Professional Documents
Culture Documents
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ (SİYASET BİLİMİ)
ANABİLİM DALI
Doktora Tezi
Ankara – 2010
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ (SİYASET BİLİMİ)
ANABİLİM DALI
Doktora Tezi
Tez Danışmanı
Prof.Dr.Aykut ÇELEBİ
Ankara - 2010
TEŞEKKÜRLER
Elinizdeki çalışma, her doktora tez çalışması gibi, kolektif bir çabanın
Prof. Dr. Aykut Çelebi’ye, zihin açıcı yorum ve eleştirileri, değerli önerileri için en
etmediği yakın ilgisi için, TÜBİTAK’a da desteği için teşekkür ederim. Tez izleme
belirli bir dönemini kapsayan, Ocak 2006 – Eylül 2008 tarihleri arasında,
Son olarak, sevgili eşim ve dostum Gökhan Yandaş’a teze yaptığı kritik
uzun maraton boyunca destekleri ile her an yanımda olduklarını hissettiren aileme ve
GİRİŞ...........................................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM
I. KOORDİNATLAR.................................................................................................16
bağıntılar.........................................................................................................16
İKİNCİ BÖLÜM
DEVLETİN YÖNETİMSELLEŞMESİ..................................................................43
vi
II. DEVLET AKLI: Yönetim Sanatının Kristalleşmiş İlk Hali..................................70
2. Polis..................................................................................................82
SANATI.....................................................................................................................91
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
2. Ekonomi-Politik............................................................................112
B. Sivil Toplum.............................................................................................120
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
vii
BEŞİNCİ BÖLÜM
Araştırmalar..................................................................................................170
Vurgulayan Çalışmalar................................................................................174
ÇALIŞMALAR........................................................................................................194
ÇALIŞMALAR........................................................................................................207
A. Biyo-iktidar..............................................................................................208
B. Denetim ve Özgürlük...............................................................................218
GENEL DEĞERLENDİRME...............................................................................227
KAYNAKÇA...........................................................................................................239
ÖZ...................................................................................................................................
ABSTRACT...................................................................................................................
viii
GİRİŞ
2000a: 89) Foucault’nun kendisi de, “benim rolüm - ki bu çok şatafatlı bir terim -
yaklaşımının ardında, onun ‘güncel bir müdahale’ olarak değerlendirdiği tarih yer
alır. Foucault için, “(tarih) yoğunlukları, eksiklikleri, gizli öfkeleri, büyük coşku
1
koparıp, bugünün meşruluğunu yerinden etmeyi amaçlar. Geçmişin yabancılığını
etkili bir biçimde serimler; pratikler ve kurumların hiç bir biçimde kaçınılmaz
“Foucault’nun araştırma temaları, bir yandan, aşırı çeşitlilik gösteren ve ilk bakışta
aralarında bir geçiş yokmuş gibi birbirini izleyen alanlar olarak belirir - delilik,
klinik, hapishane, cinsellik, yönetimsellik, etik - diğer yandan, her bir temanın
1
Foucault, 1969’da, Bilginin Arkeolojisi’nde, o ana dek yayımladığı tüm çalışmaların (Deliliğin
Tarihi, Kliniğin Doğuşu, Şeylerin Düzeni) arkeoloji yöntemiyle analiz edilen söylemsel
formasyonların ‘kusurlu taslakları’ olduğunu ileri sürer. 1977’de, ‘geri dönüp baktığımda, Deliliğin
Tarihi’nde ve Kliniğin Doğuşu’nda, iktidardan başka neden bahsediyordum ki diye soruyorum’
diyecektir. 1982’ye gelindiğinde ise, ‘araştırmamın genel teması, iktidar değil öznedir’ diye ekler.
(Foucault, 2000a)
2
taslağını, Foucault’nun kitapları dışındaki metinlerini tematik biçimde bir araya
yüksek bir bilinç düzeyine doğru kat edilen çizgisel bir entelektüel gelişim haritasını
çıkarmaktan ziyade, her defasında yeniden başlayan ancak önceki çalışmaları ile
kanısından hareket eder. Foucault, çalışmalarını, bilinçli bir fark edişin, düşünümünü
taşıdığı daha ileri bir aşamaya evrilmek yerine, araştırma zeminini de facto
seti değişimlerini, Foucault’nun düşüncesinin bir ileri aşamasına yol açan bir
(Nealon, 2008: 38-41) Bu özgün izlek, Judith Revel’in ifadesi ile, “tutarsızlık
3
Bu çalışma, bahsi geçen yoğunlaşmanın en güzide örneğini yönetimsellik
analitik ilgisi, geç dönem çalışmaları ile sınırlı değildir ve Foucault’nun tarihsel
298) Hapishanenin Doğuşu’nda bireyin, iktidarın hem etkisi, hem de ifade edilme
kurumlardan ayırmak; kurumları, stratejik bir analiz çerçevesinde ele almak üzere
2
Foucault’nun tarihsel nominalizmi, anti-Platonik, stratejik ve problematiktir. (Rouse, 2005: 96;
Foucault, 2008: 42) Foucault’nun tarihsel nominalizmi, anti-Platoniktir, çünkü çok çeşitli tarihsel
soruşturmalarında, öze ve doğaya, benzer bütünleyici, birlikleştirici ve dışlayıcı düşüncelere yüz
vermez; evrenselleştirici kategorilerden özenle kaçınır. Kurucu prensipler ve temel nedenler, onun
çalışmalarında dağılıp gitmeye mahkûmdur. Foucault’nun tarihsel nominalizmi stratejiktir, çünkü,
tarihin olumsallığının kendi üzerine kapanma zorunluluğu olmayan heterojenliğini kucaklar.
Foucault’nun tarihsel nominalizmi problematiktir, çünkü bugünün tarihini, bugünün somut, acil
sorunsalları açısından ele alır. (Foucault 1979: 23)
4
işlevlerinden ayrıştırmak; kurumları, analiz nesnesi ayrıcalığından koparmaktır. Bu
dışa doğru üçlü zemin kaydırma pratiğini, disiplinler için uygulayan Foucault,
tabi tutulduğu teknik ve pratikleri incelerken başvurulan analiz tipine, bütün bir
bağıntılarını deşifre etmek üzere de kullanılabilecek bir araç seti olarak düşünülmesi
gölgede kalmış gündelik pratikleri” (Nealon, 2008: 317) olarak karşımıza çıkar.
Foucault, bu çerçevede, ‘bu toplumsal sistem nedir?’ diye sormaktan ziyade, ‘bu
sistem fikri nereden gelir, nasıl işler ve bu sistemin iktidar etkileri nelerdir?,
otokrasiden daha iyi olup olmadığı ile, yönetimin en az yönettiğinde en iyi yönetim
olup olmadığı ile, sosyal refah devletinin piyasa yönelimli devlet ya da sosyalist
devletten daha iyi olup olmadığı ile ilgilenmez. Klasik siyaset felsefesinin ve modern
siyaset biliminin kadim sorusu, ‘en iyi yönetim biçimi nedir?’ biçimindeki sorusunun
5
aktüalitede nasıl yapıldığını araştırır. (Gordon, 1991:7) Foucault, bu çalışmalarında
da, meşruluk meselesinin boş olduğunu söylemez ancak buna odaklanan bir kuramın,
iktidarın aktüel olarak nasıl kullanıldığını tasvir etmekte bir araç olamayacağını ileri
arasındaki simetri dışı iki kutupluluğun nasıl var edilip bir doğru yanlış oyununa
yönlendirdiği yönetim modeli sayesinde, yaşam üzerinde uygulanan iki temel iktidar
pratikler ile kendiliğin toplumsal organizasyonu arasındaki, iktidarın makro fiziği ile
mikro fiziği arasındaki çok çeşitli bağıntıları, yönetimsellik serüveni boyunca bizlere
sunar.
yönetim, henüz katılaşmamış, oluş halindeki bir iktidar formu olarak baskı ve
6
tanımlayıcı çalışmasında, tek bir kategori gibi düşünülen üç farklı kavram ortaya
kullandığımız temel kategorileri yeni bir konfigürasyonda bir araya getiren çok-
hazine, takip eden ikincil literatürde, ya teorik literatüre katkı sağlamak üzere çeşitli
ilkeleri ile uyum sağlamayan bir yoğunlaşma momenti olarak değerlendirerek, sosyal
7
Bu çalışmanın tezi, Beşinci Bölümde ele alınan ve İngilizce konuşulan
yok olmaya yüz tuttuğu ...ve neo-liberal siyasal düşüncenin yayılmaya başladığı bir
yönetimsellik serüveni ile yapmaya çalıştığı şeyin, refah devletinin çöküşe ve neo-
liberalizmin yükselişe geçtiği tarihsel-siyasal dönemece dair elverişli bir araç seti
sunmanın ötesine geçen başka önemli yansımalara sahip olduğuna dikkat çeker.
8
Bu yansımalar, Foucault’nun yönetimsellik nosyonunun tarihsel bir tikellik
modelinin, kendisinin yola çıkarken ortaya koyduğu vaatlerden bir kısmını hayata
aktüalitede nasıl edindiği ve bunu egemenlikten koparmayı nasıl başardığı gibi bazı
oluşturduğu yönetim sanatı ile liberal yönetim sanatı arasındaki ilişkileri muğlak
verimli bir biçimde yakaladığı alanda, bazı kayıp halkalara sahip olduğuna dikkat
çeker.
işaret eden bu tez, beş bölüm olarak tasarlanmıştır. İlk bölümde, Foucault’nun
9
arasında bir yoğunlaşma momenti olarak konumlandırılır, Foucault’nun önceki ve
belirginleştirilir.
Çalışmanın ağırlık merkezini tezin yazım süreci boyunca giderek ele geçiren
Avrupa toplumlarının bir yönetim çağına girdiğine yönelik iddiasını nasıl geliştirdiği
izlenir, pastoral iktidarın nasıl seküler ve siyasal bir pastoralliğe dönüştüğü, devlet
incelenir.
amaçladığı ve devlet aklına karşı adım adım bu pozisyonu nasıl geliştirdiği irdelenir,
hangi noktada ve hangi zaaflara cevaben geçtiği meselesini nasıl ele aldığına dikkat
iktidar sistemleri, kontrol ağları ve direniş stratejileri ile ilişki içersinde kurulmuş
heterojen alanlar olarak değerlendirir. Bir başka deyişle, devleti, kamusal ve özel
10
enstrümanı ve etkisi olarak değerlendirir. Sivil toplumun ise, iktidar ve kontrolün
dışsallıkları tarafından yukarıdan ele geçirilen a priori bir alandan daha ziyade,
gündelik yaşam, iktidar ve kontrol tarafından kurulduğuna işaret eder. Diğer yandan,
yönetimin, aksi takdirde özgür olacak olan özneler üzerinde uygulanan dışsal bir
bireyleri rasyonel, otonom özneler olarak değerlendiren felsefi geri planı ile zıtlık
taşır.
sunduğundan bahsedilir.
oluşturan, Güvenlik, Toprak, Nüfus ve Biyo-politiğin Doğuşu adlı iki dersinin, henüz
Türkçe literatüre tanıtırken, eş zamanlı olarak tartışmak, teze, tez önerisi döneminde
11
planlanan yoğunlaşma (tematik sorunsallaştırma 3 ) yerine, alansal çevrelemenin
3
Tez önerimi yazdığım sırada, Foucault’nun “mevcut yönetim rejimi nasıl mümkün oldu, bu yönetim
kendisini bir problemin çözümü olarak nasıl sundu?” sorusu yanına, “mevcut yönetim rejimi nasıl bir
mekansallık sorunsallaştırması ortaya koyarak, kendisini bir çözüm olarak sundu?” sorusunu eklemeyi
hedeflemekteydim. Bu minvalde de, tez danışmanımın da onayı ile, Foucault’nun yönetimin
mekansallığına dair ortaya koydukları ile Schmitt’in nomos kavramsallaştırması arasındaki bağıntılara
odaklanmayı planlıyordum. Foucault’nun yönetimsellik serüveninden hareketle, yönetimin
mekansallığı temasına odaklanacak, sorunsallaştıracak ve bu temayı derinleştirmeye gayret edecektim.
Ne var ki, 2. ve 3. bölüm şekillendikçe, tezin ağırlık merkezini ele geçirdiler. Foucault ile klasik
siyasal kuramın ana araçlarından - Machiavelli, Hobbes ve Locke - arasında bir kıyaslama yapılması
giderek bir zorunluluğa dönüştü. Klasiklerin sunduğu merceklerle, Foucault’nun konfigürasyonunun
sosyal ve siyasal analizdeki yansımaları yanında kayıp halkaları da belirginleşmeye başladı.
4
Foucault’nun yönetimsellik serüveninin sunduğu kavramsal hazinenin tetiklediği çok çeşitli yankılar,
araştırma vektörleri ele alınırken bahsi geçen çalışmalar, hiç bir biçimde tüketici ve kapsayıcı olduğu
iddiası taşımayan ancak genel eksenlerin koordinatlarını tespit etmeye çalışan bir kategorizasyonda
sunuldu. Bu kategorizasyonda, Yönetimsellik Okulunun İngiliz ve Avustralya ekollerinden, refah
devletinin soykütüğünü ortaya koyan çalışmalardan, ulus-devletin ötesine odaklanan çalışmalardan ve
Foucault’nun çeşitli temalarını derinleştiren çalışmalardan bahsedildi. Kadın çalışmalarının ve çevre
çalışmalarının, yönetimsellik serüveninin kavramsal hazinesi ile içine girdikleri çeşitli diyalogların
ürünlerinden burada bahsedilememiştir.
12
BİRİNCİ BÖLÜM
sahiptir.
13
Foucault, yönetimsellik serüveni ile, bir yandan, iktidar ilişkilerinin mikro
serüveni, bir yanda, uzlaşma ve irade, diğer yanda savaş ve mücadele olan sorunsalın
ötesine geçmek üzere bir köprü olarak inşa edilir. Bu köprü, makro-mikro ayrımını
çabasıdır.
serüveninin açtığı zeminde, hümanist bir çerçeveye düşmeden özneyi bağımsız bir
ulusların, nüfusların ve toplumların yönetimi ile, bir etik formu olarak kendiliğin
14
yönetimi arasında bir süreklilik tanıma çabasına karşılık gelmeye başlar.(Dean, 1999:
sorunsalını, hukuk ile disiplinci baskı arasında saptanan yönetimsel formlar üzerine
temaları yer aldığı bir kavramsal hazine sunan Foucault, bir kaç yıl sonra “şimdinin
verdiği bir yanıtlar demeti olarak belirmesi yanında, siyasal analizin konvansiyonel
15
I. KOORDINATLAR
kavrayışlarından farklı bir eksende yer alan bir iktidar kavrayışı geliştirir. Liberal ve
dek, egemenlik sorunsalından uzaklaşmak, kendi deyişi ile siyasal analizde ‘kralın
1
Foucault, bu çalışmasında, Locke ve Hobbes’un kuramlarına meydan okur. Klasik siyasal
kuramcılar, iktidarı statik, sahip olunabilecek, bir egemenden diğerine geçen bir şey olarak ele alırken,
Foucault, Nietzscheci hipotezi izleyerek ve Heraclitos’un hiç bir şeyin sabit olmadığına dair öğüdünü
dinleyerek, sözleşmenin sabitlik görüntüsü verdiğini ileri sürer. Foucault, burada savaşı, toplumsal
ilişkilerin kalıcı bir unsuru olarak değerlendirir. (Kelly, 2009a: 50) Foucault’ya göre, savaş ve siyaset
birer iktidar stratejisidir. Foucault için, sivil toplumun kuruluşu, insanlar arasında savaşı sonlandırmak
üzere varılan bir uzlaşı değil; savaşta ifade bulan kuvvet ilişkilerinin, giderek siyasal iktidarın
düzenine yayılmasıdır. Foucault, sivil toplumun, Hobbes’un genel savaşını ikame etmekten ziyade
kapsadığını ileri sürer. Foucault, bu iddiasını, sofistike bir Hobbes okuması ile destekler. Buna göre,
Hobbes’un değerlendirmeleri sıkça ileri sürüldüğü gibi, İngiliz İç Savaşı’nın şiddetine karşı
düzenlenmemiştir. Daha ziyade, Toplumu Savunmak Gerekir’in araştırma nesnesini oluşturan tarihsel
söylemlere karşı ortaya atılmıştır. Bahsi geçen söyleme göre, İngiliz toplumunun ardında, Norman
işgalinden bu yana süren bir mücadele vardır: Saksonlar ile Normanlar arasındaki bu mücadele halk
ile asiller arasında sürmeye devam etmektedir. Hobbes’un argümanları, eşitlikçi Diggers’ların
söylemlerine karşıdır. Diggers, her tür toplumsal düzenin şiddet yoluyla empoze edildiğini ileri
sürerken; Hobbes, ister şiddet, ister uzlaşma yoluyla olsun, Leviathan’ın kuruluşunun aynı etkiyi
16
Toplumu Savunmak Gerekir dersinin başında, Foucault son beş yılda (1970-
iktidar arasında bir dikatomi olduğu izlenimi yaratmaktan tam olarak kaçınamaması
belirginleştirememektedir.
sonuncu dersine vardığında, de facto bir atılım ile savaş modeli ile arasına önemli bir
Foucault, burada, egemen iktidarın, modern dönemde, iki yeni teknoloji ile,
vereceğini, yani barışı getireceğini ileri sürer. Bu bağlamda, Hobbes, Foucault’ya göre, Locke’dan hiç
de farklı değildir. (Foucault, 2003a)
17
düzeylerde işlediklerinden, herhangi bir çakışma olmadan birbirlerini
atladıklarını, “türün bir amaç olarak, kendi siyasal stratejileri içinde yer almaya
başladığına” işaret eder. (Foucault, 1993: 147) Aristoteles’ten bu eşiğe dek, kendisini
yaşayan ve buna ek olarak siyasal bir varlık olarak gören insanın, bu eşiği geçtiği
anda, yaşayan bir varlık olma sıfatıyla da yaşamını siyasetine konu etmeye
kamu sağlığı görevini üstlenen tıbbın kuruluşu, 19. yüzyıl başında sanayileşme
2
Giorgio Agamben’e göre, Foucault bir kırılma saptamakla yanılmaktadır. İnsan, Aristoteles’ten beri
zoe ve bios arasında dışlayarak içleyen bir ilişkiyi sürdüregelmiştir. Bu orijinal ilişki yeni değildir,
modern zamanlara özgü değildir. Agamben’e göre, aslında bu ilişki siyasetin orijinal ilişkisidir. Ona
göre, siyaset, zaten hep biyo-siyasettir. (Agamben, 1998: 11-18, 149) Bu meseleye 5.Bölümde
dönülecektir.
18
Bu çerçevede, Foucault, siyasal iktidarın, insanların, belirli bir ihtiyaç
dolayısıyla, bir araya gelerek yaptıkları fiili ve ya hipotetik bir sözleşmeye dayanarak
kabul eden klasik kuramlara yeni bir argümanla meydan okumaya devam eder. Buna
göre, klasik kuramların, 18. yüzyıl sonundan itibaren Kıta Avrupası’nda geçerli
19
farklar üzerinde durmak yerine, hedefine yaşamı alan modern iktidar
Foucault, 1977 yılında yayınlanan bir röportajında da, siyasetin savaş benzeri kuvvet
ilişkilerinden menkul olup olmadığına net bir cevap vermediği görülür. (Foucault,
derslerinden bir buçuk yıl önce, devleti, iktidarın etkisi olarak görmeye başladığını
sayesinde, iktidar ilişkilerini, savaş modelinin sunduğu dilden farklı bir model
20
doğrultusunda, ilk bakışta, Toplumu Savunmak Gerekir’in çıkarımlarından
momentte kesiştiğine ışık tutmak üzere yola çıkacağını açıklar. Toplumu Savunmak
Gerekir ve Cinselliğin Tarihi 1. Cilt ile Güvenlik Toprak Nüfus arasında önemli
Buradaki araştırma soruları, ilk elde, ‘nüfusları kendisine nesne alan ve 18.
yüzyılda Batı Avrupa toplumlarında beliren iktidar teknolojisi neler içerir’, ‘Batı
21
engelleyen, tanımlayan disiplinden farklı olarak, merkez-kaç yapıdadır, genişler,
hâlihazırda içinde yer aldıklarını ileri sürer. Bu çerçevede, bir disiplin pratiği olan
disiplinci sistemde, güvenlik alanına ait olan bir dizi boyutu sezmemizin mümkün
olarak adlandırılacak olan riske göre düzeltildiğine değinir. Son olarak, güvenlik
kaybolmasına neden olduğu elemanlar söz konusu değildir. “Bir yasal çağ, disiplinci
ve daha sonra da güvenlik çağı söz konusu değildir.” 3 (Foucault, 2007: 7) “Aslında,
3
Foucault’nun, henüz Türkçe’ye çevrilmemiş bulunan Security, Territory, Population 1977-1978, ve
The Birth of Biopolitics 1978-1979 çalışmalarından yapılan alıntıların çevirileri bana aittir. Çeviriler,
22
tekniklerin içinde değişip mükemmelleştirildiği, ya da her şekilde daha karmaşık bir
hal aldığı bir dizi kompleks yapı söz konusudur ama bu yapılarda değişen, yasal-
arasındaki baskın özellik, daha net söylersek korelasyon sistemidir.” (Foucault, 2007:
8)
kısımlarında taslağını çizdiği plan ile uyumlu adımlar atar. Foucault, hatırlanacağı
üzere, Toplumu Savunmak Gerekir’de de, 18. yüzyıl sonunda, egemenlik ve disiplini
araya getiren biyo-siyasetin müdahale alanlarını üçe ayırıyordu: ilk olarak doğum ve
kazalar vs gibi fenomenlere; üçüncü olarak, canlı varlıklar olarak insanlar ile
(Senelart, 2007: 397, dipnot 76) Foucault, bu de facto tematik eklemlenme ile,
iktidarın performatif yanlarına ışık tutmak amacıyla, savaş modeli ile araştırma
yapılırken İngilizce versiyonlarından faydalanılmış, Fransızca orijinalleri (Foucault, 2004c; 2004d) ile
de karşılaştırılmıştır.
23
geçen korelasyon sisteminin, bir başka deyişle, yönetimselliğin tarihine
Şubat dersi, Foucault tarafından ilk üç dersin mantıksal gelişminin bir ürünü olarak
sunulsa da, aslında, derslerin genel yönelimlerinde de facto bir atılıma işaret eder.”
Güvenlik – toprak - nüfus üçgeni, güvenlik – nüfus – yönetim üçgeni ile yer
değiştirir. Foucault’nun, burada, “bu yıl ki derslere daha uygun bir başlık vermek
4
1 Şubat 1978 dersi, 1977-1978 Güvenlik, Toprak, Nüfus derslerinden, Foucault hayattayken
yayımlanan tek derstir. İlk olarak, Aut Aut isimli İtalyan dergisinin Eylül/Ekim 1978 sayısında,
ardından, Pasquale Pasquino tarafından yapılan İngilizce çevirisi ile, Graham Burchell, Colin Gordon
ve Peter Miller’ın editörlüğünü yaptığı The Foucault Effect: Studies in Governmentality
(Hertfordshire: Harvester Wheatsheaf, 1991), ss. 87-104’de yayımlanır. Bir diğer İngilizce çevirisine
ise, Michel Foucault, Power: The Essential Works of Foucault: 1954-1984 Vol.3, (ed.) James D.
Faubion, New York: The New Press, 2000, ss. 201-222’de rastlanır. Türkçe’de ise; M. Foucault,
‘Yönetimsellik,’ Seçme Yazılar 1: Entelektüelin Siyasi İşlevi, (çev.) Osman Akınhay, Ferda Keskin,
1.B., Ayrıntı Yayınları,İstanbul, 2000, ss.264-287.
24
II. TEMEL KAVRAMLAR
onun hukuksal ve siyasal kurumlarının aracı olarak görülmediği gibi, disiplin de artık
modern iktidarın önde gelen formu olarak görülmemeye başlanır. Sorun; egemenlik
yer alır. Hakimiyet durumları asimetriktir; örneğin sömürgeci ile sömürülen, erkek
25
Foucault, bu bağlamda, iktidar kullanımının, davranışın olasılığını yönlendirmek ve
olası sonucu düzene koymayı içerdiğini ve iktidarın bir yönetim sorunsalı olarak
İlk iki tanım bir arada ele alındığında, yönetimsellik, “Avrupa kıtasının Batı
yakasında, antik çağın son dönemlerinde ortaya çıkan toplumlar”da yeni bir iktidar
kullanımı ve iktidar üzerine yeni bir düşünme biçimini imler. (Foucault, 2005f: 31)
Modern yönetimselliğin belirişi, kendisine nüfusu nesne alan bir yönetim rejimi
5
Yönetimsellik neolojizmini, ilk olarak Roland Barthes, devleti, tüm sosyal ilişkilerin efektif merkezi
olarak sunan idelojik mekanizmaya işaret etmek üzere kullanır. Bakınız; Barthes, 1957. (Gudmand-
Høyer & Hjorth, 2009: 105 dip not 27)
26
(Dillon, 2007: 41-47; Ruelle, 2005: 27-34; Tellmann, 2009: 5-24; Tierney, 2008: 90-
100.) Foucault, nüfus, ekonomi-politik ve güvenlik arasında bir yönetimsel bir üçgen
yer alan nüfus kavrayışına göre kapsamı genişletilmiş bir nüfus kavrayışının yer alır.
noktadan itibaren, tür insanın 18. yüzyıldaki belirişini, sadece biyoloji ile
ilişkilendirmediğini, aynı zamanda kamu (public) alanının açılması ile birlikte ele
aldığını görürüz. (Foucault, 2007: 75) Nüfus, görüşleri, inançları, arzuları, yapıp
ve önyargıları ile ele alındığında, kamu alanı, nüfusun, kampanyalar eğitim, teşvikler
vs üzerinden yönetilmesini mümkün kılan birim olarak belirir. (Foucault, 2007: 367)
siyasal müdahale alanı, biyolojik bir habitata karşılık gelmez: daha ziyade, içerisinde
nüfusun kendisi tarafından üretilen farklı olay dizilerinin yer aldığı bir biyo-sosyal
yönetim üçgeni ile yer değiştirdiğinde, nüfus artık sadece biyolojik bir tür, bir grup
kendisine içkin bir mantık ortaya koyar, nasıl ki, iklim, ticaretin yoğunluğu,
27
kavranan nüfus, yeni bir siyasal nesne sunar zira nüfus, bir yandan, yönetim
sanatlarının yöneltildiği zemin olarak belirir, diğer yandan, bu nüfus, belirli bir
biçimde davranmaya çağrılır. (Foucault, 2007: 20, 70; Gudmand-Høyer & Hjorth,
2009: 106)
sosyal tıp, kamu hijyeni, istatistik ve demografi gibi disiplinler yanında, ekonomi-
üretilmesini analiz eden bir araştırma alanı olarak belirir. (Foucault, 2007: 72)
hak özneleri ile ilişkilerinde yasaklar üzerinden işlerken, disiplin, belirli bir gözetim
mekânında yer alan bireylerin bedenleri ile ilişkilerinde reçeteler üzerinden yol alır.
Bunlardan farklı olarak, güvenlik dispozitifi ile uygun adım işleyen yönetim, nüfusun
doğal çevresi içerisinde üretilen açık uçlu olaylar dizisini düzenlemeye çalışır.
28
gerçekliğe öyle bir biçimde tepki vermeli ki bu tepki gerçekliği iptal etsin, sınırlasın,
yönetimi için şu anlama gelir: Yönetim, nüfusun doğal süreçlerine saygı göstermek
ve disiplin ile belirli ilişkilere sahiptir. Egemen iktidar, devletin yargı ve yürütme
güçleri üzerinden hak ve ödevlere sahip özneler üzerinde otorite kullanımı; disiplinci
idari aygıtlarının gelişmesi sürecine paralel bir seyir izler. Yönetimsellik ise, hem
353)
29
B. Yönetim Sanatı Tarihi
devletlerinin idari aygıtlarının, nüfusun yönetimi ile ilgilenen çok çeşitli alanları
ile devletin yargı ve idari aygıtlarının bitişmesinin uzun sürecine karşılık gelir.
109, 110, 122, 382) Yönetimsellik, bu noktada, herhangi bir iktidar ilişkisini
tanımlamaz; modern devletin oluşumunu mümkün kılan yönetim sanatını, bir başka
doğdu?’sorusuna; ikincisi de, ‘bu fikir, nasıl olup da 16. yüzyılda beliren devlet aklı
30
dışına çıkma gerekliliğini (extra-institutional) vurgulamıştı. Kurum-odaklı
tür bir tıbbi iktidarın burada yer aldığı ve nasıl belirli bir psikiyatrik bilgi
hastanenin, toplumun tümüne yöneltilen bir kamu hijyeni projesi ile nasıl bağlı
yoksullara yapılan yardımlara uzanan bir skalada nasıl çeşitli teknikler ağı ile
koordine edildiğinden bahsetmişti. Bir başka deyişle, psikiyatrik hastaneyi, genel bir
117)
nesneleri ile birlikte bir hakikat alanının kurulduğu anı tespit etmeye çalışmıştı.
(Foucault, 2007:117-119)
31
Foucault’nun, bu zemin kaydırma işlemleri sayesinde, iktidar ilişkilerinin
olmuştu.(Foucault, 2007: 120) Foucault, şimdi aynı operasyonu devlet için işletir.
iktidar düzeyi ile makro-iktidar düzeyi arasında köprü kurma çabasında bir adım
ayrımın göreli doğasını tanımaya gayret eder. Foucault için bakış açısının, ölçeklerle
iktidarlara dair sorulabilmişse, şimdi de, iktidarın küresel formları için sorulabilir.
32
analizlerinde yeri olmayan yeni bir alana doğru genişleterek uygular. Böylelikle,
çıkarmakta başarısız kaldığına dair Marksist itirazlara bir yanıt niteliğindedir. Ne var
ki, bu yanıt, yukarıda anlatılanlar ışığında, Foucault’nun bir devlet kuramı ortaya
belirginleşeceği üzere, Foucault, çeşitli yönetim alanları ile devletin yargı ve idari
alanlarının az çok merkezi bir otoriteye boyun eğmesi sonucunda tarihsel olarak
otoritelerin ortak bir setinin, belirli dil ve edebiyat standartları ve sabit ve sürekli
feminist devlet kuramları bu soruları sorar, farklı cevaplar verirler. Devlet kuramları,
33
geçtiğine dair egemenlik problemini hatırda tutar. Egemenliğin kökleri ilahi iradede,
meşruluğu, otoritesi ve yasa yapma gücü, diğer yanda bu otoriteye nesne olan
içerisinde gelişerek sivil toplumun üzerinde tehditkâr bir organizma, ‘soğuk canavar’
bağlantılandırır ve liberal yönetim sanatını, ‘her bir ve tümün’ çıkarları ile uyumlu
34
olacak risk hesaplaması olarak tanımlar. (Senellart, 2007: 385) 1978-1979 Biyo-
yerleştirilir.
sunulduğunda, kavram daha net bir nitelik kazanmıştı. Disiplinci sosyal teknoloji,
bir nüfus olarak bütünleştirip, bu nüfusu, belirli bir çevre içerisinde yer alan canlı bir
siyasal düzenin merkezine insan yaşamını yerleştiren yeni bir dizi siyasal teknikler
sivil toplum vs. gibi diğer siyasal nosyonlar ve kurumlar üzerindeki etkilerini
35
kapsıyordu. (Gudmand-Høyer & Hjorth, 2009:104) 18. yüzyılın ikinci yarısında,
da kendi kaynak ve potansiyellerinin kullanımı ile refah üreten bir odak olarak
şekilleniyordu.
bakışta çağrıştırdığı bu alışıldık imalar ile doğrudan ilişki kurmaz: Sosyal tıp,
cinsellik, ölüm hakkı versus yaşam üzerinde iktidar, 19.yüzyılın biyo-siyasal ırklar
Bunun sebebi, 1978-1979 Biyo-politiğin Doğuşu derslerinde mevzu bahis olan biyo-
egemenliğin kullanıldığı hak öznesi, yönetimin işletmesi gereken bir nüfus olarak
2008: 48, dipnot 22) Foucault, bu başlangıç noktasının çok daha geniş bir şeyin, yeni
yönetimsel aklın sadece bir parçası olduğuna işaret ederek, derslerinin genel amacını,
(Foucault, 2008:49)
36
Bu bağlamda, liberalizm ve biyo-siyaset, Foucault’nun araştırmalarında eş
tarafından ele geçirilen bir yönetim teknolojisi içerisinde yaşam ve nüfusa özgü
sorunsalların ortaya atılma biçiminin birbiri ile kısmen örtüşen döngüleri olarak
belirir. (Gudmand-Høyer & Hjorth, 2009:106) Başka türlü söylersek, Foucault, 1977-
üçgenin devamı olarak biyo-siyasal bir çerçeve geliştirir ve bu çerçevenin dış çeperi
biyo-siyasete sadece bir giriş yapabildiğinden yakınır. “Bu yılın dersi, (biyo-siyasete)
bir giriş olması gereken şeye tümüyle odaklanmakla sonuçlandı” (Foucault, 2008:
317) ve dersler sırasında neredeyse özür dileyen bir ifadeyle, “inanın, her şeye
sebep olur. (Kelly, 2009b: 46-49; Gane, 2008: 353-363; Sardinha, 2005: 89-99;
37
girişi yapıldığı ileri sürülen biyo-siyaset, 18.yüzyıldan itibaren, bir nüfusu oluşturan
fenomenleri olan sağlık, ölüm, hijyen, doğum, ömür beklentisi ve bakımdan bahsetse
eğitim, aile hayatı, girişim, özgürlük, insan davranışı, yenilik, çıkarlar, sınırlılıklar
doğa, haklar, riskler, irade ve çalışmanın yer aldığı görülecektir. Bu çerçevede, 1978-
38
seyrini mümkün kılacak düzenlemenin yaratılması hedeflenir. Özgürlük elemanını
dikkate almayan yönetimin, sadece yanlış değil, aynı zamanda nüfusun kendi
başlanır.
çıkan liberal siyasaların disiplinci gözetim geri planında kurulduğuna dair iddiasını
gözden geçirir. (Foucault, 2007: 48; Foucault, 1979: 221-224.) Yönetimselliğin biyo-
bireysel öznesinin ekonomik olarak girişimci kılınması etrafında şekillenir ancak her
39
biri bu girişimciliği farklı yönlere doğru çeker. Alman neo-liberalizmi, bu
analiz ve karar verme kriterlerinin pek çok alana genelleştirilebilir olduğudan son
kendinin kendi ile ilişkileri. Bu çerçevede, Foucault için, yönetim ilk olarak,
40
versiyonu ise, ‘sosyal’in, yarı-market biçiminde, yeniden şekillendirilmesi olarak
verir. Artık, belirli bir iktidar rejiminin (polis devlet ya da liberal minumum yönetim)
alınan analiz düzeyi her ne olursa olsun (ebeveyn-çocuk, birey-kamu düzeni, nüfus-
tıp, vs.) mikro-iktidarlara içkin rasyonalite olarak (da) belirir: Tikel bir genellik
spesifik bir iktidar formu olmaktan, kendisi bir genellik düzeyi olmaya doğru yol
kapsayacak biçimde genel bir anlamla ele alınmaya başlar. (Kelly, 2009a: 63)
“1970’lerin başından itibaren kullanılan ‘savaş’ söylemi ile ipleri koparan yönetim
41
kavramı, 1980’lerin başından itibaren daha fazla dile getirilen, iktidar analitiğinden
kendilik etiğine doğru yönelişin ilk dönüşümünü işaretler.” (Senellart, 2007: 370.)
dönem Hristiyanlığına doğru yola çıkar: Pastoral iktidar ile hakikat pratikleri
tam da bu noktada, siyasetin tarihi ile etiğin tarihi arasındaki bağıntıyı gündeme
42
İKİNCİ BÖLÜM
DEVLETİN YÖNETİMSELLEŞMESİ
sürü oyunu - sayesinde ‘şeytani’ olduklarını ileri sürer. (Foucault, 2005f: 31, 41)
eşitlik temelinde kurulmuş bulunan siyasal bir cemaatin yasal ve siyasal yapısı
içerisinde özgürlük ve haklarını kullanır. Çoban-sürü oyununa göre ise, yaşayan bir
varlık olması temelinde refahı, hem bir birey hem de nüfusun bir parçası olması
kaygılarının devlet için bir görev haline gelmesi ile kolektif katliamların eşzamanlı
olarak belirmesi; benzer biçimde, İkinci Dünya Savaşı’nın kıyımı ile toplumsal refah,
43
kamu sağlığı ve tıbbi yardım programlarının aynı evrenin ürünleri olması, Batı
çınlar: “Siz kendinizi katlettirin, biz size uzun ve hoş bir yaşam vaat ediyoruz. Hayat
siyasal bütünleştirmenin iki zıt formu arasındaki korelasyon olarak belirir; karşılıklı
olarak birbirlerini kuran ancak bir o kadar da uyumsuz olan durumları - hukuk,
haklar ve ödevler, katılım, vatandaş ve özgürlük ile güvenlik, refah, nüfus - devlet
sözleşme ya da rızaya bağlı bir iktidar pratiği, ne Hegel’in iddia ettiği gibi aşkın bir
devleti bir tümel olarak kabul ederek, pratikleri bu tümelden türetmek yerine,
44
serüvenlerinde, mikro-iktidar analizlerinde kullandığı yaklaşımı yeni bir alana,
kullanılan siyasi iktidar ile herkesin yaşamını güvence altına almak, yaşamın
kavramak üzere, bütünleyici site-yurttaş oyunu ile pastoral iktidar adını verdiği,
gelişen siyasal iktidarın belirişine ilişkin süreci, egemenlik odaklı analizlerin peşine
‘egemenlik çağı’ yerine bir ‘yönetim çağı’na girdiğimizi, bu zemin kaydırma işlemi
ilişkilerinin dinamik bir biçimi ve tarihsel olarak istikrar kazanması süreci olarak
45
bir şey, kendine dayanarak gelişen bir şey olarak bahsedemeyiz. Devlet bir pratiktir.”
devletin toplumsal bedenden ayrı bir aygıt, toplumsal bünye üzerinde bir yük olarak
görüldüğü oyundan farklı bir düşünme fırsatı sunduğu açıktır. (Pasquino, 1991: 116;
tiyatro’da toplum ile devlet arasındaki tartışmayı konu alan bu oyuna göre, devlet,
özsel olarak erdemli bir varoluşa sahip olduğu kabul edilen toplumsal bünye üzerinde
toplumsal güçlerin gelişimini tehdit eden bir aygıt olarak değerlendirilir. (Pasquino,
1991: 108) Modern siyaset biliminin temel tartışma zemini, bu bağlamda, devlet ile
ise, “devletin alanına giren ve girmeyen şeyleri, neyin kamusal neyin özel alana ait
yönetim taktikleri” tarihi üzerinden, devletin birlikli tek bir aktör olduğuna dair
kanıyı yerle bir eder. (Foucault, 2007: 109) Foucault’nun anlatısı, bu yanıyla, devlet
devlet aklı ve polis olarak karşımıza çıkar. (Foucault, 2005f: 56) Devletin
46
teknolojilerine dayanan bir yönetme sanatı olarak değerlendirdiği devlet aklı,
iktidar, hem de biyo-iktidar, bu gücü çoklaştırmaya hizmet edecek olan bütün araçlar
Polis, devlet aklı, pastoral iktidar, yönetim sanatının egemenlik ve aile arasında
belirginleşir.
zaman yeşerdiğini ve son olarak, devlet aklı, pastorallik ve bunun polisle beraber ne
süreçler toplamının mirasçısı olarak mı, yoksa bu tarihsel evrimi dönüştüren bir şey
47
I. YÖNETİM ÇAĞINA GİRİŞ
kaynağı ve kimin bu iktidara sahip olduğu vs.- farklı odaklara sahiptir. Foucault’nun
farklı odakları, onun ‘yönetim’ nosyonunun çok çeşitli anlam ve imalarını dikkate
almasından kaynaklanır.
olarak, maddi, fiziksel ve mekânsal anlamları üzerinde durur. Buna göre, yönetmek,
yönlendirmek (de diriger, to direct), ileriye doğru atılmak (de faire avancer, to move
forward), ve bir yolda öne doğru ilerlemek (d’avancer soi-même sur un chemin, to
move forward neself on a road) olarak tanımlanır. Foucault, bu anlamları, bir yolu
takip etmek (faire suivre une route, to follow a path) olarak özetler ancak bu yolun
iki kişinin yürümesini mümkün kılamayacak denli dar olduğunu da ekler. Ardından,
yönetmek yükleminin daha geniş bir maddi anlamına işaret eder. Buna göre,
48
yönetmek, desteklemek (d’entretenir, to support), doyurmak (de nourrir, to provide
for means of subsistence) anlamlarında kullanılır. Bu anlama yakın bir diğer anlamı
ise, kişinin kendisini belirli bir aktiviteye dayanarak geçindirmesidir (de tirer sa
(Foucault, 2007:121)
yanında, ahlaki anlamları da olduğuna işaret eder. Buna göre, yönetmek, hem ilahi
düzlemde, hem de bir hastaya belirli bir rejim uygulamasını öneren bir doktorun
yönetmek, insanlar arasında pek çok biçim alabilen ilişkilere de karşılık gelir.
ile baş etmek (traiter quelqu’un, to deal with someone) birisi ile konuşmak (parler
avec quelqu’un, to speak with someone) birisi ile cinsel ilişkiye girmek (un
çıkmanın hem fazlasıyla empirik hem de bilimsel olmayan bir yol olduğunu kabul
alıcı gördüğü nokta, bu tanımların hiç birinde, devletin bir toprak parçasının ya da
49
tanımların ortak paydasını, yönetmenin devlet, toprak ya da siyasal bir yapı ile ilgili
Foucault, ‘insanların yönetimi fikri’ne, bir kaç istisna dışında, Antik Yunan
“site-yurttaş” oyununu tercih eder. Antik Yunan’da kral, şehrin insanlarını değil,
bir bireyi düşünen bir çobanın yönetim sanatının olasılığını tartışır. Bu fikri pratik
bulmaz çünkü ona göre, yöneticinin bilgisi ve ilgisi asla her bir bireye dek uzanamaz.
Ancak bir tanrı böyle bir kapsama sahip olabilir. (Foucault, 2005f: 32-36; Gordon,
1991: 8)
‘insanların yönetimi fikri’ kaynağını, Hristiyanlık öncesi doğuda bulur. Bir çoban
1
Foucault, pastoral iktidara, Anormaller başlıklı 1974-1975 derslerinde de değinir. Burada, Foucault
yönetimden anlaşılması gereken üç noktanın altını çizer: ilk olarak bireysel iradelerin transferi,
yabancılaştırılması ya da temsilî üzerine kurulan yeni bir iktidar fikri; ikinci olarak, 18.yüzyılda
kurulan devlet aygıtları ve son olarak, diğer tarafında yasal ve siyasal temsil yapıları ve bu aygıtların
verimlilik ve işlevselliği bulunan genel bir insanların yönetimi tekniği. Foucault, altını çizdiği bu üç
noktanın kesişiminde beliren normalleştirme sürecinin iki yüzünü, bedenlerin disiplini ve ruhların
yönetimi olarak tanımlar.( Senellart, 2007: 380) Ancak, Senelart’ın dikkat çektiği üzere, 1975 dersleri
ile 1977-1978 dersleri arasında önemli farklar vardır. Bu farklardan ilki, Foucault’nun 1975
derslerinde, Reforma bir tepki olarak 16.yüzyıla yerleştirdiği pastoralin, 1978 derslerinde
Hristiyanlığın ilk yüzyıllarından itibaren belirdiğine işaret etmesidir. İkinci fark, Foucault’nun
yönetim sanatlarına siyasal anlamları ile devletin işleyişi çerçevesinde yeniden odaklanmasıdır.
Üçüncü olarak, Foucault, 1975 derslerinde iktidarın efektif mekanizmalarının analizine odaklanırken,
1978 derslerinde, yönetimin kendisi üzerine düşünümüne zemin kaydırmasıdır.
50
özellikleri sıralamaya girişir.
halindeki bir sürü, çokluk üzerinde uygulanıyor olması yer alır. (Foucault, 2007:125-
ilişkiyi esasen bu temel mülkiyet belirliyordu. Oysa burada esas ve temel özellik,
Foucault, çobanın, sürüsünü bir araya topladığına, onlara yol gösterip, önderlik
ettiğinin altını çizer. İbranilerde, çoban dağınık haldeki bireyleri bir arada tutan
İbranilerdekinden oldukça farklıdır. “Solon gibi iyi bir Yunanlı yasa yapıcı, bütün
sağlayacak yasaları olan kuvvetli bir sitedir.” (Foucault, 2005f: 30) Foucault, üçüncü
vurgular. Buradaki selamet, Antik Yunan’daki gibi sadece bir tehlikenin eşiğine
şefkat ile sürünün tümünü ve her bir üyesini eşanlı olarak gözetmeyi gerektiren
sürekli bir kurtuluş temasıdır. (Dean, 1999: 77) Foucault, son olarak, İbranilerdeki
üyesine adamasını gerektiren, gözeten bir iktidara vurgu yapar. “Sadece iyi otlakların
“Herkes uyuduğu zaman çoban onların başında bekler.” (Foucault, 2005f: 31) Her bir
51
koyun ve tüm sürüyü eş zamanlı olarak gözetir. Çobanın gözü, her an her üyenin ve
olarak geliştirilir. (Foucault, 2005f: 37) İlk olarak, İbranilerde, çoban bütün sürünün
göre, çobanın bütün sürünün ve tek tek her koyunun attığı iyi ve kötü adımlar adına
hesap vermek zorunda olduğuna dikkat çeker. Çoban ile sürü arasındaki bağ,
ayrıntıları ile de ilgili hale gelir. (Foucault, 2005f: 37-38) İkinci olarak, İbranilerde,
ilişkilerin esas ve zaruri boyutunu oluşturup, diğer tüm boyutları tek bir potada
erittiğine işaret eder. “(Çobanın) Musa’nın fedakârlığı, İsa’nın kendisini tüm insanlık
İbranilerde, çoban tanrı olduğundan onun peşinden giden sürü de, Tanrı’nın
arasındaki ilişkinin tam bir bağımlılık, itaat ilişkisi olarak düşünüldüğünü vurgular.
kıyaslar. Buna göre, “...itaat etmek, Yunanlılarda olduğu gibi bir amaca ulaşmak için
başvurulan bir aracı değil, tersine, başlı başına bir amacı gösterir.” (Foucault, 2005f:
değil, bizzat çobanın iradesi olduğu için uyum sağlanır, itaat etmek temel erdem
52
kabul edilir. Foucault, dördüncü olarak, Hristiyan pastoralliğinin, papaz ile sürünün
üyeleri arasında özel bir bilgiye ihtiyaç duyduğunun altını çizer. Helenistik dünyada
da sahiplenilir. (Foucault, 2005f: 39) Tam itaat, kendine dair bilgi ve başka birine
itiraf arasında yeni bir bağ düzenlenir. Bu iktidar biçimi, insanların ruhlarına nüfuz
etmeden, onların derin sırlarını öğrenmeden uygulanamaz. (Dean, 1999: 77) Beşinci
olduğuna işaret eder. (Foucault, 2005f: 40) Buradaki pastoral iktidarın sonul amacı,
bireyin öte dünyadaki selametini garanti altına almaktır. Son olarak, İbranilerde,
pastoral bir kurum mevcut değilken, Hristiyan pastoralliği, yasaları, kuralları, teknik
ve prosedürleri ile birlikte kilise kurumunca şekillendirilir. Kilise, bir grup, bir şehir
ya da bir devlet ölçeğinde değil, tüm insanlığı diğer dünyadaki sonsuz hayata taşımak
olarak tüm Hristiyanları ve her bir Hristiyanı kucaklar. (Foucault, 2007: 192)
ekler.)
hakikat, itaat olan papaz-sürü oyununu icat etmiş olur. Bu oyun, yurttaşlarının
53
canlarını feda etmeleri sayesinde ayakta kalan site-yurttaş oyunuyla hiç ilgisi
olmayan bir oyundur. “Bu iktidar biçimi (siyasi iktidara zıt olarak) selamete
(hukuksal iktidara zıt olarak), yaşamla eş kapsamlıdır ve yaşamla süreklilik taşır; bir
2005h: 66)
durur. Foucault, unsurları yaşam, ölüm, hakikat, itaat olan papaz-sürü oyununa dışsal
davranışlarının yönetilmesine, başka türlü bir yönetim adına karşı çıkan, farklı bir
cemaatler, mistisizm, kutsal kitabın sözüne dönüş ve soncul inanışları (İsa’nın geri
ruhani bilgi etrafında dönen tartışmalar, pastoral iktidarı uygulama modeli etrafında
oluşan bir anlaşmazlığın ürünü; din savaşları ise, kimin insanları gündelik
54
yaşamlarının en ufak ayrıntısına dek yönetme hakkına sahip olacağına dair
kavuşmak üzere dünyada manevi olarak idare edilme biçimini sorgulayan bir hareket
giderek belirginleşir.
nasıl ve neden çeşitli dini tema, biçim ve kaygılara çevrildiğini ve sonuçta Reforma
gerektiğinin bu çerçevede altını çizer. (Foucault, 2007: 228) Pastoral iktidarı dikkate
alarak, bütün bu olup biteni, düşünümlerin sonuçları olarak görmek yerine, strateji ve
taktiklerin oyunu olarak değerlendirmesi mümkün hale gelir. (Foucault, 2007: 216)
ihtilaflarla yenilenirken, kalıtsal bir statü ve buna bağlı sadakat ve bağlılık ağlarına
55
yaslanan bireysel kimlikler üretebilen feodal düzenin erozyonu, bireylerin dinî
etkisi ve din savaşlarının özel ve kamusal yaşamı yaygın bir biçimde yerinden etmesi
yönetilmesi gerektiği konusunda pek çok sorunsal, çok çeşitli biçimler alarak serpilir.
(Foucault, 2007: 149) Kişisel ahlak üzerinde seküler bir biçimde düşünmenin
ne var ki, Foucault’ya göre, insanların her bir ve tümünün yönetimine odaklanan
2
Felsefenin Helenistik dönemdeki işlevinin, yani kişinin kendisini nasıl yönetmesi gerektiğine dair
sorulara cevap aramak yönünde bir çabanın yeniden canlanışı ile karşılaşırız. (Gordon, 1991: 12-13)
Roma Stoacılarının çalışmaları, bahsettiğimiz sarsıcı dönüşümlerin koşulları ile antik Roma arasında
algılanan benzerlikler dolayısıyla bu dönemde dikkat çeker. Antik Stoacılık, dışardaki kaos ve
içerdeki karışıklıktan kaynaklanan ahlaki yönelimlerin tedavisi için kaynak aramak üzere felsefeye bir
silah ve bir ilaç olarak yönelir. (Oestreich, 1982; Brunschwig, 2003) Eski Stoacı düşüncelere tazelik
ve yeniliklerini daha önce sahip olmadıkları gücü, modern ruh ve dünyayı biçimlendirmek için
taşıdıkları önemi kazandıran nedir? Stoacılık, dinsel ve ahlaksal dünyanın belirli bir odağı yokmuş
gibi görünen bu momentte, insanın kendi kendisine yüklediği değere dayanan bir doğal yasalar
dizgesinin temelini sunar. Neo-Stoacılar, Antik öncellerine benzer biçimde felsefeye pratik bir bilgi
formu, bir düzen yöntemi olarak yaklaşır. Neo-Stoacılık, bir dünya düzeni, devlet aklı ve özellikle de
polisin düzenlemeciliği ile ahenkli bir öneri sunar. Neo-Stoacıların önde gelenlerinden Justus Lipsius,
hem yöneten hem de yönetilen için ortak bir ihtiyatlı istikrar etiğinden bahseder. Buna göre, hem
yöneten, hem de yönetilen, kendi alanlarında aynı yaşam davranışının temel erdemlerini geliştirmeye
gayret etmelidir. Neo-Stoacılık, bu sayede, yönetim-itaat eşleniğinin ilk seküler etiğini sunar: İtaat
etmek iradenin köleliği anlamına gelmeyecek, yaşam davranışının aktif bir biçimi olarak belirecektir.
(Oestreich, 1982) Neo-Stoacılık, bu çerçevede, Hobbes’un da dile getirdiği kavrayışa oldukça uyumlu
bir katkı sunar: “İnsan, doğası gereği topluma uygun değildir, disiplinle uyumlaştırılmalıdır.” (De
Cive) (Gordon 1991: 13) Neo-Stoacılık hızlı bir gelişme içinde İtalya’dan Fransa’ya, Fransa’dan
Hollanda ve İngiltere’ye geçer. Pierre Charron’un De la Sagesse’i (Bilgelik Üstüne), du Vair’in De la
Constance et consolation es calamitez publiques (Halkların Yıkımlarının Sürekliliği ve Bunların
Geliştirilmesi Üstüne) adlı denemesi, Justus Lipsius’un Philosophia et physiologia Stoica (Stoacı
Felsefe ve Fizyoloji) adlı yapıtı ahlaksal bilgelik alanında bir tür laik dua kitapları haline gelir.
(Cassirer, 1984: 168-171)
56
pastoral iktidarın, 16.yüzyılda, Batı Avrupa toplumlarının içine girdiğini ileri
sürdüğü ‘Yönetim Çağı’ ile ortadan kaybolduğuna işaret etmez. Ona göre, pastoral
olduğunu ortaya koymak için (ve daha da önemlisi) Batı toplumlarında din ile siyaset
arasında gerçekten bir ilişki var ise, bu ilişkinin kilise ve devlet arasında değil,
57
yüzyıl sonunda, egemen için bir kaç önemli sorun yarattığından bahis açar. Kendinin,
verilen yanıtlar, bir başka deyişle, devlet aklı doktrinleri, Foucault’ya göre modern
oluşturur.
Foucault’ya göre, 16. yüzyıla dek bu soruların cevapları oldukça kolaydır. St.
(Foucault, 2007: 232-233) Yönetim, tüm bir yasalar sistemine, insani, doğal ve kutsal
yasalara bağlı olmalıdır. Burada üçlü bir süreklilik söz konusudur. Thomas’a göre,
yönetmesini taklit etmelidir.” (Foucault, 2005f: 45) Kral, birebir Tanrı’nın düzenini
süreklilik, doğa ile egemenin yönetimi arasında öngörülür. Thomas, organizmacı bir
perspektiften, kralın, canlı bedenleri bir arada tutan bir kılavuz güç gibi, yönetimiyle
topluluğun bütünlüğünü sağlaması gerektiğini ileri sürer. Üçüncü analoji ise, aile
babası ile egemen arasında kurulur. Thomas’a göre, insanların bu dünyadaki esas
bu yolda sürüsünü kurtuluşa taşıyan bir aile babası gibi, yönetimindeki insanları
58
Tanrı’nın sonsuz şefkatine taşımalıdır.
olmaya başlar.
artık fiziksel düzlemini diğer egemenlere karşı koruduğu bir toprak üzerinde
ihtiyaç duyduğuna dair kanı da bunu izler. Bu ek iktidar, yönetimdir. Bir başka
3
Eski düzen ile yeni siyasal düzen arasında bir köprü oluşturan Jean Bodin, egemenin yasasının
Tanrı’nın ve doğanın yasasına saygılı olması gerektiğini vurgular. Evrende kozmik bir düzen, uyum
öngörür: egemenin yasasının Tanrı’nın yasasının modeline göre oluşturulması gerektiğini ileri sürer.
(Beaud, 2003: 275-278) Bodin’in egemenlik kuramının modern devletin doğuş sözleşmesi olduğu
sıkça dile getirilse de, aslında sürekli olarak doğalcı bir metafiziği referans göstererek, egemenliğin
birliğini kozmik bir düzen nosyonu ile ilişkilendirir. Bu sebeple, Hobbes’a atfettiği, Galileo’nun
mirası olan siyasal yapaycılığı çılgınlıkla mahküm eder. (Goyard-Fabre, 2003: 146-148)
59
Bu bağlamda, “16.yüzyıl sonu, 17.yüzyıl başında beliren siyaset (la politique,
politics), doğa bilimleri için mathesis ne olmuş ise, yönetim sanatları için o
bulacağı ve devlet aklı olarak kristalize olacağı zemin, St. Thomas’ın örneklendirdiği
kuramı. (Foucault, 2005g: 110) Foucault’ya göre, ilk ifadesini devlet aklında bulacak
60
Foucault’ya göre, devlet aklı kuramcılarının, kendi sorunsallarına dair
göre, Machiavelli’nin tüm analizi, prens ile devlet arasındaki bağı neyin
okumasını takip ederek, Machiavelli’nin prensinin, prensliği ile bir dışsallık ilişkisine
sahip olduğunu vurgular. Dışsallık ile kastettiği, prensin, ister fetih, ister miras, hangi
yolla olursa olsun ele geçirdiği prensliğinin bir parçası olmaması, ona dışsal
kalmasıdır. Prens ile prensliği arasında, hiç bir temel, zaruri, doğal ve yasal bağ
Hem dış düşmanlar, prensin prensliğini ele geçirmek istemektedir; hem de içerdeki
61
hedeflediğini ileri sürer. Machiavelli, ona göre, siyasal düşüncede yeni bir alan
açmak bir yana, bir çağın sonunu; egemenliğin zirvesini işaretler. (Foucault, 2007:
64-65)
Machiavelli’nin sıklıkla devlet aklı ile ilişkilendirildiğini, oysa, onda, siyasallar (les
üzerinden atlayıp, kendilerini, ‘prense öğütler’ ile ‘siyaset bilimi’ arasında, “yönetim
yönetim sanatı çerçevesinde, dini pastorallikten diğer davranış formlarına doğru bir
geçiş olduğunu ileri sürer. (Foucault, 2007: 231) Foucault’ya göre, bu risaleler
dizisinde çarpıcı olan, prensin prensliğini elde tutmak üzere seferber ettiği
yeteneğinin, yeni bir şeyle, kendisini ilk olarak devlet aklı biçiminde dışa vuracak
görüşlerden farklı bir kavrayışa sahip olmaları; ortak bir düşünme, hesaplama, analiz
4
Foucault, bu literatürün açık ve üstü kapalı biçimleri olduğundan, açık biçimleri arasında Katolik ve
Cizvit çevrelerden gelen Ambrogio Politi, Innocent Centillet ve daha sonra da II. Frédéric’in
eleştirilerini, üstü kapalı biçimler arasında ise, Thomas Elyot, P. Paruta ve Guillame de la Perrière’nin
çalışmalarını sayar.
62
koymak üzere, Machiavelli’nin, prense öğütler silsilesi içerisinde değerlendirdiği
ilişkiler ve kazalar, talihsizlikler, açlık, salgın ve ölüm ile kurdukları ilişkiler yer
arasında hep bir süreksizliğin altını çizmeye çalıştığına işaret eder. Foucault’ya göre,
aynı şeyin, egemenin yasal kuramı için de geçerli olması bir rastlantı değildir.
Avrupa siyasal düşüncesinde oldukça önemli bir yere sahip olan Bodin’in
tanımlanır ve devlete mal edilen birlikli, bölünmez ve yüce bir iktidarı belirtir. 5
5
Holmes, Foucault’nun, Bodin’in ve diğerlerinin kazanımlarına ivme veren, erken modern dönem
Fransa ile geç antik dönem Roma arasındaki bağlantılardan haberdar olmasına rağmen, egemenliğin
ancak sınırsız otorite ile desteklendiği durumda anlamı olacağı, ancak sınırsız otoritenin ancak,
63
(Franklin, 2006: 301-302) Bodin, Les Six Livres de la République (1576)’de
üstünde yer alan (legibus solutus) bir hükümdar olarak belirlediğini belirtir. Bodin’in
vurgu yapar. 7
Machiavellici literatür için ise, prens/egemenin, pek çok yönetenden sadece birisi
kendisini sınırlamaya hazırsa sürdürülebileceğinin düşünüldüğünü atladığına işaret eder. Bir özgürlük
alanı – sınırlı toplum – bu bağlamda, Holmes’a göre, mutlakiyetçi egemen iktidardan çıkarsanıp
yaratılmıştır. (Holmes, 1988: 6-7)
6
Bodin, iktidar uygulamasında, tekliği kamusal gücün bölünmezliğinin sürdürülmesinin koşulu yapar:
karma yönetim (res publica mixta) fikrini dışlar. Egemenliğin mutlak ve sürekli oluşu onun bir
olmasını gerektirir. Egemenlik, parçalanmamak ve bir bütün olarak kalmak koşuluyla bir prenste, bir
azınlıkta ya da toplumun tümünde olabilir. Parçalandığı durumda karma yönetim gibi karışıklıklar
ortaya çıkar. Düzensizliğin ve bölünmenin kaynağı egemenliğin bölünmesidir zira bu bölünme
işleminden dolayı egemenlik yok olur. Egemenliğin tekliğinin bir uzantısı, egemenliğin devredilemez
oluşudur. Bodin, egemeni egemenlikle sınırlar. Egemen kişi ya da topluluk, bu üstün erki bir başka
kişiye ya da kuruma devredemez. (Goyard-Fabre, 2003:143-144)
7
Bu tez, özellikle zamanının Almanya’sında geniş bir literatürün filizlenmesine yol açmış, pek çok
eleştiriye de zemin hazırlamıştır. Bodin’in tezi, Fransa, İspanya ve İngiltere gibi güçlü krallıklara
sahip yerler için bile sorunludur ve Alman İmparatorluğu ve diğer doğu Avrupa ve İskandinavya
monarşilerinin kuruluşu ile uyumsuzdur. (Franklin, 2006: 298) Bu dönemde, Alman İmparatorluğun,
Danimarka, İsveç, Polonya, ne bir monarşi, ne bir karma yönetimdir, hâlihazırda birer prensliktir.
Buradaki prens, aristokratik devlet içerisinde baş otoritedir ancak Fransa’da olduğu gibi egemen bir
kral konumunda değildir. (Franklin, 2006: 311) Bu bağlamda, hem monarşi, hem de prensliklerin
haklarından bahseden Almanya’daki literatür; Monarkomaklar, Bodin’in egemenliğin bölünmezliği
tezi ile karşıtlaşır. (Franklin, 2006: 313) Monarkomaklar, Polybos’un karma yönetim kuramından
ilham alarak, Bodin’in merkezileşme eğilimli egemenlik kavrayışını eleştirir. Althusius, Clemens
Timpler, Alsted’e göre, siyaset, pek çok simbiyotik birliği kapsar: aile, kent, eyalet ve res publica. Res
publica bu bağlamda en önemli birlik formu değildir ancak, tüm diğer birliklerin bir yasa altına
toplandığı uzlaşma ve rızanın sonucudur. Yönetimdeki temsilcilerin otoritesi, egemen (summus
magistratus) de dahil olmak üzere, hizmet ettikleri birliklerden kaynaklanır. Monarkomaklar, bu
çerçevede merkezi yönetim yönelimine karşı temsilci meclislerden taraf olurlar. Mutlakiyetçi
territoryal devlet yerine, res publica mixta’dan yanadırlar. (van Gelderen, 2002: 195-218)
64
öğretmen vs. Üstelik, bu literatürün, yönetimler arasında bir süreklilik öngördüğünü
de vurgular. Yönetim sanatlarında, hem yukarı hem de aşağı doğru bir süreklilik söz
konusu edilir. Yukarı doğru süreklilik ile kastedilen, devleti yönetmek isteyenin önce
kendini, ailesini, mallarını, mülklerini yönetmekte başarılı olması, bunun için ise,
prensin iyi bir eğitim almış olması gereğine işaret eder. Aşağı doğru süreklilik ile
kastedilen ise, eğer devlet iyi yönetilirse, babanın da aileyi, bireylerin de kendilerini
iyi yönetecekleri varsayımına yaslanır. Aşağı doğru süreklilik çok geçmeden ‘polis’
merkez konumu edinir. Yönetim sanatı, babanın özenli ilgisini devlet yönetimine
iyiliğin herkesin yasalara boyun eğmesi ile mümkün olduğunu ileri sürer.
Foucault’ya göre, Machiavelli için de, egemenlik, döngüsel bir hedefe sahip olmayı
sağlayabilecek olan prensin sıfatları, nitelikleri ile ilgili görüldüğüne işaret eder.
Perrière için, sadece prensin prensliğini elinde tutması ile sınırlı olmayan bir amaçlar
65
dayatmak yerine, yasaları taktikler olarak kullanmalıdır. (Foucault, 2007: 99)
Yöneten kişinin sabırlı, bilgili ve özenli olması, öldürmek yerine bilgisi ile hareket
etmesi gerekir. Ancak bu bilgi, geleneksel bir bilgi değildir, yani insanların ve ilahi
yasaların, adaletin, eşitliğin bilgisi değil, daha ziyade, ‘şeylerin’ (yukarıda Anti-
yönetirken, bir babanın ailesini yönettiği gibi yönettiklerinin hizmetinde olduğu saikı
olumsallığına, içkinliğine ve çatışmacı doğasına işaret eden ilk büyük düşünür olarak
İlk olarak, Foucault, Machiavelli’nin sorunsalını çok kısıtlı bir biçimde ele
gerekliliğe dayanan yeni bir ontoloji ortaya koyan Machiavelli, gerçek insani düzenin
ortaya attığı temel soru, ‘yaşamı ve insanın kendisini ifade ettiği edinme eylemini
savunan düzenin modu nedir ve nasıl değişir’ olarak karşımıza çıkar. Foucault’nun
kıyaslamasına konu olan Prens’te, çoğu zaman ‘işgal etmek’ fiili ile karşılanmakla
66
beraber, ‘edinmek’ fiilinin nesnesi, iktidar olmak yanında, sevgi, lütuf, şan, şöhret vs
Üstelik, Roma, Aristoteles’in, yüce bir kişi tarafından kurulan iyi sitesinden farklı
Machiavelli, siyaseti, olumsal olaylarla baş etme sanatı olarak tanımlar ve bu sanat,
yönlendiren fortuna ile baş etmekle ilgilidir. (Pocock, 1975: 156) Bu bağlamda,
yorumlarından taşan pek çok boyutu ile ele aldığını ileri sürmek mümkündür.
IV. Bölümünde, prensin, üzerinde iktidar sahibi olduğu topluma dışsal olmaktan
diğerinin ise, halkın egemenlik altına girmeme arzusu olduğunu ileri sürdüğünü atlar.
67
halk ve soylular arasında sıkça rastlanan ve halkın özgürce “arzularını dile
peşindedir; (Pocock, 1975: 193) paralı askerlik karşısında yurttaşlığı tercih eder
bir cumhuriyetçi olarak yöneticiler ile halk arasında iki farklı yönetim biçiminin bir
arada işleyeceği karma yönetim fikrini ileri sürer. (Pocock, 1975: 202)
devlet yani res publica adıyla beliren yeni yönetim alanının dış hatlarını çizer ve
egemene aradığı kendine özgü yönetim nesnesini sunar. (Foucault, 2007: 18, 236)
68
Devlet yönetiminin ilke ve yöntemlerinin, Tanrı’nın dünyayı, babanın ailesini
kozmosa, doğaya ya da kutsala ilişkin hiç bir şey taşımamasıyla, sonul amacın
perspektifi sunar. (Foucault, 2007: 18, 236) “Siyasal aklın sandalyesini prensin
altından çekip devlete tutmanın önemi, devletin seküler bir kalıcılık biçimine sahip
aklı, bir yandan, devletin kendisine içkin olan ve doğal ya da ilahi yasalardan
8
Bu kalıcılık nosyonunun Hristiyan öncellerinin incelikli bir araştırması için, bakınız: (Kantorowicz,
1957) Kralın İki Bedeni (The King's Two Bodies) adlı çalışmasında, Ernst Kantorowicz, Ortaçağ
boyunca, siyasal otorite kavramında yaşanan derin bir dönüşümü tasvir eder. Değişim, İsa’nın
bedeninin iki bedene evrilmesi ile başlar: ilki, corpus naturale, sunakta kutsanan beden (kutsanmış
ekmek), ikincisi ise, corpus mysticum, idari yapısı ile kilisenin toplumsal bünyesidir. İkinci nosyon,
siyasal varlıklara, siyasal bünyeye transfer edilecektir. Kantorowicz, ardından, geç Ortaçağ’da kralın
iki bedeninin belirişini tasvir eder. Ona göre, Shakespeare'in II.Richard’da canlandırdığı bu beliriş,
erken modern dönemde beliren siyasal bedene uyarlanabilir. Kralın doğal, ölümlü bedeni, ölüm ile
yok olabilirken, kralın, siyasal bedeninin mistik şerefi ve adaletini temsil etmek dolayısıyla doğa üstü,
kalıcı, yok edilemez olduğu düşünülür. Erken modern Avrupa’da beliren siyasa, Kantorowicz’in tasvir
ettiği kolektivitenin/egemenliğin niteliklerini -tek, birlikli, topraksal sınırlarla çevrili, tek bir çıkarlar
setine sahip ve tek bir yüksek otorite tarafından sahip olunan.- gösterir. Devlet olarak bilinen modern
siyasa ve onun otoritesinin temel niteliğini oluşturan egemenlik, Ortaçağ’da papaların, imparatorların,
kralların yoksun olduğu otorite olarak belirmektedir.
69
çıkarılamayacak olan rasyonel ilkeler doğrultusunda yöneltilmesini salık verecek;
diğer yandan ise, 18.yüzyılın başına dek, yönetim sanatının kendi boyutunu bulması
17.yüzyılda bir sanat, belirli kurallara uyan bir teknik sayıldığına, devletleri yönetme
sanatına özgü bir rasyonalite olarak kavrandığına dikkat çeker: Devlet aklı’nın
betimlendiğini vurgular. (Foucault, 2007: 87) Devlet aklı, Foucault’ya göre, bir veri
olarak kabul edilen devlet ile, kurulması, inşa edilmesi gereken, ulaşılması gereken
düzenleyici fikri, pek çok diğer sorunun anlaşılabilirlik kriterini sunar. “Kral nedir?
Yasa nedir? Toprak nedir? Egemenin zenginliği nedir? Devlet, pek çok mevcut
70
kurum için bir anlaşılabilirlik şeması olarak belirir.” (Foucault, 2007: 286)
Devlet aklı ile birlikte, yönetimin amacı, artık Tanrı’nın şefkatine, sonsuz
kurtuluşa ulaşmak olmadığı gibi, prensin prensliği ile kurduğu dışsal ilişkinin
sürdürülmesi de değildir; devletin kendisi ile ilgili hale gelir; devlet ile ilişkiselliği
sağlamak olarak belirginleşir. Başka türlü söylersek, “devlet aklı, ilahi doğal ya da
insani yasalara göre bir yönetim sanatı değildir. Dünyanın genel düzenine saygı
göstermesi gerekmez. Bu, devletin gücüne uygun olarak yönetmektir. Amacı geniş
arttırabilecek bir rasyonel yönetim olarak anlaşılan devlet aklının, belirli bir tipte
olmak gerekir. Devlet aklının ortaya koyduğu yönetim sanatı, ya siyasi istatistik ya
71
(Foucault, 2005f: 47) Böylelikle, “siyasi bilgi halkların hakları veya insani ya da
ilahi yasaları değil, yönetilecek olan devletin doğasını ele alır.” (Foucault, 2005g:
112.) Etimolojik olarak istatistik, devletin bilgisi, devletin güçleri ve devleti belirli
ilkinde, toprak ile yönetimsel devlet arasındaki ilişkiye dair verimli ipuçları sunmuş
ancak bu hattı sonuna dek takip etmemişti. Burada, egemenlik, belirli bir toprak
etkinliğini mekânsal bir bölüşüme bağlamasıdır. İyi bir egemen, ister kolektif, ister
bireysel bir egemen olsun, belirli bir toprak parçasına iyi yerleşmiş birisidir ve bu
toprak parçası egemene itaat konusunda iyi idare ediliyorsa, iyi de bir mekânsal
Foucault’ya göre, toprak devleti ile ticaret devletini birbirine bağlamak ve karşılıklı
72
yoluyla maksimum ekonomik gelişme sağlanabilir?’ sorusu çerçevesinde şekillendiği
Maître, her ne kadar metropolü tarif ediyorsa da, her mekânın bir
düzenlenen, çerçevelenen ve bununla ilişkili olarak bir düzen kurulan yer olarak
sınırlamayıp, egemenliği bir nomos olarak kavradığının ipuçlarını veren pek çok
birlikte düşünüldüğünde (Schmitt, 2003: 328) modern devletin idari aygıtının, basit
bir egemenlik meselesi olmadığı gibi, aynı zamanda, sadece bir araziye, toprağa
devletler de görülen toprağa bağlılık, burada, toprağı ekip biçmekle ilgili bir gelir
transferi meselesi değildir; o toprak üzerinde dil de dahil olmak üzere kamu
9
Nomos, Schmitt’in kullanımında, 3 anlama gelir: ilki, Almanca, nehmen ve Nahme köklerinden
türetilen, fethetmek ve kadastro yapmak ve temellük etmek; ikincisi, Almanca, teilen sözcüğünün
karşıladığı bölmek, bölüştürmek (to divide, to distribute) ve sonuncusu da, Almanca weiden
sözcüğünün karşıladığı bir ev halkını yönetmek, üretmek (to run a household, to produce) (Schmitt,
2003: 326-328; Dean, 2006a: 4-6)
73
otoritesinin onun üzerinde işletip bir yönetim sanatı zemini haline getirme becerisi
toprağa bağlılık, arazi üzerinde oturma ya da yerleşme değil; araziyi tahkim etme,
fethetme ve buradaki ilişkileri düzenleme ile ilgilidir. (Stuart, 2007) Özetle, devlet
olmaz koşullarından bir tanesinin de, bu dönem için, çıplak araziyi kadastro haline
diğeri de, anlamı, bugün bizim yüklediğimiz anlamdan oldukça farklı olan polis’ten
oluşan iki teknolojiye yaslandığına dikkat çeker. Bir yandan, savaş, diplomasi ve
kontrolünü içselleştirir. Devlet aklı, her devletin kendi yasası ve amacına sahip
olduğu, bir devletler çokluğundan menkul bir dünya resmeder. Devleti, diğer
resmeder. Polis, bu amaca yönelik olarak nüfusun ayrıntılı bir yönetimini önerir.
Foucault, erken modern dönemde, devlet aklı ve polisin kesiştiği bu zemini hem
epistemolojik hem de etik açıdan oldukça orijinal bulur. Bu kesişim ona göre
yönetim aktivitesini kendi ayrı ve indirgenemez rasyonalitesi ile bir sanat olarak
74
güvenlik ve refah hedefiyle, toplumun tümü ve her bir üyesinin yönetimi – pratik
“merkantilizm ile birlikte, ilk defa bir yönetim taktiği olarak yararlanılabilecek bir
devlet bilgisinin gelişmesine tanık oluruz.” Siyasal ekonomi, böylece, para, ticaret ve
iyi bir iç düzeni sürdürürken nasıl olup da aynı anda devletin güçlerinin
açısından; Avrupa dengesi, her devletin içinde iyi bir polis düzeninin tesis edilmiş
olup olmadığını görme hakkına karşılık gelir. Avrupa dengesi ancak bu biçimde
işleyebilir. (Foucault, 2007: 315) Son olarak, ticaret ve dolaşım sorunsalları, polis ve
özgün, spesifik işlevi ise, Foucault’ya göre, devletle ilişkili her tür insan davranışının
Foucault’ya göre, bütün bu devlet aklı analizinde hem mevcut olan hem de
olmayan bir eleman vardır: nüfus. Devletin hedefi nedir sorusuna devletin mutluluğu
75
ve refahı denildiğinde aslında mutluluk ve refah nüfusundur. Ayaklanma
Devlet aklı, içerisinde gizli bir gönderme ile nüfustan bahsedilen bir yönetim sanatını
yüzyıl ortasına dek gelişen pek çok dönüşüm sayesinde nüfus siyasal hayata
işlemesi için geliştirilen polis aygıtı gelir. Polis olarak adlandırılan pratikler alanının
müdahaleleri, nüfusun siyasal bir özne olarak belirmesine zemin hazırlar. (Foucault,
2007: 278)
yönetme biçimlerine dair gelişen genel arayışa, yeni ekonomik ve toplumsal ilişkiler
yanında yeni siyasal yapılar eşlik eder. Bir başka deyişle, 16.yüzyıldaki Protestan
Reformuna varan isyanları kontrol altına alamayan feodal yapılar ile birlikte, kilise
76
meşruluğu sorunundan ve hanedanlıklar arası çatışmalardan oldukça farklı olarak,
olan bir devletler çokluğu olarak tasarlanmış bulunması ile şekillendiğini ileri sürer.
Bu devletler çokluğu, birliği yeniden tesis edecek bir imparatorluğa giden yolda
geçici bir durak olarak değerlendirilmek yerine, sonsuza dek açık kalacak olan bir
İsa’nın bu dünyaya geri dönüşünden hemen önce yeryüzündeki bütün krallıkların son
bir imparatorluk içinde bir gün birleşmiş olacakları düşüncesi olduğunu, 17.yüzyıl
İmparatorluğu’nun yeniden inşası projesi ebediyen yok oldu. Bundan böyle siyaset,
sınırlı bir tarihin içinde mücadele eden ve rekabet halindeki, ortadan kaldırılamaz
77
Antlaşması’nın tescil ettiği, temelde, yüzyıllardır Avrupa’ya empoze edilen Roma
kabul edilmiş kılması, diğer yandan devletlerin, artık ticarî rekabet ve hakimiyet,
tanınmasıdır.
Foucault’ya göre, tarih boyunca, pek çok çekişme, karşı karşıya geliş ve
rekabet söz konusu olmuştur ancak, devletlerarası bir rekabet mekânının açılmasının
anlamında - prensin zenginliği yer alırken artık, prensin zenginliğinin sadece bir
ticarî dengesi vs. üzerinden ölçülmeye başlanır. Prensler arası çekişmelerde prensin
gücü, içerisinde yer aldığı ittifaklar ile karakterize edilirken, artık ittifaklar geçici
10
Westphalia Antlaşması, 24 Ekim 1648 yılında, Otuz Yıl Savaşlarının ardından Münster’de
imzalanır ve Avrupa’nın büyük güçleri arasında 5 yıl süren yoğun ve zorlu müzakerelerin sonucudur.
Tarihçiler, antlaşmanın imzalanmasına üç temel aşama saptar:
1) Ocak 1643-Kasım 1645: prosedürel sorunlar tartışmaların merkezindeydi
2) Kasım 1645-Haziran 1647: Almanlar ve Hollandalılar arasındaki farklılıkların çoğunun
çözümüne ulaşılması
3) 1648 de iki ayrı anlaşmanın imzalanması: ilki İmparatorluk ile Fransa arasında Münster’de
imzalandı. ( Instrumentum Pacis Monstieriense) ve diğeri İmparatorluk ile İsveç arasında
Osnabrück’te imzalandı (Instrumentum Pacis Osnabrucense.) (Senelart, 2007: 307 dipnot 13)
78
çıkarlar kombinasyonlarının bir ürünü olarak belirir.
Foucault, devletlerin rekabetçi bir ilişki içerisinde yan yana varolmaları için,
Foucault’ya göre, 17. yüzyılın ilk yarısında, ‘Avrupa’ fikri tümüyle yenidir.
Hristiyanlık gibi evrensel bir iddiası olmayan bir birimdir. Diğer yandan, o zaman
Avrupa, coğrafi imalara sahip olsa da, dünyanın geri kalanından da kopuk değildir:
en nazik ifade ile, ‘ticarî açıdan faydalanma’ olarak belirecektir. (Foucault, 2007:
298)
olduğu bir yapının mekânı olarak belirir. Westphalia anlaşmasına taraf olan devletler,
79
(İngiltere istisnası dışında) yeni bir Avrupa sistemi kurar. Foucault’ya göre, bu
sistemin tüm dış hatlarından ve çizgilerinden bir denge ihtiyacı sorumludur: sorunlar,
artık, bir miras, zafer, evlilik, transfer, yasalar ve gelenek adına çözülmez.
Egemenlerin hakları yerine, bir devletler fiziği söz konusu olur. En güçlü devletin
diğer devletler için yasa koymasını, devletler arasında eşitliğin hakim olması için
sayıdaki güçlü devletlerarası bir denge hedeflenir. Bu dengenin işlemesi için, küçük
devletlerin birleştirilmiş güçlerinin, bir ya da daha çok güçlü devletin gücüne eşit
bu çerçevede netleşir: “her bir devletin kendi güçlerini verimli bir biçimde,
Kendi aralarında bir Avrupa toplumu kurdukları, diğerleri ile yasa ile
299-300)
80
açıldığına, 16.yüzyıldan itibaren ise, savaş başlatmak için artık yasal bir sebebe
çeker. Bu sebep ise, ‘denge tehlikede, yeniden tesis edilmeli, bir tarafta çok fazla güç
300) Dengenin korunması için savaş açılması mümkündür, üstelik zorunludur. Savaş,
yasa ile sürekliliğini kaybetmektedir. Foucault’ya göre, bu, savaşın yeni bir süreklilik
301)
Diplomasi de, savaş kadar eskidir kuşkusuz ve onun kadar derinden yenilenir
kurumunun tesisi, 15.yüzyıl sonu 16.yüzyıl başına denk gelir ancak Foucault, tam bu
tartışmalı durumları denge prensibine göre karara bağlayıp çözecekleri saikiyle tüm
prenslere kayıtsız ve nötr olduğu iddiasında, kalıcı bir elçiler grubu oluşturulur.”
yapı, askeri malzeme ve ulaşım için gereken altyapı, saldırı ve savunma şemaları,
11
Foucault, diplomasi bahislerinde, Clausewitz’in adını anar ancak, Toplumu Savunmak
Gerekir’dekinden farklı olarak, savaş ve siyaset arasındaki ilişkiye dair görüşünü tersine çevirmeden
kullanır. (Thierney, 2008: 96) Bu kullanım, Foucault’nun savaş dilini geride bıraktığını bir kere daha
görmemizi mümkün kılar.
81
manevra tipleri üzerine taktiksel bir düşünümden oluşan bilgi formu, bütün bu askeri
aygıtı oluşturan elemanlar, sadece savaş zamanında başvurulmayacak olan bir aygıtın
yerleştiriliş konfigürasyonu hakkında bize fikir verir. “Barış pratiğinin tam ortasında
kalıcı, maliyetli ve bilimsel bir askeri aygıt yükselir ve Avrupa dengesi açısından
devlet aklının, Newton fiziğinden feyzaldığına işaret eder. Buradaki sorunsal, sadece
2. Polis
82
Foucault, devletin kendi kendisinin ereği olduğu devlet aklı denkleminde,
ölümleri, faaliyetleri, bireysel davranışları, çalışmaları vb. birey ile devlet arasındaki
ilişkilerin bu tip analizinde birey, sadece devletin güçlülüğü için bir şey yapabildiği
değerlendirildiği bu yeni siyasi rasyonelliğin, o dönemde polis denilen çok özel bir
göre, Avrupa toplumlarında, polis sayesinde, ilk kez bireylerin refahı ve yaşamı,
yönetimsel müdahale ile ilgili hale gelir. (Foucault, 2007: 339) Polis, 17.yüzyıl ve
18. yüzyılda, toplum ile bireyler arasında kurulan yeni bir ilişki biçiminin aracı
olarak şekillenir. Foucault, feodal iktidarın, doğuştan hukuki ilişkiler içinde yer alan
öznelerin bu hukuki ilişkileri ile ilgilenirken, polis ile birlikte yönetimin bireylerle,
hukuksal statülerine göre; ama aynı zamanda da insan olarak, çalışan ve ticaret yapan
canlı varlıklar olarak ilgilenmeye başladığının altını çizer. (Foucault, 2005g: 117)
12
İngiltere’den tümüyle farklı olarak, hem Almanya, hem de Fransa’da, polis terimi, 15.yüzyıldan
17.yüzyıl sonuna dek, kanunlarda düzenin kurulması ve sürdürülmesi amacı ile karşımıza çıkar.
Knemeyer’e göre, 500 yıllık bir tarihi olan ve Yunanca ’dan türetilip, Latince’ye
‘politia’ olarak adapte edilen polis terimi, Pollicey, Pollicei, Policey, Policei, Pollizey, Pollizei ve
Polluzey olarak da yazılarak, Otuz Yıl Savaşlarının ardından, Almanca konuşulan bölgelerde yönetim
sorunsalı üzerine düşünümün önemli bir parçası olarak belirir. Bu yabancı terim, ilk olarak ‘hak’ ya da
‘barış’ kavramları üzerinden kavranamayan ortak iyilik alanları üzerinde yönetimsel hakimiyeti
nitelemek üzere kullanılır ve 18.yüzyıl ‘polis devletleri’nde zirvesine ulaşır. Bu çerçevede, Paris için
‘lieutenant de police’ makamı, 14.Louis tarafından 1667’de yaratılır ve Paris borsasını, gıda arzını,
sokaklarının temizliğini, çöplerin toplanmasını, yangın önlemlerini, fahişelerle ilgili düzenlemeleri ve
devriyelerin aktivitelerini yönetme yetkisine sahiptir. 1727’de Friedrich Wilhem I’in emriyle
Oeconomie, Policey and Kamer Sachen adlı bir kürsü, Halle Üniversitesi çatısı altında kurulur. Çar
Peter, 1718’de St. Petersburg’da emperyal bir polis idaresi kurar; II. Friedrich, 1742’de bir polis
direktörlüğü, Maria Theresa ise, 1751’de bir polis komiserliği oluşturur. (Knemeyer, 1980)
83
Tam da bu çerçevede, “bin yıldan fazla bir süre için, tanımlı bir dinsel kuruma bağlı
kalmış olan pastoral türden bir iktidar, aniden tüm toplumsal bünyeye yayılır ve
terime yüklediğimiz anlamdan çok farklı olduğunu belirtir. “Bu yazarların polisten
(Foucault, 2005f: 48) “O dönemde ‘polis’ten söz edildiğinde, bir yönetimin insanları
dünya için önemli ölçüde faydalı bireyler olarak yönetmesini sağlayan spesifik
teknolojisinin kavram ve stratejilerini üç biçim altında serimler; ilk olarak polisin bir
düş ve ya bir ütopya olarak belirdiği metinlerden (o zamanın çoğu Avrupa ülkesinde
kurumlar için bir kurallar bütününe dönüştüğü evreden (idari uygulamalardan) ve son
olarak, akademik bir bilim dalına dönüştüğü aşamadan (Alman ders kitaplarından)
2005g: 115) Foucault’nun bu metinde ilgisini çeken temel nokta, polis’in “herşeyi”
kapsıyor olmasıdır. Polisin görevleri oldukça heterojen bir ilişkiler sahasını idare
hepsi, polisin alanına girer. Benzer biçimde, polisin din, ahlak, sağlık, arz, yollar,
84
kasana inşaatları, kamu güvenliği, liberal sanatlar, ticaret ve fabrikalar, işçiler ve
ticarî aktiviteler vs. ile eldeki nüfusun uyumunu sağlamak üzere çaba harcar.
2007: 325)
Bir başka deyişle, polis, sivil hayatın sürdürülmesi için gerekli herşeyin
düzen ya olduğu yerde sayar ya da çöker.” (Tribe, 1995: 24) Knemeyer, bu noktayı
olduğu her şeydir. (Foucault, 2007: 49; 2005g: 116) Polisin nesneleri, 18.yüzyıl
olarak karşımıza çıkar. Polisin nesnelerine bakıldığında, bunların hep kente dair,
yoğun bir arada yaşamakla ilgili nesneler olduğunu, hepsinin de piyasanın sorunları
85
“İnsanlar üzerinde siyasi iktidar kullanan rasyonel bir müdahale
biçimi olarak polisin rolü, insanlara biraz daha fazla güzel bir yaşam sunmak
ve böylece devleti de biraz daha fazla güçlendirmektir. Bunu yapmanın yolu
ise “iletişim”i yani bireylerin ortak faaliyetlerini (çalışma üretim, mübadele
yerleşim) denetlemekten geçer.” (Foucault, 2005f: 50)
vergiler gibi istisnalar hariç herşeye göz kulak olmakla görevli gördüğünü belirten
siyasi bir nesne olarak değerlendirdiğini ileri sürer. Üstelik, bu mutluluk, devletin
metinlerin, egemen ile tebasının mutluluğu arasında öngördüğü ilişkiden farklı bir
ilişki resmetmeye başlar. (Tribe, 1995: 8) “Eski adalet ve barış sloganına bir yenisi
gelişiminde etkin biçimde yararlı olmayı gerektiren bir yaşamadır. (Foucault, 2007:
326-7) Polis, devletin gücü ile bireylerin mutluluğunu bitiştirmelidir. Polis, nüfusun
13
Kavramlara netlik getirmek üzere, Tribe’ın tanımlarına değinmek uygun olacaktır. Tribe, polisi
(polizei) bir devlet içerisinde hakim olan düzenin genel koşulu, hukuka dayanmayan düzen formu
olarak tanımlar. Kameral bilimleri (Cameralwissenscahft) iyi polisi teşvik eden devlet idaresi (the
promotion of gute Polizei) olarak tanımlar. Ekonomi (oeconomy) ise, mutluluğun idaresi (the
administration of happiness) anlamına gelir. (Tribe, 1995:11-12)
86
mutluluğu, devletin kuvveti, topluluğun iyi düzeninin sürdürülmesi üzerine bir dizi
genel tanım ortaya atar: davranışlar, kıyafetler, toplumsal sınıflar arasındaki ilişkileri
kamu hijyeni, pazarlar, yoksullar, dilenciler, yollar, meydanlar, ahlak kurallarına dair
düzenlemeler geliştirir. (Tribe, 1995; Dean, 1994: 184) Bireylerin özgürlükleri, ortak
olarak algılanan toplumsal beden üzerinde işleyen ve onu yavaş yavaş kurup
(siyasal aritmetik) gelir. Zaten polis, istatistiği zorunlu kılmanın yanında onu
yoluyla sadece kendi bilgisini değil, diğer devletlerin de benzer kriterler üzerinden
Son olarak, Foucault, polis’in bir bilim dalı haline gelişinden bahseder.
da “polis bilim” olduğunu ileri sürer. Bir başka deyişle, polisin, kameralizm
87
merkezileştirici eğilimlerini meşrulaştırmakla ilgili fikir ve argümanlara referansla,
pratikler üzerine ortaya atılan kuramı bir araya getirir ki liberal yönetim sanatı, daha
odaklanan bir polis bilimi de bünyesine katar. (Neoclous, 1998: 45) Bu çerçevede,
16.yüzyıl ortası ile 18.yüzyıl sonu arasında, öyleyse, polis kavramı ve bu polisin
2005g: 119) Von Justi’nin, “Polisin Genel Bilgileri” başlıklı bu metni, bir kaç açıdan
İlk olarak, Von Justi, siyaset (die Politik) ile polis (die Polizei) arasında bir
ayrım yapar. Buna göre, ilki, devletin, yasaları aracılığıyla, iç düşmanlarına ve dış
Foucault, 2005g: 119; Tribe, 1995) İkinci olarak, Von Justi, başka hiç bir polis bilim
kitabında yer almayan bir kavramdan bahseder: nüfus. Foucault, Von Justi’nin bu
geldiğini, devletin insanlara nüfus olarak göz kulak olması gerektiği belirginleşir.
Polis bilim yönetim sanatına yeni ve partiküler bir hedef atar: bireyin bedeninden
88
farklı olarak, canlı bireyler çokluğu olarak anlaşılan nüfus, tür beden. (Foucault,
“Polizeiwissenschaft(ın), aynı zamanda hem bir yönetim sanatı hem de belirli bir
toprak parçasında yaşayan bir nüfusun analizi için yöntem” sunduğunu belirtir.
Bunun önemli imaları vardır. İlk olarak, “devlet kimi kez bireyden
(Neoclous, 1998: 46) Neoclous, polis üzerine yazanların, devlet ve sivil toplumu
birbirlerinin yerine kullandıklarına işaret eder. “Polis üzerine metinler, ‘yüce toplum
ayrılamaz’ gibi cümlelerle dolup taşar.” (Neoclous, 1998: 45) Aynı şeyi, devlet ve
ekonomi arasındaki ilişki için de söylemek mümkündür. Polis için, ekonomi otonom
(Neoclous, 1998: 45) Ekonomik idare ve polis ayrı araştırma alanları değildir.
89
çağrıştırır. Bu ekonomi kavrayışı, oikos (hanehalkı) etrafında şekillenir. “Oeconomy”
anlamına gelir ve “siyasal oeconomy” de, devletin bir hanehalkı gibi yönetilmesi
demektir. (Tribe, 1995: 8-12) Eğer kameralizm, devletten, toplumun tüm bünyesi
ve sivil toplumun özdeş görülmesi bir yandan, polisin kaygıları ile ekonominin
1998: 46)
“Merkantilizm ve siyasal aritmetiğin bilgileri ile ittifak içinde olan polis bilim ve
her ülkenin en geniş nüfusa sahip olmasını ve tüm nüfusun çalışır kılınmasını ve bu
nüfusa ödenen ücretlerin mümkün olan en düşük seviyede tutulması ve daha fazla
miktarda ürünün dışarı satılması ile altın birikiminin sağlanmasını hesap eder.
nüfus ve nüfusun “her bir ve tüm” üyelerinin sahip olduğu güçler ve üreticilikte
90
sınırsız iç müdahaleleri birleştiren bir menteşe görevini görür. Diğer devletlerle
eşitsiz ve rekabetçi bir ilişki içinde olma hali, yönetime öznelerinin hayatını
Yönetmek neden gerekecek ki sorusuna verilen yanıt burada nettir: diğer devletlerle
Özetle, devlet ve sivil toplumun özdeş görülmesi bir yandan, polisin kaygıları
kertede aynı hedefe karşılık gelir. Bu anlamda, polisin temel ilgisi, ticaret gelişmesi
16.yüzyıl ortası ile 18.yüzyıl sonu arasında devletin refahı ile özdeştir. (Necleous,
1998:46)
SANATI
bulduğunu, 17.yüzyıl boyunca devlet aklına yatırılmış yönetim sanatının, ne var ki,
91
Otuz yıl Savaşları (1618-1648), köylü ayaklanmaları, finansal kriz ve kıtlık gibi
hapis kaldığını ileri sürer. Kurumsal yapılar ile kastedilen yönetim sanatlarının, iki
kutup arasında - egemenlik sorunu ve kurumunun geniş, soyut ve katı çerçevesi ile
aile modeline yaslanan bir ekonomi anlayışı - hareket yeteneğini kaybetmiş bir
yeterince hareketli değildir, zira, merkantilizm, ekonomi bir aile için ne ise, devlet
için de onu ister; ‘her bir ve tüm’ aile fertlerine yönelmiş aile babasının titiz ilgisini,
topluluktaki herkesin refahı için akılcı bir yönetime yansıtır, devletin iç ve dış
yönetilebileceği kadar kesin, titiz bir biçimde yönetebilmesi için neler yapması
zenginliğini, ulus içindeki diğer ev halklarına doğru azaltmayı hedefler yani bir
2002: 508)
92
hazinesini kurmasının, iktidarını uygulamak üzere kullanacağı orduyu oluşturmasının
sayede, merkantilizm, yönetim sanatının kendine özgü bir alana sahip olmasını,
doğası gereği bunu engelleyici olan bir egemenlik yapısına sokmaya çalışmıştır. Bir
Böylelikle, yönetim sanatı dar alanda salınır. “Bir yanda ev ve aile babası, diğer
yanda devlet ve egemen; yönetim sanatı, bu ikisi arasında kendi boyutunu bulamaz.”
(Foucault, 2007:103)
boyutunu bulamayışına bir çare sunamaz, zira 17.yüzyıl boyunca, devlet aklının ya
siyasal bir hayvan olarak kavranışından farklı olarak, insanların kendilerini koruma
yöneliminin doğallığını evrensel bir hak olarak değerlendirir. Res publica, Grotius’a
gereklerini elde etmekte birbirlerini desteklemek üzere bir araya gelen insanlar
çokluğundan oluşur. İnsanlar, bu kavrayışa göre, kendi iradeleri ile sivil bir sözleşme
yaparak birlikli ve kalıcı bir bünyede bir araya gelirler. (van Gelderen, 2003: 203)
93
iktidarın yokluğunda, arzuların ve doğal hukukun sınırsızlığında, güçlerin
vasatlığında, savaş ve ölüm tehlikesi karşısında eşitlik olan bir eşitlik söz konusudur
duruma son vermek üzere, yapay olarak, egemenliği, yani itaati bir gerçeklik ve hak
yapacak olan bir iktidarı, Leviathan’ı yaratmak gerekir. (Leviathan, XVI: 79-82)
Bunun yolu, eşitlerin bir araya gelerek uzlaşması, her birinin haklarının bir
bölümünden vazgeçerek, sözleşmeye taraf olmayan bir üçüncü bir kişiye aktarması
ve bireylerin bu sözleşme ile egemen güç altında bir devlet kurmak üzere halkın
sivil barış, savaşın yerini alır. Böylece, egemenin kişiliğinde, bireylerden oluşan
kitle, tek bir kişi gibi konuşan siyasal bir topluluk yaratır; egemene yetki vererek ona
Ne var ki, insanlar bir egemenin uyruğu da olsalar, özel yaşamlarının doğal
çerçevede de, egemen, sivil bir yasaya karşı sorumlu olmasa da, akıl ve doğal yasa
yetinmez; aynı zamanda, bu tür bir siyasal topluluğun gündelik yaşamı nasıl
Buradaki özgürlük zorunluluk ile bağdaşan bir özgürlüktür ancak, bir yurttaşın, doğal
94
affedilmesi garanti edilmesiyle işlediği bir suçu itiraf etmeyi, devlet buyruğu ile bir
Yurttaşın gerçek özgürlüğü olan bu yapmama özgürlükleri, tek bir haktan doğar;
egemenin hiç bir koşulda ihlal edemeyeceği doğal haklardan söz ettiğine, sözleşme
yönetim sanatının genel ilkelerinin türetilmesi için bir tür kuramsal matris olarak
işlev görmesini sağla(dığına)” dikkat çeker. (Foucault, 2007: 102) Foucault’ya göre,
Foucault, kamu hukuku, her ne kadar polis devlete muhalefet ettiyse de, bu
kuramcılarının dışsal eleştirisi arasında bir süreklilik saptar. Buna göre, her ikisi de,
dair soruya ‘benim orijinal haklarım nelerdir ve bu hakları egemene karşı nasıl öne
sürerim?’ sorusunu sorarak cevap verir. Her bireyin sahip olduğu doğal ve orijinal
hakları üzerinde, hangi koşullar altında, hangi nedenlerle ve hangi ideal ya da tarihsel
sürece göre bir sınırın kabul edilebileceği tanımlanmaya çalışılır. Böylece, hiç bir
95
koşulda sona eremeyecek, dokunulamayacak olan haklar ile sonlandığı kabul edilen
uzak tarihin eski bir anısına yaslanarak sınır çekmekten öteye gidemediğini ileri
sürer. Foucault’ya göre, devlet aklına göre biçimlenen yönetim sanatını sınırlamayı
amaçlayan kamu hukuku, yönetim sanatına dışsal kalır. Üstelik, Foucault’ya göre, bu
dışsal sınırlar çok kalındır: devlet, yasal sınırları ihlal ederse, hukuk, en fazla, bu
faaliyetin meşru olmadığını ilan edecek; ona tabi olan özneleri, boyun eğme
Foucault’ya göre, kamu hukuku, devlet aklı ve polisin kesişiminde beliren yönetim
sağlayan 18.yüzyılda beliren bir dizi genel sürecin - demografik genişleme, para
bolluğu ve tarım üretimindeki artış - ivmesi ile ekonomi ve toplumun yeni bir
yapılarının hakim olduğu bir rejimden yönetim teknikleriyle yönetilen bir rejime
olmuştur.” (Foucault, 2008: 13) Hukukun dışsal sınırı yerine ekonomi-politiğin içkin
96
kenara bırakacak: ‘polis devletin sınırsız yönetimi nasıl sınırlanabilir’ sorusu yerine
97
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
yeni bir “şeyleri düzenleme programı” belirir. Nasıl ki, Hristiyan pastoralliği Reform
ile; Ortaçağ’ın doğal düzeni modern bilimler ile kırıldıysa, devlet aklı, merkantilizm
prensibin nasıl bu kadar merkezi bir öneme sahip olabildiğini kavramak için,
98
uygulamasının nasıl rasyonelleştirileceği sorunu bağlamına yerleştirir. Devlet aklı -
olduğuna dair verdiği döngüsel cevaplara itiraz eder. Yönetimin sürekli olarak alan
gelişmede iki aşama ayırt eder. Her iki aşamada da, yönetimin yetki alanı, orijinal
zeminini ise, nüfusun sahip olduğu kendine özgü süreçlerin keşfi kurar. Bu
aşamalardan ilki, Fizyokratların, bir güvenlik dispozitifinin ilk örneğini sunan kıtlık
kavranışı yerine, doğal süreçlere sahip bir gerçeklik olarak kavranmasına zemin
hazırlaması (Foucault, 2007: 37); ikincisi ise, yönetim sanatlarından siyaset bilimine
yönetim ve bilgi arasında kurduğu yeni ilişkiyi şekillendirmesidir. Bir başka deyişle,
nüfusun doğal süreçlerinden biri olarak öne sürmesi ile koptuğunu, bu kopuşu
99
belirdiğini ileri sürer. (Foucault, 2008:13-17) Devlet aklının eski mekanizmalarının,
ziyade, yönetimin amacı ve aracı olarak belirir.” (Foucault, 2007: 105) Foucault,
nüfusun, yönetim için öncelikli yönetim hedefi olarak belirmesi ile devlet aklının,
polis ile yönetim ve bilgi birliğinin koptuğundan bu bağlamda bahis açar. Bu kopuş,
Siyasal otoritenin bu alanların otonom süreçlerine saygılı olmaları iyi bir yönetimin
ile bu alanların yönetimin amaçları için gerekliliğini tanıması dolayısıyla bir başka
deyişle, sadece devletin rolünü sınırlandırdığı için değil, siyasal alanın dışında kalan
alanların yönetimin amaçları için gerekli olduğunu ileri sürdüğü için Foucault
yönettiklerinin doğasını dikkate alan bir yönetime karşılık gelecektir. Bir yönetim
100
kurabilecek siyasal normlar dizisine ulaşabilmektir. (Dean 1999: 50) Klasik
optimum düzey olarak saptayan bir yönetim sanatı olarak belirir. (Gudmand-Høyer
Foucault, 18. yüzyıl sonunda beliren liberal yönetim sanatının laissez faire
idealine hayat veren laissez faire formülüne indirgenemeyeceği açıktır.” (Dean 1999:
etkilerin devlet aklını dönüştüren yeni bir versiyonu olan liberal yönetim sanatının
özgün nitelikleri arasında; piyasanın bir hakikat alanı olarak belirişini, yönetimsel
karşımıza çıkmasını (Foucault, 2008: 296) ve son olarak da dünya piyasası ile
101
ilişkisinde sınırsız ekonomik gelişme bölgesi konumuna yerleşen Avrupa tahayülünü
nihai amacı olarak değerlendirdiği nüfus üzerinde, daha az güç kullanımıyla daha
çok etki hedefleyen düşünüşü ve bu düşünüşe zemin hazırlamak üzere icat ettiği
proto-liberal bir gelişmenin değil de, liberal yönetim sanatının devlet aklı’nın
uzanan süreci, modern iktidarın performatif yanlarının gelişimi için kritik önemde
Foucault’nun ortaya koyduğu anlatı, tarihsel bir tasvirden ziyade kuramsal bir
pozisyonun dışavurumuna dönüşür. (Saunders, 1997: 103) Foucault, akıl ile iktidar
1
Gary Wickham, Foucault’nun, bu iki dönemi birleştirseydi, yapmak istemediği bir seçim yapmak
zorunda kalacağı ileri sürer. “Foucault, iktidarın iki formunu – egemenlik ve biyo-iktidar ayrıştırıp,
bunları eleştiren “iktidarın eleştirel filozofu” mu olacaktı, yoksa, iktidarın tüm pozitif karmaşıklığının
tarihçisi mi olacaktı? Foucault, bu ikisi arasında seçim yapmadı, çünkü belli ki her ikisi de olmak
istiyordu. Ne var ki, bu (seçimsizlik) ancak, ilkinin, ikincisine hakim olması sonucunu doğurdu.”
(Wickham, 2008: 41)
102
Foucault, liberal yönetim sanatının kaynaklarını, 18.yüzyılda Fizyokratlara ve
söz konusu olduğu sorusunun yanıtı açıkta kalır. Hobbes, devlet aklı literatürünün bir
biçimlerinin ilk ne zaman başladığına dair bir problem belirir. Son kertede,
103
I. NÜFUSUN DOĞAL SÜREÇLERİNİN KEŞFİ
oekonomi” de, devletin bir hane halkı gibi yönetilmesine karşılık geliyordu. (Dean,
1994: 185) Ne var ki, bu kavrayış, Foucault’ya göre, 18.yüzyılın ilk yarısından
itibaren dönüşür. Fizyokratların kıtlık sorunsalına dair sunduğu yeni yaklaşım, polis
hazırlar. Babanın aile mülkünü idare etmesini karşılayan ekonomi, nüfusun keşfinden
miktarında aktüel bir yetersizlik olduğu durum olarak kıtlığın, 17. yüzyıl ve
18.yüzyılın ikinci yarısına dek, kısa vadede bir isyan olasılığını önemli ölçüde
arttıran bir olay olarak görüldüğünü, nüfus açsa, hükümeti kriz ve isyanın
karşı isyan başlatma olasılığı olan kıtlığın, hiç bir zaman vuku bulmamasının
104
çalışılır. Bunun için ise, kıtlık karşıtı yasal ve disiplinci bir sisteme başvurulur. Bir
başka deyişle, kıtlığın engellenmesi norm olarak belirlenip, bu norma göre normal
düşük kâra sahip olması, kenttekilerin en düşük maliyetle doyurulup en düşük ücretle
harekete geçirilir. Ne var ki, Foucault, bu kıtlık karşıtı sistemin, fiyat dibe vurduğu,
köylünün kârı maliyetin altına indiğinde, daha az kârın daha az ekimi getirmesini,
daha az ekimin ise, iklimdeki en ufak değişime duyarlı hâle gelmesini ve kıtlığın baş
güvenlik mekanizmalarının bir örneğini sunan ilk kişiler olduğunu belirtir. (Foucault,
Louis Paul Abeille’in “Letter d’un négociant sur la nature du commerce des grains”
(1763) adlı çalışmasını inceler. Foucault, Abeille’ın, yasal-disiplinci sistemin ilk elde
kötücül olmadığını, kıtlığın kötü kaderin cilvesinden ziyade, ne iyi ne kötü bir olay
olarak düşünülmesi gerektiğini ileri sürdüğüne dikkat çeker. Abeille’a göre, kontrol
altında tutulması gereken olay, obsesif bir kıtlık korkusundan ziyade, ürünün
gerçekliğidir. Ürünün tohum olduğu andan tüm kârı yarattığı ana dek geçen süredeki
105
üzerinde oynanarak kontrol edilebilir, sınırlanabilir ve sonuçta elenebilir olduğunu
disiplinci sistem için imkânsız ve arzulanmayan bir sonucun belirmesi için, bolluk ve
yüksek fiyatların bir arada bulunması için, en düşük fiyat yerine, fiyatın serbest
bırakılması 2 , fiyatların artması ile ekimin genişlemesi; stok yasağı yerine, stoklama
baştan sona farklı bir biçimde kodlanmaya başlanır. Bundan önce, nüfus, egemenin
gücünü belirleyen faktörlerden biri olarak ele alınıyordu; ne kadar çok nüfus o kadar
çok ordu, o kadar yoğun kentler, o kadar dolu pazarlar. Yani nüfus uysallığı ve
2
Ürünün fiyatının istediği kadar yükselmesi serbest bırakıdığı durumda, bu fiyatın sonsuza dek
yükselemeyeceği, ne çok yüksek ne çok düşük fiyat arasında bir yere yerleşeceği ve bu aralığın adil
fiyatı oluşturacağı ileri sürülür (just price) Eğer ürünün fiyatı yüksekse, çiftçiler, kâr etmek için
ekebildikleri kadar çok ürün ekmek isteyeceklerdir. Fiyat yüksekken ürün bol olursa, ürünü stoklama
yönelimi düşer. Ürünler pazara çıkar. Pazarda ürün fiyatı yüksekse dışardan da bu pazarda ürün
satmak isteyenler olur: fiyat bir dengeye ulaşır. (Foucault, 2007: 343)
3
Hatırlanacağı üzere, polis sisteminde, bir ülke diğerine en yüksek miktarda ürün göndermeye
çalışıyordu ki hazinesi altın ile dolsun ve devletin kuvvetleri arttırılmış olsun. Fizyokratlar için ise,
amaç diğer ülkeleri, her ülkenin içindeki düzenleme mekanizmalarına bir faktör olarak sokmakla ilgili
hale gelir. Bir ülke diğer ülkelerdeki yüksek fiyatlara ürün yollamalı ve aynı anda kendi yüksek
fiyatlarına da dış ülkelerden ürün gelmesine izin vermeli ki rekabet oluşsun. Nasıl bir rekabet bu?
Avrupa dengesini ayakta tutan devlet aklının öngördüğü rekabet değil bahsettiğimiz. Artık rekabet
özel bireyler arasında öngörülüyor. Bu bireylerin çıkarları doğrultusunda rekabet etmesi ve maksimum
avantajı sağlamaları, devletin adil fiyattan tahıla sahip olmasını, en arzulanır ekonomik duruma
kavuşması umuluyor. (Foucault, 2007: 346)
106
başladığını gördük. Nüfus bu çerçevede, egemenin gücüne pozitif katkı yapan bir
Bu çerçevede, “nüfus, tarım için işgücü ve bol hasat demekti, manifaktür için iş gücü
demekti, bol işgücü rekabet, rekabet ise düşük ücretler demekti. Düşük ücret ise,
merkantilistler, nüfustan bahsettiklerinde onu bir zenginlik kaynağı ve üretici bir güç
karşılık gelen bir çokluktan başka bir şey değildi. Merkantilistler, Foucault’ya göre,
2007: 70)
yarı-doğal bir gerçeklik olarak kavramaya başlarlar. Bir başka deyişle, Foucault’ya
107
Foucault’nun bu noktada, Hobbes’a dair yaptığı değerlendirme de önemli bir
boşluk dikkat çeker. Foucault, sadece Leviathan’ın değil, aynı zamanda insan
düzenlemediği her türlü alanda – ekonomik ilişkiler ve özel mülkiyet ile özel yaşam
biçimi- birey istediği gibi davranır. Hobbes’ta direnme hakkı olmamakla birlikte,
edilen bireylerin karşı koyma, düzeni reddetme ya da oradan gitme hakları vardır.
çıkardığına işaret eder. Buna göre, nüfus, bir toprak parçası üzerinde yaşayan
yoğunluğu, vergi, evlilik gibi konularla ilgili yasalar, gelenekler, doğum oranı,
çocukların yetiştirilme biçimleri, ahlaki ve dini değerler vs. gibi çeşitli değişkenlere
108
(mankind) tan farklı olarak, diğer canlılar arasında bir “tür” (human species) olarak
planlanmasının sonucu olarak karşımıza çıkar. (Foucault, 2007: 73; Hindess, 1997:
258) Yönetim, nüfusun keşfiyle birlikte, insanı yönlendirme sanatı olmaktan ziyade,
gözlemlemeye dönüşür. Nüfus artık, bir yandan canlı varlıkların genel düzenine
bağlı, (insan türü) ve diğer yandan hesaplanmış müdahalelere konu olan bir öğeler
(Foucault, 2007: 71) “Eğer nüfus herhangi bir konuda teşvik edilmek isteniyorsa,...o
4
Hobbes ve Rousseau’nun hak öznelerini, egemenlik açısından meşrulaştırma biçimlerini aynı
görmek yanlış olacaktır çünkü Hobbes’ta, Leviathan esasen aklî olarak imal edilmiş bir güvenlik
aygıtıdır. Oysa Rousseau’da genel iradenin bir parçası olan halk ya da toplum, herhangi bir aygıta
ihtiyaç duymadan, bir devletten bağımsız olarak, doğal istek ve arzularının ürünü olarak kolektif bir
irade olarak belirir. Foucault, aralarındaki bu farkı ve bu farkın siyasi sonuçlarını ihmâl etmektedir.
109
zaman nüfustan oldukça uzak görünen faktör ve elemanlar üzerinde eylemde
nüfus üzerinde etkin olunabilir. Yönetim bilgisinin kuruluşu, nüfus etrafında dönen
ekseninde değil, çok geniş bir bilgi alanında ele alınmaya başlanır: ekonomi-politik,
Fizyokratik doktrinde bu laissez faire siyasasına bir teknik öneri eşlik eder;
François Quesnay’in Tablosu. (Foucault 2007: 351) Bu tablo, egemenin bir devlet
hakkında aydınlatmak ve kanıtlara dayalı bilimsel bilgi ile donatmak üzere ortaya
kuşbakışı göz atabilecek bir özne olarak kavranmaya başlanır. (Dean 1999:114)
yönetimin başarısızlığı ilan edilir. Fizyokratlara göre, polis, düzenlemeleri ile, işleri
daha çok bozmaktan başka bir şey yapmaz. Düzenlemeler bu durumda yalnızca
110
zararlı değil aynı zamanda anlamsızdır. Bir başka deyişle, tüm kanıtlara karşın, tahıl
literatürün (les politiques) bu ayrılma için gerçeklik alanından bulup çıkardığı devlet
aklını, ekonomi adlı yeni bir doğallık alanı dolayımıyla dönüştürür. 17.yüzyıldaki
bir kurum olarak egemenlik; diğer yanda aile modeli arasındaki salınıma son verilmiş
olur. (Foucault 2007:103) Nüfusun doğallıkları ile belirmesi, aile modelini, nüfusun
toplumunun, yönetim toplumu ile ikame edildiğini ileri sürmediğini vurgular. Bunun
111
kuramından bir yönetim sanatı çıkarma girişimini değil tersine, böyle bir sanat var
olduğu ve yayılmakta olduğu için, bir devleti niteleyen egemenliğe hangi hukuksal
Disiplin de, egemenlik gibi ortadan kalkmaz. Disiplinin örgütlenme kipleri olan,
itibaren, nüfusun yönetilmesi açısından çok daha önemli hâle gelmişlerdir. Nüfusun
2008: 70) Öyleyse, Foucault’ya göre, ortada bir üçgen vardır: Köşelerini egemenlik,
takip ve ikame eden dönemler olarak görülmemesi gerektiğine karşı bizleri uyarır.
2. Ekonomi-Politik
112
imkânsızlığını vurgulayan eğilimin ikinci ayağını oluşturur. Adam Smith, görünmez
el metaforu ile sadece polis devletin değil, aynı zamanda Fizyokratların Tablo’sunun
davranışlarının, yine katılımcıların özgür kararları ile kurulmuş olan mallar ve işgücü
ileri sürer. Smith’e göre, kapsamlı yönetim biçimleri imkânsızdır çünkü, toplumsal
Fizyokratlardan farklı olarak, ekonomi-politik için, ekonomik bir egemen söz konusu
5
Foucault, Adam Smith’ten daha önce, Kelimeler ve Şeyler, ss. 233-238 ve Şeylerin Düzeni, ss.221-
226. da bahsetmiştir.
6
Kameralizm ve polis bilimde olduğu gibi, Smith refah durumunu anahtar sorunsal olarak tanımlar
ancak Ulusların Zenginliği’nde, refah durumu, devletin kendisinin değil, sivil toplumun bir koşulu
olarak yeniden değerlendirilir. (Neocleous, 1998: 47) Böyle bir kavramsallaştırmada, devlet
minimuma indirilir ve sivil toplum, devlet iktidarından bağımsız otonom bir alan olarak
değerlendirilir. Refahı, bu otonom alanda çıkarlarını en çoklamaya çalışan ekonomik öznelerin
görünmez el tarafından düzenlenen aktiviteleri üretecektir.
113
ekonomik etkileşime dışsal müdahale (devletin fiyatları ya da asgari ücreti
belirlemesi gibi örneğin) olduğu takdirde, sistemin genel verimliliği düşer. Smith,
Ulusların Zenginliği (1776)’nde, Adam Smith, polisten bir kaç kere bahseder. Bu
yönetim biçiminin bir parçasıdır. Polis bir ürünün piyasa fiyatını, doğal fiyatın
polis, işgücünün serbest dolaşımına bir engel oluşturur ve Çin Mısır, Antik Yunan ve
sahip olduğu haklara yaslanmaz; bunun yerine ‘bana dokunamazsın çünkü süreçler
7
Smith, Lectures on Jurisprudence (1762-1764) da, polis kavramını olumlu bir anlamda hatta
kameralist bir biçimde kullanır. Yönetimin temel görevini, devletin zenginliğini teşvik etmek
anlamında polis olarak tanımlar. Ulusların Zenginliği’nde ise, Smith’in polis kavramını kullanışı
dramatik biçimde dönüşmüştür. Polis kelimesi, Ulusların Zenginliği’nin, kendi kendine kurulan ve
düzenlenen bir piyasa kavrayışı doğrultusunda, karşısında olduğu merkantilizm gibi devlet
düzenlemesi sistemlerine işaret etmek üzere negatif anlamda kullanılır. Böyle bir
kavramsallaştırmada, devlet minimuma indirilir ve sivil toplum, devlet iktidaırndan bağımsız otonom
bir alan olarak değerlendirilir. Derslerde refah durumu, devletin zenginliği iken, Ulusların
Zenginliği’nde, refah durumu, devletin kendisinin değil, sivil toplumun bir koşulu olarak yeniden
değerlendirilir. Böylelikle, devlet otoritesinin, ekonomiyi planlamak ve idare etmek üzere
kullanılmaması gerektiğine işaret edilir. (Neocleous, 1998: 47)
114
Ekonomi politik, ekonomik süreçlerin bütünlüğünün egemen tarafından
adaletin, hakkın dışsal sınırı yerine, polis devletin yönetimsel müdahalelerine içkin
bir sınır getirmiş olur. (Foucault, 2008: 281-282) Foucault’ya göre, Adam Smith’in
imkânsızlığının altını çize ve devlet aklı - polis bilimi karakterize eden bilgi ile
için, Smith’in görüşleri, Kantçı anlamda, siyasal iktidara kendi bilme kapasitesini
bir mesele olmaktan çıktığını zira egemenin olabilmesi için her şeyin bilgisini
toplayan bir merkez fikrinin olması gerektiğini ileri sürer. Liberalizmin marifetinin,
basitçe bir kuruma karşı çıkmaktan ileri gelmediğini, her şeyin bilgisini toplayıp
edildiği, her durumda totaliter bir devlet olarak tahayül ederek, görünmez elin ifade
ettiği imkansızlık ile geride bırakıldığını ileri sürdüğü geleneksel mantığın; anti-
Machiavellici literatürün bir parçası ve devlet aklının bir tür savunucusu olarak
ilişkin değildir. Bireylerin özel hayatları ile inançları, ticaretleri, gündelik hayatları,
ziyade egemenliğin ilk formüle edicisi olan Hobbes’a göre, Leviathan öncelikle
115
Hobbes’u bir kere daha devlet aklı-polis bilim birliğinin ürettiği yönetim
kullanmak demek değildir, yönetimin sorunsalı ‘çok fazla ya da çok az’ yönetmek
arasında bir dengeye ulaşmakla ilgili hâle gelir. Bu sınırlamanın düşünsel prizmasını,
dönüşümden bahis açar. (Foucault, 2008: 37) Buna göre, Ortaçağ’da ve 16.,
taştığından bahis açar. Piyasaya getirilen ürünler, üretim tipine, kökenine, ürüne göre
alarak belirlendiği varsayılır. En düşük gelir grubunun da pazardan her şeyi alamasa
2008: 31)
116
içsel limiti boyunca esnediğine tanık oluruz. Pazarların pozitif kuramı, adli
çerçeveden kurtulup, yüksek verimlilik esasına ayarlı yararcı yan anlamlar kazanır.
varsayılır. Üretimin maliyeti ile arzın miktarı arasında uygun bir ilişki kurulması
süzgeç kriterini sunmaya bu çerçevede başlar. (Foucault, 2008: 31-32) Bir başka
üretmez aynı zamanda toplumsal gelişmenin ardındaki temel motiftir, yönetimin aşırı
117
kuralları ve düzenlemelerinden özgürleştirildiği ve gizli elin kılavuzluğuna
politiğin yükselişiyle, artık herhangi bir yönetim müdahalesi, verimli bir hamle
gerek?”, “Dokunmazsak pazar sorunsalı kendi kendine çözebilir mi?”, “çok mu fazla
yönetiyoruz?” işte bu soru kümesi, Foucault için, bir yönetim sanatı olarak
nitel yanını öne çıkararak, yarı-doğal kabul edilen toplum ve onun yarı-doğal bir
çerçevede, her bir üyenin iyiliğinin kaynağı olarak görülmez artık. Devlet, artık,
müdahale, yararlı mı, yararlı ise ne için yararlı, hangi sınırlar içinde yararlı, ne zaman
118
yararlı olmaktan çıkıyor ve zararlı hâle geliyor?’ sorusunu sorarak cevap arayacaktır.
Egemenin görevi, iç ve dış güvenliğe, hiç bir bireyin arz etmeyeceği kamu işlerinin
tümüyle farklı bir kip içinde işleyen toplum içerisinde uyumlaşmalarını niteler.
(Gordon, 1991: 21) Artık, herkesin mutluluğu, mekânı, toprağı ve nüfusu kontrol
eden polis formundaki devletin otoriter müdahaleleri yerine, her bir bireyin
işlevine indirgenecektir. (Foucault, 2008: 354) Böylece, polis bilim ile ekonomi-
politik arasında herhangi bir bağ kalmaz. Bu bağlamda, ekonomi politik bir bilim
haline gelir ve polis bilim, suçla ilgili yasal sorunsallara indirgenir. “Böylece, polisin
kaygıları ile ekonomi politiğin kaygıları birbirinden ayrılır ve zenginlik bilimi, polis
2008: 44) Ancak buradaki çıkar, devlet aklında olduğu gibi kendine referanslı
kolektifin çıkarları arasında, toplumsal yarar ile ekonomik kâr arasında, piyasanın
dengesi ile kamu otoriteleri arasında, temel haklar ile yönetilenlerin özgürlükleri
119
artık sadece çıkarlarla ilgileniyor. Yönetimsellik, siyaseti ve onun paylarını
ettiğini ileri sürer. Ona göre, “modern toplumların yönetim biçimi, Locke,
1988: 225)
B. Sivil Toplum
uyumsuzluğun formüle edildiği andır.” (Gordon, 1991: 22) Foucault, yeni yönetim
sanatının, devletin bilme ve eyleme kapasitesini, bir yandan piyasa gerçekliği ile
sınırlarken, diğer yandan ise, şu soru ile boğuştuğuna dikkat çeker: “eğer bir
Zenginliği adlı çalışmasını baştan aşağı dolaşması bu bakımdan Foucault için hiç de
şaşırtıcı değildir. 8 Çıkarların ekonomik öznesinin, siyasal ve yasal haklar öznesi ile
8
Ekonomik mantığın nasıl akıl yürüttüğüne baktığımızda, nüfus artışını üretkenlik artışından
koparmanın, böylece üretkenliği arttırmanın ve iş gücünü ucuzlatmanın, son kertede, devlete daha çok
kaynak aktarma çabasının parçaları olduğu görülür. Adam Smith’in ve ekonomi-politikçilerin
egemenlikle hiç bir sorununun olmaması, ancak ekonomik özne ve siyasal özne arasındaki ilişkileri
uyumsallaştırma ve devleti sınırlama noktasından yola çıkması, proto-liberal olarak
120
Devlet, ne ile ilgilenmeli, neden sorumlu olmalıdır, neyi bilmeli, neyi
Foucault’ya göre, bu soruya iki yanıt bulunur: “egemen ya piyasa dışındaki her alana
dek kullandığı siyasal iktidardan farklı bir iktidar kullanacak, ekonomik tablonun
verilerine, kanıtlarına göre yönetecekti.” (Foucault, 2008: 293) Foucault, her iki
olasılığın da pratikte vuku bulmadığını, bunun yerine, yeni bir referans alanı
yaratıldığını belirtir: sivil toplum. (Foucault, 2008: 295) Sivil toplum, bir egemenin
Hem hakkın özneleri, hem ekonomik öznelerle dolu olan alanı ikiye bölüp,
yönetim sanatını bölmemek için, bir başka deyişle, yönetim sanatının birlik ve
genelliğini korumak üzere, bir siyasal müdahale, yeni bir yönetim tekniğinin
Locke’un siyasal-yasal bir bağa karşılık gelen sivil toplum nosyonu, 18.yüzyılın
298) Bu farkı ayırt etmek üzere, Locke’un siyaset felsefesinin bir kaç kritik noktası
değerlendirilebilecek olan Hobbes’un sunduğu temellere istinaden mümkün olabilir. Oysa, Foucault,
bu zemini ihmal etmektedir.
121
savların eleştirildiği, ‘Yönetim Üzerine İki İnceleme’ başlıklı çalışmasında ortaya
Locke’un siyaset felsefesi, özel alanın varlığını ilksel bir veri olarak
yasa üzerine kuruludur. Doğal yasa, sivil yetkeye uygulanmaya devam eder ve
pozitif yasaların yaptırımından destek alır. (Yönetimin İki İncelemesi, II/XI: 135)
temelde koruyucu bir işlevi vardır ve doğal özgürlüğe ve eşitliğe saygı göstermek
haklar devletin yasası tarafından verilmiş haklar değildir; pozitif hukuka önceldirler.
Locke’a göre, tüm sözleşme süreci, insanların kendini ve kendi türünü koruma
122
Locke’a göre, geniş anlamda mülkiyet; yaşam hakkı, özgürlükler ve bireyin
mülkiyetini, dar anlamda mülkiyet ise mal-mülkü ifade eder. Locke’un, Hobbes’un
kuramında, bireye mülkiyet hakkını tanıyan devlettir. Locke’a göre ise, birey,
özel mülkiyet hakkı doğal bir haktır ama mülkiyeti başkalarına karşı korumak için
kavramına başvurur. Locke, bu kavramı, halkla kamu yetkeleri arasındaki bağın bir
Locke’un kullanımında yeni bir anlam kazanır. Hobbes’a göre, egemen, doğa
yasasının gereklerini yerine getirmede ancak Tanrı’ya hesap verir: Locke’a göre ise,
tersine, trust, egemen için gerçek bir tüzel yükümlülük getirir ve hükümdarlar
konusudur. Locke’un, trust kavramının, temsilî yönetim kuramına ilişkin daha özgün
bir kuram sunmasına olanak sağlayan daha genel bir erimi daha vardır. Temsile
ilişkin Lockeçu anlayış, yalnızca egemen irade düşüncesine dayanmaz: aynı zamanda
123
başka deyişle, yönetim kurumunun temel sonucu, bireylerin özgürlüğünü,
yönelik olması gereken yasalar toplumu oluşturan bireyleri temsil eder. Kamu
otoritesi, toplumun, yasalarla ilan edilmiş olan iradesinin dışavurumu olan yasanın
gücü ile donatılmış kamusal bir figürdür. Bu sebeple, yasaların kendisine verdiğinin
dışında bir iradesi, iktidarı yoktur. Kamu otoritesi, yasalarda ifade bulan toplumun
artık boyun eğmek zorunluluğu bulunmayan özel bir kişiye dönüşür. (Yönetimin İki
İncelemesi, II. Kitap/XIII: 386) Bir başka deyişle, Locke’a göre, toplumsal olarak
yönetilen bir düzende, toplum ile yönetim arasında, halkın temsilcileri tarafından
yürürlüğe konulan yasalara rıza verdikleri seçimler aracılığıyla sürekli bir bağlantı
öngörülür. Yürütme ise her zaman yasama gücüne ikincil kılınır. (Yönetimin İki
124
yasamayı içerir ve böylece, para-değişim (money-exchange) ekonomisinde yaşayan
Ancak, daha önce ifade edildiği üzere, Foucault’ya göre, Locke’un, siyasal-
yasal bir bağa karşılık gelen sivil toplum nosyonu, 18.yüzyılın ikinci yarısından
çerçevesinde ele alınmaya başlanacaktır. (Foucault, 2007: 298) Buradaki sorun, sivil
ekonomik aktiviteler ise toplumsal düzenin kurucusu olarak öne çıkarılır. (Tribe,
1995: 30)
toplumu kuran hiç bir tarihsel eylem tanımamasıdır. Ferguson’a göre, doğadan tarihe,
ya da toplumsuz bir konumdan topluma geçiş diye bir şey söz konusu değildir.
İnsanlar her zaman gruplar içerisinde yer almıştır. Toplum olgusundan ayrılabilir bir
insan doğasından bahsetmek mümkün değildir. (Foucault, 2008: 299) İkinci olarak,
125
kuvvetlerinin kullanımında nasıl doğal ve kendiliğindenlerse, o şekilde bir araya
gelip organize etmişlerdir. Sivil toplum, insanları kendiliğinden bir sentez içerisinde
bir araya getirir: hiç bir sözleşme, hiç bir doğal hakkın aktarımı söz konusu değildir.
(Foucault, 2008: 300) Ne var ki, Ferguson, sivil toplumun içindeki ekonomik
toplumun kalıcı bir siyasal iktidar matrisi sunduğunu dile getirdiğinden bahseder.
Bazı bireyler otoriteyi ele alır ve diğerleri de bu kişilerin otoriteyi almasına izin verir
ve böylece egemen ve yargısal yapı hayata geçer. Bunun dışında belirli hakların
aktarımı gibi süreçler söz konusu olmaz. Ferguson’a göre, egemen, insanlar arası ani
Ferguson, sivil toplumun tarihin motoru olduğunu, sivil toplumun sonsuz bir
toplum analizlerinden sadece birisidir. Ne var ki, bu sivil toplum kavrayışı, bu dört
sorun, toplumun kökeninde yer alan yasal bir formun nasıl bulunacağıyla ilgiliyken
126
nasıl düzenlemek ve sınırlamak gerektiği ile ilgili olması dolayısıyla Foucault
tarafından vurgulanır.
sivil toplumu, hukuksal sözleşme toplumundan daha geniş, bireysel ekonomik özneyi
yönetilebilir bir düzen ile kapsayabilecek bir siyasal çerçeve keşfetmekle ilgili olarak
yorumladığını ileri sürer. (Gordon, 1991: 37) Burada, Smith’in düşüncesinin özel
ekonomik çıkara atfettiği kamu refahının motoru olma rolü, toplumun genel
liberal kavranışı her şeyden önce bir yönetim teknolojisinin enstrümanı olarak
toplum, yönetimin arzusuna zıt değildir; sivil toplum yönetimsel ilişki üzerine
çatışmacı bir mücadelenin vektörüdür.” (Gordon, 1991: 23) Toplumsal, her zaman
Bütün bunlar teoride mümkünse de, pratikte işler böyle yürümez: Devlet,
menkul düzeni ile devletin yasası arasındaki ayrım arasında kendi sınırları ile
mümkündür. Foucault da, sivil toplum - devlet ilişkisinin uzun tartışmalara yol
127
açtığına dikkat çeker. Jung-Stilling, Bensen, Schlözer ve Hegel’in isimlerini bu
dışa vuran ve son kertede hakikatini hayata geçiren bir şey olarak okunduğuna işaret
eder. Foucault, İngiltere’de ise, sivil toplumun, devlet yerine yönetim ile ilişkisi
çerçevesinde ele alındığını zira devletin İngiltere için hiç bir zaman bir problem
oluşturmadığını ileri sürer. Paine’in sivil toplumun gerçekten bir yönetime ihtiyacı
olup olmadığı konusunda cevap aradığına dikkat çeker. Fransa’da ise, sivil toplumun,
bir insan hakları bildirgesine ihtiyacı olup olmadığı sorusu ekseninde tartışıldığına
işaret eder. (Foucault, 2008: 310) Foucault, bu konuları tartışmaya ayrıntılı olarak
yarar vardır.
standart yaklaşımdan kopar ve aile ile devlet arasına, en aktif güçlerinden biri olarak
piyasayı içeren sivil toplumu yerleştirir. Hegel üzerine ikincil literatürde, Hegel’in
piyasa değerlendirmesini önemli çekincelerle birlikte kabul ettiği çünkü Hegel için
sebeple polisi tanıtır. Ahlaki hayatın üç momenti – aile, sivil toplum ve devlet –
Polisin amacı, birey ve evrensel arasında arabuluculuk yapmak, belirli bir çıkarı
128
ortak çıkar gibi kollamaktır. Bu biçimde, polis, bireylerin, mülklerin, refahın, sokak
manidardır: piyasanın kendi kendini kuran bir mekanizma olduğuna işaret eden
44)
söz konusu değildi. Bu görüşe göre, sivil toplumun polisi, devletin polisi demekti:
öngörülmüyordu. (Tribe, 1995: 29) Smith için ve takip eden liberal kuram için,
devlet ve sivil toplum arasında bir ayrımın yapılması, açık siyasal sebeplerle
9
Neocleous, Hegel’in sivil toplumun doğası, ihtiyaçlar ve işgücü, işbölümü, eyaletlerin zenginliği,
yoksulluk, polis, vergi vs. üzerine görüşlerinin Steuart’ın ekonomi politik üzerine ortaya koyduğu
kitabın Almanca çevirisine dayandığını söylemenin argümanını çok ileri götürmek olacaksa da, yine
de, Hegel’in Steuart’tan aldığı piyasanın modern özgürlük açısından önemi yanında her an çökmenin
eşiğinde bulunması nosyonuna dikkat çeker. Hegel’in Hukuk Felsefesinde taslağını ortaya koyduğu,
piyasanın güvenliğini sağlamak üzere önerdiği polis mekanizmalarının kaynağını Steuart’ta
bulabileceğimizi ileri sürer. (Neocleous, 1998: 50) Neocleous’a göre, Hegel’in piyasanın bir özgürlük
alanı olduğuna dair kabulü, Smith’ten ziyade Steuart’tan esinlenir çünkü Steuart, piyasanın hem bir
özgürlükler alanı hem de en yüksek düzeyde siyasal kontrolü – Hegel’in polis dediği şeyi -
gereksindiğine dair bir argüman önerir. Ne var ki bu iddiayı kabul etmenin, Hegel’in Hukuk
Felsefesi’nde, ekonomi politiği modern bir bilim olarak tanımlarken neden Smith, Say ve Ricardo’ya
göndermede bulunduğunu ancak Steuart’a göndermede bulunmadığını açıklamakta az bir yol kat
ettiğini de kabul eder. Her durumda, Neocleous, Smith’in Hegel üzerindeki etkisinin, Steuart’ın
etkisinin anlaşılmasını engelleyecek ölçüde abartılmış olduğunu, Hegel’in, Smith ile Steuart’ın
argümanları arasında aracılık etmekten ziyade, Steuart’ın argümanlarını daha çekici bulduğunu, çünkü
Steuart’ın sunduğu argümandan hareketle, Hegel’in piyasanın varlığını sürdürmesi için polise ihtiyacı
olduğunu ileri sürdüğünü iddia eder. (Neocleous, 1998: 51-53) Ancak, Steuart ile Hegel ilişkisine
dikkat çekmesinin, Hegel’in ihtiyaç sistemleri üzerine görüşlerinin tümüyle Steuart’a indirgenmesi
anlamına gelmediğini de ekler. Steuart’ın kamu otoritesinin temel amacı piyasanın düzenlenmesidir.
Hegel’in polisinin temel amacı ise, buna karşıt olarak, bireyin zarar gördüğü tecridin, sistemin
çökmesine yol açmaması için, bireysel ekonomik öznenin, toplumsal ve siyasal bağlar ağı ile
bütünleşmesini sağlamaktır. (Neocleous, 1998:53)
129
gerekliydi. Bu görüşe göre, sivil toplumun bir polise ihtiyacı vardı ve burada polis,
yasa ve düzenin minimal sistemine karşılık geliyordu. (Tribe, 1995:30) Hegel için
ise, hem kameralizm, hem de liberal doktrine karşıt olarak, devlet ve sivil toplum
arasındaki ayrım, modern dünyanın ayırıcı özelliği idi. Hegel, devlet ve sivil toplum
arasında öngördüğü ayrıma felsefi bir ifade vermeyi arzuluyordu. Smith için piyasa,
düzen ve özgürlüğün hayata geçirilmesi için rasyonel bir sistemdi. Hegel için ise
kendisini kuran ve kendi kendisini düzenleyen sivil topluma dair liberal mitin altını
yattığına dair iddiayı kabul etsek de, aynı zamanda Hegel’in, polisi, siyasal düzenin
merkezi bir parçası olarak kabul eden geleneksel söylemle de tümüyle bağlarını
varolmayan bir şeydir. Tıpkı cinsellik ya da delilik gibi belirli etkileşimlerin ortaya
çıkardığı bir alandır. Toplum, içerisinde hem egoist ekonomik çıkarların, hem de
aile, cemaat ya da ulusa yönelik ekonomik olmayan çıkarların bir alaşımından oluşur.
Bir yanda, toplumun her bir üyesine uygulanan tek-tip norm setlerini, diğer yanda
130
sivil toplumun somut ve gerçek ilişkileri içerisinde soyut ve ideal bir nokta oluşturur.
Ekonomik özneler toplumsal bir bütünün içerisinde yönetilebilinir kılınır. Bir başka
düzenlemesine izin veren belirli bir özne tipi olarak karşımıza çıkar.
derslerinde tartışmaya geri döner. Foucault, liberal yönetim sanatı için özgürlüğün,
saygılı davranılması gereğine işaret eder. Bir başka deyişle, çıkarlara sahip ekonomik
özneler ve mülk sahipleri olan bireyler, güvenli bir düzenin koşulunu oluşturur;
liberalizm açısından teşvik edilen yaşam biçimi, düzenleyici bir ideal olan kişisel
131
vazgeçilmez bir elemanı haline gelir. Burada bahsi geçen özgürlükler, hukuki
sürekli olarak özgürlük üreten bir yönetim sanatıdır zira ancak bu biçimde nüfusa ve
bireysel ya da kolektif tehlikelere yol açmaması ile ilişkili olan pek çok tedbire
karşılık geldiğine işaret eder. (Foucault, 2008: 65) Bir başka deyişle, liberal yönetim
ulaşılmaya çalışılan denge, nüfusun genel refahının, özgürlüklerin aşırıya kaçması ile
132
Foucault, aslında, 1977-1978 Güvenlik, Toprak, Nüfus adlı derslerinde,
bu argümanın altını, burada bir kere daha çizer. (Foucault, 2008: 72, dipnot 24)
Panopticon’u bunun net bir örneğini sunar. Foucault’ya göre, Panopticon, bireylerin
yönelik bölgesel bir girişim olmaktan ziyade, genel bir siyasal formüldü ve belirli bir
Burada, güvenlik ile özgürlük arasında döngüsel bir ilişki tespit edebiliriz. Bir
sorumlu özgürlük, devletin iyiliğini garanti altına alan, ekonomi ve nüfusun doğal
düzenine dair polis devletin kaygısını sürdürür ancak yönetilen gerçekliği, nüfusun,
güvenlik sorunsalını, bir yandan bu süreçlerin işleyişi ile sorumlu, disiplinli, tedbirli
özneler arasındaki ilişkilerle ilgili olarak tasarlar: Diğer yandan, siyasal ve ekonomik
133
üzere düzenler. (Dean 1999: 118) Liberal devletin taahhüdü şudur öyleyse:
istediğimiz gibi kullanın.” (Dean 1998: 217) Bu çerçevede de, liberal yönetim
içkin süreçlerin güvenliğini garanti altına almak üzere işleyecek olan güvenlik
ileri sürdükleri dikkate alındığında, güvenliği düzenleyen Leviathan gibi bir aygıtın,
liberalizmin güvenlik ile ilgili meselesi, hem piyasaların güvenliği anlamında, hem
de, devlet, inanç ve piyasa üçgeninin birbiri ile ilişkisini kuran unsur olarak güvenlik
meselesi ise, bu meselenin Hobbesçu bir temeli olduğunu ileri sürmek mümkündür.
Hobbes’a göre, devlet, inanç ve piyasa üçgeninin köşelerinden her biri diğerini
Hem erken modernler, hem de onların mirasçıları için, devlet, egemenlik gibi
modernlere göre daha sofistike bir halde bulunsalar da, hem toplumu kurmak ve
korumaya, hem de barışçıl ve sınırlı bir alan olarak üretmeye hizmet eder. Devlet,
tarafından empoze edilen bir alandır. Leviathan’ın görevi, “insanların evlerinde barış
134
Kriegel bu bağlamda, Hobbes’un öznel hakların ya da insan haklarının modern
doktrininin esas kurucusu olduğunu ileri sürer. Doğal güvenliğin kalbinde, bireysel
yaşamın korunması yatar. (Barret - Kriegel, 1995: 38–9) Weiler’a göre ise,
Hobbes’un devletçi toplum kavrayışı, toplumsalı güçlü bir devletin kontrolü altına
yerleştirip, bu tip devlete hizmet etmek değil, bireyleri korumaktır. (Weiler, 1994:
37–8) Ne var ki, Foucault, Hobbes’u liberal yönetim sanatının geride bıraktığı
bireylerin her an tehlikede oldukları, bugünü ve yarını hep tehlike içerdiği kanısıyla
ölüm ve savaş gibi şiddetli tehditlerden oldukça farklı, geniş bir tehlike kültürü
19.yüzyıl boyunca serpilir. Gündelik tehlikeler ortaya çıkar. İlki, 1818’de Paris’te
kurulan tasarruf bankaları, alt sınıfların giderek kötüleşen koşullarına çare olmak
üzere kurulur. (Foucault, 2008: 72 n22) 19. yüzyıl ortasında, Kıta Avrupa’sında
2008: 67)
135
Foucault, bu tehlike kültürünün içerisinde işlediği düzeneği aydınlatmak
üzere, bir başka deyişle, liberal yönetim sanatının peşine düştüğü dengenin
aktüalitede nasıl hayata geçirildiğini ortaya koymak üzere, 1977-1978 derslerinin ilk
verdiği örneklerden kıtlık sorunsalı üzerinde daha önce durduk. Diğer iki örnekten
bahsedelim.
yönetim problemleri zemininde dikkat çeker. 18. yüzyılda ticaretin büyümesi, kentsel
nüfusun artışı, askeri tekniklerdeki gelişmeler, kent ile kırsal alan arasında kalıcı
olasılıkları düzenleyerek işler. Güvenliğin özgün mekânı, bir dizi olası, geçici ve
anlamıyla kontrol edilemeyen, ölçülemeyen, belirsiz bir dizi hareket halinde eleman,
136
olay ve birimden oluşur. (Foucault, 2007: 20) Kent açısından ortaya konan bu teknik
sorunlar ile birlikte, yapay bir çevre (milieu) içerisinde, insan türünün doğallığı
dispozitiflerinin farklı yönetme modellerine göre su çiçeği salgını ile baş etme
normal (hasta olma riski düşük grup) anormalden (hastalığa yakalanma riski yüksek
yaklaştırılmaya çalışılır. Foucault, burada hasta olan ile olmayan ayrımı yerine,
çizer.
sanatının, ‘iyi yönetim’in normlarını kurmaya çalıştığını, en genel normunu ise, çok
fazla yönetim ile çok az yönetim arasında değişen dengeden menkul olduğunu
gösterir. Bu bağlamda, Foucault, bize, liberal yönetim sanatının, hukuktan çok norm
ile ortak noktası olduğunu göstermeye çalışır. Foucault, bu perspektifin bir örneğini,
137
Cinselliğin Tarihi 1. Cilt’te sunmuştu. Orada, yaşam üzerinde iktidarın gelişmesinin
hukukun yasal sisteminin aleyhine, normun önemini arttırdığını ileri sürmüştü. Bu,
hukukun artık önemli olmadığını ileri sürmekten ziyade, hukukun giderek norm
ediyordu.
Burada ele alındığı şekli ile norm, basitçe varılan bir değer olmaktan çok,
belirli bir yargılama kuralı ve bu kuralın üretilme aracı olarak karşımıza çıkar. Norm,
düzenleme ve sabitleme aracıdır. Normun ayırt edici yanı, kozmos hakkındaki genel
bir kanıdan ya da insan doğasına dair genel bir görüşten kaynaklanmak yerine,
dışavurumu değil, bahsi geçen topluluğun ortak bir standardı ile ilişkisidir.
Bir başka deyişle, Foucault, her fırsatta, liberalizmin, sözleşmesel bir ilişki
138
arasında kurulduğu varsayılan liberal bir harmoninin, 18.yüzyıl liberalizmini ve
açıktır. (Foucault, 2008: 18) Foucault, bu tezin, liberal düşüncede hukukun yerini
yararlı bulur. (Dean, 1999: 123) Bir yönetim rasyonalitesi ve teknolojisi olarak
139
demokrasi, aynı zamanda, yönetilenlerin yönetimin operasyonlarına katılımının
sorunu, vatandaşın hakları ve özgürlükleri ile uyumlu bir devlet formu tanımlamak
temsilî kurumların geliştirilmesi ile değil, aynı zamanda belirli bir nüfusun üyeleri
140
yönetimsel aktivitenin belirmesi, Foucault’nun 1979 derslerinde yönetimselliği daha
davranışları üzerinde eyleme biçimi anlamı kazanır. Burada davranış (la conduite) iki
anlama gelir; bir yandan kılavuzluk etme, yönlendirme aktivitesi, diğer yandan,
kişinin kendisini belirli bir davranışa göre yönetmesi, davranması. (Foucault, 2007:
193) Yasa belirli davranışları yasaklar ve diğer bazı davranışları ile meşrulaştırırken,
disiplin gözetim altında zorunlu bir davranış salık verirken, yeni formel
hedeflenen bir dengeye ulaşılmaya çalışılır. (Gudmand-Høyer & Hjorth, 2009: 115)
141
kendini sınırlıyordu. Foucault’ya göre, liberalizm ise, içerdeki müdahaleyi azaltırken,
(Ekim 1814 – Haziran 1815) yakından bakmayı önerir. (Foucault, 2008: 59)
Napolyon ile birlikte yeniden hayat bulan emperyal düşünceye bir son vermek ve
Kongrede, Avrupa Dengesi’ni yeniden tesis etmek üzere iki senaryo ortaya atılır. Bir
ile dünyanın geri kalanı arasında siyasal ve ekonomik bir aracı rolüne soyunduğu bir
karşılıklı bir doğal fiyatta buluşur; bu doğal fiyat hem tüccara maksimum kâr, hem
paylaşılacak bir kek yoktur: Avrupa’nın ancak hep beraber (en bloc)
göre, yeni bir Avrupa fikrinin belirdiğine işaret eder. Ne Roma İmparatorluğundan
142
emperyalizmin ivmesini bulduğumuzu ileri sürer. Kolonyalizm ona göre, çoktan
burada gördüğü, “Avrupalı yönetimsel pratiğin küresel hesabının yeni bir tipinin
örneklerinden bu çerçevede bahseder. İlk olarak denizin hür rekabetin alanı olarak
tahayül edilmeye başlandığından söz eder. İkinci olarak, tüm gezegeni hedef alan
böylece o kadar çok kalıcı barış garantisi tahayülüne yönelir. Foucault’ya göre,
çalışmalarında, yeni bir uluslararası ölçek fikrinin ortaya çıktığını söylerken, diğer
serpildiğini ileri sürmediğinin de altını çizer. Tersine, 19.yüzyıl iki dünya savaşına
sıkça dile getirirken, tam tersini üretmiştir. Foucault’ya göre, bunun sebebi, bir
önceki kısımda üzerinde durduğumuz üzere, liberalizmin, özgürlük ile hem üretici
hem de yıkıcı bir ilişki sürdürmesinden ileri gelir. (Foucault, 2008: 64, 69)
143
sürdürülmesi adına pek çok kanlı savaşın yapılması, devletlerin kendi halkları
144
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
(Foucault, 2008:121)
145
aktörlerini ulusötesi şirketler, alanını küresel finans piyasaları oluşturur. Foucault, bu
geçirmek, “geçmişin bilgisini, bugünün deneyimi için işletmek” istediğini ifade eder.
önemli olduğuna dikkat çeker.” (Barry, 2000: 201) Foucault, bu çerçevede, neo-
yansıtması” ile ayırt edici bulur. (Foucault, 2008: 131) Neo-liberalizm, klasik liberal
ekonomi ilişkisi ve devletin rolü konusunda tümden klasik liberalizmden farklı bir
perspektife sahip olduğunu ileri sürer. (Donzelot, 2008: 128) Onun gözünde, neo-
farklılaştığı ölçüde yeni bir yönetimselliğe işaret eder. Foucault için, neo-liberalizm,
kendinden önceki liberalizm pratiklerinde büyük ölçüde piyasa dışı olarak algılanan
146
Foucault, 1978-1979 seminerlerinde, liberal yönetim sanatına dair
içerisinde liberalizmin bizim için yükselttiği sorunsalla ilgili” bulur. (Foucault, 2008:
“18.yüzyıldan beri meydana gelen krizler kapitalizmin krizleri olarak okundu oysa,
bu krizleri kuşkusuz kapitalizmin krizleri ile ilişkili olan liberalizmin krizleri olarak
2008: 70)
krizlerini imleyen “neo-liberal kritik, belirli kurumlara bir saldırı olmaktan çok
sorunsallaştırılması” olarak karşımıza çıkar. (Dean, 1999: 32) Daha ziyade, Alman
getirdiğinden bahseder.
147
Roosevelt eleştirisi, savaş sonrasında Truman (1945-1953), Kennedy (1961-1963) ve
yöneltilen eleştiriler şekillendirir. (Foucault, 2008: 79, 217) Bu iki formun ortak
düşmanı, Foucault’ya göre, Keynes’dir; ortak amacı devlet tarafından kontrol edilen
verilmesidir. Devlet tarafından tanımlanan ve göz altında tutulan bir piyasa yerine,
ziyade ‘ütopist bir çekirdek,’ bir düşünme biçimi olduğunu ileri sürer. (Foucault,
yaratmak üzere gayet net bir programları vardır. (Guala, 2006: 437)
148
tarihi yer alır. Çoğu, Üçüncü Reich zamanında göç eden bu figürler, savaştan sonra
daha temel bir sorun görmesinden kaynaklanır. (Jeanpierre, 2006: 87-111; Kelly,
liberal biyo-siyasetteki dönüşüme işaret eder. (Gudmand-Høyer & Hjorth, 2009: 117)
Frankfurt Okulu’nun üyelerininkinin tam zıddında yer alır. Her ne kadar Franfurt
daha sosyal bir akıl önerirken, Freiburg Okulu’nun neo-liberalleri, önceki yönetim
formlarının sosyal irrasyonalitelerini aşabilecek yeni bir kapitalist aklın peşine düşer.
(Gordon, 1986; Dean, 1999: 56) Bir başka deyişle, Foucault’ya göre, Ordo-liberaller,
149
toplumsal rasyonallik yerine, kapitalizmin toplumsal irrasyonalliğini etkisiz kılacak
161-166)
uygulamaktaki başarısızlığın sonucu olduğunu ileri sürmeleri yer alır. Onlara göre,
yapay oyununu, belirli kurumsal koşullar altında uygulamayı önerirler. Alman neo-
tarafından gözetilen devlet” arayışında özetler. (Foucault, 2008: 116) Bu arayış ise,
150
Foucault, Ordo-liberaller’in, ‘ekonomiyi devlet müdahalesinin artan baskısına
muhatap eden klasik liberal düşüncenin hatası neredeydi?’ sorusuyla yola çıktıklarını
doğal bir fenomen olduğunu söyledikleri anda devletin, piyasanın kendi kendine
onlara göre yarı-doğal süreçlerin bir alanı değil, yasal, kurumsal ve kültürel bir
çerçeve içerisinde garantilenmesi gereken bir gerçeklik olarak belirir. Bir başka
ediyorsa müdahaleyi ister ve bunu yaparken, ekonomi ile toplumsal olan arasında
klasik liberalizmin saptadığı ilişkinin doğasında bir değişiklik önerir. Bu ilişki ne bir
151
müdanasızlık önerisidir. Artık sorun, kişilerin karşılaştığı eşitsizliklerin tazmin
değişim vardır. Hedef artık, piyasa ekonomisinin talihsiz etkilerini tazmin etmek
değil, piyasaya karşı değil, piyasa için bir yönetim kurmakla ilgilidir. Bu yönetim
toplumsal çerçeve arasında bir ayrım yapmakla ilgili görünür. Ekonominin kendisine
oyunu, yaşamın tüm alanlarının girişimci bir ruhla yeniden yapılandırıldığı bir kültür
152
ile uyumlaştırılması gerekmektedir. Rüstow, buna vitalpolitik adını verir.
(Foucault, 2008: 157 dipnot 62) Eucken de benzer biçimde, doğrudan ekonomik
olgular - fiyatlar, nüfus, teknikler vs. - değil, piyasa ekonomisini mümkün kılacak
etmek; mülkiyete erişimi arttırmak ve toplumsal sigortayı bireysel sigorta ile ikame
ibarettir. Hukukun üstünlüğü asla ekonomik ve sosyal kontrol planı olmamalı: sadece
153
yönetimin eylemlerini formalleştiren hukuk, sadece ekonomik kurallar kataloğunu
gerektiğini ileri sürerler. Devlet, rekabetin üretilmesi için, artık refah devleti kimliği
üzere gereksinilen bir şey değil, rekabeti yaratıp sürdürerek - örneğin, piyasaların
piyasa ekonomisini mümkün kılmak üzere gereksinilen bir şey olarak karşımıza
çıkar.
Gordon bu kaygının, Alman siyasal düşüncesindeki devletçi hat ile etkileşim halinde
Okulu’na yönelir.
154
II.CHICAGO OKULU ve BEŞERİ SERMAYE KURAMI
Schultz and Gary Becker, Milton Friedman and George Stigler- neye karşı
genişletilmesidir. (Foucault, 2008: 217) Bir başka deyişle, burada ‘çok fazla
aşırı bürokratizme sebep olması ve böylece yeni bir müdahele döngüsüne yol açacak
155
liberalizm dolayımıyla sınırlarken, Amerika deneyiminde, Boston Çay Partisi ile
(kölelik sorunu, yargı sisteminin statü ve işlevleri sorunsalı, eyaletler ile federal
devlet arasındaki ilişkiler vs.) olmazsa olmaz elemanıdır. Oysa, Kıta Avrupa’sında
etrafında döner. (Foucault, 2008: 218) Üçüncü olarak, Foucault, Amerikan neo-
liberalizminin muğlak bir niteliği olduğuna zira hem sağ hem de sol tarafından oyuna
benzer tınılara sahip bulunan her şeye düşman olan Amerikan sağı tarafından liberal
siyasal bir tercih olarak belirmediğini, Amerika’da liberalizmin bir oluş ve düşünüş
bütünü olduğunu bir kere daha vurgulamak olarak belirginleşir. (Foucault, 2008:
218)
156
Amerikalı neo-liberaller, Foucault’ya göre kısaca şunu söyler: ‘Klasik
üçüncüsü üzerinde neredeyse hiç durmazlar. Örneğin, Adam Smith emek üzerine
düşünerek yola çıkar ve ekonomik analizini işbölümü ile temellendirir. Ancak bu ilk
adımdan sonra emeğin kendisini hiç analiz etmez, durmadan emeği nötrleştirmeye ve
zaman faktörüne indirgemeye çalışır. Emeğin artışını analiz etmek üzere yola çıkan
Ricardo, emeğin artışını, piyasaya daha fazla işçinin sokulması, bu işçilerin daha
ancak belirli bir yatırım ölçeğinde aktif hâle geçen pasif bir faktördür.’ (Foucault,
analizini ekonomik analize katma iddiasıyla ortaya çıkarlar! (Donzelot, 2008: 115-
34; Guala, 2006: 429-439; Lemke, 2001: 190-207; Read, 2009: 25-36)
Foucault, bu iddiayı oldukça ilginç bulur; “Marx diye birisi var değil mi?”
diye sorar. Marx’a göre, işçi, arz ve talebinin dengesine tekabül eden piyasa
koşullarında gelişen ücret karşılığı iş gücünü satan kişidir. İşçi tarafından ortaya
konan iş, bir değer yaratır ve bu değerin bir kısmı kendisinden çalınır. Marx, burada
emek gücüne indirgediğine işaret eder. Marx’a göre, kapitalizm, emeği bir ürüne
157
liberalizmde zaman faktörüne bağımlı bir biçimde değerlendirilir. Emeğin bu
seçimler yapan her türlü niyet içeren davranışla ilgilenir ya da daha geniş anlamda,
sorusuna ücret almak için diye cevap verdiklerini, buradaki ücretin ise, iş gücünün
satıldığı fiyat değil, işçinin geliri olarak okunduğuna dikkat çeker. Gelir ise, bir
gelecekteki bir gelirin kaynağı olabilecek olan şey olarak tanımlanır. Öyleyse, bir
gelir olarak ücret, belirli bir sermayenin geliridir. “Peki ama bu gelir-ücretin
158
Foucault’ya göre, emeğin bu biçimde sermaye ve gelire ayrıştırılmasının
sürülür. Foucault, bunun bir yanı ile doğru olmakla birlikte, belirli bir dönüşümü de
içerdiğine işaret eder. Klasik ekonomide, homo economicus, bir değiş tokuş
sürecinde yer alan iki taraftan biridir. Bu kişi yararlılık üzerinden davranışını
(Becker, 1962’den aktaran Foucault, 2008: 287) Beşeri sermaye, doğuştan gelen
ailelerin çocukları ile paylaştığı zaman, tıbbi bakım, sağlık, kamu hijyeni,
159
noktada davranışsalcılık ile kesişir. Piyasa rasyonalitesine göre çevrenin
Ordoliberaller için, fiyat oluşum mekanizması öylesine kırılgandır ki, her an ihtiyatlı
bir iç politika ve bir dizi siyasal ve sosyal önlem gerektirir. Amerikan neo-
rasyonaliteyi, ekonomik alanların dışına aileye doğum oranlarına, suç ve deliliğe dek
2008: 246)
miktarı, anne ile çocuğun ilişkisi, ailedeki duygusal atmosfer, çocuğun sosyal
Nüfusun potansiyel olarak belirli bir amaca yöneldiği her konu başlığı – çocukluk,
gençlik, çalışma hayatı, tatil, evlilik, aile ve dostlarla ilişkiler, emeklilik, sağlık – bir
eknomik analiz alanı sunar zira bu alanlar aynı anda beşeri sermayenin çıkarsandığı
160
liberalizminin, nasıl Schumpeter tarafından kavramsallaştırılan sosyal hareketlilik,
çeker. Kamu hijyeni, sağlık politikaları, suç oranları, ceza sisteminin işleyişi bile
bir beşeri sermaye, artı değeri üreten yetenekler-makinaları olarak insan kavrayışı ile
formu, bu biçimde, sosyal dokunun genel işleme prensibi hâline getirilmeye çalışılır.
belirleyici olmadığı yapay bir ‘girişim’ biçimini hayatın tüm alanlarında teşvik
2008: 146-149) Sağlık ve eğitimin yanısıra refah toplumunda kendisi için devlet
1
Amerikan neo-liberallerine göre, yenilikçilik ve yaratıcılık, beşeri sermayenin elemanlarına yapılan
yatırımların sonucudur. Japan kalkınması bunun sonucudur. Üçüncü Dünyanın sorunlarının temelinde
de bu yatar. Onlara göre, Üçüncü Dünya ekonomileri, ekonomik mekanizmaların bloke edilmiş
olmasının değil, beşeri sermayeye yeterince yatırım yapılmaması dolayısıyla zor durumdadır.
(Foucault, 2008: 232)
161
analizi bu alanlara genişletmekle ilişkilidir. İkincisi ise, “kamunun piyasaya
enstrüman bir arada işletilerek, hem toplumsal alan ekonomik bir gerçeklik olarak
yeniden yapılandırılır, hem de her tür siyasal ve kamusal otoritenin piyasa adına
kendi kendisini sınırlamasını mümkün kılacak bir hakikat rejimi olmaktan çıkar zira
geleneksel ayrımları yerle bir eder ve devlet ile sivil toplumun piyasalaştırılmasını
kanının aksine eski kuramların yeniden pişirilip günümüze sunulmuş hali olmaktan
uzak olduğu açıktır. (Donzelot, 2008: 125-128) Piyasa rasyonalitesinin yeni alanlara
162
İkinci olarak, liberalizm formlarının her birinin, yönetim ve yönetilenler
arasındaki ilişkilere dair belirli bir şemaya sahip olduğunu, yönetilen bireyler, bir
için doğal özel çıkarları peşinde olan ve piyasada yer alan bireylerin davranışları ile
davranışlarına referansta bulunur. (Burchell, 1996: 24) Her iki durumda da belirli,
“Her iki durumda da yönetimin prensibi, ister Adam Smith’in ifade ettiği gibi ‘doğal
özgürlük’ formunda, isterse de Hayek’in dile getirdiği gibi ‘bir yan etki’ olarak
biçimde, özgürce davranmalarını gerektirir.” (Burchell, 1996: 23) Her iki durumda
özgürlüğün düzgün bir kullanımı gerekir. “Bireysel özgürlük, ütopist bir rüyanın
çıkar eğilimli ekonomik bir ego değil, aynı zamanda bir toplumun üyesi ve biyolojik
163
tarihsel bir ortamda gerçekleşir. Bu ortam, kendisine has süreçlere, kendini yönetme
yönetimin üretmesi gereken alandır. Sivil toplum yönetimin hem nesnesi hem de
amacı haline gelir. (Burchell, 1996: 25) Liberal yönetim sanatının bu amaç
şeyin, sosyal sigorta sistemleri, işsizlik ve refah yardımları, devlet eğitimi gibi sosyal
olmadığını ileri sürer. Bu yönetimsel mekanizma öyle bir noktaya gelmiştir ki neo-
kadar toplum karşıtı da olduğu açıktır. (Burchill, 1996: 27) Diğer yandan neo-
ekonomik davranış formlarını icat eder ve yayar. (Burchill, 1996: 27) Girişim
164
ve etiğe içeriğini verdiği ölçüde, siyaset ve etik arasında, diğerlerinin ve kendiliğin
yönetimi arasında yeni ve belirsiz, istikrarsız bir alan açılır. (Burchell, 1996:30)
önemli avantajı, neo-liberalizme karşı çıkmak üzere belirli bir alanı netleştirmesidir.
Foucault’ya göre, neo-liberalizme sadece bir ideoloji olarak karşı çıkmak, onun
koşul ve etkileri üzerine eyleyerek işlediğine dikkat çeker. Hâkim çıkarlar ideali ve
yapıları ile sınırlanmıştır. Böyle bir fikir, kendinin girişimcisi olan bireylerden oluşan
bir toplumda olası görünmez. Margaret Thatcher’in ‘başka alternatif yok’ sloganını
kullanması bir rastlantı olmadığı gibi, IMF ve Dünya Bankasına karşı Seattle
protestlarındaki sloganın ‘başka bir dünya mümkün’ olarak karşımıza çıkması da bir
165
BEŞİNCİ BÖLÜM
uyandırır. İlk olarak, 1979 yılında İngilizce olarak yayımlanan, 1 Şubat 1978 dersi
166
neden yankı uyandırmak için 1990’ları beklemiştir? (Dean, 1999 : 1) Dean’e göre,
konusunda çok daha alçakgönüllü bir tutum sergilediğinden, pek çok araştırmacı
dünyada büyük yankı uyandırmıştır? Colin Gordon’a göre, bunun sebepleri arasında,
iki ülkenin siyasal süreçleri arasındaki farkların önemli payı vardır. Gordon’a göre,
Fransa, 1980’lerden itibaren, savaş sonrasında izlediği otuz yıllık sosyal ve siyasal
Gordon, 2008: 48) Gordon’a göre, Thatcherizm, İngiltere solunda her ne kadar
167
devam edildiğine dikkat çeker. “Sosyalizmden kabul edilebilir bir çıkış olduğunu
daha önemli geldi” diyen Donzelot, Gordon ile yaptığı röportajda, Foucault’nun
liberalizm odağının, Fransa’nın konjonktürü ile uyumsuz olduğunu dile getirir. Diğer
verdiği tarihlerde, Doğu Avrupa muhalefeti ile yakınlığına dikkat çeker. Fransa
komünist imaların payı olduğuna işaret eder. Foucault’nun aynı dönemde, Fransız
araştırmaları kapsayan ve gün geçtikçe genişleyen bir araştırma alanı olarak belirir.
üretmelerine işaret etmektir. 1 Bir başka deyişle, ‘Yönetimsellik Okulu’ başlığı altına
siyaset felsefesi tarihi ile toplumsal ilişkilerin ampirik çalışması arasına yerleşen
1
Ne var ki, bu başlık altında değerlendirilen çalışmalar, birlikli bir yönelim, araştırma nesnesi ve
metodu belirginleşmiş bir alt disiplin oluşturmaz, homojen bir bütün sunmaz. Analitik kolaylık
sağlamak amacıyla sıkça tercih edilen bu başlık altında çalışmalarından bahsedilen araştırmacılar da,
kendilerini böyle genel bir entelektüel hareketin parçası olarak görmediklerini sıklıkla dile getirir.
168
orta-ölçekli bir analiz formu ya da Foucault’nun iktidarın üreticiliğine dair
vurgusunu ciddiye alan kuramsal bir strateji geliştirme yönelimine sahip olmalarıdır.
görülür. 2
‘İngiliz Ekolü’ olarak adlandıracağımız ilk eksen, yönetimselliği tikel bir genellik
tikellik, hem de tikel bir genellik olarak ele almayı öneren ve yönetimi, iktidar
mekanizmaları içerisinde yer alan bir diğer iktidar modu olarak değerlendiren
2
Yönetim rasyonalitelerinin tarihsel ya da söylemsel analizleri ile mesafeli duran ve yönetimsel
teknolojilere odaklanan Andrew Barry, yönetimsellik teriminin, bir yaklaşım ve ya kuram olarak
değerlendirilmesinin entelektüel bir çıkmaz sokağa varmasının tehlikelerine karşı bizi uyarır. (Barry,
2000: 201) Ona göre, “Foucault, bize genel bir toplum kuramı sunmaz. Daha ziyade, risk, toplum,
nüfus, devlet...gibi kavramların ve bu kavramların siyasal stratejiler ve enstrümanlarla ilişkilerinin
karmaşık tarihsel oluşumunu incelemek üzere bir dizi metodolojik araç sunar.” (Barry, 2000: 202)
169
A. ‘İngiliz Ekolü’: Yönetimin Yönetimselleşmesi Üzerine
Söylemsel/Empirik Araştırmalar
çeşitli mekanizmalarla ilişkili olarak ele alarak, yönetim analitiğinin iki olası
üzere ne gibi amaç ve hedeflere sahip olduklarını verecektir. (Rose ve Miller, 1992:
176)
bir “şimdinin tarihi” çalışmasına kılavuzluk edebilecek boyutları sıralar. (Rose, 1999:
170
xi–xii) Sorunsallaştırmalar (belirli ahlaki, siyasal, ekonomik, askeri kaygılarla ilişkili
kriterler ve ne tip ayrımcı pratiklerin söz konusu olduğuna dair araştırmalara açılır),
otoriteler (uzmanlığın yeni bir otorite formu olarak belirişi, otoriteyi ele geçirmek ve
hedefleri arasında bir kesişim yaratma hedefiyle nasıl harekete geçirildiğini ortaya
3
Nikolas Rose, kendilik yönetimine odaklanır. (Rose, 1990, 1993) Miller & Rose tüketicinin nasıl
kurulduğunu araştırır. (Miller & Rose, 1992) 1996 yılında, Barry, Osborne & Rose, Foucault ve
Siyasal Akıl: Liberalism, Neo-liberalism ve Yönetim Rasyonaliteleri derlemeyi yayımlar.
171
reddi, devletin geri çekilişinin, aslında yönetimin genişlemesine karşılık geldiğine
olduğunu ileri sürerler. Burada öne çıkan süreç, bireylerin sorumluluğunun, devlet
bireylerin kendilerine ihale eden, sosyal teknolojilerin belirmesi ile el ele giden
vektörü, bizlere, nasıl ki, refah devleti, devlet aklı modeline yaslanan ekonomi-
politiğin ötesine geçen bir hamle olarak görülebilirse, neo-liberal toplumun, gelişmiş
performansına kıyasla, teknik düzeyde analiz edilir: hiç bir siyasal kritere
tasvir etmenin bedeli, araştırma kriterlerini teknik düzeye hapseder, siyasal kriterler
çalışmalarında ‘yönetimsel olan’ ile ‘siyasal olan’ arasında yeterli bir ayrımı tesis
172
liberal yönetimin otoriter yönleri konusundaki suskunluğunu da bu kategorik
54)
formda resmeder.
gerektiğini anlamanın zor olduğunu dile getirir. Gordon’a göre, Foucault, her ne
kadar eleştirinin, reforma yönelik olarak kullanılmak zorunda olmadığını ileri sürse
de, mevcut yönetimle bağımsız ve eşit bir muhatap olarak diyaloğa girmenin,
173
(Donzelot ve Gordon, 2008: 57) Gerçekten de, Foucault’nun liberalizm ve neo-
olduğu konusunda tarafsız bir tartışma yürütmek, eleştirinin status quo’ya teslim
ortaya konan çalışmaların neredeyse bir alt-disiplin olma yolunda aşama kaydettiğini
ileri sürer. Dean’e göre, yönetimsellik çalışmaları, felsefe, tarih ve sosyolojiyi ortak
4
Psikolojiden (Rose, Castel) eğitime (Hunter), yoksulluk ve refahtan (Donzelot, Dean, Procacci)
toplumsal sigorta ve riske (Ewald), etik ve cinsellik siyasetinden (Minson) siyasal kurama (Hindess),
mekân ve mimari yönetiminden (Rabinow) hukuk ve kriminolojiye (Hunt, O’Malley, Stenson),
feminist kaygılardan kalkınma çalışmalarına (Weir, Philpott) ve uluslararası ilişkilere (Dillon,
Hindess, Dean) ve kolonyal ve post-kolonyal çalışmalara (Gupta) uzanan çok geniş bir skalada,
yönetim pratikleri sorunsallaştırılır.
174
kesen bir kavramsallaştırmadır ve pratik rejimlerinin var olması, sürdürülmesi ve
gelir. Verili bir zaman ve mekânda, az çok organize biçimlerde, idare, danışma,
belli bir pratik rejiminin ortaya çıkışını tanımlamak, onu kuran çok çeşitli
Böyle bir rejimin nasıl olup da belirli bilgi formalarının ve bunun sonucu olarak da
rejimlerinin nasıl bir teknik ya da teknolojik boyuta sahip olduğunu, amaçlarını nasıl
175
farklı ve öngörmesi zor olan sonuçlar ve etkiler doğuran öyle ya da böyle
hesaplı ve rasyonel sayılabilecek bir eylemdir. (Dean, 1999:11)
Dean, yönetmenin etik ile yakından ilişkili olduğuna da dikkat çeker zira
yandan kim olduğumuz, nasıl ve hangi amaçla var olduğumuz konusunda doğru
sahip olan Avustralya Ekolü, ne var ki, İngiliz Ekolü’nden farklı olarak, yönetimin,
otorite konumunda bulunan çeşitli öznelerin yapıp ettiklerinin basit bir ampirik
çok daha karmaşık bir iktidar ilişkileri alanına yerleştiğini, bu alanda egemenlik,
biyo-iktidar, pastoral iktidar, disiplinin de yer aldığına dikkat çeker. (Dean 1999)
176
Dean’e göre, Foucault, tüm bir iktidar ve yönetim alanını, ‘özgürlüğün
iktidarların’dan ibaret görmez. Foucault, yönetim kavramını çok daha karmaşık bir
heterojen ve çoklu (multiform) bir yapıdadır. (Dean ve Henmann, 2004: 123) Dean,
dışı organizasyonlar tarafından üstlenilmesi gereken bir aktivite olduğuna işaret eden
ikili kıskacı arasında devlet bir kenara itilir ve böylelikle egemenlik iktidarları ve
günümüzde daha fazla olasılığa sahip olduğu ileri sürülür. Avustralya Ekolü’nün
177
çalışmalarının özgün yanı, yönetimsellik serüveninden, bu analizlere meydan
sınırlarını, hem de belirli bir topluma ait olmayışın etkilerini gözler önüne serdiğini
ileri sürer. Üstelik savaş tüm yıkıcılığı ile varlığını sürdürmeye devam etmektedir.
üzerinden sinsice işler. Yaşam ve ölüme dair egemen kararlar, normal, arzulanır ya
178
değerlendirilen bireylerin kendilerini yönetmekten aciz oldukları ve istisnai oldukları
yönlendirildiğini kavramak üzere çok düzlemli bir analiz ortaya koymak gerektiğini
analitiği yürütmeyi önerir; özneleri, nasıl egemen kararın kucağına atıldığına, yaşam
İngiliz Ekolü’ün suskun kaldığı egemenlik meselesi hakkında önemli açılımlar sunar.
liberal yönetimle uyumlu hatta bu yönetim formuna içkin olduğunu ileri sürer.
Hindess (2001, 2006) ise, modern devletlerin şiddet kullanmayı, nüfuslar üzerinde
tuttuklarına işaret eder. Benzer biçimde, Stenson da, yönetim analitiğinin ilk
179
araştırma nesneleri arasına yerleştirilmesinin önemli açılımlar sağlayabileceğini ileri
konusunda İngiliz Ekolü ile benzer bir yönelime sahip olmakla beraber, bu açılımları,
üçgenini, site-yurttaş oyunu ile çoban-sürü oyununun şeytani doğasını dikkate alan
inceleme ve eleştirel bir analize konu etme imkânı bulur. Avustralya Ekolü, hem
içeriden bir eleştirisini sunar, hem yönetimin baskıcı yanlarına dikkat çeker, hem de
180
gibi konumlar arasında ve özgürlük versus eşitlik, negatif özgürlük versus pozitif
özgürlük vs. gibi pek çok tema üzerinden - ve çeşitli gerilimlere sahne olmakla
yönelim talebi yer alan, bu tekdüze liberal eleştirinin tekdüzeliğini analitik açıdan
gözler önüne sermek bakımından önemli açılımlar sunar, ancak siyasal açıdan aynı
başarıyı gösteremez.
istinaden saptamayı öneren liberal siyasal kuram, tüketici bir kategorizasyona konu
oluşturur. (Gaus, 2000: 182) Bir başka deyişle, öznellik versus cemaat, paylaşılan
tarihsel boyutu yetersiz ölçüde dikkate aldığına işaret eder. Liberal siyasal kuramın
181
bireyciliğinin belirli bir öznellik kavrayışı yarattığını ve bu öznelliğin, toplumdan
değer atfetmeleri, kendi iradesini dünyaya yansıtan bir özne kavrayışına sahip
oldukları da açıktır. Buna karşılık, cemaatçi liberaller, bireylerin otonom bir biçimde
vardıkları yaşam planlarını hayata geçirmediklerini, zira yaşamın pek çok alanının
konusunda nötr olması gerektiğine dair önerilerine karşı çıkar. Bunun yerine,
Aristoteles’in, insanın, toplumsal ve siyasal bir hayvan olup, polis dışında kendi
garanti altına almakla ilgilenmemesi gerektiğini, aynı zamanda, öznelerin refahı için
ilgili bir aktivite olarak düşünülmesi gerektiğini ileri sürer. Taylor’a göre, liberallerin
atomist görüşleri kamusal söylemi yok etmekte ve pek çok toplumsal soruna ve
182
de belirlediğini ve bireylerin düzgün cemaatsel yaşamlar sürdürmekte hayati bir
daha ilintili bir yaşam deneyimlemeyi önerirler ve özgürlükten çok fazla taviz
siyasal yargının, öznelerin dünyalarını kavramalarını mümkün kılan akıl yürütme dili
öngören yeniden bölüşüm talepleridir. Diğeri ise, ‘etnik köken’, ‘ırksal aidiyet’ ve
183
karşı, ‘tanınma siyaseti’ (politics of recognition) çerçevesinde, farklılıklara saygılı bir
varmaktadır. Oysa Nancy Fraser gibi sol liberaller, her iki talebin bir arada takip
(Fraser, 1996: 1-68) Fraser, toplumsal adaletin günümüzde hem yeniden bölüşüm
taleplerini, hem de tanınma taleplerini bir arada içermesi gerektiğini, biri olmadan
iması, hem toplumsal eşitlik hem de farklılıkların tanınması taleplerini bir arada
içeren bir adalet kavrayışına varmakla ilgili görünür. Pratikte ise, tanınma siyasetinin
Liberal siyasal kuram zemininde karşımıza çıkan bir başka tartışma ekseninde
düşüncenin önemli noktalarından biri olan, ahlakın kendinde bir şey olmaktan
ziyade, özgür ve rasyonel öznelerin ürünü olduğu tezine karşı konumlanır. Ona göre,
ahlaki sebepler, kendileri dışında herhangi bir şeye – ne bir düşünüre, ne ahlaki bir
cemaate ne de başka türlü bir akıl yürütmeye – dayanmazlar. Kendi sözleriyle, ahlak,
“kendisi adına”, “kendi sesi ile konuşur.” (Larmore, 2008: 88) Larmore’a göre,
ahlaklı bir insan olmak, bir diğerinin iyiliğini, kendi üzerimizde meşru bir talep
olarak tanımaktır. (Larmore, 2008: 73, 88) Bu talebi onaylamak amaçlı her çaba –
184
ister kişisel çıkar ya da rasyonel özgürlük – ahlakın dolaysız statüsünü yerle bir eder.
Larmore, bir başka deyişle, ahlakı, daha geniş ampirik ya da değerlendirmeci bir
gerekmez.
dünyanın hakikatine yaklaştırdığını ileri sürer. (Larmore, 2008: 25) Larmore, insan
Postmodern ironistler arasında öne çıkan Rorty ise, kuramsal düzlemde genel
ve siyasal olarak da liberal bir eğilimin bir sentezini sunar. Rorty, postmodern
ayrıntılı olarak irdeler. Burada ileri sürdüğü öneriye göre, bir yanda, demokratik
özgürlükler, bir yanda bireysel yetenekler desteklenmeli, her iki alan birbirine
olumsallık bilinci yaygınlaştırılmalıdır. Rorty, bir tür özel alan ile kamusal alan
gelip, ironi nosyonu ile ilişkilendirilirken, kamusal alan başkalarıyla birlikte yaşama
185
alanda, bireyin bireysel olarak mükemmelleşmesini, toplumsal alanda da ortak bir
Öte yandan hakikati görelileştiren bir yönelime sahiptir. Ona göre, hakikat, ancak
yolu gösterir. Rorty, ironik bireyi, kendi zihnine mesafe koyabilen ve başkalarını da
Dayanışma kavramı ise, Rorty'nin kamusal alan için önerdiği bir kavramdır.
Buna göre, eğitim, sağlık ve benzeri sosyal konularda, hak eşitliğiyle adalet ve güven
dayanışma, metafizik bir insan özü keşfetme çabası değil, başka insanların acılarını
farklılıklarıyla kendi gibi biri olarak görebilme yeteneği olarak tasvir edilir. Böylece,
186
Özetle, analitik kolaylık sağlamak açısından, (a) klasik liberaller (b) cemaatçi
liberaller (c) sol liberaller (d) postmodern ironistler olarak ayrıştırdığımız liberal
siyasal kuram çok çeşitli görüşleri bir şemsiye başlık altında bir araya getirir. Bir
nasıl yönelimlere sahip olması gerektiği gibi pek çok konuda, birbirinden oldukça
farklı görüşler ortaya koyan çalışmalar, liberal siyasal kuram şemsiye başlığı altında
etmeleri yer alır. Bu taleplerin ardında, bahsettiğimiz liberal ekollerin her birinin,
temeli olarak normatif bir siyaset felsefesini zorunlu görmeleri yatar. Bu tartışmayı,
kavrayışının, belirli prensiplere sahip olduğu düşünülen özneye ilişkin olarak negatif,
(Taylor, 1984) İkinci olarak, Foucault’dan özgürlük için bir zemin öne sürmesi
187
düzene yaslamayı reddettiği için tutarsız bulunur. Oysa Foucault’nun eleştirisinin
2007: 27) Foucault’nun herhangi bir devlet formunu özgürlük pratiklerinin kabı
duyduğunu ileri sürer. Michael Walzer, Foucault’yu her türlü kuramsal ve etik
eleştirmenler, özgürlük üzerine bir söylemin alabileceği tek formu, mevcut toplumsal
diyagrama bir alternatif sunulması ile kısıtlar. “Eğer Foucault liberalizme alternatif
arasındaki tartışma mümkün olabilirdi zira aynı normatif siyasal felsefe düzleminde
yer alırlardı.” (Prozorov 2007: 27) Kısaca, liberal kuramcılar için anlaşılmaz olan,
188
için uygun olmayan bir yerdir. Yönetimsellik Okulu’nun çalışmaları, yalnızca liberal
yönetimin bireysel otonomiyi nasıl temel kaynağı olarak kullandığını ortaya koymaz,
bakıldığında, insanlar belirli bir yönetimsel diyagramın içinde yer almak dolayısıyla,
Mitchell Dean (1999), Nikolas Rose (1990, 1996) ve Colin Gordon (1991)
belirli bir yönetimsel diyagram içerisinde yer alan iktidar ilişkilerinin içkin tarzları
yönetimsel pratiklerin hem amacı hem de aracı olarak kullanan liberal yönetimsellik
5
Foucault’nun iktidarın üreticiliğine dair vurgusunu ciddiye alan bir diğer yaklaşımı, Judith Butler
serimler. Butler, Gender Trouble: Feminism ve the Subversion of Identity (1990) başlıklı
çalışmasında, toplumsal cinsiyeti bireyin doğal kimlik olarak yaşadığı performatif etki olarak
sunarken, toplumsal cinsiyete dayalı bir kimlik kategorisi olan “kadın” kavramının feminist bir
siyasetin temelini oluşturması gerektiğini savunan varsayımlara karşı çıkmakta, herhangi bir kimliğin
bir temel olarak kullanılmasının kaçınılmaz bir biçimde ve istenenin aksi sonuca götürerek, mevcut
cinsellik, toplumsal cinsiyet ve libidosal ilişkilerin normatif ikili yapısını devam ettirmekten öteye
götürmeyeceğini ileri sürmektedir. “Performativite” olarak adlandırılan bu kuram, baskı ya da
tahakküm altındaki insanları özgürleştirmek amacını güden siyasal hareketlerin zeminini sarsar.
(Spargo, 2000: 53-59)
189
yarattığını ve belirli özgürlük pratikleri salık verdiğini göstermesinden ileri geldiğini
istediğimiz gibi kullanın” (Dean 1998: 217) Bireyler, özgürlük ve otonomileri tanınır
özel alanda otonomi arayışının, giderek daha da fazla bir şekilde, yönetim tarafından,
otonomi arayışlarının özgürlüğü neredeyse bir görev haline getirdiğini ortaya koyar.
bir öğüt olarak karşımıza çıkar. Üstelik, kişinin derinlerde yattığı ileri sürülen
dönüştürür.
basit ikiliğin ötesine geçen bir özgürlük söylemini mümkün kılar. (Prozorov, 2007:
toplum arasında, iktidar ve öznellik alanları arasında sabit bir ayrımı reddetmesi ve
190
Yönetimsellik Okulu tarafından ortaya konan özgürlük değerlendirmesi, ne
var ki, tümüyle tatmin edici değildir. İlk olarak, eğer yönetimsel olmayan bir
bir şeyleri yokken ama kazanacak sabit ve güvenli bir kimlikleri varken, belirli bir
olduğunu ortaya çıkarmakla eleştirel bir yönelime sahip olmakla birlikte, bir
otonomi arayışının nasıl farklı sonuçlanabileceğine dair bir fikir ortaya atmazlar.
niteliği ise, bu durumda özgürlük adına yönetimselliğe direnmeyi salık vermenin hiç
bir olasılığı yoktur zira her bir diyagram, kendi özgürlük kurgusu ile işleyecektir.
2007: 32) Yönetim analitiği, bu çerçevede teşhisçi boyuttan eleştirel ve siyasal bir
dikkate alındığında, bu söylemsel düzenin bir parçası olarak, yönetimin yeni bir
191
Ekolü’nün yönetim analitiği, “risk toplumu”nu sorunsallaştırmaktan ziyade,
yaratır, hem de siyasal pesimizme kurban gider. (O’Malley et al.,1997: 513) İngiliz
siyaseti harekete geçirmek amacını sıkça dile getirse de, bu yönde çok az çabaya
sadıksa da, vatandaşın siyasal yaşamına uzak kalır.” (O’Malley et al., 1997: 507) Bir
başka deyişle, kuram ve pratik arasında yakın bir eleştirel münasebete fırsat vermiş
olmakla beraber, çalışmalarını eleştirel bir siyaset ile ilişkilendirmek konusunda aynı
192
aktüelliğini tanımak ve eleştirel bir duruş geliştirmekle mümkün olabilir.” (O’Malley
Okulu’nun Avusturalya Ekolü’nün dikkate aldığı ancak İngiliz Ekolü’nün bir diğer
temelini oluşturan vatandaşlık hakları tarihi arasında yaptığı ayrımı veri kabul ederek
yola çıkan vektörlerin eleştirel bir boyuta sıçramakta zorlandığını ima eder. Foucault
için, yeni bir araştırma alanının belirginleştirilmesi adına bu ayrım belki de zorunlu
olmakla birlikte şimdilerde daha bağlantılı bir analize yelken açmanın yerinde
olacağını belirtir. Böyle bir analizin örnekleri arasında, Foucault’nun siyasal kurama
193
Connolly ve James Tully’nin siyasal etikte farklılık ve çokluk değerlerini analizlerine
katma çabaları yanında Jacques Donzelot’nun Faire Société adlı çalışmasını sayar.
Vatandaşlık nosyonu ile belirli bir biçimde yönetilmek arasındaki ilişkileri dikkate
bulur.
iktidarın aktüalitede nasıl işlediğine dair daha heterojen bir iktidar kavrayışı ile
mümkün olur.
ÇALIŞMALAR
olmak, pratik seçimler ve tahayüllere daha iyi araştırılmış bir zemin sunmak”
194
dersi ve bir röportajı ile birlikte) adlı derleme, Foucault’nun yönetimsellik
20.yüzyıl ortasına uzanan zaman dilimi hakkında önemli açılımlar sağlar. Aralarında,
François Ewald, Ian Hacking, Pasquino, Daniel Defert, Castels gibi yazarların
6
Foucault Etkisi adlı derlemenin yazarlarından hiç birisi ‘yönetimsellik’ kavramını açıkça kullanmaz.
Ne var ki, çalışmaları Foucault’nun yönetimsellik serüveninin kavramsal hazinesinden güçlü bir
biçimde beslenir. (Meyet, 2005)
7
Benzer bir çabaya, James Tully, Duncan Ivison ve Graham Burchell’in çalışmalarında da rastlarız.
Buradaki ortak araştırma ekseni Foucault’nun yönetimsellik çalışmaları ile siyasal düşüncenin tarihi
arasındaki yakınlıkları keşfetmekle ilgilidir.
195
yarattığı engelleri kaldırmak ya da merkantilizmin baskıcı siyasalarını bir kenara
bırakmak yeterli değildir. Ekonomik ilerlemenin önündeki temel engel, sosyal sorun
Ekonomik insanın kişiliği ve mantığı, yoksul nüfuslar arasında daha geniş bir
(Gordon, 1991:38)
aygıt olarak görüldüğü siyasal tiyatroda oynanan oyundan farklı düşünmek üzere
polis nosyonu üzerinden, devlet nosyonunun bir başka anlamını yeniden tesis eder:
Devletin 17.yüzyılda sahip olduğu anlamın istatistiğin mucidi, sivil toplumun bütün
bedeni olduğunu ileri sürer. (Pasquino, 1991:116) Paralel bir düzlemde, Ian
196
belirleyici bir rol oynayan hayır kurumları, yardım ve istatistik gibi pratikleri
incelerler.
savunuluşunun bir başka modern sonucu olan sosyal güvenlik üzerinde durur. Ewald,
izleklerinden birisini, riskin, kapitalizmin ruhu olmak yerine kendisinin bir sermaye
olmasına dair iddiası oluşturur. Ona göre, ‘risk’ ve ‘risk alma’ terimleri, sigorta
tekniklerinin ürünleridir. Ewald’ın gösterdiğine göre, 19.yüzyılda risk, her şeyi içine
nosyonları arasında bir çekişme olarak ortaya çıktığını ileri sürer. Bir yanda çalışma
197
nosyonlarının belirginleştiği bu ortamda sivil toplumun anlamı, yeni ve çekişen
nüfusların dilediklerince yeni bir sivil toplum inşa etme çabaları olarak
sivil toplumun anlamı üzerinde dönen bu tartışma, aynı zamanda, devletin rolü
çoklu rejimlerini devlet kuramları ile zıtlaştırdığını, devlet ile toplum arasındaki sınır
ortasında beliren devletin krizi, aynı anda, hem aktivist, hem mesafeli, hem
müdahaleci, hem de nötr olan bir devletin oluşmasına yol açar.” (Gordon, 1991:33-
34)
Fransa’sında, örgütlü emeğin rolü tanınır ancak aynı zamanda işçilerin toplantılarını
mücadelesinin siyasala eklemlenmesi der. Bu aynı zamanda belirli bir sivil toplum
198
ikincil kılınır. Devlet de bu kurumlar arasında özel bir kurumdur: kamu hizmetinin
toplumsal ilişkilerdeki bir mesele değildir: Devlet toplumsal ilişkilerin dışında durur
taraf ile bu hayat üzerinde ekonomikleştirmeye gidilmesini öneren bir başka taraf
günümüzde, ilk kez gerçek bir nüfus yönetimini mümkün kılar. Her bir bireye
199
ulaşılabilir ve bu bireylerin kendileri ya da topluluk için birer risk olarak
tanımlanmasını sağlayabilir.
yönetme kaygısı burada yeni bir boyut kazanır. Yeni sosyal güvenlik kurumlarının
Toplumun risk alıcı konumunu kabullenmesi, devlet üzerinde yeni bir garanti tesis
eder. Eğer devlet, toplum içinde, belirli türde sigorta türlerinin sağlayıcısı olmak için
bir ödev olarak belirecektir. Ewald, bu noktayı çok güzel toparlar: “sigortanın varlığı,
Özetle, derli toplu bir okul oluşturacak kadar olmasa da, Foucault ile bir
dönem yakın teşrik-i mesaisi olan ve onun açtığı yoldan giden ve bazı temaları da
olarak kritik yönelimlere sahiptir. Foucault’yu sadece üzerinde çalışılan bir nesne
vardır. Üçüncü Yol, Sosyal Demokrasi, Beck ve Giddens’ın modernite yorumları ile
200
III. ULUS-DEVLETİN ÖTESİNE ODAKLANAN ÇALIŞMALAR
iktidarın mekânları üzerine düşünmek, pek çok araştırmacının ilgisini çeker. (Selby,
durdurulamaz bir gerçeklik olduğunu ileri sürerken, pek çok diğer akademik söylem
sunar.
bilgi, sermaye ve insanların küresel akışları tarafından ortaya çıkan riskleri minimize
201
amaçlamadığı, yönetimin, bir devletin nüfusu ve ülkesi ile sınırlı olmadığı, bu
edilmekle beraber, neo-liberal yönetimsellik, her ne kadar tipik olarak belirli bir
mesafeden, uzaktan işlese de, daha açık disiplinci ve egemen iktidar formları,
olarak ifade bulmayı sürdürür. Kapalı alanlarda (göçmen kampları, küresel arz
edilir.
çatışmaları, Dean’e göre de, günümüzde bir arada varlığını sürdürmektedir. (Dean,
2002a) Yönetimsellik çalışmalarının, bu bir aradalığı daha iyi kavramak üzere başka
sürer. Dean’e göre, Foucault, eğer bize domestik bir yönetim sanatı tarihi sunuyorsa,
8
Dean’in, Foucault’nun çalışmalarında ‘eksik’ olduğunu ileri sürdüğü ‘uluslararası alan’,
Foucault’nun mikro – mezzo – makro ölçekler arasında öngördüğü geçişkenliği dikkate almamaktan
202
Dean, Foucault’nun, bir gemiyi yönetmenin, tayfalar, geminin kendisi,
ilişkileri kurmayı, tayfalar, gemi ve kargo arasında gerekli ilişkileri tesis etmeyi
zorunlu kıldığını vurguladığına dikkat çeker. Ne var ki, Dean’e göre, bu çerçeve,
sadece rüzgar ve fırtınalardan değil; güvenlik, balıkçılık bölgeleri, göç alanları gibi
düzenin böldüğü alan ve yerlerden geçer, diğer gemilerle ticari, diplomatik, askeri
ilişkilerde bulunur.
gelmektedir. Foucault, Dean’e göre, klasik liberal iktisat üzerine yaptığı çalışmalarda
bile, emperyalizm, küresel düzen ve kolonyal savaş gibi, Carl Schmitt’in “Dünyanın
Okulu’nun çalışmaları da, merkezi bir iktidar modeli olarak devlet fikrini
ileri geliyor: önceki bölümlerde serimlediğimiz üzere, Foucault’nun çalışmalarında, hem mekân hem
de ‘uluslararası ilişkiler’ konusunda önemli açılımlara gebe olan ipuçları mevcuttur.
203
sorgulamakla beraber, çok-biçimli iktidarların, ulus-devlet ufkunda tanımlanan bir
siyaset bilimciler vs.) yönlendirilmesinin büyük payı olduğunu ileri sürer. (Larner ve
Walters, 2004a)
bağlama dair verdiği ipuçlarından yola çıkan bu çalışmalar, onun kategorilerini çok
küreselleşme, küresel sivil toplum, kalkınma, güvenlik, göç, çevre, küresel sağlık vs.)
konur. Geniş ticaret blokları etrafında gelişen bölgeselleşme süreçleri, Avrupa Birliği
204
Bigo, Avrupa Birliği üzerinden, ulus-ötesi bir güvenlik alanının oluşumunu inceler.
(Bigo, 2000)
uluslararası sorunsalları analiz etmek üzere, ikili ayrımları (binaries) aşarak, verimli
araştırması ışığında, liberalizmin ulus-üstü bir düzlemde yönettiğini ileri sürer. Buna,
Foucault and Geography (2007) adlı derleme de dikkate değerdir. Bu derlemede yer
takiben yapılan barış görüşmeleri ile öjenik ve ırksal bölünmelerin bağlantılarını gün
ışığına çıkarır. Bu bağıntıda, haritaların coğrafi tahayül için hayati konumunun altını
205
çizer. Stephen Legg, Foucault’nun kolonyalizm konusundaki sessizliğini hayret
önemli açılımlar sağlayacağını ileri sürer. Legg, bu uğurda, Foucault ile Said
çalışmalarında ele alınmaya başlanır. O’Malley et al.’un da daha önce dikkat çektiği,
kültürel alanın sınırlarının ötesine geçen analitik bir yaklaşım da sunduğuna dikkat
çekilir. Buradan hareketle, pek çok araştırmacı, Amerika kıtasının ve Orta Asya’nın
206
bahsettiğini, iç/dış ayrımının kırılganlığına işaret ettiğini biliyoruz. Foucault, bu
derslerde, modern Batı toplumlarının, modern savaş fikrinde, sadece dış ilişkilerinin
bir dizi yönetme pratiği ve aynı zamanda söylemsel bir oluşum olarak değerlendirir.
ÇALIŞMALAR
207
A. Biyo-iktidar
açısından oldukça verimli açılımlara gebe olduğu düşüncesinden yola çıkar. Ne var
geri kalmaz.
tamamlanması gerekir:
208
eşiği 9 - egemenliği yerinden etmediğini, bir iktidar formundan bir diğerine
geçilmesinden ziyade, biyo-iktidarın egemen iktidarın bir formu olduğunu ileri sürer.
(Fuggle, 2009: 82) Roma hukukundan ödünç aldığı homo sacer (kutsal insan) -
kurban edilemeyen ama öldürülmesi bir cinayet sayılmayan kişi- figürü üzerinden
ileri sürdüğü üzere “öldürme hakkı”nı (right to take life) ikame ettiği fikrini
Schmitt’ten esinler.
atıfta bulunan döngüselliği ile kamu düzeni ve güvenliğe içerik sunan devlet aklı
9
Foucault’nun biyo-iktidar kavrayışı, önceki bölümlerde incelediğimiz üzere, devletin
yönetimselleşmesi sürecinin bir parçası olarak, 19.yüzyıldan itibaren, modern devletlere özgü bir
rasyonelleştirmenin hayata değen iktidarı olarak Agamben’in kavrayışından farklılaşır. Foucault’nun
“biyolojik modernlik eşiği”, bireyselleştirici anatomo-siyaset (insanın hem özne hem de nesne olarak
kuruluşunun soykütüğü) ve bütünleştirici biyo-siyaset, yaşamı hem siyasallaştıran hem de
ekonomikleştiren, insana hem hükmeden, hem yöneten hem de disipline eden iktidar ilişkileri
çokluğunu açımlamak üzere işaret ettiği hem bir kopuş hem de süreklilik geçitine karşılık gelir. Bu
geçit, iktidarını, egemenlik ile pastoral iktidardan devşiren modern devletin garip bir kombinasyonu
sunar. Modernlik eşiği bir kopuş yaratır ancak bu aynı zamanda egemenliğin modernliğe özgü bir
siyaset biçimi olan biyo-siyaset ile etkileşimine de açılan bir kapıdır.
209
bulunan yönlerini tespit etmekte haklıdır. Schmitt’in dikkat çekmeye çalıştığı nokta
rasyonalitelerine dair bir tartışma, bir kararlar yapısı olarak egemenliği görmezden
ilişkisinin çıplak hayatın siyasala dışlanarak içerilmesi olduğunu bir kez daha açık
ettiği ve yeni olmadığını ileri sürer. Ona göre, iktidarın egemen ve biyo-siyasal
sınırlarını değiştirerek yaşamı çıplak hayata (bare life) indirgediği örneklerin başında
hem dışında bir mekân oluştururlar, aynı zamanda da hukukun içerisinde yer alırlar.
Bu kamplar, hukukun kendini askıya alması ile amacına ulaştığı istisna durumunun
mekânlarını sunarlar. İstisna durumları, bir devletin, diğer yasal olmayan eylemleri
210
Foucault’ya göre ise, Nazi rejimini yönlendiren ırkçı söylemler sapkın bir
biyo-iktidar formu olarak belirir. Irkçılık biyo-siyasal bir toplumda, bir ölüm
söyleminin işlemesini mümkün kılan strateji olarak belirir. Belirli bir grubun
yaşamını kendisine hedef alarak diğer bir grubu, bu grubun yaşamı için tehdit olarak
devletlerin egemenliğin unsurları ile biyo-siyaseti bir potada eritmesinin, şeytani bir
kombinasyona yol açtığına dikkat çeker. İçinde ölüm ve yaşam oyununun oynandığı
girişir.
Agamben’e göre, buradaki meselenin belirli bir grubun kurtuluşu olmadığını, asıl
meselenin, Nazi rejiminin yargısının alanına giren tüm yaşamların kaderine karar
verme iktidarını kullanma olasılığı ile ilgili olduğunu iddia eder. Konsantrasyon
kampının, tüm mahkumların aynı anda hem toplumdan dışlandığını, hem de bir
10
Foucault’ya göre, “biyolojik modernlik eşiği”nin geçilmesiyle, 19.yüzyıldan itibaren,
bireyselleştirme ve bütünselleştirme tekniklerinin bir araya geldiği alanda etkinlik göstermeye
başlamasıyla, “kralın başı”nın egemenden devlete geçmesiyle, hayat üzerinde konumlanan ve onun
üzerinden işleyen iktidar, hayat adına, egemenin varlığının sürdürülmesi yerine herkesin varlığının
sürdürülmesi adına pek çok ve daha kanlı savaşın yapılması, devletlerin kendi halkları üzerinde
Holocaust uygulaması, sayısız insanın işkence görmesi ve ya öldürülmesi sonucunu da doğurmuştur.
Balibar da benzer bir saikle, Foucault’nun günümüzde, AIDS salgını ile düzenlenen Afrika
211
tekniğin birleştiği alanı, yani Agamben’in, modernliğin nomos’u olarak kamp’ı ve
ince faşizmine çıkan karanlık tünelin girişini görmekle beraber, bu tünele geri
merkezi bir parçası yapmazken, üstelik, ortaya koydukları analizler ile, Foucault’nun
212
üretirken, Foucault’nun çalışmalarından, günümüz kapitalist düzenine kuramsal ve
Otonomist Marksistlere göre, bu tür iş gücü, ‘genel zekâ’ (general intelect) terimi ile
temsil edilebilir. (Nealon, 2008: 83) Bu terim, Marx’ın Grundrisse adlı çalışmasının
giderek artan bir oranda kapitalist üretim ve yeniden üretim açısından merkezi bir
2008: 84)
213
Genel zekâ kavramsallaştırması, İtalyan Otonomistleri, Marx’ın tanıttığı bir
kapitalizme içkin bir eğilim olarak analiz edilen bu kategori, Otonom Marksistler
Zenginliğin yaratılması artık, sadece iş zamanı ile sınırlı değil, tüm yaşam zamanı ile
örtüşen bir hal alır: Çocuk yetiştirmekten televizyon seyretmeye, farklı giyim tarzları
kavramlar – genel zeka, gerçek boyunduruk, maddi olmayan emek – yeni bir kontrol
2009: 396)
ilişkilidir, diğer yandan bizzat öznelliğin doğası ile ilişkilidir. (Nealon, 2008: 83)
başında kişinin yaşamını bir şirketi yönetir gibi yönetmesi gelir. Bu tip nitelikler, iş
214
yerinde edinilen bilgilerle kazanılmaz, toplumsal hayatın iş yeri dışındaki
mekânlarında edinilir. Başka türlü söylersek, iş yeri artık fabrika ile ya da ofis ile
tanımlandığına, işçi, bir kapasite sahibi, bir beşeri sermaye sahibi olarak
belirli mekânlarıyla sınırlı değildir, iş, arzulanan sonuçlara yönelik her tür aktivitedir.
öğrenim vs - bir hayat tarzı, sağduyu olarak belirir ve en az girdi ile en çok çıktı
zıtlık, üretim tarzındaki bir dönüşüm; zenginliğin üretim ve dağıtımının yeni bir
organizasyonu ile değil, özneleştirme tarzı, yeni bir öznellik üretimi üzerinden
Genel zekâ meselesine daha sadık kalan Virno, günümüzün çalışan öznesinin
emek üzerinden açılımlarına eğilen Lazzarato, tüketicinin de doğal olarak varolan bir
girip bu ürünleri satmaya çalışırken, günümüzde üretimden çok bir marka yaratma
yer alan imajların Benetton’un ürettiği ürünlerin değil, AIDS hastası, göçmenler,
çocuklar vs. gibi toplumsal öznelerin olması dikkat çekicidir. Bu toplumsal özneler
215
ile marka arasındaki ilişki ise imajı görenlerin hayal gücüne bırakılır. Reklam,
siyasal iletişim aracı haline gelir. Kamusal alanı işgal eder ve şirketler doğrudan
yer alan pasif bir figür değildir, aktif birey, kişiliğinin tümü ile oyuna dâhildir:
Pazarlama artık bir satış tekniği değil, toplumsal ilişkilerin, bilginin ve piyasa
Kapitalist üretim nasıl toplumsal bünyeye yayılıyorsa, ona eşlik eden kontrol
de, öznellik iktidar operasyonlarının işlemesi için kritik bir alan sunar. Günümüz
Antonio Negri’nin, Michael Hardt ile ortak çalışması ile ortaya koyduğu ve
216
bir biçimde artı değer elde etmek olduğu düşüncesinden hareketle, günümüz
iki kavramsal araç seti, onlara göre, günümüz sosyal ve siyasal pratiklerinin küresel
2002:50) Ne var ki, Hardt ve Negri, hem iktidarı ekonomizmden çıkaran hem de
kavramsallaştırmalarını da bu eksiğe dair yeni bir ontolojik bakış, yeni bir siyasetin
ilk hamlesi olarak ortaya koyarlar. (Hardt ve Negri, 2002:52) Hardt ve Negri’ye göre,
“iktidar bir yandan, toplumsal yaşamın her öğesini kendi içinde birleştirip kuşatırken,
aynı zamanda da yeni bir bağlam, maksimum çoğulculuk ve sayısız tekilleşme içeren
217
bir ortam-bir olay ortam- ortaya çıkarıyordu:” Çokluk. (Hardt ve Negri, 2002: 50,
2005)
Foucault’ya göre, neo-liberalizme sadece bir ideoloji olarak karşı çıkmak, onun
kendi yasalarına sahip olan bir kuşatma mekânından öbürüne nasıl geçtiğini – aile,
218
Foucault’nun güvenlik mekanizmalarına dair analizlerinde nüveleri (Foucault,
oyununda gördüğü disiplin toplumlarının iki kutbu vardır: Burada, iktidar hem
üzerinde iktidar icra ettiklerini, bir gövde halinde oluşturmakta ve bu gövdenin her
toplumlarında, önemli olan artık kitle/birey çifti değildir. “Bireyler bölünür hale
akışkan ağlarına içkindir. Disiplin toplumları ile denetim toplumları arasındaki fark,
219
denetimlerin birer modülasyondan menkul olmasıdır. Disiplin toplumu, bir kapalı
hiç bitmez, sürekli denetim ve kontrol hakimdir. “Bir andan sonrakine sürekli olarak
değişen kendini-bozup duran bir yığın, ya da bir noktadan ötekine sıçrayan cıva
taneciklerinin oluşturduğu bir kütle gibi.” (Deleuze, 1992:2) İş, eğitim, askerlik vs,
argümanı basitçe şöyle ifade edilebilir: “Kişi özgürlüğü özgür bir biçimde düşünmek
220
kavram ve araştırma izleklerine sadık olmaktan ziyade, düşüncenin hareketini
süreçlerine öncel olan, özgür bir öznelliğin derin katmanlarına dair bir arayışa
indirgenemez bir direnişin varlığını kavramamızı mümkün kılan, ontolojik bir iç/dış
alanın içkinliği içerisinde, aşkın bir kopuşu yaratan eylem momentlerinde ortaya
221
diyagramın ulaşmayı öne sürdüğü kapsama ve sabitlik derecesinin ontolojik
ayrıştırır. Prozorov’a göre, tüm kimlik siyaseti biçimleri, otantiklik varsayımı ve bilgi
ile ifade bulan özgürlük kavrayışlarına bağlı oldukları için yukarda tasvir edilmeye
yönelik yatırımlardan kaçınmaya davet eder zira ona göre, özne, tüm yönetimsel
diyagramın kodladığı kimliklerin ötesinde yer alır. Bu özne, her tür kuşatmaya ısrarlı
değil, başka türlü olma potansiyelini ısrarla onaylamasıdır. Diyagramın bir öznellikle
donatılmış belirli kimliklerinden farklı olarak, somut özgürlüğün odağında, aynı anda
hem aktüel hem de potansiyel olan kendinin ötesinde bir özne yer alır. (Malette,
2008:125)
arayüzü, özgürlük üzerinden diyagram ve onun egemen temeli arasında bir ilişki
düzenin içkinlik yanılsamasını sekteye uğratan kuvvet olarak yeniden tesis ettiğinden
pozitif bir projeye indirgeme yönündeki tüm çabalara karşı egemen olması olduğunu
222
ve egemen olmanın, kişinin, kendi potansiyelini, bu potansiyeli aktüel bir kimlikte
dondurmaya yönelik tüm denemelere karşı, takip etmek üzere özgür olmasından
kiplerini birbirleri yerine kullanır. Prozorov, bir yandan Agamben’i, tüm insanlık
tarihi boyunca değişmeden kalan iktidar ilişkileri üretmekle itham eder. Prozorov’a
göre, egemenlik ile iktidarın biyo-siyasal modlarını ayırt etmek iktidar ilişkilerinin
dayatılan bir düzen olarak değerlendirmek yerine, somut özgürlüğün koşulu olarak
diyagramın kodladığı kimliklerin ötesinde varolma ortak davası ile harekete geçirilen
bir diğer ortaklık belirecektir: bu ortaklık ‘çıplak insan’dır, kendi kendisini tüm
223
Direniş ve özgürlüğü bu çerçevede düşünmek, üretimin değerli olduğuna dair kanıyı
tümden bir kenara bırakmak ve sadece ‘karşı olmak’tan ibaret negatif bir özgürlüğü
kucaklamaya davettir.
araştırmalara dair teşvik edici bir davet sunar. Ne var ki, Prozorov da, Foucault’nun
çalışmalarından ‘evrensel’ bir özgür olma modu üreterek, Foucault’yu bir filozofa
oyunu(nun), onu ikame etmediğimiz, bir başka oyuna dönüştürmediğimiz sürece bize
verili bulunan tarihsel a priori’” olduğuna işaret eder ancak, evrensel bir özgür olma
224
Etienne Balibar’ın görüşleri dikkate alındığında, Foucault’nun bu özgürlük
(coextensive) olarak belirdiklerine işaret etmek olduğunu ileri sürer. Ne var ki,
bireylerden ayrı yapıların mevcut olması sorununu, özgürlük pratikleri ile aşmaya
çalışan Foucault, sorundan tam olarak kurtulamaz çünkü bu sefer de direniş fikri,
kişinin kendisi ile ilişkilerinin nasıl geliştiği ve değiştiği sorunsalını ortaya çıkarır.
Foucault, Balibar’a göre, Stoik bir manevra ile bu tehlikeyi lehine çevirir ve iktidarı
yerine, siyasetin inşa edilmesi ve yapısökümü için bir sıçrama tahtası olarak
nosyonlarını, empirik ve eklektik bir biçimde ele aldığını, bu nosyonları ayrıntılı bir
biçimde incelemediğine işaret eder. Balibar’a göre, Foucault her ne kadar, kendilik
‘kendinin kendi üzerindeki çabası’nın, kişilik tartışmalarını yeni bir formda yeniden
225
ürettiğini ileri sürer. Balibar’a göre, Foucault, bu çabayı hem pasif (özneleştirme
226
GENEL DEĞERLENDİRME
için geçici bir heves olmaktan ziyade, Foucault’nun önceki ve sonraki çalışmaları ile
olduğunu netleştirildi.
yanda savaş ve mücadele olan iktidar kavrayışlarının ötesine geçmek üzere bir köprü
inşa ettiği, metodolojik yönelimleri (üçlü zemin kaydırma deneyi) aynı kalmakla
ayrımın göreli doğasını tanımaya çalıştığına ve böylelikle daha önce ortaya koyduğu
çalışmalara yöneltilen eleştirilere dair bir yanıtlar demeti sunduğuna işaret edildi.
227
tarihi, etik pratikler, kendilik teknolojileri ve varoluş estetiğine yönelik odaklara
yönetim pratiklerinin analizini devlet kuramlarına karşı ortaya koyduğu ileri sürüldü.
228
kendinin kendi ile ilişkilerine kaydırdığına değinildi. Takip eden bölümlerde, bahsi
Avrupa toplumlarında, ‘yönetim fikri nasıl doğdu?’ ve ‘bu fikir, nasıl olup da
16.yüzyılda beliren devlet aklı modelinin altında devlete tanıtıldı?’ sorusuna cevap
arayan araştırması ayrıntılı bir incelemeye konu edildi. Foucault’nun ‘soğuk canavar’
toplumsal iktidar ilişkilerinin dinamik bir biçimi ve tarihsel olarak istikrar kazanması
neyin özel alana ait olduğunu, neyin devletin yetkisinde olduğunu sürekli bir biçimde
edildi.
229
yerine, bir içsellik ölçütü ile çalışacağını, dolayısıyla, rasyonellerini, anti-Machiavelli
diplomatik aygıt ile polis teknolojilerine dayanan bir yönetme sanatı olarak beliren
devlet aklı, devletin gücüne uygun olarak yönetmek olarak değerlendirildiğinde, hem
karşımıza çıktı. Polis, devlet aklı, pastoral iktidar, yönetim sanatının egemenlik ve
aile arasında salındığı dar alanın hem kurucuları, müsebbipleri hem de toparlayıcıları
olarak belirginleşti.
ile yüzleşildi. 16.yüzyıl ile birlikte bir ‘egemenlik çağı’ndan ziyade, bir ‘yönetimin
çağı’na girdiğimize dair iddiasına ilişkin bizi kritik olarak ilgilendiren bu hususları
yönetim sanatı ile liberal yönetim sanatı arasındaki ilişkileri muğlak bıraktığına işaret
edildi.
230
Machiavelli okumasını veri kabul eden Foucault’nun Machiavelli’yi ‘prense öğütler’,
değinildi.
birlikteliğinin bir eleştirisi, hem de ‘en az yönetim’ prensibi etrafında şekillenen bir
nihai amacı olarak değerlendirdiği nüfus üzerinde, daha az güç kullanımıyla daha
çok etki hedefleyen bir düşünüşe sahip olduğu ve bu düşünüşe zemin hazırlamak
üzere icat ettiği devlet-sivil toplum ayrımıyla, yönetim sanatını, egemenlik ve aile
modelleri arasına sıkıştıran devlet aklının yön değiştirici bir eleştirisi olduğu ileri
sürüldü.
etkilerinin, devlet aklını dönüştüren yeni bir versiyonu olan liberal yönetim sanatının
özgün nitelikleri arasında; piyasanın bir hakikat alanı olarak belirişini, yönetimsel
karşımıza çıkmasını ve son olarak da dünya piyasası ile ilişkisinde sınırsız ekonomik
231
Foucault’nun, liberal yönetim sanatını, devlet aklının şekillendirdiği yönetim
hem bireyselleştirici etkileri ile beraber, hem de diğer alanların sonuçlarını daha
yoksa, devlet aklının vardığı doğal bir sonuç olarak mı tahayül ettiği konusunda
Klasik siyasal teorinin ana araçları ile Foucault üzerinden bir kıyaslama
özgürlük ve kontrol arasındaki döngüsel ilişki ile ilgili bahislerinde, liberal yönetim
ve devletin rolü konusunda tümden klasik liberalizmden farklı bir perspektife sahip
güvenliği) farklılaştığı ölçüde yeni bir yönetimselliğe işaret ettiğinin altı çizildi.
aksine eski kuramların yeniden pişirilip günümüze sunulmuş hali olmaktan uzak
232
olduğu ileri sürüldü. Foucault’nun Alman neo-liberalizmi ve Amerikan neo-
belirli bir şemaya sahip olduğunu, yönetilen bireylerin, bir yandan yönetimin nesnesi,
olarak karşı çıkmanın, onun gözden kaçırdığı toplumsal varoluşun hakikatini ortaya
altı çizildi.
233
dünyada, Foucault’nun yönetimsellik serüveninin hakim yorumu konumuna
234
Diğer yandan, bu perspektiften bakıldığında, her yeni yönetim modelinin, bir
öncekinin performansına kıyasla, teknik düzeyde analiz edildiğinin, hiç bir siyasal
çekildi.
içeriden bir eleştirisini sunması, hem yönetimin baskıcı yanlarına dikkat çekmesi,
235
olmasından ileri geldiği vurgulandı. Foucault’nun çalışmalarındaki iktidar ilişkileri
içerisindeki tarihsel gelişimini de göz önünde tutarak inceleme ve eleştirel bir analize
konu etme imkanı bulduğu ileri sürüldü. Bu sayede, günümüzün sosyal ve siyasal
faydalanan çalışmalar oluşturdu. Derli toplu bir okul oluşturacak kadar olmasa da,
Foucault ile bir dönem yakın teşrik-i mesaisi olan ve onun açtığı yoldan giden ve
etme biçimlerinin kendine özgü ifadesi olarak ele almak dolayısıyla kritik
yönelimlere sahip olduğuna işaret edildi. Foucault’yu sadece üzerinde çalışılan bir
236
coğrafyacılara uzanan geniş bir yaklaşımlar kümesinin çalışmalarına göz atıldı. Bu
açtığına değinildi.
237
karşı cephesinde ise, Foucault’nun çalışmalarında bir özgürlük ontolojisi keşfeden
238
KAYNAKÇA
Agamben, Giorgio, (1998) Kutsal İnsan: Egemen İktidar ve Çıplak Hayat, İsmail
Türkmen (çev.), 1.B., İstanbul, Ayrıntı Yayınları.
Ağaoğulları, Mehmet Ali, Köker, Levent, (2000) Kral Devlet ya da Ölümlü Tanrı,
2.B, İstanbul, İmge Kitabevi.
Baker, Ulus, (2005) Siyasal Alanın Oluşumu Üzerine Bir Deneme, 1.B., Ankara,
Paragraf Yayınevi.
Balibar, Etienne, (1994) Masses, Classes, Ideas: Studies on Politics and Philosophy
Before and After Marx, James Swenson (çev.), New York, Routledge.
Barret-Kriegel, Blandine, (1995) The State and the Rule of Law, Marc A. LePain,
Jeffrey C. Cohen (çev.), Princeton, New York, Princeton University Press.
Barry, Andrew, Osborne, Thomas, Rose, Nikolas (ed.) (1996), Foucault and
Political Reason: Liberalism, Neo-Liberalism and Rationalities of
Government, The University of Chicago Press.
239
Barry, Andrew, (2000) “Book Review: Mitchell Dean, Governmentality: Power and
Rule, in Modern Society”, Millennium - Journal of International Studies,
S.29, ss.200-202.
Barry, Andrew, (2002), “The anti-political economy”, Economy and Society, C.31,
S. 2, ss. 268-284.
Bigo, Didier, (2000) “When Two Becomes One: Internal and External
Securitizations in Europe”, International Relations Theory and the Politics of
European Integration, M. Kelstrup, M.C. Williams (ed.) London, Routledge,
ss.171-205.
Binkley, Sam, Capetillo, Jorge (ed.), (2009) A Foucault for the 21st Century:
Governmentality, Biopolitics and Discipline in the New Millennium,
Newcastle, Cambridge Scholars Publishing.
Brass, Paul R., (2000) “Foucault Steals Political Science”, Annual Review of
Political Science, S. 3, ss. 303-335.
Burchell, Graham, Gordon, Colin, Miller, Peter (ed.) (1991), The Foucault Effect:
Studies in Governmentality with Two Lectures and an Interview with Michel
Foucault, Chicago: University of Chicago Press.
Burchell, Graham, (1996) “Liberal Government and the Techniques of the Self”,
Foucault and Political Reason: Liberalism, Neo-liberalism and Rationalities
240
of Government, Andrew Barry et. al. (ed.) Chicago, University of Chicago
Press, ss.19-36.
Cassirer, Ernst, (1984) Devlet Efsanesi, Necla Arat (çev.), 1.B., İstanbul, Remzi
Kitabevi.
Crampton, Jeremy, Elden, Stuart (ed.), (2007) Space Knowledge Power: Foucault
and Geography, Aldershot, Burlington, Ashgate Publishing.
Dean, Mitchell, (1994) Critical and Effective Histories: Foucault’s Methods and
Historical Sociology, London, New York, Routhledge.
241
Dean, Mitchell, (2006b) “Always Look on the Dark Side: Politics and the Meaning
of Life”, http://apsa2000.anu.edu.au/confpapers/dean.rtf
Defert, Daniel, (1991) “Popular Life and Insurance Technology”, The Foucault
Effect: Studies in Governmentality, G. Burchell, C. Gordon, P Miller(ed.),
London, Harvester/Wheatsheaf.
Deleuze, Gilles, (1986) “La Vie comme une ouvre d’art”, Le Nouvel Observateur,
Ağustos 29.
Deleuze, Gilles, (1992) “Denetim Toplumları Konusunda Bir Ek”, Ulus Baker (çev.),
http://körotonomedya.com.
Deleuze, Gilles, (2007) Foucault, Séan Hand (çev.), 7.B., Minnesota, London,
University of Minnesota Press.
Donnelly, Michael, (1992) “On Foucault’s Uses of the Notion ‘biopower’”, Michel
Foucault: Philosopher, Timothy J. Armstrong (çev.), New York, Harvester,
Wheatsheaf, ss. 199-203.
Donzelot, Jacques, (1988) “The Promotion of the Social”, Economy and Society, C.
17, S.3, ss.398-427.
Donzelot, Jacques, (2008) “Michel Foucault and liberal intelligence”, Economy and
Society, C.37, S.1, ss.115-134.
Doxiadis, Kyrkos, (1997) “Foucault and the three-headed king: state, ideology and
theory as targets of critique”, Economy and Society, C.26, S. 4, ss. 518-545.
242
Dreyfus, Hubert, Rabinow, Paul (1983) Michel Foucault: Beyond Structuralism and
Hermeneutics, Chicago, University of Chicago Press.
Ewald, Francois, (1991) “Insurance and risks”, The Foucault Effect: Studies in
Governmentality, G. Burchell, C.Gordon, P Miller (ed.), London,
Harvester/Wheatsheaf, ss.197-210.
Faubion, James (ed.) (2000) Essential Works of Michel Foucault 1954-1984: Power
(Vol.3), (çev.) Robert Hurley et al.,New York, New Press.
Fassin, Didier‚ (2006) “La biopolitique n’est pas une politique de la vie”, Sociologie
et Sociétés, C.38, S.2, ss. 35-48.
Foucault, Michel., (1979) Discipline and Punish: the Birth of the Prison, Alan
Sheridan (çev), New York, Vintage Books.
243
Foucault, Michel, (1988b) “Politics and Reason”, Michel Foucault– Politics,
Philosophy, Culture. Interviews and Other Writings 1977–1984, Kritzman, L.
D.,(ed.), Alan Sheridan (çev.)London, Routledge, ss. 57-85.
Foucault, Michel, (2000a) “İki Ders”, Seçme Yazılar 1: Entelektüelin Siyasi İşlevi,
Ferda Keskin (çev.), 1.B, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, ss.86-117.
Foucault, Michel, (2001) Ders Özetleri, Selahattin Hilav (çev.), 5.B., İstanbul, Yapı
Kredi Yayınları.
Foucault, Michel, (2003a) Toplumu Savunmak Gerekir, Şehsuvar Aktaş (çev.), 2.B,
İstanbul, Yapı Kredi yayınları.
Foucault, Michel, (2003b) “İktidarın Gözü”, Seçme Yazılar 4: İktidarın Gözü, Işık
Ergüden (çev.), 1.B., İstanbul, Ayrıntı Yayınları, ss.85-105.
244
Foucault, Michel, (2005b) “Etiğin Soybilimi Üzerine: Sürmekte olan Çalışmaya
İlişkin bir Değerlendirme”, Seçme Yazılar 2: Özne ve İktidar, Osman
Akınhay (çev.), 2.B., İstanbul, Ayrıntı Yayınları, ss. 193-220.
Foucault, Michel, (2008) The Birth of Biopolitics Lectures at the College de France
1978-1979, Grahan Burchell (çev.), Michel Senellart, François Ewald,
Allessandro Fontana (ed.), English series editor: Arnold J. Davidson,
Palgrave, Macmillan.
Franklin, Julian H, (2006) “Sovereignty and the mixed constitution: Bodin and his
critics”, Cambridge History of Political Thought, J.H. Burns, Mark Goldie,
2.B., Cambridge, Cambridge University Press, ss.296-323.
245
Fraser, Nancy, (1996) “Social Justice in the Age of Identity Politics: Redistribution,
Recognition,and Participation”, The Tanner Lectures on Human Values,
Standford University, ss.1-68.
Gaus, Gerald, (2000) “Liberalism at the end of the century”, Journal of Political
Ideologies, C.5, S.2, ss. 179-199.
Gordon, Colin, (1987) “The Soul of the Citizen: Max Weber and Michel Foucault on
Rationality and Government”, Max Weber, Rationality and Modernity, S.
Whimster, S. Lash, (ed.), London, Allen and Unwin.
246
Gupta, Akhil, (1998) Postcolonial Developments: Agriculture in the Making of
Modern India, Durham, N.C, Duke University Press.
Habermas, Jürgen, (1994) “Taking aim at the heart of the present: On Foucault’s
Lecture on Kant’s What is Enlightenment?”, Critique and Pwer: Recasting
the Foucault/Habermas Debate, Michael Kelly (ed.) Cambridge, Mass, MIT
Press.
Hacking, Ian, (1991) “How should we do the history of statistics?”, The Foucault
Effect: Studies in Governmentality, G. Burchell, C.Gordon, P Miller (ed.),
London, Harvester/Wheatsheaf, ss.181-196.
Hacking, Ian, (2005) Şansın Terbiye Edilişi, Mehmet Moralı(çev.), 1.B., İstanbul,
Metis Yayınları.
Heathershaw, John, (2008) “Unpacking the Liberal Peace: The Dividing and
Merging of Peacebuilding Discourses”, Millennium: Journal of International
Studies, C. 36, S.3, ss.597-621.
Hindess, Barry, (1997) “Politics and Governmentality”, Economy and Society, C.26,
S.2, ss. 257-272.
247
Hobbes, Thomas, (1996) [1651] Leviathan, or the Matter, Forme, & Power of a
Common-wealth – Ecclesiasticall and Civill, J.C.A.Gaskin (ed.) New York,
Oxford University Press.
Holmes, S., (1988) “Jean Bodin: The Paradox of Sovereignty and the Privatization of
Religion”, Religion, Morality, and the Law, J.R. Pennock, J.W. Chapman
(ed.) New York, New York University Press. ss. 5–45.
Hunt, Alan, Wickham, Gary, (1994) Foucault and Law: Toward a Sociology of Law
as Governance, London, Pluto Press.
Ivison, Duncan, (1997) The Self at Liberty: Political Argument and the Arts of
Government, Ithaca, New York, Cornell University Press.
Jaume, Lucien, (2007) “Hobbes and the Political Sources of Liberalism”, The
Cambridge Companion to Hobbes' Leviathan, Patricia Springborg,
Cambridge University Press, Cambridge Collections Online, Cambridge
University Press.10 February 2009, ss. 199-216.
Kantorowicz, Ernst H., (1997) The King’s Two Bodies: A Study in Medieval Political
Theology, Princeton, New Jersey, Princeton University Press.
Kelly, Mark, (2009a) The Political Philosophy of Michel Foucault, New York,
London, Routhledge, Taylor&Francis Group.
Kelly, Mark, (2009b) “After liberalism”, Radical Philosophy, S.153, ss. 46-49.
Kendall, Gavin, Wickham, Gary, (1999) Using Foucault's Methods, London, Sage
Publications.
Knemeyer, Franz-Ludwig, (1980) “Polizei”, Economy and Society, C.9, S.:2, ss. 172-
196.
248
Larner, Wendy ve William Walters, (2004b) Global Governmentality: Governing
international spaces, Routledge, New York.
Locke, John, (2003) Two Treaties of Government, Peter Laslett (ed.), 14.B.,
Cambridge, Cambridge University Press.
Macey, David, (2005) Muhalif Yaşamlar: Michel Foucault, Zeynep Okan (çev.), 1.B,
İstanbul, Güncel Yayıncılık.
Machiavelli, Niccolo, (1998) Prince, Peter Bondanella, Mark Musa (çev.), Viking
Press, Oxford World’s Classics, Oxford.
MacIntyre, A., (1988) Whose Justice? Which Rationality?, Notre Dame, University
of Notre Press.
249
Manent, Pierre, (2003) “Niccolo Machiavelli”, Siyaset Felsefesi Sözlüğü:
Dictionnaire de philosophie politique, Philippe Raynaud, Stéphane Rials
(haz.), İsmail Yerguz et. al. (çev.), 1.B., Ankara, İletişim Yayınları, ss. 553-
560.
McNoy, Lois, (1994) Foucault: A Critical Introduction, Oxford, Polity Press, ss. 85-
133.
Merlingen, Michael, (2006) “Foucault and World Politics: Promises and Challenges
of Extending Governmentality Theory to the European And Beyond,” C.35,
S.1, ss. 181-196.
Meyet, Sylvain, Marie-Cécile Naves and Thomas Ribemont (2005) Travailler avec
Foucault: Retours sur le politique, Paris, L’Harmattan.
Miller, Peter, Rose, Nikolas (1990) “Governing economic life”, Economy and
Society, C.19, S.1, ss. 1-27.
Moss, Jeremy (ed.) (1998), The Later Foucault: Politics and Philosophy, London,
Sage Publications.
Nadesan, Majia Holmer, (2008) Governmentality, Biopower and Everyday Life, New
York, London, Routledge, Taylor&Francis Group.
Neocleous, Mark, (1998) “Policing the System of Needs Hegel Political Economy
and the police of the Market”, History of European Ideas, C.24, S.1, ss. 43-
58.
Oestreich, Gerhard, (1982) Neostoicism and the early modern state, Brigtta
Oestreich, H.G. Koenigsberger (ed.), David McLintock(çev.), Cambridge,
Cambridge University Press.
250
with Two Lectures and an Interview with Michel Foucault, Graham Burchell,
Colin Gordon, Peter Miller (ed.) Chicago: University of Chicago Press,
ss.105-118.
Pizzorno, Alessandro, (1992) “Foucault and the Liberal View of the Individual”,
Timothy J. Armstrong, (çev.) Michel Foucault: Philosopher, New York,
Harvester, Wheatsheaf, ss. 204-211.
Rabinow, Paul (ed.) (1997) Essential Works of Michel Foucault 1954-1984: Ethics:
Subjectivity and Truth (Vol.1), (çev.) Robert Hurley et al., New York, New
Press.
Rajhman, John, (1985) Michel Foucault: The Freedom of Philosophy, New York,
Columbia University Press.
Revel, Judith, (2006) Michel Foucault: Güncelliğin bir Ontolojisi, Kemal Atalay
(çev.), 1. B., İstanbul, Otonom Felsefe.
Rose, Nikolas, Miller, Peter (1992) “Political Power Beyond the State: Problematics
of Government”, British Journal of Sociology, C.43, S.2, ss. 173-205.
251
Rose, Nikolas, (1993) “Government, authority and expertise in advanced liberalism”,
Economy and Society, C.22, S.3, 283-299.
Rose, Nikolas, (1996) “The death of the social? Re-figuring the territory of
government”, Economy and Society, C.25, S.3, ss. 327-356.
Saunders, D., (1997) Anti-lawyers: Religion and the Critics of Law and State,
London, Routledge.
Schmitt, C., (2003) [1950]) The Nomos of the Earth in the International Law of the
Jus Publicum Europaeum, New York, Telos Press.
Selby, Jan, (2007) “Engaging Foucault: Discourse, Liberal Governance and the
Limits of Foucauldian IR”, International Relations, C.21, S.3, ss.324-345.
Sennett, Richard, (1999) Gözün Vicdanı: Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam, Süha
Sertabiboğlu, Can Kurultay (çev.), 1.B., İstanbul, Ayrıntı yayınları.
Sigley, Gary, (1996) "Governing Ghinese Bodies: The Significanceof Studies in the
Concept of Governmentality for the Analysis of Government in China”,
Economy and Society, C.25, S.4 (1996): 457-482.
252
Simons, Jon, (1995) Foucault & Political, London, Routledge.
Singer, Brian C.J., Weir, Lorna, (2008) “Sovereignty, Governance and the Political:
The Problematic of Foucault”, Thesis Eleven, S.94, ss.49-71.
Smith, Adam, (1976) An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of
Nations, 2 Cilt, R.H. Campbell, A. S. Skinner (ed.), London,
Spargo, Tamsin, (2000) Foucault ve Kaçıklık Kuramı, (çev.) Kaan Ökten, İstanbul,
Everest Yayınları.
Spitz, Jean Fabien, (2003) “Doğal Durum ve Toplum Sözleşmesi”, Siyaset Felsefesi
Sözlüğü: Dictionnaire de philosophie politique, Philippe Raynaud, Stéphane
Rials (haz.), İsmail Yerguz et. al. (çev.), 1.B., Ankara, İletişim Yayınları, ss.
262-269.
Stenson, Kevin, (1998) “Beyond Histories of the present”, Economy and Society,
C.27, S.4, ss.333-352.
Taylor, Charles, (1984) “Foucault on Freedom and Truth”, Political Theory, C.12, S.
2, ss.152-183.
Tellmann, Ute, (2009) “Foucault and the Invisible Economy”, Foucault Studies, S.6,
ss. 5-24.
Vanberg, Viktor J., (2004) “The Freiburg School: Walter Eucken and
Ordoliberalism”, Freiburger Discussionpapers on Constitutional Economics,
C.4, S.11, ss.1-21.
253
Thought,1580–1650”, Republicanism A Shared European Heritage, volume
1: Republicanism and Constitutionalism in Early Modern Europe, Martin van
Gelderen, Quentin Skinner (ed.), Cambridge, Cambridge University Press, ss.
195-218.
Van Overtveldt, Johan, (2007) The Chicago School: How The University Of Chicago
Assembled The Thinkers Who Revolutionized Economics And Business,
Chicago, IL, Ashgate.
Virno, Paolo, (1996) “Notes on the General Intellect”, Marxism beyond Marxism,
Saree Makdisi, Cesare Casarino, Rebecca E. Karl (ed.), New York,
Routledge.
Walters, William, (1999) “Decentring the Economy”, Economy and Society, C.28,
S.2, ss. 312-323.
Wickham, Gary, (2008) “The social must be limited: Some problems with Foucault's
approach to modern positive power”, Journal of Sociology, C.44, S.1, ss.29-
44.
254
ÖZ
This dissertation examines not only the reflection that Michel Foucault’s
adventure of governmentality invites us to for challenging various forms of
taken-for-granted categories we employ in social and political analysis, but also
the axes on which its multi-dimensional conceptual treasury has been projected.
This study argues that such reflection provides a convenient toolkit not only for
understanding the historical-political curve when the collapse of welfare state
and the rise of neo-liberalism have commenced, but also - despite its various
intermittences – has significant implications for the history and politics of 16th
to 19th centuries.
This dissertation, which intends to indicate not only to the reflections of
Foucault’s adventure of governmentality on social and political analysis, but
also its various echoes and missing links, consists of five chapters. Introduction
provides an overview of the thesis and chapters. Second and third chapters
dwell upon the process of the “governmentalization of state”, while fourth
chapter focuses on the theme of “governmentalization of government”. Fifth
chapter analyzes various research axes on which the conceptual treasury
presented by Michel Foucault’s adventure of governmentality has been
projected. Last Chapter, in light of thus far has been discussed, concludes the
dissertation.