Professional Documents
Culture Documents
altın kızlar
ÖLÜLERİN KONUŞMASINA İZİN VER
Jane Casey
Bu kitabın Türkçe yayın hakları AnatoliaLit Ajans aracılığı ile Olimpos Yayıncılık
San. ve Tic. Ltd. Şti’ye aittir. Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen
alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
OLİMPOS YAYINLARI
Maltepe Mah. Davutpaşa Cad. Yılanlı Ayazma Yolu No:8 K:1 D:2
Davutpaşa / İstanbul
Tel: (0212) 544 32 02 (pbx) Sertifika No: 42056
www.olimposyayinlari.com - info@olimposyayinlari.com
KA BASIM
Sertifika No:44064
Topkapı Mahallesi Topkapı Maltepe Cad. Çaycılar İş Hanı
No:15 Kat:4 Zeytinburnu/İSTANBUL
. ' (g)
OLIMPOS
tarama ve düzenleme ALTIN KIZLAR
altın kızlar
8
ölülerin Konuşmasına İzin Ver
Bay Norris asla bir yanıt beklemezdi. Bunu daha önce fark
etmişti. Bunu yapmasının sebebi, Chloe’nin çok yavaş olması
mıydı yoksa herkese mi böyle davranıyordu bilmiyordu.
“Götürmenize gerek yok.”
“Tabii ki var. Çantan ağır.” Gözlerini Chloe’nin gözlerinden
ayırmadan gülümsüyordu. Chloe’nin gözü, Bay Norris’i hafif
şaşı gösteren burnundaki kemere takıldı. “Annen nasıl oldu da
seni almaya gelmedi?”
“Ben halledebilirim.” Çok net bir cevap değildi ve tekrar
sorar diye korkusundan Chloe’nin avuçları sırılsıklam olmuştu
ama aptal olmanın iyi tarafları vardı, sorulara düzgün cevap ver
mek zorunda olmamak da bunlardan biriydi.
“Şu anda tek başına halletmek zorunda değilsin. Çantanı ar
kaya koy ve atla.”
Chloe tartışmanın bir anlamı olmadığını biliyordu. Ayak
larını sürüyerek arabanın öbür ucuna gitti ve bagajın kapısını
açmaya çalıştı. Kapı yerinden oynamadı. Pencereye döndü.
“Kilidi.”
“Bagaja değil. Arka koltuğa koymanı kastettim.” Kelimele
rin son hecelerini bastıra bastıra söyledi, belli ki sinirlenmişti.
Bagajı kastetmemiş diye düşündü, Chloe utanarak. O arka dedi
ve Chloe bagajı kastettiğini sandı. Yanlış anlamıştı, her zamanki
gibi.
Arabanın kapısını yokladı ve açtı; çantasını koltuğa fırlattı,
sonra yolcu kapısını açtı ve tereddüt ederek durdu.
“Gir içeri. Ne bekliyorsun?” Bay Norris aynalarından kaldı
rımları kontrol ediyordu. Arabayı kullanmaya hazırlanıyor diye
düşündü, toplamda yaşadığı üç küçük düşürücü araba kullanma
tecrübesini hatırlayarak.
9
Jane Casey
10
ölülerin KaRiımsiM İzin ver
11
Jane Casey
12
ölülerin Konulmasına Uln var
13
Jane Casey
14
areketsiz bir şekilde arabada oturdum. Dışarıdaki yağmur
15
Jane Casey
16
ölülerin Konuşmasına İzin ver
17
Jane Casey
18
ölülerin KonuımatiM İzin ver
19
Jane Casey
21
Jane Casey
22
ölülerin Konulmasına İzin ver
ama burası kaçabileceği en kötü yerdi. Tek çıkışlı küçük bir yer
ve kendini çok fazla savunamazsın. Saldırgan kapı girişini kapat
mış ve erkek ya da kadın katil, kurbanına olabilecek maksimum
zararı vermiş olabilir.”
“Kesinlikle erkek.” dedi Georgia. Beyaz maskenin üzerindeki
gözleri yuvarlak ve masmaviydi ama sesi titremedi.
“Cinsiyetçi.” diye mırıldandı Dexter ve Georgia dönüp ona
baktı.
“Erkek olduğunu var sayamayız.” dedim. “Herhangi bir şeyi
var sayamayız.”
“Aslında öyle değil. Beni takip edin.” Komiser Burt bizi tek
rar evin önüne götürdü. “Koridorun aşağısında, banyodan sonra
bir yatak odası daha var. Oraya hiç girilmemiş ve kan izleri oraya
kadar gitmiyor. Oda kızına ait. Burası misafir odası olarak kul
lanılıyormuş gibi.”
Cumbalı penceresi ve kapının karşısındaki duvarda dökme
demir şöminesi olan bir odaydı. Yatak dağılmıştı. Duvardaki
girintinin içinde şifonyer vardı ama üzerindeki şişeler ve fırça
lar düşmüş, yan duruyordu. Hiç kan göremedim ama başka bir
kanıt vardı.
“Lanet olası bu koku da ne?” dedi Derwent geriye adım atarak.
“Ayağını nereye bastığına dikkat et. Kedi burada vurulmuş
tu.” diye açıkladı Kev.
“Ne kadar zaman önce?”
“ilginç olan şey bu.” dedi Una. “Kız çarşamba günü buradan
ayrılmış. Bugün pazar. Görünen o ki kedi üç ayrı yere kaka yap
mış ve işemiş, hem de bolca.”
“Sanki tüm içini boşaltmış.” dedi Derwent yere çömelip ya
tağın altındaki halıya bakarken.
23
Jane Casey
“Evet, ama buna bak.” Una yarım dolu olan su kasesinin ol
duğu köşeyi gösterdi. Daha iyi görebilmek için yanına gittim ve
suyun içinde kısa, kaliteli tüyler gördüm. Altındaki halıyı kont
rol etmek için eldivenli elimle kâseyi biraz ittim ve altındaki
yuvarlak iz, bana bunun sadece bir kereye mahsus koyulmuş bir
su olduğunu gösterdi.
“Biri kediyi buraya kilitlemiş ama onun acı çekmesini iste
memişler. Yemek olmamasını dert etmemişler ama kurtarıcı ge
lene kadar hayatta kalmasını sağlayacak miktarda su bırakmışlar.
Yemek yemeden üç gün yaşayabilirdi ama susuz yaşayamazdı.”
“Kız çarşamba gününden beri yoktu.” dedi Derwent. “Onun
bugün döneceğini kimse biliyor muydu?”
“Bilmiyorum. Maeve, kıza bunu sorabilirsin. Onunla konuş
manı istiyorum.”
Derwent bana artık çavuş oldun diye sakın gelmeyeceğimi
düşünme bakışı atarken, ben Una Burt’e başımla tamam dedim.
Derwent’a aldırmadım. Hâlâ daha çok sorumluluk alarak bir
kademe terfi etmeme ve daha da önemlisi; ona bağımlılığımın
azalmasına alışmaya çalışıyordu.
Dürüst olmak gerekirse ben de.
“Burada başka kim yaşıyor?” diye sordum Una ya.
“Kızın annesi Kate Emery, kırk iki yaşında. Yatak odası yu
karıda.”
Kontrol etmek için geriye doğru eğildim, merdivenlerde kan
yoktu. “O odaya girilmiş mi?”
“Görebildiğimiz kadarıyla hayır. Saldın sırasında ya da saldı
rıdan sonra da girilmemiş. Kan yok.”
“Kurban o mu?” diye sordu Derwent.
24
ölülerin Konuşmasına İzin ver
“Bilmiyoruz.”
“Bir fotoğrafı yok mu?” diye sordu Georgia tereddüt ederek.
“Ya da beden tanınamayacak kadar zarar mı görmüş?”
Una Burt ve Kev gülerek birbirleriyle bakıştılar. “Aşağıya gel
ve gördüğünden ne çıkardığını bana söyle.”
Her şey düşünüldüğünde, kana bu kadar çabuk alışmak ne
kadar garipti. Yönümüzü aşağıya doğru çevirdik ve sanki olay
bir cinayetten çok bir bulmaca gibiydi. Şu anda durum böyleydi
ve daha objektif bir bakış açısı için de faydalıydı ama çok uzun
sürmeyeceğini biliyordum. Koridor boyunca Una Burt’ü takip
ettim, Derwent orada ne olduğunu görebilmek için, dibimde
beni takip ediyordu. Merdivenlerin altında solda, küçük bir duş
odası vardı. Una kapıyı hızla açtı ve geriye çekildi.
“İşte. Bundan nasıl bir sonuca varıyorsun?”
“Saldırgan burada temizlenmiş mi?” Duvarlara göz gezdir
dim, fayansların üzerinde solmuş kahverengimsi lekeler vardı.
“Çamaşır suyu kokusu alıyorum.”
“Ve lavabo açıcı. Boruları tıkayan saçları, kiri eritmek için
kullanılan yüksek derecede çözücü. Şişeyi mutfaktaki bir do
labın içinde buldum. Ev sahibinin malı.” Kev’in göz kenarları
maskesi genişlediğinde kırıştı, gülümsüyordu. “Burada oldukla
rını biliyoruz. Arkalarını toparlayıp, temizlediklerini biliyoruz.
Bilmediğimiz ise bundan işimize yarar bir şey çıkarıp çıkarama
yacağımız.”
“Harika.” dedim tam tersini kastederek. “Başka ne var?”
“Kan izi mutfağa kadar gidiyor ve içinden devam ediyor.”
Kev bizi şık beyaz mutfağa doğru yönlendirdi. Ahşap yerde, do
lapların köşesine kadar ilerleyen kan izinden başka mutfağa el
değmemişti. Kapıdan arka kapının koluna kadar kan lekesi de-
25
Jane Casey
26
ölülerin Konuşmasına İzin ver
27
Jane Casey
28
ölülerin Konulmasına İzin ver
29
Jane Casey
30
ölülerin Konuşmasına İzin Yer
31
Jane Casey
32
ölülerin Konuşmasına Ulu *w
33
Jane Casey
“Girin.”
34
ölülerin Konuşmasına İzin ver
35
Jane Casey
36
ölülerin Konulmasına İzin ver
37
Jane Casey
38
Ölülerin Konuşmasına İzin Ver
39
Jane Casey
41
Jane Casey
42
ölülerin Konuşmasına İzin ver
43
Jane Casey
44
ölülerin Konuşmacına İzin var
45
Jane Casey
46
ölülerin Konuşmasına İzin ver
47
Jane Casey
48
ölülerin Konuşmasına İzin ver
49
Jane Casey
50
ölülerin Kenuımasına İzin ver
“Sadece bir rutin.” dedim. “Hafta sonu sıra dışı bir şey fark
ettiniz mi? Garip ziyaretçiler, beklenmeyen gürültüler...” sesim
gittikçe azaldı. Hayır anlamında başını sallıyordu.
“Yani Kate’in evine gittiğimden beri beynimi zorluyorum.
Bir çığlık duydum mu? Gerçekten sanmıyorum. Yabancı birini
gördüm mü? Yine hayır. Herhangi bir şey hakkında endişelen
dim mi? Ufacık bile bir endişe duymadım.”
Eğer kendi kendini sorgulayacaksa, bu beni çok konuşma
zahmetinden kurtarırdı. Önümdeki kâğıda anlamsız şekilde
kaşlarımı çatarak baktım. “Kate Emery, Chloe veya herhangi
biri hakkında, bilmem gerektiğini düşündüğünüz bir şey var
mı?i»
Derin bir nefes alıp verdi. “Şey. Bir şey var. Bahsinin geçme
sinden rahatsız oluyorum ama sanırım söylemeliyim. Herkesin
iyiliği için. Bunu düşünenin sadece ben olmadığımı biliyorum
ve benden duymazsanız da er ya da geç başka birinden duyacak
sınız.”
Anlıyorum ve dinliyorum yüz ifadesini takınarak başımla
onayladım. Devam et ve söyleyeceğin şeyi haklı göstermekten vaz
geç korkunç adam.
“Bir erkek var. Genç bir erkek. Yirmi veya yirmi bir yaşların
da olmalı. Onun gibi bir şey. Yolun aşağısında yaşıyor. 6 numa
rada. Adı William Turner.”
Devam etmesini bekledim.
“Birkaç yıl önce polisle başı derde girmişti. Dört yıl önce
olmalı çünkü biz taşındıktan kısa bir süre sonraydı. Cinayete
teşebbüsten tutuklanmıştı.”
“Tutuklanmış mıydı? Ceza aldı mı?”
“Hayır. Nedenini bilmiyorum.”
51
Jane Casey
“Kurban kimdi?”
“Arkadaşlarından biri.” Norris kahkaha attı. “Bir arkadaşı.
Onu bıçakladı.”
Georgia gözlerini açarak sordu, “Ne oldu?”
“Okuldan sonra bir gündü.” dedi Norris başını üzüntüyle
sallayarak. “Herkes onun yaptığını biliyordu ama ispatlayama-
dılar.”
Şaşırmış bir şekilde sordum, “Kurban bir kanıt vermedi mi?”
“Konuşmadı. Tek kelime bile etmedi. Ailesi çok geçmeden
taşındı. Onları suçlayamam. Biz de bunu düşündük ama çok
kısa süre içerisinde ikinci kez taşınamazdık.” Omuzlarını silk
ti. “Bu duymak istediğiniz bir şey olmuyor. Özellikle de on bir
yaşında bir kızınız varsa ve birkaç yıl içinde onun sokaklarda
gezeceğini düşünürseniz. Gerçi Bethany öyle değil, Tanrı’ya şü
kür. Ona bayağı sıkı davrandık. Kuralları ve onları çiğnememesi
gerektiğini biliyor.”
Yavaşça, “O zaman netleştirmek gerekirse, daha önce bir bı
çaklama olayına dâhil oldu diye William Turner’a odaklanmam
gerektiğini düşünüyorsun.”
“Sadece o değil. Çocuk garip. Size anlatayım; sürekli orta
lıkta dolaşıyor, belli ki bir işi yok. Bu sürpriz değil. Ben onu işe
almazdım. Eğitimi yok, iş ahlakı da.” Norris öne doğru eğildi,
sesini alçalttı ve kesinlikle dürüsttü. “Ben psikopatlar hakkında
okudum ve bence o bu tanıma uyuyor. Nüfusun yüzde biri psi
kopat biliyorsunuz. Yüzde bir. Bu çok. Bu sokakta yüzden fazla
insan yaşıyor ve ben bizimkinin kim olduğunu bildiğimiz için
rahatım.”
“Tamam.” dedim. “Beni bilgilendirdiğiniz için teşekkür ede-
• »
rım.
52
ölülerin Konuşmasına İzin ver
53
Jane Casey
54
ölülerin Konuşmasına İzin ver
55
ekrar hoş geldin.” Derwent kâğıt tulumunu çıkarmış,
56
ölülerin Konuşmasına İzin Yer
57
Jane Casey
“Onsuz da yaşayabilirim.”
“Sen ne buldun?”
Büyük bir şey değil fakat buralarda yaşayan bir şüpheli var.”
Homurdandı. “Her zaman vardır.”
“Ama resme tam oturuyor gibi görünmüyor.”
“Devam et.” Ben ona Oliver Norris’i ve onun William Turner
hakkındaki şüphelerini anlatırken Derwent dikkatlice dinledi.
“Kate Emery hakkında söyledikleri daha çok dikkatimi çekti.”
“Neden?”
“Kızı yokken erkek ziyaretçileri oluyormuş. Bay Norris fark
etmiş.”
“Nasıl erkek ziyaretçiler?”
Ses tonumu değiştirmeden, resmî bir şekilde, “Bay Norris
düzgün davranmadıklarını düşünüyor.” dedim.
“Profesyonel yanlış davranışlar mı, amatör yanlış davranışlar
mı?
“Onu bilmiyorum. Henüz.”
“Kate’in yatak odasına bakarken bana katılmak ister misin?”
diye sordu yan yan bakarak.
Heyecanla, “Sabırsızlanıyorum.” dedim. Georgia’nın hâlâ
aramızda ne olduğunu anlamaya, ilişkimizi tartmaya çalıştığı
nı biliyordum ama kesinlikle anlayamıyordu. “Oliver Norris'e
Kate’in akan musluğunu tamir etmeye geldiğinde, şüpheli bir
şeyler görüp görmediğini sormam gerek.”
Georgia, “Sence Norris, Kate’i ya da Chloe’yi takip mi edi
yordu?” diye sordu.
“Bilmiyorum. Bazı komşular her şeye burnunu sokan cinsten
oluyor. Herkes dedikodu yapmayı sever ve tabii Chloe kızıyla iyi
58
ölülerin Konulmasına İzin ver
59
Jane Casey
60
ölülerin Konulmasına İzin ver
61
Jane Casey
62
ölülerin KonnımMina İzin irer
63
Jane Casey
64
Ölülerin Konuşmasına İzin ver
65
Jane Casey
66
ilişlerin Konulmasına izin var
yok mu diye kontrol ettim. Sonra her çekmeceyi tek tek yerin
den çıkardım, altlarına baktım, yanlarına ve ayrıca arkalarına.
“Bir şey mi sakladığını düşünüyorsun?”
“Asla bilemezsin.”
Kıyafetlerin aralarını kontrol ederek, her kutuya ve içindeki
lere bakarak, asılı elbiseleri silkeleyerek, ceplerinde bir şey var mı
yok mu diye bakarak araştırmaya devam ettim. Bulana kadar ne
aradığımı bilmem imkânsızdı.
Karmakarışık pis evleri, terk edilmiş binaları ve barınakları
aramıştım; hiç olmazsa bu temizdi fakat aynı zamanda hayal
kırıklığına uğratacak şekilde normaldi.
Gardırobun arkasında beni durduran bir şey oldu. Açtım ve
geri çekildim. “Tanrım!”
Derwent çöpün içindekileri kanıt poşetine döküyordu. Yu
karı baktı, dikkati dağılınca çöpün yarısı yere döküldü. “Kah-
retsın!
“Gel ve buna bak.” dedim.
“Ne?”
“Kıyafetler.” Çantayı kolumu açarak uzattım, diğer eldivenli
elimin tersiyle de ağzımı kapattım.
Geldi ve poşetin içine baktı, sonra geri çekildi. “Lanet olsun.
Bu kokuyor!”
Yıkanmamış spor malzemeleri ya da kirli yatak çarşafları gibi
çok güçlü ve keskin bir kokusu vardı.
Poşeti sallayarak içindeki kıyafetleri dokunmadan dışarı çı
kardım. “Bir büstiyer, etek, sütyen, spor ayakkabıları. Eksiksiz
bir takım.”
“Yıkamakla uğraşmadığı bir takım.”
67
Jane Casey
68
Ölülerin Konuşmasına İzin ver
69
Jane Casey
70
ölülerin Konuşmasına İzin ver
71
Jane Casey
“Var mı?”
“Yüksek çitli.”
“Şimdi daha anlamlı oluyor.”
“Eğer yeri iyi biliyorsan, ölü bir bedeni oraya sürükleyebilir-
•»
sın.
“Eğer biliyorsan.” dedim. “Orada kimsenin yaşamadığını bil
men lazım ve tabii kapıyı da. Buralarda yaşıyor olman lazım.”
“Hmm.” Derwent sessiz sahnelerin yer aldığı evlere doğru
baktı. “Kate Emery’nin bedenini nerede bulacağımı bilemeye
bilirim ama katilini aramaya nereden başlayacağıma dair fikir
lerim var.”
72
ölülerin Konuşmasına İzin ver
73
Jane Casey
r’<
“i (
İki: Bozulmamış sütüm vardı. Üç: Onları yemeyi hatırlamıştım.
Liv’in ilgilenmeyeceğini hissettim, o nedenle de ona anlatma
dım. Guildford yakınlarında kız arkadaşıyla evcimen bir hayat
yaşıyordu. Hem de benim bu yarım yamalak hayatımdan çok
tan umudunu kesmişti. Ona ayrıca, temizlikçi gittiğinden beri
iki gündür, odalarda her şeyin düzenli bir şekilde durduğunu da
söylemedim. Elektrik süpürgesinin izleri hâlâ halıda duruyordu.
Birkaç saatini başkalarının nasıl yaşadığına dair yargılara var
makla geçiriyorsun ve sonra bu, kendi hayatına başka bir açıdan
bakmana sebep oluyor, istesen de istemesen de.
Soruşturma haberlere çıkmıştı ama ayrıntılar gizlenmişti.
Medya bunun sadece bir cinayet soruşturması olduğunu bili
yordu. Haber daha çok polisin yağmurda, kanalizasyon kapakla
rını kaldırarak, çalılıkları sopayla yoklayarak bölgeyi aramasıyla
ilgiliydi. Ben de bir anlığına ekranda göründüm. Kamera Geor-
gia’nın açık renk saçlarının üzerinden de geçmişti.
Eğer üzerimden istemediğim dikkatleri biraz alırsa, Georgia
ile çalışmayı sevebilirdim.
“Nasıl gitti?” diye sordum Live.
“Ivır zıvır. Geçmişle ilgili konular.” Omuzlarını silkti. “Kate
Emery’i öldürmeyi teşvik etmiştir, diyeceğin hiçbir şey yok.”
“Bu utanç verici...”
“Ben de öyle düşünüyorum.”
Derwent iç çekerek önümdeki sandalyeye oturdu. Zorla,
başıyla merhaba dedi ki bu beni hiç şaşırtmadı. Sabah insanı
74
ölülerin Konuşmasına İzin ver
Caddesi’nde kızı Chloe Emery ile yaşayan kırk iki yaşında bir
anne. Chloe on sekiz yaşında. Son birkaç gündür babası ve
onun ailesiyle kalıyordu. Çarşamba günü Londra’dan ayrıldı ve
dün öğleden sonra döndü. Beş gün.” Odaya anlamlı bakışlarla
göz gezdirdi. “Chloe gittiğinde her şey normaldi. Döndüğünde,
ev kana bulanmıştı ve annesi gitmişti. O beş gün içinde Kate
Emery’e ne olduğunu bulmalıyız ve şu anda nerede olduğunu
öğrenmeliyiz. Kim başlamak ister?”
Liv, “Geçmişi hakkında biraz bilgi verebilirim.” diyerek gö
nüllü oldu.
“Devam et.”
“Kate Emery on iki yıldır o adreste yaşıyor. Chloe’nin baba
sı Brian Emery’den boşandıktan sonra buraya taşınmış. Devlet
okuluna giden Chloe’nin velayeti onda.”
“Normal eğitim mi?” diye kontrol etti Burt.
“Evet ama destekle. Chloe’nin bazı eğitimsel yetkinlikleri
eksik.” diye açıkladı Liv odanın geri kalanına. “Kate bu on iki
yılın büyük bölümünde, zamanını çoğunlukla evde geçiren bir
anneydi. Dört yıl önce kendi işini açtı. NOVO Gaudio ithalat.
Çocuğu olmayan çiftlere doğurganlığı artırıcı, geleneksel bitki
sel ilaçlar ithal ediyordu.”
“Tıp geçmişi var mı?” diye sordu Burt.
“Evlenmeden önce hemşireydi. Diplomasını zamanında ye
niden onaylatmadığı için artık yapmasına izin verilmiyor. İthal
ettikleri, tıbbi ilaçtan çok diyet takviyesi olarak sınıflandırılıyor,
bu sebeple de onları yasal olarak getirtebiliyor.”
“İşe yaramışlar mı?” diye sordu Burt.
“Birçok memnun müşteri internet sitesine geri bildirimde
bulunmuş. Kaç tanesinin gerçek olduğunu bilmiyorum.” dedi
75
Jane Casey
76
ölülerin Konuşmasına İzin ver
77
Jane Casey
78
ölülerin Konuşmasına İzin ver
“Ben ve Kerrigan.”
“Ya köpek?”
“Ah evet. O bizden önce aradı. Dürüst olmak gerekirse çok
fazla bir şey bulamadı.”
Sandalyesinin arkasına tekme vurma isteğimi engelledim.
Toparla artık. İkimizi de kötü duruma düşürüyorsun.
Sanki beni duymuş gibi daha dik oturdu. “Eğer mahallenin
bir haritası varsa, köpeğin çizdiği yolu size gösterebilirim.”
Tabii ki Una Burt’ün elinde oranın haritası vardı. Aslında
bir uydu fotoğrafıydı ve dizüstü bilgisayarındaydı, bu yüzden
de duvara yansıtılabiliyordu. Derwent sandalyesinden kalktı ve
odanın ön tarafına geçti, ev ödevini düzgün bir şekilde yapma
yan bir öğrencinin resmi... Bir akşam önce yaptığı gibi, köpeğin
nerelerden geçtiğini ve neden çok da önemi olmadığını anlattı.
“Bu mülkün sahibi hakkında ne biliyoruz?” Üç bahçe sonra
ki evin üzerine vurarak sordu, Una Burt.
“Bir emekli. Adı Harold Lowe ve komşusuna göre birkaç ay
dır bir bakım evinde. Onun Kate Emery ile ilgili olan herhangi
I
79
Jane Casey
80
ölülerin Konuşmasına İzin Yor
81
Jane Casey
82
İlülerln kmiimmim izin ver
83
Jane Casey
84
ölülerin Konuşmasına İzin ver
85
Jane Casey
86
ölülerin Konulmasına İzin ver
87
Jane Casey
88
ölülerin Konuşmasına İzin ver
90
ölülerin Konuşmasına İzin ver
Elini cebine soktu ve bir soluk alma cihazı çıkardı. Uzun süre
kullanmanın verdiği tecrübeyle, aleti rahatça tutuyordu. Kul
lanmadan önce bana arkasını döndü ve ne ima etmek istediğini
anladım: Bu özeldi. Kişisel bir mücadelenin içine izinsiz girmiş
tim. O hırıltıyla solurken, oturdum ve bu hırıltı kesilirse ne ya
parım diye dehşet içindeydim. Teoride, bir insanı nasıl hayata
döndüreceğimi biliyordum ama bu yapmak istediğim anlamına
gelmiyordu.
“Üzgünüm.” dedi.
“Sorun değil. Rahat ol.”
“Ara sıra oluyor.” Bunları söylerken üç kelime arasında, iki
kez onları söyleyebilmek için derin derin nefesler aldı. Zor du
rumu bana kendimi kötü hissettirdi. Acil bir durumda yardım
istemem gerekir diye, çantamdan telsizimi çıkardım ve dizle
rimin üstüne koydum. Birden odanın hâli bana mantıklı gel
di: Sert yüzeyler. Silerek temizlenebilen deri kaplama. Toz yok.
Sirke ve limon çünkü seri üretim kimyasalları kullanmaktansa,
ev yapımı temizleme malzemeleri kullanılmış. Hiçbir şey şansa
bırakılmamış.
Bana arkası dönük, başı öne eğilmiş kambur bir şekilde duru
yordu. Hırıltı azaldı, nefesi daha düzenli hâle geldi. Tişörtünün
kürek kemiğine denk gelen yeri, çok terlediği için ıslanmıştı.
“Çok üzgünüm bunun için.” dedi üçüncü kez.
“Özür dilemene gerek yok.” Yan gözle beni izlediğini gör
düm. Bunda gardımı almama sebep olacak bir sinsilik fark et
tim, sanki geçirdiği atağın benim üzerimdeki etkisini anlamaya
çalışıyordu. “Bunu ne tetikledi? Biliyor musun?”
“ilaçlarımı düzenli almada iyi değilim. Unutuyorum.”
Seni öldürebileceği için belki biraz daha çabalamaksın.
91
Jane Casey
92
ölülerin Konulmasına İzin ver
93
Jane Casey
94
Ölülerin Konuşmasına İzin ver
95
Jane Casey
96
ölülerin Konuşmasına Uln ver
“Bazen.”
“Turner oğlunu görmek için gelmemiş. Eğer burada olsaydı,
çocuk daha iyi biri olabilirdi. Çok fazla ilgi gösterilmiş, problem
bu. Ona evrenin merkezi olduğu öğretilmiş ki annesi öyle dü
şünüyor.”
“Kate Emery i tanıyor musunuz Bayan Turner?” diye sordum.
“Kim?”
“27 numarada yaşayan bayan. Neredeyse William ile yaşıt
Chloe adında bir kızı var.”
“Oh. Biraz tanıyorum. Çok değil.” Durmadan bezi katlıyor
du, şuursuzca. “Eskiden hemşireydi.”
“Bir zamanlar.”
“Daha gençken William ile ilgili bana yardım etmişti. Kötü
bir atak geçirmişti ve panikle sokağa fırlamıştım. Ambulans gel
meden önce bana yardım etti. Çok hoştu ama onu tanımıyo
rum.” Gözlerini kırptı. Göz kapakları ve burnunun ucu pem
beydi, sanki ağlamış gibi nemli görünüyordu. Kesinlikle oğluna
benzemiyordu ve herhangi bir zaman diliminde çekici olmuş
olabileceğini de düşünemiyordum. Bay Turner yakışıklı bir er
kek olmalıydı.
“Hâlâ ne olduğunu söylemedin.” dedi Turner. “Chloe iyi mi?”
“Fiziksel olarak evet.”
“O zaman geriye annesi kalıyor.” Çenesinde bir kas gerildi.
“Tahmin edeyim. Bıçaklandı.”
“Neden böyle söyledin?”
“Çünkü bana dört yıl önce olmuş bir olayı, sanki birden çok
önem kazanmış gibi, o dönem etraflıca araştırılmış bir şeyi so
ruyorsun.”
97
Jane Casey
98
8
99
Jane Casey
100
ölülerin Konuşmasına İzin ver
101
Jane Casey
102
ölülerin Konuşmasına İzin ver
103
jane Casey
104
ölülerin Konulmasına İzin ver
105
Jane Casey
“Hayır.”
“Yukarı o zaman.”
“Harold'ın ailesi var mı?”
“Hayır. Tek başına yaşıyor.” Derwent’in dudakları incel
di. “Zavallı yaşlı adamcağız. Biri onu görmeye geldiği için çok
memnun olmuştu. Ev onun yardım kurumu masraflarını öde
mek için satılacak. Allah bilir ne kadar istiyorlar.”
“Tüm eşyalarına ne olacak?”
“Hiçbir fikrim yok. Yardım için bağışlanabilir belki. Eve gel
mek istemediğini söylüyor. Sanırım burada çok yalnızdı.”
“Bu önemli değil mi? Belki doksan yaşını geçince ve artık yal
nız yaşamak istemeyince, evde olup olmamayı önemsemiyorsun.”
“Belki.” Derwent ikna olmuş gibi görünmüyordu.
Önce merdivenleri çıktım ve ilk yatak odasına baktım. Yata
ğın üstünde çarşaf yoktu ve lekelerle kaplıydı. Yan oda çalışma
odasıydı, yanında banyo ve onun yanında da ayrı bir tuvalet
vardı. Havası ağırdı, odalar tozlu ve berbat bir hâldeydi, çamın
kokusu şaşırtıcı bir şekilde hâlâ banyoda çok keskindi. Arka
sında bıraktıkları ile ilgili trajik bir şey vardı; üstünde kısa san
saçlar olan bir fırça, çaylak bir sabun, lavabo kenarında belli bir
açıyla kuruması için asılı bıraktığı yüz havlusu. Kate Emery’nin
evi de böyleydi. Hayat durmuştu.
“Bu evi kim alırsa, köşe bucak temizlemesi gerekecek.” dedi
Derwent. “Sadece duvarları tut ve gerisini yeniden inşa et.”
Evin arkasındaki son odanın kapısını açarken, ona cevap ver
mek üzereydim ama kelimeler buhar oldu. Bir saniyeliğine dur
dum, zihnim beni neyin rahatsız ettiğini çözmeye çalışıyordu.
Değişik bir şey kokuyordu, sorun buydu. Oda kokuyordu ama
evin diğer taraflarındaki ağır hava ve eski kıyafetler gibi değil.
106
Ölülerin Kenuımasına İzin ver
107
Jane Casey
108
ölülerin Konuşmasına izin ver
109
9
oruşturma için aniden hayati önem kazanan bir evin her ta
110
ölülerin Konuşmasına İzin ver
111
Jane Casey
112
ölülerin Konulmasına İzin ver
113
Jane Casey
114
•İnlerin KMiiMuiM Izla ver
115
jane Casey
116
ölülerin Konulmasına İzin ver
117
Jane Casey
ekstra para aldılar. Her zaman ekstra para almak için nedenleri
vardır ama iyi iş çıkarırlar.”
SOCO, arabanın her yerine, bagaj da dâhil olmak üzere,
doğru ışık altında kan lekelerini gösterecek Luminol adlı bir
kimyasal sprey sıkmıştı. Eğer kan olsaydı, temizliğe rağmen onu
kesinlikle görecekleri konusunda beni temin etti. Eğer yeteri
kadar kan lekesi bulunsaydı, Oliver Norris’i hemen oracıkta tu
tuklardım. Ondan neden bu kadar nefret ettiğimi açıklayamı-
yordum ama sırf arabası temiz bulundu diye de, duygularımı
bir tarafa bırakamazdım. Karısı stres altında böyle saçmalarken
bunu yapamazdım, kardeşi Norris’in bir şüpheli olup olmadığı
nı öğrenmeye çalışırken de.
İkisini mutfakta bırakarak, yukarıya doğru çıkmaya başla
dım. Chloe’yi, Oliver Norris’in evini olabildiğince çabuk terk
etmeye ikna etmeye niyetliydim. Bazı sesler duydum ve sesleri,
dün Chloe’yi gördüğüm yatak odasına kadar takip ettim. Yak
laştığımda ani bir kahkaha patlaması duydum, anında “Şşhh”
sesiyle bastırılan bir kahkaha. Nazikçe kapıyı tıklattım.
“Bekle!” İçeride bir itişme kakışma oldu ve sonra, “Gir.” di
yen sesi duydum.
Chloe’nin sesi değil, diye düşündüm. Bethany’nindi.
Kafamı kapıdan içeri uzattım. İki kız yerde yatıyordu. Ch
loe’nin yüzü beni görür görmez bembeyaz oldu. Bethany’nin
ifadesi bıkkınlıktan şaşkınlığa döndü.
“Pardon. Annem zannettim.”
“Chloe ile bir kere daha konuşmak istedim.”
“Biz Öyle düşünmemiştik, annemle konuşmaya geldiğinizi
zannettik. Biz çıktığınızı düşündük.” Bethany, uzun bol elbise
sini düzelterek ayağa kalktı ve bir cep telefonunun üzerine uzan
118
ölülerin Konulmasına izin ver
119
jane Casey
120
ölülerin Konuşmasına İzin ver
121
Jane Casey
122
ölülerin Konuşmasına İzin ver
123
10
124
ölülerin Konuşmasına izin var
125
jane Casey
126
ölülerin Konulmasına İzin ver
127
JANE CASEY
128
ölülerin Konuşmasına İrin ver
129
Jane Casey
130
ölülerin Konuşmasına İzin ver
131
JANE CASEY
132
ölülerin Konuşmasına İzin ver
133
Jane Casey
134
ölülerin Konuşmasına İzin ver
“Bir tedarikçi.”
“Adı ne?” diye sordum.
Eliyle kafasını ovuşturdu. “Bunlar bir Hint şirketi. Onlar
hakkında konuşmak neden önemli anlamıyorum.”
Soğuk bir tavırla, “Bay Emery, eski karınız çarşamba ve pazar
günleri arasında, belli olmayan bir saatte öldürüldü. Tedarikçi
nizi üzmekten kaçınmak yerine, bir gerekçeye ihtiyacınız var.”
Iç çekti. “Tamam, o zaman. Size detayları anlatacağım. Nere
de olduğumu teyit edebilirler.”
“Teşekkür ederim.” Öne doğru eğildim. “Ve siz burada yok
ken Bay Emery, burada ne oldu?”
“Ne demek istiyorsunuz?”
“Chloe neden kaçtı? Kalması gerekiyordu, değil mi?”
Gözlerini kırpıştırdı. “Evet. Bugüne kadar kalmalıydı. Dün
için, onunla vakit geçirelim diye izin almıştım. Pek de işe yara
mayan bir başka plan.”
“Nereye gitti?”
“Hiçbir fikrim yok. Size söylemedi mi?”
“Hiçbir şey söylemedi.”
“Cumartesi döndüğümde çok sessizdi. Size söyleyebileceği
min hepsi bu. Onu konuşturmaya çalıştım. Hep birlikte Ox-
ford’da sinemaya, sonra da yemeğe gideriz diye düşünmüştüm.
Bana aç olmadığını ve hiçbir şey görmek istemediğini söyledi.
Yatmaya gitti. Geri kalanımız birlikte film izledik, çocukların
Netflix’te bulduğu bir şey. Fena değildi. Zihnimizi dağıttı.
“Ne zaman gitti?”
“Pazar sabahı erkenden. Altıda ayaktaydım, iki köpeğimiz var:
Betsy ve Tyler. Biri Cocker Spaniel, diğeri de bir Chug. Onla
135
Jane Casey
136
ölülerin Konuşmasına İzin ver
11
137
Jane Casey
138
ölülerin Konulmasına İzin ver
139
JANE CASEY
140
ölülerin Konulmasına İzin iler
141
Jane Casey
142
Ölülerin Konuşmasına İzin ver
143
jane Casey
144
ölülerin Konuşmasına izin ver
145
12
“Evet.”
146
“Benim için birkaç yeri arar mısın? Bak bakalım bu insanlar
dan birine ulaşabilecek misin ve bizimle konuşmak isterler mi?”
Eline bir deste mektup verdim. “Korkarım ki adresler eski. On
ya da on beş yıl geriye dönüyoruz. Bunları takip etmek biraz
zaman alabilir.”
“Kim bunlar?”
“Chloe Emery ı çocukken gören psikologlar. Kate doğru teş
hisi duyduğuna inanana kadar, onu birkaç psikologa götürmüş.”
Georgia kaşlarını çattı. “Tamam, ama bunun onu öldürenle
ne ilgisi var?”
“Henüz bilmiyorum. Bu tamamen bir zaman kaybı olabilir.
Sadece beni rahatsız ediyor, hepsi bu.”
“Harika.” Georgia bunu arkasını dönerken kısık sesle söyle
mişti. Kâğıt işime geri döndüm ama öncesinde Liv Bowen ile
göz göze gelerek, birbirimize manalı bakışlar attık. Liv anladı.
Georgia hâlâ anlamadı. Şimdilik onun üstünü çizmeye hazır de
ğildim. Adil olmalıydım.
Geri döndüğünde bir banka dekontunu anlamaya çalışıyordum.
“Tamam. Bu kadına ulaştım: Raina Khan. Hâlâ aynı adreste
ve bu öğleden sonra üçte oraya gidebileceğini söyledi.”
“Oh, harika. Benimle gelmek ister misin?”
Gözleri parladı. “Evet. Kesinlikle.”
“Diğerlerine ulaşabildik mi?”
“Şu ana kadar hayır ama denemeye devam edeceğim.” Uça
rak yanımdan ayrıldı.
Georgia duymasın diye, “İnsanları motive etmekte çok iyisin
Kerrigan.” diye mırıldandı Derwent masamın üstüne eğilerek.
Nefesi boynumu gıdıkladı ve hemen uzaklaştım.
147
jane Casey
148
ölülerin Konuşmasına İzin ver
149
jane Casey
“Kim?”
“Bilmiyorum. Babası? Üvey annesi?”
“Mümkün. Belki Chloe’yi bu şekilde kullandılar ya da Chioe
o kadar da salak değil.”
“Onu karakola almalı mıyız?”
Derwent biraz düşündü. “Henüz değil. Elimizde biraz daha
bilgi olduğunda bunu yapalım. Şu anda, ondan şüphelendiği
mize dair hiçbir fikri yok ve bence olabildiğince uzun bir süre
durumu bu şekilde korumalıyız.”
“Ya kaçarsa?”
“Kaçmayacak” Emindi. “Eğer giderse, kaybedecek çok şeyi var.”
Raina Khan’ın, nehrin yakınlarındaki Pimlico Caddesi nin
arka sokaklarından birinde olan, küçük kasaba evindeki adre
sine vardığımızda yağmur yağıyordu. Bina farklı iş kolları tara
fından paylaşılmıştı: Bodrumda ve zemin katta bir iç mimarlık
şirketi, birinci ve ikinci katta bir avukatın ofisi ve binanın en üst
katında da Raina Khan’ın danışmanlık ofisi vardı.
Psikolog bizi içeri alırken, “En üst katmış.” diye Georgia söy
leniyordu.
“Her zaman en üsttür.”
Farklı işlerin, bulundukları alanın kendilerine ait olduğunu
gösteriş şekilleri beni eğlendirdi: Zemin katta çiçekler ve kokulu
mum, cicili bicili süslere vakit ayıramadıkları birinci ve ikinci
katta dosya dolu kutular. Üçüncü kattaysa, çocuklara uygun bir
sandalye ve üstünde iki büklüm şişman bir ayı. Atmosferi hoş
bir şekilde anlatıyordu.
Kapıyı çaldım ve anında kapı açıldı. “Siz polis memurları
sınız. Gelin, gelin. Oturun. Size çay koyayım, ilaç, çay değil.
Bitkisel, çok iyi, çok rahatlatıcı.”
150
ölülerin Konulmasına İzin ver
151
Jane Casey
152
ölülerin Konuşmasına İzin ver
153
JANE CASEY
154
ölülerin Konuşmasına İzin »er
155
Jane Casey
156
13
157
JANE CASEY
“Gelin.”
Derinden gelen bu sıcak sesi hemen tanıdım. Gareth Sel-
hurst odanın ortasında ayakta duruyordu, yüzü masada çalış
makta olan bir kadına dönüktü. Otuzlarında bir kadındı, koyu
saçlarının arasında griler de vardı. Elleri klavyenin üzerindeydi,
sanırım bir diktenin ortasında onları bölmüştüm.
“Yardımcı olabilir miyim?” Bu sefer Selhurst’ün sesi sert ve
kesinlikle daha öncekine göre daha az misafirperverdi.
“Dedektif Maeve Kerrigan. Pazar günü tanışmıştık.”
tçOliver’ın evinde. Hatırlıyorum.” Şu anda ayakta gördüğüm
için, düşündüğümden daha kısa olduğunu fark ettim ama saçla
rı çok iyi görünüyordu; arkaya taranmış gür, uzun beyaz saçlar.
“Resmî bir iş sanırım.”
“Korkarım ki öyle.”
“Oliver ile mi konuşmak istiyorsunuz?”
“Aslında önce sizinle başlamak istiyorum.”
Kaşlarını çattı. “Benimle mi?”
Ciddi bir şekilde, “Birkaç sorum var.” dedim. Bizi dikkatle
izleyen ağzı açık kadına baktım. “Burada mı, yoksa özel mi ko
nuşalım? Hangisini tercih ederseniz?”
Bay Selhurst özel konuşmayı tercih etti. Beni koridorun aşa
ğısında, tertemiz küçük bir mutfağa götürdü. Bana bir fincan
çay ya da bir bardak su ikram etmesini bekledim ama sanki daha
önce mutfağa hiç gelmemiş ve neyin nerede olduğunu bilmiyor
muş gibi etrafına bakındı.
Kollarını göğsünde bağladı ve tezgâha yaslandı.
Burada konuşabiliriz. Korkarım ki, size çok zaman ayırama-
yacağım. Saat onda başka bir yerde bekleniyorum.”
158
“Sorun değil.” Not defterimi çıkardım ve köşedeki tabureye
oturdum.
“Size nasıl yardım edebileceğimi gerçekten anlamıyorum,
eğer konu Oliver’ın zavallı komşusu hakkındaysa.”
“Onu tanıyor muydunuz?”
“Onunla karşılaştım. Çok kısa.”
“Bir kere mi? Birden fazla mı?”
Yüzü asıldı. “Birden fazla.”
“İki kere? Üç kere?”
“ Hatırlamıyorum.”
“Onunla nerede karşılaştınız?”
“Bir kere bizimle dua etmeye gelmişti. Ne yazık ki, Tanrı’nın
çağrısını duymaya hazır değildi.”
Kaşlarım kalkık bekledim.
“Önyargılarından kurtulmak onun için çok zordu. Kurtarı
cımız İsa ile konuşurken kendini kaybetmek.” Gülümsedi. “Biz
Protestan bir kiliseyiz, Bayan Kerrigan. Şarkı söyler ve müzik
yaparız. Yüksek sesle dua ederiz. Ruh bizi harekete geçirdi mi,
kendimizden geçerek dua ederiz. Toplantılarımızda İsa’nın var
lığı bizim için gerçektir. Bizi iyileştirir, bizimle ve bizim aracılı
ğımızla konuşur. Kurtuluş için dua ettiğimizde, bizi günahları
mızdan ve yanlışlarımızdan arındırır. O dans ettiği zaman, biz
dans ederiz.”
“Ve Kate dans etmedi.”
“Hayır. Çok fazla şüpheleri vardı ve kafası çok karışıktı.
Şeytan onu çok sıkı tutmuştu.” Dudakları büzüldü. “Mütevazı
olmayan kıyafetler giyiyordu. Bir erkeğin ailenin reisi olduğu
gibi, bizim kabul ettiğimiz şeylerin çoğunu sorguluyordu. Ona
159
Jane Casey
160
ölülerin kmuiimsim izin ver
161
Jane Casey
162
ölülerin Konuşmasına izin ver
163
Jane Casey
vaftiz edilmiş olsalar bile, burada bir kez daha vaftiz ediliyorlar.
Tüm kiliseyi bir yapan harika bir kutlama.” Daha önce söyledik
lerini yeniden yüksek sesle tekrar ettiği için, sesi dümdüzdü ve
aklı başka bir yerdeydi.
“Bay Selhurst küçük bir cemaatiniz olduğunu söyledi ” Mer
divenlerden bir basamak indim ve koridor boyunca yürümeye
başladım. Oliver sanki daha fazla ileri gidersem, beni durdur
ması gerekirmiş gibi izliyordu.
“Küçük ama büyüyor. Düzenli olarak gelen otuz kişi var ama
bize katılmak isteyen herkese kapımız açık.”
Gareth elli kişi olduğunu söylemişti. Sanırım etki yaratabil
mek için biraz abartmaya meyilli.
“Tabii diğer cemaatlerden de ziyaretçilerimiz oluyor.” diye
devam etti Oliver. “Biz Modern Apostles hareketinin bir parça
sıyız. Asya’da bizden iki yüz bin tane var; tüm Afrika’da yarım
milyon, aynı şekilde Güney Amerika’da da.” Rakamları çok ra
hatça, hiç takılmadan söyledi. “Yeni dünyanın, bize Avrupa’ya
inançla ilgili öğreteceği çok şey var. Biz karanlığa sürüklenmesi
ne izin versek de, onlar alevin parlak kalmasını sağladılar.”
“Siz vaaz veriyor musunuz?” diye sordum. Telaşlanmış görü
nüyordu.
“Ben mi? Hayır.”
“Daha önce provasını yapmış gibi konuşuyorsunuz. Çok
ikna edici.”
“Kilisenin halkla ilişkileri ile ben ilgileniyorum. Basın bültenle
rini ben yazıyorum. İnternet sitesini ben yapıyorum, o tür şeyler.”
“Ve bu tam zamanlı bir iş mi?”
Başıyla onayladı. “Sadece bu kilise değil. Yerim burası ama
Modern Apostles hareketindeki diğer kiliseler içinde çalışıyo-
164
ölülerin Konuşmasına izin var
rum. Bir tane yukarı Wycombe’de var. Bir tane Haywards He-
ath’de ve bir tane de, Gareth’ın buraya Putney’e gönderilmeden
ve yeni bir cemaat oluşumuna girmeden önce kurduğu Leigh
ton Buzzard’da var. Bir de, her üç yılda bir konferanslarımız var
ve ben onların organizasyonlarında da görevliyim.”
“Daha önce ne yapıyordunuz?”
“Büyük bir ilaç firmasının halkla ilişkiler bölümünde çalışı
yordum.”
“Yani umut satmaya alışkınsınız.”
Yüzü kıpkırmızı oldu. “Ben her zaman insanlara yardım et
mek istedim, eğer bunu demek istiyorsanız. Ayrıca burada, ilaç
firmalarının tedavi ettiğinden daha çok insan iyileştirdik.”
“Kelimenin tam anlamıyla iyileştirmek mi?”
“Topallar yürüdü.”
“Körler de gördü mü?”
Yarım bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Tam olarak değil.
Henüz değil ama Tanrı her şeyi yapabilir.”
Koridorun sonuna ulaştık. Üst üste kutular konulmuştu. Bir
tanesinin içine baktım ve meyve gördüm.”
“Resmî olmayan bir yiyecek bankası kurduk. Herkes buluna
bildiği kadar katkıda bulunuyor ve ayda bir ihtiyaç bölgelerine
dağıtıyoruz.”
“Çok faydalı görünüyor.” dedim.
“Biz sadece insanlara yardım etmek isterken, Hristiyanlığa
karşı olan bu düşmanlığı anlamıyorum.” Sanki çok uzun za
mandır içinde tutuyormuş gibi, kelimeler bir anda döküldü ağ
zından.
“Ne tür düşmanlık?”
165
jane Casey
166
ölülerin Konuşmasına İzin ver
167
jane Casey
168
“Çok sık değil.”
Biraz daha geniş gülümsedi. “Roma Kilisesi düşecek canım.”
“Düşmeden çok uzun süre varlığını sürdürdü.”
“Yozlaşma onu mahvetti. Sadece yaptıklarına bakman yeter.”
“Bazılarının yaptıklarına.”
“Çok fazla yaptılar ama. Tanrı’nın sesi olması gereken erkek
ler günahla lekelendi ve çürüdü.”
Dosyayı koltuğumun altına sıkıştırdım ve ona aynı eşit tole
ransla güldüm, birazcık da lütuf vardı. “Bu işi yaparken öğren
diğim bir şey varsa, o da kötünün her yerde olabileceği. Burada
bile.”
Ve bunu söyledikten sonra çıktım.
169
14
170
Ölülerin Konuşmasına İzin ver
171
Jane Casey
172
ölülerin Konulmasına İzin ver
173
Jane Casey
174
ölülerin Konuşmasına İzin ver
175
JANE CASEY
o ruh hâliyle aynı yerde kapalı kalacak olsam, ben de aynı şeyi
hissederdim.
“Ama anlamıyorum.” Eleanor gözlerini kocasından kayınbi
raderine çevirdi. “Bunun bizimle ne ilgisi var? İkinizle birden?
Ne buldular?”
“Bilmiyorum ve umurumda da değil.” Saklamaya çalıştığı
öfkesiyle Oliver karısını yolundan itti. “Gareth’i ve avukatımı
arayarak tüm bunları çözeceğim. Öğle yemeğine de evde olaca
ğımı umuyorum.”
Biraz şansa ihtiyacın olabilir diye düşündüm. Onları tutabi
leceğimiz kadar uzun tutup, evi didik didik arayacaktık. Onları
herhangi bir sebeple suçlamadan önce, yirmi dört saatimiz vardı
ve ben bunu kullanmaya niyetliydim.
“Önce giyinin. Karakola gideceksiniz ve gözaltına alınır alın
maz, tek bir telefon hakkınız var. Kimi arayacağınız size bağlı.”
dedi Una Burt sakince. “Bayan Norris değil mi? Eşiniz ve ka
yınbiraderiniz dışındakileri oturma odasına toplar mısınız? Bu
çok fazla huzursuzluğa yol açmadan, evi aramamızı kolaylaştı
racaktır.”
“Huzursuzluk?” Histerik bir şekilde güldü. “Kelime tam bu.
Şu anda hayatımı darmadağın ediyorsunuz.”
“Bu soruşturmanın bir parçası.”
“Umursamıyorsunuz değil mi? İnsanları üzmüş olmayı
umursamıyorsunuz. Stasi* gibisiniz. Küçük bir güce sahip olun
ca, sonuna kadar kullanıyorsunuz.”
“Yeter Eleanor.” dedi Oliver yorgun bir şekilde, “özür di
lerim.”
“Sakın benim adıma özür dilemeye cüret etme. Cüret etme.”
* Eski Doğu Almanya’nın gizli polis teşkilatı.
176
ölülerin Konulmasına İzin Yar
177
JANE CASEY
178
ölülerin Konulmasına İzin var
179
jane Casey
180
15
181
JANE CASEY
182
ölülerin Konuşmasına İzin ver
183
Jane Casey
184
ölülerin Konuşmasına İrin ver
Bekledim.
İç çekti. “Tamam. Çekiciydi ve bunu biliyordu. Çok hoştu.
Hoş bir gülümseme. Biraz davetkâr bir bakış. Onlara doğru yü
rürken, kadınlar size baktı mı anlarsınız, ilgilenmeyenler bak
maz ya da yarım bakar veya tam karşılarına bakarlar. Utangaçlar
yere bakar ama istekli olanlar, göz temasında bulunurlar ve bak
maya devam ederler.”
Ya da yeni bir gözlük reçetesine ihtiyaçları vardır ve seni tanıyıp
tanımadıklarını anlamaya çalışıyorlardır diye düşündüm. Ya da
onları yakalayarak, dar bir sokağa götürüp, onlara tecavüz edip
etmeyeceğini düşünüyorlardır. Ama tamam, seninle sevişmek iste
diklerini hayal et.
Ne düşündüğümden habersiz Morgan Norris gülümsedi.
“Ne zaman yanından geçsem, Kate bana bakardı.”
“Ve onunla hiç konuşmadın.”
“Şu anda bir ilişki arayışında değilim. Kırılmış bir kalbi tamir
etmeye çalışıyorum.” Gülümsedi. “Birine verebilecek çok şeyim
olduğunu düşünmüyorum. İşim yok, gelirim yok, erkek karde
şimin evinde kalıyorum, sokaklara düşmeye bir adım uzağım.
Pek çekici değilim, değil mi?”
“Hiç onun evine gittiniz mi?” diye sordum, ona daha iyi his
settirmem için sorulan soruyu duymazdan gelerek. Gözyaşlarını
silecek başka birini bul.
“Ne, zorla girmek mi?” Kahkaha attı. “Onu tanımıyordum,
yani hayır. Onun evine hiç gitmedim.”
“Kızı Chloe’yi tanıyorsunuz.” dedi Pettifer.
“Evet, tanıyordum. Tanıyorum. Bethany ile kendilerini kilit
leyip plan yapmadıkları zamanlarda, kısa sohbetler edecek kadar
iyi tanıyorum. İkisi zamanlarının çoğunu Bethany’nin odasında
185
Jane Casey
186
ölülerin Konulmasına İzin Yer
187
Jane Casey
söyledi. Tabii aptal gibi ben de, büyük ve kötü örümcekle savaş
mak için yukarı banyoya çıktım. Tabii yakalanan bendim.”
“Ne oldu?”
“O... şey, beni baştan çıkardı. Düğmeli bir bluz giyiyordu ve
çoğu açıktı. Hayatımda gördüğüm en güzel göğüslere sahipti.”
Benim yüzümdeki ifadeyi görünce, “Pardon.” dedi. “Farkına
varmamak mümkün değildi. Zaten onları fark etmemi istedi.
Ben koşu şortlarımlaydım, onlarla pek bir şey saklayamazsınız.
Uzun süredir kimseyle birlikte olmuyordum, buna açtım ve o
bundan faydalandı.”
“Onunla sevişmek istemediniz mi?”
“Hayır, istedim. Yani o anda istedim. Bunu planlamıyor
dum. Eğer bunu planlıyor olsaydım, o şekilde olmasını istemez
dim çünkü altı kilometre koşmuştum ve en iyi performansımı
sergileyemedim.” Pettifer’e kuzu gibi baktı. “Beni tekrar çağır
mamasına şaşırmadım. Ne dediğimi anlamışsınızdır.”
Pettifer’in yüzü taş gibiydi, ilk defa Norris huzursuzlanmıştı.
“Seviştikten sonra ne yaptığınızı anlat. Orada kaldınız mı?”
“Hayır. Asla. Duş aldım, tekrar giyindim ve çıktım.”
“Nerede duş aldınız?”
“Aşağıda. Mutfağın yanında küçük bir banyosu ve içinde duş
kabini var. Sorduğumda orayı kullanabileceğimi söyledi. Kendi
si banyosunu kullanmak istedi. Sanırım biraz kızmıştı ve beni
hayatından çıkarmak istedi.”
Kate’in katilinin kanı yıkadığı yer; aşağısıydı. Duşu kullanma
bahanesiyle, orada olma sebebini açıklayacaktı tabii. Bulabile
ceğimiz herhangi bir delil için. Eğer kendini mahkemede sa
nık sandalyesinde bulursa, avukatının jürinin kafasında şüphe
uyandırmasını sağlayacak bir şey.
188
ölülerin Konulmasına izin ver
189
jane Casey
190
ölülerin Konuşmasına İzin ver
191
JANE CASEY
192
ölülerin Konuşmasına İzin ver
193
JANE CASEY
194
ölülerin Konuşmasını İzin ver
195
jane Casey
196
16
Metropolitan Polisi
SORGULAMA KAYDI
Görsel Olarak Kaydedilen Sorgulama
197
Jane Casey
NORRIS: (duyulmuyor)
DERWENT: Sana ne bulduğumuzu söyleyeyim mi,
Bay Norris? Bu yardımcı olur mu?
(sessizlik)
DERWENT: Adli tıp, yüksek bir kesinlik derecesi
ile bu kullanılmış prezervatifin içinde ve üstünde,
Kate Emery’nin deri hücreleri ve vücut sıvısıyla bir
likte, sizin DNA’nızm olduğunu söylüyor. Bunu nere
de bulduğumuzu biliyor musun?
NORRIS: Hayır.
DERWENT: Constantine Bulvarı, 22 numaradaydı.
0 ev Harold Lowe isimli bir adama ait.
NORRIS: Onu tanımıyorum.
DERWENT: Hiç o eve gittin mi?
NORRIS: Hayır.
DERWENT: Emin misiniz?
NORRIS: Ben... Ben emin olamam.
PACKARD: Müvekkilim şu anda çok stresli.
DERWENT: Meslektaşım sana kâğıt mendil vere
cek, Bay Norris. Su ister misin?
NORRIS: (burnunu çekiyor) Hayır.
DERWENT: Harold Lowe’m evindeki kullanılmış
prezervatifini nasıl açıklıyorsun?
NORRIS: Bunun kötü göründüğünü biliyorum. Za
ten kötü. Bunu hiç yapmamalıydım.
DERWENT: Ne yaptm?
NORRIS: Tamam. Size tüm olanları anlatacağım.
Her şeyi. Artık daha fazla yalan söylemeyeceğim.
Onun çok etkisi altındaydım. Takıntı derecesinde.
Aklımdan çıkaramıyordum. Yanlış olduğunu biliyor
dum. Çok uzun zamandır evliyim ve hiç sadakatsiz-
199
JANE CASEY
205
Jane Casey
bulmaya ihtiyacı vardı; çok iyi seçilmiş bir yer, biz henüz onu
bulamadık. Bir de arabayı temizlemesi gerekiyordu.”
“Arabada Kate’den hiç iz yoktu.” diye hatırlattım Derwent’a.
“Bir daha bakıyorlar ama ya çok iyi bir iş çıkardı ya da o arabayı
kullanmadı.”
“Yani bir suç ortağı olabilir.”
“Bence birine ihtiyacı vardı.”
“Morgan Norris?”
“Mümkün. Kardeşinin de onunla seks yaptığından haberi
var mı merak ediyorum.”
“Sorduğumda haberi yok dedi. Eve gittiğinde Morgan’ın ye
rinde olmak istemezdim.”
“Kesinlikle kadın konusunda ortak zevkleri var ya da onlar
için rekabet ediyorlar. Morgan’ın ve Oliver’ın karısının, Oliver’la
olmadan önce aralarında bir şey olduğunu biliyor muydun?”
“Bir şey?”
“Morgana göre çok masummuş ama ben onun söylediği
hiçbir şeye inanmam.” Gerindim. “Birbirleriyle yan yanayken
huzursuz olduklarını fark ettim. Sanırım Morgan’ın daha fazla
evde kalmasına izin vermeyecek.”
Derwent saatine baktı. “Bir dakika sonra Burt’ün basın top
lantısı var. Gelip izlemek ister misin?”
“Oliver Norris’i bitirmek istiyorum.”
“Bu Kate Emery’nin söylediği.”
“Çık buradan.” Ona bir kalem attım, kahkaha atarak ve sal
tana sallana yürüyerek çıktı. Kulaklıklarımı tekrar taktım ama
videoyu tekrar başlatmadan önce, Kate’in resmini aradım. Du
varda aslıydı, A4 kâğıda basıldığı için resim çok net değildi.
206
Ölülerin Konuşmasına İzin ver
207
17
208
Ölülerin Konulmasını İzin ver
209
JANE CASEY
210
ölülerin KenuymsiM İzin ver
211
JANE CASEY
212
Ölülerin Konulmasına İzin Ver
213
JANE CASEY
214
ölülerin Konulmasına İzin ver
215
Jane Casey
216
ölülerin Konulmasına İzin var
217
Jane Casey
218
ölülerin Konulmasına İzin var
18
219
Jane Casey
220
ölülerin Kenuymasına İzin ver
221
jane Casey
222
ölülerin Konuşmasına İzin ver
223
jane Casey
224
ölülerin Kene;matına izin ver
225
Jane Casey
226
ölülerin Konuşmasına İzin ver
227
Jane Casey
228
ölülerin Konuşmasına İzin ver
229
Jane Casey
“Biliyorum.”
“Onun bela olduğunu söyledim.”
“Söylediniz.”
Oliver Norris döndü ve gözleri hayalet gibiydi. “Gidip onu
görebilir misin? Küçük kızımın orada olmadığından emin ola
bilir misin? Onu orada tutmadığından?”
“Listemde sırada yer alan buydu zaten.” dedim.
230
ölülerin Konulmasına İzin ver
19
231
JANE CASEY
232
ölülerin Konuşmasını İzin ver
233
jane Casey
234
ölülerin Konuşmasına İzin ver
235
Jane Casey
236
ölülerin Kenuımııına İzin ver
237
jane Casey
238
ölülerin Konuşmasına İzin ver
239
Jane Casey
240
ölülerin Konuşmasına İzin var
241
20
242
iliilnrln Kanif*asiM İzin ver
243
JANE CASEY
244
ölülerin Konuşmasına İzin ver
245
jane Casey
vardı; copu yoktu, gözyaşı gazı yoktu, telsizi yoktu. Sahip oldu
ğu şey rütbesi ve bu tür nereye varacağı belli olmayan durumları
kontrol etme kabiliyetiydi. Ve tabii ki benim tam arkasında ol
duğumu bilmesiydi.
Yerde: Tanınmayacak hâlde William Turner, yüzü kanla kap
lı, çektiği acıyı yansıtan bir şekilde kıvrılmış bir beden. Norris
öne doğru eğilmiş Derwent’in yüzüne bağırıyordu. Derwent’in
dikkatini daha büyük tehlike oluşturan diğer iki adamdan ken
dine çekmek istiyordu. Derwent, bir sinek tarafından işkence
gören bir boğa gibi görünüyordu ve başını salladı. Ben onu iz
lerken, “Geri çekilin! Bu bir emirdir!” diye bağırdı.
Bağırarak işin içinden çıkacağınız belalar vardı ama bunun
onlardan biri olduğunu düşünmüyordum.
“Bunun seninle alakası yok.” Oliver’ın boynundaki damarlar
dışarıya çıkmıştı. Gergindi. Bir şey kanıtlar gibi. Pervasız.
“Şimdi.” dedi Derwent hepsiyle tek tek göz teması yaparak.
Gözlerinden ateş çıkıyordu. “Hadi. Defolun.”
“Kızımın nerede olduğunu biliyor.” Norris titriyordu.
“Hayır, bilmiyor.”
“Sana böyle mi söyledi?”
“Evet.”
“Ve sen de ona inandın mı?”
Derwent omuzlarını silkti. “Neden inanmayayım?”
“Onun DNA’sını alırken gördük sizi. O bir şüpheli.” Daha
yaşlı olan adamın gözleri buz gibiydi, gözlerini kırpmıyordu.
“Siz polis memurları çok yumuşaksınız. İşinizi kaybetmekten o
kadar korkuyorsunuz ki düzgünce yapamıyorsunuz.”
Derwent kahkaha attı. “Bu konuyla ilgili yanlış polis memu
ruyla konuşuyorsun, inan bana.”
246
ölülerin Konulmasına izin ver
247
jane Casey
248
ölülerin Konuşmasına İzin ver
249
*rrw------
jane Casey
250
ölülerin Konulmasına İzin ver
251
JANE CASEY
252
ölülerin Konuşmasına İzin ver
253
|ANE CASEY
254
ölülerin Konuymatma izin ver
“Neredeler William?”
“Bilmiyorum. Benden yardım istemediler. Hiç ceset taşıma
dım ya da arabamla onları hiçbir yere götürmedim.”
“Hadi seni hastaneye götürelim.” Ona şöyle bir baktım, ba
caklarındaki titremeyi, yüzünün kanla kaplamayan kısmındaki
solgun rengini, genel olarak hâlinin perişanlığını gözlemledim.
Gerçi gözünde ufacık bir kıvılcım vardı. Elini cebine götürdü,
tütün kutusunu çıkardı, hiç şaşırmadım.
“Benim arabamda değil.” Motoru çalıştırdım. “Ve emniyet
kemerini bağla.”
21
256
Ölülerin Konulmasına İzin ver
257
JANE CASEY
258
ölülerin Kanu^masına İzin ver
259
jane Casey
260
ölülerin Konulmasına İzin ver
261
i
22
262
ölülerin Konulmasına İzin ver
Güven veren sağlam ve istikrarlı bir duruşu vardı. Artı, ben ar
kada kıvrılmış uyurken, Londra’dan buraya arabayı o kullandı.
Derwent gibi arabada kestirmeyi sevenlerden değildim ama de
vam edemeyecek kadar yorgundum.
Yanımda Georgia yerine Pettifer’in olması benim için çok
daha iyiydi. Una Burt hastanenin koridorunda bana, Leknor’a
giderken Georgiayı yanıma almamı söylediğinde verdiğim “Ha
yır!” cevabından sonra, yüzünün aldığı şekli hâlâ düşünmek is
temiyordum. O kadar sert söylemiştim ki, Burt’e tartışma fırsatı
vermemiştim.
“Çocuklar burada mı?” diye sordum tekrar. “Okullarıyla ko
nuştum ve hafta sonu için eve geldiklerini söylediler.”
“Onların burada olmasını istedik. Karım onları burada
istedi. Sanırım, tüm bu olanlar onu çok üzdü. Hepimiz için
endişe verici.” Birden gözleri sulandı ve yaşlarını sildi. “Affe
dersiniz.”
“Özre gerek yok.” dedim. “Korkarım ki ikisiyle birden ko
nuşmam lazım.”
“Avukatımı çağırmam gerekecek.”
“Bu resmî bir soruşturma değil.” dedim. “Herhangi bir yetiş
kinin olması yeterli.”
“Hayır, bu şekilde olmasını istemiyorum.” dedi Brian Emery
ve ilk defa onu başarılı bir iş adamı yapan çelik iradeyi gördüm.
Sonra gülümsedi. “Gelmesi çok uzun sürmez. Buradan beş daki
ka uzaklıkta bir mesafede yaşıyor.” Avukat, Brian aradıktan tam
sekiz dakika sonra geldi. Üzerinde kadife pantolon, kareli göm
lek ve yeşil bir yelek vardı. Hafif terlemişti. İri yarı bir adamdı
ve kapıdan içeri girdiğinde, oda gözüme birden küçücük geldi.
“Kusura bakmayın. Bahçeyle uğraşıyordum. Brian için her şeyi
263
Jane Casey
264
ölülerin Konuşmasına İzin ver
265
jane Casey
266
ölülerin KennymaeiM İzin ver
267
Jane Casey
268
ölülerin Konulmasına İzin Ver
269
JANE CASEY
270
ölülerin Konulmasına İzin ver
271
jane Casey
272
ölülerin Konulmasına İzin ver
23
273
jane Casey
274
ölülerin Konulmasına Ulu ver
275
jane Casey
276
ölülerin KenuıiMsına İzin ver
277
jane Casey
278
Ölülerin Konuşmasına İzin ver
279
Jane Casey
280
ölülerin Konuşmasına izin Yer
281
Jane Casey
282
ölülerin Konuşmasına İzin var
283
jane Casey
284
ölülerin Konulmasına İzin ver
285
24
urrey büyük bir bölge ama şanslıydık, tabii buna şans der
286
Ölülerin Konuşmasına İzin ver
287
jane Casey
288
ölülerin Konulmasına Ulnvor
289
Jani: Casey
290
Ölülerin Kanatmasını İrin ver
291
Jane Casey
292
ölülerin Konulmasını İzin ver
“Evet.”
“Bir şey söyledi mi?”
“Hayır.”
“Onunla konuşmam gerek.”
Eleanor başını salladı. “Konuşamazsın. Dinlenmesi gerek.”
Mutfak kapısı açıldı ve yüzü mezar gibi olan Gareth Selhurst
koridora girdi, “iyi misin, Eleanor?”
“Evet ama Bethany ile konuşmak istiyorlar.”
“Umarım imkânsız olduğunu açıklamışsındır.”
' “Tabii ki.”
Sonunda kontrolümü kaybederek, “İmkânsız değil.” dedim.
? “Bir cinayet soruşturmasının önemli parçası.”
Selhurst öne doğru geldi ve Eleanor’u arkasına aldı. “Tek is-
î teğimizin yardım etmek olduğunu anlamanız gerekir.”
i “Öyleyse yolumdan çekilin ve bırakın Bethany ile konuşa-
; yım.
“Aciliyetin nedenini anlamıyorum.” Gülümsedi. “Geç oldu,
< siz çalışıyor olabilirsiniz ama Bethany dinleniyor. Neden yarın
yine gelmiyorsunuz?”
i1
, “Çünkü onunla şimdi konuşmam gerek.” Karşılıklı meydan
okuma beni hiçbir yere götürmeyecekti. Ufak bir kandırmaca
işe yarayabilirdi. Anahtarlarımı elimden yere düşürdüm ve Sel
hurst ile Eleanor’un arkasına doğru gitti. Her ikisi de yere bak
tılar. Bu bir refleksti, buna engel olamazlardı; dikkatleri dağıl
dığında vaizin yanından hızla geçerek merdivenlere yöneldim.
Georgia hemen arkamdaydı. Bethany’nin kapısı kapalıydı ama
iterek açtım. Bethany gözleri kapalı, bıraktığım yerdeydi. Nefesi
düzensizdi ve uyumadığını biliyordum. Işıkları açtım.
293
Jane Casey
294
Ölülerin Konuşmasına İzin ver
295
Jane Casey
“Zordu.”
“Bilmiyordum.” dedi.
“Neyi bilmiyordun?”
“Bu kadar önemsediğini. Senin için sadece bir iş diye düşün
düm.”
“Bazen öyle.” Beni ne kadar etkilediğini gösterdiğim için uta
narak aşağıya baktım. “Bazen işten çok daha fazlası.”
Georgia beni kapıda bekliyordu ve koridorda kara kara dü
şünen Gareth Selhurst’le yeniden bir diyaloğa girmekten sakın
dığı için onu suçlayamazdım. Bana anahtarları verirken kafasını
salladı ve öfkeden kan beynime sıçradı, ikimizde arabaya binip
kapıları kapatana kadar bekledim.
“Sorun ne?” Georgia.
“Bir çocuk gibi beni aşağıya gönderdin. Meslektaşına böyle
davranmazsın. Bu saygısızca.”
“Benim saygımı bir hak olarak görme. Bunu kazanman la
zım.” dedim buz gibi bir sesle. “Ve orada tamamen amatörce
davrandın.”
“Bana profesyonellik hakkında ders vermeye cüret etme.
Herkes olabilir ama sen değil.”
“Bu ne demek?”
“Bir şüpheliyle kayboldun ve onu hastaneye getirirken oya
landın. Oraya geldiğinde, bir baktık ki senin emrin altında.”
Bana öfkeyle baktı. “Ne yaptığını bilmiyorum ama bazı fikirle
rim var.”
Başımı salladım. “Saçmalıyorsun.”
“Öyle mi? Dedektif Derwent öyle düşünmüyor ama.”
Bir an için gerçekten büyük tehlikedeydi, öfkemin arttığını
296
ölülerin Konuşmasına İzin Kor
297
Jane Casey
298
25
299
JANE CASEY
300
Ölülerin Konulmasına İzin ver
301
JANE CASEY
302
ölülerin Konulmasına İzin ver
303
jane Casey
304
Ölülerin Konulmasına İrin ver
305
)ANE CASEY
306
ölülerin Konulmasını İzin ver
307
jane Casey
“Bir şeyleri düzeltmek için çok geç ama en azından artık hiç
bir şey hissetmeyeceğim. Temiz olmalıyım. Beni yıkayın ve kar
dan daha beyaz olayım.” Kahkaha attı. “Böyle olmalı.”
“Daha iyi olacak, Bethany. Sana ne bu şekilde hissetmiyorsa,
zamanla daha iyi hissedeceksin. Geride bırakacaksın.”
“Hayır.”
Derwent’in arabasında tuttuğu sokak haritasına bakmak için
öne eğilmiştim; o eski kafadaydı, navigasyona inancı yoktu, cep
telefonuna da güvenmezdi. Tren demir yollarını temsil eden si
yah çizgileri gösterdim.
“Neden bana anlatmıyorsun?”
“Nereden başlayacağımı bilemiyorum.”
“Tamam. Bana Chloe’yi anlat.” Çalışan motorun sesini bas
tırabilmek için daha yüksek sesle konuştum. “Neden birlikte
kaçtınız?”
“Çünkü bunun onun güvenliği için iyi olacağını düşündüm,
onu korumak için.”
Derwent, sireni ve ışıklarını açmak için elini dışarı çıkardı
ama ben kafamı sallayarak onun elini yakaladım. Onu korkut
ma riskini göze alamazdım.
“Neden korumak için?” Araba köşeden savrularak dönünce,
kontrol panelini tuttum. “Kimden korkuyordu?”
“Sana söyleyemem. Bilmiyorum.” Arka fonda başka bir tre
nin düdüğü ötünce dikkati dağıldı ve sonra birden radyoda
trenlerle ilgili duyduğum bir şey aklıma geldi. Tadilat. Bu Wa-
terloo’daki tren hatlarında kaosa neden oluyordu. Mühendis
ler bu nedenle trenlerin ekstra yavaş gittiğini, bu da onların
ekstra dikkatli ve ekstra gürültülü olduğu anlamına geliyordu.
308
ölülerin Konuşmasına İzin ver
309
Jane Casey
310
Ölülerin Konulmasına İzin ver
26
311
Ianf Casey
312
Ölülerin Konulmasına İzin var
313
JANE CASEY
314
ölülerin Konuşmasına İzin Yer
315
Jane Casey
316
“Cevap bu değil.”
Ağlarken kahkaha atmaya başladı, beni irkilten garip bir kah
kaha.
Sonra iş botlarıyla bize doğru koşan adamlar yanımızda
geldiklerinde, sanki etrafımızı saran baloncuk patladı. Ayağa
kalkmamız için bize yardım eden büyük eller setin üzerinde
beni yönlendirirlerken, arkamı dönüp Bethany’e baktım; ar
kamdan geliyordu. İşçiler çeşitli aksanlarla konuşuyordu; İn
gilizce, Doğu Avrupa, İrlanda, Jamaika, Glasgow... Daha çok
Londra ama. Sersem gibiydim ve bunun şoktan olduğunu bi
liyordum, eklemlerimde hissettiğim titremenin sebebinin de
şoktan olduğunu bildiğim gibi. Kafama üşüşen garip fikirle
rin, bir kavanoz dolusu arı gibi başımın içinde uğuldamasının
sebebinin de.
Kafamı kaldırdığımda, kapının kilidini açan bir BTP gör
düm. Derwent yüzü bembeyaz arkasında duruyordu. Bunu gör
mezden geldim, Bethany’e konsantre olmam gerekiyordu, onun
gitmesine izin vermediklerinden emin olmak için.
“Ambulansa ihtiyacın var mı?” Soruyu soran BTP memu
ruydu.
“Yaralandığını düşünmüyorum ama intihara meyilli. Göz
lem altına alınmalı.”
Uzandı ve Bethany’i kolundan tuttu, kibarca onu kapıya
doğru götürdü.
“Tamam canım. Hadi seni arabaya götürelim ki biraz otura-
bilesin.”
Bethany topallıyordu ve hiç karşı koymadı. BTP memuru
arabaya gidene kadar önlerine çıkan bütün tümseklerde ona
destek oldu. Onu arka koltuğa dikkatlice yerleştirirken izledim.
317
Jane Casey
318
edebilirdim. Etrafıma baktım ve onu tren hattına bakarken gör
düm, sanki çok uzaklardaydı. Yanına gittim.
“Düşününce... Bence iyi gitti.”
“Öyle mi?”
“Kimse ölmedi.”
Kaşlarını çatarak ayaklarına baktı. “Köprünün altına girdi
ğinde seni göremedim. Trenin geldiğini görebiliyordum. Rayla
rın yanındaki işçileri görebiliyordum.” Aşağıya inmiş kaşlarının
altından, bana baktı. “Senin işinin bittiğini düşündüler. Bunu
biliyorsun değil mi?”
“Ben de öyle zannettim.” dedim.
Gülmeden, yeniden uzaklara baktı. “Evet ve benim yapabile
ceğim hiçbir şey yoktu.”
“Dikkatliydim.”
“Hayır, değildin.”
“Buradayım. Hikayeyi anlatmak için hayatta kaldım.”
“Çünkü şanslıydın. Her zaman şanslı olamazsın.”
“Bak, işe geldiğimde sürekli olarak hayatımı riske atmayı
ummuyorum ama yapmak zorundayım ve yapacağım. İşim bu.”
Çenesi gerildi. “Ordudayken gözümün önünde ölen insan
lar gördüm; arkadaşlarım. Bu beni öldürürdü, Maeve. Bunun
nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsun ve inan bana bilmek iste
mezsin.”
“Bir meslektaşı kaybetmenin ne demek olduğunu biliyorum.
Bunu hatırlayabilirsin.” Onu düşünerek başımı yana eğdim.
“Senin arkadaşların... ölmeleri senin suçun muydu? Eğer de
ğilse çünkü hâlâ bu raundun galibi benim.”
“Bu bir yarış değil.” dedi Derwent anında.
319
Jane Casey
320
“Ödümü patlattın.”
“Benim de patladı. Lütfen anneme söyleme.”
“Bir daha yapmayacağına söz verirsen söylemem.”
Hafifçe sırtına vurdum. “Nefes alamıyorum.”
“Eğer bir daha yaparsan, ölsen daha iyi olur. Çünkü aksi tak
dirde ben seni öldüreceğim.”
“Anlaşıldı.” Yeniden kendimi kurtarmak istedim ama sonuç
aynı oldu.”
“Bu artık saldırı sayılabilir, biliyorsun.”
“Evet.”
“Hâlâ bırakmadın.”
“Doğru.” Sonunda beni bıraktı ve tekrar arabaya yürüdü.
Araba tekerliği biri kaldırımın üstünde kötü bir şekilde park
edilmişti.
“Biliyorsun, “çalmış gibi arabayı kullan” park ederken uygu
laman gereken bir şey değil. Bu klasik bir firar gibi görünüyor.”
“Acelem vardı.” dedi. “Ve eğer araba sürüşümü beğenmiyor
san, hastaneye yürüyebilirsin.”
Gülümsememi saklayarak ona yetişmek için hızlandım. Bana
karşı tekrar kaba olduğu için mutluydum. Bu rahadatıcıydı.
Normaldi.
321
27
322
ölülerin KmımsiM İzin ver
323
Jane Casey
324
Bir an için kocasının yüzüne baktı, sessiz iletişim kurdular.
Başıyla onayladı ve Eleanor bize döndü.
“Sanırım ona hamile kalmaya çalışırken, çok zor zamanlar
geçirmiş olduğumuzu kastetmiştir. Çok uzun süre denedik.
Testler, klinikler... Çok aşağılayıcıydı. Hiç şansımız olmadığı
söylendi.”
“Elcanor’un hamile kalması bir mucizeydi.” dedi Norris,
yine omuzlarını sıkarak. “Hayatımın en mutlu anıydı. Tabii ki
hamilelik sürecini kaldıramaz diye endişelendik. Bu kadar şanslı
olabileceğimizi, bunu bu şekilde atlatabileceğimize inanmadık.
Fakat Bethany iyiydi. Harikaydı.”
“Bethany sanki bu kötü bir şeymiş gibi söyledi.” dedim.
Oliver Norris başını salladı. “Ne demek istemiş olabilir, bil
miyorum.”
“En başından beri seviliyor ve isteniyordu.” dedi Eleanor.
“Ona hep böyle anlattım. Bir çocuk için —onun için— her şeyi
yapardım ve sonunda tek yapabildiğim dua etmekti. Umutsuz
duk. Her seçenekte biraz daha yoruluyorduk.”
“Ve dualarımız karşılıksız kalmadı.” dedi Norris gülümseyerek.
Derwent da aynı şekilde hissetmiş olmalı. “Bu bir çocuğun
omuzlarına yüklenen büyük bir yük. Tanrı’dan bir hediye oldu
ğunu söylemek ya da her ne dediyseniz; mükemmel olması için
onu çok büyük strese sokar.”
“Katılmıyorum.” dedi Eleanor soğuk bir şekilde.
“Tabii ki bizi kötü göstermek için bir yol bulmak istiyor
sunuz.”
Oliver sanki Derwent’ı öldürmek istermiş gibi ona ateş saçan
gözlerle bakıyordu. “Bunu bizim üzerimize yıkmak istiyorsun.
Onun intihara teşebbüs etmesi bizim suçumuzmuş gibi.”
325
JANE CASEY
326
Derwent burnunu kırıştırdı. “Colin in bu telefon üzerinde
yeteneklerini denemesini istiyorum. Çok önemli. Telefon bize
iki kızın nereye gittiğini ve neden kaçtıklarını anlatabilir.”
“Merak ettiğim telefonun neden Bethanyde olduğu. Ch-
loe’nin hiçbir eşyasını bulamadık; kıyafetlerini, cüzdanını, kaç
tığında yanına aldığı herhangi bir şeyi. Sadece telefonu ve eğer
Bethany onu kullanmak zorunda kalmasaydı, telefonun varlı
ğından haberimiz bile olmayacaktı.
“Belki Chloe ona verdi.”
“Neden?”
Derwent omuzlarını silkti. “Çünkü yanında olsaydı, onu ta
kip edebileceğimizi biliyordu.” Başına vurdu. “Akıllıca.”
“Ben Bethany nin akıllı olduğuna inanabilirim ama bunu
Chloe için söyleyebilir misin, emin değilim.”
“Belki de yolları ayrıldıktan sonra, Chloe ile Bethany’nin ile
tişim kurması için seçtikleri bir yoldu bu. Bethany, teknolojik
olarak karanlık çağda bırakılmıştı, değil mi?”
Başımla onayladım. “Internet yok, sosyal medya yok, telefon
yok.”
“Ve Chloe ona kartpostal gönderemezdi.”
“Mantıklı.” dedim. “Ben hâlâ Bethany’nin evini tekrar ara
mamız gerektiğine inanıyorum. Bilerek anlatmamış olduğu bir
şey olma ihtimaline karşın.”
“Bunun için bir başka arama izni daha lazım.”
“Hemen istekte bulunuyorum.” Arkasına doğru baktım.
“Ah... Bu iyi bir fikir değil.”
Derwent döndü ve otoparkın karşısında topallayarak bize
doğru yürüyen William Turner’ı gördü. “Kahretsin.”
327
Jane Casey
328
“Kendimi Adan Z’ye yeniledim.” Dervvent’ı baştan aşağıya
süzdü ama gözündeki morluk gözünü tam açmasını engellediği
için, attığı bakış o kadar da etkili olmadı. “Son zamanlarda has
tanede çok fazla zaman geçirdim.”
“Eğer hemen oraya geri dönmek istemiyorsan, yerinde olsam
Bethany Norris’ten uzak dururdum. Babası orada ve bir başka
kavgayı bekliyor. Ciddiyim. Sana zarar verecek.”
“Bethany ile Chloe hakkında konuşmam gerek.” dedi Tur
ner, sendeleyerek yürümeye başladığında. “Ne olduğunu öğren
mem gerek.”
“Kulübe hoş geldin.” dedim. “Ama söylediğim gibi, şu anda
onunla hiç kimse konuşmuyor. Doktorun emri.”
“Ne zaman konuşabiliriz?”
“William, açıkçası onu görebileceğini sanmıyorum.”
“Bu hiç adil değil. Benimle konuşmak isteyecektir, seninle
değil.” Hırçın bir şekilde konuşmuştu ve onda daha önce de
gördüğüm kibri yakalamıştım: Bir soruşturmada ana şüpheli ol
duğunda, iyi bir polis memuruna üstünlük taslamak. Turner’ı
bir müttefik olarak düşünmeye başlamıştım, olmadığını kendi
me hatırlattım.
“Eğer Bethany’nin ailesi senin onunla konuşmana izin verse
bile, listenin çok alt sıralarındasın.”
“Onunla konuşmamı istemeyeceklerini biliyorsun.”
“Evet, biliyorum.” Sesimin tonunu ayarladım ve sakince ko
nuştum. “Bence eve gitmelisin.”
“Zorla gönderemezsin.”
“Denemek çok can sıkıcı olurdu.” dedim. “Ama iş için yaptı
ğım birçok şey can sıkıcı ve ben hâlâ yapıyorum.”
329
Jane Casey
330
“”İyi misin?” diye sordu Liv, Bethany’nin yatağının üstünde
ki şilteyi kaldırıp altını kontrol ederken.
“İyiyim. Neden?”
“Olanları duydum. Burt seni eve göndermek istemiş.”
“Gerek yoktu.” Şilteyi yeniden yerine bıraktım.
“Cesurca davrandın.”
“Korkunca cesur oluyorsun.” Ona sırıttım. “Aksi takdirde
tam bir aptallık.”
“Ama çok korkmuş olmalısın.”
Söylediğini düşündüm. “Aslında korkmaya vaktim olmadı
sanırım. Sadece onu durdurmam gerekti.”
“Yine de korkmuşsundur.”
“Kötü bir şey olmadı.”
“Olabilirdi.”
“Ama olmadı.”
“Ben yapmazdım.”
“Evet, yapardın.”
Başını salladı ve yapmam derken samimi olduğunu anladım.
Dikkatsiz davranıp davranmadığımı bir tarafa bırakın, bu konu
yu gerçekten düşünmek bile istemiyordum. Araştırmaya odak
landım, didik didik kelimesine yeni bir anlam kazandırıyordum;
her odayı aradım ve her çekmeceyi, ne aradığımı bilmesem de,
her yeri düzenli bir şekilde aradım.
Daireme döndüğümde yorgunluktan bitmiştim. Dairem ses
sizdi. Çok sessiz; günümün arka planını oluşturan korkunun
cılız sesi şu anda kulaklarımda uğulduyordu. Ondan kurtulmak
için müziği açtım. Gerçekten bir şey yemek istemiyordum ama
akşam yemeğini kaçırdığımı bilerek makarna yapmak için su
331
kaynattım. Eskiden uzun süre boş mideyle dururdum. Şimdi
daha iyiydim. Yeni ben, düzenli yemekler yiyordu, ütülü kıya
fetler giyiyordu, az çok yenebilecek yiyeceklerin olduğu temiz
düzenli bir dairede yaşıyordu. Yeni ben kendine bakabiliyordu.
Danışmanım, öz bakımın kendine yeten bir yetişkin olmanın
bir parçası olduğunu söylemişti. Kendi hayatımın sorumluluğu
nu almak. İyi sağlıklı kararlar vermek. Kendime değer vermek.
Makarnayı yerken dilim yandı çünkü benim öz bakımım
daha çok kendine zarar gibiydi.
332
28
333
du, iyileştikçe çevresindeki renk soluyordu. Dik dik birbirimize,
baktık. Garson kahvaltımı getirdi ve ben de bunu konuyu değiştirmek için b
“Burada ne yapıyoruz?”
“Bunu.” Gazetenin altındaki karton dosyayı, masanın üzerinden kaydıra
“Kan lekesi raporu.”
“Evdeki kan.”
“Nereden aldın?”
“Bu sabah ofisteydim.”
“Saat kaçta kalktın?” Ağzım yiyecek doluyken .sordum.
“Altı.”
“Ciddi misin?” Dehşet içinde ona baktım.
“Evet ciddiyim.” Sandalyesinde kıpırdadı. “İyi uyuyama
’ dim.”
Neden diye sormak istedim ama yüzündeki ifade, buna ka
rışma Kerrigan diyordu.
Dosyanın üstüne vurdu. “Bunu oku.”
“Ya Chloe Emery?”
“Hâlâ laboratuvar sonuçlarını ve telefon kayıtlarını bekliyo
rum. Bu arada da buna bakman lazım.”
Kan lekelerinin açılarını, birleşme noktalarını ve tutamdık
lan okurken başıma bir ağrı girdi. Raporda içine sindirmemi ve
yorumlamanız gereken çok fazla bilgi vardı, ayrıca bu daha ilk
gelen bilgilerdi. Bunu jüriye açıklamak zorunda kalmayacağım
için memnundum. Sonunda kaşlarımı çatarak kafamı kaldır
dim. “Çok tutarsızlık var.”
Derwent başıyla onayladı. “Kesinlikle.”
334
“Eve yeniden bakmak istiyorsun.”
“Her zamankinden çok.” Zaten ayağa kalkmıştı. Sandviçi
min sonunu ve çayımı aldım. Elimdekilere baktı. “Karton bar
dakta alman iyi olmuş.”
“Seninle daha önce çalıştım.” Kafeden dışarı çıktım. Ceketi
mi çıkarmamıştım bile.
Kate Emery’nin evi bir mezar kadar sessizdi ve gizemi bizi
çağırıyordu. Boğucu bir hava vardı, gökyüzü âdeta yakında ya
ğacak yağmurun sözünü veriyordu. Evin içinde hava soğuktu
ve ağırdı. Derwent’m peşinden koridora gittim ve duvar boya
sının üzerindeki kurumuş kana değmemek için elimden geleni
yaparak, kapıyı arkamdan yavaşça kapattım. Eldivenlerle bile
dokunmak istemedim; biraz kanıta zarar vermek gibi yasal en
dişelerden dolayı, biraz da hassas ve titiz bir insan olduğumdan
dolayı. Eve son girmemin üzerinden bir haftadan fazla zaman
geçmişti ve iğrenç kokuyordu. Bozulmuş kan kokusunun üze
rine çürümüş meyve ve biraz da kedi kakası kokusu eklenmişti.
İçimde yükselen mide bulantısı için tedbir olsun diye, elimin
tersiyle ağzımı kapadım.
“İyi misin?” diye sordu Derwent.
“Sadece buna alışmam gerekiyor.” Kaşlarımı çatarak ona
baktım. “Nasıl oluyor da sen hiç etkilenmiyorsun?”
“Daha kötülerini de kokladım.” Ceketini arabasında bırak
mış olduğunu fark ettim. Ben de aynısını yapmalıydım. Koku
üstüme sinecekti, gerçi kıyafetlerim kadar saçıma da sinecekti.
Derwent kollarını sıvıyordu. “Ne yapıyoruz?”
Etrafıma, Kate Emery’nin kanıyla yazılmış vahşet ve acımasızlı
ğın hikâyesini anlatan koyu lekelere baktım. “İçeriye girelim mi?”
“Hiç sormayacaksın sandım.”
335
JANE CASEY
“Katil ya da kurban?”
Cebinden bozuk para çıkardı ve başparmağının üzerine koy
du. “Yazı mı, tura mı?”
“Yazı.”
Kaşlarını çattı. “Tura diyeceğini sanmıştım.”
Bozuk para havada döndü ve Derwent parayı yakaladı, sonra
bana gösterdi.
“Yazı.”
“O zaman katil.”
«'T »
lamam.
“Peki, nerede başladı?”
/
336
İleri doğru ellerinin üzerine düştü ve gerçek kan izine do-
kunmadan kendisini kenara attı. Sinüstü uzandı ve ben onu
yeniden bıçaklamak için üzerine eğildim.
“Burada ona verilen zararı gösterebilmek için biraz daha yak
laşman gerekir. Halıdaki lekelere bak.” Kalkıp oturdu ve göster
di. “Beden burada. Saldırgan üstte. Kan lekesinin iki tarafındaki
izler, diz izi gibi görünüyor.”
Haklıydı, halının tüyleri üzerinde, saldırganın dizlerinin al
tında biriken iki kan lekesi vardı.
“Yeniden uzan.” Dikkatlice dizlerimi iki tarafa koydum ve
onu göğsünden bıçaklarmış gibi yaptım.
“Daha aşağıya.”
“Ne?”
“Burada ayağa kalktı ve koştu. Sen beni sadece kalbimden
bıçakladın. Kimse kalbine bıçak darbesi aldıktan sonra ayağa
kalkamaz”
Birazcık, kalçalarından aşağıya geriye doğru kaydım. Artık
bir cinayeti canlandırmadığımız aşikârdı. Utançtan yüzüm alev
alev yanmaya başladı. Ona bakamadım ama Derwent’in kahka
ha attığını biliyordum.
“Tamam canım, zevk almana gerek yok.”
“Kapa çeneni.”
Bana sıntu. “Profesyonellik, Kerrigan.”
Kalemi midesine batırdım. Nefesini kesecek ve benim bileği
mi tutmasına sebep olacak kadar sert bir şekilde. Bir süre mey
dan okuyan gözlerle bana bakarak bileğimi bırakmadı.
“Benimle savaşman gerek.” dedim kendimi toparlayarak.
“Ne zaman başlayacaksın diye merak ediyordum.”
337
|ANF CASEY
338
Derwent hayır anlamında başını salladı. “Onun için bahane
ler bulmayı bırak.”
“Kim için?”
“Hadi Kerrigan.”
tç çektim. “Tamam. Bethany ve Chloe birlikte çalışarak veya
tartışarak Kate’i öldürdü.”
“Ve cesedi ortadan kaldırmalarına yardımcı olan kimse, ye
niden Chloe’ye döndü. Belki de ağzını sıkı tutabileceğine gü
venmedi.”
Mantıklıydı ama ben sevmedim. Hiç sevmedim.
“Onlar mıydı, bilmiyoruz.”
“Olmadıklarını da bilmiyoruz.” Derwent kapıya yaslandı ve
yorgun olduğunda yaptığı gibi gözlerini kısarak baktı. “Kan ra
porunu hazırlayan uzmana ne kadar güvendiğine bağlı.”
“Kev Cox’a güveniyorum. Uzman kadının çok iyi olduğunu
söylüyor.”
“İyi o zaman. Başka ne açıklamalar var orada?” Cevap ver
memi bekledi ve vermeyince kaşlarını kaldırdı. “Evet, ne var?”
“Bilmiyorum.” Ayaklarımın yanındaki kan lekesine baktım.
“Hadi şunu bitirelim.”
“Tamam.” Banyodan çıktı. “Ne olmuş olursa olsun, bir şekil
de aşağıya inmeyi başardı.”
“Şuna ne dersin: Katiller temizlik için aşağıya indi. Onlar
duş odasındayken...”
“Kate hareket eder. Bu sefer tırabzanlara tutunuyor çünkü
yarı ölü.” Derwent merdivenlerden aşağıya koştu, ön kapının
kolunu tuttu ama durdu. “Bir sebepten dolayı dışarı çıkmı
yor.”
339
Jane Casey
340
“Gecenin bir yarısı hiçbir komşu tarafından görülmeden
dışarı çıktı. Çığlık atmadı ya da yardım için kimseyi aramadı.
Bahçenin içinden koştu çünkü buradan caddeye çıkan başka bir
yol yok.” Derwent verandaya çıktı ve bahçeye baktı. “Sonra da,
çok kan kaybetmesine rağmen arkasından hiç iz bırakmadan
kayboldu.”
“Yağmur da bizi engelledi.”
“Evet, engelledi.”
“Kaçmış olamaz.” dedim. “Temizlikle uğraşırken dikkatleri
dağılsa bile.” Onlar. Bunu yapanın kızlar olduğunu kabul etmiş
tim. “Kate daha fazla ayakta duramazdı, yıkılırdı.”
“Ve suç ortakları onu kaldırdı.”
“Ve onlar cesetten kurtulmaya hazır olana kadar onu depoya
götürdü.”
Hayatı için mücadele verirken, yardım çağıramayacak kadar
korkan Kate’i düşününce titredim.
“Bu arada ben duş alıyorum.” dedim tekrar rolüme dönerek.
“Kendimi evde olan uygun şeylerle temizledim, böylece getir
diğim herhangi bir şeyden yola çıkarak beni takip etme şansları
olmayacaktı.
“Akıllıca.”
“Sayılır.”
“Evet.” Derwent kaşlarını çatarak tekrar içeri girdi. “Bu ya
çok titizlikle organize edilmiş kusursuz bir cinayet...”
“Ya da tam bir rezalet.” diye bitirdim.
“Ya her şey plana uygun gitti ya da hiçbir şey.”
“Ve eğer katiller Chloe ve Bethany ise ve bir suç ortakları
' varsa, neden Chloe ölmek zorundaydı?”
341
t
Jane Casey
342
29
343
Jane Casey
344
ölülerin Konulmasına İzin ver
mesi benim suçum değil. Evet, öldü ama bu konuda biraz daha
hoşgörülü olabilirdi.”
“Phyllis Charnock'un telefonu var mı sizde?” diye sordum.
“Evet, tabii.” Notlarının arasına baktı ve iletişim bilgilerinin
olduğu bir sayfa buldu. “Ama ona benim verdiğimi söyleme
yin, tamam mı? Zor bir müşteridir ve onun suyuna gitmek için
elimden geleni yapıyorum.” Göz kamaştıran bir gülümseme.
“Şu ana kadar çok iyiydi.”
Phyllis Charnock’la -Bayan Charnock deyin lütfen- yaptığım
iki dakikalık konuşmanın ardından Neela Sigh’ın işinde iyi ol
duğu fikrim, onun mucizeler yaratan bir çalışan olduğu fikrine
dönüştü. Belli ki Bayan Charnock tüm sabah kavga edecek biri
ni beklemişti ve ben de ona altın bir fırsat sunmuştum.
“Evi neden satmak istediğimi sormanız çok münasebetsizce.
Benim evim ve onunla istediğimi yapmaya hakkım var.” Sesi
kulaklarımı tırmalıyordu.
“Evet, tabii ki. Sadece şu anda satmanız için özel bir sebep
olup olmadığını merak ediyorum. Anladığım kadarıyla bir süre
dir o evde yaşamıyorsunuz.”
“Ben orada hiç yaşamadım. Neredeyse görmedim bile. Lond
ra’yı sevmem. Vaftiz annemden miras kaldı.”
Benim vaftiz annem bana bir çift küpe bıraktı. Bir milyon
poundluk ev olmamasına takılmamaya çalıştım.
“Oldukça büyük bir miras.”
“öyleydi. Zaten başka bırakacak kimsesi yoktu. Vergi yansı
malarına rağmen ilk başta minnettar olmuştum. Bir süreliğine
kiraladım ama bir felaket oldu. Yeğenimi o evde yaşamaya da
vet etmenin çok akıllıca olduğunu düşündüm. Evliliği bittikten
sonra başka gidecek bir yeri yoktu. Eve göz kulak olacağına gü-
Jane Casey
346
“Komik. Sorun şu ki; şampanya tadında zevklerinin ama limon
tadında gelirinin olmasıydı.”
Sen de acı limonsun. “Ona evi satmayı düşündüğünüzü ne
zaman söylediniz?”
“Nisan. Ona kalacak başka bir yer bulması için altı ay ver
dim. Parasını biriktirmek için yılları vardı.” dedi Bayan Charnock
huysuz bir şekilde. “Bir gün, bir ev için depozitoya ihtiyacı ola
cağını bilmeliydi ama çoğunu harcadı. Haydan gelen huya gider.
Erkek kardeşim de aynıydı. Öldüğünde tek kuruşu yoktu. Kate
tek çocuktu. İnsan, fakirlik içinde büyümenin ona para konuları
ile ilgili daha dikkatli olması gerektiğini öğrettiğini düşünüyor.”
Kate’i bu duyarsızlıkla karşı karşıya düşünürken gözlerimi
kırptım. “Altı ay uzun bir süre değil.”
“Çok iyi bir zaman. Yeteri kadar uzun bekledim. Kızı artık
bir yetişkin. Onlar için elimden geleni yaptım. Ayrıca bunun
kızına miras kalmasına izin vermem söz konusu bile olamazdı.”
“Chloe’yi kastediyorsunuz.”
“Sanırım adı buydu. Onu sadece bir kere gördüm, sekiz ya
da dokuz yaşında.” Ses tonundan Bayan Charnock’un bu kar
şılaşmadan memnun olmadığı anlaşılıyordu. “Kontrol edilemez
küçük kız.”
“Bayan Charnock bunu bilmiyor olabilirsiniz ve size bu ha
beri telefonda verdiğim için çok üzgünüm ama Chloe iki gün
önce öldü.”
“Ah...” Ben saygıyla sessizlik içinde beklerken, o da haberi
içine sindirdi. “Çok şükür.”
“Pardon?”
“Annesi her zaman, hayatın onun için çok zor olduğunu ve
tek başına ayakta duramayacağını söylerdi. Eğer birine bağımlı
347
jane Casey
348
Ondaki kinin sebebi şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Evi sat
mak, Kate’i cezalandırmanın yanı sıra Bayan Charnock’un fı-
nans durumunu da tekrar organize etmek için planlanmıştı.
Olabildiğince çabuk telefonu kapattım. Bunun sebebi sadece
Phyllis Charnock ile konuşmanın strese sokması değildi.
Bayan Charnock evi satacağını söylediği anda, Kate için
geri sayım başlamıştı, iyi geçinseler bile, halasıyla herhangi bir
pazarlık yapma şansı yoktu diye düşündüm. Bir ev bulmak
için altı ay, bütün parasını, kendisine miras kalacağını düşün
düğü eve yatırdıktan sonra. İşi iyi gitmemişti. Chloe hâlâ ona
bağımlıydı ve her ikisi de Brian Emery’nin ekonomik desteği
ne muhtaçtı. Ondan peşin yüklü bir miktar para istemesine
şaşmamak lazım.
Ve o da hayır demişti.
Mutfakta bekleyen Derwent, Necla’nın uzunca süre kahka
halar atmasına sebep olan bir şey söylemişti. Ya Necla’nın mizah
anlayışı kötüydü ya da Derwent her zamankinden daha çok ça
balıyordu.
İçeriye girdiğimde, Derwent’i yüzünde masum bir ifadeyle
masada otururken buldum. Yanlış bir davranışta bulunduğunun
tek belirtisi dizlerinden birini sallamasıydı ve eğer ben onu ta
nıyorsam, bu onu ele veren bir hareketti. Yanakları kızarmış kı
kırdayan parlak gözlü Necla’ya baktım. Derwent kendine engel
olamadı diye düşündüm. Özellikle de Melissa çok çalışırken.
Birazcık eğlence. Onu suçlayabilir miydim?
Suçlayabilirdim ve suçladım.
Buz gibi bir sesle, “Sanırım burada işimiz bitti.” dedim ve
Derwent’a dönerek, “Tekrar ofise dönmeliyiz.” dedim.
Yüzündeki gülümseme kayboldu. “Neden?
349
Jane Casey
350
30
351
Jane Casey
bitkisel ürünleri aldığı bir tedarikçisi vardı. Belki başka bir şey
daha ithal etmeye başladı. Bir uyuşturucu satıcısı, kendi bölge
lerine girdiği için onun karşısına çıkmış olabilir.”
352
İHImIi Konulmasına İzli ver
"Bir şey buldun mu?" Derwent elinde bir fincan çayla, te
pemden bakıyordu. Ona teşekkür edemeden çayı bir yudumda
içip bitirdi.
"Nakit."
"Ne olmuş?"
Altını çizmiş olduğum rakamlara odaklanarak, hesap çizel
gelerini yeniden inceledim. “Mayısta nakit çekmeye başlamış.
Phyllis ona evin satılacağım nisanda söylemiş. Yeğenine kendi
sini organize etmesi için altı ay vermiş. Kate’in harcamalarını
azaltmasını ve birikim yapmasını beklerdim ki böylece kira de
pozitosunu biriktirebilsin ama o haftada üç ya da beş kez banka
matiklerden yüklü miktarda para çekmiş. Farklı bankamatikler,
farklı yerler. Her zaman çekebileceği en yüksek miktarı çekmiş."
“Yani? Belki harcamalarında daha dikkatli olmak için na
kit kullanmaya başladı. Paranın gittiğini görünce faklı oluyor
değil mi?”
“Ama hiç kullanmamış. Bütün harcamaları yine kredi kartla
rından yapmaya devam etmiş. Küçük miktarları bile.”
“Tamam. Peki, parayla ne yapıyordu? Birine ödeme mi yapı
yordu? Saklıyor muydu?”
“Henüz bilmiyorum ama bulamadığımızı biliyorum.”
“Başka ne var?”
“Henüz hiçbir şey. Bana fırsat ver. Daha yeni başladım.”
“Yardıma ihtiyacın var.” dedi Derwent.
“Senden değil.”
“Zaten teklif etmiyordum. Bir saniye bekle.” Dışarıya çıktı ve
birkaç dakika geçmişti ki kapıda Georgia görüldü.
“Dedektif Derwent yardıma ihtiyacın olduğunu söyledi.”
353
IANI! CAS It Y
354
“Üreme sağlık hizmeti. Özellikle doğurganlık.”
“Tüp bebek?” Doğurganlık tedavileri ile ilgili tüm bildikle
rim bunlardı.
“Diğer tedaviler de var. Tüm bu bilgiler internet sitemizde
mevcut. Şimdi, eğer tüm sormak istedikleriniz...”
Ve Kate de çiftlerin bu sorununa yardımcı olmak için takviye
ilaçlar satıyordu.
“Kate Emery adında bir kadın tanıyor musunuz? Onunla hiç
çalıştınız mı?”
Kısa bir nefes aldı. “Bir dakika. Bana numaranızı verin, ben
size geri döneyim.”
Başka bir soru soramadan telefonu kapattı.
“Ne dedi?” Georgia nin gözleri ilgiyle parlıyordu.
“Beni tekrar arayacak.” Ayağa kalktım ve odada tur atmaya
başladım, hareketsiz duramayacak kadar heyecanlıydım. “Uma
rım acele eder.”
Birkaç dakika sonra telefonum çaldı: Bilinmeyen numara.
“Kate Emery i soruyordunuz.” Giriş konuşması yoktu ve bu
sefer Anita nin sesi daha doğal geliyordu. Trafiği duyabiliyor
dum, belli ki benimle konuşmak için binadan çıkmıştı. “Gaze
tede kaybolduğunu okudum. Cinayet dediniz.”
“Bu bir cinayet soruşturması, evet.”
“Tanrım, zavallı Kate.”
“Onu tanıyordunuz.”
“Klinikte çalışırdı. Orada hemşireydi yıllar önce. On beş yıl
önce olmalı. Belki daha fazla. Kızının iyi olmadığını anladığın
da bıraktı. Ne kötü. Harika bir hemşireydi.”
“O zamandan beri ondan hiç haber aldınız mı?
355
Jane Casey
356
“Altı hafta burada kalması gerekiyordu ama ikinci haftanın
ortasında kovuldu. Dosyaları incelerken yakalandı. Hepsi giz
lidir.”
“Hangi dosyalar?”
“Burada çalıştığı zamanlara ait eski dosyalar. Bilmiyorum,
belki de tedavi ettiği hastaları merak etmiştir. Arşiv sisteminde
istekler tavan yaptı. Bu bir dosya dolabına girmek gibi değil.
Hepsi bilgisayarlarda.”
“Ne kayıtlarıydı bunlar, hatırlıyor musun?”
“Sizin için bulabilirim.” Bir kamyon büyük bir gürültü ile
geçerken sustuk. “Sizce olanlarla bir ilgisi var mıdır?”
“Hiçbir fikrim yok.” dedim neşeli bir şekilde. “Ama bilmek
isterim.”
“Ne söyledi?” diye sordu Georgia telefonu kapatır kapatmaz.
“ölünün arkasından kötü konuşmak istemem ama Kate işini
geliştirirken, tamamen etik dışı ve prensipsiz davranmış.” Ona
e-posta listesini anlattım.
“Bu onu öldürmek için bir sebep değil gerçi, değil mi?” diye
sordu Georgia hayal kırıklığıyla.
“Muhtemelen hayır. Her şeye hemen ulaşamazsın.”
Georgia kâğıt işine geri döndü ve ara ara ona garip gelen şey
ler üzerinde yorum yaparak, hızlıca ve etkili bir şekilde okuma
ya devam etti. Akıllıca yorumlar yaptığını düşündüm, sokakta
doğru içgüdüleri olmasa da, bu konuda iyiydi. Güçlü yanlar ve
zayıf yanlar. Hepimizin vardı, önemli olan senin zayıf olduğun
alanlarda, güçlü olan insanlarla çalışmaktı. Belki de bu yüzden
Derwent kesinlikle onun gibi olmamı istemiyordu. Onda olma
dığı için, kendisinin vicdanı olmamı istiyordu.
357
Jane Casey
358
“İyi haberler ne?”
“Bir gizemi çözdüm. Kate Emery klinikte geçici olarak ça-
lışıyorken arşivlenmiş bir dosyaya baktı. Bu dosya Eleanor ve
Oliver Norris’e aitti. Kate orada hemşire olarak çalışırken, onlar
da klinikte tedavi görüyorlardı.”
“Taşındıklarında, Kate onları tanımış olmalı.” dedi Derwent.
“Bethany’nin mucize bebek olduğunu öğrenir öğrenmez, ikisin
den birinin yalan söylediğini anladı.”
“Neden?”
“Oliver Norris kısır.” dedim. “Laboratuvarda kontrol ettir
dim ve Harold Lowe’un evinde bulduğumuz kullanılmış prezer
vatiften bunu teyit ettiler.”
“Yani Bethany onun kızı değil.” dedi Derwent. “Mucize de
ğildi ve Kate bunu biliyordu. Eleanor hamile kalmak için ne
yaptıysa -belki bir donör veya bir ilişki— kocasının bunu bilme
sini istemiyordu.”
“Kate’in ona şantaj yaptığını mı düşünüyorsun?” diye sordu
Una Burt.
“Başka ne sebeple sistemden onların dosyalarına baksın ki?” de
dim. “Meraktan daha fazla bir şey olmalı. Risk aldığını biliyor ol
malıydı, yani Eleanor ile ilgili bilgiye ulaşmak klinikteki geçici işini
kaybetmeye değerdi, işi o zaman çoktan kötü gitmeye başlamıştı.
Acil olarak nakit paraya ihtiyacı vardı ve eski kocasının karısı, her
verdiği kuruş için problem yaratırken ona faydası dokunmazdı.”
“Ama şantaj büyük bir adım.” dedi Burt.
“Hastalarını kandıran ve para almak için hiçbir şeyin durdur
mayacağı biri için değil. Eski kocası onu desteklesin diye, kızını
olduğundan daha aptal bile gösterdi. Chloe, Kate dışında herke
se gayet kendi kendine yetebilecek bir insan gibi görünüyordu.”
359
)ane Casey
360
31
361
Jane Casey
362
Chloe’nin ölümünün benim hatam olduğu duygusundan
hâla kurtulamamıştım.
“Böldüğüm için özür dilerim.” Liv kapı eşiğinden odaya
doğru eğilmişti. Elinde bir çıktı vardı. “Chloe’nin telefon kayıt
larında bir gariplik var.”
“Nasıl bir şey?”
“Telefonu arama yapmak veya onu aramaları için kullanma
mış, daha çok mesaj ve resimli mesajlar. Kaybolduktan sonra
çok aranmış -otuz ya da kırk kere- Sussex ve Hampshire’daki
ödemeli telefonlardan.”
“Hepsi mi ödemeli telefon?” Kontrol ettim.
“Evet. Her defasında başka bir yerden, farklı bir telefon. He
nüz tam haritasını çıkarmadım ama eğer aynı kişiyse bir daireyi
takip ediyor.”
“Kate.” dedi Una Burt. “Aramalar ne zaman başlamış?”
“Pazar.”
“Chloe’nin kaybolduğunu duyurduğumuz gün.” dedim.
“Kate panik olmuş olmalı.”
“Chloe herhangi bir aramaya cevap vermiş mi?”
Liv başını salladı. “Telefonu kapalıymış.”
“Sesli mesaj var mı?”
“Hayır.”
“O zaman ya cevap veremedi ya da cevap vermek istemedi.”
dedim. “Ve bir şekilde telefon Bethany’nin eline geçti ama o da
telefonlara bakmadı.”
“Sussex ve Hampshire büyük bölgeler.” dedi Derwent. “Çok
kalabalık ve saklanabileceği bir sürü yer var.”
“Bu bir başlangıç.” dedim.
363
Jane Casey
364
tai... Ama ismi görmüş olsaydım bile, Kate Emery ile bağlan
tı kuramazdım. Adres olarak kullanmak için güvenli bir yer,
herhangi bir posta kutusundan daha iyi. İzlenmesi mümkün
değil.
Polis köpeğinin çok daha fazla övgü hak ettiğini düşündüm.
365
Jane Casey
366
ölülerin Konulmasına İzin ver
367
Jane Casey
368
ölülerin Konuşmasına Ulu ver
369
32
370
mek zordu. Alçak binalar ana yoldaydı; çay dükkânı, postane,
iki bar, iyi bakılmış bahçeli birkaç kır evi. Yağmur, yaprakları
ağaçlardan koparıp, onları yere savuran bir yoğunlukta yağıyor
du. Çukurlar suyla dolmuştu ve her su birikintisine girdiğimiz
de, yan camlara su sıçrıyordu.
“Nereye gidiyoruz?”
“Crow Lane Evi’ne.” Haritayı açtım. “Bir kilometre sonra
solda.”
Hepimiz ona bakıyorduk ama yine de neredeyse kaçıracak
tık; çalılardan oluşan çitlerin arasında bir boşluk, ona yol demek
imkânsızdı.
“İşte burada!” diye bağırdım.
Derwent sert bir fren yaptı, geri vitese taktı, direksiyonu çe
virdi ve Crow Lane’e doğru ilerlemeye başladı. Ağaç dalları ara
banın kenarına çarpıyordu. Kemikli ellerini duvarın üzerinde
sürükleyen iskeletler düşündüm ve belki de o kadar inanılmaz
bir şey değildi, ne de olsa ölü bir kadın görmek üzere gidiyor
duk, onca şeyden sonra...
“Sanırım burada olmalı.” Dağınık olan ağaçlar birden yoğun
laşarak bir şeyi gizler gibi bir hâl aldılar. Virajı dönünce yaprak
ların arasından kiremit bir baca gördüm. Araba yolu, ağaçların
arasında dar bir açıklıktı. Derwent kapıya doğru farları yaktı.
Evin boyası neredeyse görülemeyecek kadar solmuştu. Crow
Lane Evi o soluk ihtişamıyla karşımızdaydı.
“Çık ve bahçenin kapısını aç.” dedi Derwent bana.
“Eve kadar arabayla gitmemeliyiz.”
Tepemizdeki yapraklardan ön cama bir miktar su döküldü.
“Evet, neden olmasın.” dedi Derwent. “Yürüyüş için güzel
bir öğleden sonra.”
371
IANF CASFY
372
ölülerin Konuşmasına İzin ver
373
jant Casey
374
“Bunun Farkındayım." Çakılların üstündeki ayak sesleri, göz
lerinin kocaman açılmasına sebep oldu. Derwent sessiz olmaya
hiç özen göstermeden olabildiğince hızlı gelmişti.
“Kate Emery sanırım." Basamaklardan atladı ve ona baktı.
“Değişmişsin. Sanırım zaten amaç buydu."
“Beni yalnız bırakın.” Kapıyı kapatmaya çalıştı ama Georgia
onu durdurdu.
“Korkarım ki bunu yapamayız.” dedim. “Kaçmak için sebep
leriniz olduğunu biliyoruz ve o sebeplerin bazılarını da biliyo
ruz. Ama sizin ağzınızdan da hikâyeyi dinlemek istiyoruz.”
Bileğine tam oturmamış saatine baktı. “Çok uzun kalamaz
sınız.”
“Bir yere mi gitmeniz gerekiyor?” diye sordu Derwent. Kate
ona kısa bir an öfkeyle baktı, sonra geri çekildi ve evin gölgele
rinin içinde kayboldu.
Kapının eşiğini geçer geçmez, içimi bir ürperti sardı. Korido
run her iki tarafındaki oda da karanlıktı. Soğuk kül ve nem ko
kuyordu. Evi, hayat dolu ve sıcak bir ortam içinde hayal ettim;
büyük pencerelerinden güneş girerken, nehirden gelen rüzgârın
ağaçlara çarpma sesi duyulurken.
“Neşeli.” dedi Derwent kulağıma. Ben de Kate’i koridorun
sağ tarafındaki oturma odasına doğru takip ederken, başımla
söylediğini onayladım. Hoş bir odaydı ya da şöminede ateş olsa
hoş olabilirdi. Tek kişilik koltuklar ve kanepe, renkli desenleri
olan kumaşlarla kaplanmıştı. Dokununca nemi hissettim. Kate
soğuğa aldırmıyormuş gibiydi. Ardından Derwent lambayı
açınca, Kate bir an yerinden sıçradı ve odayı dolduran sarı ışık
onu şaşırttı. Georgia ve ben kanepeye, Derwent da koltuğa otur
du. Koltuk Derwent’in ağırlığı altında çöktü. Öne doğru eğildi.
375
Jane Casey
376
ölülerin Konulmasına İzin var
377
jane Casey
378
ölülerin Konuşmasına İzin ver
379
jane Casey
380
ölülerin Konuşmasına kin var
381
Jane Casey
382
33
383
Jane Casey
384
yapıştım, gözlerim etrafı algılamakta zorlanıyordu; bir sandalye,
süslü bir şifonyer, sağda hafif aralık olan bir kapı. Derwent’in
onu görüp görmediğini kontrol etmek için arkamı döndüm ve
bana bakışlarıyla şunu söyledi: Devam et ama dikkatli ol. Çoğu
zaman silah taşımama izin verilmemesinden dolayı rahatsız ol
mam ama varlığı bir konfor olabilirdi. Bir fener ve metal cop,
işler karışınca çok da güven veren şeyler değildi. Beni öne iten
sırtımdaki el de. Derwent. Koruyucu? Bugün değil belli ki.
Kapıyı dikkatle ve hafifçe ittim, bekledim. Bir... iki... Üç.
Saldırı yok. Hızla ittim, büyük bir gürültüyle duvara çarptı.
Kapının arkasında beni bekleyen biri yoktu. Hızlıca içeri gir
dim, bir bakışta her türlü detayı aklıma yazmaya çalışarak etraf
ta dolaştım. Cumbalı pencere, dışarıda kasvetli bir hava varken
perdeler açık. Dengede durmayan bir tuvalet masası, üzerinde
üç parçalı, benim üç gergin versiyonumu yansıtan bir ayna. Bir
sandalye. Kapıları açık, içinde sadece bir kot ve kazak olan bir
gardırop.
Kate’in odası.
Eğer gittiyse, toplanmadan gitmiş. Koridora geri döndüm.
Derwent da bir diğer yatak odasından başını sallayarak çıktı.
“Hiçbir şey.”
Kalan odaları beraber kontrol ettik. Loş bir banyo, tek kişilik
bir yatak odası vardı. Kate ve Georgia’dan hiç iz yoktu. Geo
rgia ya risk almasını emretmiştim. Onu gerektiğinde acımasız
olabilen Kate ile yalnız bırakmak için ısrar etmiştim. Ben ne
yaptım?
Koridora tekrar döndüğümde o sesi yine duydum ve bu sefer
yerini belirleyecek kadar şanslıydım: Merdivenlerin yanında bir
kapı. Kulağımı dayadım ve dinledim, kendi nefesim kulağımı
385
Jane Casey
386
“Belki yürüyerek gitmiştir.” Georgia titriyordu. “Ellerim ger
çekten acıyor.”
“Onun etrafta hareket ettiğini duydun mu, Georgia?”
“Hiçbir şey duyamadım. İkinizin etrafta dolandığınızı duy
dum. Bağırıp bağırmamaya tereddüt ettim. Neler olduğunu bil
miyordum. Sizin olduğunuzu bilmiyordum.”
“Tamam. Kimse seni suçlamıyor.” dedi Derwent, açık bir şe
kilde onu suçlayarak. Ben kendime zor hâkim oluyordum. “Ka
te’in bir planı vardı ve sen bunu fark etmedin.”
“Her zaman kaçabilirdi. Neden daha önce gitmedi? Neyi
bekliyordu?” Bunu çözmeye çalışıyordum. “Chloe’nin öldüğü
nü öğrenir öğrenmez, toplanıp gitmesi gerekiyordu.”
“Neden onu bulmuyoruz ve sormuyoruz?” dedi Derwent
mutfağa doğru giderek. “Eğer yürüyerek gittiyse çok uzağa gi
demez.”
Hızlıca evin dışını taradık ama hiçbir şey bulamadık.
“Yol mu, nehir mi?” dedim, üçümüzde evin yanındaki küçük
alanda toplanınca.
Derwent, “Nereye gittiğimizi bilmiyordu ama yoldan gelece
ğimizi biliyordu. Önce nehirden başlayalım.” diye karar verdi.
Yağmur, kurumuş toprağın üzerine oluk gibi yağıyordu. Haf
talardır süren kuraklık, toprağı çelik gibi sert yapmıştı ve su da içi
ne girmektense üzerinde birikiyordu. Evin arkasındaki çakıl taş
larıyla kaplanmış yolu geçerek, ıslak çimenlere bastık. Çimenliğin
sonundaki çalılıklardan oluşan yoğun çite doğru hızlı adımlarla
ilerlerken, ayağımızı her basışımızda çok hoş bir koku yayılıyor
du. Dövme demir kapıya ilk ulaşan ben oldum. Yosunlarla kaplı
kaygan kaldırım taşlarına bastım ve kendimi duvarlarla örülü bir
bahçede buldum. Çok fazla şey ekilmişti ve içinden geçen yol,
387
Jane Casey
388
"I.anct olsun.”
Bir ağacın dibinde kıvrılmış, kafası geride yatıyordu, (/özleri
ve ağzı açıktı. Bir eli açık yerdeydi, parmakları kıpkırmızıydı,
tırnaklarının içi de. Yatışında, Derwent elini boğazına koyarak,
yüzünde hüzünlü bir ifadeyle başını kaldırıp öldüğünü söyleme
den önce, öldüğünü anlamamı sağlayan bir şey vardı.
“Bu sefer numara yapmıyor.”
Kurallara göre kalp masajı yapmalıydık, onu hayata döndür
meye çalışmalıydık. Bunu yapmaya kalbim dayanamazdı, öyle
görünüyor ki Derwent’inki de. Çok geç kalmıştık ve eğer ona
dokunursak, tek yapacağımız katilinin arkada bıraktığı delillere
zarar vermek olurdu.
Kate’i o kadar uzun süre ölü bir kadın olarak düşünmüştüm
ki şu anda önümüzde yatıyor olması beklenen bir şeymiş gi
biydi, sanki az önce bir hayaletle konuşuyormuşuz gibi. Hayatı
ölmüş bir yıldızdan yayılan ışık gibiydi: Sonu olan ve hayali.
Eldivenlerimi giydim. Nazikçe, kazağım kaldırdım. En az iki
bıçak darbesinden akan kan, bedeni kaplamış ve yapışmaya baş
lamıştı.
Bol kuvvet.
Bol öfke.
“Bunu kendi kendine yapmış olamaz.” dedim. Sakin profes
yonel değerlendirmelere ihtiyacımız vardı, şoka değil. “İlk dar
beden sonra kesinlikle bıçağı geri çekmiş olamaz.” Sığ bir yara
yok. Deneme yok.
“Eğer kendini bıçakla öldüreceksen, ya boğazını kesersin ya
da damarını kesersin. Zaten Kate bir hemşireydi, bunun bilirdi.
“Ne kadar zaman önce diye düşünüyorsun?
“Soğuk ama bu havada...” Derwent başını salladı. Hiçbir
fikrim yok.”
389
Jane Casey
390
34
391
Jane Casey
392
ölülerin Konulmasına İzin ver
393
jant Casey
394
ciğerlerinden çıkan havayı hissettim. Yine de aynı şekilde sıkıca
tutuyordu. Beni yoldan uzaklaştırarak ağaçların altına sürükledi
ve kulağıma iki kelime fısıldadı.
“Sakin. Benim.”
Heyecanla başımı salladım ve Derwent elini gevşetince, elini yü
zümden iterek uzaklaştırdım. Ona bakmak için arkamı döndüm.
Saçları kafasına yapışmıştı ve titriyordu. Kıyafederi sırılsıklamdı.
“Neden beni tutup çektin?” diye fısıldadım öfkeli bir şekilde.
“Mazeretim var. Sen neden bana dirsek attın?” Midesini tu
tuyordu.
“Senin olduğunu bilmiyordum. Bir şeyler buldun mu?”
“Birini gördüm ama sazlıkların içinde kaybettim. Kilomet
relerce uzaktaydı.” diye ekledi Derwent savunma hâlinde. “Şan
sım olmadı.”
“Sen nehre mi girdin?” Kıyafederine bakıyordum, üzerine
yapışan çamura ve otlara.
“Birazcık.”
“Birazcık ölmemiş olduğun için şanslısın.”
Bir sırıtma. “Sana hayat öpücüğü vermezdim deme.”
“Şansım olmazdı. Eğer ters gitseydi, şimdiye çoktan denizi
boylamış olurdun.”
Burnunun ucuna yapışmış olan otu aldı ve saçlarını geriye
doğru attı. Hak etmiş olduğunu düşündüğüm bir çamur izi var
dı yüzünde. “Bu lanet olası hava. Ona iyice bakamadım.”
“William Turner’dı.”
“Ne?” Derwent gözlerini bana dikti, çok şaşırmıştı. Bu ken
dimi bana ona aldanmış olduğum konusunda daha rahat hisset
tirdi. “Nereden biliyorsun?”
395
Jane Casey
396
“Ama o yapmadı.”
Derwent omzunu silkti. “İstiyorsan onu koru ama kariyerini
senin için bunu yapamayacak biri için kurban etmeye değmez.”
ilerden gelen bağrışmalar beni yerimden sıçrattı.
“Bölge polisi gelmiş olmalı.” dedi Derwent hızlanarak.
Köpeklerin havladığını duyuyordum. Her zamankinden
fazla, elimde telsizimin olmasını ve onlara doğru ilerlediğimi
zi söyleyebilmek istedim. Polis köpekleri önce ısırır, sonra soru
sorarlardı. Ama onları bulduğumuzda -ya da onlar bizi buldu
ğunda- köpeklerin tasmaları vardı.
“Birini kaybetmişsiniz, değil mi?” dedi Teğmen. Köpeği arka
ayaklarının üzerinde dans ediyor ve nefes alıp verdikçe dili dı
şarıda deli gibi sallanıyordu. Üç polis ve bir köpek daha vardı,
hepsi de çok yetkin görünüyordu.
Onlara Turner’ı tarif ettim ve arabayı anlattım. Teğmen ba
şıyla onayladı.
“Ayrılacağız. Birkaç adamı nehre göndereceğim. Eğer bu böl
gedeyse, onu bulacağız.”
Söylediklerini yaptılar ve karanlık tam çökmeden, Kate
Emery’nin bedeni onu morga götürecek ambulansa taşındıktan
sonra beni nehir yatağına çağırdılar. Yağmur durmuştu ve akşa
müstü hava güzelleşmişti. Georgia da geldi ve ikimiz yol boyu ses
sizlik içinde yürüdük. Kate’in bedenini bulduğumuzdan beri Ge-
orgia’dan ses çıkmıyordu. Aptal değildi, başının belaya gireceğini
biliyordu. Aslında hepimizin başı beladaydı. Buna takılamayacak
kadar yorgundum. Ben bununla baş edebilirdim; baş edebilme
liydim. Daha önemlisi, şu anda hâlâ elimdeyken işimi yapmaktı.
İlk gördüğüm şey ön tarafı ve arka tarafı ışıklandırılmış
şişme bir bottu, akıntıya doğru ilerlemeye çalışıyordu. Sonra
397
Jane Casey
398
da bu olur. Özellikle nehir bu kadar yüksek ve hızlı akarken.
Çok hızlı hareket eden birçok çöp var.”
Cesetten bir adım geri atarak uzaklaştım. “Dr. Earl/nin
otopsi yapmasını istiyorum.”
“Bizim adamımız iyidir.” dedi müfettiş.
Başımla onayladım. “Eminim öyledir. Ben de sadece emin
olmak istiyorum.”
“Eğer istiyorsan Dr. Early gelebilir.” dedi Derwent ayağa kal
karak. “Ama ben sana bunu bedava yapayım. Bu kesinlikle Tur
ner ve o kesinlikle ölü.”
399
35
400
Bu seni Kate Emene tecavüz ettiğin için tutuklamak istiyorum
demek ve bu şans hiçbir zaman elime geçmeyecek.
“Tek istediğim davayı çözmek dedim.*
‘Her şeyin çözüldüğünü düşünüyordum. Turner öldü.*
‘Evet, öldü.’ Ve yarım saat içinde Dr. Early nin incelemesi
ile bedeninde sakladığı sular onaya çıkacak Testerenin sesini
duyabiliyorum: kemikleri kesen araçlan tartılmak, ölçülmek,
tanımlanmak ve tekrar bedene konmak için bekleven organla
rın ıslak kayganlığını hissedebiliyordum. Sinirlerimin ne kadar
sağlam olduğunu, Chloe'nin otopsisine katılarak ispat etmiştim.
William Turner'ınkine katlanmama gerek yoktu. ‘Havada kalan
bazı şeyleri sonlandınyorum.’
‘Havada kalan?* diye tekrar etti Morgan.
‘Bethany ve Chloe kaybolduğunda tam olarak neler oldu
ğu gibi. Turner’m onlan nasıl bulduğunu ve onları hiç tehdit
edip etmediğini öğrenmem gerek. Turner’ı en son ne zaman
gördün?”
401
Bu yüzden kesinlikle Morgan’ın aramıza girmesine izin ver
meyecektim.
Başını sallıyordu, “Yapamam. Üzgünüm, eğer Eleanor ve Ol
lie burada olsaydı, onlarda hayır derlerdi.”
“Neredeler?”
“Hiçbir fikrim yok, sorumluluğu bana verdiler.”
Ben asla böyle bir şey yapmazdım ve sanırım bu yüzüme yan
sıdı çünkü Morgan alınmış görünüyordu.
“Benimle bir problemin mi var?”
“Kişisel olarak değil.”
“Bu ne demek?”
Bu seni Kate Emery e tecavüz ettiğin için tutuklamak istiyorum
demek ve bu şans hiçbir zaman elime geçmeyecek.
“Tek istediğim davayı çözmek dedim.”
“Her şeyin çözüldüğünü düşünüyordum. Turner öldü.”
“Evet, öldü.” Ve yarım saat içinde Dr. Early nin incelemesi
ile bedeninde sakladığı sırlar ortaya çıkacak. Testerenin sesini
duyabiliyorum; kemikleri kesen araçları tartılmak, ölçülmek,
tanımlanmak ve tekrar bedene konmak için bekleyen organla
rın ıslak kayganlığını hissedebiliyordum. Sinirlerimin ne kadar
sağlam olduğunu, Chloe’nin otopsisine katılarak ispat etmiştim.
William Turner’ınkine katlanmama gerek yoktu. “Havada kalan
bazı şeyleri sonlandırıyorum.”
“Havada kalan?” diye tekrar etti Morgan.
“Bethany ve Chloe kaybolduğunda tam olarak neler oldu
ğu gibi. Turner’ın onları nasıl bulduğunu ve onları hiç tehdit
edip etmediğini öğrenmem gerek. Turner’ı en son ne zaman
gördün?”
401
Jane Casey
402
“Herhangi bir fikrin var mı?”
“Belki eve.” Omuzlarını silkti, “Gerçekten söyleyecek bir
şeyim yok. Oliver aradığı zaman o gider. Onun kölesi gibidir,
belki de Oliver bunun için Eleanor ile evlendi. Sebebi kesinlikle
görünüşü ya da onun harika sohbetleri değildi, öyle değil mi?”
“Onu önce senin gördüğünü sanıyordum. Oliver’ın onu sen
den aldığını düşünüyordum.”
Bu tam on ikiden vurdu. “Öyle olmadı, ben onunla ilgilen
miyordum. Sadece takılıyordum, hepsi bu.”
“Seni değil de Oliver’ı seçtiğin de bunu problem yaptın mı?”
“Öyle olmadı.” dedi tekrar.
“Kate ile de aynı şeyin olması komik değil mi? O da senin er
kek kardeşini seçti. Onunla birlikte olmak istedi, Oliver’ın onu
zorlamasına gerek yoktu.”
Yüzü değişti. “Sana... Seninle bunun hakkında konuştu mu?”
“Konuştu.” dedim, iliklerine kadar sızan korkuyu izleme zev
ki için. Ona Kate’in çok da fazla bir şey anlatmadığını, benim de
Kate’i bu konuda zorlamadığımı ve onun bu işten kurtulacağını
söylemeyecektim.
Taktik değiştirdim. “Kate’in Eleanor’a şantaj yaptığını bili
yor muydun?”
“Sen nasıl... Sana anlattı mı?” Gereğinden fazla bir rahatlık
la, gösterdiği ilgisizliğin arkasına saklamaya çalıştığı panik.
“Birçok ipucu vardı. Birçok şeyin de kanıtı.” Uzunca bir süre
onu inceledim. “Eleanor senden Kate’i uyarmanı istedi.”
“Ne?”
“Onu korkutmaya gittin ve devam ettin. Ona bir ders ver
meye karar verdin. Sana saygı duymasını sağlamak istedin.
403
Seni ciddiye almasını istedin. Onun yanlış kardeşi seçtiğini
anlamasını istedin. Ne demiştin? ‘Hiçbir işin ve gelirin yok,
erkek kardeşinin evinde yaşıyorsun, sokaklara düşmene bir
adım var.’”
Morgan beni öldürmek istermiş gibi baktı. “Çeneni kapa.”
“Sadece senin söylediğini tekrar ediyorum. Kendini lanetle
mek gibi bir lanet daha yoktur, Morgan. Hâlâ gerçek bir erkek
olduğunu kanıtlamak için her şeyi yapacağına bahse girerim.”
“Tanrım, sana göstermek isterdim...” Kafasını sallayarak dur
du. “İşinde iyisin, değil mi?”
“öyle derler.”
“İşler biraz karıştı. Kate ile.” Omuzlarını silkti. “Eğer o kadar
rahatsız olsaydı, polisleri çağırırdı.”
“Ama yapamazdı, değil mi? Sen bize Eleanor’a şantaj yaptı
ğını söylerdin.”
“Eleanor bunu yapmama izin vermezdi.”
“Fakat Kate bunu bilmiyordu. Bu riski alamazdı.”
“Bu onun problemiydi. Onun seçimi.” diyerek güldü, Mor
gan tekrar kendini kontrol etmeye başlamıştı. “Kadınları sevdi
ğimi biliyorsun. Beni kızdırmak için her şeyi yaptıkları zaman
bile onları seviyorum.”
Beni kastettiğini anladığımdan emin olmak için göz kırptı.
Gözlerini yerlerinden çıkarma hissiyle savaştım.
“Ben sadece işimi yapıyorum.”
“Neden bizi taciz ediyorsun? Bunu yaparak ne bulmak isti
yorsun?”
“Gerçeği. İstediğim sadece gerçek.”
“Ve Bethany’nin sana yardım edebileceğini düşünüyorsun.”
404
“Edebileceğini biliyorum. Dün William Turner’ı gördüğünü
biliyorum. Ona ne söylediğini öğrenmem lazım. Bir soruşturma
olacak, biliyorsun. Sadece merak ettiğim için sormuyorum. Tur
nen, Hampshire’a neyin gönderdiğini bilmem lazım. O yüzden
Bethany’nin söyleyecekleri çok önemli. Eğer onunla şimdi ko
nuşursam, bu onu hâkim karşısına çıkarmaktan kurtarabilir."
İstediğimden daha uzun bunu düşündü, tarttı. “Ollie ne der
bilmiyorum. Onu aramam gerek.”
“Tamam. Eğer kendi kararlarına güvenmiyorsan ara onu. Bir
de nerede olduğunu da bul. O da listemde ikinci sırada.”
“Bu kendi kararlarıma güvenmediğimden değil.” dedi he
men Morgan.
“Doğru.” Duvara yaslandım ve cep telefonumu çıkardım,
öylesine mesajlara bakmaya başladım. “Sana ne yapman gerek
tiğini söylediğinde beni bilgilendir lütfen. Yani o sorumluluğu
sana vermiş ama bunun sana güvendiği anlamına gelmediğini
her ikimiz de biliyoruz.”
Morgan eğildi, sesini o kadar alçalttı ki sadece ben onu du
yabilirdim. “Sana eğitimin sırasında manipülatif bir fahişe oldu
ğunu öğrettiler mi, yoksa doğuştan mı geliyor?”
“Her ikisinden de biraz.” Ona baktım. “Yani? Evet mi, hayır mı?”
405
36
406
ki çocuksu ifade kaybolmuştu, yanakları çökmüş ve gözlerinin
altına mor halkalar yerleşmişti. Ona sarılmak istedim ama me
safemi korumak zorundaydım.
“Neredeyse ölüyordun, Bethany. Oradaydım. Buna kararlıy
dın, biliyorum ve nedenini öğrenmek istiyorum.”
Başını salladı.
“Chloe yüzünden miydi?”
Hiçbir şey. Cevap yok.
“Bana İncin bilip bilmediğimi sordun. Baktım, tren hattında
bana söylediklerine. ‘Günahlarımın her zaman benim önümde
durduğunu bildiğim için.’ Psalm 51. Kırık ve tövbekâr bir kalp
için affetme ile alakalı. ‘Kurban etmekten hoşlanmayacaksın ya
da sana vereceğimden.’ Kendini öldürmekten daha büyük bir
fedakârlık yok, var mı?”
Küçük bir omuz silkme.
“Bunu düşünmek bile günah değil mi?”
Dudaklarının kenarları aşağıya düştü, gözyaşlarını tutmaya
çalışıyordu.
“Bana senin ne olduğunu bilmediğimi söyledin.” dedim.
“Bilmiyorsun.”
“Nesin sen? Söyle bana.”
“Anla, ben günah içinde dünyaya geldim, annem bana gü
nah içinde hamile kaldı.” Sesindeki acı irkilmeme sebep oldu ve
anında ne demek istediğini anladım, raylarda ne demek istedi
ğini...
“Bethany. Bu senin hatan değil.”
“Ben günahın çocuğuyum. Annem... gözlerini kapatarak
durdu.
407
“Annen seni seviyor. Baban da.”
“O benim babam değil.”
“Her açıdan senin baban.” dedim. “Seni her zaman sevdi.”
“Sadece bir mucize olduğumu düşündüğü için.” Başını salla
dı. “Ona nasıl yalan söyleyebildi? Bana?”
“Nasıl öğrendin? Annen mi söyledi?”
“Hayır. Bildiğimden haberi bile yok.” Gözlerindeki paniği
gördüm. “Sakın ona söyleme.”
“Söylemeyeceğim ama sanırım onunla bunu konuşmalısın.
Ona açıklaması için bir şans ver.”
“Neyi açıklaması için. Günah olan bir ilişkinin sonucunda
doğduğumu mu? Tüm hayatımın bir yalan olduğunu mu?”
“Eminim o böyle görmüyor. Ben de böyle görmüyorum.”
Bir dakika bekledim. “Annen sana söylemedi ve baban bilmiyor.
Başka kim biliyordu? Sana kim söyledi?”
Cevap vermeden, gözlerini aşağıya indirdi, ellerine baktı.
“Kate mi söyledi?”
Tam bir şok. “Nasıl bildin?”
“Şanslı bir tahmin.” Kate’e kızmış olmama şaşırdım. Bunun
Bethany’nin dünyasını sarsacağını bilmeliydi. Ve umursamadı.
Bencil, kindar kadın...
Bethany yüzümdeki ifadeyi gördü. “Bana söylemeyi isteme
mişti. Birden ağzından çıktı.”
“Bu kazayla söylenebilecek bir şey değil.”
“Ona sinirliydim. Bana bağırıyordu ve ben de ona bağırıyor
dum.”
“Ona neden bağırdın?”
408
“Birkaç hafta önce William, Chloe ve ben Constantine Bul
varı’nda bir eve gitmiştik. Takılıyorduk. Biraz içki, biraz sigara.
Bilirsin. William ve Chloe yatakta öpüşüyorlardı ve ben de pen
cere kenarında duruyordum. Benim orada olmamı umursamı
yorlardı ama ben biraz garip hissettim. Nasıl olduğunu bilirsin.”
Başımla onayladım.
“Chloe ve William’in yaptığını görmemek için pencereden
dışarı bakıyordum.” Yutkundu. “Eğer orada olmasaydım, hiç
öğrenemeyecektim.”
“Ne gördün?”
“Babam mutfaktaydı. Kate ile konuşuyordu.” Gözlerini yere
dikti, sanki olanları yine görüyordu. “Babam bir dolaba yasladı
ve ellerini boynuna doladı. Ne yapacağını bilmiyordum, gerçek
ten çok net göremiyordum ama kızgın görünüyordu. Gerçekten
kızgın. Onu öldüreceğini sandım.”
Oliver Norris’in sorgu sırasında, sakin bir şekilde Kate’in iliş
kiyi bitirmek istediğini ve buluşmalarının nasıl bir rahatlamayla
bittiğini anlatışını hatırladım.
Gerçek değildi. Birazı bile.
“Sonra ne oldu?”
“Onunla konuştu. Ona gülümsüyordu, omuzlarını okşuyor
du. Dizlerinin üzerine oturdu. Babam dolabın arkasında gizlen
miş gibiydi ama Kate’in başının oynadığını görebiliyordum ve
ona ne yaptığını biliyordum, iğrençti.”
Kurtuluştu diye düşündüm. Kate onu sakinleştirmişti. Gü
venliğini satın almak için ne sunabileceğini dikkatlice hesapla
mıştı; sundu ve kabul edildi.
“Sen de izledin mi?”
409
Jane Casey
410
“Benim varlığımın tek sebebi günah. Annem bana her bak
tığında kendi zayıflığını görüyor. Babam ise bir yalan görüyor.
Tüm hayatım bir yalan.” Bethany gözlerini ovuşturdu. Bu yüz
den işlerim hiç yolunda gitmiyor. Dokunduğum her şey kirle
niyor. Sevdiğim herkes zarar görüyor. Chloe ile William öldü ve
bu benim hatam.”
“Senin hatan değil.” Yatağın demirini tuttum. “William Tur
ner gibi insanlar manipülatif ve tehlikelidir. Onu durdurabil
mek için yapabileceğin bir şey yoktu.”
“Onu seviyordu.”
“O aşk değildi.” dedim. “Takıntıydı. Ona sahip olmak istedi.
Onu kontrol etmek için.”
“Hayır, yanılıyorsun. Onu seviyordu. Kimse bana, Willi-
am’ın Chloe’ye baktığı gibi bakmadı.”
“Şanslısın o zaman.”
Başını salladı ve onu Turner’ın bir kahraman olmadığına
ikna etmenin çok zor olacağını gördüm.
“Biliyorsun çok yakışıklıydı.” dedim. “Çok etkileyiciydi.
Onu sevdim. Senin de ondan hoşlanman çok doğal.”
Gözlerini aşağıya indirdi, kıpkırmızı oldu.
“Ona âşık miydin?”
“O Chloe’yi seviyordu.”
“Ama etrafta olmandan rahatsız olmuyordu. Ekstra ilgiyi se
viyordu.”
“Benimle konuşmayı severdi.” Bunu fısıltıyla söylemişti. “Biz
arkadaştık.”
“Arkadaşlar... Ama Chloe ile kaçtığınızda nereye saklandığı
nızı ona söylemediniz.”
411
jane Casey
412
“Chloe’ye ne olduğunu anlatmak istemedim.”
Hayal kırıklığım hücrelerimde hissettim. “Bana karşı dürüst
olmalısın, Bethany. Chloe’ye ne oldu? Öldüğünde onunla miy
din?”
“Hayır. Hayır, kesinlikle hayır. Onu görmedim bile. Geri
geldik ve o Chloe’yi götürdü.”
“Kim götürdü?”
“Annem.” Bana sanki bunu bilmeliymişim gibi baktı. “An
nem götürdü.”
413
37
414
O bölgeye doğru arabayı sürmemin sebebi; onu ya da aile araba
sını görebilir miyim acaba, diye düşünmemdi. Polis ulusal bil
gisayarında bir program kurdurtmuştu, yer belirleme programı.
Eğer program devriye arabasında kayıtlı ise, o numarayı bulur
bulmaz sinyal veriyordu. Ayrıca Derwent ve Una Burt’e, Bet-
hany’nin bana anlattıklarını söylediğim birer mesaj bıraktım.
Morgda cep telefonu çekmiyordu. Morgda olduğum zamanlar
da hiç umursadığım bir şey değildi.
Bana doğru yürüyen ince bir figür gördüğümde, arabama
giriyordum: William Turner’m annesi. Boş boş bakıyordu. Bir
anlığına uykusunda geziyor zannettim ama sonra başını çevirdi
ve ona baktığımı gördü. Yolun karşısına geçtim.
“Bayan Turner, hatırlıyor musunuz bilmiyorum ama... Ge
çen hafta sizinle tanışmıştık.”
Beni tanıdığına dair hiçbir belirti yoktu. Saçları taranmamış-
tı. Kararsız bir şekilde ona uzandım ve kolundan tuttum. Derisi
incecikti ve kemikleri batıyordu.
“Bayan Turner, William için çok üzgünüm. Sizi eve götüre
bilir miyim? Ya da nereye gitmeyi planlıyorsanız.”
“William.” dedi. “William.”
“Biliyorum, Bayan Turner. Kaybınız için çok üzgünüm.”
“Yanlış hiçbir şey yapmadı.” Sanki uyanmaya başlamıştı, ba
kışlarını bana yoğunlaştırdı. “Adın çıkacağına canın çıksın. Böy
le derler değil mi? Ona hiçbir zaman şans vermediniz.”
Polisi mi yoksa kişisel olarak beni mi kastediyordu, anlaya
madım. “Daha öncede bir olaya karıştığı için onunla konuşmak
istedik ama o sadece sorgulamanın bir bölümüydü, Bayan Tur
ner. Bu olayın içinde miydi değil miydi araştırmak zorundaydık.
O ve Chloe yakındı.”
415
Jane Casey
416
Orada değillerdi. Arabayı geri çevirmek için her hâlükârda oto
parka girdim. Hayal kırıklığına uğramıştım.
Neden orada değillerdi? İş günü değildi. Onlarla konuşmam
gerektiği şu anda birdenbire nereye kayboldular?
Arabayı park ettim ve binanın arkasına doğru yürüdüm. Yan
kapıyı ve çöp kutularını geçtim. Oradaydı, arabaları, yoldan gö
rülemeyecek bir noktaya park edilmişti.
Saklanmıştı.
Neden saklanmıştı?
Yeniden kapıya gittim ve olabildiğince sessiz bir şekilde içe
ri girdim. Koridor soğuk, karanlık ve tamamen sessizdi. Direkt
ofise ilerledim, kimse yoktu. Bilgisayarlar kapalıydı, masalar
derli topluydu. Gareth ya da sekreterinden iz yoktu. Oliver
Norris’ten de iz yoktu.
Karısından da.
Belki de Chloe’yi kıskanıyordu; erkeklerin kendisine ilgi gös
termesinden aldığı saf zevk. Sevgilisinin kızıyla aynı evde yaşa
mak Oliver Norris için nasıl bir duygu olmalı? Hakkında fantezi
kurulabilecek kadar büyüktü, diye düşündüm. Uzun bacakları
ve hoş bir yüzü vardı. Eğer gerçekten akıllı değilse bile, bu onu
daha ulaşılabilir yapıyordu. Eleanor hayatını itaatkâr olmaya
adamıştı ama ben bunun onda doğuştan olduğuna inanmıyo-
rum. Chloe’nin tatlı bir uysallığı ve yumuşak başlılığı vardı. Ele
anor şüphe, utanç, bastırılmış duygular ve sırlarla içine kapan
mışken; Chloe hareketlerinde özgürdü.
Mutfakta kimse yoktu. Koridordan yürümeye devam ettim
ve buradan sadece tek bir çıkışın olduğunu buldum; ana ko
ridora çıkan kapıdan başka çıkış yoktu. Ses geçirmeyen ağır
kapıyı ittim ve dikkatlerimi üzerime çekmeyecek şekilde -ama
417
Jane Casey
418
“Şimdi, sana tekrar soracağım. Kimdi?”
Çok hafifçe başını salladı ve ona cevap vermek için ağzını açtı
fakat konuşmaya şansı olmadı. Oliver elinin tersiyle acımasızca
vurdu ve Eleanor yana doğru savruldu, neredeyse dengesini kay
bediyordu.
“Bana başını sallama seni fahişe. Söyle bana. Söyle. Onun
benim olduğunu söylemiştin. Tann’dan bir hediye olduğunu
söylemiştin.”
“Ben onun hakkında öyle düşünüyorum. O bir hediye.” Bi
razcık başını çevirdi. “Lütfen Ollie. Lütfen. O her zaman bizim
çocuğumuz oldu. Başka kimsenin değil.”
“Şeytan senin içindeydi.”
“Hayır.”
“Bu ne demek biliyorsun, Eleanor. Suya girmek zorundasın.”
“Hayır. Lütfen hayır.”
“Yıkanarak temizlenmem gerekiyor. Kardan daha beyaz. ”İnti
har etmek üzereyken Bethany de bana bunları söylemişti. Beni
yıka ki kardan daha beyaz olayım.
“Lütfen. Hayır, Ollie. Lütfen.”
Vaftiz havuzunun kapağı açıktı.
Beni yıka.
Kardan daha beyaz.
Çimlerin üzerinde yatan Chloe.
Onu suya sokup başım bastırmışlardı. Gareth’in özel seremo
nisi, şeytanlarını onu terk etmeye ikna etmek için.
Ve Oliver karısına da aynı yolla bir ders vermek istiyordu.
“Şeytan bile melek kılığına bürünebilir.” dedi Oliver. “Aziz
Paul’ün sözü.”
419
Jane Casey
420
ölülerin Konuşmasına İzin ver
421
|ane Casey
422
ölülerin Konulmasına izin ver
423
Jane Casey
424
Gözlerinde herhangi bir tereddüt yoktu, sadece Tanrı tarafından
istediği gibi davranabileceğine dair kendisine bir hak verildiğine
olan inancı vardı. Ben onun için sadece bir rahatsızlık sebebiy
dim ve bu şekilde ölecektim. Kahramanca değildi ya da herhan
gi bir şeye değecek bir durum.
Boş yere öldüğümü düşünürken buldum kendimi.
Ve sonra dünya benden uzaklaştı.
425
38
426
siyah elektrik kablosu boğazının etrafına dolanmış, etine bastı
rarak nefes almasını engelliyordu.
“Sorun hep bendim, değil mi? Ders verilmesi gereken ben
dim.” İpe asıldı ve Oliver’ın yeniden nefesi kesildi. “Soru sorma
ma izin yoktu. Tabii ki sen benden daha iyi bilirdin. Sen benim
kocamdın; ailenin reisi. Seni piç. Eğer bilseydim... Problem hiç
bir zaman ben değildim. Sen kısırdın, ben değil. Sen zayıftın,
ben değil. Sadakatsiz olan şendin, ben değil. Yanımda kaldığın
için sana minnettar olmam gerekiyormuş gibi hissettirdin bana.
Oysaki ben seni yıllar önce terk etmeliydim.” Her cümlenin so
nunda kabloya asılıyordu ve şu anda Oliver’ın başı ciddi dert
teydi. Yüzü morarmıştı ve dudakları maviye dönüyordu. Gözleri
pörtlek pördek olmuştu.
“Eleanor.” dedim ya da demeye çalıştım. “Dur!”
“Bana gerçeği söyleyecek miydin?” Cevabı beklerken bir sa
niyeliğine kabloyu gevşetti. Kabloyu yeniden sıkmadan önce,
Oliver birkaç kez nefes aldı. “Sen bana kızımızla ilgili gerçeği
söyletmek için işkence edecektin ama tüm bu zaman boyunca,
sen bana yalan söylüyordun.”
“Eleanor.” dedim yendien. “Durman gerek. Onu öldüreceksin.”
“Ona âşık miydin? Âşık miydin? Âşık olman mı, olmaman
mı daha kötü bilmiyorum. Eğer sadece seks ise; acınacak hâlde
sin. Her türlü acınacak hâldesin. Zavallısın.”
Oturmaya çalıştım ama çok hâlsizdim, her tarafim titriyor
du. “Eleanor, Bethany’i düşün. O bunu istemezdi.”
“Tanrım, Bethany.” Kabloyu yeniden gevşetti. “Zavallı kü
çük Bethany’im. Ona ne diyebilirim? En azından onun gerçek
babası değilsin. Bu iyi bir şey. Morgan’la yattığım için her za
man kendimi suçlu hissettim ama o senden iki kat daha erkek.”
427
jane Casey
428
ölülerin Konulmasına izin var
429
Jane Casey
430
“Ailesi hapse girecek diye mi? Onlardan uzaklaşmasının onun
için iyi olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Tüm bu
olanlara bir mola.” Kiliseye baktım. “Belki onlar hapisteyken
daha normal yaşamayı öğrenir. Hayattan ne istediğini anlar.
Hak etmediği suçluluk duygusundan kurtulur.”
“Gerçek babasını daha yakından tanır.” dedi Una ve ben ür
perdim.
“Hayır, mümkünse o olmasın.”
Enerjik iki tıbbi teknisyen morluklarım olmasına rağmen iyi
olduğuma karar verdiler ama Oliver ve karısının kontrol için
hastaneye gitmesi gerektiğini söylediler. Norris’i sorguya çekme
şansı elinden alman Derwent’in yüzü asıldı. Onu dışarıda bir
banka oturmuş, iki üniformalı polisin Norris’i hastaneye götür
mek için karavana bindirişini izlerken gördüm.
“Neşelen.” dedim yanma otururken. “Norris hâlâ senden
daha kötü bir gün geçiriyor.”
“Cinayetten tutuklanmak mı?”
“Kendi erkek kardeşinin kızının gerçek babası olduğunu öğ
renmek.”
“Morgan mı?” Derwent ıslık çaldı. “Aile içinde olması çok
daha iyi değil mi?”
“Sütçüye olan garip benzerliği açıklamana gerek kalmıyor.
Aslında Eleanor’un çok akıllıca davrandığını düşünüyorum.
Morgan ve Oliver’ın birbirleri ile rekabet içinde olduklarını bi
liyordu. Oliver ile tanışmadan önce Morgan’la bir ilişkileri ol
muştu. Yani Morgan ondan etkileniyordu ve ağabeyine karşı 1 -0
öne geçmek için her şeyi yapardı. Morgan’ın en iyi zamanda bile
vicdanı olduğunu düşünmüyorum. Onu yatağa atmak için çok
zorlandığını sanmıyorum. Eleanor tamamlanmamış bir işti.”
431
Jane Casey
“Ben bir hata yaptım. Aslında istediğim hep şendin ama ar
tık çok geç.” dedi Derwent.
“Aynen öyle. Bu aynı zamanda bu iş onu tehdit etmeye baş
ladığında, Eleanor’un neden Morgan’dan Kate’i uyarmasını is
tediğini de açıklıyor. Kimsenin bunu öğrenme şansı olduğunu
düşünmüyordu, sonra birden Kate elinde Oliver’ın kısır oldu
ğunu gösteren deliliyle çıkageldi. Kate tüm gerçeği bilmiyordu
ama Eleanor’un bunu saklamak istediğini biliyordu. Morgan
da bunun duyulmasını istemiyordu, yoksa sokaklarda yaşamak
zorunda kalacaktı. Oliver’ın nasıl tepki vereceğini biliyor olma
lıydı ve başını sokacak bir ev için ona ihtiyacı vardı. Eleanor’a
şantaj yapılmış olabilir ama o da insanları manipüle etmekte
çok iyi.”
“Saçma.” dedi Derwent. “Norris kızın babası olmadığı için
üzgün ama aslında onun babası. Onu büyüten o. Bethany’nin
sevdiği o.”
“Sen ve Thomas gibi.” dedim tehlikeli sulara girdiğimi bilerek.
“Evet, onun gibi.” Siyah gözlüklerinin ardında, gözlerindeki
ifadeyi göremiyordum. “Ne olursa olsun, o benim için şu anda,
bu dünyada umursadığım sayısı çok az insan listemde birinci
sırada.”
“Listende başka kim var?”
Derwent homurdandı. “Şey, sen yoksun. Sen diğer liste
desin.”
“Diğer liste ne?”
“Beni dinlemeyen insanlar. Tavsiyelerime rağmen ahmakça
davranan insanlar.”
“Destek çağırmak için vaktim yoktu.” dedim. “Oliver onu
öldürecekti.”
432
“Ve neredeyse seni de öldürecekti.” Uzandı ve çenemi yukarı
kaldırarak boynumu inceledi.
Kafamı çektim. “Sen de aynı şeyi yapardın.”
“Sana bunun iyi bir şey olmadığını sürekli söylüyorum.”
Ayağa kalktım. “Hadi. Hastaneye gidelim. Şanslıysak bize
Norrislerin sorgu için ne zaman hazır olacaklarım söyleyebilir
ler. Saat ilerliyor.”
433
39
434
“Senin yokluğunda Georgia’nın Kate ile başa çıkabileceğini
düşündün ve başa çıkabilmeliydi.” dedi Una.
“Bu soruşturmanın başından beri Kate bizim işlerimizi zor
laştıracak şekilde davrandı. Farklı zamanlarda hepimizi aptal ye
rine koydu.” dedim. “Ve onun önceki işiyle bağlantıyı kuran ve
bizim doğru izin peşinden gitmemizi sağlayan Georgia ydı. Eğer
Georgia olmasaydı, şantajdan asla haberimiz olmazdı.”
“Birçok açıdan yetenekli bir memur ama öğrenecek çok şeyi
var.” Una burnunu çekti. “Başka bir şekilde öğrenseydi, onun
için bu kadar zor olmazdı.”
“Hepimiz hata yapıyoruz.” dedim inatçı bir şekilde. “Bu so
ruşturma sırasında hepimiz hata yaptık. O da öğrenecek.”
“Soruşturma yapanların ne söyleyeceğine bakacağız.” Saatine
baktı. “Bu arada, soruşturmayı yapmaları için Chris ve Pete’i
bekliyorum.”
“Peki ya Gareth Selhurst? Birinin onu takip etmesi lazım.”
dedi Derwent.
“Halledildi bile.” dedi Una Burt yapmacık bir gülümsemey
le. “Ispanya’ya giderken Lutan Havaalanı’nda yakaladılar. Re
zervasyonu dün yaptırmış. Aniden oraya vaaz vermesi için çağ
rılmış olması garip.”
“Tanrı’nın gizemli yolları var.” diye mırıldandım. “Herhangi
bir şey söyledi mi?”
“Bir kaza olduğunu söyledi. Onu kurtarmaya çalıştıklarına
dair yemin etti.”
“Peki ya kendine ne olduğunu anlayamayacak kadar her şey
den habersiz olması?” diye sordu Derwent.
“Onlarla ilgili bir şey yok.” dedi. “Çok geç olana kadar
fark etmemişler. Kimse ona yemesi ve içmesi için bir şey ver-
435
Jane Casey
436
"Yapmam gereken şeyler var."
"Ve bunları yapacak bolca zamanın da var. Sınırlandırılmış
görev, hatırladın mı? Onlar bize geri dönene kadar çok sıkıla
caksın. Kâğıt işini o zamana saklayabilirsin.”
"Bu kâğıt işi değil.”
"Ne o zaman?”
"Brian Emery'i aramak istiyorum. Sanırım Chloe’ye ne oldu
ğunu öğrenmek ona yardımcı olabilir. Ayrıca bundan sorumlu
olanların hapiste olduğunu bilmek ona kesinlikle iyi gelir.”
Derwent benimle tartışmak istedi, bunu anladım ama o iyi
ve adil bir polisti, ne demek istediğimi anlayabiliyordu. “Ta
mam ama sonra seni eve götüreceğim.”
Brian Emery telefona cevap verene kadar, ben işe olan bu
adanmışlığımdan pişmanlık duymaya başlamıştım. Zor bir
konuşma olacağından kendimi yalnız kalacağım bir yere, Una
Bun’ün ofisine kapatmıştım. Yalnız kalır kalmaz ellerim titre
meye başladı. Oliver Norris hakkında düşünme dedim kendi
kendime ve Brian Emery’nin numarasını çevirdim. Hâlâ boğa
zım ağrıyordu. Gözlerimi kapadığımda, beni boğarkenki kırmı
zı ve terden parlayan yüzü gözümün önüne geldi.
Brian Emery’e o sabah olanları anlatmak o kadar uzun sür
medi ama soruşturmanın detaylarını incelemek çok zaman aldı.
Ağlamayı bıraktığı anda, hoş davranışlarının arkasına sakladığı
keskin zekâsını ve dikkatini gösteren sorular sormaya başladı.
Kate’in yaşadığı zorlukları ve Chloe’yi korumak için yaptıkları
nın yanı sıra, onun yasa dışı faaliyetlerini de anlattım. İç çekti.
“O harika bir anneydi. Chloe’yi her şeyden çok seviyordu.
Beni sevdiğinden daha çok. Keşke ekonomik durumuyla ilgili
bana gerçeği söyleseydi. Bir şeyler yapabilirdik.”
437
“Evet, ona karşı çok cömerttiniz.” dedim. “Bu sizin hatanız
değil.”
“Hayır ama bunu durdurmak için bir şeyler yapabilirdim,
görmüyor musunuz? Eğer parası olsaydı, bu tür işlere kalkışması
gerekmeyecekti ve ikisi de ölmeyecekti.”
“Tüm gerekenleri bilmiyordunuz ve işlerin bu hâle geleceği
ni de tahmin edemezdiniz. Kate her şeyi düşünmüştü ama Ch
loe’ye olanları tahmin edememişti.”
“Nolan’ı bilmiyordu.”
“Hayır. Chloe dışında hiç kimse bilmiyordu ve o da doğru
insanlara anlatmadı.”
“Belinda’ya anlattı.” O kelimlerde hüzün ve öfke vardı.
“Bay Emery... Nolan ve Nathan hakkında konuşabilir mi-
yız?
“Ne olmuş onlara?”
“Onlar için endişeleniyorum. Daha çok Nolan için endişe
leniyorum.”
“İyi bir çocuk değil.” dedi sıkıntılı bir şekilde. “Babasına ben
ziyor.”
“Bay Emery onun yardıma ihtiyacı var.” Ya da bir yere ka
patılmaya. “Eğer bu şekilde davranmaya devam ederse, birine
zarar verecek. Eğer şanslıysa, sadece kendine zarar verir.”
“Acaba denemeye değer miydi, diye merak ediyorum." dedi
Brian Emery.
“Her zaman denemeye değer.”
“Peki, yardım edilemeyecek duruma geldiyse?”
“En azından denedim dersiniz.” Burnumun direği sızladı.
Morgan ve Oliver Norris’i düşündüm. Rekabetleri, onları keli-
438
menin tam anlamıyla öldürücü davranışlarda bulunmaya itmiş
ti. “Başka birinin daha zarar görmesini istemiyorum Bay Emery;
siz, üvey oğlunuz ya da karınız veya Nolan’ın yakınında olan
herhangi birinin.”
“Bunu düşüneceğim.” dedi sonunda.
Konuşma bitince kendimi Una Burt’ün ofisinden dışarı at
tım. Sorgulamaya girebilseydim keşke. Eleanor’un sorguda söy
lediklerini bilmek çok ilginç olurdu. Ona bu olaya dahil olmakla
ilgili suçlandığını söylediğimde, hemen teslim olması komikti.
“Oliver. Dikkatli ol.” demişti. Yine de hepsini kabul etti, bel
ki de gerçeği söyleyince rahatlamıştı. Dürüst olmamak ona ağır
gelmiş, bedeni bunu kabul etmemişti. Kocasından sır saklama
stresi, onun için dayanılmaz olmalıydı.
Olayın tamamını çözmek benim işim olmamalı, diye düşün
düm ama her halükarda bunu yapmam gerektiğini biliyordum. Ne
olduğunu, nasıl olduğunu ve neden olduğunu doğru anladığımız
dan emin olana kadar her ayrıntıyı ve her şüpheyi takip etmeliydim.
Başka ne yapabilirdim ki?
Eğer onu yapmasaydım ben neydim?
Aniden eve gitmek, birinin aklına gelebilecek en iyi fikirmiş
gibi geldi ve teklifi hâlâ geçerli mi diye Derwent’ı aradım. Oda
nın diğer tarafindaydı. Liv ile birlikte onun bilgisayar ekranına
bakıyorlardı. Yanlarına gittim ve eğildim.
“Neye bakıyorsunuz?”
Aldığım tepkiyi beklemiyordum. Derwent sandalyesini ite
rek aceleyle kalktı ve sandalye benim tarafıma doğru sürüklendi.
Gözlerim ekranda, bakmadan sandalyeyi yakaladım. Liv, bilgi
sayarını kapatmadan önce, bunun bir Facebook sayfası olduğu
nu gördüm.
439
Jane Casey
440
nırdım. Gülüşü fotoğrafı aydınlatıyordu. Kadın açık saçlı, hoş bir
kadındı. Bana hiç benzemiyordu. Bir eli nişanlısının kolundaydı,
sol elinin üçüncü parmağına takılmış büyük bir yüzük parlıyordu.
Diğer eliyse karnındaki şişkinliğin üzerindeydi; sanırım dört
aylıktı.
Kısa zamanda yeni bir iş, yeni bir kız arkadaş ve yeni bir
hayata başlamıştı.
Bir anda ortadan kaybolan eski erkek arkadaşım.
“Wow. Tabii ki onunla evlenecek.” dedim. “Doğrusunu yapı
yor. Mutlu olmasına sevindim.”
“Maeve.” dedi Liv, yüzü gergindi. “Maeve, bilmiyordum.
“Nasıl bilebilirdin?” Gülümsemeye çalıştım ama başarısız
olduğumu biliyordum. “Sorun yok. Gitmesinin üzerinden çok
uzun zaman geçti.”
İkisi de uzun zaman geçtiğini biliyordu ve ikisi de, aptal gibi
onun geri dönmesini beklediğimi biliyordu.
“Artık gitsek iyi olur.” dedi Derwent.
Bunu yapabilirdim. Bununla başa çıkabilirdim.
Döndüm ve boş boş bakarak Derwent’a bir adım attım, bana
sarıldığını hissettim.
Bana o kadar sıkı sarıldı ki sanki kalbimin kırılmasını engel
lemek için onun parçalarını bir arada tutmaya çalışıyordu.
Şok o kadar büyük, verdiği zarar o kadar keskindi ki Derwent
evimin yolunu yarılayana kadar yolda hiç konuşmadım.
“Hiçbir zaman onun için yeteri kadar iyi olduğumu düşün
medim.” Pencereden dışarı baktım, yanından geçtiğimiz hiçbir
Şeyi görmeden. “Çocuk istediğini bilmiyordum. Hiçbir şey bil
miyordum.”
441
Jane Casey
442
“İyi olacağım.” dedim.
“Tabii ki özgürsün.”
“Gerçekten bunu kastediyormuş gibi rol yapmaya çalışabi
lirsin.”
“Üzgünüm. Burada elimden gelenin en iyisini yapıyorum.”
Başka bir bakış. “Henüz sana demiştim bile demedim.”
“İçinde tut.” dedim. “Dememeye devam et.”
“Zaten o adamdan daha iyisini hak ediyorsun.”
Evimin yakınında arabayı durdurdu, uygun sarı çizgilerin
üzerinde. “İçeri gelmemi ister misin?”
“Hayır. Neden böyle bir şey isteyeyim.”
“Belki yanında biri olsun istersin. Bir arkadaş demek istiyo
rum.” Çırpınıyordu. Bunu görmek beni duygulandırdı. Tabiatı
böyle değildi ve gösterdiği bu çabayı takdir ettim.
“Hayır. Sorun yok. Bir süreliğine yalnız kalmaya ihtiyacım
var.” Binaya baktım, sonra tekrar ona baktım. “Benim için ya
pabileceğin tek bir şey var. Ama büyük bir iyilik.”
“Ne?” Birdenbire dikkat kesildi.
“Daireni kiraladın mı, diye merak ediyordum?"
“Henüz değil.”
“Kiralık ev arayan birini tanıyorum. Çok güvenilir. İşi var, iyi
referansları var ve çok düzenli biri. Temiz. Derli toplu.”
“Tanıdığım birine benzemiyor.”
443
Jane Casey
444
40
445
Annesi, Bethany’nin hiçbir şeye sahip olmadığını söylemedi.
“Çünkü ailesi mahkemeye çıkmayı bekliyor vc hapse girecek
ler; zaten iyi ebeveynlik yapamıyorlardı. Çünkü o normal değil
ve biz onun normal görünmesi için çabalamalıyız, en azından
onun doğru görünmesini sağlayabiliriz.”
Lia. Çok fazla yiyordu. Bisküviler, şekerler ve kola. Kiloları
kıyafetlerinden taşıyordu, bedeninin hamur gibi kabararak bü
yümesine lanet ediyordu. Zamanını odasında internetten mak
yaj dersleri izleyerek geçiriyordu; sonra da göze batan koyu bir
göz makyajı, yanaklarında kahverengi allıkları ve dudakları daha
kalın gösteren rujuyla ortada dolaşıyordu.
Normal.
“Sen çatlaksın.” demişti Lia, Bethany’e okuldaki ikinci hafta
larında. “Herkes senin garip olduğunu düşünüyor.”
Bethany ona küçümseyerek baktı.
“Erkeklerin sana ne dediğini biliyor musun?” Lia ona söyle
mek için sabırsızlanıyordu. “Rahibe.”
Bethany gözlerini kaydırdı. “Orijinal.”
“Hiçbir erkeği öptün mü?”
“Sen öptün mü?”
Lia afalladı. “Şu anda konumuz bu değil.”
“Lia, eminim bir erkekle yatma konusunda senden daha çok
bilgiliyimdir.” demişti Bethany.
Lia kıpkırmızı oldu ve Bethany’i yemediği öğle yemeğiyle baş
başa bıraktı. Bethany tek başına boşluğa bakarak oturdu. Wil-
liam’ın kendisine gülüşünü ve Chloe’nin ona bakışını hatırladı.
Onu Chloe’den daha çok sevdiğine emin eden gülüşünü. Sorun
küçük olmasıydı, hepsi buydu; toy ve tecrübesiz... William ile
446
boş evde yalnızken, ellerini onun boynuna dolayıp kendini ona
yasladığında, William’in ona söylediği sözler... Chloe gecikmişti
ve onlar yalnızdı, dudaklarını onun dudaklarına değdirdi. öpü
cük gibiydi, öpücük olmasını istemişti.
Ama aslında William onun öpüşüne karşılık vermemişti. Ka
fasını geri çekmişti.
“Ne yapıyorsun?”
Kalbindeki aşkın etkisiyle çok zor konuşabiliyor ve zor ayak
ta durabiliyordu. “Seni istiyorum. Senin ilk olmanı istiyorum.
“Hadi ama Bethany.” Onu itmişti.
“Lütfen.”
“Chloe’nin senin arkadaşın olduğunu sanıyordum.
“Arkadaşım.”
William gülümsemişti, baştan çıkmıştı, huzursuzdu, elini
yanağında gezdirmişti. “Bethany yapamam. Sen çok gençsin.
Senin gibilere toy ve tecrübesiz derler.”
“Ne istediğimi bilecek yaştayım.”
“Belki.” dedi yavaşça. “Bak, bir gün senin de sıran gelecek
ama muhtemelen benimle değil. Sen akıllı bir kızsın, değil mi?”
Hayır, diye düşündü Bethany, çaresiz. Gerçekten değilim.
“Bunu yapamam.” dedi. “Sadece yapamam.”
Merdivenlerde ayak sesleri duyuldu; Chloe, saf mutlulukla
dolu hoş yüzü, ikisine karşı da sevgi dolu. Hiçbir şüphesi yok,
hiçbir endişesi yok.
Ve Bethany’nin kalbi kırk yaş yaşlandı, dokunduğu her şeyi
öldüren zehirli bir hâl alarak karardı.
“Buradasın. Bir bank bulmak çok akıllıca." Brian Emery ara
larında makul bir boşluk bırakarak Bethany’nin yanına oturdu.
447
Jane Casey
448
Boş boş penguenlere baktı. Duygularını kontrol almaya çalışır
ken dudağını ısırıyordu.
449
Jane Casey
450
“Bu komik.” dedi Brian. Sesi Bethany nin içine işledi. “O
burada ne yapıyor?”
“Kim?” dedi Bethany dikleşerek, görmeye çalıştı.
“Tam da onu düşünüyordum.” Brian Emery el sallıyordu.
“Dedektif Kerrigan.”
Onu seçmek yine de Bethany’nin bir iki dakikasını aldı. Her
zamanki siyah pantolonun içinde uzun ve inceydi. Onlara doğ
ru yürüdü. Güneş gözlüklerinin arkasında yazın olduğundan
daha solgun, daha ince görünüyordu ama dikkati bir yere odak
lanmıştı. Çatık kaşlı dedektif onun yanında, kendilerine yol
açarak ilerliyordu. Bethany etrafına baktı, insanların ikili üçlü
bir şekilde kendi etrafında durmuş, hayvanlar yerine onu izledi
ğini fark etti: Tanıdığı ve tanımadığı yüzler. Aynı şeyi söyleyen
yüzler, masumiyetinin ispatı için kullandığı yalanların sonuna
gelmişti. Biri, bir yerde onun söylediklerini düşünmüş ve kanıt
ları araştırmak gerektiğine karar vermişti. Bethany bunun kim
olduğunu bildiğini düşünüyordu. Sıcak gülüşü, parlak gözleri
ve anlama becerisiyle.
“Ne istediğini merak ediyorum.” dedi Brian Emery ve bunu
ona anlatabilecek kişi olan Bethany, hiçbir şey söylemedi.
altın kızlar
451
TEŞEKKÜR
453
Jane Casey
454