulunan kâtiplere halife veya bir devlet adamı tarafından
birtakım araziler iktâ edilebilmiştir. Örneğin Halife Mansûr Bağdat’ı inşa ettiğinde
şehrin içinde veya çevresinde, yine aynı dönemlerde Irak bölgesinde çok sayıda araziyi
devlet için yararlılık gösteren kimselere iktâ olarak vermiştir. Daha sonra gelen halifeler
de kâtiplere arazi tahsis etmeye devam etmiştir. Kâtip sınıfına mensup kimseler arasında
Ebû Eyyûb el-Mûriyânî, 218 Umâre b. Hamza, 219 Ebân b. Sadaka; 220 Sâbit b. Mûsâ,
Abdullah b. Ziyâd b. Ebû Leylâ el-Hasma‘î, Ya‘kûb b. Dâvûd, 221 Süleym, 222 Yaktîn b.
Mûsâ, 223 Ebû Salih Yahyâ b. Abdurrahman ve Dâvûd b. Süleyman en-Nabatî 224 gibi
216
Belâzürî, Fütûh, 415-416; Ya‘kûbî, Büldân, 31-48; İbnü’l-Fakîh, 279; Rıfka, 149-150.
217
Geniş bilgi için bk. Hazne-Kâtibî, el-Harâc, 323-332; Demirci, Toprak Sistemi, 223-267.
218
Ya‘kûbî, Târîh, 40; a.mlf., Büldân, 40.
219
Belâzürî, Fütûh, 416; Ya‘kûbî, Büldân, 31, 46; İbnü’l-Fakîh, 299, 300, 301.
220
Ya‘kûbî, Büldân, 46.
221
Ya‘kûbî, Büldân, 47.
222
Ya‘kûbî, Büldân, 35.
223
Kudâme b. Ca‘fer, el-Harâc, 170. Ya‘kûbî ise bu arazi için katî‘a ifadesini kullanır (Büldân, 33).
76
Araziler zamanla sahibi tarafından terkedilebilmiş veya sahiplerinden
alınabilmiştir ki buna bağlı olarak arazilerin bir elden başka bir ele intikali söz konusu
olmuştur. Kâtipler, dönem dönem halifelerin ihsanlarıyla da arazi sahibi olmaya devam
etmiştir. Konuyla ilgili şu rivayet, bu duruma örnek teşkil etmektedir: Me’mûn, Hasan
b. Sehl’in kızı Bûrân ile evlendiğinde (210/825-26) Femüssılh’ta tertip edilen düğüne
iştirak edenler arasında Hâşimîler, kumandanlar ve bazı ileri gelenlerle birlikte üst
düzey kâtipler de vardır. Düğünde konuklara misk fındıkları dağıtılmış, eline gelen
fındığı kıran kişiler; arazi, binek ve cariye olarak bahtına çıkan şeyin detaylı biçimde
Başka bir rivayete göre Hasan b. Sehl, kızı Bûrân’ı Halife Me’mûn’la
Abdüla‘lâ el-İskâfî’nin oğlu mektebe (küttâb) başlar. Bunu öğrenen Hasan b. Sehl,
İskâfî’nin evine oğlu için 20 bin dirhemi nakit, 20 bin dirhemi yazılı olmak üzere hibe
olarak para gönderir. Ayrıca ona daha önce Basra’daki kendi arazisinden 50 bin dinar
tutarındaki bir bölümü de hibe etmiştir. Bu arazi, Mu‘tasım döneminden itibaren öne
çıkan ünlü komutan Boğa el-Kebîr’in (ö. 248/862) ona el koyup kendi arazilerine kattığı
getirmiştir. Nitekim Sâmerrâ kurulup başkent yapıldığı sırada çok sayıda arazi kâtiplere
iktâ olarak verilmiştir. Sâmerrâ’da iktâsı bulunan kâtipler arasında şunlar zikredilir:
224
Ya‘kûbî, Büldân, 38.
225
Ya‘kûbî, Târîh, II, 323; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 26. Ayrıca bk. İbn Tayfûr, Bağdâd, 237; Taberî, VIII,
608; Cehşiyârî, 462-463.
226
İbn Tayfûr, Bağdâd, 238; Taberî, VIII, 609. Bir zaman sonra Ali el-İskâfî’nin Boğa’nın kâtipliğini
yapmaya başladığı ve onun gadrine uğradığı, Abdullah b. Tâhir’in arabuluculuk etmesiyle affedildiği
kaydedilmektedir (Tenûhî, el-Ferec, II, 162-163).
77
Necâh b. Seleme, Ahmed b. İsrâîl. 227 Mütevekkil Sâmerrâ’yı terk edip Mütevekkiliyye
(Ca‘feriyye) şehrini kurduğunda civardaki arazileri kâtiplere de iktâ olarak vermiştir. 228
Kâtiplerin arazi satın alıp buradan elde ettikleri gelirle geçinmeleri de imkân
bağlı olarak Bağdat’ta huzur ortamı kalmayınca, Kâtip Muhammed b. Ömer el-Cürcânî
şehirden kaçıp Kûfe’de bulunan dostlarının yanına gitmiş ve burada arazi satın alarak
kişiye ait olduğu her zaman için söylenemez. Zira bazı saraylar, inşa faaliyetlerini
bu saray onun inşa faaliyetini yürüten Vaddâh’ın mülkü değil, oraya yerleşen veliaht
Mehdî’ye aittir. 230 Bağdat’ta Mehdî’nin Dîvânü’l-harâc reisi Hânî b. Beşîr’e nisbetle
Kasru Hânî’nin varlığından söz edilmektedir. Ancak sarayın mülkiyetinin kime ait
sonraları onarılmak suretiyle uzun yıllar ayakta kalmıştır. Şöyle ki bu saray daha sonra
tarihten sonra Me’mûn tarafından Bağdat’a vali tayin edilen Hasan b. Sehl bu saraya
227
Ya‘kûbî, Büldân, 56, 58, 60-63, 67.
228
Ya‘kûbî, Büldân, 68.
229
Cehşiyârî, 470; Tenûhî, el-Ferec, III, 258.
230
Belâzürî, Fütûh, 414; Ya‘kûbî, Büldân, 35; İbnü’l-Fakîh, 279, 296.
231
İbnü’l-Fakîh, 300.
232
Ya‘kûbî, Büldân, 49 (menâzil ifadesi kullanılır.); İbnü’l-Fakîh, 306; Cehşiyârî, 279. Yahyâ el-
Bermekî’nin Bağdat’ta Şemmâsiye kapısı mevkiinde yaptırdığı Tîn kasrı için bk. Cehşiyârî, 279;
Ahbârü’l-Berâmike, 35; Yâkût, el-Büldân, IV, 359.
78
yerleşmiş, Me’mûn ise Bağdat’a gelince başka bir saraya (Huld) yerleşmeyi tercih
etmiştir. Me’mûn, Hasan b. Sehl’in kızı Bûrân ile evlendikten (210/825-26) sonra,
kayınpederinin ikamet etmekte olduğu sarayı ve ona bağlı yapıları kendisine hediye
ölümünden sonra saray, uzun yıllar kızı Bûrân’ın (ö. 271/884) elinde kalmış, Halife
halife olunca bu saraya yerleşmiş ve saray Bağdat’ın doğu yakasında tesis edilen
Ya‘kûbî’ye göre Yahyâ b. el-Velîd’e- nisbet edilen bir çarşı da bulunmaktadır. 238
Kâtiplik mesleği onu icra edene makam ve mevki bakımından değişik imkânlar
sağlamıştır. Kâtipler genellikle daha iyi bir mertebeye erişmenin hayalini kurmuş ve bu
uğurda çaba sarf etmiştir. Örneğin bir divan kâtibinin ulaşabileceği en üst makam
233
Cehşiyârî, 279, 316-317; Strange, Baghdad, 243-251; Yılmaz - Sazak, “Dârülhilâfe’nin Ortaya Çıkışı”,
288-293.
234
İbn Fazlullah, Mesâlik, XI, 91.
235
Ya‘kûbî, el-Büldân, 58; Cehşiyârî, 387; Tenûhî, el-Ferec, III, 119.
236
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 49. Ayrıca bk. Ya‘kûbî, el-Büldân, 63.
237
İbnü’l-Fakîh, 296. Ya‘kûbî ise “Süveykatü Ebü’l-Verd”i Beytülmâl hâzini Ebü’l-Verd Kevser b. el-
Yemân mahallesi (rebeḍ) ile birlikte zikreder (Büldân, 35).
238
Sazak, 23.
79
vezirlik, kadı kâtibi için ise kâdılkudâtlık olmuştur. Beri taraftan kâtipler gönüllü veya
çalıştığı kimsenin makamına geçebilmektir. Âmili ile birlikte vergileri toplayıp kaydını
tutan kâtip âmil olmayı pek tabiî olarak aklından geçirebilmiştir. Vilayetlerin harâc
divanında alt kademedeki bir kâtibin, bu divanın başına geçmeyi arzulaması pek doğal
bir durum olduğu gibi mahkemede kadının aldığı kararları yazan kâtip de bir gün kadı
olmayı düşlemiştir.
teşekkül etmiştir. Divanlar meclis denilen alt birimlere ayrılmış, dolayısıyla bir kâtip
meclis reisine tâbi olmuştur. Binaenaleyh alt düzeydeki bir kâtibin görevde derece
reisliğini üstlenmenin bir sonraki adımı ise bu görevi asaleten ifa etmek olmuştur.
bütün divanların aynı öneme sahip olmaması sebebiyle yetki alanı dar olan bir divandan
daha geniş yetkileri olan başka bir divana reis olarak atanmak da bir nevi terfi anlamı
taşımıştır. Divan reisliğini icra etmiş olmak ise vezirliğe namzet olma anlamına
gelmiştir.
Abbâsî idarî yapısı bir kişinin birden fazla divana reislik yapmasına fırsat
tanımıştır. 239 Örneğin daha önce çeşitli malî görevlerde bulunan Ahmed İbnü’l-
239
Şerîf, 179-180.
80
ve’l-Gılmân, el-Cünd ve eş-Şâkiriyye olarak zikredilir. 240 Bunların ilk dördü başlıca
gelmeden önce Bağdat dışında başka bir şehrin veya bölgenin harâc sorumlusu olarak
görevlisi olan Sâbit b. Mûsâ, sonraki dönemlerde Hârûnürreşîd tarafından merkez harâc
edilmiştir. 241
Dîvânü’l-harâc’da kâtip olan Mısırlı Ebû İshak İbrahim b. Teym (ö. 217/832-
Bağdat’ta divan reisliği gibi üst düzey kâtiplik yapmış bazı isimlerin eyaletlere
vali veya küçük yerleşim birimlerine âmil olarak tayin edildiği çok defa rastlanan bir
durumdur. Bu atamalarda yeni validen bölgenin idarî işlerini yoluna koyması ve gelir-
giderleri kontrol etmesi beklenmiştir. Bu tür atamalarda divan reisliğine veya vezirliğe
talip olan merkezdeki üst düzey kâtipler arasındaki rekabetin etkisi de göz önünde
tutulmalıdır. Zira üst makamlara talip olan kâtiplerden birinin taşraya vali olarak
mensup kimseler veya üst düzey devlet adamları nezdinde itibarlı ve güvenilir kimseler
240
Ya‘kûbî, Târîh, II, 343.
241
Taberî, VIII, 115, 123; Cehşiyârî, 193, 265.
242
Sem‘ânî, el-Ensâb, V, 7; İbnü’l-Cevzî, XI, 5.
81
Abbâsîler’de eyalet valiliği görevi kimi zaman güvenlik ve askerî işlerden
sorumlu vali ile vergilerden (harâc) sorumlu kişi arasında bölünebilmiştir. Nitekim bu
durumdan vali olarak tayin edilen bir kâtibin her zaman için idarî işleri yürüttüğü
anlamı çıkarılamaz.
Mısır’a gönderilen valiler arasında kâtipler sınıfına mensup çok sayıda isme
Muhammed b. Saîd, 157/773-74 yılında azledilince yerine Mansûr’un kâtibi Matar tayin
edilmiştir. Matar bu görevi iki yıl yürütmüştür. 243 Mehdî, Hâdî ve Hârûnürreşîd
yapmış olan Ebû Ali Hasan b. el-Tahtâh el-Belhî de Mısır valiliğine getirilmiştir
(193/808). 244
Vilayetlerde harâc sorumlusu olmak, bir kâtip için son derece itibarlı bir görev
olmanın yanı sıra idarî ve malî konularda tecrübe kazanmaya da imkân tanımıştır. Öte
yandan bu görev, refah düzeyinin artması için bir fırsat olarak görülmüştür. Mısır, Şam,
Basra, Kûfe ve Horasan gibi vilayetlerde harâc divanının başında bulunmak, kolay elde
edilir bir makam olmamıştır. Nitekim sâhibü’l-harâc makamını işgal etmek, validen
Abbâsî kâtipleri için taşradan merkeze veya ters yönde bir hareketlilik söz
konusudur. Kimi taşra kâtipleri için başkente gidebilmek belli merhaleleri kat
kariyerinde asıl büyük pay, yazdığı resmî mektupların üst makamların dikkatini
çekmesine aittir. Şöyle ki hizmetinde bulunduğu âmil Sa‘lebe b. Kays’ın Mısır valisi
243
Taberî, VIII, 53, 121. Matar hakkında bk. Cehşiyârî, 162, 192.
244
Cehşiyârî, 287; Kindî, 145.
245
Tenûhî, el-Ferec, II, 77-83.
82
Salih b. Ali’ye gönderdiği mektupları kaleme alan Ebû Ubeydullah’ın kullandığı dil ve
üslup Mısır valisinin beğenisini kazanınca vali âmilden kâtibini yanına göndermesini
istemiştir. Akabinde vali kâtibi olarak Ebû Ubeydullah’ın Halife Mansûr’a yazdığı
ederek veliahdı olan oğlu Mehdî’nin kâtipliğini yürütmesi için Bağdat’a getirtmiştir.246
kâtiplerinin, Şam’dan gelen inşâ kabiliyeti yüksek bir kâtibi ilk bakışta
çekmektedir. Enbâr, Cercerâyâ, Deyru Kunnâ, Şelmeğân, Fars 249 gibi merkezler
kâtipleri ile anılmaktadır. 250 Zira bu bölgelerden Bağdat’a çok sayıda kâtibin gelip
Abbâsî döneminde kâtiplerin başka bir devletin çatısı altında hizmet etmeye
Tunus’ta Ağlebîler’in yarı bağımsız veya tâbi devlet olarak ortaya çıkması (184/800)
246
Tenûhî, el-Ferec, III, 259-261.
247
İstahrî, 147; İbn Havkal, 292.
248
Arîb, 132.
249
İstahrî, 146-148.
250
Yâkût, el-Büldân, I, 258 (Enbâr); II, 123 (Cercerâyâ), 528 (Deyru Kunnâ); III, 359 (Şelmeğân); IV,
399 (Kunnâ).
251
Ya‘kûbî, el-Büldân, 11, 14; Seâlibî, Letâifü’l-Meârif, 124.
83
takip etmiştir. Bu gelişmelerin, merkezî otoritenin henüz yerleşmemiş olmasından ötürü
döneminin nisbeten geride kaldığı ikinci asırda Mısır, Suriye, Cezîre, Horasan, Fars ve
Abbâsîler’den ayrılarak kurulmuş devletler, ilk iş olarak düzenli ve bol gelir elde
Abbâsîler çağında en önemli devlet geliri, topraktan alınan vergiler olmuştur. Buna
ilaveten cizye, ticaret vergisi, zekat da devletin gelirleri arasında önemli bir yere
geçen tüccar ve hacılardan vergi almak için bir divan kurdukları ve benzer uygulamanın
kâtipleri bir yol ayrımının eşiğine bırakabilmiştir. Kâtip, isyan bayrağı açan kişinin
yanında yer alıp almayacağı konusunda tereddüt yaşamış; bu mücadelede galip çıkacak
kişinin tarafında yer almak gelecekte onun lehine, aksi durumda ise aleyhine bir durum
arz etmiştir. Yanında yer aldığı isyancı başarısız olunca o da bu durumdan nasibini
alırdı. Örneğin Mansûr zamanında 145/762-63 yılında Basra’da isyan eden İbrahim b.
Abdullah b. Hasan hedefine ulaşamayınca, 253 onun yanında kâtibi olarak yer alan
252
Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsîm, 121.
253
İsyan hakkında geniş bilgi için bk. Zorlu, 262-282.
84
ve Müdlic kabileleri arasında gizlenen Abdünnûr’un başından geçenler, Câhız
kontrolü bir süre sonra isyancıların lideri Ali b. Muhammed’in eline geçmiştir. Ancak
on dört yıl sonra itaat altına alınabilen bölgede Muhtâra isimli yeni bir şehir kurulmuş,
bölgenin sevk ve idaresi için divan oluşturulmuş ve bunun için de kâtipler tayin
bahsedilmesi, Zenc liderinin oğlu Enkılay’ın Reyhân b. Salih isminde bir hâcibinin
bulunması, bazı komutanların dahi özel kâtipler edinmesi, adlî davalar için kadıların
tayin edilmesi şeklinde kaydedilen gelişmeler, 255 isyan sonucunda kontrolden çıkan bir
bölgede devlet teşkilatının hızlı bir biçimde oluşmaya başladığını göstermektedir. Ünlü
devlet adamı Hasan b. Sehl’in oğlu Kâtip Şeyleme Muhammed de ikbal arayışı için
Bağdat’ı terk edip Zenc liderinin hizmetine girenler arasında bulunmaktadır. 256
Abbâsîler’e tâbi olarak Horasan bölgesinde yarı bağımsız hareket eden Tâhirî
hanedanı Nişâbur’u bölgenin merkezi yapınca, daha önce merkezî konumdaki Merv ve
sonra idarî ve malî işlerin tekrar rayına oturması için burada daha önce hizmet etmiş
kâtipleri ile ünlü Mâzerâî ailesine mensup Ebû Zünbûr (Ebû Ali) Hüseyin b. Ahmed’i
254
el-Buhalâ, 200-202.
255
Demirci, Siyah Öfke, 240-241.
256
Taberî, IX, 410; X, 32; Nedîm, I, 394.
257
İbn Havkal, 434
85
harâc işlerine bakmakla görevlendirmiştir. 258 Hüseyin’den önce bu görevi [yeğeni]
Yükselme ve kariyer elde etme imkânı sunan her meslek grubunun mensupları
arasında rekabet ve çekişmelere rastlamak pek tabiîdir. Dolayısıyla üst bir konuma
erişmek için kimi kâtipler de rakip meslektaşlarını alt etmenin yollarını aramaya
koyulmuştur.
Muktedir döneminin rakip iki veziri Ali b. Îsâ ve İbnü’l-Furât, daha önce
Müktefî zamanında divan reisiydiler. Ali b. Îsâ kâtiplik mesleğini ve işlerin gereği gibi
yürütülmesini son derece önemseyen ve işinin ehli olarak bilinirdi. İbnü’l-Furât, Ali b.
Îsâ’nın malî bir konuda yanıldığını ve meseleyi tam olarak kavramadığını ortaya
çıkararak bazı konularda kendisinin daha bilgili olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. 260
Ahvaz’da divanda Ebü’l-Hasan İbn Cemîl’in yanında yetiştik, işi ondan öğrendik.
Aramızda mesleğinde yetersiz olan biri vardı. İbn Cemîl bir ara valiye (veya amirine)
gidemediği için yerine vekâleten bu adamı bıraktı. Hepimizin gerisinde kalan bu adamı
bize öncelemesi gücümüze gitti. Adam, valinin huzuruna çıktığında onun sorularını
hal uzayınca vali ‘İbn Cemîl’in yokluğu bizi sıkıntıya soktu, ona yazın da işinin başına
dönsün.’ dedi. O vakit anladık ki, İbn Cemîl bu adamı vekil bırakmakla, yokluğunda
258
Kindî, 244, 258; Yılmaz, Mu‘tazıd ve Müktefî, 336.
259
İbn Tağrîberdî, III, 160.
260
Tenûhî, Nişvâr, II, 29-31.
261
Tenûhî, Nişvâr, III, 257.
86
1.8. Denetim, Suçlar ve Cezalar
Devletin hizmetinde çalışan her memur gibi kâtip de vazifesini yerine getirme
noktasında belli bir denetime tâbidir. İşi ağırdan alma, yazışma usullerine riayet
etmeme, devlet malını zimmetine geçirme, yolsuzluklara karışma gibi farklı nedenlere
Buna bağlı olarak divanlarda alt kademedeki bir kâtibi meclis reisi, meclis reisini divan
reisi, divan reisini de vezir denetlemiştir. Bununla beraber halifeler de divanları zaman
[valiler veya vergi tahsildarları] ve kâtiplerine kötü zan besle, onlara karşı uyanık ol.”262
ifadesi dikkat çekmektedir. Bu uyarı, kâtipler üzerinde denetim olmayınca işi ihmal
etme ve görevi kötüye kullanma ihtimalinin her daim geçerli olduğuna işaret etmektedir.
ezimme) tarafından yürütülmüştür. Kâtiplerin halka karşı işlediği suçlar ise Dîvânü’l-
mezâlim’de davaya konu edilmiştir. Her iki kurumun işleyişi hakkında 2. bölümde
meclisine çağırır. Bu gelişmeden haberdar olan Fazl b. Yûnus, Süleyman’a bir gün
262
Taberî, VIII, 106; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 196.
87
hatırlatarak onu sıkıştırıp sorgulamaktan geri durmasını tavsiye eder. Süleyman da bu
muhtaç olduğu yönünde bir düşünceye kapılabilmiş, dolayısıyla bu düşünce onları işleri
ağırdan almaya ve görevlerini ihmale sevk edebilmiştir. 264 Bu tavır, halifeleri ve valileri
rahatsız etmeye başladığında birtakım tedbirler gündeme gelmiş, hatta iş, kâtiplerin
Evrakta sahtecilik suçu kâtipler arasında çokça görülen bir durumdur. Nitekim
olmuştur. Rivayete göre Mansûr saray divanında genç kâtiplerin evrakta sahtecilik
(tezvîr) yaptıklarını öğrenince onları huzuruna çağırtıp tedip eder. Kâtiplerden biri,
dövüldüğü sırada şiir diliyle bütün kâtipler adına pişmanlığını ve halifeye bağlılığını
belirterek merhamet diler. Kâtibin tavrını ve sözlerini beğenen Mansûr, kâtipleri serbest
bırakır. 265 Evrakta sahteciliği tespit etmenin başlıca yolu dosyaları karşılaştırmak
istenmiştir. 266
görevlilerinin rüşvet almaları her zaman görülebilen bir durumdur. Bununla birlikte
hediye veya para almadan bir işi yapmayan ve bunu alışkanlık haline getiren kâtipler de
263
Cehşiyârî, 389.
264
İbn Abdürabbih, IV, 252; Cehşiyârî, 79, 81, 157, 233.
265
Cehşiyârî, 208-209.
266
Tenûhî, el-Ferec, II, 80.
88
rüşvet alan biri olarak tanınmıştır. 267 Dahası Sa‘dân adında bir kâtibin sürekli rüşvet
alması sebebiyle Sa‘dân’ın kandili diye bir deyim türemiştir. Deyimle ilgili olarak şu
açıklama yapılmaktadır: Yahyâ b. Hâlid, Sa‘dân’ı divana kâtip tayin etti. Sa‘dân rüşvet
almadıkça kimsenin bir işini görmezdi. Öyle ki şair şöyle der: “Sa‘dân’ın kandiline
teslim ederek yağ dök / oğullarının kandillerine de dök Kumeyt içkisini gizlemeden
önce”. Kandile yağ dökmek rüşvet vermekten kinâyedir. Sa‘dân rüşvet almakla meşhur
olunca Yahyâ onu azleder ve yerine Ebû Salih b. Meymûn’u görevlendirir. Ne var ki o,
rüşvet ve tamahkârlıkta Sa‘dân’ı geride bırakır. Şair bunun üzerine: “Sa‘dân’ın kandili,
Ebû Salih’in kandilinin ışığının yanında bir yavrudur / onu divanında göz ucuyla
dirheme bakmaktan şaşı halde görürsün” beyitlerini söyler. Yahyâ bu durumu öğrenince
Kâtiplerin hediye kabul etmeleri rüşvet olarak telakki edilirdi. Bununla birlikte
Zeyyât’ın hesaplarını gözden geçirmesi için Boğa es-Sağîr’in kâtibi Düleyl b. Ya‘kûb
Vali kâtiplerinin validen habersiz hediye kabul etmeleri de diğer bir vakıadır.
Batı bölgesine (Mağrib) vali tayin edilen Abdullah b. Tâhir, Dımaşk’a gelirken yolda ve
şehre vardıklarında kâtibi Ahmed b. Nehîk’e çok sayıda hediye gelir. Kâtip gelen
hediyeleri bir kâğıda yazıp hazinedarına teslim eder. Vali, kâtibinin yaptığından kâtibin
267
Cehşiyârî, 162.
268
Seâlibî, Simârü’l-Kulûb, 152. İlgili hadisenin anlatıldığı başka bir rivayette, Sa‘dân Hârûnürreşîd’in
hanımı Zübeyde’nin kâtibi olarak belirtilir, diğer kâtibin adı ise Ebû Salih Yahyâ b. Abdurrahman
şeklinde kaydedilir (Cehşiyârî, 368).
269
Taberî, IX, 20.
89
ve hazinedarının gafleti sonucunda tesadüfen haberdar olur. Kâtibin kabul ettiği
kaydedilmektedir. 271
elde etmeleri de ihtimal dahilinde olan bir husustur. Zimmetine para geçirmeyi düşünen
bir kâtip bunun için sürekli fırsat kollamıştır. Merkezde divan reislerinin, taşrada ise
bağımsız biçimde aynı yolu izlemiş ya da bu olaya iştirak ederek kendi payına
işaret etmektedir. İleride siyasî hayatta kâtipler bahsinde bu tür hadiselere yer verildiği
konuda şairlerin diline düşenlerin itibarı ise daha çabuk sarsılmıştır. Örneğin Ebû
Nüvâs, Halife Emîn’e hitaben söylediği şiirde dönemin harâc ve dıyâ‘ işlerinden
mallarını tespit etmek ve gerektiği ölçüde tahsil etmeye çalışmak (istihrâc) askerin
270
Hatîb, Târîhu Bağdâd, XI, 163-164; İbnü’l-Cevzî, XI, 157-158.
271
Tenûhî, Nişvâr, II, 60-62.
272
Cehşiyârî, 421, 422.
90
(sâhibü’s-seyf) değil, kâtipler sınıfının işi olduğu belirtilmektedir. 273 Her ne kadar böyle
söylense de Abbâsî tarihinde sorgu esnasında türlü işkencelere maruz kalan kâtiplerden
çokça bahsedilmektedir.
yönelik olabildiği gibi bazen de kâtipler zümresini topluca hizaya çekmeye ve devletten
evvelce yaşanan taht kavgasına bağlı olarak kendisine cephe alan kâtipleri tasfiye
etmeye çalışmıştır.
karşı harekete geçerek çok sayıda kişiyi hapsetmiş ve mallarını müsadere etmiştir. Üst
düzey harâc kâtibi Ahmed b. İsrâîl’i muhafız birliğinin başı (sâhibü’l-hares) İshak b.
yaklaşık bin kırbaç vurulduğu söylenir. Ayrıca kendisine 80 bin dinar ödettirilmiştir.
Komutan Îtâh’ın kâtibi Süleyman b. Vehb’den 400 bin dinar, Hasan b. Vehb’den 14 bin
Dîvânü’d-dıyâ‘ reisi İbrahim b. Rebâh el-Cevherî ve kâtiplerinden 100 bin dinar, Necâh
b. Seleme’den 60 bin dinar, Ebü’l-Vezîr’den anlaşma yoluyla 140 bin dinar tahsil
273
Tenûhî, el-Ferec, I, 211, 214.
91
edilmiştir. Keza haksız kazanç elde etmeleri nedeniyle âmiller de belli meblağlar
titizlikle yürütülmüştür.274
İbrahim b. Cüneyd en-Nasrânî’den 275 70 bin dinar tahsil edilene kadar sopalarla (‘amûd
Mağribî ile birlikte İbrahim’i Bağdat’a evine göndermiş, ilgili meblağ tahsil edildikten
Sorgu neticesinde yaklaşık 60 bin dinar, 10 binleri bulan dirhem ve mücevher, altmış iki
küfe Mısır eşyası, otuz iki erkek köle ve çok sayıda döşeme elde edilmiştir. Ayrıca
oğlu Sa‘dûn b. Ali hapsedilmiştir. Sa‘dûn ile 40 bin dinar, kardeşinin oğulları Abdullah
ve Ahmed ile yaklaşık 30 bin dinar karşılığında anlaşma yapılmış, bununla birlikte
düşman ve rakip olarak gördüğü kırk civarında kâtibin mallarını müsadere etmeye
274
Taberî, IX, 125 (İng. XXXIV, 9-11). Ayrıca bk. Ya‘kûbî, Târîh, II, 338; Tenûhî, el-Ferec, II, 63-66;
Miskeveyh, Tecârib, IV, 277-278; İbnü’l-Ebbâr, İ‘tâb, 136-137.
275
Semmâne’nin kâtibi Süleyman b. İbrahim b. el-Cüneyd en-Nasrânî olduğu da kaydedilir (Ezdî,
Târîhu’l-Mevsıl, II, 18; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VI, 115).
276
Taberî, IX, 162.
277
Taberî, IX, 162.
92
çalışmış, daha sonra da önde gelen bazı kâtipleri öldürmek için türlü yollara
başvurmuştur. 278 Hamza el-İsfahânî, âmiller ve kâtiplere reva görülen işkence ve ölümle
sonuçlanan bu hadiseleri, İslam devletinde daha önce benzeri yaşanmamış bir durum
kaydetmiştir. Kâtiplerin hazineye ödemesi gereken parayı tedarik etmede kimi zaman
olabilmiştir. Cezanın hafifletilmesi işkenceye son vermek, göz hapsinde tutmak, sürgün
Kâtiplerin işkence veya suikastla öldürüldüğü bir zamanda sürgün, kendileri için
vezirin kâtibi Ebû Abdullah Zencî’ye biri kendisine dostluk ve vefayı hatırlatan, diğeri
ise vezire ulaştırılmak üzere gönderilmiş af dileyen iki mektup gönderir. Vezirin oğlu
kendisine bir zarar gelmesinden endişe duyan Ebû Abdullah, İbnü’l-Furât’ı yalnız
bulduğu bir sırada her iki mektubu ona arz eder. Kâtibinin tavrından etkilenen vezir,
Fars’a sürgün etmeye karar verdiği Ca‘fer b. Kâsım el-Kerhî ile birlikte İbn Mukle’yi de
278
Miskeveyh, Tecârib, V, 149-153, 175-176; Sâbî, el-Vüzerâ, 44-52, 105-108, 110-111, 180-182.
279
Târîh, 155.
280
Cehşiyârî, 150-153, 161, 246, 477-479; Tenûhî, el-Ferec, II, 125-126; III, 53-55; IV, 22-24.
93
sürgün eder. 281 Muhassin, Fars eyaletinin merkezi Şiraz’da zorunlu ikamete tâbi tutulan
İbn Mukle ile Kerhî’yi öldürtmek için fırsat kollar, fakat buna muvaffak olmaz. 282
Ali ile Mansûr arasındaki hilafet kavgasında kaybeden kişinin yanında durması ve Basra
kâtiplerden ziyade maktul vezirlerle ilgili detaylı bilgilere rastlanır. Kâtipler, vezirler
kadar kilit bir noktada olmadıkları için öldürülme hadisesiyle daha az karşılaştıkları
söylenebilir.
parçasıdır. Herkes gibi onlar da kendilerini çevreleyen hayata bir şekilde uyum
tertip edildiği hilafet sarayı, vezirler başta olmak üzere devlet adamlarının konakları,
Halifenin veya bir devlet adamının tertip ettiği meclislere genellikle devlet
erkânı, nedim, şair, müneccim, tabip gibi kimseler iştirak etmiştir. Bu tür ortamlarda
kültür ve sanat üzerine konular öne çıkmış; sohbet, gündelik konuların yanı sıra şiir,
Bu meclislerde kendisini iyi biçimde ifade edebilen ve ortama canlılık katan yetenekli
281
Tenûhî, el-Ferec, I, 322-326. Ayrıca bk. İbn Fazlullah, Mesâlik, XI, 124-125.
282
Sûlî, Evrâk (295-315), 132.
283
Belâzürî, Ensâb, IV, 292-295; Cehşiyârî, 165-173.
94
ve birikimli kâtipler, bir süre sonra bu meclislerin aslî bir üyesi olan nedimler arasına
girebilmiştir.
Genellikle din ve dil ilimlerine vâkıf kâtipler de bu meclislerde yerlerini almıştır. İlmî
tartışmaların daha çok cami, verrâklar çarşısı, 285 âlimlerin evi ve iş yerleri gibi farklı
önce gelip geçen halifelerin hiçbiri oyun-eğlence, komik ve gülünç şeylerin ulu orta
davranması, yakın çevresi ile halkın oyun ve eğlenceye yönelmesine neden olmuştur.
Öyle ki halifenin duruşu ve yaşantısının etkisiyle onun vezirleri, ileri gelen kâtipleri ve
geri durmamışlardır. 286 Kâtip Ebû Nûh, Mütevekkil dönemini şöyle tarif etmiştir:
284
Bozkurt, Mu’tezile’nin Altın Çağı, 98-104.
285
Ya‘kûbî kendi zamanında Bağdat’ta Basra kapısı civarında yüzün üzerinde verrâk dükkânı olduğunu
belirtir (el-Büldân, 35).
286
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 71.
287
Seâlibî, Hâssu’l-Hâs, 61.
288
Küşâcim, 126-130; Nedîm, I, 480-482; Muâfâ, III, 27-28; IV, 87-88, 125; Dündar, 573-588.
95
arasında ayrı bir yeri vardır. Satranç ustası olarak nedimler öne çıksa da Ebû Eyyûb el-
Mûriyânî, 289 Amr b. Mes‘ade, 290 İbn Ebü’l-Bağl 291 ve Ebü’l-Feth Fazl İbnü’l-Furât
Kaynaklarda geçtiği üzere özellikle saray veya dost meclislerinde bulunan bazı
olduğu ve genellikle dostlarıyla birlikte şarap içtiği belirtilir. 295 Hasan b. Mahled’in ise
sıklıkla rastlanmaktadır. Zeydî vezir Ya‘kûb b. Dâvûd’un, Mehdî’yi nebîz içtiği için
kınadığı, 297 Fazl b. Ca‘fer el-Bermekî’nin nebîzden imtina ettiği 298 ve onun kâtipliğini
yapmakta olan Fazl b. Sehl’in ise sarhoşluğu yerdiği 299 kaynaklarda sabittir. Rivayete
göre Mütevekkil, oğlu Mu‘tez’in sünnet merasimine katılan kâtipler nebîz içerken
vezirin babası Yahyâ b. Hâkân her zamanki gibi bundan imtina eder. Mütevekkil
Yahyâ’ya nebîz içmesi konusunda ısrar edince o da içmek durumunda kalır. 300
289
Dündar, 579.
290
Tenûhî, el-Ferec, III, 43-44; İbn Fazlullah, Mesâlik, XI, 94.
291
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 261; Nedîm, I, 426.
292
Tenûhî, Nişvâr, I, 65.
293
Sarhoş edicilik özelliği, niteliğine göre değiştiği belirtilen nebîzin haramlığı bilhassa Hanefîler
arasında tartışmaya konu olmuştur.
294
Dündar, 507-511.
295
İbn Ebû Avn, el-Ecvibetü’l-Müskite, 194; İsfahânî, el-Eğânî, X, 45; XIII, 96-97, 99-101, 107.
296
Hatîb, Cimriler, 191.
297
Cehşiyârî, 239.
298
Cehşiyârî, 288.
299
Cehşiyârî, 335.
300
İbn Zübeyr, ez-Zehâir, 118.
96
Farsların geleneksel bayramları olan Nevruz ve Mihrican, Abbâsîler döneminde
havas ve avam tarafından yaygın biçimde kutlanır olmuştur. 301 Bu bayramlar, bilhassa
hediye sunma geleneğini başlatan kişinin, Me’mûn’un kâtibi -daha sonra veziri- Ahmed
çalışmışlardır. 303
Komutanlar, kâtipleriyle aynı sofrada bir araya gelebilmiş, ancak yeme içme
konuda kaydedilen bir habere göre, Kâtip Ebû Muhammed es-Sılhî’nin babası,
eti olduğunu sorar. Vahşi ve yırtıcı hayvanların etini sürekli yiyen Müflihî, yediğinin ayı
eti olduğunu söyleyince kâtibi daha da tiksinir ve bu olay üzerine hastalanıp dört ay
arasında nedimler başta gelmektedir. Edep kültürü, nedimlerle kâtiplerin daima ortak
yakın olduğu söylenebilir. Kâtibin vazifesi, görev yeri ve maaşı gibi yönlerden çalışma
hayatının sınırları belirgin iken, nedim için bu durum farklılık arz etmektedir. Genellikle
301
Kara, İslâm Toplumunda Mecûsîler, 182-187; Dündar, 384-391.
302
Askerî, el-Evâil, 347; Kalkaşendî, I, 492.
303
İbnü’l-Merzübân, el-Hedâyâ, 42; İbn Abdürabbih, VII, 311; Âbî, Nesrü’d-Dür, V, 65; Seâlibî,
Âdâbü’l-Mülûk, 214; Husrî, Zehrü’l-Âdâb, I, 171-172, 181; İbn Fazlullah, Mesâlik, II, 93; XI, 36.
304
Cehşiyârî, 381-382; İbn Hamdûn, V, 15-16.
305
Tenûhî, Nişvâr, I, 204.
97
halife, vezir, vali, komutan ve bazı üst düzey devlet adamlarının hizmetinde bulunan
toplumunda belli başlı kimselerin sınırlı sayıda nedim edindikleri hesaba katıldığında,
Kâtip ile nedim arasında geçtiği belirtilen şu diyalog, kâtibin genel durumu
hakkında bilgi vermektedir: “Bir kâtip bir nedime karşı övünerek şöyle dedi: Ben
desteğim, sen zahmetsin; ben ciddi işlerin adamıyım, sen gülünç şeylerin; ben zorluk
için varım, sen lezzet için; ben savaş içinim, sen barış içinsin. Nedim de kâtibe şöyle
cevap verdi: Ben nimet içinim, sen ceza için; ben itibar için varım, sen iş yapmak için;
sen ayağa kalkarsın, ben otururum; sen çekingen durursun, ben cana yakın dururum.
Benim muhtaç olduğum şey senin için de geçerli, benim mutluluğum seni rahatsız eder.
Ben ortağım, sen yardımcı; ben eşlik ederim, sen takip edersin. Ayrılığım nedamete
temayüz ettiklerine rastlanır. Kâtip bir aileden gelen bu nedimlerin hayatlarının ilk
askerî ve idarî alanda hizmet etmiş olan Sûl ailesinden Amr b. Mes‘ade (ö. 215/830) ve
İbrahim b. Abbas (ö. 243/857) önde gelen kâtipler arasında zikredilirken sonraki
306
Edip, şair, mûsikişinas/şarkıcı ve nedim konumundaki kişiler için Abbâsî halifelerinin ihsanları
hakkında bk. Zehrânî, en-Nafakât, 218-265.
307
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 15. Ayrıca bk. Küşâcim, 60; Husrî, Zehrü’l-Âdâb, IV, 195.
98
kuşakta Ebû Bekir es-Sûlî üç halifeye (Müktefî, Muktedir, Râzî) ve Emîrülümerâ
Beckem’e nedimlik yapmıştır. 308 Mütevekkil’e yaklaşık on yıl nedimlik yapan Ahmed
Abbâsî halifelerine uzun süre nedimlik yapan Hamdûn ailesinin ilk nesli, kâtip
olarak bilinmektedir. Hamdûn b. İsmail b. Dâvûd el-Kâtib’den (ö. 254/868 [?]) ailesinde
nedimlik yapan ilk kişi olarak söz edilir. Ayrıca onun oğlu Ahmed de nedimler arasında
anılır ve en-Nüdemâ ve’l-Cülesâ [Nedimler ve Sohbet Arkadaşları] adlı bir kitap kaleme
aldığı belirtilir. 310 Ebû Ümeyye el-Kâtib’in oğlu Ebû Haşîşe Muhammed b. Ali’den bir
tambur ustası olarak bahsedilir. 311 Onun Me’mûn’dan Mu‘temid’e kadar birçok halifeye
Bazı kâtiplerin aslî görevlerini icra etmenin yanında halife veya devlet
Yûsuf’un vezir olmadan önce Me’mûn’a bir süre nedimlik yaptığı belirtilmektedir.313
Kâtip İbn Ammâr es-Sekâfî (ö. 314/926) ise sahip olduğu edeb kültürü ve ahbâr bilgisi
sayesinde divan reisi Muhammed b. Dâvûd İbnü’l-Cerrâh’ın dost meclislerinde sık sık
bulunmuştur. 314
“O, yedi kişi dışında kimsenin kendisine yarenlik etmesine izin vermezdi. Bu yedi kişi
308
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 2-4, 9, 154, 194-195; Nedîm, I, 464.
309
Cehşiyârî, 367.
310
Nedîm, I, 446.
311
Nedîm, I, 448.
312
Câhız, el-Mehâsin, 163; İbn Tayfûr, Bağdâd, 291-292; Nedîm, I, 448, 514; İsfahânî, el-Eğânî, XXIII,
76-83.
313
Sıbt İbnü’l-Cevzî, XIV, 296.
314
Nedîm, I, 458.
99
dışında da kimseyle oturup kalkmazdı. Bunların her biri farklı bir sahada yetkindi.
Kâtiplerin sosyal çevrelerinde yer alan diğer önemli grup şairlerdir. Arap
korumuştur. Yergi ve övgüleriyle etkili bir şair, gündemi belirleme veya ona yön verme
kâtiplerin şairlerle münasebeti hakkında fazla bilgi bulunmaz. Daha ziyade üst düzey
kâtiplerin şairler tarafından övülmesi veya yerilmesi, şairlerin himaye edilmesi türünden
haberlere rastlanmaktadır.
Bermekîler’in edebiyata duydukları ilgi ve ona verdikleri değer pek tabiî şairleri
b. Mansûr b. Ziyâd’ın hâmiliğinde 100 bin dirhem kazanç elde etmiştir. Muhammed’in
ölümü üzerine yeni bir hâmi arayışına giren şair, usta şairlere çok değer veren
Üst düzey kâtipler meşhur bir şairi evinde ağırlamaktan onur duymuşlardır.
Rakka’da bulunduğu bir sırada dönemin ünlü şairi Ebû Nüvâs’ı (198/813 [?])
kendisinden şiir dinlemek için davet etmiştir. Bu davetten habersiz olan bir grup şair de
315
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 151-153.
316
İbnü’l-Cerrâh, 98-99; Cehşiyârî, 349-350.
317
İbnü’l-Cerrâh, 104-105.
100
Hasîb’e gitmek üzere yola çıkmış, ama Ebû Nüvâs’ın Rakka yolunda olduğunu şairler
öğrendiklerinde geri dönmeye karar vermişlerdir. Bunu öğrenen Ebû Nüvâs, onların
yanına uğrayıp endişelerini bertaraf etmiş ve hep birlikte Hasîb’in huzuruna çıkmalarını
sağlamıştır. 318
alakalıdır denilebilir. Öte yandan aynı aileden hekim ve kâtip olarak öne çıkan
bireylerle karşılaşmak da mümkündür. Dahası hem tabiplik hem kâtiplik mesleğini icra
etmiş bazı isimlere de rastlanmaktadır. 319 Selmûye (veya Selmeveyh) b. Benân (ö.
226/841), Yûsuf b. İbrahim İbnü’d-Dâye (ö. 265/879), Ali b. Rabben et-Taberî (ö.
kimselerdir. 321
Benân, bir süre sonra halifenin özel kâtipliğini de yapmaya başlamıştır. Mu‘tasım’ın
halifenin vermiş olduğu cevapları (tevkî‘) bizzat Selmûye yazmıştır. Kardeşi İbrahim ise
onun mührüyle halifenin mührünün aynı yerde durduğu, iki kardeşin halife nezdindeki
318
Cehşiyârî, 367.
319
Emevîler’in ilk dönemlerinde yaşamış olan İbn Usâl’dan tabip ve kâtip olarak bahsedilmektedir.
Taberî, V, 227-228; Cehşiyârî, 63; İbn Ebû Usaybia, 171-172.
320
Nedîm, II, 296.
321
Öztürk, Hristiyanlar, 607-608, 618, 652; Polatoğlu, 211, 226-228.
322
İbn Ebû Usaybia, 234. Ayrıca bk. Mârî, 77.
101
Saray hekimlerinin daha çok muhasebe işlerini takip eden hususî kâtipleri
olmuştur. Mesela Hârûnürreşîd’in vefatına dek yirmi üç yıl halifenin özel tabipliğini
yapmış olan Cebrâîl b. Buhtîşû‘ (ö. 213/828) bu süre zarfında büyük bir servete
ulaşmıştır. Gelir kaynakları ve mal varlığının tek tek yazılı olduğu bir liste, oğlu
Buhtîşû‘un (ö. 256/870) sandığından çıkmıştır. İbn Ebû Usaybia, Cebrâîl’in kâtibi
tarafından yazıldığını belirttiği bu listeye eserinde olduğu gibi yer vermiştir. 323 Öyle ki
debdebeli yaşamıyla neredeyse halifeyle yarışır durumda olan ünlü hekimin ailesi, bu
cariyelerin değerini arttıran bir husustur. Sarayda veya sahibinin evinde tertip edilen
Rivayete göre İbn Râmin’in (veya Abdülmelik’in) Zerkâ Ümmü Sa‘de adındaki
cariyesi şarkılarıyla dinleyenleri mest eden biridir. Dinledikleri şarkı için Zerkâ’ya
kâtibi Yahyâ ile Ya‘kûb b. Yahyâ el-Medâinî arasında geçen bir olayda Yahyâ’nın,
için çaba sarf ettiği anlatılmaktadır. 325 İbrahim b. Abbas es-Sûlî’nin Sâmerrâ’da âşık
323
İbn Ebû Usaybia, 198-200.
324
Belâzürî, Ensâb, IV, 290; İbn Zübeyr, ez-Zehâir, 19.
325
Câhız, el-Mehâsin, 260-261.
102
olduğu şarkıcı bir cariyeden bir türlü ayrılamadığı kaydedilmektedir. 326 Hasan b.
şarkıcı bir cariye için çekiştikleri, Ebü’s-Sakr vezir olunca bu cariyeye sahip olduğu
kaydedilmektedir. 328 Vezir İbn Mukle’nin kâtibi Ebû Ahmed Fazl eş-Şîrâzî’nin boş
vakitlerini şarkıcı bir cariye ile geçirdiği ve elinde avucunda ne varsa kendisi uğrunda
olarak yetiştirdiği iki cariyesine ihsanda bulunması için İbnü’l-Müdebbir’i ziyaret ettiği
anlatılmaktadır. 333
karşılıklı beyitler okudukları, 334 benzer şekilde Ebû Osman Saîd b. Vehb
326
İsfahânî, el-Eğânî, X, 38, 40, 50.
327
Veşşâ, ez-Zarf, 314; İsfahânî, el-Eğânî, XXIII, 95-100, 104-107, 109; İbn Zübeyr, ez-Zehâir, 20.
328
İbnü’l-Ebbâr, İ‘tâb, 168-169.
329
Tenûhî, Nişvâr, II, 60-71; VIII, 263-264.
330
İsfahânî, el-Eğânî, XIX, 218-219, 221, 222.
331
İbn Zübeyr, ez-Zehâir, 19.
332
İsfahânî, el-Eğânî, XXII, 110, 113, 115-116, 121-122, 124-129.
333
Tenûhî, Nişvâr, I, 270-273.
334
Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 23; İsfahânî, el-Eğânî, XXIII, 144; İbnü’s-Sâî, Nisâu’l-Hulefâ, 50-51.
103
Bermekîler’den birinin şair cariyesi Hasnâ ile uzun uzadıya oturup şiir okuduğu335
nakledilmektedir.
Cariyelerle yakından görüşme imkânına sahip olan kâtiplerin onlara dair kitap
yazdıkları da vakidir. Nitekim ince zevkli ve edip kâtiplerden İbrahim b. Îsâ en-
Nasrânî’nin Ahbâru’l-Cevârî adıyla bir kitap 336 ve Ümmü Ca‘fer Zübeyde’nin kâtibi Ali
daha iyi hale gelmesi yönünde çabaladıkları ve bazılarının bu uğurda haksız kazanç elde
Meymûn kâtibe ilişkin olarak şöyle demiştir: “Kâtibe bir işin düştüğünde, elçin tamah
olsun.” 338
Kâtiplerin vergi gibi malî işlerde yetki sahibi olmaları nedeniyle onlarla iyi
geçinmenin kişiye yarar sağlayacağı, aksi takdirde zararlı çıkılacağı yönünde de bir
kanaat vardır. Nitekim bu konuda şöyle bir söz nakledilmektedir: “Kâtipler kendileriyle
dost olanları zengin ederler; kendilerine düşman olanları ise yoksulluğa duçar
ederler.” 339
335
İsfahânî, el-Eğânî, XX, 218-219.
336
Nedîm, I, 405.
337
Nedîm, I, 375.
338
İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, III, 124.
339
Câhız, el-Beyân, I, 287.
104
Câhız’ın müstakil olarak cimriler üzerine yazdığı eserinde cimriliğiyle meşhur
kâtipler de yer almaktadır. Muveys’in ve Kesker valisi Dâvûd b. Ebû Dâvûd’un kâtibi
yanında durur, onu üstün tutar, delillerle savunur ve insanları cimri olmaya çağırır.”
şeklinde bahsedilir ve cimriliğe dair yaşamından örnekler ve sözleri sıralanır. 340 Sehl b.
Hârûn da cimriliği ile tanınan kâtiplerdendir. 341 Hatta onun, cimriliği öven ve
muhatabını buna teşvik eden bir risâle kaleme aldığı kaydedilir. 342 Vezir İbnü’l-Furât’ın
şikâyetlerini duymak durumunda kalan bir kul, hüküm altındaki köle, ardından gidilen
merak edilen konuların başında gelmektedir. Buna bağlı olarak şekillenmiş kimlikler,
Konuyla alakalı biyografik verilerde ilgili kâtibin dinî, mezhebî, etnik aidiyetlerine dair
sıkça düşülmüş kayıtlar, bu konunun kendi dönemi itibariyle temel bir mesele olduğunu
açık biçimde ortaya koymak güçtür. Emevîler döneminden itibaren artan din değiştirme
konuda kaydedilen bilgiler, bazı üst düzey kâtiplerle sınırlıdır. Öte yandan bazı
340
Câhız, el-Buhalâ, 59-65.
341
Câhız, el-Buhalâ, 9, 105, 130, 154; İbn Abdürabbih, VII, 200-201.
342
Nedîm, I, 373; Yâkût, el-Üdebâ, III, 1409. Risalenin metni için bk. Câhız, el-Buhalâ, 9-16.
343
Tenûhî, el-Ferec, III, 98.
344
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 190-191.
105
kâtiplerin Arap olmadıkları halde mevlâsı oldukları kabileye nisbetle anılmaları da etnik
dair mevcut bilgilerden yola çıkarak genel bir tasvir yapmak mümkündür.
müteşekkildir. Bu temel iki grubun dışında kalan, özellikle İslam’a karşı tutumlarından
hareketle zındık ve mülhid olarak tarif edilen üçüncü bir topluluk da vardır.
Kâtipler arasında din değiştirme olgusu ve mezhebî eğilimler, din siyasetiyle yakından
alakalı olmuştur. Bir kâtip için üst makama gelmek veya sahip olduğu mevkii muhafaza
etmek dinî tercihlerine etki edebilmiştir. 345 Bu bağlamda “Halk, sultanlarının dini
Ubeydullah b. Yesâr (Yahudi), Feyz b. Ebû Sâlih (Hıristiyan), Fazl b. Sehl (Mecûsî),
Muâviye olduğu belirtilir. 347 Emevîler döneminde yaygın hale gelen gayrimüslim
345
Hodgson, İslâm’ın Serüveni, I, 193; Chokr, 93.
346
İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, I, 48; Seâlibî, Letâifü’l-Meârif, 71; Abbâsî, Âsârü’l-Üvel, 71, 118; İbn
Haldûn, Târîh, I, 184.
347
Ya‘kûbî, Târîh, II, 155.
348
Geniş bilgi için bk. Çakan, 49-126.
106
sürekli tartışma konusu olmuştur. Kâtiplik ve tabiplik başta olmak üzere çeşitli alanlarda
istihdam edilen gayrimüslimler, Müslüman tebaanın sık sık tepkisini çekmiş; nitekim
Hıristiyanlar
Gayrimüslim kâtipler büyük oranda Hıristiyanlardan meydana gelmiş ve sayıları
halifelerin aldığı tedbirlere rağmen bu durumun uzun süre devam etmesi, Müslüman
Abbâsîler ise mevcut yapıyı değiştirebilecek sayıda Müslüman kâtibe sahip olmadıkları
bakıldığında ise azınlık konumunda olmaları nedeniyle ve bir hizmet sektörü olması
tehlikesi olan kâtiplik mesleğinin sağladığı imkânlardan mahrum kalmamak için onu
işlerinde yetersiz olmaları sebebiyle bu kararın uzun süre uygulanamadığını belirtir. 351
349
Öztürk, Hristiyanlar, 359 vd., 382, 570-574, 586-588.
350
Câhız, “er-Red ale’n-Nasâra”, 316.
351
Theophanes, 120.
107
Şu rivayet bu husumetin devam ettiğini göstermektedir: Mu‘tazıd Âmid
seferinde şehri itaat altına aldıktan sonra beraber sefere çıktığı oğlu Ali’yi [Müktefî]
Âmid ve civar bölgelerin idaresini yürütmesi için orada bırakarak döner (19
Cemâziyelevvel 286/2 Haziran 899). Bu sırada Ali’nin kâtibi olan Hüseyin b. Amr en-
Nasrânî, şehzadenin idaresinde bırakılan bölgelerin malî işlerini takip etmek ve âmilleri
ile yazışmaları yürütmekle görevlendirilir. 352 Bir Hıristiyan kâtibin geniş yetkilerle
296/908) son zamanlarında Hıristiyanlar ön plana çıkmış, onlardan olan kâtiplerin sayısı
yaptığı gibi onları işten çıkarma ve istihdam etmeme yoluna gitmiştir. Fakat çok
Muzaffer ve ona yakın olan Hıristiyan kâtiplerle bağ kurmaya çalışmıştır. Kendilerine
Mu‘tazıd döneminde günün birinde elinden bir haç düşürdüğü ve bunu gören insanlara:
“Bu yaşlılarımızdan kalma teberrüken bulunan bir şey, bir şekilde elbisemize
352
Taberî, X, 70-71. Kâtibin ismi Hasan b. Ömer olarak da geçer (Mârî, 83).
353
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VI, 505-506.
354
Sûlî, Evrâk (295-315), 31, 58; Arîb, 33. Ayrıca bk. Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, II, 182.
108
için kullanmıştır. 355 319-320/931-932 yıllarında yedi ay kadar vezirlik yapmış olan356
taşımışlardır. 357 Mansûr ve Mehdî döneminde Cezîre bölgesinin valisi olup orayı
Musul’dan idare eden Mûsâ (veya Ebû Mûsâ) b. Mus‘ab’ın kâtibi Ebû Nûh el-Enbârî,
Mecûsîler
Sâsânîler’in resmî dini olan Mecûsîlik, İslam fetihleri neticesinde mensuplarını
diriltmek ve eski dinlerine geri dönme arzusu taşımakla itham edilmiş; bu durum
rakiplerince onlara karşı siyasî bir malzeme olarak kullanılmıştır. Buna dair Bermek
ailesiyle ilgili iki hadise anlatılmaktadır: İlkine göre, Bağdat’ın inşası sırasında
Bermek’le istişarede bulunur. Hâlid sarayın İslam’ın zaferinin bir nişanesi olarak
355
Arîb, 141.
356
Sourdel, Le Vizirat, II, 463-467; Hançabay, 167-174.
357
Mârî, 83; Öztürk, Hristiyanlar, 112.
358
Halîfe, 441; Mârî, 71-72; Öztürk, Hristiyanlar, 106-107.
109
kalması için yıkılmaması yönünde görüş beyan edince Mansûr: “Heyhat ey Hâlid! sen
bu fikre Acem dostlarına meylinden ötürü karşı çıkıyorsun.” diye cevap verir ve onu
zamanında harâc toplamada takip edilen güneş takviminde her yıl ortaya çıkan altı
toplanmaya başlar. Yahyâ b. Hâlid, çözüm önerisi olarak Sâsânîler döneminde 120 yılda
özgü bir geleneği diriltme çabası olarak yorumlar ve: “Yine Mecûsîlik damarı kabardı.”
geçemez. 360
Sehl ailesinden Vezir Fazl ve Me’mûn döneminin ilk yıllarında bir süre Irak’ın
ağzından “Mecûsî” ve “Mecûsî oğlu Mecûsî” gibi sözler duyulduğuna rastlanır. 361 Öte
yandan Fazl’ın henüz İslamiyet’i kabul etmiş olduğu günlerde, yeni dini özümsemesi
bağlamında Kur’ân’ı okurken onu bir ahlak ve siyasetnâme klasiği olan Kelîle ve Dimne
Yahudiler
Emevîler ve Abbâsîler’de Yahudiler de kâtip olarak istihdam edilmiş ancak oran
nüfusunun diğer din mensuplarına göre çok az olmasıyla birlikte Bizans ve Sâsânîler’de
359
Taberî, VII, 650-651; İbnü’l-Fakîh, 287-288; Kitâbü’l-Uyûn, III, 256. Başka bir rivayette aynı olay
bağlamında Mansûr’a kisrânın sarayını yıkmamasının daha münasip olacağı yönünde detaylı bir açıklama
getiren bir Fars kâtipten söz edilir (İbnü’l-Cevzî, VIII, 73-74).
360
Bîrûnî, el-Âsârü’l-Bâkiye, 38-39.
361
Taberî, VIII, 549; Cehşiyârî, 442. Babaları Sehl b. Zâdânferrûh, Yahyâ el-Bermekî’nin mevlâsı Sellâm
b. el-Ferec’in vesilesiyle Müslüman oluştur. Cehşiyârî, 333.
362
Kıftî, el-Hukemâ, 111.
110
devlet kademelerindeki görevlerin kendilerine kapalı olmasıdır. Bu dönemlerde memur
Abbâsîler döneminde önemli ölçüde devam etmekle birlikte Yahudi veya bu dinden
olan Ebû Ubeydullah, halifeliğinde ise veziri olmuştur. Ancak Hâcib Rebî‘ b. Yûnus’un
çevirdiği entrikaların sonucunda Ebû Ubeydullah’ın oğlu Abdullah 364 zındıklık suçuyla
yargılanarak öldürülmüş ve buna bağlı olarak halifeyle araları açılan Ebû Ubeydullah
yaşandığı bir sırada halife, Ebû Ubeydullah’ın mevlâsı olduğu Eş‘ârîlerden bir adamı
ağır şekilde cezalandırması üzerine asabiyet duygusu harekete geçen Ebû Ubeydullah,
halifeye “adamı öldürmekten beter ettiğini” belirterek tepki göstermiş, Mehdî de: “Ey
Yahudi! Çık huzurumdan, Allah sana lanet etsin.” sözleriyle Ebû Ubeydullah’ı
azarlamıştır. 366 Bu rivayetten Yahudi kökenli mühtedi bir kâtibin (veya vezirin) yeri
anlaşılmaktadır.
363
Arslantaş, İslâm Toplumunda Yahudiler, 223-224.
364
Salih olarak geçer. Ya‘kûbî, Târîh, II, 280.
365
Taberî, VIII, 137-139; Cehşiyârî, 195, 229-232.
366
Taberî, VIII, 139-140.
111
Sonraki dönemlerde nadir de olsa Yahudi kâtiblere rastlanmaktadır. Nitekim
Müstaîn döneminin önde gelen komutanlarından Bâğir’in arazilerinin gelirini böyle biri
Maniheistler
III. yüzyılda Irak’ta yani Sâsânî topraklarında doğan ve farklı bölgelere yayılan
birbirine zıt iki aslî prensibe dayanan gnostik bir düalizm oluşturmaktadır. İslam
müsamaha gösterilmiştir. 368 Şair ve mütercim bir kâtip olan Ebân b. Abdülhamîd el-
Lâhıkî (ö. 200/815-16) fikirlerinden ötürü Şuûbî ve zındık olarak nitelenmiş olmakla369
birlikte şair Ebû Nüvâs tarafından da Mani’yi rab bilmek ve zındıklarla oturup
olduğu iddia edilmektedir. Muhtemelen çevirmiş olduğu eserlere 372 ve Kâsım er-
Ressî’nin (ö. 246/860) ona yönelik yazdığı reddiyeye bağlı olarak böyle bir sonuca
367
Taberî, IX, 278.
368
Gündüz, “Maniheizm”, 575.
369
Câhız, el-Hayevân, IV, 448-450, 451; Chokr, 414-417.
370
Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 11-12.
371
M.S. V. yüzyılda İran’da ortaya çıkan düalist ve gnostik karakterli reformist dinî hareket. Bk. Kenan
Has, “Mezdekiyye”, DİA, 2004, XXIX, 504-505.
372
İbn Deysân (ö. 222), Mânî (ö. 276) ve Mezdek’in kitaplarını tercüme ettiği kaydedilir. Ya‘kûbî,
Müşâkele, 204; Nedîm, I, 368.
373
Durmuş, “İbnü’l-Mukaffa‘”, 130, 131.
374
İbnü’l-Cevzî, VIII, 56.
112
Senevîler (Düalistler)
Âlemi birbirine zıt iki kadîm aslın yarattığına inanan din veya mezhepleri ifade
divanına kâtip olarak aldığı kaydedilir. 375 Me’mûn dönemi kâtiplerinden İbrahim b.
Zındıklar ve İbâhîler
Abbâsîler’in erken döneminde, dinî kimlikleri açısından kâtipleri ilgilendiren bir
zamanına kadar devam eden zındıklara yönelik kovuşturma, çok sayıda kâtibi de içine
almıştır. Zındıklık başlarda Zerdüşt, Mazdek ve Mani’ye meyleden kişilere verilen isim
iken zamanla her türlü sapkın düşünceyi kapsayan bir kavram haline dönüşmüş ve
Müslüman kisvesi altında İslam’a aykırı birtakım gizli inançlar taşıdığına inanılan
kişiler için kullanılmıştır. Abbâsîler, zındıklığı İslam için ciddi bir tehdit, devletin
için bir tehlike olarak gördüğü kişileri bertaraf etmek amacıyla söz konusu zındıklık
375
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 203. Ayrıca bk. Câhız, el-Beyân, I, 72; Cehşiyârî, 254.
376
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 204; Chokr, 126.
377
Bozkurt, Abbâsîler, 73-75.
113
bulunmakla birlikte beri tarafta Arap kökenli bazı şair, müzisyen ve nedimlerin de
Halife Mansûr ile amcası Abdullah b. Ali arasındaki taht kavgasında kaybeden
tarafta yer alan ve Basra valisi Süfyân b. Muâviye’yle husumeti yüzünden öldürülmüş
olan İbnü’l-Mukaffa‘ 379 bazı kaynaklarda zındıklıkla nitelenmiştir. 380 Mehdî’nin şöyle
zamanla ortaya çıkmış olabilir. Çünkü yazdığı eserler başta kâtipler olmak üzere birçok
kimse tarafından büyük beğeniyle okunmuş ve baş tacı edilmiştir. Onun eserlerinin dinî
metinler kadar ilgi görmesi, bazı dinî çevreleri harekete geçirmiş olabilir. İbnü’l-
Mukaffa‘ın zındıklığına delil gösterilen iki iddianın ölümünden yaklaşık iki asır sonra
Bu iddiaların ilki, zındık olarak bilinen dört kişinin Kur’ân’ın bir benzerini
eklemelerle Farsça hazırladığı Taberî Tarihi Tercümesi’nde geçer. 383 Diğer üç ismin
Dâvûd b. Ali’nin (140/757 yılında yedi yaşındadır) İbnü’l-Mukaffa‘ ile birlikte hareket
378
Chokr, 30,
379
Belâzürî, Ensâb, IV, 292-295; Ya‘kûbî, Târîh, II, 257; Cehşiyârî, 166-173.
380
Kaddûra, Şuûbiyye, 153-156; Chokr, 33, 146, 231-237, 264-272.
381
İbnü’l-Cevzî, VIII, 56.
382
Chokr, 231-235, 237, 277-282.
383
Bel‘amî, III, 477-479.
114
etmesi imkânsız görünmektedir. 384 Anlatımdan da kurgulanmış bir şey olduğu fark
İkinci iddia ise Mu‘tezilî âlim Kadı Abdülcebbâr’ın (ö. 415/1025) İbnü’l-
onları Maniheizm’e çekmek için kendisi tarafından kitaba eklendiğini belirtmiştir. 386
topluluğun içindeydir (166/782-83). Zındıklığını ikrar edip tövbe edince Mehdî onun
hapse atılmış, bir yolunu bulup hapisten kaçmış, fakat yakalanamamıştır. 388
tutulmuştur.389
Mehdî, zındıklıkla itham edilen şair İbrahim b. Seyâbe’yi yakalatıp ona ait
kitapları getirtmiş, fakat delil olacak herhangi bir şeye rastlayamayınca emân verip onu
384
Chokr, 232.
385
Kadı Abdülcebbâr, Tesbît, 154-155.
386
Bîrûnî, Tahkîk mâ li’l-Hind, 123.
387
Taberî, VIII, 140; Cehşiyârî, 232; Chokr, 108.
388
Taberî, VIII, 165; Cehşiyârî, 234; Chokr, 409.
389
Taberî, VIII, 234.
115
huzurunda bir süre kâtiplik yapmış, fakat daha sonra itham edildiği hususlar390
Yûnus’un entrikaları sonucu oğlu öldürülen vezir, akabinde yine Rebî‘in telkinleriyle
arasında üst düzey kâtip Süleyman b. Mücâlid’in oğlu İsmail’in de adı geçmektedir. 393
kâtiplik yapmış olan Hammâd ‘Acred ilerleyen zamanlarda Basra ve Kûfe’de bulunmuş
zikredilmektedir. 394
arasında zikredilir. 395 Câhız’ın kaydettiğine göre Hammâd ‘Acred, Yûnus’un zındıklara
ona- İslam’ın eksiklikleri (uyûb) hakkında bir kitap yazdığını iddia etmiştir.396
Hârûnürreşîd halife olunca kaçıp gizlenen kişilere eman vermiş; fakat Yûnus’u istisna
390
İsfahânî ağırlıklı olarak onun zındık ve ibâhî yönünden bahseder (el-Eğânî, XII, 59-63). Ayrıca bk. İbn
Ebû Avn, el-Ecvibetü’l-Müskite, tür.yer.
391
İbnü’l-Mu‘tez, Tabakâtü’ş-Şuarâ, 119; Chokr, 412-413.
392
Chokr, 102-106.
393
Taberî, VIII, 163.
394
Chokr, 367-377.
395
İsfahânî, el-Eğânî, XIV, 227-228; Chokr, 409-410.
396
el-Hayevân, IV, 448. Ayrıca bk. Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 10.
397
Taberî, VIII, 234.
116
Hâdî zamanında zındıklarla mücadele devam etmiştir. Üst düzey bürokratlardan
Yaktîn b. Mûsâ ve oğlu Ali’ye kâtiplik yapmış olan Nehrevanlı Yezdân b. Bâzân da bu
göre Yezdân hac zamanı Mekke’de bulunduğu sırada, tavaf esnasında hervele yapanları
harman döven sığıra, Kâbe’yi de dolaylı yoldan harman yerine benzetmiştir. Bunun
Bermekîler’in tamamı, Sehl’in iki oğlu Fazl ile Hasan, Mehdî’nin kâtibi [veziri]
sıralar. Nedîm’in bir temrîz sigası olan ḳîle (denilir ki) kelimesini kullanmasından bunu
bir söylenti olarak değerlendirdiği anlaşılmaktadır. 401 Devlet idaresinde zirveye kadar
söylemek güçtür. Her iki ailenin de halifelere rağmen devletin dizginlerini ellerine
Kâtip Umâre b. Hamza’nın da şair Mutî‘ b. İyâs’la sürekli sohbet etmesine bağlı
olarak zındıklıkla itham edildiği söylenir. 402 Ancak onun ilk üç Abbâsî halifesiyle yakın
münasebetinin olduğu ve kesintisiz biçimde devlete hizmet etmesinden 403 yola çıkılarak
398
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 202-203.
399
Taberî, VIII, 190. Makdisî, bu kâtibin adını Ezdyâdâr ( )أزدﯾﺎدارve İzedeyâdâr ( )إذداﯾﺎدارolarak iki
şekilde verir (el-Bed’, VI, 100). Ayrıca bk. Chokr, 38, 118-121.
400
Ferec, 54-58; Aykon, 109-112.
401
el-Fihrist, II, 405.
402
İsfahânî, el-Eğânî, XIII, 196-197.
403
Cehşiyârî, tür.yer.
404
Chokr, 365-366.
117
Me’mûn nezdinde itibarı bulunan resâil kâtibi Ali b. Ubeyde er-Reyhânî (ö.
219/834) de zındıklıkla itham edilmiştir. 405 Çok sayıda Farsça eseri Arapçaya tercüme
Mansûr b. Bessâm’a 406 kâtiplik yapan edip ve şair Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ebân el-
Kunnâî zındıklık suçundan hapsedilmiş, sonra serbest bırakılmıştır. Ayrıca onun Acem
dinden çıkmakla (ilhâd) itham edilmek gündeme gelmiştir. İlhâd suçuyla yargılanıp
İbn Ebü’l-Azâkır eş-Şelmeğânî olarak bilinen Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ali, Şiî
mezhebine bağlı bir kâtiptir. O, bir süre sonra hulûl (ilâhî zâtın veya sıfatların
kendisinde toplandığını iddia etme) ve tenasüh inancını izhar edip bazı insanları
yapmış olan Ebû Ali Hüseyin b. Kâsım İbn Vehb, seçkin bir kâtip ve edip olan Ebû
İshak İbrahim b. Muhammed İbn Ebû Avn, Vezir Ali b. Îsâ’nın hâcibi Muhammed b.
Abdûs el-Cehşiyârî’nin oğlu Ahmed, Ebû Ca‘fer İbn Bistâm ile kardeşi Ebû Ali gibi
kâtip kökenli kimseler de bulunmaktadır. 409 Râzî’nin halifeliğinin ilk yılında İbn Ebû
Avn, tâbi olduğu Şelmeğânî’yle birlikte mülhidlikle suçlanıp Bağdat’ta idam edilmiştir
405
Nedîm, I, 371.
406
Taberî, IX, 20.
407
Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şuarâ, 442.
408
Ebû Nuaym, Târîhu İsbahân, I, 114
409
Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, II, 241-243; Miskeveyh, Tecârib, V, 185-186, 357; Bîrûnî, el-Âsârü’l-Bâkiye,
261-262; Yâkût, el-Üdebâ, I, 106-114; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VII, 26-29.
118
(322/934). Onun siyasî entrikalar sonucu idam edildiği de söylenir. 410 Rakka’ya sürgün
edilmiş olan Hüseyin b. Kâsım da aynı suçtan dolayı bir ay sonra Râzî’nin gönderdiği
etmektedir. Çünkü Abbâsîler’in ilk iki asrı, İslam mezheplerinin teşekkül dönemine
dönemde Abbasî halifeleri gerek itikadî gerekse amelî olsun, siyasî ve sosyal saiklerle
belli bir mezhepten yana tavır koymuş, hatta kimi zaman benimsedikleri mezhebin
dönemindeki mezhebî karakterli isyanlar temelde Şiî ve Hâricî olmak üzere ikiye
ayrılmıştır. 411 Mehdî’nin halifeliğinin ilk yıllarında Alioğulları’na yönelik sert tutum,
yerini onları kazanmayı hedefleyen uzlaşmacı bir politikaya bırakmış; ancak son
göre sekizinci İmam Ali Rızâ’yı veliaht tayin ederek Şiîlere fazlasıyla yakınlık
onu devletin resmî mezhebi haline getirmiştir. Bu durum Mütevekkil dönemine kadar
410
Nedîm, I, 454-455.
411
Zorlu, İsyanlar, 167-285.
412
Büyükkara, 131-135.
119
devam etmiştir. İlerleyen süreçte Abbasî iktidarı Mu‘tezilî görüşlerden vazgeçmekle
Şiîlere yönelik baskılar yeniden başlamıştır. O ve ondan sonra gelen bazı halifeler,
Hanbelîlik çizgisine yakın bir Ehl-i sünnet anlayışını öne çıkarmış, onun dışında kalan
resmî mezhep olduğu dönemleri bir kenara bırakacak olursak, genel itibariyle Abbâsî
halifeleri başlarda bidat ehlinin karşısında olanları kapsayan Ehl-i hadîs’ten daha
mezheplere yaklaşımları hakkında yukarıda özet olarak ifade edilen durumu, “Halk
etkilenmişlerdir.
sergilemişlerdir.
413
Bozkurt, Abbâsîler, 63-64.
120
Abbâsîler’in ilk veziri Ebû Seleme el-Hallâl’ın öldürülme hadisesi (132/750), bu tasfiye
(ö. 145/763), Ya‘kûb b. Dâvûd kardeşi Ali ile birlikte kâtiplik yapmış, fakat isyan
Alioğulları ve taraftarlarına karşı müsamahakâr bir siyaset takip edilmesine bağlı olarak
çağrıya kulak verip ülkenin dört bir yanından gelenlere çeşitli görevler vermiştir. Ancak
koruyup kolladıkları da olmuştur. 416 Örneğin Medine’de hilafet arayışı içinde olan
başkaldırdığında, Mansûr, Muhammed’i ele geçirmek için Şiî görünümlü bir casusu
devreye sokmuştur. Mansûr’un sırlarına vakıf ve Şiîliğini gizlemiş olan bir kâtip,
Muhammed bu sayede bir süre daha gizlenebilmiştir. 417 Aynı olay çerçevesinde Medine
valisi Ziyâd b. Ubeydullah’ın Şiî meyilli kâtibi Kûfeli Hafs b. Ömer, valiye
Muhammed’i yakalamada işi ağırdan almasını telkin etmiştir. Kâtibin tutumunu öğrenen
414
Cehşiyârî, 141, 143-145, 148.
415
Cehşiyârî, 233-234, 237-238.
416
Uyar, 168-170, 172.
417
Taberî, VII, 527-528.
121
göndermiştir. Ziyâd bu durum karşısında Îsâ b. Ali ve Abdullah b. er-Rebî‘e mektup
Konuyla ilgili diğer bir hadise şöyledir: Hâdî döneminde Hüseyin b. Ali’nin
önderliğinde Ali evladı isyan eder (169/786). Fah adıyla bilinen bu isyandan sağ
berîd) ve Salih b. Ebû Ca‘fer el-Mansûr’un mevlâsı olan Şiî meyilli (Râfızî) Vâzıh’ın
Abbâsîler’e karşı isyan etmiştir.421 Yahyâ, Fazl b. Yahyâ’nın sevk ettiği ordu karşısında
bir taraftan ikramda bulunulmuş, diğer taraftan göz hapsinde tutulmuştur. Ca‘fer el-
anılırlar. 423 Ali b. Yaktîn’in (ö. 182/798) Şiî imamlarla münasebetinin olduğu ve Şiîlere
418
Taberî, VII, 521-522.
419
Taberî, VIII, 198; Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsîm, 195; Büyükkara, 161.
420
Büyükkara, 183-184, 189; Uyar, 303-306.
421
Büyükkara, 147.
422
Taberî, VIII, 242-251, 289-291; Aykon, 112-113.
423
Büyükkara, 165, 404-408.
122
maddî yardımda bulunduğu belirtilmektedir. 424 Bunun yanı sıra melâhim konusunda
Ca‘fer es-Sâdık’a yönelttiği soruların cevabını ihtiva eden bir kitabından ve onun
huzurunda şüpheli şeyler hakkında yapılmış münazaralardan oluşan diğer bir kitabından
Ali b. Mûsâ er-Rızâ’nın veliaht tayin edilmesinde halifeyi büyük ölçüde etkilediği
belirtilmektedir. 426
Şiî olarak bilinen Bistâm ve Nevbaht ailelerini harâc âmilliği gibi önemli görevlere
getirmiş, bunu yaparken de yaşlı kâtipleri azlettiği için tepki çekmiş ve Şiîleri
değişmesi onu birtakım sıkıntılara sokmuştur. İbrahim es-Sûlî ile İshak b. İbrahim
arasında geçen bir olay dönemin kâtiplerinin Şiîliğe eğilimlerinin fark edilmesinin ne
tür sonuçlar doğurduğuna ilişkin fikir vermektedir. Mes‘ûdî’nin bir kâtipten aktardığı
habere göre, es-Saymere ve es-Sîrevân [Şîrevân]’ın valisi [veya âmili] İshak b. İbrahim
söz konusu kâtibe şunları anlatmıştır: Me’mûn’un halifeliği sırasında İbrahim es-Sûlî
Horasan’a gidip Me’mûn’un veliahdı İmam Ali b. Mûsâ er-Rızâ’ya biat etti. Huzurunda
yazdığı bir şiiriyle Ali b. Mûsâ’yı methetti. Şiirde Ali evlâdının faziletini ve onların
hilafete başkalarından daha layık oldukları ifade ediliyordu. Kasideyi beğendim ve bana
bir nüshasını yazıp vermesini ondan istedim. O da bunu yerine getirdi. Bunun üzerine
kendisine bin dirhem para ve bir de binek hibe ettim. Devran döndü, Mûsâ b.
424
Büyükkara, 404-409, 425, 427.
425
Nedîm, II, 81.
426
Büyükkara, 271-278; Can, Fazl b. Sehl, 66-80.
427
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 91.
123
Abdülmelik’in yerine Dîvânü’d-dıyâ‘ın başına İbrahim getirildi. O vakitler ben de
arzuluyordu. Bu yüzden beni görevimden azletti. Sonra bana karşı bir komplo kurdurdu.
Kendisiyle tartışmak için huzuruna çıkacak kadar fazlasıyla üzerime geldi. Onun
haklı buluyordu; ancak İbrahim onların kararına aldırış etmiyor ve beni karalayıp
duruyordu. Öyle ki kâtipler, bazı hususlarda beni yemin etmekle yükümlü tuttular.
Bunun üzerine ben de yemin ettim. İbrahim: “Sultanın yemini senin nezdinde yemin
değildir, çünkü sen bir Râfızîsin!” dedi. Ben de: “Müsaade edersen, yanına geleyim.”
dedim. İzin verince ona şunu dedim: “Beni ölümle tehdit etmen sabredilecek gibi değil.
İşte Mütevekkil orada, senden işittiklerimi ona yazarsam artık canımdan emin
olmayacağım. Râfızîlik dışında her şeye katlandım. Oysa Râfızî, Ali b. Ebû Tâlib’in
çocuklarından daha layık olduğunu iddia eden kişidir.” Bunun üzerine: “Bunu söyleyen
de kimmiş?” dedi. Ben de “Sensin! Bu konuda bizzat elinle yazdığın bende.” dedim ve
donup kaldı. Sonra: “El yazımı taşıyan defteri getir.” dedi. Ben: “Heyhat! Allah’a yemin
bir son vereceğine ve benimle ilgili hesaplara bakmayacağına dair beni mutmain kılacak
bir güvence veriyor musun?” dedim. Bunun üzerine gönlümü rahatlatacak şekilde bana
yemin etti ve bu dosyayı kapatıp attı. Defteri ona getirdim. O da onu alıp ayakkabısının
Alioğulları’na karşı kötü muamelede halifeyle aynı tavrı sergilediği, hatta onu kışkırttığı
428
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 87-88; krş. İsfahânî, el-Eğânî, X, 43-44.
124
kaydedilir. 429 Ancak kaynaklarda Ubeydullah’ın, kâtiplere yönelik tahkikatta bulunup
kâtip Ömer b. Ferec er-Ruhhacî’nin adı zikredilir. 430 Şöyle ki Alioğulları’ndan Yahyâ b.
Ömer etrafında insanları toplayıp isyan etme eğiliminde olduğu gerekçesiyle 235/849-
önde gelen devlet adamı Feth b. Hâkân’ın konağında) tutsak edilmiştir. 431 Ruhhacî
Mekke ve Medine’ye vali olarak tayin edildiğinde ise halkın meselelerini Alioğulları’na
arz etmelerine ve onlara yardımda bulunmalarına engel olmuştur. 432 Alioğulları’nın bazı
üstlenmiştir. 433
farklılık arz etmektedir. Mansûr, Mu‘tezilî âlimlere özellikle Amr b. Ubeyd’e (ö.
144/761) değer vermiş ve bağlılarının devlet hizmetine girmelerini ondan talep etmiştir.
Amr, halifenin bu talebini birtakım öğütlerle geri çevirmiştir. 434 Abbâsîler’in kuruluş
Mütevekkil döneminin başlarına kadar, yaklaşık yirmi yıl siyasî hayatta etkin bir
konumda olmuştur. 435 Ünlü Mu‘tezilî kelamcı Ebû Ca‘fer Muhammed el-İskâfî’nin (ö.
240/854) oğlu Ebü’l-Kâsım Ca‘fer babası gibi Mu‘tezilî âlimler arasında zikredilmekle
429
İsfahânî, Mekâtîl, 478, 488-489.
430
Taberî, IX, 266; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, II, 25; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VI, 130.
431
Taberî, IX, 182; İsfahânî, Mekâtîl, 506; Uyar, 338, 357.
432
İsfahânî, Mekâtîl, 479.
433
İsfahânî, el-Eğânî, XXII, 156; a.mlf., Mekâtîl, 491.
434
Cehşiyârî, 182-183; Kadı Abdülcebbâr, Fazlü’l-İ‘tizâl, 247-249.
435
Bozkurt, Abbâsîler, 64-73, 89-90.
125
beraber beliğ bir kâtip olarak anılmaktadır. Mu‘tasım, birçok kâtip dururken onu
etmelerini uygun görmüştür. Bu konuda yetki verdiği Mu‘tezilî Kadı İbn Ebû Duâd,
Basra Mu‘tezilîlerinin önde gelen âlimlerinden Ebû Ya‘kûb Yûsuf b. Abdullah eş-
Şahhâm’ı, Dîvânü’l-harâc reisi Fazl b. Mervân’a nâzır olarak tayin etmiş; böylece
Humeyd’in, kendisini Sünnî olarak gösterdiği, Hz. Ali’nin ve “pak neslinin” gittiği
olduğu kaydedilir. 438 Babasının Mu‘tezile’nin ileri gelenlerinden biri olduğu 439 halde
Mansûr’a (ö. 309/922) kulak veren ve tâbi olan devlet erkânı ve kâtiplerin varlığından
söz edilir. 440 Hamed b. Muhammed’in bu konuda aşırıya kaçtığı, 441 Muhammed b. Ali
436
Nedîm, I, 593.
437
İbnü’l-Murtaza, 72.
438
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 118-119. Ali evlâdına karşı düşmanlığı için ayrıca bk. İbnü’l-Mu‘tez,
Tabakâtü’ş-Şuarâ, 493.
439
İbnü’s-Sâî, Nisâu’l-Hulefâ, 87-88 (dn. 1: Muhakkik Mustafa Cevâd, Muhammed b. Dâvûd İbnü’l-
Cerrâh’ın yazma halindeki bir eserinden nakleder).
440
Sûlî, Evrâk (295-315), 127; Miskeveyh, Tecârib, V, 132-133; Hatîb, Târîhu Bağdâd, VIII, 705, 712;
Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVI, 476.
441
Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVI, 478 (Sâbit’ten).
126
el-Kunnâî’nin ona ibadet edercesine bağlı olduğu 442 ve Hâcib Nasr el-Kuşûrî’nin ona
meylettiği 443 belirtilmektedir. Enbârlı bir kâtip olan Ebû Ali Hârûn b. Abdülazîz el-
Evâricî (ö. 344/955) ise önceleri Hallâc’a bağlı iken ona tâbi olanlar aranıp
Fakat bu bilgilerden yola çıkarak kâtiplerin etnik kimliklerine dair sayısal veriler ortaya
koymak zordur. Çünkü bu bilgiler ya üst düzey görevlere gelmiş olan ya da eserleriyle
dikkat çekmiş kâtiplerle sınırlıdır. Ayrıca mevâlî şeklinde tarif edilen kâtiplerin Arap
gerekmektedir. Mesela Horasanî nisbesini taşıyan biri Arap, Fars, Türk veya başka bir
Diğer taraftan Türk, Süryanî, Rum, Kıptî, Nabatî, Kürt ve Zencî kökenli kâtiplere de
rastlanmaktadır.
göstermemişlerdir. Suriye ve Mısır’da daha önce Bizans’a hizmet etmiş olan Rum ve
Kıptî, Irak’ta ise Sâsânîler’e hizmet etmiş Fars kökenli kâtipler zamanla Emevîler’in
442
Hatîb, Târîhu Bağdâd, VIII, 712.
443
Hatîb, Târîhu Bağdâd, VIII, 712, 713, 720.
444
Tenûhî, Nişvâr, VI, 79-80; Miskeveyh, Tecârib, V, 132-133; Hatîb, Târîhu Bağdâd, VIII, 713.
127
önünü açmasının payı vardır. 445 Yukarıda zikredildiği üzere Abdülmelik b. Mervân’ın
malî divanların dilini Arapçaya çevirmesinin ardından Arap olmayan kâtipler arasında
yoğun bir şekilde Araplaşma eğilimi baş göstermiştir. Arapça düşünüp yazmaya
çekmektedir. Bunun başlıca sebeplerinden biri, Abbâsîler’in Irak merkezli bir devlet
fetihleri ile Fars kökenli Sâsânî kâtipleri, Arap siyasî hâkimiyetine çaresiz bir biçimde
teslim oldukları gibi Arap diline ve kültürüne de boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bu
toplanan kişilere yönelttiği bu soruya onun Fars olması hasebiyle “Farslar” diye cevap
Rumlar, Çinliler, Hintliler, Sudanlılar, Türkler ve Hazarlar diye cevap verirler. O, bütün
bu milletlerin eksik ve olumsuz bir tarafına işaret ederek sonunda aradığı cevabın
Araplar olduğunu söyler. Cevabı gülerek dinleyen topluluğa Arapların dünya çapındaki
siyasî başarılarını, zihinlerinde ve gönüllerinde tezahür eden üstün meziyetleri sıralar. 446
Yahyâ el-Bermekî’nin huzurunda bir Fars, bir Araba hitaben geçmişte Araplara
divanlarda kullanılan terimleri sıralar. Yahyâ, adamın sözleri karşısında sessiz kalan
445
Çakan, 53-54, 60.
446
İbn Abdürabbih, III, 278-279; Tevhîdî, el-İmtâ‘, 70-71; İbnü’l-Cevzî, VIII, 55-56.
128
Araba şöyle cevap vermesini söyler: “Bize tahammül edin de size bin yıl üstüne bir bin
yıl daha hükmedelim ki ne size ne de sizden olan bir şeye ihtiyacımız kalsın!” 447
itibaren Türklerin orduda istihdam edilmesi önemli oranda Müslüman Türk bir tebaanın
oluşmasını sağlamıştır. Başlarda Abbâsîler’e asker olarak hizmet etmiş olan Türk aileler
bölümde genişçe bahsedilen Sûl ve Hâkân aileleri buna örnek teşkil etmektedir.
Araplarla akraba bir halk olan, Irak ve Suriye bölgelerinde yaşayan Nabatîlere
mensup kâtipler de vardır. Nitekim harâc kâtibi Ebû Hâlid Ezdânkâzâr’ın Nabatî
yapmış olan Ebû Muhammed Hüseyin b. Ahmed el-Mâzerâî Kürttür. 451 İbnü’l-Furât’a
vezirliği sırasında kâtiplik yapan ve aynı zamanda bir hattat olan Ebû Abdullah
kâtiplerdendir. 452
447
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 201.
448
Belâzürî, Fütûh, 271-272.
449
Câhız, el-Beyân, I, 72; Cehşiyârî, 254.
450
Ya‘kûbî, Büldân, 38.
451
Arîb, 125; Miskeveyh, Tecârib, V, 220.
452
Nedîm, I, 407, 535; Miskeveyh, Tecârib, tür.yer.; Sâbî, el-Vüzerâ, tür.yer.; Yâkût, el-Üdebâ, VI, 2434,
2535-2536.
129
Şuûbiyye Hareketi ve Kâtipler
Hz. Osman döneminde İran bölgesinin fethi tamamlanmış ve bölge halkı
karşı “eşitlikçi” bir tavır sergileyecekleri vaadinde bulunmuştur. Ancak devletin kuruluş
bastırılabilen çok sayıda Fars kökenli isyan meydana gelmiştir. 453 Bu isyanlara millî
unsurunun Arap hâkimiyetinden duyduğu rahatsızlık, kâtipler arasında fikrî ve edebî bir
karşı mutaassıp olmasıyla tanınmıştır. 455 Emîn ve Me’mûn dönemlerinin önde gelen
kütüphanesinin müdürlüğünü yapmış olan Sehl b. Hârûn, şûubî olarak anılmıştır. Hatta
453
Bu isyanların sebepleri, seyri ve sonuçları için bk. Kaddûra, 134-150, 212-218; Zorlu, 123-166.
454
Kaddûra, 10-12, 22-25, 118-124, 313-316.
455
İbnü’l-Cerrâh, 99-100.
456
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 204. Ayrıca bk. Nedîm, I, 385; Seâlibî, Simârü’l-Kulûb, 77-78.
457
Nedîm, I, 373; Husrî, Zehrü’l-Âdâb, II, 316.
130
mine’l-Arab [Acemlerin Hakkının Araplardan Alınması] adlı kitabını yazması
adıyla bir kitap yazdığı kaydedilmektedir. 459 Fars bir kâtip olan İshâk b. Seleme’nin de
458
Nedîm, I, 384; Goldziher, I, 238-239.
459
Nedîm, I, 385, 619.
460
Nedîm, I, 395.
131
İKİNCİ BÖLÜM
Devleti’nde kâtip istihdamını daha açık bir biçimde görebilmek için kurumların yapı ve
hakkında genel hatlarıyla bilgi verildikten sonra burada çalışan kâtiplerin özellikleri ve
görevleri ele alınacaktır. Divan reisleri tespit edilebildiği kadarıyla liste halinde
verilecektir. Ardından şurta teşkilatı ve adlî kurumlar çatısı altında bulunan kâtiplerden
söz edilecektir. Son olarak da bahsi geçen kurumlar dışında kalan, daha çok hizmet
ihtilaflar olsa da çoğunlukla idarî, malî ve askerî divanlar şeklinde üç başlık altında ele
alınmıştır. 1 Bazı araştırmacılar çeşitli yargı kurumlarını idarî divanlar başlığı altında ele
almak yerine, adlî divanlar başlığı altında incelemiştir. 2 Diğer bir husus ise bazı
arasında sayıldığı 3 gibi adlî kurumlar çatısı altında da ele alınabilmiştir. 4 Şurta
teşkilatını askerî divanlarla aynı grupta değerlendirenler olduğu gibi adliye teşkilatının
1
Kesâsbe, el-Müessesât, 2, 4 ve 5. bölümler; Aykaç, 1, 2 ve 3. bölümler; Fevzî, Târîhu’n-Nüzumi’l-
İslâmiyye, 3, 5 ve 6. bölümler.
2
Kesâsbe, el-Müessesât, 87-111; Me‘ayta, Neş’etü’d-Devâvîn, 234-240.
3
Aykaç, 62.
4
Abdülfettâh, 229; Kesâsbe, el-Müessesât, 101.
5
Abdülfettâh, 106; Aykaç, 50.
6
Kesâsbe, el-Müessesât,129.
2.1. İdarî Divanlarda Kâtipler
İdarî divanlar denilince devlete ait her türlü sevk ve idareyle ilgili yazışmanın
2.1.1. Dîvânü’r-resâil
Dîvânü’r-resâil resmî yazışmaların yürütüldüğü divandır. Abbâsîler döneminde
Dîvânü’r-resâil tabirinin yerini Dîvânü’l-inşâ almıştır. 9 İdarî divan başlığı altında ele
alınacak olan Tevkî‘, Hâtem ve Fadd divanları Dîvânü’r-resâil ile doğrudan ilgili olup
Emevîler’e kadar uzanır. Her ne kadar Hz. Peygamber zamanında valilere ve komşu
yazışmalar artarak çeşitlenmişse de bu yazışmalar bağımsız resmî bir daire çatısı altında
her geçen gün artan yazışmalar, Emevîler’in kuruluş döneminde müstakil bir devlet
ihdas edildiği net olmamakla birlikte Cehşiyârî, bu divanın adını Abdülmelik b. Mervân
7
Dîvânü’l-berîd, daha ziyade istihbarat faaliyetlerini yürütmesi münasebetiyle askerî divanlar ve şurta
teşkilatıyla ilişkili olarak değerlendirilmektedir.
8
İbnü’d-Dâye, el-Mükâfee, 113.
9
Kalkaşendî, I, 137-138.
10
Cehşiyârî, 74; Dûrî, en-Nüzum, 170.
133
Abbâsîler döneminde Dîvânü’r-resâil’de kaleme alınan başlıca metinler arasında
İbn Halef, resmî mektuplarda dikkat edilmesi gereken hususları açıklarken sultanların
etmektedir: 1) Dine davet, 2) cihada teşvik, 3) itaate teşvik, 4) ibadet mevsimleri [Hac,
Ramazan orucu vs.] hakkında hatırlatma, 5) tabiî afetlerin meydana gelmesi, 6) din
antlaşmayı bozanlara hitaben [kınama ve tehdit], 10) itaatten çıkanlara hitaben, 11)
suçluları köşeye sıkıştırma, 12) sultana özür beyan etme karşısında, 13) fetihler, 14)
haracî ve hilâlî [şemsî ve kamerî] takvimlerin tekabülü, 15) taltif etme ve unvan
bahşetme, 16) takdir ve kınama, 17) emirler ve yasaklar, 18) zimmîlerin ayırt edici
kâtipleri sorgulanırdı. Bu duruma örnek olarak şöyle bir hadise yaşanmıştır: Azerbaycan
herhangi bir talimat verilmeksizin Rey’e girer ve Vezir Ali b. Îsâ’nın kendisine sancak
getirilir. İbn Ebü’s-Sâc’ın Rey’e girmesine kızan Halife Muktedir, ona Ali b. Îsâ
Furât’ı görevlendirir. Konuyla ilgili olarak İbnü’l-Furât tarafından sorguya çekilen Ali
11
Hatâmile, 88.
12
İbn Halef, 341-386. Ayrıca bk. ve krş. İbn Ferî‘ûn, 109-113; Kalkaşendî, VIII, 236-361.
134
ahidnâmelerin ancak halifenin bir hâdimi veya kumandanı tarafından
konuda bir mektup yazılıp yazılmadığının ise ondan sorulması gerektiğini” söyleyerek
kendisini savunur. 13
Abbâsî Devleti, Bizans gibi rakip ve köklü bir devletin yanı sıra komşu İslam
konusunda halifeler kadar vezirler de etkin bir konuma sahip olmuştur. Hâciblik
edilmiştir.
(sâhibü’l-kalem) olmak üzere iki sınıftan seçilmiş birer elçi gönderilmeye çalışılmıştır.14
Yabancı elçiler vezir veya üst düzey kâtipler tarafından karşılanmıştır. 15 Örneğin
Mansûr zamanında Bağdat’a gelen Bizans elçisine Umâre b. Hamza refakat etmiştir. 16
13
Miskeveyh, Tecârib, V, 100-101. Ayrıca bk. Hemedânî, 210.
14
Abbâsî, Âsârü’l-Üvel, 191-192.
15
İbnü’l-Ferrâ, 63, 66, 69.
16
Zübeyr b. Bekkâr, 69-70; Cehşiyârî, 204; İbn Hamdûn, IX, 324-325; Avcı, 89.
135
Gayrimüslim hükümdarları İslam’a davet eden mektupların yer yer resâil kâtibi
yazışmalardaki bütün kaideleri ve incelikleri bilmesi, sır saklaması, devlet işleriyle ilgili
17
Nedîm, I, 375; Chokr, 141-143, 158-160; Avcı, 93, 134-138.
18
Ya‘kûbî, Müşâkele, 208.
19
Hatâmile, 88-89.
20
Taberî, VI, 182.
21
Halîfe, 435; Belâzürî, Ensâb, IV, 351. Mansûr zamanında fetihlerle ilgili yazışmaları ise Abdülmelik b.
Humeyd yürütmüştür. Abdülmelik yine bu dönemlerde bir süreliğine Horasan’ın ordu divanını idare
etmiştir (Halîfe, 436).
22
Belâzürî, Ensâb, IV, 326, 351; Taberî, VI, 183; Cehşiyârî, 192.
23
Halîfe, 442; Taberî, VI, 183; VIII, 165; Cehşiyârî, 234.
24
Taberî, VIII, 165, 228; Cehşiyârî, 234. Vezirlikten azledildikten sonra Dîvânü’r-resâil reisi olarak kalan
Ebû Ubeydullah’ın elinden bu yetki de alınınca, hâciblik de yapmakta olan Rebî‘ b. Yûnus divan
reisliğine getirilmiştir. Hâciblik makamının vermiş olduğu yoğunluk sebebiyle olmalı ki Rebî‘, Saîd b.
Vâkıd’ı vekil tayin etmiştir.
25
Halîfe, 442, 447; Taberî, VIII, 228; Cehşiyârî, 251.
26
Halîfe, 465; Cehşiyârî, 369, 380, 394; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, 299.
136
Dîvânü’d-dıyâ‘,
Dîvânü’l-harâc reisi
Amr b. Osman 27 Hârûnürreşîd
Yahyâ b. Süleym 28 Emîn Hâcib kâtibi, Dîvânü’z-
zimâm reisi, Emîn’in
şehzadelik döneminde
kâtibi
Ali b. Salih Sâhibü’l- Emîn Dîvânü’l-harâc reisi,
Musallâ 29 Me’mûn’un hâcibi
Ahmed b. Yûsuf 30 Me’mûn Dîvânü’l-maşrık reisi, Yûsuf b. Kâsım ailesi
vezir
Amr b. Mes‘ade (vekili Me’mûn Âmil/vali Sûl ailesi
Abdullah b. Hasan) 31
Abdullah b. Hasan 32 Mu‘tasım İsfahanlı
Hasan b. Vehb 33 Vâsık, Vezir kâtibi, âmil Vehb ailesi,
Mütevekkil Hıristiyanlıktan ihtida
İbrahim b. Abbas 34 Mu‘tasım veya Vezir kâtibi, Dîvânü’n- Sûl ailesi
Mütevekkil nafakât’ın zimâmı,
Dîvânü’d-dıyâ‘ reisi
Saîd b. Humeyd 35 Müstaîn, Vezir Ahmed b. el- Fars, ataları Mecûsî
Mu‘temid Hasîb’in kâtibi
Hasan b. Ubeydullah 36 Mu‘tazıd Dîvânü’l-muâvin reisi Vehb ailesi
Ebü’l-Hüseyin Ca‘fer b. Mu‘tazıd Sevâbe ailesi
Muhammed 37
Ebû Abdullah Muhammed b. Müktefî
Gâlib el-İsfahânî 38
Ebü’l-Hasan Muhammed b. Muktedir Sevâbe ailesi
Ca‘fer 39
Ebû Abdullah Ahmed b. Muktedir, Kâhir, Sevâbe ailesi
Muhammed b. Ca‘fer 40 Râzî, Müttakî,
Müstekfî
27
İbnü’d-Dâye, el-Mükâfee, 113.
28
Halîfe, 465; Taberî, VIII, 63; Cehşiyârî, 380, 407.
29
Taberî, VIII, 387.
30
Kudâme, el-Harâc, 37-38; Tenûhî, el-Ferec, III, 347.
31
İsfahânî, el-Eğânî, XXIII, 58.
32
Bağdâdî, el-Küttâb, 141; Garsünni‘me, 390-391.
33
Nedîm, I, 380; Âbî, III, 89; İbn Asâkir, XIII, 406; İbnü’l-‘İmrânî, 113.
34
Nedîm, I, 378, 579; Tevhîdî, el-Besâir, IV, 122.
35
Taberî, IX, 235, 264; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 118-119; Nedîm, I, 384; Seâlibî, el-İktibâs, I, 51.
36
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 143; Yâkût, el-Üdebâ, II, 792.
37
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 143; Yâkût, el-Üdebâ, II, 792.
38
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 219; Sâbî, el-Vüzerâ, 213.
39
Yâkût, el-Üdebâ, VI, 2470.
40
Hemedânî, 333, 334, 391; Yâkût, el-Üdebâ, II, 484-485; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVII, 325.
137
Dîvânü’l-hâtem
Dîvânü’l-hâtem, Dîvânü’r-resâil’in yürüttüğü yazışmaları mühürleme işini
halifesi Muâviye tarafından evrakta sahteciliğin önüne geçmek için ihdas edilmiştir.
devlet adamlarının yazdığı mektupları mühürler ve bir suretini muhafaza ederdi. Asıl
nüsha dürülür, iple 43 bağlandıktan sonra mum veya amber katılmış balçıkla44
damgalanırdı. Mektup, mühür kuruduktan sonra onu ulaştıracak birime teslim edilirdi. 45
konusu mühürleri taşıması ve muhafaza etmesi için bir görevli tayin etmişlerdir. İlk
dönemlerde genellikle muhafızlık ile mühür taşıma görevlerinin aynı kişide toplanmış
olması, 47 bu göreve getirilen kimselerin yalnızca kâtipler arasından değil, asker kökenli
ailesinde görüldüğü gibi- mührü dilediği gibi kullanma yetkisine sahip olanlar da
çıkmıştır.
çıkardı. Nitekim bu görevi yürüten Ebü’l-Abbas et-Tûsî, Halife Mansûr’un vefatı ile
41
Kudâme, el-Harâc, 55-56; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 144; Kettânî, I, 327-331.
42
Cehşiyârî, 60. Muâviye’nin Dîvânü’l-hâtem’in başına tayin ettiği kişinin adı Abdullah b. Amr (Halîfe,
228) ve Ubeyd b. Evs el-Gassânî (Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 147) olarak da geçer. Dîvânü’l-hâtem’i Emevî
valisi Ziyâd b. Ebîh’in ihdas ettiği de kaydedilmektedir (Kudâme, el-Harâc, 55).
43
Mektuplar mühürlenirken kullanılan ip için seḥât (ç. esâḥî) ifadesi kullanılmaktadır. Bağdâdî, el-
Küttâb, 134; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 128; Sâbî, Rusûm, 46, 66, 127.
44
Balçığın/kilin (ṭîn) muhafaza edildiği nesneye maṭyene denilmektedir. Sâbî, Rusûm, 66.
45
Aykaç, 48; Kesâsbe, el-Müessesât, 149. Ayrıca bk. Kudâme, el-Harâc, 55; Sâbî, Rusûm, 127.
46
Abbâsî halifelerinin mühürlerindeki yazılar için bk. Kesâsbe, el-Müessesât, 139-140; Aykaç, 48-49.
47
Halîfe, 415, 436.
138
sonuçlanan hac yolculuğunda de onun yanında bulunmuş, halifenin vefat haberini
48
Taberî, VIII, 113.
49
Halîfe, 415.
50
Halîfe, 436; Mes‘ûdî, Mürûc, III, 241.
51
Halîfe, 436.
52
Halîfe, 436, 441, 443, 446, 462; Taberî, VIII, 113, 235; Cehşiyârî, 266.
53
Halîfe, 436.
54
Taberî, VIII, 144.
55
Halîfe, 443.
56
Cehşiyârî, 249; Tevhîdî, el-Besâir, III, 162-163.
57
İbn Tayfûr, Bağdâd, 291; İsfahânî, el-Eğânî, XXIII, 78.
58
Halîfe, 443, 447; Taberî, VIII, 189; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, 299; İbn Zâfir, Ahbârü’d-Düvel, II, 333.
59
Mes‘ûdî, et-Tenbîh, 298.
60
Halîfe, 465; İbnü’l-Cerrâh, 34-35, 38; Taberî, VIII, 235.
61
Halîfe, 465.
62
Halîfe, 465; Taberî, VIII, 235, 265.
63
Cehşiyârî, 305.
64
Halîfe, 465; Taberî, VIII, 238, 265; Cehşiyârî, 305.
139
reisi, vezir
Bekr b. Mu‘temir 66
Emîn Kâtip
Ahmed b. Ebû Hâlid 67 Me’mûn Resâil kâtibi, Dîvânü’l- Ebû Hâlid el-Ahvel
fadd ve Dîvânü’t-tevkî‘ ailesi
reisi, vezir
Fazl b. Mervân 68 Me’mûn Divan reisi, vezir
Ahmed b. Salih b. Şîrzâd 69 Müstaîn Komutan kâtibi, vezir
Sîmâ es-Sârbânî 70 Mu‘tez Taşranın (âfâk) berîd
sorumlusu
Ebû Nûh Îsâ b. İbrahim 71 Mu‘tez [Dîvânü’t-]Tevkî‘
sorumlusu
Ebû Ali İbn Mukle 72 Muktedir Dîvânü’l-fadd reisi, Vezir
Ebû Yûsuf 73 Muktedir Dîvânü’l-fadd reisi
Dîvânü’l-fadd
Valilerden merkeze gönderilen mektupların açılıp incelendiği ve üzerine gerekli
dönemlerde mektuplar özetleriyle birlikte halifeye arz edilir, o da gerekli notu düşerdi.
Bu iş için kimi dönemlerde halifenin yerini vezir alırdı. Halife veya vezirin tayin ettiği
bir kâtip bu divana riyaset ederdi. Divan reisinin emri altında evrakların tanzimi, ilgili
yerlere sevk edilmesi ve kopyasının çıkartılması gibi işleri yapan kâtipler olurdu. 74 Bazı
Dîvânü’t-tevkî‘
Tevkî‘, yazılı belgelere karar mahiyetinde düşülen notlar anlamına gelmektedir.
Abbâsîler döneminde Tevkî‘in başlı başına bir divan mı yoksa Resâil divanına bağlı bir
65
Taberî, VIII, 238.
66
Cehşiyârî, 407. Bekr aynı zamanda Emîn’i Me’mûn’a karşı kışkırtan Vezir Fazl b. Rebî‘e bu konuda
yardım ediyordu (Cehşiyârî, 412).
67
Tenûhî, el-Ferec, III, 253.
68
Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 653.
69
Taberî, IX, 275.
70
Taberî, IX, 287.
71
Taberî, IX, 344.
72
Sâbî, el-Vüzerâ, 198.
73
Miskeveyh, Tecârib, V, 221.
74
Kudâme, el-Harâc, 58. Bu divanda görevli kâtipte aranan özellikler için bk. İbn Halef, 57.
75
Hançabay, 66. Ayrıca bk. yukarıda geçen Dîvânü’l-hâtem reisleri listesi.
140
büro mu olduğu net değildir. Resmî evraklar kabilinden Dîvânü’r-resâil’e gelen yazılar
kayda geçirildikten sonra vezire iletilir, vezir gerekli işlemleri yaptıktan veya
reisine iletir, o da halifeye takdim edilmek üzere bundan sonraki işlemleri takip ederdi.
reisinin huzurunda kaydedilirdi. Çok kısa ve veciz ifadelerden oluşan bu notların temize
aranırdı. Bu divanda inşâ, temize çekme (tahrîr) ve istinsah gibi yazışma ile ilgili işleri
vazifeyi Resâil mi yoksa Tevkî‘ divanı çatısı altında mı yürüttüğü açık değildir.
Me’mûn Merv’de iken veziri Fazl b. Sehl’in tavassutuyla Ahmed b. Ebû Hâlid
76
Kesâsbe, el-Müessesât, 151; Aykaç, 45.
77
Kudâme, el-Harâc, 54.
78
İbn Haldun, Mukaddime, I, 496.
79
Tenûhî, el-Ferec, III, 253.
80
İbn Ebû Usaybia, 234.
141
Mütevekkil zamanında Necâh b. Seleme Dîvânü’t-tevkî‘ ve âmilleri denetleyen
Hâkân’ı tayin etmiştir. 82 Diğer bir habere göre Mütevekkil, yanlış bir işlem yapması
olduğu mertebeden daha üst bir seviyeye çıkarmış ve mevlâsı ilan ederek yazışmalarda
halifenin adıyla değil mevlâ ifadesinin taşıdığı anlama uygun olarak vekili Ubeydullah
tarafından yürütülmüştür. 83
düşülen notların -edebî değeri dolayısıyla- kâtiplerin ve ilgili diğer kişilerin istifadesine
2.1.2. Dîvânü’l-berîd
Berîd teşkilatı, esas itibariyle devletin kontrol mekanizmalarını etkin biçimde
devreye sokmak için kurulmuş bir teşkilattır. Haberleşme aracı olmasının yanında
istihbarat işlevi görmüş ve merkez ile taşra arasındaki idarî bağı kurmayı sağlamıştır.
Posta ve istihbarat faaliyetlerini kurumsal bir yapı içinde sürdürme geleneği, Bizans ve
Sâsânîler zamanında rastlanan bir durumdur. Her iki devlet de bu teşkilata fazlasıyla
81
Taberî, IX, 214.
82
Taberî, IX, 217.
83
Ya‘kûbî, Târîh, II, 344.
142
önem vermiş, bu konuda belirli sayıda personel istihdam etmiş, özel bütçe ayırmış ve
fazla fark edilmiştir. Her ne kadar Hulefâ-yi Râşidîn zamanında posta hizmetleri
kısaca bilgi verilecek ve daha çok onların kitâbet yönü üzerinde durulacaktır.
harâitî şeklinde anılmaktadır. 87 Ülkede olup bitenleri halifeye doğru ve hızlı biçimde
aktarması münasebetiyle halife nezdinde önemli bir yere sahipti. İstihbarat görevini de
gelişmeleri doğru ve anlaşılır bir biçimde haber vermesi için her halükârda kendisinden
kitâbet konusunda yeterli düzeyde olması beklenirdi. 88 Sâhibü’l-berîd başta olmak üzere
bu divanda çalışan kimselerden yol güzergâhları ile mesafeleri, fizikî ve beşerî coğrafya
Abbâsî Devleti’nin kuruluş safhasında idarî hayatta askerî sınıfın etkin olmasına
84
Şimşir, 39-40, 47-49, 320-324.
85
Askerî, el-Evâil, 237. Emevîler dönemi posta teşkilatı hakkında geniş bilgi için bk. Silverstein, 53-61,
71-87.
86
Harekât, “Berîd”, 499.
87
Aykaç, 55.
88
İbn Halef, 57.
89
Kudâme, el-Harâc, 77-78.
143
görülmektedir. 90 İlerleyen dönemlerde ise kâtip sınıfından çok sayıda kişi teşkilatın
halifeye günlük olarak yazmak suretiyle rapor ederlerdi. Halife, kendisine ulaşan
raporları derhal inceler; müdahale edilmesi gerekli durumları ilgili valisine ve âmiline
bildirirdi. 92 Halife bazen önemli bir gelişme veya isyan gibi tehditler karşısında ilgili
mektupta, azledilmiş önceki sâhibü’l-berîdin kâtibinin kendisine eski amiri ile şehrin
harâc âmilinin devlet hazinesinden 200 bin dirhem alıp aralarında bölüştüklerini haber
ispiyonculuk yapmaktan daha kötüymüş. Çünkü ispiyon göstermektir, onu kabul etmek
ise izin vermektir. Bir şeyi gösteren ile onu kabul edip müsamaha gösteren arasında bir
fark yoktur.” notunu düşer. 93 Me’mûn bu yazdıklarıyla, kâtibin görev başında iken ilgili
yolsuzluğa göz yumup haber vermediğine, ancak amirinin azledilmesi sonrası bunu yeni
bulunmuştur.
90
Câhız, “el-Biğâl”, 267.
91
Abbâsî döneminde âmilü’l-berîdin özellikleri, yetkileri ve görevlerini belirten talimatnâme
hüviyetindeki bir tayin kararnâmesi için bk. Kudâme, el-Menziletü’l-Hâmise, 201-206; Aykaç, 55-57.
92
Taberî, VIII, 96; Hıyârî, 40-41; Aykaç, 97.
93
el-Mehâsin, 80. Benzer veya aynı olayın Me’mûn’un veziri Fazl b. Sehl ile Hemedân’ın mukâtaa
sorumlusu arasında geçtiği bir haber için bk. Cehşiyârî, 431-432.
144
Taşra berîd sorumlusu, kritik gelişmeleri ivedilikle merkeze bildirme
yükümlülüğü altında olmuştur. Horasan valisi Tâhir b. Hüseyin’in ölümü (207/822) ile
ilgili olarak bölgenin berîd sorumlusu Ebû Sa‘de Külsûm b. Sâbit b. Ebû Saîd’in
anlattıkları bu konuda bir fikir vermektedir. Ebû Sa‘de, Tâhir’in Horasan’a vali
olduktan iki yıl sonra Merv’de Cuma hutbesinde Me’mûn’un ismini anmaktan geri
durmasını ve onun için dua etmeyerek bağımsızlığını ilana kalkışmasını derhal bir
mektupla Bağdat’taki halifeye bildirir. Bir yandan da Tâhir'den korktuğu için ecel terleri
döker. Bu olayın üzerinden çokça bir zaman geçmeden Tâhir hummaya yakalanıp ölür,
rahat bir nefes alan Ebû Sa‘de ise bu kez Bağdat’a Tâhir’in ölümünü haber veren ikinci
Sâ‘i (ç. su‘ât) olarak da anılan mürettib, posta istasyonları (sikke ç. sikek)
arasında hızlı yürümek suretiyle veya binek hayvanıyla özel çantalarda mektup
kontrol etmek için mürettibin ayrılış ve varış saatlerini kayıttan sorumludur. Bu iş için
özel kayıt defterleri olurdu. 96 Furâniklere gelince, istasyonların genel işleyişini takip
göndermeden önce onlara arz ederdi. 97 Çarşılar başta olmak üzere önemli gelişmeleri
diğer görevlilerdir. 98
94
İbn Tayfûr, Bağdâd, 161-162, 172-174; Taberî, VIII, 594-595. Ayrıca bk. Ya‘kûbî, Târîh, II, 321.
95
Sâmerrâî, el-Müessesât, 273; Aykaç, 57.
96
Hârizmî, Mefâtîh, 89; Sâmerrâî, el-Müessesât, 273; Aykaç, 58.
97
Sâmerrâî, el-Müessesât, 273; Aykaç, 58.
98
Aykaç, 58.
99
Taberî, VII, 432.
145
*Mısır, Şam ve Cezîre
Matar 101 Mansûr Kâtip, Mısır âmili Mansûr’un mevlâsı
*Mısır, Şam ve Cezîre
Süleyman b. Mücâlid 102 Mansûr Hazinelerden Mücâlid ailesi
*Basra sorumlu
Nusayr el-Hâdim 103 Mehdî, Hâdî
Vâzıh 104 Hâdî Salih b. Mansûr’un
*Mısır mevlâsı, Şiî
Yahyâ el-Bermekî 105 Hârûnürreşîd Kâtip, vezir Bermek ailesi
Ca‘fer Yahyâ el-Bermekî 106 Hârûnürreşîd Kâtip Bermek ailesi
*uzak diyarların (afâk) berîdi
Mesrûr el-Hâdim 107 Hârûnürreşîd Ordunun Nafakât
*berîd ve harâit sorumlusu (vekili sorumlusu, cellat
Sâbit el-Hâdim)
Şemmâh el-Yemâmî 108 Hârûnürreşîd Mehdî’nin mevlâsı
*Mısır
Hammeveyh el-Hâdim 109 Hârûnürreşîd
*Horasan
Ebû Müslim Sellâm 110 Hârûnürreşîd,
*sâhibü’l-berîd ve’l-ahbâr Emîn
Muhammed b. İmrân 111 Me’mûn
*sâhibü’l-berîd
Abbas b. Saîd el-Cevherî 112 Me’mûn
*sâhibü’l-berîd
Ebû Ca‘fer Ahmed b. Yûsuf 113 Me’mûn Kâtip, Dîvânü’r- Sabîh (Yûsuf b.
*Horasan resâil ve Dîvânü’s- Kâsım) ailesi
sırr reisi, vezir
İbrahim b. es-Sindî b. Şâhek 114 Me’mûn Kâtip
*sâhibü’l-haber
Süleyman b. Ya‘kûb 115 Me’mûn
*sâhibü’l-haber
Kavsara Ya‘kûb b. İbrahim el- Mu‘tasım Mütevekkil’in hâcibi Hâdî’nin mevlâsı
100
Cehşiyârî, 162.
101
Cehşiyârî, 162. Ayrıca bk. Taberî, VIII, 53, 121.
102
Belâzürî, Ensâb, IV, 152.
103
Taberî, VIII, 187.
104
Taberî, VIII, 198.
105
İbn Fazlullah, et-Ta‘rîf, 241.
106
Cehşiyârî, 300.
107
Cehşiyârî, 380.
108
Taberî, VIII, 198-199.
109
Taberî, VIII, 323, 365.
110
Taberî, VIII, 365.
111
Ya‘kûbî, Târîh, II, 322.
112
Ya‘kûbî, Târîh, II, 328.
113
İbn Tayfûr, Bağdâd, 255.
114
İbn Tayfûr, Bağdâd, 120-124. Ayrıca bk. Câhız, el-Beyân, I, 335.
115
Taberî, VIII, 644.
146
Bûşencî (el-Bâzğîsî) 116
*sâhibü’l-haber, Mısır
Abdullah b. Abdurrahman 117 Mu‘tasım
*Horasan
Fazl b. Mervân 118 Vâsık Mu‘tasım’ın kâtibi
ve veziri
Meymûn b. İbrahim 119 Mütevekkil Resâil kâtibi, şurta
*sâhibü’l-berîd amirinin kâtibi
Vehb b. Süleyman b. Vehb 120 Mütevekkil (veya Kâtip Vehb ailesi
*sâhibü’l-berîd Mu‘temid)
Hasan b. Vehb 121 Mütevekkil Dîvânü’r-resâil reisi Vehb ailesi
*Şam
Arakulmevt Hüseyin el-Hâdim 122 Müstaîn, Mu‘tez Vali
*Mısır
Mûsâ b. Boğa el-Kebîr 123 Müstaîn, Mu‘tez Komutan
*Dîvânü’l-berîd reisi
Ahmed b. İsrâîl 124 Mu‘tez Şehzade kâtibi,
*Dîvânü’l-berîd reisi Dîvânü’l-harâc reisi,
Vezir
Sîmâ es-Sârbânî 125 Mu‘tez Dîvânü’l-hâtem reisi
*uzak diyarların (afâk) berîdi
Muhammed b. Eş‘as el-Huzâî 126 Mu‘tez
*Diyâr-ı Mudar
Ebü’l-Kâsım Abdullah b. Ahmed ? Mu‘temid’in nedîmi Coğrafyacı, edip
b. Hurdâzbih 127 *Cebel/Cibâl
Ebû Suhbe Şakîr el-Hâdim 128 Mu‘temid
*Mısır
Nûşecânî 129 *sâhibü’l-berîd Mu‘tazıd Saraya bağlı ahırların
sorumlusu
Ebû Mervân el-Harâitî Mu‘tazıd, Zeyyât ailesi
Abdülmelik b. Muhammed 130 Müktefî,
Muktedir
116
Taberî, IX, 98, 203, 206; Kindî, 462. Ayrıca bk. İbn Habîb, 260.
117
Taberî, IX, 102.
118
İbnü’l-‘İmrânî, 110, 113.
119
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 189; Şâbüştî, 90-91. Ayrıca bk. Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 133, 203; Zübeydî,
Tabakâtü’n-Nahviyyîn, 138; Nedîm, I, 386.
120
Seâlibî, Simârü’l-Kulûb, 206-207.
121
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 203.
122
Kindî, 208, 462; Makrîzî, el-Mukaffe’l-Kebîr, 646.
123
Taberî, IX, 258, 355.
124
Taberî, IX, 344.
125
Taberî, IX, 287.
126
Ya‘kûbî, Târîh, II, 352.
127
Nedîm, I, 457-458; İbnü’n-Neccâr, XVII, 10.
128
Ya‘kûbî, Târîh, II, 358.
129
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 114-115; Sâbî, el-Vüzerâ, 23.
130
Tenûhî, el-Ferec, II, 98-100; Sâbî, el-Vüzerâ, 178, 194-195; İbnü’n-Neccâr, XVI, 74.
147
Ebû Ali Muhammed b. Mu‘tazıd, Vezir Hâkânî ailesi
Ubeydullah b. Yahyâ 131 Müktefî,
*Mâsebezân’ın berîd, mezâlim ve Muktedir
harâit sorumlusu
Fâtik 132 *Musul, Diyâr-ı Rebîa, Mu‘tazıd Komutan Mu‘tazıd’ın
Diyâr-ı Mudar ve Süğûr’un berîdi mevlâsı
ve bölge âmillerinin denetimi
Hasan b. İsmail 133 Müktefî Vezir Abbas b.
Haremeyn’in berîdi Hasan’ın akrabası
Re’sü’l-Bağl Ali b. Abdullah b. Muktedir Kâtip
Velîd 134
*Halife nezdinde berîd sorumlusu
Abdülvâhid b. Fazl b. Vâris 135 Muktedir
*Halife nezdinde berîd sorumlusu
Ebü’l-Ğusn Şefî‘ el-Lü’lüî 136 Muktedir Müşrif (vezir, ordu,
*Dîvânü’l-berîd reisi divan reisleri,
kadılar, şurta amirleri
üzerinde)
2.1.3. Dîvânü’t-tırâz
Hükümdar, devlet adamları ve komutanlar için değerli kumaşlardan işlemeli
döneminde muhtemelen Bizans etkisiyle şekillenen saray kültürünün bir parçası olarak
devlet erkânının giymiş olduğu elbiselere hem resmiyet hem de görkem kazandırmak
tazim ifadeleri genellikle kûfî bir yazı şeridi halinde altın veya başka bir maddeden
işlenmiş yazı ve süslemelere ṭırâz, işlemeli kumaşa muṭarraz, imalâthaneye ise dârü’ṭ-
ṭırâz, ṭuruz ve ṭırâzât denilmiştir. Tırâz atölyelerinde söz konusu elbiselerin yanı sıra
devlet için sembolik değer taşıyan bayrak, sancak ve flamalar da hazırlanırdı. Bütün bu
işlerin yürütüldüğü idarî birim için ise Dîvânü’t-tırâz tabiri kullanılmıştır. 137
131
Miskeveyh, Tecârib, V, 78.
132
Taberî, X, 68. Ayrıca bk. Kindî, 261, 263.
133
Taberî, X, 133.
134
Sûlî, Evrâk (295-315), 70.
135
Sûlî, Evrâk (295-315), 70.
136
Miskeveyh, Tecârib, V, 77; Arîb, 46.
137
Dûrî, Târîhu’l-Irâki’l-İktisâdî, 123; Kesâsbe, el-Müessesât, 80-83; Bozkurt, “Tırâz”, 112. Ayrıca bk.
İbn Haldûn, Mukaddime, I, 520-522.
148
Erken dönemlerden itibaren bu atölyelerde resmî yazışmalarda da kullanılan
Mısır’dan papirüs ithal eden Bizans kralıyla aralarında hesaplaşmaya dönüşen bir krize
ölümünden sonra veliahdı olan iki oğlu Emîn ile Me’mûn arasındaki ihtilaf büyüyünce
ilkin kaldırmış; 139 çok geçmeden Emîn de Bağdat’ta Me’mûn için aynı şeyi
yapmıştır. 140 Öte yandan Abbâsîler’e tâbi bir vali, halifeye itaati terk ettiğini hutbede
onun ismini anmaktan geri durmak ve tırâzlardan silmek suretiyle ilan ederdi. Halife
beyitlerden oluşan yazıların işlendiği, yine bunların genelde altın ve gümüş sırmalarla
ve Kûfî hat ile yazıldığı malumdur. Keza zünnâr (kuşak), kemer, mendil, yelpaze;
138
Belâzürî, Fütûh, 335-336; Beyhakî, 340-343; Erkoçoğlu, 390.
139
Taberî, VIII, 375.
140
Taberî, VIII, 390.
141
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VI, 418.
149
perde, yastık, minder, halı, sedir/divan ve koltuk gibi eşyalara da benzeri yazılar
işlenmiştir. 142
bulunurdu. Terziler dışında buradaki malî işlerin kaydını tutan kâtipler vardı. Divanın
başında bulunan kişi sâhibu’t-tırâz olarak anılırdı. Emevî halifesi Hişâm’ın tırâzlardan
Bermekî’ye havale etmiştir. 144 Bermekîler’in siyasî hayatta etkin olduğu sıralarda İbn
Nûh’tan sâhibü’t-tırâz olarak söz edilmektedir. 145 Yine aynı dönemlerde Dîvânü’t-
olduğu için Îsâ görevden alınmıştır. Hârûnürreşîd, daha sonra Îsâ’ya görevini ve el
bütçe planlanması gibi başlıca nedenlere bağlı olarak malî divanlar teşekkül etmiştir.
Yukarıda da geçtiği üzere bu divanlar Hz. Ömer döneminde ortaya çıkmıştır. Emevîler
döneminde ise buna yenileri eklenmiştir. Bu başlık altında önce vergilerin toplandığı
Dîvânü’l-harâc ve onunla benzer işlevlere sahip diğer divanlar ele alınacak, ardından
142
Veşşâ, ez-Zarf, 317-333 vd. İbn Yahyâ el-Veşşâ’nın (ö. 325/937) Abbâsî elit çevrelerinde rastladığı
kumaş, duvar ve çeşitli nesneler üzerine işlenmiş yazılara ait derledikleri, yazı tarihi ve Arap edebiyatı
araştırmaları açısından kayda değerdir. Ayrıca bunun bir moda haline geldiği düşünüldüğünde, bu işle
iştigal eden bir nakkâş zümresinden söz etmek mümkündür.
143
Cehşiyârî, 107.
144
Cehşiyârî, 300.
145
Taberî, VIII, 293.
146
Cehşiyârî, 373.
150
nafakât’a yer verilecek, daha sonra divanları malî açıdan denetleme görevini yerine
getiren Dîvânü’z-zimâm üzerinde durulacak, son olarak darphane idaresi şeklinde tarif
2.2.1. Dîvânü’l-harâc
İlk dönemlerde tebaanın mal varlığından alınan vergileri ifade eden harâc,
zamanla toprak vergisi anlamında kullanılmaya başlamıştır. Harâc ile cizye terimlerinin
birbirinin yerine mutlak vergi manasında kullanıldığı da olmuştur. 147 Hz. Ömer
döneminde harâca tâbi araziler ölçülmek suretiyle yeniden belirlenmiş ve bu işle ilgili
çeşitli görevliler tayin edilmiştir. 148 Hulefâ-yı Râşidîn ve Emevîler döneminde harâc
gelirleri topraktan alınan harâc vergisinin yanı sıra cizyeyi, harâc arazilerinden çıkarılan
mükûs) 149 vergilerini de kapsamıştır. 150 Kaynaklarda, her ne kadar çeşitli bölgelerden
değişik zamanlarda toplanan gelirlerin harâc adı altında dökümü yapılmışsa da151
genellikle cizye ve uşûru da ihtiva eden bu rakamları ihtiyatla karşılamak gerekir. 152
Harâc iki şekilde tahsil edilegelmiştir ki biri tahsildar (âmil) tayini, diğeri takbîl
uzmanlık, ilmî ve fıkhî ehliyet gibi vasıflar aranmıştır. Uzmanlık için hesaplama, ziraat,
147
Kallek, “Haraç”, 71-72.
148
Aykaç, 120-121.
149
Emevîler döneminde rastlanılan meks uygulaması, Abbâsîler devrinde yaygın hale gelmiştir. Bu vergi,
ihtiyaç duyuldukça alınmış, zaman zaman ilga edilmiştir. Meks adı altında vergi toplanması âmillerin
veya sâhibü’l-mükûs, mekkâs gibi adları taşıyan görevlilerin kontrolünde olmuştur. Kallek, “Meks”, 584-
585.
150
Yeniçeri, İslâm’da Devlet Bütçesi, 111. Fey kavramı, Harâc gelirlerinin kapsamının belirlenmesinde
etkili olmuştur. Fey’in tanımı ve kapsamı için bk. Demirci, Toprak Sistemi, 49-66.
151
Ya‘kûbî, Târîh, I, 126-127; a.mlf., el-Büldân, tür.yer.; İbn Hurdâzbih, tür.yer.; İbnü’l-Fakîh, 381-387,
390-394; Cehşiyârî, 399-406; Kudâme, el-Harâc, 162-184; İbn Haldûn, Târîh, I, 224-226; a.mlf.
Mukaddime, I, 407-408; Salih Ahmed el-Ali, “A new version of Ibn al-Muṭarrif’s list of revenues in the
early times of Hārūn al-Rashīd”, Journal of Economic and Social History of the Orient, 14 (1971), 303-
310.
152
Kallek, “Haraç”, 80.
151
hasat ve fiyat-maliyet tahmini gibi meslekî tecrübe ve bilgilere sahip olunmalıdır.153
faaliyeti tamamlanıncaya kadar yoğun bir şekilde devam etmiştir. Kâdılkudât Ebû
toplanmıştır. 157
Dîvânü’l-harâc bünyesinde vergiye tâbi arazilerin tespiti ve vergi takdiri için ara
Ta‘dîl, ölçüm işlerini yürüten messâhların 159 yanı sıra kâtipler, emînler (bilirkişiler) ve
153
Kallek, “Haraç”, 75. Vergi toplama sırasında görevli kişiler hakkında bk. Demirci, Toprak Sistemi,
394-395.
154
Taberî, V, 522-523;
155
Ebû Yûsuf, 107.
156
Cehşiyârî, 59; Aykaç, 122.
157
Cehşiyârî, 106; Dûrî, en-Nüzum, 170. Mâverdî Dîvânü’l-‘uşr ifadesini kullanır (el-Ahkâmü’s-
Sultâniyye, 271).
158
Abbâsîler’de ta‘dîl işlemleriyle ilgili daha geniş bilgi için bk. Demirci, Toprak Sistemi, 333-349.
159
Messâh yerine ḳaṣṣâb ve zârî‘ tabirleri de kullanılmıştır. Demirci, Toprak Sistemi, 339, 345.
160
Harâc ve emval kitaplarında bölgelerin fethi ile ilgili haberlere sıkça rastlanmasının temel sebebi vergi
takdiri ve ta‘dîl işlemlerinde fethediliş şeklinin esas alınmasıdır.
152
kayıtlara müracaat edilerek haksızlıkların ve gaspların önüne geçilmiş; böylelikle küçük
Mansûr halifeliği sırasında Emevîler döneminde öşrî arazi haline getirilen toprakları,
Furât’tan eski vergi kayıtlarını bilen bir kâtip talebinde bulunmuştur. O da Dîvânü’d-
Halife ile birlikte batı yönünde sefere çıkan vezirin oğlu Kâsım da Ebü’l-Abbas’tan
161
Demirci, Toprak Sistemi, 76-77.
162
İbnü’l-Mukaffa‘ halifeye hitaben yazdığı Risâletü’s-Sahâbe’sinde halifenin dikkatini toprak ve vergi
reformuna çekmiştir. “Risâletü’s-Sahâbe”, İslam Siyaset Üslubu, 120-121; Demirci, “Abdullah İbnü’l-
Mukaffâ’nın ‘Risâletü’s-Sahâbe’ Adlı Risâlesi: Takdim ve Tercüme”, 238. Mansûr zamanında Cezîre
bölgesinde yapılan ta‘dîl faaliyeti hakkında bk. The Chronicle of Zuqnīn, 234-235, 254, 256, 259, 263,
267 (Ar. 139-140, 165, 168, 172, 177, 181).
163
Demirci, Toprak Sistemi, 64.
164
Ya‘kûbî, Târîh, II, 345; Demirci, Toprak Sistemi, 342. Ayrıca bk. Cehşiyârî, 520-521; Tenûhî, el-
Ferec, I, 249-250; Garsünni‘me, 92-93.
165
Geniş bilgi için bk. Yılmaz, Mu‘tazıd ve Müktefî, 83-211.
153
bakan Ali b. Îsâ İbnü’l-Cerrâh’ı tavsiye etmiştir. Böylece iki yetkin kâtip fethedilen
harâc’a da yansımıştır. Dîvânü’l-harâc merkez ve taşra teşkilatı olmak üzere iki surette
etmiştir. Biri Maşrık diğeri Mağrib işlerine bakan iki meclisten oluşan Dîvânü’d-dâr
Diğer divanlarda görüldüğü gibi Harâc divanı da alt birimler sayılan birtakım
harâcî arazilerin ve devlete vergi ödenen diğer toprakların detaylı ve kapsamlı biçimde
arasında hasat ve vergi miktarı gibi işlemler konusunda çıkan ihtilaflar bu meclis
166
Tenûhî, Nişvâr, IV, 72; Sâbî, el-Vüzerâ, 148-149.
167
Bağdat’ın batı tarafındaki verimli ziraî bölge. Bu bölgenin idarî ve mali yapısına hanedan üyeleri,
devlet adamları ve önde gelen çok sayıda kimse müdahil olabilirdi. Yâkût, el-Büldân, I, 317; Demirci,
Toprak Sistemi, 290.
168
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 23; Sâbî, el-Vüzerâ, 87; Yâkût, el-Büldân, I, 317; Sâmerrâî, el-Müessesât, 198.
169
Sâmerrâî, el-Müessesât, 199; Hançabay, 68-69.
154
tarafından çözüme kavuşturulurdu. Bu meclis, aynı zamanda Harâc divanındaki diğer
Harâc divanına ulaşan çeşitli gelirler, türlerine göre tasnif edilerek burada kaydedilirdi.
girip çıkan malları tetkik ederdi. Bununla beraber âmiller aracılığıyla taşradan
cetvellerdeki malları bizzat depolarda kontrol eden meclistir. Bu meclisi idare edene
cehbez (ç. cehâbiz) denilirdi. Cehbezin özel bir kâtibi olurdu. Cehbez gelen malların
günlük (kâime) listelerini hazırlar, kâtibi de bu konuda kendisine yardımcı olurdu. Aylık
ile sıkı bağları bulunan bu meclis, askerlerin maaş zamanını düzenler ve miktarını
türlü evrak ve taşınır mal geldiği yer, cinsi ve miktarıyla birlikte ilgili cetvellere
kaydedilirdi. Bu girdi çıktı kayıtları divan reisine arz edildikten sonra ilgili meclise
170
Arîb, 117; Miskeveyh, Tecârib, V, 110; Sâmerrâî, el-Müessesât, 198; Hıyârî, 22; Aykaç, 141.
171
Hıyârî, 22-23.
172
Sâmerrâî, el-Müessesât, 197; Aykaç, 140; Hançabay, 63-65.
173
Sâmerrâî, el-Müessesât, 198.
174
Sâmerrâî, el-Müessesât, 196-197; Aykaç, 140.
155
görevli olan kâtipten Arap diline ve malî konulara vâkıf, ayrıca işinde dikkatli biri
reisinin bağlı olduğu birtakım protokol kuralları vardı. Buna göre o, divana gelen
etmeyerek onu ayakta karşılamış, onunla aynı hizada oturmuş ve çıkışta ayağa kalkıp
hizmetçilerine Ebü’l-Vezîr’e eşlik etmelerini emretmiştir. 176 Divan reisinin kimi zaman
175
Hatâmile, 15-16; Aykaç, 139.
176
Tenûhî, el-Ferec, II, 76-77.
177
Tenûhî, el-Ferec, II, 77.
178
Taberî, VII, 458, 460, 465, 467; Makdisî, el-Bed’, VI, 71.
179
Halîfe, 436.
180
Taberî, VIII, 94-95, 189; Cehşiyârî, 193, 206, 251, 253; Garsünni‘me, 264.
181
Ya‘kûbî, Büldân, 35.
182
Halîfe, 442.
183
Taberî, VIII, 140.
184
Halîfe, 442; Taberî, VIII, 140; Cehşiyârî, 247-248; İbnü’l-Fakîh, 296; Nedîm, I, 393; Sâbî, Rusûm, 28.
156
Hânî b. Beşîr 185 Mehdî
Ömer b. Bezî‘ 186 Hâdî Dîvânü’r-resâil, Mevâlî
Dîvânü’z-zimâm
reisi
Ubeydullah b. Ziyâd b. Ebû Hâdî’nin
Selmâ 187 *Şam veliahtlığında kâtibi
Ebü’l-Vezîr İbn Hânî 188 Hârûnürreşîd Kâtip Mervli
Ebû Salih Yahyâ b. Hârûnürreşîd Kâtip, Dîvânü’l-cünd
Abdurrahman 189 reisi
İsmail b. Sabîh 190 Hârûnürreşîd, Vezir kâtibi, vali; Harranlı, mevâlî
Emîn Dîvânü’r-resâil,
Dîvânü’s-savâfî reisi
Ali b. Heysem Cûnkâ 191 Hârûnürreşîd Kâtip
Ali b. Salih Sâhibü’l-Musallâ 192 Hârûnürreşîd Dîvânü’r-resâil reisi,
*Şam, Mısır, İfrîkiyye, Musul, Hâcib
İrmîniyye, Azerbaycan, Medine,
Mekke ve Yemen
Muhammed b. İsmail b. Hârûnürreşîd
Sabîh 193 *Cezîre
Abdullah b. Abde (Ubeyde) 194 Hârûnürreşîd, Dîvânü’l-cünd reisi
Emîn
Süleyman b. İmrân 195 *Sevâd Hârûnürreşîd
Hasan b. Sehl 196 Me’mûn Kâtip, vali
Ali b. Ebû Saîd 197 Me’mûn
Recâ b. Ebû Dahhâk 198 (vekili Me’mûn Kâtip
Hafsaveyh)
Fazl b. Mervân 199 Me’mûn, Dîvânü’d-dıyâ‘ reisi,
Mütevekkil, vezir
Müstaîn
Ömer b. Ferec 200 Vâsık Dîvânü’d-dıyâ‘ reisi Ruhhacî ailesi
Ahmed b. İsrâîl 201 Vâsık, Kâtip; Mu‘tez’in
185
İbnü’l-Fakîh, 300.
186
Halîfe, 447.
187
Taberî, VIII, 189.
188
Sâbî, Rusûm, 29.
189
Halîfe, 465; Ya‘kûbî, Büldân, 38; Cehşiyârî, 368.
190
Halîfe, 465; Cehşiyârî, 369, 421.
191
Cehşiyârî, 467; Yâkût, el-Üdebâ, V, 2004.
192
Cehşiyârî, 394.
193
Cehşiyârî, 394.
194
Taberî, VIII, 387; Cehşiyârî, 369.
195
Cehşiyârî, 369, 394.
196
Taberî, VIII, 424.
197
Taberî, VIII, 527; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 460. Hasan b. Sehl’in 198/813 yılında Bağdat’a vali tayin
edilmesinin hemen ardından onun adına harâc işlerine bakmak üzere buraya geldi.
198
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 203; Bağdâdî, el-Küttâb, 141.
199
Taberî, IX, 162, 264; Tenûhî, Nişvâr, VIII, 47, 50, 51.
200
İbnü’l-‘İmrânî, 113.
157
Mütevekkil kâtibi ve veziri
(vekâleten)
Yahyâ b. Hâkân 202 Mütevekkil Kâtip Hâkânî ailesi
Ali b. Îsâ 203 Mütevekkil Bağdat valisi İshak b.
İbrahim’in kâtibi
Ahmed b. Muhammed 204 Mütevekkil Dıyâ‘, Nafakât, Müdebbir ailesi
Sadakât ve ordu
divanlarının reisi
Ebû İmrân Mûsâ b. Abdülmelik Mütevekkil Kâtip, Dîvânü’d- İsfahanlı
b. Hişâm 205 dıyâ‘ reisi
Süleyman b. Vehb 206 Mütevekkil (veya Kâtip, vezir
sonrasında)
Ubeydullah b. Yahyâ b. Hâkân Mütevekkil Kâtip, vezir
(vekili Ahmed b. İsrâîl) 207
Îsâ b. Ferruhânşâh 208 Müstaîn, Mu‘tez Kâtip
Ebü’l-Himâr Hüseyin b. Mu‘tez
Yahyâ 209
Muhammed b. İbrahim Mu‘tez
Minkâr 210
Ahmed b. Salih b. Şîrzâd 211 Mu‘temid Kâtip, vezir
Abdurrahman b. Muhammed b. Mu‘temid veya
Yezdâd 212 Mu‘tazıd
Ebü’l-Abbas Ahmed b. Mu‘tazıd Müktefî’nin
Muhammed b. Ebü’l-Asbağ 213 veliahtlığında kâtibi
Ebü’l-Abbas Ahmed İbnü’l- Mu‘tazıd Dîvânü’d-dıyâ‘ reisi Furât ailesi
Furât 214 *Dîvânü’l-maşrık,
Dîvânü’l-harâc (Dîvânü’d-dâr)
Ebü’l-Hasan Ali İbnü’l-Furât 215 Mu‘tazıd, Vezir Furât ailesi
*Dîvânü’l-mağrib, Dîvânü’s- Muktedir
Sevâd
Ali b. Îsâ İbnü’l-Cerrâh 216 Mu‘tazıd, Vezir Cerrâh ailesi
Muktedir
201
Beyhakî, 326; Taberî, IX, 217; Cehşiyârî, 529.
202
Ya‘kûbî, Târîh, II, 341; Taberî, IX, 162; Tenûhî, Nişvâr, VIII, 51.
203
Ya‘kûbî, Târîh, II, 343.
204
Ya‘kûbî, Târîh, II, 343.
205
Ya‘kûbî, Târîh, II, 341, 346; Taberî, IX, 217; Tenûhî, el-Ferec, I, 211; Garsünni‘me, 260.
206
Saîd b. Bıtrîk, II, 63; Tenûhî, Nişvâr, VIII, 116; a.mlf., el-Ferec, II, 76.
207
Taberî, IX, 217. Ahmed b. İsrâîl’in Dîvânü’l-harâc’da Hasan b. Abdülaziz el-Mâzerâî’ye vekâlet ettiği
de ayrıca kaydedilmektedir. Cehşiyârî, 529; Yâkût, el-Büldân, V, 34.
208
Taberî, IX, 264, 344; Tenûhî, el-Ferec, II, 217.
209
Taberî, IX, 287. Ayrıca bk. Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 206.
210
Taberî, IX, 287.
211
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 36; Sâbî, el-Vüzerâ, 89.
212
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 23; Sâbî, el-Vüzerâ, 87.
213
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 23; Sâbî, el-Vüzerâ, 87.
214
Taberî, X, 73; Tenûhî, Nişvâr, IV, 72-73; Sâbî, el-Vüzerâ, 87, 149.
215
Taberî, X, 73; Sûlî, Evrâk (295-315), 34; Tenûhî, Nişvâr, IV, 72-73; Sâbî, el-Vüzerâ, 149.
216
Taberî, X, 73; Sûlî, Evrâk (295-315), 34; Tenûhî, Nişvâr, IV, 72-73; Sâbî, el-Vüzerâ, 149.
158
*Dîvânü’l-mağrib
Muhammed b. Dâvûd İbnü’l- Mu‘tazıd Dîvânü’d-dıyâ‘ ve Cerrâh ailesi
Cerrâh 217 *Dîvânü’l-maşrık, Dîvânü’l-ceyş reisi
Dîvânü’l-harâc
Ca‘fer b. Muhammed Muktedir Furât ailesi
*Dîvânü’l-maşrık ve’l-
mağrib 218
Muhassin b. Ali İbnü’l-Furât 219 Muktedir Dîvânü’l-birr reisi, Furât ailesi
*Dîvânü’l-mağrib Dîvânü’l-maşrık’ın
zimâmı
Fazl b. Ali İbnü’l-Furât Muktedir Furât ailesi
*Dîvânü’l-maşrık 220
Ebû Abdullah Muhammed b. Muktedir Hâkânî ailesi
Ahmed 221 *Dîvânü’l-maşrık
Ehû Ebû Sahre Ebû Îsâ Ahmed Muktedir
b. Muhammed 222 *Dîvânü’s-
Sevâd
Ebü’l-Hasan el-Basrî 223 Muktedir
*Dîvânü’s-Sevâd
Ebü’l-Feth Fazl b. Ca‘fer 224 Muktedir Bazı bölgelerin Furât ailesi
*Dîvânü’l-harâc; Dîvânü’l- Dıyâ‘u’l-âmme reisi,
maşrık; Dîvânü’s-Sevâd Vezir
Ebû Abdullah Hamed b. Muktedir Kâtip, âmil, Annesi Cerrâh
Muhammed el-Kunnâî 225 Dîvânü’d-dıyâ‘ reisi ailesinden
*Dîvânü’l-mağrib
Süleyman b. Hasan b. Muktedir Cerrâh ailesi
Mahled 226 Dîvânü’l-maşrık
Ebü’l-Alâ b. Sencelâ 227 Muktedir
*Dîvânü’l-mağrib
Ebü’l-Ferec Muhammed b. Muktedir Dîvânü’l-ezimme
Ca‘fer b. Hafs 228 *Dîvânü’s- reisi
Sevâd
Yahyâ b. Mukîm (Nuaym) el- Muktedir
Mâlikî 229 *Dîvânü’l-mağrib
Muhammed b. Ya‘kûb el- Muktedir
Mısrî 230 *Dîvânü’l-maşrık
217
Taberî, X, 73, 133; Tenûhî, Nişvâr, IV, 72-73; Sâbî, el-Vüzerâ, 149.
218
Sûlî, Evrâk (295-315), 58, 70; Arîb, 33, 36.
219
Sûlî, Evrâk (295-315), 70; Arîb, 36; Kitâbü’l-Uyûn, IV/1, 187-188.
220
Sûlî, Evrâk (295-315), 70; Arîb, 36.
221
Kitâbü’l-Uyûn, IV/1, 188.
222
Sûlî, Evrâk (295-315), 86; Tenûhî, Nişvâr, I, 42-43.
223
Sûlî, Evrâk (295-315), 86.
224
Miskeveyh, Tecârib, V, 220, 291; Kitâbü’l-Uyûn, IV/1, 188; Sâbî, el-Vüzerâ, 340.
225
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 32-33; Sâbî, el-Vüzerâ, 92.
226
Sâbî, el-Vüzerâ, 229.
227
Sâbî, el-Vüzerâ, 51.
228
Miskeveyh, Tecârib, V, 192; Sâbî, el-Vüzerâ, 140.
229
Miskeveyh, Tecârib, V, 193; Sâbî, el-Vüzerâ, 140.
230
Miskeveyh, Tecârib, V, 193; Sâbî, el-Vüzerâ, 140.
159
Ubeydullah b. Muhammed el- Muktedir Vezir Fars
Kelvezânî 231 *Dîvânü’s-Sevâd;
Fârs, Ahvaz, Kirman
Vezir el-Hasîbî’nin amcasının Muktedir Vezir Hasîb ailesi
oğlu (?) 232 *Dîvânü’l-maşrık
İshak b. Dahhâk 233 *Dîvânü’l- Muktedir Vezir Hasîb ailesi
mağrib
Ebû Bekir Muhammed b. Muktedir
Cinnî 234 *Dîvânü’l-mağrib
Muhammed b. Kâsım el- Muktedir Kerhî ailesi
Kerhî 235 *Dîvânü’l-mağrib
Ahmed b. Süleyman b. Hasan 236 Muktedir Cerrâh ailesi
*Dîvânü’l-maşrık
Taşradaki Harâc sorumluları kendi aslî görevleri olan mahallindeki gelirlerin
toplanıyor olsa bile yine de taşra kaynaklı gelirlerin bir kısmı öncelikle bölgenin idarî,
askerî ve kamusal hizmetlerine sarf edilir, ihtiyaç fazlası gelir ise merkeze gönderilirdi.
etmiştir. 237
birlikte âmillerin emrinde çalışan kâtip ve tahsildar (müstahric) 238 olurdu. Bunlar
231
Sûlî, Evrâk (295-315), 147, 150-152; 156; Arîb, 108, 110, 113, 117, 130; Nedîm, I, 404; Miskeveyh,
Tecârib, V, 220, 461; Sâbî, el-Vüzerâ, 340.
232
Sûlî, Evrâk (295-315), 151; Arîb, 110.
233
Sûlî, Evrâk (295-315), 151; Arîb, 110, 120.
234
Miskeveyh, Tecârib, V, 220.
235
Arîb, 117.
236
Arîb, 130.
237
Aykaç, 123, 138; Kallek, “Haraç”, 80.
238
Âmil tarafından küçük yerleşim birimlerinin harâcının toplanması ve taksimi için görevlendirilirdi.
Sayıları bölgenin büyüklüğüne ve ürünün durumuna göre değişirdi. Kabiliyetli, toprak sahiplerini ve
çiftçilerin vergi ödememek veya eksik ödemek için başvurdukları hileleri tahmin edebilecek kimseler bu
göreve getirilirdi. Tenûhî, Nişvâr, VIII, 145; Hıyârî, 24; Aykaç, 142-143. Müstahric tabiri müsaderede
malını gizleyen kişiden malını alabilmek için gerektiğinde işkenceye başvuran kişi için de kullanılmıştır
(Tenûhî, Nişvâr, III, 185).
160
kimselerle yılda üç kez bir araya gelirdi. Birinci toplantı, ürünlerin ekileceği zamanı
hasadı harman yerine getirdikleri esnada (vaktün şübbihet) alınacak verginin tahsilatını
ekimini kontrol etmekle işe başlar, ürünün yetişme aşamalarını takip eder, zamanı
gelince de harâcı tahsil ederek mahallî cehbeze teslim ederdi. Cehbez de sorumlu
olduğu bölgenin arazisini ölçecek kişileri seçip görevlendirir ve bu işlerin hepsini baştan
sona organize ederdi. Öyle ki kendisine has keşif defterlerini ya bizzat hazırlar ya da
çalışmış kimseleri dışarda tutmaya dikkat etmiş ve yakın adamlarından önde gelen
kişileri seçmiştir. Buna bağlı olarak Ahvaz’ın harâc ve dıya‘ işleri için Muhammed b.
Ebân el-Enbârî’yi, aynı şekilde Fârs’a Ali b. Îsâ b. Yezdânîrûz’u, Kesker’e Feyz b.
239
Sâbî, el-Vüzerâ, 276; Hıyârî, 24; Aykaç, 142.
240
Tenûhî, Nişvâr, I, 222-223; Hıyârî, 24; Aykaç 142.
241
Cehşiyârî, 365-366.
161
kaldığı kötü muameleler yüzünden başkaldırmış ve ardından vali ile birlikte sâhibü’l-
2.2.2. Dîvânü’d-dıyâ‘
Emevîler ve Abbasîler devrinde Beytülmâl’e ait bulunan harâcî yahut mevât
araziden iktâ ve benzeri yollarla bazı kimselere tahsis edilen çiftlik mahiyetindeki
Abbâsîler döneminde artarak devam etmiş; hanedan mensuplarının yanı sıra zamanla
devlet adamları ve ordu kumandanlarından oluşan belli bir zümre, ihya etmek kaydıyla
kendilerine tahsis edilen yerlerde day‘a statüsünde epeyce arazi sahibi olmuştur.243
Abbasîler devrinde Emevîler’den müsadere edilen mallara ilaveten day‘a sahibi iken
yeni idarenin uygun gördüğü kimselere yine day‘a olarak tahsis edilmiştir. Abbasîler
önemli bir bölümü, üst düzey devlet görevlileri ve ordu kumandanlarına görevleri
sebebiyle tahsis edildiğinden idarî kademelerdeki değişiklikler sonunda çok defa day‘a
sahiplerinin bu malları müsadere edilmiş veya hazinede baş gösteren birtakım krizler
Abbâsîler’in ikinci asrında öşre tâbi dıyâ‘ arazileri, haraç arazilerine oranla
242
Taberî, IX, 197; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, II, 33.
243
Abbâsîler’in ilk asrında kendilerine iktâ olarak toprak tahsis edilmiş kişiler için bk. Hazne Kâtibî, el-
Harâc, 324-330.
244
Gözübenli, “Day‘a”, 57-58.
162
çiftlikler, gelirlerinin Beytülmâl’e ait olmasından hareketle Dıyâ‘u’l-Abbâsiyye,
toprakların ihyasına göre Dıyâ‘u’l-müstahdese, resmî bir makama tayin edilen kişilere
görevleri süresince iktâ olarak verilen toprakların daha sonra kendilerinden geri
Hanedan üyeleri day‘a statüsünde çok sayıda arazi pek çok arazi sahibi
yandan hanedan üyelerinin istihdam ettiği özel kâtipler tarafından kayıt altına alınmıştır.
Taşrada harâc ve dıyâ‘ olmak üzere her iki statüdeki arazi gelirleri için aynı
245
Hançabay, 70.
246
Cehşiyârî, 365-366, 421; Taberî, VIII, 253; IX, 308, 473, 490; X, 71, 77; Sûlî, Evrâk (295-315), 86,
90, 94; Arîb, 35, 45, 46, 54; Miskeveyh, Tecârib, V, 74, 140, 167, 216, 227, 290, 301, 304, 375, 392, 412,
418, 478.
247
Cehşiyârî, 394.
248
Sâbî, Rusûm, 39. Ayrıca bk. Tenûhî, Nişvâr, VIII, 45.
249
Sâbî, Rusûm, 39.
250
Ya‘kûbî, Târîh, II, 338; Taberî, IX, 214; İbnü’l-Ebbâr, İ‘tâb, 145.
251
Ya‘kûbî, Târîh, II, 338.
252
Ya‘kûbî, Târîh, II, 338.
253
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 47, 51.
254
Ya‘kûbî, Târîh, II, 341; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 87.
163
Ahmed b. Muhammed 255 Mütevekkil Harâc, Nafakât, Sadakât, Müdebbir ailesi
ordu divanlarının reisi
İbrahim b. Abbas 256 Mütevekkil Dîvânü’r-resâil reisi, Sûl ailesi
Dîvânü’n-nafakât’ın
zimâmı
Hasan b. Mahled 257 Mütevekkil, Beytülmâl ve Ezimme Cerrâh ailesi
Muntasır, Mu‘tez divanları reisi, Vezir
Düleyl b. Ya‘kûb 258 Müstaîn Komutan kâtibi Hıristiyan
Süleyman b. Yesâr 259 Mu‘tez Kâtip
Ebû Nûh Îsâ b. İbrahim 260 Mu‘tez Kâtip Hıristiyanlıktan
ihtida
Ehû Ebû Sahre Ebû Îsâ Ahmed Mu‘temid Âmil, Dîvânü’s-Sevâd
b. Muhammed 261 reisi
Muhammed b. Ubeydullah 262 Mu‘temid Dîvânü zimâmi’l-hârâc, Hâkânî ailesi
*Dıyâ‘u’s-sultâniyye [hâssa] vezir
İbrahim b. Muhammed 263 Mu‘temid, Ahvaz’ın dıyâ‘ ve harâc Müdebbir ailesi
Mu‘tazıd sorumlusu
Ebü’l-Fazl Muhammed b. Mu‘tazıd Dîvanü’l-maşrık ve’l-
Abdülhamîd 264 mağrib’in zimâmı
Ebü’l-Abbas Ahmed 265 Mu‘tazıd Dîvânü’l-harâc reisi Furât ailesi
Muhammed b. Dâvûd 266 Müktefî Dîvânü’l-maşrık ve Cerrâh ailesi
Dîvânü’l-ceyş reisi
Ebü’l-Hasan Ahmed İbn Ebü’l- Muktedir
Bağl 267 *Diyâ‘u’l-Abbâsiyye
Ebü’l-Heysem Abbas İbn Muktedir Dîvânü’l-müsâderîn reisi
Sevâbe 268 *Dıyâ‘u’l-Abbâsiyye
ve’l-Furâtiyye
Ebû Abdullah Hamed b. Muktedir Kâtip, âmil, Dîvânü’l- Annesi Cerrâh
Muhammed el-Kunnâî 269 harâc reisi ailesinden
*Dıyâ‘u’l-âmme (Sevâd)
Ebû Hâmid Muhammed b. Muktedir Dîvânü’s-Sevâd reisi
255
Ya‘kûbî, Târîh, II, 343.
256
Taberî, IX, 209; Cehşiyârî, 518; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 87; Yâkût, el-Üdebâ, I, 85.
257
Ya‘kûbî, Târîh, II, 346, 354; Taberî, IX, 209, 214; Tenûhî, el-Ferec, I, 211; II, 216; a.mlf. Nişvâr,
VIII, 32, 116.
258
Taberî, IX, 263.
259
Taberî, IX, 287.
260
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 78.
261
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 164-165.
262
Sâbî, el-Vüzerâ, 284; Hemedânî, 201.
263
Taberî, IX, 473; X, 31; Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şuarâ, 474.
264
Taberî, X, 31, 75.
265
Sâbî, el-Vüzerâ, 87.
266
Taberî, X, 133.
267
Miskeveyh, Tecârib, V, 73.
268
Miskeveyh, Tecârib, V, 74.
269
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 32-33.
164
Hasan 270 *Dıyâ‘u’l-hâssa
Ebû Ali İbn Mukle 271 Muktedir Vezir Mukle ailesi
*Dıyâ‘u’l-hassâ ve’l-
müstahdese
Ebû Muhammed Hüseyin b. Muktedir Kâtip Mâzerâlı, Kürt
Ahmed 272 *Dıyâ‘u’l-Furâtiyye,
Dîvânü’l-mürtecia
Ebû Muhammed Hasan b. Muktedir Dîvânü’l-harâc zimâmı
Ravh 273 *Dıyâ‘u’l-hâssa,
Dıyâ‘u’l-âmme, Dîvânü’l-
mürtecia
Ebû Abdullah Hasan b. Ali 274 Muktedir Dîvânü’d-dâri’l- Mukle ailesi
*Dıyâ‘u’l-hassâ ve’l- asğar/sağîr reisi
müstahdese
Ebü’l-Ferec Abbas b. Ali 275 Muktedir Dîvânü’l-ceyş reisi Mukle ailesi
*Dîvânü’l-Furâtiyye
Ebû Îsâ b. Muhammed İbn Muktedir Mukle ailesi
Mukle 276
Ebû Muhammed b. Süleyman Muktedir Cerrâh ailesi
b. Hasan 277 *Dıyâ‘u’l-
Furâtiyye
Ahmed el-Hasîbî 278 Râzî Halife annesinin kâtibi, Hasîb ailesi
vezir
Ahmed b. Abdullah 279 Müttakî İsfahânlı
*Dıyâ‘u’l-hâssa
2.2.3. Dîvânü’s-sadakât
Dîvânü’s-sadakât Müslümanlardan alınan zekât, öşür, uşûr gibi vergilerin
takdiri, toplanması ve dağıtımı ile ilgili kayıtları tutan divandır. Müslümanlardan alınan
işaret etmektedir. 280 Kayıtlar, her ne kadar ayrı tutulmuş olsa da Dîvânü’s-sadakât’a
270
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 54.
271
Miskeveyh, Tecârib, V, 220; Sâbî, el-Vüzerâ, 340.
272
Arîb, 125; Miskeveyh, Tecârib, V, 220.
273
Arîb, 125; Miskeveyh, Tecârib, V, 220; Sâbî, el-Vüzerâ, 299-300.
274
Arîb, 117; Yâkût, el-Üdebâ, II, 935.
275
Arîb, 117.
276
Arîb, 118. Ümmü Mûsâ’nın el konulan dıyâ‘ının başına getirilmiştir.
277
Arîb, 130.
278
Miskeveyh, Tecârib, V, 385.
279
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 238, 284.
280
Cehşiyârî, 106.
165
intikal eden vergilerin harâc âmilleri tarafından toplandığı anlaşılmaktadır. Zira Ebû
Yûsuf, harâc âmilleri tarafından zekâtları toplamak üzere gönderilen kimselerin halka
reisleri olarak Muhâcir b. Amr, 283 Abdülaziz b. Saîd ve ölünce onun yerine geçen
Fuleyh b. Süleyman’ın 284 adları geçmektedir. Me’mûn zamanında divanı Kadı Yahyâ b.
divanın varlığının uzun sürdüğü ve zekâtların toplandığı divan ile vakıfların idaresinin
2.2.4. Dîvânü’s-savâfî
Savâfî, ganimetten Beytülmâl’e ayrılan ve üzerinde devlet başkanının ümmetin
gelir. Daha çok devlet başkanının şahsî mülkü olarak tasarrufta bulunduğu topraklar
281
Dûrî, en-Nüzum, 153.
282
Demirci, Toprak Sistemi, 367.
283
Ya‘kûbî, Büldân, 33.
284
Taberî, VII, 536.
285
Hatîb, Târîhu Bağdâd, XVI, 285.
286
Ya‘kûbî, Târîh, II, 343.
287
Miskeveyh, Tecârib, V, 220-221.
166
olan dıyâ‘ ile savafînin yer yer karıştırıldığı da görülür. 288 Savâfî arazileri halifenin
emriyle iktâ, icar ve istiğlâl şeklinde geçici surette başkalarına devredilebileceği gibi
ona bağlı işlerin bazı dönemlerde Dîvânü’d-dıyâ‘ başta olmak üzere diğer malî divanlar
Dîvânü’l-müsteğallât
Emevîler zamanında şehirlerde devlete ait arsa ve bina gibi gayrimenkullerin,
özellikle kiraya verilmiş çarşıların idaresi için kurulmuştur. 291 Cehşiyârî’nin Velîd b.
Züeyb’i anması ve onun isminin Dımaşk’ın ayakkabıcılar çarşısında bir levhada yazılı
olduğunu belirtmesi, 292 o dönemde bunun bağımsız bir divandan ziyade Beytülmâl’e
Devleti’nde bu isimle bir divana rastlanmasa da Bağdat başta olmak üzere birçok
şehirde işyeri ve gayrimenkul sahiplerinden müsteğallât adı altında vergi alınmıştır. 293
bir kâtip tayin edilmesini Ahmed b. İsrâîl’den istemiş; o da Kâtip Ebü’l-Hattâb el-Hasan
288
Demirci, Toprak Sistemi, 85-86.
289
Demirci, Toprak Sistemi, 101.
290
Cehşiyârî, 380.
291
Dûrî, en-Nüzum, 169.
292
el-Vüzerâ, 90.
293
Dûrî, Târîhu’l-Irâki’l-İktisâdî, 225-226.
294
Cehşiyârî, 526; Yâkût, el-Büldân, II, 143.
167
Dîvânü’l-müsâderât (Dîvânü’l-müsâderîn)
Devlet malını zimmetine geçiren ve haksız yere fazladan mal elde eden
divanda malları müsadere edilenlerin isimleri, malın cinsi ve miktarına ilişkin kayıtlar
Bir kişiye yönelik müsadere kısa süreli bir faaliyet olması hasebiyle bu iş bir
akabinde öldürülen Komutan Afşin’in (226/841) mal varlığının tespiti için Matîra’daki
sanarak yanına alır. Ancak gündüz olunca küpeleri yakından inceler ve altın olmadığını
anlar. 296 Olaydaki bu ayrıntı, müsaderede görev alan kâtiplerin fırsattan istifade
konulmuş ve en sonunda işkence ile öldürülmüştür. El konulan mallarının satışı için bir
vekil tayin edilmek istendiğinde Komutan Uceyf b. Anbese’ye kâtiplik yapmış olan
295
Çalışmamızı kapsayan döneme ait müsadereler hakkında geniş bilgi için bk. Muhammed Türkî
Şatnâvî, el-Müsâderât fi’l-Asri’l-Abbâsî (132-334/750-945), Câmiatü’l-Yermûk, Külliyetü’l-Âdâb,
Kısmü’t-Târîh, İrbid 1414/1994 (yüksek lisans tezi).
296
Taberî, IX, 114.
297
Taberî, IX, 159.
168
İbnü’l-Furât, üçüncü vezirlik döneminde Dîvânü’l-müsâderîn’in başına oğlu
kişiye nisbetle var olmuştur. 310/922-23 yılında gözaltına alınan Kahramâne Ümmü
Mûsâ ve kardeşlerinin müsadere edilen mallarının ve arazilerinin idaresi için böyle bir
divan kurulmuştur. Başına Ebü’l-Vezîr İbn Uhti Ebû Eyyûb diye bilinen Ebû Şücâ‘,
divanın denetimi (zimâm) için ise Kâtip Ebû Abdullah el-Yûsufî tayin edilmiştir. Kâhir
müsadere edilen mallarının idaresi için makbûza adıyla bir divan kurulmuş ve başına
Ebü’l-Feth Fazl b. Ca‘fer getirilmiştir. Ne var ki Muktedir’e vezirlik yapmış olan Ebü’l-
Feth bu görevi üstlenmeye gönlü elvermediği için istifasını istemiş, bunun üzerine
Dîvânü’l-mevâris
Geride vâris bırakmayanların mallarının devlet hazinesine aktarılmasını sağlayan
298
Sâbî, el-Vüzerâ, 332.
299
Miskeveyh, Tecârib, V, 141-142, 330; Hançabay, 72-74, 181.
300
Miskeveyh, Tecârib, V, 303-304; Hançabay, 72, 171.
301
Ölenin ashâb-ı ferâiz ve asabe dışındaki kan hısımlarıdır. Bunlar çoğunlukla ölenin anne tarafından
yakınlarından oluşur.
169
verilmesini emrederek Dîvânü’l-mevâris’i lağvetmiştir. Mu‘tazıd’ın kararı, sonraki
dönemlerde zaman zaman ihlal edilmeye çalışılsa da çoğunlukla bağlayıcı olmuştur. 302
Dîvânü’l-merâfık
Vezir İbnü’l-Furât tarafından 304/916-17 yılında bazı devlet adamlarının ve
memurların rüşvet alarak veya yolsuzluk yaparak elde ettikleri haksız kazançları tespit
etmek ve ilgili meblağı tazmin etmek için kurulmuştur. İbnü’l-Furât, merâfık gelirleri
için Yahudi cehbez Hârûn b. İmrân’ı görevlendirmiştir. Bir dönem bu yolla büyük
miktarda gelir elde edilmiştir. Vezir Ali b. Îsâ zararlı bulduğu bu uygulamayı
kaldırmıştır. 303
dönemine kadar uzanır. Hz. Ömer zamanında kurumsal bir yapıya bürünmüştür.
hazinesi için yalın olarak Beytülmâl ifadesinin yaygın biçimde kullanımının yanı sıra
devlet hazinesinin idarî yapısını vurgulamak için Dîvânü beyti’l-mâl tabiri de tercih
edilmiştir. Öte yandan Beytülmâl’de muhafaza edilen taşınır malları ifade etmek için
hazîne (ç. hazâin) 304 tabiri kullanılmıştır. Beytülmâl, devletin gelirleri 305 ile giderleri
arasında bir köprü vazifesi görmesi bakımından birçok divanla irtibatlıdır. Taşradan
kurum olduğu için ayrı bir öneme sahipti. Beytülmâl, devletin gelir ve giderlerinin
302
Taberî, X, 44; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, II, 147; Sûlî, Evrâk (295-315), 87, 138-139; Sâbî, el-Vüzerâ,
268-275; Mez, 141-142.
303
Miskeveyh, Tecârib, V, 97; Sâbî, el-Vüzerâ, 38, 146-147, 316; Dûrî, “Divan”, 379; Hançabay, 74-75,
101.
304
Abbâsîler’in ilk iki asrında halifelerin öldüklerinde geride bıraktıkları hazinenin miktarı için bk.
Zehrânî, en-Nafakât, 81-83.
305
Abbâsî Devleti’nin gelirleri hakkında geniş bilgi için bk. Zehrânî, Mevâridu Beyti’l-mâl, 77-206.
170
kaydını tutmanın yanı sıra bütçe planlaması ve yıl sonu malî raporların hazırlanması
gibi belli başlı birtakım görevler ifa etmiştir. Abbâsîler döneminde halifeye ait mallar
Beytülmâli’l-hâssa, devlete ait mallar ise Beytülmâli’l-âmme olmak üzere iki ayrı yerde
306
Beytülmâl’in yapısı ve işleyişi hakkında geniş bilgi için bk. Kudâme, el-Harâc, 36; Mâverdî, el-
Ahkâmü’s-Sultâniyye, 277-280; Zehrânî, Mevâridu Beyti’l-mâl, 270-279 ve tür.yer.; Hatâmile, 60-65;
Kesâsbe, el-Müessesât, 69-73; Aykaç, 158-172.
307
Halîfe, 436; Cehşiyârî 192.
308
Taberî, VIII, 76; İbn Hallikân, VII, 22.
309
Zübeyrî, 396.
310
Mârî, 68.
311
Ya‘kûbî, Büldân, 35.
312
Halîfe, 436.
313
Halîfe, 436.
314
İbn Sa‘d, IX, 329; Halîfe, 442; Cehşiyârî, 177; Hatîb, Târîhu Bağdâd, XIV, 377.
315
Halîfe, 442; Taberî, VIII, 341; Cehşiyârî, 380.
316
İbn Tayfûr, Bağdâd, 291.
317
Halîfe, 447.
171
birliği reisi, Dîvânü’l-
cünd reisi
Ebû Vekî‘ [b.] el-Cerrâh b. Hârûnürreşîd
Melîh 318
Yûsuf b. Ya‘kûb b. Gureyr 319 Hârûnürreşîd Arap/Kureyşli
Muhammed b. Abdullah İbn Me’mûn Arap/Kureyşli
Cemîl 320
Ebû Hâtim 321 Mu‘tasım Horasanlı
Osman b. Saîd 322 Mu‘tasım
Yusr el-Hâdim 323 Muntasır
Mukalled Keydü’l-Kelb 324 Mu‘tez Ordu birliklerinin maaş
işleri sorumlusu
Hasan b. Mahled 325 Mu‘temid Dîvânü’d-dıyâ‘ ve Cerrâh ailesi
Dîvânü’l-ezimme reisi,
vezir
İbnü’l-Mâşita Ebü’l-Hasan Muktedir Âmil, kâtip
Ali b. Hasan 326
Nasr b. el-Feth 327 Muktedir
*Beytülmâli’l-âmme
Ebû Kîrât Hişâm b. Muktedir Dîvânü’d-dâr,
Abdullah 328 Dîvânü’l-ezimme reisi
İbn Hibintâ İshak b. Ali el- Muktedir Dîvânü’n-nafakâti’l-
Kunnâî 329 hâssa, Dîvânü’l-
müstahdese reisi
İbn Ebû Hâmid Ebû Bekir Kâhir (?)
Ahmed b. Muhammed 330
Ahmed b. Muhammed b. Râzî Kâtip, vezir Mahled ailesi
Meymûn 331
Istafan b. Ya‘kûb 332 Râzî Kâtip Hıristiyan
*Beytülmâli’l-hâssa
Abdullah b. Yûnus 333 Müttakî
318
İbn Sa‘d, VIII, 501-502; Hatîb, Târîhu Bağdâd, VIII, 182; İbnü’l-Cevzî, IX, 24.
319
Zübeyrî, 271.
320
Zübeyrî, 400; Hatîb, Târîhu Bağdâd, IV, 412.
321
Muâfâ, I, 457; Garsünni‘me, 79.
322
Mârî, 78.
323
Taberî, IX, 252, 410.
324
Taberî, IX, 287.
325
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 35; Sâbî, el-Vüzerâ, 89.
326
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 17.
327
Sûlî, Evrâk (295-315), 151; Miskeveyh, Tecârib, V, 212; Kitâbü’l-Uyûn, IV/1, 194.
328
Tenûhî, Nişvâr, IV, 54; Sâbî, el-Vüzerâ, 140, 158.
329
Sûlî, Evrâk (295-315), 147; Arîb, 108; Sâbî, el-Vüzerâ, 140.
330
Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, II, 238; Hatîb, Târîhu Bağdâd, VI, 266.
331
Hemedânî, 293.
332
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 71.
333
Miskeveyh, Tecârib, VI, 42.
172
2.2.7. Dîvânü’n-nafakât
Dîvânü’n-nafakât ordu, saray, devlet görevlileri, kamu vs. için yapılan
takip edilmek üzere ikiye ayrılmıştır. Divan reisi için sâhibü dîvâni’n-nafakât ifadesi
kullanılır. Beytülmâl’in en çok irtibat halinde olduğu divandır. Bazen Beytülmâl ile
Saray mutfağı için satın alınacak malları belirler, buna bağlı olarak tüccarla irtibatı
binaların yapımı ve onarımı için gerekli her türlü harcamayı düzenler ve kayıt altına alır.
yürütülen her türlü yazışmanın kopyasının çıkartılıp arşivlendiği birimdir. 335 Nitekim
değiştiği anlaşılmaktadır.
334
Halîfe, 442.
335
Kudâme, el-Harâc, 33-35; a.mlf., el-Menziletü’l-Hâmise, 167-176; Zehrânî, en-Nafakât, 112-120;
Aykaç, 147-152.
173
Abbâsî Devleti’nin bütçe harcamaları arasında imar faaliyetleri önemli bir yer
tutmaktadır. Abbâsîler’in ilk iki asrında birtakım yeni şehirler kurulmuş, 336 büyük ve
küçük bazı şehirler baştan aşağı yeniden imar edilmiştir.337 Bu imar faaliyetlerinin bir
kısmı, devletin gücü ve ihtişamının bir ifadesi olarak meydana gelirken; önemli bir
kısmı ise iç isyanlar ve dış saldırılar neticesinde tahrip edilen şehirleri geçmişteki
kalemleri tutulmuştur.
Mansûr dairevî biçimde inşa ettirdiği Bağdat’ı, şehre ayrı kapılardan girilecek
şekilde dört eşit parçaya bölmüştür (145-149/762-766). Şehrin inşası için kâtip sınıfına
mensup devlet adamlarını tayin etmiştir. Horasan kapısının açıldığı bölüme Hâcib Rebî‘
b. Yûnus’u, Kûfe’ye açılan bölüme Vezir Ebû Eyyûb el-Mûriyânî’yi, Basra’ya açılan
bölüme üst düzey kâtip Abdülmelik b. Humeyd’i, Şam’a açılan bölüme ise -Mesleme b.
Abdülmelik’in mevlâsı- İbn Rağbân’ı 338 görevlendirmiştir. 339 Bağdat’ın nafaka işleri
için de Hâlid b. es-Salt’ı tayin etmiştir.340 Öte yandan Mansûr’un, Bağdat’ın inşasında
336
Bağdat başta olmak üzere onun karşısında Rusâfe (151/768), Rakka’nın yanında Râfika (155/772),
Rey’in yanı başında Muhammediyye (158/775), Sâmerrâ (220-221/835-836), Ca‘feriye/Mütevekkiliye
(245/860) gibi şehirler örnek verilebilir.
337
İmar edilen şehirler içerisinde Mekke ve Medine öne çıkmaktadır. Bizans saldırıları ile tahrip edilen
Avâsım ve Süğûr şehirleri de çok defa imar edilmiştir. Sınır boylarının imarı ve tahkimi için zaman
zaman özel bütçe ayrılmıştır. Zehrânî, en-Nafakât, 413-416.
338
Mansûr döneminde Şam’ın harâcı ile ordu divanından sorumluydu. Halîfe, 436.
339
İbnü’l-Fakîh, 291.
340
Taberî, VII, 652.
341
Taberî, VII, 650.
174
gelmiştir. Bu yüzden Mansûr, 157/773-74 yılında şehrin dört bölümünün her birinde
temel ihtiyaç maddelerinin satıldığı bir bakkal dışında tüm esnafın Kerh dolaylarında
kurulacak çarşıya taşınmalarını emretmiştir. Meslek gruplarına göre yerler tayin edilen
Mu‘tasım, 219/834 yılında Sâmerrâ civarını göstererek orada bir şehir inşa
etmek istediğini Kâtip Ebü’l-Vezîr Ahmed b. Hâlid’e bildirmiş, bu iş için 100 bin dinar
tahsis etmiş, ona arazi satın almasını ve gerekli hazırlıkları yapmasını emretmiştir.
bulunduğu araziye beşer bin dinar vererek şehrin kurulacağı yeri hazırlamıştır.
220/835’te inşasına başlanan Sâmerrâ şehri bir yıl sonra tamamlanmıştır. 343
200 bin dinar ayrılmış, kanalların kazılmasında ise 12 bin kişi çalıştırılmıştır. Bu imar
faaliyetinin harcama işlerini yürütmek için ise Komutan Boğa es-Sağîr eş-Şarabî’in
önce tamamlanması amacına binaen Düleyl’in, tahsis edilen parayı işçilere kesintisiz
342
Taberî, VII, 653; Hatîb, Târîhu Bağdâd, I, 391.
343
Taberî, IX, 17; Cehşiyârî, 493; Yâkût, el-Büldân, III, 174.
344
Mütevekkil zamanında 1 dinarın 25 dirheme karşılık geldiği belirtilmektedir. Yâkût, el-Büldân, II,
143.
345
Bir ordu kâtibinin böylesine önemli bir işte görevlendirilmesi, dönemin askerî nüfuzuyla alakalı
olabilir. Bununla birlikte Düleyl’in daha önceki dönemlerde malî konularda yetkin olduğu da
bilinmektedir (Taberî, IX, 20).
346
Taberî, IX, 212. Ayrıca bk. Cehşiyârî, 525-526; Yâkût, el-Büldân, II, 143.
175
Abbâsîler döneminde Harameyn hizmetlerine ayrı bir önem atfedilmiştir.347
Mehdî dönemindeki çok sayıda imar faaliyetini üst düzey kâtip Yaktîn b. Mûsâ
âmili Vâzıh’tan gerekli mal temin edilmiş ve çeşitli bölgelerden mühendis ve ustalar
görevlendirilmiştir. 348 Bir sonraki yıl, halifenin ve halkın hac yolculuğunu rahat
geçirebilmesi için bir dizi faaliyet başlatılmıştır. Halifenin ve hac alayının dinleneceği
sürmüştür. 349 Mehdî 164/781 yılında haccetmek üzere yola çıkmış, Akabe’ye ulaşana
buradan Bağdat’a geri dönmüş, yola devam eden hacılar susuzluk yüzünden ölümle
burun buruna gelmiştir. Mehdî bu yüzden o vakit su temini işinden sorumlu olan
sahiplerine arsaları büyüklüğünde başka yerler tahsis edilmiş ve arsalarının her bir zira‘ı
için 100 dinar ödenmiştir. Bu iş için Yaktîn b. Mûsâ ile Dîvânü’l-harâc reisi İbrahim b.
yapmaya başlamış, yolculuk öncesinde divan reisi Ömer b. Ferec er-Ruhhacî’yi hac
347
Harameyn hizmetleri için yapılmış harcamalar için bk. Zehrânî, en-Nafakât, 420-429.
348
Ya‘kûbî, II, 277.
349
Taberî, VIII, 136.
350
Taberî, VIII, 150.
351
Fesevî, I, 156. Taberî ise Yaktîn’in görevlendirildiği bu genişletme faaliyetinin 167 (783-84) yılında
başladığını ve Mehdî’nin öldüğü tarihe kadar (169/785) devam ettiğini belirtir (Târîh, VIII, 165).
176
yolunda gerekli ıslah çalışmalarını yerine getirmesi için göndermiştir. Yolu kontrol eden
sağlanmıştır. 353
inşası ve tanzimi için de büyük paralar harcanmıştır. 354 Özellikle Mütevekkil dönemi
gibi doğal afetler, hırsızlık ve soygun gibi durumlarda mağduriyetlerin giderilmesi adına
kalelerin tahkimi için Dîvânü’n-nafakât’tan bütçe ayrılırdı. 358 Askerî hareket sırasında
ilişkin olarak kâtipler görevlendirilirdi. Örneğin Mu‘tasım zamanında Basra ile Vâsıt
arasındaki bataklık bölgede isyan eden Zutların üzerine Uceyf b. Anbese gönderilmiş
(219/834), isyanın başarıyla bastırılabilmesi için haberleşme ağı yeniden tesis edilerek
görevlendirilmiştir. 359
352
Taberî, IX, 140.
353
Zehrânî, en-Nafakât, 398-401.
354
Zehrânî, en-Nafakât, 402-409.
355
İsfahânî, Edebü’l-Gurebâ, 48-50; Şâbüştî,159-160; İbn Zübeyr, ez-Zehâir, 218-220.
356
Zehrânî, en-Nafakât, 378-397.
357
Zehrânî, en-Nafakât, 433-436.
358
Zehrânî, en-Nafakât, 293-307, 413-416.
359
Taberî, IX, 8.
177
Me’mûn zamanında başlayıp ancak Mu‘tasım döneminde bastırılabilen
(223/838) Babek isyanı için çok fazla para harcanmıştır. Meblağa ilişkin belirtilen
belirtilmiştir. 360
360
Kitâbü’l-Uyûn, III, 389. Ayrıca bk. Taberî, IX, 54-55.
361
Halîfe, 436; Cehşiyârî 192.
362
Cehşiyârî, 193.
363
Halîfe, 442.
364
Taberî, VIII, 226.
365
Taberî, VIII, 238; Cehşiyârî, 280, 394.
366
Cehşiyârî, 373.
367
Ya‘kûbî, Târîh, II, 343.
368
Sâbî, el-Vüzerâ, 117.
369
Sûlî, Evrâk (295-315), 147; Arîb, 108; Miskeveyh, Tecârib, V, 193; Sâbî, el-Vüzerâ, 140.
370
Sâbî, el-Vüzerâ, 140.
371
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 61; Arîb, 117; Miskeveyh, Tecârib, V, 356.
372
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 61.
178
2.2.8. Dîvânü’z-zimâm (Dîvânü’l-ezimme)
Zimâm kelimesi divanların malî açıdan denetlenmesi anlamında kullanılır. Her
rastlanan bir durum olsa da 373 bunun müstakil bir divan çatısı altında yürütülmesi
kurarak onun başına Ömer b. Bezî‘i getirmiştir. O da bir süre sonra bütün divanları tek
başına denetleyemediğini fark edip bazı divanlar için başka kâtipler tayin etmiştir. Buna
bağlı olarak Ebû Hâzim Nu‘mân b. Osman’ı Irak’ın harâcının, İsmail b. Sabîh’i de
divanın ilk reisi olan Ömer b. Bezî‘in üzerine Ali b. Yaktîn’i getirerek Dîvânü zimâmi’l-
vezirlikten azledilmiş olan Rebî‘ b. Yûnus’a devredilmiştir. Rebî‘ öldüğü yıla kadar
başına Vezir İbrahim b. Zekvân getirilmiştir. Hâdî, ilkin İbrahim’in vekili olarak İsmail
b. Sabîh’i atamış, daha sonra onu azledip yerine Yahyâ b. Süleym’i getirmiştir. İsmail’i
Rivayete göre bir defasında Hâdî mezâlim davalarını üç gün geciktirir. Ömer b.
Ömer’in bu ikazını haklı bularak daha önce kararlaştırmış olduğu annesi Hayzürân’ın
şikâyetlerden oluştuğu hatırlanacak olursa, denetim işinin sağlıklı yürümesi bir bakıma
373
Aykaç, 65-66.
374
Taberî, VIII, 142, 167; Cehşiyârî, 221, 247.
375
Taberî, VIII, 228; Cehşiyârî, 250-253.
376
Taberî, VIII, 215-216.
179
Hârûnürreşîd Ezimme divanlarını 170/786-87 yılında iki aylığına feshetmiş,
ancak daha sonra Ömer b. el-Mutarrif’i reis tayin ederek divanı tekrar aktif hale
denetimin artmasına bağlı olarak aynı anda birden fazla zimâm görevlisi bulunmuştur.
daha önce çalışmış ya da malî konularda tecrübe sahibi kimseler olmuştur. Ayrıca
377
Cehşiyârî, 248.
378
Cehşiyârî, 285.
379
Taberî, IX, 20. Ayrıca bk. Seâlibî, Simârü’l-Kulûb, 204.
380
Taberî, IX, 20; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, XXIII, 94; Zehrânî, en-Nafakât, 110.
381
Taberî, IX, 162.
382
Taberî, IX, 162.
383
Tenûhî, el-Ferec, I, 212
384
Taberî, IX, 217.
385
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 35; Sâbî, el-Vüzerâ, 89.
180
divanları Beytülmâl, vezir
Muhammed b. Ubeydullah 386 Mu‘temid Dıyâ‘u’l-hâssa, vezir Hâkân ailesi
*Zimâmü’l-hârâc ve’d-dıyâ‘i’s-
sultâniyye
Ebü’l-Abbas Ahmed (vekili Mu‘temid (veya Furât ailesi
kardeşi Ebü’l-Hasan Ali) 387 Mu‘tazıd)
*zimâmü’l-harâc ve’d-dıyâ‘
Ebü’l-Fazl Muhammed b. Mu‘tazıd
Abdülhamîd 388 *Zimâmü’l-
maşrık ve’l-mağrib
Ca‘fer b. Muhammed b. Hafs 389 Mu‘tazıd
*Zimâmü’l-maşrık ve’l-mağrib
Ebü’l-Kâsım Meymûn b. Mu‘tazıd, Müktefî Mâzerâlı
İbrahim 390 *Zimâmü’l-harâc
ve’d-dıyâ‘
Ebü’l-Hasan Ahmed İbn Ebü’l- Muktedir Dîvânü’l-müsâderîn,
Bağl 391 *Zimâmü’l-Furâtiyye Dıyâ‘u’l-Abbâsiyye
Ahmed b. Muhammed b. el- Muktedir
Muallâ 392 * Zimâmü’n-nafakât
Ebü’l-Hüseyin Ali b. Hüseyin 393 Muktedir Mâzerâî ailesi
*Dîvânü’z-zimâm
Ebû Ahmed Muhassin 394 Muktedir Dîvânü’l-birr, Furât ailesi
*Dîvânü’l-maşrık Dîvânü’l-mağrib
Ebü’l-Feth Fazl b. Ca‘fer 395 Muktedir Dîvânü’l-harâc, Furât ailesi
*Dîvânü’z-zimâm Dıyâ‘u’l-âmme, vezir
Ebû Ali İbn Mukle 396 Muktedir Dıyâ‘u’l-hassâ ve’l- Mukle ailesi
*Zimâmü’s-Sevâd müstahdese, vezir
Abdülvehhâb el-Hâkânî 397 Muktedir Hâkân ailesi
*Dîvanü’l-ezimme
Ebü’l-Ferec Muhammed b. Ca‘fer Muktedir Dîvânü’s-sevâd
b. Hafs 398 *Dîvanü’l-ezimme
Ebû Muhammed Hasan b. Muktedir Dıyâ‘u’l-âmme
Ravh 399
*Zimâmü’l-harâc
Ebü’l-Kâsım İbnü’n-Neffât 400 Muktedir
386
Sâbî, el-Vüzerâ, 284.
387
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 24.
388
Taberî, X, 75.
389
Taberî, X, 75.
390
Taberî, X, 133; Sâbî, el-Vüzerâ, 203.
391
Miskeveyh, Tecârib, V, 73.
392
Sâbî, el-Vüzerâ, 380.
393
Kitâbü’l-Uyûn, IV/1, 188.
394
Kitâbü’l-Uyûn, IV/1, 187-188.
395
Kitâbü’l-Uyûn, IV/1, 188.
396
Sâbî, el-Vüzerâ, 44.
397
Sâbî, el-Vüzerâ, 140.
398
Sûlî, Evrâk (295-315), 150-151.
399
Miskeveyh, Tecârib, V, 220.
181
*Zimâmü’n-nafakât ve’l-hazâin
Ahmed el-Hasîbî 401 *Dîvanü’l- Muktedir, Râzî Halife annesinin Hasîb ailesi
ezimme kâtibi, Dîvânü’d-
dıyâ‘ reisi, vezir
Ebû Kîrât Hişâm b. Abdullah 402 Kâhir Beytülmâl, Dîvânü’d-
*Dîvanü’l-ezimme dâr
Ebü’l-Hasan Saîd b. Amr İbn Râzî Râzî’nin kâtibi
Sencelâ 403 *Dîvânü’n-nafakât
Ebü’l-Hüseyin b. Meymûn 404 Râzî
*Ezimmetü’d-devâvîn
İbn Ebû Amr Ebü’l-Hasan Ahmed Râzî Diyâr-ı Mudar âmili
b. Muhammed 405 *Dîvanü’l-
ezimme
mevcut darphanelerde, para basılmaya devam etmiştir. Nitekim Bizans’a ait altın para
dînâr (ç. denânîr), Sâsânîler’e ait gümüş para dirhem (ç. derâhim) ve basit alışverişlerde
kullanılan bakır para fels (ç. fülûs) tedavülde olmuştur. Dirhemlerin üzerinde yer alan
dirhem basmak üzere 75/694-95 yılında kurduğu, bir veya iki yıl sonra Dımaşk’ta
Halife Abdülmelik’in altın dinar bastırdığı, daha sonra gelen halifelerle valilerin yeni
başta olmak üzere bazı devlet adamları kendi adlarına para bastırmaya başlamıştır.407
Devletin kontrolünde basılan altın, gümüş ve bakır paraların ayarı, ağırlığı, hacmi, ne
400
Miskeveyh, Tecârib, V, 220.
401
Miskeveyh, Tecârib, V, 307, 385; Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 87.
402
Miskeveyh, Tecârib, V, 330.
403
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 61.
404
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 133.
405
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 134.
406
Belâzürî, Fütûh, 651-659; Kudâme, el-Harâc, 59-60; Makrîzî, en-Nükûd, 157-165, 174-175;
Erkoçoğlu, 385-399.
407
Makrîzî, en-Nükûd, 165-166; Hizmetli, “Abbâsîler Döneminde Para Basımı”, 86-96.
182
kadar basıldığı ve piyasaya sürülmesi gibi işlerin kayıt altına alınması için Dîvânü
etmiştir. 409 Ca‘fer’in öldürülmesinin ardından bu görev emniyet amiri Sindî b. Şâhek’e
devredilmiştir. Daha sonra aynı görevi Hâcib Abbas b. Fazl b. Rebî yürütmüştür. 410
Ordu divanları esasında asker maaşı ödenirken kayıt altına alınması amacıyla
zamanı, teçhizatın cinsi gibi birçok meseleye bağlı olarak sürekli aktif olmuştur.
Askerlere tahsis edilen savaş araç gereçlerinin ve bineklerin kaydı da yine bu divanın
başlıca görevleri arasındadır. Nitekim Abbâsî Devleti, Bizans başta olmak üzere sürekli
savaş halinde olduğu devletler ve bitmek bilmeyen isyanlar karşısında dinamik bir
birlikte başlar. İhtilalin başkomutanı Ebû Müslim el-Horasânî, askerleri için divan
oluşturmuş, o zamana kadar kabile esasına göre kaydedilen askerleri de yeni bir
408
Kudâme, el-Harâc, 61-62.
409
Cehşiyârî, 300.
410
Cehşiyârî, 300; Makrîzî, en-Nükûd, 165-166.
183
mevzisindeki askerlerin aynı usulle sayılması için Ebû Salih’ten kendisine birini
neticesinde tespit edilen askerlere eşit miktarda para dağıtılmıştır. 411 Ebû Müslim böyle
oluyordu. 412
Hârûnürreşîd tarafından 178 (794-95) yılında Horasan bölgesine vali tayin edilen
Fazl b. Yahyâ el-Bermekî, çok geçmeden bölge halkından gayr-i Arap (acem)
unsurlardan el-Abbâsiyye adını verdiği 500 bin nefere ulaşan bir ordu kurmuş, Bağdat’a
işletmiştir. 415
Hârûnürreşîd’in 190/806 yılında Bizans üzerine yaptığı seferde 135 bin maaşlı
savaşçıların olduğu, ayrıca Dâvûd b. Îsâ b. Mûsâ’nın emrindeki 7 bin askerle kendisine
takviye sağladığı belirtilmektedir. 416 Anadolu’da birçok yerin ele geçirildiği ve Kıbrıs’a
411
Taberî, VI, 358, 366-367; Dalkılıç, 135-136, 150-151.
412
Bozkurt, Abbâsî İhtilali, 71-72. Ebû Müslim’in komutasındaki Horasan ordusu hakkında Batı
literatüründe yapılmış değerlendirmeler için bk. Özdemir, 163-167, 189-193.
413
Taberî, VIII, 142. İbnü’l-Esîr ise bu sayıyı 80 bin olarak verir (el-Kâmil, V, 229). Muhtemelen o,
Taberî’den alıntı yaparken otuzu seksen diye okumuştur.
414
Taberî, VIII, 152.
415
Taberî, VIII, 257.
416
Taberî, VIII, 320. Ezdî ise bu sefere Şam, Cezîre ve Horasan bölgelerinden divana kayıtlı 100 bin
maaşlı askerin katıldığını bir iddia olarak dile getirir (Târîhu’l-Mevsıl, I, 539).
184
akın düzenlenen bu seferde asker sayısının Bizans kaynaklarında 300 bin olduğu ve bu
kaydedilmektedir. 417 191/807 yılında ise Bizans üzerine düzenlenen yaz seferlerinde
görevlendirilmiştir. 418
oluşmuştur. 419 Kendi içinde emir-komuta düzeni ve askerî kütüklere sahip olmanın yanı
sıra bu birliklerin tamamının idarî ve malî işleri Dîvânü’l-ceyş, diğer adıyla Dîvânü’l-
divanlarda benzer işleve sahip olanları zikrettikten sonra Dîvânü’l-ceyş’e has olan
gibi yazışmaların kaleme alındığı, temize çekildiği ve arşivde muhafaza edilmek üzere
geçtiği üzere kurum içi veya dışı olsun gidip gelen yazışmaları takip eden meclistir. 420
417
Theophanes, 163.
418
Taberî, VIII, 323.
419
Me’mûn döneminin sonları itibariyle ordudaki unsurlar önemli ölçüde değişmiştir. Buna bağlı olarak
Mütevekkil zamanına gelindiğinde Ordu divanının el-Cünd, eş-Şâkiriyye ve el-Mevâlî ve’l-Gılmân
şeklinde üçe bölündüğü belirtilmektedir. Ya‘kûbî, Târîh, II, 343, 346; a.mlf., Büldân, 68.
420
Kudâme, el-Harâc, 21; Aykaç, 82-83.
421
Meclisin adı takdîr yerine takrîr olarak da değerlendirilmiştir. Bk. Kudâme, el-Harâc (Zebîdî), 21;
Aykaç, 83. Burada Kudâme’nin ilgili eserinin muhakkiki Rıfâî’nin (el-Menziletü’l-Hâmise, 136) ve
mütercimi Şeşen’in (Kitabü’l-Harac, 206) kullanımı olan takrîr ifadesi esas alınmıştır.
185
yapılacak diğer harcamaları belirlemek de bu meclisin uhdesindedir. Askerlerin
askerin ortalama yaşı, soyu, mensubiyeti (şehir, millet, mevlâ vs.) ve en ince ayrıntısına
kadar eşkâli yer alırdı. Yine bu meclis, askerin sahip olduğu at ve katır gibi bineklerin
kaydını da tutardı. 423 Dolayısıyla bu mecliste çalışan kâtiplerden insan eşkal ve simasını
tarif, ayrıca binek hayvanlarını tavsif hususunda kullanılan zengin bir kelime
dağarcığına sahip olmaları beklenirdi. Bir diğer husus ise vazifesini yerine getirmeyen
kimi askerlerin belli ücret karşılığında maaşını almaya başkasını göndermesi, ölmüş ya
da firar etmiş askerlerin yerine başkalarının geçmeye çalışması gibi durumlar karşısında
ölçülmesi ile ilgilenen meclistir. Teftişler neticesinde askerler yeterliliklerine göre tekrar
tasnif edilirdi. Buna bağlı olarak ordu birlikleri yenileneceğinden haliyle sınıfı değişen
askerin alacağı maaş da değişirdi. 424 Bu meclis için divan ifadesi de kullanılmıştır.
Me’mûn’dan ordu için Dîvânü’l-arz’ı kuran ilk halife olarak söz edilmektedir. 425 Ayrıca
Dîvânü’l-atâ ve Dîvânü’l-arz kâtiplerinin farklı iki grup olarak takdim edilmesi 426
422
Kudâme, el-Harâc, 21-22; Sâmerrâî, el-Müessesât, 256; Terzi, 133-134.
423
Kudâme, el-Harâc, 23-29; İbn Vehb, 365-368; Kesâsbe, el-Müessesât, 118-119; Terzi, 134-140.
424
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 206-207; İbn Vehb, 364-365; Kesâsbe, el-Müessesât, 126; Aykaç,
85-86.
425
Ya‘kûbî, Müşâkele, 208.
426
Taberî, IX, 324.
186
göstermektedir. Daha sonraları adına daha sık rastlanan Dîvânü’l-arz reisi için ise ârız
tabiri kullanılmıştır.427
verildiği birimdir. Askerlerin maaşlarının zamanı ve miktarı, ait oldukları birliğe göre
değiştiği için bu tür işler ayrı bir önem taşımıştır. 428 Mu‘tazıd zamanında yaşanmış bir
olay aktarılırken, askerlere maaşları dağıtmakla yetkili kişi için sâhibu atâi’l-ceyş tabiri
kullanılmıştır.429
düşürülmesi işin bittiği anlamına gelmemiş, bilakis geride kalan ailelerine belli bir maaş
bağlanmıştır. 430 Hayatta kalan diğer askerlerin savaşma isteğini güçlendirmeye yönelik
kâtiplerine düşmüştür.
araziler tahsis edilmiştir. Türk askerleri kendileri için satın alınmış Türk cariyelerle
evlendirilmiş ve başka unsurlarla evlenmeleri yasaklanmıştır. Buna bağlı olarak her bir
askerin evli olduğu kadın için sabit aylık gelir (erzâḳ ḳâime) tahsis edilmiş, bu
427
Hançabay, 61.
428
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 207; İbn Tayfûr, Bağdâd, 62; İbn Vehb, 368; Kesâsbe, el-
Müessesât, 126-127; Aykaç 86.
429
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 197.
430
Taberî, IX, 603.
431
Ya‘kûbî, Büldân, 59.
187
İçte ve dışta sefere çıkan her ordu için levazımatın 432 kayda geçecek kâtiplere
ihtiyaç duyulmuş, aynı şekilde savaş sonrası hayatını kaybeden askerlerin de kaydı da
teşvik etmek için maaşların artırıldığı yahut vaktinden önce verildiği, 433 ayrıca ikrâmiye
zaruri olduğu anlaşılacaktır. Yine seferlere katılan kâtipler, savaş sonunda elde edilen
savaşan kimseler arasında emân dileyip ayrılanlar olmuş ve bu tür durumlar bir fırsat
bilinip onlardan askerî anlamda faydalanma yoluna gidilmiştir. İşte bu gibi durumlarda
ordu kâtipleri, savaş devam ederken orduya dahil olan bu kişilerin ismini defterlere
kaydetmiştir. Buna örnek bir gelişme, Muvaffak tarafından görevlendirilen oğlu Ebü’l-
kayıplar verince, geriye kalanlar çareyi teslim olmakta bulmuştur. Emân verilenlerin
yoğunluğunun artmasına sebebiyet vermiştir. Örneğin on dört yıl gibi uzun bir süre
432
Sefer hazırlığı sırasındaki ordu harcamaları hakkında bk. Zehrânî, en-Nafakât, 293-295, 333-345.
433
Örneğin Muvaffak, Zenc isyanını bastırmaya çalışan askerlerini teşvik amacıyla sefer sırasında maaş
dağıtmıştır. Taberî, IX, 567.
434
Taberî, IX, 583, 588; Demirci, Siyah Öfke, 189.
188
seferde olan Muvaffak’ın birliğine katılmıştır (270/883). Lü’lü’ün yüz elli komutanına
önem kazanmış ve bazen yeni siyasî güç, daha önce kendisine karşı savaşan veya
gitmiştir. Bunu tespitin yolu ise savaşanların adlarının kayıtlı olduğu divan defterlerine
bakmak olmuştur. Bu duruma örnek olarak Abbâsî ihtilalinin başladığı dönemde Ebû
kayıtlar yeniden gözden geçirilmiştir. Mesela Halife Emîn, kendisine itaate çağırdığı
kalabalık ve güçlü bir ordu sevk etmeye karar verir (195/811). Bunun için Ali b. Îsâ’yı
huzuruna çağırarak Bağdatlı 50 bin süvariyi onun için ayırır ve asker kütüklerini
olduklarını seçmesini ister. Ayrıca askerler arasında takdir ettiği kimselerin maaşlarını
435
Taberî, IX, 650.
436
İbn Habîb, 483-484; Yahyâ b. Zeyd ve isyanı hakkında geniş bilgi için bk. Uyar, 133-144.
437
Taberî, VIII, 405.
189
Ordu kâtiplerinin başlıca görevleri arasında askerî denetimlerde birtakım
dönemindeki bir askerî denetim şöyle anlatılmaktadır: Komutanlar ve askerler küçük bir
askerlerin isimleri ve maaşlarının yazılı olduğu bir defter (cerîde) ile ileri çıkar. Bir
Ubeydullah b. Süleyman, listedekileri birer birer çağırır. İsmi okunan asker meydana
gelerek at üstünde ok attırılarak sınava tâbi tutulur. Asker kendinden emin, eyerine iyice
oturmuş olarak güzel bir şekilde ok atar ve atışında hedefe isabet eder veya yaklaşırsa
adının karşısına iyi derece (ceyyid) anlamına gelen “[ جcim]” harfi işaret olarak konur.
Bundan daha aşağı derecede atış yapanların adlarının başına da orta derece (muṭavaṣṣıt)
anlamına gelen “[ طṭı]” harfi yazılır. Bunların gerisinde kalıp atına iyi binemeyen ve
hedefi yeterince tutturamayanların adlarının başına ise aşağı derece (dûn) anlamına
gelen “[ دdâl]” harfi konur, daha sonra imtihan sonuçları ile birlikte askerler ordu
geçirmek suretiyle dışarıdan, başka birinin yerine geçme ihtimaline karşı da mevcut
onu askerlerin kabiliyetlerine göre yeniden gruplandırmaları için kâtibe verir. Bu kez
her bir sınıf için ayrı bir defter hazırlanır ve ilgili meclise gönderilir. Neticede her bir
sınıfın maaş miktarı ve zamanı farklı olurdu. İmtihan sonucunda tasnif edilen bu
askerler; iyi dereceli olanlar halifenin hizmetinde, orta dereceli olanlar ordu komutanı
190
Bedr’in karar vereceği bölgelerde, aşağı derecede olanlar ise harâc vergilerinin
Abbâsî-Bizans savaşları, her iki tarafın çok sayıda esir almasına imkân tanımış
Vâsık döneminde Bizans’la yapılan esir mübadelesinde 4 binin üzerinde Müslüman esir
Bizans’tan geri alınmıştır (231/845). Vâsık bu mübadele için başta gerekli sayıdaki Rum
köleyi sağlamaya çalışmış, toplanan köleleri İbn Dâvûd’la birlikte yanına iki kişiyi -Ebû
Remle Yahyâ b. Âdem el-Kerhî ve Ca‘fer [b. Ahmed] b. el-Hazzâ’yı- vererek yola
çıkarmıştır. Ayrıca bu iki kişi dışında Arz kâtibi olduğu belirtilen Tâlib b. Dâvûd’u
bırakılmasını emretmiştir. Kurtarılan her bir esire birer dinar para -başka bir rivayette
ikişer dinar ve elbise- verilmiştir. Esirleri Yahyâ ve Ca‘fer imtihan etmiş, esirlerin
kaydını tutma ve para yardımı işlerini ise Tâlib takip etmiştir. Bu mübadelede yaklaşık
bünyesinde paranın ve malın söz konusu olduğu her birimde denetim kaçınılmaz
isyanlardan elde edilen ganimet gelirlerini paylaştırırken haksız kazanç elde etmeleri
438
Sâbî, el-Vüzerâ, 17-18.
439
Geniş bilgi için bk. Mes‘ûdî, et-Tenbîh, 160-166.
440
Taberî, IX, 142-144. Ayrıca bk. Ya‘kûbî, Târîh, II, 339; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, II, 11-12;Mes‘ûdî, et-
Tenbîh, 161-162.
191
hale gelmiştir. Özellikle Abbâsîler’in kuruluş yıllarında Ebû Müslim ve Abdullah b.
Ali’nin mağlup ettiği Emevî birliklerinden elde edilen gelirleri kendi hazinelerinde
Salih b. Mücâlid’in yürüttüğü kaydedilmektedir. 441 Muktedir döneminde vezir Ali b. Îsâ
441
Halîfe, 436.
442
Miskeveyh, Tecârib, V, 220.
443
Cehşiyârî, 147.
444
Halîfe, 436.
445
Cehşiyârî, 164.
446
Taberî, VI, 183.
447
Zehebî, Siyer, VIII, 275.
448
Halîfe, 442.
449
Taberî, VIII, 189; Cehşiyârî, 251.
450
Halîfe, 465.
451
Halîfe, 465.
452
Cehşiyârî, 394.
453
Cehşiyârî, 394.
454
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 206-207; İbn Tayfûr, Bağdâd, 62.
192
el-Mu‘allâ b. Eyyûb 455 Me’mûn Kâtip
Ebû Ömer 456 Mu‘tez Komutan Sîmâ eş-
Şarabî’nin kâtibi
Mâlik b. el-Velîd 457 Mu‘tazıd Komutan Bedr’in kâtibi Hıristiyan
Muhammed b. Dâvûd 458 Mu‘tazıd, Dîvânü’l-harâc ve Cerrâh ailesi
Müktefî, Dîvânü’d-dıyâ‘ reisi
Muktedir
Muhammed b. Süleyman 459 Müktefî Ordu kâtibi, komutan
İbrahim b. Îsâ b. Dâvûd Muktedir Kâtip Cerrâh ailesi
(İbnü’s-Sayrafî’nin vekili) 460
Ebû Bekir Osman b. Saîd Muktedir, Kâhir,
İbnü’s-Sayrafî 461 Râzî
Abbas b. Ali 462 Muktedir Dîvânü’l-Furâtiyye reisi Mukle ailesi
Ebü’l-Hasan b. Ebü’t-Tâhir Kâhir Kâtip
Muhammed b. Hasan 463
başkentte ve vilayetlerde kurumsal bir yapıya ve geniş bir kadroya sahip olmuştur.464
Şurta teşkilatının başlıca görevi şehirde asayişi sağlamak, şehre giriş-çıkışları kontrol
etmek, suçluları tespit etmek ve ifadelerini almak, tutukluları yargılanmak üzere ilgili
etmektir. 465 Aynı şekilde şurta teşkilatı mahkeme, Dîvânü’l-mezâlim ve hisbe gibi adlî
kurumların yanı sıra Dîvânü’l-berîd ile irtibatlı olmak durumundadır. 466 Teşkilatın
455
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 209.
456
Taberî, IX, 287.
457
Sâbî, el-Vüzerâ, 109.
458
Taberî, X, 133; Miskeveyh, Tecârib, V, 59; Sâbî, el-Vüzerâ, 109-110, 257, 284.
459
Taberî, X, 107.
460
Sûlî, Evrâk (295-315), 92; Arîb, 44.
461
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 147, 187; Arîb, 117; Miskeveyh, Tecârib, V, 199, 356; Sâbî, el-
Vüzerâ, 230, 231.
462
Arîb, 117.
463
Tenûhî, el-Ferec, I, 277.
464
Şurta teşkilatı bünyesinde çalışan aslî ve yardımcı görevliler hakkında geniş bilgi için bk. Yılmaz,
Polis Teşkilatı, 171-224.
465
Daha detaylı bilgi için bk. Yılmaz, Polis Teşkilatı, 244-274.
466
İbn Vehb, 393; Yılmaz, Polis Teşkilatı, 274-320.
193
başındaki kişiye merkezde sâhibü’ş-şurta, taşrada ise genellikle sâhibü’l-maûne ve
muâvin denilmiştir.
maûne olarak bahsedilmektedir. Şurta kâtibinde hadler, diyetler, kısas gibi şeriatın cezaî
hükümlerine vakıf olmak; içki, zina, hırsızlık, kasten veya yanlışlıkla adam öldürme,
kasten yaralama veya bedenin bir parçasını kesme ya da işlevsiz hale getirme gibi
suçlara verilen cezaları ince ayrıntılarına kadar bilmek gibi şartlar aranmıştır. 467 Bu
yönüyle şurta kâtibi ile kadı kâtibi arasında birçok ortak noktanın bulunduğu
söylenebilir.
şurta kâtibinin görevleri arasındadır. 468 Firar eden mahkûmların tekrar hapse konulması
için bu kayıtlar ayrı bir önem taşımıştır. Buna ilişkin şu hadise anlatılmaya değerdir.
Bizans sınır boylarında zor şartlar altında savaşıp şehit düşmeleri ve Türk askerlerine
öteden beri duyulan tepki sebebiyle Bağdat’ta halk galeyana gelir. Öte yandan Şâkiriyye
467
Kudâme, el-Harâc, 66-76; İbn Vehb, 394-400; İbn Halef, 59; Yılmaz, Polis Teşkilatı, 222-224.
468
Hapsine hükmedilen kişi hakkındaki bilgiler kadı tarafından da tutulmuş ve ilgili belgeler mahkeme
arşivinde (Dîvânü’l-kâdî) muhafaza edilmiştir. Sadrüşşehîd, I, 263-264; II, 366-367.
469
Taberî, IX, 261-262.
194
Kaynaklar şurta teşkilatına ait divanın yöneticilerinden pek söz etmez. Bununla
amacına hizmet eden adlî kurumlar, İslam tarihinin erken döneminde teşekkül etmiştir.
Hz. Ömer devrinde şehirlere valilerden bağımsız kadılar tayin edilmiş, Emevîler
döneminde ise hukukî meselelerin kayıt altına alınması yaygın hale gelmiştir.
başlamıştır. 472 Kadılık vazifesinin nasıl yerine getirileceğine dair açıklamalar içeren
2.5.1. Mahkeme
Davaların görüşülüp karara bağlandığı mahkemelerde, kadı dışındaki
görevlilerin başında kâtip gelir. İlk dönemlerde genellikle kadı tarafından şifahî olarak
tebliğ edilen kararların Emevîler dönemiyle birlikte bir kâtip aracılığıyla yazılması
kalıcı hale gelmiştir. Davayla ilgili kişilerin ifadeleri ve kâdının vermiş olduğu kararlar
kâtip tarafından yazılırdı. Kâtip yazdıklarını kadıya arz eder. Kararlar, biri mahkemeye
470
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 143.
471
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 133, 203; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 189; Zübeydî, Tabakâtü’n-Nahviyyîn, 138.
472
Kâdılkudâtlık kurumunun ortaya çıkışı ve işleyişi hakkında geniş bilgi için bk. Göl, 33-88.
195
başvurana diğeri kadı divanında saklanmak üzere en az iki nüsha halinde hazırlanırdı. 473
Buna bağlı olarak her mahkemede zaman içinde belgelerin kımetr (torba), harîta (çanta)
ve sefed (sepet) adlı mahfazalarda saklandığı bir Dîvânü’l-kâdî (kadı arşivi, mahkeme
adı verilen belgelerden oluşmaktadır. Görevi sona eren kadı, bu belgeleri yeni tayin
edilen kadıya teslim ederdi. 474 Belgeler arşive konulurken kolay bulunması için
belgenin arkasına davaya konu olan kişinin adı, dava konusu ve mahkeme tarihi yazılır,
kadı tarafından da mühürlenirdi. Belgeler her günün sonunda toplanır ve her ayın
sonunda o aya ait belgeler bir araya getirilip üzerine ay ve yıl yazılırdı. Aylara göre bir
arada tutulan belgeler yıl sonunda yeniden ilgili yıla göre bir araya getirilmek suretiyle
arşivlenirdi. 475
dürüstlük, doğruluk, adalet, Müslüman, hür, zeki ve akıllı olmak, fasih konuşmak, dilin
durulmuştur. 477
gerekli kuralları iyi bilmeleri gerekirdi. Zira karar sonrası oluşacak ihtilafların
473
Mâverdî, Edebü’l-Kâdî, 219-220; Kasassbeh, 238-239.
474
Atar, “Şürût ve Sicillât”, 272. Ayrıca bk. Sadrüşşehîd, I, 259-263, 315; III, 105.
475
Mâverdî, Edebü’l-Kâdî, II, 77-78; Serahsî, XVI, 90-91; Kasassbeh, 245-246.
476
İbnü’l-Kâs, I, 117; İbn Vehb, 370, 373-; İbn Halef, 58; Serahsî, XVI, 90, 93-94; Nüveyrî, V/9, 3-7;
Atar, İslâm Adliye Teşkilatı, 143-144; Kesâsbe, el-Müessesât, 158-160; f, 242.
477
Mâverdî, Edebü’l-Kâdî, II, 61; Serahsî, XVI, 90; Sadrüşşehîd, I, 316.
196
çözümünde yazılı belgeye başvurulacağı için kâtip kayda geçme konusunda yetkin ve
Kadı ile kâtibi davanın bütün aşamalarına birlikte tanıklık ederlerdi. Adaletin
tesis edilebilmesi için her ikisinin de deliller, şahitler ve kararın yazılmasında mutabık
olmaları gerekirdi. Her ne kadar davacı, davalı ve şahitler kadı huzurunda ifade verseler
getirmektir. 479 Ancak kadı divanlarında vazifeli kimselerden hâzin olarak söz
edilmesi, 480 yoğunluğun olduğu yer ve zamanlarda bu iş için hâzin sıfatıyla başka
bu duruma misal olarak verilebilir: Halife Mansûr’un bir hac yolculuğunda develeriyle
yük taşıttığı kimseler, Medine kadısı Muhammed b. İmrân et-Teymî’ye gelip halifeden
şikâyetçi olurlar. Kadı, kâtibi Nemîr’e davayı ve davalı olarak Mansûr’un veya vekilinin
huzura getirilmesi için gerekli yazıyı yazmasını söyler. Nemîr, yazısını tanıyacak olan
ister. Bunun üzerine kadı, davaya konu olan meseleyi kendisi yazar, Nemîr’i ise
Halife sıradan bir davalı gibi karşılanır ve mahkeme neticesinde halifenin haksız
478
İbn Vehb, 372-374; Serahsî, XVI, 91.
479
İbn Vehb, 370.
480
Kasassbeh, 244-246.
197
olduğuna hükmedilir. Mansûr üzerine düşeni yapar ve kadıyı adaleti gözettiği için takdir
eder. 481
yapmış, vekâleten yürütmeye başladığı Bağdat kadılığına daha sonra asaleten tayin
Daha sonraları evine kapanıp vefatına kadar Arap şiiri ve kültürüyle meşgul
olmuştur. 483 Âmidî, kadılık vazifesine layık olmayan birinin göreve getirilişini,
2.5.2. Dîvânü’l-mezâlim
Dîvânü’l-mezâlim, mevcut mahkemeler tarafından karara bağlanamamış
davalara bakmak ve idarî konulardaki şikâyetleri dinleyerek bir hükme varmak üzere
devlet yetkilileri (vali, vergi tahsildarı/âmil vs.) tarafından hakları gasp edilmiş
el konulması ile ilgilidir. 486 Daha önceleri halka açık alanlarda, mescidlerde veya
481
Vekî‘, 127; Cehşiyârî, 210-211; İbnü’l-Cevzî, VIII, 181-182.
482
Tenûhî, Nişvâr, III, 221; Hatîb, Târîhu Bağdâd, XIII, 109-110; Göl, 198-199.
483
Tenûhî, Nişvâr, II, 157; IV, 47-48, 89; Yâkût, Üdebâ, II, 847-851; Kıftî, İnbâh, I, 320-324; Durmuş,
“Âmidî, Hasan b. Bişr”, 56.
484
Tenûhî, Nişvâr, II, 157; Yâkût, el-Üdebâ, II, 849-850.
485
Yeniçeri, “Mezâlim”, 516. Mezâlim mahkemelerinin baktığı davalar ve ifa ettiği görevler için bk.
Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye 107-112; Akyüz, 105-137; Aykaç, 62.
486
İbn Halef, 58.
198
sarayda yapılan mezâlim oturumları için Abbâsîler döneminde özel mekânlar tahsis
edilmiştir.
Bağdat’a naklettiği bildirilen bu divanda, 487 halkın şikâyetleri yazılı olarak toplanıp
halifeye arz edilmiştir. 488 Diğer taraftan Mansûr valilerin ve memurların haksız yollarla
elde ettikleri malları müsadere etmiş ve hak sahiplerinin isimlerini yazarak bu malları
Beytü mâli’l-mezâlim adını verdiği bir yerde toplamış ve kendisinden sonra halife
olacak oğlu Mehdî’ye de hak sahiplerine mallarını iade etmesini vasiyet etmiştir.489
Mehdî zamanında Rusâfe Camii’nde Beytü’l-adl denilen bir yerde mezâlim davalarının
işaret edilmektedir. 491 Mühtedî döneminde ise Kubbetü’l-mezâlim adında dört kapılı
büyük bir binanın yapıldığı, 492 ayrıca Mühtedî’nin Dârü’l-âmme’de mezâlim davalarına
Bazı dönemlerde daimî, bazı dönemlerde ise geçici olmak üzere mezâlim
oturumlarına halife (taşrada onun yerine vali), sâhibü’l-mezâlim, vezir, kadı, fakihler,
katılmıştır. 494 Mezâlim oturumları için çoğunlukla Cuma günleri olmak üzere belli bir
gün tayin edildiği gibi, birden fazla günde de davalara bakıldığı olmuştur. 495
487
Ya‘kûbî, Büldân, 27.
488
Akyüz, 47, dn. 52.
489
Taberî, VIII, 81; Akyüz, 111.
490
İbnü’l-Fakîh, 296; Kesâsbe, el-Müessesât, 44.
491
Taberî, VIII, 216.
492
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 148; Yeniçeri, “Mezâlim”, 517.
493
Hatîb, Târîhu Bağdâd, XI, 273.
494
Akyüz, 80-101.
495
Akyüz, 146-147. Ayrıca bk. Kudâme, el-Harâc, 63.
199
Divanın idaresinden sorumlu kişi Sâhibü’l-mezâlim 496 olup daha çok kadılar ve
kâdılkudâtların başkanlık ettiği görülse de 497 bu durum söz konusu kişilerin sâhibü’l-
mezâlim makamını işgal ettikleri anlamına gelmez. Mehdî bu göreve sırasıyla İbn
Sevbân’ı, 498 mevlâsı Sellâm el-Ebreş’i 499 ve Dîvânü’l-harâc reisliği yapmış olan Ebü’l-
Yahyâ el-Bermekî, mezâlim oturumlarına çok defa yetkili sıfatıyla katılmıştır. Onun bu
olmadığı rivayet edilir. 501 Başka bir rivayete göre Hârûnürreşîd zamanında Fazl b.
Emîn halife olunca İsmail b. Uleyye’nin ölümü (veya azledilmesi) üzerine onun
Abdullah’ı tayin etmiştir. 503 Emîn’in halifeliğinin son günlerinde ise Bağdat’ta Mezâlim
496
Dîvânü’l-mezâlim’in başına getirilecek kimsede aranan özellikler için bk. Kudâme, el-Harâc, 63; İbn
Vehb, 375.
497
Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, 113.
498
Taberî, VIII, 74-75; Hatîb, Târîhu Bağdâd, XV, 233.
499
Halîfe, 442; Ya‘kûbî, Büldân, 48; Taberî, VIII, 173; İbn Abdürabbih, I, 162.
500
Hatîb, Târîhu Bağdâd, I, 401. Ayrıca bk. İbnü’l-Fakîh, 296.
501
Cehşîyârî, 300.
502
Ahbâru’l-Berâmike, 42, 45-46.
503
İbn Kuteybe, el-Meârif, 384; Hatîb, Târîhu Bağdâd, III, 406.
504
Taberî, VIII, 484, 486.
200
(237/851). Ancak bu görev aynı yıl içinde Bağdat’tan Sâmerrâ’ya getirilerek kâdılkudât
ve gerekli açıklamaları not düşmesi için resâil kâtibi Ebü’l-Hasan İbn Sevâbe’yi
Mesela Me’mûn döneminde Mısır valiliği yapmış olan Abdullah b. Tâhir’in Mezâlim
hususları özel bir deftere kaydeder, daha sonra sâhibü’l-mezâlim’e arz eder. 2) İstinsâh
yazıları kaleme alır. Yazışma kurallarını iyi bilmesi gerekir. 4) Tahrîr kâtibi, Dîvânü’l-
mezâlim’den çıkan kararları inşâ kâtibi kaleme aldıktan sonra bu yazıları divanda
505
Taberî, IX, 188.
506
Ya‘kûbî, Târîh, II, 344.
507
Sâbî, el-Vüzerâ, 122.
508
Miskeveyh, Tecârib, V, 212.
509
Taberî, VIII, 615.
201
saklanmak üzere temize çekmek ve ilgili yerlere (divan, kadı vs.) gönderilmek üzere
anlamı ile belge düzenleme esasları anlamına gelir. Belge düzenlemede uzman olan ve
bu ilimle meşgul olan kişi şürûtî olarak anılır. 511 Bu ilim ilmü’ş-şürût ve’s-sicillât,
ilmü’s-sakk gibi tabirlerle ifade edilir. Bu ilmin amacı, hukukî belgelerin hazırlanışında
uyulması gereken kuralları öğretmenin yanı sıra üslup ve içerik yönünden uygulama
birliğini sağlayacak örnek form belgeler hazırlamaktır. Şürût ilmi; ilkelerini fıkıh
ilminden, inşâ sanatından ve divan sistemi başta olmak üzere devletin resmî belge
müvessik, vessâk, vesâikî, kâtibü’l-adl, âkıd, kâtibü’s-sakk, sakkâk, adl (ç. ‘udûl),
benzetilmektedir. 514
âlimleri, bu işi ister özel ister resmî olarak yapacak kişide aranacak niteliklerin kadıda
başta muamelelerle ilgili hükümler olmak üzere fıkhı ve yazım kurallarını iyi bilmesi,
sözleşme metinlerini okunaklı ve hatasız bir şekilde kaleme alabilmesi, yazısında yanlış
510
Kudâme, el-Harâc, 63-64; Hatâmile, 72; Aykaç, 64.
511
Kontbay, 22.
512
Atar, “Şürût ve Sicillât”, 270.
513
Kontbay, 46; Atar, “Şürût ve Sicillât”, 271.
514
Makdisi, Beşerî Bilimler, 308-312; Kontbay, 46-47.
202
anlama ihtimallerine mahal vermediği gibi başkalarının yazılarındaki hataları da fark
şartları ilâve ve eksiltme yapmaksızın kaydeder. İleride herhangi bir tahrif yapılmaması
için belgede rakamları yazı ile yazar, satır aralarını fazla açmaz, satır sonlarını boş
bırakmaz, metnin sonunda satır sayısını belirtebilir. Bir mezhebin görüşünü esas alıp
düzenlese bile, diğer mezhebe mensup bir kadıya ispat vasıtası olarak sunulabileceğini
dikkate alarak belgede diğer mezheplerin görüşlerine aykırı düşecek ibare ve hükümlere
mümkün mertebe yer vermez. Kaleme aldığı metni taraflara ve şahitlere okur, itirazları
olup olmadığını sorar ve itirazları yoksa metnin sonuna belgenin düzenlendiği tarihi
yazar, şahitlere imzalatıp kendisi de imza eder ve belgeyi hak sahibine verir. 516
türü eserlerde yer bulan şürût konusu hakkında, zaman içinde müstakil eserler
yanında konularına göre tasnif edilmiş çok sayıda örnek belge yer alır. Bu belgeler
boşanma, nafaka, miras, vesâyet ve kölelerle alakalı akitlerle ilgilidir. Gerek günümüze
ulaşan gerekse kaybolmuş olan şürût eserlerinde yer alan belgelerin gerçek belgelerin
bir kopyası olması muhtemeldir. Zira şürûtî, belgelerden bazılarının bir suretini saklayıp
kullanmış olabilir. Şürût ve sicillât eserleri, aynı zamanda göreve yeni başlamış kadılara
515
Kontbay, 49-52; Atar, “Şürût ve Sicillât”, 271.
516
Atar, “Şürût ve Sicillât”, 271.
517
Kontbay, 52-57.
203
Kaynaklarda erken dönemde halkın isteğine bağlı olarak belge düzenleyenler
arasında Talha b. Abdullah b. Avf (ö. 97/715) ve Hârice b. Zeyd b. Sâbit’in (ö. 100/718-
Şürûtîden ayrı olarak insanların talebi üzerine mektup yazan kişilerin varlığından
söz edilmektedir. Her ne kadar Abbâsîler’in ilk iki asrında örneğine rastlanmasa da daha
yargılama görevi üstlenen birimlere rastlanır. Bunun başlıca örneği zındıkların tespiti,
zendeka)’dır. Mehdî zamanında zındıklıkla sistemli bir şekilde mücadele için kurulan bu
sâhibu’z-zenâdıka görevini üstlenmiş birine kayıtlarda rastlanmaz. 522 Ancak Hâdî, Emîn
518
Zübeyrî, 273.
519
İbnü’l- Uhuvve, 275-276; İbn Bessâm, 171-172.
520
Hisbe teşkilatının gelişimi, işleyişi ve Abbâsî döneminde muhtesiblik yapmış kişiler hakkında bk.
Sâmerrâî, el-Müessesât, 306-338; Kesâsbe, el-Müessesât, 107-111.
521
İbn Bessâm, 15; Sâmerrâî, el-Müessesât, 329-330.
522
Taberî, VIII, 148; Chokr, 35-36, 90, 92.
523
Taberî, VIII, 516, 524, 525; Chokr, 92.
204
2.6. Çeşitli Hizmet Kurumlarında Kâtipler
hastane Hârûnürreşîd tarafından Bağdat’ta inşa edilmiştir. Daha sonra vezir, vali,
komutan, halife annesi gibi kimseler tarafından da çok sayıda hastanenin yapıldığı
bilinmektedir. 524 Hastalara ücretsiz olarak hizmet veren bu hastanelerin varlığını devam
bütçeden karşılanmıştır. 525 Dolayısıyla bu işlerin takibi ve kaydının tutulması için kâtibe
ihtiyaç duyulmuştur.
Kâtiplere ihtiyaç duyulan diğer bir kurum ise vakıflardır. Hz. Peygamber
yaygın hale gelmiştir. Halife ve ailesi, vezirler, valiler, komutanlar ve zengin kimseler
olmakla birlikte, kurumun işleyişi için çeşitli görevliler tayin edilmiştir. Vakıfların
kurumsal bir kimlik kazanmasını ve uzun süre ayakta kalmasını sağlamak adına ve daha
gibi işler, bu divanın uhdesine bırakılmıştır. Ali b. Îsâ, divanın başına güvenilir bir kâtip
524
Öztürk, Hastaneler, 109-176.
525
Sâbî, el-Vüzerâ, 26-27; Kıftî, el-Hukemâ, 151; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVI, 454; İbn Ebû Usaybia, 301-
302.
205
olan Ebû Şücâ‘ı (Ebû Eyyûb’un kız kardeşinin oğlu) tayin etmiştir. 526 305/917 yılında
yeni vezir İbnü’l-Furât, birçok sahada görev ve yetki vermiş olduğu oğlu Muhassin’i
Dîvânü’l-birr’in başına getirmiştir. 527 Ali b. Îsâ tekrar vezir olduğunda (315/927) daha
önce yaptığı gibi bir kâtibi, Vehb ailesinden Ebû Ahmed Abdülvehhâb b. Hasan’ı
istinsahı gibi işlerde görev alırlardı. Bu görevleri ifa etmiş kâtiplerden ileride ayrıca söz
edilecektir.
526
Sâbî, el-Vüzerâ, 310-311.
527
Kitâbü’l-Uyûn, IV/1, 187.
528
Miskeveyh, Tecârib, V, 220.
206
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kâtipler siyasî hayatta edilgen bir konumda olmalarına karşın yeri geldiğinde
etkin bir biçimde rol de almışlardır. Kâtiplerin Abbâsî siyasî hayatında etkin hale
Devlet adamları nezdinde kâtiplerin sahip olduğu önemi şair bir kâtip olan
Attâbî (ö. 208/823-24) şöyle ifade etmiştir: “Bir adamın kâtibi onun dili, hâcibi onun
yüzü, oturup kalktığı kimse (celîs) ise onun her şeyidir. O yüzden bir görev
üstlendiğinde kâtibinin kim olduğuna dikkat et. Senden sonra gelen kişi, senin değerini
imkânların devamını sağlamak için siyasî çevrelerle iyi geçinmek zorunda kalmıştır. Bu
karşılaşılan problemleri aşmaya yardımcı olmak şeklinde ortaya çıktığı gibi bazen de
üst makamlara namzet oldukları hesaba katıldığında, onların siyasî hayatla iç içe
oldukları, beri taraftan siyasetin inceliklerine teorik ve pratik açıdan vâkıf olmaya
çalıştıkları söylenebilir. Bir sonraki bölümde genişçe ele alacağımız üzere kâtipler için
mahiyettedir.
1
Kennedy, The Early Abbasid, 103, 106, 116-117.
2
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 14. Ayrıca bk. Küşâcim, 59.
3.1. Halife ve Hanedan Mensuplarıyla İlişkiler
sarayda belli kimselerle bir araya gelir ve devlet meselelerini onlarla görüşürdü. Diğer
yandan halife gerekli gördüğü durumlarda idarî, malî, adlî ve askerî alanlara doğrudan
müdahale ederdi. Ancak devlet işleri, ilgili kurumun hiyerarşik yapısı içinde
halledilmek suretiyle yürürdü. Buna bağlı olarak halifeler genellikle vezir, hâcib, divan
Bazı üst düzey kâtipler, devlet işlerini çekip çevirme konusundaki kabiliyetleri
halifenin bilgisi dışında birçok işe imza atabilirlerdi. Daha çok vezirler için söz konusu
olan bu durum, vezirlik makamına gelememiş bazı üst düzey kâtipler için de geçerliydi.
Kaynaklarda rastlanan galebe aleyhi (ona [halifeye] söz geçirir, hükmeder olmuştu) ve
galebe ale’l-umûr (işleri elinde tutardı) gibi ifadeler 3 bu duruma işaret etmektedir.
Halifelerin kendileri için özel kâtip tayin ettiklerine dair birtakım haberlere
rastlanmaktadır. Ancak kaynaklarda bu kâtibin hangi işleri yürüttüğü detaylı bir şekilde
düzenlemekle görevli olduklarını düşünürsek, halifelerin özel kâtibinin daha çok malî
3
Ya‘kûbî, Târîh, II, 281, 301, 330, 340, 346.
208
Ebû Eyyûb’u tasfiye ettikten sonra yapmış olduğu yeni görev taksiminde Ebân b.
var olduğu anlaşılmaktadır. Olay özetle şöyle cereyan etmiştir: Günün birinde Mehdî,
Hişâm’ı çağırır ve onu huzuruna yalnız kabul eder. Endülüs Emevî hükümdarı
içermektedir. Hişâm mektubu duraksayarak okur ve ara ara mektubu kaleme alan kâtibe
lanet okur. Arapların yerilecek yönlerini (mesâlib) hakkında birikimli olan Hişâm, bu
hoşuna giden Mehdî, sır kâtiplerinden birini çağırarak Hişâm’ın söyleyeceklerini, gelen
dair bildiği ne varsa kâtibe yazdırır. Daha sonra mektup mühürlenip süratle Endülüs’e
gönderilir. 5 Hişâm bu olayı arkadaşı Hafs’ın babasına aralarında gizli kalması şartıyla
anlatmış, ancak Hafs’ın babası -muhtemelen olayın sıcaklığı geçtikten sonra- oğluna
aktarmıştır.
Hayatında dört kez hac yapan Mehdî’ye her seferinde eşlik eden Ümeyye b. Amr
için halifenin sır, mühür ve Beytülmâl kâtibi ifadesi kullanılmaktadır. 6 Ayrıca Kâtip
belirtilmektedir. 7
4
Cehşiyârî, 192.
5
Taberî, VIII, 172-173.
6
İbn Tayfûr, Bağdâd, 291; İsfehânî, el-Eğânî, XXIII, 78.
7
Tenûhî, el-Ferec, II, 191.
8
Cehşiyârî, 380.
209
etmeyi ve cezalandırmayı kafasından geçirdiğinde bu niyetini İsmail b. Sabîh’le
paylaştığı ve bunun kendi aralarında bir sır olarak kalmasını istediği kaydedilmektedir. 9
Aynı şekilde Halife Emîn’in, kardeşi Me’mûn konusunda görüşüne başvurduğu kâtibi
başvurmuşlardır. Örneğin Mansûr, yeni bir başkent kurmak için yer aramaya çıktığında
yanına aldığı kişiler arasında komutanı ve vezirinin yanı sıra kâtibi ve divanlardan
niyetinde olan Emîn’in, bu durumu istişare ettiği kişiler arasında kâtibi Yahyâ b.
Süleym de vardır. Yahyâ, Me’mûn’u hal‘ etmekte aceleci davranan Emîn’e planını gizli
tutarak bu işi zamana yaymasını, önce Me’mûn’a sempati duyan kumandanları çeşitli
beğenmeyip: “Hiçbir şey bir meseleyi çözüme kavuşturmada kesin irade kadar etkili
9
Ya‘kûbî, Târîh, II, 296.
10
Dîneverî, 574.
11
İbn Tayfûr, Bağdâd, 255.
12
Yâkût, el-Üdebâ, II, 561.
13
Seâlibî, Simârü’l-Kulûb, 451.
14
Taberî, VII, 615; Yâkût, el-Büldân, I, 458.
210
olamaz. Sen ise boş konuşan bir hatipsin, bir görüş sahibi değilsin. İşaret ettiğin görüşe
görüşünde isabetli hem nasihat sahibi güngörmüş vezire 15 yönel. Kalk da mürekkebinin
ve kalemlerinin başına dön.” sözleriyle tepkisini dile getirir. 16 Ancak aynı gelişmeler
çerçevesinde kaydedilen başka bir habere göre, divan reislerinden İsmail b. Sabîh,
Emîn’e Me’mûn’u kendisine çekmek için ona yakınlık gösteren ve ona ihtiyaç
duyduğunu bildiren bir mektup yazmasını tavsiye eder. Emîn, bu tavsiye doğrultusunda
Me’mûn’a bir mektup yazar, ayrıca hanedan üyeleri ve devlet adamlarından bazı kişileri
arabulucu olarak gönderir. Ne var ki, bu çağrıya icabet etme eğiliminde olan Me’mûn’u,
Merv’de kendisiyle beraber bulunan veziri ve akıl hocası Fazl b. Sehl alıkoyar. 17
Halifeler saray dışında halkla buluştukları sırada kâtipleri de onlara eşlik ederdi.
Halifeye yöneltilen talep ve şikâyetleri halife kimi zaman kâtiplerine havale ederdi.
Konuyla ilgili olarak nakledilen bir habere göre, Me’mûn Bağdat’ta Şemmâsiyye
semtindeki sarayına giderken yoluna Ebü’l-Hüseyin Hasan adında biri çıkar ve mağdur
edildiğini bir beyitle bildirir. Halife adama kimden şikâyetçi olduğunu sorunca devlet
15
Bu meselede Emîn gibi düşünen Vezir Fazl b. Rebî‘ kastediliyor olmalı.
16
Taberî, VIII, 384-385; Cehşiyârî, 411-412.
17
Taberî, VIII, 400-404; Cehşiyârî, 411.
18
İbn Tayfûr, Bağdâd, 151.
19
Cehşiyârî, 221-222.
211
Muhammediyye’ye gezinti amacıyla gittiğinde ona eşlik edenler arasında kâtipler de
vardı. 20
eşlik edenler arasında -ileride vezir olacak- resâil kâtiplerinden Ahmed b. Ebû Hâlid el-
Ahvel de vardı. Emîn’in öldürülmesi sonrasında Bağdat’ta uzun süre devam eden
kargaşa ortamından geriye kendilerini nasıl bir tehlike beklediğini Me’mûn’a arz eden
Ahmed, Me’mûn ile aralarındaki yakınlığı “onun yol arkadaşı (zemîl) idim” şeklinde
ifade etmiştir. 21
Ubeydullah b. Hâkân’ın yanı sıra üst düzey kâtiplerden Hasan b. Mahled 22 ve Ebû Salih
Üst düzey kâtipler, kimi zaman belli kişilerin veya çevrelerin taleplerinin
halifeye iletilmesinde aracı olurlardı. Kâtibin, talepleri güzel biçimde dile getirmesi ve
kabilinden şöyle bir hadise yaşanmıştır: Amr b. Mes‘ade, biri halifenin yakınları arasına
girmeyi uman, diğeri ordu birliklerinin maaşlarının ödenmesini talep eden iki maruzatı
Me’mûn’a yazılı olarak iletir. Me’mûn da Amr’ın beliğ ve fasih mektubuna hayran
kalarak bu talepleri ziyadesiyle karşılar. Benzer bir durum ise şöyle cereyan etmiştir:
Dihkan çocuklarından biri, halifeden karşılanmasını istediği bir ihtiyacı için Amr’a gelir
ve kendi adına Me’mûn’a talebini bildiren bir dilekçe kaleme almasını ister. Amr
adamın isteğini geri çevirmeyerek Me’mûn’a hitaben bir dilekçe yazar. Dilekçeyi
20
Cehşiyârî, 520; Tenûhî, el-Ferec, I, 247-250.
21
Taberî, VIII, 575.
22
İbn Asâkir, XIII, 390.
23
Sıbt İbnü’l-Cevzî, XV, 444-445.
212
okuyan Me’mûn, üslubu çok beğenir ve adamın talebinin derhal yerine getirilmesini
mensup kadınlarla evlenmiştir. Halifelerin kâtip sınıfına mensup birinin kızı ile
evlenmesi (210/825), ilk olarak Me’mûn’un Hasan b. Sehl’in kızı Bûrân ile evliliğinde
rastlanır. Mesela halife naibi Muvaffak’ın oğlu Abdülvâhid, Vezir İsmail b. Bülbül’ün
Ubeydullah’ın kızı ile evlendirmiştir (291/904). 27 Sözü geçen halife ve vezirin hayatta
olmadığı daha sonraki bir tarihte (306/918-19), vezirin diğer bir kızı ile Ebû Ahmed b.
Başka bir rivayete göre, Ca‘fer el-Bermekî’nin annesinin erken yaşta ölmesi nedeniyle,
24
Câhız, el-Mehâsin, 28-29. Ayrıca bk. Beyhakî, 324-325.
25
İbn Tayfûr, Bağdâd, 233-238; Ya‘kûbî, Târîh, II, 322-323; Taberî, VIII, 606-609.
26
İbn Fazlullah, Mesâlik, XI, 119.
27
Taberî, X, 115; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVI, 288.
28
Sûlî, Evrâk (295-315), 122; Arîb, 70.
29
Seâlibî, Letâifü’l-Meârif, 72-75; İbn Zübeyr, ez-Zehâir, 98-101.
30
Cehşiyârî, 147. Ayrıca bk. Taberî, VI, 182.
31
Cehşiyârî, 161, 208; Ahbâru’l-Berâmike, 76, 102; Askerî, el-Evâil, 196.
213
Fâtıma adında bir kadın Ca‘fer’i ve Hârûnürreşîd’i birlikte emzirmiştir. 32 Bir sonraki
kuşakta benzer biçimde Hârûnürreşîd’in oğlu Emîn ile Ca‘fer el-Bermekî’nin oğlu
bakılmış, bu nedenle özel bir eğitime tâbi tutulmuşlardır. Siyasî konularda tecrübe
halife çocukları kâtiplerle irtibatlı olmuş; gelecekte siyasette etkin bir rol almak isteyen
Abbâsî tarihinde birçok halife, kendisinden sonra yerine geçmesi muhtemel olan
çocuklarına devlet işlerinin nasıl yürütüldüğünü öğretmeleri için üst düzey kâtipler tayin
etmiştir. Öte yandan halife çocukları, belli bir olgunluğa eriştiklerinde bir şehre veya bir
bölgeye vali olarak atanmış; genellikle de yanlarına devlet işlerini sağlıklı biçimde
yürütmeye yardımcı olmaları için kâtip kökenli devlet adamları verilmiştir. Kâtiplerin
refakat ettikleri halife adayının tahta geçmesi halinde divan reisliği, hâciblik ve vezirlik
almıştır. Dolayısıyla halife çocuklarının kâtipleri, tıpkı hocalar (müeddib) gibi dikkatle
seçilmiştir. Ağırlıklı olarak halife tarafından seçilen bu kâtipler, sürekli gözetim altında
tutulmuştur.
tarafından veliahdı olan oğlu Mehdî için görevlendirilen Ebû Ubeydullah Muâviye b.
görevlendirmekle birlikte, oğlunu Rey’e vali olarak tayin ettiğinde Ebû Ubeydullah’ı da
32
İbn Abdürabbih, V, 321.
33
el-İmâme ve’s-Siyâse, II, 229; Abbott, Two Queens of Baghdad, 63 (Tr. 81).
214
onunla beraber göndermiştir. Mansûr, oğlunu uğurlarken Ebû Ubeydullah’ı dinlemesi
gerektiğini şu sözlerle dile getirmiştir: Ey Ebû Abdullah, düşünmeden hiçbir işi yapma.
Bil ki akıllı kimsenin görüşü iyiyi ve kötüyü gösteren bir aynadır. 34 Aynı şekilde
Mansûr, Mehdî’den sonra ikinci sıradaki veliahdı olarak tayin etmeyi düşündüğü diğer
oğlu Ca‘fer için de benzer konumda bulunan Kûfeli kâtip Fudayl b. İmrân’ı
görevlendirmiştir. 35
çocuklarının hizmetindeki üst düzey kâtipler, âdeta bir vezir gibi hareket etmişlerdir.
İrmîniyye bölgelerine vali tayin ettiğinde malî (harâc) işleri için kâtibi olarak Sâbit b.
Mehdî, veliahdı olan oğlu Mûsâ el-Hâdî’yi tecrübe kazanması için Cürcân’a
takip etmekle görevlendirmiştir. Ebân ölünce (167/783-84), halife onun yerine Ebû
Hâlid Yezîd el-Ahvel’i tayin etmiştir. 38 Diğer bir habere göre, Mehdî tarafından Kâtip
34
Cehşiyârî, 195.
35
Taberî, VIII, 99-100; Cehşiyârî, 199; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 404-405.
36
Taberî, VIII, 128. Cehşiyârî ise Ebân’ın aynı sıfatla o yıl Mûsâ el-Hâdî için görevlendirildiğini zikreder
(el-Vüzerâ, 221). Taberî’nin belirttiğine göre o yıl Ebân b. Sadaka, Hârûn’dan alınıp aynı şekilde kâtibi ve
veziri sıfatıyla Hâdî’nin hizmetine verilir. Hârûn için ise Yahyâ b. Hâlid b. Bermek görevlendirilir (Târîh,
VIII, 140).
37
Taberî, VIII, 148.
38
Taberî, VIII, 165; Cehşiyârî, 232.
39
Cehşiyârî, 251.
215
Halifelerin uzun bir sefere çıktıkları zaman bazı yetkilerini kendi veliahtlarına
devrettikleri olmuştur. Örneğin Mehdî, 163/780 yılında Bizans üzerine sefere çıktığında
birinci sıradaki veliahdı olan oğlu Mûsâ el-Hâdî’ye Bağdat’taki yetkilerini devretmiştir.
Devlet işlerinde tecrübesiz olan Hâdî’ye bu süre zarfında kâtibi Ebân b. Sadaka
yardımcı olmuştur. 40 Benzer şekilde Hârûnürreşîd, Horasan’da isyan eden Râfî‘ b. Leys
görevlendirmiştir. 41
veliahdı olarak tayin edince, onu Hemedân’a kadar olan bölgeleri içine alan Horasan’ın
valiliğine tayin etmiş; hanedan üyelerinden bazı isimleri ve ünlü komutanı Ali b. Îsâ b.
Abbâsî tarihinde birden fazla veliahdın aynı anda tayin edildiği dönemler
edilemeyeceğinin teminat altına alındığı ahidnâmelerde, her bir kâtibin sadece bağlı
40
Taberî, VIII, 144.
41
Cehşiyârî, 380.
42
Taberî, VIII, 269. Ayrıca bk. Cehşiyârî, 309, 334.
43
İbnü’l-Cevzî, XI, 88.
216
durum açık bir şekilde ortaya konulmuştur. 44 Muntasır’a Ahmed b. el-Hasîb, Abdullah
Mu‘tez’e Ahmed b. İsrâîl, Müeyyed’e ise Muhammed b. Ali el-Ma‘rûf kâtip olarak
tayin edilmiştir. 45 Nitekim bu veliahtlardan ilk ikisi daha sonra halife olacak ve
Mu‘tazıd, Cibâl bölgesine 281/894 yılında sefer düzenlediğinde oğlu Ali el-
oğlunu Rey’de bölge valisi olarak bırakmıştır. Yine bu esnada onun kâtipliğine Ahmed
henüz on yedi yaşındaydı. 46 O, dört yıl sonra tecrübe kazanarak Rey’den Bağdat’a
dönüp babası Mu‘tazıd’ın huzuruna çıktığında babası onu: “Oğlum! Bir çocuk olarak
gittin, bir dost olarak döndün.” sözleriyle karşılamış ve neticeden duyduğu memnuniyeti
ifade etmiştir. 47
Mu‘tazıd, oğlu Müktefî’yi halifeliğe hazırlamak için ona tekrar valilik görevi
vermiştir. Şöyle ki Mu‘tazıd itaatten çıkan Âmid şehrine sefer düzenleyip şehirde
hâkimiyeti sağlar (286/899). Sefere beraber çıktığı oğlu Ali el-Müktefî’yi Âmid’de
bırakarak başkente döner. Müktefî’ye Âmid dolayları, Kınnesrîn, Avâsım, Diyâr-ı Rebîa
bağlı orduyu da orada bırakır. Bu sırada Müktefî’nin kâtibi olan Hüseyin b. Amr en-
görevlendirilir. 48 Mu‘tazıd öldüğü sırada (289/ 902) Rakka’da bulunan Müktefî, kâtibi
44
Taberî, IX, 175-181 (özl. 179).
45
Ya‘kûbî, Târîh, II, 343.
46
Taberî, X, 36-37 (İng., XXXVIII, 14, dn. 83).
47
İbnü’l-Cevzî, XII, 378.
48
Taberî, X, 70-71.
217
Hüseyin’e ordudan biat alması için mektup yazmasını ve askerlere bahşiş (atâ)
sefer sırasında eşlik etmeleri için bazı hanedan üyelerini, komutanlardan Hasan b.
Ayrıca Hâlid’in iki kâtip kardeşi Hasan ve Süleyman da bu sefere katılanlar arasındaydı.
harcamalarını ve askerî işlerini düzenlemesi için onlarla birlikte göndermiştir. Büyük bir
Rebî‘in görüşlerine başvurmuştur. 50 Öte yandan sefer öncesinde Mehdî ile Yahyâ el-
Bermekî arasında geçen diyalogda sefer sırasındaki ihtiyaçları için Yahyâ’ya bin dirhem
verildiği kaydedilmektedir. 51
işlerde şehzadeye yol göstermeye çalışmış ve hatta bazı noktalarda müdahil olmuştur.
Ancak bu durum, kâtip ile ordu komutanları arasında bazen ihtilaflara neden olmuştur.
Örneğin 150/767- 68 yılında baş gösteren Üstâzsîs isyanında 52 Halife Mansûr’un ordu
komutanı olarak tayin ettiği Hâzim b. Huzeyme ile o sırada Nişâbûr’da bulunan oğlu
Muâviye, Hâzim’e ve ona tâbi diğer komutanlara emirler ve yasaklar bildiren mektuplar
49
Taberî, X, 88.
50
Taberî, VIII, 144-146; Cehşiyârî, 226.
51
Taberî, VIII, 147.
52
Geniş bilgi için bk. Zorlu, 159-166.
218
yazarak isyanın bastırılmasında etkin rol oynamaya çalışır. Bunun üzerine Hâzim,
yakalayarak savaşın tek bir elden yönetilmesi gerektiğini ve harbin bir cengâverlik işi
olduğunu belirtir. Buna binaen Ebû Ubeydullah’ın aradan çekilmesini ister. Mehdî de
de onunla birlikteydi. Bu durumda halife olması gereken Hâdî ise Cürcân’da Taberistan
kâtibi Yahyâ el-Bermekî ile istişare eder. Alınan ortak karar neticesinde kutsal
veliaht olması için şartları hazır hale getirmeye çalışmıştır. Mehdî’nin veliaht tayin
edilmesiyle ilgili olarak kâtibi Ebû Ubeydullah Muâviye b. Yesâr’ın çabası, buna örnek
teşkil etmektedir. Rivayete göre Mansûr, oğlu Mehdî’yi mevcut veliahdı olan amcası
oğlu Îsâ b. Mûsâ’nın önüne geçirmek için uzun ve yoğun bir çaba harcamıştır. 55
Sonuçta hakkından feragat etmeye ikna olan Îsâ, mescitte ileri gelenlerin huzurunda
53
Taberî, VIII, 29-30; Miskeveyh, Tecârib, III, 443-444.
54
Taberî, VIII, 187.
55
Taberî, VIII, 9-25.
219
Mehdî’nin veliahtlığı için biat eder; ancak Mehdî’nin kâtibi işi sağlama almak ve
Îsâ’nın hilafeti paraya değiştiğini herkese ilan ile onun itibarını sarsmak düşüncesiyle
Îsâ’nın önüne detaylı bir ahidnâme metni koyar. Îsâ, metinde geçen sözleri bir bir
tekrarlayarak hilafetten Mehdî adına feragat ettiğini beyan eder. Îsâ’nın beyanını içeren
Hâdî, babası Mehdî tarafından kendisinden sonra ikinci sırada veliaht ilan edilen
kardeşi Hârûnürreşîd’i veliahtlıktan azledip yerine henüz çocuk yaşta olan oğlu Ca‘fer’i
veliaht yapma arayışı içine girer. Hâdî’nin bu düşüncesini, bazı önde gelen komutanlar
Hârûnürreşîd ise bu durum karşısında geri adım atmaya başlar; ancak idarî işlerinden
sorumlu kâtibi Yahyâ el-Bermekî ona kendi hakkından vazgeçmemesi yönünde telkinde
bulunur. Yahyâ’nın bu durumunu öğrenen Hâdî, onu ölümle tehdit eder ve nankörlükle
suçlar. 57 Öte yandan tartışmalı ölümüne kadar Hâdî’nin Yahyâ’yı gözetim altında
tuttuğu kaydedilmektedir. 58
Şehzadeler içinde kimin halife olacağı, bir yönüyle onların eğitimine bağlı
olmuştur. İyi bir kâtibin elinde yetişerek rüştünü ispatlayan şehzadeye zamanla
geleceğin halifesi gözüyle bakılmıştır. Güçlü halife adayları, birbirine rakip hale
Rivayete göre Mansûr, gelecek vadeden oğlu Ca‘fer’in işlerini yürütmesi için
Kûfeli kâtip Fudayl b. İmrân’ı tayin eder. Ayrıca Ca‘fer’i diğer oğlu Mehdî’den sonraki
veliaht olarak tayin etmeyi düşünür. Böylece Fudayl ile Mansûr’un diğer oğlu
Mehdî’nin kâtibi Ebû Ubeydullah aynı konuma gelmiş olurlar. Ca‘fer’in Mehdî’ye rakip
halife adayı haline gelmesinden birileri rahatsız olmaya başlar. Ca‘fer’e mürebbiyelik
56
Taberî, VII, 24-25; Cehşiyârî, 196-197; Miskeveyh, Tecârib, III, 442-443.
57
Taberî, VIII, 187, 208.
58
Taberî, VIII, 208-210, 212.
220
(ḥâḍine) yapmış olan Ümmü Ubeydullah 59 Fudayl’a tuzak kurmak için yollar arar.
Duyduğu şeyden son derece rahatsız olan Mansûr, iki adamını Ca‘fer ile birlikte
Musul’da bulunan Fudayl’ı gördükleri yerde öldürmeleri emriyle yollar. Ayrıca infazı
Mansûr’un iki adamı, emri istenildiği şekilde yerine getirirler (146/763-64). Hadise
cereyan ettiği sırada bir grup insan, Mansûr’a gelip Fudayl’ın dindar ve iffetli biri
olduğunu, acele karar verildiğini söyler. Fudayl’ın bir iftiraya kurban gideceğini anlayan
Mansûr, infazın önüne geçmek için derhal bir elçi gönderir. Lâkin elçi olay mahalline
Halifeliğe getirilecek kişi hakkında vezirler ve üst düzey komutanlar söz sahibi
olmakla birlikte yer yer önde gelen kâtiplerin de görüşüne başvurulmuştur. Örneğin
Halife Râzî’nin ölümü (329/940) üzerine halifelik makamı boş kalır ve yerine geçecek
kişi hakkında kulisler yapılmaya başlanır. Bu kulislerden biri, Ebû İshak İbrahim b.
olan İbrahim’in ve annesinin o vakte kadar kâtipliğini yapan İbn Meymûn, İbrahim’in
halife olması için çabalar. Onun takvalı ve dinine bağlı bir kişi olduğunu, nebîz
59
Buradan Ebû Ubeydullah’ın karısı olduğu anlamı çıkarılabilir; bununla birlikte kadının adı Ümmü
Ubeyde olarak da kaydedilmiştir (Cehşiyârî, 199; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 404).
60
Taberî, VIII, 99-100. Ayrıca bk. Cehşiyârî, 199-200; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 404-405
221
tüccarların toplanarak bu konuda ittifak etmelerini ve böylece kendisinin bu görüşte
yalnız kalmayacağını yazar. Bu faaliyetlere bağlı olarak Ebû İshak İbrahim, dört gün
Şehzade kâtipleri ileride vezir olmak için plan yaparken karşılarına güçlü
olamamış; fakat müslüman olan kendi kâtibi İbrahim b. Hamdân eş-Şîrâzî’yi vezirliğe
Ubeydullah, iki oğlu Hüseyin ile Muhammed’i halifeye arz ederek hil‘at giymelerini
gizlenmiş ve sıkı takibe rağmen bulunamamıştır. Daha sonra Hüseyin, Vâsıt’a sürgün
(290/903). 62
geçirmek isteyen her kişi, hedefine ulaşma yolunda kendisine birtakım yardımcılar
zümreler olmuştur.
Mansûr, Kûfe valisi ve veliahdı olan amcası oğlu Îsâ b. Mûsâ’nın eliyle
kendisine vaktiyle isyan etmiş olan amcası Abdullah b. Ali’yi öldürmek ister. Îsâ’dan bu
61
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî, 186-187. Ayrıca bk. Miskeveyh, Tecârib, VI, 31-32.
62
Taberî, X, 103; Tenûhî, Nişvâr, III, 268-272.
222
işi aralarında gizli kalacak şekilde yapmasını tembihler ve bu konuda onu ikna etmeye
çalışır. Yakın zamanda Kûfe valiliğinden azledilmiş ve veliahtlıkta birinci sıradan alınıp
ikinci sıraya konulmuş olan Îsâ, bu durumu kâtibi Yûnus b. Ferve ile istişare eder.
mahkemede, kendisinden habersiz bir iş yaptığı için ona kısas uygulayacağını söyler.
Ayrıca Abdullah’ı öldürmek yerine onu kimsenin görmeyeceği bir yerde saklamasını
önerir. Îsâ kendisine söyleneni yapar. Mansûr hac dönüşü, bazı ileri gelenlerin önlerinde
söyleyince, Mansûr böyle bir emir verdiğini inkâr ederek Îsâ’yı suçlar. Bu durum
söyler. Böylece Mansûr’un planları boşa çıkmış olur. Îsâ bu yüzden kâtibi Yûnus b.
Abdülmelik’ten önce babası Salih’in de kâtipliğini yapmış olan Kumâme, diğer yandan
Şam’a vali tayin edilince (193/809), 66 Kumâme’ye yaptığını fazlasıyla ödetir. Nitekim
63
Taberî, VIII, 7-9; Cehşiyârî, 200-201; Zorlu, 80-84.
64
Ya‘kûbî, Târîh, II, 297; Taberî, VIII, 302-303; Cehşiyârî, 376; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 494-495.
65
Cehşiyârî, 379.
66
Taberî, VIII, 424-425.
223
rivayete göre Kumâme’nin kapatıldığı hamamda ateş son haddine kadar yakılır, yanına
Me’mûn’a karşı başkaldırdığında Bağdat’ta ileri gelenlerden bir grup kendisine biat
eder. Biat eden üç kişi arasında Kâtip Mâlik b. Şâhî’nin de ismi geçmektedir. Me’mûn,
İbn Âişe’nin ve ona biat edenlerin izini bularak onları cezalandırır. Bağdat’ta hapsettiği
İbn Âişe’nin ise önce boynunu vurdurur, sonra halka ibret olması için cesedini astırır. 68
yetenekli üst düzey kâtiplerin yardımına başvurmuşlardır. Kâtipler de etkili bir makama
birinin hilâfeti ele geçirme teşebbüsüne ortak olur (280/893). Şeyleme, vezir sıfatıyla
tutuklanıp saraya getirilir. Ayrıca biat edenlerin listesi de ele geçirilir. Halife olarak biat
edilen kişi kaçar ve ismi bir türlü öğrenilemez. Mu‘tazıd’ın gösterdiği şefkate rağmen
sonuç değişmeyince, Şeyleme bir çadırın sütununa bağlanır, bolca kömür getirilip
el-Mühtedî ile birlikte Alioğulları’ndan biri için biat almış, öte yandan el-Alevî’nin
67
Ya‘kûbî, Târîh, II, 304-305. Ayrıca bk. Nedîm, I, 370.
68
Belâzürî, Ensâb, IV, 170-171.
69
Bağdat, Mansûr tarafından Dicle’nin batı yakasında dairevî biçimde kurulmuş, hızla büyüyerek
Dicle’nin doğu yakasında da gelişmiştir. Mu‘tazıd zamanında hilafet sarayı şehrin doğu yakasında
olmuştur. Bağdat’ın ilk kurulduğu yer için daha sonraları Medînetü’l-Mansûr tabiri kullanılmıştır.
70
Tenûhî, Nişvâr, I, 144-146.
71
Taberî, X, 32.
224
(Zenc liderinin) kendilerine eman verilmiş askerleri ve Alioğulları’ndan sözleştiği
birtakım kimselerle, aralarında tayin ettikleri bir vakitte Mu‘tazıd’ı öldürmek üzere
Mansûr’u, kızı Hatice ile evlendirir ve Fazl b. Rebî‘in konağına yerleşmesini sağlar.
Ayrıca kapısına ve Dârü’l-âmme’ye gelmekten onu muaf tutarak yerine kâtibi Ca‘fer b.
gelebilmiştir. Çocuklarını hilafet tahtına hazırlama hırsı taşıyan halife eşleri, siyasî
devlet işlerine vâkıf olma gayreti içinde oldukları gibi o işlere müdahil olma yoluna da
gitmişlerdir. Öte yandan halife eşleri ve anneleri gelir getiren mülkler edinerek servet
almaları, çocuklarını siyasî ve idarî hayata hazırlamaya yönelik eğitmeleri için tecrübeli
servet genellikle sahip oldukları araziler ve bu yolla elde edilmiş gelirler şeklindedir.
72
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 194.
73
Ya‘kûbî, Târîh, II, 319.
225
Mal varlığı konusunda göze çarpan ilk isim, Mehdî’nin eşi, Hâdî ile
kadın olan Hayzürân’ın sahip olduğu arazilerden elde ettiği yıllık gelirin 160 milyon
dirhem olduğu belirtilmektedir. 74 Ömer b. Mihrân adında bir kâtip sadece Hayzürân’ın
Ayrıca Zübeyde’nin bu mülkleri hayır işlerinde harcaması 77 onların uzun bir süre kendi
Halife eşlerinin kâtipleri, onların arazi gelirlerini her yıl düzenli bir biçimde
kendilerine rapor halinde sunmakla yükümlü olmuşlardır. Bazı halife eşleri, arazilerinin
karışıklık yüzünden sorguya çekmişlerdir. Halife eşlerinin arazileri her ne kadar kâtipler
tarafından değil de vekiller tarafından ekilip biçilmiş olsa bile vekil ile halife eşi
arasındaki irtibatı sağlayan kişi çoğu kez kâtip olmuştur. Örneğin Hârûnürreşîd’in eşi
Zübeyde, arazileri için tayin ettiği vekilinden 200 bin dirhemi alamayınca, Zübeyde’nin
kâtibi Dâvûd, vekili hapseder. Vekil hapisten kurtulmak için dostlarından Îsâ b. Dâvûd
ve Sehl b. es-Sabâh’a bir mektup yazar. Vekilin bu iki dostu durumu görüşmek üzere
kâtibin yanına giderken yolda Mehdî’nin veziri Feyz b. Ebû Salih ile karşılaşırlar. Feyz
de onlara eşlik eder ve hep birlikte kâtibin yanına gelerek vekilin hapisten çıkarılması
74
Mes‘ûdî, Mürûc, III, 280; İbn Zübeyr geliri 260 milyon dirhem olarak belirtir (ez-Zehâir, 235).
75
Cehşiyârî, 318-323; Abbott, Two Queens, 121-124 (T. 133-136).
76
İbnü’l-Fakîh, 297, 305.
77
Ya‘kûbî, Müşâkele, 206.
226
Kâtip üç aracıya Zübeyde’nin mektuba vermiş olduğu cevabı okuyunca cömertliğiyle
ünlü Vezir Feyz meseleyi bizzat kendisi çözmek için yardımcılarından birine yazarak
daha cömert olduğunu ve ödeme yazısını Feyz’e iade etmesini, vekili de ona teslim
etmesini yazar. 78
çalıştığı kaydedilmektedir. 79
tahsis etmiştir. Arazi işlerinin takibinden cariyelerin kâtipleri sorumlu olduğu gibi divan
veya artışı takip hususunda yine Şağab’ın kâtibi söz sahibi olmuştur. 81
malından zekât olarak muhtaçlara dağıtılmak üzere ayırdığı bin dinarı kâtibi Ahmed b.
el-Hasîb’e havale etmiş ve kendisine zekât düşen her kim varsa adlarını, neseplerini ve
evlerini yazmasını tembihlemiştir. Kâtip bu işi büyük bir titizlikle yürütmüş; ayrıca
78
Cehşiyârî, 245.
79
İbn Tayfûr, Bağdâd, 305-306.
80
Sâbî, el-Vüzerâ, 201-204.
81
Tenûhî, Nişvâr, I, 211-215.
227
zekâttan pay vermiştir. Kâtip daha sonra Mütevekkil’in, Alioğulları’na karşı sert
muamelede bulunduğu o günlerde bu aileden birine vermiş olduğu zekâtın kendi başını
derde sokacağından endişe etmiştir. Ancak Şücâ‘ bu aileye yapılan yardımın, yerini
bulduğuna inanarak kâtibini takdir etmiştir. 82 Ahmed b. el-Hasîb bir sonraki halife
Muktedir’in annesi Seyyide Şağab, siyasî hayatta etkin biri olduğu gibi vezir
tayininde söz sahibi olmuştur. Onun kâtibi Ebü’l-Hasan Ahmed b. Muhammed İbn
Şağab’ın diğer bir kâtibi Ahmed b. Ubeydullah el-Hasîbî ise Muktedir ve Kâhir
çıkmıştır. 86
82
Muâfâ, II, 153-156; İbnü’l-Cevzî, XI, 347-349. Şücâ‘ ve yaptığı hizmetler hakkında bk. Hatalmış, 139-
144.
83
Sourdel, Le Vizirat, I, 287-289.
84
Sâbî, el-Vüzerâ, 111-113.
85
Sourdel, Le Vizirat, II, 439-441, 478-479; Hançabay, 138-142, 192-197.
86
İbn Vehb, 343.
228
hiyerarşik olarak idarî yapının en üst noktasında vezir bulunmaktadır. Vezirleri divan
daha kolay kontrol etmelerine yardımcı olmuştur. Vezirler idarî ve malî divanların
denetiminde ilkin divan reisleriyle muhatap olmuştur. Bununla birlikte bazı vezirlerin,
kullanacakları yönünde çatışma yaşayabilmiştir. Örneğin vezir Ebû Ali İbn Mukle’nin
kâtipliğini yapan Ebû Ahmed Fazl eş-Şîrâzî, aralarındaki hukuka rağmen vezirliğe
çekinmiştir. 87
döneminin veziri Hâkânî azledildiğinde (301/913) kâtipler, onun ardından birçok hikâye
Azledilmiş bir vezir, kaybettiği makamı ve itibarı tekrar elde etmek için halifeyi
zorunda kalmıştır. Böyle bir faaliyet içinde olan kişi, pek tabiî kâtiplerin de yardımına
başvurmuştur. Bu duruma örnek olarak şunu zikredebiliriz: Halife Kâhir, İbn Mukle’yi
vezirlikten azledince, o da halifeyi tahttan indirmek için harekete geçer. Kâtibi Hasan b.
Hârûn ile birlikte yoğun bir faaliyet yürüten İbn Mukle, ordu birliklerini kendi safına
87
Tenûhî, Nişvâr, II, 62-63.
88
Kitâbü’l-Uyûn, IV/1, 170.
229
çekmek suretiyle Kâhir’i tahttan indirmeye muvaffak olur. Buna bağlı olarak yeni halife
Vezir Hâmid b. Abbas ile yardımcısı Ali b. Îsâ arasında, izlenecek malî politika
olmak ise kimi zaman kilit bir mevkii işgal etmek anlamına gelmiştir. Buna örnek teşkil
eden bir durum, Hâdî’nin veziri İbrahim b. Zekvân’ın kâtibi ile ilgilidir. Hâdî, halife
getirmeyi düşünür. Babaları Mehdî tarafından ikinci sırada veliaht tayin edilen
Hârûnürreşîd’in idarî işlerini takip eden kâtibi Yahyâ el-Bermekî de Hâdî’nin azletme
düşüncesini engelleme çabası içindedir. İsmail b. Sabîh ise o sırada Yahyâ’nın kâtibidir.
Yahyâ olup bitenleri ondan haber alıp öğrenmek maksadıyla İsmail’in Vezir İbrahim’e
kâtiplik yapmasına önayak olur. Ama Hâdî bu planı bir şekilde öğrenince Yahyâ,
İsmail’in Harran’a vali olarak gönderilmesini sağlar. Birkaç ay sonra Hâdî İbrahim’e:
“Kâtibin kim?” diye sorunca o: “Falan kâtip” diye bir isim verir. Hâdî: “Kâtibinin
89
Hançabay, 195-198.
90
Sûlî, Evrâk (295-315), 124; Arîb, 73; Miskeveyh, Tecârib, V, 124-128; Kitâbü’l-Uyûn, IV/1, 200, 204-
205.
230
İsmail b. Sabîh olduğu bana ulaşmıştı!” deyince İbrahim: “Bir yanlışlık olmalı ey
oynayan Yahyâ el-Bermekî’yi vezir tayin eder ve kendisini geniş yetkilerle donatır.
Ayrıca Dîvânü’l-hâtem dışındaki bütün divanların idaresini de ona havale eder. Yahyâ
hâtem’in reisi Ebü’l-Abbas et-Tûsî yüzünden devlet işlerinin geciktiğine dair halifeye
şikâyette bulunur. Sonuçta Yahyâ valilerle doğrudan yazışma yetkisini de elde eder.
mektuplarını kaleme alması için Mansûr b. Ziyâd’ı kâtip edinir. Mansûr bu görevi
muktedir olduğuna işaret etmektedir: Vezire bir işin düştüyse, doğrudan ona gitmek
yerine divan hâzini (arşiv memuru) veya sır kâtibi ile meseleyi çözmeye çalış. 93
Bazı vezirlerin zaman zaman merkezden uzak bölgelere idarî ve malî işleri
kâtipleri de eşlik etmiştir. Bu bağlamda rivayete göre Me’mûn, Horasan valisi Tâhir b.
Hüseyin’in ölümünün ardından yerine Tâhir’in oğlu Talha’yı tayin eder (207/822).
Buna bağlı olarak işleri yoluna koyması için veziri Ahmed b. Ebû Hâlid’i Horasan’ın
Üşrûsene’yi fetheder. Yeni vali Talha, vezire 3 milyon dirhem para ile 2 milyon dirhem
91
Taberî, VIII, 207-208. İsmail b. Sabîh’in Hârûnürreşîd döneminde Harran’da birtakım imar faaliyetleri
yürütmüş olduğuna dair bilgilerden buradaki görevinin bir süre daha devam ettiği anlaşılmaktadır.
Cehşiyârî, 253.
92
Cehşiyârî, 265-267.
93
Tenûhî, Nişvâr, V, 72; Sâbî, el-Vüzerâ, 135.
231
değerinde hediyeler (arûḍ) hibe eder. Ayrıca vezirin kâtibi İbrahim b. Abbas’a da 500
bin dirhem hibe eder. 94 Kaynaklarda her ne kadar bu meblağın hibe edilme nedeni
Kâtib için takdir edilen yüksek meblağ ise yapılan işlerde onun payının derecesini
gösterir.
Vezir ile halife arasındaki gizli bilgilerin vezir kâtibi tarafından bilinmesi
istenmemiştir. Sözgelimi Vezir Ali b. Îsâ, Halife Muktedir’in huzurunda sadece ikisinin
bilmesini istediği bir konuda mektup yazmış, mektubu dürdükten sonra iple bağlayıp
mühürlemiş ve kılıfına koymuştur. Ali b. Îsâ’nın böyle yapması dikkat çekmiş olmalı ki
bu hadise Vezir İbnü’l-Furât’a, kâtibi İbn Cübeyr tarafından tedbir kabilinden örnek bir
döneminde hapsedilen İbn Mukle, vezirin kâtibi Ebû Abdullah Zencî’ye iki mektup
olmasını ister; diğerinde ise vezire hitaben af diler. Vezirin oğlu Muhassin’in,
Ebû Abdullah, veziri yalnız bulduğu bir sırada mektupları arz eder ve bu meseleyi
Muhassin’in öğrenmemesini rica eder. Kâtibinin tutumunu beğenen vezir, insafa gelerek
İbn Mukle’yi Fars’a sürgün eder. Böylece İbn Mukle, Muhassin’in gadrine uğramaktan
kurtulur. 96
Mesela İbnü’l-Furât’ın genellikle üst düzey kâtiplerle aynı sofrada yemek yediği
94
Taberî, VIII, 595.
95
Tenûhî, Nişvâr, III, 40-41.
96
Tenûhî, el-Ferec, I, 322-326. Ayrıca bk. Sûlî, Evrâk (295-315), 132.
232
belirtilmiştir. Doğal olarak bazı meseleler yemek sırasında görüşülmüştür. Ayrıca
kâtipler birine vezir katında şefaatçi olmak istediklerinde böyle bir anı tercih
etmişlerdir. 97
divan reisi ise bildiği ve birlikte çalıştığı alt kademedeki kâtipleri üst konumlara getirme
başlamıştır. Tenzil-i rütbe ile vezirlikten halife kâtipliğine getirilen Ahmed b. el-Hasîb,
müsadere edilmiş; sonra da ilkin Girit’e, akabinde ise Kayrevan’a sürgün edilmiştir.99
Buna bağlı olarak kâtibi Ubeydullah b. Yahyâ b. Hâkân’ın da Rakka’ya sürgün edildiği
belirtilmiştir. 100
çekilmiş, müsadere edilebilmesi için servetini itirafa zorlanmış ve bu esnada akıl almaz
doğrudan etkileyebilmiştir. Hatta bazı kâtipler tâbi oldukları devlet adamlarıyla birlikte
97
Sâbî, el-Vüzerâ, 260-262.
98
Türk askerlerin nüfuzuna bir tepki olarak Müstaîn yerine Mu‘tez’i halife olarak görmek istediklerini
söyleyen ve başlarını Şâkiriyye askerlerinin çektiği bir grup isyan eder. Ahmed b. el-Hasîb, bu isyancıları
öldürme kararı alan komutan Boğa el-Kebîr’e engel olduğu için Türk komutanların tepkisini üzerine
çekmiş olur. Taberî, IX, 258-259.
99
Ya‘kûbî, Târîh, II, 348; Taberî, IX, 256, 259.
100
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 118.
101
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 93-94.
233
en ağır akıbeti yaşayabilmiştir. Ca‘fer el-Bermekî ile birlikte kâtibi Enes b. Ebû Şeyh’in
Vezirlerin zaman zaman kâtiplerine karşı müşfik ve kol kanat geren bir tavır
Abdullah b. Esvâr b. Meymûn eşsiz bir yazı kabiliyetine sahiptir. Bir gün Yahyâ onu
çağırır ve kâtibin yanında yazı takımı olmadığını görünce bir sanatkârın araç-gereci
olmadan dolaşmasının pek kötü bir şey olduğunu kendisine kızarak söyler ve ona karşı
ağır sözler sarf eder. Daha sonra getirilen bir kalemle kâtibine bir mektup yazdırır.
Yahyâ bir süre sonra kâtibinin gücendiğini düşünerek ona borcunun olup olmadığını
sorar. Kâtip 300 bin dirhem borcunun olduğunu söyler. Yahyâ, borcunu ödemesi
konusunda kâtibine yardımcı olması için onu oğlu Fazl’a yönlendirir. 103
vakidir. Örneğin Me’mûn’un veziri Ahmed b. Ebû Hâlid, çok değer verdiği
b. Abbas [es-Sûlî]’ye açar. Kâtibi ise yanında duran Mushaf’tan rastgele bir sayfa
açınca fasıkların getirdiği haberin tetkik edilmesini bildiren ayetle (Hucurât 49/6)
bulunur. 104
bir parçası olarak önemini korumuştur. Hâciblik başlarda halifeler için söz konusu iken,
102
Cehşiyârî, 345-346. Enes’in zındıklık suçundan öldürüldüğü de söylenir (Chokr, 122).
103
Beyhakî, 138, 148.
104
Cehşiyârî, 476-477; Tenûhî, el-Ferec, I, 243-244; İbnü’l-Cevzî, X, 243-244.
234
bir parçası olan hâciblik görevi, genellikle kâtip sınıfı ile asker sınıfı arasında paylaşılan
kâtipleri halifeyi ve diğer devlet adamlarını yakından görme ve tanıma fırsatına sahip
Süleym’in Mansûr’un şahsiyeti, sarayda ve saray dışındaki duruşu hakkındaki tasviri 105
dikkate değerdir.
Muhammed b. Yâkût, Vezir Ebû Ali İbn Mukle’ye rağmen devlet işlerinin kontrolünü
kendi elinde tutmaya çalışmış, işlerin bir kısmını kâtibi Ebû İshak Muhammed b.
Ahmed el-Karârîtî’ye havale etmiş ve bazı işlerde ise imza yetkisini elinde
Eyyûb ile Mu‘tasım’ın veziri Fazl b. Mervân’ın aralarının bozuk olduğu bir zamanda
sefere çıkılmış; Fazl, Muallâ’ya altından kalkması güç işler yükleyerek onu zor
sorumlusu Muhammed b. Hammâd b. Denakş fark edip halifeye arz etmiş; halife de
105
Taberî, VIII, 63.
106
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 31; Hançabay, 200.
107
Cehşiyârî, 495-496; Tenûhî, el-Ferec, I, 109-112.
235
3.4. Valilerle İlişkiler
İstikrarlı dönemlerde ise vilayetlerin, idarî yapıyı sağlıklı biçimde işler hale getirmek ve
düzenli vergi toplanmasını sağlamak için merkezden gönderilen kâtip kökenli devlet
bağlı olarak idarî yapısı farklılık arz edebilmiştir. 108 Valiler, her türlü resmî işlemin
yükümlü olmuştur. Tabiî ki valiler için bu kayıtları kâtipleri tutmuştur. İkinci bölümde
kâtipler kurumsal yapı içinde ele alınırken taşra kâtipleri hakkında da bilgi verildiği için
atanmasıyla birlikte kimi zaman harâc işlerine ve ordu divanına bakmak üzere ayrıca
kâtipler atanmıştır. 109 Bazen büyük şehirlere harâc (maliye), emniyet ve yargı işleri için
ayrı kişilerin tayin edildiği de olmuştur. Örneğin Mansûr, 158/774-75 yılında Basra ve
ona bağlı arazilerin harâc işleri için Umâre b. Hamza’yı tayin etmiş; bunun yanı sıra
Hasan el-Anberî’yi, emniyet işleri için de Saîd b. Da‘lec’i görevlendirmiştir. 110 Aynı yıl
benzer şekilde Kûfe’de âmil olarak Ömer b. Zübeyr ed-Dabbî’nin -başka bir rivayette
108
Eyaletlerde Abbâsî valilerinin hizmetinde bulunan veya ona yardımcı olan görevliler hakkında geniş
bilgi için bk. Ümit Eskin, Abbâsîlerde Valilik Kurumu (132-232/750-847), İstanbul Üniversitesi S.B.E.,
İstanbul 2021 (doktora tezi), 219-241.
109
Halîfe, 436, 442.
110
Taberî, VIII, 115.
236
İsmail b. Ebû İsmail es-Sekafî-, kadı olarak Şerîk b. Abdullah en-Nehâî’nin ve harâc
Valiler tayin edildikleri görevi devralmaya giderken malî işlere bakacak kâtibini
verilmesi, âtıl halde beklemesi veya alt kademeye düşmesi gibi sonuçlara neden
olabilmiştir. Buna misal olması açısından şöyle bir hadisenin yaşandığı nakledilir:
Hârûnürreşîd zamanında Azerbaycan’a vali tayin edilen Hâşimî ailesinden biri, görev
yerine gitmeden önce yetenekli bir kâtip arar; ona işsiz kalmış bir kâtibi tavsiye ederler.
Vali, kâtibi imtihana tâbi tutar; yetenekli olduğunu görünce onu da yanında
Azerbaycan’a götürür. Eski vali, kâtibi ile birlikte görevi yeni valiye devreder. Buna
bağlı olarak malî kayıt defterleri de eski kâtipten yenisine intikal eder. Yeni kâtip,
önceki kâtip ile birlikte çalışmayı tercih eder. Birbiriyle uyumlu çalışabilen iki kâtip
arasında zaman içinde akrabalık bağı da kurulur. Üç yılın sonunda valinin görevi sona
erince kâtibi ile birlikte Bağdat’a döner. Yeni kâtip dönmeden önce görevini eski kâtibe
devreder. 112
bastırdıktan sonra 210/825-26 yılında vali olarak atanmış olduğu Mısır’a doğru hareket
eder. Remle ile Şam arasında iken firâsetten (fizyonomi) anlayan bir bedevî karşılarına
yolculukta Abdullah’a eşlik edenler arasında haberi aktaran şair ve nedim Ebü’s-Semrâ
dışında harâc kâtibi İshak b. Ebû Rib‘î ve bedevînin Abdullah’ın veziri olarak tarif ettiği
İshak b. İbrahim er-Râfıkî vardır. Abdullah b. Tâhir’den önce her birini şiiriyle tarif
Kitâbet sanatında apaçık dâhi bir kâtip görüyorum, Irak’tan aldığı edeb ışık saçıyor.
111
Taberî, VIII, 115.
112
Tenûhî, el-Ferec, III, 297-298.
237
Hal ve hareketi, harâcı taksitlendirmede bilgili ve ileri görüşlü olduğuna şahitlik
ediyor. 113
(145/762). Halife Mansûr valiye onu yakalamasını emreder. Ancak vali bunu yerine
Muhammed b. Hâlid’i malî konularda sorguya çeker. O da: “İşte kâtibim, o bunu
benden daha iyi bilir.” diye cevap verir. Bunun üzerine Riyâh, Muhammed’in mevlâsı
olan Kâtip Ebû Beşîr Rizâm’dan amirinin idaredeki yanlışlarını veya yolsuzluklarını
bildirerek onu küçük düşürmesini ister. Bunu yapmak istemeyen Rizâm’a günde yirmi
beş kırbaç vurularak işkence edilir. İşkencenin son raddesinde Riyâh, Rizâm’a
bulunmasını ister. Rizâm, halkın karşısına çıkınca kendisinden istenileni yapmak yerine,
Bunun üzerine kendisine yüz kırbaç vurulduktan sonra tekrar hapsedilir. Muhammed
Basra valisi Muhammed b. Süleyman’ı azledince buraya yeni vali olarak tayin ettiği
Salih b. Dâvûd ile birlikte Horasanlı kâtip Asım b. Mûsâ’yı da harâc işleri için gönderir.
113
İbn Tayfûr, Bağdâd, 192-193; Taberî, VIII, 611. Ayrıca bk. İbn Asâkir, XLVII, 219-221.
114
Taberî, VII, 533-534; Cehşiyârî, 190-192.
238
Ayrıca yeni valiye önceki valinin kâtibi Hammâd b. Mûsâ’yı, vekili Ubeydullah b.
A‘yen’i tayin ettiğinde (192/807) isyan ihtimalini göz önünde bulundurarak bu işin
merkezi Merv’e gelmeden önce, kaçma ihtimallerini hesaba katarak Ali b. Îsâ’nın
kâtiplerinin isimlerini bir bir tespit ettirir. Şehre ulaştığında ise şartların uygun olduğu
bir anda Ali b. Îsâ’ya Hârûnürreşîd’in el yazısının olduğu mektubu bildirip onu derhal
Şehirlerin idaresinden her ne kadar vali sorumlu olsa da idarî hayatın sağlıklı
biçimde yürüyebilmesi kâtiplerin tuttuğu malî kayıtlarla mümkün olmuştur. Valinin bir
şehre gerçek anlamda hâkim olması, malî işlerin kontrolünü elinde tutmasına bağlıdır.
İbnü’l-Halencî’yi (veya el-Halîcî) yanında götürür. Bir yolunu bulup kaçan İbnü’l-
Halencî Mısır’a döner ve burada isyan bayrağını çeker. Bölgeye vali tayin edilen Îsâ en-
Nûşerî, İbnü’l-Halencî ile savaştığı sırada harâc sorumlusu Ebû Zünbûr Hüseyin b. Ali
el-Mâzerâî’yi yanına almayı ihmal etmez. Mücadelenin sonucunda Fustat’ı ele geçiren
Mûsâ’yı harâc reisi olarak tayin eder. Zamanla civar beldelerden insanlar Mısır’a gelip
115
Taberî, VIII, 150.
116
Taberî, VIII, 328-332, 334-335.
239
İbnü’l-Halencî’ye katılır. İbnü’l-Halencî’nin askerlerinin sayısı 50 bini geçince onların
maaşını ödemek için bir hesap çıkarır. Şu var ki Vali Îsâ en-Nûşerî ile Mâzerâî Fustat’ı
terk etmeden önce hazinedeki yaklaşık 900 bin dinarı yanlarına almış, şehirden
divanlarda harâc işiyle ilgili bilgileri içeren tüm kayıtları şehirden ayrılırken yanına
bilinmemesi için böyle yapmıştır. Buna ilaveten vergi işlerinden anlayanları ve kâtipleri
de beraberinde götürmüştür. Bu kişiler arasında İbn Hânî Vehb b. Ayyâş, İbn Bişr
vardır. Hal böyle olunca Mısır kâtipsiz kalır. Bu durumu dikkate almayan İbnü’l-
Halencî, kâtip bulmakta bir hayli zorlanır. Sonunda Ahmed b. el-Kûsî’yi Dîvânü’l-
i‘tâ’nın başına getirir. Bilahare malî sıkıntılar baş gösterince İbnü’l-Halencî halktan
harâc döneminde geri ödenmek üzere zorla borç para almaya başlar. Böyle yapması,
daha önce elde ettiği halk desteğini çok geçmeden yitirmesine neden olur. Daha sonra
yakalanmasıyla isyan bastırılır (293/906). Vali Îsâ en-Nûşerî harâc işlerinin başına
boylarında kâtiplik yapmak daha riskli bir durum arz etmiştir. Örneğin Mu‘tasım
zamanında Sehl b. Simbât, Afşin’in İrmîniyye âmiline saldırır. Âmil kaçarak canını güç
bela kurtarırken âmilin kâtibi öldürülür. Bu sebeple, bölgeye tayin edilen âmiller halka
117
Kindî, 260-262; İbn Tağrîberdî, III, 162-169; Yılmaz, Mu‘tazıd ve Müktefî, 337-345. Ahmed b. Yûsuf
bu gelişmeye bağlı birtakım ayrıntıları ve kendisinin nasıl affedildiğini bizzat eserinde anlatır. İbnü’d-
Dâye, el-Mükâfee, 105-107.
240
karşı müsamahakâr davranmaya ve düşük bir harâca razı olmaya başlar. 118 Vilayet
Abbas b. Mûsâ’ya karşı askerler isyan eder. İsyancılar vali kâtibi Ebû Bişr Hasan b.
Hüseyin b. Tâhir Irak’a geldiğinde, önceki halife Emîn’in tayin ettiği Kûfe valisi Abbas
verir. Abbas, Hüseyin’e teşekkür etmek maksadıyla yazdığı mektubu kâtibi ile gönderir.
Hüseyin, kâtip ile görüştüğünde onun haddini bilmeyen biri olduğuna şahit olur. Bunun
üzerine Abbas’ı, kendisini hakkıyla temsil edemeyen bir kâtip seçmesinden ötürü
Abdülvehhâb b. İbrahim’i Filistin’e vali tayin eder. Abdülvehhâb halka baskı kurmaya
başlayınca, Mansûr Emevî halifesi Hişâm’a kâtiplik yapmış olan İbrahim b. Ebû
Able’yi huzuruna çağırır. Mansûr, İbrahim’e geldiği yerin durumu hakkında bilgi
olduğunu ekler. Lakin Abdülvehhâb’ın istenilenin tam aksine hareket ettiğini söyler.
Mansûr, İbrahim’le birlikte gelen diğer bir Filistinli İbn Mihmer’e de valiyi sorar. O da
118
Belâzürî, Fütûh, 296.
119
İbn Zübeyr, ez-Zehâir, 226. Ayrıca bk. Kindî, 154-155.
120
Garsünni‘me, 252.
241
sembolik bir dille valinin halkı soyup soğana çevirdiğini ifade eder. Bunun üzerine
Taşradaki vali kâtipleri, sorumlu oldukları bölgeyle ilgili bazı atamalarda söz
sahibi olmuşlardır. Ayıca vilayete bağlı küçük birimleri idare eden ve vergisini toplayan
âmil ve kâtip gibi memuriyetlere tayinde valiyi yönlendirdikleri veya ikna edebildikleri
göre Mısır’a vali tayin edilen Ma‘n b. Zâide’nin maiyetinde kabiliyetli kâtibi
bir işte vazifelendirilmesini isteyen ve henüz mührü kurumamış uydurma bir mektupla
çıkagelir. Olayın farkında olan Muhammed, durumu Ma‘n’a arz ettikten sonra adamı
Mısır’da geliri yüksek iyi bir yere tayin eder. Adam daha sonra Muhammed’e gelerek
Irak’a dönmek istediğini söyleyince Muhammed adama bin dinar verilmesini emreder
ve: “Eğer bize tekrar döneceksen dediğimi yap; yok eğer senin için dostumuz bize
mektup yazdıysa bekle de mühür kurusun.” diyerek durumun içyüzünü bildiğini adama
hissettirir. Sonra da: “Vallahi şayet bize karşı iyi niyet besliyorsan bu bizim nezdimizde
Valilerin emrinde çalışan kâtipler, zaman zaman resmî görevler dışında valilerin
birtakım şahsî işlerinde de aracı olmuşlardır. Buna ilişkin bir rivayete göre, Horasan
valisi Abdullah b. Tâhir’in kâtiplerinden biri, bir köle tüccarının kendisine arz ettiği bir
cariyenin olgunluk, görgü, akıl ve şiir bakımından eşsiz olduğunu fark edince durumu
121
Cehşiyârî, 209-210.
122
Belâzürî, Ensâb, IV, 317.
242
yazdığı bir beyti söyleyerek onun devamını getirmesini (icâze) ister. Bildiği takdirde
Horasan’ın harâcının tamamına karşılık dahi olsa cariyeyi satın almasını yazar. Bunun
üzerine kâtip beyti okur okumaz cariye sonraki beyti söyler. Kâtip de cariyeyi satın
alarak Abdullah’a getirmek üzere yola çıkar. Fakat cariye yolculuk esnasında ölür. 123
sonlarında Musul valiliği yapan Mâlik b. Tavk’ı bedevî bir şair metheder. Şaire takdir
edilen 10 bin dirhemi valinin kâtibi çok bularak 2 bin dirhem verilmesini sağlar. 2 bin
dirhemi beğenmeyen şair, valiyi hicvettiği şiirini yazdığı kâğıt parçasını caizeyi aldığı
mendilin içinde bırakarak uzaklaşır. Vali, çok ağır sözler içeren bu şiiri okuyunca
kâtibin boynunun vurulmasını emreder. Diğer taraftan şair aranır, ancak bulunamaz. 124
genellikle bu bölgeleri bir süre vali olarak yönetirlerdi. Merkeze bağlılıkları ölçüsünde
olarak görülmeye başlanır ve onlar için hal çareleri aranırdı. İstikrarın askerî güçle
sağlanmış olduğu vilayetlere, bir sonraki aşamada genellikle bürokrat kökenli valiler
tayin edilirdi. Ancak bir bölgede tekrar isyan baş gösterdiğinde ve mevcut vali
tarafından bu isyan bastırılamadığında bu kez yeniden güçlü bir komutan devreye girer
123
Veşşâ, el-Fâdıl, 232-233.
124
Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 638-639.
243
Abbâsî tarihinde halife, vezir ve valilerde görüldüğü gibi önde gelen
yürütmenin yanı sıra malî işlerini de takip ederlerdi. Bununla beraber komutan
beklenirdi. 125 Ayrıca özel kâtiplerde çokça rastlanan bir durum olan hizmetinde
geçen gün daha bir güçlenir. Bu durumdan rahatsız olan Halife Mansûr, onu ortadan
kaldırmanın yollarını aradığı sıralarda, halifenin amcası Abdullah b. Ali Şam’da isyan
eder. Mansûr, iki düşmanını karşı karşıya getirme düşüncesiyle amcasının üzerine Ebû
Müslim’i göndermeyi planlar. Mansûr, Ebû Müslim’den bu konuda yardım ister. Ebû
Müslim halifenin niyetini sezer ve huzurdan ayrılıp evine gelince meseleyi kâtibiyle
istişare eder. Kâtibinin görüşüne başvurmak maksadıyla şöyle der: “Bana ne bu iki
adamdan! En iyisi Horasan’a gidip bu iki koçu kendi hallerine bırakmak. Onlardan galip
geleni bize yazdığında, biz de ona cevaben: ‘Duyduk ve itaat ettik.’ diye yazarız.
Kâtibi ise durumu şöyle değerlendirir: “Horasan halkına seni kınamalarına fırsat
vermenden ve bir işte vermiş olduğun kesin sözden caydığını görmelerinden Allah seni
korusun.” Ebû Müslim: “Yazıklar olsun sana! Savaşlar dışında kılıç ve işkenceyle
öldürdüğüm kişilere baktım, onların 100 bin insan olduğunu gördüm. Allah katında bu
az bir şey değildir.” diye karşılık verir. Sonuçta Ebû Müslim, kâtibinin görüşüne uygun
125
İbn Halef, 59.
126
Ya‘kûbî, Târîh, II, 255.
244
Önde gelen komutanlar, zaferle çıktıkları savaşlardan elde edilen gelirlerde
tasarrufta bulunmaya meyilli, dolayısıyla bazı komutanların, belli bir süre sonra büyük
servet sahibi oldukları görülmüştür. Gerek vilayetlerde vali olarak bulunan komutanlar
gerekse merkezdeki orduların başında bulunan üst düzey komutanlar, elde ettikleri
yoluna gitmişlerdir.
etmiş olan Abdullah b. Ali’yi uzun bir çabanın sonunda dize getirir ve Abdullah’ın
geride bıraktığı -çoğu Emevîler’den kalan- değerli mallara el koyar. Ancak öteden beri
Ebû Müslim’le araları iyi olmayan Halife Mansûr, bu gelişme karşısında malların
sayımı ve tespiti için Ebü’l-Hasîb’i 127 gönderir. Halifenin bu tavrı Ebû Müslim’i son
derece kızdırır, hatta halife ile aralarının daha da açılmasına neden olacak sözler sarf
eder. 128 Öte yandan Ebû Müslim’in sekiz yıllık komutanlığının sonunda, öldürüldüğü
zaman Rey’de muhafaza edilen büyük bir hazinesi olduğu kaydedilmektedir. 129
Komutanların malî işlerine vekâlet etmek, kâtip için tehlikeli bir durum arz
edebilmiştir. Buna örnek olarak şöyle bir hadise rivayet edilmektedir: Me’mûn ve
127
Bazı kaynaklarda Mansûr’un Yaktîn b. Mûsâ’yı -ve beraberinde başka birini- gönderdiği belirtilir.
Fesevî, I, 119; Dîneverî, 549; el-İmâme ve’s-Siyâse, II, 183; İbn A‘sem, VIII, 357; Mes‘ûdî, Mürûc, III,
241; Makdisî, el-Bed’, VI, 78. İbn Kuteybe zamanını belirtmeksizin malların sayımı için Yaktîn’in
gönderildiğini söyler (Uyûnu’l-Ahbâr, I, 67). Ya‘kûbî ise gönderilen kişileri Yaktîn b. Mûsâ ve
Muhammed b. Amr en-Nasîbî et-Tağlibî şeklinde kaydeder (Târîh, II, 256). Ayrıca bk. Taberî, VII, 482-
483.
128
Taberî, VII, 478, 482.
129
Taberî, VII, 497; Zorlu, 98.
245
kararından kâtibi vazgeçirir ve durumun net olarak anlaşılana kadar Muhammed’in
darbe ile Abbas b. Me’mûn’u halifeliğe getirme girişimi başarısız olur. Akabinde Uceyf
öldürülür. Bunu haber alan kâtibi, Muhammed’i serbest bırakır. Muhammed Sâmerrâ’ya
münasebetin mahiyetini belirlemede etkili olabilmiştir. Konuyla alakalı şöyle bir haber
nezdinde itibarı bulunan Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Abdüla‘lâ el-İskâfî daha sonraki
mallarına ve arazilerine (dıyâ‘) el koyar, onu hapseder ve her türlü zulmü ona reva
görür. Abdullah b. Tâhir (ö. 230/844) bir süre sonra Boğa’dan kendisine gelen
edildiğini fark edince bunun nedenini merak edip araştırır. Kâtibin başına gelenleri
öğrenir ve kendisiyle Boğa arasında dostane ilişkilerin oluşmasına vesile olan kâtibin bu
durumdan kurtarılıp görevinin kendisine iade edilmesi için şurta amiri İshak b. İbrahim
açısından denetlenirdi. Askerî kabiliyetleri zayıf olanlar, ordudan ihraç veya geri
zaman etkili olurdu. Özellikle bazı komutanlar, ordudaki kontrolü ellerinde tutmak için
130
Tenûhî, el-Ferec, II, 26-28. Beyhakî’nin de yer verdiği bu hadise Cercerâî’nin huzurunda anlatılmış;
ancak ilgili olay Cercerâî’nin değil, Ömer b. Amr el-Karkâre adında bir kâtibin başından geçmiştir. (el-
Mehâsin, 385-386).
131
Tenûhî, el-Ferec, II, 162-163; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XIV, 400.
246
bu konuda halifeye telkinde bulunur ve planladıkları doğrultuda hedeflerine ulaşırlardı.
Ordudaki tasfiye hareketinde kâtipler de görev alırdı. Bir habere göre, Me’mûn ile Emîn
Bağdat’a gelip yerleşir ve sükûnet sağlanır. Böyle bir zamanda ordu komutanı Humeyd
söyledikleri halde aslında öyle olmayıp işe yaramayan bedevî ve bozguncuların orduya
katıldıklarını ve bunların adlarının kütüklerde yazılmayı hak etmediğini arz eder. Aynı
şekilde Horasan halkından bir topluluğun da değerli devlet arazilerini hak etmedikleri
halde mülk edindiklerini bildirir. Humeyd, bu durumun devlet bütçesi için büyük bir
külfet oluşturduğunu söyleyerek Me’mûn’u orduda bir eleme yapmaya ikna eder.
görevlendirir ve askerlere iki ayda bir maaş verilmesini emreder. Aslında devletin
uğradığı zarardan daha ziyade kendi menfaatini ve otoritesini düşünen Humeyd, bu işi
maksadını bildiği için askerlere geçmişe dayalı birikmiş bir kinle yaklaşır. Maaşları
kasabalara adam göndererek üst tabaka (ehlü’ş-şeref ve’l-büyûtât) üzerinde baskı kurar.
Kin ve intikam duyguları ile onları bezdirir. Mahmud’un çirkin ve inatçı tutumu
neticesinde bir grup asker maaş almaya gelmez, böylece kütüklerde isimlerinin karşılığı
baskılardan nasibini alır. Böylece çok sayıda kişi, asker kütüklerinden düşer. Kargaşa
247
olan ordu kâtibi Mahmud, halk tarafından kınanır; Bağdat’ta geçtiği yollarda ve
Türk nüfuzu bariz biçimde hissedilmiştir. İlk zamanlarda Bizans üzerine yapılan
Mütevekkil dönemine gelindiğinde halifenin otoritesini tehdit eden bir güç haline
gelmiştir. Mütevekkil, ordudaki Türk nüfuzunu kırmaya çalışmış; ancak bunun bedelini
doğru halife naibi Muvaffak’ın otoritesini kurmasına kadar siyasete Türk komutanlar
dönemde güçlü komutanların hizmetinde bulunan kâtipler dikkat çekmiş ve buna bağlı
Mütevekkil zamanında geniş yetkilerle donatılmış olan Îtâh (İnak) 234/849 yılında
gözden düşer, bir sonraki yıl tutuklanır ve zindanda ölür. Bu gelişme esnasında Îtâh’ın
yanı sıra oğulları Mansûr ve Muzaffer ile Îtâh’ın iki kâtibi tutuklanıp Bağdat’ta getirilir
ise bir süre daha hapiste kalır. 133 Büyük ihtimalle bu hadiseye bağlı olarak Süleyman b.
Vehb’in bir dönem Îtâh’tan güç bularak vezir gibi davrandığı kaydedilir. 134
132
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 206-208.
133
Taberî, IX, 166-169.
248
Vâsık zamanında komutan Eşnâs batı bölgesine -Cezîre, Şam, Mısır ve
Mağrib’e- vali tayin edilince, onun işlerini düzenleyen kâtibi Ahmed b. el-Hasîb,
bölgenin idarî işlerine de bakmaya başlar. Fakat bir süre sonra Ahmed’in bu görevi
sırasında büyük servet edindiği yönünde halifeye şikâyetler arz edilir. Bunun üzerine
Müstaîn halife olunca, teamüllere aykırı olarak vezirliğe asker kökenli Otamış’ı
ve annesini serbest bırakır. Onlar da devlet malını diledikleri gibi kullanmaya başlarlar.
Müstaîn’in annesinin kâtibi o dönemde Seleme b. Saîd en-Nasrânî’dir. Ülkenin dört bir
yanından gelen gelirler adeta bu üç kişinin elinde toplanır. Otamış Beytülmâl’i silip
süpürür. Öte yandan Müstaîn, oğlu Abbâs’ı Otamış’ın gözetimine bırakır. Otamış kendi
zimmetine geçirdiği kimi malları, Abbas adına harcıyor gibi gösterir. Dîvânu’d-dıyâ‘
olurken Türk askerleri (mevâlî) ise malî açıdan zor zamanlar geçirir. İki Türk komutanı
Boğa es-Sağîr ile Vasîf’in öncülüğünde ayaklanan Türk ve Ferganalı askerler Otamış’la
emr) olarak tarif edilir. Otamış’tan boşalan vezirlik makamına Vasîf’in kâtibi Ahmed b.
Salih b. Şîrzâd getirilir ve Müstaîn’in mührünü taşıma görevi kendisine verilir. 137
134
Tenûhî, el-Ferec, I, 212.
135
Ya‘kûbî, Târîh, II, 337, 338.
136
Taberî, IX, 263-264.
137
Taberî, IX, 275.
249
kavganın alevlenmesinde kâtiplerin de etkisinin olduğu ayrıca dikkat çekmektedir.
Müstaîn ile Mu‘tez arasında başlayan taht kavgası, her ne kadar komutanların
nüfuzunun bir uzantısı olsa da, bu gelişmelerin kıvılcımını tutuşturan asıl kâtipler
olmuştur. Hadisenin şöyle cereyan ettiği kaydedilir: Komutan Bâğir et-Türkî, Kûfe
Sevâdı’ndaki arazilerini bir dihkana yıllık 2 bin dinar karşılığında damân olarak verir.
Bu araziden gelen gelirleri Bâğir’in Yahudi kâtibi takip eder. Bâğir’in vekiline Ahmed
İbn Mârimme adında biri saldırır. Bunun üzerine İbn Mârimme bir süre hapsedilir,
serbest kaldıktan sonra Sâmerrâ’ya gelerek arkadaşı Düleyl b. Ya‘kûb ile görüşür.
vermesine mâni olur. Bâğir bu yüzden Düleyl’e kin güder ve onu öldürmek ister. Bâğir,
kendisinin işlerinin Düleyl’in elinde olduğunu belirterek yerine başkasını tayin edene
kadar sabretmesini söyler. Boğa, Düleyl’e bir süre ortalıkta görünmemesini tembihler ve
işleri bir önceki kâtibi Muhammed b. Yahyâ b. Fîrûz’a havale eder. Boğa, Düleyl ile
Bâğir’i her ne kadar barıştırmaya çalışsa da Bâğir tehdide devam eder. Bunun üzerine
Düleyl, Boğa ile Bâğir’i karşı karşıya getirmek için uğraşır. İki komutan arasında
başlayan kavga, Bâğir’in ölümüyle son bulur. Bâğir’in askerleri isyan ederek sarayı
kuşatır. Bu durum karşısında Müstaîn, önde gelen komutanları Boğa ve Vasîf, veziri
Ahmed b. Salih b. Şirzâd, Şefîk el-Hâdim ve Düleyl ile birlikte Sâmerrâ’yı terk edip
tepeden tırnağa yağmalarlar. İsyancılar, Müstaîn’in annesinin kâtibi Seleme b. Saîd en-
ancak komşuları buna engel olur. Halifeyle birlikte Bağdat’a gidenler arasında üst düzey
250
kâtipler de vardır. Bununla beraber Türkler Sâmerrâ halkının Bağdat’a gitmesini
Öyle ki halife gibi hareket ettiği, buna bağlı olarak kâtiplerinin de vezir mesabesinde
oldukları kaydedilir. Mûsâ, ilerleyen yıllarda vezirliğe kadar yükselecek olan Sâid b.
Mahled’i kâtip edinince, divan reisleri Ebû Nûh Îsâ b. İbrahim ve Hasan b. Mahled’in
Sâid’e karşı tavırları değişir. Öncesinde bir arazi meselesi yüzünden Sâid ile ters düşen
Ebû Nuh, bu hadiseden sonra Hasan b. Mahled’in girişimi neticesinde Sâid ile uzlaşma
yoluna gider; üstelik kızını Sâid ile evlendirerek aralarında akrabalık bağı tesis eder. 139
Kabîha’nın kâtibi Hasan b. Mahled’i ve Dîvânü’d-dıyâ‘ reisi Ebû Nûh Îsâ b. İbrahim’i
sorumlu tutar. Bu kâtiplerin büyük servet elde ettiklerinden hareketle onları tutuklar,
onlara işkence eder ve mallarını müsadere etme yolları arar. Kâtipler ile komutanlar
sonuçlanır (255/869). 140 Salih ve ona tâbi askerler Mühtedî’yi halifeliğe getirirler. Bu
maksatla Salih’in gadrine uğramış bazı kâtiplere iş birliği çağrısında bulunur. Fakat
kurtulmaya çalışır, fakat yakalanır ve 500 bin -diğer bir rivayete göre 2 milyon- dinar
138
Taberî, IX, 278-283; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VI, 207-210.
139
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 78-82.
140
Ya‘kûbî, Târîh, II, 354; Taberî, IX, 387-389.
141
Taberî, IX, 393-395.
251
İsrâîl, Hasan b. Mahled ve Ebû Nûh’u yeniden hesaba çeker. Bazı devlet adamlarının
tahrikiyle Ahmed ve Ebû Nûh işkence ile öldürülür. Hasan b. Mahled ise doğru
olmak üzere bazı komutanlar söz sahibiydi. Vezirlik makamına gelmeye çalışan
Hüseyin, ilkin Râik’in komutan iki oğluna kâtiplik yapan İbrahim en-Nasrânî ile
görüşür ve onlara birtakım vaatlerde bulunur ve böylece arayı düzeltmiş olur. Ardından
Şefî‘ el-Muktedirî’nin kâtibi Ebû Nasr Velîd b. Câbir ve Mûnis’in kâtibi Istafan b.
Ya‘kûb ile irtibata geçer. Istafan, vezir olabilmesi için Mûnis’in hâcibi Yelbak’ın kâtibi
Ebû Ali et-Taberî’yi de ikna etmesi gerektiğini söyler. Hüseyin, Ebû Ali ile irtibata
geçer. Ebû Ali, Hüseyin ile Yelbâk’ı buluşturur ve Hüseyin’in dürüst biri olduğunu,
Hüseyin de Yelbâk ve kâtibini değerli iktâ arazileri vermeyi vadetmek suretiyle ikna
eder. Bunun üzerine Yelbâk, Hüseyin’in vezirliği konusunda Mûnis’i ikna eder.
makama gelenler siyasî ve askerî kararlar almada en yetkili kişiler haline gelmiştir.144
Vezirlerin idarî hayatta etkinliklerini kıran bu gelişme, divan reislerini de kısmen pasif
hale getirmiştir. Öte yandan onlar için hesap verilecek merci olarak vezirliğin yerini
142
Ya‘kûbî, Târîh, II, 355; Taberî, IX, 396-399. Beyhakî, 392-393.
143
Miskeveyh, Tecârib, V, 298-299; Hançabay, 165-168.
144
Emîrülümerâlık müessesesinin ortaya çıkışı, işleyişi ve yürürlükte olduğu dönem hakkında geniş bilgi
için bk. Güzel, 62-105.
252
emîrülümerâlık almıştır. Şöyle ki İbn Râik 324/936 yılında emîrülümerâ olarak tayin
edildiğinde ordu başkomutanlığını üstlenmenin yanı sıra harâc ve dıyâ‘ ile alakalı işler
gelenlerin sadece adları vezir olarak kalmış, bütün devlet işlerini İbn Râik ile kâtibi
kâtipliğini yapan Sılhî’nin iki oğlu idarî işleri yürütmüştür. Daha sonra bu görevi
İbn Râik onun yerine Ebû Abdullah Ahmed b. Ali el-Kûfî’yi kâtip edinmiştir. 147
devlet işlerini kâtipleri -önce İbn Şirzâd, daha sonra Ebû Abdullah el-Kûfî- vasıtasıyla
bildirilince o da Ali b. Halef ile kardeşini tutuklamış, yerine Ebû Ca‘fer Muhammed b.
sırları ifşa etmek ise ağır bedeller ödemeye sebebiyet vermiştir. Bu konuda şöyle bir
145
Ağırakça, 83-84.
146
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 87.
147
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 106; Hemedânî, 305, 309.
148
Ağırakça, 108, 117; Hançabay, 226-228.
149
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 132.
253
hadise nakledilmektedir. Emîrülümerâ Beckem’in sarayının ve maiyetindeki kimselerin
harcamalarını takip eden bir kâtibi vardır. Beckem Dicle üzerinden Vâsıt’a Berîdîler
üzerine sefere çıktığı sırada onu da yanına alır (328/940). Yolda güverteye bir kuş
konar, yakalanıp Beckem’e götürülen kuşun kuyruğunda bir mektup olduğu fark edilir.
Mektuptaki yazının bahsi geçen kâtibe ait olduğu ve onu Abdullah el-Berîdî’nin
yanında bulunan kardeşine yazmış olduğu anlaşılır. Mektup, Beckem’in Vâsıt’a doğru
yola çıktığını ve geriden gelen ordu hakkında birtakım sırları bildirmektedir. Kâtip,
yazısı tanındığı için suçunu itiraf etmek zorunda kalır. Beckem kâtibin derhal orada
onlara geniş yetkiler tanımaya meyilli, dolayısıyla ikbal günleri de birbirine bağlı
Beckem’e yaklaşık on dokuz ay kadar kâtiplik yapan ve idarî işlerde en yetkili kişi
konumunda bulunan İbn Şirzâd, Vezir Ebû Abdullah el-Berîdî’yle birlikte Beckem’e
karşı tezgâh kurduğu ortaya çıkınca görevinden azledilir. 200 bin dinar para cezasına
çarptırılır ve evi dışındaki bütün serveti elinden alınır (329/940). Yerine Ebû Abdullah
el-Kûfî getirilir. Daha sonra İbn Şîrzâd ve onunla birlikte hareket eden bazı kâtiplerle
onu kardeşi Ali b. Îsâ ile birlikte cezalandırmayı düşünür (324/936). Emîrülümerâ İbn
Râik’in kâtibi Hasan b. Muhammed es-Sılhî halifenin huzuruna çıkarak özellikle Ali b.
150
Miskeveyh, Tecârib, VI, 22-23; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VII, 85; Ağırakça, 152-153.
151
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 147-148; Tenûhî, el-Ferec, IV, 28-29; Miskeveyh, Tecârib, VI, 24.
254
Îsâ’nın devlet için geçmişte yapmış olduğu hizmetleri hatırlatarak şefaatçi olur ve iki
Devletlerin ömrü uzadıkça siyasî hayata yön veren nüfuzlu ailelerin ortaya
çıkması mümkün hale gelir. Erken dönem İslam tarihinde kâtipliğin önemli ölçüde
babadan oğula geçen bir meslek olması da bu durumu destekler mahiyettedir. Yukarıda
da değinildiği üzere yıllar süren gizli bir ihtilal hareketi neticesinde Abbâsîler
Emevîler’e son verince kâtipler çok geçmeden yeni devletin hizmetine girdiler.
Emevîler döneminde kâtiplikle temayüz etmiş kimi aileler, Abbâsîler zamanında daha
fazla nüfuz elde etmeyi başardılar. Öte yandan İslam toplumunda sınıflar arası geçişin
esnekliğine bağlı olarak kuruluşundan itibaren Abbâsîler’in hizmetinde çok sayıda yeni
kâtip aile temayüz etti. Bu ailelerden bazılarının siyasî nüfuzlarının iki asırdan fazla,
bazılarının ise çok kısa sürdüğü dikkat çekmektedir. Bu başlık altında, fertleri kâtiplik
mesleğinde öne çıkmış ve üst düzey görevlere gelmiş aileler ele alındı. İlgili aileler
esasına göre işlendi. Aile fertlerinden vezirlik, hâciblik, valilik ve divan reisliği gibi
görevler üstlenmiş kişiler özellikle tespit edilmeye çalışıldı. Bununla birlikte bahsi
ve gözden düşmeleri gibi konulara yer verildi. Ayrıca ailenin dinî, mezhebî, etnik ve
152
Tenûhî, Nişvâr, V, 80-82; Sâbî, el-Vüzerâ, 359-360; a.mlf., Rusûm, 60-61.
255
Zâdânferrûh, Kınân b. Mettâ, Salih b. Abdurrahman, Ebü’l-Alâ Sâlim ve Abdülhamîd b.
Yahyâ başta olmak üzere bazı kâtiplerin aile bireyleri ile birlikte yüksek konuma
Vehb Ailesi
Hz. Ömer döneminden itibaren bürokraside ismi anılan aile, öncelikle
Emevîler’e kâtip olarak hizmet etti. Aile bireyleri Abbâsîler döneminde ise divan
reisliği, valilik ve vezirlik gibi görevlere geldi. Böylece ailenin bürokrasideki nüfuzu üç
asır devam etti. Ailenin soy olarak Kahtânîler’e mensup bir Arap kabilesi olan Hâris b.
Ka‘b’a dayandığı ve Hıristiyan asıllı oldukları söylenir. Öte yandan ailenin Benî Hâris
oldukları da ileri sürülür. 154 Ailenin ilk atası olan Kınân b. Mettâ, Hz. Ömer döneminde
önce Şam valisi Yezîd b. Ebû Süfyân’a daha sonra sırasıyla Muâviye’ye ve oğlu
Yezîd’e kâtiplik yaptı. Kınân’ın oğlu Kays da babası gibi Emevî halifelerine kâtiplik
yaptı. Onun oğlu Husayn ise Emevî halifeleri Hişâm ve II. Mervân’ın hizmetinde
bulundu. Daha sonra Emevîler’in Irak valisi İbn Hübeyre’ye kâtiplik yapan Husayn, vali
öldürülünce kendisine eman verildi. Böylece hayatının geri kalan kısmını Abbâsî
halifeleri Mansûr ve Mehdî’ye kâtiplik yaparak geçirdi. Husayn’ın oğlu Amr, önce
Mehdî’nin daha sonra da Hâlid b. Bermek’in kâtipliğini yaptı. Husayn ölünce yerine
oğlu Saîd geçti. Saîd Bermekîler’in hizmetindeyken ölünce görevi oğlu Vehb’e (ö.
211/816-17) intikal etti. Bir süre Ca‘fer el-Bermekî’ye kâtiplik yapan Vehb daha sonra
Me’mûn’un veziri Fazl b. Sehl’in hizmetine girdi. Hasan b. Sehl yetkin bir kâtip olarak
temayüz eden Vehb’i Kirman ve Fars bölgelerine vali tayin etti. 155 Ailenin
bürokrasideki nüfuzu Vehb’in iki oğlu Ebû Ali Hasan (ö. 247/861) ve Ebû Eyyûb
153
Cehşiyârî, tür.yer.
154
İsfahânî, el-Eğânî, XXIII, 92, 130.
155
Nedîm, I, 379. Kınân’ın adı Fenâl/Finâl (İbn Hallikân, II, 415) ve Fenâk (Safedî, XV, 268) olarak da
kaydedilmiştir.
256
Süleyman (ö. 272/885) ile birlikte daha da artmaya başladı. Vezir İbnü’z-Zeyyât’ın
Süleyman b. Vehb erken yaşlarda Me’mûn’a, daha sonra önde gelen Türk
(235/849-50) zamanlarında malları müsadere edildi, bir süre hapiste kaldı ve işkence
gördü. 157 Mütevekkil döneminin sonlarında Mısır’a sâhibü’l-harâc olarak tayin edildi.158
Bir süre Komutan Mûsâ b. Boğa’nın kâtipliğini de yaptı. Daha sonra Mühtedî
Vezirlik makamı konusunda Hasan b. Mahled ve Sâid b. Mahled ile bir rekabet yaşadı.
Süleyman, vezirlikten azledilmenin yanı sıra bürokraside etkin olan oğlu Ubeydullah ve
onunla bağlantılı kimseler de hapsedildi ve malları müsadere edildi (265/879). 159 Aile
bu hadiseden sonra on yıldan fazla olmak üzere bir süreliğine etkinliğini kaybetti.
görev almış bir kâtip olmakla birlikte edip ve şair olarak tanınmıştır. 160 Diğer oğlu Vehb
bölüm).
156
İsfahânî, el-Eğânî, XXIII, 92-109; Nedîm, I, 380; Yâkût, el-Üdebâ, III, 1019-1022
157
Taberî, IX, 125; Cehşiyârî, 506-513, Tenûhî, el-Ferec, I, 186-188; 208-216; II, 63-66, 93-100; 213-
215, 259-265; III, 129-130; Nedîm, I, 340.
158
Kindî, 203; Tenûhî, el-Ferec, I, 215-216; II, 77-83.
159
Sourdel, Le Vizirat, I, 300-303, 310-313.
160
Taberî, IX, 543-544; İbn Vehb, 201; Tevhîdî, el-Besâir, I, 80; Husrî, Cem‘u’l-Cevâhir, 214; Yâkût, el-
Üdebâ, I, 269-273.
257
vezirlik görevini Müktefî zamanında da öldüğü tarihe kadar sürdürdü. 161 On sene
Ebü’l-Hüseyin Kâsım (ö. 291/904) getirildi. O da bu görevi öldüğü tarihe kadar yaklaşık
tanınmış biriydi (bk. 4. bölüm). Hasan’ın oğlu Ebû Ahmed Abdülvehhâb, amcası
Kâsım’ın hastalığı sırasında ona vekâleten vezirlik görevini üstlendi (291/904). 163
siyasetteki etkinliği zayıflamış oldu. Kâsım b. Ubeydullah’ın iki oğlu kısa süreli de olsa
vezirlik yaptılar. Ebû Ali Hüseyin b. Kâsım (ö. 322/934) Muktedir’in halifeliğinin
sonlarına doğru ekonomik krizlerin de yaşandığı bir dönemde yedi ay kadar vezirlik
yaptı (319-320/931-932). 165 Hasılı Hüseyin ile birlikte aile, kesintisiz bir biçimde dört
kuşak vezirlik görevi ifa etmiş oluyordu. Ayrıca Hüseyin’in annesi Meryem, Cerrâh
b. Hasan ilerde değinileceği üzere üçer defa vezirlik yapmışlardı. Bu duruma binaen
Kâsım’ın diğer oğlu Ebû Ca‘fer Muhammed ise siyasî istikrarsızlığın hâkim
olduğu Kâhir döneminde yaklaşık üç buçuk ay vezirlik görevini yürüttü (321/933). 167
161
Sourdel, Le Vizirat, I, 326-345.
162
Sourdel, Le Vizirat, I, 345-357.
163
İbnü’l-Cevzî, XIII, 27.
164
Miskeveyh, Tecârib, V, 220.
165
Sourdel, Le Vizirat, II, 463-467; Hançabay, 167-174.
166
Seâlibî, Letâifü’l-Meârif, 44-45; Hemedânî, 343; Hançabay, 168.
167
Sourdel, Le Vizirat, II, 476-478; Hançabay, 188-192.
258
Vehb ailesi, sonraki kuşaklarda edip ve şairleriyle hatırlanmaya devam etti.168
Vucûhi’l-Beyân adlı eseriyle edebü’l-kâtib literatüründe önemli bir yere sahipti (bk. 4.
bölüm). Geç dönemlerde yaşamış dilci, şair ve edip el-Bâri‘ ed-Dibâs Ebû Abdullah
Ubeydullah’ın kızı ile 100 bin dinar mehir karşılığında şaşaalı bir düğünle
evlendirmiştir. 170
Kınân b. Metta
Kays
Husayn
Amr
Saîd
Vehb
Hasan Süleyman
Hüseyin Abdülvehhâb
Muhammed
Bermek Ailesi
Bermek ailesi Abbâsî siyasî hayatında önemli bir yere sahiptir. Ailenin atası
rivayete göre ateşgedenin- başında bulunduğu, Mecûsî veya putperest iken İslam’a
168
Vehb ailesini daha ziyade edebî yönden ele alan bir çalışma için bk. Yûnus Ahmed es-Sâmerrâî, Âlu
Vehb mine’l-Useri’l-Edebiyye fi’l-Asri’l-Abbâsî, Bağdat 1989.
169
İbn Hallikân, II, 181-184.
170
Taberî, X, 115; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVI, 288.
259
girerek Abdullah adını aldığı kaydedilir. 171 Rivayete göre Emevî halifesi Hişâm b.
ve elde edilen ganimetleri askerler arasında taksim etmekle görevliydi. 173 Ebü’l-Abbas
reisi olarak hizmet etti. Her ne kadar vezir olduğu açık biçimde belirtilmese de konumu
etkisiyle ikinci planda kaldı. Hatta Bağdat’tan ayrılmak zorunda kalıp uzun süre taşrada
valilik yaptı. Önce Fars bölgesine vali tayin edildi. 175 Daha sonra Rey, Taberistan ve
Dünbâvend valisi olarak yedi yıl görev yaptı. O yıllarda kendisi Taberistan’da iken oğlu
Yahyâ’yı (ö. 190/805) Rey’de vekil olarak bıraktı. Nitekim Mehdî veliaht iken Rey’e
geldiğinde Yahyâ onun hizmetinde bulunarak beğenisini kazanmıştı. 176 Hâlid, Mansûr
döneminin ilerleyen yıllarında iki veya üç kez Musul valiliği yaptı.177 Bir rivayete göre
Mehdî halife olduğu sırada Hâlid Musul valisiydi. Mehdî onu Bağdat’a çağırdı
olarak bıraktı. 178 Mansûr 158/774-75 yılında oğlu Mehdî’yi Rakka’ya göndererek şehrin
valisi Mûsâ b. Ka‘b’ı azletti, akabinde Yahyâ b. Hâlid’i de oraya vali tayin etti. 179
171
İbnü’l-Fakîh, 617-619; Yâkût, el-Büldân, V, 307-308. Ayrıca bk. Ahbâru’l-Berâmike, 29.
172
Taberî, VII, 41.
173
Câhız, el-Hayevân, IV, 423-424; Ya‘kûbî, Târîh, II, 239; Cehşiyârî, 145-146.
174
Cehşiyârî, 147-148; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XII, 354; İbnü’l-Adîm, Buğye, VII, 3022.
175
Cehşiyârî, 161-162.
176
İbnü’l-Fakîh, 574, 579; Cehşiyârî, 208.
177
Taberî, VIII, 54-56; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 420-423, 424, 437, 440, 449.
178
Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 454.
179
Taberî, VIII, 54.
260
Hâlid’in kardeşleri Hasan (ö. 163/780) ve Süleyman da devlet hizmetinde
edilen Rafîka şehrinin kuruluşunda görev aldılar. 180 Mehdî, oğlu Hârûnürreşîd’i büyük
bir orduyla Bizans üzerine yolladığı sırada (163/780) Hâlid b. Bermek’i de onun
Mehdî zamanında Yahyâ b. Hâlid başta olmak üzere Bermek ailesinin üyeleri,
veliahtlar arasında Hârûnürreşîd’e yakın durmaktaydı. Hâdî halife olunca, babası Mehdî
tarafından kendisinden sonraki veliaht olarak tayin edilen kardeşi Hârûnürreşîd’i azledip
ölümünün ardından halife olan Hârûnürreşîd, Yahyâ’yı veziri yaptı ve ona geniş yetkiler
verdi. 183 Bunu fırsat bilen Yahyâ, çocukları başta olmak üzere yakınlarını devlet
kademelerinde önemli mevkilere getirdi. Bermekîler’in on yedi yıl sürecek olan ikbal
Cezîre, sonra da Yemen valiliği yaptı. 184 Ayrıca 172-179/788-795 yılları arasında
180
Taberî, VIII, 56; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 437.
181
Taberî, VIII, 146.
182
Cehşiyârî, 261-263; Tenûhî, el-Ferec, I, 282-283; IV, 94-96.
183
Taberî, VIII, 256; Cehşiyârî, 265. Yahyâ el-Bermekî’nin vezirlik dönemi hakkında geniş bilgi için bk.
Sourdel, Le Vizirat, I, 134-144; Kerevî, 94-96.
184
Halîfe, 461, 463.
185
Halîfe, 465; Taberî, VIII, 261; Cehşiyârî, 277, 337.
186
Cehşiyârî, 309.
261
Ebü’l-Abbas Fazl b. Yahyâ (ö. 193/808), Hârûnürreşîd zamanında Dîvânü’l-
hâtem reisliği yaptı (bk. 2. bölüm). Hârûnürreşîd 177/793 yılında Fazl’ı Horasan’a vali
tayin ettiği gibi Sicistan ile Rey âmilliklerini de onun idaresine verdi. Böylece ülkenin
doğu topraklarının neredeyse tamamını Fazl yönetir oldu. Bir yıl bölgede kalan Fazl,
idarî işleri yoluna koyduktan ve çeşitli imar faaliyetleri yürüttükten sonra yerine Amr b.
Şurahbîl’i (başka rivayetlerde Ömer b. Cemîl veya Amr b. Haml) vekil tayin ederek
Bağdat’a döndü. 187 Ali b. Îsâ b. Mâhân, Yahyâ el-Bermekî’nin kızı ile evli olmasına
bölgelerinin idaresiyle görevlendirdi. Mısır’a vali olarak gitmesi gereken Ca‘fer, bizzat
oraya gitmek yerine Hayzürân’ın kâtipliğini yapmış olan Ömer b. Mihrân’ı vekili olarak
gönderdi. 190 Ca‘fer 180/796-97 yılında Şam’da çıkan kargaşaya son vermek için bizzat
Hârûnürreşîd’i rahatsız etmeye başladı. Halife, kendi gücünü bile gölgede bırakacak
187
Taberî, VIII, 255, 261; Cehşiyârî, 281-283; Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 506; Hamza el-İsfahânî, Târîh,
170.
188
Sıbt İbnü’l-Cevzî, XIII, 104.
189
Halîfe, Târîh, 465; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, 299; Sourdel, Le Vizirat, I, 149-151; Kerevî, 99-103.
190
Taberî, VIII, 252-254; Cehşiyârî, 281, 318-322.
191
Taberî, VIII, 262-265; Cehşiyârî, 306; Kennedy, The Early Abbasid, 118, 122.
262
187/803 yılında ani ve kesin bir kararla aileyi topyekûn cezalandırdı. Önce Ca‘fer b.
Yahyâ’yı ibret olması için idam etti. Akabinde de ailenin tamamını tutuklatıp mallarını
müsadere etti. 192 Ailenin gözden düşüp cezalandırılmasının nedenleri kaynaklarda farklı
biçimde açıklansa da 193 netice itibariyle bu olay hanedan ailesi ile bürokrat bir ailenin
Bermek ailesinin başına gelenleri, bürokraside köklü bir mevâlî tasfiyesi olarak
görmek zordur. Bu tasfiye hareketi, bir bakıma halifenin idarî yapıdaki gevşekliğe son
verip ipleri tekrar eline alması anlamına gelmekteydi. Ancak her ne kadar Bermek
ailesine son verilse de onların ardından oluşan boşluğu, ileride değinileceği üzere Sehl,
Hâkân, Cerrâh ve Furât gibi Fars veya Türk kökenli ailelerin doldurması gecikmemiş,
Hârûnürreşîd’in ölümünden sonra ailenin önde gelen bazı üyeleri, siyasî hayatta
bir süre daha yer alabildiler. Emîn zamanında Yahyâ’nın iki oğlu Muhammed ve Mûsâ
(ö. 221/835-36) Rakka’daki hapisten çıkarıldı. Emîn, Me’mûn karşısında zayıf düşünce
Abbas b. Fazl b. Yahyâ ile Ahmed b. Muhammed b. Yahyâ, Merv’e Me’mûn’un veziri
Fazl b. Sehl’in yanına gittiler. Fazl, Bermek ailesinin bu iki üyesine vefa gereği izzet ve
Me’mûn’a katılmasını isteyen bir mektup yazdı. Bunun üzerine Muhammed, Me’mûn
Muhammed’in kardeşi Mûsâ ise Emîn’in yanında kalıp öldürülünceye kadar onunla
192
Ca‘fer’in öldürülmesinin hemen ardından Yahyâ b. Hâlid ile birlikte tutuklanıp Rakka’ya götürülen
aile fertleri için bk. İbn Abdürabbih, V, 319; el-İmâme ve’s-Siyâse, II, 224; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XIII, 96.
193
Kaddûra, 269-289; Ferec, el-Berâmike, 47-99; Şerîf, 335-351; Aykon, 86-130.
263
konularda görüşlerine başvurdu. 194 Mûsâ, 213/828-29 yılında Sind bölgesinde istikrarı
sağlamak üzere vali tayin edilen Gassân b. Abbâd’la birlikte bölgeye gitti. Gassân’ın
216/831-32 yılında Sind’den ayrılması üzerine bölge valisi oldu ve öldüğü tarihe kadar
beş yıl bu görevi sürdürdü (216-221/831-836). Mûsâ ile birlikte bölgeye gelen oğlu
İmrân (ö. 227/842), babasının ölümünden sonra vali oldu. 195 Bu gelişmelerden hareketle
Bermek
Hâlid
Ma'mer Ali
Ma'mer
Mûriyânî Ailesi
Ailenin atası Ebû Süleyman Mahled (veya Dâvûd), Ahvaz’ın Mûriyân adlı
köyünden olup Süleym kabilesinin mevlâsıydı. Oğlu Ebû Eyyûb Süleyman el-Mûriyânî
(ö. 154/771), önce Emevîler’in Irak valisi Yûsuf b. Ömer zamanında, daha sonra Yezîd
İbn Hübeyre’nin valiliği esnasında divanlarda kâtip olarak çalıştı. Emevîler’in son
kâtibi Abdülmelîk b. Humeyd’den eskisi kadar memnun olmadığı için yerine Ebû
Eyyûb’u getirdi ve ayrıca divanların idaresini de Hâlid b. Bermek’ten alıp ona tevdi etti.
194
Cehşiyârî, 418-419.
195
Belâzürî, Fütûh, 624-625; Ya‘kûbî, Târîh, II, 321-322, 337; Taberî, VIII, 626; İbn Zübeyr, ez-Zehâir,
185-187.
264
önemli görevlere getirdi. Mansûr üzerinde etkili olmaya başlayınca, halk ona Mansûr’u
büyülemiş gözüyle bakmaya başladı. Hatta hakkında onda şeytan tüyü var anlamında
Ebû Eyyûb’un yağı (dühnü Ebî Eyyûb) şeklinde bir deyim türedi. Ebû Eyyûb, vezirlikte
halifeyi bu konuda ikna ederek Hâlid’in Fârs’a vali tayin edilmesini sağladı. 196
On yıla yakın bir süre Mansûr’a vezirlik yapmış olan Ebû Eyyûb’un, yakınları
ile birlikte devletten nemalanmaları Mansûr’u rahatsız etmeye başladı. Özellikle vezirin
kardeşi Hâlid’in Ahvaz’da edindiği büyük servet halifenin gözüne batmıştı. Diğer
taraftan vezirin kâtibi Ebân b. Sadaka ile vezirin yeğeni Mahled b. Hâlid arasındaki
husumet ailenin felaketine giden yolu açmış oldu. Şöyle ki Mahled, Ebân’ın zimmetine
100 bin dinar geçirdiğini şikâyet yoluyla halifeye bildirdi. Bunun üzerine halife, Ebân’ı
hapsetti. Ebân’ın başına gelenlerden endişe duyan Ebû Eyyûb, Mûriyânî ailesi ile
birlikte aralarında gerekli parayı temin edip Ebân’ı hapisten çıkardı. Fakat Ebân,
yakınlarının bütün işlerine vakıf olan Ebân, vezirin mal varlığını Hâcib Rebî‘e bildirdi,
zamanla ondan kurtulma yolları aradı. 153/770 yılında Rebî‘in ve veliaht Mehdî’nin
başta olmak üzere Mûriyânî ailesinin önde gelenleri tutuklanıp işkence gördü. 100
milyon dirhem tutarındaki servetleri müsadere edildi. Bir sonraki yıl Ebû Eyyûb, kardeşi
Hâlid ve Hâlid’in oğulları Mahled (veya Muhalled), Mes‘ûd, Saîd ve Muhammed vahim
196
Belâzürî, Ensâb, IV, 325-326; Cehşiyârî, 158-162.
197
Belâzürî, Ensâb, IV, 326-328; Ya‘kûbî, Târîh, II, 272; Taberî, VIII, 42, 44; Cehşiyârî, 181-182, 186-
188.
265
Sabîh (Yûsuf b. Kâsım) Ailesi
Aile aslen Kûfe’nin Sevâd’ından olup İcl kabilesinin mevlâsıydı. Ailenin
yaptı. 198 Oğlu Ebü’l-Kâsım Yûsuf Emevîler zamanında Kûfe divanında kâtipti,
Abbâsîler’in ilk yıllarında ise Abdullah b. Ali’nin kâtipliğini yaptı. Abdullah, Mansûr’a
karşı verdiği hilafet mücadelesinde mağlup olunca Yûsuf Bağdat’a geldi ve divanlarda
sıradan bir kâtip olarak çalışmaya başladı. Daha sonra Mehdî’nin veziri Ya‘kûb b.
Dâvûd’un kâtipliğini yaptı. 199 Hârûnürreşîd döneminde ise üst düzey kâtipler arasında
yer aldı. Nitekim Hârûnürreşîd’in halife olduğunu (170/786) ilgili yerlere bildirmek
üzere gönderilen mektup Yûsuf tarafından kaleme alındı. 200 Ayrıca hilafet makamına
geçiş merasiminde belîğ bir konuşma yaptı. 201 Yûsuf, Yahyâ el-Bermekî’ye tevkî‘
Ebû Ca‘fer Ahmed b. Yûsuf b. Kâsım (ö. 213/828), Me’mûn’un kâtibi olduğu
gibi Ahmed b. Ebû Hâlid’in ölümünden (211/827) sonra iki yıl vezirlik de yaptı. İnşâ
Ebû Muhammed Kâsım b. Yûsuf (ö. 220/835 civarı), daha çok şairliğiyle öne
çıktı. 204 Kardeşi Ahmed vezir olunca onu Sevâd’ın harâcının başına getirdi. İşinin
198
Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 143-145, 147; Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şuarâ, 259; Nedîm, I, 537.
199
Cehşiyârî, 202-203; Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 144, 147, 150-151; Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şuarâ, 580.
200
Taberî, VIII, 230; Cehşiyârî, 263.
201
Taberî, VIII, 230-231. Ayrıca bk. Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 154-156. Bu konuşma onun mevlâsı olan ve
yazı takımlarını (devât) taşıyan Yezîd et-Taberî tarafından ezberlenerek rivayet edilmiştir.
202
Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 156.
203
İbn Tayfûr, Bağdâd, 254-260; Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 156-157, 206-236; Sourdel, Le Vizirat, I, 225-
231; Kerevî, 205-207.
204
Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 163-206; Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şuarâ, 261-262; Nedîm, I, 381, 537.
205
Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 206.
266
Ailenin sonraki kuşaklarından olan Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed kâtip
ve şairdi. 206 Ayrıca Ebü’t-Tayyib Muhammed b. Abdullah (ö. 260/874) gibi şairliği ve
b. Yûsuf (d. 281/894-95 – ö. 368/978-79) ise zahirde Şafiî, batında Şiî-İmâmî bir fakih
olarak anılmıştır. İki mezhebin görüşleri doğrultusunda birçok eser kaleme almıştır.208
Annesi Âmine tarafından bu aileye mensup olan Kâtip Ahmed b. Ebû Seleme de iyi bir
şairdi. 209
Sabîh
Kâsım
Yûsuf
İbrahim Ebu’t-Tayyib
Muhammed
Muhammed
Yaktîn Ailesi
Ailenin önde gelen siması Yaktîn b. Mûsâ (ö. 185/801), Benî Esed’in mevlâsı
olup Abbasî ihtilalinde yer almış dâîlerden biriydi. İhtilal safhasında Kûfe’de bulunan
Yaktîn, Emevîler tarafından aranınca gizlendi. Yaktîn’in eşi ise oğulları Ebü’l-Hasan
Abbâsîler galip geldiğinde ise anne iki çocuğuyla birlikte kocasının yanına döndü.
aldı. Oğlu Ali de hakeza Hârûnürreşîd dönemine kadar üst düzey idarî görevler üstlendi.
Ali b. Yaktîn başta olmak üzere aile üyeleri, Alioğulları’na meyilliydiler. Ali, İmam
206
Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 236-240.
207
Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 240-251 ve tür.yer.; Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şuarâ, 476; Nedîm, I, 383, 534.
208
Nedîm, I, 689-690; II, 52.
209
Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 251-255.
267
Mûsâ Kâzım’ı ve çevresindekileri zaman zaman maddî açıdan destekledi ve onları
koruyup kollamaya çalıştı. 210 Buna rağmen Abbâsî bürokrasisinde aile bireylerinin
Yaktîn ve kardeşi Ebû Mûsâ birtakım imar faaliyetlerinde görev aldılar. Ali b.
isyan eden Hüseyin’in b. Ali’yle yapılan Fah Savaşı’nda (169/786), Abbâsî ordusundaki
komutanlardan biri de Hüseyin b. Yaktîn’di. 212 Muhammed b. Yaktîn ise, Irak’ta süren
kargaşa döneminde Me’mûn tarafından Bağdat’ı yönetmek üzere tayin edilen Hasan b.
Mücâlid Ailesi
Mansûr döneminde bürokraside etkin olan ailenin atası Mücâlid eş-Şerevî, Ali b.
kendisine bir konak yaptırmıştı.215 Bağdat’ta Kûfe Kapısı ile Şam Kapısı arasında
210
Nedîm, II, 81; Necâşî, 273; Büyükkara, 404-408.
211
Ya‘kûbî, Târîh, II, 281; Taberî, VIII, 170, 189, 199.
212
İsfahânî, Mekâtilü’t-Tâlibiyyîn, 378.
213
Taberî, VIII, 550.
214
Necâşî, 45, 273.
215
Belâzürî, Fütûh, 415.
268
bir mahalle (rebeḍ) bulunmaktaydı. 216 Süleyman, Mansûr zamanında ayrıca
b. Mücâlid’e aynı görev tevdi edildi. İbrahim’in kardeşi İshak ise Mansûr zamanında
yaptı. Dâvûd, Zeydî yanlısı biriydi ve Emevîler’e karşı isyan eden Yahyâ b. Zeyd’e (ö.
onun gibi kâtiplik yapan kardeşleri geçmişteki konumları nedeniyle Abbâsîler’in ilk
yıllarında devlet hizmetinden mahrum kaldılar. Dâvûd öldüğünde geride kalan iki oğlu
Ya‘kûb ile Ali ilim ve edeb sahibi olarak temayüz etmişlerdi. İki kardeş,
Hasan’ın yanında yer aldılar ve onun kâtipliğini yaptılar. İbrahim öldürülünce Ya‘kûb
onlar da serbest bırakıldılar. Daha sonra Ya‘kûb bir yolunu bularak Mehdî’ye
yaklaşmayı başardı. O vakitler işleri ağırdan alan ve kendini nimetten sayan Vezir Ebû
azledilen Ebû Ubeydullah’ın yerine Ya‘kûb vezir tayin edildi (163/779-80). Genellikle
Mehdî’ye karşı nasihatte bulunan, onu adalete ve iyiliğe davet eden bir tutum sergiledi.
görev alması için ülkenin dört bir yanına haber saldı. Zeydîler de bu çağrıya kulak verip
216
Ya‘kûbî, Büldân, 30-31, 37, 40. Ayrıca bk. Cehşiyârî, 162.
269
onlara birtakım ihsanlarda bulunması, bir noktadan sonra Mehdî’yi rahatsız ve tedirgin
etti. 217
Mehdî’nin, babası Mansûr’un Şiîlere karşı izlemiş olduğu sert politikaları bir
tutumunun tersine dönmesiyle ailenin ikbal günleri de kısa sürede son buldu. Ya‘kûb’un
hem mallarını iade hem de Mekke'ye yerleşmesine müsaade etti. Ya‘kûb da öldüğü
çıktı. 219 Vezirin kardeşi Salih b. Dâvûd Basra’ya vali tayin edilmişti. 220 Ailenin son
kuşağı, Ya‘kûb’un iki torunu Ebû Abdullah Muhammed ve Ubeydullah şair ve edip
Tahmân
Dâvûd
Muhammed Ubeydullah
217
Taberî, VIII, 117-120, 154-156; Cehşiyârî, 232-234, 237-238.
218
Taberî, VIII, 157-162; Cehşiyârî, 239-241, 243; Hatîb, Târîhu Bağdâd, XVI, 383, 386-387.
219
Taberî, VIII, 157, Cehşiyârî, 235-236.
220
Taberî, VIII, 181.
221
Cehşiyârî, 236; Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şuarâ, 463-464; Nedîm, I, 535.
270
Ebû Hâlid el-Ahvel Ailesi
Şam/Ürdün halkından mevâlî olduğu kaydedilen ailenin ilk dikkat çeken ismi
Ebû Hâlid Yezîd el-Ahvel (ö. 168/784-85), Mehdî’nin veliahtlık döneminde kâtibi,
halifeliğinde ise veziri olan Ebû Ubeydullah’ın hizmetinde bir kâtip olarak çalıştı. Ebû
Hâlid bu dönemde dara düşen Yahyâ el-Bermekî’ye destek çıkmıştı. 222 Daha önce
bahsedildiği üzere Ebû Hâlid, Mehdî’nin halifeliği döneminde veliaht Mûsâ el-Hâdî’ye
kâtiplik yaptı. Oğlu Ebü’l-Abbas Ahmed b. Ebû Hâlid (ö. 211/827), Bermekîler
zamanında çeşitli idarî görevlerde bulundu. Bermekîler’in tasfiyesine bağlı olarak bir
süre geri planda kaldı. Emîn ile Me’mûn arasındaki hilafet mücadelesi sırasında
Bağdat’tan Merv’e giderek burada Vezir Fazl b. Sehl ile görüştü. Fazl, Bermekîler’e
karşı vefa borcuyla Ahmed’i el üstünde tuttu ve onu Me’mûn’a takdim etti. Ahmed,
Horasan ve Mâverâünnehir bölgelerinde iyi yerlere âmil olarak tayin edildi. 223 Me’mûn,
Merv’den Bağdat’a gelirken Ahmed de onunla birlikteydi. Fazl b. Sehl’den geriye bir
süre boş kalan vezirlik makamına Ahmed getirildi ve öldüğü tarihe kadar bu görevi
sürdürdü (211/827). 224 Ahmed’in kardeşi Hârûn b. Ebû Hâlid’in ise Musul’a vali tayin
Rebî‘ Ailesi
Bu aile Abbâsîler’in ilk asrında neredeyse hâciblik göreviyle özdeşleşmiştir.226
Yûsuf’un kızı Ammâre ile evlendi ve ondan Rebî‘in (ö. 169/785) babası olan Yûnus
dünyaya geldi. Ammâre’nin kötü huylu bir cariyesi vardı. Hamile kalıp çocuğunu
222
Cehşiyârî, 272-276; Tenûhî, el-Ferec, III, 243-248, 259.
223
Cehşiyârî, 471-472; Tenûhî, el-Ferec, III, 249-258.
224
Sourdel, Le Vizirat, I, 218-225; Kerevî, 200-205.
225
Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 627-628.
226
Seâlibî, Letâifü’l-Meârif, 46-47.
271
doğurduğunda çocuğun babasının Yûnus olduğunu söyledi. Ammâre bu durumu
serpilip büyüyünce onu köle olarak sattı. Farklı kimselerin kölesi olarak bulunan Rebî‘,
kısa bir sürede Kur’ân okumayı ve yazı yazmayı öğrendi; farklı işlerde çalıştırıldı.
Rebî‘i en son Medine valisi Ziyâd el-Hârisî satın aldı. Ziyâd Rebî‘in zekâ ve kabiliyetini
fark edince onu Halife Mansûr’a hediye etti. Halife de onu hâcibi Ebü’l-Hasîb’in emrine
Döneminin sonlarına doğru Mansûr; Rebî‘i vezir, oğlu Ebü’l-Abbas Fazl’ı (ö. 208/824)
ise hâcib edindi. 228 Yukarıda da geçtiği üzere Mûriyânî ailesinin tasfiyesinde Rebî‘in de
rolü vardı. Benzer şekilde Rebî‘in çabaları neticesinde Mehdî’nin veziri Ebû
Ubeydullah Muâviye b. Yesâr gözden düştü. 229 Rebî‘ Mehdî ve Hâdî zamanında
Bâdûrayâ ile Kûfe’nin harâc âmilliğini deruhte etti. Hârûnürreşîd, Fazl’ı hâcibliğine
yapmaya başlayan Fazl, bu dönemde Emîn ile Me’mûn arasındaki taht kavgasının başat
aktörleri arasında yer aldı. Emîn’in Me’mûn karşısında iyice zayıfladığı bir sırada kaçıp
gizlendi. Daha sonra Bağdat’a Me’mûn’a karşı halife ilan edilen İbrahim b. el-
227
Belâzürî, Ensâb, IV, 281-284; İbn Rüste, 178-179; Cehşiyârî, 193-194; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XII, 386-
387.
228
Cehşiyârî, 194-195.
229
Taberî, VIII, 136-140; Cehşiyârî, 229-232.
230
Sourdel, Le Vizirat, I, 87-90, 118-121; Kerevî, 61-67.
272
Mehdî’nin yanına gelerek onun hâcibliği görevini üstlendi. Bu sırada ailenin diğer
üyeleri de Fazl’ın yanında yer aldılar. Me’mûn’un Bağdat’a gelip hâkimiyeti ele
geçirmesiyle birlikte Fazl bir süre gizlendi. Daha sonra Tâhir b. Hüseyin’in tavassutuyla
Me’mûn ona eman verdi. 231 Bu tarihten itibaren ailenin Abbâsî bürokrasindeki etkisi
sona erdi.
Ya‘kûb (ö. 184/800-1) şair ve edip olarak tanınmaktadır. 233 Fazl b. Rebî‘in oğlu Abbas,
Emîn’e hâciblik yaptı. 234 Sonraki kuşakta mûsikişinas, şair, ahbâr ravisi olarak anılan
Sûl Ailesi
Türk olan aile, adını Cürcân hükümdarlarından olduğu söylenen Sûl’dan alır. Sûl
saflarında savaştı. 236 Oğlu Ebû Umâre Muhammed, Abbâsî dâîsi olmanın yanı sıra önde
Sûl’un torunu Ebû Amr Mes‘ade b. Sa‘d, Emevîler’in Irak valisi Hâlid b.
231
Sourdel, Le Vizirat, I, 183-193; Kerevî, 142-143, 148-150; Can, “Fazl b. Rebî‘in Hayatı ve Siyasi
Mücadelesi”, 26-32.
232
Sıbt İbnü’l-Cevzî, XII, 389.
233
Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şuarâ, 573; Hatîb, Târîhu Bağdâd, XVI, 389-390; İbnü’l-Cevzî, IX, 102.
234
İbn Habîb, 260; İbn Kuteybe, el-Meârif, 384; Cehşiyârî, 407.
235
İsfahânî, el-Eğânî, XIX, 158-186; Nüveyrî, III/5, 24-31.
236
İsfahânî, el-Eğânî, X, 36. Ayrıca bk. Belâzürî, Fütûh, 469-470; Taberî, VI, 534-539.
237
Ahbâru’d-Devle, 221, 356, 378; Belâzürî, Ensâb, IV, 146; Taberî, VII, 433, 439, 465.
273
yaptı. 238 Oğlu Ebü’l-Fazl Amr b. Mes‘ade (ö. 215/830), Me’mûn döneminin üst düzey
Ebû İshak İbrahim b. Abbas b. Muhammed (ö. 243/857), Merv’de kâtip olarak
bulundu. Vezir Ahmed b. Ebû Hâlid’e kâtiplik, ayrıca Ahvaz valisi (veya harâc âmili)
olarak görev yaptı. Vezir Muhammed İbnü’z-Zeyyât tarafından azledildi ve bir süre
kâtipti. 242 Torunu Tımâs Ahmed b. Abdullah ise edip ve şair bir kâtipti.243 Diğer bir
torunu Ebû Bekir Muhammed b. Yahyâ b. Abdullah (ö. 335/947) ise kâtip, tarihçi, edip
Sûl
Sa‘d Muhammed
Mes‘ade Abbas
Muhammed
238
İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, III, 175; Cehşiyârî, 479-480; Yâkût, el-Üdebâ, V, 2129.
239
Sourdel, Le Vizirat, I, 234-238.
240
Husrî, Zehrü’l-Âdâb, IV 141.
241
Cehşiyârî, 476, 517-520; İsfahânî, el-Eğânî, X, 42-43.
242
İbn Fazlullah, Mesâlik, XI, 109.
243
Cehşiyârî, 522; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 105; İsfahânî, el-Eğânî, X, 46; Seâlibî, Letâifü’l-Meârif, 37-38.
244
Savran, 81-239.
274
Sehl Ailesi
Ailenin bilinen atası Zâdânferrûh 245 (Abdullah) bir Fars ve Mecûsî olup Kûfe’ye
yakınlığı vardı. Sehl’in iki oğlu Ebü’l-Abbas Fazl (ö. 202/818) ile Ebû Muhammed
Fazl b. Ca‘fer el-Bermekî’ye kâtiplik yapan Fazl b. Sehl, kabiliyeti ile Yahyâ el-
Bermekî’nin dikkatini çekti. Yahyâ, Mecûsî olan Fazl’a Müslüman olduğu takdirde
kendisini üst makamlara getirmenin kolay olacağını belirtti. Yahyâ’nın tavsiyesine uyan
kaldı. 247 Hârûnürreşîd’in ölümünden sonra Bağdat’ta halife olan Emîn’e kardeşi
Me’mûn, Merv’de kalarak biat etmedi. Me’mûn’un böyle bir tavır takınmasında veziri
Me’mûn, iki komutanı Tâhir b. Hüseyin ve Herseme b. A‘yen’i Emîn’in ordusuna karşı
savaşmaya gönderdi. Üç yılı aşkın bir süre devam eden bu taht kavgasından Me’mûn
Bağdat’a gitmek yerine Merv’de kalmayı tercih etti. Bu süreçte Fazl’ın siyasî ve idarî
hayattaki konumu peyderpey yükseldi. Kardeşi Hasan, Bağdat’a vali olarak gönderildi.
Ancak Hasan, şehirdeki kargaşaya ve Irak’ta baş gösteren isyanlara bir son veremedi.
Yine bu dönemde ülkenin pek çok yerinde bir otorite boşluğu meydana geldi. Fazl’ın
entrikaları neticesinde Hârûnürreşîd zamanından beri komutan ve vali olarak devlet için
245
Yezdânferrûh olarak da geçer. Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şuarâ, 224.
246
Cehşiyârî, 332-334; Can, Fazl b. Sehl, 18-19.
247
Cehşiyârî, 334-336; Can, Fazl b. Sehl, 20-21.
248
Bozkurt, Mu’tezile’nin Altın çağı, 29-38; Yücesoy, 105-117; Can, Fazl b. Sehl, 25-49.
275
büyük yararlılık göstermiş olan Herseme b. A‘yen, Me’mûn’un gözünden düştü ve
Beri taraftan Fazl, Me’mûn’a İmam Rızâ Ali b. Mûsâ’yı veliaht yapması
yönünde telkinde bulundu. İmam Rızâ’nın veliaht ilan edilmesine (201/817) bağlı
olarak Bağdat’ta Abbâsîler’in ileri gelenleri İbrahim b. el-Mehdî’ye halife olarak biat
ettiler. Yine bu sıralarda Irak’ta ve başka bölgelerde çok sayıda isyan çıktı. Fazl, devam
kendisini yetiştiren ve halife olmasında önemli payı bulunan Fazl’dan kurtulmaya karar
verdi. Bağdat’a doğru çıktığı yolda gizli bir plan dahilinde Serahs’ta Fazl’ı öldürttü
(202/818). Me’mûn’la birlikte Bağdat’a doğru gitmekte olan İmam Rızâ da bu olaydan
yaklaşık yedi ay sonra Tûs’ta şüpheli bir şekilde zehirlenerek öldü (203/818). 250
idare etmekte olduğu Bağdat ve ona bağlı yerlerin idaresini Hasan b. Sehl’e devredip
Batı bölgelerine vali olarak tayin etti.251 Bunun yanı sıra Fazl, kardeşi Hasan Bağdat’a
henüz gitmeden önce, harâc işlerinde vekil olarak kendileri gibi kâtip sınıfına mensup,
teyzesi oğlu Zülkalemeyn lakaplı Ali b. [Muhammed b.] Ebû Saîd’in gönderilmesini
Emîn’e karşı verilen savaşın akabinde yürüttükleri idarî ve malî işleri Ali b. Ebû Saîd’e
devretmeleri istendi. Tâhir, askerlerin maaşlarını (erzâk) dağıtana kadar harâc işlerini
kontrolünde tuttuktan sonra malî işleri tamamen Ali b. Ebû Saîd’e devretti. 252 Ertesi yıl
Hasan b. Sehl, Bağdat’a gelerek harâc ve harp işlerini yürütmeye başlayınca Ali b. Ebû
249
Bozkurt, Mu’tezile’nin Altın çağı, 38-47, 55-71; Can, Fazl b. Sehl, 55-66.
250
Bozkurt, Mu’tezile’nin Altın çağı, 47-55; Yücesoy, 142-144, 152-160; Can, Fazl b. Sehl, 66-91. İmam
Rızâ’nın veliahtlığı ve ölümü hakkında geniş bilgi için bk. Büyükkara, 269-371.
251
Taberî, VIII, 527.
252
Taberî, VIII, 527; Cehşiyârî, 428.
276
Saîd Rakka’ya Tâhir b. Hüseyin’in yanına gönderildi. Böylece Bağdat’taki görevini
Me’mûn her ne kadar Fazl’ı gizli bir şekilde öldürtüp katillerini de cezalandırma
ruhiyenin sonucunda olmuştu. 255 Me’mûn bilahare Hasan’ı vezir yapmak istediyse de o,
bu hususta affını istedi. 256 İlerleyen yıllarda Me’mûn, Hasan’ın kızı Bûrân (Hadîce) ile
evlendi (210/825-26). 257 Sonraki yıllarda Hasan b. Sehl, yukarıda bahsedilen Ca‘fer el-
Bermekî’den kalmış olan sarayında kısmen siyasetten uzak bir hayat sürdü.
rastlanmaktadır. Bunlar arasında Ahmed, 258 Fazl, 259 Hüseyin, 260 ve Ubeydullah’ın261
oğullarından Şeyleme lakaplı Muhammed (ö. 280/893-94) ise geç dönemlere kadar adı
duyulan bir şahsiyettir. Yukarda geçtiği üzere o, Basra civarında baş gösteren Zenc
Şeyleme, bu olaydan on yıl kadar sonra Bağdat’ta Mu‘tazıd’ın yerine başka birini halife
yapma teşebbüsünün başını çekti ve bu nedenle öldürüldü. Amcası Fazl b. Sehl’in kızı
253
Taberî, VIII, 528.
254
Cehşiyârî, 461-462; İbnü’l-Ebbâr, İ‘tâb, 108-109.
255
Taberî, VIII, 568-569.
256
Safvet, Cemheretü Resâil, III, 345 (İbn Tayfûr’un el-Manzûm ve’l-Mensûr’undan). Ayrıca bk. Sourdel,
Le Vizirat, I, 215-218
257
İbn Tayfûr, Bağdâd, 233-238; Taberî, VIII, 566; Cehşiyârî, 462-463.
258
İbn Tayfûr, Bağdâd, 237; Taberî, VIII, 608.
259
Safedî, XXIV, 28.
260
İbn Abdürabbih, IV, 308.
261
Cehşiyârî, 410; İbn Zübeyr, ez-Zehâir, 32-35.
262
İbn Habîb, 260.
277
Abbâse’yle 210/825 yılında evlendiği kaydedilen 263 Muhammed’in uzun bir ömür
yaşadığı anlaşılmaktadır.
üstlenmiş olan Recâ b. Ebû Dahhâk (ö. 226/840), Fazl b. Sehl’in amcasının oğluydu.264
Aynı zamanda Fazl’ın kız kardeşiyle evliydi. 265 Me’mûn 203 (818-19) yılında Recâ’yı
görevlendirdi. 266 Recâ b. Ebû Dahhâk, Ali b. Mûsâ er-Rızâ’yı Medine’den Merv’e
getirmek üzere gönderilen heyetin başında bulunuyordu (200/816). 267 Recâ, Dımaşk’ta
harâc işlerinin başında bulunduğu sırada şehrin emniyet amiri İshak b. Yahyâ tarafından
öldürüldü. 268 Recâ’nın oğlu Ebû Ali Hasan (ö. 244/858-59) da babası gibi kâtip
yapmasının yanı sıra şairliğiyle tanınmış olup Fârs’ta vali iken öldü. 269 Hasan’ın oğlu
Ebû İshak İbrahim ed-Dînârî de kâtipti. 270 Recâ’nın kızından olan torunu Ebû Ca‘fer
Merv’den ayrılıp Bağdat’a yerleştiği dönemde Hasan b. Sehl tarafından Horasan’a vali
tayin edildi (204/819-20). 272 Sonraki yıllarda Sind valisi Dâvûd b. Yezîd, toplamış
263
Taberî, VIII, 607.
264
Taberî, VIII, 540.
265
Ya‘kûbî, el-Büldân, 141.
266
Hamza el-İsfahânî, Târîh, 172. Ayrıca bk. Ya‘kûbî, el-Büldân, 141.
267
Taberî, VIII, 544.
268
Taberî, IX, 111; Cehşiyârî, 497-498, Tenûhî, el-Ferec, II, 294-295.
269
Garsünni‘me, 185; Safedî, XII, 8-9.
270
Tenûhî, el-Ferec, III, 151; a.mlf. Nişvâr, III, 254-255. Dînârî nisbesini anne tarafından alır, nitekim
dayıları arasında kâtipler vardır.
271
Taberî, IX, 162, 185; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 73; Miskeveyh, Tecârib, III, 494.
272
İbn Tayfûr, Bağdâd, 90-91, 107, 236; Ya‘kûbî, Târîh, II, 318, 320; a.mlf., el-Büldân, 141-142; Taberî,
VIII, 579, 608; Gerdîzî, 197.
278
adamlarının olumlu kanaatlerinin etkisiyle Gassân atandı (213/828-29). 273 Mu‘tasım,
halifeliğinin başlarında Gassân’ı Cezîre, Avâsım ve Kınnesrîn’i içine alan bölgeye vali
tayin etti. 274 Gassân Cezîre valisi iken öldü (221/836). 275
255/869) sırasıyla Hasan b. Sehl, Me’mûn, Vâsık ve Mütevekkil’e kâtiplik yaptı. Edip
bir kişiliğe sahip olan Muallâ, halifelere öğütte bulunacak bir konumdaydı. 276 Diğer bir
Zâdânferrûh
Yezdâd Ailesi
Mervli olan aile Fars kökenlidir. Daha önce geçtiği üzere ataları Süveyd,
yetenekli bir kâtip olarak tanındı. Ebû Abdullah Muhammed b. Yezdâd b. Süveyd (ö.
230/844), Me’mûn’a kâtiplik ve vezirlik yaptı. 278 Muhammed’in oğlu Ebû Salih
üstlendi. Daha önce bahsedildiği üzere Mütevekkil yerleşmek niyetiyle Şam’a gittiğinde
o da onunla birlikteydi. Ebû Salih, Müstaîn döneminde vezirlik yaptı. 279 İleride
değinileceği üzere oğlu Ebû Ahmed Salih ise (300/912-13 yılında hayatta) babası gibi
273
İbn Tayfûr, Bağdâd, 116, 257-258; Taberî, VIII, 620-621, 626. Ayrıca bk. Belâzürî, Fütûh, 624-625.
274
Ya‘kûbî, Târîh, II, 331.
275
Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, I, 683.
276
Cehşiyârî, 462, 495-496, 520; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 56; İbn Asâkir, LIX, 371-375; Sıbt İbnü’l-Cevzî,
XV, 360-361.
277
İbn Habîb, 260; İbn Asâkir, LIX, 371.
278
Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şuarâ, 424-425; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, 304; İbnü’t-Tıktakâ, 227-228; Sourdel,
Le Vizirat, I, 232-234; Kerevî, 208.
279
Taberî, IX, 217, 264, 388; Sourdel, Le Vizirat, I, 292-293.
279
Zeyyât Ailesi
Iraklı bir tacir olan Abdülmelik b. Ebân’ın oğlu Muhammed İbnü’z-Zeyyât’la (ö.
233/847) birlikte aile, bir süre bürokraside kendini gösterdi. İbnü’z-Zeyyât, Mu‘tasım
ve Vâsık dönemlerinde geniş yetkilere sahip bir vezirdi. Özellikle Vâsık döneminde
kâtipler başta olmak üzere çeşitli devlet adamlarını hesaba çekip mallarını müsadere
ettiği gibi, kimilerini de hapsetti. Bu arada devletin Mu‘tezile yanlısı din siyasetinin bir
Süleyman, veliahtlık döneminde Vâsık’ın kâtibiydi. 281 Ebû Mervân Abdülmelik el-
Diğer çocuklarından Ebû Mûsâ Hârûn, ahbâr âlimi, hadis ve şiir ravisi olarak
Hâkân Ailesi
Abbâsîler’e yaklaşık bir asır hizmet eden ailenin isminin dayandığı atası Hâkân
b. Mûsâ, Ezd kabilesinin mevlâsı olup 285 Türkî nisbesi ile anılmaktadır. 286 Bu aile,
247/861) ailesi ile karıştırılabilmektedir. 287 Yahyâ b. Hâkân (ö. 240/854) Mütevekkil
280
Taberî, IX, 20, 22, 156-161; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 40, 54, 71-73; Sourdel, Le Vizirat, I, 254-269;
Kerevî, 229-232.
281
İbnü’l-Cevzî, XI, 88; İbn Tağrîberdî, II, 291.
282
İbnü’n-Neccâr, XVI, 74. Ayrıca bk. Tenûhî, el-Ferec, II, 96-100.
283
İsfahânî, el-Eğânî, tür.yer.; Nedîm, I, 384; Hatîb, Târîhu Bağdâd, XVI, 38-39.
284
İsfahânî, el-Eğânî, XXII, 131. Ayrıca bk. Tenûhî, el-Ferec, II, 92-96; İbnü’l-Ebbâr, İ‘tâb, 141-144.
285
Ya‘kûbî, Târîh, II, 344; Taberî, IX, 162.
286
İbn Asâkir, XXXVIII, 143.
287
İki ailenin önde gelen simaları, siyasî ve idarî hayattaki rolleri hakkında daha geniş bilgi için bk.
Matthew S. Gordon, “The Khāqānid Families of the Early ʿAbbasid Period”, Journal of the American
Oriental Society, 121/2 (2001), s. 236-255.
280
zamanında Dîvânü’l-harâc reisliği yaptı (bk. 2. bölüm). Ayrıca oğlu Ebû Muhammed
Abdullah’ı (ö. 252/866) bu divanın meclislerinden birinin başına tayin etti. 288
Dîvânü’t-tevkî‘in başına getirdi (237/851-52). Daha sonra onu mevlâsı ilan ederek
birtakım yetkilerle donattı. Kâtiplere mektupların artık halifenin ismi ile değil, “Emîrül-
yandan Ubeydullah’a ülke topraklarının tamamına ait harâc, dıyâ‘ ve berîd âmilleri,
muâvin (emniyet amiri) ve kadıları tayin etme yetkisi verdi. Halk tarafından da hüsnü
kabul gören Ubeydullah, babası Yahyâ’yı Mezâlim’in başına tayin etti. Babasının
ölümü üzerine bu göreve amcası Abdurrahman’ı getirdi. 289 Ubeydullah ayrıca Dîvânü’t-
Hâkân’ı tayin etti (245/860). 290 Mütevekkil döneminde vezirlik makamını deruhte eden
üzere ve ailenin diğer üyeleri bürokrasideki mevkilerini bir süreliğine kaybetti. 292
bir yılı aşkın bir süreyle vezirlik yaptı (299-301/912-913). Bu dönemde azledilen vezir
288
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 51.
289
Ya‘kûbî, Târîh, II, 344.
290
Taberî, IX, 217.
291
Sourdel, Le Vizirat, I, 274-286, 305-309; Kerevî, 233-235.
292
Ya‘kûbî, Târîh, II, 346; Taberî, IX, 227-229, 234; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 98.
293
Sourdel, Le Vizirat, II, 394-399; Hançabay, 88-92.
281
oğlu Abdülvâhid, babasının vezirliği döneminde yönetimde etkin biriydi.294 Diğer oğlu
sahibiydi, daha sonra Muktedir’e bir buçuk yıl vezirlik yaptı (312-313/924-925). 295 Bu
dönemde ise onun oğlu Abdülvehhâb idarede ön plana çıktı. Kâhir zamanında vezir
Mûsâ
Hâkân
Yahyâ Abdurrahman
Abdullah Abdülvâhid
Abdülvehhâb
Ruhhacî Ailesi
Ruhhac 298 şehrinden olan ailenin atası Ziyâd ile oğlu Ebü’l-Fazl Ferec, Ma‘n b.
Zâide’nin Kâbil bölgesindeki savaşta (151/768) ele geçirdiği esirler arasında Bağdat’a
getirilmişti. Bağdat’a getirildiğinde henüz çocuk yaşta olan Ferec, 299 daha sonra
Ferec’i Ahvaz’a vali tayin etti. Ferec ara ara devlet malını zimmetine geçirmekle
etmeyi başardı. Emîn ve Me’mûn dönemlerinde önemli görevler üstlenen Ferec, bu süre
294
Miskeveyh, Tecârib, V, 79.
295
Sourdel, Le Vizirat, II, 435-438; Hançabay, 132-137.
296
Miskeveyh, Tecârib, V, 210, 223-224, 361.
297
Miskeveyh, Tecârib, V, 194, 201.
298
Ruhhac, geçmişte şehir ve onun etrafındaki bölge için kullanılmış olup günümüzde Afganistan’ın
Kandehar şehri civarındadır.
299
Belâzürî, Fütûh, 564-565; Cehşiyârî, 387; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 174.
282
zarfında kendisine Bağdat’ta bir saray yapacak kadar zengin olmuştu. 300 Me’mûn
Ferec’in oğulları Ebû Hafs Ömer ile Muhammed de kâtip olarak yetiştiler. İki
kardeş de babaları gibi önemli idarî görevler üstlendi ve büyük servet sahibi oldular.
Özellikle Ömer; Mu‘tasım ile Mütevekkil’in öfkesini üzerine çekti. Bundan mütevellit
aile mensupları hem malları müsadere edildi hem de hakarete maruz kalıp aşağılandılar.
Ömer ile Muhammed işkence gördü ve uzun süre hapiste kaldılar. Aile, Mütevekkil
Hasîb Ailesi
Vâsıt ile Bağdat arasında yer alan Cercerâyâ’ya nisbet edilen ailenin 302 atası Ebû
sorumlusuydu. 303
önde gelen kâtipler arasında yer aldı. Komutan Eşnâs’ın kâtibiydi. 304 Vâsık zamanında
fazla ve en yüksek meblağ olmak üzere Ahmed ile kâtiplerinden 1 milyon dinar
müsadere edildi. 305 Ahmed daha sonra Mütevekkil’in annesi Şücâ‘ın kâtipliğini yaptı.306
Mütevekkil onu veliaht oğlu Muntasır’ın kâtipliğine tayin etti (235/850). 307 Muntasır
300
Cehşiyârî, 386-388; Sâbî, Rusûm, 38-45.
301
Ya‘kûbî, Târîh, II, 321, 341; a.mlf., Müşâkele, 208; Taberî, IX, 161-162; Cehşiyârî, 316, 386-389,
501-502; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 84; Tenûhî, el-Ferec, IV, 17-18; a.mlf., Nişvâr, II, 12-17; Garsünni‘me,
78; Yâkût, el-Büldân, III, 38.
302
Sourdel, Le Vizirat, I, 287. Nisbeyi Cürcânî şeklinde kaydedenler de vardır (Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 111;
İbn Hallikân, I, 187).
303
Cehşiyârî, 366-367; Kitâbü’l-Uyûn, III, 313; Safedî, XIII, 199.
304
Ya‘kûbî, Târîh, II, 337.
305
Taberî, IX, 125.
306
Muâfâ, II, 153; İbnü’l-Cevzî, XI, 347.
307
Ya‘kûbî, Târîh, II, 343.
283
halife olunca Ahmed’i vezirliğe getirdi. Müstaîn başa geçince onu kâtip edindiyse de
(248/862). 308
yapmaya başladı. 311 Daha sonra Muktedir, annesinin telkiniyle Ahmed’i vezir yaptı
ikinci kez vezirlik yaptı. 312 Birinci vezirlik döneminde bir amcası oğlunu harâc işlerine
bakan Dîvânü’l-maşrık’ın başına, diğer bir amcası oğlu Ebû İshak b. Dahhâk’ı (ö.
316/928-29) ise Dîvânü’l-mağrib’in başına getirdi (313/925). 313 Azledilince oğlu Ebü’l-
Hüseyin (ö. 317/929-30) onunla birlikte tutuklandı. 314 Ahmed, Râzî zamanında
308
Ya‘kûbî, Târîh, II, 348; Taberî, IX, 235, 256; Sourdel, Le Vizirat, I, 287-289.
309
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 56.
310
Cehşiyârî, 520, 531; Tenûhî, el-Ferec, I, 247, 249; II, 92, 213-215; a.mlf., Nişvâr, IV, 136, VI, 172;
VIII, 131. Hatîb, Târîhu Bağdâd, tür.yer.
311
Sûlî, Evrâk (295-315), 125; Arîb, 74.
312
Sourdel, Le Vizirat, II, 439-441, 478-479; Hançabay, 138-142, 192-197.
313
Sûlî, Evrâk (295-315), 151; Arîb, 110.
314
Sûlî, Evrâk (295-315), 154; İbnü’l-Cevzî, XIII, 256.
284
Nattâha ismiyle tanınan ünlü resâil kâtibi Ebû Ali Ahmed b. İsmail b. İbrahim b.
el-Hasîb el-Enbârî (ö. 290/902-3 [?]), sırasıyla Bağdat emniyet amirleri Muhammed b.
Dahhâk
Abdülhamîd
Hasîb
Ahvaz ve çevresinin âmilliği konusunda Ferec er-Ruhhacî ile bir çekişme yaşadı. 316
10), Mütevekkil döneminin önde gelen kâtiplerindendi ve bir ahbâr âlimi olarak öne
çıktı. 317
315
Nedîm, I, 387-388; Yâkût, el-Üdebâ, I, 199-201.
316
Sâbî, Rusûm, 38-45.
317
Tenûhî, el-Ferec, II, 213; Hatîb, Târîhu Bağdâd, XV, 278.
318
Hançabay, 227-229.
319
Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şuarâ, 451; Nedîm, I, 532
320
Nedîm, I, 536.
285
Necâh b. Seleme Ailesi
Hıristiyan bir aileydi. Mütevekkil döneminin önde gelen bürokratlarından Necâh
divanın başına tayin edildi. Bütün âmiller ondan çekiniyor ve her dediğini itirazsız
reisi Mûsâ b. Abdülmelik ile araları zamanla açıldı. Necâh her ikisini Mütevekkil’e
şikâyet ederek onlardan 40 bin dirhem tahsil edilmesi emrini çıkarttı. Bu durum
karşısında, Vezir Ubeydullah b. Hâkân’a yakın duran bu iki divan reisi, birlik olup
Ebü’l-Ferec tutuklanırken Hasan b. Şüneyf’in kızından olan oğlu Ebû Muhammed ise
kaçmayı başardı. Bunun üzerine Ebû Muhammed’in kâtibi İshak b. Sa‘d b. Mes‘ûd el-
Necâh ile oğlu Ebü’l-Ferec’e 140 bin dinar tazminat ödetildi. Sâmerrâ ve Bağdat’ta
sahip oldukları saraylar, müştemilat, gelir getiren mallar ve çok sayıdaki arazi (dıyâ‘) bu
sonucunda öldü (21 Zilhicce 245/18 Mart 860). Diğer tutuklular da kırbaçlandıktan
sonra Necâh’ın oğlu Muhammed 50 bin dinar, Abdullah b. Mahled ise 15 bin -veya 20
bin- dinar para cezasına çarptırıldı. Diğer taraftan Necâh’ın Sevâd’da bulunan vekili İbn
Ayyâş da tutuklanıp 20 bin dinar tazminat ödemesine karar verildi. Akabinde İbn
Ayyâş, Hasan b. Sehl b. Nûh el-Ahvazî ile Hasan b. Ya‘kûb el-Bağdâdî’nin bulunup
getirilmesi için Mekke’ye gönderildi. Neticede bir grup insan yakalanıp hapsedildi. 321
ardında Necâh ile bazı bürokratların rekabetinin bir hesaplaşmaya dönüşmesinin yattığı
ve sonuç itibariyle kaybeden tarafın Necâh olduğu belirtilir. Taberî’nin aktardığı başka
321
Taberî, IX, 214-215; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VI, 163-164.
286
bir rivayete göre Necâh, Mütevekiliyye (Ca‘feriyye) adında yeni bir şehir kurmakta olan
Mütevekkil’e gerekli masrafın temini için bazı isimlerin üzerine gidilmesini teklif etti.
reisi Hasan b. Mahled ile vekili Îsâ b. Ferruhânşâh, vezir Ubeydullah b. Yahyâ ile iki
Meymûn b. İbrahim, Müneccim Muhammed b. Mûsâ [b. Şâkir] ile kardeşi Ahmed b.
Ubeydullah b. Yahyâ ile görüştü. Ubeydullah, Necâh’ın istediği yerine gelirse işleri
yapacak ne bir kâtip ne de komutan kalacağını halifeye izah etti. Ardından da Mûsâ b.
Abdülmelik ile Hasan b. Mahled’e Necâh’ın 2 milyon dinar tazminatı hak ettiğini
Müdebbir Ailesi
Hakkında yeterli bir bilgi bulunmayan Muhammed el-Müdebbir b. Ubeydullah
ve Ebû İshak İbrahim (ö. 279/893) edip kâtipler olarak yetiştiler. 323
başında bulundu. 324 Mütevekkil zamanında çok sayıda malî divana aynı anda reislik
yaptı (bk. 2. bölüm). Mütevekkil onu 240/854-55 yılında Şam bölgesine harâc
322
Taberî, IX, 216.
323
Nedîm, I, 383.
324
Cehşiyârî, 293.
287
başlattı. Sonraki halifeler zamanında da bu görevini sürdürdü. Muntasır zamanında aynı
görevi yürütmek üzere Mısır’a tayin edildi. Burada başlattığı geniş çaplı malî
düzenlemeler ve sahip olduğu geniş yetkiler sebebiyle Vali Ahmed b. Tolun ile ters
düştü. Abbâsîler’den bağımsız hareket etmeye çalışan İbn Tolun onu iki kez tutuklattı.
Cezîre Süğûru’na vali tayin edildi. 326 Mühtedî zamanında ise Ahvaz’ın harâc ve dıyâ‘
sorumlusuydu. 327 Basra valiliği 328 ve kısa bir süre Mu‘temid’e vezirlik yaptığı329 da
Sevâbe Ailesi
Hıristiyan asıllı olan ailenin atası Yûnus Lübâbe, hacamat işiyle uğraşan
biriydi. 330 Bu aileden çok sayıda kimse devlet dairelerinde -özellikle resâil divanında-
görev almıştır. Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Sevâbe (ö. 277/890-91) yetkin bir
resâil kâtibiydi. 331 Ebü’l-Abbas 256/870 yılında Türk askerlerinin Mühtedî’yi azletme
kâğıt parçalarında halkı halifeye duada bulunmaya ve sahip çıkmaya davet ediyordu.332
325
Ya‘kûbî, Târîh, II, 345, 347; İbnü’d-Dâye, el-Mükâfee, 69-74; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 151; İbn Saîd, el-
Murğib (Mısr), 77-80, 84, 123-125, 130 (İbnü’d-Dâye’den); Demirci, “Abbasiler’de Reforumcu Bir
Bürokrat”, 550-563.
326
İsfehânî, el-Eğânî, XXII, 111-113, 118, 123.
327
Taberî, IX, 473.
328
İsfehânî, el-Eğânî, XXII, 126.
329
Yâkût, el-Üdebâ, I, 110; İbnü’l-Ebbâr, İ‘tâb, 162.
330
Nedîm, I, 401.
331
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 157, 159; İsfahânî, el-Eğânî, XXIII, 133; XIX, 181; Nedîm, I, 401-402; Husrî,
Zehrü’l-Âdâb, III, 233-234; Yâkût, el-Üdebâ, I, 436-448; İbnü’l-Ebbâr, İ‘tâb, 167-168; Safvet,
Cemheretü Resâil, IV, 281, 288-296.
332
Taberî, IX, 443-444.
288
Vezir Ubeydullah b. Süleyman tarafından Dîvânü’r-resâil’in başına tayin edildi. 333 Ebû
uzun süre Dîvânü’r-resâil reisliğini deruhte etti. 335 Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed
Muktedir’den sonraki halifeler zamanında da aynı görevi üstlendi. Irak Büveyhî emîri
Yûnus Lübâbe
Sevâbe
Muhammed Ahmed
Cerrâh Ailesi
Fars kökenli bir ailedir. 337 Ailenin adını aldığı kişinin adı el-Cerrâh b. Muhâcir
Hasenbehs ( )ﺣﺴﻨﺒﮭﺲb. Sabâr Buht b. Şehriyâr olarak uzunca belirtilir. 338 Cerrâh’ın 1406F
oğulları Mahled ve Dâvûd’un neslinden olmak üzere iki kol halinde varlığını devam
ettiren aile, bürokraside yaklaşık bir asır etkili olmuştur. 339 1407F
333
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 143-144; Âbî, V, 70-71.
334
Nedîm, I, 402.
335
Tenûhî, el-Ferec, II, 51; Miskeveyh, Tecârib, V, 96; Yâkût, el-Üdebâ, I, 191; VI, 2470.
336
Hemedânî, 391; Yâkût, el-Üdebâ, II, 484-485; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVII, 325.
337
Hatîb, Târîhu Bağdâd, XIII, 459; Safedî, XIII, 291.
338
Safedî, XIII, 291.
339
Ailenin siyasî ve idarî hayattaki etkinliği üzerine müstakil araştırmalar bulunmaktadır: İmâd
Abdülkerim Ahmed Halûf, Âlu’l-Cerrâh ve Devruhum fî Siyaseti’d-Devleti’l-Abbâsiyye (247-334/861-
945) Dirâse Târîhiyye, Câmiatu Âli’l-Beyt, Kısmu’t-Târîhi’l-İslâmî, Mafrak 2000 (yüksek lisans tezi);
Adnan İbrahim M. es-Sâmerrâî, Devru Âli’l-Cerrâh fi’l-İdâreti’l-Abbâsiyye fi’l-Asri’l-Abbâsiyyi’s-Sânî,
Amman: Dâru Emced, 2020. Ayrıca bk. Golole, 121-142 ve tür.yer.
289
A) Mahled b. Cerrâh Kolu: Ebû Muhammed Hasan b. Mahled (ö. 269/883)
ve Ezimme divanları reisliği yaptı (bk. 2. bölüm). Mu‘temid zamanında kısa süreli de
olsa üç dönem vezirlik makamını işgal etti. Bu makam için Süleyman b. Vehb ile
rekabet içinde oldu. 340 Ahmed b. Tolun, Hasan’ı Mısır’a getirerek (265/879) başta ona
Abbas b. Hasan, Mu‘tez döneminin divan reislerinden Ebû Nûh Îsâ b. İbrahim’in
kızı ile evliydi. Bu evlilikten olan çocuğu Ebû Îsâ, İbn bint-i Ebû Nûh olarak tanınmış
Her ikisi vezirlik yapmış olan Hasan b. Mahled ile Ubeydullah b. Süleyman’ın
çocukları Meryem ile Kâsım’ın evliliği sayesinde Cerrâh ile Vehb aileleri arasında
pekiştirmiştir. Şöyle ki vezir kızı ve gelini olan Meryem’in ilerleyen zamanlarda eşi
340
Sourdel, Le Vizirat, I, 309-311, 313-314.
341
İbn Asâkir, XIII, 392, Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVI, 66; İbn Saîd, 123; Zehebî, Siyer, XIII, 8. Ayrıca bk.
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 32-34.
342
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 82.
343
Sourdel, Le Vizirat, II, 456-460, 493-494; Hançabay, 158-162, 215-219, 226-227.
290
büyük bir asalet kazandırmıştır. 344 Mahled b. Cerrâh’ın kızından olma torunu Hamed b.
Cerrâh
Dâvûd Mahled
Hasan Kızı
B) Dâvûd b. Cerrâh Kolu: Aile bireyleri maliye kâtipleri ve edipler olarak öne
Müstaîn’in kâtibi olan Ebû Muhammed Dâvûd b. Cerrâh (ö. 252/866-67 veya
291/903-4), resâil kâtibi ve tarihçi olarak anıldı. 345 Oğlu Ebû Abdullah Muhammed (d.
Muhammed’in malî divanlarda göstermiş olduğu üstün başarı ve yeteneğini fark edip
takdir etmesi üzerine onu kızıyla evlendirmiştir. 346 Muktedir’in yerine İbnü’l-Mu‘tez’i
başa geçirmeye teşebbüs eden grubun içinde yer aldı. Başarısızlıkla sonuçlanan bu
girişime bağlı olarak sadece bir gün vezirlik yapabildi. Muktedir’in adamlarının
kontrolü ele geçirmeleri üzerine bir süre gizlendikten sonra yakalanıp öldürüldü. 347
344
Hançabay, 168, dn. 356.
345
Nedîm, I, 396; Safedî, XIII, 291; İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn, I, 359.
346
Tenûhî, Nişvâr, IV, 72; Sâbî, el-Vüzerâ, 149; Yâkût, el-Üdebâ, I, 366.
347
Sourdel, Le Vizirat, I, 370-375; Haçabay, 81-82.
291
Dâvûd b. Cerrâh’ın oğlu Îsâ’dan olan torunları üst düzey kâtipler olarak temayüz
ettiler. Onlardan Ebû Süleyman Dâvûd (ö. 304/917) 348 ve Ebü’l-Abbas Fazl (ö.
315/927) 349 tanınmış kimselerdi. Ebû İshak İbrahim ise âmillik ve Dîvânü’l-ceyş reisliği
yaptı. 311/923 yılında vezir İbnü’l-Furât’ın oğlu Muhassin onu ve kardeşi Ubeydullah’ı
itibaren malî divanların başında bulundu. Muktedir zamanında iki dönem vezirlik yaptı
b. Îsâ, devletin siyasî ve iktisadi açıdan bozulmaya başladığı bir dönemde gidişatı
düzeltmek amacıyla aldığı tedbirlerle öne çıktı. Siyasî hayatta Furât ailesiyle rekabet
etme durumuyla karşılaştı. Şahsiyeti ve devlet adamlığı ile örnek biri olarak dikkat
çekti. 351 Kardeşi Ebû Ali Abdurrahman (ö. 347/958) ise 50 gün gibi kısa bir süreliğine
Ailenin diğer üyelerinden Ebû Nasr İbrahim b. Ali b. Îsâ (ö. 350/961), kısa
süreliğine Halife Mutî‘in kâtipliğini yaptı.353 İbn Esmâ 354 olarak bilinen Ebü’l-Kâsım
Abdullah b. Ali b. Muhammed b. Dâvûd resâil kâtipliğinin yanı sıra dilci ve tarihçi
348
Sûlî, Evrâk (295-315), 111; Safedî, el-Vâfî, 13/311.
349
İbnü’n-Neccâr, XX, 171.
350
Sûlî, Evrâk (295-315), 92; Sâbî, el-Vüzerâ, 50.
351
Sourdel, Le Vizirat, II, 399-406, 414-424, 441-448, 519-551; Hançabay, 92-100, 105-119, 142-150.
Şahsiyeti ve dönemi hakkında müstakil çalışmalar bulunmaktadır: Harold Bowen, The Life and Times of
ʿAlī ibn ʿĪsā: The Good Vizier, Cambridge 1928; Dayfullâh Yahyâ ez-Zehrânî, el-Vezîrü’l-Abbâsî Ali b.
Îsâ b. Dâvûd el-Cerrâh (245-334/859-945): el-İslâhâtü’l-İktisâdiyye ve’l-İdâriyye, Mekke 1994.
352
Sourdel, Le Vizirat, II, 490-491; Hançabay, 208-210.
353
Hançabay, 256.
354
Cerrâh ailesinden olan Esmâ bint-i Îsâ amcası oğlu Ali b. Muhammed b. Dâvûd ile evliydi. Sâbî, el-
Vüzerâ, 166.
292
olarak anıldı. 355 Harâc konusunda yazdığı kitapla tanınan İbnü’l-Aramram Ebü’l-Kâsım
Abdullah b. Ali b. Muhammed 356 b. [Îsâ b.] Dâvûd, Batîha ve Basra civarında hüküm
etti. 357 Âlim ve entelektüel kişiliğiyle öne çıkan Ebü’l-Kâsım Îsâ b. Ali b. Îsâ (d.
Cerrâh
Dâvûd Mahled
Îsâ Muhammed
Abdullah
Furât Ailesi
Aile, taşıdığı Akûlî nisbesini Deyrü’l-Âkûl’dan 360 alır. Ebû Ca‘fer Muhammed
b. Mûsâ b. Hasan b. el-Furât’ın üç oğlu Ca‘fer, Ahmed ve Ali, kâtip olarak yetiştikleri
malî divanlarda reislik yaptılar. Dîvânü’s-Sevâd’ı idare etmekte olan aile fertleri, ilk
zamanlarında tutuklu bulunan ailenin ileri gelenleri, daha sonra malî krize bağlı olarak
getirildiler. 361 Aralarında üst makama gelen ilk kişi, Ebü’l-Abbas Ahmed b.
355
Nedîm, I, 399.
356
Aramram lakaplı Muhammed b. Îsâ hakkında bk. Sâbî, el-Vüzerâ, 257.
357
Nedîm I, 399, 456.
358
Kıftî, el-Hukemâ, 187.
359
Hançabay, 259-260.
360
Medâin ile Nu‘umâniyye arasında Dicle kenarında bulunan yer, Bağdat’ın yaklaşık 85 km.
güneybatısına düşmektedir (Yâkût, el-Büldân, II, 520-521).
361
Taberî, X, 22-23; Sâbî, el-Vüzerâ, 12-14, 241.
293
Muhammed’dir (ö. 291/904). 362 Mu‘tazıd ve Müktefî dönemlerinde Harâc, Dıyâ‘ ve
vezirlik yapmış olması 364 bakımından aile üyeleri arasında Abbâsî bürokrasisinde en
kendisine bir saray tahsis etti. Ona ve oğullarına değerli arazileri iktâ olarak verdi. 365
adı sıkça duyuldu. Bu konuda özellikle Cerrâh ailesinden Ali b. Îsâ ile kıyasıya bir
düşülen malî krizin her geçen gün derinleşmesi ve sürekli vezir değişimi, kâtipler
kez vezirlik makamına geldiğinde çok sayıda düşman kazanmıştı. Yukarıda da ele
alındığı üzere vezirin oğlu Ebû Ahmed el-Muhassin (ö. 312/924), bu dönemde siyasî ve
idarî işlerde söz sahibi olmaya başladı ve geçmişte Furât ailesine muhalif olan bütün
362
Sâbî, el-Vüzerâ, 12.
363
Sûlî, Evrâk (295-315), 70; Kitâbü’l-Uyûn ve’l-Hadâik, IV/1, 148; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVI, 359. İbn
Hallikân, künyeyi Ebü’l-Hattâb olarak belirtir (Vefeyât, III, 424).
364
Sourdel, Le Vizirat, II, 387-394, 406-414, 424-434, 495-518; Hançabay, 79-88, 101-105, 119-132.
365
Sâbî, el-Vüzerâ, 29.
294
Ebü’l-Feth Fazl b. Ca‘fer (ö. 327/939), malî divanlarda uzun süre kâtiplik yaptı
ve Râzî dönemlerinde olmak üzere iki kez vezirlik yaptı (320/932 ve 325-327/937-
939). 366 Ebü’l-Feth Fazl, siyasî nüfuzunu pekiştirmek adına oğlu Ebü’l-Kâsım’ı
Emîrülümerâ İbn Râik’in kızıyla evlendirdi (326/938). 367 Ebü’l-Feth Fazl’ın diğer oğlu
ve kendisi gibi İbn Hinzâbe olarak tanınan Ebü’l-Fazl Ca‘fer (d. 308/921 – ö. 391/1001)
işlerini çoktan bırakmış olduğu halde, İbn Mukle ikinci vezirlik döneminde yüksek bir
meblağla onun mallarını müsadere etmeye çalıştıysa da buna muvaffak olamadı. 369
Furât
Hasan
Mûsâ
Muhammed
Mâzerâî Ailesi
Aile, Vâsıt’ın kuzeybatısındaki Femussılh’a bağlı Bağdat’a yaklaşık 180 km.
mesafede bir köy olan Mâzerâyâ’ya nispet edilmektedir. Abbâsî bürokrasinde farklı
ailelerden olup Mâzerâî nisbesi 370 taşıyan çok sayıda kâtip bulunmaktadır. Bağdat’ta ve
Mısır’da, bilhassa Tolunoğlulları devrinden itibaren adı geçen Mazerâîler aileleriyle tam
olarak tespit edilememektedir. Biyografik eserlerde ailenin yukarıya doğru soyunda yer
366
Sourdel, Le Vizirat, II, 467-469; Hançabay, 174-180, 219-222.
367
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 101; Miskeveyh, Tecârib, V, 478.
368
İbn Hallikân, I, 346-350.
369
Miskeveyh, Tecârib, V, 338-341; Hançabay, 182-183.
370
Nisbe Mâderâî şeklinde de kaydedilmektedir. Hatîb, Târîhu Bağdâd, tür.yer.; Sem‘ânî, el-Ensâb, V,
160.
295
alan isimlerin farklılık arz etmesi, bu tespiti güçleştirmektedir. Buna rağmen
Şam ve Irak’ta malî işlerde etkin olan Mâzerâî ailesi üzerinde durulacaktır. Ancak şunu
belirtmek gerekir ki, bu aile çatısı altında toplanan çok sayıda ismin aynı atadan
Ebû Bekir Ahmed el-Utrûş ile Ahmed İbn Rüstüm’ün Tolunoğulları bürokrasisinde
önemli yer edinmiş iki oğlu Ali ve Hüseyin’i ayrı iki Mâzerâî ailesi olarak düşünmek
mümkündür. Aşağıda soyları daha detaylı biçimde verilen şahıslar hakkında klasik
kaynaklar farklı bilgiler vermekle birlikte Ahmed el-Utrûş ile Ali b. Ahmed ve kardeşi
Mısır’ın harâc sorumlusu olarak tayin edildi (266/879-80). Görevi sırasında kendi
bulundu. Memleketlisi Ali b. Ahmed el-Mâzerâî’yi kâtip edindi, onun kardeşi [Ebû
Zünbûr] Hüseyin’i de Şam’a harâc sorumlusu tayin etti. 372 Kaynaklar, Ahmed’in oğlu
Ebû Abdullah (Ubeydullah) Muhammed’den (ö. 322/933-34) 373 ve onun da oğlu Ebû
371
Belevî, 161-162; Makrîzî, el-Mukaffe’l-Kebîr, I, 343-344. Bazı çağdaş kaynaklarda Mâzerâî ailesi bu
iki şahıs baba-oğul olarak kabul edilmek suretiyle anlatılmaktadır. Bk. Gottschalk, “al-Mādharāʾī”, EI2,
953; Kırbıyık, “Mâzerâîler”, 192.
372
Belevî, 161-164, 178, 271; İbn Saîd, 125-126; Makrîzî, el-Mukaffe’l-Kebîr, I, 343-344.
373
Safedî, II, 50; Makrîzî, el-Mukaffe’l-Kebîr, V, 136-137. Makrizî, adını Muhammed b. Ahmed b.
İbrahim b. Ahmed b. Hasan b. Rüstüm -Ebû Ubeydullah el-Mâzerâî el-Utrûş- şeklinde uzunca kaydeder.
Bu durumda farklı gördüğümüz iki Mâzerâî ailesi birleşmektedir. Fakat bu durum Makrizî’nin başka bir
yerde iki aileyi birbirinden ayrı gösteren anlatımı (I, 343-344) ile çelişmektedir.
374
İbnü’n-Neccâr, XVII, 154-156. Dedesi başta Ahmed b. İbrahim b. Rüstüm şeklinde belirtilmekle
beraber biyografinin sonunda İbn Zûlâk’tan naklen sadece Ahmed b. el-Utrûş olarak geçmektedir.
296
B) Rüstüm Ailesi: Ailenin soyu Rüstüm’e kadar kaydedilmektedir. Ancak
Rüstüm ile Tolunoğlu ve Abbâsî bürokrasisinde öne çıkan Ali b. Ahmed ve kardeşi
Dîvânü’l-harâc reisi Ebû Bekir Ahmed b. İbrahim el-Mâzerâî’ye bir süre kâtiplik
yaptıktan sonra divanda kendisine vekâlet etti. Humâreveyh zamanında Mısır’ın harâc
görevini üstlendi ve vezirlik yaptı. 375 Aynı görevi Ceyş b. Humâreveyh zamanında da
Ebû Zünbûr (Ebû Ali) Hüseyin b. Ahmed b. (Ali b. 377) Rüstüm (d. 232/846-47 –
kâtibi olarak çalıştı. Mısır ve Şam’ın harâc işlerini yürüttü. Mu‘tazıd, Müktefî ve
Muktedir dönemlerinde ara ara Mısır ile Şam’ın harâc sorumluluğunu üstlendi.
Muktedir zamanında Furât ile Cerrâh aileleri arasında yaşanan iktidar mücadelesinden
ailesiyle ise iyi geçindiler. İbnü’l-Furât’ın üçüncü vezirlik döneminde Ebû Zünbûr’un
Ebû Zünbûr’un oğlu Ebü’l-Hüseyin Ali b. Hüseyin, Ali b. Îsâ’nın birinci vezirlik
375
Hatîb, Târîhu Bağdâd, IV, 136; Makrîzî, el-Mukaffe’l-Kebîr, I, 343-344; VI, 234-235.
376
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 205; İbn Tağrîberdî, III, 106-107.
377
İbn Asâkir, XIV, 15; Yâkût, el-Büldân, V, 34. Soyu anılırken Ali yerine Hüseyin b. Îsâ şeklinde de
belirtilmektedir. Safedî, XII, 199; Makrîzî, el-Mukaffe’l-Kebîr, III, 466.
378
Sûlî, Evrâk (295-315), tür.yer.; Kindî, 244, 251, 258, 262-263, 269; Miskeveyh, Tecârib, V, tür.yer.;
Sâbî, el-Vüzerâ, tür.yer.; İbn Asâkir, XIV, 15-16; Safedî, el-Vâfî, XII, 199; Makrîzî, el-Mukaffe’l-Kebîr,
III, 466-481.
297
Ebû Zünbûr’un kardeşi Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed el-A‘ver (ö. 305/917-
18), Bağdat’tan ayrılıp yerleştiği Mısır’da kâtiplik yaptı. 379 Diğer kardeşi Ebû İshak
zaman zaman vekâlet ettiği için İbnü’l-Furât onu tutuklayıp mallarını müsadere etti
(305/917-18). 381
Ebû Bekir Muhammed b. Ali b. Ahmed (d. 258/872 – ö. 345/957), Ebû Mûsâ
(292/904) diğer Mâzerâîlerle birlikte Bağdat’ta getirildi ve on yıl kadar orada kaldı.
Mûnis’in Mısır seferinde (302/914) bulunarak ailesiyle birlikte tekrar Mısır’a geldi.
Mısır’ın harâc sorumlusu olan kardeşi Ebü’t-Tayyib Ahmed ölünce (303/915-16) onun
görevini üstlendi. Mısır’da bulunduğu dönemde aralıksız yirmi iki kez haccetti (301-
olduğunda Muhammed b. Ali ona karşı duranlar arasındaydı. Furât ailesinden Ebü’l-
Feth Fazl b. Ca‘fer İbn Hinzâbe’nin de etkisiyle tutuklandı, malları müsadere edildi ve
Remle’ye sürüldü. İbn Hinzâbe’nin ölümünün ardından Mısır’a geri döndü (327/938),
İbn Tuğc kendisine iade-i itibarda bulundu. Tüm idarî işler Muhammed ile oğlu Ebû Ali
379
Makrîzî, el-Mukaffe’l-Kebîr, V, 236.
380
Taberî, X, 42; Sûlî, Evrâk (295-315), 38, 57, 87; Makrîzî, el-Mukaffe’l-Kebîr, I, 33.
381
Sûlî, Evrâk (295-315), 107, 113.
298
Hüseyin’e tevdi edildi. İlerleyen yıllarda iki kez gözden düşmesine rağmen idarî işlerin
Ahmed
Mukle Ailesi
Ünlü hattatlarıyla da bilinen aile bir dönem vezirleri ve üst düzey kâtipleriyle
öne çıktı. Ailede kâtipliği kaydedilen ilk kişi Ebü’l-Abbas Ali b. Hasan Mukle’dir (d.
242/856-57 – ö. 309/922). 384 Oğlu Ebû Ali Muhammed İbn Mukle’nin (d. 272/886 – ö.
artmıştır.
Hat sanatında çığır açmış olan (bk. 4. bölüm) Ebû Ali Muhammed, Vezir Ebü’l-
işlerde tecrübe kazandı ve bu süre zarfında ikbal arayışları başladı. Divan reisliği ve
harâc âmilliği gibi görevler üstlendi. İbnü’l-Furât’ın üçüncü vezirlik döneminde ona
382
Makrîzî, el-Mukaffe’l-Kebîr, VI, 234-247.
383
Kindî, 258; Safedî, VII, 123-124.
384
Kitâbü’l-Uyûn, IV/1, 218;
299
muhalif bir tutum sergiledi. Muktedir, Kâhir ve Râzî dönemlerinde olmak üzere (316-
kimselere karşı giriştiği iktidar mücadelesine bağlı olarak çok defa tutuklandı, sürgüne
İbn Mukle birinci vezirlik döneminde kardeşleri Ebû Abdullah Hasan ve Ebü’l-
Ferec Abbas (ö. 321/933) ile oğulları Ebü’l-Kâsım, Ebü’l-Hüseyin Ali, Ebü’l-Hasan
Muhammed (ö. 357/967-68) ve Ebû Îsâ’ya divanlarda üst düzey görevler verdi ve
Ebû Abdullah Hasan b. Ali (d. 278/892 – ö. 338/949) divan reisliği yapmış bir
kâtip olmasının yanında ayrıca ünlü bir hattattı. Birkaç yıl Halep’te Seyfüddevle’ye
hattat-müstensih olarak hizmet etti. 387
ve garp bölge valiliklerine tayin ettiği iki oğlunun (Ebû Ca‘fer ve Ebü’l-Fazl) kâtipliğini
yürüttü. 388 Müttakî döneminde yaklaşık bir buçuk yıl vezirlik yaptı (331-333/943-944).
385
İbnü’l-Cevzî, XIII, 393-397; İbn Hallikân, V, 113-118; Sourdel, Le Vizirat, II, 448-456, 471-476, 483-
490, 553-562; Hançabay, 150-158, 180-188, 197-208.
386
Arîb, 117-118.
387
Nedîm, I, 24; Yâkût, el-Üdebâ, II, 933-935; Safedî, XII, 89.
388
Ezdî, Târîhu’l-Mevsıl, II, 244; Miskeveyh, Tecârib, V, 401.
389
Hançabay, 239-243, 254-255.
300
Hasan Mukle
Ebü'l-Abbas Ali
Ebû Ahmed
Süleyman
Kerhî Ailesi
Aile Basra’nın Kerh semtine nisbet edilmektedir. 390 Yetişmelerinde ve devlet
vardı. 391
Rebîa gibi yerlerin valiliğini veya harâc işleri sorumluluğunu yürüttü. 392 Kardeşi Ebû
Ahmed Hasan da Muktedir zamanından itibaren Musul, Basra, Mısır ve Ahvaz gibi
dönem Cebel, Basra, Ahvaz, Musul ve Cezîre (Diyârât) bölgelerinde valilik yaptı veya
390
Yâkût, el-Büldân, IV, 447-448.
391
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 110.
392
Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şu‘arâ, 265; Miskeveyh, Tecârib, V, 285-286; Yâkût, el-Büldân, IV, 447.
393
Tenûhî, Nişvâr, VIII, 110-114; Yâkût, el-Büldân, IV, 447.
394
Tenûhî, Nişvâr, II, 135-137, 334-335; III, 9-10; Miskeveyh, Tecârib, V, 142, 207, 212; Yâkût, el-
Büldân, IV, 447.
395
Tenûhî, el-Ferec, II, 303: Yâkût, el-Büldân, IV, 447.
301
kadar vezirlik yaptı. 396 Kısa bir süre Emîrülümerâ Tüzün’ün kâtipliğini yürüttü
(331/943). 397 Berîdîler Basra ve Ahvaz bölgesine hâkim olmaya çalıştıkları sırada
onlarla karşı karşıya geldi. Nitekim Ebû Kâsım b. Ebû Abdullah el-Berîdî Basra’ya
hâkim olduğunda Ebû Ca‘fer’in mallarını müsadere ve kendisine işkence etti. Ebû
Fazl
Muhammed
Ali
Berîdî Ailesi
Abbâsîler’in çözülme döneminde öne çıkan bir ailedir. Basra’nın sâhibü’l-berîdi
olan babalarına nisbetle Berîdî olarak anıldılar. Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed b.
Ya‘kûb b. İshak (ö. 332/944), iki kardeşi Ebû Yûsuf Ya‘kûb (ö. 332/943) ve Ebü’l-
Hüseyin Ali ile birlikte Muktedir döneminin sonlarından itibaren Ahvaz, Basra ve Vâsıt
bir siyaset izlediler. Siyasî istikrarsızlığın hâkim olduğu yıllarda Ebû Abdullah Ahmed,
bir kez Râzî’ye iki kez Müttakî’ye vezirlik yaptı (327-328/939-940, 329/941,
330/942). 399 Büveyhîler bölgeye hâkim olunca ailenin mirasını devralan son kişi Ebü’l-
396
Sourdel, Le Vizirat, II, 491-493; Hançabay, 210-212, 234-235.
397
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 242, 244.
398
Yâkût, el-Büldân, IV, 447-448.
399
Hançabay, 222-226, 229-231, 235-236.
400
Özaydın, “Berîdîler”, 501-502.
302
Tâhirî Ailesi
İlk ataları kâtip olarak bilinen bazı ailelerin zamanla siyasî ve askerî alanda ön
daha sonra Horasan’a vali tayin edilen Tâhir b. Hüseyin’in (ö. 207/822) dedesi Mus‘ab
kâtibiydi. 401 Yine aynı dönemde dâîler tarafından İmam İbrahim’e yazılan mektupları
okuyan kişi ise Mus‘ab’ın kardeşi Ebû Mansûr Talha b. Ruzayk’tı. 402 Me’mûn
teşkilatında önemli bir yere sahip olan bu aile, edebiyatla ilgilenmeleri, ilim ve sanat
bölgesinde adına ehlü’l-büyûtât denilen bir topluluk vardı ve divanlardaki işler aile
fertleri arasında tevarüs ederdi. Habîb, Ebû Safiyye, Merzübân b. Zâdiye, Merzübân b.
zikredilmektedir. 404
401
Bağdâdî, el-Küttâb, 143; İbn Hallikân, II, 522.
402
Cehşiyârî, 140.
403
Nedîm, I, 362-363; Kurt, Tahiroğulları, tür.yer.
404
İstahrî, 147-148.
303
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Abbâsî dönemi kâtipleri siyasî ve idarî hayatta olduğu gibi kültürel hayatta da ön
planda olmuşlardır. Bu bölümde inanç, fikir, sanat, gelenek, maddî ve manevi değerlerin
bütünü olarak tarif edilen kültür kavramı çerçevesinde daha ziyade kâtiplerin ilim ve
edep (edeb) kavramı, İslam toplumunda erken dönemlerden itibaren önemli bir yere
sahip olmuştur. Edep genellikle iki temel mesele etrafında ele alınmıştır. İlkinde, toplum
halinde yaşamanın bir gereği olarak herkesten beklenen ahlaka uygun davranışlar ve
genel geçer görgü kuralları kastedilirken, ikincisinde kültürlü olma yolunda hayat boyu
kazanılması gereken bilgi birikimine işaret edilmiştir. Konumuz itibariyle bizi daha çok
ilgilendiren bu bilgi kümesi, onu elde etmeye çalışanın mesleği ve konumuna göre
değişebilmektedir. Diğer bir ifadeyle herkesten beklenen toplumsal kurallar bir yana,
sadece belli zümreler için geçerli olan birtakım kurallar bulunmaktadır. Nitekim Abbâsî
dönemi bağlamında halife/hükümdar, kadı, tabip, kâtip, tâcir, âlim, talebe ve sûfî gibi
kimselerin sahip oldukları statü, ait oldukları meslek ve meşrebe göre tâbi oldukları
mesele Emevîler’in son dönemlerinden itibaren iki boyutuyla öne çıkmıştır: Birincisi,
kâtiplerin hangi ilimleri ne ölçüde öğrenmeleri gerektiğiyle ilgilidir. İkincisi ise meslekî
ihtiyaçlarını karşılayacak ve onları yetkin hale getirecek başucu kitapları ortaya koyma
çabasıdır.
İslam dünyası, ilk asrından itibaren yoğun ilmî ve entelektüel çabalara tanık
olmuştur. Bir yandan Kur’ân ilimleri (kıraat-tefsir), hadis, fıkıh ve akaid-kelâm gibi dinî
ilimler teşekkül etmiş diğer yandan matematik, geometri, astronomi, coğrafya, mekanik,
kimya, tıp, felesefe ve mantık gibi antik bilimlerin İslam dünyasına intikali
karşısına aklî/felsefî ilimler öne çıkmıştır. Yer yer tamamen ayrışma söz konusu olsa
bile bu tasnif sürecinde genellikle dinî ilimlerle aklî ilimler arasındaki irtibat ve ortak
noktalar gözetilmiştir. Dil bilimleri, edebiyat, tarih, hikmet, ahlak ve siyaset gibi alanlar
farklı geleneklerin ortak paydası haline gelmiştir. Öte yandan bilgi anlayışları ve
yetişme tarzlarına bağlı olarak İslam toplumunda âlim (ç. ulemâ), zâhid/ârif/sûfî, edip
(ç. üdebâ) ve filozof (ç. felâsife) şeklinde farklı tipolojiler öne çıkmıştır. 1
Dar bir çerçevede âlim-edip farklılaşması hakkında bir fikir vermesi bakımından
İbn Kuteybe’nin -yaygın bir söz kaydıyla- naklettiği şu cümle önemlidir: “Âlim olmak
istersen sadece ilmin bir dalına (fenn) yönel, edip olmak istersen her şeyin [ilmin her
dalından] en güzel olanını al.” 2 Ama söz konusu farklı gelenekleri kaynaştıran kişilere
rastlamak da sıradan bir durumdur. Yani edip ya da zâhid bir âlimle veya benzeri bir
Edep ilimlerinden bazıları İslamî ilimler için birer araç olarak görülmüştür. Dil
ilimleri (sarf, nahiv, belâgat, lügat), tarih, ahlak ve siyaset her ne kadar âlimlerin ve
1
Geniş bilgi için bk. Rosenthal, 265-321 ve tür.yer.; Makdisi, 105-140; Kutluer, 69-96, 139-143.
2
İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, II, 528; krş. İbn Abdürabbih, II, 78.
305
üzere dinî ilimlere hizmet etmesi hasebiyle siyer, ricâl-tabakat ve peygamberler tarihi
sınırları içinde kalmaktadır. Edipler için ise farklı kültürleri ve milletleri içine alacak
biçimde daha geniş kapsamlıdır. Müstakil birer alan yahut ayrı bir fen anlamında ahlak
arasına girebilmenin başlıca yollarından, aynı şekilde devlet adamları ile varlıklı
içinde daha çok göze çarpan ve öne çıkan kimseler ise kâtiplerle nedimlerdir. Tabip,
kültürü yansıtmaya imkân tanımaktaydı. Bir kâtip, gerek idarî işlerde kaleme alınmış
ihvâniyye) olsun, ifadenin zarafeti ve zenginliğini yakalamak uğruna ciddi bir çaba sarf
ederdi. Bir kâtibin teressül sanatında maharet sergileyebilmesi, bazı alanlarda donanımlı
olmasına bağlıydı. Dolayısıyla resâil kâtibinde zengin kelime dağarcığına sahip olmak,
idarî hayatla ilgili terimleri ve hitap şekillerini bilmek, doğru ve anlaşılır cümle kurmak,
edebî sanatları yerli yerinde kullanmak; Kur’ân ayetleri, hadisler, meşhurların sözleri,
şiir, darb-ı mesel ve kıssalardan yeri geldiğinde iktibas yapmak gibi özellikler
giriş düzeyinde bilgi sahibi olmaları beklenirdi. Kelime bilgisi (lugât), gramer (nahiv),
(hendese) ve mantık gibi ilimlere bir kâtibin ilgisiz kalması düşünülemezdi. Tüm
3
İbnü’l-Esîr, el-Meselü’s-Sâir, I, 40-62
306
bunların yanı sıra bir kâtibin tıp, yıldız bilim (nücûm) ve mûsiki gibi sahalarda ise temel
düzeyde bilgi sahibi olması, kendi itibarını arttıran bir özellikti. 4 Aslında kâtiplerin
hemen her konuda -aşinalık düzeyinde de olsa- belli bir birikime sahibi olmaları
alakalıydı.
literatürünün nüvesini teşkil ettiği düşünülen ilk örneği, son Emevî halifesi II.
eserlerin şekillenişi Abbâsî dönemine tekabül eder. Endülüs Emevî, Fâtımî, Eyyûbî ve
olması onun önemini daha da artırmaktadır. İlk bakışta kâtipler için hazırlanmış görünen
bu rehber kitaplar, kâtipler dışında eli kalem tutan herkesi kapsayacak biçimde geniş
çevreye hitap etmekteydi. Çalışmamızın sınırlarının bir gereği olarak bu başlık altında
Abbâsîler’in ilk iki asrında dönemin kâtipleri tarafından başvurulan eserler üzerinde
ve kâtiplerde aranan belli başlı özellikler üzerinde durulur. Bu bağlamda güzel ahlak
sahibi olma, mesleğinde ilerlemenin yolları, hangi ilimlerin öğrenilmesi gerektiği gibi
konular işlenir. Bazı eserlerde bunun yanı sıra ilimlerin tarifi ve tasnifine de yer verilir.
4
İbn Halef, 60.
5
Geniş bilgi için bk. Selîm Hasaniyye, Edvâ’ alâ Sınâ‘ati’l-Kitâbeti’d-Devâvîniyye inde’l-Arab münzü
Neş’etihâ hatte’l-Asri’l-Memlûkî, Dımaşk: Vizâretü’s-Sekâfe, 1997.
307
Bu literatürün vazgeçilmez konuları arasında Araplar arasında yazının tarihi, yazı araç
gereçleri ve kullanım şekli, doğru ve güzel yazmak için dikkat edilmesi gereken kurallar
ve yazı türleri gibi temalar yer almaktadır. Çoğu kez kalemin faziletinden söz edilir,
sınıfının önemi vurgulanır. Kitâbetin resmî kuralları ve sanatsal yönleri belirtilirken yer
yer nasıl mektup yazılacağına dair örnekler verilir. Aslında bu örnekler, ileride
Her ne kadar Emevîler dönemine ait olsa da, bu literatürün ilk örneği olması ve
Küttâb’ı 6 önemli bir yere sahiptir. Resâil kâtiplerine tavsiyeler mahiyeti taşıyan bu
bulunması gereken ahlakî vasıflar üzerinde durulmaktadır. Öte yandan kâtibin bilgi ve
kültürü bağlamında dinî ilimler, Arap dili ve belâgatı, şiir, milletlerin tarihi ve siyasetin
söz konusu eserinde ise kâtipleri eleştirir. Ünlü kâtipleri anma ve kimi zaman da takdir
etme ile söze başlamış olmakla beraber özellikle kendi dönemindeki kâtipleri örnekler
vererek yerer. Kâtiplerin yerildiği noktalar özetle şöyledir: Kur’ân ile münasebetleri
zayıftır; fıkıh ve hadis ilimleri ile iştigal etmekten uzak dururlar, hatta bu konuda
6
Cehşiyârî, 125-131; İbn Haldûn, Târîh, I, 307-311; a.mlf., Mukaddime, I, 497-500; Kalkaşendî, I, 118-
122.
7
Câhız, el-Beyân, I, 137.
308
kalmışlardır, efendisinin şikâyetlerini duymak zorunda kalan emir kuludurlar, şahsî
Eserde yazının tarihi, yazı araç gereçleri, divanlar ve mektubun kısımları gibi kitâbetle
alakalı terimlere ayrıntılı biçimde yer verilir. Hatta bu konuda etimolojik açıklamalara
girilir. Kâtipler tasnif edilmekle beraber ideal vasıfları belirtilir. Ünlü kâtiplere dair
geliştirmeleri beklenen kâtiplere şiir, ilm-i nücûm, tıp ve âdâb kitaplarına yönelmeleri
tavsiye edilir.
Kur’an ilimleri, hadis, dil, edebiyat ve tarih sahalarındaki eserleriyle tanınan müellif
Ubeydullah b. Yahyâ b. Hâkân’a ithaf eden İbn Kuteybe, dönemin kâtipleri bağlamında
kol gezmesinden yakınmaktadır. 10 Eser dile hâkim, ifadeleri yerli yerinde kullanan,
sözcük bilgisi sağlam, doğru cümle kuran ve yazan, mektupta geçme ihtimali bulunan
hemen her şeye vakıf olması beklenen kâtibin yetişmesine hizmet etmek amacıyla
nazarî bahisler içeren Mukaddime bölümü, 1) el-Ma‘rife: genel kültüre ilişkin kelime
8
Safedî, XVII, 156.
9
Dominique Sourdel (Bulletin d’Etudes Orientales, 14, 1952-54, s. 115-153) ve Hilâl Nâcî (el-Mevrid,
2/2, Haziran 1973, s. 43-78) tarafından hazırlanmış iki neşri bulunmaktadır.
10
İbn Kuteybe, Edebü’l-Kâtib, 67-68. Ayrıca eserin şerhlerine bk. Batalyevsî, I, 68-74; Cevâlîkî, 38-40.
309
dağarcığı, 2) Takvîmü’l-yedd: yazım kuralları, 3) Takvîmü’l-lisân: kelimelerle ibarelerin
kendisiyle sınanacağı bir esere ihtiyaç duyulmasına binaen de yazılmış olabilir. Eserin
farklı bölgelerde ve çeşitli dönemlere ait çok sayıda yazmasının bulunmasından büyük
rağbet gördüğü ve Endülüs’e kadar uzanan geniş bir coğrafyada okunup mütalaa
edildiği anlaşılmaktadır. 11 İbn Haldûn (ö. 808/1406) onu, hocalarının edebî bilgiler
konusunda tavsiye ettiği dört eserden biri 12 olarak sayar ve bu sahada yazılmış diğer
eserlerin ise bu dört esere tâbi olduklarını ve köklerinin onlara dayandığını belirtir. 13
bir eserdir. 14 Bağdat’ta doğan (223/838) müellif, daha sonra Ağlebîler’in başkenti
Şeybânî’nin konuyla alakalı yazdığı risale yakın zamana kadar yanlışlıkla, eserini
kendisine ithafen yazdığı Ebû İshak İbrahim İbnü’l-Müdebbir’e (ö. 279/893) nispet
verilen bilgiler, dönemin toplumsal tabakaları hakkında fikir vermektedir. Yazı araç
11
İbn Hayr, 412-414, 423-424, 462-464. Eserin günümüze ulaşan şerhleri şunlardır: Ebü’l-Kâsım
Abdurrahman b. İshak ez-Zeccâcî (ö. 337/949), Tefsîrü Risâleti Edebi’l-Küttâb; Ebû Ali İsmail b. Kâsım
el-Kâlî (ö. 356/967), Ta‘likât; Batalyevsî (ö. 521/1127), el-İktidâb fî Şerhi Edebi’l-Küttâb; Ebû Mansûr
Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkî (ö. 540/1145), Şerhu Edebi’l-Kâtib; Ebû Süleyman Dâvûd b. Yezîd es-
Sa‘dî el-Gırnatî (ö. 573/1177-78), Şerhu Edebi’l-Küttâb ve Ebû Ca‘fer Ahmed b. Dâvûd el-Cüzâmî (ö.
598/1201), el-İntihâb fî Şerhi Edebi’l-Küttâb.
12
Diğer üç eser şunlardır: Câhız’ın el-Beyân ve’t-Tebyîn’i, Müberred’in el-Kâmil’i ve Ebû Ali el-Kâlî’nin
Nevâdır’ı [el-Emâlî].
13
İbn Haldûn, Târîh, I, 763-764.
14
Safvet, Cemhretü Resâili’l-Arab, IV, 176-212.
15
Mohamed Mokhtar Labidi, “al-S̲h̲aybānī”, EI2, X, 396.
310
birbirine iliştirilmesi, evraktaki yazıyı silme, mektubu açma, mektuptaki tahrifi tespit
etme gibi konulara dikkat çekilmektedir. Dil ve üslup meselesine ayrılan son kısımda
ise lafız-mana ilişkisi, dil-mantık ilişkisi, dilin önemi ve belâgat gibi konular
işlenmektedir.
Îsâ’ya takdim ettiği 17 bu eserini sekiz bölüm halinde telif etmiş, her bir bölüme
duydukları bilgileri analitik ve sistematik bir şekilde sunmaya çalışmıştır. İki cilt olduğu
tahmin edilen eserin günümüze ulaşmayan ilk kısmında yer alan dört bölümünün içeriği
şöyle tahmin edilmektedir: 1) Kâtiplik mesleğinin incelikleri, icrası için gerekli araç-
gereçler ve iyi bir kâtibin vasıfları, 2) Kitâbet sanatı ve imla kuralları, 3) Dilbilim, edebî
yapısı ve işleyiş tarzı. 18 Mevcut nüshadaki geri kalan dört bölümün içeriği ise şöyledir:
5) Önceki bölümde ele alınan iki divan dışında kalan idarî, malî ve askerî divanlar,
miktarları, İslam dünyasının sınır bölgeleri, 7) Devlet gelirleri, vergilerle ilgili fıkhî
siyaset, tarih ve coğrafya başlıkları altında ileride tekrar değinilecek olan eserin edebü’l-
kâtib literatürü açısından önemi, kâtipleri ilgilendiren birçok konunun derli toplu
16
Dedesi Kudâme b. Ziyâd, malî işleri yürüten bir kâtip olmakla beraber önde gelen komutan ve devlet
adamı Îtâh’ın (İnak) arazilerinin idaresinden sorumluydu (Taberî, IX, 166-169). Babası Ca‘fer ise
kâtipliğinin yanı sıra şair, edip ve nedim olarak öne çıkmıştır (İsfahânî, el-Eğânî, tür.yer.; Nedîm, I, 403)
17
Tevhîdî, el-İmtâ‘, 256-257.
18
Heck, 31-35.
311
biçimde ele alınmasıdır. Dönemin bürokratik ve kurumsal yapısı ile işleyişinin detaylı
Kâtipliğinin yanı sıra Abbâsî halifelerine nedimlik yapmasıyla tanınan edip, şair
Edebü’l-Küttâb’ı sistematik bir görünüm arz etmektedir. Eserde, müellifin şiir yazan ve
derleyen biri olduğuna dair izler göze çarpmaktadır. Birçok konuya ayetler ile açıklık
getirmiş olmasıyla da dikkat çekmektedir. Kitapta yer alan başlıca konular şöyledir:
Kitâbetin fazileti, yazının tarihi, besmelenin yazılışı, hüsn-i hat, yazı araç gereçleri ve
kullanımları, mektup hakkında teknik konular; mektubun bölümleri, hitap şekilleri, tarih
kaydının düşülmesi; divanların tarihî gelişim seyri, devlet gelirleri, vergiye tâbi
hayvanlar hakkında gerekli bilgiler, toprak vergisi ile ilgili temel konular, yazışmalarda
eserleriyle benzerlik arz etse de özgün taraflarıyla dikkat çekmektedir. Aklın önemine
vurgu ile başlayan mukaddime kısmını takip eden İtibâr adlı 1. bölümde kıyas ve haber,
İtikâd adlı 2. bölümde bilginin doğruluğu ve gerçekliği, İbâre adlı 3. bölümde dil,
mantık ve belâgat terimleri ile edebî sanatlar ele alınır. Kitâb adlı 4. bölümde kâtipler,
yaptıkları işin mahiyeti bakımından tasnif edilip her birinin görevi ve taşıması gereken
özellikler açıklanır. Eser dil bilimleri, dil felsefesi ve mantık sahasında kayda değer
görülmektedir. Kâtiplerin ele alındığı bölüm İslam kurumlar tarihi açısından değerli ve
nadir bilgiler ihtiva etmektedir. Eser muamma ve şifreli yazılar hakkında açıklayıcı
19
Sûlî, Ahbâru’r-Râzî ve’l-Müttakî, 90.
20
İbn Vehb, 425-437. Muamma ve şifreli yazılara Sûlî sadece kısaca değinir (Edebü’l-Küttâb, 194-195).
312
Edebü’l-kâtib eserlerinin büyük ölçüde mektup yazma sanatıyla ilgili konulara
ettiği sorusunu akla getirmektedir. Resâil kâtibinden yer yer hâsib kelimesi ile ayırt
kâtiplerin ve vergi memurlarının ihtiyaç duyduğunu ifade etmiştir. Ayrıca ileride ele
alınacak olan harâc ve emvâl kitapları da maliye kâtipleri için başucu kaynakları
olmuştur. Mahkemede görev yapan kâtipler için ise edebü’l-kâdî eserlerinde müstakil
revaçta olan ilimler ve eserler, beşerî ve tarihî coğrafya gibi birçok konuda ve alanda
tartışma konusudur. Söz ve yazı ile tezahür eden edep kültürüne Abbâsî dönemi
kadınlarının ne ölçüde teveccüh gösterdiği ise başlı başına bir merak konusudur. Abbâsî
saray çevrelerinde ve havas arasında edep kültürüne büyük önem atfedilmiş, dolayısıyla
313
kadınların mektup yazmalarına atıfta bulunmuşlardır. Olumsuz yaklaşanalar ise genç
kızların veya kadınların mektup yazarak bir nevi fitneye sebep olacaklarını ileri
sürmüşlerdir. 21 Bu tavrı, ataerkil toplum yapısı ile zihniyetinin bir yansıması olarak
okumak da mümkündür.
Cariyeler halifelere ve üst düzey devlet adamlarına takdim edilmeden önce kimi
zaman bilgi ve görgü bakımından imtihana tâbi tutulmuştur. Bir kâtibin naklettiğine
göre Nebt isimli cariye, Halife Mu‘temid’e takdim edilince başta şarkı söyleme ve yazı
yazma yönüyle imtihana tâbi tutulmuş, ardından şiire şiirle karşılık verme konusunda
yeteneği ölçülmüştür. Seri bir şekilde şiir inşad etmesi, önceki iki yeteneğine eklenince
Abbâsîler döneminde yaşamış kadınlardan kâtibe lakabı ile anılan bazı isimlere
rastlanır. Ancak bunların divanlarda çalışmış olma ihtimalleri çok zayıftır. Nitekim bu
konuda kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı cariyelerin güzel yazı
kuvvetle muhtemeldir.
cariyeleri hâlâ bulunmaktadır. Bu cariyeler divanlara girerler. Bir de halkın işleri için
Ca‘fer [Zübeyde]’nin iki cariyesi Sükker ile Türkiyye, [Mehdî’nin kızı] Abbâse’nin
cariyesi Dükâk, Ümmü Habîb’in iki cariyesi Zalûm ile Kustantîniyye, [Kâtip] Hârûn b.
21
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 42; Kalkaşendî, I, 96-97.
22
İbnü’s-Sâî, Nisâu’l-Hulefâ, 101-102.
314
cariyesi Hamdûne… Bunlar olabildiğince güzel bir biçimde ortaya çıkar ve aynı
cariyesi Hâşimiyye, Ümmü Ca‘fer [Zübeyde]’in cariyesi Mülk, İbn Gusn’un cariyesi
Mansûr’un oğlu Kâsım’ın müeddibi olan İbn Kayyûmâ’nın cariyesi Senâ el-
Kâtibe için kimsenin pek de başaramadığı ölçülü aslî hatla yazabildiği söylenir. 28
Mu‘temid’in ümmü veled olan eşi Hallâfe’nin cariyesi Münye el-Kâtibe, Arap
dili ve edebiyatında söz sahibi ve ahbâr âlimi el-Veşşâ’dan (ö. 325/937) çeşitli
yönlerden istifade etmiş ve hadis nakletmiştir. 29 Şarkıcı sınıfından olan Münye, aldığı
Kâtip Ebû Ca‘fer İbn Şîrzâd’ın (ö. 334/946) amcası Muhammed’in eşi Âide el-
23
Câhız, “el-Kıyân”, 156-157.
24
el-Küttâb, 145; krş. Nahhâs, 171.
25
Utbe ilkin Ebü’l-Abbas es-Seffâh’ın eşi Ümmü Seleme’nin ve kızı Rayta’nın, daha sonra Hayzürân ve
Zübeyde’nin hizmetinde bulunmuştur (Abbott, Two Queens of Baghdad, 49).
26
Utbe ile birlikte Abbâsî sarayına girmiş ve kendisinden Mehdî, Hâdî ve Hârûnürreşîd dönemlerinde söz
sahibi bir saray kadını olarak bahsedilmektedir (Abbott, Two Queens of Baghdad, 49-50, 87, 104, 107,
111, 178).
27
226 (840-41) yılında öldüğü kaydedilen ‘İnân için bk. İbn Abdürabbih, VII, 62-65; VIII, 130; İbnü’l-
Cevzî, XI, 112-113; Abbott, Two Queens of Baghdad, 145-146.
28
Nedîm, I, 18.
29
Hatîb, Târîhu Bağdâd, II, 63-64; XVI, 631; İbnü’s-Sâî, Nisâu’l-Hulefâ, 103-104.
30
Tenûhî, Nişvâr, II, 222-224.
315
Her ne kadar kâtibe olarak anılmasalar da yazılarının güzelliğiyle dikkat çeken
257/870-71) için hitabette eşsiz ve yazısının da son derece güzel olduğu belirtilmiştir. 32
Bir rivayete göre Me’mûn, tutkuyla bağlı olduğu Munsuf adındaki cariyesini
elinde kalem ile görünce duygularını ifade eden bir şiir söylemiştir. 33
yollarından biri de mektuplardı. Bu duruma örnek teşkil edecek ilginç bir hadise
kaydedilmiştir: Me’mûn bir gün üzerinde Yâ Mûsâ (Ey Mûsâ) yazan bir kâğıt parçasıyla
nedimlerinin yanına varır. Onlara bunun ne anlama geldiğini sorar, onlar da bilmedikleri
söylerler. Bağdat emniyet amiri İshak b. İbrahim et-Tâhirî ise: “Ey müminlerin emîri,
bu yazıyla biri başka birini adeta uyarıyor. Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu
duymadınız mı?” diyerek Yâ Mûsâ ile başlayan kısmından itibaren şu manadaki ayeti
okur: “Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: ‘Ey Mûsâ! İleri gelenler seni
öldürmek için aralarında senin durumunu görüşüyorlar. Şehirden hemen çık. Şüphesiz
ben sana öğüt verenlerdenim’ dedi (Kasas, 28/20).” Me’mûn, İshak’a “Doğru söyledin.”
yanında cariye olarak bulunan kız kardeşi Müteyyem’e durumu haber vermek için
31
İbnü’l-Cevzî, XI, 126.
32
İsfahânî, el-Eğânî, XVIII, 121; İbnü’s-Sâî, Nisâu’l-Hulefâ, 89.
33
Askerî, Dîvânü’l-Meânî, II, 431.
34
Me’mûn döneminde Azerbaycan’da valilik yapmış olan Ali b. Hişâm halka zulmettiği ve daha sonra
başkaldırdığı için 217/832 yılında kardeşi Hüseyin’le birlikte öldürülmüştür (İbn Tayfûr, Bağdâd, 281-
284; Ya‘kûbî, Târîh, II, 328; Taberî, VIII, 627-628).
316
yazıldığını bildirir. 35 Buradan anlaşıldığı üzere Kur’ân ayetinden alınmış kısa bir
ifadeyle şifreli mesaj vermek kâtiplerin başvurdukları bir uygulamadır. Bazı cariyeler
olduğu kaydedilir. 36
belirtilir. 37
Dinî ilimleri öğrenmeye ve bu yönde eser telif etmeye açık olan kâtiplerin
Abbâsîler zamanında nasıl bir görünüm arz ettikleri tartışmalı bir konudur. Resâil ve
harâc kâtipleri açısından konuya bakıldığında, mektup kaleme alma ve bir konuya
açıklık getirmede Kur’ân ayetlerini ve hadisleri iktibas etmek yaygın bir durumdur. Öte
kâtiplerini dinî ilimlere ciddiyetle eğilmeleri için yeterli bir sebep olarak görmek zordur.
Yukarıda geçtiği üzere Abbâsîler’in kuruluş yıllarında istihdam edilen kâtiplerin dinî
görülür. Ayrıca çok sayıda gayrimüslim kâtip de bulunmaktaydı. Diğer taraftan kâtipleri
resmî görevlerinin belli ölçüde meşgul etmesi, onların İslamî ilimlerle iştigal eden
35
Tevhîdî, el-Besâir, VII, 166.
36
Sûlî, Evrâk (295-315), 79; Miskeveyh, Tecârib, V, 72.
37
Veşşâ, ez-Zarf, 317-328; İbn Abdürabbih, VIII, 128-133.
317
âlimler sınıfı ile rekabet etmeyi göze alamamalarına neden olmuş olabilir. Bununla
özellikleri kabilindendir ki bunun delili şöyledir: Hiçbir kâtip Kur’ân’ı kendisine gece
arkadaşı (semîr) kılmaz, onun tefsiri hakkında ise bir ilmi yoktur. Dinde derinleşmeyi
(tefaḳḳuh) de kendisine şiar edinmez. Sünneti [hadisi] ve âsârı [sahâbe ve tabiîne ait söz,
fiil ve takrirlerini] ezberlemeyi kendisine dayanak (‘umde) kılmaz. Şayet bunlardan biri
onun tarafından zikredilirken görülse, o şeyin akıcı bir şekilde ifade edilmediği gözlenir
ve ondan geldiği için de bir tatlılığı yoktur. Onlardan biri hadis öğrenmeye gayret
gelir ve samimi dostları bu duruma katlanamazlar. Ayrıca onlar, biri kendi doğasına
aykırı bir şeyle uğraştığında ve görünümüne uymayan bir şeye yöneldiğinde, onu geçim
kaynağına ve sanatını icra etiği mesleğe geri döndürmeye zorlarlar. Zührî bir adama
“Hadis ilgini çekiyor mu? diye sorunca, adam “Evet.” demiş. Bunun üzerine Zührî
“Hadis ancak er kişilerin ilgisini çeker, kadın kılıklı erkekler ise ondan nefret ederler.”
gayet anlaşılırdır. Bir gün Amr b. Mes‘ade’nin yanından çıkan Sümâme b. Eşres’e şöyle
Sümâme şöyle dedi: Tabiatları itibariyle ilme rıza göstermekten nefret eden, temyîz
güzelliğini yüklenme gayretleri kıt; ilim [dedikleri âdeta] cehaletlerinin bir sebebi,
318
beyan dalaletlerinin bir nişanesi, tetkik ve tefkir kabahatlerinin bir rehberi, hikmetse
yazdığı dikkat çekmektedir. Kâtiplerin dinî ilimlere ilgili olduklarını gösteren birtakım
Kendisinden Kur’ân hafızı ve hadis ravisi olarak bahsedilen 40 Ali b. Îsâ İbnü’l-
kaydedilmektedir. 41 Bir müfessir 42 ve Mu‘tezilî kelâmcı olarak temayüz etmiş olan Ebû
Müslim Muhammed b. Bahr el-İsfahânî (ö. 322/934) meslek itibariyle kâtip olmakla
Abbâsî halifeleri zaman zaman bazı hükümdarlara İslam’a davet eden mektuplar
kelamcı ve fakih bir kimse olarak bilinen Ebû Rebî‘ Muhammed b. el-Leys el-Hatîb’in
durumu buna örnek teşkil etmektedir. O, muhtemelen siyasî çekişmelere bağlı olarak
her ne kadar zındıklıkla itham edilmişse de, İslam inancının doğruluğunu ispatlamak
38
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 194-195.
39
Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 2.
40
Hatîb, Târîhu Bağdâd, XIII, 459-460; İbnü’l-Ebbâr, İ‘tâb, 186.
41
Nedîm, I, 398.
42
Bu konuda geniş bilgi için bk. Mustafa Öztürk, Kur’ân’ın Mu’tezili Yorumu: Ebu Müslim el-İsfahânî
Örneği, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2004.
43
Nedîm, I, 423-424, 630.
44
Nedîm, I, 385, 619.
319
almıştır. Bu metinlerden Hârûnürreşîd’in adıyla Bizans kralını İslam’a davet eden uzun
Araplar, malum olduğu üzere bütün tarihleri boyunca dil ile edebiyata en fazla
önem veren bir millet olarak tanınmıştır. Beri taraftan İslamiyet onların bu yönlerinin
gelişmesini ve Arap olmayanların da bu dili, en az bir Arap kadar, hatta çoğu kez bir
hadisleri doğru anlamaya yönelik dil ilimleri gelişmiştir. Şiir ve hitabet gibi sanatlar
devam etmiştir. Konumuz açısından asıl önemli gelişme ise Arapların dünyanın mamur
bölgelerini içine alacak şekilde büyük bir devlete sahip olmalarıdır. Özellikle Emevîler
döneminde en geniş sınırlarına kavuşan İslam devleti ile birlikte birçok halk Arapça ile
tanışmak durumunda kaldı. Öte yandan Abdülmelik b. Mervân’ın malî divanların dilinin
sağladı. Nitekim Arapça çok geçmeden yaygın dünya dilleri (lingua franca) arasındaki
yerini aldı. Abbâsîler’in ilk asrında yoğunlaşan çeviri hareketiyle de dilin imkânları
zenginleşti.
topluluğun katkısı olmuştur. Bu konuda âlimler ve edipler ilk akla gelenlerdir. Bir
meslek grubu olarak kâtipler de birçok açıdan Arap dili ve edebiyatının gelişimine katkı
45
Nedîm, I, 375; Muâfâ, I, 580; Chokr, 124, 141-143, 158-160; Avcı, 134-138. Mektup, Es‘ad Lütfi
Hasan’ın şerh ve notlarıyla birlikte yayınlanmıştır (Kahire 1936). Hadi Eid ise çeşitli nüshaları
karşılaştırmak suretiyle Fransızca tercümesi ve notlarla birlikte neşretmiştir (Lettre du calife Hârûn al-
Rasîd à l’empereur Constantin VI, Paris 1992).
320
sunmuşlardır. Özellikle resmî yazışmaları kaleme alan resâil kâtipleri, teressül denilen
mektup -diğer adıyla inşâ- sanatının doğuşu ve gelişimine öncülük etmişlerdir. Bu arada
Araplar nezdinde şiir kadar nesrin de kabul görmesi ve yaygınlık kazanmasında büyük
konusunda kâtiplerin eşi benzeri olmadığı anlayışı hâkim oldu. 46 Hatta Abdülhamîd b.
Yahyâ’nın “Vahiy peygamberlerden sonra başka birine inseydi, beliğ kâtiplere inerdi.”
temayüz etme çabaları, Emevîler’den Abbâsîler’e intikal etmiştir. Her iki devlete
problemlerden biri de yazım kuralları idi. Kelimedeki yeri ve durumuna göre değişiklik
arz eden bazı harflerin ve kelimelerin yazımı ile ilgili ihtilaflar söz konusuydu.
anlaşılmaktadır. 49
46
Câhız, el-Beyân, I, 137.
47
Seâlibî, Simârü’l-Kulûb, 197.
48
Câhız, el-Beyân, I, 115-117.
49
İbn Kuteybe, Edebü’l-Kâtib, 209-272; Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 255-272; İbn Vehb, 317-332; Nahhâs,
134-159; İbn Dürüsteveyh, 8-63.
321
Nesir
Kâtiplerin anlatı sanatına (tahkiye) yönelmiş olmaları da nesrin gelişmesine
yer alan hayvanlar üzerinden teşhis sanatına dayalı hikâyeler derledikleri veya tercüme
ciddi derlemesinin de Vezir Ali b. Îsâ’nın hâcibi ve bir kâtip olan Cehşiyârî’ye ait
olduğu kaydedilmektedir. 51
Kâtiplere ait hikmetli veciz sözlere klasik dönem Arap edebiyatı kaynaklarında
Kâtipleriyle öne çıkmış bazı aileler Arap dili ve edebiyatına farklı yollarla katkı
sunarak tarihe geçmişlerdir. Bunlardan Vehb, 52 Bermek, 53 Sehl 54 ve Sûl 55 aileleri edebî
kullanma gayreti içinde olmuşlardır. Meslekî açıdan yükselmeleri, dili en iyi biçimde
gelen mektuplara bazen uzun bazen veciz cevaplar verilmesinin yanı sıra veliaht, vali,
vezir vs. tayinlerini bildiren belge (ahidnâme), emânnâme ve fetihnâme gibi edebî bir
50
Nedîm, I, 368, 373-374, 375; II, 325, 331.
51
Nedîm, II, 323-324.
52
Sâmerrâî, Âlu Vehb, tür.yer.
53
Zehrânî, Âsâr, 19-151.
54
Zehrânî, Âsâr, 152-241.
55
Savran, 56-80 ve tür.yer.; Zehrânî, 242-352.
322
üslubunda da edebî kaygılar gütmeye başlamışlardır. Buna en çok özen gösterenlerin
olduğu kadar belli bir eğitim ve tecrübeyi de gerektirmekteydi. Önceki bölümde ele
onu inşâ eden kâtibin bir ürünü olarak kabul görmekteydi. Bu açıdan edebî değere sahip
bu mektuplar, kendini geliştirmekte olan kâtiplere yardımcı olması için muhafaza edilir
geleneğinin belli bir düzeye eriştiği görülür. Emevîler’in son dönemlerinde Dîvânü’r-
yaklaşık bin varak tutan bir derlemesinin (resâil mecmû‘) olduğu, benzer şekilde Ebü’l-
Alâ Sâlim’in risalelerinin 100 varak civarında, Emevî ve Abbâsî divanlarında çalışmış
olan Hâlid b. Rebî‘a el-İfrîkî’nin risalelerinin ise yaklaşık 200 varak olduğu
56
Nedîm’in Emevî döneminden kendi zamanına kadarki önde gelen kâtiplerin risalelerinin/mektuplarının
derlemesinin kaç varak tuttuğuna dair bilgiler vermesi (el-Fihrist, I, 364-366, 371, 388, 395, 416) bu
eserlerin verrâklar tarafından çoğaltılıp satıldığına işaret etmektedir.
57
İhsan Abbas, Emevî döneminin ünlü kâtipleri Ebü’l-Alâ’ Sâlim ve Abdülhamîd el-Kâtib’e ait mektup
ve risâleleri derleyerek üzerinde bir çalışma yapmıştır: Abdülhamîd b. Yahyâ el-Kâtib ve mâ Tebakkâ min
Resâilihî ve Resâili Sâlim Ebi’l-Alâ’, Amman: Dâru’ş-Şurûk, 1988.
58
Seâlibî, kitâbet sanatının Abdülhamîd ile başlayıp Büveyhî veziri Ebü’l-Fazl İbnü’l-Amîd (ö. 360/970)
ile tamamlandığını söylemektedir (Yetîme, III, 183).
323
belirtilmektedir. 59 Abbâsîler’in kuruluş yıllarında yazı malzemelerinin kısıtlı olduğu
başlarına tekabül ettiği söylenebilir. Dolayısıyla inşâ sanatının gelişmesi, belli bir
geldiği gibi, birden çok kâtibin mektupları içinde en çok beğenilenlerin toplanması da
söz konusuydu. Edip verrâk İbn Tayfûr (ö. 280/893) el-Manzûm ve’l-Mensûr’unda
mektupların, kâtipler tarafından dönemin tarihçileri olan ahbâr âlimlerine bir şekilde
dikkat çekenlerin başında Ebû Ca‘fer el-Mansûr ile Ali evlâdından Muhammed en-
mektuplara yer verirken, Ömer’den naklen onların hangi yolla kendisine ulaştığını da
59
Nedîm, I, 364-366.
60
Toorawa, 60-63. Eserden yapılmış alıntılar için bk. Safvet, III ve IV. ciltler.
61
Taberî, 566-571. Bu mektupların kaynakları, metni ve tahlili için bk. Cem Zorlu, “Abbasî Devleti’nin
Meşruiyeti Problemi Çerçevesinde Mansûr ile Muhammed en-Nefsüzzekiyye’nin Karşılıklı Yazdıkları
Mektupların Analizi”, Din ve Siyasal Söylem: Abbasi Devleti’nin Meşrutiyet Kavgası, İstanbul 2006, s.
111-145.
324
Muhammed b. Beşîr’den istinsah etmiştir. İkincisi Ebû Abdurrahman adında Iraklı bir
kâtiptir. Üçüncüsü ise Hakem b. Sadaka b. Nizâr’dır. Ayrıca Taberî, İbn Ebû Harb’in de
kabulüne, reddine veya ilgili kişinin düşüncesine dayalı olarak evrakın başına, sonuna,
kenarına veya arkasına düşülmüş veciz ifadelere tevkî‘ (ç. tevkî‘ât) denir. Her ne kadar
bizzat halifenin veya diğer yöneticilerin sözleri tevkî‘leri oluştursa da çoğu zaman bu
görevi inşâ kabiliyeti yüksek bir kâtip üstlenirdi. Gelen mektup ve dilekçeler usulen
halifenin meclisinde kâtip tarafından okunur, halife de olumlu veya olumsuz şekilde
kararını kâtibe bildirir. Kâtip de evrakın uygun bir yerine bunu not düşerdi. 63
Tevkî‘lerde aranan başlıca özellik, meramın tam olarak ifade edildiği edebî ve
ayetlerden kesitler, hadisler, şiirlerden beyitler, darb-ı meseller ve hikmetli sözlere yer
birikime sahip olması gerekir. Bu yüzden tevkî‘ hazırlayacak kişi, kabiliyetli resâil
Tevkî‘ yazma geleneğinin bir sanat haline gelmesi, Emevîler dönemine kadar
uzanır. Abbâsîler döneminde tevkî‘lere daha fazla önem atfedilmiş ve beğenilen tevkî‘
ulaşmamış olmakla beraber Arap edebiyatının erken dönem kaynaklarında çok sayıda
62
Taberî, VII, 565-566.
63
Taşdelen, 138.
325
tevkî‘ örneğine rastlanmaktadır. 64 Çağdaş Arap edebiyatı araştırmalarında da tevkî‘
hac emîri, kadı, imam (sâhibü’s-salât), sahibü’l-berîd, emniyet amiri gibi önemli
atamalar için kaleme alınan yazılar edebî bir hüviyet kazanmaya başlamıştır.66
belli kişilere sesli biçimde duyurulduğu için özenle kaleme alınıyordu. Bu noktada resâil
(Emîn) için 186 (802) yılındaki hac farizasını eda ettiği sırada Mekke’de bir ahidnâme
kaleme alınmıştır. Diğer bir ahidnâme de ikinci sıradaki veliahdı Abdullah (Me’mûn)
için hazırlanmıştır. Bu ahidnâmede iki veliahdın uyması gereken şartları ihtiva ettiği
için fakihlere ve kadılara müracaat edilmiştir. Kâbe’nin duvarına asılan bu iki ahidnâme
için hanedan üyeleri, mevâlî, komutanlar, vezirler, kâtipler vs. kimseler şahit
tutulmuştur. 67 Bir yıl kadar sonra resâil kâtibi İsmail b. Sabîh, Hârûnürreşîd’in emriyle
veya yazılı olarak garanti altına alınması anlamına gelen eman, İslam öncesi Arap
bir mesele olan emanın yazılı olması bağlayıcılığı açısından esas kabul edilmiştir. İlk
64
İbn Abdürabbih, IV, 287-306; Âbî, Nesrü’d-Dür, V, 65-86; Seâlibî, Hâssu’l-Hâs, 126-139.
65
Bu konudaki en kayda değer çalışma Muhammed M. ed-Durûbî ile Salâh M. Cerrâr’ın hazırladığı
başlangıçtan Eyyûbîler’e kadarki dönemi kapsayan üç ciltlik Cemheretü Tevkî‘âti’l-Arab’dır (el-Ayn
2000). Çakır, 504.
66
İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, II, 619-621; Kudâme, el-Harâc, 39-52; a.mlf., Menziletü’l-Hâmise, 186-
206.
67
Taberî, VIII, 275, 277-283.
68
Taberî, VIII, 283-286; Cehşiyârî, 379.
326
dönemlerde sade ve kısa bir dille oluşturulan emannâmeler, Abbâsî dönemine
itaatten çıkmış kimselere verdikleri türdendir. Kaynakların iktibas ettiği Ebû Ca‘fer
Mansûr’un -henüz halife olmadığı dönemde- Yezîd b. Ömer İbn Hübeyre’ye verdiği
eman, 69 Mansûr’dan -halifeliği sırasında- amcası Abdullah b. Ali için istenen eman 70 ve
Hârûnürreşîd’in Ali evladından isyan eden Yahyâ b. Abdullah’a verdiği eman 71 hukukî
ilgili metin Müstaîn’in resâil kâtibi Saîd b. Humeyd’e yazdırılmıştır. Bağdat emniyet
alındığını göstermek adına huzurda okunmasına istemiş; ancak Müstaîn eman verilip de
bu emâna uyulmadığına dair çok sayıda örneğin olduğunu İbn Tâhir’e hatırlatmıştır. 72
Fetihnâmeler: Abbâsî döneminde diğer bir devletle savaşmak veya bir isyanı
için birtakım metinler hazırlanırdı. Öte yandan savaşlarda kazanılan zafer, hemen
69
el-İmâme ve’s-Siyâse, II, 174 -176. Bu mektubu Kays kabilesinden Ebû Bekir b. Mus‘ab el-Ukaylî’nin
hazırladığı kaydedilir. İbn A‘sem’in de yer verdiği emannâmenin (Fütûh, VIII, 346) el-İmâme’dekinden
farklı oluşu, sonraki dönemlerde üzerinde birtakım değişikliklerin yapıldığını göstermektedir.
70
İbnü’l-Mukaffa‘ tarafından kaleme alınan eman metni zor durumda bırakılan Mansûr’u
öfkelendirmiştir. Belâzürî, Ensâb, IV, 153; Ya‘kûbî, Târîh, 257; Cehşiyârî, 166-167; Nedîm, I, 369;
Zorlu, 75-77.
71
Râzî, Ahbâru Fah, 229-234. Kitapta Hârûnürreşîd’in verdiği emanı pekiştirmek maksadıyla Fazl b.
Yahyâ el-Bermekî tarafından hazırlanmış ikinci bir emannâmeye de yer verilmektedir.
72
Taberî, IX, 348.
327
dönemlerde, bazı hanedanlar Abbâsî halifesini tanıdığını bildirmek ve onun manevi
desteğini elde etmek için Bağdat’a bu tür mektuplar göndermişlerdir. Abbâsî halifesinin
ilgili zaferi takdir ve tebrik için cevaben yazdığı mektuplar da fetihnâmelere dahil
edilmektedir. Dolayısıyla fetihnâmeler edebî metinler olduğu kadar birer siyasî hitabet
mümkündür. 73
Mansûr döneminde fetihler ile ilgili yazışmaları kitâbet sanatında ilerlemiş olan
hakkındaki tavsiyeleri içeren ve çok sayıda ayetin iktibas edildiği mektubu; resâil kâtibi
olan dönemin veziri Ahmed b. el-Hasîb kaleme almıştır (7 Muharrem 248/13 Mart 862).
dönüldüğü sıralarda fetihnâmeler hazırlanırdı. Me’mûn kardeşi Emîn’le yıllar süren taht
İsyan eden bir toplulukla ilgili fetihnâmeye örnek, Me’mûn döneminde Mısır’ı
ele geçirmiş olan Ubeydullah b. es-Serî ile savaşmak üzere bölgeye vali tayin edilen
73
İbn Halef, 374-377; Sâbî, Gurerü’l-Belâğa, 98-116; Nüveyrî, IV/7, s. 156-170; Kalkaşendî, VIII, 277-
296.
74
Halîfe, 436; Cehşiyârî, 156.
75
Taberî, IX, 241-244.
76
Ya‘kûbî, Târîh, II, 310; Taberî, VIII, 507-508; Cehşiyârî, 427-428.
328
Abdullah b. Tâhir’le ilgilidir (211/826). Şöyle ki, bir sefer hazırlığı anlamına da gelen
mektupta itaatten çıkanları bekleyen kötü akıbet, Abdullah’ın bu askerî seferde meşru
ve haklı olduğu, elde edilecek zaferle valinin (emîr) devlet katındaki değerinin artacağı
belirtilmektedir. Ayrıca savaşa teşvik mahiyeti taşıyan bu edebî mektupta bazı ayetlere
b. İbrahim et-Tüsterî’nin (ö. 361/972) alfabetik sıraya göre Resâil fi’l-Futûh adıyla bir
Şiir
Edebî türler arasında önemli bir yere sahip olan şiir, Abbâsî döneminde yaygın
ve etkili bir sanattı. Araplar Cahiliye döneminden itibaren şiire büyük önem vermiştir.
İslam döneminde de şiir önemini korumaya devam etmiştir. Arapların dünya çapında bir
değişikliğe uğramasına neden olmuştur. Bununla birlikte kolay ezberlenip dilden dile
Dizelerinde şahsî duygu ve düşüncelerini ifade eden her şair, neticede kendi
zamanının ruhunu yansıtır. Her şiir, söylendiği dönemin insanına ait beğeni, arzu,
77
İbn Tayfûr, Bağdâd, 187; Taberî, VIII, 617-618 (İng. XXXII, 172-174).
78
Taberî, X, 109-112.
79
Nedîm, I, 414-415.
329
beklenti, kaygı, düşünüş ve kavrayıştan izler taşır. Abbâsî dönemi, Arap şiirinin
muhteva ve şekil itibariyle çeşitlendiği bir zaman dilimine tekabül eder. Daha da
önemlisi yazı ve kitap kültürünün gelişip yaygınlaşmasına bağlı olarak şiirlerin iki
Yoğun bir şiir atmosferi içinde yaşayan Abbâsî kâtiplerinin şiir ile münasebetleri
bizzat onu icra edenler, başka şairlere ait kayda değer olanları ezberleyip yeri geldiğinde
kullananlar ve şiir derleyenler şeklinde farklılık arz etmektedir. Resmî görevleri başında
ve gündelik hayatta düzyazıyı sıklıkla kullanan kâtiplerin, kendilerini şiir diliyle ifade
etmeye çalışmaları ve şair olarak anılmayı istemeleri pek tabiî bir durumdur. Fakat bu
kâtiplerinin pek çoğu şiir yazmıştır. Adı anılan 146 kâtibin şiirlerinin 81 kaç yaprak
Abbâsî dönemi şairlerine dair bir antoloji hazırlayan İbnü’l-Mu‘tez, şiir ile
kitâbetin kemal derecesinde bir şahısta toplanmasının pek nadir görülen bir durum
olduğunu, kâtiplerin genellikle şiir konusunda zayıf olduklarını, aynı şekilde şairlerin de
kitâbette yetersiz kaldıklarını belirtir. 82 Bu genel kanı için istisna bazı isimlere
rastlanmaktadır. Mesela Attâbî (ö. 208/823-24) hem kâtipliği hem şairliği bakımından
80
Nedîm, I, 531-538.
81
İbn Hâcibü’n-Nu‘mân’ın kaydettikleri dışında şiir yazan başka kâtiplerin de olduğu, Merzübânî’nin
Mu‘cemü’ş-Şuarâ’sının günümüze ulaşan ikinci kısmına ve ilgili diğer kaynaklara bakıldığında fark
edilecektir.
82
İbnü’l-Mu‘tez, Tabakâtü’ş-Şuarâ, 454.
330
fevkalade oluşuyla dikkat çekmiştir. 83 Benzer şekilde resâil kâtibi Ebû Ali Fazl el-
Basîr’den (ö. 252/866’dan sonra) de şiir ve kitâbette yetkin biri olarak bahsedilmiştir.84
Kâtiplerin yazdığı hiçbir şiiri rivayet edilmeye layık görmeyen Sa‘leb Ahmed b. Yahyâ,
İbrahim es-Sûlî’yi istisna kabul edip yakın dönemin en iyi şairi olarak takdir etmiştir.85
Öte yandan Abdülhamîd b. Yahyâ ve İbnü’l-Mukaffa‘ gibi önde gelen kâtiplerin şiirde
Resâil kâtibinin zengin bir şiir birikimine sahip olması beklenirdi. Özellikle
yazışmalarda yeri geldiğinde şiirle cevap verilmesi istenirdi. Buna örnek olarak şu olay
zikredilmeye değerdir: Mansûr dönemi valilerinden Ma‘n b. Zâide, kapısına bir şeyler
talep etmek için gelenlerin sayısı artınca hâcibini devreye sokarak kolay kolay kimsenin
içeriye alınmasına müsaade etmemiştir. Ma‘n’ın huzuruna kabul edilmeyi uman bir şair,
beklentisini kâğıda yazdığı bir beyitle ifade ederek Ma‘n’a ulaştırması için hâcibe teslim
etmiştir. Beyti okuyan Ma‘n, kâğıdı kâtiplerinin önüne atarak şairin beytini
kez Ma‘n’ın bizzat kendisi kâğıda veciz bir beyit yazarak şaire cevap vermiştir. 87
çeken ve ilgi gören şiir, nedim olabilmek için önemli bir araçtı. Belagat sahibi bazı
83
İbnü’l-Mu‘tez, Tabakâtü’ş-Şuarâ, 295. Ayrıca bk. Nedîm, I, 376.
84
İbnü’l-Mu‘tez, Tabakâtü’ş-Şuarâ, 454; Nedîm, I, 382.
85
İsfahânî, el-Eğânî, X, 50.
86
Câhız, el-Beyân, I, 208, 210.
87
İbnü’l-Cevzî, VIII, 162.
331
Çok sayıda şiiri bestelenmiş kâtip Lakve Yûsuf b. Haccâc es-Sakyal, Hâdî’ye nedim
Şair kâtiplerin zaman zaman halifeyi veya hanedan üyelerini öven şiirler
Muntasır, Mu‘tez ve Müeyyed unvanlarıyla veliaht tayin ettiğinde İbrahim b. Abbas es-
Şairlerin halife, vezir ve valiler tarafından himaye gördüğü bilinen bir durumdur.
Şiiri önemseyen üst düzey kâtipler de imkânları ölçüsünde bunu yapmışlardır. Aynı
zamanda bir şair olan Dîvânü’r-resâil reisi Hasan b. Vehb, ünlü şair Ebû Temmâm’ı (ö.
231/846) himaye etmiş, hatta onu taltif etmek maksadıyla Musul’a sahîbü’l-berîd olarak
atanmasını sağlamıştır. 90 Nitekim çok sevip değer verdiği şair Ebû Temmâm öldüğünde
Önemli görülen eserler, yeni bir üslupla ifade edilmesi ve daha rahat ezberlenmesi
oradan da Arapçaya tercüme edilmiş olan Kelîle ve Dimne’yi her bir beytin kendi içinde
olduğu bilinen Ebân, Yahyâ el-Bermekî’nin ısrarı üzerine, eseri yaklaşık 5 bin beyit
halinde bitirene kadar dört ay boyunca evinden dışarı çıkmamıştır. 92 Aynı eseri
88
İsfahânî, el-Eğânî, XXIII, 185-190.
89
Taberî, IX, 181.
90
Sûlî, Ahbâru Ebî Temmâm, 272.
91
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 62-63.
92
İbnü’l-Mu‘tez, Tabakâtü’ş-Şuarâ, 272-273; Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 1-2, 38; Nedîm, I, 369-370; II, 326.
Bu eserden alıntılanmış beyitler için bk. Sûlî, Ahbâru’ş-Şuarâ, 46-50.
93
Nedîm, II, 326.
332
Şiirleri beğeni toplayan Muhammed b. Mahled b. Kîrât el-Medâinî’nin, içinde
birtakım isimler ve mesajlar saklı olan muamma türü şiirler yazma konusunda en mahir
kişi olduğu kaydedilir. 94 Muhammed ile bir kardeşinin, Hâcib Abbas b. Fazl b. Rebî‘e
tarafından 1.500.000 dirhemi müsadere edilince, o da dostunu yeren bir şiirle karşılık
vermekten çekinmemiştir. 96
Abbâsî döneminde bir şairin bütün şiirlerini bir divanda toplamak yaygın bir
uğraştı. Şiirlere daha rahat ulaşmak ve onları kullanabilmek için kafiye esasına göre de
dizilirdi. Bazen bir şairin şiirleri ile birlikte ona dair haberlerin derlendiği de olurdu. 97
Diğer bir şiir derleme türü ise önde gelen şairlerin en güzel ve dikkat çeken şiirlerinin
seçilmesi ve şairler hakkında kısa bilgiler verilmesi suretiyle eserler ortaya konulurdu.
hazırlanırdı. Ebû Bekir es-Sûlî, bazı şairlerin divanlarını hazırlamıştır. 98 Ayrıca ona ait
antolojileridir. Bu konuda kâtipler arasında dikkat çeken diğer bir kişi Muhammed b.
Dâvûd İbnü’l-Cerrâh’tır. Şairlere dair kısa bilgiler ve sınırlı sayıda şiir alıntılayarak
94
İbnü’l-Cerrâh, 126-128; Merzübânî, Mu‘cemü’ş-Şuarâ, 429.
95
İbnü’l-Cevzî, IX, 211.
96
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VI, 114.
97
Ebû Bekir es-Sûlî’nin günümüze ulaşmış olan Ahbâru Ebî Temmâm’ı buna güzel bir örnektir.
98
Nedîm, I, 464-465.
99
Eserin neşrinde esas alınan nüshada bazı kaynaklarda eserden yapıldığı belirtilen alıntıların olmayışı,
eserin özetlenmiş olabileceğini düşündürmektedir.
333
eş-Şi‘r ve’ş-Şuarâ, Men Summiye mine’ş-Şuarâ Amren fi’l-Câhiliyye ve’l-İslâm ve el-
Şiir tahlili üzerine eserleriyle bilinen Hasan b. Bişr el-Âmidî’nin (ö. 371/981)
adları aynı olan meşhur Arap şairlerini birbirinden ayırmak amacıyla kaleme aldığı el-
Mü’telif ve’l-Muhtelif adlı eseri, Arap edebiyatı kaynakları arasında yer almaktadır.
Müellif, el-Muvâzene adlı başka bir eserinde Ebû Temmâm ile Buhtürî’nin şiirlerini
azledilip Karmisin’e sürülünce buraya dinlenme amacıyla gelen Muktedir’i sık sık
ziyaret ederek onu öven şiirler söylemiştir. Halifenin kâtibi, bu şiirlerin tamamını bir yıl
Sonunda onları bir divanda toplayıp halifeye sunarak onun beğeni ve takdirini
kazanmıştır. Öte yandan bu şiirler sayesinde Ukba, halifenin emriyle eski görevine
dönmüştür. 102
edebiyatında şiir tenkidi ve teorisi konusunda önemli bir yere sahiptir. 103
Sözlük
Kâtiplerin birtakım sözlükler hazırladıkları görülür. Günümüze ulaşanlara
mana farklılıklarını göstermeye yönelik sınırlı kelime ihtiva eden pratik el sözlükleri
olduğu anlaşılmaktadır.
100
Nedîm, I, 397.
101
Durmuş, “Âmidî, Hasan b. Bişr”, 56.
102
Ha-Bavli, 71, 103-105.
103
Kallek, “Kudâme b. Ca‘fer”, 311-312.
334
Ebü’l-Ameysel’in (ö. 240/854-55) Kitâbü’l-Me’sûr (Kitâb ma İttefaka Lafzuhu
ve İhtelefe Ma‘nâhu) adlı eserinde yazılışları ve kimi zaman da okunuşları aynı olan
kelimelerin farklı manaları taşımaları örnekler verilmek suretiyle ele alınmaktadır. 104
yazma talebinde bulunması böyle bir amaca matuftu. Bu konuda yazılan eserler
genellikle teorik bir çerçevenin dışına pek çıkamıyordu. Dolayısıyla vergiye tâbi
mülkler için pratik yönü daha ağır basan eserlere de ihtiyaç duyuluyordu. Abbâsî
İlgili eserlerde âlimler teorik bir yaklaşım sergilerken, devletin malî uygulamalarının
bizzat içinde olan kâtipler ise idarî ve malî yapıyı tasvir eden pratik raporlar
104
Muhammed Abdülkadir Ahmed tarafından yayınlanmıştır (Kahire 1988). Fuat Sezgin tarafından eserin
280/893 tarihli yazması tıpkıbasımı yapılmıştır (Frankfurt am Main 2010).
105
Nedîm, I, 425. İlk olarak Luvis Şeyho tarafından el-Elfâzu’l-Kitâbiyye adıyla neşredilen (Beyrut 1885)
kitap, daha sonra başkaları tarafından da yayınlanmıştır.
106
Muhammed Muhyiddin Abdülhamîd tarafından neşredilmiştir (Kahire 1932).
335
sunmuşlardır. Bu durum harâc ve emvâl adı verilen kamu maliyesine dair eserlerin,
halifeliğinde ise bir süre vezirlik yapmış olan Ebû Ubeydullah Muâviye b. Yesâr olduğu
kaydedilmektedir. 108 Mehdî döneminde toprak sisteminde arazi ölçüsüne göre vergi
alma yöntemi (mesâha) yerine ürün miktarına oranla vergi alma yöntemine (mukâseme)
geçilmesi, Ebû Ubeydullah’ı böyle bir kitap yazmaya sevk ettiği kuvvetle
muhtemeldir. 109
kâtipliğini yapan Hafs b. Mansûr el-Mervezî, Harâcu Horâsân adında bir eser
yapan Hafsaveyh el-Mervezî, Nedîm’e göre harâc konusunda ilk kitap yazan kişidir. 111
Hafs ile Hafsaveyh arasındaki isim benzerliği, onların aynı kişi olabileceği ihtimalini
gündeme getirmektedir.
konusunda zamanının en bilgili kişisi olarak tarif edilmiştir. Yazmış olduğu Kitâbü’l-
adında iyi bir eser yazdığı 113 ve hicrî-şemsî takvimlerin harâc vergisine göre
107
Kallek, Harâc ve Emvâl, 27-28.
108
Kudâme, el-Harâc, 222, 248 (T. 192, 202); İbnü’t-Tıktakâ, 182; Kallek, Harâc ve Emvâl, 13.
109
Demirci, Toprak Sistemi, 358.
110
Gerdîzî, 193.
111
Câhız, “Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 203; Nedîm, I, 420; İbn Asâkir, XI, 147-148.
112
Nedîm, I, 420; İbn Hallikân, I, 101-102.
113
Nedîm, I, 420-421; Yâkût, el-Üdebâ, IV, 1674-1675; Kalkaşendî, I, 482.
114
Kalkaşendî, XIII, 61-64, 67-69
336
Ahmed b. Muhammed b. Süleyman İbn Beşşâr’ın Kitâbü’l-Harâc’ının bin varak
yaklaşımla hazırlandığı söylenebilir. Günümüze ulaşmış 7. bölüm -19. yani son bâbı
hariç-; devlet gelirleri, vergi türüne göre topraklar, cizye, zekat, vergiye tâbi mallar gibi
birçok konuda harâc-emvâl kitaplarında yer alan fıkhî konulara tahsis edilmiştir.116
Kitapta 5. bölümde yer verilen Dîvânü’n-nafakât (2. bâb), Dîvânü Beytilmâl (3. bâb),
Paralar, Ayarları, Ölçüler, Tartılar, Dîvânü dâri’d-darb (8. bâb) başlıkları altında
idarî birimleri olan âmillikler ve bu birimlerden elde edilen vergi miktarları listeler
müellif nüshası iki tane olup birincisi 326 (937-38), ikincisi ise 336 (947-48) yılında
115
Nedîm, I, 421.
116
Kudâme, el-Harâc, 201-255 (T. 183-204).
117
Kudâme, el-Harâc, 33-36, 59-62.
118
Kudâme, el-Harâc, 159-184.
119
Nedîm, I, 404-405.
120
Nedîm I, 399.
337
Ebü’l-Kâsım Abdullah b. Ali’nin 121 Kitâbü’l-Harâc adlı eserlerinin olduğu ifade
edilmiştir. Geç döneme ait kâtiplerden Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Hâr 122 ve Ebü’l-
Hüseyin İshak b. Yahyâ İbn Süreyc en-Nasrânî’nin (d. 300/913 - 377/987’de hayatta) 123
idarî konularda yol gösteren eserler telif etme geleneği Emevîler’in sonlarına doğru
Yönetim sanatı, kâtiplerin sürekli gündeminde olan bir konudur. Kâtipler için
yazılmış birçok eserde siyasete dair bölümlerin açılmış olması da bu hususu destekler
Abbâsîler’in ilk iki asrında öğüt, edeb ve hikmetle alakalı Fars, Rum ve Hind
kaynaklı çok sayıda eserin varlığı göze çarpmaktadır. Ancak bunların ekseriyetinin Fars
kaynaklı olduğu görülmektedir. Öte yandan tercüme ve telif olmak üzere bir o kadar da
bakımından farklılık arz etmektedir. Bu çevrelerden bürokrat sınıfı temsil eden kâtipler
121
Nedîm I, 399.
122
Nedîm, I, 422.
123
Nedîm I, 405, 422. Eserin hacim itibariyle yaklaşık 1000, 200 ve 100 varak olmak üzere üç farklı
versiyonunun olduğu ve menzile adıyla bölümlere ayrılmış olmasından hareketle müellifin, Kudâme’den
etkilendiği düşünülebilir.
124
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 218-234; İbn Vehb, 376-392, 412-416.
125
Nedîm, II, 349-351.
338
ve diğer devlet adamları halife-bürokrat-kanun eksenli bir yönetim tarzını; muhaddis ve
önermişlerdir. Üçüncü bir grup olarak filozoflar ise ahlak merkezli bir siyaset düşüncesi
geliştirmişlerdir.
olduğu eserlere karşı bir ilginin varlığından söz edilebilir. Öyle ki devlet yönetimine
kâtibi Sâlim tarafından bizzat veya başka biri tarafından Sâlim için tercüme edildiği ve
Abdülhamîd b. Yahyâ, halifenin ağzından oğlu Ubeydullah’a hitaben Ahdü Mervân adlı
bir risâle kaleme almıştır. 127 Abdülhamîd’in, bir siyasetnâme yazma kudretine sahip
olmayan Mervân’ın ağzıyla yazmış olduğu bu risale, bir geleneğe öncülük etmiştir.
ağzından veliahdı olan oğluna seslenen bu metinde, devlet işlerinde dikkat edilmesi
gereken hususlara işaret edilmektedir. 128 Belâzürî, bu vasiyetnâme ile ilgili olarak el-
(mektubu) bir grup kâtibin yanında okudum; ancak ona çok şey eklemiş olduklarını fark
126
Nedîm, I, 365. Bahsedilen risaleler Mario Grignaschi tarafından neşredilmiştir: “Les ‘Rasâ’il
‘Aristâtâlîsa ila-l-Iskandar’ de Sâlim Abu-l-‘Ala et l’activité culturelle à l’époque omayyade”, Bulletin
d’Études Orientales, 19 (1965-66), s. 7-83.
127
İhsân Abbas, Abdülhamîd b. Yahyâ el-Kâtib ve mâ Tebekkâ min Resâilihî ve Resâili Sâlim Ebi’l-‘Alâ’,
Amman: Dâru’ş-Şurûk, 1988, s. 215-265. Risâle aynı zamanda bir değerlendirmeyle birlikte Türkçeye
tercüme edilmiştir: Doğunun Hükümdarı, çev. Güldane Gündüzöz - Soner Gündüz, İstanbul: Antik Şark
Klasikleri, 2007.
128
Belâzürî, Ensâb, IV, 363-365; Ya‘kûbî, Târîh, II, 274-275; Taberî, VIII, 102-107; İbnü’l-Esîr, el-
Kâmil, V, 194-196; İbnü’l-Cevzî, VIII, 203-204.
339
ettim.” 129 Mansûr’un vasiyetine baktığımızda onun öngörüleri denilebilecek bazı
birinden yardım istememesini tembih eder; fakat onun bunu dikkate almayacağını
ekler. 130 Burada Mehdî’nin, Süleymoğulları’nın mevlâsı olan Zeydî kâtip Ya‘kûb b.
etkin olan eşi Hayzürân’a işaret edildiği görülmektedir. 131 Bu vasiyetnâmeye kâtiplerin
Abbâsî dönemi kâtipleri arasında siyasetnâme türünde eser telif edenlerin ilki
bulunmaktadır. Risâletü’s-Sahâbe adını taşıyan ilk eser halifeye ordu, din politikası,
hukuk sistemi ve yasalar, maliye ve vergi, merkez ve taşra idaresi, ulema-iktidar ilişkisi
gibi konularda yol göstermek için yazılmıştır. 132 İkinci eser ise masal tarzında Hint
filozofu Beydaba’dan uyarlanan Kelîle ve Dimne’dir. İlk bakışta çocuklara hitap ettiği
eseri salt tercüme etmediği, yer yer metne müdahalelerde bulunduğu ve eklemeler
görmüştür.
129
Belâzürî, Ensâb, IV, 365.
130
Taberî, VIII, 103-104.
131
Taberî, History, çev. H. Kennedy, XXIX, 151, dn. 513, 514.
132
Geniş bilgi için bk. Demirci, Mustafa, “Abdullah İbnü’l-Mukaffâ’nın ‘Risâletü’s-Sahabe’ Adlı
Risâlesi: Takdim ve Tercüme”, İSTEM, VI-2 (2008), 217-240.
133
Chokr, 254, 274-282.
340
Sehl b. Hârûn’un en-Nemir ve’s-Sa‘leb’i edebî ve ahlakî yönü ağır basan
alegorik bir siyasetnâmedir. 134 Telif bir eser olmakla beraber, bazı yönleriyle Kelîle ve
Dimne’yi andırmaktadır. Eser, karşılıklı siyasî mektuplara yer vermesiyle ayrıca dikkat
çekicidir. Sehl b. Hârûn, bununla bir bakıma mektup yazma kabiliyetini sergilemiş
gözükmektedir.
Edeb hakkındaki eserinin, bir vezire takdim edilmiş olmasından hareketle siyaset
altında insanın doğası ve temel ihtiyaçları, toplum-siyaset ilişkisi, hükümdar ile vezirin
gerekliliği ve özellikleri gibi konular üzerinde durur. 136 Platon, Aristo ve Yeni-
Yunan siyaset düşüncesini İslam’a uyarlama çabası içinde olduğu söylenebilir. 137
vezirin gerekliliği ve onda aranan özellikler ele alınmıştır. 138 İbn Ferî‘ûn, daha ziyade
134
Eserin tahlili için bk. Karp, 108-270. Ali Benli tarafından inceleme yazısıyla birlikte Türkçeye tercüme
edilmiştir: Kaplan ve Tilki: Ahlak ve Siyaset Üzerine Düşünceler, İstanbul: Klasik Yayınları, 2019.
135
Nedîm, I, 375; II, 349. Bu eserden yapılmış olması muhtemel bir alıntı için bk. Muâfâ, I, 580-581.
136
Kudâme, el-Harâc, 425-485.
137
Eserin siyasetle ilgili bölümünün geniş bir değerlendirmesi için bk. Heck, 194-239.
138
İbn Vehb, 401-412, 425.
341
kâtiplere temel bilgiler sunmak maksadıyla yazmış olduğu Cevâmi‘u’l-Ulûm adlı
Abbâsî sarayında siyasî ve idarî konular etrafında cereyan eden bazı konuşmalar
ve diyaloglar kayıt altına alınırdı. Bazen bir fikir teatisi bazen bir mesele hakkında
yapılan istişarenin kalıcı olması için kaydedilmek suretiyle muhafaza edilirdi. Bu tür
kayıtlara örnek olarak Halife Mehdî’nin devletin ileri gelenleri ve hanedan üyeleri ile
itaatten çıkan Horasan bölgesi ve halkı üzerine yaptığı bir istişare toplantısı günümüze
Rebî‘ b. Yûnus, Fazl b. Abbâs; Mehdî’nin oğulları Ali, Mûsâ el-Hâdî ve Hârûn; Salih
[b. Ali], Muâviye b. Abdullah ve Muhammed b. Leys [el-Hatîb] yer almıştır. Siyaset,
ustası kâtip Muhammed b. Leys tarafından Bağdat’ta Rebîülâhir 170 (Eylül-Ekim 786)
biçimde tarih eserleri yazılmıştır. Bu durum, bir bakıma sözlü anlatının yerini yazılı
tarihe bırakması demektir. Tarih yazım türleri de yine bu dönemde şekillenmiştir. Siyer-
megâzî, yaratılışla başlayıp çağdaş döneme kadar getirilen genel tarihler ya da dünya
tarihleri, halifeler tarihi özelliği ağır basan İslam tarihleri, Abbâsî çağını ele alan yakın
dönem tarihleri, fetihler tarihi, tek veya toplu biyografiler ve şehir-bölge tarihleri gibi
birçok türün örneği farklı çevrelere ait kimseler tarafından ortaya konulmuştur.
ilki hadiselerin görgü tanığı olan râvilerdir. İkincisi ise farklı rivayetleri ve kaynakları
139
İbn Ferî‘ûn, 159-197, tür.yer.
140
İbn Abdürabbih, I, 161-178.
342
bir araya getirerek eser yazan tarihçidir. Bu bağlamda kâtiplerin her iki açıdan da tarih
sayılan kâtiplerin, Bermekîler’in varisleri olarak tarih yazımında herkesten fazla söz
sahibi oldukları ileri sürülmektedir. 141 Özellikle Abbâsî tarihi ile ilgili rivayetlere
bakıldığında çok sayıda kâtibin adına rastlanmaktadır. Halîfe b. Hayyât, Belâzürî, İbn
Tayfûr, Taberî, 142 Sûlî ve Miskeveyh gibi tarihçilerin eserlerinde ilgili bölümlere
bakıldığında kâtiplerin naklettikleri bilgilerin büyük bir yekûn tuttuğu fark edilecektir.
âlimi Heysem b. Adî (ö. 207/822), Femüssılh’ta hâmisi Hasan b. Sehl’in yanında iken
ölmüştür. 143
Genel Tarihler
Müslümanlar arasında II/VIII. yüzyıldan itibaren kapsamlı tarih eserleri
başlayıp halifelerle devam eden hicrî tarihe bağlı kronikler olarak da karşımıza
ele alan siyer-megâzî eserlerinin öne çıkmasına bağlı olarak Kur’ân’da anlatılan
olduğu söylenebilir. Öte yandan Arapların diğer milletlerle karşılaşmaları ve bazı tarih
tutma çabası içinde olmuşlardır. Bunun başlıca yollarından biri de milletler tarihi içinde
141
Kennedy, The Prophet, 146, 359-360.
142
Hazne-Kâtibî, et-Taberî, 252-344, 416-426.
143
Nedîm, I, 312.
343
duracağımız bu konu hakkında Câhız, Farslara dair eserlerin kısmen uydurulmuş olma
telif etmiş olan Gaylân, Abdülhamîd el-Kâtib, İbnü’l-Mukaffa‘, Sehl b. Hârûn ve Ebû
Abbâsîler’e ve Tolunoğulları’na kâtip olarak hizmet etmiş olan Ya‘kûbî 145 genel
tarih yazımında önemli bir yere sahiptir. Onun Târîhu’l-Ya‘kûbî olarak bilinen eseri
dünya ve İslam tarihi olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. 146 Eserin ilk cildi, Hz.
ihtiva eder. İkinci cilt ise Hz. Muhammed’in hayatı ile başlayıp 259/873 yılına kadar
gelen bir İslam tarihidir. Eserde peygamberler, İsrailoğulları’nın tarihiyle birlikte işlenir.
zikredilir. Hint kralları başlığı altında Hindistan’ın siyasî tarihinin yanı sıra Hintlerin
mensup bilgin ve düşünürlerin eserleri hakkında geniş açıklamalar yer bulur. Kitabın bu
bölümü, ilimler tarihini andırmaktadır. Yunan kralları bölümünde İskender ele alınır ve
sonra Roma tarihine geçilir. Bu bölümü Farsların kralları ve tarihleri izler. Benzer
(Lahmîler) tarihi işlenir. Son olarak Hz. İbrahim’in oğlu İsmail Peygamber’den
144
Câhız, el-Beyân, III, 29.
145
Hayatı hakkında geniş bilgi için bk. Anthony - Matthew, “Ibn Wāḍiḥ al-Yaʿqūbī: A Biographical
Sketch”, 9-22; Sipahioğlu, “Ya‘kûbî”, 101-106.
146
Ya‘kûbî’nin Ahbârü’l-Ümemi’s-Sâlife adlı bir eserinin olduğu söylense de (Yâkût, el-Üdebâ, II, 557),
bunun Târîh’in ilk kısmı olma ihtimali yüksektir.
344
başlanarak İslam öncesi Araplar çeşitli açılardan ele alınır. 147 Ya‘kûbî eserinde çok
içerecek bir perspektifle insanlık tarihini işlemiş olması cihetiyle çağdaşlarından -İbn
Kuteybe, Dîneverî ve Taberî’den- bariz biçimde ayrılır. Bununla birlikte Mes‘ûdî (ö.
345/956) ile bazı ortak noktalarda buluştuğu söylenebilir. Ya‘kûbî’nin, eserinin İslam
tarihiyle ilgili bölümünde idarî hayatla alakalı terimleri doğru ve yerinde kullanması
Ya‘kûbî’nin tarihinde dikkat çeken önemli bir nokta, hadiselerin tarihini farklı
tarihinde ise Hz. Peygamber’in doğumu, vahiy almaya başlaması, hicreti ve vefatı,
halifelerin başa geçişleri (biat almaları), Kerbela olayı gibi gelişmelerin vaktini gök
cisimlerinin konumuna bağlı olarak bazen burç takvimine bazen de Roma (İskender)
bilgileri kaynakları arasında belirttiği 149 Mâşâallah İbn Eserî (ö. 200/815) ve
hazırlamış olan Hârizmî’nin günümüze ulaşmayan Târîh adlı eseriyle 150 de irtibatlı
olduğu düşünülebilir. Şöyle ki, İslam dünyasında yaygın biçimde ayın evrelerine dayalı
147
Dünya tarihçiliği hakkında bk. Khalidi, 115-117, 119-120, 124; Bozkurt, Dünya Tarihi Tasarımları,
50-55.
148
Ya‘kûbî, Târîh, II, 5, 15, 77, 95, 112-113, 123, 150, 167, 188, 197-198, 205, 210, 216-217, 221, 231,
243, 254, 274, 283, 285, 304, 311, 331, 337, 340, 347-348, 356.
149
Ya‘kûbî, Târîh, II, 4, 5, 15, 77. Ya‘kûbî ayrıca Ca‘fer b. Muhammed’den nakillerde bulunan Vehb b.
Münebbih’e üçüncü bir kaynak olarak işaret eder (Târîh, II, 4, 5).
150
Başka eserlerde yapılmış nakiller için bk. İbn Tayfûr, Bağdâd, 107-108, 183, 237, 238, 349; Taberî,
VIII, 498, 609; Hamza el-İsfahânî, Târîh, 145; Hatîb, Târîhu Bağdâd, I, 390-391.
345
olan hicrî takvim kullanılıyordu; ancak güneş takvimi de öte taraftan yürürlükteydi ve
de meşgul etmiştir.
diğer milletlerin tarihlerine dair bir eser kaleme almıştır. 151 İbn Hurdâzbih, Farslar
tarih eseri yazmıştır. Mes‘ûdî bu eserden övgüyle bahsetmiştir. 152 Ebû Abdullah
üzere İslam tarihini de içeren bir genel tarih eseri veya dünya tarihidir. Resâil
milletlerine dair ilginç haberleri” ihtiva eden bir eser yazdığı belirtilmiştir. 154
görülmektedir. Nitekim, Fars asıllı bir kâtip olan Ebü’l-Hasan Ali İbn Fudayl, el-Asnâm
adıyla Arapların ve Acemlerin Allah Teâlâ dışında taptıkları nesneleri ihtiva eden bir
kitap yazmıştır. 155 Ebû Saîd Vehb b. İbrahim b. Tâzâd en-Nasrânî, Sâbiîlerin Süryani
151
Mes‘ûdî, Mürûc, I, 12.
152
Mes‘ûdî, Mürûc, I, 12. Nedîm, kitabın adını Cemheretü Ensâbi’l-Furs ve’n-Nevâfil olarak belirtir (el-
Fihrist, I, 458). Bu eserden yapılmış olması muhtemel bir nakil için bk. Tenûhî, el-Ferec, I, 335.
153
Mes‘ûdî, Mürûc, I, 12.
154
Nedîm, II, 444-445.
155
Nedîm, I, 388.
346
takvimine göre yıl içindeki kutsal günleri ve ibadetleri hakkında bilgi veren bir eser telif
etmiştir. 156
Özel Tarihler
Abbâsî döneminde genel tarihler dışında belli bir döneme veya gelişmeye
odaklanan tarih eserleri de kaleme alınmıştır. Bu eserler genellikle Abbâsî tarihi, fetihler
eserlerde kâtiplere râvi olarak sıkça rastlanmaktadır. Abbâsî kâtipleri divanlarda olup
bu tür haberlerin rivayet zincirinin ilk halkasında çoğunlukla onlar yer almıştır. Bu
bakımdan her ne kadar çoğu kâtip, yaşadığı dönemin tarihini yazma imkânına sahip
olmasa da râvi sıfatıyla tarih yazıcılığına dolaylı yoldan katkıda bulunmuştur. Ebü’l-
Çokça rivayette bulunmuş kâtiplerin müstakil bir eser yazıp yazmadığını tespit
etmek güçtür. Bu sebeple burada özel tarih kategorisine girecek eser yazdığı sabit olan
ve kaydettiği bilgilere daha sonra gelen tarihçiler tarafından eserlerinde yer verilmiştir.
Kudâme b. Ca‘fer’in çeşitli haberlere yer verdiği Zehrü’r-Rebî‘ adlı eserinde olduğu
156
Nedîm, II, 366-373.
157
Cehşiyârî, 242, 246, 269, 323, 345, 349, 377, 418, 531; Hatîb, Târîhu Bağdâd, XV, 278 ve tür.yer.;
Yâkût, el-Üdebâ, I, 82, 438; V, 2007, 2056, 2064, 2108, 2117; İbn Fazlullah, Mesâlik, XI, 88-91.
158
İbn Abdürabbih, VII, 106, 110.
347
gibi, eserden her ne kadar övgüyle bahsedilmiş olsa da içeriği hakkında bir fikir elde
döneminde sarayda tarih yazımı ile görevlendirilmiş herhangi bir kişi hakkında bilgi
Abbâsîler’i öven ve onları ciddi biçimde yermekten uzak duran bir üslup ve içerik ile
dikkat çekicidir.
konu alan hacimli bir eser yazmıştır. 162 Dîvanü zimâmi’l-maşrık ve’l-mağrib’in
reisliğini yapmış olan Ebü’l-Fazl Muhammed b. Ahmed (ö. 287/900) ise Ahbâru
Hulefâi Beni’l-Abbâs adlı hacimli bir kitap telif etmiştir. 163 Müstaîn’in veziri Ebû Salih
Abdullah İbn Yezdâd (ö. 261/875) kronik türü olduğu tahmin edilen et-Târîh adında bir
kitap yazmış, oğlu Ebû Ahmed Salih de bu eseri 300 (912-13) yılına kadar getirerek
159
Mes‘ûdî, Mürûc, I, 13; Yâkût, el-Üdebâ, V, 2235.
160
Belâzürî, Fütûh, 206, 228, 294, 404, 413, 513, 623; Sûlî, Evrâk (295-315), 45; Kudâme, el-Harâc,
423.
161
Ya‘kubî, el-Büldân, 137.
162
Nedîm, I, 379. Nakiller için İbn Tayfûr, Bağdâd, 63; Taberî, VIII, 575.
163
Nedîm, I, 331-332. Nakiller için bk. Cehşiyârî, 398-406, 490-492; Sâbî, el-Vüzerâ, 13 vd.
164
Nedîm, I, 386.
348
kadar gelen olayları ele alan bir kitap yazmıştır. 165 Abdurrahman b. Îsâ İbnü’l-Cerrâh
(ö. 348/959), et-Târîh adıyla 270/883 yılından başlayıp kendi zamanına kadar gelen bir
Hasan b. Sehl (ö. 280/893-94), Zenc isyanının (255-269/869-883) içinde hareketin lideri
Ali b. Muhammed’in öldüğü güne kadar yanında bulunmuştur. Bu isyandan bir sonuç
Ahbâru Sâhibi’z-Zenc ve Vekâi‘ih isimli bir kitap kaleme aldığı belirtilir. 168 Taberî,
bulunur. 169 Ondan aktarılan rivayetlere bakıldığında bizzat Zenc isyanına liderleri
Ali’nin yanında katılmış biri olduğu ve olayı yaşamış kişilerin ağzından haberler
hareketin önde gelen simaları, savaşların seyri, savaşlar sırasındaki asker ve ölen insan
sayısı, gemilerin durumu, kimin galip geldiği vs. askerî konular hakkında ayrıntılı
bilgiler verir. Bu yönüyle Zenc isyanının gerçekçi bir yaklaşımla başından itibaren
ayrıntılı bir tarihini yazmış olduğu görülmektedir. 170 Kitabın günümüze ulaştığına dair
165
Mes‘ûdî, Mürûc, I, 13; Nedîm, I, 387.
166
Nedîm, I, 399.
167
Nedîm, I, 464.
168
Taberî, X, 32; Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 157, 194; Nedîm, I, 395.
169
Taberî, IX, 427, 431, 433, 435, 470, 477, 480-483, 487, 488, 493, 495, 498, 499, 503, 521, 522, 525,
528, 529, 538, 542, 543, 546, 547, 549, 557, 568, 569, 571, 572, 578, 580, 606, 608, 622, 624, 626, 628.
170
Kennedy, “Caliphs and Their Chroniclers”, 26-29, 33; Demirci, Siyah Öfke, 3-5.
349
herhangi bir veriye rastlanmazken, Kanunî Sultan Süleyman Basra’yı ele geçirdiği vakit
yapmaktadır. Yazarın doğrudan eserden alıntı yapmasından eserin X/XVI. yüzyıla kadar
sonunda o da Muvaffak’tan eman talep etmiştir (269/883). 172 Taberî, bazen doğrudan
aktarmaktadır. 173 Zenc isyanına genişçe yer ayıran Taberî, bu iki kâtibin kayıtlarına
kâtibin tarih yazımına ilgileri ve dakik çabaları olmasa, Zenc isyanı hakkında çok az
olan Fazl b. Mervân’ın (ö. 250/864) yaşadığı, gördüğü ve dinleyip aktardığı şeyleri el-
Bazı kâtipler yaşadıkları döneme ait önemli gelişmeleri, şiirle anlatma yolunu
seçmişlerdir. Hiciv ve methiye türü şiirlerde her ne kadar hadiselere öznel yaklaşım
171
Demirci, Siyah Öfke, 4, 102.
172
Taberî, IX, 624; Kennedy, “Caliphs and Their Chroniclers”, 28; Demirci, Siyah Öfke, 240.
173
Taberî, IX, 435, 483-486, 495-498, 499, 572.
174
Nedîm, I, 394. Bu eserden yapılmış bazı alıntılar veya Fazl’dan işitilerek yapılmış nakiller için bk. İbn
Tayfûr, Bağdâd, 108-109; 211-212; Taberî, IX, 121, 123; Cehşiyârî, 266, 335, 350, 380, 389, 430, 496;
Tenûhî, el-Ferec, II, 127, 354; III, 339; a.mlf., Nişvâr, VIII, 17, 43, 45, 48, 49, 196; Şâbüştî, 139-140;
Garsünni‘me, 259; İbnü’l-Ferrâ, 63-64.
350
şiirler kayda değer kaynaklardır. Ebû Muhammed Abdullah b. Hüseyin b. Sa‘d el-
daha sonra vezirliğini yapmış olan ve hapiste ölen Sâid b. Mahled’i (ö. 276/889) uzun
bir kasideyle anlatmış; ayrıca Sâid’in işlerini çekip çeviren cariyesi ile Muvaffak’ın
devlet adamları, âlimler ve ediplere dair bilgiler içerir. Bu yönüyle döneminin siyasî,
müsadereler, kâtiplerin başına gelenler bu rivayetler arasında önemli bir yer tutmaktadır.
Bu rivayetlere yer veren tarihçilerin sözlü veya yazılı olarak hangi yoldan ulaştıkları
175
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 167.
176
Tenûhî, el-Ferec, I, 322; II, 54, 96; III, 347; a.mlf., Nişvâr, IV, 79; VIII, 30; Miskeveyh, V, 59, 61-63,
134-139, 154, 156-157, 186-190; Sâbî, el-Vüzerâ, 30, 60, 75, 141, 166, 182, 189, 191-192, 194, 197-199,
201-204, 206-233, 249-251, 252-255, 259-265, 268.
177
Tenûhî, Nişvâr, I, 204, 206, 227; VI, 125, 214, 220; V, 64, 69, 73, 75, 77, 80; Sâbî, el-Vüzerâ, 130,
133, 135, 238, 346, 348, 359.
351
Fetihler Tarihi: Fetihlerle ilgili rivayetlerin derlenmesinde yahut fetihlere
dinlemek isteyenlere derli toplu edebî tarzda bir eser sunmaktır. İkincisi ise devletin
yazılmış fetihlere dair eserler, aynı zamanda sağlanan hâkimiyetinin kalıcı olması için
tarzdaki hamasî içerikli birinci tür, halkın ilgisine mazhar olurken çoğunlukla kâtiplerin
kaleminden çıkmış ikinci tür ise devlet adamları ve âlimlerin müracaat eserleri
olmuştur. 178 İlk türe Vâkıdî’ye nisbet edilen 179 Fütûhu’ş-Şâm ve İbn A‘sem el-Kûfî’nin
Kudâme b. Ca‘fer’in Kitâbü’l-Harâc’ındaki ilgili geniş bölüm (7. Menzile, 19. Bâb)180
Muhammed b. ‘Âiz’in (ö. 233/847) siyer ve megâzî kitaplarının yanı sıra el-Fütûh ve
es-Savâif [Bizans Üzerine Yaz Seferleri] adında eserler hazırladığı kaydedilmektedir. 181
Biyografi Yazımı
Abbâsî dönemi tarih yazımının büyük bir bölümünü biyografik eserler oluşturur.
Bu sahadaki eserler ilk olarak hadis râvileri hakkında bilgiler toplamak amacıyla
178
Khalidi, 65-68.
179
Vâkıdî’ye nispet edilen fütûh kitapları, VII./XIII. yüzyılda yaşamış olan Ebü’l-Hasan el-Bekrî başta
olmak üzere çeşitli kıssacılar tarafından meydana getirilmiştir. Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya
Yazıcılığı, 30.
180
Kudâme, el-Harâc, 256-424. Kudâme’nin Belâzürî’nin el-Fütûh’undan büyük oranda yararlandığı
görülmektedir.
181
İbn Asâkir, LIII, 288-294; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, XVII (h. 231-240), s. 327-328; a.mlf. Siyer, XI,
104-107.
352
hazırlanmıştır. Çok geçmeden geniş bir yelpazede kayda değer kişileri içerecek
biyografi yazım geleneği oluşmuştur. Gerek tek bir şahsa ayrılmış olsun gerekse belli
bir başlık altına dahil edilebilecek şahısların toplu biyografileri olsun, bu işi üstelenen
kişilerin bir tercih ve ayıklamada bulunmaları söz konusuydu. Diğer bir ifadeyle
görülmektedir.
iyi örneğidir. 182 Vezirler tarihiyle ilgili günümüze intikal etmeyen eserler arasında
Dâvûd İbnü’l-Cerrâh’ın Ahbâru’l-Küttâb’ı, 183 Nattâha lakabıyla bilinen Ebû Ali Ahmed
b. İsmâil el-Hasîb’in (ö. 290/902-3) Tabakâtü’l-Küttâb’ı, 184 divan reisliği yapmış olan
bu esere Ali b. Feth b. el-Mutavvak’ın (ö. 320/932’den sonra) zeyil olarak yazıp Ebü’l-
182
Geniş bilgi için bk. Selahattin Polatoğlu, “Cehşiyârî’nin Kitâbü’l-Vüzerâ ve’l-Küttâb’ı Örneğinde
Müslümanlarda Biyografik Tarih Yazıcılığı”, İslam Telif Geleneğinde Biyografi Yazıcılığı, ed. Hidayet
Aydar, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2018, s. 53-75.
183
Nedîm, I, 396.
184
Nedîm, I, 387-388; Yâkût, el-Üdebâ, I, 199-201.
185
Cehşiyârî, 359, 510; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, 298; Nedîm, I, 397, 400.
186
Mes‘ûdî, Mürûc, I, 13; a.mlf., et-Tenbîh, 298; Tenûhî, el-Ferec, II, 172; III, 193; Nedîm, I, 400.
353
Vüzerâ’sı, 187 Ebü’l-Hasan Ali b. Hasan İbnü’l-Mâşita’nın (ö. 310/922’den sonra)
Vüzerâ’sı 190 kaydedilmiştir. Bazı eserlerin başlığında her ne kadar vezirlere dair olduğu
hakkında, Sîretü Âli Cerrâh ve Ahbâruhum ve Ensâbuhum fi’l-Kadîm ve’l-Hadîs adlı bir
Bir vezir üzerine, monografik eser kaleme alan kâtipler de olmuştur. Buna örnek
olarak Ebû Bekir es-Sûlî’nin Muktedir dönenimin ünlü veziri İbnü’l-Furât’ın iyi
taraflarını ele aldığı Menâkıbü Ali İbni’l-Furât’ından 193 ve Kudâme b. Ca‘fer’in başka
bir vezir aynı zamanda hattatlığıyla ünlü İbn Mukle üzerine en-Necmü’s-Sâkib olarak da
bilinen er-Risâle fî Ali b. Mukle adlı bir eserinden 194 söz edilmektedir.
Tıp eğitimi almış; ancak tabiplik yapmak yerine hesap konusundaki yetkinliği sayesinde
187
Nedîm, I, 458-459.
188
Mes‘ûdî, Mürûc, I, 13; a.mlf., et-Tenbîh, 298; Tenûhî, Nişvâr, VIII, 17; Nedîm, I, 420-421
189
Nedîm, I, 398.
190
Kitap Mu‘tazıd ve Müktefî dönemlerinde vezirlik yapmış olan Kâsım b. Ubeydullah (ö. 291/904) ile
son bulur. Mes‘ûdî, Mürûc, I, 13; a.mlf., et-Tenbîh, 298; Nedîm, I, 465; Sâbî, el-Vüzerâ, 4.
191
Hilâl es-Sâbî’nin (ö. 448/1056) el-Vüzerâ’sı incelendiğinde bu iddianın geçerli olduğu görülecektir.
192
Nedîm, I, 399.
193
Sûlî, Evrâk (295-315), 137; Nedîm, I, 465.
194
Nedîm, I, 403.
354
malî işlerde üst düzey kâtipliği tercih etmiş olan İbnü’d-Dâye Ahbârü’l-Etıbbâ
yeme-içme, giyinme gibi konularda onlarla olan ilişkileri oluşturmaktadır. 195 Bununla
birlikte eserden yapılmış çeşitli nakiller, içeriği hakkında daha da bilgi sahibi olmamızı
sağlamaktadır. 196
Yûsuf İbnü’d-Dâye, Bağdat’ta bir süre kendisine halife olarak biat edilen
İbrahim b. el-Mehdî hakkında Ahbâru İbrahim b. el-Mehdî adıyla bir eser hazırlamıştır.
İbnü’d-Dâye’nin Mısır’da uzun yıllar kâtiplik yapmış olan oğlu Ebû Ca‘fer Ahmed (ö.
340/951) ise Sîretü Ahmed b. Tûlûn adıyla bir kitap yazmıştır. Tolunoğulları Devleti’nin
etmiştir. 197
4.6. Coğrafya
Abbâsîler’in ilk iki asrı, Müslümanlar arasında coğrafya ilminin teşekkül devrine
karşılık gelmektedir. Nitekim fizikî, beşerî ve siyasî coğrafya olmak üzere bu alanın alt
dalları ve haritacılık konusunda çok sayıda tercüme ve telif eser ortaya konulduğu
görülmektedir. Batlamyus’un (ö. 168 [?]) yedi iklim, yerleşim birimlerinin koordinatları
Sûretü’l-Arz adlı eserini telif etmiştir. İbn Serâbiyûn (IV/X. yüzyılın ilk yarısında
195
Mes‘ûdî, Mürûc, IV, 27.
196
İbn Havkal, 124; İbn Ebû Usaybia, 175-179, 190-198, 216-220, 222-226, 229-242, 244-245, 247-252,
255-259, 375.
197
İbn Saîd, 73-146.
355
hayatta), Acâibü Ekâlîmi’s-Seb‘a adlı eserinde bu konuları genelde İslam dünyasına,
posta teşkilatı işlevi gören Dîvânü’l-berîd için dönem dönem yol haritaları
taşra idarî yapısı ve toprak vergileri ile ilgili listeler düzenlenmiştir. Devlet adamları ve
halkın yakın-uzak diyarlara karşı duyduğu merak ise çoğunlukla edebî eserlere
yansımıştır. Yine bu dönemlerde coğrafî bilgiyi Abbasîler kadar diğer İslam devletleri
yazımında ciddi biçimde yol almasını sağlamıştır. Bununla birlikte İslam dünyasında
bilgini, kâtip, âlim (muhaddis-fakih), edip ve tâcir olmak üzere farklı gruplara mensup
önemli olan coğrafya konusunda bir kâtibin bilgisiz olması düşünülemezdi. Bazı
kâtipler bu konuda temel düzeyde bilgi sahibi olmayı aşarak eser telif etme yoluna
gitmiştir.
Berîd teşkilatına önem verilmiştir. Daha önce belirtildiği üzere, bu teşkilat haberleşme,
ait resmî belgelerin ve eşyaların taşınmasını sağlayan Berîd teşkilatı, doğal olarak belli
başlı merkezler arasındaki bağlantı ağı ve mesafeler hakkında detaylı bilgiye sahipti.
198
Miquel, İslam Dünyası, 8-9.
356
Yollara ilişkin bu bilgilerin dönemin haritalarına yansımış olması kuvvetle
tesadüfî değildir.
Tarih yazımı bölümünde bahsi geçen Ya‘kûbî, 276 (889-90) yılında yazdığı199
el-Büldân adlı eseriyle Irak coğrafya ekolünün ilk temsilcisi olarak görülmektedir.
Ya‘kûbî, eserinde Bağdat/Irak’ı merkeze alarak İslam dünyasının fizikî, siyasî, idarî,
beşerî ve tarihî coğrafyası hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Eserin bazı bölümlerinin
eksik biçimde günümüze ulaşması sebebiyle, Bizans başta olmak üzere İslam dünyası
dışında kalan bölgeleri nasıl ele aldığı bilinmemektedir. Ya‘kûbî, Bağdat’ın doğusuna
şeklinde vermektedir. 200 Bu durum onun berîd teşkilatında uzun süre çalışmış olması ve
oradan edindiği bilgilere dayanması ile açıklanabilir. Ya‘kûbî’nin tarihinde ara ara berîd
dikkat çekicidir. 201 Ya‘kûbî, Bağdat ve Sâmerrâ hakkında ayrıntılı bilgiler vererek
okuyucuya bir şehir planı sunmaktadır. Şehrin kuruluş serüveni, iktâ arazileri, cadde ve
köprüleri ve belli başlı yapılarını detaylı biçimde ele almaktadır. 202 Dolayısıyla
Kâtip ve nedim olarak bilinen İbn Hurdâzbih’in (ö. 300/912-13) el-Mesâlik ve’l-
ve istihbarat (haber) görevini üstlenmiş olan müellif, bir dönem bütünüyle Halife
199
Ya‘kûbî, el-Büldân, 69.
200
el-Büldân, tür.yer.
201
Ya‘kûbî, Târîh, II, 263, 321, 322, 323, 328, 334, 352, 354, 358, 359.
202
Ya‘kûbî, el-Büldân, 11-70.
357
Mu‘temid’e nedimlik yaparak saray mensupları arasına girmiştir. 203 İbn Hurdâzbih’in
gerek posta teşkilatında görev alması gerekse sarayda yaşamış olması, coğrafya eserinin
idarî bakımdan bir haritasını sunmanın yanı sıra birtakım önemli açıklamalar içerir. İrili
ufaklı nehirler ve onlarla sulanan bölgeler kitapta önemli ölçüde yer tutar. 204 Yerleşim
birimleri, çoğu kez gelirleri ve alınan vergi miktarıyla birlikte verilir. Bölgeler, şehirler
ve küçük yerleşim birimlerinin aynî veya nakdî olmak üzere vergileri rakamlar halinde
belirtilir. 205 Eser, bu yönüyle adeta Abbâsî vergi gelirlerinin tam bir listesini içerir.
Farklı dönemlere ait vergi miktarları verilmek suretiyle mukayese edilmesine olanak
sağlar. Örneğin Sevâd arazisinin Sâsânî hükümdarı Kubad ve Ebrevîz, Hz. Ömer, Ömer
oranları gösterilmeye çalışılır. 206 Mısır toprakları için de benzer bir yaklaşım söz
konusudur. 207 Belli başlı yolların güzergâhlarıyla birlikte belirtilmesinin yanı sıra
yerleşim birimleri arasındaki mesafeler fersah, mil ve sikke [konak, posta istasyonu]
olarak tek tek zikredilir. Bazı posta (berîd) merkezlerinin konumunun ve istasyonlar
arası mesafenin ayrıca belirtilmesi dikkat çekicidir. 208 Eserin Bizans topraklarından
hâkim olma hedefine bağlı olarak bu bölümde güzergâhlar üzerindeki kaleler, belli
203
Nedîm, I, 457-458; İbnü’n-Neccâr, XVII, 10. İbn Hurdâzbih hakkında geniş bilgi için bk.
Krachkovski, I, 155-158; Avvâd, ez-Zehâir, III, 212-236; Zadeh, 17-20, 22-33.
204
İbn Hurdâzbih, 6-12.
205
İbn Hurdâzbih’in vergilere dair bilgilerinin kaynaklarından biri, tanınmış kâtip ve vezir Fazl b.
Mervân’dır. İbn Hurdâzbih, 21, 42-43, 48.
206
İbn Hurdâzbih, 14-15. Ayrıca bk. Golole, 245-246.
207
İbn Hurdâzbih, 83-84.
208
İbn Hurdâzbih, 29, 41, 42, 59, 74, 98, 116-117, 119, 122, 144, 153.
358
gözlemleri büyük ölçüde yer tutar. 209 Makdisî, kendisinden bir asır önce yaşamış olan
söyler. Zira İbn Hurdâzbih’in, kitabında Vâsık’ın Zülkarneyn seddinin yerini öğrenmek
ve hakkında bilgi elde etmek üzere gönderdiği heyetin başında bulunan Sellâm et-
Hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan coğrafyacı Ebû Ali Ahmed b. Ömer
eseri, içerik bakımından bir kâtip duyarlılığıyla kaleme alındığı izleninimi vermektedir.
Belli noktalar arasındaki mesafeleri dakik biçimde vermeye özen göstermesi, 212 bazı
teşkilatında su işlerinden sorumlu bir bürokrat olduğu tahmin edilen 214 Sührâb İbn
Ekâlîmi’s-Seb‘a ilâ Nihâyeti’l-İmâre adlı eserinde, 215 yedi iklim esasına göre o gün için
yerleşim birimlerini derece ve dakika şeklindeki koordinatlarıyla tek tek harflerle izah
etmiş ve dünya haritasının nasıl çizebileceğini göstermiştir. Her bir yerin coğrafî
konumunu veren İbn Serâbiyyûn’un eserini diğer coğrafya kitaplarından ayıran başka
bir önemli özellik ise nehirler ve kolları hakkında çok ayrıntılı ve dakik bilgiler
209
İbn Hurdâzbih, 99-115; Miquel, İslam Dünyası, 80.
210
İbn Hurdâzbih, 162-171.
211
Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsîm, 273.
212
el-A‘lakü’n-Nefîse, 143-165.
213
el-A‘lakü’n-Nefîse, 97-98, 109.
214
Demirici, Siyah Öfke, 48.
215
thk. Hans von Mzik, Leipzig 1929.
359
aktarmasıdır. Eserde büyük ve küçük nehirlerin uzunlukları, onları besleyen kollar,
hangi bölgelerin hangi sularla sulandığı, nehrin havzaları ve sularını topladığı dağlar,
sulama kanalları gibi uzmanlık gerektiren zengin bilgiler yer almaktadır. Hatta bu
bulunan bölgelerin tarihî coğrafyasını merak edenler için eşsiz bilgiler sunmaktadır.
kâtipleri için gerekli görülen bilgi kümelerinin takdim edildiği bu eserde coğrafya, alt
dalları ile birlikte temel düzeyde ele alınır. Kudâme, coğrafya ile ilgili bilgilere Abbâsî
divanlarını ele aldığı 5. bölümün (menzile) son kısmında (11. bâb) Dîvânü’l-berîd’i ele
alarak başlar. Bağdat’tan ülkenin dört bir yanına uzanan yolları belli noktalar arasındaki
mesafeleri ile birlikte belirtir, ayrıca doğal ve beşerî imkânlarından bahseder. Eser, bu
yönüyle tüccar, hacı, seyyah vb. kimseler için sağlam bir yol haritası işlevi görür.
Nitekim coğrafyacı İbn Havkal, yolculukları esnasında Kudâme’nin kitabına itimat edip
yanından ayırmadığını söyler. 216 Kitabın bu bölümü Abbâsî Devleti’nin resmî posta
menzilleri ile son bulur. 217 Eserinin 6. bölümünü tamamen 7 başlık altında coğrafyaya
körfezler ve adaları ele alır. Akdeniz adaları üzerinde ise dikkatle durur. Ardından
mamur bölgelerdeki dağları uzunlukları ile birlikte tanıtır. Nehirleri ise kaynağı, yatağı,
216
İbn Havkal, 329.
217
Kudâme, el-Harâc, 77-129 (T. 165-181).
360
kolları ve uzunluğu ile birlikte sıralar; su kanalları ve bataklıklardan bahseder. Kudâme
coğrafyasını konu edinir. Dönemin idarî birimlerini, tarım gelirleri yüksek Sevâd
bölgesi başta olmak üzere çeşitli merkezlerin tahıl ve nakit cinsinden vergilerini
jeopolitik düzlemde ele almasıdır. Nitekim o, İslam dünyasının dışında kalan bölgelere
stratejik açıdan yaklaşır. Sınır boylarını, yolları ve geçitleriyle birlikte tarif eder. Orada
Müslümanlar için en çetin düşman ve onlarla sürekli savaş halinde olan Bizanslarla yani
Rum diyarı ile başlar. İslam dünyasının Doğu Akdeniz’deki tersaneleri, savaş
piyadeler hakkında detaylı bilgiler verir. Bizans’ın idarî bölgeleri sayılan temaları ise
sınırları ve askerî güç çerçevesinde ele alır. Müslümanların Bizans üzerine düzenlediği
yaz ve kış seferlerinin hazırlık safhasını, güneş takvimine göre zamanını ve süresini
açıklar. Daha sonra diğer düşman topraklarını Hazar, Deylem, Türk, Hint, Tibet ve Çin
topraklarını benzer bir yaklaşımla ele alır. Coğrafya bölümünü Abbâsîler’in hâkimiyet
218
Kudâme, el-Harâc, 131-158 (T. 137-155).
361
alanı dışında kalan İslam topraklarındaki (Sudan, Orta ve Uzak Mağrib ve Endülüs)
Hudûduhâ adlı kitabında Arap kabilelerinin nereleri mesken tuttuğunu ve nereye göç
ettiklerini işlemiştir.220 Ebû İshak İbrahim b. Muhammed İbn Ebû Avn (ö. 322/934) en-
Nevâhî fî Ahbâri’l-Büldân adında bir kitap yazmıştır. 221 Ayrıca İbn Ebû Avn’ın kendisi
gibi bir kâtip olan dedesi Ebû Avn Ahmed’in de en-Nevâhî fî Ahbâri’l-Ard adıyla
başta olmak üzere çeşitli resmî görevler üstlenmiş kâtiplerin seyahatlerini kayda
gibi bir gayeye matuf olduğu gibi, kâtibin gördükleri ve yaşadıklarını yazmaya yönelik
olarak veya başka bir eserin içinde günümüze ulaşmakla beraber çoğu günümüze intikal
etmemiştir.
219
Kudâme, el-Harâc, 185-200 (T. 156-163).
220
Nedîm, I, 393.
221
Nedîm, I, 454-455. Ayrıca bk. Yâkût, el-Büldân, I, 11. Mes‘ûdî, kaynak olarak kullandığı kitabın adını
en-Nevâhî ve’l-Âfâk ve’l-Ahbâr ani’l-Büldân olarak zikreder ve “kara ile denizlerde ve onların dışında
adını duymadığımız çok sayıda acaip durum hakkında” olduğunu belirtir. (et-Tenbîh, 66).
222
Nedîm, I, 454.
362
Bizans sarayında gördüklerini birinci ağızdan nakleden anlatı, başka bir kaynak
günümüze ulaşan tek kişi Ahmed b. Fadlân’dır. O, Halife Muktedir’in İdil Bulgar
hanına gönderdiği heyette kâtip olarak bulunmuş ve 11 Safer 309 ilâ 12 Muharrem 310
tarihleri arasında (21 Haziran 921-12 Mayıs 922) devam eden yolculuğunu detaylı bir
şekilde yazmıştır. İslam dünyasına ait seyahatnâme türünün ilk örneklerinden sayılan bu
dinî, sosyal ve kültürel yaşamları hakkında gözleme dayanan bilgilere yer verilmiştir.
Çok sayıda neşri bulunan eser, Türkçe dahil birçok dile tercüme edilmiştir. 224
gelişmesinde kâtip sınıfının eğitilmesinin önemli bir payı bulunmaktadır. 225 Matematik
uzmanlarına, arazi ölçümlerini yapan görevlilere (messâh), devasa yapılar veya kaleler
inşa eden mimarlar ile inşaat mühendislerine ve belli davaları karara bağlayan kadılara
da hitap etmekteydi.
ticaret, arazi ölçümü, su kanalı açmak, mühendislik gibi hesap işlerini kolaylaştırmak
223
İbnü’l-Fakîh, 183-185.
224
Aliev, “İbn Fadlân”, 477-479.
225
Gutas, 111-115.
363
için yazdığını belirtir. 226 Hârizmî’den yaklaşık bir buçuk asır sonra yaşamış olan hâsib
Vefâ el-Bûzcânî de (ö. 388/998) matematik ve geometri sahasında yazdığı meşhur eseri
[Kâtiplere, Vergi Memurlarına ve Başka Kimselere Gerekli Hesap Bilgisine Dair Bir
Kitap] başlığını taşır. Kâtipleri ve vezirleriyle ünlü Vehb ailesinden Ebû Muhammed
adıyla bir eser yazdığı ve geometri sahasında dönemin önde gelen bilginleri arasında
belirtirken Öklid’e ait olanı giriş (özet), Vezir Ali b. Îsâ’nın eserini orta ve İbnü’l-
güneş takvimine bağlı olması münasebetiyle astronominin konuları arasında yer alan
226
Hârizmî, el-Cebr, 16.
227
Ahmed Selîm Saîdân tarafından İlmü’l-Hisâbi’l-Arabî adlı kitabının içinde neşredilmiştir (Amman
1971, s. 64-367).
228
Bu eser, Öklid’in Elementler’inin orantı ile ilgili bölümünün şerhi olmalıdır.
229
Nedîm, II, 231; Kıftî, el-Hukemâ, 127.
230
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 250-254; İbn Vehb, 352-362, Zeccâcî, 146-163; İbn Ferî‘ûn, 128-134.
231
İrşâdü’l-Kâsıd, 76. Ayrıca bk. Kalkaşendî, I, 559.
232
Nedîm, II, 167.
364
zamanın ölçülmesine merak duymuşlardır. 233 Ebû Eyyûb el-Mûriyânî, 234 Yahyâ el-
Bermekî, 235 Fazl b. Sehl, 236 Hasan b. Sehl 237 ve Ebû Ali İbn Mukle 238 ilmü’n-nücûmdan
anlayan veya ona ilgi duyan kişiler olarak zikredilmektedir. İbn Süreyc’in (377/987’de
daha sonra Mu‘tasım döneminde Sâmerrâ’ya gelerek halifelere tabip ve nedim olarak
hizmet etmiştir. Firdevsü’l-Hikme adlı eseri başta olmak üzere tıp sahasında yazdığı
233
Edebü’l-kâtib eserlerinde gökyüzü, gök cisimleri, zaman dilimleri ve takvimlere dair açıklamalara
rastlanmaktadır. İbn Kuteybe, Edebü’l-Kâtib, 69, 118-124, 131; İbn Vehb, 391-392; Zeccâcî, 80-92; İbn
Dürüsteveyh, 77-91; İbn Halef, 337-339, 377-380; Batalyevsî, I, 85-87, 196, 198; II, 18, 48-49;
Kalkaşendî, II, 163-195, 366-467; VI, 234-235, 242-250.
234
Cehşiyârî, 158.
235
Cehşiyârî, 359.
236
İbnü’d-Dâye, el-Mükâfee, 38; Nedîm, I, 441; Can, Fazl b. Sehl, 98-100.
237
İbn Tayfûr, Bağdâd, 241; Taberî, IX, 151. Hasan b. Sehl’in kızı, Me’mûn’un ise eşi olan Bûrân’ın da
ilmü’n-nücûmdan anladığı rivayet edilir. Cehşiyârî, 493-495; İbn Tâvûs, 137-139.
238
Miskeveyh, V, 331-332; Hemedânî, 274, 299; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVII, 24.
239
Nedîm, I, 423.
240
Taberî, IX, 85, 86, 90, 96; Nedîm, II, 296.
241
Nedîm, I, 403.
242
Nedîm, II, 161-162. Ayrıca bk. Hârizmî, Mefâtîh, 167.
365
Kudâme b. Ca‘fer için “mantık ilmî söz konusu olduğunda akla gelen isimler arasında
çevresine ve elitler zümresine hitap etmesi münasebetiyle tabip, nedim ve kâtip gibi
Tabîh’i zamanında pek bilinen bir eserdi. 244 İbrahim es-Sûlî 245 ve Ebû Ali Nattâha246
günümüze ulaşmıştır. 247 Güzel kokulara dair eserler arasında Yahyâ el-Bermekî’nin
Kitâbü’l-Itr’ı 248 ve aynı adla İbrahim es-Sûlî’nin bir eseri 249 olduğu belirtilmektedir.
gayr-i Arap unsurlardan İslamiyet’i kabul edenler ve dinlerinde kalmaya devam eden
önem verilmesi, kadim medeniyetlere ait ilim ve sanat mirasına daha fazla yönelmeye
243
Nedîm, I, 403.
244
İbnü’d-Dâye, el-Mükâfee, 106-107.
245
Nedîm, I, 379; II, 352.
246
Nedîm, I, 388.
247
Thk. Fahrî el-Bârûdî, Beyrut: Dârü’l-Kitâbi’l-Cedîd, 1964. Nazlı Pişkin tarafından Türkçeye
çevrilmiştir (Kitâbü’t-Tabîh: Abbasi Bağdat’ından Yemekler, Tatlılar, Çeşniler, İstanbul: Kitap Yayınevi,
2009).
248
Nedîm, II, 352. Kibar çevreler arasında tercih edilen, on kadar çiçek özünden yapılan Bermekiyye
adında bir kokudan bahsedilir (Veşşâ, ez-Zarf, 246, 247, 251).
249
Nedîm, I, 379; II, 352.
366
çeşitli dillerde geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunan eserler, Arapçaya tercüme
edilmeye başlamıştır. Tercüme faaliyetinde kâtipler sınıfı iki yönden etkili olmuştur. Bu
etki sahası, kâtip kökenli üst düzey devlet adamlarının yürütülen çeviri hareketine hâmî
sıfatıyla katkıda bulunmaları ve bazı kâtiplerin bizzat eser tercüme etmeleri şeklinde
ortaya çıkmıştır.
kısmen kurumsal bir yapıya bürünmüştür. Bu yapı içinde dönemin tabipleri 250 ve
gösterilmiştir. 252 Eyyûb ve Sem‘ân adlı iki mütercim, Batlamyus’un Zîc’i üzerine
Agniveşa isimli bir bilgenin tıp sahasında yazmış olduğu Caraka isimli kitap Bermek
ailesinden biri için Arapçaya tercüme edilmiştir. 254 Sehl ailesi de Bermekîler’in izinden
giderek mütercimlere hâmilik yapmıştır. Babası gibi kadim ilimlere dair eserler tercüme
etmiş olan Ebû Zekeriya Yahyâ (Yuhannâ) b. Bıtrîk, bir süre Hasan b. Sehl’in
250
İbn Ebû Usaybia, 279-284; Öztürk, Hristiyanlar, 677-682; Gutas, 118, 130.
251
Gutas, 127.
252
Nedîm, II, 215.
253
Nedîm, II, 148.
254
Bîrûnî, Tahkîk mâ li’l-Hind, 123.
367
himayesinde faaliyetlerini yürütmüştür. 255 Vehb -özellikle Kâsım b. Ubeydullah- ve
hastane başhekimliği yapmış ve çok iyi bir mütercim olan Ebû Osman Saîd b. Ya‘kûb
görülen bir durumdur. 259 Emevî halifesi Hişâm b. Abdülmelik’in kâtibi Ebü’l-Alâ Sâlim
tercüme etmiş veya başka biri tarafından Sâlim için tercüme edilmiş ve o da onları
düzeltmiştir. 260 Sâlim’in Abbâsî döneminde yaşayan oğlu Cebele ise Farsçadan
Arapçaya çeviri yapan biri olarak anılmaktadır. Çevirdiği eserler arasında Kitâbü
Rüstem ve İsfendiyâr ile Kitâbü Behrâm Şûbîn zikredilmektedir. 261 Abdülhamîd el-
255
İbn Cülcül, 67; Nedîm, II, 144; İbn Ebû Usaybia, 282.
256
Gutas, 129-130.
257
Nedîm, II, 278; Öztürk, Hristiyanlar, 680.
258
İbn Ebû Usaybia, 288, 316.
259
Şenel, 71-74, 100-103, 105-106, 113-119.
260
Nedîm, I, 365; Şenel, 100-101. İlgili mektuplar M. Grignaschi tarafından neşredilmiştir, bk. “Les
‘Rasâ’il ‘Aristâtâlîsa ila-l-Iskandar’ de Sâlim Abu-l-‘Ala et l’activité culturelle à l’époque omayyade”,
Bulletin d'Études Orientales, 19 (1965-66), s. 7-83.
261
Nedîm, II, 151, 325.
262
Askerî, Dîvânü’l-Meânî, II, 436.
263
Nedîm, I, 367-369; II, 139, 150; Kıftî, el-Hukemâ, 170.
368
okuyageldikleri iki düalist (senevî) Mânî ve İbn Deysân’ın kitaplarını tercüme etmiş
Efsâne, Kelîle ve Dimne, Ahdü Erdeşîr ve Mezdek 265 olarak belirtmiştir. 266 Nedîm ise
eserleri Hudâynâme fi’s-Siyer, 267 Âyinnâme, 268 Kelîle ve Dimne, Mezdek, et-Tâc fî Sîreti
yaşamış bir bilgin ve din adamı olan Tenser’in Taberistan hükümdarı Cusnasf Şah’ın
mektubuna yazdığı cevaptan oluşan siyaset ve hikmet içerikli bir risale İbnü’l-Mukaffâ‘
çevirilerin Yunanca dışında Farsça veya Süryanice üzerinden yapılmış olması ihtimal
dahilindedir.
264
Ya‘kûbî, Müşâkele, 204.
265
Câhız, İbnü’l-Mukaffa‘ın edeb sahasındaki ününe ilaveten ilminin kaynağı olarak Mazdek’in kitabını
işaret eder (“Zemmü Ahlâki’l-Küttâb”, 192).
266
Bağdâdî, el-Küttâb, 140.
267
Hamza el-İsfahânî, Hudâynâme’nin İbnü’l-Mukaffa‘ tarafından Siyerü Mülûki’l-Furs adıyla Arapçaya
tercüme ettiği nüshadan yararlandığını belirtir (Târîh, 10, 50). İbnü’l-Mukaffâ‘a atfen Fars
hükümdarlarına dair verilen bazı bilgilerin Hudâynâme çevirisinden alınmış olması muhtemeldir. Bk.
Belâzürî, Fütûh, 649-650; İbnü’d-Dâye, el-Mükâfee, 56-59. Hudâynâme literatürü hakkında geniş bilgi
için bk. Jaakko Hämeen-Anttila, Khwadāynāmag the Middle Persian Book of Kings, Leiden: Brill, 2018.
268
Eserden yapılmış nakillerden Fars saray protokolü ve siyaset düşüncesi içerikli bir eser olduğu
anlaşılmaktadır. İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, I, 53, 150, 169, 186, 360-361; III, 270; IV, 347; Seâlibî,
Âdâbü’l-Mülûk, 182.
269
Nedîm, I, 368-369.
270
İbn İsfendiyâr, 25, 31-59.
271
Sâid el-Endelüsî, 138; Kıftî, el-Hukemâ, 170.
369
itaatten çıkmasına bağlı olarak hapsedildiği ve akabinde sorgulandığı sırada (225/839-
40) Vezir İbnü’z-Zeyyât, ona “Altın, cevher ve ipekle süslemiş olduğun ve Allah’ı
inkârı içeren yanındaki kitap da neyin nesi?” diye sorar. Afşin “O, babamdan miras
aldığım bir kitaptır. Farsların (‘acem) birtakım hikmetli sözlerini (âdâb) ihtiva ediyor.
Küfürle ilgili söylediklerine gelince, ben sadece hikmetli tarafıyla ilgileniyor, onun
dışında kalanı terk ediyorum. […] Tıpkı senin evinde duran Kelîle ve Dimne ile Mazdek
kitapları gibi. Bunun insanı İslam’dan çıkaracak bir tarafının olduğunu sanmıyorum.”
sözleriyle cevap verir. 272 Bu diyalog, bize Arap olmayan devlet adamlarının evinde
gösterir. Özellikle Afşin’in, vezirin evinde bulunduğunu belirttiği iki kitabın yukarıda
Topikler’i çevirmesini istemiştir. Nitekim Timotheos, onu 782 yılı civarında Musul
Şair kâtip Ebân b. Abdülhamîd el-Lâhıkî (ö. 200/815-16), Farsça nesir halindeki
Kelîle ve Dimne, Sîretü Erdeşîr, Sîreti Enûşirvân ve Bilevher ve Bûdâsf adlı eserleri
272
Taberî, IX, 107-108. Ayrıca rivayete göre Afşin’in hapsedilmesinin akabinde kâtip Süleyman b. Vehb
onun mal varlığını tespit etmek üzere sarayına gönderilmiştir. Bu tahkikat sırasında bazı putlara ve
Mecûsîlik dinini anlatan Zurâvah adlı bir kitaba rastlanmıştır (Taberî, IX, 114).
273
Gutas, 66.
274
Nedîm, I, 367.
275
Nedîm, I, 369-370.
370
Fazl b. Sehl’in Yahyâ el-Bermekî’nin gözüne girmesi, onun için Farsçadan
Arapçaya bir kitabı başarılı biçimde tercüme etmesi sayesinde olmuştur. 276 Fazl’ın
sözlerini ihtiva eden Câvidân-ı Hıred adlı eseri Farsçadan Arapçaya tercüme etmiştir.
Sehl b. Hârûn’un Edebü Eşk b. Eşk’i 279 Farsçadan çevrilmiş bir siyasetnâme ve
Mecistî’sinin Arapça tercümesini Yahyâ el-Bermekî için Ebû Hassân’la birlikte şerh
tercümeler yapan biri olarak söz edilmektedir. 281 Hamza el-İsfahânî, Târîh’inde Fars
krallarını işlediği bölümde onun tercüme etmiş olduğu Siyerü Mülûki’l-Furs adlı
hikmet geleneğini yansıtan çok sayıda eser telif etmiştir. 283 Bu eserlerin önemli bir
276
Cehşiyârî, 334.
277
Nedîm, II, 150.
278
Miskeveyh, el-Hikmetü’l-Hâlide, 3, 18-22. Ayrıca bk. Husrî, Cem‘u’l-Cevâhir, 91-97 (Câhız’dan).
279
Nedîm, I, 374.
280
Nedîm, I, 67; II, 215
281
Nedîm, II, 151.
282
Hamza el-İsfahânî, Târîh, 10.
283
Nedîm, I, 371-372. Cevâhiru’l-Kelim ve Ferâidu’l-Hikem adlı eseri İngilizce tercümesiyle bitlikte
neşredilmiştir: Mohsen Zakeri, Persian wisdom in Arabic garb: ʻAlī b. ʻUbayda al-Rayhānī (d. 219/834)
and his Jawāhir al-Kilam wa Farāʼid al-Hikam, I-II, Leiden: Brill, 2006.
371
Ahmed b. Yahyâ el-Belâzürî, Farsçadan Ahdü Erdeşir isimli eseri şiir şeklinde
yazmış olduğu el-Künnâşü’s-Sağîr adlı eseri, Tabip Ebü’l-Hasan b. Nefîs için 318/930-
vardı. Mes‘ûdî’nin belirttiğine göre Tevrat ve Zebur İsrailoğulları’ndan oluşan bir grup
tarafından tercüme edilmiş ve bunlardan biri olan Taberiyeli kâtip Ebû Kesîr Yahyâ b.
kazanmıştır. İslamiyet’in ilk yıllarından itibaren Araplar arasında okuryazar sayısı hızla
artmıştır. Vahiy kâtipliği yapan sahabîler, Kur’ân ayetlerini okunaklı bir biçimde
yapılar üzerine kitâbelerin kazınması ve resmî yazışmalara bağlı olarak zaman içinde
çeşitli yazı stilleri ortaya çıkmıştır. Yazı konusunda Emevîler döneminden itibaren
284
Nedîm, I, 349; II, 151.
285
Nedîm, II, 148.
286
Nedîm, II, 145.
287
İbn Ebû Usaybia, 158.
288
et-Tenbîh, 98.
372
estetik kaygılar güdülmeye başlanmış, Abbâsîler döneminde ise gelişimini sürdüren yazı
önemli görsel sanatlardan biri haline gelmiştir. Kâtipler, yazı sanatını icra etme ve onu
geliştirme konusunda öncü olmuşlardır. Öte yandan güzel yazı yazmanın incelikleri
kâtib eserlerinde yazı sanatına dair açıklamalara yer verilmiştir. 290 Bir kâtibin yazısının
çirkin olması istenmeyen bir durumdu. Rivayete göre bir kâtibin yazısına bakıp
genellikle Mushaf hazırlanması ve resmî yazışmalar olmak üzere iki koldan gelişmiştir.
ve hattat olarak anılmıştır. İslam tarihinin erken dönemlerinde Mushaf hazırlayan ilk
getirmiştir. Emevîler zamanında ortaya çıkmaya başlayan yeni yazı türleri, Abbâsîler
insanlar eski yazı stillerini Abbâsîler’in iktidara geldikleri tarihe kadar kullanmaya
devam etmiş, Abbâsîler’le birlikte sürekli yeni yazı türleri ortaya çıkmış ve yazı her
geçen gün daha güzel hale gelmiştir. Me’mûn döneminde ise halifenin yakın
289
Bu eserlerden Ebû Ali İbn Mukle’ye ait olan Risâle fi’l-Haṭ ve’l-Kalem günümüze ulaşmıştır. bk. Hilâl
Nâcî, İbn Muḳle: Hattâtan ve Edîben ve İnsânen (Bağdat 1991) içinde s. 114-126.
290
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 32-61; İbn Vehb, 316-317, 344-349; İbn Dürüsteveyh, 64-74.
291
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 45.
292
Nedîm, I, 15.
373
çevresindeki kimseler ve kâtipler, yazılarını güzelleştirmeye ve bununla övünmeye
başlamışlardır. 293
dairelerinde kullanılan yazı türleridir. Nitekim çok sayıda kâtibin katkısıyla yazı
sanatının Abbâsî döneminde bir tekamül süreci yaşadığı gözlenmektedir. Bununla ilgili
anılmaktadır. 294 Bu isimler arasında devlet memuru kâtipler olduğu gibi bağımsız
döneminde öne çıkmış İshak b. Hammâd ve onun talebesi Lakve lakaplı İbnü’s-Saykal
Ahvel, yazının kural ve kaideleri üzerine fikir beyan ederek onu türlere ayırmıştır.
293
el-Fihrist, I, 20.
294
Bağdâdî, el-Küttâb, 128-129; Nedîm, I, 17-24; Nahhâs, 276.
295
Nedîm, I, 21. Ayrıca bk. Bağdâdî, el-Küttâb, 151; Kalkaşendî, III, 17-18.
374
Fazl b. Sehl de yazı sanatının gelişmesine büyük katkı sağlayan isimler arasında
olarak adlandırılmıştır. Öyle ki bu yazının zamanla alt türleri ortaya çıkmıştır. 296
Yûsuf’un da yazısının çok güzel olduğu belirtilmiş; bunun yanı sıra o, yazı konusundaki
tavsiyeleriyle hafızalarda kalmıştır. 298 Bir rivayete göre Ahmed b. Yûsuf, güzel yazısına
noktaları hakkındaki öğütlerini bizzat ondan nakletmektedir. 300 Hasan b. Vehb’in hattını
beğenen şair Ebû Temmâm bunun üzerine övgü dolu bir şiir inşad etmiştir.301
çekmiştir. 302
Yazı sanatının gelişimine katkı sağlayan kişiler arasında Ebü’l-Hüseyin İshak el-
kaydetmiştir. Önce Temîmî daha sonra Sa‘dî diye anılmış olmasından mevâlîden olduğu
anlaşılan İshak, yazısının güzelliğiyle bilinen Bağdatlı kâtip Ebû İshak İbrahim b.
Müceşşir İbn Ma‘den ve onun kölelerinden Ebû İshak b. İbrahim en-Nims’den ders
296
Bağdâdî, el-Küttâb, 129; Nedîm, I, 20-21.
297
Tevhîdî, el-İmtâ‘, 63; a.mlf., İlmü’l-Kitâbe, 23.
298
Hatîb, Târîhu Bağdâd, VI, 463.
299
İbn Tayfûr, Bağdâd, 255.
300
İbn Abdürabbih, IV, 254-255.
301
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 37-38.
302
Zehebî, Siyer, XV, 51-52.
375
almıştır. Hat sanatında çığır açan Vezir İbn Mukle’nin ise hocasıdır. Muktedir’e ve onun
konusunda bir risale yazmıştır. Yaşadığı dönem itibariyle en güzel hatta sahip ve kitâbet
konusunda en bilgili kimseydi. Kardeşi Ebü’l-Hasan da ona yakın bir seviyede olup
aynı yolu takip etmiştir. İshak’ın oğlu Ebü’l-Kâsım İsmail, onun da oğlu Ebû
Muhammed Kâsım b. İsmail, aynı şekilde onun soyundan gelen Ebü’l-Abbas b. Ebû
Mukle ailesinin Abbâsî döneminde yazı sanatına katkıları, hat tarihi açısından
adeta bir dönüm noktası olarak kabul edilmiştir. Mukle lakaplı Ali b. Hasan b.
vezirliğe yükselmiş olan ve bu görevi üç kez uhdesinde taşıyan Ebû Ali Muhammed’in
(d. 272/886 - ö. 328/940) yazısının eşsiz olduğu belirtilmektedir. Yine diğer oğlu Ebû
Abdullah Hasan b. Ali de (d. 276/890 - ö. 338/949) bu konuda ismi anılmaya değerdir.
dönemlerde yaygın biçimde kullanılan ve varlığını birkaç asır sürdüren kırık el yazısına
herhangi bir örneği günümüze ulaşmamıştır. İbn Mukle kamış kalemin ucu kâğıda
ebadını hesaplayan bir sistem geliştirmiştir. Alfabenin ilk harfi elifin yüksekliğini bu
noktaları esas alarak belirledikten sonra geriye kalan harflerin ebadını elife göre
ayarlamıştır. Bu yazı biçiminde elif dokuz nokta yüksekliğindeydi. Ebû Ali İbn Mukle
tevkî‘ ve rikâ‘, kardeşi Hasan ise neshî (nesih) yazıda uzmanlaşmıştır. İki kardeşin
303
Nedîm, I, 22.
304
Nedîm, I, 23-24. Ayrıca bk. Kalkaşendî, III, 18-19.
376
ortaya koyduğu usul ve kurallar aklâm-ı sittenin teşekkülünde önemli rol oynamış,
kadar kâtip ve hattatlar tarafından bu usul takip edilmiştir. Bazı hattatlar, İbn Mukle ve
geliştirmişlerdir. 305 İbn Mukle’nin “Ben Perşembe günüyüm, Cumartesi günü kitâbette
benden daha iyidir.” dediği nakledilmiştir. 306 Öyle ki hat sanatının İbn Mukle’den sonra
vardı. Bağdat’ın ileri gelen kâtiplerinin, Mısır’ın meşhur hattatları Tabtab el-Muharrir
Kâtiplerden hat dersi verenler de olurdu. Örneğin Kadı Ebû Ali et-Tenûhî, çocuk
yaşta iken Basra’da babasına sıkça uğrayan Kâtip Muhammed b. Hasan el-Kummî’den
nedeniyle onları bir sanat eseri olarak değerlendirip önemli günlerde sergilemişlerdir.
Arapçayı okuyamayan Bizanslılar tarafından yazının estetik açıdan göze hitap etmesi
çıkmış bir mektubun Kostantiniyye’de bir kilisede muhafaza edildiği, belli başlı
305
Bloom, 108 (T. 149, 151); Özaydın, “İbn Mukle”, 212.
306
Seâlibî, et-Temsîl, 149.
307
Nahhâs, 277; Kalkaşendî, III, 18.
308
Tenûhî, Nişvâr, IV, 109; Yâkût, el-Üdebâ, VI, 2502.
309
Sûlî, Edebü’l-Küttâb, 36.
310
Seâlibî, Simârü’l-Kulûb, 210.
377
Müslümanlar arasında yazının gelişimi ile türleri ve ünlü hattalar hakkında eser
yazan kâtiplere rastlanmaktadır. Resâil kâtipleriyle ünlü Sevâbe ailesine mensup Ebü’l-
adında bir eser kaleme almıştır.311 Nedîm’in alıntılarından anlaşıldığı kadarıyla eserin
içeriği Araplar arasında yazının gelişimi, başlıca yazı türleri ve alt kolları, resmî
yazışmalarda kullanılan yazı türleri, güzel yazı yazmanın incelikleri ve ünlü hattatlar
ve’l-Kalem’inin ise yazı sanatı ve hattatlar hakkında bir eser olduğu kuvvetle
diğer bir kâtip Ebü’l-Abbas Ahmed İbn Ebü’s-Serh’in ise el-Kalem ve mâ Câ’e fîh adlı
Muhammed Zencî’nin (ö. 324/936) Kitâbü’l-Küttâb ve’s-Sınâ‘a adlı bir eseri olduğu
belirtilmektedir. 315
müstakil bir kütüphane olmaktan ziyade birer şahsî kütüphane veya kitaplık hüviyeti
311
Nedîm, I, 17 (dn. 1), 402.
312
Nedîm, I, 17-20.
313
Nedîm, I, 375.
314
Nedîm, I, 395.
315
Nedîm, I, 407.
378
sonlarına doğru Bağdat’ta kurulan veya geliştirilen Beytü’l-Hikme olduğu kabul
edilir. 316
çekidir. Bu isimlerin başında Sehl b. Hârûn gelmektedir. Nedîm, Sehl için sâhibü
kitaplar getirmek üzere gönderilen heyetin içinde yer alan Selm adlı kâtip için de sâhibü
istinsah işini üstlenmişlerdir. Örneğin Huneyn b. İshak’ın tercüme ettiği eserleri kâtibi
el-Ezrak istinsah ederdi. Huneyn’in tercümelerinden el-Ezrak hattıyla olanları gören İbn
Ebû Usaybia, mütercimin kitabın ağırlığınca para almasından dolayı eserleri iri kûfî
ettiği düşünülebilir. Kâtip-vezir Ahmed b. Ebû Hâlid’in tavsiyeye binaen Allân’ı kâtip
edinmek amacıyla konağında ikamet etmesi için davet etmiştir. Allân’ın özel kâtiplik
için mi yoksa kitap istinsahı için mi görevlendirildiği açık olmamakla birlikte, bu işi
316
Demirci, Beytü’l-Hikme, 27-63.
317
el-Fihrist, I, 25, 373, 374.
318
Nedîm, I, 374; II, 142.
319
İbn Ebû Usaybia, 260, 270.
320
Nedîm, I, 326.
379
göre bir gün Ahmed b. Ebû Hâlid içeri girdiğinde herkes ayağa kalktığı halde Allân’ın
söyleyerek tepkisini dile getirir ve bir daha Allah’ın hiçbir kulunun evinde bir harf dahi
yazmamaya yemin eder. 321 Bununla birlikte Allân’ın Bağdat’ta Bâbü’ş-Şâm civarında
İlim ve edep meclisleri tertip eden halifeler, bu ortamda neşet etmiş fikirlerin ve
görüşlerin kaydedilmesine ayrı bir önem atfederlerdi. Buna örnek olarak şöyle bir olay
nakledilir: Me’mûn, Kûfeliler ile Basralılar arasında öteden beri var olan övünme
yarışını saray meclisinde bizzat dinlemek ister. Mecliste birkaç kişi ilkin söz alır; ancak
Me’mûn bu konuda söylenecek çok şey olduğunu belirterek her iki tarafın sırasıyla söz
söylenenlerin tamamını muhafaza eden bir kâtip (kâtib ḥafîẓ) tarafından yazılmasını
Edebü’l-kâtib türü eserler bağlamında yukarıda bahsi geçen Ebû Yüsr İbrahim
321
Cehşiyârî, 479; Yâkût, el-Üdebâ, IV, 1631-1632.
322
Yâkût, el-Üdebâ, IV, 1631.
323
İbnü’l-Fakîh, 240-259.
324
İbnü’l-Ebbâr, Tekmile, I, 293-294; Demirci, Beytü’l-Hikme, 219.
380
SONUÇ
her yerde idarî, malî, askerî ve adlî düzenlemeler için vazgeçilmez bir meslek olmuştur.
kâtipler, bir zümre olarak toplumda görünür durumdaydılar. İslam tarihinin ilk
dönemlerinde izine rastlanan kâtiplik, zamanla müstakil bir meslek haline gelmiştir. Hz.
malî kayıtlar gibi işlerde kâtiplik yapanları birbirinden ayırmak güçtür. Dört halife
döneminde İslam devletinin sınırlarının mamur bölgeleri içine alacak şekilde hızla
başlanmıştır.
faaliyetlerine bağlı olarak- sayısı artmış ve görev alanları belirgin hale gelmiştir. Yine
zümre haline gelmiş, ayrıca kâtipliğin nasıl yapılacağı konusunda birtakım kural ve
devam eden toplumsal tabakalaşma içinde kâtipler, genellikle orta sınıfta yer
almışlardır.
kâdılkudâtlık makamı tarafından idare edilmeye başlandığı bir zaman dilimine tekabül
aşacak biçimde duyulmaya devam ederken kimilerininse nüfuzu ise hızla bir yükselişle
çabuk son bulmuştur. Bazı ailelerin siyasî hayata yön vermeye çalışmaları, halife ile
aralarında bir otorite kavgası yaşanmasına neden olmuştur. Halife tarafından siyasî
hayatta etkin bazı bürokrat ailelerin gücünün kırılması, çoğu kez kâtiplere yönelik bir
Hırslı kâtipler divanlarda üst konumlara yükselme, divan reisliği, valilik, vezirlik
ve hâciblik gibi makamlara gelme yolunda rakipleriyle bir mücadele içine girme
kökenlere sahip olmaları, bir tür kültürel zenginliğin oluşmasını sağlamıştır. Kadim
öncülük etmiştir. Özellikle Sâsânî devlet geleneğinin ve Fars ahlak anlayışının İslam
dikkate alınan bir durumdur. Gayrimüslim olup da zimmî hukuku çerçevesinde mevcut
dinlerinde kalan çok sayıda kâtip olduğu gibi farklı nedenlerle İslam’ı kabul edenler de
Emevî ve Abbâsî dönemlerinde din değiştirme hadisesi açısından kâtipler, dikkate değer
382
Temel vazifeleri devlete ait yazışmaları kaleme almak ve malî kayıtları tutmak
olan kâtipler; dil, edebiyat, tarih, coğrafya, iktisat ve siyaset gibi beşerî bilimlerde kayda
değer eserler ortaya koydular. Genel kültür sahibi olmak amacıyla hemen her alana
temel düzeyde ilgi duydular. Nispeten matematik ve doğa bilimleri sahalarında eser telif
ettiler.
edipler ve filozoflar şeklinde ayrışmaya başladığı dönem, Abbâsîler’in ilk iki asrına
bulmuştur. Dolayısıyla kâtipler daha çok edep ilimleri ile temayüz etmiş, dinî ilimlerde
âlimlerle rekabet halinde oldukları ve yer yer otorite yarışı içine girdikleri
görülmektedir.
kâtiplerin doğrudan etkisi vardır. İktisat ve siyasetle ilgili yazdıkları eserlerde teorik bir
olmuştur.
oranda yazı kültürüne bırakmasında kâtipler başat rol oynamışlardır. Temelde kâtiplerin
meslekî yeterlilik kazanmaları için hazırlanmış olan edebü’l-kâtib eserleri, zamanla eli
kalem tutan herkese hitap etmeye başlamıştır. Kâtipler belagat ve nesir alanında öncü
kabul edilmiştir. Bununla birlikte şiirle ilgilenmişler ve aralarında şair olarak ünlenenler
olmuştur.
383
Kâtiplerin faal olduğu başlıca alanlardan biri de tarihtir. Farklı milletlere mensup
olmalarının da etkisiyle katiplerin bütün insanlığı içine alacak bir şekilde dünya tarihi
yazımına yöneldikleri söylenebilir. Bununla birlikte Fars kökenli bazı kâtipler, kendi
milletlerine dair eserleri tercüme edip öne çıkarmıştır. Bu çaba, bazı siyasetnâmelerde
kimi Fars hükümdarlarının bilge ve adil örnek şahsiyetler olarak takdim edilmesini
sağlamıştır. Tarih yazımı bağlamında dikkat çeken diğer bir husus, kâtiplerin siyasî
edildiğinde daha yoğun ve ileri düzeyde olduğu görülmektedir. Siyasî tarihle ilgili
olarak gündeme gelen resmî tarih yazımında da bazı kâtiplerin yer alabilmiştir.
Kâtiplerin coğrafî eser yazımında da önemli katkıları olmuştur. Nitekim devletin idarî,
malî ve askerî amaçlarla kullandığı coğrafî bilgileri, eserlerine aktarıp konuya ilgi duyan
hareketinde kâtipler de yer almıştır. Kâtipler çeşitli alanlara ve farklı dillere ait eserler
çekicidir.
onun çağdaşı ve ardılı olan devletleri de önemli ölçüde etkilemiştir. İslam medeniyetinin
tarihi iyi bir örnek olabilir. Çalışmamız Abbâsîler’in ilk iki asrıyla sınırlı tutulduğu için
384
diğer İslam devletlerindeki kâtiplerin durumuyla ilgili derinlemesine bir mukayese
edilip yaygınlaşan medreselerle birlikte kâtiplerin yetişme biçiminde yeni bir aşamaya
medreselerin kâtipler sınıfı üzerindeki etkisi, başlı başına bir inceleme konusudur.
Çalışmamız, konu itibariyle geniş ve zengin olduğu, ayrıca iki asır gibi uzun bir
dönemi kapsadığı için üzerinde dikkatli ve ayrıntılı bir şekilde durulması gereken bazı
konular hakkıyla ele alınamamış veya yüzeysel bir şekilde işlenmiştir. Dolayısıyla
kâtiplerin çalıştığı ayrı birimler olan idarî, askerî ve malî divanlar ile adlî kurumlar
üzerinden daha ayrıntılı müstakil çalışmalar yapılabilir. Bu yeni çalışmalar için yeterli
söyleyebiliriz.
Son yıllarda bazı meşhur kâtipler hakkında kayda değer müstakil çalışmaların
arttığı gözlenmektedir. Bu çalışmalar söz konusu kâtiplerin farklı bir bağlamda yeniden
ele alınmasına engel teşkil etmemektedir. Bunun yanı sıra kâtipler ve onlarla irtibatlı
Şair, kâtip, nedim, müneccim ve tabip gibi çok farklı özelliklere sahip kişilerden
oluşan edipler zümresine yönelik son dönemlerde artan ilgiye rağmen ülkemizde henüz
385
bu konuyla ilgili kapsamlı bir çalışmaya rastlanmamaktadır. Seçkinler zümresinin bir
edilmiş olan alt tabakadaki insanların tarihi de kısmen gün yüzüne çıkacaktır.
tarihi, diplomasi, saray teşkilatı, hâciblik ve resmî tarih yazımı gibi konuların ülkemiz
386
KAYNAKÇA
Abbott, Nabia, Two Queens of Baghdad: Mother and Wife of Hārūn al-Rashīd,
Chicago: University of Chicago Press, 1946 (T. Hayzuran ile Zübeyde: Bağdat’ın
1986.
Âbî, Ebû Sa‘d Mansûr b. Hüseyin (ö. 421/1030), Nesrü’d-Dürr, I-VII, thk. Hâlid
2015.
Dârü’t-Talî‘a, 1427/2006.
Ahsan, Muhammad Manazir, Social Life under The Abbasids, London: Longman, 1979.
ve’n-Neşr, 2014.
Aliev, Saleh Muhammedoğlu, “İbn Fadlân”, DİA, 1999, XIX, 477-479.
Anthony, Sean – Gordon, Matthew S., “Ibn Wāḍiḥ al-Yaʿqūbī: A Biographical Sketch”,
The Works of Ibn Wāḍiḥ al-Yaʿqūbī, ed. Matthew S. Gordon v.dğr., Leiden: Brill,
2018, I, 9-22.
Arîb b. Sâ‘d el-Kurtubî (ö. 369/979-80), Sılatü Târîhi’t-Taberî (h. 291-320), thk.
Ashtor, Eliyahu, A Social and Economic History of Near East in The Middle Ages,
Askerî, Ebû Hilâl Hasan b. Abdullah (ö. 400/1009’dan sonra), el-Evâil, thk. Muhammed
1414/1994.
Atar, Fahreddin, İslâm Adliye Teşkilatı: Ortaya Çıkışı ve İşleyişi, Ankara: Diyanet İşleri
Ğarbi’l-İslâmî, 1999.
Aykaç, Mehmet, Abbâsî Devleti’nin İlk Dönemi İdarî Teşkilatında Dîvânlar (132-
Dârü’l-Kütübi’l-Mısriyye, 1996.
ha-Bavli, Natan (IV/X. yüzyılın ikinci yarısı), Seder ‘Olam Zuta: Dünyanın Kısa Tarihi,
Berkel, Maaike van, Accountants and Men of Letters: Status and Position of Civil
2003.
389
Beyhakî, İbrahim b. Muhammed (ö. 320/932’den sonra), el-Mehâsin ve’l-Mesâvî, nşr.
Bloom, Jonathan M., Paper Before Print: The History and Impact of Paper in The
Islamic World, New Haven-London: Yale University Press, 2001 (T. Kâğıda
İşlenen Uygarlık: Kâğıdın Tarihi ve İslam Dünyasına Etkisi, çev. Zülal Kılıç,
Bozkurt, Nahide, Oluşum Sürecinde Abbâsî İhtilali, Ankara: Ankara Okulu Yayınları,
2000.
----------, Mu’tezile’nin Altın Çağı: Me’mun Dönemi, Ankara: Ankara Okulu Yayınları,
2002.
Yayınları, 2020.
Kitabevi, 2003.
390
Büyükkara, Mehmet Ali, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet: Musa Kâzım Şiîliği ve Abbasiler,
Câbirî, Muhammed Âbid, Arap Ahlaki Aklı, çev. Muhammet Çelik, İstanbul: Mana
Yayınları, 2016.
Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr (ö. 255/869), el-Beyân ve’t-Tebyîn, I-IV, thk.
Bâbî, 1384/1965.
İhyâi’l-Ulûm, 1412/1991.
351.
Can, Mesut, Abbâsî Siyaset Geleneğinde Sâsânî-Fars Tesiri: Fazl b. Sehl Örneği,
391
Ced‘an, Fehmî, el-Mihne: Bahs fî Cedeliyyeti’d-Dînî ve’s-Siyâsî fi’l-İslâm, Amman:
Dârü’ş-Şürûk, 1989.
Cevâlîkî, Ebû Mansûr Mevhûb b. Ahmed (ö. 540/1145), Şerhu Edebi’l-Kâtib, thk.
Cevherî, Ebû Nasr İsmail b. Hammâd (ö. 400/1009), es-Sıhah: Tâcü’l-Luga ve Sıhahi’l-
Chokr, Melhem, İslâm’ın Hicrî İkinci Asrında Zındıklık ve Zındıklar, çev. Ayşe Meral,
Garbi’l-İslâmî, 1994.
Çakır, Muhammed Faruk, “Abbasi Devlet Ricâline Ait Örnekler Bağlamında Klasik
Yayınları, 1996.
----------, İslâm’ın İlk Üç Asrında Toprak Sistemi, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2003.
----------, Siyah Öfke: Ortaçağ İslâm Dünyasında Zenci Kölelerin İsyanı (869-883),
392
----------, “Abdullah İbnü’l-Mukaffâ’nın ‘Risâletü’s-Sahabe’ Adlı Risâlesi: Takdim ve
Vergi Reformları”, İkinci İktisat Tarihi Kongresi (Elazığ 24-25 Haziran 2010),
Elazığ: Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi, 2013, II, 547-566.
Dîneverî, Ebû Hanîfe Ahmed b. Dâvûd (ö. 282/895), el-Ahbâru’t-Tıvâl, thk. ‘İsâm
Doğan, Nagihan, Dinin İktidarı İktidarın Dini: Hilafet, Siyaset ve İslam (750-833),
Dudley, Leonard M., Kalem ve Kılıç, çev. Müfit Günay, Ankara: Dost Kitabevi, 1997.
Arabiyye, 2008.
Vahdeti’l-Arabiyye, 2007.
Dirâsâti’l-Vahdeti’l-Arabiyye, 1995.
Duygu, Zafer, Süryanî Tarih Yazıcılığında Geç Antikçağ: Hıristiyanlık, İslam, Siyasî
Hayat), Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi S.B.Ü., Bilecik 2019 (doktora tezi).
393
Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ahmed b. Abdullah (ö. 430/1038), Târîhu İsbahân, I-II, thk.
Ebû Safiyye, Câsir b. Halil, Berdiyyâtu Kurre b. Şerîk el-Absî, Riyad: Merkezü’l-Melik
1399/1979.
Ezdî, Ebû Zekeriyyâ Yezîd b. Muhammed (ö. 334/945-46), Târîhu’l-Mevsıl, I-II, thk.
Fayda, Mustafa, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İstanbul: M.Ü. İlâhiyat Vakfı
Yayınları, 2006.
Fikri’l-Lübnânî, 1990.
Fesevî, Ebû Yûsuf Ya‘kûb b. Süfyân (ö. 277/890), el-Ma‘rife ve’t-Târîh, I-IV, thk.
394
Gordon, Matthew S., “The Khāqānid Families of the Early ʿAbbasid Period”, Journal of
the American Oriental Society, 121/2 (2001), s. 236-255.
Gottschalk, H. L., “al-Mādharāʾī”, EI2, 1986, V, 953.
Göl, Yavuz Selim, Abbâsîler Döneminde Kâdı’l-Kudâtlık, Ankara: İlâhiyât Yayınları,
2020.
Gözübenli, Beşir, “Day‘a”, DİA, 1994, IX, 57-58.
Gutas, Dimitri, Yunanca Düşünce Arapça Kültür: Bağdat’ta Yunanca-Arapça Çeviri
Hareketi ve Erken Abbasi Toplumu, çev. Lütfü Şimşek, İstanbul: Kitap Yayınevi,
2003.
Halîfe b. Hayyât, Ebû Amr eş-Şeybânî (ö. 240/854), Târîh, thk. Ekrem Ziyâ el-Ömerî,
Hamza el-İsfahânî, Ebû Abdullah Hamza b. Hasan (ö. 360/970’ten önce), Târîhu Sinî
----------, et-Tenbîh alâ Hudûsi’t-Tashîf, thk. Es‘ad Tales, Beyrut: Dâru Sâdır, 1992.
Harîrî, Ebû Muhammed Kâsım b. Ali (ö. 516/1122), el-Makâmât, thk. İzzet Zeynuhum,
Kahire 1939.
395
Hatalmış, Ali, Abbasî Halifelerinin Ümmüveled Eşleri, Ankara: İlâhiyât Yayınları,
2020.
Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekir Ahmed b. Ali (ö. 463/1071), Târîhu Medîneti’s-Selâm:
1422/2001.
Riyad 1403/1983.
----------, Hadislerde Cimrilik ve Cimriler, çev. Yusuf Eğinç, İstanbul: Ocak Yayıncılık,
2008.
Arabiyye, 2001.
Müessetü’l-Arabiyye, 2017.
Hizmetli, Mustafa, “Abbâsîler Döneminde Para Basımı”, İSTEM, VIII/15 (2010), s. 79-
110.
Hodgson, Marshall G.S., İslâm’ın Serüveni: Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih,
396
Husrî, Ebû İshak İbrahim b. Ali (ö. 453/1061), Zehrü’l-Âdâb ve Semerü’l-Elbâb, I-IV,
İlmiyye, ts.
İbn Abdürabbih, Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed (ö. 328/940), el-‘İkdü’l-Ferîd, I-IX,
İlmiyye, 1404/1983.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasan (ö. 571/1176), Târîhu Medîneti Dımaşk, I-LXXX,
1421/1995-2000.
İbn A‘sem el-Kûfî, Ebû Muhammed Ahmed (ö. 320/932’den sonra), Kitâbü’l-Fütûh, I-
İbn Cülcül, Ebû Dâvûd Süleyman b. Hassân (ö. 384/994 [?]) Tabakâtü’l-Etıbbâ ve’l-
İbn Ebû Avn, Ebû İshak İbrahim b. Muhammed (ö. 322/934), el-Ecvibetü’l-Müskite,
397
İbn Ebû Usaybia, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Kâsım (ö. 668/1270), Uyûnü’l-Enbâ fî
Kütübi’l-İlmiyye, 2010.
Kütübi’l-İlmiyye, 1988.
İbn Ferî‘ûn, Müteğabbâ (IV/X. yüzyılın ortaları), Cevâmi‘u’l-Ulûm, thk. Kays Kâzım
İbn Habîb, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Habîb (ö. 245/860), Kitâbü’l-Muhabber, thk.
İbn Haldûn, Ebû Zeyd Abdurrahman b. Muhammed (ö. 808/1406), Târîhu İbn Haldûn:
----------, Mukaddime, I-II, haz. Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2007.
İbn Halef, Ebü’l-Hasen Ali b. Halef (ö. 437/1046’dan sonra), Mevâddü’l-Beyân, thk.
Enbâü Ebnâi’z-Zamân, I-VIII, thk. İhsan Abbas, Beyrut: Dâru Sâdır, 1387/1977.
Hamdûniyye, I-X, nşr. İhsan Abbas – Bekir Abbas, Beyrut: Dâru Sâdır, 1996.
thk. J. H. Kramers, Leiden 1938-1939. (Tr. 10. Asırda İslâm Coğrafyası, çev.
İbn Hayr el-İşbilî, Ebû Bekir Muhammed b. Hayr (ö. 575/1179), Fehrese, thk. Beşşâr A.
398
İbn Hudeyde, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali (ö. 783/1381), el-Misbâhu’l-Mudî fî
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (ö. 276/889), Edebü’l-Kâtib, thk.
Kütübi’l-Arabî, 1414/1994.
İbn Rüste, Ebû Ali Ahmed b. Ömer (ö. 300/913’ten sonra), el-A‘lâku’n-Nefîse, thk.
İbn Sa‘d, Ebû Abdullah Muhammed (ö. 230/845), Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, I-XI, nşr.
İbn Saîd el-Mağribî, Ebü’l-Hasan Nureddin Ali b. Musa (ö. 685/1286), el-Muğrib fî
Hule’l-Mağrib (Mısr), thk. Zeki M. Hasan - Şevkî Dayf - Seyyide Kâşif, Kahire
1953.
399
İbn Vehb, Ebü’l-Hüseyin İshak b. İbrahim b. Süleyman (335/946’da hayatta), el-Burhân
fî Vucûhi’l-Beyân, thk. Ahmed Matlûb – Hadîce el-Hadîsî, Bağdat 1387/1967.
İbn Zâfir, Ebü’l-Hasan Ali b. Mansûr el-Ezdî (ö. 613/1216), Ahbârü’d-Düveli’l-
İbn Zübeyr, Ebü’l-Hüseyin Ahmed b. Hüseyin el-Kâdî er-Reşîd (ö. 563/1167), ez-
Neşr, 1959.
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1412/1992.
İslâmî, 2011.
Fikri’l-Arabî, 1418/1998.
400
İbnü’l-Esîr, Ebü’l-Feth Ziyâeddin Nasrullah b. Muhammed (ö. 637/1239), el-Meselü’s-
Dârü’l-Kitâbi’l-Cedîd, 1972.
İbnü’l-Kâs, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Ebû Ahmed (ö. 335/946), Edebü’l-Kâdî, I-II, thk.
Diwald-Wilzer, 1380/1961.
401
İbnü’t-Tıktakâ, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ali b. Tabâtabâ (ö. 709/1309’dan sonra), el-
el-İmâme ve’s-Siyâse (İbn Kuteybe’ye nisbetle), I-II, thk. Ali Şîrî, Beyrut: Dârü’l-
Advâ’, 1410/1990.
İsfahânî, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin (ö. 356/967), Kitâbü’l-Eğânî, I-XXV, thk. İhsan
1416.
1972.
Jean, Georges, Yazı İnsanlığın Belleği, çev. Nami Başer, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları,
2002.
Tûnisiyye, 1393/1974.
İlmiyye, 1407/1987.
402
Kallek, Cengiz, İslâm İktisat Düşüncesi Tarihi: Harâc ve Emvâl Kitapları, İstanbul:
2015.
Karp, Lisa Ann, Sahl b. Hârûn: The Man and His Contribution to 'Adab, Harvard
Kasassbeh, Hussein F., The Office of Qāḍī in The Early ‘Abbāsid Caliphate (132-
Kennedy, Hugh, The Early Abbasid Caliphate: A Political History, London: Croom
Helm, 1986.
----------, “Caliphs and Their Chroniclers in the Middle Abbasid Period (Third/Ninth
2003.
403
----------, İhbâru’l-Ulemâ bi-Ahbâri’l-Hukemâ, thk. İbrahim Şemseddin, Beyrut: Dârü’l-
Kütübi’l-İlmiyye, 2005.
c. III, thk. M. J. De Goeje, Leiden: Brill, 1871; c. IV/1-2, thk. Ömer es-Saîdî,
Kramer, Samuel Noah, Tarih Sümer’de Başlar, çev. Kaan İren, İstanbul: Kabalcı
Yayınları, 2002.
2002.
Küşâcim, Ebü’l-Feth Mahmud b. Hüseyin (ö. 360/971 [?]), Edebü’n-Nedîm, thk. en-
404
Makdisî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed (ö. 390/1000 civarı), Ahsenü’t-Tekâsîm fî
İlmiyye, 1423/2003.
Makdisî, Ebû Nasr Mutahhar b. Tâhir (ö. 355/966’dan sonra), el-Bed’ ve’t-Târîh, I-VI,
Makdisi, George, İslâm’ın Klasik Çağında ve Hıristiyan Batı’da Beşerî Bilimler, çev.
----------, el-Mevâiz ve’l-İ‘tibâr fi’l-Hıtati ve’l-Âsâr, I-IV, nşr. Halîl el-Mansûr, Beyrut:
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1418/1998.
Garbi’l-İslâmî, 1411/1991.
1409/1989.
1391/1971.
405
Mes‘ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin (ö. 346/956), Mürûcü’z-Zeheb ve Me‘âdinü’l-
el-İslâmiyye, 1357/1938.
Mez, Adam, Onuncu Yüzyılda İslâm Medeniyeti: İslâm’ın Rönesansı, çev. Salih Şaban,
Moscati, Sabatino, Fenikeliler, çev. Sinem Gül, Ankara: Dost Kitabevi, 2004.
Nahhâs, Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed (ö. 338/950), Sınâ‘atü’l-Küttâb, thk. Bedr
Necâşî, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Ali (ö. 450/1058), er-Ricâl, Mûsâ ez-Zencânî, Kum:
Müessesetü’n-Neşri’l-İslâmî, 1418.
1997.
Nedîm, Ebü’l-Ferec Muhammed b. İshak (ö. 385/995), el-Fihrist, I-II, thk. Eymen Fuâd
406
Nüveyrî, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Abdülvehhâb (ö. 733/1333), Nihâyetü’l-Ereb fî
Fünûni’l-Edeb, I-XV (33 cüz), thk. Müfîd Kumeyha v.dğr., Beyrut: Dârü’l-
Kütübi’l-İlmiyye, 1424/2004.
Özdemir, Öznur, Abbâsî İhtilâli Modern Dönem Batı Literatürü: Teoriler & Ekoller,
Polatoğlu, Selahattin, “Çağının Tanığı Olarak Abbâsî Saray Tabipleri”, Van İlahiyat
Râzî, Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriyyâ (ö. 313/925), Zînetü’l-Ketebe, thk. Lütfullah
Râzî, Ahmed b. Sehl (ö. IV/X. yüzyılın ilk çeyreği), Ahbâru Fah ve Haberu Yahyâ b.
İslâmî, 1995.
Rosenthal, Franz, Bilginin Zaferi: İslam Düşüncesinde Bilgi Kavramı, çev. Lami
1406/1986.
407
----------, Gurerü’l-Belâğa, thk. Muhammed ed-Dîbâcî, Beyrut: Dâru Sâdır, 1421/2000.
1420/2000.
Saîd b. Bıtrîk (ö. 328/940), et-Târîhu’l-Mecmû‘ ale’t-Tahkîk ve’t-Tasdîk, I-II, thk. Luvîs
1989.
Sanhâcî, Ebû Temîm Muiz b. Bâdîs (ö. 454/1062), Umdetü’l-Küttâb ve Uddetü Zevi’l-
Savran, Ahmet, Abbâsi Edebiyatında Sûlî’ler ve Abû Bekr es-Sûlî, Erzurum: Atatürk
408
Sazak, Ömer, Dârülhilâfe’nin Oluşum Sürecinde Doğu Bağdat’taki Mimari Yapılar
tezi).
li’l-Kitâb, 1983.
----------, Yetîmetü’d Dehr fî Mehâsini Ehli’l-Asr, I-V, thk. Müfîd M. Kumeyha, Beyrut:
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1403/1983.
Sem‘ânî, Ebû Sa‘d Abdülkerim b. Muhammed (ö. 562/1166), el-Ensâb, I-V, takdim ve
1993.
Serahsî, Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed (ö. 483/1090), el-Mebsût, I-XXXI, Beyrut:
Dârü’l-Ma‘rife, 1989.
Âlemiyye, 1434/2013.
Silverstein, Adam J., Postal Systems in the Pre-modern Islamic World, Cambridge:
409
Sipahioğlu, Kevser Beyazyüz, “Ya‘kûbî”, Bağdat’ın Ünlü Tarihçileri, ed. Nahide
Sourdel, Dominique, Le Vizirat ‘Abbāside de 749 à 936 (132 à 324 l’hégire), I-II,
Sûlî, Ebû Bekir Muhammed b. Yahyâ (ö. 335/946), Edebü’l-Küttâb, nşr. Ahmed H.
----------, Mâ lem Yunşer min Evrâki’s-Sûlî: Ahbâru’s-Senevât 295-315, thk. Hilâl Nâcî,
1403/1983.
----------, Ahbâru Ebî Temmâm, şerh ve thk. Halil Mahmud Asâkir v.dğr., Kahire 1937.
Şenel, Samet, Fetihten Bilime: Antik Bilimlerin İslam Dünyasına İntikali (651-750),
Sene 132 hattâ sene 247 h./749-861 m., Câmiatü Ummi’l-Kurâ, Mekke 1414/1993
(doktora tezi).
410
Şeyh Mûsâ, Muhammed Hayr, “Hareketü’t-Te’lîf fi’l-Kitâbe ve’l-Küttâb ve Mesâdiru
1382/1962 (İng. The History of al-Ṭabarī, I-XL, ed. Ehsan Yar-Shater, New York:
2012.
----------, el-Ferec ba‘de’ş-Şidde, I-V, thk. Abbûd eş-Şâlcî, Beyrut: Dâru Sâdır,
1398/1978.
Tevhîdî, Ebû Hayyân Ali b. Muhammed (ö. 414/1023), el-Besâir ve’z-Zehâir, I-X, thk.
Mektebetü’l-Asriyye, 1432/2011.
The Chronicle of Zuqnīn Parts III and IV: A.D. 488-775 (müellifi meçhul, yazılış tarihi
775), çev. Amir Harrak, Toronto: Pontifical Institute of Mediaeval Studies, 1999
411
(Tell-Mehri’ye atfen, Târîhu’l-Ezmân, Arapçaya çev. Şâdiye T. Hâfız, Kahire: el-
Theophanes (ö. 818), The Chronicle of Theophanes (A.D. 602-813), çev. Harry
Tomakin, Ahmet Yasin, “Ortaçağ İslâm Dünyasında Süryani Tarih Yazıcılığı”, Şırnak
Toorawa, Shawkat M., Ibn Abī Ṭāhir Ṭayfūr and Arabic Writerly Culture: A Ninth-
Uyar, Gülgûn, Ehl-i Beyt: İslâm Tarihinde Ali-Fâtıma Evladı (260/873’e kadar),
Vekî‘, Ebû Bekir Muhammed b. Halef (ö. 306/918), Ahbâru’l-Kudât, thk. Saîd M. el-
İslâmî, 1411/1991.
Ya‘kûbî, Ahmed b. Ebû Ya‘kûb İshak İbn Vâzıh (ö. 292/905’ten sonra), Târîhu’l-
1422/2002.
412
Yâkût el-Hamevî, Ebû Abdullah Yâkût b. Abdullah (ö. 626/1229), Mu‘cemü’l-Üdebâ:
Ğarbi’l-İslâmî, 1993.
Yılmaz, Metin, Erken Dönem İslam Tarihinde Polis Teşkilatı, Ankara: Polis Akademisi
2016.
Yılmaz, Saim - Sazak, Ömer, “Doğu Bağdat’ta Dârülhilâfe’nin Ortaya Çıkışı ve Burada
Zadeh, Travis, Mapping Frontiers Across Medieval Islam: Geography, Translation and
413
----------, Mevâridu Beyti’l-mâl fi’d-Devleti’l-Abbâsiyye (132-334/749-945), Mekke:
el-Mektebetü’l-Faysaliyye, 1405/1985.
Zorlu, Cem, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar: Ebû Ca’fer el-Mansur Dönemi,
Zübeyrî, Ebû Abdullah Mus‘ab b. Abdullah (ö. 236/851), Nesebü Kureyş, nşr. É. Lévi-
https://althurayya.github.io/
https://www.ttk.gov.tr/tarih-cevirme-kilavuzu/
414
ÖZET
Tezi, Danışman: Prof. Dr. Nahide Bozkurt, Ankara Üniversitesi, 2022, ix+418 s.
ortaya çıkmış kadim bir meslektir. Temelde resmî yazışmaları yürütmek ve malî işlerin
kaydını tutmak amacına hizmet eden bu meslek, belli başlı birtakım kurallara tâbidir.
İslam tarihinde ilk örneği Hz. Muhammed döneminde görülen kâtiplik mesleği,
mahkemelerin müstakil kurumlar haline gelmesi, kâtiplerin bir zümre olarak öne
çıkmasını sağlamıştır. Abbâsîler, Emevîler’e son vermiş olmakla beraber onların idarî
Giriş ve dört bölümden oluşan bu çalışmada, Abbâsî Devleti’nin ilk iki asrındaki
ele alınmaktadır. Birinci bölümde kâtiplerin meslekî hayatlarıyla irtibatlı olmak üzere
kâtiplerin refah düzeyleri, gündelik yaşamları, sosyal çevreleri, dinî ve etnik aidiyetleri
hakkında bilgi verilmektedir. İkinci bölümde kâtipler, Abbâsî kurumları bünyesinde ele
alınmaktadır. Divanlarda çalışan kâtipler idarî, malî ve askerî olmak üzere üç ayrı başlık
415
siyasî ve idarî hayatta öne çıkan kâtip kökenli aileler tanıtılmaktadır. Dördüncü bölümde
ise kâtipler, ilim ve sanat alanlarına yön vermeleri ve ortaya koydukları eserler
416
ABSTRACT
Thesis, Advisor: Prof. Dr. Nahide Bozkurt, Ankara University, 2022, ix+418 p.
the developments in the social organization and state system. This profession, which
mainly serves the purpose of carrying out official correspondence and keeping records
of financial affairs, was a subject of certain rules. The profession of clerkship, which the
first example of it was seen in the history of Islam during the reign of the prophet
Muhammad, has developed over the following time periods and has acquired a structure
that requires expertise. Depending on the Islamic conquests, the activities which aimed
at institutionalization in the period of the second caliph Umar enabled the profession of
administrative, financial and military diwans and transformation of the courts into
independent institutions made the clerks to stand out as a class. Although the Abbasids
put an end to the Umayyads they largely took over their administrative system and it’s
staff.
In this study, which consists of an introduction and four chapters, the clerks in
the first two centuries of the Abbasid State are examined from various perspectives.
While the method and sources of the study are given in the introduction part, the
situation of the clerkship before the Abbasids is discussed in general terms. In the first
chapter, the work areas, working environments and orders of the clerks are discussed in
the welfare status of clerks, their daily lives, social environments and religious and
ethnic affiliations. In the second part, clerks are examined within the body of Abbasid
institutions. The clerks who were working in the diwans are evaluated under three
separate heading, as administrative, financial and military. In addition, the clerks who
417
were working in the security organization, judicial institutions and various fields
providing public services are also examined. In the third chapter, the roles of the clerks
in political life are handled within the framework of their relations with officials such as
the caliph and dynasty members, statesmen and commanders. At the end of this chapter,
families of clerk origin who have become prominent in political and administrative life
are introduced. In the fourth chapter, the clerks are discussed in terms of their directing
role in the fields of art and science, also the works that has been produced by them.
418