You are on page 1of 4

Peygamber Efendimizin ümmetine düşkünlüğü

Peygamber Efendimizin (sas) getirdiğ i mesaja icabet edip, çizgisinde gidenlere ise şefkat
ve merhameti çok başkadır. İnsanlık tarihinde O’nun kadar “ü mmetine dü şkü n” bir başkasını
gö stermek mü mkü n değ ildir.
 lemlere rahmet olarak gö nderilen Peygamberimiz (sas) bü tü n varlığ ı şefkatle
kucaklamış, başta insanlar olmak ü zere kainat O’nun temsil ettiğ i rahmetten istifade etmiştir.
Her gü zel haslet ve ahlâ kta olduğ u gibi Allah Resû lü şefkatte de zirvedir. O’nun hayatının her
karesi bu aşkın şefkatinin bir tecellisidir. Hayatı bir dantelâ gibi şefkat atkıları ü zerine
ö rgü lenmiştir. Efendimiz’in (sas) getirdiğ i evrensel mesaja icabet edenlere olan şefkati
ü zerinde bir-kaç açıdan kısaca durmak istiyoruz.
Mü cessem rahmet olarak gö nderilen Allah Resû lü , Cenab-ı Hakk’ın engin rahmetinin
temsilcisi olarak hayatı boyunca insanların o rahmetten istifade etmesi için çırpınıp
durmuştur. Dü nya ve ahiret saadetine gö tü ren, Allah’ın engin rahmetinden olabildiğ ince
istifade etme yollarını gö steren mesajına bîgâ ne kalan hatta inkâ r edenlerin bile hidayete
ermeleri için iki bü klü m olmuş, ızdırapla kıvranmıştır. Kur’an, Kainatın iftihar tablosunun bu
durumunu hem takdir hem de ta’dil(kendini bu kadar da yıpratma) ederek şö yle
buyurmuştur: “Bu söze (Kur’an’a) inanmıyorlar diye neredeyse kendini telef edip bitireceksin”
(Kehf, 18/6; Şuarâ , 26/3)
Peygamber Efendimizin (aleyhi ekmelü ’t-tehâ yâ ) getirdiğ i mesaja icabet edip, çizgisinde
gidenlere ise şefkat ve merhameti çok başkadır. İnsanlık tarihinde O’nun kadar “ü mmetine
dü şkü n” bir başkasını gö stermek mü mkü n değ ildir. Kur’an bu hakikati “Size kendi aranızdan
öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer,
müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128) buyurarak, Rahmet
Peygamberinin ü mmetine olan alakasının aşkınlığ ını bildirmiştir.
Peygamber Efendimiz, ayette bildirildiğ i ü zere ü mmetine çok dü şkü ndü r. Onların ü zerine
ö ylesine titremektedir ki bir tozun bile konmasına gö nlü razı değ ildir. Ü mmetinin dü nyada ve
ahirette sıkıntıya dü şmesi O’nu çok mü teessir ve mahzun eder. O’nu (sas) en çok dü şü ndü rü p
mahzun eden de ü mmetinden ahirette cehennem azabına dü şecek olanların halidir.
Ü mmetini cehennem azabına gö tü ren bir yola dü şmemesi için bir baba şefkatiyle ikaz eden
Allah Resû lü , onların hep hayırlara, gü zelliklere mazhar olması hususunda da çom hırslıdır.
Efendimizin (sas) mü minlere olan şefkati, dü şkü nlü ğ ü bir babanın evladına olan şefkati
gibidir. Bu son derece şefkatli bir babanın “evladım” diyerek gö nü l meyvesini ve
ciğ erparesini bağ rına basması gibi O daha dü nyaya teşrif eder etmez “ü mmetim” demişti.
Nitekim Şefkat Peygamberi ü mmetine olan bu dü şkü nlü ğ ü nü şö yle ifade etmişti: “Hiç
şüphesiz ben size bir babanın evlatlarına olan durumu gibiyim.”
Cenab-ı Allah, O’nun ü mmetine dü şkü nlü ğ ü nü , şefkat ve merhametini gü zeller gü zeli
isimlerinden “raû f” ve “rahîm” isimlerinin tecellileriyle ü mmetine ö zel bir teveccü hde
bulunduğ unu bildirerek tanıtmıştır. Allah şimdiye kadar hiçbir peygambere bu şekilde Esmâ -
i Hü snâ sından iki ismi birlikte vasıf olarak zikretmemiştir.
Allah Resû lü , mü minlere kendi nefislerinden daha yakın ve ö nceliklidir. Çü nkü O (sas)
onlara kendi nefislerinden daha hayırlıdır, onları gö rü p gö zetir. Mü minlere dü nyada ve
ahirette hayırlarına olanı gö sterir. Nasıl olmasın ki, biz nefislerimizden çok kere kö tü lü k
gö rü rü z. Hâ lbuki O’ndan hep kerem, iyilik, merhamet, şefkat ve mü rü vvet gö rdü k ve inşallah
ö tede de gö receğ iz. O (sas), Allah’ın rahmetinin temsilcisidir. Ö yleyse, elbette bize bizden
daha yakındır. Nitekim O, bu hususa şu şekilde dikkat çekmiş: “Ben mü ’minlere kendi ö z
canlarından daha yakınım.” İsterseniz şu â yeti okuyun: “Allah Resûlü, müminlere kendi
canlarından daha azizdir.” (Ahzab, 33/6) buyurmuş ve sonra da sö zü ne şö yle devam etmiştir:
“Kim bir mal bırakırsa o akrabalarınadır. Fakat kim de bir borç veya bakıma muhtaç kimse
bırakarak giderse borcunun ödenmesi ve geride kalanların bakımı bana aittir.” (Buharî, Tefsir,
33/1; Mü slim, feraiz, 15)
O, mü minlere kendilerinden bile ö ncelikli olduğ u gibi, aynı zamanda mü minler de Allah
Resû lü ’nü kendi canlarından bile daha çok sever/sevmelidir. Allah Resû lü , kendisine
muhabbet besleyenleri aynı ö lçü de sever; çü nkü O, en bü yü k mü rü vvet insanıdır.

Her Yerde Her Zaman Ümmetini Düşünmesi


Ü mmetine çok dü şkü n olan Allah Resû lü , yaşadığ ı kutlu zaman dilimi boyunca hep
ü mmetini dü şü nmü ş; dü nya ve ahirette ü mmetini saadete gö tü recek yolları hem tebliğ
ederek hem de aşkın temsili ile bilfiil gö stermiş, helaka sü rü kleyecek çizgi dışı dü şü nce ve
davranışlardan da sakındırmıştır. O’nun vahiy orijinli, şefkat yö rü ngeli hayat-ı seniyyeleri
mikro planda kıyamete kadar gelecek bü tü n Mü slü manların her tü rlü dertlerine,
problemlerine çare olacak zenginlik ve enginliktedir.
Allah Resû lü , kâ inat yü zü suyu hü rmetine yaratılmış bir insan olarak, getirdiğ i ve temsil
ettiğ i rahmetle insanlığ ı buluşturmak için işkencelere, hakaretlere maruz kalmış; ama bü tü n
bunlara rağ men tel’in ve beddua için elini açmamıştır. Zira O (sas), lanet etmek için değ il
alemlere rahmet olarak gö nderilmiştir.
Mekke’de kapı kapı dolaşmış, insanların bir araya geldiğ i panayır vs. gibi anları bir fırsat
olarak değ erlendirmiş mesajını tebliğ etmişti. Bir keresinde çok ağ ır haraketlere maruz
kalmış, melek imdadına koşmuş, eğ er isterse bir dağ ı kaldırıp bu â sî kavmin tepesine
indirebileceğ ini sö ylemişti. Ama o şefkat abidesi insan ellerini kaldırarak: "Allah'ın, onların
neslinden (kıyamete kadar) yalnızca Allah'a ibadet edip O'na şirk koşmayan birilerini
çıracağını ümit ediyorum" demiş ve onlara herhangi bir belanın gelmesini istememişti.
Peygamber Efendimiz, kendisini taşlayan, vü cudunu kan revan içinde bırakan, namaz
kılarken boğ azını sıkan veya başına işkembe koyan, geçeceğ i yollara dikenler serpen
insanların, hep hidayetlerini istemiş bö ylelikle dü şmanlarının bile cennete gitmelerini arzu
etmiştir. O, Taif'te taşlanmış, yü zü gö zü kan içinde bir bağ a sığ ınmak mecburiyetinde kalmış;
ama kendine bunu reva gö renlere beddua etmemiş halini Allah’a arzetmişti.
Yine harp meydanında dişi kırılıp yü zü ne miğ ferinin bir parçası saplandığ ı ve yü zü nden
dö kü len kan yere dü şeceğ i esnada, hemen ellerini kaldırarak â detâ duâ ile İlâ hî gadabın
ö nü ne geçmeye çalışmış ve: "Allah'ım kavmime hidayet et, çünkü onlar (beni) bilmiyorlar"
niyazıyla kâ firlerin başına gelmesi muhtemel bir belayı ö nlemişti ki, bu ifadelerin her bir
kelimesinde nasıl bir şefkat ırmağ ı çağ ladığ ı açıktır.
Allah Resû lü hiçbir beşere nasip olmayan miraça mazhar olmuştu. Gö kler velîmesine
çağ rılan Hakk’ın ö zel davetlisi O’ydu; herkesin gö zü nü diktiğ i “Kâ b-ı Kavseyn”e uğrayıp geçen
de yine O’ydu. “Sidretü ’l-Mü ntehâ ”nın misafiri olmak sadece O’na bahşedilmiş bir
َ َ‫ ” َما زَ ا َغ ْالب‬mazmununca gö rdü ğ ü şeyler karşısında başının dö nmemesi,
mazhariyet, “‫ص ُر َو َما طَغَى‬
bakışlarının bulanmaması da O’na lü tfedilmiş ö zel bir temkindi. O, Â yetü ’l-Kü brâ ’nın kendi
hususiyetleriyle zuhû runu mü şahede etti, ama asla gö zleri kamaşmadı; kamaşmadı ve bü tü n
gö k ehlince “mü şâ run bi’l-benâ n” oldu.
Miraçta bü tü n varlığ ın ibadet ve tesbihlerini Cenab-ı Allah’a sunmuş, “es-Selamu aleyke
eyyuhennebi” hitabına mazhara olmuştu. Olmuştu da yine ü mmetini dü şü nmü ş “es-selamu
aleyna ve ala ibadillahis salihin” diyerek selam ve emniyetten ü mmetinin de olabildiğ ince
istifade etmesini niyaz etmişti.
İşte, Sidretü ’l-Mü ntehayı aşıp, aklın idrakinde pes ettiğ i “Kâ b-ı Kavseyni ev ednâ ” zirvesine
ulaşan, idrak ufuklarımızı aşan likaullaha mazhar olan Allah Resû lü , gö rdü klerini gö rdü rmek,
duyduklarını duyurmak için aramıza dö nmü ş ve her mü slü mana donanım ve gayret ve
performansı nisbetinde miraç yolunu açık bırakmıştır.
Miraç’da bile ü mmetini dü şü nen ve dö nü p gelen Efendimiz, ü mmetine cennette ve Cenab-ı
Hakk’ın cemalini mü şahede etmede de rehberlik ve pişdarlık yapacaktır. O, “Müminler,
cennette cuma günü Cenab-ı Hakk’ı göreceklerdir.” buyurmaktadır. Bu mevzuda da yine
huzurun â dâ b ve erkanını bilen Zâ t olarak ü mmetine yol gö sterecektir. Orada Livaü ’l-hamd
bayrağ ı altında, çok hamd eden, Allah’ın nimetlerini ruhunda ve vicdanında duyan ve o
nimetler karşısında iki bü klü m olan, bir adı da Ü mmet-i Muhammed ve Hammâ dû n olan
ü mmet-i merhume toplanacaktır. Allah Resû lü , Livâ ü ’l-hamd bayrağ ı altında ü mmetini
arkasına alacak, yer yer Havz-ı Kevserine gö tü recek, yer yer Cenab-ı Hakk’ın cemalini -ki,
cennet hayatının binlerce senesi bir saat rü ’yet-i cemaline mukabil gelmeyen, anlaşılmaz ve
idrak edilmez bir derin zevk ve lezzettir- O’nun sayesinde ve O’nun rehberliğ inde ü mmet-i
Muhammed o â b-ı kevseri dahi nû ş edecektir. Aynı zamanda mü minler, O’nunla ebedî ve
daima yenilenen bir gü zelliğ e, ebedî ve daima yenilenen bir lezzet ve zevk alma istidadına
ulaşacaklardır.
Gö kler ö tesi yolculuktan ü mmeti için geri dö nen Allah Resû lü , ebediyete yü rü rken
ü mmetinin en zor anlarında da yanındadır. Mahşerde, sırat kö prü sü nde, hesapta ü mmetine
el uzatan Allah Resû lü ’nü n bazı rivayetlerden anlaşıldığ ına gö re, yine ü mmetine imdad etmek
için muvakkaten cehenneme gidip çıkacaktır.
Mahşer gü nü herkesin kendi derdine dü ştü ğ ü , dü nyada iken seve seve hayatını feda
etmeye amade olan annenin bile evladından kaçtığ ı hatta peygamberlerin bile “nefsi nefsi”
dediğ i yerde O (sas) “ümmetî ümmetî” diyecektir.
En çetin ve zor yerlerden biri olan sırat kö prü sü n de Allah Resû lü ü mmetinin imdadına
koşacaktır. Sıcaklık, korku ve dehşetin gittikçe arttığ ı bu yerde Peygamber Efendimiz sırat
kö prü sü nü n başına duracak, herkes amellerine gö re sü ratten geçecek Allah Resû lü ,
“Allahü mme sellim sellim” buyuracaktır.
Peygamber Efendimiz, Sırat kö prü sü nden geçerken ü mmetinden bazılarının takılıp yolda
kalacağ ını haber vermişti. O gü n kö prü nü n başına duran Şefkat peygamberi, kö prü den
geçerken ü mmetinin sarsılması, oradan alttaki cehenneme dü şme tehlikesi geçirerek “Ey
Muhammed yetiş imdadımıza, Ey Muhammed yetiş imdadımıza” diye çığ lık atmaları ü zerine
yü ksek sesle “Ya Rab ümmetim, ümmetim! Ben bugün nefsimi istemiyorum (kendi
kurtuluşumu) kızım Fatıma’yı da istemiyorum. Ümmetimi istiyorum” diye Yü ce Mevla’ya niyaz
edecektir.
Diğ er taraftan ü mmetinin en zor anlarında yanında olup, onlara şefaat elini uzatan Allah
Resû lü , içlerinden ahirette takılıp yollarda kalanlardan tablolar arzetmiş, bö yle bir duruma
dü şü lmemesi için yü reğ i yanan bir baba hü znü yle şu şefkat yü klü ikazını yapmıştı: “Benim
yüzümü kara çıkarmayın/beni mahçup etmeyin”

Dînî Ahkâmda Şefkat ve Kolaylık


Şefkat ve merhamet peygamberinin getirdiğ i dinin ahkamı da şefkat eksenliydi. Zaten
şefkat ve refetle donatılmış Peygamber Efendimizin tebliğ ve temsil ettiğ i dinin başka tü rlü
olması da dü şü nü lemezdi. Zira O, ilahî ahlâ k ile donatıldığ ından mü 'minlere rauf u rahîmdir.
Ve getirdiğ i din ve şeriat da iyman edenler için aynı re'fet ve rahmettir. Bu şefkat ve
merhamet, O’nun getirdiğ i dinin hü kü mlerinin ü mmetini dü nya ve ahirette azaba gö tü recek
şeylerden uzak tutmak ve en gü zel ahlâ k ve değ erlerle donatmak hem de her seviyedeki
insanın yaşayabileceğ i enginlik ve esneklikte tezahü r etmiştir. İslam dini, en bedevîden en
medenîye, çok az gelişmiş toplumlardan fevkalade medenî toplum ve cemaatlere kadar çok
farklı kimselere hitap etmektedir. Allah Resû lü , bunların hepsine bakış, gö rü ş ve
değ erlendirme, hatta yaşayabilme durumlarını nazara alarak seslenmiştir.
Şefkat Peygamberinin hane-i saadetinde birlikte yaşama bahtiyarlığ ına eren Hz. Aişe
annemiz, dinin emir ve yasaklarında Efendimizin ü mmetine olan şefkatini şö yle ifade
etmiştir: “Allah Resûlü iki şey arasında muhayyer bırakıldığında mutlaka kolay olanı tercih
etmiştir.” (Buhari, Menakıb, 27; Mü slim, Fazail, 77)
O’nun getirdiğ i din, bir hanifiye-i semha idi ve herkesin rahatlıkla yaşayıp, tatbik
edebileceğ i bir sistemin de adıydı. Allah Resû lü , şahsî hayatında dini en zirvede yaşadığ ı
halde, hemen her mevzuda ü mmetinin hepsinin uygulayabileceğ i ö lçü de emirlerini vaz’
ediyordu. Peygamber Efendimiz’in hayatı ve tebliğ ve temsil ettiğ i dinin hü kü mleri bu açıdan
bakıldığ ında hemen her mevzuda şefkat eksenli olduğ u gö rü lecektir. Biz sadece birkaç misal
zikretmek istiyoruz:
Peygamber Efendimiz, ashabına hitap ederek imkanı yerinde olanların hacc yapmalarının
farz olduğ unu bildirmiş ve hacc farizasını yerine getirmelerini istemişti. Orada
bulunanlardan biri “Her sene mi hacc yapacağ ız? diye sormuş Allah Resû lü , sü kut
buyurmuştu. Bunun ü zerine soru soran kimse ü ç kere sorusunu tekrar etti. Sonunda
Peygamber Efendimiz: “Eğ er evet deseydim her sene hac yapmanız farz olacaktı ve siz de
buna gü ç yetiremeyecektiniz.” buyurarak ü mmetinin altından kalkamayacağ ı bir hü kmü n
farz kılınmasını istememişti.
“Eğer ümmetime zorluk vereceğimden çekinmeseydim, her namazın başında onlara misvak
kullanmalarını emrederdim.” buyurmuşlardı. (Buhâ rî, Cum’a 8; Mü slim, Tahare, 42.)
Ü mmetini zora koşma endişesini taşıdığ ından dolayı, bö yle bir emirde bulunmamıştı.
Yoksa, misvak kullanmak da, aynen abdest gibi namazın farzlarından olacaktı. Bö yle bir şey
ise, bu dinin ruhu olan kolaylık prensibine uygun dü şmeyecekti. Çü nkü herkes, her yerde
misvak bulamayabilirdi..
Allah Resû lü , birkaç gece mescidde ashabına teravih namazını kıldırmış daha sonra cemaat
halinde kıldırmayıp odasında tek başına kılmıştı. Ashab, Efendimizin çıkıp kendilerine
teravih namazını kıldırmalarını arzu etmişlerdi. Peygamber Efendimiz, onların bu arzularını
gö rdü ğ ü nü fakat bu şekilde cemaatle devam ederse teravih namazının ü mmetine farz
kılınabileceğ ini, farz kılındığ ında da ü mmetinin bunu yerine getirmekten aciz kalacağ ını,
ifade buyurarak cemaatle kıldırmayıp tek başına kılmıştır.
Allah Resû lü , ibadete çok tutkundu. Namazlarını oldukça uzun kılardı. Bilhassa nâ file
namazları, sahabenin takatını aşacak mahiyette idi. İşte O, bö yle bir namaz kılma niyetiyle
namaza duruyor, sonra da namaz esnasında bir çocuk ağ laması duyunca, hemen namazı
hızlandırıyordu. Çü nkü o gü nlerde kadınlar da erkeklerin arkasında olmak ü zere Allah
Rasû lü ’nü n imamlığ ında namaz kılmak için cemaata iştirâ k ediyorlardı. Efendimiz, ağ layan
çocuğ un annesini bö ylece kadını rahatlatıyordu.
Bu itibarla Şefkat abidesi namazda imamlık yapanlara şu tavsiyede bulunmuştu: “sizden
biri insanlara namaz kıldırirken cemaatin durumunu nazar-ı itibara alarak cemaate ağır
gelmeyecek şekilde namaz kıldırsın. Zira cemaat içinde zayıf, hasta ve yaşlı olanlar vardır.
Kendi başına kılarken ise istediği kadar namazını uzatabilir.“ (Buhari, salat, 183; Tirmizî, Salat,
61)
İşte O (sas), hemen her meselede bö yle bir şefkat â bidesiydi.. Ve insanlara şefkat ve
mü layemetle muamele edilmesini tavsiye ederdi. Tabii ki O’nun dinin hü kü mlerindeki
şefkatle muamelesi adaleti ihlal edecek şekilde değ ildi. Toplumun hukukunun ihlal edildiğ i
yerde ise aslan gibi kü krerdi.

You might also like