You are on page 1of 266

KONUŞMAYAN

TAVUS KUŞU
CAMI O

BERRAK YURDAKUL

A P
� R 1 L
Y A Y I N C IL I K
Yayın No: 060


� fı N� ı IL ı�
1. Baskı: Ekim, 2010

A ISBN: 978-975-6006-63-4

Yayın Yönetmeni
K. Egemen iPEK

Editör
Cihat TAŞÇIOGLU

Son Okuma ve Dizgi


ÖzlemARAS

Kapak Tasarım
Mineral Tasarım

Baskı
Özkan Matbaacılık

Yayın
A.P .R.I.l Yayıncılık
Cinnah Cad. Kırkpınar Sok.
5/4 06690 Çankaya-ANKARA
Tel: (0312) 440 80 11
Fax: (0312) 440 89 10
www.aprilyayincilik.com
bilgi@aprilyayincilik.com
oz
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio©2010 A.P.R.I.l Yayıncılık
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio©Berrak Yurdakul

Her türlü yayım hakkıA.P.R.I.l Yayıncılık'a aittir. Bu kitabın


baskısından 5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası
Hükümleri gereğince alıntı yapılamaz, fotokopi yöntemiyle ço­
ğaltılamaz, resim, şekil, şema, grafik vb .ler yayınevinin izni ol­
madan kopya edilemez.
B u satırlar, sevg i l i kard e şlerim
Şafa k, Ufu k ve Deniz'e

armağan e d i l m i ştir.
1
Sera.pl-ı.iw/iV\ Doguwı.uV\a.
Nasıl l<.a.ra.r Verifdi9i ve

l<.oV\uşwı.a.!:Ja.V\ Ta.vus Kuşu Ca.wı.io

Coronzon öylesine meşg u l bir işada m ıydı ki, karısı


Avidya'yı evle ndi kleri günden itibare n yılda orta lama dört
g ü n görebildL Buna rağmen asla ihmalka r bir koca olmam ış,
ayrı ka ldı kları za manlarda karısıyla telefon ve te lgraflar aracı­
lığıyla ha berleşmiş, halini hatırı n ı sormuş, çiçekler yol lamış ve
onu kıymetl i hed iyelere boğ muştu.
Avidya kanaatkar ve m ü layim bir kad ı n olduğu için koca­
sının bitme k bil meyen iş seya hatlerine çıkmasından ötürü hiç
şi kayet etmezd i .
Biricik kızı n ı n yapaya lnız kalm aması, Coronzon'un mali­
kanesinde çalışan uşakları n, aşçıları n, hizmetçileri n, kahyala­
rın, bahçıva nların ve şoförlerin el inde oyuncak olmaması için
bir a n bile tereddüt etmeden onun yan ı na yerleşen fedakar
annesi Aj nana ile bera ber sa kin bir yaşam sürmekte olan
Avidya'n ın keyfi, m utlu yuvasının ne vah i m bir tehdit altında
olduğunu fark ettiği o hazin günün saba h ı na dek gayet yeri n­
deyd i .
"Avidya !" d iye avazı çıktığı kadar bağ ı rd ı Aj nana. "Koş,
yetiş! Başım ıza büyük bir fe la ket geldi! Coronzon'un en ya kın
arkadaşı karısını boşamış!"
"Ne boşan ması, ayol?" dedi Avidya . "Onlar evlene li daha
bir ay bile olmadı! K i m uyduruyor bun ları?"
"Uyd u rma olması mümkün değil; bütün gazete lerin man­

s
B e r r a k Y u r d a kul

şetlerinde ayn ı haber var,'' dedi Ajnana. N e kadar telaşlı oldu­


ğ u sesindeki titremeden anlaşıl ıyord u.
Avidya, "Ver bakayım şunu," d iyerek gazeteyi annesinin
elinden kaptı ve boşa nma haberine şöyle bir göz attıkta n son­
ra moda sayfasını okumaya koyu ldu. "Gördün mü bak!" dedi
,
Aj nana'ya dönerek. "Bu yazın en gözde re ngi beyazmış! Gar­
d ı robumda yete rli m i ktarda beyaz kıyafet bul unduğunu zan­
netm iyoru m . Hadi hazırlan a n ne, hemen al ışverişe çıkalım!"
"Ta b i i kızım, a l ışverişe çıka l ı m ! " d iye söylendi Aj nana.
"Aldığın beyaz e l biseleri de boşa nmak için mahkemeye gi­
derken g iyersin artık! Bana bak Avidya, annen olarak se n i
uyarıyorum, kocanı kaybetmen a n meselesidir! Hayalleriniz­
deki Servete Sahip olan Erkeğe Sahip Olmanm Yüz Bir Yolu adlı
kitaptaki istatisti kleri inceleyecek ol ursan, erkeklerin evl iliğin
üçüncü yı lından iti ba ren karı larından sıkılmaya başladı kları n ı
v e sizin evl i l iğ i n izin de boşa nma ların e n çok görüldüğü dö­
neme girmiş bulunduğunu be lki a n la rsın."
"iyice saçmaladın anne. Coronzon'un benden sıkılmış ol­
ması imkansız. Evle ndiğim izden beri toplasan on gün bile be­
raber olmadık. Buraya geldiği za manlarda da bütün gününü
toplantı odasına ka panıp ça l ışarak geçiriyor. Sad ece akşam
yemeklerinde birkaç saat görüşe bil iyoruz."
"Görüşmüyor olabil irsiniz, ama her gün telgraflaşıyorsu­
nuz. Ne b i l iyorsun, belki te lgraflarda yazd ığın şeylerden bık­
m ıştır veya seçtiğin sözcükleri, an latım tarzını eskisi kadar
beğenm iyord ur. Erkeklerin akl ından neler geçtiğini asla tam
olara k an layamayız ve tedbirli olmak zorundayız."
"Bu a n lam sız kon uşma bir gün sona e recek m i?" d iye
sord u Avidya, e l indeki gazeteyi okumayı sürdürerek. "Şu ha­
bere bak, ayol ! Adamın biri on üç sayfa l ı k kitap yazmış. O ka­
dar kısa kitap mı olur, deli m i ne!"

6
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Korka rım durumun cidd iyetinin fa rkında değilsin. Belki


de her geçen gün gençleştiğini fa lan zan ned iyorsun. Sana
Coronzon'un ayda bir bile olsa uydu aracılığıyla bağlantı kura­
ra k m a l i kaneyi teftiş ettiğ i n i hatırlatmak isterim. B u bağlantı­
lar sırasında sen onun göbeğinin ne kadar büyüdüğü nü, saçla­
rı n ı n ne kadar azald ığın ı fa rk ed iyorsun da, o sen in yüzündeki
kırışıklı kların a rttığını fark etm iyor mu zan ned iyorsun?"
"Dur bakayım! Şimdi hatırladım, en son uyd u bağlantı­
m ııda hazırlıksız yakalandım ve karşısına ma kyaj ya pamadan
çıktım. Düşünüyorum da, o g ü n ben i m le biraz soğuk konuştu
sa nki. Üste l i k bu hafta bana hed iye olara k yollaya yollaya tu­
haf bir tavus kuşu yollad ı . "
"Yaaa, gördün mü işte !"
"Neym iş, d ü nyanın en değerli hayva n ıymış! Yok efendim,
konuşmayı bil iyormuş, sekiz yüz m i lyon adet ke l ime dağarcı­
ğ ı varm ış. Kim bilir ne paralar bayıldı o acayip yaratığa! Son
telgrafında da utanm adan, B i rleşik Tavuskuşları Derneğ i
Onursal Başka n ı Büyük Üstat M . Alcofri bas'ı n (ki, kuş bilimi
söz kon usu o lunca hiç kimse onun terl i ğ i n i bile öpemez) hara­
retli tavsiye leri üzerine satın a l m ı ş bulunduğum tavus kuşu­
m uz Camio'nun iyi ba kılması için h içbir masraftan kaçınma
stop gerekirse öze l bir veteriner kadrosu kur stop bir dahaki
bağ lantı mda onu çok sağlıklı görmek istiyorum stop balayı­
m ııda nereye g itmek istersin stop' d iye yazmış."
"Bu büyük Üstat Pofpofribas da kimin nesiymiş? Reza lete
bak! Sana hed iye olara k bir tavus kuşu n u m u layık görmüş pis
cimriler? Saçmasapan da bir isim koym uşlar üste lik. Neyse,
bu hafta katı lacağımız davetiere götü re lim de biraz hava m ız
olsun. Ev sahiple rine 'Henüz yavru olduğu için ba hçede ya pa­
yalnız bırakmaya kıya madık' deriz. Geçenlerde birileri, taaa
bi lmem nerele rden getirtt i kleri kuşun iki kelime kon uşmasıy-

7
B e rra k Y u rd a k u l

la övünüp d u ruyord u. Neresi olduğunu tam çı karamayacağım


şimdi, Pala m ıyd ı Gala m ıydı neydi? Şeyta n ı n bile unuttuğu
bir adacık işte. Atiası açtım ba ktım, ha ritada bile yok. Kuşu bir
görsen! iğrenç, ka pka ra bir yaratık. "Dikkat! Dikkat!" d iye yır­
tınara k bağırıyor. B i r de bet ses l i ki sorma, dayanılır gibi değil.
Bizim tavus kuşunu ortaya çıkaralım da konuşan kuş nasıl
olurmuş görsün le r!"
"Ne konuşması, ayol? Geldiği andan beri gagasından
glugglug'dan başka laf çıkmadı. Bahçenin içinde aptal a ptal
gezinip duruyor. Neyse, en azından bizimki kara değil; gelin
gibi bem beyaz. Tavus kuşu olduğunu bilmeyen biri süslen­
mekte aşı rıya kaçm ış, moda kurba n ı olmuş ta l i hsiz bir kuğu
zannedebilir. Yine d e a l ı m l ı sayıl ı r."
"Güzel liğinden bize ne, ayol?" d iye söylendi Aj nana. "Bi­
ze bir faydası m ı dekunacak sanki?"
"Öyle deme, anne! En azından elalem kıska nçl ı kta n çat­
layaca k. Onların kuşları kapkara, bizimki kar beyazı. Hem de
bu yılın moda rengiym iş. Yaşadık va Ila!"
"Bak evladım, sen anneni d i n le. Koca nın sana böyle bir
hilkat gari besi hed iye etmesi iyiye alarnet değil."
Annesi n i n ısra rl ı uya rıları yüzünden endişelen meye baş­
layan Avidya, bir süre d a l ı p düşündükten sonra gözlerini kor­
kuyla açarak "Ga l i ba haklısın," dedi ve hıçkıra ra k ağlamaya
başlad ı . "Kocam benden bıktı! Şimdi ne yapacağ ız?"
"Sakin ol, hiç endişelenme. Ben düşündüm taşındım, bir
çare ... "
"Mahvold u m ! B ittim ben! Gençl iğimin baharında hayat
arkadaşımı kaybettim!"
"Dur kızım, hemen telaşlanma. Benim bir planım . . . "
"Perişanım! Beş parasız ka lmak, sokaklara atılmak üzere­
yim!"

8
K o n u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m io

"Ağ lamayı kesersen bulduğum çareyi a nlatacağ ım" d iye


çıkıştı Ajnana.
Bu sırada Avidya "Saçı m ı süpürg e ettim, karşılığı bu
muymuş?" d iye dövünerek yerlerde yuva rla n ıyordu.
"Derhal bir çocuk doğuracaksın!" d iye kestirip attı
Aj nana.
Duyduğu son cümlenin etkisiyle, Avidya'n ı n ağlaması bı­
ça k gibi kesi ldi. "Çocuk mu? Sen iyiden iyiye üşüttün herha l ­
d e ! " d e d i v e toparianarak ayağa ka l ktı. " H a m i l e kalacak olur­
sam tan rısal fiziğimin ne kadar bozu lacağ ı n ı haya l etme k b i le
istem iyorum ! "
"Kocanın sen i boşayı p atmaması için bir çocuk doğur­
m a ktan başka çaren yok! Şimdi ben i dinle ve hemen uşa klar­
dan birini çağ ı rıp Coronzon'a te lgraf çekeceğ i m izi haber ver.
Ne yazacağını kelimesi kelimesine söylüyorum . Yaz:
'Sevg i l i kocacığım stop evi m i n d ireğ i stop gözümün be­
beği stop artık hasreti n daya n ı lmaz hale geldi stop aile­
mizi geçindirebilmek için stop ne çok ça lıştığ ı n ı ve nasıl
koştu rduğunu bildiği mden stop ve son derece anlayışlı
bir kadın olduğumdan stop beni görmeye daha sık gel­
men için baskı ya pm ıyorum stop hala balayına çıkama­
mış olmamızdan ötürü de stop sana zerre kadar kırgın
olmadığ ı m ı bil stop sen i n yokluğunda stop ya nıbaşımda
senden bir parça taşımak a rzusuyla stop yan ı p tutuştu­
ğumu stop ve içimdeki annelik içgüdüsüne stop a rtık kar­
şı koya madığ ı m ı stop bilmeni istiyoru m stop senin dün­
yadaki en m ü kemmel stop ba ba olacağına dair stop h iç
kuşkum yok stop bu kararı m ı stop uyg un bulup bulmadı­
ğını stop bana en kısa zamanda b i ldir stop sana çılgınca
aşık olan karın stop Avidya stop'
"Ağzına sağ l ı k anne! Çok g üzel dedin."

9
Be rra k Yurd a k u l

"Dur bakalım ne ceva p gelecek," dedi Ajnana. "Stopları


doğru ye rlere koyd um, değ i l m i?"
"Giugglugglug . . . " d iyerek geçti Camio.

"Daha telgrafı m ızı çe keli on dakika oldu, ayol," dedi


Aj nana. "Ceva p nasıl bu kadar çabuk geldi an layamadım doğ­
rusu!"
"Ben i m ka lbirn dayanmayacak," ded i Avidya. "Sen oku
şunu!"
'Sevg i l i karıcığım en kutsal va rlığ ım yaşam pınarım stop
bana b i r varis vermek yön ündeki b i lgece kararını sevinç
gözyaşlarıyla karşıiadım stop sen bu telgrafı okurken B ir­
leşi k J i ne kolog lar Derneği Onursal Başkanı, Büyük Üstat
M. Alcofribas (ki, m i kroenje ksiyon b i l i m i söz konusu
ol unca hiç ki mse onun terl i ğ i n i bile öpemez) ve ekibi çok­
tan yola çıkmış olaca klar stop ben işlerim i n yoğun luğun­
dan ötürü oraya gelemesem de stop bu küçücük detay bir
eviadım ız olmasını e l bette engel leyemeyecektir stop seni
ve henüz bir tüpte yolculuk etmekte olan aşk meyve m izi
sevg iyle kucaklarım stop balayım ızda nereye g itmek is­
tersi n stop'
"Sen i n g i b i anne olmaz olsun!" d iye bağ ı rd ı Avidya.
"Şimdi kızıyorsun, ama sonradan bana çok dua edecek-
sin!"
"Giugglugglug ... " d iyerek geçti Camio.

10
Ser-ap"'iW\'ivı Pek Qar-ip BiçiW\de
Düvıyaya Qefişi

'Sevg i l i karıcığım en kutsal va rl ığım yaşam pınarım stop,'


d iye yazmıştı son telgrafı nda Coronzon ve devam etm işti:

'Sen bu te lgrafı oku rken B i rleşik Pedagog la� Derneğ i


Onursal Başkanı B üyük Üstat M. Alcofri bas'ın (ki, henüz
doğmamış bir çocuğa en uygun dad ıyı seçmek bilimi söz
kon usu olunca hiç kimse onun terliğini bile öpemez) ev­
lad ı m ız için seçm iş olduğu dadı çoktan yola çıkmış olacak
stop ben işleri m i n yoğ unluğu ndan ötürü doğum una ge­
le meyecek olsam da stop bu küçücük detayın seni ve aşk
meyvemizi canımdan çok sevd iğim gerçeğ ini asla değiş­
tiremeyeceğ ini bilmeni isterim stop ba layım ızda nereye
g itmek istersin stop'
"Ben ham i le ka lalı daha on bir hafta oldu," dedi Avidya.
"Bu dadı neden böyle erkenden yola ç ı km ış, an laya madım
doğrusu!"
"Boşversene, bırak e rkenden gelsin," dedi Aj nana. "Nasıl
olsa ya ptıracak bir iş buluruz."
"iyi gün ler" dedi, bir anda yan ı başlarında bel i ren kad ı n .
"Ratziel e l mas kolyesini yuttuğu için biraz geciktik, ama endi­
şe etmeyin. Hala yirmi yedi dakika va ktim iz var."
"Sen de kimsin, ayol?" d iye sordu Avidya. "Ratziel kim?
B ize haber veri l meden bahçeye nasıl g irdin?"

ıı
B e r r a k Y u rd a k ul

"Ben oğlunuz Seraphi m'in dad ısıyım. Adım Mama Nono.


Ratziel ise ked i m i n adı, ama sizler onu görem iyor olabil irsin iz.
K i m i lerine ilk bakışta görünür, kim i lerine ya l n ızca ışık be l l i bir
açıdan vurduğunda görünür; kimilerineyse h içbir zaman gö­
rün mez."
Mama Nono'nun bu sözleri üzerine Avidya ve Ajnana
hayretler içinde birbirleri ne ba ktı. Şaşkınlığını üze rinden i l k
ata n Aj nana oldu. Mama Nono'ya dönere k, "Çocuğ un oğlan
olacağını nereden çı karıyorsunuz?" d iye bağ ı rd ı . "Ayrıca bu
uyduru k ism i kim icat etm iş? 'Seraphim' d iye isim mi ol ur­
m u ş? Toru num demeye b i le uta n ı rım doğrusu!"

"Sen hiç mera k etme a nne," dedi Avidya. "Oğlan olursa


adını Astaroth koyacağım."
"Bu kara rınızı onaylamarn m ü m kün değil," d iyerek itiraz
etti Mama Nono. "Seraphim'in a d ı çok önceden be lirlenmiştir
ve değ iştirilemez."
"Bak hala Seraphim d iyor torunuma!" d iye haykırd ı
Ajnana. "Hem, biz seni işe alacak m ıyız baka l ı m?"
Avidya, "Birleşik Pedagog lar Derneği Onursa l Başkanı
B üyük Üstat M . Alcofribas; ı n ta limatları doğrultusunda ... " d i ­
yecek olduysa da Aj na na, " B e n Kofkofri bas mofkofri bas ta­
n ı mam!" d iye bağ ıra ra k onun sözünü kesti.

"Bu kadını işe a l mazsa k Coronzon beni kesin başa r!" dedi
Avidya, ağlamaklı bir sesle.

"Acele etmenizi rica edeceğ i m," dedi Mama Nono. "Ya l­


n ızca on dokuz dakikarn ız ka ldı."

"Giugglugglug ... " d iyere k geçti Camio.


Mama Nono'nun eviatia rına uygun bir dadı ol � p olmadı-
12
Kon u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

ğını tespit etmek amacıyla toplantı odasına çekilen Avidya ile


Ajnana, kapıyı kapatır kapatmaz hararetle tartışmaya koyuldu.
"Bana soracak olursan . . . " dedi Aj na na, "Dadı olamayacak
kadar genç ve tecrü besiz."
"Üste lik fazlasıyla yaşlı," dedi Avidya. "Gözleri görmüyor,
e l i ayağ ı tutmuyor olması n?"
"Aklı başında olan hangi yaşlı kad ın saçlarını kazıtır?" de­
d i Aj nana. "Kel bir dadı duyulmuş şey değil."
"Bu genç yaşında saçlarının ağarmış olması bence de çok
tuhaf," dedi Avidya . "Benim saçiarım böyle bem beyaz olsayd ı
onları be lime kadar uzatmazdım doğrusu!"
"Görü nmeyen bir kediyle kon uşması iyiye alarnet değil,"
dedi Aj nana.
"Görün meyen bir ked inin boynuna e l kadar e l mas kolye
takmış olması iyiye alarnet değil," ded i Avidya.
"Bunca y ı l l ı k ömrümde daha çirkin bir kadına rastlama­
d ım," dedi Ajnana. "Insan suratına bakam ıyor."
"Bu kadar güzel ve çekici olması ben i m de hoşuma g it­
med i," dedi Avidya. "Coronzon bunu uydu bağ lantısında gö­
rüp beğen i rse beni kesin boşar."
"Fazlaca asık suratlı ve asabi,'' dedi Aj nana.
" H iç durmadan gü lümsernesi benim de sinirleri m i boz­
d u," dedi Avidya. "Bu kadar neşelenecek ne var, ayol? Bizimle
a lay ed iyor olmasın?"
"Beş sa ndık dolusu eşyayla g e l m i ş," dedi Aj nana. "Mali­
kaneye te melli yerleşme haya l leri kuruyor he rha lde."
"Ya n ında hiç eşya geti rmem iş olması benim de gözüm­
den kaçmadı," dedi Avi dya. "Yı llarca üzerindeki o epri m i ş
kırm ızı e l b iseyle m i gezecek? B e l k i d e avansını cebe atıp sı­
vışmak n iyeti ndedir."
13
B e rr a k Y u rd a k u l

"Bir i ş goruşmesine gelirken bu kada r da süslenilmez


doğrusu," dedi Aj nana. "O ne biçim etek öyle? Rengarenk,
gökkuşağı g i b i . "
"Benim gözüm bu kad ı n ı zerre kadar tutmadı," dedi
Avidya . "Ama Coronzon'un beni boşamasından korkuyorum."
"Bana soracak olursan şu Hophop ri bas'a b i r te lgraf çeke­
l i m," dedi Aj nana. "Derhal bize bundan daha normal bir dadı
bulup yollasın."
"Ra hatsız ettiğ i m için kusura bakmayın," dedi bir anda
toplantı odasının ortasında be l i ren Mama Nono. "Ama acele
etmeniz i rica etmek zorundayı m . Dağ uma ya l n ızca altı daki­
ka ka ldı."
Avidya, "Ne doğumu ayol; ben daha topu topu on bir haf­
ta l ı k hami leyim . . . " d iyecek old uysa da, hızlıca karşısına geçip
gözleri n i onun gözbebeklerine kilitleye n Mama Nono son de­
rece yumuşak bir ses tonuyla sakin olmasını ve tüm söyledik­
lerini ya pmasını te lkin etmeye başladı.
Aj nana, "Bu kadın sana n iye böyle d i k d i k ba kıyor ayol,
deli mi ne?" d iye söylenirken Avidya çoktan Mama Nono'nun
el inden tutmuş, ba hçeye çıkmış ve çimiere uzanmıştı b i le .
"An nen olara k s e n i uyarıyorum!" d iye seslenerek peşle­
rinden koştu Aj nana. "Sakın o üşütüğün ded iklerini yapmaya
ka l kışma!"
"Giugglugglug ... " d iyerek geçti Camio.

Mama Nono, "Şimdi, gözlerini kapat ve derin derin nefes


a l," d iye fısıldadı, dudaklarında ilahi b i r te bessü m le adeta
uyuklamakta olan Avidya'ya. "Bütün düşüneeni sonsuzluk
üzerinde yoğun laştır. En ufak bir acı bile h issetmeyeceksin;
her şey bir çırpıda olup b itecek."
14
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Yetişin!" d iye avazı çıktığı kadar bağ ırd ı Ajnana. "Kızıma


kara büyü yapıyorlar!"
"Sa kin ol mazsa n ız meditasyondan çı karara k kızınıza za­
ra r vereceksiniz," d iye uyardı M ama Nono.
"Kurtarın!" d iye haykırdı Aj nana, gözyaşları içinde. "Dadı
kılığ ı na g i rm i ş cad ıları n e l i ne düştü k!"
O ana değ in Avidya'nın yan ında diz çökmüş oturmakta
olan Mama Nono, birdenbire ayağa ka l ka ra k ağlama ve sız­
Ianmaiarı bitmek b i lmeyen Aj nana'ya doğru bir uzun, bir de
kısa adım attıkta n sonra gözlerini çı lgınca feryat etmekte
olan kad ının gözbe beklerine kilitledi ve yüksek sesle yedi de­
fa, "Shem ha-Mephoresh!" dedi.
"Evim izi ecinniler bastı!" d iye dövünd ü Aj nana. "ifritlerin
e l inde oyuncak olduk!"
Aslında dövü nem iyor, ya ln ızca dövünmekte olduğunu
zan ned iyordu çünkü Mama Nono'nun biraz evvel söylediği
sözlerin hemen a rd ı ndan bütün vücud u taş kesilm işti.
Aj nana'yı susturduktan sonra Avidya'nın ya nına dönüp
ta l i matlar vermeye devam eden Mama Nono, "Burun deli kle­
rinin kaşındığını hissediyorsun," dedi. "Kaşıntı gittikçe a rtıyor,
dayanıl maz hale geliyor. Hapşırma ihtiyacı hissed iyorsun.
Ben üçe kadar sayınca öyle kuvvetli hapşıracaksın ki, ha pşırı­
ğ ı n ı n şiddeti bebeği kolayca d ışarı ataca k."
"Annen olara k seni uyarıyorum ! " d iye bağ ı rd ı Aj nana.
"Sakın bu iblisin ded iklerini yapmaya ka lkışma!"
Aslında bağ ı ram ıyor, ya lnızca bağ ı rm a kta olduğunu zan­
ned iyordu, çünkü Mama Nono'nun biraz evvel söylediği söz­
lerin hemen ardından bütün vücud u taş kesilm işti.
"Bir ... " dedi Mama Nono.
"An nen olara k seni uyarıyorum ! " d iye yalvard ı Ajnana.
"Sakın hapşırmaya ka lkışma!"

ıs
Berra k Yurdakul

Aslında ya lva ra m ıyor, ya lnızca yalvarma kta olduğunu


zanned iyordu, çünkü Mama Nono'nun biraz ewel söyled iği
sözlerin hemen a rdından bütün vücudu taş kesilm işti.
" i k i . .. " dedi Mama Nono.
"An nen olara k seni uyarıyorum!" d iye gözyaşı döktü
Aj nana. "Sakın böyle zamansız doğum yapmaya kal kışmal
Parmak çocuk doğuracaksın, kocan seni boşayacak"
Aslında gözyaşı dökem iyor, ya lnızca gözyaşı dökmekte
olduğunu zanned iyordu, çünkü Mama Nono'nun biraz evvel
söylediği sözlerin hemen ardından bütün vücudu taş kesilmişti.
"Üç . . . "
Mama Nono'n un sayımı bittiği anda doğan Seraphim,
züm rüt yeşili gözleri n i dünyaya gü lücükler saçara k açtı. He­
nüz on bir hafta l ı kken doğmuş olmasına rağmen, en az dokuz
ayl ı k bir bebek kadar kilolu ve sağ lıklıyd ı. Uzun siyah saçları
sımsıkı a rkaya çe ki lerek d üzgünce örü l müştü.
Mama Nono bebeğ i hemen şefkatle kucakladı ve boy­
nundaki uzun kırmızı şalı çıkarıp onun m i n i k bedenine sard ı .
"Hoş geldin, Sera p h im," d iye fısıldadı kulağ ına. "Seni çok öz­
lem iştim doğ rusu."
Mama Nono'n un bu sözleri üzerine Seraph im'in doğu­
munu izlemek için ba hçeye toplanmış olan hüthüt kuşları se­
vinç içinde kanat çırptı ve hava lanara k gözden kayboldu.
Yaşad ı kları akıl e rmez olayların etkisiyle b itkin d üşmüş
olan Ajna na, "An nen olara k seni uyarmıştım!" d iye i n led i .
"Beni d i n leseyd i n, b u yecüç mecüçü doğurmazd ı n ! "
Artık i n lediğini zannetm iyor, gerçekte n i n leyebiliyord u .
"Ama n anne!" d iyerek uzandığı yerden doğru ldu Avidya .
"Sen de amma büyütüyorsun! Ben bu d u rumdan gayet mem­
nunum doğrusu . Hem tanrısal fizi ğ i m daha fazla bozu lmada n,
hem de h iç acı çekmeden bir çırpıda doğuruverd im"
ı6
K on u � m a y a n T a v u s K u � u C a m i o

"Durumundan memnunm uş!" d iye söylendi Ajnana. "Be­


bek değil iblis yavrusu doğurduğunun farkında değ ilsin her­
halde."
"Neresi i bl i s yavrusuna benziyor a n lamadım. Gördüğüm
kadarıyla e l i yüzü d üzgün, parmakları da beşer ta ne. Bundan
iyisi can sağlığı."
"Anasının karnından saçları düzgü nce örü lü çıkan bebek
görülmüş şey değ i l ! "
"Coronzon duyarsa beni başa r m ı dersin?" d iye sordu,
annesinin sözleri üzerine end işeye ka pıl maya başlayan
Avidya.
"Boşa makla kalırsa öp de başına koy!" dedi bağıra ra k
Aj nana. "Anasının karn ından o n bir haftalıkken fı rlaya n bebek
duyulmuş şey değ i l ! "
Bu sırada ya nlarına yaklaşan bir uşak, bahçıva n ı n karısı­
nın da hanımefendi leriyle aynı anda doğ u m yapmış olduğunu
a nca k bebeğin fizi kse l öze l l iklerinin biraz acayip olduğunu
üzüntüyle bildird i .
"Nasıl acayip ayol?" d iye sordu Aj nana. "Doğru düzgün
a n latsana şunu, be adam!"
"Efendim, oğ lanın yüzü sanki ortadan bir çizg iyle ikiye
bölünmüş g i b i," dedi uşak üzüntüyle . "Ya rısı beyaz ten l i, d i ­
ğer ya rısı i s e maa lesef kıpkızıl v e ç i I l i . "
"Aaa, b u n u n neresi acayip ayol?" d e d i Aj nana. "Ona m e ­
lez denir. "
"Öyle melez m i olurmuş!" d iye bağırd ı artık sinirleri ta­
mamen bozu l m uş, sabrı taşmış olan Aj nana. "Sen adam ın an­
lattı klarını d inlemedin herhalde! i ki yüzlü bir şey tarif ed iyor.
Şimdi aklımı oynatacağım, ayol! Biz bu evi yatırların üzeri ne
m i d i kti k? Altım ııda kızılde ri l i mezarları m ı var?"

17
B e r r a k Y u r d a k ul

"Aslına bakarsan, biraz düşününce olup bitenleri ben de


yad ırga maya başladım," dedi Avidya kayg ı l ı bir sesle. "Biz en
iyisi bunları kimseye a n latmaya l ı m . Ben bir süre daha karn ı ­
ma yastık koyar geze rim . Bebeğ i de bir ye rlere sakla rız, a ltı ay
sonra ortaya ç ı karıp yeni doğurmuşum gibi yaparız."
"Sonunda kafan ça l ışm aya başladı. Sa klayacağız tabii,
başka ne yapacaktık? Gazete lere Coronzon'un karısı yecüç
mecüç, bahçıva n ı da tiyatro sembolü k ı l ı kl ı bir bebek peydah­
Iadı d iye i la n verecek halimiz yok ya ! "
"Asla! Öyle bir şey ya paca k olursa k Coronzon b e n i kesin
boşa r!"
"Bu fe la ketleri başım ıza dadı d iye yol ladıkları o uğursuz
büyücü getird i ! Hemen şu Toptopribas'a bir telgraf çeke lim
ki, toru num demeye b i le utandığım yaratık için yen i bir dadı
bulup göndersin."
"Dad ı bulmanın son derece zahmetli bir iş olduğunu unu­
tuyorsun," dedi Avidya. "Yen i dadı gelene kadar bebeğe kim
bakacak? Geçi rmiş olduğum uzun ve yorucu hamilelik döne­
m i mora l i m i bozdu . K i mse kusura bakmasın, ama kendime
vakit ayırmam gereken şu g ü n lerde a lt değişti rip, mama ye­
d i rmekle uğraşamam. Bu görevleri anneannesi olara k sen
üstleneceksen, Mama Nono' yu seve seve gönderirim."
"Torun u m demeye bile utand ığım o ecinniye elimi sür­
mem!" d iye bağ ırd ı Aj nana.
"Seraphim'e ben i m ba kacağım kon usunda an iaşmış ol­
duğu muza göre . . . " dedi bir anda a ralarında be l i ren Mama
Nono, "Onunla ilgili her konuda ya lnızca be nim söz sa hibi
olacağ ımı da ka bul ettiğinizi zanned iyorum."
"Bana göre hava hoş," d iyere k omuz silke n Avidya, "Za ­
ten doğura ra k üzerime düşeni fazlasıyla yaptım," ded i ve be­
beğe son bir defa ba kıp, umursamazca sırtını dönerek eve
doğru yürüdü.
ıS
Kon u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

Annesi uzaklaşırken Seraphim neşe içinde e l lerini çırpı­


yar, Ratzie l'e ve Cam io'ya öpücükler yo lluyord u .
Bebeğ i n tu haf hareketleri n i end işeyle izleyen Ajnana,
"Anası n ı n karn ı ndan öpücükler yol layarak çıkan bebek gö­
rü l m üş şey değil," d iye söylend i .
"Hadi, bir öpücük de an neannene yolla ba kalım
Sera p h i m," dedi Mama Nono.
"Öpücük möpücük istemem!" d iye itiraz etti Aj nana.
"Torunum de meye bile utanıyorum doğrusu! iyisi mi biz bunu
kundaklayıp çöpe ata l ı m . "
"Hepimiz çöp l ü kteyiz, ama bazı larımız yıldızlara bakıyor;
Oscar Wi lde," d iyerek geçti Camio.

19
3
fvladaW\ Bobogef ve

Bobogefi;z.W\

Avidya ve Aj nana'nın g u rusu Madam Bobogel, e l l i yaşla­


rında, tombul kırm ızı ya nakları, tom bu l kırmızı çenesi ve
tom bul kırmızı e l le ri olan bir madamdı. Madam . Bobogel
saymakla bitmez meziyetleri olan bir madam olsa da, bu me­
ziyetlerinin a rasında en öne m l isinin a lçakgönüllülüğü oldu­
ğunu her fırsatta d i le geti rird i . G ü nlerinin büyük bir bölümünü
med itasyon yapara k, şifa dağ ıtarak, pozitif düşünceler saça ­
ra k ve kendi geliştirmiş olduğu çok özel yöntemler sayesinde
Tan rı'yla her madama nasip olamayacak kadar özel i l işkiler
kurara k geçird iğ i için, ke ndine bir eş bul maya doğal olara k
vakit ayıramam ıştı.
Aslına ba karsa n ız, madam ı n be kar olmaktan ötürü rahat­
sızlık duyd uğu fa lan yoktu. Hayatı boyunca bir defa bile flört
etmemekten de hiç şi kayetçi değildi. Zaten bu dünyada onun
gelişmiş ru hunun yüksek fre kansına aya k uyd urabilecek bir
e rkek bulunduğundan dahi şüpheliydi Madam Bobogel. Ne
de olsa erkekler eşlerinin kendilerinden daha yüksek merte­
belerde olmalarına katlanam az, en inde son unda huzursuz
olup ilişkiyi bitirirlerd i . Işte Madam Boboge l de öyle yüksek
merte belerde bir madamdı. Onun ruhsal karizmasıyla her e r­
kek baş ede mezd i . Ayrıca mada m ı n fevka lade öne m l i ve fev­
kalade kozmik bir misyonu va rd ı . Yıllarca bu misyonu gerçek­
leştirebilmek için ça lışm ış, gece g ü ndüz demeden ru hunun
var gücüyle çaba lam ıştı.

21
B e rrak Yurd a k u l

Madam Babage l'in kozmik misyonu dört ana başlık a ltın­


da özetleneb i l i rd i :
ı- Ta n rı'n ın insanoğ lunu ne zaman, nasıl ve ne ma ksatla
ya rattığı soru larını kesin ve net olara k cevaplamak.
(Madam bu soru ların cevaplarını bulabilmek uğruna ömrünü
verm iş, a m a sonunda en doğru, çok doğru ve tek doğru olan
ya n ıtı bul mayı başa rm ıştı. Bundan böyle saçma sapan yeni
teoriler ortaya atman ın, fantastik fikirler üretmenin hiç lüzu­
mu yoktu.)
ı- Bu ceva pları herkesin a n ladığından ve sorgusuz sual­
siz kabul ettiğinden emin olana kadar yılmadan tek­
ra rlamak.
3- Henüz Madam Babagel'in ki kadar teka mül edemem iş
olan ruh ları bile kucaklaya n bir öğreti oluşturmak ve
bu düşük fre kanslı ta l i hsiz ru hları Madam Babagel'in
kozmik bilgeliğinin ışığı nda eğ iterek ayd ınl ığa kavuş­
turmak.
(Madam Babagel ta rafından herkesin ayd ı nlanabi lmesi için
hiçbir zahmetten kaçınılmadan oluşturulan bu öğreti,
'Bobogelizm' olara k adlandırılmaktad ı r.)
4- D ü nya üzerinde Bobogel izm'i doğru ve eksiksiz ola­
rak a n iatma yetisine ve yetkisine sa h i p olan tek kişi­
nin Madam Babagel olduğunu ve onun yüce ru hunun
sayısız kozm i k a lem iere karışmak suretiyle Sonsuz
Işık i le bir olma durumuna geçmesi söz konusu olursa,
Bobogelizm öğ retisinin de tari h i n karanlık ve tozlu
sayfa larına karışarak, yeryüzünde amaçsızca gezinen
fan i bedenierin belleklerinden silineceğ ini insanoğlu­
na bildirmek.
Madam Bobogel, kutsal 'Bobogelizm Öğretisi'ni ol uştu­
rup ta n ıtana kadar hiç kuşkusuz çok büyük zahmetler çekm iş-
22
Ko n u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

ti. öğretinin toh u m larını atmaya başlad ığı yıl larda maddi du­
rum u şimdi lerdeki kadar iyi olmadığı için e l i lanları bastırmak
veya çeşitli m ecralarda re klamlar yayın iatma k g i bi i m kan ları
maalesef bulamamıştı. Sonsuz lşı k'a şükürler olsun ki, a rtık o
kötü günler geride kalm ıştı ve müritlerin i n yaptığı cömert ba­
ğ ışlar sayesinde a ltı yüz a ltmış a ltı adet vi Ila satın a la b i l m iş, şu
fa n i dünyada başını sokacak bir deliğe kavuşa bilmişti.
Madam Babagel'in ayd ı n lanmaya giden yolculuğu da ol­
dukça eğitici ve öğreticiydi doğrusu. Gerçeği a ramak üzere
kendi ru hunun derinliklerine dalarak çıkmış olduğu o cesur
manevi macera boyunca onun saflığından ve tem izliğinden
istifade etmeye ça lışan n ice şarlatanlarla karşılaşm ıştı! Neyse
ki, Sonsuz Işık onu büyük hata lar yapmaktan her zaman ko­
ru muş ve spritüel lider olarak geçinen bir takım düzenbazların
eli nde oyuncak olmasına asla fırsat tan ımam ıştı. Yine de,
Madam Boboge l'e göre gençli k yılla rında yaptığı en büyük
hata, Maharishi Alcofri bas adlı buram buram çü rüm üş ba l ı k
kokan maskaranın ( k i ezateri k v e batıni doktrinler söz konusu
olunca hiç kimse onun terl iğini bile öpemez) öğretilerini ta kip
etmek olmu ştu. B u sözde profesörün öğrenc i lerinin sorularını
ceva pladığı bir konferansa katı l m ış, son derece temiz duygu­
lada şu iyi n iyetli ve masum soruyu yöneltm işti:
"Sayg ıdeğer Maharishi Alcofribas, bir ta kım maddi ve
ma nevi proble m lerimin üstesinden gelebilmek a macıyla aci­
len ayd ı n lanmak mecburiyetindeyim. En kestirme yoldan ay­
d ı n lanabilmem için ne yapmamı önerirsin iz?"
Maharishi'nin bu soruya verm i ş olduğu rezi l ya n ıt, onun
ne uydu rukçu bir yog i olduğunu gün g i bi ortaya çıkarm ı ştı:
"Sevg i l i Madam, e n kestirme yoldan ayd ınlanabilme niz
için günde üç defa (saba h la rı aç karnına, öğlen yemeklerinden
yarım saat önce ve beş çayından hemen sonra olmak üzere)
on yedişer dakika l ı k süreler boyunca a m uda kalkara k, bir za-
23
B e r r a k Y u r d a k ul

manlar bana kendi gurum tarafından öğretiim iş olan b i lge l i k


d o l u sözleri yüksek sesle tekra r etmeniz yeterli olacaktır:
Doğru olara k ka bul edilen herşeyin bir böl ü m ü doğru, bir bö­
lümü yan l ış, bir bölümü de an lamsızdır. Ayrıca, tüm doğru la­
rın bir bölü m ü doğru ve ya nlış, bir böl ümü doğru ve anlamsız,
bir bö lümü ya nlış ve anlam sız, bir bölümü ise hem doğ ru,
hem ya n l ı ş hem de a n lamsızd ı r. Önermiş olduğum egzersizi
hiç a ksatm adan yapmayı başarırsan ız, önüm üzdeki Çarşa m­
ba'ya kadar aydınlanmış alacağ ınızı ta h m i n ed iyorum."
Madam Bobogel, Maharishi Alcofri bas'ın ta l i matları n ı
harfiyen yerine getirm iş olmasına rağmen ayd ı n lanma yol un­
da hiçbir i lerleme kaydetmemekte olduğunu farkettiği nde,
yeryüzünde kend isinden daha özel ve seçilmiş bir ru h olma­
dığına kesin kanaat getirdi; bu kozmik gerçeğ i idrak ettikten
bi rkaç dakika sonra da mutlu sona u laştı. Ayd ı n lanma anında
saçm ış olduğu kozmik ışığın karanlık bir gecede yetm iş iki ki­
şinin ra hatlıkla kitap okumasına yetece k kadar kuvvetli oldu­
ğu rivayet edilir.
Madam Bobogel bu olaydan kısa b i r süre sonra kendi ya­
şam ı ş olduğu büyük travm anın başka larının da başına gelme­
sini önlemek amacıyla bir kitap yazmaya karar verd i . Amuda
Kalkarak Asla başlığı a ltında yayınladığı eseri nin tüm dünyada
üç buçuk adet satmasıysa Madam Bobogel'in cesaretini ke­
sinl ikle kırmam ıştır. (Kita bı satın a la n üç buçuk kişi önem sıra­
sı gözetil meden şöyle listelenebi l i r: Madam Boboge l'in kendi ­
s i , M a d a m Bobogel'in kendisi, M a d a m Bobogel'in kend isi ve
kitaba bir göz atma k amacıyla karıştınr ken buruşturduğu için
satın almak zorunda kalan bir okur. Ancak, o pazarl ı k edere k
kita bın satış fiyatının yarısını ödemiştir.)
Şimdilerde kozm i k m isyon una ta m olara k va kıf olan Ma­
dam Bobogel, spritüel l iderliğ inin e n ve ri m l i çağındaydı ve
ru hlar alemi kon usunda bütün kozmosu aydınlatmaya yete­
cek kada r eng i n bilgi lere sa h i pti.
24
K on u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

Madam Boboge l m ü ritleri a rasında Avidya ve Ajnana'yı


apayrı bir yere koyar, onlarla olan i l işkisine büyük önem ve­
rird i . Bobogelizm'in mü rit sayısının on bin lerle ifade edi lecek
kadar çoğaldığı şu son za manlarda bi le, her ayın üçüncü Çar­
şamba günü sad ı k yard ı mcısı Tamas'ı da ya nına a la ra k onları
ziyarete gelir ve ruhsal gelişim leriyle bizzat ilg ilenird i .
" P e k m u hterem han ımefendi ler!" d iyerek söze g i rd i Yüce
Madam. "Adeta cennetten bir köşe olan bu güzelim bahçe­
n izde bendeniz ayd ınlanmış kulunuzu ağırlama şerefine bir
kez daha nail olabilmeniz sizler kadar beni d e memnun etti.
Bu vesileyle pe k sevim l i evlad ı n ız Sera p h i m'i de görebilmiş
olmaktan ötürü apayrı bir mutluluk duyduğumu ifade etme k
isterim. Bulunduğum ruhsal mertebeden ötürü hepinizin ma­
nevi annesi sayılsam da, çocuklara çok özel bir aşkla bağ l ı ol­
duğum tüm mü ritlerim ta rafından bil inen bir gerçektir. Takd i r
edersiniz k i , çocuklar birer melek, çocuklar birer çiçek, çocuk­
lar iyi olan her şeyd i r. Onlar öylesine masum, öylesine ulvi
varl ıklard ı r ki, hiçbir kötü lüğü bilmezler; kötü olan hiçbir şey
de onların yanına dahi yaklaşamaz. Sera p h i m ! Ma nevi anne­
n i n kucağına gelsene evladım. Gel de yanağına kutsal bir
öpücük kond u rmama izin ver!"
B u sözlerle birlikte çim ierin üstünde 'uçan karga' (eka
pada ga lavasa na) pozisyonunda durm a kta olan Seraphim'i
a n i bir hare ketle havaya ka ldırıp tom bul d izlerine oturtuverd i .
Derin bir meditasyonun içi ndeyken birdenbire kend i n i bu tu­
haf madamın devasa kucağ ında bulan Seraphim de kula kları
sağ ı r edebi lecek kadar şiddetli çığlıklar ata ra k bağ ırmaya baş­
ladı. Madam Bobogel onu sustu rmaya uğra ştıkça haykırışiarı
daha da artan Seraph im, en sonunda kendini hızla mada m ı n
kucağ ından aşağı attı. Poposunun üstüne yum uşa k düşüş
yaptıktan sonra bir an dura ksayıp etrafın ı şaşkın bakışlarla
süzdüyse de, nihai kararını bağ ı rmayı sürd ü rmekten yana kul­
landı.
25
B e rra k Yurd a k u l

"Bu çocuğun ru hunu i b l isler, cinler ve ifritler ele geçir­


m iş!" dedi Madam Bobogel. "Bakın ız, bendeki kozm i k enerj iyi
h issedi nce şeyta n la r nasıl da haince sa ldırdı! Bugün buraya
gelmemiş olsayd ı m kim bilir çocuğun başına ne fe la ketler
açacak lardı. Sonsuz lşı k'a dua ede lim ki, ben i m m a nevi gü­
cüm tüm bu uğursuz va rlı kları kova lamaya yete rli gelsin!
Tamas, bu canavarı derhal buradan uzaklaştır. Götürürken de
gözleriyle kulaklarını e l lerinle kapat ki, şeytan la r bizi görüp
konuşmalarımızı dinleyemesin!"
Tamas, Yüce Madam'dan aldığ ı emri yerine getirmek
üzere hare kete geçtiği anda bahçenin ortasında beliren Ma­
ma Nono, akıl a l maz bir süratle Seraphim'i kuca kladı; sevg i l i
dadısına kavuşmuş olmanın verd i ğ i mutl ulukla gü lücükler sa­
çıp, sağa sola öpücükler yollam aya başlaya n çocukla beraber
gözden kayboldu.
Madam Bobogel'in ra hatsızlığı aslında Seraphim'in içine
g i ren cinle rden ve ifritlerden ziyade, Mama Nono' nun varlı­
ğ ından kayna klanıyord u. Yüce Madam bu son derece küstah,
kibirl i, ruhsal gelişimden zerre kadar nasi bini almamış ve bu­
ra m buram çürümüş ba lık kokan kad ının Seraph im'i kendi
bildiği g i bi yetiştirmesine nasıl müsaade edildiğine bir türlü
akıl sır erdirem iyor, bu konuda müritlerine söz d i n leterneme­
n i n öfkesiyle ya nıp tutuşuyord u.
"Sizden nasıl özür d i leyeceğim izi bi lem iyorum, Yüce Ma­
dam," dedi Avidya. "Bu çocuğun kime çektiğini anlayam ıyo­
rum doğrusu. Sonsuz Işık şa hidim olsun ki, bizim sülalem izde,
soyumuzda sopumuzda bundan evvel i çine iblis g i re n bir be­
bek olmam ıştır."
"Torun u m demeye bile utan ıyorum doğrusu," d iye söy­
lendi Aj nana. "içine inierin c i n lerin g i receği on bir hafta l ı kken
doğmasından be l l iydi zaten . "

ı6
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Yüce Madam, size bu ta lihsiz olaydan ötürü bizleri e rm i ş


yüzünüze hasret bırakmayacağı n ıza dair söz vererek yüreği­
mizi fera hlatmanız için yalvarıyoruz," dedi Avidya.
"Seraphim'i benden m ümkün olduğu kadar uzak tuttu­
ğunuz sürece e lbette ziyaretinize gelmeye deva m ederim,"
d iye cevap verd i Madam Boboge l . M üritlerinin yaka rışiardan
ötürü ne kadar memnun olduğunu bel l i etmemeye ça lışıyor­
d u . Böylece bir taşla iki kuş vuracak, hem o tu haf çocuğun,
hem de iğrenç dadısının nursuz suratla rını görmekten kur­
tulmuş olaca ktı.
"Torunum demeye bile utanıyorum doğrusu," d iye te k­
ra rladı Aj nana. "Içine i n ierin cinlerin g i receği saçları düzgünce
örgülü doğmasından bel liydi zaten."
"Neyse," dedi Madam Boboge l . "Artık asıl meselem ize
gelsek iyi olaca k! Efend im, sizler gibi soylu, bilgili, kültü rlü,
zarif, kibar, a lçakgön ü l l ü ve ya rd ı msever hanımefe ndilerin,
m ütevazı demeğim ize destek olması b izleri fevka lade m utlu
ed iyor. B izler, sizlerin yard ı m ları sayesinde aya kta d uruyoruz.
Bu neden le, siz sevg i l i Avidya ve Aj nana hanımefendi lerin,
Reenka rne Olmuş Soylulara Ya rd ı m Derneği'nin onursal baş­
kanlığı unvanını ka bul etmen izi rica etmeye geld i m . Takd i r
edersiniz k i , bu şerefli unva n sizlere m a d d i yönden bazı ekstra
yükümlülükler getirece ktir, ama böyle dü nyevi detayları ko­
nuşarak kendimizi yormamızın ve değerl i va kitlerim izi boşa
harcamam ızın hiç lüzumu yok . . .
Demeği m ize bugüne kadar ya pmış olduğunuz ve i leride ya­
pacağınız bağışların asla boşa g itmeyeceğini ve geçm işte
m utlaka karş ı l ı k bu lacağını bir kez daha bel i rtmek isterim.
B i ldiğiniz g ibi, şahsen ben i m tarafımdan ma neviyat dünya mı­
za kazandırılan deenkarnasyon kavra m ı, geçmişte de yeniden
doğa b ileceğimizi a paçık ortaya koymuştur. . .

27
B e r r a k Y u r d a k ul

Ö rneğin imparator Na polyon Majesteleri (ki kendi leri bu ha­


yatlarında bir mu hasebe firm asında fotokopici olara k çalış­
maktadırlar) şayet bin sekiz yüz yıllarında Fransa'da deenkarne
olacak olursanız, her i kin ize de bire r kra l l ı k verece kleri n i be­
l i rttiler ve ona bağ ışlamış bul unduğunuz yat ile kat için teşe k­
kü rle ri n i iletti le r."
"Ekselansları her zamanki g i bi çok nazik ve düşünce l i ler,"
ded i Aj nana. "Kendi leri her şeyin en iyisine layıklar. Bizler
onun sad ı k hizmetkarla rıyız. S izin de bildiğiniz g i bi, ben ve kı­
zım Avidya madd iyata zırnık kadar değer vermeyiz. Majeste­
leri bize geçm işte birer kra l l ı k değil de söz gelimi birer küçük
düka l ı k vaat etm iş olsaydı bile, bizler kendisine destek olmayı
sürd ü rürd ü k. Neticede öne m l i olan tek şey sevgi, şefkat, ruh­
ların teka m ü lü ve bizler gibi be l l i m erte belere ulaşmış, be l l i
sırları çözm ü ş kişilerin bu güzel d iyalogu deva m ettirebilme­
sidir.
'
Yaşadığımız olayla rın h içbiri tesadüf değil ta bii. Sonsuz
Işık bizlerin buluşmasını isted iği için bul uştuk ve birbirimizi
görür görmez a ram ızda çok kıymetli bir pozitif enerj i a l ışveri­
şi, ruhan iyetle yüklü bir elektrik akımı ol uştu. Sizin gibi ger­
çekten ayd ınlanm ış, kazmasun sırlarına va kıf olmuş bir reh­
berimiz olduğu için gerçekten de çok şanslı olduğum uzu dü­
şü nüyoru m . Lütfen ya nlış anla mayın ama orta l ı kta b i lgeyim
d iye geçinen öyle çok soyta n var ki!"
"Ya l n ızca al ıkların cidd iye alındığı bir çağda doğmuş ol­
duğumun fa rkındayım ve ya n l ı ş a n laşılmamaktan korkuyo­
rum; Oscar Wi lde," d iyere k geçti Cam io.

28
MaW\a Novıo'vıu.vı
SeraphiM'i Nast f Bü.yü.ttü.ğü.

Seraphim doğduğunda diğer bebe klerden ne kadar fark­


l ıysa, çocukluğunu yaşayış şekli de yaşıtlarından en az o kadar
fa rklı oldu. Sera phim'in diğer çocuklardan değişik olmasını
sağ laya n öze l l i klerin büyük bir bölümü, Mama Nono'nun ona
verdiği koşulsuz sevg inin coşkusundan ve uyg u ladığı sıradışı
eğitim yöntemlerinden kaynakla n ıyordu . Dadısı Seraphim'e
her şeyden önce hayatı kutla mayı, şarkıyı ve dansı öğretti.
Hayatın, hakkında konuşulup üzeri nde düşünü lere k değil, her
an yaşa m ı n içine katılıp onun bir parçası olara k a n laşılabile­
ceğ ini gösterdi ve yaşa m ı n ona kollarını açması n ı beklemek
yerine kendisinin yaşa m ı kuca klaması gere ktiğini anlamasını
sağladı. Böyle likle çocu k çok küçük yaşta d ingin, şefkatli,
sevgi dolu ve neşe l i bir ya pıya kavuştu.
Mama Nono, günlerinin büyük bir bölü münü doğayla iç
içe geçiren Sera p h im'in d ışarıda oynamasına, dans etmesine,
ağaçlara tırmanmasına yağmur yağdığında bile izin ve rd i .
Üşütüp hasta olduğu zamanlarda d a h a fazla ilgi hak ettiğini
zanned ip, hasta lıkları öd üllendirilmek için kullanmasın d iye
ona her zamankinden bir pa rça daha az ilgi göste rd i . Bu sa­
yede Seraphim fiziksel olara k da çok sağ lıklı yetişti ve çocuk­
luğunu neredeyse hiç hasta lanmadan geçird i .
Dadısı çocuğun o n a ihtiyacı olduğunu hissettiği h e r anda
yanında bulu nmayı da, mahrem iyete i htiyacı olduğu zaman-

ıg
B e r r a k Y u r d a k ul

larda yolundan çekil meyi de ihmal etmedi. Böyle likle


Seraphim kendi bireyselliğini müdahale edil meden gel iştire­
bildi ve d ü nyayı keşfetme özgürlüğüne kavuştu. Mama Nono
ona yaşam enerjisine güven meyi, d ünyadan korkmamayı öğ­
retere k onu korkusuz kıldı ve bilinmeyenin, meçhulün içine
g itmesine izin verd i .
Seraphim oyun ların kazanma veya kaybetme kayg ısı o l ­
madan, ya l n ızca oyun oynamanın zevkine varmak i ç i n oy­
nandığ ını kavradığı zaman Mama Nono, ona sessizce otu rup
gerçeğ in kend isini göstermesini beklemenin diğer adı olan
m ed itasyon oyununu öğ retti. Yavaş yavaş bu oyu nu özümse­
yen Sera phim, sabahları güneşin doğuşunun güzelliğini izle­
yebilmek için şafa k sökerken uya nmayı, güne yoga ve med i­
tasyon ya para k başla mayı o kadar çok sevdi ki, kısa sürede
bunla rı kendi arzusuyla deva m ettirdiği günlük a l ışka n l ı kları
hal ine getird i . Önce bedenini sakin leştirmeyi ve nefesini
kontrol etmeyi, daha sonra duyg u larını sessizleştirere k zihni­
n i n deri n l i kleri n i nasıl araştıra bi leceğ i n i ve tüm diğer düşün­
celeri bastırarak te k bir düşünce üzerinde nasıl yoğunlaşabile­
ceğ i n i öğrendi.
Mama Nono çocuğa haki kat a rayışıyla i lg i l i büyük bir öz­
lem aşıladı, ama ona haki kate i l işkin bir ideoloj i vermemeye
daima öze n gösterd i . Ona bu konuda öğütler vermek yerine
gerçeğe ulaşmak için nasıl a rayışa girebi leceğ i n i, daima dış
görün üşlerin ya n ı sıra içsel olanı da görmeye çalışması gerek­
tiğini ve d ü nyayı tam olara k farked ip, farkı ndalığ ının tad ını
çı karmayı öğretti.

Bir gece yarısı Mama Nono'nun odası nın kapısında be li­


ren Sera p h im, "Bu gece sen i n yan ı nda uyuya bilir m iyi m?" d i ­
y e sordu usu lca . "Tek başıma yatmaya korkuyorum."
30
K on u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

"Gel baka l ı m," dedi Mama Nono, kenara çekilip oğlana


yer açara k. "Kabus mu gördün?"
"Yatmadan önce Ratziel bana bir masal kita bı okudu;
içinde çok kötü ka lpli bir ejderha vard ı," d iyen Sera p h im, ya­
tağa g i rip yorganı başına kadar çekti.
"Demek, ejderhalardan korkuyorsun!"
"Evet, öze l l i kle mor olanlarından."
"Peki, mor bir ejde rhayla karş ı laşacak olursan ne ya par­
sı n?"
"Hemen koşara k kaça r, onun beni bulamayacağ ı bir yere
sa klanırım. Hem de o kadar hızlı kaçarım ki, ejderhanın kanat­
ları olsa b i le beni yaka laya maz."
Son cümleyi söylerken m i n i k başını dadısının omzuna
yasiayıp uyuya ka ldı Seraphim.
Sabahın erken saatlerinde çocuk uyanmadan evvel
Cam io'yu baştan aşağı mora boyayan Mama Nono ile Ratziel,
tüylerinin üzerine pul gibi parlayan bir şeyler de ya pıştırara k
zava llı kuşu ellerinden geldiği kadar ejderhaya be nzetmeye
ça lıştı ve Seraph im'i görür görmez bütün hızıyla onun üze rine
doğru koşmasını te mbih leyerek bir ağacın arkasına sa klan ı p
bekle rneye koyuldu.
"Mama Nono, ben uyand ı m ! " d iye seslenerek bahçede
şaşkı n l ı k içinde dadısını a raya n Seraph im, "Ratziel, Camio ne­
redesiniz? Herkes nereye gitti?" de rken birdenbire karşısında
kendisine dik dik bakan mor bir ejderha görü nce korkudan
olduğu yerde dona ka ldı.
Ejderha kendisine doğru koşmaya başladığ ında kaçıp ca­
n ı n ı kurtarması gerektiğini düşünüyordu, ama öyle büyük bir
de hşete ka pılm ıştı ki, kolunu bile kıpırdatamadı. Ejderha ona
ulaşıp üzerine atlarken de ağlamaktan başka hiç bir şey ya-
31
B e r r a k Y u r d a k ul

pamayan Seraphim, düştüğü yerde gözleri n i sıkıca yummuş


halde ejderhanın onu yemesini beklerken b irdenbire gıdık­
lanmaya başladı. Bütün cesaretini toplayıp gözlerini hafifçe
a ra ladığı nda üstüne atiayan mor yaratığın sevg i l i a rkadaşı
Camio olduğunu görerek rahat bir nefes aldı. Mama Nono'nun
ricasını geri çeviremeyerek onu korkutmayı ka bul etmek zo­
runda kalan tavus kuşu, çocuğun haline üzüldüğü için onu
kuyruğuyla okşayıp, gıdı klayara k güldürmeye ça lışıyord u.
"Gördüğüm kada rıyla korktuğun şey başına geld i!" d iye­
re k onlara yaklaştı Mama Nono. "Ama koşarak kaçamadın . . . "
"Kaçamadım, çünkü korkudan dona ka ldım," d iyerek düş­
tüğü ye rden doğ ruldu Seraphim.
"Demek ki senin asıl d üşma n ı n ejderhalar değil, korku nun
kendisiym iş," dedi Mama Nono. "Seni kendini kurta rma ktan
a l ı koyan tek şey içine d ü ştüğün pan i kti."
"Artık bana dünyadaki e n büyük ejderha sa ldırsa bile
korkmam," dedi Seraphim, Cam io'ya sarı lara k. "Hatta hayat­
ta en sevd iğim hayva n ı n ejderha olduğunu b i le söyleye bili­
rim . Özel l i kle mor olanlar... "

"Ratziel'in elmas kolyesini ba hçıvanın oğ lu Perdu rabo'ya


hed iye ettim, Mama Nono," dedi Seraphim keyifle gülü mse­
yere k. "iyi ya pmış m ıyı m?"

"Peki, bunu neden yaptın?" d iye sordu Mama Nono.


"Perdura bo bir bisi kleti olmasını çok istiyormuş, ama ba­
basının yeteri kadar parası yokmuş. Bu yüzden kolyeyi ona
verd im ve isterlerse sata bi leceklerini söyled im."
Sera p h im'i kucağına a l ı p, "Yaptığın şeyin neden ya nlış
olduğunu bilmek ister m isin?" d iye sordu Mama Nono.
32
Ko n u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

Dadısının kucağında uslu uslu oturan Seraphim, 'evet' an­


lam ında başını sa lladı ve onun sözleri n i büyük bir d i kkatle d in­
lemeye başlad ı .
"Önce l ikle, s a n a a it o l m aya n bir şeyi verm iş olduğun için
yanl ış," dedi Mama Nono.
"Ama Ratziel kolyesini a lmama izin verd i ! " d iye itiraz etti
Seraphim.
"Ratziel kendisinden istenilen her şeyi vermek zoru nda
olan bir varl ı ktır, ama bu ondan bir şey istemenin her zaman
doğru olduğu anlam ı na gel mez. i kinci olara k, yaptığın iyi l i k­
ten ötürü fazlasıyla memnun olduğun ve bu cömertl iğin için
tebrik edilmeyi bekled iğin be l l i ol uyor. Gerçek yard ı m, öd ü l
bekle ntisi olmadan ya pılır v e gerçekten vermeyi bilen k i ş i bu­
n u öyle büyü k bir gizlilik içinde yapar ki, yaptığı iyi l i kleri baş­
ka larına anlatmaktansa cimri olara k tan ı nmayı bile terc i h
eder."
Seraphim'i öperek kucağından indi rd i Mama Nono. "Son
olara k, bu yard ı m ı yapma kla ba hçıvanın sana karşı öyle büyük
bir m in net d uymasını sağiadın ki, bu d uyg u ona zarar verecek
ve ruhsal gelişimini engel leyecek boyutlara kadar ulaşabi l i r.
i şte bu yüzden şimdi gidip kolyeyi geri istemen ve onu gerçek
sahibi olan Ratziel'e iade etme n gere kiyor."
"Başkaları n ı n e l i ne geçeceğ inden korkmasak hiç tereddüt
etmeden çöpe ata b i leceğ im iz birçok şey vard ı r; Oscar Wilde,"
d iyerek geçti Camio.

"Perdura bo ben i ısırd ı ! " d iye avazı çıktığ ı kada r bağ ı ra ra k,


Mama Nono'nun yanına koştu Sera p h i m . "Ratziel'in kolyesini
geri a ldığım için kol um u ısırd ı ! Ondan nefret ed iyoru m!"
"Nefret kendisinden başka her şeyi öldürür; Oscar Wilde,"
ded i Camio.

33
B e r r a k Y u r d a k ul

Seraph im'in kolunun ka nlar içinde ka ldığ ı n ı gören Mama


Nono hiç telaşlan madan, "Önce derin bir nefes a l ve sa kin­
leşmeye ça l ı ş," dedi.
B u sözleri öyle kısık bir sesle söylemişti ki, Seraphim onu
duyabilmek için çığ l ı k atmayı kesrnek zorunda ka lmıştı.
"Bak," dedi Mama Nono, elini Seraph im'in ka n ında gez­
d i rd i kten sonra . "Bu sen i n ka nın. Seni sağ lıklı kılan ve sana
hayat veren şey. Ne kadar g üzel, değ i l m i?"
Seraphim artık tamamen susm uş, büyük bir merakla
kendi ka n ı n ı i ncelemeye başlamıştı.
"Kanın şimdiden yarana doğru akıyor ve onu iyi leşti rmek
için ça lışmaya koyuluyor ve biz de bunu ya ptığı için ona te­
şekkür etmel iyiz," d iyen Mama Nono, Sera p him'in ya rasını
özenle tem izleyip sard ı .
"Hala çok acıyor!" d iye sıziandı Seraphim.
"Sana fizikse l acıyı hissetmemen için bir med itasyon yön­
temi öğreteceğ i m," dedi Mama Nono. "Ancak h issettiğin acı­
ların sana her zaman yolunda g itmeyen bir şey olduğunu an­
latmaya ça lıştı klarını akl ından h iç çıkarma ve onları göz ard ı
edip d i kkatsizce yok etmeye ka lkışma. i l k önce kend ine şunu
sor: B u acının nedeni ned i r? Bana ne söylemek istiyor?"
"Bu acının nedeni Perdurabo!" d iye bağırd ı Sera p h i m .
"Sence Tan rı böyle kötü çocukların v a r olmalarına v e bizim
canım ızı yakm a la rına neden izin veriyor, Mama Nono?"
"Var olan her şey Ta n rı'nın ta kend isidir, Sera p h i m . Tanrı
senin, benim, Camio'nun ve Ratziel'in içinde olduğu kadar,
Perdura bo'nun içinde de var. Bizler tıpkı aynaya bakmadan
kendi gözlerimizi göremed iğimiz g i bi va r olan her şeyin içinde
Ta nrı'nın olduğunu da kolayca göremeyiz, çünkü o gizlenme­
yi çok iyi bilir."

34
Kon u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m io

"Ben Perdura bo'ya zara r verecek h içbir şey ya pmadım,


ama o sürekli bana sald ırıyor," d iye söylend i Sera p h i m .
"Belki de i leride yapacaksı n," d iyerek gülü msedi Mama
Nono. "Kimi zaman tepki, etkiden önce gelir."
"Beni ısırdığı için ona çok kızgınım!"
"Öfke l i olmaya devam ederek başka birinin ya pmış oldu­
ğu hata yüzünden ke ndini ceza land ırıyorsun, Seraphim," ded i
Ma ma Nono. "O seni yaln ızca bir defa ısırd ı, ama sen zihn inde
olayı yeniden canlandırdığın her an onun bunu bir daha ya p­
masına izin veriyorsun. O sen i n ca nını bir defa ya ktı, tekrarla­
yıp du ra n sensin!"
"Haklısın Mama Nono," dedi Seraphim, konuyu kapat­
maya çal ı şa ra k. Dadısının Perdura bo'yu neden korumaya ça ­
lıştığ ı n ı a n laya m ıyor, o hain çocuktan eninde sonunda bir şe­
kilde intikam alacağını düşünerek ke ndini tesel l i ed iyordu.
"Artı k onu bütün ka lbimle affetti m ... "

"Sence nerede olduklarını biliyorlar m ı, Mama Nono?" di­


ye sordu, süs havuzunun içindeki balıkları seyreden Seraphim.
"Suyun içinde yüzd üklerini bil iyorlar m ı?"
"Orada oldukları sürece keyifleri yerinde," d iye ya n ıtlad ı
Mama Nono. "Ait oldukları, onlara yaşam veren orta m ı n için­
deler ve nerede oldukları n ı sorgulama i htiyacı hissetmeden
rahat rahat yaşıyorlar," derken elini havuza daldırd ı ve ba lık­
lardan birini yakalayıp çok kısa bir süre için avuçlarının a rasın­
da tuttu. Ba l ı k deli gibi çırpın ıyor, kend i n i bir sağa bir sola ata­
ra k Mama Nono'nun e l inden kurtu l maya ça l ışıyordu.
"Ama bu ... " dedi Mama Nono, e l inde tuttu kta n sonra ha­
vuza geri attığı balığı işa ret ederek, "O artık nerede olduğunu
biliyor."

35
B e r r a k Y u r d a k ul

"Bir daha da kolay kolay unutmaz!" ded i Seraphim.


Biraz durgun ve neşesiz göründüğü dadısının dikkatinden
kaçmamıştı. "iyi m isin Seraphim?" d iye sordu Mama Nono.
"Canını s ı kan bir şey m i va r?"
"Bir şeyim yok, iyiyim," dedikten sonra dalıp giden çocuk,
"Babam sence neden beni hiç sevm iyor, Mama Nono?" d iye
sordu birdenbire . "Telgraflar çekip hediyeler yolluyor, ama
doğduğu m günden beri bir defa b i le beni görmeye gelmed i ."
Yerde bulduğu en küçük taşı a l ı p Seraphim'in e l i ne tutuş­
turd u Mama Nono. "Taşı gözünden uzak bir mesafede tutup
etrafa ba k . Taşın varlığı görüşüne ne kadar engel ol uyor?"
"Çok az," dedi Seraphim.
"Şimdi taşı gözüne doğru getir baka l ı m . O kadar yaklaştır
ki, neredeyse gözüne değsin. Taşın varlığı görüşüne ne kadar
engel ol uyor?"
"Artık taştan başka hiçbir şey görem iyoru m ! "
"Hemen hemen h e r insanın e l inde b u n a benzeyen birçok
küçük taş var, Seraphim," dedi Mama Nono. " Bazı kişiler bu
ufacık taşları gözlerine sen i n biraz ewel yaptığ ı n kadar yakın
tutar ve bu yüzden etrafiarında olup biten leri farkedemez,
taşlarından başka hiçbir şeyi algı layamaz. Babanın görüş ala­
nını kapatan küçük taş, onun işine duyduğu tutku. Ya n i seni
sevmed iği için değil, göremediği için böyle davra n ıyor."
Seraphim bir süre sessiz kalıp Mama Nono'nun söyledik­
leri ni düşünd ü kten son ra, "Peki ya a nnem?" d iye sordu ağla­
maklı bir sesle. "O neden beni sevm iyor?"
" Ebeveyn lerinden biri n i kaybetmek ta l i hsizlik olara k de­
ğerlend irilebil ir, ama ikisini birden kaybetmek d i kkatsizl iğe
benziyor; Oscar Wi lde," d iyerek geçti Camio.
Ser-ap"'iW\'iV\ Su!:JUV\ Ü:z.er-iV\de
Nast f Yür-üdüğü

"Ben yokken ça lışmalarını sakın a ksatma," d iye tembih­


Iedi Mama Nono. "Özell ikle geçen hafta çal ı ştığımız hatırla­
ma meditasyonunu sık sık tekrarlamanı i stiyoru m . Yakın
geçmişte yaptığ ı n şeyleri zi hninde ca nlandırarak başladığın
bu çalışma sayesinde bir gün ölümsüz ru hunun nereden gel­
d iğ i n i tam olara k a n ı msayacak ve gerçe k kimliğ i ne kavuşa­
caksın."
"Senden ayrıl mayı hiç istemiyorum," dedi Sera p h i m .
" Benden h i ç b i r zaman ayrı değilsin; h e r a n y a n ı başında­
yım." Mama Nono, Seraphi m'i sevgiyle kuca klad ı . "Hatırlama
egzersizle rin i yapa rken bir aydan daha geri g itmemen gerek­
tiğ i n i hiç aklından çıkarma. Daha eskiye dönmen şu an için
çok sa kınca l ı olur."
"Beni burada yapaya l n ız bıra kıyorsun!"
"Artık sekiz yaşındasın; koca man bir adam oldun. Yoklu­
ğumda kend ine çok iyi baka bi leceğinden emin im," d iyerek
gülümseyen Mama Nono, Seraphim'e sı kıca sarıl ı p öptükten
sonra bir anda gözden kayboldu.
Doğduğu günden beri Mama Nono'dan ilk defa ayrı lan
Sera p h i m, birdenbire te k başına kalınca üzüntüden ne yapa­
cağını şaşırdı ve bahçenin içinde amaçsızca dolaşmaya başla­
dı. B i r süre Ratziel ve Camio i le oynayara k oya lanmaya ça l ıştı,
ama Mama Nono'nun yokl uğunu anımsayınca içini yeniden
37
Berrak Y u rd a k u l

tarifsiz bir hüzün ka pladı ve bir köşeye çekilip meditasyon


yapmaya karar verdi. Böylel i kle hem dadısına duyd uğu özle­
mi bir süre için unutabilecek, hem de onun giderken ya pma­
sını tembihled iği ça lışmaları ihmal etmemiş olaca ktı.
En sevd iği ağacın a ltına bağdaş kuru p oturd u ktan sonra
hatıriama egzersizlerini uygulamak üzere gözlerini ka pattı ve
yavaşça zamanda geriye doğru g itmeye başladı. Birkaç saat,
bi rkaç gün, birkaç hafta geriye gideyim derken meditasyonu
iyice derinleşen Seraphim, ansızın zihninin kontrolünü ta­
mamen kaybetti ve kendini bir anda Avidya'nın ra hminde
buldu. Bir yandan artık durması ve egzersize son vermesi ge­
rektiğini hissediyor, diğer yandan daha da gerilere, doğu­
mundan öncesine gidip gidemeyeceğini görmek istiyordu . Kı­
sa bir tereddütten sonra merakına ye nik düşen Seraphim de­
rin bir nefes aldı ve tüm ben liğini kuşatan kara n l ığa teslim ol­
du.
Zihninde açtığı geçitten içeriye b i lmediği alem ler, ta nı­
madığı d uyg ular ve a n layamadığı varoluş biçim leri a kmaya
başlayı nca korkuya kapılan Seraph im, meditasyondan çık­
mak için çaba lad ıysa da artık geri dönül mesi çok zor olan bir
noktaya gel mişti. Ruhunu sürükleyen gücün büyüklüğünden
ve süratinden bitkin düşmüştü, ama e l inden h içbir şey gelmi­
yor, kendini bu kaostan çe kip çıkaram ıyord u. Tüm algılarının
iflas edeceğini ve daha fazla dayanamayara k evrenin derinlik­
lerinde ben liğini sonsuza dek yitireceğini zannettiği bir a nda,
kendini bir barda hararetle tartışmakta olan i ki kişiyi izlerken
buldu.
Onları daha evvel hiç görme mişti, ama saçları kendisinin­
ki g i bi uzun ve örg ü l ü olan kırmızı takım e l biseli adamın diğe­
rine, "Artık her a n olmam gereken yerde, gözlerimin tam ar­
kası ndayım," dediğini duyd u.
K on u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

Seraphim nedense birde nbire ona karşı tu haf bir ya kınlık


hissetmiş, adamın kend isi de, söyled iği sözler de ona çok ta­
nıdık gelm işti.
B ütün bunları düşünmeye dalm ışken, izlemekte olduğu
sahne birdenbire değ i şti ve ru hunun havalanarak b i l i n meyen
bir yöne doğru sürüklend iğini h i ssetti. H iç bitmeyecekm iş gibi
gelen bir uçuşun a rd ı ndan sertçe yere i n i nce bu defa kendini
sisierin içine gizlenmiş bir dağın ete klerinde buldu.
Büyük bir çaba göstererek dağa tırmanmaya başladı
Seraphim ve zirveye u laştığında hayatında gördüğü en kor­
kunç manzarayla karşılaştı. Kanatlı köpekler, timsaha binmiş
i bl isler, üç başlı şeyta nlar, insan büyü klüğünde bayku�lar ve
birbirinden ürkütücü daha n ice yaratık, içinde büyük bir kötü­
lüğü barı ndırd ığ ı her ha l inden belli olan lanetli bir şatonun et­
rafında dönüp duruyord u.
Şahit olduğu a kı l a l maz şeylerin etkisiyle büsbütün dona­
kalan Seraph im, şatonun kapısının ardına kada r açıldığ ını ve
dışarı çıkan va rlığı gören tüm yaratıkların aynı a nda yere ka­
pandığ ını güçlü kle seçebildi. Görüntüsü bir insanı andırsa da,
bu varl ığın şeytani bir şey olduğunu ve d iğer yaratıkların l ideri
olduğunu anlamak çok zor değildi.
Şeyta n i va rlık sert adım larla kendisine doğru yaklaştıkça
Seraphim zihninin içinde tu haf fısıltı lar duymaya başladı .
"Ma lkuth . . . " d iyordu sesler. "Ag a rtha, Beelzebub, Asmoday,
Stolos, Sal los, Be leth . . . "
Artık e l lerini uzatsa doku nabileceği kadar ya kınına yak­
laşmış olan şeytan i varl ı k, nefret dolu bakışlarını ona doğrult­
tuğu a nda, "Astaroth!" d iye bağ ı rarak gözleri n i açtı
Sera p h i m . Kalbi yeri nden fırlayaca kmış gibi atıyor, bütün vü­
cudu tir tir titriyor, avuçlarından soğuk terler boşa l ıyord u .
Ancak hepsinden önemlisi, yerden beş karış yuka rıda,
ya n i havada bağdaş kurmuş oturuyordu.

39
B e r r a k Y u r d a k ul

"Avidya !" d iye avazı çıktığı kadar bağ ırd ı Aj nana. "Koş,
yetiş! Başımıza büyük bir fela ket geldi! Torun um demeye b i le
utandığım yaratık yerden beş karış havada bağdaş kurmuş
otu ruyor!"
Başını okuduğu dergiden kald ırm aya bile te nezzül etme­
ye n Avidya, "Saçma lama an ne," ded i . "Gözüne toz fa lan kaçtı
senin herhalde. B i rleşik Ofta lmologlar Derneği Onursal Baş­
ka n ı Büyük Üstat M . Alcofri bas'dan (ki içine toz kaçan gözle­
rin iyi leşti rilmesi söz konusu olunca hiç ki mse onun te rliğini
bile öpemez) rica edelim de seni muaye ne etmesi için bir dok­
tor göndersi n."
"Ay, üstüme iyi l i k sağ lık!" d iye çığ l ı ğ ı bastı Aj nana. "Şim­
d i de havalandı; kollarını kanat gibi çı rparak ba hçeyi tavaf
ed iyor!"
"Ta nsiyonunu bir ölçtürsene," dedi Avidya, sakince der­
g i n i n sayfa larını çevirmeyi sürdürerek. "Yüksek tansiyon bazı
i nsanların halüsinasyonlar görmesine sebep olabiliyorm uş. Bu
derg i n i n sağ l ı k bölüm ünde yazıyor."
"Amanın! Havada süzülüp göle kondu. Suları n üstünde
yürüyor ibi is yavrusu!"
"Ateşin çıkmış olabil ir. Belki de fena bir şey yedin, ka n ı na
karışan zeh irden beyn in falan uyuştu."
"Kurtarın! Gözünden alevler saçıyor, önünden gölgeler
geçiyor!"
"Bu a ktrisin nesini beğen iyerlar anlamıyoru m . Bana so­
rarsan bizim geri zeka l ı tavus kuşu bile ondan daha güzel."
"Yetişin dostlar! Şeytan toh umu g üvenlik kulübesinin bü­
tün cam larından aynı anda d ı şarıya bakıyor!"
K on u ş m a y a n T a v u s Ku ş u C a m i o

"Hava lar iyice ısı nsa da havuza g i rsek. Kendime nefis ma­
yolar aldım. G iyrne k için sa b ı rsızlan ıyorum doğrusu."
"Şimdi bayılacağ ım! Bahçedeki ağaçların hepsi yerlere
kadar eğilmiş torun um demeye bile utandığım ecinniye selam
veriyor!"
"Bu sene bütün öd ül leri toplayan şu fi l m i bir türlü izleye­
medi m. Ne yapa l ı m, hiç vaktim yok"
"Bu kada rı da fazla! Coronzon'un som a ltından yapılmış
güzelim büstünü çikolataya çevirip yemeye başlad ı yecüç
mecüç. Üste l i k bütün h izmetçiler, uşaklar başına toplaştı. On­
lara da i kram ed iyor."
"Ya rın akşamki davete yeşi l tuva letimi g iysem fazla kaçar
m ı sence?"
"Annen olara k se n i uyarıyoru m ! Coronzon a ltın büstü
müsta hdem tarafından ye nilip yutulurken kılını bile kıpırdat­
madığını d uyarsa seni kesi n boşar!"
"S iya h e l bise m i g iyemem, çünkü a ltına uygun aya kkabım
yok."
"Bu rezalete bir son vermenin zamanı geldi! El kada r ifri­
tin maskarası olduk" d iye bağırdı Aj nana ve bir hışımla çıkarıp
eline aldığı terl iğini tehd itka r bir şekilde sa l iayara k öfke içinde
Sera p h im'e doğru koştu.
Ne yazık ki, bu kendi iradesiyle ya pabildiği son hareket
oldu çünkü saldırıya uğrad ığını gören Seraph im'in bir çırpıda
yaptığı büyü nün hemen ardından bütün vücudu taş kesilmişti.
"Umarım ben yokken iyi va kit geçirm işsind i r, Seraphim,"
dedi, b i r anda bahçenin ortasında be lire n Ma ma Nono.
"Hah! Bir sen eksi ktin uğursuz cad ı!" d iye söylendi
Ajnana. "Cehennemden geti ri p de başım ıza bela ettiğ i n bu
ze ba n iye toru num demeye bile uta n ıyorum doğrusu ."
41
Berrak Yurdakul

Aslında söylenem iyor, yaln ızca söylenmekte olduğunu


zanned iyordu, çünkü Seraphim'in ona yaptığı büyünün he­
men ard ı ndan bütün vücudu taş kesi lmişti.
"Bak Mama Nono! Uçabil iyorum" d iyerek sevinçle el sal­
ladı, hava da ta klalar atm akta olan Seraphim.
"Belli ki med itasyon yaparken çok geri lere dönmüş, baş­
ka hayatlarında sa h i p olduğu kişil iklerle karşı laşm ış," dedi
Mama Nono, Ratziel'e dönerek. "Onu du rdurma l ıydın."
"Camio i le oynamaya dalmıştık," dedi Ratziel, başını
üzüntüyle öne eğerek. "Hiç farketmedim . . . "
"Doğanın geçmiş hayatları mızı hatırlamamıza neden en­
gel olduğunu sen de benim kadar iyi b i l iyorsun, Ratziel," dedi
Mama Nono. "Bir insan yaşadığı bütü n tecrü beleri hatırlaya ­
cak olursa aklını kaybede bilir. Gelecekte yaşayacağ ı m ız olay­
larla başa çıka bilmemiz için geçm işimizi unutmamız gerekir.
En azından med itasyon yeteneğimiz be l l i bir seviyeye gelin­
ceye dek . . . Üstelik o geçit bir kez açıl ınca geri kapatı lmasının
ne kadar zor old uğunu da bil iyorsun," d iye devam etti sözle­
rine.
Mama Nono'nun kendisine sitem etmesine hiç a l ışık ol­
mayan Ratziel artık onu duym uyordu, çünkü kulaklarını pati­
leriyle örtere k büyük bir süratle kaçm ış, yaşa nmakta olan
kargaşa ortam ından çoktan uzaklaşmıştı.
"Zihnini bir sel gibi basan anı ların şiddeti ka pıyı açık tut­
mak, hatta kırıp geçmek için el inden geleni yapacaktır," dedi
Mama Nono, derin bir iç çekerek.
O sırada Seraphim büyük bir sevinçle havada süzülmeye
deva m ed iyor, bunu yapa bild iğine kendisi de inanamayara k,
"Uçabil iyoru m ! Uçabiliyorum!" d iye bağı rıyordu.
"Bu kada r eğlence yeter, Seraphim!" d iye çıkıştı Mama
Nono. "Hemen aşağı inmeni istiyorum ! "
42
Ko n u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

"Ama Mama Nono, görm üyor musun?" d iye seslendi


Sera p h i m . " Uçuyorum!"
"Bunda bu kadar heyecanlanacak ne var a n layamad ı m ! "
d iye azarladı o n u M a m a Nono. "Kuşlar da uçabil iyor! Derhal
in aşağı!"
Hayatında ilk defa dadısının ke ndisine gerçekten kızg ı n
olduğunu gören Seraphim büyük bir inatla, " i nmeyeceğim iş­
te !" d iye bağ ı rd ıysa da, korkudan ödün ün patlamış olduğu her
hal inden anlaşılıyord u.
"Peka la," dedi Mama Nono, gözlerini Seraphim'in göz­
bebeklerine kilitleyerek. "Seni başka türlü ikna edemeyece­
ğ i m a n laşılan . . . Şimdi tüm düşüneeni sonsuzluk üzerinde yo­
ğ u n laştır ve derin derin nefes a l . Ben üçe kadar sayı nca ya­
vaşça aşağı ineceksin ve gözleri n i açmanı söylediğimde yok­
luğu mda yaptığın her şeyi tamamen unutacak, yaln ızca şu
anda telepatiyie zihn i ne a ktarmakta olduğum oyunla rı hatır­
layacaksın. Bir, i ki, üç . . . "
Sayım ta mamlan ınca gözlerini hafifçe a ra laya n Seraphim
sevg i l i dadısını karşısında görünce sevinçle e l çırparak onun
kol i a rına atlad ı .
Çocuğu büyük b i r şefkatle kucaklayan Mama Nono,
"Umarım ben yokken iyi vakit geçirmişsindir," dedi g ü l ümse­
yerek.
"Tek başıma çok g üzel oya landım ve kendi kendime oy­
nayabi leceğim bir sürü oyun keşfettim."
"Kend ini sevmek, ömür boyu sürecek bir aşk macerasının
başlang ıcıd ı r; Oscar Wi lde," d iyerek geçti Cam io.

43
SeraphiM'iV\
8üfiüHe Nast f Merak Sardığı

Mama Nono ve Seraphim ba hçedeki çim iere uza n m ış her


günkü olağan sohbetlerinden birini ederlerken, "Sonsuzluk ne
kadar da g izem l i," d iye iç geçirdi Seraphim. "Çözü lmeyi bek­
leyen ne kadar çok sır var!"
"Önemli olan tek sır, kişinin kendi içi nde taşıdığı sırd ı r,
Seraphim," dedi Mama Nono. "Bu yüzden kendi sırrını çöz­
meye ça lışmaktan, gerçeğ i a ra m a ktan asla vazgeçmemelisin.
Sen gerçeği a ramaya başladığın zaman gerçek de sen i a ra ­
maya başlar, çeşitli şe kil lerde s a n a ulaşmaya ça lışı r. Eğer b i l ­
g iye layık olursan, o n a u laşman ı hiçbir şey engelleyemez . . .
Arayışın sırasında yapa bi leceğ i n en büyük hata, çıktığ ı n ruh­
sal yolc u l u ktan ötürü kibirlenmek ve kend i n i diğer varlı klar­
dan daha gelişm iş, daha kutsa l zannetmektir. El bette herke­
sin her zaman a lça kgönüllü olması gerekl idir, ama
a lçakgön üllüğüyle ifti har eden i kiyüzlülerden b irine dönüş­
memeye de çok dikkat etmelisin. Unutma ki, tevazu bir er­
dem değ i l, kendi hiçliğin le yüzleşmeni sağlayan bir a raçtır."
"Sana sormak isted iğim bir soru daha var, Mama Nono,"
dedi Serap h i m . "Aklımdan kötü düşünceler geçtiği veya yer­
siz korkulara ka pıld ığım za manlarda onlardan pozitif düşün­
celer üreterek kurtul maya ça lışmam m ı gerekiyor?"
"Cesaret ve korkakl ık birer al ışkan lıktan ibarettir Seraphim,"
diye cevap ve rd i Mama Nono. "Bütün a l ışkan l ı klar g i b i onlar

45
B e r r a k Y u r d a k ul

da üzerle rinde çal ışarak değişti rilebilirler. Pozitif düşüncelerin


gücüne inanan ve zihinlerini buna göre şekil lend irmeye çalı­
şan i nsan lara hiç kulak asmamalısın. Düşünceler, varoluşun
temelini oluşturam ayacak kadar basit şeylerd i r. Pozitif dü­
şünceler üretmek için uğraşarak va kit harca mak yerine pozitif
b i r varoluş biçimini beni msemeye ça l ışmal ısın."
"Geçe n hafta okuduğum bir kitapta gerçeği bulmanın tek
yol unun dünyayı bir yanılsama olara k görüp ondan ta mamen
uzaklaşmak olduğu anlatı l ıyord u . Sence bu doğru m u, Mama
N ono?"

"O kitapta yağm u rdan kaçmak için den ize atiayan ada­
mın h i kayesi de anlatılıyor muydu?" d iye sordu Mama Nono
gülerek. "Bizi gerçeği bulmakta n a lıkoyan şey dünyanın ken ­
d i s i değ il, onu a lgılayış biçi m i m izdeki eksikli kler ve yanl ışlık­
lard ı r, Sera p h i m . Duygularımızın ve düşünce sistem leri m izin
zincirlerinden kurtu l mayı başardığımız zaman bu güzel geze­
gene a it olan her şeyde ve onun üzerinde yaşayan bütün ca n ­
lılarda tanrısa l olanın yansımalarını görebil meye başlarız."
"Okuduğum kita plarda a n latılan şeylerin hangilerine ina­
nıp, hangi lerine inanmarnam gerektiğini nası l a n laya bi l i rim?"
d iye sordu Sera p h i m .
" B u konuda sana ve rebileceğ i m e n iyi tavsiye, okuduğun
ve duyduğun hiçbir şeye inanmamandır. Ben i m sana anlattı­
ğım şeylere de kolayca inanmamalı, söylediğim her söze da­
ima şüpheyle yaklaşmalısın. Ba şka larının ina nçlarına teslim
olursan, bir süre sonra o inançların sana a it olduğunu za n­
netmeye başlarsın . Bu tuzağa düşmernek için zihnini hiçbir
şeyi reddetmeyen, ama hiçbir şeyi kendine katmayan bir ay­
na gibi kullanmaya çalışmalısın. Elinde varlıklarına dair h içbir
ka nıt olmada n, hiçbir araştırma yapmadan, kişisel bir tecrübe
edin meden hayaletiere ve şeyta niara inanan biri batıl inançlı

46
Ko n u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

olarak adlandırı l abil ir, ama bana göre bu kon uda hiç bilgisi
olmaksızın ona itiraz edip böyle şeyler olmadığını iddia eden
kişi de en az d iğeri kadar batı! inançl ıdır. Gerçek olup olmad ı ­
ğ ı n ı bilmediğin herhangi b i r şeye körü körü ne inanırsan, sen
de batı! inançlı olursun. O noktada inandığın şeyin ne old uğu
hiç fark etmez, senin zihnin artık safsataların ha nnabildiği bir
yer haline gelmiş demektir. Batı! inançların birinden kurtu l­
d uğunda bir d iğeri hemen onun yerine yerleşir, aklın saçma­
l ı klardan kurtu lamaz."
"Yani ke ndim tecrübe etmediğim, hakkında kesi n bilgiler
edin mediğim şeylere inanmama l ı, ama onları hemen yadsı­
maya da ka lkışmamalıyım, öyle m i?" d iye sordu Sera p h i m .
"Evet, Sera p h im," dedi M a m a Nono. "Tam d a b u n u a n ­
latm a k iste m işti m . Merak ettiğin başka bir şey v a r m ı?"
"Hatırlama med itasyonlarımda be l l i bir süreden daha ge­
riye g itmeme neden izin vermediğini a n layam ıyorum."
Aslında Seraphim bu konuyu ya ln ızca sohbetleri biraz
daha uzasın d iye açmıştı. Kısa bir süre sonra Mama Nono kişi­
sel ça lışma ları üzerinde yoğunlaşabi lmek için bir süre l iğine
inzivaya çe kileeekti ve Seraphim bu ayrıl ığı gec i ktirmek için
e l inden geleni yapıyordu.
"Zi h n i n i n kocaman bir oda olduğunu farz ede l i m," dedi
Mama Nono. "Meditasyon yapmak odanın içindeki her yeri,
en ücra köşe leri bile ayd ı n lata bi lecek kadar kuvvetl i bir lamba
ya kmak gibidir. Med itasyonlarını ya ln ızca geçmiş g ü nlerini
araştırmaya yarayan bir a raç gibi kullan maya başladığın za­
man lam bayı söndürmeye ve gücü yal n ızca be l l i bir noktayı
ayd ınlatmaya yeten, od anın d iğer bölüm lerini ka ra n l ı kta bı­
ra kan bir el fe ne riyle yetinmeye karar verm iş olursun."
"Sanırım ne demek isted iği ni anlıyorum."

47
B e rra k Y u r d a k u l

Oysa Seraphim bam başka şeyler düşünmeye başlam ış,


dadısının anlattığı şeyleri n te k ke l i mesi n i bile din lemem işti.
"Artık yo la çıkmam gerekiyor," dedi Mama Nono.
"Senden ayrı lmaktan h iç hoşlanm ıyorum," d iye sıziandı
Seraphim. "Ça bucak geri döneceğ ine söz ver!"
"Ben yokken düşü ncelerin ne be n i mle bera ber geçi rdiğin
düne, ne de ya nına geri döneceğ im ya rına ait olmasın. Geçi p
g iden ve artık değiştirilemeyecek olan dünü ve be lki de asla
gelmeyecek olan ya rını düşünere k vakit kaybetm e. Her an
olman gere ken yerde, gözleri n i n tam arkasında kal maya ça­
l ı ş ."
Seraphim'i sı kıca sa rılıp öptükten sonra, "Yokluğumda
göbek deliğini hiç düşünmemeyi başarabil irsen," dedi Mama
Nono gülümseyerek. "Geri döndüğüm zaman büyüyle i l g i l i
soruları n ı n hepsini ya n ıtlayacağ ıma söz veriyoru m . "

"Mama Nono'nun t e k başına ka lıp ça lışması gerektiğ i n i


a n l ıyorum, ama o n gün sence d e çok uzun b i r zaman değ i l m i,
Cam io?" d iye söylendi Sera p h i m . "Üste l i k onunla ya ptığ ı m ız
son konuşmadan beri göbek deliği mden başka hiçbir şey dü­
şü nemez old u m ! Bu düşü nceden ku rtu lmanın yo l larını a ra r­
ken aklıma güzel bir fi kir geldi. B i raz teh l i keli bir fi kir ama . . . "
"Te h l i keli olmaya n bir fi kre, fi kir demeye bile değm ez;
Oscar Wilde," dedi Camio.
"Zi h n i m i n içinde biraz ge riye g itmeye ve Mama Nono i le
olan hatıralarımı izleyerek oya lanmaya karar ve rd i m . Onun
tek başıma hatıriama med itasyonu yapmam ı sa kıncalı buldu­
ğunu bil iyorum, ama bunu ya pmazsam ra hat edemeyeceğ i m .
Zaten, böyle basit bir egzersizi onun gözetimi altında olma­
dan ya pmama neden hala izin vermed iğini an layam ıyoru m .
K on u � m a y a n T a v u s K u � u C a m i o

Artık çocuk değ ilim ki, on altı yaşındayım . . .


Başıma en kötü ihtimalle n e gelebilir ki?"

"Avidya !" d iye avazı çıktığ ı kadar bağ ı rd ı Aj nana. "Koş,


yetiş! Toru num demeye bile utandığım yaratık elindeki asayı
üç defa sallayıp kuzuya dönüştü. Ba hçenin içinde meleyerek
geziyor!"
"Spor yapmaya başlasam d iyorum," dedi Avidya. "Kilo
verip, forma g i rm iş olurum."
"Ay, üstüme iyi l i k sağ l ı k ayol!" d iye çığlığı bastı Aj nana.
"Şimdi de yüzü değişti, aksaka l l ı ihtiyar suratına dönüştü !"
"Yoga yapmak enteresan ola bilir, ama nedense bu a ralar
herkes dövüş sporlarından ba hsed iyor. Karar vermeden önce
adamakıllı araştı rmak lazım."
"Şimdi bayılacağım! Resmen görünmez oldu iblis yavru­
su! Boynuna doladığı pelerin havada kend i kend ine uçuşu­
yor!"
"Bir de eskrim var ta bii. Ona ne buyru lur? Kafam çok ka­
rışık doğrusu!"
"Bu rezalete bir son vermen i n zamanı geldi!" d iye bağırdı
ve bir hışımla çıkarıp e l ine aldığı terliğini te hditkar bir şeki lde
sal iayara k Seraphim'e doğru koştu Aj nana. "El kadar ecinni­
n i n, u l uorta kara büyü ya pmasına daha fazla seyirci kala­
mam!"
"Haklısın a nne," dedi Avidya. "Te n is bence de dünyanın
e n g üzel sporu ."

"Demek küçükken doğaüstü güçlere sahip olduğum ger-

49
B e rra k Y u rd a k u l

çeğini benden bunca yıldır g izledin, Camio!" d iye çıkıştı


Seraphim.
"Giz led i k de ne oldu, şeytan toh umu!" d iye söylendi
Aj nana. "Ba hçenin içinde kazan la r kaynatıp, muskalar yap­
mana engel olabildik m i?"
Aslında söylenem iyor, ya l n ızca söylenmekte olduğunu
zanned iyordu, çünkü Seraphim'in biraz ewel ya pmış olduğu
büyünün hemen a rdından bütün vücudu taş kesilmişti.
"Hatırlama med itasyonunu ya parak küçüklüğüme dön­
meseyd im, sahip olduğum bu m u hteşem güçleri h içbir zaman
ortaya çıkaramayacaktım, " dedi Seraphim. "Üste l i k büyüyle
ilgili bu kadar çok şey bildiğimin farkında bile değildi m . B ütün
bunla rı nereden öğrend iğimi a n ı msam ıyorum, ama neticede
önemli olan tek şey güçlerime yeniden kavuşa bilmiş olmam."
Kırmızı pelerinini savu rdu.
"Aslına ba karsan Cam io, sana kırgın olduğum için büyü
yapmayı öğretmekten vazgeçmiştim, ama ezoterik sırları öğ­
renmeye layık olduğunu ispatlarnan için şart koştuğum üç
günlük orucu bozmayarak n iyetinin ciddi olduğunu göster­
din."
Seraphim'in bu sözleri üzerine Cam io'nun açl ı ktan sol­
muş olan gözleri bir anda heyecanla parladı ve b irkaç daki ka
önce ki bitkin ha linden eser ka lmadı.
"ilk dersim ize başlamadan önce sana da bir büyücü pele­
rini takalım," dedi Sera p h i m . "Ayrıca büyü yapa rken ku llana­
cağın saygıdeğer bir adın olması gerektiği için bundan böyle
büyü sanatı n ı icra ederken 'Frater Camio Mag us' olara k a n ı la ­
ca ksı n."
Gösterişli pelerinini ve ta kma adını pek beğenen Frater
Camio Mag us, beyaz tüyleri n i kabartara k büyük bir dikkatle
i l k dersini d inlemeye koyuldu.

so
Ko n u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

"Kişin in, bilincini ve çevresini algılayış biçim i n i, kendi i ra ­


desini v e haya l g ü c ü n ü kulla nara k değ iştirmesine büyü d e n i ­
lir, Frater C a m i o Magus. Tanrıları, şeytanları, melekleri, i blis­
leri, cin leri ve perileriyse ruhunun çeşitli bölümlerini simgele­
yen varl ıklar olara k düşünebilirsin. B u varl ıklar, senin mevcut
güçlerini ve pota nsiyel güçlerini temsil ederler. Pert Em H ru1
ve Bardo Thodol'u2 ezbere bi len, Hermes Trismeg istus'un
zümrüt tabietlerini yakından i ncelem iş ve De Occu lta
Phi losophia Libri Tres'i3 defalarca okumuş biri olara k sana,
büyü yapmanın beyn i n i n ça lışma şekl ini değiştirmeye karar
vermekten i ba ret olduğunu söyleye bilirim . . .
K ısacası Frater Camio Magus, gözle görülen dü nyayı te k ger­
çek olara k ka bul etme kten vazgeçer ve şimd iye kadar hep
mümkün olmadığ ını düşündüğün şeylere konsa ntre olursan,
büyü yapma gücünü sen de ortaya çıkara b i l irsin. 'Bu güçlere
nasıl ulaşabil irim?' djye sormak yerine, sen i va r olan güçleri n i
kullanmaktan a l ı koyan şeyin ne olduğunu sorgu lamalısın. Ş u
a n d a algıların kısıtlı olduğu için zamanın v e mekanın sana s ı ­
n ı rlar koyduğunu zannediyorsun. Algılarını kınlana dek zorla­
dığın takd i rde, zihnine koymuş olduğun e ngelle ri yavaş yavaş
aşmaya başladığını göreceksi n . Kendi bulunduğu va roluş bo­
yutlarının üzerinde yer alan diğer boyutların işleyiş kura l larını
anlaya n ve onlara müdahale edebilen bir büyücü, daha aşağı­
daki tüm boyutları kolaylı kla kontrol edebilir . . .
B i rçok usta büyücü nün sı kça d i le g etirdiği gibi, beyaz büyü
ileriye doğru uzanır ve gücünü yukarıdaki boyutlardan a l ı r.
Kara büyüyse ge riye doğru uzanır ve evrimini çoktan ta mam­
layarak statikleşmiş olan g üçleri ye niden harekete geçirmeye

1 Mısır'ın Ölüler Kitabı.


ı Tibet'in Ölüler Kitabı.
3 Büyücülerin Prensi olarak bilinen Henricus Cornelius Agrippa'nın 1532 yılında
yayınladığı büyü ansiklopedisi.


B e rra k Yurd a k u l

ça lışır. Beyaz büyü varoluşu bulunduğu boyutta n daha yük­


sek, daha i leri bir evrim aşamasına taşımaya ça lışırken kara
büyü onu ulaşmış olduğu noktadan daha gerilere dönmeye
zorlar. Büyü yapa rken kullanılan gücün kara veya beyaz olu­
şunu ise ya pılan büyünün türü değ i l, ya l n ızca büyücünün n i ­
yeti belirler. . .
Sana gelince Frater Camio Magus, eğer yeterince hayal gü­
cün ve inancın varsa ve kendine tam olara k güven iyor, başarılı
olacağ ından kuşku d uym uyorsan yapacağ ın büyü lerin tut­
maması ve doğanın senin düşüncelerine itaat etmemesi için
hiçbir sebep yok . . .
Şimdi kudretl i büyücü kardeşl i ğ i m ize çırak olara k kabul edil­
meni sağlayaca k olan ayi ne başlaya l ı m . Ayin boyunca evrenle
i letişim kurmam ızı kolaylaştıracak olan bazı a raçlar ve sem­
boller kullanacağız."
Sera ph i m asasının ucuyla toprağa geniş bir çe m ber çizd i .
"Ayin bitene kadar bu çe m berin içinde d u racağız v e bura­
sı bizim ta pınağ ı m ız olacak. Çem berin ortasına a kasyadan
veya m eşe ağacından yapılmış olan bir m i h ra p yerleştirece­
ğ iz. Bunların yanı sıra bir zile, bir asaya, bir ku paya, bir kıl ıca,
bir lam baya, bir m i ktar büyülü sıvıya, bir de tılsım olara k kul­
lanacağ ı m ız beş köşe l i yıld ıza ihtiyacımız olacak. Ayi nde kul­
lanacağ ı m ız zil, senin 'astral zil' i n olacak ve onu daima boy­
nunda taşıyacaksın çünkü bir büyücü astral zilini çaldığında
zaman d u ru r ve ölçülemeyecek kadar kısa bir süre için evren
kend ini büyücünün i radesine teslim eder . . .
M i h raba yerleştireceğimiz a raçlardan lamba saf ru h u n tanrı­
sal ışığını, asa tanrısal i radeyi, kupa ta n rısal a nlayışı, kılıç tan­
rısal zekayı, beş köşe l i yıldız ise tanrısal maddeyi simge leye­
cek. Seni kutsamak için tüylerine dökeceğimiz sıvı nın . . . "
Sözlerini ya rıda kesen Seraphim, ted irg i n l i k içinde etrafa
ba kındı. "Mama Nono'nun ya kınları m ızda olduğunu h issedi-

52
K on u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

yorum, Frater Camio Magus. Sakın paniğe kapıl ma, e l inden


geldiğince doğ a l davran maya ça lış."
" Doğa l l ı k sürdürülmesi çok zor olan bir roldür; Oscar
Wilde," dedi korkudan bütün tüyleri havaya d i kilmiş olan
Frater Camio Magus.
"Umarım ben yokken iyi vakit geçirm işsindir, Seraph i m,"
dedi bir anda bahçenin ortasında belire n Mama Nono. "Bu
sözlerim sizin için de geçerli, Frater Camio Magus!" Kaçmaya
ça lışan Cam io'yu pelerininden ya kalayıp durduruverm işti.
"Hah! B i r sen eksiktin, uğ ursuz cad ı," d iye söylendi
Ajnana. "Coronzon, ye rin yed i kat d i binden çıka rı p başım ıza
bela ettiğin bu yecüç mecüçün yaptığı reza letlerin blnde birini
duyacak olursa Avidya'yı oracıkta boşar!"
Aslında söylenem iyor, ya l nızca söylen m e kte olduğunu
zanned iyordu, çünkü Sera p h im'in yapmış olduğu büyünün
hemen a rd ı ndan bütün vücudu taş kesilm işti.
"Sana çok kırgınım doğrusu, Mama Nono," d iye sitem et­
ti Sera p h i m . "Küçükken sa h i p olduğum güçleri bana hiçbir
açıklama ya pma gereği d uymadan el imden a l m ışsın!"
" B irinin devriirnek üzere olan bir ağacın a ltında d urd uğu­
nu görürsen, onu hemen o ağacın a ltından uzaklaştırıp kur­
tarmaya m ı ça lış ırsın, yoksa ona üzerine devri lmekte olan
ağacı ayrıntılarıyla tasvir etmeye m i ça lışırsın, Seraphim?" di­
ye sordu Mama Nono.
"Sözlerin her zamanki g i bi kafa m ı karıştırıyor!" d iye çıkış­
tı Seraphim.
"Kafanın karışması be lki de zannettiğin kadar kötü bir şey
değildir. Sisierin a rasında yü rürken önünü göremediğin için
şi kayet ed iyorsun, ama sis dağıldığı za man karşında görece­
ğ i n şeylerle yüzleşmeye hazır olup olmadığını biliyor musun?"
"Büyüyle ilg ilenmemi neden doğru bulm uyorsun? Ama-

53
Berrak Y u rd a k u l

cım kimseye bir kötü lük etmek değil ki! Ya l n ızca canım ne is­
tiyorsa yapa bilecek kada r güçlü olmayı ve bütün d i lekleri m i
gerçekleştirecek yönte m le r öğrenmeyi istiyorum . "
"Ben, t ü m vaktini büyüyle uğraşmaya v e doğaüstü g üçler
gelişti rmeye ça lışarak geçirirsen d i leklerini gerçekleştirecek
yöntem ler öğrenebi leceğ inden em inim, Seraphim. Peki ya
sen, bu yöntem leri kul lanara k gerçe kleştireceğin d i lekleri n i n
s a n a ta m olara k n e l e r getireceğ i n i bildiğine e m i n m isin?"
"Boşuna korkutmaya ça lışma beni, Mama Nono!" dedi
Sera p h i m . "Ne dersen de, büyü yapmaktan asla vazgeçme­
yeceğ im!"
"Ateşe kılıçla sa ldırmaya ka lkışa n bir adamdan farkın
yok!" dedi Mama Nono içi n i çe kerek. "Hakkında hiçbir şey
bilmediğin g üçlerle oynuyorsun."
"Sen büyü ça lışmalarıma devam etmemi engellemeye
çalışmasayd ı n, o g üçlerle ilgili her şeyi çoktan öğrenmiş olur­
dum!"
"Peka la," dedi Mama Nono, gözleri n i Seraphim'in göz­
bebeklerine kilitleyerek. "Seni başka türlü i kna edemeyece­
ğim a n laşılan . . . Şimdi, bütün düşüneeni sonsuzl u k üzerinde
yoğ unlaştır ve derin derin nefes al. Ben üçe kadar sayınca ya­
vaşça uykuya dalacaksın ve gözlerini açmanı söylediğimde
yokl uğumda ya ptığın her şeyi ta mamen unutacak, yaln ızca şu
a nda telepatiyle zihnine a ktardığım kitapları okuduğunu ha­
tırlayaca ksı n . B i r, i ki, üç . . . "
Sayım tamam lan ınca hafif hafif gözlerini ara layan
Sera p h i m, sevg i l i dadısını karşısında görünce onu sevinçle
kuca kladı ve "Sen yokken bütün vaktimi kitap okuya ra k ge­
çird i m, Mama Nono," dedi. "Artık bu d ü nyadaki en bilgili in­
san ben im!"
"Yaşlılar her şeye inan ır, orta yaş l ı la r her şeyden şüphele­
n i r, gençler her şeyi bil ir; Oscar Wilde," d iyerek kaçtı Cam io.
54
7 ve
SeraphiWt'ivı Okula Nastf Qövıderifdiği
Şair Tavus Kuşu CaWtio

"Bana bak Avidya !" dedi Aj nana. "Torunum demeye bile


utandığım ş u iblis yavrusu on yedi yaşına gelmedi m i? Hala
neden bütün gününü ba hçede aylak aylak gezerek geçird iğ i n i
anlaya bilmiş değilim."
"Yaşla nmış olduğumu ima ederek be n i üzmeye ça lışıyor­
san, boş yere kend i n i yorma, a nne, " dedi Avidya. "Bu acıklı
gerçeğin fazlasıyla fa rkındayım."
"Senin yaşlanmandan söz eden kim, ayol? Doğ urm u ş ol­
duğun şeytan yavrusunun bu yaşa kadar hiç okula g itmemiş
olmasından ba hsed iyorum!"
"Belki de haklısın. Yüzümü gerd irmem i n zamanı gelmiş
olabilir."
"Bana soraca k olursan, kazı k kada r bir ifrite iki kere i kinin
beş ettiğ inin bile öğreti lmemiş olması iyiye ala rnet değ il."
"Gözlerim in a ltındaki torba ları da aldırırsam, en az on yaş
gençleşiri m."
"Annen olarak seni uyarıyoru m ! Coronzon o ecinninin
acınacak derecede ca h i l bırakılmış olduğ u n u farkederse seni
kesin boşa r!"
"Doğru söylüyorsun anne. B u zamanda esteti k cerra h i n i n
ni metlerinden faydalanmamak gerçe kten çok saçma olu r."
"Bu rezalete bir son ve rmenin zamanı geldi!" d iye bağ ı rd ı

ss
B e r r a k Y u r d a k ul

Aj nana. "Yarın sabah i l k iş olarak okula kaydettireceğ i m o


şeytan tohumunu!"

O kul çantasını bir kenara fırlatara k Ratziel ve Camio'ya


doğru koşan Seraphim, "S ize okulurndaki en güzel kız olan
Tiphareth"den ba hsedebilir m iyi m?" d iye sordu büyük bir he­
yecanla. "Öylesine büyüleyici bir görüntüsü var ki, ömrümün
geri kalan günlerini ya ln ızca onu izleyerek geçire b i l i ri m . "
O g ü n e değ in Seraph im'den hiç öyle sözler işitmemiş
olan Ratziel ile Camio şaşkı n l ı k içinde birbirlerine bakakaldı.
"Acaba onu bu raya davet edersem gelir m i? Ge lirse güze l
vakit geçirir mi? Güzel vakit geçirirse temelli ka l ı r m ı? Teme l l i
kal ırsa o da bana aşık olur mu? Aşı k olursa be nimle evlenir
mi? Evlenirsek çocuğumuz olur mu? Çocuğ umuz olu rsa ona
benzer m i?"
Gözleri faltaşı gibi açılmış olan Ratziel i le Camio hayretler
içerisinde Seraphim'i izliyor, söylediklerine anlam vermeye
ça l ışıyorlard ı .
"Sizce onu balayım ızda nereye götürme l iyi m?" dedi
Seraphim tarifsiz bir neşe içinde.

O kul çantasını bir kenara fırlata ra k Ratziel ve Cam io'ya


doğru koşan Seraphim, "S ize biraz d ünyanın en güzel kızı
olan Tiphareth'den bahsedebilir m iyim?" d iye sordu büyük bir
heyeca nla. "Bugün bana 'Günayd ın' ded i . S izce bu sözleri ne
anlama gel iyor ola bilir?"
Hafta lardır her okul çıkışında aynı işkenceye maruz kalan
Ratziel, Serap him'in o gün de hiç durmadan Tiphareth'den
söz etmek n iyetinde olduğunu anladı ve kulaklarını patile riyle
kapatara k h ızla gözden kayboldu.

sG
K on u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m io

Ratziel kaçı p sakla nmış olduğu için Camio'nun peşine ta ­


kılan Sera p h i m, "Sana biraz kai natın en g üzel kızı olan
Tiphareth'den ba hsedebilir m iyi m?" d iye seslendi. "Bugün
bana 'Merhaba' dedi. Sence bu sözleri ne a n lama gel iyor ola­
bilir?"
Camio'nun ceva p vermesine hiç fırsat tan ı madan konuş­
maya deva m etti: "Bizim bahçıva nın oğ lu olan Perdura bo'yu
hatırl ıyor musun? Tiphareth'in onunla flört ettiğ ini söylemiş
m iydim? Sence onda ne bul uyor? Tiphareth'in en sevd iği
hayvanın deve olduğunu bil iyor m uydun? Perdura bo'ya a n la­
tı rken duyd u m . Benim en sevd iğim hayva nın da ejderha oluşu
ne büyük bir tesad üf, öyle değil mi?"
"Bana soraca k olursan . . . " d iyerek omuz s i l kti, oradan ge­
çerken Seraph im'e kulak verm iş olan Ajnana, "Bunu bir tesa­
düf zannedecek kadar akılsız olman iyiye a larnet değil."
"Dün gece rüyamda mor bir ejderhaya binip gökle rde do­
laştığ ı m ı görd ü m . Tiphareth de kanatlı bir deveye binmiş ba­
na eşlik ed iyordu."
"Sen ya kında başımıza uçan ejderhayla kanatlı deve de
peydah larsın, i blis yavrusu !" d iye söylenerek uzaklaştı Ajnana.

Okul çantasını bir kenara fırlatarak Ratziel ile Cam io'ya


doğru koşan Sera p h im, "S ize biraz kozmosun en güzel kızı
olan Tiphareth'den ba hsedebilir m iyim?" d iye sordu büyük bir
heyeca nla.
Aynı sözleri yüzlerce defa duym u ş olan Ratziel, başına
gelecekleri hemen a n ladı ve bahçede bulunan en yüksek ağa­
ca büyük bir süratle tırmanara k gözden kayboldu.
Ratziel kaçıp saklanmış olduğu için Camio'nun peşine ta-

57
B erra k Yurdakul

kılan Sera p h im, "Sence Birleşik Şairler Derneği Onursal Baş­


ka n ı B üyük Ü stat Alcofribas (ki aşk acısını layıkıyla tarif eden
d izeler dizrnek söz konusu olunca hiç kimse onun terl iğin i bile
öpemez) kadar iyi şiir yaza bilsem, Tiphareth bana aşık olur
m uydu?" dedi umutsuzca.
"Ben şairim, gaibi kurca laya n çiling ir,"4 d iyerek kaçmaya
ça lıştı Camio.
"Yüreğime düşmüş olan yang ını ya l n ızca sen anlıyorsun!"
d iye seslend i Seraphim. "Aşkıma ya raşacak bir şiir yazarsan,
beni çok m utlu edersin."
"Başka türlü mutlu olarnam 1 Sana yaraşan şiiri nerden
bulmalı,''5 dedi Camio. Kaçmaktan vazgeçerek kend ini feda
etm iş, Seraphim'i sonuna kadar d i n lemeye ve acısını biraz ol­
sun hafifletmeye ça l ışmaya kara r verm işti.
"O ya nımda yokken öyle ya lnızım ki."
6
"Hadi tut eli mden, gök gibi ölü kadar yaln ızım," dedi
Camio.
"Okuldaki herkes be nimle a lay ed iyor, Cam io," dedi
Seraphim. "Söylediğim her söze, kıyafetlerime, tavırlarıma ve
daha evvel okula g itmemiş olmama gü lüyor, benden müm­
kün olduğu kadar uza k du rmaya ça l ışıyorlar. Tiphareth'in de
ben i m le fazla kon uşmad ığını, hatta çoğu zaman hiç yokm u­
şum gibi davrandığını ka bul ed iyorum, ama o en azından di­
ğerleri gibi benimle dalga geçm iyor."
Bir süre buğulu ve dalgın gözlerle uzaklara ba ktıktan son­
ra "Sesimi a rama, ben senin içine doğan ım,"7 dedi Camio.

4 Necip Fazıl Kısakürek


5 Turgay Fi�ekçi
6 Erdem Bayazıt
7 Hüseyin Haydar

ss
K on u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

Sera p him'in başına gelenlerden ötürü onun da üzgün olduğu


ilk bakışta anlaşılıyordu.
"Bir yandan da benden korkuyor ve çe kin iyorlar. Nereden
uydurd u kları n ı bilm iyorum, ama a ra la rında ben i m on bir haf­
ta l ı kken doğduğuma ve küçükken doğaüstü g üçlere sahip ol­
duğuma dair konuşmalar yaptıkları n ı duyd u m . Bana kalırsa,
hakkımdaki bütün tuhaf dedikoduları Perdura bc çıka rıyor.
Tiphareth bu ya laniara inanıyor mudur sence, Camio? Bana
bir şans verse hiç de öyle anlattı kları gibi ü rkütücü biri olma­
dığımı görüp şaşıracağına adım gibi eminim."
"Siz yok mu, sizin her yeriniz şaşırıp kalmaya iste kli 1 Bir
8
bakın, uyanıp kalkınca çocuk olmala rım var benim,'' d iyerek
uzaklaştı, küçük yüreğinin Seraphim'i o halde görmeye daha
fazla dayanamayacağını anlaya n Camio.

Seraphim o gün okuldan döndüğünde Tiphareth'den hiç


ba hsetmeden ortadan kaybolduğu için yolunda g itmeyen bir
şeyler olduğunu hemen sezin leyen Ratziel ile Cam io, onu
bahçenin ıssız bir köşesine çekilm iş, gözyaşları içinde kendi
kend ine konuşurken buldu.
"Tiphareth'i öpmeden ölmeyeceğ im!" d iye bağ ı ra ra k
yem inler ed iyordu Seraphim. "Göreceksiniz, Tiphareth'i bir
kez olsun öpmeden ölmeyeceğ im!"
B üyük bir üzüntü içinde onu izlemekten ve geçird iğ i bu
krizin bir a n evvel bitmesi n i d i lemekten başka bir şey yapa­
mayan Ratziel ve Camio'ya döndü. "Sizin de diğer he rkes gibi
ben i m umutsuz bir d urumda olduğumu düşündüğünüzü bili­
yorum, ama ya kında ne kada r ya nıldığınızı göreceksin iz!
Tiphareth'in yüreği atmaya devam ettiği sürece benim için

8 E d i p Cansever

59
B e r ra k Y u r d a k ul

u m ut va r! Onun be n i sevmesi için cehennemde bile yaşa rı m !


B u n u a n iaya bil iyor musunuz?"
Arkadaşlarının üzerine yürüdü. Artık kontrolünü tama­
men kaybetmiş, bütün benliği çektiği acı tarafından ele geçi­
ri lm işti.
"Sonsuza kadar cehennem ateşlerinin içinde yaşarım!"
"Karşı lıklı du ra n aynalarız sanki 1 a ram ıza g iren her şey
sonsuza g id iyor,"9 d iye m ırıldandı Camio.
"O nu öyle çok seviyoru m ki. . . " dedi Seraphim. Artık göz­
yaşiarına hakim alam ıyordu. "Gerçekten . . . Öyle çok seviyo­
rum ki!"
"Ya l n ızca gerçek sevg inin ne olduğunu b i lenler gerçekten
sevebilir, Seraphim," dedi bir anda ya n ı başlarında bel iren
Mama Nono. "Hayatında ilk kez h issetliğin için ta nımakta
zorluk çektiğin bu duygu la rı gerçek sevg iyle karıştı rma .
Tiphareth'in va rlığı seni m utlu ediyor ve heyecanlandırıyor.
Onun güzel liğini izlemekte n zevk a l ıyor, onun ta rafı ndan se­
vil meyi tecrü be etme k istiyorsun. Bütün işaretler senin
Tiphareth'i değil, Tiphareth'in sana h issettird iği şeyleri sevd i­
ğini gösteriyor."
"Beni biraz ya lnız bıra k lütfen, Mama Nono," ded i
Seraphim buz gibi bir sesle. "Tek başı ma ka lıp Tiphareth'i dü­
şünmek istiyorum."
"Şu anda çektiğin acının ömrünün sonuna kadar geçme­
yeceğini ve bir daha kimseyi onu sevd iğin kadar sevemeye­
ceğ ini zanned iyorsun. Oysa gerçek sevg inin ne olduğunu an­
ladığın zaman Tiphareth'e ka rşı duyduğun hisleri değ i l,
Tiphareth'in kend isini sevmeyi öğrenmiş olacaksın. işte o
zaman onu hiç ka rş ı l ı k beklemeden, seni sevip sevmemesine

9 Lale Müldür

6o
K on u ş m a y a n T a v u s K u ş u C a m i o

aldırmadan sevebileceksin. Yarad ılışın içinde aşk fikrinin mil­


yon larca değ işik şekli var ve Tiphareth bunlardan ya lnızca bir
tanesi, evrensel aşkın küçü k bir ifadesi."
"Ben aşk ateşiyle ya narken sen her zaman ya ptığın g i bi
masallar a nlatıyorsun!" dedi Seraphim. Sesinin tonunda ke­
derinden daha büyük bir öfkenin varl ığı h issediliyord u. "Öyle
çok acı çekiyorum ki. .. "
"O halde acının içine kendi iradenle g i r ve onu sonuna
kadar çe k! Aşk canını acıtırken bile seni büyütür, geliştirir, da­
ha üstün bilinç seviye lerine taşır. Aşksız yaşayan insanlar da
acı çe kiyor, ama onların acıları boşa gidiyor. Aşk için çekilen
acılar boşa gitmez, Seraphim. Bunu asla unutma."
"Beni rahat bıra k, Mama Nono!" d iye bağ ı rara k uza klaştı
Sera p him. "Süslü ve a n laşılması güç laflar etme kten başka bir
şey bilmiyorsun! Bundan sonra kendi sorunlarımı kendi yön­
te mlerimle çözeceğim!"
"Onu neden du rdu rmuyorsu n?" diye sordu Ratziel, ya nla­
rından büyük bir öfkeyle ayrılan oğ lanın a rkasından endişeyle
bakan Mama Nono'ya. "Geçmişe dönere k eski gücüne kavu­
şa bi leceğ ini, büyüyle ilgili unutmuş olduğu her şeyi hatırlaya­
bileceğini, üste lik bu bilgile ri Tiphareth'in aşkını elde etmek
için kullanmaya ka lkışabileceğini bi liyorsun."
"Seraphim'in bütün bu sayd ıkları n ı ya pma ihtimali yük­
sek," dedi Mama Nono. "Eğer hatı riama meditasyonunda ona
izin verdiğim süreden daha geriye g iderse, aynı hatayı üçüncü
kez tekra rlam ış olacak."
"Yani bu hatayı yapmasına ve başına geleceklerden ders
al masına izin vermemiz gere kiyor, öyle mi?"
"Yaşanmamış kalan şeyler çok ısrarcı olur, Ratziel. Sanı­
rım artık bu hatanın yapılmak için benzerine ender rastlanılan

61
Berrak Y u rd a k u l

bir çaba gösterdiğini kabul etmemiz ve onu engellemeye ça­


lışmaktan vazgeçmemiz gerekiyor."
"Ennadirü k-e l-ma'dum (nad ir olan şey yok gibidir}"10 d i ­
yerek geçti Camio.

10
Ahmet Güntan
SeraphiM'i"' Perdurabo'da"'

.8 Nasıl iV\tikaW\ Aldığı


Astaroth'a Nasıl DöV\üştüğü
ve

Seraphim hatıriama meditasyonunu tamamladıktan son­


ra odasına çekildi ve aya kka bılarını eşikte ters çevirerek bıra­
kıp, ka pıyı kapattı. Daha sonra odaya açılan ba l kana çıktı, e l ­
leri n i göğsünün üzerinde kavuşturdu, gözleri n i yumd u v e üst
üste üç kez şu d izeleri tekrarladı:

"Agartha Dağı'n ı n eteklerinde beklemek

Bu sessiz akşamüstü . . .

Bir türlü gelerneyen sen i n için


Hasretle yan ıyorum

Tuz kaselerinin ateşi kadar güçlü"

B u olayı ta kip eden birkaç gün içerisinde Tipha reth'in ona


gösterd iği olağandışı ilgi Sera p h im'i hiç şaşırtmadı. Yaptığı
aşk büyüsünün n e kadar etki l i olduğunu çok iyi bil iyordu çün­
kü.

"Kız a rkadaşımı o şeytana kaptırmaya hiç n iyetim yok!"


d iye sıziandı Perdurabo.
"Tiphareth'i n ondan etki lenmesini sağ lamak için bir çeşit
kara büyü yapmış olduğunu adım gibi bil iyorum," dedi
Perdurabo'nun e n iyi iki a rkadaşından biri.

63
B e r r a k Y u rd a k ul

"Büyücülerin, güçlerini yanlarından h iç ayırmadı kları hay­


van lardan a ldığını iddia eden bir kita p okum uştum," dedi
Perdura bo'nun en iyi i ki a rkadaşından d iğeri. "Seraphim'in
beslediği bir hayvan var m ı?"
"Aslına ba karsa n ız, küçükl üğünden beri hiç ya n ı ndan ay­
rılmayan bir ked i var," dedi Perdurabo. "Babam ısrarla öyle
bir kedi olmad ığını söylese de ben her gün bahçede görüyo­
ru m . "
"Nasıl bir kedi bu?" d e d i Perdura bo'nun en iyi iki a rkada­
şından biri.
"Sevimsiz, uğursuz, kapkara bir kedi," dedi Perdura bo.
"Boynunda kocaman, elmas bir tasması var. Onun dışında
hiçbir özelliği yok."
"Büyücüleri n, güçlerini yanlarından hiç ayırmadı kları hay­
va nların boyn una ta ktı k ları elmas tasmalardan a ld ığ ı n ı iddia
eden bir kitap okumuştum," dedi Perd u ra bo'nun en iyi iki ar­
kadaşından diğeri. "Kediyi ve kolyeyi yok edersek, Seraphim'in
ya ptığı büyünün bozu lacağından eminim."
"O halde kediyi kendi kolyesini yuttura rak boğal ım," dedi
Perdura ba sevi nçle. "Böylece hem ked iden, hem de kolyeden
kurtulmuş ol uruz!"
Bu m u hteşem bul uşundan ötürü büyük bir m utluluğa ka­
pılm ış, g ururla gülümserneye başlam ıştı. Arkadaşları da onu
dah iya ne fikrinden dolayı sırayla tebrik etti kten sonra hiç va­
kit kaybetmeden planlarını uygulamak üzere harekete geçti ler.

Okulun bahçesinin bir köşesinde baş başa oturan


Tiphareth i le Seraphim'in karşısına birdenbire d iki len Perduraba
ile a rkadaşları "B üyücüye bakın! Yine kızlar g i bi kıpkırm ızı g i­
yinmiş!" d iye a l ay edere k Seraphi m'e sataşmaya başlad ı .

64
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Ya radılış iti barıyla fazlasıyla heyecan l ı ve enerj i k kişilerin


çevreleri kırmızı renkle kuşatılırsa, bedenleri hemen tepki ve­
rir ve kendini içsel olara k kırm ızının zıddıyla, yan i yeşil ren kle
kuşatıp dengelerneye çal ışır. B u da kişinin sa kinleşip ra hatla­
masını sağ lar," d iye büyük bir cidd iyetle açıkladı Seraphim.
"Ta bii, sizin gibi sersem le ri n böyle şeyleri a n lamasını hiç kim­
se bekleyemez."
"Dad ı n olaca k o uğursuz cadı sana a rkadaşlarına hakaret
etmemeyi öğretmedi m i?" d iye sordu Perdu rabo, e li nde tut­
tuğu çuva l ı sa llayara k. "Üste l i k tam da sana bir hed iyeyle
gelm işlerken ! "
Yırtık pırtık ve kirli çuvalın üstündeki kan lekeleri Seraphim'in
gözünden kaçmadı. içine bir te laş düşm ü ş, yüreğini ya klaş­
m a kta olan bir felaketi sezinleme n i n verd i ğ i sıkıntı ka plam ış­
tı. "Bizi rahat bıra k Perdurabo!" d iye çıkıştı, endişesini belli
etmemeye ça lışa ra k. "G it, kendine başka bir eğlence bul!"
"Sana bu sü rprizi hazı rlam a k için ne kadar çok uğraştığı­
m ı bilsen hediye m i reddetmezd i n," d iyerek e li ndeki çuva l ı
Seraphim'e doğru fırlattı Perd u rabo. "Kabalık etmeyi bıra k d a
paketi n i aç!"
Kucağına d üşen çuva l ı n ağzını isteksizce a ra layıp içinde
yatan Ratziel'in cansız beden iyle karşılaşan Seraph im, o a nda
üzüntüden bayılacak gibi olduysa da kontrolünü kaybetme­
m eye çalışara k yavaşça doğruldu. Bedeni b i r yaprak gibi titri­
yor, aya kta durm a kta güçlük çekiyor, gözlerinden aşağ ı sicim
gibi süzülen yaşiara engel alam ıyord u. Bütün gücünü top laya­
ra k çuva lı açtı; sevg i l i ked isinin cesedini özenle çıkarıp kol ları­
na aldı ve ona sımsıkı sarılarak patileri n i defalarca öptü, kula­
ğ ı na sevgi sözcü kleri fısı ldad ı . " l ntika m ı n ı a lacağım Ratziel!"
dedi hıçkırıklara boğ ularak. "Yemin ed iyoru m ki, sana bunu
yapan ları cezasız bırakmayacağım!"

Gs
B e rr a k Y u rd a k u l

Yaşadığı korkunç şokun etkisi yavaş yavaş kaybolurken,


Sera p h im'in acısı büyük bir nefrete dönüşmeye başlam ı ştı.
Karşısında duran üç oğlana ayağının a ltına alıp ezmesi gere­
ken birer hamam böceği gibi iğrenere k bakıyordu . Bir ya ndan
onlara ya pmak istediği işkenceleri düşün üyor, bir yandan da
Mama Nono'nun tepkisinden çe kin iyordu. Şiddet uygu laya ­
cak olursa Mama Nono'nun kendisine kızacağından emindi,
ama içindeki fı rtınayı dindirmesi için başka bir çıkar yol yoktu.
Asl ı nda bu durumda be l ki de kızması gereken kendisiyd i .
M a m a Nono'nun sa h i p olduğu g üçleri ta nıyor, istese o cina­
yete kolayca engel olabileceğ ini çok iyi bil iyordu . Demek ki,
söyleyecek tek bir sözü bile olamazdı Ma ma Nono'nun. Hatta
belki o da bu cinayeti işleyenler kadar suçluydu !
Kararını ve rmişti Seraphim; bu defa M a m a Nono'nun d ü ­
şüncelerini umursamayacak, kendi bildiği g i b i davranacak,
hayatta en sevd iği varl ıklardan birini e l inden alan o üç çocuğu
n e pahasına olursa olsun cezalandıraca ktı.
"Buradan hemen g itme lisin, Tiphareth," dedi son derece
soğuk ve buyurgan bir ses ton uyla. "Biraz sonra yapacakları­
ma şahit olmanı istem iyorum . "
" N e yapa bileceğ i n i zanned iyorsun sersem?" d iye sordu
Perd u ra bo'nun en iyi iki a rkadaşından biri. "Üçümüzü birden
dövecek gücün va r m ı?"
"Haydi, bir büyü ya p ı p sevgi l i ked ini canlandır da ma rife­
tini göre l i m" dedi g ülere k Perdura bo'nun en iyi iki a rkadaşın­
dan d iğeri .
Seraphim artık onların söyled iğ i a laylı sözlerin h içbirine
aldırış etmiyor, aşağ ı larnalara karşı sessiz kalarak Tiphareth'in
yanlarından ayrılmasını bekl iyord u.
"Sana yapacaklarım bu kadarla kalmayacak!" dedi Perdurabo.
"Hayatımı bir kabusa, hatta cehenneme çevird in. Senin mah­
volmanı, bitip tükenmeni, yok olmanı i stiyorum ! "
66
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

O ana kadar hiçbir yanıt vermeden sa bırla bekleyen


Seraphim, Tiphareth'in olup bite nleri göremeyecek kadar
uzaklaştığını görünce, "Sana cehennemin nasıl bir şey oldu­
ğunu şimdi göstereceğ im!" d iye bütün gücüyle kükred i .
"Niisa! Bagle abramg noncp. Zacare, ca, o d zamra. . . " Dudakla­
rından dökülen sözcükler ve sesinin tonu neredeyse kendisini
bile korkutacak kadar tuhaftı.
"Sana da, tanrına da lanet okuyoru m ! " d iye bağ ırdı,
Perdurabo'ya dönerek. "Yu karıdakine de aşağıdakine de,
cennete de cehenneme de lanet okuyorum!"
Perdura bc ile iki a rkadaşı Seraphim'in gözlerinden yayı­
lan kan kırmızısı ışıktan, can ve rmekte olan bir hayvanın ulu­
malarını andıran sesinden ve yüzün e yerleşm iş olan şeytani
ifadeden öylesine korkmuştu ki, başlarına bir fe laketin gel­
mekte olduğunu a n larnalarına rağmen korkudan kıpırdaya­
mıyor, kaçıp kendilerini kurta ra m ıyorlard ı .
"Coraxo cahisa corem epe, o d belanusa Lucala . " dedi. .

Seraph im, "Öfke m i n fırtınaları, dal ları dünyaya sa lmak için


ya kılmış ağıtlarla dolu bir ağaç g i bi gelsin kuzeyden ve ruhu­
rnun karanlığı, dünyanın gü neşini sonsuza dek örtsün . . . Elim­
de tuttuğum bu yüzük ... " Üstünde dört öğeyi te msil eden me­
leklere a it taşların bu lund uğu, p i rinç ve bakır alaşımından olu­
şan yüzüğü havaya ka ldırd ı . "Sü leyman'ın Yüzüğü'dür!"
Seraphim'in el inde birde n bire beliren yüzüğü gören
Perdurabc ile a rkadaşları, bildi kleri bütün duaları okumaya ve
onları koruması için ta n n lara yalva rmaya başlam ıştı.
"Ve sağ el imde bel iren bu anahtar" d iye deva m etti
Seraph im, 'C iavicula Salomonis Reg is'd i r!"11
Siz, şeyta nın yetm iş iki i b l isi, benden evvel Batsheba'nın oğlu
Sü leyman'a nasıl itaat ettiysen iz, bana da öyle itaat edin! Ve

"
Süleyman'ın Anahtarı
Be rra k Y u rd a k u l

ru h ların ızı bana teslim ed in, çünkü ben sizin efendiniz i m !


Kra l Bael, g ü c ü n ü b a n a teslim et!"
Ve Süleyman'ın cinlerini teker teker hizmetine sokmaya
başladı Sera p h i m .
"Prens Orobas, g ü c ü n ü bana teslim et! Dük Sal los, Dük
Valefor, Dük Barbatos, gücü nüzü bana teslim edin!
Kral Paymon, gücünü bana teslim et! K ra l Be leth, gücünü ba­
na tesl im et! Üç başlı K ral Asmoday, gücünü bana teslim et!
Bu kupadan içtiğim su, Lethe nehrinin suları g i bi benliğimi
geçmişimin anı larından a rındırsın. Ve bundan böyle adım,
K ra l ların K ra l ı Astaroth olara k bilinsin!"
Ard ı ndan yok oldu Seraphim ( bundan böyle Astaroth
olara k a n ı lacak). Giderken üç başlı K ra l Asm oday'a dönüştü­
rerek hizmetine soktuğu Perduraba (bundan böyle Kral
Asmaday'ın sol başı olara k a n ı laca k) ve iki a rkadaşını da
(bundan böyle Kral Asmaday'ın sağ ve orta başları olara k anı­
lacaklar) yanına aldı.

"Onu boşuna a rama, bir süre için a ra m ızdan ayrıldı," dedi


Mama Nono, bahçenin içinde dört dönerek Ratziel'i bulmaya
çal ışan Camio'ya .

Mama Nono'nun gözlerine bakınca Ratziel'in öldüğünü


a n layan Cam io, büyük bir üzüntüyle yere yığıldı ve gagasıyla
tüyleri n i yolmaya başladı. Kederli tavus kuşunun ya nına usul­
ca oturan Mama Nono okşayara k onu yatıştırmaya uğraşıyor,
zava l l ı hayvan ı tesel l i edebilmek için doğru sözcükleri seçme­
ye ça l ışıyord u.
"Ratziel için üzülmen çok doğal, a ncak bu d uyg uyu ke n­
dini yıpratacak kadar abartmamalısın Cam io," d iye söze g i rdi.
68
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Yaratılmış olan her şeyin ezelden beri var olduğu g i bi


e bed iyete kadar da var olmayı sürd ü receğ i n i bilenler, ölüler
için ya s tutmaz. Bir süre için kullandığı bedeni nden ayrılması,
Ratziel'in yok olduğunu göstermez; bir atın ölümünün, o atı n
binicisinin de ö l m ü ş olduğunu göste rmediğ i g i b i . "
Camio tamamen sakinleşmiş olmasa da en azından ken­
dini gagalamayı bırakmış, büyük bir d i kkatle Mama Nono'yu
dinlemeye başlam ıştı.
"Ratziel, ölüm anında ne ya pması gere ktiğini gayet iyi bi­
len bir va rl ı ktır. R u hunun bedeninden ayrı lmaya başladığını
hissettiği a nda, Krişna'nın bir za manlar ölüm gerçe kleşirken
uygulamak üzere ve rdiği ta limatları harfiyen yerine getirir.
Tan rıdan başka hiçbir şey düşünmeyerek zihnini yüreğine
yerleştiri r ve diğer a l g ı larını tamamen kapatarak med itasyona
geçer. Tüm enerjisini başına doğru çe ktikten sonra tan rısal
isimle ri tekrarlayara k ya ptığı bu med itasyon onun yolunu ko­
laylıkla bulmasını ve ara m ıza dönmeyi d ilerse bize kısa bir sü­
re içi nde ulaşmasını sağlayaca ktır. . .
Şu anda bizi asıl endişe lend i rmesi gereken şey Seraph im'in
durumu, sevg i l i Camio. O, S ü l eyman'ın Anahtarı'nı kullandı
ve onun cinlerini buyruğu a ltına aldı. Şimdi de Agartha Da­
ğ ı'nda yaşayan bütün i b i isierin kra l ı o la rak M a l kuth'da hüküm
sü rmeye hazırlan ıyor. Daha evvel m ed itasyonlarında da gör­
düğü yer, Ratzie l'in ölümünden ötürü içine sızan öfkeden
faydalanara k Sera phim'i büyük bir kuvvetle ke ndine çekiyor.
Oraya u laştığı andan itibaren ye ryüzünde geçirm i ş olduğu
günlerin hiçbirini hatırlaya m ayacak. Onu ta kip etmeni ve
m ümkün olduğu kadar ya kınında dolaşmaya çalışman ı istiyo­
ru m . Şunu bilmelisin ki, Seraphim seni görürse kesinli kle ta ­
nımayacak hatta düşmanı olara k kabul edecektir."
"Bir insan düşmanlarını seçerken son derece dikkatli ol­
malıd ır; Oscar Wi lde," dedi Cam io, büyük bir end işeyle.
6g
Berrak Y u rd a k u l

"Hakl ısın, Ca m io" d iye cevap verd i Mama Nono. "işte bu


yüzden se n i uyarıyorum. Seraphim sana zarar verebilir, iş­
kence edebil i r, hiç tereddüt etmeden öldürülmeni e m redebi­
l i r. B ütün bu i htimal iere rağmen onun peşinden g itmeyi kabul
ediyor musun?"
Camio yavaşça topa rlanıp ayağa kalktı, Mama Nono'ya
bütün te h l i ke leri göze aldığını be lli edecek şekilde ba ktı ve
başıyla kararlı bir evet işa reti verd i .
"Cesaretin v e arkadaşına bağ l ı l ı ğ ı n gerçe kte n övgüye l a ­
yık," d e d i Mama Nono, Cam io'nun zarif, beyaz başını şefkatle
okşaya ra k. "Sera phim ile a ra n ızdaki sevgi bağı, onun eski
kimliğini bütünüyle kaybetmesine engel olacaktır. Şimdi bi­
raz daha sa kinleşip güç toplamaya ça l ış. Yarın sabah gün do­
ğarken sen i Ma l kuth'a göndereceğ im."
"Ertesi g ü n yapa bileceğ im bir şeyi asla ya rına bırakmam;
Oscar Wilde," d iye söyle nerek d i n le nmeye çekildi Camio.

70
A5tarotl-l'uvı fvla lkutl-l'daki ilk Qüvılerivıi

,
.
Nastf Qeçirdiği ve
A5Moday'ıvı Sol T3aşıvıa Qelevıler

"Bu lunduğumuz yerin adını bana bir kez daha a n ımsatır


m ısınız lütfe n, Lord Beelzebu b?" ded i K ralların K ra l ı Asta roth.
"B bzzzz ... " d iye cevap verdi Lord Beelzebub.
" H ı m mm, demek Agartha'dayız. Zihnimin içinde sanki
kapkara n l ı k bir dehliz var. Buraya nasıl geldiğimi ve ne kadar
za mandır burada olduğumu bir türlü hatırlayam ıyorum . . .
Sevg i l i D ü k Agares, a ramızda ki asil ibiisierin en bilgelerinden
biri olduğunuz için bana geçm işimle ilgili bir şeyler a n iatma
lütfu nda bulunabileceğ inizi ta h m i n ed iyorum . . . "
Astaroth'un bu sözleri üzerine yaşl ı vücudundan beklen­
meyen bir çevi kli kle bindiği timsa h ı n üzerinden atiayan Dük
Aga res, yerlere kadar eğilip kra l ı n ı sayg ıyla selamladıktan
sonra şöyle dedi: "Heybetli Asta roth! Beni bu şerefe layık
gördüğünüz için m i n netta rı m . S iz asil efendim iz, yarad ı l ışın
i l k gününden beri Mal kuth şatosunda hüküm sürmektesiniz."
"Demek ya radıl ışın i l k gün ünden beri buradayım! O gün­
den bu yana çok zaman geçti m i bari?"
"Sonsuz a rtı beş gün geçti, M ajesteleri."
"Old ukça uzun bir zaman! Hafızam ı zorluyorum ancak ne
geçen hafta Perşembe gününü, ne de yaradı iişın ilk gününü
h içbir şekilde a n ı msayam ıyorum."
Bunun üzerine üç başlı Kra l Asmaday'ın sağ başı sözü aldı
71
Be rra k Yurda k u l

ve "Kra l ların Kra l ı, karşı çıkılmaz ve yadsınamaz Astaroth ge­


çen hafta Perşem be gününü her zamanki gibi ejderhasına bi­
nip göklerde dolaşa ra k geçird i ler," dedi.
"Bu gezinti lere gene l l ikle tek başıma m ı çıkarı m?" d iye
sordu Astaroth.
"Asi l, fevka lade asil Astaroth bu gezinti lerine çı karken
kendilerine daima sevg i l i dostu ve sad ı k hizmetkarı Düşes
Gamori kanatlı devesiyle eşlik ederler."

"Sevg i l i Düşes bu gezintilerim izde neler yaptığımızı bana


a nlatabil irler m i?" d iye sordu Astaroth, Düşes'in gözlerine
büyük bir hayranl ıkla bakarak.
"El bette, Majesteleri. Sizin soru larınıza cevap verebilmek
benim için b i r şereftir. Kutlu mutlu Astaroth ejderhasına bine­
re k dünyanın üzerinde delaşmayı ve i nsanoğ lunun neler yap­
tığını izlemeyi çok severler."
"Yeter, he rkes sussun!" d iye kü kredi birdenbire Asta roth.
K rallarının öfkesinden tir tir titreyen yetmiş iki i blisin
hepsi aynı anda alnını yere yapıştıra ra k onun sakin leşmesini
beklerneye başladı.
"Dünyadan ve i nsanoğlundan ba hsed i l i nce cehennemin
alevleri asil ru humu tutuşturuyar ve sonsuz bir i ntikam isteği
bütün be nliğimi sarıyor," ded i Asta roth. "için izde, insa noğ lu­
na duyd uğum bu nefretin nedenini bana anımsata b i lecek
olan bir ibi is va r m ı?"
iblisler sessizce ve end işe içerisinde b irbirlerine baktı, an­
cak hiç birinde ağzını açıp konuşacak cesa ret yoktu.
"ltaatkar K ra l Asmoday! S izde bir leopar yüreği olduğunu
bil iyoru m . Benden çe kinmen ize gere k yok. S izden istediğim
tek şey, bana insanoğluna duyd uğum nefreti n sırrı n ı verme­
niz!"
72
Konuşmaya n Tavus Kuşu Camio

"T-t-ttiphareth'den söz etsek m i acaba?" d iye fısı ldadı


K ra l Asmaday'in sol başı.
"Kapat çenen i, sersem!" d iye çıkıştı, sağ eliyle sol başına
bir tokat patiatan K ra l Asmoday. "Başlarım ıza iş açma!"
"Baş m ı dedin iz?" d iye sordu Astaroth merakla.
"Eee, şey evet, Majeste leri. . . " dedi Kral Asmaday'ın orta­
daki başı. B i r ya ndan düşünmek için zaman kaza nmaya ça l ışı­
yor, bir yandan da sol başının ah maklığına lanetler yağd ı rı­
yord u.
"Açı klayın, sizi d i n liyorum!" dedi K ra l ların K ralı.
Yaşa nmakta olan gerilime daha fazla dayana mayan sağ
baş, "Nefretinizin sı rrı, kudretli başınııda g izlidir efendimiz!"
d iye kestirip attı.
"Başımda m ı?" d iye sordu Asta roth . Elini siyah, uzun ör­
gülü saçlarında gezd i rd i ve "Sizi gidi sersem i blis sürüsü!" d iye
kü kredi, "Başımın üzerinde hiç bir şey yok ki!"
"Görkemli efendimiz, sizi öfke lend i ren de bu yokluğun ta
kendisid i r," dedi ortadaki baş. "Kutsal başınız şimd iye kadar
çoktan dünyanın tek ve m utla k hakimi Kral Astaroth'u n ilahi
şanına yakışan b i r taçla süslenmiş olma lıyd ı.
B u sözlerin üzerine bir süre düşünen Astaroth, "Çok hak­
lısın ız, K ral Asmoday," d iye cevap verd i yumruklarını öfkeyle
sıka rak. "Ben Aga rtha'nın zirvesinde hüküm süren K ral ların
K ralı değil m iyim? insanoğ lu hangi cüretle bana gereken say­
g ıyı gösterm iyor ve beni şereflendi rm iyor? Onların yürekleri­
ne öyle bir korku salacağım ki, asil K ral Astaroth'a karşı işle­
d i kleri bütün suçlardan ötürü d iz çöküp yalvararak af d i leye­
ce kler. Kutsa l ismim insa noğ lunun dudaklarından asla düş­
meyecek ve onlar sefil yaşam ları boyunca bana adaklar ada­
yıp, kıymetli hediyeler sunara k asil varlığ ımı şerefle ndirmeye
çal ışacak!"

73
B e rrak Yurda k u l

"Majesteleri uygu n görürlerse hiç vakit kaybetmeden


dünyanın dört bir ya n ı na habe rcilerim izi yollaya l ı m ve i nsa­
noğ l unun derhal Kra l Astaroth'un sonsuz gücüne boyun eğ­
melerini buyura l ı m," dedi Markiz Ronove.
"Sayg ıdeğer Markiz'in sözleri çok akıll ıca, ama önce onla­
ra bir oyun oynayarak asil gönlümü eğlendirmek istiyorum,"
dedi Asta roth. "Bana biraz insanlardan bahsed i n, Düşes
Gamori! Uğruna yaşam larını bile feda edebi lecek kadar değer
verdi kleri bir şey var m ıdır?"
Düşes bu soruya bir an bile dura ksamadan ceva p verd i .
"Vard ı r efe n d i m iz! I n sanoğlu sayılara ölümlü ca nından bile
daha çok kıymet verir. Yeryüzünde sa h i p olduğu mal ların sa­
yısı, cebinde taşıd ığı kağıt parçalarının sayısı, dostlarının sayı­
sı, düşmanlarının sayısı ve sayıca daha üstün olduğu diğer in­
sa noğ u lları n ı n sayısı . . . "
"Öyleyse onlara en çok önemsed i kleri şeyi ku lla nara k bir
oyun oynaya l ı m ve zava l l ı, şaşkın çırpınışlarını izleyerek eğle­
nelim," dedi insanoğluna çektireceği eziyetleri düşününce
keyfi yerine gelen Astaroth. "Taç g iyme töre n i m i de kutsal
canım bu eğlenceden sıkıldığı gün düzenleriz."
"Majeste leri. .. " dedi Dük Havres. "Bu güzel gününüzde
ca nı nızı ufa k tefek sorunlarla sıkmak iste mezd im, ama son
zamanlarda Agartha Dağı'nın eteklerinde dolaşan garip varlık
nöbetçiler tarafı ndan bugün de görülm üş."
"Mü mkün değ il!" d iye öfkeyle bağırd ı Asta roth. "Hiç kim­
se benim iznim olmadan Agartha'ya tırmanamaz! Ne tür bir
yaratıkmış bu? i n m i? Cin m i? i nsa n m ı? Şeyta n m ı?"
"Bem beyaz bir yaratık, efend i m iz. Uzaktan seçebi ldiği­
m iz kadarıyla kuşu andı ran bir şey. Saba h ı n e rken saatlerinde
sinsice şatoya sızmış ve kutlu mutlu şa hsınıza i leti lrnek üzere
bir not bıra ktıktan sonra mu hafızlarım ıza yaka lanmadan
kaçmayı başa rmış."
74
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Oku bakayım şu notu ! "


"Aptal l ı ktan başka g ü n a h yoktur; Oscar Wilde."
"Yetm iş iki iblis şa hidim olsun ki, bu saçmalığı yazarak
asil kulakları m ı i nciten yaratığı elime geçiri rsem tavus kuşu
gibi yolacağım!" d iye bağ ı rd ı Kra l ların K ra l ı .

75
10 Bayavı Hiç'ivı S.S. Dövıew.ivıivı
ifk Qüvıüvıü Nasıl Qeçirdi9i

Bayan Hiç ya ln ızca b i rkaç gün öncesine dek hayatı seven,


küçük evinde papağanıyla baş başa mutlu ve huzurlu bir ya­
şam sürdüren bir bayandı. N için mutlu olmasındı? Se ksen ya­
şında olmasına rağmen kendi ayakları üzerinde durabil iyor,
g ü n l ü k işlerini ya pabil iyor, evi n i çekip çevirebil iyordu. Hafta
son ları torunları ve çocukları onu ziyarete gel iyor ve mutlaka
ufak tefek de olsa bir hed iye veya bir demet çiçek getiriyordu.
Eğer acil bir işleri çıkar da gelemeyecek olurla rsa telefon edi­
yor, onu asla mera kta bıra km ıyorlardı .
Baya n H iç'in çok şanslı bir baya n olduğunu d üşünmesi ve
Ta n rı'nın he rkese onunki gibi bir yaşlılık nasip etmesini dile­
mesi içi n başka sebepleri de vard ı . Bir defa kulakları hala çok
iyi işitiyordu, çok şü kü r. Bu sayede bütün televizyon kanalla­
rındaki d izi leri takip edebi l iyor ve en önem lisi a rkadaşla rıyla
konken oynarken yapılan dedikoduları rahatl ıkla d uyabiliyor­
du. Şeytan ku lağına ku rşun, gözleri de iyi görüyordu Baya n
H iç'in. Bu ilerle miş yaşında bile bütün gazete lerin bulmacala­
rı n ı kapı komşusu ve yakın a rkadaşı olan Bayan Guna'dan (ki
kendisi yaşça Bayan Hiç'den üç ay, 12 gün, s saat ve 14 dakika
büyüktür) daha hızlı çözebil iyord u.
Çok akıllı, uslu bir papağanı va rd ı Bayan H iç'i n . Yaşlılıkta
bir hayvan beslemek ne de iyi oluyordu; can yoldaşı ol uyordu
insana va l lahi. Çocuklarından, torunlarından ve papağanın­
dan yana şanslıydı Baya n H iç; hepsi de çok vefa lı çıkm ıştı
doğrusu. Ya Baya n Guna'nınki gibi işe yaramaz, hal hatır
77
B e rra k Y u rd a k u l

sormaz çocu kları olsaydı ne ya pardı? Zava l l ı kad ıncağızın ke­


disi b i le çocu klarına benzemişti. Her fırsatta evden kaçıp gidi­
yor, günlerce geri gelmiyordu .
Bayan Guna'n ı n n e ba htsız b i r kad ı n olduğunu, zava l l ıcı­
ğın ne çok çe ktiğini düşünerek geçirdiği bunca yıldan sonra
kendi başına öyle büyük bir felaketin musal lat olacağ ını nere­
den bile b i l i rd i Bayan Hiç? Nazariara m ı gelmişti acaba? Düş­
manlarının kem gözleri m i değ mişti?
B üyük kızının onu telefonla uyandırıp da, "Anne, duydun
mu başım ıza gelenleri, ha berleri izledin mi? " d iye sorduğu o
uğursuz günün sabahına kadar her şey ne kada r da güzeldi
oysa.
Baya n H iç daha neler olduğunu soramadan kızı bir soluk­
ta sayıp döküverm işti: "Telefonda a n latılabilecek g i b i değ i l
anne! Çok acayip bir olay; dü nya birbirine g i rd i . Ça buk tele­
vizyonunu aç, sonra da beni arayıp a l n ındaki numarayı söyle !"
Telefonu kapatıverd i .
K ı z ı neden o kadar telaşlıyd ı Baya n H iç'in? I nsanoğlunun
başına bir felaket mi gelmişti? 'Ai n ındaki numarayı söyle' de
ne demek ol uyordu?
Baya n Hiç doğruca televizyonuna koştu ve açtığı her ka­
na lda ayrı bir 'Şok H a be r' progra m ıyla ka rşı laştı. Kanallar
farklıydı, ama habe rler ve h a be r spike rlerinin şaşkın ifadele ri
ne yazık ki ayn ı şeyi a n latıyord u . Hepsi de dünya nın dört bir
yan ında m i lyarlarca insanın alnında bir ta kım ra ka m ların be­
lirmiş olduğunu, bunların hiçbir şeki lde silinemediğini, tüm
dünyanın merak ve end işe içi nde bekliyor olmasına rağmen
yetkililerin hen üz bir açıklama yapmamış olduğunu ve geliş­
meleri her on da kikada bir izleyici le re a ktarmaya devam ede­
ceklerin i söylüyord u .
Bayan H i ç son açtığı kanaldaki haber prog ra m ı n ı sunan
78
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

spikeri d i kkatle ince ledi. Gerçe kten de çocu kcağ ızın a l n ı n ı n


orta ye rinde kocaman, siyah ra kamlarla 'ıı,ı72,323' yazıyor­
du!
K e n d i a l n ında bir sayı olmadığından e m i n o l m a k i ç i n d e ­
falarca aynaya ba ktıktan sonra kızını araya n Bayan H iç, " Bu,
herkesi n a l n ı nda bir sayı belirmesi hi kayesi de ne ya h u?" d iye
sord u. " Düzmece bunlar! D ünyadaki bütün insan lara olduğu
sanılıyormuş da, herkesin aln ında aynı anda çıkmış da . . . Neler
saçmal ıyorlar böyle?"
"Ne yazık ki, söylenenlerin hepsi doğ ru, a n ne," dedi kızı.
"Herkesin başına gelmiş! Hem de bütün d ünyada! Hem de
aynı anda! Sayıların ne a n lama geld i ğ i n i kim se bilmiyortnuş!
B i rkaç değişik tez varmış, ama onları da henüz açı klamadıla r.
işin en tu haf tarafı, ki msede aynı sayın ı n olmadığ ından kuşku­
lanıyorla r. B u bilginin doğruluğu henüz kesin leşmedi, ama
doğru çıkarsa say.ı ların ne a n lama geldiğini çözmek herhalde
daha da zorlaşacak. Benim a l nımda üçyüzyetmişm ilyon yazı­
yor. Sen i n sayın kaç?"
Bayan H iç, "O lur mu canım öyle şey; ben i m a l n ımda sayı
fa lan yok . . . " d iye çıkışmaya hazırlan ı rken, papağanının başı­
nın ortasındaki koyu re nkli ra kamları gördü. O a n bayılacak
gibi old uysa da meta netini koru mayı ve şuurunu kaybetme­
den evvel kızına, "Evladım, önce biraz kend i m i topadayayım
ondan sonra seni arayıp sayı m ı söylerim," demeyi başarabild L

79
11 S.S. DövıeW\ivıivı
ilk Haftasıvııvı Nasıl Qeçtiği

B i l inen dünya tarih inde rastla n ı la n en sıra dışı günler ya­


şan ıyordu ve hayat hiçbir yanıyla olağan a kışında deva m et­
m iyord u . Asl ına ba kılırsa, d ü nyan ı n dört bir yanındaki bütün
insan ların a l ınlarının ortasına birer sayı yerleşen o lanetli an­
dan itibare n hiçbir günün sıradan olması bekle nemezdi . Bu
eşi benze ri görülmedik, tuhaf olayın üzerinden bir hafta geç­
m iş olmasına rağmen hala ki mse olup bitenlere anlam vere­
m iyord u. Sayıların be l i rd iğ i i l k günden beri d ünya üzerinde
konuşulan, tartışılan ve önemsenen tek konu doğal olara k
buyd u . Bütün ü lke lerdeki bütün televizyon kanal ları v e bütün
ü l kelerdeki bütün gazeteler ya ln ızca bu olayı yazıp çiziyor,
bütün ü l kelerdeki m i lyarlarca insan sadece bu konuyu tartışı­
yordu . Dü nya ta ri h inde bir m i lat yaşa nm ış, yıllar Sayı lardan
Önce (S.Ö.) ve Sayılardan Sonra (S. S.) olara k adlandırılan dö­
nemlere ayrılmıştı ve yeryüzüne ayak basm ış en vurdum­
duymaz kişiler dahi bu d u ruma karşı kayıtsız ka lamıyordu .
Tüm dünya nefesini tutmuş halde bekl iyordu, a m a yetkili
kişi lerden hala en ufak bir açıklama gelm iyor, yetki l i kişiler
hala yetki l i olup olmadı kları n ı kesinli kle bilm iyord u . Hali ha­
zırda sapta nan gerçekler kimsenin dişinin kovuğ unu doldur­
mayan bilgile rden i baretti. O gün hayatta olan herkesin ve o
gün doğan bütün bebeklerin ( Bayan Hiç ha riç, çünkü onun
sayısı yoktu) birer sayısı olduğu, hiç kimsenin sayısının (Bayan
H iç'inki hariç, çünkü onun sayısı yoktu) bir başkasının kiyle
aynı olmad ığı, sayıların dağılımının ( Bayan H iç'i nki hariç, çün-


Berrak Yurda kul

kü onun sayısı yoktu) be l l i bir d üzen takip etmediği, aynı a i le­


nin bireylerine bile (Bayan H iç'in a i lesi hariç, çünkü Bayan
H iç'in sayısı yoktu) birbirine ya kın sayıların düşmemiş olduğu
ve insanların d ı şında hiçbir canlının (Bayan H iç'in papağanı
hariç, çünkü onun sayısı va rd ı) a ln ı nda bir sayı be l i rmemiş ol­
duğu o ana kadar sapta nabilen gerçe klerden bazılarıyd ı .

Başına gelen lere h içbir anlam vererneyen insanlar korku


ve panik içindeyd i . Herkes işini gücünü bırakm ış, ya l n ızca ha­
berleri takip ediyor, a kra ba ve a rkadaşla rıyla topla n ı p bu ko­
nuyu tartışarak olup b itenlere ke ndine göre açıklama getir­
meye ça l ışıyord u . Dünyanın en büyü k şe hirlerinde bile cadde­
ler neredeyse tamamen boşa lm ış, d ü kkanlar kapatılm ış, tren,
otobüs ve uçak seferlerinin çoğ u iptal edilm işti. Ulusla ra rası
yolculuklar da yok denecek kadar aza l m ıştı. Doğrusu, sağ l ı k
sorunlarından kaynaklanan mecburi seya hatler dışı nda h i ç
kimsen i n şuradan şu raya kıpırda maya n iyeti yoktu.
O günlerde en sık yapılan yorum, bu olayın bir kıyamet
ala meti olduğuydu. Her yere ve her ortama ancak büyük bir
doğal afet sonrasında görülebilecek türden bir umutsuzl uk,
end işe ve karamsa rlık hakim olm uştu. insanlar birbi rlerine
alınlarında sayı ları bel irmeden birkaç dakika evvel içlerine na­
sıl bir sıkıntı girdiğini, önceki gün köpe klerin i n h iç d urmadan
nasıl da havladığını, ka p ı larında asılı du ra n koskoca nazar
boncu klarının nasıl orta yerlerinden çatladığ ını, o gece deni­
zin üzerinde uçan daireye benzer bir cismin ışıklar saça ra k na­
sıl dönüp durduğunu veya a ksaka l l ı nur yüzlü dedelerin rüya­
larına girmek suretiyle onlara böyle büyük bir felaketin ya k­
laştığ ını önceden nasıl haber verm iş olduğunu bıkıp usanma­
dan, defalarca a n latıyordu. Zaten insanoğlunun başına öyle
garip bir i l ietin ge leceğ i öteden beri be l l i değil m iydi? Kahinler
yüzlerce yıl önce buna dair i puçları vermemiş m iydi? Onla rın
bütün söyledi kleri eninde son unda doğru çıkm ıyor muydu?
82
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

Keha netler a rasında gerçekleşmediğini zannetti kleri m i z ol­


duysa b i le, bu durumlar hep bizim akılsızlığımızd -=ı n, ya lan
yanlış yoru m lamalarımızda n, ne demek istendiğini bir türlü
an layamamamızdan kayna klanmamış m ıyd ı? Kutsal kitaplar­
da Ta n rı'nın yolundan sapıldığı za man dünya n ı n son unun ge­
leceği gayet açık ve net bir şekilde belirtilmiyar muydu? N ite­
kim insanoğlunun ar damarı çatlam ış, etraf h ırsız ve namus­
suzdan geçil mez olmuştu .
O rta l ı k çok kötüydü . . .
ı·z BaHall\ Hiç'ill\
SaHtStll\a Nastl Kavuştugu

Dü nya üstünde Bayan H iç'i n dışındaki bütün insanların


a l n ında aynı gün ve aynı saatte birer sayı be l i rmesi n i n üzeri n­
den bir hafta geçmesine rağ men, Bayan H iç ke nd i olağan üstü
durumunu hala kimse lere söyleyemem iş, uta ncından evine
kapanm ış, bütün za manını kara kara d üşünerek geçirm işti.
Ta n rı'nın nezd inde bir papağan kadar bile kıymeti olmadığına
m ı yanaca ktı, bir h i l kat garibesine dönüştüğü için en ya kınla­
rıyla bile görüşemed iği ne, sokaklara çıka madığına m ı, yoksa
Bayan Guna g i b i kendisinden pek az meziyetleri olan bir ko­
caka rıda bile olan şu uğursuz sayı lardan tek birini kendi alnına
yazmayı çok gören Ta nrı'ya bu nca yıl dualar, şü kürler ettiğine
m i ya naca ktı!
Bayan Hiç bir yandan da belki kend i n i ayrıca lıklı h isset­
mesi gere ktiğini, hatta sayısız bırakı lmasın ı n Tanrı'n ı n pek
sevg i l i bir kulu olduğuna dair bir işaret gibi algılanabileceğ ini
düşünerek tese l l i bul maya ça l ışıyord u . N e de olsa, o uğursuz
g ü nden sonra doğa n bütün bebekler d ünyaya sayısız gelm iş­
ti. Belki Ta n rı onu aslında ceza landırm ıyor, aksine masum ve
güna hsız bir bebekle ayn ı kefeye koyuyor, d iğer insanlardan
daha yüce bir merte beye layık görüyord u . Belki de sayısız
kalmak Bayan H iç'i n zannettiği kadar kötü bir şey değ ildi.
Bayan H iç artık bu meseleden başka bir şey düşünemez
olm uş, yemeden içmeden kesilm işti. O da normal insanlar gi­
bi a l n ı nda bir sayısı taşısa her şey eski mutlu g ü n lerdeki gibi
olmaz m ıydı? Sayısız ka ldığı ortaya çıkacak olursa elalem ne

ss
Berra k Yurda k u l

derdi? Başına gelen ta l i hsizl ik kem gözlerin nazarı m ıyd ı? Ar­


ka mahalledeki dövmeci delika n l ı n ı n dü kkanına beş da kika
uğrayıp kendine bir sayı yaptırsa canı çok acır m ıydı? Delikanlı
sır tuta b i l i r m iydi? Papağanının sayısı başka bir insanda daha
va r m ıydı? Dövme yaptıranlar cehenneme gider m iydi? Hep­
sinden öneml isi, kullandıkları şu iğneler sıhhi m iydi?
B ütün olası l ı kları uzun uzadıya tarttıktan sonra kesin ka­
ra rını verd i Baya n Hiç. Tan rı ona ceza ve rmemiş, a ksine sayılı
olup olmamayı seçme şansını bahşetm işti. Hava kararmaya
başladığında güneş gözlüklerini takıp eşarbını bağ layara k
dövmec iye doğru h ızlı adım larla i lerled i Baya n Hiç. Bere ket
versin ki, Bayan G una'nın a ln ı ndaki sayıyı görmüş ve gizl ice
ezberlemiş; kendi papağanının alnındaki sayın ı n onunki nden
çok daha küçük olduğunu tespit etm işti. Ayrıca Bayan H iç'i n
sayısı herkesinki nden d a h a koyu renkli, d a h a şık v e d a h a be­
l i rg i n olaca ktı. Onu kıskanan d üşmanla rı çatlasındı!

86
13 S.S. DöV\ewı..i""i""
ifer-feye"" Qü.V\(er-i""i"" Nasıl Qeçtiği

S . S . dönem i n i n ikinci haftasına g i rilirken bu olayın nasıl


ve neden meydana geldiğine dair bir görüş birliğine varılması
şöyle dursun, insa n ların a kl ı na yatan, a k ı l l ı ve mantıklı bir
ta h m i n bile yürütü lememişti. Dü nya üstü ndeki bütün bilim
adam ları, d i n adamları, i ş adamla rı, doktorlar, mühend isler,
edebiyatçılar, pol itikacı lar, astrolog lar ve m edyumlar sadece
sayı fenomeniyle i lg i l i araştırmalar yapıyor, top lantılar, se mi­
nerler ve konferanslar düzen leyerek bu konu üzerinde ta rtışı­
yordu .
S . S . döneminin birinci ayı n ı n sonuna gelin i rken uluslara ­
rası bir bildiri yayı nlandı. B u bildiriyle yeryüzündeki bütün ül­
keler vata ndaşları n ı sa ndık başına çağ ırıyord u . Çağrı n ı n amacı
tüm insanların sayılarının kayda geçirilmesiyd i . Sayım sonu­
cunda elde edilen veri ler doğrultusunda insanların a l nında be­
l i ren sayıların istatisti ksel de olsa be l l i bir dağılım mantığı or­
taya koyup koymadığı tesp it edilmeye ça lışılacaktı. Sayıların
ü l keler a rası dağ ı l ı m ı, kad ı n ve erkekler arası dağ ı l ı m ı, ya şlılar
ve gençler a rası dağ ı l ı m ı, zenciler ve beyazlar a rası dağ ı l ı m ı,
h ı ristiya n la r, yahudiler ve müslümanlar a rası dağılımı, fa kir­
lerle zeng inler arası dağılımı, ünlü lerle ü nsüzler arası dağ ı l ı m ı,
her sabah vita m in leri n i yuta n la rla yutmayanlar arası dağılımı,
uslula rla yaramazlar a rası dağ ı l ı m ı, eşcinse l le r, beşci nseller ve
h içcinseller a rası dağ ı lı mı, yirmi yaş d işi olanla rla olmayanlar
a rası dağ ı l ı m ı, klasik roman ları okuyanlar, okumayanlar ve
B e r ra k Y u rd a k u l

okumuş gibi yapanlar a rası dağ ı l ı m ı ve içkisine buz ata n larla


atmayanlar a rası dağ ı l ı m ı incele meye a l ınaca ktı.
O güne kadar dünyada yapılan bütün sayımlardan ve se­
çim lerden fa rklı olara k bu kez katılım oranı neredeyse yüzde
yüze ulaşmıştı, çünkü sand ı k başına can atarak koşmayan
hemen hemen hiç kimse olmam ıştı. Aln ında (Bayan Hiç dahil,
çünkü a rtık onun da bir sayısı vard ı) birer sayı beliren bütün
insanlar kendi sayısının bir anlamı olup olmad ığını öğrene­
bil meyi ölesiye istediği için sayım sonuçları nın açıklanacağı
gün bütün dünyada tatil ilan edilm işti. Herkes evinde televiz­
yonunun başında oturmuş haber kanallarını izl iyor, sayım ların
5 . 5 . dönem inin neden ve nasıl meydana geldiğ ine dair ma­
te matiksel bile olsa bir yorum geti rip getiremeyeceği n i öğ­
ren meyi sa bırsızlıkla be kliyord u.
5 . 5 . döneminin olumlu etki leri de olmuştu kuşkusuz. Ön­
celi kle, bu doğaüstü olay neredeyse herkes tarafından Ta n­
rı'n ın va r olduğuna dair su götürmez bir delil olarak yorum­
lanmıştı. Böylesine mucizevi bir işi yapmaya Ta n rı'dan başka
kimin gücü yetebil i rd i? Evet, kesinlikle bir Tanrı vard ı ve in­
sa nlara a l ınlarına sayı lar kondurmak suretiyle bir mesaj i let­
mek istiyord u. Bu mesaj ne olabil irdi? Ta nrı insa noğluna kız­
gın m ıyd ı? Belki de insan ları numaralandıra ra k çeşitli sın ıfiara
ayırm ıştı. Eğer öyleyse, bu sınıflar ne lerdi, kaça ayrıl ıyordu ve
en önem lisi neye göre ayrıl ıyordu? K i mler sınıfı geçm iş, kim­
ler sın ıfta ka lmıştı? Geçer not kaçtı? S ı n ıf atlamak m üm kün
olaca k m ıydı? Alın lardaki sayıların değişme i m ka n ı o lacak
m ıydı?
Ta n rı'nın soluğunu ensesinde hisseden i nsanoğ lu, 5 . 5 .
döneminin i l k hafta larında biraz olsun yola gelmiş g i b i görü­
nüyordu. O layın gerçe kleştiği günden iti ba ren cinayet, h ı rsız­
lık ve tecavüz va ka ları tüm d ü nyada neredeyse sıfıra inm işti.
Yoldan geçeniere kartopu ata nların, a rkadaşı n ı n sevg i l i siyle

88
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

yata nların ve tavlada zar tutanların sayılarında da olağanüstü


bir düşüş gözlemlenm işti. Zaman, Ta nrı'n ı n gözüne g irme
zamanıydı ve hiç kimsenin onu kızd ırıp küstürecek e n ufak bir
şey yapmaya n iyeti yoktu.
Sayım sonuçları açıklandığında, dünyanın her köşesinde
tarifi m ümkün olmayan bir düş kırıklığı yaşa ndı. B i rleşik
Numerolog lar Derneğ i Onursal Başka nı Büyük Üstat M.
Alcofribas (ki mate matik b i l i m i söz konusu olduğunda hiç
ki mse onun terliğini bile öpemez) ve eki bi, ya pmış olduğu ge­
niş kapsa m l ı ince lemelerin sonucunda i nsanların a l ınlarında
bel iren sayıların kaotik bir dağ ı l ı m gösterd iğ i n i, istatistikse l
olara k hiçbir anlam ifade etmediğini, kendilerinin de bu olay
karşısında diğer herkes kada r şaşkın ve çaresiz olduğunu itiraf
etmek zorunda ka ldı. B u büyük a raştırmanın neticesinde in­
sanoğ l u sayılarla ilgili bil imsel bir açıkla maya kavuşma yolun­
daki son umudunu da yitirmiş oldu.
Yaşa nan traj i k başa rısızlığ ın ardından kimsenin yetkili ler­
den gelecek bir açıklama daha beklerneye ta ham m ü l ü kal­
madı ve S.S. döne m i n i n başladığı sa n iyeden iti baren tüm za­
manlarını kend i a ra la rında d u rum değerlendirmesi yapara k
geçirm iş olan insanlar artık kendi yoru m larının doğru luğuna
kesi n olara k inanmaya ka ra r verd i . Böyle l i kle, dünyan ı n her
köşesinde ilk günden beri sı kça fısıldaşılan ancak açı kça d i le
geti rilmekten kaçın ı la n bazı görüşler yavaş yavaş su yüzüne
çıkmaya başladı .
E lde edilen bilgi ler h i ç kimsenin sayısın ı n d iğe riyle aynı
olmadığ ını ve sayıların be l i rl i bir mantık çerçevesinde dağıl­
madığını gösterd iğine göre, Ta n rı'nın ku l larını kendi ölçüleri­
ne göre değerlendirip, sıraya koymuş olduğu besbelliyd i ! Tan ­
rı, yaptığı sıraland ırmada küçü k sayıları en çok sevd iği v e be­
ğendiği kullarına ba hşetmiş, büyü k sayıla rıysa kend isini i n ka r
eden, varl ığına inanmayan kişilere v e d i ğ e r günahkarlara ceza

8g
Berrak Yurda kul

o la ra k vermişti. Önceleri yaln ızca a i le arasında veya a rkadaş


top lantıla rında d i le getirilen bu görüş kısa bir zaman içinde o
kadar çok kişi tarafından benimsendi ki, S . S . döneminin
üçüncü ayına girilirken a rtık gazete lerde, dergilerde ve tele­
vizyon kanallarında bu yönde resmi açı klamalar yapılmaya
ba şlanmıştı. Ta n rı'n ı n ku l larını iyiden kötüye doğru giden bir
sayı sırasına koymuş olması fi krinin medyada da yer a lm asıyla
birlikte top lum düzeninde yepyen i sorunlar baş gösterd i .
Herkes işini gücünü tamamen bırakmış, yakın a rkadaşlarının
sayı larını, ailelerinin sayı ortalamalarını veya ara larında en
düşük ve en yükse k sayı sa h iplerinin kimler olduğunu belirle­
meye çalışır olmuştu .

Büyük sayılı kişiler önce itibarını, daha sonra işini ve eşini


kaybetti. Sayı ayrımcılığı kısa zamanda o denli tırmandı ki,
büyük sayılılar küçü k sayılıla rla görüşemez, aynı toplu taşıma
a raçlarına binemez, aynı okulda okuyamaz, aynı mahallede
oturamaz ve aynı lokantada ye mek yiyemez hale geldi. Şid­
d etli sayısal geçimsizlik, ayrı l ı kların ve boşanma ların en yay­
g ı n se be bini oluştu rmaya, başında büyük sayılı l iderler olan
h ü kümetler devri lmeye başladı, sayı orta laması yüksek olan
ülkelere yapılan uluslararası yard ı m la r birer birer kesildi. Bü­
yük sayılılar, küçü k sayı l ı ların ol uşturd uğu çetelerin saldırıla­
rından korunmak amacıyla Anti-Sayısa l iaşma Örgütü'nü ve
B üyük Sayı l ı i nsanların Haklarını Koruma Derneği'ni kurdu,
protesto gösterileri, yürüyüşler ve m itingler d üzenledi; hatta
bu gösterilerin bazılarında kend i n i küçük sayılı kılığına sokup
yakanlar bile oldu, a ncak bu eyle mlerin hiçbiri yaşanmakta
olan kitlesel histeriyi durdurmak için yeterli gelmedi.
B ütün dü nya sayı çılg ı n lığına ka pılmış sü rüklenirken, Bir­
leşik Kabalacıla r Derneği Onursal Başkanı B üyük Üstat M .
Alcofribas (ki m isti k bilimler söz konusu olduğunda hiç kimse
onun terl iğini bile öpemez) ve ekibi, uzun ve titiz çalışma ları

go
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

sonucunda Ta n rı'n ı n sayılar a racı l ığ ıyla i nsanoğ l una i letmek


istediği mesajı deşifre ettiklerini m üjdeledi. Kabalacı lara göre
sayı ların hepsi toplanıp, top larn ı n kare kökünün dörtte birine
böl ündüğünde ortaya çıkan rakamın a lfabetik izdüşümü,
H oratius'un şu meşhur sözlerini te msil ed iyordu:
Q uorsum hoec ta m putida tendum?
Ya n i :
B u gibi ahmaklıkların a m a c ı ne olabil ir?
Ne yazık ki, B üyük Üstat Alcofribas ve ekibinin deşifre
etmeyi başa rd ığı g izli kozmik mesaja pek az kişi anlam vere­
bildL Anlam verebilen kişilerin bir böl ü m ü ve rd i kleri anlam­
dan memnun ka lmadığ ı, diğer bölümüyse ta n rısal mesajiara
anlam vermenin insanların üzerine vazife olmadığını düşün­
düğü için yapılan bu önem l i a raştırm a ve neticesi derhal ört­
bas edildi.
S.S. dönem inin dördüncü ayı n ı n sonlarına gelindiğinde
yaşanıla n bu tuhaf olayı en mantıklı şekilde yoru m lamayı ba­
şarm ış ve yeni dönemin gere ktird i ğ i düzenlemeleri büyük bir
süratle benimsemiş olan insanoğ lunu huzursuz eden, acilen
açıklığa kavuşması gere ken ve henüz cevaplanamamış olan
tek bir soru kalm ıştı. Dünyada sayıların bel i rd iğ i gün hayatta
olan insan sayısı kadar sayı olduğuna ve bu sayıların dağıtımı
bizzat tanrı tarafından ya pılan bir sıralandırmayla onun en
sevg i l i kulundan başlatılmış bulunduğuna göre, a ln ında o kut­
sal 'ı' sayısını taşıma ayrıcalığına sa h i p olan üstün in san kim­
di? Bu seçilmiş kulun, bu ulvi varl ığın, bu yepyeni mesi h i n in­
san iyet namına derhal ortaya çıkması ve herkesi bilgeliğ inin
ışığ ıyla aydınlatması gerekm iyor m uydu?
Kurta rıcı kimdi, neredeydi ve ortaya çıkmak için daha ne
bekliyordu?

91
Astaroth,utı. S.S. Dötı.eW\itı.i

1+ Malkuth,datı. Nasıl i;z.ledi9i


ve Aswı.oda�{m Sol Başıtı.a Qeletı.ler

"Asil Efendimiz ortaya çıkmak için daha ne bekl iyorlar?"


diye sordu Dük Agares.
"Henüz değ i l, sevgili D ü k," dedi Kral Astaroth . "B ıraka lım
da mera klarının ateşiyle tutuşarak bir süre daha kıvransınla r.
Şimdilik o ahma kların perişan hallerini izleyerek fazlasıyla eğ­
len iyorum."
"Majesteleri insanoğlunun a lnını mühürlerken kime hangi
sayıyı vereceğini neye göre seçtiğini sormama müsaade eder­
ler m i?" d iye sordu üç başlı K ra l Asmaday'ın sol başı.
"Sus, sayg ısız!" d iye bağırd ı ortadaki baş. "Kra l ların Kra­
lı'nı sorgulamak sana mı düştü !"
"Yazıklar olsun ikin ize de!" dedi sağdaki baş. "Efendimi­
zin huzurunda ta rtışmaya uta nm ıyor musunuz?"
Astaroth, "Başların ıza hakim olun l ütfen!" d iye çı kışınca
Kra l Asmoday, "Sizden af d i l iyorum, Majeste leri. . . " d iyerek
yere kapandı.
"Endişelenmen ize gerek yok," dedi Asta roth. "Sorduğu­
nuz soru canımı sıkmadı. S ize bir cevap ba hşedeceğ i m . Açık­
çası o zavallı ların hangisinin aln ına, hangi sayının düştüğünü
daha az umursayamazd ı m . B u yüzden kendi kutsal sayı m ı asil
alnıma yerleştird i kten sonra geri kalan sayı ları rastgele dağ ıt­
tım."
93
B erra k Yurd a k u l

"Görke m l i, i htişa m l ı ve şan l ı 'ı' sayısı nın Majesteleri'nin


soylu a lnına ne denli ya kıştığ ı n ı bir kez daha belirtmek iste­
rim," dedi Düşes Gamori ve ekledi hafifçe kızara rak: "Taçların
Tacı Keter E lyon12 başınızı süsled iği zaman size baka rken
gözleri m iz kamaşacak."
Düşes'in i ltifatları üzerine aln ındaki 'ı' sayısını keyifle ok­
şaya n Astaroth, "Keter E lyon'un yapımı ne aşamada, Lord
Beelzebu b?" d iye sordu.
Eğilip Kralı'nı sayg ıyla sela mladıktan sonra, "Bbzzz ... "
dedi Lord Beelzebub.
"Hımmm! Demek ortasına benim m ü h rü m olan züm rüt
yılanı yerleştird iğ in iz zaman tam a m lanmış olacak. Mücevhe­
rin hazırlanması ne kadar sürer?"
"B bzzz . . . "
"Hım m m ! Demek öyle. Peka la, acele etmen ize gerek
yok. Keter Elyon'un tanrısal başıma ya kışacak kadar görke m l i
olması ç o k öne m l i ."
Bu sırada soluk soluğa içeri giren Dük Havres, Astaroth'un
tahtının önünde diz çöküp, "Agartha'da dolaşıp duran renkli
yaratık size i leti lrnek üzere bir mesaj daha bırakmış, Efendi­
m iz," dedi ve e l lerinin titremesine engel olamayarak notu
krala doğru uzattı.
Astaroth yaratığın b ıra kmış olduğu nota bir göz attıktan
son ra, "Beceriksizler!" d iye kükreyerek ayağa fırladı. "Böyle­
sine saçmalıklar yazarak kutsal kata rn ı karıştırabi leceğ i n i
zannedecek kada r k u ş beyinli bir yaratık Agartha'da ci rit atı­
yor ama yetmiş i ki iblis onu ya kalayıp h uzuruma getirmeyi
başara m ıyor!" Notu Dük Havres'in eline geri tutuşturarak,
yü ksek sesle okumasın ı buyurdu .

12 lbran icede taç. Hayat ağacında tanrısal enerjinin ilk şekli.

94
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

Dük Havres berbat bir e l yazısı ve eciş bücüş harflerle ya­


zılmış notu korku içinde okumaya başlad ı . "T-t-t-tanrılar, bizi
cezalandırmak istediklerinde dualarımızı ka bul eder; Oscar
Wilde."
" Duydu nuz mu?" d iye sordu Astaroth. "Ta n rı la rdan bah­
sed iyor! Bu ne cü ret? için izde yeryüzünde ve gökyüzünde
kutlu mutlu şahsım Astaroth'dan başka tanrı olmadığ ı n ı bil­
meyen bir ibi is va r m ı?"
i bl isler, "Yok, asil efendimiz!" d iyere k yere ka pandı.
Astaroth, "Bu yaratığı yaka lamayı başara n ı iblis Ordula rı
Başkomuta n l ığ ı'na atayarak ödü l lendireceğ i m," dedi ve tah­
tına oturup u l u maya başlad ı .
Efendisinin u lumalarını duyan kanatlı köpek G lasya­
Labolas kendisine sesle nildiğini a n iayarak derhal hava landı,
tahtın önüne zarifçe kondu ve eğilip kralını sayg ıyla se lamla­
dı.
"Neşemin tekrar yerine gelebil mesi için i nsanoğ luna çek­
tird iğ i m acıların hepsinden haberdar olmam lazım," dedi
Astaroth. "Emri nizdeki ibi isieri de ya nınıza a la ra k d ünyaya
g itmenizi, havada ve karada olup biten her şeyi bana bütün
ayrıntılarıyla a niatmanızı i stiyorum."
"Emredersiniz Majesteleri" diye havlayan Glasya-Labolas,
aldığı e m i rleri yerine getirmek üzere bir çırpıda hava lanarak
gözden kayboldu.
"Dük Vepar!" d iye seslendi Asta roth . "Den izlerde olup bi­
tenleri de bana siz haber vereceksin iz!"
"Size h izmet etme k benim için bir şereft i r, Majeste leri"
d iye g ü rledi Dük Vepar. "Müsaade edersen iz görevi m i icra
ederken birkaç gemi batırabilir m iyim?"
"Hayır!"

95
B e rra k Y u rd a k u l

"Bari küçü k b i r fırtına çıkarma ma izin verin iz"


"Hayır ded i m ! "
"En azından balina k ı l ı ğ ı n a g i re re k b i rkaç denizci yutma­
ma göz yumsanız . . . " d iye yalva rd ı Dük.
"Kendin ize gelin Dük Vepar!" d iye bağ ı rd ı, sa brı taşan
Astaroth. "Sizi oyun oynamaya değil, gözlem yapmaya gön­
deriyoru m ! l sra rınız kutsal keyfim i iyice kaçırdı! Görevinizi
denizkızı kılığına g i re re k yerine getirmen ize ka ra r verd i m ! "

D ü k Vepar'ın d e v cüssesine ba kıp nasıl bir denizkızı ola­


cağ ı n ı z i h i n le rinde can landıra n K ra l Asmaday'ın başları ken ­
d i n i d a h a fazla tuta rnadı ve üçü aynı anda kahkahalara bo­
ğ u ldu.
Öfke içinde Asmoday'a dönen Astaroth, "Verd iğim ceza­
yı gül ünç bulduğunuzu görüyorum, sayg ıdeğer kral," dedi.
Asmaday'ın korkuda n bem beyaz kesilen iki başı birden
aynı anda büyük bir cidd iyetle öne doğru eğildi ve "Lütfen bizi
bağışlayın Majestele ri, saygısız l ı k etmek istemem iştik," d iye­
re k af d i ledi.
Ne yazı k ki, d u rumun cidd iyetini hala kavrayamamış olan
sol baş gözünden yaşlar boşa larak g ü lmeye devam ediyordu .
"Ald ığım kara rların sizi eğlendirmesine çok memnun ol­
dum, sevg i l i Asmoday," dedi Astaroth, sol başa doğru yavaş­
ça yaklaşarak. "Kendim insanoğluna bu kadar iyi va kit geçir­
ti rke n, Mal kuth'da ki iblislerimin can sıkıntısı çektiğini görmek
ben i fazlasıyla üzerd i doğrusu."
Bu sözler üzerine sol baş keyifle kıkırdadı ve "Asil efen­
dimiz adeta düşüncelerimizi okuyorlar!" ded i . "Daha bu sabah
diğer baş a rkadaşlarla a ra m ızda Majeste leri'n i n insanoğ luna
dağ ıttığı sayı lardan i biisierini neden mahrum bırakmış olabi­
leceğ ini tartışıyorduk."

g6
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Biri bu gerzeğ i sustursun!" d iye yalvard ı ortadaki baş.


"Hepim izi ya kaca k!"
"Baltası olan yok mu?" dedi ağlayara k sağdaki baş. "Sol
başımı kesene ödü l var."
"Demek ibi isierime sayıları çok gördüğümü düşündünüz,
öyle m i?" d iye sordu Asta roth.
Sağdaki baş ve ortadaki baş korkudan konuşamayaca k
hale gelmiş olduğu için bu soruyu da sol baş ya n ıtladı: "insa­
noğluna verd iğ i n iz nimetlerden sad ı k hizmetka rlarınız olan
biz ibiisierin n iye faydalanamadığ ı n ı merak ed iyordu k."
Gözlerinden alevler saçan Astaroth, " H iç endişelenmeyin,
sayg ıdeğer Asmoday," d iye gürled i . "i blislerin de bire r sayısı
olacak!"
Gökyüzü tamamen kararıp, Agartha Dağı temelinden
şiddetle sarsılmaya başlayınca yol unda g itmeyen bir şeyler
olduğunu nihayet a n layan sol baş da dahil olmak üzere bütün
başlar büyük b i r korkuyla yere yapıştı.
Düşes Gamori'n i n d ışındaki bütü n ibi isierin a l ı n larının or­
tasına kondurulan 'O'Ia rıysa ancak birkaç saat sonra,
Astaroth'un öfkesinin yatıştığını ü m it ederek başları n ı yerden
doğrultmaya cesaret edebildi klerinde gördü ler.

'Acaba, asil keyfimi yerine getirmek için ne yapsam?' d iye


düşündü Kra l ların Kralı. 'Kutlu mutlu şahs1m1 ne tür bir eğlen­
ceyle oyalasam? En iyisi, kendini bir çeşit kraliçe ilan etme düş­
leri kuran şu iki numarali küstah şişkoyu izleyeyim. Bakabm 'ı '
numara diye biri olmad1ğm1 iddia edecek kadar ileri gidecek mi?'

97
1) MadaM ikı'vı.ivı. Bunık Sevivı.ci

"Yooook!" d iye haykırdı Madam Bobogel, saçını başını


yolara k. (Bundan böyle Madam iki olara k anılacak.) "Bir nu­
mara d iye biri yoooook!"
"R ica ed iyorum kend inizi bu kadar perişan etmeyiniz, Yü­
ce Madam," dedi Tamas. "K ısa bir zaman içerisinde tüm in­
sanların dünyada sizinkinden daha küçük bir sayı olmad ığı
gerçeğini ka bul edere k aya klarınıza kapa nacağ ından e m i ­
nim."
"Sonsuz Işık'ın e lçisi olduğumu anlamakta v e Kozmik
Kral içe'liğimi ilan ederek ayd ı n lanmış başımı taçland ırmakta
neden bu kadar gec ikiliyor?" d iye bağırdı Madam iki. "Bu ter­
biyesizlerde hiç mi kozmos korkusu yok? Kai nat bana ya pılan
bu saygısızlığın hesa bını sormaz m ı?"
"Gönül gözleri ka palı olan bi rta kım gafi l le ri n, Sonsuz Işık
ta rafı ndan kend ilerine i leti lmeye ça l ışılan ulvi mesajları he­
mencec i k idrak etmesini beklemek ya nlış olur, Yüce Madam.
Sizi tem i n ederim ki, ilahi başınızın taçlandırılacağı mutlu gü­
nün gelmesi artık a n mese lesidir."
Ta mas'ın sözlerinde en ufak tese l l i bulamayan Madam iki
ta l i hsizliğine lanetler okuyor, dövü nerek yerlerde yuvarla nı­
yordu .
"Sağ lığınız için end işe ed iyorum doğrusu. Kendinizi o ka­
dar hırpal ıyorsunuz ki, körpe bedeniniz gözleri min önü nde
e riyip g id iyor. Üç ay içinde tam elli beş g ram kaybettiğ inizi
anımsatma k istiyorum."
99
Berra k Y u rda k u l

"Yemeler içme ler sizin olsun!" dedi Madam i ki, gözyaşları


içinde. Benim dünya mal ında gözüm yok; ya lnızca tae ımı isti­
yorum ben . Artık sabrım tü ken iyor, üzüntüden neredeyse
kutsal a kl ı m ı oynatacağ ım!"

"Mera k etmeyin, Yüce Madam; sabrı tükenen tek kişi siz


değilsi n iz. Dünya nın dört bir yan ı nda son derece önem l i mev­
kilerde bulunan müritlerim izden a ldığım istihbaratlar, birkaç
hafta içerisinde herkesi n beklemekten usanacağını ve ulusla­
ra rası bir bildiri yayı n lana ra k '1' numaranın va r olmad ığının
resmen d uyurulacağını gösteriyor. Böyle bir duyurunun ya­
pılması, yeryüzündeki tüm insanların alnınızda taşımakta ol­
duğu nuz ilahi ' ı' sayısının kozm i k önem ini kabul etme k zo­
runda kalmasını sağlayacaktır. Bu mutlu gel işmelerin yaşan­
masına çok kısa bir zaman ka lmış olduğuna ka l p ça kramın
taaa derinlerinden inanıyor, sizin de a rtık e nd işelerinizi bir
yana bıra ka ra k çoktandır ihmal etm iş olduğunuz Bobogelizm
çalışmaları n ızı yeniden ele almanız gerektiğini düşü nüyo­
ru m."
Tam as'ın iyimser ta hm inlerini duyunca biraz toparlanıp
kendine çekidüzen veren Yüce Madam, bir süre düşündükten
sonra, "Aslına bakarsan, Bobogelizm meselele riyle uğraşmak,
erdem i n ve bilgel iğin ışığında boğulmuş olan kutsal zihnimi
oyalamak açısından faydalı olabilir," ded i . "Bana işlerim izin
nasıl g ittiğine dair biraz bilgi ver öyleyse ."
"S.S. döneminin işlerim izi son derece olumlu etkilediğ i n i
m üjdelemekten büyük bir sevinç duyuyorum, efe nd i m . Öze l­
l ikle büyük sayılıları n şerrinden koruyan muskalarımıza o ka­
dar yoğ u n bir ta lep var ki, bu ürünümüzün satışlarından elde
ettiğimiz muazzam gelirlerle dokuz yen i ü l kede Bobogelizm
merkezleri kurdu k."
"Kozmosa küskün olduğum için med itasyon adamdan
100
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

çıkmadığım gün lerde müritlerimden gelen mektupları ceva p­


Iadın m ı?" d iye sordu Madam i ki .
"El bette, efendim. Hepsini teker teker okudum ve sizin
ağzın ızdan yanıtlar verip, 'Yüce Madam' d iye imzalayara k
yol ladım. Mesela m e ktu bunda dünyevi meselelerle çok fazla
meşgul olduğunuzu düşündüğünü yazan bir müridin ize, dün­
yevi mesele lerle ilgilenmediğ iniz için m e ktubunu okumad ığı­
n ızı, dolayısıyla kendisine ceva p yaza mayacağ ınızı yazdım."
"Çok iyi etm işsin. Böyle leri n i iyi bil irim, çürü müş ba l ı k gi­
bi kokarlar. Bun lara cevap yazmaya değmez."
"Yazd ığım cevaptan memnun ka lman ıza sevi ndim, efen­
d i m . Sizin müritlerinizle daha evvel yapmış olduğunuz yazış­
m a ları örnek almaya ça lışıyorum."
"Aferin Tamas!" ded i Madam iki. "Yüce Madam'ını böyle
her kon uda örnek a lmaya devam edersen, Sonsuz lşık'a giden
yoldan şaşma m ış olursun. Şimdi n u rlu suretime hasret kald ık­
ları için kapıda bekleşen kullarımdan birkaçını içeri alabil irsin .
O n la rla bizzat görüşüp soru larına cevap vererek e n g i n bilgeli­
ğ i mden biraz olsun faydalanma larına müsaade etmeye karar
verdim."

M ü ritlerin i n oturduğu yerden yed i basa mak yüksekteki


bir platforma yerleştirilen tahtına kurulan Madam Iki, "içiniz­
de sayısı en küçük olan m ü ridim hangisiyse i l k soruyu o sor­
sun!" d iye buyurd u.
Bunun üzerine doğru lup Yüce Madam'ı selamiayan
binbeşyüzoniki sayılı genç bir kız, "Kutsa l yol göstericimiz
a l ı n la rında neden '1' değil de ' ı ' sayısının belirmiş olduğunu
bize açıklariarsa çok sevin i riz," d iyerek yerine geri oturdu.
Sorulan sorudan ötürü d uyduğu rahatsızlık her halinden

101
Berrak Yurda k u 1

belli olan Madam iki, "Aslında böylesine cahilce bir soruyu


yan ıtsız bırakmam gerekirdi," dedi. "Ama bu tartışmaya son
noktayı koymak niyetinde old uğ um için bu ilginç bile olma­
yan rezil sorunuza dürüst bir cevap bahşedeceğ i m . Kend i m i
eleştirmekten hiçbir zaman çekinip gocunmayacak derecede
erdem l i bir kiş i l iğe sahip olduğum bütün müritlerim tarafın­
dan bil inen bir gerçektir. Aydınlan madan evvelse en az bugün
bu salonda toplanmış olan siz tekamül etmemiş m üritlerim
kadar kibirli olduğumu inkar edecek değilim. Ancak ruh umun
Sonsuz Işık'ın içinde eriyip, bilinc imin kozmosun bilgeliğine
karıştığı o ulvi anda, alçakgönüllü olmanı n ne kadar güzel bir
meziyet olduğunu da kavradım . işte bu a lça kgönü llü lüğüm
' ı' numarayı Sons uz lşık'a bırakıp, kendi mü­
sebebiyledir ki,
tevazı alnıma ' ı ' numarayı yerle şti rmekle yetindim."
Mada m'ın vermiş olduğu b i lge ce ceva p üzerine salondan
al kışlar ve coşkulu tezahüratlar yü kse l d i . Müritle rinden gelen
tepkilerden memnun kalan ve keyfi yerine gelen Madam I ki,
bu kez sayısı oldukça yüksek olan talihsiz bir kulunun sorusu­
nu yanıtlamaya razı oldu.

"Yüce Ma dam bana bilineimi geliştirerek a lg ı ka pıları m ı


aralamama ya rdımcı olabilecek bazı egzersizler önerebil i rler
m i?" diye sordu kara bahtlı mürit.
"Iyi niyetli, fakat acınacak derecede ahmakça sorun uza
dürüst bir cevap bahşedeceğim," dedi Mada m i k i . "Ai n ı n ızda­
ki sayı, ru hunuzun pek az tekamül etm iş olduğu gerçeğini bü­
tün çıplaklığ ıyla gözler önüne seriyor. Bu d u ru m halihazırda
sahip olduğunuz pek cılız algı kapasitesi ve sefil bilinç d üze­
yiyle bile baş edemediğinizin ispatıdır. Sizin yerinizde olsay­
dım, bu zava llı algılarımı geliştirmeye ça balayara k küçü k a k­
lımı daha da fazla karıştırmaz, d e rt l erime yen i dertler ekle­
mezdim. Başka sorusu olan?"

102
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Yüce Madam, uzunca bir süred ir geceleri beni ziyarete


gelen ve Sonsuz I şı k'ın elçisi olduğunu söyleyen ilahi b i r varl ı k
aynı cüm leyi bi rkaç defa te kra rladıktan sonra ortada n kaybo­
luyor. S izden bu cümle n in anlamını tefsir etmenizi rica ede­
ceğ im."
"Ne d iyorm uş bu sözde Işık Elçi?" d iye sordu Madam i ki,
memnuniyetsizce.
"Şöyle d iyor: 'I nsan ları gece ziyarete gelen ve aynı cümle­
leri tekra rlad ı ktan sonra ortada n kaybolan Sonsuz Işık elçisi
d iye birşey yoktur."'
"Gülünç bile olmayan buda laca sorunuza d ü rüst bir cevap
ba hşedeceğ im," dedi Madam iki. "Kainattaki tek Sonsuz Işık
elçisi ben olduğuma ve hiçbir gece sizi ziyarete gelmemiş ol­
duğuma göre, bu ilahi varl ığın çok doğru sözler sarf etm iş ol­
duğunu bel i rtebilirim. Şimdi son bir soru yan ıtiayıp istirahata
çe kileceğim. Önümüzdeki gü nlerde üstlenecek olduğum
dünya ru hani liderliği ve kai nat Kozmik K ra liçel iği gibi yorucu
görevleri layı kıyla ye rine getirebilmem için zihnimdeki bilge­
lik okyanusunun fırtınalarını dindirmem gerekiyor."
Böylece ön sıra la rdan parmak ka ldıran, söz alabilmek için
kıvranan orta sayı lı bir beye konuşması için müsaade ve rd i .
"Yüce M adam, benim çok ciddi b i r hazımsızl ı k problem i m
va r. Bu rahatsızlığım yüzünden sık sık karın ağrıları çekiyo­
rum . Şu anda sizinle konuşurken dahi çekmekte olduğum bu
korku nç sancıyı d i nd irebilmem için önerebileceğ iniz ru hani
bir yöntem var m ı?"
"Önceli kle sizi sormuş bulunduğunuz mükemmel soru­
dan ötürü tebrik etmek iste ri m," ded i Madam iki. "Bu soru siz
değerli m üritlerime yaln ızca gaz sancıları n ı n değ il, tüm be­
densel acıların çabucak d i nmesini sağ layabilecek bir meditas­
yon tekniği öğ retmeme vesile olaca k. Uygulaması old ukça
10 3
B e rra k Y u rd a k u l

kolay olan bu tekn iği dilerseniz şimdi hep beraber yapa l ı m .


Fiziksel bir a c ı çe ktiğiniz zaman kendinizi bu acıyla özdeşleş­
tirmekten mutlaka kaçı nmanız gere ki r. Sonsuz l şık'a şükürler
olsun ki, ben bu gerçeğ i ayd ınlanma a n ımda öğrenmiş, o gün
bugündür dünyevi acıları n pençesinde çırp ınmakta n kurtul­
muş bulunmaktayım ... "
Ta m o a nda, "Ay, sırtımı bir şey ısırd ı, Ta mas!" d iye çığ lığı
bastı Yüce Madam. "Benim kutsal tahtımda börtü böce k ne
geziyor? Çabuk ayağınla ezip d ışarı at bu iğrenç yaratığı!
Ata rke n de a ntenierini e l lerinle kapat ki, içine g i ren herhangi
bir ibi is varsa bizi görüp konuşmalarımızı d i n leyemesin!"
Madam Iki böceğin ısırdığı yeri biraz ovuşturduktan sonra
m ü ritlerine dönüp sözlerine ka ldığı yerden devam etti:
"Acıyı dindirrnek için ya pmanız gere ken şey, zihninizdeki
'Ben acı çekiyorum,' düşüncesini 'Ben bu acı d eğ i li m,' düşün­
cesiyle değiştirmekten ibarettir. Kend i n izi acıdan ayrı bir yere
koyduğunuzda, size maddi veya m anevi rahatsızlık veren her
türlü duyguyu adeta bir film seyrederm işçesine uza ktan izle­
yerek yok edebilecek güce kavuşmuş olursunuz."
O rta sayı l ı bey bir süre gözlerini kapatıp konsantre olarak
Madam i ki'nin ta limatlarını uygulamaya ça l ı ştıysa da, pek
olumlu bir netice alamadığı yüzündeki ekşi ifadeden okunu­
yordu.
"Gördünüz m ü?" dedi Madam Iki, mem nuniyetle gülüm­
seyerek. "Sancılar nasıl da hemenceci k geçive rdi!"
"Maalesef geçmedi," dedi orta sayılı bey.
"Mümkün değil!" d iye itiraz etti Madam iki. " Belki de
geçm iştir, ama size geçmem i ş gibi geliyordur. Bir çeşit haya­
let acı olabilir. "
"Geçmek şöyle dursun, g itti kçe d a h a da şidd etleniyor,"
dedi orta sayılı bey.

104
Konuş maya n Tavus K u ş u C a m i o

"Te kn i kleri doğru uygu ladığın ızdan emin misin iz?"


"Söylediklerinizi ha rfiyen uyguladım."
"Binlerce yıldır başa rıyla uygulana n bu kusursuz tekn i k­
ten bir tek sizin netice a lmaman ız, çürük yumurtalardan bile
daha çürük bir ruha sa hip olduğunuzu gösteriyor!" d iye çıkıştı
Madam iki. "Belki de hazımsızlık probleminiz ça kran ızın bu ru­
şuk, ka rmanızın koku şuk olmasından kayna klan ıyordur!"
"Benimle bu şekilde konuşamazsınız!" dedi orta sayılı
bey. "Sizi derhal 'ı' numara l ı makama şi kayet edeceğ im!"
"M ürit müsveddesi seni, 'ı' numaral ı makamı kim kay­
betmiş de sen bulmuşsun!" dedi Yüce Madam.

ıo s
1&
"Şeytan Bey, lütfen kapınızı açar m ısın ız?"
Bay üçyüzyed i zili ısrarla çalmaya devam etti ve "Fazla
zamanınızı a l mayacağımıza dair söz veriyorum; ya l n ızca bir­
kaç dakika konuşmak istiyoruz," ded i kten sonra kulağını evin
kapısına dayayarak içeriden bir ses gelip gelmediğ i n i kontrol
etti.
Bay üçyüzyedi öyle kolay kolay pes edecek biri değ ildi ve
gerekirse yıllarca o evin önünde beklerneye son derece hazır­
dı. Kapıya yap ı ştırd ığ ı kulağı önce kıza rmaya, sonra hafif hafif
sızia rnaya ve uyuşmaya başladı. Yarım saatte bir kulak değiş­
tirme nin iyi bir taktik olabi leceğ ini düşündü ve saatini kurdu.
Sağ kulağıyla iki, sol kulağıyla üç defa nöbet tuttuktan
sonra ka pının ardından küçük bir pa rke g ıcırtısı işitince, "Şey­
tan Bey!" d iye seslendi heyeca nla. "Bizi ka ndıramazsın ız! Ev­
de olduğ unuzu b i l iyoruz. Lütfen b izi daha fazla bekletmeyi n
ve te klifim izi değerlendirin!"
"Şeytan sen i n babandır, eşşoğl ueşşek!" dedi, ka pının ar­
kası ndan gelen boğ u k ses. "Teklifin de yerin d i bine batsın!"
"Şirketimizin a raştırma geliştirme bölü m ü tüm mesaisini
sizi bulmaya harcadı, efendim," dedi bay üçyüzyedi. "Gece,
gündüz demeden çalıştılar."
"Şi rketinizin d e canı cehenneme!"
"Rica ed iyorum, bela okumayın ız, Şeytan Bey. Arkadaşla­
rı çok ted i rg i n ed iyorsunuz, efendim."
107
Berra k Y u r d a k u l

"Ben Şeytan m eyta n değ i l i m ! Bun ların hepsi beni yıprat­


mak isteyen düşmaniarım tarafından çıkarı lan ded ikod u lar!"
"Şeytan Bey, alnın ızda 666 yazdığını bil iyoruz, efendim.
B u gerçeğ i i n ka r etmenizin ne size faydası dokunur, ne de bi­
ze . "
"Pa lavra ! Düzmece! Benim alnı mdaki sayıyı kimse gör­
medi!"

"Sayı ları n be l i rdiği gü nden beri evinizden çıkmad ığınızı


ve kimseyle görüşmediğ inizi de bil iyoruz, efendim. S izce artık
g ü n ışığına kavuşmanızın, şeyta n l ığın ızla ba rışmanızın ve bu­
nu tüm d ünyaya i lan ederek insanların a rasında baş ınız dik
dolaşmanızın za manı gelmedi mi? Şeytan'ın hak ettiği iti barın
iade edilmesinin zamanı gelmed i m i?"

"Ben son derece d indar bir a i leden geliyoru m!" d iye ba­
ğ ı rd ı Şeytan Bey. "Şeytan ile işim olmaz!"

"Bu size m i lyarlar kazand ıra bilecek bir iş olsa bile m i?" d i ­
y e sordu bay üçyüzyedi.

"Uğ ursuz paranız cebinizde ka lsın!"


"Lütfen biraz makul olunuz. Bu parayla neler yapa bilece­
ğ i nizi bir düşününüz. Dilerse niz bütün kaza ncın ızı Tan rı adına
iyi l i kler ya pmak için kullana bilirsiniz. Cen netle cehennem
a rasında bir köprü oluşturabilir, Şeyta n'ın adının her yerde
m i n netle anı lmasını sağlayabilir, insanların Şeytan ile i l g i l i bü­
tün ön yarg ı larını sonsuza dek değ iştirebilirsiniz. Ya da örnrü­
nüzün sonuna kada r bu evde hapis kal ı r, ya paya l n ız yaşlana­
ra k ölüp g idersin iz ve sizi bir tek kişi bile anımsa maz; sonsuza
dek unutu lursunuz. Seçim sizin."

Bu sözler üzerine Şeytan Bey biraz düşündü ve "Doğru­


sunu istersen Şeyta n'a biraz haksız l ı k edildiğini ben de zaman

ıoS
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

zaman düşünmüyor değ ilim," dedi. Sesinden kap ıya biraz da­
ha yaklaşm ış olduğu anlaşılıyord u .
" M i lyarl ık, belki d e trilyon l u k b i r servet!" dedi bay
üçyüzyedi.
iki taraf da bir süre sessiz kaldıktan sonra yavaşça a ra la ­
n a n ka pının a rasından baş ı n ı d ışarı uzattı v e "Trilyon lar ded in,
değil m i?" d iye sordu Şeyta n Bey.

"Kontratınız hazır bile! Şurayı, şurayı, şurayı ve şurayı im­


za lamanız yeterli. S ize açı klad ığım gibi, bu kontratta tüm
şeyta n i haklarınızı firmamımıza devrettiğinizi be lirtiyor ve
benzeri bir a n laşmayı bizden başka hiçbir firmayla yapmaya­
cağ ınızı taa hhüt ed iyorsunuz. Reklamını yapacağınız ürün le­
rin satışından elde edeceğ i m iz gel irlerin be l i rl i bir yüzdesi si­
zin olacak. Bu yüzde, ürün satışlarında gözlenen artışa göre
kararlaştırılacak. Kısacası, şeytan i görevlerinizi tam olara k ye­
rine getirirseniz end işelenmenizi gere ktirecek hiçbir şey ka l­
m ıyor."
Şeytan Bey, bay üçyüzyediyi kolundan tutup bir kenara
çekti. "Delika n l ı, sen iyi eğitim görmüş bir çocuğa benziyor­
sun. Ayrıca sayının da bayağı küçük olduğu d i kkatimden
kaçmadı."
"Teşe kkü r ederim, efend i m . Sayımın düşük olmakla ka l ­
mayıp aynı zamanda asa l b i r sayı olduğunu eklemek iste ri m .
Övü nmek gibi olmasın, a m a bu projenin başına getiri lmemin
en önemli sebeplerinden biri sayı mdır."
"Her neyse ... Beni bu işe g i rmeye ikna edebildiğin için sa­
na güven iyorum . Aram ızda kalsın, ama be nim o kurnam yaz­
mam pek iyi değildir. Bu an laşmada çok uzun cümleler var;
okurken aklım karışıyor. Aca ba bir avukat mı tutsam?"

10 9
B e rrak Yurd a k u l

"Hiç mera k etmeyin, Şeytan Bey. Bu kontrat üçkağ ıtçı


avukatlara para kaptırman ıza değecek kadar karmaşık bir şey
değil. Ben zaten içinizin rahat etmeyeceğini ta hmin etm iş ve
şirketimizin avukatından kontratı bir de sizin açın ızdan ince­
lemesini rica etmiştim . Avukatımız beni kırmad ı ve her mad­
deyi sizin için dikkatlice okud u ktan sonra imzalaman ızda sa­
kınca görmed iğini bild i rd i . "
"Aferin sana, delika n lı!" d e d i Şeytan Bey. "Ai n ındaki sa­
yıyı hak edecek kadar zekiym işsin ! işte şimdi gönül ra hatl ığ ıy­
la imzamı ata b i l i ri m . "
"An laşmayı getirin!" d iye seslendi bay üçyüzyedi.
"Ya l n ız benim imzam biraz okuna ksızd ı r. Parmak bassa rn
yeterli olur m u acaba?"
"El bette . Parmağ ı n ızı birazcık kanatırsak neden olmasın?
Çocuklar, bize bir toplu iğne bulun baka l ı m ! Şu raya, şuraya ve
şuraya parmak basa rsanız . . . Evet, çok güzel! Tatsız form a l ite­
leri de a radan çıka rd ığ ı m ıza göre artık işe koyu labiliriz. Önce­
l i kle, şirketimizin bu proje için titizl i kle seçtiği p rofesyonel ler­
den oluşan bir ekip şeytan i imaj ınızı be l i rlernem ize yardımcı
olacak. Da ha sonraysa re klam çekim ierim ize başlayacağız."
Titizlikle seçi lmiş olan profesyonel lerden o luşan ekip, o
sırada şeyta nın imajı üzerine profesyonelce tartışmaya baş­
lam ıştı bile.
"Başını tıraş edelim," ded i bir profesyonel. "Kel ol ursa
daha korkunç görünür."
"Ne demek istiyorsun sen?" d iye itiraz etti kel bir profes-
yonel. "Bu sözlerin hiç de profesyonelce değil!"
"Gözlerine kırmızı lens taka l ım."
"Boyn uz ve kuyruk olmazsa olmaz!"
"Kızıl bir kostüme ne dersiniz?"
110
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Ne kadar demode! B u şeytan yepyen i bir yüzyı l ın şeyta­


nı! Metrose ksüel bir şeytan olmalı."
"Acı b i berli cips re klamından başlaya lım. Şeytan ile ortak
tutku n uz!"
"Bir tane alana, iki tane bedava?"
"Bu promosyon p rofesyonelliğe sığmaz! Senin g i bi bir
gerzeği ekibirn ize kim koydu?"
"Gerzek sana benzer şişko! Alnıma bak a l n ıma, kaç yazı­
yor? B i ndörtyüzaltm ışiki! O kuyamadıysan bir daha bak! Böyle
sayıyı sen değ i l alnında, rüya nda bile göremezsin! Nanik!"
"Bana sorarsanız, derhal Şeytan temalı b i r eğlence parkı
ya pmalıyız. Korku tünelleri, cehennem geçitle ri. .. "
"Yürü g it, yüzm i lyonküsur seni!"
"Be nce Şeytan Parkı fena fi kir değil! 'Adem'in Düşüşü'
adlı bir eğlence tasarlaya lım. insanlara önce bir ağacı n dalın­
dan e lma koparttı ra lım, sonra d a hepsin i bir uçurumdan aşağı
atalım."
"Nefis b i r buluş! Hatta Şeytan bizzat uçurumun kenarın­
da dursun ve herkesi aşağıya bizzat itsin!"
"iyice zırvalad ı n ! Koskoca Şeytan'ın başka işi gücü yok
mu? Herkesi tek tek nasıl itsin?"
"Kupalara, gömleklere, tabaklara, çanaklara, sepetlere,
pipetlere Şeyta n'ın fotoğ rafları n ı basalım."
"Bütün fotoğraflarda çıplak kızlar olsun."
"Çıplak kızlar mı!" d iyerek irkildi Şeytan Bey. "Böyle bir
rezalete asla m üsaade edemem . Ben son derece muhafaza­
kar bir a i leden gel iyoru m!"
"Sizi sessiz olmanız konusunda uya rmak zorundayım,
Şeytan Bey," ded i bay üçyüzyedi.
111
Berrak Y u rd a k u l

"Reklam çe kimleri sırasında m ı?"


"Hayır, örnrünüzün son gün üne dek! H iç itiraz etmeye
kal kışmayın, çünkü biraz evvel kanınızia i mza lamış olduğunuz
kontratta bundan böyle bizim izn i m iz olmadan te k bir sözcük
bile söyleyemeyeceğ i n iz net şekilde be lirti l iyor. Şeytan'ın ve
dolayısıyla şi rketimizin imajına zara r ve rebilecek açıklamalar
yapman ızdan çekindiğ i m iz için bu önlem i almak zoru nda kal­
dık."
"Başlarım şimdi şirketi nizin imaj ı nal Hem bana 'Şeytan
Bey' deyip d u rmayın, asabım bozuluyor! S ize Şeytan olmadı­
ğımı kaç defa söyleyeceğim!"
"Bal g i bi de şeytansın işte !" d iye bağ ı rd ı, sabrı taşan bay
üçyüzyedi.
"Ooo, şimdi sen l i ben l i olduk bakıyorum ! " dedi Şeytan
Bey.
"Burada bu kadar profesyonel sana 'Şeytan Bey' dediği­
m ize göre bir bildiğimiz var herhalde, değil m i? Bizi de kend in
g i bi kuş beyi n l i m i sand ın?"
"Sen Kara n l ı klar P re nsi ile ne biçim konuşuyorsun, zibi­
di!" d iye kükredi Şeytan Bey.
"Işte !" dedi bay üçyüzyedi sevinçle. "Duyd u n uz mu? En
sonu nda Şeytan olduğunu kend isi de ka bul etti!"
"Siz daha kısa pantelonla geze rken ben cehennemde cirit
atıyordum bacaksızlar!" d iye bağ ı rd ı Şeytan bey. "Şeytanlı­
ğımın bana verm iş olduğu otoriteye dayanarak hepinizi lanet­
l iyorum ı"
"Maalesef bizi lanetlerneye yetkin yok," dedi bay
üçyüzyedi. "Kontratı n yetm iş sekizinci maddesinin üçüncü
paragrafında şirketimizin hiçbir ça l ışan ı n ı cehenneme gönde­
remeyeceğin açıkça belirtil iyor."
112
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Sizin g i b i lerle a n laşma imza layacağ ıma boynuzum dev­


rilseyd i!" dedi Kara n l ı klar Prensi. "Cennetten kovulduğumdan
beri böyle ıstırap çe kmed im!"
17 Ba!:J Dokuz'ım.
ivıtikaW\ Saati

Bay dokuz, sayılarının küçü klüğüne bakar bakmaz işleri­


nin ehli oldukla rı a n laşılan yen i avukatları bay kırkı sol, bay
kırkbiri sağ tarafına oturtm uş, genell i kle öne m l i iş görüşmele­
ri için buluştukları barın en sessiz köşesine yerleşm iş, beyaz
şarabını büyük bir keyifle yudum layarak o rtağının gelişi n i
beklerneye koyulmuştu. E s k i dostuna karşı yıllard ı r sinsice
planlamakta olduğu saldırıyı başlatacağ ı, yüreğ inin derinle­
rinde g izlice bi rikti rd iği kin ve öfkeyi ra hatlıkla kusa bileceği
gün gelip çatmıştı en sonunda. Çok kısa bir süre sonra a rkası­
na yaslanacak, kendini bildi bileli onu ezmek, özgüvenini yok
etmek için e l i nden geleni a rd ına koymayan baş belasının
mahvol uşunu izlemenin tad ını ç ı karacaktı ve bu dünyada bay
dokuz için onun yıkımını izlemekten daha zevkli hiçbir şey
olamazd ı .
Aynı gün, aynı saatte, aynı semtte, u z u n yıllardan beri e n
yakın a rkadaş o l a n iki kad ı n ı n bebekleri olara k açm ışlardı
d ünyaya gözlerini. Bay dokuz, hiçbir zaman sevmediği bu zo­
ra ki a rkadaşla bera ber büyümeye, bera ber oyna maya ve ayn ı
okula g itmeye a nnesi ta rafından mecbur edilm iş, çocukluğun
kendine has zevklerini onunla payla şmanın üzüntüsünü bir
mahkumiyet gibi sürdürmek zorunda bıra kılm ıştı. Yaşı i lerle­
yip, kişiliği ve i radesi gel iştikçe her fı rsatta çıkard ığ ı kavga lara
ve ondan yaşa m ı n ı n sonuna dek kopa biirnek adına verdiği
tüm mücadelelere rağmen i l işki leri deva m etm iş, sanki gö­
rünmeyen eller tarafından birbirlerine doğru itil iyorlarm ış gibi

11 5
Berrak Y u rdakul

e n inde sonunda kend ini yine onun yanında bulm uştu bay do­
kuz. Her konuda kendisine üstünlük taslayan, oyu n la rı daha
iyi oynayan, ağaçlara daha iyi tırmanan, derslerde daha başa­
rılı olan, kızların daha çok beğendiği bu uğursuz adamın göl­
gesi yaşamının üzerinden bir türlü kalkmam ış, mutlu luğunu
ve h uzuru n u emen bir va mpir gibi boyn una yapışan bu varlık­
tan hiçbir şekilde kurtu lamam ıştı. En nihayetinde bay dokuz
da doğdukları günden beri etrafiarındaki herkesi etkisi a ltına
alan, kend ine hayran b ı ra kan, ufacık bir ricasını bile itaat
edil mesi gere ken bir emre dönüştüren karizmatik adamın bu­
yurgan büyüsüyle baş edilemeyeceğine inanm ış, onları bir
a raya getirmekte ısrar eden olayla rla mücadele etmeye ça­
lışmaktan vazgeçm iş ve tamamen pes etm işti .
Yıllar böylece gelip geçm iş, bay dokuz hayatın a kışına iç­
ten içe ölesiye nefret ettiği o adamla bera ber bir şi rket kur­
maya razı olacak kadar teslim olmuştu. Yaşamı boyunca ser­
g i lediği kendini beğenmiş ve kibirl i tavırlarını iş hayatında da
sürd üren ortağı, şi rketlerinin elde ettiği bütün başarıları tek
başına sa hiplenmeye kal kışm ış, bay dokuza kend ini beceri k­
siz ve değersiz hissertirmek için elinden geleni a rd ı na koy­
mamıştı. B ütün girişim leri yapan, kara rları a lan, stratej i leri
beli rleyen, ihaleleri kazanan ve onları azımsanmayacak bir
servete kavuşturan ortağıyd ı, ama aslında bütün o işleri, hat­
ta daha da iyi lerini bay dokuz da ra hatlıkla yapa b i l ird i. Bay
dokuza yine kendini göstermesi için fırsat verilmemiş, başarı
kaza nma i m kanı tanınmam ış, her zamanki g i b i a rka pla nda
bırakılm ıştı.
işte bütün bu nedenlerden ötürü, bir ömür boyu ona ar­
kadaşlık maskesi altında çeşitli işkenceler çektiren, cehennem
azapları yaşatan, ruhunu kıskançlığın ateşleriyle ya kıp kavu­
ra n o adamın kesin l i kle hadd inin bild iri lmesi, ceza land ı rılması
hatta m ü m künse yok edilmesi gerekiyordu. Onu ortadan kal-
ıı6
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

d ı rmayı başara bilirse hayatında bir kez olsun h uzur bu lacak,


ge leceğe umutla bakacak ve özg ürlüğüne kavuşacaktı bay
dokuz. Peki, a m a adeta tanrılar tarafı ndan kayırı larak yaratı­
lan (ki tanrı lara, şeytan la ra, meleklere ve benzeri türden h iç­
bir saçmalığa inanmaz, bilimse l l i kte n ve akılcılıktan uzak ma­
sa llara oldum olası iti bar etmezd i bay dokuz) her türlü koşu l­
da dört aya k üzerine düşen biriyle nasıl başa çıkıla b i l ir, onu a lt
edecek bir d u ru m nasıl ol uştu ru labilirdi?
Bay dokuza gere ken mucize, bütün hayal lerini süsleyen
öç alma fırsatının asla ortaya çı kmayacağına ikna olduğu, ye­
n i lg iyi büsbütün ka bul lend iği zaman gerçe kleşm işti. Yeryü­
zündeki bütün insanların a l ı nları n ı n ortasında bir raka mla
uyandığı günün sa bahı nda, bay dokuzun be nliği nde bu olaya
dair tek bir soru oluşm uştu : Onun sayısı kaç? Kendi sayısının
dokuz oluşu bir pa rça içini rahatlatıyordu el bette, sonuçta
dünyada ondan daha küçük sayılı ya lnızca sekiz kişi vard ı . O
namussuz yine ya pacağını ya pmış, başını '3' veya 's' ya da da­
ha beteri 'ı' numarayla taçla ndırm ış ola bilir m iydi?
içi içine sığm ıyordu bay dokuzun, onun sayısını gözleriyle
görüneeye dek ra hatlaması söz konusu ola mazd ı. Evinden
koşar adımlarla ayrı ldı, a rabasına atlad ı ve soluğu düşmanının
kapısında a ld ı . Zili çala rken ka lbi ye rinden fırlayaca k g i b i atı­
yord u. En sonunda ta l i h i yaver g itmiş m iydi? Şans bu defa
onun yüzüne g ü lecek m iydi?
Kapı yavaşça a ralanırken heyeca ndan başı dön meye baş­
lad ı, bayı laca k g i b i oldu, ama son bir çabayla bakışları n ı o tik­
sinti ve rici başa doğru kald ı rd ığ ı nda gördüğü sayı karşısında
tarifsiz bir tatmin duygusuna ka pıldı. Bin lerce yıl önce yıkılıp
giden görkemli imparatorlu kların insanoğ lunun hafızasına
sığ mayacak kadar eski za manlardan beri toprağa gömülü
olan hazine sandı kları gün ışığına çıkarı laca k, içlerindeki el­
maslar, zümrütler ve ya kutlar aya klarına serilecek, oracıkta

117
Berrak Yurdakul

dünyan ı n en zengin adamı ilan edi lecek olsa duyabi leceğ i se­
vinç bile o andaki hisleriyle boy ölçüşemezd i .
Hayal görmed iğinden emin o l m a k i ç i n tekrar tekrar ba ktı,
bütün d i kkatini toplayara k sıfırları defalarca sayd ı bay dokuz.
H iç kuşku yoktu; tam 'dokuzyüzm i lyon' yazıyordu lanet olası­
ca herifin a l n ında! Bir türlü gelmek bilmeyen bir sevg i l i gibi
be klediği o anı yaşıyordu nihayet; zaferinin g ü ndoğu mun­
dayd ı !

B a y dokuz b u müthiş galibiyetinin a rdından mutl uluk


sarhoşluğuna kapılmam ış, aksine derhal hare kete geçmiş ve
kendine uzun vadede sayısının küçüklüğünden istifade ede­
re k ona verebileceği zararları tam olara k a n iaya bilmesi için
yol göstermek üzere; hepsi de kend isi gibi küçük sayılı ve kıv­
ra k zeka l ı kişi lerden ol uşan bir danışmanlar ordusu kurmuştu .
Ekibiyle beraber yürüttüğü ça l ı şmaların meyve leri n i kısa sü­
rede toplam ış, S.S. dönem inin başlad ığı g ü nden beri ticari
kan u n la rda ya pılan değişikl ikler sayesinde küçü k sayılı ortak­
lara verilen ayrıcal ıkları kul lanara k şi rketin bütü n h isse lerini
hiç ödeme yapmadan ele geçirmenin bir yolunu bulmuştu.
Bay dokuzun başa rıları bu kadarla da kalmayacaktı el bet­
te; önündeki te k engel olan düşmanını ortadan ka ldırd ı kta n
son ra, sayısı n ı n küçü klüğünden aldığı güçle serveti n i ve itiba­
rını artı racak, i ktidar sahibi olacaktı. Üste l i k o a kşam oradan
çıkınca Sayısı Yüzden Küçük Olan Seçkin ve Kutsanmış Varl ık­
lar B i rade rliği'nin toplantısına katılaca k ve d ünyadaki e n
önem l i, en g üçlü kişilerle ta nışma fırsatını yakalayaca ktı .
Kapıldığı haya l lerin ve rdiği zevk ve heyecandan ötürü
tansiyonu yükselen bay dokuzun tombul başından aşağı oluk
oluk ter boşa lmış, gömleğinin yakası sırılsıklam olmuştu. Tuğ­
la reng i c i l d i ya klaşmakta olan i ntika m saati nin yarattığı he­
yeca n ı biraz olsun yatıştıra bilmek için içtiği şarapla rın da etki-

118
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

siyle iyice kızarm ış, yuvarlak yüzü g ü n batı m ı n ı andıra n bir


re nge bürünm üştü.
Açı lan bar kapısından içeriye her zamanki zarif tavı rlarıyla
süzülen bay dokuzyüzm i lyon un görüntüsü, bay dokuzu dal­
dığı tat lı düşlerden uyandırd ı .
B a y dokuzyüzm i lyon esmerd i, zü m rüt yeşili gözleri vardı,
atietik ya pılıydı. Omuzlarına d üşen siyah saçları sımsıkı a rka­
ya çe kilip örülmüştü. G iyrne kten asla vazgeçemediği kırmızı
ta kım e l bisesine rağmen ya kışıklı görün üyord u . i çeriye adeta
ışıklar saçara k adım atan bu adamdan etrafa yayı lan tuhaf ca­
zi be, karşı cinsin gözünden elbette ki kaçm adı. Mekanda bu­
lunan bütü n kad ı n la r aynı anda başını bay dokuzyüzmi lyona
doğru çevirip, onu tepeden aşağı inceledi .
Beraber oldu kları her yerde tekrarlanan bu tanıdık sahne
yüzünden bay dokuzun bir a n içi sızladı, ama düşma nının ha­
yatını karartmak üzere olduğunu d üşününce hemen yatıştı,
yen iden neşelend i .
"Hoş geld in," dedi bay dokuz. Ayağa kalkmam ış, e l i n i so­
ğukça uzatıp olabi lecek en mesafe l i şekilde tokalaşmayı ter­
cih etmişti. "An laşılan göz alıcı re nkler giyrnekten hiç vaz­
geçmeyeceksin."
"Sana bunu daha önce de anlatm ıştım," ded i bay
dokuzyüzm i lyon etrafına bakınarak. Karşısındaki adamların
üçü de geniş koltu klara yayı lmış, ona küçücük bir sandalye
ayırmıştı. "Ya radılış iti barıyla fazlasıyla heyecanlı ve enerj i k
insanların çevresi kırm ızı renkle kuşatılı rsa, bedenle ri buna
hemen tepki ve rir ve kişi kend i n i içsel olara k kırmızının zıdd ıy­
la, ya n i yeşil renkle kuşatıp dengelerneye çalışır. Bu da onun
sakinleşip rahatlamasını sağlar."
"Kim bilir bu uydurma bi lgiyi hangi masa l kita bından
edi nd in,'' dedi bay dokuz, a layl ı bir ton la. "Kita p okumaya ge­
reğ inden fazla meraklısın. Başlıca kusurlarından birid i r bu."

11 9
B e rra k Y u rd a k u l

Bay dokuzyüzm i lyon a rkadaşının eleşti risine hiç ald ırış


etmeden kendisine ayrılan sanda lyeye oturup garsona bir şişe
şampanya sipa riş ettikten sonra, "Bunlar kim?" d iye sordu,
bay kırk ve bay kı rkbi ri işa ret ederek. "Yeni avu katların m ı?"
"Evet," dedi bay dokuz. "Doğru ta hmin ettin."
"içimden bir his beni buraya hisse lerime e l koyduğunu ve
bütün mal va rlığımı zim metine geçirdiğini söylemek, beş ku­
ruşsuz ka ldığımı müjdelemek için çağırd ığ ı n ı söylüyor," dedi
bay dokuzyüzmilyon. Konuşma tarzı, ta hminle ri doğru çı ksa
bile başına gelecekleri çok önemsemeyeceği izlenimini uyan­
d ı rıyord u .
" H e r zamanki g i bi öngörü lüsün," d iye cevap verd i bay
dokuz. "Ne yazı k ki, olacakları önceden kestirebilme yetene­
ğin bu defa sen i kurta ramayaca k. Yıkımını hazırlaya n planın
üzerinde avukatlarımla bera ber durmaksızın ça lıştık, her şeyi
en ufa k detayına kadar düşünerek kusursuz şekilde hazırlan­
dık. Bugün senden i nti kam ı m ı a labiliyorsam, başa rımda onla­
rın da büyük katkıları olduğunu yadsıyamam."
Bay dokuz sözlerini b itirince m uzaffer bir komutan eda­
sıyla a rkasına yasla n ı p keyifle purasunu yaktı. Sağında ve so­
lu nda oturan avukatla rı, patronlarının konuşmasını o kadar
beğenm işti ki, başlarıyla tasd ik etmekle yeti nemeyip a l kışla­
dı.
"Benden neyin intikamını a l maya çalıştığını anlaya m ıyo­
rum," dedi bay dokuzyüzm i lyon şaşkınlıkla.
"Neyin olacak? Ben i yıllar boyunca aşağ ılaman ın, küçüm­
semenin, gölgede bıra kmaya ça lışmanın intikam ı!"
"Böyle hissettiğini bilm iyordum; bunları duymak benim
için gerçekten çok üzücü," dedi bay dokuzyüzmilyon . Sözle­
rinde sam i m i olduğu hissed i l iyordu, ama bay dokuzun en
ufa k bir taviz vermeye, geri adım atmaya niyeti olmadığı bel-
120
Konuşmayan Tavus Kuşu Ca mio

l iyd i . "Seni her zaman en yakın dostum olara k gördüm, hep


korumaya ça lıştı m."
"Korumakm ış!" d iye g ürledi bay dokuz. "Benim sen i n ta­
rafı ndan koru nmaya i htiyacı m yok, hiçbir zaman da olmadı!
Hayatımı bir kabusa, hatta cehen neme çevird i n . Benim yal­
n ızca senden sonsuza dek kurtul maya ihtiyacım va r! Senin
ma hvo lmana, yok olmana ihtiyacım var!"

Bay dokuzyüzm i lyon acele tepki vermemeye, soğukkan­


lılığını mu hafaza edere k düşün meye ça l ıştı . Bütün kötü huyla­
rına, zekasını ve yeteneklerini aşan hırsiarına rağmen sevd iği,
gözetmesi gere ken yaramaz ve kaprisli bir küçük kardeş ola­
ra k kabul ettiği o adam kendisinden öylesine nefret ettiğine
göre be lki de gerçekten kaba hatliydi . Belki yard ı m ettiğini
zannederken aslında onu ezmiş, farkında olmadan özgüveni­
ni zede lemişti.

Doğruyu söyle mek gerekirse bay dokuzyüzmi lyon son


zamanlarda a rkadaşlıklarında yol u nda g itmeyen bir şeyler ol­
duğunu d uyumsamış, ama bunu fazla önemsememişti. Hiçbir
önlem a l ma gereği d uymam ış, hare kete geçme miş, a rkadaşı­
nı karşısına a l ıp konuşmamış ve sorunların kend il iğinden çö­
zülmesini beklem işti.

Bay dokuz ise susku nluğa bürüne re k içsel bir hesaplaş­


maya g i rişen bay dokuzyüzmilyonun yüzündeki ifadeyi d i k­
katle i nceleyerek onun neler hissettiğ ini kestirmeye ça l ışıyor­
du. Adamın seri n kanlı ve telaşsız duruşu, kaderine razı olmuş
görünmesi biraz canını s ı ktı.
"Kom i k olan ne, bil iyor musun, dostum?" dedi bay
dokuzyüzm i lyon, uzun süren bir sessizl i kten sonra . "Sahip ol­
duğum şeyleri e l imden a lman umurumda bile değil. Kendine
avu katlar tutup planlar yapmak yerine gelip benden istemiş

121
B e rrak Yurd a k u l

olsaydın, zaten sana hiç tereddüt etmeden her şeyim i verir­


d i m . Aslına ba karsan başarıyla, para kazanma kla, statü sahibi
olmakla hiçbir zaman çok ilgilenmedim, ama Farkedilmesi Ge­
reken Bir Gerçek Olduğunu Farkedin; Ilk Ad1m Budur kita bını
okuduğum günden beri bütün bunların ne kadar önemsiz ol­
duğunu çok daha iyi anladım. Kepekuş adlı yazarın görüşleri
içimde büyük bir değişim i n, ben l iğ imde bir çatışmanın baş­
lamasına yol açtı. Artık ya l n ızca gerçeği a ramak üze re yollara
düşmek ve kalan günlerimi bir an bile yılmadan bu arayışı
sürdüre re k geçirmek istiyorum . Ömrümü yaşam ı n g izem leri­
n i, başka varoluş biçimlerini, değişik algılama yöntem lerini
a raştırmaya adamaktan; zihnimin kontrolünü bütünüyle ele
geçirmekten ve en önemlisi benliğimin sırları n ı çözerek ken­
dimin efendisi olmaktan başka a rzum kalmadı."
"Başındaki o gudubet sayıyla istesen de kendinden başka
bir şeyin efendisi ola mazsın zaten," d iyerek u puzun bir kah­
kaha attı bay dokuz.
Konuşmaya hiç karışmadan din leyen, patronlarının söy­
lediği her sözün ardından başını sa liaya ra k onayiayan avukat­
lar da onunla bera ber güldü.
"Bunda gülünecek bir şey görmüyorum," dedi bay
dokuzyüzm i lyon. "Sen başka ları nın efendisi olmak istiyorsun,
bense kendim i n . Ara m ızda ki bütün fark bu."
" Böyle saçmalıklara kapılıp g itmene hiç şaşırmadım," di­
ye cevap ve rd i bay dokuz. "Se n i tanıdığım günden beri her
türlü safsata n ın, kafa karıştırıcı ruhsal teorinin, a kla ve mantı­
ğa aykı rı, bil imse l l i kten fersa h fersah uzak batıl i nançların et­
kisinde ka lmaya yatkın bir kişiliğin, son derece zayıf bir iraden
olduğunu d üşünmüşümdür."
"Ne d iye bilirim? Aklı m ı n sınırları n ı zorlayan, hatta aşan
düşünceler bana oldum olası çok çekici gelm iştir."
122
Konuşmaya n Tavus Kuşu Camio

"Dünyevi a rzularından tamamen kurtu l u p kendini ru hani


a rayışlara adadığına göre, kız a rkadaşını e l i nden aldığımı,
onun seni hafta lard ı r ben i m le aldattığını da itiraf etme kte bir
sakınca görmüyorum," dedi bay dokuz. "Bu h a beri yen i ka­
za ndığın bilgeliğe yakışan bir olgunl ukla karşılayacağ ını ta h­
m i n ediyorum . Ne de o lsa doğanın ka nunu böyledir; kad ı n la r
h e r zaman sayısı d a h a küçük olan erkeklere g ider v e sen d e
ta kdir edersin k i , bu koca dünyada sayısı ben i m ki nden düşük
yaln ızca se kiz kişi var."
Kız a rkadaşının kend isini bay dokuzia aldattığını d uyunca
içinde hızla büyüyen ve patiayarak d ışarı vurulmak isteyen
büyük bir öfke dalgası hisseden bay dokuzyüzm i lyon, bu
d uyguya teslim olmak yerine hemen Kepe kuş'un kita bında
yazan tekni kleri uygu lamaya başladı. Nefesine oda klanara k
sa kinleşmeye, kendini o l a n biten leri n dışında d u ra n bir seyirci
gibi izlemeye ve içi nde oluşan hisleri i ncele meye ça lıştı. Bu
defa a l ışkanlı kları ndan kaynaklanan otomatik tepki lerin kur­
ba n ı olmayacak, herhangi bir kızgı n l ı k a nında h issed ilmesi ve
yapılması gerekenle ri kayıt a ltına a la ra k bir pa ket program
haline getiren, benzeri bütün durumlarda te krar tekrar önüne
süre re k aynı kal ı plar içinde hare ket etmesini e m reden belle­
ğinin ve yaşa m ı n ı d üğmesine basılan bir makine g i bi davrana­
ra k sürdürmesine yol açan zihninin beraberce kurdu kları o
bildik tuzağa düşmeyecekti.
B i r süre daha derin soluklar a l ı p kend i n i gözlem led i kten
sonra sa kinleşip a rkasına yaslanara k, "Kız a rkadaşımı e l imden
a lmadın çünkü o h içbir zaman bana a it olmadı," ded i . "Eğer
onu benden daha fazla m utlu edebil iyorsan bu beni ya lnızca
sevi ndi ri r. Maddi kon ulara gelince . . . Benim sahip olduğum
şeylere böylesine kıymet verdiğine göre, onlara benden daha
çok i htiyacın var demektir. Bu yüzden yaln ızca şirketteki his­
seleri m i değ i l evi m i ve a rabamı da sana veriyorum, dostu m.
Güle g ü le kullan."
123
Berrak Y u rd a k u l

Bay dokuzyüzmi lyon anahtarlığını cebinden çıkarıp ma­


sanın ortasına fı rlatırken bay dokuzun yüzüne görülmeye de­
ğer bir şaşkı nlık ifadesi yerleşmişti.
"Bankada biraz birikmiş param var," dedi bay
dokuzyüzmilyon, cebinden küçük bir çek defteri çıkarıp bay
dokuza doğru uzatara k. "O nu da a l ı rsan bana büyü k bir iyi l i k
ya pmış ol ursun."
Bay dokuz düşman ının içi nde bulunduğu korkunç du­
rumda verd iğ i tepki lere ve söylediklerine inanam ıyor, uğradı­
ğ ı felaketle r yüzünden aklını tamamen kaybettiğini düşüne­
re k keyifleniyord u . Çek defte rin i eline alıp şöyle bir ba ktıktan
sonra sevi nçli bir kahkaha patlattı.
Sağında ve solunda oturan avu katları da patronlarının
hemen a rkasından onunkine benzer ka hkaha lar atıp g ü lmeye
başladı.
"Seni bu kada r neşelendirebilmem ne g üzel," dedi bay
dokuzyüzmilyon. "Yine de bilmeni isterim k i, sen beni yen i l ­
g iye uğratm ış değilsin. B e n h e r şeyim i sana kendi i rademle,
kendi rızam la, bilere k ve isteyerek verd i m . Yaşa m ı m ı n bun­
dan sonra ki bölümünde ta kınacağım tavır da hep bugünkü
gibi olacak. Yaratılış benim karşıma iyi veya kötü ne çıkarırsa
çıka rsın onu kabul edecek, hatta kend i seçim i m olarak bağrı­
ma basacağım . . .
N e yazık ki, benden aldığın şeyler sana mutl u l u k getirmeye­
cek, çünkü mutlu olabilmek yetenek gere ktiri r ve o yetenek
sende kesi n l ikle yok."
"Ağzından çıkan saçmalı kların doğru l uğuna gerçekten
inan ıyorsun, değil m i?" d iye sordu bay dokuz.
"Inanç doğru bir sözcük değil" d iye cevapladı yanıtladı
bay dokuzyüzm i lyon. "Kör bir adam ışığın varl ığına inanır.
Gözleri gören biriyse ışığı tan ı r ve bilir. Bilen birinin artık
inanmaya i htiyacı kalmam ıştır."

12 4
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Okuduğun bir kitapta hayatın anlamını buld un, öyle m i?


Birdenbire ayd ı n land ın, yaşa m ı n sırlarını çözd ün . . . "
"Öyle bir şey iddia etmedim," dedi bay dokuzyüzmi lyon,
gülümseyerek. "Farked ilmesi gereken bir gerçek olduğunu
farkettim ve kend i m i değiştirmeye kara r ve rd im, o kadar."
"Bak bu kararına sevindim doğrusu," dedi bay dokuz.
"Beş parasız ka ldığın günlerde şampa nya içmek ve göste rişli
takım elbiseler g iyrnek g ibi eski a l ışka n l ı klarını sürd ü rmen
pek mümkün değil. Alnında taşıdığın utanç verici sayıyla bir
işe ka bul edilip çalışma ihtimalin de oldu kça düşük görünü­
yor. Belki meslek olara k dilenciliği denemelisin, çünkü ger­
çekten acınacak durumdasın."
"Tam tersi, dostum. Ben i htiyacım olan her şeye sah i bim,
sense bir d i lencisin. Dilencilik insanın hayata bakışıyla ilgili bir
durumdur; sen i n zihnin sahip olduğundan daha fazlasına ihti­
yaç d uymaya deva m ettiğ i sürece d i lenci olara k ka lmaya
mahkumsun. Ben de, o gün karnını doyu ra bilecek kadar ye ­
mek bulduğunda yetinip g ü l ü mseyebilen bir d i lenci de daima
senden daha zengin olacağız. Sen hep almaya, daha çok al­
maya çalışırken ben de sa h i p olduğum her şeyi vermeye ça lı­
şıyor olacağ ı m ve buna rağmen hep senden daha zengin bir
adam olarak kalacağ ı m . Isteyen biri çıkar çı kmaz şu üstüm­
deki takım elbiseyi bile büyük bir mutlulukla hediye edece­
ğ imden emin olabilirsin. Bugün burada sana bütün servetim i
hiç gözü mü kırpmadan verd iğ i m g i b i . "
"Senin g i b i bencil bir a d a m n e zamandan beri başka ları­
nın başlarına gelen felaketlerle ilgileniyor?" d iye sordu bay
dokuz. "insanlığa h izmet edere k kurtarılmayı mı umuyor­
sun?"
"I nsanlığa hizmet ettiğ i m fa lan yok. B ütün fazlalı kların­
dan kurtula bilenler özgü rlüğe adım atar. Her şeyimi benden
daha çok ihtiyacı olan lara vereceğim ve bunu kendim için,
12 5
B e rr a k Y u rd a k u l

özg ür olabilmek için yapacağ ı m . Gördüğün gibi, her zamanki


g i bi be ncilim . . . Kurtarıcı a ram ıyorum çünkü bir insanın kend i ­
n i a n c a k kendisin i n kurtarabileceğ ini biliyoru m . Karşıma ba na
kend i m i nasıl kurta racağıma dair bir yöntem öğ retebi lecek
kişiler çıkacak olursa, onların yardımları n ı seve seve ka bul
ederi m . Yolculuğumun bel l i nokta larında değişik re h berlerim
ola b i l i r, ama kend i m i n efendisi olarak kalmayı sürdürürüm."

"Re h ber m i? Benim bildiğim, rehber eşliğ inde ya pılan


yolculuklara tu ristik gezi denilir!" Patronlarının yaptığı espriyi
ne kadar beğendiklerini abartılı b irer kahkaha atarak göste­
ren avukatlarıyla kadeh tokuşturdu bay dokuz.
"Hiçbir şey anlam ıyorsun," dedi bay dokuzyüzmi lyon.
" Düşünce lerin ya ke ndini benden ne kadar aşağı gördüğün
dü ne, ya da ben i m her şey i m i ele geçirmenin mutl uluğunu
yaşayacağın yarına a it. Bense geçip giden ve a rtık değiştiri­
lemeyecek olan dünü ve belki de asla gelmeyece k olan yarını
düşünere k yaşamaktan yoruldum. Artık her a n olmam gere­
ken yerde, gözlerim i n tam a rkasındayım ... "
Bay dokuzyüzm i lyon son sözlerini söylerken nedense gö­
rün meye n bir varl ık ta rafı ndan gözetlendiğine dair tuhaf bir
h isse ka pılmış, tüyleri ürpermişti.
"Sen i n le tartışacak bir şeyimiz kalmadı," ded i bay dokuz.
"Ainımızdaki sayıların a rasındaki fark, hangim izin daha üstün
olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Artık buradan kalkıp g itme­
n i istiyoru m . Yaşamın boyunca da bir daha asla karş ıma çık­
ma!"
"Nasıl istersen," dedi ve ayağa kal ktı bay dokuzyüzm i lyon.
"Hoşça kal!" Arkasını dönüp kapıya doğru birkaç adım attık­
tan sonra bay dokuzun seslendiğ i n i işitti.
"Az kalsın söylemeyi unutuyord u m ! Küçü kken kaybolan
bir ked in vard ı ya . . . Onu ben öldürd ü m ."
126
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

Bay dokuzyüzm i lyon o son cümleyi d uyduğu anda yüre­


ğine yumruklar inmiş g i b i sarsıldı. Bedeni bir ya prak g i b i titri­
yor, aya kta durm a kta güçlük çe kiyor, gözlerinden aşağı sicim
gibi süzülen yaşiara engel alam ıyordu. Bir a n üzüntüden bayı­
lacak g i b i oldu, ama kontrolünü kaybetmemeye ça l ışarak
döndü ve yavaşça masaya doğru yürüdü.
"Kazandığını zanned iyorsun, ama asıl kaybeden sensin,"
dedi bay dokuza, gözlerini onunki lere kilitleyere k. Karşısında
oturan üç adama ayağının a ltına a l ı p ezmesi gere ken birer
böcek gibi iğrenerek ba kıyord u . "Ve bundan sonra da hep sen
kaybedecek, h içbir şey elde edemeyeceksin. Elde etsen bile
fark etmeyecek aslı nda, çünkü ölüm gelecek ve biriktird iğin,
üst üste yığdığ ın, istiflediğin her şeyi elinden a laca k; paranı,
gücünü, kimliğini, statünü küle döndürece k. Ama sen zaten
ölüm gelmeden çok önce h ı rsının kurba n ı olacaksın. isted iğin
ve a rzu ladığın şeyleri değil, kendine benzeyen şeyleri üzerine
çekeceksin ve onlar se nin sonunu hazırlayacak! Evet, dostum.
Sen e ninde son unda kendine benzeyen bir şeytana h izmet
edeceksin!"
"Bu bir beddua mı?" d iye sordu bay dokuz. "Beddualara
ve şeytaniara zerre kadar inanmadığ ı m ı bildiğ i n i za n ned iyor­
d u m . Bana göre evrende b i r tek Şeyta n va r, o da sensin!"
"Öyle d iyorsan öyledir," dedi bay dokuzyüzmi lyon. "Sen
kendi yazg ı n ı kendin bel irled i n; o halde bana hizmet edecek­
sin."
"Korkarım sen bu hayatta o şansı kaybettin," dedi bay
dokuz gü lerek.
"Kend i n i kandıra b i l i rsin, beni kand ı ra b i l i rsin, çevrendeki
bütün insanları ka ndırabilirsin, ama varoluşu ka ndıra mazsın;
sen inle eninde sonunda bir şekilde m utlaka ödeşeceğiz. Bu
hayatta veya bir sonra ki nde, benim için fark etmez. Gerekirse
sonsuza dek bekleyebiliri m . "
12 7
Berrak Yurdakul

" Eğer reenkarnasyon d iye bir şey olmadığından adım gibi


e m i n olmasayd ım ... " dedi bay dokuz, "Benimle i lg i l i kötü ke­
ha netleri n i n doğru çıkması hal inde sonra ki hayatımda kölen
olmayı seve seve kabul ederd i m . Ne yazık ki başka bir hayat
yok dostum ve sen bu hayatı çöpe attın."
"Bir dahaki sefer bana ne kada r i kiyüzlü bir adam oldu­
ğunu anımsatacak bir işaretle doğacaksın," dedi bay
dokuzyüzm i lyon, kendi nden gayet emin bir tavırla. N için öyle
şeyler söyled iğini, o tu haf öngörü lerin nereden çıktığ ını ken­
disi de b i l m iyor, ama dudaklarından dökülen ke limele re engel
alam ıyordu . " Başka birçok hayat var dostum ve sen bugün
burada o hayatların he psi n i çöpe attın," dedikten sonra baş
dönd ürücü bir süratle a rkasını dönere k uzak laştı.

Bardan d ı şarıya adım attığında kara n l ı k çökm üştü. Içki


onu birdenbire etkilem iş, yıldızlı gecenin göğü başının üze­
rinde dönmeye başlam ıştı; bulutların arasında i ncecik, yen i
bir ay parl ıyord u . Akl ı n ı birdenbire karamsar düşünceler istila
etti. Yaşa m ı boyunca çal ışarak elde ettiği her şeyi hiç d iren ­
meden, karşı koymadan bir çı r pı d a kendisinden ölesiye nefret
eden bir adama e l leriyle vermişti. Belki de hayatının en büyük
hatasını yapm ış, kendi sonunu hazırlamıştı. B ütün eme kle ri,
ça baları boşa m ı g itmişti?
R u h unda bay dokuz ile kon uşurken hissettiği özg üven­
den e ser yoktu a rtık. Nereye g ittiğ i n i bilmeden eğri büğrü dar
yollardan geçti, şehrin hiç görmed iği bölüm lerinde dolandı.
Sanki gecenin içinden sezilip de a n laşıla mayan, kavranama­
yan bir şeyler onu çağırıyordu. Esen rüzgarın sesi ona yüreğini
sıziatan hazin bir h a be r ya da yakında zincirlerinden boşa na­
cak kötücül bir gücün işareti gibi geldi. Birden derin bir acıya
ve büyük bir ya lnızlık duygusuna kapıldı. Bozg una uğra m ıştı

128
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

ve şimdi sa nki büyük bir hızla hayattan kopuyord u . Bağazı


düğüm lendi, başı döndü; en sonu nda ıssız bir sokakta d izleri­
nin üzerine çökerek ağlamaya başladı. Öylesine büyük bir ke­
derle ağlıyordu ki, bir daha asla susa mayacağ ın ı, kendi göz­
yaşlarıyla boğu la ra k öleceğini düşündü.
E l lerini gözlerine kapattığı nda, zihnine bu dü nyaya a it
olmayan karma karışık görüntüler üşüştü. Kanatlı köpekler,
ti msaha binmiş ibl isler, üç başlı şeyta nlar, insan büyü klüğün­
de baykuşlar ve birbirinden ü rkütücü daha n ice yaratık, içinde
büyük bir kötülüğü barındırdığı her hal inden bel l i olan la netli
bir şatonun etrafında dönüp d u ruyord u .
Sonra birdenbire tuhaf fısıltılar duymaya başladı. "Malkuth. "
..

d iyordu sesler, "Agartha, Beelzebub, Asmoday, Stolos, Sal/os,


Beleth. . . "

E l lerini uzatsa dokunabileceğ i kadar yakınına ulaşmış


olan şeytan i bir va rlık, nefret dolu ba kışlarını ona doğru lttuğu
a nda, "Astaroth. �, dedi bir fısıltı.
..

Artık gücünün tükenmek üzere olduğunu hisseden bay


dokuzyüzm i lyon, gördüğü son vizyonun yarattığı korkunun
da etkisiyle tamamen kend inden geçti; olduğu yerde yığ ı l ı p
ka ldı.

Gözlerini açtığmda ke ndini içinde tütsüler ve mumlar ya­


nan, yarı kara n l ı k bir odadaki yatakta yatarken buldu.
"Merha ba, evlat," dedi başucuna usu lca yaklaşan bir
adam. "Benim adım Alcofri bas."
Adamın gözleri karanlığı ayd ı n lata n birer ateş topu gibi
yanıyor, oda nın içine onun varlığ ından kaynaklanan bir din­
ginlik ve sevgi dalgası yayılıyordu. Daha ewel hiç öyle biriyle
karşılaşmamış olmasına rağmen adama karşı ansızın büyük

12 9
B erra k Y u rda k u l

bir ya kınlık hissetti bay dokuzyüzm i lyon . Aralarında sanki ön­


ceden beri var olan b i r ruh a kra balığını hissed iyor, içindeki
bütün g izli düğüm ler bire r birer çözülüyordu.
"Neredeyim?" d iye sordu güçlü kle doğrularak.
"Acının artık sana u laşamayacağı yerdesin," ded i Alcofri bas.
"Olman gere ken yerde."
Henüz sersemliğini tam olarak üzerinden atamamış olan
bay dokuzyüzm i lyon mum ışıklarının ötesinde bir kedi görür
g i b i oldu. Ked i sanki bir görünüp bir kayboluyor, ortaya çıktığı
za manlarda etrafa boynunda kıymetli bir taş asılıymış gibi
pa rlayan ışıklar yayıl ıyord u .
"Saat kaç?" d iye sordu. " N e zamand ır bayg ı n ım?"
"Za man dediğin bir ölçüm biri m i nden ibarettir," dedi gü­
lere k, birdenbire odanın ortasında bel iren kad ı n . "Onu neden
bu kadar önem siyorsun?"
"Ama bu imkansız!" dedi bay dokuzyüzm ilyon, Alcofribas'a
dönüp kad ı n ı işa ret ederek. "Biraz evvel oda n ı n içinde yaln ız­
ca ikimiz vardık. Kap ının açıld ığını da görmed i m . B u kadın
içeriye nasıl g i rd i?"
"Va roluşun ku ralları zannettiğinden daha esnektir, evlat,"
dedi Alcofribas. "En azından bizim g i biler için. Benliğinin sırla­
rını çözmek, yaradılışın g izemlerini a raştırmak, hatta bu gi­
zemlerin içi nde kaybolmak istediğini biliyoru m . B uradan ay­
rıldığında sen de bizim g i b i gerçe kliğin algısını bükebilenler­
den olaca k, isted iğin her şeyi ve daha fazlasını elde edecek­
sin."
"Dünyada iki çeşit trajedi vard ır. Bunla rdan birincisi iste­
diğin şeyi elde edememek, i kincisiyse isted iğin şeyi elde et­
m e ktir; Oscar Wi lde," dedi, bay dokuzyüzmi lyonun ne oldu­
ğunu tam çıkaramadığı, ama d uvara yansıyan gölgesi nin şekli
tavus kuşunu çağrıştıran bir varl ık.
1 .8
Sayısı Yü.zdeV\ Kü.çü.k Seçki"' ve

KutsaV\MıŞ Var-lıkfar Biraderfi9i

Bay dokuz, sayılarının küçüklüğüne bakar bakmaz işinin


e h l i olduğu a n laşılan yen i avukatları bay kırkı soluna, bay
kırkbiri sağına oturtmuş, birkaç saat evve l bay dokuzyüzmilyona
a it olan a ra baya kurulara k gizli biraderl iğin yolunu tutmuştu.
Daha birkaç saat evvel bay dokuzyüzmi lyona hizmet
eden şoför şehrin ücra köşe lerinde bir süre yol unu kaybettiy­
se de, davetiyen i n üzerine çizi l m iş küçük bir krokiyle tarif edi­
len yere kısa bir geci kmeyle u laştıla r. Aradı kları adres, çıkmaz
bir sokağın sonunda yer alan görkem l i şatoya a itti. Gecenin
zifiri karanlığ ı nda gölgelerin a rasında bahçedeki meşalelerin
ayd ı n lattığı taş yoldan ilerleyerek şatonun dev ka pısının önü­
ne vardı klarında bay dokuz, içinde be l l i be l i rsiz bir ürperti his­
setti.
'Çocukça korkulara kapliman m zamam değil, ' dedi kendi
kendine. 'Ne de olsa bugün burada bulunan adamlar dünyada­
ki en düşük sayllt, dolaytstyla en önemli, en güçlü ve en seçkin
kişiler. Şu kaptdan geçtikten sonra hayattm tamamen değişe­
cek. '

O e l it biraderliğe ka bul edilme şa nsını yakalaya n in sa nlar­


la kuracağ ı ya kın i l işkiler sayesinde servetini ve gücünü en az
i kiye katlayacak, hatta belki dü nya nın yöneti m inde söz sa h i b i
olacak kadar yükselebilme fırsatına kavuşacaktı.
Davetiyede yer alan ta l i matlar doğru ltusunda üç defa
uzun, üç defa da kısa yumru klada kap ıyı ça larak gel işlerini bi-

131
Be rra k Y u rda k u l

raderlere şifre l i bir mesajla duyurdu bay dokuz. Kapıda yer


alan i nce sürg ü hafifçe kenara doğru kayınca be l i ren iki göz,
bay dokuzun a l n ı n ı d i kkatlice inceled i .
"Hepiniz teker teker ya klaşın, lütfen," d e d i boğ uk b i r ses.
"Kara n l ı kta sayılarınızı görem iyoru m."
Bay dokuz ve avukatları alınlarını sırayla sürgüye yapıştı­
n p incelemeden geçiri ldikten sonra ka pı büyük bir gıcırtıyla
a ralandı. Dev ka pının a rkası ndaki görevli lerden en kıde m l isi
olduğu a n laşı lan, i riyarı ve oldukça büyük sayılı bir tanesi yer­
lere kadar eğile re k gelenleri se lamladı. "Güve n l i k önlemleri­
m izle sizi sıktıysa k özür d i leriz," dedi. "Ya l n ızca görevimizi
ya pıyoruz. Siz küçük sayı l ı efendileri m ize hizmet etmek ve
güvenliği nizi sağlamak için buradayız."
"Önem l i değ il," dedi bay dokuz, soğ u k ve ciddi bir ses to­
nuyla.
Görevli, "Bun ları üzerinize g iymenizi rica edeceğim," di­
yere k hepsine birer beyaz cü ppe uzattı. " Da ha sonra sizleri
birbirin ize bağlayacak ve başın ıza göz lerinizi kapatan bir baş­
lık geçireceğ iz. lik başta yürümekte biraz güçlük çekebilir,
ama kısa süre içinde a l ışırsınız. Ayrıca ben ve a rkadaşlarım
ya nınızda olacak ve size ya rd ımcı olabilmek için e l i m izden ge­
leni yapacağız. End işe etmeyin, efendim. Bunların hepsinin
bir açıklaması var, ancak be n size an iatma yetkisine sa h i p de­
ğ i l i m . Ana salona geçtiğ i n izde üstat size her şeyi açı klayacak­
tır."
Olup b ite nlerden ötürü şaşkınlığa düşmüş olan üçlü, cüp­
pelerini giyip başlıkları n ı taktıktan sonra görevl iler ta rafı ndan
ka lın bir ha latla birbirlerine sı kıca bağlandı, sonra ağır adım­
larla ana salona doğru yü rümeye başladı. Bu vaziyette kori­
dorlarda i le rlemek zordu, ama en eziyetlisi merd ivenlerden
inmek olm uştu. Bitmek bil meye n mesafeler boyunca büyük
Konu�mayan Tavus Ku�u Camio

bir a rbede ve itiş kakış içinde yol a l d ı ktan sonra rutu bet, mum
ve tütsü kokan bir yere ulaştılar.
Görevlilerden biri, "Geldik efendim," deyince hep bera ber
rahat bir sol u k aldıla r.
Ha latlar çözülüp başlıklar çıka rıldığı zaman bay dokuz
büyük bir merakla etrafı i ncele meye başladı. içinde bulunduk­
ları salon daha ewel gördüğü hiçbir yere benzem iyord u. Ze­
m i ne satranç tahtasını çağ rıştıraca k şe kilde siya h-beyaz kare
taşlar döşe nm işti. Yüksekliği metre lerce uzayan, insana hiç
bitmeyecekmiş gibi gelen d uvarların taşıdığı gece mavisi
kubbe, parlayan yıldız motifleriyle süslenm işti.
Karşılarında d uran ve üstat olduğu acemi gözler tarafı n­
dan bile kolaylıkla algılanan adam onla rdan fa rklı olara k siyah
bir cüppe g iym iş, başına da siyah kuku leta geçirm i şti. Bay do­
kuzu n bakışları adamın a ln ı n ı n ortası ndaki '3' ra ka m ına kilit­
lendi. 'Saytst bu kadar küçük olduğuna göre gerçekten olağa­
nüstü biri olmalt, ' d iye düşündü. S iya h lara bürü n m üş olan
adam gerçekten salonun ihtişa mının da etkisiyle çok görkem­
li görünüyord u .
"Ka rdeşlerim," ded i üstat, e l lerini onları kuca klayaca kmış
gibi iki ya na açara k. "Kutsal biraderl iğim ize hoş geldiniz! Ta­
pınağımızın tören salonu, Evren'i tasvir eden sembollerle be­
zenmiştir. Yerde gördüğünüz kareler, d ü nya üstünde her za­
man birbirine karşı savaş vermekte olan iyi l i k ve kötü lüğ ü,
kubbem izse bizleri kuşatan sonsuz gökyüzünü simge ler. Bu­
raya geti ri l i rken sizleri birbi ri n ize bağladığımız ha lat da loca­
m ıza ka bul edildikten sonra biraderleri nizle kuracağınız kuv­
vetli bağ ları sem bolize etmektedir."
Bay dokuz ile avukatları ortamdaki g izem l i atmosferden
o kadar etkilenm işti ki, hepsi olduğu yerde donaka l m ıştı. Bir
yandan hiç kıpırdamadan olup bite n le ri izl iyor, d iğer yandan
bütün dikkatlerini vererek üstadın a n lattı klarını d i n l iyorlard ı .

133
• B e rra k Y u r d a k u l

"Şimdi sizleri hep bera ber d iz çökerek kutsal yem inimizi


etmeye çağı rıyorum," d iye sözlerine deva m etti üstat. "B ira­
derl i ğ i m izin tarihçesin in, temel i l ke lerinin, öğretilerinin ve
ayinlerinin yer aldığı kutsal kita bımız üzerine edeceğ iniz ye­
m i nden sonra bizim kardeşle rimiz olacaksınız."
Şaşkı n l ı k içindeki üçlü, üstadın verdiği ta limatlar doğrul ­
tusunda hare ket ederek s a ğ el lerini salonun orta sındaki b i r
sunağın merkezine öze nle yerleştirilmiş v e etrafı çiçe klerle
süslenmiş olan kutsal kitabın üstüne koyd u. Çok eski olduğu
hemen farked i len kara ka p l ı, sözde kutsal kitabın yıpra nmış
derisine tuhaf semboller kazınm ıştı.
Kap ıyı ça ldı kları andan iti baren olup bite n leri şöyle bir
değerlendiren bay dokuz, şaşırtıcı, ama aynı zamanda kom i k
bir durumda olduklarını kendine iti raf etmek zorunda kaldı.
Adam lar ciddi m iyd i, yoksa onlarla a lay m ı edil iyordu? Ta nrı­
lara, şeytan la ra, mele klere ve benzeri türden hiçbir saçmalığa
inan mayan, bil imse l l i kten ve akılc ı l ı ktan uzak masallara ol­
dum olası itibar etmeyen bay dokuz, katı lmak üzere old ukları
biraderl iğin ru hsal safsatalarla uğraşan marjinal karakterler­
den oluştuğ unu a n la maya başlamıştı a rtık. Büyücülük oyna­
ya n bir avuç deli olsalar bile onun için fark etmeyeceğ i n i d ü ­
şündü. O tapı nağa g e l i ş amacını akl ından h i ç çı karmayacak,
oyunu kura l la rına göre oynayaca k ve biraderliği kendi çıkarla­
rı doğrultusunda kullanmak için fırsat kol layaca ktı.
"Sevg i l i, çıra k kardeşleri m," dedi üstat. "Şimdi sizlere ak­
taracağım ve benden sonra tekrarlamanızı isteyeceğim üç il­
ke, birade rliğimizin kuruluş amaçla rının ve işleyiş esaslarının
te mel taşları n ı ol uşturan ana prensiplerd i r. He pinizi d i kkatle
d i n le meye davet ed iyoru m ! B i rinci i l kem iz, dünyadaki bütün
i nsanları geniş bir aile olarak görmek ve küçü k sayılı, büyük
sayılı ayırt etmeden herkesi sevgiyle kuca kla maktır. i kinci il­
kem iz, bu gezegenin en küçük sayılı, en seçkin evlatları olara k

13 4
Kon uşmayan Tavus Kuşu Camio

büyük sayılı zava l l ı lara bilgeliğimizle yol göstermek, on lara


önderl i k etmektir."
G ittikçe yükse len sesi ta pınağın içinde yankılanan üstat,
konuşmaya kend i n i iyice kaptırmış, heyecanından tuhaf e l kol
hare ketleri yapmaya başlamıştı. Söylediği sözlere ne kadar
çok inandığı, biraderliğe ne kadar bağ l ı olduğu ve kutsal ye­
mini ne kadar önemsed iği her halinden be l l i ol uyord u . Bay
dokuz ile avu katları cümle bitişlerinde söylenenleri bir ağız­
dan tekra rlıyor, başlarını bu bilgelik dolu sözlere ne kadar da
katıldı klarını be l l i edecek şekilde sa l l ıyord u .
"Üçüncü i l kem iz, ru h larımızı v e zi hinlerimizi gel iştirmek
için durmaksızın ça lışmak, zekamızı bizlere bugüne kadar d i n,
tarih ve m itoloj i olarak yurturul maya ça lışılmış olan batı l
inançlara ve ya laniara teslim etmeyi reddedere k, ya l n ızca bi­
raderl iğimizin kutsal metin lerinde anlatılan kad i m gerçe kiere
inanmak, onların doğruluğunu bütün dünyaya kabul ettirmek
için çaba lamaktır."
Bay dokuz ile avukatları üçüncü ve son i l keyi de te krarla­
d ı ktan sonra hepsini birer birer kucaklayan üstat, "Sevg i l i
kardeşleri m," ded i kutsal ye m i n ler edi lmeden öncekinden d e
coşkulu bir sesle. " Ş u a n d a n itibaren biraderl iğim i ze resmen
ka bul edilmiş bulun uyorsu nuz. Hepinizi tebrik ed iyor, a ramı­
za hoş geldiniz d iyoru m . D i le rseniz artık hep bera ber ayin
oda m ıza geçel i m . Orada sizi diğer kıymetli biraderlerinizle
ta nıştıracağ ım, dünya mızın tarih iyle i l g i l i sırları sizlerle payla­
şacağım ve bugünkü top lantım ızın anlam ve önemini açıkla­
yacağım."

Ayin odasının büyük, yuva rlak toplantı masasında kendi­


lerine ayrı lan koltu klara yerleşen bay dokuz ile avukatları bir
kez daha etrafı merakla incelemeye koyu ldu. Kara ka plı def-

135
B e rra k Y u rd a k u l

ter onlardan önce odaya yollanm ış, masanın tam ortasına


yerleştiri l m işti. Tava ndan aşağ ıya son derece yetersiz m i k­
tarda ışık saçan dev bir kristal avize sarkıyor, sallanan süslü
parça ları oda n ı n içindeki tatlı hava a kımının etkisiyle birbirine
değdikçe hafif bir şıkırdama sesi duyuluyord u . Tapınağın ana
sa lonuna kıyasla oldu kça küçük sayı labilecek olan bu bölüm,
yer döşenen mumlarla aydınlatılm ış, oda n ı n dört bir ya n ı nda
tütsüler ya kılm ıştı.

Masa n ı n etrafında bay dokuz ile avukatları da dahil ol­


mak üzere tam a ltı birader oturuyord u. Bay dokuz, sayı ları
küçükten büyüğe doğru s, ıo ve 29 olan diğer biraderleri iz­
lemeye başladı ve onla rın nasıl kişiler olduğuna, hangi işlerle
uğraştığına dair ta hmin ler yü rütmeye çal ıştı. Sayıları o kadar
küçük olduğuna göre muha kka k çok önem l i, n üfuz sa hibi kişi­
ler olmalıyd ılar. Beyaz cüppe lerin i n içinde birer zeka, güç ve
kudret timsa l i g i b i pariayarak oturuyorlard ı .
Bu lunduğu ortamın bütün tuhafi l kiarına rağmen mutlu
olduğu söylenebilird i bay dokuzun. Öylesine e l it bir ortama
katılma şansını ya kalamıştı. Bir insan daha fazla ne isteye bi­
l i rd i?
Masa n ı n ortasına ağır ve kend inden emin adım la rla yak­
laşan üstat kon uşmasını aya kta yapmayı tercih edeceğ i n i be ­
lirten bir işaret veri nce, görevli lerden biri koşarak geldi ve ona
ayrılan koltuğu kenara çekerek ye r açtı.
"Artık g idebilirsin iz," dedi üstat görevli lere. "Bundan son ­
ra yapacağımız konuşmalar çok önem l i sırlar içerir ve büyük
sayılıların henüz olgunluğa e rişmemiş ku lakları ta rafı ndan işi­
tilmeleri son derece sakınca lıd ır."
Üstatları n ı n ta limatı üzerine ha rekete geçen itaatkar gö­
rev l i ler ayin odasını büyük bir süratle terk etti ve arkalarından
kapıyı sıkıca kapatıp, ta pınağ ı n olgunluğa e rişmemiş kulakla-
136
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

rı nın a n latı lanları d uyamayacağı kadar uzak bir noktasında


toplantının bitmesini beklern eye çekildiler.
"Sevg i l i biraderlerim," dedi üstat. "Sayısı yüzden küçü k
olan bütün seçilmiş, kutsal ve e l it varl ıkları nihayet bir a raya
getirebiimiş olmanın haklı guru runu ve tarifsiz mutl u luğunu
yaşıyoru m."
"Çok affedersin iz, üstat bey," d iyerek onun sözünü kesti,
alnında yirmidokuz yazan seçilmiş kişi. "Madem yüzden kü­
çük herkesi biraderliğe d avet etti niz, niçin top u topu yed i ki­
şiyiz?"
"Böyle bir soru sormanızı yad ırgad ı m doğrusu!" d iye çı­
kıştı üstat. "Biraderliğe katılabilmek için a radığımız şa rtlar
davetiyede gayet açık bir şekilde sıralanm ıştı. Sayısı yüzden
büyük olanları, kad ı n ları, çocukları, sola kları, sayısı eğri olan­
ları, düzta banları, çıkık alınlıları, ka mburları ve Kova burcun­
dan olan ları ara m ıza kabul etmiyoruz."
"Aaa, üzümün çöpü, maydanozun sa pı derken koskoca
biraderl i kte kala kala yed i kişi ka lmışız, ayol!" d iye söylendi
bay yirmidokuz.

"Merha ba m u hterem birader kardeşim," dedi bay


'
yirmidokuzun sol tarafında oturan ve a l n ında ' s yazan kutsa l
varl ık. "M üsaadenizle size kend i m i takdim edeyim. Ad ı m beş
bey, ama ya kın arkadaşlarım bana kısaca ' beş' der. Eskiden
a rkeologd um, fakat ne yazık ki tabietlerden ve ölü d i l lerden
korktuğum için mesleği bıra kmak mecburiyeti nde kaldım,
efendim."
"Aaa, tesad üfe bak, dünya ne küçü k! Ben de eskiden
amatör olara k psikolojiyle uğraşıyordum, ama şimdile rde gizli
ajanlık mesleğini icra ed iyoru m . Ayy, gördün m ü bak! Yine
ağzımdan kaçırd ı m aja n olduğ u m u, ayol . O kadar da tem bi h ­
l iyerla r h e r seferinde . . . "
137
Berrak Yurdakul

"Sevg i l i kardeşlerim," d iye yeniden söze gird i üstat. "Siz­


lere kısaca d ü nya n ı n gizli tari h inden bahsetmek istiyorum. B i ­
raderl iğimizin faal iyetleri, d ü nya ta rihinin hiç kimseye anla­
tılmayan, okul larda okutu lmayan, hatta bilim adam ları tara ­
fından va rlığı i n ka r edilen bir dönem inde başlar. O za manla r­
da yazılmış bazı meti n ler tap ı nakları m ızın kütü phanelerinde
hala büyük bir titizlikle koru nmaktadır."
"Al sana bir tesadüf daha, canımın içi," ded i bay yirmidokuz,
beş beye dönerek. "Tam g izli aj an olduğumu söyled iğim sıra­
da g izli tarih konusu açıldı. Aaa, deli m iyim neyim, ayol ! Du­
rup dururken bir defa daha söyleyiverd im ajan olduğumu."
"Kadim za manlarda henüz bir bedene sa hip ol mayan bazı
ruhsal varlıklar, maddeye dokunabilmenin nasıl bir şey oldu­
ğunu merak etti," dedi üstat, yirm idokuz beye ters bir bakış
atarak. "Bu a raştırmacı ru hlar aynı zamanda insan ırkının ön­
cüleriyd i ve bilinçle rini çeşitli yaşa m biçimlerine a ktarara k
dünya üzerinde dolaşmaya başlad ı . Kimi zaman bitki lerin,
kimi zaman da hayva nların bedenlerine gire rek çeşitl i tecrü­
beler yaşaya n bu va rlı klar, en son unda kend ilerine özel ve ge­
l işmiş bir beden yaratmaya karar vererek insan vücud unu şe­
killendird i . işte sevg i l i kardeşlerim, i n sanoğ lunun yaratılış h i ­
kayesi ge rçekte böyle başlar. Sizlere an latı lan evrim teori leri­
nin ve benzeri masalların ne kadar uydurma olduğunu artık
daha iyi kavradığınızı ta h m i n ediyorum."
Anlatı lanlardan sıkılan bay yirm idokuz sağında oturan
delikanlıya dönerek, "Ayol, bu ne çirkin cüppe böyle," d iye fı ­
sıldadı. "Bari kolları fırfırlı olsaym ış! Bu sade mode l i biraz
ze nginleştirir, hareketlend iri rd i"
"Haklısın val la, a rkadaş" dedi aln ında 'ıo' sayısını taşıyan
elit varl ı k. "Mahalleli görse a lay eder. Ömür boyu d i l lerinden
kurtulamayız."
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Aslında bu raya gel irken asi metri k ya ka l ı bluzumla a rkası


derin yırtmaçlı a nve lop eteğimi g iym iştim," dedi bay
yirmidokuz, cüppesini kaldırı p a ltındaki kıyafeti gösterere k.
"Ama güzelim kostümümün üzerine zorla bu biçimsiz kumaş
parçasını geçird i ler!"
Bay yirmidokuzun cü ppesinin a ltındaki kıyafeti göre n on
numara l ı delikanlının göz lerine birdenbire dehşet dolu bir ifa ­
de yerleşti. Kalın, kara bıyıkları bu ifadenin a ltını çizer g i biyd i .
"Aaa, ne bakıyorsun öyle bön bön, ayol?" d iye sordu bay
yirmidokuz. " H iç mi kad ı n kıyafeti g iymiş adam görmed in?"
"Kusura ba kma, ablacığ ım," ded i on numara l ı delikanlı
şaşkı nl ıkla.
"Ne a blası, can ımın içi? Kadına benzer bir tarafım mı
var?"
"Kusura baknıa, ye nge. Böyle kıyafetler del ikan l ı l ığ ı bo­
zar . . . "
" K ı l ı k kıyafetin del ikanl ı l ı kla ne i lgisi var, ayol. De l i m i ne?
Azıcık modern ol!"
"Haklısın bacım," dedi on numara l ı delika n l ı, mahcup bir
edayla başı n ı öne eğerek. "Belki de biz çağa ayak uydurama­
m ışızd ı r. N i şanlım da hep öyle d iyor zate n ."
"R ica ed iyorum beyler!" d iye seslendi karşılarında oturan
ve sayısı dokuz olan seçkin kişi.
"Artık biraz e l le tutu lur şeyler konuşa l ı m . Alnım ızdaki sa­
yıların a ltın değerinde old uğunu sizlere anımsatmak istiyo­
ru m . Güç birliği yapacak olursak küçük sayılarım ızı büyük bir
servete dönüştüre b i l i r, olağan üstü başanlara im za atabiliriz."
Bay dokuzu n sağ ında ve solunda oturan kırk ve kırkb ir
sayı l ı kutsal beyler, biraderlerinin bu sözleri n i pek beğenerek
başıyla tasd ik ederken, üstat masaya sıkı bir yumruk ind irdi
ve herkesi susturd u.
139
Berrak Yurdakul

"Konuştuklarımızın önemsiz kon ular olduğunu m u zan­


ned iyorsunuz?" d iye sordu, bay dokuza dönerek. "Bugün bu­
rada size verdiğim b i lg i ler insan l ı k ta rihine ışık tutan, binlerce
yıld ı r kuşakta n kuşağa özenle a ktarılmış sırlard ır! Şimdi izni­
n iıle ve birkaç da kika sessiz kal mayı başarabileceğ i n izi uma­
ra k konuşmama devam edeceğim."

Üstadın toplantı n ı n başındaki sevecen tavırları aza l m ış,


yeterince cidd iye a l ı nmadığını düşünmeye başlad ığı için he­
vesi kaçm ış, heyecanı büyük ölçüde sönm üştü.
"Yeryüzünde dolaşan i l k insan ların a l ınlarındaki sayılar
krista ldendi," dedi üstat. Gizli sırları açıklayan kon uşmasına
kaldığı yerden devam ediyor, g ittikçe sertleşen tavırlarıyla bi­
raderleri cidd iyete davet ed iyordu. "Hepsi de üstün psişik
güçlere ve medyumluk yeteneklerine sahiplerd i . Ad ını Atlan­
tis koydukları gelişmiş bir toplum yarattılar ve orada uzun yıl­
lar büyük bir uyum içerisinde yaşadı lar. Ne yazı k ki, bundan
yaklaşık on m i lyon yıl önce Lemurya olara k adlandırılan kıta­
ya Atlantis'te yaşaya n lardan daha farkl ı n ite l i kler taşıyan kö­
tüc ü l ru hlar akın etti. Lemurya, henüz bede n lenmemiş şeyta­
ni varl ıkların gezindiği bir hayalet d iyara dön üştü. Kötü ru hlar
kıtada yaşayan bitki leri n, hayva n ların, cücelerin ve devierin
içlerine g i rdi. Nedeni hala g izemini korumakla bera ber, şey­
ta ni güçlerin bede nlenmek için sıklı kla lern urları tercih ettiği
bir gerçektir. Hatta kıta nın isminin Lemurya olmasının sebebi
de budur."
"Lemur neyd i, ca nımın içi?" d iye fısıldadı bay yirm idokuz.
"Ne bi leyim, hac ım," dedi on nu mara l ı delikan l ı . "Tavşa n
gibi bir şey herha lde. Beni hiç hayvanat bahçesine götü rmedi­
ler de. O ba kımdan ... "
" Bende fazmofobi var efendim," dedi beş bey, parmağını
ka ldırı p kon uşmak için mü saade isteyerek. "Çok rica etsem
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

hayalet mevzusunu kapata b i l i r m iyiz? Bakın ız, karn ı m gaz


yaptı korkudan."
"Haya let mevzusuym uş!" d iye bağ ırd ı, a rtık sabrı taşmak
üzere olan üstat. "Burada kutsa l bir h i kaye a n lat ı l ıyor!"
"Ayol, bu adamcağız ya rım saattir kutsa l bir hi kaye anla­
tıyorm uş meğer!" dedi bay yirm idokuz hayretle.
"Ne var bunda, yenge?" ded i on numara l ı del ikan l ı . "Her­
kesin h i kayesi kendine göre kutsaldır."
"Aaa, olur mu h iç öyle şey!" d iye itiraz etti bay yirmidokuz.
"Benim bildiğim kutsal hikayeler böyle u l uorta an latıl maz.
Sadece geceleri ve soğ u k aylarda an latı l ı rlar."
"Nede nmiş o?" d iye sord u on n umara l ı delikanlı.
"Neden olacak ayol, yılanlar d uymasın d iye!" Bay
yirmidokuz son cümlesini kura rken sesinin tonuna hakim
ola ma m ış ve fazlaca bağ ırm ı ştı.
Söyled i kleri n i d uyan üstat, bay yirm idokuza tehd itkar bir
bakış daha attıktan sonra, "Yi rmidokuz biraderin a klındaki
fantastik fikirleri bilgi zannetme k gibi bir huyu olduğu an laşı­
l ıyor," dedi buz gibi bir sesle. "Kendisini sa h i p olduğu geniş
hayal gücünden ötürü tebrik ed iyoru m . " Duralad ı . "Ne d iyor­
dum? Evet, Le muryalılar yaz aylarında seri n iemek için d i no­
zorları kesip ka nlarını içt i . Di nazorların nesli de böyle l ikle tü­
kendi."
"Ayol, ben i m bildiğim onlar kahrından öldü," d iye fısılda­
dı bay yirm idokuz.
"Olur mu öyle şey, bacım?" d iye kı kırdadı on numara l ı de­
l i ka n l ı . "Seni fena ka ndırm ışlar. Vicdan azabından g itti onla r."
Üstat bu i k i l i n i n arasında geçen konuşma ları art ı k d uy­
mazdan gelmeye ka ra r verm iş, yeryüzünün kad i m sırlarına
dair açıklamalar yapmaya devam ed iyord u:
Berra k Y u rd a k u l

"Lemurya'ya yerleşen kötücül ru h lar kısa süre içerisinde


deje nere oldu ve iyice bod urlaştı," dedi ama bu defa da sözle­
ri beş beyin ısrarla havaya kalkan parmağı tarafı ndan bölün­
dü. "Söyleyin ba ka l ım, beş birader! Yine ne oldu?"
"Ben cüce lerden korkarım, m u hterem efendim" ded i beş
bey. "Çok rica etsem bu badu rlaşma mevzusun u kapata b i l i r
m iyiz? Bakınız, aya klarım şişti korkudan."
"Aaa, bunu adamdan sayıp ya nıma oturta nlar uta nsın,"
dedi bay yirm idokuz. "Ne korka k şeymiş, ayol!"
"Arkadaşım nereye düştük biz ya!" d iye söylendi on n u ­
mara l ı delika n l ı bıyı klarını bura rak. "Bir ba ltaya s a p olamadık,
bari buraya gelelim de gizli örgüt üyesi olal ım, mahallede ha­
va ata l ı m, belki öylelikle kızı da verirler ded i k ... "
Üstat bu ye rsiz d iya log lara da hiç ald ırış etmeyerek dün­
yan ı n gerçek tari h i n i a ktarmayı sürdürd ü :
" Lemurya lılar ke ndilerinden d a h a g üze l oldukları v e a l ı n ­
larında kristal sayılar bulunduğu için Atlantislileri çekem iyor­
du. En sonunda bu iki kıta a rasında kaçınılmaz olan büyük sa­
vaş gerçekleşti . Atlantisliler zeki ve güçlüydü, ama çocuksu
bir safl ı kta olduklarından Lern u rya l ı kötü va rl ı klar tarafı ndan
kolayca yen i lg iye uğratıldı lar. Savaşta ca n ı n ı kurta ra bi len bir
avuç Atlantisli, eski vata nlarından olabildiğ ince uzağa kaçıp
dünyanın çeşitli köşe lerinde yeni yerleşim merkezleri kurdu.
Savaştan kurtulabilenler a rasında Atlantis'in b i lge liderinin
çocu kları Manu ile Ulu da vard ı . B i raderl i ğ i m izin kurucu ları
olan bu iki kardeş, d ünyanın dört bir ya n ı n ı dolaşarak soylulu­
ğu ve erdem i yaydı, insan lara artık yitirmeye başlad ıkla rı psi­
şik kabiliyetlerini a nımsatmaya ça lıştı."
"Acayip acayip isimler sayıp d u ruyor, ayol," d iye söylendi
bay yirmidokuz. "Hatırlaya bilene aşk olsun! Dua edel i m de
toplantının sonunda i mti han fa lan olmasın. S ıfır bile a larnam
va Ila."

14 2
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"R ica ed iyorum, beyler!" d iye bir kez daha seslendi bay
dokuz. "Artık biraz da e l le tutu l u r şeyler konuşa l ı m . Alnımız­
daki sayıların a ltın değerinde olduğunu sizlere anımsatmak is­
tiyoru m . Güç birliği yapacak olursak küçü k sayılarımızı büyük
bir servete dönüştürebilir, olağanüstü başanlara imza atabili­
riz."
"Aaa, bu da aklını parayla pulla bozmuş," dedi bay
yirmidokuz. "Vazıklar olsu n ! "
"Senin g i b i bir gerzeğ i n böylesine elit bir ortamda ne i ş i
var?" d iye bağ ırdı bay dokuz.
Onun sağında ve solunda oturan bay kırk i le bay k ı rkbir,
biraderlerin i n bu sözlerini pek beğenerek başıyla tasd i k etti.
"Ne bileyim ben?" dedi bay yirmidokuz. "Orasını bana
'çok öze lsin, seçi lm işlerdensin, seni a ra m ızda görm e kten şe­
ref duyarız' d iye a l l ı pullu davetiye yollarken düşünecektiniz."
"Bu beş para etmez kaçığı derhal gönderelim!" dedi bay
dokuz.
Sağında ve solunda oturan bay kırk ile bay kırkbir, bira­
derlerinin bu önerisini de pek beğenerek başıyla tasd i k etti.
"Siz bu gudubeti n avukatları m ısın ız, canlarım?" d iye sor­
du bay yirm idokuz. "N için her lafından sonra başınızı sa l l ıyor­
su nuz?"
"Saçma lamayı kesin!" d iye kü kredi üstat. "Kimseyi bir ye­
re gönderemeyiz. Psişik çem berimizi ol uşturabilmemiz için
en az yed i kişi olmamız gere kiyor."
"Psişik çember m i ! " d iye çığ l ı k attı beş bey. "Yoksa bura ­
da bir r u h çağırma seansı d üzenlemek gibi çılgınca fi kirlere m i
kapıldın ız!"
"Tam üstüne bastınız!" dedi üstat. "B iraderliğim izin ata­
ları Manu ve U l u'nun ru hlarıyla te mas edeceğ iz ve bir numa-

143
Be rra k Yurd a k u l

ra lı lideri m izi nasıl bulabi leceği m izi, ona nasıl h izmet edebile­
ceğ imizi öğreneceğiz."
"Sayg ıdeğer biraderlerim," dedi beş bey panik içinde.
"S izlere ruh çağ ırmanın tehlikeleri n i an ımsatma k istiyorum.
Eğer bu ayi n i yapacak olursak, ta nımadığım ız, bi lmediğ i m iz
boyutlardan gelen her türlü varl ığın bizimle i letişim kurması­
na izin ve rm iş ol uruz, efendim. Böyle bir şeye izin vermek,
evi mizin ka pısını ça lan herhangi bir yabancıyı sorgusuz sua lsiz
içeri almamız kadar sakı nca lıd ır."
"Sakin olun, beş birader," dedi üstat. "Biz bu ayinleri
yapmaya dün başlamadı k. Ta hmin ede meyeceğiniz kadar çok
tecrü bemiz va r. Şimdi ruhsal enerj i lerimizi kullana rak psişik
bir çember yapacak ve çemberi m izin etrafı na tuz serpeceğiz.
Ayrıca 333 halkadan oluşan kutsal zinciri m izle masam ızın et­
rafına bir sınır çekerek önlemlerimizi artıracağız. Bu tür bir
engeli hiçbir ru hun aşamayacağına dair sizi tem i n ederim."
Dura layı p biradedere baktı.
"Ya ln ız, seansım ıza başlamadan evvel ufak bir uyarıda
bulunacağım. Gelen ru hlardan biri sizden kendisine kan i kram
etmenizi isteyecek olursa kesinli kle reddetme niz gerekir. Aksi
ta kdirde iyice şımarır, her isted ikleri n i yaptırmaya çal ışırlar."
"Gördünüz mü bakın!" d iye bağ ı rd ı beş bey. "Olaylar ya­
vaş yavaş kontrolden çı kıyor. Daha şimdiden kandan söz et­
meye başlad ık! Başım ıza türlü türlü felaketler g elecek, mah­
volacağız . . . "
"Arkadaşım, sen de amma ödlekmişsin ya hu!" d iye söy­
lendi on nu mara l ı delika n l ı .
" B e n de herkes gibi kandan korkarım, efendim," dedi beş
bey. "Bakın ız, korkudan gözlerim görmemeye başladı."
"Senin korkmadığın bir şey var m ı, ca nımın içi?" d iye sor­
du bay yirm idokuz.
144
Konu�mayan Tavus Ku�u Camio

Beş bey bir süre dalıp düşündükte n sonra, " K u ruyem iş,"
ded i . "Kuruyemişten korkmam, efendim. Öze l l i kle fı nd ı k bü­
yük ölçüde zararsızd ı r. Bir de yatak oda mdan korkmam. Bu
yüzden günlerimin çoğunu yatağımda fındık yiyerek geçiririm."
"Aaa, üstüme iyilik sağlık! Yatağından korkm uyorm uş!
i n sanları n neredeyse yüzde doksanı yata kları nda ö l ü r, ayol.
Olabi leceğ i n e n te h l i keli ye r orası!"
"Sevg i l i biraderlerim, a rtık boş kon uşmalarla vakit öl­
d ü rmeyi bıra kı p işim ize başlasa k iyi olur," dedi üstat. "Şimdi
ayin i m iz için gerekli hazırlıkları yaparak evrenin d i kkatin i çe­
kecek ve çağrı m ızın bütün alemlerde duyulmasını sağ layaca ­
ğ ız."

Üstat bir ya ndan sol e l iyle küçücük bir zili ça l ıyor, diğer
yandan da sağ e l iyle kara kaplı kutsal kita bın orta sayfa ların­
dan bir bölümü h ızlıca çevirerek oradaki kimsenin n e olduğu­
nu çıkaramadığı bir d i lde yazan dua ları yüksek sesle okuyor­
du.
"Ayol, adamcağ ıza korkak dedim, ama bende de
mag nafundafobi va rmış," d iye fısıldadı bay yirm idokuz.
"Psikiyatristim öyle söyledi."
"O da neyin nesiymiş, bac ım?" d iye sordu on numara l ı
delika n l ı . "Daha önce h i ç d uymad ı m . "
"Kalça m ı büyük gösteren pantolon g iyme korkusu . "
" S e n de ne c i n s adammışsın, b e yengeciğim!"
Bu soh beti duyan üstat, "Sayg ıdeğer biraderler, ben bu­
rada evrenin d i kkatini çekmeye ça lışıyorum, siz neler konuşu­
yorsunuz!" d iye çıkışarak bay yirmidokuzia on numara l ı deli­
kaniıyı susturd u .
Dualarını tamamlayıp, kutsal zinciri masanın etrafına ü ç
defa dola d ı ktan v e psişik çem berin üzerine tuz serpiştiri p, kü-

145
Berrak Y u rd a k u l

çük zilini son bir defa ça ldıktan sonra biraderlere e l ele tutu­
şup, sessizl i k içinde ru hun gelmesini beklemelerini buyurdu.
K ısa süren bir bekleyişin ard ı ndan ayin salonunda bi rden­
b i re esen hafif bir rüzga r bütün mumları söndürdü, he rkesin
koltuğu yavaşça sarsıldı ve masanın ortasında bir toz bulutu
oluşuverd i . Büyüklük ve şekil iti barıyla ufak tefe k bir insanı
çağrıştıran toz bulutu masanın tam ortasına yerleşerek kendi
etrafında hortum g i b i dön meye başla d ı .
" B e n i m korkudan ruhum çekti!" d iye bağ ırd ı beş bey.
"Ayy, ada mcağ ız kırk yılın başı doğru bir şey söyledi gali­
ba ayol," dedi bay yirmidokuz. "Çok korkarsan ruhun kaynar
suya atı lmış kazak gibi büzüşüp çe ker, içi nde büyük bir boşluk
oluşur derler. Öyle değil m i?"
"Bak bacım, bu çok zor bir soru," dedi on numara l ı deli­
kan l ı . "Durup dururken böyle soru lar soruyorsun, beni de bu­
na ltıyorsun."
"Sevg i l i biraderlerim, sakın korkmayın!" dedi üstat. "Öyle
zanned iyorum ki, bu gelen bir toz şeytan ı ve üfleyince hemen
dağ ı l ı r." Sonra dönüp, "Çağrım ıza ka rş ı l ı k veren kimdir?" d iye
seslendi toz bulutuna doğru. "Ey ruh, bize hangi alemlerden
ne mesajlar getirdin?"
Toz bulutu soruya yanıt vermed i . O sırada üstadın gözü,
can l ı olduğundan şüphe ettirecek kada r hare ketsiz oturan beş
beye ta kıld ı. Korkudan şuuru kapanan adamcağızı ayı ltm ak
için ayine bi rkaç da kika a ra veren üstat, biraderi seri tokat
da rbeleriyle kendine getirmeyi başard ı . Tüm bu koşuşturma­
ca boyunca toz bulutu masanın ortasında sessizce hare ket
etmeyi, olduğu yerde dönüp durmayı sürdü rm üştü.
"Arkadaşım, sen ölü d i l leri bilm iyor muydu n?" d iye sordu
on numara l ı delikanlı, ye n i yen i kend ine gelme belirti leri gös­
teren beş beye. "Şu gelen toz bulutuyla bir konuşsana. Belli ki
çoktan ölmüş bu."
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

B i raderler gelen varl ıkla i letişim ku rma umutları n ı tama­


men kaybetmek üzereyken, "Ötetar," deyiverd i ansızın toz
bulutu . Yaşlı bir kad ı n ı n sesine benzeyen bir sesle, "Ötetar,
Öteta r. . . " d iye tekra rlamaya devam ed iyor, başka da bir şey
söylem iyord u.

"Ötetar m ı?" d iye sordu üstat büyük bir şaşkınlıkla. "O da


ne demek?"
"Yanılm ıyorsam bu kelime Babi l'de konuşulan yerel d i l­
lerden birinde 'işte orada, şurada duran kıllı şey' a n lamına ge­
lir, efendim," dedi beş bey titreye rek. Korkunun ve yediği to­
katların etkisiyle perişan olm uştu . Keli meleri bir araya getir­
mekte zorluk çekiyor, kilometrelerce koşmuş gibi hızlı soluk
alıp veriyord u. "Ge rçekten de o zamanlar orta l ı k kıllı yaratık­
larla doluydu."
"Ama bu çok an lamsız ... " dedi üstat.
"Ötetar," dedi toz bulutu.
"Bu toz bulutunun sesi nede nse bana çok tanıdık gel i ­
yor," dedi bay yirmidokuz.
"Öte tarafta bile rahat verm iyorsunuz insana!" dedi toz
bulutu .
"Aaa, bu benim a nneannem, ayol!" dedi sevinçle bay
yirm idokuz. "Kız anneanne, doğru söyle! Sen m isin sahi? B i r
de uta nmadan sana toz şeytan ı d iye iftira attı lar! Ayyy, heye­
candan a ltıma kaçıracağ ı m şuracıkta!"
"Evladım!" dedi toz bulutu. "Koca adam oldun hala m ı al­
tına kaçırıyorsun! Ben seni böyle mi yetiştirdim?"
"Bu gelen gerçe kten de yirm idokuz b iraderin anneannesi
galiba," dedi üstat. "Sevg i l i kardeşim yirmidokuz, ziya retçi­
m iz olan ru hla ya kın i l işkiler içinde olduğu nuza göre onunla
sizin konuşmanız daha uyg un olur. Annea nnen izden öncel ikle

147
B e rrak Y u rd a k u l

sayılar konusunda bildi kleri n i bizi m le paylaşmasını rica ed iyo­


ruz."
"Anneanneciğim, bize sayılar hakkında ne söyleyebili r­
sin?" d iye sordu bay yirm idokuz.
"Sayılar kon usunda sen in bu a ralar kendine· hiç iyi bak­
madığını söyleyebil irim evladım," dedi toz bulutu. "Terli terl i
su içiyorsun, soğuk hava larda zem heri zürefası gibi i ncecik gi­
yinip soka klara çı kıyorsun."
"Aaa, ona zem heri zürafası denmez m i, kız annea nne?"

"Olur mu hiç eviadım öyle laf!" d iye çıkıştı toz bu lutu.


"Zürefa, zarif demek. Zemheri soğ uklarında zarif görünebil­
mek için i ncecik g iysilerle dolanan görmem işlere denir."
"Ben de hep merak ederdim, ayol !" dedi bay yirm idokuz.
"Sen çok yaşa, e mi!"
"Bu da be l l i ki toru nu gibi a kılsız!" d iye bağ ı rd ı bay dokuz.
"Hiç vakit kaybetmeden gönderelim g itsin!"
"Bir dakika!" dedi toz bulutu. "Sayı lar konusunda söyle­
yeceklerim daha bitmed i ! "
" S e n kendi anneanneni gönder, maymun suratlı!" d iye
bağ ı rd ı bay yirmidokuz. "iki laf ettirmedin ra hmetl iyle!"

"Ö lüye de sayg ısı yok bunları n, bacım," d iye söylendi on


numara l ı delika n l ı . "Ni neye bir za hmet sorabilir m isin, nişan­
l ımla evlenebilecek m iymişim?"
"Aaa, deli m i ne!" dedi bay yirmidokuz. "Anneannem ne­
reden bilsin, ayol?"
"Bi lmez olur muyum, evlad ım?" d iye söze karıştı toz bu­
lutu . "Öte tarafta sizin bilmediğin iz pek çok şey bize malum
olur. Cevap veriyoru m : O kad ı n la ya evlenebi leceksin ya da
evlenemeyeceksin. Kesin bu!"

14 8
Kon uşmayan Tavus Kuşu Camio

"Nineciğim, bu güzel haberle beni dünya n ı n en m utlu


adamı ettin," dedi on nu mara l ı delikan l ı . "Keşke m ü bare k el­
lerin hala duruyor olsayd ı da onları öpebi lseyd i m . Düğünü­
müze mutlaka bekliyoruz."
"Bu saçma lığa nasıl seyirci ka labiliyorsunuz!" d iye üstadı
azarladı bay dokuz. "Ruh ge lecek, bize çok kıymetli bilgiler
verecek ded in iz. Gele gele bir toz bulutu geldi; onun içinden
de bu salağın an neannesi çıktı !"
Bay dokuzun sağında ve solunda oturan bay kırk ve bay
kırkbir, biraderlerinin bu çıkışını çok yerinde bulara k başıyla
tasd i k etti.
"Bana ba k evladım," dedi toz bulutu torununa. "Benim
artık ke ndi alemime geri dönmem lazım, ama sana son bir
uyarım olacak. Sakın o soytarıya g üveneyim deme, yoksa
hakkımı hela letmem."
"Hangi soytarıya, kız a nnean ne?" d iye sord u bay
yirmidokuz.
"O soytarıya işte! Sakın g üvenme."
"Ayol hang isi?"
"Hangisi olacak, evladı m?" dedi toz bulutu ve dağılıp
g itmeden önce tekrarladı: "O soytarıya güvenme!"

Başarısız geçen seansın a rd ı ndan kısa bir mola veren bi­


raderler, bu defa daha ileri düzeyde ayinlerle bilge bir ru hu
h uzurlarına çağ ı rm ayı denemek üzere salonda ye niden top­
landı. Biraz d i nlenme şansı yakalayan beş beyin durumu daha
iyiye g id iyor g i biyd i . Yüzünün rengi düzelm iş, hare ketleri ve
konuşması norm a le dönmeye başlam ıştı.
"Sevg i l i biraderleri m, hepiniz hazırsa n ız işe koyu lal ım,"

149
Berra k Yurda k u l

dedi üstat. "Şimdi ayi n i m iz için gerekli hazırl ıkları yaparak ev­
re n i n d i kkatini çekeceğ iz ve çağrım ızın bütün a le m lerde du­
yulmasını sağ layacağız."
Üstat bir yandan sol eliyle büyük bir z i l i çal ıyor, diğer
ya ndan da sağ e l iyle kara kap l ı kutsal kita bın a rka sayfa ların­
dan bir böl ü m ü h ızlıca çevirerek oradaki kimsenin ne olduğu­
nu çıkaramadığı bir d i lde yazan duaları yüksek sesle okuyor­
du. Dualarını tamamlayıp, kutsal zinciri masa n ı n etrafına üç
defa dolad ıktan sonra psişik çe m berin üzerine tuz serpiştiri p,
zilini son defa ça ldı ve te hlike l i bir durum ol uşm ası i htima l i n i
göz önünde bulundurara k büyü l ü ha nçe ri ni cü ppesinin cebine
yerleştird i . Ayin bitince biraderler bir önceki sea nsta yaptı kla­
rı gibi e l ele tutuşup, sessizlik içinde ru hun gelmesini bekle­
rneye başladı.
K ısa süren bekleyişin a rdından ayin salonunda birdenbire
çıkan kuvvetl i bir rüzgar bütün m u m la rı söndürdü, herkesin
koltuğu şiddetle sarsı ldı ve masanın ortasında bir toz bulutu
oluşuverd i . B üyü klük ve şekil itibarıyla oldukça i riyarı bir i nsa­
n ı çağrıştıran toz bulutu, masanın ortasına yerleşere k kendi
etrafı nda hortum gibi dönmeye başlad ı . Ayi n salonu nun için­
de tu haf bir uğ ultu yankılan ıyor, tava nda bir pariayıp bir sö­
nen, ışıklar saçan küçük şimşekler ça kıyordu.
"Bacım, odanın içinde şimşek m i ça ktı, yoksa bana m ı öy­
le geldi?" d iye sordu on numara l ı del i kanlı. Artık onun da
korkmaya başlad ığı be l l i ol uyord u.
"Sevg i l i biraderlerim, sakın korkmayın!" ded i üstat, büyü­
lü ha nçeri yavaşça cebinden çıkartıp eline a la rak. "Öyle zan­
nediyoru m ki, bu gelen de bir toz şeyta nı. Psişik olara k önce­
kinden biraz daha güçlü, o kadar"
"Ayol, bu adam da h iç durmadan a nneanneme toz şeyta­
nı d iyor," d iye söylendi bay yirm idokuz. "Deli mi ne!"
ı so
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Çağrım ıza karşı l ı k veren kimd ir?" d iye seslendi üstat, toz
bu lutuna. "Ey ruh, bize hang i alemlerden ne mesaj la r getir­
d in?"
Toz bulutu bu soruya bir patlamayla dağ ılarak ya n ıt ver­
m eyi tercih etti. Birdenbire üç başlı, gövdesi tıpatıp bir i nsana
benzeyen, ama i nsan olmadığı başka alem lerden gelen bir
va rlıkla hiç karşılaşmamış ace m i gözler tarafı ndan bile kolay­
ca teşhis edilebile n tuhaf bir yaratık ortaya çıktı.
"Masanın ortasında üç kafa lı bir i blis m i d u ruyor yoksa
bana mı öyle gel iyor, yenge?" d iye sord u on numaralı delikan­
lı yutkunara k. "Şu koca defteri başlarından birine geçirsem
m i?"
"Dur ayol," dedi bay yirm idokuz, gayet serinkanlı bir tu­
tumla. Biraderler a rasında karşı larındaki manzarayı e n az ya­
d ı rgamış olan o gibiyd i . "Önce bir d i n leye lim, a n iayalım derdi
neymiş garibanın."
O sırada üstadın gözü canlı olduğundan şüphe ettirecek
kadar hare ketsiz duran bay dokuza ta kıldı. Bay dokuzun ade­
ta taş kesi lmesine yol açan hayreti iki nedenden kaynaklanı­
yord u . Karşısında üç başlı bir iblisin du ruyor olması yete rince
tu haf ve korkutucu değilmiş gibi, iblisin sol başı tüyler ü rper­
tici derecede kendisine benziyordu . i b l islerle hiçbir a kra balığı
bulunmadığını bilmeyen biri kolayl ıkla onları ikiz zannedebi­
lird i .
'Sakin olmaltytm . ' d iye düşündü bay dokuz.
. .

Neticede ibiisiere ve şeyta niara hayatı boyunca inanma­


m ası, onları daha ewel hiç kendi gözleriyle görmemiş olma­
sından kayna klanm ıştı. Bay dokuzun bilimselliği ve akılcılığı
ön planda tutan, ama gerektiği zaman da esneklik gösterme­
sini bilen z i h i n yapısı derhal müdataaya geçti; kendini tanrıla­
rın, şeytanları n, mele klerin ve benzeri türden bütün saçmalık-
ısı
Berrak Y u rd a k u l

ların bu andan iti ba ren bil imsel bire r gerçek olara k a lg ı lanma­
sını sağ layacak şekilde yeniden prog ram i ayarak duruma
adapte oldu. Soğukka n l ı l ı ğ ı n ı koruya bilirse be l ki o i biisi kendi
çıka rlarına hizmet etmek üzere buyruğu a ltına a la b i l i rd i .
"Anlat canımın içi," diyerek sessizliği bozdu bay yirmidokuz.
"Bize hangi alemlerden ne mesaj la r getird in? Anlat, fera h la r­
sın."
"Fıstıklı kurabiye,'' dedi yaratığın sol başı.
"Fıstıklı kurabiye m i?" d iye sordu üstat.
"Evet," dedi sol baş. "Şu masada duran lardan bir tane
uzatır m ısınız?"
"Başım yok!" d iye feryat etti beş bey. "Şeyta nlar başımı
çalm ış, efendim!"
"Yeter a rtık, beş bey!" d iye çıkıştı üstat. "Sin irlerin ize ha­
kim olun. Koskoca iblis ne ya psın sizin başın ızı? Kend isine ye­
tecek de artaca k kadar başı olduğ unu görmüyor musunuz?"
"Görm üyorum, muhterem efendim!" dedi beş bey, göz­
yaşiarına hakim ola mayarak. "Görm üyorum ta bii! Şu masaya
oturduğurndan beri beş duyumdan dördü g itti . Üstelik a rtık
be l i mden aşağ ısı da tutmuyor!"
Paniği g itti kçe artmakta olan beş bey, bir hışımla ayağa
fırlayıp e l iyle bacağının a lt bölümünü birkaç defa hızl ıca yok­
ladı. "Şeyta nlar kaval kem iğimi ça lmış, efendim!" d iye bağ ı r­
d ı kta n sonra titremeye başladı ve bayılara k yere düştü.
Beş beyin yaşadığı travma larla daha fazla uğraşmaya ni­
yeti ol mayan üstat yerde yatan adama son defa baktı ve ba­
şını ilg isizce masanın ortasındaki ibiise doğru çevirdi . "Kim­
sin?" d iye sordu yaratığa. "Seni Manu ve Lilu m u yollad ı?"
"Beyaz şarap," dedi sol baş.
"Beyaz şarap m ı?"
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Biraz beyaz şarap yok m u?" dedi ibl is. " Boğazım kuru-
du."

"Kimsin sen?" d iyerek sorusunu ısrarla tekrarladı üstat.


"Se n i Manu ve Li lu mu yollad ı?"
"Şu şişman herif sol başım ıza mı benziyor, yoksa bana mı
öyle gel iyor?" d iye sordu iblisin orta başı, bay dokuzu işaret
edere k.
"Bana da öyle geldi," dedi iblisin sağ başı.
"Doğru söylüyorsunuz!" dedi i blisin sol başı, bay dokuzu
d i kkatle inceleyerek. "Yüzünün ortadan bir çizgiyle ikiye bö­
lündüğünü; ya rısının beyaz ten l i, diğer ya rısının kıpkızıl ve ç i l l i
olduğunu hayal edin v e ba kın: Ayn ı be n ! Reenka rnasyon d iye
bir şey olmadığını adım g i b i bi lmesem, ölüp de başka bir
a lemde ye niden doğduğuma dair Mal kuth üzerine yem in
edebilird i m . "
" K i m s i n sen?" d iye üçüncü defa sordu üstat. "Seni M a n u
v e Lilu m u yol lad ı?"
"Onlar da kimm iş?" ded i sol baş. " H iç ta nımıyoru m .
Efendimizin kra llığı ç o k ka labalıktır, bütün ibi isierin adını bil­
mem çok zor. Zaten bi lsem de aklı mda tutam a m ."
"Efendin m i?" d iye gürledi bay dokuz. iblisin sol başıyla
kendi başı a rasındaki benzerl iğin üzerinde bu kadar fazla du­
rulması asabını bozmuş, sinirleri n i iyice germişti. "Demek
senden daha yetki l i biri var. Derhal çağ ı r onu buraya! Seansla­
ra başladığım ızdan beri h içbir şey bilmeyen zavallılardan baş­
ka ki mse gelmedi karşımıza. Artık işe yara r bazı bilgiler edin­
sek iyi olacak!"
"Çağ ı ramam!" dedi sol baş umursamazca. "Efendim sizi
şe reflendirmek istese zaten kend i gelird i buraya ."
"Bunu gönderip efendisini çağıra l ı m ! " d iye bağırdı bay
1 53
Berrak Yurdakul

dokuz. "Bakın! B ütün ba�la rın ı n ortasında sıfır yazıyor. Belli ki


hiçbir a lemde hükmü yok bunun!"
"Sakin ol un, bay dokuz" d iye buyurdu üstat. "ibl islerin
efendisini buraya zorla getirecek halimiz yok. Ayrıca onu ça­
ğ ırmak için e n i leri d üzeydeki ayini ya pmak gerekir ki, bu sizin
g i bi bir ç ırağ ı n ta hmin ederneyeceği kadar te hlike l i bir �ey­
d i r."
"Bana ba k, bızdık!" dedi bay dokuz. "Sen kime çırak di­
yorsun? Aln ında üç yazd ığı için ke ndini bir �ey m i sandın? Sen
üçsen ben de üç kere üçüm !"
"Benim de be� kere be� gibi bir �ey olduğumu söylüyor­
lar," d iye fısı ldadı bay yirm idokuz. "Hatta be lki birazcık daha
fazlaym ı�ım."
"Ye ngeciğ im, çarpma bölme bilm iyor musun sen?" d iye
sordu on numara l ı delika n l ı .
"Ayy, o ikisini p e k bilmem, ama top lama çıka rmam iyi-
d ir."
"Yeter artık seni d i n lediğ i m iz!" d iye bağ ıra rak yumruğu­
nu masaya vurd u bay dokuz. "Bundan böyle üstat da benim,
yetkili de!"
"Arkada�ım, sen bizi b i l in mez be lalara m ı sürüklemeye
ça lı�ıyorsun; ne yap ıyorsun?" d iye itiraz etti on numara l ı deli­
kan l ı .
"isteyen çeksin g itsin!" d iyerek ayağa fırladı bay dokuz.
"Ben en teh l ikeli ayi n i yapacağ ım!"
Bay dokuzun bu çılgınca fi kri uyg u lamakta kara rlı oldu­
ğunu a n layan üstat görevlile re seslenmek üzere kapıya doğru
ko�tu, ama bay kırk ve bay kırkbir ondan daha süratli davra­
narak kapıyı çoktan tutmu�tu.
"Ellerini aya klarını bağlayın bunun!" ded i bay dokuz avu-

154
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

katlarına. "Şu büyülü hançeri ve zil leri de bana verin baka l ı m .


En te hlike l i a y i n n a s ı l yap ı l ı rm ış, görsünler!"
"Bacım, bence biz buradan tüye lim artık," d iye fısıldadı
on numara l ı delika n l ı .
"Bana sorarsan da oldukça biçimsiz bir durumdayız," dedi
bay yirmidokuz. "Şu gariba n ı da alal ı m . Yazı ktır ayol. Ruhu
büzüştü korkudan."

"Nasıl büzüştü, yengeciğim? Korkutma be n i ! Zaten bura­


da orta m büsbütün korku nçlaştı. Ne pis işlere bu laştı m aşk
uğruna!"
"Kalk kız, kalk! Çabuk kaça l ı m . Bu pis şişko bizi şeytan ı n
mül kiyetine geçirmeye n iyetlenmiş. Maska ra edecek hepim i­
zi!"
"Hadi o zaman, hemen sıvışa l ı m, bacım. Sen yine de bu
kaçış olayını çok d i l lendirme, gözün ü seveyim. Mahallede du­
yulmasın yan i . Kız isteyeceğiz ya, o ba kımdan."
"Sen hiç merak etme, ayol . için rahat olsun. G izlilik ben­
den sorul ur."
"Sayı mızın küçüklüğüne güvendik, kız istemeye g itti k,"
d iye söylenerek beş beyi kuca kladı on numara l ı delika n l ı . "ille
de tutturdular; 'ne iş yap ıyorsun' d iyor, başka bir şey dem iyor
şerefsizlerı 'Arkadaşı m, sayıma baksana. Daha ne iş yapayım?
K ra l la r g i b i on numara adamım!' ded i k a n lata madık! Bir gizli
kardeşlik keyfim iz vard ı, onu da kaçırd ı lar nam ussuzu m . "
"Kaptın m ı ada mcağızı?" d iye sordu bay yirm idokuz. " iyi,
hadi kapıya koşa l ı m ! Sakın endişe lenme, canım ın içi. Çıkma­
m ızı enge llemeye ça lışırlarsa, gerçek kimliğimi açıklarım."
Avukatlara döndü. "Çekilin önüm üzden, ben gizli bir aj anım!"
"B ı rakın g itsinler!" d iye buyurdu bay dokuz. "Ayağımın
altında dolanmalarını istem iyorum zaten!"

ıs s
B e rrak Y u rd a k u l

Avukatla r patron larının verdiği ta l i matiara uyara k bira ­


derlere yol verd i ve o n l a r çıkar çıkmaz salonun kapısını özenle
kilitleyip e n teh l i ke l i ayine başlamak üzere yuvarlak masadaki
koltu klarına döndü.

"Evet a rkadaşlar, ikiniz de hazırsanız işe koyu lalım," dedi


bay dokuz. Ü stadın siyah cüppesini g iym iş, başına da siyah
kuku letayı geçirm işti. "Şimdi ayin i m iz için gerekli hazırlı kları
ya parak evrenin d i kkati n i çekecek ve Şeyta n'ın çağrı m ızı
duymasını sağ layacağ ız."
Bay dokuz bir yandan sol eliyle en büyük zili çal ıyor, diğer
ya ndan da sağ e l iyle kara kaplı kutsal kitabın son sayfasında
yaza n duayı yüksek sesle okuyord u. Duasını tamam layıp kut­
sal zinciri masa nın etrafına üç defa dola d ı ktan sonra avukatla­
rıyla bera ber oluşturduğu psişik çem berin üzerine tuz serpişti­
rip, zilini son bir defa çaldı ve teh l ikeli bir duru m o luşması ih­
tim a l i n i göz önünde bulund urarak büyülü hançerini cü ppesi­
nin cebine yerleştird i . Ayi n bitince üç birader önceki seanslar­
da yaptıkları g i b i el ele tutuşup, sessizl i k içinde ru hun gelme­
sini beklerneye başladı.
K ısa süren bekleyişin a rdından birden b i re çıkan şiddetl i
b i r fırtına bütün m um ları söndürdü, tavanda a s ı l ı d u ra n kristal
avize büyük bir gürü ltüyle masanın ortasına d üşerek parça­
landı ve her türlü ışıkta n yoksun kalan ayin salonu bir anda zi­
firi karanl ığa büründ ü. Ya l n ızca içinde bulundukları bölümde
değ i l, bina n ı n tamamında ku lakları sağ ı r edecek kadar yüksek
bir uğultu ve ta pınağı temelinden sal laya n şiddetli bir sarsıntı
başlam ıştı. B i raderlerin üçü de nefeslerini tutmuş, oturduğu
yerde titremeye başla mıştı. Koridorlarda telaşlı koşuşmalar
duyuluyor, karanlığın içinde yolunu bulup kaçmaya ça lışan
görevl ilerin korku dolu çığl ı kları yankılan ıyordu.
ı sG
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

Ayin sa lonunun içinde ansızın yabancı bir varl ığın ayak


sesleri duyuld u. Çağrıları na kulak veren yaratık her neyse çok­
tan gelmiş, yuvarlak masanın etrafı nda dolaşmaya başlam ıştı.
Biraderler boğazından h ı rı ltılar çı kara ra k nefes a l ı p veren ya­
ratığı göremed i kleri için üzülmek m i, yoksa sevinmek m i ge­
rektiğine kara r veremedi. Bu kararsızlıkları çok uzun sürmed i,
çünkü salon tava nda bomba g i b i ard ı a rdına patlayan şimşek­
lerin yol açtığı kuvvetli ışığın etkisiyle ayd ı n l a n ı nca, ayin ma­
sasının üzeri nde bağdaş kurmuş oturan, tuhaf olmasına rağ ­
men oldu kça zararsız görünen genç bir çocukla g ö z göze g e l ­
d i ler.
"Beni emretm işsin iz, efend im," ded i yaratık, bay doku­
zun bulunduğu ta rafa doğru dönerek. " B i rkaç mum ya kın da
kutsal yüzünüzü ra hatça göre b i leyim . "

Yaratığın itaatkar tavrı ndan ötürü korkusu biraz yatışan


bay dokuz, "i blisin sözlerini d uyd unuz, mum ları ya kın!" d iye
seslendi avukatlarına. "Em irleri m i kara n l ı kta verecek değ i l i m
ya !"
Avukatlar yerlere diziimiş olan m umları e l yordamıyla bu­
lup sırayla yaktı kça, gelen yaratığ ı n neye benzediğini daha
rahat seçebil meye başladı lar. Esmer, yeşil gözlü, atietik ya p ı l ı
bir oğ landı; boynuna bütün vücudunu örten uzun, kırmızı bir
pelerin bağ lamıştı. Yaşı dü nya yılıyla ölçülecek olursa en fazla
on sekiz g i b i görünüyord u . Om uzlarına düşen siyah saçları
sımsıkı a rkaya çe k i l i p örü lm üştü.
O sırada avu katla rın gözü canlı olduğundan şüphe ettire­
cek kadar hare ketsiz dura n bay dokuza ta kıld ı . Bay dokuzun
adeta taş kesil mesine yol açan hayreti iki nedenden kaynak­
lanıyord u. Karşısında d ura n yaratığın alnının ortasında 'ı' ya­
zıyor olması yeterince şaşırtıcı değilmiş g i bi, oğ lan tüyler ü r­
pertic i derecede bay dokuzyüzmi lyona benziyordu. Bay do-

1 57
B erra k Y u rd a k u l

kuz reenka rnasyon d iye bir şey olmad ığını adı gibi bilmese
onun ölüp de başka b i r alemde yeniden doğduğunu söyleye­
bil ird i .
' O uğursuz herifin ibiisier/e bir akrabaltğt olduğu belliydi za­
ten, ' d iye düşündü.

Ama isted iği kadar benzesin, ne fark ederdi ki? Bütün


dünyanın a rayıp da bu lamad ığı 'ı' num ara l ı varl ık o anda kar­
şısında du ruyor, üste l i k ke ndisine itaat etmeye hazır görünü­
yord u. Yaratığı buyruğu a ltına a lmayı başara b i l i rse, ona yaptı­
ra bileceğ i şeylerin sınırı yoktu. isted iği her şeyi elde ede b i l i r,
hatta d ünyayı bile ele geçirebil ird i !
"Size nasıl hizmet ede b i l i rim, a s i l efend im?" d iye sordu
Astaroth, insanın ka n ı n ı donduran bir ses ton uyla .
"Her isted iğimi yapacak m ı sın?" d iye sordu bay dokuz
büyük bir hevesle. Sevi nçten içi içine sığ m ıyord u .
"El bette, efendim," dedi Astaroth. "Bundan böyle ben si­
zin sad ık uşağ ın ız, hatta kölenizim."
Bay dokuz m utl uluk sarhoş luğuna kapıldığı için çocuğun
yüzündeki alaylı ifadeyi farketmemiş, büyük bir coşkuyla is­
teklerini sırala maya koyulm uştu . "Yüz m i lyon dönüm a razi,
beş bin adet villa, sekiz bin tekne, on bin ara ba istiyoru m .
Tonla rca a ltın, sa ndık sa ndık elmaslar, züm rütle, pı rlanta­
lar . . . "
"Yakutu unuttu nuz, efendim," dedi Astaroth. "O nu da lis­
teye ekleyeyim m i?"
"iyi düşündün!" dedi bay dokuz. "Onu da ekle ta bii!"
"Sizin istekleriniz bittiyse ... " d iyere k hareketle ndi ve avu­
katlara doğru adım adım i lerlemeye başlad ı Astaroth. "Diler­
seniz ben de ke ndi istekleri m i sıralayayım."
Ada mlarına ve kend isine ayağ ı n ı n a ltına alıp ezmesi ge­

ı sa
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

reken birer böcek g i bi iğrenerek bakan yaratığın gözlerindeki


ifadeden ve çevik bir hare ketle masadan atlayarak avu katla­
rın üzerine yürümeye başla masından ötürü pan iğe ka pılan
bay dokuz, büyü l ü hançeri tehd itkar bir şekilde havaya ka ldı­
rıp sa l ladı. "Korkmayın!" d iye bağırdı d iğerlerine. "Elimde bü­
yülü hançer var!"

"Beni o oyuncakla m ı durd uracaksın ız, sayg ıdeğer efen­


d i m iz?" d iye soran Astaroth, küçümser bir ka h kaha atarak iki
avukatı birden tek ham lede yakalayıp kendine çekti.

"Korkmayın!" d iye bağ ırd ı, titreyen e l leriyle kara ka plı


kutsal kitabın sayfalarını ka rıştıran bay dokuz. "O eterik bir
varl ıkm ış, size dokunamazmış! Burada öyle yazıyor."

"Sahip olduğun her şeyi satman ı istiyorum," ded i bay do­


kuza, avu katları boğazlarından tutm uş halde havada sa lla­
makta olan Astaroth. "Bütün servetini kullanara k ben i m için
görke m l i bir ta pınak yaptıracaksın."
"Korkmayı n!" dedi bay dokuz, cılız ve ağlamaklı bir sesle.
"Psişik çem berim izden çıkamazm ış! B urada öyle yazıyor."
O a rada Astaroth psişik çem berden çıkmakla ka lmam ış,
masanın etrafı na dolanan 333 halkalı zincirle iki avukatı birbi­
rine bağlam ış, i kisini de a rkasında sürükleyerek ka ra rl ı adım­
larla bay dokuza doğru geliyord u . "Tapınağımın ya pımında
sizlerin de taş ustası olara k bizzat görev a l manızdan gurur
duyarım, efendi lerim," ded i .
B i r san iye sonra zincirin ucuna bay dokuzu d a bağlam ış,
üç biraderi birden sırtına atı p yerden beş karış havalanm ıştı.
O n ları da ya nına alara k bilin meyen bir yere doğru uçup g it­
meye hazırlandığı be l l i oluyordu . "Ayrıca, ta pınağımı a ltın lar­
la, e l maslarla, zümrütlerle ve p ı rlantalarla süslemenizi istiyo­
ru m . "

159
B e rr a k Y u rd a k u l

"Yakutu unuttunuz, efendim," dedi bay dokuz gözyaşları


içinde. "Onu da listeye e kleyeyim m i?"
"iyi düşündün!" dedi Astaroth. "Onu da ekle ta bii!"

ı 6o
,., Bayavı Yedi Milyar l<.üsur

Aja n üçyüzm i lyon, teşki latta ki gizli aja n ların başka n ı ol­
masından ötürü teşkilatta ki bütün gizli aja n ların en g izl isiyd i .
Kim i leri görevine başladığı i l k günden beri h e m iş yerinde,
hem de öze l hayatında soytan kostümüyle dolaşmasının kim­
liğini g izleme amacı taşıd ığını iddia ettiyse de, kıyafet seçimi­
n i n temelinde yatan gerçek sebepler gizemini koru mayı sür­
dürmekteyd i .

Aja n üçyüzm ilyon, 5 . 5 . döneminde yaşanan tatsız olay­


lardan ve yüksek sayılı kişilerin gözden d üşmesinden derin
üzüntü duyuyordu . Bu üzüntüsü asla gizli ajanlar a rasında en
yü ksek sayıya sahip olmasından kaynaklanm ıyordu. B i rkaç ay
evvel sayısı n ı n küçü klüğüne kanarak onlarca aday a rasından
ya rd ı mcısı olarak seçtiği asista n ının acınacak derecede akı lsız
olduğunun çok kısa sürede a n laşılmasının da bu üzüntüsüyle
hiç ama hiç ilgisi yoktu. Yapmış olduğu bütün yazılı ve sözlü
uyanlara rağmen teşkilata kadın kıyafetleriyle gelmekte ısra r
eden o adamcağızın işine son vermesi an meselesiyd i ne de
olsa.
Aja n üçyüzm i lyon un mutsuzluğ unun asıl sebebi, herkesin
heyecanla yol unu gözlediği ve bug ün ya rın ortaya çıkması
beklenen sözde mesi h i n kim olduğunu hala tespit edememiş
olmasıyd ı . 5.5. dönemi olara k adlandırılan uğursuz g ü n lerde
i nsanoğ lu üzerinde oynanan karanlık oyunların hepsini alnın­
da 'ı' sayısını taşıyan nam ussuzun planladığına adı gibi emin-

ı 6ı
B e rra k Y u rd a k u l

d i, ama 'ı' numaranın kimliğini deşifre edebilmek için gece


gündüz ça l ışmasına ve e l indeki tüm olanakları seferber etme­
sine rağmen h içbir sonuca varamamıştı. Peşine d üştüğü her­
kesi kısa sürede ya kalayan, ye rin yedi kat di bine bir çukur açıp
içine yatan la rı bile e l iyle koymuş gibi bulup çıka ra n aj an
üçyüzm i lyon, meslek hayatı nda ilk defa ça resizlik içi nde çır­
pın ıyordu. Bu sözde 'Ye ni Mesih' hangi cehennemdeyd i ve
tüm dü nyayı kargaşaya, hatta kaosa sürükleyen fela ket rüz­
garları n ı estirecek gücü nereden buluyordu?
'ı' numara l ı elebaşını ya kalayaca k olursa doğduğuna na­
s ı l pişman edeceğ i n i n hayalini kurarak odasına doğru ağır
adımla ra yürüyen aja n, koridoru n köşesini dönmeden önce
şapkasındaki zillerin çıkard ığ ı ses duyuldu. Ofisleri Ajan
üçyüzmilyonun odasının bulunduğu katta yer alan bütün gö­
revliler ve sekrete rler zil seslerini duyar duymaz süratle çalış­
ma alanlarına koştu, derhal bilg isayarlarında açık kalan oyun­
ları kapattı, yüzüne son derece ciddi ifadeler takındı ve masa­
larında d ura n kağıtla rdan biri n i kaparak büyük bir d i kkatle in­
celemeye koyu ldu. Soytan kostü rnlü başkanları bütün i hti­
şa m ı ve göz kam aştırıcı renkleriyle ön lerinde bel i rdiği zaman
gafil avianan te k bir kişi bile olmam ıştı.
Aja n üçyüzm i lyon persone linin ça lışka n lığından gayet
memnun halde odasına g irip ka pısını kapattı ve sekrete ri nin
odanın bir köşesine gizled iğini söylediği 'Çok Gizli' dosyayı
bulup i nce lemeye başladı.
Gizli görevinin detayl ı olarak an latı ldığı g izli dosyayı oku­
d u ktan bi rkaç daki ka sonra gizlice sekreterini çağ ıra n ajan
üçyüzmi lyon, arabasının hazırlatılmasını ve yirmidokuz beye
haber veri lmesini söyled i . Sekreteri odadan çıktıktan sonra
kostümünün g izli ceplerinden birine silahını gizleyerek kendi­
si de binadan büyük bir gizlilik içe risi nde ayrı ldı.

162
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

Üstlendiği teh l i ke l i ve önem l i görevi gerçekleştirmek için


bir a n evvel yola çıkmak isteyen aja n üçyüzmi lyon, onu yirmi
dakikad ı r a rabanın içinde bekleten ajan yirm idokuzun ana
kapıdan çıktığını görünce sin irleri biraz olsun yatıştıysa, bun­
da genç asista nının kıyafet seçimden ötürü g i rmiş olduğu şo­
kun da azımsanmayacak etkisi olm uştu kuşkusuz.
Ajan yirmidokuz, "Ayol, siz şimdi beni yine geç ka ldığım
için azarlayaca ksınız, ama inanın ki ne g iyeceğimi bilemedi­
ğimden böyle oluyor," d iyere k kapıyı açtı. "Malum, i nsan iş­
yerine gelirken biraz fazla özen iyor." Eteklerini toplayarak
arabaya kuruld uktan sonra şefin i n hayret ve tiksintinin mü­
kemmel bir bileşi m i olan bakışiarına hiç aldırış etmeden söz­
lerine deva m etti. "Pamuklu jarseden d ikilmiş balon eteğimi
m i g iysem, yoksa körüklü cepleri olan spor eteğ imi m i derken
bu ipek şifon gece e l bisesi n i üzerime geçi rivermişim."
"En iyisini ya pmışsın!" dedi Aja n üçyüzm i lyon a laylı bir
ifadeyle. Kılık kıyafet konusunu bir daha açılmamak üzere
kapatmak n iyetindeyd i .
"Sizin böyle sorun larınız y o k ta bii!" d e d i aja n yirmidokuz,
hafif sitemkar bir sesle. "Her gün aynı soyta n kostümünü gi­
yip çı kıveriyorsunuz evden. Ne pratik!"
" Boş konuşmalarla harcayacak vaktimiz yok!" d iye ho­
murdandı ajan üçyüzmilyon. "Şimdi, a ralarına sızdığın gizli bi­
raderlik toplantısında neler kon uşulduğunu, ne tür planlar ya­
pıldığını an lat baka l ı m ! "
"Aaa, n e aralarına sızması ayol!" dedi aja n yirm idokuz. "O
toplantıya ben alnımın a kıyla, a l l ı pullu davetiyem le girdim !"
"Her neyse !" dedi ajan üçyüzmi lyon. "Amaçları ne? Lider­
leri kim? S i l a h la rı var m ı?"
"Ayy, ne amacı, ne silahı ayol? Ne gezer onlarda o kadar
163
B e rrak Y u rd a k u l

akıl? Varsa yoksa ku rabiye yiyelim, i n ieri cin leri çağ ı ralımı
Okudular, üfled iler, b i r şeyler yaptılar; birdenbire odanın orta
yerinde böyle üç başlı tuhaf bir yaratık belirdi ve ipe sapa
gel mez laflar etmeye başladı. Ben o a rada doğal olara k hafif­
te n h uyla ndım. En sonunda delinin bi ri, 'Bu gelen cinin rütbesi
düşük; bununla muhatap olmaya l ı m, şeyta nın ta ke ndisini
çağ ı ra l ım,' d iye tuttu runca da aklı başında bir arkadaşla bera­
ber arka kapıdan kaçı p kurtu ldum!"
Ajan üçyüzmi lyon, "O kada r ada m ı şeyta n çağ ı rmak için
mi toplam ışlar?" d iye sordu, güle rek.
Asistanının anıattı klarından yola çıkara k adamların ruhsal
safsatalarla uğraşan marjinal ve te hlikesiz bir top luluk olduğu
sonucuna varm ıştı. Meslek hayatında öyle gruplara o kadar
çok rastlam ıştı ki, a rtık on ları önemsememeyi öğrenmişti.
Saçmalıklarla kaybedecek vakti yoktu. En kısa zamanda 'ı'
numarayı bulması gerekiyord u ! Nerede bu lacağ ını bilm iyor
olabil ird i be lki, ama en azından büyücü lük oynayan bir avuç
delinin gizli toplantı larında bulamayacağını bilecek kadar ze­
kası ve hayat tecrü besi vard ı ! "An laşılan sen de ora lara kadar
boşuna g itm işsin, vaktine yazık olmuş," dedi yirm idokuza.
"Asl ına bakarsan ız, her şeye rağmen g ittiğime değd i .
Rahmetli anneanneciğimle birazcık soh bet edip hasret g ider­
d i m . Çok iyi geldi doğrusu. Gerçi, g itmeden evvel söylediği
son sözlere pek anlam ve remed i m . Üç defa üst üste, 'O soyta­
rıya hiç güve n i l mez, dikkatl i ol evlad ı m,' d iye tem bi hledi."
"Öyle mi?" dedi ajan üçyüzmi lyon, şapkasını şıkırdatma­
maya çal ışara k. "Çok enteresa n . "
"O te laşla, 'Ayol annean ne, etraf soyta ndan maskaradan
geçilm iyor; hangi birinden bahsed iyorsun, kime d i kkat ede­
yim?' d iyecek o ldum, ama ceva p gelmedi. Herhalde o sırada
öte ki taraftan çağrıldı ve mecburen geri döndü ra hmetli . Ya­
şarken de öyle şifreli konuşmayı pek severd i."
164
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Yaşlılık işte . . . " dedi aja n üçyüzm i lyon ve "Öyle san ıyo­
rum ki, sana görevlerimizi açıklama m ı n zama n ı geld i," d iye
devam etti, konuyu değişti rmeye ça l ışarak.
"Açı klayın efendim, ferahlarsın ız," d iyerek d i n le meye ha­
zırla ndı aja n yirm idokuz.
Aja n üçyüzm i lyon asistanına bir an ters ters baktıktan
sonra şoförün a rka koltu kta konuşulan ları d uymasını engelle­
yen düğmeye bastı. Ara larındaki kurşungeçirmez camın tam
olara k ka pa l ı olduğundan da emin olunca, "Nereye g ittiğ imizi
b i l iyor mu sun?" d iye sordu .

"Bana oldukça ya şlı bir teyzenin evine g ideceğ imiz söy­


lend i . Bunun bir çeşit kod olduğunu ta hmin ed iyorum."
"Kod fa lan değil," dedi aja n üçyüzm i lyon büyük bir ciddi­
yetle. "Ziyaretine g itme kte olduğumuz bayan oldukça yaşlı
ve gerçekten çok büyük bir sayıya sahip."
"Ayy, çok m u büyük?" d iye sordu heyeca nla aja n
yirm i dokuz.

"En büyük! i nsanoğ lunun başında be l iren sayıların e n bü­


yüğü bu yaşlı kadıncağızın a l nında bulun uyor. Baya n
yed i m i lyarküsur !"

"Ayy, inanın tüylerim d i ken d i ken oldu!"

"Kadını neden görmeye g ittiğ i m iz konusunda bir ta hmin


yürüte b i l i r m isin?"

"Ayy, durun bir düşüneyim. H ı m m m ! Buldum! Bu yaşl ı


h a n ı m teyze ç o k güzel kahve fa l ı bakıyor. Fa l ı m ıza bakacak
ve bize 'ı' in yeri n i söyleyecek!"

"Saçmalık!" d iye bağ ı rd ı aja n üçyüzmi lyon.


"Şeyy, bu kadar çok sayın ı n teyzeciğin alnına nasıl sığdı­
ğını görmeye g id iyoruz öyleyse !"
16 5
Berra k Y u rd a k u l

"Rezçı let!"
"Aaa, hemen sin irlenmeyin öyle. Telaştan d üşünem iyo­
rum . Şimdi bulacağ ı m . Bu teyze . . . Bu teyze-eee . . . Buldum ! B u
teyze sizin u z u n zamand ır ihmal ettiğ iniz ya kın b i r a kra ba nız
olduğundan elini öpüp hayır duasını a l maya gidiyoruz. Çok da
iyi ed iyoruz va llahi; işimiz gücümüz rast g ider."
"Skandal!" dedi ajan üçyüzmilyon. "Yaşlı kadını, bizimle
işbirliği yap maya ikna etmek için g id iyoruz. Bir süre ya n ı mız­
da kalaca k ve kısa bir eğitimden geçecek. Kendisinden neler
istediğimizi ta m olara k anladığından emin olduğumuz zaman
onu ortaya çıka racağ ız ve '1' numara n ı n alternatifi olara k kul­
lanacağız."
"Ayol, ne harika fikir!" dedi aja n yirmidokuz. "Aklım ızla
bin yaşaya l ı m ! " Birden dura ladı; "Peki, ya teyze bizimle ça ­
lışmak istemezse? O zaman ne yapacağ ız?"
"Hiç endişe etme," dedi ajan üçyüzm i lyon. "Çok etki l i
yöntem lerimiz va r. Eninde sonunda i kna olacaktır."
"Ayy, demek çok etki l i yöntem lerimiz var. Va liahi bizden
korku l ur!"
"Pe ki, bu görevi bize kimin verdiğini b i l iyor m usun? Bir
ta h m i n yap ba ka lım."
"Ayy, bugün de bilmece günü gibi oldu resmen."
"Haydi, ta h m i n i n i bekliyoru m ! "
"Bir dakika rahat vermed iniz ki düşüneyim! Bu görevi. . .
B u görevi - i i i i . . . B u l d u m ! Bu görevi bize, b i z verdik!"
"Yok, daha neler!"
"Öyleyse . . . Öyleyse-eee . . . B u görevi bize siz verd iniz!"
"Saçma lama!"
"Aaa, biz vermed i k, siz vermedi niz! Kim verd i bize bu gö­
revi o za man, can ı m ı n içi?"

ı66
Konu�mayan Tavus Ku�u Camio

"Bu görevi bize 'Onlar' verd i," d iye fısıldadı ajan


üçyüzmi lyon son derece gize m l i bir tonlamayla.
"Ayy, d i l i m i n ucu ndaydı, ayol!" dedi üzüntüyle ajan
yirmiJokuz. "Peki, bu 'Onlar' da kim ol uyorlarm ış, kuzu m?"
"Gri ler," dedi aja n üçyüzm i lyon.
"Ayy, heyeca ndan ve geri l imden a ltıma kaçıracağım val­
lahi!"
"Griler dünyada en iyi saklanan sırd ı r ve sana şimdi a n ia­
tacağım şeyler çok az sayıda kişi tarafı ndan bilinen, olağanüs­
tü gizli konulardır."
Ö ksürüp en ciddi ses tonuyla konuya g i rd i ajan
üçyüzm i lyon:
"Bundan a ltmış yıl kada r evvel g izli servisimiz d ü nyaya
düşen bir uzay gemisinin kalıntı larını buldu. Uzay gemisinin
içindeki tüm uzayl lları n ölmüş olduğu zanned i l i rken, ka l ı ntıla­
rın bulunduğu bölge nin ya kınlarındaki bir kasa bada yaşayan
yüzlerce kişinin in sana benzemeyen bir yaratık görmeye baş­
ladığı haber a l ı n d ı . Yaratığı gördüğünü iddia eden herkes onu
kısa boylu ve gri olara k tarif ed iyordu. Bu tarif uzay gemisinde
bulunan uzaylı cesetlerine birebir uyduğ undan, kasa ba l ı ların
gördü kleri şeyin gerçek bir uzaylı ola bi leceğ ine kanaat geti­
rildi ve çok geniş kapsa m l ı bir a rama operasyonu başlatı ld ı ."
"Ayy, yüreğim pır p ı r atıyor!" dedi aja n yirm idokuz. "Aynı
fi lmlerdeki gibi bir hi kaye, ayol."
"Basına kasabanın musluk suyuna ya nlışlıkla kimyasal bir
maddenin karıştığı, insan sağlığını tehdit eden bir durum ol­
madığı, anca k bu m adden in bazı durum larda geçici bir süre
için halüsi nasyona neden olabi leceği açıklaması ya pıldı ve
a rama ekiplerinin kimyasal maddenin musluk suyu na hangi
noktadan karıştığ ı n ı a raştı rd ığı bildirild i . Bi rkaç gün içerisinde

ı6]
Berrak Yurda kul

tarifiere uya n bir yaratık ele geçirildi ve hemen sorguya çe­


kilmeye başla ndı."
"Ayol, bir de sorguya m ı çekildi gariban? Dili mizi konuşa­
bil iyor muydu ki?"
"ilk gün lerde pek konuşam ıyordu ta bii, ama daha evvel
de be l i rttiğim gibi, çok etkili yöntem lerimiz var."
"Ayy, yönte mlerimiz işe ya rad ı m ı bari?"

"Ya ra maz olurlar m ı? Birkaç saat içinde bülbül gibi ötme­


ye başlayan uzaylı önce dünya l ı olmayan biyoloj i k bir yaratık
olduğunu iti raf etti, daha son raysa kend i gezegeninde kulla­
nılan üstün teknoloj i l i bir a letin nasıl ya pıldığını detaylı olara k
anlatmaya başladı. Ne yazık ki, tarif ettiği a letin ne i ş e yara­
dığını a leti n yap ı m ı tamamlanmadan evvel anlamak mümkün
olmuyordu . B i n lerce bilim ada m ı n ı n aylarca sürdürdüğü t itiz
ça lışmalar sonucunda uzaylının tarif ettiği a letin tem iz çama­
şırları kirlete bilen bir çamaşır ma kinesi olduğu ortaya çıktı. . .
Uzayl ının kendi küçü k g ri aklınca bizimle dalga geçtiği anlaşı­
l ı nca çok etkili yöntemler terk edilip e n etkili yöntemler uygu­
lanıl maya başlandı. Bu sırada hiç bekle ni lmeyen bir a ks i l i k
meydana g e l d i v e uzayl ının bedeni gü nden g ü n e yeşererek
küçül meye başladı. Her biri kendi dalında uzman olan birçok
doktor uzaylıyı muayene ettiyse de, hastalığının ne olduğunu
hiç bir şekilde a nlayamadı. Bazı uzmanlar uzaylının bir çeşit
transa geçm iş olduğunu ve bedenindeki hasta lığın z i h insel
yorgun luğundan kayna klandığ ını öne sürdü . . .
Uzmanların tele pati teorisini değerlendiren gizli servisim iz,
uzayl ı n ı n gezegen iyle i letişim kurmayı başa rıp da dünya l ıların
kendisine pek konukseverce davranmadığını a n latacak olu rsa
doğabilecek sonuçları ve böyle bir durumda uygulanılması
öngörülen stratej i leri özetleyen bir rapor hazı rlayara k h ü kü­
mete sundu . . .
ı68
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

Birleşik Gizli Aj anlar Derneği Onursa l Başkanı, Büyük Üstat


M. Alcofri bas (ki gizl i l i k söz konusu olduğ unda hiç kimse onun
terliğini bile öpemez) tarafı ndan hazırlanan bu tarih i raporda
grilerin sa h i p olduğu te knoloj inin bizim kinden bin lerce kat üs­
tün olduğu vurgulan ıyor, gezegen i m izi yok etmeye veya sal­
d ı ra ra k ele geçi rmeye karar verecek olurlarsa hiçbir şekilde
karşı koya mayacağ ımız bel i rtil iyordu . . .
Ra poru inceleyen hü kümet yetkilileri böyle bir fe la ketin
oluşmasını engellemek amacıyla atı lması gere ken ilk stratej i k
adımın, grilerin kötü n iyetli olmamala rı için e l ele tutuşarak
dua etmek olduğuna karar verd i. i kinci adım, grilere i ltifatlar
ederek gönü llerini a l maya ça lışmak olarak özetlenebi l ird i . Bu
yöntemler işe yaramayacak olursa denenmesi öngörü len di­
ğer a lternatifler ağlamak, yalva rmak ve yerlere kapa narak af
dilemekten oluşuyordu . . .
Stratej i le r be lirlenir bel irlenmez hare kete geçi ld i ve ilk iş ola­
ra k g rileri insanların iyi ka lpli, arkadaş caniısı ve zararsız yara ­
tıklar olduğuna ikna etmeye ça ba larken b izi yalancı çıkar­
maması için tutsağımız olan uzayl ı öldürüldü. Da ha sonra
d ünyadan uzaya a ralıksız olara k sinya ller gönderil meye baş­
landı. S i nyal lerle şu mesaj i leti lmeye ça lışılıyordu:

Sevg i l i griler, kozmosun medar-ı iftiharları!


Yolunu şaşıra rak dünya m ıza düşen ta l i hsiz g ri kardeşi m iz
amansız bir hasta lığa tutu ldu. Bu kardeşimizi iyileştirmek
için her yönte m i dened i k, ama başa rılı olamadık. Acilen
gezegeninizden yardım bekl iyoruz.
Dünya l ı dostlarınız . . .

S i nyalierim ize önce pembelerden, sonra turunculardan, sonra


mavi lerden en son da ışık varl ı klardan yan ıt geldi. . .
Pembeler, dünyaya yol ladı kları sinya lierd e grilerin kend ileri-

ı6 g
B e rra k Y u rd a k u l

ne sömürecek bir gezegen a rayan parazit bir ırk olduğunu ve


onlara kesinl ikle güven mememiz gerektiğini bel i rtiyordu . . .
Turuncular, dünyaya yollad ı kları sinya l ierde pembelerin ve
gri lerin ke ndilerine sömürecek gezegenler a rayan parazit ı rk­
lar oldukları n ı ve onlara kesinlikle güvenmememiz gerektiğ i n i
bel irtiyordu . . .
Maviler, dü nyaya yol lad ı kları sinya l ierde turuncuların, pe rn­
belerin ve grilerin ke ndile rine söm ürecek gezegenler a raya n
parazit ırklar olduklarını ve onlara kesinl ikle güven mememiz
gerektiğini bel i rtiyordu . . .
Işık va rlıklarsa mesaj larını bir elçi yol layarak i letmeyi tercih
ettiler. Işık E lçi, insa noğ lunun yaşam enerj isine saygı göster­
meyen ve va roluşun kurallarıyla uyum içinde olmaya n birta­
kım faaliyetler gösterd i ğ i n i bildikleri n i, bizi bu konuda uyar­
mak için daha evve l de e lçiler göndermiş oldu klarını, ancak
bizim bu elçilerin çoğ unu dinlemed iğim izi, d i n lediklerimizi
anlamadığım ızı, anladıklarımızı da ya nlış anladığ ı m ızı söyle­
di . . .
I ş ı k Elçi, onlarla işbirliği yapmayı kabul edecek olursak bize
ta n rısal güçlerimizi ortaya çıka rmayı ve kullanmayı öğ rete bi­
lecekleri n i, böylelikle dü nya m ızda yaşanan açlık, fa kirl i k, çev­
re kirliliği ve savaş g i b i sorun ların tamamen o rtadan ka l kaca­
ğını, hasta l ı kların sona e receğini ve insanoğlunun ölümsüzl ü­
ğe kavuşacağ ını anlattı . Bunların hepsi de kulağa hoş gelen
vaatlerdi, ama ışık varl ıklarla işbirliği yapamadık, çünkü dün­
ya nın nükleer silahla rdan arındırılması ve bütün silah üretim­
lerinin sonsuza dek durdurulması gibi akıl a l maz taleplerde
bul undu lar. Işık Elçi'ye kibarca teşekkür edildi ve gezegenine
geri dönmesi, bizi bir daha asla rahatsız etmemesi rica edil­
d i ...
Işık Elçi'nin hemen a rd ından gelen gri e lçilerin koşulla rı çok
daha makul olduğu için grilerle kolayca a n laşma sağ lanabild i .
1]0
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

Bize üstün silahlar ve radarlara görü nmeyen savaş uçakları


yapm ayı öğretebi lece kleri n i söyledi ler. Ayrıca ayın kara n l ı k
yüzünde kolan iler kurmamıza yard ı m edebileceklerini, geze­
genimizde bir nükleer savaş teh l i kesi oluşursa d ünyayı yöne­
ten kişilerin ve onların ai lelerinin aydaki kolon i lerde refa h
içinde yaşa m larını sürdürme leri n i sağlaya bilecekleri n i be l i rtti­
ler. Akta racakları paha biçilmez bilgi ler karşılığ ı nda istedi kleri
te k şey, dünyadan ayda on ila on beş bin kadar insan kaçırıp
üzerle rinde çeşitli deneyler yapmaları için izin verme m izd i.
Ta hmin ede b i leceğin g i bi, bu cazip tekl ifi hiç tereddüt etme­
den ka bul ettik . . .

i mza ladığımız anlaşma yürürlüğe g i rer g i rmez g ri le ri n büyü­


kelçisi ve ekibi dünya üstü ndeki a raştırmalarına ve çalışmala­
rına başladı. Zaman içinde griler dü nyayı yöneten ailelerle
yakın i l işkiler ve dostlu klar kurdu, dü nyanın yöneti m i nde gi­
dere k daha çok söz sahibi oldu . . .
5 . 5 . döneminde dünyada yaşa nan kargaşadan gri ler d e bizim
kada r rahatsız ve 'ı' numaranın kend ileriyle işbirliği yapmaya
ya na şmayacağından çekin iyor. işte bu yüzden, bayan
yed i m i lya rküsuru a lternatif mesih olara k kul lanma projesini
geliştird i ler. Öyle um uyorum ki, gizli görevimizin içeriğini ve
önemini şimdi daha iyi kavra m ışsındır."

"Aaa, ne d iyeceğ i m i bilemiyoru m va l lahi!" dedi ajan


yirm idokuz. "Ayda on ila on beş bin kişiyi kaçırmaianna izin
verdiğim ize inanmak bile istem iyorum."
"Asl ına ba karsa n bunlar yaln ızca üzerinde a n laşılan ra ­
ka m la rd ı . Gerçekte kaçı rd ı kları insan sayısı bazı aylarda elli
bine kadar çıkabiliyor. Çolu k-çocuk, yaşlı-genç, kad ın -erkek
ayırt etmeden her ı rktan, her ü l keden ve her meslek grubun­
dan insanları kaçırmaya devam ed iyorla r. Övün mek gibi ol­
masın, ama bütün bu zorl uklara rağmen istatisti kleri uzun
1]1
B e rra k Yurd a k u l

uzun inceledikten sonra bugüne kadar hiç kaçırmad ı kları bir


meslek grubu olduğunu tespit ettiğ i m i itiraf etmeliyim."
"Ayol, hangi meslek g rubuym uş bu?" d iye sordu aja n
y irmidokuz.
"Soytarılık!" dedi ajan üçm i lyon küsur, şapkasının z i l lerini
keyifle şıkırdata rak. "Bugüne kadar yeryüzünden te k bir soy­
ta rının b i le kaçı rı ldığı görülmem iştir. . . "

" iyi g ü n le r hanı mefendi," dedi ajan üçyüzm i lyon. " Bizler
h ü kümet görevlileriyiz. Sizinle konuşmamız gere ke n çok
önem l i bir konu var."
"Bu evde görü meem i n yeğen iyle bera ber oturuyorum,"
dedi bayan yedimi lya rküsu r. "Bir görsen iz, öyle güzel e l bise­
leri var ki!"
"Ayy, sa hiden m i?" d iye sordu aja n yirmidokuz hevesle.
"Biz de b i r göz ata b i l i r m iyiz aca ba?"
Bu sırada bayan ikibinyirm idokuz, "Kız anneanne!" d iye
seslenerek kap ıya koştu. O konuşan soytan da kimin nesiy­
miş, ayol? Şehre sirk fa lan mı gelmiş?"
"iyi g ü n le r hanımefendi," dedi aja n üçyüzmi lyon. " B izler
h ü kümet görevli leriyiz. Anneannen izle konuşmamız gere ken
çok önem l i bir konu va r."
"Ay, g ü ldürme beni!" dedi bayan ikibinyirmidokuz. "Çok
öne m l i konu konuşacakmış! Görm üyor musun, ayol? Kadın­
eağız bunad ı ! "
B i r yandan da aj an yirmidokuzun e l bisesini d i kkatlice s ü ­
züyor, en ufa k detayına kadar tepeden tırnağa i ncel iyordu.
"Ooo, dar kesimli ve kolsuz ça lışılan bu model sonradan ekle­
nen yarasa kollarla cazibesini i kiye katlamış!" dedi beğen iyle.
"Bravo doğrusu . . . "
1]2
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Esas size bravo doğ rusu!" dedi aja n yirm idokuz büyük
bir sevinçle. "Tu n i k e l biseniz hem ra hat, hem de zarif. Vaka
kenarıyla kol ağızlarındaki delik iş da ntel bordür ayrı bir espri
katm ış. Elbisenin iyisinden a n l ıyorsunuz besbe l l i ! "

"An lamaz olur muyum, can ımın i ç i ! B ütün kıyafetleri m i


kendim d i kerim ben. Otuz y ı l l ı k terziyim. D i l e kolay."
"Ayy, terzi m isiniz ne zevkl i meslek ayol!" d iyerek el çı rptı
ajan yirmidokuz. " B izim mesleğin ne kadar sıkıcı olduğunu bir
bilseniz . . . Her işimiz gizli ka paklı."
Aja n üçyüzmilyon asistanına dönüp tehditka r bir bakışla
susmasını işaret ettikten sonra bayan i kibinyirm idokuza, "Bu
g üzel sohbetim ize içeride devam etsek daha uyg un o lmaz
m ı?" d iye sord u .
Bayan ikibinyirm idokuzun gözü soyta rıyı hiç tutmam ıştı
doğrusu! B iraz tereddüt edip düşündükten sonra ajan
yirmidokuza baktı ve kapıyı açarak "Peki, geçin bakal ım," ded i.
Norma l koşullarda h iç tanı madığı i ki adama evinden içeri
adım attırmazdı, ama şu genç olana birde nbire ısın ıverm işti
içi. Zevk sahibi bir delika n l ı olduğu ilk bakışta anlaşıl ıyordu.
Hem anneannesi bunadığından beri evden çı kamaz, komşu­
larla bile pek görüşemez olm uştu . Hiç olmazsa i ki kelime ko­
nuşup, biraz a rkadaşl ı k ede bi leceğ ini düşünere k aja n ları mut­
fağa buyur etti.
"Görüşmek istediğimiz çok önemli mesele ... " dedi ajan
üçyüzmilyon.
"Ayol, tam hayallerimdeki mutfak!" dedi ajan yirmidokuz.
"Üste l i k meyve, sebze dolu. Se pet sepet sağ l ı k va Ila!"
"En sonunda kad i r kıymet bilen bir m isafir geldi ya hu!"
ded i baya n ikibinyirm idokuz sevinçle. "Dikkatini çe ktiyse,
masa örtüm ü de tığla yaptığım büyük bir elma motifiyle süs­
ledim."
Berra k Yurdakul

"Görüşmek isted iğimiz çok öne m l i mesele . . . " dedi aja n


üçyüzmilyon.
"Bu evde elti m le bera ber oturuyorum," dedi bayan
yedimi lya rküsur." B i r görse n iz, öyle parlak mücevherleri var
ki!"
"Siz anneannemin söyled i klerine hiç kulak asmayın, can­
larım," dedi bayan ikibinyirm idokuz. "Aklını soyağacı çizmek­
le bozd uğu günden beri elle tutulur tek laf etmed i."
"Anneannenizin sayısıyla ilgili olarak . . . " dedi ajan
üçyüzm i Iyon .
"Ayy, sayı denil ince farkettim . . . " dedi ajan yirmidokuz.
"Şu tesad üfe bak ayol! i k i m izin sayısı da yirmidokuzia biti­
yor!"
"Bu evde halamın kuzeniyle bera ber oturuyorum," dedi
bayan yed imi lyarküsur . "Bir görsen iz, öyle şık gece l i kleri var
ki!"
"Parmaklarının şeklinden hemen anlaşılıyor zaten," dedi
bayan ikibinyirm idokuz. "Senin e l ierin de ben imkiler gibi
na kışa, di kişe pek yatkın."
"Küçü kke n modacı olmak istiyord u m," dedi ajan
yirm idokuz. "Ama ra hmetl i anneannem izin vermed i . 'Bizim
a i lede doktor var, mühendis var, ama hiç casus yok, oğl um;
sen casus ol ki, gizli bir işimiz düşerse hal ledesin,' diye tuttur­
du."
"Korka rım anneannenize bir süre için el koyma mız gere­
kecek," dedi aj an üçyüzm i lyon.
"Bence e l biseni belini vurgu layan ince bir kuşakla ta­
mamlamasaydın te k kel imeyle muazzam o lurdu," dedi bayan
ikibi nyirmidokuz.
"Çok doğru söylüyorsun, ayol! Nedense akıl edemed i m .

174
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

Sen de g iysileri n i süsleyecek fa rklı bir a ksesuar a rıyorsan,


buklet bolero çok uyg un bir seçim olur. istersen dekalten i g iz­
lemek için de kullana bili rsin."
"Bu evde görümeem i n ablasıyla bera ber oturuyorum,"
dedi bayan yedi m i lya rküsur. "Bir görsen iz, öyle g üzel ma kyaj
malzemeleri var ki!"
"Hükümetimiz a nneannenizi a l ı koyduğu süre boyunca
manevi kaybınızı te lafi edecek bir ödeme yapmayı . . . " dedi
aja n üçyüzmi lyon.
"Ne diyor bu soytarı kılıkl ı?" dedi baya n i kibinyirmidokuz.
"Bana ba ksana sen! Anneanne tüccarına benziyor muyum?"
"Bu evde dayı m ı n kaynanasıyla beraber otu ruyoru m,"
dedi bayan yed i m i lyarküsur. "Bir görse n iz, öyle güzel pon­
pon lu terli kleri va r ki!"
"Hü kümetimden aldığım e m i rler doğrultusunda . . . " dedi
aja n üçyüzmi lyon.
"Küla hıma an lat canım, külahıma!" dedi bayan
yirm idokuz. "Hü kümetindenmiş! Sen kesin grilerden al mış­
sındır o ta l imatları !"
"Griler m i?" dedi aja n üçyüzm i lyon, şaşkınlığını g izlerne­
ye ça l ışarak. " Griler de kimm iş?"
"Aaaa, sen hangi gezegende yaşıyorsun ayol? Grileri bil­
meyen m i kaldı? S.S. dönem inde dünyada yaşanan kargaşa ­
dan g rilerin de bizim kada r rahatsız olduğunu ve 'ı' numaranın
kendileriyle işbirliği yapmaya yanaşmamasından çekindiğini sa­
ğır sultan bile duydu!" Duralayan bayan ikibinyirm idokuz, "Bir
dakika bekleyin, a klıma bir şey geldi," diyerek salona koştu.
Onun yokluğunu fı rsat bilen aja n üçyüzm ilyon asista nına
döndü. " Eğer bir kez daha konuyu saptımsa n seni kendi elle­
rimle geberteceğ im!"

175
B erra k Yurd a k u l

"Aaa, n iye kızıyorsunuz durduk yere, ayol? Yine ne oldu?


Tatlı tatlı soh bet etmeye ça lışıyoruz şurada. Aşkolsun ya n i ! "

"Seni buraya soh bet edesin diye m i getirdik! Kendine ge­


lip sana ve ri len e m i rleri uyg ulamaya başlasan iyi olur!"
O sırada baya n ikibinyirm idokuz e l i ndeki bir kita bı neşey­
le sal iayarak mutfağa döndü ve "işte buldum!" dedi. "Hepsini
eşe dosta dağ ıttığımı za n ned iyordum, ama şansına bir tane
ka l m ış." K itabı aja n yirm idokuza uzattı. " Boş zamanları m ı na­
sıl değerlendirsem diye d üşün ürken kendi kend ime, 'iyisi mi
otu ru p bir kanaviçe ve nakış kita bı yazayı m!' ded im. Ta m a ltı
ayı m ı a ldı, ama değdi doğ rusu."
"Ayol, b u bana hed iye m i?" d iye sordu aja n yirm idokuz
hevesle. "Doğrusunu istersen benim edebiyatla hiç a ram yok­
tur, ama madem sen yazd ın, i l k fı rsatta okuyacağım."
Asista n ıyla ev sa h i b i hanım a rasında geçen saçma sapan
konuşmalar nedeniyle görevini ye rine getirmekte geciktiği
için g ittikçe daha çok öfkelenen ajan üçyüzmi lyon, nakış dikiş
sohbeti sürüp g iderken sabrının sonuna u laştı ve kontrolünü
tamamen kaybederek tabancasını çekip ayağa fı rladı. "Yeter
a rtı k!" diye bağırd ı avazı çıktığı kadar. "Buraya bu kad ı n ı al­
mak göreviyle gönderildi m ve alıp g id iyorum!" Boşta ka lan
e l iyle bayan yed i m i lyarküsuru kolundan tutmuş, kapıya doğru
sürü klemeye başlam ıştı.
"Yetişin dostlar, be n i bir soytan kaçırıyor!" dedi bayan
yedimilyarküsur telaşla. "Görsen iz, öyle re nkli bir şapkası var
ki!"
"Neler ol uyor, ayol?" diyerek doğ ruldu aja n yirmidokuz.
"An neanneler kutsaldı r. O n lara e l kal kmaz, pis soyta rı!''
Bu sözleri kend isini çok şaşırtan bir kararl ı l ı kla söyleyen
aj an yirm idokuz, kend isini daha da çok şaşırtan bir çevi k l i kle
1]6
Konuşmaya n Tavus Kuşu Camio

aja n üçyüzm i lyonu n üzerine atladı ve kendisini hayrete düşü­


ren bir usta l ı kla tecrü bel i patron unun e l inden silahını çekip
a l mayı başardı. O sırada dolapta bulduğu en büyük tavayı eli­
ne geçirm iş olan bayan ikibinyirmidokuz, çıkan kargaşadan
istifade edere k ajan üçyüzm i lyonun başına sert bir darbe in­
d i rd i .

Hiç beklemed iği a nda iki değişik yönden sa ldırıya uğra­


yan tecrübeli ajan, ya rdımcısına şaşkın gözlerle son bir defa
nefretle baktıktan ve şapkasından son bir zil sesi çıktıktan
sonra mutfa k ka pısının eşiğinde yığ ı l ı p ka ldı.

"Annea nnem söylem işti," d iye söylendi aja n yirm idokuz.


"Şimdi hatırlad ım, 'O soyta rıya güve nme,' demişti. Meğerse o
soyta rı bu soytarıymış! Kimin aklına gelird i ki?" B urnundan
sol uyordu. "Düşma nımı gökte a ra rken yerde buldum, ayol!"

"Ben sağlam bir ip getireyim de şunun e l le ri n i, aya klarını


sıkıca bağ laya l ı m," dedi bayan ikibinyirmidokuz.

"Bunu şimdi adamdan sayar ve aramaya gelirler. Bütün


teşkilat ayağa kalkar va Ilahi. Ne ya psak aca ba?"

"Ben ne bi leyim, can ımın içi? G izli işlere hiç aklım ermez
ki!"

"Dur ayol, pa n i k ya pma!" dedi aja n yirm idokuz soluk so­


luğa. "Beni de şaşı rtacaksı n!" B i r an durup düşündükten son­
ra, "Dahiyane bir buluş buldum ayol!" d iye bağ ı rdı sevinçle.
"Aklımı seveyim!"

"Neymiş?"

"Bak şimdi: Bu zava l l ı c ı k çoktan beridir a kl ı n ı uzayl ılarla


bozmuş. Bana bugün anlattı . Ben derim ki, sen şimdi kendi ne,
bana ve annean neye bire r uzaylı kostü mü d i k. Ayı l ınca bunu
bir g üzel ka ndıra l ı m . 'Biz uzayl ılarız,' diye l i m; 'Seni kaçırdık,

ın
Berrak Yurdakul

hemen teşkilata dön ü p anneannenin bunadığını, işimize ya­


ramayacağ ı n ı söylemezsen tekra r kaçırıp galaksiler kralının
soyta rısı yaparız ki, sürüm sürüm sürünürsün,' d iyel i m ."
"De l i rdin m i sen, ayol!" diye şiddetle itiraz etti bayan
i ki binyirm idokuz. "Bu ne biçim plan? O kadarc ı k zamanda üç
kostümü birden hayatta yetiştiremem."
"Uzaylı kıl ığına g i rmek zorundayız," d iye ısra r etti ajan
yirm idokuz. "Başka çaremiz yok. Ra hmetl i a nneannem bura­
da olsa ne yapardı aca ba? Hemen pratik bir çözüm buluverir­
d i, cancağ ızım."
Çaresiılikle etrafa ba kın ırken gözü tezga hta d uran zey­
tinyağ ı tenekesi ne ta kıldı. "Ayy, buldum ayol ! Kostü mün ta ­
mamına gere k yok; başlık yap ı p taksak yeterli. Sen şimdi he­
men koş, radyonun antenini söküp getir. Anten i şu tenekeye
i liştire l i m . Şuradaki l i mon sıkacağ ı n ı da ver bakalım. Bir ip
bağ layıp tavandan sal lad ı k m ı, a l sana e n a lasından uzay ge­
m isi!"
"Ayol, sen hepten oynattın herha lde!" dedi bayan
ikibinyirmidokuz. "Kim inanır tene keyle l i mon sı kacağına?"
"Şu inanır," dedi aja n yirmidokuz. "Sen gönlünü ferah tut.
Zaten her i htimale karşı ayı l ı rken hipnoza sokacağım o çıng ı ­
ra klı yıla n ı . Ondan sonra değ i l uzaylı yalan ına, 'Sen dondur­
masın, bu da külah ın,' desek ona bile inanır." Üçyüzmilyon un
şapkasını şıkırdattı.
"Aaa, h i pnoz da nereden çıktı şimd i?" dedi bayan
ikibi nyirmidokuz sevinçle. "Ayol, ne marifetlerin varm ış da
haberimiz yokmuş!"
"Ayy, övü nmek gibi olmasın, ama amatör olara k psikolo­
j iyle uğraştığım için biraz bilirim o işleri . Bunu transa sokup
çıkarmak için anahtar ke limemizi bulduk mu, tamamdır!"
178
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Anahtar ke lime de 'haya lgücü' ol uversin," ded i bayan


ikibinyirmidokuz. "Mal um, ikim izinki de pek genis. O radan
aklıma geldi."
"Bu evde Marslı larla bera ber oturuyorum," dedi bayan
yedimilyarküsur. "Bir görsen iz, öyle güzel a nten ieri va r ki!"

179
·z o
"Değerli seyircilerim iz, S . S . döne minin ikinci ayında ya ­
yınlanmaya başlayan ve her bö lümü izlenme rekorları kıran
Saytsal Dünyamtz prog ramına hoş geldiniz. B u hafta ki konu­
ğu muz ünlü yaza r Kepekuş."
Sayısal Dünyamız: Merha ba, Sayın Kepekuş. Ö ncelik­
le, prog ra m ı mızın sonunda kıçın ııda çıkan sayıların görü n­
tülenmesine izin vereceğiniz için şimdiden teşekkür etme k
istiyorum.
Kepekuş: R ica ederim. Bu kara rımda kıçı m ı göster­
mezsem prog rama kesinlikle katıla mayacağımı be l i rtme­
nizin azımsana mayacak bir etkisi oldu.
Sayısal Dünyam ız: M üsaade nizle soh betimize herke-
sin en çok mera k ettiği soruyla başla mak istiyoru m .
Kepekuş: E l bette . . .
Sayısal Dünya m ız: B u sabah kahvaltıda neler yed in iz?
Kepekuş: lspanaklı börek ve ballı çörek yed i m . Kahve
içtim, elma . . .
Sayısal Dünya m ız: San ıyorum bu kada r b i l g i izleyicile­
rimizin merakını g idermek için yeterli oldu, efendim. Bizle­
re biraz çocukluğu nuzdan ba hseder m isin iz?
Kepekuş: Çocukken oyun oynamayı çok severd i m . E n
sevdiğim oyunlar. . .
Sayısal Dünyamız: Evet! Sanıyorum bu kadar bilgi iz-

ı Bı
Berrak Y u rd a k u l

leyicileri m izin merakını g idermek için yete rli oldu, efen­


dim. Saygıdeğer Kepekuş, dünyada sayıları kıçında çıkan
i l k ve tek kişi olarak şöhrete kavuşmanızdan önce de kitap­
larınızı a l ı p okuyan birkaç kişinin olduğunu bil iyoruz. B izle­
re kitapların ııda detaylı olara k aniattığ ı n ız 'Ne Ya rattım
Sendrom u'ndan bahseder m isiniz?
Kepekuş: Mem nuniyetle! Dilerseniz söze dünyada i l ­
g i m izi en çok çeken şeyden, ' ben' dediğimiz g izem l i kara k­
terden başlaya l ı m . Ya şamımız boyunca değ işik va rlı klarla,
değ işik şekillerde i letişim ku rmaya ça l ışıyoruz. Benden ev­
vel birçok büyük düşünürün de çeşitli yapıtla rında açık ve
net bir şekilde ortaya koyduğu g ibi, gerçek i letişim yal n ız­
ca eşitler a rasında kurulabildiği için en iyi i letişimi kend i ­
m izle ku ruyoruz. H iyera rşi k i l işkilerin hiçbirinde gerçe k ile­
tişim kurulamaz, çünkü taraflar birbirlerine yalan söyle­
meye veya birbirlerinden bilgi g izlerneye başlarlar. . .
Kendimizle kurduğumuz i letişimi 'düşünmek' olara k ta­
n ı m l ıyoruz, ama çoğu zaman bu i letişimde bile eksik kalan
bir şeyler olduğunu hissediyoruz. S izce bunun nede n i ne­
dir? iletişim kurduğumuz ben l iğ i m izle eşit değ i l m iyiz? Ba­
na ka l ı rsa eşit değ i l iz ve bunun fa rkındayız. içim izde bir
yerlerde çok daha büyük bir pota nsiyel olduğunu bil iyor,
bu potan siyeli bulup ortaya çıkarabilmek için gizli bir m ü ­
cadele yü rütüyoruz. Hepimiz s ı k sık anlaşı l m ıyor olmaktan
şi kayet ed iyoruz, ama a n iaşılmayı beklemeden önce ken­
di m izi a n lamamız gerektiğini unutuyoruz. Kendim izi baş­
kala rıyla kurduğumuz i l işki lerle, yaşamsal deneyimlerim iz­
le ve yarattığımız şeyler yoluyla a n la maya ça lışıyoruz. Ya­
rattığ ı m ız şeyler derken düşüncelerim izden bahsed iyo­
ru m . Düşünmek ve yaratmak va rlığım ızı anlamlı kılar, ben­
liğim izi keşfetmemize yardımcı olur.
Sayısal Dünyamız: Sayın Kepe kuş, bir dakika için sö-

ıS ı
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

zünüzü kesrnek ve televizyonunu yeni açan izleyici lerimize


bir hatırlatma yapmak istiyorum . Ünlü yazar Kepekuş
prog ra m ım ızın sonunda bizlere kıçında çıkan sayıları gös­
terecek. Bizden ayrı lmayın!
Kepekuş: Nerede ka l m ı ştım? Evet ... Her insanın ke n ­
dini ya l n ız hissettiği anlar vardır. B u kendi m iz i t a m olara k
a n layamadığım ız, çevrem izde kiler tarafından ta m olarak
anlaşılamadığ ı m ız ve hiç kimseyle gerçek a n lamda i letişim
kuramad ığımız için hissettiğ i m i z ya lnızlıktır. Şimdi bir an
için kend imizi Ta nrı'nın yerine koyal ı m ve kendi ya lnızlı­
ğ ı mızla onunkini kıyaslam ayı deneye l i m . Anımsayaca k
olursan ız, gerçek iletişi m i n ya l n ızca eşitler a rası nda kuru­
labildiğini düşündüğümü daha evvel belirtmiştim. O halde
Tan rı kim lerle ve nasıl i letişim kura b i l i r? i letişim olmadan
yaratıcı l ı k, yaratıc ı l ı k olmadan da değ işim veya gelişim
olamaz. Ta n rı'nın sadece kend isiyle i letişim kurduğunu
farz ede l i m . Bu tür bir i letişim onu tatm in ede b i l i r mi? Ba­
na ka lırsa edemez, çünkü kendisiyle ilgili bilmed iği, anla­
yamadığı ve keşfetmesi gere ken h içbir şey yoktur. Demek
ki, Ta nrı'nın ya pması gere ken şey i letişim kuracağı eşitini,
yani kend isinin bir kopyasını yaratmaktır . . .
Yaratma k son derece karmaşık ve b i r o kadar d a basit bir
kavramd ır. Yaratma mekanizması be l l i kurallar çerçeve­
sinde işler. Bana göre bu kura l l a r şöyle sıralanabilir:
Birinci Kura l : H içbir varl ık kendinden daha üstün bir şey ya­
rata maz . . .
i kinci Kura l : B i rinci kura l herha ngi bir varl ı k b i r şey yarata­
na kadar geçerlidir. . .
Üçüncü Kura l : Yaratılış a n ından sonra yaratılan şey yaratı­
cısını aşabilir. . .
Dördüncü Kural: Yaratıcı, ya rattığı şeyi ince leyere k ve ona
yen i anlamla r yükleyerek gelişir . . .
18 3
Berrak Y u r d a k u l

Beşinci Kural: Yaratılan şey, yaratıcısının gözünde yeni an­


lamlar kazanara k gelişir. . .
Altıncı Kura l : Yaratılan h e r yeni şey en a z yaratıcısı kadar
gelişme pota nsiyeline sa h i ptir. . .
'Yaratmanın Altı Altın Kura l ı' olara k adlandırdığım bu ku­
ra llar, bana göre evrenin işleyiş mantığ ı n ı ve varol uşun
te mel taşları n ı oluşturur. Yaratma sürecinin sonunda yara­
tıcı, ya rattığı şeyi kimi za man beğeni ve hayranlı kla, kimi
zaman da beğenmeyerek ve haya l kırıklığı içinde incele­
meye başlar. Kepekoloji bu noktada devreye g i ren meka­
nizmayı 'Ne Yarattım Sendrom u' ya da kısaca NYS olara k
ta nımlamaktad ı r. . .
Ne Yarattım Sendromu, günlük hayatında i nsanoğ lunun
çok s ı k karşılaştığ ı bir olgudur. Yaratma süreçlerinin en
öne m l i lerinden biri olan doğ u m u düşünerek basit bir NYS
örneği ve relim:
Anneler nasıl bir bebek doğuracakları n ı, bebeklerinin neye
benzeyeceğini, nasıl bir zeka seviyesine ve ne g i bi yete­
neklere sa h i p olaca kları n ı bilemez. Çocuğun kişi liğinin
öze l l i klerini bile a nca k yıllar sonra biraz olsun anlaya bilir­
ler. NYS dönemi, kend ileri de çocukla rıyla i letişim kura ra k
değişen ve gelişen e beveynler için ö m ü r boyu devam eder.
Sayısal Dünyamız: Sayın Kepekuş, maa lesef sözünüzü
kesmem ve televizyonunu yeni açan izleyicile ri m ize küçük
bir hatı rlatma ya pmam gere kiyor. Progra m ı mızın sonunda
ünlü yaza r Kepekuş bizlere kıçında çıkan sayıları göstere­
cek. On üçüncü kana ldan ayrı lmayın!
Kepekuş : 'Kişi nası lsa, tanrısı da öyledir. Bu yüzden
Ta nrı çoğ u kez a lay konusu olm uştur.' Goethe, bu sözleriy­
le bizi z i h n i m izdeki tanrı kavramını sorg u la maya davet
eder. Programın başında bel i rttiğim g i bi, kepe koloj iye gö-
ı8 4
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

re Tanrı i letişi m ku racağı eşitini yaratma k için kendi n i kop­


ya lar. Yeni yaratılan klon tanrı haya l kurma ve yaratma gö­
revini üstlenir. Böyle likle Ta nrı hem haya l kuran, hem kur­
duğu haya l i izleyen ve hayalin sonunu hem bilen, hem de
bil meyen bir klon ta nrı ile i letişim kurmaya başlar. Klon
ta n rı haya l i n detayları n ı d üşünmez. Hayal kendi detayları­
n ı kendisi ta mamlar. . .
H e r g ü n kurduğumuz haya l le ri v e h e r gece gördüğümüz
rüya ları bir düşünelim: Rüyalarımızda kendimizi hiç ta n ı ­
madığ ı m ız bir evin içinde bulabi l iriz. Böyle bir durumda b i ­
le evin tamamını i nşa etme v e de kere etme işi rüyanın
kend isi ta rafından çoktan halled i l m iştir. Bizim kurduğu­
muz haya l lerin kendi detayları n ı kendi leri ta mam ladığı g i ­
bi, klon ta nrının haya l i o l a n evren d e kend i işleyiş meka­
nizmalarını kend isi tan ımlar. Klon tan rı, yaratılması müm­
kün olan her şeyi hiç d urmadan yaratır. Tan rı yaratı lanları
gözlemleyerek ve deneyim leyerek gelişirken, klon ta nrılar
ve onların yarattığı şeyler de Tan rı ile birl i kte gelişip de­
ğ işmeyi sürdürür. . .
B u aşamada 'Yaratmanın Altın Kural la rı' devreye g i rmiş ve
yaratılan her şey tanrılaşmaya başlam ıştır. Sistem içerisin­
de yer alan her varl ı k ke ndi evre n i n i ve kendi klon tanrıla­
rı nı yaratacak kadar ilerleme potansiyeline sahiptir. . .
Varl ığın amacı yaratarak değişmektir. Ta n rı da kendi va rl ı­
ğ ı n ı ancak yaratarak değiştiği sürece devam ettirebilir
çünkü durduğu anda başlangıç noktasına geri dönecektir.
Bunu kavraya bilmemiz için Tanrı'n ı n yaratılan her şeyi ta­
kip ettiğ i n i ve m a ksimum değişim gösterd iğini aklımızdan
çıkarmamamız gere kiyor. B u l unulan nokta neresi olursa
olsun Ta n rı yeni bir yaratma oyu nundan bir an bile geri
ka lmaz, bu oyun hiçbir zaman du rmaz. Oyunda kazanmak
veya kaybetmek, başarılı veya başarısız olmak yoktur. Sa-

ıB s
Berrak Yurdakul

dece var olara k, izleyerek, tanıklık edere k ve yaratarak de­


ğişen bili nçler vardır. Einstein bu noktada bir kez daha
haklı çı kar: Tan rı zar atmaz, zarları klon tanrıların ellerine
tutuşturu r. Yaratmak çok eğlencel i bir uğraştır sevg i l i se­
yircile r. Asıl eğ lence ise yarattıkta n sonra başlar. . .
Sayısal Dünyamız: B izler için asıl eğlence programın
son unda kıçınızı açtığınızda başlayacak! Şimdi kısa bir rek­
lam a rası verelim.

Sayısal D ünyamız: Tekrar hoş geldin iz, Sayın Kepekuş.


Progra m ımızın sonunda kıçın ııda çıkan sayıların görüntü­
lenmesine izin vereceğiniz için bir kez daha teşekkür et­
mek istiyorum .
Kepekuş: Bu kara rımda kıçımı göstermezsem prog ­
ra ma kesinl ikle katılamayacağ ımı söylemenizin öne m l i bir
etkisi oldu.
Sayısal Dünyamız: Dilerseniz biraz da Fark Edilmesi
Gereken Bir Gerçek Olduğunu Fark Edin; ilk Adtm Budur baş­
lığı a ltında yayınlanan on üç sayfa l ı k kita bınızdan ba hsede­
lim.
Kepekuş: Memnuniyetle! Başya pıtım olduğunu d ü ­
şündüğüm bu kitapta . . .
Sayısal D ünya m ız: O n ü ç sayfa l ı k bir kitaba başyapıt
demek biraz iddialı olmuyor mu?
Kepekuş: Aksine! Yaza r olarak kısa kitaplar yazmanın
uzun kitaplar yazmaktan daha zorlu bir iş olduğunu düşü­
nüyorum . Bu konuda benimle aynı görüşte olan çok ünlü
bir yazar, sevg i l isine gönderdiği uzun bir mektubun sonu ­
na şu cüm leyi not düşmüştü: 'Bu mektup gene l l i kle yazd ık­
larımdan daha uzun bir m e ktup oldu çünkü kısa bir mek­
tup yazacak kadar çok vakti m yoktu.'
ı86
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

Sayısal Dünya m ız: Sayın Kepekuş, kita b ınızın ede bi­


yat dünyasında söz sa hibi olan bütün eleşti rmenler tara ­
fından bir insanın ka leminden çıkma en kötü satırlar olarak
değerlendirilmesi size neler hissetti rdi?

Kepekuş: Bence bu yersiz ve haksız eleştiri kita bı ters­


ten yazdığım için yapıldı. Yani netsret mığ ıdzay niçi.
Sayısal Dünya m ız: Demek tersten yazdığ ınız için anla­
şılamad ığınızı düşünüyorsunuz. Yani netsret zınığ ıdzay çi­
n i ızınığıdamal ışalna! Belki de böyle yaparak d ikkatleri
üze rinize çekebi leceğ i n izi veya büyük bir deha zannedile­
re k şöh rete kavuşa bileceğinizi düşündünüz? Yine de şans­
Iısınız çünkü tam haya l kırıklığına uğramak üzereyken sayı
fenarneni ya rdımın ıza koştu ve marj inal fi kirleriniıle elde
edemed iğiniz şöhreti kıçınızdaki sayılar sayesinde e lde et­
ti niz!
Kepekuş: Ben durumum u tam olara k tarif ettiğiniz şe­
kilde görmesem de ilginç değerlend i rmelerinizi be nimle
paylaştığ ınız için teşe kkür ederim, efendim. Dilerse n iz ko­
nuyu açıklığa kavuşturmak için kitabımın içeriğinden kısa­
ca bahsedeyim; obsesif kompu lsif davranış bozukluğumun
etkisiyle birdenbire tersten konuşmaya başlayara k işkence
çe ktiğim acılı günlerirnde aklımı kaçırmamak için yazm ış
olduğum başya pıtımda a n latma k isted ikleri m i sizlere kısa­
ca özetleyeyim.
Sayısal Dü nyamız: B uyurun, efend i m . Prog ram ımızın
sonuna yaklaştık ama on üç sayfa l ı k bir eserin konusu nu
kısaca özetiernenin çok va kti nizi a l mayacağ ı n ı ta hmin ed i ­
yorum!
Kepekuş: Öncelikle kita bımı okuyucularımı alışı k ol­
dukları a lgılama biçimle rinden çıka rmak ve zih inlerini de­
ğişik bir şekilde çal ıştı rma k mecbu riyetinde bırakmak için
187
B e rra k Y u rd a k u l

tersten yazılmış şekliyle yayınlamayı terc i h ettiğ i m i anım­


satmak istiyorum . E l bette, okunmasını kolaylaştı rmak için
her kita ba bir de ayna i l iştirmeyi i h mal etmed i k . . .
içinde bul unduğumuz döne m i ' i letişim Çağı' olara k adlan­
d ı rmam ıza ve neredeyse bütün za manım ızı bilgi bom bar­
dımanına tutu lara k geçi riyer olmam ıza rağ men, hepimiz
büyük bir ceha let içinde yaşamaya deva m ed iyoruz. Ço­
ğ u n l uğumuz mutsuz, paranoyak, depresif, vurdumduymaz
kişi lere dönüştük. E l i m izin altında bu kada r çok bilg i var­
ken bilgi açlığı içinde kıvranmamızın ve m utlu olmak için
bunca neden varken yaşama sevi ncimizi yitirm iş almamı­
zın bence tek bir sebebi var: Zekam ızı köre itti k !
Sayısal Dünyamız: Sayın Kepe kuş, bir daki ka için sö­
zünüzü kesrnek ve televizyonunu yeni açan izleyicilerim ize
bir hatı rlatma yapmak istiyorum. Prog ra m ı m ızın sonunda
ünlü yaza r Kepekuş bizlere kıçında çıkan sayı ları göstere­
cek. On üçüncü kanaldan ayrı lmayın!
Kepekuş: Ben içinde bulunduğumuz döne m i 'Derin
Uyku Çağı' olara k adland ı rmayı uyg un buluyorum . Yazı la­
rımın amacı okurları m ı uyandırmaya ça lışmak, onları be­
yinleri n i n ve ru hlarının bütün gücüne sah i p çıkmaya davet
etmektir. O kurlarımdan kend ilerini teslim ettiği sahte
inançların, kusurlu ve eksik düşünce sistem leri n i n zincirle­
rini kırmasını, gerçeğ i bulmaya ça l ı şmasını istiyoru m . Ger­
çeği a ramak çok eğ lence li bir uğraştır, sayın seyi rc i ler. Asıl
eğle nce ise gerçeği bulduktan sonra başlar.
Sayısal Dünyamız: izninizle, b izler için asıl eğ lencen in
prog ra m ı n sonunda kıçınızı açtığınızda başiayacağ ı n ı izle­
yicilerim ize anımsatmak istiyoru m !
Kepekuş: Başya pıtımda i nsanoğluyla i l g i l i acıklı bir
gerçeğ i ortaya koymaya ça l ışıyorum. B u, hepim izin uyuş-

188
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

tu rucu bağ ı m i ısı robotlar, otomati k te pkiler veren makine­


ler o lduğudur. Bizler doğd uğumuz andan itiba ren a i leleri­
m i z, a rkadaşlarım ız, öğretmenlerimiz ve politikacıları m ız
tarafı ndan progra m lanmış robotlarız. Maruz ka ldığımız
beyin yıkama işlemlerinin sonucunda e rg i n l iğe u laştığı­
m ııda sa h i p olduğumuz h islerin, düşü nce biçim lerim izin,
a h laki değerleri m izin, hareketleri mizin ve inançlarımızın
aslında bizim tarafı m ızdan b i linçli olarak ya p ı l m ı ş seçi m ler
olmadığını bile farkedemeyecek kada r robetiaşmış bir du­
ruma geliriz. Bunun üzerine bir de bizleri ömrümüzü para
kaza nmak için ça lışmaktan ve tü ketme kten başka h içbir
şey ya pmadan geçirmeyi öğ reten eğitim programları ek­
len i r. işte bu prog ram ların yaşa m ı mızı sürdü rd üğümüz ül­
kede uygulanan e konom i k mode l i n adı ne olursa olsun,
içim izdeki kı skançl ı k duygusunu veya sah i p olma arzusunu
kontrol a ltına alara k hepimizi robotlaştırmak üzere tasar­
lan ıp, aynı a maca h izmet edecek şe kilde geliştiri ldiğ i nden
eminim...
Ş u a n a kadar uygulanmaya ça lışılan i k i temel e konom ik
modelden biri hepim izi aynı kısıtlı olanaklara sah i p kılarak
kıskançl ığımızı yok etmeye ça lışmak, d iğeriyse içim izdeki
kıskançlığı ka mçılayara k b izleri başka ları n ı n sahip olduğu
şeyleri de ele geçirmek amacıyla çeşitli yöntemler gel iş­
tirmeye teşvik etmek üzere tasarlanm ıştır. Kimseyi mutlu
edemediği çoktan an laşılan bu ekonom i k modellerden da­
ha değişik model lerin hala denenmemiş olması akıl almaz
bir du rum değil midir?
Sayısal Dünyamız: Bana soracak ol ursan ız, sayıları n ı ­
zın kıçın ııda çıkmasından d a h a akıl almaz b i r d u rum değil­
d ir! Bu a rada seyirc i le rim ize prog ra m ı m ızın son una yaklaş­
tığımızı ve bi rkaç dakika sonra ünlü yaza r Kepe kuş'u n kı­
çında çıkan sayısı n ı görme şansını elde edeceklerini anım­
satma k istiyorum . On üçüncü kana ldan ayrı lmayın!
ı8g
B e rr a k Y u rd a k u l

Kepekuş: Artık hepim iz tam anlamıyla makineleştik ve


hayatımız ı gerçek tecrü beler edi nerek doya doya yaşamak
yerine birer turist g i b i zihnim izde biri ktirdiğimiz hayata
dair görüntülerle avu nara k yaşar hale geldik. Günlük haya­
tımızda hiçbir şeye di kkatimizi tam olara k veremiyoruz
çünkü d i kkatimizi bize göre 'önem l i' olan anlar için sakl ıyo­
ruz. Yaşad ığımız a n ları son una kada r farketmekten ve ya­
şamım ıza tüm d i kkatimizi yöneltmekten bile korkuyoruz.
Oysa cimrileşmenin hiç lüzumu yok, çünkü di kkat ve
farkında l ı k ku llanıldıkça azalan, b iten şeyler değildir. Onlar
asla tükenmez, yaşamdan daha çok keyif almam ızı sağ lar­
lar ve kullanıldı kça çoğalır.

Sayısal Dünyamız: Gerçekten çok enteresan . Ne yazık


ki, vaktimiz oldu kça kısıtlı ve artık kıçınızı görmemiz ...
Kepekuş: i nsanoğ lunun ruhu korkuyla ve öfkeyle dal­
d urulara k kirleti ldi; doğayla olan uyumu tamamen yok
edildi, ona üzerinde yaşadığı dünyayla olan bağ lantısı bile
unuttu ru ldu. B iz insanlar kend i kızgı nlıkları m ızdan ve
olumsuz duyguları m ızdan kayna klanan negatif enerj i mizle .
aşırı derecede ısınmasına yol açtığ ımız bu güzelim geze­
geni yok etmenin topluca inti har etmek a n lamına geldiğini
bile göremeyecek derecede a pta l laştı k! Her günümüzü bir
sonraki günün getirecekle rden korkarak geçirmekten a rtık
bıkmadık mı? Bizi gerçeğe giden yoldan uza klaştırdıysa,
dün de en az yarın kadar teh l i ke l i değil mid ir?
Sayısal Dünya m ız: Sayın Kepekuş! Sizi mantıklı ve
sağduyu lu bir yetişki n g i b i davra nmaya, saçmasapan ko­
nuşma ların ıza bir son vererek kıçın ızı açmaya davet ed iyo­
rum!
Kepekuş: Hepimizin derhal gerçeği aramak üzere ha­
rekete geçmesi gerekiyor. Arayışımız boyunca kendi m ize
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

karşı işleyebileceğ i m iz en büyük suç bir ideoloj iye ta kılıp


ka lmak, onun e n doğru ve te k doğru olduğunu savunmak­
tır. Yaşa m ı n gizem leri tek bir form ü l, tek bir inanç veya tek
bir felsefeyle açıklanabilecek kadar basit değildir. Cevapla­
rı bulduğumuza inanma hatasına düşecek olursak fazlasıy­
la ra hatlar, kendi doğrularım ıza ve değerierim ize daha da
sıkı sarı l ı r ve a rayışımıza son veririz.
Sayısal Dünya m ız: Açın bu te rbiyesizin kıçını!
Kepekuş: i nsanoğ lunun genleri nde evrenle i lg i l i bütün
bilgiler mevcuttur. Z i h n i m izin derin l i klerinde dünya nın bü­
tün kütüpha neleri nde saklı d uran b i lg i lerin toplamından
daha fazla bilgi va rd ı r.
Sayısal Dünyam ız: Sen kol la rından tut, sen de bacak­
larından!
Kepekuş: Evrende te k bir soru ve te k bir cevap yoktur.
Evrende sonsuz soru ve sonsuz cevap vardır. Evre nde her
şeye izin va rd ı r, her şey müm kündür. Evren bizlere öğreti­
len mantık kura l la rı çerçevesinde işlemez. O, hiçbir kura l
ta nımadığını b izlere anlatabilmek için d ö rt bir yan ı m ıza
işaretler yerleşti rm iştir. Evren dinamiktir; sürekli evrim ge­
çirir. Siz yaşa m ı kukla gösterisi m i sa ndınız!
Sayısal Dünyam ız: Kameraman! Uyu ma, can ı m . Yakın
plan!

ıgı
"iyi günler," dedi bay yetm işiki m i lyon. "Babamı ziyarete
geldim. Arka ba hçeye bakan odada kal ıyor."
"Hoş geldiniz," dedi görevli nazi kçe gülümseyerek. "Bay
üçyüzondördü m ü, yoksa Profesör P i'yi mi görmek istiyordu­
nuz?"
"Ta bii ki ba ba m ı görmeye geldim! P rofesör Pi de kim
oluyor? B a ba m ı n bir a rkadaşı fa lan m ı?"
Bir a n dura ksayıp düşünen görevli, "Sanırım, öyle demek
çok ya nlış olmaz," d iye cevap verdi. "Birkaç gündür ayn ı odayı
paylaşıyorlar. Ne yazık ki, Profeser Pi bugün huzurevim izden
ayrı l ıyor. Hepimiz çok üzülüyoruz doğrusu!"
"Baba m ı n bir oda a rkadaşı olduğu bana neden bildirilme­
di?" diye sordu bay yetm işikimilyon . "Tek kişi l i k bir odada ka­
labilmesi için her ay maaşımın yarısını size veriyoru m . Nasıl
olur da ben i m iznim ol madan odasına birini daha yerleştirirsi­
n iz? Reza lete bak! Yetkili bir kişi yok mu? Derhal görüşmek is­
tiyorum!"
"Lütfen sakin olun, bay yetmişikimilyon . . . " dedi görevli.
"Durum zannettiğinizden biraz daha karmaşık. Asl ına baka r­
san ı z, nasıl açıklayacağ ı m ı ben de tam olara k bilemiyoru m .
En iyisi g idip kendi gözleri n izle görmeniz."
Görevl inin a n lamsız sözleriyle iyice sinirlenen bay
yetm işikimi lyon, "Sen ben im le a lay mı ediyorsu n!" d iye hid­
detle çıkışı rken koridorun sonundaki odanın kapısı hızlıca
193
Berrak Yurdakul

açıld ı. ve bay üçyüzondört, "Kesin sesinizi lanet olasıcalar!"


diye bağ ı ra rak pijamala rıyla koridora fırladı. "Gürü ltünüzden
uyuyamıyoru m ! "
Görevl iye dönüp, "Seninle d a h a sonra görüşeceğiz!" diye­
re k bir te hdit savuran bay yetm işikimilyon ağır ve iste ksiz
adım larla ba basının odasına doğru yürüd ü.
Görevli, "Huysuz i htiya r!" d iye söylend i . "Oğlun da aynı
sana çekm iş. Keşke buradaki herkes Profesör Pi kadar nazi k
v e bilgili olabi lseyd i . "

"Oo, bu ne büyük mucize!" d e d i bay üçyüzondört. "Seni


buralara hangi rüzgar attı? Nasıl oldu da yaşlı ve yalnız bir ba­
ban olduğunu hatı rladı n?"
"Geçen hafta da aynı şeyleri söylemiştin, ba ba," dedi bay
yetm işikim i lyon . "Ne kadar sık gelirsem ge leyim sen i mutlu
etmeye yetmiyor. i stersen yandaki adayı tutayım da te melli
buraya yerleşeyim."
"Sana göre hava hoş ta b i i ! B u rada çe ktiğim çi lelerden,
bana nasıl zulmetti klerinden haberin b i le yok. Bu hapishane­
nin gardiyanları bana bir kadeh şarabı bile çok görüyor."
"Burası ülkenin en güzel, en şık ve en paha l ı huzurevi, ba­
bacığ ım. Üste l i k beş yıldızlı ote llerden bile konforlu. Bir kadeh
şarabı da sana son yirm i yıl içi nde dokuz defa a l kol tedavisi
gördüğün için vermedi klerini gayet iyi bil iyorsun."
"Yemeklere ne demeli? Hepsi de pabucum u n a ltına ya pı­
şan sakız tad ında! Annen sağ olsa beni bu ha pisha neye ka­
patmana asla izin vermezd i ! "
"Annem ö lmeden yıllar önce boşa ndığınızı v e boşandığı­
nız günden sonra tek kelime bile konuşmad ığın ızı unutm uş
g i bisin," dedi bay yetmişikimilyon.

194
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Hayatta olsa şimdiye kadar çoktan ba rışm ış olurduk!"


diye bağ ı rd ı bay üçyüzondört. "Senin g i b i b i r baca ksızın be­
nimle bu şeki lde konuşmasına da asla razı olmazdı!"
"Neden kend ine arkadaş edinmeye ça l ışm ıyorsun? Bu ra­
da sen i n le aynı yaşlarda olan bir sürü kişi var."
"O meymenetsiz ihtiyarla rdan a rkadaş mı olurmuş? Şika­
yet edip söylenmekte n başka şey bilm iyorlar. Annen sağ olsa
beni te k ayağı çu kurdaki bu morukların a rasından çe kip çıka­
rırd ı . Senin a n ne n bir melekti, melek!"
Babasının sitem lerinden sıkılan bay yetmişikimilyon ba l­
kana çıkıp bir süre dalg ı n bakışlarla ba hçeyi seyretti. içeri
döndüğü nde oturma odasından geçerken göz leri televizyon
se hpasının üzerinde duran kitap yığınına takıldı. K itap lardan
birini eline alıp inceledikte n sonra, "Kita p okumaya başla ma­
na çok şaşırdım doğrusu," dedi babasına. "Hayatın boyunca
te k bir kitap okumuş olmakla övündün durdun. Üste l i k oku­
duğun kita bın ne adını hatırlaya bild i n, ne de yazarını."
"Fark etmez! Yine de m u hteşe m bir kita ptı . öyle muhte­
şem d i ki, üzerine başka bir şey okum aya içim e lvermed i . Hem
oku, oku, oku . . . Nereye kada r? Sen on bin kita p okudun da
adam m ı oldun san ki?"
"Ben edebiyat eleştirmeniyim, ba ba," ded i bay
yetmişiki m i lyon içini çekerek. "Her neyse . . . Nasıl oldu da fikir
değiştird i n?"
"Fikir fa lan değ iştirmedim. O kita pların hiçbiri be nim de­
ğ i l ."
"Senin kuantum fiziğ iyle ilgili kitaplar oku mayacağını
ta hmin etme l iydim."
"Kaç gecedir yatm adan önce hepsini toplayıp kutuya
doldurup çöpe atıyorum . Sabah uyandığ ımda yine se hpanın

195
Berrak Yurdakul

üzerinde d u rduğunu görüyorum lanet şeyleri n . Bunu yapanı


bir elime geçirirsem doğduğuna pişman edece ğ i m ."
Bay yetmişikimilyon "Büyük bir ihti malle delinin tekidir;
böyle bir saçm a l ı kla kim uğraşır ki?" derken ka pı çaldı.
Gelen bay yetmişikimi lyonun tartıştığı görevliyd i . E l inde­
ki çiçek se peti n i ve şampanya şişesini ona uzatıp, "Bunları Bi r­
leşik Kuantum Fizikçi leri Derneği gönderm iş. Teslim a ldığı nı­
za dair bir imza atarsa nız ... "
"Bu ne sorumsuzluk!" d iye bağ ı rd ı bay yetm işikimilyon.
"Yıllarca a l kol tedavisi görmüş olan bir ada m ı n kapısına şam­
pa nya getirmeye uta n m ıyor musunuz! Ayrıca baba m ı n çiçek­
lere a lerj isi vard ı r. Hastalarınızın sağ l ı k raporları n ı incelemek
hiç aklınıza gelmedi m i? Sizi dava edeceğ i m ! "
O n la ra ya klaşan yaşlı adam, "Sakin o l , del i ka n l ı ! " ded i
bay yetmişikim i lyonun sırtı n ı sıvazlayarak. "Bun ların ba bana
değ i l bana gönderildiğini zanned iyorum. Çiçeklere karşı aler­
jim olmadığı g i b i, a l kol tüketimi konusunda da oldukça so­
rum l u l u k sahi b iyi mdir."
Bay yetm işikimi lyon, "Neler saçmal ıyorsun?" d iyere k
döndüğünde gördüğü ma nzara karşısında gözleri dehşetle
açıld ı . Babasının alnındaki '314'i n yerine bam başka sayılar
gelm işti. Üste l i k bunlar sabit durm uyor, sürekli değ işiyord u.
Bir süre ba bası nın başından geçen sayılara bakakalan bay
yetm işiki m i lyon, gördüğü doğaüstü manzaraya daha fazla
dayanarnadı ve bil incini kaybederek yere yığılıverd i .
Görevliye dönere k, "Bizi b i r süre rahatsız etmemenizi rica
edeceğ i m," ded i bay yetm işiki m i lyonun ba bası. "Konuşma­
m ız gere ken çok öne m l i bir mesele var."
"El bette, P rofesör Pi," dedi görevli.

ıg 6
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

Bay yetmişikimilyon yattığı koltu kta hafifçe doğru l u p


gözlerini ovuşturdu. Nerede olduğ u n u v e günün o saati nde
neden uyuya kaldığ ı n ı anı msamaya ça l ışırken ba basının sesiy­
le irkildi.
"Şaşıracağından emi ndim, ama doğrusunu istersen dü­
şüp bayı lacağını ta h m i n etmem iştim, evlat."
Bu sözler üzerine başından geçenleri, daha doğrusu ba­
basının başından geçenleri a n ı msaya n bay yetm işiki m i lyon,
yaşlı ada m ı n a l n ı na dikkatle ba ktı. Sayılar sürekli değ işerek
akmaya deva m ediyord u. "Bu bir i l lüzyon!" dedi ka h kahalarla
gü lerek. "Beni kandırmayı başard ığın ı ka bul etmeliyim. B i r a n
i ç i n gerçekten başından sayılar geçtiğini za nnettim. Ya nlış
anlama ba ba, ama böyle m ü kemmel bir şaka yapa bi leceğ i n
k ı r k yıl düşü nsem aklıma gelmezd i . Ş i mdi bu numarayı nasıl
yaptığını açıkla bakalım."
"Seninle anlamlı bir konuşma yapa bilme m iz için önce l ikle
ka bul etmen gereken iki gerçek var, evlat. Bi rincisi, bu bir il­
lüzyon değil. i kincisi, ben senin baban değ i l i m . Bu yüzden ba­
na bundan sonra 'Profesör Pi' olara k h itap etmen daha doğru
olacak."
"Biraz i leri g itm iyor m usu nuz, sayg ıdeğer profesör?" dedi
bay yetmişikimilyon a layla . " Bence bu güzel şakayı tad ında
bıra kı rsan ız daha iyi edersiniz."
"izin verirsen her şeyi açıklayacağ ım" dedi Profeser Pi.
"istersen konuya alnı mdaki sayıdan, yani pi sayısından bah­
sederek başlaya l ı m . Bu sayı hakkında bilgi sa hibi olduğuna
e m i n i m, ama Evren'i n sana öğretilen mantık kura l ları çerçe­
vesinde işlemed iğini ve hiçbir kural tan ımadığını a n iaya bil­
men için pi sayısının kara kterini tekrar an ımsaman fayda l ı
olabilir . . .
Bild iğin g i bi, bir çem beri n çevre uzunluğunu o çem berin çapı-

197
Berra k Yurda kul

na böldüğüm üzde elde ettiğ i m iz sayı pi sayısı olara k adlandı­


rı lır. G ü n ü m üzde pi sayısının normal bir sayı olup olmadığı ha­
la tartışma konusu, çünkü basamaklarının sonsuzluğu g ize­
m i n i korumaya devam ed iyor. Pi sayısının sonsuzluğu bir rast­
lantıdan mı ibaret? Basama klarındaki ra kamlar eşit sayıda m ı
be l i riyor? M i lyarlarca yeni basa mak bulunduktan sonra ba­
sa maklarının yaln ızca 'o' veya ya ln ızca 'ı' olara k be l i rmeye
başlad ığı bir ye r karşım ıza çıkacak m ı? Bu soru ların ya nıtını
henüz bilm iyoruz. B i ldiğimiz te k şey, en yüksek te knoloj iyle
üreti lmiş bilg isayarların pi sayısının basamaklarının içi nde he­
nüz keşfedilemeyen bir düzen bulmak için durmaksızın ça lış­
tığ ı . Ben im gibi bazı i leri görüşlü bilim adamları bunun pek de
masum bir sayı olmadığını çoktan kavramış ve onu kurcalayıp
çözmeye ça lışmak ye rine kend i haline bıra kmayı terc ih etm iş­
tir . . .
Gördüğün g i bi, 3 .1 i le 3 . 2 sayılarının arasında b i r yerde, bize
evrenin işleyiş kura l larını her zaman mantığım ızla çözemeye­
ceğ imizi an latmaya çal ışan bir sonsuzluk yatıyor. Bu m istik
sayı bize doğadaki bütün çem berlerden, gökkuşakları ndan,
denizlere düşen yağ mur tanelerinin ol uşturd uğu halka la rda n,
gözbebeklerim izden ve DNA sarmalımızın kavislerinin için­
den göz kırpıyor, muzip muzip gülümsüyor. Evren, pi sayısı­
nın neden ve nasıl var olduğunu sorgulam ıyor, onu ya ln ızca
olduğu g i b i ka bul ed iyor ve kucakl ıyor, çünkü Evren'de her
şeye izin vardır ve her şey müm kündür."
"Bütün bun ları nereden bil iyorsun?" diye sordu bay
yetm işikimilyon . Şaşkınl ıktan ağzı yarı açık ka lm ış, bak ışları
P rofesor Pi'nin aln ından geçen sayılara kilitlenm işti. "Şu biraz
evvel yapmış olduğun konuşmayı ezberlemen kaç gününü al­
d ı?"
"Ben bir bilim ada m ıyım, delikanlı," dedi Profesör Pi.
"Bun ları bil memem g ü lünç olurdu."

19 8
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Ası l gül ünç olan şey, kendine bilim ada m ı deyip dur­
man!" d iye çı kıştı bay yetm işikimilyon. "Bu profesör saçmalı­
ğ ı n ı nereden icat ettin? B u n ların hepsi içtiğin içkiler yüzünden
başına geldi. Beyin h ücreleri n i birer birer öld ürdün ve en so­
nu nda a kl ı n ı kaybettin."

"Sizin evrenin izde bir bilim adamı olmadığ ı m ı ka bul edi­


yoru m, ama a it olduğum paralel evrende izafiyet Teorisi'ni
gel iştird im ve dört defa Nobel öd ülü a ld ı m," dedi Profesör P i .
"izafiyet Teorisi'ni s e n gel iştirmedin; Einstein'in o, ba­
ba!" ded i bay yetmişikimilyon ağlamaklı bir sesle.

"Şu an içinde bulunduğumuz evrende bu teoriyi Einstein'in


gel iştird iğ i n i gayet iyi biliyoru m . Buraya geldiğ im günden beri
dünyan ızdaki bilimse l gel işmeleri a n latan birçok kitap oku­
dum. Benim evrenimle bu evren a rasında şaşırtıcı benzerlikler
tespit ettim, ama burada daha ya pacak çok işim olduğunu
görüyoru m . Bir an evvel çal ışmaya başla rnam gerekiyor."
"Bir çeşit psikoloj i k bozu kluk yaşıyorsun. Uzman olmadı­
ğım için kesin teşhis koya rn ıyorum ta bii, ama kişilik böl ünme­
si olduğunu ta hmin ed iyoru m . Seni h iç vakit kaybetmeden
psikolog arkadaşlarıma muayene ettireceğ i m . Umudumuzu
kaybetmemel iyiz, baba . Mutla ka iyileşeceksin . . . "

"Kendi evrenimde bili msel ça lışmaları m ı n yoğun luğun­


dan ötürü öze l hayatıma pek vakit ayıramad ım," dedi Profe­
sör P i . "Bu yüzden evlenemed im ve çocuğum da olmad ı . Do­
layısıyla o evrende se n i n var olmadığ ı n ı söylersem umarım
bozulmazsın."
"Halüsinasyonlarının sebebi şizofreni de olabilir," d iye
m ı rıldandı bay yetm işikimilyon. "Yanlış a n ı msam ıyorsam,
James Joyce'un kızı Luçia da şizofrendi. O n u muayene etmesi
için Cari Jung'a götürmüştü ve muaye ne sonrasında Joyce, kı-

199
Berrak Yurdakul

zının kend isinden daha büyük b i r sanatçı olduğunu düşündü­


ğünü söylem işti."
"Senin 'baba' ded iğin adam ın değişik bir türevi olduğumu
ka bul etmekte zorla nman çok doğ a l . Paralel bir evrenden
geldiğimi ve bu evrene tam olara k a it olmadığım için a l n ı mda
sonsuz bir sayı çıktığını an iayabil men için sana bazı bil imsel
açıklamalar yapmam gerekecek . . .
Joyce'un b u sözleri üzerine Jung ona şöyle dem işti: 'ikiniz d e
okya nusu n derinliklerine dalıp birbirinden büyüleyici deniz
yaratıklarını sepetin ize dolduran dalg ıçlarsın ız. Sen sepetini
daldurduğun zaman su yüzüne çıkabil iyorsun, ama Lucia çı­
kam ıyor. Ara n ızdaki tek fark bu.'
Benim evrenimde geliştirilmiş olan teori leri daha iyi bildiğim
için onları aniatmayı tercih edeceğ i m . Zaten biraz evvel de
bel i rttiğim g i bi, bu evrendeki teori lerle a ra la rında büyük ben­
zerl i kler var."
"Senin de sepetin doldu, ama boşaltmak için yuka rı çı­
kam ıyorsun," ded i bay yetm işiki m i lyon . "Okyanusun derinlik­
lerinde kayboldun."
"Bundan önceki yüzyılda Evren'in Newton'un ortaya
koyd uğu kura l lar çerçevesinde bir saat gibi işled iği düşünü l ü ­
yordu. Bu kurallara göre elim izde be l l i veri ler olduğu sürece
hesa planamayacak olan hiçbir şey yoktu . Böylesine mekanik
bir şekilde ça l ışan bir evrende e l bette zaman da aynı ka nunla­
ra göre işl iyord u . Dü nyada saat beş olduğ unda, Ma rs'ta ve
Venüs'te de saatler beşi gösteriyord u. Bu evren sonsuz bir ev­
re ndi; ölçü lebilmesinin imkanı yoktu. Yirm inci yüzyı lda benim
göre l i l i k tearimi ortaya atmamla birlikte uzayın daha önce
zannedi ldiği gibi sonsuz olmadığı a n laşıldı. Böylece uzay ve
zaman iç içe geçti ve 'uzay-zaman' olarak adlandırdığımız
yepyen i bir kavram oluşturdu. Göre l i l i k teorim, maddeye de
200
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

fa rkl ı b i r gözle bakmam ızı sağ ladı. Madde, uzay-zamana atı­


lan bir düğüm gibi evrenin kendisi ta rafı ndan yaratılıyord u.
Madde nin varl ığı uzay ı eğ iyor ve zamanı bü küyordu ...
Göre l i l i k teori mden evvel evrendeki tüm maddeler yok olsa
bile uzayın ve zamanın va r olmaya deva m edecekleri zanne­
d i l iyord u. Teorim, madde yok olacak olursa uzay-zamanın da
onunla beraber yok olacağ ını ispatlad ı."
"Kapkaranlık suların içinde bir ba l ı k gibi çaresizce çırpını­
yorsu n."
"Çoklu Evrenler Mode l i olara k bil inen teoriye göre, bozuk
parayla yazı-tura atacak olursak, hem yazı hem de tura gel­
mesi kaçınılmazd ı r, ama biz bunun tek bir neticesine şa hit
oluruz, çünkü tek bir evrende yaşa maktayız. Oysa hepimizin
değişik versiyon larının yer aldığı sonsuz evrenler bulunur ve
bu paralel evrenlerde olması mümkün olan her şey, olması
mü mkün olan her şekilde olmaya devam eder. Para lel evren­
Iere nasıl geçebil iriz d iye soracak olursan ... "
"Deri n l i k sarhoşluğuna ka pıldın, anlamsızca sayıkl ıyor­
sun . . . "

"Bana bak delikanlı!" dedi P rofesör Pi h iddetle. "Sana bu


açıklamala rı neler olup bittiğ i n i a n iayabilmen ve babanla ve­
dalaşabilmen için ya p ıyorum . isteseyd im sen buraya gelme­
den önce ra hatlıkla çe kip gidebil i rd i m ve babandan bir daha
asla habe r alamazd ın. Sözümü kesip d u racağ ına anlattı kları­
m ı d inle!"
Akıl sağ l ığ ı n ı tamam ıyla yitirmiş olan babasını üzmek is­
temeyen bay yetm işikimi lyon bu sözlere, "Peki babacığım,"
d iyere k yan ıt veri nce Profesör Pi daha da fazla sin irlendi.
"Bana hala ba ba d iyor olman söyledi kleri min tek ke lime­
sini bile a n layamadığına işaret ed iyor. Umarım para lel evren­
Ierin birinde daha zeki bir versiyonu n bulunuyord ur!"
201
Berrak Y u rd a k u l

"Lütfen be n i affedin ve bi lgece sözlerinizle zihnimi ayd ın­


Iatmaya devam edin, sayg ıdeğer Profesör," dedi bay
yetm işikimilyon. Babasına baktı kça yüreğ ini dolduran acıma
duyg usu gözlerinden okun uyordu.

"Ne d iyord um? Hah! Maddenin va rlığı, uzay-za manın


kendi içine doğru kıvrı l masına neden olur ve bazen bu kıvrım­
ların ucunda paralel evreniere geçebilmem ize i m kan ta n ıya n
kapı lar açı l ı r. Bu kapılar 'ka ra delik' olarak adlandırdığımız
koz m i k nesnelerin merkezleri nde bul unur. Kı sacası, bir kara
deliğin yeri n i tespit etmeyi ve merkezine ulaşmayı başarabi­
len kişi sonsuz evrenler arasında d i lediği gibi dolaşabilir . . .
B i r g ü n kendi evre n imde otu rmuş kara deli kierin nasıl bulu­
nabi leceğ i n i ve merkezlerine nasıl ulaşılabi leceğ ini düşünür­
ken aklıma hepimizin zihninin kozmosun küçü k bir kopyası
olduğu fikri geldi. Böylece zih nimde bir kara delik bulup için­
den geçmeyi başara b i l i rsem b i l ineimi de paralel evren lerdeki
değişik versiyonlarıma aktara b i leceğ imi anladım. Beni bu ev­
rendeki versiyonum olan ba ban ı n zihn ine kada r taşıyan uzay­
zaman yolculuğu işte bu şekilde başladı."
"Şimdi herşey açıklığa kavuştu, Sayın Profesör," ded i bay
yetm işikimilyon . "Anlattı klarınızın doğruluğundan şüphe et­
tiğim için sizden af d i l iyoru m . "
Aslı nda h içbir şey açıklığa kavuşmuş değ i l d i . Babasının
bi rkaç gün içinde nasıl o kadar delirdiğini, biraz evvel an lattığı
şeylerin tümünü aklında tutmayı nasıl becerd iğini ve en
öne m l isi a l n ından sayı geçirme nu marasını nasıl başard ığını
kesi n l i kle an layam ıyord u.
"Sonunda i kna olmana sevindim," dedi Profeser Pi.
"Şimdi se n i kısa bir süre için babanla baş başa bıra kacağ ım ki,
onunla d i lediğin gibi vedalaşa bilesin. Maa lesef fazla vaktiniz
yok, çünkü bu evrende yapmak istediğim çok önem li işler var
202
Konuşmaya n Tavus Kuşu Camio

ve bir a n önce işe koyu imam gerekiyor. Birleşik Kuantum Fi­


zi kçileri Derneğ i i le yaptığ ı m temasların sonucunda beni der­
neklerinin on ursal başkanlığ ı na atamaya karar verd i ler."
Bay yetm işikimilyon 'Birleşik Üşütükler Derneği ile temasa
geçtim demek istiyor herhalde, ' d iye düşünürken, babasının
a l n ındaki sayılar gözleri nin önünde değişmeye başladı. Akış­
ları g ittikçe yavaşlayan sayılar en son unda '314' e dönüştü ve
tamamen durd u . Şahit olduğu manzara karşısında neye ina­
nacağ ı n ı bilemez hale gelen bay yetm işikimilyon, Profesör Pi
d iye birinin var olma i hti m a l i n i göz önünde bulundurmak zo­
runda ka ldı. Paralel bir evrenden bu evrene geçiş yapma k
mümkün olabilir m iydi? Bu profesör gerçekten babasının de­
ğ işik bir vers iyonu olabilir m iydi?
"Ooo, bu ne büyük m ucize!" ded i bay üçyüzondört. "Seni
buralara hangi rüzgar attı?"
'Belki de onu son defa görüyorum, ' d iye geçirdi içinden bay
yetm işikimilyon. B i r an dura ksad ı ktan son ra, "Seni çok sevd i­
ğimi söylemeye geldim babacığ ım/' ded i ve babası n ı sıkıca
kuca klad ı ktan sonra ağlamaya başlad ı .
" B e n i gerçekten seviyor olsan karşımda küçük k ı z çocuk­
ları gibi sebepsiz yere zırlayacağ ına bu hap ishaneden kurta­
rırdı n/' dedi bay üçyüzondört.
"End işelenme babacığım/' dedi bay yetm işikimi lyon,
gözyaşlarını silerek. "içimden bir his bu ha pishaneden çok ya­
kında kurtu lacağ ını söylüyor."

203
'Bugün bütün acılarım sona erecek, ' d iye düşündü bay
onüç. Hafta lard ı r i l k kez biraz olsun keyifli uyanm ıştı. Evinden
vete riner kliniğine doğru giden yolda son defa yürü rken o la­
netli sayının aln ında be l i rdiği günden o güne kada r başına ge­
lenleri düşünüyord u .
"Uğursuzsun v e b u n u biliyorsun!" dem işti nişa n l ısı. Bay
onüç şimd iye kadar ne uğursuzluğunu gördüğünü soru nca da,
"Yirm i yaş dişleri m i n sırayla şişmesi n i mi söylesem, sol gö­
zümün hiç durmadan seğ i rmesini m i, yoksa e n sevd iğim ete­
ğimin üzerine kırmızı şarap dökü lmesin m i?" dem işti. Sonra,
"Bunların hepsinin tesadüfen olduğuna inanmamı beklemi­
yersun herha lde, baykuş bakışlı!" d iye bağ ı rarak ka pıyı vur­
muş ve bir daha dönmernek üzere hayatından çıkmıştı.
N işanlısı onüç sayısı aln ında belird i kten sonra onu terk
eden ne i l k kişiydi, ne de son olacaktı. En ya kın arkadaşı yolda
bera ber yürürlerken aya kkabısına taş kaçmasına bay on üçün
uğursuzluğunun se bep olduğuna karar verm işti ve o günden
sonra bir daha hiç görüşmem işlerd i .
K l i n i kteki asistanlarından biri istifa gerekçesi ola ra k an­
nesin i n ku lağındaki çınlama ları gösterm işti. Kadıncağızın ba­
şına gelen bu ta lihsizliğin bay onüçün uğursuzl uğundan kay­
naklandığından adı gibi emindi. Diğer asista n ıysa gere kçe
göstermeye bile tenezzü l etmem işti. Ne de olsa sebep gün
gibi ortadayd ı .
20 5
Berrak Yurdakul

Randevu ları birer birer i pta l edildikçe maddi sı kıntı ları a r­


tan bay onüç, kredi a l mak için m ü racaat ettiği bankaların
hepsinden riskleri çok yüksek bulunduğu için ol umsuz ya n ıt
a l m ıştı.

Son çare olara k ai lesine başvu rup onlardan borç istedi­


ğinde babası, "Senin kad ar şanssız bir adama verecek param
yok," demiş ve eklem işti: "O kadar şanssızsın ki, ta but ya pıp
satmaya karar versen insanlar ölü msüz olur."

Bay onüç kırk yaşında, iflasın eşiğ i nde bir adamdı ve çev­
resi ndeki herkes ona sırt dönm üştü.
Dü nya gözüyle son bir kez görmek için geldiği kliniğinin
bekleme odası n ı n ortasında durmuş, yaşlı göz lerle geçm işi
düşünürken kapının çalmasıyla irkilerek ye rinden sıçradı. K l i ­
niğin kapısı ça lı nmaya l ı o kadar çok zaman olm uştu k i , nere­
deyse zilin sesini bile unutm uştu . Gelen dokuz-on ya şlarında
bir kız çocuğuydu ve kucağ ı nda kapkara bir kedi taşıyordu.
'Bir kara kedim eksikti, ' d iye söylendi içinden bay on üç.
'Kendim yeterince şansstz, yeterince uğursuz değilmişim gibi!'

"iyi gün ler," ded i kız, "Gözleri n iz ked imi görebil iyor mu
acaba?"
"Elbette görebil iyor," dedi ay onüç bir an dura ksad ı ktan
sonra. Çocukların söyled i kleri sözlerle ve sordu kları soru larla
yetişkin leri nasıl da kolayca şaşırta bildiklerini düşündü ve
uzun za mandır ilk kez g ü l ümsed i . "S iyah, g üzel bir kedi."
"Çok sevindim, " ded i kız. "Gerçi siyah değ i l omega grisi,
ya n i siyaha en yakın tondaki g ri, ama fark etmez. Onu mua­
yene etmen izi rica ede b i l i r m iyim?"
Bay onüç diğer herhangi bir zamanda gelmiş olsa o kibar
çocuğun ricasını geri çevirmez, ked iyi m utlaka m uayene eder,
hatta karşı lığı nda ücret bile a l mazd ı, ama o gün durum bam-
2o6
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

başkayd ı . Verd iğ i kararı fikri n i değiştirm eden, cesaretini kay­


betmeden uygulamak, bu zalim d ünyadan a rkasına bakma­
dan çe kip g itmek istiyordu artık.
"Maalesef hiç vaktim yok canım," dedi üzü lerek. "Soka­
ğın sonunda bir klinik daha var. B i r de orayı dene istersen."
"Başka klinik kesi n l i kle olmaz!" d iye itiraz etti kız. "Bana
bu kediyi veren kad ın burayı tarif etti ve benden Ratziel'i siz­
den başka hiç kimseye muayene etti rmeyeceğ ime dair söz
aldı. Durumu biraz kritik olabilir, çünkü büyü kçe bir taş yut­
m uş."
"Taş mı yutm uş?" d iye sordu bay onüç. Yokladı; gerçek­
ten de ked i n i n karnında tuhaf bir şişkin l i k vard ı . "Peki, kad ın
ked isini muayene ettirmeye niçin kendisi getirmem iş?"
"Ya pması gereken çok öne m l i bir iş varm ış," dedi küçü k
kız. "Yüksek bir dağa tırmanması, o dağın zirvesinde uyuyan
çocuğu uyandırması ve yolunmak üzere olan bir tavus kuşunu
i biisierin e l inden kurtarması gere kiyorm uş."
"Pamuk Prenses ile yed i cüceleri de yanında götürüyor
m uymuş?" d iye sordu bay onüç, uzun zamandır ikinci kez gü­
l ümseyere k.
"O kada rını söylemedi. Bildiğim tek şey, g iderken ked isini
ya n ına almak istemediği. Belki öyle b i r yolcu luğun ked isi için
fazlaca te h l i ke l i olduğunu düşünm üştür. Böylece Ratziel be­
n i m ked im oldu ve sonsuza kadar da be nimle kalacak."
"Pekala," dedi bay onüç derin bir iç çe kerek. "içeri gelin
de Ratziel'in nesi olduğuna bakalım."
Küçük kız kibarca teşekkür ettikten sonra sırt çantasını
kapının kenarına fırlattı ve hızla m uayene odasına daldı.
"Ça nta n bayağı ağır gibi du ruyor. Okuldan m ı gel iyor­
sun?"
20 7
B e rr a k Y u rd a kul

"Bugün okul yok. Çantamda ya ln ızca boş za manlarımda


okuduğum kitapları taşıyorum."
Bay onüç eldiven lerini taktı ve kıza, "Ne tür kitaplar oku­
yarsun baka l ım?" d iye sordu.
"Bu hafta tarih ve m itoloj i kita pları okuyoru m . Geçen
hafta psikoloji ve antropoloj iyle ilg i l i kitaplar okum uştum."
"Hı m m m, e nteresan!" dedi bay on üç.
Kızın a n lattıklarına kulak verdiği pek söylenemezdi aslın­
da. Bay onüç hayatında h iç muayene edilirken bu kada r uslu
duran bir kedi görmediğ ini düşünmeye dalm ışken birden bire
zihninin içinde şu sözler ya nkılandı: 'K1zm anlatt1klanm dinle­
sene, sersem!'
Te laşla kıza döndü. "Haa? Ne? Ne dedi n?"
"Ben bir şey söylemedim."
"Kim konuştu öyleyse? Birinin konuştuğundan adım g i bi
eminim!"
"Beynin izin sağ ta rafı sol tarafıyla konuşmuş olmalı," dedi
küçük kız.
"O da ne demek?"
"Bazı psikologlara göre, mi lattan önce iki bin yıl ına kadar
insan beyninin sağ lobunda sol tarafta kinden bağ ımsız bir
konuşma me rkezi yer a l ıyord u. B u merkez beynin sol tarafıyla
oldukça yüksek sesle ve otoriter bir şekilde konuşabi liyordu.
Beynin sol tarafı bu seslerin sağ Iabdan geldiğini anlaya madı­
ğ ı için insa nlar ta nrıların seslerini duydu klarını veya gökyü­
zünden mesaj lar aldıklarını zanned iyordu. ilerleyen yüzyıl lar­
da iki Iab a rasındaki iletişim a rttıkça tanrıları n sesleri aza ldı.
Günüm üzde sağ lobda yer alan konuşma merkezinden geriye
pek bir şey ka lmamış olduğu ta hmin ediliyor, ama bence yine
de bu merkez beklenmedik za manlarda devreye girip bizi şa­
şırtabil ir."
208
Konuşmaya n Tavus Kuşu Camio

Bay onüç Ratziel'i çoktan unutm uş, şaşkınlık içinde küçük


kızın söylediklerini din lemeye dalmıştı. "Demek bunları kita p­
lardan öğrendin!" ded i. "Okumaktan oyu n oynamaya fırsat
bularn ıyar olmalısın."

"Kitaplarla da oynana bilen çok g üzel oyunlar vard ı r," dedi


küçük kız. "Mesela, rastgele bir sayfa açıp aklınızdan geçen
soru ları sorabi lirsiniz."
"Pek bana göre bir oyun değilm iş," d iye m ırıldandı bay
on üç.
"Ye rinizde olsam, bu kadar kesin konuşmazdım," dedi kız
muzi pçe gülümseyerek. "Ratziel gerçekten taş m ı yutmuş?"
"Ahh, Ratziel'i tamamen unutm uşum ! " d iyen bay on üç,
dön ü p baktığında inanı lmaz bir manza rayla karşılaştı. Kedinin
karn ındaki şişlik tamamen inm işti ve yanı başında neredeyse
el büyüklüğünde parlak b i r taş d u ruyordu.
Bay onüç taşı e l i ne a l ı p biraz inceled i kten sonra, "Bu ger­
çe k bir elmas!" d iye bağ ı rd ı . "Üste l i k hayatımda gördüğüm en
büyük, en değerli e l mas!"
K üçük kız sevi nçle ellerini çırpıp, "Yaşasın, Ratziel yen i ­
den sağ lığına kavuştu !" d e d i . "Ratziel'i s i z iyileştird in iz, kar­
n ı ndan çıkan elmas da sizin olmalı."
"Böyle bir şeyi kesinlikle kabul edemem. Kedi se nin ked i n
olduğuna göre elmasın sa h i bi de se nsin."
"Yine de onu size hed iye etmek istiyoru m ."
"Çok teşekkür ederim, ama dediğim g i bi, kabul etmem
i m kansız."
"Nasıl istersen iz," d iyerek konuyu kapattı küçü k kız.
"Ratziel'e biraz su verebilir m iyiz acaba?"
"El bette," dedi bay on üç.
20 9
Be rra k Y u rd a k u l

M utfağa g iderken olup bitenlere anlam vermeye ça lışı­


yordu . Belki de inti har kararın ı çoktan uyg u larn ıştı ve küçük
kızla ked isi ona ölmüş olduğunu kibarca a n latmaya ça lışan
ru hani varl ıklard ı .
E l inde s u kabıyla muayene odasına döndüğünde küçük
kız ve ked isi çoktan g itmişti. 'Hayal gördüm!' dedi içinden.
'Evet, kesinlikle hayal gördüm!'

"Haya l fa lan görmed in!" dedi kafasının içi nde bir ses.
"Ba ksana, küçük kız çantasını burada unutmuş!"
'Sağ /obum sol /obum/a konuşuyor!' d iye düşündü bay
on üç.
"Ça ntayı aç ve ka rıştır!"
'Küçük k1zlarm çantalan aÇibp kanştmlmaz, tamam m1!' di­
ye çıkıştı bay onüç.
"Sana çantayı aç ve karıştır dedim!" d iye üsteledi ses,
otoriter bir tonda.
'Belki çantanm içinde bir telefon numarasi veya adres bu/a­
bi/irim, ' d iye düşünen bay onüç çantayı e l ine a l ı r a lmaz b i r
deste tarot kartı yere dökülerek her tarafa dağıld ı .
Kartları toplamaya başlad ığı nda, e l i n e aldığı i l k kart olan
ı3 numara l ı 'ÖLÜM' kartının üstündeki iskelet resm ine dalıp
g itti . Bir süre öylece kalan bay on üç, çantanın içinden ders
notlarına benzeyen bi rkaç sayfanın daha düşmesiyle i rki lerek
kend ine geldi. Sayfa lardan birini eline alıp yüksek sesle oku­
maya başlad ı:
"Cari Jung'a göre bir arketip aktive edildiği zaman büyük
bir enerj i boşalımı meydana gelir. Bu enerj i, atom parçalandı­
ğ ında ortaya çıkan enerjiye benzeti lebilir. B i r d izi anlamlı te­
sadüflerin yaşanmasına yol aça bilecek olan enerj i boşa l ı m ı . .. "
Bay onüç anlamlı tesadüfün ne demek olduğunu düşü-

210
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

nü rken sağ lobu tekrar konuşmaya başladı. "Bugün ayın


on üçü . Doğum gününe tam on üç gün kaldı."
Bay onüç d uvarda ası l ı dura n takvime baktı. Sağ lobu
doğru söyl üyord u. Anla m l ı tesadüfler böyle şeyler m iydi?
Eğer bunlar anlamlı tesadüflerse, ne anlama geliyorla rd ı? Ak­
tive ettiği a rketip, tarot d estesindeki ölüm kartı m ıydı?
Sorularına ceva p bula bilmek um uduyla e l indeki notları
okumaya devam etti:

" Bazı gün lerde tesadüfler öyle sık ve şaşırtıcı şekillerde


yaşa n ı rlar ki, i nsan kendini bu işte tan rı la rdan b i rinin parmağı
olduğunu düşünmekten alıkoya maz. Böyle oyunlar oynamak­
tan hoşlanan bir tanrı va rsa, o da kuşkusuz He rmes'tir.
Hermes insanların önemli kara rların eşiğ inde oldukları za­
man larda kendini daha çok gösterir. Homeros'un, Şans Geti­
ren adını verd iğ i ta n rı Hermes'in bize neler getireceğ i büyük
ölçüde ondan neler beklediğimize bağ l ıd ır."
'Hermes benim gibi bir uğursuza biraz şans getirmez mi
acaba?' d iye dü şünen bay onüç, cama çarpan bir taşı n sesiyle
yerinde sıçrad ı .
Ca m ı n çatiayıp çatlamadığına bakmak için birkaç adım
ya klaştığında çarpan şeyin taş değil, normalden dört beş kat
büyük bir uğurböceği olduğunu görünce, 'Bugün burada do­
ğaüstü bir şeyler yaşandtğtm kabul etmek zorundaytm, ' d iye
düşündü. 'Şimdi karştmda duran televizyonun on üçüncü kana­
lmt açacağtm. Eğer açttğtm kanaldaki program moralimi biraz
olsun düzeltebilirse kendimi öldürmekten kesin olarak vazgeçe­
ceğim. '

Açtığı kanalda Sayısal D ünya mız adlı berbat bir program


yayı nla nıyord u. Prog ram ı n sunucusu ve ya pımcıla rı yaşlı başlı
bir adamcağızın kol ia rına ve baca klarına ya pışmış, elbirliğiyle
pantolon unu indirmeye ça lışıyord u. Bay onüç e krana bakma-
211
Berrak Y u rd a k u l

ya daha fazla dayanamaya ra k televizyonu kapattı ve sevg i l i


kliniğiyle son defa veda laştı.
Dünya n ı n çivisi çıkm ıştı.

"Koskoca Tan rı Hermes'i' sınamak sana m ı d üştü !" d iye


söylendi sağ lob. "iddialaşmak ye rine efendi olup sana ve ril­
meye ça l ışılan mesajı almasını bilseyd i n bu la net olası otobüs­
te bilin meyene doğru yol a l ıyor olmazdık!"
Bay onüç sağ lobun haklı olabileceğ ini düşündü. Aslında
gün boyu yaşad ığı gizemli olaylardan sonra i ntihar etmek is­
ted iğinden eskisi kadar emin değildi. 'Bir işaret daha gelse, '
dedi içinden. 'Son bir işaret!'

"Aferin sana!" dedi sağ lob. "Şimdi de tanrı ların sabrını


test ed iyorsun herhalde! Birkaç dakika sonra köprüden kıç üs­
tü düşerken görürüm ben se ni!"
'Hep bu kadar çok konuşacak mtsm?' d iye sordu bay on üç.

"Be l l i ki kon uşmak için fazla vaktim ka lmadı!" d iye ters­


Iedi onu sağ lob. "Bari b ıra k da ra hatça içimi dökeyi m . Sen
ölümle tatlı tatlı flört ediyorsun d iye ben i m de yok olmaya
heveslenmem gerekm iyor herhalde! Sana istedikleri n i ver­
medi d iye hayatı sona e rd i rmeyi bile düşünüyorsun, ama is­
ted i klerini değiştirmek nedense h iç a klına gelmiyor!"
Bay onüç onu duymazlıktan gele rek umursamazca etra­
fı na ba kınırken, birdenbire içinde bulundukla rı otobüsün nu­
marasının on üç olduğunu ve araçta ke ndisi dahil tam on üç
yolcu bulu nduğunu dehşetle farketti.
Şoför, "Köprüden önceki son dura k, 13. Cadde!" d iye ses­
Ienirken bay onüç ve sağ lobu otobüsten inm işti bile.
'Şimdi ne yapacağtm?' d iye düşündü bay on üç.

212
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

'Kendini hayatm ve olayiann aktşma btrakmak hiç ak/ma


geldi mt? ' d iye hom urdandı sağ lo b.

'Peki, öyle olsun . . ' d iyen bay on üç, 13 . Cadde'de amaç­


.

sızca dolanmaya baş ladı.


B i rkaç dakika yürüd ü kten sonra kapı numarası 113 olan
büyük bir kitapçı n ı n önünde duraladı ve bütün idaresini içgü­
dülerine teslim ederek içeri g i rd i .
Rafların a rasında ne aradığını bilmeden gezin i rken gözü
incecik b i r kita ba ta kıldı. K ita bın kapağında, tersten yazıldığı
için bir ayna yard ı m ıyla okunması gere ktiği be lirtil iyordu. O
anda aklına küçük kızın kitaplara soru sormakla ilgili söyled ik­
leri geldi. Cildi a l ı p rastgele bir sayfa açtı ve ucuna i l işti rilen
aynayı sayfanın üstüne tutup, okum aya başlad ı : 'intihar et­
mek isteği kend i n i çok fazla cidd iye alma hasta l ı ğ ı n ı n ile rle­
miş vaka larında sı kça rastlanılan bir semptomdur.'
"Umarı m kendinden utanmaya başlam ışsındır!" d iye söy­
lendi sağ lob.
'Biraz sessiz olur musun, lütfen!' d iyerek sağ lobu azarla­
yan bay onüç kita ba dönüp, 'Aintmtzda beliren bu saytlann an­
lamt nedir?' d iye sord u ktan sonra bir sayfa daha açtı:

" Evren a n laşılabilecek kadar basit olsayd ı, bizler onu an­


lamaya çalışabi lecek kadar karmaşık olamazdık."
Kend ine, 'Bundan sonra ne yapmam gerekiyor?' d iye so­
ran bay onüç, bu defa kitabın on üçüncü sayfasını okumaya
başlad ı :
" M i lattan önce on dörd üncü yüzyı ldan kalma bir M ısır
papirüsünde ölümden sonra tanrılar tarafından nasıl yarg ı­
land ığımız a nlatı l ı r. Papirüsün ortasında, bir ucuna ölen kişi­
nin kalbi, d iğer ucu naysa bir tane tavus kuşu tüyü yerleştiri l ­
miş o l a n bir terazi d urmaktadır. Terazinin a ltında yer a lan ruh
213
Berrak Yurdakul

yiyici Amemet, sı navı geçemeyen ru hları yok etmek için bek­


lemekted ir. Terazinin sağ tarafındaysa yeraltı dünya sının hü­
kümdarı Osiris sı navı geçmeyi başara n ru hlara yol göste rmek
için hazır bulunmaktad ı r. Bu papi rüste veri lmek isten ilen me­
saj son derece basitti r: Yüreğ i n izi bir tüy kadar hafif tutu n!"
B u sayfa aynı zamanda kitabın son sayfasıydı.
'Hiç b u kadar ktsa bir eser görmedim, ' diye d üşündü bay
onüç, elinde kita pla kasaya doğru yürürke n .
S ıra o n a geldiğ inde, alnındaki sayıyı inceleyen kasiyer kız,
"Demek ünlü yazar Ke pekuş'un Fark Edilmesi Gereken Bir Ger­
çek Olduğunu Fark Edin; ilk Adtm Budur adlı kitabını almaya
karar verd in iz," ded i gülümseyere k. "Çok isabetli bir seçim
ya pm ışsınız doğrusu! Bugün sayısı onüçbinden düşük olan
bütün müşte rilerim ize bu kita bı hed iye ed iyoruz. Şanslı gü­
nünüzdeym işsiniz anlaşılan."
K itapçıda n ka hkahalar atarak ayrı lan bay on üç, karşı kal­
d ı rımdaki kumarhaneye doğru hızlı ve kararlı adım larla yürü­
meye başladı.
"Nereye koşturuyorsun?" d iye sordu sağ lob.
'Rulet oynamaya gidiyoruz!' ded i bay onüç. 'Ne de olsa bu­
gün şansit günümüz. . . '

214
Ma.da.W\ 8obo9ef'ivı Ko:zW\ik
Kra.fiçefiğivıi Na.sıf ifa.vı Ettiği ve
Ta.ç Cii�W\e Töreni

'Eğer gerçekten Sonsuz lş1k diye bir şey varsa umaflm ona
ne kadar yürekten inand1ğ1m1 biliyordur, ' diye düşündü Madam
iki.

Gözle rini sı kıca y u m muş, lotus pozisyonunda oturuyor ve


5 . 5 . döne minin başladığı andan beri her fırsatta ya ptığı gibi
taç g iyme tören i n i n d üzenleneceği günün hayalini bir kez da­
ha bütün detaylarıyla zihninde canlandıra ra k kozm i k kra l içe
ilan edilme düşlerinin tad ı n ı çıka rıyordu . Taç g iyme töreni sı­
rasında kozmik a rka planda nelerin yer a lacağ ı na bile aşağ ı
yuka rı karar vermişti.
B i l incinin deri n l i klerinde böylesine mutlu düşüncelerle
gezin irken yaşadığı ta l i hsiz bir hıçkırık tutu lmasıyla birdenbi­
re bütün konsa ntrasyonunu kaybeden Madam i ki'n i n i n ierin
ve cinlerin saldırısına uğramış olduğunu kavraması el bette
uzun sürmed i . Ne yazı k ki, a rtık olan olm uş, bu düşmanca ta­
a rruzdan dolayı mora l i epeyce bozulan Madam'ın içine 'ı'
numaranın var olduğuna ve kend isini izleyerek eğlendiğine
dair a kı l almaz bir korku düşm üştü .
'Saçma/ama Yüce Madam!' diye geçirdi içinden. 'Sen bun­
ca iyi karmay1 y11lardlf boşuna m1 biriktirdin? Neredeyse bütün
ömrünü pek az derecede tekamül etmiş olan ruhlara rehberlik
etmeye ve onlara doğru yolu göstermeye adayan sen değil mi­
sin? Yapm1ş olduğun iyilikler seni değil bu yaşamda, önceki ya-

215
Berrak Y u rd a k u l

şamlarmda bile kozmik kraliçe mertebesine ulaşt�rmaya yetip


de artmaz m1? Art1k mükafatlandmlmamn zamam gelip de
geçmiyor mu?'

Kendine ya ptığı bütün telkin lere rağ men, 'Ya kraliçe ol­
maya yetecek kadar pozitif karma toparlayamad1ysam?' d iye
düşünüp telaşla n ıyordu Madam iki. Neticede kozm i k kra l içe­
l iğe hak kaza nmak için işlenmesi gere ken sevapiarın toplam
ra ka m ı n ı Sonsuz Işı k'tan başka kim tam olarak bilebi l ird i?
Acaba kendisi nden evvel aydınlanmış olan birkaç ru hla
temas kursa onların karmalarına varis olabilir m iydi? Öyle
ya . . . Varl ığı Sonsuz lşık'a karışan ru h la rın karmaların ı n a i lele­
ri ne, aileleri yoksa arkadaşlarına, o da yoksa kapı komşularına
m i ras ka ldığı herkes ta rafından bil inen bir gerçe kti. Belki kü­
çük bir ücret karşılığında bu karmalardan biraz satın alabilir­
di? Hatta be lki bundan daha da basit bir çözüm üretebilmesi,
mesela gelecekte yaratma ihtimali olan iyi ka rmalarından
avans kullanabil mesi mümkün olurdu?
Madam i ki, "Sonsuz Işık insa n ı onun bunun karmasına
m u htaç etmesin," diye m ı rıldandı. " Iyisi m i sen h iç böyle ol­
madık şeyleri akl ına getirip kend ine negatif karmalar yarat­
ma, Yüce Mada m ."
Bunların yerine tacını taktığ ı zaman kutsal şa hsın ı nasıl
şımartacağını fa lan düşünmeliyd i . lik olarak kozmik kral içele­
rin şa nına yakışan, görkem l i ve gösterişli bir saray mı yaptır­
malıydı acaba? Aslında öyle za hmetli işlere ka lkışmanın da
pek lüzumu yoktu. Ne de olsa kendi düzenleyeceği kozm i k
yasa lar yürürlüğe g irince c a n ı n ı n isted iği h e r şeye el koya bile­
cekti.
Madam i ki, 'Nur/u suretimi para/ara m1 bast1rsam, ad1m1
dünyadaki bütün tarih kitap/anna m1 yazd�rsam ... ' d iye düşü­
nürken odasının kapısı usu lca araland ı .

216
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Meditasyonu nuzu böldüğüm için beni affedin, Yüce Ma­


dam," d iye fısı ldayarak içeri g i rd i Ta mas. "Kapıda soytan kos­
tümü giymiş bir adam var, ancak kend isi n i üst düzey bir hü­
kümet görevlisi olara k ta n ıtmakta ısrar ed iyor. S izinle acilen
görüşmesi gereke n çok önem l i bir mesele varm ış. Kılığını kı­
yafetini pek gözüm tutmadığı için kozmasa küstüğü nüzden
beri h iç kimseyle görüşmed iğinizi söyled i m, ama Yüce Ma­
dam ile kon uşamazsam çok etkili yöntem lerime başvu rmak
zorunda kalacağ ı m d iye tutturdu."
"Öyle maska raları iyi bil i rim," dedi yüzünü ekşiterek Ma­
dam iki. "Buram buram çürümüş balık kokarla r! Konunun ne
olduğundan hiç bahsetti m i?"
"U luslara rası bir bild i ri yayın l aya ra k kutsa l şa hsınızı dün­
yanın kra l içesi ilan etmekle ilgili bir şeyler zırvaladı," dedi
Tam as.
"Kra l içe l i k m i dedi n?" d iye bağ ı rara k ayağa fırlad ı Madam
iki. "Ne duruyorsun, derhal huzuruma getir o soytarıyı! Acele
et, yoksa mera kta n kutsal aklımı oynatacağ ı m ! "

"iyi günler, Yüce Madam," d e d i şapkasını m uzaffer b i r


edayla şıkırdatarak salona g i re n ajan üçyüzmi lyon. "Hüküme­
timden a ldığım e m i rler doğrultusunda size a ktarmam gere­
ken olağan üstü gizli bilgiler var."

"Umarım anlataca klarınız ayd ınlanmış ru humu ilgilendi­


recek kadar öne m l i d i r," dedi Madam i ki, heyecanını gizlerne­
ye çalışarak. "Ta kd ir edersiniz ki, bulunduğum yüksek ruhsal
mertebeden ötürü dünyevi meselelerle fazla m eşgu l olmuyo­
rum . "
" B u meselenin d ünyadaki tüm i nsanların ge leceği açısın­
dan çok büyük bir önem taşıdığına emin olabilirsiniz, efen-
217
Be rra k Yurdakul

dim," ded i aja n üçyüzm ilyon. "Sizin de gayet iyi bildiğiniz gibi
5 . 5 . döne m i olara k adlandırılan bu uğursuz olayın başla ngı­
c ı ndan bu yana aylar geçmiş olmasına rağmen a lnında '1' sa­
yısını taşıdığı ve sözüm ona yeni bir mesih olduğu rivayet edi­
len şahıs hala orta larda gözükmem e ktedir. Bu d u rum bütün
dünyanın hali hazırda içine düşmüş bulunduğu kargaşa ve ka­
os ortamını daha da olumsuz etkilemekte ve dü nya düze ninin
neredeyse bir daha ananlamayacak kadar bozulmasına sebe­
biyet vermektedir. Geçtiğimiz günlerde '1' numara l ı şahsın
var olmadığına ve ona ithaf edilen uydurma efsa ne ve masal­
ların derhal sona erdiril mesi gerektiğ ine kesin olarak kanaat
getirmiş olan hü kümeti min girişim leriyle olağanüstü bir top­
lantı düzenlenmiş ve dü nya üzerindeki tüm ülke lerin liderleri
bir a raya gelerek bu meseleyi hal letmek için orta k bir çözüm
ü retmeye ça l ışmıştır. Top lantının neticesinde a l ınan kararla rı
size yayınlanan uluslara rası bildiriden aynen a ktaracağ ı m .
Yal n ız bildiride kullanılan dilin oldukça resmi olduğunu önce­
den bel irtmek isterim. Bu yüzden anlamakta güçlük çektiği­
niz bir madde olursa sözümü keserek bana dan ışm a kta lütfen
tereddüt etmeyiniz."
Aja n üçyüzmilyon kostümünün renkli ceplerinin birinden
buruşuk bir kağıt parçası çıkardı ve yüksek sesle oku maya
başladı :
U l uslara rası Resmi Bild iri:
1- Bir n umara l ı şa hıs diye biri yoktur.
2- Bir numara l ı şahıs, dünyan ı n yeni hükümdarıdır.
3- i ki numara l ı şa hıs diye biri vard ı r.
4- Bir numaralı şahsın var olmadığı durumlarda, bir nu­
maranın bütün yetki leri iki numara l ı şahsa acilen dev­
red ilir.

218
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Sonsuz lşık'a şükürler olsu n ! " d iye sevinçle haykırd ı


Ta mas.
"Soytarı beyin sözünü kesme, Ta mas!" d iye çıkıştı Ma­
dam iki. "Önce b i ldirinin ta m a m ı n ı d uya l ı m baka l ı m . " Sakin
olmak ve soğukkanlı davranabilmek için bir madamdan bek­
len meyecek derecede üstün çaba sarf ed iyor, ama ka lbinin
yerinden fı rlayacak kadar hızlı atmasına engel olam ıyord u.
"Bildirinin ta mamı okuduğum dört maddeden ibaret,"
dedi aj an üçyüzmilyon, kağıt parçasını bu ruşturup tekra r ce­
bine koya rken . "Bu karmaşık cümleler gözünüzü korkutma­
sın, Yüce Madam; a n iatıl maya ça lışılan ka ra rlar aslında ol­
du kça basit. Özetle, kutsal şahsınızın bir an evvel dü nyanın
kra l içe liği görevine resmen atanması yönünde görüş birliğine
va rılmış olduğunu söyleyebilirim. E l bette sizin de böyle zorlu
bir görevi üstlenmeye razı olmanız koşu l uyla ."
Madam I ki bu sözler üzerine gözlerine son derece ru hani
bir bakış yerleştirerek dalgın dalgın ötelere bakmaya başladı.
B i r süre sessiz kalmak, kendisine te klif edilen zorl u görev için
ne kadar istekli olduğunu gizlerneye ça lışmak niyetindeyd i .
" N e d iyeceğ i m i bi lem iyorum doğrusu," d e d i biraz bekle­
d i kten sonra. "Benim gibi dü nya malında gözü ol mayan bir
madamın kra l içelik meseleleriyle uğraşmaktan m üritlerine
vakit ayıramaması hiç ya kışık almaz."
"O konuda hiç endişeniz olmasın, Yüce Madam. K ral içelik
görevlerinizi günde en fazla on beş da kikada kolayl ıkla yerine
getirebilirsiniz. Zaten ru han iyetinizin pek yüksek olduğunu
bildiğimiz için sizin namı nıza kara rlar alıp uyg u layaca k ve
demeçler verip ka nunlar d üzen ieyecek bir ekip hazırladık."
"Ne d iyeceğ imi bilem iyorum doğrusu. Benim gibi dünya
malında gözü olmayan bir mada m ı n saraylarda oturması hiç
yakışık almaz."
219
Be rra k Y u rda k u l

"O konuda da hiç end işeniz ol masın, Yüce Madam. Sa­


rayda oturm anız kesinl ikle şart değ i l . Kraliçelik görevlerinizi
kendi evinizden de ra hatlı kla yerine getire b i l i rsiniz. Zaten ru­
han iyetinizin pek yükse k olduğunu bildiğimiz için size bir sa­
ray ta hsis etmeyi h iç düşünmem işti k."
"Ne d iyeceğimi bilem iyorum doğrusu . Benim g i bi dünya
m a l ında gözü olmayan bir madam ın görkemli bir törenle taç­
landırılması ve göz kamaştırıcı kıyafetler içi nde, som altından
bir tahta oturması hiç ya kışık a l maz."

"O konuda kesi n l i kle endişeniz olmasın, Yüce Mada m .


K ra l içe l i k görevlerinizi taç ta kmadan da kolayl ı kla yerine geti­
re b i l irsiniz. Zaten ru haniyetinizin pek yüksek olduğunu bildi­
ğ im iz için size bir taç g iyme töreni düzenlemeyi hiç düşün­
mem iştik."
Ajanın son sözleri n i işitince kutsal sabrı taşan Madam I ki,
"Böyle g iderse bu gü lünç bile olmayan, acınacak derecede
ahmakça teklifi n izi reddetmek zorunda kalacağ ım!" d iye ba­
ğırd ı .
"Teklifimizi geri çevi rmenizi hiç tavsiye etmem, Yüce
Madam," dedi ajan üçyüzm i lyon, şapkasını te hditkar bir tavır­
la şıkırdatara k. "Sizi ikna etmek için başvurabileceği m iz çok
etkili yöntemlerimiz var."
Artı k asabı iyiden iyiye bozulmuş olan Madam i ki, "Son­
suz Işık şa h id i m olsun ki . . . " d iye avazı çıktığı kada r bağ ı rd ı .
"Yeryüzünde düzenlenmiş olan en görkemli törenle kutsal
başıma e lmaslarla süslü paha biçilmez bir taç ta kılmadığı sü­
rece sefil teklifinizi ka bul etmeyeceğ im! Bu taleplerim derhal
karşılanmazsa değil çok etkili yöntem leriniz, en etkili yön­
temleriniz bile ben i bu görevi kabul etmeye ikna edemez!"
"Tören kon usunda bu kada r istekli olduğunuzu b i l m iyor­
duk, Yüce Madam," dedi ajan üçyüzm ilyon şaşkı nlıkla. "Hü-
220
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

kümetirnin sizi memnun etme k için gere ken her şeyi yapaca­
ğ ından hiç şüpheniz olmasın."
"Ayrıca o çakrası buruşuk, karması kokuşu k hükümetine
söyle ! " buyurd u Yüce Madam. "Unvanım 'Dü nya K ra l içesi'
değil, 'Kozmik K ral içe' olacak!"

Madam iki'nin (bundan böyle 'Kozm i k K ra l içe' olara k anı­


lacak) taç g iyme töreninin düzen leneceğ i gün, tüm dünyada
resmi tatil i lan edilm işti. Yeryüzünün en büyük meydanında
toplanan m i lyon larca i nsan sonunda yepyeni bir mesihe ka­
vuşuyor olmanın mutl uluğu içi nde Kozmik K ra l içe'yi se lamlı­
yordu. Meyda n ı doldura n ka labalığın arasında devlet başkan­
larının yanı sıra dü nya nın önde gelen din adam ları, sanatçıları,
bilim ada m la rı, sporcula rı, yazarları, çizerleri, kasapla rı, ma­
navla rı, konsomatrisleri, makin istleri, i l kokul öğ retmenleri ve
otobüs şoförleri göze çarpıyord u .
B i rçok yerinde kuş sütünün b i l e eksik olmadığı ziyafet
sofra ları kuru lan; çiçeklerle, kurdelelerle, balonlarla süslenen
tören alanında bir a raya gelen insanlar büyük bir coşku ve se­
vinçle dans ed iyord u. Kozmik K raliçe'nin eteğ inin ucuna veya
saçının teline dokunmaya ça lışı rken birbirleri n i ezenler, onun
yü ksek maneviyatı n ı n etkisiyle h ıçkırı klara boğ ularak kend in­
den geçenler ve ye rlere kapa nıp inleyerek sada kat yem i n le ri
ederken, bu ulvi heyecana daha fazla daya narnayıp titreyerek
yere düşenler için tahsis edilen sağ l ı k görevl ileriyle olası bir
terörist sa ldırıyı engellemek üzere seferber edilmiş olan gü­
ven l i k güçleri büyük bir özveriyle harıl harıl ça l ı şıyor, a m bu­
lansların ve polis arabalarının sire n sesleri ka laba l ığın dinrnek
bilmeyen coşkulu teza hüratına karışıyord u.
"Kutsa l keyfim çok yerinde, Tamas," dedi Kozmik Kra l içe
som a ltından tahtına yaslanarak.

2 21
Berrak Yurdakul

"Bu ta htta görümeemin yeğeni oturuyor," dedi, ka laba l ı ­


ğ ı n ön saflarında töreni izlemekte o l a n v e sayısının büyü klü­
ğ üyle d i kkatleri çe ken yaşlıca bir teyze. "Bir görseniz, öyle
güzel elmaslarla süslü bir tacı va r ki."
" K ız anneanne, güldürme beni," dedi, teyzenin yanındaki
hanım. "Ne görümeesi ayol? Görm üyor musun, ta htta kosko­
ca Kozmik Kra l içe oturuyor."
"Ayy, K raliçe tacını ta kmak üzere," dedi bu ikilinin yanla­
rında dura n çok süslü bir bey. "Tüylerim d i ken d i ken oldu, he­
yecandan a ltıma kaçıracağım va Ilahi!"
"Sonsuz lşık'a şükürler olsun," d iyerek tom bul ellerini iş­
leme l i bir tepsinin içinde kendisine sunulan görkemli taca
uzattı Kozmik K ra l içe. Ne yaz ık ki, bu uzatma eylemi e l lerine
kendi i radesiyle yaptırabildiği son hareket oldu.

"Aa, neler oluyor ayol?" dedi süslü bey. "Kra l içe tacını ta­
kacağına e l iyle, koluyla tuhaf hare ketler ya pmaya başladı.
Ayy, şimdi de kendi kutsal e l iyle kendi i la h i g ı rtlağını sı kıyor.
Üzüntüden içim bir tu haf oldu . . . Daha fazla bakamayacağ ı m
va Ilahi."

"Kad ıncağız resmen eline koluna hakim olam ıyor, ayol!"


d iye bağ ırd ı yanında duran hanım. "Şimdi de işa ret parmakla­
rıyla havaya anlamsız şeki ller çizmeye başladı. Bu bir çeşit
kra l içe l i k dansı olmasın?"

"Ayy, çok iyi n iyetlisin va llahi. Basbayağı Yabancı El


Sendrom u'na tutu ldu gariban."
"O da neyin nesiym iş, ayol?"
"Kendi elin sanki başkasınınmış g i b i bir şey oluyor," dedi
süslü bey. "Hiç kontrol edem iyorsun. Bana bir defa olmuştu
da doktor doktor gezd i m . Elinin ne ya ptığı kişiden kişiye de­
ğişiyor. Mesela be nim elim en sevd iğim çiçekli döpiyesi m i her

222
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

g iyd iğimde eteğ i m i ka ldı rıyordu. He rkese rezi l oldum, perişan


oldum va l l a h i . En sonunda deli gömleği g iyd i rd i ler de rahat
bir nefes aldım."
"Aaa, şimdi de törene ya rım saat a ra veri leceğ i anons
edildi. Bu bir skandal doğrusu!"
"ibl isleri n, i n ierin ve cin lerin sa ldırısına uğradım!" d iye
bağ ı ra ra k ve kendi asil elleriyle kendi u lvi kulaklarını çekiştire­
rek kendisine ayrılan d i nlenme odasına geçti Kozmik K ra l içe .
"Bu ta htta kaynana m ı n yengesi oturuyor," dedi yaşlı tey­
ze. "Bir görsen iz, öyle esteti k el hareketleri var ki."

223
Asta.rotflı/u V\
Ko:z.W\ik Kra.lltğmt Na.st l ifa.V\ Ettiği ve

AsW\oda.y'm Sol Ba.şma. QefeV\Ier

"Heybetli taeı m ı ça lmaya cüret edebilecek kada r kuş be­


yin l i bir yaratık Agartha'da cirit atıyor, ama yetmiş iki iblis
onu ya kalayıp h uzuruma getirmeyi başara m ıyor!" d iye avazı
ç ı ktığı kada r bağ ı ra ra k te pin iyordu Astaroth. "Keter E lyon'u
yarım saat içinde bula mazsanız Mal kuth'u başın ıza yıkarım!"
dedi öfkeden titreyere k.

"Şu ça lıların a rasında du ran parlak şey efendimizin tacı


Keter Elyon'a ne kada r da benziyor," dedi K ra l Asmaday'ın
orta başı.
"Bu Keter E lyon'un ta kend isi!" dedi tacı yerden alıp şaş­
kınlıkla inceleyen sağ baş.
"Onu çalmaya cüret eden kuş beyin li yaratık kaçarken te­
laştan d üşürmüş olmalı," dedi ortadaki baş sevinçle. "Derhal
efendim ize haber verelim. Belki bizi i blis O rd u ları Başkomu­
ta nlığı'na atayara k öd ü l lend irir."
"Bence bu kadar ace le etmem ize hiç gerek yok," diye n
sol baş, Keter E lyon'u sağ e l i nden hızla kapara k büyük bir he­
vesle başına geçirdi ve daima cebi nde taşıd ığı küçük aynayı
çıkara ra k hayran hayra n kend i n i izle meye koyu ldu.
"Sen oyun oynadığını m ı zanned iyorsun sersem!" dedi or­
ta baş. "Başlarımızı derde sokaca ksın!"
2 25
B e rrak Y u rd a k u l

"Övünmek g i b i ol masın, ama bu görkemli taç asil başıma


pek yakıştı doğrusu," d iyen sol baş, "i nsanoğlu, gerçek efen­
d i n i n önünde diz çök!" sözleriyle Kozmik Kra l lığ ı'nı i lan etme
prova larına başlad ı . "Evrenin tek ve mutlak hakimi Kozmik
K ra l Asmaday'ın sol başına bağ lılık ye mini et ve bugüne kadar
ilahi şa hsıma karşı işlemiş olduğun bütün günah lardan ötürü
af dile!"
"Efendimizin tacını o sefi l başından çıka r çabuk!" d iye
bağırd ı sağ baş. "Ya kalanacak olursak başlarımıza büyük bir
fe la ket gelecek!"
Konuşmasına kendini fazlasıyla kaptırm ış olan sol baş
uya rıların h içbirine kulak asm ıyor, büyük bir coşkuyla vaaz
vermeye deva m ed iyord u : "Bugünden iti bare n yeryüzünde
haddinden fazla uzun sürmüş olan katirlik dönemi sona eri­
yor! için izde asil K ra l Asmaday'ın ta n rısal kudretinden şüphe
duyan veya onu alt edebi leceğ ini zanneden bir kul varsa, hiç
vakit kaybetmeden kendini göstersin!"
"Keter E lyon'u derhal efend i m ize iade etmezsek başları­
m ız beladan kurtulmayacak," dedi ağ layara k orta baş.
"Demek için izde bana itiraz edecek cesa reti olan bir tek
kişi bile yok; i nsanoğ lu ta h m i n ettiğ i mden daha da zava l l ı bir
durumdaym ış doğrusu!" d iyen sol başın za lim kahkahaları,
karşısında durmuş, büyük bir ilgiyle konuşmasını din lemekte
olan Astaroth'u görünce bıçak gibi kesildi.
"Lütfen bu etkileyici kon uşman ıza devam edin iz, Kozmik
K ra l Asmoday," dedi Astaroth. "En çok da huzurun uıda say­
gısızlık eden kul ları nıza ne tür cezalar vermeyi planladığın ızı
mera k ed iyorum doğrusu."
" Konuşmamı beğenmiş olmanız benim için bir şereftir,
Majesteleri," dedi sol baş neşeyle. "itaatsizl ik edenlerin başla­
rına neler getireceğ i m i henüz tam olara k tasarlaya madığım
bir gerçek, ama ... "

2 26
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Gerçek şu ki. . . " diye re k sol başın sözünü kesti Astaroth.


"Başın ıza tasarlayamayacağ ınız kada r kötü şeylerin ge lmesi­
ne hazırl ıklı almalısın ız."

"Sadece kendi kafatasımı görebiliyorum," d iye ağladı


Kral Asmaday'ın sol başı. (Ancak Astaroth onu gözbebeklerini
ters dönd üre re k cezalandırmış olduğ undan, gözya şları gö­
rü nmüyordu.)

"Söylenip d u rma, sersem!" diye çıkıştı ortadaki baş.


"Efendimize dua et ki, kulakların hala işitiyor! Bana kalırsa sa­
na karşı gereğinden fazla merha metli davrandı."

"Sadece kendi beyn i m i n sağ ve sol Iablarını görebiliyo­


rum," diyerek ağlamayı sürd ürdü sol baş. (Ancak Astaroth
onu gözbebe kleri n i ters döndüre re k cezalandırmış olduğun­
dan, gözyaşları görünmüyordu.)

"Sızlanıp d uracağına beyin hücrelerini sayarak oya lan­


mayı denesene!" dedi sağ baş. "Hem fazla zorlanacağını da
zannetmiyorum . Ne de olsa yaln ızca üç taneler!"

"Kendi başlarınızla soh bet edeceğinize biraz acele edin


K ra l Asmoday!" diye havladı üzerle rinde uçara k onlara yol
göstermekte olan kanatlı köpek G lasya - Labolas. "Majesteleri
ve Düşes Gamori tören alanına ulaştılar bi le! Efendimizin
Keter Elyon'u takıp Kozm ik Kra l l ığı'nı ilan ettiği anda orada
olmayı başaramazsak bunun te k soru m l usu sizsi niz!"

"Benim de uçan devem veya uçan ejderham olsaydı ben


de şimd iye kada r tören a lanına ulaşmış olurdum herha lde,"
diye söylendi sol baş. " Efendimizin uçara k g ittiği yerlere biz
ibiisierin yayan gidiyor ol ması büyük haksızl ı k doğ rusu !"

Öfkeyle uludu G lasya - Labolas: "Sizi son defa uyarıyorum


2 27
B e rra k Y u rd a k u l

Kral Asmoday! B u terbiyesiz tavırlarınızı sürdürecek o lursanız


gözlerinizin yan ı sıra d i l inizi de kaybetmeniz an meselesidir!"
Agartha'dan aşağı akın akın inen iblis ordu ları na, şeytani
birii kiere ve ecinni tü menlerine kom uta etmekte olan Dük
Agares, "Astaroth'un ibl isleri, adımları n ızı hızland ırın!" d iye
bağ ı rd ı . I nsanoğ lunun efendimizin önünde diz çökmesine
yaln ızca birkaç dakika ka ldı. Tören sırasında bir aksilik çıkacak
olursa onun kudretl i varl ığını canımız pahasına koru mamız
gere ktiğini bil iyorsunuz!"
"Efendimizi korumakm ış!" diyerek ağladı Kral Asmaday'ın
sol başı. "Ben kendimi koru maktan bile acizim. Kör bir ibl isin
böylesine tehlikeli bir sefere zorla götü rü lüyor olması haksız­
l ı k doğ rusu." (Anca k Astaroth onu gözbebeklerini ters döndü­
rerek cezalandırmış olduğ u ndan, gözyaşları görünm üyordu.)

Kozmik K ra l içe'nin taç g iyme törenine oldu kça tuhaf bir


ta lihsizlik sonucu a ra veri l mesinin üzerinden yaklaşık bir saat
geçmiş olmasına rağmen K ra l içe henüz kend isi için kurulan
platforma dönüp tahtındaki yeri n i alarnam ış ve nurlu va rl ığıy­
la meydanı bir güneş gibi ayd ın latamam ıştı . Olup bitenlere
hiçbir anlam vererneyen ve yeni mesi h lerinin sağ l ı k durumu
hakkında yetkilile rden bilgi a la mayan m i lyonlarca kederli in­
san gerg i n bekleyişlerini sürdürmekteydi .
Kozmik K ra l içeleri'n in ilahi başına b i r fela ket gelmiş ol­
masından end işe ettikleri için ağlayarak dövü nenlerin, onun
kılına dahi zarar gelme mesi için kend i lerini bir a n b i le tered­
d üt etmeden feda ede bi lecekleri n i duyurara k yerlerde sürü ­
nenieri n teskin edi lmesi ça lışmala rı, tören alanının b u dünya­
ya a it olamayacak kadar ürkütücü ve kula kları sağ ır edecek
kada r yüksek bir uğultu eşliğ inde sarsılmaya başlamasıyla
sekteye uğrad ı . B irdenbire kapkara bulutlarla örtülen gökyü-
2 28
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

zünden siyah ve yapışkan bir sıvı yağıyor, a rd ı a rd ı na patlayan


yıldırımlar ağaçları tutuşturuyord u. Bardaktan boşa l ırcasına
yağan ziftimsi sıvının bi rkaç da kika içi nde bata klığa dönüş­
türdüğü meydandaki coşku, yerini tarif edi lmesi mümkün ol­
mayan bir paniğe bıra km ıştı. "K ıyamet g ünü geldi çattı!" d iye
bağıra ra k sağa sola koşuşan insanlar, canlarını kurtarmaya
ça lışıyordu.

B u kargaşa yaşa n ı rken bulutların arasında bel i ren K ralla­


rın K ra l ı Astaroth ve bem beyaz el bise ler içinde güze l l i ğ iyle
göz kamaştıra n Düşes Gamori, i biisiere yakışır bir zarafetle
süzülerek tören alanının ortasına indi. Şa hit oldukları doğaüs­
tü olayların verd iğ i şaşkınlı kla çoktan deliye dönmüş olan in­
sa nlar meydana konan ejderha ve kanatlı deveyi de görünce
kalan yarım akıllarını da kaybetti ve korku dolu çığlıklar at­
maya, birbirlerini ezerek kaçışmaya başladı.
"He rkes olduğu yerde ka lsın ve sözlerime kulak versin!"
d iye gürled i, başına görke m l i tacı Keter Elyon'u ta kmış olan
Astaroth.

"Bu ejderhanın üstünde büyük dayımın eniştesi oturu­


yor," dedi, ka labalığın ön saflarında töreni izlemekte olan ve
sayısının büyüklüğüyle d ikkatleri çe ken yaşlı bir teyze. "Bir
görsen iz, a l n ı nda öyle düşü k bir sayı var ki."

"Kutsa l keyfim çok ye rinde Ta mas," dedi Kozmik Kraliçe,


som a ltından tahtına yaslanarak. "Bu istirahat bana çok iyi
geldi doğrusu. Taeıma kavuşa bilecek kadar güç toplad ım."
(Ancak Tamas gördüğü manzara karşısında baygınlık geçir­
miş olduğu ndan, Kozmik K ra l içe'n i n bu sözlerini işitem iyor­
du.)
Kozmik K ra l içe'n i n meydanda olup bitenlerden bi habe r
22 9
Berrak Yurdakul

vaziyette tekrar ortaya çıktığını gören Astaroth, soğu kka n l ı


bir g ü l ü msemeyle o n a doğru yürümeye başladı. Astaroth'un
korkusundan oldukları yerde donaka l m ı ş olan insanlar nefe­
sini tutmuş, endişe içinde olacakları izlemeye koyulmuştu .
"ibl islerin, i n ieri n ve cinlerin sa ld ırısını ma nevi gücümle
nasıl da savuşturduğumu görüp ders a l m ışsındır uma rım,
Ta mas," dedi Kozmik K ra l içe. (Anca k Tamas gördüğü ma nza­
ra karşısında baygınlık geçirmiş olduğundan, Kozmik Krali­
çe'n i n bu sözleri n i işitem iyord u . )
"Artık tae ı m ı ta kayım da kra l içe liğimin tad ı n ı çı karayım,"
derken birdenbire meydandaki ölüm sessizliğ i n i n fa rkına va­
ra ra k dehşete d üşen Kozmik Kra l içe (bundan böyle Madam
i ki olara k a n ı lacak) hızlı ve kararlı adım larla üzerine doğru ge­
len Astaroth'u görünce, "Böyleleri n i iyi b i l irim, buram buram
çürümüş ba l ı k kokarlar," d iye söylendi, şaşkınlığını gizle rneye
ça lışa rak.
"Bu kadar m askara l ı k yeter!" d iye g ürledi Astaroth . "Sefi l
varl ığınla asil gözleri m i daha fazla rahatsız etmeden burayı
terk et!"
"Sakın end işelenme, Ta mas!" dedi Madam i ki, sesinin tit­
remesine engel ola mayara k. "Sonsuz Işık bizi m utlaka koru ­
yaca ktır!" (Ancak Tamas gördüğü ma nzara karşısında bayg ın­
lık geçirm iş olduğundan, Madam i ki"n i n bu sözlerini işitemi­
yordu.)
"Kudretli a l n ımda taşıd ığım kutsal 'ı' sayısını görm üyor
musun?" d iye sordu Astaroth. "Ön ümde sayg ıyla eğilmeli ve
canını bağışiamam için yalvarmalısın."
"Yook!" d iye avazı çıktığı kadar bağ ırd ı Madam i ki . "Bir
numara d iye biri yoook!"
i n ka r edildiği için iyice öfke lenen Astaroth, "Sen kendi rı­
za nla g itmezsen ben se n i göndermes i n i bilirim!" d iye bağ ı rd ı
Konuşmaya n Tavus Kuşu Camio

ve sol e l i n i havaya ka ldıra ra k birta kım tuhaf sözcü kler mıni­


danmaya başladı.
Madam i k i bir yandan beşik gibi sal lanara k yerden beş
karış havalanmış olan tahtı ndan düşmernek için sı kıca tutu­
nuyor, bir yandan da bağırarak ka labalığı ga leya na getirmeye
çal ışıyord u . "Bu i biisi inka r ed in, ona tesl i m olmayın! Sonsuz
Işık aşkına ka n ı nızın son dam lasına kadar dövüşün!"
Astaroth'un gücüyle başa çıkıla mayacağını anlamış olan
ka labalıksa çoktan ta raf değ iştirm iş ve Madam i ki'yi yuhala­
yıp domates atarak protesto etmeye başlam ıştı. "Ça buk ka l k
o ta htta n küstah şişko!" d iyordu insanlar. "Ai n ı nda, ilahi 'ı'
sayısını taşıyan Kozmik K ral'ım ıza yer ver!"
insanlardan gelen onur kırıcı tepki lere daha fazla daya­
namayan Madam i ki, tek başına sürdürdüğü kutsal d i renişi
sona erd i rmeye ve tören a lanını acilen terk etmeye karar ver­
d i . Bu a k ı l l ıca kararı a l masında ufukta be l i ren uçsuz bucaksız
i b l is ord u larının ve gökyüzünde hırlayara k uçan Glasya­
La bolas'ın tüyler ürpertici görüntüsünün de etkisi olm uştu.
"Neler ol uyor, bana da an latın," d iye yalva rd ı Kral
Asmaday'ın sol başı. "Zaten fazla ömrüm ka lmadı; kafatası­
mın çeşitli yerlerinde ezilmeler olduğunu üzülerek tespit ettim."

Madam i ki'ni n hazin gidişiyle boş ka lan tahta oturup bir


süre ka labalığın heyecanının yatışmasını bekleyen Astaroth,
insanlar iyice sa kinleştikten sonra ayağa ka lkt ı ve "i nsanoğlu,
gerçek efendinin önünde diz çök!" sözleriyle Kozm i k Kra l l ı ­
ğ ı ' n ı ilan etmeye başladı. "Evrenin t e k v e mutlak hakimi
Kozmik K ra l Astaroth'a bağ l ı l ı k yem i n i et ve bugüne kadar
ilahi şa hsıma karşı işlemiş olduğun bütün günah lardan ötürü
af d i le!"
Berrak Yurdakul

Astaroth'un (bundan böyle Kozmik K ra l olara k anı lacak)


bu sözleri üzerine meydanı dolduran bütün insanlar, i blisler,
in ler ve cinler yere ka pandı.
"Gözlerim görmüyor olabi l i r, ama kulaklarım hala gayet
iyi işitiyor!" d iye söylendi Kral Asmaday'ın sol başı. "Kozm i k
Kral resmen kon uşmamı ça ldı."
Kalabalığın itaatkar tavrı ndan son derece memnun ka ldı­
ğ ı her halinden bel l i olan Kozm i k Kra l konuşmasını, "Bugün­
den itibaren yeryüzünde haddi nden fazla uzun sürmüş olan
katirlik döne m i sona eriyor," d iyerek sürdürdü. "Için izde asil
Kral Astaroth'un tanrısal kudretinden şüphe duyan veya onu
a lt ede b i leceğ i n i zanneden bir ku l daha varsa h iç vakit kay­
betmeden kend ini göstersin."
Kozmik K ra l'ın herkese meydan okuyan sözlerine, "Ka­
ran l ıklar Prensi ne zamandan beri düşük rütbe l i ibiisierden
emir a l ıyor?" d iye bağıra ra k kend i n i ortaya atan Şeytan Bey
dışında kimsenin en ufa k bir itirazı olmadı. "Sen daha kısa
pantelonla gezerken, ben cehennemde cirit atıyordum piç
kurusu!"
Bu küçük isya nı Şeytan Bey'i insan cüssesinde bir bayku­
şa çevirerek kolayca bastıran Kozmik K ral, yarattığı yeni ibii­
sine 'Stolos' adını verd i . Stolos törenden sonra Kozmik K ra l'a
hizmet etmek üzere d iğer ibl islerle bera ber Mal kuth'a götürü­
lecekti.
"Demek için izde bana itiraz edecek cesareti olan ya l n ızca
bir kişi var; i nsanoğ l u ta hmin ettiğimden daha da zava l l ı bir
durumdaymış doğrusu!" d iyerek za lim ka hkahalar atan Koz­
mik Kral, yaşad ı kları doğaüstü olayın şaşkınlığını çoktan üze­
rinden atmış ve yen i mesihini benimseyip bağrına basmış
olan ka labalığın coşkulu a lkışiarı a rasında som a ltından ta htı­
na oturdu ve keyifle a rkasına yasland ı .
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

Kozm i k K ral'ın neşe lenmesiyle birlikte gökyüzünü örten


bulutlar a ralanm ış, güneş yeniden parla maya başla mış ve
meydanı bata klığa çeviren ziftimsi sıvı buharlaşara k ortadan
kaybolmuştu. Tören a lanında bir a raya gelen insa nlar dünya ­
n ı n sonunda ye n i bir mesihe kavuşmasının verdiği sevinçle
dans ed iyor, gökyüzünde kanat çırpan binlerce kara n l ı k i blis
de bu d uygu se line eşlik ed iyordu. Kozmik K ral'ın saçın ı n te li­
ne dokunm aya ça lışırken birbirlerini eze n le r, onun yüksek
maneviyatının etkisiyle hıçkırıklara boğ ulara k kendinden ge­
çe nler ve yerlere kapanıp in leyerek sada kat ye min leri eder­
ke n bu u lvi heyecana daha fazla dayanarnayıp titreye rek yere
düşenler için ta hsis edilen sağlık görevli leri ile olası bir terörist
saldırıyı engellemek üzere seferber edilen güvenlik güçleri
büyük bir özveriyle harıl harıl ça lışıyor, a m bula nsların ve polis
a rabaları n ı n siren sesleri kalabalığın dinrnek bil meyen teza­
hüratları na karışıyord u.
"Neler oluyor, bana da anlatın" d iye yalvardı Kral Asmaday'ın
sol başı. "Zaten fazla ömrüm ka lmad ı; beyi n damarlarımın
bazılarının tıka n mış olduğunu üzülere k tespit ettim."
"Sen i n de gizli bir aja n olduğun gözümden kaçmadı, ev­
lat," d iye fısıldadı aja n üçyüzmi lyon, o sırada yanında dura n
Cam io'ya dönerek. "Böyle tehlikeli bir zamanda tavus kuşu k ı ­
l ığına g i rmek iyi bir fi kirmiş. Meslekte tecrü beli olduğun ilk
bakışta an laşı l ıyor. içimden bir his, son derece tutarsız bir i b­
lisle karşı karşıya olduğumuzu söyl üyor. Sen ne dersin?"
"Tuta rlılık, hayal gücü olmaya nların son sığınağıd ır;
Oscar Wi lde," dedi Camio.
"Hayal gücü . . . " d iye tekra rladı aja n üçyüzmi lyon, şapka­
sını şıkırdatarak. Birdenbire pan iğe kapılm ış, yüzüne tu haf bir
ifade yerleşmişti. K ısa bir süre sonra üzerine bir titreme geldi
ve gözlerinde bom boş bakışlarla ya lpa layara k yürümeye baş-
233
Berra k Yurda kul

lad ı . Belli bir istikamete doğru ilerleyem iyor, anlamsız sözler


m ı n idanara k bir sağa, bir sola doğru sa lın ıyor, ka labalığın a ra­
sında hayalet g i bi geziniyordu . " Kaçırıldım," d iye m ı rıldanı­
yordu kend i kendine, "Uzayl ılar," d iyordu . "An neanne kılığ ı na
g i rmiş uzayl ılar. . . "

"Bu tahtta dünürümün amcası oturuyor," dedi, töreni iz­


lemekte olan ve sayısının büyü klüğüyle d i kkatleri çeken yaşlı
bir teyze. "Bir görsen iz, öyle güzel örg ü l ü saçları var ki."

2 34
fvla iN\a NOV\0 1V\UV\ tvıa lkuth'a aetişi ve

Tutsak Tavus Kuşu CaMio

" i nsanoğlunun ilahi varlığımı şereflendirmek için sunduğu


kıymetli hediyelerin m i ktarını tanrısal keyfi m i kaçıraca k dere­
cede yete rsiz bul uyorum, Lord Beelzebub!" d iye çıkıştı Koz­
mik Kra l . "Bu skandala bir son verm ek için ne g i b i önlemler
a lmayı düşündüğü nüzü öğrene bilir m iyim?"
"B bzzz . . . " d iye yanıtladı Lord Beelze bub.
"Hımmm! Demek Dük Agares'in kam utası a ltındaki ifrit
lejyonlarından oluşan ve ye ryüzünde yirm i dört saat devriye
gezen Sapkın Avcı ları, asil şa hsıma yakışan adaklar adamakta
kusur eden kulları teker te ker tespit ederek çeşitli şe kil lerde
h ı rpalamak suretiyle yola getiriyor. i nsanoğ luna eziyet etmek
için gel iştird iğ i n iz yeni yöntemler var m ı?"
"B bzzz . . . " d iye cevap ve rdi Lord Bee lze bub.
" H ı m m m ! Demek Mal kuth'a gelenleri n hasta l ı kianna şifa
ve dertlerine deva bulduklarına dair söylentiler çıkardınız ve
söylentilere kanarak Agartha'ya tırmanmaya kalkışan ser­
sem leri başlarına türlü felaketler yağdıra ra k perişan ed iyor­
sunuz. Çok güze l ! "
"Kozm i k Kral'ımıza bana layık görmüş oldu kları güzel ce­
za için ne kadar teşe kkür etsem azd ır," d iye lafa karıştı K ra l
Asmaday'ı n sol başı bi lgece gülümseyerek. "Gözbebe kleri­
min ters dönmesi sayesinde kendi va rl ığımın anlamını sorgu­
lamaya başladım."

2 35
B e rra k Y u rd a k u l

"Yerl i yersiz konuşarak kutsal asa b ı m ı bozmayınız, Kral


Asmoday!" d iye bağıran Kozmik K ra l, öfke içinde tahtına yas­
Iandı ve yüksek sesle ulumaya başladı.
Kendisine seslen ildiğini a n layan G lasya - Labolas derhal
efendisinin önüne kondu ve eğilip onu saygıyla se lamladı.
"Sevg i l i Kont G lasya-La bolas ... " ded i Kozm i k Kra l . "Yer­
yüzünde bana karşı bağ ışlanamaz suçlar işleyen insan lara
çektirdiğiniz ıstıraplardan biraz bahsedin de kutlu mutlu ne­
şem yerine gelsin."
"Emredersin iz, Majeste leri," d iye havlad ı Glasya Labolas.
"Di lerseniz geçtiğimiz hafta içinde ele geçird iğ i m iz en büyük
üç sapkını ve bu kafirlerin çarptırıld ıkları ceza ları size kısaca
anlatayım. Bunlardan ilki Kepekuş adlı bir kulunuz. Bu sa pkını
'Evrende her şeye izin vard ır, her şey mümkündür,' derken
suçüstü yakaladık. Söyled iği habis sözleri inkar edip af d ile­
mesini ve evrende ya lnızca şa n l ı şerefli Kozmik Kral
Astaroth'un m ü m kün olmasına m üsaade ettiği şeylerin
mümkün olduğunu ka bul ederek tövbe etmesini istedik, ama
buna kesin l i kle yanaşmadı."
"K ısa zaman önce aynı günahı işleyen bir başka kafi rin
kara bir deliğe i ltica edere k ölümlü canını kurtarmayı başard ı­
ğını ve beceriksiz i blisleri m i n bu rezi l olaya çaresizce seyirci
ka ldığını esefle anı msatma k isterim!" d iye söylend i Kozm i k
Kra l .
K ra l ı n ı n sitemkar söz le riyle kederlenen Glasya-La bolas,
"Sayı ları başından geçen o kulunuzu e l i m izden kıl payı kaçır­
m ıştı k majeste leri," d iye geve ledi lafı başını utançla öne eğe­
rek. "Sayıları kıçında bulunan bu kafiriyse kolayl ıkla ele geçir­
d i k ve işlediği günahın büyüklüğünü göz önünde bulundura­
ra k efendimizin en sevd iği eziyetlerden birini çektirmeye ka­
rar verd i k."
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Tersten konuşma ta kıntısı m ı?" d iye sordu Kozmik K ra l,


büyük bir hevesle.
"Evet, Majeste leri," dedi Glasya- Labolas. "Onu obsesif
kompu lsif davranış bozu kluğuyla cezalandıra ra k kafir zihnin­
de tersten konuşma ta kıntısı oluşturduk. Kendisi konuşmaya
ve yazmaya pek meraklı bir ku lu nuz olduğu için büyü k bir iş­
kence çekiyor. Günahka r aklını kaçırması a n mese lesidir."
"Bu ceza asil keyfim i biraz olsun yerine getird i," dedi
Kozmik K ra l .

"Diğer asi kulu nuzu, Malkuth'da sizin d e ğ i l de büyük b a ­


bası n ı n kuzeninin oturduğunu iddia ederken ya ka lad ı k. insa­
noğ l unun a l n ına yerleştirdiğiniz sayıların en büyüğüne sa h i p
o l a n b u kend ini bilmezi, ibl isleri n, in ierin v e cinlerin soyağacı­
nı çizd i rterek cezalandırıyoruz."
"Verdiğiniz ceza kafir aklını günahkar başına getirdi m i?"
d iye sordu Kozmik Kra l .
"Şimd i l i k Mal kuth'da büyük babasının d e ğ i l de ba basının
kuzeninin oturduğunu kabul etti recek kadar gelişme kayde­
debildik, Majeste leri," dedi G lasya - La bolas. "Günahkarlardan
sonuncusu olan 13 sayılı kul unuzu, ke ndine yüreğ ini bir tüy
kadar hafif tutmasını te lkin ederken yakaladık," d iye devam
etti. "Bilinen bütün şeytan i ka nunlara aykırı düşecek kada r
keyifli v e neşe l i bir ha ldeyken ele geçirdiğimiz bu kafiri, boy­
nuna son derece etkili bir uğ ursuzluk muskası takarak ceza­
landırd ı k. Ta ktığ ı m ız muska günahka r ku lunuzun ya nına yak­
laşa n ların yirmi yaş dişlerinin şişmesini, sol gözlerinin hiç
durmadan seğirmesini ve yolda bera ber yürüdüğü kişi lerin
ayakka b ı ianna taş kaçması n ı sağlaya ra k ona ve çevresindeki­
lere ıstırap çektiriyor."
"Kozm i k K ra l ı m ıza bana layık görmüş oldu kları güzel ce­
za için ne kadar teşekkü r etsem azdır," dedi Kral Asmaday'ın
2 37
Berrak Y u rd a k u l

sol başı. "Kendi karan lığımda öyle büyük bir h uzur buldum
ki."

"Abuk sabuk konuşarak heybetli tepemi attırmayın ız,


Kral Asmoday!" d iye bağıran Kozmik K ra l, Dük Vepa r'a dön­
dü. "Koyduğum yeni kozmik ka nunlar yeryüzünde tam ve e k­
siksiz olara k uygulan ıyor mu?"
"El bette, Majeste leri," dedi Dük Vepar. "Emretm iş oldu­
ğu nuz gibi gazete lerin manşetle rinde, televizyon kanallarında
ve derg i lerin kapaklarında i la h i sureti n izden başka bir görü n­
tü yayınianmasını yasaklad ık. Ayrıca başta tarih ve din kita p­
ları olmak üzere kozm i k kra l lığınızdan evvel yaz ılmış olan ki­
tapların hepsini yaktırd ık. Bunların yanı sıra i nsanoğ l unun ge­
lecek nesilleri n i n i bl isler tarihi konusunda cahil ka lmasını en­
gel lemek amacıyla kozmik kra l l ı ğ ı n ızı bütü n detaylarıyla an­
latan bir günlük tutmaya başladık."
"Herkes bir başkasının günl üğünü tutmalı; Oscar Wilde,"
diye re k Kozm i k Kra l'ın h uzuruna çıka rıldı, dev baykuş Stolos
ta rafı ndan yaka lanmış olan Camio.

"Seni te bri k ederim, Stolos!" dedi Kozm i k Kra l . "i blisleri­


min uzun zamandır peşinde olduğu bu küstah ve cüretkar var­
l ığ ı ele geçirmeyi başard ığın için i b l i s O rdul arı Başkomutanlı­
ğ ı'na atanara k ödüllend iri leceksin."
Öylesine öne m l i bir görevin da marlarında iblis ka n ı taşı­
mayan, insanoğ lundan bozma bir yaratığa veri lmesine fena
halde içeriemiş olan Dük Agares itiraz etmeye ka lkıştı, ama
Stolos, "Ben son derece şeyta n i bir a i leden gel iyorum, insa­
noğluyla işim olmaz!" d iye çı kıştı.
"Kozm i k K ra l ı m ıza bana ba hşetm iş oldukları g üzel ceza
için ne kadar teşekkür etsem azd ı r," dedi K ral Asmaday'ın sol

238
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

başı, bilgece g ü l ü m seyerek. "Gözbe beklerim i n ters dönme­


sinden sonra açılan üçüncü gözü m le öyle değişik alem ler gö­
re bil iyorum ki. .. "
"Tanrısal kulaklarımı saçmasapan laflarınızla meşgul et­
meyiniz, K ra l Asmoday!" d iye bağ ı ran Kozmik Kral, "Sana ve­
receğim cezaya gelince . . . " dedi Cam io'ya dönerek. "Aslında
acınacak derecede kuş beyinli oluşunu göz önünde bul undu­
rarak, kızarttırıp ibiisierime yed irmek yerine sadece tüyleri n i
yoldura b i l i rdim, ama bu kadar merhametli davranırsam, b i l i ­
n e n bütün şeyta n i prensipiere aykırı hareket etmiş olurum."
" Prensipleri sevmem, önya rg ı ları tercih ederim; Oscar
Wi lde," diyerek kaçm aya ça lıştı Camio.
"Derhal kesi p pişirin bu gerzeği!" dedi Kozm i k Kra l .
"Umarım ben yokke n iyi vakit geçirm işsindir, Seraphim,"
dedi, bir anda Kozm ik K ral'ın oturduğu tahtın önünde beli ren
ve büyük bir sevi nçle kend isine koşan Cam io'yu kucaklayıp
koruması a ltına alan Mama Nono.
"Sen de ki msin?" d iyere k ayağa fırlad ı Kozmik Kra l . "iblis­
lerime, inierime ve cinie rime yaka lanmadan huzuruma kadar
nasıl gelebildin!"
"Malkuth ya kınlarında yabancı bir va rlık tespit edilmiş,
Majeste leri!" d iyerek nefes nefese içeri koştu Dük Havres.
"Görüntüsü yedi sekiz yaşlarında bir in san yavrusunu andırı­
yorm uş!"
"Yeter a rtık!" d iye kü kredi Kozm ik Kra l . "Birbirinden tu­
haf bir ta kım yaratıklar Mal kuth'da cirit atıyor, iblisle rim se bu
konuda hiçbir şey yapam ıyor! Çekilin önümden bece ri ksizler!
O insan yavrusunu kendi e l lerimle yaka layacağ ı m ! Bu cüret­
kar kad ına gel ince . . . " Mama Nono' ya nefretle baktı. "Geri
döndüğümde onu e lleri kol la rı bağ l ı ve sorguya çe kilmeye ha­
zır bir vaziyette bulmak istiyorum!"
239
Berra k Yurd a k u l

Sonra bir hışımla şatodan dışa rıya fı rlad ı .


"Sera p h i m ! " diyere k i ç çekti Mama Nono. "Sana hatırla­
ma egzersizlerin i yaparken bir aydan gerilere g itmemeni söy­
lem iştim."
O sırada öfke l i ve sert adımlarla insan yavrusuna doğru
i lerleyen Kozmik K ra l, zihnin inde tuhaf fısı ltı lar işitmeye baş­
lam ıştı. 'Mama Nono. . . ' d iyordu sesler, 'Tiphareth, Ratziel,
Perdurabo. . . '

Kozmik Kra l'ın bütün ben l iğ i, e l lerini uzatsa dokunabi le­


ceği kadar yaklaşmış olduğu insan yavrusuna nefret dolu ba­
kışlarını doğru lttuğu anda canhıraş bir çocuk çığ l ığ ıyla sarsıl­
d ı . Bakışları tüyler ürpertici çığlığın hemen a rkasından dağı la­
ra k yok olan insan yavrusunun görüntüsünden geriye kalan
toz bulutuna dalıp g iden Kozmik K ral, "Sera phim ... " d iye mı­
rıldandı.
B u sözcüğün nereden çıktığını ve onu neden öylesine te­
d i rgin ettiğini h iç an laya mayarak . . .

"Bana soracak olursanız . . . " d iye fısı ldadı Dük Agares, i b­


lislerin kend isine yaklaşıp e l lerini zincirle bağlamasına müsa­
ade eden Mama Nono'yu baştan aşağı süzere k, "i nsana hiç
benzem iyor, ama i b l is olamayacak kadar da genç ve tecrü be­
siz."
"Üste l i k fazlasıyla yaşl ı," dedi Stolos. "Gözleri görm üyor,
e l i ayağ ı tutmuyor ol masın?"
"Asl ında bir i bi ise yakışacak derecede asık su ratl ı ve asa­
bi," dedi Markiz Ronove.
"Hiç durmadan gülü msernesi ben i m de siniri m i bozdu,"
dedi Dük Havres. "Bu kadar neşelenecek ne var? Biz ibl islerle
a lay ed iyor olmasın?"
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Beş sandık dolusu eşyayla gelm iş," d iye hırladı G l asya­


La bolas. "Mal kuth'a teme l l i yerleşmek haya l le ri kuruyor her­
halde."
'Bbbzzz . . . " dedi Lord Beelzebub.
"Çok haklısınız, Lord Bee lze bub," dedi Düşes Gamori.
"Ya nında h iç eşya geti rme miş olmasını ben de yad ırgadım."
"iblis meseleleri nden elimi eteğ i m i çekip sadık hizmetka­
rınız olmak istiyorum," dedi ve Mama Nono'nun aya klarına
kapandı Kra l Asmaday'ın sol başı. "Bu sefil varlığımı size
adamama izin veriniz," d iye ya lvardı, üçüncü gözü nden yaşlar
boşa la ra k.
"Reza let çı kararak kutsal asabımı bozmayınız, Kral
Asmoday," d iyerek şatosuna geri döndü Kozmik K ra l .
"Absetheus'un h i kayesini sana an latm ış m ıyd ım
Seraphim?" d iye sordu Mama Nono, ke ndisini büyük bir d i k­
katle incelemekte olan Koz m i k Kral'a. "Hayatı boyunca ke n ­
disine tanrı g i b i ta pınılmasından başka h içbir şey istemem işti.
Bu isteği g iderek bütün ben liğini sara n bir tutkuya dön üştü.
En sonunda i nsanları tanrısa l lığına inandıra bilmek için yıl larca
üzerinde çal ıştığı plan ı n ı uygulamaya koymaya kara r verd i ve
evinde besleyip 'Absetheus Tann'dtr' cümlesini ezberlettiği
bin lerce papağanı serbest bıra ktı."
"Ne tuhaf bir yaratıksın sen!" dedi Asta roth. "Bana böyle
a n lamsız bir h i kaye an latara k kurtulabi leceğ ini mi sanıyor­
sun?"
"Absetheus'un papağanları dü nya nın dört bir yanında
onun tanrı olduğunu i lan ederek dolaşıp durd u," d iye sözleri­
ne deva m etti Mama Nono. "Tanrısal bir va rl ıkla karşılaşıp
ona ta pınmaya dünden razı olan insanlar da papağa n la rın
sözlerine hemen inandı ve doğruca Absetheus'a koşup önün­
de secde etti."
Berra k Yurdakul

Düşes Gamori'ye doğru eğilen Kra l Asmaday'ın sol başı,


'Dikkatle d i n lemeliyiz, sevg i l i Düşes," d iye fısıldad ı . "Bana ka­
l ı rsa bu h i kaye boş yere a n l atılmıyor. Baka l ı m, sonunda çı­
karmamız gereken ne tür dersler va r ... "
"Haklı olabilirsin iz, K ra l Asmoday," d iye fısı ldadı Düşes
Gamori. "An latı lanlar benim de çok ilgimi çekti."
"Absetheus için işler oldukça iyi g i d iyord u . Ta ki, aklı ba­
şında bir adam biraz düşünüp de onun herkesi nasıl kandırdı­
ğın ı a n layana kadar. Uzun çabalar son unda Absetheus'un bü­
tün papağanlarını yaka lamayı başaran bu adam, onları bir sü­
re kendi evinde besledi ve her birine 'Absetheus bizi tutsak et­
ti; hepimize zorla Absetheus Tann'd1r cümlesini ezberletti, ' de­
meyi öğ retli kten sonra papağanları ye n iden serbest bıra ktı.
Papağanların söyled iklerini duyan m üritler o kadar sin iriendi
ki, Absetheus'un evini bastı lar ve onu linç ettiler."
"Bu i kisini zindana götü rü n !" d iye buyurdu Kral ların K ra l ı,
Camio ile Mama Nono'yu işaret ederek. "Ya rın sabah g ü neş
doğarken meydanda büyük bir idam töre n i d üzen ieyecek ve
bu iki yaratığın kafir ke l lelerini asi bedenlerinden kendi elle­
rimle ayırarak idamları n ı bizzat infaz edeceğim. Ölümleriyle
bütü n günahkarlara i bret olaca klar; Astaroth'un düşmanlarını
nasıl ceza land ırdığ ını herkes öğrenece k!"
Mama Nono, Kozmik K ra l'ın kararını duyunca korkudan
bütün tüyleri havaya dikilen Cam io'ya sakin olmasını te l kin
eden bir bakış attıktan son ra, "Madem ki, yarın sabaha kadar
vakti miz var . . . " d iyerek te krar söze g i rd i . "O halde zi ndana
götürü lmeden önce seninle bir anımı paylaşmak istiyorum,
Seraphim."
"Bana Seraphim deyip durman kutsal keyfi m i kaçı rıyor,
ama . . . " d iye söyle ndi Asta roth . "Yine de a n ı n ı paylaşmana
müsaade edeceğ im, çünkü bu defa neler saçm alayacağını
merak ed iyorum."
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

"Bir gece nehrin kıyısı nda ateşler saçara k duran bir kur­
bağaya rastlamıştım," dedi Mama Nono. "Kara n l ığın içinde
gözlerimi kamaştıracak kadar parl ıyord u . Bunu nasıl becerd i ­
ğ i n i anlayabil mek için ya n ı na yaklaştığ ımda karşı kıyıda uçu­
şan ateşböce klerini görd ü m . Ku rbağa o kadar çok ateşböceği
yutmuştu ki, onlar gibi parlamaya başlamıştı! Doğrusu nu is­
tersen, ateşler saçıyor olması ateşböceklerinin hiç um urunda
değ i l d i . Diğer kurbağa larsa parla klığını yad ırgadıkları için on­
dan uzak du rmaya ba şlamışlard ı . Ya payal nız kalan parla k
ku rbağa günlerini kendi va rl ığına bir anlam verm eye çal ışarak
geçi riyordu. Bir ku rbağa m ıydı, bir ateş böceği m iydi, yoksa
her ikisi de değil m iydi? Bana kal ırsa Seraph im, o hala tam
anlamıyla bir kurbağayd ı. Diğerlerinden biraz daha parlak bir
kurbağaydı, o kadar!"
"Bana Seraphim deyip durma; adım Astaroth!" d iye ba­
ğırd ı, a n latı lan hikayeden hiç memnun kalmayan Kozm ik
Kra l . "Al ın bun ları karşı mdan, yoksa sabaha kadar bekleye­
meyip ikisini de şuracı kta öldüreceğ i m ! "
" Eğer bu i d a m kararları infaz edilirse, affed i l mez bir suç
işlemiş oluruz" d iye fısıldadı Kral Asmaday'ın sol ba ş ı, yavaşça
ya n ı na süzülerek sol koluna g i re n Düşes Gamori'nin ku lağına.
"iç sesim bana bu ikisinin a n laşı lmaz g üçlere sa h i p, çok de­
ğerli varl ıklar olduklarını söylüyor."
"Sezg ilerin ize güven iyorum, K ral Asmoday," dedi Düşes
Gamori. "Sol başınızın etrafı nda parlayan ışıkta n ne kada r et­
kilend iğimi daha evvel söylemiş m iydim?"
"Sizi kendime çok yakın h issediyorum, sevg i l i Düşes,"
ded i K ra l Asmaday'ın sol başı. "Reen karnasyon d iye bir şey
olmadığ ı n ı adım g i b i bi lmesem, sizinle daha önceki bir haya ­
tımda ta nışmış olduğuma dair Malkuth üzerine yemin edebi­
l i rdim!"

2 43
Koı:.W\ik Kral ile MaW\a NoV\01V\IAV\
ÇarptŞW\aSt ve

AsW\oday'tV\ So{ BaŞtV\a CiefeV\{er

Günün i l k ışıkla rıyla bera ber bütün iblisler efendilerin i n


kati rieri i d a m edeceği meydandaki yerlerini alm ış, büyük bir
hevesle günahkarların getiri lmesini beklern eye koyulm uştu.
Kozm i k K ra l'ın ta htı da tören alanına taşınm ış, meyda n ı n or­
tasına yerleşti rilm işti.
"Daha ne bekl iyoruz?" d iye bağ ı rd ı sa bırsızlanmaya baş­
laya n Asta roth . "Tutsa kları getirin!"
"Firar etm işler!" d iye u l udu, havadan süzülerek yere i n i p
kra l ı n ı n önüne konan G lasya -La bolas. Kara ha beri i letirken
efendisi n i n vereceği tepkiden korktuğu için dev kanatları tir
tir titrem işti.
"Nasıl olur!" d iyerek tahtı ndan fırladı Astaroth. Gözlerin­
den çıkan kıvı lcımlar sağa sola sıçrıyor, düştüğü yeri yakıp ka­
vu ruyord u.
"H ücreleri bom boş, efendim iz," dedi Glasya-La bolas ba­
şını öne eğerek. "iblis ordu larımız şu anda Agartha'yı karış ka­
rış arıyor, ama on ları bul mayı henüz başaramad ılar."
idam meydanına bom ba gibi düşen acı haberi duyunca
keyifle sı rıtmaya başlayan K ra l Asmaday'ın sol başı bu kada­
rıyla yetinmeyi b i l i p üzerine bir de keyifli kıkırtılar çıkarmasa,
belki Kozm i k K ral'ın gözünden kaçmayı becere bi lecekti. Ne
yazık ki, öyle olmadı. . .

2 45
B e rra k Y u rd a k u l

''Tutsa kları m ı n fira r etmesinin sizi bu kadar neşelendir­


mesine çok memnun oldum, sevgili Asmoday," dedi Astaroth,
sol başa doğru yavaşça yürüyerek. "Büyük zahmetlere katla­
narak hazırladığım bu görkemli idam töreninde ba şını kese­
cek bir g ü nahkar bulabi lsem, belki ben de sizin kadar sevinçli
olurd u m . "
Asmaday'ın korkudan beti benzi ata n iki başı b i rden aynı
anda büyük bir cidd iyetle öne doğru eğildi ve "Lütfen bizi ba­
ğışlayın," d iyerek af diled i . "Sayg ısızlık etmek iste memiştik,
Majesteleri."
içinde bul unduğu durumun cidd iyeti n i hala idra k ede­
memiş olan sol başın kıkırtıla rıysa gidere k çoğalm ış, neredey­
se ka hkahalara dönüşm üştü. "Asi l efendimiz adeta dü şünce­
lerimizi okuyorlar!" dedi g ü lmeye devam ederek. "Daha bu
sabah diğer baş a rkadaşlarla a ra m ızda Majeste leri'n in tutsa k­
ları affederse ne kadar yerinde bir karar vereceğini tartışıyor­
d u k."
"Biri bu gerzeği sustursun!" d iye feryat etti ortadaki baş.
"Hepim izi ya kacak!"
"Baltası olan yok mu?" . d iye sordu sağdaki baş, pan ik
içinde. "Sol başımı kesene öd ü l var!"
"Olmaz olur mu?" dedi Kozm i k K ral, eline aldığı koca bir
baltayı sal layara k. "Siz hiç endişelenmeyin, o işi ben kendi el­
lerimle yapacağ ım!"
Ani bir ham leyle sol başın g ı rtlağ ına yap ışıp, Kra l
Asmoday'ı yerde sürü kleyerek meydanda kuru lan idam seh­
pasına götüren Astaroth, kurbanının sol başını seh paya daya­
dığı sırada i b l isler hep bir ağızdan bağrışmaya başlad ı . Gök­
yüzünde uçan bir şeyi işaret edere k, "işte orada!" d iye sesle­
n iyariard ı efendi lerine. "Tutsa klardan biri tepem izde uçuyor!"
Kalaba l ığ ı n ga leya na gelmesi üzerine şaşıran Astaroth,
246
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

baltasını yavaşça indirip havada dolaşan yaratığ ı izlemeye


başlad ı . Gerçekten de firar eden günahka rlardan biri olan tu­
haf kad ı n fütursuzca üzerlerinde uçuşuyor, züm rüt yeşili dev
kanatlarını çırpara k meydan ı tavaf ed iyord u .
"Kimsin sen?" d iye seslendi Astaroth yaratığa. " D ü n gece
h ücrenin önüne yüzlerce ibiisi nöbetçi d i km işti m . O n ları atia­
tıp kaçmayı nasıl başara b i ld i n?"
"Dünü n iye d üşünüyorsun?" d iye sordu Mama Nono.
Meydana doğru, alçalmış, ama kendisine kolayca e rişemeye­
cekleri yükseklikte kalmaya öze n göste rmişti. "Dün geçti bit­
ti! Şimdi burada, olmamız gereken yerdeyiz; gözlerimizin tam
a rkasında!"
R u hunda tuhaf bir şeyleri, ta nım layamadığı duyguları ha­
rekete geçiren bu sözlerin etkisiyle bir a n için şaşkı n l ığa ka pı­
lan Kozmik K ral ça bucak topa riandı ve başıyla küçü k bir işaret
gönderere k mor ejderhasına sa ldırı e m i r verd i .
Efendisinin işaretini a l ı r almaz ok g i bi Mama Nono'nun
üzerine fırlayan dev hayvan, kolları n ı açm ış hiç kıpırd amadan
onu bekleyen kadının yanına ulaşınca ne yapacağ ı n ı şaşırdı ve
tercihini başını onun omzuna yasiayıp yüzünü yalamaktan
yana ku llandı. Mama Nono şefkatle okşayınca iyice şımaran
ejderha ke ndini bir süre daha sevd i rd i kten sonra evcil ve uysal
bir süs köpeği g i b i kuyruğunu saliayara k uzaklaştı.
" Üzerime sa lmak istediğin başka bir yaratık var m ı?" d iye
sordu Mama Nono. "Çok yazık! Seni kend i işini başka larına
yaptırmamayı bilecek kadar büyümüş bulmayı umuyordum."
"Neler oluyor, bana da an latın," d iye yalvard ı K ra l
Asmaday'ın sol başı. "Zaten fazla ömrüm ka lmad ı; Kozmik
Kra l başımı gövdemden ayırmak üzere."
"Ne tür bir va rlıksın sen?" d iye gürledi Kozmik Kra l . "Güç­
lerinin kaynağ ı ne?"
2 47
Be rra k Yurda k u l

"Aslında ikimiz de gücümüzü aynı kayna ktan a l ıyoruz,"


dedi Mama Nono. "Yine de sen ben i asla yenemeyece ksin!"
"Kimsin sen?" d iye tekra rladı öfkeden kuduran Astaroth.
E l lerinden a rd ı ard ı na çakan şimşekleri h ızla yaratığa doğru
gönderiyor, düşmanını bu ölümcül silahla vurm aya çalış ıyor­
du.
"Ayn ı soruyu defa larca sormana rağmen yine de ya n ıt
alam ıyorsan . . . " dedi, za rif bir el hareketiyle bedeninin önünde
şeffaf ve yeşi l bir ka lkan ol uşturan Ma ma Nono, "Sorunun so­
ru luş biçi m inde bir ya nlışlık olduğundan şüphelenmeye baş­
laman ın zamanı gelmiş demektir."
Efendilerinin yol ladığı şi mşekler yaratığ ın kalkanına çar­
parak yön değişti rmeye, kula kları sağ ı r edecek gürü ltüler çı­
karara k meyda nın çeşitli yerlerine düşmeye başlayınca dur­
du kları yerde dona ka l m ış, hayretler içinde olup bitenleri sey­
reden ibl isler kaçışmaya başlad ı .
"istersen kafa n karışık olduğu için ben b i r öneride bulu­
nayım," dedi Mama Nono, sesindeki a layl ı tonu koruyara k.
O rtaya çıktığı andan beri en ufak bir telaş be lirtisi gösterme­
m iş, kend isine yöne lti len sald ırıları küçük manevra larla geçiş­
tirmiş ve soğ u kkanlılığını hiç kaybetmem işti. "Mesela şu tek­
ra rlayıp d urduğun 'Sen kimsin?' sorusunu bir kenara bıra kıp,
onun yerine 'Ben Kim im?' d iye sorman iyi bir başlangıç olabi­
l i r. Ne yazık ki, 'Ben kim im?' sorusuna senden başka hiç ki mse
yanıt ve remez. Bunu sen bileceksin!"
" Defol g it buradan!" d iye haykırd ı Astaroth, büyük bir
nefretle .
Sinirinden bütün vücudunun rengi mora dönmüş, yaprak
gibi titremeye başlam ıştı. Birdenbire g ırtlağından can çekişen
va hşi bir hayvanın iniemelerini and ıran tuhaf ve ürkütücü ses­
ler çı karmaya başladı. Yüzünü Mama Nono'ya çevirip ağzını

2 48
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

tehd itkar bir bakış eşliğinde açtığı nda, boğazının içinden bin­
lerce b içimsiz ve ka ra n l ı k gölge kusuverd i .
"Ama i z i n ver de sana en azından kim olmad ığını söyle­
yeyim," ded i Mama Nono, bu büyük gösteriden h iç de ted i r­
g i n olmadığ ını açı kça ortaya koyan bir sü kOnetle. "Sen bir ib­
lis değilsin." Meydandaki ibiisieri işaret etti. "Şu gördüğün
varl ı kların h içbiri gerçe k değ i l ."
O sırada iğrenç gölgeler Mama Nonu'nun etrafını sarm ış,
onu tamamen kuşatm ıştı.
"Büyük bir ya lanı gerçek olara k ka bul etmeyi seçtiğin an­
dan itibaren onu ta kip eden, tamam layan diğer küçük ya lan­
lar da otomatik olara k gerçek g ibi görünmeye başlar," dedi
gölgelerin içi nde tamamen kaybolan Ma ma Nono.
Bir a n için düşmanından kurtulduğu nu, onu gölgelerin ka­
ra n l ı klarında boğduğunu zanneden Astaroth tam rahat b i r
nefes a lmak üzereyken, Ma ma Nono'nun sesi tekrar d uyuldu.
"Ya rattığın sahte be nliğin var olmayı sürd ü rebilmesi için
ka laba l ı k bir gereklil iktir. O n la r seni gerçekte n o kişi olduğuna
ikna eder, ya lanının ka lıcı olmasını sağlar. B u yüzden iblis kılı­
ğ ı na soktuğun bunca varl ığı buraya doldurdun. Te k başına
kalsan çıldıra b i l i rd in."
Mama Nono kendisini kuşatan tuhaf karanlığı sağ eliyle
dağ ıttı, inanliamayacak kada r derin bir nefes a la ra k gölgele­
rin hepsi n i içine çe kmeye başladı. Göğüs kafesi şişti kçe şişti,
normalin yüzlerce katı büyü klüğe ulaştı. Soluğunu geri üfle­
diğ inde ağzından d ışarı binle rce ke lebek çıkıp meydana doğru
akmaya, rengarenk kanatlarını çırparak etrafta uçuşmaya
başlad ı .
"Yarım veya çeyrek gerçekler, büsbütün hata l ı o l a n ina­
n ı şlardan bile daha te hlikelid i rler," dedi Mama Nono. "Büyü k
hata lar eni nde sonunda ortaya çıkar, bir süre sonra m utlaka
2 49
Berra k Yurdakul

fark edilir. Oysa yarım ve çeyrek olan gerçekler gözden kolay­


l ı kla kaçar, onlara inanan ları ya n l ı ş yol lara saptırmaya deva m
eder. En sonunda bütün yaşamını onları kucaklayarak geçir­
meye başlarsın ve bu kısm i gerçe klerin ru hunu ne kadar tah­
rip ettiğ i n i, seni nasıl bir karmaşaya sürükled iğini fark ede­
rneyece k hale gelirsi n."

Astaroth artık ne yapacağ ını şaşırmış ha lde, büyük bir yı­


kım içindeyd i, ama yine de tesl i m olacak gibi görü nmüyord u .
K ra l Asmaday'ın sol başını kesrnek için kullanacağı ba ltayı
can havl iyle yerden kaptı ve hışımla düşmanına doğru savur­
du.
"Burada ne arıyorsun? Dünyada a rayıp durduğun şey ne­
d i r? Para m ı güç mü?" d iye sordu Mama Nono, üzerine doğru
büyük bir hızla gelen ba ltaya hiç aldırış etmeden . "Senin zeki
olduğunu zannediyordum. Zeki olan insan, bütün dünyayı
aramadan önce kendi evi n i gözden geçiri r."
Koca ba ltayı göz açıp kapaya na kadar yaptığı bir ham ley­
le havada yaka ladı ve onu aynı süratle Kozm i k K ra l'a geri fır­
lattı. Ba lta tam Asta roth'un başına isa bet etmek üzereyken
küçük parça lara ayrı ldı, her bir parçası bi rer yumurtaya dönü­
şerek K ral'ın vücud unun çeşitl i ye rlerine çarpıp dağ ıldı.
Astaroth artık öfkeden neredeyse a k l ı n ı kaybedecek hale
gelm işti. Kadın dövüşrnek yerine onunla adeta a lay ed iyor, ib­
l islerine küçük düşü rmeye, maskara etmeye ça lışıyordu. "Be­
n i yumurta atarak m ı yenece ksin?" d iye sordu, içine düştüğü
rezi l durumu kamufle etmeye ve ne kadar panikiemiş oldu­
ğunu hissettirmemeye çal ışarak.
"Senin beni ye nemeyeceğini söyled im," dedi Mama
Nono. "Seni yeneceğ i m i değ i l ! "
A rt ı k sa brı tamamen taşm ış o l a n Astaroth başındaki gör­
kem l i tacı çıkarıp eline aldı, gözlerini yumara k bir şeyler m ı rıl-

ı so
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

dan maya başladı. Kuvvetiice üfled iğinde süslü taç birdenbire


sapı kıymetli taşlarla bezel i, parlak, dev bir k ı l ıca dön üşüverd i .
M a m a Nono h i ç istifini bozmadan gözlerini kıl ıca d i ker
d i kmez keskin ucu ya na doğru eğilen silah hızla eriyerek
Astroth'un bileğ inden aşağıya a ktı. Eriyen meta lin etkisiyle e l i
yanı nca acı bir ç ı ğ l ı k atan Kozm i k Kral artık iyiden iyiye bitkin
ve çaresiz görünüyord u.
Mama Nono'nun serg i lediği pasif d i renişin ve söylediği
sözlerin etkisiyle ru hsal dengesi de bozulan Astaroth, büyü k
bir hışımla boynundaki kırmızı pelerini çözüp yere atınca, kan
kırm ızısı dev kanatları bütün heybetiyle ortaya çıktı. Zarif bir
hare ketle hava lanan Astaroth şimdi düşmanını karşısına a l ­
m ış, gözlerini onun gözlerine kilitiemiş h a l d e hiç kıp ırdama­
dan duruyordu.
"Geliştirdiğin sahte kişi l i ğ i n çözülmeye başladığını göre­
bil iyorum," dedi Mama Nono, bakışları n ı onun gözlerinden
hiç kaçırmayara k. "Artık sahte değilsin, ama henüz gerçe k de
değilsin. Sen arada ka lmışsın; kim olduğunu bilm iyorsun."
"Kes sesini!" d iye gürleyen Asta roth. Kalan bütün gücünü
toplayıp avuçları n ı birleştird i ve bir kez daha anlaşıl maz sözler
m ınidan maya başlad ı . Yavaşça araladığı e l leri n i n ortasında
kırmızı bir ateş topu oluşturmuştu. Ellerini iyice açara k topu
daha da büyüttü, sonra kollarının bir hare ketiyle hızla düş­
man ına doğru itti.
Mama Nono yine hiç kıpırdamadı. "Aicofri bas'ın ya nın­
dan artık ona i htiyacın olmadığ ı n ı söyleyerek, hiç de hazır al­
madığın bir zamanda ayrı ldın. Orayı tek ederken be l l i özg ür­
lü kler kaza nmıştın, ama henüz kibrini yenememiştin. Dü nyevi
tutkularından vazgeçtiğin için azla yetin meyi öğrendiğini
za n nediyordun, ama aslında her zamanki nden daha da aç­
gözlü olmuştun. Şahsi fi kirleri nin gerçek bilgi ler, i htiyaç kılı-
Berrak Yurdakul

ğına g i rmiş açgözlü isteklerinin gerçek ihtiyaçlar olduğunu


zannediyordun."
Ateş topu gel irken soğum uş, küçü lm üş, ufacık bir karto­
puna dönüşmüştü. Mama Nono hafifçe omzuna değen karto­
punun ka l ı ntılarını arnzundan eliyle silkti ve sözlerine devam
etti:
"Bütün açgözlülü kler içinde e n te h l i keli olana, ruhsal aç­
gözlülüğe kapılmıştı n . Bir an evvel ilerlemek, daha çok şey
öğrenmek, ru hunun henüz taşımaya hazır olmadığı bilgileri
edinmek, hatta ayd ı n lanmak istiyordun. Hazır olmadığın için
yapmaman konusunda defalarca uyarı ldığ ın halde te h l i ke l i bir
med itasyon tekn iğini denemeye kal kıştı n . Kendine göre sen
yaln ızca iyi n iyetli bir deneme yap ıyordun, fakat yeterince bi­
linçli değildin. iyi n iyet bile bilinçsiz i nsanların e l lerinde ze h irli
hale gelebilir. Ze hirlendin . . . "
"Sus a rtı k!" d iye bağ ı rıyordu Astaroth. "Sus, yoksa aklımı
kaçıracağım!"
R u h unu ele geçire n, kontrol edi lmesi olanaksız hale gelen
şiddetli öfkenin etkisiyle, önce Mama Nono'nun söyled i klerini
duymamak için kulakları n ı örten e l leri tutuştu, hemen a rka­
sından kanatları ve vücud unun g eri ka lan kısımlarının hepsi
birden a lev a lev yanmaya başlad ı.
"Orada karşılaştığın gizemler seni bozg una uğrattı," dedi
Mama Nono. "Kend i n i tamamen kaybettin, geri dönemed in.
Zihninin deri n l i klerinde kaybolmuş, kim olduğunu unutmuş­
tu n."
Astaroth'un kend isine bir kez daha sa ldırmaya hazırlan­
dığını çoktan anlam ış, elinin ufa k bir hare ketiyle meydanı ay­
dınlatan sabah güneşini yok etm işti. Gökyüzünde birde nbire
oluşan kara bulutların a rası ndan, birbiri a rdına çakan şimşe k­
ler ve gök gürültüleri eşliğinde bardaktan boşa n ı rcasına inen

252
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

ani bir yağm u r Mama Nono'nun üzerine doğru gelen


Asta roth'u sırılsıklam ıslatmaya, ateşini büyük bir süratle
söndü rmeye başlad ı .
" O zaman da bugün yaptığım g i bi seni aramaya gelm iş­
tim," dedi Mama Nono. "Se ni içinde debelendiğ in hiçliğin or­
tasından çekip çıka rd ı m, bir defa daha denemek üzere dün­
yaya gelmeye davet etim . Bu kez sana ben reh berlik edecek,
yolcu luğun boyunca seni gözetecektim ."
Ateşi tamamen sönen ve tüyleri birbirine yapıştığı için
kanatları kapanan Astaroth o a rada kontrolünü kaybederek
h ızla düşmeye başla mıştı. Mama Nono onu yere ça rpmadan
önce ya kalayıp yumuşak bir şekilde yatırd ı .
" O gün yaptığım g i bi bugün de buraya seni sevdiğim için
geldim, Seraphim," ded i, saçlarını okşayara k.
Oğlan artık h iç cevap verem iyor, yattığı yerde korku için­
de titriyord u.
"Sen kendini be lirli birisi olduğuna inandırd ı n ve şimdi
ansızın zan nettiğin kişi olmadığ ı n ı h issetmeye başladın. Do­
ğal olarak korkuyorsun. O halde sen kimsin? Gerçeğin kendi­
sini ortaya koyması biraz zaman a l ır. Gerçek kimliğini ararke n
geçireceğin bu süre, m istikler tarafından ru hun kara n l ı k gece­
si olara k adlandırılm ıştır. Şimdi oraya gir ve orada bir süre tek
başına ka l . Tek başınayken kendine rastlayacak ve kim oldu­
ğunu anımsayaca ksın. Birçok yaşam boyunca kabusun olan
her şeyden kurtulaca ksı n."
Yerde çaresizce yatan çocuğun gözlerini elleriyle kapattı.
Böyle li kle Kozmik Kral ru hunun kara n l ı k gecesiyle baş başa
ka ldı. Belleğinde gizli dura n bütün hatıralar bire r birer can­
lan maya, büyük bir süratle a ka ra k zihnine dolmaya başlad ı .
Anılarının istilasına uğrayan Astaroth ş i m d i h e r şeyi hatırlı­
yordu: ilk re h be ri Alcofribas'ın yanında geçirdiği gün ler, orayı

2 53
Berrak Yurdakul

nasıl terk ett iğ i, Mama Nono'nun şimdi kine benzer bir duru­
ma düştüğü bir başka zamanda onu nasıl kurta rd ığı, kendi
zihninin kara n l ı klarında kim olduğunu unutmuş debelenirken
onu dü nyaya davet ed işi, küçüklüğü, Mama Nono'nun onu ne
kadar büyü k bir sevgiyle yetiştird iği, Camio ile oynadığı oyun­
lar, Tiphareth'e duyd uğu derin aşk, Perduraba ve a rkadaşla­
rıyla ettiği kavga lar, Ratziel'in ölümü . . .
Seraphim gözleri n i tekra r açtığında uzun süre tek kelime
bile etmed i; yaln ızca başını Mama Nono'nun d izlerine yasiadı
ve hıçkırıklara boğu larak uzun uzun ağladı. " K i brim, açgözl ü­
lüğüm ve sabırsızlığım yüzünden cezalandırıldım, değ i l m i?"
d iye sordu n ihayet, gözyaşlarını şefkatle silen kadına.
"Hayır, tam olarak öyle değ i l," dedi Mama Nono, gülüm­
seyerek. "Ki brin, açgözlülüğün ve sabırsızlığın tarafından ce­
za landırı ld ı n . Onlar yüzünden değil."
" Dünyada iki çeşit trajedi vard ır. Bun lardan birincisi iste­
diğin şeyi e lde edememek, iki ncisiyse istediğin şeyi elde et­
mektir; Oscar Wi lde," dedi bir bu lutun içine g izlenerek olup
bite n leri izleyen ve Mama Nono'nun zaferi kesinlik kazan ınca
gökyüzünden süzülerek inip yanlarına konan Camio.
"Hafızam beni ya n ı ltıyar olabil ir, ama Camio bu söz leri
daha evvel de söylememiş m iydi?" d iye sordu Seraphim.
Soruyu duyunca üçü birl i kte ka hkahalarla güldü.
"Buradaki d iğer ibiisiere ne olacak, Mama Nono?" d iye
sordu Sera p h i m . "Olanla rı onlara nasıl açı klayacağım?"
"Bir açıklama yapmana gerek yok," dedi Mama Nono.
"Onları kendi yol larına g itmek üzere serbest bıra ktığını söy­
lemen yeterli olacaktır. içindeki öfke nin şiddetiyle ke ndi
a lem lerinden çağırıp a it olmadıkl arı bir boyuta toplad ığın çe­
şitli varlıkları a rtık özg ürlüğüne kavuşturman gere kiyor. Ayrı­
ca insanların a l n ına yerleştirdiğin sayı ları silip, onlara başları­
na gelenleri un utturman da şart e l bette ."
2 54
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

B i r a n dura ksad ı ktan sonra, "Ne yazık ki, bunun iyi bir fi­
kir olduğunu ka bul etme k zorundayım!" d iyerek bir kahkaha
patiattı Mama Nono. "Onları izlerken ben de gerçekten çok
eğlendi m!"

Seraphim insanlara yaşattığı kargaşayı anımsayı nca,


" Böyle tuhaf bir fikre nasıl kap ı ld ığ ımı bilmiyorum," dedi
üzüntüyle. "ileride, şeyta n i ta rafı m ı n be nliğimi ele geçirdiği
günleri a n ımsadığı mda, e n azından sen i güldüre b i len bir i blis
olduğumu düşünüp kendimi biraz olsun tese l l i etmeye ça lışa­
cağ ım."
Sözleri n i biti rince yere oturup bağdaş kuran Seraph im,
derin bir nefes aldı ve gözle rini yumarak anlaşılmaz ke limeler
mınidanmaya başlad ı . Te kra r gözlerini açıp doğ ru lduğunda
yeryüzündeki bütün insanlar Astaroth'un onlara yaşattığ ı her
şeyi tamamen un utmuş, günlük koşuşturmalarının telaşına
ka pılm ıştı bile. Sera p h im'in yaptığı son büyüyle başlarındaki
sayılar silinen insanoğ lunun hayatı tüm h ızıyla ka ldığı yerden
devam ed iyord u .
(Bayan H iç'i nki hariç, çünkü o n u n a l nında hala bir sayısı
vardı ve ömrünün geri kalan g ü n lerini bu dövmeyi neden yap­
tırdığını merak ederek geçirecekti.)

Seraphim ibi isierin i serbest bıra kıp onlarla teker teker


vedalaştıktan son ra yal n ız ka ldı klarında, "Ne dersin?" d iye
sordu Mama Nono, ona dönüp muzip bir bakış ata ra k. "Bir
defa daha deneyelim m i ?"
"Olur, ama iki şa rtım var," dedi Seraphim gülümseyere k.
"Sen i n le ne yapaca ğ ı m ı bilem iyorum Seraphim! Şimdi­
den şart koşmaya başladın!"
"Öncelikle dokuz ay ana ra h m i nde ka lmak iste m iyorum .
2 55
Berra k Y u rd a k u l

Eğer d ünyaya dönece ksem bu sürenin daha kısa olması gere­


kiyor. Orada d u rmaya en fazla on bir hafta dayanabilirim.
ikincisi, saçiarım uzayana kada r beklemek istem iyoru m .
Doğduğumd a saçiarım şimdiki gibi uzun v e sımsıkı a rkaya çe­
ki lerek düzgünce örü l müş olmalı."
"Peka la," dedi Mama Nono iç çekerek. "Emrettiğiniz gibi
olsun, K ra l ların K ra l ı ... "
.27 S_
_ y_
a"""' a_
t f_ _
rd _S
aii\. _r:_a_d_a_II\._
_o_ll\. o_
S_ a_.
r:_
ll\._ . . ___

Coronzon öylesine meşgul bir işada m ıydı ki, karısı


Avidya'yı evlendikleri günden iti ba ren yılda orta l a ma dört
gün görebildL Buna rağmen asla ihma l ka r bir koca olmam ış,
ayrı ka ldı kları za manlarda karısıyla te lefon ve telgraflar aracı­
lığıyla ha berleşm iş, halini hatırını sormuş, çiçekler yol lamış ve
onu kıymetli hed iyelere boğmuştu.
Avidya kanaatkar ve mü layim bir kadın olduğu için koca­
sının bitmek bil meyen iş seya hatlerine çıkmasından ötürü hiç
şi kayet etmezd i .
Biricik kızı n ı n yapaya l n ız ka lm aması, Coronzon'un mali­
kanesinde çalışan uşakları n, aşçıların, h izmetçilerin, kahya la­
rın, ba hçıvanların ve şoförlerin e l inde oyuncak olmaması için
bir an bile tereddüt etmeden onun yan ına yerleşen fedakar
a n nesi Aj nana ile bera ber sakin bir ya şam sürmekte olan
Avidya'nın keyfi, m utlu yuvasının ne va him bir tehdit a ltında
olduğunu farkettiği o hazin günün sabahına dek gayet yerin­
deyd i.
"Avidya!" d iye avazı ç ı ktığı kadar bağ ı rd ı Aj nana. "Koş,
yetiş! Başım ıza büyük bir fela ket geldi! Coronzon'un en yakın
arkadaşı karısını boşamış!"
"Ne boşan ması, ayol?" dedi Avidya. "Onlar evlene l i daha
bir ay bile olmadı! Kim uyduruyor bunla rı?"
"Uydurma olması m ümkün değ il; bütün gazete lerin man-
2 57
Berrak Yurdakul

şetlerinde aynı haber var." dedi Aj nana. Ne kadar telaşlı oldu­


ğu sesindeki titremeden anlaşılıyord u.
Avidya, "Ver ba kayım şunu," d iyerek gazeteyi annesinin
el inden kaptı ve boşa nma haberine şöyle bir göz attıktan son­
ra moda sayfasını okumaya koyu ldu. "Gördün mü bak!" dedi
Ajna na'ya dönerek. "Bu yazın en gözde rengi kırmızıym ış!
Kırmızı ren k, özellikle aşırı heyecan l ı bir yap ıya sa hip olan ki­
şilerin sakin leşmesine yardımcı oluyorm uş. Şu yen i ünlü olan
modacı adam var ya, hani kad ı n kıyafetleriyle gezen. i şte o
söylemiş . . . "
"Ayol, o söylediyse kesin doğrudur," dedi Aj nana. "Adam
birdenbire modanın ilahı ol uverd i . Üste l i k eskiden hiç o tarak­
larda bezi yokmuş; bam başka bir iş yap ıyormuş. Gizli aja n
m ıym ış, neym iş."
"Gard ı robumda yeterli m i ktarda kırmızı kıyafet bulundu­
ğunu zannetm iyorum," dedi Avidya end işeyle. "Hadi hazırlan
a nne, hemen alışverişe çıkalım!"
"Tabii kızım, alışverişe çıka l ı m ! " d iye söylend i Ajnana.
"Aldığın kırmızı e l bise leri de boşanmak için mahkemeye gi­
derken giye rsin artık! Bana bak Avidya, annen olara k se n i
uyarıyorum : Kocanı kaybetmen an meselesidir! Hayalleriniz­
deki Servete Sahip olan Erkeğe Sahip Olmanm Yüz Bir Yolu adlı
kitaptaki istatistikleri i nce leyecek olursan, erke klerin evli liğin
üçüncü yılından iti baren karılarından sıkılmaya başladıklarını
ve sizin evl i l iğ i n izin de boşanmaların en çok görüldüğü dö­
neme g i rmiş bulunduğunu belki anlarsın."
"iyice saçmaladın anne. Coronzon'un benden sıkılmış ol­
ması imkansız. Evlendiğimizden beri top lasan on gün bile be­
ra ber olmadık. Buraya geldiği za manlarda da bütün gününü
toplantı odasına ka panıp çal ışarak geçi riyor. Sadece a kşam
yemeklerinde birkaç saat görüşebiliyoruz."
ı sB
Konuşmaya n Tavus Kuşu Camio

"Görüşm üyor olabilirsin iz, ama her gün telgraflaşıyorsu­


nuz. Ne bil iyorsun, belki telgraflarda yazd ığın şeylerden bık­
m ı ştır veya seçtiğin sözcükle ri, a nlatım tarzını eskisi kadar
beğenm iyord u r. Erkeklerin a kl ı ndan neler geçtiğini asla tam
olara k an layamayız ve ted birli olmak zorundayız."
"Bu a n la msız konuşma bir gün sona erecek m i?" d iye
sordu Avidya, e li ndeki gazeteyi okumayı sürdürerek. "Şu ha­
bere bak, ayol! Adamın biri varını yoğ unu satıp rulette on üçe
basmış. On üç defa üst üste on üç gelmiş, kumarhane iflas
etmiş. Bir de uğursuz sayı derler."
"Korkarı m durumun cidd iyetinin farkında değilsin. Belki
de her geçen gün gençleştiğini fa lan zanned iyorsun."

Avidya annesinin sözlerine hiç aldırış etmeden habe ri


okumayı sürdürdü. "Üstelik kaza ndığı paranın yarısını onun
sayesinde kazand ığını söyleyerek on üç sayfa l ı k kitap yazan
birine verm iş," dedi hayretle.
"Aaa, yazı k ayol !" dedi Aj nana. " Bari çarçur edeceğine
hayırlı bir iş yapsayd ı . Ne bi leyim, kendine bir tekne, bir spor
a ra ba veya bir yazlık ev fa lan alsayd ı."

"Çarçur etmek dem işken ... " dedi Avidya güle rek. "Şu fo­
toğraftaki şişman adam varı n ı yoğ unu satıp bütün parasıyla
bir tapınak yaptı rmış. 'Şeytan öyle em retti, ben de mecburen
yaptım,' d iyorm uş. Akıl hastanesine yatı rmışlar garibanı."

"Konuyu değiştirip durma," d iye söylendi Aj nana. "Şura­


da önemli bir şey anlatmaya ça lışıyoru m."

"S ıyıran sıyırana, ayol," diye kıkı rdadı Avidya . "Bir başka
çatlak da, 'Ben karanlıklar prensiyim, o tapınak benim mül­
küm,' d iye tutturmuş. 'Siz daha kısa pantolonla gezerken ben
cehennemde cirit atıyord um, piç kuruları!' d iye bağırarak olay
çıkarmış. Bir deli gömleği de ona g iyd i rm i şler."

2 59
Berra k Yurdakul

"Şu gazeteyi bırak da ben i dinle!" d iye çıkıştı, kızının ilgi­


sizliğine sinirlenen Aj nana. O sırada yanlarına gelen bir uşak
Madam Bobogel'in kap ıda bekled iğini ve hanımefendilerle
görüşmek isted iğini haber verd i .

"Şimdi Bobogel'i hiç çe kemem, sakın içeri a l mayın!" d iye


itiraz etti Avidya. "Her geldiğ inde, 'Ben kozmik kra l içeyd im,
iblisler taeımı ça ldı lar!' d iye ağ layıp bayg ı n l ı klar geçi riyor. Zor
ayı ltıyoruz, ayol."

"Haklısın kızım," dedi Aj nana. "Eskiden nurl u ışıklar saçı p


içi mizi açard ı . Ş i m d i kutsal aklını taçla rla tahtlarla bozdu . Faz­
la ruhan iyet de insana yaram ıyor demek ki. Her şeyi kararında
yapmak lazım."
"Ayol, he rkese m i bir haller oldu, anlamadım ki. . . " d iye
m ırıldandı Avidya. Yeniden gazetesine gömülm üş, annesinin
söylediklerine aldırış etmemeye başlam ıştı. "Ada m ı n biri de
a nneanne kılığına g irm iş uzaylılar tarafından kaçınidım d iye
basın toplantısı düzenlemiş. Sözüm ona çok gizli devlet sırları
açı klayaca kmış. Üste l i k toplantıya soytan kostümüyle gelmiş
üşütük! Daha konuşmaya başlayamadan alıp götürm üşler ta­
bii zavallıcığı."

"Yeter artı k, yırtıvereceğim o gazeteyi!" d iye avazı çıktığı


kadar bağ ı rd ı Aj nana. "Sana Coronzon'un ayda bir bile olsa
uyd u a racılığıyla bağlantı kura ra k malikaneyi teftiş ettiğ i n i
hatırlatma k isteri m . Bu bağlantılar sırasında s e n onun göbe­
ğinin ne kada r büyüdüğünü, saçlarının ne kadar aza ldığını
farkediyorsun da, o se nin yüzündeki kırışıklıkların a rttığ ı n ı
farketm iyor mu zanned iyorsun?"
"Dur bakayım! Şimdi hatı rladım, e n son uyd u bağlantı­
m ııda hazırl ı ks ız yaka landım ve karşısına makyaj yapamadan
çıktı m . D üşün üyorum da, o gün benimle biraz soğuk konuştu

ı 6o
Konuşmayan Tavus Kuşu Camio

sa nki. Üstelik bu hafta bana hediye olara k yal iaya yal iaya tu­
haf bir tavus kuşu yol ladı."
"Yaaa, gördün m ü bak! Bu anlattı klarının h içbirisi iyiye
ala rnet değil!"
Annesinin ısrarlı uyarıları yüzünden end işelen meye baş­
layan Avidya, bir süre dalıp düşündükten sonra gözleri n i kor­
kuyla açarak, "Ga l i ba hakl ısın," dedi ve hıçkırara k ağlamaya
başladı. "Kocam benden bıktı! Şimdi ne ya pacağ ız?"
"Sakin ol, hiç end işelenme," d iye kestirip attı Aj nana.
"Ben d üşündüm taşındım, bir ça re buldum. Derhal bir çocuk
doğuracaksın!"
Duyduğu son cümlen i n etkisiyle Avidya'nın ağlaması bı­
çak gibi kesi l d i . "Çocuk mu?" ded i . "Sen iyiden iyiye üşüttün
herha lde! Hamile kalacak olursam tanrısal fiziğ imin ne kada r
bozu lacağını hayal etm ek b i l e istemiyoru m!"
"Koca nın sen i boşayıp atmaması için bir çocuk doğur­
maktan başka çaren yok!" dedi Aj nana. "Şimdi beni dinle ve
hemen uşaklardan birini çağ ırıp Coronzon'a telgraf çekece­
ğ i m izi haber ver. Ne yazacağını ke l i mesi kelimesine söylüyo­
rum, not ed ive r."
"Giugglugglug . . . " d iyerek geçti Camio.

ı 6ı

You might also like