Professional Documents
Culture Documents
K iiş e le r : K e n a n Ö z iç
A r a p ç a b e y it le r : M a h m u t M e n g ü ç
K it a b ın B a s ı m ı : S ır a la r M a t b a s ı
'Prcf. 2V’
arlan
F
Ih
(
Av. Y usuf Ziya İnan
Prof. Dr.
Âli Nihad
Tarlan
( HAYATI ŞA HSİYETİ ve ESERLER İ )
SIRALAR M ATBAASI
İSTANBUL
Prof. Dr. Ali N ih a d T a rla n
■
--fasET.™.-.-.
....... .... '
Tarık BUĞRA
H ikayeci ve yazar
Hayrı BAŞER
Ş ark Sigorta Şirketi. M üdürü
Necdet BOLKAL
E m lâk K redi Bankası İzm it Şb. M üdür M uavini
Naim BULUÇ i
E skişehir K oleji Edebiyat Ö ğretm eni 1
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Şair, Y azar ve eski İstan b u l M illetvekillerinden
Mehmed ÇAVUŞOĞLU
E debiyat F akültesi T ürkoloji A sistanı ''
Edip EGÎ
Tüccar
M. Lütfü GÜNGÖR \
P endik Lisesi Edebiyat Ö ğretm eni
Ferda GÜLEY
O rdu M illetvekili
Zahir GÜVEMLİ
T atbikî Güzel S an atlar öğretim üyesi, S an’at tenkitçisi
Mahir İZ
Y üksek İslâm E nstitüsü öğretim üyelerinden
Baha KÂHYAOĞLU
E debiyat öğretm enlerinden
Ahmet KABAKLI
Çapa Eğitim E nstitüsü E debiyat Ö ğretm eni
Ferit KAM
İstanbul D arülfünun M üderrislerinden
Agâh Sırrı LEVENT
T ürk Dil K urum u G enel B aşkanı
Süleyman NAZİF
Elif NACİ
Ressam ve yazar
Orhan Seyfi ORHON
Şair, Rom an v e F ık ra yazarı
Ali Memduh ONGER
T üccar
Afife SALEPÇİ
N evşehir Lisesi Edebiyat Ö ğretm eni
Selâhaddin SAVCI
Edebiyat Ö ğretm eni
Nazife S ARI0Ğ.L AN OĞLU
E debiyat Ö ğretm eni
Midhat SERTOĞLU
B aşbakanlık A rşivi G enel M üdürü
Perihan TEDÜ
İstan b u l Belediyesi Şehir T iyatrosu S an atkârlarından
Sermet Sami UYSAL
Belçikada B rüksel Ü niversitesi Türkçe L ektörü
Halit Ziya UŞAKLIGİL
Hamdune ÜLGEN
Sam sun K oleji E debiyat Ö ğretm eni
U lvi YENAL
Sabık D enizcilik B ankası Um um M üdürü
Ahmet Emri YETKİN
A m asya bilgin ve şairlerinden
Zeki K urdoğlu, Ş ük rü Ü stünsoy ve ben, A li N ihad
T arlan’ın en yakın üç gönül dostu idik. İkisi ebediyete in
tikal etti. H ocam ızın gönül âlem indeki m üm taz varlığını
biraz olsun gün ışığına çıkaran bu eseri onların muazzez
ru h ların a ith af ediyorum .
A. E.
HOCANIN HAYAT HİKÂYESİ NASIL HAZIRLANDI
i ' — U —
i; a
y a şan tıla rın d a n derleyeceğim inci a n ıla r size ancak bir âlim in
b a y a t hikâyesini d u yuracaktır. Göniil iste r k i A l i N ihad T ar-
ları’ın ilim hüv iy eti yanında insan tara fın ı da bilm iş, tanım ış ve
öğrenm iş olalım . O zam an ışık - p ervanenin m anasını ve insan
sevgisinin gerçek anlam ını id rak etm ek m üm kün olur. Ç ünkü
h a k ik a t b ü y ü k insanın akıl ve ru h hareketidir. O h a re k e ti tanı
m ak h ak ik ati bilm ek dem ektir. Bu ise ilim lerin ve id rak in en
yükseği ve en zorunu teşkil eder.
— m —
Soğuk kış akşam ları anılarım ızla doludur. H er yıl kış özle
m ini duyar, k a rlı geçlerin sihirli sıcaklığım beraberinde getiren
b ir ( büyük g ü z e lliğ i) bekleriz. O’n u n deyişiyle güzellik, duy-
gunun ve onun içinde eriyen fik rin bizzat kendisindedir. işte
biz de o ezeli ve ebedi duygunun rayihasına, o eriyen yüce fik
rin sıcaklığına olan hasretim izi Ali N ihad T arlan m ziyaret ve
sohbetlerinde giderm enin sevinç ve özlem i içinde kış akşam la
rını düşünm ekten kurtulam ayız.
M em uriyet h ay atın ın 50 nci ve öğretim h ay atın ın 47 nci yı
lım id rak eden sayın hocam ız Prof. Dr. A li N ihad T arlan ’m bu
sebeple hazırlanacak h ay at biyografisine talip olm am ızdan daha,,
tabiî ne v a rd ır? O A li N ihad T arlan ki, insanın rıfk ve yum u
şaklıkla h a re k e t etm esini dileyen en aziz ve en yüce Peygam ber
Hz. M uham m ed’in izinde bize O’nu gösterm iş, gerçek ibadetin
ihlâs ve sevgi olduğunu öğretm iş, ah lâk ve im anın id ra k aydın
lığında bizlere ilim ve irfan ın sonsuz m eyvelerini cöm ertçe ih
san etm iştir.
B üyük bir insanın h a y a t hikâyesini yazm ak, biraz da o b ü
yü k lü k içinde erim ek, o yüceliği yaşam ak değil m idir? M utlu
luk sancıları çeken ihsan kalabalığı arasında b ir m utlu lu k ağacı
bulduysak o m eyvelerden b ü tü n kalb ler faydalanm alıydı. Böyle
düşününce de işin zorluğu y erini huzur ve sevince terk etti. B ili
yorum k i onun h ay at hikâyesi b ir tak ım y aşantılardan ib are t de
ğildir. O duyan, düşünen ve duygularıyla düşünceleri arasında
k urduğu âhengi karşısındaki in san lara verebilen bir ilim ve duy
gu pınarıdır. O’n u n h ay atım yazm ak bu bakım dan insanı dü-
— 14 —
başlam ışlar. O şırada bir Rus zâbiti kam çısı ile kalabalığı dağı
ta ra k dedem in y an m a gelm iş ve onu görür görm ez hem en elle
rine sarılıp ağlam aya başlam ış. M eğer bu zâbit E rm eni im iş ve
Rus ordusuna intisab etm eden evvel dedem in çiftliğinde çalışır
ve ondan him aye görürm üş. Bu sırada kendine gelip ayağa k al
kan Rus askerini bu sefer zâbit döğmeğe başlam ış. Bu E rm eni,
çiftlik satışı işlerinde de ona çok yardım etmiş.^J
Babam 11-12 yaşlarında iken dedem vefat etm iş. A nnesinin
küçük kardeşi H aşan Efendi dayım ız b ü y ü k hem şiresini iki ço
cuğu ile ( b ir i babam , biri halam ) E rz u ru m ’dan K a rs’a g e tir
miş ve babası K ars reisülulem âsı Şekili Ali E fendinin evine y e r
leştirm iş. B irkaç ay sonra, büyük kardeşi Hacı A hm ed Efendi
dayı, H aşan E fendi day ry a « Sen, b u rad a yetişm iyorm uşsun gibi
bir de k uyruğuna çalı takıp getirdin » demiş. Çalı babaannem ,
babam ve halam . Bu sözü duyan babam ; dedesinin h er tü rlü
m üm ânaatm a rağm en o gece annesi ile kız kardeşini alıp dede
evinden çıkm ış, ayrı bir ev tutm uş. E rtesi günü K ars tab y ala
rın d a am eleliğe başlam ış. A ynı zam anda bir hocadan A rapça
dersi alıyorm uş. Yem ek tâtillerin d e b ir ta rfta n koltuğunun a ltı
na sıkıştrrdığı ekm eği yerken, bir ta ra fta n da M olla C âm ı’ye ça
lışırm ış. K ars şehri ile tab y alar arasındaki yol 1,5 saatten fazla
sürerm iş. G eceleri de « Tâlîm -i H esâb » adlı bir eserden kendi
kendine hesap öğrenmiş. E rtesi sene tab y a kâtipliği im tihanını
kazanm ış ve oraya kâtip olmuş.
Babam ın teyzesinin kocası Cilim li M ehm ed E fendidir. O da
D ağıstan ulem âsından olup m eşhur Şirvânîzâde R üştü P aşa ile
ders şeriki im işler (1) . Cilim li M ehm ed Efendi yedi k e rre hac
etm iştir. H er İs ta n b u l’a gelişinde Ş irvânîzâde’lerde kalırm rş.
M ehm ed Efendi vefat edince âilesine m aaş tahsis e ttirm ek
dışarı. Yedi sene askerlik edip istibdâl ( terh is ) olm ayan asker
ler, isyan etm işler. Birikm iş m aaşlariyle istibdâl tezkerelerini
istiyorlar. H üküm et erkânı, M üşir Nazif Paşa, E rkân-ı H arbiyye
Reisi Osm an P aşa ( bilâhare E vkaf N âzın olm uştu ) , m ıntaka
kum andanı H âdi P aşa ( M ahm ud Şevket P a şa ’m n kardeşi olup
sonradan M aarif N â z ırı) , sarayın ark a kapısındaki m erdivenler
üzerine oturm uş olan elebaşı 5 - 6 çavuşla görüştüler, nasihat
verdiler. Y erlerinden kıpırdam ayan çavuşlar, ısra r ediyorlardı.
B abam da bu zevâtın arasında idi. Ben babam ın paltosunun
eteğine tutunm uş,-hâdiseyi seyrediyordum . Yedi - sekiz y a şla rın
da idim. B ir anda ellerim boşaldı. B abam eteğini ellerim den
çekm iş ve kap ıd an çıkıp çavuşlara doğru y ü rüm üştü. Ben k ork
tum , ağlam aya başladım , yaşlı gözlerim le bakıyordum . Ç avuş
lar, b irden ayağa kalkıp selâm verdiler. Babam , konuştu ve
döndü- A sker de dağrldı. O gece, kendisini çok seven Ser-karîn-ı
H azret-i Pâdişahî M ehm ed A li P a şa ’ya telgrafla m ürâcaTt eden
babam , h avaleyi g etirtti, askere birikm iş m aaşlarını ve istibdâl
tezkerelerini dağıttırdı. Ben m aalesef birçok sâhalarda onun k â
bına varam am . O, b ir âlemdi?)
Ben babam ın ata bindiğini görm em iştim . B ir yaz, 10 - 15 gün
istirâ h a t için babam , M anastır’a y ak ın çok güzel bir kaza olan
F ilorina’ya bizi aldı götürdü. B ir gün biraz m eşâfade D udaksız
İbrâhim E fendinin elm alarıyla m eşhur çiftliğine gidiyorduk.
Ben ata binm eyi çok severdim . A nnem , kardeşlerim , arab alarla;
babam , ben, kolağası M usa Ağa, S üvâri yüzbaşısı ve 10-12 as
k er ( çünki B ulgar kom iteleri h e r gün b ir cinâyet işliy o rlard ı)
atlı olarak yola düzüldük. B ir yerde sü v âri yüzbaşısı caddeden
ayrılıp yan bir p atikaya sapm am ızı. söyledi. Babam , sebebini
sordu. Y ü z b a şı:
. — B eyefendi, yolda oldukça geniş b ir hendek var, oradan
geçemeyiz, dedi. B abam güldü :
— Nasıl süvârisiniz? B akın altınızda ceylân gibi a tla r var.
Ben b u n ları dikkatle dinliyordum . B abam lâtife ediyor, sa
nıyordum . M eğer iş ciddî imiş. Babam , hendeğin genişliği hak
kında tahm inî b ir fik ir edindikten sonra bize, gidip hendeğin,
_ _ ıg —
Caferoğlu ile A li Nihat Tarlan değil midir?.. Batı’yı çok iyi an
lamış ve fakat İslâm . Türk edebiyatı ve genel kültürü içinde
âdeta ilim yapmış ve ilim meydana getirmiş bulunan Dr. A li N i
had Tarlan ihtisas içinde sanki bir ikinci mütehassıstır. Eğer Ali
Nihad T arlan: bir profesör ve bir Dr. AH Nihad Tarlan olma
saydı; O, gene bugünkü A li Nihad Tarlan’dı... Kaldı ki Edebiyat
âlemimizde ve İslâm Felsefesinde San’at ve Tasavvuf Dünyası
nın en yüksek m i’marı, en yüksek m ühendisi olmakla kalmamış,
bu sınırsız denizin ve engebenin en yüksek arkeoloğu, etnolo
gu, eşsiz müneccim ve müvakkiti olmuştur. Bu yüksek vasıfların
asıl sahibi aynı zamanda son derece vakur ve faüat bu vakârla
yoğurulmuş candan samimî bir tevazuun insicamı içindedir. Son
derece hassas, ve nazik ve sırasında son derece ciddî bir profe
sördür. Bazan periskopla, sırasında teleskopla, sırasında en ba
riz bir mikroskopla istediğini arar keşfeder... Bundan dolayıdır
ki « Güneş Yaprak » edibi güneş gibi ışınlarını saçmakla tutuş
turduğu ve vatan sathında vazifelendirdiği hakikî edebiyatçıla
rın ışıkları âdeta pirizmadan hüzm eleşir... Öğrencileri profesör
olmuş Ali Nihad Tarlan’ın kendisini tanımıyan var mıdır aca
ba?... İster Batı, ister Doğu, ister eski veya yeni Edebiyat âşık
larından kimi görürseniz görünüz bu aziz hocalarını asla unuta
mazlar. .. İnsanlık ise unutulmak veya unutulmamak arasında
kıym et ışınlarını yayar. 1955 yılında Fransa’da bulunduğum sı
rada Nis bölgesinin Monton şehrinde Fransız maarif çileri arasın
da tanıştığım Nanci Kollej Müdürlerinden kıym etli bir zat, ba
na: « Sizin büyük Edebiyat profesörleriniz arasında duyup da
tanışmak fırsatını bulamadığım Prof Dr. AH Nihad Tarlan’ı Tür- «
kiye’ye geUp dönmüş bulunan bazı arkadaşlarımı bana çok
methettiler, bakalım bana da görmek nasip olacak m ı?... » de
mişti. O zaman büyük bir gurur duymuştum. Göğsümdeki mini
mini Türk Bayrağı sanki kanatlandı kanatlandı ve Hocamız bay
rak içinde hilâlleşti .. Bilhassa İran ve Pakistan üniversitelerinin
tevazu’ kürsüsü Hocamızrn şahsiyetini sanki her an ma’nen ta
şımaktadır. Aldığı şeref nişanlarının asıl bence ma’nevî âbideleri
O’hun alnında ve hassasiyet ülkesine örnek teşkil eden temiz
ruhunda dikilidir. Tanrı uzun ömürler versin...
28 —
.. ~ IX — : .
-
t c j ı /
V
^ A
^ <
o l— \ y ^
^ U. & ^ \ j. a
r v ^ Jii V
\ J ^ ^ - i ^ _> t s U i j v
İ T İ Z A R
d — u ıern a ıc ra e y v a ıu m x « n s u u n u -----
4 — Merhaba ey kıdve-i ehl-i lisan
5 — Ettin ipka namını asar ile
6 — Neşr-i ilm e eyledin hasr-ı zaman
7 — Şüphesiz asarınızdan ruz-u şeb
8 — Müstefid olmaktadır hahişgeran
9 — Hâk seni etsin bu âlemde said
10 — Ömrünü müzdad ede hallâk-ı can
11 — N ef’i nasa eyledin ikdam-ı tam
12 — Ey erib-ü ey edib-i nüktedan
13 — Â lem e ilm in dağılsın câbecâ
14 — Gülşen-i izzette ol her dem revan
15 — Bir ( Gül-i Sadberg ) im i aldın ele
16 — Şanım ilâda oldun hame-ran
17 — İltifatınla gönül buldu safa
18 — Kalmadı hüzn-ü kederden bir nişan
19 — Bir gül oldu bais-i şevk-ü sürür
20 — İrtifâ’a oldu bî şek nerdiban
21 — Bir eserde olsa da ayb-ü kusur
22 — Ehl-i vüddün çeşmi görme bî güman
23 — Kadr-i şiiri şairi mahir bilir
24 — ‘Kadr-i zer zerger şinased’ her zaman
25 — Yaveret bâdâ dem-âdem avn-i Hak’
26 — ‘Hafızet bâdâ Cenab-ı müstean’
27 — ‘Cism-i to azade bâdî ez elem ’
28 — ‘Kalb-i pâket şad bad ender cihan’
28 — ‘Nazm-ı Ernrî-i duagû şod temam’
3 0 —■‘B a kemal-i sıdk u ihlâs-ı cenan’
Emrî Yetkin
24 — A ltının kad rin i kuyum cu bilir.
25 — D aim a A llahın yardım ı senin yardım cın olsun. A llah se
ni korusun.
27 , 28 — V ücudun elem den azade olsun, tem iz kalbin ci
handa şad olsun.
29 - 39 — K albinin b ü tü n sadakat ve hulûsu ile dua eden
E m rî’nin şiiri burada tam am oldu.
Çok. sevdiğim ve çok h ü rm et ettiğim N evzat Ayasbeyoğlu-
n u n E renköyündeki köşküiıdeyim . Vefa Sultanisinde M üdir-i
Sanim iz olan b u zat ile eski m ektep h â tıra la rın ı anıyoruz. O sı
rad a V efa’dan m ezun olduğum uz sene hocalarım ızla berab er çı
k arttığ ım ız bir fotoğrafı aziz üstadım bana gösterm ek lûtfunda
bulundu. Ben b u fotoğrafı unutm uştum . Şim di b ir kısm ı ebedi
y ete in tik al etm iş olan arkadaşlarım ızın arasında ben de H arbiye
N ezareti K âtibi üniform asıyla vardım . F otoğrafın bir kopyasını
istedim . Felsefe ve Psikoloji hocası olan N evzat Bey beni en
psikolojik anım da y a k a la m ış tı: V eririm am a, dedi, bu fotoğraf
için b ir şiir isterim . Ben şiiri yazdım . B u şiir benim o devir ha
yatım ı gayet iyi a k settirir :
B ir gün ‘geri dünsün mü o günler* dese Mevlâ
Duymuş, yaşamış belki de bir ömr-ü muhayyet.
Bir devir idi lâkin, niçe buhran ile geçti;
Hicran ile, hirman ile, hüsran ile geçti
Yangın süpürüp sildi nemiz varsa, ya harpler...
Bir yandan o çullandı sefaletle beraber
Baktıkça elem, ye’s, keder ruhumu vardı,
Gençlik diyorum, sanki o günlerde ne vardı?
Bir gün, geri dönsün mü o günler, dese Mevlâ
D erd im : Senin olsun bu kerem, istemem asla
Ben şimdi beyaz saçlarımın zevki içinde
O nda daha mes’udum, İlâhî daha zinde.
Bu hercüm erç ve sefalet içinde durm adan çalıştım. Z eytin
yağı kandili ışığında V irgile’in Eneid*ini tercü m e ediyordum . 13
şan tercüm e etm iştim . Sonradan bunu D arülfünunda G arp Ede
biyatı M üderrisi olan Uşşakî Zade H alit Ziya Bey m erhum a gös
terdim . Devam etm ek için bana cesaret verdi.. Ve A sar-ı M üfide
kütüphanesi serisinde neşrettireceğini söyledi. Ne yazık ki bu
tercüm e büyük F a tih yangınında yanıp kül oldu.
Evet bir yandan E debiyat F akültesine bağlı olarak k u rulup
sonradan lâğvedilen Lisan F akültesinin Fransızca ve Farsça şu
belerine devam ediyor, b ir y andan lise son sınıf im tih an ların a ha
zırlanıyor, bir yandan da H arbiye N ezareti 4. S ah ra Topçu şu
besindeki vazifem e devam ediyordum . B ir senede L isan F a k ü lte
sinden ve Vefa S ultanisinden m ezun olm uştum . D erhal E debiyat
F akültesine yazıldım . B u F akültey e girm ek benim için b ir ideal
di. Şim di oradaki birkaç hâtıram ı anlatacağım . S ultaniden Ede
biyat hocam olan İbrahim Necm i Bey ( İbrahim Necm i D ilm en )
Edebiyat F akültesine M üderris M uavini olm uştu. D arülfünunda
ki ilk dersim e gittim . Biraz İb rah im Necm i Bey ile k o nuştuktan
sonra N am ık K em al Zade A li E krem B eyin N azariyyat-ı Edebiy-
ye dersine girecektim . Benden, başka da talebe yoktu. O dasının
kapısını vurdum . İçerden kaim ve g ü r b ir ses : Gir, dedi. K apıyı
açtım , daha ilk defa b u hocayı görüyordum . G ayet m untazam gi
yinm iş, k u m ra l sakallı iri b ir zat. Ben k o rk ara k kem ali hü rm etle
yerden b ir selâm verdim . Sordu :
— Ne istiyorsun?...
— D erse geldim efendim .
H aşin b ir tarzd a :
— Şim di ders yok, başka zam an, dedi ve m asasının k arşısın ,
da o tu ra n 3 genç ile konuşm aya devam etti. B u n ları sonradan
tanıdım . B enden evvel F akülteye girm iş olan H atem i Senih,
S adri E tem ve A hm et E nsarî idiler. İb ra h im Necm i Beye koş
tum . Â d eta ağlam aklı olm uştum . M acerayı anlattım . D ur, üzül
me, dedi. B en seni alıp ü stad a götürürüm . B irkaç gün sonra be
ra b e r A li E krem B eyin odasına girdik. Hocam ı bü y ü k b ir m u
habbetle karşılay an A li E krem Bey B enim kim olduğum u sordu:
— B enim çok kıym etli talebem dir. B ir iki gün evvel dersi
nize gelm iş, kabul buyurm am ışsınız. B ana geldi; kendisi h ak
kında hüsn ü teveccühünüzü rica ediyorum .
— N ecm i yavrum , b u n lar S ultanilerden iyi yetişm iyorlar,
dur bakalım birkaç şey soralım .
Ve kendi eseri olan Zılâl-i îlh a m ’ı açtı, bir m anzum e gös
terd i ve :
— O ku bakalım , dedi. B en okudum . Veznini, kafiyesini sor
du, söyledim. K afiyenin kaç kısım olduğunu sordu. Ben kafiye
n in çok geniş tasnifini yapm ıya başladım . O zam an h ay retle
Necmi B eyin yüzüne bakarak:
— H a Necmi senin taleben olduğu belli. B undan sonra onu
da senin gibi sevip tera k k i ve tealisine çalışacağım , dedi.
O ndan sonra y irm i seneyi m ütecaviz b ir zam an onun şefkat
ve insaniyyet k a n a tla rı altında yaşadım . M ânevi varlığım ın çok
m ühim b ir kısm ım ona borçluyum . H aftad a iki gün m uhakkak
buluşurduk. H ele b ir gün bu san ’a t ve insaniyet m eclisine h er
hangi b ir m azeretle gidem esem ertesi gün m u h ak k ak çok acı
sitem lerle dolu b ir m ek tu p gelirdi. B ir gün b e rm u tad üstadım ın
huzuruna gittim . Beni o sıcak baba şefkatiyle karşılay an A li
Ekrem Beyi tam am en değişm iş b u ld um ^G ayet soğuk karşıladı.
Yazı m asasının karşısında h er zam anki yerim e oturdum . Soğuk
bir h a lh a tır sorduktan sonra b irta k ım k â ğ ıtla rla m eşgul olm aya
başladı. Ben soğuk te rle r döküyordum . Ne k ab ah at yapm ıştım
bilm iyordum . B ir saate y ak ın b u ıstırab içinde kıvrandım . Ni
hayet dayanam adım .
— Ü stadım sizi m eşgul görüyorum , m üsaade buyurursanız
ben gideyim , dedim.
K im bilir yüzüm de nasıl ıstırap izleri görm üştü ki biraz y u
m uşak sesle :
— H ayır o tu r dedi. B iliyorum benim bu vaz’u halim senin
için nasıl bir azabı elim dir. F a k a t b u k a d a r kâfi. Söyle bakalım
bana, senin m aaşına zam yapılm ış, b u n u bana niçin gelip m üjde
lem edin? Beni bu sevinçten nasıl m ah ru m e ttin ?>
Bu zam iki yüz yetm iş k u ru ştu . B en kendim sevinm em iştim
ki m üjde diye üstadım a gidip anlatayım . U nutm uştum bile. B u
şekilde m eseleyi kendisine izah ettim . O yine ısra r ediyordu :
— H ayır yanlış düşünüyorsun. Evvelâ Cenabı H akkın lûtfu-
na k ü fra n ediyorsun, sonra dostlar arasında b ir takım incelikler
v ard ır ki b u n lara ria y e t etm iye m ecbursun.
O ne büyük ve ne asil b ir dosttu. O gün geçen o bir saat
em inim ki kendisini benden on defa fazla üzm üştü.
m iştim . Çok sevdiğim hocam İbrahim Necmi Bey beni elim den
tutm uş, M aarif N ezaretine götürm üş, orada b ir de im tihan geçir
m iştim . Ve n ih ay et işte a rtık ben de bir S ultani hocası olm uş
tum . A m cazadem m erhum H am di D ağlaroğlu a n la tır d ı:
Şehzadebaşm daki y a n a n evim izde aile çocukları toplanıp
oynarken herkes istikbalde nasıl bir m eslek sahibi olacağına d air
düşüncelerini söylerlerlerm iş. Ben o zam an : « Ben hoca olaca
ğım, talebem i etrafım a alacağım , ders verceğim » d er ve bunu
söylerken k a t’ı niyetim i ayağım ı yere v u ra ra k te ’yid ederm işim .
6/Nisan/1335 de bu çocukluk rüyası gerçekleşti. Sinekti B ak
kaldaki evim izin sokak ü stündeki odasında o gece sabaha k a
d ar uyuyam adım . Sevinçten âdeta çıldıracak gibiydim. 500 ku
ru ş m aaşla vekâleten tây in edilm iştim . 3 ay sonra asîl oldum.
H ayatım da bana karşı gösterdiği b ü tü n şefekat, ihtim am ve m a-
hab b et b ir tarafa, yalnız beni idealim e kav u ştu rd u ğ u için bu aziz
ve çok değerli hocam ı h e r an en derin şü k ran ile anar, ona
H akkın rah m etin i dilerim .
★★★
Sırası gelm işken hocalarım dan bahs edeyim . İlk hocam ba
bam dı. O ndan okum a yazm a ile Farsça ve A rapçanm sarfını
öğrendim .. B ana Sadi’n in G ü listan’ım , B ostan’m ı, H âfızm bâzı
gazellerini o okuttu. B urhan-ı T erakki R üştiyesinde A rapça ho
camız H aşan H ayri efendi nam ında b ir zat idi. S arıklı olm asına
rağm en çok ileri fik irli ve kendine m ahsus çok cazibeli b ir ted
ris usulü vardı. B enim gibi diğer b ü tü n talebeleri onu o kad ar
çok severlerdi ki, ne zam an A rapça bir cüm leyi doğru okuyup
anlasam , kalbim den bu hocam ı m innetle anarım . A radan sene
ler geçm işti. Ben Ü niversiteye girm iştim . K onya’da .Şeyh G alip
hakkında b ir konferans verdim . K onferans bitti, dışarı çıkıyor
duk. Y olum un üzerinde H aşan H ayri E fendiyi görm iyeyim m i?
Sakahnı kestirm işti; fa k a t o necip sim ayı, o p ırıl p ırıl gözleri
görünce olduğum y erd e m ıhlandım kaldım . Ö yle b ir heyecan ve
m uhabbetle boynuna sarıldım ki gözleri yaşarm ıştı. B en kendi
m i tutam adım . Göz y a şla rı içinde ellerine sarıldım . O n lar1 te k
r a r te k ra r öpüyordum . B u an hayâtım ın u nutulm ayacak bir
anıydı. A laca k a ra n lık ta yanım da bekleyen uzun boylu b ir zatı
— 38 —
gördüm . Bu beni arabasıyla bulunduğum y ere k a d a r götürm ek
için bekleyen V ali Nazif Beydi. D erhal döndüm :
— Beyefendi, dedim , beıii m âzür görünüz, riice selseler sonra
hayatım da bana en çok tesir eden, bana en çok feyz v eren ho
cam ı gördüm . Ve h e r şeyi u n u ttu m . V ali Bey de bu m anzara
karşısında hak ik aten m ütehassis olm uştu. S u ltan î hayatım da
yalnız bir sim a v a r d ı : İb rah im Necm i Bey. O beni kendi öz
kardeşinden ayırd etmezdi. Y üksek tahsil hayatım daysa u n u ta
m ayacağım ilk b ü y ü k sim a N am ık K em alzade A li E krem ve
F e rit Beylerdi.
★★★
M altepe A skerî Lisesinde edebiyat im tihanı yapıyordum .
Beş tan e kopya yakaladım . B unun cezası çok ağırdı. B u kopya
la rı idareye verm edim . B ir iki ders sonra ald ık ları n o tları tale
bem e okum adan evvel kopya yap an çocukları çağırdım . H ava
soğuktu, sobanın yanında oturuyordum . Beşi de k arşım a dizil
diler. B irincisine kopya kâğıdını verdim ve sobaya atm asını söy
ledim . O nlar ne büyük ceza bekliyorlardı. B eşinin de kopya kâ
ğıdını elleriyle sobaya attırdım . A rtık ku rtu lm u şlard ı. Ve hiçbir
şey söylem eden yüzlerine baktım . B aştaki taleb e o derece heye
canlanm ıştı ki b ir hocanın karşısında söylenm esi uygun olm a
y an şu cüm leyi söyledi :
— Efendim eğer hayatım da bir k e re daha kopyaya teşebbüs
edersem , anam avradım olsun.
K endim i zor zaptettim , gülm ekten katılacaktım . D iğerleri
ne sadece siz de arkadaşınızın sözüne iştirak ediyor m usunuz?
dedim . Hepsi ayni heyecanla bu yem ine iştirak ettiler.
M aksat hâsıl olm uştu. Öyle zannediyorum k i bu gençler b ir
d ah a kopya yapam azlar. Hoca talebesinin ru h î h alleri üzerinde
u sta bir piyanist gibi dokunacağı tu şla rı gayet iyi bilm elidir.
★★★
Ü niversitedeki hayatınızdan biraz bahşeder m isiniz?
— H ayır, onu h atırlam ak bile istem m . Y alnız şu k ad ar söyr
liyeyim ki o hâdise hayatım ın en acı safhasıdır. Eğer İlâhî ada
lete inanm asaydım ve bu adaletin tah a k k u k u için C enabı H ak
tara fın d a n karşım a çıkarılan ve 10 sene hiçbir m addî m enfaat
kabulüne tenezzül etm eden elim den tu ta n ve beni h er an teselli
— 39 —
eden çok aziz bir evlâda m alik olm asaydım çoktan hayatım ı ve
ya şuürum u kaybedebilirdim . B ana bir e v lâ tta n daha değerli
olan avukatım Şehzad A y artep e’yi kasdediyorum . H ayatım ın so
nuna k a d a r ona m in n e tta r kalacağım . Bu külfete bu zam anda
kim katlanabilir. O buna k atlandı ve m uvaffak oldu. Ü niversi
tedeki b u m aceram ı ayrı b ir kitap halinde vesikalarıyla n eşre
deceğim. Şim di bu acı bahsi kapıyalım . P encereye başını döne
rek sis altında biraz bulanık görünen denize dalıp Tevfik Fik-
retin şu m ısraların ı okudu:
- • XI —
A li N ihad T a rla n ın h ay atı ve eserlerini bir k itap içinde
toplam aya k a ra r verdiğim zam an bir yardım cı dosta ihtiyacım
vardı. B u öyle b ir dost olacaktı ki A li N ihad T a rla n ’m da ya
kını olacak ve O’nu gerçekten bilecekti. B u dost hazırdı, bu dost
Ali N ihad T arlan ’m en yakını, oğlu sevgili varlığı A dnan Siva-
d et T arlan’dı.
B aba gibi sevdiğim , üstad kabul ettiğim ve inandığım Ali
N ihad T a rla n ’m oğlu A dnan hem arkadaşım , hem de m evzuun
en ilginç kişisi olarak eserin ana h a tla rın ı çizerken fik irlerin d en
istifade edeceğim yegâne insandı.
H ocanın m uhalefet edeceğini bildiğim için A dnan’la yazı
hanem de buluştuk. N iyet ve k ararım ı ona açtım . Y ardım a k a
râ r verdi. H ocanın dostlarından bazılarına m ektup yazm ayı k a
bul etti. G elen cevapları bana verecek ve tasnifi berab er yapa
caktık.
Zam an geçti. Y azılan m ek tu p lar toplandı ve sıraların a kon
du. A ncak b u n lar arasında b ir tanesi v a r ki A li N ihad T a rla n ı
hoca - baba olarak ele alm ış ve çok içli b ir dille bize onu an
latm ıştır. N. Sarıoğlanbğlunun A dnan’a yazdığı bu m ek tu b u ay
nen koyduğum için özür dilerim .
Sevgili Adnan Kardeş,
Mektubunu aldığım zaman yatıyordum. Böbreklerimden ra
hatsızdım. Ancak bu gün kendime gelebildim. Reşit Rahmeti
B eyin Ölüm haberi de çok üzdü beni. Şüphesiz sizi de çok sars
mıştır. Babanız çok severdi onu. Üzüntüsüyle hastalanmasın
dan korkuyorum şimdi. Nasıl, n’olur bana bildir Adnan. Mek
tup yazdım ama, geç cevap yazarsa meraktan deli olurum. İki
satırla olsun ne olur kardeşim, bana bildiriver sen. ?
Babamız demek 46. m eslek yılını doldurdu? Ne g ü z e l! Tanrı
daha çok yıllar göstersin inşallah.
Benden de bildiklerimi yazmamı istemişsin. Ben baban için
ne diyebilirim ki Adnan? Ben ne biliyorsam sen de âynı şeyleri
biliyorsun. Eserlerinden bahsetsem, hepsinden haberdarsın. Öğ
retmenliğinden bahsetsem, sen de öğrencisi oldun. İnsanlığından
bahsetsem, onun öğrencisi olan herkes o insanlığı görmüştür.
Baba ALİ NİHAD TARLAN o!... İNSAN ALİ NİHAD TARLAN.,
Hani m eleklerden çok daha iyi insanlar bulunduğuna ben onıçn
varlığiyle şahidim. Nasıl anlayışlıdır, nasıl müşfiktir, nasıl yü
cedir o !
Onun yanında insan âdeta büyülenir. Hatırlıyor musun ders-
terini? O beyitler onun dilinde nasıl birşey olurdu. Ben bir
dersinde, kendimden geçivermiş te « bu kadar da olur mu artık? »
tliye bağırmış, şaşkınlık kesilivermişim. O günü Hiç unutamam.
Şöyle bir güldü « olur ya çocuğum » dedi. « Bunlar şair değil,
sihirbaz ! » Büyülendim kaldım.
Biz, bütün öğrenciler, onu dinlerken onun âlemine kaymış
ruhlar olurduk artık. Bir beyit içinden neler de bulurdu o. Ad
nan, Gerçek sihirbaz oydu bence. Şairin inem iyeceği kadar de
rinliklere iniyordu. Şairin çıkamayacağı şahikalardaydı üstelik
yuvası.
Hani olgun başak eğilir derler ya, doğru. İşte ALİ NİHAD
TARLAN ! Ondaki tevazu kimde vardır acaba? Rahmetli Reşit
Rahmeti Arat, eşi ve A li Nihad Tarlan babam Aydm ’a gelmişler.
Bir yaz günü. . . Artık okullar kapanacak, m em lekete gideceğim.
Eşyalarım toplanmış, öyle duruyorum. Kapım çalındı, « Seni L i
seden istiyorlar. Öğretmenin gelm iş » dediler. Koştum. Öğretme
nim değil yalnız, babam gelmiş, insanların en iyisi gelm iş ! S e
vinçten deli oldum. Misafirlerimi alıp eve geldik. Ben nerelere
oturtacağımı bilemiyordum. Bahçede bir tahta masam ve birkaç
da iskemlem var. Babamın oraya oturup « Oh, ne güzel yer bu
rası ! » deyişini bir görmeliydin Adnan. Ağaçların altına eski bir
battaniye serdim, Reşit Rahmeti B eyle orada dinlendiler. Ora
da, o eski battaniyenin üstünde, Adnan, düşün...
Ah, hangi yönden baksanız yücedir O. Yeri doldurulamaz,
kendisinden başkasının dolduramayacağı bir yer onun yeri. İlim
dünyası onunla ne kadar övünse azdır. Yalnız ilim dünyası mı,
insanlık dünyası övünsün.
Biz, onun talebesi değil, evlâtları oluyoruz. Maddî ve ma
nevî bütün ihtiyacımızı düşünmüş bir babadır O. Babaların en
iyisidir. Yalnız Divan edebiyatını değil, gerçek öğretmenliği ba
na o baba öğretti.
Ömrüm boyunca ellerinden öpeceğim. İyi ellerinden, dü
rüst ellerinden, aziz ellerinden.
Böyle bilesin kardeşim. Selâmlar. »
— 43 —
— XII —
A li N ihad T arlan, herşeyin en iyisi ve en güzelini tem sil
eder. Ş iir anlayışında da şâirliği önce gelir. E n küçük m ısralarda
bile ilim ve irfanıyla h ay at v eren Tarlan, büyük isim lerin tah a y
y ü lle ri ü stüne çıkarak nice m ısralara güzellik katm ış, onları kal
binin irfan aydınlığında başka bir anlam a k av u ştu rm u ştu r.
Hoca, K abataş E rk ek Lisesinde Behçet Y azar ile b irlik te öğ
retm en d ir jÇBir gün m u allim ler odasında Ali N ihad Tarlan, mes-
iekdaşı Behçet Y azar’a Süleym an N azif’in D aüssıla şiirini okur
ve :
Bu şeb de cuşiş-i yâdınla ağladım durdum;
Gel ey kerime-i tarih olan güzel yurdum.
m ısraları üzerinde d u ra ra k « Ne güzel şu kerim e-i ta rih terk ib i >
d e r .1
Behçet Y azar, Ali N ihad’a h ay retle b ak arak : « N eresi güzel
N ihad Bey, kerim e-i tarih , tarih in kızı dem ek » cevabını verir.
Ali N ihad T arlan bu cevaba itiraz eder ve şunları söyler : « H a
y ır Behçet Bey, ben bu terk ib i başka tü rlü anladım . K erim e,
m evsufu hazfedilm iş sıfa ttır ve m evsufu yerine kaim dir. A yet-i
kerim e denecek yerde ekseriya âyeti hazfedip, âyet yerine yalnız
kerim e sıfatını k u llan ırlar.
Behçet Y azar dinlem iş, fakat hocanın izahatından tatm in
olunm am ış. B u olayı A li N ihad T arlan da unutm am ıştır.
H âdiseden sonra İsta n b u l’da bulunan Ç ekoslovakyalı m üs
teşrik Dr. Clemence, A li N ihad T arlan ’dan ders alm aktadır. B ir
gün üstada « S üleym an Nazifle görüşm ek isterim , lütfederseniz
m in n ettarın ız olurum » diyen Dr. Clem ence’m bu arzusunu ye
rin e getirm ek için hoca, keyfiyeti Süleym an N azif’e arzeder ve
bu davete icabetini rica eder.^
^ K a r lı bir Salı akşam ı Süleym an Nazifle A li N ihad Tarlan,
A yazpaşadan yavaş yavaş y ü rü y erek Dr. Clem ence’m ziyaretine
g itm ekte iken Ali N ihad D aüssılayı h a tırla y a ra k sualini sorar :
«— Süleym an Nazif Bey, kerim e-i ta rih terkibinden .ne m â
nâ kasdettiniz?»
Süleym an Nazif : « K erim e-i ta rih terkibinden tarih in kızını
kasd ettim . Ç ünkü ta rih olmazsa, v a ta n olmaz » .
Ali N ihad T arlan, bu cevaptan hoşnut kalm az ve Süleym an
Nazif’e sorar : « F ak at Beyefendi, v a ta n olmazsa ta rih olur m u?
H angi vatansız m illetin ta rih v a rd ır? ... B en kerim e-i ta rih ter-
kibini sizin anladığınız gibi anlam adım » diyerek B ehçet Y azar’a
izah ettiği şekilde tahlilini y a p a r ve « Ben bu terkibi ta rih için
de bir âyet m ânasına aldım » der.
Süleym an Nazif, bir an d ü şü n ü r ve şöyle söyler :
« E vet efendim , siz doğru buyurdunuz. K im haltetm iş de
tarih in kızı demiş. E lbette ki sizin anladığınız gibidir
A li N ihad T arlan, en güçlü kişilerin şahsiyetlerine güç k a t
mış bir tarih tir. Birçok ilim adam ı ve dostları O’n u n ilim ve
faziletinden istifade etm iş, en k u d retli şahsiyetler O’nun ilim
ve irfan ı önünde saygı duym uşlardır. D arülfünun m ü d errisle
rinden N am ık K em al’in oğlu A li E krem B u lay ır’m, A li N ihad
T a rla n ’a b ıraktığı vasiyetnâm eden birkaç s a tır:
... Başka diyeceğim kalmadı. Yok, en mühimmi k a ld ı:
Renim hakikî mânasıyla oğlum oldun Nihad. Sana bâzan
senin hesabına hiddet ettim, fakat kendi hesabıma hiç gücenme
dim. Öbür Dünya’ya ruhumda senden pâk ve u lvî bir hâtırayla
gidiyorum. Ömrüm sana m eftuniyetle g e ç ti:
«İlim ve irfânından çok m üstefit oldum, hususiyetle fazilet-i
ahlâkiyeni hakkiyle takdir ettim. Hemen Allah sana uzun ömür
ler, büyük saadetler ihsan etsin, benim pek, pek sevgili evlâ
dım Nihadcığım » .
(M â ez to codâyîm be - suret ne be - ma’na )
( Çon fâsıla-i bey t boved fasıla-i mâ )
Bizim ayrılığım ız beytin iki mısra’ındaki ayrılığa benzer.
Biz senden sureta ayrıyız mânen değil,
A li Nihad Tarlan’a uzun ömür dileyen hocalar, bilginler, ta
lebeler, haksız değildir. Zira O, her anını ilim le süsleyen ve ilim
den herkese vermesini bilen müstesna bir varlık, benzeri yetişe-
m iyecek müşfik bir öğretmendir. Talebeleri O’nu öylesine ser
yerler ki yıllar sonra bile O, şimdi birer öğretmen olan öğren
cilerinin rehberi, yaşayan en kıym etli hâtıralarıdır. 1938 yılın
da talebesi olan Naim Buluç 27 y ıl sonra O’na hâtıralarını sanki
o hali yeniden yaşıyormuş gibi veriyor :
10/X I I /1964
DEĞERLİ HOCAM ALİ NİHAD TARLAN
Saym Profesör A li Nihad Tarİan’ı 1938 yılmda Üniversiteye
girdiğim vakit tamdım. O yıl doçentlikten profesörlüğe yüksel
mişti. Metinler şerhine geliyordu. Fuat Köprülü de Edebiyat
Tarihi hocamızdı.
Kırkbeş yıldan beri binlerce öğrenci yetiştirmiş olan Ali
Nihad Tarlan’ı sevm iyen bir kimse bulunacağını, sanmıyorum,
çünkü o, yalnız bir ilim adamı değil, her haliyle örnek bir insan-ı
kâmildir. Ağır ve düzgün konuşması, son derece nâzik ve duy
gulu olması, karşısındakilere kendiliğinden hürmet telkin ederdi.
— 46 —
Biz onu bir hoca gibi sayar, bir baba gibi severdik. Zeki,
anlayışlı olduğu için insan ruhunu tahlilde güçlük çekmezdi. Ho
camızın hiddetlendiğini görmedik. Sabır ve tahammülle âsâbma
hâkim olur, karşısındakini makul, mantıki düşünceleri ile inan
dırırdı.
Yüksek Öğretmen Okulundaydım. A li Nihad Tarlan, haftada
bir defa gece derslerine geliyordu. Hem m etin açıklaması, hem
de tatlı sohbetleriyle saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyorduk.
Mehmet adında bir arkadaşımız vardı. Divan edebiyatına çok
meraklı olduğu için ezbere yüzlerce beyit biliyordu. Bu yüzden,
hocamız onunla ilgilenirdi. Bu arkadaşımızın tek kusuru, içkîye
düşkünlüğüydü.
Bir gece dersinde Mehmet, hocamızın yanma oturmuştu,,
sarhoştu, neş’eli hali vardı. Fakat A li Nihad Tarlan’a saygıda ku
sur etmiyordu. Hocamız, onun içkili olduğunu anladığı halde
bir tepki göstermedi; ona karşı resmî davrandı. Mehmet de derse
bir daha içkili gelmedi. Bu olay, bize öğretmenliğin bir sanat
olduğunu isbat etti.
A li Nihad Tarlan, « Öğretmenin otoritesi bir bombaya ben
zer, hoca onu sınıfta hiçbir zaman patlatmamalıdır, fakat öğren
ci, bu bombanın bir gün pntlıyâbileceğinden korkmalıdır. Sakı»
öğrencilere kızıp sınıfı terketmeyin, çünkü o sınıfa tekrar gire
ceksiniz » derdi. En iyi m üfettişin öğrenciler olduğunu, hocayı
teraziyle tarttıklarını da ilâve ederdi.
En iyi m üfettiş öğrenci olduğuna göre biz de hocamızı dört
yıl her yönüyle inceledik, hiçbir kusurunu göremedik. İlmî cep
hesini tahlile hacet yok. Bir gün her fani gibi o da bu dünya
dan ayrılacaktır. Branşında yerini dolduracak insan bulamayız.
Kıymetini sağlığında bilelim, kendisine uzun ömürler dileye
lim.
Onu anlatm ak isteyenlerin sevgi ve saygısı Ali N ihad Tar-
lan’ın yüce kişiliğine delil ve ona a it en güzel m ük âfatlard ır. O n
ları aynen alm a, bu sevgi ve m uhabbet âbidesi önünde g erçeklere
saygı duym aktan başka nedir k i... Biz de Ziya A rık an ’m notla-
riyle T arlan ’ın h âtıraların a saygı vazifem izi yapm ış oluyoruz r
PROF ALİ NİHAD TÂRLAN ÜSTÜNE NOTLAR
% -n '
ı ■
=
— 49 —
lerine karşı koruyacak bir giyinişti. Hiç bir şey bilmiyorduk. Dü
şünüp bulmaya da zaman yoktu çünkü nay’m o derûni sesi bizi
gerçek alemden çabucak uzaklaştırmıştı.
Nağmeler bittiği anda bir alkıştır ortalığı kapladı. O sırada
hocanın şöyle konuştuğunu hatırlıyorum:
— Halk Neyzen’e yaptığı saygısızlığın bedelini ödüyor.
Alkışlar bitmedi. Neyzen iki parça daha çaldı. îçeri girince
sahneye çıkmadan önceki saygısız davranışa göstereceği tepkiyi
anlamak istercesine yüzüne bakmaya koyulduk. N e y zen :
— Tuh yahu, dedi düğmeleri iliklem eyi unutmuşuz^
O gün bugün sanatın kudretine inanmışlığın huzuru için
deyim. Bir sanatçı gülünecek bir davranışta hile bulunsa sana
tını icra etm eye başlayınca seyirciyi büyüler, her şeyi unuttu
rur. Belki kendisini istiskal bile edebilirler fakat sanatın kud
reti onları yaptıklarını alkışla ödemeye zorlar.
M ûsikî âşığı, öğrencilerinin m üşfik baba ve hâmisi, ders
lerinde madde ve mânâ ahengini tattırarak ilim, irfanla süs
leyen A li Nihad Tarlan, Hayri Başer’in işaret ettiği gibi bir yan
dan Mevlânâ sevgisini, bir taraftan da ilim aşkını telkin ederler.
Öğreticilik hüviyetine irşad kudretini katıyor, onların eser
lerine de yardımcı oluyordu:
AZİZ HOCAM ALÎ NİHAD TARLAN .
1931/1932 ders yılında Kabataş Lisesinin 10. uncu sınıfında
iken kendilerini tanıdım. Bize Divan Edebiyatı okuturdu. Zaman
zaman İran ve Fransız edebiyatından örnekler verir. Fransız
Edebi ekollerini anlatarak kıyaslamalar yapardı. Ders anlatırken
kendisini dersin konusuna öylesine kaptırırdı ki, kendi kendimi
ze dersten çıkarken Hocamız mutlaka kilosundan kaybetmiştir
diye düşünürdük.
(JBir dere üzerindeki köprünün altında boy vermiş bir ağacın,
köprünün kemerine dayanınca daha fazla serpilemeyip suya
doğru eğilm esine benzeyenVzorluklar ve dikenlerle dolu gençlik
hayatının hikâyesini anlat* ve o ağaçta kendisini seyrettiğini
söylerken işte bu bir romantizmdir. Romantizm insanın kendi
sini tabiatta duyması ve yaşaması; bunun aksi de realizm derdi.
Hafız’, İkbal’i çok sever ve bize onlardan lirik parçalar okurdu.
Hazret-i Mevlana hakkında da Avrupa’lilan n Hafız’ı yeni anla
mağa başladıklarını ve fakat Mevlâna’mn henüz eteklerinde
dolaştıklarını bizzat kendilerinin ifâde ettiklerini söylediği za
man gönlümüz M evlâna’nın büyüklüğü ile dolardı.
Bir gün bakınız çocuklar dedi. Edebiyat kumaş gibi bir do
kumadır. İptidaî maddesi fikir, motoru da hislerimiz; fikir mad
desi olmadan hislerin yalnız başına çalışması bir işe yarama
dığı gibi hislerden mahrum bir fikir maddesinin de pek kuru
ve kısır kalması tabiîdir. Hisler fikirler beslendikçe zenginleşir,
güzelleşir.
İnsanlığın ortak duygu ve düşüncelerini dile getirebildiğiniz
nisbettedir ki, ömrü uzun bir kumaş dokuyabilirsiniz.
Bu sözlerin sıcaklığını, Özdenliğini hâlâ olanca tazeliğiyle
içimde yaşarım. Düşünüyorum da Hocamdan pek çok şey öğ
rendiğimizi bir an için tamamen unutarak hiç bir şey öğren
memiş de olsak her halde edebiyatı sevm eyi O’ndan öğrendi
ğimizi tekrarlarım.
Kabataş’tan ayrıldıktan sonra Hocam m etinler şerhi profe
sörlüğüne tâyin edildi. Ben ise Mülkiye Mektebinden mezun ola
rak sigortacılığa atıldım. Bununla beraber arada edebiyat ala
nında neşredebildiğim serpintilerle Hep Bir = Tek Bir dene
melerimde bana şevk ve gayret kaynağı oldular. Bu naçiz satır
lar içimde akıp giden m innet ve şükrân duygularımın izharına
vesile olabilmişse ne m utlu bana...
A li N ihad hoca h ak kında en güzel hükm ü veren talebeleri,
onu m ü k âfatlan d ıran m ahabbetleriyle T ü rk K ü ltü r h ay atın ın
ahlâk ve güzelliğini de dile getirm işlerdir. N ecdet Bolkal ba
kınız ne diyor :
İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesinin Eski Türk Ede
biyatı Kürsüsü Başkam Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan 31 yıl kadar
önce Kabataş’ta hocamdı.
Onun ilim aleminde olduğu kadar bütün talebelerinin kal
binde de daima müstesna bir yeri olmuştur. Seneler sonra ho
camla komşu olmak, devamlı ve yakın münasebetler kurmak
şansına da erdim.
— 58 —
.: K O N F E R A N S L A E
E T Ü D ve M A K A L E L E R
İL
GERMİYANLI ŞEYHİ
Süleyman Nazif
Servet-i Fünûn 17/Mart/1926
— 76
Daha sonra üstadın ana dili kadar iyi bildiği farsça ile yaz
dığı şiirleri ve bunların tercümeleri kitapta yer almış. Başka
farsça şiirleri de bulunan A li Nihat Tarlan’ın bu dildeki şiirleri
ni, toplu bir halde, başka bir kitapta neşrfetmesi kanaatimce da
ha yerinde olurdu. Ancak Önsözde belirtildiği gibi muharririn
hastalığı zamanında kardeşi Muhtar Tarlan tarafından neşredi
len bu eserde Ali Nihat Tarlan’m tertip hissesi pek az olsa ge
rektir.
Velhasıl «Güneş Yaprak», edebiyatımızın sahifeleri arasın
da bir yaprak güneştir.
Jean RİYPKA
Hâtıralarımı tazelemek için elimde bu kadar az vakit olma
sına müteessirim. Çünkü İstanbul’da ilk ikametim çok cazip hâ
tıralarla doludur. Fakat mühim olan şudur:
cem iyete hediye etmektir. Hoca, siyaseti iyi bilmeli, fakat ak
tif bir hayatı siyasiyeye hocalık zamanında girmemeli ve ilm i
siyasete kurban etmemelidir. Hocalar eğer Fakültelerde siyasî fi
kirlerine göre hareket ederlerse ilmin haysiyeti kalmaz ve ilim
sokak mata’ı haline gelir ve talebeler de siyasî ihtilâfından do
layı doğru şeyleri de kabul etmezler. Gayem, bütün hususî gö
rüşlerim dışında talebelerime gerçek ilim zihniyetini aşıla
maktır » .
Bütün bunlardan sonra kendisinin mütevazi ve şefkatli bir
yaşayışı vardı. Bilmiyorum, bir gün kendimde rahatsızlık his
settim, Fakülteye gidememiştim. Hoca her sabah saat 9’a yakın
Fakülteye gelirdi. Odamı kapalı görünce, bunun sebebi ne ola
bilir diye düşünmüş olacak ki ayni akşam bulunduğum ( Şeh-
zadebaşı Site Talebe Yurdu ) yere kadar gelm ek âlicenaplığını
gösterdi. Karşımda hiç beklemediğim bu aziz Hocamı görünce
o kadar ferahlanmış tim ki hastalığım da artık gitm iş oldu.
BÜYÜK ÎNSAN VE HOCA ALİ NİHAD TARLAN
1958 senesinde Türk ırkının en büyük şairi Mir Ali Şir Ne-
vaî’nin ilk m esnevisi ‘Hayret’ül-Ebrâr’ hakkında doktora yap
mak için İstanbul’a geldiğimde esas doktora hocam Prof. Dr.
Ahmet Caferoğlu tavsiyesiyle Ali Nihad Tarlan Beyle tekrar
görüşmem uzun zamandır hasretini çektiğim bir susuzluğu gi
dermişti.
Onun sihirli ismi merkezden m uhite doğru yayılan dal
galar gibi Türkiye hudutlarım aşmış, Pakistan’a ve Hindistan’a
kadar uzanmıştı.
Talebelik sıralarımda iken ( Karaçi Üniversitesindeyken ) <
onun ismini duymuştum. Pakistan’a karşı büyük sevgi ve üm i
di var idi. Üstelik Dr. İkbal’in eserlerini müstesna zevkiyle
Türkçeye çevirmişti. Birçok aydın Türkün Ikbal’i lâyıkıyİe an
lamasına vesile olmuştu. Karşılaştığım birçok kimseler bana
Türkiye’deki bu büyük edebiyat otoritesinden sitayişle bahse
diyorlardı.
Kendisini görmek ve İlmî sohbetlerinde bulunmak istiyor
dum.
1957 yılında İkbal Akademisi davetlisi olarak Pakistan’a
teşrif ettiklerinde bu kalbi arzuma nail oldum. Sayın hoca ile
geçirdiğim mahdut vakitler belki hayatımın en kıym etli an
larıdır. '
Türk - İslâm m ütefekkiri ve şairi A li Şir Nevaî hakkında
doktora müdafaamı hazırlarken Çağatay dili ve edebiyatı sa
hasında hayli istifade ettiğim gibi umumî Türk edebiyatına
dair de bu büyük irfan hâzinesinden istifade etmeği düşündüm.
Edinburg Üniversitesi
Türk Edebiyatı Bölümü
Profesörü
John R. Waish
PROF DR ALİ NİHAD TARLAN HA K K IN D A ÎNT*® ^ VE
KANAATLEERİ TEMİN EDİLEN liENDİLERlN
DOST VE TALEBELERİ (L)
Muhterem efendim ,
HOCA TARLAN
lim enin mânâsı «ağız kokusu» olacak bir de Kamus’a bak» de
di. Hakikaten kelim enin pek çok mânâlarından birisi de ağzın
kötü kokması mânâsına geliyordu «bunu nasıl bildiniz hocam?»
dedim. Anlatmıya başladı, «mevzu ramazan xve oruç, insanın
oruçlu olduğu zaman ağzı kokar» dedi- B eyit şu idi:
Buy-i hulûfı terbiyet-i âfitab ile
Gisu-yi hûr-ı ine sezâ müşkinâb olur
Çeşitli cepheleriyle hocama ait pek çok anlatılacak hatıram
var, fakat ben burada sadece onun bu edebiyata hakim iyetini
ve öğretme gücünü anlatmak istedim. Daha pek çok eser hoca
Tarlan’m sihirli elinin değm esiyle can bulmayı bekliyor ve biz
de bunu ümid diyoruz.
Günay ALPAY
İst. Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türkoloji
Bölümü Asistanı
SEVGİLİ DR. PROF. ALİ NÎHAD TARLAN’ınuz
31/Teşrînievvel/1936
Tank BUĞRA
ALİ NİHAD TARLAN
25/12/1964
33 YIL SONRA
Zahir GÜVEMLÎ
20/Kasım/1964
—-131 —
Mahir İZ
PROF. ALİ NİHAD TARLAN
Elif NACİ
TARLAN HOCAMIZ
Ahmet KABAKLI
Darülfünun da İran Edebiyatı Kürsüsü Profesörü
Ferit Kam’m Maarif Vekâletinde mühim bir mev-
ki’i olan Samih Rifat bey’e gönderdiği mektuptan:
Ferit KAM
ÜSTADI NEREDE VE NASIL TANIMIŞTIM?
B aha KÂHYAOĞLÜ
PROF. DR. NİHAD TARLAN
} . — 147 —
A fife SALEPÇİ
HOCAM ALİ NİHAT TARLAN
Mithat SERTOĞLU
Perihan TEDÜ
ALİ NİHAT HOCA
*
^Hoca’ııın çalışırken yorulmayışına, üst üste uzun saatler
çalışma odasından çıkmayışına hep hayret etmişimdir... Hoca,
birgün bunun sırrını şöyle açıklamıştı: «Yavrum, ben çalışırken
dinleniyorum... Yeter ki saat başı kahvem eksik olmasın...»
(Kahveye düşkünlüğü yüzünden, bir tarihte kahve ortadan
kalkınca devrin Vali ve Belödiye Başkanı olan Ord. Prof. Dr.
Fahrettin Kerim’e bir «Kahvenâme» yazarak yüz gram kahve
elde etm esini bilmiştir.
Birşey öğretirken, konuya o kadar çok kendini verir ki ba
zan geçen zamanı bile unutur... Bu yüzden de, bu «cahil öğren
cisine», Üttiversite’ye iyi bir dereceyle bitirmesine rağmen,
özellikle Divan Edebiyatından birşeyler öğretmek isterken,
-hele mevsim yazsa İçerenköyü’nde oturduğundan- evine çoğu
zaman geç kalmış, fakat daima birşeyler öğretmiş olmanın haz
zını tatm ıştır... İşte en kuvvetli tarafı, bu yanı olduğundan,
o’na sıfatların en kutsalı olan «Hocalık»; ünvanların en lâyık
olanıdır... Hattâ kanaatimce bu, Profesörlüğünden, Doktorlu
ğundan da üstündür... Onun için de yazım boyunca kendisinden
hep Hoca’m diye bahsettim...
Zaten biz öğrencileri çoğu zaman, adını bile kaldrup: «Ho-
ca’yı, gördüm, Hoca gelecek, Hoca gidecek.» deriz. Nitekim bu
yaz, tatilim i geçirmek için Türkiy’eye döndüğümde, Hoca’nın
eski öğrencilerinden ve halen Nötre Dame de Sion Lisesi’nin
edebiyat öğretmenlerinden Leylâ Nim et (En güzel şiir okuyan
Hanım Hocadır ve Hoca’m ızın katıksız hayranlarındandır.
Hatta o kadar ki birkaç yıl önce Hoca; Leylâ ve Mecnun sah
nesinde (Şehir Tiyatrosunda verilecek tem silde) sahneye çık
masını kendisine teklif ettiğinde, öğrencilik yıllarındaki heye
canı ile kabul etmiş ve rolünü canla başla hazırlıyarak büyük
bir başarıya erişmiştir.)
— Sermet, yarın bize gelir misin, sana güzel bir sürprizim
var, dediği zaman; İstanbul’daki en yüklü günümün o gün ol
duğunu söyliyerek, mazeret beyan etmiş, fakat Leylâ N im et’in:
«Ama Hoca da gelecek» dem esi üzerine, ertesi günü bütün iş
lerimi yüzüstü bırakıp soluğu bu eski arkadaşımın evinde al
mış ve böylece tatilim in en güzel gününü geçirmiştim ...
' ' * ■■■■
doğru hükm ü, y ıllar y ılı üzerim izde y aptığı etki ve u n utam adı
ğımız sözleri olacaktır. Bu gerçek de bizim en büyük tesellim iz
ve üm idim iz olm uştur.
— II —
Hocam! Aziz ve m u h terem üstadım , çocuklarım ın sevgi ile
bekledikleri, benim heyecanla karşıladığım büyük insan... Şu
anda senelerin n asıl geçtiğini anlıyam ıyorum . M eğer zam an,
ne aldatıcı imiş. Ve m eğer hikm et ve hakikat, ne büyük bir
m u tluluk ve huzur imiş.
Hz. P eygam ber aleyhisselâtu vesselâm cenneti, ilim m ec
lislerine teşbih b u y u ru rk e n n e büyük b ir h ak ik ati ifade etm iş
ler de kim se bunun fark ın d a değil. E vet A li N ihat T arlan ile
sohbet etm ek b ir fazilet ve b a h tiy a rlık tır. O’n u n la konuşurken
kalbiniz ve gözünüz sonsuza a ç ılır ve oradan h er m eseleye ışık
tutabilirsiniz. B ir gün Prof. Dr. SÜHEYL ÜNVER üstadım la
sohbet ediyordum , b ir a ra bana dönerek «Oğlum, k ü ltü r % 20
okum ak, % 80 sohbet etm ektir» dem işlerdi. O anda kendilerine
söyliyem edim am a içim den «Çok doğru efendim diyebildim .
Sizin v e A li N ihat T arlan gibi in san ların m eclisinde bulunup
dinlem ektir.»
Ali N ihat T arlan, sohbetin k ü ltü r, inanç ve ibadet olduğu
n u gösteren b ir fazilet örneği, b ir ilim ve bilgi kaynağıdır. B ir
gün edebiyat üzerinde sohbet ediyorduk. K endilerinden yine
feyiz alm ış, yin e bazı sözlerini not etm iştim . E debiyata d air
sorduğum uz b ir suale şu cevabı verm işlerdi:
EDEBİYATA DAİR
Bir bahçede bir fidan yetişir. Bu, ilm in tetkik mevzuudur.
San’at de insan bahçesinde yetişen bir fidandır. O da aynı m e
totla tetkik edilir. İnsan heyecanı nihayet bağzı uzuvlarda vü
cuda gelen bir harekettir^Madde ile mana arasında da hiç bir
fark göremiyorum. Müsbet ilim insan ruhuna ne derece niifuz
ederse san’atin ilim usûlleri ile tetkiki de o derece ilerler. Mad
— 166 —
Bugünkü şiiri:
a — Halk edebiyatının canlı ve içli bir devamı,
b — Realitenin şiire aksetmesi,
c _ Vuzuhtan mahrum olan eserler... Cemiyete sunulan
bir eserin anlaşılması lâzımdır. Herkes kendine göre bir şey
anlarsa o zaman san’atkâr bir şey söylemiş olmaz.
Kanaatimce şiirde «nisbî bir vuzuh olmalıdır.»
— 168 —
— III —
Sahife
43 İkinci p a ra g ra f •
44-45 Firdevsî
46 Firdevsî (dördüncü paragraf)
47-51 F irdevsî
68-69 Ö m er H ayyam
69-70 Muizzî
70-73 E nverî
73-75 Nizam î
77 Cem aleddin Efganî
77 M ücrîreddin B eylakanî
81 T ezkiretû’l - evliya
82-83 K abusnâm e (5. satırd an itibaren)
84 Ç ehârm akale
84 H adâyıkus-s-sihr
85 M akam at-ı H am îdî .
98 H acu-yi K irm anî (birinci p a ra g ra ftan itib aren )
100-101 îb n i Y em in
101-104 Selm an-ı Sâvecı
86-94 Moğol istilâsı ve T im ur devri
Sa’dî
Şeyh Ş ebüsterî
94-95 H üm am -ı Tebrîzî
95 Evhadî
104-108 Hâfız
108-110 Moğol devrinde yetişen diğer şahsiyetler
K em al Hocendî
M ağribî Tebrîzî
— 173 —
(I) 3.Ocak 1946 ta rih ve 2365 sayılı yazı ile İra n M aarif Veza-
retinin teşe k k ü r ve k a d ir şinaslığı Ira n Başkonsolosluğu
tarafın d an P r o f . D r . Ali N ihat T arlana bildirilm iştir.
(® en sonsuz bir teesür içindeydim . H ocaya bu iftirayı ya
p an lara karşı içim de adeta bir n e fre t uyanm ıştı ki hoca hissi
yatım ın fark ın a vardı. « H ayır çocuğum. K im seye kızm ayınız,
herkes istidadının hakkım verir. K u su r kim senin değil. Bizim
vazifem iz sevm ektir » . dedi.’)
— V —
Ordu M illetvekili
Ferda GÜLEY
__ 175 —