Professional Documents
Culture Documents
Doktora Tezi
İrfan SÖNMEZ
1450D92102
İstanbul-2019
T.C.
İSTANBUL TİCARET ÜNİVERSİTESİ
DIŞ TİCARET ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI TİCARET VE AB HUKUKU ANA BİLİM DALI
ULUSLARARASI TİCARET VE AB HUKUKU DOKTORA
PROGRAMI
Doktora Tezi
İrfan SÖNMEZ
1450D92102
İstanbul-2019
ii
Hazırlamış olduğum tez özgün bir çalışma olup YÖK ve İTİCÜ
Lisansüstü Yönetmeliklerine uygun olarak hazırlanmıştır. Ayrıca, bu
çalışmayı yaparken bilimsel etik kurallarına tamamıyla uyduğumu;
yararlandığım tüm kaynakları gösterdiğimi ve hiçbir kaynaktan yaptığım
ayrıntılı alıntı olmadığını beyan ederim. Bu tezin ihtiva ettiği tüm hususlar
şahsi görüşüm olup İstanbul Ticaret Üniversitesinin resmi görüşünü
yansıtmamaktadır.
İrfan SÖNMEZ
iii
İÇİNDEKİLER
iv
1.4.2. Batı Sahra Kararı ........................................................................................... 64
1.4.3. Doğu Timor Kararı ........................................................................................ 66
1.4.4. Kosova Danışma Görüşü ............................................................................... 67
1.5. Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nın Hukuki Boyutu ................................................ 70
1.5.1. İnsan Hakkı Olarak Self-Determinasyon ....................................................... 71
1.5.2. SD ve Jus Cogens .......................................................................................... 71
1.5.3. Erga Omnes Özelliği ..................................................................................... 73
1.5.4. Ülkesel Bütünlük İlkesi ................................................................................. 75
1.5.5. İçişlerine Karışmama İlkesi ........................................................................... 76
1.5.6. SD ve Uti Possidetis ...................................................................................... 77
1.5.7. Kuvvet Kullanma Yasağı .............................................................................. 78
v
2.7.1. Montevideo Sözleşmesi ve Bogota Şartı ..................................................... 125
2.7.2. Devletlerin Tanınması ................................................................................. 128
2.7.3.Tanımanın Hukuki Boyutu ........................................................................... 128
2.7.3.1.Açıklayıcı Teori ..................................................................................... 131
2.7.3.2. Kurucu Teori ......................................................................................... 132
2.7.3.3. Kurucu - Kolektif Teori ........................................................................ 134
2.7.4.Tanımanın Siyasi Boyutu ............................................................................. 134
2.7.5. Tanınmanın Şekilleri ................................................................................... 135
2.8. Etnik Uyuşmazlıkların Çözümü ve SD .............................................................. 138
vi
3.6.5. Çözüm Arayışları ve Yaklaşımlar ............................................................... 208
3.6.5.1. TKP ve Kürt Meselesi........................................................................... 209
3.6.5.2. TİP ve Kürt Meselesi ............................................................................ 210
3.6.5.3. SHP -CHP ve Kürt meselesi ................................................................. 212
3.6.5.4. MHP-Türk Milliyetçiliği ve Kürt Meselesi .......................................... 213
3.6.6. Lozan, Azınlıklar ve Kürt Meselesi ............................................................. 218
3.6.7. Kürt Meselesinin Dış Boyutu ...................................................................... 223
3.6.8. Demokratik Özerklik ................................................................................... 226
3.6.9. Kendi Kaderini Tayin ve Türkiye Kürtleri .................................................. 234
3.7. Filistin ................................................................................................................ 247
3.7.1. Tarihi Gelişim .............................................................................................. 248
3.7.2. Filistin ve Osmanlılar .................................................................................. 250
3.7.3. İsrail Devletinin Kurulması ......................................................................... 251
3.7.4. İsrail’in Devlet Yapısı ................................................................................. 256
3.7.5. İsrail’in Dış Politikası .................................................................................. 258
3.7.6. Filistin Halkının Self-Determinasyon Hakkı ............................................... 260
SONUÇ ........................................................................................................................ 266
KAYNAKÇA ............................................................................................................... 272
vii
Özet
Anahtar Kelimeler: Kendi Kaderini Tayin, Ulus, Birleşmiş Milletler, Milliyetçilik, Ayrılma
Abstract
viii
Kısaltmalar
AB : Avrupa Birliği
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
age : Adı Geçen Eser
AGİT : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
agm : Adı Geçen Makale
AİHHS : Afrika İnsan ve Halkların Hakları Sözleşmesi
BDP : Barış ve Demokrasi Partisi
bkz : Bakınız
BM : Birleşmiş Milletler
BMGK : Birleşmiş Milletler Genel Kurulu
C : Cilt
çev. : Çeviren
D : Dergi
Der. : Derleyen
DTK : Demokratik Toplum Kongresi
ed : Editör
ESKHS : Ekonomik, Sosyal ve Kişisel Haklar Sözleşmesi
GK : Güvenlik Konseyi
KCK : Kürdistan Topluluklar Birliği
KDP : Kürdistan Demokrat Partisi
KKTC : Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
KTC : Kürdistan Teali Cemiyeti
MC : Milletler Cemiyeti
MSHS : Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi
s : Sayfa
S : Sayı
SD : Self- Determinasyon
SPLA : Sudan Halk Kurtuluş Örgütü
SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği
TC : Türkiye Cumhuriyeti
TİP : Türkiye İşçi Partisi
ix
UAD : Uluslararası Adalet Divanı
UCM : Uluslararası Ceza Mahkemesi
UNMİK : Birleşmiş Milletler Kosova Misyonu
x
GİRİŞ
Kendi kaderini tayin, uluslararası hukukun günümüzde öne çıkan
kavramlarından biridir. Bunun nedeni, devletleşememiş topluluklara rüyalarını
gerçekleştirmek için hukuki bir zemin sunmasıdır. Diğer hakların aksine hakkın
odağına bireyi değil, halkı yerleştirdiği için kolektif bir hak olarak öne çıkmaktadır.
Kavramın ne zaman ortaya çıktığına dair öğretide farklı görüşler olmasına rağmen
gelişim ve yaygınlaşması 20.yüzyılın ikinci yarısına tekabül etmektedir.
Düşünce planında kökleri çok eskilere gitmekle birlikte, ete kemiğe bürünerek
somutluk kazanması Aydınlanma Çağının fikirleri, mezhep seçme özgürlüğüne imkan
tanıyan Augsburg Barışı, Westphalia Anlaşması, Amerika Bağımsızlık Bildirgesi ve
Fransız Devrimi ile ilişkilidir.
1. Dünya Savaşından sonra önce Lenin, sonra ABD başkanı Wilson tarafından
uluslararası politikanın gündemine getirilmiştir. Başlarda önce ahlaki, sonra siyasi bir
ilke olarak kabul edilen kavram, BM kararlarıyla birlikte bir insan hakkı olarak
uluslararası hukukun bir parçası haline gelmiştir.
2
kurtuluş hareketi payesi verilerek veya insani müdahale adı altında by-pass
edilebilmektedir.
3
1. SELF-DETERMİNASYON HAKKININ TARİHİ GELİŞİMİ VE
KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ
1.1. Tanım
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı (Bundan sonra bu kavram self-
determinasyon ve kısaca SD ile birlikte kullanılacaktır) uluslararası ilişkilerde
kullanılmaya başlandığından beri en çok tartışılan kavramların başında gelmektedir.
Bunun nedeni devletlerin kavramı çıkarlarına uygun olarak kullanmak istemeleri ve
zaman içinde geçirdiği içeriksel evrimdir. Kendi mezhebini seçme özgürlüğünden,
kendi devletini inşa hakkına uzanan dönüşüm kavramı belirsizleştirmiştir. Clyde
Eagleton, bu tanım güçlüğüne dikkat çekerek, kavramın basit olmadığını ve her zaman
tam tanımlamaya karşı koyacağını ifade etmiştir.1 Kavramı tanımlayanların ideolojik ve
siyasi görüşleri ile kavramın geçirdiği farklı aşamalar bu güçlüğün başlıca nedenleri
olarak sayılabilir.2
Kökeni Avrupa’ya dayanan kendi kaderini tayin kavramı temel olarak, halk
egemenliği ilkesine dayandırılabilir.3 Nitekim, kavram ilk olarak, modern Avrupa’da ve
Amerika’da insanların kendi siyasi statüleri için özgür karar vermeleri olarak
geliştirilmiştir.4
Geçen yüzyılın ortalarına kadar hukuki içerikten yoksun, ahlaki ve siyasi bir
kavram olarak görülen kendi kaderini tayin, 5 bugün bambaşka bir form ve muhtevaya
bürünmüştür. Gereğinden çok kullanılması ve oldukça geniş yorumlanması onu hem
muğlaklaştırmış hem de gücünü azaltmıştır.6 Günümüzde dünyada devam eden ihtilaf
ve çatışmaların çoğu bu haktan kaynaklanan motivasyonla harekete geçmekte,
uluslararası barış ve güvenliği tehdit etmektedir. Birçok uluslararası belgede geçmesine
1
Otto Kimminich, "A Federal Right of Self-Determination", (ed.), ChristianTomuschat, Modern Law
of Self-Determination, Londra, 1993, s.88'den. Mustafa Şahin, Avrupa Birliğinin Self-
Determinasyon Politikası, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 200, s.24.
2
Naz Çavuşoğlu, Uluslararası İnsan hakları Hukukunda Azınlık Hakları, 2.b., İstanbul: Su
yayınları, 2001, s.66.
3
Volkan Tatar ve N.Gökhan Toprak, "Kendi Kaderini Tayin Kavramının Hukuki ve Siyasi
YönleriÜzerine Bir İnceleme", Ankara, Bilge Strateji, C.7, S.13, Güz-2015, s.56.
4
M.Yakup Aiyub Kadir, "Application of the Law of Self-Determination in a Postcolonial Context: A
Guideline." Journal of East Asia & International Law. 2016, s.8.
5
Ehtibarlı, age, s.21.
6
Ehtibarlı, age, s.22.
4
rağmen, uluslararası dengeleri ve statükoyu bozabileceği endişesiyle devletler
tarafından sıcak bakılmayan bir kavramdır.7 Haritaları değiştirebilecek gücü, devletleri
ürkütmekte, kavrama ihtiyatla yaklaşmalarına neden olmaktadır. Arnold Toynbee’nin
belirttiği gibi, Batı Avrupa medeniyetinin ve şartlarının ortaya çıkardığı bu ilkenin
Doğu Avrupa ve Balkanlar’da abartılı bir şekilde ve güç politikalarının aracı olarak
kullanılması büyük facialara ve kıyımlara yol açmıştır. 8 Politik olarak, modern
uluslararası ilişkilerin çalkantı ve depremleri ile ilişkili hem radikal hem de tahrip edici
bir kavramdır. 9
Ancak, Poerance’in kullandığı halk kavramı, kimin halk kimin halk olmadığı
sorusunu gündeme getirmektedir. Günümüzde kavramla ilgili en çok tartışılan
konulardan biri kime halk denileceği sorusudur. Başka bir tanıma göre, self-
determinasyon: Bir etnik dil veya din grubunun ayrı bir egemenlik alanı meydana
getirmek amacıyla mevcut sınırların yeniden düzenlenmesini istemesidir. 11 Bu tanım,
ayrılma hakkını da içerdiği için daha çok ayrılıkçı hareketler tarafından rağbet görmüş,
etnik çatışmaların meşruiyet gerekçesi olmuştur. Uluslararası düzen açısından bu
tanımdan daha kabul edilebilir olan bir başka tanımı ise şudur: Kendi kaderini tayin,
egemen bir devlette yaşayan etnik, dilsel veya dinsel grubun o devletten ayrılmadan
77
Mesut Hakkı Caşın, Modern Uluslararası Hukukun Temel Esasları, İstanbul: Legal Yayıncılık,
2013, s.392.
8
Arnold Toynbee, The Western Question in Greece and Turkey, London: Constable, 1922, s.54'den Ali
L.Karaosmaoğlu, “Kendi Kaderini Tayin, Ülke Bütünlüğü, Uluslararası İstikrar ve Demokrasi”,
Ankara, Doğu Batı Dergisi, Y.6, S.24, Eylül-Ekim 2003, s.148.
9
Antonio Cassese, Self-Determination Of Peoples: a Legal Reappraisal, Cambridge Unıversty Press,
1998, s.1.
10
Michla Pomerance, "Self Determination in Law and Practice, The New Doctrine in the United
Nations", Martinus Nijhof Puplishers, Leiden, 1982, s.37.
11
Doğan, Kılıç, “Self Determinasyon İlkesinin Azınlıklar Açısından Değerlendirilmesi”.Ankara,
GaziÜniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. C.XII.Y.2008. S.1, s.955.
5
daha geniş dilsel, dinsel, etnik hak ya da otonomi elde etmeleridir.12 D.Cameron Whatt
da aynı kanaattedir: Kavramı bir devletin tebaasının kendi hükümetlerini seçme hakkı
olarak ifade eder. 13Bu tanım, self determinasyonu içsel tercihlerle sınırlı tuttuğu için
eleştirilmekte, ayrılma hak ve tercihi olmadan self-determinasyondan
bahsedilemeyeceği ifade edilmektedir.
12
M.Akif Kütükçü,, ”Uluslararası Hukukta Self determinasyon Hakkı ve Türk Cumhuriyetleri”, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.12, 2004, s.262.
13
Daniel P. Moynihan, Pandaemonium; Ethnicity in International Politics, Oxford University Press,
Oxford, 199, s. 69'dan Mustafa Şahin, Avrupa Birliğinin Self-Determinasyon Politikası, Ankara,
Nobel Yayın Dağıtım, 2000, s.24.
14
Will Kymlicka, "Geçiş Dönemi Adaleti, Federalizm ve Azınlık Milliyetçiliğinin İçselleştirilmesi",
21.Yüzyılda Milliyetçilik, (der.), Elçin Aktoprak ve A.Celil Kaya, İstanbul: İletişim Yayınları, 2017,
s.62.
15
Etnokrasi, yönetimde bir etnik grubun baskın olduğu ve idari mekanizmaların buna göre tanzim
edildiği bir yönetim modelidir. Ayrıntılı bilgi bkz. 21.Yüzyılda Milliyetçilik, s.178.
16
Ephraim Nimni, “Uluslar, Bölgesel Azınlıklar, Demokratik Teori ve Ulusal Kendi Kaderini
TayinHakkı”, 21.Yüzyılda Milliyetçilik, (der.), Elçin Aktoprak ve A.Celil Kaya, İstanbul: İletişim
Yayınları, 2016, s.176-178.
17
Nimni, age., s.182.
6
istemeleri vardır diyen Kelsen de aynı görüştedir.18 Karşıt görüşte olanlar ise, SD ile
toprak bütünlüğü ilkesinin birlikte ve etkileşim içinde değerlendirilmesi gerektiğini aksi
takdirde Mali-Burkina Fasso davası yargıçlarından Georges Abi-Saab’ın ifadesiyle, SD
hakkının ancak bir serap olarak kalacağını, kargaşanın insan haklarının önünü
açmayacağını belirtmişlerdir. 19 Cassase, devlet olmak isteyen topluluklar için SD’nin
devletler kulübüne girmenin anahtarı olduğunu, üçüncü dünyada ortaya çıkan bir çok
yeni devletin doğuşuna ebelik yaptığını ifade etmiştir.20
Görüldüğü gibi, kavramın hem içeriği hem de öznesi bakımından tam bir
mutabakat yoktur. Günümüzde daha çok demokratik yönetime katılma anlamı öne
çıkmakta, 21 ülkesel bütünlüğe zarar verecek tanımlar ayrılıkçı çevreler dışında rağbet
görmemektedir. Marc Weller, kendi kaderini tayin hakkının etnik halkların ve diğer
grupların bağımsızlık umutlarını kapsadığını, milliyetçi sevk için güçlü bir odak
sağladığını ve ayrılıkçı bir davanın peşinde koşan etnik girişimcilere uygun bir araç
sunduğunu ifade etmekte, kendi kaderini tayin çatışmalarının en kalıcı ve yıkıcı savaş
biçimleri arasında yer aldığını belirtmektedir.22
18
Ayça Eminoğlu, “Uluslararası Politikada Devletlerin Tanınması, Ayrılma ile Ortaya Çıkan
Devletlerde Tanınma Sorunu”, KTU SBE Dergisi, Trabzon, 2015, (9), s.129.
19
Karaosmanoğlu, a.g.m., s.152.
20
Cassese, a.g.e., s.6.
21
Erol Kurubaş, Asimilasyondan Tanımaya, 2.b., Ankara: Asil Yayın Dağıtım, 2006, s.42
22
Marc Weller, ”Settling Self-determination Conflicts: Recent Developments”, European Journal Of
Internatıonal Law;Feb, 2009, s.111.
23
Ehtibarlı, a.g.e., s.26.
24
Karaosmanoğlu, a.g.m., s.152.
7
ifade etmektedir. Ona göre, SD, pozitivizm ve doğal hukuk arasındaki, rızaya verilen
önem (gönüllülük) ve bağlayıcı hukuk prensiplerine verilen önem arasındaki ve bir
devletçi dünya düzeni ile komuniter bakış arasındaki döngüsel dalgalanmayı mükemmel
bir şekilde yansıtır. 18. yüzyılın ikinci yarısında formülleştirildiğinden beri, self-
determinasyonun politik bir felsefe olarak şu farklı şekillerde algılandığını
belirtmektedir:
(iv) Self-determinasyon egemen devletler içinde azınlık oluşturan “uluslar” veya etnik
veya dini guruplar için bir özgürlük prensibidir.( bu guruplar bağımsız bir devlet
oluşturma veya var olan bir devlete katılma hakkına sahip olmalıdırlar)"25
25
Cassese, a.g.e., s.1.
8
eğitim, kendi görsel ve yazılı medyalarına sahip olma gibi kültürel talepleri, azınlık
milliyetçiliğinin kültürel temellere dayandığı gibi bir yanılgıya yol açar. Oysa, kendi
kaderini tayin talebinin amacı, kültürel farklığı korumak değil, ulusun veya halkın
kendini bağımsız bir şekilde yönetme isteğidir.26
Tamir de, ulusal self-determinasyon hakkının politik bir talep olmaktan ziyade
kültürel bir talep olduğunu, onu bir milletin ayrı bir kültürel varlık olarak yaşama
isteğinin bir ifadesi olarak tanımlayarak ifade eder. Tamir’e göre; kendi kaderini tayin
talebinin arkasında yatan esas motivasyon, bir topluluğun kendi kültürüne sahip çıkma
27
isteğidir. Anver De-Shalit ise, bunu anlamak için SD taleplerinin hangi sonuçlara
sebep olduğunu incelemek gerektiğine işaret etmiştir: Politik bir talep, kurumsal
düzenlemelere yönlendirir, anayasada, ekonomik politikalarda değişiklik yapmayı, yeni
siyasal kurumlar kurulmasını ve hem coğrafik hem de fonksiyonel olarak sınırların
değişmesini gerektirir. Kültürel bir talep ise bu değişikliklerin hiç birini önermez, bir
dizi değerin tanınmasını, sosyal hayatta ve sivil toplumda karşılıklı saygıyı temin etmek
için bilinçaltını değiştirmeyi amaçlar.28
26
Hüseyin Kalaycı, ”Kendi Kaderini Tayin Kimlerin Hakkı”, Liberal Düşünce Dergisi, Kış- Bahar, 53-
54, 2009, s.185.
27
Anver de Shalit, ”National Self-Determination Politikal, not Cultural”, Political Studies, XLIV, 1996,
s.909.
28
Shalit, a.g.m., s. 910.
29
Shalit, a.g.m., s.911.
9
Kendi kaderini tayin hakkının arkasındaki en önemli motivasyon milliyetçiliktir.
Milliyetçilik, kültürel olmaktan ziyade politik bir prensiptir ve Gelner’in ifadesi ile
siyasal birim ile ulusal birimin çakışmalarını ifade eder. 30 De Shalit bunu, milli ve
politik vücutların birbiriyle uyumlu olması veya birbirleri üzerine yansımalar yapması
olarak tanımlar. Ve eğer etnik bir grup self -determinasyon talep ediyorsa bu sadece
milli bir tanım oluşturmak için değil, bir devlet olmak içindir.31 Bu da kültürel bir talep
değil, sonuç ve amaçları bakımından siyasal bir taleptir.
Hukuksal anlamda her devletin ülkesi içinde tek bir millet yaşar. Bu nedenle
uluslararası hukuk ve siyaset bilimi söylemi içinde “devlet” ve “millet” kavramları
zaman zaman birbirinin yerine kullanılabilmektedir. Buna karşılık bir devletin sınırları
30
Ernest Gelner, Uluslar ve Ulusçuluk, (çev.), Büşra Ersanlı ve Günay Göksu Özdoğan, İstanbul: Hil
Yayınları, 2006, s.71.
31
Shalit, a.g.m., s.913.
32
Karaosmanoğlu, a.g.m., s.151.
33
Fatma Taşdemir ve Adem Özer, Uluslararası Hukuk Perspektifinden, Self-Determinasyon ve
Ayrılma, Ankara. Hukuk Yayınları, 2017, s.33.
34
Rosalyn Higgins, The Development of International Law Throug thePolitical Organs of the United
Nations, Oxford Üniversity Press, Londra, 1963, s.73’den Mustafa Şahin, Avrupa Birliğinin Self-
Determinasyon Politikası, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2000, s.30.
10
içinde aynı anda kimi özellikleri bakımından birbirinden farklı büyüklü küçüklü bir kaç
topluluk yaşıyor olabilir. Devletlerin büyük çoğunluğu için böyle bir durum söz
konusudur. Dolayısıyla halk ile millet arasında özdeşlik kuran yaklaşımlar gerçeklerle
örtüşmemektedir.35 Halk, belli bir dönemde yaşamakta olan bireyleri, somut bir varlığı
ifade ettiği halde; millet, belli bir dönemde yaşayanları değil, fakat geçmiş ve gelecek
nesilleri kapsayan manevi bir varlıktır. 36 Halk kavramı ile bir ülkedeki tüm halkın
kasdedilmesi, ülkesel kriterin etnik kritere tercih edildiği anlamına gelmektedir. Aksi bir
yorum, mevcut ulus-devletlerin çoğu homojen olmadığından ayrılıkçı hareketleri
özendirerek sonu gelmez çatışmalara neden olacaktır. Solman, hakkın sahiplerini,
35
Berdal Aral, Üçüncü Kuşak İnsan Hakları Olarak Kolektif Haklar, Ankara: Siyasal Kitabevi,
2010 s.43.
36
Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, İstanbul: Beta Yayıncılık, 2008, s, 89.
37
Jean Solman,"Internal Aspects of the Right to Self-Determination", (ed) Christian Tomuschat,
Modern Law of Self- Determination, M.Nijhoff Puplishers, Dordrecht Boston, 1993, s.256'dan,
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.33
38
Rosalyn Higgins, The Development of International Law Throug the Political Organs of the
United Nations, Londra: Oxford University Press,1963, s.104'ten Mustafa Şahin, a.g.e., s.30.
11
veya bazılarını paylaşan, halk olma bilincine ve bunu ifade etme araç ve kurumlarına
sahip olan, belli bir sayıya ulaşan topluluklar halk olarak mütalaa edilirler.39
Birleşmiş Milletler Şartı’nda tüm halklar kendi kaderini tayin hakkına sahiptir,
diye yazmasına rağmen halkları tanımlamadığı için aynı belirsizlik burada da geçerlidir.
Sir Ivor Jennings, “Bırakın halk karar versin sözü makul görünüyor olmasına rağmen
gerçekte gülünçtür, çünkü halk birileri kimlerin halk olduğuna karar verene dek karar
veremez”40 derken bu belirsizliğe işaret etmiştir.
39
United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, International Meeting of Experts on
further study of the concept of the rights of peoples, Final Report and Recommendations, UNESCO,
Paris: 1989, s. 7-8’den Ehtibarlı, a.g.e., s.34-35.
40
Simon Caney, "Self-Government and Secession:The Case of Nations", The Journal of Political
Philosophy, C.5, No.4, Oxford, 1997, s.355'den, Taşdemir ve Özer, a.g.e.,s.32.
41
Hüseyin Kalaycı, Ulus Devletlerin Baş Ağrısı Ayrılıkçılık, Ankara: Liberte Yayınları, 2010, s.61
42
Kütükçü. a.g.m., s.261
12
Baskın Oran, halkı milletleşememiş topluluklar olarak tanımlar.43 Bir topluluğa
halk diyebilmek için aralarında özdeşleşmeler ve paylaşılan değerlerin olması gerekir.
Ortak paydalara sahip bireylerin oluşturduğu topluluklara ancak halk denilebilir.İhtilaf,
bu paydaların neler olması gerektiği noktasında toplanmaktadır. Bu ölçütlerden hareket
edildiği takdirde etnik grupların, ulusların veya etnik azınlıkların halk olma potansiyeli
taşıdıkları söylenebilir.
43
Baskın Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, 5.b., Ankara: İmaj Yayınevi, 2009, s. 82
44
Emre Öktem, Terörizm: İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları, 2.b., İstanbul: Derin Yayınları, 2011,
s.102.
13
gereksiz hale getirecektir.45 Diğer taraftan, etnik grupları bu haktan mahrum bırakmak
da bu grupların hızla uluslaşma sürecine girmelerine, ulusal azınlıkların sahip oldukları
haklardan faydalanmak için kendilerini ulus gibi takdim etmelerine yol açmaktadır.46
-Yabancı bir devlet yönetimi ve işgali altında yaşayan halklara tanınmış olduğu
söylenebilir.47
1.1.3. Azınlıklar ve SD
Köken olarak küçük, az anlamına gelen minör kelimesine dayanan azınlık
48
kavramı bugünkü anlamını ulus devletler çağında kazandı. 16. yüzyılda din
savaşlarının bir neticesi olarak ortaya çıkan dinsel azınlıklar, Napolyon Savaşlarından
sonra, Avrupa siyasi coğrafyasının yeniden çizildiği 1815 Viyana Kongresi’nde ilk defa
ulusal gruplar olarak tanımlandılar.49 Daha doğru bir ifadeyle, azınlıklar, modern ulus
devletlerin ortaya çıkışının bir sonucudur.50
14
Copotorti’nin tanımıdır. Copotorti, vatandaşı oldukları devletin nüfusuna göre sayıca az
olan, egemen konumda bulunmayan, üyeleri nüfusun geri kalanından farklı etnik, dinsel
veya dilsel özellikler taşıyan ve bu farkları korumak için üstü örtülü de olsa dayanışma
duygusu gösteren grup veya grupları azınlık olarak tanımlar.53 BM İnsan Hakları Alt
Komitesine göre bu niteliklere ilaveten azınlığın ilgili devlete bağlılık duyması ve
ayrılma yoluyla devleti parçalamaya yönelmemesi de gerekir. 1991’de gerçekleştirilen
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (bundan sonra AGİK olarak zikredilecektir)
Cenevre Azınlık Uzmanları Toplantısından beri bu düşünce uluslararası arenada da
kabul görmektedir.54
53
İrfan Sönmez, Ana Dille Eğitim, Milliyetçilik, AB Hukuku, İstanbul: Bilgeoğuz Yayınları, 2014,
s.28.
54
Murat Saraçlı, AB ve Türkiye’de Azınlıklar, Ankara: Adres Yayınları, 2012, s.32.
55
Tülin Yanıkdağ, "Azınlık Kavramı ve Azınlık Hakları", Bilgesam.
15
Oran, ulusal azınlığı Türkiye’deki Rumlar, Yunanistan’daki Müslüman Türkler
gibi akraba devleti bulunan, azınlık bilinci güçlü olan azınlık grubu olarak tanımlar.56
Ancak, ulusal azınlığa ilişkin en önemli hukuki belge olma özelliğini koruyan “Ulusal
Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme” ye göre ulusal azınlık, akraba
devleti bulunan azınlığı değil, toprakları üzerinde yaşayan dinsel, dilsel ve etnik
azınlıkları kapsayan azınlıkları ifade etmektedir.57
Ulusal azınlığı diğer azınlıklardan ayıran en önemli özellik onun halk olma
konusundaki siyasi iradesidir. Etnik azınlık ise, bir devletin içinde sayıca az olan ve
baskın kültürden farklı özellikler taşıyan ancak bir akraba devleti olmayan
topluluklardır.58
1980’den beri halk denildiği zaman genellikle yerli halklar kastedilir. Bunların
temel özelliği, devleti yöneten egemen gruptan kültürel vs. bakımlardan aralarında
muazzam bir farklılığının olması ve çoğunun başat kültürle temasa geçişinin zor
olmasıdır.59
Kendi kaderini tayin hakkının öznesi halklar olduğuna göre temel soru,
azınlıkların halk sayılıp sayılmayacağıdır. Bulundukları toplumda farklı ve azınlıkta
olan gruplar genelde azınlık olarak tanımlanmaya karşı çıkmışlardır. Bunun nedeni,
uluslararası hukukun sırf bazı farklardan dolayı azınlıklara ayrılma hakkı
tanımamasıdır. Genel yaklaşım bu hakkın ayrı bir devlet kurma noktasına varmaması
yönündedir. 60 Nitekim, 1514 sayılı BM Genel Kurul kararı SD hakkını bir ülkedeki
halkın tamamının hakkı olarak tanımlarken, bağımsızlığa ulaşmakla bu hakkın
tüketilmiş olduğunu, dolayısıyla azınlıkların SD hakkına sahip halk kategorisine
girmediğini ifade etmektedir. 2625 sayılı Dostça İlişkiler Bildirge’sinin mahiyeti de
aynıdır. İleride görüleceği üzere 1514 sayılı Genel Kurul kararından ayrı olarak, bütün
halkı temsil eden, ırk, inanç veya renk ayrımı yapmayan bir hükümete sahip olan bir
devlete karşı SD hakkının ileri sürülemeyeceği hükmünü getirmiştir. Ülkesel bütünlüğe
vurgu yapan bu ifade tersinden okunduğu zaman ırk, renk, inanç ayırımı yapan bir
56
Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama,
6.b., İstanbul: İletişim Yayınları, 2010, s.43.
57
Yanıkdağ, a.g.m.
58
Ehtibarlı, a.g.e., s.42.
59
Oran, Küreselleşme..., s.118.
60
Aral, a.g.e., s.51.
16
devlete karşı SD hakkının ileri sürülebileceği anlamına gelmektedir. Bir başka ifadeyle,
azınlık grup, üyesi olduğu toplumda etnik, dinsel veya kültürel kimliğinden dolayı artık
barış ve güvenlik içinde yaşayamayacak durumda olmalıdır.61
Kendi kaderini tayin, halklara tanınmış bir hak olmasına rağmen uluslararası
hukuk ayrılmayı bu hakkın mutlak bir parçası olarak görmemektedir. Zira, her farklı
grup halk olarak tanımlandığı ve yönetici siyasi kurumlardan kesin olarak ayrıldığı
zaman bu durumda toprak bütünlüğü ile kendi kaderini tayin ilkelerini uzlaştırmak
imkânsız hale gelir.63 Van Der Vyver, kendi kaderini tayin hakkını şu şekilde formüle
eder: Halkların kendi kaderini tayin hakkı sömürge düzeni ve yabancı işgali
durumlarında bir ulusal bağımsızlık meselesi, halkın ayrımcılığa uğradığı durumda
ülkenin siyasal sürecine katılma meselesidir, halkların siyasal topluluk içinde güçlü bir
grup kimliğine sahip olmaları durumunda egemenlik alanı meselesidir.64 Bu tasnife göre
sömürge düzeni altında olanlarla yabancı işgaline uğrayan halklar dışında ayrılma
biçiminde bir self determinasyon hakkı yoktur.
61
Kılıç, a.g.m., s.975.
62
Ehtibarlı, a.g.e., s.42-43.
63
Kalaycı, Kendi Kaderini Tayin Kimlerin..., s.189.
64
Johan D. Van Der Vyver, ” Self-determination Of The Peoples Of Quebec Under International Law”
J.Transnat’l L. ve Pol’y 1 (2000-2001), s.24.
17
hakkının muhatabının azınlıklar değil, halklar olduğu belirtilmiş, ayrıca tüm insan
hakları ile ilgili belgelerde azınlıklar ve halklar ayrı kategoriler olarak ele alınmıştır.65
Böyle bir yorum, farklı kimliklerin çoğulcu siyasal sistem içinde korunup
geliştirilebileceği siyasi-hukuki bir dönüşümü ve azınlık grupların “farklı fakat eşit”
muamele görme taleplerinin var olan siyasi sınırlar içinde karşılanması olarak
anlaşılacaktır. Self-determinasyon hakkının içe dönük yorumu olan bu yaklaşım ile
azınlık gruplar, siyasi bağımsızlık hakkına sahip “halk” olarak nitelendirilemeyecek
ve/fakat söz konusu “halk” kavramına yeni yaklaşımlar getirilecektir. Çoğulcu siyasal
sisteme olan gereklilik halk kavramını türdeş bir kimlikten uzak, farklılıkları içinde
barındıran ve katılımcı bir bütün olarak kuracaktır. Böylece, “halkların kendi kaderini
tayin etme hakkı” bağımsızlık sırasında ilk ve son defa kullanılan bir hak olmaktan
çıkarak, bütün içindeki bireylerin ve grupların ekonomik, siyasal ve kültürel
gelişmelerde söz sahibi olmasıyla süreklilik kazanacaktır.67
Son yıllarda azınlık haklarında meydana gelen gelişmelere rağmen, genel eğilim,
azınlık haklarının adil yönetim, demokrasinin geliştirilmesi, farklılıkların korunması ve
refahın artırılması gibi önlemlerle ülkesel bütünlük içinde çözülmesi yönündedir.
Uluslararası normlar da, azınlıkları devletlerin ve baskın çoğunluğun asimilasyonundan
65
Ehtibarlı, a.g.e., s.44.
66
Patrick Thornberry, International Law and the Rights of the Minorities, Clarendon Press, Oxford,
1992, s. 17.
67
B.Ali Soner, ”Azınlık Hakları, Ayrılıkçı mı, Çoğulcu mu?”, İnsan Hakları Yıllığı, C, 26, 2006, s.90.
18
korumaya yöneliktir. Azınlıklara karşı gözetilen ayrımcılığı ortadan kaldırmak, var olan
haksız bir rejimin sınırlarını sürekli sorgulamak değildir. Tüm vatandaşlara eşit haklar
verildiği ve kimseye ayrımcılık yapılmadığı sürece, var olan toplumdan kopmayı haklı
çıkaran normatif açıdan inandırıcı hiç bir nedenden söz edilemez.68
Azınlık hakları ile kendi kaderini tayin hakkı arasındaki niteliksel fark; kültürel,
ekonomik ve siyasi alana ilişkin bütün hakları içinde barındıran kendi kaderini tayin
hakkının özünde, siyasi statüyü belirleme hakkı olması, azınlık haklarının ise kültürel
kimlik hakkı etrafında şekillenmesidir. 69 İkiz Sözleşmelerin ortak birinci maddesinde
kendi kaderini tayin hakkı, halklar ekseninde ele alınırken, 27. maddesinde, etnik, dinsel
veya dilsel azınlıklar ayrı bir bağlam ve kategoride ele alınmıştır. Bu ayrım, azınlıkların
İkiz Sözleşmelerin ortak birinci maddesinde sayılan halklardan ayrı bir anlam taşıdığı
ve aynı haklara sahip olmadıkları anlamına gelmektedir. Helsinki Nihai Senedinde’de
halkların SD hakkı VIII. ilke’de, ulusal azınlıklara mensup kişilerin hakları VII. ilke’de
ele alınmıştır.70 Azınlık üyelerine tanınan haklar, genellikle seçilmiş organlara katılım,
ulusal ve bölgesel programların hazırlanmasına katılım, istişare ve benzeri haklardır.71
1998'de yürürlüğe giren ve Avrupa'da ulusal azınlıkların korunması ile ilgili en
kapsamlı belgelerden biri olan Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve
Sözleşmede de aynı çizgi izlenmiş, azınlıkların asimilasyon ve ayrımcılıktan
korunmaları, eşit muamele görmeleri ve devlet yaşamına katılmaları hedeflenmiştir.
Belgede azınlıkların SD hakkına sahip olduklarına dair en küçük bir ima yoktur. 72
Arsava da, azınlık grubu ile devlet arasında kamu hukuk bağı bulunması münasebetiyle
uluslararası hukuk bağlamında devletten ayrılma hakkı bulunmadığı, kanaatindedir.73
68
Jürgen Habermas, Öteki olmak, Öteki’yle Yaşamak, (çev.), İlknur Aka, 9.b., İstanbul: YKY
Yayınları, 2017, s.51.
69
Kalaycı, Ulus Devletlerin..., s, .6.
70
Çavuşoğlu, a.g.e., s.9.
71
Gaetano Pentassuglıa, ”State Sovereignty, Minorities and Self-Determination: A Comphensıve Legal
View”, İnternational Journal on Minority &Group Rıghts, 2002, s.318.
72
Ehtibarlı, a.g.e., s.45.
73
A. Füsun Arsava, “Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler ve Özellikle
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27.Maddesi Işığında İncelenmesi”, Ankara Üniversitesi
Siyasal BilgilerFakültesi Yayınları, 1993, s.77.
19
durumunda ayrılıkçı alternatifin iki nedene bağlı olarak tekrar gündeme taşınabileceği
ifade edilmektedir. Bunların ilki, uluslararası insani kaygılardan kaynaklanan ahlaki
yükümlülüklerdir. Kosova örneğinde olduğu gibi, ulus devletin din, dil, etnisite ya da
kültürel farklılıkları hedef alarak azınlık gruplara karşı kültürel ya da fiziki yok etme
siyaseti izlemesi halinde söz konusu radikal siyasete maruz kalan azınlık topluluğun
ayrılıkçı talep ve eylemlerinin meşruluk kazanabileceği yönündeki kabuldür. Benzer
şartlarda siyasi ve coğrafi bölünme hem azınlık grubun güvenliğini sağlama hem de
uluslararası barış ve istikrarın korunması açısından kaçınılmaz bir seçenek olarak
görülür. Diğer taraftan, devletlerin uluslararası yükümlülüklerini yerine getirme
konusunda göstereceği ısrarlı isteksizliğin benzer sonuçlara yol açabileceği söylenebilir.
Ulus-devletler, haklara olduğu kadar yükümlülüklere de sahip aktörler olarak görülür ve
mevcut devletlerin uluslararası hukuk tarafından güvence altına alınan egemenlik ve
toprak bütünlüğünün uluslararası hukukun diğer kurallarına uyulduğu takdirde geçerli
olabileceği iddia edilmektedir. Bir başka ifadeyle; her hangi bir devlet kendisine
mensup olan bireylerin ya da toplumsal grupların kimliklerini oluşturan değerlerini ya
da varlıklarını yok etmeye yöneldiği takdirde, siyasi ve coğrafi ayrılmanın meşruluk
74
kazanacağına dair görüşler ağırlıktadır. Fakat doğru olan, ayrımcılığın ulusal
bağımsızlıkla değil, bireysel ve sınıfsal farklılığın kültürel tabanına yeterince duyarlı
olarak onları da topluma dâhil ederek ortadan kaldırmaktır.75
74
Soner, a.g.m., s.91.
75
Habermas, a.g.e., s.53.
76
Mustafa Koçak, ”Self Determinasyon Hakkı ve Self Determinasyon Hakkı Teorileri”, Diyarbakır,
DÜHFD, C.23, S.38, Yıl: 2018, s.89.
20
Monarşiler döneminde, halkın alınıp satılan bir eşya gibi görülmesi, serflerin
toprakla birlikte el değiştirmesi, evlilik ve miras gibi konularda bile insanların tasarrufta
bulunma hakkının bulunmaması gibi hususların oluşturduğu rahatsızlık, Aydınlanma
Çağının fikirleriyle de buluşunca toplumsal değişimin dinamosu olmuştur. 77 Kötü
yönetimler, kölelik, sömürgecilik, gruplar ve sınıflar arasındaki eşitsizlikler toplumları
kaderlerine sahip çıkma yönünde mücadeleye itmiştir.78
Augsburg Barışı, Avrupa tarihi açısından önemli bir dönüm noktası olmasına
rağmen bazı eksikler taşıdığı da bir gerçektir. Halka tam bir dini özgürlüğün
verilmemesi ve Katoliklerin sadece Protestanları tanıması bu eksikliklerin en önemlileri
olarak gösterilebilir. Avrupa’da hızla yayılan bir diğer mezhep olan Kalvinizm,
77
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.7.
78
Ehtibarlı, a.g.e., s.51.
79
Boran Karakaya, ”Otuz Yıl Savaşları ve Ulus Devletin Doğuşu, ”(Çevrimiçi) http: //akademik
perspektif.com /2011/08/17/30-yil-savaslari-ve-ulus-devletin-dogusu/, (Erişim Tarihi: 01.01.2017).
80
Ehtibarlı, a.g.e., s.51.
81
Mustafa Şahin, a.g.e., s.9.
21
Augsburg Barışı’nın dışında bırakılmış, bu da mezhepler arası çatışmaların devam
etmesine neden olmuştur. Augsburg Barışı’nın Avrupa’da istikrarı sağlayamadığı,
Westphalia Antlaşması’nın imzalanmasına yol açacak olan Otuz Yıl Savaşlarının patlak
vermesi ile ortaya çıkmıştır.
Otuz Yıl Savaşları’nın bu karmaşık yapısı içinde savaşa katılan büyüklü küçüklü
tüm devletler kendi çıkarları için dini bir araç olarak kullanmaktan çekinmediler. Bunun
en bariz örneği de günümüz modern devlet anlayışının ilk uygulayıcısı olarak gösterilen
dönemin Fransız Başbakanı Kardinal Richelieu’dur. Kendisi de bir Katolik din adamı
olan Richelieu, Otuz Yıl Savaşları yaşanırken Katolik Kutsal Roma-Cermen
İmparatorluğu’nun yanında yer almak yerine, Fransa’nın çıkarları doğrultusunda bu
imparatorluğun karşısında yer almış, bu amaçla çeşitli ittifaklara girmiştir.
82
Karakaya, a.g.m., s.11.
22
1648 yılında Fransa ve Kutsal Roma İmparatorluğu arasında imzalanan
Antlaşma, Avrupa ulus devletler çağının başlangıcı ve temeli olarak kabul edilmektedir.
Devletlerin zamanla meşruiyetlerini dinden almak yerine, dayandıkları toplumun
rızasından almaları, toplumla yönetenler arasında bir sosyal mukavelenin ortaya
çıkmasına neden olmuş, bu da toplumların kendi kaderleri üzerinde belirleyici
olmalarını sağlamıştır.
83
Mustafa Şahin, a.g.e., s.8.
84
Funda Hülagü, Küresel Siyasete Giriş, (ed,), Evren Balta, 2.b., İstanbul: İletişimYayınları, 2016,
s.176.
85
Abdullah Kıran, “Uluslararası Hukukta Devletleri Tanıma ve Tanıma Teorileri”, Muş Alparslan
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, C.5, S.3, Y.2017, s.929.
86
A.Kadir Çüçen, Aydınlanma, Din, Demokrasi, (ed.), Ömer Bozkurt, Ankara: Eskiyeni Yayınları,
2012, s.53
87
Immanuel Kant, ”Aydınlanma Nedir?” Seçilmiş Yazılar, (çev.), N.Bozkurt, İstanbul: Remzi
Yayınevi, 1984, s.213.
88
Ahmet Cevizci, Aydınlanma Felsefesi, İstanbul: Say Yayınları, 2017, s.28.
23
Çağının bütün düşünme şablonlarını değiştirerek önemli sosyal ve siyasal
değişikliklere neden olan Aydınlanma Çağı’nın kökleri Orta Çağ’ın düşünce ve
inançlarından kopuşu temsil eden Rönesans’a dayanmaktadır. Kilisenin tahakkümüne
karşı 13. yüzyılın sonlarında başlayan aklı özgürleştirme hareketi amacına Hümanizm,
Reform ve Rönensans kavşaklarından geçtikten sonra Aydınlanma çağında varmıştır.
Fikirlerini genel irade ve özgürlük üzerine kuran Rausseau, genel irade ile
toplumun genel iyiliği ve çıkarlarını, özgürlük ile de bu iradeyi oluşturanların o iradeye
uymalarını kasdederek bunu yeni bir özgürlük biçimi, toplumsal özgürlük olarak
adlandırır. 89 Rausseau, “üyelerinin her birinin canını, malını ortak bir güçle savunup
koruyan öyle bir toplum biçimi bulmalı ki, orada her insan herkesle birleştiği halde yine
kendi buyruğunda ve özgür olsun,” 90 der. İşte Rausseau, toplum sözleşmesinin bu
sorunun çözümü olduğu iddiasındadır: Zira kendini topluma bağlayan kişi aslında hiç
kimseye bağlanmamakta, sadece genel iradenin buyruğuna göre hareket etmektedir.
Devletin ancak bu genel irade tarafından herkesin iyiliğine yöneltilebileceğini belirten
Rausseau, böylece egemenliğin halk oyunun yürütülmesinden başka bir şey olmadığı ve
hiç bir zaman devredilemez olduğu sonucuna varır: iktidar başkasına geçebilir ama
genel irade geçemez.91 Bu aynı zamanda bireylerin hem fert, hem de toplu (halk) olarak
kendi iradesi ile hareket etmesi ve kendi kaderini belirlemesi anlamına gelmektedir.
Aydınlanma, önce kendi çağının fikirlerini, içinde kilisenin bulunduğu her türlü otorite
ve hiyerarşiyi yıkmış, ardından birey ve toplumu merkez alan yeni bir toplum düzenin
temellerini atmıştır.92
89
Mithat Atabay, Aydınlanma Çağı ve Avrupa, Ankara: Nobel Yayınları, 2015, s.31.
90
Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi, (çev.), Vedat Günyol, 23.b., İstanbul: Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 2018, s.14.
91
a.g.e., s.23.
92
Cevizci, a.g.e., s.29.
24
1.2.2. Amerika Bağımsızlık Bildirgesi
Amerika’nın keşfi ile birlikte yerli halklar uzun bir süre İspanyollar tarafından
kolonize edilerek sömürülmüşlerdir. İspanya’nın Avrupa’da yenilip etkisini kaybetmesi
ile beraber kolonileri üzerindeki tesiri de azalmış, güç dengesi İngiltere lehine
değişmiştir. 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa’daki baskıcı rejimlerden kaçan ve özgürlük
arayışında olan kitlelerin taşındığı Amerika, bir nevi baskıdan kurtulmanın adresi
olmuştur. Yeni kıtadaki toplumsal yapı bu ruhla mayalanmış, özgürlük, kendi din ve
mezhebini yaşama isteği bu yapının temelini oluşturmuştur. 1776 yılında ABD’nin
bağımsızlığından hemen önce beyaz nüfusun yüzde 98’inin Protestan olması
Avrupa’dan Amerika’ya göçün esas nedenini açıklar mahiyettedir.93
93
Süha Atatüre, Amerika Birleşik Devletlerinin Siyasi Yapısı, İstanbul: Beta yayınları, 2017, s.64.
94
İngiltere ile Fransa arasında müttefiklerinin de katıldığı her iki ülkenin kaynaklarının tüketmesine
neden olan savaş.
95
Atatüre, a.g.e., s.72.
25
için 3 peni ile 4 sterlin arasında ağır vergiler konulmuştur. Bu kanun, Amerikalıların her
türlü ticari faaliyet için özel damgalı kağıtlar satın almasını zorunlu kılıyordu.Vasiyetten
gazeteye, almanaklardan iskambil kağıdına kadar her şey damgalı kağıtlarla
basılıyordu. 96 İngiliz Hükümeti Yedi Yıl Savaşları’nın yol açtığı zararı ağır vergiler
koyarak bu yolla finanse etmeye çalışmıştır.97
Üst üste gelen vergilerin halkı bunaltması ve tepkilerin çığ gibi büyümesi
üzerine İngiliz hükümeti geri adım atarak Damga Yasasını iptal etmek zorunda
kalmıştır. Bu geri adım özgürlüğe giden yolda bir dönüm noktası olarak kabul
edilmektedir. Zira direnişçilerin moral motivasyonunu yükselterek, örgütlü tepkilerle
İngiliz Hükümetini gerileteceklerine olan inancı pekiştirmiştir. Nitekim, 1767 yılında
İngiliz Parlamentosunun çıkardığı Townshend yasaları olarak anılan bir dizi vergi,
bardağı taşıran son damla olmuş, New York Meclisi, parlamentonun (İngiliz) vergi
salma yetkisi olmadığını bildirmesi üzerine kapatılmıştır.Aslında, New York Meclisinin
bu kararı, dışarıdaki bir gücün kendi kaderleri üzerinde tasarrufta bulunmasına itirazdan
başka bir şey değildi. Benjamin Franklin, tepkilerin nedenini İngiliz merkantalistlerinin
kolonileri sömürülecek bir pazar olarak görmelerine bağlamaktadır.98
96
James West Davidson, Kısa Amerika Birleşik Devletleri Tarihi, (çev.), Can Evren Topaktaş,
İstanbul: Say Yayınları, 2017, s.113.
97
Howard Zınn, Amerika Birleşik Devletleri Halkları Tarihi, (çev), Emel Coşkun, İstanbul: Kaledon
Yayınları, 2009, s.44.
98
Atatüre, a.g.e., s.71.
26
“-Bütün insanların eşit yaratıldığı ve yaratıcı tarafından başkalarına devredilemez
haklar verildiği,
-Bu hakları güvence altına almak için insanlarınadil, gücünü yönetilenlerin rızasından
alan hükümetler kurduğu,
-Her hangi bir yönetim biçimi bu hedefler için zararlı olmaya başladığında halkın yeni
bir yönetim kurma hakkı olduğu,
-Halkı mutlak despotluk altına sokmak isteyen yönetimleri devirmenin insanların hak ve
ödevleri olduğu, ” 99 ifade edilmiştir.
99
Ehtibarlı, a.g.e., s.81-82.
100
Ehtibarlı, a.g.e., s.55.
101
Koçak, a.g.m., s.91.
102
Karaosmanoğlu, a.g.m., s.148.
27
Bildirgesinin 3. maddesinde “ tüm egemenlik hakkının ulusta olduğu” şeklinde
belirir.103
“Güç hak yaratmaz, insan ancak haklı güce boyun eğmelidir. İnsanların birbiri
üzerinde bir üstünlüğü olmadığına ve kaba güç de bir hak yaratmadığına göre haklı
bir yetke ancak sosyal bir mukavele ile kurulabilir. Sosyal sözleşme ile ortaya çıkan
genel irade, devlette egemenliğin sahibidir. Dolayısıyla egemenlik denilen şey halk
iradesinin yürütülmesinden başka bir şey değildir.”105
26 Ağustos 1789 tarihinde Fransız Ulusal Meclisinin kabul ettiği, Fransız İnsan
ve Vatandaş Hakları Beyannamesi, egemenlik hakkının millete ait olduğunu
vurgulamak bakımından büyük öneme ve sembolik değere haizdir. On yedi maddelik
103
Kalaycı, Kendi Kaderini..., s.181.
104
Ethibarlı, a.g.e., s.57
105
Ahmet Gürbüz, J.J.Rousseau ve Toplum Sözleşmesinin Değeri, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi.
106
Ethibarlı, a.g.e., s.57.
107
Cassese, a.g.e., s.12.
28
Beyannamenin 3. maddesi, ”Her egemenliğin kaynağı millettir.Hiç bir birey ve hiç bir kurul,
108
milletten açıkça gelmeyen herhangi bir otoriteyi kullanamaz, ” şeklindedir.
108
Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, (Çevrimiçi).http: //www.ansiklopedim. info/?p=3122,
(Erişim Tarihi: 31.12.2017).
109
AÖF, (Çevrimiçi).http: //www.acikogretimadalet.com/fransiz-insan-ve-vatandas-yurttas-haklari-
bildirisi-konusu.html, (Erişim Tarihi: 31.12.2017).
110
Ehtibarlı, a.g.e., s.58.
111
Cassese, a.g.e., s.12.
112
Karaosmanoğlu, a.g.m., s.148.
29
Devrimin tetiklediği milliyetçi eğilimler zamanla başka coğrafyalarda da yankı
bulmuş, dünyanın siyasi haritasında önemli sarsıntılar ve değişikliklere neden olmuştur.
Kusur ve kısıtlamalarına rağmen 18.yüzyıl sonu Fransız Bildirgelerinin kendi kaderini
tayin konusundaki önemi yabana atılamaz.113
Ulusu ortak kültür ve mensubiyet bilinci olarak tanımlayan Gelner, bunu, iki
insan aynı kültürü taşıyor ve birbirini aynı ulusun üyesi olarak kabul ediyorlarsa aynı
ulustan sayılırlar, diye formüle eder. Gelner’e göre, milliyetçiliğin temel
önermelerinden biri de budur; dünyanın, her biri kendi bireyselliği ve tarihi olan
milletlere bölünmüş olduğu gerçeği.117 A.D.Smith ise milliyetçiliği, milleti kaygılarının
merkezine yerleştiren ve onun iyiliğini çoğaltmaya çalışan bir ideoloji olarak
tanımlar. 118 Bir başka eserinde, tanımını daha da berraklaştırarak, milliyetçiliği bir
113
Cassese, a.g.e., s.13.
114
E.J.Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik, (çev.), Osman Akınhay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2010,
s.125.
115
Antony, D, Smith, Milli Kimlik, (çev.), Bahadır Sina Şener, 6, b., İstanbul: İletişim Yayınları, 2010, s,
77.
116
Habermas, a.g.e., s.39.
117
Ernest Gelner, Uluslar ve Ulusçuluk, (çev.) Büşra Ersanlı, İstanbul: Hil Yayınları, 2008, s.78.
118
Antony D. Smith, Milliyetçilik, Kuram, İdeoloji, Tarih, (çev.), Ümit Hüsrev Yolsal, Ankara: Atıf
Yayınları, 2013, s.20.
30
milleti kuracağı bazı mensuplarınca farzedilen bir halk adına özerklik, birlik ve kimlik
edinmek ve bunu sürdürmek için oluşturulan ideolojik bir hareket olarak ifade eder.119
Miroslav Hroch, millet olmak için üç kriter öne sürer: Birincisi, topluluğun
kaderi olarak kabul edilen ortak bir geçmiş hafızası;ikincisi, grup içinde yüksek
düzeyde toplumsal iletişimi mümkün kılan dilsel ya da dini bağlar;üçüncüsü, sivil bir
toplum olarak örgütlenmiş vatandaşlar olarak grubun bütün üyelerinin eşit olduğu
fikri.121 Millet terimiyle ırk, dil, toprak gibi doğal ve tarihi faktörlerin yanı sıra ortak
uyrukluğun bilincine sahip olmak gerektiğini belirten 122 Renan, ulusla etnik grupları
birbirinden ayırarak şu tespitte bulunur: ”
119
Smith, Milli Kimlik, s.12.1
120
Smith, Etno Sembolizm, Milliyetçilik, (çev.), Bilge Firuze Çallı, İstanbul: Alfa Araştırma, 2017, s.94
121
Misoslav Hroch, Avrupa’da Milli Uyanış, (çev.), Ayşe Özdemir, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011,
s.10.
122
Karl Shomaker, ”World War İ, Self-Determination, And The Legacies Of Medieval Jurisprudence”,
Uluslararası Suçlar ve Tarih, S, 15, 2014, s.68.
123
Ernest Renan, Ulus Nedir, (çev.).Gökçe Yavaş, İstanbul: Pinhan Yayıncılık, 2016, s.42-50.
124
Habermas, a.g.e., s.21.
31
Fransız Devrimi ulusun ortaya çıktığı en önemli an değilse de, en önemli anlardan biri
olduğu tartışmasızdır. Krallık toplumunun bağrında, kral ile orta tabakanın üst
kesimlerinin ittifakı ile ulus yavaş yavaş kendi kendinin bilincine vararak krala karşı
koyar (XV. Louis 1776 yılında parlamentoyu, ulusu “hükümdardan ayrı bir kitle” olarak
temsil eden tek yapı olarak tescil etmeyi kesinlikle kabul etmemişti). 1789 ile 1791
arasında ulus kralın ortağı olarak karşımıza çıkmış, (ulus, kral, yasa); ve nihayet ulus
tanrısal hukukun temsilcisi XVI Louis’yi yurttaş Louis Capet’e dönüştürerek, 1792-93
yıllarında tam olarak egemenliğini elde etmiştir.125 Bütün bu izahlardan, eşit ve özgür
yurttaşların topluluğu olarak ulus fikrinin İngiltere’de keşfedildiğini, evrensel ve meşru
bir siyasal örgütlenme biçimi olarak Fransız ve Amerikan devrimlerinde
belirginleştiğini, 126söyleyebiliriz.
125
Leca, Uluslar ve Milliyetçilikler, (çev.), Siren İdemen, İstanbul, Metis Yayınları, 1998, s.144.
126
a.g.e., s.49.
127
Gelner, a.g.e., s.34.
128
Avner De-Shalit, a.g.m., s.910.
129
Michael Billig, Banal Milliyetçilik, (çev.), Cem Şişkolar, İstanbul: Gelenek Yayınevi, 2002, s.35.
32
3. Ulus mümkün olduğu kadar bağımsız olmalıdır, bu onun siyasi egemenliğinin
tanınmasını gerektirir.130
“1. İnsanlık her biri kendi karakter, tarih ve kaderine sahip olan milletlere ayrılır.
131
6.Küresel barış ve adalet ancak özgür milletlerin çoğunluğu temelinde sağlanabilir.”
Dünyanın farklı milletlerden oluşması ve her milletin devlet olma hakkına haiz
olması milliyetler ilkesine vücut vermiştir. İtalyan hukuk bilimcisi Mancini’nin dile
getirdiği milliyetler ilkesi, bir devlet içinde bulunan farklı milli toplulukların
tabiiyetinde bulundukları devletten ayrılarak kendi devletlerini kurmaları gerektiği
fikrine dayanır. 132 Habermas, milliyetler ilkesini self-determinasyon hakkına sahip
olmak olarak tarif eder. Bu ilkeye göre; kendini yönetmek isteyen her ulus, bağımsız,
devletsel bir varoluş hakkına sahiptir.133Çıkış noktası, millet olma düzeyine ulaşabilmiş
olmaktır, bu varsa devlet olma hakkı da vardır.
Farklı ulusların aynı siyasal çatı altında bulunmaya mecbur tutulması, kendi
kaderini belirleme ilkesini sınırlamak anlamına geldiğinden, milliyetler ilkesi ile
çeliştiği ifade edilmektedir. Milliyetler ilkesine göre, uluslararası ilişkilerin sujesi devlet
değil, ulustur ve millet niteliği kazanmış her topluluğun kendi bağımsız devletini
kurmak meşru hakkıdır.134 Shomaker, Mancini’nin ulusun, uluslararası hukuk düzeninin
temel birimi olduğunu söyleyerek devlet ve ulus arasındaki ilişkiyi tersine çevirdiğini
belirtir.135
130
Jean Leca, a.g.e., s.15.
131
Smith, Etno..., s.87.
132
Ehtibarlı, a.g.e., s.62.
133
Habermas, a.g.e., s.48.
134
Ehtibarlı, a.g.e., s.62.
135
Shomaker, a.g.m., s.70.
33
Bu teori, hiç bir zaman uluslararası hukukun bir ilkesi haline gelmemiştir.
Sonradan bizzat kuramcısı Mancini tarafından da terk edilmiştir. Milliyetler ilkesi ve
self-determinasyon on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar, var olan devletleri
desteklemiş, ayrılmadan ziyade bir araya getirme yoluyla devletler yaratmıştır.
1878’den sonra artarak 1918’e doğru gittikçe artan bir güçle bir yıkım aracı olarak
kullanılmış, imparatorlukların parçalanmasında önemli rol oynamıştır.136
Milliyetler ilkesi ile milliyetçilik arasında yakın bir ilişki bulunmasına rağmen
bir devlet kurma doktrini olan milliyetçiliğin birleştirici bir yönü de olduğu
unutulmamalıdır. Milliyetçilik bir madalyon gibi iki yüzü olan bir kavramdır. Bir yüzü
ile her ulusa devlet olma hakkını savunurken, öteki yüzüyle içinden çıktığı ulusun
bütünlüğüne hizmet eder. Hechter, bu gerçekten hareketle iki tür milliyetçilikten
sözeder, kültürel homojenleşmeyi savunduğu için ilk milliyetçilik tipini devlet
milliyetçiliği olarak adlandırır. Diğer tür milliyetçilik ise doğrudan yönetim ve bu
homojenleşme faaliyetine gösterilen tepkiden kaynaklanan çevresel milliyetçiliktir. 137
Birincisi birleştirici, ikincisi ayrıştırıcıdır. Buradan anlaşılması gereken milliyetçiliğin
bağlamına göre şekil aldığıdır. Jean Leca’da milliyetçiliğin iki yönü olduğunu söyler:
Bir, verili bir kültür adına yapılan egemenlik mücadelesinin aracı olduğunda dışlayıcı
ve bütüncü yön. İki, ulus-devleti oluşturan ve var eden iradenin hareketi adına dâhil
edici ve birleştirici yön.138 Görüldüğü gibi milliyetçilik içinde bulunduğu bağlama göre
değerlendirilir; dağınık grupları bir bütün halinde birleştirmeye eğilimli olduğunda
meşru, bir devleti bölmeye eğilimli olduğunda gayri meşru kabul edilir. 139
136
Marttı Koskenniemi, ”Günümüzde Milli Self Determinasyon: Hukuki Teori ve Uygulama Sorunları”,
Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Ankara: C.1, S.1, 1997, s.294.
137
Alaın Dieckhoff ve Christophe Jaffrelot, Milliyetçiliği Yeniden Düşünmek, (çev.), Devrim
Çetinkasap, İstanbul: İletişim Yayınevi, 2010, s.29.
138
Leca, a.g.e., s.16.
139
Hobsbawm, a.g.e., s.50.
140
Balibar ve Wallerstein, Irk, Ulus, Sınıf, (çev.), Nazlı Ökten, 4.b., İstanbul: Metis Yayınevi, 2007,
s.103.
34
Kabilecilikle milliyetçiliği karıştıran yaklaşımlar yüzünden her türlü parçalanma
milliyetçiliğin bir sonucu olarak değerlendirilmiştir. Afrika’da meydana gelen etnik
çatışmaları değerlendiren Jean-Loup Amselle, bu çatışmaların çağlar ötesinden gelen
çelişkilerin gün yüzüne çıkması değil, sömürgeci bilginin dayatılmasının sonucu
olduğunu söyler. Ona göre, İngiliz ve Fransızlar tarafından uygulanan dolaylı yönetim
ve böl yönet yöntemi toplumlar arasındaki yatay ilişkileri dağıtıp, kabileciliğin
ayrıcalıklı bir yönetim biçimi haline gelmesini sağlamıştır.141
141
Leca, a.g.e., s.76.
142
Smith, Etno..., s.89.
143
Koskenniemi, a.g.m., s.305.
144
Habermas, a.g.e., s.50.
145
Arsava, Halkların Kendi..., s.92.
35
evlenme ve boşanmadan farkı olmadığını söyleyen Lenin, ayrılma özgürlüğünü
savunanları ayrılıkçılığı özendirmekle suçlamanın, boşanma özgürlüğünü savunanları
aile bağlarını yok etmeyi teşvik etmekle suçlamak kadar aptalca ve riyakârca olduğunu
ifade edecektir.146
Sovyet iktidarı için ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı sorunu, bir yandan iç
meseleyken diğer yandan emperyalizmin geriletilmesi için bir taktik olarak uluslararası
siyasetin de bir parçasıydı. Barış Kararnamesi açıkça güçlü ya da zayıf, büyük ya da
küçük, gelişmiş ya da geri kalmış tüm ulusların kesin, açık ve gönüllü rızası veya
kararının esas alınmasını öngörüyordu.1918 Sovyet Anayasası da bu görüşlere uygun
hazırlanmış, SSCB’ye bağlı cumhuriyetlere birlikten ayrılma hakkı tanınmıştır. 1918
Anayasasının 1/2, 1/6 ve 1/8 maddeleri Birliğe katılmanın şartları ile ilgilidir. 1/2.
maddesi, Sovyet milletleri cumhuriyetinin özgür halkların gönüllü bir birlikteliği
olduğu, 1 /6. maddesi, Finlandiya’nın tam bağımsız ülke olmasını ilan eden, İran’dan
birliklerini çeken ve Ermenistan’ın kendi kaderini tayin hakkı olduğu politikasını kabul
eden Sovyetlerin Üçüncü Kongresi Halk Komiserleri Konseyinin kararlarının tanındığı,
146
Tom Nairn, Milliyetçiliğin Yüzleri, (çev.), S.Kırdar ve M.Ratip, İstanbul: İletişim Yayınları, 2015,
s.74.
147
World Socialist Veb Site. "Barış Üzerine Kararname". (Çevrimiçi). https:
//www.wsws.org/tr/articles/2017/11/17/cen2-n17.html, (Erişim Tarihi: 19.11.2017).
148
Cassese, a.g.e., s.15.
36
1/8. maddesinde ise birliğe katılıp katılmama kararının her halkın işçi ve köylülerinin
kendi kararlarına bağlı olduğu ifade edilmiştir.149
149
Aslan Yaman, Sovyetler Birliğinden Rusya Federasyonuna, Sovyet Sosyalizminin Anayasaları,
İstanbul: Doğu Kütüphanesi, 2017, s.33-35.
150
Cassese, a.g.e., s.15-16.
151
Rosa Luxemburg, Ulusal Sorun, Ulusların Kendi Yazgısını Tayin Hakkı ve Özerklik, (çev.),
Osman Akınhay, 2.b., İstanbul: Belge Yayınları, 2014, s.19.
152
Cassese, a.g.e., s.18.
37
uygun olanın her milliyetin işçi sınıfının kendi yazgısını belirlemesi olduğunu söylüyor,
başında bulunduğu Ukrayna’nın, proletaryası istese bile Ukrayna’nın denetiminin elde
tutulması gerektiğini savunuyordu.1903’de Lenin’in Ermenilerin kendi kaderlerini
belirlemesinden yana tavır alan Ermeni Sosyal Demokratlara karşı yazdıkları da benzer
mahiyettedir: “Biz kendi payımıza, halkların ya da ulusların kendi yazgılarını
153
belirlemelerinden çok, her milliyetteki proletaryanın kendi yazgısını belirlemesi ile ilgiliyiz.”
153
Luxemburg, a.g.e., s.29.
154
V.I.Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, (çev.), Muzaffer Erdost, 11.b., Ankara: Sol
Yayınları, 2014, s.11-69.
155
V.I.Lenin, Ulusal Sorun ve Kültürel Özerklik, (çev.), Sibel Özbudun, 2.b., Ankara:
ÜtopyaYayınevi, 2011, s.63.
38
toprakları dışında olduğu müddetçe hararetli bir SD taraftarı olmuştur. Keza, birçok
düşünür gibi, Lea Brilmayer’e göre de, bir süreliğine Wilson ile Lenin ortak bir
temaymış gibi görünmelerine rağmen, Lenin bu konsepti daha çok stratejik amaçlarla
kullanmıştır. Özellikle yerel otonomi vaatleri Rus Devrimi’ne destek sağlamada çok
önemli roller oynamıştır.156 Bütün bu görüşlere rağmen ilkenin BM sözleşmesine dâhil
edilmesi büyük ölçüde Sovyetler Birliğinin çabaları ile olmuştur.157
“Birincisi, Wilson Versay sonrası, kendi kaderine verdiği destek uluslararası hukukun
kabul ettiğinden daha sınırlıydı.Zira daha çok Balkanlardaki eski Osmanlı
vilayetlerinin dağılması ile ilgili pragmatik nedenlerle -belli durumlarda- kendi
kaderini tayin etmeyi kabul etti, evrensel anlamda kabul etmeye istekli değildi.
156
Lea Brilmayer, ”Secession and Self-Determination: A Territorial Interpretation”, Volume 16 Issue 1
Yale Journal of International Law . 1991, s.179.
157
Cassese, a.g.e., s.19.
158
Koçak, a.g.m., s.92.
159
Deniz Bilgen, ”Wılson İlkelerine Türk Kamuoyunun Tepkisi ve Bunun Amerikan Basınına
Yansıması”, Ankara Üniversitesi Türk İnkilap Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi. C.5. S.18. 2014, s.3.
160
Cassese, a.g.e., s.1.
39
İkincisi, Wilson olsa da olmasa da kendi kaderini tayin ortaya çıkacaktı, çünkü 19.
yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında uluslararası hukukta kavramsal değişimler
görülmeye başlamıştı ve bunun kökleri Ortaçağ’a kadar uzanıyordu.”161
161
Shoemaker, a.g.m., s.74.
162
Shoemaker, a.g.m., s.72.
163
Cassese, a.g.e., s.21.
164
H. Murat Yurttaş, “Lenin’e Karşı Wilson”, (Çevrimiçi) http:
//gazetemanifesto.com/2017/11/20/pusula-lenine-karsi-wilson/, (Erişim Tarihi: 19.11.2017).
40
meşrulaştırılması için kullanılmıştır. Avrupa’nın yeni düzeninde self-determinasyon,
165
savaş galiplerinin güçlenmesi, mağlupların zayıflatılması için tasarlanmıştır.
Karslon’a göre; esas amaç, Osmanlı İmparatorluğundaki Türk olmayan unsurların
otonom gelişmelerini teşvik etmekti. 166 Wilson, ABD için iç self-determinasyon
uygulamasını reddetmişti. İ.L.Claude’ye göre; Wilson şöyle demişti: “Amerika
gruplardan oluşmamıştır. Amerika’da özel bir milli gruba tabi olduğunu düşünen kişi
henüz bir Amerikalı olamamıştır.167
İlk bakışta, Osmanlı’nın varlığını koruduğu sanılan madde, aslında farklı ulus ve
etnik topluluklara özerklik tanıdığı için doğrudan doğruya bu bütünlüğü hedef almıştır.
12. madde yazılırken Wilson, milletlerin adını Ermeniler ile Suriye, Irak, Filistin ve
Arabistan halkları olarak maddeye koymak istemiş ancak danışmanı Edward Mandell
House buna engel olmuştur.169 Chicago Daily News’e göre, Wilson Prensiplerinin Türk
toplumunda heyecanla karşılanmasının nedeni, Türklerin Osmanlı topraklarında
165
Arsava, Halkların Kendi..., s.393.
166
Ingmar Karlsson, Bir Diplomatın Gözüyle Kürt Sorunu, İstanbul: Homer Kitabevi, 2008, s.44.
167
Cassese, a.g.e., s.22-23.
168
Asena Boztaş, ”Wilson İlkelerinin Türk Dış Politikasına Yansımaları, Realist ve Pragmatist Bir
Perspektif”, Akademik Bakış, C, 7, S, 14, Yaz 2014, s.169.
169
Bilgen, a.g.m., s.125.
41
Müslümanların çoğunluk olduğundan emin olmalarıydı. Wilson Prensiplerine umut
bağlayanların bazıları, ”Türk olmayan unsurlara özerk gelişim imkânının
sağlanması”ifadesini kendilerince yorumlayarak, Osmanlı İmparatorluğuna bağlı Arap
topraklarına özerklik tanınmasıyla yetinilebileceği, bir başka ifadeyle İmparatorluğun
savaş öncesindeki toprak bütünlüğünün korunabileceği hayaline kendilerini
kaptırmışlardı. Hatta bunlar, 1.Dünya Savaşı’ndan önce yitirilen, nüfusun çoğunluğu
Türk olan Batı Trakya gibi bazı toprakların da yeniden kazanılabileceğini
sanıyorlardı.170
Bu güven ve beklenti o kadar abartılmıştı ki, 4 Ocak 1919’da içinde Halide Edip
(Adıvar), Celalettin Muhtar Bey, Ali Kemal Bey (Sabah Gazetesi), Refik Halit Karay,
Celal Nuri (İleri), Necmettin (Sadak), Yunus Nadi, Ahmet Emin Yalman gibi
isimlerinde bulunduğu bir grup, Wilson Prensipleri Cemiyetini bile kurmuştular. 172
Halbuki, Amerika gazeteleri 12. maddeyi basitçe, Türk olmayan milletlerin serbest
bırakılması olarak yorumlamışlardı.173 Daha sonra, Türkler bu prensiplerin
merkezi imparatorlukları yıkmak amacıyla kullanıldığını anlamış, hayal kırıklığına
uğramışlardı.174
170
İhsan Şerif Kaymaz, ”Wilson Prensipleri ve Liberal Emperyalizm”, Atatürk Araştırma Merkezi,
(Çevrimiçi)http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-67-68-69/wilson-prensipleri-ve-liberal-emperyalizm,
(Erişim Tarihi: 31.03.2018).
171
Vakit Gazetesi, 20 Aralık 1918.
172
Kaymaz, a.g.m., s.17.
173
Karl Shomaker, World War İ, Self-Determination, And The Legacies Of Medieval
Jurisprudence, s.13.
174
Bilgen, a.g.m., s.128
42
Mustafa Kemal’de, Osmanlı topraklarının Suriye’de, Filistin’de, Irak’ta
İzmir’de, Adana’da ve her yerde işgale uğramasını, Wilson’un self-determinasyon
hakkındaki orijinal tutumundan uzaklaşması ve bağlamından koparılması olarak
görüyordu. Nutuk’taki 220 nolu vesika bu gerçeğin ifadesidir:
175
“Görüyorum ki Efendiler! İki noktalarda hanis bulunuyorlar. Birincisi;Wilson
Prensiplerini Versay Konferansı’nda kabul ve ilan ettiler. Buna nazaran on ikinci
maddeyi ve bunun hükmünce bizim hukukumuzu kabul ettiler.Halbuki fiili
hareketleriyle Wilson Prensipleri’ni Türkiye’nin hayat ve mukadderatını zamm ve
kafil olan on ikinci maddeyi nazar-ı dikkatten dur tuttular. İkincisi;Şeref ve namusları
üzerine imza etmiş oldukları mütarekenamenin hiç bir noktasına riayet etmedikten
başka onikinci maddenin ahkamına muhalif olmak üzere devletimizi manda altına
almak ve hatta büsbütün inkîsama uğratmak kararlarına kadar gittiler."176
175
Hanis: Yeminini bozan, yalancı.
176
Bilgen, a.g.m., s.129
177
Kaymaz, a.g.m., s.16.
178
Tatar ve Toprak, a.g.m., s.57
179
Aslan Gündüz, Milletlerarası Hukuk, 6.b, İstanbul: Beta Yayınları, 2013, s.100.
43
Misak’ta self-determinasyon ilkesine yer verilmemiştir180 Cemiyet Misakının başlangıç
bölümündeki, cemiyetin genel amaçları ile üyelerinin yüklendikleri sorumluluklar şöyle
belirlenmiştir:
MC, kendi kaderini tayin ilkesini, devletlerin ulusal yetki alanında görmüş,
183
Aaland adaları davasında bu görüş istikametinde karar vermiştir. Cassese’e göre;
konuya azınlık koruması perspektifinden yaklaşan MC sistemi iki bakımdan kusurludur:
İlk olarak bu sistem self-determinasyon uygulamasından bir kaçış, ikinci olarak da aşırı
seçicidir. Çünkü sadece Orta ve Doğu Avrupa devletlerinde uygulanmış fakat büyük
184
güçlere, Batı Avrupa devletlerine uygulanmamıştır. İkinci Dünya Savaşının
çıkmasına engel olamayan cemiyet 1946 yılında dağılmıştır.
180
Mustafa Şahin, a.g.e., s.11.
181
Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam), (Çevrimiçi) http: //www.tarihiolaylar.com/tarihi-
olaylar/milletler-cemiyeti-cemiyet-i-akvam-387, (Erişim Tarihi:16.01.2018).
182
Ehtibarlı, a.g.e., s.83.
183
Tatar ve Toprak, a.g.m., s.57.
184
Cassese, a.g.e., s.26.
44
1.2.7.1. Aaland Adaları Sorunu
Aaland Adaları güneybatı Finlandiya’da Botni Körfezinin girişinde İsveç
kıyılarının 25 mil açığında 6 bin kadar adadan oluşmaktadır. Sadece 80 ada üzerinde
yerleşim vardır.Bu takımadalarda yaşayanların yüzde 93, 5’inin ana dili İsveççedir.
A.Aaland adaları halkının plebisit yoluyla ayrılma veya İsveç ile birleşme
yönünde bir karar alma yetkisi var mıdır, yok mudur?
Komisyon, kesin ve egemen olarak kurulan bir devlete karşı ileri sürülen SD
taleplerinin uluslararası nitelik taşımadığını vurgulayarak, Finlandiya’nın henüz kesin
olarak kurulmuş, statüsü belirlenmiş bir devlet olmadığı için itirazını ret etmiş,
uyuşmazlığın münhasıran Finlandiya’nın ulusal yetkisi içinde olmadığına karar vererek,
MC Konsey’inin uyuşmazlıkta yetkili olduğunu belirtmiştir.185
45
MC Sözleşmesinde Self -determinasyondan söz edilmediği,
Bir azınlığın mensubu olduğu ülkeden ayrılarak başka bir ülkeye katılmasının
istisnai bir çözüm olduğu,
İçinde yaşadıkları ülke adil ve geçerli garantiler veremediği durumlarda en son
başvurulacak bir çare olduğu, 186
Aaland Adalarının hukuki olarak Finlandiya Cumhuriyetinin bir parçası olduğu,
Etnik, dinsel, dilsel ve ırksal grupların ait oldukları devletten ayrılma hakkının
ancak ait oldukları devletin rızasına bağlı olduğu,
Herhangi bir başka çözümün devletlerin egemenlik haklarının ihlaline karşılık
geleceğinden zorluklar ve istikrarsızlıklara neden olacağı,
MC’nin Adalar üzerinde Fin hâkimiyeti tanıması üzerine İsveç ile Finlandiya,
Adalarda İsveç dilinin kullanılması ve siyasal kurumların özerkliği konusunda
anlaşmaya varmışlardır.
Sonuç olarak sorun, SD hakkının tanınması yerine tamamen bir azınlık koruması
ile çözülmüştür. 188 Aaland adaları sorunu için görevlendirilen iki organ da self-
determinasyon prensibinin politik önemini kavrayarak vurgulamış, bir devletin azınlık
gruba baskılarından dolayı azınlık korunmasının uygulanamaz olduğunun kanıtlandığı
durumlarda self-determinasyona başvurulabileceğini öngörmüştür. Böylece, gelecekte
daha fazla meyve verecek politik bir çizginin önü açılmıştır.189
186
Mustafa Şahin, a.g.e., s.13-14.
187
Cassese, a.g.e., s.29.
188
Uz, a.g.m., s.64.
189
Cassese, a.g.e., s.33.
46
tarafından oluşturulan ve savaş sonrası dünyada barışı ve güvenliği yeniden tesis etmek
için uluslararası işbirliğini içeren Atlantik Bildirisi yayınlandı. Birleşmiş Milletler (BM)
ifadesi Roosevelt’in teklifi ile ilkdefa 1 Ocak 1942’de Birleşmiş Milletler Bildirisinde
kullanılmıştır. BM Ana Sözleşmesi, 50 ülkenin katılımıyla 26 Haziran 1945’de
imzalanmıştır. Ana Sözleşmenin toplantıya katılan ülkelerin parlamentolarınca
benimsenmesinden sonra Birleşmiş Milletler 24 Ekim 1945’de resmen kurulmuştur.
Amaç; milletler arası barış ve güvenliği sağlamak, dostane ilişkileri geliştirmek,
ekonomik, sosyal, kültürel ve insani problemlerin çözümüne katkıda bulunmak, insan
hak ve hürriyetlerine saygıyı geliştirmektir.190
190
Gündüz, a.g.e., s.108.
191
Aral, a.g.e., s.28.
192
Gündüz, a.g.e., s.119.
47
sınırlandırıldığı anlamına gelmemektedir. 1945’den sonra kabul edilen bir çok BM
genel kurul kararı böyle bir sınırlamanın olmadığını göstermektedir.
1945’den sonra alınan pek çok BM Genel Kurul kararında, hakkın içeriği
doldurulmaya, çerçevesi netleştirilmeye çalışılmıştır. İlkenin uluslararası toplumun bir
nevi anayasası olan BM Antlaşmasında yer alması, uluslararası hukukça tanınan bir ilke
haline gelmesinde önemli bir dönüm noktası olmuştur.195
BM’ye üye olma, pratikte dünya toplumuna da üye olmak anlamına geldiğinden,
artan üye sayısına paralel olarak birçok ülke self-determinasyonla ilgili uluslararası
hukuk kurallarına bağlı kalmış ve bu standartlara göre hareket etmiştir. BM sistemini
her ne kadar, güç sahibi devletler tarafından oluşturduğu ve aslında öncelikli amacının
üye ülkelerin çıkarlarını korumak ve mevcut devletler düzenini sürdürmek olduğu iddia
edilmişse de 196 SD ile ilgili geleneksel kuralların ortaya çıkmasında BM öncü rol
oynamış, genel standartların ortaya çıkışını hareketlendirmiştir.197
193
Arsava, Halkların Kendi..., s.396.
194
Uz, a.g.m., s.66.
195
Aral, a.g.e., s. 77.
196
Koçak, a.g.m., s.98.
197
Cassese, a.g.e., s.68.
48
tekliflerinden sonra içinde Avrupa’dan sadece Türkiye’nin bulunduğu 43 devlet bir
Genel Kurul Kararı çıkarmak için girişim başlattı. Hazırlanan bildiri 14 Aralık 1960
tarihinde 90 ülkenin oyuyla kabul edildi. Hiç ret oyunun çıkmadığı Bildiriye, sömürgeci
ülkeler çekimser oy vermeyi tercih ettiler. 198 Genel Kurul kararından sonra Bildiriyi
hayata geçirmek için bir komite kuruldu.199
198
Bildiriye, Portekiz, İspanya, Güney Afrika Birliği, Birleşik Krallık, ABD, Avusturalya, Belçika,
Dominik Cumhuriyeti ve Fransa çekimser oy kullandılar.bkz. Gündüz, a.g.e., s.452.
199
Gündüz, a.g.e., s.451-452.
200
Michla Pomerance, "Self-Determination in Law and Pratice: The New Doctrine in the United
Nations", Martinus Nijhoff Puplishers, Leiden, 1982. s.11.
49
Bildiri her ne kadar sömürge ülkelerine ve halklarına bağımsızlık verilmesi
başlığını taşıyorsa da kapsamı daha geniştir. Zira sömürge ülkeleri ve halkları ile
birlikte vesayet altındaki ülkelerin halkları, muhtar olmayan ülkelerin halkları ve henüz
bağımsızlığını elde edememiş diğer halklar da hakkın kapsamına alınmıştır. Bildiri, ilk
beş maddede sayılan halklara bağımsızlık yolunu açarken, altıncı maddede bunu
ülkelerin bağımsızlık, milli birlik ve bütünlüğü ile sınırlı tutması bir alan daraltması gibi
görülse de daha çok sömürge olmayan ülkelerin hassasiyetlerini bastırma amacına
yönelik olduğunu söylemek mümkündür. Bildiri, kendini yönetebilmesine rağmen
bağımsız olmayan ve hatta bağımsız olmak istemeyen bölgelere bile BM'nin müdahil
olma kapısını açmıştır.201
201
Pomerance, a.g.e., s.12.
202
Kolonilerin Siyasal Bağımsızlıklarına Kavuşması, (Çevrimiçi) http: //www.unicankara
.org.tr/today/7.html, ( Erişim Tarihi: 21.01.2018).
50
ifade ederek caydırmak istemiştir. BM Genel Kurulu Belçika’nın bu çabalarını 1541
(XV) sayılı kararı ile akim bırakarak, sömürgelerin ana ülkeye bitişik olamayacağını,
denizaşırı veya en azından coğrafi bakımdan ayrı olmasını ön gören “Tuzlu Su
203
Sömürgeciliği” teorisini kabul etmiştir. 1541 (XV) Sayılı karar aşağıdaki
düzenlemeleri getirmişir:
2. Paragrafta, bir ülke halkının tam muhtariyete ulaşıncaya kadar bilgi verme
yükümlülüğünün devam edeceği,
4. Paragrafta, ilk bakış ve ilk izlenime göre bir ülke onu yöneten ülkeden coğrafi
olarak ayrı, etnik ve kültürel olarak farklıysa bilgi sunma yükümlülüğünün olduğu,
5. Paragrafta, coğrafi, etnik ve kültürel farklar varsa bu arada diğer unsurlar olan
siyasi, idari, ekonomik ve tarihsel yapı üzerinde düşünüleceği,
- Bağımsız bir devletle entegrasyon. 205 1541 sayılı kararın en önemli özelliği
SD'nin uygulanacağı birimleri sınırlayarak netleştirmesi ve Pomerance'nin
ifadesiyle SD ile ilgili ilk öncü karar olan 1514 sayılı kararın üstüne sağlam bir
temel oluşturmasıdır.206
51
Self-determinasyon hakkına işaret eden BM kararlarından biri de 24 Ekim 1970
tarihinde kabul edilen Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine ilişkin
Uluslararası Hukuk İlkeleri Konusundaki Bildirgedir. (Bundan sonra Dostane/Dostça
İlişkiler Bildirisi olarak anılacaktır) Bildirge, daha önce alınan Genel Kurul
kararlarındaki eksikler ve doğurduğu endişeleri gidermek, BM Şartı’nda yer alan temel
207
ilkelerin ne anlama geldiğini açıklığa kavuşturmak ve devletlerarası ilişkileri
düzenleyecek temel hukuk ilkelerini belirlemek maksadıyla alınmıştır 208 Bildirgenin
Genel Bölüm 3. maddesinde, Bildirge’de somutlaştırılan ilkelerin uluslararası hukukun
temel ilkelerini oluşturduğu açıkça vurgulanmıştır. 209
"Bütün halklar, dış müdahale olmaksızın, özgür bir biçimde, kendi siyasal statülerini
tayin etme ve kendi ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmesini sağlamaya çalışma
hakkına sahiptir ve bütün devletler, Antlaşma hükümleri doğrultusunda, bu hakka saygı
gösterme yükümlülüğündedir” şeklinde ifade edilmiştir.
52
etmek yolu ile, halkların eşit hakları ve kendi geleceğini tayin etmesi ilkesinin
gerçekleştirilmesini teşvik etmek ve ilkenin yerine getirilmesine yönelik olarak Antlaşma
tarafından verilmiş olan sorumlulukları yerine getirmesinde Birleşmiş Milletler’e
yardımda bulunmak yükümlülüğü vardır.
Her devletin, Antlaşma doğrultusunda, birlikte ve ayrı hareket etmek yolu ile, insan
hakları ve temel özgürlüklere evrensel saygıyı ve bunların hayata geçirilmesini
destekleme yükümlülüğü vardır.
Ya da bir halk tarafından özgürce belirlenmiş herhangi başka bir siyasal statüye
sahip olmak.
İlk üç seçenek daha önce alınan 1541 sayılı BM Genel Kurulunun kararında da
sayılan uygulama biçimleridir. Dostane İlişkiler Bildirgesi bu seçeneklere, bir halk
tarafından belirlenmiş herhangi başka bir statüye sahip olmayı da ilave etmiştir. Bir
diğer fark da, kendi kaderini belirleme hakkını kullanan halkın zor ve baskıyla
engellenmesi halinde bu duruma direnebileceği ve bu amaçla yardım arama ve alma
hakkının bulunduğudur.
2625(XXV) sayılı karar, bir taraftan kendi kaderini tayin hakkını savunurken
diğer taraftan da “ırk, inanç ya da renk ayrımı yapmadan ülkede yaşayan bütün halkı temsil
eden bir yönetimi bulunan egemen ve bağımsız devletlerin toprak bütünlüğü ya da siyasal
birliğini tamamen ya da bir kısmı ile parçalayacak ya da bozacak olan herhangi bir harekete
izin veriyormuş ya da bunu teşvik ediyormuş gibi yorumlanamayacağını” belirtmiştir. Self-
determinasyonu ülkesel bütünlükle sınırlıyormuş gibi görünen bu paragraf, ters bir
okuma ile incelendiğinde SD’nin alanını genişlettiğini, ırk, inanç ya da renk ayrımı
yapan, halkın tamamını temsil etmeyen yönetimlere karşı direnme yahut ayrılma yolunu
açtığı söylenebilir. Irk, inanç, renk ayrımcılığı sınırları çok da belli olmayan göreceli
53
kavramlardır. Keza, aynı şeyi bir yönetimin halkın bütününü temsil edip etmediği
hususu için de söylemek mümkündür. Kimi demokratik yönetimlerde bile -iktidara
gelme şansı olmayan- grupların bir temsil sorunundan bahsettikleri görülmektedir.
Bildirgeye bu paragrafın konulması ile sömürgeler dışında da self-determinasyondan
yararlanacak halkların olduğu kabul edilmiş, 211 bir devlet, temsili bir yönetime sahip
olduğu ve ırk ya da renk ayrımı yapmadığı müddetçe, ülke bütünlüğü SD prensibinin
önünde olacak, aksi takdirde self determinasyon ülke bütünlüğünün önüne geçecektir.212
2625 sayılı kararın bir başka özelliği de, sömürge altında bulunan ülkeleri,
sömürgeci devletin toprağı içinde saymaması dolayısıyla sömürge altında bulunan
halkın ayrılmasını ülkesel bütünlük çerçevesinde değerlendirmemesidir.215
Bildirge daha önce belirtildiği gibi Genel Kurul’dan oy birliği ile geçtiği için bu
Bildirgeye opinio juris 216 özelliği kazandırmıştır. Hukuki bağlayıcılığı olmamasına
rağmen bu özelliği onun güç ve ağırlığını artırmıştır. Irk veya renk ayrımı yapan, temsili
olmayan hükümetlere karşı self-determinasyon yolunu açarak, devletleri ve yönetimleri
demokratikleşmeye teşvik etmiştir.217
211
Mustafa Şahin, a.g.e., s.23.
212
M.Akif Kütükçü, ”Uluslararası Hukukta Self Determinasyon Hakkı ve Türk Cumhuriyetleri, ”
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.12, 2004, s.270.
213
Doğan Kılıç, ”Self Determinasyonun Azınlıklar Açısından Değerlendirilmesi”, Gazi Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, C.XII, Y.2008, S.1-2, s.966.
214
Abdullah Uz, ”Teori ve Uygulamada Self-Determinasyon Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve Politika
Dergisi, C.3, No: 9, 2007, s.67.
215
Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, 17.b., Ankara: Turan Kitapevi.2018., s.10.
216
Bir şeyin hukuki olduğuna dair genel kanaat.
217
Ehtibarlı, a.g.e., s.106-108.
54
Ulusların kendi kaderini tayin hakkının en önemli evrelerinden birini İkiz
Sözleşmeler olarak bilinen; Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Milletlerarası Sözleşme
(MSHS) ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Milletlerarası Sözleşme
(ESKHS), teşkil etmektedir.
1949 yılında çalışmaya başlayan BM İnsan Hakları Komisyonu 1954 yılında iki
tasarı sözleşmeyi tamamladı. Bu tasarılar on yıl boyunca BM Genel Kurulunda
tartışıldı. BM Şartı ve İnsan Hakları Bildirisine atıf yapan bu sözleşmeler, 16 Kasım
1966 tarihinde BM GenelKurulunda herhangi bir itirazla karşılaşmadan benimsenerek
imzaya açıldı.218 Sözleşmelerin önemi, SD hakkını teyit etmesi ve yeni türlerini ortaya
çıkarmış olmasıdır. Sözleşmelerin self-determinasyonun bir hak olduğunu ifade eden
1/1.maddesi şu şekildedir:
Bütün halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler.Bu hak gereğince
halklar kendi siyasal statülerini özgürce kararlaştırırlar ve ekonomik, sosyal ve kültürel
gelişmelerini özgürce sağlarlar.
Bu sözleşmelerle, ilk defa uluslararası bir metinde SD bir ilke olarak değil, hak
olarak ifade edilmiş, böylece yol gösterici bir ilke olmaktan çıkarak taraf devletleri
220
bağlayıcı bir nitelik kazanmıştır. Hakkın ekonomik boyutu da ilk defa İkiz
Sözleşmelerin ortak 1/2. maddesinde dile getirilmiştir. Metinde kullanılan dil, kendi
kaderini tayin hakkını sadece sömürge ülkeleri ile sınırlı tutmamış, tüm halklara doğru
genişletmiş, böylece kişisel ve siyasi haklar arasında devamlı bir bağlantı kurmuştur.
218
Gündüz, a.g.e., s.456.
219
Gündüz, a.g.e., s.458
220
Uz, a.g.m., s.68.
55
Özerk olmayan ve vesayet altında bulunan ülkelerin yönetilmesinde sorumlu olan
Devletler de dâhil, bu Sözleşmeye Taraf Devletler, Birleşmiş Milletler Yasası’nın
hükümleri uyarınca, halkların kendi kaderini tayin etme hakkının
221
gerçekleştirilmesini kolaylaştıracaklar ve bu hakka saygı göstereceklerdir.
Cassese’e göre, bu; özerk olmayan ve vesayet altında bulunan ülkelere bağımsız
olma veya bağımsız bir devletle birlik olmaya karar verme hakkının tanınması
demektir.222 Madde metninde, BM Şartı’na vurgu yapılması hakkın kullanımında ne ve
nelere dikkat edilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu da ülkesel bütünlük ve iç işlerine
karışmama ilkeleridir. Maddede, SD hakkının bu ilkeler çiğnenerek kullanılamayacağı,
bu ilkelerin çiğnenmesi halinde SD hakkına saygı gösterilmeyeceği belirtilmiştir.
Bu maddeye göre;
221
Gündüz, a.g.e., s.458.
222
Cassase, a.g.e., s.23.
223
Kütükçü, a.g.m., s.269.
224
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.26.
56
Etnik, dinsel azınlıkların veya dil azınlıklarının bulunduğu devletlerde, bu azınlıklara
mensup olan kişiler, kendi gruplarının öteki üyeleri ile birlikte kendi kültürlerinden
yararlanma, kendi dinlerine inanma ve bu dine göre ibadet etme veya kendi dillerini
kullanma hakkından yoksun bırakılamayacaklardır.
225
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.29.
226
Koçak, a.g.m., s.101.
57
bildirimlerini kapsamayacağını belirterek ek protokolün bireysel başvurularla ilgili 5/2
maddesine çekince koymuştur.227
227
Mehmet DALAR, “BM’nin İnsan Haklarıyla İlgili İkiz Sözleşmelerine Türkiye’nin Beyan ve
Çekinceleri.”Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.15, Yıl.15, S.2,
2015, s.112.
228
KESK."Uluslararası Sözleşlmeler Bağlayıcıdır". (Çevrimiçi).http:
//tarimorkam35.tripod.com/ulussoz.htm, (Erişim Tarihi: 26.02.2019).
58
edilmiş ve 1986 yılında yürürlük kazanmıştır. 229 Banjul Sözleşmesi olarak da bilinen
sözleşme, halkların kendi kaderini belirleme hakkı ile kendi doğal zenginlikleri ve
kaynakları üzerinde serbestçe tasarruf hakkını, açık ve tam bir şekilde tanımıştır.230
20(1): Bütün halklar var olma hakkına sahip olacaktır.Bütün halkların sorgulanamaz,
devredilemez nitelikte kendi kaderini tayin hakkı olacaktır. Bütün halklar kendi siyasal
statülerini özgürce belirleyecek ve serbest şekilde belirledikleri siyasaya uygun olarak
kendi ekonomik ve sosyal gelişmelerini gerçekleştireceklerdir.
20/2. Sömürge yahut baskı altında tutulan halklar, uluslararası toplum tarafından
tanınan herhangi bir yola başvurmak suretiyle kendilerini tahakkümden
kurtarmak hakkına sahip olacaklardır.231
AİHHS, engellenen halklara direnme ve mücadele hakkı getirerek yeni bir yol
açmıştır. Aynı maddenin 3. fıkrası ise; “Bütün halklar, siyasal yahutkültürel, yabancı
tahakkümüne karşı verdikleri kurtuluş mücadelesinde bu Şarta taraf devletlerin yardımını
görme hakkına sahip olacaktır” Bu fıkra, halkların dışarıdan yardım almasını, devletlerin
de yardım etmesini hukukileştirerek hak ihlallerine karşı toplu koruma imkanı
getirmiştir.
Sözleşmenin 21/(1) maddesi kendi kaderini tayin hakkının bir başka veçhesi
olan ekonomik boyutu ile ilgilidir. Buna göre, “Bütün halklar, kendi zenginliklerini ve
229
Neslihan Özeller, “İnsan ve Halkların Hakları Sözleşmesi İle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
Karşılaştırılması, ”YBHD, Y, 2, S, 2017/2, s.45-46.
230
Ehtibarlı, a.g.e., s.114.
231
Mehmet Semih Gemalmaz, Ulusalüstü İnsan Hakları hukuku Belgeleri, C, 1, İstanbul: Legal
Yayınevi, 2010, s.976.
232
Aral, a.g.e., s.36.
59
doğal kaynaklarını özgür biçimde kullanacaklardır. Bu hak münhasıran halkın çıkarı için
kullanılacaktır. Hiç bir halde bir halk bu haktan yoksun bırakılmayacaktır.”233
233
Gemalmaz, a.g.e., s.976.
234
Ehtibarlı, a.g.e., s, 116.
235
Gündüz, a.g.e., s.699.
236
Mesut Hakkı Caşın, Modern Uluslararası Hukukun Temel Esasları, C, 2, İstanbul: Legal
Yayıncılık, 2013, s.1090.
237
Karl Doehring, “Self-determination”, in (ed) Simma Bruno The Charter of the United Nations A
Commentary, Oxford University Press, New York 1995, s.66'dan Samancı, a.g.m., s.167
238
Gündüz, a.g.e., s.703.
60
ilke self-determinasyon hakkına ilişkindir. Halkların Eşit Hakları ve Self-
determinasyonu başlıklı kısım şu şekildedir:
Halkların eş it hakları ve kendi kaderlerini tayin etmeleri ilkesine binaen, bütün halklar
istedikleri zaman dış müdahale olmaksızın iç ya da dış statülerini tam bir özgürlük
içinde tayin etme ve istedikleri siyasi, ekonomik, sosyal kültürel gelişmeyi arama
hakkına her zaman sahiptirler.
Katılan Devletler, halkların eşit hakları ve kendi kaderlerinin tayin etmelerine saygı
gösterilmesi ve bunların etkin bir şekilde yerine getirilmesinin bütün devletler arasında
olduğu gibi kendi aralarında da dostane ilişkilerin gelişmesi için teşkil ettiği evrensel
önemi yeniden teyit ederler; ayrıca bu ilkenin herhangi bir şekilde ihlalinin ortadan
239
kaldırılmasının önemini hatırlarlar.”
Madde metninden de anlaşılacağı üzere Senet, bu madde ile SD hakkının hiç bir
kategoriden bahsetmeden geniş bir şekilde yorumlayarak tüm halklara ait olduğunu ilan
etmiştir. Bu da SD'nin koloniyel bağlamın ötesinde de uygulanabileceği anlamına
gelmektedir. 240 Bu düzenlemeyle SD hakkı, sadece bağımsızlık mücadelesi veren
halklar tarafından bağımsızlıklarını elde etmek için bir defaya mahsus kullanılan bir hak
olmaktan çıkıp süreklilik kazanmıştır. Hakkın sahibinin, katılan devletlerin halkları ve
kapsadığı alanın Avrupa olduğu dikkate alındığında belgede dış self-determinasyondan
ziyade iç self-determinasyonun hedeflendiği anlaşılmaktadır.241 Dış self-determinasyon
Avrupa için yıkıcı olacağından sonraki AGİT dokümanlarında kendi kaderini belirleme
daha çok bölgesel entegrasyon, azınlıkların korunması düzleminde ele alınmıştır. 242
Nitekim, 15 Ocak 1989’da kabul edilen Viyana Dokümanı’nda insan hakları alanında
çok aşamalı bir konsültasyon ve denetim mekanizması kabul edilmiş, 9-10 Haziran
1992 tarihli “Helsinki Document 1992-Challenges of Change” isimli belge ile Ulusal
Azınlıklar Komiserliği kurulmuştur.
239
Gündüz, a.g.e., s.707.
240
Koskenniemi, a.g.m., s.288.
241
Ehtibarlı, a.g.e., s.112.
242
Koskenniemi, a.g.m., s.299.
61
AGİK’in self-determinasyonla ilgili en önemli belgelerinden bir başkası da 14-
25 Temmuz 1993 tarihleri arasında Viyana’da toplanan Dünya İnsan Hakları
Konferansı’nda kabul edilen Viyana Eylem Program Deklarasyonu’dur.Kısaca Viyana
Bildirgesi olarak bilinen belgenin 2. maddesinde tüm halkların kendi geleceklerini
belirleme hakkı olduğu vurgulanmış, BM Antlaşmasına uygun olarak bu hakkı
gerçekleştirmek için her türlü meşru eyleme başvurma hakkı tanınmıştır. Ancak, madde
metninde bu hakkın, BM Antlaşmasına ve Dostane ilişkiler Bildirisine uygun davranan,
ayrımcılık yapmayan devletlerin bağımsızlık ve egemenliklerini bozmak için
kullanılamayacağı belirtilerek SD ile ülkesel bütünlük arasında bir denge
kurulmuştur. 243 Bildirge, SD hakkını kapsamını genişletmiştir. 2625 sayılı Dostane
İlişkiler Beyannamesi ırk, renk ve din ayırımı yapan devletlere karşı SD hakkının
doğacağını ifade ederken, Viyana Bildirgesi diğer karekteristik özellikleri nedeni ile de
politik temsilden dışlanmış olanlara da bu hakkı tanımıştır.”244
243
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.31.
244
Koçak, a.g.m., s.104.
245
Weller, a.g.m., s.126-130.
246
Koskenniemi, a.g.m., s.288.
62
1.4. Uluslararası Adalet Divanı Kararlarında Self-Determinasyon
Birleşmiş Milletlerin yegâne yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı Genel
Kurul ve Güvenlik Konseyinin seçtiği on beş yargıçtan oluşur. Merkezi Hollanda’nın
Lahey kentinde olan bu mahkeme Uluslararası Adalet Mahkemesi olarak da bilinir.
Yargıçlar değişik ülkelerden seçilerek farklı hukuk sistemlerinin Divan’da temsil
edilmesi amaçlanmıştır. Divanın yetki alanı, uluslararası uyuşmazlıklarda taraf
olan ülkelerin kendisine getirdikleri davalar ile BM Antlaşması’nda ya da yürürlükteki
uluslararası antlaşmalarda özellikle öngörülmüş konuları içine alır. Bu doğrultuda
mahkemenin görevi BM tarafından tanınan ülkeler arasında, uluslararası hukuka aykırı
sorunları çözmek ve BM organları tarafından çözüme kavuşturulamayan uluslararası
problemlere çözüm önerileri getirmektir.247
UAD bir ceza mahkemesi değil, sivil bir mahkemedir ve hükümetler arasındaki
çatışmalar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bireysel suçluların üzerinde hiçbir yetkisi
yoktur. Yani, savaş suçlusu olan insanları yargılayamaz. Bu, Birleşmiş Milletler
tarafından kurulan özel ceza mahkemelerinin görevidir.
1.4.1.Namibya Kararı
1966’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2145 sayılı kararı ile Güney
Afrika’nın Namibya üzerindeki mandasının sona erdiğine karar vermiştir. Güney Afrika
bu kararı dikkate almayarak Namibya üzerindeki kontrolünü sürdürmüştür. 1970 yılında
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 276 sayılı kararı ile Genel Kurul’un söz konusu
kararını teyit ettiğini ve Güney Afrika’nın Namibya ile ilgili olarak aldığı tüm kararların
247
BM Türkiye, Uluslararası Adalet Divanı, (Çevrimiçi), http: //www.mbmtr.org/uluslararas305-adalet-
divan305-uad.html, (Erişim Tarihi: 04.02.2018)
63
gayri hukuki olduğunu ifade etmiştir. Güney Afrika’nın aynı tavrı sürdürmesi üzerine
Genel Kurul, Güney Afrika’nın Namibya üzerinde süren varlığının devletler
bakımından sahip olduğu hukuki niteliğe ilişkin Uluslararası Adalet Divanına
başvurarak danışma görüşü talep etmiştir. 21 Haziran 1971’de UAD birçok
milletlerarası teamül kuralının yazılı hale getirildiği Viyana Antlaşmalar Sözleşmesi’ne
atıf yaparak, bu Sözleşme’nin md.60/3 hükmünce, Güney Afrika’nın Namibya’daki
mevcudiyetinin yasa dışı olduğu ve Güney Afrika’nın Namibya idaresinden derhal
çekilerek bölgedeki işgale son vermekle yükümlü olduğu yönünde görüş bildirmiştir.248
Bu bağlamda, Güney Afrika’nın manda ülkesinin yönetimi bakımından
yükümlülüklerini yerine getirmediğini, Güney Batı Afrika yerli ahalisinin manevi ve
maddi refahını sağlayamadığını ve fiilen mandayı tanımadığını belirtmiştir.
Yükümlülüklerin kasten ve devamlı şekilde ihlal edilmesinin özellikle manda- mandater
ilişkisinin amacını ve konusunu tahrip eder nitelikte olduğunu ve söz konusu kararın bu
sebeple ilişkiyi sona erdirme hakkının kullanılması olarak görülmesi gerektiğini ifade
etmiştir.249
248
Ehtibarlı, a.g.e., s.116.
249
İÜHF "Milletlerarası Hukuk, Dava Özeti". (Çevrimiçi). http: //cdn.istanbul.edu.tr/ statics/hukuk.
istanbul.edu.tr/wp-content/uploads/2015/12/Namibya- davası %C4%B1.pdf, (Erişim Tarihi:
04.02.2018).
250
Uz, a.g.m., s.76.
251
Ehtibarlı, a.g.e., s.117.
64
oluşan Genel Sahra Meclisini kurarak, 1975 yılında Batı Sahra’dan çekilmiştir. 252
İspanya’nın Batı Sahra’dan çekilmesi Fas ve Moritanya’nın bölge üzerinde hâkimiyet
kurma çabalarına neden olmuş, günümüze kadar süren çatışmalara zemin hazırlamıştır.
Fas, Batı Sahra üzerindeki iddialarını, coğrafi yakınlık ve sürekli bir egemenliğe
dayandırırken, Moritanya, Batı Sahra halkıyla ortak, dil, din ve yaşam biçimine sahip
olduklarını ileri sürerek, iki topluluğun aynı halkın parçaları olduğu tezine
dayandırmıştır. BM ihtilafı Uluslararası Adalet Divanı’na götürerek şu soruları
sormuştur:
1.Batı Sahra İspanya tarafından işgal edildiğinde, terra nullius (sahipsiz) bir nitelik
taşıyor muydu? Bu sorunun cevabı olumsuz ise;
Divan, birinci soruyu, Batı Sahra 1884’de işgal edildiğinde mevcut delillerin,
ülkede siyasal ve sosyal organizasyonların varlığına işaret ettiğini, dolayısıyla sahipsiz
olmadığını,
İkinci soruyu ise; Batı sahra ile Fas ve Moritanya arasında bazı bağlar
bulunmasına rağmen bunların egemenlik kazanacak nitelikte olmadığını, Batı Sahra
halkının kendi geleceğini belirlemek için, self-determinasyon hakkının uygulanmasını
engelleyen bir durumun bulunmadığı, şeklinde cevaplamıştır.
252
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.40.
65
egemenlik kuracak güçte olmadığı gerekçesiyle ret etmiştir. 253 Divan bu kararı ile
sömürge ve muhtar olmayan ülkeler için self-determinasyon hakkının teamül
hukukunun bir ilkesi olduğunu kabul etmiştir. 254
253
Uz, a.g.m., s.77.
254
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.41.
255
Weller, a.g.m., s.143-144.
256
Uz, a.g.m., s.78.
66
determinasyon hakkını kullanabilmesi için gerekli şartları oluşturma çağrısı yapmasına
rağmen Endonezya işgali 1999 yılına kadar sürmüştür.257
Endonezya, 300 farklı etnik topluluğu içinde barındıran bir ülke olduğundan
etnik toplulukların kendi yolundan gitmelerini teşvik etmek yerine, demokratik bir
259
toplum çerçevesinden entegre edilmelerini savunmuş, uzun süre Doğu Timor’un
self-determinasyon hakkına karşı çıkmıştır. Ancak uluslararası baskılara daha fazla
direnemeyerek, 1999 yılında bağımsızlığın halk oylamasına sunulmasını kabul etmiştir.
Ada’da BM gözetiminde yapılan referandumda halkın yüzde 80’i bağımsızlıktan yana
oy kullanmış, 2.5 yıl BM tarafından yönetilen Doğu Timor, 20 Mayıs 2002 tarihinde
bağımsız bir devlet olmuştur.260 UAD’ın bu kararı, self-determinasyonun erga omnes
261
niteliğini teyit etmiş, daha sonraları Uluslararası Hukuk Komisyonunun atıfta
bulunduğu ve bu yükümlülüğü jus cogens bir yükümlülük olarak nitelediği dayanak
kararlardan biri haline gelmiştir.262
257
Ehtibarlı, a.g.e., s.118.
258
Uz, a.g.m., s.79, Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.45.
259
Gnanapala Welhengama, “The Legitimacy of Minorities’ Claim for Autonomy Through the Right to
Self-Determination”. Ld Nordic Journal of International Law 68, 1999, s.422.
260
Erol Kurubaş, Kuzey Irak’ta..., s.164.
261
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.45.
262
Ehtibarlı, a.g.e., s.120
67
Görüşünde, Kosova'nın tek taraflı ayrılma girişimi hukuka uygun mıdır sorusuna Divan,
uluslararası hukukun tek taraflı bağımsızlık ilanlarını ne zımnen ne açık olarak
yasaklamadığı şeklinde cevap vermiş, hukuka aykırılığın tek taraflı bağımsızlık
ilanından değil, zor kullanma ya da uluslararası hukukun ciddi ihlali halinde söz konusu
olabileceğini belirtmiştir.263 Divanın bu kararı, konuyu son derece dar bir çerçevede ele
alarak sınırlı bir şekilde incelediği ve bağımsızlık bildirilerini amacından soyutlayarak
değerlendirdiği gerekçesi ile eleştirilmiştir.264
Divan'ın ayrılmaya yetkilendiren bir kuralın uluslararası hukukta var olup olmadığını
araştırmayı reddettiğini,
Mahkemenin dış kendi kaderini tayin hakkında sömürge bağlamı dışında uygulanıp
uygulanmayacağı konusuna girmeyerek ilgili mevzuata hiç bir şey ilave etmediğini,
Bir yasağın yokluğunun kimseye istediği her şeyi yapma özgürlüğü vermeyeceği
gerçeğini görmezden geldiğini,
263
Seçil Şahin, “Kosova'nın Bağımsızlık Kararının Uluslararası Adalet Divanı ve Self-Determinasyon
İlkesi Çerçevesinde İncelenmesi", Ankara Barosu Dergisi, S.3, Y.2015, s.530-532.
264
Kuzu, a.g.m., s.21.
265
Ender Kuzu," Uluslararası Adalet Divanı'nın Kosova'ya İlişkin Danışma Görüşünün
Değerlendirilmesi,"MBH Y.30,S.1-2, 2010,
68
Ayrılmaya teşebbüs yasağının bulunmamasının, bunu yapma hakkının varlığı anlamına
gelemeyeceğini,
Divanın danışma görüşünün hiç bir yerinde Kosova kararının istisnai, nev-i şahsına
münhasır veya benzersiz olduğunu belirtmeyerek tüm ayrılıkçı girişimlere de bu yolu
açtığını,
Kararın etnik sorunlarla karşı karşıya olan bir çok devleti olumsuz yönde
etkileyeceğine, ayrılıkçı hareketler için örnek oluşturacağına şüphe yoktur. Nitekim,
Divanın Kosova kararından sonra Kırım'ın tek taraflı bir referandumla Ukrayna'dan
önce bağımsızlığını ilan edip, sonra da Rusya'ya bağlanması bu yöndeki endişeleri
doğrulamıştır. Bağımsızlık bildirilerinin amacı yeni bir devlet kurmaktır.Divan, sadece
bu gerçeği göz ardı etmekle kalmamış, kararının gelecekte ayrılıkçı hareketler üzerinde
yaratacağı etkiyi de görmezden gelmiştir.Ülke bütünlüğü devletlerarasındaki ilişkilerle
sınırlandırıldığından ayrılıkçı hareketleri bu bağlayıcı kuraldan ayrık tutarak
cesaretlendirmiştir.Sırbistan'ın Kosova'dan çekilmek için kabul ettiği, ülkesel
bütünlüğünün ayrılmaya karşı korunması garantisine rağmen Divan'ın aldığı karar,
266
Theodore Christakis, "The ICJ Advisory Opinion on Kosovo: Has International Law Something to
Say about Secession?",Leiden Journal of International Law, Volume 24, Issue 1,2011,s.77-.80
kaynakçaya sadece pp.73-86 ilave edilecek
69
uluslararası örgütlere ve verdikleri garantilere güvenilmeyi imkansız hale getirmiştir.
Christakis,in deyimiyle, Kosova, bir emsal bir kararıdır ve kötü bir örneğidir.267
267
Christakis, a.g.m., s.86
268
Cassese, a.g.e., s. 127.
269
Jan Klabbers, "The Right to be Taken Seriously: Self-Determination in International Law", in Human
Rights Quarterly, Vol. 28, No. 1, 2006, s.196'dan Ehtibarlı, a.g.e., s.121.
270
Ehtibarlı, a.g.e., s.122.
271
Ehtibarlı, a.g.e., s.123.
272
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.36.
70
1.5.1. İnsan Hakkı Olarak Self-Determinasyon
1966 tarihli İkiz Sözleşmelerin ortak 1. maddesinde self-determinasyon bir insan
hakkı olarak belirlenmiştir. Bunun sonucu olarak uluslararası hukuktaki ağırlığı artmış,
insan hakları ile bütünleşen bir prensip haline gelmiştir. Zira, kendi kaderini tayin
hakkının özgürce kullanılabilmesi ancak, düşünce, ifade, dolaşım, toplanma gibi bir çok
temel hak ve özgürlüğün varlığına bağlıdır. Aynı şekilde, böyle bir toplumun oluşması
da halkın self-determinasyon hakkını kullanabilmesiyle ilişkilidir. Bu bakımdan, self-
determinasyon hakkının tanınmadığı bir toplumda, diğer hak ve özgürlükleri temin
etmenin, bu hak ve özgürlükleri sağlamadan da self -determinasyonu gerçekleştirmenin
imkânı yoktur. İnsan haklarının amacı bireysel ve topluluk haklarını evrensel düzeyde
baskılardan korumaksa, self-determinasyonun amacı da aynı hakları devlet düzeyinde
korumaktır.273 Bu iç-içe geçiş ve karşılıklı bağımlılık self determinasyonu insan hakları
ile bütünleştirmiş, birbirinin ayrılmaz parçası haline getirmiştir. Bu bütünleşme daha
çok bireyi hedef alan insan hakları kavramına kolektif bir boyut kazandırmıştır.
273
Ehtibarlı, a.g.e., s.147.
71
Bir jus cogens kuralla çatışan antlaşmaları geçersiz kılan, 1969 Sözleşmesi’nin 53- 64
ve 66. maddeleridir.274
53. madde de; Bir anlaşma yapıldığı sırada milletlerarası genel hukukun emredici bir
normu ile çatışıyorsa batıldır..., denilmekte, 64.madde de ise ; eğer milletlerarası hukukun
yeni bir emredici normu ortaya çıkarsa, bu normla çatışan mevcut herhangi bir anlaşma batıl
hale gelir ve sona erer, 275 hükmü yer almaktadır. 66. madde de ise, 53 ve 64. maddenin
uygulanması veya yorumu ile ilgili bir ihtilafın taraflarından herhangi birisinin, yazılı bir
dilekçe ile, ihtilafı Milletlerarası Adalet Divanı’nın kararına sunabileceği, ifade edilmektedir.
72
uluslararası hukukun buyruk kurallarından biridir. Bu konuda iki farklı yaklaşımın
olduğu söylenebilir. Birincisi, bütüncül yaklaşımdır, buna göre, SD bir bütün olarak iç-
dış ve ekonomik boyutu ile jus cogens statüde bir haktır. İkinci yaklaşım ise, ehliyetli
yaklaşımdır, buna göre ise sadece sömürge halkları ile yabancı hâkimiyeti altında olan
halklar bakımından self-determinasyon bir jus cogens kuralı olma ehliyetine haizdir.
Yaklaşım farklarından da anlaşılacağı gibi SD’nin jus cogens bir hak olarak
sınırları tartışma konusudur. Pozitif hukuka göre; uluslararası bir hukuk normunun jus
cogens niteliği kazanması için devletlerin çoğunluğunun o normu mutlak bir hukuk
kuralı olarak kabul etmeleri gerekir. 277 Günümüzde böyle bir çoğunluk iradesi mevcut
değildir. Bütünlükçü yaklaşımın, ülkesel bütünlüğü bozabileceğine dair duyulan
endişeler böyle bir iradenin ortaya çıkmasına engel olmaktadır. Ancak sömürge halkları
ile yabancı tahakkümünde olan halklarla ilgili self determinasyonun jus cogens
statüsünde olduğu yönünde genel bir kabul olduğu söylenebilir.
Klasik uluslararası hukuk bütün devletlerin ortak isteklerine cevap verecek bir
sorumluluk sistemi getirmediğinden bütün uluslararası topluluğun yararına olacak
kurallara saygı duyulması için her bir devletin bireysel olarak dava hakkına sahip
olabileceği bir kavrama ihtiyaç vardı. Erga Omnes bu ihtiyacın doğurduğu bir
277
Ehtibarlı, a.g.e., s.129.
278
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.37.
73
kuraldır.279 İki taraflı ilişkilerde yükümlülüğün ihlali sadece ilişkiye taraf olan devletler
için bazı haklar doğurur.
279
Kemal Başlar, ”Uluslararası Hukukta Erga Omnes Kavramı”, Milletlerarası Hukuk ve
Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, C.22, S, 2, s.77.
280
Başlar, a.g.m., s.81.
281
Bkz.Cassese, a.g.e., s. 202-203, Mathew Saul, ”The Normative Status of Self-Determination in
İnternational Law: A Formula for Uncertainty in the Scope and Content of the Right?”, Human
Rights Law Reveiew, C.11.S.4, 2001, s.633.
282
Ehtibarlı, a.g.e., s.132.
74
1.5.4. Ülkesel Bütünlük İlkesi
Uluslararası hukukta self-determinasyon hakkı ile ülkesel bütünlük ilkesinin
karşı karşıya geldiği durumlarda hangisinin hangisine üstün tutulacağı hep tartışma
konusu olmuştur. Var olan sınır hatlarının sabitliği ve soyutluğu ülkesel bütünlük
ilkesinin bir sonucu olarak ileri sürülmektedir.283 Devletler SD hakkını her zaman siyasi
amaçlarına uygun olarak yorumlamak istemişler, zaman zaman da güç politikalarının
bir aracı haline getirmişlerdir. Fakat aynı zamanda, SD tartışmalarında uluslararası
istikrar ve ülke bütünlüğünü göz önünde tutarak ilkenin uygulanmasına kısıtlamalar
getirmişlerdir.284
“Tüm üyeler uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak
bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in amaçları ile
bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına
başvurmaktan kaçınırlar.”
Ancak, daha önce de ifade edildiği gibi BM Şartının 1(2) ve 55. maddelerinde
kendi kaderini tayin hakkına da yer verildiğinden bu ilkelerin çatışması halinde
hangisinin hangisine üstün tutulacağı sorusunu gündeme getirmiştir. 1514 (XV) sayılı
Sömürge Ülkelerine ve Halklarına Bağımsızlık Verilmesine İlişkin Bildiri ile 2625
283
Christian Tomuschat, "Secession and Self-Determination", International Law Perspectives,
Cambridge University Press, Cambridge, 2006, s.37
284
Karaosmanoğlu, a.g.m., s.147.
75
(XXV) Dostça İlişkiler Beyannamesi’nde de her iki ilkeye birden yer verilmiştir. 1514
(XV) sayılı Bildiri’nin 2. maddesinde bütün halkların kendi kaderini tayin hakkı olduğu
vurgulanırken 6.maddesinde bir ülkenin birlik ve bütünlüğünü kısmen veya tamamen
bozmayı amaçlayan her türlü teşebbüs BM Şartı’na aykırı bulunarak yasaklanmıştır.
2625 (XV) sayılı Dostça İlişkiler Beyanname’sinde ise, hem devletlerin birbirlerinin
birliğini, ülkesel bütünlüğünü bozmaya yönelik davranışlar yasaklanmış, hem de
Beyanname’nin temsili hükümetlere sahip olan, ırk, inanç veya renk ayırımı yapmayan
devletlere zarar verecek şekilde yorumlanamayacağı ifade edilmiştir.
76
sayılı Devletlerin İç İşlerine Karışmanın Yasaklanması ve Bağımsızlık ve Egemenliklerinin
286
Korunması Beyannamesi ile 1970 Tarihli Dostane İlişkiler Beyannamesi’dir.
286
Ehtibarlı, a.g.e., s.134.
287
USLEGAL.Uti Possidetis Yasası ve Hukuki Tanımı. (Çevrimiçi). https: //definitions.uslegal.
com/u/uti-possidetis/, (Erişim Tarihi: 07.04.2018).
77
edilmiş, böylece kolonyal devletlerin çizmiş olduğu idari sınırlar yeni bağımsızlığını
kazanan devletlerin sınırlarına dönüştürülmüştür. Uluslararası Adalet Divanı'nın
Burkina Fasso ile Mali arasındaki sınır uyuşmazlığında verdiği karar da bu yöndedir.
Kararda, ilkenin çıkış yer ve sebebine dikkat çekildikten sonra, ilk defa İspanyol
Amerika’sında başvurulan bir yöntem olmasının, genel bir ilke olmasına mani olmadığı
vurgulanarak uluslararası hukukun bir parçası olduğu kabul edilmiştir. Divan’a göre;
self-determinasyon ilkesi ile uti possidetis juris ilkesinin çatışması durumunda,
uluslararası barış ve istikrarın korunması amacıyla uti possidetis juris ilkesi üstün
tutulacaktır.288
Şart’ın VII. bölüm 39. 40 ve 42. maddeleri kuvvet kullanımının ikinci istisnasını
düzenlemiştir: 39. maddeye göre Güvenlik Konseyi, uluslararası barışın bozulması,
tehdit edilmesi veya uluslararası barışa fiili bir saldırının olması durumunda, 40.
288
Ehtibarlı, a.g.e., s.143.
289
Tomuschat, a.g.m., s.38.
78
maddeye göre geçici tedbirlerin ve zorlayıcı tedbirlerin alınmasına, bu tedbirlerin
yetersiz kalması halinde 42. maddeye göre askeri kuvvet kullanımına karar verebilir.
290
Cassese, a.g.e., s.198.
291
N.Malcolm Shaw, "Self-Determination and the Use of Force", Minorities, Peoples and Self -
Determination Essays in Honour of Patrick Thornberry, Leiden, 2005, s.44.
292
Shaw, a.g.m., s.45.
79
Bu düzenlemelere bağlı olarak, sömürge ve yabancı işgali altında olan halkların
yabancı boyunduruğu ve tahakkümüne karşı silahlı mücadele dâhil her türlü araçtan
yararlanabileceklerine dair bir görüş oluşmuştur. Nitekim sonraki yıllarda self-
determinasyon hakkı ret edilen birçok grup kuvvet kullanma yoluyla amaçlarını
gerçekleştirmeye çalışmıştır.293
293
Ehtibarlı, a.g.e., s.144.
294
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.75.
295
Shaw, a.g.m., s.48.
296
Tomuschat, a.g.m., s.39.
80
2. SELF-DETERMİNASYON HAKKI’NIN TÜRLERİ, AYRILMA
HAKKI VE TEORİLER
“ Bir halkın kendisini bir başka halka bağlayan siyasal bağların çözülmesi gereken
durumlar ortaya çıkabilir. Yönetimler insanların yaşam, özgürlük ve mutluluk elde etme
haklarını sağlamak için kurulurlar. Herhangi bir yönetim biçimi bu amaçları tahrip
eder hale gelirse, onu değiştirmek, yıkmak ve yeni bir yönetim kurmak halkın
hakkıdır, ”297
Bildirgede rejim seçme ile birlikte devletini seçme, yani ayrılma hakkına da yer
verildiğinden, Oran’a göre iç kendi kaderini tayin hakkının ilk örneği Fransız Devrimi
olarak kabul edilmelidir. Daha sonra sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde ikinci plana
düşen iç SD, 1966 tarihli İkiz Sözleşmelerin birinci maddesi ve Helsinki Nihai
Senedinin 8. ilkesi ile self-determinasyonun anlamını dışsaldan içsele çevirmiştir.Bu
ilkeye göre;
297
Oran, Küreselleşme..., s.109.
298
Vikikaynak, "Helsinki Nihai Senedi", (Çevrimiçi).https: //tr.wikisource.org/wiki/ Helsinki_Nihai_
Senedi, (Erişim Tarihi: 28.01.2018)
81
Ehtibarlı, Senedi imzalayan devletlerin Avrupa ve Kuzey Amerika devletleri
olmasından hareketle, belgede geçen SD hakkının sömürgecilikle ilişkilendirilmeyeceği
kanaatindedir. 299 Herhangi bir topluluğun, halkın veya ulusun hiç bir baskı altında
kalmadan özgürce istedikleri düzen ve yönetimi belirleme hakkı olarak ifade edilen 300 iç
SDaslında birçok anlam katmanlarına sahiptir.301
İç SD’nin öne çıkması, biraz da dış SD’nin yan tesirlerini azaltma maksadına
matuftur. BM tarafından kabul edilen hukuki metinlerde iç-dış ayırımı yoktur. Bu
nedenle, iç self-determinasyon kavramı geleneksel yazının bir parçası değildir.
Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar sözleşmesine göre kurulan İnsan Hakları
Komitesi, iç SD’yi öne çıkarınca uluslararası toplumun da dikkatini çekmeye
başlamıştır.302 Toplumlara arzu ettikleri yönetim biçimini belirleme hakkı verdiğinden
bir yönüyle demokrasi ile aynı anlama gelen iç SD, Batılı ülkelerce kendi demokrasi
nosyonlarına uygun olduğundan daha çok tercih edilmektedir.303
Ortak kimliğe sahip ve bu kimliği korumak isteyen farklı etnik ve dinsel grupları
tanıma ve saygı duyma yükümlülüğü getirdiğinden özyönetim ve azınlık mensuplarına
devlet kademelerinde eşit iştirak imkânı sağladığı için de temsili hükümet anlamına
gelmektedir.304 Pentassuglıa’ya göre; kendi kaderini tayinin iç boyutu, bir insanın kendi
devleti veya hükümeti arasındaki ilişkiyle ilgilidir.305 İç SD’yi bir halkın kendi politik
ve ekonomik rejimini seçme hakkı olarak niteleyen Cassese, dış SD’nin aksine bu
hakkın bir defa uygulanmakla tükenmeyeceğini belirtir.306 Aiyub Kadir de, İç SD’yi, bir
ülkedeki ya da o ülkenin bir azınlık grubundaki kişilerin siyasette, ekonomide, dinde ve
kültürde daha özerk olma hakkı olarak ifade eder.307
İç ve dış kendi kaderini tayin, birbirinin alternatifi olmayıp bir alt üst ilişkisi
içindedirler. Dış self-determinasyon devletin bağımsızlığı olarak iç kendi kaderini
tayinin ön koşuludur. İç SD hakkına sahip olan bir topluluk iç işlerini, devlet ve
hükümet şeklini istediği gibi şekillendirebilir, hatta antidemokratik tercihlerde
299
Ehtibarlı, a.g.e., s.170.
300
Ehtibarlı, a.g.e., s.167.
301
Weller, a.g.m., s.112.
302
Mustafa Şahin, a.g.e., s.39.
303
Mustafa Şahin, a.g.e., s.39.
304
Ehtibarlı, a.g.e., s.167-168.
305
Pentassuglia, a.g.m., s.306.
306
Cassese, a.g.e., s.101.
307
Aiyub Kadir, agm., s.12.
82
308
bulunabilir G.Welhengama’ya göre, kendi kaderini tayin, artık hiç bir zaman
sömürge devletlerin tasfiyesi ile sınırlı değildir, sömürge sonrası dünyada insan
haklarının bir parçası olarak gelişmeye devam etmektedir. Demokratik yönetişim,
katılımcı haklar, periyodik olarak gerçekleştirilen gerçek seçimler ve bir hükümeti
seçme hakkı, bu hakkın iç planda yeni görünümleri olarak ortaya çıkmaktadır.309
“-Özerklik veya gelişmiş öz yönetim için kendi kaderini tayin etmeyi takas etmek
308
Arsava, a.g.m., s.389.
309
Gnanapala a.g.m., s.430.
310
Cassese, a.g.e., s.102.
311
Aral, a.g.e., s.49.
312
Cassese, a.g.e., s.102.
83
-Fiili bir devlet kurmak,
-Denetimli bağımsızlık,
Ulusal SD'nin güçlü biçiminde her ulusa bir devlet fikri öne çıkar, zayıf
biçiminde ise ulusaltı siyasal özerklikler, bölgesel parlamentolar ve federal yönetimler
anlaşılır.314 Bu kategoriler içinde en yaygın olanları özerklik ve federalizmdir. Ayrılma
taleplerine karşı son çare olarak düşünülen bu iki mekanizmayı incelemekte yarar
görüyoruz.
2.1.1. Özerklik
Küreselleşme ve insan haklarının gelişiminin bir sonucu olarak günümüzde ulus-
devletler egemenliklerini daha fazla paylaşmakta, yetkilerinin bir kısmını farklı
düzeylere aktarmaktadır. Bu düzeylerden biri de özerkliktir. Arapça muhtariyet,
Yunanca otonomi kavramlarının Türkçe karşılığıdır. Otonomi, etimolojik olarak iki
Yunanca kelimeden oluşur; kendi anlamına gelen “autos”, yasa ya da kural anlamına
gelen “nomos”. Bu da, yasa koymada bağımsızlık anlamına gelir.315 En genel anlamıyla,
bir merkez tarafından yönetilen geniş bir örgütlenme içinde bir topluluğun veya yersel
birimin kendini serbestçe idare etmesi ve/veya kendi yasalarıyla hükümet etmesi
316
durumudur. Weller’e göre, devletin kalıcı toprak bütünlüğünün doğrulanması
karşılığında, kendi kaderini tayin hakkının özerklikle takas edilerek feshedilmesidir.317
Zira, özerklik bir devletin egemenliğini sorgulamadan kendi kendini yönetmek, kendi
yasalarını yapmak ve onları bölgesel bir topluluk olarak demokratik olarak seçilen
313
Weller, a.g.m., s.115.
314
Kalaycı, Kendi Kaderini Tayin Kimlerin..., s.183.
315
Thomas Benedıkter, Modern Özerklik Sistemleri, (çev.), Hülya Türker vd.Ankara: Nika Yayınevi,
2012, s.37.
316
Atilla Nalbant, Üniter Devlet, 2.b., İstanbul: XII Levha Yayıncılık, 2012, s.38.
317
Weller, a.g.m., s.123.
84
politikacılar vasıtasıyla uygulamak, bağımsız bir devlete sahip olmadan bir azınlık
kültürünü ve kimliğini korumak olarak iç SD’nin bir varyantı olarak kabul edilir.318
Özerklik biçimlerinin tamamında merkezi yönetim bazı yetkilerini tek taraflı bir
tasarrufla özerk yönetime devreder. Merkezle özerk yönetimler arasındaki ilişkide
üstünlük merkezi yönetime aittir.321
318
Thomas Benedikter, Etnik Uyuşmazlıkların Özyönetimle Çözümü, (Çev.), Necat Ayaz, Diyarbakır,
Aram Basım Reklam ve Yayıncılık, 2013, s.11.
319
Benedikter, Modern..., s.38.
320
Benedikter, Modern..., s, 39.
321
Oktay Uygun, Federal Devlet, 3.b., İstanbul: XII Levha Yayıncılık, 2007, s.10.
322
Welhengama, a.g.m., s.415
85
Ancak, hiç bir uluslararası sözleşme etnik yahut ulusal azınlıklara doğrudan
özerklik veya SD hakkı tanımış değildir. Bunun nedeni, pek çok devletin özerkliği,
bağımsızlığa götüren dış SD’nin ilk adımı olarak görmeleridir. Daha önce azınlıklar
bahsinde ifade edildiği gibi BM’de konuşan Brezilya temsilcisi Mello Franco’nun,
“devlet içinde devlet kurmaktan kaçınmalıyız, azınlığın toplumla kaynaşmak yerine
kendisini ayrıcalıklı bir kasta dönüştürmesinin önüne geçmeliyiz” şeklindeki sözleri bu
endişenin dışavurumudur. 323 Bu bakımdan birçok çağdaş devlet, devredilen siyasal
yetkilerin ayrılıkçı faaliyetler için kullanılacağı, diğer bölgelerde de benzer taleplere
neden olabileceği düşüncesiyle özerkliğe karşıdır.324 Onlara bir inç (ya da santimetre)
verirseniz, bir yard (veya metre) isterler, sözü, özerklik taleplerinden duyulan korkuyu
ve arkasındaki mantığı ifade etmektedir. Nitekim, ETA’nın siyasi kanadı olan Herri
Batasuna 1979’da Bask bölgesi için verilen özerkliği kabul etmeye karar verdiğinde
bunu tabanına; tam kendi kaderini tayin etmek ve İspanya’dan ayrılmak için ilk adım
olarak özerklik sahiplenilmeli ve kurnazca kullanılmalıdır, diyerek izah etmişti. 1972’de
Sudan, Güney İllerin Özyönetim Yasası ile bölgesel özerklik verdiğinde, Güney Sudanlı
ayrılıkçılar tarafından bu merkezi hükümete karşı gerilla faaliyetlerini hızlandırmak için
kullanılmış, bağımsızlık taleplerini daha çok kışkırtmıştı. Adıgüzel’e göre özerklik
taleplerinin arkasındaki nedenlerden biride küresel hakim güçlerin müdahaleleridir:
323
Welhengama, a.g.m., s.416.
324
Benedıkter, Modern..., s.101.
86
hegemonik bir ilşkiye dayalı olduğunu ve bu sistemin emperyalist yanını ortaya
koymaktadır325.
Diğer taraftan otonom statünün etnik bilinç oluşturmak gibi bir işlev gördüğünü
de unutmamak gerekir. Eritre özerkliğini örnek veren Welhengama şunları söyler:
Özerklik deneyiminden önce birçok Eritreli’nin güçlü bir etno-politik kimlik ve
örgütlenmeleri yoktu. Bir başka ifadeyle, Erirteli bir milliyetçi hareket mevcut değildi.
Özerkliğin başarısızlığından bu yana Eritreliler ayrı bir ulus olarak örgütlenmekle
kalmadılar, aynı zamanda bağımsız bir devlet de kurdular.326
325
Muhittin ADIGÜZEL, Ekonoik, Kültürel , Politik Küreselleşme ve Sonuçları Ankara: Nobel
yayıncılık ,2011 s.339.
326
Welhengama, a.g.m., s.419.
327
Welhengama, a.g.m., ss.422-423.
328
Benedikter, Etnik Uyuşmazlığın..., s.21.
329
Akın Özçer, Çoğul İspanya, Anayasal Modeli ve Terörle Mücadele Modeli, Ankara: İmge
Kitabevi, 2006, s.131.
87
bölgelerde benimsenirken, bu bölgelerde farklı bölgesel kimliklerin yüzyıllar boyunca
varlığını sürdürmesi ve daha güçlü olmaları yüzünden benimsenmemesidir.330
330
Elçin Aktoprak, Devletler ve Ulusları, Batı Avrupa’da Milliyetçilik ve Ulusal Azınlık Sorunları,
Ankara, Tan Kitabevi Yayınları, 2010, s.405.
331
Demir Çelik, Demokratik Özerklik ve Öz Yönetim, İstanbul: Do yayınları, 2015, s.70.
332
Benedikter, Modern..., s.84.
333
Oran, Küreselleşme..., s.179.
88
Sanders’in ifade ettiği gibi, uluslararası sistem hala özerklik denemelerinin
geliştirilmesine engel bir işlev görmektedir.334
Halk kategorisine giren toplumlar için kendi kaderini tayinde tercih edilebilecek
yollardan biri olan özerklik, halk kategorisine girmeyen etnik, dinsel veya dilsel
azınlıklar için hala kapalı olan bir alandır. Kendi kaderini ayrılmadan özyönetim
335
çerçevesinde çözme anlamına gelmesine rağmen, kimi ayrılıkçı grup tarafından
bağımsızlığa giden yolda bir ara istasyon olarak kullanılması kavrama ihtiyatla
yaklaşılmasına neden olmaktadır. Uluslararası sistem, ulusal sınırlar içindeki
problemleri demokratik katılım, insan hakları hukukuna uyma ve siyasi düzeni etkileme
kanallarının genişletilmesi gibi tedbirlerle ülkesel bütünlük içinde çözmekten yana
tavrını sürdürmektedir.
2.1.2. Federalizm
Yetki paylaşımının bir başka şekli de federalizmdir. Kimi belirsiz biçimlerine
rağmen özerklik ile federalizm tamamen birbirinden farklı kavramlardır. Merkezi devlet
düzeyinde karar alma süreçlerine dâhil olma hususu en ayırt edici ve belirleyici
noktadır. Özerk bölgeler, sınırları belirlenmiş bir alanda kendi kendilerini yönetme
hakkına sahip olmakla birlikte, merkezi yönetimin karar alma süreçlerine etki
edemezler. Oysa federal bir devlette eyaletler merkezi devletin karar alma
mekanizmalarında hak sahibidirler.336 Özerk bölgelerin, örneğin parlamentonun ikinci
bir kanadını oluşturmak gibi tüm ulus çapında kendilerine ait temsil organları mevcut
değildir. Bununla birlikte modern devletin karmaşık idare ağı düşünüldüğünde bazı
istisnaların varlığı da bir gerçektir. 337 Üniter devlette bölgesel ve yerel yönetimler
yetkilerini merkezi yönetimden alırken, federal devlette, federe birimler yetkilerini
334
Welhengama, a g m., s.437.
335
Büşra Ersanlı ve Halil Bayhan, “Demokratik Özerklik, Statü Talebi ve Demokratikleşme Arzusu, ”
Türkiye Siyasetinde Kürtler, (ed.), B.Ersanlı, G.G.Özdoğan ve Nesrin Uçarlar, 4.b., İstanbul:
İletişim Yayınları, 2014, s, 204.
336
ABD sisteminde Federe devletler hem kendi yönetimlerini seçmekte hem de Kongre’ye (Senato ve
Temsilciler meclisine) üye göndermektedirler. Almanya Federal Devletlerinde de benzer bir uygulama
söz konusudur: yasama organı çift meclisli olup Federal Konsey(Bundestrat) ve Federal Meclisten
(Bundestag) oluşur.Bundestrat üyeleri eyaletlerdeki hükümetler tarafından atanır. Bundestag üyeleri
ise doğrudan seçimle iş başına gelirler. Ayrıca Federe devletler kendi bölgesel yönetimlerini kendileri
seçerler. Bu şekilde hem merkezi hem de federe yönetimin karar mekanizmalarında rol oynarlar. bkz.
Esat Çam, Devlet Sistemleri, İstanbul: Der Yayınları, 1987, s.85-243.
337
Benedikter, Modern..., s.33.
89
federal yönetimden almazlar. Her iki yönetim düzeyi yetkilerini anayasadan almış olup,
anayasa karşısında eşit konuma sahiptirler. Üniter devlette merkezi yönetim kendi
takdirine bağlı olarak, verdiği yetkileri geri alma hakkına sahiptir. Federal yönetimlerde
yönetimlerin eşitliği söz konusu olduğu için federal devletin tek taraflı olarak
kullanabileceği böyle bir yetkisi yoktur. Federal devlette, iktidar iki yönetim düzeyi
arasında bölünmüştür. Dış ilişkiler ve ulusal savunma konusunda federe yönetimler
değil, federal devlet yetkilidir. Federe yönetimler uluslararası hukuk bakımından
bağımsız ve egemen devlet sayılmazlar.338
Öğretide, federal devletin sürekli bir birlik olduğu, federe birimlerin bir daha
ayrılmamak üzere bir araya geldikleri kabul edildiği için baskın görüş ayrılma hakkı
338
Uygun, a.g.e., s.10.
339
Robert Garran, "Report of the Royal Commision on the Australian Constitution", 1929, s.230'dan
Uygun, a.g.e., s.16.
340
Uygun, a.g.e., 35.
341
Polat Tacar, Kültürel Haklar, Ankara: Gündoğan Yayınevi, 1996, s.12.
90
bulunmadığı yönündedir. 342 Bu da federal devlet taleplerini iç kendi kaderini tayinin
biçimlerinden biri haline getirmektedir. Ancak federal devletler genelde etnik, dilsel
veya dinsel farklıklar üzerine kurulduklarından, tıpkı özerklik gibi ayrılığa giden yolda
son istasyon olarak görülmektedir. İspanya, 1978 anayasası ile 17 bölgeye özerklik
vermiş, ancak Katalonya ve Bask özerkliklerinin, özerklik sınırını aşan uygulamaları ile
federal bir devlete evrilmiştir. Yarı bağımsız hale gelen Katalonya, bununla da
yetinmemiş 2017 yılında bağımsızlık referandumuna gitmiş, merkezi hükümetin askeri
müdahalesi ile karşı karşıya kalmıştır. Uluslararası toplum, başarısız federalizm
örneklerinin parçalanmaya neden olduğuna tanık olduğu için SD uygulamalarında
federalizm tercih edilebilir bir seçenek olarak görülmemektedir.
Dış self-determinasyon belirli bir halkın uluslararası bir statüye ulaşma arzusu
üzerine kurulu olduğu ve çabalarında bağımsızlık kazanarak uluslararası alanda
egemenlik elde edilmesini barındırdığından, devletlerarası bir konudur.346 Bu yaklaşım,
önceden var olan veya var olduğu düşünülen egemenlik hakkından kaynaklanmaktadır.
Ancak uluslararası hukuk, dünyanın siyasal ve sosyal gerçekliklerini de dikkate alarak
bu konuda belirli sınırlamalar getirmektedir. BM, hakkın kullanıcıları olarak, daha önce
belirtildiği gibi, öncelikle sömürge yönetimi altında olan halklar ile yabancı işgali
342
Uygun, a.g.e., s.186.
343
Fatma Taşdemir, ”Uluslararası Hukukta Toprak Bütünlüğü İlkesi, Tanıma Doktrini ve Bir Norm
Olarak Ayrılma Hakkı”, Gazi Üniversitesi, İktisadi ve İdari bilimler Fakültesi Dergisi, 18/3, 2016,
s. 644-668.
344
Mustafa Şahin, a.g.e., s.39.
345
Kılınç, a.g.m., s.957.
346
Ehtibarlı, a.g.e., s.153.
91
altında olan halkları saymaktadır. Sömürge altında olan topluluklar için, bu devlet
kurabilmenin yeterli sebebidir.347
347
Kılıç, a.g.m., s.958.
348
Kurubaş, “ Kuzey Irak da Olası Bir Ayrılmanın Meşruluğu ve Self-Determinasyon Sorunu”, Ankara
Üniversitesi, SBF Dergisi, 59-3, Y.2004, s.156.
349
Tomuschat, a.g.m., s.39.
350
Karaosmanoğlu, a.g.m., s.157.
92
koruma yönünde gösterdikleri duyarlılığın dikkate alınmaması, dış self-determinasyona
giden yolun açılması anlamına gelmektedir. Sömürge ve işgal altındaki halklar dışında,
dış self-determinasyon, ancak iç self-determinasyonun mümkün olmadığı, aşırı ve
sürekli zulmün söz konusu olduğu durumlarda başvurulabilir bir yoldur.351
Daha önce ifade edildiği gibi, dış self-determinasyon sadece bağımsız bir devlet
kurma hakkından ibaret değildir. Bir halkın, halk oylaması yoluyla bir arada yaşadığı
ülkeden ayrılarak dilediği başka bir ülkeye bağlanması, yani devletler arasında bir tercih
yapması da dış self-determinasyonun ayrı bir versiyonu olarak ifade
352
edilmektedir Aiyub Kadir, bunu diğer devletlerin veya imparatorlukların
hegemonyasından veya sömürgesi olmaktan özgür olma hakkı olarak ifade eder.353
351
Mustafa Şahin, a.g.e., s.41.
352
Ehtibarlı, a.g.e., s.153.
353
Aiyub Kadir, a.g.m., s.12.
93
bağımsızlığa giden yolun taşları döşenmeye başlamıştı. Bunda sömürge halklarının
ulusal kimlik kazanmaları, okuma-yazma oranının artması, yaşam düzeylerinde az da
olsa bir yükseliş ve ortaya çıkan milli bilinç büyük rol oynadı. Bu düşüncelerin
sömürgelerde yayılması ise hem Birinci hem de İkinci Dünya Savaşı ile hız kazandı.
Zira, sömürgeci devletlerin çoğu bu iki savaştan son derece güçsüz çıkmış, sömürgeleri
üzerindeki denetimlerini gevşetmek zorunda kalmışlardı. Self-determinasyon hakkının
BM Şartı’na yerleştirilmesinde sömürge ülkelerin bağımsızlık arzularının önemli etkisi
olmuştur.
354
Karaosmanoğlu, a.g.m., s.150.
94
karşılanmadı. Çünkü Genel Sekreter, özet bilgiler verdikten sonra konu ile ilgili daimi
bir komitenin kurulması ve bu tip bölgelerin bu komite aracılığı ile takibini teklif etmiş,
sömürgeci devletler tarafından, bunun içişleri ile ilgili bir konu olduğu, dışarıdan bir
müdahale veya gözetimin doğru olmadığı itirazıyla karşılaşmıştı. Buna rağmen öneri
Asya ve Afrika ülkelerinin oyları ile kabul edilmiştir355
BM’nin bu konuyla ilgili önemli kararlarından biri de, 16 Aralık 1952 tarih ve
637(VII) sayılı kararıdır. Bu karar, BM kurulduktan sonra bağımsızlığına kavuşan
Hindistan, Pakistan, Myanmar gibi devletlerin örgüte üye olması ve sömürgeciliğin
tasfiyesine yönelik baskı ve taleplerin artması ile alınmıştır.Kararın 2. paragrafında
şöyle denilmektedir:
355
Mustafa Şahin, a.g.e., s.17.
356
Mustafa Şahin, a.g.e., s.18.
357
Ehtibarlı, a.g.e., s.157.
358
Mustafa Şahin, a.g.e., s.19.
95
alınan Beyanname, 14 Aralık 1960 tarihinde 1514(XV) sayılı Genel Kurul kararıyla
kabul edilerek sömürgeciliğin tasfiyesinde çok önemli bir adım atılmıştır. O tarihe kadar
self-determinasyon hakkı uluslararası barış ve güvenlik bağlamında ele alınırken, o
tarihten sonra bağımsız bir amaç olarak ele alınmaya başlanmıştır. 359 1955 yılında
Cezayir halkının self-determinasyon talebini gündemine bile almayan BM’nin, 1514
(XV) sayılı kararından sadece 5 gün sonra 19 Aralık 1960 tarihli 157 (XV) sayılı kararı
ile Cezayir halkının self determinasyon hakkını tanıması, 1514 (XV) sayılı kararın
uluslararası sistemde meydana getirdiği etkinin büyüklüğünü göstermektedir.
Bildiri, daha önce de ayrıntılı olarak izah edildiği gibi, bütün halkların self-
determinasyon hakkına sahip olduğunu, halkların yabancı hakimiyetinde tutulmasının
insan haklarına ve dünya barışına aykırı olduğunu, bağımlı halklara yönelmiş her türlü
silahlı saldırının durdurulmasını, muhtar olmayan ve vesayet altında bulunan yerlerdeki
halkların tam bağımsızlığa kavuşmaları için yetkilerin devredilerek acil adımlar
atılmasının gerektiğini hüküm altına almış, self -determinasyonu bir prensip olmaktan
çıkararak hak derecesine yükseltmiştir. Bu bildiriden bir gün sonra alınan 1541 (XV)
sayılı karar ile de sömürge ülkeden ne kast edildiği açıklığa kavuşturularak,
karışıklıkların önüne geçilmiştir.
Daha sonra Bildiri’nin icrasını takip etmek amacıyla BM’nin 1654 (XVI) sayılı
kararı ile Dekolonizasyon Komitesi olarak bilinen bir komite oluşturulmuş, 2625 (XXV)
sayılı Dostane İlişkiler Beyannamesi ile de, halkların yabancı sömürüsüne, hâkimiyetine
maruz kalmalarının insan haklarına ve BM Anayasası’na aykırı olduğu teyit edilmiş,
SD’nin gerçekleştirilmesi ile ilgili seçenekler sunulmuştur. Sömürgeciliğin tasfiyesinde
BM’nin ne kadar kararlı olduğunu anlamak için bütün bu kararlara ilaveten, 12 Ekim
1970 tarihinde alınan 2621 (XXV) sayılı karara bakmak kâfidir. Bu kararla
sömürgeciliğin bütün biçimleri suç olarak kabul edilmiştir.360
359
Ehtibarlı, a.g.e., s.158.
360
Mustafa Şahin, a.g.e., s.22.
96
benimsemiştir.361 Buna göre, ayrılmanın meşru sayılabilmesi için, sömürgeci devletle
sömürgesinin (Deniz aşırı) coğrafi ve etnik olarak farklı olması gerekmektedir.362
Coğrafya ile etnik faktörün bir arada zikredilmesi önemlidir, zira bu şekilde hem
aynı coğrafyada bulunan farklı etnik grupların ayrılma talepleri engellenmiş, hem de
bağımsızlığına kavuşan sömürge devletler içindeki azınlıkların self-determinasyon
taleplerinin önüne geçilmiştir. Nitekim 1967’de Nijerya’da İbo halkının yaşadığı
bölgeyi “Biafra” adı altında Nijerya’dan ayırma isteği uluslararası tepki ile
karşılanırken, Doğu Pakistan’ın 1971’de “Bengladeş” adıyla Pakistan’dan ayrılması
aynı tepkiyi görmemiş ve başarılı olmuştur. Çünkü, Nijerya’da bir teritoryal süreklilik
vardır, ikinci de ise Doğu ve Batı Pakistan topraklarının arasında Hindistan vardır.363
İkincisi, sömürge halkının ayrılma isteğini onlara sormadan garanti gibi görmesi onları
kendi kaderlerini belirleyecek referandumdan istisna tutmasıdır.
Üçüncüsü ise, sömürge halkının iç SD hakkını ihmal etmesi onların kendi yöneticilerini
ve hükümetlerini kurma hakkını hiçe saymasıdır.364
Bu eleştirilere rağmen 1945 yılından 1978 yılına kadar yetmiş ülke, sömürge
halklarına tanınan self-determinasyon hakkını kullanarak bağımsızlığına
kavuşmuştur.365 Uluslararası hukukta sömürge halklarının kendi geleceklerini belirleme
hakkına sahip oldukları konusunda bir tereddüt yoktur. Ancak, dekolonizasyon süreci
361
Lea Brilmayer, a.g.m., s.180.
362
1541 (XV) sayılı bildirgenin dördüncü ilkesinde bu husus şu şekilde ifade edilmiştir: Kendisini
yöneten ülkeden coğrafi olarak ayrı ve etnik ve/veya kültürel bakımdan farklı topraklar için SD
zorunlu niteliktedir. Coğrafi ayrı olma kriteri de kolonizasyon sürecini Avrupa Devletleri tarafından
yönetilen ülkelerle sınırlandırdığından bu "tuzlu su teorisi" olarak adlandırılmaktadır. Bu teoriye göre
yöneten devletle özerk olmayan ülke arasında uzak deniz mesafesi olması gerekmektedir.
bkz.Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.22, Ehtibarlı, a.g.e., s.103.
363
Oran, Küreselleşme..., s.115.
364
Cassese, a.g.e., s.74.
365
Ehtibarlı, a.g.e., s.158.
97
bittiğinden, sömürgecilik aleyhine self-determinasyon hakkı ve sömürge halklarının
bağımsızlığı gibi kavramlar aktüalitesini yitirmiştir.
Çok taraflı, evrensel norm koyucu bu antlaşmaya rağmen 1931 yılında Japonya,
Çin’e bağlı Mançurya’yı işgal ederek, Mançuko adı altında kendine bağlı bir yönetim
kurdu. Bunun üzerine ABD Dışişleri Bakanı Stimson, Japonya’nın bu eylemini Paris
Paktı’na aykırı bulduğunu belirterek işgalin doğurduğu fiili sonuçları ABD’nin kabul
etmeyeceğini dünyaya ilan etti. Daha sonra milletlerarası alanda hukuka aykırı şekilde
gerçekleştirilen durumların diğer devletlerce tanınmaması anlamında gelişen ve yaygın
366
Tarihi Olaylar, "Wilson İlkeleri". (Çevrimiçi). http: //www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/wilson-
ilkeleri-231, (Erişim Tarihi: 01.04.2018).
367
Gündüz, a.g.e., s.104.
98
kabul gören bu doktrine Stimson Doktrini adı verilmiştir. 368 Bu doktrin, 11 Mart
1932’de; Milletler Cemiyeti Misakı’na veya Paris Paktı’na aykırı araçlarla vücuda
getirilebilecek herhangi bir durumu, antlaşmayı ya da anlaşmayı tanımamak Milletler
Cemiyetinin üyelerinin görevidir, şeklinde, Milletler Cemiyeti tarafından da
benimsenmiştir. Gündüz’e göre; bu doktrin, 1974 yılında kabul edilen Dostane İlişkiler
Bildirisi’ne de ilham kaynağı olmuş ve şu şekilde hüküm altına alınmıştır:
"Bir devletin ülkesi, Birleşmiş Milletler Şartı’nı ihlal edecek şekilde kuvvet
kullanmaktan ileri gelen işgalin konusu olmayacaktır.Bir devletin ülkesi diğer bir
devletin kuvvet kullanması veya kuvvet kullanma tehdidinde bulunmasından ileri gelen
bir iktisabın konusu olmayacaktır.Kuvvet kullanmak veya kuvvet kullanma tehdidinde
bulunmaktan ileri gelen hiçbir ülke iktisabı hukuki tanıma görmeyecektir."369
368
Gündüz, a.g.e., s.106.
369
Gündüz, a.g.e., s.158.
370
Ehtibarlı, a.g.e., s, 164.
99
2.3. Ayrılma Hakkı Ve Türleri
SD ile ilgili tartışmalar esas olarak ayrılma hakkında yoğunlaşmaktadır.Arend
Liphart gibi bazı yazarlar asimilasyon ve baskıcı rejimlere karşı ayrılma hakkının tek
alternatif olduğunu iddia etmektedir.371 Böyle bir hakkın varlığı gadre uğrayanlar için
bir çıkış yolu, baskıcı, otokrat devletler için ise onları demokratikleşmeye zorlayan
terbiye edici bir araçtır. Zira baskıcı, ırkçı yönetimleri parçalanma ile demokratikleşme
arasında bir tercihe zorlamaktadır. Devlet olmak için hem iç siyasal meşruluk hem de
dış siyasal meşruluk gerekir. İç siyasal meşruluk halk desteğine dayalı güçlü önderlik ve
istikrarlı örgütlenmeden geçerken, dış siyasal meşruluk, bölgesel ve uluslararası
topluluğun onayından kaynaklanır. Devlet olmanın hukuksal meşruluğunun temelinde
ise self-determinasyon ilkesi vardır.372
O halde bu ilke her halk için ayrı devlet kurma hakkı olarak yorumlanamaz.Aksi
takdirde ayrılmayı seçen halk sadece kendi kaderini tayin etmekle kalmayacak, aynı
zamanda ötekilerin de kaderini tayin etmiş olacaktır. Bu çerçevede tek taraflı iradeyle
ortaya çıkan bir ayrılma hakkı olmayacaktır.375
371
Uz, a.g.m., s.72.
372
Erol Kurubaş, Kuzey Irak’ta…, s.152.
373
Kılınç, a.g.m., s.957.
374
Kalaycı, Kendi Kaderini Tayin Kimin..., s.182.
375
Kurubaş, Kuzey Irak’ta..., s.156.
100
2.3.1. Rızaya Dayalı Ayrılma
Devletlerin yönetilenlerin rızasından ileri geldiği fikri, rızası olmayanlara
ayrılma hakkı veriyormuş gibi yorumlanmaktadır. Bu yolla demokratik prensipler bir
ayrılma hakkına çevrilmekte, bu durumu sınırlayacak tek prensip olan devletin ülkesel
bütünlüğü monarşi ve feodalizm ile şüpheli bir tarihi ilişkilendirme ile karşı karşıya
kalmaktadır. Bu argümandan yola çıkmanın yanlış sonuçlara götüreceğini söyleyen Lea
Brilmayer, domestik anlamda gerçek rızanın nadiren var olduğunu, siyasal bilimcilerin
bu yüzden örtük rıza teorilerine geri döndüğünü belirtir. Ona göre yönetilenin rızası ile
yönetilmek illa çekilme hakkını kapsamaz, bu durum sadece var olan politik ünite
içinde seçim sürecine dâhil olma hakkının mevcut olmasını gerektirir.376
2.3.2.Anayasal Ayrılma
Bu yöntemde rıza, ya müzakere yoluyla yahut anayasa da bulunan bu yöndeki
hüküm veya hükümlere yaslanarak elde edilir. Anayasal ayrılma da kendi içinde iki
kategoriye ayrılır: bir, anlaşmalı anayasal ayrılma, iki, açık anayasal ayrılma.
376
Brilmayer, a.g.m., s.182.
377
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.93.
101
Açık anayasal ayrılmada ise mevcut devletin anayasasında genellikle federe ya
da eyalet birimlerinin ayrılması için açık bir prosedürün varlığı söz konusudur. Bu
prosedür takip edilerek ayrılma gerçekleştirilir. Uygulamada devletlerin ayrılma hakkını
anayasalarına koymaları ender rastlanan bir durumdur. Çünkü bunun etnik
parçalanmaları hızlandırabileceği, ayrılma tehdit ve baskısının bir şantaja dönüşerek
ulusal politikaları etkileyebileceği düşünülmektedir. Tarafların, taleplerini kabul
ettirebilmek için ayrılma tehdidini kullanabilecekleri ve sürekli bir kaosa neden
olabilecekleri ihtimali ayrılma hakkının anayasallaştırılmasına karşı çıkma nedenlerinin
başında gelmektedir. Her an dağılma riski taşıyan bir devletin, ülke düzeyinde veya
uluslararası alanda güçlü bir devlet olarak varlığını sürdürmesi çok zordur.378 Bu aynı
zamanda ülke kaderinin ayrılmak isteyen grubun eline verilmesi anlamına geldiğinden,
diğerlerinin kaderi üzerinde de bir hüküm ifade etme sonucu doğurmaktadır.
378
Kalaycı, Ayrılıkçılık..., s.88
379
Weller, a.g.m., s.155.
102
380
davranmasını sağlayacaktır. Bir başka ifadeyle ayrılmanın yasallaştırılması,
381
ayrılmanın zorlaştırılması içindir.
380
Daniel Weinstock, "Toward a Proceduralist Theory of Secession", Canadian Journal of Law and
Jurisprudence, C.13, No.2, 2000, s.261'den .Kalaycı, Ulus Devletin..., s.89.
381
Kalaycı, Kendi Kaderini Tayin Kimin..., s.192.
382
Weller, a.g.m., s.112.
103
2.3.4.Tek taraflı Ayrılma
Tek taraflı ayrılmada rızanın yerini kuvvet tehdidi veya kullanımı almaktadır.
Mevcut devletin rızası hilafına ayrılıkçı gruplar hak iddia ettikleri toprak parçasını zorla
koparmaya çalışmaktadırlar. Örtüşen iradelerin yerine çatışan iradeler söz konusudur.
Bu gibi durumlarda meselenin çözümü uluslararası hukukun hakemliğini gerekli
kılmaktadır. Bu tip ayrılma çabalarında iki durum ortaya çıkmaktadır; ilki, tek taraflı
ayrılmanın hem ulusal hem de uluslararası hukuk açısından meşru olmaması, illegal
görülmesidir, ikincisi; tek taraflı ayrılmanın, kalan devlet ile müzakeresiz ve rızasız
yürütülmesidir. Tayin edici öge güç unsurudur. Uluslararası hukuka aykırılığına rağmen
bu şekilde başarılı olmuş birçok örnek vardır: Cezayir’in Fransa’dan ayrılması, Bosna-
Hersek, Hırvatistan, Makedonya ve Karadağ’ın Yugoslavya’dan ayrılması bu örneklerin
bazılarıdır. Tek taraflı ayrılmayı savunan yazarlar bunun olabilmesi için, halk olmak,
halk ile tanımlanabilir bir toprak parçası arasında mevcut bir bağın olması ve içsel
boyutlu self-determinasyon hakkının ihlal edilmiş olması gerektiğini ifade
.383
etmişlerdir
383
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.96.
384
Özlem Yücel, “Halkların Ekonomik Self -determinasyon Hakkı ve Afrika Halkları”, Adam Akademi,
C.4/1, 2014, s.95.
385
Ehtibarlı, a.g.e., s.211.
104
sözleşmelerinin ortadan kaldırılmasını istemişlerdir. 14 Aralık 1962 tarihinde toplanan
BM Genel Kurulu 1803(XVII) sayılı Doğal Kaynaklar Üzerinde Sürekli Egemenlik Kararını
kabul etmiştir. Ev sahibi devlete uygun bir tazminatla yabancı yatırımcıların elinde olan
kaynaklarını millileştirme imkânı veren bu kararla Doğal Kaynaklar Üzerinde Sürekli
Egemenlik İlkesi self-determinasyon hakkının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.386
Birincisi: ilk defa az gelişmiş ülkelerin kendi doğal kaynaklarının kullanımı konusunu
özgürce belirleme gibi bir egemenlik hakları olduğu ifade edilmiştir.
İkincisi: Az gelişmiş ülkeler ilk defa kendi doğal kaynaklarını öncelikle kendi ekonomik
kalkınmalarına ve milli çıkarlarına uygun kullanılacağına dair sorumluluk almıştır.
Üçüncüsü: Yine ilk defa az gelişmiş ülkelerin bu hakkı kendi çıkarları ile birlikte dünya
ekonomisinin ihtiyaçları da dikkate alarak kullanılmaları gerektiği ifade edilmiştir.
386
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.64.
387
Yücel, a.g.m., s.96.
388
İran hükümeti, İngiliz-İran Petrol şirketinin altmış yıllık petrol çıkarma ve işletme hakkını iptal
edince, İngiltere konuyu Uluslararası Adalet Mahkemesine taşımış, ancak anlaşmanın tarafı devletler
olmadığı için (şirket ve hükümet) mahkeme yetkisi dışında kaldığına karar vermiştir. İngiliz
egemenlik hükümetinin Güvenlik Konseyine başvurusu da neticesiz kalınca BMGK sözleşme
güvenliği ile hakkını bir arada ele alan 626 sayılı kararı almıştır.
389
Ehtibarlı, a.g.e., s.219.
105
Determinasyon Hakkına Uluslararası Saygıya İlişkin Tavsiyeler isimli 837 sayılı karardır.
Karar’da, İnsan Hakları Komisyonundan, halkların ve milletlerin kendi doğal kaynakları
üzerinde sürekli egemenlik hakkı ve az gelişmiş ülkelerin kalkınmasında uluslararası
işbirliğinin teşvik edilmesi ile ilgili tavsiyelerini tamamlaması istenmiştir. Konunun
İnsan Hakları Komisyonuna havale edilmesi üzerine, Komisyon yaptığı toplantıda
münhasıran sürekli egemenlik üzerinde yoğunlaşacak bir komisyonun kurulmasını teklif
etmiştir. Önerinin Ekonomik ve Sosyal Konsey’de tartışılması esnasında, Batı’lı
devletler, self-determinasyonun, egemenliğin sembollerinden biri olan doğal
kaynakların idaresi ile alakası olmadığını ileri sürerek meselenin bu bağlamda ele
alınmasına itiraz etmişlerdir. Neticede, Ekonomik Sosyal Konsey teklifi Genel Kurul’a
götürmüş, Genel Kurul İnsan Hakları Komisyonunun teklifini 12 Aralık 1958 tarihli
1314 sayılı kararı ile kabul ederek, Doğal kaynaklar Üzerinde Sürekli Egemenlik Komisyonu
kurulmuştur. Hyde’e, Komisyonun görevinin, sürekli egemenliğin statüsünü
belirleyerek, gerektiğinde kavramı güçlendirecek tavsiyelerde bulunmak olduğunu ifade
etmiştir.390 1959’dan 1961’e kadar 33 defa toplanan Komisyonun hazırladığı metin, 14
Aralık 1962’de Genel Kurul’un 1803 sayılı Doğal Kaynaklar Üzerinde Sürekli Egemenlik
Beyannamesi adı altında ezici bir çoğunlukla kabul edilmiştir. Karar, sürekli egemenlik
kavramının açığa kavuşturulması ve uluslararası bir hukuk ilkesine dönüşmesinde
önemli bir işlev görmüştür. Kararın giriş kısmında; Devletlerin doğal zenginlik ve
kaynakları¸ üzerinde devredilmez egemenliğini yaratma ve güçlendirmenin onların
ekonomik bağımsızlığını takviye edeceğini kaydederek, şu düzenlemelere yer
verilmiştir:
390
Ehtibarlı, a.g.e., s.222.
106
edilen kar her bir durumda, yatırımcı Devletle alıcı (ev sahibi) Devlet arasında
serbestçe kararlaştırılan oranlara göre paylaşılmalıdır; bunu yaparken, herhangi bir
sebeple, o devletin doğal zenginlik ve kaynakları üzerindeki egemenliğine hiçbir
eksikliğin gelmemesini sağlamaya gerekli dikkat gösterilecektir.
4. Millileştirme, kamulaştırma veya istimval, 391 ister yerli isterse yabancı olsun, ferdi
veya özel menfaatlere üstün olduğu kabul edilen kamu yararı, kamu güvenliği veya
milli menfaat gerekçe veya sebeplerine istinat edecektir. Böyle durumlarda, malike,
egemenliğini kullanmak suretiyle bu gibi tedbirleri alan Devlette yürürlükte olan
kurallara göre ve milletlerarası hukuka uygun şekilde, uygun bir tazminat
verilecektir. Tazminat sorununun bir uyuşmazlığa yol açtığı herhangi bir
durumda, bu gibi tedbirleri alan Devletin milli mercileri tüketilecektir. Ancak, egemen
Devletle diğer ilgili tarafların anlaşması üzerine ihtilafın halli için tahkim veya
milletlerarası adli tasviye yoluna gidilmelidir.
6. Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik gelişmesi için, gerek kamu, gerekse özel yatırım,
bilgi ve hizmet değişimi, teknik yardım şeklindeki, gerekse bilimsel bilgi değişimi
şeklindeki milletlerarası işbirliği, onların bağımsız milli gelişmelerini ilerletecek şekilde
olacak ve doğal zenginlik ve kaynakları üzerindeki egemenliklerine saygı esasına istinat
edecektir.
8. Egemen Devletler tarafından veya onlar arasında serbestçe yapılan yabancı yatırım
anlaşmalarına iyi niyetle riayet edilecektir; Devletler ve Milletlerarası örgütler harfiyen
ve bilinçli bir şekilde halkların ve milletlerin doğal zenginlik ve kaynakları üzerindeki
egemenliklerine, Şart’a ve bu Kararda belirtilen ilkelere uygun şekilde saygı
gösterecektir.392
391
İstimval: Olağanüstü durumlarda, amme menfaati için karşılığı ödenmek suretiyle şahıs mallarına
idarece zorla el atılmasıdır. Kamulaştırma olağan, istimval olağanüstü bir yetkidir. bkz. Mehmet
Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul: Pınar yayınları, 17.b, 2005, s.642.
392
BM Enformasyon Merkezi, "BM'nin 1962 Tarih 1803 Sayılı Kararı", (Çevrimiçi), http: //www.
107
Hukuki açıdan, 1803 sayılı karar uluslararası hukukun dört temel ilkesini teyit
etmiştir. Bunlar: mülkiyetin ve hakların hukuka uygun alınması durumunda tazminat
ödemeli olduğu, bu tazminatların uluslararası hukuka ve standartlara uygun olması
gerektiği, devletlerle özel kurumlar arasında yapılan yatırım anlaşmalarının bağlayıcı
olduğu ve devletlerle özel şirketler arasında yapılmış olan tahkim anlaşmalarının
bağlayıcı etkisi olduğudur.393
1803 sayılı BM Genel Kurul Kararı, sürekli egemenlik hakkının hem kavramsal
çerçevesini ele alan hem de hukuki boyutunu açıklayan en kapsamlı karardır. Bu kararı,
1514 sayılı Sömürge Halkları Beyannamesiyle ilişkilendiren Schrijver’e göre, Sömürge
Halkları Beyannamesi siyasi sömürgesizleşme beyannamesi olarak kabul edilmişse, 394
1803 sayılı Genel Kurul Kararı da ekonomik sömürgesizleşme kararı olarak kabul
edilmiştir.
108
2. Her Devlet, a. Kendi milli yetkisi dâhilindeki yabancı yatırımları kendi kanunlarına
ve nizamlarına göre ve milli hedeflere ve öncelikle uygun şekilde düzenleme ve onların
üzerinde yetki kullanıma hakkına sahiptir. Hiçbir Devlet yabancı yatırımlara tercihli
muamele bahşetmeye icbar edilemez.
3281 sayılı Genel Kurul Kararı sürekli egemenlik ilkesinin kapsama alanını hem
genişletmiş, hem de ülke içinde faaliyet gösteren çok uluslu şirketlerin faaliyetlerini
denetleme imkânı getirmiştir. Madde metninde doğal zenginlikler yerine daha geniş
anlamı olan zenginlikler tabiri kullanılmış, ayrıca ilk defa ekonomik faaliyetler de
396
ekonomik SD’nin kapsamına alınmıştır. Millileştirme konusuna da açıklık getiren
Karar, devletlere millileştirme hakkını tanırken, karşı tarafın (tazminat) haklarını da ev
sahibi devletin hukukunun güvencesi altına almıştır. Bu nedenle yalnızca gelişmekte
olan devletlerin desteğini alan Şart’ın bugün için uluslararası bir örf -adet normu haline
geldiğini söylemek mümkün değildir.397
395
BM Enformasyon Merkezi, "Devletlerin ekonomik Haklarına ve Görevlerine Dair Şart",(Çevrimiçi),
http: //www.unicankara.org.tr/doc_pdf/3281.pdf, (Erişim Tarihi: 27.03.2018).
396
Ehtibarlı, a.g.e., s.234.
397
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.66.
109
Bütün bu kararlar, devletlere, doğal kaynak ve zenginlikleri üzerinde sürekli
egemenlik ve tasarruf hakkı verirken, bu hakkın kullanımını da kuralsız bırakmayarak
diğer devletlerin haklarına saygı gösterme ve sınır ötesi zararlara sebep olmama gibi
şartlara bağlamıştır. Ekonomik self-determinasyon bir taraftan devletlere sahip oldukları
kaynakları serbestçe araştırma, yönetme, millileştirme ve kullanma hakkı vermiş, diğer
taraftan bu kaynakları halkın refahı, kalkınması için kullanma ve koruma gibi
sorumluluklar yüklemiştir. Bir örf adet kuralı haline gelmemesine rağmen sürekli
egemenlik ilkesi, ekonomik kalkınmanın bir ön koşulu, çağdaş uluslararası hukukun
temel ilkelerinden biri398 ve milli egemenliğin göstergesidir.
Aynı hakkın yeni devlet kuran halklar içindeki gruplara da tanınması halinde
bunun domino etkisi yaparak savaş riskini artıracağı, sonu gelmeyen parçalanmalara
neden olacağı muhakkaktır. Bu gibi durumlarda, Anver De-Shalit, self-determinasyon
taleplerinin ahlaki temelleri ile doğuracağı siyasal sonuçlara bakarak karar vermeyi
önermektedir. 400 Self-determinasyon hakkını kullanmayı bir defa ile sınırlandırmayı
ahlaki bulmayan Shalit, bunu şu örnekle açıklamaktadır:
398
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.67.
399
De-Shalith, a.g.m., s.917.
400
De-Shaliht, a.g.m., s.907.
110
bu defa üzüm almayı teklif ediyorsunuz. Buna şaşıran oğlunuz, ben dondurma istiyorum
neden bana kek veya üzüm teklif ediyorsunuz diye sormaz mı? Siz dondurmayı hak
ederken oğlunuzun bunu hak etmemesi için -dondurmaya ilk sahip olma dışında- makul
bir sebep ileri sürülebilir mi?”401
Shalit, bu önermesi ile bir nevi kabile devletlerine kapı aralamakta, kimlik
sorununun çözümünü ayrılmaya indirgediğini göstermektedir. Etnik veya azınlık
milliyetçiliklerinin çoğu daha demokratik ve yaşanabilir bir yönetim biçimi için değil,
devlet talebi ile ortaya çıkmaktadır. Milli kimliğin unsurlarına bakıldığında bunu açık
bir şekilde görmek mümkündür. Farklı tanım biçimlerine rağmen milli kimliğin temel
unsurları şu şekilde listelenebilir:
Topluluk üyelerininülke üzerinde serbest hareket imkanına sahip oldukları ortak bir
402
ekonomi."
401
De-Shalith, a.g.m., s.918.
402
Smith, Milli Kimlik, s.32
111
2.6. Ayrılma Teorileri
Siyasal boşanma veya ayrılma tartışmalarında birçok teori öne sürülmüştür.
Bunlardan öne çıkanlar; İyileştirici Haklar Teorisi, Tercih Teorisi, Ulusal Kendi
Kaderini Tayin Teorisi ve Marksist Teoridir. Teorilerin her biri ayrılma iznini farklı şart
ve nedenlerin varlığı halinde meşru görmektedir. Ulusal kendi kaderini tayin teorileri
ulus olabilmiş toplumların ayrılmasından ve kendi devletlerini kurmasından yana iken,
iyileştirici hak teorileri haklı bir nedenin varlığını aramaktadır. Buna karşılık Marksist
Teori ayrılmayı sınıf mücadelesine sağlayacağı katkı bağlamında ele almakta, kendi
kaderini tayin hakkını sınıf mücadelesinin bir parçası olarak görmektedir.
403
Hüseyin Kalaycı, ”Kendi Kaderini Tayinin Liberal Teorileri”, Liberal Düşünce Dergisi, Yaz-
Sonbahar, 2007, s.69.
404
Allen Buchanan, Secession: The Morality of Political Divorce from Fort Sumter to Lithuania and
Quebec. Boulder CO.Westview. 1991. s, 25.
405
Ehtibarlı, a.g.e., s.197.
112
ayrılık gerekçesi olarak kabul etmiştir. 406 Ancak kültürün korunması isteğini self-
determinasyon hakkı için daha az önemde bir gerekçe olarak görür. Bunun nedeni,
kültürün korunması gerekçesi ile ayrılığın meşru görülmesi halinde kültürel yönden
çoğulcu bir devletin meşruluğunun reddedilmesinin söz konusu olmasıdır.407
Çıkış noktası olarak insan haklarına saygıyı esas alan teori, kendi kaderini tayin
ve ayrılma hakkını ancak bu saygının yerini baskı, şiddet, zulüm ve ayrımcılığın alması
halinde meşru görmektedir. Teori kısmen, John Locke’un insanlar ancak temel hakları
ihlal edilirse hükümetleri devirme hakkına sahiptir teorisinden hareketle
biçimlenmiştir.408 Tabiidir ki bu durumda demokratik/adil bir devletten ayrılma hakkı
yoktur. Allen Buchanan ve Wayne Norman gibi iyileştirici haklar teorisyenlerine göre
ayrımcılığı önlemenin yolu liberal demokrasidir. Zira, fonksiyonlarını iyi icra eden
liberal bir demokrasinin hükümet politikalarının kolektif kararlara varmada adil
prosedürler sağlayacağı ve her birey ve gruba sesini duyurma imkanı vereceğinden
ayrılma ihtiyacına da gerek kalmayacaktır.409
406
Sussana Mancini, "Secession and Self-Determination". In (Ed.), The Oxford Handbook of
Comparative Constitutional Law: Oxford University Press, 2012, s.486.
407
Koçak, a.g.m., s.126.
408
Koçak, a.g.m., s.123.
409
Mancini, a.g.m., s.486.
410
Mancini, a.g.m., s.487.
113
Günümüzde insan hakları, farklı toplumlarda farklı düzeylerde uygulanmaktadır.
Bunun nedeni, toplumlar arasındaki gelişmişlik ve kültür farkıdır. Teori, toplumların
gelişmişlik düzeyi ile insan haklarının uygulanması arasındaki bağlantıyı ıskalamakta,
bütün toplumları aynı gelişmişlik düzeyinde görmektedir. Oysa insanlık bugün vardığı
noktaya kanlı ve çok acıklı tecrübelerden sonra gelmiştir. Aynı tecrübeyi yaşayan
toplumların bulundukları noktaya bakarak değerlendirmek, bu sosyolojik süreçleri inkâr
anlamına gelir.
Teori, insan haklarında tedrici gelişim gösteren bir devletten ayrılma taleplerini
cevapsız bırakmaktadır. Toplumsal dönüşüm birden bire olan bir durum değildir.
Sosyolojik olan her durum belli bir süreci gerektirmektedir. Teorinin buna da bir cevabı
yoktur. Daha önemlisi, teorinin ayrılma taleplerinin sadece baskıcı, ayrımcı ülkelerde
ortaya çıktığını varsaymasıdır. Günümüzde ayrılık taleplerinin çoğu adaletsiz veya
baskıcı yönetimlerden kurtulma arayışından ziyade milliyetçilikle ilişkilidir. Katalonya,
Bask ve Quebec gibi bölgelerde baş gösteren ayrılıkçı taleplerin arkasında ayrımcılığa
duyulan tepki değil, milliyetçilik ve kimlik talepleri vardır. Ancak Buchanan’ı tutucu ve
yaklaşımını dar kapsamlı bulanlar da vardır. Nielsen, Buchanan’a yönelttiği
eleştirilerde, bu duruma dikkat çekerek, Buchanan’ın ayrılma gerekçelerini sürekli ve
yaygın baskı ve ayrımcılıkla sınırlı tutmasını doğru bulmamıştır. Ona göre; bir
topluluğun ayrılma hakkı için fiziksel bekasının tehdit altında olmasına gerek yoktur,
kültürel bekasının (mesela dil) tehdit altında olması yeterlidir. Nielsen, bir topluluğun
çoğunluğunun ayrılma yönünde irade göstermesinin veya SD hakkının inkarının bile bu
talebin haklılığına yeteceği kanaatindedir.411
Hareket noktası olarak ayrılma iradesini esas alan bu analizin içinde azınlıkları
barındıran ve milliyetçi taleplerle karşı karşıya olan devletleri nereye sürükleyeceği
meçhuldür. Ayrıca, uluslararası anlaşmalarda, BM kararlarında üstün tutulan ülkesel
bütünlük ve milli egemenlik ilkesi Nielsen’in analizinde ayrılma taleplerinin gerisine
düşmektedir. Buchanan’ın ayrılmayı işgal ve sürekli ve yaygın insan hakları ihlallerine
bağlayan görüşü, Nielsen’e göre daha gerçekçi ve daha dengelidir.
411
Kail Nielsen, “Liberal Nationalism, Liberal Democracies, and Secession.” The University of
Toronto Law Journal, 48(2), 1998. s.265.
114
2.6.2. Tercih Teorisi
Herhangi bir haksızlık veya ayrımcılık gerekçesi yerine bir yerde oturanların
çoğunluğunun ayrılmayı tercih etmesini yeterli gören bu teori, Temel Hak Teorisi
olarak da bilinmektedir. Adı üzerinde ayrılmayı çoğunluğun tercih ve iradesine
bağlamaktadır. Tercih teorilerinin iyileştirici haklar teorisinden ayıran en önemli fark
insan hakları ihlallerini SD için ne gerekli ne de yeterli şart olarak görmesidir.412 En
önemli savunucularından Harry Beran, demokratik devleti toprağa dayalı bir birlik
olarak tarif ederek, bu gönüllü birliktelikten çıkmayı göç ile sınırlı tutmayarak ayrılma
hakkıyla da serbest bırakmıştır. Beran, bir yerde çoğunluk oluşturan, kendini farklı
gören ve siyasal bir varlık olarak yaşayabilecek her grubun ayrılma ve kendi kaderini
tayin hakkına haiz olduğunu ifade etmiştir.413 Özgürlük, halk egemenliği ve çoğunluk
yönetiminin meşruiyeti gibi üç liberal ilkeye dayanan Beran, rızanın esas olduğunu,
bireylerin ancak kendi rızalarıyla siyasi yükümlülük alabileceğini ifade etmiştir. 414
Teorinin çağdaş temsilcilerinden Davit Copp da, belli bir alanda yoğunlaşmış bir
topluluğun çoğunluğunun bağımsızlık istemesinin yeterli sebep olduğu kanaatindedir. 415
Bu durumda dört kriter öne çıkmaktadır, birincisi; bir coğrafi alanda yoğunlaşmış bir
nüfus, ikincisi, tercihini ayrılmadan yana kullanan bir çoğunluk, Üçüncüsü, her
toplumun kendi kendini yönetme hakkı, dördüncüsü, kurulacak yeni devletin
vatandaşlarının hak ve özgürlüklerine saygı göstermesi ve aynı hakkı kendi içinde bir
bölgede çoğunluk teşkil eden gruplara tanımasıdır. Catala’ya göre; bir bölgede
yoğunlaşmış bir grubun, milliyetine, etnik kökenine, dinine ve diğer kimlik öğelerine
bakılmaksızın tutarlı ve insan haklarına saygılı olması koşulu ile ayrılma hakkı
vardır.416
Teori, ayrılma için herhangi bir şartta gerek görmediği için sınırsız siyasal
parçalanmalara neden olacağı eleştirilerine maruz kalmıştır. Zira, bir taraftan ayrılıkçı
gruplara kendi kaderini tayin hakkı verirken, diğer taraftan ayrılan grupların içindeki
gruplara da aynı hakkı vermekte, böylece “sonsuz bölünürlük” sorununa neden
412
Kalaycı, Ulus-Devletin..., s.75.
413
Harry Beran, The Consent of Political Obligation, Croom Helm Puplishers, London: 1987, s.36.
414
a.g.e., s.37
415
Davit Copp, "International Law and Morality in the Theory of Secession" The Journal of Ethics,
2(3), 1998, s.230.
416
Amandine Catala, " Secession and Annexation: The Case of Crimea" German Law Journal, 16/3,
2015, s.583'den Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.103.
115
olmaktadır. 417 Ancak, Beran’a göre bölünme tehlikesi bir dezavantaj değil, bir
avantajdır, bu sayede bölünme tehdidi altında olan devletler tavizler vermek zorunda
kalacak, belki de ayrılma yönünde bir çoğunluk iradesinin ortaya çıkması engellenmiş
olacaktır. Nitekim Kanada’dan ayrılmak isteyen Quebec’in kuzey topraklarını yerlilere
devretmesi söz konusu olduğunda ayrılma düşüncesinin zayıfladığı gözlemlenmiştir.418
Harry Beran’ın görüşleri, ilk bakışta bir bölgede çoğunluk olan gruplara sınırsız
bir özgürlük sağlıyor gibi gözükse de gerçekte bazı sınırlamalarla bu özgürlüğü
kısıtladığı görülmektedir. En başta ayrılmak isteyen çoğunluğun kendi içindeki bir
bölgede temerküz etmiş çoğunluklara da aynı hakkı tanıma mecburiyeti, ayrılık
düşüncesini frenleyici bir işlev görmektedir. Beran, bir bölgede yoğunlaşmış
çoğunluğun iradesini esas almasına rağmen bu iradeyi yeterli görmemiştir. Zira
ayrılmak isteyen topluluğun,
-Kendi bünyesindeki ahlaki ve pratik olarak ayrılması mümkün olan alt gruplara
ayrılma izni vermeye hazır olmalıdır.
-Mevcut devletin çok hayati, ekonomik, kültürel veya askeri bir alanını işgal eder
konumda olmamalıdır,
-Mevcut devletin çok büyük oranda ekonomik kaynaklarını işgal eden bir alanda
419
olmamalıdır.
Beran’a göre, bu özellikleri taşımayan bir grubun iradesi ne olursa olsun ayrılma
hakkı yoktur. Ayrılma ve kendi kaderini tayin hakkını sınırlayan Beran’ın bu
görüşlerine karşı Antony H.Brick, ayrılma hakkının şu koşullarda meşru olduğunu
savunmuştur:
417
Kalaycı, Kendi Kaderini Tayinin..., s.77.
418
Beran, a.g.e., s.29
419
Beran, a.g.e., s.42-43.
116
“-Ayrılmak isteyen bölge güç kullanılarak mevcut devlete katılmış ve bölge halkı buna
rıza göstermediğini sürekli itirazlarıyla dile getirmişse,
-Demokratik sistem bölgenin meşru siyasi ve iktisadi çıkarlarını güvence altına almada
başarısız olmuşsa,
-Ulusal hükümet, ulusal çoğunluk tarafından kendisini dışlanmış gören kesimin hayati
çıkarlarını korumanın yolu olarak açık veya zımni bir pazarlığı görmezden gelmiş veya
ret etmişse ayrılma meşrudur.”420
420
Anthony Birch, "Another Liberal Theory of Secession", Political Studies, V.32, 1984, s.596'dan
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.105-106.
421
Kalaycı, Ulus Devletin..., s.80
422
Kalaycı, Kendi Kaderini..., s.82
117
bir grubun iradesini geriye kalan tüm diğerlerinin iradesine tercih etmektedir. Bu
yönüyle iradeyi bir gruba hasretme hatasına düşmektedir. Daha önemlisi insan haklarına
saygılı, demokrasinin icaplarını yerine getiren bir devletin parçalanmasına bile izin
vermesidir. Bu da, ayrılma talepleri karşısında demokrasi ve insan haklarına saygının
hiçbirşeyifade etmemesi demektir. Teori, ırkçı, baskıcı, ayrımcı bir devletle, demokrat,
insani değerlere saygılı bir devleti bir tutmaktadır.
2.6.3.Ulusalcı Teori
Teori, 19. yüzyıldaki ‘Milliyetler Prensibi’nin modern bir versiyonudur. 424 Bu
teoriye göre, ayrılma hakkı veya self-determinasyonun dış boyutu, kültürel, tarihsel ve
sosyal bakımdan homojen bir yapıya sahip olan uluslara aittir. Ulus olamamış
toplulukların ayrılma hakkı yoktur. Bu durumda hangi topluluklara ulus denileceği,
hangilerine denilmeyeceği büyük önem kazanmaktadır. Gelner’e göre, bir grup insan
aynı kültürü paylaşıyor ve aynı gruba mensup olmalarından dolayı bazı ortak hak ve
ödevleri olduğunu kabul ediyorlarsa bu takdirde ulus olarak mütalaa edilebilirler. 425
Miller’e göre, uluslar etnik topluluklardır.426 Wallerstein ise, ulusu bir devletin fiili ya
da muhtemel sınırlarına her nasılsa bağlı olan toplumsal-siyasal bir kategori olarak
görür. Kuşaktan kuşağa geçen ve normal kuramda devlet sınırlarına bağlı olmayan, bazı
sürekli davranışlara sahip olduğu söylenen etnik grupları ise ulus olarak değil, kültürel
bir kategori olarak değerlendirir. Geçmişlik, kadimlik duygusunun önemine de işaret
eden Wallerstein, geçmişliğin bireylerin toplumsallaşmaları, grup dayanışmasının
korunması, toplumsal meşruiyetin oluşturulması için merkezi bir öğe olduğunu
belirtir.427 Smith’de etnik toplulukla milleti ayırarak şunları söyler:
"Millet etnik bir topluluk değildir, çünkü her ikisi de aynı görünge ailesine (ortak
kültürel kimlikler) bağlı olmakla biraz örtüşseler de, etnik topluluğun genelliklesiyasi
423
Tatar ve Toprak, a.g.m., s.61.
424
Koçak, a.g.m., s.128.
425
Gelner, a.g.e., s.78.
426
Koçak, a.g.m., s.132.
427
Baibar ve Wallerstein, Irk Ulus Sınıf, (çev.), Nazlı Ökten, İstanbul: Metis Yayınevi, 2007, s.96-97
118
bir göndergesi yoktur ve tarihsel ülkesine sahip olması zorunlu olmadığından bir çok
durumda bir halk kültüründen hatta bir ülke boyutundan yoksundur. Buna karşılık bir
milletin kendisini bir millet olarak teşkil etmesi için anavatanı olarak gördüğü yerde en
azından uzun bir süredir ikamet ediyor olması gerekir. Ayrıca bir milletin millet olmayı
arzulaması ve bir millet olarak kabul edilmesi için bir halk kültürü ve bir kendi
kaderini belirleme isteği taşıması gerekir. Dolayısıyla bir millet için zorunlu olan
kendisine ait egemen bir devletinin olması değil, ama yalnızca anavatanı olarak
428
algıladığı yerde maddi ikametiyle birleşen bir özerklik arzusuna sahip olmasıdır."
Ancak, bu durum, kendini kültürel, dilsel veya etnik olarak farklı gören türdeş
topluluklara, başka hiç bir gerekçeye ihtiyaç duymadan ayrılma yolunu açacağı için
ciddi eleştirilerle karşılanmıştır. Ulus olmanın ayrılmak için yeter sebep olması
uluslararası toplumun kendini ulus sayan toplulukların sayısı kadar parçalanması veya
parçalanma riski altında olması demektir. Ayrıca, Gelner’in isabetle belirttiği gibi
ulusların tanınabileceği genel kriterler mevcut değildir. 430 Her ulus farklı paydalar
üzerinden kendi varlığını tanımlamaktadır. Bu da, belli alanlarda türdeş olan her
topluluğun kendini ulus olarak, dış self-determinasyonu da bir hak olarak görmesi
anlamına gelmektedir. Ulusların, genel self-determinasyon hakkına sahip olmasının
kabul edilmesi demek, önümüzdeki yılların kargaşa içinde geçmesi demektir.431
428
Smith, Milliyetçilik..., s.24.
429
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.109.
430
Koskenniemi, a.g.m., s.302.
431
Koçak, a.g.m., s.135
119
2.6.4. Marksist Teori
Marks ve Engels, bugüne kadarki tüm toplumların tarihine sınıf mücadelelerinin
tarihi olarak bakarlar. Hedef, burjuva egemenliğinin yıkılması, siyasal iktidarın
proletarya tarafından ele geçirilmesidir. İşçilerin bir vatanı olmadığı için sahip
olmadıkları bir şeyin ellerinden alınması da mümkün değildir.432
Marksizm, odağına halkları değil, işçi sınıfını aldığı için daha çok proletaryanın
kaderi ile ilgilenmiştir.Tarihe sınıf mücadeleleri tarihi olarak bakmak, Marks ve
Engels’in millet ve milliyet gerçeğini görmelerini engellemiştir. Bu durumu Tom Nairn,
Marksizm’in tarihsel başarısızlığı olarak yorumlamaktadır. Marksizm’e göre,
milliyetçilik, burjuva çılgınlığından başka bir şey değildir, milliyetçilik, proletaryanın
tarihsel çıkarlarına hizmet etmede geçici ve araçsal bir rol oynayabilir, ama asla sürekli
olamazdı. Zamanla önemi azalacak ve tarihin sayfaları arasında kaybolup gidecekti.
Stalin'in Milliyet meselesini, burjuvazinin kendi çıkarlarını toplumun genelinin çıkarı
olarak sunması ve bir pazar büyütme hamlesi oalrak görmesi aynı yaklaşımın bir
sonucudur.433 Oysa başta Vietnam ve Cezayir olmak üzere yirminci yüzyıldaki Marksist
devrim hareketlerinin birçoğu milliyetçi karaktere sahiptir.
. Ayrılma yanlısı milliyetçilik ve kendi kaderini tayin hakkı, daha önce belirtildiği
gibi Lenin tarafından bile belli bir oranda hoş görülmüştü. Fakat bu hoşgörü, halkların
özgürlük arayışlarına bir destekten ziyade, milliyetçiliğin kapitalizmin nihai yok
oluşuna katkı sağlaması beklentisinden kaynaklanıyordu. 434 Nitekim, Marksizm’in
özgürlük anlayışı da buna göre şekillenmiştir. Marks, gerçek özgürlüğü, beşeri
potansiyelin kendi iyiliği için gelişmesi olarak tanımlamış, bu potansiyelin, ancak
bireylerin ihtiyaçlarını karşılamaları için başkalarıyla birlikte sergileyecekleri yaratıcı
435
emek deneyimi sayesinde gerçekleştirilebileceğini söyleyerek, özgürlüğün sosyal
boyutunu görmezden gelmiştir. Marks ve Engels’e göre milliyetçilik, ekonominin
sürekli gelişmesi ve iktisadi evrimin bir aşamasıdır. Bu yüzden de özgürlüğe kavuşma
ve devrim süreci sadece sınıfların ve kapitalizmin ortadan kalkması anlamına
432
Karl Marx ve Friederich Engels, Komunist Manifesto, (çev.), Hasan İlhan, 14.b., Ankara: Alter
Yayıncılık, 2010, s.21-47.
433
Josef V.Stalin, Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu, İstanbul: İnter Yayınları, 2013, s.37.
434
Haldun Çancı, “Hızlı Dönüşümler Çağında Milliyetçi Düşüncenin Kökenlerinin Yeniden Gözden
Geçirilmesi”, Öneri Dergisi, C, 9, S, 33, Ocak 2010, s.221.
435
Hüseyin Bal, ”Siyaset Felsefesinde Ele Alınış Biçimiyle Özgürlük Meselesi”, Ankara, Turkish
Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or
Turkic Volume 9/2 Winter, 2014, s.297.
120
gelmeyecek aynı zamanda milliyetçiliğin de çökertilmesi ile sonuçlanacaktır. Bu görüş,
Birinci ve İkinci Enternasyonal’de varılmış ortak kanaati yansıtmaktadır.436
Görünüşte özgürlükçü bir dile sahip olan Marksizm, gerçekte halkların kendi
kaderini tayin hakkı konusunda son derece tutucudur. Çünkü, tarihsel olarak
Marksizm’in en çok rahatsızlık duyduğu konuların başında milliyetçilik gelmektedir.
Bunun birinci sebebi, Marksist yaklaşıma göre, doğal evrensel gelişim yasası gereği,
nihai aşamanın sınıfsız bir toplum şeklinde tecelli edeceği yönünde zımni bir
varsayımın mevcudiyetidir. Milliyetçiliğin şahsiliğinin ve yerelciliğinin bu evrensel
tarihi hedefle çeliştiği ortadadır. İkinci sebep, Marksizm’in evrensel bir kuramsal statü
iddiasında bulunmasıdır. Örneğin, bunu her nerede çıkmış olursa olsun milli olguyu
açıklarken de yapmaktadır. Lakin bu tür tek boyutlu ve bir tek nedene atıf yaparak
ortaya konulan tahliller, birbirinden farklı nedenselliklere ve gerçekliklere bağlı olarak
ortaya çıkmış milliyetçilikleri açıklamakta zorlanmaktadır. Bir diğer neden de Marks ve
Engels’in düşünce dünyalarına hâkim olan Avrupa merkezciliğidir. Bu bakış tarzı, her
ikisinin de Avrupa’nın koloni siyasetini “medenileştirme misyonu” olarak görmelerine,
yaşayabilir bir devlet aygıtı oluşturamamış milli toplulukların ya tarihe karışmalarına ya
da daha geniş bir birlikteliğin içinde asimile edilmeleri gerektiğine inanmalarına neden
olmuştur. Marks’ın, Hırvatistan ve Bohemya’nın daha geniş bir siyasal bütünlük
içerisinde eritilmesi gerektiğine dair düşüncesi bu mantığın bir sonucudur.437
Polonya bağlamında kendi kaderini tayin hakkını ele alan Rosa Luxemburg’un
yaklaşımı da aynı istikamettedir: Sınıflı bir toplumda halkın kendi yazgısını
belirlemesinden söz etmek, genellikle yönetici sınıfın kendi yazgısını belirlemesi
anlamına gelir; işçiler eskisi gibi bağımlı bir konumda kalırlar, Bunun için Rosa
Luxemburg Polonya’yı aklında tutarak, kendi yazgısını belirlemenin daha çok işçi
sınıfının kendi yazgısını belirleme hakkı olarak görmüştür.438Ona göre; Polonya Krallığı
(Polonya’nın Çarlık Rusya’sı tarafından ele geçirilen bölümü) bağımsızlık yolunda
değil, gelecekte kurulacak Rus Demokratik Cumhuriyeti’nin oluşturacağı çerçeve içinde
436
Çancı, a.g.m., s.222.
437
Bu teorinin kaynağı Hegel’dir. Hegel, devlet kurmayı başaramamış ulusların yok olmaya mahkum
uluslar olduğunu söyler. Bkz. Mıchael Löwy, Marksistler ve Ulusal Sorun, (çev.), Kemal Ülker,
İstanbul, Versus Yayınevi, 2017, s.20.
438
Luxemburg, a.g.e., s.16.
121
bölgesel otonomi yolunda ilerlemeliydi.439Buna karşılık Marks ve Engels, Polonya’nın
kendi kaderini belirleme yolundaki kurtuluş mücadelesine destek vermişlerdir. Fakat bu
destek, halkların kendi kaderini belirlemesine duyulan saygı veya desteğin bir sonucu
değil, Avrupa gericiliğinin kalesi olarak görülen, bilimsel sosyalizmin kurucularının can
düşmanı Çarlık Rusya’sına karşı mücadele edildiği içindir. Engels, bu yaklaşımdaki
belirsizliği görmüş, Çarlık Rusya’sı karşıtı olduğu için desteklenen Polonya’ya karşılık,
Rus yanlısı olan Slavların kendi kaderlerini belirleme haklarının ne olacağını sormuştu.
Nitekim, aynı tarihlerde Marks, İrlanda’nın bağımsızlığına karşı çıkmış, Britanya’yla
birlik içinde bir otonomiye sahip olması gerektiğini savunmuştur. 440 Marks, Sırpların,
Hırvatların, Slovakların, Çeklerin ve diğer küçük Slav grupların self-determinasyon
hakkına dakarşı çıkmıştır.
439
Löwy, a.g.e., s.25.
440
Löwy, a.g.e., s.16-17.
441
Uz, a.g.m., s.79-80.
442
Ephraim Nimni, E Marxism and Nationalism: Theoretical Origins and Spread of Nationalism.
London: Pluto Press, 1991, Çancı, a.g.m., s.221-222.
443
Demirhan Fahri Erdem, “Mazlumların Kuramcısı ve Stratejisti: Sultan Galiyev”, Karadeniz
Araştırmaları Dergisi, Kış 2011, S.28, s.94.
122
sosyalist devriminin ancak doğudaki milli uyanış hareketlerinin desteklenmesi ile
mümkün olacağını belirten Galiyev, devrimci enerjinin bu bölgelerde yoğunlaşması
gerektiğini ifade etmiştir. 444 Onun enternasyonalizmi proletarya enternasyonalizmi
değil, ezilen ve sömürülen halkların enternasyonalizmidir.445 Galiyev'in tüm kuramsal
yaklaşımı ve mücadelesi Rusya Türklüğü üzerine olup, Türk ve Müslüman unsurun
Sovyetler Birliği içinde Ruslarla eşit hukuka sahip olması yönünde olmuştur:
"Bizim materyalizm anlayışımız Rus ve Avrupa tekelcileri tarafından takdim edilen her
nesneyi kutsal bir şeymiş gibi kabul etmemizi gerektirmez... biz onlar karşısında
herhangi bir yükümlülük almamakla beraber tüm beklentilerin aksine diyalektik
materyalizm üzerindeki tekelcilik haklarını tartışmaya açıyoruz, "446 şeklindeki sözleri
bu gerçeğin ifadesidir.
444
Halit Kakınç, Sultan Galiyev ve Milli Komünizm, 3.b., İstanbul: Bulut Yayın Dağıtım, 2003, s.144.
445
Halit Yıldız, Sultan Galiyev ve Reel Sosyalizm, İstanbul: Nam yayıncılık, 1999, s.193.
446
Saime Selenga Gökgöz, "Sultan Galiyev ve1917-1923 Milliyetler Siyaseti", Modern Türklük
Araştırmaları Dergisi, C.1, S.1, Kasım 2004, s.67.
447
Yıldız, a.g.e., s.196.
448
Erel Tellal, "Mirsaid Sultan Galiyev", Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 56-1, 2001, s.114.
449
Alexandre Bennigsen, " Sultan Galiyev, The U.S.S.R. and the Colonial Revolution" ed.Walter
Z.Legueur The Middle East in Transition, London, 1958, s.401'den Tellal, a.g.m., s.125.
450
Aclan Sayılgan, Mazlum Milletlerin Kurtuluş Savaşları Karşısında S.S.C.B ve Sultan Galiyev,
Ankara: Mars Matbaası, 1996, s.43.
123
çelişkinin uluslar arasında olduğunu ifade etmiştir. 451 Yıldız'a göre bu yaklaşımı ile
ulusal kurtuluş mücadelelerinde sınıf mücadelesini muğlaklaştırmıştır. 452 20. yüzyılın
tahminler hilafına sosyalist devrimler yüzyılı değil, ulusal kurtuluş savaşları yüzyılı
olması Galiyev'i haklı çıkarmış, yeryüzündeki gerçek çelişkinin zalimlerle mazlumlar,
sömürenlerle sömürülenler arasında olduğunu göstermiştir.453 Stalin'in merkezileşme ve
Rus şovenizmini komünizm tabelası altında sürdürme politikaları üzerine düşünsel
yönelimini ulusal çelişki üzerine yoğunlaştıran Galiyev, bu dönemde Türkler arasında
ortak bir cephe kurma girişimleri yüzünden, karşı devrimci ilan edilerek tutuklanıp,
tasfiye edilmiştir.
Sonuç olarak; Marksizm, kendi kaderini tayin ve ulusal sorun konusunda özgün
bir teori geliştirememiştir. Kurucularının bile görüşleri net değildir. Lenin’in self-
determinasyon hakkının gelişimine katkılarına rağmen, uygulama tamamen farklı
olmuştur. Sınıf merkezli düşünce biçimi, milli mücadelelerin ancak proletarya devrimi
alanı içinde görülmesine neden olmuştur. Tarihi gelişim, Marksizm’in öncülerini haklı
çıkarmamıştır. Luxemburg’un küçük burjuva ütopyacılığı olarak nitelendirdiği Polonya,
Birinci Dünya Savaşından sonra 1918’de birleşmiş ve bağımsızlığına kavuşmuştur.
Engels’in tarihsiz bir millet olarak niteleyip silineceğini söylediği, Çek ulusu bağımsız
bir devlet kurmuştur. Dünya proleterlerinin birleşerek, sınıfların ve ulusların ortadan
kalkacağına dair kehanet tutmamıştır. Marksizm’in kendi kaderini tayin hakkına
yaklaşımı teorik çerçevesi net bir şekilde çizilmiş bir alan değil, güncel siyasetin
belirlediği bir alandır.454
451
Erdem, a.g.m., s.88.
452
Yıldız, a.g.e., s.189.
453
Atilla İlhan, "Avrasya'da dolaşan Hayalet: Galiyef!", Cumhuriyet, 24.12.1997.
454
Lenin, Ulusal Sorun..., s.9.
455
Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Esasları Ders Kitabı, 10.b., Bursa: Ekin Basım Yayın
Dağıtım, 2018, s.133.
456
Caşın, a.g.e., s.213.
124
Devletler, uluslararası hukukun önde gelen kişisidir. 457 Ancak milletlerarası
toplum devletlerden oluşmasına rağmen uluslararası hukuk fertler için de haklar ve
borçlar öngörmektedir.
1648 tarihli Westphalia Anlaşmasına kadar bir devlet için belirleyici olan,
toprakları üzerinde tam egemenlik kurması ve özgürce hareket edebilmesiydi. 458
Westphalia Anlaşmasından sonra ilk tanıma aynı yıl İspanya’nın Hollanda’yı tanıması
ile gerçekleşmesine rağmen, aynı anlayış 18. yüzyıl boyunca da devam etmiş,
devletlerin varlığında herhangi bir tanıma şartı aranmamıştır. Bu tarihlerde devletler fiili
durumlarla ortaya çıkmakta, varoluşları için dışlarındaki bir güce ihtiyaç
duymamaktaydılar. Varlıklarının temel koşulu yalnızca iç egemenliklerini
sağlamalarıydı.
457
Melda Sur, Uluslararası Hukukun Esasları, İstanbul: Beta Basım Yayım, 2017, s.106.
458
Ezeli Azarkan, ” Devletlerin Tanınması ve 1933 Montevideo Sözleşmesi”, Gaziantep University
Journal of Social Sciences, 15 (4), s.1056.
459
Azarkan, Devletlerin Tanınması ve 1933..., s.1057.
125
çerçevesi çizilerek, sözleşmenin 1. maddesinde uluslararası hukukun bir kişisi olarak
devletlerin şu koşulları taşıması gerektiği ifade edilmiştir: a) sürekli bir nüfus, b)
belirlenmiş bir toprak parçası, c) hükümet, d) diğer devletlerle ilişki kurma yeterliliği.460
Sözleşme, devlet kavramının tanımıyla sınırlı kalmamış, devletlerin tanınması ile ilgili
hükümler de getirmiştir. Sözleşmenin 3. maddesine göre,
Devlet olmanın kriterlerini vaz eden ikinci önemli belge Bogota Şartı’dır.
2.Dünya savaşından sonra Avrupa’da olduğu gibi Amerika Kıtasında da bölgesel
örgütler kurulmuştur. 30 Nisan 1948 tarihinde imzalanan Bogota Şartı, Amerika
Devletler Örgütünün kurucu anlaşmasıdır. Şart, 1951 yılında Kolombiya’nın 14. devlet
olarak onay vermesi ile yürürlüğe girmiştir.462 Bogota Şartı, 1970 yılından başlayarak
1997 yılına kadar çeşitli protokollerle (Buenos Aires, Kartegana, Managua ve
Washington Protokolleri) değişikliklere uğramıştır. Son değişikliklerden sonra, Örgüt
Şartı’nın 1. maddesinde örgütün amacı, üye ülkeler arasında barış ve adaleti sağlama,
460
Azarkan, Devletlerin Tanınması ve 1933..., s.1063.
461
Azarkan, Devletlerin Tanınması ve 1933..., s.1063.
462
Ayşe Seymen Çakar, ”Sosyal Hakların Gerçekleştirilmesinin Amerikan Devletleri Örgütü Sisteminde
Denetimi”, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C, 3, S, 2, s.424.
126
dayanışmayı destekleme, işbirliğini güçlendirme, üye ülkelerin egemenliklerini,
bağımsızlıklarını ve ülkesel bütünlüklerini koruma olarak sayılmıştır.463 12. maddesinde
ise devlet olmanın kriterleri Montevideo Sözleşmesine paralel bir şekilde; yerleşik bir
nüfus, etkin yönetim, egemenlik ve diğer devletlerle ilişki kurma kapasitesi olarak
gösterilmiştir.464
Devlet olmanın şartları konusunda bu iki belgeden hareketle pek çok çalışma
yapılmıştır. İlk girişim 1949 yılında Devletlerin Hak ve Görevleri Bildirgesi tasarısı
hazırlanırken yapılmış, ancak neticesiz kalmıştır. Daha sonra benzer bir girişim 1956
yılında Viyana Anlaşmalar Hukuku Toplantısında yapılmıştır. Bu toplantıda devlet
terimi, sınırları belli bir toprak parçasında yaşayan bir insan topluluğu, kurulu bir
yönetim ve diğer devletlerle uluslararası ilişkilere girebilme ve bu ilişkilerden doğan
sorumlulukları taşıyabilme yeterliliğine sahip olmak olarak nitelendirilmiştir.465Gözler,
George Jellinek’ten hareketle devleti üç unsur teorisi ile izah etmektedir. Ona göre
devletin üç unsuru, millet, ülke ve egemenliktir.466 Melda Sur’un tanımı da benzerdir:
Devlet, belirli bir coğrafi alana yerleşmiş, bir siyasi otorite altında yaşayan insan
topluluğunun oluşturduğu sürekli egemen yapıya verilen isimdir.467 Kelsen, devlet olma
iddiası taşıyan bir oluşumun şu üç unsuru bulundurması gerektiği kanaatindedir:
"1.Bu toplum, cebri ve nispeten merkezi, yasal bir düzen tarafından oluşturulmuş
olmalı ve bu düzenin normlarının yaratılması için merkezi organlara ve bir
hükümete sahip olmalıdır.
2.Bu toplumsal yapıyı oluşturan düzen sınırları kesin olarak çizilmiş bir bölgede
hem etkin olmalı, hem de kurallarına riayet edilmelidir.
3.Bu oluşum başka bir devletin veya toplumun etkisinde olmamalı, bağımsız
olmalıdır. Bu üç şartı karşılayan bir topluluk, bir devlettir.Bu toplumu oluşturan
düzen devletin yasal düzenidir, bu düzenin etkili olduğu bölge devletin bölgesidir, bu
bölgede yaşayan bireyler devletin halkıdır ve bu düzene göre diğer devletlerle
ilişkilerde toplumu temsil eden birey veya bireyler devletin meşru hükümetidir."468
463
Mahir Terzi, ”İnsan Haklarının Bölgesel Düzeyde Korunması Üzerine Bir İnceleme: İnsan Hakları Ve
Amerika”, Kara Harp Okulu Bilim Dergisi, Aralık 2017, C.27, S, 2, s.65.
464
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.11.
465
Azarkan, Devletlerin Tanınması ve 1933..., s.1065.
466
Georg Jellinek, L’Etat moderne et son droit, Traduction française par Georges Fardis, Paris, V.Giard&
Briere, 1911, c.1. s.222’den akt. Gözler, a.g.e., s.133-134.
467
Sur, a.g.e., s.106.
468
Hans Kelsen, “Recognition in International Law: Theoretical Observations.” The American Journal
127
2.7.2. Devletlerin Tanınması
Devletlerin tanınması uluslararası hukukun en karmaşık konularından biridir.
Bunun nedeni, hukuki boyutunun yanında siyasi bir boyutunun da bulunması ve çoğu
469
kez siyasi boyutunun hukuki boyutunun önüne geçmesidir. Brown, tanımayı,
470
devletlerarasındaki ilişkilerin yapı ve kapsamının belirlenmesi, olarak tarif
471
etmektedir.1936 yılında Uluslararası Hukuk Enstitüsü devletlerin tanınmasını
Montevideo Sözleşmesini esas alarak şu şekilde tanımlamıştır:
"Belli bir bölgede siyasi olarak örgütlenmiş bir topluluk başka bir devletten bağımsızsa
ve uluslararası hukukun bir devlete yüklediği yükümlülükleri yerine getirebilme
yeterliliğinde ise, bunu bir şekilde kabullenen devlet veya devletlerin yaptığı işleme
472
tanıma denir."
128
çerçevesinde bir devlet oluşumunun teşekkül edip etmediği, bu oluşumun insan
unsurunun uluslararası hukukun aradığı niteliklere sahip olup olmadığı ve uluslararası
hukukun bu topluma diğer devletlerle ilişkilerinde uygulanabilirliğinin mümkün olup
olmadığı gibi sorulardır. İşte hukuki tanıma fiilinin uluslararası hukuk tarafından
474
fonksiyonunu gerçekleştirdiği nokta burasıdır. Bir başka ifadeyle devlet olma
uluslararası hukukun konusu, tanıma veya tanımama siyasetin alanıdır. Pazarcı,
devletin kurucu unsurlarını, topluluk düzeyinde bir arada yaşayan bir insan topluluğu,
ülke, başka bir otoriteye bağımlı olmayan siyasal yönetim, örgütlenmiş bir kamu
475
otoritesinin varlığı, bağımsızlık ve egemenlik olarak saymış, bu unsurların
uluslararası hukuka göre devletin kurucu öğeleri olduğunu belirtmiştir.
Uluslararası tanıma, kendi kaderini tayin yoluyla ortaya çıkmış yeni bir devletin
varlığını hukuki olarak kabul etme anlamına gelmektedir. Bu aynı zamanda o devletin
bir toprak parçası üzerindeki hak iddialarını da kapsayan bir kabuldür. 476 Tanıma tek
taraflı bir işlemdir ve uluslararası bir hukuk kişisinin kendi dışında oluşan bir olay veya
durumu kendi açısından yasallığını onaylamasıdır. 477 Bu yönüyle tanıma siyasi bir
tasarruftur. Ancak, tanıma sonuçları bakımından da hukuksal bir olgudur. Bir devletin
tanınabilmesi için uluslararası hukukun öngördüğü zorunlu koşulların yerine getirilmesi
şarttır.478 Kelsen’e göre, uluslararası hukukun konusu devletlerdir. Uluslararası hukuk
zorunluluklar getirir ve devletler üzerinde haklar bahşeder. Mesela, bir devletin belirli
bir icraatına sonuçlar bağlar. Bu bakımdan uluslararası hukuk bir devletin ne olduğunu
belirlemek zorundadır. Eğer devletin ne olduğunu belirleyemezse, o zaman onun
devletlerin varlığına bağlı normları da uygulanamaz. 479 Bu ifadeden de anlaşılacağı
üzere devlet olmanın şartları ve tanınmanın sonuçları uluslararası hukukla, bunu takdir
ve tanıma yetkisi devletlerle dolayısıyla siyasetle ilgilidir.
Daha önce ifade edildiği gibi tanımanın mahiyeti ve hukuki kriterleri tarihsel
süreçte değişiklik göstermiştir. Soğuk Savaş öncesine kadar devletlerin tanınmasında
toprak, nüfus, etkin bir hükümet ve diğer ülkelerle ilişki kurma kapasitesi gibi şartlar
474
Kelsen, a.g.m., s, 607.
475
Pazarcı, a.g.m., s.147-154.
476
Kıran, a.g.m., s.123.
477
Pazarcı, a.g.e., s.368.
478
Caşın, a.g.e., s.406.
479
Kelsen, a.g.m., s.606
129
aranırken ilerleyen zamanlarda bağımsızlık, 480 yeni devlet kurulurken pozitif bir hukuk
kaidesinin ihlal edilmemiş olması da 481devlet olmanın şartlarına ilave edilmiştir. İhlal
edilmemesi gereken normların başında self-determinasyon hakkı, kuvvet kullanma ve
ırk ayrımcılığı yasağı gibi normlar gelmektedir. Nitekim, Rodezya, Güney Rodezye
halkının SD hakkını ihlal ettiği için, Kırım ise kuvvet kullanma yasağını ihlal ederek
kurulduğu için tanınmamıştır.482
Soğuk Savaştan sonra, işleyen bir demokrasiye sahip olmak ve insan haklarına
saygı gibi yeni kriterler ön plana çıkmıştır. Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın
dağılmasını takip eden süreçte yeni devletlerin tanınmasında özellikle AB bu kriterleri
önceki kriterlere üstün tutmuştur. 484 AB, (O zaman ki adıyla AET) 16 Kasım 1991
tarihinde Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da kurulan yeni devletlerin tanınmasına
ilişkin şu ilkeleri belirlemiştir:
-BM Şartı, Helsinki Son Senedi ve Paris Şartının özellikle insan hakları ve
demokrasi ile ilgili hükümlerine saygılı olma,
480
Aydın, a.g.m., s.546
481
Crozat, a.g.m., s.6
482
Taşdemir, Uluslararası Hukukta Toprak Bütünlüğü..., s.653.
483
Caşın, a.g.e., s.410.
484
Kıran, a.g.m., s.125.
130
- AGİT çerçevesinde azınlık, ulusal ve etnik grupların haklarını garanti etme,
Ancak AB, devlet statüsünde olmadığı için herhangi bir devleti tanıma yetkisi
yoktur.486 Devletlerin tanınması kurumu, uluslararası topluma mensubiyetle alakalı bir
konudur. Uluslararası hukukun süjesi olmak ve uluslararası kuruluşlarda eşit katılımcı
olmak isteyen bir birimin daha önce bu statüyü elde etmiş birimlerce tanınmış olması
gereklidir.487
2.7.3.1.Açıklayıcı Teori
Açıklayıcı teoriye göre, devlet olmak için, Montevideo Devletlerin Hakları ve
Yükümlülükleri Sözleşmesi’nde sayılan devlet olmanın şartlarının yerine getirilmesi ve
uluslararası alana bu iddia ile çıkılması kafidir. Zira, “tanıma” siyasal bir eylem olup,
devlet olmanın unsurlarından değildir. 488 Montevideo Sözleşmesi’nin 1. maddesinde
devlet olmanın unsurları kısaca, nüfus, toprak, hükümet ve diğer devletlerle ilişki kurma
kapasitesi olarak belirlenmiştir. Teori, bu unsurlara sahip olan oluşumların, diğer
devletler tarafından tanınmasalar bile devlet olarak kabul edilmesi gerektiğini ileri
sürer.489 Zira, Devletler Hukuku süjelerini kendisi yaratmaz, onları hukuki şahıs olarak
bulur. Tanınma devlet olmanın kurucu unsurlarından değildir. Sadece vakıanın kabulü
anlamına gelmektedir. 490 Bir devlet üç klasik unsuru (halk, ülke, iktidar) şahsında
toplarsa ipso jure (hukuken) devletler hukukunun süjesidir.491 Tanıma, bir olgu olarak
devletin varlığı ile ilgili değil, diğer devletlerle diplomatik ilişki kurma, uluslararası
antlaşmalar yapmakla ilgilidir. Bir devlet diğer devlet veya uluslararası kuruluşların
485
Ezeli, Azarkan, ”Devletlerin Tanınmasında Dönüm Noktaları: Badinter Komisyonu ve Kosova’nın
Tanınması.” Malatya: İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.7, S.1.Yıl.2016, s.34.
486
Eminoğlu, a.g.m., s.138.
487
Taşdemir, Uluslararası Hukukta Toprak..., s.652.
488
Aydın, a.g.m., s.547.
489
Kıran, a.g.m., s.935.
490
Eminoğlu, a.g.m., s, 128.
491
Crozat, a.g.m., s.9.
131
tanımasıyla devlet haline gelmez, uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde tüzel kişilik
kazanır. Başka bir deyişle, tanıma devleti devlet yapmaz, tüzel kişilik yapar.492
492
David J.Gelbreath, “Dealing with Diversity in International Law: Self-determination and
Statehood”, The İnternational Journal of Human Rights, Vol.9, No.4, December 2005, s.545.
493
Kıran, a.g.m., s.935.
494
Kıran, a.g.m., s.936.
495
Kıran, a.g.m., s.938.
496
Kıran, a.g.m., s. 934.
497
Crozat, a.g.m., s.12.
132
Kurucu teorinin en önemli savunucularından Kelsen’e göre, bir devleti
tanımanın, mahkemenin yasal bir gerçekliği ortaya koymasından farkı yoktur. Tanıma
ile birlikte, tanınan devlet, tanıyan devlet ile olan ilişkilerinde bir devlet konumuna
gelir, uluslararası hukukun devletler için öngördüğü hak ve yükümlülüklerin öznesi
olur.498 Ayrıca Kelsen, Siyasi tanıma ile hukuki tanımayı birbirinden ayırır; ona göre
hukuki tanıma bilme yetisidir ve hukuki tanıma olmadan uluslararası anlamda bir
devletin kurulması gerçekleşmiş olmaz. Hukuki tanıma, yeni kurulacak devletin
uluslararası hukukun devlet olmak için aradığı şartlara haiz olduğunu, siyasi tanıma,
hukuki olarak tanınmış bir devlet ile siyasi ilişki kurma isteğini ifade eder. Tanıma
tamamen ihtiyari olup, 499 hiç bir devlet yeni bir devleti tanımaya zorlanamaz. Ancak,
Crozat, tanımanın tamamen takdire bırakılmadığı, milletlerarası hukuka aykırı ve
mevsimsiz tevcih edildiğinde savaşlara neden olabilecek potansiyel taşıdığı
kanaatindedir. Nitekim, 1778 yılında Fransa Amerika Birleşik Devletlerini tanıdığında
İngiltere bunu zamansız bulmuş, Fransa’ya savaş ilan etmiştir.500
Kurucu teori bir çok bakımdan eksiklikler taşımaktadır. Teorinin bir devletin
tüzel kişilik kazanması için kaç devlet ve hangi devletler tarafından tanınması gerektiği
sorusuna verdiği bir cevap yoktur. Bir devlet ilan edildiğinde aynı oran ve sayıda bir
tanıma söz konusu olmamaktadır. Mesela Kosova, bazı devletler tarafından tanınırken
diğer bazı devletler tarafından tanınmamaktadır. Kurucu teoriye göre bu durumda
Kosova’nın uluslararası statüsünün ne olacağı belirsizdir. Teori, tanınmayan devletlerin
sorumluluğunu açıklamada da yetersiz kalmaktadır. Çünkü yaptırım uygulanabilecek
devletlerin, tanınmış olmasını şart koşmaktadır. 501 Tanınmayan devletin toprağı ve
karasuları sahipsiz sayıldığından her türlü müdahaleye açık olacaktır. 502 Keza, BM’nin
içişlerine karışma yasağı devletler için getirilen bir yasaktır. Devlet statüsü kazanmayan
bir oluşumun içişlerine karışmayı yasaklayan bir hüküm bulunmadığından dış
müdahalelere karşı hukuki korumadan mahrum olacaktır. Kurucu teori, bütün bu
498
Kelsen, a.g.m., s.606.
499
Kelsen, a.g.m., s.608.
500
Crozat, a.g.m., s.13.
501
Kıran, a.g.m., s.934.
502
Crozat, a.g.m., s.9.
133
nedenlerle, devlet olmayı diğer devletlerin tanımasına indirgediği ve devletlerin egemen
eşitliği ilkesine aykırı düştüğü için bugün geçerliliğini büyük ölçüde kaybetmiştir.503
503
Aydın, a.g.m., s.547.
504
Aydın, a.g.m., s.548.
506
Crozat, a.g.m., s.11.
507
Aydın, a.g.m., s.548.
508
Eminoğlu, a.g.m., s.126.
134
durumlar çıkabilmektedir.509 Uluslararası hukuka göre, bir devlet diğer devletlerle ilişki
kurmak zorunda olmadığı için bir devlet veya hükümetin tanınması tanıyan devletin
isteğine bağlı bir karardır. Bu tanıma tek taraflı deklarasyonla olabileceği gibi tanıyan
devlet ve tanınan devlet veya hükümetler arasında nota değişimi yolu ile de olabilir.
Tanıma beyanı, herhangi bir somut hukuki yükümlülük getirmediğinden, hukuki açıdan
önem taşımamaktadır.510
509
Eminoğlu, a.g.m., s.124.
510
Kelsen, a.g.m., s.605.
511
Taşdemir, Uluslararası Hukukta Toprak Bütünlüğü..., s.652.
512
Charles Crozat, ”Devletler Hukukunda Tanıma”, (çev.), Edip F. Çelik, İÜHFM, C. XIX, S. 1-2.
1953, s.12.
513
Eminoğlu, a.g.e., s.124.
514
Sur, a.g.e., s.136.
515
Caşın, a.g.e., s.407.
135
beyanname) şeklinde doğrudan diplomatik açıklama yaparak bildirmektedir.516 Bu yolla
yapılan bir tanımanın açık, kesin ve resmi olması gerekir.
c) Kolektif Tanıma: Tanıma genellikle ferdidir, bir devletin yeni kurulan bir
devleti tanıması şeklinde tezahür eder. Ancak bazen de kolektiftir; tanıma bir
uluslararası örgüte üye olan devletler grubu tarafından toplu olarak veya farklı bir
antlaşma ile yapılmaktadır. 521 Uluslararası Hukuk Komisyonu, 1971 yılında kolektif
tanımaya açıklık getirerek, devletlerin yeni bir oluşumla ilgili bilgileri değerlendirmek
ve bu oluşumun devlet olarak tanınıp tanınmamasına ilişkin bir karara ulaşmak için
birlikte hareket etmelerini kolektif tanımanın karinesi olarak kabul etmiştir. Bu
değerlendirmeye göre, uluslararası bir konferansa bağımsız devlet statüsüyle katılmak
522
kolektif tanıma anlamına gelebilecektir. 1930 tarihli Londra Antlaşması ile
Yunanistan’ın, 1875 tarihli Berlin Antlaşması ile Kongo’nun tanınması bu şekilde
olmuştur.523
516
Caşın, a.g.e., s.414.
517
Crozat, a.g.m., s.14
518
Caşın, a.g.e., s.414-415.
519
Sur, a.g.e., s.136.
520
Crozat, a.g.m., s.15.
521
Caşın, a.g.e., s.415.
522
Ezeli Azarkan, Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması, Ankara: Adalet Yayınevi, 2018, s.12.
523
Crozat, a.g.m., s.14.
136
d) Şartlı Tanıma: Tanıma işlemi daha çok şartsız olarak yapılmaktadır. Devlet
olmanın kriterlerini yerine getiren oluşum genellikle diğer devletler tarafından şartsız
olarak tanınmaktadır. Ancak bazen tanıma işlemi şarta da bağlanmakta, tanınan devletin
bazı şartları yerine getirmesi veya tanıyan devlete bazı siyasi ve ekonomik öncelikler
garantisi vermesi istenmektedir. 524 Bu durumda şartlı bir tanıma söz konusudur.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra AB’nin yeni kurulacak devletleri tanımak için
getirdiği 16 Aralık 1991 tarihli rehber kurallar bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
1.Dünya Savaşından sonra Belçika’nın tarafsız kalmak şartıyla, İngiltere’nin Brezilya
ve Arjantin’i köle ticaretini yasaklamaları şartıyla tanıması da böyle bir tanımanın
örneklerindendir. 525 Uluslararası hukuk şartlı tanımaya engel olmamasına rağmen
tanıma işleminin gerçekleşmesinden sonra taahhüt edilen şartların yerine getirilmemesi
halinde ağırlıklı görüş tanımanın geri alınamayacağı yönündedir.526
e) De Facto (Fiili) ve De Jure (Hukuki) Tanıma: Bu tasnif sadece siyasi bir tasnif
olmayıp aynı zamanda hukuki bir tasniftir. De facto tanımada, tanınan devletle ilgili
çeşitli bakımlardan bir şüphe ve tereddüdün varlığı söz konusudur.527 Tanınan devlet
henüz topraklarının tamamında tam hakimiyet sağlamamış olabilir. Devlet olmanın
hukuki şartları bakımından eksikler taşıyabilir, bu durumda uluslararası toplum yeni
yapıya mesafeli yaklaşarak, kati bir tanıma yerine eksik bir tanıma olan de facto tanıma
politikası izler. Bu geri alınabilir geçici bir tanımadır, amaç sınırlı bir diplomatik ilişki
sürdürüp, gelişmelere göre hareket etmektir. 528 Bu tarz bir tanımada, tanımayı yapan
devlet ihtirazi bir kayıtta bulunmuş olur. Tanınan devlet, gerekli şartları yerine
getirmediği takdirde, bu kayıt tanımayı geri alma imkanı sağlar. De facto tanımada
tanıyan devlet ilişkilerini diplomatik temsilciler yerine, geçici görevli memurları
vasıtasıyla yürütür, şartların ikmali ve tereddütlerin izalesi halinde de facto tanımanın
yerini de jure tanıma alır.529
524
Caşın, a.g.e., s.415.
525
Azarkan, Uluslararası hukukta..., s.27.
526
Caşın, a.g.e., s.415.
527
Crozat, a.g.m., s.15.
528
Caşın, a.g.e., s.431.
529
Crozat, a.g.m., s.16.
137
onaylamak anlamına gelmektedir. 530 De jure tanımada, savaşta bile tanımanın geri
531
alınması mümkün değildir. Zira tanıyan devlet, tanınan devletin uluslararası
toplumun eşit hak ve yükümlülüklere sahip bir üyesi olduğuna tanıklık etmektedir. De
jure tanıma, yarattığı sonuçlar bakımından etkisi tam ve kesindir. Devletler genellikle
tanınan devletin kurumları yerleşip, anayasal statüye eriştiğinde de jure tanıma yoluna
gitmektedirler.532 Birleşik Krallığın SSCB’yi 1921 yılında de facto, Rusya’daki savaşın
bitişi ve Bolşeviklerin zaferinden sonra 1924’de de jure olarak tanıması bu tip
tanımanın örneklerindendir.533 Gerek de facto, gerek de jure tanımanın her biri hukuksal
bir işlemdir; eklenen sıfat tanınan devletin durumuna bağlı olarak sadece tanımanın
kapsamı ve hukuksal etkisinin düzeyini göstermektedir.534
530
Caşın, a.g.m., s. 431.
531
Crozat, a.g.m., s.16.
532
Sur, a.g.e., s.136.
533
Caşın, a.g.e., s.431.
534
Pazarcı, a.g.e., s.371.
535
Rainer Bauböck, " Why Secession is not like divorce", Nationalism and Internationalism in the
Post Cold War Era, (ed.). Kjell Goldmann, London: 2000, s.218.
536
Weller, a.g.m., s.112.
138
yazacaktı. 537 II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana 78 kendi kaderini tayin
çatışması içinde sadece bir avuç kadarı soğuk savaş sırasında çözüme kavuşmuştur.
Çoğu ya hükümetler tarafından zaferle sonuçlandırıldı, ya da uzun süren ve karşılıklı
büyük zararlara neden olan bir çıkmaza yol açmıştır.538 SD'nin uluslararası güvenliğe
katkıda bulunacağına dair çözümlemeler de doğru değildir. Zira Komünizmin
yıkılması ile self-determinasyon hakkının uluslararası güvenlik için nasıl bir tehdit
oluşturduğu ortaya çıkan çatışmaların hemen tamamının SD'nin doğru veya yanlış
uygulamalarından kaynaklandığının görülmesi ile anlaşılmıştır.539
1878 den sonra artarak 1918’e doğru gittikçe yükselen bir güçle self-
determinasyon, etnik veya dilsel toplulukların ayrılması yoluyla bir kurtuluş çağrısı gibi
görünmeye başladı. Genel olarak self determinasyon devlet olma durumuna engel
olmaktan çok destek olmuştur.540 SD hakkını ideolojik değerlendirmelerden soymuş bir
şekilde değerlendirdiğimizde, ayrı din ve etnik kökenlere sahip halkların barış içinde bir
arada yaşayamayacağı, kabile bağlarının yüceltilmesi, hoşgörüsüzlüğün körüklenmesi
anlamına gelmektedir.541 Bu aynı zamanda birlikte yaşamak için tek kültür, tek dil, tek
din, tek etniye sahip olmayı zorunlu kılmaktır. Çoğulculuğun demokratik toplumun bir
unsuru haline geldiği günümüzde tekçi bir yaklaşımı günümüz değerleri ile
bağdaştırmak mümkün değildir.
Her halkın veya her farklı grubun dışsal anlamda kendi kaderini tayin etmesi
mantığı, devletlerin çoğalmasını da beraberinde getirmektedir. 1914’de yaklaşık 50 olan
devlet sayısı 1920’de 60’a, 1974’de sömürgeciliğin tasfiyesinden sonra 150’ye, 1995’de
537
Weller a.g.m., s.112.
538
Shoemaker, a.g.m., s.70.
539
Aslan Gündüz, Security and Human Rights in Europe, The CSCE Process,İstanbul: 1994, s.119
540
Koskenniemi, a.g.m., s.294.
541
Muhittin Tataroğlu, ”Siyasi Entegrasyon ve Etnik Milliyetçilik”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C, 2004/1, S, 8, Bolu, s.225.
139
ise 190’a ulaşmıştır. Bugün bu sayı 200’e yaklaşmıştır. Oysa, çok basit matematiksel
nedenlerle, devletlerarası sahnede aktörlerin sayısının artması ile birlikte savaş sayısı da
artmaktadır. Uluslararası ilişkileri modern bir meşruiyet ilkesi üzerine kurarak barışı
sağlamak isteyen halkların kendi kaderini tayini, Mazzini ve Victor Hugo’nun
umutlarının aksine, sosyologların iyi tanıdığı sapkın bir etki ile savaşların artmasına
neden olmaktadır. Raymond Aron’uni fadesiyle, 1914’ten beri bu durum savaşlara
neden oldu. 1989’a kadar 20. yüzyılın kurucusu olan kendi kaderini tayin etme ilkesinin
zaferi bu barışı sona erdirdi, işte en büyük çelişki budur.542
Sonuç olarak, kendi kaderini tayin, ABD Dışişleri bakanı Robert Lansing’in
ifadesiyle dinamitle yüklü bir haktır. 543 Etnik, dilsel ve ırksal grupların bağımsızlık
hayallerini kışkırtarak, sonu gelmez çatışmalara neden olmaktadır. Bağımsızlık hedefi
ile yola çıkan grupları daha farklı çözüm biçimlerine ikna etmenin yolunu
kapatmaktadır. BM’nin 2625 (XXV) sayılı kararı ile ırkçı, baskıcı, yönetimlere karşı
ayrılma hakkının tanınması ayrılıkçı hareketleri daha da cesaretlendirmiştir. Ayrılmanın
alt yapısı olacak düzenlemelere geçit vermeyen yönetimler ırkçılık ve ayrımcılıkla
suçlanarak dış self- determinasyona meşruiyet kazandırılmaya çalışılmaktadır. Barışçıl
yollarla amacına ulaşamayan ayrılıkçı hareketler, self-determinasyonu kendilerine ait
mutlak bir hak gibi görmekte, şiddet yoluyla hedeflerine varmak istemektedirler. Kendi
kaderini tayin hakkı, gerçekte öyle olmamasına rağmen etnik, dilsel veya ırksal
gruplarda ayrılma hakkına haiz olduklarına dair bir kanaat oluşmasına neden
olmaktadır. Ayrılıkçı şiddeti besleyen de bu sahiplilik duygusudur.
Sömürgeciliğin tasfiyesi ile yabancı işgaline karşı olumlu bir rol oynayan SD,
bugün ayrılıkçı hareketlerin elinde bir çatışma ve kabileleşme aracı olarak tam tersi bir
misyon icra etmektedir. Devletler kendilerini halkların kendi kaderini tayin normlarına
referansla meşrulaştırdığı “ulus-devletler” dünyasında, devletin kendi içinde kendi
kaderini tayin hakkına sahip farklı bir halk oldukları iddiasındaki gruplara sahip olması
çoğu zaman ciddi bir tehlike olarak algılanmaktadır. Bauböck böylesi durumlarda
istikrarın çok zor olduğunu ileri sürmekte, bölünecekmiş gibi davranmanın
mahsurlarına dikkat çekmektedir. Eğer dış ve iç aktörler, devletin bölünmesi
542
Joseph Krulic, "Kendi Kaderini Tayin Etmenin Çelişkileri", (der.), Jean Leca, Uluslar ve
Milliyetçilikler, s.71.
543
Cassese, a.g.e., s.21.
140
kaçınılmazmış gibi davranırsa, bu durum tam da bu sonuca neden olacak, ayrılık
düşüncesinin tomurcuk vermesine ve toplumu bir arda tutma çabalarının akamete
uğramasına yol açacaktır. 544 Demokrasi, halkın yönetimidir, ancak demokrasi kabul
edilen sınırlar içerisinde ortak bir devlet aracılığıyla halkın egemenliğini hayata geçiren
yurttaşların gerçekten de tek bir “halk” oluşturdukları bir anlaşma gerektirmektedir.”545
Geleneksel demokrasi modelleri de kendi kaderini tayin hakkının sahibi olan tek ulus
546
veya halktan oluştuğunu varsayar. Oysa SD taleplerinin arkasında böyle bir
anlaşmanın reddi yatmaktadır.
544
Bauböck, a.g.m., s.219.
545
Wıll Kymlicka, ”Geçiş Dönemi Adaleti, Federalizm ve Azınlık Milliyetçiliğinin İçselleştirilmesi”,
21.Yüzyılda Milliyetçilik, (der.), Elçin Aktoprak ve A.Celil Kaya, İstanbul, İletişim Yayınları, 2016,
s.55.
546
Kymlicka, a.g.m., s.60.
547
Arsava, Halkların..., s.400.
548
Homsbawm, a.g.e., s.221.
549
Bauböck, a.g.m., s.218.
141
etmiştir. Arnold Toynbee'nin ifadesiyle, SD sadece sorunun ortaya konulmasını
sağlamış ama hiç bir zaman çözüm olmamıştır. 550
550
Uz, a.g.m., s.81
142
3. AYRILMA GİRİŞİMLERİ VE UYGULAMALAR
Güney-kuzey ayrışması uzun bir geçmişe sahip olup, en başta taraflar arasında
derin etnik, dilsel, dinsel ve kültürel farklar bulunmaktadır. Kuzey Müslüman Arap,
Güney Animist-Hıristiyan’dır. 1 Ocak 1956’da bağımsızlığına kavuşan ülkede bir türlü
istikrarın sağlanmamasının arkasında bu farklar yatmaktadır. Daha Sudan bağımsız olur
olmaz başlayan çatışmalar, 1972 Addis Ababa anlaşmasıyla geçici bir süre durmuşsa da
1983’te Etiyopya’da John Grang ve Salva Kiir öncülüğünde Sudan Halk Kurtuluş
Örgütünün (SPLA) kurulmasıyla yeni bir ivme kazanmıştır. Güney Bentu bölgesinde
1978 yılında petrolün bulunması yabancı güçlerin özellikle ABD ve İsrail’in bölgeye
ilgisini artırmış, sonraki yıllarda bu ilgi SPLA’ya desteğe dönüşmüştür.552
Uzun süre devam eden çatışma döneminin ardından tarafları birleştirme çabaları
neticesiz kalınca, 20 Temmuz 2002 de Machakos Protokolü imzalandı. Daha detaylı bir
çözüm sunan Kapsamlı Barış Anlaşması 9 Ocak 2005 tarihinde Sudan Hükümeti ile
Sudan Halk Kurtuluş örgütü arasında imzalanmıştır. Arabuluculuğu Kenya Devlet
Başkanı Daniel Arap Moi’nin yaptığı görüşmelerde, ABD’nin taraflara baskı
yapmasının, tarafların anlaşmaya ikna edilmesinde büyük etkisi olmuştur. Anlaşmanın
1. maddesinde; Müslüman Kuzey ile Hıristiyan Güney arasındaki problemlerin
adaletsizlik ve eşitsizlikleri gidererek, insan haklarını güvence altına alarak aşılacağı
vurgulanırken, aynı maddenin 3. fıkrasında, Güney Sudan Halkının, gelecekteki
durumlarını belirlemek için bir referandumla kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğu
ifade edilmiştir. 1.10. maddeye göre;
551
T.C.Dışişleri Bakanlığı, Güney Sudan Ülke Künyesi, (Çevrimiçi).http: //www.mfa.gov.tr/guney-
sudan- ulke-kunyesi.tr.mfa, (Erişim Tarihi: 02.05.2018).
552
Turan Kışlakçı, ”Güney Sudan, İsrail ve Zavallı Ülkeler”, TIMETURK, (Çevrimiçi)
https: //www.timeturk. com/ tr/makale/turan-kislakci/guney-sudan-israil-ve-zavalli-
ulkeler.html, (Erişim trihi: 02.06.2018).
143
Altı yıllık birgeçiş sürecinden sonra, Sudan Hükümeti ve SPLAtarafından ortaklaşa
olarak Güney Sudan halkı için düzenlenip, uluslararası düzeyde izlenecek bir
referandum yapılacak, amaç, Barış Anlaşması uyarınca kurulan hükümet sistemini
benimseyerek onaylamak veya ayrılmak için oy kullanmak olacaktır.
3.2. Kıbrıs
Kıbrıs Adasıyapı ve yeryüzü şekilleri bakımından Toros dağlarının bir
uzantısıdır. Türkiye’den deniz yoluyla ayrılmış olan adanın, temelden birkaç yüz metre
derinlikteki bir denizaltı platformuyla Anadolu’ya bağlıdır. Yüzölçümü, 9251
kilometrekare olan Kıbrıs adası, Türkiye’ye 71 km, Girit adasına 550 km, kıta
Yunanistan’ına 900 km, Suriye’ye 98 km, Mısır’a 316 km. uzaklıktadır.
Kıbrıs, bu özellikleri ile bölgede, deniz ve hava yolları üzerinde batmayan dev
bir uçak gemisini andırmakta, Anadolu’ya güneyden giriş için adeta bir atlama taşı
işlevi görmektedir. Mersin ve İskenderun limanlarına giriş ve çıkışları etkili bir şekilde
kontrol edecek konumdadır. Aynı şekilde Suriye ve İsrail liman ve sahillerinin
güvenliği için de büyük değer taşır. Akdeniz’in doğusundaki deniz nakliyatının kontrolü
açısından fevkalade önemlidir. Türk boğazları ile Süveyş Kanalı’nın Doğu Akdeniz’e
553
Weller, a.g.m., s.145.
554
Fatma Taşdemir, Uluslararası Hukukta..., s.660.
555
Yeni Şafak Gazetesi, 9 Ocak 2018.
144
açılması Kıbrıs adasının önemini daha da artırmaktadır. Ayrıca, Ortadoğu petrolleri ile
petrol nakliyatının kontrolü bakımından da çok önemli bir konuma sahiptir. 556
Ege Denizinde Yunan adaları ile kuşatılmış olan Ada’nın yüzde 59’u Rum
kesimi tarafından, yüzde 37’si Kıbrıs Türkleri, yüzde 4’ü BM tarafından ara bölge
olarak kontrol edilmektedir. 2017 yılı itibarıyla Türk tarafının nüfusu 230.747, Rum
tarafının nüfusu 848.000’dir.557
3.2.1.Tarihi Gelişim
Türk-Kıbrıs ilişkisi, Anadolu Sultanı Gıyasettin Keyhüsrev zamanında,
Türklerin Antalya’yı ele geçirmeleriyle başladı. Kıbrıs, 1489 yılında Venediklilerin
yönetimine geçmiştir. Bu tarihten sonra adaya düzenli Türk akınları başlamıştır. 1517
yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı ele geçirip Memluk
devletini ortadan kaldırmasından sonra, Venedikliler, Memluklulara vermekte olduğu
vergiyi artık Osmanlı İmparatorluğuna vermeye başlamıştır. Ancak Venediklilerin
Kıbrıs sularında korsanlık yapması ve Türk tüccar ve hacı gemilerine saldırması adanın
fethini zorunlu hale getirdi. 2. Selim döneminde 1570 yılında başlayan sefer 1 Ağustos
1571’de zaferle neticelenerek ada ele geçirildi.
556
Atilla Sandıklı, ”Yeni Kıbrıs Stratejisi Tanınma”, Bilge Strateji, C, 2, S, 2 Bahar, 2010, s.1.
557
İHA, Güney Kıbrıs'ın Nüfusu, (Çevrimiçi), http: //www.iha.com.tr/haber-guney-kibrisin-nufusu-848-
bin-571890/, (Erişim Tarihi: 22.04.2018).
558
Nesrin Demir, ”Avrupa Birliği Türkiye İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu”, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Elazığ, C.15, S.1, 2005, s.348.
145
kadar ilerlemiş olan Rus kuvvetlerinden, İngiltere Hükümeti çıkarları açısından tedirgin
olmuştur. Rusların Anadolu içlerine doğudan da saldırması ihtimalini gündeme getiren
İngiltere; Kars, Ardahan ve Batum’u işgal eden Rusların, Anadolu’daki gayrimüslimleri
ve Suriye-Irak bölgesindeki ahaliyi Osmanlı Devletine karşı kışkırtabileceğini
belirterek, böyle bir durumun Osmanlı Devleti’nin sonu olacağını bir tebliğle Osmanlı
Devletine bildirmiştir. Bu durum karşısında çözümün Türk-İngiliz ittifakı olduğunu
belirten İngilizler, bunun karşılığında Osmanlı Hükümetinden iki talepte bulunmuştur:
Birinci talep, Asya’da bulunan Hıristiyan ve sair tebaanın hâlini ıslah için Osmanlının
teminat vermesidir. İkinci talep ise, İngiltere’nin Rusları işgal ettikleri yerlerden
çıkarmak ve Osmanlı topraklarını tecavüzden korumak taahhüdünü yerine getirebilmesi
amacıyla İngiltere’ye, Suriye veya Anadolu sahillerine yakın bir yerin, yani Kıbrıs’ın
verilmesidir. 559 İngiltere, taleplerinin ret edilmesi halinde zor kullanarak Kıbrıs’ı
alacağını belirtmeyi de ihmal etmemiştir.
Rusya karşısında zor durumda olan Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu nazik
durum yüzünden İngiltere’nin tehditlerine boyun eğmek zorunda kaldı. Böylece iki
devlet arasında 1878 Kıbrıs Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre; Kıbrıs’ın
egemenliği Osmanlı Devleti’nde kalırken İngiltere, toplanan vergilerden zaruri
harcamalar dışında kalan miktarı Osmanlı Devleti’ne ödeyecekti. Buna karşılık,
muhtemel bir Rus saldırısı karşısında İngiltere Osmanlı Devleti’ne yardım edecek,
Ayastefanos Antlaşması’nın şartlarını yeniden gözden geçirmek üzere Berlin’de
toplanacak olan konferansta Osmanlı Devletini destekleyecekti.
559
İngiltere’nin Kıbrıs’ı işgali, (Çevrimiçi). https: //siyasitarihim.wordpress.com/2015/01/01/ingilterenin-
kibrisi- isgali-1878/, (Erişim Tarihi: 02.06.2018).
560
Eftal Irkıçatal, “İngiliz Belgelerine Göre Kıbrıs Meselesinde “Taksim” Fikrinin Ortaya Çıkması ve
İngiltere’nin Çifte Self-Determinasyon Teklifi”, History Studies, 2012, s.196.
561
Birleşme” anlamına gelen Yunanca bir deyim olan enosis, günümüzde Yunanistan’ın 2.Dünya
Savaşı’ndan itibaren Kıbrıs adasını kendisine ilhak etmek için izlediği politikayı belirtmek için
kullanılmaktadır.
146
talep ve hedefini güçlendirmek için komiteler kurmuştur. 1928 yılında Yunanistan,
İngiltere, Rusya ve Fransa’ya bir nota vererek ilk kezresmen Enosis fikrini ortaya atmış
ve adanın kendisine bağlanmasını istemiştir. Enosis politikasının hedefi, tüm Kıbrıs’a
hâkim olacak bir Rum Cumhuriyeti’nin kurulması ve Türk halkının azınlık statüsüne
düşürülmesidir.
II. Dünya Savaşı sonrasında meydana gelen iki önemli değişiklik uluslararası
sistemin yapısını değiştirdiği gibi, Türk-Yunan ilişkilerinin biçimlenmesinde de önemli
rol oynamıştır. Bunlar, Soğuk Savaş ve self-determinasyon hakkına dayanarak
sömürgelerin bağımsızlık kazanmaya başlamalarıdır. Bu durum Kıbrıs sorununu
gündeme taşıyarak Türk-Yunan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir.562
Türkiye ise, Enosis’e karşı Türklerin can ve mal güvenliğini korumak ve Kıbrıslı
Türklerin self-determinasyon hakkına sahip olduğunu perçinlemek için adanın taksimini
savunmuştur. Rumların Enosis talepleri karşısında Türk halkının bu yolla self-
determinasyon hakkına sahip çıkması, tek yanlı bir Enosis gerçekleşmesi ihtimalini
562
Demir, a.g.m., s.350-351.
563
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.131.
147
ortadan kaldırmıştır. İki halk arasında başlayan çarpışmalar sonucunda, Rumların
savunduğu Enosis ve Türklerin savunduğu Taksim’e karşı bir orta yol olarak, adanın
bağımsızlığı fikri öne çıkmıştır. Bu fikrin, İngiltere, Yunanistan, Türkiye ve Amerika
Birleşik Devletleri tarafından benimsenmesinden sonra 11 Şubat 1958’de Zürih
Antlaşması ve 19 Şubat 1959’da da Londra antlaşması imzalanmıştır. Böylece Kıbrıs’ta,
iki halkın ortak egemenliğinde ve yönetiminde iki toplumlu bir Cumhuriyet
doğmuştur.564
3. Ahvali şahsiye.
564
Nesrin Demir, a.g.m., s.349.
565
A.Füsun Arsava, ”Kıbrıs Sorununun Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi”, Ankara SBF
Dergisi, 1996, s.44.
148
4.Ahvali şahsiye ve dini konularda yetkili hukuk mahkemelerinin kurulması.
Elen cemaati, Elen aslından ve ana dili Elence olan veya Yunan kültür ananelerini
paylaşan veya Elen-Ortodoks Kilisesine bağlı bulunan bütün cumhuriyet
vatandaşlarını içine alır.
Türk Cemaati, Türk aslından veya ana dili Türkçe olan veya Türk Kültür ananelerini
566
paylaşan veya Müslüman olan bütün cumhuriyet vatandaşlarını içine alır.
Kıbrıs Anayasası, her iki ulusal grubun genel iradeyi belirleme hakkını kabul
ederek, bunların değişmesi mümkün olmayan temel hükümler olduğunu belirlemişti.
566
Uygun, a.g.e., s.215-216.
567
Uygun, a.g.e., s.217.
149
Böylece, heterojen genel iradenin sadece çoğunluğu oluşturan grup tarafından
belirlenmesi engellenerek parçalanmanın önüne geçilmek istenmişti.
Ada’da Rumların çoğunluğu teşkil etmesi nedeniyle, Türk toplumu ile birlikte
genel iradenin belirlenmesi, Rum toplumunun self-determinasyon hakkını ihlal ettiği
ileri sürülmüştür. Oysa Garanti Anlaşması, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bu anlamda bir
muhtariyet tanımamış, tam aksine bu sınırlama ile iki toplumun hakları garantiye
alınmıştır.568Anayasaya göre taraflar arasındaki ilişki azınlık çoğunluk ilişkisi değil, eşit
ortakların ilişkisiydi.569
568
Arsava, Kıbrıs Sorunu..., s.45.
569
Mustafa Şahin, a.g.e., s.135.
570
Mustafa Şahin, a.g.e., s.136.
150
başlatılan katliamlar üzerine yaptığı açıklamada, amacın Türk toplumunu anayasal
haklarından mahrum bırakmak ve sorumlunun ise “Makarios olduğunu, söylemiştir.571
186 sayılı karar, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti meşru
hükümeti” olarak AB üyesi olmasını da sağlayan karardır. Gerçekte BMGK, Rumların
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hukuki ve anayasal düzenini silah zoruyla gasp etmesini, Kıbrıs
devletinin fiilen işgalini, hukuk dışılığı, Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen, 4 Mart
1964 tarihli 186 sayılı kararda kullandığı “Kıbrıs Hükümeti” ifadesiyle, onaylamıştır.
BM Güvenlik Konseyi bu kararı ile “Kıbrıs Hükümeti’ni ve devletini, 1960 Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin iki kurucu ortağından biri olan Rumların eline teslim etmiştir. “Kıbrıs
Hükümeti” ifadesi gerçek ve doğru anlamıyla, 1960 Anayasası’na ve 1959 Zürih
Antlaşması’na göre Kıbrıslı Türk ve Rum toplumlarının birlikte oluşturdukları ve
hareket ettikleri, egemenliği paylaştıkları ve birlikte kullandıkları bir hükümeti ifade
etmektedir.573 Genel Kurul 186 sayılı kararıyla bu anlaşmaları yok saymıştır
571
Ahmet Zeki Bulunç, ”Kıbrıs Politikasının Annan Belgesi İle Başlayan Kırılma Noktaları”, Akademik
Bakış, C, 1, S.1, Kış, 2007, s.75.
572
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.132.
573
Bulunç, a.g.m., s.76.
151
müdahale çağrısına olumsuz cevap alınca, 20 Temmuz 1974’te Garantörlük
Anlaşmasının 4. maddesine dayanarak Adaya müdahale etti. Harekât devam ederken
bile Rumlar sivillere yönelik katliamlarını sürdürmüşlerdir. Askerlerin ulaşamadığı
Muratağa ve Sandallar köyünde 89, Atlılar köyünde 57 Kıbrıs Türk’ü katledildi. Evlere
giren Rumlar, erkekleri ve çocukları öldürüp, kadınların ırzına geçtiler. Katlettikleri
Türkleri toplu mezarlara gömdüler. Muratağa köyünde açılan toplu mezarda BM’den
İsveçli Başmüfettiş Lars Harkansan 72 kafatası saymıştır. Toplu katliama maruz kalan
Taşkent köyünde açılan mezarda ise 90erkek cesedi çıkarılmıştır. 574
13 Şubat 1975’te Türkler, Kıbrıs Türk Federe Devletini kurdular. Amaç bir
Kıbrıs Türk devleti kurmak değil, iki bölgeli bir federasyon çerçevesinde, Rum toplumu
ile yeniden birleşinceye kadar, Kıbrıs’ın kuzey kesimindeki otorite boşluğunu
doldurmak, egemenlik işlemlerini kendi adına yapmak ve bu işlemleri bu idarenin
kontrolünde olan bölgede fiilen ve münhasıran uygulamaktı.575 Ancak, Kıbrıs Rumları
ve Yunanistan’ın çabaları ile BM Genel Kurulu 13 Mayıs 1983 tarih 37/253 sayılı kararı
ile Kıbrıs Türk Federe Devletinin ortadan kaldırılması ve üye devletlerin Kıbrıs Rum
Yönetimine yardım etmesi istikametinde karar alınca, Türk tarafı 15 Kasım 1983
tarihinde bağımsızlık deklarasyonu yayınlayarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini
(KKTC) ilan etmek zorunda kaldı. 576 Bağımsızlık kararı, anlaşmaların ihlali olduğu
gerekçesi ile BM ve o zaman adı Avrupa Topluluğu olan Avrupa Birliği tarafından
tanınmadı. BM Güvenlik Konseyi üç gün sonra 18 Kasım 1983 tarihinde 541/83 sayılı
kararı aldı. Kararda şu hususlara yer verilmiştir:
574
Tarihi Olaylar, "Kıbrıs Barış Harekatı"(Çevrimiçi),, http: //www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/kibris-
baris-harekati-20- Temmuz19741399, (Erişim Tarihi: 25, 04.2018).
575
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.133.
576
Mustafa Şahin, a.g.e., s.133.
152
1- Kıbrıs Türk makamlarının Kıbrıs Cumhuriyeti’nin parçasının ayrılmasını amaçlayan
Deklarasyonu’nu tasvip etmez,
3- 365 (1974) ve 367 (1975) sayılı kararlarının ivedi ve etkili uygulanması için çağrıda
bulunur,
4- Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir çözüme doğru mümkün olan en erken ilerlemeyi sağlamak
için Genel Sekreter’in iyi niyet misyonunu sürdürmesini rica eder,
5- Taraflara iyi niyet misyonunda Genel Sekreter ile tam bir işbirliği yapmaları
çağrısında bulunur,
7- Tüm Devletleri Kıbrıs Cumhuriyeti dışında başka bir Kıbrıs Devleti’ni tanımamaya
çağırır,
“Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgal altındaki bölgesinde 541 (1983) sayılı kararı ihlal eden
sözde “karşılıklı Büyükelçi atanması” iddiasında bulunması, ‘anayasal referandum’ ve
‘seçim’in tasarlanması veya bağımsız bir Devlet ve Kıbrıs’ın bölünmesine katkı
sağlamayı amaçlayan diğer hareketlerle tehdit unsuru ayrılıkçı hareketleri yakından
takip ederek...”
577
Ata Atun, "BM Güvenlik Konseyinin 541(1983) Sayılı Kararı", (Çevrimiçi), http: //www.haberiniz.
com.tr/yazarlar/ata-atun/bm-guvenlik- konseyi-nin--1983-sayili-karari-426934m.html, (Erişim
Tarihi: 25.04.2018).
153
“Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği arasındaki sözde karşılıklı Büyükelçi atanması gibi
tüm ayrılıkçı hareketleri kınar, bunları yasadışı ilan eder ve bunların acilen geri
alınması çağrısında bulunur;
Tüm ülkelere, ayrılıkçı hareketlerle kurulan sözde ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’
devletini tanımamaları çağrısını yineler ve tüm ülkelere bahse konu ayrılıkçı topluluğa
yardım edilmemesi ya da herhangi bir şekilde desteklenmemesi çağrısında bulunur;
Görüldüğü gibi her iki kararda da, üye ülkelere Kıbrıs’ta, Kıbrıs Rum kesimi
dışında başka bir yönetimin tanınmaması çağrısında bulunulmuş, adadaki Türk varlığı
ve yıllar süren katliam ve baskılar yok sayılmıştır. Türk tarafının meşru savunma ve SD
hakkının ayrılıkçılık olarak kodlanması adil ve kalıcı bir çözümü de zorlaşmıştır.
Dünyada KKTC’yi tanıyan tek ülke Türkiye’dir. Bağımsızlık Deklarasyonundan sonra
Pakistan ile Bangladeş’te KKTC’yi tanımış ama gelen baskılar üzerine bu kararlarından
vaz geçmişlerdir.
154
3.2.4. Kıbrıs Halkının Self-Determinasyon Hakkı
KKTC’nin tanınmamasında ve uluslararası toplumun Güney Kıbrıs Rum
yönetimini adanın yegâne temsilcisi olarak görmelerinde iki neden ileri sürülmektedir:
Birincisi 1974’te Türkiye’nin yaptığı askeri müdahalenin uluslararası hukuka aykırı
olduğu iddiasıdır. Oysa Türkiye’nin yaptığı müdahale Garantörlük anlaşmasının 4.
maddesinden kaynaklanmakta olup, soykırım tehdidi ile karşı karşıya olan Türk
toplumunu koruma maksadına matuf haklı bir müdahaledir. Kaldı ki, 1960’da kurulan
Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin anayasasını ve Garanti anlaşmasını ihlal ederek sonunu
hazırlayan Rum tarafıdır. Kendilerinin sonunu hazırladıkları devletin mevcudiyetini
yine kendilerinde görmeleri, başta AB olmak üzere uluslararası toplumun da buna
destek olması tam bir çelişki, 578 ve çifte standartlılıktır. İkincisi ise; Kıbrıs Türklerinin
self-determinasyon hakkına sahip olmadıkları yönündeki inançtır. BM kararları ve
uygulamalarına bakıldığında self-determinasyon hakkının demokratik, insan haklarına
saygılı, genel iradenin oluşmasında tüm halkın temsilini sağlayan bir yönetime karşı
uygulanamayacağı bir gerçektir. Fakat tersi yöntemler kullanan, halkın bir kısmını yok
sayan, etnik arındırma yapan, binlerce insanın katline neden olan bir yönetime karşı
“iyileştirici son çare” olarak ayrılma hakkına başvurmak en temel haklardan biridir.579
Bugüne kadar uzlaşma arayan taraf Rum tarafı değil, Türk tarafı olmuştur. 24
Nisan 2004 tarihinde Annan Planı için yapılan referandumu Türk tarafı yüzde 64.91 ile
kabul ederken, Rum tarafı yüzde 75.83 ile ret etmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
35 yıldır demokratik, laik bir anayasası olan, kendi bölgesinde gerekli etkinliğe sahip
578
Arsava, Kıbrıs Sorununun..., s.50.
579
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.136.
580
Arsava, Kıbrıs Sorununun..., s.51.
155
olan de facto bir devlettir. 1960 tarihli Kıbrıs Anayasası adadaki Türk toplumunu -halk-
olarak kabul etmiştir. Ulusal veya uluslararası bir belgede halk olarak kabul edilmek
self-determinasyon hakkına sahip olmanın karinelerinden biridir. Bu gerçeğe rağmen
BM kendi kararları ve bugüne kadarki uygulamalarıyla ters düşerek Kıbrıs Türklerinin
SD hakkını kabul etmemiş, milletlerarası ihtilaflara çözüm bulmak için kurulmuş bir
örgüt olarak çözümün değil, sorunun bir parçası olmuştur. Uluslararası toplum
KKTC’yi tanımaktan kaçındıkça Rum tarafı kendi çözümünü dayatmaya, Türk
toplumunu bir azınlık gibi görmeye devam edecektir.
581
Aljazeera Turk, "Kosova", (Çevrimiçi). http: //www.aljazeera.com.tr/ulke-profili/ulke-profili-
kosova, (Erişim Tarihi: 25.02.2018).
582
Seçil Şahin, “Kosova’nın Bağımsızlık İlanının Uluslararası Adalet Divanı Kararı ve Self
Determinasyon İlkesi Çerçevesinde incelenmesi”, Ankara Barosu Dergisi, S.3, Y.2015, s.520.
156
sağlanamamış 583 netice de 24 Mart 1999 da NATO müdahalesi gerçekleşmiştir. 584
Ancak daha sonra, 9 Haziran 1999 tarihli Askeri Teknik Anlaşma uyarınca Sırp güçleri
Kosova’dan çekilmiştir. Bir gün sonra BM Güvenlik Konseyi 1244(1999) sayılı kararı
ile Kosova’daki ağır insani durumu ortadan kaldırmak kararlılığını belirterek, Genel
Sekreteri geçici bir yönetim kurması için yetkilendirmiştir.585 Geçici yönetimde bütün
yetkiler Birleşmiş Milletler Kosova Misyonuna (UNMİK) verilmiş, bu yetkiler Genel
Sekreter’in özel temsilcisi tarafından kullanılmıştır.
(b) Gerekli olduğu durumlarda ve sürece, temel sivil yönetim işlevlerinin yerine
getirilmesi;
(c) Siyasi bir çözüme varılıncaya dek, seçimlerin yapılması dahil, demokratik ve özerk
(autonomous) öz-yönetim için geçici kurumların örgütlenmesi ve gelişiminin denetimi;
(f) Son aşamada, bir siyasi çözüm çerçevesinde kurulacak kurumlara Kosova’nın geçici
kurumlarından yetki devrinin denetimi;
583
İrfan Sönmez, Kürt Sorunu mu, Devletleşme Sorunu mu, İstanbul: Bilgeoğuz Yayınları, 2017,
s.139- 140, Ayrıca bkz.Serdar Örnek, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı, Ankara: Seçkin
Yayınevi, 2013, s.160-168.
584
İrfan Kaya Ülger, ”Kosova’nın Bağımsızlığının Self Determinasyon Çerçevesinde Analizi”, Kocaeli
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2016, S, 31, s.40.
585
Ender Kuzu, ”Uluslararası Adalet Divanı’nın Kosova’ya ilişkin Danışma Görüşünün
Değerlendirilmesi”, MHB, Y.30, S.1-2, 2010, s.2.
157
(g) Kilit önemi haiz altyapının yeniden yapılandırılmasının ve diğer ekonomik yeniden
yapılandırmaların desteklenmesi;
(h) Uluslararası insani yardım kuruluşları ile işbirliği içinde, insani yardımın ve afet
yardımının desteklenmesi;
(i) Yerel polis gücü kurulmasını içerecek şekilde ve aynı anda Kosova’da hizmet vermek
üzere uluslararası polis personelinin konuşlandırılması aracılığıyla sivil hukuk ve
düzenin korunması;
Görüldüğü gibi, Güvenlik Konseyinin 1244 (1999) sayılı Kararında, siyasî bir
çözüme varılıncaya dek, demokratik ve özerk özyönetim için geçici kurumların
örgütlenmesi ve bu kurumlar kurulduğunda yönetim sorumluluklarının devri
öngörülmüştür. Kararın, sorunun çözümünden ziyade dondurulmasına ve artan
güvensizlik ortamının giderilmesine yönelik olduğu anlaşılmaktadır.587 Mark Winther’e
göre; UNMİK, BM’nin doğrudan liderliği altında polis ve adalet; sivil yönetim,
demokratikleşme ve ilgili kurumların inşası ve Avrupa Birliği’nin önderlik ettiği
yeniden yapılandırma ve ekonomik gelişme şeklinde dört sütunu bir araya getirmiş,
Yugoslavya’nın Kosova üzerindeki yetkisini askıya alarak kendisini tam yetkili
saymıştır.588,
2004 yılına kadar süren çatışmasızlık durumu aynı yıl Mitroviça’da meydana
gelen çatışmalarla bozulunca UNMİK’in misyonu sorgulanmaya başlanmış, 24 Ekim
2005’de BM Güvenlik Konseyi aldığı bir kararla müzakereleri yeniden başlatmıştır. On
dört ay süren görüşmelerde taraflar Kosova’nın nihai statüsünde anlaşmaya
varamadıklarından görüşmeler kilitlenmiştir. Arnavutlar tam bağımsızlık isterken,
Sırbistan geniş bir demokratik özerklikte ısrar etmiştir. Anlaşma sağlanamaması üzerine
BM Genel sekreteri Kofi Annan, Finlandiya eski Cumhurbaşkanı Marti Ahtisari’yi
Kasım 2005’de BM Kosova elçisi olarak görevlendirmiştir. Ahtisari, Kosova’nın nihai
586
Uğur Samancı, ”Uluslararası Adalet Divanının Kosova’nın Bağımsızlık İlanına İlişkin Danışma
Görüşü”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.11, S.2, 2009, s.135-136.
587
Samancı, a.g.m., s.136.
588
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.161.
158
statüsü için hazırladığı raporu 26 Mart 2007’de Güvenlik Konseyine sunmuştur.589 Özel
elçi raporu ile birlikte gönderdiği mektupta, kanaatini şu cümlelerle ifade etmiştir:
“Kesin görüşüm şudur ki, müzakerelerin, Kosova’nın statüsüne ilişkin karşılıklı olarak
kabul edilebilir herhangi bir sonuç üretme potansiyeli tükenmiştir. Şekli ne olursa
olsun, ek müzakereler de bu çıkmazın üstesinden gelemeyecektir”(prg.3). Kosova’nın
statüsüne karar verme zamanı gelmiştir. Kosova’nın yakın tarihi ve bugünkü gerçekleri
iyice gözden geçirildikten sonra ve taraflarla yapılan müzakereler dikkate alındığında,
ben, Kosova için tek uygun seçeneğin, bir başlangıç dönemi için uluslararası
toplum tarafından denetlenerek, bağımsızlık olduğu sonucuna vardım”590
589
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.162.
590
Samancı, a.g..m., s.141.
591
Ülgen, a.g.m., s.51.
592
Seçil Şahin, a.g.m., s.525.
593
Samancı, a.g.m., s.44.
159
Uluslararası Adalet Divanından (UAD) konuya ilişkin bir danışma görüşü istenmesi
yönünde karar almıştır. Divandan şu soru hakkında görüş istenmiştir:
Bu işlemin, mevcut uluslararası hukuk düzeni ile uyumluluğu açısından BM’ye üye
devletlerce farklı tepkilerle karşılandığının farkında olarak,
Divan Statüsünün 65. maddesine göre aşağıdaki soruya ilişkin bir danışma görüşü
istemeye karar vermiştir: ‘Kosova Özyönetim Geçici Kurumları tarafından tek taraflı
bağımsızlık ilanı uluslararası hukuka uygun mudur?’”594
BM Genel Kurulu tarafından alınan 8 Ekim 2008 tarihli 63/3 sayılı Kararla
Ahtisari raporu esas alınarak alınan bağımsızlık kararı beraberinde tartışmaları da
getirmiş, kendi kaderini tayin hakkının nerede başlayıp nerede biteceği sorgulanmaya
başlanmıştır. Kararın hemen ardından önce Türkiye, ABD ve Arnavutluk Kosova’yı
tanımış, bilahare bu sayı 2017 yılı itibarıyla 114’e çıkmıştır.596
Ülke bütünlüğü self-determinasyonun önünde iken tek yanlı ayrılma kararı niçin
uluslararası toplum tarafından bu ölçüde kabul görmüştür? Ayrılma kararı, self-
594
Samancı, a.g.m., s.145
595
Kuzu, a.g.e., s.21.
596
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.163.
160
determinasyon ilkesi ile telif edilebilir mi? Kosova bundan sonraki uygulama ve ayrılma
talepleri için bir emsal olacak mıdır? Bu ve benzeri sorular uluslararası toplumda yoğun
tartışmalara neden olmuştur. Zira, Kosova’nın bağımsızlığı etrafında yeni bir hukuk
normunun oluşması demek, aynı sorunlarla karşı karşıya olan ülkelerin ülkesel
bütünlüklerinin tehdit altına girmesi demekti.
Öte yandan, tarihinde ilk defa BM kararı olmadan bölgeye hava destekli
müdahalede bulunan NATO’nun bu müdahalesi, -iç baskılarla karşı karşıya kalan
toplumlar açısından- korunma hakkı- talep etmeye meşruiyet kazandırıp
kazandırmayacağı sorgulanmaya başlanmıştır. Bu olayda NATO’nun benimsediği
“Yeni Stratejik Konsept” ulusal egemenlik ilişkisine dayanan uluslararası ilişkileri insan
haklarına saygı temeline oturtmakta, insan hakları ihlalleri ve etnik çatışmaların
yaşandığı bölgelere kolaylıkla müdahale imkânı vermektedir. 597 Uluslararası ilişkilerde
kuvvet kullanımının yasaklandığı günümüzde kuvvet kullanımına insani nedenlerle
cevaz verilmesi halinde pek çok devletin bu imkanı kullanarak çıkarlarını
gerçekleştirmeye çalışacağı, bunun da uluslararası sistemi tehdit edeceği açıktır.
Müdahale, uluslararası hukuk perspektifinde ele alındığında herhangi bir uluslararası
hukuk kuralına veya insancıl müdahale doktrinine uymamaktadır 598
597
Fatma Taşdemir ve Pınar Yürür, ”Kosova Sorunu, Tarihi ve Hukuki Bir Değerlendirme”, G.Ü,
İ.İ.B.F, Dergisi, 3/99, s.150.
598
Ali Ayata, ”Kosova;Sonun Başlangıcı”, Akademik Hassasiyetler Dergisi, Y, 2015, C, 2, S, 3, s.142.
599
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.163-164.
161
Bütün bu sav ve iddialar kendi kaderini tayin düzleminde ele alındığında ortaya
çıkan sonuç şudur: Kendi kaderini tayin hakkının sahipleri daha önce de ifade edildiği
gibi sömürge yönetimi altındaki halklar, yabancı boyunduruğu altındaki halklar ve ırkçı
rejimler altında yaşayan halklardır. Kosovalılar bu kategorilerden hiç birine girmemekle
birlikte yaşadıkları coğrafyanın yüzde 92’si Arnavut’tur. Çoğunluk Müslüman’dır, dil
olarak da homojen sayılabilecek bir bölgedir; Sırp Hırvatçası ile Arnavutça
konuşmaktadırlar. 1.8 milyon nüfusu ile Sırbistan’ın tüm nüfusuna oranı yüzde 17’dir.
Bu yönüyle -halk- olma vasfına sahiptirler. İç hukuk açısından 1974 Yugoslav
Anayasası ile geniş bir otonom statü verilmesine rağmen, otonom birimler bağımsızlıkla
yetkilendirilmediğinden SD hakkına sahip değildirler. 600 Dünyada birçok devlet çok
etnili bir yapıya sahiptir. Her etnik grubun devlet statüsüne kavuşturulması ortaya
birçok mikro devletler çıkaracaktır. Kosova’nın bağımsızlığı daha çok Yugoslav
Federal sisteminin dağılması ve Kosova halkının kendi geleceğini belirleme yönündeki
iradesinden kaynaklanmaktadır. Sırbistan’ın başlattığı ağır insan hakları ihlalleri,
Belgrat yönetiminin Kosova’ya uyguladığı sömürge muamelesi self-determinasyon
hakkını kullanarak ayrılmayı meşrulaştırmıştır.
600
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.163-164.
601
Sönmez, Ana Dille Eğitim..., s.178.
162
Frenk İmparatorlarına bağlı kalmışlardır. 12.yüzyılda Katalonya bir saray evliliği ile
Aragon Krallığı ile, 15.yüzyılda başka bir evlilik yoluyla yarımadanın en büyük gücü
Kastilya ile birleşti. Katalonya, bugün büyük ölçüde eski Katalan kontluğunun sahip
olduğu topraklardan oluşmaktadır. 602
Katalonya, 13. yüzyıl sonlarından beri sahip olduğu parlamento ve yürütme gücü
gibi temsili kurumlarını 18.yüzyılın başlarına kadar korumuştur. 1635’de İspanya
Fransa ile yapmakta olduğu savaş için Castilian olmayan bölgelerden para isteyince,
Katalonya ile Portekiz bu isteğe karşı çıkarak isyan ettiler. Portekiz bu savaşı kazanarak
kendi devletini kurarken, Katalonya savaşı kaybettiğinden devletleşememiştir. İspanya
Krallığı taht kavgalarında Habsburg hanedanını tutan Katalonya, Habsburgların
yenilgisi üzerine iktidarı ele geçiren Bourbonlar tarafından cezalandırıldı. Kral
V.Felipe, Katalan meclisi Generalitat’ı kapatarak, Katalan dilinin kullanımını
yasakladı.11 Eylül 1714’de Katalanlar için büyük öneme sahip Barselona Üniversitesi
de kapatıldı.603 O tarihten beri Katalanlar İspanya Kralına yenildikleri bu günü ulusal
gün olarak kutlamakta, yenilginin acı hatırasını bağımsızlık enerjisine çevirerek
geleceğe dair umutlarını canlı tutmaya çalışmaktadırlar. Bu dönemde Katalancaya
yönelik baskılara rağmen, Katalanca üst ve alt sınıflarda yaygınlığını korumuştur.
Katalonya’nın öncelikle bölgesel kimliğini korumasını sağlayan, ardından da 19.
yüzyılda bölgesel kimliğin ulusal kimliğe dönüştürülmesini kolaylaştıran
Katalanca’dır. 604 Nitekim 1892’de kurulan Lliga Catalana adlı örgüt Katalan dilini
yaygınlaştırmak ve bölgenin özerkliğini sağlamak maksadıyla kurulmuştur. Bu örgüt
daha sonra lliga Regionalista adıyla partiye dönüşerek İspanya’nın ilk bölgesel partisi
olmuştur. 1907 yılında yapılan seçimlerde Katalan partilerin oluşturduğu ittifak bölgede
seçilen 44 milletvekilinin 41’ini almıştır. Bu birliğin, kendilerine özerklik verileceği
düşüncesiyle diktatör Primo de Rivera ile iş birliğine gitmesi, büyük itibar kaybına
neden olarak, Lliga’nın sonu olmuştur.
602
Haber 7, "Katalonya İspanya'da Nerede, Katalanlar Kimlerdir?". (Çevrimiçi). http: //www.haber7.
com/siyaset/haber/2458440-katalonya-ispanyada-nerede- katalanlar (Erişim Tarihi: 20.03.2018).
603
Mustafa Şahin, a.g.e., s.183.
604
Aktoprak, a.g.e., s.267.
605
Mustafa Şahin, a.g.e., s.185.
163
Ancak, 1939’da iç savaştan galip çıkan Franko’nun merkezi bir diktatörlük kurması
üzerine Katalonya özerkliğini kaybetmiştir. Bu dönemde merkezi hükümet Katalonya
üzerinde baskı kurmuş, dilini ve kimliğini kullanma hakkını yasaklamış, 200 bin
Katalan’ı sürgüne göndererek, Bölgesel Yönetimin Başbakanı Lluis Companys’i idam
etmiştir. Katalan kimliği 1975’de Franko’nun ölümünden sonra yeniden canlanmıştır.606
606
Taşdemir, Uluslararası Hukukta Toprak..., s.657.
607
Benedıkter, a.g.e., s.160-163.
164
“sloganları atıldı. 1 Ekim 2017’de yapılan son bağımsızlık referandumunda katılım
oranı yüzde 42.3 bağımsızlıktan yana oy kullananların oranı yüzde 90.09 oldu. Merkezi
hükümet referandumu yasa dışı ilan etti, Anayasa Mahkemesi de benzer bir karar alarak
anayasanın böyle bir referanduma cevaz vermediğini belirterek referandum kararını
iptal etti. İspanya Anayasasına göre; Katalonya Bölgesel Hükümetinin referandum
düzenleme yetkisi yoktur; Merkezi Hükümet ile Bölgesel Hükümet arasında
referanduma ilişkin bir anlaşma da bulunmamaktadır. Dolayısıyla referandumun
düzenlenmesi olmayan bir yetkinin kullanılması ve İspanya Anayasası’nın ihlali
anlamına gelmektedir. 608 Referanduma katılımın düşük olması, yüzde 58’e varan bir
seçmen kitlesinin boykotu referandumun etkisini ve meşruiyetini tartışılır hale
getirmiştir.
608
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.173.
609
Rıfat Aydın, “Self-Determinasyon ve Ayrılma Hakkı Çerçevesinde Katalonya’nın Bağımsızlık
Sorunsalının Değerlendirilmesi”, Gazi Üniversitesi SBD, C.4, S.11, 2017, s.529.
165
İspanya’da Katalonya ve Bask gibi etnik yapısı farklı bölgelerde gelişti. Bu da bölgesel
taleplerin artmasına neden olmuştur. 610
Buna karşılık Katalonya’ya yapılan kamu yatırımları çok kısıtlı olup, yüzde 10’u
geçmemektedir. Bölge tarafından ödenen vergilerle, bölgeye yapılan kamu harcamaları
arasındaki fark, Katalonya’ya mali açık olarak yansımaktadır. Ancak merkezi yönetimin
toplanan vergilerle Katalanlara da fayda sağlayan yatırım dışı birçok harcama yaptığı
(ordu, yargı vb.) düşünülürse vergilerle yatırımlar arasındaki farkın büyütülecek
boyutlarda olmadığını söylemek mümkündür.
Rıfat Aydın’a göre de, ayrılıkçı söylemlerin arkasındaki esas itici güç
milliyetçilikten ziyade Madrit’le Barselona arasındaki ekonomik kırılganlıktır. Küresel
ekonomik krizde İspanya derinden etkilenirken, Katalonya zenginliğini korumuş,
merkezi hükümetin vergiler üzerindeki kontrolü yüzünden ürettiği zenginliğin büyük bir
kısmını Madrit’le paylaşmak zorunda kalmıştır. Krizin faturasını yüklenmek ayrılıkçı
hareketlere de etki etmiş, 2008’den önce bağımsızlığı savunanların oranı yüzde
20’lerdeyken, krizden sonraki son halkoylamasında bu oran yüzde 80’lere çıkmıştır.613
610
Mustafa Şahin, a.g.e., s.179.
611
Kalaycı, Kendi Kaderini Tayinin Liberal..., s.82.
612
Ozan Doğan Avunduk. "Katalonya Neden Bağımsızlık İstiyor?". (Çevrimiçi) https: //journo.com/
ozerk-katalonya-katalanlar- bagimsizlik, (Erişim Tarihi: 22.03.2018).
613
Aydın, a.g.m., s.533.
166
3.4.3. Self-Determinasyon Bağlamında Katalonya ve Ayrılma Hakkı
Daha önce ifade edildiği gibi, kendi kaderini tayin hakkına, BM Antlaşması,
Sömürge Yönetimi Altındaki Bölge ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine İlişkin Bildiri, İkiz
Sözleşmeler, Dostane İlişkiler Bildirgesi gibi uluslararası sözleşmelerde yer verilmiştir. Bu
sözleşmelerde hakkın öznesinin halklar olduğu belirtilmektedir. Halk, ulus, azınlık
yahut etnik gruptan farklı bir kavramdır; bir ülke halkının tamamını içine almaktadır.
1975’de kabul edilen Helsinki Nihai Senedi de benzer bir içeriğe sahiptir. Senet, esasta
hakkın muhatabının sömürge hakları olduğunu belirtmekle beraber SD hakkının bütün
halklara tanınabileceğini ifade etmiştir. Ancak, devletlerin egemenliği, toprak
bütünlüğü, sınırların değişmezliği gibi ilkeleri de kabul etmiştir. Dolayısıyla Senet,
kendinden önceki belgelerde olduğu gibi- ulus-devlet-merkezlidir. 614 Bu, devletlerin
egemenlik ve toprak bütünlüğünün SD hakkından daha güçlü ve üstün uluslararası bir
norm olduğu anlamına gelmektedir.
Soğuk Savaş’ın sonuna kadar siyasi bir ilke niteliğinde olan SD, günümüzde tüm
halklar için içsel anlamda bir hak, dışsal anlamda bir ilkedir. 615 Katalanlar kendilerini
bir ulus, İspanyollar ise bir halk olarak görmektedir. Farklı dilleri, kültürleri, belli bir
toprak parçasında yoğunlaşmış nüfusları ve bu yöndeki bilinçleri ile Katalanlar halk
olma özelliklerine sahiptirler. Ancak, kendi kaderini tayin ile ilgili metinlerde halk, bir
ülke içindeki farklı etnik, dilsel veya dinsel grupları değil, tüm halkı ifade etmektedir.
Nitekim, sömürge devletlerinde bile self determinasyon hakkı sadece “ülkesel” halklara
uygulanmakta ve ikinci bir defa kullanılması nerdeyse imkânsız olmaktadır.” 616 Bu
yargıyı destekleyen iki örnek; Katanga ve Biafra örnekleridir. Kongo 30 Haziran 1960
tarihinde bağımsızlığını kazandıktan on bir gün sonra ülkenin güneydoğu eyaleti
Katanga bağımsızlığını ilan etmiş, ülke üç yıl süren silahlı çatışmalara sahne olmuştur.
BM Güvenlik Konseyi, 1961’de aldığı bir kararla Katanga’nın bağımsızlık kararını ret
etmiştir. İkinci örnek: Nijerya’dan ayrılmak isteyen İbo’ların bağımsız bir devletkurma
teşebbüsüdür. Doğu bölgesi başkanı Ojukwu, 1967’de Biafra adıyla bir devlet
kurduğunu ilan etmiş, bunun üzerine çatışmalar başlamış, Ocak 1970’de Biafra teslim
614
Aydın, a.g.m., s.534.
615
Aydın, a.g.m., s.534.
616
Mustafa Şahin, a.g.e., s.30.
167
oluncaya kadar yüz binlerce insan hayatını kaybetmiştir. 617 Bazı Afrika devletlerinin
desteğine rağmen BM bir üye devletin bir parçasının kopmasını kabul etmemiştir.
617
Ünal Doğan, ”Nijerya; Kabile Savaşları”, Birikim Dergisi, S.113, Y.1998, s.3.
618
Aydın, a.g.m., s.552.
168
çıkmaktadır. Bu rakam ayrılma için rakamsal bir meşruiyetin de olmadığını
göstermektedir. İspanya Anayasası özerk yönetimlere ayrılma hakkı tanımamıştır.
Aksine, hal ve şartlara göre merkezi hükümetin bu özerklikleri askıya alma hakkı
vardır. Anayasa’nın 155. maddesi, özerk bir bölgenin anayasal yükümlülüklerini ihmal
etmesi veya İspanya’nın çıkarlarını tehlikeye atacak yönde davranış sergilemesi halinde
Madrit Hükümetine genel çıkarları korumak için tedbir alma yetkisi vermektedir.
Katalonya açısından anayasal bir ayrılma da söz konusu değildir.
Diğer taraftan İspanya Avrupa Birliği üyesidir. Dolayısıyla sorunun bir tarafı da
Avrupa Birliği’dir. Kurulduğu günden beri hiç bir AB üyesi devlet parçalanmamıştır.
Katalonya’nın bağımsızlık talebinde AB’nin takınacağı tutumun da büyük önemi vardır.
2017 referandumunda başta yapılan ikircikli açıklamalar, sonradan Madrit
Hükümetinden yana dönmüştür. Referandumdan günler sonra AB Komisyonu Başkan
Yardımcısı Valdis Dombrovskis; bölünme ve dağılmanın üstesinden gelmek, birliği ve
İspanyol Anayasası’na saygıyı temin etmek için ortaya konulan çabaları
desteklediklerini söylemiştir.619 AB’nin korkusu, herhangi bir ayrılmanın domino etkisi
yaparak İtalya’da Güney Tirol ve Padanya, Büyük Britanya’da Kuzey İrlanda ve
İskoçya, Belçika’da Flamanlar, Fransa’da Korsika’yı etkilemesidir. Bütünleşmeye
çalışan bir Avrupa için yeni minyatür devletlerin ortaya çıkması bu hedeften uzaklaşma
anlamına gelmektedir. Katalonya’nın bağımsızlık hamlesi bu yönüyle de engellerle
doludur. Bugün için bir silahlı güce sahip olmayan Katalonya’nın bağımsızlık
referandumundan sonra İspanya Silahlı Kuvvetlerinin müdahalesi karşısında yaşadığı
şok ve şaşkınlık hatırlanırsa şimdilik -güç kullanarak da- bu hayali gerçekleştirmek
mümkün görünmemektedir.
619
Anadolu Ajansı, "AB'den Katalonya Açıklaması", (Çevrimiçi). https: //aa.com.tr/tr/dunya/abden-
katalonya-aciklamasi/932965. (Erişim Tarihi: 27.05.2018).
169
kilometre karedir. 620 Bölge çeşitli yeraltı kaynaklarına sahiptir. Zengin Hidrokarbon
kaynakları, çatışma ve istikrarsızlığın nedenlerinden biridir.
İkinci dönem; 18. yüzyılda Büyük Petro ile Rus politikasının Kafkasya’da daha
aktif hale geldiği, ilişkilerin arttığı, Rusya ile yakınlığın Osmanlı ve İran yakınlığını
geçtiği, yüzyılın ortasına kadar süren dönemdir.
Dördüncü ve son dönem ise, 1780’lerden 1850’li yıllara kadar süren Rusların
Çeçen-İnguş topraklarını zapt ettiği dönemdir.622
620
TASAM. Kafkasya, Orta Asya Çalışma Grubu. "Kafkasyada Bir Ülke Çeçenistan", (Çevrimiçi).
http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/2331/kafkasyada_bir_ulke_cecenistan,(Erişim Tarihi: 25.03.2018).
621
Abdülkadir Akıl ve Canan Küçükali, "Uluslararası Hukuk Bakımından Kendi Kaderini Tayin Etme
Hakkı Ve Çeçenistan Sorunu", Yeni Fikir Dergisi, C.2, S.4, 2010, s.11.
622
Yavus Ahmadov, Çeçen-İnguşya Halkıyla Rusya Arasındaki İlişkiler, İstanbul: Sorun Yayınları,
2000, s.12.
170
17 ve 18. asırlarda taraflar arasında ticari ilişkilerin gelişmesi bölgedeki Çeçen-
İnguş zümreleri ile Rus Çarlığı arasındaki ilişkileri kuvvetlendirmiştir. Nitekim, 1769-
1774 Osmanlı Rus savaşında Halife’nin cihat ilanı bölgede etkili olmamış, Çeçenlerin
bir kısmı Türklere karşı Rusların yanında yer almıştır. 623 Osmanlı’nın bölgede güç
kaybetmesinden sonra, Ruslar Kafkaslara hakim olabilmek için Kafkas halkları ile sonu
gelmeyen bir savaşa girişmişler, ele geçirdikleri topraklarda sömürgeci ve acımasız
politikalar izlemişlerdir.
Şeyh Mansur’dan sonra 1834- 1859 yılları arasında İmam Şamil’in liderliğinde
Çeçenler, uzun ve kanlı bir direniş mücadelesi vermiş; ancak, sayıca ve silahça üstün
olan Ruslar karşısında yenilmekten kurtulamamışlardır. Çeçen ve Kuzey Kafkasya
halklarının direnişinde Müridizm hareketinin önemli bir rolü olmuştur. Rusya bölgeye
kısa bir süre, ancak Şeyh Şamil’in 1859’da silah bırakması ile hakim olabilmiştir.626
623
Ahmadov, a.g.e., s.83.
624
Ahmadov, a.g.e., s.102.
625
Caner Yeşil, “Çeçen Sorunu ve Günümüzde Çeçenistan, ”(Çevrimiçi), https: //www.academia.edu/
7181956/%C3%87E%C3%87EN_SORUNU_VE_ _Rapor_ (Erişim Tarihi: 25.03.2018).
626
Sefa Sole, ”Rusya Çeçenistan Savaşı: Geçmişten Günümüze”, (Çevrimiçi), https:
//www.stratejikortak.com/2017/04/rusya-cecenistan-savasi.html, (Erişim Tarihi: 25.03.207).
171
politik, yarı dini bir hareket olarak tanımladıkları kendilerini mürit diye tanımlayan
Nakşibendi-Halidi müntesiplerini tanımlamak için kullanmıştır.
Asırlarca büyük güçlerin gölgesinde kalmış, her kabilenin kendi başına buyruk
olduğu feodal bir düzenin hüküm sürdüğü Kafkasya’da, bir devlet fikrinin ortaya
çıkmasında 18.yüzyılda Kafkasya’ya gelen bu tarikatların, Rus baskısından bunalan
Müslüman dağlıları örgütlemelerinin büyük etkisi olmuştur.627 Çeçen-Rus mücadelesi,
milliyetçi ögeler taşıyan bir hareketten ziyade, cihat anlayışını esas alan, Ortadoks Rus
çarlığına karşı yapılan bir mücadeledir. O dönemin şartlarında tüm unsurları ile
değerlendirildiğinde, ülkelerini işgal ederek kolonileştiren Ruslara karşı dağlı halkların
bir tepkisi ve gaza yoluyla ülkelerini kurtarma gayreti olduğu söylenebilir. 628 Çarlık
güçlerinin Kafkasya’yı işgalinden sonra bölgede yaşayan topluluklar ülkelerinden zorla
sürülmüşlerdir. Geriye kalanlar ise, -suni olarak siyasal bölgelere bölünüp- farklılıkları
derinleştirilerek (dil, kültür ve folklorları) bir üst kimlik oluşturmaları engellenmiştir. 629
627
Caner Yeşil, ”Sovyet Sonrası Dönemde Çeçen Direnişi İslami Temelli Müridizm mi, Yoksa
Radikalİslamterörü mü, ”(Çevrimiçi), https:
//s3.amazonaws.com/academia.edu.documents/33678606 (Erişim Tarihi: 25.03.2018).
628
Yeşil, a.g.m., s.3.
629
Cahit Aslan, ”Bir Soykırımın Adı, 1864 Büyük Çerkez Sürgünü”, ASAM, 2006, s.104.
172
Balkar, Karaçay ve Dağıstan’ı içine alan Sovyet Dağ Cumhuriyetini kurdular. Buna
göre; Moskova yönetimi cumhuriyetin içişlerine karışmayacak, devlet İslam ve gelenek
hukukuna göre yönetilecekti. 630 Ancak, bunun taktiksel bir taviz olduğu sonradan
anlaşıldı, Bolşevik Devrimi gücünü pekiştirinceye kadar böyle bir ara formül bularak
dağlı halkları idare etmişti. Nitekim, 1924 yılında Sovyet Dağ Cumhuriyetine son
verildi, Çeçen-İnguş bölgesinde kurulan hükümet, her eve bir silah teslim etme
zorunluluğu getirdi.
1929 yılında Stalin’in sosyalist kampanyası yeni bir sindirme ve yok etme
harekatı daha başlattı. İlk toplu tarım uygulamasına köylülerin mallarına el konularak
Kafkasya’da geçildi. Direnenler tutuklanarak Sibirya’ya gönderildi. El koymalar,
tutuklamalar, sürgünler toplumsal tepkileri harekete geçirdi. Çeçen-İnguş Cumhuriyeti
tam bir isyan alanı haline geldi. Resmi kurumlar işgal edildi, hükümet görevlileri
tutuklandı. 1930’da Sovyet Hükümeti bölgede bulunan bütün güçlerini seferber ederek
Çeçenistan’ın dağlık kesimleri hariç her tarafını işgal etti. Tepkilerin dinmemesi üzerine
merkezi hükümet kolhoz uygulamasından vaz geçerek, isyancılar için af çıkarmak
zorunda kaldı. Ancak, isyan liderlerinden İstamulov’un af belgesi verileceği vaadiyle
çağrılıp öldürülmesi üzerine olaylar yeniden başladı. 35.000 kişi tutuklandı, bu kişilerin
çoğu ya idam edildi ya da hapishanelerde hayatını kaybetti.631
630
Mustafa Şahin, a.g.e., s.115.
631
a.g.e., s.116.
173
yolculuk için, son derece ilkel, temizlik koşullarına sahip olmayan, su ve yiyeceğin çok
az olduğu, hiç bir sağlık hizmetinin verilmediği, kamyon ve trenlerle Sovyetler
Birliğinin en uzak ve yaşam şartlarının en zor olduğu doğu bölgelerine sürüldüler.632 Bu
sürgün furyasında Çeçenler de nasibini aldı, komşuları İnguşlarla birlikte 23- 24 Şubat
1944 tarihlerinde Nazilerle işbirliği yapmakla suçlanarak Kazakistan ve Sibirya’ya
sürgün edildiler. Bu sürgün sırasında ve sonrasında on binlerce Çeçen hayatını kaybetti.
Hayatta kalanların vatanlarına dönmelerine ancak Stalin’in ölümünden sonra,
Khrushchev’in 20’nci parti kongresinde Stalin’in felsefesinden vaz geçildiğini bildiren
konuşmasını müteakip, 1957 yılında izin verildi.
Sovyet döneminde sürgünler öyle bir hâl almıştır ki, 1980’li yıllara gelindiğinde
kendi bölgeleri dışında yaşayan halkların sayısı 60 milyonu aşmıştır. 633 Çeçen -İnguş
halkı Kuzey Kafkasya’dan çıkarıldıktan sonra 25 Haziran 1946’da Çeçen-İnguş
Cumhuriyeti lağvedildi. Çeçenlerin ana vatana dönüşlerinin akabinde 9 Ocak 1957’de
tekrar kuruldu, Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar Cumhuriyet varlığını olaysız bir
şekilde devam ettirmiştir.634
632
İbrahim Hasanoğlu, ”Ahıska Türkleri;Bitmeyen Bir Göç Hikayesi”, Türk Dünyası İncelemeleri
Dergisi, 16/1 Yaz, 2016, s.4.
633
İrfan Kaya Ülger, ”Rusya Azınlıkları”, (Çevrimiçi) http: //www.ayk.gov.tr/wp- con/2015/, (Erişim
Tarihi: 25 03 2018).
634
Mustafa Şahin, a.g.e., s.117.
635
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.146.
174
seçimlerde Dudayev, Çeçenistan’ın ilk devlet başkanı seçilmiş, 1 Kasım 1991'de Meclis
Çeçenistanın bağımsızlığını ilan etmiştir. 636 Ancak Moskova, seçim sonuçlarını ve
bağımsızlık kararını tanımamıştır.
1994 yılının yaz ayına kadar Moskova yönetimi, Çeçenistan’da meydana gelen
gelişmelere müdahale etmedi. Bunun nedeni, Moskova’da Yeltsin, Gorbaçov ve
komünistler arasında yaşanan güç mücadelesiydi. Çeçen Savaşı bu çekişme yüzünden
üç yıl ertelenmek zorunda kaldı. Bu süre zarfında Moskova yönetimi, bir taraftan
Çeçenistan’a ekonomik ambargo uygularken, diğer taraftan, Moskova destekli Çeçen
muhalefet hareketini “Geçici Konsey” adı altında, Dudayev yönetimine karşı silahlı
birlikler oluşturma ve tüm muhalefet unsurlarını birleştirme yönünde organize etmiştir.
175
hakları adına gerçekleştirildiğini duyurdu. Ancak muhalifler Dudayev kuvvetleri
tarafından yenilgiye uğratıldı. Bunun üzerine, yeni Federasyon Anlaşmasını kabul
etmeyen tek yönetim olan Dudayev yönetimini yıkmak için, Boris Yeltsin yönetimi
Çeçenistan’a doğrudan müdahale kararı aldı. 11 Aralık 1994’te Rusya İçişleri ve
Savunma Bakanlıkları’na ait birlikler Çeçenistan’a girdiler. Rus güçleri başkent
Grozni’yi ve nüfusun yoğun olduğu diğer merkezleri yerle bir etmesine rağmen, Çeçen
güçler, 1995’ten 1996’ya kadar şehir merkezleri dışında çok büyük bir alanı, savaşarak
ellerinde tutmayı başardılar. Zamanın Rus Savunma Bakanı Pavel Grachev’in
Çeçenya’nın 2 saatte ele geçirileceğine dair iddiasına karşın, savaş tam 21 ay sürdü.
Ruslar on binden fazla asker, Çeçenler ise yaklaşık bir milyon olan nüfuslarının yüzde
onunu kaybettiler. Öyleki, Çeçen lider Dudayev bir Rus füzesiyle öldürülmesine
rağmen, Çeçenler 1996 Ağustos’unda başkent Grozni’yi yeniden ele geçirip, önemli bir
zafere imza attılar.637 31 Ağustos 1996 günü imzalanan Hasavyurt Antlaşması ile Rusya
yenilgiyi kabul ederek Çeçen topraklarından çekilmiştir.638
1996 yılında imzalanan Hasavyurt (Hasyurt) anlaşması ile savaş sona erse de
etkileri büyük olmuştur. Rusya Federasyonu ile Çeçen Cumhuriyeti Arasında Karşılıklı
İlişkilerin Dayanaklarını Belirlemek İçin Prensipler ismini taşıyan bu anlaşmaya göre,
Çeçenistan’ın Rusya içinde özel bir statüsünün olması kabul ediliyor, 31 Aralık
2001’den önce evrensel hukuk norm ve prensiplerine uygun olarak tarafların anlaşmaya
varmaları öngörülüyordu. Beş yıl içinde Çeçenistan’ın bağımsızlığı için referandum
yapılacak, Rus güçleri Çeçenistan’dan çekilecekti. Böylece Çeçenlerin self-
637
Utku Yapıcı, ”Tarihsel Süreç İçinde Rus-Çeçen Sorunu”, Kafkasevi Sosyal ve Stratejik
Araştırmalar Merkezi.
638
Akıl ve Küçükali, a.g.m., s.13.
639
Fatih Mustafa Altun, ”Çeçen Sorunu ve Rusya’nın terörle Mücadele Politikaları”, .(Çevrimiçi)
s, 4, https: //s3disposition=inline%3B%20filename%3DCecen_Sorunu_ve_Rusyanin_Terorle_
Mucadel.pdf, (Erişim Tarihi: 25.03.2017).
176
determinasyon hakkı da güvenceye alınıyordu. 1997 Ocak ayında, şehit olan
Dudayev’in yerine Aslan Maşhadov Cumhuriyetin yeni başkanı seçildikten sonra, bu
anlaşma 12 Mayıs 1997’de aynen tekrarlanarak taraflarca kabul edildi. 640
640
Mustafa Şahin, a.g.e., s.122.
642
Robert M.Cutler, ”Kafkasya’daki Kriz Kaynakları ve Bölgeleri”, (Çevrimiçi) http: //www.
robertcutler.org/download/pdf/ch04srmt.pdf, (Erişim Tarihi: 25.04.2018).
177
Anssi Kullberg’in ifadesiyle, Rusya bu defa Çeçensiz Çeçenistan’ı yeniden kendine
bağlamayı hedeflemiştir. 643
Sapmaz, Çeçen mücadelesinin tüm Kuzey Kafkasya’yı içine alan ümmetçi bir
zemine kaymasında, sufi Nakşibendi geleneğinin yerini Ortadoğu’dan ithal edilen selefi
Vahabi görüşlerin almasının büyük etkisi olduğu kanaatindedir. 2002’de Aslan
Mashadov, gidişatı görerek radikalizmi dışlayan ve terörizmi kınayan bir kongre
düzenlemek istemişse de Basayev ve ekibi tarafından engellenmiştir. Rusya’da
patlatılan bombalar, 11 Eylül 2001 saldırılarının dünyadaki yankıları, mücadelenin
Selefi-Vehabi ve yayılmacı bir eksene kayması uluslararası toplumun Çeçen
mücadelesine bakış açısını da değiştirmiştir. 31 Ekim 2007’de Duko Umarov’un Kafkas
Emirliğini ilan ederek bağımsız Çeçenistan fikrini bir tarafa atması, 644 bölgedeki tüm
laik yasaları kaldırdığını ve Afganistan, Irak, Somali ve Filistin’de savaştıklarını
belirterek, Müslümanlarla savaşan herkesin kendilerinin düşmanı olduğunu ilan
etmesi645 son sempati kırıntılarını da yok ederek Rusya’nın elini iyice güçlendirmiştir.
Terör olayları münasebetiyle uluslararası meşruiyeti tartışılır hale gelen Çeçen
mücadelesi zamanla hem etkisini hem de uluslararası toplumun ilgisini kaybetti.
643
Ahmet Sapmaz," Rusya Federasyonunun Terörle Mücadele Stratejisinin Kuzey Kafkasya2nın İstikrarı
üzerine Etkileri", Savunma Bilimleri Dergisi, 12/2, 2013, s.6
644
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.148.
645
Sapmaz, a.g.m., s.7.
646
Oktay Bingöl, ”Rusya’nın Kuzey Kafkasya’yı Kontrol Stratejileri”, Karadeniz Araştırmaları
Dergisi, Bahar 2013, S. 37, s.139.
178
hükümetine ve başkanın Kuzey Kafkasya’daki temsilcisi Korgeneral Viktor
Kazantsev’e karşı sorumlu olacak geçici yeni bir Çeçen yönetiminin oluşturulması
konusunda bir kararname yayımlamıştır.
647
Cutler, a.g.m., s.11.
648
Mustafa Şahin, a.g.e., s.120.
179
3.5.4.Çeçen Halkının Kendi Geleceğini Belirleme Hakkı
Self -determinasyon hakkı açısından bakıldığında Çeçen’lerin Ruslardan ayrı bir
halk, dini, dili ve kültürleri ile farklı oldukları kesindir. Çeçenler, Kafkasya’nın otoktan,
yani yerli halklarındandır. Ruslarla temas edinceye kadar bu bölgede bağımsız olarak
varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ruslarla temastan sonra da bazen çatışarak, bazen tabii
olarak iç özerkliklerini korumuşlardır.
649
Mustafa Şahin, a.g.e., s.115.
180
edilemeyeceğini, Çeçenistan’daki seçimlerin özgür ve adil şartlarda yapılmadığını ifade
etmiştir.”650
M.71: S.S.C.B. nin birleşik eşit Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri, olarak gönüllü bir
birliktelik sağladıkları ve milletlerin kendi kaderlerini tayin etme haklarına
dayanan sosyalist federalizm ilkeleri çerçevesinde çok milletle oluşmuş bir federal
devlettir. S.S.C.B; Sovyet halklarının ve içindeki millet ve milliyetlerin komünizmi
birlikte inşa etmek için devlet birliğinde bir araya geldikleri halleridir.
Çeçenistan, hem yabancı bir gücün işgali altında hem de zorba, baskıcı, halkın
istek ve taleplerine kapalı bir yönetim tarafından idare edilmektedir. Basayev ve
arkadaşlarının Dağıstan’a yönelik girişimlerine rağmen, ikinci müdahaleye zemin
hazırlayan Volgograd ve Dağıstan'daki patlayan bombalarla ilgilerinin olmadığı ortaya
çıkmıştır. Bunu Putin’in güç ve popülaritesini artırmak için iç istihbaratın yapmış
olabileceğine dair iddialar bugün neredeyse kesinlik kazanmıştır.652 Çeçenistan’a ikinci
müdahalesini terörist faaliyetleri bahane ederek meşrulaştıran Rus yönetimi aslında
terör yöntemlerini kendisi kullanmaktadır. Bir çok Çeçen lider, sığındıkları ülkelerde
terörist metotlarla öldürülmüştür. Günümüzde ağır baskı ve sindirme yöntemlerinin
kullanılması sonucu bu direniş azalmışsa da, şartların elvermesi halinde yeniden
alevlenmesi muhtemeldir.
650
“Çeçenistanda Seçimler” (Çevrimiçi), https: //www.dw.com/tr/%C3%A7e%C3%A7enistanda-
se%C3%A7imler-%C3%B6zg%C3%BCr-de%C4%9Fildi/a-2523036, (Erişim Tarihi: 27.04.2018).
651
Aslan Yaman, Sovyetler Birliğinden Rusya Federasyonuna Sovyet Sosyalizminin Anayasaları,
İstanbul: Doğu Kütüphanesi, 2017, s.146.
652
Steven Levitsky ve Daniel Ziblatt, Demokrasiler Nasıl Ölür, (çev.), Derya Dinç, Konya: Salon
Yayınları, 2018, s.12.
181
Çeçenler’in Ruslar’dan ayrı bir halk olduklarına şüphe yoktur. Yaşadıkları
topraklar kadimden beri kendilerine ait topraklardır. Rusların Kafkasya’yı işgaline
kadar kendi kendilerini yönetmişler, Ruslar bölgeye gelince de uzun yıllar sürecek bir
mücadeleye girişmişler, hiç bir zaman yenilgiyi kabul etmemişlerdir. Soykırım
derecesine varan katliamlara ve sürgünlere rağmen her seferinde yeniden ayağa
kalkmış, bıraktıkları noktadan özgürlük mücadelelerini sürdürmüşlerdir.
653
Abdülhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, 3.b., Ankara: Turan Kültür Vakfı Yayınları, 1994,
s.105.
654
Wadie Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, (çev.), İsmail Çeken ve Alper Duman, 4.b., İstanbul:
İletişim Yayınları, 2007, s.35.
182
herhangi bir etnik ayırıma tabi tutulmadan Kürt olarak isimlendirilmiştir.655 Dolayısıyla
Kürt teriminin yüzyıllar boyunca sabit ve homojen bir insan topluluğuna işaret ettiğini
söylemek mümkün değildir.656 Kavramı etnik anlamda kullanan ilk kişi Şerefhan’dır.
19. yüzyılın sonuna kadar Kürtler kendilerini Kurmanç, Sorani veya Gorani gibi
konuştukları dillerle adlandırmışlardır. Kürtler siyasallaştıkça yerel dillerle
adlandırılmayı bırakıp, Kürt terimini mihver almaya başlamışlar ve devletin bütünlüğü
için bir tehdit oluşturacakları görülünce de devlet tarafından Kürt ve Kürdistan terimleri
yerine dağ Türkleri ve Doğu Anadolu ifadeleri ile betimlenmişlerdir.657
Etnik kökenleri konusunda bir fikir birliği yoktur. Nuri Dersimi Ermenilerle aynı
kökten geldiklerini söylerken, 658 Minorsky İranlı uluslarla, 659 Mesudi Araplarla, Cemşit
Bender Guttilerle, 660 Ömer Özüyılmaz, 661 F.Kirzioğlu, 662 M.Şerif Fırat663 gibi yazarlar
Türklerle ilişkilendirmektedir.664 Öcalan ise kur kelimesinin Sümerce olduğundan yola
çıkarak Kürtlerin ilk atalarının Sümerler olduğunu iddia eder.665 Günümüzde etnik Kürt
siyasal hareketi, dil farkına dayanarak Türklerden, Araplardan ve İranlılardan ayrı bir
halk olduklarını ifade etmektedir.
655
Yusuf Hallacoğlu, Anadolu’da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar (1453-1650), Ankara: Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 2009, s.25.
656
Hakan Özoğlu, Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçiliği, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2009, s.32.
657
Özoğlu, a.g.e., s.53.
658
Nuri Dersimi, Hatıratım, İstanbul: Dersim Araştırmalar Merkezi, 2014, s.47.
659
V.Minorsky, Th.Bois ve D.N.Mac Kenzie, Kürtler, Kürdistan, (çev.), Kamuran Fıratlı, İstanbul:
Doz Yayınları, 1996, s, 41.
660
Cemşit Bender, Kürt Tarihi ve Uygarlığı, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2000, s.18.
661
Ömer Özüyılmaz, Gurmanç ve Kürtlerin Kökeni, İstanbul: Karakutu Yayınları, 2009, s. 99.
662
Fahrettin Kirzioğlu, Kürtler’in Türklüğü, 2.b., İstanbul: Hamle Basın Yayın, 1995, s.20-50.
663
Mehmet Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, İstanbul: Kamer Yayınları, 1998, s.25-30.
664
Mesudi, Muruc Ez-Zeheb (Altın Bozkırlar), (çev.), Ahsen Batur, İstanbul: Selenge Yayınları,
2004, s.191.
665
Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak, İstanbul: Berdan Matbaası, 2004, s. 209.
183
halde Kürtlerden bahsedilmediği ve dönemi anlatan en önemli tarihçiler İbnül Esir ve
İbnül Erzak’ın eserlerinde Kürtlerden söz edilmediğinden hareketle Kürtlerin Malazgirt
savaşına katıldıklarına dair iddiaların gerçek dışı olduğunu ifade etmektedir.666 Nitekim,
1067 yılında Tuğrul Bey Diyar-ı Bekir üzerine 5 bin kişilik bir kuvvet gönderdiğinde
Meyafarıkeyn (günümüzdeki Silvan) halkı kaleye çekilip kapıları kapatmış, 5 bin kişilik
kuvvetle savaşabilecek gücü bulamamıştır. Ahsen’e göre, 5 bin kişi ile savaşı göze
alamayan bir topluluğun Selçuklu ordusuna 2-20 bin arasında değişen rakamlarda asker
vermesi mümkün değildir.667
666
Ahsen Batur, Kürdoloji Yalanları, İstanbul: Selenge Yayınları, 2011, s.357-365.
667
Batur, a.g.e., s.363.
668
Özoğlu, a.g.e., s.38.
669
Şerefhan, Şerefname, Kürt Tarihi, 3.b, İstanbul: Hasat Yayınları, 1990, s.190.
670
Şerefhan, a.g.e., s.189.
184
bahsederken Zazaca konuşanları Kürtlük listesine almaması ve Kürt destanlarından
bahsederken anlattığı Buğduz efsanesidir. Şeref Han Buğduz’un Kürtlerin atası
olduğunu ve Oğuz Han tarafından hz. peygambere gönderildiğini anlatır. 671 Bu efsane,
Kürtlerle Türkler arasında soy birliği olabileceğini iddia edenlerin dayanak
noktalarından biri olmuştur.
671
Şerefhan, a.g.e., s.24.
672
Özoğlu, a.g.e., s.79.
673
Özoğlu, a.g.e., s.32.
674
Özoğlu, a.g.e., s.80.
675
Öcalan, Bir Halkı..., s.209.
185
3.6.2.Tarihi Gelişim
Bugün bazı çevrelerin terör, bazılarının Kürt Sorunu olarak tanımladığı sorun
uzun bir geçmişe sahiptir. Fransız İhtilali ile birlikte milliyetçilik ve ulus devletlerin
sahne alması Kürtleri de etkilemiş, 20. yüzyılın başlarında Kürt kültürünü korumak
veya özerkliği amaçlayan çeşitli dernekler kurulmuştur. 1908’de kurulan Kürt Teavün
ve Terakki Cemiyeti’nin nizamnamesinde cemiyetin amacı; İslam ahkamına ve milletin
selametine muvafık olan Kanun-ı Esasi’yi buna vakıf olmayan Kürtlere anlatmak,
Maarif Nezaretinin okul açamadığı bölgelerde ilkokul açmak gibi kültürel konularla
sınırlıdır. Daha sonra 30 Aralık 1918’de kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC)
bağımsız bir Kürdistan kurmayı hedeflemiş, Koçgiri İsyanında da önemli rol
oynamıştır. Bazı yazarlara göre cemiyetin kuruluş amacı 16 vilayete denk gelen
toprakların Ermenilere verilmemesi ve bu toprakların Kürtlere ait olduğunu
savunmaktı.676 Hatta Kürtlerle iyi ilişkiler kurup, Ermeni ve Araplara karşı bir denge
unsuru olması için Tevfik Paşa hükümeti tarafından kurdurulduğu da iddia edilmiştir.677
KTC tüzüğünün 1. maddesinde derneğin kuruluş amacı, Kürtlerin refahı, 4. maddesinde
Kürt halkının gelişmesi için çalışmak olarak ifade edilmiş olmasına rağmen cemiyetin
yayın organı Jin’de bağımsızlık veya özerklik isteyen sayısız makale yayınlanmıştır. Bu
özelliği münasebetiyle KTC ilk milliyetçi Kürt örgütü olarak kabul edilmekte, 678 bu
tarihe kadar meydana gelen isyanların hiç biri Kürt isyanı olarak görülmemektedir. 679
676
Mahmut Akyürekli, Şark istiklal Mahkemesi 1925-1927, 2.b., İstanbul: Tarih Kulübü
Yayınları, 2016, s.55.
677
Erol Kurubaş, Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye, C.1. Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım, 2004, s.84.
678
Özoğlu, a.g.e., s.110.
679
Sönmez, Kürt Sorunu mu..., s.93.
680
Kurubaş, Kürt Sorununun..., s.99
186
sayıca üstün olduğu bölgelerin yerel özerklikleri için 6 ay içinde İngiliz, Fransız ve
İtalyan hükümetlerinin atadığı üçer üyeden oluşan bir komisyonun İstanbul'da
toplanması, 63. maddede, Osmanlı hükümetinin bu komisyonun alacağı kararları üç ay
içinde kabul etmesi kararlaştırılmıştı. 64. maddede ise Kürtlerin bu bölgede nüfusun
çoğunluğunun bağımsız olmak istediklerini kanıtlamak şartıyla MC'ye başvurabileceği,
MC'nin bu nüfusu bağımsızlığa yetenekli görmesi ve bağımsızlığı Türkiye'ye salık
vermesi halinde Türkiye'yi bu tavsiyeye uyarak bölge üzerindeki bütün haklarından
vazgeçmeye yükümlendiriyordu. Kısacası Sevr Antlaşması Kürtlerin hem korkusu hem
umudu olmuştu. Bu korku ve umut zamanla Kürt milliyetçiliğini besleyen önemli
kaynaklardan biri olmuştur.
Etnik Kürt siyasal hareketinin681 etnik anlamlar yüklediği ilk büyük isyan 1806-
1808 yılları arasında gerçekleşen Babanzade Abdurrahman Paşa isyanıdır. İsyanın
nedeni, Süleymaniye Valisi Babanzade İbrahim Paşa’nın ölümü üzerine, yerine Halit
Paşa’nın atanması ve Abdurrahman Paşa’nın buna duyduğu tepkidir. Osmanlı
Hükümetini bu tercihe iten, daha önce Vehabi isyanının bastırılması için birlikte
görevlendirilen Köysancak Mutasarrıfı Mehmet Paşa’nın Abdurrahman Paşa tarafından
öldürülmesidir.682 Ayaklanma milli bir içerikten yoksun olup tamamen şahsi ve feodal
çıkarlarla ilgilidir.
Bir başka büyük isyan 1880 tarihli Şeyh Ubeydullah ayaklanmasıdır; İran
Kürtleri ile İran hükümeti arasında bir vergi meselesinden dolayı yaşanan
685
huzursuzluktan kaynaklanmıştır. McDowal’a göre, isyan bir tür aşiret
681
Bu ifade, bölge siyasetinin taşıdığı farklılıklar dikkate alınarak ayrılıkçı grupları diğerlerinden
ayırmak için kullanılmıştır.
682
Çay, a.g.e., s.347.
683
Özoğlu, a.g.e., s.94.
684
Şerefhan, a.g.e., s.135.
685
Dündar, a.g.e., s.98.
187
huzursuzluğunun daha büyük ölçekte yaşanmasından başka bir şey değildi, halife
tarafından desteklendiğine dair iddialar ise milli bir karakter taşımadığının
göstergesiydi.686 Şeyh Ubeydullah'ın Kürtler arasında milli bilinç duygusu yarattığına
dair hiçbir kanıt yoktur. Ancak bu açık gerçeğe rağmen bu isyanlar Kürt milliyetçiliğine
tarihi bir derinlik kazandırmak amacıyla milli nitelikli isyanlar olarak takdim edilmiş,
bu yönde ciddi bir literatür oluşturulmuştur.687
690
4 Haziran 1921 tarihinde kendini fesheden KTC, yöneticilerrinin 1925’te
Şeyh Said İsyanı ile irtibatlandırılarak asılmasıyla da fiziki varlığını yitirmiş, yerini
1927’de Lübnan’da kurulan ve bir Kürt-Ermeni örgütü olan Hoybun'a bırakmıştır.
Kürtçe "benlik" anlamına gelen "hoybon" ve Ermenice "Ermeni yurdu" anlamına gelen
"haypun" kelimlerinin birleştirilmesi ile ortaya çıkan Hoybun Cemiyeti'nin esas mimarı
İngilizlerdir.691 Süreyya Bedirhan abartılarla dolu kitabında, 5 Ekim 1927 tarihinde Kürt
ve Ermeni temsilcilerinin Hoybun çatısı altında örgütlenerek Türkleri ortak düşman
686
David McDowal, Modern Kürt Tarihi, (çev.), Neşenur Domaniç, İstanbul: Doruk Yayınları, 2004,
s.89-90.
687
Bkz.Süreyya Bedirhan, Kürt Davası ve Hoybun, (çev.), Dilara Zirek, İstanbul: Med Yayınları, 1994,
s.34, Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15.yy’dan Günümüze Ermeni Kürt İlişkileri,
(çev.), Bedros Zartaryan ve Memo Yetkin.İstanbul: Med Yayınları.1992, s.290.
688
Nuri Dersimi, Hatıratım, İstanbul: Dersim Araştırmalar Merkezi, 2014, s.117.
689
Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, İstanbul: Doz Yayınları, 1996, s.140.
690
Kurubaş, Kürt Sorununun..., s.90.
691
Arif Bingöl, Milli Devlet ve Kürtler, 2.b., İstanbul: Kaynak Yayınları, 2014, s.138.
188
kabul ettiklerini yazar.692 Bu ilk kongrede Sevr'de Kürdistan olarak belirlenen bölgenin
bağımsızlığı ilan edilmiş Ağrı Dağı, geçici başkent olarak kabul edilmiştir.693
Garo Sasuni ise, Hoybun’un siyasi çizgisinin, ortak düşman Türklere karşı
işbirliği, Ermenistan ve Kürdistan’ın bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini
sağlamak olduğunu belirtir. Taşnak Partisi’nin önderlerinden ve Menşevik Ermeni
Hükümeti döneminin milletvekillerinden olan Sasuni, Anadolu’da bir Ermeni devletinin
ancak Türkleri yenmekle mümkün olacağını, bunun için de Hoybun’un dağıttığı
bildirilerde Kürtlerin Türk hükümetine olan güvensizliğini derinleştirmeye çalıştığını
anlatır. 694 Hoybun, İran ve Irak’ta da Kürtler olmasına rağmen bütün faaliyetlerini
Türkiye topraklarına özgülemiş, Kürt-Ermeni işbirliğini Türkiye hudutları ile sınırlı
tutmuştur. Bunun nedeni, muhayyel Ermenistan’ın Türkiye toprakları içinde olduğunun
düşünülmesi ve esas amacın da bu olmasıdır. Ağrı isyanı işte bu amaçla Kürtlerin
gücünden yararlanıp bir Ermeni devleti kurmak için çıkarılmıştır. İsyana destek olmak
için gerçek adı Ardeşes Muradyan olan, Zilan bey gibi bir çok Ermeni İsyanda görev
almış, hükümetin kan dökülmemesi için yaptığı af ve devlette görev verme çağrıları
Hoybun’un Ermeni kanadının telkinleri ile reddedilmiştir. 695 Nüfus itibarıyla Taşnak
Ermenilerinin Türkiye toprakları üzerinde organize olma ve isyana teşebbüs etme
güçleri olmadığı için Ermeni davasını Kürtlerle kazanmak Taşnak siyasetine uygun
düşmüştür. Türkiye'de bir Kürt-Türk çatışması yaratarak Kürt isyanları ile zayıf
düşürülmüş bir Türkiye topraklarının bir kısmında hayali bir Ermenistan kurmayı
ummuşlardır. 696 Ağrı İsyanında ağır bir yenilgiye uğrayan örgüt fiziki ve örgütsel
varlığını büyük oranda yitirmiş, 1939 yılında kapatılmıştır. Öcalan, Koçgiri, Şeyh Sait,
Ağrı ve Dersim isyanlarını bile Kürtçü isyanlar olarak görmemiş, sorgusunda bu
isyanlarla ilgili şunları söylemiştir:
"M.Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyetini kurduktan sonra hem Doğu'da hem Batı'da
isyanlar olmuştur. Bu isyanları Kürtçü bir isyan olarak görmek yanlıştır.Cumhuriyet
henüz yeni kurulmuştur, isyanı başlatanlar henüz Cumhuriyete alışmış değillerdir, eski
rejimi ve yönetimi, daha çok din kisvesini istemektedirler.Yani amaçları yeni kurulmuş
Cumhuriyet rejimini yıkmaktır. İsyanların bastırılmasında belki zaman zaman aşırı
692
Bedirhan, a.g.e., s.56.
693
Arif Bingöl, a.g.e., s.139.
694
Sasuni, a.g.e., s.303.
695
Sasuni, a.g.e., s.310-322.
696
Arif Bingöl, a.g.e., s.142.
189
şiddete başvurulmuştur. Ama bu şiddet kesinlikle Kürtleri ezmek için uygulandı şeklinde
algılanmamalıdır. Cumhuriyet kendini korumak mecburiyetinde ve haklı idi. Alınan
bütün tedbirler Cumhuriyeti korumaya yöneliktir."697
697
H.Atilla Uğur, Abdullah Öcalan'ı Nasıl Sorguladım, 19.b., İstanbul; Kaynak Yayınları, 2015, s.83.
698
Hakkı Öznur, Cahşların Savaşı, 2.b., Ankara: Altınküre Yayınları, 2004, s.563.
699
Nihat Ali Özcan, PKK (Kürdistan İşçi Partisi) Tarihi, İdeolojisi, ve Yönetimi, Ankara:
ASAM, 1999, s.22.
700
Beşikçi, a.g.e., s.65.
701
Faik Bulut, Türk Basınında Kürtler, İstanbul: Melsa Yayınları,1992, s.15.
190
bağımsızlaşarak kendi örgütlerini kurmuştur. Davit McDowal, 1980’lerdeki ekonomik
yoksulluk, sosyal adaletsizlik ve fiziki yer değiştirmenin ulusal hareketlerin
filizlenmesinde önemli rol oynadığını belirtmektedir.702
d) Güçler dengesini hesaba katar, fakat bunu esas kabul etmez, yalnızca gerçek güce,
halkın gücüne inanır.
702
David McDowal, Modern Kürt Tarihi, İstanbul: Doruk Yayımcılık, 2004, s.535.
703
Nihat Ali Özcan, a.g.e., s.55.
704
Vakkas Bilsin, " PKK/KCK’nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin
Hakkı", BİGESAM, s, 2.
705
İsmet G.İmset, PKK Ayrılıkçı Şiddetin 20 Yılı (1975-1995), 8.b., Ankara: Turkish Daily News
Yayınları, 1993, s.56.
706
Nihat Ali Özcan, a.g.e., s.56.
191
e) İlkelerde değişmezliğin, politikada esnekliğin dengeli bir bileşimidir, müthiş bir
manevra becerisine sahiptir.
ı) Analizcidir.
l)Araştırmacı ve kâşiftir.
707
Ali Kemal Özcan, Türkiye’nin Kürtleri, İstanbul: Profil Yayıncılık, 2014, s.264.
708
Ali Kemal Özcan, a.g.e., s.163.
709
Mehmet Özcan, Terörün Matruşkası KCK, İstanbul: Hayat Yayıncılık, 2012, s.49.
710
Ali Kemal Özcan, a.g.e., s.358.
192
demokratik birlik anlayışının, vatanı parçalama ve küçültme değil, özgür vatanda birlik
içinde yaşama ve uzlaşma arayışı düşüncesinin hakim olduğunu ifade eden711 Öcalan,
idam cezasını savdıktan sonra eski söylemlerine geri dönmüştür. Nitekim, 2012-2015
yılları arasında yürütülen, Çözüm Sürecinde PKK’nın çıkış noktasındaki hedefine
dönerek iki devletli bir konfederasyondan bahsetmeye başlamıştır.1999 yılında
yakalanarak Türkiye’ye getirilmesinden sonra örgüte yaptığı geri çekilme çağrısı da,
kamuoyunu yatıştırma ve idamdan kurtulma maksadına matuftur.
711
Abdullah Öcalan, Kürt Sorununda Çözüm ve Çöümsüzlük İkilemi, İstanbul: Mem Yayınları, 1999,
s.63
712
Bilsin, a.g.m., s.3.
713
Mehmet Özcan, a.g.e., s.49.
714
Ali Nihat Özcan, a.g.e., s.169.
193
Öcalan’ın yakalanmasını takip eden süreçte tek taraflı ateşkes ilan ederek
eylemlerine kısa bir süre ara veren örgüt, 2002 yılından itibaren TAK (Kürdistan
Özgürlük Şahinleri) adı altında şiddet eylemlerini devam ettirmiş, 2004’ten itibaren ise
tek taraflı ateşkesi sona erdirdiğini açıklayarak terör eylemlerine yeniden başlamıştır.
İmralı cezaevinde tutuklu bulunan Öcalan, bu dönemde (örgüte destek veren devletlerin
yönlendirmesiyle) bağımsız bir devlet projesi olan KCK sistemini tasarlamış ve açtığı
farklı davalar sayesinde görüştüğü avukatları aracılığıyla örgütün KCK yapılanmasına
geçişini yönetmiştir.715
İsmi “sözleşme” olsa da, metin KCK devletinin ilkel bir anayasası
hüviyetindedir. Radikal demokrasi, cinsiyet özgürlüğü, ekolojik yaşam ve sınırları
kaldıran konfederal düzen gibi post-modern kavramlarla zenginleştirilen sözleşme,
üsluptaki özgürlük ağırlıklı tonun aksine Kürtlerin hayatını bütünüyle tahakküm altına
almaya yönelik totaliter bir yönetim modeli öngörmektedir. Mesela, sözleşme köy ve
sokak komünlerine kadar tabanın temsilinden ve radikal demokrasinden bahsederken
önderlik makamı adı altında Öcalan’a sorgulanamaz ve eleştirilemez bir konum
atfetmektedir.
715
Bilsin, a.g.m., s.2.
716
Öcalan, Bir Halkı..., s.210.
717
Mehmet Özcan, a.g.e., s.49.
194
unsurların ise PKK’nın ideolojik ve ahlaki ölçülerini esas almakla yükümlü olduğunu
vurgulamaktadır. 718 Bu durum 36. maddede şu şekilde ifade edilmiştir:
“PKK klasik parti olmayan, iktidarları hedeflemeyen, ideolojik, ahlaki ve örgütsel bir
oluşumdur. Felsefe, bilim ve sanat alanında ideolojik ve özgür ahlaki bir örgütlenmedir.
KCK sisteminin ideolojik gücüdür. Önderlik felsefe ve ideolojisininhayata
geçirilmesinden sorumludur. Bu çerçevede demokratik konfederalizm organlarının
demokratik kurumlaşmasında yer alırlar. KCK sistemi içerisindeki her PKKkadrosu
ideolojik, ahlaki, felsefi, örgütsel ve yaşamsal ölçüler açısından PKK yapılanmasına
bağlıdır. Aynı zamanda her kadro yer aldığı çalışmanın çalışma ilkeleriyle de faaliyet
yürütür. Ayrıca KCK sistemi içerisinde her çalışan PKK’nın ideolojik ve ahlaki
719
ölçülerini esas alır.”
Görüldüğü gibi KCK Sisteminin model insan tipi PKK militanlarıdır. Birleşik
bağımsız Kürdistan’ın vatandaşlarına militan ahlakı ve ideolojisi önerilmekte, çoğulcu,
farklılıkları içerici bir yaklaşım ret edilmektedir. Nitekim daha Apo’cular adı altında
faaliyet gösterirken bile ilk eylemlerini aynı hedefe yürüyen diğer ayrılıkçı gruplara
karşı gerçekleştirmiş, tüm askeri rakiplerini ortadan kaldırmayana kadar Türk devletine
720
karşı saldırıya geçmemiştir. Mehmet Özcan’a göre; KCK Sistemi; Abdullah
Öcalan’ın yakalanması neticesinde, emir ve direktifleri ile oluşturulan, kırsal terörü
kentsel teröre dönüştürmek, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde “özerklikten bağımsızlığa “
geçişi hedefleyen ve PKK’yı dağdan şehre indirme planıdır. Nihai amaç; Türkiye dâhil
dört ülkede önce bir kısım kültürel ve kimlik hakları ile “demokratik özerklik”
kazanmak, daha sonra ise “Demokratik Konfederalizm” ilan ederek dört parçalı
Konfederal Kürdistan’ı kurmaktır.721
718
Bilsin, a.g.m., s.3.
719
Mehmet Özcan, a.g.e., s.289.
720
Fuller ve Barkey, a.g.e., s.75.
721
Mehmet Özcan, a.g.e., s.63.
195
Katliamların nedeni ve kölelik olarak nitelediği ulus-devletten
vazgeçilmesini,
Kürt-Türk ilişkilerine anayasal bir statü kazandırılmasını,
Koruculuğun kaldırılmasını,
Bir hakikat veya yüzleşme komisyonunun kurulmasını,
Bugün PKK'nın dile getirdiği şikayet ve talep listesi aslında Kürt siyasal
hareketinin ortaya çıkışından beri dile getirdiği taleplerdir. 1961'de Sait Kırmızıtoprak
tarafından kurulan illegal Kürdistan Demokrat Partisi (KDP)'nin talepleri de benzer
istikamettedir. KDP programında:
722
Abdullah Öcalan, Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa (İmralı Notları), Mezopotamien
Verlag und Vertriebs Gmb H.Neuss/Deutschland, 2015, s.14-25.
723
Öcalan, Demokratik..., s.17.
724
Abdulhadi Toplu, SHP Raporu Üzerine Kürt Sorununa Dair Tenkitlerim, Muş: y.y., 1991, s.38.
725
Toplu, a.g.e., s.39.
196
3.6.4. Kürt Meselesinin Nedenleri
Bu konuda ileri sürülen görüşleri dört ana başlıkta toplamak mümkündür. Bunlar
demokrasi eksikliği, ekonomik yetersizlikler, uluslaşma ve ulus-devlet karşıtlığının
oluşturduğu tepkiler ve milliyetçiliktir.
Lincoln, demokrasiyi halk tarafından ve halk için bir yönetim modeli olarak
tanımlar. Gerçek bir demokrasiden söz edebilmek için siyasal çoğulculuk, özgür seçim
ortamı, siyasal ve ekonomik bakımdan açık ve denetlenebilir bir sistemin bulunması
şarttır.726 Modern siyaset teorisi demokrasi kavramını hiçbir zaman devletin karar ve
işleyiş tarzı üzerinde popüler bir denetim mekanizması olarak sınırlandırmamıştır.
Aksine demokratik devlet olmanın önkoşulu olarak demokratik bir toplumun varlığı
veya yokluğu kıstası ile hareket etmiştir.727
Türkiye’de ilk çok partili seçim 1946’da, ilk şeffaf ve denetlenebilir seçim
1950’de yapılmıştır. Tek partili sistemden çok partili demokratik bir sisteme geçilmesi
dünyada yaşanan radikal dönüşümle de yakından ilgilidir. 2. Dünya Savaşına yol açan
Almanya ve İtalya’daki faşist rejimlerin yıkılması, totaliterizme duyulan tepki,
demokratik yönetimlere geçişi kolaylaştırmıştır. Ancak bu siyasal dönüşüm demokratik
bir toplumun oluşturulmasına yetmediği için siyasal sistemi de etkilemiş, bu dönüşümü
anti demokratik araçlarla gerçekleştirme yoluna itmiştir.
726
Alaın Touraıne, Demokrasi Nedir?, (çev.), Oktay Kunal, 6.b., İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2015,
s.17.
727
E.Fuat Keyman, Türkiye ve Radikal Demokrasi, İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım, 2000, s.121.
728
Kemal Kirişçi ve Gareth M.Winrow, Kürt Sorunu, Kökeni ve Gelişimi, 5.b., İstanbul: Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, 2009, s.78
197
Demokrasi sabit, durağan ve tamamlanmış bir sistem değildir, sosyal
değişmelere bağlı olarak kendini güncellemekte, yeni anlam zenginlikleri
kazanmaktadır. Temel hak ve hürriyetlere saygı, şeffaflık, hukukun üstünlüğü, kuvvetler
ayrılığı, azınlıkların korunması, din ve vicdan hürriyeti gibi kavramlar toplumsal
değişmelere bağlı olarak demokrasi teorisinin bir parçası haline gelmiştir.
729
Beşikçi, a.g.e., s. 37.
730
Öcalan, Demokratik Kurtuluş..., s.17.
731
Hakan Yavuz, Erbakan’dan Erdoğan’a Laiklik, Demokrasi, Kürt Sorunu ve İslam, (çev.), Leman
Adalı, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2011, s.227.
732
Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, (çev.), İskender Savaşır, 4.b., İstanbul: Metis Yayınları, 2007,
s.163.
733
Hobsbawm, a.g.e., s.122.
198
dikkat çekmek için haklı olarak; "Eğer birbirlerinin dediğini anlayamıyorlarsa nasıl
ortak bir kimliği, mirası veya topluluk hissiyatını paylaşabilirler, "734 diye sorar. Bütün
bu taleplerin yerine getirilebilmesi için Coşkun, Anayasanın vatandaşlık tanımının
Türkiye vatandaşı veya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak değiştirilmesini, resmi
dilin yanına bölgesel dillerin de resmi dil olarak ilave edilmesini, devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez ifadesinin, bu ibare milleti yekpare ve homojen bir bütün olarak
gördüğü ve devleti özerklik ve federalizm gibi seçeneklere kapattığı için kaldırılmasını
önermiştir.735
Kürt sorunun sebepleri arasında gösterilen ikinci bir neden de bölgesel geri
kalmışlıktır. Bir taraftan cumhuriyet hükümetlerinin bölgeyi bilinçli olarak geri
bıraktığı, yeterli yatırımın yapılmadığı iddia edilirken öteki taraftan yapılan yatırımlar
ya baltalanmış, yahut imha planının bir parçası olarak görülmüştür. 736 Cumhuriyetin ilk
yıllarında bu bölgeye yapılacak yatırımlara güvenlik nedeniyle Feyzi Çakmak gibi
isimler karşı çıkmasına rağmen bu hiç bir zaman bir devlet politikası haline
gelmemiştir. Günümüzde, ekonomik çarpıklıklar söz konusu edilirken okulların
yakılması, devletin yaptığı alt yapı tesislerinin yok edilmesi, yatırımların engellenmesi,
iş araçlarının kundaklanması bu şikayetlerin bir gerçekliği yansıtmaktan ziyade, bir
mağduriyet duygusu yaratma maksadına matuf olduğunu göstermektedir. Zira, 1983-
1992 döneminde kişi başı yatırım endeksi tüm ülkede 100 kabul edildiğinde, Karadeniz
Bölgesi'nde 36, en fazla gelişmiş olan Marmara Bölgesi'nde 71, Güneydoğu'da
256'dır.737 1986-1990 arası konsolide bütçe harcamalarının bütçe gelirlerine göre oranı
ise şu şekilde gerçekleşmiştir: Doğu ve Güneydoğu 3.0, Ege 0.7, Karadeniz 1.2, İç
Anadolu 0.7, Marmara 0.3, Akdeniz 0.7'dir. Kişi başına düşen yatırım miktarı ise Doğu
ve Güneydoğu için 303.0, Ege 145.0, Karadeniz 36.0, İç Anadolu 131.0, Marmara 71.0,
Akdeniz 60.0'tır. 738 Görüldüğü gibi devlet harcamalarının önemli bir kısmı Doğu ve
Güneydoğu bölgelerine yöneltilmiştir. 1986-1990 yılları arasında ulusal bütçeden bu iki
bölgeye ayrılan pay, bu bölgelerde toplanan devlet gelirlerinden fazladır. Dönemin
bütçesi, kamu gelirlerinden, 1.37'lik ülke ortalamasından oldukça yüksek bir oran olan,
734
Billig, a.g.e., s.24.
735
Vahap Coşkun, Kürt Meselesinin Anayasal Boyutu, Ankara: Orion Kitabevi, 2013, s.60-90.
736
Öcalan, Demokratik Kurtuluş..., s.13.
737
Metin Heper, Devlet ve Kürtler, İstanbul: Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık, 2008, s.19.
738
Kirişçi ve Winrow, a.g.e., s.144.
199
739
yaklaşık 6 kat fazlasını ayırmıştır. Buna karşılık, bölgeye yapılan yatırımlar
konusunda Öcalan'ın tavrı açıktır: "Baraj ve sulama kanalları ile Kürt düşmanlığı
yapılıyor!" 740 Öcalan'ın bu yaklaşımı terör eylemlerinin yatırımlara yönelmesine ve
büyük oranda aksamasına neden olmuştur. 1970'li yıllardan itibaren geri kalmışlığın
nedeni devletin bölgeyi ihmal etmesi değil, terör örgütünün engelleyici faliyetleridir.
Uluslaşma ve ulus-devlet Kürt sorununa hayat veren bir başka neden olarak
gösterilmektedir. Etnik milliyetçiliğin neredeyse bütün ton ve çeşitlerinin hem fikir
olduğu konu budur. Öcalan'ın katliamların temel nedeni ulus devlettir, ulus devlet
özgürlük değil köleliktir, 741 Beşikçi'nin, ulus devletin aşılması gerektiğine dair ifadeleri
bu gerçeğin ifadesidir.742 Yegen de, Kürt meselesini kısaca, Kürt yurttaşların ulus fikrine
itirazları olarak tarif eder.743 Ulus-devlet karşıtlığının nedeni, ulus-devletin özgürlük ve
744
bağımsızlık yolunda bir engel olarak görülmesi, o aşılmadıkça bir Kürt devleti
kurmanın imkansızlığıdır. Bu karşıtlığın bir başka nedeni de ulus-devletin
asimilasyoncu bir devlet biçimi olarak değerlendirilmesi ve Kürt varlığını tehdit ettiğine
dair olan inançtır. Oysa ulus, etnik bir kategori değil, bir devletin gerçek ya da sanal
745
sınırlarına bağlı bulunan sosyo-politik bir kategori, ulus-devlet de bu kategorinin
devlet olarak örgütlenmiş biçimidir. Ulus-devlete gösterilen bu itirazlara rağmen Kürt
milliyetçiliğinin politik eyleminin nihai hedefi de bir Kürt ulus-devletinin
kurulmasıdır.746
Kürt sorununun nedenleri arasında gösterilen milliyetçiliği ise iki başlık altında
incelemek gerekmektedir. Birincisi, Türk milliyetçiliğine yüklenen negatif anlam,
ikincisi de Kürt Milliyetçiliğidir. Birinci başlık, Kürt sorununun Türk milliyetçiliği ve
devletin milliyetçi uygulamalarından neşet ettiği görüşünden hareket etmektedir. Daha
çok etnik Kürt siyasal hareketi ile İslamcı çevreler tarafından dillendirilen bu görüşe
göre, Kürt sorunu Kemalist ideoloji tarafından zorla dayatılan tipte bir Türk
739
Kirişçi ve Winrow, a.g.e., s.143.
740
Öcalan, Demokratik Kurtuluş..., s.13.
741
Öcalan, a.g.e. s.13.
742
İsmail Beşikçi, Devlet ve Kürtler, İstanbul: İBV Yayınları, 2013, s.203.
743
Mesut Yegen, Son Kürt İsyanı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2011, s.60.
744
Joost Jongerden, "PKK, Radikal Demokrasi ve Ulus-Devletin Ötesinde Kendi Kaderini Tayin Hakkı,
"İsyandan İnşaya, (ed.), Joost Jogerden, A.Hamdi Akkaya ve Bahar Şimşek, Ankara: Dipnot
Yayınları, 2015, s.155.
745
Ozan Erözden, Ulus -Devlet, 3.b., İstanbul: On İki Levha Yayıncılık, 2013, s.19.
746
Jongerden, a.g.m., s.156.
200
milliyetçiliğine tepkidir. Bir başka ifadeyle, Türk kimliğinin Kürtlere zorla
benimsetilmeye çalışılması Kürt sorunun doğmasına neden olmuştur.747 Nuri Dersimi,
Hatıratında, İttihat Terakki Cemiyeti döneminde Türk milliyetçiliğinin öne
çıkarılmasının Kürtler arasında tepki ile karşılandığını ve bir Kürt milliyetçiliğinin
doğuşuna zemin hazırladığını anlatır. O sıralar okul tahtalarına ne mutlu Türküm diyene
tabirinin yazılmasını da örnek verir. 748 Halbuki, bu tabir 29 Ekim 1933'de 10. yıl
nutkunda Atatürk tarafından söylenmiş, Türk olmayı değil, diyebilmeyi önermiştir. Kürt
milliyetçiliğinin ortaya çıkışı ise daha önce KTC ile ilgili verilen bilgilerden de
anlaşılacağı üzere bu tarihten çok önceye rastlamaktadır. Fuller ve Barkey de bu görüşü
paylaşanlar arasındadır: Onlara göre Kürtler arasındaki etnik siyaset, çağdaş Türk
devletinin resmi Türk milliyetçiliğine tepkisi olarak ortaya çıkmıştır.749
747
Yavuz, a.g.e., s.209.
748
Dersimi, Hatıratım, s.39.
749
Fuller ve Barkey, a.g.e., s.256.
750
Mustafa Çalık, "Etnik Meselenin Barışçı Çözümü İçin Cumhuriyetçi Birlik ve Demokratik
Dokunulmazlık" Türkiye Günlüğü Dergisi, Ankara: Cedit Neşriyat, S.33, Y.1998, s.15.
751
Heper, a.g.e., s.23.
752
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1976, s.18.
201
Nitekim, içlerinde Toktamış Ateş, Murat Belge ve Baskın Oran gibi eleştirel yazarların
bulunduğu bir çok gözlemci Türk/Türkmen etnisitesinin bir ayrıcalığı olmadığı
konusunda hemfikirdir. 753 Esasen uluslaşma siyasetinin Kürtler arasında tümüyle
başarısız olmamasının arkasında da, Kürtlerin kolektif hatıralarında Türklerle ilgili kötü
anıların çok az olması ve Cumhuriyetin etnik ayrımcılık yapmadan siyasi ve ekonomik
hayata katılımı sağlayan politikaları vardır. 754 Türk milliyetçiliği Osmanlı Devleti
sınırları içinde en son doğan ve etkinleşen bir milliyetçilik olduğundan755 kendisinden
önce doğmuş olan Kürt milliyetçiliğinin doğuşuna sebep olması mümkün değildir. Bu
görüşle ilgili bir başka eleştiri de Kürt milliyetçiliğinin tarihi 19. asrın başlarına kadar
götürdüğü halde ondan yüz yıl kadar sonra kurulan cumhuriyet dönemi uygulamalarını
Kürt sorunun nedeni saymasıdır. Türk milliyetçiliğine duyulan öfkenin asıl sebebi, bu
milliyetçiliğin ayrılıkçı Kürt hareketinin gelişmesinde bir büyük engel olarak
görülmesinden kaynaklanmaktadır.756
Milliyetçilik ile ilgili ikinci boyut ise sorunu var edenin Kürt milliyetçiliği
olduğuna dair görüşlerdir. Gelner'e göre her milliyetçiliğin hedefi devlet kurmak ve onu
yaşatmaktır. Bu amaçla milliyetçilik etnik veya dini cemaatten ulus formasyonuna ve
daha sonra da devlet talebine doğru bir seyir izler. 757 Smith de, devlet kuramamış
toplumların milliyetçiliklerinin ayrılıkçı olduğunu ve temel amaçlarının daha büyük bir
siyasi birimden ayrılıp, onun yerine yeni bir siyasi etno-millet ve devlet oluşturmak
olduğunu ifade eder." 758 Anti demokratik uygulamaları, ekonomik çarpıklıkları ve
çeşitli sosyal, siyasal sorunları işleyerek bunu milli bir talebe dönüştüren milliyetçiliktir.
Milliyetçilik, kendi devletini kurmak, federasyon oluşturmak veya bağımsızlık
kazanmak üzere anlayışının merkezine sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel
memnuniyetsizlikleri yerleştirir.759 Bu amaçla, Kürt milliyetçiliğinin son birkaç on yıllık
dönemdeki kilit görevlerinden biri Türkiye Kürtleri arasında ulusal bilinç duygusu
753
Şener Aktürk, Türkiye'nin Kimlikleri, İstanbul: Etkileşim Yayınları, 2013, s.279.
754
Vahap Coşkun, Kürt Meselesinin Anayasal Boyutu, Ankara: Orion Kitabevi, 2013, s.46.
755
Ümit Özdağ, PKK İle Pazarlık, Öcalan İle Anayasa Yapmak, 6.b., Ankara: Kripto Basım
Yayım, 2014, s.18.
756
Mustafa Kahya, Ulusal Sorun Sömürgecilik ve Kürt Sorunu, Ankara: Erginbay Yayıncılık, 2008,
s.78.
757
Gelner, a.g.e., s.71.
758
Smith, Milliyetçilik..., s. 121.
759
Halit Kakınç, Sultan Galiyev ve Milli Komünizm, 3.b., İstanbul: Bulut Yayın Dağıtım, 2003, s.90.
202
yaratmak olmuştur. 760 Bunun için de kimi mevzi, kimi genel olan bazı uygulamaları
etnikleştirerek ciddi bir taraftar kitlesi oluşturmuştur.
760
Fuller ve Barkey, a.g.e., s.99.
761
Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, 2.b., İstanbul: Kaynak Yayınları,
2009, s.103.
762
Kemal Koçarslan, Tarihi Süreç İçerisinde Koçgiri-Türkmen Aşiretleri, İstanbul: Can Yayınları,
2012, s.13.
203
bölgede bulunan tüm aşiretlerin toptancı ve taraflı bir tutumla Kürt kökenli olarak
gösterildiklerini Osmanlı arşiv belgelerine dayanarak ortaya koyar. 763 Kürt olduğu
sanılan aşiretlerin üzeri eşildikçe Türk çıkması Kürtlerle Türklerin aynı soy kütüğü
içinde değerlendirmelerinin nedenlerinden biridir. Bu iç içe geçişten dolayı Fuller ve
Barkey, Türkiye'de kimin Türk veya Kürt ya da başka bir azınlığın mensubu olduğu
genellikle cevaplanması zor bir soru olduğunu belirtir. 764 16. yüzyılda tutulan tahrir
defterlerinde Güneydoğu'daki mahalle isimlerine bakıldığında bunların bir çoğunun
Türkçe olduğu görülmektedir. Harputta, Mescid, i Kara Sulı, Saray Hatun, Ortak,
Zehiriye, Alaca, Meydan, Arslaniye, Gürci Beg, Nursuz, Bitlis'te Hoşder, Mardini, Haci
Yar Ahmed, Kuru Boğaz, Öncü, Döşik, Cani Beg, Taş, Mardin, Demurci, Yahşi Beg,
Hoca Can, Emir Dolu, Erzincan'da Eski Şehir, Gök Budak, Halillullah Çelebi, Tur Begi,
Çadırcı, Böcekoğlu, Çukur, Melik Hatun, Güzel Mizancı, Tamgacı, Hoca Ozan,
Erzurum'da Hoca İskender, Kırklar, Boyahane, Çifte Hamam, Halac Ahmed, Anbar,
Kara Kilise, Ağaç Minare, Bedendeli, Ali Ağa, Hasan Basri, Köse Şeyh, Darağacı, Deli
Saltuk Gazi, Katip Nimet, Kars'ta, Cami-i Kebir, Cami-i Mahmut Paşa, Mescid-i
Karabeg, Mescid-i Cafer Yeniçeri gibi mahalle isimleri bunlardan bazılarıdır. 16.
yüzyılın ikinci yarısında Doğu Anadolu'nun altı büyük şehrinde 124 mahalle vardır ve
bunların kahir ekseriyetinin ismi Türkçedir. 765Dolayısıyla, bu anlamdaki bir Türklük
iddiası asimilasyon veya inkar olarak nitelendirilemez. Bir altınca sebep de, iki
toplumun ortak kök efsanelerine, kültür ve ananelere sahip olmasıdır. Şerefname'de
geçen Buğduz efsanesinin Oğuznamelerde geçtiği ve Kürtleri Oğuz Kağan'a bağladığı
daha önce ifade edilmişti. Kürtlerin tarih sahnesine çıkışını anlatan Demirci Kava
efsanesi Türklerin Ergenekon destanının Kürtleştirilmiş bir versiyonundan başka bir şey
değildir. Yedincisi, Türklerin yaşadığı her yerde Kürtlerin de bulunmasıdır. Orta
Asya'da, Balkanlarda, Macaristan ve Bulgaristan gibi yerlerde Kürt adıyla bir çok köy
ve yerleşim yeri bulunmaktadır. Mesela Macaristan'daki Kürtgyarmat kabilesinin
Göktürk hegemonyası çağından kaldığı kabul edilmektedir.766 Bu beraberlik, kader ve
tarih yoldaşlığı aynı isim altında zikredilmelerinin bir başka nedeni olarak gösterilebilir.
Ve son olarak Türk Kültürünün Müslüman olması ve bunun Kürtlere de şamil
763
Şahin Duman, Tarihte İzoli, İzollular ve İzoli Aşireti, İstanbul: Bilgeoğuz Yayınevi, 2018, s.40-84.
764
Fuller ve Barkey, a.g.e., s.100.
765
Bahattin Ögel vd., Türk Milli Bütünlüğü İçinde Doğu Anadolu, Ankara: Boğaziçi Yayınları, 1992,
s.55.
766
Mehmet Eröz, Doğu Anadolunun Türklüğü, İstanbul: İrfan yayınevi, 1982, s.22.
204
olmasıdır.767 Bu nedenlerle ve tamamen tarihi ve sosyolojik verilere dayanılarak yapılan
bir isimlendirme bugün asimilasyon ve Kürt varlığının inkarı olarak
ifadelendirilmektedir. Cumhuriyeti kuranların Kürtlüğe bakışları da aşağı yukarı bu
çerçevede olmuştur. Heper'in tespitiyle, devlet Kürt etnik kimliğini yok etmeye
çalışmamıştır. Kürtlerin ikincil kimliklerinin birincil kimliğe dönüşmesini önlemeye
768
çalışmıştır. Kaldı ki, Kürt kimliğinin gelişmesindeki en büyük engel devlet
politikaları değil, Kürtler arasındaki coğrafi, dilsel dini ve siyasi çizgiler üzerindeki
ayrılıklardır.769
767
Çalık, a.g.e., s.25.
768
Heper, a.g.e., s.24.
769
Fuller ve Barkey, a.g.e., s.99.
770
Sönmez, Anadille..., s.229.
205
bağını zedelemekten başka işe yaramamıştır.1980'lerin ortalarında Erbakan yasaklı
olduğu için o sıralar RP Genel Başkanı olan Ahmet Tekdal'ın Güneydoğu'da yaptığı
seçim konuşmaları yanında olan bir partili tarafından Kürtçeye çevrilerek verilmiş,
herhangi bir yasal soruşturma konusu olmamıştır.771
Baskı ve göç politikaları ile ilgili şikayetlerin çoğunun temel dayanağı Şeyh Sait,
Ağrı ve Dersim isyanlarından sonraki sürgünler, 90'lı yıllardaki köy boşaltmaları ve
darbe döneminde toplumu kasıp kavuran baskıcı uygulamalardır. 1925'te gerçekleşen
Şeyh Sait isyanına kadar bölgeye dönük herhangi bir iskan politikası uygulanmamıştır.
Şeyh Sait isyanının çapı, etkisi ve bölgede meydana getirdiği sarsıntı Cumhuriyet
yönetimini tedirgin etmiş, 1926'da isyanla alakası olsun olmasın bölgede nüfuzu
bulunan birçok kişi batıya sürgün edilmiştir. Ağrı ve Dersim isyanlarından sonra da
toplum öderlerinin bulundukları yerden başka bir bölgeye nakilleri bir tedbir olarak
düşünülmüş, binlerce insan batı illerine gönderilmiştir. Bu sürgünler hem bölgedeki
sosyal yapıyı altüst etmiş hem de büyük sıkıntı ve yakınmalara neden olmuştur. Suçlu-
suçsuz ayırımı yapılmaması, ailelerin parçalanması, gidilen yerlerde yaşanan maddi-
manevi sıkıntılar başlıca şikayet konusu olmuştur. Ancak bu sürgünleri Kürtlükle
ilişkilendirmek çok isabetli gözükmemektedir. Zira sürgünler sadece isyanlardan sonra
yapılmış ve Kürt kökenli olanlarla sınırlı tutulmamıştır. Mesela, Elazığ'da milisleri ile
beraber devletin yanında Şeyh Sait çetelerine karşı haftalarca savaşan ve köken olarak
Türk olan Çarsancak beyi Bedri Çarsancaklı ile milislerin masrafını üstlenen ve Elazığ
müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kurucusu İzoli aşireti reisi Hacı Kaya Duman da sürgüne
gönderilenler arasındadır. 772 Bu ve benzeri kişilerin gittikleri yerlerde büyük sıkıntılar
çektikleri ve bir çoğunun haksızlığa uğradığı doğrudur.
Son bir göç dalgası da 90'lı yıllarda binlerce köyün boşaltılması sakinlerinin
evsiz, yurtsuz bırakılması ve perişan bir vaziyette yaşam alanlarının dışına
773
çıkarılmalarıdır. ABD İçişleri Bakanlığı verilerine göre bu yıllarda 2297, Türkiye
Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Hakları Komisyonu’nun 1999 yılında yayınladığı
Zorunlu Göç Raporu’na göre ise terör ve güvenlik nedeniyle, 3428 yerleşim yeri, köy
boşaltılmış, toplamda 954.000-1.200.000 civarında vatandaş yerlerinden edilmiştir.
771
Şener Aktürk, Türkiye'nin Kimlikleri, Nesil Basın Yayın, İstanbul: 2013, s.251.
772
Ziya Çarsancaklı, Hatıralardan Bir Demet, İstanbul: y.y. 2001, s.17-32.
773
Fuller ve Barkey, a.g.e., s.138.
206
Zorunlu göçe maruz kalan insanlara yönelik yürütülen çalışmalarda, yerinden edilmenin
anksiyete bozukluğu ve benzeri travmatik sağlık sorunlarına yol açtığı tespit
edilmiştir.774 Güvenlik amaçlı da olsa bu tip yer değiştirmelerin sosyolojik açıdan ciddi
sorunlara neden olduğu bilinmektedir. Köylerinden çıkarılan on binlerce insan şehirlerin
varoşlarında kaybolmuş, mağduriyetleri zamanla muhalefete dönüşmüştür. Zorunlu
göçün terör bölgeleri ile sınırlı tutulması, daha sonra köye dönüşlerin teşvik edilerek
vatandaşın zararlarının tazmin edilmesi devletin bu tasarrufunun salt Kürtlükle
ilişkilendirilemeyeceğini göstermektedir. Gerekli ekonomik, sosyal tedbirler alınmadan
yapılan uygulama büyük insan hakları ihlallerine neden olmuş, bölgede etnik
milliyetçiliğin kitleleşmesinde büyük rol oynamıştır. Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliğinin (TOBB) 1995 tarihli Doğu Raporunda, bağımsızlık seçeneğini tercih
edenlerin yoğunluklu olarak çatışma nedeniyle göç etmeye zorlanan Kürtler arasında
çıktığını göstermiştir.775
774
Gökhan Tuncel ve Bekir Gündoğmuş", Güneydoğu'da Yaşanan Köy Boşaltma Hadiselerinin
Yansımaları ve Şırnak İli Örneğindeki Seçmen Tercihine Etkisi, "Elektronik Sosyal Bilimler
Dergisi, S.44, Kış 2013, s.240.
775
TOBB, Doğu Sorunu, Teşhisler ve Tespitler Özel Araştırma Raporu, İstanbul: TOBB Yayınları,
1995, s.78.
776
Fuller ve Barkey, a.g.e., s.129.
207
Lakin bu ihlallerin çoğu bölgesel değil, geneldir, terör ve şiddetin etkili olduğu
her alanda uygulanmıştır. 12 Eylül'de tutuklanan, gözaltına alınan hemen her gruptan
insan işkence görmüş, ağır hak ihlallerine maruz kalmıştır. Kürt milliyetçiliğinin
etnikleştirdiği biçimi ile işkence sadece Diyarbakır cezaevi ile sınırlı kalmamış, Mamak,
Metris, Zicirlidere, Bayrampaşa ve Dutlukır gibi cezaevlerinde de şu veya bu oranda
uygulanmıştır. Bu işkenceleri etnik Kürt siyaseti Kürtleri imha olarak nitelerken, sol ve
ülkücü gruplar kendilerine yönelik bir devlet politikası olarak algılamışlardır. Zira
düşünce ve eylemi şekillendiren ampirik gerçek değil, o ampirik gerçeğin nasıl
algılandığıdır.777 O dönemin tutuklu sayısı ve kimliklerine bakıldığında bu gerçek bütün
çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır. McDowal, Nisan 1983'te askerler sorumluluğu sivil
hükümete devrettiklerinde, o ana kadar resmi rakamlara göre 60 bin kişinin
tutuklandığını, bunların yüzde 54'ünün solcu, yüzde 14'ünün sağcı ve yalnızca yüzde
7'sinin Kürt ayrılıkçılar olduğunu ifade etmektedir. 778 O dönem asılan 50 kişi arasında
herhangi bir Kürt eylemci yoktur, asılanların 18'i sol örgütlerden, 9'u ülkücü, diğerleri
de adli mahkumlardan oluşmaktadır.
Devlet bu bölgelerde zaman zaman yaptığı hataları kabul etmiş 1937'de İnönü
mecliste yaptığı bir konuşmada Kürtlerden, 23.11.2011 tarihinde de Başbakan Erdoğan
yaptığı bir basın toplantısında Dersimlilerden özür dilemiştir.
777
Heper, a.g.e., s.26.
778
McDowal, a.g.e., s.551.
208
3.6.5.1. TKP ve Kürt Meselesi
Sorun, TKP'nin ilgi alanına Şeyh Sait Ayaklanmasından sonra girmiş, burjuvazi
ile feodalizm arasındaki çatışmanın bir ürünü olarak değerlendirilmiştir. TKP açısından
Kürt sorununun belirleyici yanı sınıfsal boyutu olmakla birlikte ulusal, kültürel,
bölgesel, ekonomik, sosyal bir dizi boyut içermekte olduğu da kabul edilmektedir. Bu
bakış tarzına bağlı olarak da Şeyh Sait İsyanına karşı rejimin desteklenmesinde karar
kılınmıştır. İstisnai olarak Şefik Hüsnü 23 Şubat 1926’da yazdığı bir makalede Kürtlere
kendi yönetimlerini belirleme hakkını tanımak gerektiğini ifade etmiştir. 779 1930’lara
kadar Güneydoğu Anadolu’da meydana gelen ayaklanmaları emperyalizmin kışkırtması
ve gericilik olarak değerlendiren TKP, bu tarihten sonra soruna bir milliyet meselesi
olarak bakmaya başlamıştır. 1930’ların hemen başında Hikmet Kıvılcımlı, Kürtlerin
ayrı bir millet olduğunu, Türk burjuvazisi tarafından sömürüldüğünü ileri sürmüştür.780
Ancak Dersim isyanında TKP önceki görüşlerini tekrarlayarak isyanı gerici ve feodal
bir kalkışma olarak değerlendirip, rejime destek pozisyonuna dönmüştür.781
TKP, Kürt sorununu uzun yıllar bölücülük ekseninde ele almamış, en büyük
bölücü güç olarak sermaye sahiplerini görmüştür. Ancak 1990'lı yıllardan itibaren etnik
Kürt hareketine bakışta ciddi bir değişim yaşanmaya başlamıştır. Bunun nedeni etnik
Kürt hareketinin giderek devrimci çizgiden uzaklaşıp AB ve ABD gibi emperyalist
odaklarla işbirliğine girmesi ve Sosyalist devrim fikrinden uzaklaşmasıdır. 782 TKP aynı
nedenle, ABD’nin Irak’a müdahalesi ile onun gölgesinde kurulan “Kürt özerk
devleti”ne de karşı çıkmaktadır. Devletleşme sürecinin emperyalizm ve Kürt aşiretleri
ekseninde sürdüğünü ileri süren parti, ulaşılabilecek en ileri noktanın, ABD’nin mutlak
denetiminde, İsrail’e kardeş bir Kürt emirliği olacağını ifade etmektedir. Ulusların kendi
kaderini tayin hakkını ancak sosyalist bir perspektifle savunan TKP, buna bağlı olarak
Türkiye Kürtlerinin kurulacak böyle bir devletin içinde yer almak istemelerini
ayrılıkçılık olarak nitelendirmektedir. Kürt hareketi ile dayanışma sol kimliğin bir
parçası gibi görülse de etnik Kürt siyasal hareketinin emperyalizmle ilişkisi yüzünden
TKP kendini bu yapıdan ayrıştırmak için Türkiyenin bölünmesine ve emperyalizme
779
Mesut Yegen, Müstakbel Türk’ten Sözde Vatandaşa, 2.b., İstanbul: İletişim Yayınları, 2006, s.150.
780
Yegen, Müstakbel..., s.155.
781
Yegen, Müstakbel..., s.157.
782
A.Zeynep Kılıç, "1980'den Sonra Türkiye'de Sosyalist Partilerin Siyaset Anlayışı, " (Ankara
ÜniversitesiSosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Anabilim Dalı
Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara: 2006, s.165.
209
karşı olduğunu ifade etmektedir.783 Nitekim, TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan 21.
yüzyılda sömürücü sınıflara yaslanan hiçbir bağımsızlık hareketinin insanlığa hizmet
etmeyeceğini, günümüzde devrimciliğin tek ilkesinin sömürücülere karşı mücadele
etmek olduğunu ifade etmektedir.784 Bu düşünceden hareketle Fikret Başkaya, 25 Eylül
2017 tarihinde yapılan Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin Bağımsızlık referandumuna
karşı çıkmış, ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunanların referandumu
emperyalist ilişkilerin bir parçası olarak değerlendiremediklerini; emperyalizm ve
oligarşik egemenlik döneminde herhangi bir ulusun asla kendi kaderini tayin
edemeyeceği gerçeğini göremediklerini öne sürmüştür.785
783
TKP 2004 Konferans Raporu, " Bölgesel Dinamikler ve TKP" bölümü, s.12.
784
Kemal Okuyan, Sol Haber, (çevrimiçi) http: //haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/soylesi-
referanduma-da-barzanistanin-bagimsizligina-turkiyenin-mudahalesine-de, (Erişim Tarihi:
18.04.2019)
785
Birgün Gazetesi, 28 Eylül 2017.
786
Haluk Gerger, Türkiye'nin Düzeni ve Kürt Sorunu, 3.b., İstanbul: Belge Uluslararası
Yayıncılık, 1995, s.174
787
Mahir Sayın, Ulusal Sorun Sömürgecilik ve Kürt Sorunu'na Önsöz, Ankara: Enginbay
Yayıncılık, 2008, s.23.
788
Radikal Gazetesi, 01.11.2013.
789
Yegen, Müstakbel..., s.178
210
(TİP) koymuştur. TİP'e gelinceye kadar Türkiye'deki bütün sosyalist hareketler
doğrudan veya dolaylı bir şekilde TKP'ye bağlı olarak hareket etmişlerdir. İlk defa TİP,
bu çizgiden ayrılarak TKP egemenliğinin dışında sosyalist bir hareket başlatmıştır.
Sorunu önceleri ekonomik bir sorun olarak ele alan TİP, programının Doğu Kalkınması
başlıklı bölümünde, Doğu ve Güneydoğu'da yaşanan mahrumiyet ve sıkıntılara dikkat
çekerek bu bölgede yaşayan yurttaşlarımızın hak ettikleri yurttaşlık nimetlerinden
yararlanamadıklarını, bölgeye okul, fabrika, kütühane, hastane ve tiyatro vb gibi
yatırımlar yapılarak bölgenin mahrumiyet bölgesi olmaktan çıkarılacağını ifade etmiş,
Anayasa'nın 3. maddesine atıf yaparak her türlü bölücülük ve bölgeciliği reddettiğini
belirtmiştir. 790 Ancak zamanla içindeki Kürt kökenli üye ve yöneticilerin etkisiyle,
politika değiştirerek sorunu etnik ayrımcılık ve kültürel baskı ekseninde okumaya
başlamıştır. 1970 yılında yapılan 4. kurultayında;
"Türkiye'nin doğusunda Kürt halkının yaşadığı, Kürt halkı üzerinde baştan beri hakim
sınıflar ve faşist iktidarların zaman zaman kanlı zulüm hareketlerine varan baskı, terör
ve asimilasyon politikaları olduğu, bu nedenle Doğu Sorununun bir bölgesel kalkınma
sorunu olarak ele alınamayacağı, böyle bir değerlendirmenin hakim iktidarlarının
şöven-milliyetçi görüşlerine destek olacağı, Kürt halkına karşı uygulanan ırkçı-
milliyetçi şöven burjuva ideolojisini yerle bir etmenin Parti ideolojik mücadelesinin
temel davası olduğu belirtilmiştir."791
790
Sadun Aren, TİP Olayı 1961-1971, İstanbul: Cem Yayınevi, 1993, s.70.
791
Sadun, a.g.e., s.72.
792
Heper, a.g.e., s.233.
793
Tanıl Bora, Cereyanlar Türkiye'de siyasi İdeolojiler, 2.b., İstanbul: İletişim Yayınları, 2017, s.615.
211
3.6.5.3. SHP -CHP ve Kürt meselesi
Kürt sorununa çözüm bağlamında bir çok araştırma, saha çalışması yapılmış,
farklı düşünce grupları tarafından bir çok rapor yayınlanmıştır. İlk raporlardan biri
Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP)'nin Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına Bakışı ve
Çözüm Önerileri başlığını taşıyan 1990 tarihli rapordur. Dört bölümden oluşan raporda
önce bir durum tespiti yapılmış, sıkıyönetim ve olağanüstü hal yönetiminin bölgede
açtığı yaralar ve oluşturduğu güvensizlik duygusuna dikkat çekilmiş, alınan önlemlerin
terörle mücadelenin boyutlarını aştığı, teröre taraf olmayanların kitlesel soruşturmalarla
karşı karşıya kaldığı ifade edilerek, baskıcı uygulamaların halkı devletten kopardığı
belirtilmiştir. Çözüm olarak, bölgesel kalkınma ve yatırımların gerekliliği vurgulanmış
ama esas tedbirlerin siyasal alanda alınması istenmiştir. 2932 sayılı yasa ile getirilen
Türkçeden farklı dillerle düşünce açıklaması, yayın, afiş, döviz ve pankart taşınma
yasağının kaldırılması, gözaltı sürelerinin kısaltılması ve avukat bulundurma
mecburiyetinin getirilmesi, anayasanın demokrasiye uygun hale getirilmesi, Bölge
Valiliği uygulamasına son verilmesi, cezaevleri ve sorgulama koşullarının iyileştirilmesi
794
önerilmiştir. Bu öneriler, SHP-DYP koalisyon hükümeti döneminde hükümet
programına da alınmış, sorunun Paris Şartı çerçevesinde demokrasi ve kültürel
çoğulculuk ekseninde çözülmesi hedeflenmiştir.
794
Ercan Karakaş, Sosyal Demokratik Yaklaşımlar Kürt Sorunu, İstanbul: SODEV, 2009, s.181-222
795
Karakaş, a.g.e., s.129-177.
212
dilinin öğrenilmesi amacıyla özel eğitim kurumlarının açılması ile sorununun
çözülebileceğini ileri sürmüştür.796
Başlarda resmi ideoloji ile paralel bir yaklaşıma sahip olan Türk milliyetçileri,
Yegen'e göre bu dönemde Kürt meselesine imparatorluk mantığı ile idare edilen
heterojen bir toplumsallığı ulus-devlet mantığınca türdeş bir toplumsallığa
797
dönüştürmenin hassasiyetleri üzerinden bakmış, Kürtler, ayrı bir ırk veya millet
olarak değil, aynı soy kökünden gelen akraba bir topluluk olarak kabul edilmiştir. Bu
bakış bölgede de etkili olmuş, kimi aşiret reisleri kendilerini Türkün Kürdü olarak
tanımlamışlardır. 798 Bunda Türk milliyetçiliğinin ötekisinin hiç bir zaman Kürtler
olmamasının da etkisi büyüktür. Ziya Gökalp'in Kürtleri sevmeyen Türk, Türk değildir,
Türkleri sevmeyen Kürt, Kürt değildir, 799 şeklindeki sözleri bu gerçeğin ifadesidir.
1990'lı yıllardan itibaren soy birliği üzerinden soruna bakışın yerini, kültür
birliği üzerinden yaklaşım almıştır. Bir çok Türk milliyetçisine göre 800 Türk ve Kürt
kültürleri arasında iddia edildiği kadar bir fark yoktur. Farklı kültürlerden ziyade farklı
ideolojiler söz konusudur. Kültürleri mayalayan dindir. Her iki kültür mayasını aynı
dinden aldığından aynı ruhu taşımaktadır. Etnik Kürt siyasal hareketinin fark olarak
gösterebildiği tek şey dildir. Dil de kültür yapıcısı değil, kültür taşıyıcısıdır. Kültürel
farklılık iddiaları, bazı suni semboller etrafında farklı bir tarih ve kültür yaratma
796
Gerger, a.g.e., s.20-60.
797
Yegen, Müstakbel..., s.127.
798
M. Şahin Duman, İstiklal Harbinde Türk'ün Kürt'ü, Elazığ, y.y, 2013, s.274.
799
Bkz.Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri..., s.122, Çalık, Milli Kimlik, Milliyet ve Milliyetçilik, Ankara:
Cedit Neşriyat, 2008, s.25.
800
Mustafa Çalık, Milli..., s.26.
213
çabasından başka bir şey değildir.801 Türk milliyetçileri, Kürt ayrılıkçılığı dil üzerinden
yürüdüğünden dikkatlerini daha çok dile vermişlerdir. Kirzioğlu'na göre Kürtlerin ana
dilleri Türkçedir. Uzun asırlar Pers-Sasani hakimiyeti altında kalmaları sonucu dilleri
Farsça ile karışarak bugünkü şeklini almıştır. Dillerindeki Türkçe kelimelerin çokluğu
802
da eski dillerinin Türkçe olduğunun karinesidir. Kürtçe üzerinde çalışmakla
görevlendirilen Rusların Erzurum Konsolosluğu görevini yapmış olan Auguste Jaba
1860 yılında 8378 kelimeden oluşan bir Kürtçe lugat yazmıştır. Jaba'ya göre bu
kelimelerin 3080'i Türkçe, 2000'i Arapça, 2230'u Farsça, 370'i Pehlevi diyalekti, 220'si
Ermenice, 108'i Keldanice, 60'ı Çerkezce, 20'si Gürcüce'dir. Geriye kalan 300
kelimenin ise menşei tespit edilememiştir.803 Dil bilimcisi Ahmet Buran, bu tip çeşitli
dillerin karışması ile oluşmuş dilleri karma diller olarak nitelemektedir.804 İçinde farklı
dilleri barındıran bu tip diller herhangi bir etnik köken iddiasına dayanak
oluşturamazlar. Çünkü çoklu yapıları tek bir etnik kökene bağlanmayı imkansız
kılmaktadır. KONDA'nin 2006 yılında yaptığı araştırmaya göre Kürt-Zaza kökenli
olanların yüzde 8.82'si ana dilini Türkçe, Türk kökenlilerin yüzde 4.08'i ana dillerini
Kürtçe olarak belirtmiştir. 805 Bu da dil temelli etnik iddiaların yeterince sağlam
dayanaklara sahip olmadığını göstermektedir. Çalık'a göre:
"Etnik menşe ve ana dille sınırlı, farklı bir milli-kültürel kimlik iddiası ve buna
dayanarak devletin resmi dil ve üniter siyasi hukukunu bölüşme veya ayrılma talebi
kabul edilemezdir. Bu talep toplumsal bir iradenin serbest yansıması olarak değil,
silahlı propaganda stratejisini benimseyen bir örgüt ve onun dirijan (sevkedici,
yönverici) unsurları tarafından gündeme sokulmuştur. Nasıl ki millet etniye, milliyet de
etnisiteye indirgenemezse kültür de folklor veya mahalli renklere indirgenemez. Bir
kültürel kimlik karekteristik vasıflarının çoğunu, manevi-ahlaki değerlere ve bunları
üreten inanç temellerine borçludur. İyi-kötü, doğru-yanlış, sevap-günah ölçülerinin en
fazlası, her kültür için dini-manevi temelde üretilir. Türkiye'deki dini bütünleşme tahrip
edilmedikçe etnik farklılıklardan kalkarak bazı etnilerin o da kısmen bir ana dil
konuşmalarını yeterli sayıp farklı kültürel aidiyet alanları ve bunları ifade edecek
farklı kimlikler oluşturmak, zannedildiği kadar kolay değildir. Kültürel kimlik
iddialarına dayalı siyasi talepler demokrasi ve demokratik mücadele içinde
801
Dündar, a.g.e., s.342.
802
Kirzioğlu, a.g.e., s.73-98.
803
Çay, a.g.e., s.140-141.
804
Ahmet Buran, Türkiye'de Diller ve Etnik Gruplar, Ankara: Akçağ Yayınları, 2012, s.106.
805
Buran, a.g.e., s.127.
214
karşılanamaz, ancak savaş ve askeri mücadele ile gündeme gelebilir. Demokratik bir
yapıda, milli devletin üniter yapısı ve cumhuriyetin eşit yurttaşlığa dayalı siyasi hukuku
terkedilmedikçe, etnik, mezhebi veya başka bir kültürel kimlik siyaseti gütmek örtülü
veya açık bir savaş politikası, hatta savaşa çağrıdır."806
Türk milliyetçiliği, Kürtlerle Türkleri aynı kültürel kodlara sahip tek millet
olarak gördüğü için soruna Kürt sorunu olarak değil, daha çok bir terör ve bölücülük
sorunu olarak bakmaktadır. Çözüm önerileri de bu çerçevede şekillenmiştir. Diğer
siyasal aktörlerin Kürt sorunu altında isimlendirdikleri sorun Türk milliyetçilerinin
söyleminde bölücülük ve ayrılıkçılıktır. Bu başlık altındaki çözüm önerileri, başlık
farklı da olsa, diğer çevrelerin kimi önerileri ile örtüşmektedir. Mesela Özdağ da,
ağalık, şeyhlik düzeninin siyaseti ve ekonomiyi tekelleştirmesini, Doğu ve
Güneydoğu'da alt yapı ve üst yapı sorunlarının giderilmeyişini, yeterli kalkınmanın
gerçekleştirilememiş olmasını terör ve ayrılıkçılığın sebebi sayar. Çalık, etnik bir
grubun dilini yasaklamayı haksız ve abes bulurken, etnik dillerin resmi alana
806
Çalık, Milli Kimlik..., s.26-29.
807
Alparslan Türkeş, Milliyetçilik, İstanbul: Hamle Yayınevi, 1996, s.76.
808
Heper, a.g.e., s.196.
809
Ümit Özdağ, PKK Terörü Neden Bitmedi, Nasıl Biter, 6.b., Ankara: Kripto Basıım Yayım, 2010,
s.41.
215
taşınmasını da o kadar haksız ve yanlış bulur. 810 Türk milliyetçilerinin çözüm
önerilerini şu başlıklar altında toplamak mümkündür:
1.PKK ile masaya oturmak onu terör örgütü olmaktan çıkarıp, Kürtlerin
temsilcisi meşru bir siyasi aktör haline getirir.
2. Yapılan düzenlemeler etnik değil millet, bölgesel değil ulusal, kısmi değil
milli temelde yapılmalıdır.
810
Çalık, Milli Kimlik..., s.18.
811
Özdağ, PKK Terörü..., s.239-300.
216
3.Öcalan'ı terörün bitirilmesi ve silah bırakılması konusunda kadir-i mutlak
görmek yanılgıdır, Türkiye'deki terör bu dönemde hiç olmadığı kadar uluslararası
şartlara bağımlıdır.
4.Öcalanla görüşmek fiilen bu ülkede iki ayrı siyasi otoritenin varlığın kabul
etmektir.
5.Türkçeden başka bir dilin eğitim dili haline getirilmesi, ülkenin parçalanması
ile eş anlamlıdır. Çünkü dil parçalanması devletin parçalanmasıdır. Millet
çoğunluğunun dili neyse devletin dili de odur.
6.Soruna Kürt sorunu demek yanlıştır, çünkü böyle bir kabul ister istemez milli
devletin tasfiyesini zorunlu kılar.
217
öğrenmek mümkün hale gelmiştir. Doğu ve Güneydoğu bölgesini kalkındırmak
amacıyla büyük çaplı birçok yatırım yapılmıştır. Keban, Karakaya, Atatürk barajları
Türkiye'nin en büyük barajları, GAP ise hala en büyük yatırımıdır. İnsan hakları
ihlallerine son verilmiş, işkence, toplu gözaltı, Avukatsız sorgu dönemleri kapanmıştır.
Mahkemelerde her dilden savunma serbesttir. Büyük Şehir Yasası ile belediyelerin
kapsama alanları il sınırlarını içine alacak şekilde genişletilmiş, yetkileri artırılarak
kısmi bir özerklik sağlanmıştır. Bütün bu düzenlemelere rağmen yakınmalar durmamış,
terör azalmamış, etnik Kürt siyasal hareketinin talep listesinde herhangi bir değişiklik
olmamıştır. Bu da esas amacın daha yaşanabilir ve demokratik bir Türkiye olmadığını,
şikayetlerin çoğunun taban kazanma ve bu taban üzerinden bağımsız bir devlet kurma
maksadına matuf olduğunu göstermektedir.
38.madde
1.Türk Hükümeti, Türkiye'de oturanlara hiç bir ayrım yapmayacak, onların hayat
ve özgürlüklerini koruyacaktır.
39. madde
218
3.Her yurttaş din ayrımı gözetilmeden medeni ve siyasi haklardan
yararlanma, çeşitli mesleklerde, iş kollarında çalışma ve özellikle de devlet
memuru olma hakkına sahiptir.
4.Her Yurttaş özel işlerinde veya ticaret, din, basın, yayın konularında ve açık
toplantılarda ( yani resmi daireler hariç her yerde) istediği bir dili kullanabilir.
Oran'ın Lozan'ı yorumlama şekline karşı çıkan Turgut Tarhanlı, 1969 tarihli BM
bünyesinde hazırlanan Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesine göre bir antlaşmanın
ancak kendi bağlamı içinde yorumlanabileceğini, Lozan Antlaşması'nda azınlıkların
korunması başlığı altındaki kontekste, sadece gayrimüslimlerin kasdedildiğini,
dolayısıyla herkes tabiri kullanılsa bile bundan yalnızca gayrimüslimlerin anlaşılması
gerektiğini ifade etmektedir.816
814
Baskın Oran, Etnik ve Dinsel Azınlıklar, Tarih, Teori, Hukuk, Türkiye, İstanbul: Literatür
Yayınları, 2018, s.231.
815
Baskın Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, 5.b., Ankara: İmaj Yayınevi, 2009, s.181.
816
Turgut Tarhanlı, "Türkiye'nin Ulusal Kimlik Meselesi, " Hukuki Perspektifler Dergisi, S.3, Nisan
2005, s.143.
219
Bu hakların tamamı verilmesine rağmen sorunun derinleşerek devam etmesi
Oran'ın azınlık perspektifinin çözüme yetmediğini, etnik Kürt siyasetinin daha fazlasını
istediğini göstermektedir. Türkiye, AGİK/AGİT sözleşmelerine "ulusal azınlıklar"
teriminin sadece ulusal antlaşmalarla kabul edilenlere -yani Lozan Antlaşması ve bu
antlaşmanın gönderme yaptığı dinsel azınlıklara-işaret etmesi gerektiğinde ısrar eden bir
çekince koyarak, " 817 gayrimüslimler dışında azınlık kabul etmemiştir. Etnik Kürt
siyasal hareketi de azınlık haklarını kabul etmekte ancak Kürtlerin azınlık olduğunu
kabul etmemektedir. Beşikçi, Kürtler azınlık değildir derken, 818 Öcalan, 1990 da AGİK
zirvesinde kabul edilen Paris Şartı'na atıf yaparak ulusal azınlıkların etnik, kültürel ve
dinsel ve dilsel kimliklerinin bu çerçevede korunması gerektiğini ifade etmektedir.819
-Sayıca az olmak,
-Toplumun diğer kesiminden kesin olarak ayırt edilebilecek etnik köken, dil, din,
kültür gibi farklı özelliklere sahip olmak.
817
Kirişçi ve Winrow, a.g.e., s.56.
818
Beşikçi, Devletlerarası..., s.24.
819
Öcalan, Demokratik..., s.52.
220
sayılamayacaklarını belirtmektedir. Toplum içinde hakim/ yönetici konumda olmama
kriterinin yönetimin bir gruba tahsis edilmesi halinde mümkün olacağını oysa
Türkiye'de etnik kökenine bakılmadan herkesin yönetici konumuna gelebildiğini,
Kürtleri toplumun diğer kesiminden ayıran kesin, görünür özelliklerin bulunmadığını,
etnik kriterin uluslararası belgelerde ırk teriminden daha kapsayıcı bir anlamda kültüre
vurgu yapılarak kullanıldığını, 2005 yılında yapılan bir araştırmada Türkçe
konuşanların oranının yüzde 93, kendini farklı bir kimlikle tanımlayanların oranının
yüzde 5.39 olduğunu, ayrıca kendini azınlık saymayanların azınlık olarak mütalaa
edilemeyeceklerini820 ifade etmiştir. Üstelik sayıca az olmak ve ülke vatandaşı olmak
şekli kriterlerken, diğerleri azınlık olmanın asli kriterleridir. Oran da azınlık değiliz,
diyenlerin azınlık sayılmayacağını, Kürtlerin azınlık olmayı reddederken, azınlık hakları
821
istediklerini belirtmektedir. Diğer taraftan Kürtler, Türklerle aynı dine sahip
olduklarından dini azınlık, etniklik artık kültürel bir kategori olarak ele alındığından
Türklerle Kürtler arasında derin kültürel farklar bulunmadığı için de etnik azınlık
sayılmazlar.
820
Dündar, a.g.e., s.328-340.
821
Oran, Türkiye'de ..., s.179.
221
geleneksel olarak konuşulan dilleri koruma altına almıştır. 822 Şart'la ilgili yayınlanan
açıklayıcı raporda, dilsel azınlıklar kavramının kullanılmadığı, sadece bölgesel ve
azınlık dilleri kavramının kullanılarak bu dillerin korunmasının ve gelişmesinin
hedeflendiği vurgulanmıştır. Kurubaş'a göre bu, etnik, ulusçu taleplerin yalnız kültürel
boyutta kalması, siyasallaşmaması yönünde alınmış bir tedbirdir. 823 AK bünyesinde
çıkarılan ikinci belge Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmedir.
Sözleşme, ulusal azınlıkların korunmasına münhasır ilk çok taraflı ve bağlayıcı
uluslararası belge niteliğindedir. Bununla birlikte adından da anlaşılacağı üzere çerçeve
niteliğinde olduğundan doğrudan uygulanma kabiliyeti yoktur. Uygulanabilmesi için iç
hukukta düzenleme yapılması gerekmektedir. Çerçeve sözleşme tekniğinin
benimsenmesi, sözleşmeye taraf devletlere geniş bir takdir yetkisi verme ve özel
koşullarının göz önüne alınması içindir." 824 Sözleşme ile ulusal azınlıklara toplanma,
din, ifade, vicdan özgürlüğü ve örgütlenme, kendi dilini özel ve kamusal alanda
kullanma hakkı getirilmiştir. Azınlıklarla ilgili tüm sözleşmelerin ortak noktası özne
olarak kişiyi alması, azınlıklara ayrılma hakkı tanımaması ve sözleşme hükümlerinin
uluslararası hukukun temel ilkelerine ve özellikle de devletlerin egemen eşitliğine, ülke
bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına aykırı herhangi bir faaliyette bulunma ya da
herhangi bir eylem yapma hakkını tanıyacak şekilde yorumlanma imkanı
825
vermemesidir. Uluslararası belgelerde, azınlık hakları, azınlıklara ait kişileri
ilgilendirirken, SD toplulukları ilgilendiren dolayısıyla azınlıklara tanınmayan bir
haktır.826 Ayrıca, bir ülkede kimlerin azınlık olacağının kararı Viyana Konvansiyonuna
göre ilgili egemen devlete aittir. 827 Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi Kürtler
azınlık olarak değerlendirilemeyecekleri gibi, azınlık koruması ile etnik Kürt siyasetinin
taleplerine cevap vermek mümkün değildir.
822
Sönmez, Anadille..., s.98.
823
Kurubaş, Asimilasyondan..., s.75.
824
Naz Çavuşoğlu, a.g.e., s.27.
825
Çerçeve Özleşme m.21: Bu Çerçeve Sözleşmenin hiçbir hükmü, uluslararası hukukun temel ilkelerine
ve özellikle de Devletlerin egemen eşitliğine, ülke bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına aykırı
herhangi bir faaliyette bulunma ya da herhangi bir eylem yapma hakkını tanıyacak şekilde
yorumlanamaz.
826
Mustafa Şahin, a.g.e., s.33.
827
Sadi Somuncuoğlu, "PKK İle Müzakereler", (ed.).Ümit Özdağ, PKK İle Pazarlık, Ankara: Kripto
Basım Yayım, 2014, s.229.
222
3.6.7. Kürt Meselesinin Dış Boyutu
Kürt sorununun uluslararası nitelik kazanması 1.Dünya Savaşının hemen
sonrasına tesadüf etmektedir. O tarihlerde İngilizler Musul'a egemen olma ve Kemalist
hareketi zayıflatmak maksadıyla Kürtlerle temasa geçmişlerdir. Amaç Türk
egemenliğini Musul'dan ve İngiliz menfaat alanından uzak tutmaktı. Bölgedeki
gelişmeleri izlemek üzere 7 Nisan 1919'da Binbaşı Noel Kürtlerle temas ederek halkı
Mustafa Kemal'e karşı kışkırtmak ve kullanıma hazır hale getirmek için Musul'dan
Nusaybin'e gönderilmiştir. 18 Ocak 1919 tarihli Paris Barış Konferansı, 12 Şubat 1920
tarihli Londra Konferansı ve 19 Nisan 1920 tarihli San Remo Konferansında Kürt
sorunu gündem maddelerinden birini teşkil etmiştir. Ama soruna dış boyut kazandıran
esas uluslararası girişim 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşmasıdır. 828 Bu anlaşmanın
62-63 ve 64. maddelerinin bir yıl sonra bağımsız olacak özerk bir Kürdistan'ın
kurulması ile ilgili olması ve taraf devletlerce onanması sorunun uluslararası niteliğini
pekiştirmiştir.
828
Erol Kurubaş, Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye, C.1. Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım, 2004, s.30-100.
829
Kurubaş, Kürt Sorununun..., C.2., s.118.
830
Kirişçi ve Winrow, a.g.e., s.154.
223
değiştirmiş, artan şiddet ve insan hakları ihlallerini gerekçe göstererek yeni bir
değerlendirme yapma gereği hissetmiştir. Bu amaçla Avrupa'da sayısız siyasi forum,
konferans düzenlenmiş, şiddetin tırmanması hükümetin Kürtleri ezmesine bağlanarak,
Kürtlere azınlık hakları tanınması istenmiştir.831
AB ilerleme raporları da AP'nin kararları ile paraleldir. AB, bir çok kararında,
Türkiye'den Kürtlere ve diğer azınlıklara alanlar açacak şekilde Kemalist Cumhuriyet'i
yeniden yapılandırmasını, etnik Kürtlerin mecliste temsil edilmesinin yolunu açacak
yüzde 10 barajının aşağı çekilmesini, PKK ve üyeleri için genel af ilan edilmesini talep
etmiştir. 833 1998 yılı İlerleme Raporunda, ordunun sivil denetime tabi olmadığı,
hükümetin bilgisi dışında hareket ettiği belirtilerek, hükümetin PKK ile müzakereyi
reddetmesi eleştirilmiş, soruna gayriaskeri ve siyasi bir çözüm bulunması tavsiye
edilmiştir. Bu tarihten 3 ay sonra toplanan PKK 7. Kongresinde, demokratik çözüm
imkanlarının oluştuğu koşullarda silahlı savaşımı devam ettirmenin gerekli olmadığı
ifade edilerek, kontrgerilla ve savaş rantçısı çete odaklarının tasfiyesi ile sorunun
çözümünde demokratik yöntemlerin devreye sokulması kararı alınmıştır. 2003 Yılı
İlerleme Raporunda (5 Kasım 2003), ülkede yaşanan hak ihlallerinin Kürt sorunu ile
bağlantılı olması nedeniyle soruna askeri olmayan, sivil bir çözüm bulunması
önerilmiştir. Aynı yıl toplanan ve İlerleme Raporundan bir gün sonra biten PKK'nın 9.
Kongresinde de demokratik uygarlık çağında çözümün dil ve yönteminin barışçıl,
demokratik siyaset tarzı olduğu belirtilmiştir.834 PKK, AB İlerleme raporlarını kongre
831
Kirişçi ve Winrow, a.g.e., s.200.
832
Gürbüz Evren, Avrupa Birliği Sürecinde Kürtçülük, İstanbul: Truva Yayınları, 2007, s.107-108.
833
Yavuz, a.g.e., s.221.
834
Murat Oruç, PKK Terör Örgütü ve AB'nin Türkiye Üzerindeki Hedefleri, İstanbul: IQ Kültür
Sanat Yayıncılık, 2009, s.61-64.
224
kararlarına çevirerek uluslararası kamuoyunda barış ve demokrasi isteyen taraf
görüntüsü vermeye çalışmış, kısmen de olsa bunu başarmıştır.
Devam eden terör ve alınan karşı önlemler sadece AB'yi değil, başta ABD
olmak üzere diğer ülkelerle ilişkileri de etkilemektedir. ABD, NATO teçhizatını
Kürtlere karşı kullandığı için Türkiye'yi uyarmış, Amerikan kongresi Kürtlere karşı
yürütülen mücadeleyi gerekçe göstererek Türkiye'ye ayırdığı askeri yardım bütçesinde
ciddi azaltmalara gitmiştir. 835 1994 yılında Almanya Türkiye'ye yapılan yardımları
geçici olarak askıya almıştır. 836 Türkiye, Moskova'nın çıkarlarına aykırı politikalar
izlediğinde Rusya Moskova'da PKK konferanslarına ev sahipliği yaparak cevap
vermektedir.837
835
Fuller ve Barkey, a.g.e., s.207.
836
Kirişçi ve Winrow, a.g.e., s.206.
837
Fuller ve Barkey, a.g.e., s.59
838
Bahar Başer, Diasporada Türk-Kürt Sorunu, Almanya ve İsveç'te İkinci Kuşak Göçmenler,
İstanbul: İletişim Yayınları, 2013, s.38.
839
Gerger, a.g.e., s.159.
225
oluşturmak için bu dernekler vasıtasıyla sayısız gösteriler yaptı.Yunanistan, Bulgaristan
ve Romanya gibi Balkan ülkelerinde temsilcilikler açtı.1998'de Yunanistan'da açılan
PKK'nın Balkan Temsilciliğinin açılışına bir çok Yunanlı parlamenter de katıldı. 14
Haziran 1995'te bazı Yunan Parlamenterler Hellenizme hizmetlerinden dolayı teşekkür
etmek için Suriye'de Öcalan'ı ziyaret etti. Romanya'da gazete ve büroları, Bulgaristan ve
Rusya'da temsilcilikleri, Ermenistan'da kampları ve büroları olan örgütün 50'ye yakın
840
ülkede faaliyette bulunduğu tahmin edilmektedir. PKK bu dış temsilcilikleri
vasıtasıyla hem sorunu uluslararasılaştırmakta hem de yoğun bir propaganda ağı ile
Türkiye'nin terör mücadelesini bağlamından çıkararak Kürtlere yönelik bir yok etme
girişimi olarak takdim etmektedir. Suriye ve Irak'taki Kürt bölgeleri ve arkasındaki
uluslararası destek dikkate alındığında Kürt sorununun artık sadece Türkiye tarafından
çözülebilecek bir sorun olmaktan çıktığı görülmektedir. PKK'nın Irak ve Suriye'de
verdiği mücadele ve Irak-Suriye Kürtlerinin önemli ölçüde özerkliğe sahip olması,
Türkiye'deki Kürtlerin hem siyasi kimliğini güçlendirmekte hem de Türkiye Kürtlerinin
önüne ülke istikrarını bozucu bir model koymaktadır.841
840
Kurubaş, Kürt Sorununun..., C.2., s.150-158.
841
Fuller ve Barkey, a.g.e., s.258.
842
Mehmet Özcan, Terörün..., s.273.
843
Gürer, a.g.m., s.59.
226
sınırlarını değiştirmeyeceği için ulus-devlet taraftarlarını tatmin edeceği
844
düşünülmüştür.
Çelik'e göre, demokratik özerklik, Kürt halkının varlığını tehdit eden rejimlerin
egemenliği altında statüsüz yaşama koşulunun söz konusu olmadığı, kendi kendisini
yönetmesinin adıdır. Bu yönetim biçiminde sıradan otonomilerdekine benzer şekilde
halkla merkez arasında dikey bir ilişki yoktur. Devlet ve iktidar dışı kalmış tüm toplum
kesimlerinin kendi meclislerine dayanan demokratik örgütlülüğü esastır. 845 Çelik'in
ifadelerinden de anlaşılacağı üzere demokratik özerklik alelade özerklik modellerinden
farklıdır. Zira, sistem, Öcalan'ın demokratik konfederalizm diye tanımladığı meclisler,
komünler gibi taban örgütlenmelerine dayalı bir öz yönetim modeli önermektedir. 846
Akyol, bu komünler modelini Stalin-Kaddafi karışımı totaliter bir model olarak
görmekte, demokrasi ile bağdaşmadığını ifade etmektedir.847 Buna karşılık etnik Kürt
siyasal hareketi anayasal tanıma, eşit yurttaşlık, anayasal statü, yeni bir anayasa ve çok
kültürlü toplum gibi liberal demokratik ve siyasal hakların geliştirilmesine yönelik
yönleri ile bunun bir demokratikleşme modeli olduğunu savunmaktadır.848
844
Büşra Ersanlı ve Halil Bayhan, "Demokratik Özerklik: Statü Talebi ve Demokratikleşme Arzusu, "
Türkiye Siyasetinde Kürtler, (der.), B.Ersanlı, G.G.Özdoğan ve N.Uçarlar, 2.b., İstanbul: İletişim
Yayınları, 2014, s.205.
845
Çelik, a.g.e., s.87-88.
846
Gürer, a.g.m., s.73.
847
Taha Akyol, Karar Gazetesi, 29.03.2019.
848
Gürer, a.g.m., s.78.
849
Ersanlı ve Bayhan, a.g.e., s.230.
850
Barış ve Demokrasi Partisi, Özgür Demokratik Yerel Yönetimlerle Demokratik Özerkliğe,
Ankara: Gün Matbaası, 2010, s, 21.
227
idari yapı önerilmiştir: merkezi idare, yerel idare ve bölgesel idare: birinci kademeye ait
yetkiler, savunma ulusal güvenlik, dış ilişkiler, maliye hazine dış ticaret, gümrük
piyasalara ilişkin düzenlemeler bölgesel eşitlik ve kalkınma politikalarıdır. 851 Diğer
konular yerel yönetimlere bırakılmıştır. BDP önerisi, statü talebi içermediği ve Avrupa
Yerel Yönetimler Özerklik Şartı çerçevesinde şekillendiğinden daha çok belediyeler ve
yerel yönetimlerle ilgili radikal bir değişim talebi olarak değerlendirilmiştir.852
Çelik, demokratik bir özerkliğin şu temel ilkelere sahip olması gerektiğini ifade
etmektedir:
7.Tarihsellik ve şimdilik.
8. Ahlak ve vicdan.
9.Öz savunma ilkesi. Zira, öz savunma olmadan hiç bir toplum hiyerarşi
karşılığında varlığını sürdüremez.853 Öcalan'a göre, buradaki kilit nokta toplumun öz
savunma kapasitesidir. Çünkü, ne hukuk ne anayasa ne de güçler ayrılığı kendi başına
toplumu devlete ve hegemonik güçlere karşı koruyamaz. Ancak öz yönetim ve öz
savunma araçlarına sahip bir toplum devleti kendi hayatından peyderpey boşa çıkarıp
sönümlendirebilir.854
851
Gürer, a.g.m., s.69.
852
Ersanlı ve Bayhan, a.g.e., s.232.
853
Çelik, a.g.e., s.90.
854
Gürer, a.g.m., s.75.
228
Ersanlı ve Bayhan, özerkliğin iki farklı boyutuna dikkat çekerek birinci biçimini
ulusal sınırlar içinde farklı toplumların zorlamalarına karşı bir önlem olarak yerelde
uygulanan özerklik, ikinci biçimini, "özyönetim artı bölgesel entegrasyon" olarak tarif
ederler. Birincisi, söz konusu topluluğun nüfus olarak yoğun olduğu ulus-devlet içi
bölgesellik, ikincisi ise etnisite, dil, tarih, din ortaklığı bulunan sınır ötesi topluluklarla
ve onların içinde bulunduğu devletlerle esnek ve rahat ilişki geliştirebilmesi
anlamındaki bölgesellik. 855 Öcalan ve Kürt siyasal hareketinin Yerel Yönetimler
Özerklik Şartına konulan çekincelerin kaldırılması yönündeki talepleri "özyönetim artı
bölgesel yönetim" modelini tercih ettiklerini göstermektedir. Yerel Yönetimler Özerklik
Şartı'nın çekince konulan 10/2. maddesi, yerel makamların ortak çıkarlarının korunması
ve geliştirilmesi için birliklere üye olma ve uluslararası yerel makamlar birliklerine
katılma, 10/3. maddesi, başka devletlerin yerel makamlarıyla işbirliği yapabilmeleri ile
ilgilidir.856 Bu maddelere konulan çekincelerin kalkması ile birlikte sınır ötesi ilişkiler
mümkün hale gelecektir.
2.Hukuki boyut (Türkiye ve Kürdistan= ortak vatan, birinci, ikinci ve üçüncü kuşak
hakların tanınması)
855
Ersanlı ve Bayhan, a.g.e., s.210.
856
Maddelerin tam metinleri şöyledir: 10/2. Her devlet, yerel makamların ortak çıkarlarının korunması
geliştirilmesi için birliklere üye olma ve uluslararası yerel makamlar birliklerine katılma hakkını
tanıyacaktır.10/3. Yerel makamlar, kanunlarla muhtemelen öngörülen şartlar dahilinde, başka
devletlerin yerel makamlarıyla işbirliği yapabilirler.
857
Gürer, a.g.m., s.58-59.
229
4.Kültürel boyut (anadil, kültür, sanat ve bilimle kaybedilen vasıfların elde edilmesi)
" Demokratik özerklik denilen proje, Stalin’in “halk demokrasileri” kadar demokrattır!
Bildiğimiz demokrasinin kurumlarına yer vermiyor. “Mahalle komiteleri” türü
yapılarla toplumun totaliter bir örgüt ağı içine alınmasını öngörüyor.
Dahası, “öz savunma güçleri” denilen silahlı güç, bu totaliter ağın ‘infaz birlikleri’ni
oluşturacaktır. Lenin döneminde Dzerjinski’nin ÇEKA’sı veya Hitler’in SA’ları gibi...
Böyle değilse, dünyanın hangi demokrasisi vardır ki özerk bölgelerin “öz savunma
güçleri” vardır? Öcalan “demokratik özerklik her kademede tartışılsın” demişti.
Tartışmıyorlar, dayatıyorlar. Ben özerklik meselelerini epey araştırdım; bunlarınki
totaliter bir projedir."859
Ali Bayramoğlu ise bunun bir Kürt Kemalizm'i olduğunu şu şekilde ifade
etmiştir:
"Demokratik özerklik önerisi sadece bir çözüm arayışını değil, bir siyasal-toplumsal
alanın, Kürt alanının yeniden yapılanmasını, hatta tanımlanmasını içeriyor.
Bu noktada da özerklik projesi asli amacının ötesine geçiyor. Mevcut legal ve illegal
Kürt örgütlerin Kürt toplumsal alanı denetime alma ve yeniden kurma projesi olarak
karşımıza çıkıyor.
Kürt siyasi hareketi özerklik önerisini bir sorun çözme aracı olmak kadar, bir çatışma,
çatışmayı yükseltme, fiilî alan genişletme aracı olarak da kullanmaktadırlar.
858
Ersanlı ve Bayhan, a.g.e., s.236.
859
Taha Akyol, "Totaliter Özerklik Üzerine Notlar: Hangi Özerklik?", Milliyet 25 Aralık 2010.
230
...Demokratik kurumların ve değerlerin yetersizliğinden söz edilen, ''sil baştan'' yapılan
her yerde ancak totalitarizm ürer. Doğrudan demokrasi, komünden yukarı çıkan
bir siyasi karar mekanizması inşa etmek bu koşullarda insanı değil, modeli öne çıkarır,
doğrudan demokrasi yukarı doğru dikey bir örgütlenme modeliyle karışır, Altan
yukarı çıkan bir korpararist sistem doğar. Tek fikirli yaygın katılım çoğulculuk sanılır,
oysa tahrip olan çoğulculuk olur. Dünyada bunun pek çok örneği vardır..."860
860
Ali Bayramoğlu, " Kürt Kemalizmi", Yeni Şafak, 23 Aralık 2010.
861
Coşkun, a.g.e., s.95.
862
Ümit Cizre, "Turkey's Kurdish Problem: Border, İdentity, and Hegemony" Rightsizing the State: The
Politics of Moving Borders'ın içinde, der., lan Lustick, Brendan O'leary ve Thomas Callagy, Oxford
University Press, Oxford 2002, s.22-24'ten Heper, a.g.e., s.178.
863
KONDA Araştırma, Kürt Meselesinde Algı ve Beklentiler, İstanbul: İletişim Yayınları, 2010, s.124
231
bulmaktadır.864 Daha ilginci Kürt meselesinde kesin çözüm hangi parti veya kurumla
sağlanır sorusuna verilen cevaptır.: BDP diyenlerin oranı yüzde 57.4, AKP diyenlerin
oranı yüzde 11.8 iken, Öcalan diyenlerin oranı sadece yüzde 4.2’dir. Aynı araştırmada
başka bir ülkede yaşama imkanım olsa da Türkiye’yi seçerim diyenlerin oranı yüzde
865
64.1’dir. Uluslararası Kültürel Araştırmalar Merkezi (UKAM)’ın 2013 tarihli
araştırması yukarıdaki sonuçları desteklemektedir: “Kürtler için en iyi statü hangisidir?”
sorusuna katılımcıların yüzde 62.8’i eşit yurttaşlık, yüzde 15.1’i demokratik özerklik,
yüzde 11.6’si bağımsızlık, yüzde 7.8’i federasyon olarak cevap vermiştir. Kürt sorunu
“Hangisi olursa çözülür” sorusuna ise ana dilde eğitim yüzde 41, PKK’ya yönelik genel
af yüzde 34.4, demokratik özerklik yüzde 24.71 olarak ifade edilmiştir.866 2013 yılında
Akyürek vd. yaptığı bir araştırmada ise Kürtlerin yüzde 97.3’ü, Türklerin yüzde 74.1’i
Türkiye toprakları üzerinde ortak bir gelecekleri olduğuna inandıklarını
belirtmişlerdir.867 Bütün bu veriler, iddia edildiği gibi bölgenin tümüyle aynı taleplerde
birleştiği iddiasını çürütmekte, demokratik özerkliğin ortak bir talepten ziyade etnik
Kürt siyasal hareketinin bölgeye yönelik bir dayatması olduğunu göstermektedir.
864
KONDA, a.g.e., s.127.
865
KONDA. a.g.e., s.143-150.
866
İlhan Kaya, Hasan Aydın ve Metin Gültekin, Kürt Sorunu ve Çözüm Süreci Algı Araştırması,
UKAM Yayınları, Haziran 2013, s.8.
867
Salih Akyürek vd., "Çözüm Sürecine Toplumsal Bakış", Ankara: BİLGESAM.
868
Yavuz, a.g.e., s.228.
869
a.g.e., s.227.
232
tartışılması gerektiğini, 870 Hasip Kaplan ise projenin meşruiyetini evrensel hukuktan
aldığını, 871 belirterek destek açıklamaları yapmışlardır. Özerkliği denenebilir bir çözüm
biçimi olarak gören Fuller ve Barkey, yine de hiç bir etnik özerklik düzenlemesinin
etnik milliyetçiliğin tüm biçimlerinden tamamıyla kurtulamayacağı ve herkesi tatmin
eden bir sonuç yaratmayacağı kanaatindedirler. 872 Devletsiz bir çözüm biçimi olarak
öne çıkarılmasına rağmen, siyasi bir özerkliğin beraberinde, bir bölgedeki dışsal SD,
ayrılma ve bağımsızlık taleplerini dindirmek yerine tersine daha da güçlendirme
ihtimali de mevcuttur. Özdağ'a göre özerklik uygulamaları çözüm değil, daha güçlü
ayrılma isteklerini teşvik eden etnik bir tuzak olduğunu ortaya çıkarmıştır 873 Aslında
özerklik yaklaşımlarının nihai hedefi de etnik, kültürel inanç kimliklerinin
güçlenmesine yol açmaktır.874 Devletlerin özerkliğe direnç göstermesindeki en önemli
nedenlerden biri budur.
Özdağ, özerklik talebinin birinci hedefinin Türkiye sınırları içerisinde kayıt dışı
bir Kürt bölgesi yaratmak, ikinci aşamasının, Kuzey Irak'ın Federal bir yapı
çerçevesinde Türkiye ile birleştirilip, Türkiye Kürtleri ile Irak Kürtleri arasında
farklılıkları minimize ederek uluslaşmayı sağlamak, son aşamanın ise dışsal SD talebi
ile ayrılma olduğu görüşündedir. 875 M.Özcan'a göre de amaç, Türkiye içinde özerk
Kürdistan yönetimi, meclisi, polisi, jandarması ve yürütmesi oluşturmak ve ardından bir
adım öteye geçerek diğer parçalardaki yapılar ile konfederal bir devlet kurmaktır. 876
Bazı Kürt politikacı ve yazarlarının sözleri Özdağ'ın bu savını doğrulamaktadır. Leyla
Zana, özerkliğin Kürtlere yetmeyeceğini, Beşikçi özerkliğin Kürt sorununun kapsam
genişliğine uygun bir araç olmadığını, Kürt sorununun ancak bağımsız bir devletle
çözülebileceğini söylemektedir. 877 İmralı görüşmelerinde HDP milletvekillerinin bir
sorusu üzerine Öcalan'ın cevabı manidardır: “Gazeteler, Öcalan bağımsızlıktan,
federasyondan vazgeçti diye yalan yanlış şeyler yazıyorlar. Ben hiç bir şeyden
870
Nuray Mert, "Kürtlere Demokratik Özerklik", Hürriyet, 21 Aralık 2010.
871
Hasip Kaplan, "Demokratik Özerklik ve Hukuk", Özgür Gündem, 15 Ağustos 2011.
872
Fuller ve Barkey, a.g.e., s.285.
873
Özdağ, PKK İle..., s.37.
874
Gürer, a.g.m., s.65.
875
Özdağ, PKK Terörü..., s.58-75.
876
Mehmet Özcan, a.g.e., s.66.
877
Gürer, a.g.m., s.61.
233
vazgeçmedim. Ben demokratik Türkiye olmadan bunların hiç biri olmaz, arabayı atın
önüne koymayın diyorum, ”878 diyecektir.
Daha önce de vurgulandığı gibi, dışsal kendi kaderini tayin, her halka bağımsız
devlet kurma hakkı vermemektedir. Uluslararası hukuk sömürge yönetimi, yabancı
işgali altında olan halklarla, ırkçı, despot, baskıcı yönetimler altında olan halklara bu
hakkı tanımaktadır. Bu gerçekten yola çıkan terör örgütü, taleplerini ayrı bir halk olma
ve yoğun olarak yaşadıkları toprakların sömürge yönetimi altında olduğu iddiası ile
temellendirmeye çalışmaktadır. Öcalan, Kürdistan'ı ortak sömürge, Beşikçi,
devletlerarası sömürge olarak tanımlamaktadır. 880 Azınlıkların dış SD hakkı olmadığı
için etnik Kürt siyasal hareketinin tüm dokümanlarında azınlık olma iddiaları
reddedilmektedir.881 Bir topluluğun kendini halk olarak kabul etmesi kadar uluslararası
toplum tarafından da benimsenmesi gerekmektedir. Halkın uluslararası hukuk
tarafından kabul edilmiş bir tanımı bulunmadığından, etnik hareketler anayasal statü adı
altında bu tanınmayı geçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Zira, bir devletin kendi ülkesi
878
Öcalan, Demokratik..., s.56.
879
Heper, a.g.e., s.21.
880
İsmail Beşikçi, Devletlerarası Sömürge Kürdistan, Ankara: Yurt Kitap Yayın, 1991, s.23.
881
Öcalan, a.g.e., s.24.
234
içinde yaşayan bir topluluğu gerek iç hukuk belgelerinde (mesela anayasasında) ve
gerekse uluslararası hukuk belgelerinde halk olarak tanımlaması durumunda bu
882
topluluklar artık tartışmasız olarak halk sayılmakta, dolayısıyla SD hakkına sahip
olmaktadır. Israrla ileri sürülen farklılık iddialarına rağmen Kürtleri diğerlerinden
ayıran derin, uzlaşmaz farklar gösterebilmek mümkün değildir. Esasen etnik
milliyetçiliklerin bir hedefleri de farklar üreterek, ayrılık taleplerine zemin
hazırlamaktır.
Türkiye’yi işgalci veya sömürgeci güç olarak göstermek için çoğu feodal
kaynaklı isyanlar çarpıtılarak ulusal kılıf giydirilmiş, her türlü merkezileşme ve
modernleşme çabası ırkçılık ve zorbalık olarak takdim edilmiştir. Hedef, tüm halkı
kucaklamayan, temsili bir yönetime sahip olmayan devletlere karşı dış self-
determinasyon hakkına cevaz veren BM Genel Kurulunun 2625 sayılı kararından
yararlanarak ayrılmanın şartlarını oluşturmaktır. Bunun için, PKK/KCK yöneticileri ve
etnik Kürt siyasal hareketi, kendi kaderini tayin hakkını dillendirmekte, bu yolla
hedeflerindeki bağımsız devletin uluslararası hukuka uygun şekilde kurulmasının
hukuki zeminini oluşturmaya çalışmaktadırlar. Oysa, Cumhuriyet devletinin resmi
politikası, Kürtlerin zorla asimilasyonu değil, bütün vatandaşlarının uygarlaşması ve
modernleşmesi olmuştur. Kurucularının milliyetçilik projesi, Cumhuriyet'in Osmanlı
İmparatorluğu'ndan miras aldığı dini topluluğun yerine türdeş bir etnik topluluk değil,
laik bir ulus koymaktı. 883
Daha önce de vurgulandığı üzere, kendi kaderini tayin, her halka bağımsız
devlet kurma hakkını vermemektedir. Yine de yakın zamanda Kırım, Katalonya ve
Kuzey Irak'ta olduğu gibi bazı özerk bölgelerin tek taraflı kararlarla bağımsızlık
referandumu gerçekleştirme teşebbüsünde bulundukları görülmektedir. Türkiye’de de
PKK/KCK’nın özerk bir yönetim kurma amacının arkasında böyle bir saik yatmaktadır.
882
Özlem Yücel, “Halkların Ekonomik Sel -Determinasyon Hakkı”, Adam Akademi, C.4/1, 2014, s.93.
883
Heper, a.g.e., s.265.
235
zorlaştırmaktadır. Üstelik bölgede kişi başına yapılan yatırımların diğer bölgelerden
yüksek olması sömüren bir devletten söz etmeyi imkansız kılmaktadır. Kürtlerle
Türkleri ayıran, Kürtlere ikinci sınıf insan muamelesi yapan bir uygulama da yoktur.
Nitekim olaya eleştirel bakan yazarların (Baskın Oran, Toktamış Ateş) yanında Kürt
siyasal hareketini yakından takip eden bazı yazarların tespitleri de bu yöndedir. Örneğin
Vahap Coşkun bir kısım Kürdün Türkleşmesini Cumhuriyetin etnik ayırımcılık
884
yapmamasına bağlamaktadır. Aynı şeyleri yabancı işgali için de söylemek
mümkündür. Türkler bu coğrafyaya geldiklerinde bir Kürt devleti ile karşılaşmadılar.
Müstahkem surlarla çevrili küçük şehirlerde yaşayan az bir nüfus ve yaylaklarda korku
içinde dolaşan kısmen Ermeni, kısman Yezidi, kısmen Hıristiyan Asuri ve Süryani
kalıntıları ile eski Saka-Cenli ve Oğuz boyundan gelen konar-göçer Türk toplulukları ile
karşılaştılar. 885 Bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulu olduğu toprakları
Bizanslılardan aldılar. 12. yüzyıldan itibaren bu topraklara verilen isim
Turkomania/Türkiye’dir. 14. yüzyılda Anadolu üzerinden Doğu'ya giden Marco Polo bu
coğrafyayı Turkomania olarak adlandırmış, Anadolu'da yaşayan Türkler hakkında
önemli bilgiler vermiştir. 886 Kürtlerden sadece Musul Atabeyliğini anlattığı bölümde
bahsetmiştir.887 Tarihte Türklerin yıkıp topraklarını işgal ettiği bir Kürt devleti yoktur.
Safevi Devletinin mezhep baskısı daha çok İran topraklarında yoğunlaşan Kürtleri
Anadolu coğrafyasına, Osmanlı İmparatorluğu'nun bölge siyaseti de alevi Türkmenleri
İran coğrafyasına iterek, zamanla demografik yapının değişmesine neden olmuştur.
884
Coşkun, a.g.e., s.46.
885
S.Ahmet Arvasi, Doğu Anadolu Gerçeği, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
Yayınları, 1988, s.21.
886
P.Pelliot, Notes on Marco Polo, C.2. Paris 1963, s.864'ten Çay, a.g.e., s.111.
887
Milliyet Blog, (çevrimiçi) http: //blog.milliyet.com.tr/marco-polo- seyahatnamesinden/Blog/?
BlogNo=344053, ( ErişimTarihi: 03.04.2019).
888
Pentassuglıa, a.g.m., s.306.
236
halkın temel haklarının ağır ve sistematik ihlali ve mevcut devlet yapısı çerçevesinde
barışçıl bir çözüme ulaşma ihtimalinin bulunmaması koşullarının bir arada bulunması
halinde, bu tür bir ayrılma durumunun söz konusu olabileceğini ifade etmektedir.
Yazara göre, tek başına temsil hakkının reddi bir ayrılma hakkına yol açmayıp, buna ek
olarak temel insan haklarının ağır ihlali ve ayrıca mevcut devlet yapısı içinde olası bir
barışçıl çözüm için her türlü olanağın (yargı makamlarına başvuru gibi) dışlanması da
gereklidir. 889 Benzer şekilde Tomuschat da, ayrımcılık içerecek şekilde, spesifik bir
grubun insan haklarının ağır ve ciddi biçimde ihlali olarak özetlenebilecek çok istisnaî
ve uç koşulların varlığı durumunda, Dostça İlişkiler Bildirisindeki ifadenin bir ayrılma
iddiasını desteklemeye elverişli olduğunu ifade etmektedir. “Son çare olarak ayrılma”
hakkına başvurulabileceği görüşünde olanlardan Doehring de, ayrımcılığın her türünün
ayrılmayı meşrulaştırmayacağını, zira tüm yurttaşların kural olarak kendi devletlerine
karşı sadakat yükümlülüğü altında bulunduğunu ifade etmektedir. Doehring’e göre,
özellikle mevcut devlet makamlarının ayrımcılığa son vermeye hazır olduğu beklentisi
hâlen mevcutsa veya hukukî çareler ve mahkemeler tarafından korunma imkânı
bulunmaktaysa ayrılma hakkının kabulü aşırı olabilir. Nitekim yazar, egemen devlet
gücü tarafından maruz bırakılan ayrımcılığın ve yapılan baskının, zalimane yöntemlerle
(brutal methods) girişilmiş ağır insan hakları ihlalleri ölçüsüne varması durumunda bu
tür bir ayrılma hakkının söz konusu olabileceğini ifade etmektedir.890
a) Merkezi hükümetin bir halka katılım haklarını vermeyi sürekli ret etmesi,
889
Cassese, a.g.e., s.112.
890
Doehring, Karl, “Self-determination”, in (ed) Simma Bruno. The Charter of the United Nations A
Commentary. Oxford University Press, New York 1995.s.70’den. Uğur Samancı." Uluslararası
Adalet Divanının Kosova'nın Bağımsızlık İlanına İlişkin Danışma Görüşü" Dokuz Eylül Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi.C.11. S.2. ss.252-316.
237
d) Egemen devlet gücü tarafından maruz bırakılan ayrımcılığın ve yapılan
baskının, zalimane yöntemlerle girişilmiş ağır insan hakları ihlalleri ölçüsüne
varması,
Türkiye’de herhangi bir gruba karşı bu ölçülerde bir baskı ve dışlama rejiminin
uygulandığını söylemek mümkün değildir. Cumhuriyet kurulduğundan beri TC
vatandaşı olan herkesin siyasi katılım hakkı vardır ve herhangi bir grup etnik
kökeninden dolayı siyasetten dışlanmamıştır. Bir etnik grubu hedef alan ağır ve
sistematik insan hakları ihlalleri sözkonusu olmadığı gibi üstelik onca olay ve
kışkırtmaya rağmen Kürt sorunu askeri alandan toplumsal alana sıçramamıştır.
891
Allen Buchanan, Secession: The Morality of Political Divorce from Fort Sumter to Lithuania and
Quebec, Boulder CO, Westview, 1991, s.39.
892
Kail Nielsen, “Liberal Nationalism, Liberal Democracies, and Secession.” The University of Toronto
Law Journal, 48/2, 1998. s.265.
238
Türkiye'deki çatışma, diğer bazı ülkelerde olduğunun aksine birbirine karşı seferber
olmuş çatışan iki halk arasında değildir, burada belli bir grubu harekete geçirmeye
çalışan bir örgütle devlet arasındaki bir çatışma söz konusudur. 893 Devletin Kürtlerin
zararına olacak şekilde vatandaşları arasında farklı bir vergi politikası hiç olmamıştır.
Uluslaşma ve modernleşme yönündeki politikalar, Kürtlerin etnik kültürünü yok etme
maksadına matuf değil, Heper'in ifadesiyle Kürtlerin ikincil kimliklerinin birincil
kimliğe dönüşmesini engelleme çabasıdır."894 Üçüncü bir grubun Kürtlere yönelik bir
saldırısı olmadığı için devleti yönetenlerin Kürtleri bu saldırılardan korumamak gibi bir
davranışlarından da söz edilemez.
Kürt siyasal hareketinin dış SD talebine haklılık kazandırmak için ileri sürdüğü
görüşlerden biri de tarihsel hak iddialarıdır. Bu iddiaya göre Kürtler Güneydoğu'nun
yerli halkı, Türkler ise bölgeye sonradan gelen sömürgeci, işgalci güçtür. Daha önce
ifade edildiği gibi Türkler en geç Malazgirt Zaferinden beri bu topraklardadır ve içinde
yaşayanların Türk olmasından dolayı da bu coğrafyaya Batılılar tarafından daha
Selçuklular döneminde Türkomania/Türkiye adı verilmiştir. Bilimsel araştırmalar
Selçuklu fütuhatından önce de Türklerin kitleler halinde Anadolu'ya geldiğini ve
bölgenin etnik yapısını büyük ölçüde değiştirdiğini göstermektedir. 895 Buchanan,
ayrılıkçı grupların bu tip toprak talepleri ile bağlantılı " tarihsel hak" yönündeki
savlarına karşı çıkmıştır:
" Bir iddiayı tarihsel hak gerekçeleri ile desteklemek için tarihte ne kadar geriye
gitmek gerekebilir? Böyle bir sav, yalnızca, aslında toprak üzerinde hiç bir hakkı
olmayan işgalci bir devlet tarafından yakın zamanda ele geçirilmiş topraklar için
geçerli olabilir. Tıpkı Sovyetler Birliğinin Baltık devletlerini ilhakı gibi."896
Buchanan'ın tarihsel iddialara karşı verdiği bu cevap ancak yakın tarihlere ait
ilhak veya işgallerin tarihsellik iddialarına haklılık kazandırabileceğini göstermektedir.
Zira çok eski asırlara gidilmesi halinde başta ABD olmak üzere, Kanada, Meksika,
Arjantin, Küba, Dominik, El Salvador, Jamaika, Guatemala, Haiti, Paraguay, Peru,
Uruguay, Venezuella, Kostarika, Kolombiya, Bolivya, Brezilya, Ekvador ve Şili gibi
893
Fuller ve Barkey, a.g.e., s.259.
894
Heper, a.g.e., s.24.
895
Ömer Budak, Tarihi Süreç İçerisinde Kürtler ve Kürtçülük, Ankara: Işık Eğitim Kültür Hizmetleri,
2008, s.29.
896
Buchanan, a.g.e., s.110-111.
239
bundan dört asır önce başlayan göçlerin neticesinde yeni yurt tutarak devlet kuran
toplulukların da vatanlarını tartışma konusu yapmak gerekir. Kimse bu devletlerin
bulundukları topraklardaki dört asırlık geçmişine bakarak vatanlarını tartışma konusu
yapmazken, en az on asırdır bu coğrafyanın sahibi olan Türkiye topraklarının tartışma
konusu edilmesi mümkün değildir. Türkler Anadolu'yu fethettikleri zaman Rusya diye
bir devlet, İstanbulu Fethettikleri zaman Amerika diye bir kıta yoktu. Daha doğru bir
ifade ile varlığı bile bilinmiyordu. 897 Onun için Türkiye'nin bulunduğu topraklardaki
tarihi derinliği yabancı işgali kategorisinde değerlendirilmesine imkan vermemektedir.
Nielsen'in çoğunluk odaklı yaklaşımına göre ise herhangi bir gurubun ayrılma
hakkı kazanabilmesi için o grubun çoğunluğunun iradesini ayrılmadan yana kullanması
gerekmektedir. Etnik Kürt siyasal hareketinin bölgede hiç bir zaman çoğunluğu ele
geçirmediği kesindir. 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan son genel seçimlerde HDP'nin
aldığı yüzde 38.6 oya karşılık, AKP yüzde 40, MHP 7.1, CHP 6.9, İYİ Parti yüzde 3.5
oranında oy almışlardır.898 HDP'ye oy verenlerin tamamını ayrılıkçı olarak nitelemek
mümkün olmadığı gibi bu oyların bir kısmının HDP ile işbirliği yapan Ezilenlerin
Sosyalist Partisi (ESP) ile Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖDP)'ye ait oylar olduğu
unutulmamalıdır. Ayrıca çoğunluk iradesiyle (referandum yoluyla) bir ayrılmanın
gerçekleşebilmesi için öncelikle ilgili ülkenin iç hukukunun buna izin vermesi
gerekmektedir. Quebec referandumu ile ilgili Kanada Yüksek Mahkemesinin verdiği
karar bu yöndedir. Yüksek Mahkeme ayrılmanın meşruluğu için şu ilkelere yer
vermiştir:
2.Ne Kanada iç hukuku ne de uluslararası hukuk bir gruba tek taraflı ayrılma
hakkı tanımamıştır. Ancak Kanada Anayasasında yapılacak bir değişiklikle buna imkan
tanınabilir.
897
Arvasi, a.g.e., s.21-22.
898
Hürriyet Gazetesi, 25 Haziran 2018.
240
4.Ouebeclilerin açık ve net bir çoğunluğunun açık ve net bir şekilde Kanada'da
kalmak istemediklerini ifade etmeleri gerekir.899 Mahkeme bu ifade ile yüzde 50'yi aşan
bir çoğunluğun yeterli olmadığını, ayrılma için daha nitelikli bir çoğunluk olması
gerektiğini ortaya koymuştur. Zira Mahkeme, yüzde 50'yi aşan bir oy oranını yeterli
görmediğinden "açık ve net" bir çoğunluk ifadesini kullanmıştır. Uluslararası
topluluktaki genel eğilim de, çok önemli değişikliklerde daha büyük bir çoğunluk
aranması yönündedir. Nitekim, Karayiplerdeki iki uluslu St.Kitts ve Nevis adalarından
oluşan federasyonun Nevis tarafının Ulusal Meclisi 1997'de oy birliği ile ayrılma kararı
almış, 1998'de yapılan referandumda halkın yüzde 61.7'si ayrılma yönünde oy
kullanmasına rağmen anayasaya göre üçte ikilik çoğunluk sağlanamadığından ayrılma
gerçekleşememiştir. 900 Bölgede ayrılıkçı Kürt siyasal hareketi basit çoğunluğa sahip
olmadığı gibi nitelikli bir çoğunluğa da sahip değildir. Nielsen'in çoğunluğun iradesi
esas alınsa bile bölge açısından bir dış SD hakkının varlığından sözetmek mümkün
değildir.
PKK ve türevlerinin hak ihlalleri ilgili iddiaları tamamen teröre karşı verilen
mücadelede kimi istisnai olayın çarpıtılmasından ibarettir. Paech ve Topçuoğlu’nun
irdelemeleri bu yöndedir.
899
Kalaycı, Ulus Devletin…, s.303-306.
900
Kalaycı, Ulus Devletin…, s.307.
901
Norman Paech ve Sebahattin Topçuoğlu, Ulusların Kendi kaderini Tayin Hakkı ve Kürtler,
İstanbul: Amara Yayıncılık, 2016, s.54.
241
Hakkari'de Nasturi mezhebinden Asurilerle karşılaştığını söylemektedir. 902 Dolayısıyla
terör baskısı ve olağanüstü hal uygulamaları yüzünden bölgeyi terkedenler sadece
Kürtlerden ibaret değildir. Etnik arındırma, terör baskısı ve bölgeyi homojenleştirme
gayretleri etnik olarak Kürt olmayan bir çok insanın Batı'ya göç etmesine neden
olmuştur. Batı'ya göç edenlerin tamamını Kürt ilan eden bu iki yazar Güneydoğu’da
yapılan büyük baraj ve projeleri bile Kürtlere yönelik doğal bir afet gibi görmekte GAP,
Atatürk, Karakaya ve Ilısu gibi barajların yapımını bir nevi hak ihlali ve iskân politikası
olarak değerlendirmektedir.903
Oysa Türkiye uzun bir süredir sistematik bir terör saldırısı altındadır ve BM
Şartına göre (madde 2/4) meşru müdafaa hakkına sahiptir. Şartın 51. maddesi meşru
müdafaa için silahlı bir saldırının olmasını şart koşmaktadır.14 Aralık 1974 tarih, 3314
sayılı, Saldırının Tanımına İlişkin Genel Kurul Kararının 3. maddesinde, “bir devlete
karşı silahlı güç kullanan kollar, gruplar, düzensiz birlikler ve lejyonerler göndermek “
ayrı ayrı sayılarak bu gruplara karşı meşru müdafaa hakkının doğacağı ifade
edilmiştir.904
902
Martin van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, (çev.), Banu Yalkut, 5.b., İstanbul: iletişim Yayınları,
2008, s.190.
903
Peach ve Topçuoğlu, a.g.e., s.55.
904
Örnek, a.g.e., s.44-45.
242
yarım saat olan haber ağırlıklı Türkçe yayınlarını 1992'de sonlandırmıştır. Alman Haber
Ajansı (DPA) 1 Ocak 2009'da başlattığı Türkçe yayın servisini, 1 Nisan 2009 tarihinde
kaldırmıştır. Hollanda resmi devlet yayın kurumu NOS/NPS, oradaki Türk toplumu için
Radio 5 frenkansından Cumartesi günleri yayınlanan 45 dakikalık haber ağırlıklı
programına 4 Eylül 2008'de son vermiştir. 905 Oysa Türkiye'de sınırsız Kürtçe yayın
yapmak serbesttir, 24 saat Kürtçe yayın yapan TRT Kürdi gibi kanallar mevcuttur. Dün
de, bugün de herkes ana dilini rahatlıkla konuşabilmekte, herhangi bir kısıt veya engelle
karşılaşmamaktadır. Okullarda farklı dilleri öğrenmek, özel okullarda farklı dillerde
eğitim almak serbesttir. Keza, farklı dillerde yayın, tiyatro, sinema yapmanın önünde
hiç bir engel bulunmamaktadır. Kürtçe siyasi propaganda, mahkemelerde savunma
yapma yasal hale getirilmiştir. Dolayısıyla BM’nin baskıcı, zalim yönetimler altındaki
haklara tanıdığı ayrılma veya dış self-determinasyon hakkının Türkiye Kürtleri için
varit olduğunu söylemek mümkün değildir. Özerklik ve bölgesel yönetimler kurma gibi
iç self-determinasyonun türevleri olan siyasi ve idari birimler kurmak da azınlıklar veya
halklara tanınmamıştır. AGİT’in 29 Haziran 1990 tarihli Kopenhag belgesi özerklikten
bir hak olarak değil, sadece bir imkan olarak bahsetmektedir. 906 Legal, illegal ayrılıkçı
Kürt siyasal hareketi, Kürt nüfusunun yoğun yaşadığı ya da Kürdistan diye
tanımladıkları bölge için Demokratik Özerklik adı altında ayrı bir statü istemektedir.
Ancak özerk bir yönetimin tek taraflı kurulma imkanı yoktur. Çünkü özerklik ancak iki
farklı kimliğin karşılıklı anlaşması ve rızaya dayalı yetki alanlarının belirlenmesi ile
mümkündür. Üstelik ayrılıkçı Kürt siyasal hareketinin talep ettiği özerklik Kürt
toplumsal alanını denetime alma ve yeniden kurma amacı gütmektedir. Ali Bulaç'a göre
dört sebeple bu mümkün değildir: 1.Proje, özerklik değil, bir federasyon tasarısıdır. 2.
BDP ve etnik Kürt siyasal hareketi Kürtlerin ancak üçte birini temsil ettiğinden etnik bir
bölgesellik mümkün değildir. 3.Proje farklı düşünen Kürtlerle diğer bölgelerin ne
düşündüğünü hesaba katmamaktadır. 4.Tasarının yeni anaysa ile bağ kurma sorunu
olup, yerellik, ademi merkeziyetçilik, özerklik ve federasyon ve bunların tüm biçimleri
özleri itibarıyla aynıdır.907 Özerklik talepleri her ne kadar çoğulcu bir toplum tasavvuru
üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılmakta ise de aslında her etnik grubu diğerlerinden
ayrıştırarak toplumu etnik kompartımanlara ayırdığından çoğulculuğun reddi anlamına
905
Somuncuoğlu, a.g.m., s.237.
906
Paech ve Topçuoğlu, a.g.e., s.68.
907
Ali Bulaç, "Demokratik Özerklik 1 ve 2", Zaman Gazetesi, 25-27 Aralık 2010.
243
908
gelmektedir. Çelik'in gerçek muhatap PKK, DTK, HDP ve DTP'dir, şeklindeki
beyanı bölge halkının farklı düşünen kesimlerinin iradesinin hiç dikkate alınmadığını
göstermektedir. Günümüzde devletin belirli bir bölgede otorite ve ekonomik kontrolünü
kaybetmesine neden olduğundan devletler tarafından ihtiyat ve itirazlarla
karşılanmaktadır. Katalon Özerkliğinin bağımsızlık referandumuna gitmesi, Qeuebec
bölgesinin iki ayrı referandumla Kanada’dan, Kuzey Irak bölgesel yönetiminin Irak'tan
ayrılmak istemesi, dünyada başarılı örnekleri de (Hindistan, Güney Afrika gibi)
bulunmasına rağmen özerklikle ilgili tereddütleri artırmaktadır. Özerkliği savunanlar
bile, özerkliğin kimi çatışmalı durumlarda sadece geçici bir araç olabileceğini, silahların
susması, başka çözüm arayışlarının demokratik kanallarla gerçekleşmesi ve bir ayrışma
olacaksa bile bunun silahsız olması için sadece bir ara formül olarak işlev
görebileceğini kabul etmektedirler. 909 Kaldı ki bugün etnik siyasal Kürt grupları
arasında bile kültürel özerklik, siyasal özerklik ve bağımsızlık tercihleri arasında derin
farklılıklar bulunmaktadır. DTP siyasal özerkliği öne alırken, BDP modeli daha çok
yerel yönetimlerin güçlendirilmesine ağırlık vermiştir. Hareketin içinde yer alan bir çok
isim (Leyla Zana, Beşikçi) bağımsızlığı savunurken, Öcalan ve Kandil konjonktüre
bağlı olarak özerklikle bağımsızlık arasında gidip gelmektedir. Yegen ise, Kürtçenin
yayın ve eğitim alanına kullanımının garanti altına alınması durumunda özerkliğin
sağlayacağı çok özel bir katkı ve artık çok istenilir bir durum olmayacağı
kanaatindedir. 910 Bölgede yapılan alan çalışmalarında HDP çizgisi dışında kalan
Kürtlerin ise özerklik veya bağımsızlık değil, kültürel haklarla ilgili düzenlemeler
istedikleri görülmektedir.911
908
Çelik, a.g.e., s.52.
909
Gürer, a.g.m., s.66.
910
Yegen, Son Kürt..., s.81.
911
Cuma Çiçek, Ulus, Din, Sınıf Türkiye'de Kürt Mutabakatının İnşası, İstanbul: İletişim Yayınları,
2015, s.78.
912
Dil, din, soy ve kültür birlikteliği olduğu halde herhangi bir devletin sınırları dışında yer alan halk ile
söz konusu devletin birleşmesi fikridir.
244
POLİSARO gibi örgütlerin mücadele ettikleri topraklar üzerinde hâkimiyetleri vardı.
Ancak FKÖ, SWAPO, ANC gibi bağımsızlık hareketlerinin çoğu mücadelelerini dost
bir ülkeden yürütmüşlerdir. Dolayısıyla toprağı kontrol etmek bağımsızlık
hareketlerinin her zaman ayırt edici özelliği olmamıştır. Ülke topraklarının bir
bölümünde de-facto denetimi elde ederek ülkesel bir varlık kazanamamaları bu toprak
parçasında egemenlikle ilgili bazı hakları de facto kullanamamaları bu birimlerin
üçüncü devletler tarafından de facto bir hükümet olarak tanınmasını ya da savaşan
statüsünü elde etmelerini hukuken imkânsız kılmıştır.913
PKK’nın bölgede herhangi bir denetimi söz konusu olmadığı gibi, bölge halkının
nitelikli bir çoğunluğunun desteğine de haiz değildir. Geçmişte toplumu seferber etmek
için kullanılan ana dili kullanma hakkı ile ilgili tüm gerekçeler boşlukta kalmıştır.Aynı
düşünsel çizgiyi takip eden HDP, seçimlere katılmakta, her seçim döneminde
TBMM’ye çok sayıda milletvekili sokmaktadır. Diğer partilerde de çok sayıda etnik
Kürt meclise girebilmekte, hiç bir engelle karşılaşmadan ülke yönetimine
katılabilmektedir. İspanya hükümetinin ETA örgütünün sembollerini kullanan, terör
örgütü ile ilişkisini kesmeyen Herry Batasuna partisini kapattığı düşünülürse,
Türkiye’de HDP’ye gösterilen hoş görünün İspanya’nın ilerisinde olduğunu söylemek
mümkündür.
913
Taşdemir ve Özer, a.g.e., s.73.
914
Sözcü Gazetesi, 6 Ağustos 2015.
245
self-determinasyon hakkından söz edebilmek mümkün değildir. Çevre ülkelerde baskı
gören Kürtlerin Türkiye’ye sığınmaları da bu iddiaların temelsizliğini göstermektedir.
AB aday üyeliği, aynı zamanda Türkiye'nin demokratik standartlarını yükseltme
arzusunu da ifade ettiğinden demokrasi ile ilgili ileri sürülen hiç bir eksiklik yahut
bahane dış SD'nin gerekçesi olamaz. Herhangi bir dil veya kültürün bekası tehdit altında
değildir. 1965 sayımında Zazalarla beraber yüzde 7.7 olan anadili Kürtçe olanların oranı
yeni saha çalışmalarında yüzde 8-10 arasında gösterilmektedir.915 Bu değişimin nedeni
araştırmayı yapanların ideolojik tutumları ile siyasetçilerin sert ve popülist
konuşmalarının topluma entegre olmuş Kürtlerin bile siyasal bilincini uyandırması,
tepkisel bir etnikçiliğin gelişmesidir. Bir başka nedeni ise Kürtçenin bekasını tehdit
edecek bir baskı ortamının olmamasıdır.
Sonuç olarak, PKK ve etnik Kürt siyasal hareketinin sömürge yönetimi, tarihsel
hak ve ırkçı baskıcı yönetim iddiasıyla temellendirmeye çalıştığı dış SD hakkı şu
sebeplerle yoktur:
2.Tarihsel hak iddialarının dikkate alınması ise ancak yakın geçmişte o coğrafya
ile hiç ilişkisi olmayan ülkelerin işgali halinde mümkündür. Buchanan, tarihsel hak
iddialarının asırlar öncesine götürülemeyeceğini, aksi takdirde işin içinden
çıkılamayacağını belirtmektedir.Kürtlerin bu coğrafya'daki tarihsel derinliği Türklerden
daha eski değildir.
246
olmamıştır. Devletin her tasarrufu iç yargı mekanizmaları ile denetlendiği gibi AİHM
tarafından da denetlenmektedir. Bu yönüyle de uluslararası hukuk açısında bir ayrılma
hakkı mevcut değildir.
3.7. Filistin
Filistin, Doğu Akdeniz’de ve Orta Doğu’da, İsrail topraklarının tamamı ile
Gazze Şeridi ve Batı Şeria gibi Filistinlilerin kontrolündeki toprakları kapsayan, bir
başka ifadeyle doğuda Ürdün nehri, batıda Akdeniz ve Sina yarımadası, güneyde
Lübnan, kuzeyde Kızıl Deniz ile çevrelenmiş coğrafi bölgeye verilen isimdir.918 Bugün
İsrail ve Filistin devletlerinin yer aldığı bölgenin toplam yüzölçümü 26.997
kilometrekaredir; bunun 6220 kilometrekaresi Filistin Cumhuriyeti’ne, 20.770
916
Washington Post, 24 Kasım 2012, Özdağ, PKK İle..., s.36.
917
Cuma Çiçek, Süreç, Kürt Çatışması ve Çözüm Arayışları, İstanbul: İletişim Yayınları, 2018, s.191.
918
Ahmet Varol, Filistin Hakkında Yanılgılar, İstanbul: Nida Yayıncılık, 2017, s.16.
247
kilometrekaresi İsrail Devletine aittir. 2016 verilerine göre İsrail’in nüfusu 8.547.000919
Filistin Cumhuriyetinin nüfusu 4.797.000’dir.920
Politik bir hareket olarak Siyonizm’in ortaya çıkışı 19. yüzyılın sonlarına tekabül
etmektedir. Son yüz elli yılın düşünürlerinin sosyal adalete ve model devletlerin
yaratılmasına gösterdikleri ilgi, diaspora Yahudilerinin durumlarının iyileştirilmesine ve
geri dönüş fikrinin gelişmesine neden oldu. Yahudi’lerde devlet fikrinin kıvılcımını
tutuşturan asıl olay, 1881’de Rus Çarı II.Aleksandr’ın öldürülmesidir.924 Rusların çoğu
Çarın ölümünden Yahudileri sorumlu tuttu. Ukrayna ve Moldova’da, Yahudilerin yoğun
olduğu 200 kasaba katliamdan geçirildi. Otoriteler bilinçli olarak ağır hareket etti,
suçluların hapse mahkûm edilmesi bir yana, çoğu muhakeme bile edilmedi.
919
Coğrafya Dünyası, "İsrail", (Çevrimiçi), http: //www.cografya.gen.tr/siyasi/devletler/israil.htm,
(Erişim Tarihi: 28.04.2018).
920
İslam Ansiklopedisi, "Filistin", (Çevrimiçi), https: //islamansiklopedisi.org.tr/filistin, (Erişim Tarihi:
28.04.2018).
921
Varol, a.g.e., s.15-16
922
Mim Kemal Öke, Filistin Sorunu, 4.b., İstanbul: Ufuk Kitapları, 2002, s.23.
923
Hasan Karaköse, ”Yahudilerin Filistin’e Yerleşme Girişimleri ve Süleyman Fethi Bey’in
Layihası”, G.Ü.Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, C, 5, S, 1, 2004, s. 48.
924
13 Mart 1881 yılında, özgürlük hareketi adlı devrimci bir topluluk, Çar İkinci Alexander’e karşı bir
suikast düzenleyerek onu bir bomba ile öldürdü.
248
Yeni Çar III. Aleksandr, babasının özgürlükçü reformlarını sonlandırarak, anti-
semitik kanunları sıkılaştırdı. Rusya’da yaşayamayacağını anlayan binlerce Yahudi
Avrupa ve Amerika’ya göçerken 3000 kadarı da Filistin bölgesine göç etti. Bu
Yahudiler, 1882 yılında Caffa yakınlarında Rishon-le Zion diye isimlendirilen bir
koloni oluşturdular. Aynı yıl Rusya’da Chibbath Zion (Siyon Sevgisi) isimli hareket
kuruldu. Bu hareket daha sonra Choveve Zion (Siyonu Sevenler) adıyla dernekleşerek
örgütlendi. Dernek kendine amaç olarak Filistin’e yerleşme ve İbraniceyi diriltmeyi
seçti. Bu dernek 1890’da Filistin ve Suriye’deki Yahudi Ziraatçı ve Esnafı Destekleme
Derneği adıyla tanınmayı başardı.925
Herzl’in 1897’de basılan Der Judenstaat (Yahudi Devleti) isimli kitabı yoğun
tartışmalara neden oldu. Yahudi toplumunda beklediği etkiyi yarattığını düşünen Herzl,
1897’de devlet fikrinin ete kemiğe büründüğü ilk Siyonist kongreyi Bassel’de
toplamayı başardı. Açılış konuşmasında, “Yahudi ulusunu barındıracak olan bir devletin
temellerini atmak üzere buradayız” diyerek, İsrail Devletine giden yolun ilk adımını attı.
Kongrede iki önemli karar alındı, birincisi, Filistin’de örgütlü, geniş çaplı bir Yahudi
kolonizasyonunun tesisi, ikincisi, Filistin’i kolonileştirme konusunda uluslararası
meşruiyet kazanma ve bütün Yahudileri Siyonizm davasında birleştirecek bir örgütün
kurulmasıydı.926 Hedef, Yahudileri birleştirmek, Yahudi olmayanların desteğini almaktı.
Kongreden sonra Herzl’in ilk hamlelerinden biri Yahudilerin Filistin’e yerleşmesi için
Osmanlı Sultanının karşısına çıkmak oldu.
925
Alan R.Taylor, İsrail’in Doğuşu, (çev.), Mesut Karaşahan, 3.b., İstanbul: Pınar Yayınları, 2001, s.14.
926
Taylor, a.g.e., s.17.
249
3.7.2. Filistin ve Osmanlılar
Osmanlılarla Siyonizm ilkdefa 2. Abdülhamit döneminde karşı karşıya geldiler.
Abdülhamit, Filistin meselesini daima siyasal bir mesele olarak görmüştür. Ona göre;
Musevilerin Filistin’e gelmesi ile birlikte bir Yahudi sorunu doğacak, bu da bölgede
çıkar peşinde koşan büyük devletlere karışıklıklar çıkarma fırsatı verecekti. Abdülhamit,
Avrupa devletlerinin, Filistin’i Yahudiler için yurt yapmak istediklerini çözmüş, bunun
hangi sonuçlara neden olacağını anlamıştı. Yahudiler zamanla bölgede çoğunluğu
oluşturacak, Filistin’i yurt haline getireceklerdi. Bu, Filistin’deki Müslümanların ölüm
fermanı demekti. Nitekim bu gerçek farkedildiği için çeşitli önlemler alınmış, Hariciye
vekilliği çeşitli gazetelere açıklamalarda bulunarak, Siyonistlerin esas amaçları ile ilgili
kamuoyunu bilgilendirmeye ve halkı uyanık olmaya çağırmıştır. Ayrıca sefaretlere bu
konuda gerekli talimatlar verilmiş ve şüpheli görülen Yahudilerin Filistin’e gelmelerine
vize verilmemesi istenmiş, 1888 tarihinde de Dâhiliye Nezareti hacılar hariç, yabancı
Yahudilerin Filistin’e giriş ve çıkışlarını yasaklamıştır 927
Herzl, İstanbul’a ilk defa 18 Haziran 1896tarihinde Kont Newlinski ile beraber
ve onun aracılığıyla Sultan Abdülhamit’le görüşmek ümidiyle gelmiştir. Bir gün sonra
Newlinski Herzl’e Sultan Abdülhamit’in kendisiyle görüşemeyeceğini ve Osmanlı’nın
dış borçlarını üstlenmesi karşılığında Filistin’e Yahudi göçüyle toprak verilmesi
konusundaki isteklerini kabul edemeyeceğini iletti. Herzl, anılarında Abdülhamit’in
Newlinski vasıtasıyla gönderdiği mesajda, ”Bir adımlık toprak bile satamam, zira bu
topraklar bana değil, milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu savaşarak ve kanıyla
928
sulayarak kazandı. Bizden ancak kanla koparılabilir, ” dediğini aktarır.
Teodor Herzl, Padişahı Filistin meselesine ikna edebilmek için 1896 ile 1902
yılları arasında İstanbul’a beş defa gelmiştir. Ziyaretlerinde hem Yıldız Sarayında hem
de Bab-ı Âlî’de devlet adamları tarafından kabul edilmiştir. 17 Mayıs 1901 tarihli
927
Taylor, a.g.e., s.15.
928
Denis Ojalvo, ”Sultan 2.Abdülhamit ve Theodor Herzl”, Şalom Gazetesi, 3 Mayıs 2017.
250
görüşmede, II. Abdülhamit, Musevilerin yaşadığı sıkıntıları da dikkate alarak, “zulüm
gören Yahudilerin Türk tabiiyetini kabul etmeleri ve Osmanlı hükümetinin belirlediği
yerlerde yerleşmeleri şartıyla” Osmanlı topraklarına ilticaedebileceklerini,
İmparatorluğun bütün sınırlarının Yahudilere açık olduğunu söylemiştir. Padişahın
amacı Yahudilerin bir yerde çoğunluk oluşturacak şekilde yerleşmelerine ve orayı
vatanlaştırmasına engel olmak ama onlara Osmanlı topraklarını açarak da insani bir
davranışta bulunmaktı.
929
Lord Rothschild, Filistin topraklarının Osmanlı’dan ayrılması için İngiliz hükümetine baskı
uygulayarak Balfour Deklarasyonu ’nu yayınlatmayı başaran, Filistin topraklarının satın alınması için
2 milyon Sterlinlik bir fon oluşturarak Filistin topraklarının en verimli yerlerinin Yahudilerin eline
geçmesine neden olan iş adamı.
930
Balfour Deklarasyonu, Lloyd George’un başbakanlığındaki İngiliz savaş kabinesinde Dışişleri bakanı
olan Arthur Balfour’un girişimiyle başlatılan ve sonuçta Filistin’de bir Yahudi devletinin -İsrail-
kurulmasıyla sonuçlanan girişimdir. 1917 yılındaki bu deklarasyon, ilk Balfour Deklarasyonudur.
Bkz. Öke, a.g.e, s, 263- Taylor, a.g.e, s.33
931
Öke, a.g.e., s.263.
251
Bu mektupla, İngiltere Hükümeti Filistin topraklarında bir Yahudi devleti
kurulmasına sıcak baktığını, bu maksatla her türlü kolaylığı sağlayacağını söylüyordu.
Osmanlı İmparatorluğu dağıldığında İngiltere elinde tuttuğu Filistin topraklarında bir
Yahudi devletinin çıkması için her türlü kolaylığı göstermiş, deklarasyonun gereğini
yerine getirmiştir. İsrail devleti, İngiltere’nin kanatları altında inşa edilmiş, Filistinliler
vatanlarından yine İngiltere’nin göz yumması sonucu sürülmüşlerdir.
Filistin tarihi sadece bu bölgede değil aynı zamanda tüm dünyada da iz bırakan
çarpıcı olaylar tarafından belirlenmiştir. Çatışmaların tırmanması ve yayılma istidadı
göstermesi üzerine, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu iki aylık yoğun müzakerelerin
ardından, 29 Kasım 1947’deki ikinci oturumunda, Filistin Özel Komitesi’nin çoğunluğu
tarafından sunulan Ekonomik Birlik ile Bölünme Planı’nı küçük değişiklerle 181 (II)
sayılı kararıyla kabul etti ve Karara iliştirilen bölünme planı, Mandanın kaldırılması,
İngiliz ordusunun tedrici geri çekilmesi ve iki devlet ile Kudüs’ün sınırlarının çizilmesi
için dört bölümlük ayrıntılı bir plan oluşturdu.
932
Christian Chesnot ve Josephine Lama, Filistinliler, (çev.), Sezai Arusoğlu, İstanbul: Doruk
Yayımcılık, 2003, s.27-28.
933
Taylor, a.g.e., s.78.
252
Filistin’in sekiz parçaya bölünmesi: üç parça Arap Devleti’ne, üç parça Yahudi
Devleti’ne tahsis edilerek Yahudi bölgesinin içindeki Yafa kentinde bir Arap yerleşim
bölgesi oluşturulması ve
934
"Filistin Meselesi ve Birleşmiş Milletler", (Çevrimiçi), http: //www.unicankara.org.tr/filistin/2.html,
(Erişim Tarihi: 29.04.2018).
253
Arabulucunun çabalarına rağmen, ateşkesin uzatılması konusunda bir anlaşmaya
varılamadı ve savaş 8 Temmuz’da tekrar başladı. Ekim 1948 ve Mart 1949’da
çatışmalar daha da arttı, bu arada İsrail, Arap Devleti’ne tahsis edilen bazı bölgelerin
yönetimine de el koydu. 1950’de Ürdün, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı çözüm bulunana
kadar resmi olarak kendi yetki alanı altına aldı. Şubat ve Temmuz 1949 arasında,
Birleşmiş Milletler gözetimi altında bir tarafta İsrail diğer tarafta Mısır, Ürdün, Lübnan
ve Suriye arasında ateşkes anlaşmaları imzalandı.935
935
"Filistin Meselesi ve Birleşmiş Milletler", (Çevrimiçi), http: //www.unicankara.org.tr/filistin/2.html,
(Erişim Tarihi: 29.04.2018).
936
Ayşe Tekdal Fildiş, ”Filistin İsrail Sorununun Gözardı Edilen Tarafı: İsrail’in Filistinli Vatandaşları”,
254
İsrail’in kurulması ile birlikte bölgede çatışma ve gerilimler eksik olmadı. 1967
yılında 6 gün süren ve bu yüzden 6 gün savaşları olarak adlandırılan Arap -İsrail
savaşlarının sonucunda İsrail Ürdün, Suriye ve Mısır topraklarının bir kısmını işgal
ederek topraklarını 4 kat genişletti. Kudüs’ü işgal ederek İsrail’in başkenti ilan etti.
Savaş sonrası Güvenlik Konseyi pek çok müzakereden sonra 22 Kasım 1967’de Orta
Doğu’da barışçıl bir ortamın sağlanması için gereken ilkeleri sıralayan 242 (1967) sayılı
kararı oy birliği ile kabul etti. Karar, adil ve uzun soluklu bir barışın tesisinin aşağıdaki
iki ilkenin uygulanması ile mümkün olacağını belirtiyordu:
"İsrail silahlı kuvvetlerinin son çatışmada işgal edilen bölgelerden çekilmesi ve tüm
iddialardan vazgeçilmesi ve çatışmaya mahal verecek davranışlardan kaçınılması;
egemenlik, toprak bütünlüğü ve bölgedeki her devletin siyasi bağımsızlığı ve barış
içinde, her türlü tehditten ve şiddet hareketinden uzak, güvenli ve kabul edilen
937
sınırlar içinde yaşama hakkına saygı duyulması."
Mısır ve Ürdün 242 (1967) sayılı kararı kabul ettiler ve İsrail’in 1967 savaşında
işgal ettiği bütün topraklardan çekilmesini de müzakerelere bir ön koşul olarak şart
koştular. İsrail de Güvenlik Konseyi’nin Kararını kabul ederek geri çekilme ve
mülteciler meselesinin ancak Arap Devletleri ile doğrudan görüşmelerle ve kapsamlı bir
barış anlaşmasının neticesinde çözülebileceğini vurguladı. Suriye ise, İsrail’in
çekilmesinin Arap ülkelerinden beklenen ödünlere bağladığını iddia ederek kararı kabul
etmedi. 1964’te Filistin’in çıkar ve isteklerinin gerçekleşmesini sağlamak için
oluşturulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) de Filistin sorununu bir mülteci problemine
indirgediğini söyleyerek kararı şiddetle eleştirdi.938
İsrail, Sina yarım adası hariç 1967’de işgal ettiği toprakların büyük kısmını hala
elinde tutmakta, BM kararlarına uymamaktadır. Filistinlilerin bir kaç yıl içinde ağır
baskı ve katliamlar sonucu ülkelerini terk etmeleri ve topraklarının işgal edilmesiyle,
255
Churchil’in, “şimdiye kadar Yahudileri Araplara dövdürdük, bundan sonra da Arapları
Yahudilere dövdüreceğiz” şeklindeki sözleri gerçek olmuştu.939
Gerçekte Filistin meselesini anlayabilmek için İsrail’in nasıl bir devlet olduğunu,
hangi motivasyonlarla toplumsal meşruiyet sağlamaya çalıştığının anlaşılması
gerekmektedir. Walzer’in ifade ettiği gibi Yahudiler, Hindistan veya Cezayir gibi
sömürgeleştirilmemişlerdi. Uzun süre Batı’nın bir parçası olarak kalmışlardı. İngiliz
mandası olan Filistin’e gitmek üzere Avrupa’yı terk ettiklerinde kendilerini bu kültürün
temsilcileri olarak görüyorlardı. Siyonizm, Yahudilere hem bağımsızlık vaat eden, hem
de seküler Batı Avrupa kültürünü Ortadoğu’ya taşımayı amaçlayan bir projeydi. Aynı
anda hem sömürgeci hem de kurtarıcı olması onu diğer ulus projelerinden ayırıyordu.
Siyonizm aslında, Siyonistlerin saygı duyduğu bir Avrupa vizyonuna asimile olma
arzusu ile Yahudi kimliğini siyasi egemenlik biçimi altında yenileyerek koruma
arzusundaki büyük tarihi uzlaşmaydı.941
Eva Illoz, fundamentalizmin hep Batı’nın ötekisi olarak algılandığını ama gerçek
fundamentalizmin Batı’nın içinden çıktığını söyleyerek İsrail’i işaret eder. 942 İsrail’in
939
Abdullah Uçar, Dünyanın Baş Belası Siyonistler, Konya: Adım Matbaası, 2009, s.37.
940
Taylor, a.g.e., s.139.
941
Eva Illouz, "Bağımsızlık Paradoksundan Liberal Elitlerin Ölümüne", Büyük Gerileme, (ed.),
Heinrich Geiselberger, (çev.), Merise Şahin vd, İstanbul: Metis Yayınları, 2017, s.74.
942
Illouz, a.g.m., s.69.
256
kullandığı milli simgelerin çoğunun dini kaynaklı olması bundandır. İsrail’in
bayrağında bulunan mavi beyaz çizgiler Tevrat’ta geçen renklerdir. Dönüş yasası ile
sadece kendini Yahudi olarak tanımlayanların vatandaşlığa kabul edilmesi ve 1970’de
dede veya ninesinden biri Yahudi olanlara da bu hakkın tanınması ile din, devletin belki
de en büyük yetkisi olan vatandaşlığın yegâne belirleyicisi haline geldi. Din ile
milliyetçilik arasında bir bağ olmasına gerek bulunmamasına rağmen İsrail’de bu bağ
baştan beri vardı. Söz konusu bağ bir dizi strateji yoluyla, dine ve Tevrat’a dayalı bir
kültüre alttan alta daimi bir aidiyet ve itaati biçimlendirip dayatarak Yahudilik ile İsrail
vatandaşlığı ve devleti eş değer hale getirdi. Etienne Balibar’ın ifade ettiği gibi, seküler
olanı dinden ayırmak, devleti ortak bir yurttaşlık kültürü oluşturabilmesi için özgür
bırakmak için kritik bir hamledir. Devlet bu görevi yerine getirecek özgürlüğe sahip
değilse, belli bir grubun kendisini tek meşru temsilci olarak görmesi ve çeşitli
hiyerarşiler yaratması kolaylaşır.943
943
Ilıouz, a.g.m., s.76.
944
Fildiş, a.g.m., s.84.
257
benzemektedir. Mizrahi Yahudileri, devlet katında düşük zekâlı, ilkel, kültürel olarak
geri, çağın gerisinde kalmış ve en önemlisi dindar, dolayısıyla da ilerici ve Batılı
Siyonist seküler devlet projesine birçok açıdan yabancı görülüyordu.945
Oysa Mizrahi dindarlığı batılı değerlere çok daha açık ve daha ilerici idi. 1984
de Mizrahi Yahudileri partileri Shas’ı kurana kadar bu böyle devam etti. Devlet
Yahudilerle Arapları iki bambaşka kimlik olarak görüyordu. Shas’ Yahudi olmayanları
İsrail siyasetinden dışlayan bir politika izlemektedir. Mizrahi Yahudileri devlet
üniversitelerinde neredeyse hiç temsil edilmezken, özel üniversiteler onlara kapılarını
açık tutmaktadır 946 İsrail, yurttaşlığın hem etnik hem de dinsel temele dayandığı bir
devlet yarattı. Ancak aynı zamanda Mizrahi Yahudilere yönelik Şarkiyatçı politikaları
ile içeride yeni bir sömürgecilik biçimi de uyguladı. İkisinin de kaynağı aynıydı:
Kendinde, etnik ve dinsel farklılıklara saygılı, ortak bir demokratik ulusal yurttaşlık
bilincini görmeyen bir devlet.947
945
Illıouz, a.g.m., s.77-78.
946
Illıouz, a.g.m., s.82-83.
947
Illouz, a.g.m., s.84.
948
Roger Garaudy, İsrail, Mitler ve Terör, (çev.), Cemal Aydın, İstanbul: Pınar Yayınları, 2015, s.25
949
Garaudy, a.g.e., s.25.
258
kurmasına neden olmaktadır. Kurulduğu günden beri, İsrail’in hedefi etrafında kendine
tehdit olabilecek güçleri dağıtmak, caydırıcı bir güç olarak varlığını sonsuza kadar
sürdürmektir. Bu bakımdan vaat edilmiş topraklarla, çeperinde bulunan ülkelerde
meydana gelen karışıkların çoğunda İsrail’in şu veya bu şekilde dahli vardır.
Daha önce Eritreli Müslümanlara karşı Etiyopya ile Sudan’a karşı Güney Sudan
ile benzer ilişkiler kuran İsrail, BM’nin ülkelerin içişlerine karışma yasağına rağmen bu
saldırgan politikasından vazgeçmemiştir. Tevratsal sınırlara ulaşma hedefi İsrail’i
Ortadoğu coğrafyasında bir terör ve istikrarsızlaştırma aracı haline getirmiştir. Çevre
ülkelerdeki çelişkiler üzerinden çatışma alanları oluşturan İsrail’in bu politikası sadece
Ortadoğu’yu değil, dünya barışını da tehdit etmektedir.
950
Tolga Savaş, İsrail, Ortadoğu ve Kürtler, İstanbul: Kamer Yayınları, 2015, s.69.
951
AHABER. İsrail'den Barzani Referandumuna Destek. (Çevrimiçi).https:
//www.ahaber.com.tr/analiz/2017/09/20/barzaninin-referandumuna-destek-veren-tek-ulke-
israil, (Erişim Tarihi: 20.05.2018).
259
3.7.6. Filistin Halkının Self-Determinasyon Hakkı
BM kararlarında kendi kaderini tayin halklara tanınmış bir haktır. Birçok BM
kararında Filistinliler halk olarak kabul edilmiştir. BM’nin 29 Kasım 1947 tarih 181
sayılı taksim kararında, Arap Devleti için ayrılan toprak parçası ile Filistinliler halk
olarak kabul edilmiştir. Keza, Aralık 1969’da Genel Kurul, 2535 (XXIV) sayılı kararla
“Filistinli Arap mülteciler sorununun Birleşmiş Milletler Antlaşması ve İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi kapsamındaki devrolunamayan haklarının reddinden
kaynaklandığını” belirleyerek Filistinlilerin halk olduğunu ihsas etmiştir. 22 Kasım
1974’te Filistin Kurtuluş Örgütünün gözlemci statüsünün onaylandığı 3237 sayılı
kararda da, ”Filistin Kurtuluş Örgütü’nün oturumlara ve Genel Kurulun nezareti altında
toplanan tüm uluslararası konferansların çalışmalarına gözlemci konumunda katılmaya
hak kazandığı belirtilerek, bir halkın temsilcisi olduğu zımnen ifade edilmiştir.
Mallison’a göre, Filistinliler, 20 yüzyıl öncesi dönemlerde Filistin olarak adlandırılan
ülkenin sakinleri olarak fiilen (de facto) bir halktı ve bu halkın Suriye, Lübnan ile bitişik
olan kardeş Araplarla yakın bağlantıları vardı.952
BM’nin 1947 tarihli bir Arap devleti ile İsrail devletinin kurulması yönündeki
taksim kararı aynı zamanda Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkı olduğunu da
doğrudan tanıyan ilk Genel Kurul kararıdır. Keza, 30 Kasım 1979 tarihli 2649 sayılı
kararda Filistinlilerin self-determinasyon hakkını teyit etmiştir. Kararda; yabancı
hâkimiyeti nedeniyle pek çok halkın self-determinasyon hakkının ret edilmesi ile ilgili
kaygılar dile getirilmiş, Filistin ve Güney Afrika halkları gibi self-determinasyon
hakkına yetkilendirilen halkların haklarını ret eden hükümetler kınanmıştır.954 Kararda,
Filistin’in İsrail karşısındaki durumu yabancı işgali olarak nitelendirilmiştir.
Keza, Mısır ile İsrail arasında imzalanan Camp David Anlaşması, self-
determinasyon hakkından bahsetmemesine rağmen, Batı Şeria ve Gazze’de yaşayan
“yerlilerin tam otonomluğunu” pazarlıklarla da olsa zamanla elde etmesi konusunda bir
952
Taşdemir, İsrail, Filistin Sorunu..., s.217.
953
Cassese, a.g.e., s.234.
954
Taşdemir, İsrail-Filistin Sorunu..., s.219.
260
çerçeve sunduğundan, bu hakka vurgu yapmıştır. Anlaşmada, arka arkaya hangi
adımların atılması gerektiği ve bu adımların sonunda Filistin halkının yasal haklarının
tanınması için adil düzenlemeler yapılmasına yönelik çözümler olması gerektiği
vurgulanmıştır. Anlaşma, Batı Şeria ve Gazze halkının temsilcileri aracılığıyla bile olsa
bu sürece dâhil olmalarına izin vermiştir; çünkü bu temsilcilere bölgelerinin nihai
hallerinin ne olacağına dair müzakerelere katılma ve kendilerini nasıl yöneteceklerine
karar verme hakkı tanınmıştır. Bu gerçekten hareketle, 15 Kasım 1988 de Filistin Ulusal
Konseyi Filistin Devletinin kuruluşunu ilan ederek, bağımsızlık ilanında self-
determinasyon hakkını yürürlüğe koymuştur.955
955
Cassese, a.g.e., s.234
956
Cassese, a.g.e., s.235-236.
261
şekilde işgal edildiğini, Filistin halkının İsrail’in işgal ettiği Arap bölgelerde devlet
kurma hakkına sahip olduğunu söylemiştir. Konuya başlarda mülteci sorunu olarak
bakan BM, 10 Aralık 1969 tarih, 2535 sayılı kararı ile Filistin halkının devredilemez
haklarını tanımış, 8 Aralık 1970 tarihli 2672 sayılı kararı ile de Filistin halkının eşit
haklara ve self-determinasyon hakkına sahip olduğunu kabul etmiştir.957
“Birleşmiş Milletler kırk yıl önce başlayan işgale bir son vermeyi ve iki devletli bir
çözüme varmayı hedefleyen uluslararası çabaları desteklemeye devam edecektir. Tutarlı
ve bağımsız bir Filistin ve sağlam ve emniyetli bir İsrail yalnızca iki millet için bir lütuf
olmayacak ayrıca daha geniş bir bölgede barış ve istikrarın teşvik edilmesine de
yardımcı olacaktır.”958
262
(1) İsrail hariç bütün devletler Filistin halkının self-determinasyon hakkına sahip
olduğu kanaatindedir.
(2) Bu hakkın yasal temeli yabancı işgalidir ve sadece 1967’den itibaren işgal edilen
bölge içinde yaşayan Filistinlilerin bu hakkı talep etme hakkı vardır.
İsrail ile Filistin halkının farklı çözümlere sahip olmaları bugün için kalıcı bir
çözümü zorlaştırmaktadır. BM’nin taksim kararından sonra Araplar için ayrılan
toprakların büyük kısmının İsrail tarafından işgal edilmesi ve yerli halkın bölgeden
sürülmesi sorunu daha da karmaşık hale getirmektedir. Araplardan arındırılmış
topraklarda yapılacak bir referandumun sağlıklı sonuçlar vermeyeceği açıktır. 1948’e
kadar İsrail bugün sahip olduğu bölgede bir devlet değildir. Tarih boyunca Arapları aşan
bir nüfus yoğunluğuna da sahip olmamıştır. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen
Yahudiler zamanla bölgeyi işgal ederek yerli/kadim halklarından temizlemişlerdir.
BM’nin taksim kararından sonra da Araplar (Filistinliler) için ayrılan toprakları aşama
aşama işgal etmiştir. Siyonist düşün hayata geçirilmesi Filistin kabusunu yaratmıştır.961
İsrail’in bu topraklarda işgalci olduğuna şüphe yoktur. Nitekim daha önce ifade edilen
BM kararları da bunu teyit etmektedir.
Ayrıca, İsrail devleti kendi içinde Yahudiler arasında bile hiyerarşiler ve sınıflar
oluşturarak ayrımcılık yapan ırkçı bir devlettir. Temel bir insan hakkı olan su hakkına
Filistinlilerin ulaşmasını engelleyerek hem insanlık suçu işlemekte hem de suyu bir
960
Cassese, a.g.e., s.240-241.
961
Abdelvahap Meddeb, İslamın Hastalığı, (çev.), Haldun Bayrı, İstanbul: Metis Yayınları, 2005, s.190.
263
baskı aracı olarak kullanmaktadır. Filistinlilere daha az su daha pahalı bir fiyattan
verilmektedir. Sistem etnik arındırma üzerine kurulmuştur. Susuz kalan yerleşimlerden
göç eden Filistinlilerden boşalan yerlere İsrail vatandaşları yerleştirilmekte, ayrımcı
baskıcı bir yönetim sergilenmektedir. Bu yönüyle de -baskıcı, ırkçı yönetimlere karşı
Filistin halkının uluslararası hukuktan kaynaklanan self-determinasyon hakkı söz
konusu olmaktadır.
Son dönemlerde ABD’de iki devletli bir çözümden yana tavır almıştır. Ancak
2017’de büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı alarak, uyuşmazlığın merkezinde yer
alan Kudüs’ün statüsü ile ilgili BM kararlarına aykırı bir adım atmıştır. Zira, Birleşmiş
Milletler, 19 Aralık 1983 tarihli 38/180 sayılı kararında, İsrail’in barışsever bir üye
olmadığını vurgulayarak, üye devletlere İsrail ile ilişkilerini kesme ve İsrail’in işgal
ettiği Kudüs ve Golan tepelerinden çekilmesi çağrısında bulunmuştur.
962
Kerem Batır ve İlhan Aras, ”Self-Determinasyon Hakkı ve Filistin Devleti Bağlamında Filistin
Sorunu”, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi SBE Dergisi, C, 1, S.1, 1997, s.153.
963
Cassese, a.g.e., s.241.
264
geçmemiştir. ABD’nin himayesi, Güvenlik Konseyinde bağlayıcı bir kararın çıkmaması
İsrail’in barışçıl bir çözüme yanaşmasını engellemektedir. ABD’nin İsrail yanlısı
tutumuna karşı Meddeb haklı olarak ABD’ye sormaktadır;
"ABD niçin, İsrail’in 1967 öncesi sınırları içinde meşruluğunu tanıyan ve sınırları
uluslararası hukuka göre çizilecek iki devletli bir çözüm için ağırlığını
koymamaktadır? Hem Gazze hem de Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerine son
verilmesi ve mevcut olanların dağıtılması için İsrail’e niçin telkinde
bulunmamaktadır."964
964
Meddeb, a.g.e., s.189.
965
Meddeb, a.g.e., s.190.
265
SONUÇ
Kavramın popüler hale gelmesi ve siyasi bir ilke olarak kabul edilmesinde iki
önemli devlet adamı Wilson ile Lenin'in katkıları büyüktür. Lenin, meseleye sınıfsal
açıdan yaklaşırken, Wilson daha çok yönetimlerin demokratikleşmesi, yani iç kendi
kaderini tayin açısından bakmıştır. Ancak bu yaklaşım farklarına rağmen o yıllarda self-
determinasyon milliyetçiliğin bir itici gücü olarak, başta Osmanlı olmak üzere
İmparatorlukların tasfiyesinde etkili bir araç olarak kullanılmıştır.
Daha sonra BM’nin çeşitli tarihlerde aldığı Genel Kurul kararlarıyla ilkeye
netlik kazandırılarak, üye devletlere yükümlülükler getirilmiştir. BM Genel Kurulunun
1514(XV), 1541(XV) ve 2625 (XXV) sayılı kararları İlkenin anlam ve kapsamını
266
belirlemede önemli rol oynamıştır. 1966 tarihli İkiz Sözleşmelerin ortak 1.
maddelerinde self-determinasyon, insan hakları ve demokrasi ile ilişkilendirilerek,
siyasi bir ilkeden insan haklarının bir parçası haline getirilmiştir.
267
Günümüzde meydana gelen birçok uyuşmazlığın, çatışmanın arkasında self-
determinasyon talepleri yatmaktadır. Halen devam eden çatışmaların birçoğu self-
determinasyon kaynaklıdır. Quebec, Katalonya, Kuzey Irak, Bask, Filistin ve
Çeçenistan gibi devam eden sorunların merkezinde self-determinasyon yoluyla ayrı bir
devlet olma talebi vardır. Quebec, Kuzey Irak ve Katalonya gibi bölgeler yakın
zamanda referandum yoluyla parçası oldukları devletlerden ayrılmak istemişlerdir.
Güney Sudan, önce özerklik ardından referandum yoluyla parçası olduğu Sudan’dan
kopmuştur. Self-determinasyon hakkı, bulunduğu toplumdan farklı olan gruplar için
kışkırtıcı bir işlev görmektedir. Devlet taleplerini gerçekleştirmek isteyen her grup,
taleplerini bu yolla meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
268
kurallarıyla sınırlanmıştır. Özellikle dış self-determinasyonla uluslararası hukukun bu
ilkelerinin sürekli bir gerilim ve çatışma içinde olduğunu söylemek mümkündür.
269
almamaktadır. Bu açık gerçeğe rağmen en büyük meydan okuma demokratik rejimlere
karşı yapılmaktadır. Quebec, Kuzey İrlanda, Katalonya, Korsika, Güney Tirol ve
İskoçya bu meydan okumaların en güncel ve en bilinen örnekleridir. Bu ülkelerde
yaşanan ayrılma talepleri SD'nin esas itici gücünün baskı veya ırkçı yönetimler değil,
milliyetçilik olduğunu göstermektedir. Devletini kuramamaış topluluklar için
milliyetçilik bir devlet kurma ideolojisidir ve bu halkları dış SD'ye yönlendiren en
önemli faktördür.
Bölge için bir yabancı işgalinden de söz edilemez. Çünkü bu coğrafya hiç bir
zaman sadece Kürtlerin yaşadığı bir coğrafya olmamıştır. Türkler en az on asırdan beri
buradadır. Yabancı işgali ancak yakın zamana ait işgaller için kullanılan bir kriterdir.
Zira geriye doğru gidildikçe bugün yaşayan devletlerin bir çoğunu bugün yaşadıkları
coğrafyada bulabilmek mümkün değildir. Türkiye dünya devletleri arasında, bulunduğu
coğrafyada en uzun tarihi derinliğe sahip devletlerin başında gelmektedir. Sömürgecilik
ve yabancı işgali geçmişe dönük kavramlar olduğu için bugünkü Türkiye'ye karşı
uygulanabilir değildir. Zamanı tersine çevirip geriye gitmek mümkün olmadığı
müddetçe bu kriterler Türkiye'ye uygulanamaz. Ancak yönetim biçiminden kaynaklanan
eksiklikler her zaman gündeme getirilecektir. Türkiye iki açıdan demokrasiye
mecburdur: Bir, kendi vatandaşlarının huzur ve mutluluğu için, iki, ayrılıkçı Kürt
siyasal hareketi ve onun uluslararası destekçilerine malzeme vermemek için, zira,
demokratikleşme hem devletlerin ve rejimlerin kendi vatandaşlarının gözünde
270
meşruiyet kazanma problemine yardımcı olmakta hem de devlet yurtseverliğini
kuvvetlendirmektedir Günümüzde otoriterleşme artıkça ayrılma senaryoları daha büyük
güç ve zemin kazanmaktadır.
Sonuç olarak, SD ile ilgili istismarların önlenmesi yine başta halk kavramı
olmak üzere SD ile ilgili kavramların netleştirilmesine bağlıdır. Zira, tanımlanamayan
her kavram istismara açıktır. Halkın tanımlanmamış olması devletlere değil, etnik,
dinsel veya dinsel topluluklara avantaj sağlamakta, günümüzde pek çok grup bu ilkeye
dayanarak ulusal kurtuluş mücadelesi yürütmektedir. Tanımsızlığın istismarından
kurtulmak için hangi grupların ayrılma hakkı olduğuna odaklanmak yerine, SD
taleplerinin hangi şartlarda meşru veya gayri meşru olduğuna yoğunlaşması daha doğru
bir yoldur. Özellikle, ülkesel bütünlüğün self-determinasyona üstünlüğünün kesin
çizgilerle belirlenmesi ve ayrılmanın iki taraflı iradeye bağlanması şarttır. Aksi takdirde
kendini farklı gören her grup kendinde ayrı bir devlet olma hakkını görecek, ulus
devletler düzeninin yerini kabile devletleri alacaktır. Kavram, barındırdığı belirsizlikler
yüzünden kaos ve çatışmaları kışkırtmakta, evlilikleri değil, boşanmaları teşvik
etmektedir. Kavramın içeriği ve sınırları netleştirilmediği ve çıkar mücadelelerinin aracı
olmaktan çıkarılmadığı takdirde, önümüzdeki yıllarda BM’ye üye devlet sayısının
250’yi bulması, etnik ve mezhep temelli parçalanmaların sürmesi kuvvetle
muhtemeldir.
271
KAYNAKÇA
ARAL, Berdan. Üçüncü Kuşak İnsan Hakları Olarak Kolektif Haklar. Ankara:
Siyasal Yayın Dağıtım. 2010.
272
ARSAVA, A.Füsun. “Halkların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkının Tarihçesi Ve
Günümüzde Getirdiği Problemler”. Journalof Yaşar Universty. C.1. S.8.
2013, ss.387-394.
ARSAVA, A.Füsun. “Kıbrıs Sorununun Uluslararası Hukuk Açısından
Değerlendirilmesi”. Ankara SBF Dergisi. S.51/4. 1996.ss.43-51
ARVASİ, S.Ahmet. Doğu Anadolu Gerçeği, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü Yayınları. 1998.
ASLAN, Cahit. Bir Soykırımın Adı 1864 Büyük Çerkez Sürgünü. ASAM. 2006.
BALİBAR ve Wallerstein. Irk Ulus Sınıf. (çev.), Nazlı Ökten. 4.b. İstanbul: Metis
Yayınevi. 2007.
273
BAŞER, Bahar. Diasporada Türk-Kürt Sorunu, Almanya ve İsveç'te İkinci Kuşak
Göçmenler. İstanbul: İletişim Yayınları. 2013.
BENNIGSEN, Alexandre. "Sultan Galiyev, The U.S.S.R. and the Colonial Revolution"
ed. Walter Z.Legueur. The Middle East in Transition.London.1958. pp.398-
414.
274
BİLLİG, Michael. Banal Milliyetçilik. (çev.). Cem Şişkolar. İstanbul: Gelenek
Yayınevi. 2002.
BİNGÖL, Arif. Milli Devlet ve Kürtler. 2.b. İstanbul: Kaynak Yayınları. 2014.
BRUINESSEN, Martin van. Ağa, Şeyh, Devlet, (çev.). Banu Yalkut. 5.b. İstanbul:
İletişim Yayınları. 2008.
BUDAK, Ömer. Tarihi Süreç İçerisinde Kürtler ve Kürtçülük. Ankara: Işık Eğitim
Kültür Hizmetleri. 2008.
BULAÇ, Ali. "Demokratik Özerklik 1 ve 2". Zaman Gazetesi. 25-27 Aralık 2010.
BULUNÇ, Ahmet Zeki. ”Kıbrıs Politikasının Annan Belgesi İle Başlayan Kırılma
Noktaları”. Akademik Bakış. C.1. S.1. Kış.2007. ss.73-115.
275
BURAN, Ahmet. Türkiye'de Diller ve Etnik Gruplar. Ankara: Akçağ Yayınları.
2012.
CANEY Simon, "Self-Government and Secession: The Case of Nations", The Journal
of Political Philosophy, C.5, No.4, Oxford, 1997, TAŞDEMİR Fatma ve
Adem Özer, Uluslararası Hukuk Perspektifinden Self- Determinasyon ve
Ayrılma. Ankara: Huku Yayınları. 2017.
CASSESE, Antonio, Self-Determination Of Peoples: a Legal Reapprasial.
Cambridge Unıversty Press.1998.
CAŞIN, Mesut Hakkı. Modern Uluslararası Hukukun Temel Esasları. C.2. İstanbul:
Legal Yayıncılık. 2013.
CATALA, Amandine. "Secession and Annexation: The Case of Crimea" German Law
Journal. 16/3. 2015.pp. 581-603. Uluslararası Hukuk Perspektifinden Self-
Determinasyon ve Ayrılma. Fatma Taşdemir ve Adem Özer. Ankara: Hukuk
yayınları. 2017.
CEVİZCİ, Ahmet. Aydınlanma Felsefesi. İstanbul: Say Yayınları. 2017.
COPP, Davit. "International Law and Morality in the Theory of Secession". The
Journal of Ethics. 2(3). 1998. ss.219-245.
276
ÇALIK, Mustafa. Milli Kimlik, Milliyet ve Milliyetçilik. Ankara: Cedit Neşriyat.
2008.
ÇAY, Abdülhaluk. Her Yönüyle Kürt Dosyası. 3.b. Ankara: Turan Kültür Vakfı
Yayınları. 1994
ÇİÇEK, Cuma. Ulus, Din, Sınıf Türkiye'de Kürt Mutabakatının İnşası. İstanbul:
İletişim Yayınları. 2015.
DAVIDSON, James West. Kısa Amerika Birleşik Devletleri Tarihi. (çev.), Can
Evren Topakta. İstanbul: Say Yayınları. 2017.
277
Bağımsızlık İlanına İlişkin Danışma Görüşü" Dokuz Eylül Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi.C.11. S.2. ss.252-316.
DOĞAN, Mehmet. Büyük Türkçe Sözlük. 17.b. İstanbul: Pınar Yayınları. 2005.
ERÖZDEN, OZAN, Ulus -Devlet. 3.b. İstanbul: On İki Levha Yayıncılık. 2013.
FIRAT, Mehmet Şerif. Doğu İlleri ve Varto Tarihi. İstanbul: Kamer Yayınları.1998.
FİLDİŞ, Ayşe Tekdal. ”Filistin İsrail Sorununun Gözardı Edilen Tarafı: İsrail’in
Filistinli Vatandaşları”. Filistin Araştırmaları Dergisi. No.1.Yaz. 2017. ss.
80-92.
278
GARAUDY, Roger. İsrail, Mitler ve Terör. (çev.). Cemal Aydın. 9.b. İstanbul: Pınar
Yayınları. 2015.
GÖZLER, Kemal. Anayasa Hukukunun Genel Esasları Ders Kitabı. 10.b. Bursa:
Ekin Basım Yayın Dağıtım. 2018.
HABERMAS, Jürgen. Öteki Olmak, Öteki İle Yaşamak. 9.b. (çev.). İlknur Aka.
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 2017.
279
HEPER, Metin. Devlet ve Kürtler. İstanbul: Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık.
2008.
HROCH, Miroslav . Avrupa’da Milli Uyanış. (çev.), Ayşe Özdemir, İstanbul: İletişim
Yayınları. 2011.
JELLİNEK, Georg. L’Etat moderne et son droit, Traduction française par Georges
Fardis, Paris: V.Giard&Briere. C.1. 1911. Kemal Gözler. Anayasa
Hukukunun Genel Esasları Ders Kitabı.10.b. Bursa: Ekin Basım Yayın
Dağıtım. 2018.
KAKINÇ, Halit. Sultan Galiyev ve Milli Komünizm. 3.b. İstanbul: Bulut Yayın
Dağıtım. 2003.
280
KALAYCI, Hüseyin. “Kendi Kaderini Tayin Kimlerin Hakkı”. Liberal Düşünce
Dergisi. Kış-Bahar. S.53-54. 2009. ss.159-176.
281
KİRİŞÇİ, Kemal ve WINROW Gareth M. Kürt Sorunu, Kökeni ve Gelişimi. 5.b.
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 2009.
282
LECA, Jean. (der.). Uluslar ve Milliyetçilikler. (çev.), Siren İdemen. İstanbul: Metis
Yayınları. 1998.
LENİN, V. İ. Ulusal Sorun ve Kültürel Özerklik. 2.b. (çev.). Sibel Özbudun. Ankara:
Ütopya Yayınevi. 2011.
LEVITSKY, Steven ve Zıblatt, Daniel. Demokrasiler Nasıl Ölür. (çev.). Derya Dinç.
Konya: Salon Yayınları. 2018.
LÖWY, Mıchael. Marksistler ve Ulusal Sorun. (çev.). Kemal Ülker. İstanbul: Versus
Yayınevi. 2017.
MARX Karl ve Freiderich Engels. Kominist Menifesto. (Çev.) Hasan İlhan. Ankara:
Alter Yayıncılık. 2010.
McDOWAL, David. Modern Kürt Tarihi. (çev.). Neşenur Domaniç. İstanbul: Doruk
Yayınları. 2004.
MESUDİ. Muruc Ez-Zeheb (Altın Bozkırlar). (çev.). Ahsen Batur. İstanbul: Selenge
Yayınları. 2004.
NALBANT, Atilla. Üniter Devlet. 2.b. İstanbul: XII Levha Yayıncılık. 2012.
283
NIELSEN, Kail. “Liberal Nationalism, Liberal Democracies, and Secession.” The
University of Toronto Law Journal. 48(2). 1998. pp. 253-295.
ORAN, Baskın. Etnik ve Dinsel Azınlıklar, Tarih, Teori, Hukuk, Türkiye. İstanbul:
Literatür Yayınları. 2018.
ÖGEL, Bahattin vd. Türk Milli Bütünlüğü İçinde Doğu Anadolu. Ankara: Boğaziçi
Yayınları. 1992.
ÖKE, Mim Kemal. Filistin Sorunu. 4.b. İstanbul: Ufuk Kitapları. 2002.
ÖKTEM, Emre. Terörizm: İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları. 2.b. İstanbul: Derin
Yayınları. 2011.
284
ÖZCAN, Mehmet. Terörün Matruşkası KCK. İstanbul: Hayat Yayıncılık. 2012.
ÖZCAN, Nihat Ali. PKK (Kürdistan İşçi Partisi) Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi,
Ankara: Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları.1999.
ÖZDAĞ, Ümit. PKK İle Pazarlık, Öcalan İle Anayasa Yapmak. 6.b. Ankara: Kripto
Basım Yayım. 2014.
ÖZDAĞ, Ümit. PKK Terörü Neden Bitmedi, Nasıl Biter. 6.b. Ankara: Kripto Basım
Yayım. 2010.
ÖZELER, Neslihan. ”İnsan ve Halkların Hakları Sözleşmesi İle Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin Karşılaştırılması”. YBHD.Y.2. S.2017/2. ss. 175-192.
RENAN, Ernest. Ulus Nedir. (çev.). Gökçe Yavaş. İstanbul: Pinhan Yayıncılık. 2016.
285
SANDIKLI, Atilla. ”Yeni Kıbrıs Stratejisi Tanınma”. Bilge Strateji. C.2. S.2. Bahar.
2010. ss. 1-5.
SMİTH, Antony, D. Milli Kimlik. (çev.). Bahadır Sina Şeker. 6.b. İstanbul: İletişim
Yayınları. 2010.
286
Dordrecht Boston:1993. Fatma Taşdemir ve Adem Özer. Uluslararası
Hukuk Perspektifinden Self-Determinasyon ve Ayrılma.Ankara: Hukuk
yayınları.2017.
SONER, B.Ali. “Azınlık Hakları, Ayrılıkçı mı, Çoğulcu mu?”. İnsan Hakları Yıllığı.
C. 26. 2006. ss. 79-95.
SÖNMEZ, İrfan. Kürt Sorunu mu, Devletleşme Sorunu mu, İstanbul: Bilgeoğuz
Yayınları. 2017.
SUR, Melda. Uluslararası Hukukun Esasları. İstanbul: Beta Basım Yayım. 2017.
287
TAŞDEMİR, Fatma. “Uluslararası Hukukta Toprak Bütünlüğü İlkesi, Tanıma Doktrini
ve Bir Norm Olarak Ayrılma Hakkı”. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi. 18/3. 2016. ss. 644-668.
TELLAL, Erel. "Mirsaid Sultan Galiyev". Ankara Üniversitesi SBF Dergisi. 56-1.
2001, ss. 105-133.
TERZİ, Mahir. “İnsan Haklarının Bölgesel Düzeyde Korunması Üzerine Bir İnceleme:
İnsan Hakları Ve Amerika”. Kara Harp Okulu Bilim Dergisi. C.27. S.2.
Aralık 2017. ss. 83-117.
TOBB, Doğu Sorunu, Teşhisler ve Tespitler Özel Araştırma Raporu. İstanbul: TOBB
Yayınları. 1995. ss.1-178
TOPLU, Abdulhadi, SHP Raporu Üzerine Kürt Sorununa Dair Tenkitlerim. Muş.
y.y. 1991.
TOURAINE, Alaın. Demokrasi Nedir?. (çev.). Oktay Kunal, 6.b. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları. 2015.
288
UĞUR, H. Atilla. Abdullah Öcalan'ı Nasıl Sorguladım. 19.b. İstanbul: Kaynak
Yayınları. 2015.
UYGUN, Oktay. Federal Devlet. 2.b. İstanbul: XII Levha Yayıncılık. 2002.
289
YEGEN, Mesut. Son Kürt İsyanı. İstanbul: iletişim Yayınları. 2011.
YEGEN, Mesut. Uğraş Ulaş Tol ve Mehmet Ali Çalışkan. Kürtler Ne İstiyor?
Kürdistan’da Etnik Kimlik, Dindarlık, Sınıf ve Seçimler. İstanbul:
İletişim Yayınları. 2016.
YILDIZ, Halit. Sultan Galiyev ve Reel Sosyalizm. İstanbul: Nam yayıncılık. 1999.
ZINN, Howard. Amerika Birleşik Devletleri Halkları Tarihi. (çev.). Emel Coşkun.
İstanbul: Kaledon Yayınları. 2009.
290
İNTERNET KAYNAKLARI
Ata Atun, "BM Güvenlik Konseyinin 541(1983) Sayılı Kararı". (Çevrimiçi), http:
//www.haberiniz.com.tr/yazarlar/ata-atun/bm-guvenlik- konseyi-nin--1983-
sayili- karari-426934m.html. (Erişim Tarihi: 25.04.2018).
291
BM Türkiye. Uluslararası Adalet Divanı. (Çevrimiçi), http: //www.mbmtr.org/
uluslararas305-adalet-divan305-uad.html (Erişim Tarihi: 04.02.2018).
Caner Yeşil, ”Sovyet Sonrası Dönemde Çeçen Direnişi İslami Temelli Müridizm mi,
Yoksa Radikal İslam terörü mü?" (Çevrimiçi) https: //s3.
amazonaws.com/academia.edu.documents/33678606/cecen_odev.pdf?
_SONRASI_DONEMDE_CECEN_DIRENISI_IS.pdf, (Erişim Tarihi: 25 03
2018)
292
H.MuratYurttaş, “Lenin’e Karşı Wilson” (Çevrimiçi), http:
//gazetemanifesto.com/2017/11/20/pusula-lenine-karsi-wilson/, (Erişim
Tarihi: 19.11.2017).
293
Sefa Sole, ”Rusya Çeçenistan Savaşı: Geçmişten Günümüze”. (Çevrimiçi) https:
//www.stratejikortak.com/2017/04/rusya-cecenistan-savasi.html, (Erişim
Tarihi: 25.03.2018).
TASAM. Kafkasya, Orta Asya Çalışma Grubu. "Kafkasyada Bir Ülke Çeçenistan",
(Çevrimiçi).http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/2331/kafkasyada_bir_ulke_
cecenistan , (Erişim Tarihi: 25.03.2018).
294
World Socialist Veb Site. "Barış Üzerine Kararname". (Çevrimiçi). https:
//www.wsws.org/tr/articles/2017/11/17/cen2-n17.html, (Erişim Tarihi:
19.11.2017).
295